09.11.2016 Views

cami_ve_namazla_dirilis

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI YAYINLARI - 1185<br />

Halk Kitapları : 268<br />

Yayın Yönetmeni<br />

Dr. Yüksel SALMAN<br />

Yayın Koordinatörü<br />

Yunus AKKAYA<br />

Editör<br />

Yunus ÖZDAMAR<br />

Tashih<br />

Sedat MEMİŞ<br />

Grafik & Tasarım<br />

Emre YILDIZ<br />

Mücella TEKİN<br />

Baskı<br />

Mattek Basım Yayın Tanıtım Tic. San. Ltd. Şti.<br />

Tel.: 0.312 433 23 10<br />

1. Baskı<br />

Ankara 2015<br />

ISBN 978-975-19-6452-6<br />

2015-06-Y-0003-1185<br />

Sertifika No: 12930<br />

Eser İnceleme Komisyon Kararı: 08.09.2015/89<br />

© Diyanet İşleri Başkanlığı<br />

İletişim<br />

Dini Yayınlar Genel Müdürlüğü<br />

Basılı Yayınlar Daire Başkanlığı<br />

Tel: (0 312) 295 72 93 - 94<br />

Faks: (0 312) 284 72 88<br />

e-posta: diniyayinlar@diyanet.gov.tr


Cami <strong>ve</strong> Namazla<br />

Diriliş


İçindekiler<br />

7 CAMILERI İNŞA EDIP NAMAZI KAYBETMEK<br />

Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ<br />

15 CAMI VE NAMAZDA DIRILIŞ<br />

Ahmet TAŞGETİREN<br />

23 EZAN: NAMAZLA DIRILIŞE ÇAĞRI<br />

Yrd. Doç. Dr. Ömer ÖZPINAR<br />

35 PEYGAMBER EFENDIMIZIN NAMAZI<br />

Prof. Dr. Raşit KÜÇÜK<br />

45 VAKTIN ÇAĞRISI<br />

Rukiye Aydoğdu DEMİR<br />

51 HAYYE ALE’S-SALAH!<br />

Dr. Ülfet GÖRGÜLÜ<br />

59 HAYYE ALE’L-FELAH:<br />

HAYDI (NAMAZLA) KURTULUŞA...<br />

Metin KARABAŞOĞLU<br />

69 NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Prof. Dr. İbrahim H. KARSLI<br />

83 CAMI VE CEMAATLE NAMAZ<br />

Doç. Dr. Aynur URALER<br />

97 NAMAZ PSIKOLOJISI<br />

Prof. Dr. Hüseyin PEKER<br />

109 BABAMIN NAMAZI<br />

Dr. Necdet SUBAŞI


119 NAMAZ VE ÇOCUK<br />

Prof. Dr. Mehmet Emin AY<br />

133 ZAMANA HÜKMEDEN NAMAZ<br />

Dr. Fatma BAYRAKTAR KARAHAN<br />

143 NAMAZ İBADETININ TARIHSEL SÜRECI<br />

Yrd. Doç. Dr. Kâmil YAŞAROĞLU<br />

161 BIREYDEN ÜMMETE CEMAATLE NAMAZ<br />

Prof. Dr. Hayreddin KARAMAN<br />

171 NAMAZA ENGEL VAR MI?<br />

Yrd. Doç. Dr. Ali KUMAŞ<br />

181 EDEBIYATIMIZDA CAMI VE NAMAZ<br />

Ali AYGÜN<br />

197 TÜRKÜLERİMİZDE NAMAZ<br />

Dr. Şerife Nihal ZEYBEK<br />

5


Camileri İnşa Edip Namazı<br />

Kaybetmek<br />

Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ<br />

Diyanet İşleri Başkanı<br />

Rahman <strong>ve</strong> Rahim olan Allah’ın adıyla.<br />

Kâbe’nin yeryüzündeki şubeleri, Allah’ın evleri olan<br />

<strong>cami</strong>lerimiz, Müslümanlığımızın <strong>ve</strong> istiklalimizin<br />

simgesi olarak yükselen huzur, bilgi, birlik <strong>ve</strong> ibadet mekânlarımızdır.<br />

Başkanlığımız çeyrek asırdır Ekim ayının ilk haftasını<br />

<strong>cami</strong>lerimizi hayatın merkezine, şehirlerin kalbine<br />

taşımak amacıyla “Camiler Haftası” olarak kutlamaktadır.<br />

Bu hafta münasebetiyle düzenlenen etkinliklerle toplumsal<br />

bir farkındalık <strong>ve</strong> ortak bir bilinç oluşturulması hedeflenmektedir.<br />

Camiler Haftasının son yıllarda belirli bir tema<br />

etrafında kutlanması, bir yandan <strong>cami</strong>lerimizin fiziki şartlarının<br />

yeniden gözden geçirilmesi yönünde önemli çalışmalar<br />

başlatılmasına, diğer yandan da engelli, çocuk, genç, kadın<br />

gibi farklı toplum kesimlerinin <strong>cami</strong>yle daha fazla buluşabilmesi<br />

için kampanyalar düzenlenmesine <strong>ve</strong>sile olmuştur. Bu<br />

bağlamda, 2011 yılında “Cami-Çocuk Buluşması” gündeme<br />

taşınmış, çocuklarımızın din gönüllüleriyle tanışması <strong>ve</strong> <strong>cami</strong>yle<br />

kaynaşması yolunda adımlar atılmıştır. 2012 yılında<br />

“Engelsiz Cami, Engelsiz İbadet” kampanyası düzenlenmiş,<br />

ülkemizde sayıları 8 milyonu bulan engelli vatandaşlarımızın<br />

<strong>cami</strong>lere engelsiz ulaşımı yönünde çalışmalar başlatılmıştır.<br />

2013 yılında “Cami <strong>ve</strong> Kadın” teması ile başta abdest alma<br />

<strong>ve</strong> ibadet yerleri olmak üzere <strong>cami</strong>lerdeki kadın mekânları-<br />

7


8<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

nın iyileştirilmesi için düzenlemelerde bulunulmuş, kadınlarımızın<br />

<strong>cami</strong>lerden daha fazla istifade edebilmesi adına<br />

pek çok etkinlik gerçekleştirilmiştir. 2014 yılında “Cami <strong>ve</strong><br />

Gençlik” teması çerçe<strong>ve</strong>sinde geleceğimizin teminatı olan<br />

gençlerimizin <strong>cami</strong>lerle irtibatını kuv<strong>ve</strong>tlendirmek için yola<br />

çıkılmış, “Geç Kalma, Genç Gel” denilmiştir. Bu yıl ise dinimizin<br />

direği olan namaz ibadetine olan ihtiyacımızı daha<br />

yüksek bir sesle dile getirmek <strong>ve</strong> <strong>cami</strong>lerdeki cemaatsizlik<br />

sorununa hem bireysel hem de toplumsal açıdan dikkat çekmek<br />

amacıyla Camiler Haftasının teması “Cami <strong>ve</strong> Namazla<br />

Diriliş” şeklinde belirlenmiştir.<br />

Bilindiği gibi, Kur’an-ı Kerim’e göre, insanın yaratılış gayelerinden<br />

biri yeryüzünü imar etmektir. Yüce Rabbimiz “Allah,<br />

sizi yerden, topraktan yarattı <strong>ve</strong> sizden yeryüzünü imar etmenizi<br />

istedi.” 1 buyurur. İnsanın yeryüzünü imar etmesi, umrana<br />

varması, medeniyet kurması öncelikle kendi gönül dünyasını<br />

imar etmesiyle başlar. İmanı, mümini, kalpleri <strong>ve</strong> gönülleri imar<br />

etme merkezleri ise mescit <strong>ve</strong> <strong>cami</strong>lerdir. Aslında mümin için<br />

bütün yeryüzü mescittir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)<br />

bir hadislerinde “Yeryüzü bana mescit kılındı.” 2 buyurmuştur.<br />

Hâl böyle olmasına rağmen mümin bilincini inşa etmek; birliği,<br />

beraberliği, kardeşliği pekiştirmek; tevhit ile vahdet arasındaki<br />

ilişkiyi kurmak; imanın <strong>ve</strong> İslam’ın toplumsal boyutlarını geliştirmek<br />

için mescidin varlığına ihtiyaç duyulmuştur. İslam’ın<br />

ilk yıllarında Mekke’de Dâru’l-Erkam mescit olarak kullanılmış,<br />

hicret esnasında Kuba mescidi inşa edilmiş, hicretin ardından<br />

da Medine’de ilk faaliyetlerden biri olarak Mescid-i Nebevî yapılmıştır.<br />

Günde beş kere, haftada bir kere, yılda iki kere olmak<br />

üzere <strong>cami</strong>lerde cemaatle namaz emredilmiş, bu sayede mescit<br />

<strong>ve</strong> <strong>cami</strong>ler, Müslümanların kalplerinin sükûna erdiği, gönüllerinin<br />

imar edildiği, zihinlerinin beslendiği müstesna mekânlar<br />

haline gelmiştir.<br />

1 Hûd, 11/61<br />

2 Nesâî, Mesâcid, 42


Camileri İnşa Edip Namazı Kaybetmek 9<br />

İslam’a göre, ibadetin yapıldığı her yer kutsal <strong>ve</strong> temiz,<br />

müminin her davranışı ise Rabbini hatırlayarak <strong>ve</strong> O’nun<br />

rızasına uygun gerçekleştiği sürece ibadettir. Camiler sadece<br />

namaz kılma mekânı değildir, böyle de tasarlanmamıştır. Ancak<br />

namaz olmadan da <strong>cami</strong>ler diğer tüm işlevlerini kaybedecek<br />

<strong>ve</strong> temel fonksiyonlarını icra edemeyecektir. Bu sebeple <strong>cami</strong><br />

<strong>ve</strong> mescitlerin karşı karşıya kalabileceği en büyük tehlike,<br />

namazsızlık <strong>ve</strong> cemaatsizlik tehlikesidir. Kur’an’ın ifadesiyle,<br />

namazı zayi etmek, namazı kaybetmek tehlikesidir. Namazı<br />

zayi edenler ise, fani he<strong>ve</strong>slere dalanlardır, nefsani arzulara<br />

uyanlardır. 3<br />

Bugün ülkemizin her köşesinde <strong>ve</strong> yeryüzünün her kıtasında<br />

<strong>cami</strong>ler yükseliyor. Bunun için Allah’a ne kadar hamdetsek,<br />

ne kadar şükretsek azdır. Ancak inşa ettiğimiz <strong>cami</strong>lerin potansiyeli<br />

değerlendirildiğinde görüyoruz ki, <strong>cami</strong>lerimiz dolmuyor;<br />

çok az sayıda insan <strong>namazla</strong>rını düzenli bir şekilde <strong>cami</strong>de cemaatle<br />

eda ediyor. Bu durum pek çok sebebin yanı sıra modern<br />

şehir hayatının getirdiği bir sorun olarak görülebilir. Kaynağı<br />

ne olursa olsun, ortaya çıkan durum göstermektedir ki, sadece<br />

<strong>cami</strong> inşa etmek yetmiyor. Kubbenin altını saflarla doldurmak,<br />

mihrabın önünde yürekleri buluşturmak, <strong>cami</strong>nin asıl gayesine<br />

ulaşmak <strong>ve</strong> gönüllerin imarı için seferber olmak gerekiyor. Sayıları<br />

her geçen gün artan <strong>cami</strong>lere, hassaten fecrin doğuşuyla<br />

birlikte akın akın koşacak nesiller yetiştirmek, <strong>namazla</strong> dirilen<br />

<strong>ve</strong> arınan insanların artması için çalışmak bizlere düşüyor. Çocuklara<br />

<strong>cami</strong>yi sevdirmek, genç kuşakların <strong>cami</strong> ile irtibatını<br />

kolaylaştıran bir gönül diline sahip olmak, cemaatimizle sağlıklı<br />

iletişim kurmanın yollarını aramak, bize ait bir sorumluluk<br />

olarak karşımızda duruyor.<br />

Camide cemaatle namaz, dünyevî <strong>ve</strong> uhrevî kazanımlarıyla<br />

Peygamberimizden (s.a.s.) ümmetine miras kalan en kuv<strong>ve</strong>tli<br />

sünnetlerdendir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) hayatının son<br />

3 Meryem 19/59


10<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

demlerine kadar <strong>namazla</strong>rını cemaatle kılmaya büyük önem<br />

<strong>ve</strong>rmiş, bütün imkânlarını seferber ederek mescide devam etmelerini<br />

ashabına tavsiye etmiş, cemaatin namaza kattığı anlam<br />

<strong>ve</strong> sevabı bizlere müjdelemiştir. Cemaatle namaz, evden, işten,<br />

dünyevilikten uzaklaşıp, Hakk’ın evine, O’nun katına sığınılan<br />

bir hicrettir. Bu hicretin mükâfatı ise Resûl-i Ekrem (s.a.s.) tarafından<br />

şöyle dile getirilir: “Bir kimse <strong>cami</strong>ye gitme niyetiyle<br />

evinden çıktığında, attığı her adımdan dolayı kendisine bir sevap<br />

yazılır <strong>ve</strong> bir günah silinir.” 4<br />

Kuru kalabalığı nitelikli bir topluluk yapacak, tevhit iklimini<br />

derinden yaşatacak, insanların eşit olduğunu <strong>ve</strong> iman<br />

kardeşliğinin her şeyden üstün olduğunu gösterecek ilk yer<br />

<strong>cami</strong>dir, cemaatle namazdır. Namazın cemaatle eda edilmesi,<br />

yaşları, sosyal statüleri, meslekleri, mezhep <strong>ve</strong> meşrepleri, hatta<br />

ırk <strong>ve</strong> kültürleri farklı ama imanları bir olan insanları kaynaştırmanın,<br />

aralarında sevgi <strong>ve</strong> dayanışma bağı kurmanın en<br />

muhteşem imkânıdır. Gündelik hayatın meşgaleleri nedeniyle<br />

giderek yalnızlaşan modern insanın iman ekseninde sosyalleşmesi<br />

için en güzel <strong>ve</strong>siledir. Cemaatle namaz, Müslümanların<br />

birbirlerinin sıkıntılarından, sevinçlerinden <strong>ve</strong> gündemden haberdar<br />

olmaları açısından da oldukça önemlidir. Cami, cemaat,<br />

namaz, cemaatle namaz gibi değerlere sahip olan bir toplumda,<br />

bunlar yaşatıldığı müddetçe herhangi bir iletişimsizliğin <strong>ve</strong> huzursuzluğun<br />

olması düşünülemez. Bilhassa vakit <strong>namazla</strong>rında<br />

mahzun kalan <strong>cami</strong>lerimizin yeniden şenlenmesi, birliğimizin<br />

<strong>ve</strong> dirliğimizin de o ölçüde güçlenmesi anlamına gelecektir.<br />

Bugün karşı karşıya kaldığımız ikinci büyük tehlike ise,<br />

<strong>namazla</strong>rı sadece şekle indirgememizdir. İnsanı her türlü münker<br />

<strong>ve</strong> fahşadan alıkoyacak bir namazı eda etmekten uzaklaşmamızdır.<br />

İlmihal bilgisinin ötesine geçerek, namazın derin<br />

manasını idrak edemeyişimizdir. Samimiyetten mahrum, süresi<br />

kısalmış, son ana kadar ertelenmiş, etkisini yitirmiş, solgun<br />

4 Nesâî, Mesâcid, 14


Camileri İnşa Edip Namazı Kaybetmek 11<br />

<strong>namazla</strong>rla kendimizi avutmamızdır. Soralım kendimize: Kıldığımız<br />

<strong>namazla</strong>r neden bizi kötülükten <strong>ve</strong> çirkinlikten alıkoymuyor?<br />

Neden bizi merhametli kılmıyor? Neden bizim iyi bir<br />

mümin, hayırlı bir Müslüman olmamızı sağlamıyor? Neden bizi<br />

örnek bir insan yapmıyor? Neden bizi güzel ahlaka erdirmiyor?<br />

Oysa müminin dirilişi ancak <strong>namazla</strong> olur. Mümin, günde<br />

en az beş defa Rabbinin huzuruna çıkar; O’ndan namaz vasıtasıyla<br />

yardım ister. 5 Cennetin anahtarı 6 <strong>ve</strong> dinin direği olan<br />

namaz sayesinde arınır, tazelenir <strong>ve</strong> güçlenir. Bilir ki, en hayırlı<br />

ameli vaktinde kıldığı namazdır 7 ; ahirette ilk suali ise namazdan<br />

olacaktır. 8 Bu yüzden o hep şöyle dua eder: “Rabbim! Beni<br />

<strong>ve</strong> neslimi namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz! Duamı kabul<br />

buyur.” 9<br />

Namazsız İslam salt ideolojiden ibaret kalır. Namaz ibadettir,<br />

teslimiyettir, tefekkürdür, zikirdir, duadır, ilticadır, huşu <strong>ve</strong><br />

hudûdur. Abdest ile her türlü maddi <strong>ve</strong> manevi kirden arınan<br />

bir insan için namaz hayat dersidir. Namazdaki niyet, zihnimizi<br />

<strong>ve</strong> kalbimizi ibadete hazır kılma, varlığımızı Rahman’a<br />

sunma dersidir. Namazdaki iftitah tekbiri, dünyevileşmeye sırt<br />

çevirme dersidir. Namazdaki kıyam, her gün müminler için<br />

bir istikamet dersidir. Namazdaki kıraat <strong>ve</strong> Kur’an, Cenab-ı<br />

Hak ile konuşmaktır, ahitleşmektir. Namazdaki rükû, Allah’tan<br />

başkasına eğilmemek için bir derstir. Namazdaki secde bize<br />

topraktan geldiğimizi öğreten bir tevazu dersi <strong>ve</strong> Rabbimize<br />

en yakın olma çabasıdır. Namazdaki tahiyyat, Rabbimizle <strong>ve</strong><br />

bütün müminlerle bir selam <strong>ve</strong> barış oturumudur. Namazdaki<br />

selam, melekleri şahit kılarak huzur-u İlahiden edeple ayrılıştır.<br />

5 Bakara, 2/153<br />

6 Tirmizî, Tahâret, 1<br />

7 Buhârî, Tevhid, 48<br />

8 Nesâî, Muhârebe, 2<br />

9 İbrahim, 14/40


12<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Yüce Kur’an, müminlerin vasıflarını anlatırken pek çok<br />

ayette onların <strong>namazla</strong>rını dosdoğru kıldıklarından söz eder. 10<br />

Namazlarına devam ettiklerini 11 , <strong>namazla</strong>rını muhafaza ettiklerini<br />

12 <strong>ve</strong> <strong>namazla</strong>rında huşu içinde olduklarını 13 anlatır. Namazın<br />

insanı hayâsızlıktan <strong>ve</strong> kötülükten alıkoyan yönüne dikkat<br />

çeker. 14 Kur’an-ı Kerim’e göre namazda tembellik dahi nifakın<br />

alâmetidir. 15 Yine mâûnu, yani en küçük bir yardımı engelleyen,<br />

riya <strong>ve</strong> gafletten alıkoymayan namazın namaz olmadığı<br />

Kerim Kitabımızda açıkça ifade edilmiştir. 16<br />

Resûl-i Ekrem (s.a.s.) ise namazı, dini ayakta tutan en güçlü<br />

dayanak, İslam’ı idame ettirmeye <strong>ve</strong>sile olan en sağlam sığınak<br />

olarak görür. Onun bakışında namaz, hayatın merkezindedir.<br />

Bir hadislerinde “Her işin başı İslam, direği ise namazdır.” buyurması<br />

17 , namazın bir Müslüman için anlamını özetlemeye<br />

yeter. Oysa bugün biz namazı, bünyesinde topladığı iman, ibadet<br />

<strong>ve</strong> ahlak bütünlüğüyle dinin direği olarak göremiyoruz.<br />

Namazı hayatın kalbine koyamıyoruz. Ona özen göstermede,<br />

onu özlemede, onunla özlemimizi gidermede çoğu zaman yetersiz<br />

kalıyoruz.<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.) namazı “gözünün nuru” olarak nitelendirmiştir.<br />

18 Onun En Yüce Dost’a giderken ümmetine son<br />

vasiyeti namaz olmuştur. Bugün de Müslümanlar, <strong>namazla</strong>rını<br />

Allah’ın emrettiği, Rasûlünün (s.a.s.) öğrettiği şekilde, <strong>cami</strong>lerde<br />

cemaatle eda ettiklerinde; ruhlarını <strong>namazla</strong> güçlendirip,<br />

10 Tevbe, 9/71<br />

11 Meâric, 70/23<br />

12 Mü’minûn, 23/9<br />

13 Mü’minûn, 23/2<br />

14 Ankebût, 29/45<br />

15 Nisâ, 4/142<br />

16 Mâûn, 107/4-7<br />

17 Tirmizî, İman, 8<br />

18 Nesâî, Işratü’n-Nisâ, 1


Camileri İnşa Edip Namazı Kaybetmek 13<br />

namazın ruhuyla dirildiklerinde; namazı sevip, evlatlarına sevdirdiklerinde<br />

Allah’ın izniyle karşılaştıkları her türlü sorunun<br />

üstesinden geleceklerdir.<br />

Bu <strong>ve</strong>sileyle, ülkemizin en ücra köşesindeki mihrap görevlisinden<br />

yeryüzünün en uzak noktasında görev yapan din gönüllüsü<br />

kardeşlerime kadar mescit <strong>ve</strong> <strong>cami</strong>lerde din hizmetlerinin<br />

en güzel şekilde deruhte edilmesi için gayret gösteren, topluma<br />

rehberlik <strong>ve</strong> önderlik eden, yaşantısıyla örnek olan, mihrabın,<br />

minberin <strong>ve</strong> kürsünün hakkını <strong>ve</strong>ren bütün kardeşlerimin Camiler<br />

Haftasını tebrik ediyor, ebediyete irtihal edenlere Cenab-ı<br />

Hak’tan rahmet niyaz ediyorum. O (c.c.), minarelerimizden<br />

yükselen yüce da<strong>ve</strong>ti <strong>ve</strong> namazın aydınlığını ülkemizin üzerinden<br />

eksik etmesin. Bu hafta münasebetiyle hazırlanan elinizdeki<br />

eserin yayınlanmasına kadar geçen süreçlerde emeği geçen<br />

herkese teşekkür ediyor, eserin “<strong>cami</strong> <strong>ve</strong> namaz” konusunda bir<br />

bilinç oluşturmasını Rabbimden niyaz ediyorum. Amin


Peygamber Mescidine özene özene yapılan,<br />

inşa edildikleri toprakları Müslümanlaştıran<br />

mescidler, ümmet bütünlüğünün ifadesi<br />

olmuşlar, kendi çaplarında Mescid-i Nebi’nin ilk<br />

fonksiyonlarını ifa etmişlerdir.


Cami <strong>ve</strong> Namazda Diriliş<br />

Ahmet TAŞGETİREN<br />

Yazar<br />

Yeryüzü benim için mescit <strong>ve</strong> temiz kılınmıştır. Ümmetimden<br />

kim nerede namaz vaktine ulaşırsa hemen<br />

orada namazını kılabilir. 1 diye buyurduğu halde, Rasûlullah<br />

(s.a.s.)’ın Medine’ye gelir gelmez, ilk işi bir mescid inşa<br />

etmek oldu. Sırtında kerpiç taşıdı: “Taşıdığımız şu yük ey<br />

Rabbimiz! Hayber’in yükünden daha hayırlı daha temiz. Ya<br />

Rab, hayır ancak ahiret hayrı. Muhacirlerle Ensar’a acı.” diye<br />

recezler okuyarak... Ammar b. Yasir’in “Biz Müslümanlarız,<br />

mescitler yaparız...” şeklindeki şiirlerine tebessümle mukabelede<br />

bulunarak. Sırtında taşıdığı kerpici almak isteyen<br />

sahabiye “Git sen de bir başkasını al. Sen Allah’a benden<br />

daha muhtaç değilsin.” deyip, bütün arınmışlığına rağmen,<br />

Allah’ın rahmetine ihtiyacını belirterek... Bir mescit inşa etti.<br />

Neden?<br />

Rasûlullah (s.a.s.) böylece, toplumların inşası için gerekli<br />

olan bir sünneti icra ediyordu. Olaya, toplum-kültür sistemlerinin<br />

gelişme seyirleri açısından bakıldığında, Rasûlullah’ın<br />

çok hayatî bir içtimaî <strong>ve</strong>tireyi uyguladığını görürüz. Gerçekten<br />

de müesseseleşme safhasına <strong>ve</strong> oradan da insanlarla müşahhaslaşma<br />

merhalesine ulaşamamış hiçbir inanç, kültür <strong>ve</strong> değerler<br />

sisteminin kalıcı, bütünleşmiş bir sosyal sistem haline geldiği<br />

1 Nesâi, Mesâcid, 42.<br />

15


16<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

görülmemiştir. Düşünce tarihine bakıldığında, sadece fikir babalarının<br />

kafalarında ya da dar çevrelerinde kalmış yüzlerce<br />

teoriye rastlanır. Felsefe tarihi, adeta bir fikirler mezarlığıdır.<br />

Medeniyet tarihçileri bunları, sadece büyük kültür sistemlerini<br />

zenginleştiren “etnoğrafik malzeme” olarak görüyorlar, insana<br />

ulaşma <strong>ve</strong> müesseseye kavuşma, büyük kültür sistemi olmaya<br />

aday bir inanç sisteminin zaruri merhaleleridir. Rasûlullah<br />

(s.a.s.) da ümmetine bu sünnetiyle öncülük etti <strong>ve</strong> İslam’ın<br />

büyük medeniyetinin yolunu açtı. Rasûlullah (s.a.s.)’ın sırtında<br />

taşıdığı kerpiçler, tıpkı, İslam inancını dokuyan vahiy gibi,<br />

tıpkı bütün sünnet-i seniyye gibi, bütün bir İslam medeniyet<br />

asırlarını dokuyan hayatî unsurlardandır.<br />

Mescid-Ümmet-Medeniyet<br />

Rasûlullah (s.a.s) bu mescide büyük önem <strong>ve</strong>rdi. İslam medeniyetinin<br />

çiçek açtığı her sahanın tohumu bu mesciddedir.<br />

Hem maddi değerler olarak, hem insan unsuru olarak, hem de<br />

devlet yönetimi, siyaset, ilim <strong>ve</strong> fikir hamlelerinde...<br />

Ümmetin çekirdeği sahabidir. Ve sahabi, bu mescitte, dünyaya<br />

seslenme atmosferini bulmuştur. İslam’ın öğretmeninin<br />

de, ordusunun da sade insanının da kaynağı bu mescittir. Allah<br />

Rasûlü (s.a.s.), İslam ümmetini, bu mescitte saf saf dokumuştur.<br />

“Düzgün durun, karışık durmayın ki, kalpleriniz de<br />

karmakarışık olmasın!” 2 Bunlar, Mescid’in ilk imamının (s.a.s)<br />

kendisine uyanlara sürekli ikazları... Müminlerin arasından su<br />

sızmayacak. Kenetlenmiş duvar gibi bir topluluk... İşte ümmetin<br />

çekirdeği bu.<br />

Saadet çağında Medine’de bulunup da, Peygamber Mescidi’nde<br />

dokunan bu kutlu kumaşta bir renk olamamak mümkün<br />

mü? Caiz mi?<br />

“Beni mescide götürecek bir kişi yok. Evimde namaz kılabilir<br />

miyim?” diyerek, Medine’nin yılanını, akrebini, çıyanını ha-<br />

2 Müslim, Salat, 119.


Cami <strong>ve</strong> Namazda Diriliş 17<br />

tırlatan âmâ bir sahabiye ne demek gerekir? “Eh, siz de evinizde<br />

kılın.” mı? Hayır, Rasûlullah öyle düşünmüyor. O sahabeye<br />

“Ezan sesini işitiyor musun?” diye soruyor. “E<strong>ve</strong>t diye cevap<br />

alınca da “Öyle ise da<strong>ve</strong>te icabet et.” buyuruyor. Allah Rasûlü’nün<br />

en zayıf müminde ümmet için bir değer gören bu hassasiyeti<br />

olmasaydı, İslam’ı asırlar ötesine taşıyan, omuzlarında<br />

koca bir medeniyet inşa edilen çekirdek ümmet oluşur muydu?<br />

Allah Rasûlü’nün ihtarına, tehdidine bakınız: Ebü Hüreyre<br />

(r.a.) rivayet ediyor:<br />

“Nefsim, Yed-i Kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki,<br />

içimden şöyle geçiyor:<br />

“Odun yığılmasını emredeyim. Odunlar yığılsın. Sonra namazı<br />

emredeyim. Namaz için ezan okunsun. Daha sonra bir<br />

adamın müminlere imam olmasını emredeyim. Ve gidip, namaza<br />

gelmeyenlerin evlerini yakayım.” 3 Hadi, şu evlerde oturalım,<br />

bakalım.<br />

Bu ikaz, çağındaki müminleri öylesine etkiledi ki, cemaate<br />

yetişip yetişmemek bir inanç ölçüsü haline geldi. Abdullah b.<br />

Mes’ud (r.a.) Peygamber neslinin bu hassasiyetini şöyle ifade<br />

ediyor: “Eğer siz, cemaate gitmeyen şu adam gibi olursanız,<br />

Peygamber’in izini, sünnetini terk etmiş olursunuz. Peygamber’in<br />

izini, sünnetini terk ederseniz elbette yolunuzu şaşırırsınız.”<br />

4 Abdullah b. Mes’ud’un çağı ile ilgili gözlemi ise şöyledir:<br />

“Şüphesiz gördük ki cemaatten ancak, nifakları ortada olan<br />

münafıklar uzak kalırlar. Takati olmayanlardan bazı kimseler<br />

bile, iki adam tarafından koltuklanarak sallana sallana <strong>cami</strong>ye<br />

getirilir <strong>ve</strong> saf arasına sokulurdu.” 5<br />

İrtihalinden önce, hastalığının en şiddetli günleri hariç (ki<br />

sadece 17 vakittir) bütün <strong>namazla</strong>rda ashabının önünde yer<br />

3 Buhârî, Ezan, 29.<br />

4 Müslim, Mesâcid, 257.<br />

5 Müslim, Mesâcid, 257


18<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

alan Allah Rasûlü, imamlıkta ne güzel örnektir. Yine hastalık<br />

günlerinde, ayakta duracak takati bulur bulmaz, imametle görevlendirdiği<br />

Hz. Ebubekir’in arkasında cemaate çıkan Allah<br />

Rasûlü cemaate katılışta ne güzel örnektir. Asırlarca, cemaate<br />

koşan gözü görmez, ayağı tutmaz, beli bükülmüş ama imanı<br />

diri müminlerde bu örnekten bir yansıma vardır. Asırlarca <strong>ve</strong><br />

bugün, İslam’ı, secde ile parlayan alınlarında bir yüz akı gibi<br />

taşıyan mescitlerin hasretliği genç, diri nesillerde bu örnekten<br />

şavklanmalar vardır. Ve işte bu ümmet o mescitteki kutlu cemaatin<br />

armağanıdır. Asırlar boyunca, İslam çağlarının insan<br />

unsuru, bu cemaatten neşv-ü nema bulmuştur.<br />

Yine o mescit, İslam çağlarının medeniyet hamlelerinde,<br />

maddi unsurun ruh kökü olmuştur. Cumaların kılındığı, Peygamber<br />

halifelerinin imamet ettiği büyük <strong>cami</strong>lerde Mescid-i<br />

Nebî’ye bizzat Rasûlullah tarafından taşınan kerpiçlerin, tuğlaların<br />

nişanı vardır. Kuytu, sırtını dağlara yaslamış köy mescitlerinde,<br />

Mescid-i Nebî’nin hasreti, selam <strong>ve</strong> bağlılık andı müşahede<br />

edilir. İslam medeniyetinin sosyal müesseseleri olarak<br />

kurulan, hizmet <strong>ve</strong>ren imarethaneler, darüşşifalar, kervansaraylar,<br />

tıpkı mescitler gibi, Peygamber mescidinden izler taşırlar.<br />

Çünkü o mescid, insan unsuru olarak İslam ümmetini dokurken,<br />

müessese olarak da İslam medeniyetinin müesseselerinin<br />

çekirdeği olmuştur.<br />

Sonra devlet yönetimi, siyaset <strong>ve</strong> ilim-fikir hamleleri... İslam’ın<br />

devlet yönetim ilkeleri, siyaset doktrini, hukuk sistemi,<br />

bu mescitte, bizzat Hazreti Peygamber tarafından belirlenmiştir.<br />

İlim <strong>ve</strong> fikir halkaları da bizzat onun (s.a.s.) etrafında oluşmaya<br />

başlamış, daha sonraki nesiller buradan, bu halkalardan ışık<br />

almıştır.<br />

Peygamber Mescidi’nin sadece bir ibadet mahalli olarak<br />

görev ifa etmediğinde, çok daha külli bir sistemin çekirdeği<br />

olduğunda şüphe yoktur. İslam ülkesi genişledikçe, Peygamber<br />

Mescidi’ne özene özene yapılan, inşa edildikleri toprakları<br />

Müslümanlaştıran mescidler de, ümmet bütünlüğünün ifadesi


Cami <strong>ve</strong> Namazda Diriliş 19<br />

olmuşlar, kendi çaplarında Mescid-i Nebi’nin ilk fonksiyonlarını<br />

ifa etmişlerdir. Devlet, siyaset belki farklı bir organizasyon<br />

halinde ortaya çıkmıştır ama meşruiyyet kaynağı yine mescidlerin<br />

manevi hüviyetine bağlılığıdır. Devletin başkanı ile <strong>cami</strong>de<br />

cemaatin önüne geçen kişi aynı adı (imam) paylaşırlar.<br />

Hatta devlet başkanı <strong>ve</strong>ya adına görevlendireceği kişi, ibadet<br />

<strong>ve</strong> devlet yönetiminin aynı kıbleye yönelmekte olduğunu tekrar<br />

tekrar ifade için büyük <strong>cami</strong>lerde imamlığı üstlenir, İslam<br />

çağları hep böyledir. İmam bir yönüyle ‘’mescitte” önder, diğer<br />

yönüyle ümmetin önderidir. Mescit, nasıl Hazreti Peygamber<br />

döneminde Allah’a secde edilen yer, ümmeti dokuyan mekân,<br />

hayatın merkezi <strong>ve</strong> toplum faaliyetlerinin nirengi noktası ise,<br />

daha sonra İslam’ın güçlü, berrak çağlarında da böyledir.<br />

Fonksiyonlarda Aşınma<br />

Mescidin fonksiyonlarının aşındığı çağlarla, İslam ümmetinin<br />

güçten düştüğü çağlar paralellik taşır.<br />

Mescit, ibadet merkezi olarak toplayıcılığını yitirir. Ümmet,<br />

fırka fırka ibadet mekânları edinir. Ya da her fırka kendine has<br />

mescit inşa eder. Herkes, kendi ibadet mahalli dışındakinde<br />

bir “Mescid-i Dırar” özelliği aramaya kalkışır. Hani neredeyse<br />

yakılıp, yıkılmasına hükmetme fe<strong>ve</strong>ranına ulaşır.<br />

Mescit, devlet yönetimi, hukuk sistemi <strong>ve</strong> siyaset doktrini<br />

üzerindeki müessiriyetini, murakabe <strong>ve</strong> yönlendirme gücünü<br />

kaybeder. Mescitten yönetime bir etkileme yerine, yönetimden<br />

mescide bir etkileme söz konusudur. Fetva makamının,<br />

siyasî yönetimlerin zorbalığı ile karşılaştığı dönemler gelir. İstenen<br />

tarzda fetva <strong>ve</strong>rmesi için mescit <strong>ve</strong> ders halkalarındaki<br />

“İmam”ların, siyasî gücü elinde bulunduran “İmam”lar tarafından<br />

zindanlara atıldığı, dö<strong>ve</strong> dö<strong>ve</strong> öldürüldüğü görülür. Bu,<br />

mescidin fonksiyonlarında çok önemli bir aşınmadır. Öyle ki<br />

bu fonksiyon kaybı ile mescid, görünüşte dinî, gerçekte ise laik<br />

bir statü içine sokulur. Mescidin fonksiyonlarındaki bu aşınma,<br />

aslında, siyaset <strong>ve</strong> devlet yönetimi üzerindeki ümmet kont-


20<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

rolünün azalmasına, dolayısıyla ümmetin gücünün de farklı<br />

kanallara yönelmesine yol açar. Bu, mescidin, ümmet inşa edici<br />

karakterine vurulan bir darbedir. Böylece İslam’ın toplum yapısını,<br />

kültür <strong>ve</strong> medeniyet dünyasını üzerinde taşıyan temellerde<br />

çatlama olur. Mescit ki, İslam’ın ana müessesesidir, bütün<br />

müesseselere ışık <strong>ve</strong>ren kaynaktır, o, fonksiyonlarından azami<br />

derecede soyutlanmıştır. Ümmet ki, İslam inancını hayata taşıyacak<br />

unsurdur, onun oluşumu, Peygamber Mescidi’nden çok<br />

farklı mekânlarda vuku bulmaktadır. Mescit yine vardır, hatta<br />

Mescid-i Nebî’den çok çok görkemlidir ama, hayattaki etkisi<br />

de o derece sınırlıdır. Ne ümmet kurucu, ne devlet güdücü, ne<br />

de ilmi-fikri hamlelere kaynaklık edici özelliktedir. Bir alemdir<br />

belki, toprağa, ülkeye sahip çıkan... Toprağı İslam adına bekleyen...<br />

İslamlı günler için bekleyen...<br />

Mescid aslî fonksiyonlarını henüz bulamadı. Dini, hayata<br />

sokmak istemeyenler mescidi de kuşatılmış bir pozisyonda<br />

bulundurmakta yarar görüyorlar. Mescid ümmeti inşa edemiyor,<br />

ümmet, mescidin fonksiyonlarını ihyaya soyunamıyor. Bu,<br />

biri diğerinden ayrı düşünülemeyecek iki problem. Öyle ki,<br />

çözümleri birbiriyle kesinlikle ilgili. Ümmetle mescit hayata<br />

birlikte doğacaklar. Halen, saf düzenlerini kaybeden, aynı safta<br />

dizilemeyen, saflarında kopmalar, eğrilmeler, yamulmalar bulunan,<br />

bu yüzden de kalpleri başkalaşıp aralarına şeytan sokulan<br />

müminler, mescitler arasında bir mescit aramaya başlayacaklar...<br />

Sanki Hazreti Peygamber’le birlikte kerpiçlerini taşıdıkları,<br />

birlikte inşa ettikleri bir mescit... Onun arkasında saf bağlıyormuş<br />

gibi saf bağlayacaklar... Aralarından su sızmayacak...<br />

Omuzlarını birbirine daha bir daha bir yaklaştıracaklar... Mescit<br />

mescit olacak, ümmet de ümmet... O zaman soracaklar birbirine<br />

bakarak: Hani, bu ümmetin imamı?<br />

Mescidin Yolunu Keşfetmek<br />

Ama bu soruya gelmeden, mümin, mescidin yolunu keşfetmeli<br />

değil mi? Mescidi, mihrabı, minberi, ezanı, minaresi ile


Cami <strong>ve</strong> Namazda Diriliş 21<br />

yeniden bir ortak sevgi odağı haline getirmeli değil mi? İşte oralarda,<br />

sülün gibi minareleriyle, mahzun her mescit, her köşesini<br />

ihya edecek neferler bekliyor.. Onlar kucaklamaya hazır, yeter<br />

ki, onlara koşanlar birbirleriyle kucaklaşmaya hazır olsunlar...<br />

Allah sevgisiyle mescit inşa edenler, Allah sevgisi etrafında bir<br />

ümmet olmaya da karar <strong>ve</strong>rirlerse, Peygamber Mescidi, her<br />

mescitte neden hayat bulmasın...<br />

“Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a <strong>ve</strong> ahiret gününe inanan,<br />

namazı kılan, zekâtı <strong>ve</strong>ren <strong>ve</strong> Allah’tan başka kimseden<br />

korkmayan (insan)lar imar ederler...” 6<br />

“Allah’ın mescitlerinde, Allah’ın adının anılmasına engel<br />

olan <strong>ve</strong> onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır?<br />

Bunların oralara korka korka girmeleri gerekir. Bunlar için<br />

dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır.” 7<br />

İşte iki ayet: Allah’ın mescitlerini imar da bize ait, harap<br />

etmekte... İmar edersek, oradan yepyeni bir ümmet olarak,<br />

yepyeni bir hayata doğacağız. Harap edenlerle birlikte olursak,<br />

harabiyetine göz yumarsak, işte zulme ortaklık budur.<br />

Acaba gönlümüzde mamur bir mescit özlemi var mı? Şu<br />

yanı başımızdaki mescidi, bir sabah namazında ziyaret edip,<br />

kandilini yakıyor muyuz? Oraya, bir mümine kavuşma sevinci<br />

yaşatıyor muyuz? Çocuklarımızın ışıltılı gözleri oranın Kur’an<br />

pınarında yıkanıyor mu?<br />

Yoksa Allah Rasûlü’nün gelip evimizi ateşe <strong>ve</strong>rmesini mi<br />

bekliyoruz?<br />

Mescitlerin Peygamber Mescidi’nin manevi görkemini taşıdığı,<br />

ümmetin Muhammed ümmeti olduğu günler için yürekleri<br />

pekiştirme zamanıdır.<br />

6 Tevbe, 9/18.<br />

7 Bakara, 2/114.


Ezan, <strong>namazla</strong> dirilişe; huzurda durmaya,<br />

cemaate iştirake, kurtuluşa, <strong>cami</strong>ye gelmeye <strong>ve</strong><br />

huzura ermeye çağrının adıdır. İnsan sesiyle,<br />

insanlara hitap eden tek kutsal çağrıdır. Her<br />

vakitte canlı bir varlıktan, bütün canlılar adına<br />

arşa arzedilen bir iman ikrarıdır.


Ezan: Namazla Dirilişe Çağrı<br />

Yrd. Doç. Dr. Ömer ÖZPINAR<br />

Necmettin Erbakan Üni<strong>ve</strong>rsitesi<br />

İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi<br />

Ezan, sözlük anlamı itibariyle bildirmek, duyurmak,<br />

çağrıda bulunmak, ilân etmek anlamına gelmektedir.<br />

Dinî bir kavram olarak ise, farz <strong>namazla</strong>rın vaktinin geldiğini<br />

duyurmak üzere nassla belirlenen özel sözlerden ibaret<br />

olan kutsal çağrının adıdır. 1 Esas itibariyle namaza, <strong>cami</strong>ye<br />

<strong>ve</strong> cemaate çağrının adı olan ezan, gerek ibadet hayatında<br />

gerekse mûsikiden edebiyata, mimariden kültüre kadar<br />

İslam medeniyetinde önemli bir yere sahiptir. Müslüman<br />

varlığının simge çağrısı <strong>ve</strong> sesten bayrağıdır.<br />

Ezan, yukarıdaki mana <strong>ve</strong> tarifinden de anlaşıldığı üzere<br />

namaz, <strong>cami</strong> <strong>ve</strong> cemaat ile yakından bir ilişki içindedir.<br />

Namaz, bir Müslüman için yerine getirilmesi gereken en<br />

önemli ibadettir. Kur’an-ı Kerim’in bir çok ayetinde namaz<br />

kılmak, iman etmenin <strong>ve</strong>ya müminlerle ilgili vasıfların hemen<br />

peşinden vurgulanmaktadır. 2 Kaldı ki Allah Teâlâ, ilk insan <strong>ve</strong><br />

ilk Peygamber Âdem (a.s.)’den itibaren bütün insanları namaz<br />

ibadeti ile sorumlu tutmuş <strong>ve</strong> bütün peygamberler de kavimlerine<br />

namaz kılmalarını emretmiştir. 3 Hz. Peygamber (s.a.s.) de<br />

namazı “gözünün nuru” 4 olarak niteleyerek, onu İslam binasını<br />

1 bk. Çetin, Abdurahman, “Ezan”, DİA, XII, 36.<br />

2 Mesela bk. Bakara, 2/3; Mâide, 5/55.<br />

3 bk. Bakara, 2/83; Mâide, 5/12; Yunus, 10/87; Hûd, 11/87.<br />

4 İbn Hanbel, Müsned, III, 128.<br />

23


24<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

ayakta tutan beş ibadetin en başında zikretmiştir. 5 İslam dininde<br />

gerek inanan ferd <strong>ve</strong> gerekse toplum üzerindeki etkisiyle<br />

doğru orantılı olan bu önemi, namazı “dinin direği” 6 olarak<br />

kabul edilmesine sebep olmuştur.<br />

Namaz, Peygamber Efendimizin: “Gerçekten kişi ile şirk <strong>ve</strong><br />

küfür arasında namazı terketmek vardır.” 7 ifadesiyle önemine<br />

dikkat çektiği bir ibadettir. Bu haliyle namaz, İslam dışılığa<br />

karşı bir direnme <strong>ve</strong> İslam adına bir dirilme faaliyetidir. Dolayısıyla<br />

namaza çağıran ezan da, namaz <strong>ve</strong> bununla ilişkili<br />

kavram <strong>ve</strong> mekanlarla bütünleşen çok değerli İslamî bir şiar<br />

durumundadır.<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in pek çok hadisinde namazın cemaatle<br />

kılınması emir <strong>ve</strong> teşvik edilmiştir. 8 Kur’an-ı Kerim’deki bir<br />

çok ayette Allah Teâlâ, namazın cemaatle kılınması gerektiğine<br />

dair işarette bulunmuştur. Mesela “Hem namazı dosdoğru kılın,<br />

zekatı <strong>ve</strong>rin, rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.” 9 ayetinde,<br />

“namazı kılın” emrinden sonra tekrar “rükû edenlerle birlikte<br />

rükû edin” şeklindeki emir, <strong>namazla</strong>rın cemaatle kılınmasının<br />

işareti kabul edilmiştir. 10<br />

Asr-ı saadetten söz edersek, Müslümanlar Mekke devrinde<br />

<strong>namazla</strong>rını cemaat halinde eda edememenin ızdırabını<br />

yaşıyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.s.), başta cuma olmak üzere<br />

namazı Müslümanara cemaat halinde kıldırmayı çok arzu etmesine<br />

rağmen, bunu gerçekleştirememiştir. Zira müşrikler,<br />

5 Buhârî, İman, 2.<br />

6 bk. Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 31 (No: 1621); Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl,<br />

I, 278; (No: 1371.)<br />

7 Müslim, İman, 134.<br />

8 Mesela bk. Buhârî, Ezan, 31.<br />

9 Bakara, 2/43.<br />

10 bk. İbn Kesîr, Tefsîr, I, 120-121.


Ezan: Namazla Dirilişe Çağrı 25<br />

Müslümanların bir araya gelmelerini <strong>ve</strong> ibadet etmelerini engellemekteydi.<br />

11<br />

Hz. Peygamber hicret esnasında Kubâ’ya ulaştığında o günden<br />

itibaren <strong>namazla</strong>rını artık Hz. Peygamber’in imamlığında<br />

kılmaya başladılar. Bu sebeple cemaat olabilecekleri bir mescide<br />

ihtiyaç olduğu anlaşılınca da, Hz. Peygamber’in önderliğinde<br />

İslam’ın ilk mescidi sayılan Kubâ Mescidi’ni inşa ettiler. 12<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.) Kubâ’da yaklaşık on dört gün kadar<br />

kaldıktan sonra Medine’ye hareket etmiştir. 13 Buraya gelir<br />

gelmez <strong>ve</strong> daha de<strong>ve</strong>sinden inmeden yaptığı ilk iş, <strong>namazla</strong>rın<br />

topluca kılınacağı bir mescidin yerini tespit etmek olmuştur.<br />

Böylece Hz. Peygamber’in hicretle birlikte özgürleşen İslamî<br />

hayatta ilk yaptığı faaliyetin, <strong>namazla</strong>rın cemaatle kılınacağı<br />

bir mekanın inşa edilmesi olduğu anlaşılmaktadır. Demek ki<br />

namaz, cemaat <strong>ve</strong> <strong>cami</strong>, bu kadar önemli hususlardır. Allah<br />

Rasûlü (s.a.s.) bizzat kendisinin de çalıştığı Mescid’in inşası,<br />

yedi ay gibi bir süre içinde tamamlanmıştı. 14<br />

Hz. Peygamber’in önce Kubâ sonra Medine’ye geldiğinde<br />

ilk önce bir mescid yeri tespit etmesi <strong>ve</strong> inşası ile işe başlaması,<br />

aslında bir işaretti. Bir yerleşim yerinde Müslümanlar için<br />

yapılması gereken öncelikli işin, fertlerin tek bir yürek haline<br />

geldiği cemaat şuurunu yaşayabilecekleri namazgahı inşa etmek<br />

olduğunu göstermekti. Binâenaleyh tarih boyunca uygulama da<br />

bu şekilde olmuş; yeni kurulan ya da fethedilen bir şehirde ilk<br />

önce merkeze <strong>cami</strong> inşa edilerek işe başlanmıştır.<br />

Camilerin önemi, İslam’ın imandan sonra en önemli ibadeti<br />

<strong>namazla</strong> olan ilişkisinden ileri gelmektedir. Camiler, Müslümlanların<br />

cemaat olma şuurunu yaşadıkları kutsal mekanlardır.<br />

11 Karaman, Hayrettin, “Cuma”, DİA, VIII, 86.<br />

12 bk. Akgül, Hüseyin, “Kuba”, DİA, XXVI, 298-299.<br />

13 bk. Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 46.<br />

14 bk. İbn Kayyim, Zâdu’l-Meâd, Rasûlullah’ın (s.a.s.) Yolunda, III, 94.


26<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Bütün bunlar namaz ibadetinin <strong>ve</strong> <strong>namazla</strong> ilgili mekan <strong>ve</strong><br />

uygulamaların İslam inancı için ne kadar önemli olduğunu ortaya<br />

koymaktadır. Fakat Müslümanlar bu süreç içinde bir şeyin<br />

daha eksikliğini derinden hissediyorlardı. Mescid’de toplanmak<br />

<strong>ve</strong> namazı birlikte ikame etmek için bir da<strong>ve</strong>t aracına yoğun bir<br />

ihtiyaç duyulmaktaydı.<br />

Namaza Da<strong>ve</strong>t İçin Yöntem Arayışı <strong>ve</strong> İlk Ezan<br />

Medine’de Mescid inşa edilmiş, içinde sosyal <strong>ve</strong> kültürel<br />

faaliyetler için Suffe denilen bir mekan oluşturulmuştu. Müslümanlar<br />

burada <strong>namazla</strong>rını cemaatle <strong>ve</strong> Hz. Peygamber’in<br />

imametinde eda etmenin mutluluğunu yaşıyorlardı. Ancak<br />

Yahudiler, bu durumu istismar ediyor; bunu Arabistandaki<br />

üstünlüklerinin bir nişanesi olarak görüyor <strong>ve</strong> İslam’ın kendine<br />

özgü kıblesi olmadığı gerekçesiyle onları incitiyorlardı. 15<br />

Bu sebeple Allah Rasûlü <strong>ve</strong> Müslümanlar, Mekke’deki Kabe’ye<br />

yönelmeyi çok arzu ediyorlardı. Bunun üzerine, hicretin on<br />

altıncı ayında Yüce Allah, Peygamberimizin dualarının kabul<br />

olduğunu <strong>ve</strong> kıblenin Kabe’ye çevrildiğini bildiren ayetini inzal<br />

buyurmuştur. 16<br />

Namaz, <strong>cami</strong> <strong>ve</strong> cemaat etrafında yaşanan bu gelişmelerle<br />

birlikte bir şeyin eksikliği de günden güne daha çok hissedilir<br />

olmuştu. İmandan sonra amellerin en hayırlısı olan beş vakit<br />

namaz, topluca Allah Teâlâ’nın huzurunda durulacağı, kulların<br />

yakarışının hep birden O’na ulaşacağı <strong>ve</strong> akabinde manevî eğitimin<br />

sürdürüleceği bir güzelliği bünyesinde barındırıyordu. Hz.<br />

Peygamber (s.a.s.), cemaatle namaz kılmanın sağlayacağı sevap<br />

<strong>ve</strong> yararları ümmetine güçlü bir vurguyla anlatmıştı. Namazda<br />

asıl olan <strong>cami</strong>de cemaatle birlikte ikame etmekti. 17<br />

15 Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, I, 217-18.<br />

16 bk. Bakara, 2/144.<br />

17 bk. Müslim, Mesâcid <strong>ve</strong> Mevziu’s Salât, 245.


Ezan: Namazla Dirilişe Çağrı 27<br />

Hz. Peygamber, her konuda ashabıyla istişareye büyük<br />

önem <strong>ve</strong>rirdi. Bunu hem Allah Teâlâ’nın bir emri 18 hem de nebevî<br />

bir eğitim metodu olarak uygulamaktaydı. Namaza çağrı<br />

hususunda da onlarla istişare ediyordu. Hele kıblenin tahvilinden<br />

sonra bu istişareler daha da yoğunlaşmıştı. İşte böyle bir<br />

istişare toplantısında namaz vaktinin girdiğini ilan <strong>ve</strong> cemaatle<br />

namaza da<strong>ve</strong>t için nasıl bir yöntem kullanabilecekleri hususunda<br />

onların görüşünü sordu. Sahabe, çevre kültürlerden edindikleri<br />

tecrübelerden de hareketle değişik önerilerde bulundu.<br />

Bazısı çan çalınabileceğini söylerken bir kısmı boru gibi ses<br />

çıkaran bir alet kullanılabileceğini söyledi. Bazıları da namaz<br />

vakitlerinde ateş yakılarak haberleşilebileceği görüşünü dile getirdi.<br />

19 Ancak Hz. Peygamber, bunları başka din <strong>ve</strong> kültürlerin<br />

sembolü olduğu gerekçesiyle uygun görmedi. 20 Belli ki Allah<br />

Rasûlü (s.a.s.), İslam ümmetine alem olacak bir çağrı vasıtası<br />

düşünmekteydi. Nitekim yeni bir medeniyetin inşasısında, bu<br />

medeniyete has kutsal bir çağrının olması önemli bir unsurdu.<br />

Bu çağrı, olduğu her yerde İslam’ı temsil etmeli <strong>ve</strong> orada Müslüman<br />

varlığına işaret etmeliydi.<br />

Bu istişare toplantısından da Hz. Peygamber <strong>ve</strong> sahabiyi tatmin<br />

eden bir netice elde edilememişti. Derken toplantının sonunda<br />

Hz. Ömer söz aldı <strong>ve</strong> insanlara namaz vaktinin girdiğini<br />

<strong>ve</strong> namaz için cemaatin oluşturulduğunu haber <strong>ve</strong>rmek üzere<br />

Medine sokaklarında bir kişinin dolaşmasını önerdi. Bunun<br />

üzerine Allah Rasûlü de, Bilâl’i insanları namaza çağırmakla görevlendirdi.<br />

Böylece Bilal bir müddet sokaklarda namaz vaktini<br />

bildirmek üzere “es-salâ es-salâ (namaza namaza!)” <strong>ve</strong>ya “essalâtü<br />

câmiaten (cemaatle namaza!)” diye seslenerek dolaştı. 21<br />

18 bk. Âl-i İmrân, 3/159.<br />

19 Buhârî, Ezan, 1, 2.<br />

20 Dihlevî, Huccetullâhi’l-Bâliğa, I, 681.<br />

21 bk. Buhârî, Ezan, 1-2.


28<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Bu şekilde namaza da<strong>ve</strong>tin çözüm olmadığı görüldüğünden<br />

istişareye devam edildi. Farklı bir görüş olarak namaz vakitlerinde<br />

Mescid’in damına bayrak dikilmesi teklif edildiyse de<br />

bu da pek uygulanabilir görülmedi. 22 Bu toplantıdan düşünceli<br />

bir şekilde ayrılan sahabîler arasında Abdullah b. Zeyd de<br />

vardı. Abdullah, Rasûlullâh (s.a.s.)’ın bu konudaki sıkıntısını<br />

yakından biliyordu. Akşam evine vardığında bir şey yemeden<br />

yattı. Bu meseleyi düşünürken uyuyakalmıştı. Derken uyur<br />

uyanık bir halde iken, rüyasında üzerinde yeşil elbise bulunan<br />

birinin yanına geldiğini gördü. Adamın elinde bir nâkus (çan)<br />

vardı. Ona: “Elindeki çanı bana satar mısın?” dedi. O da: “Ne<br />

yapacaksın?” diye sordu. Abdullah: “Namaza da<strong>ve</strong>t için çalacağım”<br />

dedi. O kişi: “Öyleyse ben sana bundan daha hayırlı<br />

bir şey tarif edeyim mi?” dedi. Abdullah: “O ne ola ki?” diye<br />

sorunca adam, Mescid’in üzerine dikilip yüksek sesle: “Allahu<br />

Ekber…” diye başlayarak ezanı bütünüyle okudu. Sonra biraz<br />

durdu; ezan cümlelerini bir daha okudu. Aynı kelimeleri tekrar<br />

etti. Ama sonuna doğru iki defa “Kad kâmeti’s-salâh” diyerek<br />

ilâ<strong>ve</strong>de bulundu. 23<br />

Abdullah b. Zeyd rüyasından uyandığında her şeyi ayan<br />

beyan hatırlıyordu. Durumu Rasûlullâh (s.a.s.)’a haber <strong>ve</strong>rmek<br />

üzere erkenden Mescid’e gitti. 24 Durumu anlattı <strong>ve</strong> rüyasında<br />

kendisine öğretilen ezanın kelimelerini arz etti. Hz. Peygamber,<br />

bunun hayırlı <strong>ve</strong> hak bir rüya olduğunu belirterek Abdullah’a<br />

şöyle buyurdu: “Bu hak bir rüyadır inşallah. Hemen Bilâl ile<br />

beraber kalk, gördüklerini ona öğret de ezanı o okusun. Çünkü<br />

onun sesi seninkinden daha gür <strong>ve</strong> güzeldir.” 25<br />

22 Ebû Dâvûd, Salât, 27.<br />

23 Ebû Dâvûd, Salât, 28.<br />

24 İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I, 248.<br />

25 Tirmizî, Salât, 25.


Ezan: Namazla Dirilişe Çağrı 29<br />

Tarihin kendisini sâhibü’l-ezân 26 olarak yâd edeceği Abdullah<br />

b. Zeyd hemen ezanı Bilâl’e öğretti. Hz. Bilâl yeryüzünün ilk<br />

ezanını okumak için kalktı <strong>ve</strong> tatlı gür sesiyle haykırdı: “Allahu<br />

Ekber… Allahu Ekber…” Medine, o güne kadar yaşamadığı<br />

bir atmosferi yaşamaya başladı. Müslümanların simge çağrısı<br />

ezan, ilk defa dünya semasında yankılanıyordu. Orada hazır<br />

bulunanlar huşu <strong>ve</strong> heyecan içinde Bilal’in ezanını dinliyor, evlerinde<br />

bulunanlar ise, merak <strong>ve</strong> hayranlıkla bu sesin ne olduğunu<br />

anlamaya çalışıyordu. Sanki Medine, sabahın bu vaktinde<br />

zikre durmuş gibi her ufkunda ezan yankılanıyordu. Herkes<br />

olağanüstü bir ana şahitlik yaptığının farkındaydı. “Hayye ale’ssalâh”<br />

da<strong>ve</strong>tiyle bunun namaz için bir çağrı olduğunu; hep<br />

beraber İlâhî huzura da<strong>ve</strong>t olunduklarını anladılar.<br />

Bütün bir Medine ezanla uyanmış, <strong>namazla</strong> dirilmek üzere<br />

Mescid’e koşmuştu. Günlerce aradıkları kutsal çağrıya kavuşmuşlardı.<br />

Artık Müslümanların kendilerine has, inançları tevhidi<br />

en <strong>ve</strong>ciz şekilde ifade eden, namaz vaktini duyuran, cemaate<br />

çağıran <strong>ve</strong> kurtuluşun yolunu gösteren, ebediyete kadar<br />

dalgalanacak sesten bir bayrakları olmuştu. Ezan okunduğu <strong>ve</strong><br />

sesten bir bayrak olarak dalgalandığı her yerde uyanışın, dirilişin,<br />

özgürlüğün <strong>ve</strong> kurtuluşun sembolü haline geldi. Müslüman<br />

varlığının simge çağrısı, tevhid inancının bayrağı <strong>ve</strong> İslam<br />

medeniyetinin önemli bir unsuru oldu.<br />

Buna göre ezanın ortaya çıkmasında namaz, <strong>cami</strong> <strong>ve</strong> cemaat<br />

üçlüsünün en önemli etkenler olduğu anlaşılmaktadır. Ezan,<br />

bir yandan namaz vaktinin girdiğini haber <strong>ve</strong>rirken, öte yandan<br />

namazın cemaatle <strong>cami</strong>de eda edilmesi gerektiğini hatırlatan bir<br />

da<strong>ve</strong>t durumundadır. Dolayısıyla ezan, namaz, <strong>cami</strong> <strong>ve</strong> cemaat<br />

arasında kuv<strong>ve</strong>tli, anlamlı <strong>ve</strong> ayrılmaz bir bağ mevcuttur.<br />

26 Buhârî, İstiskâ, 4.


30<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Ezan’ın Anlamı Bağlamında Namazla İlişkisi<br />

Ezanlar, bir şehrin zikri gibidir. Bir şeyi hatırlamak, anmak<br />

manasına gelen zikir, dinî literatürde “Allah’ı anmak <strong>ve</strong> unutmamak<br />

suretiyle gafletten <strong>ve</strong> nisyandan kurtuluş” demektir. Bu<br />

da “unutulanı hatırlamak, hatırda olanı ise muhafaza etmek”<br />

şeklinde olur. 27 İşte bu sebeple ezanlar, bir şehrin Allah’ı anmasının<br />

<strong>ve</strong> hatırlamasının en güzel şeklidir.<br />

Ezan, bir şehre <strong>ve</strong> şehrin insanlarına Allah’ı hatırlatır. Allah’ın<br />

emirlerini muhafaza etmeyi tembih eder. İnsanları uyarır,<br />

uyandırır <strong>ve</strong> arındırır. Bütün şehre kimseyi ayırt etmeden sesten<br />

rahmet tülü örter. Özgürlük <strong>ve</strong> diriliş muştusu üfler kulaklara,<br />

âb-ı hayat sunar yüreklere, öz suyu döker yanık gönüllere.<br />

Ezan, başlı başına bir zikirdir; tekbirler, şahadetler, tehliller ile<br />

bütün dinleyenlere zikir demetleri sunar.<br />

Ezan, gecenin gafletinden insanları uyandırır, sabahın aydınlığını<br />

müjdeler. Kuşların cıvıltılarını duyurur, tabiatın uyanışına<br />

eşlik eder. Gün içinde hayatın hengâmesinde kaybolmuş<br />

insanları, ruhlarının bir ucundan yakalayarak silkeler. Gaflet<br />

<strong>ve</strong> nisyan uykusundakileri diriltir. Namaza, <strong>cami</strong>ye, huzura,<br />

huzurda durmaya <strong>ve</strong> kurtuluşa çağırır. Kur’an, ezan ile namaz<br />

ilişkisindeki bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Ey iman edenler!<br />

Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman,<br />

hemen Allah’ı anmaya koşun <strong>ve</strong> alış<strong>ve</strong>rişi bırakın. Eğer bilmiş<br />

olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.” 28<br />

Binâenaleyh Kur’an-ı Kerim’de Yüce Rabbimiz ezanı “namaza<br />

çağrı” olarak tavsif etmektedir. Onun çağırdığı değerleri<br />

dikkate alamayanları <strong>ve</strong> özellikle onu “alay konusu” yapanları<br />

ise, “akıllarını kullanmayan kimseler” olarak nitelemektedir. 29<br />

Çünkü ezan, insanı namaz özelinde kurtuluşa çağıran <strong>ve</strong> bunun<br />

yolunu en <strong>ve</strong>ciz şekilde gösteren bir reçetedir. Ezan, namaz<br />

27 bk. Öngören, Reşat, “Zikir”, DİA, XLVII, 409.<br />

28 Cuma, 62/9.<br />

29 Mâide, 5/58.


Ezan: Namazla Dirilişe Çağrı 31<br />

için ortaya çıkmıştır <strong>ve</strong> onun için vardır. Nitekim ezan sözlerinin<br />

anlamı üzerinde düşünüldüğünde, onun <strong>namazla</strong> olan<br />

ilişkisi daha iyi anlaşılmış olacaktır.<br />

Ezana, “Allahu Ekber” şeklinde, ‘Allah, en büyüktür’ demek<br />

olan tekbirlerle başlanır. Büyük olanın, sadece <strong>ve</strong> sadece Allah<br />

olduğunu, O’ndan gayrısının büyüklük iddiasında bulunamayacağının<br />

bildirir.<br />

“Eşhedü en lâ ilâhe illallah” <strong>ve</strong> “Eşhedü enne Muhammeden<br />

Rasûlullah” şeklindeki şahadetle bütün dünyaya bir hakikat<br />

ilan edilir. Önce Allah’ın varlığı <strong>ve</strong> birliği, daha sonra da Hz.<br />

Muhammed’in Peygamberliği müezzinin şahsında tebliğ edilir.<br />

Allah’ın tevhidi <strong>ve</strong> kendisinden başka kulluğa layık bir varlığın<br />

olmadığı duyurulur.<br />

“Hayye ale’s-salâh” derken müezzin, şahadet kelimelerinde<br />

dile getirilen imanın, amele <strong>ve</strong> eyleme dönüşmesini ister. Böylece<br />

iman <strong>ve</strong> amel bütünlüğünü vurgular. İslam’ın en önemli<br />

ibadeti namaza çağırarak, kulluğun amelî yönünü hatırlatır.<br />

Namazın kulluğun simgesi olduğunu bildirir. Sanki der ki,<br />

imandan sonraki en önemli <strong>ve</strong> öncelikli amel olarak, “Haydin<br />

namaza gelin!”<br />

Ve bunun arkasından şunu ekler müezzin: “Hayye ale’lfelâh”<br />

yani “haydin kurtuluşa koşun.” İman <strong>ve</strong> <strong>namazla</strong> sembolleşen<br />

salih amelle insanlığın kurtuluşa ereceğini müjdeler.<br />

“Koşun, geç kalmayın, tez davranın, kurtulun!” diye seslenir<br />

ezanı duyan herkese. Nitekim Yüce Rabbimiz felâh ile namaz<br />

arasındaki bağı şöyle ortaya koymaktadır: “Kurtuluşa erer ancak<br />

arınan; Rabbinin adını anan, sonra namaz kılan!” 30<br />

Ezan, başladığı gibi yine tekbirle <strong>ve</strong> tevhid kelimesi, tehlille<br />

neticelenir: “Allahu Ekber, Allahu Ekber. Lâ ilâhe illallah.”<br />

Böylece ezan, bu çağrının kime <strong>ve</strong> kim adına yapıldığını yineleyerek<br />

bildirmiş olur.<br />

30 A’lâ, 87/14-15.


32<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Ancak ezanda sabah namazı için okunduğunda bir ila<strong>ve</strong><br />

daha vardır ki, tam bir diriliş çağrısıdır: es-Salâtü hayrun mine’n-nevm<br />

(Namaz uykudan daha hayırlıdır).” İşte bu ifade,<br />

ezanla uyanışın <strong>ve</strong> <strong>namazla</strong> dirilişin sebep sonuç ilişkisi içindeki<br />

durumunu özetlemektedir. Burada ezan, mecazî anlamda<br />

değil hakiki anlamıyla <strong>namazla</strong> dirilişe çağırmaktadır insanı.<br />

Ona, tatlı uyku özelinde dünyevî zevklerden, gafletlerden <strong>ve</strong><br />

nisyanlardan daha hayırlı şeylerin olduğunu hatırlatmaktadır.<br />

Görüldüğü üzere ezan, namaza çağrı olduğunu <strong>ve</strong> namaz<br />

için var olduğunu, buradaki ifadeleriyle de ortaya koymaktadır.<br />

Ezan, namaz ile böylesine kuv<strong>ve</strong>tli ilişkisini, namaza geçildiğinde<br />

de hissettirir. Zira ezanı duyarak <strong>cami</strong> <strong>ve</strong> cemaate koşan<br />

Müslümanlar, namaza başlamak için yine kâmet denilen ikinci<br />

bir ezanı terennüm ederler. Kâmetin akabinde ezanın başladığı<br />

<strong>ve</strong> bittiği tekbir ile namaza başlanır: Allahu Ekber.”<br />

Böylece ezanla başlayan bütünlük <strong>namazla</strong> devam ettirilir.<br />

Huzurdaki kıyam ile, “En büyük” olanın huzurunda yapılan<br />

rüku ile, âlemlerin Rabbi karşısındaki secdeler ile ezanda ifade<br />

edilen sözler, âdeta bedenleşir, görünür hale gelir. Bu haliyle<br />

namaz, ezandaki tevhid <strong>ve</strong> şahadet kelimelerindeki ilkelerin<br />

kabulünün hem dilimizle, hem kalbimizle <strong>ve</strong> hem de hareketlerimizle<br />

vücut bulmuş halini yansıtır. Namaz, ezanda cihana ilan<br />

edilen iman <strong>ve</strong> ikrarın, beden diliyle tekrarlanması olmuş olur.<br />

Sonuç<br />

Ezan, zamanı Müslümanca idrak etmemize <strong>ve</strong>sile olan kudsî<br />

çağrıdır. Ortaya çıkış sebebi, namaz vaktini ilan <strong>ve</strong> <strong>cami</strong>de<br />

cemaate katılmaya teşviktir. Bu sebeple ezan <strong>ve</strong> namaz arasında<br />

bir bütünlük <strong>ve</strong> anlamlı bir bağ vardır.<br />

Namaz, hem kulluğun hem de Müslümanlığın zir<strong>ve</strong> ibadetidir.<br />

İmandan sonraki en önemli <strong>ve</strong> öncelikli ibadettir. Yüce<br />

Yaratıcı’nın huzurunda ruhun huzur bulduğu, kalbin arındığı


Ezan: Namazla Dirilişe Çağrı 33<br />

<strong>ve</strong> kılanı kötülüklerden uzak tutan bir ameldir. 31 Namaz en<br />

güzel dua, en güzel zikirdir. Müslüman şahsiyetinin en önemli<br />

yapı taşıdır.<br />

Yüce Allah’ın: “Da<strong>ve</strong>ti, ancak dinleyenler kabul ederler.” 32<br />

buyurduğu üzere, namazı hakkıyla eda edebilmenin başlangıcını<br />

ezanı gönülden dinlemek <strong>ve</strong> anlamak oluşturur. Ezanı<br />

iyi bir şekilde dinlemek, müezzine icabet etmek <strong>ve</strong> sonunda<br />

dua etmek, kişiyi namaza hazırlamada önemli bir işlevi görür.<br />

Ezandaki şahadetler imanı; ismen zikredilen salât (namaz) ise,<br />

ameli temsil eder. Amele dönüşmeyen bir iman, tam olarak<br />

işlevini tamamlamış olmaz. Bunun için ezanda, amellerin en<br />

önemlisi, dinin direği <strong>ve</strong> ahirette ilk hesaba çekilecek ibadet<br />

olan namaza vurgu yapılması anlamlıdır.<br />

Zaten ezanın ortaya çıkış sebebi, namazdır. Ezan, <strong>namazla</strong><br />

dirilişe; huzurda durmaya, cemaate iştirake, kurtuluşa, <strong>cami</strong>ye<br />

gelmeye <strong>ve</strong> huzura ermeye çağrının adıdır. İnsan sesiyle,<br />

insanlara hitap eden tek kutsal çağrıdır. Her vakitte canlı bir<br />

varlıktan, bütün canlılar adına arşa arzedilen bir iman ikrarıdır.<br />

Çağrısı <strong>ve</strong> mesajı, evrenseldir. Her gün <strong>ve</strong> günde beş defa<br />

dini ayakta tutan “direk” olan <strong>namazla</strong> dirilişe da<strong>ve</strong>t eder. Bu<br />

özellikleriyle ezan, en dinamik <strong>ve</strong> en diri da<strong>ve</strong>ttir; hep yenidir,<br />

tazeciktir. Ezan sadece bir ses değildir; insanları dirilişe, hayata,<br />

felaha çağıran bir hidayet meşalesidir. İnsanlığa bahşedilmiş bir<br />

armağandır.<br />

31 Ankebût, 29/45.<br />

32 En’âm, 6/36.


Hz. Peygamber ümmetine tüm ibadetlerin icrası<br />

ile ilgili bilgileri öğretmiştir. Özellikle <strong>namazla</strong> ilgili<br />

öğrettiği bilgilerin başında namaz için abdestli<br />

olmak, örtülmesi gereken yerlerini örtmek <strong>ve</strong><br />

kıbleye dönerek hangi namazı kılacağına niyet<br />

etmek gelir.


Peygamber Efendimizin Namazı<br />

Prof. Dr. Raşit KÜÇÜK<br />

İSAM Başkanı<br />

İslam’ın beş şartından biri <strong>ve</strong> en önemli günlük<br />

ibadetimiz olan namaz Farsça bir kelime olup<br />

Arapça’da en yaygın kullanılan karşılığı salâttır. Kur’an-ı Kerim<br />

namazdan yüzlerce kere bahseder; fakat Kur’an namazı<br />

sadece salât kelimesi ile ifade etmez, onun dışında zikr, dua,<br />

tesbih gibi bazı kelimelerle adlandırır. Hz. Peygamber’in<br />

yüzlerce sahih hadisi doğrudan namazı konu edinir. Hadis<br />

külliyatımızın öncelikli <strong>ve</strong> önemli bölümlerinden birini namaz<br />

bahisleri teşkil eder. Ayrıca, taharet, abdest, teyemmüm,<br />

mescid, ezan gibi birçok konu da doğrudan <strong>namazla</strong> ilgilidir.<br />

Biz bunların birçoğuna hiç temas etmeksizin Peygamberimizin<br />

namaza yaklaşımını, namazın önemini, manevî arka<br />

planını, dünyevî faydalarını hadisler ışığında kısaca değerlendirerek<br />

sonra da onun namazını ele almaya çalışacağız.<br />

Namaz, İslam’ın en önemli <strong>ve</strong> en büyük alameti, nişanesi,<br />

şiarıdır. Hadis-i şeriflerde ifade edilişiyle: “Namaz dinin direğidir.”<br />

1 Beş vakit namaz Resûl-i Kibriyâ Efendimize miraç esnasında<br />

farz kılındığı için “müminin miracı” olarak adlandırılır.<br />

Hz. Peygamber: “Kişi ile şirk <strong>ve</strong> küfrün arasında namazı terk<br />

etmek vardır.” 2 buyurur. Bu rivayet, namaz ile iman arasındaki<br />

1 Celâlüddîn es-Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, Beyrut 1401/1981, II, 120.<br />

2 Müslim İbnu’l-Haccâc, es-Sahîh, nşr. Muhammed Fuâd Abdulbâkî, Kahire<br />

1374/1955, İman, 134.<br />

35


36<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

ilişkiyi de apaçık ortaya koyucu bir özellik taşır. Esasen bütün<br />

peygamberlerin getirdiği <strong>ve</strong>ya uyguladığı şeriatlarda namaz ibadeti<br />

vardır. Kur’an-ı Kerim’in birçok ayeti peygamberlerin adını<br />

da anarak onlara farz kılınmış olan namazdan bahseder. Ancak<br />

bunların vakitleri, adedi, miktarı <strong>ve</strong> şekli farklılık arz edebilir.<br />

Şu kadar var ki geçmiş din/şeriat mensupları dinlerinin birçok<br />

ahkâmını olduğu gibi zamanla onu da tahrif etmişler, bozmuşlar,<br />

aslî şeklini değiştirmek suretiyle tanınmaz hale getirmişler,<br />

neticede emredilen şekli tamamen terk etmişlerdir. Oysa namaz,<br />

Allah’ın emrettiği ibadetler içinde en önemli olanı, en iyi<br />

bilineni, en faydalı kılınanı olduğu için, Allah Teâlâ namazın<br />

faziletinin, vakitlerinin, farz, sünnet <strong>ve</strong> nafile <strong>namazla</strong>rın hangileri<br />

olduğunun, namazın rükünlerinin <strong>ve</strong> şartlarının, namazda<br />

huşû <strong>ve</strong> uyulacak edebin neler olduğunun beyanına büyük<br />

önem <strong>ve</strong>rmiştir. Resûl-i Ekrem Efendimiz de bunların her birini<br />

ayrıntılı bir şekilde açıklamış, uygulamalarıyla göstermiş<br />

<strong>ve</strong> kalıcı olarak ümmete öğretmiştir. Namazın manevî boyutu<br />

denilebilecek olan bu yönü büyük bir önem arz eder. Zira buna<br />

inanmayan namaz kılmaya meyilli olmaz; kıldığı namazın hazzını<br />

alamaz; gönlünü <strong>ve</strong> kalbini Yaratıcı’ya tam bir sadakatle<br />

bağlayamaz.<br />

Namazın faziletine Peygamberimiz şöyle işaret buyurur:<br />

“Sizden birinizin evi önünde bir ırmak olsa, o kişi günde beş<br />

defa o ırmakta yıkansa, kendisinde kir namına bir şey kalır<br />

mı? Orada bulunan sahabiler, hayır dediler. Bunun üzerine<br />

Hz. Peygamber: “İşte bu beş vakit namazın misalidir; Allah<br />

Teâlâ bu <strong>namazla</strong>r sayesinde hataları siler.” buyurdu. 3<br />

Namazın manevi faydaları yanında maddi faydalarını da<br />

hatırlamak gerekir. Beş vakit namazda asıl olan onu cemaatle<br />

kılmaktır. Namazı cemaatle kılmak erkekler için sünnet-i müekkededir.<br />

Bunun vacip hatta farz olduğunu söyleyen fakih-<br />

3 Muhammed İbn İsmail el-Buhârî, es-Sahîh, Mısır, trs., Mevâkît, 6; Müslim,<br />

Mesâcid, 283-284.


Peygamber Efendimizin Namazı 37<br />

ler vardır. Böyle hükümlere varmalarının sebebi Peygamber<br />

Efendimizin bütün farz <strong>namazla</strong>rını cemaatle kılmış <strong>ve</strong> onlara<br />

imamlık yapmış olmasıdır. Cemaati bir araya getiren mekânlar<br />

mescidler <strong>ve</strong> <strong>cami</strong>lerdir. Yeryüzünün her yöresindeki mescid<br />

<strong>ve</strong> <strong>cami</strong>ler bulundukları mahalde Kabe’nin birer şubesidir.<br />

Bundan dolayı Müslümanlar namaz kılarken yüzlerini kıbleye<br />

yani Kabe’ye çevirirler. Ümmetinin küçük bir görünümü<br />

olan cemaatin toplanma mekânı <strong>cami</strong>lerin, bir yörenin, bir<br />

mahallenin, bir sokağın, bir köyün sakinlerini ırk, renk, sınıf,<br />

coğrafya <strong>ve</strong> memleket farkı gözetmeksizin günde beş defa bir<br />

araya toplaması; büyük-küçük, yaşlı-genç, amir-memur her<br />

seviyedeki insanı eşitlik içinde bir araya getirmesi; her ferde<br />

aynı hareketleri yaptırmak suretiyle bir disiplin kazandırması;<br />

yüzünü aynı kıbleye çevirerek bir vahdet <strong>ve</strong> vahdaniyet toplumu<br />

oluşturması asla küçümsenecek <strong>ve</strong>ya önemsiz görülecek<br />

şeyler değildir. Bu yüzden <strong>cami</strong> <strong>ve</strong> cemaat İslam toplumunun<br />

tam merkezinde yer alır.<br />

Resûl-i Kibriya Efendimiz ashab-ı kiramı özellikle farz <strong>namazla</strong>rı<br />

cemaatle <strong>ve</strong> <strong>cami</strong>de kılmaya teşvik etmiş, bunun ne<br />

derece faziletli olduğunu onlara hatırlatmıştır: “Cemaatle kılınan<br />

namaz, sizden birinizin yalnız başına kıldığı namazdan<br />

yirmi beş (<strong>ve</strong>ya yirmi yedi) kat daha faziletlidir.” 4 Kadınların<br />

<strong>cami</strong> <strong>ve</strong> cemaatten men edilmesine müsaade etmemiş, kurallara<br />

uygun hareket etmeleri şartıyla onları da cemaate teşvik etmiş<br />

<strong>ve</strong> nerede duracaklarını, nasıl namaz kılacaklarını kendilerine<br />

talim etmiştir. Onun “Kadınlarınız mescitlere gitmek için sizden<br />

izin istediklerinde onları mescitlerden men etmeyin.” 5<br />

“Kadınları geceleyin mescitlere çıkmaktan men etmeyin.” 6<br />

gibi hadisleri bu gerçeği çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.<br />

Hz. Peygamber kadınları, yaşlıları, hastaları, ihtiyaç sahip-<br />

4 Müslim, Mesâcid, 246-250.<br />

5 Buhârî, Cum’a, 13; Müslim, Salât, 134-137.<br />

6 Müslim, Salât, 138-139.


38<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

lerini düşünerek imam olanlara namazı uzun tutmamalarını,<br />

bütün <strong>namazla</strong>rı hafif kıldırmalarını emretmiştir. 7<br />

Namazın günlük <strong>ve</strong> vakitli bir ibadet oluşunun pek çok<br />

hikmeti vardır. Onlardan belki en önemlisi, gerçek manada<br />

namaz kılan Müslüman kişi namazın vaktini beklerken, ona<br />

hazırlık yaparken, namazı kıldıktan sonra onun etkisi devam<br />

ederken hep ibadet halinde sayılır <strong>ve</strong> bu sayede Allah ile irtibatı<br />

devam eder. Allah ile irtibatı kopmayan bir insanın hayatının<br />

nasıl muntazam bir hayat olacağı izahtan varestedir.<br />

Namazda kıbleye yönelmek, Allah’ın evine, dünyadaki en<br />

büyük nişanesine yönelmektir ki, bu bizzat Cenâb-ı Hakk’a<br />

yönelmektir; çünkü Allah Teâlâ cihetten münezzehtir. Namazda<br />

kalbin huşu ile Allah’a yönelmesi gerekir, Resul-i Ekrem<br />

Efendimiz yüzü <strong>ve</strong> tüm bedeniyle kıbleye yönelmek <strong>ve</strong> diliyle<br />

“Allahü ekber” diyerek tekbir getirip, Allah’ın yüceliğini <strong>ve</strong><br />

O’ndan daha büyük olanın tasavvur edilemeyeceğini belirtmek<br />

suretiyle bunu perçinlemiştir. Diğer taraftan Allah’ın huzurunda<br />

el pençe divan durup, rükû yaparak <strong>ve</strong> secdeye kapanmak<br />

suretiyle bedeniyle de Allah’ı tazim edip yüceltmiştir. Rükû <strong>ve</strong><br />

secde âlemlerin Rabbi olan Allah’a boyun eğmenin <strong>ve</strong> onu her<br />

şeyden büyük <strong>ve</strong> üstün bilmenin ifadesidir. Bu sebepten dolayı<br />

namazın vazgeçilmez rükünlerindendir.<br />

Namaz aynı zamanda ibadet olarak bütün yaratıkların ibadet<br />

şekillerini bir araya toplar: Göklerdeki güneş, ay <strong>ve</strong> yıldızların,<br />

dik duran dağların, iki büklüm hayat süren hayvanların,<br />

kökleri yerin derinliklerinde olan ağaçların ibadet şekillerini<br />

muhtevidir. 8<br />

7 Konuyla ilgili hadisler için bk. Buhârî, Ezan, 62; Müslim, Salât, 182-195;<br />

Muhammed İbn İsâ et-Tirmizî, es-Sünen, nşr. Ahmed Muhammed Şakir<br />

<strong>ve</strong> arkadaşları, Kahire 1356; Salat, 61.<br />

8 Bilgi için bk. Muhammed Hamidullah, İslam’a Giriş, terc. Kemal Kuşçu,<br />

İstanbul 1960, s. 60.


Peygamber Efendimizin Namazı 39<br />

Namaz vakitlerinin ilanı olan <strong>ve</strong> yeryüzünün her coğrafyasında<br />

Müslümanları namaza çağıran ezan, İslam’ın nişanelerinden<br />

biridir <strong>ve</strong> böyle olduğu için faziletlidir. Ezan, Allah’ın<br />

zikrini, kelime-i tevhidi <strong>ve</strong> kelime-i şehâdeti, dindeki bütün<br />

ibadetlerin temelini teşkil eden namaza çağrıyı ihtiva eder. Bir<br />

ülkenin İslam yurdu olduğu <strong>ve</strong>ya orada Müslümanların var<br />

oluşu ezanla anlaşılır. Bunlardan dolayı ezan çok önemlidir.<br />

Bütün bunlardan sonra Peygamber Efendimizin namazı konusuna<br />

geçebiliriz. Peygamberimiz bi’setinden yani peygamber<br />

olarak görevlendirilmesinden itibaren namaz kılmıştır. Şu kadar<br />

var ki, beş vakit namazın farz kılınmasından önce sabah <strong>ve</strong><br />

akşam olmak üzere günde iki vakit namaz kıldığını, o zaman<br />

zarfında Müslüman olanların da aynı şekilde namaz kıldıklarını<br />

sahih nakiller ihtiva eden bazı siyer kitapları bize bildirir. Fakat<br />

günümüzdeki tertip üzere beş vakit namaz mi’rac gecesinde<br />

farz kılınmıştır. Biz genel anlamda farz-ı ayın olan bu beş vakit<br />

namaz üzerinde duracağız. Fakat Peygamberimizin kıldığı<br />

<strong>ve</strong> kılınmasını tavsiye buyurduğu <strong>namazla</strong>r beş vakit farzdan<br />

ibaret değildir. Daha önce de ifade edildiği gibi farzlara tabi<br />

olarak kıldığı sünnetler, farzlara tabi olmaksızın kıldığı nafile<br />

<strong>namazla</strong>r, kendisinin hiç terk etmediği gece namazı, Ramazan<br />

ayında kıldığı teravih namazı, kuşluk namazı, istihare namazı,<br />

hacet namazı, hüsuf <strong>ve</strong> küsuf namazı, istiska namazı, bayram<br />

namazı, cenaze namazı, tahiyyetü’l-mescid namazı gibi kimisi<br />

farz-ı kifâye, kimisi vacip, kimisi nafile olan <strong>namazla</strong>rı da buna<br />

ila<strong>ve</strong> etmek gerekir.<br />

Kur’an’da namazın kılınış şekli ile ilgili ayrıntılı bilgiye rastlamayız.<br />

Bu husus tamamen Peygamber (s.a.s.)’in öğretisine<br />

bırakılmıştır. Namazın her rekatı kıyam, rükû <strong>ve</strong> iki secdeden<br />

teşekkül eder. Namazın rükünleri, vacipleri, sünnetleri, mekruhları,<br />

namazı bozan haller hep Peygamberimizin sünnetinden<br />

hareketle tespit edilmiştir. Hz. Peygamber, namazın İslam’ın beş<br />

esasından biri <strong>ve</strong> amellerin en faziletlisi olduğunu apaçık be-


40<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

yan buyurur. 9 Abdullah İbn Abbas’dan gelen bir rivayete göre,<br />

Peygamber Efendimiz, kendisine Cebrail aleyhisselam’ın iki<br />

defa Beytullah’ın yanında imam olup namaz kıldırdığını, öğle,<br />

ikindi, akşam, yatsı <strong>ve</strong> sabah <strong>namazla</strong>rını kıldırarak vakitlerini<br />

öğretip bellettiğini, neticede kendisine yönelerek: “Ey Muhammed!<br />

Bu vakitler, senin <strong>ve</strong> senden önce geçen peygamberlerin<br />

vaktidir.” dediğini ifade buyurmuştur. 10<br />

Hz. Peygamber, bir keresinde mescide girip namaz kılan bir<br />

adama: “Dön <strong>ve</strong> namazını kıl, çünkü sen namaz kılmadın.”<br />

buyurmuş <strong>ve</strong> bu uyarıyı iki <strong>ve</strong>ya üç defa tekrarlamıştı. O adam:<br />

---“Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben<br />

bundan daha iyisini beceremiyorum; o halde bana öğret”, demiş.<br />

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:<br />

---“Namaza kalktığında güzelce abdest al, sonra kıbleye<br />

karşı dönerek tekbir al. Sonra Kur’an’dan bildiğin, kolayına<br />

gelen bir yeri oku; sonra rükû et <strong>ve</strong> organların yatışıncaya<br />

kadar rükûda kal. Sonra başını rükûdan kaldırarak iyice doğrul;<br />

secdeye git <strong>ve</strong> organların yatışıncaya kadar secde halinde<br />

kal; sonra secdeden başını kaldır <strong>ve</strong> organların yatışıncaya<br />

kadar otur; sonra tekrar secdeye git <strong>ve</strong> organların yatışıncaya<br />

kadar secdede kal. Sonra bunları bütün <strong>namazla</strong>rında aynen<br />

böylece yap.” 11 buyurmuşlardır. Tirmizî’nin rivayetinde şu ila<strong>ve</strong><br />

bulunmaktadır: “Bunları yaptığın zaman namazın tamam<br />

olur. Şayet bunlarda noksanlık yaparsan namazını da noksan<br />

etmiş olursun.”<br />

Resûl-i Ekrem beş vakit namazın vaktini soran kişiye, iki<br />

gün boyunca birinci gün ilk, ikinci gün son vakitlerinde <strong>namazla</strong>rı<br />

kıldırdıktan sonra, namaz vakitlerinin bu iki zaman<br />

arasında olduğunu hem bilfiil göstermiş hem talim edip öğretmiştir.<br />

9 Buhârî, İman, 1, 2; Müslim, İman, 19-22; Tirmizi, İman, 3.<br />

10 Ebû Dâvûd, Salât, 2; Tirmizî, Salât, 1.<br />

11 Müslim, Salât, 45-46.


Peygamber Efendimizin Namazı 41<br />

Peygamberimiz birtakım yerlerde namaz kılınmasını yasaklamıştır.<br />

Bunlar şuralardır: Çöplük, mezarlık, mezbaha, yol<br />

ortası, hamam, de<strong>ve</strong> ağılı, Kâbe’nin damı. 12 Bazı rivayetlerde<br />

bunlara ila<strong>ve</strong> mekânlara <strong>ve</strong> zamanlara da rastlanır. Bunların<br />

her birinin yasak oluşunun çeşitli hikmetleri vardır. Bunları<br />

enine boyuna açıklamak suretiyle konuyu dağıtmanın uygun<br />

olmadığı kanaatindeyiz; namazın hikmetleri ile ilgili eserlerde<br />

bu bilgileri bulabiliriz. 13<br />

Hz. Peygamber ümmetine tüm ibadetlerin icrası ile ilgili<br />

bilgileri öğretmiştir. Özellikle <strong>namazla</strong> ilgili öğrettiği bilgilerin<br />

başında namaz için abdestli olmak, örtülmesi gereken yerlerini<br />

örtmek <strong>ve</strong> kıbleye dönerek hangi namazı kılacağına niyet<br />

etmek gelir. Örtünme, Allah’a karşı edep <strong>ve</strong> hürmetin, namaza<br />

saygının bir alametidir. Namazın sahihliği için örtülmesi mutlaka<br />

gerekli olan yerler bir de örtülmesi mendup olan yerler<br />

vardır. Erkek <strong>ve</strong> kadın için vücudun örtülmesi gereken yerleri<br />

<strong>ve</strong> hükümleri farklılık arz eder.<br />

Hz. Peygamber, bütün <strong>namazla</strong>rında Fâtiha suresini okumuştur.<br />

Nitekim “Fâtihatü’l-Kitâb’ı, (yani Fâtiha suresini)<br />

okumayanın namazı yoktur.” buyurmuştur. 14 Bu sebeple tüm<br />

<strong>namazla</strong>rın her rekâtında Fâtiha suresi okunur. Buna ila<strong>ve</strong>ten<br />

farz <strong>namazla</strong>rın ilk iki rekatında, nafile <strong>namazla</strong>rın her rekatında<br />

Fatiha’dan sonra bir miktar Kur’an okunur.<br />

Diğer taraftan <strong>namazla</strong>rda kullandığımız bazı cümleler<br />

mi’râc esnasında Resûl-i Ekrem Efendimiz’in Allah Teâlâ ile<br />

olan tahiyyat <strong>ve</strong> selâmıdır. Her namazın, her oturuşunda okuduğumuz<br />

tahiyyatta şunu söylüyoruz: “Dil ile, beden <strong>ve</strong> mal<br />

ile olan bütün ibadetler yalnız Allah Teâlâ hazretlerinedir. Ey<br />

mertebesi yüksek olan Peygamber! Selâm <strong>ve</strong> Allah’ın rahmet<br />

12 Tirmizî, Salât, 141.<br />

13 bk. Şah Veliyyuyyah ed-Dihlevî, Huccetullahi’l-Bâliğa, Beyrût 1990, I,<br />

546-547.<br />

14 Buhârî, Tevhid, 48.


42<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

<strong>ve</strong> bereketleri senin üzerine olsun. Selâm bizim üzerimize <strong>ve</strong><br />

Allah’ın bütün iyi kulları üzerine olsun. Şehâdet ederim ki,<br />

Allah’tan başka ibadete layık hiçbir ilâh yoktur; yine şehâdet<br />

ederim ki, Muhammed O’nun resulü <strong>ve</strong> kuludur.”<br />

Hz. Peygamber, namazdaki kâde/oturuşlarda mutlaka “tahiyyât”<br />

duasını okumuştur. Her namazın kâde-i ahîresinde/<br />

son oturuşunda ise tahiyyat <strong>ve</strong> ayrıca “Allahümme salli”, Allahümme<br />

bârik”, “Rabbenâ âtina” <strong>ve</strong>ya bunlara mümasil dualar<br />

okuduğu bilinmektedir. Namazı bitirdikten sonra da tavsiye<br />

buyurdukları tesbihat dışında çeşitli dualar yapmış <strong>ve</strong> bunları<br />

ashabına hem tavsiye etmiş hem öğretmiştir. Bu dualar sahih<br />

hadis kitaplarında yer alır. Onlar arasından seçilmiş olan bazı<br />

dualara ilmihal kitaplarında <strong>ve</strong> sahih dua mecmualarında yer<br />

<strong>ve</strong>rilir.<br />

Peygamber Efendimiz, farz <strong>namazla</strong>r dışında nafilelerden<br />

revâtib sünnetler olarak adlandırılan, kuv<strong>ve</strong>t derecesine göre<br />

de müekked <strong>ve</strong> gayrimüekked diye iki kısma ayrılan <strong>ve</strong> farz <strong>namazla</strong>ra<br />

tabi olan sünnetlerin müekked olanlarını neredeyse hiç<br />

terk etmemiştir. Bu sebeple vakit geniş iken bunların terk olunmamasının<br />

gerektiği İslam âlimlerinin <strong>ve</strong> fakihlerin öncelediği<br />

tercihtir. Sabah, öğle, akşamın sünnetleri ile yatsı namazının<br />

son sünneti <strong>ve</strong> Cuma namazının sünnetleri müekked sünnetlerdir.<br />

Bunlar dışındaki sünnetler gayrimüekked sünnetler olup,<br />

Peygamberimizin bazı kere kıldıklarıdır. Onun için birincilere<br />

mesnûn/sünnet edinilmiş, yani yapılması süreklilik kazanmış<br />

olanlar; ikinci kısma da mendup, yani işlenmesi makbul <strong>ve</strong><br />

yapılması iyi karşılananlar adı <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

Farz <strong>namazla</strong>ra tabi olmayan nafile <strong>namazla</strong>ra regâib adı<br />

da <strong>ve</strong>rilir. Kuşluk namazı, gece yarısından sonra sabaha yakın<br />

kılınan teheccüd namazı <strong>ve</strong> daha bazı nafile <strong>namazla</strong>r böyledir.<br />

Peygamberimiz nafile <strong>namazla</strong>rın evlerde kılınmasını tavsiye<br />

buyurmuştur: “Namazınızın en faziletlisi, farzlar hariç, ev-


Peygamber Efendimizin Namazı 43<br />

lerinizde kıldığınız namazdır.” 15 “Namazlarınızın bir kısmını<br />

evlerinizde kılın; evlerinizi kabirlere çevirmeyin.” 16 gibi sahih<br />

hadisler bu konuda delil teşkil etmektedir. Burada kastedilen<br />

namazın nafileler olduğu ilk rivayetin açık lafzından da anlaşılmaktadır.<br />

Nafile <strong>namazla</strong>rın bir kısmını evlerde kılmak hem<br />

evlere bereket, rahmet <strong>ve</strong> meleklerin inmesine sebep olur; hem<br />

riyadan uzak kalmaya <strong>ve</strong> sevabını kaçıran şeylerden korunmaya<br />

<strong>ve</strong>sile teşkil eder.<br />

Hiçbir namazın kılınmasının caiz olmadığı vakitler, güneş<br />

doğarken, güneş tam zevalde iken, yani tam tepemizde iken,<br />

batı tarafına henüz geçmemişken <strong>ve</strong> güneş batarken olarak beyan<br />

buyurulmuştur. Ayrıca farz, vacip <strong>ve</strong> farzlara tabi sünnetlerin<br />

kılınabildiği fakat nafile namaz kılmanın mekruh sayıldığı<br />

vakitler vardır; bunların sayısı on iki kadardır. Onları ilmihal<br />

kitaplarında bulmak mümkündür.<br />

Peygamber Efendimizin kıldığı <strong>ve</strong> kıldırdığı <strong>namazla</strong>rdan<br />

Cuma namazı, bayram <strong>namazla</strong>rı, gece namazı, hüsuf <strong>ve</strong> küsuf<br />

yani güneş <strong>ve</strong> ay tutulması esnasında kıldığı namaz, teravih<br />

namazı, istiskâ/yağmur talebi, duası sebebiyle kıldığı namaz<br />

<strong>ve</strong> cenaze namazı gibi <strong>namazla</strong>r üzerinde ayrı ayrı durulmaya<br />

değer nitelikte olup bunların her biri hakkında bilgiler fıkıh kitaplarımızın<br />

ilgili bahislerinde <strong>ve</strong> ilmihal kitaplarımızda yer alır.<br />

15 Buhârî, Ezan, 81.<br />

16 Buhârî, Salât, 52.


Herkesin uyuduğu anda sen uyan, diril, kalk <strong>ve</strong><br />

inşaya başla dininin direğini! Nebî’nin dünyadaki<br />

her şeyden daha sevimli bulduğu iki rekâtlık<br />

zaman kadar çık zamanın dışına. O’nunla buluş,<br />

O’nunla ol!


Vaktin Çağrısı<br />

Rukiye Aydoğdu DEMİR<br />

Diyanet İşleri Uzmanı<br />

Sabah…<br />

Karanlıkları yırtarak ufkun en doğusuna düştü günün ilk<br />

ışıkları.<br />

Fecirle uyandı yeni gün. Baharla diriliş gibi, hayata ilk merhaba<br />

gibi. Taze bir günün başlangıcıdır şimdi…<br />

Nebî’nin gözünün nuru olan <strong>namazla</strong> aydınlansın şimdi yer<br />

<strong>ve</strong> gök… Senin de vücut ikliminde başlasın tan yeri ışımaya…<br />

Karanlığın çöktüğü nefsinin ufuklarını, Sevgili’nin gözünün<br />

nuru aydınlatsın…<br />

Vakit, seher vakti…<br />

Cihanın tüm zerreleriyle iştirak ettiği bu seher şölenine sen<br />

de katıl. Gül ile bülbülün zârına, kâinatın zikrine sen de ortak<br />

ol. Âleme rahmet saçılırken, kendini mahrum etme bu İlâhî<br />

sağanaktan…<br />

Rabbin, gecenin içinden gündüzü çekip çıkarırken, şahit ol<br />

buna sen de tüm mahlûkat gibi, zira “meşhûd” olan andasın!<br />

Çıkar at içindeki karanlıkları, çöz şeytanın bağladığı gaflet düğümlerini,<br />

kurtul nefsin prangalarından <strong>ve</strong> bahanelerin tuzaklarından.<br />

İşte Rabbin, seni karanlıklardan aydınlığa çıkarıyor,<br />

O’na şükretmeyecek misin?<br />

45


46<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Seherin serinliğinde sabah meltemleriyle tanıştır yüzünü,<br />

rahmet damlalarıyla ıslat yüreğini. Tatlı uykundan âfâk <strong>ve</strong> enfüsü<br />

inleten şu İlahî çağrıyla uyan: es-Salâtu hayrun minen<br />

nevm…<br />

Herkesin uyuduğu anda sen uyan, diril, kalk <strong>ve</strong> inşaya<br />

başla dininin direğini! Nebî’nin dünyadaki her şeyden daha<br />

sevimli bulduğu iki rekâtlık zaman kadar çık zamanın dışına.<br />

O’nunla buluş, O’nunla ol!<br />

Haydi! O, seni çağırıyor!<br />

Secdelerle güne merhaba de! Her yeni günün başında temizle<br />

içinde biriktirdiğin tortuları.<br />

Her gün, güneş doğmadan önce, sen yeniden doğ!<br />

Haydi, vakit sabah namazı vakti…<br />

Öğle…<br />

Güneş ağır ağır çıktığı merdi<strong>ve</strong>nlerden inmeye başladı artık.<br />

En tepe noktasındayken gökyüzünün, artık yavaşça batıya<br />

çevirdi yüzünü.<br />

Tıpkı gençliğin ömrün kemâli olduğu gibi, günün de kemâli<br />

vardır. Ancak her kemâlin içinde bir zevâl saklıdır. İşte göğün<br />

zir<strong>ve</strong>sinden meyil başladı, gölgeler uzuyor önümüzde…<br />

Güneşin, ufkun doğusunda başlayan yolculuğunun yarısı<br />

geride kaldı, günün tam ortası. En hareketli, en gürültülü, en<br />

telaşlı anları yaşanıyor günün. Ancak sanma ki bu hareket ebedî.<br />

Bak işte güneş bile çevirdi yüzünü, her doğan şey gibi o da<br />

batacak vakti gelince… Bu en aydınlık zamana aldanıp da zannetme<br />

ki, karanlık bastırmayacak. Gençliğin kandırmasın seni,<br />

bükülecek elbet belin. Zordur tabi yaz sıcağında kışı hatırlamak,<br />

ama unutma, her yazın ardından güz gelir hiç şaşırmadan.<br />

Marifet, yazın büyüsüne kapılmadan kışa hazırlanabilmede.<br />

Kalk! Bütün sesleri susturup içindeki sese kulak <strong>ve</strong>r! Kaybetme<br />

yönünü kalabalıklar arasında, kıbleye çevir yüzünü!


Vaktin Çağrısı 47<br />

Anlık telaşlardan kopar kendini, bak ebedî huzura çağırıyor<br />

Rabbin seni!<br />

Çöl sıcağını biraz soğutup öyle dururdu huzura Nebî. Ve<br />

işte tam bu anda huzura durulduğunda, cehennem ateşinin<br />

haram kılınacağını müjdelemişti. Ateşten korunmak için şimdi,<br />

gençliğin en deli çağında, günün en sıcak anında, alnınla<br />

buluştur yeri!<br />

Haydi, vakit öğle namazı vakti…<br />

İkindi…<br />

Zaman akıyor, zamanın sahibinin emaresi olan güneş, yerini<br />

aya bırakmaya hazırlanıyor. Bu yüzden solgun rengi. Günün<br />

ağırlığını yavaş yavaş yüklenen güneş, yorgun şimdi.<br />

Sadece güneş mi yorgun? İhtiyarlığın yükünü omuzlayan<br />

insan da büktü boynunu. Ufuklardan ışıklarını bir bir toplayan<br />

güneşe bakan insan da biliyor, hazırlık var, vakit yolculuk<br />

vakti.<br />

Mevsimlerden ise hazan. Yemyeşil yapraklar yerleri süpürüyor<br />

şimdi. Kurşunla kaplandı gök, rüzgârlar soğuk esiyor.<br />

Saçlarına düşen aklarla kızıl ufukları seyreden insan, fâniliğin<br />

şuuruna varıyor. İşte tam bu an, anlıyor Rabbinin neden<br />

‘asr’ın üzerine yemin ettiğini <strong>ve</strong> ‘asr’ı idrak edemediğinde insanın<br />

neden hüsrana sürüklendiğini. Oyun <strong>ve</strong> eğlenceden ibaret<br />

olan dünyanın zevalini aklına getiremediğinde, nasıl aldandığını.<br />

Oysa çok önceden söylenmişti söylenen: Elbet dürülecek<br />

mekân <strong>ve</strong> tükenecek zaman. Sönü<strong>ve</strong>recek güneş <strong>ve</strong> ay. Bu<br />

yüzden henüz güneş batmadan, karanlık çökmeden, sermaye<br />

tükenmeden tam da bu anda dön Rabbine!<br />

Vakit ikindi...<br />

İkindi’nin şuuruna er. Orta namaza çağırırken seni ezan <strong>ve</strong><br />

henüz hala varken vakit; durma, sığın O’na! Secdelerle teselli<br />

bul! Batmak üzere güneş, bitmek üzere ömür, bu yüzden çok<br />

değerli her saniye!


48<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Haydi, güneş senden yüz çevirmeden, sen Rabbine çevir<br />

yüzünü şimdi.<br />

Vakit, ikindi namazı vakti…<br />

Akşam…<br />

Ne güneş aya yetişebiliyor, ne de ay güneşi geçebiliyor.<br />

Her biri kendi yolunda, hiç şaşırmadan akıp gidiyor… Güneş,<br />

ufkun batı ucundan gönderdiği kızıl bûseleriyle <strong>ve</strong>dalaşırken<br />

bizimle, sırasını bekleyen ay, solgun yüzüyle bir selam gönderdi<br />

gökyüzüne.<br />

İşte güneş terk etti bizi. Yıldızların dökülmesi <strong>ve</strong> dağların<br />

yürümesi de yakın. Alâmetleri gördük bir bir, kıyamete hazır<br />

artık, ölümü bekliyor dünya. Sur’un sesinin üstüne bir ses yok;<br />

uzun, karanlık, koyu bir sessizlik zamanıdır şimdi…<br />

Gündüzün içinden geceyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkarır<br />

elbet. Tıpkı güneşin karanlıklardan sıyrılı<strong>ve</strong>rdiği gibi, canın da<br />

tenden ayrılma vaktidir şimdi. Gün nasıl akşam <strong>ve</strong>rirse son<br />

nefesini, tabiat kışın kuşanırsa beyaz kefenini, insanın da gün<br />

gelir tükeni<strong>ve</strong>rir ömür sermayesi.<br />

İşte, vakit ayrılık vakti.<br />

Ayrılırken garip bir yolcu gibi dünya evinden, ancak bir<br />

akşam vakti kadar yaşadığını zanneder insan! Sen de ömrün<br />

gibi hissettirmeden akan bu akşam kızıllığı geçmeden, solmadan<br />

yüzün, can teni terk etmeden dur huzura! Ölmeden önce<br />

öl ki, yaşadığını anla!<br />

Son namazın gibi, hüzünlü bir <strong>ve</strong>da anı gibi, kondur alnını<br />

seccadene! Sabah <strong>ve</strong> akşam, günün iki ucunda, göklerde <strong>ve</strong><br />

yerde ne varsa her birinin gölgesiyle birlikte secde et Rabbine!<br />

Bak! Yıldızlar da boyun eğiyor Sahibine!<br />

Gün ölürken, sen hâlâ ölmemişken haydi, şükret yaşadığın<br />

için şimdi!<br />

Vakit, akşam namazı vakti…


Vaktin Çağrısı 49<br />

Yatsı…<br />

Güneş söndü, gün ışığı hoş bir hatıra şimdi. Rabbinin üzerine<br />

yemin ettiği sükûna ermiş gecenin karanlıklarında yüzüyorsun!<br />

Karanlık çöktüğünde Rabbine sığındığın o zifiri karanlık<br />

kuşattı çevreni. Işık söndü, ses sustu; renk, şekil her biri çok<br />

uzaklarda şimdi.<br />

Kalabalıklar dağılmış, tükenmiş bütün telaşlar, herkes kendi<br />

köşesine çekilmiş; anne yavrusundan bîhaber, se<strong>ve</strong>n sevdiğinden…<br />

Unutmuş herkes yalancı sevdalarını, kendi derdiyle<br />

dertleniyor şimdi…<br />

Sen de onlardan birisin, karanlıkların kuytusunda bir yalnızsın!<br />

Düşün şimdi gündüzü, geceyi, gece öldüren, gündüz<br />

dirilten Rabbini! Ya gündüzü çekip çıkarır da hep karanlıkta<br />

kalırsan? Senin fecrin ne zaman peki, daha ne kadar sürecek<br />

karanlıkların, gecen ne zaman bitecek?<br />

Sabret şimdi bu zifiri karanlığa, tıpkı aydınlığa şükrettiğin<br />

gibi. Sadece gündüz değil, karanlıklarda, karamsarlıklarda,<br />

çaresizliğin belini büktüğü o dar zamanlarda da an Rabbini!<br />

Yüreğinde biriktirdiğin dualarını sun O’na, gecenin O’na en<br />

yakın olduğun vaktinde. Nebî gibi <strong>namazla</strong> rahatlat kendini,<br />

secdelerde teselli bul, teheccüd limanına sığın, gecenin en karanlık<br />

anında.<br />

Gaflet uykusuna kapılma sakın! Kışın ardından kuru dallar<br />

tekrar tomurcuklanır, gecenin en karanlık anından sonra, gün<br />

ağarmaya başlar unutma! Kurumuş kemikleri, onları ilk defa<br />

kim yarattıysa, O diriltir elbet!<br />

Haydi! Kalk şimdi! Al eline cennetin anahtarını, çal Rabbinin<br />

rahmet kapısını! Herkes uyurken, gün uyanmadan henüz,<br />

haydi!<br />

Vakit, yatsı namazı vakti…


“Sen ki miraç eyleyüp ettin niyaz<br />

Ümmetin miracını kıldım namaz<br />

Her kaçan kim bu namazı kılalar<br />

Cümle gök ehli sevabın alalar<br />

Çünki her türlü ibadât bundadır<br />

Hakka kurbiyetle vuslat bundadır.”


Hayye Ale’s-Salah!<br />

Dr. Ülfet GÖRGÜLÜ<br />

Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı<br />

U<br />

zun yıllar Hollanda’da yaşamış bir zattan dinlemiştim:<br />

Hint asıllı bir Müslüman resmi bir işini halletmek<br />

üzere başkent Den Haag’a gelir. İşini bitirip arabasına<br />

binmek üzere otoparka giderken ikindi namazının yolda<br />

geçebileceğinden endişe ederek yakınlardaki bir parka yönelir.<br />

Çimenlerin üstünde namazını eda edip parktan ayrılacakken<br />

Hollandalı bir bey önünü keser. Selam <strong>ve</strong>rip, “Bankta<br />

oturmuş sizi izliyordum az önce, ne yaptığınızı öğrenebilir<br />

miyim?” diye sorar merakla. Namaz kıldığını söyler Müslüman<br />

olan <strong>ve</strong> bunun İslam dininin günlük ibadeti olduğunu<br />

ifade edip yoluna devam etmek ister. Ancak muhatabının<br />

onu bırakmaya niyeti yoktur. “Anladım” der, “Ama ibadete<br />

başlamadan önce ayakta bir şeyler mırıldanıp sağa sola döndünüz.<br />

O söylediğiniz neydi?” diye sorar yeniden. Kâmeti<br />

merak etmiştir. Müslüman zat bunun namaza başlamadan<br />

önce okunan bir çağrı olduğunu, bu çağrının aslında kullara<br />

Allah tarafından yapıldığını söyleyip ekler: “Bu çağrı huzura,<br />

kurtuluşa, saadete, selamete yapılan bir da<strong>ve</strong>ttir. Haydi<br />

kulum namaza, haydi kulum kurtuluşa, huzura!” diyerek<br />

ezanın “Hayye ale’s-salah” <strong>ve</strong> “Hayye ale’l-felah” cümlelerini<br />

kısaca izah eder. O sözlerini henüz tamamlamıştır ki, soru<br />

soran kişi birden ellerini uzatıp sıkıca tutar bu yolcunun<br />

ellerinden <strong>ve</strong> “Ben yıllardır bunu, bu huzuru arıyorum. Söyler<br />

misin Müslüman olmak için ne yapmam gerekir?” der.<br />

Ayaküstü beraberce kelime-i şehadet getirirler.<br />

51


52<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Bir ikindi vakti <strong>ve</strong> dünyadaki binlerce parktan biri. Zaman<br />

<strong>ve</strong> mekân yeni bir doğuma, bir dirilişe şahit olmuştur böylece,<br />

<strong>namazla</strong> dirilişe. Demek ki hakkını <strong>ve</strong>rerek, samimiyetle<br />

eda edilen bir namaz sadece sahibine değil, başkalarına da can<br />

olmakta, diriliş nefhası üflemekte… Alnına, “amellerin en faziletlisi<br />

olma” mührü vurulan “vaktinde kılınan namaz”, kılana<br />

fazilet kazandırırken, görenleri kendine imrendirmekte.<br />

Efendimiz (s.a.s.)’in beyanıyla namaz nur, delil <strong>ve</strong> kurtuluştur.<br />

1 Namaz âşıkla maşukun buluşması, lisân-ı kâl <strong>ve</strong> hâl<br />

ile kulun Rabbiyle konuşmasıdır. Namazı olmayan bunlardan<br />

mahrum kalmıştır. Ya namazı olup da “Yazıklar olsun o namaz<br />

kılanlara!” İlahî ikazına muhatap olunursa bu ne büyük bedbahtlıktır.<br />

Namaz kılmayan neyi kaçırdığını, kılan ise nasıl bir<br />

şuhudi zevkle kılması gerektiğini iyi düşünmelidir.<br />

Kâinat yeni bir güne açarken gözlerini, minarelerden bir<br />

seda yükselir İsrafil (a.s.)’in sûru misali: “es-Salatu hayrun<br />

mine’n-nevm (Namaz uykudan hayırlıdır!)” Sûru işitenlerin<br />

topraktan kıyam etmeleri gibi toprak bedende bir kıyam gerçekleşir.<br />

Uyku bedenin ihtiyacı iken namaz ruhun gıdası <strong>ve</strong><br />

ihtiyacıdır. Rahmetinin tecellisi olarak geceyi bir örtü, uykuyu<br />

istirahat yapan Allah, gözü bürüyen uykudan öte gönlü kuşatan<br />

gafletten uyanmaya çağırmaktadır. Uzandığı yataktan kalkanlar<br />

uyanmış olmazlar uykudan, namaz için kıyam edenlerdir<br />

gerçekte uyananlar.<br />

Şimdi uyku, iş, alış-<strong>ve</strong>riş zamanı değil miraç zamanıdır. Da<strong>ve</strong>t<br />

gelmiştir kuluna Sultan makamından: “Hayye ale’s-salah!”<br />

Bu ne iltifattır kula, ne büyük bir lütuftur. Âlemlerin Rabbi,<br />

Rahman <strong>ve</strong> Rahim olan kulunu huzuruna da<strong>ve</strong>t etmektedir.<br />

Da<strong>ve</strong>te icabet gerekir.<br />

Mekke’de bir gece uyur uyanık vaziyetteyken da<strong>ve</strong>t gelmişti<br />

Efendimize. Cebrail (a.s.) teşrif etmişti. Göğsü yarılıp zem-<br />

1 İbn Hanbel, II, 169.


Hayye Ale’s-Salah! 53<br />

zem ile yıkanmış, kutlu Nebî miraca hazırlanmıştı. 2 Efendimiz<br />

(s.a.s.) bu semavi yolculuktan namaz hediyesiyle dönmüştü.<br />

“Sen ki miraç eyleyüp ettin niyaz / Ümmetin miracını kıldım<br />

namaz / Her kaçan kim bu namazı kılalar / Cümle gök<br />

ehli sevabın alalar / Çünki her türlü ibadât bundadır / Hakka<br />

kurbiyetle vuslat bundadır.”<br />

Namaz için kıyam eden mümin de abdestle temizlenmeli,<br />

bu büyük buluşmaya, vuslat-ı yâre hazırlanmalıdır. Abdest<br />

namazın şartıdır. Gerekiyorsa şayet boy abdesti almalıdır. 3 Sultanın<br />

huzuruna temizlenerek çıkmalıdır. Abdest masivadan<br />

uzaklaşma, namaz Allah’a yaklaşmadır.<br />

Ezan İslam’ın şiârı olduğu gibi abdest de namazın şiârıdır.<br />

Şiâr, kulu şuur <strong>ve</strong> tefekküre yönlendiren, bilinç sıçramasına<br />

<strong>ve</strong>sile olan simge <strong>ve</strong> semboldür. Ezanla yapılan çağrıyı anlamak<br />

ne kadar zaruriyse abdestle hedeflenen temizliği kavramak da<br />

o ölçüde önemlidir.<br />

İmam Gazali’nin ifadesiyle namaz için taharet elbise, beden<br />

<strong>ve</strong> kalp olmak üzere dıştan içe birbirini kuşatan üç temizliği<br />

kapsar. “Abdest alan su ile onun dışı pak olur kalbi zikir olursa<br />

onun içi pak olur.” Su eşyayı <strong>ve</strong> bedeni temizler. Hasedi,<br />

kıskançlığı, riyayı, kini, nefreti ise su ile temizlemek mümkün<br />

değildir. Oysa insanın sadece hades <strong>ve</strong> necasetten değil günah<br />

kirlerinden de temizlenmeye ihtiyacı vardır. Şirk ise en büyük<br />

günahtır.<br />

Kişi kendine nispet ettiği fiil, sıfat <strong>ve</strong> vücut anlayışıyla gizli<br />

şirk günahını irtikâp etmiş olur. Kulların enfüsinde de, afak<br />

denilen bu âlemde de tecelli eden her türlü fiilin yaratanı <strong>ve</strong><br />

her sıfatın sahibi Allah’tır. Görme sıfatını gözümüzden, işitme<br />

sıfatını kulağımızdan, kelam sıfatını dilimizden alı<strong>ve</strong>rse gören<br />

göz görmez, işiten kulak duymaz <strong>ve</strong> konuşan dil söylemez olur.<br />

Hayat sıfatını çekip aldığında geride kalana “ceset/mevta” denir.<br />

2 Buhârî, Salat, 1.<br />

3 Mâide, 5/6.


54<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Bu ceset çürüyüp yok olmaya mahkûmdur. Mümkünü’l-vücud<br />

olan varlık bugün var, yarın yoktur. Ölüm geldiği vakit bu hakikati<br />

anlamak ise çok geç kalmaktır.<br />

O halde boy abdesti zahirde bedenin yıkanması yanında<br />

kulun bilincini nispet vücut anlayışından temizlemesini temsil<br />

eder. Sünnete uygun olarak, elleri yıkamakla başlayıp ayakları<br />

yıkamakla sona eren abdest ise görünürde bu organları temizlerken<br />

hakikatte şirk fiil <strong>ve</strong> sıfat günahlarından temizlenmenin<br />

sembolüdür.<br />

Zahirî <strong>ve</strong> derunî yönüyle alınan böyle bir abdest ile şimdi<br />

bedenlerin Beytullah’a, gönüllerin Allah’a yönelme vaktidir.<br />

Âşık kul “her yüzden nazarım Sen” şuhuduyla her daim Allah’a<br />

yönelir. Zira “Doğu da batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz<br />

Allah’ın yüzü (rahmeti) işte oradadır.” 4<br />

Sultanın huzuruna selamla <strong>ve</strong> edeple girilir. “Allahu Ekber!”<br />

Büyük zannedilen, değer <strong>ve</strong>rip büyütülen ne varsa hepsi<br />

ellerin tersiyle itilecek kadar küçük <strong>ve</strong> değersizdir. “Allahu ekber!”<br />

Allah en yücedir. Ehaddır, Sameddir. Kulların ibadeti de<br />

dâhil hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Lakin kul Rabbini anmaya,<br />

huzurunda olmaya muhtaçtır.<br />

Huzurda olduğunu idrak edenin namazı <strong>ve</strong> her anı huzurludur.<br />

Bu idrak ile nefsin heva <strong>ve</strong> arzusuna, dünyanın her türlü<br />

cazip tutkusuna değil, Allah’a kul, köle olmak, sonsuz güç <strong>ve</strong><br />

kudret sahibinin divanında el bağlamak gerekir.<br />

El bağlamak Allah’a teslimiyetin, emir <strong>ve</strong> yasaklarına itaatin<br />

ifadesidir. Elimizden <strong>ve</strong> bütün ellerden işleyen fail-i hakikiyi<br />

tanımanın şuuruyla bağlarız ellerimizi.<br />

Kerim Kitabımızda her ne zaman namazdan bahsedilse onu<br />

kılmaktan değil, ikame etmekten söz edilir. Kıyam yani ayakta<br />

duruş bu ikamenin şekli ifadesidir. Kıyamda ayaklarımız yere<br />

mıhlanmışçasına saygı <strong>ve</strong> haşyetle dururuz. Şanı yüce Sulta-<br />

4 Bakara, 2/115.


Hayye Ale’s-Salah! 55<br />

nın huzurunda, azametinin karşısında başka türlüsü mümkün<br />

müdür? Rasulullah Efendimiz’in yaptığı gibi “Subhaneke”<br />

tesbihatıyla münacaat eder, bizi huzuruna kabul buyurduğu,<br />

kendisiyle sohbet etme izni <strong>ve</strong> imkânı <strong>ve</strong>rdiği için Rabbimize<br />

hamd u sena eyleriz.<br />

Namazda okunan her zikir <strong>ve</strong> tesbihat Allah’a tazim <strong>ve</strong> muhabbetin<br />

ifadesidir. Rabbimiz de kulunun muhabbetini, dua <strong>ve</strong><br />

yakarışını karşılıksız koymamakta, Fatiha suresini kuluyla arasında<br />

paylaştırdığını, kulunun dileklerini ona <strong>ve</strong>receğini müjdelemektedir.<br />

5 Efendimiz de namazda kıraatin, kulun Rabbiyle<br />

özel olarak konuşması anlamına geldiğini bildirmektedir. 6<br />

Bu özel sohbetin ardından kul edeple rükûa eğilir. İkramı,<br />

ihsanı, ilhamı sonsuz olan Yüceler yücesi Rabbin huzurunda<br />

baş eğer, bel büker, cümle sıfatların sahibinin Allah olduğunu<br />

bir kez daha zevk eder. Mevsuf-i hakikiyi müşahede ile rükû<br />

eyler. Kulun asıl muradı esma, efal <strong>ve</strong> sıfatlarıyla tanıdığı Rabbinin<br />

cemalini görmektir. Hz. Musa (a.s.) gibi, “Rabbim bana<br />

kendini göster, sana bakayım.” 7 diye hal lisanıyla yakarır. Rükûdan,<br />

“Semiallahu limen hamideh: Allah hamd edenin hamdini<br />

işitmiştir.” müjdesiyle doğrulur.<br />

Rabbi dağa tecelli edince Hz. Musa saikaya uğrayıp kendinden<br />

geçmişti. Gönül tûr-i sinasında İlahî tecelliye uğrayan<br />

kulun da varlık dağları yerle bir olur. Kul yere kapanır, secdeye<br />

varır. Secde kulluğun 8 <strong>ve</strong> Allah’a yakınlaşmanın 9 ifadesidir.<br />

Efendiler Efendisinin de, “kulun Rabbine en yakın olduğu hal”<br />

olarak tavsif ettiği 10 secdede “Lâ mevcûde illâ hû” şuhuduyla<br />

nispet varlığından geçer Hak varlığına ulaşır. Yüz, kişinin zatını<br />

5 Müslim, Salat, 38.<br />

6 Buhârî, Salat, 36.<br />

7 A’raf, 7/143.<br />

8 Necm, 53/62.<br />

9 Alak, 96/19.<br />

10 Müslim, Salat, 215.


56<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

temsil eder. Secdede yüzü yere koymak hakikatte tevhid-i zata<br />

ermektir. Secde kulluktur, kulluk kimliktir. Secde eden kul<br />

müminlik kimliğini nurdan bir iz olarak alnında taşır. 11<br />

Şimdi beden toprakta, ruh miraçtadır. Topraktan gelen<br />

toprağa, Allah’tan gelen Allah’a dönmüştür. “İnnâ lillâhi <strong>ve</strong><br />

innâ ileyhi râciûn: Şüphesiz biz Allah’a aitiz <strong>ve</strong> şüphesiz O’na<br />

döneceğiz.” 12 Böylece “ölmeden önce ölme”nin manası zuhur<br />

etmiştir. Secdeden kalkış ölümün ardından diriliştir. İlk secde<br />

fenaya erme yani Hakkın varlığında ifna olma şuuruyla ikinci<br />

secde ise beka anlayışıyla yani mutlak varlığın Hakk’a ait olduğu<br />

idrakiyle yapılır.<br />

Namazın sonunda teşehhüt için otururuz. Okuduğumuz<br />

tahiyyat duası namazın miraç olduğunun tescilidir adeta. Zira<br />

bu dua <strong>ve</strong>silesiyle, miraçta Allah Teâlâ ile Habib-i Edibi’nin selamlaşmalarına<br />

şahit tutuluruz. Böylece ayne’l-yakîn görmenin,<br />

hakka’l-yakîn yaşamanın neşesi içinde şehadet getiririz. Salavat<br />

<strong>ve</strong> dualarla bize rahmet olarak gönderilen, ibadet <strong>ve</strong> kullukta<br />

rehberimiz olan Rasulümüze hürmet <strong>ve</strong> muhabbetimizi arz<br />

eder, onunla ahdı misakımızı tazeleriz.<br />

Sağ <strong>ve</strong> sola, ev<strong>ve</strong>l <strong>ve</strong> ahire, şehadet <strong>ve</strong> gayb âlemine selam<br />

<strong>ve</strong>rerek semadan yere, miraçtan kulluğa nüzul edilir. Selam<br />

<strong>ve</strong>rmekle vaktin namazı biter lakin müminin huzurda oluşu<br />

daimidir. “Onlar <strong>namazla</strong>rında devamlıdırlar.” 13 ayetinden mülhem,<br />

irfan ehlinin “salât-ı daimî” şeklinde tabir ettikleri hâl<br />

üzeredir.<br />

Şuurlu bir şekilde, hikmetini idrak ederek huşu ile eda<br />

edilen bir namazda lisan, beden, zihin <strong>ve</strong> kalbin hepsi namaza<br />

iştirak eder. “Onlar ayakta iken, otururken <strong>ve</strong> yatarken Allah’ı<br />

zikrederler.” 14 ayetinin manası böyle bir <strong>namazla</strong> tecelli eder.<br />

11 Fetih, 48/29.<br />

12 Bakara, 2/156.<br />

13 Meâric, 70/23.<br />

14 Âl-i İmran, 3/191.


Hayye Ale’s-Salah! 57<br />

Bu kullar felaha/kurtuluşa ermekle <strong>ve</strong> Firdevs cennetine varis<br />

olmakla müjdelenirler. 15<br />

Şüphesiz namaz kulun zimmetinde bir borç olmaktan çok<br />

daha fazlasıdır. Maşuka aşk <strong>ve</strong> muhabbeti ilan etmektir namaz.<br />

Şekil şartları namazın cesedi, huşu <strong>ve</strong> huzur-u kalp ise ruhudur.<br />

Şuhuttan uzak, kalple değil, sadece kalıpla kılınan namaz<br />

ile farz yerine getirilmiş olsa da vuslat başka bir vakte kalmıştır.<br />

Zira huzursuz namazın encamı yoktur.<br />

Şuurla kılınan namaz insana kötülüklerden el etek çektirir.<br />

Cümle günahlardan onu uzaklaştırır. Rabbinin sevgi, gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong><br />

rızasına ulaştırır. Sevdiği kulunun Allah işiten kulağı, gören<br />

gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olur. Her ne isterse <strong>ve</strong>rir. Onu<br />

her türlü tehlikeden korur. 16 Rabbi tarafından sevilen <strong>ve</strong> himaye<br />

edilen bu kuldan daha mutlusu, daha zengini var mıdır?<br />

O halde fukara malı, mülkü, ser<strong>ve</strong>ti, makamı, rütbesi, unvanı<br />

olmayan değil, aşkı, muhabbeti, kıyamı, rükûu, secdesi, teşehhüdü<br />

bulunmayandır.<br />

Namazla huzura eren, şuurla dirilişi yaşayan bu kulların<br />

elinden, dilinden, gözünden, kulağından kimseye zarar gelmez,<br />

gelmemelidir. Hem namaz kılıp hem zulmedenler, hem kıyama<br />

durup hem günah irtikâp edenler, hem secdeye varıp hem hiç<br />

çekinmeden kul hakkı çiğneyenler namazın ruhunu incitmekte,<br />

huzurunda oldukları Rablerini üzmektedirler.<br />

Salat o ibadettir ki cana can olsun. Kulu maddeden manaya,<br />

kesafetten letafete yükseltsin. İrfan ile âdemiyete eriştirsin.<br />

Niyazi Mısrî Efendi ne güzel söyler:<br />

“Savm u salat u hac ile<br />

Sanma biter zahit işin<br />

İnsan-ı kamil olmaya<br />

Lazım olan irfan imiş”<br />

15 Mü’minûn, 23/1-11.<br />

16 Buhârî, Rikak, 38.


Tekbiri, tesbihleri, kıyamı, ‘Fâtiha’ başta olmak<br />

üzere kıraati, rükuu, secdesi, tahiyyatı, <strong>ve</strong>lhasıl<br />

bütün erkânıyla namaz bize gündelik hayatın<br />

akışı içinde ya karşımıza çıkan kesretin <strong>ve</strong>yahut<br />

nefsin unutturduğu hakikati bütün kâinatı kuşatır<br />

bir genişlik <strong>ve</strong> derinlikle bize tekrar hatırlatır.


Hayye Ale’l-Felah:<br />

Haydi (Namazla) Kurtuluşa...<br />

Metin KARABAŞOĞLU<br />

Yazar<br />

İblis’i isyana sevkeden şey, Kur’an’da apaçık sunulur<br />

bize: Kibir. Kendince ürettiği bir akıl yürütmeyle ‘Ben<br />

ateştenim, o topraktan; ateş topraktan üstündür.’ diyerek<br />

‘insandan üstünlük’ iddiasına girişir <strong>ve</strong> bu yüzden âlemler<br />

Rabbinin ‘secde’ emrine itaatle değil, isyanla karşılık <strong>ve</strong>rir.<br />

Bu durumda dahi, iblisin önünde bir ‘geri dönüş,’ bir ‘hatayı<br />

tamir’ imkânı vardır. Kusurunu kabul edip tevbe ederek<br />

bağışlanma dilemek; isyanı bırakıp itaat etmek. Ama iblisi bütün<br />

donanımlarıyla kilitleyen kibir, ona bunu da yaptırmaz.<br />

Bilakis, istiğfar dileyeceği yerde, güya isyanının doğruluğunu<br />

ispatlamak adına Rabbinden mühlet diler. Kıyamete kadar <strong>ve</strong>rilen<br />

mühletle güya insana dair iddiasını doğrulayacaktır.<br />

O günden beridir, iblis kendini içine düşürdüğü bu zindana<br />

insanı da düşürmek için uğraşır durur. Kur’an’ın haber<br />

<strong>ve</strong>rdiği üzere, kendi isyanını ‘doğrulamak’ adına insanı da yoldan<br />

çıkarmaya yeminlidir iblis. 1 Rabb-ı Rahîm’in hak yolundan<br />

saptırmak için insana kurduğu tuzakların belki en önemlisi,<br />

‘nefsine ise asla toz kondurmamak,’ yanlışı <strong>ve</strong> kötülüğü hep<br />

dışarıda aratmak sûretiyle insanı da kibre yöneltmesidir. İblis,<br />

nasıl kendisi isyanına bir ‘mazeret’ arayıp yaptığının isyan <strong>ve</strong><br />

günah olduğunu kabule asla yanaşmamışsa, aynı yanlışa insanı<br />

1 bk. A’raf, 7/16-17.<br />

59


60<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

da düşürmek ister. Bunun için de, ona kendisini de, nefsini<br />

de unutturur. İblisi de, nefsini de unuttuğunda, insan, ‘kafese<br />

girmiş’ demektir.<br />

Girdiği kafesten, düşürüldüğü zindandan habersiz, kusursuz<br />

bir benlik binası inşasına girişir bu haldeki insan. O kusursuzdur,<br />

tamdır, mükemmeldir; hatadan, kusurdan ârîdir. Kötülük<br />

dışarıdadır, kötü olan başkalarıdır. Velev ki kusur onun<br />

üzerinde görünse dahi, bunun sebebi <strong>ve</strong> sorumlusu o değildir;<br />

başkaları, çevresi, yetişme şartları <strong>ve</strong> ortamdır.<br />

Böylece, insan, bu zindandan kurtaracak imkânı da büsbütün<br />

yitirir: Murakabe, muhasebe.<br />

Âlemlerin Rabbi, Kur’an’ıyla bizi bu şeytanî tuzağa karşı<br />

uyardığı gibi, bu murakabe halini kuşanmaya da çağırır. Bütünüyle<br />

Kur’an bu dersi <strong>ve</strong>rdiği gibi, bilhassa peygamber kıssaları<br />

bu dersin ‘uygulamalı’ örneğini çıkarır karşımıza. Yusuf Aleyhisselamın<br />

o eşsiz münacatı bunun bir örneğidir. Her taraftan<br />

kuşatıldığı, günahın apaçık da<strong>ve</strong>tine maruz kaldığı anda dahi<br />

Yusuf’u Rabbinin emrine isyandan alıkoyan, ‘nefis’le ilgili gerçeği<br />

bilmesidir. Rabbimizin merhameti olmasa, insanın nefsin<br />

elinde nasıl köleye dönüşeceğinin farkındadır Hz. Yusuf. Bu<br />

kölelikten kurtulmanın yolu ise, ‘ben’den çıkıp ‘O’na giden bir<br />

yol bulup Rabbinin rızasını <strong>ve</strong> emrini eksen tutarak yaşamak;<br />

nefsin ise insana her vakit kötülüğü emreden ‘emmâre’ bir özelliğe<br />

sahip olduğunu bilerek onu temize çıkarmaya çalışmamaktır:<br />

“Ben nefsimi tebrie (temiz) etmem; Rabbimin merhameti<br />

müstesna, nefis daima kötülüğü emreder.” 2<br />

Böyle diyerek ‘ben’e karşı ‘O’na sığındığı, ‘emmâre nefs’e<br />

karşı ‘Emr-i İlâhî’ye itaat ettiği için o müthiş günaha çağrı halinin<br />

manyetik çekiminden kendini kurtarabilmiştir Yusuf aleyhisselam.<br />

Ama bir kez daha dikkat çekelim: Nefsinin ‘emmâre’<br />

2 Yusuf, 12/53.


Hayye Ale’l-Felah: Haydi (Namazla) Kurtuluşa... 61<br />

özelliğini bilmesi, iblisi düşüren kendine kötülük konduramama<br />

kibrinden ise uzak durabilmesidir.<br />

Yunus aleyhisselam da, benzer bir murakabe <strong>ve</strong> muhasebe<br />

örneğini sunar bize. O, bir peygamber olarak Emr-i İlâhî gelmeden<br />

tebliğle mükellef olduğu yurdu terketmesine karşılık<br />

kaderin sevkiyle gemiden atılıp balığın karnına düştüğünde,<br />

denklemi doğru kurmuş halde münacat üzeredir: “Seni tesbih<br />

<strong>ve</strong> tenzih ederim; ben zalimlerden oldum.” 3 Burada da Yunus<br />

aleyhisselam, Sübhan olanın, tesbih <strong>ve</strong> tenzihe lâyık olanın,<br />

hatadan <strong>ve</strong> kusurdan münezzeh olanın ‘ben’ değil ‘O’ olduğunun<br />

idrakiyle bu münacatı etmektedir. İnsan kendini, nefsini<br />

tebrie edemez / temize çıkaramaz. Nefis kötülüğü emreder <strong>ve</strong><br />

bu uğurda İblis başta olmak üzere başkaca nefislerle işbirliğine<br />

de girişir. Sübhan, O’dur; insana ise, nefsin kötülüğe emredici<br />

karakterini bilerek, nefsine uyduğunda düştüğü bütün<br />

‘zulüm’lerden, yani haddi aşmalardan dolayı itiraf <strong>ve</strong> istiğfarla<br />

O’ndan af <strong>ve</strong> mağfiret dilemektir.<br />

Resûl-i Ekrem (s.a.s.) de, peygamber kıssalarıyla bize öğretilen<br />

bu hakikati, sahabilerin kendisinden sıkça duydukları<br />

bir duayla öğretmiştir: “Allahım! Beni bir an olsun nefsimle<br />

başbaşa bırakma!”<br />

Velhasıl, insanın iç dünyası, hayır ile şer, hak ile bâtıl, iyilik<br />

ile kötülük, itaat ile isyan arasında bir mücadele <strong>ve</strong> mücahede<br />

meydanı gibidir her daim. İnsan iblis <strong>ve</strong> a<strong>ve</strong>nesi ile ‘her vakit<br />

şeytanı dinleyen’ emmâre nefsi ile heva <strong>ve</strong> he<strong>ve</strong>sinin şerre, bâtıla<br />

<strong>ve</strong> isyana da<strong>ve</strong>tine karşı hayrı, hakkı, iyiliği en başta kendi<br />

iç dünyasında hâkim <strong>ve</strong> mukîm kılma mücahedesi yaşar ömrü<br />

boyunca.<br />

İnsan bu asıl özgürlüğe karşı içten <strong>ve</strong> dıştan saldırıya maruz<br />

kalır sürekli. Bir yanda iblis <strong>ve</strong> a<strong>ve</strong>nesi, öte yanda nefis, heva,<br />

he<strong>ve</strong>s gibi işbirlikçiler. Bir yanda kendi nefs-i emmâresi, diğer<br />

3 Enbiya, 21/87.


62<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

yanda yaşadığı çağın kollektif nefs-i emmâresi. Bir yanda dış<br />

dünyadan önüne konulan <strong>ve</strong> zihnini tevhide odaklamaktan<br />

alıkoyan bütün ‘kesret’ unsurlarının akıl çeliciliği, öte yanda<br />

nefsin bu kesret unsurlarından daha da fazlasını edinmek için<br />

didinip duran heva, he<strong>ve</strong>s, arzu <strong>ve</strong> şeh<strong>ve</strong>tleri...<br />

Böyle baktığımızda, sabahleyin gözünü açtığı andan başlayarak,<br />

insan sürekli bir iman-küfür, hidayet-dalâlet, hayır-şer,<br />

hak-bâtıl mücadelesine maruz haldedir. Bâtılın yanında saf<br />

tutanlar, en başta da kendi nefsi, o yolun gönüllü kölesi yapamadığı<br />

durumda dahi, önüne yığdığı arzular, istekler, hedefler<br />

<strong>ve</strong> idealler ile sevkettiği gafletle insanı olması gereken<br />

şuur halinden alıkoymak ister. Nefis <strong>ve</strong> heva, insanı ya ‘işgal’<br />

<strong>ve</strong>ya ‘meşgul’ eder <strong>ve</strong>lhasıl. Hep ‘olması gereken’den alıkoymak,<br />

nefsine <strong>ve</strong> kollektif nefs-i emmareye karşı özgürleşme<br />

imkânını ortadan kaldırmak üzere işgörür. Onların önümüze<br />

yığdığı akıl <strong>ve</strong> gönül çelen bu kesret keşmekeşi içinde vahdete<br />

bir yol bulabilmek, bu kesretin içinde yolunu <strong>ve</strong> istikametini<br />

kaybetmemek için, bir mih<strong>ve</strong>re, bir istikamete <strong>ve</strong> daimî bir<br />

‘uyarıcı’ya ihtiyacı vardır insanın.<br />

Ve nisyan ile mâlûl olduğu için, gafletin esiri olmadan şuur<br />

halini korumak için, daimî bir ‘hatırlatıcı’ya.<br />

İşte o, beş vakit namazdır. Her namaz da<strong>ve</strong>tinde işittiğimiz<br />

“Hayye ale’l-felah,” yani “Haydi felaha! Haydi kurtuluşa!”<br />

da<strong>ve</strong>ti, elbette öylesine söylenen bir söz, öylesine yapılan bir<br />

da<strong>ve</strong>t değildir. Namaz, insanın özgürlük da<strong>ve</strong>tidir. Gözünü<br />

açtığı andan uyumak üzere gözünü kapamaya meylettiği âna<br />

kadar, içten dıştan ne kadar da çok iğvaya maruz kalıyor insan.<br />

Aklı <strong>ve</strong> kalbi, günde kaç bin defa vahdete karşı ‘kesret’le<br />

sınanıyor <strong>ve</strong> kaç bin defa nefsin <strong>ve</strong> hevânın Emr-i İlâhîye aykırı<br />

da<strong>ve</strong>tlerine muhatap oluyor... Bizi O’nu düşünmekten <strong>ve</strong> tefekkürden,<br />

O’nu anmaktan <strong>ve</strong> zikretmekten alıkoyan nice gönül<br />

çelici ile yüzyüze geliyoruz gün boyu. İşte gözünü açtığı andan<br />

kapadığı ana kadar yaşadığı bu büyük mücadelede hayırdan


Hayye Ale’l-Felah: Haydi (Namazla) Kurtuluşa... 63<br />

alıkoyup kötülüğü emreden bütün bu unsurların esaretine düşmemesi<br />

için, insanın ‘fıtratına dönüş’ da<strong>ve</strong>ti, ‘fıtrat ayarları’na<br />

yeniden kavuşma çağrısı gibidir namaz. Zincirlerden kurtuluş<br />

imkânıdır.<br />

En başta, ezanın da, namazın da kendisiyle başladığı “Allahu<br />

Ekber” ile kırar bu esaret zincirlerini, bu iblis tuzaklarını,<br />

bu kesret eseri gafleti insan. Kur’an, “Kibirlendi <strong>ve</strong> kâfirlerden<br />

oldu” diye anlatır iblisin serencâmını. Her “Allahu Ekber” ise,<br />

kibriya <strong>ve</strong> azametin yalnız âlemler Rabbinin sıfatı olduğunu;<br />

O’nun büyüklüğü karşısında herkesin eşit derecede ‘küçük’<br />

olduğunu; O’nun büyüklüğü karşısında başka hiç kimsenin<br />

<strong>ve</strong> hiçbir şeyin büyüklüğünden söz edilemeyeceğini; O’ndan<br />

başka hiç kimsenin <strong>ve</strong> hiçbir şeyin ‘Rab’ <strong>ve</strong> ‘Mâbud’ olma liyakatinden<br />

mahrum olduğunu <strong>ve</strong> herşeyin ancak O’na nispetle<br />

bir değer kazandığını bildirir bize her Allahu ekber. Her ezanda<br />

<strong>ve</strong> her kamette altı defa tekrarladığı bu mübarek sözle insan<br />

hem içteki, hem dıştaki kölelik zincirlerini kırar, kula kul olmaktan<br />

da, kulları rab edinmekten, keza kul iken kendini rab<br />

zannetmekten de âzâd olur. İki rekatlik bir namazda 11, dört<br />

rekatlik bir namazda ise 22 defa “Allahu ekber” diyerek, kibriya<br />

<strong>ve</strong> azameti yalnız O’ndan bilerek <strong>ve</strong> başka herşeyi O’na nispet<br />

ederek, nefis başta olmak üzere mâsivâdan özgürleşir insan.<br />

Her “Allahu ekber,” iblisin düştüğü <strong>ve</strong> insanı da düşürmeye<br />

çalıştığı ‘kibir’ zindanına karşı bir özgürlük fermanı gibidir.<br />

Ve yine, daha ilk tekbirden sonra, ‘Subhaneke’ diyerek,<br />

hem kendi nefsinin, hem başkaca nefislerin kendisini ‘kusurdan<br />

münezzeh’ ilan ederek insanı kendine köle <strong>ve</strong> râm edinme<br />

çabasına neşteri vurur insan. Emmâre nefsin <strong>ve</strong> kollektif nefs-i<br />

emmâresinin karşısında, Yusuf aleyhisselam misali nefsini asla<br />

tebrie etmeyip Rabb-ı Rahîmine iltica ederek, Yunus aleyhisselam<br />

misali “Sübhan Sensin” diyerek, insanı nefsinin köleliğine<br />

götüren ‘kendini hatadan <strong>ve</strong> kusurdan tenzih’ illetine baştan<br />

gem vurur.


64<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Yine o ‘Subhâneke,’ âlemlerin Rabbine kulunun ‘Sen’ diye,<br />

‘Subhan Sensin’ diye hitap etmesinin apaçık gösterdiği üzere,<br />

mâsivâyı arkada bırakmanın da ifadesidir. Kul, kesrette boğulup<br />

kalmamış, bilakis kesretten vahdete yol bulmuştur; <strong>ve</strong><br />

şimdi, bütün kâinatı arkasında bırakmış olarak, bütün o kâinat<br />

adına bir ‘halife’ makamında O’nun huzurunda ‘hâzırâne’ bir<br />

ubudiyet üzeredir.<br />

“Allahu ekber” diyen, ancak Allah’a kul olur; O’ndan başkasına<br />

kul olmaz, başka bir kulu kendine kul edinmeye de<br />

kalkışmaz. Yani, ne başka nefisleri ilah edinir, ne de kendi nefsinin<br />

‘ilahlık’ iddiasına kalkışacak bir kibir kuşanmasına izin<br />

<strong>ve</strong>rir. Kibriya <strong>ve</strong> azameti yalnız O’na mahsus bilir. ‘Sübhaneke’<br />

diyen, nefsini kusurdan münezzeh bilme hatasından uzak durduğu<br />

gibi, başka nefislere ‘kusursuzluk’ izafe etme hatasından<br />

da uzak durur; bu ise, onu nefsi için istiğfara açık tuttuğu gibi,<br />

tesbih <strong>ve</strong> tenzihin adresini de doğrultur. Fâtiha, baştan sona,<br />

insanı istikamet üzere tutacak hakikatlerin bir özeti gibidir.<br />

Rükûda Azîm olan Rabbi için eğilen baş, ‘azîm’ olmayan kulların<br />

karşısında asla eğilmez. Secdede Âliyy <strong>ve</strong> Â’lâ olan Rabbi<br />

için bükülen beden, ‘âliyy’ <strong>ve</strong> ‘â’lâ’ olmayan kulların karşısında<br />

asla bükülmez. Tahiyyat ise, ancak O’na kul olduğunda insanın<br />

nasıl ‘kulluğu içinde sultan’ makamına yükseldiğinin, nasıl ‘miraca’<br />

mazhar kılındığının nişanesi gibidir. Bütün kâinat adına,<br />

bütün mevcudatın hayatlarıyla <strong>ve</strong> varoluşlarıyla ettikleri bütün<br />

tesbihat, tahmidat <strong>ve</strong> tahiyyatı, onlar namına âlemlerin Rabbine<br />

arzetmektedir. Nice firavunlar, nemrudlar ‘rablik’ iddiasıyla<br />

aşağıların aşağısına düşerken, ‘Allahu ekber’ diyerek kıyama<br />

durup, rükua eğilen, secdeye kapanan <strong>ve</strong> yine ‘Allahu ekber’ ile<br />

bütün mahlukatın tahiyyatını âlemlerin Rabbine mahsus kılıp<br />

O’na arzeden insan, kulluğuyla yükselmekte <strong>ve</strong> yücelmektedir.<br />

Tekbiri, tesbihleri, kıyamı, ‘Fâtiha’ başta olmak üzere kıraati,<br />

rükuu, secdesi, tahiyyatı, <strong>ve</strong>lhasıl bütün erkânıyla namaz<br />

bize gündelik hayatın akışı içinde ya karşımıza çıkan kesretin<br />

<strong>ve</strong>yahut nefsin unutturduğu hakikati bütün kâinatı kuşatır bir


Hayye Ale’l-Felah: Haydi (Namazla) Kurtuluşa... 65<br />

genişlik <strong>ve</strong> derinlikle bize tekrar hatırlatır. Hakikattır zaten<br />

insanı hür kılan. Resûlullah aleyhissalâtu <strong>ve</strong>sselam, Kureyş’i,<br />

bütün hakikatlerin özü olarak tevhide, “Lâ ilâhe illallah deyin,<br />

kurtulun!” diyerek da<strong>ve</strong>t etmiş değil midir?<br />

Beş vakit namaz, içerdiği bütün rükünler ile, insanın hakikat<br />

ile temasını diri tutar, gafletten uyandırıp isyana <strong>ve</strong> nisyana<br />

karşı uyarır, gün boyu bir ubudiyet halini insana kuşandırır.<br />

Şuayb aleyhisselamın hali, namazın insanı nasıl her türden<br />

yanlışa karşı özgür kıldığının <strong>ve</strong> nasıl günün <strong>ve</strong> hayatın tamamına<br />

yayılan bir şuurla kuşandırdığının bir örneğidir. Haddi<br />

aşmakla <strong>ve</strong> ölçüyü tartıyı şaşmakla şöhret bulmuş kavmi Medyen’i<br />

“Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka hiçbir<br />

ilahınız yoktur. Ölçeği <strong>ve</strong> tartıyı da eksik tutmayın; çünkü<br />

ben sizi refah içinde görüyorum <strong>ve</strong> ben sizin için, sizi kuşatacak<br />

bir günün azabından korkuyorum!” 4 dediğinde kavminin itirazı<br />

ne kadar manidardır! “Ey Şuayb!” demiştir kavminin önde<br />

gelenleri, “Atalarımızın taptıklarını terketmemizi <strong>ve</strong>ya mallarımız<br />

hususunda dilediğimizi yapmamamızı, sana namazın mı<br />

emrediyor?” 5<br />

Bu kıssayı bize ders <strong>ve</strong>ren Hûd sûresi, Peygamber’in ‘belini<br />

büküp ihtiyarlatan’ “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” 6<br />

ayetinin ardından gelen 114. ayetiyle, Şuayb aleyhisselam gibi<br />

hayatın her alanını, bu arada ticareti de kuşatan bir ubudiyet<br />

hali için, her hal <strong>ve</strong> şartta ‘emrolunduğumuz üzere dosdoğru’<br />

olabilmek için, namazı bize adres olarak göstermektedir:<br />

“Gündüzün iki tarafında <strong>ve</strong> gecenin gündüze yakın saatlerinde<br />

namaz kıl! Çünkü iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, idrak sahibi<br />

olanlara bir öğüttür.”<br />

Aynı mânâ, Ankebut sûresinde de bize arzedilmektedir:<br />

“Kitaptan sana vahyedileni oku <strong>ve</strong> namazı doğruca kıl. Çünkü<br />

4 Hûd, 11/84. Ayrıca bk. 85-86.<br />

5 Hûd, 11/87.<br />

6 Hûd, 11/112.


66<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

namaz, fahşâ <strong>ve</strong> münkerden (her aşırılıktan <strong>ve</strong> fıtratın reddettiği<br />

her türlü iğrenç fiilden) alıkoyar. İçinde Allah’ın anıldığı zikir,<br />

daha büyüktür. Ve Allah, (yaptıklarınızı) çok iyi bilendir.” 7<br />

Büyük şair İkbal’in, hadisin haberiyle ‘kulun Rabbine en<br />

yakın’ olduğu secde ânı için söylediği “Sana ağır gelen o bir<br />

secde var ya, binlerce secdeden kurtarır seni” sözü, bu açıdan<br />

ne kadar da öğretici. Ancak Allah’a kul olmak, nefsi <strong>ve</strong> hevası<br />

başta olmak üzere O’ndan gayrı herşeyin kulu kölesi olmaktan<br />

insanı kurtarıyor zira.<br />

Sözün kısası, kendimizi kurtarmak istiyorsak, namazı ciddiye<br />

<strong>ve</strong> merkeze almamız gerekiyor. Başkaları kurtulsun istiyorsak,<br />

yine aynısını yapmamız <strong>ve</strong> onları da <strong>namazla</strong> kurtuluşa<br />

çağırmamız gerekiyor. Dünya kurtulsun istiyorsak da bunu<br />

yapmamız gerekiyor.<br />

Sahabiler, hem kendilerini, hem başkalarını, hem o gün<br />

ulaşabildikleri yarı dünyayı böyle kurtardılar...<br />

O halde, şefkat <strong>ve</strong> hikmet sultanı kudsî Nebî’nin <strong>ve</strong>fatından<br />

hemen önce ısrarla <strong>ve</strong> tekrarla söylediği “Namaza devam edin!<br />

Namaza, namaza!” sözüne ittiba edip bu sözdeki sırrı keşfetmenin<br />

tam da zamanı...<br />

Günde beş vakit ezanda “Hayye ale’s-salâh, hayye ale’lfelâh!”<br />

ile bizi nefsten <strong>ve</strong> mâsivâdan özgürlüğe, kula kulluktan<br />

kurtuluşa, hakikatle yükselişe da<strong>ve</strong>tin sadâsı semâda <strong>ve</strong> kulaklarda<br />

boşuna yankılanmıyor.<br />

Haydi <strong>namazla</strong> kurtuluşa...<br />

7 Ankebût, 29/45.


Hayye Ale’l-Felah: Haydi (Namazla) Kurtuluşa... 67


Müminin Rabbiyle olan ülfet <strong>ve</strong> muhabbetinin<br />

en temel kaynağı namazdır. Bundan dolayı<br />

namazdan uzak kaldığında kas<strong>ve</strong>t çöker onun<br />

üzerine; daralır <strong>ve</strong> huzursuz olur. İç dünyasının<br />

ritmi bozulur, hayatı anlamsızlaşır.


Namazla Diriliş<br />

Prof. Dr. İbrahim H. KARSLI<br />

Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi<br />

Namaz: Maneviyat Erlerinin Yolu<br />

Namazla diriliş yolculuğunda mümin yalnız değildir.<br />

Başta peygamberler olmak üzere bu konuda kendisinden<br />

önce gelmiş geçmiş sayısız rabbaniler olmuştur.<br />

Her çağda hak <strong>ve</strong> hakikatin izini süren, isimsiz nice <strong>ve</strong>liler<br />

yaşamıştır. Bu maneviyat erleri, müminin önünde her zaman<br />

rol model olmuş, hakikate giden yolda ona ışık tutmuşlardır.<br />

Namazın bizzat kendisi de mümine bu halkanın bir mensubu<br />

olduğu şuurunu <strong>ve</strong>rir. Çünkü her rekâtta ona bir dua tekrarlatılır.<br />

Bu duada manevi nimete ermiş bu kimselerin yoluna<br />

kendisini de kavuşturmasını Rabbinden niyaz eder <strong>ve</strong> şöyle<br />

der:<br />

“Ey Rabbimiz! Sen bizi dosdoğru yola, kendilerine lütfedip<br />

nimet bahşettiğin güzel kullarının yoluna ilet.” 1<br />

Namaz: Diriliş Mektebi<br />

Namaz, her müminin hayat boyu devam etmesi gereken<br />

diriliş mektebinin adıdır. İnsanın hayat boyu bu kadar düzenli<br />

intisap ettiği başka bir mektep yoktur. Fatiha, secde, rüku gibi<br />

insanın bu denli sık tekrarladığı başka bir ders yoktur.<br />

1 Fâtiha, 1/6-7.<br />

69


70<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Ne var ki, başka konularda olduğu gibi burada da tekrar,<br />

zamanla namazın bir âdete dönüşmesine, anlamını <strong>ve</strong> derinliğini<br />

kaybetmesine sebep olabilmektedir. Diğer bir ifadeyle,<br />

günün belirli vakitlerinde tekrarlanan sıradan bir iş haline gelebilmektedir.<br />

Bu mektebin öğrencilerinin hepsi aynı gayret <strong>ve</strong> çalışkanlığı<br />

gösteremezler. Kimi öğrenciler derse başlar, ama sürdüremez,<br />

dolayısıyla devamsızlıktan sınıfta kalırlar. Bunlar, hayatı ciddiye<br />

almayan <strong>ve</strong> bu hayatın sonunda alacakları dereceye yeteri<br />

kadar önem <strong>ve</strong>rmeyenlerdir. Ne yazık ki, bu dünyanın oyun <strong>ve</strong><br />

oyuncakları bu kimselerin akıllarını başlarından almıştır. Hangi<br />

yanlış yola saptıklarının <strong>ve</strong> nerelere savrulduklarının farkında<br />

bile değillerdir.<br />

Diğer bir kısım öğrenci daha vardır ki, bunlar mektebe devam<br />

ederler. Ancak tembel öğrencilerdir; dolayısıyla bu irfan<br />

mektebinden pek istifade edemezler. Çünkü aldıkları derslere<br />

pek zaman ayırmamakta <strong>ve</strong> yeterince yoğunlaşamamaktadırlar.<br />

Bu mektebin, bir diriliş <strong>ve</strong> varoluş mektebi olduğunu anlayamamaktadırlar.<br />

Aldıkları her dersin <strong>ve</strong> işledikleri her konunun<br />

bir hikmet <strong>ve</strong> irfan kaynağı olduğunu unutmaktadırlar.<br />

Namaz mektebinin üçüncü bir grup öğrencisi daha vardır<br />

ki, bunlar bu mektebin seçkin <strong>ve</strong> takdirlik öğrencileridir. Onlar<br />

için namaz, hayatın merkezinde yer alır. Çünkü bu ibadet,<br />

kulun Rabbiyle kurduğu kulluk bağının temel göstergesidir.<br />

Dolayısıyla namaz, bütün ciddiyet <strong>ve</strong> dikkati hak etmektedir.<br />

Yoksa hayatın akışı içerisinde diğer işler arasına sıkıştırılacak<br />

bir amel değildir. Aksine her bir namaz onlar için bir diriliş<br />

hamlesi <strong>ve</strong> Allah’a bir yaklaşma <strong>ve</strong>silesidir.<br />

Namaz: Bütün Putlaştırmalara Bir İtiraz<br />

Putçuluğun esas kaynağı insanın iç dünyasıdır. Bundan dolayı,<br />

insan önce nefsinde putlaşan duygu, düşünce <strong>ve</strong> idealleri


Namazla Diriliş 71<br />

temizleme gayretinde olmalıdır. Yoksa dış dünyada putlarla<br />

mücadele etmesi anlamlı olmaz.<br />

Namazın bu açıdan ayrı bir önemi vardır. Çünkü bu ibadet,<br />

insanın nefsinde büyüyen <strong>ve</strong> gittikçe bir saplantı haline dönüşen<br />

her türlü yüceltme <strong>ve</strong> kutsallaştırmaya bir karşı koyuştur.<br />

Bu sebeple, insandaki tevhit şuurunun canlı tutulmasının temel<br />

şartı namazda devamlılıktır.<br />

Namaz, şeh<strong>ve</strong>t, şöhret, ser<strong>ve</strong>t, masa, kasa vb. bütün yüceltmelere<br />

<strong>ve</strong> putlaştırmalara yapılan bir itirazdır. Çünkü gaye edinilecek,<br />

en çok sevilecek <strong>ve</strong> her yönüyle itaat edilecek sadece<br />

Allah Teâlâ’dır. Nitekim namazda her harekette tekbir getirilir.<br />

Böylece Yüce Yaratan’ın en büyük, kulluk edilecek yegâne İlah<br />

olduğu her seferinde vurgulanır. Rükû <strong>ve</strong> secdelerde O’nun<br />

bütün eksiklik <strong>ve</strong> noksanlardan münezzeh olduğu tekrarlanır.<br />

İşte namaz, itaatin sadece Yaratan <strong>ve</strong> yaşatana yapılmasını<br />

insana öğretmektedir. İnsanı kendi hemcinslerine karşı özgürleştiren,<br />

ona ahlaki hasletler kazandıran da bundan başkası<br />

değildir.<br />

Namaz, toplumsal hayatta da tevhide götürür. Çünkü cemaatle<br />

namaz insanlara ortak bir ruh kazandırır. Adeta tek vücut<br />

olur, aynı potada erirler. Aradaki psikolojik duvarlar kalkar.<br />

Cemaatte ibadet duyarlılığı ne kadar güçlü olursa, insanlar<br />

arasındaki önyargılar, kin <strong>ve</strong> husumetler de o oranda ortadan<br />

kalkar. Birbirine selam <strong>ve</strong>rmeyen insanlar, artık birbirine hal<br />

hatır sorar, tebessüm eder hale gelirler.<br />

Namaz Ruhu Hayatı Kuşatır<br />

Mümin, hayatın her alanına tevhit penceresinden bakar.<br />

Çünkü İslam’ın dünya görüşü bütün hayatı kuşatır. İnsan faaliyetlerini<br />

dinî, dinî olmayan diye ikiye ayırmaz. Dolayısıyla<br />

insan ferdi <strong>ve</strong> sosyal hayatının İlahî ilkeler çerçe<strong>ve</strong>sinde yürümesini<br />

ister.


72<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

İslam, ekonomiden sosyal ilişkilere, aileden siyasete her<br />

alanda yapılacak işlerin dinî bir boyutu olduğunu kabul eder.<br />

Bu anlamda kulluk belirli zaman <strong>ve</strong> mekânlara mahsus değildir.<br />

Namaz ruhu da bütün bu alanların ortak özelliğidir. Adeta<br />

bunları birbirine bağlayan imame konumundadır.<br />

Namazın kendisi, hayatın her alanıyla ilgili tevhidi bir anlayışı<br />

<strong>ve</strong>rir. Bu açıdan namazdaki duyuş, duruş <strong>ve</strong> hissediş selamla<br />

sona ermez, hayatın diğer alanlarına yansır, değişik insani<br />

faaliyetlere rengini <strong>ve</strong>rir.<br />

Şu halde namazda hürmet <strong>ve</strong> tazim ifade eden kıyam,<br />

rükû <strong>ve</strong> secde gibi hareketler, bir anlamda müminin hayattaki<br />

duruşunu simgelemektedir. Başka bir ifadeyle bu hareketlerin,<br />

İslam’ın getirdiği dünya görüşünü, yaşayış tarzını <strong>ve</strong> İlahî<br />

buyruklara karşı gösterilmesi gereken itaati sembolize ettiğini<br />

söyleyebiliriz.<br />

Namaz: Ruhun Sahibiyle Buluşması<br />

Müminin Rabbiyle olan ülfet <strong>ve</strong> muhabbetinin en temel<br />

kaynağı namazdır. Bundan dolayı namazdan uzak kaldığında<br />

kas<strong>ve</strong>t çöker onun üzerine; daralır <strong>ve</strong> huzursuz olur. İç dünyasının<br />

ritmi bozulur, hayatı anlamsızlaşır.<br />

İşte namaza devam, bu durumdan çıkış, bu halden kurtuluştur.<br />

Ruhun olumsuz duygulardan <strong>ve</strong> bulanık düşüncelerden<br />

temizlenmesidir. Tekrar sahibiyle buluşması <strong>ve</strong> O’nunla hasret<br />

gidermesidir.<br />

Müminin hayatı, Allah Teâlâ’nın rızasını gözettiği ölçüde<br />

anlam kazanır <strong>ve</strong> değerli hale gelir. O’ndan uzaklaştıkça da<br />

bereketini kaybeder, zarar <strong>ve</strong> ziyana dönüşür. İnsanın Rabbine<br />

yaklaşmasının en kestirme yolu da namazdır. Çünkü bu ibadet,<br />

içinde yakınlaşmayı sağlayan secdeleri barındırmaktadır. 2<br />

2 bk. Alak, 96/18.


Namazla Diriliş 73<br />

Namazsızlık, hayatın ışığını kaybetmesi, insanın zifiri bir<br />

karanlığa gömülmesidir. Namaz kılmak ise, bedenin esaretinden<br />

insanın kurtulması <strong>ve</strong> Rabbinin vaat ettiği sonsuzluklara<br />

açılmasıdır. Zamanın geçmesiyle bayatlayan ruhun yeniden<br />

canlanması <strong>ve</strong> dirilmesidir.<br />

Namaz: Ruhun Vahye Ayarlanması<br />

İnsanın duygu, düşünce <strong>ve</strong> irade dünyası durağan değildir;<br />

aksine etkilenmeye her zaman açıktır. İçinde bulunulan şartlara<br />

göre korkular, sevgiler, arzular, beklentiler her daim değişebilmekte,<br />

insan halden hale geçebilmektedir.<br />

Bırakın bir günü, bir saat içerisinde bile insanın ruh dünyası<br />

farklı haller alabilmektedir. İnsan yaşadıklarının, gördüklerinin,<br />

duyduklarının etkisi altında kalabilmekte, bunlar insanın<br />

ruhunda izler bırakabilmektedir. Sonuçta, insanın inandığı ile<br />

yaşadığı arasında çelişkiler, çatışmalar oluşabilmektedir.<br />

Giriştiğimiz işler, bulunduğumuz ortamlar bizi esas kulluk<br />

gündemimizden uzaklaştırabilmektedir. Gayelerimiz değişebilmekte,<br />

istikametimizde kaymalar olabilmektedir. Bizi<br />

Rabbimize götürecek hassasiyetlerimizde <strong>ve</strong> kararlılığımızda<br />

gevşemeler baş gösterebilmektedir. Bu açıdan insanın iç dünyası,<br />

adeta bıçak sırtı gibidir. İki tarafa da; hakka da şerre de<br />

kayabilmektedir.<br />

İşte namaz, hak yoldan şaşmamanın yöntemini bizlere <strong>ve</strong>rir.<br />

Bu sayede insan, her gün belirli aralıklarla beklenti <strong>ve</strong> gayelerini<br />

yeniden gözden geçirir, dağılan zihin dünyasını toparlar,<br />

kulluk gidişatına çeki düzen <strong>ve</strong>rir. Allah rızasını kazanma konusundaki<br />

azim <strong>ve</strong> kararlılığını kuv<strong>ve</strong>tlendirir.<br />

Yine insanın iç dünyasında hak <strong>ve</strong> batıl ayarlarıyla devamlı<br />

oynanmaktadır. Çünkü şeytan <strong>ve</strong> nefsin müdahaleleri sürmektedir.<br />

Dolayısıyla insanın duygu <strong>ve</strong> düşünce ayarları bozulabilmekte,<br />

hak <strong>ve</strong> batıl dalgaları birbirine karışabilmektedir. Hakka


74<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

ayarlı göstergeler batıla kayabilmektedir. Batıl hak, hak batıl<br />

olarak görünebilmektedir insana. Sonuçta, insanın iç dünyasında<br />

yaşanan bu keşmekeşlik sebebiyle, hakla batıl, doğru ile<br />

yanlış, sevapla günah seçilemez bir hale gelebilmektedir.<br />

İşte kıldığımız <strong>namazla</strong>r, ruhumuzda bozulan ayarların<br />

vahyin ölçüsüne göre yeniden düzenlenmesidir. Batıla sapan<br />

göstergelerin tekrar hakka çevrilmesidir. Günaha çağıran seslerin<br />

<strong>ve</strong> parazitlerin silikleşmesi, hakikatin sedasının gür bir<br />

şekilde vicdanlarda duyulmasıdır. Umutsuzlukların umuda,<br />

karanlıkların aydınlığa dönüşmesidir.<br />

Namaz: Manevi Hayatın Garantisi<br />

Namaz, dinin direği, kulluğun omurgasıdır. Bu direk yıkıldığında,<br />

dinin ayakta kalması, bu omurga kırıldığında da<br />

kulluğun hayatta kalması çok zordur.<br />

Namaz, İslami hayata geçişte ana kapıdır. Bu kapıdan girmeyen<br />

kimsenin Allah’a kulluk yaptığını söylemek zordur.<br />

Çünkü böyle bir hayat, esas mih<strong>ve</strong>rinden yani tevhitten kopmuştur.<br />

İfade yerinde ise şirazeden çıkmış bir hayattır. Bu hayatta<br />

yapılan diğer amellerin, zahiren İslam’a uygun olsalar da,<br />

Allah katında makbul olmalarının bir garantisi yoktur. Çünkü<br />

çok değişik niyet <strong>ve</strong> gayelerle bu amellerin yapılması mümkündür.<br />

Gerektiği şekilde eda edilen <strong>namazla</strong>r, hayata Allah’ın boyasını<br />

<strong>ve</strong> kulluk mührünü vurmanın teminatıdır. 3 Bunun aksine<br />

namazsız bir hayatın da şirke, nifaka, zulme bulaşması her zaman<br />

mümkündür. Yine böyle bir hayatın, günahının sevabından,<br />

zulmünün adaletinden, karanlığının aydınlığından fazla<br />

olduğunda şüphe yoktur.<br />

Namazlarını dosdoğru kılanlar, diğer hayati faaliyetlerinde<br />

de kulluğun gereğini yerine getirenlerdir. Böyle kimselerde<br />

3 bk. Bakara, 2/138


Namazla Diriliş 75<br />

gittikçe İlahî buyruklara olan bağlılık artar, takva şuuru gelişir.<br />

Namazla ilgili hassasiyet arttıkça, Allah’a <strong>ve</strong> O’nun buyruklarına<br />

olan tazim <strong>ve</strong> itaat şuuru da artar. İbadet ruhu bu insanların<br />

hayatının diğer alanlarına nüfuz eder, Allah rızası artık bu<br />

kimselerin hayatının gayesi haline gelir.<br />

Namazın kılınmaması da, kişinin her türlü günaha açık<br />

olması demektir. Bu durumda olan bir insan, bütün kötülükler<br />

<strong>ve</strong> haramlar karşısında korumasız bir hale gelir. Çünkü bu<br />

kimseyi İlahî yasaklardan alıkoyan en önemli engel ortadan<br />

kalkmış demektir.<br />

Bu özelliği ile namaz, manevi hayatın garantisini oluşturur.<br />

Namaz varsa, manevi hayat gelişir <strong>ve</strong> olgunlaşır; namaz yoksa<br />

dinî hayat zayıflar hatta felce uğrar. Çünkü düşünce, fiil <strong>ve</strong><br />

ameller şeytani ayartma <strong>ve</strong> çarpıtmaya, dolayısıyla yok olmaya<br />

açık bir hale gelir.<br />

Namaz, şeytanın insanı kuşatma girişimine karşı bir harekâttır.<br />

İnsana attığı ağlardan <strong>ve</strong> bağlardan bir kurtulma hamlesidir.<br />

Dolayısıyla namaz, insanın düşünce <strong>ve</strong> amellerini şeytanın<br />

ele geçirme savaşına karşı müminin kuşandığı en önemli<br />

silahtır.<br />

Gerektiği şekilde kılınan <strong>namazla</strong>r, yirmi dört saatin, dolayısıyla<br />

bütün zamanın Allah’a tahsis edilmesinin yoludur.<br />

Ancak düzenli kılınan <strong>namazla</strong>rla hayat Allah için yaşanabilir.<br />

Müminin nazarında bütün mesele, geçen her anın Allah için<br />

mi, yoksa şeytan için mi yaşandığıdır. Bu anlamda namaz, şeytanın<br />

insanın zamanını ele geçirme taarruzuna karşı müminin<br />

başlattığı bir püskürtme harekâtıdır.<br />

Namaz: Şekilden Öze, Manaya Yönelmek<br />

İnsanı genelde meşgul eden, maddenin dış yüzü, görselliği<br />

<strong>ve</strong> onu ele geçirme mücadelesidir. Dolayısıyla, varlığın gerçekliğini<br />

kavramak, özünü anlamak onu pek ilgilendirmez.


76<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

İnsan, çoğunlukla bunun gerekli olduğuna da inanmaz. Çünkü<br />

varlığın, eşyanın cazibesi, onu elde etme mücadelesi, zaten<br />

kendisini yeterince oyalamakta <strong>ve</strong> tatmin etmektedir.<br />

Varlığın zahirini aşıp varlık sebebine <strong>ve</strong> hikmetine yönelenler,<br />

hakikat arayışı içerisinde olan kimselerdir. Bunlar, eşyanın<br />

dışyüzüne takılıp kalmayan, onunla tatmin olmayan, aksine<br />

varlığın, hayatın anlamına nüfuz etmek gayretinde olanlardır.<br />

Namazı dosdoğru kılanlar, maddenin ötesindeki manaya,<br />

onun sebebine, esas kaynağına yönelenlerdir. Bunlar, madde<br />

ile mananın irtibatını kurabilen, hatta mananın penceresinden<br />

maddeye bakabilenlerdir. Bu anlamda seçkin ruhlu kimselerdir.<br />

Namaza niyet, sadece onu kılmaya değil, bütün duygu <strong>ve</strong><br />

düşünceyle Allah Teâlâ’ya yönelmeye, O’nun huzurunda olmaya<br />

niyettir. Yine, namaza niyet, hayatın akışı içerisinde insanın<br />

Rabbiyle arasında oluşan perdeleri ortadan kaldırmaya, O’na<br />

yaklaşmaya <strong>ve</strong> yakınlaşmaya niyettir.<br />

Namaz, şeklin, görüntünün ötesinde ruha, öze geçiştir. Lafızları<br />

tekrarlamanın ötesinde anlama bir nüfuzdur. Hareketlerin<br />

zahirini aşıp batınına, manaya bir yürüyüştür. Ruha iz,<br />

kalbe huzur bırakacak olana bir yöneliştir. Dualarda, ayetlerde,<br />

tesbihatta anlam üzerinde yoğunlaşmak, manaları hissederek,<br />

duyarak okumaktır.<br />

Namazda kıyam, sadece elleri bağlayarak ayakta durmak<br />

değildir. Bunun da ötesinde, içten gelen derin saygı duygusunun<br />

bedenin duruşuna yansımasıdır. Bedenle ruhun Yüce<br />

Yaratıcı’nın huzurunda tam bir uyum içerisinde saygı halini<br />

almasıdır.<br />

Çoğunlukla ruhlarında bu saygıyı duymayanların kıyamlarında<br />

da bunu görmek mümkün olmaz. Bu kimseler şeklen<br />

kıyamdadırlar, ancak ruhen bu hali yaşamayan, Rablerinin huzurunda<br />

bulunduklarını kalben hissetmeyen kimselerdir.


Namazla Diriliş 77<br />

Demek ki, <strong>namazla</strong> dirilişi amaçlayan kişi, kalbinden gelen<br />

sese kulak <strong>ve</strong>rir <strong>ve</strong> Rabbinin huzurunda boynu bükük bir vaziyette<br />

bulunduğunu derinden hisseder.<br />

Namaz: Kulluk Şuurunun Devamlılığını Sağlar<br />

Kulluk şuurunun sürekliliğinde <strong>ve</strong> manen olgunlaşmada<br />

devamlılığı sağlayan en önemli ibadet namazdır. Diğer farz ibadetlerin<br />

her birinde manevi gelişme açısından çeşitli hikmetler<br />

<strong>ve</strong> maslahatlar vardır. Ancak <strong>namazla</strong>rdaki devamlılığı bunlarda<br />

göremiyoruz.<br />

Mesela farz olan oruç, her yıl sadece Ramazan ayında tutulur.<br />

Diğer taraftan, dinen zengin olan kimsenin yılda bir defa<br />

zekât <strong>ve</strong>rmesi yeterlidir. Yine farz olması halinde ömürde bir<br />

kere hacca gitmek kâfidir. Demek ki farz olan ibadetler, uzun<br />

aralıklarla Müslümanın hayatında yer alır. Ama namaz böyle<br />

mi? Aksine namaz her gün belirli vakitlerde tam beş defa eda<br />

edilir.<br />

Namaz, kulluk şuurunun canlı tutulmasının şartıdır. Ancak<br />

bu ibadet belirli hareketleri, ayet <strong>ve</strong> duaları tekrarlamaktan<br />

ibaret kalırsa, bu durumda ruhi inkişaf gerçekleşmez. Müminin<br />

hayatında diriltici fonksiyonunu yerine getiremez. İnsanın<br />

ruhuna nüfuz edip onu şekillendirmez. Oysa namazın temel<br />

amaçlarından biri, kişiyi manen olgunlaştırmak, İlahî değerler<br />

istikametinde onun ruhunu <strong>ve</strong> karakterini şekillendirmek değil<br />

midir?<br />

Her Namaz Yeni Bir Başlangıç Yeni Bir Keşif<br />

Namazla dirilişin ilk şartı, ilk defa kılıyormuş gibi her namazı<br />

eda etmektir. Her namaz yeni bir başlangıç, yeni bir keşiftir.<br />

İçte derinleşmeyi sağlayan <strong>ve</strong> hayat boyu devam eden<br />

bir arayıştır. Kıyamı, rükûyu, secdeyi, her yapıldıklarında içine<br />

sindirerek anlamaya çalışmaktır. Okunan ayet <strong>ve</strong> duaların


78<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

anlamları üzerinde tekrar tekrar düşünmektir. Akıl <strong>ve</strong> kalbin<br />

yapılan tesbihat <strong>ve</strong> rükünleri iyice özümsemesidir.<br />

Her bir namaz, ruhun engin dünyasında bir yolculuk, manevi<br />

güzelliklere bir nüfuzdur. İlahî huzurda boyun bükmenin,<br />

tazim <strong>ve</strong> hürmet duyguları içerisinde secdelere kapanmanın<br />

sırrına bir eriştir. İnsana ilham edilmiş olan takva duygusunun<br />

keşfedilmemiş hazinelerine ulaşma gayretidir. Fıtratın derinliklerinde<br />

gizlenmiş olan maneviyat cevherlerini yakalama<br />

hamlesidir.<br />

İslam’a giriş hidayete eriştir. Ama hidayet, bir anda olup<br />

bitmez. Böyle olsaydı namazın her rekâtında Fatiha’da Rabbimizden<br />

hep doğru yola eriştirme niyazında bulunmazdık.<br />

Oysa her Fatiha okuyuşumuzda tekrarladığımız bir hidayet<br />

talebimiz vardır. İçten gelen bu talebe de Allah Teâlâ cevap <strong>ve</strong>rir<br />

<strong>ve</strong> mümin kulunun hidayetini artırır. 4 Onun teslimiyet <strong>ve</strong> takva<br />

duygusunu güçlendirir.<br />

Allah’a bağlılık, bahsedilen kimselerin hayatında kuv<strong>ve</strong>tli<br />

bir şuura, neticede iradeye <strong>ve</strong> amele dönüşür. Hak <strong>ve</strong> hakikat<br />

yolunda yürümek, böyle müminlerin temel ilkesi <strong>ve</strong> hayat felsefesi<br />

haline gelir.<br />

Şu halde Müslüman olmakla kişi hidayet kapısından içeri<br />

girer. Ama hidayet, hayat boyu devam eden <strong>ve</strong> gittikçe güçlenen<br />

bir yol bilinci, doğru yolda kalma bilincidir. İşte özen <strong>ve</strong><br />

dikkatle devam edilen namaz, böyle bir hayat yolculuğunun<br />

temel şartını oluşturur.<br />

Her bir namaz, manevi olgunlaşma için bir fırsat olarak<br />

değerlendirilmelidir. Rabbimize olan yakınlığımızı biraz daha<br />

artırmak, teslimiyetimizi biraz daha derinleştirmek için bir imkân<br />

olarak görülmelidir.<br />

Mümin, günlük meşgaleler içerisinde bütün zihinsel <strong>ve</strong><br />

duygusal yoğunluğuna rağmen, namaz bilincini yakalama ça-<br />

4 bk. Meryem, 19/76.


Namazla Diriliş 79<br />

bası içerisinde olmalıdır. Yoksa namaz yasak savma kabilinden<br />

bir fiile dönüşür <strong>ve</strong> esas gayesinden uzaklaşır.<br />

Kısaca günlük hayatın getirdiği zihinsel meşguliyetlerin<br />

namaza taşınması değil, namazın diriltici ruhunun hayata taşınması<br />

gerekir.<br />

Namaz: Temiz Topluma Giden Yol<br />

Namaz, abdestle başlayan, her gün belirli vakitlerde tekrarlanan<br />

<strong>ve</strong> hayat boyu devam eden bir temizlenme ameliyesidir.<br />

İnsanın bu arınmaya çok hem de çok ihtiyacı vardır. Yoksa<br />

günahlarla ruhu kirlenecek, karanlıklar içerisinde yaşamaktan<br />

kendini kurtaramayacaktır.<br />

Namaz, içte <strong>ve</strong> dışta bir temizlik harekâtıdır. Görünür, görünmez,<br />

bütün günahlara karşı başlatılan bir mücadeledir. Bu<br />

mücadelenin zahir <strong>ve</strong> batın boyutları birbirinden ayrılmaz. 5<br />

Nefsini kötülüklerden arındırma gayreti içerisinde olanın,<br />

dışta esen isyan <strong>ve</strong> günah kasırgalarına karşı sessiz kalması normal<br />

bir durum değildir. Bu anlamda müminin, “Böyle gelmiş,<br />

böyle gider”, “Neme lazım, beni ilgilendirmez.” deme hakkı<br />

yoktur. Çünkü namazı emreden Allah Teâlâ, aynı zamanda<br />

onun bütün çirkin <strong>ve</strong> utanç <strong>ve</strong>rici, zulüm <strong>ve</strong> haddi aşmaya<br />

yönelik fiillere karşı bir mücadele olduğunu da bizlere beyan<br />

eder. 6<br />

Namazı sadece günün belirli saatlerinde sevap kazanmak<br />

için eda edilen bir ibadet olarak düşünmemek gerekir. Aksine<br />

namaz kişinin bireysel <strong>ve</strong> toplumsal hayatıyla doğrudan ilgilidir.<br />

Çünkü bütün şart <strong>ve</strong> rükünleriyle müminin hayattaki<br />

duruşunu <strong>ve</strong> istikametini ifade eder. Hayatın her alanda Yüce<br />

Yaratıcı’ya bir tazim <strong>ve</strong> boyun eğiş olduğunu simgeler.<br />

5 bk. Enâm, 6/120.<br />

6 bk. Nahl, 16/90.


80<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Namaz, mümini bütün şirk <strong>ve</strong> zulüm türleriyle mücadele<br />

etmeye çağırır. Bu anlamda tüm kötülüklerden, çirkefliklerden<br />

bir arınma çabasıdır. Namazla günahlar bir arada yaşamaz,<br />

yaşamaması gerekir. Çünkü namazın hedeflerinden biri,<br />

günahların eritilmesi, tüketilmesidir. Dolayısıyla namaz kılan<br />

bir müminin, Allah’ın razı olmadığı düşünce, duygu <strong>ve</strong> fiillerle<br />

beraber yaşaması anlaşılır bir durum değildir. Eğer yaşıyorsa, o<br />

mümin namazın anlam <strong>ve</strong> hikmetini kavrayamamış demektir.<br />

Demek ki, günahla namaz bir arada barınmaz. Dolayısıyla<br />

günahsız bir hayata giden yol namazdan geçer. Hayat boyu namaz,<br />

aslında hayat boyu içte dışta bütün çirkin <strong>ve</strong> utanç <strong>ve</strong>rici<br />

işlere, günah <strong>ve</strong> haddi aşmaya açılan bir savaştır.


Namazla Diriliş 81


Cemaate devam etmek, öncelikle kişiyi disiplinli<br />

yaşamaya sevkeder. Câmideki vaaz, hutbe<br />

<strong>ve</strong> dersleri dinlemek, dînî değerlere bağlılığı<br />

artırmaya imkân sağlar. Cemaatle namaza<br />

katılmak, diğer insanlarla aynı mekânda aynı işi<br />

yapmak demektir.


Cami <strong>ve</strong> Cemaatle Namaz<br />

Doç. Dr. Aynur URALER<br />

Marmara Üni<strong>ve</strong>rsitesi<br />

İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi<br />

Camilerin Mânevî Değeri<br />

Rahman <strong>ve</strong> Rahîm olan Allah Teâlâ’nın; Kâbe’yi kendi<br />

evi 1 olarak isimlendirmesi, mescidlerin kendine ait<br />

olduğunu bildirmesi, 2 <strong>cami</strong>lerin değerini göstermek için yeterlidir.<br />

Yine Allah Teâlâ’nın katında şehirlerin en faziletli, en<br />

sevgili yerlerinin mescidler olduğu hadisine 3 göre bir şehrin<br />

içindeki en kıymetli yerler mescidlerdir. Diğer yandan kişinin,<br />

<strong>cami</strong> ile ilgisinin imanına delil sayılması, <strong>cami</strong>lerin değerini<br />

gösteren bir başka delildir. Hz. Peygamber, “Bir kimsenin<br />

mescide alâkasını görürseniz, onun mümin olduğuna<br />

şehâdet edin.” buyurmuş sonra “Allah’ın mescidlerini ancak<br />

Allah’a <strong>ve</strong> âhiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan,<br />

zekâtı <strong>ve</strong>ren <strong>ve</strong> Allah’tan başkasından korkmayan kimseler<br />

imar ederler.” 4 ayetini okumuştur. 5 İman ile <strong>cami</strong> arasındaki<br />

bu bağ, <strong>cami</strong>leri Müslümanların hayatının önemli bir unsuru<br />

haline getirmiştir. Hz. Peygamber’in, şehir dışından gelince<br />

ilk önce mescide girip iki rekat namaz kılıp orada bir süre<br />

1 bk. Hac, 22/26.<br />

2 Cin, 72/18.<br />

3 Müslim, Mesâcid, 288.<br />

4 et-Tevbe, 9/18.<br />

5 Tirmizî, Tefsîru Sûre, 9.<br />

83


84<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

oturması <strong>ve</strong> bunu ashâbına da yaptırması 6 mescidin Müslümanın<br />

hayatının merkezinde yer alması gerektiğini göstermektedir.<br />

Camiye girildiği zaman tahiyyetu’l-mescid namazı<br />

ile <strong>cami</strong>nin selamlanması 7 da <strong>cami</strong>lere <strong>ve</strong>rilen önemin başka<br />

bir göstergesidir. Hz. Peygamber’in mescide girerken <strong>ve</strong> çıkarken<br />

dua etmesi 8 de aynı kapsamda değerlendirilebilir.<br />

Kâbe’nin hidâyet kaynağı olarak nitelenmesinden 9 hareketle<br />

Allah’ın evlerinden birinde toplanıp Kur’an-ı Kerim okuyan<br />

<strong>ve</strong> müzâkere edenlerin üzerlerine sekinetin inmesi, 10 mescidde<br />

oturup namazı beklemenin bile sevap sayılması 11 gibi<br />

hususların ifade edildiği pek çok hadis rivayeti, meclislerin<br />

değerini anlatmaktadır.<br />

Bununla beraber <strong>cami</strong>lerin/mescidlerin içinde üç mescidin<br />

mânevî değer açısından diğer mescidlerden farklı, özel durumu<br />

vardır. Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî <strong>ve</strong> Mescid-i Aksâ.<br />

Mescid-i Haram’ın içinde Müslümanların kıblesi Kâbe 12 yer almaktadır.<br />

Kur’an-ı Kerim’de, Allah’a ibâdet etmek üzere yapılan<br />

ilk mâbedin Kâbe olduğu bildirilmiştir. 13 Mescid-i Nebevî ise<br />

Peygamber Efendimizin inşa ettiği mesciddir. Hz. Peygamber<br />

tarafından Mescid’in içindeki bir kısmın cennet bahçelerinden<br />

bir bahçe olarak tanımlanması 14 <strong>ve</strong> Kur’an-ı Kerim’de geçen<br />

“takva üzerine kurulmuş olan mescid”den kastedilenin Mescid-i<br />

Nebevî olması 15 onu özel kılmaktadır. Mescid-i Aksâ ise<br />

6 Müslim, Musâfirîn, 73-74.<br />

7 Müslim, Musâfirîn, 69-70.<br />

8 İbn Mâce, Mesâcid, 13.<br />

9 Âl-i İmrân, 3/96.<br />

10 Müslim, Zikr, 38.<br />

11 Buhârî, Mevâkîtu’s-Salât, 25, 40.<br />

12 Bakara, 2/149-150.<br />

13 Âl-i İmrân, 3/96-97.<br />

14 Buhârî, Fedâilu’l-Medine, 12.<br />

15 Müslim, Hac, 514.


Cami <strong>ve</strong> Cemaatle Namaz 85<br />

Kâbe’den sonra inşa edilen ikinci mâbed olması 16 <strong>ve</strong> miractaki<br />

mevkii dolayısıyla özeldir. Bu mescidlerin Kur’an-ı Kerim’de<br />

zikredilmesi <strong>ve</strong> Hz. Peygamber tarafından ziyarete teşvik edilmesi<br />

17 de onların farklı konumlarını göstermektedir. Diğer <strong>cami</strong>lerin<br />

ise değer açısından birbirinden farkı yoktur.<br />

Camilerin değeri, onlara saygı gösterilmesini gerektirmektedir.<br />

Kur’an-ı Kerim’de bildirildiğine göre İslam nişânelerine<br />

saygı göstermek mecburidir <strong>ve</strong> bu davranış, kalplerin takvasını<br />

gösterir. 18 Cami de İslam’ın sembollerindendir. Naslarda <strong>cami</strong>lerin/mescidlerin<br />

merkezi olan Kâbe, saygıya lâyık ev 19 olarak<br />

nitelenmiş, kıble yönüne de saygı gösterilmesi istenmiştir. 20<br />

Binâenaleyh Kur’an-ı Kerim’de <strong>cami</strong>lerde Allah’ın adının anılmasını<br />

yasaklayanlar, <strong>cami</strong>leri tahrip edenler, Müslümanların<br />

<strong>cami</strong>lere girmesini engelleyenler yani <strong>cami</strong> karşıtı olanların cezasının<br />

çok ağır olduğu bildirilmiştir. 21<br />

Cemaatle Namaz<br />

İslam dini, Müslümanların cemaat halinde, birlik beraberlik<br />

içinde olmalarına büyük önem <strong>ve</strong>rir. “Hep birlikte Allah’ın<br />

ipine sımsıkı sarılın, parçalanmayın.” 22 ayeti başta olmak üzere<br />

pek çok ayet <strong>ve</strong> hadiste bölünmekten kaçınmak emredilmektedir.<br />

23 Naslar, bu birliğin de Kitab <strong>ve</strong> Sünnet’e uygun olmasını<br />

şart koşmakta, dine aykırı birşey üzerinde ittifak edilirse bu-<br />

16 Müslim, Mesâcid, 1.<br />

17 Müslim, Hac, 511.<br />

18 Hac, 22/32.<br />

19 Mâide, 3/97. Hatta Mescid için yola çıkmış olan kimseler hürmete lâyık<br />

görülmüş, Kur’an-ı Kerim’de “Rablerinin lutuf <strong>ve</strong> rızasını arayarak Beyt-i<br />

Haram’a yönelmiş kimselere saygısızlık etmeyin.” (el-Mâide, 5/2) buyurulmuştur.<br />

20 Hz. Peygamber, kıble yönüne doğru tuvalet ihtiyacının giderilmemesini<br />

istemiştir. İbn Mâce, Tahâret, 17.<br />

21 bk. Bakara, 2/114; el-Enfâl, 8/34; Hac, 22/25.<br />

22 Âl-i İmrân, 3/103.<br />

23 bk. Buhârî, Fiten, 11; Menâkıb, 25.


86<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

nun, dinin emrettiği cemaat sayılmayacağını ifade etmektedir. 24<br />

Bu çerçe<strong>ve</strong>de İslam dininde pekçok iş, cemaat olmak temeline<br />

dayandırılmıştır. Gündelik hayatla ilgili işlerin birlik içinde yapılması<br />

yanında bazı ibadetler de topluca icra olunmaktadır.<br />

Beş vakit namaz, cemaatle kılınması teşvik edilen ibadetlerden<br />

biridir. 25 Namaza çağrı demek olan ezanın Kur’an-ı Kerim’de<br />

yer alması, 26 “rukû edenlerle rukû edin” 27 emri <strong>ve</strong> Hz.<br />

Peygamber’in, öğle namazını kıldırdığında, cemaatin az olması<br />

üzerine “Namazlara <strong>ve</strong> orta namazına devam edin” 28 ayetinin<br />

nâzil olması, 29 namazı cemaatle kılmak gerektiğine delil<br />

olan ayetlerden birkaçıdır. Ayetlere göre Müslümanlar, ezan<br />

okunduğunda mescide gitmeli <strong>ve</strong> namazı cemaatle kılmalıdır.<br />

Sünnette, konuyla ilgili ayetler tam mânâsıyla uygulanmıştır.<br />

Hz. Peygamber’in, Medine’ye geldiğinde ilk işinin mescid inşa<br />

etmek olması, namazın cemaatle kılınmasının nasıl algılanıp<br />

uygulandığının göstergesidir. Hz. Peygamber, her zaman farz<br />

<strong>namazla</strong>rını mescidde cemaatle kılmıştır. Sünnete göre yerleşik<br />

durumda olanların farz <strong>namazla</strong>rını kılacakları tek yer mescidlerdir.<br />

Seferde -o dönemde mescid yoktur- Hz. Peygamber,<br />

konakladığı yerlerde farz namazı yine cemaatle kılmıştır. Cemaatle<br />

namazın nasıl kılınacağı, imamın, cemaatin dikkat etmesi<br />

24 bk. Şâtıbî, İ’tisâm, II, 452.<br />

25 Cemaatle namaz kılmak sadece beş vakit <strong>namazla</strong> sınırlı değildir. Başka<br />

<strong>namazla</strong>r da cemaatle kılınmaktadır. Cuma namazı (el-Cum’a, 62/9),<br />

bayram namazı (Buhârî, İydeyn, 16) cemaatle kılınan <strong>namazla</strong>rdır. Olağan<br />

dışı tabiat hâdiselerinde, meselâ güneş tutulduğunda Hz. Peygamber,<br />

“namaz toplayıcıdır (cemaatle namaza hazır olun)” diye nida ettirmiş<br />

<strong>ve</strong> cemaatle namaz kılınmıştır. (Buhârî, Kusûf, 1-3, 9, 19.) Yağmur duası<br />

da cemaatle yapılmış <strong>ve</strong> namaz kılınmıştır. (Buhârî, İstiskâ, 2, 18, 19.)<br />

Sürekli olmasa da o (s.a.s.), kaza namazını (Ebû Dâvûd, Salât, 11), nafile<br />

namazı cemaatle kılmıştır. (Dârimî, Salât, 61; Buhârî, Ezan, 161.)<br />

26 Mâide, 5/58.<br />

27 Bakara, 2/43.<br />

28 Bakara, 2/238.<br />

29 Ahmed b. Hanbel, Müsned V, 206. (Ahmed b. Muhammed b. Hanbel,<br />

Müsned, I-VI, Beyrut, ts.)


Cami <strong>ve</strong> Cemaatle Namaz 87<br />

gereken işler, davranışlar ile ilgili pekçok hadisin varlığı da bu<br />

tespiti doğrulamaktadır. 30<br />

Namazı cemaatle kılmayı teşvik eden birçok hadis bulunmaktadır.<br />

Meselâ; Allah Teâlâ’nın, mescidleri namaz <strong>ve</strong> zikir<br />

için mekân edinen Müslüman kimseden memnun olduğu haber<br />

<strong>ve</strong>rilmektedir. 31 Hatta O, kendi gölgesinden başka gölge<br />

olmayan kıyamet gününde yedi sınıf kişiyi kendi gölgesi altında<br />

barındıracaktır. Bunlardan biri de gönlü mescidlere bağlı olan<br />

kimsedir. 32 Bu kimsenin kalbi mescide sımsıkı bağlıdır. Namaz<br />

vakitlerinde mescidde hazır olur <strong>ve</strong> vaktinin çoğunu orada geçirir,<br />

cemaate devam eder. Mescid ile alakası <strong>ve</strong> muhabbeti olan<br />

bu kimse oradan çıksa bile yine sonraki namaz için dönmek<br />

niyetindedir. 33<br />

Namazı, <strong>cami</strong>de cemaatle kılmanın sevabının tek başına<br />

kılmaktan çok fazla olduğuna dair pekçok müjde bulunmaktadır.<br />

“Kişinin cemaatle kıldığı namaz, evinde <strong>ve</strong>ya çarşıda kıldığı<br />

namazdan yirmi beş (<strong>ve</strong>ya yirmi yedi) derece fazladır. Çünkü<br />

sizden biri abdeste niyet edip abdestini eksiksiz aldığı <strong>ve</strong><br />

namazdan başka bir kasdı olmaksızın mescide gittiği zaman<br />

mescide girinceye kadar attığı adımdan dolayı Allah, onu bir<br />

derece yükseltir <strong>ve</strong> onun bir günahını eksiltir. Mescide girince<br />

de mescidde kaldığı müddetçe hep namazda gibi olur. Namaz<br />

kıldığı yerden ayrılmadığı <strong>ve</strong> abdestli bulunduğu müddetçe<br />

melekler ‘Allah’ım onu bağışla, Allah’ım ona merhamet et’ diye<br />

dua ederler.” 34 Aynı şekilde namazdan sonra diğer namaz bek-<br />

30 Cemaatle namaz kılındığında muhakkak imama uyulmalı <strong>ve</strong> bir düzen,<br />

disiplin olmalıdır. Hz. Peygamber, safların aynı hizada olmasına özen<br />

göstermiş <strong>ve</strong> safları düzgün yapmanın, namazın gereği olduğunu belirtmiştir.<br />

bk. Buhârî, Ezan, 72, 74, 76.<br />

31 İbn Mâce, Mesâcid, 19.<br />

32 Buhârî, Ezan, 36.<br />

33 Ahmed Naîm, Tecrîd Tercemesi, II, 620.<br />

34 Buhârî, Salât, 87, Ezan, 30, 31, 36.


88<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

lenirse sevap daha da artar. 35 Hadislerde nefse zor gelebilecek<br />

iki namaza, sabah <strong>ve</strong> yatsı namazına gelenlerin, namaz için<br />

<strong>cami</strong>ye erken gelenlerin, ilk safta bulunanların bu gayretlerinin<br />

mükâfatı olduğu da bildirilmiştir. 36 Cemaatle namaz kılmaya<br />

niyetlenmek bile sevap almaya <strong>ve</strong>sile olmaktadır. Hadislere göre<br />

bir kimse, namaz maksadıyla yola çıkmışsa namazda gibidir. 37<br />

Cemaatle namaz kılmak için mescide gelse fakat namazı kılınmış<br />

bulsa bile cemaatle kılmış gibi sevap alır. 38<br />

Hz. Peygamber’in uygulamasına göre namazı cemaatle kılmaya<br />

hastalık <strong>ve</strong>ya tehlike dışında hiçbir şey engel olmamalıdır.<br />

Âmâ olan İbn Ümmü Mektûm, Hz. Peygamber’e haşarat <strong>ve</strong><br />

tehlikeli hayvanların varlığından bahsetmiş <strong>ve</strong> kendisini mescide<br />

götürecek kimse olmadığını (bu sebeple zarar görmekten<br />

endişe ettiğini) söyleyerek evde namaz kılıp kılamayacağını<br />

sorunca Hz. Peygamber, “ezanın ‘haydi namaza, haydi felaha’<br />

ifadelerini duyuyorsan namaza koş, ezana icabet et, sana ruhsat<br />

bulamıyorum” buyurmuş, 39 körlüğü bir engel saymamıştır. Bir<br />

başka hadiste “Kim müezzini işitir <strong>ve</strong> kendisini engelleyen bir<br />

özrü olmadığı halde cemaate gitmezse tek başına kıldığı namaz<br />

(kâmil bir namaz olarak) kabul edilmez.” buyurmuştur. Soru<br />

üzerine özrün, tehlike <strong>ve</strong> hastalık olduğunu söylemiştir. 40 Burada<br />

dikkat edilmesi gereken nokta, konunun namaz kılmayı terk<br />

değil, cemaati terk olmasıdır. Çünkü <strong>cami</strong>ye gitmeyip namazı<br />

başka yerde kılmakla cemaatle namazdan elde edilecek pekçok<br />

fazilet kaybedilmiş olur. 41 Hastalık cemaate katılmamak için bir<br />

mazeret olmakla beraber Hz. Peygamber, <strong>ve</strong>fat ettiği hastalığın-<br />

35 Müslim, Tahâret, 41.<br />

36 Buhârî, Ezan, 9, 36, 73.<br />

37 Müslim, Mesâcid, 152.<br />

38 Ebû Dâvûd, Salât, 51.<br />

39 Müslim, Mesâcid, 255.<br />

40 Ebû Dâvûd, Salât, 46.<br />

41 Davudoğlu, Müslim Tercemesi, III, 62. (Ahmed Davudoğlu, Sahîh-i Müslim<br />

Terceme <strong>ve</strong> Şerhi, I-XI, İstanbul, ts.)


Cami <strong>ve</strong> Cemaatle Namaz 89<br />

da iki kişinin arasında namaza gelmiştir. 42 Sahâbîler de hasta<br />

oldukları halde arkadaşlarından yardım alarak namaza gelmeye<br />

gayret ederlerdi. 43<br />

Namaz vaktinde işin olması cemaate katılmaya engel sayılmamıştır.<br />

Hz. Peygamber, evinde yemekte iken 44 <strong>ve</strong>ya işi<br />

varken namaza çağrıldığında hemen mescide giderdi. 45 “İmam<br />

olan kişi, namaz kıldırınca kısa <strong>ve</strong> hafif tutsun. Çünkü cemaatin<br />

içinde güçsüz, yaşlı <strong>ve</strong> iş sahibi olan vardır.” 46 hadisi zaten<br />

namazın işe mâni olmayacak şekilde kılınmasını, cemaatin<br />

durumuna dikkat edilmesi gerektiğini gösterir. Hadise göre<br />

yaşlılık, güçsüzlük de cemaate gelmeyi engelleyen sebeplerden<br />

değildir. Aynı şekilde yorgunluk namaza engel değildir. Hz.<br />

Peygamber, bir keresinde yatsı namazını gecenin yarısı oluncaya<br />

kadar geciktirmiş. Cemaatte kadınlar <strong>ve</strong> çocuklar varmış<br />

<strong>ve</strong> namazı beklerken uyuklamaya başlamışlar. Hz. Peygamber,<br />

namazı kıldırdıktan sonra “Sizlere bildiriyorum. Müjdeler olsun<br />

ki insanlar içinde sizden başka bu saatte namaz kılan hiç kimsenin<br />

bulunmaması Allah’ın size olan nimetlerinden biridir.”<br />

buyurmuş, 47 namazı tek başına kılıp yatmak yerine cemaati<br />

beklemenin faziletini haber <strong>ve</strong>rmiştir.<br />

Namaza katılmaya aile içindeki herhangi bir durum da engel<br />

olmamalıdır. Hasen Basrî isimli tâbiî âlimi, “Bir kimseyi,<br />

annesi şefkatinden dolayı cemaatle kılmak için yatsı namazına<br />

gitmekten alıkoyarsa o konuda ona itaat etmez.” 48 diyerek<br />

42 Buhârî, Ezan, 39.<br />

43 Müslim, Mesâcid, 257.<br />

44 Buhârî, Ezan, 43.<br />

45 Buhârî, Ezan, 44.<br />

46 Buhârî, Ezan, 61, 62.<br />

47 Buhârî, Mevâkîtu’s-Salât, 22. Hadisin râvisi, “O günlerde Medinelilerden<br />

başka kimse namaz kılmazdı” diyerek olayın gerçekleştiği zamanın İslam<br />

dininin çevreye yayılmadığı Medine döneminin başlangıcı olduğuna<br />

işaret etmiştir. bk. Buhârî, Ezan, 161, 162.<br />

48 Buhârî, Ezan, 29.


90<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

anneye itaat vacip olduğu halde namazı cemaatle kılmaktan<br />

vazgeçmemek gerektiğini belirtmiştir.<br />

Şartların zorluğu namazı cemaatle kılmaya engel teşkil etmemiştir.<br />

Kur’an-ı Kerim’de savaşta dahi cemaatle namaz kılmaktan<br />

vazgeçilmemesi emredilmiştir. 49 Yolculuk da namazı<br />

cemaatle kılmaya engel sayılmamaktadır. Hz. Peygamber’in<br />

ifadesine göre yolculuk esnasında birden fazla kişi olduğunda<br />

<strong>namazla</strong>r, muhakkak cemaatle kılınmalıdır. 50<br />

Camiye uzak bir yerde olmak, cemaate devam etmeye engel<br />

olmamalıdır. Hatta <strong>cami</strong>ye ne kadar çok adım atılırsa sevap da<br />

ona nispetle artmaktadır. 51 “Karanlıkta mescide gidenleri, kıyamet<br />

günü tam bir nura mazhar olacaklarını müjdele.” 52 hadisi<br />

de cemaatle namaz için gayret göstermenin karşılıksız kalmayacağına<br />

işaret eder.<br />

Beş vakit namazı cemaatle kılmanın üzerinde bu kadar durulmasının<br />

önemli gerekçeleri vardır. Bunlardan bazıları, cemaatin<br />

dini muhafaza edeceği, hidâyete götüreceği, cemaatten<br />

uzak kalındığında ise gaflete, dalâlete, ayrılığa düşüleceğidir.<br />

Hz. Peygamber, “Ya bazı kimseler, cemaate gelmemekten vazgeçerler<br />

ya da Allah onların kalplerini mühürler. Sonra onlar<br />

gafillerden olurlar.” 53 buyurarak cemaate katılmama sonucunda<br />

oluşacak neticelerden birini bildirmiştir. Abdullah b. Mes’ûd da<br />

meselenin önemini şöyle izah etmiştir: “Kim Müslüman olarak<br />

Allah’a kavuşmak isterse beş vakit namazını, ezan okunan<br />

yerde (<strong>cami</strong>de) kılsın. Resûlullah (s.a.s.), bize sünen-i hüdâyı<br />

(hidâyetin kendisi olan yolu) öğretti. Ezan okunan mescidde<br />

namaz kılmak sünen-i hüdâdandır. Allah, Peygamberinize<br />

(s.a.s.), hidayet sünnetlerini bildirmiştir. Yemin ederim ki kim<br />

49 Nisâ, 4/102.<br />

50 Buhârî, Ezan, 18; 35.<br />

51 Buhârî, Ezan, 33.<br />

52 Ebû Dâvûd, Salât, 49.<br />

53 İbn Mâce, Mesâcid, 17.


Cami <strong>ve</strong> Cemaatle Namaz 91<br />

namazı evinde kılarsa Nebinizin (s.a.s.) sünnetini terketmiş<br />

olur. Peygamber’in sünnetini terkederseniz dalâlete düşmüş<br />

olursunuz. Ben bizi biliyorum, aramızda münafık olduğu bilinenlerden<br />

başka hiç kimse cemaatten geri kalmazdı. Vallahi<br />

ben, safa girinceye kadar iki kişiye tutunarak mescide getirilenleri<br />

bilirim.” 54<br />

Hz. Peygamber’in, önemli bir mazereti olmadığı halde cemaatle<br />

namaza katılmayanları şiddetle kınadığı, tepki gösterdiği<br />

şu olay da namazı cemaatle kılmanın önemini <strong>ve</strong> gereğini<br />

göstermektedir. “Hz. Peygamber, yatsıyı gecenin üçte birine<br />

<strong>ve</strong>ya ona yaklaşık bir zamana kadar geciktirdi, mescide geldiğinde<br />

insanların yorgun <strong>ve</strong> halkalar halinde dağınık bir şekilde<br />

oturduklarını, hatta bazı kimselerin bulunmadığını gördü. Hz.<br />

Peygamber, Ebû Hüreyre’nin ifadesine göre onun daha önce<br />

görmediği kadar kızmış <strong>ve</strong> şöyle buyurmuş: “Yemin olsun ki<br />

onlardan biri iyi bir kemik parçası <strong>ve</strong> iyi iki paça bulacağını bilse<br />

yatsıda bulunurdu, onlar namazdan geri kalıyorlar, halbuki<br />

namazda olanı bilselerdi emekleyerek de olsa gelirlerdi. Muhammed’in<br />

canı elinde olan Allah’a yemin olsun, içimden öyle<br />

geçti ki gençlerime, benim için odun kümeleri hazırlamalarını<br />

emredeyim, sonra namazı emredeyim, ezan okunsun sonra namaza<br />

durulsun. Bir kimseye emredeyim insanlara namaz kıldırsın<br />

<strong>ve</strong> ben de dönüp gideyim, bizimle beraber namaz kılmayıp<br />

bu namazdan geri kalanların evlerini araştırayım <strong>ve</strong> evlerini<br />

üzerlerine ateşle tutuşturayım.” 55 Hz. Peygamber, içinden böyle<br />

geçtiğini ifade etmiş, ancak temennisini uygulamamıştır. Onun<br />

(s.a.s.), genel üslûbunun dışında böyle tepki göstermesi, konunun<br />

önemini, ciddiyetini göstermektedir. Binâenaleyh ayetler<br />

<strong>ve</strong> bu hadis başta olmak üzere diğer hadisler de delil gösteri-<br />

54 Müslim, Mesâcid, 256-257. Sünen-i hüda; dini tekmil için devam üzere<br />

ibadet olarak yapılan sünnetlerdir. Ezan <strong>ve</strong> cemaatle namaz gibi. bk.<br />

Davudoğlu, Müslim Tercemesi, III, 681.<br />

55 Muvatta, Salâtu’l-Cemâa, 3.


92<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

lerek erkekler için cemaatle namazın farz olup olmadığı, tek<br />

başına kılınan farz namazın sahîhliği tetkik edilmiştir. 56<br />

Kadınların Namazı Cemaatle Kılması<br />

Hz. Peygamber’in, hanımların eğitimi ile meşgul olduğu<br />

bilinen bir husustur. 57 Hanımlar, mescidin ibadet <strong>ve</strong> eğitim-öğretim<br />

gibi önemli işlevlerinden faydalanmışlar, namaz vaktinde<br />

<strong>ve</strong> namaz vaktinin dışında da ibadet <strong>ve</strong>ya başka faaliyetlerde<br />

bulunmak için mescidde bulunmuşlardır. 58 Mescide devam<br />

ederek Hz. Peygamber’in hutbelerini, vaazlarını dinlemişler,<br />

onun (s.a.s.) diğer sünnetlerinden istifade etmişler, mescide<br />

gelme imkânı bulamayan diğer hanımlara <strong>ve</strong> aile fertlerine,<br />

çocuklarına öğrendiklerini aktarmışlardır.<br />

Kadınların namazı cemaatle kılmalarına gelince konu ile<br />

ilgili hadisler, onların cemaatle namaza katılmalarını teşvik niteliğinde<br />

olup beş vakit namazı cemaatle kılmayı <strong>ve</strong> Cuma namazını<br />

kılmayı zorunlu kılmamaktadır. 59 Nitekim bütün hanım<br />

sahâbîlerin beş vakit namazı sürekli olarak mescidde kıldıklarına<br />

dair bir bilgi bulunmamaktadır.<br />

Cemaat arasında kadınlar <strong>ve</strong> çocuklar bulunduğunda Hz.<br />

Peygamber’in tutumuna baktığımızda onun (s.a.s.) konuya<br />

yaklaşımı daha iyi anlaşılır Bir namazdan sonra şöyle buyurmuştur:<br />

“Ben namaza (kıraatı) uzatmak niyetiyle dururum da<br />

bir çocuğun ağladığını duyunca, annesine sıkıntı <strong>ve</strong>rmeyeyim<br />

diye namazımı kısa keserim.” 60 Görüldüğü üzere Hz. Peygamber,<br />

kadınların <strong>ve</strong> çocukların mescide gelmesini engellemek bir<br />

yana namazı daha kısa sürede kıldırmıştır. Onun (s.a.s.) mü-<br />

56 Bk. İbn Kudâme, Muğnî, II, 3.<br />

57 Hz. Peygamber, sahâbî hamımların isteği üzere bir gün belirleyerek onlara<br />

ayrıca vaaz etmiştir. Buhârî, İlim, 36.<br />

58 Tirmizî, İsti’zân, 9.<br />

59 “Kadın, çocuk <strong>ve</strong> hasta dışındaki bütün Müslümanların Cuma namazını<br />

kılmaları farzdır” (Ebû Dâvûd, Salât, 208) hadisi burada zikredilebilir.<br />

60 Buhârî, Ezân, 61, 65.


Cami <strong>ve</strong> Cemaatle Namaz 93<br />

samahakâr tutumu neticesinde kadınların, çocuklarını da yatsı<br />

namazına getirdikleri oluyordu. 61 Bir başka hadiste Hz. Peygamber’in<br />

namazda olağan dışı bir durum meydana gelirse <strong>ve</strong>ya<br />

imam yanılırsa imamı ikaz etmek için kadınların el çırparak<br />

imamı ikaz etmelerini bildirmesi, 62 kadınların cemaatle namaza<br />

katılmalarının tabiî bir durum olarak görüldüğünün belirtisidir.<br />

Ayrıca Resûlulullah (s.a.s.), erkeklerden hanımlarının mescide<br />

gitmelerini engellememelerini istemiş <strong>ve</strong> “Allah’ın hanım kullarını,<br />

Allah’ın mescidlerinden men etmeyiniz.” buyurmuştur. 63<br />

Bu zemine uygun olarak Hz. Peygamber’in zamanında<br />

kadınlar, mümkün oldukça mescide gelip namaz kılıyorlardı.<br />

Cemaatle kılınan farz <strong>namazla</strong>ra, 64 cuma 65 <strong>ve</strong> bayram <strong>namazla</strong>rına<br />

66 da iştirak ediyorlardı. Ancak Hz. Peygamber, mescide<br />

gelen hanımların bazı konulara dikkat etmesini istemiş, “Allah’ın<br />

hanım kullarını Allah’ın mescidlerinden men etmeyiniz.<br />

Ancak onlar süslenmemiş <strong>ve</strong> koku sürünmemiş olarak mescide<br />

gelsinler.” buyurmuştur. 67 Hanımların mescide gelip namaz kılmaları<br />

<strong>ve</strong>ya diğer faaliyetlerden istifade etmeleri teşvik edilirken<br />

diğer yandan “Hanımların mescide gitmelerini engellemeyin,<br />

evlerinde kılmaları ise onlar için daha hayırlıdır.” 68 hadisi de<br />

bulunmaktadır. Bu ifadeden anlaşıldığına göre kişiden <strong>ve</strong>ya<br />

çevreden kaynaklanan şartlar müsait olmadığında kadınların<br />

şartları zorlayıp cemaate katılmaları gerekmemektedir. Zira kadınların<br />

<strong>namazla</strong>rı cemaatle kılmaları zorunlu değildir.<br />

61 Müslim, Mesâcid, 218.<br />

62 Buhârî, Ezân, 48,<br />

63 Buhârî, Cum’a, 13.<br />

64 Hanımların gündüz kılnan <strong>namazla</strong>rdan ayrı olarak sabah (Buhârî,<br />

Salât, 13) <strong>ve</strong> yatsı <strong>namazla</strong>rına (Buhârî, Ezan, 162) da katıldıkları<br />

nakledilmiştir.<br />

65 İbn Hibbân, Sahîh, IV; 27 (Muhammed b. Hibbân el-Bustî, Sahîh, I-X-<br />

VIII, Beyrut, 1414.)<br />

66 Buhârî, Salât, 2.<br />

67 Ebû Dâvûd, Salât, 52.<br />

68 Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 78.


94<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Netice itibariyle Ebu’d-Derdâ isimli sahâbînin de ifade ettiği<br />

gibi “Cemaatle namaz, Resûlullah (s.a.s.)’ın işlerinden idi.” 69 Bu<br />

önemli ibadetin -özellikle hakkı <strong>ve</strong>rilerek, şuurlu bir şekilde<br />

eda edilmeye çalışıldığında- psikolojik <strong>ve</strong> sosyolojik pekçok<br />

faydasının olduğu şüphesizdir <strong>ve</strong> başlı başına inceleme konusudur.<br />

Bununla beraber şu noktalara işaret etmek mümkündür.<br />

Cemaate devam etmek, öncelikle kişiyi disiplinli yaşamaya<br />

sevkeder. Camideki vaaz, hutbe <strong>ve</strong> dersleri dinlemek, dînî<br />

değerlere bağlılığı artırmaya imkân sağlar. Cemaatle namaza<br />

katılmak, diğer insanlarla aynı mekânda aynı işi yapmak demektir.<br />

Bu birlik <strong>ve</strong> beraberlik, kişi için hayata anlam katan,<br />

amaç kazandıran etkenlerden biridir. Ayrıca cemaate devam,<br />

kişinin diğer insanlarla ilişkilerini düzene sokar, aynı inancı<br />

taşıyan kimselerle kaynaşmasına <strong>ve</strong>sile olur. Beş vakit <strong>cami</strong>ye<br />

giden kimse, kendini bir cemaatin mensubu olarak gördüğünden,<br />

yalnızlık hissinden kurtulur <strong>ve</strong> cemaatle dayanışma içinde<br />

olması ona gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong>rir. Cemaatle namaz, bencilliği engellemekte<br />

de önemli bir etkendir.<br />

Diğer yandan cemaatle namaz, hedefsiz kitlenin, bilinçli<br />

topluluk haline dönüşmesine yardımcı olur. Çünkü insanlar,<br />

aynı amaç etrafında toplanmışlardır. Birliğe ulaşmada en etkili<br />

vasıta namazdır. Cemaat olmak, <strong>cami</strong>de biraraya gelmek<br />

toplumdaki farklılıkları giderir. Günde beş vakit <strong>cami</strong>de bir<br />

araya gelen kimselerin renk, dil, mevki, ekonomik <strong>ve</strong> siyasî görüş<br />

farkı bir sorun oluşturmayacaktır. Ayrıca toplumda olması<br />

istenen pekçok özellik namaz sayesinde oluşur. Müslümanın<br />

ilk toplum terbiyesi cemaatle namaz kılmakla başlar. Namazı<br />

cemaatle kılmakla sosyalleşme arasında apaçık bir ilgi vardır.<br />

Cemaatle namaz, özellikle çocuklar <strong>ve</strong> gençler için dini öğrenmeye<br />

<strong>ve</strong>siledir. Bu yolla, İslam idrâk edilmektedir. Cemaatten<br />

ayrılmak ise İslam dışı olan akımlara kapılmayı kolaylaştırır, fitneye<br />

<strong>ve</strong> bölünmeye kapı açar. İslam’la bağdaşmayan anlayış <strong>ve</strong><br />

69 Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 443.


Cami <strong>ve</strong> Cemaatle Namaz 95<br />

davranışların, evlerin içine doluştuğu günümüzde Müslümanlar<br />

tek başlarına kalmamalı <strong>ve</strong> diğer Müslümanlarla bağlantı içinde<br />

olmalıdır.<br />

Bu çerçe<strong>ve</strong>de sorumlu kişilerin, <strong>cami</strong>lere özellikle gençlerin<br />

gelmesini sağlamak için çalışmalarını çoğaltmasına ihtiyaç vardır.<br />

Camilerin maddî imarına gösterilen özen, cemaatle namaza<br />

teşvikte de gösterilmelidir.


Namaz, “Ben neyim, nasılım, nasıl olmalıyım,<br />

neler yapmalıyım?” gibi sorulara cevap<br />

ararken ona kendini <strong>ve</strong> hayatı tanıtmada,<br />

sorumluluklarının farkına varmasını sağlamada<br />

olumlu bir bakış <strong>ve</strong> bilinç kazandırır.


Namaz Psikolojisi<br />

Prof. Dr. Hüseyin PEKER<br />

19 Mayıs Üni<strong>ve</strong>rsitesi<br />

İlahiyat Fakültesi Dekanı<br />

Namaz çok farklı yönleri, farklı boyutları olan bir<br />

ibadettir. Namaz şekilsel, zihinsel <strong>ve</strong> duygusal boyutlarıyla<br />

bir bütündür. Namazda belli hareketlerin yapılması<br />

gerekir. Belli ayetlerin <strong>ve</strong> duaların okunması gerekir.<br />

Ve yine namaz kılan kişinin ne yaptığının, ne okuduğunun<br />

bilincinde olması 1 <strong>ve</strong> haz duyarak namaz kılması gerekir.<br />

İstemeyerek ya da Allah rızasının dışında başka amaçlarla<br />

namaz kılanın namazı makbul olmadığı gibi ahirette cezalandırılacağı<br />

da Kur’an’da vurgulanır. 2<br />

Namazın insanın bütün psikolojik mekanizmaları üzerinde<br />

etkisi vardır. Namazın şeklî yönünün de, namazda okunan ayet<br />

<strong>ve</strong> duaların bireyde oluşturduğu zihinsel <strong>ve</strong> duygusal atmosferin<br />

de <strong>ve</strong> namazın etkisiyle bireyin tutum <strong>ve</strong> davranışlarında,<br />

tüm kişiliğinde meydana gelen değişimlerin de psikolojik analizi<br />

son derece önemlidir. İşte biz burada kısaca böyle bir analizi<br />

yapmaya çalışacağız.<br />

Namazın Şekli Yönü<br />

Namaz kılmaya başlamadan önce namaz için hazırlık yapılır.<br />

Kişinin abdesti yoksa ilk olarak abdest alır. Abdest sırasında<br />

1 Nisa, 4/43.<br />

2 Mâ’ûn, 67/4-7.<br />

97


98<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

bir taraftan bedenen temizlenirken diğer taraftan da Allah’ın<br />

kendisini bağışlaması, koruması, kötü olandan, yanlış olandan<br />

alıkoyması, iyi olana yöneltmesi için dua eder. Böylece Allah’ın<br />

huzuruna hem bedenen hem de zihnen temizlenmiş <strong>ve</strong> arınmış<br />

olarak çıkmanın hazırlığını yapar. 3<br />

Daha sonra örtünmesi gerekli olan yerleri temiz bir elbise<br />

ile örter <strong>ve</strong> Kâbe’ye yönelerek namaz kılmaya niyet eder.<br />

Kâbe’ye yönelmek namazın şartlarından biridir, Allah’ın bir<br />

emridir. 4 Kâbe Allah’a ibadet için yapılan ilk mabettir. 5 Allah’a<br />

kulluğun, Allah’a yönelişin sembolüdür. Müslüman böyle bir<br />

zihni atmosferle yüzünü, yönünü Kâbe’ye çevirir <strong>ve</strong> namaz kılmaya<br />

niyet ettiğini sözlü olarak da ifade ederek ellerini kaldırır<br />

“Allahu Ekber: En büyük Allah’tır” der <strong>ve</strong> namaza başlar. Bir<br />

davranışın amacını, değerini tayin eden niyet olduğu için niyetsiz<br />

namaz olmaz.<br />

Müslüman böylece beden, zihin <strong>ve</strong> kalp bütünleşmesi ile<br />

dünyaya ait her şeyi ellerinin tersiyle arkaya iter <strong>ve</strong> Allah’a olan<br />

teslimiyetini, O’na karşı olan saygısını duruşuna <strong>ve</strong> bedenine<br />

yansıtır. Tevazu ile başını öne eğer, ellerini kavuşturur, Allah’ın<br />

huzurunda bulunduğunun bilinci ile namazın bütün hareketlerini<br />

itina ile, saygıyla yapmaya çalışır.<br />

Namazda şekli unsurların her birinin ayrı ayrı anlamları<br />

vardır. Ayakta durma (kıyam), Allah’ın huzurunda saygıyla<br />

durmayı; öne eğilme (rukü), Allah’a gösterilen saygının ileri<br />

aşamasını; alnı yere koyma (secde) ise, saygının son noktasını<br />

işaret etmektedir. Bu hareketleri yaparken birey hareketlere<br />

uygun sözel ifadelerde de bulunarak “Sübhane Rabbiye’l Azîm:<br />

Ulu Rabbim! Her şeyden üstün olan Sensin; Sübhane Rabbiye’l<br />

A’lâ: Yüce Rabbim! Her şeyden üstün olan sensin.” Kavramlarını<br />

3 Hüseyin Peker, Namaz Psikolojisi, Türkiye Diyanet Vakfı yayınları, 4.<br />

Baskı, Ankara 2014, s. 27.<br />

4 Bakara, 2/144, 149-150.<br />

5 Âl-i İmran, 3/96.


Namaz Psikolojisi 99<br />

tekrar eder <strong>ve</strong> böylece tüm benliğiyle teslimiyetini <strong>ve</strong> saygısını<br />

Allah’a arz eder.<br />

Namazdaki hareketlerin <strong>ve</strong> söylenilen sözlerin anlamları<br />

zihne iyice yerleştirilerek bireyin hayat sürecindeki kılavuzu<br />

olması asıl amaçtır. Allah’ın namazda en çok tekrar ettirdiği (2<br />

rekâtta 11 kez) “Allah’u Ekber: En büyük Allah’tır” sözü, bu<br />

ifadeyi bireyin içselleştirerek bütün davranışlarına, hayatına<br />

hakim kılması, dünyevi ilişkilerinde Allah’tan başka hiçbir ilaha<br />

göre hareket etmemeyi prensip edinmesi içindir.<br />

Namazın Zihinsel Yönü<br />

Akıl yürütme, düşünme <strong>ve</strong> muhakeme etme, insanı diğer<br />

canlılardan ayıran en önemli özelliktir. Namaz insana kendisini,<br />

yaptıklarını <strong>ve</strong> yapamadıklarını, Allah’a <strong>ve</strong> diğer insanlara karşı<br />

sorumluluklarını, ölümü <strong>ve</strong> ölüm sonrasını, kısaca bütün hayatı,<br />

hayatın anlamını düşündürür <strong>ve</strong> onu fizik alanından fizik<br />

ötesi alana kadar götürür.<br />

Allah’a inanan insanın Allah’ın buyruklarını hangi oranda<br />

yerine getirdiğini düşünmesinde namaz önemli bir etkendir.<br />

Günün değişik zamanlarında kılınan namaz insana bu fırsatı<br />

<strong>ve</strong> imkânı <strong>ve</strong>rir. Çünkü namaz ona Allah’ı, ahireti, Allah’ın<br />

buyruklarını <strong>ve</strong> bu buyrukları uygulama noktasında kendi<br />

durumunu hatırlatır. Onu hem ferahlatır hem de uyarır. Onu<br />

kendini kritik etmeye, sorgulamaya hazırlar. Birey davranışlarını,<br />

tutumlarını, eylemlerini düşünüp değerlendirir. İnancıyla<br />

davranışları arasındaki uyumsuzlukları, çelişkileri, çatışmaları<br />

görür <strong>ve</strong> davranışlarını Allah inancı doğrultusunda yeniden<br />

dizayn etmesi gerektiğini daha kuv<strong>ve</strong>tle benimser. 6<br />

Namazda zihin olumsuz düşüncelerden uzaklaşır <strong>ve</strong> dikkat<br />

olumluya, güzel olana çevrilir. Güzel şeyler düşünülür. Güzel<br />

olanı, iyi <strong>ve</strong> yararlı olanı düşünme <strong>ve</strong> bunların gerçekleşmesini<br />

6 Peker, Namaz Psikolojisi, s. 37-38.


100<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

arzu etme, namazdan sonra da devam eden bir süreçtir. Namazdaki<br />

bu olumlu atmosfer, kuşkusuz namazdan sonra da<br />

bireyin zihin dünyasındaki etkisini sürdürür.<br />

Bireyin kendisini <strong>ve</strong> diğer insanları değerli bir varlık olarak<br />

algılamasında da namazın önemli etkisi vardır. Namaz ibadetinin<br />

bireyi Allah katında değerli kılacağı inancı, onu kendisine<br />

de diğer insanlara <strong>ve</strong> varlıklara da olumlu gözle bakmaya<br />

iter. Pozitif bir yapı kazanır. Hayatın anlamını daha iyi kavrar.<br />

İsyankâr bir tutum takınmaz. “Hayata bakışımız, kendimize<br />

<strong>ve</strong>rdiğimiz önem <strong>ve</strong> değer, bir bütün olarak ruh <strong>ve</strong> beden sağlığımızı<br />

da etkiler.” 7<br />

Namaz kılmakla Allah’ın emirlerinden birini yerine getirdiği,<br />

Allah’la barışık olduğu bilinci bireyin ölüm sonrası hayatla<br />

ilgili kaygısını <strong>ve</strong> korkusunu azaltır.<br />

Namazın Duygusal Yönü<br />

İnsan hayatının her anında mutlaka birden çok duygu yer<br />

alır. Kalp duyguların merkezi olarak kabul edilir. İnsanın inanç,<br />

ibadet <strong>ve</strong> diğer davranışları hem zihinle hem de kalple bağlantılıdır.<br />

Ancak bazı kişilerde zihinsel boyut, bazılarında da duygusal<br />

boyut ağırlık kazanabilir, daha yoğun, daha etkin olabilir.<br />

Namazda sevgi <strong>ve</strong> saygı duygularıyla beraber korku duygusu<br />

da etkin olarak bulunur. Ancak buradaki korku sevgi <strong>ve</strong><br />

saygıya dayalı, Allah’ın sevgisini <strong>ve</strong> rızasını kaybetme endişesinin<br />

doğurduğu korkudur. Nasıl ki insan çok sevdiği bir kişiye<br />

kendini sevdirebilmek için onun istediği şeyleri en üst düzeyde<br />

yerine getirmeye çalışırsa, Allah’a inanan <strong>ve</strong> en çok O’nu se<strong>ve</strong>n<br />

mümin de, Allah’ın isteklerinden biri olan namazı, kendini Allah’a<br />

sevdirebilmek <strong>ve</strong> O’nun rızasını kazanabilmek için içten<br />

gelerek, istekle kılar. Yani Kur’an’da vurgulandığı gibi huşû<br />

7 Öznur Özdoğan, Kanser Tedavisine Manevi <strong>ve</strong> Psikolojik Yaklaşım, Kansere<br />

Çözüm Var, Hayykitap, İstanbul 2011, s. 364.


Namaz Psikolojisi 101<br />

içinde kılar. 8 Namaz kıldığı, Allah’ın buyruğunu yerine getirdiği<br />

için sevinir, rahatlar, ferahlık duyar. Çeşitli nedenlerle namaz<br />

kılamadığı zaman ise, Allah’ın isteğini yerine getirememenin<br />

üzüntüsünü <strong>ve</strong> korkusunu yaşar. Bu üzüntü <strong>ve</strong> korku hem Allah’ın<br />

rızasını kaybetme hem de ahirette mükâfattan mahrum<br />

olma <strong>ve</strong> ceza görme endişesine bağlı olarak ortaya çıkar.<br />

Namaz benlik duygularının şekillenmesinde <strong>ve</strong> dengeli bir<br />

özellik kazanmasında, dinî <strong>ve</strong> sosyal duyguların güçlenmesinde<br />

önemli bir fonksiyona sahiptir. Şöyle ki, namaz üstünlük<br />

<strong>ve</strong> aşağılık duygularını önlemede <strong>ve</strong> kontrol altında tutmada<br />

bireye katkı sağlar. Namazda birey alnını yere koymakta<br />

<strong>ve</strong> Allah’ın yüceliğini vurgulayarak O’nun karşısında güçsüz<br />

olduğunu gerek ifadeleriyle gerekse hareketleriyle dile getirmektedir.<br />

Namazdan sonra yaptığı dualarda, kendisinin birçok<br />

konuda aciz, güçsüz olduğunu belirtmekte <strong>ve</strong> problemlerinin<br />

çözümü, sıkıntılarının giderilmesi için Allah’ın yardımını talep<br />

etmekte <strong>ve</strong> böylece kendi gücünün ne kadar sınırlı olduğunu<br />

fark etmektedir. Böyle bir bilinçle namaz kılan birey kuşkusuz<br />

kendini üstün göremez, kibirli davranışlarda bulunamaz.<br />

Aynı şekilde <strong>cami</strong>de zengin, fakir, amir, memur, işçi, iş<strong>ve</strong>ren,<br />

öğretmen, öğrenci toplumun her kesiminden insanın aynı<br />

safta, omuz omuza namaz kılması, bireyde Allah’ın huzurunda<br />

herkesin eşit olduğu algısını oluşturur <strong>ve</strong> onu aşağılık duygusuna<br />

kapılmaktan alıkor. Böyle mümin <strong>namazla</strong> aşağılık duygusunu<br />

da üstünlük duygusunu da atar, bu ikisinin ortasında<br />

yer alan mütevazı bir özellik kazanır.<br />

Yine namaz insanı var edenin, sahip olduğu her şeyi ona<br />

<strong>ve</strong>renin Allah olduğu bilincini sürekli canlı tutmanın bir aracıdır.<br />

Bu bilinçle hareket eden insan ise Allah’a çokça şükreder,<br />

nankörlük etmez, hayata karşı olumlu duygular besler.<br />

8 Mü’minûn, 23/1-2.


102<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Namaz insanın günahkârlık <strong>ve</strong> suçluluk duygusuna kapılmasını<br />

da önler. Mümin bir taraftan namaz sırasında okuduğu<br />

ayet <strong>ve</strong> dualarla, diğer taraftan namazdan sonra yaptığı tövbe<br />

<strong>ve</strong> bağışlanma dilekleriyle Allah’a yönelen <strong>ve</strong> O’nun kendisini<br />

bağışlayacağına inanan kişidir. İşte Mümin böyle bir ümit içerisinde<br />

namazını kılar <strong>ve</strong> asla günahkârlık <strong>ve</strong> suçluluk duygusuna<br />

kapılmaz.<br />

Namazın merhamet duygusuyla da çok yakın ilişkisi vardır.<br />

Namaz merhamet duygusunu canlı tutar. İnsanın günlük hayat<br />

sürecinde karşılaştığı olaylar, çevresinde <strong>ve</strong> dünyada olup<br />

bitenler onun zaman zaman kızgınlık <strong>ve</strong> nefret gibi olumsuz<br />

duygularını harekete geçirir. Sevgi <strong>ve</strong> merhamet duygusunu<br />

baskılar. İşte bu sırada hemen kısa aralıklarla kılınan namaz<br />

devreye girer. Merhamet ön plana geçer. Mümin Allah’a yönelir,<br />

kızgınlığı gider. Gerek besmelede gerekse Fatiha’da okuduğu<br />

Rahman <strong>ve</strong> Rahim kelimelerinin rahmet <strong>ve</strong> merhameti vurgulayan<br />

anlamları onu merhametli olmaya iter. 9<br />

Namazın Davranışla İlgili Yönü<br />

İnsanın inanç, düşünce, duygu <strong>ve</strong> davranışları arasında bir<br />

bağlantı vardır. Mümin Allah’a inandıktan sonra, bu inanca<br />

bağlı değerler sistemi içinde kendini disipline ederek kabul ettiği<br />

değerlere göre davranışlarını düzenlemeye çalışır. İnancının<br />

etkisiyle Allah’a ibadet ederken nasıl dinî bir emre uyuyorsa,<br />

aynı şekilde dinin yasaklarından kaçınmaya, dinî normlara<br />

uygun davranışlar göstermeye gayret eder. 10 Allah’ın huzuruna,<br />

güzel şeyler yaparak, O’nun istediği tutum <strong>ve</strong> davranışları<br />

sergileyerek çıkmanın önemli olduğu inancı insanı güzel olanı<br />

yapmaya yöneltir. Kötü bir şey yapmış olsa da onun üzüntüsünü<br />

yaşar, pişmanlık duyarak tövbe eder, ondan vazgeçer <strong>ve</strong><br />

yine iyiye, güzele yönelir.<br />

9 Peker, Namaz Psikolojisi, s. 66<br />

10 Hüseyin Peker, Din Psikolojisi, Çamlıca Yayınları, İstanbul 2014, s. 118.


Namaz Psikolojisi 103<br />

Böylece dürüst olan, iyilik yapan, yardımse<strong>ve</strong>r, fedakâr<br />

olan, hakka, hukuka riayet eden, kendini üstün görmeyen,<br />

kaba <strong>ve</strong> kırıcı olmayan, ben değil biz şuuru içinde hareket<br />

eden, kendisi için istediğini diğer insanlar için de isteyen bir<br />

birey haline gelir. Hata <strong>ve</strong> yanlış yapsa da, inancıyla yanlış davranışı<br />

arasındaki çelişkiyi fark eder <strong>ve</strong> inancı onu yine doğru<br />

olana yöneltir. İnsanın hayat yolculuğunda, yapısındaki olumsuza,<br />

kötüye dönük eğilimlerin <strong>ve</strong> çevresindeki şeytani (kötüye<br />

yönelten) faktörlerin etkisinde kalmadan doğru olan rotada yoluna<br />

devam edebilmesi için, ona yolunu gösteren dinî esaslar <strong>ve</strong><br />

namaz bir pusuladır. 11 Rotasını şaşırdığında ona hemen rotayı<br />

hatırlatır. Bu nedenledir ki Allah, “Namaz her türlü edepsizlikten<br />

<strong>ve</strong> kötülükten alıkor.” buyurmuştur. 12<br />

Burada bir hususa özellikle değinmek gerekmektedir. O da<br />

namaz kıldıkları halde bazı kişilerin haksızlık yapmaları, hak<br />

yemeleri, olumsuz davranışlarda bulunmaları, bazı namaz kılmayanlarca<br />

haklı olarak eleştirilmekte, ancak namaz kılmama<br />

gerekçelerinden biri olarak sunulabilmektedir. “… Şahıs namaz<br />

kılıyor da ne oluyor? Şunları şunları yapmadı mı? Böyle yapan<br />

birçok namaz kılan kişi yok mu?” şeklindeki eleştiriler bir tür<br />

savunma mekanizması olarak kullanılabilmektedir. Elbette namaz<br />

kıldıkları halde İslam’ın istemediği, yasakladığı davranışları<br />

yapmaya devam edenler, namazı içselleştirememiş, kişisel<br />

çıkarlarını aşamamış, yanlış din algılamasına sahip olanlardır.<br />

Yoksa samimi bir inançla namaz kılan insan, duygu, düşünce<br />

<strong>ve</strong> davranışlarını, Allah’ın emir <strong>ve</strong> yasakları doğrultusunda düzenlemeye<br />

çalışır <strong>ve</strong> böylece kötü olana yönelmez, kötülüklerden<br />

arınır, temizlenir <strong>ve</strong> güzelleşir.<br />

11 Nevzat Tarhan, İnanç Psikolojisi, Timaş Yayınları, İstanbul 2009, s. 44.<br />

12 Ankebût, 29/45.


104<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Namazın Kişilikle İlgili Yönü<br />

İnsanın belirgin birtakım kişilik özellikleri vardır ki bunlar<br />

daha çok onun ahlaki yönünü, karakterini oluşturur. Örneğin,<br />

dürüst, adil, namuslu, onurlu, cesaretli, yardımse<strong>ve</strong>r, gü<strong>ve</strong>nilir<br />

<strong>ve</strong>ya yalancı, bencil, hilekâr, korkak, gü<strong>ve</strong>nilmez gibi. İşte namaz<br />

insanı olumsuz kişilik özelliklerinden uzaklaştırıp olumlu<br />

kişilik özelliklerine yöneltir. Yani namaz kılan insan yalan söylemez<br />

doğru olur, ikiyüzlü hareket etmez samimi olur, sadece<br />

kendi çıkarını düşünen bencil birisi değil, diğer insanları da<br />

düşünen yardımse<strong>ve</strong>r, diğerkâm olur, hak yiyen, haksızlık yapan<br />

değil, hakkı, adaleti koruyan, cesaretli bir kişi olur.<br />

Bütün peygamberler böyle olumlu kişilik özelliklerine<br />

sahip insanlardı. Onlar sadece Allah’ın isteklerini yapmaya<br />

çalışan, Allah’ın rızasını her şeyin üstünde tutan, maddiyatı,<br />

makamı <strong>ve</strong> mevkii ellerinin tersiyle iten kişilerdi. Bu açıdan<br />

bakıldığında namaz insanı başka varlıklara kul, köle olmaktan<br />

alıkoyup Allah’a bağlılığa götüren, onu olumsuz istek <strong>ve</strong> arzularının,<br />

dünyanın basit çıkarlarının esiri olmaktan kurtarıp<br />

özgürleştiren bir özelliğe doğru götürür.<br />

Allah’ı en büyük güç olarak kabul eden <strong>ve</strong> kıldığı namazın<br />

her rekatında “yalnız Sana kulluk ederiz <strong>ve</strong> yalnız senden yardım<br />

dileriz” düsturunu tekrar eden bir Müslüman, eğer bunu<br />

içtenlikle, benimseyerek ifade ediyorsa, namazdan sonra da<br />

onurlu davranışlarda bulunur, bazı çıkarlar uğruna boyun bükerek<br />

haysiyetini çiğnetmez, sağlam bir kişilik sahibi olur.<br />

Namazın Benlikle İlgili Yönü<br />

İnsan zaman zaman kendisine dışarıdan birisi gibi bakar <strong>ve</strong><br />

kendini değerlendirerek bütün özellikleriyle ilgili, fiziki yapısıyla,<br />

yetenekleriyle, duygu, düşünce, tutum <strong>ve</strong> davranışlarıyla,<br />

değerleriyle <strong>ve</strong> idealleriyle ilgili hükümler <strong>ve</strong>rir. İşte onun bu<br />

hükmü, yargısı, benliğini oluşturur. Bu hükümler olumlu da<br />

olabilir, olumsuz da olabilir. Kişi kendinin bazı yönlerini beğe-


Namaz Psikolojisi 105<br />

nip bazı yönlerini beğenmeyebilir. Buna bağlı olarak da benlik<br />

saygısı ortaya çıkar.<br />

Benlik sürekli yenilenir. Baştan geçen her olay, her yaşantı,<br />

kişilerin bireyi beğenip beğenmemeleri, eleştirmeleri ya da<br />

övmeleri, bireyin kendini algılayış tarzı benlikte yer eder <strong>ve</strong><br />

benliğin alacağı şekli etkiler. 13 Bu hayat sürecinde başımızdan<br />

geçen olumsuz yaşantıların <strong>ve</strong> olumsuz değerlendirmelerin<br />

benliğimizde açtığı yaralar, <strong>namazla</strong> pansuman edilir, onarılır<br />

<strong>ve</strong> daha canlı, daha arzulu, ruhen güçlenmiş olarak hayata<br />

devam ederiz.<br />

Namaz, “Ben neyim, nasılım, nasıl olmalıyım, neler yapmalıyım?”<br />

gibi sorulara cevap ararken ona kendini <strong>ve</strong> hayatı<br />

tanıtmada, sorumluluklarının farkına varmasını sağlamada<br />

olumlu bir bakış <strong>ve</strong> bilinç kazandırır. Ona yaptıklarını <strong>ve</strong> yapamadıklarını,<br />

yükümlülüklerini, hareket tarzının nasıl olması<br />

gerektiğini hatırlatır.<br />

Namazda birey Allah’ın kendisine <strong>ve</strong>rdiği değeri hisseder.<br />

Her ne olursa olsun Allah katında kendine değer <strong>ve</strong>rildiğini,<br />

diğer insanlarla arasında dünyevi özelliklere bağlı olarak hiçbir<br />

fark olmadığını anlar. Allah’a olan inancının samimiliği <strong>ve</strong><br />

güçlülüğü oranında Allah katında daha değerli, daha önde yer<br />

alacağını bilmesi onu rahatlatır <strong>ve</strong> kendine gü<strong>ve</strong>nini artırır.<br />

Kendine karşı olumlu duygular besler. Benlik saygısı güçlenir.<br />

Araştırmalar dindarlıkla benlik saygısı arasında olumlu ilişki<br />

olduğunu göstermektedir. 14<br />

Namazın Ruh Sağlığıyla İlgili Yönü<br />

İnsan hayat süreci içerisinde zaman zaman haksızlıklarla,<br />

sıkıntılarla, olumsuzluklarla, kötülüklerle karşılaşmakta, kaygı<br />

13 Feriha Baymur, Genel Psikoloji, 11. Baskı, İnkılap Kitapevi, İstanbul<br />

1994, s. 266.<br />

14 bk. Adem Şahin, Ergenlerde Dindarlık <strong>ve</strong> Benlik, Adal Ofset, Konya<br />

2007.


106<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

<strong>ve</strong> endişe duyarak ümitsizliğe kapılabilmektedir. Ümitsizlik ise<br />

karamsar duyguların oluşmasına, bireyin hayata küsmesine <strong>ve</strong><br />

eğer devam ederse depresyona kadar, hatta başka etkenlerle<br />

beraber intihara kadar bireyi götürebilmektedir. Namaz kılan<br />

insan Allah’a yönelip O’na sığınan, O’na gü<strong>ve</strong>n duyan insandır.<br />

Allah’ın yardımını talep eden, hayra <strong>ve</strong> iyiliğe ait dileklerinin<br />

gerçekleşeceğine, Allah’ın kendisi için hayırlı olanı <strong>ve</strong>receğine<br />

inanan, bulunduğu durumu <strong>ve</strong> geleceği karanlık görmeyen insandır.<br />

Hayatın bütünüyle bir sınav olduğunu, Allah’ın değişik<br />

şartlarda <strong>ve</strong> ortamlarda iyi ile de kötü ile de kendisini deneyebileceğini,<br />

sabrettiği <strong>ve</strong> Allah’a olan bağlılığını sürdürdüğü<br />

takdirde Allah’ın dünyada da bir kolayını <strong>ve</strong>receğini, ahirette<br />

de ödüllendireceğini kabul eden insandır. İşte bu inanç <strong>ve</strong> düşünce<br />

bireye önemli derecede manevi destek sağlar, canlılık <strong>ve</strong>rir,<br />

güçlüklere karşı dayanma gücü <strong>ve</strong>rir <strong>ve</strong> onu hayata bağlar.<br />

Namazla beraber, korkuları, kaygıları, üzüntüleri, kızgınlıkları<br />

hafifler. 15<br />

Çeşitli nedenlerle başına gelen olumsuz durumlarla, felaketlerle<br />

başa çıkmada insana dinî inancı destek olmakta,<br />

Allah’ın yardımına gü<strong>ve</strong>nerek O’na yönelip sığınması, namaz<br />

kılması, dua etmesi ruh sağlığı üzerinde olumlu etkiler<br />

oluşturmakta, depresyon riskini azaltmaktadır. Yapılan birçok<br />

araştırma, dinî inanç, ibadet <strong>ve</strong> ritüellerin, stres <strong>ve</strong> gerilimlerle<br />

başa çıkmada insanlara dayanma <strong>ve</strong> tahammül gücü <strong>ve</strong>rdiğini<br />

göstermektedir. 16<br />

Dolayısıyla namaz insanı günlük hayatın gerginliklerinden,<br />

streslerinden, meşgalelerinden, zihni rahatsız eden problemlerden<br />

kısa bir süre de olsa uzaklaştırarak rahatlamasını sağlar.<br />

Ona psikolojik boşalım yaşatır. Tabii ki bu durum, zihin problemlerden<br />

arındırılarak okunan sure <strong>ve</strong> dualar üzerinde yoğunlaştırılabilirse<br />

gerçekleşir. Zaten namaz da böyle kılınırsa dinin<br />

15 Peker, Namaz Psikolojisi, s. 86.<br />

16 bk. Talip Küçükcan, Ali Köse, Doğal Âfetler <strong>ve</strong> Din, TDV Yayınları, İstanbul<br />

2000, s. 76 vd.


Namaz Psikolojisi 107<br />

arzuladığı düzeye ulaşılır. Böyle kılınan <strong>namazla</strong> birey ruhen<br />

dinlenir <strong>ve</strong> rahatlar. Prof. Dr. Bünyamin Erul, beş vakit kılınan<br />

namazı, uzun yola çıkan <strong>ve</strong> saatlerce araç kullanan bir şoförün,<br />

sağlıklı bir şekilde menziline varabilmesi için belli aralıklarla<br />

yorgun bedenini dinlendirmek, dağılan dikkatini toparlamak<br />

üzere <strong>ve</strong>rdiği molalara benzetiyor. “Yorgun bedenin bu molalara<br />

ne kadar ihtiyacı varsa, kalbin <strong>ve</strong> ruhun da <strong>namazla</strong>rla rahatlamaya,<br />

sükûnete ermeye o kadar muhtaç olduğunu” belirtiyor. 17<br />

Bazı kişiler kendileri açısından önemli olarak gördükleri<br />

başarısızlık, hayal kırıklıkları, <strong>ve</strong> başkaları tarafından reddedilme<br />

sonucu yalnızlık duygusu yaşarlar. Kendilerini yalnızlığa<br />

hapseder <strong>ve</strong> teselliyi içkide, aşırı yemekte <strong>ve</strong>ya başka zararlı<br />

şeylerde ararlar. Ancak bu şekilde yanlış başa çıkma stratejileri,<br />

depresyon, bağımlılık <strong>ve</strong>ya saldırganlık olarak geri döner. 18 İşte<br />

bu konuda da namaz bireye olumlu katkıda bulunur. Onun<br />

yalnızlık, kimsesizlik duygusunu giderir. Çünkü <strong>namazla</strong> insan<br />

Allah’la iletişim kurmaktadır. Bu da bireye Allah’a yakınlık hissi,<br />

gü<strong>ve</strong>n duygusu <strong>ve</strong>rir, onu kaygı <strong>ve</strong> endişeden korur. Allah’ı<br />

kendine destek <strong>ve</strong> yanında hisseder. Allah’tan güç alır. Yalnızlık<br />

duygusunun giderilmesinde cemaatle kılınan namazın da<br />

önemli etkisi vardır. İnsanlar birbirleriyle tanışır, hal hatır sorar,<br />

birbirlerine yardımcı olur, sıkıntılarını paylaşırlar.<br />

İnsan ruhu manevi değerlerle doyurulunca ancak tatmin<br />

olur, huzura erer. Kur’an’da vurgulandığı gibi, “Kalpler ancak<br />

Allah’ı anmakla, Allah’a bağlılık <strong>ve</strong> kullukla huzur bulur, rahata<br />

kavuşur.” 19 Bu da en üst düzeyde namazda hissedilir, yaşanır.<br />

17 Bünyamin Erul, Allah’ı Anarak Huzur Bulur Kalpler, Diyanet Aylık Dergi,<br />

Mayıs 2009, Sayı: 221, s. 18-19.<br />

18 Recep Yaparel, Depresyon <strong>ve</strong> Dinî İnançlar ile Tabiatüstü Nedensel Yüklemeler<br />

Arasındaki İlişkiler, DEÜ, İlahiyat Fak. Dergisi, İzmir 1994,<br />

Sayı: VIII, s. 276.<br />

19 Ra’d, 13/28.


Hiç kuşkusuz namaz da zaman içinde diğer<br />

ibadetler gibi hayatımızda farklı yorumlamalara,<br />

müdahale <strong>ve</strong> operasyonlara maruz bırakıldı.<br />

Modernliğin de seküler aklın da henüz yeterince<br />

nüfuz edemediği bir coğrafyada gözlerimi<br />

dünyaya açtığımda hayatın akışı içinde<br />

anlamlandırmaya çalıştığım <strong>ve</strong> doğrusu hiç de<br />

zorlanmadığım tek şey namazdı.


Babamın Namazı<br />

Dr. Necdet SUBAŞI<br />

Diyanet İşleri Başkanlığı<br />

Strateji Geliştirme Başkanı<br />

Yıllar sonra <strong>namazla</strong> olan irtibatımı belli bir bilinç<br />

düzeyinde tutmaya <strong>ve</strong> güçlendirmeye çalıştığım bir<br />

dönemeçte yani ondan hiç mi hiç kopmamam gerektiğine<br />

ikna olduğum bir zaman diliminde gelip aklımın bir köşesinde<br />

duran o muhteşem cümleyi şimdiki hâlimle nasıl çözümleyebilirdim?<br />

Babam oldukça renkli sayılabilecek kişisel<br />

hikâyelerini bizimle paylaşırken sık sık aynı sözü tekrarlardı:<br />

“Beni namaz kurtardı, yoksa haraptım!”<br />

Başlangıçta bu sözler üzerinde yoğunlaşmak, babamın ne<br />

zaman ne dediği üzerinde kafa yormak çok da dert ettiğim<br />

bir şey değildi. İşte öteden beri aynı mahallelerde yaşıyorduk;<br />

içinden geçtiğimiz süreçlerde din belirleyici, kuşatıcı <strong>ve</strong> anlamlandırıcı<br />

bir şeydi. Ona atıfta bulunmadan yaşamak muhaldi,<br />

onunla birlikte yol almayı denemek ise türlü imtihanları<br />

göğüslemeyi gerektirirdi. Oysa çok değil, kısa bir süre sonra<br />

uzaklarda çoktan başlamış sisli puslu bir hava bizim görüş mesafemizi<br />

de kapatmaya başlayacaktı. Etraf resmen toz dumandı.<br />

Büyüme çağlarımıza denk gelen bir zaman diliminde artık bir<br />

daha geri dönüşü olmayan garip bir hız içinde din de diğer<br />

başka pek çok “kutsal” şey gibi mütemadiyen itibardan düşürülmeye<br />

çalışılıyordu. Ama “din”in yaşadıkları yine de istisnaiydi.<br />

Grameriyle oynamaya çalışanlar mı dersiniz, iddialarını<br />

yavan ama dogmatik cevaplarla bastırmaya çalışanlar mı yoksa<br />

109


110<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

müntesiplerine dünyayı dar etmek isteyenler mi? Hepsi vardı.<br />

Doğrusu kişisel tanıklıklarım üzerinden ilerleyecek olursam<br />

bunların hepsine en başta kendi yanı başımda hatta her yerde<br />

rastlamak pekâlâ mümkündü.<br />

Tarihin her döneminde sözüm ona dinin içinde kalarak<br />

onu tahrif eden <strong>ve</strong> hâlden hâle sokup dönüştürenler olduğu<br />

gibi dışında kalarak ona doğrudan kastedenler de vardı. Ama<br />

şimdi durum biraz daha farklıydı sanki. Anlaşıldığı kadarıyla<br />

dinden vazgeçmeye kimse razı değildi; ancak onun başka bir<br />

şekle bürünmesini isteyen nevzuhur bir irade dinî terminolojiyi<br />

fütursuzca kullanarak uhrevi alanı bambaşka bir şekle dönüştürüyordu.<br />

Maneviyat çok fazla içerlerde kalması gereken bir<br />

şeydi artık; onun kamusal görüntülerine asla tahammül edemeyen<br />

yeni bir nesil inşa edilmişti. Farklı telakkilerle bütün<br />

bu karşı çıkışlara yetişmeye çalışan ancak çoğunlukla yoksul<br />

hayat kalıplarının içinden gelen bir dinselliğe bel bağlayan yapılanmalar<br />

da çareyi İmam Hatiplerde bulmuştu. Birbirlerinin<br />

rakibi gibi algılansa da işin aslı pek de öyle değildi. Dindar <strong>ve</strong><br />

muhafazakârlar, hayatın olmazsa olmaz anlarında dini yeniden<br />

yanı başlarında görmek istiyorlardı. Sorular oldukça az ama<br />

hem hayati hem de talepkârdı:<br />

• Çocukları doğduğunda kulaklarına ezanı kim okuyacaktı?<br />

• Nikâhı kim kıyacak, cumayı kim kıldıracaktı?<br />

• Emr-i İlahî geldiğinde ölüleri kim kaldıracaktı?<br />

Bu basit ama ateşli soruların altından kim, nasıl kalkabilirdi?<br />

Memlekette dinin yeri <strong>ve</strong> statüsü yeniden biçimlendirilirken<br />

sürece yön <strong>ve</strong>ren aktörler bütün bu basit soruların farkında<br />

mıydılar? İmam Hatipler, üzerine sayısız metinlerin karalandığı<br />

kendi içinde hoş bir sosyolojik alandı. Topluma yön <strong>ve</strong>rmek<br />

isteyenlerin önerdiği <strong>ve</strong> kullanışlılığı test edilmemiş bir yaşam<br />

kılavuzu bütün okulların müfredatlarına yerleştirilmişti. İmam<br />

Hatipler olanca meşruiyetlerine rağmen kenarda köşede kalmış


Babamın Namazı 111<br />

bir itilmişlik duygusu içinde zor bela nefes almaya çabalıyordu.<br />

Ya da başka bir şeydi görülen, bilemiyorum. Ortada bir din<br />

vardı ama o da elden geldiğince dönüştürülmüş, belli bir kalıba<br />

sokulmuş hatta aşındırılmıştı. Din, vurgun yemiş bir bakiyenin<br />

çekingen ilgilerine terk edilmiş bir şekilde öyle kendi hâline<br />

bırakılmış, bekliyordu. Kimilerine söndürülmüş gibi gelen bu<br />

bakiye bence bir cevherden farksızdı. Ama cevabı aciliyetle<br />

beklenen sorular sırada bekliyordu. Yoksullara hitap eden dinden<br />

zenginlerin payına ne düşecekti? Bu cevher mazlumların<br />

derdine deva mıydı? Mahrumlar için söyleyecekleri var mıydı?<br />

Yaşlıları muhatap alan bir dinden gençlerin payına ne düşecekti?<br />

Böyle karmaşık <strong>ve</strong> hesapsız suallerle ilerleyen şeylerdi işte.<br />

Dine yönelik ilgilerinizi alkışlayacak birine rastlamak sürpriz<br />

sayılırdı. Oysa kapalı devre yaşayan muhitlerde herkes birbirinin<br />

kabullerini onaylayarak yaşıyordu. Kamusala taşan varlığınızla<br />

dine yer açmak zordu. Eğer bunu göze alabiliyorsanız her<br />

hâlde çok derin köklerle irtibatınız vardı <strong>ve</strong> sizin için din her<br />

şeydi, vazgeçilmezdi. Seçkinlerin dinle irtibat kurmaları zordu<br />

e<strong>ve</strong>t ama fakir fukaranın ondan koparılabilmesi de çok emek<br />

istiyordu. İşte öyle bir yerde yalnızlaştırılmış bir şeydi din. Oysa<br />

öyle miydi? Tabii ki hayır. Bir hayattı, bir neşeydi, bir sürurdu;<br />

dahası yol yordam bulmak için esaslı bir rehberdi. İnanan böyle<br />

inanırdı, reddeden de bunu böyle bilip reddederdi.<br />

Anlamlıydı bütün bunlar. Sıkı bir değişime tabiydik <strong>ve</strong> kimilerinin<br />

bile isteğe katlanmadığı kimilerinin ise maruz kaldığı<br />

bu siyasete karşı dayanmayı seçtiği bu bağlamlarda dinle<br />

birlikte yol almak hakikaten zor bir tercihti. Bununla birlikte<br />

çevremizde attığı her adımı bir fıkha, tercih ettiği her şeyi bir<br />

ilmihâle bağlayan pek çok insan vardı. Sessiz sedasız ama sabır<br />

<strong>ve</strong> te<strong>ve</strong>kkülle yollarına devam ediyorlardı. Etrafımızda olup bitenleri<br />

seçmeye çalışıyor, türlü karartmalarla giderek görünmez<br />

olan bir dünyayı el yordamlarıyla seçmeye çalışıyorlardı.<br />

“Beni namaz kurtardı, yoksa haraptım!” Babamın kendi<br />

hikâyesini anlatırken sık sık dile getirdiği bu cümleyi anlamak


112<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

<strong>ve</strong> çözümlemekte çoğu zaman zorluk çektim. Upuzun bir yaşanmışlık<br />

içinde muhabbetle anlattığı hikâyelerinin içine ustalıkla<br />

yerleştirdiği namaza çok özel anlamlar yüklediği belliydi.<br />

Etrafta namaz kılan çoktu. Acaba o <strong>namazla</strong>r da kılanlarını<br />

kurtarıyor muydu? Öğrenmiştim, “namaz vardı”, “namaz vardı”.<br />

Namaz vardı, kılanı cümle müskirattan koruyordu; namaz<br />

vardı, bir ritüele indirgenmişti. Gelişen süreçler içinde namazın<br />

türlü formlarına tanıklık edecek, mesela Maun suresinde<br />

zikredildiği şekliyle o esas namaza nasıl yaklaşılacağı konusunda<br />

çevremizde takva olarak bilinen insanların hayatlarını<br />

imrenerek takibe alacaktım. Biliyordum babam yalnız değildi.<br />

Ama onları farklı kılan değer <strong>ve</strong> ölçütler hayattan çekilmeye<br />

başlamıştı. Ne yapmalıydım?<br />

Babamın anlattıkları içinde kendi yaşam çizgisine damgasını<br />

vuran sıra dışı yol alışlar çok yer tutuyordu. İnişler-çıkışlar<br />

vardı, altüst oluşların haddi hesabı yoktu. Hayat çizgisi bir<br />

şekilde ülkenin dinî/siyasi/kültürel çalkantılarıyla uyum içinde<br />

geçmişti. Tabiri caizse bir deniz yolcusuydu o; kıyılara yakın<br />

durup sahilleri seyrettiği de olurdu; güçlü dalgalara kapılarak<br />

kaybolduğu da. Sert kayalıklarla çevrili limanlara da rastlamıştı,<br />

ona bütün koordinatlarını kaybetiren tayfuna da. Tufana<br />

da gark olmuştu güneşli güzel açık bir denize de. Abarttığımı<br />

düşünenler olabilir, tabii ki bunlar birer metafor ama nereden<br />

bakılırsa bakılsın babamın hayatında benim için fazlasıyla fantastik<br />

sayılabilecek pek çok hikâye el ele <strong>ve</strong>rmiş, bugünlere<br />

gelmişti. Onu kurtaran namazdı. Geç de olsa fark etmiştim artık,<br />

bu sözün içerdiği anlamları, taşıdığı imaları kavramak için<br />

öncelikle benim koca bir modernleşme tarihine aşina olmam<br />

gerekirdi. Dinin yüksek temsilleriyle, ya da derin teolojisiyle<br />

irtibat kurmakta zorlananlar için bile namaz nasıl oluyordu da<br />

hakikat için kurtarıcı bir dayanak noktası oluşturuyordu?<br />

“Hatırladığında kaçırma <strong>ve</strong> bir daha da asla unutma.” Babamın<br />

namaza düşkünlüğünü ifade eden bir diğer öğretici cümlesi<br />

buydu. Bu benim de hayatım boyunca korumaya çalıştığım


Babamın Namazı 113<br />

düsturların başında geliyordu. Bu sözü ilk ne zaman duymuştum<br />

bilmiyorum ama ondan en sık duyduğum sözler arasında<br />

yer aldığından şüphem yoktu. Namaz onun için her şeyden<br />

önce ayırt edici bir kriterdi. Kime kız <strong>ve</strong>rilir, kimden alınırdı?<br />

Kiminle yola gidilir, kiminle yollar ayrılırdı? Zaman içinde bu<br />

kritik sorular <strong>ve</strong> gitgide derinleşen anlamları benim dış dünya,<br />

din <strong>ve</strong> yaşam ilişkilerini anlamlandırmada başvuracağım ciddi<br />

birer yol gösterici olacaktı.<br />

Babamın hayatı, her şeyiyle namazdan ibaretti. Modern<br />

tasavvur dünyasında bunu açıklamak zordu. Hatta buna zorlanmanın<br />

yersiz olduğu bile söylenebilirdi. Yine de bugün böyle<br />

bir ifadenin ne anlama geldiğini açıklamakta zorlansam da<br />

insanın <strong>namazla</strong> özdeşleşmesi müthiş bir şeydi. Biri benden<br />

bizimkiler hakkında bir tanımlama istese her hâlde ben de ona<br />

sadece şunu söylerdim: “Onları ben hep namazdayken gördüm.”<br />

Hayatı ıskalamışlar mıydı? Kendilerine bir şey kalmamış mıydı?<br />

Hayır, her ne yapmışlarsa, her ne görmüşlerse <strong>namazla</strong> baş başa<br />

olmuştu her biri.<br />

Hiç kuşkusuz namaz da zaman içinde diğer ibadetler gibi<br />

hayatımızda farklı yorumlamalara, müdahale <strong>ve</strong> operasyonlara<br />

maruz bırakıldı. Modernliğin de seküler aklın da henüz<br />

yeterince nüfuz edemediği bir coğrafyada gözlerimi dünyaya<br />

açtığımda hayatın akışı içinde anlamlandırmaya çalıştığım <strong>ve</strong><br />

doğrusu hiç de zorlanmadığım tek şey namazdı. Aynı kalıplar<br />

içinde başka ibadetleri de açıklamak pekâlâ mümkündü. Günün<br />

belli saatlerinde etrafımdaki herkesi ya secdede ya da kıyamda<br />

görürdüm. Yaşadığım coğrafyada belli ki namaz hemen<br />

her şeyi açıklayan bir şifre, olmadık kapıları açan bir anahtar<br />

gibiydi. Kulağımıza okunan ezanlarla dünyaya dahil olur, önce<br />

çocukça duygularla büyüklerimize öykünerek sonra da içselleştirilmiş<br />

bir bilgiyle onlarla aynı safta namaza dururduk.<br />

İmam Hatip’te, İlahiyat’ta ya da daha profesyonel ölçüde<br />

dinî bilgiye gerektiği ölçüde vakıf olmadan önce de namaz


114<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

hayatın her tarafını kuşatmış gibiydi. Etrafımızda bir namaza<br />

niyaza duranlar vardı bir de ondan ilelebet uzak duranlar.<br />

Dinin hangi unsuruna odaklaşsak çevremizdekiler tarafından<br />

teşvik <strong>ve</strong> takdir edilirdik. Çok değil elli yıl öncesinin taşra<br />

dünyasında dinin hakikatine yönelik manipülatif yorumlar<br />

henüz hanelerimize sirayet etmeye başlamamıştı. Batılılaşma<br />

merkezden başlayarak ülkenin bütün satıhlarına ulaşacak bir<br />

şekilde kademeli olarak hızla mesafe alıyordu. Sonradan babamdan<br />

ne kadar da çok ne kadar da sık duyar olmuştum. Öğrencilerinin<br />

çoğu kaba <strong>ve</strong> ilkel bir şekilde işleyen bilgi akışına<br />

teslim olmuş bir okuldan fazla yara almadan çıkışının hikmetini<br />

sorduğumda bana “Beni namaz kurtardı oğlum,” demişti.<br />

Türkiye’nin en doğusunda diğer başka bölgelerinde olduğu<br />

gibi ülkeyi sekülerleştirmeyi aklına koymuş bir irade, genç <strong>ve</strong><br />

temiz ülke çocuklarını Aydınlanma’dan alelacele kopyalanmış<br />

bir müfredata dahil ediyor <strong>ve</strong> ailelerinin dualarıyla oralara doluşan<br />

memleket çocuklarını hızla dönüştürüyorlardı. Etrafa biraz<br />

dikkat kesilen olup biteni görebilirdi. Temiz, nezih <strong>ve</strong> zeki çocukların,<br />

ev<strong>ve</strong>lemirde tabiatın doğal ritmine kolayca iliştirmeyi<br />

başarmış bir epistemolojiden kendi dinselliklerinin şu ya da<br />

bu şekilde uzaklaştırılması için sıkı bir kopmaya ihtiyaç vardı,<br />

gelenekten, kültürden, hayatın kendine özgü ritminden <strong>ve</strong> bilgi<br />

dünyasının işleyişinden. Zor bir süreçti <strong>ve</strong> şimdi gördüğüm kadarıyla<br />

en ince noktasına kadar detaylandırılmış bir insan yetiştirme<br />

programından yara bere almadan kurtulmak her yiğidin<br />

harcı değildi. Bütün toplumsal değişim süreçlerinde benzer<br />

uygulamalarla karşılaşmak mümkündü. Ontolojiye, epistemolojiye,<br />

varlık algınıza <strong>ve</strong> bilgi dünyanıza müdahale edilmeden<br />

değişemezdiniz. Babamın okuldan arkadaşlarındaki dönüşümü<br />

fark etmemek mümkün müydü? Her şey açıktı. Babam namaz<br />

kılıyor, onlar kılmıyordu. Babam Allah’a sığınıyor, onlar hâlâ<br />

sığınılacak bir melce arıyorlardı. Anlamakta kararlıydım, neler<br />

oluyordu?


Babamın Namazı 115<br />

Pek çok şehir gördüm pek çok da köy. İlerleyen yaşlarımda<br />

orda olup bitenler üzerine bir sürü metin <strong>ve</strong> materyali de inceleme<br />

fırsatı buldum. Anadolu taşrasından merkeze doğru ilerleyen<br />

oldukça renkli sayılabilecek bir yaşamım oldu. Ülkemin<br />

doğusunda da batısında da çalıştım. Öğretmen olarak görev<br />

yaptığım dönemlerde elime tutuşturulan bilgi dağarcığıyla sık<br />

sık hesaplaşarak kendimce bir şeyler yapmaya çalıştım. Akademide<br />

işim biraz daha kolaydı ama bu sefer de risk sonuçlarda<br />

yatıyordu. Bir şeyler demekle yükümlüydünüz. Görmek, anlamak<br />

<strong>ve</strong> kayda düşmek sizin görevinizdi. Akademisyen âlim<br />

miydi, aydın mı yoksa entelektüel mi? Bağlı bulunduğu disiplinlere<br />

ne ölçüde tabiydi? Onun yapıp ettiklerine kim karışabilirdi?<br />

Kim ona kendi otoritesini dayatabilirdi?<br />

Böyle bir süreçti işte herkes gibi benim de yaşadıklarım.<br />

Konya’yı, Balıkesir’i, Van’ı <strong>ve</strong> Muğla’yı birbirini kovalayan korku<br />

<strong>ve</strong> tedirginlikler içinde yaşamıştım. Sonra Ankara. İçinde<br />

bol bol İstanbul özlemi olan Ankara! Mesleki kariyerim içinde<br />

toplumun dinî <strong>ve</strong> sosyolojik yapısını daha yakından gözleme<br />

konusunda alanın <strong>ve</strong>rdiği imkânları hemen her fırsatta kullanma<br />

çabası içinde olmuştum. Sanırım bunları bihakkın kullanmıştım<br />

da. Temel problemlerim dün de bugün de üç aşağı<br />

beş yukarı aynıydı: Din şimdi nerede duruyordu? Gelenek <strong>ve</strong><br />

modernlik arasında dinî muhitlerde pek çoğumuzda travmatik<br />

etkiler yaratan altüst oluşların anlamı neydi? Dinden geriye ne<br />

kalmıştı? Bulduklarımızla ne kadar idare edebilirdik? Dahası<br />

elimizde avucumuzda olanlarla kime ne diyebilirdik?<br />

Yeni zamanlarda başka pek çok şey gibi namaz da sorgulanmaya<br />

açık bir şekilde ele alınıyor. Artık ibadetler hemen<br />

herkesin kavrayacağı bir fonksiyonellik içinde konuşulabiliyorsa<br />

ancak o zaman tasvip edilebiliyor. “Namaz neye yarar”-<br />

dan başlayıp “onunla ne kazanırım”a kadar giden sorulara bel<br />

bağlayanlar, onun insanın iç dünyasında ürettiği inşaya, bu<br />

kazanımların bir sonucu olarak dış dünyaya takdim ettiği değerlere<br />

pek az dikkat kesiliyorlar. Oruca bedensel sağlık dı-


116<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

şında hiçbir gerekçe bulamayanlar namazı da tekrarlanan bir<br />

ritm cet<strong>ve</strong>li olarak değerlendirmekte bir sorun görmüyorlar.<br />

Namazın onu kılanı taşıdığı dünya tabii ki aritmetiğe, kâr <strong>ve</strong><br />

zarara kendini kaptırmış bakış açıları için hiçbir şey ifade etmiyor.<br />

Oysa namaz, kılanına -onu tadili erkânla kılan her bir<br />

müminde defalarca şahit olunduğu gibi- yüzlerinden tanıyabileceğimiz<br />

<strong>ve</strong> hemen her yerde rahatça seçebileceğimiz manevi<br />

bir istisnailik kazandırıyor. Her daim zikirle, her daim kıyam <strong>ve</strong><br />

secdeyle sahici bir huşu halinde sürekli Rabbiyle irtibat halinde<br />

olmanın açığa çıkardığı temsiller bugün bize “iyi ki bunlar var”<br />

dedirttiriyor.<br />

Namazın anlamı kaybolunca onu kılanın dünyası da pek<br />

fazla derinlik kazanmıyor. Namazla yan yana getirilemeyecek<br />

bir sürü he<strong>ve</strong>si bugün onunla aynı hizada görmeye başlamamız<br />

sadece bir hasar olarak tasvir edilebilir. Ne Müslüman kaldırabilir<br />

böyle bir ortaklığı ne de namaz. Maalesef namazın insanı<br />

arındıran <strong>ve</strong> onu mütekamiliyete yükselten özellikleri yeni dinî<br />

bilgi edinme süreçlerinde sıklıkla ihmal ediliyor. Yalanla namaz<br />

bir yerde durur muydu? Fuhşiyattan namaza bir yol var mıydı?<br />

Sahtelik ne zamandan beri <strong>namazla</strong> örtülür oldu? Namaz<br />

bir gösteriş objesi midir yoksa kim ne derse desin kararlılıkla<br />

eda edilen bir kulluk mudur? Bu soruların çoğu bugün askıda<br />

duruyor.<br />

Babamın dünyasında namaz her şeydi. İnsanlar ibadetlerini<br />

muntazaman ifa eder, gerisini Allah’a bırakırlardı. Namazda<br />

gözleri olanın başka hiçbir şeyde gözü yoktu. Bir dünyaya yönelmişseler,<br />

başka bir dünyada oyalanma lüksleri yoktu. Başka<br />

bir bilgi dünyasıydı bu, başka bir insan yetiştirme evreni. Sabah<br />

namaza kalkışları hayata hazırlıktı, gece kıyama durmaları<br />

dünyadan haberdar olmak demekti.<br />

İnsan biraz emek <strong>ve</strong>rir, kendisini kuşatan maniaları zorlamayı<br />

göze alırsa hayatın gerçek sınırlarına erişebilir. Kıldığı<br />

<strong>namazla</strong>rdan tat aldığı gibi bundan başkalarını da tatlandırır.


Babamın Namazı 117<br />

Namaz dinin direğiydi, amenna. Bir ömür dikkat <strong>ve</strong> sadakatle<br />

öğrendiğim bu ölçünün babamdaki karşılığıyla bendeki karşılığı,<br />

aramızdaki uçurum göz ardı edilerek nasıl telafi edilebilirdi?<br />

Onunkinde bütün bir devasa yapı bu direk etrafında şekillenmiş,<br />

kurulmuş <strong>ve</strong> biçimlenmişti. Bizimkinde ise zor bela ayakta<br />

duran külüstür bir yapıya kenarından köşesinden iliştirilmiş<br />

birer destek gibi duruyordu. Biri çekse, en ufak bir müdahalede<br />

ortalıkta görünen her şeyle birlikte yerle yeksan olacaktı.<br />

Bizi de namaz kurtaracak, yoksa harabız.


Gerek inanç gerekse ibadet esaslarının<br />

öğretiminde göz ardı ettiğimiz bir gerçek vardır:<br />

Çocukluk çağında insanoğlu, zihninden ziyade<br />

gönlüne hitap eden bilgilerden hoşlanır. Onun<br />

kalbine sıcak gelen, gönlünü sevinçle <strong>ve</strong> ümitle<br />

dolduran her bilgi unsuru, çocuk için eğitici <strong>ve</strong><br />

öğretici olmaya adaydır.


Namaz <strong>ve</strong> Çocuk<br />

Prof. Dr. Mehmet Emin AY<br />

Bursa İl Müftüsü<br />

Yetişkin bir insanın kıldığı namazın her safhasında,<br />

çocukluk yıllarında aldığı din eğitiminin önemli<br />

bir rolü vardır dersek, mübalağa etmiş olmayız. Gerçekten,<br />

atalarımızın “Ağaç yaşken eğilir” sözünün belki de en çok<br />

kendini hissettirdiği alan, din eğitimi alanıdır; buna bağlı<br />

olarak inanç <strong>ve</strong> ibadet hayatımızdır. Aşağıdaki satırlarda,<br />

namaz ibadetinin, özellikle çocuklar <strong>ve</strong> gençler açısından<br />

öneminden bahsedilecek, ardından bu ibadetin çocuklara<br />

öğretilirken hangi hususlara dikkat edilmesi gerektiği üzerinde<br />

durulacaktır.<br />

Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) tarafından, “Dinin direği” 1<br />

olarak nitelendirilen namaz ibadetinin, günümüz dünyasında<br />

Müslüman toplumlar tarafından yeterince önemsendiği <strong>ve</strong> çocuklara<br />

öğretiminde de gereken özenin gösterildiği söylenemez.<br />

Sonuçta, çocukluk yıllarında ya ilgisizlik sebebiyle alışkanlık<br />

haline getiremediği <strong>ve</strong>ya anne babasının baskısı ya da zorlamasıyla<br />

kıldığı namazı, ergenlik çağında terk eden nesillerle karşı<br />

karşıya kalmış durumdayız.<br />

Bugün İslam dünyasının önemli bir kısmında, hemen her<br />

İslam ülkesinde yaşanan <strong>ve</strong> şikâyet edilen durum aynıdır de-<br />

1 Beyhakî, Şuabu’l-İman, Beyrut 1410, ts.; Ayrıca hadisle ilgili değerlendirmeler<br />

için bk. Aclûnî, Muhammed b. İsmail, Keşf’ul-Hafâ, Beyrut 1985,<br />

II, 39-40. No:1621.<br />

119


120<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

nilebilir. Buna karşılık, bazı gayrimüslim ülkelerdeki azınlık<br />

durumundaki Müslümanların <strong>ve</strong>ya vatandaşlarımızın, özel<br />

ilgileri <strong>ve</strong> önemsemeleri sayesinde çocuklarına namaz kılma<br />

alışkanlığını başarılı bir şekilde kazandırabildiklerine de şahit<br />

olmaktayız. Diyebiliriz ki, ebe<strong>ve</strong>ynin öncelikle namaz ibadetini<br />

önemsemesi, sevgi temelli bir eğitim-öğretim ortamında,<br />

bu işi belli bir düzen <strong>ve</strong> metod içinde, sabır <strong>ve</strong> dua desteğiyle<br />

gerçekleştirmesi, bu konuda başarılı olabilmenin ön şartları<br />

olarak ortaya çıkmaktadır.<br />

Günümüzde medyanın, kitle iletişim araçlarının <strong>ve</strong> internetin<br />

birtakım olumlu katkıları yanında, daha ziyade olumsuz<br />

yönlendirmeleriyle, genç nesli inançtan <strong>ve</strong> ibadetten soğuttuğu<br />

söylenebilir. Şiddete dayalı oyunlar, gerçeklere dayanmayan<br />

ilişkiler <strong>ve</strong> arkadaşlıklar, Müslüman neslin kişilik <strong>ve</strong> kimlik teşekkülünde<br />

maalesef olumsuz etkiler meydana getirmektedir. 2<br />

Böyle bir ortamda Müslüman çocuklara <strong>ve</strong> gençlere, namaz kılmaları<br />

yönünde anne babaları ya da yakın çevrelerince yapılan<br />

telkinler sonuçsuz kalmaktadır. Bugün, üzülerek ifade edelim<br />

ki, nice dindar ailelerde çocukların namaza karşı isteksizliği,<br />

çözülmesi zor olan bir “ailevi sorun” olarak karşımızda duruyor.<br />

Doğrusu, din eğitimi alanıyla uğraşan akademisyenleri,<br />

din eğitimcilerini <strong>ve</strong> din görevlilerini; özellikle de anne babalar<br />

olarak hemen herkesi ciddi bir şekilde ilgilendiren bu problem,<br />

aslında bir çırpıda çözülecek kadar da basit bir problem değildir.<br />

3 Meselenin ehemmiyetine dair sadece bir örnek <strong>ve</strong>relim:<br />

Bir peygamber olan Hz. İbrahim, (a.s.) yine peygamber olacak<br />

kimselerden teşekkül edecek neslinin de yani Hz. İsmail<br />

(a.s.), Hz. İshak (a.s.) <strong>ve</strong> Hz. Yakub’un (a.s.) da kendisi gibi<br />

namaz kılan kimseler olmasını Allah Teâlâ’dan niyaz ederek,<br />

“Rabbim! Beni de neslimi de, Sen namaz kılanlardan eyle!”<br />

2 bk. Aydeniz, Hediyyetullah, “Bölünmemiş Bir Hayat Tasavvurunda Medya<br />

ile Yaşamak” Din <strong>ve</strong> Hayat Dergisi, İstanbul 2015, sayı 25, s. 130 vd.<br />

3 Konuyla ilgili olarak geniş bilgi için bk. Sağlam, İsmail, Çocuk <strong>ve</strong> İbadet,<br />

İstanbul 2003, s. 236.


Namaz <strong>ve</strong> Çocuk 121<br />

duasıyla, 4 adeta bu hususta, bazen eğitimin de yetersiz kalabileceğini<br />

<strong>ve</strong> mutlaka Allah’tan yardım dilememiz icab ettiğini<br />

anlatmak istemişti bizlere… Yine Sevgili Peygamberimizin, her<br />

sabah mescide giderken ciğerparesi, sevgili kızı Hz. Fatıma’yı<br />

(r.a.) uyandırmak maksadıyla seslenmesi <strong>ve</strong> namaza kalkmaları<br />

hususunda uyarması da namaz ibadetinde, “işi önemsemek”<br />

gerektiğine dair diğer bir misaldir. 5<br />

Bu bilgiler ışığında, namaz ibadetinin mümin için ne derece<br />

önemli bir ibadet olduğu gerçeğiyle birlikte, içinde yaşadığımız<br />

çevrenin, sosyal medya <strong>ve</strong> sanal dünyasıyla, ibadetlere yönlendirme<br />

adına pek de müsait olmayan ortamında, namaz gibi<br />

önemli bir ibadeti, çocukluk çağından başlayarak gözbebeğimiz<br />

evlatlarımıza, hangi ilke <strong>ve</strong> metodlar çerçe<strong>ve</strong>sinde öğretmek gerektiği<br />

hususunu, dört ana başlık altında ele almaya çalışacağız:<br />

1. Ailede Sevgi Kültürü Hâkim Olmalıdır.<br />

Çocukları namaz ibadetiyle tanıştırmak, bu yönde eğitim-öğretim<br />

ortamı <strong>ve</strong> imkanı sağlamak adına ilk sırada yer<br />

alması gereken ilke, ailede sevgi kültürünün hâkim olmasıdır.<br />

Esasen bu başlık, 7-14 yaşları arasındaki çocuklarda ibadet<br />

eğitimi üzerine detaylı bir araştırma gerçekleştiren <strong>ve</strong> çalışmasını<br />

“Çocuk <strong>ve</strong> İbadet” adıyla yayınlayan İsmail Sağlam’a aittir.<br />

Sağlam, bu ilke ile ilgili olarak şunları söylemektedir:<br />

“Aile içinde sağlıklı bir iletişimin kurulabilmesi için, o ailede<br />

sevgi kültürünün hâkim olması en önemli husustur. Sevgi<br />

kültürünün hâkim olması, aynı zamanda sağlıklı, doyumlu,<br />

erdemli bireylerden oluşan bir aileyi gerekli kılmaktadır. Çünkü<br />

bunun zıddı, korku kültürünün hâkim olması demektir ki,<br />

bu şekildeki ailede bireyler iç zenginlikten yoksun, doyumsuz,<br />

4 İbrahim, 14/40<br />

5 bk. TâHâ, 20/132; Buhârî, Cum’a, 11; Müslim, İmare, 20.


122<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

ruhunda sürekli çatışmalar yaşayan, hayatını bir denge içinde<br />

sürdüremeyen kimselerdir.” 6<br />

Yukarıdaki bilgiler, konuyla ilgili araştırmadan sonuç olarak<br />

elde edilen tespitlerden biridir. Bu tespitleri destekleyen<br />

pek çok dinî <strong>ve</strong> bilimsel kaynak söz konusudur. Sadece birkaç<br />

örnek <strong>ve</strong>rmek bile konunun anlaşılması adına yeterli olacaktır.<br />

Allah Teâlâ’nın, Esmâü’l-Hüsnâ olarak bildiğimiz güzel<br />

isimlerinden biri de el-Vedûd’dur. Bu ismin tecellisiyle, Allah<br />

kullarını çok sevmekte <strong>ve</strong> kulları da birbirine sevdirmektedir.<br />

Nikâh bağıyla bir arada yaşayan karı-koca arasındaki sevginin<br />

“me<strong>ve</strong>ddet” kavramıyla ifade edilmesi de bunun işaretidir. 7 Denilebilir<br />

ki, Allah Teâlâ, müminin kuracağı yuvasında ihtiyaç<br />

duyacağı sevgiyi <strong>ve</strong> me<strong>ve</strong>ddeti, kendi katından bu ismi vasıtasıyla<br />

ihsan etmekte; adeta, bu sevgiye dayalı <strong>ve</strong> bu sevginin<br />

hâkim olacağı yuvalar kurulmasını istemektedir.<br />

Temelinde böylesine İlahî bir kaynaktan gelen sevginin<br />

bulunduğu ailelerde hâkim olan sevgi kültürüyle, çocukları<br />

ibadetlere yöneltecek inanç tohumları, yine sevgiyle atılacaktır<br />

onun ruhuna <strong>ve</strong> gönlüne… Çocuğa öncelikle Allah sevgisi kazandırılacaktır.<br />

Çünkü sevmediği <strong>ve</strong> gönülden bağlanmadığı bir<br />

Yaratıcı ile sağlıklı bir kulluk iletişimi gerçekleştirmek mümkün<br />

olmamaktadır. Çocukluk yıllarında, yerine getiriyor görüntüsü<br />

<strong>ve</strong>ren ancak ergenlikle birlikte tüm ibadetlerini terk eden çocukların<br />

hayat hikâyelerinde Allah sevgisine dayanmayan bir<br />

eğitim-öğretimin varlığı söz konusudur. 8<br />

Sözgelimi, sevgi kültürünün hâkim olduğu ailelerde beş<br />

vakit namaz kılma oranı %95 gibi yüksek oranda gerçekleşirken,<br />

bu ortamdan yoksun ailelerdeki oranlar sıfır düzeylerinde<br />

6 Sağlam, age, s. 205-206.<br />

7 bk. Rum, 30/21.<br />

8 Geniş bilgi için bk. Ay, Mehmet Emin, Çocuklarımıza Allah’ı Nasıl Anlatalım,<br />

İstanbul 2014, s. 141, 148-154.


Namaz <strong>ve</strong> Çocuk 123<br />

çıkmıştır. 9 Aynı araştırmada, görüşlerine başvurulan anne babaların<br />

<strong>ve</strong>rdikleri bilgiler de önemli mesajlar taşımaktadır. Birini<br />

paylaşmak istiyoruz:<br />

“Çocuğumun birine çok katı disiplin uyguladım <strong>ve</strong> zor kullanarak<br />

ibadetlerini yapmasını sağladım. Fakat ne yazık ki,<br />

şu anda bu çocuğum büyüdü <strong>ve</strong> namazını kılmıyor. Demek ki<br />

bu çocuğa namazı sevdirememişiz. Bu durumu görünce diğer<br />

çocuklarımıza hiçbir zorlayıcı tedbir uygulamadık. Sadece telkinde<br />

bulunduk <strong>ve</strong> yaşayışımızla onlara örnek olmaya çalıştık.<br />

Şu anda bu çocuklar büyüdü <strong>ve</strong> isteyerek, se<strong>ve</strong>rek <strong>namazla</strong>rını<br />

kılıyorlar. Anne-babalara tavsiyem; sakın çocuklarda ibadetlere<br />

karşı nefret uyandıracak uygulamalara başvurmasınlar. Bağırıp<br />

çağırarak çocuklara namaz kıldırmak mümkün değil. Ara sıra<br />

ibadetlerini aksatmaları, ibadet sevgilerini kaybetmelerinden<br />

daha iyidir. Çünkü ibadet sevgisi canlı olunca yetişkinlikte ibadetlerini<br />

aksatmadan yerine getiriyorlar.” 10<br />

Aktarılan bu bilgilere şunları da eklemeliyiz. Ailede var olan<br />

sevgi-saygı ortamı, çocuk için ibadetlerin yerine getirilmesinde<br />

tahminlerin ötesinde rol oynamaktadır. Çocuğun, sırf babası<br />

<strong>ve</strong>ya annesi üzülmesin diye namaz kılması çok tabii <strong>ve</strong> olumlu<br />

bir durumdur. Önceleri, onları memnun etmek için kılınan<br />

namazın, yaş ilerledikçe Allah’ı memnun etmek için kılınmaya<br />

başlanması, normal bir değişim <strong>ve</strong> gelişim olarak görülmelidir.<br />

Önemli olan, çocuğun anne babasını seviyor olması <strong>ve</strong> onlar<br />

tarafından seviliyor olduğuna inanmasıdır. Aynı şekilde, bağlandığı<br />

<strong>ve</strong> inandığı Allah’ı seviyor olması <strong>ve</strong> O’nun tarafından<br />

da sevildiğine inanıyor olmasıdır. Bunlar gerçekleştiği zaman,<br />

bir çocuğun gençlik dönemine, Peygamberimiz (s.a.s.) tarafından<br />

övgüyle söz edilen, 11 “ibadetle büyüyüp serpilen bir genç”<br />

olarak ulaşması mümkün olacaktır.<br />

9 bk. Sağlam, age, s. 212.<br />

10 bk. Sağlam, age, s. 214.<br />

11 Buhârî, Ezan, 36.


124<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

2. Anne Baba Namaz Kılarak İlk Örneği<br />

Oluşturmalıdır.<br />

Bugün artık apaçık bir gerçek olarak şunu biliyoruz ki, çocuk<br />

için anne babası en büyük <strong>ve</strong> en etkili örnektir. 12 Anne<br />

babanın her tavrı, her sözü <strong>ve</strong> her davranışı çocuk için kesin<br />

doğrular hükmündedir. Belki de Allah Teâlâ, çocuğa böyle bir<br />

uyum kabiliyeti bahşederek, onun eğitilmesini kolaylaştırmış<br />

olmaktadır.<br />

Din eğitimi alanında yapılan pek çok araştırma, etrafındaki<br />

olayları, varlıkları idrak etmeye başladıktan sonra çocukların<br />

anne babalarının davranışlarını yakından takibe aldığını ortaya<br />

koymaktadır. Bu yaşlarda çocuğun dinî duyguları uyandığından,<br />

ona <strong>ve</strong>rilen eğitim biçimi, daha sonraki yıllarda çocuğun<br />

inanç, tutum <strong>ve</strong> davranışlarını da etkilemektedir. 13<br />

Ailede, anne babanın davranışları çocuk tarafından yaşı<br />

küçük olduğu nispette kesin gerçekler olarak kabul edilmektedir.<br />

Mesela, anne babasından birini namaz kılarken gören 3-4<br />

yaşındaki çocuk önce onları gözler, davranışlarını takip eder,<br />

daha sonra onların yanında durur <strong>ve</strong> onları taklit ederek namaz<br />

kılar. Namaz kılmak için gerekli bilgileri, duaları <strong>ve</strong> şartlarını<br />

öğrenip uygun bir şekilde namaz kılarken heyecanlanır.<br />

Çocukluk hatıralarını anlatan pek çok edebiyatçı, kendilerine<br />

has edebi üslub içinde ebe<strong>ve</strong>ynleriyle birlikte kıldıkları ilk<br />

namazdan sitayişle söz ederler. Sözgelimi, Ömer Seyfettin, “İlk<br />

Namaz” adını <strong>ve</strong>rdiği anlatımında, annesiyle birlikte kıldığı bu<br />

ilk namazın, ruhunda oluşturduğu heyecanı son derece etkileyici<br />

bir şekilde şöyle aktarır bizlere:<br />

“Şimdi teselli muhitinden ne kadar uzak bulunduğum annem,<br />

dünyada yegâne sevdiğim bu muhterem vücut; işte hatırlı-<br />

12 Konuyla ilgili olarak bk. Ay, Mehmet Emin, Ailede <strong>ve</strong> Okulda İdeal Din<br />

Eğitimi, İstanbul 2014, s. 29 vd.<br />

13 bk. Resâilu İhvani’s-Safâ, Beyrut, ts. I, 307.


Namaz <strong>ve</strong> Çocuk 125<br />

yorum, on beş sene ev<strong>ve</strong>l beni ilk sabah namazına kaldırmıştı.<br />

Galiba yine böyle bir kıştı. Onun odasına bitişik olan küçük<br />

karyolamda uyurken, şefkatli bir öpücük, alnımı okşayan nazik<br />

eliyle <strong>ve</strong> ince parmaklarıyla saçlarımı tarayarak:<br />

- Haydi Ömerciğim kalk, demişti. Kalk haydi yavrucuğum.<br />

- Fakat anneciğim, demiştim, daha gece… Her vakit öptüğü<br />

yerden, sol kaşımın ucundan tekrar öperek:<br />

- Yok yavrucuğum, saat on iki, sonra vakit geçer, diyerek<br />

koltuklarımdan tutarak beni kaldırdı.<br />

Abdest bitince annemle beraber yavaş bir sesle namaz dualarını<br />

okuyarak kollarımı <strong>ve</strong> yüzümü kuruladım. Isınmak için<br />

sobanın yanına gitmiştim. Arkama dönünce arakiye seccadeyi<br />

açıyor gördüm. Sonra başına yeşil bir başörtüsü örterek beni<br />

çağırmıştı:<br />

- Gel…<br />

Gittim. Küçücük ben, onunla bir seccadede bir yavru saadet<br />

<strong>ve</strong> samimiyetiyle o muazzez, hassas anne vücudunun yanında<br />

durdum. İki lakırdı ile, bana yapacağımı, ev<strong>ve</strong>lden öğrettiklerini<br />

tekrar etti.<br />

- İki rekat sünnet… Gece öğrendiklerini tekrarla, unutmadın<br />

ya?...<br />

- Hayır…<br />

- Haydi…<br />

O, iftitah tekbirini ellerini omuzlarına kaldırarak yaparken,<br />

ben de elimde olmayarak onu taklit etmiştim. Sünneti bitirdikten<br />

sonra, bana gözlerinin tatlı <strong>ve</strong> etkileyici bir tebessümüyle<br />

gülerek:<br />

- Yavrum, demişti. Sen kadın mısın? Kadınlar öyle başlar.<br />

Sen erkeksin, ellerini kulaklarına götüreceksin. Ve hararetli elleriyle<br />

benim küçük ellerimi kulaklarıma kaldırarak,


126<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

- İşte böyle… diyerek bana erkek iftitahını öğretti. Ben de<br />

tekbiri öyle alıp namazı bitirdim <strong>ve</strong> dua ederken anneme sordum:<br />

- Nasıl dua edeceğim anne?...<br />

O, dua ediyor <strong>ve</strong> dudakları hareket ettikçe başörtüsü de titrer<br />

gibi oluyordu. Başını salladı. Duasını bitirdikten sonra, daha<br />

hala hatırımda:<br />

- Ev<strong>ve</strong>lâ İslam olduğum için ey Cenâb-ı Vâcibul-Vücud Hazretleri,<br />

sana hamd ederim de… Sonra vatanımızın düşmanlarını<br />

perişan etmeni senden istirham ederim, de… Sonra da bütün<br />

eziyet çeken, hasta olan, felakette kalan, fakir olan Müslümanların<br />

selamet <strong>ve</strong> sıhhatlerini senden temenni ederim, de… Kendin<br />

için, iyi olman <strong>ve</strong> şeytanın yalanlarına aldanmaman için<br />

dua et! demişti.<br />

Ben bu basit <strong>ve</strong> Türkçe duayı, annemin dolabındaki birbiri<br />

üstüne duran <strong>ve</strong> karıştırmaklığım, “dua kitaplarıdır, sakın ilişme”<br />

ihtarıyla engellenen, yıpranmış, Arapça esreli <strong>ve</strong> üstünlü<br />

kitapları hatırlayarak içimden söyledim. 14<br />

Yazar Ömer Seyfettin’in, kıldığı ilk namaza dair bir çocuğun<br />

gözüyle aktardığı duyguları son derece manidardır. Şunu<br />

da ekleyelim ki, yapılan araştırmalarda, çocukların namazda<br />

görmeye alıştıkları ebe<strong>ve</strong>ynlerini içlerinden gelen bir duyguyla<br />

kopya etmeye çalışacakları, bu tekrarların ise zaman içinde çocukta<br />

alışkanlığa imkan sağlayacağı, böylece namaz ibadetini<br />

kolay bir şekilde içselleştirecekleri ifade edilmektedir. 15<br />

Öte yandan, ailede <strong>ve</strong>rilecek din eğitiminde en değerli eğitim<br />

metodunun, “birlikte ibadet etmek <strong>ve</strong> ardından birkaç<br />

14 bk. Yardım, M. Nuri, Edebiyatçılarımızın Çocukluk Hatıraları, İstanbul<br />

1984, s. 143-146<br />

15 Kaynaklar için bkz. Ay, Ailede <strong>ve</strong> Okulda İdeal Din Eğitimi, s. 32-34.


Namaz <strong>ve</strong> Çocuk 127<br />

kelimelik sohbet ile anlatmak” olduğunu söylemeliyiz. 16 Kısaca<br />

çocuk, önce görmeli, sonra duymalıdır. Çünkü o, yaşı <strong>ve</strong><br />

yaratılışı gereği önce “görerek” öğrenmektedir. Bu meyanda,<br />

çocuklar, dinî tecrübeyi bizzat görerek yaşayabilmeleri <strong>ve</strong> bu<br />

görsel zenginliğin onların ruh dünyasına katkı sağlaması için<br />

zaman zaman mescid <strong>ve</strong> <strong>cami</strong>lere götürülmelidir. 17 Çocukların<br />

böylesi mekânlarda var olan manevi havayı yetişkinler kadar<br />

hissetmesi söz konusudur. Etkilenmeleri ise onlardan daha çoktur<br />

diyebiliriz. Yeter ki, çocuklar önceden bu gibi mekânlarda<br />

nasıl davranılması gerektiği konusunda bilgilendirilmiş olsunlar<br />

<strong>ve</strong> yeter ki, yetişkinler de çocuklardan, <strong>cami</strong> âdâbı hususunda<br />

yetişkin insanların gösterdiği olgunluğu beklemekten<br />

vazgeçmiş olsunlar…<br />

3. Namaz İbadetini Öğretirken Çocuğun<br />

Gönlüne Hitap Etmelidir.<br />

Gerek inanç gerekse ibadet esaslarının öğretiminde göz ardı<br />

ettiğimiz bir gerçek vardır: Çocukluk çağında insanoğlu, zihninden<br />

ziyade gönlüne hitap eden bilgilerden hoşlanır. Onun<br />

kalbine sıcak gelen, gönlünü sevinçle <strong>ve</strong> ümitle dolduran her<br />

bilgi unsuru, çocuk için eğitici <strong>ve</strong> öğretici olmaya adaydır. Bu<br />

cümleden olarak, çocuğa <strong>namazla</strong> ilgili; namazın öneminden,<br />

faziletinden, onun en değerli şükür eylemi oluşundan, huşu <strong>ve</strong><br />

huzur içinde kılınan namazın insana kazandırdıklarından, namaz<br />

konusunda hassas davranmanın, insanın maddi <strong>ve</strong> manevi<br />

hayatına katkılarından bahseden her bilgi onun için değerlidir,<br />

eğiticidir. Anlatılan hikâye <strong>ve</strong>ya kıssadaki kahraman, bazen bir<br />

peygamber, bazen bir sahâbi, bazen Asr-ı Saadet’te yaşamış bir<br />

çocuk, bazen de bir Allah dostu olabilir. Fakat her hal ü kârda<br />

çocuk, bu kahramandan etkilenerek onunla özdeşleşmeye <strong>ve</strong><br />

16 Bu metodun önemine dair bk. Ay, Mehmet Emin, Din Eğitiminde Mükâfat<br />

<strong>ve</strong> Ceza, Bursa 1993, s. 90.<br />

17 bk. Ay, Çocuklarımıza Allah’ı Nasıl Anlatalım, s. 164 vd.


128<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

onun gibi namaz kılmaya özenecektir. 18 Çünkü hikâye, kıssa<br />

<strong>ve</strong> menkıbelerle eğitim, insanoğlunun eğitiminde önemli bir<br />

yer tuttuğu gibi, çocukların eğitiminde ise en etkileyici metodlardan<br />

biridir. 19<br />

Kur’an-ı Kerim’de, baba-oğul arasında geçen diyalogların<br />

hepsinde dikkatimizi çeken bir durum söz konusudur: Her<br />

defasında baba, oğula “Yâ Büneyye” diye hitap eder. 20 Bunun ise<br />

“oğulcuğum, yavrucuğum” anlamına geldiği bilinmektedir. Hz.<br />

Lokman (a.s.) da evladına, “Oğulcuğum! Namazını kıl” demekte<br />

<strong>ve</strong> şefkat dolu bu sözleriyle onun gönlüne hitap etmektedir. 21<br />

Gönüle hitab eden bir başka örneğin, ünlü mutasavvıf Sehl<br />

b. Abdullah et-Tüsterî’nin hayatında ne denli etkili olduğunu<br />

ortaya koyan hatırasını kendisinden dinleyelim:<br />

“Küçük bir çocuktum. Geceleri kalkıp huşu içinde namaz<br />

kılan dayım Muhammed b. Sivar’ı hayranlıkla seyrederdim. Bir<br />

gün dönüp bana dedi ki:<br />

- Seni yaratan Allah’ı hiç anmaz mısın?<br />

- Nasıl anayım? diye sordum. Bunun üzerine dayım:<br />

- Gece yatağına yattığın zaman, kalbinle üç defa, “Allah<br />

benim şahidimdir, benimle beraberdir <strong>ve</strong> beni görüyor” de, telkininde<br />

bulundu.<br />

18 Özellikle Asr-ı Saadet’te yaşayan sahâbi çocuklarının Peygamberimizle<br />

ilgili hatıraları <strong>ve</strong> çocuklara yönelik namaz konusundaki tavsiyeleri için<br />

bkz. Ay, Mehmet Emin, Biricik Peygamberim <strong>ve</strong> Onun Çağındaki Çocuklar,<br />

İstanbul 2014.<br />

19 Bu metodun önemi hakkında bkz. Bayraklı, Bayraktar, İslam’da Eğitim,<br />

İstanbul 1980, s. 159; Bayraktar, M. Faruk, İslam Eğitiminde Öğretmen-Öğrenci<br />

Münasebetleri, İstanbul 1984, s. 48; Kandemir, M. Yaşar,<br />

Örneklerle İslam Ahlâkı, İstanbul 1980, s. 390.<br />

20 Ayetler için bkz. Hûd, 11/42; Yusuf, 12/8; Lokman, 31/13, 16, 17; Saffât,<br />

37/102.<br />

21 Lokman, 31/17.


Namaz <strong>ve</strong> Çocuk 129<br />

Ben bu tavsiyeye uyarak her gece söylenenleri tekrar ettim.<br />

Gönlümde bu sözün tatlılığını hissetmeye başladım. Sonra dayımın<br />

tavsiyesi üzere yedi <strong>ve</strong> on defa söylemeye devam ettim. Birkaç<br />

yıl boyunca da hep söyledim. Nihayet bir gün dayım bana:<br />

- Ey Sehl! Ne dersin? Allah’ın beraber olduğu, şahidi olduğu<br />

<strong>ve</strong> nazar ettiği bir kimseye, günah işlemek yakışır mı?...” 22<br />

Dayısının, doğrudan gönlüne hitab ederek söylediği son<br />

sözler ne kadar önemliyse, temelindeki tavsiyeler de o denli<br />

manidardır. Neticede, insanın manevi eğitimine dair önemli<br />

eserler <strong>ve</strong>ren <strong>ve</strong> yaşadığı hayatıyla insanlara örnek olan Sehl. b.<br />

Abdullah et-Tüsterî gibi önemli bir şahsiyet yetişmiştir. Onun,<br />

çocukluk çağında almış olduğu sağlıklı <strong>ve</strong> doğru eğitimle bu<br />

mertebeleri kazanmış olduğu söylenebilir.<br />

Yine aşağıdaki örneklerde sunulduğu gibi, gönle hitap<br />

eden, <strong>namazla</strong> ilgili bir <strong>ve</strong>cize <strong>ve</strong>ya bir beyit de dakikalarca<br />

konuşmaktan daha etkileyici olabilir.<br />

“Namaz, insanı darda koymaz.”<br />

“Her şey <strong>namazla</strong> bitmez, ama her şey onunla başlar.”<br />

“Allah’a giden yollar, mescitlerden geçiyor. Mevlâ, kullarını<br />

secdelerde seçiyor.”<br />

4. Namaz İbadetinin Eğitiminde Cezaya<br />

Başvurmamalıdır<br />

Namaz ibadetinin eğitiminde en çok karşılaşılan sorunlardan<br />

birisi de namaz kılmayan çocuklar için dayağa başvurulması<br />

meselesidir. Konuyla ilgili bir hadis-i şerifde Sevgili Peygamberimiz<br />

(s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: 23 “Çocuklarınız yedi<br />

yaşına geldikleri zaman onlara namaz kılmalarını öğretiniz.<br />

On yaşına geldikleri zaman…” E<strong>ve</strong>t, hadisin bundan sonraki<br />

22 Abdullah Ulvan, Terbiyetü’l-Evlâd fi’l-İslâm, Beyrut 1978, I, 169.<br />

23 Ebu Davud, Salât, 25; Tirmizî, Mevâkit, 182.


130<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

kısmını birçok mütercim, “Şayet on yaşına geldiklerinde namaz<br />

kılmazlarsa onları dövün…” şeklinde tercüme etmişlerdir. 24<br />

Ancak biz böyle bir tercümenin, genel manada Peygamber<br />

Efendimizin (s.a.s.) Sünnet-i Seniyyesi’ne bir bütün olarak baktığımızda<br />

isabetli olmadığını söylemek durumundayız. Çünkü<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.) hayatı boyunca hiçbir çocuğa, kadına<br />

<strong>ve</strong>ya hizmetçiye -terbiye maksadıyla da olsa- vurmamıştır. O<br />

halde, öncelikle bu tercümelere ihtiyatla yaklaşılmalıdır.<br />

Ardından şunu ifade edelim ki, bazı hadisçiler yukarıda<br />

aktarılan hadisin hükmünün, “Üç kişiden kalem kaldırılmıştır.<br />

Bunlardan biri de henüz büluğ çağına ermemiş çocuklardır.”<br />

hadisiyle 25 kaldırıldığını söylemektedirler. Beyhakî başta olmak<br />

üzere birçok hadis bilgininin görüşleri çerçe<strong>ve</strong>sinde şekillenen<br />

hüküm şudur ki, çocukların büluğ çağına gelinceye kadar<br />

ibadet mükellefiyetleri olmadığından, namazı terk etmeleri de<br />

herhangi bir cezai müeyyideyi gerektirmeyecektir. 26<br />

Öte yandan, zengin bir dil olan Arapça’da bazı fiillerin<br />

aldıkları eklerle farklı manalar taşıdığı bilinmektedir. Hadis-i<br />

şerif’de geçen “darb” fiili de, almış olduğu harf-i cer ekleriyle<br />

farklı anlamlara gelmektedir. Sözgelimi, “darb-ı mesel” tabiri,<br />

dilimize de geçmiş farklı bir kullanımdır. İşte bunun gibi,<br />

hadis-i şerifde “alâ” harf-i cerri ile kullanılan “darb” kelimesi,<br />

bizi hadis-i şerifi şu şekilde anlamaya yöneltmektedir: “… On<br />

yaşına geldiği zaman, namaz kılması hususunda farklı metodlar<br />

kullanarak çocuğun namaz kılmasına yardımcı olunuz/<br />

sağlayınız.”<br />

Konuya, yaşanan tecrübeler ışığında baktığımızda da ortaya<br />

çıkan gerçek şudur: Dayak vb. cezalarla kıldırılan namaz, ibadetten<br />

alınması gereken hazzı sağlayamamaktadır. Belki çocuk<br />

24 Bu tercüme örneklerinden biri için bkz. Ahmed Naim-Kamil Miras,<br />

Sahîh-i Buhârî Tecrîd-i Sarîh Tercemesi <strong>ve</strong> Şerhi, Ankara 1976, II, 941.<br />

25 Ebu Davud, Hudûd, 16; Tirmizî, Hudûd, 1.<br />

26 Askalânî, Fethu’l-Bârî bi Şerhi’l-Buhârî, Mısır 1959, II, 286.


Namaz <strong>ve</strong> Çocuk 131<br />

tarafından -görünürde- yerine getirilmektedir; ancak bu hiçbir<br />

zaman onun hayatında “ibadet” adına yer tutan bir faaliyet <strong>ve</strong><br />

alışkanlığa dönüşememektedir.<br />

Netice itibariyle şunu söylemeliyiz ki, baskı <strong>ve</strong> zorlamayla,<br />

ya da dayakla temin edilen namaz kılma davranışı, ergenlik çağıyla<br />

birlikte çocuk tarafından terkedilmektedir. Çünkü çocuk,<br />

Allah’ı sevdiği için <strong>ve</strong> ihtiyaç duyduğu için değil, çevresinden<br />

azar işitmemek için namaz kılıyor görünmüştür. Buna dair yaşanmış<br />

nice acı örnekler vardır. 27<br />

Bu sebeple, anne babanın, çocuğun, namazı bir ibadet biçimi<br />

olarak gören, arzuyla <strong>ve</strong> haz alarak kılan; <strong>namazla</strong> içli-dışlı,<br />

“Namaz Ehli” (ehl-i salât) biri haline gelebilmesi için ona sürekli<br />

yardımcı olması gerekmektedir.<br />

27 Çocukluk yıllarında gördüğü baskı sebebiyle gençlik döneminde namazı<br />

terk eden gençlerin ibret dolu hikayeleri için bkz. Sağlam, age.,<br />

s. 213 vd.


Zamanın akışına genişlik <strong>ve</strong>ren, tüm ibadetlerin<br />

sertâcı namaz, aynı yaşamımız <strong>ve</strong> ölümümüz<br />

gibi âlemlerin Rabbi Allah içindir. Namaz,<br />

hayatımızla; hayatımız, zaman duygumuzla<br />

öylesine ilgili <strong>ve</strong> bağlantılıdır ki birbirinden ayrı<br />

düşünülemez.


Zamana Hükmeden Namaz<br />

Dr. Fatma BAYRAKTAR KARAHAN<br />

Diyanet İşleri Uzmanı<br />

Yemin olsun şafağa, 1 karanlığı çöktüğü vakit geceye,<br />

kuşluk vaktine, 2 açılıp aydınlandığı zaman gündüze,<br />

3 ikindi vaktine <strong>ve</strong> asra. 4<br />

Dışına çıkamadığımız, akışını durduramadığımız… Kaybı<br />

hüsran, kendisi nimet olan zaman… Koca Ragıp Paşa’nın<br />

deyimiyle, saatin her çalışıyla “âh” edilecek, ömrün geçen<br />

müddeti…<br />

“Saatin çaldığı evkât değildir her kâr,<br />

Müddet-i ömrün gelüp geçtiğine eyler âh!”<br />

İnsanın, var oluşuyla başlar zamanla, zamanın bin bir hali<br />

ile imtihanı. Yaratılmış varlıklar için var oluş, zamanı <strong>ve</strong> mekânı<br />

zorunlu kılar zira. Zamansız mekân, mekânsız zaman yoktur.<br />

Mekân <strong>ve</strong> zaman üstü olan ise yalnız yüce Allah’tır. Ömrü<br />

ölümle, hayatı zaman ile mukayyed insanoğlu, tul-u emele sahiptir<br />

ancak en başından beri. Kalıcı <strong>ve</strong> ölümsüz olmak ister.<br />

İlk günah insanın zamanı yenme arzusunun eseridir. Ebedi<br />

olmak isteği öylesine galebe çalar ki yüce Allah’ın emri ihlal<br />

edilir <strong>ve</strong> insan cennetten zamanın varlığını en kesif hissede-<br />

1 İnşikâk, 84/16.<br />

2 Duhâ, 93/1-2.<br />

3 Leyl, 92/2.<br />

4 Asr, 103/1.<br />

133


134<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

ceği dünya hayatına indirilir. “… Size yeryüzünde bir zamana<br />

kadar yerleşme <strong>ve</strong> yararlanma vardır.” 5 Yeryüzündeki hayat bir<br />

zamana kadar devam edecek <strong>ve</strong> sonlanacaktır. Sonsuz olmak<br />

isteyen insan bu sonluluk fikri ile nasıl baş edecek, zamana esir<br />

olmadan nasıl yaşayacak, zamana nasıl hükmedecektir?<br />

Tarih boyunca insanoğlu, bu fikir ile mücadele etti. Bazen<br />

görmezden gelerek yenmeye çalıştı zamanı, bazen de gücüne<br />

boyun eğdi. Öyle ki bu boyun eğiş zamanı ilah edinmeye bile<br />

vardırdı bazen. Ve böylece dehri, zamanı, sonsuzdan gelip sonsuza<br />

giden tek gerçek kabul edenler bir başka zaman imtihanını<br />

kaybettiler aslında. Zamanın yaratıcısı <strong>ve</strong> mutlak sahibini<br />

tanımayarak…<br />

Zaman mefhumu, başlangıcı <strong>ve</strong> sonu kadar problemleri ile<br />

de meşgul etti ilim adamlarının, filozofların zihnini. Mazi, hâl<br />

<strong>ve</strong> istikbal ile zaman de<strong>ve</strong>ranı aynı ânda mı yaşanmaktadır?<br />

Geçmişe dönmek, geleceği görmek mümkün müdür? Zamanda<br />

yolculuk söz konusu olur mu? Cevap için gözler göğe çevrildi.<br />

Astronominin <strong>ve</strong>rileri ile zamanın akışı anlaşılmaya çalışıldı.<br />

Gezegenlerin dönüşleri, birbirlerine uzaklıkları, tabiattaki değişmez<br />

<strong>ve</strong>riler ışığında çok şey söyledi insanlığa <strong>ve</strong> asırlar boyu<br />

zamanın mutlaklığı, aşılamaz oluşu <strong>ve</strong> gücü egemen oldu insanlığın<br />

üzerinde. Ta ki, zamanın mutlak olmadığı, izafiliği,<br />

fark edilene kadar…<br />

Arşa hükmeden, 6 buyruğu olmaksızın yere düşmemesi için<br />

gökyüzünü tutan, 7 gökte burçlar kılıp, gözleyenler için onu<br />

süsleyen, 8 yıldızların mevkilerine yemin eden 9 yüce Allah zamanın<br />

varlığının hikmetini, izafiliğini, tanzimini de yaparak<br />

bildirmektedir kullarına. Gece ile gündüzün de<strong>ve</strong>ranında sakı-<br />

5 A’râf, 7/24.<br />

6 Taha, 20/5.<br />

7 Hac, 22/65.<br />

8 Hicr, 15/16.<br />

9 Vakıa, 56/75-76.


Zamana Hükmeden Namaz 135<br />

nanlar için pek çok ayetler bulunmakta 10 gece bir örtü, istirahat<br />

zamanı <strong>ve</strong> gündüz de hareket <strong>ve</strong> çalışma vakti olarak tanzim<br />

edilmektedir İlahî hitapta.<br />

Rabbin nezdinde bir gün, sizin saydığınız bin yıl gibidir. 11<br />

Geçirdiğimiz dünya ömrü bir göz açıp kapaması, gündüzün<br />

bir saati mesabesindedir. 12 Ve hesap için çağırıldığımızda dünyada<br />

pek az bir süre kaldığımızı sanacağımız, 13 geçen zamana<br />

şaşıracağımız gündür. Çünkü zaman izafidir, mutlak değil değişkendir.<br />

Nasıl uzayda kara deliklerde yavaş akıyorsa zaman<br />

dünyada da ânlar birbirinden farklı akar. Hüzün <strong>ve</strong> gam zamanı<br />

yavaşlatır iken neşe <strong>ve</strong> sevinç hızlandırır. Günümüze dek ulaşan<br />

muvakkithane levhalarından birinde şöyle bir beyit yer alır:<br />

“Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilür,<br />

Mübtelây-i gama sor kim geceler kaç saat.”<br />

Farklı geçse <strong>ve</strong> farklı hissedilse de en nihayet güneşin zevalinden<br />

gecenin karanlığına akıp giden zamanı durdurmak<br />

mümkün değildir. Ancak gidişatı fark edip, zamanı tanzim etmek;<br />

tayin edilmiş zamanları kayıt etmek mümkündür. Zamanın<br />

kayıt edilmişi ise vakittir. İlahî kelâm, zamandan çok vakti<br />

kullanır. Bir iş için belirlenen zamanın nihayetidir vakit. İnsan<br />

üzerinde cabbâr olan <strong>ve</strong> yakalamak için peşinden koşulan bir<br />

zaman tasavvuru yerine tanzim edilen, planlanan <strong>ve</strong> böylelikle<br />

kendisine hâkim olunan vakit esastır. “Sana, hilâlleri soruyorlar.<br />

De ki: “Onlar, insanlar <strong>ve</strong> hac için vakit ölçüleridir.” 14 Bu sebeple<br />

tayin edilip programlanmış belli vakitlerde <strong>ve</strong> devamlı yapılması<br />

esas olan ibadet de zamanı tanzim etmenin bir yoludur.<br />

Vakitli ibadetler zaman tasavvuru kazandırırken zamanın<br />

önemini de fark ettirirler insanoğluna. Ve vakitli ibadetlerin en<br />

10 Yunus, 10/6.<br />

11 Hac, 22/47.<br />

12 Yunus, 10/45.<br />

13 İsrâ, 17/52.<br />

14 Bakara, 2/189.


136<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

güçlüsü hiç şüphe yok ki namazdır. Ayların fark edilmesinde<br />

<strong>ve</strong> yılın tanziminde orucun vakte hâkimiyeti yanında seherinden<br />

şafağına günün vakitlerinin fark edilmesi <strong>ve</strong> tanziminde<br />

namaz çıkar karşımıza: “O hâlde, onların söylediklerine sabret<br />

<strong>ve</strong> güneşin doğuşundan <strong>ve</strong> batışından önce Rabbini hamd ile<br />

tespih et. Gece vakitlerinde <strong>ve</strong> gündüzün uçlarında da tespih<br />

et ki hoşnut olasın.” 15<br />

Namaz, risalet silsilesinde peygamberlerin tevhitten sonra<br />

muhatap oldukları emirlerin en kuv<strong>ve</strong>tlisi, Allah’a iman <strong>ve</strong> ibadetin<br />

nişanesi farzların ilkidir. 16 Çünkü namaz da zaman gibi<br />

insanlığın en başından beri var olmalıdır.<br />

Zamanı vakit olarak idrak etmemizi sağlayan namaz, insanı<br />

arındıran, ruhunu yücelten <strong>ve</strong> Yüce Yaratıcı’ya yönelip sığınarak<br />

özgürleştiren <strong>ve</strong> disiplin kazandıran bir ibadettir. Namaz,<br />

özgürleştirir. Çünkü boyun eğilen sadece yüce Allah’tır. O’ndan<br />

başka hiç kimsenin onay <strong>ve</strong> beğenisinin anlam <strong>ve</strong> değeri<br />

yoktur namazda. Namaz, özgürleştirir. Çünkü mutlak zamanın<br />

hâkimiyetinden kurtulur <strong>namazla</strong> insan. Vakti girdiğinde her<br />

şey anlamını yitirir, o kalır sadece geriye. Uykuya, eğlenceye,<br />

işe <strong>ve</strong> dünyaya ait olan her şeye ara <strong>ve</strong>riştir namaz. En önemli<br />

olana dönüş <strong>ve</strong> O’nu fark ediştir.<br />

Namaz, ruhi yücelmenin belirli şekiller, kurallar <strong>ve</strong> bir<br />

vakit içerisinde ifası <strong>ve</strong> ifadesidir. Onun şekil <strong>ve</strong> vakitle mukayyedliği,<br />

nizam <strong>ve</strong> intizam temini için zihnî, ahlâkî, ruhî,<br />

cismanî bir tâlim <strong>ve</strong> terbiye oluşuna işarettir. Bu öyle bir tâlim<br />

<strong>ve</strong> terbiyedir ki neticesi tüm kötü söz <strong>ve</strong> davranışlardan uzak<br />

kalabilmek 17 <strong>ve</strong> zamanına hâkim olabilmektir. “Öyle ise akşama<br />

girdiğinizde, sabaha kavuştuğunuzda, Allah’ı tespih edin. Gök-<br />

15 Taha, 20/130.<br />

16 Bakara, 2/83; Enbiya, 21/72-73; İbrahim, 14/37, 40; Meryem, 19/30-31.<br />

17 Ankebût, 29/45.


Zamana Hükmeden Namaz 137<br />

lerde <strong>ve</strong> yerde hamt O’na mahsustur. Gündüzün sonunda <strong>ve</strong><br />

öğle vaktine girdiğinizde de Allah’ı tesbih edin,” 18 der Rahman.<br />

Zamanın ahirete doğru akışıdır diye tefsir etmektedir merhum<br />

Elmalılı Hamdi Yazır bu ayeti. Akşam <strong>ve</strong> yatsı ile bir uyarı<br />

<strong>ve</strong> korkutma vardır ayette. Sonra sabahla, aydınlık ile devam<br />

eden ne güzel bir zaman <strong>ve</strong> ne güzel nimet. 19 Ömür gibi doğum<br />

ile başlayan, gençlik, yaşlılık <strong>ve</strong> nihayet ölüm ile sona eren<br />

döngü namaz vakitlerinde de kendini gösterir böylece. Seher<br />

vakti, güne <strong>ve</strong> hayata katılmanın coşkusu, şafağın kaybolması<br />

ile insana nihayetini hatırlatan yatsı…<br />

Bütün vakitler yer bulmaktadır tek bir ayette. Güneşin batışını<br />

takip eden şafak denilen kızıllık <strong>ve</strong>ya beyazlık kaybolana<br />

kadar işâ denilen akşam namazının vakti. Şafağın kaybolmasını<br />

takip eden fecre kadar son işâ, yatsı namazının vakti. Sonra tan<br />

yerinin ağarmasından güneş doğana kadar, sabah namazı vakti.<br />

Ve gündüzün sonunda, öğle <strong>ve</strong> ikindi vakti…<br />

Hayatta boşluğa yer yoktur. Günün her ânı planlanmış, taksim<br />

<strong>ve</strong> tanzim edilmiştir aslında. Bu taksim <strong>ve</strong> tanzim, kâinatın<br />

yaratılışına uygun yapılmıştır İlahî irade tarafından. “O, güneşi<br />

bir ışık kaynağı, ayı da geceleyin bir aydınlık kaynağı kılan,<br />

yılların sayısını <strong>ve</strong> hesabı bilmeniz için ona menziller takdir<br />

edendir. Allah, bunları boş yere değil ancak hikmeti gereğince<br />

yaratmıştır. O, ayetlerini, bilen bir topluma ayrı ayrı açıklamaktadır.”<br />

20 Yüce Allah, her bir ferdi bir âlem olan âdemoğlunun<br />

kâinat ile uyumlu olmasını murat etmiştir belki de. İnsanın,<br />

yılların sayısını <strong>ve</strong> hesabını bilmesi için gece <strong>ve</strong> gündüzün Allah’ın<br />

kudretini gösteren alâmetler olmasında böyle bir anlam<br />

gizlidir. 21 Ve bu alâmetleri dikkate alan insan güneş üzerine<br />

doğmadan kalkmalıdır. Ahmet Haşim’in dediği gibi “Müslüman<br />

18 Rum, 30/17-18.<br />

19 Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kuran Dili, VI, 244.<br />

20 Yunus, 10/5.<br />

21 İsra, 17/12.


138<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

gününün başlangıcını şafağın parıltıları <strong>ve</strong> nihayetini ise akşamın<br />

ziyaları tayin etmelidir.” Çünkü böylelikle dinin direği olan<br />

beş vakit namaz, zamanı tanzim eden direk olacak Müslümanın<br />

vakti bereket bulacaktır. “Ziyada başlayıp ziyada biten Müslümanın<br />

günü” zamanın hegemonyasından kurtulacak, uzaydaki<br />

kara delikler gibi zamanın akışını yavaşlatan namaz ile Müslüman<br />

zamanına hükmedebilecektir. Zamana ayak uydurmak için<br />

ona <strong>ve</strong> onun getirdiklerine mahkûm değil, zaman kendisine<br />

musahhar kılınacaktır.<br />

Zaman tasavvurumuz yaşam biçimlerimizin değişmesi ile<br />

farklılaşmıştır. Namaz vakitlerinin tespiti için inşa edilen küçük<br />

zaman odacıkları muvakkithanelerin önemli mevkiini zenberekli,<br />

çarklı, rakkaslı mekanik saatler almış; her e<strong>ve</strong>, mekâna<br />

giren, sokaklarda, meydanlarda bütün haşmetiyle yer alan,<br />

kolumuzda taşıdığımız saatler, namaz vakitlerini hatırlatmaktan<br />

çok zamanı takip etmemizi, peşinden koşmamızı sağlar<br />

olmuştur. Zaman, vakte galebe çalmış, <strong>namazla</strong>rımız da zamana<br />

hükmedemez hale gelmiştir.<br />

Namazın zamana hükmedebilmesi namazın hakikatinin,<br />

anlamının idraki ile mümkündür. Namazı idrak ise onu<br />

ikame etmek, yani doğrultmak, oturtmak <strong>ve</strong> tatbik sahasına<br />

koymaktır. 22<br />

İkame edilen namaz, huşu ile ifa edilecektir. Huşu, kulun<br />

yüce Allah’a olan derin saygısıdır. Müminlerin namazı da bu<br />

derin saygıyı ihtiva eder. 23 Huşusu, Rabbi ile özel bir buluşmada<br />

olduğunu bilmesindendir musallinin. 24 Bu sebeple namazda<br />

dünya kelamı edilmez, gözün, gönlün rotası, göğsün yönü kıbleden<br />

başkasına çevrilmez, bedenin azalarının hareketleri bile<br />

tertipten şaşmaz, keyfiliğe teslim olmaz. Kıyam, rükû, secde ile<br />

azalara hükmedilir. Kıyam kararlılığın izharıdır. Bundan sebep<br />

22 Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB, s. 678.<br />

23 Mü’minün, 23/2.<br />

24 Buhârî, Salât, 36.


Zamana Hükmeden Namaz 139<br />

olsa gerek “En faziletli namaz hangisidir?” sorusuna “Kıyamı<br />

uzun olan namaz.” diye cevap <strong>ve</strong>rir Allah Rasûlu. 25 Rükû, aczin<br />

itirafı, haddin bilinişi <strong>ve</strong> kulluğun fark edilişidir. Kıyama<br />

kıraat eşlik ederken rükûda yüce Rabbin adı tesbih edilir. Secde<br />

ise tam bir teslimiyet <strong>ve</strong> boyun eğiştir. Şah damarından yakın<br />

olana en yakın olunan andır secde. İnsanın en değerli uzvunu<br />

yere koyuşu, kulluğun ayağa kalkışıdır. Yüz, kimliğidir insanoğlunun;<br />

secde ise kul olma kimliğinin tescilidir. Bütün bu<br />

rükünlerin hakkını <strong>ve</strong>rmek yani tadil-i erkân ancak kıyam,<br />

rükû <strong>ve</strong> secdenin “azalar mutmain oluncaya kadar” tatbiki ile<br />

mümkündür. 26<br />

İkame edilen namaz, dosdoğru kılınacaktır. 27 Dosdoğru<br />

namaz, boyun eğerek kılınan namazdır. “Namazlara <strong>ve</strong> orta<br />

namaza devam edin. Allah’a gönülden boyun eğerek namaza<br />

durun.” 28 emri gereği boyun eğmek hem bedenen hem de ruhen<br />

beklenir musalliden.<br />

İkame edilen namaz, muhafaza olacaktır. Namazın muhafazası<br />

ona titizlikle devam etmektir. 29 Allah Rasûlünün (s.a.s.)<br />

“Amellerin en faziletlisi hangisidir?” sorusuna “Vaktinde kılınan<br />

namazdır…” 30 cevabı çok manidardır. Böylelikle ikame edilen<br />

namaz ile disiplinli bir hayat söz konusu olabilecektir. Namazın<br />

önemli bir maksadı <strong>ve</strong> hikmeti de bu disiplin olmalıdır. Hastalıkta,<br />

yolculukta, savaşta <strong>ve</strong> her durumda ona devam etmenin<br />

emredilmesinde bu anlam mündemiçtir. “Namazı kıldınız mı,<br />

gerek ayakta, gerek otururken <strong>ve</strong> gerek yan yatarak hep Allah’ı<br />

anın. Gü<strong>ve</strong>ne kavuştunuz mu namazı tam olarak kılın. Çünkü<br />

25 İbn Mâce, İkâmet, 200.<br />

26 Buhârî, Ezan, 122.<br />

27 Lokman, 31/17.<br />

28 Bakara, 2/238.<br />

29 Mü’minun, 23/9.<br />

30 Buhârî, Edeb, 1.


140<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

namaz, müminlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.”<br />

31 buyurur Yüce Mevla.<br />

İkame bir sebat <strong>ve</strong> azim işidir. Merhum Mehmet Âkif’in dediği<br />

gibi; “Neden geçsin sefaletlerle gıybetlerle ezmanın? Neden<br />

azmin süreksiz, yok mudur Allah’a imanın” 32<br />

Musallinin ikame ettiği, gönlüne, gözüne, azalarına <strong>ve</strong> şuuruna<br />

hükmeden namazı, onu korku <strong>ve</strong> üzüntüden azade kılar. 33<br />

Kaybı olmayan bir ticarettir onlar için <strong>namazla</strong>rı 34 <strong>ve</strong> karşılığı<br />

yüce Allah’ın merhametidir. 35 Hırs <strong>ve</strong> sabırsızlık ile sınanan insanın<br />

kendisine kötülük dokunduğu zaman sızlanmasına, hayır<br />

dokunduğunda da eli sıkı olmasına manidir namaz. Ancak, <strong>namazla</strong>rına<br />

devam eden kimselerin namazıdır, karşılığı huzur <strong>ve</strong><br />

hoşnutluk olan. 36 Ve her gün, sabah <strong>ve</strong> akşam devam edilendir. 37<br />

Namazın terkinden değil zayi edilmesinden bahseder<br />

Kur’an. “Onlardan sonra, namazı zayi eden, şeh<strong>ve</strong>t <strong>ve</strong> dünyevi<br />

tutkularının peşine düşen bir nesil geldi. Onlar bu tutumlarından<br />

ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklardır.” 38 Zayi edilen<br />

namaz mıdır, yoksa zayi eden hem kendini hem zamanı mı<br />

zayi etmiştir aslında? “Yatma seherde/ Uğrarsın derde” diyen<br />

Hak aşığı Yunus ziyanda olanın namazı zayi eden olduğuna<br />

işaret eder. Oysa namaz mutlak ziyandan kurtuluştur. Geçen<br />

her an kaybedilen zamanla hüsranda olan insanoğlu ömrünün<br />

nihayetine doğru hızla akıp giden zamanı sadece iman, sâlih<br />

amel, hakkı <strong>ve</strong> sabrı tavsiye ile tersine çevirebilir. 39<br />

31 Nisa, 4/103.<br />

32 Mehmet Akif Ersoy, Safahat, s. 272, DİB yay. Ankara 2012.<br />

33 Bakara, 2/277.<br />

34 Fâtır, 35/29.<br />

35 Nur, 24/56.<br />

36 Meâric, 70/19, 23; Taha, 20/130.<br />

37 İnsan, 76/25.<br />

38 Meryem, 19/59.<br />

39 Asr, 103/1-3.


Zamana Hükmeden Namaz 141<br />

Zamanın akışına genişlik <strong>ve</strong>ren, tüm ibadetlerin sertâcı namaz,<br />

aynı yaşamımız <strong>ve</strong> ölümümüz gibi âlemlerin Rabbi Allah<br />

içindir. 40 Namaz, hayatımızla; hayatımız, zaman duygumuzla<br />

öylesine ilgili <strong>ve</strong> bağlantılıdır ki, birbirinden ayrı düşünülemez.<br />

Çünkü vakti haber <strong>ve</strong>ren her ezan, hayatı, nihayetini <strong>ve</strong> sonrasını<br />

hatırlatır insana.<br />

Ve ey insan! Ezan sesini duyuyor <strong>ve</strong> sesiyle birlikte kalbine<br />

sevinç <strong>ve</strong> huzur doğuyorsa bil ki kıyamet gününde de gelen<br />

müjdelerle sevineceksin. “Allah’ım! Bize emrettiğin ibadetleri<br />

koşa koşa coşa coşa, sevinçle üşenmeden yaparız” diyebiliyor,<br />

vakti bekliyor <strong>ve</strong> ikame edebiliyorsan eğer, sen de zamanın<br />

sultasından kurtulup, ona hükmedenlerden olabileceksin.<br />

40 Enam, 6/162.


İslam vahyinin gelişinden itibaren namaz ibadeti<br />

rekat sayıları, vakitleri <strong>ve</strong> türleri bakımından bazı<br />

süreçlerden geçmiştir. Müslümanlar, Mekke<br />

döneminin başlangıcından itibaren gerek açık<br />

gerekse gizli da<strong>ve</strong>t döneminde namaz kılmaya<br />

başlamışlardır


Namaz İbadetinin Tarihsel Süreci<br />

Yrd. Doç. Dr. Kâmil YAŞAROĞLU<br />

Marmara Üni<strong>ve</strong>rsitesi<br />

İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi<br />

Hz. Muhammed’den önceki peygamberler döneminde<br />

de mevcut olan namaz ibadetiyle ilgili hükümler,<br />

İslam dininde tarihsel süreç içerisinde aşamalı olarak<br />

ortaya konulmuştur. Namaz, Mekke döneminin başlarından<br />

itibaren günde iki vakit <strong>ve</strong> ikişer rekat olarak kılınmaya başlanmış,<br />

ayrıca bu dönemde gece namazı (teheccüd) hakkında<br />

ayetler indirilmiştir. Hicretten kısa bir süre önce gerçekleşen<br />

“Mirac” hadisesinde beş vakit namaz farz kılınmıştır.<br />

Medine döneminde ise cuma namazı, bayram <strong>namazla</strong>rı, cenaze<br />

namazı, teravih namazı vb. <strong>namazla</strong>r Hz. Peygamber’in<br />

uygulaması örnek alınarak kılınmaya başlanmıştır.<br />

İslam’dan Önce Namaz İbadeti<br />

A. Önceki Peygamberler Döneminde<br />

Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerden İlâhî dinlerin hemen tamamında<br />

namaz ibadetinin mevcut olduğu anlaşılmaktadır.<br />

Peygamberlerin önemli bir kısmının ibadet hayatlarından bahsederken<br />

Türkçe’deki namaz kelimesinin Arapça karşılığı olan<br />

‘salât’ kavramının kullanılmış olması, şartları <strong>ve</strong> yerine getiriliş<br />

biçimi birbirlerinden farklı olsa da, hemen bütün peygamberlerin<br />

bu ibadetle yükümlü kılındığını göstermektedir. Bununla<br />

birlikte ayetlerde geçen “kıyâm”, “rukü”, “secde” <strong>ve</strong> “tesbîh”<br />

gibi kavramlar dikkate alındığında önceki peygamberlerin dö-<br />

143


144<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

nemlerinde yer alan bu ibadetin şekil açısından İslam dinindeki<br />

namaza benzer özellikler taşıdığı söylenebilir.<br />

Kur’an’da Hz. Âdem, Nûh <strong>ve</strong> İbrâhim’den sonra namazı<br />

terkeden nesillerin geleceği, 1 Hz. Zekeriyyâ’nın namaz kıldığı, 2<br />

Hz. Îsâ’nın beşikteki mûcizevî konuşmasında namaz ibadetine<br />

atıfta bulunduğu, 3 Hz. İbrâhim’in yanı sıra Lût, İshak <strong>ve</strong><br />

Ya‘kūb’a namaz emrinin vahyedildiği, 4 Hz. İsmâil’in halkına /<br />

ailesine namazı emrettiği, 5 Hz. Lokmân’ın oğluna namazı hakkıyla<br />

kılmasını öğütlediği, 6 Hz. İbrâhim’in namazı yalnız Allah<br />

rızâsı için kıldığını söylediği, 7 kendisini <strong>ve</strong> neslini namazı dosdoğru<br />

kılan kullarından eylemesi için dua ettiği, 8 Hz. Mûsâ’ya<br />

Allah’ı anmak üzere namaz kılmasının emredildiği 9 ifade edilmekte,<br />

Allah’ın İsrâiloğulları’ndan yerine getirme sözü aldığı<br />

görevler arasında namazın da yer aldığı görülmektedir. 10 Ehl-i<br />

kitab hakkında “Onlar ki kitaba sımsıkı sarılırlar <strong>ve</strong> namaz kılarlar<br />

elbette biz iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz.” 11 buyurulmakta;<br />

bir başka ayette ise Ehl-i kitab içerisinde inançlarında<br />

samimi olan <strong>ve</strong> geceleri Allah’ın ayetlerini okuyup secdeye kapanan<br />

bir grubun varlığından söz edilmektedir. 12<br />

1 Meryem, 19/59.<br />

2 Âl-i İmrân, 3/39.<br />

3 Meryem, 19/31.<br />

4 el-Enbiyâ, 21/73.<br />

5 Meryem, 19/55.<br />

6 Lokmân, 31/17.<br />

7 el-En‘âm, 6/162.<br />

8 İbrâhîm, 14/40.<br />

9 Tâhâ, 20/14. Mirâc hadisesinde farz kılınan beş vakit namazın elli vakitten<br />

beş vakte indirilmesiyle ilgili olarak Hz. Musa ile Hz. Peygamber<br />

arasında geçen diyalog dikkate alındığında Hz. Musa’nın döneminde<br />

namaz ibadetinin mevcut olduğu anlaşılmaktadır.<br />

10 el-Bakara, 2/83; el-Mâide, 5/12.<br />

11 el-A’râf, 7/170.<br />

12 Âl-i İmrân, 3/113.


Namaz İbadetinin Tarihsel Süreci<br />

145<br />

Hz. Peygamber’in hadislerinde de önceki peygamberlere<br />

namazın farz kılındığı, vakitlerinin İslam dinindeki namaz vakitleriyle<br />

aynı olduğu ifade edilmektedir. Nitekim Hz. Cebrail<br />

Peygamberimize namaz vakitlerini öğrettikten sonra “Bu vakitler<br />

senden önceki peygamberlerin vaktidir. Namaz vakti de bu<br />

iki vakit arasında kalan zamandır.” şeklinde hitap etmiştir. 13 Bir<br />

diğer rivayette ise Resûlullah’ın kıldırdığı ikindi namazından<br />

sonra yanında bulunanlara “Bu namaz, sizden öncekilere de arz<br />

olundu, ama onlar bunu zayi ettiler. Kim buna devam ederse<br />

ecri iki kere <strong>ve</strong>rilecek.” 14 buyurduğu nakledilir.<br />

B. Diğer Semavi Dinlerde<br />

1- Yahudilik’te<br />

Yahudilik’te ibadetler günlük, haftalık <strong>ve</strong> yıllık olarak ferdî<br />

<strong>ve</strong>ya cemaat halinde icra edilmektedir. Günlük ibadet evde<br />

ferdî yahut mâbedde cemaat halinde üç vakitte (sabah, öğleden<br />

sonra <strong>ve</strong> güneş battıktan sonra) dua etmekten ibarettir. Dua<br />

sırasında doğu tarafına Kudüs’e dönülür, ayaklar bitişik olarak<br />

ayakta durulur, eller semaya doğru uzatılır, baş öne eğili vaziyette<br />

huşû içinde Tanrı’ya yakarılır. Dua eden kişi şükür <strong>ve</strong><br />

tâzim esnasında rükûa varır <strong>ve</strong> dua okuyarak kalkar, üç adım<br />

geri giderek sağa sola eğilir. Bu şekliyle günlük ibadet Müslümanların<br />

namaz ibadetine benzemektedir. 15<br />

Hz. Peygamber’in çağdaşı olan Yahudiler ayrıntıları çok<br />

fazla bilinmemekle birlikte günlük olarak ibadet yapmaktaydılar.<br />

16 Allah Resûlü’nün peygamberliğinden kısa bir süre önce<br />

13 Ebû Dâvûd, Salât, 2; Tirmîzî, Salat, 1.<br />

14 Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 292.<br />

15 Abdurrahman Küçük, “İbadet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi<br />

(DİA), İstanbul 1999, IXX, 239; Günay Tümer - Abdurrahman Küçük,<br />

Dinler Tarihi, Ankara 1989, s. 255.<br />

16 Nuh Arslantaş, “Hz. Peygamber’in Çağdaşı Yahudilerin İnanç-İbadet <strong>ve</strong><br />

Dini Hayatları ile İlgili Bazı Tespitler”, Marmara Üni<strong>ve</strong>rsitesi İlahiyat<br />

Fakültesi Dergisi, XXXIV/1 (2008), s. 70.


146<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Filistin’den Yesrib’e gelip yerleşen İbnü’l-Heyyeban isimli bir<br />

Yahudi Âlimin günde beş vakit namaz kıldığı belirtilir. 17 Bu<br />

bilgi Medine’de Yahudilerin beş vakit ibadet ettiklerini ya da<br />

en azından o dönemde ibadetlerini hala beş vakit olarak yerine<br />

getiren Yahudilerin olduğunu göstermektedir. Ancak Hz.<br />

Peygamber’den sonraki dönemlerde günümüzde olduğu gibi,<br />

Yahudilerin günlük üç vakit ibadet ettikleri bilinmektedir. 18<br />

1. Hristiyanlık’ta<br />

Hristiyanlık’ta namaz ibadetinin varlığını gösteren bazı işaretler<br />

mevcuttur. Kur’an’da Ashâb-ı Kehf kıssası anlatılırken<br />

mescid kelimesinin zikredilmesinden 19 o dönemde namaz ibadetinin<br />

var olduğu sonucunu çıkarmak mümkündür. Hristiyanların<br />

ibadetlerinde namazda olduğu gibi kıyam <strong>ve</strong> secdenin<br />

bulunduğu kaynaklarda zikredilir. 20 İlk Hristiyanların Mezmurlar’daki<br />

emre uygun olarak her gün üç defa ibadet ettikleri<br />

anlaşılmaktadır. Bu ibadet ayakta <strong>ve</strong>ya diz, baş öne eğilip eller<br />

yukarı doğru kaldırılarak yapılırdı. IV. yüzyıldan itibaren manastır<br />

hayatının yaygınlaşmasıyla birlikte ibadet saatleri daha<br />

düzenli bir hale getirildi <strong>ve</strong> Mezmurlar’daki ifadeden esinlenerek<br />

günlük ibadet vakitleri yediye çıkarıldı. 21 Ârâmice’deki<br />

‘Selota’ kelimesiyle, Süryânî <strong>ve</strong> Nabâtî dillerindeki ‘Masgeda’<br />

kelimesi, Hristiyanlığın salâtla ilgisini göstermesi bakımından<br />

dikkat çekicidir. 22 Ayrıca Süryânîler’in kıblelerinin var olduğu<br />

rükû <strong>ve</strong> secde ihtiva eden ibadetlerinin olduğu bilinmektedir.<br />

17 Arslantaş, s. 70.<br />

18 Arslantaş, s. 71.<br />

19 el-Kehf, 18/21.<br />

20 Mehmet Soysaldı, Kur’an <strong>ve</strong> Sünnet Işığında İbadet Tarihi, Ankara 1997,<br />

s. 37.<br />

21 Mehmet Aydın, “Hristiyanlık”, DİA, İstanbul 1998, XVII, 350.<br />

22 Mehmet Efe, Kur’an’da Ritüellerin Arka Planı (doktora tezi, 2007) Ankara<br />

Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 36.


Namaz İbadetinin Tarihsel Süreci<br />

147<br />

C. İslam Öncesi Hicaz-Arap Toplumunda Namaz<br />

İbadeti<br />

İslam’ın doğuşu sırasında putperestliğin yaygın halde olduğu<br />

Hicaz-Arap toplumunun önceki peygamberlerden gelenek<br />

yoluyla intikal eden ibadet formlarını, dua <strong>ve</strong> secdeyi<br />

bildikleri, ancak zamanla ibadeti özünden saptırarak putlar<br />

etrafında dönmek, onlara dokunmak <strong>ve</strong> putlar namına kurban<br />

kesmeye dönüştürdükleri anlaşılmaktadır. 23 Bununla birlikte<br />

Hz. İbrahim’den intikal eden tevhid dininin <strong>ve</strong> Allah inancının<br />

etkilerinin, şekil <strong>ve</strong> mahiyet değiştirerek de olsa devam ettiği<br />

bilinmektedir. Nitekim Ebû Zer el-Gıfârî <strong>ve</strong> Zeyd b. Amr b. Nüfeyl<br />

gibi Hanîf diye isimlendirilen kimselerin Kâbe’ye yönelerek<br />

namaz kıldıkları nakledilmektedir. 24<br />

Câhiliye Arapları arasında belirli bir namaz şeklinin bulunduğuna<br />

dair herhangi bir bilgi mevcut değildir. Enfâl sûresinin<br />

“Onların (müşrikler) salâtı ıslık çalmak <strong>ve</strong> alkışlamaktan ibarettir”<br />

meâlindeki 35. ayetinde geçen 25 salât kelimesi, daha çok<br />

müşriklerin Müslümanların Kâbe’deki ibadetlerine karşı ibadet<br />

görüntüsü <strong>ve</strong>rdikleri bir engelleme hareketi olarak yorumlanmıştır.<br />

26 Bununla birlikte kaynaklarda Kureyş kabilesinin ıslık<br />

çalıp el çırparak Kâbe’yi tavaf etme şeklinde bir ibadetleri olduğundan<br />

bahseden rivayetler ağırlıktadır. 27<br />

Namaz ibadetinin en önemli rüknü olan secde, İslam’dan<br />

önceki Araplar tarafından bilinmekteydi. Nitekim Cahiliye şii-<br />

23 Soysaldı, s. 33; Osman Memiş, Namaz Vakitleri <strong>ve</strong> Namazların Cem’i<br />

(Birleştirilmesi) (yüksek lisans tezi, 2005) Uludağ Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyal<br />

Bilimler Enstitüsü, s. 21.<br />

24 Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 132; Cevâd Ali, el-Mufassal fî Târîhi’l-Arab<br />

Kable’l-İslâm, Bağdat 1993, VI, 473-475.<br />

25 el-Enfâl, 8/35.<br />

26 Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili (sad. İsmail<br />

Karaçam v.dğr.), İstanbul ts., Feza Gazetecilik, IV, 228.<br />

27 Cevad Ali, Câhiliye’den İslam’a İbadet Tarihi (çev. Muammer Bayraktutar),<br />

Ankara 2015, s. 21.


148<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

rinde secde <strong>ve</strong> salât kelimelerinin kullanıldığı görülmektedir. 28<br />

Cahiliye devri Araplarının ölen kimsenin kabri başında durup<br />

onun iyiliklerini, güzel işlerini anarak dua ettikten sonra da<br />

defnettikleri <strong>ve</strong> uygulamaya salât dedikleri nakledilmektedir. 29<br />

İslam’ın gelişinden sonra bu namaza <strong>ve</strong> benzeri dinî geleneklere<br />

“da’va’l-câhiliyye” (câhiliye duası) denilmiştir. 30<br />

İslamî Dönemde Namaz İbadeti<br />

İslam vahyinin gelişinden itibaren namaz ibadeti rekat sayıları,<br />

vakitleri <strong>ve</strong> türleri bakımından bazı süreçlerden geçmiştir.<br />

Müslümanlar Mekke döneminin başlangıcından itibaren gerek<br />

açık gerekse gizli da<strong>ve</strong>t döneminde namaz kılmaya başlamışlardır.<br />

31 Mekke döneminin sonlarına doğru hicretten bir yıl<br />

önce gerçekleşen mirac hadisesinde farz <strong>namazla</strong>r beş vakit<br />

olarak emredilmiştir. 32 Kıblenin değiştirilmesi, <strong>namazla</strong>rın rekât<br />

sayılarının dörde çıkarılışı <strong>ve</strong> namaza çağrı için ezanın tespit<br />

edilmesi ise Medine döneminde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla namaz<br />

ibadetinin gelişim süreci dikkate alındığında ilk dönemde<br />

zihinlerde mevcut olan “salât” kelimesinin ifade ettiği kavramla<br />

ilgili bir dönüşüm yaşandığı anlaşılmaktadır.<br />

Erken dönemde inen Mekki surelerdeki bir çok ayette 33 namaz<br />

anlamındaki “salât” kelimesi <strong>ve</strong> türevlerinin zikredilmesi,<br />

namazın öneminin vurgulanması <strong>ve</strong> namaz kılanları engellemeye<br />

çalışanların sert bir dille kınanması namaz ibadetinin<br />

İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren mevcut olduğunu gösterir.<br />

28 Toshihiko İzutsu, Kur’an’da Tanrı <strong>ve</strong> İnsan, (çev. M. Kürşad Atalar), İstanbul<br />

2012, s. 225 vd.<br />

29 Cevâd Ali, el-Mufassal fî Târîhi’l-Arab Kable’l-İslâm, VI, 338.<br />

30 Cevad Ali, Câhiliye’den İslam’a İbadet Tarihi, s. 22.<br />

31 İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, (nşr. Süheyl Zekkâr), Beyrut 1992, I,<br />

168 vd.<br />

32 İbn Hişâm, I, 266 vd.<br />

33 Bk. el-Meâric, 70/23; el-Müddessir, 74/43; el-Kıyâme, 75/31; el-Mâûn,<br />

107/4-7; el-Kevser, 108/2; TâHâ, 20/132; el-En’âm, 6/72.


Namaz İbadetinin Tarihsel Süreci<br />

149<br />

Hz. Muhammed’in peygamberliğinin beşinci yılında Habeşistan’a<br />

hicret eden Müslümanların Habeşistan Kralı’nın sorularına<br />

cevap <strong>ve</strong>rirken Allah Resûlü’nün kendilerine namaz kılmayı<br />

da emrettiğini söylemiş olmaları 34 da erken dönemden itibaren<br />

namaz ibadetinin varlığına işaret etmektedir.<br />

A. Mekke dönemi<br />

1. İlk Namaz<br />

Kaynaklarda geçen rivayetler namazın, Hz. Peygamber’e risalet<br />

görevinin <strong>ve</strong>rilmesinin hemen ardından meşru kılındığını<br />

göstermektedir. Hz. Peygamber’in ilk namazı, Müddessir suresinin<br />

ilk ayetlerinin ışığında, tahminen kırk üç yaşındayken Cebrail’in<br />

tarifiyle abdest alıp ona uyarak kıldığı, daha sonra eşi Hz.<br />

Hatice’ye imamlık yaparak birlikte kıldıkları ifade edilir. 35 İbn<br />

İshâk bu konuda şu rivayeti nakletmiştir, “ Fetretü’l-vahy’in 36<br />

sona erip vahyin tekrar gelmeye başladığı günlerden birinde<br />

Resûlullah, Mekke’nin üst tarafındaki bir vadide bulunuyordu.<br />

Bu sırada kendisine gelen vahiy meleği Cebrail, ökçesini yere<br />

vurup su çıkmasını sağladı. Yerden fışkıran sudan abdest aldı.<br />

Onun abdest alışını dikkatle takip eden Hz. Peygamber de, aynı<br />

şekilde abdest aldı. Ardından Cebrâil imam oldu <strong>ve</strong> iki rek’at<br />

namaz kıldılar. Vahyin bir süre kesilmesinden dolayı sıkıntı<br />

içinde bulunduğu bir sırada Allah’tan beklediğinin gelmesiyle<br />

gönlü rahatlamış olarak evine dönen Resûllullah, hanımı Hz.<br />

Hatice’ye abdesti öğretti. Onun abdest almasından sonra ona<br />

imam oldu <strong>ve</strong> iki rek’at namaz kıldırdı. Onlar başlangıçta na-<br />

34 Sadrettin Gümüş, “Kur’an’da Namazın Asr-ı Saadet’teki Yorumu ile Zaman<br />

İçinde Meydana Gelen Değişiklikler <strong>ve</strong> Sapmalar”, Sosyal <strong>ve</strong> Ferdi<br />

İşlevleri Açısından Namaz <strong>ve</strong> Cami, İstanbul 2009, s. 56.<br />

35 Tahir Olgun, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, Ankara 1998, s. 50-51.<br />

36 İlk inen ayetlerden sonra vahyin kesildiği süreci ifade eden bu devre<br />

hakkında kaynaklarda birkaç aydan üç yıla kadar varan süreler zikredilmiştir.


150<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

mazlarını gizli kılıyorlardı, bir süre böyle devam ettiler.” 37 İbn<br />

İshâk’tan gelen bir diğer rivayette, bu olaydan bir gün sonra,<br />

Hz. Ali’nin, Hz. Peygamber <strong>ve</strong> hanımı Hatice’yi namaz kılarken<br />

gördüğünden bahsedilmesi de, namazın, fetretü’l-vahiy’den<br />

sonra risalet görevinin <strong>ve</strong>rilmesinin akabinde meşru kılındığını<br />

göstermektedir. 38 Hz. Peygamber’in kıldığı ilk namazın öğle<br />

namazı olduğuna dair rivayetler bulunduğu gibi, ikindi namazı<br />

olduğu da nakledilmektedir. 39<br />

2. Mekke Dönemindeki Namazın Vakitleri <strong>ve</strong> Rekat<br />

Sayıları<br />

Rivayetlerden anlaşıldığına göre ilk namaz iki rekât olarak<br />

teşrî’ kılınmıştı. 40 Bu namazın başlangıçta kaç vakit olduğu<br />

hususunda iki görüş bulunmaktadır. Önce bir vakit olup daha<br />

sonra iki vakte çıkarıldığını bildiren rivayetler yanında, baştan<br />

itibaren iki vakit olduğu da ifade edilmektedir. Bir vakit olarak<br />

başladığını bildiren rivayete göre, bu namaz, güneşin batmasından<br />

önce iki rekât olarak kılınıyordu. Bir süre sonra buna,<br />

güneşin doğmasından önce kılınan iki rekât sabah namazı eklendi.<br />

41 Kur’an’daki bazı ayetlerin 42 bu iki vakit namaza işaret<br />

37 İbn İshâk, Sîretü İbn İshâk, (nşr. M. Hamidullah), Konya 1981, s. 117;<br />

İsmail Yiğit, “Siyer Kaynaklarına Göre Seferilik”, Seferîlik <strong>ve</strong> Hükümleri,<br />

İstanbul 1997, s. 71.<br />

38 Yiğit, s. 71. Bazı rivayetlerde ise, Cebrail’in ilk vahyi getirişi sırasında<br />

Hz. Peygamber’e abdest ile namazı öğrettiği <strong>ve</strong> aynı zamanda Alak Suresi’nin<br />

ilk ayetlerini okuttuğu, bunun üzerine evine dönen Resûllullah’ın,<br />

hanımı Hatice’ye Allah’ın kendisine yaptığı bu ikramını anlattığı <strong>ve</strong> ona<br />

namazı öğreterek birlikte namaz kıldıkları ifade edilmektedir. Belâzürî,<br />

Ensâbü’l-Eşrâf, (nşr. M. Hamidullah), Kahire 1959, I, 111; Yiğit, s. 71.<br />

39 İsrafil Balcı, “İslam’ın İlk Kıblesinin el-Mescidü’l-Aksa Olduğu İddiaların<br />

Kritiği <strong>ve</strong> Kıble Değişikliğinin Tarihsel Arka Planı”, İslâm Araştırmaları<br />

Dergisi, sayı: 28 (2012), s. 93.<br />

40 Buhârî, Salât, 1.<br />

41 Bu <strong>namazla</strong>r iki rek’at olarak kılındıkları için “salâtü’r-rekateyn” (iki<br />

rek’atlı namaz) olarak isimlendirilmiştir. Cevad Ali, Câhiliye’den İslam’a<br />

İbadet Tarihi, s. 44.<br />

42 Tâhâ, 20/130; el-Mü’min, 40/55.


Namaz İbadetinin Tarihsel Süreci 151<br />

ettiği görüşünde olanlar da vardır. 43 Ayrıca “Kendi nefsinde bir<br />

yakarış <strong>ve</strong> ürperiş içinde <strong>ve</strong> pek yüksek olmayan bir sözle sabah<br />

<strong>ve</strong> akşam Rabbini an; gafillerden olma” 44 ayeti namazın başlangıçtaki<br />

durumuyla ilişkili görülmektedir.<br />

3. İlk Müslümanlar <strong>ve</strong> Namaz İbadeti<br />

Üç yıl kadar süren gizli da<strong>ve</strong>t <strong>ve</strong> daha sonraki açık da<strong>ve</strong>t<br />

döneminde Hz. Muhammed’in müşriklerin baskı <strong>ve</strong> hakaretlerine<br />

rağmen zaman zaman Mescid-i Haram’da Hacerü’l-Es<strong>ve</strong>d<br />

ile Rükn-i Yemânî arasında namaz kıldığı, gerek Resullulah’ın<br />

gerekse müminlerin, evlerinde, ıssız dağ eteklerinde, “mirbed”<br />

denilen ağılların <strong>ve</strong> harmanların temiz bölümlerinde namaz<br />

kıldıkları kaydedilmektedir. 45 Hz. Peygamber zaman zaman<br />

Hz. Ali’yi de yanına alarak Mekke dışındaki vadilerde akşam<br />

namazını kılmış, hava karardıktan sonra dönmüştür. İlk Müslümanlar<br />

zaman zaman mescid haline getirdikleri Erkâm adlı<br />

sahâbînin evinde namaz kılmışlardır. İlk Müslümanlardan Ammâr<br />

b. Yâsir’in Kâbe avlusunda ibadet etmesine müşrikler engel<br />

oldukları için kendi evinde inşa ettirdiği mescidin ilk mescid<br />

olduğu ifade edilmektedir. 46 Hz. Ebû Bekir de Mekke’deki evinin<br />

bahçesinde kendisi için küçük bir mescid yapmıştı. Hz.<br />

Ömer İslâmiyet’i kabul ettikten sonra Müslümanlar Mescid-i<br />

Harâm’da açıkça namaz kılmaya başladılar.<br />

Namaz ibadetinin meşru kılındığı süreçte namaz adabıyla<br />

ilgili de bazı gelişmeler olmuştur. Sözgelimi Müslümanlar ilk<br />

dönemde namaz sırasında kendilerine selam <strong>ve</strong>renlerin selamını<br />

alıyor, ihtiyaç olduğunda konuşabiliyorlardı. “Namazlara<br />

<strong>ve</strong> orta namaza devam edin. Allah’a gönülden boyun eğerek<br />

43 Ahmed ez-Zebîdî, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrid Tercemesi <strong>ve</strong> Şerhi<br />

(çev. Ahmed Naim), Ankara 1970, II, 279.<br />

44 el-A‘râf, 7/205.<br />

45 Buhârî, Salât, 49; M. Kâmil Yaşaroğlu, “Namaz”, DİA, İstanbul 2006,<br />

XXXII, 351.<br />

46 Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, (çev. Salih Tuğ), İstanbul<br />

1990, I, 98.


152<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

namaza durun” 47 <strong>ve</strong> “müminler <strong>namazla</strong>rında huşu içindedirler”<br />

48 meâlindeki ayetler nazil olunca Hz. Peygamber bu davranışlardan<br />

kaçınılması gerektiğini tebliğ etti. Namazda konuşma<br />

yasağının ne zaman başladığı konusunda farklı görüşler vardır.<br />

Bazı âlimler yukarıdaki ayetin Medine döneminde nazil olmasını<br />

dikkate alarak yasağın hicretten sonra uygulandığını ifade<br />

ederken, sahabeden gelen bazı rivayetleri dikkate alanlar ise<br />

Mekke döneminde başladığı görüşündedir. 49 Bazı rivayetlere<br />

göre, “Namazda yüksek sesle okuma!” meâlindeki ayet 50 gizli<br />

namaz dönemiyle ilgili olup Hz. Peygamber’in ashabıyla namaz<br />

kılarken ayetleri yüksek sesle okuduğu için müşriklerin<br />

Kur’an’a hakaret etmeleri üzerine inmiş, Resûl-i Ekrem’in sesini<br />

alçaltması, fakat yanında bulunanların duyamayacağı kadar da<br />

gizli okumaması istenmiştir.<br />

Peygamberimiz’in Kâbe civarında açıktan kıldığı <strong>namazla</strong>rının<br />

müşrikler tarafından engellendiği Kur’an ayetlerinden<br />

anlaşılmaktadır. Alâk Sûresi’nin ilk beş ayetinden sonraki bölümü<br />

yaklaşık bir yıl sonra (bazı rivayetlerde daha erken) vahyedilmiştir.<br />

Sûre’nin 9-11. ayetlerinin meali şöyledir: “Bir kulu<br />

namaz kıldığında engelleyeni gördün mü? Ne biliyorsun ya o<br />

(engellenen kul) doğru yolda ise, ya da Allah’tan sakınmayı<br />

emretti ise?” Bu ayetin Hz. Peygamber’in Kâbe’de namaz kılmasının<br />

Ebû Cehil tarafından engellemesine işaret ettiği rivayet<br />

edilmektedir. 51 Nakledildiğine göre Hz. Peygamber, Makâm-ı<br />

İbrâhim’de namaz kılarken secdeye kapandığı sırada Ebû Cehil,<br />

üzerine de<strong>ve</strong> işkembesini koyarak ona eziyet etmiştir. Resûl-i<br />

Ekrem’in bu durumunu gören kızı Fâtıma babasının yardımına<br />

47 el-Bakara, 2/238.<br />

48 el-Mü’minûn, 23/2.<br />

49 Cevad Ali, Câhiliye’den İslam’a İbadet Tarihi, s. 76-77; Muhammed Enis<br />

Abbâdî, es-Salât <strong>ve</strong>’s-Sıyâm <strong>ve</strong> Merâhilu Teşrîihimâ fî Zemeni’l-Vahy,<br />

Kahire 1975, s. 38-39.<br />

50 el-İsrâ, 17/110.<br />

51 bk. Taberî, Câmiü’l-Beyân fî Tefsiri’l-Kur’ân, Beyrut 1986, XXX, 163.


Namaz İbadetinin Tarihsel Süreci 153<br />

koşmuştur. 52 Bu ifadeler aynı zamanda namazın ilk dönemde<br />

bir tebliğ unsuru özelliği taşıdığına <strong>ve</strong> bunun müşrikleri zor<br />

kullanmaya itecek kadar etkili olduğuna işaret eder.<br />

4. Gece Namazı (Teheccüd)<br />

Mekke döneminin başlarından itibaren kılınan iki vakit namazın<br />

dışında henüz peygamberliğin başlangıcında nâzil olan<br />

Müzzemmil sûresinin ilk ayetleriyle (1-7) gece namazına kalkılması<br />

<strong>ve</strong> bunun belli bir vakit içinde eda edilmesi emredilmiş,<br />

Hz. Peygamber Müzzemmil sûresinin nüzûlünden sonra her<br />

gece teheccüd namazı kılmıştır. 53 Hz. Âişe <strong>ve</strong> Abdullah b. Abbâs’tan<br />

gelen rivayetlere göre teheccüd namazı Müzzemmil sûresinin<br />

ilk ayetleriyle farz kılınmış, özellikle Medine hayatında<br />

bunun yerine getirilmesinde güçlükler ortaya çıkınca aynı sûrenin<br />

son ayetiyle bu hüküm kaldırılmış <strong>ve</strong> teheccüdün nâfile bir<br />

ibadet olduğu bildirilmiştir. 54 Bu ayetin yaklaşık bir yıl sonra<br />

nâzil olduğu ifade edilmekle birlikte ayetin muhtevası dikkate<br />

alındığında Medine döneminde indiğini ifade eden görüş daha<br />

güçlü gözükmektedir.<br />

5. Beş Vakit Namaz<br />

İslamiyet’te bugün bilinen şekliyle beş vakit namaz hicretten<br />

bir buçuk yıl kadar önce Mirac gecesinde farz kılınmıştır. 55<br />

Mirac hadisesinde Allah tarafından ilk olarak elli vakit namazın<br />

farz kılındığı, dönüşte Hz. Mûsâ’nın Hz. Peygamber’e elli vakit<br />

namazın ümmetine ağır geleceğini söyleyip Allah’tan onu hafifletmesini<br />

istemesini tavsiye ettiği, namaz beş vakte indirilinceye<br />

kadar Hz. Peygamber’in huzûr-u İlâhîye müracaatı <strong>ve</strong> Mûsâ ile<br />

diyalogunun devam ettiği nakledilmektedir. 56 İsrâ <strong>ve</strong> miracın<br />

aynı gecede gerçekleştiği kabul edilip rivayetlerin bütünü göz<br />

52 İbn İshâk, s. 192; Balcı, s. 94.<br />

53 Buhârî, Teheccüd, 4.<br />

54 Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 139.<br />

55 Buhârî, Bedü’l-Halk, 6; Müslim, Îmân, 259.<br />

56 Buhârî, Salât, 1.


154<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

önüne alındığında Resûl-i Ekrem’in Mescid-i Aksâ’ya uğradığı<br />

<strong>ve</strong> burada içlerinde Hz. İbrâhim, Hz. Mûsâ <strong>ve</strong> Hz. Îsâ’nın da<br />

bulunduğu peygamberler topluluğuna namaz kıldırdığı anlaşılmaktadır.<br />

57 Beş vakit namazın ilk olarak (akşam namazı hariç)<br />

ikişer rekat farz kılındığı, hicretten bir süre sonra ise öğle, ikindi<br />

<strong>ve</strong> yatsı <strong>namazla</strong>rının mukimler için dört rekâta çıkarıldığını<br />

bildiren pek çok rivayet bulunmaktadır. 58 Âlimlerin çoğunluğu<br />

bu görüşü tercih etmiştir. 59 Ancak, başlangıçta akşam namazının<br />

üç, sabah namazının iki, diğer <strong>namazla</strong>rın ise dört rekât<br />

olarak farz kılınıp daha sonra sabah <strong>ve</strong> akşam <strong>namazla</strong>rının<br />

aynı bırakıldığını, diğer vakitlerin ise seferiler için iki rekâta<br />

indirildiğini bildiren; yine bu <strong>namazla</strong>rın baştan itibaren mukimler<br />

için dört, seferiler için iki rekât olarak farz kılındığını<br />

belirten rivayetler de mevcuttur.<br />

6. Beş Vakit Namazın Vakitlerinin Tespiti<br />

Kur’an’da namazın müminler için vakitleri belirlenmiş bir<br />

farîza olduğu ifade edilmiş, 60 bu vakitlere açık şekilde <strong>ve</strong>ya<br />

işaret yoluyla değinilmiştir. 61 Bununla birlikte namaz vakitleri<br />

daha çok Hz. Peygamber’in fiil <strong>ve</strong> sözleriyle açıklık kazanmıştır.<br />

Beş vakit namazın farz kılınmasının ardından Cebrâil Resûl-i<br />

Ekrem’e gelerek imamlık yapmış <strong>ve</strong> birinci gün <strong>namazla</strong>rı ilk<br />

vakitlerinde, ikinci gün son vakitlerinde kıldırarak başlangıç <strong>ve</strong><br />

bitiş zamanlarını göstermiştir. 62 Daha sonraki günlerde Resûlullah<br />

sahabilerini toplayarak her namazın vakitlerini, bu vakitlerin<br />

ne zamana kadar devam ettiğini talim buyurmuş <strong>ve</strong><br />

57 Müslim, Îmân, 259.<br />

58 Bu konuda Hz. Aişe’den nakledilen rivayet şu şekildedir: “Allah, namazı<br />

farz kıldığında iki rekat olarak farz kıldı. Sonra hazarda bunu dört rekata<br />

çıkardı. Seferde ise ilk farz kılındığı gibi iki rekatta bıraktı.” Buhârî, Salât,<br />

1; Müslim, Müsâfirîn, 1.<br />

59 Yiğit, s. 71; Memiş, s. 9.<br />

60 en-Nisâ, 4/103.<br />

61 el-Bakara, 2/238; Hûd, 11/114; el-İsrâ, 17/78; Tâhâ, 20/130; en-Nûr,<br />

24/36; er-Rûm, 30/17-18; el-İnsân, 76/25.<br />

62 Tirmizî, Salât, 1.


Namaz İbadetinin Tarihsel Süreci 155<br />

kendisi imam olarak sahabeye sabah, öğle, ikindi, akşam <strong>ve</strong><br />

yatsı <strong>namazla</strong>rını kıldırmıştır.<br />

7. Mekke Döneminde Kıble<br />

Hz. Peygamber’in hicretten önce kıble olarak hangi tarafa<br />

yöneldiği konusunda kesin bir bilgi bulunmamakta, bu hususta<br />

üç farklı rivayet zikredilmektedir. Bir rivayete göre Resûl-i<br />

Ekrem Mekke döneminde Kudüs’e yönelerek namaz kılmıştır.<br />

İbn Cüreyc, Resûlullah’ın önceleri Kâbe’ye, daha sonra Kudüs’e<br />

yönelerek namaz kıldığını kaydeder. Bu iki rivayet çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />

ensarın da hicretten önce iki <strong>ve</strong>ya üç yıl boyunca Kudüs’e<br />

doğru namaz kıldığı belirtilir. İbn Abbas’tan nakledilen <strong>ve</strong> bu<br />

iki görüşü telif eden rivayete göre ise Hz. Peygamber Kâbe’yi<br />

önüne alarak Kudüs’e doğru namaz kılmaktaydı. 63 Risâletin<br />

başlangıcında Hz. Peygamber’in bizzat Kâbe’ye yönelerek namaz<br />

kıldığını gösteren <strong>ve</strong> Allah Resûlü’nün amcası Abbas b.<br />

Abdülmuttalib’in Yemenli misafirinden nakledilen bir rivayet<br />

şu şekildedir: “Ben Mekke’ye geldiğimde Abbâs b. Abdülmuttalib’in<br />

evine misafir oldum. Güneş doğup göğe yükseldiği sırada<br />

Kâbe’ye bakıyordum. O sırada bir genç geldi, gözlerini göğe<br />

doğru dikip yüzünü Kâbe’ye çevirdi <strong>ve</strong> ayakta durdu. Biraz<br />

sonra bir çocuk gelip onun sağ tarafında durdu, bir süre sonra<br />

ise bir kadın gelip onların gerisinde durdu. Genç secde ederken<br />

çocukla kadın da onunla birlikte secdeye kapanıyordu.<br />

Bu manzarayı görünce ‘Bu büyük bir hadise’ dedim. Abbas da<br />

aynı şekilde bunun büyük bir hadise olduğunu söyledi. Sonra<br />

arkadaşım Abbas bana ‘Gencin kim olduğunu biliyor musun?’<br />

diye sordu. ‘Hayır, nereden bilebilirim?’ deyince, o gencin yeğeni<br />

olduğunu söyledi. Ardından yanındaki çocuk <strong>ve</strong> kadının<br />

da kim olduklarını sordu. Onları da tanımadığımı söyleyince<br />

onların da eşi <strong>ve</strong> yeğeni olduğunu söyledi.” 64<br />

63 Ahmet Özel, Kıble, DİA, Ankara 2002, XXV, 366.<br />

64 Balcı, s. 94.


156<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

B. Medine Dönemi<br />

Namaz ibadetinin tarihsel süreci dikkate alındığında Hz.<br />

Peygamber’in hicretinden sonra Medine döneminde farz, vacip<br />

<strong>ve</strong> nafile türünden bazı <strong>namazla</strong>rın meşru kılındığı görülmektedir.<br />

1. Cuma Namazı<br />

Hz. Peygamber henüz Medine’ye hicret etmeden önce oradaki<br />

Müslümanlar, sayıları artmaya başlayınca Ehl-i kitabın<br />

haftalık toplantı <strong>ve</strong> ibadet günlerinin bulunduğunu göz önüne<br />

alıp yaptıkları müzakereler sonunda kendileri için de böyle bir<br />

gün olarak arûbe gününü seçmişlerdir. Bundan sonra Es‘ad b.<br />

Zürâre kendilerine cuma namazını kıldırmaya başlamıştır. Kaynaklar<br />

bu kararın ictihada dayandığını <strong>ve</strong> kılınan namazın da<br />

nâfile ibadet türünden olduğunu kaydetmektedir. Cuma namazının<br />

hangi tarihte farz kılındığı konusunda iki rivayet vardır.<br />

Birinci rivayete göre Mekke’de farz kılınmış, ancak müşriklerin<br />

engellemesi yüzünden fiilen edası hicrete kadar ertelenmiştir.<br />

İkinci rivayete göre ise cuma namazı hicret sırasında farz<br />

kılınmıştır. Şöyle ki: Resûlullah Medine’ye bir saat mesafede<br />

bulunan Kubâ’ya ulaşınca orada konaklamış, pazartesiden perşembeye<br />

kadar ashabı ile beraber çalışarak İslâm’ın ilk mescidini<br />

inşa etmiştir. Cuma günü Kubâ’dan hareket edip Rânûnâ<br />

vadisine gitmiş <strong>ve</strong> Sâlim b. Avf kabilesine misafir olmuştur. Bu<br />

sırada cuma vakti girdiğinden vadideki namazgâhta ilk cuma<br />

namazını kıldırmıştır. Hz. Peygamber’in daha önce Müslümanların<br />

serbest oldukları bölgelerde cuma namazı kılmalarını emretmesi,<br />

fiilen edasının farz kılınmasının hicret yılında vuku<br />

bulduğunu teyit etmektedir. 65<br />

2. Seferilik Uygulaması <strong>ve</strong> Namaz İbadeti<br />

Kaynaklarda yer alan haberlerden seferilik uygulamasının<br />

hicretten bir ay gibi kısa bir süre sonra başladığı anlaşılmakta-<br />

65 Hayrettin Karaman, “Cuma”, DİA, İstanbul 1993, VIII, 85-86.


Namaz İbadetinin Tarihsel Süreci 157<br />

dır. Bu tarihten itibaren Resûlullah <strong>ve</strong> ashabının, seferilik şartlarının<br />

gerçekleştiği yolculuklar esnasında, <strong>namazla</strong>rını, seferilik<br />

hükümlerine göre kıldıkları kesindir. Ancak, <strong>namazla</strong>rda<br />

seferilik uygulaması hakkında, siyer kaynaklarında yer alan ilk<br />

rivayet ise hicretin 6. yılında yapılan Hudeybiye sulhünden<br />

sonra Müslüman olup Mekke’den kaçarak Medine’ye sığınan<br />

Ebû Basir’le ilgilidir. Ebû Basir, Resûlullah tarafından, antlaşmanın<br />

ilgili maddesi gereğince kendisini Mekke’ye geri götürmek<br />

için gelen iki müşriğe teslim edilmişti. Ebu Basir, Zülhuleyfe<br />

mevkiinde öğle namazını kılmak için bu iki şahıstan izin istedi<br />

<strong>ve</strong> namazını seferi olarak iki rek’at kıldı. 66<br />

3. Cenaze Namazı<br />

Hz. Peygamber’in kıldırdığı ilk cenaze namazı Hicret’ten<br />

sonra ilk <strong>ve</strong>fat eden <strong>ve</strong> Ensâr’dan Bakî Mezarlığı’na ilk defnedilen<br />

sahabi olarak bilinen Es‘ad b. Zürâre’nin cenaze namazıdır.<br />

67 Allah Resûlü ile Akabe denilen yerde karşılaşıp Müslüman<br />

olan ilk Medinelilerden olup Hazrec’in ileri gelenlerindendir.<br />

İslâm’ın Medine’de yayılmasında önemli rolü olmuştur. Hicret’ten<br />

bir süre sonra hastalanarak Bedir savaşından önce Şevvâl<br />

ayında <strong>ve</strong>fât etmiştir. Hz. Peygamber’in cenaze namazını kıldığı<br />

ilk sahabilerden bir diğeri ise İkinci Akabe Biatı’nda Allah<br />

Resûlü’ne ilk biat eden Medineli sahâbî Berâ b. Ma’rûr’dur. Berâ<br />

Resulullah’ın Medine’ye varmasından bir ay önce <strong>ve</strong>fat etmiştir.<br />

Hz. Peygamber Medine’ye hicret edip de Berâ’ın <strong>ve</strong>fatını<br />

öğrenince kabrine gidip cenaze namazını kılmış <strong>ve</strong> ona dua<br />

etmiştir. 68<br />

4. Bayram Namazları<br />

Arapça’da îdü’l-fıtr <strong>ve</strong> îdü’l-adhâ şeklinde adlandırılan ramazan<br />

<strong>ve</strong> kurban bayramlarının her ikisi de hicretin 2. yılından<br />

itibaren kutlanmaya başlanmıştır. Esasen ramazan orucu<br />

66 Yiğit, s. 72-73.<br />

67 Cevad Ali, Câhiliye’den İslam’a İbadet Tarihi, s. 96.<br />

68 Ahmet Önkal, Berâ b. Ma’rûr, DİA, İstanbul 1992, V, 470.


158<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

ilk defa bu yıl farz kılınmış, bu ayı oruçla geçiren müminler<br />

sonraki ayın (şevval) ilk üç gününü bayram olarak kutlamışlardır.<br />

“Bu günümüzde yapacağımız ilk şey namaz kılmaktır.” 69<br />

meâlindeki hadise dayanarak ramazan <strong>ve</strong> kurban bayramlarının<br />

bayram namazının kılınmasıyla başladığını söylemek mümkündür.<br />

Hz. Peygamber’in bayram namazını mescidde değil dışarda<br />

musallâda kıldığı bilinmektedir.<br />

5. Güneş <strong>ve</strong> Ay Tutulması (Küsûf <strong>ve</strong> Hüsûf)<br />

Namazları<br />

Câhiliye dönemi Arap toplumunda güneş tutulmasının<br />

önemli bir kişinin ölümü üzerine meydana geldiği şeklinde bir<br />

inanış mevcuttu. H.10 (632) yılında Hz. Peygamber’in oğlu<br />

İbrâhim <strong>ve</strong>fat ettiği gün güneş tutulunca bazı kimseler bu iki<br />

olay arasında irtibat kurmuş, Resûl-i Ekrem de güneş <strong>ve</strong> ayın<br />

İlâhî birer alâmet olup bir kişinin ölümü üzerine tutulmayacağını<br />

belirtmiştir. 70 Hadis kaynaklarında, güneş tutulduğu zaman<br />

Hz. Peygamber’in küsûf namazı kıldırdığını ifade eden çok sayıda<br />

hadis mevcuttur. Bu hadislerde Resûl-i Ekrem’in namazı<br />

tamamlayınca güneş ışığının tekrar ortaya çıkmasından sonra<br />

cemaate hitap ederek, “Ay <strong>ve</strong> güneş Allah’ın varlığını <strong>ve</strong> kudretini<br />

gösteren alâmetlerdendir. Bunlar hiç kimsenin ölümünden<br />

<strong>ve</strong>ya yaşamasından / doğmasından dolayı tutulmaz. Ay <strong>ve</strong>ya<br />

güneş tutulmasını gördüğünüz zaman açılıncaya kadar namaz<br />

kılın, dua edin” dediği nakledilir. 71 İlk küsûf namazını oğlu<br />

İbrahim’in <strong>ve</strong>fat ettiği gün kıldığı anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber’in<br />

hicri 5. <strong>ve</strong>ya 6. yılda hüsûf (ay tutulması) namazı kıldığı<br />

nakledilmektedir. 72<br />

69 Buhârî, Îdeyn, 3; Müslim, Edâhî, 7.<br />

70 Buhârî, Küsûf, 1, 15; Müslim, Küsûf, 10, 23, 29.<br />

71 Buhârî, Küsûf, 1, 2, 6, 9, 15, 17, 19; Bedü’l-Halk, 4.<br />

72 Cevad Ali, Câhiliye’den İslam’a İbadet Tarihi, s. 104.


Namaz İbadetinin Tarihsel Süreci 159<br />

6. Teravih Namazı<br />

Teravih namazının oruçla birlikte hicretin 2. yılında teşrî‘<br />

kılınmış olabileceği yönünde bir görüş bulunmakla birlikte,<br />

Resûlullah’ın ikinci defa teravih namazını kıldırdığına dair bir<br />

rivayetin nakledilmemesi <strong>ve</strong> kendisine bu <strong>namazla</strong> ilgili yeni<br />

soruların sorulmamasından hareketle teravihin risâletin son<br />

yılında teşrî‘ kılındığı görüşü daha kuv<strong>ve</strong>tli görünmektedir.<br />

Teravihin tek başına kılınmasına Hz. Ebû Bekir döneminde<br />

devam edilmiştir. Bu uygulamanın <strong>cami</strong>de meydana getirdiği<br />

dağınıklığı, artık farz kılınma ihtimali bulunmadığını <strong>ve</strong> Resûl-i<br />

Ekrem’in konuyla ilgili sözünden çıkan anlamı dikkate alan Hz.<br />

Ömer H.14 (635) yılında Übey b. Kâ‘b’dan cemaate teravih<br />

namazı kıldırmasını istemiş <strong>ve</strong> bu uygulama günümüze kadar<br />

sürmüştür. 73<br />

73 Saffet Köse, “Teravih”, DİA, İstanbul 2011, XL, 482.


İslam ne toplumcu ne de bireycidir; bireyi<br />

topluma ezdirmez, onu toplumun –bir çarkın<br />

dişlisi gibi- kişiliksiz bir parçası kılmaz, toplumu<br />

da ferdin bozmasına izin <strong>ve</strong>rmez.


Bireyden Ümmete Cemaatle<br />

Namaz<br />

Prof. Dr. Hayreddin KARAMAN<br />

Emekli Öğretim Üyesi<br />

Kadim kaynaklarda “cemaat (el-cemâ’ah)” kelimesi iki<br />

manada kullanılır: 1. Başta namaz olmak üzere bazı<br />

ibadetleri yapmak için bir araya gelmiş müminler topluluğu.<br />

2. Hz. Peygamber (s.a.s.), ashabı <strong>ve</strong> onların öğrencileri olan<br />

âlimler topluluğunun anladıkları, bildirdikleri <strong>ve</strong> uyguladıkları<br />

İslam etrafında birleşmiş müminler topluluğu. Bu manada<br />

cemaat ‘ehlü’sunneti <strong>ve</strong>’l-cemâ’ah’ terkibi içinde sünnet<br />

ile birlikte zikredilir. Bu cemaattan ayrı düşenler sahih<br />

İslam’dan da ayrı düşmüş, doğru yoldan sapmış sayılırlar.<br />

Son yıllara kadar ‘cemaat’ denildiğinde bu iki manadan<br />

başkası anlaşılmazdı. Son yıllarda ise cemaat deyince bazı dinî<br />

gruplar anlaşılır oldu. Bu sebeple karşımızda “cemaat” kelimesinin<br />

üç manası var <strong>ve</strong> bu üç manada cemaatin, ümmetleşme<br />

şuur <strong>ve</strong> yapısına katkısı ile yanlış uygulamaların maksada <strong>ve</strong>rdiği<br />

zarar üzerinde durmak <strong>ve</strong> çözümler aramak gerekiyor.<br />

Peygamberimiz (s.a.s.) kurtuluşa eren topluluğu “Benim <strong>ve</strong><br />

ashabımın yolunda olanlar” diye açıklamıştır. İlk dört halife zamanlarında<br />

“İslam nedir?” sorusuna <strong>ve</strong>rilen cevap bakımından<br />

bir ihtilaf <strong>ve</strong> bölünme yoktur. Hz. Osman’dan itibaren meydana<br />

gelen bazı üzücü olaylar bilinen <strong>ve</strong> tek olan İslam’ın uygulaması<br />

ile ilgili ictihad farkları ile aksaklıklardan kaynaklanmıştır.<br />

Hz. Ali’nin hilafetinin sonlarına doğru İslam’ın tanımı <strong>ve</strong> anlaşılması<br />

konusunda ihtilaf <strong>ve</strong> buna dayalı tefrika başlamıştır.<br />

161


162<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Günümüze kadar çoğalarak sürüp gelen bu ihtilaf <strong>ve</strong> parçalanmaların,<br />

hatta çatışmaların ilacını Hz. Ali şöyle açıklıyor: “Din<br />

kardeşlerimiz bize isyan etmişlerdir, onlar ne dinden çıkmış ne<br />

de günaha sapmış sayılırlar; çünkü isyanlarını bir din anlayışına<br />

(yoruma, tevîle) dayandırmaktadırlar.” “(Hâricîleri kast ederek)<br />

eğer bizim <strong>cami</strong>mize gelip cemaatle ibadete katılmak isterlerse<br />

<strong>cami</strong>miz onlara açıktır. Bizimle cihada katılırlarsa eşit hak <strong>ve</strong><br />

yükümlülük olur. Bize karşı silaha sarılırlarsa biz de silahla<br />

mukabele ederiz.”<br />

Ana hatlarıyla bu çözüm günümüzde de geçerlidir. Bütün<br />

dinî gruplar aynı <strong>cami</strong>de namaz kılar, ümmetin maddi <strong>ve</strong> manevi<br />

değerlerini korumak için ortak mücadeleye katılır, kendi<br />

inanç <strong>ve</strong> uygulamalarını başkalarına şiddet yoluyla dayatmazlarsa<br />

bazı konularda büyük cemaatten ayrılmış olmaları ümmetin<br />

birliğine zarar <strong>ve</strong>rmez.<br />

Olağanüstü niteliklere sahip olduğuna inandıkları bir lider<br />

etrafında halkalanan Müslüman gruplar manasında cemaat de<br />

günümüzün gerçeklerinden biridir. Müslümanlar bu manada<br />

cemaatlere bölünmüş durumdalar. Cemaatler arasındaki ilişki<br />

konjonktüre göre değişiklik gösteriyor. Zaman zaman rakip,<br />

alternatif, muhalif, düşman, işbölümü anlayışı içinde hizmeti<br />

paylaşan «bütünün parçaları»... oluyorlar. Hepsine birden<br />

yönelen tehlike aralarının düzelmesine, bir bütünün parçaları<br />

oldukları şuurunun oluşmasına <strong>ve</strong>ya pekişmesine sebep olabiliyor.<br />

Yurt dışında yaşayan Müslümanlarla beraber olduğumuz<br />

zamanlarda sohbetlere farklı cemaatlerden Müslümanlar katıldılar,<br />

bir iki toplantıda konuşan cemaat ileri gelenleri “Biz<br />

hiçbir İslamî gurubun rakibi <strong>ve</strong>ya alternatifi değiliz, Allah İslam’a<br />

hizmet eden herkesten razı olsun” mealinde konuşmalar<br />

yaptılar. Bu gelişmelerden de şu sonucun oluşmakta olduğu<br />

izlenimini edindim: Din hayatında belki de kaçınılmaz olan<br />

gruplaşmalar, cemaatlere bölünmeler daima tefrikaya sebep


Bireyden Ümmete Cemaatle Namaz 163<br />

olduğu değerlendirmesi doğru değildir; bazen bütünleşmeye<br />

doğru da gelişmeler gösteriyor. Gruplar kendilerini İslam’ın<br />

tek <strong>ve</strong> alternatifsiz temsilcisi olarak değil, temel meseleler <strong>ve</strong><br />

değerlerde eşit; rehber, hoca, yol, yöntem, meşrep gibi konularda<br />

farklı “bir bütünün parçaları” gibi de görebiliyorlar. Aynı<br />

şeyleri yaparak bir mânada birbirine rakip olabildikleri gibi,<br />

boşlukları doldurarak İslam’a hizmetin bütününde vazife taksimini<br />

gerçekleştirdikleri de oluyor.<br />

Cemaat kelimesi dinî grupları ifade etmek için kullanılacaksa<br />

bunlar bir tek gruptan ibaret olmadığı için ‘cemaatler’<br />

demek daha uygun olur. Bunların her biri kendilerini ifade<br />

etmek için daha başka isimler bulmalıdırlar. ‘Câmia’ kelimesini<br />

ise bütün dinî hizmet gruplarını, hatta ümmeti içine alan geniş<br />

çerçe<strong>ve</strong>nin adı olarak kullanmak daha uygundur. Nitekim kültürümüzde<br />

mescidler vardır, <strong>cami</strong>ler vardır. Cuma <strong>ve</strong> Bayram<br />

<strong>namazla</strong>rının kılınmadığı mescidlerin cemaatlerini Cuma, Bayram<br />

gibi ibadetlerde toplayan büyük İslam mabetlerine “<strong>cami</strong>”<br />

denir. Bu manada mescidler ümmetin tamamlayan parçaları<br />

(mütemmim cüzleri) olan gruplara, <strong>cami</strong> ise ümmete tekabül<br />

etmektedir.<br />

Her bir grubun samimi <strong>ve</strong> gayretli mensuplarının şuurlu çabalarıyla<br />

istismarcılar, cahiller, sahtekârlar aradan çekilip çıkar<br />

da meydan iyi niyetli, iyi ahlaklı, ehliyetli, gayretli Müslümanlara<br />

kalırsa yakın gelecekte bir “cemaatler <strong>cami</strong>ası”ından söz etmemiz<br />

mümkün hale gelecektir. Bu kutlu oluşumun gerçekleşmesini<br />

süratlendirmek için, bütün grupların saygı duydukları<br />

âlimlerden bir “danışma <strong>ve</strong> hakem kurulunun” seçilip faaliyete<br />

geçmesi elzem gibi gözükmektedir.<br />

Namaz Cemaatine Gelince<br />

İslâm’da namazın cemaatle kılınması teşvik edilmiştir, bazı<br />

müctehidler farz <strong>namazla</strong>rın cemaatle kılınmasını farz-ı ayn, bir<br />

kısmı farz-ı kifâye, bazıları ise vacib <strong>ve</strong> müekked sünnet olarak


164<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

değerlendirmişler, önemli bir mâzereti olmadığı halde cemaati<br />

terkeden Müslümanın uhrevî sorumluluğundan söz etmişlerdir.<br />

Dînimizin teşvik ettiği “birlik, beraberlik, kardeşlik, dayanışma,<br />

ümmet şuuru içinde cemaatleşme” hedeflerinin “cuma,<br />

bayram, hacc, selâmlaşma, tokalaşma, yardımlaşma, komşuluk<br />

ilişkileri...” gibi çeşitli <strong>ve</strong>sileleri vardır; cemaatle namaz da bu<br />

<strong>ve</strong>silelerin başta gelenidir. Açık olarak anlaşılan odur ki cemaatle<br />

namazdan maksat birlik, beraberlik <strong>ve</strong> kardeşlik ruhunu<br />

geliştirmek, pekiştirmek <strong>ve</strong> beslemektir.<br />

İslam ne toplumcu ne de bireycidir; bireyi topluma ezdirmez,<br />

onu toplumun -bir çarkın dişlisi gibi- kişiliksiz bir parçası<br />

kılmaz, toplumu da ferdin bozmasına izin <strong>ve</strong>rmez. Ferd-toplum<br />

ilişkisi bakımından birçok benzeri arasından şu ayet <strong>ve</strong> hadisler<br />

kulaklara küpe olmalıdır:<br />

“Müminler ancak birbirinin kardeşidir; şu halde kardeşlerinizin<br />

arasını düzeltin, Allah’a itaatsizlikten sakının ki, rahmete<br />

mazhar olasınız” 1<br />

“… Kardeşler halinde Allah’ın kulları olun. Müslüman Müslümanın<br />

kardeşidir; ona zulmetmez, onu yüzüstü bırakmaz, onu<br />

küçümsemez, -üç kere göğsünü işaret ederek- takvâ buradadır.<br />

Bir kimseye kötülük olarak Müslüman kardeşini küçümsemesi<br />

yeter. Müslümanın Müslümana bütünü haramdır: Kanı, malı <strong>ve</strong><br />

namusu.” 2<br />

“Birbirine merhamet, sevgi <strong>ve</strong> bağlılık bakımından müminler<br />

bir tek beden gibidirler; bedenin bir organı hasta olursa diğer<br />

organlar da ateş <strong>ve</strong> uykusuzluk çekerek ona katılırlar.” 3<br />

İslam’da “Kendine iyi bak” zihniyeti yoktur; mümin kendine<br />

de iyi bakar, yakından uzağa diğer insanlara da iyi bakar;<br />

1 Hucurat, 49/10.<br />

2 Müslim, 2564.<br />

3 Buhârî, Edeb, 27.


Bireyden Ümmete Cemaatle Namaz 165<br />

onlarla ilgilenir, yardımlarına koşar, birlikte ağlar <strong>ve</strong> beraber<br />

güler.<br />

Gitmediğin köy senin köyün, ilgilenmediğin insan senin<br />

insanın (kardeşin, dostun, vatandaşın, dindaşın, ümmetinin<br />

ferdi) değildir. Bu sebeple insanları, bireyleri arasında sıcak<br />

<strong>ve</strong> canlı ilişkilerin bulunduğu büyük bir aile yapacak araçlara,<br />

<strong>ve</strong>silelere ihtiyaç vardır. İslam’ın bir kısım ibadetleri cemaat<br />

halinde yapılmasını istemesi bu hikmete bağlıdır.<br />

Namazların bir kısmı evlerde kılınır, evlerde kılınan nafile<br />

<strong>namazla</strong>r bireyin Allah ile ilişkisini besler, mümini O’na yakınlaştırır,<br />

zikri (O’nu unutmamayı) daim kılar, ferdin manevi<br />

yolculuğuna (tezkiye <strong>ve</strong> terakkisine) gıda olur.<br />

Bazı mazeretler erkeklerin <strong>cami</strong>ye gitmesine mani olursa<br />

erkekler ile kadınlar evde cemaat olarak namaz kılarlar. Kadınların<br />

da kendi aralarında cemaatle namaz kılmaları caizdir.<br />

Mazeret bulunmadığında erkeklerin farz <strong>namazla</strong>rı <strong>cami</strong>de kılmaları<br />

en azından kuv<strong>ve</strong>tli (vacib derecesinde) sünnettir. İşte<br />

evde <strong>ve</strong> <strong>cami</strong>de kılınan bu cemaatle namaz, namazın ferde sağladığı<br />

faydalar yanında fertten cemaate <strong>ve</strong> cemaatten ümmete<br />

doğru seyreden oluşumda en güçlü vasıtadır.<br />

Cemaat, ümmetin küçük birimidir <strong>ve</strong> ortak özellikleri vardır:<br />

Camide rütbeye göre sıralanma yoktur, erken gelen ön safta<br />

yer alır, namazı ilim, ahlak <strong>ve</strong> kıraat bakımından en iyi olan<br />

kıldırır. Cemiyet hayatında, vazifede, rütbede farklı olanlar Allah’ın<br />

huzurunda eşit olarak yan yana <strong>ve</strong> dirsek dirseğe dururlar.<br />

İmam cemaate “eğilin, yatın, kalkın” diye komut <strong>ve</strong>rmez,<br />

“Allah Büyüktür” der <strong>ve</strong> cemaat o Büyük Allah’ın huzurunda<br />

dururlar, “Allah Büyüktür” der O’nun huzurunda eğilirler <strong>ve</strong><br />

aynı hatırlatma ile secdeye kapanırlar; yani hep birlikte itaat<br />

yalnızca Allah’adır, imam Allah’ın emrini tebliğ <strong>ve</strong> tatbik eder.<br />

Cemaat şehir içi toplu ulaşım araçlarının yolcuları gibi değildir;<br />

genellikle her biri diğerini tanır, büyük bir aile teşkil


166<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

ederler. Dertler, sevinçler, nimetler paylaşılır, en büyük İslam<br />

topluluğu olan ümmet şuuru <strong>cami</strong>lerde oluşur.<br />

Cami <strong>ve</strong> cemaatle namazın diğer faydaları yanında sosyal<br />

faydası da bu kadar büyük olunca ona zarar <strong>ve</strong>ren anlayış <strong>ve</strong><br />

uygulamaların ortadan kaldırılması gerekir. Şöyle ki:<br />

Bilhassa cuma, terâvîh, vitir <strong>ve</strong> bayram <strong>namazla</strong>rında, aynı<br />

câmi içinde, aynı vakitte farklı uygulamaların yapıldığını; aynı<br />

zamanda, aynı namazın birden fazla cemâatle kılındığını, bunun<br />

sakıncalı sonuçlar doğurduğunu biliyoruz. Dinimizde tek<br />

cemaate teşvik bulunduğu, engel de bulunmadığı halde bir vakit<br />

içinde, aynı zamanda, bir <strong>cami</strong>de cemâati bölerek iki imam<br />

arkasında iki bölük olarak namaz kılmanın, dînin maksadına,<br />

cemaatin teşrî hikmetine <strong>ve</strong> felsefesine ters düştüğü, buna Allah<br />

<strong>ve</strong> Rasûlü (s.a.s.)’nün râzı olmayacakları âşikârdır. Rasûlullah<br />

(s.a.s.) <strong>ve</strong> Râşid Halifeleri devrinde böyle bir uygulamanın bulunmadığı<br />

da bilinmektedir.<br />

Bazı bölgelerde cemâatin bölünmesi şüphesiz kötü niyete<br />

dayanmamaktadır; burada yaşayan <strong>ve</strong> farklı mezheblere salik<br />

bulunan (daha çok Hanefî <strong>ve</strong> Şâfiî mezheblerine bağlı olan)<br />

Müslümanlar, ibâdetlerinin ancak böyle sahih <strong>ve</strong> geçerli olacağı<br />

inancı ile bu şekilde hareket etmektedirler. Ortada bir kusur<br />

varsa bu, cemâate değil, onlara doğru <strong>ve</strong> uygun yolu göstermeyen,<br />

böyle bir çözümde birleşmeyen, çözüm teşebbüslerini<br />

baltalayan bazı kusurlu kişilere râcidir.<br />

Teklif edeceğimiz çözüm şekillerine geçmeden önce mezkûr<br />

davranışın hangi ictihad farklarından kaynaklandığına kısaca<br />

işaret etmekte fayda vardır:<br />

a) Şâfiîlere göre cuma namazı bir <strong>cami</strong>de kılınmalıdır. İhtiyaç<br />

bulunmadığı halde birden fazla <strong>cami</strong>de kılınırsa namazı<br />

ilk bitiren cemaat dışındaki cemaatlerin cuma <strong>namazla</strong>rı sahih<br />

olmaz. Eğer bir ihtiyaç <strong>ve</strong> zarûret sebebiyle birden fazla <strong>cami</strong>de<br />

cuma kılınıyorsa, bu takdirde <strong>namazla</strong>r sahihtir, fakat yine


Bireyden Ümmete Cemaatle Namaz 167<br />

cemâatle öğle namazını da kılmak sünnettir. Hanefîlere göre<br />

böyle bir sünnet yoktur. Cuma <strong>namazla</strong>rı sahihtir.<br />

b) Şâfiîlere göre terâvîh namazında, iki rek’atte bir selâm<br />

<strong>ve</strong>rmek gereklidir. Ayrıca kazâ borcu olan kimsenin müekked<br />

olsun, olmasın; sünnet namaz kılması caiz değildir. Hanefîlere<br />

göre teravihte, iki rekatte bir selâm <strong>ve</strong>rmek gerekli değildir. Kazaya<br />

kalmış <strong>namazla</strong>rı bulunan bir Müslümanın nafile kılması<br />

caizdir, hatta müekked sünnetleri kaza borcu olanın da kılması<br />

teşvik edilmiştir.<br />

c) Şâfiîlere göre vitir namazını üç rekat olarak kılacak olanlar<br />

ya üçünü bir selâm ile kılacaklardır, yahut da iki rekatte bir<br />

selâm <strong>ve</strong>recekler, sonra kalkıp tek rek’atı da bir selâm ile edâ<br />

edeceklerdir. Üç rek’atı arka arkaya kılıp, iki rek’atta bir oturup<br />

tahiyyât okumak, sonra kalkıp bir rek’at daha kılıp yine oturarak<br />

tahiyyat okuyup selâm <strong>ve</strong>rmek caiz değildir. Hanefîlere<br />

göre ise bu son şekil caizdir, vitir namazı böyle kılınmaktadır.<br />

d) Bayram <strong>namazla</strong>rında da Şâfiî <strong>ve</strong> Hanefî mezhebleri arasında<br />

farklılıklar vardır. Bu cümleden olarak Şâfiîlere göre bayram<br />

namazının birinci rek’atında sübhânekeden sonra fazladan<br />

yedi tekbir, ikinci rek’atında başta fazladan beş tekbir almak<br />

sünnettir. Hanefîlerde bayram namazının birinci rek’atında sübhanekeden<br />

sonra üç tekbir, ikinci rek’atında rukûdan önce üç<br />

tekbir vardır.<br />

Bu farklara rağmen, Şâfiî Müslümanların Hanefî imam arkasında,<br />

yahut Hanefî Müslümanların Şâfiî imam arkasında<br />

imamın mezhebine <strong>ve</strong> uygulamasına uyarak tek cemaat halinde<br />

<strong>ve</strong> tek şekilde cuma, terâvîh, vitir, bayram vb. <strong>namazla</strong>rını<br />

kılmaları mümkün <strong>ve</strong> caiz değil midir?<br />

Aşağıda bu soruya cevap <strong>ve</strong>rirken aynı zamanda problemin<br />

çözüm yollarını da arzetmiş olacağız.<br />

Bilgi <strong>ve</strong> kanaatimize göre farklı mezheblere bağlı Müslümanların<br />

birbiri arkasında tek bir cemaat olarak namaz kılma-


168<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

ları mümkün <strong>ve</strong> caizdir. Bunun meşru olduğunu üç esastan<br />

birine dayandırmak mümkündür:<br />

1. Farklı mezheblerde bulunan Müslümanların birbirine<br />

imam <strong>ve</strong> cemâat olmalarını caiz görme esası: Hanefî <strong>ve</strong> Şâfiîlere<br />

göre bu caiz değildir; imam cemâatin mezhebine uygun hareket<br />

etse bile kendisi o mezhepten olmadıkça namaz mekruh olur.<br />

Ancak bu görüşün sağlam <strong>ve</strong> Müslümanlar için bağlayıcı bir<br />

delili yoktur. İctihad asırlarından sonra gelen bazı fıkıhçıların<br />

ileri sürdükleri bu görüş haklı tenkitlerle çürütülmüştür. 4 Buna<br />

karşı Mâlikî <strong>ve</strong> Hanbelî mezheblerinin görüşü “farklı mezheblere<br />

bağlı Müslümanların, birbiri arkasında namaz kılmalarının<br />

caiz olduğu <strong>ve</strong> bu takdirde imamın mezhebine göre sahih olan<br />

namazın, cemâat için de sahih olduğu” şeklindedir. İslâm’ın<br />

rûhuna, cemâat felsefesine, ilk <strong>ve</strong> örnek asırların uygulamasına<br />

uygun bulunan bu görüş tercih edilmeli <strong>ve</strong> Şâfiîler ile Hanefîler<br />

de bu esasa göre birbirine imam-cemaat olmalı, imamın<br />

mezhebine göre tek cemâat ile tek şekilde mezkûr <strong>namazla</strong>rı<br />

kılmalıdırlar.<br />

2. Ülü’l-emr’in tercihinin ihtilâfı ortadan kaldırması esası:<br />

Mezhebler arasında ihtilâflı bulunan konularda ülü’l-emr bir<br />

içtihadı tercih ederek ümmetin bununla amel etmelerini emrederse<br />

bütün Müslümanlar buna uyarlar <strong>ve</strong> bu konularda hepsi<br />

tek mezhebe bağlı imiş gibi hareket ederler. 5 Bu gibi konularda<br />

dîn âlimleri ülü’l-emrdir. Bunlar bir araya gelip söz konusu<br />

edilen husûslarda tek uygulamayı tercih <strong>ve</strong> ilân ederlerse (bunu<br />

Diyanet İşleri Başkanlığı da sağlayabilir) ihtilâf ortadan kalkar<br />

<strong>ve</strong> cemaatle ibâdette birlik avdet eder.<br />

3. Cemaatle namazın maksadından hareket ile mümkün<br />

olan fedakârlığı yapma esası: Yazının giriş kısmında cemâatin<br />

4 Bkz. Hayreddin Karaman, Dört Risâle, İst. 1971, s. 124-130 (Yeni baskı,<br />

İz Yay., 2000).<br />

5 Mecelle, Mazbata <strong>ve</strong> mad. 1801.


Bireyden Ümmete Cemaatle Namaz 169<br />

önemine <strong>ve</strong> bölünmenin mahzurlarına işaret edilmişti. Bunlar<br />

göz önüne alınarak şöyle bir uygulamaya gidilebilir:<br />

a) Bugün cuma <strong>namazla</strong>rı ihtiyaca binaen birden fazla <strong>cami</strong>de<br />

kılınmaktadır; çünkü cemâat bir <strong>cami</strong>nin alamayacağı kadar<br />

büyümüştür. Bu durumda Şâfiîlere göre de öğle namazını, cumadan<br />

sonra cemaatle kılmak farz değil, sünnettir. Mefsedetin<br />

def’i <strong>ve</strong> iyi sonuçların temini için bu uygulamadan vazgeçilebilir.<br />

b) Şâfiî cemâate uymak için Hanefî imam da, teravih namazında<br />

iki rek’atta bir selâm <strong>ve</strong>rebilir; bu uygulama Hanefîlere<br />

göre de tercih edilen bir terâvih kılma şeklidir. Kazâya niyet<br />

eden cemaatin terâvih kıldıran imama uymaları dış görünüş<br />

itibarıyla bir bölünme ifade etmediğinden dileyenin böyle yapmasına<br />

ses çıkarılmaz.<br />

c) Vitir namazı kılınırken imam, cemâatin çoğunluğunun<br />

bağlı bulunduğu mezhepten olur, diğer mezhebe bağlı bulunanlar<br />

ise imama uymaz, vitri <strong>cami</strong>de <strong>ve</strong>ya (tercihan) evlerinde<br />

tek başlarına kılarlar.<br />

d) Bayram <strong>namazla</strong>rında Şâfiî mezhebinden olan Müslümanlar<br />

da Hanefî mezhebinden olan imama uyarak <strong>namazla</strong>rını<br />

kılabilirler; çünkü Şâfiîlere göre sünnet kılanın vâcib kıldırana<br />

uymasında sakınca yoktur. Ayrıca Şâfiî mezhebinden birinin,<br />

bayram namazının tekbirlerini eksik alan (yedi yerine üç tekbir<br />

alan) imama uyması caiz görülmüştür. 6<br />

Buraya kadar sıralanan şekiller <strong>ve</strong> esaslardan en az birine<br />

göre problemin çözülmesi, cemaatin bölünmekten kurtarılması,<br />

bir bid’atin önlenmesi <strong>ve</strong> sünnetin ihyâsı mümkün olacaktır.<br />

6 el-Fıkh ale’l-Mezâhib, c. I, s. 263


Peygamber Efendimiz’in, âmâ olan sahabiye<br />

namazı cemaatle kılmasını emretmesi,<br />

sahabinin de bu emre uyması, sahabeden<br />

sonra gelen nesillerin de bu yolu takip etmeleri,<br />

ayrıca toplumun engellilere, ibadetlerini yerine<br />

getirmek için, sırtlarında taşıma pahasına sahip<br />

çıkmaları bize önemli mesajları da beraberinde<br />

<strong>ve</strong>rmektedir


Namaza Engel Var mı?<br />

Yrd. Doç. Dr. Ali KUMAŞ<br />

Recep Tayyip Erdoğan Üni<strong>ve</strong>rsitesi<br />

İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi<br />

İnsan, Allah’a kulluk için yaratılmıştır. İyi bir kul olmak<br />

ise Allah’ın emrettiklerini yerine getirmek, yasakladıklarından<br />

uzak durmak suretiyle gerçekleşir. Bu <strong>ve</strong>sileyle<br />

Yüce Allah, hayat <strong>ve</strong>rdiği bütün insanların mümin olmalarını<br />

1 <strong>ve</strong> kendisine ibadet etmelerini emretmiştir. 2 Normal<br />

şartlarda durum bu iken, bazı durumlarda ibadet sorumluluğu<br />

birtakım sebeplerin gerçekleşmesiyle birlikte kullardan<br />

düşürülmekte, bazı ibadetlerin farz oluşu için ise ek sebeplere<br />

bağlanmaktadır. Örneğin yolculuk halinde oruç tutma<br />

zorunluluğu yoktur. Belli oranda maddi imkânın <strong>ve</strong> yol emniyetinin<br />

bulunmaması durumunda hac kişiye farz olmaz.<br />

Muayyen miktarda zenginliğe sahip olmama durumunda<br />

zekât <strong>ve</strong>rmek farz değildir. 3 Fakat namaz kılmama ruhsatını<br />

gerektirecek neredeyse hiçbir sebep yoktur. Namaz sorumluluğunun<br />

kişiden düşmesi için ya ölümün vuku bulması <strong>ve</strong>ya<br />

insanın başını bile kıpırdatmaktan aciz olacak derecede ağır<br />

rahatsızlığının ya da akıl hastalığının bulunması gerekir. 4 Bu<br />

duruma aykırı bulunan tek durum ise kadınların özel halleri<br />

olup dinimiz İslam, çeşitli hikmetler gözetmek suretiyle<br />

1 Âl-i İmrân, 3/179; Nisâ, 4/47, 136.<br />

2 Bakara, 2/21; Hac, 22/77; Zâriyât, 51/56.<br />

3 Kâsânî, Bedâiʿus-Sanâiʿ, II, 403-405, II, 583, III, 51-55.<br />

4 İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, II, 564-575.<br />

171


172<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

kadınların bu şekilde namaz kılmalarını yasaklamıştır. Buna<br />

aykırı hareket edilmesi ise kişiyi Allah katında sorumlu kılar.<br />

Ayrıca hayız durumu (regl) sona erince de <strong>namazla</strong>rın kaza<br />

edilmesi uygun görülmemiştir. 5<br />

Fıkıh kitaplarında hiçbir engelin namaza mani olmadığına<br />

işaret etmek için çeşitli örneklerin hükmü üzerinde durulur.<br />

Bunlardan birisi de batan bir gemiden kurtulan <strong>ve</strong> denizin ortasında<br />

bir tahtaya tutunan kimsenin durumudur. Buna göre,<br />

denizin ortasındaki bir tahtaya tutunmuş olan bu kimsenin namaz<br />

kılması gerekir. Bunun yanında bu kimsenin nasıl namaz<br />

kılacağı da anlatılır. 6 Bu örnek ilk bakışta gerçekleşmesi çok<br />

zayıf bir konu gibi gözükse de, namazın her şartta vaktinde eda<br />

edilmesi gerektiği mesajını <strong>ve</strong>rmesi açısından oldukça anlamlıdır.<br />

Nitekim hangi şartlar altında olursa olsun namazın eda<br />

edilmesi gerektiğiyle ilgili Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır:<br />

“Namazını ayakta kıl, buna gücün yoksa oturarak kıl,<br />

buna da gücün yoksa yan üstü yatarak <strong>ve</strong> başınla işaret ederek<br />

kıl!” 7 Bu hadisin metninde yer alan “îmâ” kelimesinden hareket<br />

eden âlimlerin büyük bir kısmına göre, normal şekilde namaz<br />

kılamayan kimsenin göz hareketi, hatta kalp ile niyet ederek<br />

de olsa namazını kılması gerekir. Bu açıklamasıyla Peygamber<br />

Efendimiz, namazın vaktinde eda edilmesi için insanın gücüne<br />

göre halef/alternatif hükümler de getirmektedir. Böylece diri,<br />

aklı başında olan <strong>ve</strong> Yüce Allah tarafından kendisi hakkında<br />

farklı bir hüküm <strong>ve</strong>rilmeyen herkesin imkânı ölçüsünde namaz<br />

kılması sağlanmış olmaktadır. Bunun neticesinde de bedensel<br />

engeline bakılmaksızın her kulun Rabbiyle buluşması,<br />

onun huzurunda el pençe divan durması gerçekleşmektedir. Bu<br />

durum aynı zamanda “Allah sizin şekillerinize <strong>ve</strong> mallarınıza<br />

5 Buhârî, Hayız, 19, 20, 24, 25.<br />

6 İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, II, 574-575.<br />

7 Buhârî, Taksîru’s-Salât, 19.


Namaza Engel Var mı? 173<br />

bakmaz. Fakat O, sizin amellerinize <strong>ve</strong> kalplerinize bakar.” 8<br />

şeklindeki Peygamberî müjdenin tecelli etmesini de sağlamaktadır.<br />

Çünkü asıl olan, ruh <strong>ve</strong> onu şekillendiren amellerdir.<br />

Amellerin de değer kazanmasını sağlayan insanın niyetidir. 9<br />

Yüce Rabbimiz de namazın bu yönüne “Onlar ki <strong>namazla</strong>rında<br />

huşu içindedirler.” 10 buyurmak suretiyle dikkat çekmektedir.<br />

Aksi durumda olanları da “Yazıklar olsun o namaz kılanlara<br />

ki, onlar <strong>namazla</strong>rını ciddiye almazlar. Onlar (<strong>namazla</strong>rıyla)<br />

gösteriş yaparlar.” 11 buyruğuyla tasvir etmektedir.<br />

İçinde yaşadığımız zamanın en büyük problemlerinden<br />

birisi hiç şüphesiz bedensel engellilerin yalnızlaşması, topluma<br />

karışamamalarıdır. Bunun için birçok çalışmanın yapıldığı,<br />

fakat buna rağmen istenen başarının bir türlü elde edilemediği<br />

bir vakıadır. Bu anlamda cemaatle namazın muazzam birliktelik<br />

<strong>ve</strong> güzelliklere <strong>ve</strong>sile olduğu bir gerçektir. Belki de Peygamber<br />

Efendimiz’in kendisine gelip de; “Ey Allah’ın Rasulü! Ben<br />

âmâ bir kişiyim. Camiye cemaatle namaz kılmak için gelmekte<br />

zorluk çekiyorum. Beni namaza getirecek kimse de yok. Evde<br />

namaz kılmam konusunda bana izin <strong>ve</strong>rin!” diyen Abdullah<br />

b. Ümmü Mektûm’a “Ezanı işitiyor musun?” diye sorması <strong>ve</strong><br />

ardından “E<strong>ve</strong>t” cevabını alması üzerine “(Farz <strong>namazla</strong>rı evde<br />

kılman konusunda) senin için bir ruhsat bulamıyorum.” 12 demesi<br />

bu amaca hizmet etmesi içindir. Sahabi de bu istikamet<br />

üzerinde yürümüştür. O kadar ki, âmâ iken namaza giden <strong>ve</strong><br />

bu sırada ayağı takılıp kuyuya düşen, buna rağmen cemaate<br />

devam etmekten ödün <strong>ve</strong>rmeyen sahabinin durumu dikkat<br />

çekicidir. 13 Bütün bu uygulamalarla engellilerin hem toplumla<br />

8 Müslim, Birr, 10.<br />

9 İbrahim Hakkı, Marifetnâme, 97.<br />

10 Mü’minûn, 23/2.<br />

11 Mâ’ûn, 107/4-5.<br />

12 İbn Mâce, Salât, 47.<br />

13 Dârekutnî, Sünen, I, 167-171.


174<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

bir olmaları, hem de namazı en faziletli şekliyle eda etmeleri<br />

sağlanmış olur. Bunun yanında Efendimiz (s.a.s.), mazereti bulunan<br />

kimselere ruhsat tanımak, hatta onlara yardımcı olmaktan<br />

da geri kalmamıştır. Nitekim bir defasında Salimoğulları’na<br />

namaz kıldıran görme engelli Itbân b. Mâlik, Peygamber Efendimiz’e<br />

“Görme güçlüğü çektiğini <strong>ve</strong> karanlık, yağmur, sel <strong>ve</strong><br />

evi ile <strong>cami</strong> arasında bu şartlarda geçmeyi oldukça zorlaştıran<br />

bir kanalın bulunduğunu belirtmiş, haliyle evinde namaz kılmasına<br />

ruhsat <strong>ve</strong>rmesi için Rasûlüllah (s.a.s.)’ın, evine gelip namaz<br />

kılmasını” istemiştir. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz,<br />

yanına sahabenin önde gelenlerini de alarak Itbân b. Mâlik’in<br />

evine gitmiş <strong>ve</strong> oranın bir köşesinde onlara namaz kıldırmıştır. 14<br />

Hayatlarını Rasulüllah’ın sünneti ile oluşturma gayreti içerisinde<br />

olan âlimler de bu istikamette hareket etmişlerdir. Nitekim<br />

Karadeniz Bölgesi’nin tanınmış âlimlerinden Hacı Ferşad<br />

Efendi’nin (ö. 1930), hayatının son zamanlarında yaşlı <strong>ve</strong> hasta<br />

olması sebebiyle <strong>cami</strong>ye tek başına gidemediği, bunun üzerine<br />

öğrencilerinin kendisini sırtlarında taşıyarak cemaate götürdükleri<br />

anlatılmaktadır. Böylece hayatlarının son demlerinde bile<br />

bu âlimler, namazdan uzak kalmamış, hatta <strong>namazla</strong>rını <strong>cami</strong>de<br />

cemaatle kılmaya gayret göstermişlerdir.<br />

Peygamber Efendimiz’in, âmâ olan sahabiye namazı cemaatle<br />

kılmasını emretmesi, sahabinin de bu emre uyması, sahabeden<br />

sonra gelen nesillerin de bu yolu takip etmeleri, ayrıca<br />

toplumun engellilere, ibadetlerini yerine getirmek için, sırtlarında<br />

taşıma pahasına sahip çıkmaları bize önemli mesajları<br />

da beraberinde <strong>ve</strong>rmektedir: Her insan hayatında bir engelle<br />

karşı karşıya kalabilir. Bu engel kişiyi Allah’a kulluk yapmaktan,<br />

özellikle de namaz kılmaktan, hatta <strong>cami</strong>de cemaate iştirak<br />

etmekten uzaklaştırmamalıdır. Böyle bir sonucun gerçekleşmesi<br />

için de toplum olarak onlara yardımcı olmalıyız. Öncelik-<br />

14 Buhârî, Ezân, 40.


Namaza Engel Var mı? 175<br />

le, engelli <strong>ve</strong> yaşlı yakınları olarak onların namaz kılmalarını<br />

kolaylaştıracak bütün önlemleri almalıyız. Toplum <strong>ve</strong> devlet<br />

olarak engelli <strong>ve</strong> yaşlıların <strong>cami</strong>ye kendi imkânlarıyla gitmeleri<br />

<strong>ve</strong> <strong>cami</strong>de yardım almadan tek başlarına namaz kılmaları<br />

için gerekli olan bütün kolaylıkları sağlamalıyız. Evlerimiz <strong>ve</strong><br />

mâbedlerimizin mimarisini buna göre inşa etmeliyiz. Bütün<br />

bu tedbirlerin yetersiz kaldığı durumlarda onların ellerinden<br />

tutmalı, hatta sırtımızda taşıma pahasına onlara sahip çıkmalı<br />

<strong>ve</strong> müminin en önemli özelliği olan namaz ile hayatlarını yaşamalarına<br />

<strong>ve</strong>sile olmalıyız. Böylece “Kim bir hayra <strong>ve</strong>sile olursa,<br />

onu yapmış gibi mükâfat elde eder.” 15 müjdesine de nail olmuş<br />

oluruz. Aynı şekilde Peygamber Efendimiz, âmâya rehberliği,<br />

sağır <strong>ve</strong> dilsize anlamalarında yardım etmeyi, ihtiyaç sahibinin<br />

ihtiyacına koşmayı sadaka olarak tanımlamıştır. 16 Buna göre<br />

bütün bu iyiliklerin yapılması durumunda sadaka sevabı elde<br />

etmiş oluruz. Aksi takdirde engellilere karşı olan sorumluluklarımızı<br />

yerine getirememiş olacağımızı <strong>ve</strong> hatta böyle bir durumun<br />

Yüce Allah’ın lanetine sebep olacağını unutmamalıyız. 17<br />

Bu çerçe<strong>ve</strong>de bugün karşımıza çıkan en büyük problemlerden<br />

birisi de engelli durumda olan kardeşlerimizin <strong>cami</strong>de<br />

<strong>namazla</strong>rını ne şekilde eda edecekleri meselesidir. Bununla ilgili<br />

çeşitli rahatsızlıkların hem engelliler, hem de <strong>cami</strong>deki cemaat<br />

tarafından konuşulduğu bilinmektedir. Engelli kardeşlerimiz,<br />

<strong>cami</strong>de rahat namaz kılmak için kendilerine uygun yer ayrılmadığı<br />

konusunda şikâyetlerini, <strong>cami</strong> cemaati de kullanılan<br />

tabureler sebebiyle saf düzeninin bozulduğu <strong>ve</strong> <strong>cami</strong>deki manevi<br />

havanın zarar gördüğü ile ilgili şikâyetleri dile getirmektedirler.<br />

Bütün bu problemlere her iki tarafı da memnun edecek<br />

çözümler bulma mecburiyetimiz vardır. Bu noktada taraflara<br />

<strong>ve</strong> özellikle de <strong>cami</strong>de görev yapan imam hatiplere büyük<br />

15 Müslim, İmâre, 38.<br />

16 Ahmed b. Hanbel, V, 168-169.<br />

17 Ahmed b. Hanbel, V, 217, 309, 317.


176<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

görevler düşmektedir. Bunun için atılması gereken ilk adım,<br />

engelli kardeşlerimizin, <strong>namazla</strong>rını nasıl kılacaklarıyla ilgili<br />

bilgilendirilmeleridir. Bütün <strong>cami</strong> görevlilerinin her bir engelli<br />

ile bu noktada ilgilenmesi <strong>ve</strong> ona rehberlik etmesi büyük önem<br />

arz etmektedir. Bu çerçe<strong>ve</strong>de tabure kullanmadan namazını<br />

herhangi bir şekilde kılabilecek durumda olanların, mutlaka<br />

<strong>namazla</strong>rını taburesiz kılmaları sağlanmalıdır. Bununla ilgili şu<br />

hususlara özellikle riayet edilmesi gerekir:<br />

a) Namazları asli şekline uygun olarak kılmaya engel olmayan<br />

hafif bedeni rahatsızlıklar meşru mazeret olarak kabul edilmemelidir.<br />

Bu noktada uzman bir doktorun raporu <strong>ve</strong> kişinin<br />

kendi vicdani kanaati büyük önem taşımaktadır.<br />

b) Namazlarını ayakta kılamayan kimse, herhangi bir şekilde<br />

tabure kullanmadan oturarak kılabiliyorsa, oturarak kılmalıdır.<br />

Bu oturma şekli öncelikli olarak dizleri üstünde oturarak,<br />

bu şekilde oturamıyorsa bağdaş kurarak, buna da güç yetiremiyorsa<br />

ayaklarını kıble istikametine uzatarak olmalıdır. 18<br />

c) Ayakta durabilen <strong>ve</strong> yere oturup kalkabildiği halde, herhangi<br />

bir rahatsızlık sebebiyle secde edemeyen kimse namaza<br />

ayakta başlamalıdır. Rükûdan sonra yere oturarak secdeleri başını<br />

hafif öne eğerek yapmalıdır. Ardından tekrar kalkmalı <strong>ve</strong><br />

aynı şekilde devam ederek namazını tamamlamalıdır.<br />

d) Ayakta durabildiği halde oturduktan sonra ayağa kalkamayan<br />

kişi namaza ayakta başlamalıdır. Kıyamdan sonra rükû<br />

<strong>ve</strong> secde yaparak oturmalıdır. Geri kalan rekâtların rükûlarını<br />

oturarak <strong>ve</strong> başını hafif öne eğerek, secdelerini de asli şekliyle<br />

yapmalıdır.<br />

e) Ayakta durmaya gücü yettiği halde rükû <strong>ve</strong> secde yapmaya<br />

gücü yetmeyen kimsenin kıyamda bulunma zorunluluğu<br />

yoktur. Fakat bu durumda olan kimsenin, kıyamda bu-<br />

18 İbn Tacüddîn el-Hanefî, Ahkâmü’l-Merzâ, 98.


Namaza Engel Var mı? 177<br />

lunduktan sonra ayaktayken başını öne eğerek rükû yapması<br />

<strong>ve</strong> ardından oturup secdeleri başını öne eğerek yapması daha<br />

uygundur. Ayağa kalkabilirse geri kalan rekâtları da bu şekilde<br />

kılmalıdır. Ayağa kalkamazsa namazına oturarak devam etmesinde<br />

herhangi bir sakınca yoktur. 19<br />

f) Ayakta durmaya <strong>ve</strong> rükû yapmaya gücü yettiği halde yere<br />

oturamayan kimse namaza ayakta başlamalıdır. Ardından rükû<br />

yapmalı <strong>ve</strong> tabureye oturmalıdır. Daha sonra secdeleri başını<br />

hafif öne eğerek yapmalıdır. Geri kalan rekâtlarda da kıyam<br />

<strong>ve</strong> rükûu asli haliyle, secdeyi de başıyla ima ederek kılmalıdır.<br />

Taburede namaz kılan kimsenin saf düzenini bozmamaya özellikle<br />

dikkat etmesi gerekir. Bunun için de tabureyi arka saftaki<br />

cemaatin secde edeceği yere asla koymamalıdır. Tabureyi, safında<br />

bulunduğu cemaatin hizasında yerleştirmesi gerekir. Ayrıca<br />

taburede namaz kılanlar için <strong>cami</strong>nin ayrı bir yerinde muayyen<br />

bir mekânın yapılması da uygun değildir.<br />

g) Ayakta durmaya gücü yetmeyen, yere de oturamayan<br />

kimse namazı tabure, sandalye <strong>ve</strong> benzeri bir şey üzerine oturarak,<br />

rükû için başını hafif, secde için biraz daha fazla öne<br />

eğerek kılmalıdır. 20<br />

h) Namazlarını oturarak kılamayan kimselerin sırtüstü uzanarak<br />

kılmaları gerekir. Bu durumda baş <strong>ve</strong> ayaklar kıbleye<br />

doğru yönelmelidir. Buna da gücü yetmiyorsa sağ tarafı üzerine<br />

yatarak yüzünü kıbleye çevirerek namaz kılmalıdır. Bu durumda<br />

rükû <strong>ve</strong> secdeleri, başı hafifçe öne doğru hareket ettirerek<br />

yerine getirmelidir.<br />

ı) Hanefi mezhebine göre başı ile işaret ederek namaz kılamayan<br />

kimseden namaz sorumluluğu düşer. Diğer fıkıh âlim-<br />

19 İbn Tacüddîn el-Hanefî, Ahkâmü’l-Merzâ, 91.<br />

20 İbn Tacüddîn el-Hanefî, Ahkâmü’l-Merzâ, 91; Din İşleri Yüksek Kurulunun<br />

01/12/2010 Tarihli Kararı.


178<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

lerine göre ise göz kapakları <strong>ve</strong>ya kalp ile niyet edilerek namaz<br />

hareketlerinin yerine getirilmesi gerekir.<br />

Bütün bu hükümler, namazın mutlaka kılınması gerektiğini<br />

ortaya koyması açısından büyük önem arz etmektedir. Bu<br />

konuda insanın engelli olup olmaması sonucunu değiştirmez.<br />

Sadece şekli açıdan farklılıklar söz konusu olmaktadır. Hatta<br />

kişinin engelli olması, namaz fiillerini zorlanarak yerine getirmesine<br />

rağmen Allah’a ibadet etmekten geri durmama sadakat<br />

<strong>ve</strong> samimiyeti Yüce Allah’ın rahmet <strong>ve</strong> şefkat gözüyle kendisine<br />

bakmasına <strong>ve</strong> o kimseyi dilediği mevkiye ulaştırmasına <strong>ve</strong>sile<br />

olacağı unutulmamalıdır.


Namaza Engel Var mı? 179<br />

Kaynaklar<br />

Kur’ân-ı Kerim.<br />

Alfred, Mary V., “Reconceptualizing Marginality from the<br />

Margins: Perspecti<strong>ve</strong>s of African American Tenured Female Faculty<br />

at a White Research Uni<strong>ve</strong>rsity. The Western Journal of<br />

Black Studies, Sayı: 25/1, Bahar 2001.<br />

Brodwin, Paul, “Marginality and Subjektivity in the Haitian<br />

Diaspora”, Anthropological Quarterly, Sayı: 76/3, Yaz 2003, s.<br />

383-410.<br />

Cullen, Bradley T. <strong>ve</strong> Pretes Michael, “The Meaning of Marginality:<br />

Interpretations and Perceptions in Social Science”, The<br />

Social Science Journal, Sayı: 37/2, Nisan 2000, s. 215-229.<br />

Görmez, Mehmet, “İslâm Medeniyetinde Birlikte<br />

Yaşama Tecrübesi”, www.mehmetgormez.com/dosyalar/1_37040079_3662597.doc,21.02.2015<br />

Marshall, Gordon, Sosyoloji Sözlüğü, Çev.: O. Akınhay <strong>ve</strong><br />

D. Kömürcü, Bilim <strong>ve</strong> Sanat Yayınları, Ankara 1999.<br />

Okumuş, Ejder, Dinin Toplumsal İnşası, Akça Yay. Ankara<br />

2015.<br />

Okumuş, Ejder, “İslamfobi: Bir Kötülük Problemi”, Yeni<br />

Şafak, 13 Şubat 2015.<br />

Okumuş, Ejder, “Türkiye’de Marjinal Bir Grup Olarak Abdallar”,<br />

Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, Eylül 2005, Sayı:<br />

3/6, s. 489-512.<br />

Peace, Robin, “Social Exclusion: A Concept in Need of Definition”,<br />

Social Policy Journal of New Zealand, Sayı: 16, Temmuz<br />

2001, s. 17-35.


Cahil kimse namazın kadrini nerden bilir<br />

Her namazda iman baştan tazelenir<br />

“Es-salat” dese gafil başını çevirip uyur<br />

Gafillikten ömrünü yele satar olmalı.<br />

Hoca Ahmet Yesevi


Edebiyatımızda Cami <strong>ve</strong> Namaz<br />

Ali AYGÜN<br />

“Namaz, sancıma ilaç, yanık yerime merhem,<br />

Onsuz, ebedi hayat benim olsa istemem!”<br />

Necip Fazıl Kısakürek<br />

Dinler, getirdikleri değer yargılarıyla insanların <strong>ve</strong><br />

toplumların düşünce yapılarını, davranışlarını, hayat<br />

tarzlarını etkiler <strong>ve</strong> değiştirir. Sanat <strong>ve</strong> edebiyat bir toplumun<br />

kültür <strong>ve</strong> medeniyetini en iyi yansıtan aynadır. Dinî<br />

konuların, konusunu dinden alan çeşitli hayat sahnelerinin<br />

edebî eserlere yansıdığı bir gerçektir. İslam dini, toplumumuzun<br />

sosyal <strong>ve</strong> kültürel yaşamında, düşünce dünyasında<br />

köklü değişiklikler meydana getirdiği gibi kültürün önemli<br />

bir yansıması olan edebî ürünlerde de yeni şekillenmelere<br />

zemin hazırlamıştır. Bu ortak edebî malzemenin temelinde<br />

İslamî birikim vardır. Bu bağlamda <strong>cami</strong>lerimiz, Kur’an <strong>ve</strong><br />

hadislerin mesajlarını her yaş <strong>ve</strong> kültür seviyesinden insana<br />

ulaştırmıştır. Toplu ibadet yeri olma temel işlevinin yanı<br />

sıra ilim tahsil edilen, idarî, siyasî, askerî işlerin görüldüğü<br />

yer, hastane, misafirhane gibi her türlü sosyal fonksiyonların<br />

yerine getirildiği mekanlar olarak da dikkat çekmiştir. İbadetlerin<br />

zir<strong>ve</strong>si, dinin direği, Allah’ı zikrin <strong>ve</strong> O’na saygının<br />

birlikte yerine getirildiği namazın, temiz olan her mekanda<br />

kılınabilmesine karşın <strong>cami</strong>lerde cemaatle kılınması teşvik<br />

edilmiştir.<br />

181


182<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Edebiyatımızda, Divan-ı Hikmet’ten itibaren İslamî motifleri<br />

görmek mümkündür. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in güzel ahlakını<br />

kendisine örnek alan Ahmet Yesevi, eserlerinde insanlara bunu<br />

öğretme <strong>ve</strong> yaşatma gayretinde olmuştur. Divan-ı Hikmet’in<br />

birçok yerinde <strong>namazla</strong> ilgili dörtlükler mevcuttur:<br />

“Kul Hoca Ahmet Hak zikrini söyle daima<br />

Hak’tan korkup dinmeden ağla boyuna<br />

Namaz kılıp oruç tutup her sabah akşam<br />

Böyle yapıp muradıma erdim ben işte.” 1<br />

Prof. Dr. M. Fuat Köprülü’nün:“Bütün Türk edebiyatını terazinin<br />

bir gözüne, Dede Korkut’u öbür gözüne koysanız, yine<br />

Dede Korkut ağır basar.” 2 dediği, Dede Korkut Hikayeleri’nde<br />

de Müslüman Oğuzlar, abdest alıp namaz kılarlar. Besmele ile<br />

başlayan ön sözde: “Hesap gününde cuma güzel. Cuma günü<br />

okuyunca hutbe güzel. Kulak <strong>ve</strong>rip dinleyince ümmet güzel.<br />

Minarede ezan okuyunca müezzin güzel.” ifadeleri Müslüman<br />

Oğuzların cuma gününün öneminin farkında olduklarını; ezanı,<br />

hutbeyi dinleyip cuma namazını eda ettiklerini göstermektedir.<br />

“Boğaç Han” hikayesinde de: “Sakalı uzun müezzin ezan<br />

okuduğunda.” dizesi ezanla birlikte namaz kılındığını çağrıştırmaktadır.<br />

“Bamsı Beyrek”te: “Kudretli Oğuz Beyleri, arı sudan<br />

abdest aldılar, ak alınlarını yere koydular, iki rekat namaz kıldılar.<br />

Adı güzel Muhammed’i yad ettiler.”, “Ezan okuttular, Aziz<br />

Tanrı adına hutbe okuttular.” <strong>ve</strong> “Uruz Bey”de: “Yağız al atından<br />

indi. Akıp giden sudan abdest aldı. Ak alnını yere koydu, namaz<br />

kıldı. Ağladı, Kadir Tanrı’dan dilek diledi, yüzünü yere sürdü.”<br />

şeklinde geçen ifadelerde ezan okunduğunda Müslüman Oğuz<br />

Beylerinin abdest alıp namaz kıldıklarını <strong>ve</strong> Allah’a dua ettiklerini<br />

anlıyoruz. 3<br />

1 Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, Hazırlayan, Hayati Bice, Türkiye<br />

Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2009, s. 91.<br />

2 Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1999,<br />

s. 5.<br />

3 Age., s. 5, 17, 21, 88, 89, 108.


Edebiyatımızda Cami <strong>ve</strong> Namaz 183<br />

Yunus Emre de “Divan”ında birçok beyitte namazın ehemmiyetinden<br />

bahseder. Ona göre namaz, bütün işlerin, bütün<br />

ibadetlerin en üstünüdür. Gafil olmayıp namaza devam etmenin<br />

gerekliliğini birçok şiirinde şöyle vurgular:<br />

“Sanatın yiğreği çün namaz imiş hoş pişe<br />

Namaz kılan kişide olmaz yavuz endişe.” 4<br />

“İşit sözümü ey gafil tanla seher vaktinde dur<br />

Öyle buyurmuş ol kamil tanla seher vaktinde dur.” 5<br />

“Ezan okur müezzin çağırır Allah adın<br />

Yıkma dinin bünyadın dur erte namazına.” 6<br />

“Müselmanam diyen kişi şartı nedir bilse gerek<br />

Tanrı’nın buyruğun tutup beş vakit namaz kılsa gerek.” 7<br />

Babasının <strong>ve</strong>fatından sonra Konya Alaaddin Camii’nin kürsüsüne<br />

çıkıp orada yıllarca halka vaaz ederek Kur’an’ı yorumlayan<br />

Mevlana ise “Mesnevi”sinde namazdaki hareketleri anlatır.<br />

İftitah tekbiri, kıyam, rüku, secde, ka’de <strong>ve</strong> selamı yorumlar.<br />

Namazdaki bu hareketlerin gerçek anlamını kavrayarak namaz<br />

kılınması gerektiğini vurgular <strong>ve</strong> şöyle der:<br />

“Aklını başına al da namaz yumurtasından civciv çıkar, yani<br />

namazdan manen yararlan, yoksa dane toplayan bir şey öğrenememiş<br />

kuş gibi, Allah’ın büyüklüğünü düşünmeden yere başını<br />

koyup kaldırma.” 8<br />

Edebiyatımızda hikmetli <strong>ve</strong> öğretici şiir üstadı olan Nâbî<br />

de henüz yedi yaşındaki oğlu Ebü’l-Hayr Mehmet Çelebi adına<br />

kaleme aldığı “Hayriyye” adlı mesnevisinde oğluna namazın<br />

4 Yunus Emre Divanı, Hazırlayan, Mustafa Tatçı, Akçağ Yayınları, Ankara<br />

1991, s. 230.<br />

5 Age., s. 90.<br />

6 Age., s. 216.<br />

7 Age., s. 116.<br />

8 Mevlana, Mesnevi, 3. Cilt, Açıklayan, Şefik Can, Ötüken Neşriyat, İstanbul<br />

2011, s. 188-190.


184<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

faziletini en müşfik şekilde dile getirir. Oğlu Mehmet Çelebi<br />

nezdinde tüm çocuklarımıza şiiriyle namaz eğitimi <strong>ve</strong>rir:<br />

“Ey eksiksiz <strong>ve</strong> noksansız bahçenin gülü! Ey yaşlı babasının<br />

boynunu doğrultan oğul!<br />

Vakti geldiği zaman hemen abdestini al. Yani dünya ile ilgili<br />

şeylerden elini <strong>ve</strong> ağzını yıka, dünyayı unut.<br />

(…)<br />

Çünkü müminin miracı namazdır. Sen de bu miraç konusunda<br />

gözünü aç.<br />

Namazı sakın bir külfet gibi görüp zahmetli bir işle kıyas<br />

etme ki ona Allah tarafından bir şeref <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

Dinin direğini dik <strong>ve</strong> İslam sarayını mamur eyle.<br />

(…)<br />

Bilhassa seher vaktinde hiç yatma, uyanık ol. O vakitte kendini<br />

tövbe seccadesine vakfet.” 9<br />

“İlk Namaz” hikayesinde ise Ömer Seyfettin’in soğuk bir<br />

kış günü sabah namazına kalkmasıyla çocukluk yıllarındaki<br />

namaz eğitimini hatırlamasını zevkle okuruz. O soğukta abdest<br />

alıp pencereden dışarıyı seyrederken çocukluk yıllarını,<br />

annesinin kendisini sabah namazı için uyandırışını, kendisine<br />

nasıl abdest aldırdığını sonra birlikte nasıl namaz kıldıklarını,<br />

annesinin namazı nasıl öğrettiğini hatırlar:<br />

“Şimdi tesellisinden uzak bulunduğum annemi, dünyada en<br />

sevdiğim, saygı değer insanı hatırladım. On beş yıl önce, beni ilk<br />

kez sabah namazına o kaldırmıştı. Galiba yine böyle bir kıştı.<br />

Onun odasına bitişik olan küçük odamdaki karyolamda<br />

uyurken bir öpücük gibi alnımı okşayan nazik parmaklarıyla<br />

saçlarımı tarayarak:<br />

9 Yusuf Nâbî, Hayriyye, Hazırlayan, İskender Pala, Kapı Yayınları, İstanbul<br />

2009, s. 39.


Edebiyatımızda Cami <strong>ve</strong> Namaz 185<br />

- Haydi Ömerciğim kalk, demişti. Kalk haydi yavrucuğum.” 10<br />

Bu arada soba çoktan yakılmıştır. Evin hizmetçisi Pervin de<br />

namaza kalkmıştır. Ömer’in hırkası çıkarılmış, kolları sıvanmıştır.<br />

Güğüm <strong>ve</strong> abdest leğeni hazırdır. Ömer’in yorulmaması için<br />

annesi, oğlunun altına bir oturak koymuştur. Pervin, ılık suyu<br />

Küçük Ömer’in eline dökerken anne, oğluna besmele çekmesini<br />

tembihler. Hangi uzvunu kaç kere <strong>ve</strong> nasıl yıkayacağını<br />

anlatır. Yanlışlarını düzeltir. Anne seccadeyi serer. Yeşil başörtüsünü<br />

örterek Küçük Ömer’i yanına çağırır. Sabah namazının<br />

kaç rekat olduğunu, kaçının sünnet, kaçının farz olduğunu<br />

tatlı bir ses tonuyla bir daha anlatır. Namazdan sonra nasıl dua<br />

edeceğini soran oğluna önce Müslüman olduğu için Allah’a<br />

hamd etmesini, sonra Allah’ın vatanını koruması, hasta, muhtaç<br />

Müslümanların sıhhat <strong>ve</strong> selameti için dua etmesini söyler.<br />

Okul saatine daha çok vakit olduğu söyleyen anne, oğlunu<br />

kendi yatağına yatırarak kendisi Kur’an okumaya başlar. Annesi<br />

Kur’an okurken oğlu yattığı yerden onu seyreder.<br />

Ömer Seyfettin’in annesi, beş vakit namaz kılan, Kur’an<br />

okuyan <strong>ve</strong> dinine bağlı yaşayan, en önemlisi bu duyguları oğlu<br />

Ömer’e de aşılamak isteyen biridir. Bütün bunları oğluna örnek<br />

olarak, şefkatli <strong>ve</strong> tatlı bir dil kullanarak aktarmaktadır. Edebiyatımızda<br />

çocuğuna dinî eğitimin telkininde başarılı olmuş<br />

bir anne örneğidir.<br />

Sait Faik Abasıyanık’ın “Sema<strong>ve</strong>r” hikayesinde de dinî değerleri<br />

önemseyen, beş vakit namazını kılan bir anne karşımıza<br />

çıkar. Ali ile annesinin hikayesi anlatılmaktadır “Sema<strong>ve</strong>r”de.<br />

Ali’nin annesi sabahın erken saatlerinde namazını kılmış,<br />

duasını yapmış, çayı demleyip ekmekleri kızartarak kahvaltıyı<br />

hazırlamış bir şekilde içindeki “Cenab-ı Hak”la beraber oğlunu<br />

uyandırır. Mutlu bir aile havası hakimdir anne ile oğul arasında.<br />

Akşam e<strong>ve</strong> döndüğünde de sabahki mutlu aile ortamının sı-<br />

10 Ömer Seyfettin, İlk Namaz, Timaş Yayınları, İstanbul 2014, s. 10.


186<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

caklığı aynen devam eder. Ali, yatsı namazını kılmakta olan annesiyle<br />

şakalaşmaya, onu namaz esnasında güldürmeye çalışır.<br />

“Ali’nin annesine ölüm, bir misafir, bir başörtülü, namazında<br />

niyazında bir komşu hanım gelir gibi geldi.” 11 cümlesi<br />

hikayedeki annenin hem hayat tarzını hem ölümle ilişkisini<br />

hem de ölüm anını gözler önüne serer. 12<br />

Namaz eğitiminin bir örneğini de Rasim Özdenören’in “Gül<br />

Yetiştiren Adam” romanında görürüz. Torunuyla sabah namazına<br />

giden dede, torununun <strong>namazla</strong>rını ihmal etmemesini tembihler.<br />

Gül yetiştiren adam, kültürel yabancılaşmayı, değişimi,<br />

dışardaki hayatı kabullenmemiş <strong>ve</strong> bundan dolayı dışarıya elli<br />

sene çıkmamış, bahçesinde çeşit çeşit güller yetiştirmiştir.<br />

Romanda, torunuyla sabah namazına giden gül yetiştiren<br />

adamın, torununa namaz telkinine şahit oluruz:<br />

“Sana bir teklifim var, dedi, yarın sabah namazına beraber<br />

gidelim.<br />

Sabah namazına mı?<br />

E<strong>ve</strong>t, dedi adam, namazını kılıyor musun?<br />

Okul zamanı kılamıyorum, dedi çocuk, tatillerde daha çok<br />

kılıyorum.<br />

Her zaman kılmalısın, dedi adam, ihmal etme namazını.” 13<br />

Torunuyla birlikte sabah namazı için <strong>cami</strong>ye giden gül yetiştiren<br />

adam, yol boyunca şehirdeki değişimi gördükçe şaşırmaktadır<br />

<strong>ve</strong> <strong>cami</strong>de şaşkınlığı daha da artmaktadır.<br />

11 Sait Faik Abasıyanık, Sema<strong>ve</strong>r, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul<br />

2014, s. 4.<br />

12 Dinçer Eşitgin, Sait Faik’in Sema<strong>ve</strong>r Adlı Hikayesini Okurken, Heceöykü<br />

Dergisi, sayı 68, Nisan 2015, s. 94.<br />

13 Rasim Özdenören, Gül Yetiştiren Adam, İz Yayıncılık, İstanbul 2013, s.<br />

39-40.


Edebiyatımızda Cami <strong>ve</strong> Namaz 187<br />

Mehmet Akif Ersoy, Balkan Harbi <strong>ve</strong> Milli Mücadele yıllarında<br />

İstanbul ile Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde vaazlar <strong>ve</strong>rmiştir.<br />

Balkan Savaşı’nın başlamasından sonra Akif’in, İstanbul<br />

<strong>cami</strong>lerinde yaptığı üç vaazı vardır. Vaazlarını Bayezid, Fatih <strong>ve</strong><br />

Süleymaniye <strong>cami</strong>lerinde irat etmiştir. Bu üç vaazın metinleri,<br />

zamanın yayım organı Sebilürreşat dergisinde yayımlanmıştır. 14<br />

Akif, 1919’da İzmir’in işgalinden sonra Anadolu’nun bazı<br />

yerlerinde konuşmalar yapmıştır. Önce Balıkesir Zağnos Paşa<br />

Camii’nde, sonra Kastamonu Nasrullah Camii’nde vaazlar <strong>ve</strong>rmiştir.<br />

Bu vaazları da Sebilürreşat’ta yayımlanmıştır. 15<br />

Safahat’ın birinci kitabının ilk şiiri “Fatih Camii”nde dinî<br />

duygulanmalar yer alır. Sabaha karşı bir mabedin görünüşüyle<br />

başlayan şiirde gecenin karanlığı, ilhadı (inançsızlığı); sabahın<br />

ilk ışıkları da ikrarı (imanı) sembolize etmektedir. Diğer taraftan<br />

Fatih Camii’nin avlusu, duvarları, kubbeleri, minareleri,<br />

kandilleri, ezan sesleri, cemaatle kılınan <strong>namazla</strong>r, başında yeşil<br />

sarık, kardeşinin elinden tutarak <strong>cami</strong>ye giden çocuk Akif’i,<br />

İslam Şairi Mehmet Akif’e hazırlayan deruni duyguların büyüleyici<br />

atmosferidir. Fatih Camii, Akif’in şiirsel buluşuyla bir<br />

ibadethane değil, adeta ibadetin ta kendisidir:<br />

“Bu bir mabed değil, Mabud’a yükselmiş bir ibadettir;<br />

Bu bir manzar değil, didara vasıl mevkib-i enzar.” 16<br />

“Ezanlar” şiirinin başlangıcı: “İhtilaf-ı metali sebebiyle küre<br />

üzerinde ezansız zaman yoktur.” der. (Güneşin doğuş vaktindeki<br />

farklılıklar sebebiyle, dünya üzerinde ezansız zaman yoktur.)<br />

Buna göre bütün zaman <strong>ve</strong> mekanların Allah (c.c.)’ın zikriyle<br />

dolup taşmadığı bir an dahi geçmemektedir. Ezanlar, gülbank-ı<br />

Hak’tır. Adalet isteğiyle gökyüzüne yükselen feryada benzetilen<br />

ezanların tekrar ruh-ı rahmet olarak semadan indiği tasavvur<br />

14 Orhan Okay, Mehmed Akif, Akçağ Yayınları, Ankara 1998, s. 11.<br />

15 Age., s. 12.<br />

16 Mehmed Akif Ersoy, Safahat, İnkılap Kitabevi, İstanbul 2003, s. 7-10.


188<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

edilmektedir. Şayet mabetler yetim kalırsa ezanlar “nesl-i meyus”un<br />

arkasından ağlayacaktır. 17<br />

Mehmet Akif’in “Ezanlar” şiiri ruhumuza rahmet olurken<br />

Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiiriyle, bir <strong>ve</strong><br />

beraber olmanın coşkusunu yaşarız bir bayram namazında. Teşrik<br />

tekbirleri vasıtasıyla şair, Süleymaniye Camii’nde coşkulu<br />

<strong>ve</strong> tarihi bir bayram namazını betimler. Süleymaniye’de Bayram<br />

Sabahı şiirinde şair, kendini bir bayram sabahı Süleymaniye Camii’nde<br />

bayram namazını beklerken bulur. Mimarı, en son din<br />

olan İslam’ın en güzel mabedi olması için Süleymaniye Camii’ni<br />

İstanbul’un her yerinden görülebilen bu tepeye kondurmuştur.<br />

Şair, Süleymaniye Camii’ne bu bayram sabahına kadar hiç bu<br />

gözle bakmamıştır. Bundan pişmanlık duyar:<br />

“Ulu mabed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;<br />

Ben de bir varisin olmakla bugün mağrurum;<br />

Bir zaman hendeseden abide zannettimdi;<br />

Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi,<br />

Senelerden beri rüyada görüp özlediğim<br />

Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.” 18<br />

diyerek bir zamanlar kıymetinin farkında olmadığı, mimari<br />

bir yapı olarak telakki ettiği Süleymaniye Camii’nin manevi<br />

atmosferini keşfeder.<br />

Süleymaniye Camii’nde toplanan insanlar gönlü, imanı aynı<br />

<strong>ve</strong> ortak olan bir topluluktur. Bu <strong>cami</strong>de kolektif bir ruh doğmuştur.<br />

Bu topluluk, hep bir ağızdan tek bir ses gibi Allah’ı<br />

anmakta <strong>ve</strong> birliktelikleri pekişmektedir.<br />

Yahya Kemal, uzun yıllar Paris’te kalmış, milletin değerlerinden<br />

<strong>ve</strong> inanç dünyasından kopmuştur, ancak zaman zaman<br />

bu dünyayı özlemekte, garip bir hasret çekmekte, bazen<br />

17 Age., s. 89-91.<br />

18 Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları,<br />

İstanbul 2002, s. 11.


Edebiyatımızda Cami <strong>ve</strong> Namaz 189<br />

bayram <strong>namazla</strong>rına bazen sabah <strong>namazla</strong>rına gitmektedir.<br />

Bir yazısında Büyükada’da ikamet ederken bayram namazına<br />

gitmeye niyetlendiğini fakat sabah uyanamamak korkusuyla<br />

uyumadığını <strong>ve</strong> vakit gelince abdest alıp <strong>cami</strong>ye gittiğini anlatır.<br />

Çünkü yaşadığı modern hayat, sabah namazına uyanmaya<br />

el<strong>ve</strong>rmemektedir. Namazdan sonra ayandan Reşit Akif Paşa’nın<br />

şöyle dediğini nakleder:<br />

“Bu bayram namazında iki defa mesudum hamd olsun sizlerden<br />

birini kendi başına <strong>cami</strong>ye gelmiş gördüm! Berhudar ol<br />

oğlum gözlerimi kapamadan ev<strong>ve</strong>l bunu görmek beni müteselli<br />

etti.” 19<br />

Ezan <strong>ve</strong> Kur’an’la ilgili de şunları dile getirir şair:<br />

“Gezintilerimde bir hakikat keşfettim. Bu devletin iki manevi<br />

temeli vardır: Fatih’in Ayasofya minaresinden okuttuğu ezan<br />

ki hala okunuyor! Selim’in Hırka-i Saadet önünde okuttuğu<br />

Kur’an ki hala okunuyor!” 20 Böylece çocukluğunun Müslüman<br />

rüyasının devam ettiğini, bütün değişimlere rağmen milletin<br />

şuur altını <strong>ve</strong> yüreğini bu iki sesin beslediğini görür.<br />

Doğduğu <strong>ve</strong> çocukluğunu geçirdiği Üsküp’ü anlatırken o<br />

dönemlerde ezanın kendisi üzerindeki etkisini dile getiren şair,<br />

“Ezan-ı Muhammedi” şiirini bu etkiyle kaleme almıştır:<br />

“Emr-i bülendsin ey ezan-ı Muhammedi<br />

Kafi değil sadana cihan-ı Muhammedi.” 21<br />

Yahya Kemal, ezan sesi duyulmayan İstanbul semtlerinde<br />

büyüyen çocuklarımızın geleceği için de kaygılanmaktadır. 22<br />

19 Yahya Kemal, Aziz İstanbul, Meb Yayınları, İstanbul 1995, s. 129.<br />

20 Age., s. 125.<br />

21 Yahya Kemal, Eski Şiirin Rüzgarıyle, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları,<br />

İstanbul 2000, s. 43.<br />

22 Yahya Kemal, Aziz İstanbul, Meb Yayınları, İstanbul 1995, s. 126.


190<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

“Atik-Valde’den İnen Sokakta” başlıklı şiirinin sonunda yer<br />

alan, namazsız, oruçsuz oluşundan duyduğu üzüntüyü dile<br />

getirir, hiç değilse üzülmesine şükreder:<br />

“Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;<br />

Mademki böyle duygularım kaldı, çok şükür.” 23<br />

Yahya Kemal’in hem öğrencisi hem de arkadaşı sayılabilen<br />

Ahmet Hamdi Tanpınar’da da bu üzüntüyü görürüz. Prof. Dr.<br />

Mehmet Kaplan, “Tanpınar’ın Şiir Dünyası” adlı eserinin ön<br />

sözünde şunu nakleder:<br />

“Bir ramazan gecesi Tanpınar, Sultanahmet Camii’nin penceresinden<br />

adeta başkaları tarafından tanınmaktan sakınarak<br />

içeri bakarken <strong>ve</strong> ağlarken görülür. Bu küçük müşahede onun<br />

ruhunun derinliklerini bir projektör aydınlığı içinde gösterir.” 24<br />

Caminin penceresinden içeriye bakan <strong>ve</strong> ağlayan Tanpınar adeta<br />

eşiktedir.<br />

“Bursa’da Zaman” şiirinde eşikte kalmasını rüyadan ayrı<br />

kalmanın hüznü olarak dile getiriyor adeta:<br />

“Bursa’da bir eski <strong>cami</strong> avlusu,<br />

Küçük şadırvanda şakırdayan su;<br />

Orhan zamanından kalma bir duvar…<br />

Onunla bir yaşta ihtiyar çınar<br />

Eliyor dört yana sakin bir günü.<br />

Bir rüyadan arta kalmanın hüznü<br />

İçinde gülüyor bana derinden.<br />

Yüzlerce çeşmenin serinliğinden<br />

Ovanın yeşili göğün mavisi<br />

Ve mimarilerin en ilahisi.” 25<br />

23 Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları,<br />

İstanbul 2002, s. 35.<br />

24 Mehmet Kaplan, Tanpınar’ın Şiir Dünyası, Dergah Yayınları, İstanbul<br />

2013, s. 16.<br />

25 Ahmet Hamdi Tanpınar, Şiirler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2000,<br />

s. 71.


Edebiyatımızda Cami <strong>ve</strong> Namaz 191<br />

Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılan Osmanlının son<br />

dönemlerinden başlayarak Kurtuluş Savaşı’nı konu alan Tarık<br />

Buğra’nın “Küçük Ağa” romanında, Akşehir’deki Ulu Cami de<br />

önemli mekanlardan biridir. İstanbullu Hoca (Mehmed Reşid/<br />

Küçük Ağa) ile Kuvayımilliyeciler arasındaki tartışmalar bu<br />

<strong>cami</strong>de gerçekleşir. İstanbullu Hoca, hutbelerinde Kuvayımilliyeyi<br />

çok sert bir şekilde eleştirerek halkın padişahın yanında<br />

kalmasını sağlamaya çalışırken Kuvayımilliye liderlerinden<br />

Doktor Haydar Bey <strong>ve</strong> Reis Bey de hutbeden sonra söz alarak<br />

Kuvayımilliyeyi savunurlar. 26<br />

Sâmiha Ay<strong>ve</strong>rdi’nin “Mesihpaşa İmamı” romanında ise<br />

<strong>cami</strong>, sosyal bir işlev üstlenmiştir. Balkan Savaşı acılarının<br />

edebiyatımıza akislerine şahit oluruz. Romanda Mesihpaşa<br />

Camii İmamı Halis Efendi’nin <strong>cami</strong>nin temizliği, tefrişatı <strong>ve</strong><br />

<strong>cami</strong>ye yerleşen muhacirlerle nasıl ilgilendiği aktarılır. Balkan<br />

Harbi neticesinde Rumeli muhacirlerinin Mesihpaşa Camii’ine<br />

sığınmaları, İmam Halis Efendi’nin onlarla ilgilenmesi <strong>ve</strong> kişisel<br />

değişimi gözler önüne serilir. 27 Bu örnek, <strong>cami</strong>nin toplu<br />

ibadet yeri olma özelliğinin yanında misafirhane gibi sosyal bir<br />

fonksiyon üstlendiğinin edebiyatımıza çok güzel yansımasıdır.<br />

Halide Edib Adıvar’ın “Sinekli Bakkal” romanında ise “mescit”,<br />

mahalle halkının korktuğu <strong>ve</strong> gitmek istemediği yerlerden<br />

biri olarak karşımıza çıkar. İmam Hacı İlhami Efendi’nin buraya<br />

gelen cemaate sürekli ölüm <strong>ve</strong> cehennemden bahsetmesi<br />

<strong>ve</strong> ölüleri gömmek için düzenlediği belgelerden para alması,<br />

halkın mescidi korku ile anmasına <strong>ve</strong> mescitten ileri boyutta<br />

nefret etmesine neden olur. 28<br />

İmam Hacı İlhami Efendi’nin yozlaşmış <strong>ve</strong> sömürücü kişiliğinin<br />

sindiği mahalle mescidi, mevcut haliyle oraya gelenle-<br />

26 Tarık Buğra, Küçük Ağa, İletişim Yayınları, İstanbul 2015, s. 95.<br />

27 Sâmiha Ay<strong>ve</strong>rdi, Mesihpaşa İmamı, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2013,<br />

s. 161-163.<br />

28 Halide Edib Adıvar, Sinekli Bakkal, Can Yayınları, İstanbul 2007, s. 15.


192<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

rin dinden korkması <strong>ve</strong> uzaklaşmasının kaynağıdır. Mekanda<br />

kendini huzursuz hisseden mahalle halkı, kendi özgürlüğünün<br />

sömürüldüğünü düşünerek mescide gelmek istemez.<br />

Necip Fazıl da şefkati, huzuru seccadesinde bulmuş; sancıma<br />

ilaç, yanık yerime merhem demiştir namaz için. Bir akşam<br />

iş çıkışı vapurla Beylerbeyi’ndeki evine giderken bir adamla<br />

tanışır. Sohbetin ilerleyen zamanlarında Necip Fazıl adama:<br />

“Zamanımızda irşada ehliyetli bir kimse var mı? Böyle birini<br />

tanıyor musunuz?” diye sorar. Adam da: “Beyoğlu’nda, Ağa<br />

Camii’nde. Cumaları orada ders <strong>ve</strong>rir, Abdülhakim Efendi Hazretleri.”<br />

diye cevap <strong>ve</strong>rir. Necip Fazıl, ünlü ressam Abidin Dino’yla<br />

Ağa Camii’ine gider. Abdülhakim Arvasi, onları Eyüp’e,<br />

Gümüşsuyu’na da<strong>ve</strong>t eder. Abidin Dino’yla Eyüp’e Abdülhakim<br />

Arvasi’yi ziyarete gider. Necip Fazıl, Abdülhakim Arvasi ile tanışmasının,<br />

sohbetinin etkisini kelimelerin üstünde bir tesir<br />

olarak adlandırır.<br />

“Abdülhakim Arvasi: - Namaza ne zaman başlayacaksın?<br />

Necip Fazıl: - Ramazanda başlayacağım efendim.<br />

Abdülhakim Arvasi: - Hayır, 14 Şaban günü başla!<br />

(…)<br />

Abdülhakim Arvasi, 1940-41 sıralarında Necip Fazıl’a sorar:<br />

‘Nasıl gidiyor <strong>namazla</strong>rın?’ Necip Fazıl da: ‘Vakitlerinde yetiştiremiyorum<br />

efendim, fakat akşamları evde, yatsı namazının<br />

edasıyla beraber bütün günü kaza ediyorum.’ der.” 29<br />

1961’de yazdığı bir notta, 1957’den beri tuttuğu, adına “İptila<br />

Defteri” dediği hapishane notlarının sonuna namaz tablosu<br />

eklemiştir. Eda edilen <strong>namazla</strong>rı mavi, kaza <strong>namazla</strong>rını ise<br />

kırmızı renkle boyamıştır. Orada şöyle der: “Namaz, efendimden<br />

aldığım feyizle, benim için her işin başı, her oluşun temeli,<br />

29 Necip Fazıl Kısakürek, O <strong>ve</strong> Ben, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2015,<br />

s. 155-156.


Edebiyatımızda Cami <strong>ve</strong> Namaz 193<br />

dinin direği… Onsuz hiçbir şey konuşamam, ne konuşur ne konuştururum.”<br />

30<br />

Necip Fazıl’ın Abidin Dino’yla cuma namazına gittiği “Ağa<br />

Camii”, Nazım Hikmet’in şiirinde de yer alır. Nazım Hikmet,<br />

“Ağa Camii” şiiriyle <strong>cami</strong>nin İstiklal Caddesi’ndeki yalnızlığını<br />

dile getirir adeta:<br />

“Havsalam almıyordu bu hazin hali önce.<br />

Ah, ey zavallı <strong>cami</strong> seni böyle görünce<br />

Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım;<br />

Allah’ımın ismini daha çok candan andım.<br />

(…)<br />

Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen<br />

Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen!” 31<br />

Sezai Karakoç’ta uyuşmuş ruhlarımız için bir diriliş yeridir<br />

<strong>cami</strong>. “Taha’nın Dirilişi” şiirinde: “Bir Taha geliyordu <strong>cami</strong>lerden/<br />

Bir daha geliyordu.” 32 diyerek <strong>cami</strong>yi adeta bir diriliş<br />

yeri olarak addeder. Diriliş <strong>cami</strong>lerden başlayacaktır. Ona göre<br />

<strong>cami</strong>ler, Müslümanları ölümsüzlüğün bağrına bastığı ruhun<br />

aydınlık ülkeleridir. Mihrabıyla bir tapınak, minberiyle bir toplum<br />

<strong>ve</strong> bir devlet, kürsüsüyle bir okuldur <strong>cami</strong>. Halkla <strong>cami</strong><br />

iç içedir. Camiler, halkın etine kemiğine kaynamıştır. Halkın<br />

hayatına kök salmış ulu bir çınardır <strong>cami</strong>ler. Camiler, kıyamete<br />

kadar ezanlarıyla bütün insanlığı Allah’a çağıracak, namazıyla<br />

Müslümanı Allah’ın katına yükseltecek, hutbesiyle üstün insanlık<br />

ideali düzenini tebliğ edecek, doğruluklara yönlendirecek,<br />

eğriliklerden çevirecek, vaazıyla ilim <strong>ve</strong> ahlak, marifet <strong>ve</strong> hikmet<br />

dersini <strong>ve</strong>recektir. 33<br />

Sezai Karakoç, <strong>cami</strong>nin hayatın merkezi olduğunu belirtir.<br />

Caminin yüzü hem öteki dünyaya hem de bu dünyaya dö-<br />

30 Age., s. 157.<br />

31 Nazım Hikmet, İlk Şiirler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2015, s. 117.<br />

32 Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, Diriliş Yayınları, İstanbul 2015, s. 358.<br />

33 Sezai Karakoç, Sütun, Diriliş Yayınları, İstanbul 2015, s. 557-559.


194<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

nüktür. Toplum ilerleyişinin ilk çıkış noktasıdır <strong>cami</strong>. Hayatın<br />

her şubesine ilk ışık, <strong>cami</strong>den tutulmalıdır. Cuma namazından<br />

sonra insanların yeryüzüne dağılarak işlerine koyulmalarını<br />

buyuran İlahî kelam, <strong>cami</strong>yle hayatın birbirine kopmaz bir şekilde<br />

bağlı olduğunu, ancak vahye has bir icaz üslubuyla, ne<br />

güzel belirtmektedir. Cuma hutbesi, bir haftalık toplum hayatının<br />

İslam açısından gözden geçiren geriye doğru bir kritik,<br />

ileriye doğru da bir hamle planı getiren, hikmet <strong>ve</strong> aksiyon iç<br />

içe, bir yol aydınlığıdır. Geçmiş zamanı arıtma, gelecek zamanı<br />

ışıtmadır. 34<br />

Camiye böyle anlamlar yükleyen Karakoç, namazın Kur’an<br />

gibi sürekli bir mucize olduğunu vurgular. Namaz, bir ucu<br />

imana açık, öbür ucu iyilikler, doğruluklar <strong>ve</strong> üstünlüklere<br />

bağlı bir köprüdür. Bu dünyanın sıratıdır adeta namaz. Günde<br />

beş vakit gelerek kötülük fırsatlarını yok eden bir gök eridir<br />

namaz. 35<br />

“Her yere serptiğim tohumlar” dediği mektuplarında namazın<br />

varoluşa giden biricik yol olduğunu söyleyen Nuri Pakdil<br />

de: “Günde beş kez, Bir Şeyi yeniden düşünün!” diye hatırlatır<br />

namazı bizlere.<br />

Esat’ta okunan bir ezandan etkilenişini şöyle anlatır: “Çok<br />

etkiliyor beni, Cuma günü ‘Esat-Son’da ezan okuyan adam.<br />

Ara sıra kentin dışına çık, yüksek sesle ezan oku. Ezana tanık<br />

olmamış toprak, toprak olabilir mi? Ezansız insanı düşün bir<br />

de. En küçük bir aralık bulunca oradan girip insanın kalbine<br />

anlatacağız gerçeği.” 36<br />

Bir eylemdir namaz, onunla var olduğumuz, teminata kavuştuğumuz.<br />

Onun için namazı kuşanmak gerekmektedir. Namaz,<br />

Allah’ın Müslümanlara <strong>ve</strong>rdiği ödüldür ona göre.<br />

34 Age., s. 386-388.<br />

35 Age., s. 599.<br />

36 Nuri Pakdil, Mektuplar I, Edebiyat Dergisi Yayınları, Ankara 2014, s.<br />

116.


Edebiyatımızda Cami <strong>ve</strong> Namaz 195<br />

Nuri Pakdil’e göre kuşanmamız gereken namaz için ezanla<br />

fırınlanıp suyla polatlanmak gerekmektedir Erdem Bayazıt’ın<br />

diliyle:<br />

“Yeryüzü bana mescit kılındı<br />

Ant <strong>ve</strong>rdim toprak şahit tutuldu<br />

Her sabah her öğle her akşam<br />

İkindiyle yıkanarak yatsıyla donanarak<br />

Seslerden bir sesle fırınlanıp<br />

Sularla polatlanan benim.” 37<br />

Sonuç<br />

Toplumda meydana gelen inanca bağlı değişiklikler sosyal<br />

hayatı etkilediği gibi edebiyatı da etkiler. 11 <strong>ve</strong> 12. yüzyıllardan<br />

itibaren oluşturulan edebî eserlerde, bir medeniyet değişikliğinin<br />

tezahürü olan Tanzimat sonrası edebiyatımızda bile İslamî<br />

motifleri görmek mümkündür. Bu bağlamda <strong>cami</strong> <strong>ve</strong> namaz<br />

temaları hem manzum hem de mensur eserlerimizde işlenmiştir.<br />

Birlik <strong>ve</strong> beraberliğimizin pekiştiği mekanlar olan <strong>cami</strong>lerde,<br />

<strong>namazla</strong> dirilişimiz her vakit gerçekleşecek <strong>ve</strong> sanatçılarımız,<br />

“Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine.” dizesinde olduğu<br />

gibi <strong>cami</strong>yi <strong>ve</strong> namazı eserlerinde işlemeye devam edeceklerdir.<br />

37 Erdem Bayazıt, Şiirler, İz Yayıncılık, İstanbul 1993, s. 31.


Al Fadimem bal Fadimem<br />

Yanakları gül Fadimem<br />

Uyan uyan sabah oldu<br />

Namazını gıl Fadimem


Türkülerimizde Namaz<br />

Dr. Şerife Nihal ZEYBEK<br />

Yazar<br />

Anadolu insanının eseri olan türkülere aslında hiç<br />

birimiz yabancı değiliz. Çünkü türküler bizim topraklarımıza,<br />

bizim kültürümüze, bizim tarihimize; kısacası<br />

bize aittir. Bu nedenle türkülerde, hepimiz kendimiz adına<br />

bir şeyler buluruz. Türküler de insanlar gibi, hâdiseler gibi<br />

farklı farklıdır; kimisi ağlatır kimisi güldürür, kimisi hüzünlendirir<br />

kimisi eğlendirir. Zaten hayatın kendisi de böyle<br />

değil midir? Türküler hayatın her yönünü anlatır, bize hayatımızı<br />

anlatır. O yüzden türkülerde düğün de vardır, ölüm<br />

de; acı da vardır, mutluluk da; öfke de vardır, te<strong>ve</strong>kkül de.<br />

Bunların yanı sıra türkülerde halkın günlük yaşamı vardır;<br />

ayva çiçek açar, sabah horoz öter, Çarşamba’yı sel alır, Evreşe’nin<br />

yolları dardır. Türkülerde bir bakarsınız aşık söze<br />

‘Küp dibinde unum var’ diye havadan sudan bahsederek başlar,<br />

lakin ilerleyen dizelerde en derin mevzulara getirir lafı.<br />

Hayatın her anını yansıtan türkülerde, Müslüman Anadolu<br />

insanı için vazgeçilmez olan İslam unsurunun yer almaması<br />

düşünülemez herhalde. Bu konuda yaptığımız kapsamlı çalışmada<br />

türkülerimizde İslam’ın inanç <strong>ve</strong> ibadet boyutunun<br />

her yönüyle yer aldığını gördük. 1 Burada ise türkülerimizde<br />

namaz kavramının nasıl zikredildiğine yer <strong>ve</strong>receğiz.<br />

1 bk. Şerife Nihal Zeybek, “Türkülerimizde Dinî Motifler (Trt Repertuarı<br />

Kapsamında)”, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara 2014.<br />

197


198<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Öncelikle türkülerle ilgili bazı temel bilgilere değinmek<br />

istiyoruz. Türküler genelde hece ölçüsüyle söylenmiş, manî<br />

<strong>ve</strong> koşma özelliklerine sahip, nakaratla zenginleştirilmiş halk<br />

eserleridir. Bu eserler, hece ölçüsünün beşli kalıbından, onbeşli<br />

kalıbına kadar farklı ölçülerde söylenmiştir. Türkülerin diğer<br />

edebiyat ürünlerinden en temel farkı, özünü mûsikînin teşkil<br />

etmesidir. Bestesiz bir türkü düşünülemez.<br />

Türküler, halkın duygu <strong>ve</strong> düşüncelerini doğrudan yansıtmaları<br />

yönüyle diğer sanat eserlerine nazaran bir adım öne<br />

çıkar. Çoğu anonim olan türküler de elbet bir zamanlar bir<br />

yerlerde birileri tarafından ilk kez dillendirilmişlerdir. Fakat<br />

zamanla dilden dile, gönülden gönle akarken değişikliklere<br />

uğramış, ilk söyleyeni unutulmuştur. Bizlere ulaştığında ise<br />

artık anonim hale gelmiştir. Türküler genelde anonim olmasına<br />

rağmen türküyü yakan kimsenin kimliğinin bilindiği türküler<br />

de mevcuttur. Türküleri meydana getiren kimseye ‘türkü yakıcı’<br />

<strong>ve</strong>ya ‘âşık’ denir. Âşık kelimesinin ilk anlamı bir kimseye <strong>ve</strong>ya<br />

bir şeye aşırı sevgiyle bağlı kimsedir. 2 Bir kişinin türkü yakması<br />

için derin bir duygu yoğunluğuna sahip olması gerekmektedir.<br />

Ancak âşık olanın söyleyecek sözü <strong>ve</strong> bunu besteleyecek hissiyatı<br />

olabilir. Bu bağlamda ‘halk ozanı’ anlamında kullanılan<br />

âşık kelimesinin, ‘sevgili’ anlamındaki âşık ile yakından alakalı<br />

bir mânâya sahip olduğu görülmektedir. Âşık <strong>ve</strong> türkü yakıcı<br />

hem güfteye hem besteye hâkim olan, çoğu zaman da çalgı aleti<br />

çalarak türküsünü söyleyen halk sanatçısıdır. Halkın içinde<br />

yetişen âşık, kendisinin <strong>ve</strong>ya başkalarının şiirlerini saz eşliğinde<br />

söyleyen, halk hikâyeleri anlatan, irticâlen şiir söyleme kâbiliyetine<br />

sahip saz şairidir.<br />

Müzik, bir toplumun inançlarını, duygularını değer yargılarını<br />

<strong>ve</strong> dünyaya bakışını yansıtır. Halk müziğini meydana<br />

getiren <strong>ve</strong> onu sahiplenerek varlığının devamına sebep olan<br />

halktır. İnsanlar kendilerinden izler buldukları, duygu <strong>ve</strong> dü-<br />

2 TDK Türkçe Sözlük, “Âşık”, 2011, s. 174.


Türkülerimizde Namaz 199<br />

şüncelerine tercüman olan eserleri benimserler. Türkülerin en<br />

güzel yanı da anonim olmasıdır. Böylece halk, türküye özgürce<br />

katkıda bulunabilir, onu istediği şekle getirebilir. Dolayısıyla<br />

kültürle beraber türküler de değişimin bir parçası olurlar. Toplum<br />

ile kültür, kültür ile de müzik ayrı düşünülemez ögelerdir.<br />

Bir toplum asırlar içinde kendi estetik beğenisine uygun bir<br />

mûsikî anlayışı oluşturur <strong>ve</strong> böylece kimliğinin devamını sağlar.<br />

Müzik, dil gibi kişinin <strong>ve</strong> toplumun hatıralarıyla birleşir.<br />

Dolambaçlı değil, sade bir anlatımın hâkim olduğu türkülerde,<br />

âşık söylemek istediğini samimi bir üslupla ifade eder.<br />

Halkımız aşkını, hasretini, sevincini, öfkesini türkülerde doğrudan<br />

dile getirir. Şu an bize ulaşmış olan türküler, uzun yılların<br />

birikiminin <strong>ve</strong> insanlık tecrübesinin bir ürünüdür. Halkın duygu<br />

<strong>ve</strong> düşüncelerini yansıtan türküler, insanımızın değer yargılarını<br />

<strong>ve</strong> dinî hassasiyetlerini de gözler önüne serer. Hayatın<br />

her anına şahitlik eden türkülerde insanın iç âleminde önemli<br />

yere sahip olan ‘din’ teması da sıkça yer almaktadır.<br />

Anadolu Türkülerinde Namaz<br />

İbadetler, Müslümanların günlük hayatında önemli yere<br />

sahiptir. Dinimiz İslam, hayatımızın her anına etki eden, bilfiil<br />

yaşanılan bir dindir. Dolayısıyla ibadet, biz müminlerin günlük<br />

hayatının ayrılmaz bir parçasıdır. Müslüman Anadolu insanının<br />

günlük hayatını anlatan türkülerde, ibadet <strong>ve</strong> bununla ilgili<br />

mevzûlar da yer almaktadır. Her gün vazgeçilmezimiz olan<br />

namaz, ibadetler arasında yerine getirilme sayısı bakımından<br />

ilk sıradadır. Hayatın içinden kopup gelen türküler, Anadolu<br />

insanının hayatını aracısız olarak aktarır. Dolayısıyla bir Müslümanın<br />

alâmet-i fârikası olan ‘namaz’, türkülerde sıkça karşımıza<br />

çıkar. Şimdi ülkemizin farklı yörelerine ait farklı türkülerde<br />

namaz bahsinin nasıl yer aldığına örnekler üzerinden bakalım.


200<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

İlk örneğimiz Karadeniz’den geliyor, Sinop yöresine ait bir<br />

türküde türkü yakıcı düğüne gelenleri, öğle namazını kılmak<br />

için kendi evine şöyle da<strong>ve</strong>t etmektedir:<br />

Haydin kızlar kalkın yola duralım<br />

Hürmüz gelin geçecek onu görelim<br />

Öğlen namazını bizde kılalım 3<br />

Türkünün içinde sıradan bir şekilde yer alan son mısradan,<br />

hem türkü yakıcının hem de düğün için gelenlerin namaz<br />

kıldıklarını anlıyoruz. Bu mısra düğün zamanı gibi, telaşlı bir<br />

ortamda dahi namazın ihmal edilmediğini göstermesi bakımından<br />

önemlidir. Söylenişteki doğallık ise, namazın hayatın doğal<br />

bir parçası olduğunu ortaya koymaktadır.<br />

Şimdi de ülkemizde yaygın olarak dinlenen <strong>ve</strong> söylenen bir<br />

türküye yer <strong>ve</strong>riyoruz. Aşağıdaki dörtlükte âşık, ev<strong>ve</strong>la adı Fadime<br />

olan sevdiğine hitap ederek ona iltifat ediyor. Devamında<br />

ise Fadime’ye sabah namazı vaktinin girdiğini, kalkıp namazını<br />

kılmasını söylüyor. Bu mısralardan, âşıkın <strong>ve</strong> Fadime’nin yaşamında<br />

sabah namazını kılmanın düzenlilik arzettiği anlaşılıyor.<br />

Bu dörtlük halkın günlük yaşamında namaz ibadetinin önemli<br />

yerinin olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir.<br />

Al Fadimem bal Fadimem<br />

Yanakları gül Fadimem<br />

Uyan uyan sabah oldu<br />

Namazını gıl Fadimem 4<br />

Yine aşina olduğumuz bir türküden örnek <strong>ve</strong>riyoruz:<br />

Beyaz gül kırmızı gül<br />

Güller arasından gelir<br />

Yârim geymiş beyaz azye<br />

Sabah namazından gelir 5<br />

3 Üç Gün Ev<strong>ve</strong>l Geldi Gelin Alıcı, Sinop, Rep. No: 146.<br />

4 Evlerinin Önü Yoldur (Al Fadimem), Afyon / Emirdağ, Rep. No: 3505.<br />

5 Beyaz Gül Kırmızı Gül, Kerkük, Rep. No: 3071.


Türkülerimizde Namaz 201<br />

Bu dörtlükte yer alan ‘azye’ kelimesinin anlamına bakarsak<br />

eğer, Anadolu’da kadınların giydiği entâri olarak bilinmekle beraber,<br />

Irak Türkmenleri arasında erkeklerin giydiği bir kıyafetin<br />

adı olduğunu görürüz. 6 Bu türkü Irak Türkmenlerinin ağırlıkta<br />

yaşadığı bir yerleşim yeri olan Kerkük yöresine ait. Dolayısıyla<br />

burada ‘azye’ ile erkek kıyafetinin kastedildiği <strong>ve</strong> bu türkünün<br />

bir genç kızın ağzından söylendiğini anlıyoruz.<br />

Bu türkü Haba Abdül<strong>ve</strong>hab’ın 1975’te, Kerkük’te yayınlanan<br />

bantlarından derlediği şekliyle ise şöyle karşımıza çıkmaktadır:<br />

“Beyaz gül kırmızı gül güller arasınnan geli/ Yerım<br />

girip yeşil fıstan beyram namazınnan geli.” 7 Burada ise gelinen<br />

namazın sabah değil, bayram namazı olduğunu görüyoruz.<br />

İçel yöresinin Mut ilçesine ait bir türküde hakkında konuşulan<br />

kimse için “Seccadeden kalkmaz yüzü” denmiştir. Bu<br />

ibâreden o kimsenin çokça namaz kılıp, secde ettiği anlaşılıyor.<br />

Bir kişi tanıtılırken böyle bir ibarenin kullanılması, olumlu<br />

mana taşımaktadır. Halk arasında ibadetlerini yapmaya çalışan,<br />

gü<strong>ve</strong>nilir insanlar için kullanılan ‘abdestli namazlı’ sıfatı da aynı<br />

buna benzemektedir.<br />

Evlerinin önü yazı<br />

Yazıda yayılır kuzu<br />

Seccadeden kalkmaz yüzü 8<br />

Yıldırım Bayezid tarafından 1392 yılında Bilecik’te yaptırılan<br />

Orhan Gazi Camii’ne halk arasında Kurşunlu Cami denilmektedir.<br />

Aşağıdaki örnek Bilecik yöresine ait olduğundan,<br />

zikredilen <strong>cami</strong>inin Orhan Gazi Camii olduğunu söyleyebiliriz.<br />

Burada türkü yakıcı, namazın sünnetini kılarken, farzı unuttuğunu<br />

söylüyor. Tüm ibadetlerde olduğu gibi namazda da esas<br />

yerine getirilmesi gereken kısım farzdır. Burada türkü yakıcının<br />

6 bk. Mehmet Özbek, “Azye”, Türkülerin Dili - Sözlük, Ötüken Neşriyat,<br />

İst. 2009, s. 80.<br />

7 bk. Ata Terzibaşı, Kerkük Havaları, Ötüken Neşriyat, İst. 1980, s. 158.<br />

8 Evlerinin Önü Kavak, İçel / Mut, Rep. No: 2284


202<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

sünnet <strong>ve</strong> farz hakkında yeterli bilgiye sahip olduğu; unutulan<br />

namazın kasıtlı olarak ‘farz’ namaz olarak belirtildiği anlaşılıyor.<br />

Zira burada âşığın demek istediği şudur: “ Yârimi görünce ne<br />

yapacağımı şaşırdım, namazın sünnetini kıldım da esas önemli<br />

olan kısmını yani farzını unuttum.”<br />

Kurşunlu <strong>cami</strong>de kıldım namazı<br />

Sünneti kılarken unuttum farzı<br />

Ben yâri görünce niderim nazı 9<br />

Manisa yöresine ait şu türküde de namaz kılmak günlük<br />

hayatın içinde, olağan bir eylem şeklinde zikrediliyor <strong>ve</strong> namaz<br />

kılınan yerin adı ise konum bilgisi <strong>ve</strong>rmek için belirtiliyor:<br />

Erken öter Gö<strong>ve</strong>li’nin de furazı<br />

Urgannara geçmiş Çerkez Ali’nin de boğazı<br />

Arap deresinde kıldım namazı 10<br />

Bilindiği üzere vakit, namazın farzlarındandır. Her namaz<br />

ancak kendi vaktinde eda edilir. Namaz kılanlar, vakitleri düzenli<br />

olarak takip etmek durumundadır. Çünkü namaz vakitleri<br />

güneşin dünyaya <strong>ve</strong> dünyanın güneşe konumuna göre sürekli<br />

değişmektedir. Namazını vaktinde edâ etme niyetinde olan insan,<br />

günlük işlerini namaz vakitlerine göre ayarlar. Dolayısıyla<br />

günde beş vakit kılınan namaz, biz Müslümanların hayatında<br />

zaman kavramı olarak önemli rol oynar. Anadolu insanının<br />

zaman kavramında namazın etkisini, türküler üzerinden misallerle<br />

görebiliriz.<br />

Aşağıda ikindi ezanı ile başlayan, akşam ezanı ile biten<br />

zaman diliminden bahsedilerek kısaca “Akşamınan ikindinin<br />

arası” denilmiştir:<br />

9 Ben Yâre Yolladım Bir Elmas Kutu, Bilecik, Rep. No: 1340.<br />

10 Gadife’nin Endazesi Mecide, Manisa / Gördes, Rep. No: 3292.


Türkülerimizde Namaz 203<br />

Akşamınan ikindinin arası<br />

Yaktı beni kaşlarının karası<br />

Sende hançer bende kurşun yarası 11<br />

İkindi ezanının vakti, akşam ezanının vaktinden önce olduğu<br />

için, burada ev<strong>ve</strong>lâ ikindi vaktinin zikredilmesi uygun<br />

olurdu. Fakat ‘ikindinin’ ile ‘kaşlarının’ arasında kafiye uyumunun<br />

sağlanması amacıyla önce akşam vaktine yer <strong>ve</strong>rildiğini<br />

anlıyoruz.<br />

Sivas yöresine ait bu dörtlükte âşık, sevdiğinin geleceği<br />

ümidiyle yatsı namazı vaktine kadar beklediğini söylüyor. Burada<br />

ağız farklılığı nedeniyle “yatsı” yerine “yassı” denildiğini<br />

görüyoruz:<br />

Entarisi dım dım yar<br />

Gelir diye umdum yar<br />

Yassıya kadar bekledim<br />

Gözlerimi yumdum yar 12<br />

Yukarıdaki dörtlüğe günümüzün şehir yaşamından baktığımızda<br />

anlamakta zorluk çekebiliriz. Ama bir türküyü yakıldığı<br />

dönem <strong>ve</strong> koşullarda değerlendirmemiz gerekir. Evlerde elektrik<br />

kullanımının olmadığı zamanlarda insanlar yatsı namazını<br />

kılmak için yatsı vaktinin girmesini bekler <strong>ve</strong> <strong>namazla</strong>rını edâ<br />

ederek yatarlarmış. Bunun yanı sıra elektriğin kullanıldığı günümüzde<br />

dahi, uzun yaz günlerinde sabah erken kalkıp tarlaya<br />

çalışmaya giden köylüler, yatsı ezanına kadar ancak uyanık<br />

kalır, <strong>namazla</strong>rını kılıp hemen yatarlar. Yani yatsı vaktinin girmesi<br />

uyanık olarak kalmanın adeta son sınırıdır. Afyon’a ait<br />

aşağıdaki örnekte de aynı şekilde yatsı yerine ‘yassı’ şeklinde<br />

kullanım görüyoruz:<br />

11 Elma İdim Günden Yana Yarıldım, Orta Anadolu, Rep. No: 1795.<br />

12 Entarisi Dım Dım Yar, Sivas, Rep. No: 1281.


204<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Yassıya varmadan gü<strong>ve</strong>yi koyarlar<br />

Dengini dengine arar bulurlar<br />

Öksüzün nikâhını yolda kıyarlar 13<br />

Düğün merasimin anlatıldığı yukarıdaki türküde, yatsı namazının<br />

vaktinden önce gü<strong>ve</strong>yinin, gelin odasına girdiği söyleniyor.<br />

Halkımızın düğün merasimini bile namaz vakitlerine<br />

göre düzenlemesi, İslâm’ın halkın yaşamına olan etkisini açıkça<br />

sergiliyor. ‘Genç Osman türküsü’ belki de ülkemizde yaygın<br />

olarak söylenen kahramanlık türkülerinin başında gelir. Aşağıdaki<br />

dörtlüklerde sabah namazı vaktinde gerçekleşen çatışma<br />

anlatılılıyor:<br />

Bir sabah namazı tozdan dumandan<br />

Gılıcın gabzası görülmez gandan<br />

Yan anam yan bana derler genç Osman<br />

Yiğitlere serdar oldu genç Osman<br />

Bir sabah namazı bedenden aştı<br />

Kellesi düştü de gine savaştı<br />

Nice kafirlerin tedbiri şaştı<br />

Şehitlere serdar oldu genç Osman 14<br />

Bu dörtlük, ölen birinin ardından ağıt niteliğinde söylenen<br />

bir türküden alınmıştır. Ölen şahsın adının Ömer olduğu<br />

anlıyoruz:<br />

Susânesin serin <strong>ve</strong>rsin<br />

Ömeri’mi yuyan hoca<br />

Terâviyi kıldırdı da<br />

Sancıya dutulduğu gece 15<br />

Ömer’in hastalığının birden zuhur ettiğini belirtmek için,<br />

sancısının başladığı gece cemaate teravih namazı kıldırdığı ifade<br />

edilmiş. Teravih namazı cemaatle kılınabilen en uzun namaz<br />

13 Yassıya Varmadan Gü<strong>ve</strong>yi Koyarlar, Afyon, Rep. No: 1122.<br />

14 Bir Sabah Namazı Tozdan Dumandan, Kastamonu, Rep. No: 3466.<br />

15 Yoruldum Yola Oturdum Orta Anadolu - Orta Toroslar, Rep. No: 443.


Türkülerimizde Namaz 205<br />

olması nedeniyle belirli bir güç ister. Vefat eden kimse bu uzun<br />

namazı kıldırabildiğine göre sancısı başlamadan önce iyi durumda<br />

olduğu anlaşılıyor. Burada da basit bir söyleşiye rağmen<br />

ince bir düşünce görüyoruz. Türkülere asıl kıymetini <strong>ve</strong>ren de<br />

işte bu yalınlığın içinde barındırdığı derin anlamdır. Türküler<br />

bir anda söyleni<strong>ve</strong>rir ama aslında onu söyleyenin geniş bir alt<br />

yapısı vardır.<br />

Ezan, Müslümanlara namaz vaktinin girdiğini bildirmek <strong>ve</strong><br />

onları namaza da<strong>ve</strong>t etmek maksadıyla insanların duyabileceği<br />

şekilde günde beş defa Arapça olarak okunan belirli cümlelerdir.<br />

Ülkemizde en küçük yerleşim yerinde dahi <strong>cami</strong> bulunur<br />

<strong>ve</strong> ezan okunur. Halkımızın günlük yaşamında yeri olan ezan,<br />

türkülere de yansımıştır. Gelen dörtlük beşeri aşkı anlatan bir<br />

türküye ait olmakla beraber sabah ezanı hakkında etkileyici ifadeler<br />

ihtivâ ediyor. Sabah ezanı, herkesin uykuda bulunduğu,<br />

sessizliğin hâkim olduğu bir ortamda okunduğu için, insanın<br />

ruhsal dünyasına daha çok hitap etmektedir:<br />

Sabah da namazında ezan da okunur<br />

Ezanın sesleri de bize dokunur 16<br />

Türkülerin belirli mekanlarla sınırlamak mümkün olmaz.<br />

Anonim olan türküler, dilden dile aktarılarak geniş alanlara<br />

yayılır. Özellikle birbirine yakın coğrafyalarda aynı <strong>ve</strong>ya benzer<br />

mısraları görmek sıradan bir durumdur. Yukarıdaki dizeler<br />

Burdur’a aittir. Burdur’a sınır komşusu olan Denizli yöresine ait<br />

bir başka türküde ise benzer şekilde “Ezanın sesleri de ciğerime<br />

dokunur” 17 dizesi yer alır.<br />

Şu meşhur türküde ezan, zaman kavramı olarak kullanılmıştır.<br />

Sabah ezanı okunurken uyanıldığı söylenerek, güneş<br />

doğmadan kalkıldığı belirtilmiştir. Böylece burçak tarlasının<br />

yoğun iş temposundan bahsedilir:<br />

16 Kahbe de Gençlik Geldi Geçti Yel Gibi, Burdur / Dirmil, Rep. No: 259.<br />

17 Akşamlar Oldu Gine Bastı Kareler, Denizli / Acıpayam, Rep. No: 21.


206<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Sabahınan kalkdım ezan da sesi var<br />

Ezan sesi değil burçak yası var<br />

Sorun şu adamın kaç tarlası var 18<br />

Muğla <strong>ve</strong> Muş yörelerine ait şu dizelerde de ezan zaman<br />

kavramı olarak karşımıza çıkar: “Öğle ezanı okundu aman /<br />

İliyem çiçek dakındı” 19 , “Sabahtır ezana bak / Kabrimi kazana<br />

bak” 20 Gelen örnekteki türkü, ölen bir kimsenin dilinden söylenmiştir.<br />

Akşam ezanında çarşıdan geçtiğini söyleyerek, her şeyin<br />

yolunda olduğunu ifade etmektedir. Ölüm hadisesinin çok ani<br />

geliştiğini belirtmek için ise yatsı vakti girmeden halkın bu<br />

ölüm hakkında konuştuğu belirtiliyor. Akşam namazının vakti,<br />

diğer namaz vakitlerine nazaran genelde en kısa süreye sahip<br />

olandır. Hatta bu sebeple geleneğimizde akşam namazının hemen<br />

kılınması tavsiye edilir. Burada ölümün ne kadar ani olduğunu<br />

vurgulamak için kasıtlı olarak bu vakitlerin kullanıldığını<br />

düşünülmektedir.<br />

Akşam da ezanında (aman) çarşıdan geçdim<br />

Ecel şerbetini de (aman) içdim de geçdim (vay)<br />

Yatsıya varmadan dillere düştüm (aman) 21<br />

Çankırı yöresinden bir örnekte ise akşam ezanını duyan<br />

türkü yakıcı, böylece akşam olduğunu <strong>ve</strong> bir günün daha nihâyete<br />

erdiğini anlamaktadır. Günün son ışıklarıyla yaşadığı hayatın<br />

değerlendirmesini yapan türkü yakıcı, akşam hüznüyle<br />

yalnızlığını bir kez daha hissetmektedir:<br />

18 Sabahınan Kalkdım Südü Pişirdim, Yozgat, Rep. No: 792; Sabahtan Kalktım<br />

Ki Ezen Sesi Var, Tokat - Sivas Yöreleri, Rep. No: 593b.<br />

19 İliyem Geçip Gider, Muğla/Bodrum/Yeniköy, Rep. No: 4284.<br />

20 Kırtakanda Bir Kuş Var, Muş, Rep. No: 669<br />

21 Salih De Ata Biner Gücçük Bey Gibi, Afyon, Rep. No: 3338.


Türkülerimizde Namaz 207<br />

Yine akşam oldu ezen sesi var<br />

Hep ellerin yâreni var eşi var<br />

Ben garibin şu cihanda nesi var 22<br />

Sonuç<br />

Türküler, tamamen halkın eseridir. Halk beğendiği, kendinden<br />

izler bulduğu türküyü benimser, sahiplenir <strong>ve</strong> onun<br />

yayılıp, yaşamasına imkan sağlar. Türkülerin büyük çoğunluğu<br />

anonim eserlerdir. Türküler anonim olduğundan eskimez, zamanla<br />

beraber yenilenir.<br />

Türküler, ele kağıt kalem alınıp, hesap yapılarak yazılmaz.<br />

İrticalen, içten geldiği gibi, gönülden geçenlerin dilden dökülmesi<br />

şeklinde ortaya çıkar. Bu nedenle Anadolu insanının iç<br />

dünyasını alenî olarak sergiler. Türkülerden hareketle halkın<br />

yaşamı <strong>ve</strong> duygu dünyası anlaşılabilir. Türkülerde insanın iç<br />

âleminde önemli yere sahip olan ‘din’ teması da sıkça yer alır.<br />

Bu çalışmada türkülerde namaz ibadetinin nasıl yer aldığını örnekler<br />

üzerinden ortaya koymaya çalıştık. Namazın, ülkemizin<br />

farklı yörelerine ait türkülerinde zikredildiğini gördük.<br />

Türkülerde yer alan dinî motifler kimi yerde tamamen dinî<br />

kaygılarla <strong>ve</strong> İslamî bilinçle zikredilirken bazen de günlük hayatın<br />

içinde sıradan bir öge gibi yer alır. Bir dinî kavramın türküde<br />

yer alması, türkü yakıcının <strong>ve</strong> o türkünün yaşamasına izin<br />

<strong>ve</strong>ren halkın hayatında o dinî ögenin varlığını gösterir. Bunu<br />

daha iyi anlamanın en kolay şekli, günümüz eserlerine bakmaktır.<br />

Günümüzde meydana getirilen şarkılarda dinî motiflerin<br />

neredeyse hiç yer almadığı görülmektedir. Türkülerde dinî<br />

motiflerin bazen ‘öylesine’ kullanılmış olması bile türkünün<br />

yakıldığı ortamın İslamî izler taşıdığını göstermesi bakımından<br />

önemlidir. Zira küpün içinde ne varsa, dışına o sızar. İslamî<br />

kültür içinde yetişen <strong>ve</strong> yaşayan türkü yakıcı, bunu türküsüne<br />

ister istemez yansıtır.<br />

22 Yine Akşam Oldu Ezen Sesi Var, Çankırı, Rep. No: 1908.


208<br />

CAMİ VE NAMAZLA DIRILIŞ<br />

Türkülerin içinde sıradan bir şekilde yer alan <strong>namazla</strong> ilgili<br />

ifadeleri şöyle okuyabiliriz. Türkü yakıcının hayatında namaz<br />

zaten sıradan bir konuma aittir, yani yaşamın rutini içinde yer<br />

alır. Çünkü o, bu ibadeti günde beş kere yerine getirmektedir.<br />

Dolayısıyla türkü yakıcı, dünyalık mevzuların yer aldığı bir<br />

türküde rahatlıkla namazdan bahseder. Zira hayatında bunların<br />

hepsi iç içedir. Namazdan bahsetmek için illaki tamamen dinî<br />

muhtevaya sahip bir eser meydana getirmesi gerekmez. Çünkü<br />

onun hayatında din başka bir yerde, günlük hayat başka bir<br />

yerde değildir. Onun için namaz, hayatın ayrılmaz parçasıdır.<br />

Türküler meydana geldiği toplumun aynasıdır. Bu bağlamda<br />

Anadolu türkülerinin Müslüman Anadolu insanını yansıttığını<br />

söyleyebiliriz. Türkülerden hareketle şunu ifade edebiliriz<br />

ki; Anadolu insanı İslam dinini özümsemiş, hayat tarzı olarak<br />

kabul etmiş <strong>ve</strong> İslam’ın temel ibadeti olan namaza türkülerinde<br />

yer <strong>ve</strong>rmiştir.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!