Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
.<br />
•<br />
•<br />
BALII
1001 TEMEL ESER<br />
Yaza n:<br />
Balıkhane Nizın<br />
ALİ<br />
Rı'ZA<br />
tlaveli notıarla baskıya<br />
hazırlayan :<br />
Niyazi Ahmet BANOOLU<br />
ESKİ ADETLER- EÖLENCELER- SOSYAL HAYAT<br />
ESNAF KURULUŞLARI - BÜTÜN YÖNLERİ İLE<br />
•<br />
BIR<br />
ZAMANLAR<br />
İSTANBUL
Tenüman gazetesinde hazırlanan<br />
bu eser Kervan Kitapçılık A. Ş.<br />
ofset tesislel"inde basılmıştıi·<br />
Resimkopya : Remaveı·
1001 Temel Eser'i<br />
iftiharla sunuyoruz<br />
Tarihimize mana, milli benliğimize güç katan<br />
kütüphaneler dolusu birbiıjnden seçme eser<br />
Iere sahip bulunuyoruz. Edebiyat, tarih, sosyoloji,<br />
felsefe, folklor gibi milli ruhu geliştiren,ona<br />
yön veren konularda "Gerçek eseder" .. elimizin<br />
altındadır. N var ki, elimizin altındaki .bu<br />
eserlerden çoğunlukla istifade edemP.yiz. Çünkü<br />
devirler değişmelere yol açmış, dil değişmiş,<br />
yazı değişmiştir.<br />
•<br />
lı
Gözden ve gönülden uzak kalmış unutulmaya<br />
yüz tutmuş -Ama değerinden hiçbir şey<br />
kaybetmemlş, çoğunluğu daha da önem kazanmış-<br />
binlerce cilt eser, bir süre daha el atılmazsa,<br />
tarihin derinliklerinde kaybolup gideceklerdir.<br />
Çünkü onları derleyip - topadayacak ve<br />
günümüzün türkçesi ile baskıya hazırlayacak<br />
değerdeki kalemler, gün geçtikçe azalmaktadır.<br />
Bin yıllık tarihimizin içinden<br />
ve bizi biz yapan, kültürüiiiüzde<br />
süzülüp gelen<br />
"Köşetaşı"<br />
vazifesi gören bu eserleri, tozlu raflardan kurtarıp,<br />
nesillere ulaştırrnayı planladık.<br />
Sevinçle karşılayıp, ümitle alkışladığımız<br />
"1000 Temel Eser" serisi, Milli Eğitim Bakanlığınca<br />
durdurulunca, bugüne kadar yayınlanan<br />
66 esere. ·yüzlerce ek yapmayı düşündük ve<br />
"Tercüman 1001 . Temel Eser" dizisini yayınla-<br />
,<br />
maya karar verdik. " 1000 Temel Eser" serisini<br />
hazırhiyan: çok değerli bilginler heyetini, yeni<br />
üyelerle genişlettik. Ayrıca 200 ilim adamımızdan<br />
yardım vaadi aldık. Tercüman'ın yayın<br />
hayatındaki geniş imkanlarını 1001 Temel Eser<br />
için daha da güçlendirdik. Artık karşınıza gururla,<br />
cesaretle çıkmamız, eserlerimizi gözlere·<br />
ve gönüllere sergilememiz zamanı gelmiş bulunuyor.<br />
Milli değer ve manada her kitap ve her<br />
yazar bu serimizde yerini bulacak, hiç bir art<br />
düşünce ile değerli değersiz, değersiz de değerli<br />
gibi ortaya konmayacaktır. Çünkü esas gaye bin<br />
yıllık tarihimizin temelini, mayasını gözler
önüne sermek, onları layık oldukları yere oturtmak<br />
tır.<br />
Bu bakımdan 1001 Temel Eser'den maddi<br />
hiç bir kar beklemiyoruz. Karımız sadece gurur,<br />
iftihar, hizmet zevki olacaktır.<br />
KEMAL ILICAK<br />
Tercüman Gazetesi Sahibi
•<br />
ÖN SÖZ<br />
Bir nehir gibl akıp giden zaman, Insanlarm Içinde<br />
yaşadıklan madde ve mAnA alemini de delifddyor.<br />
. Dedelerlmlz ve babalanmızın ya.tayış ve duyuflan<br />
lle bizim yaşayış v duyuşlamnız arasm.dakt ölçüsüz aynlık,<br />
,çocukl ve tonınlanmız Uzertnde de söriile<br />
cektlr. Bu, bir tabtat kanunudur.<br />
Şu var kt, bir nehlr gibi akıp gld.eD. mman, biz <br />
sanlah ne kadar ayn bir hayata götüriir80' götüııRbı.<br />
hiçbir zaman kökünden kopmUf birer yaratık olama<br />
yız. Böyle olsaydı, milletler, tarihleri Ue )i.famazlaniJ.<br />
Annemiz, başörtüsü lle de annemlzdlr, Jnumız da mini<br />
etelf Ue kınmızdır. Maziyl<br />
gömenek, lle<br />
rfmiz de karanbp gömülür. O zaman biz, bir nehlr gibi<br />
akıp giden zaman Içinde, duygusuz bir saman çöpünden<br />
farksız robotlar haline gellrlz.<br />
Geçmişe hasret, şüphesiz boştur, o kadar Id, biz bl<br />
le gençlik hayatımızıiı özlemi Içinde, bu günlerimize<br />
dönmenin JınkAnsızlıjma Inanarak yaşamaktayız •<br />
.<br />
.<br />
. •)<br />
***<br />
Şu her zaman güzel ve şirin İstanbul'da eski nesil·<br />
lerln geçirmiş olduklan hayatı .,nmemtz lledir kt, bir<br />
ömür tüketmenin duyabllmekteylz. Biz, geçmlf:l<br />
anmaz, eserlerlmlzde yaşatmazsak, ulnıyacaiJmız akı·
8<br />
bet, bizim için de ayni olacaktır ki, lnsanollu, şu fant<br />
dünyada hoşça bir sada bırakabllecell Inancı ile tesel·<br />
li bulabilmektedir.<br />
İşte elinizdeki eser, bu tarlhi gerçete ve Insaniann<br />
his örgülerine de cevap vennektedlr.<br />
***<br />
Çalmuzm ünlü taıihçlsi, Bemard Lewis (Osmanlı<br />
Devri tarihi hakkında eşsiz eserler müelllfl), inceleme<br />
lerde bulunmak üzere memleketimize geldili geçen yıl·<br />
larda, tarllıiınh konusunda bir sohbette şöyle demişti:<br />
•Batı ülkelerinde bir lise ötrenclsi, eski metinleri okur<br />
ve anlar. Sl.ı, bir harf devrimi yaptuuz, eski metinler,<br />
kütüphanelerde kaldı. Eski metinler. zamamnda çok<br />
aldalı idi. Blnaenaleyh, Türk tarlhçUerlne çok önemli<br />
vazife düşmektedir.»<br />
Ve, Bamard Lewis, sözünü şöyle bitlrmiştl: •Tarih,<br />
bir mll1etln hafızasıdır. Tarihini bilmeyen millet, hafızasını<br />
kaybetmiş Insana. benzer.•<br />
Bu .bakımdan, bu eser, bafızamızda tarlhiınizin sosyal<br />
hayatını canlandırarak, ünlü tarihçinin işaret ettiAi<br />
· hakikati gerçekleştirmektedir.<br />
***<br />
Eser hakkmda bizim fazla birşey söylememiz, sa·<br />
dece zamanımızı alacaktır. Yalnız kısa bir açıklamayı<br />
lüzumlu görmekteyiz:<br />
Balıkhane Nazın AU Rı:ıa Bey, yaşad$ ve gördü<br />
Iii hayatı, hakikatıere çok sadık kalarak anlattıktan<br />
başka, tarihin daha eski devirlerini de lncellyerek ken-
9<br />
dt andanna eklemlş, bu suretle de bir hizmette bulunmuştur.<br />
Biz, eski yazariann bir gelnele uyarak fazla<br />
tumturaklı ve lüzumsuz keJime şatafatma bolduldan<br />
vakaları, bu günkü dtlle a,ktannaya çalıştık ve açıklanması<br />
zarurl ünvan ve o devrln deyimlerinin karşılıpm<br />
da not halinde verdik.<br />
Eski İstanbul Hayatı'nda, dış alemin yanında, o<br />
devrln iç alemini de bulaaksınız. Bu günün şartlarına<br />
uymayan hayat tarzına d:\ldak bükmek, hatta onlan gülünç<br />
bulmak, kelimenin hakiki manası ile bizi gülünç<br />
hale getirir. Sokaklarında fener ile gıezllen, dünyamn<br />
eşsiz ve benzersiz bon mavi sularında sadece kayık.<br />
la seyahat edilen gü!llerln, bu günümüze uymayan adetlerini<br />
kabul etmeliyiz ki, devrine göre en llerl ve mesut<br />
bir hayat tarzı ldl. Biz, bu gün bunlara dudak bükersek,<br />
yarın belki de gök boşlulunda şehirler kuracak<br />
bizden sonraki İlesil de en üstün medeni alemda<br />
yaşadıAJna inanan bu günkü nesle, bizlere dudak bükınesi<br />
lAzımdır ki, yukarıda da :kaydettllfmlz gibi, daha<br />
güzele ve daha lyiye doyamıyan insanlık, ancak yaşan<br />
hayi'tm llhaını ile durmadan ilerllyebllmektedlr.<br />
Dünyanın bugün en me().eni milleti oldulunu bütün<br />
Insanlığa kabul ettlnniş bulunan Amerika Ikiyüz yıl<br />
önceki yaşayışı aynen devam ettiren canlı müzeler VÜ·<br />
cuda getirmiştir. İneklerl sağm, bizim hala kullanmakta<br />
olduğumuz süpürgelerl, aynı metodlarla hazırlıyarak,<br />
Ikiyüz yıl evvelki dekorla döşenmiş evlerini bu<br />
süpürge . lle süpüren bir topluluk bu müze-köylerde<br />
ikiyüz yıl önceki şartlar içinde yaşamaktadırlar ve bunlar<br />
bu m üzenin aylıklı memurlarıdır. Bu günkü Ame·<br />
rika'lılar, bu canlı müzelerl gezerken hayretlıerlni sak-
10<br />
hyamamak.ta, fakat dedelerlnln nasıl ,adlklııınıiU söz.<br />
leri lle görmektedirler.<br />
***<br />
Bir zamanlar İstanbul'u All Rııa Bey (Onüçüncii<br />
Asn Hlcride İstanbul Hayatı) başbp altında ı 9ZZ yıhnda<br />
Peyarn Sabah ve Alemdar Gazetelerinele eski harf·<br />
lerle yayınlamış, kitap baline getirUememlştl. Bu ya·<br />
zıların özelllğt, bütün nak.edUenlerln görgüye diayanma<br />
sı, artık tarıh olmuş baldkatlertiı bir ·objektif sadaka<br />
tl ile canlandınlımş bulUiliD8Sid.ır.<br />
<strong>Ali</strong> Rıza Beyl nlhmetle anabm.<br />
Niyazi Ahmet BANOOLU
•<br />
c<br />
•<br />
.<br />
. . ,._ .<br />
.<br />
'<br />
. .<br />
... ·- · -.._<br />
- ..<br />
•.<br />
'<br />
-- __ ...._,.<br />
. ·-<br />
Mahalle<br />
çocuklannın<br />
oyunlan.<br />
Eskiden İstanbul'da alay alay mahalle çocukları<br />
'<br />
cami avlularında, yangın yerlerinde mezarlık tarlalarında,<br />
mahalle aralannda körebe, esir almaca, topaç<br />
çevirme, pilav pişti, çıplak yavrum, kapamazsın, uzun<br />
eşek, adım atlama, uçurtma uçurtma, birdir bir, aşık<br />
atma, tahterevalli, seke seke ben geldim, saklambaç,<br />
ceviz açma, yazı mı tura mı isimleri anılan oyunları<br />
oynarlar, kış aylarında yokuşlarda kızak kayarlar, birbirlerini<br />
kar toplan ile topa tutarlar, ilkbaharda yumurta<br />
tokuştururlar, tulumba sandığı kaldırıp yangın<br />
taklidi yaparlardı. Kuş geçimi mevsiminde ökse ve ka-<br />
,
12<br />
panca denilen tuzaktarla kuş tutariardı (1). Bu oyunlardan<br />
başka tehlikeli bir oyun daha vardı ki, bir mahalle<br />
çocukları ile diğer. mahalle çocuklannın taş savaşı<br />
etmeleri idi. Bu oyun bir muharebe halini alırdı.<br />
Oyunlarda ortaya çıkan anlaşmazlıklarda uyuşmazlarsa<br />
Perşembe günü öğleden sonraya karar verirler, buna<br />
karar veren takımın İlbaşı (2) iki çocuğu hasım tarafa<br />
gönderip resmen davet ederdi.<br />
·Bunlar gözlerini taştan sakınmaz, dayaktan yılmaz,<br />
her tehlikeye meydan okur takımından oldU:kları<br />
için, her iki taraf birkaç gün önceden irili ufaklı taşları<br />
toplamaya başlarlar, bunları münasip yerlere küme<br />
küme istif ederlerdi. Kararlaştırdıklan saatte mey.<br />
dan çocuklarla dolar, iki taraf birbirlerine<br />
saldırır,<br />
yağmur gibi taş yağdırırlardı. Bu çatışma akşama kadar<br />
sürerdi. Bir taraf zaferi kazanamamışsa akşam anlaşmaya<br />
varırlar, her iki taraf birbirlerinden alıp nöbetçi<br />
dikerek sokaklarda hapsettikleri esideri geceyi<br />
evlerinde geçirmek üzere serbest bırakırlardı. Ama<br />
ikinci gün bu esirler yerlerine gelmeye mecburdutar<br />
(3)<br />
(1) Çocuklar tuttuklan kuşları kafeslere koyup cami<br />
avlulanna götürürlerdi. Birçok kimseler bunlara be·<br />
şer onar para verip kuşları azad ettirirlerdi. Çocuk·<br />
lar kuşları kafeslerden çıkarıp salıverirken «azad bozad,<br />
cennet kapısında beni gözet» derlerdi.<br />
(2) Her mahalle oyununun İlbaşı en büyüklerinden se·<br />
çilir, oyunları onlar idare ederlerdi.<br />
(3) Çocuklar Perşembe ve Cuma günlerinden gayrı gün·<br />
lerde öğle ve ikindi zamanında iki defa mektepten<br />
çıkarlardı. Perşembe günleri öğleden sonra akşama<br />
kadar serbest kalırlardı. Cuma günleri bütün tatildi.
13<br />
Ertesi gün sabahın erken saatinde savaşa tekrar<br />
başlanırdı. Medet Allah. İki tarafta kumandalar, çığ.<br />
lıklar, haykırmalar dünyayı tutar, taşlar kar tipisi halini<br />
alır, bir saldındır giderdi. Evlerde camlar kınlır,<br />
kadınlar avazlan çıktığı kadar haykırır .. Sonunda bir<br />
tarafta yenilgi baş gösterir, yenilenterin herbiri bir tarafa<br />
kaçar. Kazananlar oyunun merkezini ele geçirir·<br />
I erdi.<br />
Bu zaferin neşesi sonsuzdu. Civar mahalle çocuklarına<br />
da haber salınır, çocuklar arasmda kimlerin ne<br />
gibi yararlıklar gösterdiği anlatılırdı. Çatışmada başı<br />
yarılan, eli burkulan, yaraları kanayanlar yaralarını<br />
mendil ile bağlar, yaptıklarını ana babalarından saklıyarak<br />
sokakta düştüklerini söylerlerdi ..<br />
ÇOCUKLARlN RAMAZAN AYLARINDAKi .<br />
YARAMAZLIKLARI<br />
Çocuklar Ramazam büyük bir sabırsızlıkla beklerler.<br />
Çünkü hiç sevmedikleri okul bu ayda hafifler,<br />
her gün yarım azad olurlar, gceleri Karagöz'e giderler,<br />
her taraf kandillerle donanır, bir de gündüzleri viranelerden<br />
ve yangın yerlerinden yoğurt çanakları kırıkları,<br />
kiremit parçaları toplanır, mahalle aktanndan<br />
kestane, altı patlar fişekleri, çanak ve el mehtaplan<br />
alırlar. Kandil uçurtmalan tertip olunur. Ge"<br />
eeleri yatsı ezanından evvel oyun merkezinde toplambr,<br />
herkes kendi vazifesine baŞlar.<br />
Büyük bir dikkatle çanak terslerine zeytin yağları<br />
ve fitiller konur, kiremit parçalarına muşambalar ve<br />
mumlar dikilir yaya kaldınınlar üzerine diziİir, meh-<br />
1
..<br />
14<br />
taplar yanmaya, fişekler patlamaya başlar, artık gelip<br />
geçenlerden ya ve meyve, mum parası toplamak için<br />
eski adet üzere hak kazanılmış olur. Alay alay sokaklarda<br />
ya ve inum parası sesleri udamaya bşlar.<br />
Fenerlileri ürkütrnek ve onlara mt,ım parası verdirrneK<br />
için (bakkalda üzüm, fenerde gözüm) tekerlemelerini<br />
hızli hızlı söylerler. Böylece gelip geçenlerden ya ve<br />
mum parası alırlar. Vermeyenierin fenerlerini patlatmak,<br />
ya da kapıp kaçmak, hatta yal ve mum parası<br />
vermeyenierin evlerinin camını kırmak adet haline gelmişti.<br />
Eskiden şimdiki gibi sokak aydınlatılmadı için<br />
fenersiz gezinmek yasaktı, sokakta gezen herkes fener<br />
bulundurmaya mecburdu.<br />
Bir Ramazan gecesi Fatih Camii önünden geçerken<br />
birçok sesler duyduk. Sebebini anlamak için halkın<br />
birikmiş bulunduğu yere geldik. Meer çocukların<br />
oyununa urıyan biri fenersiz kalmış, başka fener de<br />
bulamamış, çaresiz karanlıkta yoluna devam etmek zorunda<br />
kalmış. Bu sırada zaptiyeler önüne çıkarak fenersiz<br />
sokaa çıktığı için karakota götürmek istemişler,<br />
adamcaız güç halle başına geleni anlatarak kendini<br />
kurtarmış ..<br />
MAHALLE OKULLARI<br />
.<br />
Çocukların sokak yaramazlıklarınm başlıca sebebi<br />
okullanmızın intizamsızlıı idi. Çünkü Sübyan okul-
ıs<br />
lannın çoğu vakıftı (1). İmamla beraber Kur'an-ı Kerimi<br />
ezberlemiş; Hafız olmuş olan öetmenler idare ederlerdi.<br />
Ama Hafız olamamış ölretmenler . de babalarından<br />
kendilerine . geçen tmenlili. başlarına bir . sa- .<br />
nk sarmak suretiyle yapariardı (2).<br />
Bu sübyan okullarıılın Kalfa adı verilen. iki de öğretmen<br />
yardımcısı vardı. Bu Kalfalar da geçindirimek<br />
için kayırılmış cahil kimselerdi. Bunlar, zengin çocuk-<br />
.<br />
larına yüz vermekle yüzsüz, fakir çocuklannı da hırpalayarak,<br />
.hakaretler ederek arsız ederlerdi. Kalfalar,<br />
hafta başı olan Cumartesi günleri haftalıklarını almaktan<br />
başka birşey düşünmezlerdi. Haftalıklarını getirmemiş<br />
çocuklan sıkıştınrlar, bu yüzden başlan ağnyan<br />
ana baba ne yapıp yaparak Kalfalatın haftalıklannı<br />
temin ederlerdi. Çocuklar okusa da olurdu okumasa<br />
da .. Okula gidiyordu ya bu yeterdL. Hoca ve Kal··<br />
falar çocukların derslri ile fazla da ilgilenmezlerdi..<br />
Yalnız her çocuk okula getirildiği gün ana ve babası<br />
ölretmen Hocaya: «Eti senin kemiği benim• dediği<br />
için yaramazlık yapan çocuk hemen falakaya yatınrdı. ·<br />
(1) Bu gibi Vakıf okullann çoğunda Çocuklara Kapama<br />
adiyle her yıl bayramlık elbise ve ayakkabı verilir·<br />
di. Bu Kapamalar, Ramazan'ın onbeşinden sonra<br />
Üsküdar tarafında olanlara Ayazma, İstanbul tara·<br />
tında olanlara Hamidiye İmarethanelerinde verilir·<br />
di. Halk çocuklannı kapama veren mekteplere yerleştirmeye<br />
çalışırdı. Bu usul 1861 yılına kadar $Ür·<br />
müştü.<br />
(2) 1911 tarihinde yayınlanan bir nizarnname ile bu gibi<br />
okulZara verilecek öğretmenlerin iyi ·seçilmesi ka·<br />
rarlaştı . ve int-ızama sokuldu.
16 .<br />
Falakada çocuğun ayaklarını iki kişi tutar, hoca veya<br />
kalfa kızgınlığını giderineeye kadar kızılcık değneğini<br />
yapıştırıp dururdu .. Çocuklar ağlar, feryad eder ama<br />
acıyan yok. İş bitince topallaya topallaya gider yerine<br />
otururdu. Sübyan okullannda kulağı çekmek, şamarlamak,<br />
falakaya yatırmak adet haline gelmiş olduğundan,<br />
gelişmiş çocuklar artık dayaktan yılmaz, azarlanmaktan<br />
utanmaz olurlardı. Bunların işi gücü nasıl bir<br />
yaramazlık ve arsızlık yapacaklarını düşünmekti, kendilerinden<br />
küçük olanlara da bu yolu gösterirlerdi. .<br />
Okulların çoğu bir katlı bina idi. Dört taş duvar ve<br />
toprak bir oda .. İçinde sıra sıra diziimiş rahleler Ço<br />
..<br />
cuklar bu ralıle önünde karşılıklı, evlerinden getirmiş<br />
oldukları minderler üzerine otururlardı. Öğretmenin<br />
yeri köşede idi.. Baş ucunda uzun bir sırık ile değnekleri<br />
asılı dururdu. Sırıkla oturduğu yerden çöcuklan<br />
döğebilirdi. Kalfalar da birer köşede otururlardı.<br />
O zamanlar çocukların hava almaya bahçeye çıkmaları<br />
adet olmadığından yüzlerce çocuk-sabahtan ak-.<br />
şama kadar kafese tıkılmış kuşlar gibi tıkılı kalırlar-<br />
• dı. Hep _<br />
çıkma saatini beklerlerdi. Dışarı salıverildikleri<br />
zaman da ortalığı velveleye verirlerdi.<br />
Bazı aileler çocuklarını haylazlıktan kurtarmak<br />
için beş, altı yaşında iken esnaf yanına verirlerdi. ve<br />
tabii cahil kalırlardı.<br />
Bir de babalarımız çocukların terbiyesini diz çöküp<br />
utangaç bir halde oturmalarında gördüklerinden<br />
mesela onbeş yaşına gelmiş bir çocuk, konuşmalara<br />
karışır da bir soru sorarsa: Büyüklerin sözüne karışılmaz»<br />
diye bir de azar işitirdi. Bundan dolayı da ko-
17<br />
caman birer delikanlı olan gençler iki kelimeyi bir<br />
araya getirip. koQuşamazlardı.<br />
PADİŞAH ÖNÜNDE BİR KARAGÖZ OYUNU<br />
Sübyan okullarında derslere (Elifba) ile başlanırdı.<br />
A yerine geçen Elif'in üstüne bir kısa çizgi konulduğu<br />
;zaman (E) okunur, bu çizgi alta konulduğu zaman da<br />
(İ) okunurdu. Yalnız üste konana (Üstün) alta konana<br />
da (Esre) denirdi. Mesela (Elif üstün E), (Elif esre İ)<br />
olurdu.<br />
· Sultan Mahmut zamanında meşhur Karagözcü Sait<br />
Efendi, Padişahın huzurunda Karagöz oynatırken konuya<br />
Sübyan okullannı almış. Hacivat öğretmen, Karagöz<br />
de öğrenci olmuş .. Hacivat (Bir üstün) der, Ka·<br />
ragöz de bu sözü tekrarlar. Hacivat (Bir esre) deyince<br />
Karagöz, (Üstün) ün karşı anlamı olan (Bir altın) der.<br />
Hacivat (Esre) diyeceksin deyince Karagöz: «Yanlış<br />
okutuyorsun, Üstün'den sonra altın gelir, bir Altın)<br />
diye direnir. Öğretmen Hacivat, öğrenci Karagöze bir<br />
tokat atar, (Esre) diyeceksin der, Karagöz inat eder:<br />
(Bir altın) demekte ayak dj,rer. Padisah, Karagöz'ün<br />
nüktesini anlar ve bir altın gönderir. Bu defa Hacivat:<br />
(İki üstün) der, Karagöz tekrarlar, (İki esre) deyince<br />
Karagöz, gene: (İki altın) diye tepinir. En sonunda<br />
Sultan Mahmut iki altın daha gönderir ama, Sait Efendiye<br />
de: «Halt ediyorsun» der. Sait Efendi: «Padişahım<br />
okullarımızın halini belirtiyorum» karşılığını verir.<br />
Bu oyunun tesiri olsa gerektir ki Padişah 1828 yılında<br />
İstanbul Kadılığına bir Ferman göndererek okullara<br />
önem verilmesini bildirdi. Çocukların altı yedi yaş ların-<br />
F:2
18<br />
da okula verilmeyip iş.lerde çalıştırıldığı, bu yüzden<br />
cahil kaldıkları, okuma yazma önmeyeiılerin bundan<br />
sonra işe verilmemeleri emredildi.<br />
Mahalle okullarının çda yazı dersi olmadJtından,<br />
çocuklara yazı dersleri evlerd ya da yazı .öğretmenlerinin<br />
evlerinde bir ücretle verilii"di. Üstün zekaya<br />
sahip olanlar, zamanın bilginlerinden ders alarak<br />
yetişirlerdi. Bu da çok güç ve enderdi. Eğitimin bu kısırlığı<br />
yüzündn, Pertev, Akif, Reşi, <strong>Ali</strong>, Fuat,. Ahmet<br />
Vefik, Mithat ve Ziya Paşalar, Şinasi ve Namık<br />
Kemal gibi üstün kimselerin yetişmesi kolay olmazdı.<br />
ZENGİN VE .<br />
FAKiR ÇOCUKLAR<br />
Zenginler, çoctiklannın okuması için hususi öretmenler<br />
tutarlardı. Bunlara Arapça, Farsça, yazı ve şiir<br />
öğretirlerdi. Bununla beraber, zengin çocuklan içinde<br />
böyle hususi öğretmenlerden yetiş.enler parmakla gösterilecek<br />
kadar azdı. Çünkü bu çocuklann ço zenginlikleri<br />
ile şımarmışlardı. Nasıl olsa zengindiler, babalarının<br />
itiban ile istedikleri memuriyeti de alabileceklerine<br />
inanırlar, okuma devresinde zevk ve elenceden<br />
vaz geçmezlerdi. Öğretmenleri de onlan sık.mazdı,<br />
çünkü çoc danltacak olursa kazançları ellerinden<br />
gideceği için şımank çocuklann suyuna gitmeyi uygun<br />
bulurlardı.<br />
·<br />
Mahalle çocuklannın şikayet ettiğimiz yaramazlıklan,<br />
hiç olmazsa vücut yapılanm klivvetlendiriyor,<br />
kuvvetli ve çevik oluyorlardı, zengin çocuklannda bu<br />
da yoktu, çünkü lalaların ve dadıJarın kucaklarında binbir<br />
itina ile büyütülmeleri sonucu hastalıklı olurlar,
19<br />
nezledeİı ödleri kopar, kansız, çelimsiz, cılız kalırlardı.<br />
Hatta çoğunun vücut yapıları bile bozulurdu.<br />
Zenginlerin devlet hizmetinde bulunmuş bilginler<br />
sınıfından olan çocukları ise hoppalıklarla ün yaparlardı.<br />
Çoğu tenbel, beceriksiz idiler. Çünkü ilk terbiyelerini<br />
haremde kakavan çerkez dadı ve çetrefil Arap<br />
. kadınlanndan, selamhkta uzun yıllar sofra hizmetinde<br />
saç sakal ağartmış, emektarlıklanndan dolayı konağvı<br />
kapıcılığına verilmiş, köpekleri kovalamaktan aciz<br />
adamlardan alırlardı. Çocuklar (Keloğlanın Karakoncolosu,<br />
Dev kansının Gulyabanisi) masallarını dinlerler,<br />
bunları dinliye dinliye de uroacıdan korkar kirpi gibi<br />
büzülür, yabancı insanlardan kaçar, htiysuz birer yara·<br />
tık olurlardı.<br />
Bu çocuklar nazar değer diye selamlıkta misafir·<br />
lere gösterilmez, terbiyeleri bozulmasın diye de konak<br />
halkı ile karşılaştırılmazdı. Her vakit gördüğü, bildiği<br />
dadısı ve lalası idi. Şayet konakta bir misafire ras<br />
Iarsa utanır, sıkılır, kaçar (Yuh) diye lalasını korkutur,<br />
süpürge sopasına çuha kenarını bağlayıp üstüne<br />
at gibi biner, bahçede koşar, geçerken ayvazın ayağını<br />
çeker, yemek tablasını devirir,. daha böyle nice yaramazlıklar<br />
yapa yapa büyür, sakallanır, cinler, periler<br />
korkusundan odasında yatamazdı, çünkü çocuk kalmıştı.<br />
DEVLET MEMURLARI NİÇİN CAHİL KALlRDI?<br />
Hükumet merkezi İstanbul'da yüksek okul olarak<br />
Mühendishane (Teknik Üniversite), Harbiye ve Deniz<br />
okulları vardı. Coğrafya, Kimya, Hendese gibi dersler
20<br />
okunurdu. Devlet memurlarının tahsil görmeleri düşünülmezdi<br />
(1). Devletler arası anlaşmalarda murahhaslarımız<br />
cahil oldukları ve bu yüzden zarariara uğradığımız<br />
tarihlerde yazılıdır.<br />
Rusların Akdeniz'e donanma göndereeklerine dair<br />
Fransız'lar tarafından verilen haber üzerine Baltık Denizinden<br />
donanmanın gelebileceğine akıl erdiremiyen<br />
devlet erkanı Rus donanınası uçup mu Akdeniz'e gelecek<br />
diye inanmamışlar, Çeşme limanında Osmanlı donanmasının<br />
yakılmasından sonra akıllan başlarına gelerek<br />
hayret etmişlerdi.<br />
1826 muharebesi yenilgisinden sonra Edi.rne'ye<br />
gönderilen murahhaslanmıza Rusya murahhaslannın<br />
harita üzerinde gösterdikleri yerleri bizimkilerin tayin<br />
edernemeleri ve meselenin Bab-ı <strong>Ali</strong>ce de hal edilernemesi<br />
üzerine Fransa ile Avusturya elçilerine baş vurulmuş,<br />
bu murahhaslann tazminat konusunda ileri sürdükleri<br />
bir milyonu, bir yük (2). Yani yüzbin sanarak<br />
(1) Eskiden devlet erlainının en milhimleri Enderun·<br />
dan, daire kalemlerinden ve Vezirlerin dairelerin·<br />
den yetişirdi. Bununla beraber. hiç okuma yaz.<br />
ma bilmeyenlerden de devletin en büytlk makamıanna<br />
geçenler vardı. E nderuna Arapça ve Farsça ·<br />
öğretmenleri seçilerek tayin edilmiş olduklanndan<br />
buradan birçok şair ve edip yetişmiştir. Yalnız Coğrafya<br />
ve Matematik gibi bilgilerin okutuZması tldet<br />
olmamıştı.<br />
(2) Eskiden halk arasında ve resmi dairelerde milyon<br />
kullanılmaz (yük) ve (kese) diye hesaplanırdı. (Yük·<br />
100,000 akçe, bunun yansı Kese olarak ifade edilirdi.)
21<br />
kabul etmişler, aradaki korkunç hrkı anladıkları zaman<br />
da şaşırmışlardı.<br />
Politikamızı idare edenler, memleketimizin hudurlunu<br />
ve hatta nerelere bağlı bulunduğunu da bilmezlerdi.<br />
Cevdet Tarihinin II inci cildinin başlarında yazılı<br />
bulunan şu fıkraya dikkat edilsin:<br />
«Şu karışıklığı bak ki. Bab-ı <strong>Ali</strong> bir adamın idamı<br />
için ferman yazıyor da nerede ve hangi sancağa bağlı<br />
bulunduğunu bilmiyor. Memleketin coğrafyasını bilmeyen<br />
devlet adamları işte böyle karaltıya kubur sıkar.»<br />
1845 tarihinde Abdülmecidin Bab-ı <strong>Ali</strong>'de okı,ınan<br />
buyrultusunda «din ve dünya için» lüzumlu bilgilerin<br />
öğretilmesine işaret etmesi üzerine, Sübyan okullarının<br />
ıslahı için bir komisyon kurulmuş, komisyon program<br />
hazırlamış, birkaç yerde de Rüştiye okulu açılmıştı.<br />
Fakat 1875 yılında Reşit Paşa kabinesinin düşmesi üzerine<br />
Başkomutan tayin edilen Sait Paşa (1) okulları<br />
yeni fikirlerden ve fikirlilerden uzaklaştırmak istemiş,<br />
okullarda resim dersinin okutulmasından dolayı<br />
kendisinden öncekileri suçlamıştı. Nazır Vahbi Molla'<br />
nın teftiş olunur korkusu ile ne kadar harita varsa<br />
toplatıp kuburlara attırdığı (Ahmet Cevdet Paşa<br />
ve Zamanı) isimli kitapta yazılmaktadır. Halkın bilgiye<br />
{1) Sait Paşa aslen Bursa'lıdır. 1882 tarihinde Enderun'a<br />
girmiş, Hazine Kahyasina imam olmuş, sonra Mabeyinct,<br />
daha sonra padişaha damat olarak birçok<br />
mülki ve askeri memuriyetEerde bulunmuştur. Azıedildikten<br />
sonra bir kenara çekilmiş ve dervişçe bir<br />
hayat sürmilştür.
22<br />
kavuşması, okumanın artması için harcanan emek,<br />
Sübyan okuHanna elifba ve ahlak broşürleri dağıtmaktan<br />
ileri gidememiştir.<br />
. .<br />
ÇOK ESKi .ZAMANLARDAKi tiSTtiNLÜÜMtiZti<br />
NİÇİN·YİTİRDİK?<br />
Vaktiyle var olmak, milletçe yükselebilmek maarif<br />
ile mümkün old\İğu hakikati kabul edilerek Fatih Camii<br />
etrafında yüksek tahsil için medrseler kurulmuştu.<br />
Sonraları Osmanlı Sultanlan tarafından cami yaptınldıkça<br />
etrafında mükemmel medreselerin kurulması<br />
adet haline gelmişti. Padişahlannın gidişine uymayı<br />
gelenek haline getiren Vezirlerin çoğu İstanbul'un türlü<br />
semtlerinde cami, medrese ve zengin kütüphaneler<br />
kurmuşlardır.<br />
Gene Osmanlı Padişahlannın bazıları Medreselerin<br />
yakınlarında ilkokullar yaptırmışlardır. O zamanki ilkokullar<br />
hakkında yeteri derecede bilgimiz yoksa da<br />
Medreselere kabul edilecek okuyucuların buralarda yetiştirildikleri<br />
muhakkaktır.<br />
Bu arada zengin devlet adamlarının da mescit ve<br />
okullar yaptırmaları adeti gelenek haline getirilmiş,<br />
memleket ·adım başında bu gibi kuruluşlarla. dolmuştu.<br />
Şunu da belirtmek icabeder ki, Medrese ve okul<br />
yapmak, dört duvar binalar yükseltmek demek değildi.<br />
Zamanın ihtiyacını ve tahsilin devamını sağlıyacak vakıflar<br />
da kuruluyor, bunları idare edecek adamlar tayin<br />
ediliyordu. Sonraları bu güzelim idare ehil olmayanlar<br />
elinde kalmış, bu suretle de iş çırından çıkmıştır.<br />
Bu hali doğuran sebeplerin başlıcası, mesela
23<br />
üçyüz yıl önce kurulan bir okul öğretmenine verilen<br />
para, zamanına göre o öğretmeni geçindirmeye kafi<br />
iken üçyüz yıl sonra o para, bir öğretmeni değil bir fakiri<br />
geçindjremeyecek kadar kıymetini kaybetmiş, bu<br />
yüzden de okullar ehil olmayan öğretmenierin elinde<br />
kalmış, onlar da çocuklan sıkıştırmak suretiyle geçimlerini<br />
sağlamaya başlamışlardır. Ne yazık ki, memleketimizin<br />
okumuş insanları geçim kaygısı ile ilkokul öğretmenliğini<br />
kabul etmemişler, bu yüzden ilkokul çağındaki<br />
çocuklar okulsuz kalmışlardır. Oskür tarafında<br />
115, Galata civarında 120 ve İstanbul'da 300 ilkokul<br />
varken, bunlann içinde ,ancak on okulda öğretmen<br />
bulunabiliyordu ki, bunun ne derece okumaya yardım<br />
edebileceği kolayca anlaşılır. Vaktiyle Medreselerimizde<br />
bunca hekim ve bilim adamı. sanatkar yetiştirilmiş<br />
olduğu halde, sonralan bu bilgiler yerine din<br />
bilgisi öğretilmeye başlanmış, ilim ve fen Avrupa'da<br />
ilerledikçe bizde unutulmuştur. Bizim tarihimizi bile<br />
Avrupa'lılar türlü iftiralılarla yazmışlardır. Halbuki biz<br />
felsefe okumak günahtır yollu muzır telkinlere kapılarak,<br />
İslamlığın üstün varlığını unutarak İslam alıkamma<br />
uymayan garip bir taasup içinde siyasi menfaatlerimizi<br />
·koruyamamış, komşularımızia münasebetlerde<br />
ticaret bakımından muhtaç olduğumuz .vabancı dil öğrenmek<br />
şöyle dursun, Avrupa1ılann bize dair kötü niyetlerle<br />
yazdıklarından bile haberimiz olmamıştır (1).<br />
(1) 1830 tarihinde Enderun ve Tıbbiye okulu öencilerinden<br />
Avrupa'ya 150 kişinin gönderilmesi Sultan<br />
Mahmut tarafından emredilmiş ise de bir takım<br />
mutaassıplar bu emri çirkin görerek tilrlil dedikodularla<br />
bu karara mani olmUJlardır.
i<br />
24<br />
Bununla beraber müneccimlerin haberlerine, geleceği<br />
keşf ettiklerine dair sözlerine önem vererek bir işe<br />
başlamak için mutlaka uğurlu gün aradık.<br />
Bir takım cahi.J vaızlar kürsülerde türlü safsatalarla<br />
birçok masumlann zihinlerini karıştırmaktan geri<br />
durmadılar. Ve mesela: «Büyük medeniyetler ve büyük<br />
eserler vücuda getirenierin dünyası ile bizim ilgimiz<br />
yoktur. Dört günlük ömür için gökyüziıne yükselen<br />
binalara ne lüzum vardır?» diyerek evlerimizin bile<br />
rahatlığına heves ettirmediler. Bir lokma ekmeğe<br />
razı ederek halkı geleceği düşünmekten men ettiler (1).<br />
Hele o tekke şeyhlerinin cahilleri (2) dervişlik, maneviyat,<br />
tasavvuf adı altında halka hep hurafeler aşılamakta,<br />
sanat ve ticaretten uzaklaştırılan zavallılar<br />
(bir hırka, bir lokma) ya kanaat ederek, tevekkülle<br />
bodrum katlarında, izbe köşelerde, mezarlık kenarlannda<br />
yarısı toprağa gömülmüş kovuklarda çürür giderlerdi.<br />
Edebiyat, yazarlık kelimeleri otuz kırk yıl içinde<br />
işitilmeye başlandı.<br />
Babalanmız, dedelerimiz kahramanlık duygularını<br />
kuvvetlendirrnek için Hamzaname, Kan Kalesi, Battal<br />
(1)<br />
(2)<br />
İsUi.m dininin fazilet dini ve medeniyettn kurucusu<br />
ol(iuı'junu bütün dünyaya yayacak bilginler yetiştirmek<br />
Uzere 1911 yılında (Medrestülvaizin) kurulmuştu.<br />
-<br />
Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri Ankara'da ömrünün<br />
sonuna kadar manevi hizmetlerde bulundJ,lğu gibi<br />
dünya işleri Ue de meşguldu. Kendisi başta olmak<br />
üzere genç müritleri zıraat, sanat ve ticaretle meş·<br />
guldUler.
25<br />
Gazi masallarını dinlemeye alıştırırlardı. Pikiderimizi<br />
aydınlatmak için okuduğumuz romanlar Aşık Kerem,<br />
Tahir ile Zühre, Köroğlu hikayeleri gibi şeylerdi.<br />
İnsaf olunsun, bir çocuk küçüklüğünden delikanlılık<br />
çağına kadar sokaklarda büyür, yazıları heceleyemeyen<br />
öğretmenlerden terbiye görürse artık ondan ne<br />
beklenir?<br />
Sonraları maarifin önemi anlaşıldı. Sultan .<br />
Harnit<br />
zamanında bir Üniversite kuruldu. Maarif İşleri Bakanlığa<br />
bağlandı, bir Meclisi Maarif. kuruldu. İlk ve<br />
ortaokullar açıldı. Maarif Meclisi azasından Mehmet<br />
Fuat ve Ahmet Cevdet efendiler (paşalar) tarafından<br />
Kavaidi Osmaniye kitabı yazılıp bastırıidı. Darüşşafaka,<br />
Sanayi Okulları açıldı. Yaşlan uygun olanlar buralara<br />
verildi. Buralarda çalışmak isterdi. Başarılı olmak<br />
isteği insanı dürttüğü için eskisi gibi sokaklardaki<br />
çocuklar alayı kalktı. Ana, babalar da okumanın faydasını<br />
anladılar. Bilgisiz, sanatsız yaşamanın kabil olmadığı<br />
anlaşıldı. 1870 yılında iyi tahsil görmüş kimselerden<br />
(Cemiyeti İlmiyei Osmaniye) kuruldu. · İlme<br />
ve fenne dair kitaplar basıldı. Yabancı qilden çeviriler<br />
yapıldı. Mektebi Saltani (Galatasaray Lisesi) (1) kuruldu,<br />
ecnebi dil öğreten okullar çoğaldı. Günlük gazeteler<br />
yayınlandı.<br />
•<br />
(1) İstanbul'da bütün dersleri Fransızca olmak üzere<br />
900 öğrenci okutan Galatasaray Lisesi kuruldu. Lüzumlu<br />
araç için 400,000 frank sarfedildt. Senelik<br />
masrafı için 500,000 frank ayrıldı.<br />
•
\<br />
•<br />
.<br />
• ••<br />
'<br />
<br />
• <br />
!; ! : .<br />
••<br />
'<br />
' i<br />
ı·<br />
:'<br />
·/<br />
'· '<br />
.: ';<br />
!•<br />
1<br />
,.<br />
J·<br />
• .<br />
·'<br />
.;<br />
._.;<br />
•<br />
.<br />
.. ,<br />
:<br />
•<br />
·<br />
.<br />
1 : •<br />
1<br />
•<br />
1<br />
1<br />
•<br />
ı<br />
•\<br />
•<br />
•<br />
J,. 1<br />
<br />
''1 ı<br />
11 !<br />
·:::ıl:''\<br />
'"1''<br />
• • • 1<br />
;·' ıliij\<br />
• •<br />
1 '<br />
• J 1<br />
' 1 ı<br />
ı .<br />
r<br />
' .<br />
1 l · '<br />
• 1<br />
• 1<br />
\<br />
'<br />
1 ;<br />
• ' i : i<br />
1 ıı<br />
: ·i<br />
,<br />
1<br />
4<br />
'<br />
1<br />
'<br />
'•<br />
1<br />
1<br />
•<br />
ı<br />
)<br />
. !·!P<br />
'1 • ı<br />
'<br />
.,..<br />
'\<br />
. ·: f<br />
. .<br />
'<br />
-"""'<br />
·-<br />
••<br />
Ol •<br />
1 1<br />
-<br />
,<br />
-1<br />
1<br />
' ı<br />
'ı<br />
1 • (<br />
r 1<br />
•<br />
• 1 --<br />
/' . 1 1<br />
-<br />
, ( .<br />
,.<br />
1 1<br />
J 1<br />
. ,cf<br />
-<br />
1 t ' - ı .<br />
i<br />
' 1<br />
J<br />
-<br />
$, .<br />
ı.<br />
.<br />
1<br />
,<br />
- -<br />
.. ..<br />
••<br />
•<br />
' .<br />
•. .<br />
..<br />
• ' "<br />
j<br />
1<br />
'<br />
j<br />
•<br />
,'\<br />
•<br />
1<br />
,<br />
r<br />
- -<br />
• '<br />
'<br />
r<br />
.1<br />
••<br />
•<br />
. -<br />
J i •<br />
..<br />
lz··<br />
'•<br />
'<br />
•• • <br />
·· . .<br />
,,. (ı\·'<br />
i ı''· \1 _.,<br />
, • 'J<br />
ı 1 ,.<br />
{ :\1'_/<br />
'<br />
, ıp 1<br />
\ ' .<br />
.<br />
.1 ll .. . -<br />
' i<br />
'· 1<br />
,. 1<br />
.<br />
ı<br />
1<br />
1 "<br />
(rf_<br />
..<br />
1<br />
' '"<br />
-<br />
-<br />
.:::;<br />
-<br />
ı::
•<br />
Istanbul<br />
Esnafları<br />
Kırım Muharebesinden sonra ve bu muharebenin<br />
getirdiği yenilik, Avrupa'lılada daha yakın temasımız<br />
sonucu Türk usulü yaşamış olan halkımızın yiyecek,<br />
giyeceklerinde, evlerimizin düzeninde büyük değişiklikler<br />
doğurmuştu. Zamanın padişahından, ·milletin fertlerine<br />
kadar herkes ziynete ve gösterişe düştü.<br />
Her çeşit süs eşyası dıştan oluk gibi akınaya başladı<br />
ve hele 1272 ve 1273 (1856-1857) tarihlerinde yapılan<br />
saray düğünleri için lüzumlu görülen ipekli kumaşlar<br />
ve dış ülkelerde yapılan eşyalar, doğrudan doğ-<br />
•
28<br />
ruya Avrupa fabriklarına ısmarlanmaya (1) başlandı.<br />
Bundan sonra da yerli kumaşlar günden güne itibardan<br />
düştü. Binlerce liralık sermayedara sahip olan<br />
memleketimiz genellikle sefalet içinde kaldı. Sanat ve<br />
ticaret hususunda İslam ahali, yüzde beşyüz zarara<br />
uğradı. Zavallı halkımız bundan sonra emile emile<br />
bir iskelet haline geldi.<br />
(Eski vakitlerde İstanbul'a gelen ecnebi gemileri<br />
Gelibolu'da yoklamaya tabi tutulur, memlekete sokulması<br />
yasak olanlara izin verilmez, gümrük vergisine<br />
tabi olanlardan da vergi aynen alınırmış.)<br />
Osmanlı ticaret gemileri yazın Karadeniz !imanlarına,<br />
kışın Suriye ve Mıır taraflarına giderlerdi. Bazıları<br />
da Akdeniz'in batı memleketlerine sefer ederlerdi.<br />
Ticaret gemileri, Hayriye Tüccarı denilen İslam·<br />
tüccarının malı idi. Bu tUccarlardan herbirinin yirmi<br />
(1) Saraya Ulzım olan eşya Tophane Müşürü Fet·<br />
hi Paşa'nın aracılığı üe Fransız tebaasından meşhur<br />
Krenpler eliyle Avrupa fabrikalarına ısmarlanırdı.<br />
Bu ısmarlanan eşya dolayısı ile de Fethi Paşaya<br />
(Bezirgan Paşa) adı verilmişti. Hatta 1858 yılında<br />
Fethi' Paşa'nın lildüğilnü duyan devrin Kaptanpaşası<br />
Mehmet Alt Paşa, (Çok şükür şu Bezirgan Paşa'dan<br />
kurtulduk) demişti. Bu tarihlerde başlıyan Avrupa<br />
eşyası hayranlığı bütün hızı ile devam etti. Sultan<br />
Hamit biltün giyim eşyasını çocuklarınınkine kadar<br />
Paris Büyük Elçisi Tahsin Paşa vasıtası ile Avrupa'dan<br />
getirtirdi. Bunun milletçe çok zararlarını çekttk.<br />
Bilyük Türk'çü Ziya Gökalp, çok sevdiği kızının<br />
bir Avrupa terliği alma istemesine karşı gelmiş,<br />
«evime Tilrk malından başka birşey giremez» demişti.<br />
(N.A.B.)
29<br />
otuzar ve belki d fazla gemileri vardı. Bu gemiler<br />
Tophane, Kasımpaşa, Galata semtlerindeki inşaat yerlerinde<br />
gemi yapıcı marangoz ustalan tarafından yapılırdı.<br />
Lazım olan kereste, çivi, zift, reçine, katran, makara<br />
gibi maddeler için de bunları yapan esnaf faydalanırlardı<br />
..<br />
Kalafatçılar, Kalafat yerinde iş görürlerdi. Yelken<br />
bezleri tamamiyle Gelibolu'daki fabrikalanmızda dokunurdu.<br />
Bu bezlerden Livama, Çenber gibi isimler<br />
verilen yelkenler yapılırdı. Tersane arkasında ve Okmeydanında<br />
bulunan Urgancılar hurma lifi ve kendirden<br />
halatlar ve türlü ipler yaparlardı.<br />
Eyüp'te, İplikhane Kışiası diye anılan Hançerli<br />
Sultan Sarayı yerinde 1868 tarihinde iplik büküp ter·<br />
sane için yelkenbezi yapan ve fazlası satılarak Vakıf<br />
hizmetlerinde kullanılmak üzere safi kan tamantiyle<br />
Evkaf Hazinesine ait olmak üzere İplikhane adiyle bir<br />
bina kurulmuştu.<br />
Bir zamanlar ipek ve iplik büken esnaf da vardı.<br />
Dikiş iğnesi bile Gelibolu'da yapılırdı. Eskiden Tahtakale'den<br />
Zeytinyağı Iskelesi'ne kadar mevcut mağazalar<br />
İslam tüccanna aitti. Galata ve İstanbul Yağkapanı,<br />
Balkapanı, Asmaaltı mağazaları hınca hınç İslam<br />
tüccarının mallan ile dolu idi.<br />
TÜTÜN TÜCCARLARI VE TÜTÜNCÜLER<br />
Kutucular, Zindankapısı, Rüstempaşa Camii etrafındaki<br />
mağazaların çoğu İslam ve Osmanlı tebaasından<br />
tütün tüccarının tütün denkleri ile dolu idi. Tütün tüccarı<br />
Osmanlı ülkesinin tütün ekilen yerlerinden kendi
30<br />
gernileri ile tütün denklerini getirir, Tütün Gürnründe<br />
cinslerine göre vergisi ödendikten sonra mağazalara<br />
doldurulurdu. Bu mağazalardan da rnühim miktar.<br />
da Avrupa'ya sat ılırdı. İstanbul ve taşrada bulunan Gedikli<br />
Tütüncü Esnafı da bu mağazalardan aldıkları<br />
yaprak iütünleri dükkanlannda çeşit yapıp kıydırır ve<br />
terazi ile açık olarak satarlardı. Herkes içeçeği tütü 1\_ ü<br />
muayene ederek alırdı. O ne nefis tütünlerdi. 1871 cıa<br />
resmi vergiden başka Duhuliye (giriş) adıyle bir okka<br />
yaprak tütün için bir rnecidiye altın vergi konrnuştu.<br />
Bir müddet sonra yalnız İstanbul içinde sarfolunacak<br />
tütünleri kıyıp kapalı olarak ahaliye satmak ve senede<br />
hazineye dörtyüz bin lira ödemek şartiyle Mösyö Zarifi<br />
ile Hristaki· Zoğrafos efendiye ihale edildi. Sonra<br />
1872 tarihinde bu Tekel emaneten idareye kaldı. Bu<br />
idare yaprak tütünleri şimdiki Reji gibi çeşit yaparak<br />
kıydınyor, devlet hesabına bandrole tabi tutarak<br />
sattınyordu. Bir müddet sonra bu idare de Iağv<br />
edilerek ülkenin her tarafında devlet vergisinden başka<br />
satış fiatına göre iç sarfiyat vergisi alınmaya başlandı.<br />
Bu vergi kapianna bandrol konulmak suretiyle alı·<br />
nırdı. Osmanlı tebaasına tanınan hak olarak tütün fabrikalan<br />
kurulmasına da izin verildi.<br />
Bu fabrikalar<br />
imal ettikleri tütünleri dükkaniarda kapalı olarak sa•<br />
tarlardı. Fabrikaların yaptıklan tüt.ünlerin nefasetinden<br />
dolayı halkımız bu ·fabrikalardan son derece memnun<br />
kalmışlardı. Birkaç· yıl bu usul devarn etti. Daha sonra<br />
şimdiki Reji kuruldu, artık İstanbul'da tütüncülük<br />
.<br />
sanatı ort.dan kayboldu. Yalnız Rejiden ondalık kar-<br />
.<br />
şılığı tütün alıp satmak bakkallara, aktarlara kaldı.
•<br />
(\<br />
. . _ .. ..<br />
.. _- <br />
-· ,.... ... --<br />
_,....-<br />
Yü::;yıl evvelki Kapahçarşı'da kadınların alış-verişi.
•<br />
32<br />
KAP ALIÇARŞI VE BEDESTEN ESNAF!<br />
Be destenden bir köşe., devrin en ;;engin<br />
esnafinm toplandığı yer.<br />
ranın ayrı muhafızları vardı.<br />
Büyükçarşıda<br />
Qeapalıçarşı) her<br />
gün biri Yağlıkçılarda,<br />
biri Bedestende<br />
dua e<br />
dilir, ondan sonra<br />
işe başlanırdı.<br />
Hocaki denilen<br />
Bedestenliler<br />
vaktiyle üçer<br />
bin kese daha<br />
fazla sermayeli<br />
idi. Bedestende<br />
mühim miktarda<br />
kıymetli eşya<br />
alınıp satılırdı.<br />
Zenginlerin çoğu<br />
paralarını ve kıymetli<br />
eşyalarını<br />
Bedestende<br />
saklatırlardı. Bu-<br />
Not: 1099 (1687) tarihinde zorbaların ayaklanmasında<br />
bir Yeniçeri Bedestende Şerif Ağa isminde bir<br />
Hocaki ile kavga çıkarıp Dolap adı verilen dükkanını<br />
yağma eder. Şerif Ağa bir sınğın ucuna yeşil bir bez<br />
takarak: «İhadullah, ne duruyorsunuz!» diye ortaya
33<br />
atılarak etrafı velveleye verir. Bu sırada: «Şerif Ağa<br />
Sancağı Şerif ile çıkmış» haberi yayılır, toplanan halk<br />
ağanın etrafına toplanır ve doğru Saraya giderler. Burada<br />
devJet erkanı kararı ile hakiki Sancağı ·Şerif çıkarılır,<br />
Topçubaşı, Bostancıbaşı ve diğer tarafsız subayların<br />
bu topluluğa katılması zorbaları korkutur,<br />
birkaç ileri gelenleri idam edilerek karışıklık savuşturulur.)<br />
Bedestenliler İstanbul ve civarındaki koltukçular<br />
ve oturakçılar diye anılan esnaf ile anlaşarak terekelerden,<br />
ya da · sıkışarak eşyalarını satanlardan eşyalan<br />
müzayedelerderi çok ucuza adeta kapattreasma<br />
satın almakta, sonra Çıkışma usulü ile karı aralannda<br />
paylaşmakta, büyük menfaatler sağlamakta idiler. Bedestenlilerin<br />
bu hareketleri meydana çıkınca hepsi yakalanarak<br />
İhtisap Nezaretine getirilmişler, burada sorguya<br />
çekilmişlerdir. Bedestenliler suçlarını itiraf etmek<br />
zorunda kaldılar. Bunun üzerine bir defaya malısus<br />
olmak üzere, içlerinde bir daha<br />
.<br />
böyle hareket eden<br />
olursa haber vermeye hep birlikte söz vererek birbirlerine<br />
müteselsil kefil olduklarından 1838 yılına kadar<br />
serbest bırakılmışlar ve bu durumları İstanbul Kadılığı<br />
ile bütün mahkemeler dosyasına kaydedilmişti.<br />
Büyükçarşı'nın Gebeci ve Bodrum hanları ile Sandal<br />
Bedesteni Bizans devrinden kalmadır. Mühim bir<br />
kısmı Fatih Sultan Mehmet tarafından, Bitpazarından<br />
itibaren küçük bir kısmı Sultan Beyazıt (Fatih'in oğlu<br />
1481-1512). bir kısmını da Nuruosmaniye camiini bitiren<br />
Üçüncü Osman (Saltanatı 1754-1757) tarafından<br />
yaptırılmıştır.<br />
F:3
KAŞIKÇI ESNAFI<br />
Büyükçarşı'dan Beyazıt Meydanı'na giden ve Kaşıkçılar<br />
Kapısı denilen yerde Kaşıkçı Esnafı dükkfmlan<br />
vardı. Bunlar şimşirden alelade yemek kaşıkları, hoşaf<br />
ve tatlılar için, koka, abanoz, gergedan, manda boynuzlarından,<br />
sığır tırnağından Hindistan Cevizi kabuğundan<br />
mercan ve sedef kaplı kaşıklar da yaparlardı.<br />
Sonraları Avrupa'dan madeni kaşık ve çatallar gelmeye<br />
ve halkımızın gittikçe bu cins malları kullanmaya<br />
başlamaları, yerli mallara olan rağbeti günden güne<br />
azaltmıştı. Beyazıtda Kazancılar denilen bakırcı esnafı<br />
bir dereceye kadar eski hallerini muhafaza etmekte<br />
iseler de bir müddet sonra gelmeye başlayan Avrupa<br />
çini kaplar bu mağazaları doldurduğundan esnafın<br />
yaptığı mallar da itibardan düşmeye başlamıştır.
Binbir nnlikn eşya ile be=enmiş Kapalıçarşı 'dan bir köşe.
..<br />
•<br />
o<br />
• o<br />
o o •<br />
o<br />
.<br />
Jo<br />
1<br />
,o<br />
o<br />
• o<br />
J<br />
"<br />
o<br />
·--<br />
·. _ ...<br />
.. ...<br />
o<br />
..._<br />
- o:"><br />
-<br />
...<br />
-<br />
- -<br />
-<br />
..:..::.-. .. .. .. _<br />
... ' - -<br />
) ';-- ... ' -·'<br />
,_ · -
37<br />
MtiREKKEPÇİ, ÇUBUKÇU, TESBİHCİ BALMUMCU<br />
VE İNCi SATAN ESNAF<br />
Beyazıt'ta Mürekkepçiler Kapısı denilen yerde kırk<br />
tane gedikl Mürekkepçi dükkanı vardı. Bu esnaf siyah<br />
ve kırmızı mürekkep yapardı. Avrupa'dan her türlü<br />
boya gelmeye başladıktan sonra ve bunlar çok ucuz<br />
satıldığından, hatta resmi daireler de Avrupa boyaları<br />
kullanmaya başladıklarından yerli mürekkepler rekabet<br />
edemedi.<br />
Uzunçarşı'nm bir tarafında boydan boya Kehribarcı<br />
esnafı vardı. Süslü çubuk ve cins cins tesbihler burada<br />
yapılıp satılırdı. Zenginlik bakımından bu esnafın<br />
itibarı vardı. Misk yağcılar Kapalıçarşı'da ve Uzunçarşı'nın<br />
alt tarafındaki dükkaniarda bulunurlardı.<br />
Eskiden balmumundan ağaç taklidi yaparak bunu süslerlerdi,<br />
Nahılbent denilen bu ağaçlar düğünlerde ve<br />
hatta saray düğünlerinde damat evinden gelin evine<br />
gönderilir ve Nahıl Alayları tertip edilirdi.<br />
İstanbul'da inci ticareti eskiden beri Musevilerin<br />
elinde idi. İnci istiridyesi Basra Körfezi ve Hürmüz<br />
Adası sularından ve Hindistan taraflarından getirilirdi.<br />
Yalnız bunların avianınası güçtü, çünkü bu İstiridyelerin<br />
bulunduğu denizlerde fazlaca Köpekbalığı ve<br />
diğer canavarlar bulunduğundan kolay ve çok miktarda<br />
elde edilemezdi. İnsan vücudunu süslüyen en kıymetli<br />
ve en makbulu hiç şüphesiz inciydi. Basra Körfezi<br />
ineisi Panama gibi diğerlerine üstündür. Yalnız<br />
bunların küçük olanları kıyınetten düşer. Bu yüzden<br />
kıymetleri ölçü ile takdir edilir. İncinin her rengi olur.<br />
Kıymeti de büyüklüğü ile ölçülür. Saf ve beyaz ve pen-
38<br />
be olanı makbuldür. Siyah, yeşil, lacivert ve penbeler<br />
tartılarak fiyat bulur.<br />
DOCRAMACILIK, CİLTCİLİK VE ÇİNİCİLİK<br />
Eskiden doğrarnacılık da oldukça ileri idi. Kapı<br />
ve pencere kanatları, oda tavanları, abanoz ve gümüş<br />
kaplamalar, ralıleler yapıp üzerierini sü sleyen sanatkarlar<br />
vardı. Bu gün çoğu kaybolmuştur.<br />
Döğmecilik sanatı da ilerlemek üzere idi. Süslü<br />
parmaklıklar, oymalı yaldızlı kapı takımlan, kilit ve<br />
halkalar, döğme demir işçilikleri milli sanatlarımızdandı.<br />
CiJt ve tezhip bizde eskidir. Birçok kitap ve mushafışerifler<br />
işlcnir, renkli nakışlarla süslenirdi. Bunlar<br />
sanatça çok güzel şeylerdi.<br />
Eskiden bizde çinicilik de en üstün seviyesine ulaşmıştı.<br />
Bursa'daki Çelebi Mehmed'in cami ve türbelerindeki<br />
çiniler Deli Mehmet adında bir sanatkar tarafından<br />
yapılmıştı. Üçüncü Ahmet<br />
zamanında Tekfur<br />
sarayı civarında bir çini fabrikası kurulmuş olduğunu<br />
tarihler yazar. Yakın zamanlarda Eyüp civarındaki<br />
çömlekçi esnafından bazıları soba<br />
çinileri yapmaya<br />
başlamışlardı. Hatta bu çini sobaları yapan esnafın birkaçı<br />
Sultanahmet zamanında Yıldız'da açılan çini fabkasına<br />
alınmışlardı. Çok gelişmeye mi.isait olan bu milli<br />
sanayiimizi, yeni ihtiyaçlara göre ileri<br />
götüremedik,<br />
teşvik ve himaye edemedik, tamamiyle mahvoldu.
39<br />
. ÇATMA, KİLİM VE HALI ESNAFI<br />
İ stanbul ve Bilecik tezgahlarında yapılmakta olan<br />
çatma yastıklar da milli sanayiimizin başlıcalarından<br />
idi. Bir vakitler unututmaya yüz tunnuştu. İ stanbul<br />
Hayriye tüccarlarından Ahmet ve Emin efendiler 1862<br />
tarihinde istida ile büklımete baş vurdular, bu iç sanayiimizin<br />
eski haline getirilmesi için on yıl vergiden<br />
muaf tututmasını ve çatma dokumak için Avrupa'dan<br />
getirtilecek makine ve diğer aletlerden gümrük vergisi<br />
alınmamasını istediler, Bab-ı <strong>Ali</strong>'den bu müsaade verilmesi<br />
üzerine imalat arttı.<br />
Gene İ stanbul Hayriye tüccarlarından Uşaklı Hacı<br />
Mehmet Ağa ile Gördesli Hacı Ahmet Ağa Uşak ve<br />
Gördeste halı, kilim, seccade işliyerek ucuz fiyatla satmak<br />
üzere muafiyet istelider. 1847 tarihinde bu eşyanın<br />
gümrük vergisinden muaf tutulması kararı verildi<br />
ve ülkede bu gibi işler yapmak istiyenlere de bu karar<br />
tatbik edilerek halıcılık teşvik edildi.<br />
1851 ve 1862 tarihlerinde Londra'da açılan sergiye<br />
Anadolu, Rumeli ve İ stanbul'da çıkan ürün ve sanayi<br />
mȧddelerinden birçok çeşit gönderildi. O zaman<br />
bu<br />
gibi eşya gönderenlerden çoğu, diğer devletlerden<br />
daha çok ilgi görmüşler ve imtiyaz nişanları almışlardı.<br />
Çünkü bu sergilerde teşhir edilen eşyalarda dayanıklık<br />
ve nefaset yanında ucuz olması da göz önünde<br />
tutularak Türk eşyası bu vasıflara uygun görülerek beğenilmişti.<br />
Uşak, Kula ve Gördeslilerin yaptıklan kitimleri<br />
Avrupa'lılar taklit etmek istemişlerse de muvaffak<br />
olamadıkları için bu halı ve kilimler hala makbul<br />
tutulmaktadır.
40<br />
Avrupa'dan getirilmekte olan Merinos, Lohuraki,<br />
Şalaki isimlerindeki kumaşlar Ankara ·şah ve sof'unun<br />
taklididir. Bunlar bizim Ankara şaliarı ve Sofları gibi<br />
nefis ve dayanıklı şeyler değildir.<br />
KIZLAR ÇEYİZLERİNİ KENDİ ELLERi<br />
İLE HAZlRLARDI<br />
.<br />
Eskiden İstanbul kadınları içinde yazmacı kadınlar<br />
vardı. Başları bağlamak ve elde kullanmak üzere<br />
yazma, yemeni, yorgan yüzleri yaparlardı. Çevre, uçkur,<br />
havlubaşı gergefle nakışla işlenirdi, güzel oyalar<br />
yaparlardı. Bunlar için göz nuru dökülürdü. Gene ka-<br />
.<br />
dınlanmızın iğ ile ellerinde büktükleri ince iplik, evlerde<br />
bulundurulan tezgahlarda pamukbezi, börümcek,<br />
idare, hilali isimleri ile gömleklik, donluk bezler dokurlar,<br />
kocalarma yük olmadan ihtiyaçlarını temin<br />
ederlerdi. Hele gelinlik kızlar iç çamaşırları gibi çeyizlerini<br />
kendilerinin hazırlamaları milli bir geleneğimiz<br />
halinde idi. Bugüne de pamuk bükmek şöyle dursun,<br />
iğci esnafı bile kalmadı. Direklerarasında Hacı Kamil<br />
efendinin dükkanında Gergedan ve Kokadan yapılan<br />
kahve fincanı ve zarflar, yazı takımları kaseler büyük<br />
şöhret yapmıştı. En titiz kimseler beğenirlerdi. Bugün<br />
bu da kayboldu.<br />
Bir zamanlar çubukçu esnafı da vardı. Yasemin ve<br />
kiraz ağaçlarından yaptıkları çubuklar çok makbuldü.<br />
Sonraları sigara ağızlığı yapımı başladı. Lüleci esnafı<br />
Tophane'den Kulekapısı'na kadar sıra dükkan<br />
Iarda iş görürlerdi . Sonralan bu lüleciler yaldızh kahve<br />
fincanları, su kupaları, yazı takımları gibi şeyler
41<br />
yapmaya başladılar. Bu toprak mamulatı üzerine vurduklan<br />
cilalar, hemen hemen çini cilası haline getirilmişti.<br />
Hele üzerindeki nakış'ar ne hoş şeylerdi. Lüle<br />
kullanmak kalktığı gibi, kahve fincanı, su kupası ve<br />
yazı takımları da himayesizlik Yüzündn söndü, gitti.<br />
Bıçakçı ve kılıççı esnafı da gözde idi. Hatta 1864<br />
tarihlerinde Ahmet Usta adında birinin yaptığı kılıçlar<br />
askerler arasında çok makbul tutulurdu. Ruhi<br />
Efendinin yaptığı kalemtraşlar, devlet dairelerinin her<br />
şubesinde rağbet görüyordu.<br />
Büyükçarşının hakkaklarından başka hakkakhk<br />
sanatının inceliğini Avrupa'da tahsil etmiş olan Benderoğlu<br />
Mığırdıç efendi isminde bir hünerli, yarım kırattan<br />
küçük bir yakutun ortasındaki sathın üçtebiri<br />
kadar yere tuğra kazarak Sergii Osmani'de teşhir etmiş,<br />
çok büyük takdir kazanmıştı.<br />
1863 OSMANLI SERGİSiNDE TEŞHiR EDİLEN EŞYA<br />
Osmanlı Sergisinde Çolha İmameci (1), Uzunçarşı<br />
esnafı, Muytaf, miskyağcı, işlemeci, zenneci, kahve<br />
cezvesi ve kahve değirmencisi, eğerci, abacı, marpuçcu<br />
ve bunlara benzer .esnaf takdir görmüşlerdi. İkinci<br />
Mahmud'un kahvecibaşısı iken sonradan Evkaf Nazırlığında<br />
çalışan Kani Beyin oğlu Rauf Beyin yaptığı<br />
(1) Çolha denilen esnaf İstanbul ahalisinin giydikleri<br />
gömlek ve don bezlerini dokurlardı. Sonradan halkı·<br />
mız Avrupa'dan gelen bezleri tercih ettiklerinden bun·<br />
ların yapımı tarihe karıştı.
•<br />
J<br />
, ' /rn f J<br />
1 ı 1 1<br />
ı<br />
1,. }<br />
1\<br />
1 . C) ı<br />
\ ,, ı. l<br />
.<br />
;,<br />
•<br />
••<br />
. fl
43<br />
ok (1), müderrislerden <strong>Ali</strong> Şevki Efendinin pirinçten<br />
yaptığı küre (dünya yuvarlağı) ve gene prinçten çekmece<br />
çok beğenilmişti. Bu sergi, 1863 tarihinde Sultanahmet<br />
meydanında şimdiki parkın yerinde yedibin<br />
zıra kare arsa üzerinde kurulmuştu. Serginin yapımı<br />
otuzbin İngiliz lirasına malolmuştu. Mısırlı Fazıl Mustafa<br />
Paşa, Fuat Paşa ve Nazım Jley, Azmi Bey sergi<br />
komiseri idiler. Sergide eşya teşhir edenlerin birincilerine<br />
Mecidi nişanı, ikincilere gümüş ve üçüncülere<br />
prinç madalya verilmişti.<br />
Burada teşhir edilen, Topkapı Hazinesinde bulunan<br />
kıymetli mücevherat ile saray eşyası arasında şunlar<br />
vardı:<br />
Dört köşe ve sabun kahbı biçiminde zümrüt, gene<br />
yuvarlak zümrüt ortası otuz kırat pırlanta ile süslü<br />
bir çift piruze, 280 tane büyük pırlanta ile süslü gerdanlık,<br />
ortası otuz kırat pırlanta ile süslenmiş bir gerdanlık,<br />
ortası 36 kırat pırlanta ve birçok büyük pırlantalada<br />
süslü gerdanlık, ortası yirmişer kıratlık iki<br />
büyük roze taşlarla donanmış bir gerdanhk, ortası yirmişer<br />
kıratlık pırlanta ve etrafı birçok taşlarla süslenmiş<br />
üç gerdanhk, kuş resminde pırlanta taşlarla<br />
süslü bir gerdanlık, büyük inci habbeli pırlanta ile süslü<br />
gerdanhk, ineili bir çift küpe, bir çift zümrüt habbeli<br />
pırlanta ile süslü gerdanhk, ortası elli kırat pır-<br />
(1) Bu Kani Bey, Sultan Mahmud'un emri ile (Telhisi<br />
Resaili Rimad) adı ile okçuluğa ait bir kitap yazmıştır.<br />
Oğlu Rauf Bey, Sonradan Okmeydanı Dergtihına<br />
şeyh olmuştur.
44<br />
lanta ve etrafı birçok pırlanta taşlarla süslü broş, yirmisekiz<br />
kırat bir çift peru ve küpe, ortası gök yakut<br />
ve etrafı birçok pırlanta ile süslü bilezik, ortası bü-<br />
-<br />
yük bir pırlanta ile süslü akarsu bilezik, ortası üçyüz<br />
kırat zümrüt ve etrafı pırlanta taşlarla süslü kemer,<br />
ortası büyük yakut ve etrafı birçok pırlantali kemer,<br />
ortası laal ve etrafı pırlanta kemer, gene mücevherat<br />
ile süslü kemer, fildişinden oymalı kemer, pırlantalı<br />
tarak, biri altın, diğeri gümüş üzerine üç pırlanta<br />
taç, laal, zümrüt ve .elmas ile süslü dokuz tane sorguç,<br />
zümrüt ve elmas ile süslü üç tane Hint hançeri, mercan<br />
ile süslü hançer, elmas, yakut ve zümrüt ile süslü<br />
bir ok ve yay kabı, elmas ile süslü iki eski kılıç,<br />
süslü dört tane kiraz çubuk, yeşim üzerine yakut ve<br />
elmas ile süslü iki ayna, biri yekpare yeşim, diğeri necefli<br />
iki topuz, padişah tahtının iki zümrüt askısı, biri<br />
altın üzerine yakut ve elmas ile, diğeri taşlı gergedan<br />
boynuzundan ve bir üçüncüşü yakut, elmas ve zümrüt<br />
ile süslü üç t::me yazı takımı, gümüş üzerine yakut ve<br />
laal ile süslü tas ve maşrapa, ortası zümrüt ve yakut<br />
ile süslü bir tane arabesk yazı takımı.•<br />
Bu eşya, ceviz ağacından dört köşeli ve yerli bir<br />
sehpa üzerine konmuş, dört köşesi camlı, içi güvez kadife<br />
kaplı bir dolap içinde bulunuyordu.<br />
DÖKKANLARINA ALAMET KOY AN ÇARŞI ESNAFI<br />
İstanbul esnafının çoğu öteden beri bir semtte<br />
toplanırlardı. Hasırcılar, kurukahveciler, kürkçüler,<br />
çadırcılar, bakırcılar, zahireciler, yağlıkçılar balmum-
-<br />
•<br />
•<br />
}<br />
- - -<br />
-- -<br />
- ·- ..<br />
-<br />
;:. <br />
-·-<br />
. -----<br />
- .<br />
·- .._<br />
-<br />
••<br />
--<br />
-<br />
-<br />
7<br />
- -<br />
--<br />
- -·<br />
, , .. .<br />
... .<br />
. : ·- -- ..<br />
. .<br />
. . .<br />
- ·<br />
--<br />
-·<br />
. -<br />
Yü=yıl evvelki bir seyyar satıcı tipi.
46<br />
cular, örücüler, gümüş ve altın eritip satanlar, tülbentçiler,<br />
kavaflar, sahaflar gibi. .. .<br />
Mısırçarşısı esnafı vaktiyle ilaç da satarlardı. Sılılıiye<br />
Dairesi son zamanlarda ilaç satışlarını sınırladı.<br />
Bıi çarşıdaki dükkaniara ufak bir gemi modeli, bir devekuşu<br />
yumurtası, bir fener, bir püskül gibi işaretler<br />
koyarlardı. Yakın zamana kadar Büyük Çarşı esnafı,<br />
Beyazıt'taki dükkancılar da bu gibi işaretleri koyarlardı.<br />
Bunların sebebi, mesela bir adam Mısırçarşısında<br />
bir şey alır da, aldığı şey iyi çıkarsa, nereden aldın diyenlere;<br />
«Mısırçarşısında fenerli, veya yumurtalı dükkandan»<br />
diyebilmek içindi.<br />
Mısırçarşısı, Yeni Cami'in kurucusu Turhan Valide<br />
Sultan tarafından makas biçiminde Yeni Cami mimarı<br />
Kasım Ağaya yaptırılmıştır. Bu çarşı ve cami yeri<br />
Bizans zamanında Musevilerin semti idi. Museviler<br />
çarşı yaptınldıktan sonra kaldırılıp Hasköy'e götürüldüler.<br />
Rivayete göre, Valide Sultanın bu çarşıyı yaptırması<br />
cami imam, müezzin ve hademelerinin Mısırçarşısında<br />
satılan attariye eşyası ile geçindirilmeleri içindi.<br />
Dükkanlar vakıftı. Çarşıda satılan eşyanın hepsi<br />
vaktiyle Mısır'dan getirildiği için· Mısırçarşısı ismi verilmişti.<br />
***<br />
Beyazıt etrafındaki Kökçülerkapısı da vaktiyle<br />
meşhurdu. Bu Kökçüler, şimdiki eczacılann yerine geçerdi.<br />
Doktorlar ilaçlarını burada yaptırırlardı. Kökçüler<br />
kendilerine lazım olan otları .İ stanbul civarın-<br />
•<br />
n
47<br />
dan, İ zmit, Bursa ve diğer yerlerden getirtirlerdi. Yaralar<br />
ve çıbanlar için türlü ilaç bulunurdu.<br />
İ laçlan<br />
(Nüzhetülebdan fi tercümei afiyet) kitabından yaparlarmış<br />
...<br />
DİŞ ÇEKEN BERBERLERE VERiLEN<br />
iZiNNAMELER<br />
Eskiden kan almak, diş çıkarmak berber esnafı.<br />
na aitti. Bu sanatta ihtisası olanlara Saray Başhekimi<br />
izinname verirdi. Bunlardan birer örnek verelim:<br />
İzinname<br />
« İ stanbul'da Mahmutpaşa'da Sultan Odaları karşısında<br />
dükkanı olan ve diş çıkarmakta bulunan Aleksan'a<br />
bu sanatlarda mahareti olduğundan tarafımızdan<br />
izin ve ruhsat verilmiştir. Irz ve edebi ile sanatından<br />
başka işle meşgul olmazsa tarafımızdan ve başka kimse<br />
tarafından müdahale edilmeyecek.<br />
Fese alarnet takma Jzni<br />
Mahmutpaşa civarında Sultan Odalarında berber<br />
Aleksan oğlu Lutfi, kan almak ve sülük yapıştırmak ve<br />
diş çıkarmakta mahareti olduğundan fesine cerrah aleti<br />
olan (kerpeten) işareti takınasma izin<br />
verilmiştir.<br />
Gerektir, bu sanattan başka sanata girmeyerek ırz ve<br />
edebiyle olduğu halde kimse tarafından müdahale edilmeye<br />
1810.<br />
***<br />
Yukardan beri anlattığımız gibi İ stanbul'un fethinden<br />
Ondokuzuncu Yüzyıl ortalarına kadar, İ stanbul'u-
.<br />
•<br />
'V \<br />
1 1<br />
1<br />
'<br />
,.<br />
·, ı<br />
' 1<br />
. ı<br />
1<br />
1<br />
ı<br />
.<br />
• •<br />
ı<br />
ı<br />
•<br />
ı<br />
1<br />
'<br />
.!:;<br />
<br />
·<br />
-!::'<br />
. !:;<br />
..ı::
49<br />
muzun sanat ve ticareti bugüne göre çok üstündü. Bu<br />
J1Un pek mühim kısmı sarıklı, çuha şalvarlı ağa babalarımızın<br />
elinde idi. Vezirlerin, devlet büyüklerinin,<br />
zenginlerin ve halkın bütün ihtiyaçlarını<br />
biraz kaba<br />
da olsa yerli mallarla karşılıyorlardı. Tanzimatm ilan<br />
edilmesiyle Osmanlı Hükumeti bir değişikliğe uğradı.<br />
1840 tarihinde Avrupa devletleriyle ticaret anlaşmaları<br />
yapıldı. Kırım muharebesi yüzünden temaslar çoğaldı;<br />
halkımııda Batı medeniyetine bir temayül hasıl oldu.<br />
Galata ve İ stanbul ticarethaneleri yabancılara geçti:<br />
Hayriye Tüccan adını bilen kalmadı. Rağbetsizlikten<br />
ve zamanın ihtiyacına göre uyduramadığımız sanayiimiz,<br />
inkıraza uğradı. T e zgahlar kaldırıldı. i malat yerleri<br />
kapandı. Gerçi, elli - altmış yıl önce Islahı Sanayi<br />
Komisyonu adıyle bir kurul, bazı ıslahat yaptıysa da,<br />
o da türlü sebeplerden dolayı başarılı olamadı. En sonunda,<br />
şu bildiğimiz hale geldi.<br />
İSTANBUL SOKAKLARI NASIL TEMİZLENİRDİ?<br />
Gerek dükkancılık ve gerek gezgincilik suretiyle ticaret<br />
yapan esnafın belediyeye karşı sorumlulukları ve<br />
bunlar hakkında vaktiyle Şehremini (Belediye Reisi)<br />
Hüseyin Bey tarafından verilen cezalardan bir parça<br />
bal;ı.sedeyim. Eskiden, şimdiki gibi temizlik işleri yoktu.<br />
Herkes ev, dükkan ve mağazaların önünde biriken<br />
süprüntüleri süpürüp, çöpçü denilen süprüntücülere<br />
ücret karşılığı kaldırtmak mecburiyetinde idiler. Bel'ediye<br />
kavasları, bütün gün şehri dolaşıp temizlik işlerini<br />
kontrol ederlerdi. Halbuki mahalle aralarında, çamurlu<br />
ve çapraşık sokaklarda, yarık yıkık duvarların<br />
F:4
so<br />
diplerinde yaz kış mezbelelik eksik olmazdı. Buraları<br />
}(edi, köpek, fare leşleri ile dolu idi. İşte mahalle arasındaki·<br />
sokaklar bu halde iken belediye ka vasları yalnız<br />
çarşı ve pazarlarda dolaşır, dükkfmcıları cezalandırırlardı.<br />
Bütün yiyecek maddeleri narha tabi olduğundan,<br />
narhtan fazla satanlar ceza görürlerdi. Gerek bunlar,<br />
gerek halkın gelip geçmesine engel olacak şekilde sokaklara<br />
küfe ve işporta tablalarını koyarak satıcılık<br />
yapanlar, yakalanarak belediyeye getirilir, alt katta<br />
tahta parmaklıklarla ayrılmış toprak bir odaya tıkılırlar,<br />
geceyi orada geçirirlerdi.<br />
Kavasların okuyup yazması olmadığından esnafın<br />
kabahatleri kavasların verdikleri bilgi üzerine tomruk<br />
katipleri tarafından birer kağıda yazılırdı. İkinci günü<br />
Belediye Reisi Hüseyin Bey dört çifte kayığiyle gelip<br />
köprü. başındaki iskelesine çıkardı. (Eskiden Emanet<br />
Dairesi köErÜ başında olduğu için bu yere de Eminönü<br />
denmişti) İskeleden dairenin kapısına kadar, iki sıra<br />
diziimiş kavasların arasından sağa sola selam vererek<br />
geçen Hüseyin Bey, alt katta, konulan koltuk sandalyesinde<br />
otururdu. Esnaf kalemi memurlan, kavasbaşı<br />
ve maiyeti karşısında el - pençe divan dururla.rdı. Hüseyin<br />
Beyin işareti üzerine kağıt okunınaya başlanırdı.<br />
(Köfteci Hüseyin, üzümün okkasinı narhtan beş pa<br />
'ra fazlasından satmış) denir, Şehremini Bey (Beş gün)<br />
emrini verir, kavaslardan biri herifi tuttuğu gibi hapse<br />
atardı. Arkasından öbür kağıtlar okunur ve cezalar<br />
tayin edilirdi. Şayet ceza görenlerden biri verilen cezaya<br />
itiraz edecek olursa ceza bir misli arttırılırdı.<br />
Çünkü hükümetin emrine karşı gelmiş sayıhrdı.<br />
·
sı<br />
MERKEP YÜKÜNÜ SAHİBİNE YÜKLEYEN<br />
BELEDiYE BAŞKANI<br />
Hüseyin Bey ekseriya teftişe çıkardı. Hüseyin Bey<br />
teftişe çıkmış, Mahmutpaşa tarafından geliyormuş, sözü<br />
duyulur duyulmaz, ne kadar küfeci, işportacı gibi<br />
gezginci esnaf varsa hepsi çil yavrusu gibi dağılır bir<br />
tarafa gizleJ!irdi. Hele dükkfmcılar tirtir titrerlerdi. Hüseyin<br />
Bey bir gün gene teftişe çıkmış. Edirnekapısı civarında<br />
iki Çuval yüklü bir merkebi bir tarafa bağlı<br />
görmüş , sah_ibini sormuş. Aramışlar, herifi bir kahvede<br />
bulmuşlar. Kaldırıp huzuruna getirmişler. Sorgusunda,<br />
sur dışındaki köylerden birinden yarım saat ev<br />
vel geldiğini, kahve, çubuk içmek· ve biraz yorgunluk<br />
almak için hayvanı bağlayip kahveye girdiğini söylemiş.<br />
Hüseyin Beyin verdiği emirle hayvanın sırtından<br />
çuvallar alınır ve boynuna bir torba yem takılır. Sonra<br />
bu iki çuval, sahibinin sırtına yükletilir, oraya bağlanır.<br />
Yük bir insanın kaldıramayacağı ağırlıkta olduğu<br />
için herif yalvarmaya başlar, ağlar, sızlar, bağınr,<br />
kimse kulak asmaz, hayvan torbadaki yemi yeyip bi·<br />
tirineeye kadar çuvallar adamın sırtında bağlı kalır.<br />
Hüseyin Bey, daha bu gibi birçok cezalar verir, esnaf<br />
takımının insafsızlıklarına meydan vermez, nerede bir<br />
yolsuzluk görse önünü alır ve şehir halkı da memnun<br />
olurdu.<br />
İSTANBUL TABAK<strong>HANE</strong>LERİ<br />
Tabak esnafı, vaktiyle zenginlikçe diğer esnaftan<br />
çok üstündüler. İstanbul'da bulunan tabakhaneler
52<br />
Eyüp, Kasımpaşa, Topha11:e, Ü sküdar, Yedikule semtlerinde<br />
idi. Her semtte<br />
onbeş yirmi gedikli dükkfm<br />
vardı. Bu dükkaniarın her biri birer fabrika -halinde<br />
ikişer üçer katlı büyük binalardı. Her dükkan bir ustanın<br />
idaresinde idi. Her birinde bostan kuyusu büyüklünde<br />
kuyular; büyük kazanlar ve aletler bulunurdu.<br />
Çırak ve kalfalar onar, onbeşer işçilerle sabahın<br />
erken saatlerinde işe başlar, akşama kadar durmadan<br />
çalışırlardı. Her tabakhanenin hayvanla taşınır birer<br />
değirmenleri bulunur, burada palam
53<br />
verilmiş olan gedik imtiyazının eskisi gibi verilmesine<br />
J<br />
karar vermiş, yalnız ayrı ayrı çalışmalanna müsaade<br />
edilmeyerek, bütün esnaf birleştirilerek bir şirket kurulmuş,<br />
ikibin hisselik ve her hisse beşer tane yüzlük<br />
Osmanlı altını ile alınmak üzere onbin altın sermayeli<br />
(Şirketi Debbağiye) kurulmuştu. 30 maddelik bir nizamname<br />
ile işe başlandı. Bu kolaylık ve teşvik sonunda<br />
az zamanda iş gelişti. hatta Avrupa ayarında mal<br />
yapıldığından şirketin itibarı arttı, devrin büyük dev·<br />
let adamları bile hisse senetleri almak suretiyle teşvikte<br />
devam ettiler. Tıp öğrencilerinden birkaçı Avrupa'ya<br />
gönderilerek okutuldu, bu öğrenciler döndüklerinde<br />
o tarihlerde Beykoz'da açılan askeri tabakhanede<br />
çalıştırıldılar.<br />
Tabak esnafının böylece himaye görmesinden sonra,<br />
onların yarnakları hükmünde olan güderici, tirşeci,<br />
meşin ve köseleci esnafı da intizama bağlandı. Fakat<br />
bu esnafın yaşaması yukarıda da söylediğimiz gibi gedikler<br />
imtiyazının muhafazasına bağlı bulunduğu için,<br />
bu imtiyaza ehemmiyet verilmemesi yüzünden gene iş- ·<br />
leri bozuldu, şirket dağıldı, şirketin dağılmasından sonra<br />
tek başlarına bu sanatı yürütmek isteyenler de şehir<br />
içinde tabakhanelerin sağlığa zararlı olduğu gerekçesiyle<br />
kaldırılması üzerine, bir kısmı Yedikule dışına<br />
nakledilerek şehir içindeki atölyeler yok oldu.<br />
SARAÇLAR<br />
Saraçiarın Tabak esnafı ile bir tutulmaları dolayısı<br />
ile Tabaklar hakkında alınan tedbir sırasında Saraçlar<br />
da gözönünde tutulmuş bulunuyordu. Bu yüzden
54<br />
saraç eşyalarımız arasında Avrupa işlerine yakın el<br />
çantaları, hayvan takımları yapımında hayli ilerlemeler<br />
görülmüştü. Yukanda bahsettiğimiz Tabaklar Şirketi<br />
dağıldıktan sonra Saraçlar da sarsılmışlar, bu arada<br />
Saraçhane de yanmıştı. Şimdi $urada burada bazı saraç<br />
dükkaniarı görülmekte ve bazı eşyalr yapılmaktadır.<br />
SİMKEŞLER<br />
Dediğim tarihlerde intizama alınan esnafın biri de<br />
Simkeşhane Esnafı (1) idi. Simkeşhane Koska'da Ernetuilah<br />
Başkadın Efendi tarafından kurulmuştu. Mescidi,<br />
sebili ve çeşmesi de vardı.<br />
Emetullah Başkadın Efendi, her yıl Mevlut okunmasını<br />
da vasiyet etmiş, vakfa bağlamıştı. O gün, bü·<br />
yük avluya Otağ kurulur, Simkeşhane Emini tarafmdan<br />
davet edilen ulema, şeyhler ve esnaf öğle yemeğinden<br />
sonra Mevlutta bulunurdu. Bu törenler 1835 ydlarına<br />
kadar devam etti.<br />
Esnafın ıslahını ele alan komisyon, Simkeşlerl.e ilgisi<br />
bulunan altın vaı:akçı esnafını da Tiryaki Çarşısmdan<br />
Simkeşhaneye getirerek burada çalışmasını sağladı.<br />
Bundan soriradır lci, Hazine hesabına son derece<br />
has ve halis olmak üzere san ve beyaz tellerle sırma<br />
(1) Simkeşhane, gümüş ve sırma işleyenler ... Bu sanat,<br />
devlet emrinde idi. İlk Simkeşhane Çarşıkapı'da idi.<br />
Şimdi Koska'da onanlmakta olan Siinkeşhane 1716'<br />
da burada bulunan Darphanenin kaldırılması üzerine<br />
kurulmuştu (N.A.B.)
*SS<br />
klaptan resmi elbiseler, kordon ve püsküller, apqlet,<br />
gaytan ve bükme şeritler -yapılmaya başlandı. Bunlar<br />
büyük rağbet gördü. Altın varakçı esnafı da altın ·ve<br />
gümüş varakların yapımını son derece geliştirdiler.<br />
SOnraları türlü sebeplerle bu iki esnaf da söndü. Bunun<br />
sebebini sanatkarlar da düşünemediler, gerek hükumet<br />
gerek sanatkarlar sanatın değerini bilmediler, geliştirmeye<br />
önem vermediler. Sanatkarlar sanatları ile geçinemediklerinden<br />
çocuklarını devlet dairelerine yerleştirmeye<br />
başladılar, sanat da tamamiyle inkıraz buldu.<br />
TUZCULAR<br />
İstanbul'da bulunan gedikli esnafın önemlilerinden<br />
biri de Tuzcu Esnafı idi. Bu esnaf devlet tarafından<br />
tayin edilmiş bir Tuz Emini'nin idaresinde idi. Kırk tane<br />
gedikli dükkandan ibaretti. İstanbul'da tuz satmak<br />
hakkı bunlara verilmişti. Yelken gemileri ile İstanbul'a<br />
gelen tüccarlar · tuzları bunlardan alırlardı.<br />
1861 tarihinde Istanbul ve bütün Osmanlı ülkesinde<br />
tuz satma Tekele alındı. Bunun sebebi de İstanbul'a<br />
kaçak ve tezkeresiz ecnebi ve yerli tuzun piyasaya sevkedilerek<br />
dükkaniarda gizlice satılması idi. Fırınlarda<br />
kurotulup çekilen tuzlar kaçak tuzlardan ayırd edilemiyordu.<br />
Bunun üzerine tuzun kurutulması imtiyazı<br />
birkaç fırına verildi, bunları satmak da gedikli dükkaniara<br />
bırakıldı. Buna riayet etmeyenler için çok ağır<br />
cezalar konuldu.<br />
Bilindiği gibi memlehalar.dan İstanbul'a getirilen<br />
tuzlar iki türlü harcanırdı. Biri tabaklar, fınncılar . ,
56<br />
balık tuzlayıcılar ve ham dericiler esnafının kullandığı<br />
tuz idi ki, bunlar fırınlarda kuru'tulur, çektirildikten ·<br />
sonra satılırdı. Bir de tuz tekeli olmadan sofralarda<br />
şişeler içinde kullanılan ince Avrupa tuz vardı ki, halk<br />
buna alışmıştı. Bunların İstanbul'da yapımı tecrübe<br />
edildi ve istenen sonuç alındığından ayni tuzdan yanmşar<br />
okka, gene şişelerde satılır tuz yapıldı. Şişelere<br />
yirmi paralık bandrol pulu yapıştınlıyor, gene gedikli<br />
dükkl:mlar tarafından satılıyordu.<br />
Tuz tekele alındıktan sonra İstanbul ahalisinin<br />
muhtaç olduğu tuzun sağlanması için esnafın memlehalardan<br />
vaktiyle tuz getirmeyip halkı sıkıntıya düşürmemesi<br />
için memlehalardan devlet hesabına tuz<br />
getirilerek Kasımpaşa'daki devlet arnbarianna kondu,<br />
buradan esnafa dağıtıldı.<br />
Bu arada bandrollü şişe satışında hazineyi zarara<br />
sokacak durumlar doğduğu görüldüğünden, gedik usulü<br />
kaldırıldı, şişelerdeki bandrol mecburiyeti baki kalmak<br />
üzere tuz satma serbest bırakıldL<br />
BALlKÇlLAR<br />
Dalyan, voli, iğrip yerlerinde kayıklarla balık ve diğer<br />
deniz ürünleri aviayıp . Balıkhanede satan roadrabazların<br />
gediksizleri her yıl yüz elli kuruş tezkere harcı<br />
verdikleri halde gedikli madrabazlann verdikleri<br />
yedi buçuk kuruştu. Gedikli taze balıkçı esnafı midye,<br />
istiridye gibi deniz mahsüllerinin deniz altındaki tarialanna<br />
el koymuşlardı. Bu tarlalar Samatya'dan Rumeli<br />
Kavağı, Fenerbahçe'den Anadolu Kavaı kıyısına kadar<br />
dokuz yerdi. Bu gedikli balıkçılardan başkası ka-
uklu deniz mahsülü avlayamaz ve satamazdı. Avianan<br />
yabancı da olsa beş liradan yirmi beş liraya kadar ceza<br />
öderdi. Bunlara Gedikli Tazeci Esnafı da derlerdi.<br />
Ondahkçı adı verilen adamları vasıtası ile de aviadıkları<br />
mahsülü sattırab.iliyorlardı.<br />
İstanbul ve Galata Balık Pazarlarındaki havyarcılar<br />
her gün Balık Pazarına gelen balıklardan tuzlamaya<br />
elverişli olanları müzayededen alır, otuz bir gün<br />
sonra parasını öderlerdi. Taze balık alıp satan gedikli<br />
balıkçılar ise balıkları bir haftalığına veresiye alabiliyorlardı.<br />
Böylece sermayelerinin kat kat üstünde<br />
iş yapabiliyorlardı.<br />
57<br />
KASAPLAR<br />
Eskiden kasaparın hepsi gedikli idi. Bunlardan<br />
başkası et alıp satamazdı. Şehir içinde satılan etler<br />
narha tabi idi. Bu gedikli kasaptarın dükkaniarı içinde<br />
hususi lağım vardı. Geniş bir mezbaha, ayrı kapısı<br />
ve kuyusu olan aynca bir salhane bulunur, b uralar<br />
sık sık İstanbul Kadıliğınca ve İhtisap Nezaretince teftiş<br />
edilir, kayıtlan tutulurdu. Etin yağlı olmasına, zayıf<br />
hayvan bulundurulmamasına, ayarı bozuk terazi<br />
kullanılmamasına, etin üzerinde ciğer, bağırsak ve posteki<br />
parçaları, içyağı gibi şeyler bırakılmamasına dikkat<br />
edilir, bu yasağa uymayanlar cezalandırılırlardı.<br />
Etin daha bol ve ucuz bulunması için gedikler feshedildi<br />
ve et satmak serbest bırakıldı. Hatta, Belediye<br />
1861 tarihinde Eminönü'nde barakalar kurdurdu, semiz<br />
etin okkasını kırk para noksanına satmak üzere<br />
iki sene müddetle ihaleye çıkardı. Sonraları sur içinde
58<br />
salhane açılması yasak edildi, gerek esnaf ve gerek<br />
halk Yedikule dışında kurulan salhanelerde hayvan kesimine<br />
başladılar. Bu arada kasap dükkanı açacak<br />
olanlara Belediyece bir mahzuru olmadığı anlaşıldıktan<br />
sonra ruhsat verildi. Celeplerden mühim miktarda<br />
koyun satın alınarak etin Tekel altına alınması gibi<br />
ihtikara meydan veren durumun önüne geçilmesi düşUncesiyle<br />
de narh kaldınldı.<br />
Karaman, Osmancık, Türkman, Mıhahç taraflarından<br />
ve Rumeliden İstanbul'a gönderilen koyunlardan<br />
başka zenginler İstanbul civanndaki çiftliklerinden de<br />
şehre koyun ve keçi getirmeye başladılar. Askerlerin<br />
tayını için lüzumlu hayvanın çoğu lstranca . meralarındaki<br />
beylik mandıralardan getirilerek Yedikule Mezbahasında<br />
kesilip dağıtılınaya başlandı.<br />
.<br />
Yedikule'den Etmeydanı (Sultanahmet Meydanı) na<br />
et getiren Yeniçeri Seğirdim ustalannın beygirleri ()nünden<br />
geçen bir ihtiyar müslümanı dövmelerinden dolayı<br />
onu koruyan bir imaını ve imama yardım edenleri<br />
yakalayıp Sekbanbaşıya (1) götürmüşler ve idamlannı<br />
istemişler. Bir türlü bu isteğin önüne geçHememiş ve<br />
•<br />
zavallılan öldürmüşler. Yeniçeriterin inanışiarına göre<br />
et taşıyan beygirlerin önünden geçmek uğursuzluk<br />
sayıhyormuş.<br />
(ı)<br />
Yeniçeri Ağasından sonra gelen amir. Yeniçeri O ca·<br />
ğının 65'inci cemaat ortasını teşkil eden sekbanların<br />
kumandanı. (N.A.B.)
59<br />
MUMCULAR<br />
Eskiden saraylarda ve zengin konaklannda balmumu<br />
ve halk evlerinde yağ mumu yakıldığı için, mum<br />
döküp satan mumcu esnafı vardı. Bu esnaf, devlet tarafından<br />
tayin edilmiş Şem'ahane Emini tarafından<br />
idare edilirdi. Bu makam damgası ile damgalanmamış<br />
mum satanlar cezalandırılırdı. Sonraları saray ve konaklarda<br />
Avrupa'dan· gelen lspermeçet mumu kullanılmaya<br />
başlayınca 1863 yılında Beykoz'da bir lsper<br />
eçet fabrikası kuruldu.<br />
KAHYALAR<br />
.<br />
Vaktiyle Enderun Ağaları (1) emektarları Zeamet<br />
(2), Tirnar (3), Mukataa (4) gibi şeylerle vazifeden ayrılan<br />
kimselerle, Teberdaran denilen Baltacılar ve bunlara<br />
benzer saray hademeleri esnaf kahyalıklarına tayin<br />
edilirlerdi. Bunlar Bahçıvanlar Kahyası, Balık avcıları<br />
Kahyası, Tülbentçiler Kahyası, Galata ve İstanbul<br />
Gümrükleri Hammalbaşılığı gibi vazifelerdi.<br />
(1) Enderun: Topkapı Sarayında<br />
Üçüncü Kapı'dan sonra gelen<br />
eğitim merkezi idi. (N.A.B.)<br />
Babüssaade denilen<br />
kısım ki, burası bir<br />
(2) Zeamet: Geliri en az yirmibin ve ençok 99,999 akçe<br />
olan toprak dirliği. Bu, büyük hizmetler karşılığı ve·<br />
rilirdi. (N.A.B.)<br />
(3) Timar: Yılda 20.000 akçeden az geliri olan toprak sa·<br />
hipleri. ( N.A.B.)<br />
(4) Mukataa: Hazineye ait bir gelirin muayyen bir be·<br />
del ile verilmesi. (N.A.B.)
60<br />
Bahçıvanlar Kahyası terağı yapılan bahçe veya bostanın<br />
devletçe alınan harçlardan başka yüzde dört harç,<br />
yüzde bir oda (1) ve yüzde bir ustalara şerhetlik ki,<br />
yüzde altı aidat alırdı. Balıkçılar, balık avlı yanlann<br />
büklımete verdikleri yedibuçuk kuruş tezkere harcı<br />
dışında ikibuçuk kuruş da Kahyaya verirlerdi. Kahyalar<br />
ayrıca Balıkhaneden beşyüz kuruş maaş alırlardı.<br />
Gümrük hamallarının da bunlara benzer kazançları<br />
vardı.<br />
ZAHİRE VE ALICILARI<br />
Üçüncü Selim zamanında İstanbul ahalisinin ekmek<br />
ihtiyacını karşılamak ve devlet dairelerinin ihtiyaçlarını<br />
sağlamak için bir Zahire Nezareti kurulmuştu.<br />
Bu Nezaretin, taşradan zamanında ucuz zahire satın<br />
alan mübayaacıları vardı. Bunlar Unkapanındaki<br />
Kapan Naibine bağlı idiler. Satın alınan zahire tüccarlar<br />
arasında bir. davaya sebebiyet verirse, Kapan<br />
Naibi davayı görürdü. Mübayaacıların getirdikleri Za<br />
•<br />
hire Üsküdar'da Paşa Limanında, sonraları Kasımpa<br />
şa'da İskele civarında kurulan büyük ambarlarda muhafaza<br />
edilirdi ki, her zaman buralarda şehrin bir yıllık<br />
ihtiyacını karşılayacak zahire bulunurdu.<br />
Bu mübayaacıların köylüye envaı zulüm yaptığı şikayetlerden<br />
öğrenilmiş ve 1840 yılında Avrupa devletleri<br />
ile ticaret anlaşmaları yapıldığından Mübayaacılık<br />
tamamiyle kaldırıldı, herkes mahsulünün vergisini<br />
(1) Oda: Koğuş ve kışla. (N.A.B.)
61<br />
verdikten sonra serbest bırakıldı. Tekelden satın ahnmakta<br />
iken devlet senede yetmiş bin kese menfaat sağladığı<br />
halde ticareti serbest bırakmak için bu varidatı<br />
'<br />
feda etti.<br />
Ticaret işleri mahkemelerde görülmeye başladıktan<br />
sonra da Unkapanı'ndaki naiplik kaldır.ıldı. 1840<br />
yılında zahire satın alma usulü kaldırıldıktan<br />
sonra<br />
62<br />
·•4•<br />
Bakanlığı kuruldu.<br />
Ziraatimizden, ormanlarımızdan,<br />
madenlerimizden faydalanmak üzere mütehassıslar ye.<br />
tiştirilmeye geçildi.<br />
İstanbul suru içinde ve dışında, Üsküdar, Eyüp,<br />
Kasımpaşa ve Boğaziçi çevresinde ve mahalle araların·<br />
da bile bostanlar vardı. Bu bostanlarda külliyeıli sebze<br />
ve meyve yetiştirilirdi. Bu mahsul şehirlinin ihtiyacını<br />
karşıladıktan başka dışarı da gönderilirdi. Eyüp bostanlarında<br />
okka gülü yetiştirilir, gül mevsiminde Eyüp<br />
civarında Yavedut semtinde şafakla başlıyan gül pazarı<br />
kurulurdu. Mevsim müddetince pazar işlerdi. Eskiden<br />
beri İstanbul'un taze meyve pazarı vardı. Bu pazara<br />
devlet tarafından tayin edilen Pazarbaşı bakardı. İstan·<br />
bul'umuzun başlıca mey velerinden biri de üzümdü.<br />
Çamlıcalar, Bulgurlu ve Erenköy çevresindeki bağlarda<br />
nefis üzüm yetiştirilir ve bunların çoğu sofra üzümü<br />
olarak çarşı pazarda satılırdı. Hele bu bağların<br />
çavuş üzümleri nefaset itibarı ile bütün dünyada yeti·<br />
şenlerin en lezzetlisi idi. Rumeli tarafının da Yapıncak<br />
üzümü son derece nefis ve boldu. Filoksera hastalığı<br />
bağlarımızın çoğunu harap etti.<br />
Kiraz, vişne, incir, dut ağaçları bağları bezernekte<br />
idi. Bunlar da kurudu, mahvoldu, bağlar tarla halint:<br />
geldi. Yakın vakitlere kadar birçok bahçe ve ağaç meraklılarımız<br />
vardı. Evlerinin idaresine yetecek sebzeleri,<br />
aşı gülleri, nefis meyve ağaçları yedştirir ve bunları<br />
kendileri aşılarlardı. Her mevsim reçel, şurup,<br />
tatlı kaynatılırdı. Bu meraklılar da kalmadı.<br />
Eskiden Eyüp ve Bahariye bahçelerinde menekşe,<br />
Jale, sünbül ve Bahariye sırtlarında fulya yetiştirilir,
63<br />
tatlı ve şurup kaynalırmak üzere şekerci esnafı tarafından<br />
sa tın alınırdı.<br />
NARH<br />
Taze yenmek. üzere pazar yerine getirilen her türlü<br />
meyve ile sebzelere narli konur, perakendeci esnaf<br />
bu narh üzerinden karını koyup satardı. Fakat narha<br />
ne kadar dikkat edilse tesiri görülemiyor, zararın çoğu<br />
bağcı ve bahçıvanlara, bir kısmı da şehirliye oluyor,<br />
şatıçılar kar ediyorlardı. Narbın fayda vermediği anlaşılınca<br />
1864 tarihinde bütün satışlar serbest bırakıldı<br />
ve narh kaldırıldı.<br />
İstanbul'da esnafımızın sattıkları meyve ve sebzeye<br />
narh konularak kıymetinden fazlaya sattınlmaması<br />
halkımızın menfaatine düşünülmüş ve eski vakitlerde<br />
bu usule büyük önem verilmiş, narha bakmak işi İstanbul<br />
Kadılığı ve İhtisap Nezareti memurlarının birinci<br />
vazifeleri arasına alınmıştı. Sonraları hakikatın<br />
bu merkezde olmadığı anlaşılmıştır. Çünkü bir memlekette<br />
satılık eşyaya narh vermek ve tayin olunan fiyattan<br />
fazlaya satılmasıılı men etmek, o eşyayı kayd<br />
ve şart altına koymak demek ve halka faydalı olacağı<br />
düşünülmüş ve faydalı da olmuş bulunmasına rağmen,<br />
o zaman ile bu zaman arasındaki fark, imkanların genişlemesi<br />
ile meydana çıkmıştır. Eskiden, şimdiki gibi<br />
ticareti kolaylaştıracak yollar olmadığından halk elindeki<br />
malı olduğu yerde satmaya mecburdu. Nakil kolaylığı<br />
artınca ve narh, belirli bir fiyattan fazlaya sattırmayınca,<br />
mal sahibi malını dilediği yere götürüp sattabileceğinden,<br />
malın ardı kesilecektir. Bu suretle nar-
•<br />
•
65<br />
lun bir parça faydası olsa bile, sonralan zararlı olacağı<br />
tecrübe ile meydana çıkması üzerine zamanın icabatma<br />
uyularak narh kaldırılmıştır.<br />
Önceleri İstanbul ahalisinin ihtiyaçlarını ehven tedarik<br />
etmesi için narh ne kadar faydalı olmuşsa, sonraları<br />
narbın kaldırılması bu faydayı sağlamıştır.<br />
· Narh usulü kaldırıldıktan sonra lstanbul'umuza her<br />
taraftan eşya dökülüp gelmiş, ve ucuzluk başlamıştır.<br />
P: 5
Tiryaki Çarşısı Tiryakller Hayab<br />
Tiryaki Çarşısı çok eskidir. Bu çarşı cİ a bulunan<br />
dülekAnlar şimdiki gibi birkaç harap kahvehaneden ibaret<br />
deildi. Vaktiyle muşamba feneı:ciler, divitçiler,<br />
altın varakçı esnafı da bu Çarşıda sanatlarını icra ederlerdi.<br />
Zenci, köle ve cariyelerin satıldıkları esir pazarı<br />
da bu çarşıdaydı.<br />
MUŞAMBA FENERCİLER:<br />
Eskiden sokaklarımız şimdiki gibi havagazı. ve<br />
elektrikle aydınlatılmıyordu. Fenersiz gezmek de yasak<br />
olduğundan geceleri sokağa çıkan "'herkes fener<br />
taşımağa mecburdu. Fenerler iki türlü idi. Biri çerçeveli<br />
cam fener, diğeri de muşamba fenerlerdi. Cam<br />
fenerleri. ekseriya bahçelerde, avlularda, sokak kapılarında<br />
ve dükkaniarda münasip yerlere asmak suretiyle<br />
kullanırlar, sokaklarda dolaşırken ç_ok kişi muşamba<br />
fener kullanırdı. Bunlar da üç türlü yapılırdı. Büyükleri<br />
bazı vezirler ve ulu kişilerin geceleri bir yere gidişlerinde,<br />
bindikleri hayvanların ön iİ nde yürüyen seyisler<br />
taşırlardı. Orta boylarını, yin e' gidişlerinde konak<br />
uşakları, önlerinden yürüyerek taşırlardı. Halk tabakası<br />
ise bizzat taşıdıkları için muşamba fenerierin<br />
ufaklarını seçerlerdi, bunlar ioabında cepte de taşınırdı.
68<br />
Latife kabilinden bu muşamba fener bahsinde şunu<br />
da kaydedelim: İtibarlı dostlanından bir zatın biz.<br />
metkarlarından bir hödüğe efendisi muşamba fenerin<br />
kirini gösterir ve temizlemesini tenbih eder, o birşeyden<br />
haberi olmayan hödük de su ısıtır ve feneri suyun<br />
içine sokarak sabunla bir güzel yıkar, birde bakar ki<br />
muşamba fener bir bez yığını halinde sudan çıkar. Ertesi<br />
gün ben o zatın konağına gittiğimde kimini hiddetli<br />
kimini de güler yüzlü görünce sebebini sotup öğrendim<br />
ve ben de gülrnekten kendimi alamadım.<br />
Bir de muşamba kağıttan yapılan fenerler vardı<br />
ki, bunlar mahalle bakkallannda satılırdı. Bunları ekseriya<br />
ayak takımından geceleri sokakta gezenler ve<br />
bilhassa meyhanelerde akşamcılık edenler kullanırlar- ·<br />
dı. Mahalle çocuklarının Ramazanlarda ve mübarek gecelere<br />
fener kapmak yağınacılıklan da bu kağıt fenerlere<br />
münhasır gj.iydi. Sonraları sokaklar havagazı<br />
ile aydınlattidığından muşamba feneriere ihtiyaç kalmadı<br />
ve bunları yapıp satan esnaf da dağıldı . .<br />
DİVİDCİ ESNAFI<br />
Divitler kalem, kalemtraş, Makta (üzerinde kamış<br />
kalemlerin ucunun düzeltildiği kemik, şimşir madeni<br />
alet) gibi malzemenin saklanmasına ve mürekkep konroağa<br />
mahsustu. Bunlar bele sarılan kuşağa sokularak<br />
taşınırdı. Divitleri büyük memurların yanında çalışan<br />
kalem efendileri, katipler, tüccar ve esnaf yazıcıları<br />
kullanırlardı. Divitler gümüşten, sarı pirinç vesair ma.<br />
denlerden yapılırdı. Sonralan Divit kullanmaktan vaz<br />
geçildi ve esnafı· da battı.
ZENCİ ESİRI.ER PAZARI<br />
Eskiden Çerkez ve Gürcü köle ve cariyeler Avrat<br />
pazarında zenciler de Tiryak.i çarşısındaki esir pazarında<br />
alınıp satılırdı. Esaretin resmen lağvından sonra<br />
bu pazar yerleri de kaldırıldı .<br />
.<br />
TİRYAKİ KAHVELERİ VE TİRYAKlLER<br />
Tiryaki çarşısındaki kahvehanelere gelince; vaktiyle<br />
bu çarşıda ilim ve irfan sahibi kibar ve zarif kişiler<br />
için muntazam kahvehaneler vardı. Terbiye ve güzellikten<br />
mahrum muaşeret bilmeyen bir takım kimseler<br />
bu gibi topluluklardan zevk alamadıklan için onların<br />
kahvehaneleri de ayrı idi. Kibar kahvelerinde satranç,<br />
dama ve benzeri oyun meraklıları da blunurdu. Zamanın<br />
irfan sahibi bu gibi oyun meraklıları İstanbul'un<br />
her tarafından bilhassa bu kahvelere gelirlerdi.<br />
Tiryakilerin kahvehaneleri de ayrı idi. Btmlar boy·<br />
ları büyüklüğündeki hastonları ellerinde olarak gezen<br />
iki büklüm bir takım ihtiyarlardı. Bu adamlar hareketsizliğe<br />
mahkum ve müzmin bronşile tutulmuş olduklarından<br />
kullandıkları çubukların lülesinden bulut tabakası<br />
teşkil eder, kulakları tırmalayan nargile fokurtusu,<br />
öksiirük ve göğüs hırıtısının ardı arası kesilmezdi.<br />
Hele peyketerin önündeki öbek öbek tükrük ezintisinden<br />
tiksinip iğrenmemek kabil olmazdı. Ötedenberi<br />
peykelerin üzerine ya Mısır hasırı veyahut kar keçesi<br />
çivilenirdi. Sonralan frenk keçesi serilir oldu. Maa-ma.<br />
fih kibar kahvehanelerinde sedirli minderler, yastıklar<br />
da bulunurdu.
70<br />
Tiryaki kahvelerinde yoğurt çanağına yakın büyüklük-::e<br />
kahve fincanları ocağın etrafında dizilir çubuklaı<br />
, nargileler köşeleri doldururdu.<br />
Kahvehanelerin hepsinde (gönül ne kahve ister ne<br />
•<br />
kahvehane, gönül ahbap ister kahve bahane) veyahut<br />
(Ehli keyfin keyfini kim tazeler? taze elden taze pişmiş<br />
taze kahve tazeler.) gibi yazılı levhalar vardı. Kabadayı<br />
kahvelerine levha yerine resimler asılmıştı. Bu<br />
resimler Hazreti <strong>Ali</strong>'nin Zülfikar ile İfriti öldürüşünü,<br />
Veyselkarani Hazretlerinin Yemen illerinde deve güttüğünün<br />
ve Hacı Bektaşı Veli'nin duvarı yürüttünün,<br />
Karaca Ahmet Sultanın yılandan dizginli Aslana binerek,<br />
yılandan kamçı ile «ah! mirielaşkıo ibaresinde (H)<br />
harfi göz farz edilip bundan çıkan gözyaşlarının dere<br />
haline geldiğinin resimleri idi. Bunlar gayet kaba saba<br />
boyalarta boyanmış şeylerdi.<br />
Tiryaki meşrep kimseler kahve, tütün, tömbeki ile<br />
enfiyeyi hafif keyif. verici maddelerden sayarlardı . .<br />
Enfiye<br />
kulanmayı itiyat edinenierin ekserisi yüksek ilim<br />
adamları, şeyhler, mülkiyeliler ve muharrirlerin ileri<br />
gelenleri ve daha bu gibi ağır başlı kimselerdi. Bunlar<br />
. arasında enfiyenin cinsi ve nefaseti hakkında uzun<br />
uzun konuşmalar yapılır ve mesela Fransa'nın Rende<br />
enfiyesi ile Felemenk eniiyesinin birbirine<br />
kanştınlmasından.<br />
ve rutubetini muhafaza için Çiçek veya Deniz<br />
suyu ile terbiye edJmesinden bahsedilirdi. Enfiye<br />
tiryakileri sokaktaki karşılaşmalarında bile birbirlerine<br />
derhal enfiye malıfazalarmı takdim ederler ve buna<br />
da «kaldırım ziyafeti ıo derlerdi.<br />
Eski sadrıazam Tunuslu Hayrettİn Paşa Hind enfiyesi<br />
kullanırmış,, kendisinin saclareti zamanında bü-
71<br />
yük devlet ricalinden bazılan da bu cins enfiyeyi ter<br />
cih etmeğe başlamışlardı.<br />
Enfiye kullananlar ekseriyetle Ramazanlarda tir<br />
yaki olurlar ve nefes almada bile güçlük çekerlerdi. Ahbaplarımızdan<br />
ve eski Babı·.<strong>Ali</strong>. mensuplarından enfiye<br />
müptelası bir zat ile iftarda birlikte bulunuyorduk.<br />
Bu zat gündüzden itina ile terbiye ederek malıfazasma<br />
koyduğu taze enfiysinden iftar vakti bir tutam<br />
enfiye aldı. İftar topunu bekliyordu. Top atılma.<br />
siyle beraber burnu için hazırladığı o bir tutanı enfiyeyi<br />
acele ile ağzına atıverdi. Zavallı adam sofradan<br />
kalktı, kustu ve bir hayli sıkıntı çektiydi.<br />
Eskiden Benefşe (Menekşe), Kani Bey enfiyesi·<br />
isimleri ile yerli enfiyeler de yapılırdı. İstanbul tütün<br />
inhisan idaresinde enfiye fabrikası bile açılmıştı. Bu<br />
Kani Bey ikinci Sultan Mahmut'un Kahvecibaşısı olup<br />
sonradan evkaf nazırlığında da bulunan zattır. Bu cins<br />
enfiyeyi kendisi icad ettiği için O'nun adı verilmiştir.<br />
Enfiye tirylkileri, kokusunu bozduğu çin lavanta<br />
.<br />
gibi kokular katarak enfiyeya terbiye etmezlerdi. Hatta<br />
merhum Mümtaz efendi çiçek suyunu bile kul•<br />
lanmaz, enfiye terbiyesi için yalnız den.iz suyu tercih<br />
ederdi.<br />
.<br />
Tömbeki ııiüptelisı olan meraklılardan bazılan<br />
kahvecilerin hazırladı nargileyi hemen içivermezlerdi.<br />
KoJlannı dirsekierine kadar sıvar, nargilenin sürahisini,<br />
lülesini, marpucunu bizzat uğuşturarak temizler,<br />
sürahisine suyu kendi koyar, lüleyi kendi doldurur,<br />
kendi ateşler, hattA bazıları marpuç başlığını ağızlanna<br />
değdirmemek için bir kit parçasını zıvana gibi
72<br />
başlığın deliğine sokmuş olduğu halde içerlerdi. Kahvehanelerin<br />
çubuklarını içmek istemeyen tütün tiryakileri<br />
kendi çubuklarını beraber taşırlardı. Bu gibi meraklılar<br />
geçme çubuklar yaptırırlardı. Bu geçme çubuklar<br />
birer karış uzunluğunda üç parça çubuğun zıvanalı<br />
vidalarla birbirlerine eklenmelerinden meydana<br />
gelirdi. Lülesi imamesi beraber olarak çuhadan bir kese<br />
içinde- olduğu halde kaput, cübbe gibi elbiseterin<br />
altında kaytan ile belde asılı olarak sallanırlardı. Şairlerden<br />
meraklı bir zat zamanın cömertlerinden vaat<br />
ettiği geçme çubuğu alamayınca şu kıt'a ile tekrar istemiştir:<br />
Çöp gayriden duham içmezlz,<br />
Hasılı ol geçme'den<br />
.<br />
biz geçnıeylz,<br />
Acı tatlı her ne ise kaiUz,<br />
Yusufi badem çubuğa mailiz.<br />
Demek ki eskiden geçme çubuklar arasında Yusufi<br />
namında bir çeşidi varmış.<br />
·<br />
Eskiden tirkeş denilen orta boy, çubuklar vardı<br />
ki bu nevi çubuklan vezirler ve büyükler kayıklarda<br />
ve hususi odalarında kullanırlar ve resmi yerlerde yine<br />
uzun çubuk içerlerdi. Afyon'dan börş denilen macun<br />
kullanmaya alışanların ekserisi bu keyif verici<br />
nesnenin basura ve gölüs hastalıkianna en tesirli ilaç<br />
olduğundan bahsederlerdi.<br />
Afyon kullanmayı alışkanlık haline<br />
getirenierin<br />
çoğu gençlikleri zamanında içki düşkünü oldukları halde<br />
son zamanlannda içkiyi terk edip kendilerini avut-
73<br />
mak ve neşelerini temin etmiş olmak için afyon kullanmayı<br />
alışkanlık haline getirmişlerdir. Neşelerini tazelemek<br />
istedikleri için afyonun miktarını günden güne<br />
arttırdıklarından zavallıların tak.atleri kesilmiş, sinirleri<br />
gevşemiş, hacakları sarsak, elleri titrek olmuştur,<br />
gayet titizdirler. Mesela oda kapısı biraz sertçe<br />
kapansa kıyameti koparırlar, gürültü patırdıyı hiç sev-<br />
.<br />
mezler, daima rahat ve sükfınu arzu ederler. Bir de<br />
alıngandırlar, her sözden alınır, izzeti nefislerine dokunulmuş<br />
addedeler. Onlarca ufak bir şaka bile büyük<br />
saygısızhktır, asabi halleri daima parlamaya hazır olduğundan<br />
bazen pek ufak bir mesele için çoşup taş.<br />
tıkları olur. Yüzleri daima asık durur.<br />
TiryakHer afyonu gizli olarak kullanırlar, kullandıklarını<br />
kimseye göstermek istemezler ve kullandıktan<br />
sonra mutlaka kahve içerler. Afyona cila verdiği<br />
için tatlıyı pek severler. Hatta çoğu yanında peynir<br />
şekeri kutusu taşır. Afyon kutusu, macun kutusu, en- .<br />
fiye kutusu, tütün kutusu, tömbeki kutusu, kav çak<br />
mak kutusu tiryakiterin daima beraberlerinde bulundurmağa<br />
muhtaç oldukları avadan lıklardır.<br />
•<br />
Tiryakilerin keyifleri tazelendikçe kendilerine bir<br />
neşe gelir, yarı kapalı gözler yavaş yavaş açılmaya başlar<br />
ve bir parlaklık hasıl olur. Titrek ellerinde metanet,<br />
seslerinde kuvvet peyda olur.<br />
Neşeleri kıvama<br />
gelince tatlı dilli, gi.iler yüzlü olurlar. Musikiye aşina<br />
olanları semai gibi şeyler bile okurlar. Öyleleri vardır<br />
ki, can ve gönülden onu dinlemekten hoşlanır.<br />
Tanınmış üstadlardan Deliaizade İsmail efendi mer-<br />
.<br />
hum tiryaki ve gayet öfkeli bir zattı. Bir toplantıda
74<br />
zamanın muı;ikişinaslanndan bir fasıl takımı (nühüft)<br />
besteyi okuyorlardı. İsmail efendi kızdı, hiddet·<br />
lendi, yan yerde faslı tatil etti. Kendisi afyonu attı<br />
ve çubuğu birkaç nefes çektikten sonra besteyi tek<br />
başına okudu idi. Hazır olanlar ve bilhassa mus.ikiye<br />
\<br />
vukufu olanlar hayran oldular, hatta bir çoklan da<br />
elini öptüler. İşte afyonun neş'esi bir, birbuçuk saat<br />
kadar böyle olmakla beraber hükmü geçince yağı tÜ·<br />
kenmiş kandil gibi yavaş yavaş bu neş'e de söner,<br />
gözlerdeki panltı azalmağa, el ve . ayaklar evvelce ol·<br />
duğu gibi yine titrerneğe başlar. Uykuları gelir, başları<br />
kannlanna doğru sarkar, yan açık kalan dudaklan<br />
arasından horultular işitilir. Ağzından salyalar bol bol<br />
akar, kamburları çıkar, olduklan yerde 'çöreklenip kalırlar.<br />
rtirtiNC'Ü' D'OKKANLARI<br />
Eskiden devlet adamları, kibarlar ve asrın zarif<br />
kişileri gelip geçişi seyretmek için büyük caddelerdeki<br />
maruf tütüncü dükkaniarında İstirahat edip dinlenir·<br />
lerdi. Bilhassa Ramazanlarda tütüncü dükkaniarına<br />
rağbet birkat daha artardı. Hatta Ramazan akşamları<br />
Padişahların bile tütüncü dükkaniarına rağbet ettikleri<br />
olurdu. Şimdiki Darülfünun (Üniversite) binasının ye.<br />
rinde bulunan Necip Paşa Konağının altındaki tütün·<br />
cü dükkanında Sultan Mahmut'un ve Tophanede eski<br />
Salıpazarı caddesindeki Yani'nin dükkanında da Ab-<br />
•<br />
dülmedt'in İstirahat ettikleri def'alarca görülmüştür.<br />
Tütüncü dükkaniarının duvarlan kırmızıya boyanır<br />
ve içierini de kanepe ve sandalyelerle döşer ve süslerlerdi.
'<br />
..<br />
(<br />
...<br />
,,<br />
... .<br />
,.. , ,.,<br />
L.,/<br />
•<br />
•<br />
•<br />
,.<br />
•<br />
,<br />
•<br />
1<br />
•
! • •<br />
'<br />
ı .<br />
••<br />
ı<br />
ı<br />
1<br />
- .<br />
-<br />
•<br />
\<br />
\<br />
i<br />
1 b • •<br />
.'· ,! c<br />
' .<br />
1<br />
'<br />
1<br />
'•\<br />
\<br />
·,<br />
\ 1<br />
... ,.\<br />
.<br />
i<br />
, 1 j • 1<br />
'<br />
•
Esrarkeşler ve· Meczuplar<br />
Gerek Avrupa'da, gerekse dünyanın öteki kıtalann·<br />
daki bütün ülkelerde varlıklı, bilgili, sanat ve ticarette<br />
nam salmış kimselerle Devlet hizmetindeki memurlar<br />
sınıfı bulunduğu gibi, hiç bir işle uğraşmayarak sefaJet<br />
içinde ve başkalannın yardımlan ile geçinip giden sefihler<br />
ve düşkünler de vardır<br />
•<br />
.<br />
Tabiatıyla İstanbul'da da öylesi adamlar vardır ki,<br />
bunların arasında bilhassa (Esrarkeş) olarak tanınan<br />
kişiler, bu bahtsızlar zümresinin önde gelenlerini teşkil<br />
etmektedir. Gerçi bugün tiksinti veren bu zümreye ale·<br />
nen mensup kimse kalmamış gibidir. Ancak bunlar nasıl<br />
kimselerdi, ne yapariardı ve hayatlarını nasıl sürdürurlerdi?<br />
Bunu öğrenmek ve İstanbul'un hususi hallerine<br />
dair bilgi edinmek isteyenler için faydalı olaca.<br />
ğını düşünerek - ve bir müddet önce (Esrarkeşler)<br />
adıyla bir kitapçık ·da yayımlandığından - ben de bu<br />
mevzudaki bigilerimi aÇıklamayı uygun buldum.<br />
Esrarkeş denilen adamlar, bütün vakitlerini kendilerine<br />
mahsus kahvehanelerde geçirirlerdi. Esrar<br />
kahveleri Tahtakale, Tophane, Silivrikapı, Mevlevihanekapı<br />
yakınında ve bir de İshakpaşa'ya inen yokuşta idi.<br />
Bu yerler, bildiğimiz kahvehanelere hiç benzemezdi. İçleri<br />
gayet pis, murdar, tavanlan isle kararmış, her ta-
78<br />
rafını örümcek agları sarmış, sıvaları dökülmüş, camları<br />
asla silinmemiş, karanlık, iğrenç kokular saçan birer<br />
sefalet yuvası idiler. Içrisinde bir kaç kerevet, bir<br />
kınk su testisi, paslı bir tas bulwıur ve her birinde<br />
barınan yedişer kişisine (Kıdemli Dede) denirdi. Bu<br />
dedeler, kımıldamağa mecali kalmamış bir takım miskin<br />
.ve tiksinti veren ihtiyarlardı. Vaktiyle tenbellik<br />
veya sefahat, yahut yaradılışiarının sevkiyle bu setalet<br />
•<br />
batağına düşmüşler ve günden güne insanlıklarını kaybetmişlerdi.<br />
Halkımızdan bazılannın inancına göre bu ihtiyarlar<br />
dünya işlerinden elini eteğini çekmiş, Tanrı'dan başka<br />
her şeyle ilgisini kesmiş, Kırklar'a karışmışlardan<br />
oldukları için, kimseyle konuşmazlar; başlannda havı<br />
dökülmüş, yağı tepesine kadar çıkmış birer fes ve fesin<br />
kenarına kapkara olmuş bir sank sanlnııştır. Tırnakları<br />
hiç · kesilmemiş, yıllarca bir defa bile traş olma·<br />
mış, yüzleri ve gözleri kıllar içinde kalmıştır. Vücut<br />
Jan su yüzü görmediğinden tenlerinde kara bir kir tabakası<br />
hasıl olmuştur. Giydikleri gömlekler kara bir<br />
muşamba haline gelmiş, sırtlanndaki lime lime abalar<br />
yağ içinde ve leş gibidir.<br />
Bunların -sağlık durumuna gelince: Omuzları çökmüş,<br />
kambuhırı çıkmış, yüzleri süzülmüş,<br />
feri sönmüş ve bulanık bir hal almıştır.<br />
gözlerini.n<br />
İşte böylesine iğrenç yerlerde yaşayan bu bahtsız<br />
insanlar, daima dirsekierini dizlerine ve ellerini de şakaklarına<br />
koyup kendi iç alemlerine dalmış bir halde<br />
bulunurlardı. Her birinin önünde tenekeden yapılmış<br />
köhne birer tükrük hokkası duran bu bedbahtlara karş:<br />
insan bir nefret hissi duymaktan kenc:Uni alamazdı.
79<br />
Herhangi bir ziyaretçi bunlarla konuşulamayacağını<br />
bilmeyip de şayet bir s8yleyecek olursa, cdalgamızı<br />
bozma» diyerek azarlanır, belki kapı dışan bile atılırdı<br />
..<br />
Bu yedişer kişlik (Kıdemli Dede) lerden başka her<br />
kahvenin birer de (Ocakçı Dede) si vardı. Bu Ocakçı<br />
Dedelerin vazifesi, daima ocak başında bulunmak ve<br />
ocağı örtüU.Ltiıtmak, nargileleri dolclurmak, bir de çay<br />
pişirip vermekten ibarettir. Nargiteler Hindistan cevizi<br />
kabuğundan yapılmıştır. Esrara (Kınna) derler. Bu kırınayı<br />
tömbeki ile karıştırıp nargilelerin Iiliesini bununla<br />
doldurulurlardı.<br />
Kıdemli Dedelerin aynca üçer kişilik aveneleri<br />
vardır; vazifeleri tahsildarlıktır, bütün gün gezer dururlar.<br />
Kıdemli Dedelerin ermiş kişiler olduğuna inanan<br />
bir takım Allahlık adamlar onlara haftalık bağlamış<br />
ve dileklerinin gerçekleşmesi uğruna adaklar adamış<br />
olduklanndan, tahsildarlar bunlan toplamakla<br />
meşgul olurlar ve ayrıca kendi tanıdıklarından da para<br />
İstemeği ihmal etmezler.<br />
Bu esrar kahvelerinin bir de gelip giden müşterileri<br />
vardır ki, bunlara (Muhip: Dost) derler: Gerek<br />
tahsildar müritlerin, gerekse muhiplerin getirdikleri<br />
paralar Ocakçı Dedeye tesli edilir.<br />
Bu kahveTere girenler, Kıdemli Dedelerin huzurun·<br />
da boyun kesrnek · (eğilip saygıyla selamlamak) mecburiyetindedirler.<br />
Bu gelen kişiye hepsi birden, asla<br />
söz söylemeksizin bir kaç dakika öylece bakarlar; bakışları<br />
gayet öfkeli ve hiddetlidir. Aralanna girenler,<br />
evvela edeplice boyun kestikten ve yalvanp yakanna<br />
ifade eden bir vaziyet aldıktan sonra doğruca Ocakçı
80<br />
Dedenin yanına gideler, elini öpüp<br />
getirdikleri pararyı<br />
teslim ederler. Dede parayı sayar, sonra «Üç baş»<br />
der. Her (Baş) bir kuruş demektir. Mesela getirilen para<br />
beş kuruş ise, üç kuruşluk üç baş nargile doldurur,<br />
kalan iki kuruşa karşılık da çay pişirip birer miktar<br />
ekmek hazırlar. Gıdaları bundan ibarettir. Nargile önce<br />
bir baş dolar, üzerini ateşler. Bir ıslık çalar. Orada<br />
bulunan yedi Dede ağır ağır başlarını kaldırırlar.<br />
Evvela Ocakçı Dede nargileyi, soluk almaksızın, gayet<br />
kuvvetli olarak içine çeker; dumanını tavana salıverir.<br />
Parayı getiren adama da bir nefes çektirir. Sonra<br />
da dedelere, «Hod nefes» diyerek her birine birer nefes<br />
çe'ktirir. Artık o zaman kahvenin içini son derece<br />
pis kokulu ve tahammül edilemez bir duman kaplar.<br />
Hazır bulunaniann hepsi şiddetli bir öksürükle sarsılır,<br />
önlerindeki tenekeye tükürürler. Nargile, birbiri<br />
ardı sıra böylece doldurulur ve çekilir. Arkasından da<br />
çay ile ekmek verilir. Nihayet yine daha önceki vaziyetlerine<br />
dönerler; yani dirsekierini dizlerine ve ellerini<br />
de şakaklarına · koyup kendi iç alemlerine dalıp<br />
giderlerdi.<br />
Esrardan hasıl olan keyfe gelince: Kendilerini es<br />
rarın keskin ve uyuşturucu tesirine kaptıran esrarkeşler,<br />
öylesine tatlı ve derin bir hülyaya dalmış oluyorlar<br />
ki, bundan duydukları zevki, keyif verici sair ·içkilerden<br />
hasıl olan zevklerin hepsine tercih ediyorlar.<br />
Hatta öyle ki, bu zevkin uğruna hayatlarını bile fedadan<br />
çekinıniyorlar. Bu garip ye esrarlı halin ne suret·<br />
le oluştuğunu yeterince bilemediğimiz için, zevk ve neşesine<br />
dair ortaya şahsi bir görüş sürebilecek durumda<br />
değiliz. ·
'Meczuplar, Sebilciler<br />
Yakın zamanlara kadar<br />
meczuplar güruhundan<br />
birçok adamlar cuma günleri ve kandil geceleri Eyüp'<br />
te toplanırlardı. · Toplantı yerleri<br />
Akgömlek Mehmet<br />
Efendi mezarı ile Beşir Ağa türbesinin yanları idi. Bunlar,<br />
dilenci kıyafetinde, perişan kimseler'di.<br />
Kimileri<br />
güpegündüz elinde koca bir fener olduğu halde dolaşır,<br />
kıi.mi de çubuk içerek gezer; bir başkası yalınayak,<br />
başı açık, durmaksızın koşardı. O bir elinde bir asa,<br />
ayanda yüks'ek nalınlar olduğu halde ağır ağır gidip<br />
gelir, bazısı hiç söz söylemez, suskundur . Bir diğeri ise<br />
bir şeyler söyler, barır durur. Öteki mütemadiyen başını<br />
sallar, dervişlik eder. Hepsinin üstleri başlan pis<br />
ve kirlidir. Şunun bunun kolundan çekerek para is-<br />
.<br />
terJer. Süslü ve kibar hanımlar böylesine kirli ellerin<br />
üstlerine sürüldüğünü istemezler, lakin vesveseye kapılmış<br />
olmaktan da çekinerek hareketlerine engel otmazlardı.<br />
Bir zararları dokunmasın diye para da verirlerdi.<br />
Bir vakitler, mübarek günlerde, tahta sedye üzerinde<br />
Eyüp Camii şadırvan avlusunda bulunmayı adei<br />
edinmiş (Eyüplü Yatalak Efendi) derler. kötürüm bir<br />
adam vardı.<br />
Tevekkül ehlinden bir kısım halk bu<br />
adamdan medet umar, sedyesi çevresinde öbek öbek<br />
P: 6
82<br />
toplanır, onunla konuşmayı bir şeref ve uğur sayarlardı.<br />
Yatalak efendi oldukça güzel söz söyler, maneviyattan<br />
bahseder; o civardaki meczuplardan hangilerinin<br />
ne gibi kerametleri olduğunu sayar döker ve ke<br />
·r ametlerine dair fıkralar·, hikayeler anlatırdı.<br />
Yatalak Efendinin kanaatına göre bunlar zamanın<br />
uluları ve yüceleri imiş. İnsaniann dünyaya ait işlerini<br />
hep bunlar idare ederlermiş. Her şey onların elinde<br />
olduğu için dış görünüşlerine bakıp da üzülmek yersiz<br />
olurmuş. İşte bu gibi sözlere inanan o mütevekkil<br />
insanlar, daima gönül rahatlığı içinde yaşarlar ve bu<br />
meczuplann mukaddes ilhamlarından yardım görmeye<br />
çalışır, sevgilerini kazanmak için de onları besler,<br />
bağışta bulunurlardı.<br />
Yatalak Efendinin bir meziyeti de<br />
meşhurlardan<br />
Eyüp civarında kimlerin gömülü olduklannı -bütün<br />
rivayetleri ve tafsilatıyla- anlatması idi. Hatta bunlardan<br />
çoğunun mezar taşlarındaki tarih beyitleri bile<br />
ezberinde idi.<br />
Eyüp'te bir de badi -hadi yürüyüşlü (Sallabaş Emi·<br />
ne Hanım) vardı. Bu yetmişlik kadın, Eyüp dilencilerinin<br />
en hatıriısı sayılırdı.<br />
Konuşması düzgün, üstü<br />
başı da temizce olduğundan bir yolunu bularak ziyaretçi<br />
hanımların yanına sokulur, bir terbiye ve nezaket<br />
örneği kesitir, devletli hanımefendinin faziletlerini<br />
ve ziyaretindeki manevi menfaatları sayıp döktükten<br />
sonra, yakında gelin olacak yoksul bir kızcağızın<br />
nasıl yardıma muhtaç olduğunu, veyahut o günlerde<br />
yetim kalan bir yavrucağın ne derece sefalete düştü-·<br />
nü ve bunlara yardımdan hasıl olacak sevap ve el-
83<br />
de edilecek mükafatları birer birer sayar; karşılığında<br />
hiçbir şey beklemeksizin yardım toplamak zahmetine<br />
katlandığını söyler ve bu suretle bir 'hayli para<br />
kazanırdı. Tatlı sözlü ve halden anlar bir kadın olduğundan<br />
cumaları ve mübarek günlerin akşamları ziyarete,<br />
ramazanda da türbe iftarına gelen hatırlı kişileri<br />
adabına uygun, olarak selamlar, mizaçiarına .uygun<br />
sözler bulur söyler, eğlendirir ve yüksek değf;rde<br />
hediyeler alırdı.<br />
İstanbul'da birtakım da (Sebilciler) vardı. Ak takke<br />
üzerine yeşil veya beyaz sarık sarar, meşin şalvar<br />
üzerine yakasız, düğmesiz ve iliksiz, kollan bolca kısa<br />
. bir ceket giyerlerdi. Meşinden yapılma musluklu su<br />
kabını (kırbayı) omuzlarına asarlar, ellerinde de sarı<br />
pirinçten su tası bulunurdu. Kandil akşamları cami<br />
avlularında, sair günler
Dilenciler<br />
İstanbul'da dilenciliği sanat edinmiş olanlar iki<br />
türlüdür. Bunlardan birinci kısma gi.r:enler sürekli, ikinci<br />
kısımdakiler ise geçici dilencilerdir. Sürekli dilenciler<br />
yerli olup 60 yıl önce yapılan nüfus sayımında müslim<br />
ve gayrimüslim umumi miktarı (2700) kişiye ulaştığı<br />
anlaşılmıştır. Taşrab gel -geç dilenciler bu hesaba dahil<br />
değildir. Bu sebple miktarı tahmin edilemiyor.<br />
Dilencilerin dileome tarzları çeşitlidir. Bir takımı<br />
kasidecidir. Mahalle aralarında, cami avlularında dolarlar;<br />
yüksek sesle kaside ve maval okurlar. Körler,<br />
gören arkadaşlarının yedeğinde gererler.<br />
Körlerden<br />
tek başına gezenleri de vardır. Böyleleri , hiç görmedikleri<br />
halde İstanbul'un tenha ve kalabalık sokaklarını<br />
pek iyi bilirler. Gezerken de ağızları bir dakika durmaz,<br />
mütemadiyen söylerler. Bu kasi.decilerin çoğu<br />
Araptır. Arap olmayanlan da sözlerini Arap şivesine<br />
benzeten Çingenelerdir. Birtakım dilenciler de cami<br />
kapılarını, sokak başlarını, işlek caddelerin köşelerini<br />
kendilerine durak edinmişlerdir. Bunlar yaşlı, sakat,<br />
kör veya bakar kör, topal, oturup kalkmaya mecalleri<br />
olmadığından bütün gün yerlerinden ayrılmazlar.<br />
Bu gibilerin<br />
devamlı olarak durdukları yerlere<br />
kendi aralarında (Gedik) derler. Muharrem ayında so-
86<br />
kaklarda ve birbirinin yedeğinde dolaşmak hakkı bu<br />
gediklilere aittir. Bunlar evlerin önünde dururlar, birbirlerinin<br />
omuzlarına dayanıp, yaslanarak ilahi okumaya<br />
başlarlar. Okudukları ilahinin nakaratı «Gökte melek,<br />
yerde her can ağladı» beyitidir. Bu beyitin sonuna<br />
. bir de «Hoy Goy Canım» diye eklerler. Çocuklu<br />
mdan beri işittiğim güfte hep budur,<br />
asla değişmez.<br />
İlahinin sonunda içlerinden biri yüksek sesle dua<br />
eder, ötekiler •amin» derler. Evierden kuru bakla, ·fa-<br />
•<br />
sulye, nohut, buğday, pirinç, şeker kuru üzüm gibi<br />
aşure malzemesi verirler. Aldıklan malzemeyi omuzlarında<br />
asılı olan torbalara korlar; diğer evlere geçerler.<br />
İlk on gün içinde toplıadıklan aşure harcı bir hayli<br />
miktara ulaşır Tabii. bunlan satıp bedelini aralarında<br />
paylaşırlar.<br />
.<br />
Sanatlarını gezgincilik suretiyle yapan dilencilerin<br />
çoğtı Eyüp, Edirnekapı, Karacaahmet gibi büyük mezarlıklarda<br />
bulunurlar; · çarşı - pazarlarda gezerler.<br />
Bunların çoğu sağlam olduklan halde kendilerine acındırıp<br />
merhamet çekek için körleri, topalları taklit<br />
. . ederek d,olaşan zıpır heriflerden ve bütün hayatını<br />
halka avuç açma•kla geçiren ne idüğü belirsiz ihtiyarlardan,<br />
ar damarlan çatlamış zırzop kızlardan, hayasızlıkta<br />
eli bayraklı at gibi kanlardan ve kendisini sürükleyerek<br />
dolaşan cadılardan ve bunlara mensup tahsil<br />
ve terbiyeden mahrum,<br />
üstleri başları murdar,<br />
ayakları çıplak, burunlan sümüklü, bit içinde sıska<br />
çocuklardan mürekkeptir. Bunlara dilenciliğin<br />
belli<br />
başlı usul ve kaideleri öğretilmiştir.
87<br />
Bu gezginci güruhu, dilenrne sanatında tecrübe ve<br />
ihtisas kazanmış takımından oldukları için, ekmeklerini<br />
taştan çıkarırlar. Sabahları zırva (1) ve çorba; perşembe<br />
günleri pilav, zerde dağıtımından faydalanmak<br />
için imarethanelerin (2) kapılarında beklerlerdi. Hayır<br />
sahipleri tarafından Eyüp'te kestirilen kurban etinden<br />
pay almak maksadıyla kurbanhane önünde bekleşirler;<br />
aldıklan kurban payını kebapçılara satarlardı. İs<br />
tanbul ve Beyoğlu lokantaları ile aşçı dükkanlan kapılanndaki<br />
yemek artıkları, ekmek kırıntıları ve kışla<br />
arkalanndaki karavana döküntüleriyle kannlarını doyururlardı.<br />
Ötekinin berikinin içip attığı sigaralan ·<br />
toplayıp bunların tütünlerinden yaptıklan sigaralan<br />
tellendirirlerdi. Mezariıkiara getirilen cenazelerin sadaka<br />
dağıtımında hazır bulunurlar; cenaze peşinden<br />
koşar, birbirleriyle dalaşıp boğuşurlardı. Cuma günleri<br />
ve kandil akşamları toplandıkları yerler cami kapıları<br />
ve şadırvan avlulandır. Kendilerine . acındıracak .<br />
surette yanıp yakmarak ve ant vererek dilenirler. Eyüp<br />
· ziyaretçilerinden biri sıadaka verecek gibi olursa, öte-<br />
{1) Zırva: Eskiden imarethanelerde (aş ocaklannda)<br />
pirinç, şeker,. incir, üzüm ve hurma ile yapılan ıd.<br />
paya benzer bir çeşit tatlı. (N.A.B.)<br />
(2) İmarethanelerde evvelce vazijelilere, medrese talebe·<br />
lerine ve yoksullara verilmek üzere pişirilen yemek·<br />
ler, sonraları artık yenemez bir hal almış ve bu da<br />
suiistimalden üeri gelmiş olduğundan, biri İstanbul'da<br />
diğeri Üsküdar'da ve sadece fakirZere mahsus olmak<br />
üzere iki imarethaneden gayrisi kaldırılmış; Tasar·<br />
ruj olunan paralar medrese talebelerine tahsis edil·<br />
miş olduğu Evkaf tarihçesinde yazılıdır.
88<br />
ki dilenciler derhal biçarenin başına üşüşerek orta·<br />
larına alırlar. Bunların elinden kurtulmak pek zordur.<br />
-<br />
Bu kısım dilenciler, «inayet ola, bozuk para yok» gibi<br />
red sözlerinden u tan ip defolmazlar. Zorlamakta ısrar<br />
ve insanı adeta iz'aç ederler.<br />
Devamlı dilencilerin bir de (kahya)ları vardır.<br />
Kahya, dilencilerin kıdemlilerinden ve iktidariılarmdan<br />
olmak üzere kendileri tarafından seçilir. Bir vakitler<br />
dilencilikte derin bilgi sahibi, cerbezeli, iri yarı<br />
bir kahya vardı. Dilencilere karşı daima sert davranır;<br />
kurban eti, cenaze sadakası dağıtımında iki defa pay<br />
almak isteyen dilencilerin hile ve desiselerine meydan<br />
vermezdi.<br />
(Yeri gelmişken bu mevzuda bir fıkra anlatalım:<br />
Eski Sadrıazamlardan Hüsrev Paşa, bir bayram günü<br />
Emirgan'daki yalısında tebrik maksadıyla gelmiş oln<br />
misafirleri ile sohbet ederken oda kapısında dilenciler<br />
kahyasının beklediğini görmesiyle derhal ayağa kalkarak<br />
herifi içeriye davet edip baş sedire çıkarır; bilhassa<br />
onun için kahve ve çubuk ısmarlar, izaz ve ikram<br />
eder. Bu hali gören ziyaretçilerio hayret ve taaccüpleiini<br />
gidermek için de «Efendim bu zat ileride hepimizin<br />
amiri olacaktır. · Bu sebeple bir ihtiyat tedbiri<br />
olmak üzere lazım gelen savgıvı şimdiden göstermekte<br />
kusur etmemektiğimiz gerekir.» dedini hikaye<br />
ederler.)<br />
Gözünü İstanbul'a dikerek gelen taşrah dilencilerin<br />
içlerinde çırılçıplak, yalınayak. başı açık gezenler<br />
Çingenelerd ir. Adalardan hirtaktm Hristiyan ka-<br />
·
89<br />
dınlan yine kendi cinslerinden olan kız .ve erkek çocukları<br />
toplayıp İstanbul'a gelirler. Bu masumları kendi<br />
menfaatledne alet edip Çok küçük yaşta olanlarını<br />
-herkes hasta zannetsin diye- çeşitli uyuşturucu<br />
ilaç ve esanslarla .sersem ve bitkin bir hale sokup sabahtan<br />
akşama kadar sokak ortalarında yatırır; daha<br />
büyüklerini de gelip geçenlerin peşleri sıra saldırtıp<br />
dilendirirlerdi.<br />
Bir takım da, mübarek Ramazan ayının sadaka<br />
bolluğundan faydalanmak üzere, İstanbul'da toplanıp<br />
biriken şahıslar vardı. Bu zümrenin çoğu taşradan<br />
yeni gelen çiçeği burnundalardan olmayıp, sair günlerde<br />
Osküdar ateş kayıklarında (1) ve mavnalarda aylakçılık<br />
(2) eden veya sokaklarda elinde kalbur, sırtında<br />
kara kıldan yapılma bir heybe olduğu halde kuru<br />
üzümle karışık leblebi satan hetiflerdi. Bunlar, Bitpazarından<br />
birkaç kuruşla şal eskisi l:lir sarık ve çarşaf<br />
bozuntusu bir cübbe edinerek dilenir gezerlerdi. Bir<br />
kısİm da taşradan gelen, doğru dürüst dili dönmediği<br />
halde düzensiz bazı kaside beyitleri ezberleyen yontulmamış<br />
dangalaklardı. Bunlar bazen kendi aralarında<br />
birleşip ve daimi dilencilerle de toplaşarak büyük bir<br />
kumpanya şeklini alır, işte o zaman İstanbul sokakları<br />
çıplak ve iğrenç, sırnaşık, . mütecaviz dilencilerden<br />
(1)<br />
(2)<br />
Ateş Kayı(lı: Eskiden yangın olduğu zaman, yangın<br />
söndürme tulumbalarını Boğaz'ın bir yakasından<br />
öteki yakasına taşımak için kulanılan dar, 1uıfif ve<br />
süratli kayıklar.<br />
Aylakçı: Belli başlı bir işi olmayıp gündelikle veya<br />
boğaz tokluğuna çalışan işçi
90<br />
geçilemez bir hale gelirdi. Bir takımı da teravih namazından<br />
sonra kalabalık kahvelere girip selam vererek<br />
ilahi okur .ve hikAyeler anlatırlardı. Bir kısmı ise camilerde<br />
nainaz kılmakta olaniann önlerine (mekAnın<br />
cennet ola) ibaresi yazılı beyit şeklinde küçük kilitlan<br />
bir baştan bırakıp ötelci baştan toplarlardı. Dier<br />
bir grup, cami avlulannda birleşip (alar Yakup <br />
lar, Yusufum deyu) tarzında derviş Yunus'un şu kadar<br />
yüz yıllık ilAhisini hep bir aızdan, lWn galiz seslerle<br />
okurlar, ve birçoklan da halk camiden çıkarken<br />
cami kapılannda dizilip dilenirlerdi. Akşamlan iftar<br />
maksadıyla konaklan dolaşır, pervasızca SQfralara çökerler<br />
ve sonra da (diş kirası) namıyla para isterlerdi.<br />
İstanbul dilencHerinin bu yakışıksız hareketleri<br />
sonradan hükumetçe göz önüne alınarak hususi bir<br />
(Darülaceze) . tesis edilmişti. Ama ne var ki, son zamanlarda<br />
yine türeyip ürediler.
istanbul Sefilleri, Kopuklar<br />
Işsiz güçsüz Istanbul serserilerinin diğer tabakalarını<br />
teşkil eden1er arasında eski<br />
külhanbeylerinin<br />
karşılığı olan ve sonralan (kopuk) adı verilen bir sürü<br />
aşağılık, terbiyesiz, ayak takımı kimseler türemiştir<br />
ki, }>unların yaşayışları kayda değer. (1)<br />
Kopukların çoğu 15 - 16 yaşlannda iken<br />
kendilerince<br />
nüfuzlu addolunan ve biraz yaşını almış<br />
olan<br />
azılı ve edepsizlete sığınır ve onların koltuğu altında<br />
yaşarlar. Bu gençlere, aralarında (filanın kınğı) denir,<br />
onlara bağlılıklarının derecesi sonsuzdur. Azılılar kırıklarının<br />
yetiştiricisi, terbiyecisi sıfatını takınmışlardır.<br />
Bu yaşlarda kopukluğa atılanlardan<br />
yaşayanlar enderdir.<br />
tek başına<br />
Züppe, hoppa, zırzop, zorba gibi mizaç ve terbiyece<br />
birtakım sınıfiara ayrılmış olan başarat da kopuklardan<br />
sayılabilir.<br />
Kopuklar arasında her mezhep ve milletten adam<br />
bulunur. . Çoğu adiliği, ahlaksızlığı sebebiyle mektep-<br />
(1) Öküz ve inek ahırlarının d/Jşemelerinin içinde zamanla<br />
kurıtJIUP bir tabaka teşkil eden gübreleri. ahırcı·<br />
lar demir küreklerle parça parça atarlar. Bu parça·<br />
Zara Rumeli'ler kopuk derler.
92<br />
lerden atılmış, ailesinden şunu bunu çaldığı için evden<br />
kovulmuş kimselerdir. Bazıları da kibar çocukları<br />
veya servet sahibi mirasyedilerden oldukları halde sefahat<br />
uğruna bu yola düşmüşlerdir. İçlerinde aşırı derecede<br />
zekaya ve üstün bir iş adamı olacak kadar akıl<br />
ve istidada sahip olanları da vardı.<br />
Kopukların kıyafetleri kendilerine mahsus modaya<br />
tabidir. Birinci tabakadan olanların başlarında dar<br />
Beyoğlu siyah fesi, yaz ve kış siyah ceket, siyah pantolon,<br />
siyah yelek giyerler. İpek Trablus kuşağının yeleğin<br />
kemerinden görunmesi şarttır. Yakalık ve kra·<br />
vat takmazlar. Kapamacı işi, veya aba kostüm giyrnek<br />
ve Trablus kuşağına karşılık beyaz yün kuşak sarmak<br />
daha aşağı tabakanın alametidir. Kuşaksız gezilemez.<br />
Ceketin kollarını giymeyip (kartal kanat) denilen omuza<br />
alma şekli de bunlarca kabul edilmiş sistemlerdendir.<br />
Çoğu iskarpin veya yemeniyi ökçesi basık kullanırlar.<br />
Çekme fotin kullanmak da caizdir. İçlerinde ip<br />
kuşaklı, keçe külahiılan da vardır. Bunlar kendilerine<br />
bir yürüyüş tarzı icat etmişlerdir; adımlannı açık atar,<br />
kollarını serbest sallar, kuvvetli ve azametli bir çalımla<br />
yürürler.<br />
Kopuklar mesleklerince adı ve sanı olan kişilerdir.<br />
Her birinin bir lakabı vardır: •Kavanoz Mehmet»,<br />
«Kampana Ahmet», «Seyrekbasan Osman», «İskete<br />
Hakkı», «Yumurta Hüseyin», «Çiroz İzzet», «Kırık<br />
Salih», «Palabıyık Serkis», «Dertli Şevket», «Raconcu<br />
Cafer», «Çıplak İstirati», «Pr.rmaksız Yorgi», «Kılefteci<br />
İlya», «Kabakoz Dimitri», v.s. gibi isimler... Kopukların<br />
yürüyüşleri ve hareketleri sırasında sağ omuz-
93<br />
ları s0ia nispetle daima kaikık durur, bu da ceketlerinin<br />
sol ta rafında kama, bıçak gibi şeylerin gizlenmiş<br />
olmasındandır. Kopuklarca silah taşımak mecburi gibidir.<br />
Silahları; altı patlar, bıçak, kama, kurşunlu baston,<br />
lobut, usturpa gibi şeylerdir. Kırbaç, hasır iskemlc,<br />
soba odunu, yumruk da icap ettiği zaman silah vazifesini<br />
göriir.<br />
Kopuklar birbirleri ile buluştukları zaman evvelce<br />
tanışmamış olsalar dı} derhal tanışır ve ahbap olurlar.<br />
'<br />
Zira hepsinin gençlikleri serseriyane bir muhit içinde<br />
beslendiğinden ahhlkça aynı seviyededirler. Birbirlerine<br />
saygı ve sevgi gösterirler, fakat zabıtaya daima düşmandırlar,<br />
onları hiç sevmezler. Şayet içlerinden biri<br />
zabıtaya karşı müşkül bir durumda kalırsa diğerleri<br />
onu derhal himaye ve müdafaa için ayaklanırlar.<br />
Kopukların arasında cesur ve gözüpek, hiçbir tehlikeden<br />
yılmamış ve bilakis herkesi yıldırmış, bütün<br />
umumhaneleri (genelev) kasıp kavurmuş, korku salmış<br />
kahramanların hatırı sayılır. Bu gibiler umumhanelerde<br />
dost tutmuşlar ve onlara belalı olqıuşlardır.<br />
Karılar kazanır onlar yer, bu karılar da paralı birtakım<br />
avanakları dost edinerek güzelce onları yolarlar.<br />
Bazen belahsı, karının aşıkı tavrını takınır ve rakibine<br />
karsı silah kullanır. Bu şekildeki tutkunculann tespit<br />
ettikleri evleri tamamiyle yolmadan bırakmazlar.<br />
Kopukların mutlaka bir fahişe sevmeleri, fahişeterin<br />
de onları severek hırs ve arzularına boyun eğmeleri<br />
lazımdır. Aksi takdirde, kopuklar dünyayı alt-üst<br />
etmek isterler. Meyhanelerde masasını terk edip bir<br />
başkasının yanma giden Kınk'ın gitmesinden, veya şan
94<br />
ve şöhretine nakise getirecek bir laf atmasından, veyahut<br />
aftosunun başka bir haspayı dost tutmasından<br />
dolayı kopuklar hır çıkarır ve kavga ederler, vuruşur<br />
ve bıçaklaşırlar. Bu gibi çatışma ve vuruşmalar daima<br />
vuku bulur. Kolaylıkla uzlaşamayan kopukların içlerinde<br />
öyleleri vard,ır ki, bin türlü belaya uğradıklan<br />
halde kafalarının dikliğinden dolayı uslanmaz,<br />
yola<br />
gelmezler. Düşmanıarına karşı kin ve husumetleri son<br />
bulmaz. Kaba kaba tabirlerle<br />
küfreder ve hakaret<br />
ederler. Zaman olur ki gözler'inde vahşi bir panltı ve<br />
yüzlerinde müthiş bir se}lirme hasıl olur, dişlerini gıcırdatarak<br />
hücum etmek isterler. Defalarca hapishanelere<br />
girip çıkmış olan sabıkahlar, yardakçılarının<br />
yanında seçkin bir mevki kazanmışlardır. Onlann üze-<br />
.<br />
rinde hüküin ve söz sahibi olmuşlardır, çünkü .şeytanlık<br />
ve rlubaracılık icadında maharetleri dolayısiyle onları<br />
uyarır ve fikirlerini aydınlatırtar. Tarih dersi ve·<br />
ren öğretmenler gibi geçmişlerine ait vakaları anlatırlar.<br />
Genç kafalarda bu dersler sonuna kadar yer eder<br />
ve bu yardakçılar öğretmenlerinin her keyfine ve em ..<br />
rine uymaya kendilerini mecbur sayarlar. Bu azılılar<br />
takımı yardakçılarını kendi işleri peşinde koştururlar<br />
ve köle gibi kullanırlar, icap ettikçe ortalığı alt - üst ettirirler.<br />
Kumar kahvelerinde kahvecilerin aldıkları<br />
(mano)ya hissedar olurlar.<br />
Kerhanecilerden aldıkları<br />
paraya karşılık oraları himayeleri altına almışlardır,<br />
bunların, zararlı şahısların aranmasında polise<br />
yardımları<br />
olduğu için, polis de bunların vurgunculukla-<br />
..<br />
nna goz yumar.
95<br />
İnkı!aptan önee (1908) kopuklardan bazıları saray<br />
hatiyelerinin maiyetinde bulunurdu. Bu gibiler vazifelerini<br />
yapartarken kanuna aykırı hallerde bulunsalar<br />
bile verdikleri işaret iizerine, zabıta bunları tevkif<br />
edip sorguya çekemezdi, hatta yaptıkları alemiere<br />
de göz yumarlardı. Bu kopuk takımı, meyhanecilere,<br />
kerhanecilere ve hatta meslekdaşlanna karşı da gayet<br />
azamedi bir tavır takınırlardı.<br />
Kopuklardan, güreş etmek, koç ve horoz dövüştürrnek<br />
merakında olanlar da vardır. Gönüllerini<br />
eğlendirınek<br />
için en aşağılık yerlere dalıp çıkarlar. En<br />
ziyade devam ettikleri yerler kumar kahvele, meyhaneler<br />
ve balozlar (i·çkili gemici meyhanesi) dır. İçkiye<br />
tutkuodurlar fakat nezih eğlenceyi tatsız bulurlar.<br />
Hatta ince sazı bile sevmez, oynak havalardan<br />
tezzet alırlar. Haİk kahvelerinde semai okurlar, tosun<br />
ağzı mani söylerler, balozlarda orta oyunu oynayanları<br />
çoktur. Zeybek ve çifteteili oyunlarında seyircilerin<br />
takdirini kazanırlar. Çalgıcılara bol bahşiş verirler.<br />
Tiyatrolarda perdecilik eden ve perde aralarında kabakçekirdeği,<br />
fıstık, fındık gibi şeyler satan kopuklar,<br />
mali ve bedeni bakımdan kudretsiz oıanlardır.<br />
Kopuklar nazanndıa sarhoşluk, kumarbazlık, ya·<br />
lancılık, sahtekarlık, dolandırıcılık, dalaveracılık, karmanyolacılık<br />
gibi işler mubah sayılır. Kopukların bir<br />
kısmı kendi evlerinde, hususi ikametgahlannda, bir<br />
kısmı ucuz otellerde ve birkaçı bir odada, parasız kaldıkları<br />
zamanlar da sabahçı kahvelerinde yatarlar. Sabahçı<br />
kahvelerinde hasır iskemteler üzerinde uyukla-
96<br />
yanları da çoktur. Bugün paraları yokmuş; varsın olmasın,<br />
yann gelecektir diye bir ümit içindedirler.<br />
Bu gençleri sefalet pek çabuk ihtiyarlatır. Bir erkek<br />
kırkına gelince kemale erer derler. Halbuki bunlar<br />
içkiye düşkün oldukları için, gezer ve uykusuz kalırlar;<br />
gündüz uykulan da, uyku değil, bir ızdıraptır.<br />
Açgözlü ve pisboğaz olduklarından ne bulurlarsa hemen<br />
mideye indirirler. Nefsi heveslerini gidermekte<br />
fazla ileri gider ve bir hudut tayin edemezler. Vücutlan<br />
daimi bir yorgunJuk içinde yuvarlanır. Hayatları<br />
tabii cereyanını şaşırmıştır. Hastalığa ehemmiyet vermezler,<br />
tedavi ettirmezler. Hasılı kopuklar sınıfına<br />
mensup olanlar içerisinde sıhhi vaziyetieri ve adli vesikaları<br />
temiz adam bulmak güçtür.
•<br />
\<br />
1<br />
\ \<br />
·.<br />
t \ \ ' '·( ... ( .. •<br />
' l . . ---'( ?' -'T<br />
\._ v•,...:_::<br />
·-<br />
, __.,<br />
',<br />
;· .. ..<br />
'<br />
..<br />
' \ - -<br />
... ... .... _ .<br />
,, \ . "<br />
.<br />
,<br />
-<br />
, · '\. - ' '\<br />
( ... .,:, •\ ' ' .. .. ...<br />
-: r l, '( ' '<br />
-<br />
'<br />
•<br />
·<br />
<br />
: . .<br />
... 1 ' -- ·--- .._<br />
.. ..<br />
·-....<br />
----.. '<br />
(<br />
-<br />
.. ---.<br />
-·<br />
..._<br />
--<br />
\ - . . '<br />
..<br />
. ( --<br />
, '<br />
\<br />
' -R.<br />
- -<br />
"·<br />
'<br />
'<br />
""'\ .. ' ....<br />
•<br />
•<br />
•<br />
'<br />
\<br />
\<br />
\<br />
İst anbul 'u kasıp kavuran yarıgm/arı sörıdümıek için<br />
kurulmuş Tulumbacılardarı bir grup.<br />
Tulunıbacdar, Köklüler, Küplü takımı<br />
Kopukların bir kolu da tulumbacılar sınıfıdır. Bu<br />
sınıfa heves edenlerin ekserisi İslam gençlerinden olduğu<br />
için bunların, önce çocuklukları zamanından · bahsedelim.<br />
Ana baba, çocuklarını tahsil ve terbiye için okula<br />
verirler. Çocuk bir zaman okula devam eder. Bunların<br />
arasında ele avuca sığmayan yaramazları, bir zaman<br />
gelir ki, okula gidiyorum diye evden çıkar, bir gün evvel<br />
kendilerini teşvik eden arkadaşlan ile birlikte<br />
okuldan kaçıp oyun yerlerine giderler. Köşe başların-<br />
' "<br />
F: 7
98<br />
da zar atarlar ve denize gi rmek için deniz kenarlarında<br />
ve tulumba talimi yapılan yerlerde akşamı ederler.<br />
Akşam da, okuldan geliyoruz, diye evlerine dönerler.<br />
Bu hal çocuklara o kadar tatlı gelir ki, artık alışkanlık<br />
halinde bütün günlerini bu gibi yerlerde geçirirler.<br />
Deniz kenarına gittiği günlerden birinde tulumbacı<br />
takımından bir sandalcı bunları görerek alıbab<br />
olur, sandalına alır. Çocukların bir kısm kürek çekmeye<br />
ve yelken açmaya ve bir kısmı balık tutmaya<br />
hevesli olduklarından biraz kürek çeker, yelken açar<br />
ve ol ta tedarik ederek balık tu tınakla eğlenirler. Sandalemın<br />
yardımı ile tuttuklan balıklan pişinnek isterler.<br />
Yanın gaz tenekesinin içine biraz kömür koyup<br />
ateş yakarlar ve. balıklan pişirmeye başlarlar. Sandalcı<br />
başaltından mkı şişesini çıkarır. Çocuklan da içmeleri<br />
için kışkırtır ve içirir, içlerinden bazılan evlerine<br />
geç kaldıklanndan üzülünce sandalcı hemen lakırdıya<br />
karışarak (Okula gidip de ne olacaksınız sanki,<br />
her gün hocadan azar işitip dayak yiyorsunuz. Bakın<br />
ben i'dadi (lise) ikideydim, bir dalgasına getirip mektepten<br />
tart olundum, kocakan da evden kovdu, şimdi<br />
bakın bey gibi yaşıyorum. Yangın olursa giderim. Orada<br />
kıyak dalavera döner. Bir dalga çevirdin mi, parnsı<br />
insana bir sene yetişir) diyerek ve daha buna benzer<br />
nice kandırıcı kelimeler ilave ederek çocukl'ann<br />
akıllarını çeler. Artık çocuklar iyice haylazlığa alışıp<br />
ne okula giderler, ne de evde dururlar, daima bu gibi<br />
yerlerde serseriyane dolaşmaya başlarlar. Bir arnlık<br />
sandalcı bunları tulumbacılığa teşvik eder. «Önce<br />
meyhanede biraz atanz, sonra bizim koğuşa gideriz,<br />
orada darbuka, zitli maşa ve kıyak çiftetelli oynayan-
larımız vardır, sabaha kadar vur patlasın eğleniriz»<br />
der. Çocuklar gereken çağa gelmiş ve bu gibi eğlencelere<br />
de istidatlt olduklarından kolaylıkla buna razı<br />
olur ve koğuşa gitmeye karar verirler. Sandalcı, tulumbacı<br />
reisi görür ve durumu anlatır. Akşam meyhanede<br />
biraz atıp doğruca koğuşa giderler.<br />
Koğuşun içerisinde sırasiyle yataklar diziimiş. ve<br />
reise mahsus yatağın baş ucunda bir fener ve yanında<br />
bir kamçı, iki adet baskı, kolu yarım gocuk, darbuka,<br />
zilli maşa asılmıştır. ·<br />
Çocuklar bu hali görünce hoşlarına gider. «Biz de<br />
koğuşa yazılırsak bizim de böyle yatağımız olacak» diye<br />
heveslenmeye başl'arlar.<br />
O aralık içeriye, kolunda üç sıra s.ırmah reis nişam,<br />
başında sıfır numara k.alıplı fes ve fesin kenarında<br />
ipekli bir mendil sarılı, belinde Girit kuşağı, ayağında<br />
yumurta ökçeli iskarpin, sol omuzundan asılmış<br />
bir köstek olduğu halde kendine mahsus bir çalım ile<br />
camedanın (gardropçu) kolunda reis girer ve makamına<br />
oturur. Bu sırada herkes ayağa kalkmaya mecburdur.<br />
Reisi takiben Künkçü, Borucu, Hortumcu, Fenerci<br />
gibi vazifelilerle tulumbanın diğer adamlan birer<br />
birer gelirler.<br />
Tulumbacı takımı koğuşta tamamlanınca çocuklar<br />
hepsine takdim olunurlar ve birbirleriyle konuşmaya<br />
başlarlar. Reisin emri ile (soba kurulur). Bu<br />
meclis demektir, tulumba erkanı arasmda müzakere<br />
vapılır, delikanlıların heves ve arzuları ortava çıkar ve<br />
hepsini tulumbacılığa kaydederler. Artık tulumbanın<br />
beşinci takım efradı ol muşlardır. Ayak larına birer çift<br />
99
100<br />
tulumbacı yemenisi, dizlerine beyaz dizlik, bellerine birer<br />
kuşak, sırtıanna yanın kukuletalı ceket giydirirler.<br />
Bunların bedeli tamamen koğuş sandığından<br />
ödenir.<br />
Gündüzleri tulumba tatimi ile meşgul olurlar ve artık<br />
yangına da gitmeye başladar. ·<br />
Yangın olan yerlerde mülk sahiplerinden alınan<br />
ücretler koğuş sandığına ait olmak üzere reiste kalır.<br />
Her gün için bir mecidiyyeye (20 kuruşluk gümüş para)<br />
bir kuruş faiz ödenmek şartı ile reis tarafından bu<br />
delikanhlara sermaye verilir. Bu sermaye ile malıailelerin<br />
çarşılarında mevsimine göre balık, üzüm<br />
mesire yerlerinde dondurma satarlar ve birkaçı bir<br />
araya gelerek kavun karpuz sergisi açarlar. İçlerinden<br />
biri, bir ara reisle bozuşup koğuştan kaçar. Galata ve<br />
İstanbul yangın kulelerinden birine müracaat ederek<br />
köşklü yazılır. Oranın bir çift ekmeği ve bir mecidiyye<br />
de aylığı vardır. Sırtına giydiği kırmızı ceket de kuleden<br />
verilir. Kendisine bir harbe (kısa mızrak, süngü),<br />
bir fener, bir de tokıa teslim edilir.<br />
Köşklünün vaziİfesi, yangın zuhurunda kendine verilmiş<br />
olan bölgenin hududuna kadar seğirtip yangın<br />
çıktığını konaklara ve bekçilere haber vermek, nöbetçi<br />
olduğu zamanlarda kulede dolaşarak yangmı gözetlemek<br />
ve yangın çıktığında<br />
ve<br />
kule ağasını derhal<br />
uyandırmaktır. O anda köşklü ile kule ağası arasında<br />
şöyle bir konuşma geçer: «-<br />
«- Kız<br />
Ağa bir çocuğun oldu»,<br />
mı? Oğlan mı?». Üsküdar, Galata ve Boğaziçi<br />
tarafları kız, İstanbul tarafı erkek itibar edilmiş olduğu<br />
için köşklü, ağanın bu suatine ona göre cevap verır.<br />
•<br />
Ağa hemen kalkar, dolaptan bir çanak maytabı çı-
101<br />
karıp· yakarak icacliyeye işaret verir. Orası da haberi<br />
alınca, yedi pare top atarak yangını ilan etmiş olur.<br />
Yangın söndürülünceye kadar, kulenin fenerleri asılı<br />
durur.. (Münasebetıi gelmişken şunu belirtlim k:i; İstanbul'da<br />
ve ÜSküd.ar,· Galata, Eyüp semtlerinde yangın<br />
çıktığında halkın<br />
derhal haberdar edilmesi için<br />
Harbiye Nezaretinde (şimcliki üniversite) bulunan yangın<br />
kulesine fener asılmasiyle beraber maytap yakıhp<br />
Yaniköyündeki icadiye Köşkü civarında Ken'an<br />
Tepesine işaret verilmesi için memurlar tayin olunarak<br />
5 top atılması 1840 tarihinde usul edinilmiş ve daha<br />
sonra bu, 7 topa çıkarılmıştır.) ·<br />
Köşklü yazılan delikanlı içkiye fevkalade düşkünlüğünden<br />
dolayı vazifesini hakkiyle yapmaya muktedir<br />
olamadığından kuleden tard edilir. Diğer arkadaşlarından<br />
birkaçı Unkapanıı, Tophane, Üsküdar taraflannda<br />
kira beygirleri sürücülüğüne girmiş olduklarından<br />
onların teşviki ile. bu da beygir sürücülüğüne başlar.<br />
Fakat içki belası ile bu işte de hayır etmez ve artık<br />
serseriyane dolaşır durur.<br />
K'OPL"Ü' TAKIMI<br />
Kopuklardan daha sefil bir san'at vardır ki, o da<br />
küplü takımıdır. Son<br />
dereceye varan sarhoşluğu yüzünden<br />
hiçbir işe eli varmayan ayyaş takımının, rakısı<br />
su küpünde durduğu için küplü adı verilmiş olan<br />
meyhaneye düşerler. Bu küplü · meyhanesi, Galata'nın<br />
en izbe bir yerinde olup adeta bir batakhaneyi andırır,<br />
dışardan içerisi görünmez,<br />
dükkan kapalı zannedilir.<br />
İçerde iki adet kınk iskemle ile<br />
ayakları kıvnlmış,<br />
iizeri pis, murdar bir masa vardır. Meyhanecinin yü-
102<br />
zü ııözü berbattır. Tezgah namına, sedir üzerinde birkaç<br />
şişe ile pRslı bir teneke maşraba mevcuttur. Bu<br />
maşraba elli dirhemJ.iktir. Müşteri on para verir, bu<br />
ınaşrabadaki rakıyı içer, bunun lezreti sulu gazdan az<br />
farklıdır. Buraya devam edenler, içip içip meyhanenin<br />
bir köşesine kıvrılır yatar, bunlar meyhanenin kıdemli<br />
müşterileridir. Bunlardan bazıları da küplüde<br />
içip Karaköy Hamamının külhanmda gecelerler. Bir<br />
gecelik ücret on paradır. Mamafih gök tavan altında<br />
yatıp yıldızlan sayanları da vardır.<br />
Küplüye devam edenler, gündüzleri, eski tanıdıklarından<br />
bazı kimselerin önlerine çıkıp (Mevlana bizi<br />
unutma, dem parası) gibi manasız sözlerle para isterler<br />
ve aldıkları parayı doğruca küplü meyhanesine götürürler.<br />
Bu küplü müdavimleri gece ve gündüz böyle<br />
sarhoş halde mahvolup gi derlerdi.<br />
Bu haller yakın zamana kadar devam etmekteydi,<br />
· bundan on, oniki sene evveline kadar bu hallerin<br />
cereyan ettiği işitiliyordu. Daha sonraları İstanbul<br />
gençlerinin mukaddes askerlik hizmetine alınmaları<br />
ile bu gençler için bir köşede sefalet içinde yaşamak<br />
artık tarihe karışmıştır.<br />
Not: <strong>Ali</strong> Rıza Bey'in anlattığı bu iki tip tulumbacı,<br />
şüphesiz İstanbul hayatında yaşamıştır. Yalnız, tulumbacılar<br />
içinde devrin ünlü sporcuları da yer almış,<br />
hatta Babıali Kaleminde çalışan ka tip tulumbacılar,<br />
yangın çıktığı ilan edildiği zaman, işlerini bırakıp men·<br />
sup oldukları tulumbacı koğuşuna koşarlardı. Tulumbacılık<br />
tarihi, ayrı ve uzun bir fasıldır. Burada nakledilen,<br />
·1stanbul'un başıboş serseri takımıdr. (N.A.B.)
DoğUm adetleri, lohusa eğlenceleri<br />
Eski kadınlarımızın doğum ve lobusalık zamanlarında<br />
garip ve efsanevi birtakım adetleri vardı. San'.at<br />
bakımından ebelerimiz de esef verici bir durumda idiler.<br />
Gerek bunları, gerekse lobusalık eğlencelerince<br />
. -<br />
yapılması gerekli birtakım geleneklerin hatırda kalanlarını<br />
özetleyerek, gelecek kuşaklara hikaye etmek gayesiyle<br />
aşağıya sıraladım:<br />
Ailelerce, doğumdan önce gözönüne alınan meselelerio<br />
ilki, münasip bir ebe bulmaktı. Çünkü eskiden<br />
okul görmüş, imtihan vermiş ebeler yoktu. Mevcut<br />
ebeier, ya annelerinden öğrendikleri sanatı yürüten<br />
veya geçimlerini sağlamak için bu işi öğrenmiş bulunan<br />
birtakım yaşlı kadınlardan ibaretti. O çağın zarif<br />
nüktecilerinden biri (karnı burnunda olursa gebe,<br />
burnu karnında olursa ebedir) diyerek bu husu'u 'lx·<br />
Iirtmiştir. Bu ·yaşlı kadınlar, ebe hanımların ·;ın tb<br />
kısa bir süre bulunarak iılkel bir bilgi edinir. h nu<br />
kendilerine sermaye edinip ebelik san'atını yapmya<br />
kendilerini yetkili kabul ederlerdi.<br />
Bunların çoğunun<br />
cahillikleri yüzünden birtakım elim olaylar eksik olmazdı_<br />
Bu bakımdan, kadınlar arasında çocuk doğurmak<br />
büyük bir felaket addolunurdu. İşte bu mühim<br />
ve korkulu durum yüzünden, gerek ebe kadının ve ge-
104<br />
rekse ailesinin kalben güven ve emniyet hasıl edebilmeleri<br />
için konu - komşu -vaktiyle İslam mahallelerinde<br />
bir samirniyet vardı. Komşu, komşuya akrabası<br />
gibi bakar, onun ·ihtiyacını kendi ihtiyacı gibi görürdü-<br />
hısım akraba, aralarında haftalarca görüşme ve<br />
müzakereler yapar, uzun araştırma ve soruşturmalarla,<br />
bin müşkilatla bir ebe tedarik edilebilird.i. Ebe hanımın<br />
resmen haberdar edilmesi, kendisine hediye olarak<br />
birkaç okka şeker ve kahve gönderilmesi adetine<br />
uyularak yapılırdı. Bu suretle seçilen ebe, zaman zaman<br />
gebe kadının evine gelir ve muayenelerini yapardı.<br />
Yaklaşık olarak doğumdan bir hafta, on gün evvel<br />
çocuğun kundağını hazırlaması, ebenin ilk ·vazifelerindendi.<br />
Bir de sır saklamakta emniyet kazanıp, gizli<br />
doğuracak veyahut çocuk düşürecek kadınlara arzu<br />
ettikleri gibi bakmaya çalışan ebeler vardı. Bunların<br />
çoğu Musevi kadınian idi ve daha ziyade işlerini evlerinde<br />
yaparlardı. Çocuk düşürme mevzuunda, istanbullutann<br />
hareketleri dikkat çekici bir raddeye geldiğinden,<br />
halk .arasında cereyan eden bu çirkin halin<br />
men edilmesi için 1858 tarihinde hükiımetçe bazı tedbirler<br />
kondu. Evvela doktor ve eczacılara, bununla ilgili<br />
ilaçları vermemeleri için İstanbul Kadılığı ve dört<br />
topluluk (üslüman, Yahudi, Ermeni, Rum) Patrik ve<br />
Hahambaşıları tarafından yemin ettirildi. Ayrıca, mahallesi<br />
imam ve muhtarlarınca geçim sıkıntısında olup<br />
beş çocuktan fazla çocuğu olanlar bildirilince, bunlara<br />
yardım yapılıyordu. Çocuk düşürenler de ihbar ediliyordu.<br />
1861 tarihinde yayınlanan bir nizarnname gereğince,<br />
İslam, Hristiyan ve Musevi ebelerinin Tıbbiye
105<br />
Okulunca imtihanlan yapılarak ellerine izinnameler<br />
verildi; bunu haiz olmayanlar san'attan men edildi.<br />
Aksine hareket edenlerin isim ve şöhretleri ile adreslerinin<br />
imam ve muhtarlarca bildirilmesi emir ve ilan<br />
edildi.<br />
DoGUM ZAMANI ADETLERİ<br />
Doğum zamanı layıkı ile tayin olunamazsa da bazı<br />
belirtilerle ayın ve günün son bulduğu anlaşılır ve<br />
doğum işareti olan sancıların başlaması ile ebe hanım<br />
derhal çağırıhr. Hususi iskemiesi de birlikte getirtilir.<br />
Doğum yapacak kadının feryadını duyan ve yakıcı bir<br />
ağrı ile kıvranışını gören ev halkı arasında üzüntü gittikçe<br />
artar, kadere boyun eğilerek netice beklenir. Bu<br />
arada lobusanın etrafında biriken yaygaracı kadınların<br />
telaşı, güçlüğü arttınr. Bu ara, «çocuk ters gelmiş<br />
veya çatıda kalmış» gibi zıt ve hakikale uymayan ve<br />
heyecan verici sözler ortada dolaşır durur, helecan bir<br />
kat daha şiddetlenıneye başlar ve evde bir bunalım<br />
başlar. Bu arada, san'atında zaten nasibi olmayan ebe<br />
hanım da şaşırıp doğumun normal olmayacağını samr<br />
ve böylece birtakım hatalar ve bu yüzden de çeşitli<br />
acı vakaların meydana geldiği görülürdü. Sonraları<br />
fikir ayrılıklarını gidermek ve muhtemel bir hadiseyi<br />
önlemek için, yeni türemiş mütehassıs doktorların<br />
çağrılması ebe hanım tarafından aile reisine teklif<br />
edilmesi adet oldu. Çocuk selametle alındığı ve gebe<br />
kadın kurtulduğu anda ev halkı (bir oğlumuz veya bir<br />
kızımız oldu) diyerek sevinçlerini belirtir ve müjde-
106<br />
lerler. Kurbanlar kesilir, sadakalar verj.lir, böylece ailenin<br />
eski sevinç ve neşesi yerine gelir.<br />
Doğumdan sonra ebe hanım çocuğu yıkar, tuzlar.<br />
Tatlı dilli
107<br />
tülle sarılması lazımdır. Bu şekilde hazırlanan sürahiler<br />
akrabalara, din adamlarına ve ahbaplara gönderilerek<br />
resmer .. bildirilmiş olur. Şerheti götürene, gittiği<br />
yerden balışişler verilir.<br />
Eski kadınlarımızca dikkat ve itina edilen konulardan<br />
biri de albasmamak için lohusayı odasında<br />
yalnız bırakmamaktır .. Her ihtimale karşı oda kapısının<br />
arkasına bir süpürge koymak ihmal edilmez. O sıralarda<br />
lobusaya bir rahatsızlık gelirse «SÜt hastasıdır»<br />
diyerek ehemmiyet vermezlerdi.<br />
İkinci, üçüncü günden itibaren konu - komşu, hısım,<br />
akraba gözaydına gelirler; çocuğa altın takar veyahut<br />
kurabiye ve benzeri hediyeler getirirler. Ziretçilere<br />
önce Jmhve, daha sonra da sıcak lohusa şerbeti<br />
ikram olunur. Şerheti içenterin (Allah lobusanın<br />
sütünü gür etsin) diye dua etmesi adettir.<br />
Doğumun üçüncü günü, yıldızlar ilmindeki bilgisi<br />
aile reisince bilinen münecciminin tayin ettiği uğurlu<br />
ve mesut saatte çocuğun adı konur. Bu da belirtilen<br />
vakitten hemen evvel aile büyükleri hazır olduğu halde<br />
çocuğun babası tarafından yapılır. Baba, lobusanın<br />
yanına gelere.lc çocuğu kucağına alır, kulağına üç de.<br />
fa ezan okur ve kararlaştırılan ismi de üç defa söyler<br />
ve bu suretle çocuun adı konmuş olur.<br />
SON GON TOPLANTISI VE KINA GECESİ<br />
ADETLERİ<br />
Lobusalığın altıncı günü, son günü toplantısıdır.<br />
Evveloe hatır sormaya gelmiş olanlar, özellikle davet
108<br />
.<br />
edilirler. Bu toplantıların çoğunda bir hoca hanımına<br />
mevlid okutturulur. Akaşama kına gecesidir. Bütün<br />
davetliler beklenir, sabaha kadar çengiler oynar. Gece<br />
yarısı (Beşik Çıkma) merasimi yapılır. Beşik, ince oymalı<br />
ve san'atkarane y·apılmış ve içine ağır kumaşlar·<br />
dan sırma yorgan ve yastık konulmuştur. Beşiğin altında<br />
oyulmuş yere konulan çocuğun lazımlığının içi<br />
badem şekeri ile doldurulmuştur. (Bu şeker ebe hanıma<br />
aittir). Beşiğe, çocuğun babası ve hısım akrabası<br />
tarafından ağır kumaşlardan askılar asılır. (Bunlar da<br />
ebe hamının hakkıdır) Bu askılar arasına şaldan as-<br />
.<br />
.<br />
kılar bile asıhrdı. Çocuğun beşiği bütün teferruatı ile<br />
lobusanın annesi tarafından hediye edilir ve hazırlanır.<br />
Lobusanın kayınpederi çocuğa mücevherli (Maaşallah),<br />
kayınvalidesi (Armudiye) ve diğer aile efradı<br />
da kudretlerine göre (Mahmudiye) veya (Rab'iye) altunu<br />
takmak mecburiyetindedirler.<br />
BEŞİK ÇlKMA MERASİMİ :<br />
Ebe hanım çengilerle birlikte aşağı kata iner. Beşiği<br />
muhafaza edildiği odadan çıkarırlar, önünden ve<br />
arkasından ikişer kadın tutmuş, soygun d'enilen ve düğünlerde<br />
hizmetçilik eden Hamam ustaları beşiğin<br />
dört tarafında kırnuzı, yeşil fitilli mumlan (1) ellerine<br />
almış ve Ebe Hanım renk renk askılarla süslenmiş<br />
beşiğin önüne düşmüş olduğu halde çalgıcılar ça-<br />
'<br />
·<br />
(1)<br />
Şem'a denilen bu mumlar çeşitli resimlerden ve Na·<br />
hilct dı."nilen esnaf tarafından yapılırdı.
•<br />
109<br />
larak ve çengiler ayriayarak yavaş yavaş yukarı kata<br />
çıkarlar (1). Alay misafir hanımların önünden geçerek<br />
lahusanın odasına girer . Beşik odanın ortasına konur<br />
Ebe 'H anım baş tarafına oturarak ince sesle ninni<br />
söylerneğe başlar. Buna çalgı da kıatılır. Beşiğin etrafında<br />
dönerler. Bu esnada aile fertleri tarafından çengilerin<br />
her birine çeşitl.i kumaşlardan askılar asılır,<br />
misafirler tarafından altunlar yapıştırılır. Sıracılann<br />
defleri bahşişlerle dolar.<br />
YEMİŞ ÇlKMA MERASİMİ:<br />
Gece yemiş çıkarılması da kına gecesi adetlerindendir.<br />
Büyük madeni tepsilere yemiş ta baklan konur,<br />
tepsinin etrafı allı yeş.i.Ui mumlarla donatılır ve<br />
yemişler mevcut misafirlere yetecek ı,.-ıiktardan kat<br />
kat fazla hazırlanır.<br />
Kına gecesi yemişleri Badem, Kuru İncir, Kestane,<br />
İğde, Keçiboynuzu, Habbütle22iz (Akdeniz bölgesinde<br />
yetişen bir ağacın yağlı ve tatlı meyvesi olup<br />
dut kurusuna benzer), Hurma, Fındık, Üzüm ve benzeri<br />
kuru yemişlerden ibaret olup sonraları taze, mevsim<br />
meyvaları verilmeye başlanmıştır.<br />
(1) Beşik çıkma merasimi hakikaten görülmeye değerdi.<br />
Çünkü o zamanın kadınları bu gibi merasime büyilk<br />
ehemmiyet verirler, çengiler de san'atlarında çok ma<br />
hir oldukları için vazifelerini ustalıkla yaparlardı.<br />
(2) Bu oyun şimdiki çiftetelli veya Arap oyunlarının ben·<br />
zeridir.<br />
·
110<br />
Beşik Çıkma merasiminin bitiminde çengiler tekrar<br />
aşağı kata iner'ler. Hazır olan yemiş tepsilerini ikişer<br />
kadın taşımakta ve önde çengiler oynamakta oldukları<br />
halde yukarı kata çıkarırlar (Hanımlar darısı<br />
evinize!) sözü üzerine çalgıcıların alkışlariyle herkes<br />
yemişe saldırırdı.<br />
Bu yemiş eğlencelerinden sonra çengiler taklitli<br />
oyunlar oynarlar, sabaha kadar eğlenceler devam ederdi.<br />
Bir lohusa toplantısında çengilerden birisi lohusa<br />
olmuş, Kolbaşı da · Ebelik vazifesini yaparak pek eğlenceli<br />
bir oyun oynamışlardı.<br />
Lobusalığın yedinci günü yatak kalkar. Lobusanın<br />
karnının büyük kalmaması için Ebe Hanım tarafından<br />
bağlanır. Ebe Hanım ayrıca çocuğu yıkar, kundaklar<br />
ve sonra evine gider.<br />
KlRK HAMAMI ADETLERİ:<br />
Bir de Kırk Hamarnı adeti vardır. Kırkıncı günü<br />
lobusayı ve çocuğu Hamama götürü·tler. Hısım akraba,<br />
konu komşu .Kırk Hamamma davetlidirler. Hamamın<br />
dışansında lobusayı ve Ebe Hamının kucağındaki<br />
çocuğu çengiler ve ça}gıcılar çalıp oynayarak üç<br />
defa dolaştırırlar. Bundan sonra içeriye götürürler.<br />
Artık Hamamın dışında çengi ve çalgı akşama kadar<br />
devam eder.<br />
Lohusa ile çocuk Harnarnda iken, şayet Kırk Hamamı<br />
için başka bir lohusa getirilecek olursa kırk<br />
basmamak için, çocuğu hemen kucağa alıp yukarı kal<br />
dırmak lazımdır. Bu gibi hallerde etrafında bulunan,
111<br />
kadınlar açıkgöz olurlar. Bir mahallede kırk gün içirıde<br />
iki çocuk doğarsa bunların kırkları karışmış olduğundan<br />
herhangi bir evdeki ilk karşılaşmalarında çocukları<br />
sırt sırta getirmek gerekir, zira kırk basması<br />
büyük bir ihtimal dahilindedir.<br />
Halk takımı çocuktann bulunacağı odayı, hizmeti<br />
kolay olsun için ekser'iyıa evlerin alt katında seçerlerdi.<br />
Eski evlerin alt kat tavanları basık olduğundan,<br />
sıcak olur diyerek rutubet durumunu hiç düşünmezler,<br />
soğuktan bir derece daha korunmak için pencere<br />
k en ariarına çirişli kağıt yapıştırır, oda kapılarına pamuklu<br />
perdeler asarlar, sabah ve akşam pencereleri<br />
açıp odanın havasını değiştirme.lüzumunu düşünemezlerdi.<br />
Çocuğun geceleri huysuzluk etmeyip rahatça uyuması<br />
için (Körükçüoğlu macunu) yedirir veyahut Haşhaş<br />
şu rubu içirirler. Birkaç aylık olunca, arkasında<br />
ufak ufak kabarcıklar belirmişse derhal (Hacamatçı<br />
Kadına götürüp (Hacamat) ettirirler, pis kanı çıkarmak<br />
lüzumuna inanırlar.<br />
Çocukların beşikte iken Güneş ışığından gözleri<br />
kamaşıp sonradan şehla ve şaşı olmamaları için daima<br />
gözlerinin üstüne beyaz bir tülbent örtülür. Beşiğinde,<br />
altını kirlettiğinde kullanılmak üzere<br />
Sübek.<br />
(Çiş şişe veya borusu) bulunduğu gibi ayrıca altına<br />
pamuklular ve bezler sarılır. Uykusu esnasında ellerini<br />
kımıldatıp korkmaması için beşiğinin üzerini sarmak<br />
gereklidir. Çocuğu naar değmesinden korumak
112<br />
için Beşiğinin üstüne yedi delikli mavi boncuk, çörek<br />
otu,· bir adet sarımsak, çitlenbik dalı, Hurma çekirdeğinin<br />
oyulmasiyle vücude getirilmiş nahn şekli<br />
gibi şeyler asmak lazımdır. Çocuğu 6 aylık olana kadar<br />
kundaktan çıkarmak caiz değildir. 6 aylık olunca<br />
belinden yukarısı serbest bırakılır, buna (yarım kundak)<br />
denir. Çocuk 5 aylık olunca zaman zaman ve birer<br />
parmak miktarında pirinç unu bulamacı verilir.<br />
Halk takımı ona sütü besiemiyor diye henüz yaşına<br />
gelmemiş çocuklara, kadınların tabirince (çiğneme)<br />
verirler. Bu yemek esnasında ananın veya başka birinin<br />
ağzındaki lokmayı çiğnedikten sonra çıkarıp salyaları<br />
akarak çocuğa verilmesidir.<br />
Çocuğa meme verildiği halde almaz da devamlı<br />
olarak kıvranıp ağiarsa sancılandığına hükmedilerek<br />
karnma sedef veya bademyağı sürütüp oğuşturulur.<br />
Bir de sağ kolunu sol kolunun, sağ ayağını sol ayağının<br />
üştüne getirip çöreklerler. Bunlar da fayda vermezse<br />
yine ilk tedbir olarak kurşuncu kadın çağınlır<br />
ve kurşun döktürütür.<br />
Çocukları dık suyla yıkamak lazımken sık sık mahalle<br />
Hamamma götürür ve orada ya hamam ustaları<br />
veya kendileri kaynar sular dökerek yedi sekiz defa<br />
sabunlarlar.<br />
Bu esnada çocuğun feryadına kulak asılmaz, bu<br />
sıcak suya ve Hamamın hararetine dayanıp dayanaınıyacağı<br />
asla dikkate alınmaz. Çocuk bu yüzden hastalansa<br />
bile birşeyden korktuğunu sanıp korku damarlarını<br />
hasıcı kadına götürürler ve baba Caferde tes-
113<br />
bihten geçirirler. Yine fayda etmezse Havale illeti olduğıında<br />
şüphe kalmaz ve hemen bu hastahğın tedavisi<br />
çareleri aranır.<br />
Bir de çocukların uzun ömürlü olmaları için, ka·<br />
dmiarın tabiri ile doğumdan sonra bir Tekkeye bağlanmış<br />
ise zaman zaman o Tekkenin mukabele günlerinde<br />
çocuğu götürüp Şeyh efendiye okuturlar, içeceği<br />
suyu sürahi veya testiye koyup Şeyh efendi ile zikir<br />
edenlere ve dervişlere üfletirler. Hastalığı zamanında<br />
çamaşırlarını da götürüp aynı şekilde nefesletirler.<br />
Çocuğun bezleri yıkandıkça kirli suları delikli taşa<br />
dökmek lazımdır. Eğer şuraya buraya dökülüp perilerin<br />
üzerine sıçrarsa çocuk Havale hastalığına tutulur.<br />
Bu gibi korkulu hallere meydan vermemek için<br />
evin yaşlı kadınları gayet dikkatli davranılmasını her<br />
zaman telkin ederler.<br />
Çocukları sokakta veya bahçede gezdirmek için<br />
dangalak uşakların, kJZ veya erkek çocukların kucaklarına<br />
.verirler. Bunlar çocuğun başını omuzuna dayamak<br />
ve kolundan çekmernek gibi ihtiyatlan bilmediklerinden<br />
ve çocuğu dikkatsizlikle düşürseler de söy<br />
Jemekten çekindiklerinden, çocuk çeşitli arızatara uğrar,<br />
hatta bu yüzden çirkin endamlı olur.<br />
Çocuklar için bir safha da memeden kesitdikleri<br />
zamandır. Ekseriya birbuçuk veya lld yaşlarında memede!l<br />
kesrnek İstanbul kadınlannca adet haline gelmişti.<br />
F: 8
114<br />
Erkek çocukları memeden daha geç keserler. Fakat<br />
çocuklar 9-10 ayhkken anneleri yeniden gebe kalırsa<br />
süt çalkadı, süt bozuldu denebilir. Bu durumda<br />
çocuk mecburen sütten kesilir.<br />
Memeden kesmede usul meme üzerine mürekkep<br />
veya başka bir boya sürmektir. Bunu gören çocuk tİksinerek<br />
memeyi almaz, fakat · huysuzlanır ve bu hali<br />
uzun günler devam eder. İnsanlarca sevdiğinden mahrum<br />
olma acılarının birincisi memeden kesilme olduğu<br />
söylenir.<br />
KURŞUN DÖKME TEDAVtst<br />
Eski kadınlarımızın inançlarına göre herhangi bir<br />
hastalığa karşı derhal kurşun döktürülürse hastalık<br />
hafifler, çünki bu inancın Fatma anamızdan kaldığını<br />
söylerler. Bir de kurşun baş, karın ve ·ayak olmak<br />
üzere üç yere döküldüğünden hangisinde kurşun fazla<br />
patlamışsa hastalığın o kısımda olduğuna kanaat<br />
getirir, ona göre çaresine başvururlardı.<br />
Kurşun dökücü, damar hasıcı ve kırhacı (karın<br />
şişmeleriqi tedavi eden) kadınlar mizaçtan anlayan ve<br />
nabza göre şerbet veren kimselerdir. Müşterilerine karşı<br />
güler yüzlü ve tatlı dillidirler, onların halleriyle<br />
hemhal olur, türlü diller dökerler.<br />
Hastalık görülen evde yapılan davet .üzerine kurşuncu<br />
kadın takımını alarak gelir. Takım bir külçe<br />
kurşun, uzunca saph bir tava, içi sırlı büyükçe bir yoğurt<br />
çanağı ile iki mavi peştemaldan ibarettir. Kurşuncu<br />
kadının gelişiyle beraber hastanın geçinnektc
115<br />
olduğu haller ev halkı tarafından kendisine bir bir an<br />
latılır. Böylece kadın' bilgi sahibi kılınır. Bundan sonra<br />
kadın mangal başına geçer ve içinde kurşun bulunan<br />
tavayı ateşe sürer; kurşunu eritir. İyi saatte olsunlar<br />
Perllerin erkeklerinden sakıharak başını örter.<br />
Hastanın odasına gider, hasta arkası üstü yatırı<br />
lır ve mavi peştemal ile örtülür. Kurşuncu kadın hastanın<br />
baş ucuna gelir, ızdırabı ne taralında olduğunu<br />
önceden öğrendiği için kurşunu o tarafa doğru yüksekten<br />
döker, o esnada şiddetiice bir ses çıkar. Kurşun<br />
parçaları sıçrayıp etrafa yayılır, bu da hastahğın<br />
şiddetine alamettir. Sonra ev halkı ile birlikte çanaktaki<br />
su içinden kurşun çıkanlıp dikkatle muayene<br />
edilir. Kurşunun arasında meydana gelen ince ince<br />
delikler «gÖz» e alamettir, nazar değmiş olduğunda<br />
şüphe kalmaz. O günlerde evlerine gelmiş .olan misa- .<br />
firler arasında çocuğa maaşallah dememiş olan filanca<br />
hanımın nazarı değdiği, müzakere sonunda meydana<br />
çıkar, kabil olup da o hanımla temas imkanı bulunursa<br />
pabucundan bir parça kesilip hasta bununla<br />
tütsülenir. Bu mümkün olamazscı. karanfil çatiatmak<br />
gerekir. Hastalık sancılı ve karın kısmında ise kurşunda<br />
bu kısımda dökülürken fazla ses çıkarmışsa çocuk<br />
dalak olmuştur, bu takdirde dalakçı kadına, eğer<br />
kurşunun tetkik-inde hayvana benzer bir şekil görülmüşse<br />
korkmuş olduğuna hükmedilip korku damarlarını<br />
basıcı kadına başvurmak lazımdır. Üçüncüsü dışarlık<br />
alameti havale hastalığıdır. Artık bu gibi hastalıklara<br />
bakan hocaya müracaat icabeder. Fakat bu<br />
müracaatler kurşuncu kadının buluş, görüş ve tavsi-
116<br />
yesine uyularak yapılır.<br />
Kurşun döküldükten sonra<br />
çanaktaki küllü su okunup üflenir, bir miktarı şifa<br />
niyetinde hastaya içirilir, geri kalanı hastanın yattığı<br />
odanın tavanının dört köşesine (kefareti budur.<br />
kefareti budur) diye elle serpilir ve bir okka ekmek<br />
doğranıp aynı çanağa konup üç defa hastanın başında<br />
çevrildikten sonra köpeklere verilir. Başka biri<br />
yetkili olmadığı için bu işlerin hepsini kurşuncu kadın<br />
yapar. Vazifesi biten kurşuncu kadına ücreti verilir.<br />
Bundan başkıa hastanın hayratı olarak bir miktar<br />
da kurşun vermek lazımdır. Hemen kurşun bulunamadığı<br />
hallerde Abdeshane kurşunlarının sökülüp<br />
verildiği de vakidir.<br />
Kurşun döktürüldüğü zaman çocuğun hastalığı<br />
köpek veya sair bir hayvandan korkmuş olmasından<br />
mevdana geldine kanaat edildiği zaman korku damarlarını<br />
hasıcı kadına müracaat edili.r. Basıcı kadın<br />
cocueu arkaüstü yatınr, çünki korku damarları kasıkl?-r<br />
arasındadır. Hoca hanım iki elivle çocuğun kasıklarına<br />
hasar ve (Bas gitsin) der yere vurur ve bu<br />
sözü üç defa tekrar ettikten sonra okur üfler. Bu sırada<br />
Hoca hanıma hastanın ağırlığının<br />
işareti sayılan<br />
esnemeler gelir, okudukça bu esnemeler yok olur<br />
ve böylece korku damarları yerine gelmiş sayılır.<br />
Çocuğun karnının şişi için de dalak kesici, kırhacı<br />
kadınlara müracaat edilir.<br />
ÇOCUK DİLİ<br />
İstanbul kadınları, çocuk ana dilini çat pat söyleyebilecek<br />
duruma gelince onlara ilk önce aşağıdaki
117<br />
sözleri öğretirler: Küçücük<br />
.. Bebek», Uyku «Ninni»,<br />
Su «Buva» Ekmek «Mama», Sokak «Att.acık», Yürü-<br />
.<br />
.<br />
rnek «Hoppacık», Kesici «Kı.h», El sürülmeyecek «Cıs»,<br />
İyi şey «Cici», Fena şey «Kaka», At «Dahdah», Akarsu<br />
«Cıp Cıp», Kedi «Pisi•, Köpek «Öşöş», Mehtap «Aydede»,<br />
Büyükanne «Haminne» v.s.<br />
Bundan sonra çocuğa kendi dili öğretilmeye başlanır.<br />
Çocuk huysuzluk ederse Uroacı'dan korkuturlar.<br />
Bir çocuk· 3 yaşına geldiğinde<br />
annesini 6 yaşında<br />
da babasını sevrneğe başlar. 10 yaşında tatil günlerini,<br />
16 yaşında iyi giyimi sever ve 20 yaşında da sevmeye<br />
başlar. 25 yaşı geçince evlenıneye teşebbüs eder<br />
40 yaşında çocuklarına karşı sevgisi artar, 60 yaşına<br />
vannca da muhabbeti kendi nefsine döner derler.<br />
AİLE KAVGALARI·<br />
Halk tabakalarında karı ve koca arasmda dirliksizlik<br />
ekseriya çocukları olduktan sonra başgösterir.<br />
Zira artık kadının hizmeti ikiye bölünmüştür. Önceleri<br />
kocasının en ince teferruatma kadar bütün hizmetlerini<br />
kusursuz olarak yapmaya çalışan kadın, ar- .<br />
tık çocuğu ile de meşgul olduğu için bunda kusur etrneğe<br />
başlar. Kendi tuvaletinde (süslenme) de ihmale<br />
düşer ve akşam kocası gelince onu pejmürde bulur.<br />
Lohusalığı müteakip emzirme safhası da kadının zayıflamasına<br />
sebep ·olduğu için yıpranma başlar ve evvelki<br />
tazelik ve körpelik kaybolur. Kocasının isteklerini<br />
hakkiyle yerine getiremez. Hele çocuğun geceleri<br />
birkaç defa uyanıp ağlaması babanın rahatını bo-<br />
•
118<br />
zar, uyku haliyle hemen kalkıp da meme vrrip çocuğu<br />
susturamaması aralarında kavga çıkmasına sebep<br />
olur. Eğer, evde kaynana ve görürnce de birlikte iseler<br />
aile saadetinde büsbütün derin yaralar açılır.<br />
Kaynanaların çoğu gelinlerini sevmez ve onların<br />
kusurlarından bahsederler. Bir kusurlarını bulamasa<br />
!ar bile yaratmaya çalışırlar. Onların inançlarına göre<br />
ailenin kızları kocadan, erkeklri de karıdan yana ta<br />
Jihsizdir.<br />
Kaynana oğlunun karıya düşemediği mukaddemesiyle<br />
söze başlar ve: «Biz de taze olduk, ondört yaşında<br />
köşeye oturdum. İlkim Memomu (Mehmet) doğurduğum<br />
zaman evimizde Arap halayık da vardı, öyle<br />
iken yavrumun bezlerini kendim yıkardım. Kaynanam<br />
öyle bir kadındı ki atiıyı attan attırır, yayayı yoldan<br />
çevirirdi. Bizim gelinin acaba öyle bir kaynana·<br />
sı olsaydi ne yapardı?, Mekanı cennet olsun kocamın<br />
içkisi de yoktu. Beş vaktine beş daha katardı. Bizim<br />
oğlanın içkiye darlanması da hep bu gelinin .yüzündendir.<br />
Yorgun argm eve geliyor, hiçbir şeyine bakılmıyor.<br />
Ayol kocanın şusuna busuna baksana diye güzellikle<br />
ne kadar söyledim. «Aman. Sen de hanım ne (nine)<br />
diye beni payiadı (Kaynana-Görümce) adı var. Artık<br />
birşeylerine karışmayım dedim ve kızımla beraber<br />
yemeğimizi ayırdık. Yine içim götiirmüyor. Sabunu<br />
leğenin içine bırakmış. Koca dilim ekmeği kedinin<br />
kapmış olduğunu gözümle gördüm ve söylendim. Kimin<br />
kulağına girecek? Ziyankar mı ziyankar. (Emzikliyim,<br />
evde birşey yok, ne yiyeceğim?) diye bana soru-
119<br />
yor. Ben de «Ziftin pekini ye» diyecek oldum, hanırnın<br />
gücüne gitmiş, ağlaması bitmedi. Şirret mi şirret.<br />
Ah! oğlana yazık oldu, kanya düşemedi. Kederinden<br />
içkiye vurdu» diyerek ve daha buna benzer bir<br />
takım saçma sapan sözler ilave ederek akşamları su<br />
dotdururken çeşme başındaki kadınlara, geceleri buluştuğu<br />
komştilara, pazar kayıklarında, hasılı şurada<br />
burada rastgele yerlerde tanıdık tanımadık herkese<br />
mütemadiyen gelininden bahseder.<br />
Geline gelince; aşağı odada ağzı<br />
ile çocuğa ninni<br />
söyleyip uyutınaya çalışır, eliyle mangal başında bezlerini<br />
yıkar, bir ayağı ile beşik sallar. Akşam yemeğini<br />
hazırlamak da geline aittir. Ne yazık ki bu vazifeyi<br />
yapabilmek için evde erzak kalmamıştır, kocasının getireceği<br />
şeyi bekler. Halbuki herif akşamcı olduğundan<br />
gece meyhane dönüşü ağız eğri, göz şaşı, yüz haşin,<br />
üstbaş çarnuriara batmış, güya evi içiıi bir okka balık<br />
almış onu da yolda gelirken köpekler kapmış ve sapı<br />
elinde kalmıştır. Ekmekçi çetelenin dolduğundan ve<br />
para verilmediğinden dolayı gündüzden ekmek bırakmamıştır.<br />
Sarhoş koca mütemadiyen bomurdahıp yavaş<br />
konuşmasını İhtar eden karısı güya büyük bir kabahat<br />
işlemiş gibi ağzına, yüzüne, dinine ve imanına<br />
küfürler savurur. Bu gürültü arasmda çocuk uyarur<br />
ve çatiareasma ağlamaya başlar. Kaynana ve görümce<br />
hanımlar güya kavgayı ve çekişmeyi teskin etmeye<br />
gelirler, halbuki geLinin aleyhine, sarhoş kocanın<br />
hiddetini bir kat daha şiddetlendirlrler. Zavallı gelin<br />
vemek yerine temiz bir dayak yer. Bu hal bir deil,<br />
beş değil bütün günler böyledir. Kadın sonunda (ni-
120<br />
kahım helcil canım azat) diye yavrusunu kucağına alıp<br />
kaçmaya mecbur olur. Hatta (bağnma taş basanm) deyip<br />
eviadını da bırakıp giden gelinler çok görülmüştür.<br />
Bundan sonra nikahın feshi (boşanma) ve nafaka<br />
davaları başlar. Biçare kadın bütün sırlarını arzuhalcilere<br />
ve mahkeme katipierine açıklamaya mecbur kalır<br />
ve mahkemelerde uğraşır dururdu.
Ramazan adetleri<br />
Devlet adamlarının, zenginlerin ve halkın yaşayışında<br />
yılda bir ay değişiklik olurdu ki, bu da Ramazan<br />
ayı idi. Halkın en çok sevdiği ve kutladığı ay, şüphesiz<br />
Ramazan ayıdır. Bütün müslümanlar hasretle Ramazanı<br />
beklerler, bu ay içinde ruhani zevkin en üstünü<br />
ile ruhlarını temizlerlerdi. Bu ayın ibadetinde daha<br />
başka duygu sarar insanı. Yemekte, içmekte, geceyi<br />
ve gündüzü geçirmekte, hatta zevk ve safada da<br />
bir başkalık vardır.<br />
MiNARELERDE KANDİL YAKILMASI·<br />
Mevlit ve Regaip gecelerinde minarelerde kandil<br />
yakılması İkinci Selim (San Selim-Saltanatı: 1566-1574)<br />
zamanında başladı. Yatsı namazından sonra vaazda<br />
Padişah da hazır bulunurmuş. (Sultan Hamit, mübarek<br />
günlerde şeyhleri nöbetle saraya davet ederek<br />
adetleri olan ayini dervişleri ile beraber sarayda da<br />
yaptırmayı adet haline getirmişti.) Berat ve Miraç<br />
Kandili de 1577 tarihinde '()çüncü Murat zamanında<br />
Kocamustafa Paşa Dergahı Şeyhi iken Hac'dan sonra<br />
Yemen'de ölen Necmeddin Hasan efendi tarafından<br />
padişah fermanı ile gelenek haline getirilmişti. Rama-
122<br />
zanın birinci gecesinden Bayram gecesine kadar minarelerin<br />
kandil ile aydınlanması 1610 yılında Birinci<br />
Ahmet (saltanatı: 1603- 1617) tarafından adet haline getirilmiştir.<br />
Ramazan geceleri mahya kurmak Süleymaniye,<br />
Sultan Ahmet, Valide Sultan ve Osküdar'da gene Valide<br />
Sultan camilerine . mahsus iken -<br />
Üçüncü Ahmet<br />
(saltanatı:<br />
1703-1730) zamanında Damat İbrahim Paşanın<br />
tenbihi ile Ayasofya, Fatih, Beyazıt, Sultan Selim,<br />
Şehzade ve Eyüp camilerinde .. de mahya kurulmuştur.<br />
Bir gece Şehzade camiinde kurulan malıyada<br />
Zulfikar resmi yapılmış, o zaman<br />
Şeyhulislam olan<br />
tarihçi Çelebizade Asım bir kıta yazmıştı.<br />
Ramazanlarda Bayram gecesine kadar kandil yakılarak<br />
Bayram gecesi kandil yakılınaması adet haline<br />
gelmişken, bütün İslam aleminde bayram geceleri<br />
şenlikler yapıldığı halde İstanbul'da minarelerin karanlık<br />
kalması, gene Damat İbrahim Paşa'nın padişaha<br />
bir ferman çıkartması ile değiştirilmiş, minaretere<br />
geceleri ateşten kaftan giydirilmiştir. Mübarek Mevlit<br />
gecelerinde de kandil yakılması bu fermandan sonra<br />
adet haline gelmiştir. Yalnız Mevlit geceleri kandil<br />
yakılınakla beraber şehirde ev ve dükkaniarın önlerine<br />
.<br />
<br />
kandil asılması ve beşer defa top atılması 1835 tarihinde<br />
·İkinci Sultan Mahmut (Saltanatı: 1808 - 1839)<br />
zamanında başlamıştır.<br />
İftar ve İmsak vakitlerinde Rumeli Hisarında kızının<br />
yaptırdığı Muvakkithane {1) önünde birer defa<br />
(1) Muvakkithane, ekseriya camilere yakın yerlerde ku·<br />
rulan doğru vakit gösteren yerlerdir.) (N.A.B.)
.<br />
-<br />
.<br />
•<br />
-<br />
--<br />
• 1<br />
l' .<br />
... . .. --<br />
··--<br />
. .. _<br />
--<br />
. .. .<br />
- .<br />
. ..;.• ·<br />
.<br />
.-. ·-i--·.-<br />
...<br />
.. '"'- .; . .,:... . ... - -<br />
- .<br />
-...<br />
... -<br />
.,. _,. .. - .. - -- .· ...<br />
......<br />
· . · __, - -<br />
..<br />
.fhJ...<br />
-·<br />
•<br />
., ,<br />
""<br />
·- ... ·<br />
. .<br />
•<br />
•<br />
- :,.·-ı- :<br />
4 ..<br />
- - ;' ...<br />
...<br />
• -.<br />
- ........<br />
-<br />
•<br />
.. . .. ,<br />
. .<br />
, , - ., _:-..._ - ..<br />
. ..<br />
. .<br />
Ranıa=arılarda cami önleri ayni =amanda birer sergi yeri<br />
halinde idi .. Yü=yıl önceki Yeni Cami avlusunu görüyoru=.
124<br />
top attırma Üçüncü Mustafa (saltanatı: 1757-1774) zamanında<br />
adet olmuş, sonraları Yedikulede de birer<br />
defa top atılması adet olmuş, daha sonra şehrin türlü<br />
semtlerine bu hak tanınmıştır.<br />
Resmi günlerde Sitte ricaline (1) kadar mülkiye<br />
memurları ile Kazaskerden Yeniçeri Kassamlığına (2),<br />
kadar ilmiye ricali, Topçubaşı, Arabacıbaşı, Tüfekçi-<br />
(1) Menasıb-ı Sitte-Tanzimattan önce Nişancı, Defterdar,<br />
Reisülküttap, Defteremini, Şıkk-ı sani, Şıkk·ı sa·<br />
lis defterdarları gibi yüksek makam sahibi memur·<br />
lar. (Nişanc;t-Tevkii,, tuğrai) vazifesi devlet kanun·<br />
larını iyi bilmek, yeni ve eski kanunları ve bunlarla<br />
şeri ahkô.mı telif etmek, divanda icabında bu hususta<br />
fikir beyan etmek, yabancı hükümdarZara yazıla·<br />
cak mektupların müsveddelerini hazırlamak, ahitname,<br />
berat, menşur ve fermanların baş tarafına pa·<br />
dişahın imzası demek olan tuğrayı çekmek idi. Ni·<br />
şancıların, ayrıca arazi işlerinde rolleri vardı. Arazi<br />
defterlerini kontrol ederler, defterlerde padişahın<br />
fermanı ile değişikiği yalnız Nişancılar yapabilirler·<br />
di. Bu vazife 1836 yılında lağvedilmiştir.<br />
Defterdar.Osmanlı devlet idaresinde en büyük mevki<br />
idi. Para hazinesi ile devlet arazisinin yazılı bu·<br />
lunduğu defter onda bulunur, bu (j.efter Defterdar<br />
bulunmadıkça açılamazdı. Devletin hudutları geniş·<br />
leyince, yukarıdaki notta adları geçen Şıkk·ı evvel<br />
Şıkk-ı sani adıyle ayrıca memuriyetler kuruldu.) Reisülküttap<br />
- Devlet dairelerinde bulunan · katiplerin<br />
reisi anlamına gelirdi, sonraları devletin dış işlerine<br />
de bakmaya başlamışlar, Dışişleri Bakanlığı vazifesi·<br />
ni görmüşlerdir. Defteremini - Defterhanenin en<br />
büyük amiri idi. (N.A.B.)<br />
(2) Kasarn - Miras taksimi ile meşgul olan, mirasın bö·<br />
lünmesine bakan. (N.A.B.)
125<br />
başı (1) gibi askeri makam sahipleri konakları önlerinde<br />
mehter çaldırmaları ve Ramazan geceleri sıra<br />
ile mahya kurmaları adet haline getirilmişti. 1845 inkılabından<br />
sonra bu adetlerden vazgeçildi.<br />
RAMAZAN HAZIRLIKLARI<br />
Ramazan başlamadan önce hükumet tenbilıleri<br />
ilan edilirdi. Bu ilanlarda nelerin yazıldığını belirtmek<br />
için biri Yeniçeriliğin kaldırılmasından diğeri de<br />
Tanzimatın ilanından sonra yayınlanan iki ilan örneği<br />
sunacağız.<br />
Serasker Hüsrev Paşa'nın İstanbul kadısına gönderdiği<br />
ilanda özetle şle denmekte idi:<br />
«Ramazan münasebetiyle ibadet için padişahımız<br />
inşaallah aralık aralık İstanbul camilerine gelecektir.<br />
Bu günlerde halkın her zamandan fazla saygılı olması<br />
icabeder. Esnaf ve halk, askerlere mahsus yaka ve<br />
yenleri kırmızılı ve zırhlı elbise giyip bellerine kılıç<br />
takmamalıdırlar. Herkes dükkan ve evlerinin önünü<br />
temiz tutmah, çöp ve hayvan leşleri görlilmemelidir.<br />
Konak ve evlerin kapılarına uzun yıllardanberi çamur<br />
sıçrayarak silinmediğinden ve her yıl fazlalaşan bu çamurlarla<br />
kapılar çamurdan· birer kapı haline geldiği,<br />
pen.celerin önlerinden de top top örümcekterin s3rk-<br />
( 1) Topçubaşı, top dökümhane-&inin, topçuocağının başı,<br />
Arabacıbaşı - Top arabacıları ocağının ağası, amiri,<br />
Tüfekçibaşı - Yeniçeri teşkildtında mühim yeri<br />
vardı ve miri tüfekçilere nezaret ederlerdi. (N.A.B.)
126<br />
tığı görülmüştür (1). Bu konak ve ev sahiplerinin ve<br />
hizmetçilerinin girip çıktıkları bu kapıları silip süpürmeyip<br />
böyle' acaip ve yakışıksız bırakmaları maazal.<br />
- 1<br />
lahı Taala hastalık getirebileceği gibi, kalplere de sıkıntı<br />
vereceğinden başka (Temizlik imandan gelir) s<br />
zü müslümanlığın şıarı olduğundan bu gibi ev ve konaklann<br />
ve dükkanıarın sokak yüzleri ve kapıları da<br />
örümcek ve çamurdan temizlenmelidir. Evlerin önüne<br />
süprüntü ve hayvan leşleri atılrnamalı. Padişahımız<br />
cami içinde ve yolda iken halk edeple harereket<br />
etmelidir. Padişahımız bir yerde otururken önünden<br />
geçmiyelim, yahut saparak başka yoldan gidelim<br />
gibi hareket edilmemelidir. Gerek atlı ve gerek yya<br />
herkes ırz ve edebi ile padişahın önünden gelip geçmelidir.<br />
Padişahımız camide iken veya bir yerden bir<br />
yere giderken rastayanlar gözlerini dikerek bakmamalı,<br />
ancak bulunduğu yerden biraz geri çekilerek ellerini<br />
kavuşturup, önlerine bakarak durmalı, efendi-<br />
(1) Yakın zamanlara kadar İstanbul'un evleri ahşap ve<br />
çoğu boyasız ve boyalı olanlar da büyük konaklardı,<br />
bunlar aşı boyası ile boyalı idi. Evlerin çoğu çamur<br />
kuruları ile kirlenmiştt. Evler birbirlerine bitişik, basık<br />
girintili, çıkıntılı şeylerdi. İ çlerinde tareler ve<br />
iirümcekler mekdn tutmuş gibi idi. Avlular, daima<br />
loş, ıslak solucanlı, sokaklardan çirkef sızardı. O<br />
kasvetli çarpık, çapraşık sokaklarda, yarık, yıkık duvarların<br />
dipleri yaz, kış çamur ve mezbele idi, kiipek<br />
ve fare leşleri ile dolu idi. En işlek Hocapaşa ile<br />
Bab-ı <strong>Ali</strong> caddesi olduğu halde, bu . caddeler de gayet<br />
dar olduğundan karşılıklı evlerin damlanndan kedi·<br />
ler atlar, evlerin pencere ve cumbalannda kadınların<br />
karşılıklı konuştukları duyulurdu.
127<br />
miz geçtikten sonra işlerine gitmelidirler. Padişahımız<br />
gerek camiye geldiğinde veya bir yerde dinlenirlerken<br />
öbek öbek önünde toplanmamalı veya arkasından<br />
gene öyle topluca gitmemelidirler. Saygısız hareket<br />
eden her kimi görürsem haklarında şiddetli cezalar<br />
tertip ederim. Sonra pişmanlık fayda vermez.<br />
Ramazan ayında Cuma günlerinden başka hiçbir gün<br />
kimse arzuhal (1) vermemelidir, veren olursa cezalandırılacaktır.<br />
Siz de (İstanbul Kadı sı) mahalle imamlarını,<br />
muhtarlarını, hanlarda yatıp kalkan bekar takımı<br />
için hancılar kahyasını çağınp bu tenbihlerimi<br />
bildiresin, iyice anlatmalı, kulaklarına sokmalısın<br />
(2). O mübarek ve mesut günde ben de her an padişahımız<br />
ile beraber bulunacağımdan, bu tenbihlerime<br />
aykın hareket edeni, Cuma günlerinden ma-ada arzuhal<br />
vereni, padişahımızın bol bol sadaka vermek adetleri<br />
bulunmakta, sadaka için arzuhal verilmesini hoş görmediklerinden,<br />
tama' ederek sadaka almak için arzu-<br />
(1) Padişahlara arzuhal vermek usulü Bizanslılardan<br />
kalma bir adettir. Fetfhten iJnce İstanbul İmr>f., ..,..<br />
torlan her hafta Pazar günleri atla kiliseye giderken<br />
halkın arzuhallerini alırlardı.<br />
(2) Eskiden hükumet tarafından halka tenbihat yapıl·<br />
mak icabettiği zaman mahalle imamlanna haber verilir<br />
ve akşam ezanına yakın bekçiler: «Tenbih var<br />
akşama camiye buyurun» diye sopalannı kaldınmlara<br />
vurup yüksek sesle bağırarak mahalleyi dolaşır,<br />
herkese haber verirlerdi. Akşam namazından sonra<br />
da imam efendi tenl;ıihi halka bildirirdi.
128<br />
hal verenleri (1) çağırıp bağırarak şamata ederek padişahımıza<br />
saldırıp edepsizlik ve tacizlik edenleri görürsem<br />
gerek erkek, gerek kadın olsun Huda hakkı<br />
için o edepsizliği yapanı fena tedip ederim. .<br />
1\\dişahımız arzuhal veı-ecekler için bu arzuhalleri<br />
alıp kendisine götürecek memurlar tayin etmiştir.<br />
Arzuhal vermek isteyenler, arzuhallerini ellerinde tutarak<br />
bir ·kenarda dursunlar, memurlar gelip hemen<br />
alılar. Böylece tenbih ederim. Dinlemeyenlerin vebah<br />
boyunlarına .. »<br />
TANZiMATlN iLANINDAN SONRA<br />
YAYlNLANAN İLAN<br />
«Padişahımızın camileri teşrif huyuracağı umuldu<br />
ğundan, herkesin. edep dahilinde hareket edeceğinden<br />
şüphe etmiyoruz. Herkesin intizamla camiler ve. diğer<br />
yerlerde vakit geçirmelerine diyecek yoktur. Ancak<br />
çarşı içinde, Beyazıt ve Şehzadebaşında, Doğruyol üzerindeki<br />
dükkanlarda_ halkın birikmesi yasaktır. Geceleri<br />
büyük caddelerde iskemle ile sokak ortalarıru:la,<br />
halkın gidip gelmelerine mani olacak şekilde oturmak<br />
yasaktır.<br />
(ı)<br />
Abdülazizin son yıllarına kadar Cuma günleri ve bazan<br />
diğer günlerde iş için Padişaha arzuhal veril·<br />
dikten başka, fakir takımı da sadaka için arzuhal<br />
vermeyi adet edinmişlerdi. Hatta Sultan Mecit, akşamları<br />
Tophane Kasrına geldikçe kendisine verilen<br />
arzuhaller Uzerine yaverleri vasıtası ile büyük topluluklara<br />
sadaka daDıtırdı.
129<br />
Arabalar ar a sında dolaşıp arabalı ve arabasız gelen<br />
geçen kadınlara insanlık terbiyesine aykırı har-·<br />
ket edenler olursa cezalandırılacaklardır. Arabalar da<br />
Beyazıt ve Şehzadebaşında sokak ortalarında durmayıp<br />
gezeceklerdir. Halkın ve hele kadınların elbiselerine<br />
dair evvelce ilan edilen kararlar bilindiğinden<br />
herkesin bu tenbihlere uyması ve hilafına hareket etmemeleri<br />
icabetrnektedir.<br />
Dini vazifelerini yapmak, vaazlarda bulunmak istiyen<br />
kadınlar için Sultanahmet ve Şehzadebaşı camileri<br />
ötedenberi ayrılmış olduğundan kadınlar bu camilerden<br />
başka büyük camilere gitmekten menedilmişlerdir.<br />
Namaz vaktinden başka etikekierin camiye girmeleri<br />
yasaktır. Kadınlar açık saçık kıyafetle gezmeyecek,<br />
saat onbirden sonra sokaklarda kadınlardan kirnse<br />
kalmıyacaktır. Kadınlar eşya almak için çarşı içinde,<br />
dükkan ve mağazalarda içeri girip alışveriş edemeyecekler,<br />
alacağı ne ise bunu satan dükkaniann<br />
önünde edebi ile durup istediği şeyi isteyecek, aldıktan<br />
sonra hemen evine dönecektir. Herkesin her vakit,<br />
hele Ramazan ayında camilere giderek cemaatle<br />
ibadet etmeleri tabiidir. Teravih vakti işi icabı bir yere<br />
gidip gelen haderneden başka kimseler dükkaniarda<br />
oturamazlar, ancak teravih narnazına gidebilirler_.<br />
Geceleri kimse sokaklarda fenersiz gezmeyecek,<br />
fenersiz tutulanlar cezalandırılacak1ardır. Saz ve Karagöz<br />
oyunlarına gidenler de ırz ve edepleri · ile oturacaklardır.<br />
Ne zaman olursa olsun yasak olan kumar<br />
için ev ve kahvelerde toplanıp oynayanlar, mahalle<br />
araarında halkı n huzurunu kaçıracak hallerde bulu-<br />
. . '<br />
P: 9
130<br />
nanlar cezalandırılacaklardır. Hakiki mazereti olmıyanlar<br />
oruca devam edecekler, özrü olanlar da çarşıda<br />
açıkça oruç bozama ya caklar, bu gibiler de cezalandırılacaktır.<br />
Her zaman temizlie riayet etmek; sokak ortalarına<br />
öteberi süprüntü döküp bırakmak, etrafı kokutacandan,<br />
büyük, küçük ev ve dükkan sahipleri halk·<br />
ve esnaf ev ve dükkaniarını süprüntü ve iğrenç şeylerden<br />
temizlerneye dikkat · edeceklerdir.<br />
Sokaklarda fişek atmak, mehtap yakmak, halkın<br />
h\lZurunu kaçırmak yasaktır.<br />
Bu tenbihleri memurlar sureti katiyede takip edeceklerdir.<br />
Tenbihe aykırı hareket edenler görülürse<br />
cezalandınlmalan kararlaşmıştır.•<br />
Her yıl Ramazan yaklaşırken Evkaftan camilere<br />
kandil yağları ve balmumları dağıtılırdı. Berat Kandilinin<br />
ertesi günü de Salatin camilerine mahya ipleri<br />
kurulmaya başlanırdı. Eskiden Ramamnlarda Sadnazam,<br />
Reisülküttap, Kihya ve Defterdar gibi devlet<br />
büyükleri padişah sarayına Yıllık Hümayun adiyle<br />
bobçalar sunar, tamnmış hoca efendilere ve maiyet<br />
memurlanna İftariye . adiyle saatler, · .·e nfiye kutulan<br />
gibi şeyler hediye ederlerdi.<br />
Ramazanın onbeşinci günü askerlere bakiava da<br />
tmak adet olduan o gün Yeniçeriler, saraya giderek<br />
bakiava tepsilerini alırlar, ertesi günü tepsileri<br />
saray mutfana teslim ederlerdi.
131<br />
Ramazanın., birinci akşamı, Padişah tarafından<br />
sadnazam iftariye kahvaltısiyle yemek gönderilirdi.<br />
.<br />
.<br />
Ramazanın onbeşinden sonra, muayyen bir gece<br />
vezirler ve büyük dereceli vlet memurlannın Paşakapısı<br />
ve Bab.ı Asafi denilen .Sadrazamların resmi ma<br />
karnlarında ziyafet verilirdi. Bu ziyafet eski teşrifat<br />
icabıydı.<br />
SESLENMİYEN BiNDILER<br />
1775 yılında Şeyhülislam .<br />
tayin<br />
edildikten onyedi<br />
ay sonra aziedilen vt: Bursa'ya sürgün edilen Salih Zade<br />
Mehmet Emin Efendinin yemek meraklısı olduğu<br />
biliniyordu. Mehmet Efendi Şeyhülislaiii iken dairesinde<br />
pişirilen yemekleri İstanbul'da ün salmış bulunuyordu.<br />
Hatta Saraya sunduğu yemekler Padişah<br />
tarafından da beenilmekte idi. Mehmet Emin Efendinin<br />
zamanında Ramazan'ın onbeşinden sonra sadnazam<br />
konaında verilen ziyafete karşı kendisi de<br />
bir ziyafet vermeyi adet haline getirmiş ve bu 1834<br />
yılına kad.ar devam etmişti. Em4l Efendinin gözleri<br />
zayıf olduğundan gözlük kullanır ve bu yüzden de kendisine<br />
(Camgöz Emin Efendi) derlerdi. ·<br />
Üçüncü Mustafa (saltanıatı 1757 - 1774) Bir gün<br />
Emin Efendinin babasının · gömülü bulunduğu Topkapıda<br />
Ahmet Paşa Camii yanında bulunan konana gitmiş,<br />
konuşma sırasında Padişah:<br />
- Efendi, Aralıkta size gelmek isterim, ama konanız<br />
pek uzak yerde deyince Emin Efendi:
132<br />
- Sayenizde yakın yerlerde de bir ev· tedariki<br />
mümkündür. Fakat bu civarda gördüğünüz evlerin<br />
hiçbirinde mutfak yoktur.<br />
Padişah hayretle:<br />
- Acaip. Bu evlrde yemek pişirmezler mi?<br />
- Hepsinin sabah ve akşam yemekleri fakirhaneden<br />
gider. Onun için buradan ayrılmak istemem.<br />
Sadrıazamlardan Vassaf Efendi Zade Esat Efendi<br />
ile Emin Efendi arasında bir soğukluk varmış. 1776<br />
yılı Ramazan ayında Emin Efendinin verdiği ziyafette<br />
bu Esat Efendi de bulunmuş. Mevsim kışmış, sofra·<br />
ya hindi dolması gelmiş. Emin Efendi: (Bu sene hin·<br />
di seslenemedi) diyerek lengeri kaldırtmış. Bu hareketi<br />
Esat Efendinin babası Vassaf Efendi (Hindi Molla)<br />
diye anılmakta olduğundan, Esat Efendi alınmış<br />
ve: (Onun da vakti vardır, vakti gelince sesleri çıkar)<br />
karşılığını vermiş. Esat Efendi yirmibeş gün sonra<br />
Şeyhülislamlık makamına gelerek Ermn Efendiyi<br />
Bursa'ya sürdürmek suretiyle intiamını almış, Emin<br />
Efendi 1777 de Bursa'da ölmüştür.<br />
·<br />
ŞEYHtlLİSLAM'IN KISKANÇ KARISI<br />
Üçüncü Selim, (saltanatı 1789-1807) devri Şeyhül·<br />
islamlanndan biri ziyafet için hazırlanan akşam ye·<br />
rneklerini gözden geçirmek istemiş · mutfak Harem<br />
dairesinde olduğundan . ikindi üstü hazırlığı görmek<br />
üzere mutfağa gitmiş. Sorulanna .bir cariyenin verdiği<br />
karşılık hoşuna gide.rek, yanağından okşamış ve bir·
133<br />
kaç laf söylemiş. İşleri güçleri bu gibi şeyleri takip<br />
etmek olan dedikoducular bu hali tellendirmişler, pullandırmışlar,<br />
hanımefendiye yetiştirmişler. Son derece<br />
hiddetlenen Hanımefendi kocasından intikam almakta<br />
güçlük çekmemiş, hemen mutfak dairesine inerek<br />
kocası tarafından yüzü okşanan cariyeyi yok ettik·<br />
ten sonra hazırlanmış nefis yemekleri tabakları ile<br />
beraber kınp dökmüş ve hepsini dışarı attırmış, akşama<br />
ne bir tas çorba, ne bir sahan yemek kalmış.<br />
- Böyle Şeyhülislamın haddi böyle· bildirilir diyerek<br />
odasına çekilmiş.<br />
Bu durumu gören kahya kadın dönme dolaba (1)<br />
gelerek kahya efendiyi çağırmış ve olan biteni anlatmış.<br />
Zavallı kahya sakalım eline alarak düşünmeye<br />
başlamış. O saatten sonra yeniden yiyecek terlariki<br />
imkanı olamıyacağından durumu saraya bildirmeye<br />
karar vermiş. Meşhur mabeyinci Ahmet beyin yanına<br />
giderek olan biteni anlatmış. Durum, Padişaha arzedilmiş,<br />
Padişahm emriyle saray mutfağmdan tabla<br />
tabla yemekler hazırlanarak Şeyhülislam Konağına<br />
gönderilerek, gelen misafirlere ikram edilmiş. Bir iki<br />
haderne ile konak kahyasından başka kimsenin bu durumdan<br />
haberi olmamış.<br />
· (1) Eski haremli selamlıklı evlerde. bilindiği gibi harem<br />
taratında kadınlar bulunur. buraya erkekler gire·<br />
mez, selamlık kısmında ise erkek misafirler kabul<br />
edilirdi. İki kısım arasında. bir taraftan lJbür tarafa<br />
bir $€11 vermek, ve11a haber vermek için (dönme do<br />
Zap) bulunurdu. (N.A.B.)
134<br />
DÜRRİ ZADENİN BUZDAN K.ASESİ<br />
Meşhur Dürri Zade Şeyhülislam<br />
Abdullah Molla,<br />
İkinci Mahmut zamanında zenginliği, el açıklığı ve kibarlığıyle<br />
meşhurdu. Abdullah Molla'nın bu şöhretini<br />
Padişah da duymuştu, fakat söylenenleri pek mübalağalı<br />
bulduğu için bir defa Molla'nın konağını görmek istemişti.<br />
Bir Ramazan günü Osküdar'da Yeni Camii ziyaret<br />
ederek ikindi namazını iskeledeki Mihrimalı Camünde<br />
kıldıktan sonra bu camiin denize bakan cephesi<br />
'<br />
karşısındaki Nizarniye karakolhanesine giderek oturmuş.<br />
Padişah bir tertip hazırlamış, bütün vükela ve<br />
devrin büyük devlet adamlannın da orada toplanmalanm<br />
emretmiş. Abdullah Molla Doğancılardaki kona-.<br />
ğında aziedilmiş olarak oturuyormtış. O gün Vükela ve<br />
devlet Heri gelenlerinin ı;>oğancılara doğru gelmekte olduklan<br />
ve Padişahın da maiyetiyle arkalanndan geldiği<br />
görülmüş. :Şütün bu kalabalık do!ru Dürri Zadenin<br />
·konağına girmişler. Konakta kimsenin hiçbir şeyden<br />
haberi yokmuş. Kahya telaşa düşerek doğru efendisine<br />
koşmuş ve heyecanla durumu haber vermiş. Dürri Zade:<br />
- Efendi ne telaş ediyorsun, harerne haber gönde-<br />
. rin, tablalardan bir iki tanesini dışanya versinler, benim<br />
yemeğimi de efendimize takdim .. ediniz, diyerek<br />
yerinden kalkmış ve Padişahı karşılamış. Zaten vakit<br />
gelmiş olduğundan herkes iftar sofrasına oturmuş ve<br />
umduklarından fazla nefis yemeklerle karınlarını doyurmuşlar.<br />
Sultan ·Mahmut, efendiyi karşısına alarak<br />
iftar etmiş.<br />
Padişa,h, yemekierin nefasetini takdir ettikten başka<br />
her yemek kabının çok<br />
kıymetli ve nefis şeyler
135<br />
olduğunu görmüş, yalnız pilavdan sonra gelen hoşafın<br />
bulunduğu kap billur olmakla beraber diğer kaplar·<br />
kadar nefis olmadığının sebebini efendiden sormuş.<br />
Dürri Zade:<br />
- Kulunuz hoşahn lezzetini bozmasın diye buz parçalannı.<br />
hoşahn içine attırmıyorum. Gördüğünüz gibi<br />
buzdan kase yaptınp hoşafı onun içine koyduruyoruro<br />
demiş.<br />
Padişah bunu naklederken, hoşaf kabının buz kascsi<br />
olduğunu anlamadığım da açıklıyarak,: (Pek utandım)<br />
dermiş.<br />
Yemekten sonra Padişah:<br />
- Sizin ahçı pek iyi. İsterseniz bizim ahçı ile değiştirelim<br />
diye de Dürri Zadeye iltifatta bulunmuş. Bu<br />
vakadan sonra OOni Zadenin adı anıldığı zaman Sul·<br />
tan Mahmut: (Herif kibardır) ·derm iş.<br />
·<br />
O G'ONK'O YİYECEK FİYATLARI<br />
Çarşı pazarda ve geztnti yerlerinde bulunan clük-<br />
.<br />
kan ve mağazalarda güllaç demetleri, pastırma, sucuk,<br />
zeytin, peynir ve havyar gibi çerezler daha fazla görünrneğe<br />
başlar, Galata ve İstanbul bal ve yağ kapanlarmda<br />
ve Asmaaltı mazalannda, tüccar ve esnafın çalışmalan<br />
artar. Mahalle kahvelerinde yiyecek fiyatlan<br />
ve nefaseti hakkında konuşmalar olur.<br />
1831 senesi Ramazan'ımn gelmesinden önce, İhtisap<br />
· Nazareti (o zamanki Belediye Başkanlığı) tarafından<br />
çıkarılan narbın bir suretini aşağıya alıyorum:<br />
\
136<br />
Cinsi Adıedi Ok ka kuruş Para<br />
Reçel ı 4 20<br />
Şerhetlik renkli şeker ı 5<br />
Kelle şekeri ı 5<br />
Yarına denilen toz şeker ı 4 20<br />
Yumurta 100 13<br />
Ala mermer tozu nişasta ı 4 25<br />
Orta nişasta ı 4 20<br />
Ala Şer'iye ı ı 28<br />
Zeytin ı ı 18<br />
Şümnü Peyniri 1 2 30<br />
Kaşar peyniri ı 3 16<br />
Salarnura peyniri ı 2 28<br />
Atina ve Rumeli balı ı 3<br />
Ala nohut ı 23<br />
Mercimek ı 26<br />
Ala un ı ı<br />
Orta un ı 32<br />
Arpacık soğanı ı lO<br />
Şişe momu ı 4 ıs<br />
Sade mum ı 4 5<br />
Yerli mum ı 3 38<br />
RAMAZAN HEDiYELERİ VE BÜYÜK BA(;IŞLAR<br />
Yakın zamanlara kadar vekil, vezir ve zengin semt.<br />
lerinde kendilerine yakınlığı olanlara Ramazanlarda<br />
hediyeler verilir ve din adamı olacak öğrencilere, tekketere<br />
erzak gönderilirdi. Bu münasebetle Ramazan<br />
yaklaşınca bir takım yiyecek maddelerinin tedarik ve
137<br />
daıtılması kibar konaklarının başlıca ödevlerinden biriydi.<br />
Mısırlı Fazıl Mustafa Paşa 1862 yılında Milli Eğitim<br />
Bakanlığından Maliy Bakanhına atandığından<br />
o senenin Ramazanında, Bakanlığın odacılarına yüzbin<br />
kuruş Ramazaniye dağıttırmışt.ı<br />
1863 yılı Ramazanının yaklaştığında da Hidiv İs·<br />
mail Paşa'nın gönderip dağıttırdığı para ve erzakın<br />
cins ve miktarı da aşağıda sıralanmıştır.)<br />
Daptılan yerler<br />
Şeker<br />
Pirlnç Nakit kunı!J<br />
Tekketere<br />
Medreselere<br />
Ü sküdar mahallelerine<br />
Boğaziçi semtlerinde<br />
Galata, Tophane, Fındıklı<br />
Kasımpaşa<br />
Eyüp ve Eğrikapı<br />
Silivri Kapı<br />
40 Kantar<br />
30 Kantar<br />
Yedikule<br />
Ö tede heride kalmış olduğu<br />
100 ölçek<br />
50 ölçek<br />
20 ölçek<br />
18 ölçek<br />
10 ölçek<br />
10 ölçek<br />
17 ölçek<br />
14 ölçek<br />
14 ölçek<br />
83.000<br />
43.000<br />
15.000<br />
15.000<br />
10.000<br />
10.000<br />
12.500<br />
10.000<br />
10.000<br />
haber verileniere 10 kantar 43 ölçek 42.500<br />
Toplam 80 Kantar 296 ölçek 251.000<br />
Hidiv, Yenikapı Mevlevihanesinin sema'lıane ve<br />
hücrelerinin tamiri için bin kese gönderdiği gibi, 1866<br />
tarihinde meydana gelen<br />
Hocapaşa yangnınında bir
138<br />
defada verdiği bin beşyüz kese akçeden başka, bu yangında<br />
evi bar kı yanıp büsbütün kül olmuş ve · tutulan<br />
defterine göre tutarı sekiz bin beşyü:z kişiye varan ihtiyaç<br />
sahiplerinin her kişisine altı ay kış, ayda alttnışar<br />
kuruş ile otuzar okka pirinç ve ikişer okka da sade<br />
yağ vermiş ve Sultan Abdülaz.izin hastalıktan iyileşınesi<br />
şerefine olmak üzere beşyüz bin kuruş gönderip,<br />
fakiriere dağıttınnıştı.)<br />
Ramazan '1 !lrda Şehzadelerin dairelerine ve sul tan<br />
sarayiarına ve eski padişah eşierine ve bunlann yalılarına,<br />
bir takıin halk ve bazı ilim adamları, şeyh ve<br />
dervişler iftara gidip, derecelerine göre hediyeler alırlar,<br />
rütbe ve memuriyet sahibi olanlar da zamanın bakan<br />
ve vezirlerinin konaklarına gitmeği kendilerine<br />
resmi bir ödev sayardı.<br />
Mahalli adet gereğince, iftara gidecekler, ezana beş<br />
on dakika kala geldiklerinden, halbuki, hangi akşam<br />
ne kadar misafir geleceği beÜi olmadığı için, bundan<br />
başka ayrıca ve saray konak kapılanna üçer beşer sofralık<br />
da fakir kimseler toplandığından, gerek misafirterin<br />
ağırlanması ve gerek fukaranın dayurulması<br />
için Ramazan . akşamlan her mutfakda normalinden<br />
fazla yemek bulundurmak mecburiyeti vardı. Bundan<br />
ötürü kahya efendiler, vekilharçlar ve katipleri Ramazan'ın<br />
yaklaşması ile, buna göre ihtiyaçlarını tespit<br />
ederek, kilercilere, kahvecilere, çubukçularla, aşçılara,<br />
tablakarlara, ayvazlara, yarnaklara talimat verir ve bunlar<br />
olmayan konaklara bu gibi elemanlar tedarik edilirdi.<br />
Harem dairelerine de bu nispette iftara gelenler<br />
olduğundan, onlar da ayrıca tedarikde kusur etmezlerdi.
139<br />
BESTEKAR DEDE EFENDiYE OYNANMAK<br />
iSTENEN OYUN<br />
Büyük yerlerin hepsinde teravih namazlarının,<br />
yin ve ilahiler ile kıllınması det oldudan, her daire<br />
mevcut imarnından başka, bilhassa Ramazan ayı<br />
için, Kuran-ı Kerimi güzel okuyan imamlar ve musikide<br />
ihtisası olan, güzel sesli beşer altışar da müezzin<br />
seçip ahrlardı.<br />
Teravih için her akşam konakların geniş divanhanelerine<br />
halılar ve seecadeler serilir, beşizli şamdanlar<br />
salonun münasip yerlerine yerleştirilirdi. Şehzade<br />
dairelerinde, sultan saraylarında, bazı büyük konaklarda<br />
harem ile . sellık arasını ayırmak için so falara<br />
büyük kafesler çekilir, kafesin arka tarafından da hizmetçiler<br />
için yere sırmalı seecadeler sererler. Müezzinler<br />
yatsı vakti olunca, çifte ezan okurlar. Misafirler<br />
ağır ağır kollarını sıvayarak abdest almaya başlarlar.<br />
Müezzin efendiler arka safda cemaatın toplanmasını<br />
bekleder. Saflar yavaş yavaş dolar. Ayinler ve ilahilerle<br />
namaz kılınır. Yatsı namazında belirli bir beste<br />
takip edilmez ise de, teravih namazının her dört<br />
rektı kıhndıkça müezzinler trafından ilhiler ve<br />
ayinler yüksek sesle okunur. İlk dört rekat bitince,<br />
saba veya dügh ve yahut da bestenigar ve ikinci dört<br />
rekatta hüzam, üçüncü dört rekatta ekseriya farahnak,<br />
dördüncüde mutlaka Eviç, beşineide de acem bestelerinden<br />
ilahi okumak, imarnın da mihrabda okunan<br />
ilahinin bestesine uygun olarak okumaya devam etmesi<br />
şarttı. Şeyhülislam Cemalettin Efendi Şeyhülislam<br />
bulunduğu müddetçe, fetva kapısında ve oradan ayrıl-
140<br />
dıktan sonra da yalısında bu şekildeki iftar ve teravih<br />
adetlerini devam ettirmişti. Meşhur Kırımlı Ahmet Kamil<br />
Efendiden sonra Sultan İkinci Mahmud'un imamlığına<br />
tayin olunan Alıdulkerim Efendi ile, o aralık Sultan<br />
Mahmud'un müezzin başlığında bulunan meşhur<br />
musiki üstadı Dede Efendi arasında kırgınhk varmış._<br />
Bir Ramazan günü, Abdulkerim. Efendi, Padişaha,<br />
acemlerin saltanatınız hakkındaki ihaneti herkes<br />
tarafından bilinmekte bulunduğu halde, Dede Efendi<br />
bunu düşünerek, teravih namazında acem besteden<br />
ilahi okumamak ve buna karşılık Şevkefza bestesini<br />
tercih etmek lazım gelirken, kendisinin şevkefza bestesini<br />
kullanmaya bilgisi kafi gelmemesi bu davranışına<br />
sebep olmaktadır» cevabını verince; padişah, Dede<br />
Efendinin sanatındaki iktidar: derecesini bildiği için ve<br />
ayrıca kendisi de bir musikişinas olduğu cihetle, bu hususta<br />
bir kanaati de mevcut bulunduğundan bir gece<br />
bir sınav yapılmasına karar verir. Fakat bu karar<br />
Dede Efendiye duyurulmaz.<br />
Gece, teravih namazı kılınn:ken, dördüncü dört re<br />
kattan sonra, Eviç bestesinden ilahi okunduğu sırada,<br />
karar gereğince, Sultan Mahmut tarafından gönderilen<br />
biri, müezzinlerin yanına gelerek, Dede Efendiye, acem<br />
makamını değil, Şevkefzayı kullanması fermanını tebliğ<br />
eder.<br />
O zamana kadar Şevkefza bestesinden hiç bir ilahi<br />
yapılmamış olduğundan ne yapacaklarını şaşıran<br />
müezziri efendiler, Dede Efendinin yüzüne hayretle bakarlaen,<br />
içlerinden biri Dede Efendinın işareti üzeri·<br />
ne Şevkefzadan tekbir getirm·eğe başladığı gibi, ima-
141<br />
mm da fatiha-i şerifi Şevkefza makamından okumakta<br />
olduğunu anlamışlar, Dede Efendi «hele bir namazı<br />
kılalım da, bakalım» demiş ve dört rekat teravih namazı<br />
kıhnıncaya kadar Şevkefza makamından bir ilahi<br />
bestelemiş ve selam verilir verilmez hemen ilahiye başlayıvermiş.<br />
Arkadaşlarının hemen hepsi musiki ilminde<br />
birer üstad olduklarından , Dede Efendiye kulak ve·<br />
rerek, ağız kalabalığı ile ilahiyi güzelce okuyup _bitirmişler.<br />
Padişahın da takdirlerini kazanmışlardır.<br />
·.<br />
BVYVK KONAKLARDA TERAVİH NAMAZLAlll<br />
VE BAZI ADETLER<br />
Bazı büyük konaklarda bulunan müezzin efendiler,<br />
geceleri konaklarda kalırlar. Ev sahipleri müezzin<br />
efendileri getirterek güzel fasıllar yaptırırlar. Saburdan<br />
sonra, sabah namazından evvel, imam efendi<br />
tarafından mukabele okunduğunaan, ek seri imamlar,<br />
güzel sesli olduklarından bu okurnada dinleyenleri veede<br />
getirirlerdi.<br />
Bütün konaklarda teravih namazından sonra tepsilerle<br />
şerbet dağıtılması da adetti. Ondan sonra çu·<br />
buklar tazelenir, kahveler gelir, bir yandan da teravihden<br />
sonra ziyaretçiler sökün ederdi. Konaklar geceleri<br />
dolar dolar boşalır, Şefler maiyyetterindeki memurları;<br />
kalem amirleri katipleri, tüccar ve esnaf takımı kalfa<br />
ve çırak gibi adamlarını, özellikle herkes haline göre,<br />
eşini dostunu, akrabasını, komşularını iftara davet etmeleri<br />
adet olduğundan, aşçısı erkek olanlar bir çırak,<br />
kadın aşçısı ol;mlar da ayrıca bir erkek aşçı tedarik<br />
cderlerdi.
•<br />
•<br />
'<br />
..<br />
- -<br />
"'" .,.<br />
.,.._ .<br />
. - -.,.;.<br />
. . '<br />
--<br />
1<br />
-<br />
--.-<br />
1 ll<br />
.,. ı!ı<br />
,. . . .<br />
•<br />
•<br />
•<br />
1<br />
.<br />
ı<br />
\<br />
. .<br />
. '<br />
•<br />
.<br />
\fl<br />
) .<br />
, . ,<br />
.,<br />
..<br />
ı<br />
.<br />
•<br />
1 j ı<br />
'<br />
•<br />
ı<br />
Tipik ve tal'ihz ahşap evierden biri ...
143<br />
Aşçılann ücreti ·R amazan için iki misli verilir di.<br />
En fakirin bile iftar tepsisinde çeşitli, reçeller, zeytinler,<br />
peynir, pastırma, sucuk gibi çerezler bulunur, bu<br />
sebeple şekerci dükkaniarında ufak tabaklarla reçel<br />
numuneleri, şerhetlik şekerler, şurup şişeleri, reçel kavanoz1ı<br />
vitrinlerde yer afırdı.<br />
TVTON KAHVE VE ENFİYE İSTANBUL'A<br />
NE ZAMAN GELDi?<br />
İstanbul'da tekel usulünün konulduğu 1871 tarihine<br />
kadar tütüncü dükkanlannda, tütünler terazi ile trtılıp,<br />
açık olarak satılmakta ve herkes içeceği tütünü<br />
muayene ettikten sonra saun alırdı. Bu yüzden tütüncüler<br />
gerek zengin ve kibar ve gerekse halkın Ramazanlık<br />
tütünlerini çeşit çeşit kıyıp, hazırlardı. Tütünün İs<br />
tanbul'a getirilmesi 1687 tarihinde olup, önceden ilaç<br />
için getirilmiş ve 1735 tarihine doğru kullanılması yaygınlaşmış<br />
olduğu söylenir. TiryakHer Ramazanda kendilerine<br />
mahsus tütünleri satın almakta çok titiz davranırlardı.<br />
Eskiden (Berş) adı verilen bir çeşit keyif verici<br />
macun kullanan tiryak.iler mevcut · imiş. Bu macunu<br />
icad eden meşhur tabib Yusuf Sinan Rahiki adında birisi<br />
olup, önceleri Mahmutpaşa civarında bir dükk.an<br />
açarak, yaptığı macunlan bu dükkanda satınağa başlamış.<br />
Kendisi de buna benzer keyif verici şeylerin<br />
müptelası olduğu için macununa (Rahiki) adı verilmişti.<br />
Yusuf Sinan ölüm tarihi olan 1546 yılında Beşik-<br />
.<br />
taş'da Yahya Efendi dergahı bahçesine gömüldüğü (Hadikatül<br />
Cevami) de<br />
.<br />
yazılmaktadır.
144<br />
1656 tarihinde vefat eden (Esami-i kütüp ve Fezleke-i<br />
Cihannüma) sahibi Katip Çelebi müstear ismiyle<br />
b;linen Mustafa Efendi (Mizan-ül Hak) isimli nsalesinde<br />
tütün bahsinde Dördüncü Muradın yasaklaması sebebiyle,<br />
halk tütün yapraklarını ufalıyarak, burunlarına<br />
çeker oldular piye yazdığına bakılırsa, o vakiter İstanbul'da<br />
enfiye bilinmiyor manası anlaşılmaktadır. Halbuki<br />
Üsküdarlı Hasip efendi (vefiyat-ı meşhure) sinde<br />
enfiyenin İstanbul'da 1640 tarihinde kullanılmaya bşlanıldığını<br />
yazmasına göre, Dördüncü Murat zamanında'da<br />
bir dereceye kadar enfiyenin bilindiği anlaşılır,<br />
diye Süleyman Faik Efendi Mecmuasında bir not görümüştür.<br />
Enfiyeyi evvela bir Musevi Galata'da Kurşuolu<br />
mahzen civarında bir dükkan açarak, (Burun<br />
otu) adı ile satmaya başladığı ve Bulgaristan'da da çam<br />
yaprağından bir çeşit enfiye yapılarak {Purunt) adı ile<br />
satıldığı söylenir. Gariptir ki, Araplar hala enfiyeye<br />
burun otundan türeyen (Burunot) derler .<br />
Bizde her nedense<br />
bu isim unutulup, yerine enfiye getirilmiştir.<br />
Kanuni ömürlerinin sonlarında bütün bu gibi keyif<br />
verici şeylerden kaçındıklarından, istanbul meyhanelerinin<br />
hepsini kapamış ve bu işlere bakan makamları<br />
lağvetmiştir. Bunun üzerine zamanın şairlerinden<br />
birisi :<br />
Bir sayha erlp vücud-u humann .alametl,<br />
Çökmüştü başıma cümle clhanın kasavetl,<br />
Aldım başımda yoktu mahmur ldJm kati,<br />
Bir nlda erişti, dedi gör bu muslbetl,<br />
Humlar şlkeste cam tehi, yok vücudu mey,<br />
Kıldın esir-I kahve bizi hey zemane hey!<br />
beytini söylemiş olduğu, tarihlerde kaydedilmektedir.
145<br />
Peçevi tarihinin birinci cildinin 363 üncü sayfasında,<br />
kahvenin kullanılmaya başlandığı tarihi 1554 yılında<br />
olup, o vakte kadar İstanbul'da kahve, kahvehane<br />
yokmuş. Ancak o tarihden sonra Halep'den Hakim ve<br />
Şam'dan da Şems adlarında iki kişi gelerek, Tahtaka·<br />
le'de birer dükkan açtıkları ve burada kahveeilik yaptıklan<br />
ve bundan sonra buralara yavaş yavaş keyi( ehli,<br />
katipler, şairler ve devrin ileri gelenleri toplananarak,<br />
kimi tavla, kimi Satranç oynamakta, bir kısmı<br />
da kitap ve divan okudukları bilinmektedir. Her<br />
yeni şeye itiraz etmeyi hastalık derecesinde adet edinmiş<br />
olan alimler ise, kömür derecesine varan bir maddenin<br />
kullanılması haramdır, diye fetvalar vermişler<br />
ise: de yayılmasına ve kullanılmasına mani olarnamışlar<br />
ve halk arasında sevilmesinin önüne geçememişlerdir.<br />
Kahve bundan sonra, kibar meclislerinde de<br />
fagfuri ve çini fincanlar ve gümüş kafe.sli zarflar içinde<br />
kullanılmaya başlamıştır.<br />
Bir zamanlar İran şairlerinden Hikmeti adında bir<br />
zat bu kahvelerden birine gidip otuı-muş. Kahveci de<br />
Usulen kahve pişirip getirmiş.<br />
Kahve nıy·l siyah anı içmez Hlkmeti<br />
Kahveci de hiddetlenerek o da şaire şu sözlerle<br />
karşılık vermiş.<br />
Buna ehl-1 lrfan şe tl derler, Iç anasam .......... ..<br />
dllfmln nlkbetl •.<br />
Son zamanlarda Direklerarasında meşhur Hacı Reşid'in<br />
çayhanesi il.e bez fabrikası kapı çuhadarı olduğu<br />
halde, yalnız Ramazan-ı Şe:rife mahsus olmak üzere,<br />
F: 10
146<br />
yine Direkler arasında bir dükkan kiralayan meşhur<br />
Hacı Murad'ın pişirdiği kahveler pek nefis oldu gibi,<br />
yapmacık olan mddetleri de meşhurdu.<br />
Ramazan hazıı:lıklarına<br />
katılanların başlıcalanndan<br />
bir takımı da, geceleri fazla ra!bet gören Karagöz<br />
ve Orta Oyunu, çalgı ve sonralan tiyatrocul.ardı. Gerek<br />
bunlar ve. gerek geceleri çarşı hamamlarının açılmasına<br />
bazı seneler sekizinde, bazı seneler de onunda<br />
izin verilirdi. Bazı kimseler buna bir matta veremez,<br />
eter bir mahzunı yoksa neden sekize veya on'a kadar<br />
yasaklanıyor · da, on'dan sonra izin veriliyor? diye söy- .<br />
lenirlerdi. Bu izin gecikmesini mkul bir sebebe bağlayamayanlar<br />
herhalde bunun sebebi bir görenek olsa<br />
diye düşünüp ·hüküm verirlerdi. .Nitekim sonralan Ra-<br />
. mazamn ilk akşamından itibaren bu gibi yerlere izin<br />
verilrneğe başlandı.<br />
. Bir de Ramazan geclerinde en fazla kalabalık olan<br />
yerler Aksaray, Divanyolu, Tophane, Şehzadebaşı, Direklerarası,<br />
Galata'daki Çeşme Meydanı gibi caddeler<br />
olup, bu caddelerde bulunan kahveler ve çaycı dükkan·<br />
landa ve tulumbacı kahvelerinde büyük hazırlıklar<br />
yapılır ve Ramazan geceleri dükkaniann içerisi hıncahınç<br />
dolardı. Garsonlar bellerinde peŞtimallar olduğu<br />
halde, ellerindeki maşaları şakırdatarak, dört tarafa<br />
seğirtip:<br />
- Buyurun ağalar, buyurun. Sözleriyle devamlı<br />
müşteri çanrlar ve bir taraftan da çubuk, kahve,<br />
nargile ve ateş yetiştirrneğe çalışırlardı.<br />
Bunun için kahveterin sahipleri garsonlann genç<br />
ve çevik ve bu işlerde yatkın olmasına çok dik·kt eder-
147<br />
lerdi. ,Bu gibi kahvelerin bazılarında saz şairleri, bazılarında<br />
da zurna veya klarnet, çifte nara darbuka, maşah·<br />
zil gibi çalgılar bulundurul urdu.<br />
Sonraları münasip yerlerde kıraathaneler açılarak,<br />
Ramazan geceleri zamanın en seçkin müzisyenleri ve<br />
okuyucuları, incesazlar bulundurulmaya başlandı.<br />
Ramazan'ın ilk günü bütiin devlet daireleri tatil<br />
edilir, gazeteler çıkma:idı. Ramazanlarda bütün re.smi<br />
dairelere memurlar sıra ile devam ederlerdi. Bunun<br />
için aynca bir de nöbet eelveli düzenlenerek, çalışma<br />
odalarına asılırdı. Kış Ramazanlarında günler kısa olduğu<br />
için, resmi dairelerin gece açık bulundurulduğu<br />
da bilinmektedir. Hatta 1863 yılı Ramazan'ında Bab-ı<br />
Ser Askeri ve Tophane Müşiriyet daireleri geceleri açık<br />
bulundurulup, gündüzleri kapatılmıştı.<br />
Camii şeriflerde namazdan sonra mukabele okuyan<br />
hafızlar, Ramazan'a onbeş gün kalarak mukabeleye<br />
başlarlardı. Sultan Beyazıt, Fatih, ca.mileri avlularında<br />
her Ramazan sergiler açılması adet olduğundan<br />
bu sergilerde teşhir olunacak eşyalar hazırlanırdı. Bu<br />
sergiler evkaf tarafından toptan artırmaya çıkarılır ve<br />
üzerine kalan müteahhit sergiye katılacak firmalara<br />
yerleri ayrı ayrı kiralardı. 1861 yılı Ramazan'ında Beyazıt<br />
sergisinin kira bedeli 4300 kuruşta Sahaf Kayseri'li<br />
Mehmet efendide kalmıştı.<br />
Zamanın şairleri, sadrıazam ve Şeyhülislam ve vekil<br />
ve vezirlere takdim olunmak üzere Ramazaniye Kasideler<br />
yazmakla uğraşırlardı. Şair merhum Saib'in<br />
Ramazaniye Kasiesi pek nıeşhur ve şairterin arasında<br />
da pek makbuldu. Hatta Çaytak Tevfik bey (İstan-
148<br />
bul'da Bir Sene) ismiyle yazdığı kitabında Ramazan gecelerini<br />
çok iyi tasvir etmiştir.<br />
RAMAZANIN İLK GtiN'O NASIL TESPİT EDİLİRDİ?<br />
Ramazan'ın ilk gününü tespit etme meselesi İstanbul<br />
Kadılığına ait bir ödev olduğundan (yevm i şek) (1)<br />
gecesi İstanbul Kadısı ile memurlarının Şeyhülislam<br />
Kapısında hazır bulunmaları lazım geldiğinden, o akşam<br />
için Kadı efendi dairesinde, diyanet işleri memurlarına<br />
mükemmel bir ziyafet çekmesi adet idi. Uryani<br />
Zade merhum Ahmet Esat Efendi, Şeyhülislam bu<br />
_lunduğu zaman, İstıanl;?ul Kadısı bulunan Gelenbevi<br />
Zade Hayrullah Efendi, Ramazan'a bir kaç gün kala,<br />
bu ziyafetin tertibi hakkında o vakitler vakayı katibi<br />
bulunan Naf.iz Efendi ile konuşarak, gerek yorgancı<br />
çarşısından getirtilecek mobilya kirası, gerekse yiyecek<br />
ve sairenin tedarik ve satın alınması için yetmiş,<br />
seksen lira arasında bir paranın lazım olacağını anlaması<br />
üzerine, sırf bu yükden kurtulabilmek için, bir<br />
çare düşünerek, derhal biniş'ini giyinip Şeyhülislam'ın<br />
huzuruna çıkar. Önce sudan havadan konuştuktan sonra,<br />
bir münasebet düşürerek (Canım efendim, Hamir,<br />
Karib ile Bait arasında devran ederse, Karibe mi<br />
(1) EDer Şaban aıtının yirmidokuzuncu gününün akşamı<br />
auın görllldüDü ispat edilirse, ertesi günü ramazan<br />
tldn olunur. ispat olunmadıDı halde, Şaban otuz gün<br />
sayılarak artık ayın görlllmestne Züzum kalmadığın·<br />
dan (yevm-i Şek) Şaban auının otuzuncu günü de·<br />
mek olurdu.
149<br />
atfolunur, yoksa Baide mi?) diye bir soru sorar.<br />
Seyhülislam Efendi de sualden kasdedilen neticeyi an<br />
Jamayarak birdenbir (Karibe atfolunur) diye cevap verince,<br />
bunu bir fırsat kabul ederek (Allah ömürler versin,<br />
öyle ise arzum yerini buldu. Ramazan yaklaştı. İki<br />
üç gece sonra ayın sabit olması için dairede kalınacağından<br />
ve şimdiye kadar İstanbul Kadılan bu kaideyi<br />
bilmeqiklerinden yemekleri evlerinden, mobilyaları da<br />
yorgancı çarşısından getirtirlermiş. Bizim ev Fatih civarında,<br />
halbuki sizin mutfağınız İstanbul Kadılığı dairesinin<br />
b.i.tiş.iğinde bulunduğundan yenmesi adet olan<br />
yemek ve sairenin efendimize ait olması lazım gelir.<br />
Bundan bana düşecek vazife sadece bu güzel yemeklerden<br />
tatmak olacakdır. Bu sebeple kahyanıza ferman<br />
buyurun tedarikini görsün) demiş ve Şeyhülislam da<br />
çaresiz razı olmakla mobilya masrafı yapmamak için<br />
de Kadılık dairsinde yapılacak merasirnin bu defalık<br />
Şeyhülislam dairesinde yapılmasını .emir buyurarak,<br />
bu ziyafete zamanın bir çok ileri gelenlerini çağırmışlardı.<br />
O akşam oğlu Halid Molla Bey ile beraber ben de<br />
orada bulundum. Doğrusu yemekler gayet nefis ve çokça<br />
olmakla beraber, çok da güzel tertiplenmişti. Herkes<br />
bol bol yedi, içti. Yemekten sonra misafirler, dairesinin<br />
büyük odasına alındılar. O vakit odanın döşemeleri<br />
henüz sandalye ve kanapelere dönmemiş ve eski<br />
şekilde köşe · sedirleri, çuha ve çatma yastıklarla<br />
döşeli idi. Renk renk kürkler içinde, yeşil ve beyaz<br />
imameli uzun kır ve beyaz sakallı yüksek mevkiler sahibi<br />
kimseler ve aralarında çenber sakallı, alaturka<br />
setreli mülkiyelilerin bu sedirler üzerinde, kimi dizi-
ıso<br />
ni dikmiş, kimi diz çökmüş, kimi de badaş kurmuş<br />
oduklan halde, vakurane oturup, uzun<br />
çubuklannın<br />
dumanlarını savururlardı. Manzara hakikaten pek hoş<br />
ve heybetli idi.<br />
İstanbul'da zahmetsizce ayı görebilmek mümkün<br />
.<br />
olan yerler Harbiye Nezareti meydanında bulunan yangın<br />
kulesi, Süleymaniye ve Fatih, Cerrahpaşa, Sultan<br />
Selim, Edirne Kapısı camilerinin minareleri olduğundan,<br />
buralara gönderilmiş olan memurlar ve bu me·<br />
murlann yaruna katılan camiierin hademeleri ile baz,<br />
dikkatli meraklılardan Ramazan ayını görenler,<br />
gelip kadılığa har verdikleri zaman, çubuklr kalkar<br />
herkes daha resmi bir vaziyet alırdı. O gece Şey-<br />
-.<br />
,hülislamın işareti üzerine odaya iki adam girdi. Bir davanın<br />
anlatılması icabettiğinden iki taraf teşkil edildi.<br />
•<br />
Biri ötekinden bir müddet evvel satmış olduğu bir .mercan<br />
tesbih bedelinden. yüz kuruş alacağı olduğunu<br />
ileri sürdü . . B.u lacağını girecek olan Ramazan ayının .<br />
. ilk gecesi almak üzere .aralarında kararlaştırdıklarını<br />
söyledi. Halbuki borcun vadesi, Ramazan'ın girmesi ile<br />
· gelmiş . olduğundan bu alacainı vermeyen borçludan<br />
davacı olduğunu ileri sürdü. Dier taraf ise borc:unu<br />
kabul ·ederek, ancak henüz ramazan girmedi için öde<br />
. me zamanının gelmediğini iddia etti. Kadı efendi davacı<br />
dan şahit istedi. Yeni ayın hilalini görenler huzura<br />
gelip, borçlunun yüzüne karşı, bu akşam ezandan<br />
üç dakika sonra minareden ayı gördük. Bu gece Ramazanın<br />
ilkjdir. Biz şahadet ederiz dediler. Şahitlerin<br />
dinienitmesine pek ziyade dikkat edildiğinden, . hatta<br />
bir aralık yapılan teklif üzerine, o zaman Şeriye Tetkikat<br />
Meclisi Başkanlığında bulunan Halit Efendi, ayın
ısı<br />
.<br />
.<br />
görülen şek li hakkında şahitlere sorular sordu. Bundan<br />
sonra tezkiye naibi ve dier memurlar gizli ve<br />
açık oylarla şaJıitlerin şahadetlerini ve davanın sabit<br />
oluşunu iki taraf yüzüne söylediklerinden, Kadı efendi<br />
Ramazan'ın girişini kabul ederek davayı alacaklıllıln<br />
lehine karara bağladı. Muhakemenin başlamasından<br />
itibaren, son bulduğu ana kadar Fetvakapısı kapatıl- ·<br />
mış ve dışarıya hiç bir suretle bir haber ulaştıolmamasına<br />
son derece dikkat· sarfedilmişti. Ra mazan'ın girişinin<br />
kabulünü bekleyen Süleymaniye camii mahya-<br />
. cı başısı bile. kapıda alıkonularak Vakayi katibi tarafından<br />
muhakeme neticesini bildiren illmm taiızim ve<br />
defterine kaydedildikten sonra Ramazan'ın sabit olduğu<br />
ve o gece keyfiyetiİı ilan edilmesi ve ferdası günün<br />
Ramazan olacağının makamata bildirilmesi hakkında<br />
diğer bir ilam-ı şer'i tanzim ve Kadı efendi tarafından<br />
mühürlendikten sonra, kapılann açılmasına izin verildi.<br />
Mahyacı aşı tarafından da tahta kutu içinde bulunan<br />
kandil ile dairenin bnek taşından Süleymaniye<br />
•<br />
camii minarelerinde bekleyen kandilcilere işaret verildi.<br />
Birinci ilam mahkemede · saklanarak, ikinci ilam<br />
Şeyhülislama arz edilmek üzere Kadı tarafından mühürleiıerek<br />
Vakayi Katibi Efendiye teslim edildi ve<br />
Sadrıazam'a gönderildi. Vakayı katibine mahkmenin<br />
baş mübaşiri ile bir kaç çuhadar refakat etmekteydi.<br />
.<br />
.<br />
Yakın zamanlara kadar Sadnazamlar bu suretle gelen<br />
Vakayi katipierine ve beraberindekilere hediyeer<br />
ve paralar verirlerdi. Hatta Mekteb-i Nevvab Müdürlüğünde<br />
bulunan Osman Efend·i, Vakayi Katipli zamanında<br />
Merhum <strong>Ali</strong> Paşa'dan elli altın aldığını söy-<br />
. lemişti.
152<br />
Süleymaniye camii kandilcileri aldıkları işaret üze-.<br />
rine, kandilleri yakmış ve beçiler davullarını çalarak,<br />
Ramazan'ın başladığını mahalleleri halkına duyurmuş·<br />
lardı.<br />
Eskiden Dördüncü Murat zamanında Bağdat fethedildiği<br />
zaman son gülleyi atan top padişah sarayında<br />
özel bir daireye yerleştirilmiş olduğundan, daime<br />
.<br />
dolu durur ve yalnız senede bir defa Ramazan'ın ilanında<br />
atılırdı.<br />
RAMAZAN TEBRiKLERi, SEViNCi, ŞEHRİN<br />
AYDINLATILMASI<br />
Ramazan'ın ilanından dolayı bütün İslamların büyüklü<br />
küçüklü sevinç ile birbirlerini tebrik etmeleri<br />
adetti. Kahve peykelerinde çubuk ve nargilelerini içen<br />
ağır başlı, beyaz veyıa abani sarıklı, derviş kıyafetli<br />
veya fesli dindar adamlar, .yerli ve dışarılıklı satıcılar,<br />
babalarla çocuklar, fenerleri ellerinde olarak akın akın<br />
camilere koşarlar, saf saf, ha,ıin hazin Kur'an okunmasını<br />
ve müezzinlerin yüksek perdeden okudukları ezanı<br />
dinler ve namazlarını kılarak dua ederlerdi. Teravihden<br />
sonra, herkes bir birini tebrik ederdi.<br />
Minarelerde temcitler okunınaya ve (Merhaba ya<br />
Şehri Ramazan) ve (Safa Geldin ya şehr-i Ramazan)<br />
gibi cümlelerle Selatin camilerinde malıyalar kurulmaya<br />
başlardı. Mahyaların, Ramazan'ın onbeşine kadar<br />
buna benzer sözlerle, onbeşinden sonra da münasip<br />
tesimlerle süslenmesi adetti.<br />
Büyük camilerio minarelerinde kandil uçurtmaları<br />
bulunurdu. Bu uçurtmalar iplerinin bir ucu mina·
153<br />
reterin şerefelerine, diğer ucu da cami avlusunun şerefeye<br />
karşı bir yerinde yüksek bir yere bağlanır, uçrtmacı<br />
teravih'den sonra bunu uçurtmaya başlar, seyirciler<br />
cami avlusunda, birikir, uçurtmacı da o sırada<br />
kandil ipini avluya bağlı olduğu yere kadar sahverirdi.<br />
Seyirciler de kandil kutusunun bir tarafına şeker<br />
veya kurabiye gibi şeyler koyup, uçurtmacıya he-<br />
. .<br />
diye göndeirlerdi. Camilerin, hele Ayasofya camiinin<br />
kubbeye kadar olan kısmındaki kandiller ortadaki top<br />
karidillerle beraber yakılır, içlednde de mahya kuruturdu.<br />
İsta'nbul'da, Avrupa'da olduğu gibi, gece hayatı olmadağından,<br />
yatsıdan sonra herkes evinde uykuya daldığı<br />
halde, Ramazan .<br />
geceleri halk sokaklara dökülür,<br />
kahveler, dükkanlar salıura kadar açık bulunurdu.<br />
Bunların kandilleri, fanuslan,<br />
lambaları ile caddeler<br />
aydınanır, bazı kahveterin önüne resimlerle süslü ve<br />
kağıttan yapılmış fenerler konur, aileler Ramazan ge-<br />
eelerinde birbirlerine misafir giderlerdi.<br />
,<br />
Bu sebeple<br />
ıssız olan arka sokaklar bile karşılıklı evlerin kafesleri<br />
arasından sızan ışıklarta aydınlanırdı.<br />
İstanbul çocukları yazımız kısmında anlatıldığı gibi,<br />
mahalle aralarının Ramazc:yı gecelerinde aydınlattlması<br />
hususunda çocukl,arın gayretleri de inkar edilemez.<br />
Geceleri sokakların aydınlık bulunması · her husus·<br />
ta iyi olduğlndan, çarşılarda bulunan dükkaniarın önü.<br />
ne karidil asılması ve kimseyi zorlamadan, istekli olanların<br />
evlerinin kapılarına fener asmaları 1846 yılında<br />
ilan edidiği gibi, 1856 tarihinde de Dolmabahçe Gaz-
154<br />
hanesinden Beyolu caddesine havagazı boruları çekilmek<br />
suretiyle bu cadde ışıklandırılmıştı. İstanbul -<br />
Üsküdar ve Boaziçi köylerinin sulu gazla aydınlatılması<br />
için beher lamhaya yirmiki buçuk kuruş alınmak<br />
ve bu para mahalle imamları tarafından toplanmak<br />
ve Zabtiye veznesine teslim edilmek üzere 1864 yılında<br />
Mösyö Hirş adında bir ecnebiye taahhüt ettirilmişti.<br />
Ramazan geceleri caddelerin kalabalıı, sahur<br />
vaktına kadar devam eder, herkes istedi yerde gezip,<br />
istedii elenceye giderek vakit geçiiİrdi. Büyükler<br />
de Vükela konaklarına giderler ve karşılıklı birbirlerini<br />
konaklarda ziyaret ederek. vakit geÇirir-lerdi. Bu gibi<br />
toplantılarda ekseriyetle hoş sohbet misafirler de<br />
bulunur, böyle meclisierin eencelerine doyum olmazdı.<br />
Halkımızın bazılan da sabah namazlarını büyük<br />
camilerde kılınayı adet ettiklerinden, semtlerine göre,<br />
Ayasofya, Beyazıt, Süleymaniye, Fatih, Eyüp camilerine<br />
giderlerdi. Ekseri halk sabah namazından sonra<br />
yatıp uyku ile gününü geçirmek isterdi. Maa-ma-fih adet<br />
deşikliinden dolayı önceleri kimi uyumaya çalışıp<br />
da, uyuyamadıından, gözleri kızarmş ve kimisi tiryakilik<br />
titizliği ile, evde kavga çıkarmış olduğundan,<br />
hiddetle sokağa fırlarmış. tık günlerinde .herkeste bir<br />
değişiklik meydana gelir, bazıları Ramazan'ın intizamı<br />
bilimiyledir derlerdi.<br />
DAVULCULAR, HUZUR DERSLERİ<br />
Ramazan gelmesiyle davul sesleri de beraber gelirdi.<br />
Her gece sahur vaktine kadar yakın mahaJle
155<br />
bckçiler.i, davul çalarak mahallelerini dolaşır ve arada<br />
b,ir davul kesip (sahur vaktidir, saatler sekize geliyor)<br />
diye bağırıp, davul çalarlardı. Unkapanı kahvelerinde<br />
ha.inallar davul çalmaya Ramazan'ın ilk gece<br />
sinden başlar, ikinci, üçüncü geceler bekçiler ücretle<br />
•<br />
tuttukları tekerlemecileri .)' anlarına alarak mahallesinde<br />
bulunan konaklann ve evlerin kapılarında durup:<br />
Besmelyle çıi:tım yola,<br />
Sehbn verdim sata sola.<br />
Benim mürüvvetU efendim,<br />
Devletiniz daim ola.<br />
başlangıcı ile bir takım tekerlerneler söylerler, bunlarla<br />
hanımlar ve çocuklar eğenirdi. Hele:<br />
HalayıkJar, ha1ayıklar,<br />
Ocak başmda sayıklar.<br />
Davulun sesini duyunca,<br />
Plrlnçln taşın ayıklar.<br />
gibilerine çok gülerlerdi.<br />
Selçuki Sutanı Aa-addin<br />
tarafı:.Jdan hediye edilen<br />
davul Bursa'da Orhan Gazi türbesinde asılı olduğu halde,<br />
Bursa'hlarca büyük yangın denilen 1801 tarihinde<br />
meydana gelen yangında yanmış olduğu rivayet edilir.<br />
Bu olay davulun milli bir yadigar olmasından dolayı<br />
üzülmeğe değer:<br />
Ramazan gecelerinde çocukların (Helesa) tekerlemeleri<br />
de v.ardı. (Uzunçarşı çamur olmuş', baldavalar<br />
hamur olmuş, tiryakller mahmur olmuş, Helesa, He<br />
lesa •• ) güftelerini yüksek sesle avaz avaz söylerlerdi.
156<br />
Ramazan-ı $erifde padişah sarayında Huzur Dergisi<br />
adı ile bir meclis kurulmak adetti. Her meclisde<br />
ülemadan bir ve müde11rislerden yedişer, sekizer din-<br />
<br />
Ieyici bulunup, bir müderris tarafından bir kaç Ayeti<br />
Kerime okunur ve manası anlatılır bunlarla dinleyiciler<br />
arasında sualli cevaph bir münazara olurou. So<br />
nunda da bu mesele bir neticeye bağlanınca, padişah<br />
tarafından hepsine ihsanlartla bulunulurdu.<br />
Bu gibi münazaraların yapılması bir .edeb ve terbiye<br />
dahilinde olmasına çok dikkat edildiği halde, bazı<br />
hoca efendiler konu dışına çıkarak işi şahsiyete döktükleri<br />
de çok kerre görülen şeylerdendi.<br />
Bu münazaraları Sultan Üçüncü Mustafa esaslandırmış,<br />
onun zamanında bir müderris. ile beş muhatap<br />
bulunması usul kabul edilmiş idi, sonraları bu sayılar<br />
artırılmıştır.<br />
Ramazan'ın birinci günü başlar,<br />
sekizinci günü<br />
son bulurdu. Sultan Il. Hamid bu usulü eğiştirip,<br />
sekiz müderrisin her birini istediği gün toplardı.<br />
İSTANBUL SERGİSİ<br />
1862 tarihinde Sultan Ahmet meydanında, şimdiki<br />
parkın bulunduğu yerde kurulan (Osmanlı Sergisi)<br />
nin açılış töreni Ramazan'a rastladığı için, bu törenin<br />
Ramazan'ın on'una rastlayan Cuma günü yapılması kararlaştırılmış,<br />
Ayasofya camiinde tertip olunan selamlık<br />
. resminden sonra yapılmıştı. O vakit Sadrezarn Mısırlı<br />
Kamil Paşa, Dış İşleri Bakanı <strong>Ali</strong> Paşa ve Serasker<br />
de Fuat Paşa idi.
157<br />
Mısır valisi İsmail Paşa 1862 de Mısır valiliğine<br />
atandığından d
158<br />
yılı Ramazanında Bab-ı Seraskeride iftar edip, vekillerle<br />
birlikte teravih namazını Beyazıt camiinde<br />
kılmışlardı. İkinci Sultan Mahmut halkın halil)i ince·<br />
lemek ve hele Ramazan keyiflerini görüp anlamayı adet<br />
haline getirdikleri için, Ramazan günlerinde Beşiktaş<br />
Sarayından İstanbul tarafına geçer, Kapalı Çarşı'da<br />
Kalpakçılar başında bir tuhafiyeci dükkanında ve Beyazıt'da<br />
Tütüncü dükkanında oturarak, gelip geçenleri<br />
seyreder ve cami içinde dolaşarak, bazı hafız ve<br />
vaizleri dinler, bazan da kendileri katip kıyafetine gi<br />
·rerek, meşhur müsabibi Sait Efendi ile birlikte tebdil<br />
gezerlerdi.<br />
CAMİ ÖNLERiNDEKi SERGİLERDE NELER<br />
SA TILIRDI<br />
Hidiv İsmail Paşa 1862 yılı Ramazan;ında İstanbul'da<br />
bulundu için Yeni cami, Beyazıt v.e Mirgün<br />
camilerinde Mısır' dan özel olarak getirtil en hafızln<br />
gidip dinlerdi, Fuat Paşa ilk sadrazam oldu sırada<br />
Nu:ru Osmaniye camiinde zamanın en tanınmış alimlerinden<br />
Murat Molla dergahı postuişini Reisülkurra<br />
Feyzullah Efendi ile Hafız Galip Efendiyi vaiz ve Kur'·<br />
'<br />
anı-ı Kerimi güzel okuyan iki de hafız tayin eylediklerinden,<br />
Kapıcı ricali evvela Nuruosmaniye camiine gelirler,<br />
sonra çarşı içi yolu ile Beyazıt camii şerifine<br />
teşrif ederler, bazıları da sergilerde<br />
vakit geçirerek,<br />
hoş sohbet kişilerin Ramazan hikayelerini dinler, gah<br />
sergi eşyasını gözden geçirirler, beğendiklerini iftar vakti<br />
konağa getirmesi için satıcısına tenbihde . bulunur<br />
Jardı. Sergiciler de hem iftarda kalır, hem de getirdik-
159<br />
leri eşyabın parasını diş kirası ile birlikte fazlası ile<br />
alırlardı. Bu eşya, Hafız Osman, Rakım ve Celaleddin<br />
gibi meşhur hattatların yazıları ve nefis kitapları veya<br />
bazı antika ve eski madeni tabaklar, saksonya kaseler,<br />
çubuk takımları gibi şeylerdi. Bazi kimseleri<br />
Ramazanlarda<br />
tesbih merakı da bir hayli meşgul ederdi. Al-:<br />
tın Kamçılı Mercan, Öd Ağacı, Anber gibi tesbihler de<br />
bu .<br />
alış verişlere dabildi.<br />
Bir eski mecmuada gözüme iliştiğine göre, müşterinin<br />
ilgisini çekmek için Tesbilıçi Emir adında bir.<br />
ı.at, dükkanı önünd,e: (Tesbihim bi.rer pareye) diye bağırırmış.<br />
Ne garip bir tesadüftür ki, bu (Tesbihim birer<br />
pareye) tabiri bu zatın ölümüne tarih olmuş. Müs- ·<br />
takim Zade merhum kendi zamanından evvelki bir çok<br />
vak'a· ve olaylara tarih söylemek adetinde<br />
bulunduğundan,<br />
kendinin belki pek gençliği zamanına rastlayan<br />
bu tesbilıçi Emir'in ölümüne de şu: (Yüz çevirdi hayf<br />
tesbilıçi fenadan beka'ya 1157-1744) beytini tarih düşünnüştür.<br />
Tesbih yapan esnafın yaptıklan teshipleri dükkan<br />
Iarında satmak adet olduğuna göre, bu tesbilıçi Emir'<br />
in böyle özel çağırışla tesbih satması, kendisinin ya<br />
Beyazıt, yahut Fatih camilerinden birinin avlusunda<br />
her zaman rastladığımız esnafdan olduğu sanılmaktadır.<br />
Bundan anlaşılıyor ki, bu iki cami-i şerif avlula·<br />
nnda sergi açılmak adeti 1744 yılından önce başlamış<br />
oluyor.<br />
Beyoğlundan ecnebiler .eşleriyle birlikte bu sergileri<br />
gezmek için gelirler, hatta beğendikleri eşyayı da<br />
satın alırlardı. Bazı laubali kimseler de, sergilerde otu- ·
160<br />
ran mevki sahibi ve kibar tanıdıklarının yanına gelirler,<br />
onları etekliyerek, riyakar cümlelerle, çeşitli şaklabanlıklar,<br />
dalkavukluklar yaparlar, karşılarındakileri<br />
tuhaflık ve hazır cevaplılıklarla güldürerek, tesbih, çubuk,<br />
ağızlık gibi hediyeler satın aldır.ırlardı. Bu gibi<br />
adamlar sonraları tütün sergisinden tütün ve sigara<br />
l)aketleri hediyesine kadar tenezzül eder oldular.<br />
Hereke ve Feshane fabrikalarının dokuduğu kumaşları<br />
sergileyen yerlerle, Çinli tüccarların Çin'den<br />
getirdikleri çay, yemek ve sofra takımları ile, İran ve<br />
yerli dokuma halı, kilim ve seccade sergilerinde de çok<br />
güzel eserler bulunurdu.<br />
İşte camiler de hele Beyazıt ve Fatih Camiinir:ı içi<br />
ve dışı halkla hıncahı·nç dolu olduğu gibi, Sultanahmet<br />
ve Şehzade, Laleli Camileri de kadınlarla dolar ve bütün<br />
gün evvela Kapahçarşı, sonra Beyazıt Meydanı ve<br />
daha sonra Şehzadebaşı Direklerarası caddeleri kadın<br />
erkek yayalar ve arabalılardan geçilmez bir halde kalabalık<br />
olurdu. Zeynep Hanım konağından Şehzade karakoluna<br />
kadar arabalar ve yayalar durmadan piyasa<br />
ederlerdi.<br />
Ramazanda konuşulan sözlerin hemen hepsi, falan<br />
camide falan hafızın sesi çok güzel. falan yerdeki<br />
.hatibin hutbesine doyulmuyor, falan hocanın münasebetsizliği<br />
çekilmez gibi sözlerdi. Bir vakitler Beyazıt<br />
Caii şerifinde Kayserili bir vaiz türemişti. Herif gayet<br />
şaklaban olduğundan, çok kişi eğlenmek için onun<br />
vaazına koşarlardı. Vaiz sırasında (rakıya verin ağızlar,<br />
tütüne verin savrun, hocaya gelince bağırın, alın<br />
mı cenneti) diye elini rahleye vurur bağırır, herkesi
'<br />
'<br />
• ..<br />
• •<br />
'1<br />
(;. '<br />
"'..<br />
•<br />
· ... , .<br />
•<br />
•<br />
'<br />
.<br />
. ..,<br />
... ..<br />
•<br />
•<br />
• <br />
' r.<br />
l<br />
,-ll<br />
.<br />
•<br />
c<br />
i•"<br />
A'<br />
.. 1<br />
'<br />
". ··J<br />
•<br />
• '<br />
.. •<br />
.f_ '<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•<br />
•"<br />
' .<br />
<<br />
, . .;,<br />
, .<br />
••<br />
•<br />
•<br />
Batılı ressam/annfırçası ile canlandırılan bir köşe<br />
F<br />
ıı
162<br />
güldürürdü. Şeyh Şallafe denilen mukallit bir herifin<br />
de Galata'da Arap Camiinde kürsüye çıkıp (yarın ruz-i<br />
kıyamette Hallac-ı Mansur dünyayı böyle atacak) başlangıcı<br />
ile hallaç taklidi yaptığı ve karşılığında zamanın<br />
modern yaşayan kişilerinden bir hayli balışişler<br />
*<br />
aldığı meşhurdur.<br />
Fatma Sultanın ilk kocası Reşit Paşa Zade merhum<br />
<strong>Ali</strong> Galip Paşa ekseriya gelip bu Kayserili herifi dinler<br />
ve ağaları eliyle hediyeler verirdi... Bir ramazan,<br />
Paşa, elinde gördüğüm inci tesbihinin, kayınpederleri<br />
Sultan Abdülmecid hazretleri tarafından ramazan hediyesi<br />
olarak ihsan buyurolduğunu söylemişlerdi.<br />
Şehzade Camiinde başında sarık, arkasında biniş<br />
oldu halde 1863 senesi ramazan-ı şerifinde ikindiden<br />
sonra <strong>Ali</strong> Suavi Efendi vaaza çıkmıştı. O tarihte yaşı<br />
otuz kadardı. İslam hukukunu çok iyi anlatıyor diye<br />
dindaşlarımızdan birçok kişi vaazında hazır bulunuvorl=-rdı.<br />
OSMANLI SERGtst DEDİKODUSU .<br />
Her şeyin bir kusurunu bulup karşı koymayı kendisine<br />
adet edinmiş olan kişiler her devirde eksik ol<br />
. madığı ve hele ramazanlarda dillerine bir şey dolayıp,<br />
ukalalık etmeye bayıldıkları gibi 1862 Ramazamnda en<br />
çok söz ve dedikodu ·konusu olan da Osmanlı Sergisi<br />
olmuştu. Mesela Meclis-i Vala Mazbata Odası şeflenoden<br />
Arif Beyin Peyk-i Zafer kalyonunun resmi ile<br />
yine Refik Beyin, içine bazı yapma çiçekler koyarak<br />
yaptığı sürahinin sergiye konulması hususlarına itiraz<br />
edildi. Çünkü sergi.ntn açılmasından maksat gö-
163<br />
rülmemiş şeylerin teşhiri olmayıp, asıl maksat, memleketin<br />
toprak ürünlerini ve fa·brikalann imalatını<br />
göstermek hususlanndan ibaret olduğunu söyleyerek<br />
bk hayli konuşmalar geçti. Hattil ramazan içinde Valide<br />
Sultann sergi dairesine gelip, kadınlar gününün<br />
açılış törenini yapması ve Sergi Komisyonu Reisi Mısırlı<br />
Mustafa Fazıl Paşaya ve üyelerden Fuat Paşa Zade<br />
.<br />
.<br />
Nazım ve kapı kethudası Azmi Beylere birer mücevherli<br />
enf.iye kutusu hediye etmeleri bile (ikinci açılış<br />
töreni) denilerek, alay ve itiraz konusu oldu.<br />
RAMAZAN GÜNLERİ NASIL VAKİT GEÇİRİLİRDİ?<br />
Halkımızın biribi.rine, •Nasıl vakit geçiriyorsunuz?•<br />
sorusundan da anlaşılaca gibi, ramazan günlerinde<br />
birinci derecede aranılan şey vaktini hoş geçirmek<br />
için kendine elence aramak oldudan ramazan<br />
günlerinde vakit geçirmek için belirli yerlerden biri de<br />
Kapalıçarşıdaki Sandal Bedesteni idi. Vaktiyle bedesten<br />
dolaptannın her birinde bikaç bin keselik kıymetli<br />
eşya bulunurdu. Buraya ekseriya aziedilmiş vekillerle,<br />
bazı mecl.is azaları ve kapı kethudaları gibi,<br />
ödevleııi hafif olan eski adamlar gelirler, dolap adı verilen<br />
dükkaniarda oturarak, birbirleriyle sohbet ederlerdi.<br />
Bunlar eski maden ve Saksonya tabak ve kaseleri,<br />
buhurdan, güJabdan, şamdan· gibi gümüş takımlarını<br />
ve Lahur şalları v nadide saatlan ve diter kıymetli<br />
eşya yı gözden geçirirler ve bu eşyadan · her biri<br />
hakkında birbirlerine bilgi verirlerdi. İçlerinde bu eş.<br />
yaJardan beğendiklerini alanlar da olurdu.
164<br />
İşte gündüzleri cainilerin ziyareti, bedesten ve ca·<br />
mi sergilerinin gezilmesi, yaşltiann ve arbaşlılann<br />
Kalpakçılarbaşı, Beyazıt ve Şehzadebaşı gibi caddelerli<br />
gezilmesi de gençleı in elencesiydi. Akşamlan birbir<br />
lerini iftara davet ve geceleri kahvelerde topnıp soh<br />
bet etmek veya oyun oynamak da başka bir elencc<br />
teşkil ederdi.<br />
Aksaray, Şehzadebaşı, Tophane gibi caddelerde ra·<br />
. mıazan geceleri insan bir ceryana kapılır, adeta hesaplı<br />
adım atmak icab ederdi.<br />
O zamanlar caddeler daha<br />
dar ve e bürü olduğundan dolayı, omuz kakmasından,<br />
dirsek çarpmasından, ayak çiğnemesinden kurtulmak<br />
mümkün olmaz, hele dalgın bulunmaya hiç gelmezdi.<br />
Alabildine yüriiyenlerden birinin çarpmasiyle<br />
insan sendeleyip, şerbetçi tablasına çarpar,<br />
manav<br />
dükkanlannın önüne atılmış karpuz kabukianna basarak<br />
ayaı kayar, düşer, yaya kaldınmlarına çıkmak da<br />
mümkün olamaz, çünkü kahveciler, çaycılar iskemle ve<br />
sandalyelerle doldurmuş olurlardı.<br />
Büyük caddelerde ve bazı boş arsalarda, denne<br />
•<br />
çatma barakalarda Pandomima ve atcambazı tiyatrolannın<br />
orkestralan, orta oyunlarının zurna gürültüleri,<br />
hovarda kahvelerinin darbuka, çifte nara, klarnet patırtılan,<br />
çaycılann (buyurun beyim) sesleri, (haniya buz<br />
gibi limonatam) barışları, hayale, karagöze davetleri<br />
devam ederdi. Çaycı ve berber dükkanlannın önündeki<br />
sandalyalarda oturan beyler ve efendiler arasında<br />
(İskilip hamndaki incesaz hakikaten çok güzel, hele<br />
keman taksimi insanı mest ediyor... Bugünkü Ceride-i<br />
Havadis'i -Havadis Gazetesi- okudunuz mu?) sözleri
165<br />
işitilirdi. BeyoAiunda Naum'un tiyatrosundan ve muzikasından<br />
söz edilirdi.<br />
KAHVE SOHBETI.ERI NASIL OLURDU?<br />
Mahallelerıin kibardan geçinen· ihtiyar kahvelerinde<br />
biri: eKatir şeytan sebep oldu, bu gece teravih namazını<br />
kaçırdıkıt bir başkasc eSimitleri kasap dükkanında<br />
unutmuşum. Geri dönmeye .mecbur olduin. Kardeş<br />
sokaklarm kalabalıan geçilmiyor ki, iftara ye<br />
tişemedim, yolda top atıldı• bir üçüncüsü:<br />
eCenab-ı<br />
Hak taksiratımızı affetsin, dünya öyle bir detişti kb,<br />
başka biri tarafindan: eKış ramuaı mı iyidir., yaz ramazaİıı<br />
mı?• diye sorulan suale ukalidan biri: eBana<br />
kalırsa sonbahar ramazam hoştur. Havalar orta, gün<br />
ler kısa, sebze ve meyve bob cevabını verir. Öteden<br />
bir hkracı: eBektaşiye, ramazam mı seversin, bayramı<br />
mı diye sormuşlar, ra mazam cevabını vermiş. Ne için<br />
dediklerinde, yenir de, onun için cevabını vermiş• fıkrasını<br />
anlatır. Bir aralık sohbet tütünlerin fiyat ve nefaseti<br />
meselesine gelir. Geveze ihtiya birisi: eKoska'<br />
da tütüncü bir <strong>Ali</strong> Bayrakdar vardı, sat ise kulaklan<br />
çmlasın, öldüyse Mevla rahmet eylesin. Bizim Tatarağası<br />
Hüseyin Ağanm eski dostu}'du. Ramazanlık tütünlerimizi<br />
ona ısmarlardı. Bir ramazan, eğer paraya<br />
kıyabilirsen Mekkizade için hazırladıiım tütünden sana<br />
biraz vereyim, fakat bir okkası için üç kuruşunu<br />
alınm, dedi. Ben de ne olursa olsun, dedim, kağıda<br />
sardı; ne bileyim o zamanlar okkalar da mı ziyade idi,<br />
neydi? Oç<br />
aylık çocuk kadar paketi kucağıma verdi.<br />
Sana yalan, bana gerçek, kahvede çubuğu doldurdum,
166<br />
mis:· gibi kokusu etrafa yayıldı. Bütün ahbap birer nefes<br />
çektiler. Herkes (o, oo) diye şaşırdılar. Allah gani<br />
gani rahmet etsin, merhum Hacı Gamnfer Ağa: •Öyle<br />
ama bir okka tütün için de üç kuruş verilmez. Böyle<br />
şeyler zenginlere göredir. Her ne ise ramazanlarda bir<br />
defa için zarar yok» diye nasihat etmişti. Hey gidi gün-<br />
· ler hey ..» Bir başkası: •Mevlana şimdi bohça tütünlerinin<br />
alasını Ulah Boyar'ları içiyor. Tüccar denk denk<br />
tütUnlerini oraya gönderiyorlar» gibi taktakiyat yapılırdı.<br />
Bazı mahalle kahvelerinde de bu gibi konuşmalar<br />
ile boşuna vakit kaybetmemek için kitap okunurdu.<br />
Kahveci tarafından salıaflardan kira ile (Kan Kalesi),<br />
(Hamzaname), (Battal Gazi) gibi kitaplar te!iarik edilir,<br />
kahveye gelenlerin içinde okuması olan' bir müşteri<br />
okuyup, diğerleri dinlerlerdi. Kahveci, kitap okuyan<br />
müşteriden kahve parası almaz, okumayı üzerine alan<br />
müşteri de, kitabın bazı yerlerini okuyamayıp heceleye<br />
heceleye söktürebilditi kadar okurdu. İkide birde<br />
kahveci çırağı, kahvenin şurasına, burasına konulmuş<br />
olan y·ağ mumlarının fitilini, ona mahsus makas ile<br />
kesrnek için peyketeri dolaşırdı. Bazı semtlerde gençlerin<br />
kahvesi ayndır. Geceleri yüzük oyunu, tuğra oyunu<br />
gibi oyunlar oynarlar, çekişirlet; buralarda kavga<br />
gürültü eksik olmazdı.<br />
BtiYtiK KONAKlAaDA İFrAR ZİYAFETLERİ<br />
Bab-ı <strong>Ali</strong> havadisini, devlet adamlannın sırlarını,<br />
kibar dedikodularını bir an önce haber amayı kendine<br />
iş güç ed.inmiş olan birtakım eski valiler ve memurlar<br />
ikindiden sonra cami avlularında halka olarak bir-
167<br />
birlerine bilgi Sıatarlar, ve filan paşanın hala iftanna<br />
gidemedim, pek ayıp oldu. Diğeri, fakir bu akşam Şerif<br />
hazretlerinin iftanna niyet ettim. Bir başkası, fi·<br />
lan paşaya dün sergide rastladım, ramazan geleli görüşemedik<br />
buyurdular. Utancımdan yerlere girdim; gibi<br />
sözlerle övünürlerdi.<br />
Diğer taraftan paşalar, konaklarının kalabalığından<br />
söz ederek; «dün akşam bizde kırk sofra kurulmuş,<br />
artık buna dayanılmaz• diye şikayette bulunurlardı.<br />
Hatta sonraları ramazan gelmeden evvel, Proto<br />
kol Müdüriyetinden gazetelere verilen ilanda, rütbe ve<br />
memuriyet sahibi olanlar, ramazanda veldl konaklanna<br />
iftara gitmeleri bir resmi ödev sanılmakta ise de,<br />
bu ziyaretler, her.kese Zahmet ve külfet verdinden,·<br />
din öğrencileri ve derviler hariç, hiç kimsenin, davet<br />
olunroadıkça iftara gitmemeleri ve isteyenlerin birbirlerini<br />
davet edebilecekleri konusunda resmen beyanda<br />
bulunurlar, fakat bunun asla tesiri görülmezdi.<br />
O vakitler, vekil ve vezıirlerin bu gibi hallerini yakından<br />
tetkik edenler, bu paşalar, her ne kadar iftarcılann<br />
çokluğundan şikayet etmekte iseler de, aslında<br />
gelenlerin çokluğu nispetinde memnuniyederi artmaktadır.<br />
Çünkü, herbirilerinin halk tirerindeki itibarlarinın<br />
derecesi, kendilerini ziyaret edenlerin adediyle ölçüldünden,<br />
bunu itibarianna ölçü saymaktaydılar.<br />
Bu sebeple şikayetleri içten değildir.<br />
Sultan sarayiarına ve eski kadın efendilerin yalılarına<br />
iftara gidenlerin itibarlı olanlarını baş ağanın<br />
odasına, daha kijçük rütbede bulunanlan, diğer harem<br />
ağalan ve baltacılar odalanna alırlard. İftard3n
168<br />
sonra harem ağaları vasıtasiyle Sultan ve Kadın Efen·<br />
dilere saygıları ilet.ilir,<br />
karşılığında iltifatla beraber,<br />
derecelerine göre hediye veya para alırlardı. Bunu getiren<br />
harem ağası, hediye veya parayı teslim etmeden<br />
önce, öpüp başına koyduktan sonra verir. Alan da, al.<br />
dığını öpüp başına koyı;naya mecburdu.<br />
İFTAR SOFRALARININ ÖZELLİİ<br />
.<br />
Ramazan akşamları verilen iftar ziyafetlerinin, di- ·<br />
ğer zamanlarda verilen ziyafetlerden başlıca farkı, iftar<br />
kahvaltısı kısmı olup, halkımızın birbirlerini ifta·<br />
ra davetlerind.e, yemeğin cinsine ve netasetine dikkat<br />
edilmekle beraber, kalıvaltı tepsisinin en küçük teferruatına<br />
kadar. intizamına başkaca bir önem verilirdi.<br />
Reçellerin çeşidi, peynir, hayvar, zeytin, sucuk, pastırma<br />
gibi çerezler, ufak tabaklada tepsiye yerleştiri·<br />
tip sinilerin ortasına konulurdu. Mevsimin çeşitli meyveleri<br />
ve salatalar da bunlara mahsus tabaklar içinde,<br />
tepsinin etrafına, muntazam şekilde konulutdu. Zemzem<br />
fincanlan, Medine hurması, hardal tabakları kon-<br />
,<br />
mak suretiyle, iftar sofrası tamamlan,ırdı. Çekirdeğinin<br />
yemekiere düşmemesi maksadiyle, aslında sofranın süslenmesine<br />
yardım olmak için, limonlar ortasından kesilip,<br />
tüller fçinde ipek ve renkli kurdelalarla bağlanarak<br />
ufak tabaklara konulduğu da görülmüştür.<br />
İçme suları kapalı ve tabaklı Saksonya bardaklarla<br />
hizmetçilerin elinde tutulurdu.<br />
Çatal, kaşık, bıçak gibi şeylerin ramazan.da kuBa·<br />
nılması münasip görülmediğinden, kullanmayı adet etmiş<br />
olanlar da, halkın ayıplamasına hedef olmamak
169<br />
için, bunlann yerine mercan saplı, fildişi, sedef ve bağadan<br />
yapılmış yahut siyah ve beyaz cilalı tahta kaşıklar<br />
kullamrlardı. Gerek bu kaşıklar, getek has pide<br />
ve francala, çörek ve sirnitler sofranın kenarına dizilirdi.<br />
Bir de,<br />
ramazanın başlangıcından sonuna kadar,<br />
halkımızda işkembe çorbasma bir düşkünlük vardı. Ve-·<br />
li Efendi Zadenin bindi derisinden işkeınbe ·çorbası<br />
yaptırması hikayesinden de anlaşıla gib i, zengin ve<br />
fakir herkes sofrasında işkembe çorbası bulundurmak<br />
isterdi. lftara beş on dakik.a kalarak, çorba tasını alıp,<br />
işkembeci dükkfmına giderler, hatta nöbete yatarlardı.<br />
Konaklardan uşaklar, ayvazlar kapaklı çorba kiseleri.<br />
ni getirip, kazanın etrahna dizilirlerdi.<br />
Yemetin sonunda mutlaka hoşaf bulundurmak<br />
adet olup, elınastraş kaseler içinde, dökme tepsilere .<br />
konulup, kenarlarına, içieri ufak kase kadar çukur ve<br />
saplan bağa veya fildişinden yapılmış kaşıklar konul.<br />
mak suretiyle ·hazırlanırdı. Yaz mevsiminde kaselere<br />
buz da konurdu.<br />
Eskiden herkes minderlerde halka olarak oturup<br />
yemek yediklerinden, sofralar alçak iskemierler üzerine,<br />
sarı veya bakır siniler konulmak suretiyle hazırlamr<br />
ve peşkir denilen dokuma bezi, peçete yerine kul-<br />
.<br />
lamlırdı. Hatta hizmetç.ilerin ayaktan,<br />
peşkirleri herkesin<br />
dizlerine rasttatmak şartı ile atmalan birer hü-
170<br />
ner sayılırdı (1). Ezana birkaç dakika kalarak sofra<br />
başına. gitmek, iftann şartlarından idi. Misafirler sofranın<br />
etrafında otururlar, ortada çıt yok, herkes birbirine<br />
küsmüş gibi, yüzler samurtkan beklerler. Susamlı<br />
simitlerin, bademli çörekle·rin, kazan yağlılarının<br />
misk gibi kokusu ve o muntazam iftar sofrasının seyrine<br />
doyulmazdı. Bunların içinde herkesin bir imrendiği<br />
olacağından velev iki üç dakika da olsa, oruç ha'liyle<br />
sabır ve tahammül istenildiği için, sofradakilerin<br />
kimi saate bakar, kimisi gözlerini kapayıp, hayale dalardı.<br />
Top atılması ile beraber, oruçlar açılır. O mükellef<br />
sofraya bir hücumdur başlar; çorbalar, yumurtalar,<br />
etler, börekler, tatlılar, birbirini takip ederdi. Beldemiz<br />
adeti gereğince, hele ramazanlarda yemekierin<br />
çokluğu, ınİsafirlerin ağırlamasına bir çeşit ölçü kabul<br />
edildiğinden, yemekierin arkasının alınmasına kadar<br />
beklemek, tiryakile:rin hesaplarına gelmediğinden,<br />
çoğu özür dileyerek sofradan kalkardı.<br />
Vekil, vezir ve büyüklerio konaklarının bir çoğunda<br />
yemeğe ara verilmek usulü kabul edilmiş olduğundan,<br />
iftar vaktine birkaç dakika kala, hazır bulunanla-<br />
(1) Hizmetçilik mesle#ine girecek olo.nlar evvelo. çırak<br />
olarak konaklara girerler, kovuşlarda gedikli ağala·<br />
ra hizmet ederek, bu peşkir atmak ve uzun çubuk·<br />
ları doldurup, bir elinde çubuk diğer elinde parlo.·<br />
tılmış sarı tabla ile g6tilrllp ve bir dizi ilzerine çiS<br />
kilp, içecek adamın tam ağzı hizasına rastlo.mak<br />
şartiyle, çubuk ver:mek ve ortada yakılmış olan yağ<br />
ve bal mumlarının ilç beş dakikada bir ona mahsus<br />
makas ile söndilrmeden titiZlerini kesmek gibi<br />
bir takım hizmetler öğrenirlerdl.
171<br />
rın önlerine ufak tepsilerde reçel, peynir ve zeytin gibi<br />
kalıvaltı ve bir iki ufak kase de çorba konurdu. İftardan<br />
sonra nargHe, çubuk, kahve, enfiye ve afyon gibi<br />
keyif verici şeylerle, keyıifler yerine getirilirdi.<br />
Akşam<br />
namazları cemaatle kılmırdı. Mükellef giyinip kuşanmış<br />
olan iç ağaları hizmete hazır bir durumda beklerlerdi.<br />
Gerçi yemekten önce ve sonra leğen ve· ibriklerle<br />
eller yıkanmak adet ise de, yemekierin ellerle yenmesi<br />
çirkin göründüğünden, sonraları yavaş yavaş çatal,<br />
kaşık bulundurulması da yaygınlaşmıştı. Vaktiyle<br />
öd ve amber yakılarak her tarafı<br />
kokulara boğmak<br />
adetti Büyl\k dairelerde kahve, çubuk gelmesinde de<br />
bir çeŞit teşrifat vardı. Evvela ·çubuklar uzun olmak ve<br />
kıymetli kehribar ve süslü imamelerle beznmiş bulunmak,<br />
mevcut misafirlere bir anda ve . rilmek şart idi.<br />
Hatta hariciye teşrifatçısı Kamil Bey, hizmetkarların<br />
çubuk getinnesinden lci.naye: «Bu kargılı heı.iiflerden ne<br />
vakit kurtulacağız?) derd.i. Kahve takımını,,<br />
dairenin<br />
. ,,<br />
kahveci başısı getirip, odanın münasip yerinde durur,<br />
kahve ibriği soğumamak için, stil tabir olunan . gümüş<br />
zincirli ateşiikiere konulurdu. Bu stili taşıyan yamak<br />
da kahveıcİbaşının yanında bulunur. Ne kadar misafir<br />
varsa, o kadar ·da ağa, kahvecibaşının etl"afına dizilirdi.<br />
Tepsinin üzerinde bulunan sırmalı örtüyü kıdemli<br />
.<br />
iç ağası kaldırıp, kahvecibaşının omuzuna kor, sonra<br />
ağalar kafesli gümüş zarflarla fincanları alıp, ateşlik<br />
üzerinde bulunan ibrikten kahveyi koydurup,<br />
zarfın<br />
ucundan tutmak şartiyle, yine bir anda misafirlere verirlerdi.<br />
.•
172<br />
ZIYARET EDİLEN YERLER<br />
Ramazan Adetlerinden biri de, cami ve mezarları<br />
ziyaret etmekti. Bilhassa Fethiye ve Kariye, Tokludede<br />
Camileri gibi kiliseden bozma camileri ve Hazret-i Halid<br />
· ile birlikte savaşa gelen Esbab-ı Kirarn türbelerini<br />
ziyaret ve meselA Fethiye Camii, fetih sırasında kilise<br />
olarak bırakılmış binalardan olmasma ramen, 1591<br />
tarihlerinde meydana gelen bir münakaşa üzerine, nasıl<br />
olup da Uristiyaniardan alınarak, Üçüncü Murat tarafından<br />
oamie tebdil olunduiu, tarihlerde yazıldı anlatılırdı.<br />
Akşam Hz. Halit türbesinde iftar ve bazı dost<br />
evlerinde veya kebapçı dükkAnlannda veya kaymakçılarda<br />
yemek yiyip, Eyüp Camiinde teravih kılarlardı.<br />
Yenikapı Mevlevihanesi, Sünbül Efendi, Kocamustafapaşa<br />
dergAhlan gibi tanınmış tektelere iftara gi·<br />
derler ve tanınmış kimselerden ekserisi, Enderun'da<br />
bulunan Hırka-i Saadet dairesinde (1) ve Kadir geceleri<br />
de Ayasofya Camiinde iftar ederlerdi. Eski <strong>Ali</strong> Paşada<br />
bulunan Hırb-4 Şerifi ziyaret ve le namazını<br />
kılarak, itindiye Fatih'e gelmek ve ramazanın ilk cumasını<br />
Ayasofya, ikincisini Eyüp Sultan, üçüncüsünü<br />
de Fatih ve son cumasını mutlaka Süleymaniye Camilerinde<br />
kılmak halkımızın ramazana mahsus ldetlerindendi.<br />
(1) BırkiM Saadet: Peygamberimfzin BırkaBı ile da1uı<br />
bazı m1lbarek ewmıın bulundflDu daire. Oamanlı<br />
padişaJılan 'her Ramazan'ın onbepn'de b1lyilk mera<br />
ıbn ile Bırka-t Saadet Dairesini ziyaret ederlerdi.<br />
.<br />
(N.A.B.)
173<br />
Bir zamanlar devlet büyüklerinden bazıları Harbiye<br />
Nezareti meydanında yangın kulesinde (Beyazİt Kulesi)<br />
iftar etmeyi adet etmişlerdi. Bu adet bir hayli seneler<br />
sürmüş, hatta dört beş defasında ben de hazır<br />
bulunınuştuın.<br />
(<br />
-<br />
-<br />
- --.,<br />
••<br />
•<br />
..<br />
·'<br />
. --.<br />
-<br />
- c;;:J<br />
-=<br />
_::;:. .<br />
1<br />
, ---. -""-><br />
_ ... _ _·:<br />
..<br />
-. ---=-". . .<br />
-- -..<br />
-::> iZ• -<br />
Vinçlerle kaldırılacak ağırlıkta/ci yükleri rahatça<br />
taşıyabilen sırık hamalları ..<br />
ALE:tviDAR VAKASINI ATA <strong>BEY</strong><br />
NASIL ANLATIRDI?<br />
Bu saydığım iftarların başlıcalarından biri, Enderun<br />
iftarı olup, ben oraya da nice yıllar birtakım kirnselerle<br />
birlikte gitmiş olduğum cihetle, gördüğüm ve<br />
•
174<br />
işittiğim şeyleri yazıyorum. Ramazanın onbeşinci günü<br />
Hırka-i Şeri f ziyareti töreni dolayısıyle, emanetler<br />
açılmış olduğundan Enderun iftarına onbeşinden sonra<br />
gidilirse tamamİyle ziyaret edilmiş olacağından ilmiye<br />
ve mülkiye mensupları vekil ve. ileri gelenlerden<br />
çoğu bu zamanı. seçerlerdi. Enderun Tarihi sahibi ve<br />
Cezayir Bahrisefit eski mutasarrıfı Ahmet Ata Bey, Enderundan<br />
yetişmiş ve sarayın eski adetlerine vakıf olduğundan,<br />
her gidişimizde bizimle olurdu. Ata Bey, o<br />
tarihlerde yetmiş, ye tmişbeş yaşlarında olduğundan,<br />
gerek babası enderunlu Tayyar :efend.iden işittiği ve<br />
gerek kendisinin gördüğü saray vak'alarını, yer ve şeklini<br />
göstermek suretiyle anlatırdı. Nitekim Üçüncü Selim'i<br />
şehit ettikten sonra, Sultan Mahmud'a da suikast<br />
yapmaya giden Sultan Mustafa'lı Abdulfettah ve benzeri<br />
mel'unlara babası Tayyar Efendinin rastladığı yeri<br />
ve orada onlara nasihat etmeye kalkmışken (Bu da<br />
Sultan Selim taraftarı imiş) diye hücum etmeleri üzerine,<br />
ellerinden nasıl kurtulduğunu, Üçüncü Selim'in<br />
kanlar içinde şilte ile kuşhane kapısından arz odası<br />
önünde cesedini Alemdar Mustafa · Paşanın kucaklayışı<br />
ve Sul.tan Mahmud'un Cevri Kalfa tarafından yüklükten<br />
dama çıkarılarak kurtarıldığını, Sultan Mustafa'nın<br />
padişahhğı bırakmamak için, ısrar ettiği, annesinin<br />
Alemdan azarladığını,<br />
harem kapısını gösterip<br />
vak'alan birer ·birer izah eder ve ramazanın onbeşinde<br />
sabah namazı vakti has odahların gül suları ve süngerler<br />
ile Hırka-i Saadet salonunu nasıl sildiklerini ve<br />
Hırka-i Saadet'in yakasında bulunan düğmenin gül suyu<br />
ile ıslatılıp, hemen amberli ateş kabına gösterilerek,<br />
ne şekilde . kurutulduğunu birer birer tarif ve en-
175<br />
derun ağaları eliyle misk ve amber ve çeşitli baharattan<br />
toplanmış ve padişah macunu denilen tatlıdan kah.<br />
vecibaşı eliyle, kahveden evvel sadrazam ve şeyhülislam<br />
·ve diğer vezirlere ikram olunduğunu, anlatırdı.<br />
Alemdarın halk arasında Arslanhane denilen Arzhane<br />
meydanına geldiğinde, adet üzere tatlı ve kahve<br />
vermek için, kahvecibaşı o telaş arasında bulunamadığından<br />
ve sarayca eski adederin muhafazasına çok dikkat<br />
edildiğinden, babası Tayyar Efendinin tatlı hakkasını<br />
bulup, kahve ile birlikte bu zatlara takdim eylediği,<br />
en küçük teferruatına kadar tarif ve beyan eder<br />
ve hele emanetler ziyaretinde ve hazinenin gezilmesinde<br />
pek etraflı bilgi ve tafsilat verirdi. Söyledikçe bir<br />
taraftan da gözleri yaşanrdı. Kendisi, saray eskilerinden<br />
olduğundan, ağalardan büyük saygı görür ve birçoğu<br />
gelip elini öperlerdi. Sultanların resmi günlerde giyindikleri<br />
alay elbiselerini sandıklardan çıkanp, özel<br />
olarak yaptırılan ca·mekanlar içinde, mankentere giydirip,<br />
üzerlerine de yaftalar astırıp, teşhir ettirmesinden<br />
dolayı, Hazine Kethüdası Hasan Beyi de rahmetle<br />
ananın. (Bu Hasan Bey, Sultan Aziz'in saltanatının<br />
başlannda başmüsabiplik etmiş, sonraları vezir rütbesine<br />
kadar ulaşmış ve Bağdat, Selanik Valilikleri ile,<br />
Şiıra-yı Devlet Mülkiye Dairesi<br />
üyeliğinde bulunmuş<br />
olan Hasan Refik Paşadır) İftar vaktinin yaklaştığında<br />
Hırka-i Saadet dairesine gelinip herkes kendi aleminde<br />
içi ve vicdanı ile başbaşa . kalırdı. Ezan okunur,<br />
oruçlar zemzemle açılıp, akşam namazı kılınır; sonra<br />
Hazine Kethüdalığı dairesinde yemek yenirdi.
176<br />
ENDERUN VE <strong>BEY</strong>AZlT KULESiNDE İFrAR<br />
Dotrusu, gerek iftariyenin, gerek yemekierin lezzetini<br />
söylemedikçe geçemeyeceim. Enderun ağalannın<br />
her biri, bir çeşit tatlı kaynatmakta ve yemek pişirmede<br />
maharet sahibi idi. Hele meyvelerin mevsiminde.<br />
çeşitli sübye, reçel, murabba, şekerleme vesaire<br />
gibi şeyler kaynatmak eski adetleri icabındandı. Hatta<br />
Enderun · yuiİ'iurta:sı ve sütlü Frenk arpası aşuresi ve<br />
kayınaklı meyve tatlısı, halk arasında meşhurdur. Elhasıl<br />
salatalarına varıncaya kadar içilecek ve yiyilecek<br />
şeylerin benzerine çok az rastlanır cinsden idi.<br />
Yatsı vakti · yaklaşınca Enderun alannın en güzel<br />
seslileri gayet yüksek perdeden çifte ezan okumalanndan<br />
ve büyük bir cemaat ile, ayin ve ilahilerle Hırka-i<br />
Saadet dairesinde kılınacak teravihde o güzel sesli<br />
imam ve müezzin efendilerin okumalan insanda başka<br />
bir alem yaratırdı.<br />
Yangın kulesi iftan, ramazanın yirmisinden sonraya<br />
bırakılırdı. Sebebi de yıldızlar ve minarelerde kandillerin<br />
seyrinin, ayın karanlık oldu bir zamana rastlatılması<br />
içindi. Çünkü Adalar ve Marmara Denizi ile<br />
Osküdar ve Boiçi ve Kadıköy, Fenerbahçe, Bakırköy,<br />
Yeşilköy taraflarının grup sırasında seyri ne kadar<br />
boşa giderse, İstanbul ve Osküdar, Tophane taraflarının<br />
tepelere do ilerlemiş olan cami minarelerinin<br />
kandil ve mahyalarının, denizde vapur ve gemile·<br />
rin fenerlerinin ışığı ile, gökte yıldıziann ışıklan birbirine<br />
karışmış gibi gayet hoş bir görüntü meydana getirir.<br />
•
177<br />
O zamanlar, birçoklan bu kule iftarına katılmayı<br />
arzu ettiklerinden, pek çok kişilerle eğlenceli alemler<br />
yapıhrdı. Kararlaştırılan akşam için, lazım gelenlere<br />
haber verilirdi. <strong>Ali</strong> ve Fuat ve Mısırlı Kamil ve Fazıl<br />
Mustafa Paşalar gibi büyükler çağırılır ve şayet gelmezlerse,<br />
hisselerine düşen yemekleri göndermeleri<br />
bildirilirdi. Gerçi bu zatlardan hiçbiri davete gelmezler,<br />
•<br />
fakat yemekleri de gönderirlerdi.<br />
Kararlaştırılan günün akşamı, Beyazıt Camiinde<br />
toplanmış olanlar, yavaş yavaş kuleye çıkmakta ve bir<br />
taraftan da ayvazlar yemek kablarını çıkarmakta bulu·<br />
nurlardı. Oruç haliyle çıkmak gerçi zahmetlice olurdu.<br />
Fakat çıktıktan sonra da, etrafın güzelliği, çekilen zahmeti<br />
insana unuttururdu.<br />
O tarihlerde yaşı daksanı geçmiş, fakat vücudu<br />
dinç, sağlığı yerinde bir Memiş Ef. vardı. Bu zat Enderun'dan<br />
çırak olmuş ve halince hoş sohbet bir adam<br />
idi. Yıldız ilmine ve namra çok inandığından, mesela<br />
Sünbüle burcu iyi bir burçtur. Yağmur yağar, mavi<br />
gözlÜlerin daha çok nazan değer diye daima sakınırdı.<br />
Her sene kule iftarına çıkıldıkça, Memiş Efendinin<br />
de birlikte bulunmasını, herkes arzu ettiğinden, rica<br />
ve ısrar ederler, mutlaka çıkarmaya kandırırlardı. Bir<br />
sene mavi gözlü olduğu için, Memiş Efendinin hiç sevınediği<br />
Tersane Tulumbacıbaısı Kaymakam Raşit Beyi<br />
de çağırmışlar. Raşit Bey gelip de (Vay Memiş, bu<br />
sene de mi çıktın ?) emesi üzerine, zavallı adam çok<br />
telaşlanmış, (Hayır, kendim çıkmadım. Kule aları beni<br />
ekmek zembili ile yukanya çektiler) diye tevil et·<br />
meye, bir taraftan da bir şeyler okuyup üflemeye başlaması<br />
görülecek şeydi. Ve soranlara böyle söylemesi-<br />
F: 12
178<br />
ni herkese sıkı sıkı tembih etmiş ve o seneden sonra<br />
da korkusundan bir daha kule iftaı:ı davetine gelme·<br />
mişti.<br />
Yaz ramazanlarında vekil, vezir ve kibarlar, yalılarında<br />
bulunduklanndan, vezirler beşer, bala'lar dörder,<br />
ula evveli üçer, ula sanisi ve mütemayizlerin ikişer<br />
çifte kayıklara himneleri teşrifat usulünden olduğundan,<br />
velev mülkiyede de olsa, vekillik makamında<br />
bulunan vezirlerin ma.iyetlerinde. bir yaver. ve ikişer de<br />
çavuş bulunması yin teşrifat .icabından idi (vekillere<br />
ait vapurun tahsisinden önce). Akşam üzeri takım ta·<br />
kım kayıklar birbirini takip eder ve vezir kayıklarında<br />
tüfekli ve palaskalı çavuşlar kıç üstünde, yaver de paşa<br />
ile. ambarda otururdu. Kayıkta bulıman ağalardan<br />
biri efendisinin çubuğunu doldurup vermek, öteki de<br />
şemsiye tutmak ödeviyle mükeleftiler. Şemsiye<br />
renginin kırmızJdan başka olmak şarttı. Çünkü kırmızı<br />
şemsiye tutmak padişahlara mahsustu. Bir de sarayın<br />
veya vekilierden birinin yalısı önünden geçerken, şemsiyeyi<br />
kapamak saygı gere-i idi. Kayıkçıların elbisesi<br />
bürümcekten gömlek, beyaz şalvar ve beyaz çarapiardan<br />
ibaret iken, sonralan sırmalı kolsuz yeleği gömlek<br />
üzerine giydirmek de adet olmuştu.<br />
Çok defa yolda top atıldı için, ihtjyaten kayıkta<br />
•<br />
iftarlık bulundurulur ve iftardan sonra kısa çubuklar<br />
yakılır, yahya çıktıktan sonra,<br />
akşam namazı kılınarak,<br />
ondan sonra yemek yen.irdi.<br />
Ramazan gecelerinde yalı önleri ikişer üçer çifte<br />
misafir kayıklan ile dolardı ... Yaz ramazanlannda Ka<br />
ıthane, İmrahor Köşkü, Küçüksu, Çubuklu gibi mesi-
179<br />
relerde, takım takıṃ iftıarlar edilir, rnektap gecelerinde<br />
ilahilerle. terav"ihler kıhnırdı.<br />
Abdülmecit . ve Abdülaziz devirlerinde her· sene kadir<br />
alayı Tophane'de Nusretiye<br />
.<br />
Camiinde yapıldığından<br />
saat kuiesi ve Talimhane Meydanı, karadan ve denizden<br />
padişahın geçeceği yollar kandil ve fenerlede donanıp<br />
top, fişek ve çeş.itli · maytaplarla aydınlatıhr ve<br />
bu donanınayı seyretmek için; Tophane Meydanı arabatarla<br />
dolar ve harem arabaiarı Talimhane Meydanına<br />
alınır, karşısındaki sıra dükkaniarın üzerlerindeki<br />
odalar kiralanarak baştan başa dolardı. Talimhaneye<br />
•<br />
bakan evler, misafirleri alamayacak derecelerde olurdu.<br />
Eyüp ve hele Ayasofya Camileri sabaha kadar açık bu- .<br />
lundurulup, şeyhler ve ilim adamları zikir ve tevhldle<br />
·meşgul olurlardı. O koca Ayasofya Camii hınca hınç<br />
dolmuş bulunurdu. Kıadir Gecesi, minareler baştan ba-<br />
•<br />
şa kandil ile donatılmak, o geceye mahsus saygı alametlerinden<br />
idi.<br />
.<br />
Kadir akşamları, çok kişi iftarı Ayasofya Camiinde<br />
etmeyi adet etmişlerdi. Bunlardan biri de Mısırlı<br />
Fazıl Mustafa Paşa idi. Alıhapları ile beraber camide<br />
iftar eder ve şimdiki Adiiye (933'de yandı, şimdi yerinde<br />
yeşil saha var) dairesinin üst kat odalarında yemek<br />
yenirdi.<br />
Ben de birkaç defa bulundum. Mustafa Paşa dairesinin<br />
gerek ramazanlarda, gerek diğer günlerde yemekleri,<br />
diğer vekillerin dairelerinde çıkan yemekierin<br />
hiçbirisine benzemez, çünkü, Türk aşçısı, Frenk aşçısı<br />
yemeklerinden başka, diğer deniz mahsullerinden, kilercibaşı<br />
pirtakım yemekler daha hazırlardı. Yemek-<br />
.<br />
.
180<br />
ler gayet lezzetli, kaplar büyük ve porsiyonlar çoktu.<br />
· İftarlardan başka sahur yemekleri de, konuşolmaya değer.<br />
Dana, hindi ve av etlerinden yapılmış soğuk yemekler<br />
verildiğinden, birçok kişi sahur yemeğine de<br />
giderlerdi. Mustafa Paşa dairesinde usta, kalfa ve çırak<br />
olarak kırkbeş Türk aşçısı olduğu ve o nispette alafranga<br />
ve kadın aşçılan bulunduğu ve hele Karanfil<br />
kalfanın haremde pişirdiği yemekierin lezzeti, o zamanları<br />
bilenlerin mahlmudur. Camilerde mukabele<br />
okuyan hafız efendilerin ekserisi kadir akşamlan ikindi<br />
namazından sonra haüm dualarinı indirmiş ve halkın<br />
birçoğu bayram tedarikiyle meşgul olduklarından ·<br />
gerek oamilerde, gerek sergilerde, eski kalabalık kalmaz,<br />
arefe gününe kadar, oralara bir sessizlik 'çökerdi.<br />
Hele arefe günü sergicilerin sergilerini bozmakta oldukları<br />
görüldükçe, ve ayın göründüğü gecelerde (Elveda<br />
ya şehr-i ramazan) ibareli ve köprü resimli malıyalar,<br />
herkeste bir hüzün ve elem yaratırdı. Sadakalar,<br />
fitreler verilir. (Allah nicelerine yetişrnek nasip eylesin)<br />
duaları, dudaktan duda gezerdi.<br />
Eskiden beri bizde garip adetlerden biri de, bayram<br />
tebriki meselesidir. Evet insan, hısım akrabasını,<br />
dostunu, amirlerini ziyaret etmesi lAzımdır. Fakat büyükçe<br />
zatlardan tanıdı ne kadar insan varsa, hepsinin<br />
evine gidilmesi şaşılacak şeydir. Gittikleri büyük<br />
zatlar gelenlerin çoğunu layıkı ile tanımadıklarıdan,<br />
sormaya mecbur kaldıklarını bilirim. Birtakım teşrifat<br />
arasında kof ve boş laflar ile saygılarını sunma<br />
ödevini yapıyor gibi görünüyorlardı. Bu eski adetler<br />
uJruna birçok da II16sraftan çıkarlar. Kapı kapı dolaşırlar.<br />
ctJe yaparsın, gitmesen olmaz; adet yerini bul-<br />
•
181<br />
sun» derler. Gittikleri yerlerde, bu kalabalıktan bez..<br />
miş olanların çoğu, bayram tatillerinde, eğer mevsim<br />
icabı konakta iseler, yahlara, yalıda iseler,- konaklara<br />
savuşurardı.<br />
O büyüklerden birtakımı da el ve etek öptürmekten<br />
hoşlandıkları için, böyle resmi günlerde evlerinde<br />
bulunmayı tercih ederlerdi. Artık odalar, salonlar dolar<br />
dolar boşalır. Sürü sürü ziyaretçilerin birtakımı<br />
evsahibinin yanına kabul edilir; diğer takım çıkar, bir<br />
kısmı da odalarda kabul edilmelerini bekleyerek, vakit<br />
geçirirler. Bu ziyaretçiler arasında, evsahibinin memur<br />
olduğu· daire ile ilgili olan halk, iş sahipleri, iç<br />
ağalarından çok saygı görürler, karşılığında da hatırı<br />
sayılır balışişler alırlardı.
•<br />
•<br />
•<br />
Istanbul<br />
Eğlenceleri<br />
-<br />
- -<br />
Geçmiş<br />
zamanlarda yaptığımız harplerin mağlı1biyetlerinden<br />
doğan üzüntüler, Kırım Muharebesinde İngiltere<br />
ve Fransa ile yaptığımız ittifak sonunda kazandığımız<br />
galibiyetle gerek halk ve gerek hükümet erkanı,<br />
huzur ve sükı1na kavuştu. Batı mimarisi örnek alınarak<br />
yalılar, köşkler, konaklar yapıldı ve bu binaların<br />
içi de, batı stiline uygun döşendi. Alafranga sofralar,<br />
sazlı sözlü pek parlak ziyafetlere heves edildi. Vak- ·<br />
tiy le yapılan helva sohbetlerine karşı (1) Galata ve<br />
(1) Helva sohbetleri Istanbul'un lqş eğlencelerinden<br />
biri idi. Bu eğlenceler, bilhassa Ihrahim Paşa devrinde<br />
en tatlı toplantılardan oluyordu. Şairin şu:<br />
Nevbaharın gerçi seyri gülşeni sahrası var<br />
Faslı sermanın vetakin sohbeti helvası var<br />
beyti, kış geceleri sohbetinin bahar eğlencelerini<br />
aralmadığını ne g üzel anlatıyor. Bu sohbetler Ihrahim<br />
Pa ; a 'nın Şehzadebaşı 'ndaki Konağında, damadı<br />
Mustafa Paşa'nın Demirkapı 'da, diğer damadı Saclaret<br />
KethüdasıMehmet Paşa'nın Cağaloğlundaki konaklarınd.a<br />
yapılırdı. Helva sohbetlerinde çok defa<br />
Padişah Uçüncü Ahmet de bulunurdu.<br />
·
184<br />
Beyoğlu'nda alafranga eğlenceler tertip edilmeye başlandı.<br />
1856 ve 1857 yıllarında Nişantaşı'nda iki defa padişah<br />
çocuklannın zifaf ve sünnet düğünleri<br />
tertip<br />
edildi ki, her ikisi (1) de son derece şatafatlı idi. Bunlan<br />
gören halk da, aynı ölçüde sefahata özendi, o kadar ki,<br />
yeniden bir Ule Devri hayatı başladı.<br />
SONNET D0t.';ONO NASIL OLMUŞTU?<br />
(Bu düA\in , istanbul'da göriilmemlş bir düA\indü.<br />
O kadar ki, yapılan masraf, devlet bütçeslnl sarsmış<br />
tı. Bu bakımdan, All Rıza Bey'in birkaç satu1a kaydet.<br />
tlği düğünü, Mustafa Ragıp Esattı'nın (Bir Devrln Tarihini<br />
Konaldardan Dlnleyellm) başbkb yazı sertsinden<br />
-Son Posta 8 Mayıs 1944 ynen nakledlyonız.)<br />
«Hünkarın .iki büyük oğlu Murad (Beşinci Sultan<br />
Murad) ve Abdülhamid (İkinci Sultan Abdülhamid)<br />
Efendiler, delikanlı yaşta ve daha evvel sünpet olduklarından<br />
bu «suru hümayun» Şehzade Mehmet Reşat<br />
(Beşinci Sultan Mehmet), Kemalettin (2) ve Süleyman<br />
(I) 1856 tarihinde yapılan düğün Şeh=ade Reşat, Burharıeddin<br />
ve Kenıaleddin Efendilerin sünnet düğünü<br />
idi. 1857 yılmda Sultan Mecidin kı:;ı Cemile Sultanın<br />
Fethi Paşa:;ade Cemal/eddin Paşa'ya, gene Abdülnıecidin<br />
diğer kı:;ı Mürıire Sultanırı Mısır Valisi İbrahim<br />
Paşa ile evlerıdirilnıeleri düğünü idi. Birinci<br />
düğün oniki giin, İkincisi onbeş giin sürmiiştü.<br />
(2) Kemaleddin Efendi, 1908 meşrutiyetinden evvel vefat<br />
etmiştir. Sadra:;am Mahmut Şevket Paşa 'nm 29 Mayıs<br />
1329 (1913) de kat/i münasebetiyle idanı edilen<br />
eski sadr/i.:;amlardan Tumıs/u Hayrettirı Paşa Zade<br />
Dam.ad Salih Paşafrıın :::;evcesi Mü rıire Sultanın babasıdır.
185<br />
(1) Efendilerin sünnet olmaları şerefine tertip edilmişti:<br />
(1274 1858).<br />
-<br />
ŞEHZADELERİN S'ÜNNET DÖGÜNO<br />
1277 Recebinde dünyaya gelen padişahın son oğlu<br />
Mehmed Vahidettin Efendi (Altıncı Mehmed) o tarihte<br />
henüz doğmamıştı.<br />
Sünrıet düğünü için münasip görülen saha, o vakitler<br />
(Sakızağacı) denilen Teşvildye Camiinin etrafındaki<br />
arazi ile Ihlamurun Nişantaşı tarafındaki sırtlannı<br />
teşkil ederek bıııgün (Topağacı) adını taşıyan düzlükten<br />
ibaretti. Sultan Mecid düğünün tam bir şaşaa<br />
içinde yapılmasını emrettiği için bu geniş sahaya -bir<br />
karış toprak kalmamak şartiyle- binlerce l:ran, İzmir<br />
- . .<br />
halısı serilmişti. Sarayda bulunan eski tarihi çadırlardan<br />
başka düğün münasebetiyle bilhassa yaptırılan gayet<br />
süslü çadırlar kurulmuştu. Çok pahalı ve kıymetli<br />
kumaşlardan yapılan ve göz alıcı bir güzellikteki yüzlerce<br />
çadırın bir araya gelmesi, renkli bir ordugah tesirini<br />
veriyordu. Düğünde geceleri yapılacak eğlenceler<br />
ve verilecek ziyafetler için rengarenk avizeler içinde onbinlerce<br />
mumun ışığı, gündüz aydınlığını verecek ka·<br />
dar kuvvetli idi. Bu münasebetle, düğünün devam ettiği<br />
müddetçe, bütün şehir de baştan başa donanmıştı.<br />
(l)<br />
.<br />
Süleyman Efendi, Geçen Umumi Harbin başkumandan<br />
vekili ve Harbiye Nazın Enver Paşa'nın refikası<br />
Naciye Sultanın babasıdır. Meşrutiyetin il4nından<br />
sonra ölmüştür.
186<br />
Çoğu payitaht halkından olmak üzere memleketin<br />
her tarafından getirtilen onbin çocuk da, şehzadelerle<br />
beraber sünnet edilmişti. Bu çocukların fakir tabakalara<br />
mensup olmalarına dikkat edilmekle beraber<br />
arada saray mensuplarının ve devlet memurlannın da<br />
çocukları vaııdı. Kurulan çadırlardan bir kısmı sünnetli<br />
çocukların yataklanna, üst tarafı da davedilerin ziyafet<br />
sofarlariyle istirahatlerine tahsis edilmişti. Çadırlann<br />
kapladığı sahanın dışında da binlerce insanın<br />
hep birden oturabiieceği uzunlukta sofralar hazırlanmıştı.<br />
Sünnet olacak şehzadelerin çadın, dn<br />
yerinin tam ortasında, padişaha, vükelA ve sefirlere<br />
mahsus çachrlann bulunduğu kısmı işgal ediyordu.<br />
Şehzadelerin elbisesi, kü11klü kişmir kumaşlardan yapılmış,<br />
başlannda hazinenin en kıymetli elmas, zümrüd,<br />
yakut ve incilerinden yapılmış sorguçlu takkeler<br />
vardı.<br />
HER S'ONNETLİ ÇOCUCA BEŞER ALTIN<br />
HEDİYE EDİLMİŞTİ<br />
Şehzadelerin. şerefine sünet edilen on bin çocuktan<br />
her biri iç çamaşınndan kundura ve elbisesine kadar<br />
baştan başa giydirilmiş, bunlara düğün hediyesi<br />
olarak Padişah tarafından beşer altın ihsan · edilmişti.<br />
Düğüne devrin bütün vükelası, vezirleri, devlet ricali,<br />
memurlar sureti mahsusada davet edilmişlerdi. Davetliler,<br />
rütbe ve memuriyet derecelerine. göre ayn ayrı<br />
günlerde düğüne iştirak etmişlerdi. Düğün sahasında<br />
müslüman kadınları bulunmadığından vükela ve ileri<br />
gelen devlet adamlannın refikaları da ayrıca Dolma-
187<br />
. .<br />
bahçe Sarayında, «Hami hümayunıt daki ziyafetlerde<br />
bulunmuşlardı. Kadın davetliler, başta olmak üzere,<br />
sünnet edilen şehzadelerin anneleri tarafından karşılanarak<br />
ikram edilmiŞlerdi.<br />
.<br />
. ;,<br />
Padişah İstanbul'daki yabancı devletlerin bütün<br />
.. elçileriyle kadınlı, erkekli bütün maiyetlerini, ecnebi<br />
devletleri tebaalarınıiı ileri gelenlerini, patıiklerle İstanbul<br />
hahıambaşısını, · ruhani reisieri ve içtimat mevkii<br />
olan gayrimüslimleri, zevceleriyle beraber, davet etmiştL<br />
Muteber davtlilerin getirdikleri çok kıymetli,<br />
yüksek fiyatlı nadide ·hediyeler şehzadelere ikram<br />
edilmiş ikinci derecedeki davetlilerin hediyeleri de<br />
dier sünnetli çocuklara datılmıştı. Bu suretle padişah<br />
tarafından ihsan edilen beşer altından başka altın<br />
murassa saat ve emsali hediyelere konan diler<br />
sünnetli çocuklar da vardL<br />
J>üiünde çocuk_hırı ve davetiileri lendirmek için<br />
mevcut bütün vasıtalardan istifade edilmişti. Sahanın<br />
ortasmda ecnebi bi! canbaz kum.panyası, İstanbul halkının<br />
o zamana kadar gönnedi marifetlerle umumi<br />
atakayı Çekiyordu. Ayrıca payıtahtın orta oyun, Karagöz<br />
ve hokkabaz heyetleri de birer birer hünerlerini<br />
gÖsteriyorlaJ1dı. Bundan başka Sultan Mecidin Dalmabahçede<br />
yaptırdı yemi tiyatro için Viyana'dan getirilen<br />
bir trup, burada temsiller vermiş, halka Avrupa<br />
tarzındaki tiyatro}ru tanıttınnıştı. eNişantaşı Suru Hü-<br />
.<br />
mayunu• on iki gün geeli · gündüzlü devam etmişti.<br />
Düiünün gayet parlak olmasına bilhassa dikkat edildinden,<br />
hiç fasıla verilmeksizin, bütün dün müddetince·<br />
yapılan şenlikler, ellenceler ve verilen ziyafetler<br />
(Binbir gece. masalları) nı andıran şaşaa ve tanta-<br />
' .
188<br />
na içinde geçmişti. Sarayın ve bükflmetin resmi davetlilerden<br />
başka hemen bütün payitaht halkı akın<br />
akın gelmiş, göz kamaştıncı eğlence ve şenliklere iştirak<br />
etmişlerdi. Bunula beraber düğüne davetsiz olarak<br />
gelenler de yemeksiz, ikramsız bırakılmamışlardı.<br />
Davetliler için kurulan sofralam saraydaki (Matbahı<br />
amire) de yapılan en nefis yemekler yetiştirildiği<br />
gibi halka verilecek yemek için de lhlamur'da<br />
matbab . çadırları kurulmuş, yüzlerce yemek kazanı<br />
kaynatılmıştı. Yemekler, tatlısiyle, böreğiyle pek çeşitli<br />
olarak hazırlanmıştı. Bütün bu yemekleri hazırlamak<br />
için bin ikiyüz aşçı ve yamağı çalaştırılmış,<br />
İstanbul'daki aşçılar yetmediği için civar vilayetlerden<br />
yemek pişirmesini bilen kimseler getirilmişti. Oniki<br />
gün içinde, yarım milyon kişiden fazla insanın yemek<br />
yediği tahmin ediliyordu.<br />
Padişahın bu görülmemiş cömert ihsanı, yalnız<br />
Nişantaşı'ndaki düğün sahasına münhasır değildi.<br />
Başta payitaht olduğu halde imparatorluğun en uzak<br />
bucağındaki askere de bu münasebetle ziyafetler verilmişti.<br />
DÜ(;ÜN MALİ ÇÖKÜNTÜLER Y APMIŞTI<br />
Maamafih bu kadar debdebeli yapılan bu düğün,<br />
devletin adeta mali yıkımına vesile olmuştu.<br />
Nitekim<br />
o tarihteki hadiseleri hikaye eden vak'anüvis Lütfi<br />
Efendi bakınız ne diyor:<br />
•Senet sabıka icJ1a .edilen Sunı bümayunlar Ue<br />
hususatı saireden dolayı teraküm eden borçlardan
189<br />
başka dairei hümayun halkının bir ınüddetenberi itl·<br />
yad etmiş olduklan lsrafat ve yolsuz mübat, tedl-<br />
.<br />
yesi müteassir birçok düyunu lntaç etmişti. Düyunu<br />
mezkiıJI merbun ve emanet olarak bir tak•m miinl·<br />
selat ire deyn senettatının çotu eicndljl tüc
190<br />
Silahtar Ağa yakınında hala temelleri bulunan saray<br />
ile çiftlik İkinci Mahmut'un kızlarından Mehmet<br />
<strong>Ali</strong> Paşa'nın eşi Adile Sultana aitti. Sultan her sene<br />
balıarı bu sarayda geçirirdi. Kağıthane yokuşunun hemen<br />
alt başında bulunan ve Atiye Sultana ait · olan<br />
•<br />
köşk ve çiftlik Sultanın ölümünden sonra Şehzade<br />
Harnit sık sık bu köşke gelir çiftlik hayatı yaşamak-<br />
,<br />
tan zevk alırdı. Tahta çıktıktan sonra . çiftlik te geçirdiği<br />
güzel günleri Şeyhülislam Esat Efendiye anlatırmış.<br />
İşte eskiden zengin ve fakir herkes kağıthane civarını<br />
çok sever gezmek ve eğlenmek için oraya giderdi.<br />
Hasköy ve Ayvansaray sahillerinden itibaren Kağıthane'ye<br />
kadar olan sahilerde yükselen saraylar,<br />
köşkler ve lale bahçeleri gözler önüne bir hayal alemi<br />
sererdi. Haliç'in o zamanki manzarası<br />
•<br />
hayal edilerek<br />
şimdiki harap durumuna bakılacak olursa üzülmernek<br />
kabil değildir.<br />
HALİÇ MESİRELERİ<br />
İstanbul halkı bilhassa İlkbaharda kır eğlencelerine<br />
p·ek ziyade düşkündü. Kıştan bıkan lstanbul'lular,<br />
İlkbaharın başladığı Nevruz (1) gününü evde ve kahvelerde<br />
geçirmeyi büyük bir kayıp sayarlar, her fırsatta<br />
kırlara ve çayırlara koşarlardı. likbahar gelince<br />
açık havalarda Eyüp'e giderlerdi. Kadınlar türbe bab-<br />
(1) Eskiden Nevruz günü (22 Mart) Yeniçeri Ağası Vü·<br />
kelaya ziyafet verirdi. Baharattan şekerli macun<br />
yapılıp yenmesi adet idi. (N.A.B.)
192<br />
çesinde, erkekler kebapçı ve kaymakçı dükkaniarında<br />
toplanır yemeklerini yedikten sonra eğlencelere başlarlardı.<br />
Gene kadınlar salıncak sallanır, birbirini gıdıklar<br />
ve kulaklanna bir şeyler söyleyerek gülrnekten<br />
katıbrlardı. Erkekler Cuma namazından sonra bostan<br />
•<br />
iskelesinde sıra kahvelerde oturup dağiann zümrüt<br />
gibi yeşilliğini, çiçekleri ve derenin güzel manzarasını<br />
seyre dalarlardı. Eyüp'ün üst tarafında, Rami çiftliği<br />
arkasındaki küçük köyde işçiler ocağı dairesi vardı.<br />
Bu bina bugün dahi mevcuttur. Vaktiyle bu işçiler saraya<br />
lazım olan koyunları odatır ve muhafaza ederlerdi.<br />
Bu ocak işçileri · kendilerine mahsus büyÜk püskültü<br />
fes giyerierdi ve kırk kişiden ibaretti. Bunlann pişirdii<br />
döner ·ve kuyu kebaplan pek meşhur ve gayet<br />
lezetli olduğu için bu yemekleri sevenler ta uzaklardan<br />
at ve arabalarta gelirlerdi. Kebaplan nefis koyun<br />
yoğurdu ile kırların ve çayırların güzel manzarasına<br />
baka baka yerlerdi.<br />
•<br />
ATLARlN ÇAYIRA ÇIKMASI ADETLERİ<br />
İlkbaharda saraya ait atların Kağıthane çayırma<br />
çıkanldığı gün Arpa Emini (1) tarafından İmrahor<br />
Köşkünde padişaha bir ziyafet verilmesi adet haline<br />
· (ı J Arpa Emini, saray ahırlanna ltızunalu ot ve arpa ile<br />
ha11tJ(Jn levazımını temin eden: Arpa Emininin mai<br />
yetinde 200 kadar arpacı bulunurdu. Sulh Z4tnanl4nnda<br />
sarayda oturur, harplerde cephede hayvanla·<br />
nn yiyeceDfni temin ederdi. (N.A.B.)
193<br />
gelmişti . Köşkün civarında tmrahor ağa (1) ve onun<br />
emrindeki vazifeliler için çadırlar kurulurdu. Bu ziyafete<br />
vezirler de davet edilirdi. Çayıra getirilen hay.<br />
vanlar misafirler tarafından seyir edilirdi. Bir de çayıı<br />
mevsiminin sonunda zamanın büyükleri ve kibarları<br />
İmrahor Ağaya misafir giderler ve orada tertip olupan<br />
ziyafetlerde köçekler oynar, geceleri meşalelerin ışığında<br />
türlü eğlenceler yapıhrdı.<br />
Padişah, saray mensubları ve devlet büyüklerinin<br />
hayvanları için Kağıthane, <strong>Ali</strong>beyköyu, Veli Efendi ve .<br />
Çırpıcı çayırları, Büyük ve Küçük Çekmece göllerinden<br />
Kestane köy sahiline kadar uzanan bölgeler · ile<br />
Boğaz içinde, Büyükdere Beykoz çayın, Sultaniye,<br />
Çubuklu, Kadıköy'de, Uzun çayır, Yoğurtçu çayırları<br />
ayrılmıştı. Ötedenberi bu çayırlardan vekillerin, vezir<br />
terin hayvanları da faydalanırdı. Çayır mevsimi gelince<br />
bu gibi kimselerin hayvanları için ayrılmış olan<br />
yerlerin hududunu gösteren mühürlü müsaade tezkereleri<br />
saraydan ilgili olanlara gönderilirdi. Çayıra çıkıhrken<br />
hayvanların alnına çiçekli · otlarla süslenmiş<br />
oymalı sorguçlar konurdu. Dairenin İmrahor Ağası ve<br />
diğer Ağalar bşta olmak. üzere her hayvanı bir kişi<br />
tutar, yürüyüş başl:ardı. Teşkil edilen alaylar yolda<br />
gayda'lar çalıp bora teperek ilerler, çayır yerine ge<br />
Iirlerdi. Çayırda Amirler ve seyisler için çadırlar kurulur,<br />
geceleri meşaleler yakılır, 40 gün müddetle eğlenceler<br />
tertip edilirdi.<br />
(1) İmrahor, Padişah ahırının en büyük amiri .. Çayır ve<br />
korulann mesul nazın idi. (N.A.B.)<br />
F: 13
194<br />
EYÜP OYUNCAKÇlLARI<br />
Eyüp, kebap ve kaymağı gibi vaktiyle Oyuncakçıları<br />
jle de ş.öhret yapmıştı. Vapur iskelesinden Büyük<br />
Cami caddesine sapılınca türbe bahçesine kadar sıra<br />
sıra dükkanıarın hepsi oyuncakçı idi. Bu dükkaniarda<br />
satılan oyuncaklar şunlardı: Kırmızı tüylü koyun, kuzu,<br />
ağaç parçalarının i.çi oyulmak suretiyle vücude getirilmiş<br />
ve .üzerlerine al ve yeşil boyaları sürülmüş<br />
.<br />
sandallar, padişah kayıkları, boyalı aynalar, beşikler<br />
fırıldaklar, .<br />
iki üç şerefeli camisiz minareler, tahta kılıçlar,<br />
kamış tüfekler, davullar, tefler, düdüklü fın.ldaklar,<br />
çekirgeler, hacı yatmazlar, toprak testiler bardaklar<br />
gibi şeylerdi.<br />
Bu oyuncakçılar daima aynı oyuncakları yaptıklarından<br />
ve hiç bir yenilik getiremediklerinden Avrupa'dan<br />
gelen oyuncaklar yanında pek basit oldukları<br />
ve alıcı bulamadıklanndan dükkaniarını kapamak zo<br />
runda kalmışlardır.<br />
KOÇU ARABALARI<br />
Kadınların erkekler gibi hayvana binmeleri yasaklanmış<br />
olduğundan kadınlar ötedenberi arabaya binerlerdi.<br />
Harem-i · Hümayun, Vezirlerin ve Devletin ileri<br />
gelenlerinin eşleri, büyük dört tekerlekli, yüksekçe,<br />
etrafı tahtadan yapılmış ve üzeri eğri tabir olunan bir<br />
çok çenber ile çevrili pencereleri kafesli, yaysız Koçu<br />
ismi verilen araba.lara binerlerdi. Koçu'ların içi kadife<br />
ve diğer kıymetli kumaşlarla döşenirdi. Arabanın<br />
dört bir yanındaki tahtalar dıştan boyanır, oymah yal-
195<br />
dızlı çiçek resimleriyle süslenirdi. Binrnek ve inmek<br />
için küçük merdivenleri vardı. Bilahare yaylı arabalar<br />
çıktığından Koçu'lar kullanılmaz oldu. Koçu'lardan<br />
sonra imaHıtına başlanılan yaylı arabalar, Hento,<br />
Talika (katip odası) gibi çeşitli isimler almışlardır.<br />
Şekilleri muhtelifti. Kupa, Lando, isınindeki arabalar<br />
daha sonraları şöhret bulmuştur. Kadınlarımızın kö-'<br />
rüklü faytona binmeleri yakın zamanda başlamıştır.<br />
Hatta erkekler bile faytonun körüğünü aşağı indirip<br />
açıkta oturmayı hafiflik kabul ederlerdi.<br />
YtiKSEK RtiTBELİLERİN ARABALARA BİNMELERİ<br />
Eskiden İstanbul'da yüksek makamları işgal eden<br />
memurlar mutlaka ata binerierdi (1) yüksek rütbeli<br />
Devlet memurlarının ata binmelen bir kanun ve protokol'la<br />
tayin edilmişti. Devlet memurlanndan ata biiırnek<br />
hakkını kanunen haiz olmayanlar zaruret halinde<br />
bile memuriyete yaya gidip gelme mecburiyetinde<br />
imişler.. Divan-ı Hümayun kalemi amirlerinden Hakani<br />
Mehmet Bey Hilye ismindeki (2) eserini 1598 ta-<br />
(1) Sultan İbrahim, bazen Koçu'ya ve bazen de Tahtı·<br />
revana binerek şehirde gezerdi. Eski padişahların da<br />
K.oçu'ya bindikleri görülmüş ise de resmi günlerde,<br />
hele alaylarda ve selii.mlık günlerinde mutlaka hay·<br />
vana binerlerdi. Sultan Aziz'in son yıUarına kadar<br />
bayram, mevlit alaylarında devlet büyükleri, padişah<br />
ile birlikte hayvana binerek yürürlerdi.<br />
(2) Bu Hakani Mehmet Bey, Peygamberimizin Şemaili<br />
Şerifini nazım olarak kaleme almıştır. Manzumenin<br />
adı Hilye'dir. Halk ağzında -Hilye·i Hakani- denir.
196<br />
rihinde ikmal edip padişaha takdim etmiş eser çok<br />
beğeniimiş mükflfata layık görülerek ne gibi bir dileği<br />
olduğu sorulduğunda şu cevabı vermiş:_ «İhtiyanm,<br />
evim Edirnekapısı civanndadır, memuriyetime hayvanla<br />
gidip gelmeme müsaade buyrulmasını istirham<br />
ederim» demiş. Dile incelenmiş, isteğinin kanuna<br />
uygun olmadığı neticeSine vanlmış, fakat Bab-ı <strong>Ali</strong> civarında<br />
kendisine Devletçe bir ev satın alınıp armağan<br />
edilmiştir. İstanbul şehri içinde Hıristiyanlann da<br />
Müslümanlar gibi ata binmeleri yasaklanmıştı. Yalnız<br />
yabancı devletlerin sefaret ve konsolosluk memurlannın<br />
hayvana binmelerine müsaade . edilmiştir. Ahaliden<br />
ihtiyar ve hasta olan Müslümanların merkebe binmelerine<br />
müsaade olunurdu. Halil Paşa'nın Seraskerliği<br />
zamanında dişçi Mikail ismindeki Hıristiyana, ihtiyar<br />
ve alil olmasından dolayı aşağıda yazılı izin tez·<br />
keresi verilmiştir.<br />
Dişçi Mikail nam zimmi (1) alil ve ihtiyar olup<br />
yürüyemediğinden merkep suvar olmasını bilistida<br />
ruhsat verilmiş olmakla, merkum bundan böyle. reayaya<br />
(2). mahsus takım ile merkebe bindiği halde asakir-i<br />
nizarniye zabitanf ve karakol memurları tarafın- ·<br />
dan mürnanaat olunmamak ve icabı halinde ibraz kı-<br />
(1) Zimmi, Hristiyan olup Osmanlı tabiiyetini kabul eden<br />
kimse.. Bunlar dinlerinde ticaretlerinde serbest idiler,<br />
fakat vergi öderlerdi. 1855 tarihinde Islahat Fermanı<br />
ile vergi askerlik bedeline çevrilmiş, 1908 MeşrutiY,etinden<br />
sonra bu gibiler de askere alındığından<br />
bedel de kaldırılmıştır. (N.A.B.)<br />
(2) Reaya, Osmanlı tebaasından müstahsil köylü. (N.A.B.)
197<br />
lınmak için canib-i Seraskerimizden işbu tezkere merkuma<br />
ita kılındı.<br />
Mühür ve İmza<br />
KADlNLARIMIZlN ESKİ KIYAFETLERİ<br />
Vaktiyle kadınlannuz ferace ve yaşmak<br />
giyerlerdi.<br />
Elbiseleri kışın çuha yazın ipekli ince kıımaştan<br />
ve içieri de· sandal denilen bir nevi beyaz atlastan yapılırdı.<br />
Ayaklanna san sahtiyan'dan papuş giyerlerdi.<br />
(Bu papuşlar ökçesiz,: altı düz ve koncu olan ön tarafı<br />
daha uzun bir nevi mest olup Mercan teriikierine benzerdi)<br />
sonraları feraceleri, Merinos, Lahurdaki, Şalaki,<br />
Atlas ve bunlara benzer kumaşlardan yapılmaya<br />
başlandı. Papuş'lann içine işlemeli astarlar kondu.<br />
Bunları ince beyaz çoraplarla giymeye başladılar.<br />
Yaşmaklar için daha ince tülbentler kullanıldı.<br />
Hatta (Gençliğim var isterim! elbette . bir al ferace<br />
ince yaşmak eldiven) şarkısı da o zariıalar çıkmıştı.<br />
Kadınlarımız yaşmaklan, yüzü örtrnekten ziyade bir<br />
süs olarak kullanırlardı. O, ince yaşmaklan yüzlerinin<br />
güzelliğini gizlemezdi. O renk renk feraceler ne<br />
hoş görünürdü.<br />
Bir zamanlar dnlerde giyilen içi dışı . sırma işlemeli<br />
(şıp şıp) namiyle bir takım terlikler moda olmuştu.<br />
Hatta gelinler için hususi olamk yaptınlan şıp<br />
şıplann yüzlerine işlenmiş olan sırmalann arasına,<br />
baş ve gerdana konan inci, yakut, zümrüt, pırlanta gibi<br />
kıymetli mücevhetat da yerleştirilirdi.
,<br />
Kadınlar<br />
Mesire<br />
•<br />
J<br />
·-.<br />
.-<br />
• •<br />
..<br />
y<br />
•<br />
e<br />
,<br />
••<br />
:ı<br />
,<br />
nasıl<br />
1<br />
.<br />
'<br />
giderlerdi<br />
•..<br />
"' ·<br />
·!··.:<br />
... ..:.<br />
t:"< ., ;<br />
Hıristiyan kadınlar sokağa çıktıklarında yaşmak<br />
yerine ince tülbentten baş örtüsü örterlerdi. Ayaklarına<br />
Ermeniler kırmızı, Rumlar siyah, Museviler mavi<br />
terlik giyerlerdi.<br />
16 ncı asırda İstanbul kadınlarının uzun ferace<br />
giyip başlarına tülbent sarıp, yüzlerine kıl peçe taktıkları<br />
ve Selamiye isminde bir entari giydikleri Ah·<br />
met Rasim Beyin Osmanlı Tarihinde yazılıdır.<br />
1144 tarihinde Birinci Sultan Mahmut zamanında<br />
kadınların pek çoğu başlarına fes veya başlık giyerler<br />
ve bunların üzerine nakışlı yazma yemeniler bağlarlardı.<br />
Yakaları atlas ve etekleri küçük Necef taşlariyle<br />
süslü yün ve çuhadan feraceler giyerlerdi. Sultan<br />
Mahmut bu kıyafetleri uygun bulmayıp yasaklamıştır.<br />
1831 tarihinde III'ncü Osman zamanında kadınların şal<br />
ve elvan ferace giymeleri emir edilmiştir. KadınlarımıZin<br />
vakit vakit kıyafet ve tuvalederiyle meşgul olmak<br />
adeti yerinde bir müdahale olmamakla beraber<br />
şeriat hükümlerinin uygulanması hükümete ait oldu-
200<br />
ğundan bu yola gidilmiştir. Ebüzziya Tevfik Bey Tasvir-i<br />
Efkar Gazetesinde şöyle yazmıştı: (Bugünkü hanımlanmızın<br />
tuvalederini Avrupa'lı kadınlannkine<br />
benzetmek, yeldimıe yerine manto giymek, saçlarını<br />
Avrupa modasına uydurmak, ufacık adımlar atmak<br />
suretiyle yürürneğe kalkışmaları hoş görünmüyor.<br />
Çünkü her milletin kadınlannın kendine mahsus bir<br />
yürüyüşü olduğu gibi, evvelce de İslam kadınlannın<br />
kendine mahsus güzel bir yürüyüşleri vardı. O ağır<br />
ağır sahna salma ne kadar hoş bir yürüyüştü) diye<br />
fikirlerini açıklamıştı.<br />
KADlNLAR MESİRE YERLERiNE NASIL<br />
GİDERLERDİ?<br />
Kadınlar kır gezintileri sırasında lüzumlu olan<br />
bir çok eşyayı beraberlerinde götürürlerdi. Bir ailenin<br />
hususi kayığı olmasa da zarif ve değerli kumaştan<br />
bir kayık takımı, al renkli ehram, gümüş ve armudi<br />
seyir aynası, gümüş su tası ve sürahisi, iki gözlü<br />
Venedik sepeti, sefer tası, sofra takımı bulunurdu.<br />
Kayık döşemeleri, üç parmak kalınlığında kenarlan<br />
çifte fitilli bir tane pamuk şilte ve yine çifte fitilli üç<br />
tane yastıktan ibaretti. Gezme yerine denizden gıdildiği<br />
zaman kayığın kıç üstüne al ehram serilir ehramın<br />
saçakları deniz sulanna temas edercesine kayığını<br />
iki tarafına salıverilirdi.<br />
HAFI'A TATİLLERİ<br />
Başlangıçta Osmanlı Devleti ve İslam ahali haftanın<br />
belirli günü tatil yapmazdı. Tatil ve dinlenme için
201<br />
böyle bir gün ayrılmamıştı. Fakat gayri Müslimlerin<br />
haftanın bir gününü dinlenme ve ibadet günü olarak<br />
seçtiklerini gören ve bunun lüzumuna inanan Müslümanlar<br />
da haftanın yalnız Perşembe gününü tatil günü<br />
olarak ilan ettiler. Bu Perşembe günü tatilleri tanzimata<br />
kadar devam etti. 1241-1822 tarihinden sonra resmi<br />
daireer ve Müslümanlar için Cuma gününün tatil<br />
günü olmasına karar verildi.<br />
Cami ve Medreselerimizde çok eskiden beri uygulanan<br />
ve haftanın Salı ve Cuma günlerinde iki defa<br />
yapılan tatillerin, hangi tarihte ve kimler tarafından<br />
.kabul edilerek yürürlüğe konduğu malum değildir.<br />
1825 tarihinden sonra Cuma tatillerinde İstanbul halkı<br />
kendilerine göre eğlenceler, ziyaretler ve toplantılar<br />
yapmaya başladı.<br />
KAGIT<strong>HANE</strong> ALEMLERİ<br />
Kağıthane deresinin içeriye doğru kısmının iki tarafındaki<br />
sahil rıhtımları Fuat Paşa Sadnazam ol-<br />
•<br />
duğu zaman yapılırdı. Paşa Kağıthanenin pek değedi<br />
ve imara layık bir yer olduğundan bahs eder, en güzel<br />
yerlerden biri de Kağıthane köprüsünün ortasından<br />
çağlayanlara doğru bakılan yerdir, derdi.<br />
İlkbaharda<br />
su ile tamamen dolan dere yatağından akan suların<br />
çağlayanlardan beyaz köpükler saçarak mermerler üzerinden<br />
akıp gidişi ve yeşil çayırlar arasında beyaz, penbe,<br />
san mor renkli çiçeklerin rüzgarla bir o yana bir<br />
bıi yana sallanması kalbiere tazelik ve ferahlık verirdi.<br />
Kağıthane'nin en hareketli, en parlak zamanı İlk-
202<br />
bahar mevsiminin Cuma günleri idi. Pazar günü gidenlerin<br />
çoğu Hıristiyandı.<br />
Kağıthane'ye karadan ve denizden gidenlerin çoğu<br />
Eyüp yolunu tercih ederlerdi. Eğlencesi de denizden<br />
gidilmesinde idi. Kağıthane sefasına meraklı olanlar<br />
gayet hafif ve narin kayıklar yaptırırlar, ikişer veya<br />
üçer çifte olan bu kayıkiann yollu ve zarif olmasına<br />
itina ederlerdi. Hususi kayığı olmayanlar birkaç<br />
gün evvelinden bazı iskelelerden Cuma günü için kayıklar<br />
kiralarlar, bilhassa gençler süslü ve narin sandallarda<br />
kürek çekmeye özenirleııdi. Gezme günleri gönüller<br />
ferah, kasavetten uzak, ııahat ve huzur içinde<br />
olurdu. -Cuma günleri herkes erkenden hazırlığını görür,<br />
karadan gidecekler araba ve hayvanlanna, denizden<br />
gidecekler de kayıkianna binerek Kağıthane'nin<br />
yolunu tutarlardı. Tabanlal1lna güvenenler yaya olarak<br />
giderler, çalgıcı, satıcı, dilenciler daha evvel davranıp<br />
muşterilerini orada beklerlerdi.<br />
Kağıthane'nin birinci köprüsünden itibaren içeriye<br />
doğru salıilin bir tarafı kadınlara, diğer tarafı erkeklere<br />
ve iç kısmındaki top ağaçların altı da arabah<br />
Iara mahsus idi. Bu bölgelerde herkes beğendiği yere<br />
yerleşir, gezer, yürür zevkine bakardı. Artık çayırlar,<br />
bayırlar baştan başıa insanlarla dolar, derenin iki sahi<br />
li de kayıklarla kapandığından yanaşmak mümkün olmaz,<br />
kayıkları olduğu yerden kımıldatmak pek müşkül<br />
olurdu.<br />
Gezmeye gelenicnn çoğu yemeklerini bir gün evvelinden<br />
hazırlardı. Kuzu söğüşü, zeytinyağlı yaprak<br />
dolması, sütlü irriıik helvası gibi soğuk yemeklerini
203<br />
tencerelerde, sefer taslarında getirirler.di. Zengi_nlerip<br />
yemeklerini uşaklar ayrı kayıktarla taşır. Orta halli<br />
er bindikleri kayıktann kıç altına yerleştirerek getirirlerdi.<br />
İkişer veya üçer çifte olan zengin kayıklarmda<br />
sağ ve sol itibariyle iki hanım yan yana, bir cariye<br />
de karşılarmda, kıç üstü denen küpeşteye, bir ha<br />
rem ağası veya harem kahyası, veyahut bir gidiş ağası<br />
bağdaş kurup otururdu. Anbarlarda oturmak orta<br />
halli bir ailede dahi ,kibarlığa aykın sayılırdı. Sul<br />
tan Aziz tahta ilk çıktığı senelerde her İlkbalıarı Saadabad'da<br />
geçinneyi adet haline getirmişti.<br />
Sultan Aziz Cuma günleri selamlık merasimini<br />
oradaki camide yapar,· askere kuzu yedirirdi. Bu tören<br />
pek parlak olduğundan seyirci halk erkenden camiye<br />
koşardı. Selamlık törenine katılan yüksek rütbeli<br />
Devlet memurlariyle, Müşirler ve askeri amirler<br />
Cuma günleri giyilen üniformalan, nişanlan ile padişabın<br />
önünden geçen alaylann başında giderlerdi. En<br />
önde bando-mızıka olduğU halde kıt'alar takım takım<br />
geçerken gururlanan halk hep bir ağızdan (Padişahım<br />
çok yaşa) diye bağırıp alkış' tutard ı.<br />
(Sultan Aziz'in tahta çıktığı ilk yıllarda ahalinin<br />
kendisine pek fazla sevgi ve hürmeti vardı. Padişah<br />
1862 tarihinde Mısır'ı ziyaretten döndüğünde büyük<br />
şenlikler hiçbir zaman hiç bir makamın nüfuz ve emriyle<br />
olmamıştır. Sadece halkın içten gelen arzusu ile<br />
olmuştur. O sıralarda yaşamış olanlar bu beyanıniın<br />
doğruluğunu tasdik . ederler. Bir haftadan ziyade devam<br />
eden törenierin nihayetinde, şehrin seçkin kişileri<br />
Benebi Devlet memurları ve din adamları bir he-
•<br />
•<br />
•<br />
.<br />
• .<br />
...<br />
- )<br />
- • /<br />
<br />
....<br />
"'<br />
..:.<br />
• . .<br />
'<br />
.<br />
·<br />
- -<br />
·<br />
'"'. .- -<br />
-<br />
-<br />
.., _ _ .<br />
.<br />
.<br />
... •<br />
•<br />
. . :.. ..._ . . ""' ...<br />
·-·<br />
?<br />
...<br />
.<br />
- - •<br />
. . - -- . <br />
•<br />
, _<br />
'<br />
-<br />
Süslü kayıklar, tabiatm eşsi= gü:;ellikleri ile be=erımiş<br />
Kağıthane deresinde.
205<br />
yet halinde. Kağıthane sarayına giderek padişahın resminin<br />
çıkarılmasını istirham etmişlerdi.)<br />
Seyircilerin kimisi Cuma namazını Hazreti Halit'<br />
te kılıp biraz gezinmek ve tabiatın güzelliğini görmek<br />
için gelmiştir. Kimisi şuradan buradan ele geçirdiği<br />
araba veya hyvana binerek halka zengin gör.ünmek<br />
hevesiyle gelmiştir. Peder veya kain pederlerin nüfuzu<br />
sayesinde yüksek rütbelere çabuk erişen subaylar pek<br />
güzel atlar üzerinde ecnebi subaylar gibi caka satarlardı.<br />
Yakışıklı gençler haddinden fazla süslenir yüksek<br />
tabakaya mensup hanımiara kendilerini beğendirmek<br />
hülyasiyle konaklara ait arabalann arasında dolaşırlardı.<br />
Gezme uğruna saçtıklan altınlada bazı hafif<br />
meşrep kadınların gözlerini kamaştıran bir takım<br />
mirasyedi beyler herkesin hayranlıkla baktığı arabalara<br />
kurularak dolaşırlardı. Kimisi kendisine yüz vermeyen<br />
komşusu hanımı hafif meşrep bir halde Y.akalamak<br />
ve bu suretle münasebet temin etmek için o<br />
kadını . takip eder gizlice göz altında bulundururdu.<br />
Her rastgeldiği kadına laf atan bazı kopuklar arabaların<br />
çıkardığı toz duman içinde göz hareketleriyle<br />
kadınlara işaret verrneğe çalışırlardı. · Aybaşı kibarları,<br />
cebi delik beyler pek centilmen tavırlar takmarak<br />
kadınlara laf atarlar, bazı kadınlar hoşlarına gitmeyen<br />
bu gibi sarkıntıhklara:, şemsiyeleriyle yüzlerini<br />
kapayıp mukabele ederlerdi. Hovardahğı ile tanınmış<br />
oln erkekler açık meŞre-p genç kadınlara musallat<br />
olurlar veya dost tuttukları kadınlan bakı altın-<br />
da tutmak için haşin tavırlar,. takınır, bıyık bükerek<br />
.<br />
etrafı gözden geçirirlerdi.
206<br />
Çopur yüzlü kapısız uşaklar dal fesli ve kovalı<br />
(1) çuha şalvarlı, beyaz dizlikli, çapraz yelekli, bağn<br />
baldırı çıplak tulumbacı kabadayıları, başında salta<br />
markalı, yardan ayrıldım biçiminde ipekli mendil sarılmış,<br />
ylın ayak kaldırım hovardalan kadınlara sade<br />
söz atmakla kalmazlar elleriyle sarkıntılıkta bulunur<br />
türlü kepazelikler yaparlardı.<br />
Lacivert dizlikli baldırı yün tozluklu pos bıyık<br />
helvacılar, Anadolu dayıları, yüzünü yağlı düzgünle<br />
badana eden şıllıklara yılışır ve peşlerine düşerlerdi.<br />
Kendini uslu akıllı ve ağır başlı göstermek isteyen sakallı<br />
bazı sinsiler münasip yerlerde gizlenip saman<br />
altından su yürütürlerdi.<br />
Hanımlar dere kıyısının kadınlara mahsus olan<br />
kısmında kayığın ehramını, döşemesini derenin kenarına<br />
serip otururlardı. Gümüş s'u tasını ve sürahisini<br />
önlerine, sefer tasını Venedik sepetini yanlarına, sarı<br />
papuşlarını ehramın altına korlar yerler, içerler,<br />
ara sıra kalkıp gezerler, küçük çocuğu olanlar iki ağa·<br />
cm arasına salıncak kurup çocuklarını uyuturlardı.<br />
Şenlikleri uzaktan seyir etmeyi arzu edenler yamaç<br />
Iara çıkarlardı. Çilekçi, portakalcı, kuzu kestaneci, helvacı,<br />
macuncu, riıuhallebici, dondurmacı leblebici, si-<br />
(1) Bu Kovalı denilen şalvar, iç donu üstüne dizlik denilen<br />
beyaz bezden şalvar giyip onun üstüne de ondan<br />
daha geniş fakat çuhadan yapılmış şalvardır ki,<br />
kuşağın hizasından itibaren boyu diz kapağına kadar<br />
gelir gayet geniş ağı iki bacak arasında salıverilir.<br />
Yürüdükçe Karaman koyununun kuyruğu gibi<br />
iki tarafa sallanır ve bu sallanması süs sayılır.
207<br />
gara kağıdı. ve kibrit satan Yahudi çocuklan yüksek<br />
sesle bağırarak halkı rahatsız ederlerdi.<br />
Ayıcı çingenenin etrafını ayıdan ürken köpekler<br />
sarar ve devamlı havlarlardı. İçkili bir halde ata binen<br />
bazı kişiler ağır giden hayvanlan mahmuzlayarak<br />
yarış etmeye çalışırlardı. Bir defasında at koştur-anlardan<br />
biri yere düşerken muhallebicinin tablfisına çarpmış<br />
muhallebiler dökülmüş, yarı çıplak hırpaniler tozlar<br />
içinde muhallt'bileri kapışmışlardı.<br />
Gösterişi seven bazı zengin şımank beyler önünü<br />
ardını görmeden tozu dumana katarak fayton sürer,<br />
bazan bir çocuğu çiğner. O, kalabalık ara,sında zabıta<br />
memurları öteye beriye koşup meseleyi örtbas ederler,<br />
ne ise ehemmiyetli bir şey yok! diyerek imtiyazlı kişileri<br />
adeta korurlardı.<br />
Derenin erkeklere mahsus olan kenannda bulunanların<br />
kimi çalgı çaldırır, kimi çingene kadını oynatır,<br />
kimi hokkabaz, kimi ayı ve maymun seyir eder.<br />
Kimisi de Bulgara gayda çaldırır bora teptirirdi. Kabak<br />
çalan Arap Mısır'a kaçtım kurtulamadım» türküsü<br />
ile tanburunu çalar oynardı.<br />
Modayı takip eden ve Avrupa'lı gibi yaşamaya ve<br />
giyinmeye özeneo bazı beyler Kağıthane'nin bu manzarasını<br />
barbarlık addederler ve ayıplarlardı. Mavi yeldirmeli,<br />
rastıkh, alınları ladin'li, parmakları kınalı<br />
Ayvansaray, Sulukule yosmaları ellerini çarpar ak ve<br />
arsız gülerek (Beyefendiler Kağıthane sefası şarkı söyleylim)<br />
deyip göbek atmaları ve bahşiş almadan gitmemeleri<br />
bu centilmenleri bir kat daha kızdırırdı.
208<br />
· KAGIT<strong>HANE</strong> DÖNÜŞÜ EGLENCELERİ<br />
Akşam güneşi batmaya başlarken emniyet görevlileri<br />
halk'a ·evlerine dönme zamann geldiğini hatırlatırlar,<br />
ihtarı dinlemiyenleri Kağıthane'yi terke icbar<br />
ederlerdi. O zamanlarda yaşayanların bildiği gibi dönüş<br />
gidiş gibi dağınık olmaz planlı ve eğlenceli olurdu.<br />
Asıl eğlenceler dönüşte yapılırdı. Ecnebiler sandallarla,<br />
Sefaret memurlan elçi kayıklariyle dönüşü<br />
seyre çıkarlardı.<br />
Boğaziçi'nin büyük kayıkları, allı yeşilli bayraklar<br />
ve renk renk kağıt fenerlerle donatılmış olduğu halde<br />
zurna havası tutturarak kayıkların kıç üstünde oynar<br />
böylece Boğaz'a doğru yol alırlardı.<br />
Mahalle tulumbacılan darbuka, maşalı zil, çığırtma'dan<br />
meydana gelen çalgı takımlariyle hovarda ağzı<br />
maniler söyleyerek geçerlerdi. Bal ve Yağ Kapanları<br />
hamallar:ı salapurya'lara dalarlar davul . ve düdükler le<br />
memleket türküleri söylerler, çalıp çağırarak giderlerdi.<br />
Bir takım beyterin teşkil ettiği musiki heyetleri,<br />
kayık ve sandallarını birbirine yaiı.aştınp fasla başlarlar,<br />
kendilerini kadın ve erkek sandallan da yakmdari<br />
takip . ederdi. Bazı sandal meraklısı pehlivan yapılı<br />
delikanlılar narin sandallarda kürek çekerek birbirleriyle<br />
yarışırlardı. Mektep çocukları da dere kenarlarındadaki<br />
sazlardan külalılar yapıp başianna geçirirler<br />
güler oynarlardı. Bazı kimseler deredeki adacıklara<br />
sandallarını yanaştınr dönüş şenliklerini buradan<br />
seyir ederlerdi. Atlılar, arabalılar yollarda gah eğlooir<br />
gah giderler bir kısmı da yol kenarındaki Silahtar<br />
Ağa meyhanelerine uğrar, kısa bir tezgah başı alemi<br />
yaparlardı.
209<br />
Bu suretle akıp giden deniz ve kara yolcularının<br />
hepsi Bahariye'de toplanırlardı. Bu kalabalık<br />
Bahariye<br />
deresinde o hale gelirdi ki, kayıktan kayığa geçilir<br />
olurdu. Her kafadan bir ses çıkar, heyheyler<br />
dünyayı tutardı. Biraz sonra oradan da hareket<br />
başlardı. Cuma'ları Bahariye'ye gelen Saray'lılar, Ba-<br />
,<br />
hariye Kasrında o zaman türemiş bulunan Ulahlılar<br />
•<br />
adı verilen orkestra takımını köşkün bahçesine alıp<br />
çaldınrlar, bu ahenk ortalığa başka bir parlaklık verirdi.<br />
Bu gün Bahariy'de mevcut harap yalılar o zaman<br />
zenginlerin marnur yalılan idi. Cuma'ları yalıların içleri<br />
ve dışları kibar, hatta Vekil ve Vezir mis-afirlerle<br />
hıncahınç .dolar, karşılarındaki adalar da türlü çiçeklerle<br />
bezenmiş olduğundan misafirterin bir takımı da<br />
bu adalara geçip neşeli sohbetler, gürültülü kahkahalarla<br />
Kağıthane dönüşünü seyrederlerdi.<br />
İşte bu hayhuylar ve neşeli eğlenceler İnkılaplardan<br />
sonra yapılan şenlikleri andınrdı. Şu<br />
kadar ki,<br />
İnkılap şenliklerinde söylenen Milli marşlar yerine o<br />
zamanlar aşıkane şarkılar duyulurdu.<br />
Kağıthane'ye gidemeyen civar ahalisinden birçok<br />
kadınlar çoluk çocuklan ile Fener ve Cibali iskelesi<br />
meydanında toplanırlardı.<br />
Buralann deniz kenarlan<br />
her zaman süprüntü yığınları ile dolu ()lduğu için köpekler<br />
burunları ile deşip koklarken birbirleri ile hırlaşırlardı.<br />
Bu iğrenç mezbeleden Kağıthane dönüşünü<br />
seyredeceğiz diye birikenler, taşlar, direkler ve toprak<br />
üstüne çömelerek bayağı satıcıların bayat yemişlerini<br />
alıp yerlerdi. Halk dilinde buralara (Bitli Kağıt<br />
hane) denilirdi.<br />
F: 14
İstanbul'un Gezme. Yerleri<br />
İstanbul'un ağırbaşlı ve servet sahibi kişileri kalabalıktan<br />
sıkıldıklarından Cuma ve Pazar günleri Kağıthaneye<br />
gitmezlerdi. Şayet o günlerde gitmek mecburiyeti<br />
olursa <strong>Ali</strong>beyköyü ve Çoban Çeşmesi semtine<br />
giderlerdi. Şimdi kodaman dediğimiz bu kişilerin redingot<br />
ceket, pantolon ve yelek giyenleri, Avrupalığı<br />
taklit ediyor diye ayıplanırlardı. Bunların meclisinde<br />
bulunan gençler iki diz üzerine oturmaya mecbur tutulur<br />
veya bağdaş kurup otururlardı. Ayaklarının· birini<br />
uzattıkları takdirde hoş görülmezler kıyametler kopartılıJTdı.<br />
O zamanın gençlerin bunların hücumuna hedef<br />
olmamak için kıyafet bakımından onlara benzemek<br />
mecburiyelinde idiler. Şimdi kodaman dediğimiz<br />
bu kabil kimselerden Mülkiye sınıfına mensup olanlar<br />
Vaka"i Hayriyeden sonra eski kıyafetlerini değiş-
212<br />
tirmişler ve kavuklarını çıkarınışlardı. Başlarına mavi<br />
ipek, püskütlü fesin içine ·beyaz takke ve sırtianna<br />
düz yakalı ve uzun etekli setre üstüne paçası bol pantolon,<br />
Hind ve Şam kumaşından veya şaldan<br />
kollu<br />
mintan giyer boyunlarına dört köşe mendil büyüklüğünde<br />
siyah · canfes veya beyaz tülbent boyunbağı bağlarlardı.<br />
Bu adamlar zamanın getirdiği her türlü ye-<br />
. nilikiere karşı olurlar, gençleri de yeniliğe uymaktan<br />
alakoymak istei'lerdi. llmiye takımı Vaka-i Hayriyeden<br />
dört yıl sonra kavuklarm1 çıkarmışlardır. Bunların<br />
kavuklan 1879 tarihinde iıname'ye çevrilmiştir. Sırtlarına<br />
mevsim küıtii üzerine bol bln1ş giyip eUft biçim<br />
çak'ır ve ayaklarına sarı mest pabuç giyerlerdi.<br />
· Esnaf takımı başla:fına Acem şah veya ebani sank<br />
sararlar, ağı bol şalvar salta, bedeni darca Mısri<br />
tabir olunan cübbe, ayaklarına burnu sivri kırmızı yemeni<br />
giyerler ve bu yemenilerden altı nalçalı olanlarına<br />
katır tabir ederlerdi. Sonraları ekserisi sarığı dal<br />
fese, yemenileri rugan iskarpine çevirdiler. Esnaf yazıcılan<br />
bel kuşaklan arasına gümüş divit takarlardı.<br />
Yukanda bahsettiğimiz kodaman . kişiler Kağıthane<br />
tarafianna gittiklıerinde oralarda gezinmeyi hafiflik<br />
sayarlardı. Bunlar ya derenin kenarlarında veya<br />
çayınn etrafındaki aPÇlann altında kaba hasırlan,<br />
seccadeleri serip otururlar, tirkeş ismi verilen kısa<br />
ve yolculukta kullanılan birbirine geçme çubuklarını<br />
tüttürürler derenin ve çayırın güzel manzarasım seyire<br />
dalar keyiflenirlerdi. Şakalar, havai konuşmalar<br />
yaparlar, tavla ve satranç gibi oyuntarla hoş vakitler<br />
geçirirlerdi . Bunların seyir yerlerinde en ziyade· önem<br />
verdikleri, yemek-içmek hususlan olurdu. Çayırda ku-
213<br />
zu çevirirler., püryan, kuyu, testi kebabları pişirtirler,<br />
ekserisi aşçılannı da beraberlerinde getirilerdi. Aşçıları<br />
olmıyanların yemek mer-aklısı arkadaşlan yemek<br />
Ierin pişmesiyle yakından ilgilenirlerdi . Taz:! yaprak<br />
dolması, sütlü irmik helvası ve mevsim meyvalarını<br />
seyir yerine getirirlerdi. Çeşitli ve gayet bol olan yemekler<br />
bir halka teşkil edilerek yenilirdi. Kendilednden<br />
sonra hizmetçiler, arabacılar, yerlerdi. Çubuklar,<br />
nargileler· içilir, namaz vakitlednde abdest alınıp çayıra<br />
seecadeler serilir topluca namaz kılınırdı . Akşam<br />
namazından evvel evlere dönüş başlardı. Baiılan akşam<br />
yemeklerini de çayırda yiyip dönüşü mehtaph gecede<br />
yapmayı arzu ederlerdi.<br />
İstanbul'un en meşhur seyir yet'i Kağıthane'dir.<br />
Çünkü diğer mesirelere göre şehre yakındır. İstenir.;<br />
se BeyoğLu tarafından bile yaya gidilip gelinir. Burada<br />
dere, deniz, çayır, orman gibi insaniann hoşlandığı<br />
nimetierin hepsi bir aradadır. Bu sebeple tabiatı sevenlerin<br />
aradığı bir yerdir. Sahası gayet _geniştir. Hemen<br />
hemen İstanbul halkının üçte birini içine alır.<br />
O zamana gör tabii en kalabalık günlerde bile ziyaretçiLer<br />
kendilerine oturacak ve eğlenecek yer bulabilirlerdi.<br />
Aynı zamanda yiyecek içecek ile gidip gelmek<br />
isteyenler için en az masraflı yeroir. Elhasıl Kağıthane<br />
herkesin işine ve kesesine uygun ve elverişlidir.<br />
Bir zamanlar Hasköy'ün üst kısmında bulunan<br />
Aynalıkavak bahçesi de ·mesire yeri idi. En fazla Beyoğlu<br />
halkı buraya Pazar günleri giderdi. Meşhur Bestekar<br />
Latif Ağanın şu güfte ile bir şarkısı vardır. (Pek<br />
müteferrih yer değildir Ihlamur, şimdi Boğaziçine
•<br />
ı::<br />
1:3<br />
._<br />
<br />
6'<br />
..ı.:<br />
<br />
<br />
0...<br />
,...<br />
-<br />
<br />
,S<br />
-<br />
..<br />
<br />
._<br />
c<br />
;:...,<br />
"'<br />
.s<br />
..<br />
"'<br />
';;<br />
.::,<br />
..,<br />
"'<br />
-<br />
:::
215<br />
gitsek bu Pazar). Bilahare Ateş Mehmet Paşa'nın donanma<br />
komutanlığı zamanında halka kapatılan bu yer<br />
I ersaneye veril d i.<br />
Veli Efendi, Çırpıcı, Çörekçi, Bayrampaşa İstanbul'umuzun<br />
pek eski mesire yerleridir. Bizans zamanında<br />
da buraları mesire yeri idi. O zamanlar bu yerlerin<br />
çevresi ormanlar ve bahçelerle kaplı imiş. Sayfiyeye<br />
gitmeyenler ekseriya Kağıthane mevsimi geçince<br />
buralara rağbet ederlerdi.<br />
ÜSKÜDAR VE BoGAZİÇİ MESİRELERİ<br />
Eskiden mesire yerlerine gidenler her seyir yeri için<br />
öteden beri geçerli olan adetlere uymaya kendilerini<br />
mecbur görürlerdi. Mesela, Fenerbahçe'ye gidecekler<br />
evvela Merdiven Köyü'ne uğrar çayırda yemeklerini<br />
yedikten sonra Fenerbahçe'ye giderlerdi. Dönüşte Haydarpaşa<br />
çayırında dolaşıp, akşama Selimiye'deki · Duvardibi<br />
mesiresine gelirlerdi. O zamanlar Fenerbahçe'-<br />
. nin gezi günleri Pazartesi ve Perşembe idi. Burası etrafı<br />
deriii İ e çevrili sadece bir yerden karaya bağlı küçük<br />
bir yarım ada olduğu için, ziyaretçilere ferahlık<br />
veren bir mesire yeri idi. Dördüncü Murat zamanında<br />
buraya bir fener kulesi ile bir saray inşa edilmiş ve<br />
Üçüncü Ahmet zamanında bu yapılar yenileştirilmiş<br />
ve genişletilmiş ise de, bilhassa saray zamanla harap<br />
olmuş, sadece havuz yerleri ortada kalmıştır. 1834 tarihinde<br />
Boğaz'lara fenerler konmuş, bu meyanda Fenerbahçe<br />
kulesine de 25 mil uzaktan görülebilecek bir<br />
fener monte edilmiştir.
216<br />
Anadolu tren yollarının inşasından evvel Haydarpaşa<br />
çayırı geniş bir mesire yeri idi. Sultan Mecid'in<br />
.şehzadeleri Murat ve Harnit Efendilerin sünnet düğünleri<br />
1846 tadhinde bu çayırda yapılmıştır. ·<br />
Sabahları çok erkenden ava çıkan Sultan Avcı<br />
Mehmet gayet sarp tepelerde kuş ve diğer ,hayvanları<br />
avlarmış. Bir gün yolu ·üçük Çamlıca'ya düşmüş,<br />
orada içtiği su pek hoşuna gitmiş. 1653 tarihinde o<br />
suyun başında bir çeşme yaptırmış. Bu çeşme taşında<br />
Padişahın ismi yazılıd.ır. Bundan sonra 1660 tarihinde<br />
Büyük Çamlıca'da da bir çeşme yaptırmış. Hakan<br />
yaz aylarında bağlarda gezer, kirazı da çok severmiş.<br />
O vakitler Beylerbeyi ve Çengelköyü'ndeki kiraz<br />
bahçeleri pek meşhur olduğundan çocuklariyle buralarda<br />
haftalarca kalırmış.. O zamanlar Çamlıca'ların<br />
seyir günü ol.madığından, asude bir gezinti İstiyenler<br />
Küçük Çamhca'yı tercih ederlerdi.<br />
Büyük Çamlıca çok eskidenberi seyir yeri olarak<br />
kabul . edilmiştir. Ziyaret Pazar günü yapıhrdı. Seyirciler<br />
evvela Çamhca'ya giderler, bundan sonra Bağlarbaşı<br />
bölgesine arabatarla inerlerdL 1867 tarihinde Bağlarbaşı<br />
bölgesinde bir belediye bahçesi açıldı. Halk<br />
bahçede eğlenir, harem arabaları da bahç·enin etrafında<br />
dolaşırdı. Geceleri bahçenin sayısız fenerleri, fanusları<br />
etrafa ışık saçar ortalık gündüz gibi olurdu<br />
ki kalabalık tarif edilmez bir hal alırdı. Gece yarısına<br />
doğru beyaz yeldirmelere bürünmüs güzel hanımlar<br />
arabalarından inip bahçenin parmaklıkları dışında göze<br />
çarpmayan loş yerlerde süslü beylerle gezerlerdi.<br />
Burada kadınlar ve erkekLer arasında güzel giyinmemiş<br />
hiç kimse göze çarpmazdı. Mısırlı Fazıl Mustafa
217<br />
Paşa orada köşkü olduğu için bu bahçenin imar ve<br />
tanzimi ile devamlı olarak meşgul olurdu. Her hafta<br />
Cumartesi akşamları kaldığı iki gece köşkü zamanın<br />
şairleri1 alimleri ve musiki üstadları ile dolardı. Merhum<br />
şair Şinasi ömrünün son zamanlannı bu bahçenin<br />
ziyaretine tahsis etmiş gibi idi. Merhum şair Namık<br />
Kemal de buraları çok severdi.<br />
Çamlıcalar arasında olduğu için Kısıkh ismi verilen<br />
semtteki çeşmenin suyu gayet lezzetlidir. Onun<br />
yakınmda Sankaya denilen yerde III üncü Selim'in<br />
ilk imaını Derviş Efendinin bağını Hakan annesi için<br />
satın alıp bu yere yeniden bir köşk inşa ettirmiştir.<br />
Bilahare bu köşk Sultan Mahmut'un hemşiresi Esma<br />
Sultana tahsis edilmiştir. Sultan Mahmut oraya bir nişangah<br />
inşa ettirmiş, bir- zaman sonra kendisi bu köşkte<br />
vefat etmiştir. Şimdi türbesinin bulunduğu yer, vaktiyle<br />
Esma Sultan Sarayı'nın arsası olduğu rivayet<br />
edilmektedir.<br />
Kayışdağı, Alemdağı, Taşdelen şehriınİzin başlıca<br />
mesire yerleri idi. Üsküdar halkından hali vakti<br />
yerinde olanlar bu seintlere aile ve ahbaplarmı yanlarına<br />
alarak atlar ve arbalarla giderlerdi. Ekseriya hanende<br />
ve sazendeleri de beraberlerinde götürürler, geceleri<br />
oralarda, geç vakitlere kadar eğlenirlerdi. Eskiden<br />
Kayışdağmın ismi Kayışpınan imiş. Bimns zamanında<br />
dağın zirvesinde bir manastır olduğu söylenir.<br />
Bina kalıntıları bugün dahi mevcuttur.<br />
Vaktiyle Alemdağı Harem-i Hümayun'a ait bir<br />
bölge idi. Haremin idaresi görevini Dar Üs-saade Ağası<br />
yapard ı. 1834 tarihinde Kızlar Ağası ' vazifesini yapan<br />
Abdullah Ağa Alemdağında Sultan Mahmut'a bir
218<br />
ziyafet vermişti. Hakan, şehzadeleri ınabeyn kıhiplcri,<br />
Kurena beylerini de alıp gelmiş ve bir gece kalmış,<br />
ertesi günü Taşdelen suyu menbaına kadar gidilmişti.<br />
Harem-i Hümayun ise Taşdelen'e götürülmeyip iki gece<br />
Sultan Çiftliği ismindeki yerde dinlenmeleri<br />
için bıraklmıştı. Hakan büyük evliyalardan Sarı Gazi<br />
Türbesini ziyaret ve Tophane Nazırı <strong>Ali</strong> Saip Efendi'<br />
nin o civarda bulunan çiftliğinde is tirahat etmişti.· Padişah<br />
ertesi günü çiftlikten hareketle Yakacık Köyü'<br />
ne gitmiş, bir gece de orada kalmıştır.<br />
Bu Sarı Gazi, Sarı Kadı Fatih Sultan Mehmet Han<br />
Gazi ile beraber gelenlerden olup 1480 tarihinde vefat<br />
etmiştir. Üsküdar'da eski Valde Camiini yaptıran ve<br />
III üncü Sultan Murat'ın annesi Nur Banu Sultan<br />
bir mescit inşa ettirip bu semti ihya etmiştir. Bir müddet<br />
sonra minber·i de lll üncü Sultan Mustafa'nın ya·<br />
zı hocası Bosnevi Osman Efendi zamanında yapılmıştır.<br />
İSTANBUL'UN GEZME YERİ VE GEZME ADETLERİ<br />
Hükumet'in İstanbul seyir yerleri hakkında 1861<br />
tarihinde neşrettiffi tembihname sureti.dir:<br />
Yaz mevsimlerinde herkesin seyir yerlerine gitmesi<br />
esk-i bir adettir. Bu yerlere ırz ve edebiyle gidip<br />
gelenlere hükumetten müsaade veııileceği tabiidir. Fakat<br />
bu vesile ile edep ve nizarn dışına çıkan, yurdun<br />
•<br />
nizarniarına muhalif hareket etmek katiyen caiz olamaz.<br />
Bu gibi hallere başvuranların cezalandırılacağına<br />
dair tanzim ve ilan olunan tembihnamedir.
219<br />
İstanbul'da Veliefendi, Çırpıcı çayırları, Bayrampaşa,<br />
Üsküdar, Çamlıca, Merdiven Köyü, Haydarpaşa,<br />
-·<br />
Duvardibi, Beylerbeyi ve Havuzbaşı pıesirelerine Cu<br />
ma ve Pazar günleriyle diğer adi günlerde herkes girlebilecektir.<br />
Fakat erkek ve kadınlar için özel yerter bulunduğundan<br />
kadın ve erkek karmak!arışık oturmayacak ve<br />
oturamayacaktır. Şayet bunun aksine hareket edenler<br />
olursa Kanunun 254. maddesine göre cezalandırılacaktır.<br />
İstanbul Boğaziçi ve Ü sküdar seyir<br />
yerlerinden<br />
bazısı sırf Cuma günleri kadınlaa ve Pazar günleri<br />
erkeklere mahsus olduğu için bundan böyle İstanbul'<br />
da Kağıthane'ye Üsküdar'da Modaburnu, Fenerbahçe'<br />
si, Beşiktaş'ta Hacıhüseyin Bağı, Ihlamur, Küçükçiftlik;<br />
Beyoğlu'nda Taksimönü; Boğaziçi'nde Küçük ve<br />
Büyüksular, Çubuklu, Hünkar iskelesi, Arnavutköyü<br />
akıntısına Cuma vesair günlerde gidilebilir. Ancak Pazarlan<br />
İslam hatunları gidemiyecektir. Şayet gidenler<br />
olursa yukarıda adı geçen kanun gereğince cezalandırılacaktır.<br />
Üsküdar'da Bağlarbaşı civarında Maşatlık denilen<br />
yer ile Bostancıbaşı Köprüsü arasında bu kerre açılan<br />
Çiftehavuzlar, Serbostanbağı ve Sultantepesi civarında<br />
Susuzbağ ve Kuzguncuk üzerindeki Arapzade<br />
Bağı, Maslak, Şişli, Levent Çiftliği, Pangaltı Zincirlikuyu<br />
öteden beri seyir yeri olmadığından herhangi<br />
gun olursa olsun İslam kadınlarının araba ile durması<br />
ve sereserpe oturması tamamen ve kesin olarak yasaktır.
220<br />
Adı geçen yerlerde, gerek yollarda erkek ve kadın<br />
seyircilerden sefilıçe ve edep dışı hareket edenler ve<br />
gelip geçeniere laf atanlar olursa adı geçen<br />
202. maddesi uyarınca cezalandırılacaktır.<br />
kanunun<br />
Yukarıda yazılı mesirelerin hangisinde olursa olsun<br />
içki içenler ve rezalet çıkaranlar da cezalandırılacaktır.<br />
Mesirelere gelecek satıcı, çalgıcı, arahacı<br />
takımı<br />
edepli hareket etmek zorunda olduğu için şayet sözle<br />
ve hareketle rezilce hareket edecek olurlarsa bu gibiler<br />
de kanunen cezalandırılacaktır.<br />
Rütbe sahibi ve itibartı bulunanlar dahi bu yasaklara<br />
riayet etmezlerse onları rütbeleri kurtararnıyacaktır<br />
(1).<br />
Saat ı ı 'de seyir yerlerinde kadınlardan hiç kimse<br />
kalmıyacaktır. İşbu mesirelerde<br />
gezdirilen nizarniye<br />
askerleri ve zaptiye kollan ırz sahiplerinin sırf gezinti<br />
ve İstirabati için vazifelendirildiklerinden bunlara<br />
görevleri sırasında hakaret edenler oluıiSa aynı kanunun<br />
116. maddesine uyularak cezalandırılacaktır.<br />
BENTLER ALEMi , İSTANBUL SULARI<br />
Bir zamanlar İstanbul'lutarla hatırlı yabancılardan<br />
bir çoklaq Belgrat ormanlannı gezinti yeri yapmışlar<br />
(1) Vaktiyle rütbe sahibi olanları zabıta, rütbesine hürmeten<br />
kaldırmayıp başka çareZere başvururlardı.<br />
Bu da rütbe sahiplerinin halka üstün tutulmasına<br />
kabul etr.ıek demekti. Rütbe sahiperi de bu sebeple<br />
halkın üstünde sayılırlardı.
221<br />
dı. (Bu ormanlann, İstanbul sularına hakim durumda<br />
olduğu için İstanbul'lularca ayrıca önemi vardır.)<br />
Cuma, Pazar günleri Büyükdere<br />
yoluyla Sultan<br />
Mahmut ve Valide bentlerine yemekler ve ıarabalarla<br />
giderler.<br />
Bazıları da Mayıs içinde Belgrat köylerinde evler<br />
kiralayarak haftalarca otururlardı. Gerçekte babarda<br />
bentleri, ormanları seyretmek, güneşin doğuşundan ve<br />
batışından ve bu manzaraların güzelliğinden yararlanmak<br />
için oralarda birkaç gün kalmaya değer.<br />
O zamaniann din ve siyaset adamlarından kimselerle<br />
her yıl bahar mevsiminde Belgrat köyünde bir<br />
ev kiralayıp 8-10 gün kadar oturmayı adet etmiştik (1).<br />
Buralardan dönüşümüz de anlatılınaya değer. Bazı<br />
yıllar Eyüp'ten hayvaniara binerek Silahtarağa, Kağıthane,<br />
Cenderboğazı yoluyla dönerdik. Bazan da Büyükdere<br />
yoluyla arabalarta dönülürdü.<br />
Kırk yılı geçen S\1 Nezareti Başkatipliğinde hizmet<br />
etmek suretiyle Benllerin bütün özelliklerini bilen<br />
Emin Efendi ile suyolcu ustalarının ileri gelenlerinden<br />
«Taksim ustası• Tahsin Bey merhumlar her<br />
gidişimizde beraber bulunurdu. Onların bilgilerinden<br />
yararlanırdık.<br />
Kağıthane'nin rağbette olduğu .<br />
yıllarda hepimiz<br />
adeta bir .kervan halinde bir araya· getirdik. Ve; süva-<br />
(l)<br />
Selim II zamanında su kemerleri makbul bir mesire<br />
iken padişah bahar mevsimlerinde buraya sıkça<br />
gelir, şair Baki ve CeUU gibi nedimleriyle hoşça va-<br />
kit geçirirmiş<br />
·
222<br />
riocağı yoldaşlarından bir ağa çağırarak kervanımıza<br />
rehberlik et.tirirdik. Yolda gerekli gördüğümüz yerler·<br />
de yemek · yer ve dinlenirdik.<br />
yolculuk yapardık.<br />
Böylece eğlenceli bir<br />
Büyükdere yoluyla dönüldüğü yıllarda (1) çayırın<br />
sahil boyunda bulunan seddin üzerinde yemekler yer,<br />
sonra tekrar arabalara binerdik.<br />
Yolda . zümrüt gibi çimenler, sarı, mor ve pembe<br />
çiçeklerin çekiciliği, bir tarafta da göklere yükselen<br />
orman ağaçlarının taze yaprakları arasında bülbülle·<br />
ri n uzun demler çeken derin. nağmeleri hepimizi<br />
mest ve hayran ederdi.<br />
Bentlere gitmeyi alışkanlık haline getirenler hoş<br />
sohbet zatlar olduğu için o zamanlar kalbler ferah,<br />
gönüller rahat olduğu için bentlerin her birinde ormanların<br />
koyu gölgelerinde ne lezzetli alemler edilmiş,<br />
ne şen ve mutlıı günler geçirilmişti.<br />
Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.<br />
Bugün yerle bir olan o nadir kişilerin hayali hala<br />
batınindan çıkmamıştır.<br />
· Benim gibi yaşları ilerlemiş olanlar ömürlerinin<br />
gamlı geçen günlerini<br />
yaşanmamış sayarak üzülürler.<br />
Hatta o mutsuz günlerin hatırlanınası bile kendilerini<br />
üzer. Ama yine de hayatlarında geçirdikleri güzel<br />
zamanlannı hikaye etmekten de zevk alırlar. Çünkü<br />
en tatlı eğlenceler arasında geçen neş'eli zamanlarının<br />
hatıralarıdır.<br />
(1) Bu yol 1870 yılında yapılmıştır. Açılış merasimi Ma·<br />
yıs içinde bir Cuma gününe rastlaşılarak ormanda<br />
Vükelaya parlak bir ziyafet verilmişti
223<br />
Bir qe ihtiyarların UZUJl ömür hakkındaki arzularında<br />
da bir başkalık vardır. Mesela şu fani dünyadan<br />
nasibini almış ve hayatın lezzetinden zevk alacak<br />
en güzel günleri tükenmiş olduğu halde ·yine de hayata<br />
muhabbetle bağlanırlar.<br />
Böyleleri takatıeri kesilmiş olduğu için vakit olur<br />
ki, dünyadan bezmiş gibi görünürler.<br />
Fakat gerçek<br />
böyle değildir. _İhtiyarlığın bin türlü zahmetine katlanırlar<br />
da yine yaşamak isterler. Hatta, insaniann ömrünün<br />
yüzyirmi yıl olduğu hakkındaki söylentilerle<br />
teselli bulurlar.<br />
Gerçekte Cenabı Hakkın değişmeyen takdiri gereğince<br />
vücut yıpranmış olsa bile mükemmel gıda alındığı<br />
ve teneffüs ettiği hava latif olduğu takdirde muayyen<br />
ömrü bile aştığı görulüp işitilmektedir;<br />
Yaşı yüzotuz'a varan Belgrat Köylü Yenako'nun<br />
durumunu belirtmek isterim. Evkaf tarihinde de yazılı<br />
olduğu gibi Sultan Mahmut'un yaptırdığı Yeni Ben-<br />
. dili hitamında Evkaf Nazırlığında bulunan devlet ricalinden<br />
Mehmet Şevki Efendi idaresinde bir ziyafet<br />
verilmiş. Bu ziyafette Sultan Mahmut da hazır bulunmuş-,<br />
açılış töre-nini yapmıştır.<br />
Açılış töreqinden sonra diğer bentleri de seyretmiştir.<br />
Bu arada havuzculardan Yenako'ya hayvanianna<br />
rehberlik ettirmiştir. Bu sırada Yenako'nun bent-<br />
ler hakkında verdiği bilgiler padişahın pek<br />
.<br />
.<br />
hoşuna<br />
gitmiş ve herifi benllerin başhavuzcusu tayin etmiştir.<br />
İşte bu ihtiyar bizim Belgrat Köyü'ne gidişimiz<br />
tarihlerinde de hyatta idi. Ve her gidişimizde yanımıza<br />
gelir, köylüler adına «Hoş Geldiniz» derdi .
224<br />
Yenako bünyece pek zayıftı ve elinde değnek taşması<br />
belinin bükülmüş olması seksen'ine vardığını gösterirdi.<br />
«Kaçan ki Sultan Mahmut Efendimiz» diye söze<br />
başlar, sorular sorulur, tafsilat alınır, hesaplar yapıldığı<br />
zaman heritin yaşı yüzotuz'u bulurdu.<br />
Üçüncü Selim'in tahta çıkışından,<br />
Levent Çiftliğinde<br />
Nizam-ı Cedit askerinin taliminden, Kabakçı.<br />
Alemdar ve Yeniçeri vakalarından aklının erdiği ka·<br />
darını söyler ve hayatı süresince çektiği çilelerden ve<br />
ettiği zevklerden bahisler açar, artık havuzlan dolaşmaya<br />
muktedir ol·amadığmdan yakınırdı. · «Ne anam<br />
kaldı, ne babam» diye de esef ederdi. Yüz yıl önceki<br />
. .<br />
bilgi ve görgülerini sayıp dökmesine baktlırsa hafızasmın<br />
bozulmadığı anlaşılı:ııdı .<br />
.<br />
Bu adam nice yıllar bentler civarını karış karış<br />
ölçmüş, biçmiş ve oralann adeta canlı bir coğrafyası<br />
kesilmişti.<br />
Çok kereler bendere yaptığım seyahat sırasındaki<br />
müşahelerimle beraber gerek Emin Efendi, gerek Tahsin<br />
Bey gibi yetenekli kişilerden ve okuduğum kitaplardan<br />
İstanbul suları hakkında edindiğim bazı bilgileri<br />
de oralara olan sevgim dolayısiyle belirtmek arzusunda<br />
bulundum. Bu gil>i yalın bilgiler zaten değerden<br />
yoksun olduğu için okumak külfetine katlananların<br />
görecekleri noksanları ihtiyarlığıma bağışlamalarım<br />
dilerim.<br />
İstanbul'un arazisi kumlu ve kireçli olduğu için<br />
kuyulardan çıkan sular acıdır. Bizans zamanmda ahaliye<br />
lazım olan tatlı suyu şehir içinde muhtelif yerlerdeki<br />
büyük sarnıçlarda<br />
saklarlardı. . Bu sarnıçlar
225<br />
üstü açık ve etrafı duvarlı, içi çukur bir nevi havuz<br />
gibiydi. .<br />
Edirnekapı'sı civannda Çukur Bostanlar bu gibi<br />
sarmçlardandır. Benzerleri Binbirdirek gibi üstü kapalı<br />
sarnıçlardandı. Fetihten önce mevcut olan su yolları,<br />
su hazineleri fetih sırasında harap olduğu için<br />
tatlı su ihtiyacı bir kat daha önem kazanmıştır.<br />
Kanuni Süleyman lstanbul'u bu ihtiyaçtan kurtarmak<br />
için uygun yerlerde kırk adet çeşme yapılmasını<br />
emretmiştir. Bu çeşmelere getirilecek suyun nerelerden<br />
tedarik olunabileceğinin tahkik olunarak neticenin<br />
bildirilmesini ünlü mimar Sinan'a havale etmiştir.<br />
'Sinan da, Ayvaz Köyü civarında Bakraç ve Ort<br />
dereleri ve bazı menba sularını toplayıp Kurt Kemeri<br />
adiyle yaptırdığı kemer üzerinden bu sulan geçirmiştir.<br />
Ayrıca, Eyüp'te İslambey Mahallesinde Yenikubbe'ye<br />
kadar yolda rastladığı. Cebeciköy ve Balıkdere<br />
önlerinde imal ettiği filtre, yani süzgeçten geçirerek<br />
uygun yerlerde inşa ettiği kırk adet çeşme ile yüzon lüle<br />
su akıtmaya muvaffak olmuştur. Bundan dolayı da<br />
bu suya Kırkçeşme adı verilmiştir.<br />
Bu suların mecrası membalanndan Cebeci Köyüne<br />
(1) kadar tamamen Mimar Sinan tarafından inşa<br />
edilmiştir. Cebeci Köyü'nden Ayasofya'daki taksim yerine<br />
kadar fetihten önce mevcut ve marnur iken fe-<br />
(1) Bu. Cebeci Kl:)yü boşken Cebecibaşılardan biri orada<br />
bir ev yaptırdıktan sonra btr mahalle haline gelmiştir.<br />
Buraya Savaklar mahallesi de denilir.<br />
F: 15
.<br />
tih sırasında kısım kısım tahrip edilerek muattal hale<br />
gelmiş olan eski mecra dahi tadil edilerek ve genişletilerek<br />
yine Mir Sinan tarafından onanldı<br />
rivayetler arasındadır.<br />
Eyüp'te Kubbe-i Cedit ve Erikapı dışında kale<br />
duvarına bitişik Taksim hazinesi, Tezgabçılar ve A,yasofya<br />
ve Sulukule ile civanndaki Taksim hazinesi yerleri<br />
ve Yeni Sarayın (Topkapı Sarayı'mn) yüksek yerlerine<br />
mahsus Kırkçeşme suyUııun akıtıldıı kuyuların<br />
dolabı, bu dolaba balı ve su hizmetine memur<br />
bostancılara mahsus dolap binalan<br />
da<br />
tamamen<br />
Mimar Sinan tarafından yapdmıştır.<br />
(Yazar, konuyu burada noktalayarak cistitrad• (1)<br />
adı. altında Mimar Sinan'ın k.işiline sözü getiriyor.)<br />
(Mimar Sinan Edirne'deki İkinci Selim Camiini<br />
İstanbul'da Süleymaniye ve dier camilerle daha ni.ce<br />
ünlü kişilerin hayratlannı inşa ederek gelmiş geçmiş<br />
· mimarlara üstünlüü ispat etmiştir. Sultan Süleyman'dan,<br />
Hind hükümdarlarından biri mimar istedi<br />
zaman Mimar Sinan'ın çıraklanndan Musta Usta gön<br />
'derilmiştir. Bu ustanın orada «tarz-ı rumi» üzre binalar<br />
inşa ettii Netayicülvukuat'ta yazılıdır.<br />
Mimar Sinan 81 cami, dörtyüzü<br />
geçen bina ve<br />
Çekmece Köpriisü'nü de inşa etmiştir. Öldü zaman<br />
yüz yaşını geçmişti. Süleymaniye'deki mezannın duvarlan<br />
üzerinde şahsiti yazılıdır l<br />
«Dinsizli·<br />
töhmetiyle katledilen meşhur Mimar<br />
Davut Aa, Sultanahmet Miman Mehmet Kasım, Mimar<br />
Sinan'ın yetiştirdi çıraklardandır.<br />
(1) lstfdrad: Sözün sırası gelmişken
227<br />
· Osmanlı .mimarlığını kurmakta başan gösteren ve<br />
cmucitlik» şerefini kazanan, Bursa'da Yeşil Camii<br />
şerifin yapıcısı İlyas Ebu <strong>Ali</strong> adındaki zat imiş. Ondan<br />
sonra dört, beş mimar daha gelmiş ise de bunlardan<br />
kemal derecesine ulaşan Mimar Sinan imiş. (Kendisi<br />
Kayseriye'li ve domu 1489'dur. İlk önce Ayazpaşa<br />
Camiini inşa etmiş imiş.)<br />
İstanbul'da su azlığı dolayısiyle bu şehirde oturmaya<br />
rağbet etmezlerken Kanuni'nin Kırkçeşme suyunu<br />
akıtması üzerine halk İstanbul'a akın etmeye başlamıştır.<br />
Bu yiizdec şehrin nüfusu çoğalmış, gıda vesair<br />
zaruri ihtiyaçlarının tedariki devlete bir yük olmaya<br />
başlamıştır. Bu yüzden Kanuni'nin İstanbul'a su<br />
getirdie pişman olduğu bile rivayet edilir.<br />
İstanbul nüfusunun günden güne artması üzerine<br />
yüzon lüle su dahi İstanbul'un ihtiyacına yetmeıneye<br />
başlamıştır. Bu defa da gerekli olan suyun başka<br />
taraflardan getirtUmesi çareleri aranılmıştır. ·Kı- ·<br />
şın yağan kar ve yağmur sulan kabarıp çoşarak etraf<br />
köyleri ve tarlalan harap ettiği için hem bu kar<br />
ve yağmur sularından faydalanmak, hem de tahribatın<br />
önünü almak çareleri de düşünülmüştür. Suların<br />
yayıldığı vadilerin öriüne büyük setler çekilerek sular<br />
biriktirilmiş, önüne bir de kanal açılıp buna da<br />
«bent» namı verilmiştir.<br />
Bent inş-ası çin tercih edilen vadiler, uzun ve<br />
dar olanları ve yukarı kısmında solda mecra olacak<br />
kollan bulunanlandı. Bent duvarlarının uzunluğu seksenden<br />
yüzyirmi . kademe kadar yüksekliği yirmi'den<br />
otuz kademe kadardır. Duvarların dışına· mermerler<br />
kapiatılıp kenarlanna kitabeler konulmuştur.
228<br />
.<br />
Sular fazla gelip de bentleri doldurunca fazlası<br />
bendin Üstünde açılmış olan deliklerden çıkar ve .bent<br />
suları künkler ve demir borularla akar.<br />
Her bendin aşaAısında deminten birer kapı vardır.<br />
Sular bu kapılardan kanallara takim olunur. Bu sular<br />
bir dağdan bir dağa köprü olarak inşa edilen kemerlerden<br />
geçer. Su yollarından künklerin geçtiği yerlere<br />
bahçe yapmak, ağaç dikmek ve ev inşa etmek yasaklanmıştır.<br />
Birinci Ahmet Belgrat Köyü'ndeki Büyük Bendi<br />
ve Üçüncü Mustafa da 1766 tarihinde Evhadeddin deresindeki<br />
Ayvaz Bendini; İkinci Osman Belgrat Köyü'nde<br />
·Topuz Bendini; İkinci Mahmut Belgrat Köyü'ndeki<br />
Kirazlı Bendini inşa ettirmişlerdir. İstanbul'a kadar<br />
başka başka kanal inşası külfetine lüzum kalmamak<br />
için yaptırdıklan bent sularını Kanuni'nin esas<br />
kanalına akıtmışlardır.<br />
İstanbul tarafındaki bu dört bent sularının ayrıca<br />
adı olmadığı ve Kırkçeşme sularına karışıp gittiği<br />
için hepsi Kırkçeşme suyu adı ile anılmışlardır.<br />
Beyoğlu ve Boğaziçi'nin Yeniköy'den başlayan Rumeli<br />
cilwti bentleri üç adettir. Bunun biri Birinci<br />
Mahmut tarafından Bahçe Köyü'nde inşa ettirilen<br />
Topuzlu, diğeri Üçüncü Selim'in validesi Mihrimalı<br />
Sultanın yine Bahçeköyü'nde inşa ettirdiği Valide<br />
Bendi, üçüncüsü de İkinci ahmut tarafından inşa<br />
ettinimiş olan yeni benttir.<br />
Bu üç bent inşa olunınazdan evvel Birinci Mahmud'un<br />
Validesi Saliha Sultan Büyükdere üzerinde<br />
«Kılıçpınarı» adiyle anılan yer civarında bazı memba
229<br />
lardan hasıl oi.an sulan toplayarak ve müstakil yol ya-<br />
.<br />
parak Taksim'e kadar getirmeye muvaffak olmuştur.<br />
Saliha Sultan Yeniköy'den Beyoğlu taraflarına kadar<br />
uygun yerlerde çeşmeler inşa ettirmiştir. Bu arada<br />
Galata'da Azapkapısı'ndaki büyük ve süslü çeşme<br />
ile sebili yaptırmıştır.<br />
Saliha Sultan, çeşme ve sebili yaptırdıkları sırada<br />
üzerinde bir okul inşa ettinnekle beraber ayrıca Arap<br />
Camiini de yeniden genişlettirmiştir.<br />
Kaptanıderya Cezayir'li Gazi Hasan Paşa, Kasımpaşa<br />
civan ile kışla ve hastaneye su getirtmek için<br />
Birinci Mahmut'tan müsaade istemiŞtir. Sultan Mahmut<br />
da:<br />
«Suyunu bulsun, çeşme vesaire sonra yapılsın»<br />
Diye irade ettiğinden Hasan Paşa da Topuzlu ben·<br />
dinin üzerine dört arşın daha ilave ettirmiştir. Bu suretle<br />
de yinniiki masura suyun ihsan huyurulduğu<br />
Beyoğlu Taksim'i· kitabesinde yazılıdır.<br />
İstanbul cihetinde Kırkçeşme sdyu akıttiarnıyan<br />
yüksek yerlere akıtı.lan sular Halkah suyudur. Fatih,<br />
adına yaptırdığı camide abdest alınmasını sağlamak<br />
için Edirnekapısı dışında Bayrampaşa civarında Şadırvankolu,<br />
Turunçlu memba sularını, müstakil yol<br />
yapıırarak cami şadırvanına getirtmiştir. Cami civa-<br />
. .<br />
rındaki medrese öğrencileri ile haderne ve cemaat için<br />
yaptırttığı Karaman Hamarnı da bu sudan yararlanmıştır.<br />
Yeni Saray'ın (Topkapı Sarayı) yüksek yerleri<br />
dahi Halkalı suyundan fa ydalanmıştır.<br />
Sultan Beyazıt, Kanuni, Birinci Mahmut, Birinci<br />
-<br />
Ahmet, Köprülü Mehmet Paşa, Hekimoğlu <strong>Ali</strong> Paşa,
230<br />
Koca Mustafa Paşa, Mihrimalı Sultan ve daha sair hay·<br />
rat sahibi de o civarda başka başka membalar aça·<br />
rak ve ayrı ayn kanallar yaparak ve bunları esas mecra<br />
ile birleştirerek cami ve mescitlerine su satlamışlardır.<br />
Bunlar inşa olundukları zaman umum yekfuıu<br />
ellibeş altmış lüleye vardııı halde halen otuz otuzbeş<br />
ve belki daha noksan bir dereceye düştüiii rivayet<br />
edilmektedir.<br />
Üsküdar ve Boğaziçi'nin Anadolu cihetindeki su·<br />
lar da bu gibi memba sulandır. Fakat ayrıca bentleri<br />
yoktur. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın Osküdar<br />
tarafında kırk bu kadar adet çeşme yaptırdığı, Küçük<br />
Çamhca havalisinde su yolları açtırdıp rivayet edi·<br />
lir. · Sonralan Elmah suyu,· o havali su ihtiyacını kar<br />
şılamıştır.<br />
Fatih'in hayl\ltından olan Turunçlu suyunun sur<br />
dışında ve içinde yapılan ana yollarla Belgrat Köyü<br />
civarından sur içine kadar su lağamları, bentleri, ke.<br />
merteri ve Kanlıkavak civarında Kanuninin vakfından<br />
çeşmelere ve sahilhanelere kadar su yollan ve llltmlarını<br />
Evkaf Nezareti tamir ettirmiştir.<br />
ŞEHRE VERİLEN SU MİKTARI<br />
Dışarıdan duyduğuma göre bu husustaki tamir<br />
masrafları için harcanan para, 1845 taribinde çocuk<br />
bırakmadan ölen Şeyhülislam Mekkizade Mustafa<br />
Asım Efendi'nin bıraktığı külliyeıli para, sayısız mü·<br />
.vherlerinden elde edilen servetmiş. Bu Şeyhülislam<br />
Mustafa Asım Efendi pek kibar bir zat imiş. Servet
231<br />
ve samanı da pek çokmuş. Hatta anlatıldığına göre<br />
Şeyhillislamın Konağı odunluğuna atılmış olarak bulunan<br />
yamru yu mru bir mangal, önceleri adi dökme<br />
sanılmış, sonradan şüphe üzerine muayene ettirildiği<br />
zaman saf altından yapıldığı anlaşılmış.<br />
İstanbul cihetinde bulunan bentlerin suyu o ciheti<br />
bir dereceye kadar idare etmekte ise de karşı taraftaki<br />
bentlerin sulan yetmediğinden vaktiyle .pek<br />
çok su sıkıntısı çekilirdi.<br />
(Bazı senelerde olduğu gibi 1863 tarihinde de bir<br />
süre yağmur yağmamıştı.<br />
Bundan dolayı lstanbul'a<br />
tatlı su benderinden yalnız Ki razlı ve Ayvaz Bendierinde<br />
bir miktar su kalmış ve umumi ihtiyacı karşılayamaz<br />
olmuştur. Bunun üzerine ihtiyati bir tedbir<br />
olmak üzere Kasım'a kadar idare olunmak üzere cami,<br />
çeşme vesair hayrat yerlerine ayrılmış olan 90 lüle<br />
su 70 lüleye indirilmiş; tatlı su ile çalışan hamamlardan<br />
askerler için<br />
Türbe, Balat, Byazıt ve<br />
Ayasofya hamamlanyla, idaresine yeterli kuyulan<br />
olan hamamJ.ar istisna edilmiştir.<br />
Diğer akan sulann<br />
muvakketen kesilmesi, su yolcular ve hamamcılar tarafından<br />
tembih bilatma su açıldığı takdirde kanunun<br />
254. maddesi gereğince bir adet Mecidiye altını para<br />
cezası alıoacalı hakkında<br />
keyfiyet 10 Teşrinievveı (Ekim)<br />
ilan edilmişti.)<br />
Meclisçe karar verilmekle<br />
sene 1863 tarihinde<br />
Beyoğlu tanıfına ait üç bendin suları aşağıda gösterildiği<br />
gibi dağıtılır:
232<br />
Beber Gün Lülıe<br />
4,2 Yeniköy<br />
1,2 Çiftlik ve Maslak tarafına<br />
6 Mirgün, Boyacıköy, Balta Limanı cihetine<br />
4 Arnavutköy, Kuruçeşmeye<br />
3 Ortaköy tarafına<br />
9 Çırağan Sarayına<br />
1 Ishakiye mahallesine<br />
12 Beşiktaş, Dolmabahçe, Sarayına<br />
2 Tataviaya<br />
4 Kışla ve· hastahanelere<br />
25 Beyoğlu Taksim'ine<br />
72<br />
3 Levent Çiftliği memban-idan Galatasarayına<br />
75<br />
Beyoğlu taksimine verildiği beyan olunan 25 lüle<br />
suyun Taksim'den tevzii:<br />
S<br />
Tersane ve Kasımpaşa'ya<br />
12 Kabataş ve Tophane'ye<br />
8 Beyoğlu ve Galata tarafianna<br />
25<br />
Yukarıda Beyoğlu ve Galata tarafına verildiği gösterilen<br />
8 lüle su 31 çeşmeye ve 74 eve tevzi olunmuştur.<br />
.<br />
Taksim suyundan Beyoğlu Belediye. Dairesi dahilinde<br />
bulunan yerlere dağıtımı yukanda yazılı cetvelde<br />
gösterilen 75 lüle s-udan adam başına üç okka su<br />
isabet eylediği ve adı geçen daire içinde bulunan ha-
233<br />
nelerde bile. SOO küsur adet sarnıç olup birbiri Uzerine<br />
ya yairnurdan beş parmak su buhara çevrilerek<br />
16 parmak biriktili cihetle, adı geçen dairede<br />
adam başına birbuçuk kıyye (1) su düşmektedir. Mevcut<br />
kuyulardan beş kıyye, Çainlıca Ve Karakulak gibi<br />
membalardan naklolunan tatlı sudan da yanm kıyye<br />
isabet ederek, bu hesapta beher kişiye yemek· çamaşır,<br />
içecek vesair için beş kıyye acı ve beş k:ıyye tatlı su ki,<br />
toplam olarak 10 kıyye su isabet etmektedir. · Halbuki<br />
bir adam için ortalama 15 kı.yye suya ihtiyaç bulunmaktadır.<br />
Gerçi adı geçen üç bendin sulan vaktiyle Beyolu<br />
vesaireye yeterli ise de o zamanlar buralann nüfusu<br />
çotcıldıktan sonra zamanında yairnur ysa, üç<br />
bent tamamen dolsa, yollarda bozukluk olmasa, lüzumsuz<br />
yere bir katre su sarfolunmasa bile adı geçen<br />
yerlerde yine de su sıkıntısı çekileeeli yapılan tahki-<br />
, katla anlaşılmış.<br />
(Abdülbiz bu su sıkıntısını şehzadeli zamanın·<br />
dan bildili için tahta çıktım ikinci ayında bir salı<br />
günü vapurla Büyükdere'ye, oradan da bir faytonla<br />
bendere gitmiş, tetkik etmiş, buralann haritalarının<br />
yapılmasını maiyetinde bulunan müheııdislere emretmiş<br />
ve bunların tamir ve temizlenmesinde muvaffak<br />
olmuştu.)<br />
Bir aralık Darboğaz denilen yere yeni bir bent yapılıiıası<br />
hakkında bir hayli müzakereler ve teşebbüsler<br />
de yapılmıştır. Fakat müsbet bir sonuç ·alınamamıştır.<br />
Sonralan Terkos Su Kumpanyası bu· su sıkıntısı·<br />
nı gidenniştir.<br />
(1) Kı 11e: Zamanın IJ birimi, okka (400 dfrhem)
234<br />
SARAYlARA VERILEN SU<br />
Yıldız Sarayı'na benderden su gelirdi. Fakat za.<br />
manla saray kalabalıklaştı için çok miktarda suya<br />
ihtiyaç hasıl olmuştur. Yıldız Sarayı'nın dışında birçok<br />
yerlere makineler konularak ihtiyaç giderilmiş ise<br />
de sonralan bahçeye yapılan büyük havuza, B.eyoğlu ..<br />
ve Tophane ahalisine mahsus taksim suyunun hepsi<br />
akıtılmıştır. Ahalinin susuzluktan şikayeti üzerine Kağıthane<br />
civannda mevcut membalardan su getirilerek<br />
bu yerlerde çeşmeler açılmıştır.<br />
Eskiden Su Nazırının maiyetinde cSakalar Ocağı•<br />
namiyle bir ocak vardı. Bu ocak Ayasofya Camünde Şekercikapısı<br />
tabir olunan büyük kapının .karşısında Eğri<br />
Fatibi Üçüncü Mebmeein türbesine bitişik köşedeydi.<br />
Ocak halkının vazifesi İstanbul içinde yangın çıkarsa·<br />
beygirlere yüklü kırbalariyle derhal yangın yerine<br />
yetişip tutumbalara su taşımaktı. Sakalar da bu<br />
hizmetlerine karşılık çeşmelerinden su alıp ahaliye satarlardı.<br />
Vaktiyle İstanbul sakalan iki kısma aynlmıştı.<br />
Bunlardan bir kısmı at sakalan, diğer kısmı da<br />
mahalle sakalan idi. Sonraları mahalle sakalan da<br />
yangılara gitmeye başladılar ve çeşmeler.inin su haznelerini<br />
kilitleyip ahaliye satar oldular.<br />
Ahalinin kendi ihtiyaçları için akşamları ancak<br />
iplik kadar su verirlerdi. Mahalle halkından hali vakti<br />
yerinde olanlar bahçelerinin sulanması için geceleri<br />
sulan açıp hortumtarla kendi havuzlarına sakalardan<br />
su satın almayı adet ettiler.
235<br />
Bir de Eyüp'te Gümüşsuyu Ocagı vardı. Bu ocak<br />
halkının vazifesi dahi padişaha mahsus kahvenin suyunu<br />
Gümüşsuyundan taşımaktı. Zabitleri Bostancıbaşı,<br />
amirleri de sarayın k.ahvecibaşısı idi.<br />
Bentlerin su fazlasını satın almak için dilekçe verenlere,<br />
yolun tesviyesi masrafhlrı satın alana ait olmak<br />
üzere bir masura . su için altı bin kuruş «muaccele»<br />
ve yıllık otuz kuruş «icarei müeccele» takdiriyle<br />
satın alınması ya da kiralanması ve teferruatı nizamname<br />
iktizasındandı. Sonraları bazı yerlerde bir masura<br />
suyun onbeşbin kuroşa ve daha ziyadeye alınıp satılmakta<br />
oldu haber alınmıştır. Bu yüzden hayrat<br />
sularıyle diger yerlerdeki suların tertip ve miktarının<br />
azalmasını korumak için bir düzene konulması gerekmiştir.<br />
Buna göre hamam gibi daimi su harcayan yerlere<br />
beher masurasına onbeş bin; İstanbul'daki Kırkçeşme<br />
sularına oniki bin, Halkalı sulanna onbeş bin;<br />
Bogaziçi taraflarındaki yerli sulara onar bin kuruş fiyat<br />
takdir olunmuştur.<br />
İSTANBUL'DA SARAY VE KONAKLARDA<br />
14536 HAMAM VARDI<br />
Vaktiyle yapılan umumi bir sayımda İstanbul'da<br />
sultanlar, kibarlar konaklannda 14536 adet hamam<br />
•<br />
varmış. Altmışbeşi sur haricinde ve doksan adedi de<br />
dahilinde olmak üzere, halk için de yüzellibeş adet<br />
çarşı hamarnı mevcut imiş. Onbeş bini geçen çeşme,<br />
ikiyüz sebil, yüz ayazma, altıyüz bin su kuyusu vannış.<br />
Bazı taraftan alınan bilgilere göne halen İstanbulda<br />
mevcut olan çarşı hamamlannın miktarı yüzaltmı
adede varmaktadır. Eskiden zenginlerin konaklannda<br />
birer hamam bulunmak şarttı. Çoğunda büyük sarnıçlar<br />
da vardı.<br />
Kumbaralıane kışiasma ait olmak üzere Sadabattaki<br />
Ayaza membaından kışlaya gelinceye kadarki<br />
·su yolları 1647 tarihinde Tophane Nazın Vekili<br />
Arif Bey marifetiyle inşa ettirilerek bu kışlaya su verilmiştir.<br />
İkinci Mahmut zamanı din adamlanndan kalen·<br />
der bir zatın, bir mecliste, Kanuni'nin fetihlerind ve<br />
hayradanndan babsolunurken Yeniçeri tayfasının fesat<br />
ve mel'anetlerini ima kasdiyle:<br />
«Kanuni Süleyman'ın hayn şerrine mukabil olmaz.<br />
Hatta İstanbul'a getirdiği su, icad eylediği · Yeniçeri<br />
taifesinin yestehlediği kazuratı bile temizlemez» demesinin<br />
bir hayli gülüşmelere sebep olduğunu Süleyman<br />
Faik Efendi mecmuasında görmüştüm. Bir vesile ile<br />
«Netayicülvukuat»ta da yazıldığı gibi Yeniçeri ocağı<br />
nizamlannın fesat başlangıcı, ocağın icadından 250 -<br />
300 yıl geçtikten sonra vaki olmuştur.<br />
Kitabın müellifi der ki, «Bunlann şekavetleri ve<br />
cahilce hareketleri inkar edilemzse de, bu gibi gülünç<br />
hale sokulmak istenilen adamlar başka bir milletten<br />
olmayıp bizim cedlerimizdir. Onun için bunlara o derece<br />
sataşmak reva değildir.» Müellifin bu düşüncesine<br />
tamamen iştirak ederim.<br />
.<br />
.
Kragöz < Hayal Oyunu ><br />
Evvelce ·İstanbul ahalisinin başlıca eğlenceleri hayal,<br />
ortaoyunu, meddah, canbaz, hokkabaz, köçek, incesaz<br />
takımları idi. Bunların pazar yerleri İstanbul'da<br />
Kadıköyü'nde olduğundan ihtiyacı olanlar oraya müracaat<br />
ederlerdi. 1861 tarihinde adı geçen han yandığı<br />
için Baltacı Ham bunlar için pazar yeri yapıldı.<br />
Kadınlar cemiyetinde çengiler icrayı sanat ederlerdi.<br />
Zevk erbabının bir de meyhane alemleri vardı.<br />
Sonralan garp medeniyetine uyulmak istenildiği için<br />
alafranga eğlencelere heves olunmaya başladı . . Galata<br />
ve Beyoğlu alemler.ine rağbet çoğaldı.<br />
Bu saydığım eğlenceterin geçmişi İ li mahiyetlerini, .<br />
ahlak bakımından iyi ve kötü taraflarını, Galata<br />
ve<br />
Beyoğlu eğlencelerini ve bunlara halkımızın düşkünlüklerini<br />
kısım kısım arz ve beyan etmek istedim.<br />
Zaman geçtikçe asıl maksadından çıkmış olduğu<br />
için bugün o şaşaah tiyatrolam düşkün olanların nefretle<br />
reddetmekte oldukları hayal oyunu vaktiyle gerçek<br />
bir temsil gibi ulvi ·bir maksada<br />
dayanarak icat<br />
olunmuştur.<br />
Şamdanizade Tarihi'nin birinci cildinin 261. sayfasmda<br />
şunlar yazılıdır:<br />
«283 sene, Şeyh Ayni Abdullah Küşteri Hazretleri<br />
irşat edeceği zevata gece perde kurup arkasma mum
238<br />
yakıp bay-i huy ettirdikten sonra mumu söndürdükte<br />
karanlıkta bu suretler kaybolacak, bu dünyada her ne<br />
kadar rahat, alış · veriş, harp, kıtal, zevk-u safa, elem<br />
ve gam ve ibadet ve can çekişme zubur ettikte • bu gibi<br />
zıll-ü hayale benzer deyu temsil etmişti. Sonra zıll-ü<br />
hayal oyununu bulup dütün ve helva geceleri vakit<br />
geçirmek için ve s ile yaptılar. Ukin hasiret eb li yine<br />
basiret"göziyle nazar kıldıkta şeybin kerametiyle irşad<br />
olur.•<br />
Bursa Mebusu Tahir Beyefendi tarafından yazılan<br />
bir makale ile Maarif Meclisi eski azasından<br />
Ziya<br />
Beyefendinin bana gönderdi cevabi yazısı bu hayal<br />
oyunu hakkında etraflı bilgileri taşımaktadır. Bunun<br />
sUretini ve hayal oyunculannın<br />
meşhurlanndan tahkik<br />
edebildikJrimin isimleriyle sanatlarını ve maharet<br />
derecelerini aşaAtya yazdım:<br />
TAHİR <strong>BEY</strong>İN YAZDIKIARI<br />
Yüksek tabaka arasında «Hayal•, halk ve çocuklar<br />
arasında «Karagöz• denilir, terbiye ve edep dahilinde<br />
oynatılır. Hele oyuncu olan kimse nüktedan bu·<br />
lunursa çoğu zaman ibret alıcı ve uyancı olur. Hatta<br />
ibr.et göziyle bakılırsa hayatin oynatılınasına cevaz bulunduğu<br />
hakkında din adamlarının fetvası bile vardır.<br />
Kibarlar arasındaki şöhreti dolayısıyle bu oyun<br />
«vahdeh nokta-i nazanndan icat edilmiştir. İcat eden<br />
de Bursa'da Hükumet Caddesinde medfun Şeyh Kuşteri<br />
namında bilgin bir zat imiş. Rivayete göre Yıldırım<br />
Bayezit devrinde •Hacı İvazıo, «Hacı Evhah, halk dilinde<br />
«Hacivat ve Karagözıo namlarında iki nüktecinin
şakaları Şeyh Kuşteri tarafından hayalde gösterilem<br />
meydana gelmiştir.<br />
Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nin<br />
birinci cildinin<br />
654. sayfasından itibaren Karagöz oyununa dair<br />
bir nevi hurafeyi andınr nakillere göre Hacivat'ıri Alaeddini<br />
Selçuki zamarnnda Mekke ile Bursa arasında<br />
gidip gelen Bursalı biri oldulu, Arap eşkıyası tarafındf:Ul<br />
katlolundulu, Bedrihanin'de gömüldüjü ve Karagöz'ün<br />
de Kırkkiliseli (Kırklareli) olup lmparator Kostanlin'in<br />
postacısı old$ ve bunlann konuşmalan ha<br />
yal perdesinde gösterilerek Bayezid'in huzurunda ic·<br />
rayı sanat eyledikleri anlatılır. Fakat İmam Şu'rani,<br />
Şeyh Ekber'in cFütuhat-ı Mekke•sinin 317. bölümünden<br />
naklen halkın hicabı arkasında olarak Cenab-ı Hakkın<br />
hakikaten fail-i muhtar oldutınu bilmek isteyen hayal-i<br />
settare ile suretlerine nazar etsin diyerek başladıklan<br />
bapta hayal oyununa düşkünlükleri ve vukuf<br />
ebiinin bu oyundan ince manalar çıkarttıklarını mufassal<br />
olarak beyan eyledikleline ve şeybin vefatı ise<br />
herhalde Şeyh Kuşteri'den evvel, yani 638 (1240) tarihi<br />
olduğuna nazaran bu oyunun Muhiddin-i Arabinin<br />
vatanı olan Endülüs kıtasındaki Araplar arasında dahi<br />
«Settare• adiyle meşhur olduğu anlaşılır.<br />
Bir nüshası Ragıp Paşa Kütüphanesinde mevcut<br />
olan Arapça cTayf-ül Hayala adındaki eser de bu hususta<br />
yararlıdır.<br />
Her ne hal ise bu oyun hakkında birçok manzume<br />
yazılmıştır. Karagözün mezan Mevlid yazan meş-.<br />
hur Süleyman Dede merhumun yakınında ve Çekirge'<br />
ye giden yolun sağ cihetinde görülmektedir. Mezar taşının<br />
üze rinde şu manzume vardır:
240<br />
Nakş-ı sun'un remzeder hüsnünde rüyet perdesi<br />
H!ce-i bükm-i ezeldendir hakikat perdesi<br />
Sireti surette mümkündür temaşa eylemek<br />
Hail olmaz ehl-i irfana hasiret perdesi<br />
Her neye im'an ile baksan olur iş aşiklr<br />
Kılmış istila cihanı hab-ı gaflet perdesi<br />
Bu hayal alemi gözden geçirmektir hüner<br />
Nioe kara gözleri mahvetti suret perdesi<br />
Şeın'i aşkla yandınp tasvir-i oisminden. geçen<br />
Ademi amed-i şadetmekte azimet perdesi<br />
Haıigi zılle iltica etsen fena bulmaz acep<br />
Oynatan üstadı gör kurmuş muhabbet perdesi<br />
Dergehi <strong>Ali</strong> Abada müstakim ol Kemteri<br />
Gösterir vahdet eyleyen kelktıkta kesret perdesi<br />
Şeyh Küşteri'nin ününe cGülşen•. adındaki eseri<br />
de delildir. O eserden (aşadaki beyt) nakledilmiştir:<br />
Ademsin ol adeın(ıe sende sakin<br />
Bulunmaz vacibe malflm ve mümkün<br />
Aşadaki manzume de hayal oyunu hakkında söylenmiş<br />
ibretli bir eserdir:<br />
Bu perde çeşm-i ehl-i zahire bir nakş-ı surettir<br />
Rümuz erbabına amma ki temsil-i hakikattir<br />
Cihana benzetip Şeyh Küşteri bu perdeyi kurmuş<br />
Müşabih eylemiş ecnasa tasviri ne dikkattir<br />
Hevadar safaya neşve babşeyler bunun seyri<br />
.<br />
.<br />
Hakikat-bin olan erbab-ı tab'a ayn-ı ibrettir .<br />
Ne var bilmez veray-i perdede kimsedir tahkik<br />
Lisan-ı hal ile hal-i cihanı bir bitAyettir
241<br />
· Eğer dikkat olursa Karagöz'le Hacı İvaz'ın<br />
Malik-i fehıneden ebl-i kemale başka balettir<br />
Nice mana olur melhuz tahtında seyret<br />
Nitatın anlasun ehli deyu arz-ı nezakettir<br />
Sönünce şem' eşhas. sureta nabut olur birden<br />
Cihanın bi beka olduğuna işte işarettir<br />
Diğeri:<br />
Şern'ai şari yanınca cilvezardır perdemiz<br />
Pertev-i feyz-i safalar ruşenadır perdemiz<br />
Her dakika calib-i hayret rnena7Jr arzeder<br />
Bir temaşahane-i ibretnürnadır perdemiz<br />
Dier.<br />
Şem'amızda pertev-i feyz-i hakikat aşikar<br />
Hayre-saz dide-i ehl-i dehadır perdemiz<br />
Dideler ruşen gönüller ievkyab olsun bu şeb<br />
İnşirah ey-i bezme aşinadır perdemiz<br />
Gelse ol çeşm-i siyahım handeler peyda olur<br />
Cilvegah-ı şahid-i zevk-u safadır perdemiz<br />
*<br />
Bu bahis hakkında Mülga Meclis-i Kebir-i Maarif<br />
hasından muallim Ziya Beyefendinin Jana cevaben<br />
gönderdiği tezkerenin suretini aşağıya derceyledim:<br />
«Meşhur Karagöz oyununun icadı Bursa'da Belediye<br />
Bahçesi karşısında gömülü olan Şeyh Küşteri'ye<br />
isnat edildi ve muharrirlerimizden,<br />
müelliflerimizden<br />
Qirço!c ünlü zatın da, buna inandıklan beyan-ı alisiyle<br />
bu hususta başkaca bilgi ve mütalaam varsa bildi-<br />
P:16
242<br />
rilınesi cemelpiray-i tizim olan tezkere-i devletlerindeıt<br />
emir buyunılmuştur.<br />
Bendeniz yiiksek emirlerine uymayı bir şeref te<br />
likki eyleditim için cevabamı takdime cesaret ettim:<br />
Sultan-ül Evliya. ınürebbiyüJArifin. fahrülınuhakkıldn<br />
batm-l veliyet-i Muhammediye muhiyyül milleti<br />
veddin Ebu Abdullah Muhammet bin <strong>Ali</strong> ibnilarabi-et.<br />
TaHil-Hatemi el-Endülüsi Radıyallahü-anhu ve arda<br />
Htlerinin cFütııhat-1 Mekkiye• ismindeki yüksek<br />
eserlerini dikkatle mütalAa etmiştim, Bu kitap bakaik-ı<br />
nisabm üçyüzonyedinci babı ki onyedinci fıkrasının<br />
soıulannıza tam cevap teşkil edc:o:tini hatırladılundan<br />
o fı.krayı aynene teroeme ederek aşaya alıyor<br />
ve ten:emenin sonunda da babsimize ait bir iki<br />
düşünce arzediyorum. Bu suretle hakibtm meydana<br />
çıbnasma hizmet etmipem kendimi bahtiyar. addeder<br />
ve her halde cbet.ay-i mubasin-i enzar-ı devletlerine<br />
arz-ı iftikar• eylerim.<br />
Hazret-i Şeyh buyuruyorlar ki:<br />
(Bizim bu meselede ima ettiliıniz şeyin bakikatini<br />
bilınek murad eden. ba,.ı penlesiDe. oradaki suret<br />
Iere ve o suretlerden söyleyene batsm ki küçük çocuklar<br />
bu, perelenin mahiyetinden ve onun arkasında<br />
durup eşbası oynatan ve şahısiann dilinden söyleyen<br />
zatten habersizdir, onu görmezler.<br />
Dünyada da hakikat, bunun aynıdır, insanların çoiu.<br />
farzettinıiz küçük çocuklar gibidir. Bunun sebebi<br />
açıktır.<br />
Görülür ki, küçiik çocukhr hayal meclisinde sevinirler,<br />
sevinçlerinden güler, oynarlar. Gaflet erbabı ise<br />
. .
243<br />
hayal meclisini sırf vakit geçirecek adi bir eğlence sayarlar.<br />
<strong>Ali</strong>mler ise bundan ibret alırlar; onlar bilirler ki,<br />
•<br />
hayal perdesi ancak bir misaldir.<br />
Bunun için önce hayal perdesinde Vassaf denilen<br />
zat gözükür, söz söylemeye başlar, ilahi azameti dile<br />
getirir. Kendisinden sonra hayal perdesine birbiri ardınca<br />
her sınıftan gelen suretler ile mükaleme ve muhavere<br />
eyler. Seyredenler bildirir ki: «Hak Taala bu perdeyi<br />
kullarına bundan ibret alsınlar diye nasip eylemişlerdir.<br />
Bununla beraber hayal perdesinde gizli hakikatleri<br />
gaflet erbabı gülünç bir eğlence sayar.<br />
İşte bundan sonra Vassaf<br />
perdeden kaybolur.<br />
Vassaf dediğimiz zat, bizce Adem aleyhisselamdır. cFütuhat-ı<br />
Mekkiye•nin terceme eylediğimiz<br />
şu bahsini<br />
okuyan· Orhan Gazi zamanı ricalinden olan Şeyh Küş.<br />
teri'nin Karagöz oyununun mucidi olamayacağını tes<br />
Urnde teredqüt etmezler. Zira Şeyh-ül Ekber efendimiz<br />
Kitab-ı Fütuhat'ı 599 (1202) taribinde Mekke-i Mükerreme'de<br />
bulundukları sırada telif buyurmuşlardır;<br />
sabittir. Tabiatiyle bahsettikleri hayatin de ondan evvel<br />
mevdut olması zaruridir.<br />
Müellifin Şam'da oturduklan sırada, yani<br />
bu<br />
600<br />
(1203) tarihlerinden sonra bir kere daha Fütuhat nüshasını<br />
yazmış bulunmalannın esas meseleye hiçbir tesiri<br />
olamaz.<br />
Şeyh Küşteri ise 761 yılında vefat etmiş olan Orhan<br />
Gazi asnnda yaşamış bir zattır. Kendisinin o tarihten<br />
birbuçuk asır evvel mevcudiyeti bilinen bir oyu-
244<br />
.<br />
nun icat hakkına sahip olmasına nasıl ihtimal verile·<br />
bilir? Kaldı ki Fütuhat'ın satırlarında bimz dikkat edilirse<br />
bu oyunun Fütuhat'ın telif tatibinden de çok zamaiı<br />
evvel Arap diyannda mevcut ve meşhur oldu<br />
anlaşılır.<br />
Buna binaen denilebilir ki, Osmanlı medeniyetinin<br />
zuhur ve intişan üzerine Bursa'ya gelmiş olan Şeyh<br />
Küşteri, evvelce Arap diyannda görüp belledi oyunu<br />
-Osmanlı medeniyetini teşkil eden heyetin kabiliyetini<br />
görerek- o sırada Arapçadan Türkçeye nakil ve<br />
terceme· etmiştir.<br />
İşte Şeyh Küşteri olsa olsa Osmanlılık dünyasında<br />
bunun ilk önce nakli ve neşri hak ve şerefini muhafaza<br />
edebilir. Esasında icadına sahip olamaz. Bu<br />
Acizleri Arap medeniyetine ait tafsilltı maalesef görüp<br />
mütalAa etmeye muvaffak olamadım. Ümit ederim ki<br />
göremedimiz eserlerde bu oyunu icat edene ve icat<br />
tarihine ait tafsillt da vardır.<br />
lAkin şurası gayrikabil-i jnklrdır ki, Osmanlı müelliflerinden,<br />
Şeyh KUşteri'nin mucitliine inananlar<br />
kütüphanelerimizde ve memleketimizde nüshası pek<br />
çok olan Fütühat'ı da okumaya muvaffak olamamışlardır.•<br />
Yukandaki tafsillttan anlaşıldına göre hayal<br />
oyunu çok zaman evvelmevcut olup fakat Orhan Gazi<br />
asn ricalinden Şeyh Küşteıi, Osmanlılann kabiliyetlerine<br />
göre deştirmiş, düzenlemiş, Yıldınm Bayezit za-<br />
. manında da bitişara başlamıştır •<br />
.<br />
Tarihler, Bayezit'in birçok nedimleri oldunu yazarlar.<br />
Bunlardan Kör Hasan adında bir zat, bu sanatı<br />
çok iyi . biliriniş ve . padişahin huzurunda oynatırmış.
245<br />
Kör Hasan'ın torunlarından Mehmet Çelebi de hayal<br />
oynatmakta pek ünlü imiş. Haftada birkaç gece<br />
Dördüncü Murad'ın huzurunda Karagöz oynatırmış.<br />
Yedi yaşında tahta çıkan Avcı Mehmet hayal oyununu<br />
sevdilinden Bekçi Mehmet adında bir hayal<br />
oyuncusu, padişahın mizacına göre bazı değişiklikler<br />
·<br />
yaparak onu eitlendirinniş. Bu bekçi Mehmet 1659 tarihinde<br />
vefat etmiştir. Sonralan Şerbetçi Emin adında<br />
biri şöhret yapmış.<br />
Üçüncü Selim ıamanında yetişen Kasımpaşalı Hafız<br />
Bey ve İkinci Mahmudun nedimlerinden Sait Efendi<br />
benzeri az bulunur hayl oyunculan imiş.<br />
Bu hafız Beyi, Beylerbeyi yalılanndan birinde yapılacak<br />
sünnet düllinüne peylemişler. o cemiyette bir .<br />
unutkaniıiın hatasını hemen düzeltip maharetini yine<br />
ispat etmiş. Böyle olduitu halde Üçüncü Selim huzurunda<br />
Karagöz oynatırken yaptıAı bir gaf yüzünden<br />
oyunu hemen tatil etmiş ve sanatı da bırakmıştır.<br />
·Hayalcilik, çok uyanık bulunmayı gerektiren ince<br />
bir sanattır. Buna ait iki biklyeyi yazmayı uygun gördüm:<br />
IlAFIZ <strong>BEY</strong>İN CEMIYETrEIC.t<br />
BAŞARISININ<br />
HtKAYESt<br />
Hafız'ın semti ·Kasımpaşa olduitu için eskiden beri<br />
usul oldulu üzere yardakçı1an, takımJan alıp cemiyete<br />
giderler. Kendisi de d$Jca levazımı hazır bulurmuş.<br />
O gün için adamianna tembih etmek hatırın-
24e<br />
dan çıkmış. Kendisi cuma akşamı yalnız otarak Beylerbeyi'ne<br />
gitmiş. Yardaçılarını orada göremeyince<br />
aklı başından gitmiş. Ne çare ki, o tarihte şirket vapurlan<br />
da yok. İskele kayığı ile Kasımpaşa'ya kadar<br />
gidip dönünceye kadar sabah olacak. Bir çare düşünmüş.<br />
Cemiyetin daire müdürünü bulup işi gizlice an-<br />
.<br />
.<br />
tatmış. Kendisine yalnız perde kurmak için bir yatak<br />
çarşafı ve aktarlarda satılan Karagözle Hacivat istemiş.<br />
Istekleri yerine getirilmiş.<br />
Vakta ki, oyun başlamış, Hacivatla Karagöz mey·<br />
dana gelmişler, muhavereye tutuşmuşlar. Gülmeler de<br />
yükselmiş. Muhavere kızıştıkça da kahkahalar ayyuka<br />
çıkmış. Hazır bulunanlar gülrnekten çatlamak derecesine<br />
gelmiş. Hiç kimse vaktin nasıl geçtiıinin farkına<br />
varamamı ş.<br />
Neticede bir münasebetine getirip Hacıvat'ın K.aragöz'e<br />
hitaben:<br />
«Artık .Karagöz senin ettin kusurlar için lazım<br />
gelen cezayı inşallah diğer bir cemiyette tertip ede.<br />
rim. Bu akşam bu kadarla iktifa edelim• demesi üzerine,<br />
evsahibi derhal Hafız'a hücum ile:<br />
cNe demek efendim, seninle sabaha kadar üç oyun<br />
üzerine pazarlık etmiştik. Daha henüz birine bile başlamaksızın<br />
oyuna son vermek istiyorsun. Mukaveleınizi<br />
tamamen yerine getirmeye me.cbursun• diye vaki<br />
olan ısrarına karşı Hafız:<br />
«Evet efendim, mukavelemiz öyleydi. I:akat hayal,<br />
geceye mahsus bir eğlencedir. Gündüz kabil ise mukaveleyi<br />
icraya hazırım» diyerek pencerenin perdesi·<br />
ni kaldırınca, herkes sabah olduğunu görmüş. İşte, yalnız<br />
muhavere ile sabaha kadar vakit geçirtmeye ko-
247<br />
Jayca muvaffak olunamayacaAı düşünülürse Hayali Hafız'ın<br />
sanatınaki kudreti anlaşılır.<br />
DİL TAKILMASI FlKRASI<br />
Hafız Bey bir gece Üçüncü Selim'in huzurunda hayal<br />
oynatır. Oyun. Karagöz'ün ağalıAıdır. Rethudası<br />
Hacivat, birtakım köleler ve earlyeler satmalarak Karagöz<br />
ağanın konağına getirir. Ağa. Selim adındaki kö<br />
le lerden birine yüksek sesle seslenir:<br />
Jip:<br />
c Selim!•<br />
Üçüncü Selim Jatife olsun ·diye hemen cevap verir:<br />
«Buyurun! •<br />
Bunun üzerine Hacivat. Karagöz'ün karşısına ge<br />
•Eeeey Karagöz. huzur-i şabanede bir sürç-i Jisan<br />
ettin ki, hiçbir zaman affı kabil değildir. Şevketmeap<br />
efendimiz sana hacca ruhsat buyurdular. Artık tövbe-.<br />
kar olup Hacca gideceksin.•<br />
Der ve derhal perdenin arkasındaki mumu püf diye<br />
söndürür. Üçüncü Selim telaş edip:<br />
cHafız, valiahi gücenmedim. Muradım bir latife<br />
idi. Kesme, oyuna devam eyle• derse de Hafız:<br />
cCenabı Hak, ömri şevketinizi artırsın. Efendimiz<br />
kusuromu af buyurduntiz: I ak in sanat itibariyle bu hata<br />
benden çıkmamalı idi. Madem ki çıktı. artık benim<br />
asla meziyetim kalmadı• cevabını verir ve tövbe edip<br />
Hacca gider.
HAYALl SAİT EFENDI<br />
Hayali Sait Efendiye gelince: Bu zat pek deerli<br />
bir hayali imiş. Önceleri Üçüncü Selim fasıl takımında<br />
neyzen ve giriftzen:0 aynı zamanda da zarif ve n ük teda<br />
nmış. Bu ytızden meşhur Veliefendizade Emin, devlet<br />
müşaviri Halet Efendi, Hoca Numan, Hatif, Yenikapı<br />
Mevlevi Şeyhi Abdilibaki efendiler ve Keçecizade<br />
İzzet Molla Efendi gibi nice zarif zatın meclislerinde<br />
bulunmuş ve sohbetlerinden yararlanarak İkinci Mahmud'a<br />
musahip olmuştur.<br />
Bazı olaylardan dolayı padişahın gazabına . uyan<br />
birçok adamın kurtarılması,nda tesir-i oldunu rivayet<br />
ederler. Yine. musahiplerden Abdi Bey merhumla<br />
padişahın huzurunda geçen konuşmaları ve birçok<br />
menkıbeleri halkın dilinde hala dolaşır.<br />
Sait Efendi, Serasker Müsteşarı esbak Ahmet Bey<br />
merhumun pederleridir. Sultan Mahmud'un ölümünden<br />
sonra emekliye ayrılmış, Bahariye'deki sahilhanesinde<br />
olurmuş ve 1855 yılında vefat etmiştir. Bahariye<br />
Caddesinde İplikhane Kışiası büyük kapısının karşısında<br />
gömülüdiir. Abdi Bey merhum da, Üçüncü Selim<br />
fasıl takımı çavuşlarından olup cKüpeli Çavuş• laka·<br />
bını taşırmış. Bu zat, 1835 tarihinde Ramazanın birinci<br />
günü vefat etmiş, Hazret-i Halid türbesinin Şahsultan<br />
İmareti karşısındaki kabrine gömülmüştür.
Orta Oyunlan<br />
Orta oyunları, hayal oyununun daha genişi ve bilhassa<br />
tabiilik halinde olarak 1591 tarihlerinden sonra<br />
tertip edildi. Dördüncü Murad .v e Deli İbrahim devirlerinde<br />
de umumi rağbet kazandı. Ve ikişeryüz kişilik<br />
oniki kol ortaoyunculan yetiştirildiği rivayet edilmektedir.<br />
Yakın zamanlara kadar ortaoyuncuları «Zuhuri<br />
Kolu», «Han Kolu», «Kirli Kol», «Yoran Kolu» adlariyle<br />
birçok koliara ayrılmıştı. Bunlar yaz mevsiminde<br />
Modaburnu, Yoğurtçuçayırı, Göksu, Çubuklu ve daha<br />
bu gibi seyir yerlerinde; kış mvsiminde de İskilip Hanı,<br />
Kadripaşa Ham gibi üstü örtülü yerlerde, resmi ziyafetlerde,<br />
kibarlann cemiyetlerinde oynarlardı.<br />
Ortaoyunlarının muzikası eski usftl üzere zurna,<br />
çiftenara, davutdan mürekkeptir. Fakat her . şahıs ne<br />
taklidine çıkarsa, o taklide mahsus parçayı çalmak ve<br />
oyunun saza ait kısmını idare etmek zurnacıya ait olduğu<br />
için, her zurna çalan ortaoyunlarında icray-ı sanat<br />
edemez. Çünkü evvelce meşk etmek şarttır. Ortaoyunlannda<br />
eski usul gereğince önce saz köçek havaları<br />
çalmaya başlar. Tam takım olmak üzere 12 kişiden<br />
ibaret köçekler raksa çıkarlar. Sivri külahlı bir<br />
güldürücü de elinde şakşak olduğu halde oyunculan
25(t<br />
takip eder. Buna «pusatçı• denir. Vazifesi raks sırasında<br />
tuhaflık etmektir.<br />
Sonra kol takımının hepsi curcunaya çıkarlar. Cur·<br />
cumacilann başlannda uzun ve kısa sivri külalllar ve<br />
sırtlannda acayip elbiseler bulunur. «Çıngıraklı Kukla•,<br />
cBurunsuz Beşe•, «Kambur Cüce•, cToparlak KöaiJı.dan:<br />
se• gibi garip garip isimlerle çanlırlar. Hepsi bir<br />
•Dalda bir keçi, sivridir kıçı, kahpenin piçi, bun-<br />
. da bir iş var• tekerlemesini sazla beraber söyleyerek<br />
cala ala hey-den ibaret nakarat esnasında maskara şe<br />
Idiler alırlar ve tabiatın ne kadar biçimsiz mahlitku<br />
varsa, onu taklit ederlerdi.<br />
Bunlardan sonra başında dilimli bir kavuk ve sırtmda<br />
tenarianna kürk çevrilmiş bir cübbe,<br />
,<br />
· altında<br />
çakşır, ayakJannda san mest papuç olduğu ve elinde<br />
cpastab tabir olunıan cşakşak» olduğu halde vakannı<br />
muhafaza eden bir adam tavriyle ar ar pişekar<br />
meydana gelir; yerle beraber temenna edip:<br />
eFilan oyunun taklidini aldım, usul ve ahenk ile<br />
efendilerime temaşa ettireyim.•<br />
Der ve elindeki şakşak ile zurnacıya «çal• işareti<br />
ni verir ve artık oyuna başlanmış sayılır.<br />
Oyunun başından nihayetine kadar<br />
oyuna çıkan<br />
muhtelif şahısların hepsi önce pişekar'a müracaat ederler.<br />
Bunlann her birine başka başka meram anlatmak<br />
.ve aralanndaki macerayı idare etmek ve bahis konusu<br />
olan meseleyi hal ve fasleylemek pişekar'a ait bulundulundan,<br />
ortaoyunculan arasında peşikarlık mühim<br />
bir vazife sayılır.
251<br />
Sonraları curcunaya çıkmak adeti oyundan çıkarıldı.<br />
Köçekler de, resmen kaldırıldı. Zenneler raksederek<br />
çıkarlardı. Sonraları bu raks usulü de terkedildi.<br />
Vaktiyle, ortaoyunculan içinde mükemmel mukal<br />
Iitler vardı. Arap, Uz, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi<br />
taklitlerini, Türk kolunun envaını, Çıtaklan, Boşnakları<br />
güzel taklit ederlerdi.<br />
Sultan Aziz, tahta çıktıı sıralarda ortaoyuncularımn<br />
ünlülerini Müzika-i Hümayuna aldı. O vakit bunları<br />
milletin ahlakına hizmet edecek yolda tanzim ve<br />
ıslah etmek arzusunda olduğtı rivayet olunmuştu. Hal·<br />
buki sonradan Mabeyn katiplerinden Ziya Bey (Paşa)<br />
ve Bahriye miralaylarından (albaylarından) Mabeyn-i<br />
Hümayuna memur DUaver Paşazade Muhtar Bey gibi<br />
nedimlerin teşvikiyle bunları <strong>Ali</strong>, Fuat ve Mısırlı Kamil<br />
Paşalar vesair vükelanın şekline sokup bunların<br />
taklidini yaptırıp elendiği rivayet olunur. Devlet<br />
adamları, hükümdarlarını taklit eyledikleri için bu gibi<br />
elencelerin do olmadıı söylenirdi.<br />
VEHBİ MOLLA HİKAYESİ<br />
Bu Vehbi Molla, Ebulenf denmekle meşhurdu. Zira<br />
burnu o kadar büyüktü ki, benzeri pek azdı. Kendisi<br />
ilimden anlamaz, ilim adamları yanına giyimine dikkat<br />
etmez kıyafette getirdi, hemen parlamaya hazır, sinirli<br />
bir adamdır. Dahil olduğu mecliste mutlaka bir<br />
münakaşa vesilesi bulur, hiddet bulıranları arasında<br />
şuna buna atar, tutardı.
252<br />
.Şahsına mahss bu hiddeti tuhaf ve eenceli ol·<br />
dulu için devrinin vükela ve kibarlannca makbul bir<br />
nedim sayılırdı.<br />
Mizah gazetelerimizden Çaylak Gazetesi başyazan<br />
Tevfik Bey memurnun pederi, Gümrük tahsildarlından<br />
emekli Mustafa Efendi nüktedan bir zattı. Bir ak·<br />
şam, merhum Şevket Paşanın konaiında Vehbi Mollaya<br />
yaptı muzipli ifade etmişti. Bu Şevket Paşa, Jlte·<br />
şit Paşa yetiştinnelerinden olup vaktiyle Babı<strong>Ali</strong>'de<br />
beylikçilik, müsteşarlık gi·bi önemli memuriyetlerde ve<br />
bazı valiliklerde bulunmuştur. Konağı, Mahmutpaşa<br />
hamarnı yanındaydı. Bu konak, sokak kapısından geride<br />
ve bahçe duvan içinde olduiundan, önce bahçeye,<br />
sonra da kon.aia girilirdi. Bir akşam Mustafa Efendi<br />
konata 8idip Paşa ile otururlarken, çubukçusu, çantacısı<br />
ve seyisi yanında oldulu ve mükemmel bir hayvana<br />
bindili halde Vehbi Mollanın bahçe kapısından<br />
içeri girdilini görürler.<br />
Paşa, Mustafa Efendiye:<br />
eBu akşam Mollaya bir muziplik yapabilir misin ?•<br />
der. Mustafa Efendi de:<br />
•Hay hay, yalnız benim kim olduiumu sual edince,<br />
musiki ustalanndan olduiumu ve sarayda bulunduiumu<br />
söyleyiniz. Başka bir şey katınayınızıt diye ce<br />
vap verir. Molla Efendi de, oda kapısından içeri girer;<br />
derhal ayata kalkarlar.<br />
Teşrifat gereiince, sırtındaki binişi aldınrlar. Çubuklar,<br />
kahveler ısmarlanır, sohbete başlanılır.<br />
O tarihlerde, bu Mustafa Efendi, kır sakallı, altmış,<br />
altmışbeş yaşlannda bir adam oldulu halde kendisini<br />
daha yaşlı ve ağırbaşlı bir tarzda gösterir.
253<br />
Molla Efendi bunu ilk defa görünce cam sıkılır.<br />
Bir aralık Mustafa Efendinin dışarıya çıkmasını fırsat<br />
bilip:<br />
cBana her zaman sıkça sıkça gelmezsin<br />
Geldilimde d birtakım mendebur<br />
dersin.<br />
herifleri karşuna<br />
dizersin. Böyle herifler yanmda rakı içmek şöyle dursun,<br />
lAubali sohbet bile meslelime aykırıdır. Bu herif<br />
de kim?• diye sual eder. Paşa, Mustafa Efendinin öğrettili<br />
gibi söyler ve:<br />
Mustafa Efendi odaya girince de:<br />
cZatıMinizi şimdiye kadar tanımak şerefine<br />
cSıkılmaya yer yoktur• diye cevap verir ve Mustafa<br />
Efendinin istediği gibi tanıtır. Molla Efendi de rahatlar.<br />
maztıar<br />
olamadığıma müteessifim. Bu akşam birlikte bulunduğumuzdan<br />
dolayı kendimi bahtiyar addeylerim•<br />
gibi başlangıçlardan sonra, musiki bilgisinden faydalanmak<br />
ümidinde bulundunu anlatır.<br />
Mustafa Efendi, takındığı eski devir .adamı tavnnı<br />
muhafaza ederek söze başlar:<br />
•Efendim, 75 yaşındayım. Üçüncü Selim devri mu-<br />
' .<br />
9i.i muallimlerinin çoğuna yetiştim. Bir hayli şeyler<br />
geçtim. Ferahnak makamının mucidi, büyük pederim<br />
Şakir Ağadır. Fakir ol vakitler 20 -25 yaşlannda idim.<br />
Yalnız merhumdan geçtiğim nakış, beste, seın.ai otuz<br />
kadar parçayı geçer. Ferahfeza takımını bestelediğim<br />
zaman merhumun takdirini kazanmıştım.<br />
HAla sahafları ve kütüphaneleri dolaşır, musikiye<br />
dair elime nadir bir eser geçerse istifade etmeye çalışınm.<br />
EUi yıldır heveskarane musiki talimi ile<br />
·<br />
meş-
254<br />
gulüm. Halen muzika-i Hümayunun fasıl takımianna<br />
muallimlik ediyorum. Şimdiki musiki muallimlerinin<br />
çoğu eski eserler şöyle dursun, yenilerini bile doru dürüst<br />
talim edemiyorlar.<br />
İçlerinde öyleleri var ki, güfteleri bile doru te<br />
Jaffuz edemiyorlar. Ço cahil ve hodbin. Talebeleriyle<br />
uraşmak tarafına yanaşmıyorlar.<br />
Ah efendim ah! İnsan, sanatının işıkı olmalı. Sazlarda,<br />
bestelerde sühuletten ziyade sanat aranmalıdır.<br />
Bendenizin musikiyi öÇenmek ve öÇetmek sevdasın<br />
dan başka bir emelim yoktur. Ne çare ki, işret gibi<br />
bir bela ile deingiizar oldundan, şu son zamanlarda<br />
sesimin eski halaveti kalmadı• diye verdi izahatı,<br />
Molla Efendi dinleyince:<br />
cAmanın ben bu akşam bir musiki hazinesine malik<br />
olmuşwn da haberim yok» diyerek, daha nice İstirhamlar<br />
ederek lutnu sabırsızlıkla bekledii söyler .<br />
. «Öyleyse, efendim müsaade buyurun da, bir kadeh<br />
rakı içeyim• der. Kalkar, tepsinin başında kadehler<br />
tokuşturulur, çubuklar tazelenir . . Molla, luttunu<br />
bekledini tekrar eder·. Mustafa Efendi:<br />
. «Başıla beraber, fakat korkanın ki, bu akşam<br />
efendimizi yorgunlm dolayısiyle gere kadar hoşnut<br />
edemeyece. Zira dün akşam Ihlamur Kasr-ı Hümayununda<br />
Şevketmeap efendimiz, küme faslı ferman<br />
buyurmuşlardı. Bendeniz de, vazife gere beraber bulundum.<br />
Fasıl, bahçede oldu. Yan geceye kadar devam<br />
etti. Bizler, padişahın iznini beklerken, kurenadan<br />
bir bey geldi:<br />
•Musfa, sine kemanı ile, bir saba 'taksim etsin•<br />
iradesini tebli etli. Bu da bendenizi gerei gibi yordu.
255<br />
Bilhassa gecenin rutubeti ve ihtiyar lık ... Bu bakımdan<br />
söyleyeceğim bestenin perdesi biraz pesten olacaktır.<br />
Artık kusura bakılmamasmı rica ederim• demesi Uze<br />
rine, Molla'da istek, bir kat daha artar. O nispette de<br />
ricalar ve istirhamda bulunur, başlayacak zanniyle · de<br />
dinleyenlere mahsus bir tavırla gözlerini yumup aşıkane<br />
alılar çekmeye başlar.<br />
Halbuki Mustafa Efendi, yine rakıya kalkar. Biraz<br />
zaman daha geçer. Bu defa söz, geçmişteki musiki<br />
ustalannın hangisinin hangisine üstün olduğu konusuna<br />
gelir. Ve konu, sazlardan hangisinin daha makbul<br />
ve müessir olduğuna adar.<br />
Bu bahis de bir hayli devam eder. Mustafa Efendi<br />
başlayacakmış gibi, hangi makamın arzu huyurulduğunu<br />
sual eder.<br />
Bu kere de, musikide hangi saatte hangi makamın<br />
okunmasının uygun olacağı bahsi sürüp gider.<br />
Mustafa Efendi, ltri merhumunun bu mesele hakkındaki<br />
düşüncelerini uzun boylu hikaye ettikten sonra<br />
kendi düşüncelerini de aynı uzunlukta anlatır.<br />
Mustafa Efendinin musiki bilgisi hakkında Molla<br />
Efendiye kanaat gelir. Fakat sabn da o kerte tüken- .<br />
meye başlar . .<br />
Mustafa Efendi, tekrar rakıya kalkar, çubuklar tazelenir.<br />
Beriden Molla da hamurdanarak patlamaya<br />
hazır bir bomba haline gelir. Bu hali farkeden Mustafa<br />
Efendi, hanendelere mahsus bir vaziyet alır: Ses kazımak<br />
için birkaç defa öksürür. Elini çenesine koyar,<br />
çirkin sesiyle avazı çıktığı kadar danalar gibi bağırmaya<br />
ve:
256<br />
Adalarda kalan yavrum<br />
türkiisünü çağırmaya başlayınca Molla neye uğradığını<br />
bilmeyerek yerinden fırlar:<br />
«Anladım kerata, kes ... Akşamdan beri yemediğin<br />
bok kalmadı. Sonunda yapacağın bu muydu?ıo deyince,<br />
Mustafa Efendi:<br />
«Vay, beğenmediniz mi?ıo der.<br />
«Kim beenir ki, ben beğeneceğim?ıo demesine<br />
karşı:<br />
«Öyleyse beğendirinceye kadar söyleyeceğim» deyip<br />
devam eder.<br />
«Aman sus, beğendimıo dediğinde de:<br />
«Madem ki, beğendiniz söyleyecem» der, durmadan<br />
bağırır. Molla'da buna tahammül kabil mi? Gözler<br />
ateş kesilir, çehre mosmor ... Küfür tufanını ağız<br />
dolusu savurur. Beriki yine ara vermez, bağınr.<br />
cHerif sus, kan beynime çıktı, çildıracağımıo demesi<br />
de kar etmez. Hiddetinden kavuğu, cübbeyi atar,<br />
çubuğu çeker, Mustafa Efendiye hücum eder. Çubuk<br />
parçalanır, imamesi kınlır.<br />
Molla zıp zıp sıçrar, ter - ter tepinir. O telaş arasında<br />
işret masası alt - üst olur, devrilir. Tabaklar, srahiler<br />
kadehler şaıkır şakır kınlır, ortaıya yayılır.<br />
Molla bir aralık evsahibine de hücuin eder.<br />
sahibi harerne kaçar.<br />
Ev<br />
«İbadullah, şu herif bu gece ölümüme sebep olacak.<br />
Can kurtaran yok mu?-. diye avaz avaz bağırır. Bu<br />
haykırdıkça, heriki daha ziyade bağınr. Harem, selamlık,<br />
konak halkı:
257<br />
cNe oluyor?» diye birbirine karışır. Uşaklar odaya<br />
koşar, güç bel! Mustafa'yı sustururlar. Bir yandan da<br />
ibrik getirip Molla Efendinin yüzünü gözünü yıkarlar.<br />
Ve bin müşkül!tla hiddetini dindirmeye muvaffak<br />
olurlar.<br />
.<br />
. Mustafa Efendi, bu fıkrayı naklettii zaman:<br />
cMolla Efendi, o tarihten sonra bana nerede rastlasa,<br />
başın.ı sallayarak:<br />
cYezid, imansız herif; beni deli edecektin» diye<br />
hiddetlenirdi demişti. Molla Efendiyi en ziyade kızdıranlardan<br />
biri de, Bebekli Saip Bey merhumdu. HattA<br />
bir sünnet dününde Vehbi Molla, beline kuşandılı<br />
yarım top şah göstererek, güya bşkalannıı:ı haset<br />
damarlarını kabartmak istediği sırada Saip Bey yük·<br />
sek sesle:<br />
cHey Yarabbi, hey Ulu Rabbim!» diye baırınca,<br />
herkes susar ve bütün gözler onun .üzerine çevrilir ve<br />
beklerneye başlarlar. Saip Bey de, ellerini kaldırıp:<br />
«İlAhi Rabbim, Bedesten kapılannda şu herifi,<br />
elinde şal olarak «Aman beylerim efendilerim,. üç gündür<br />
açım. Elimde şu şaldan başka bir şeyim kalmadı.<br />
Bugün on paraya sahip deilim. Allah için olsun bu şala<br />
ne verirseniz sadaka yerine geçecektir• dediğini bana<br />
· göster• deyince:<br />
«Vay kerata ... » deyip, çubuğu çekerek, Saip Beyin<br />
üzerine yürümüştü.<br />
. Bu Vehbi Molla Efendi, 1877 yılında vefat eyledi.<br />
Çamlıca'da Bektaşi tekkesinde gömülüdür.<br />
O devrin kibar meclis ve manfillerinde daha birçok<br />
zarif nedimler vardı.<br />
P:17
258<br />
Bu zatların tatlı latifeleri,- nükteli sözleri, o mec.<br />
lislere neşe katardı. Hafız Ömer Faiz Efendi, Şair Kanhealı<br />
Nihat Bey, Şeyh Cemal Efendi, Billurl Mehmet<br />
Efendi bu kişilerin başında sayıhrdı.<br />
Bilhassa Hafız Ömer Efendinin fıkraları meşhurdur.<br />
Fuat Paşa merhum, Abdülaziz'in maiyetind,e 1862<br />
tarihinde Mısır'a giderken Hafız Ömer Efendiyi de padişaha<br />
tanıtmak istemiş.<br />
Kendisinden izin aldıktan<br />
sonra Mısır yolculuğuna onun da katılmasını sağlamış.<br />
Vapuı'da Hafız Ömer Efendiye bir iki fıkra aniattırarak<br />
padişahın memnunluğunu kazanmış. Naklettiği fıkra·<br />
tardan birisi «Çala Mehterbaşı» fıkrasıdır. Bu fıkradan<br />
hasıl olan neş-enin derecesi hakkında bir fikir verebilmek<br />
için bulasasını aşağıya kaydediyorum:<br />
'<br />
ÇALA MEHTERBAŞI FlKRASI<br />
Vaktiyle valinin biri, yani Kaba Hakkı Paşa, memuriyet<br />
yerine vardiğı zaman, . iskeleye çıkar. İstikbal<br />
için eyalet memurlan ve ahali iskele meydanında hazır<br />
bulunurlar. Mehterhane (1) de şöyle bir tarafta yer<br />
alır.<br />
İskele meydanmda binek taşı olmadığı için, bu taşın<br />
hizmetini görmek üzere, büyük bir üzüm küfesini<br />
ters olarak uygun bir yere koyarlar. Üstüne de çuha<br />
örterler.<br />
(1) Mehterhane denilen bu resmf mıızika tabl, davul,<br />
m1lteaddit zurna, nekkare, çiften.:ra, kiJsden m1lrek·<br />
kepttr.
259<br />
Vali Paşa, beygirine binrnek için küfenin üzerine<br />
çkmasiyle beraber «çala mehterbaşı»<br />
kumandası da<br />
verilir. Mehterhane de, çalmaya başlar. Halbuki paşa,<br />
küfenin üstünden hayvanın üzengisine ayağını atacaı<br />
sırada, küfe çürük olduu için dibi çöker, Vali Paşa,<br />
•<br />
boazına kadar küfenin içine gömülür.<br />
Zavallı adam Qirdenb-ire neye<br />
uradıını bilmez.<br />
Avazı çıktığı kadar bağırmaya başlar. Fakat mehterha.<br />
nenin güriiltüsünden sesini kimseye duyuramaz. Çabalar,<br />
'çırpınır, küfe altüst olur ve devrilir. İçinde paşa<br />
olduğu halde yuvarlanmaya, hayvan da, küfeden ürküp<br />
kişnemeye ve etrafa çifte atmaya başları. Yakınında<br />
olanlar da telaşa düşer, şaşınr.<br />
«Bre tutun, vurun» kumandalan verilir. Mehterhane<br />
gürültüsünden halk ne olduğunu anlayamaz. Birbirine<br />
karışır. Mahallin . sekbanları, hayvanın yularını<br />
yakalar. Birtakımı da küfeye hücum ederler. Kimi paşanın<br />
sakalından yakalayıp kafasını dışanya çekmeye<br />
uğraşır. Bin müşkülatla paşayı kurtarmaya muvaffak<br />
olurlar.<br />
Biçare adamın sakalının yarısı kopmuş, yüzü gözü<br />
bereler, kanlar içinde kalmış: bağırmaktan boazı<br />
tıkanmış, kallavisi, erkan kürkü lime lime olmuş olduğu<br />
halde, güç bela hayvana bindirilip konaa getirilir.<br />
Fıkra bundan ibarettir. Fakat Hafız Ömer Efendi<br />
öyle güzel nakleder ve olayın kahramanlarını gözönünde<br />
öylesine canfandınr ki, gülmernek kabil olmazdı.<br />
Abdülaziz Mısır'a. giderken İzmir' e uraması ve<br />
cuma selamlık resminin orada yapılması kararlaştırı-
260<br />
tır. Padişahı görmek üzere İzmir ve cıvarından binlerce<br />
ahali İzmir rıhtımında toplanır .<br />
. Padişah, iskeleye çıkıp üzeri al çuha ile kaplı binek<br />
taşından hayv
261<br />
Diye itizar ettiği zaman padişah:<br />
« İnşaallah bu makamda saç . sakal ağartırsınız•<br />
Buyurmuştur. Henüz bir ay olmaksızın bir Cuma<br />
günü Boğaziçi'nde Boyacıköyü'nde o zaman oturduğu<br />
yalının arka· tarafındaki köşkte bazı ahbaplariyle bulunurken<br />
Başınabeynci Neşet Bey gelip s8:daret mührünü<br />
elinden alır.<br />
•<br />
•<br />
<strong>Ali</strong> Paşa bundan tabii müteessir olur. Meclisin neşesi<br />
bozulur. · Hazır bulunaniann bu üzüntüsü bir süre<br />
devam eder. O aralık Hafız Efendi söze başlar:<br />
«Bizim saraylı, yani karısı, her ne zaman kederli<br />
fena bir haber versem «of aman öldüm öldüm» der<br />
de ölmezdi. Müsaade huyurulursa gideyim de · haber<br />
vereyim. Belki bu defa salıiden ölür, ben de kurtu-<br />
· lurum».<br />
Der ve paşa da kahkahaları sahverir, meclisin eski<br />
neşesi de yerine gelir.<br />
Hafız Ömer Efendi çağdaşların<br />
nüktedanlarına<br />
daha üstün görünürdü. Hele bir· takım hikayeleri vardı<br />
ki, her biri roman yazariarına bile sermaye teşkil<br />
ederdi. (1)<br />
(1) Ha/ız ömer Efendinin eşi eski saraylılardandı. Yaşı<br />
da efendiden birkaç yaş fazla oldu(Ju siiylenirdi. Ken<br />
disi gayet şen ve sohbeti hoş bir kadındı. Sık sık sa·<br />
raya aldınlırdı. Hele tkinci Mahmud'un kızı Adile<br />
Sultanın pek sevgilisiydi. Ço(Ju kez onun sarayı'nda<br />
bulunurdu. Efendi ile hanım saraylarda, konaklarda<br />
bulunduklan için çoğu uzun zaman birbirlerini oiir·<br />
medikleri olurdu.
' .<br />
,,<br />
'<br />
1<br />
1<br />
• •<br />
\<br />
1<br />
\"<br />
1 '<br />
1<br />
•<br />
1<br />
f..<br />
\<br />
' 1 1<br />
'<br />
1<br />
1<br />
. · .<br />
. . . ..<br />
• •<br />
·,<br />
' ' ••<br />
..<br />
•<br />
'<br />
•<br />
1<br />
1<br />
' lı<br />
1<br />
•<br />
1
263<br />
Merhumun nice yıllar meclislerinde bulunmuş ve<br />
hikayelerinin bir çoğunu dinlemiştim. Mesela «Seraserci<br />
Arif Ağa», «Kazaz Artin», «İş Eri Ahmet Ağa•,<br />
«Habip Odabaşııo, «Kaptan Paşa Çıplağııo, «Abdullah<br />
Çavuş» gibi geçmişlerimizin hayat tarzını dile getiren<br />
milli hikayeJet geçmişin meçhulleri arasında kaybolup<br />
gidiyor. Buna ise gönlüm razı olmuyor. Fakat<br />
lezzetleri bozulmasın diye bunlan yazmaya kendimde<br />
kudret göremiyorum.<br />
Bununla beraber şu beceriksizliğimle beraber<br />
merhumun doğrulua inandığı «Çifte yeniçeriağasııo<br />
hikayesini geçende karalamıştım. Fakat masal gibi<br />
oldu; lezzeti bozuldu. Gençlerimizden bir himmet ehli<br />
tiyatro şekline sokarsa hoş olur sanırım.<br />
ŞAİR NiHAT <strong>BEY</strong><br />
Şair Nihat Bey gençliğinden beri güzel şiirler söyler,<br />
fakat mahareti daha çok hiciv konusundaydı. Sö<br />
zünü asla saklamaz, kimseden korkmazdı. Allah bilir<br />
ya biraz da hak hukuk tanımaz oldu için büyükler<br />
dilinden korkardı.<br />
.<br />
Reşit Paşa merhum Nihat Beye çok yüz verirdi.<br />
<strong>Ali</strong> Paşa ona iltifat ederdi. Fakat Fuat Paşa, babası<br />
İzzet Molla ile olan dostluğuna rağmen Nihat Beyi pek<br />
o kadar iplemezdi. Nihat Bey genç bir şairken lzzet<br />
Molla ile iyi görüşürlermiş.<br />
Mısır Valisinin daveti üzerine bir süre Mısır'da<br />
oturmuştu. Kendisinin birçok menkıbeleri halk dilinde<br />
dolaşır.
264<br />
İlk defa «Evkaf-ı Hamidiye mütevelli kaymakamı<br />
olan mirahui şehriyari» Mustafa Ağa ki «Ağa babası»<br />
demekle ·meşhur olan ve rnüteaddit valilikler·<br />
de buluiıan Mustafa Paşadır). Bu Nihat Bey'in büyük<br />
pederi olduğu Evkaf tarihinde yazılıdır.<br />
Reşit Paşa kendisine o kadar yüz verdiği ve her<br />
türlü nimete boğduğu halde Paşa'nın vefatından sonra<br />
mezar taşının somakiden mi, yoksa mermerden mi<br />
yaptınlması söyleşildiği, konuşulduğu sırada hazır bulunan<br />
Nihat Bey:<br />
«Bana kalırsa biraz pahahca olur ama cehennem<br />
taşından yaptırmalı.»<br />
Deyip hazırlarının gülüşmesini, bazılarının da sinirlenmesini<br />
mucip olmuş.<br />
Fakat her halde «Geldi kafiye, gitti safiye» fehvasınca<br />
şairlik edeyim derken nimete karşı gelmiştir.<br />
Bir Ramazan günü akşamüstü Beyazıt sergisinde<br />
birçok kibarlar hazır olduğu halde orada bulunan ve<br />
daha o vakit başı sanklı Reşit Paşa kitapÇısı olan Cevdet<br />
Efendi (Paşa) söylediği hikayeyi biraz uzatmış, paşaların<br />
yanında oturımakta olan Nihat Bey:<br />
«Baksn a hocai .Ramazan günü saat onbirden sonra<br />
bu kadar uzun hikaye dinlenmez. Fıkranın gülüne-<br />
ek yeri neresi ise söyle de bitir.»<br />
Diye Cevdet Efendiyi bozmuş. Bundan sonra Cevdet<br />
Efendi ergiden çıkarken:<br />
. .<br />
«Suhtayi tersledim, dersini verdim.»<br />
Dedikten sonrtl orada hazır bulunan Hafız Ömer<br />
Efe-ndiye dönüp:<br />
·
265<br />
«Su paşaları görüyor musun, işte bunların hepsi<br />
benden korkarlar. Ama benim topum mu var: tüfeğim<br />
mi var? Hayır dilimden korkarlar.»<br />
Dediğini Hafız Efendi söylerdi..<br />
MUSAHİPLER, NEDİMLER, MEDDARLAR<br />
Hulefay-i Abbasiye vesair İslam mülükleri ·hizmetlerinde<br />
«musahip» ünvaniyle nedimler kullanılmış<br />
olduğti rivayet olunur. Osmanlılığın ilk kuruluşundan<br />
Yıdınm Heyazıt devrine kadar nedim kullanan olup<br />
olmadığı meçhuldür. Fakat Beyazıt'ın birçok nedimleri<br />
vardı. Hatta bunlardan birinin, seksen kadının ateşe<br />
atılıp cezalandınlması hakkındaki iradeyi geri aldırmaya<br />
muvaffak olduğu tarihlerde yazılıdır. Yıldırım'ın<br />
devrinde yetişen nedimlerden Alımedi adındaki<br />
şair ki;<br />
Gün yüzü takvimine ey dil nazat' kıl elPlma<br />
Ey başmda fttneler vardır hazer kıl dainaa<br />
matlah gazelin sahibidir. Alımedi'nin bir aralık<br />
Timurlenk'e de nediı:nlik ettiğini tarihler yazmaktadır:<br />
Sicilliosmani, nedimterin en alasır.ın İncili Çavuş<br />
olduğunu kaydeder. Kendisi Divan-ı Hümayun emektarlarındandır.<br />
Adı Mehmet veya Mustafa'dır. Gayet<br />
nedim bir adam olduğundan Dördüncü Murad'a musahip<br />
olmuş ve bir aralık sefaretle<br />
İran'a da gidip<br />
gelmiş olduğunu ve mezannın Sultanahmet civarında<br />
Firuzağa Camii yakınında bulunduğunu yine Sicilliosmani<br />
yazmıştır. Halbuki Edirnekapısı haricinde şair<br />
Haki Efendinin mezarı karşısındaki makberde bulu-
266<br />
nan bir mezar taşı kitabesinde merhum İncili Çavuş<br />
ruhu için fatiha ibatesi ve 1631 tarihi yazılı olup «Hülasa-tül-Eser»<br />
nam kitapta da hal tercemesi yazılıdır.<br />
İncili Çavuş'un Diyarıbekir'e iki saat mesafede Ineili<br />
Köyünden olduğunu Bursa eski mebusu Tahir Bey,<br />
<strong>Ali</strong> Emiri Efendiden·. rivayeten beyan eylemişti.<br />
Meddalıların meşhurlanndan bir de Tıflı Efendidir.<br />
Kendisi Bayramiye tarikatındandır. Çağının en ünlü<br />
şairlerindendi. Tezkire-i Salim'de eserleri yazılıdır.<br />
Tıflı Efendi'den sonra yine şairlerden «Medhi»<br />
takma adını kullanan Bursa'lı Nuhzade Mustafa Çelebi<br />
vardır. Kadı iken inesleği terkedip meddalı ol <br />
muştur. Vefatı 1680 tarihindedir.<br />
İBRAHiM PAŞA'NIN EN MEŞHUR MEDDAHI<br />
1747 tarihlerinde Dilencioğlu ve Şekerci Salih,<br />
1863 tarihinden sonra da Kör Osman, Aşık Hasan, Piç<br />
Emin, Nazif Tesbihçioğlu, musahip Nuri ve Kız Ahmet<br />
birbirini takiben varlıklannı göstermişlerdir. Fakat<br />
Piç Emin'le Kız Ahmet, adı geçenlerin hepsinden<br />
üstünmüş. O kadar ki bu ikisine «Nadire-i dehr», yani<br />
dünyanın yetiştirdiği nadir kişilerden · denilirmiş.<br />
Şu mısra onlar için söylenmiştir:<br />
Dor Piç Emln'i Kız Ahmet<br />
Piç Emin'in· vefatı 1837 tarihindedir. Kız Ahmet'in<br />
bir aralık padişaha da nedimlik yaptığı rivayet edilmektedir.<br />
Nedim durumundaki meddahiann meşhurlarından<br />
1810-1811 tarihlerinde hayatta olan kör hafızlardır. Bunların<br />
biri hakkında Sururi Hezeliyatı'nda:
267<br />
«Bnun iki gözü kör bir gözü kör şeytanın<br />
Yani şeytandan eşed dense seza kör Hafız<br />
Kıtası münderiçtir. Daha sonraları Laleli Müezzin-'<br />
başısı Hacı Müezzin ve Mustafa Reis ve İvazoğlu ki,<br />
bunların her biri bir türlü hüner sahibi idiler.<br />
Kör .hafızlardan biri güzel macera nakleder, Arapça,<br />
Farsça, Türkçe dillerinde konuya uygun beyitler<br />
okur, aynı zamanda her konuda fikir yürütebilirdi.<br />
Ayrıca, hiçbir manası olmıyan vezinli ve kafiyeli şiirler<br />
okur, yani uydururdu. Okuduğu beyitlerin belienroesi<br />
ve yazılması da mümkün olamazdı. Okumaya<br />
başladığı zaman asla duraksamaz ve düşünmez, hepsini<br />
kendisi uydururdu.<br />
Hacı Müezzin iyi bir taklitçiydi. Mustafa Reis,<br />
İvazoğlu ise değirmen çevirmekle ustaydılar. Bu değirmen<br />
çevirme taklidi, bir kase içinde üç cevizi tahta<br />
kaşıkla çevirdikçe hasıl olan sesi değirmen sesine<br />
benzetrnek tir.<br />
Abdülaziz devri.nde Saraya alınan Kurban Oseb'in<br />
karnından konuşması da meşhurdur.
ü<br />
r1<br />
Üçüncü Ahmet asnnda İstanbul halkı zevk, sefa<br />
ve refah içinde ömür sürmüşlerdir. O zamanın büyükleri,<br />
zenginleri, sefirleri ve zevkisetim sahibi olan<br />
ahatisi musikiye karşı hevesli idiler. Yegane hüner musiki<br />
idi. O asnn ilim adamlarından olup sonradan da<br />
Şeyhülislam olan İshak Efendi ve onun küçük biraderi<br />
sonralan Şeyhülislamlık payesine yükselen muşikiye<br />
olan derin vukuf ve malumatiyle şöhrete eren<br />
meşhur şaire Fitnat hamının babası Esat Mehmet<br />
Efendi «
270<br />
.<br />
yük topluluk ile EYYÜBÜL'ENSARi türbei şerifesinde<br />
okuttururmuş. Böyle bir mübarek manzumenin<br />
besteli olacağı ve bestesinin de kendisi tarafından bağlanmış<br />
bulunacağı tabiidir. Bu miraciye (REİSÜLKÜT<br />
TAP ARIF EFENDl D lV ANI) . namiyle neşredilrÖ.iştir.<br />
Seyyid Vehbi'den (Gidip Arif Efendi, ismi kaldı<br />
.<br />
Dehre baki) mısraından da hesap edilerek anlaşıldığı<br />
.<br />
gibi 1718 tarihinde vefat etmiştir. Rahmetullahü aleyh.<br />
Şöhretli musiki üstadı ltri Mustafa Efendi vefat<br />
edeli henüz pek az zaman geçmiş olduğundan bizzat<br />
ondan ve hatta Hafız Yusuf'tan meşk etmiş musiki<br />
üstadları o zamanlar pek çoktu. Recep Çelebi, Çengi<br />
Recep, La'li Çelebi, Kara tsrnail Ağa, Tosunzade, Nane<br />
Çelebi, Seyyid Nuh gibi zevatın eserlerinden olan<br />
karlar, nakışlar, besteler, semailer ve şarkılardan bazıları<br />
hala kulaklarımıza şevk vermektedir. Şimdi tasavvuru<br />
bile bizi neş'eye boğan Saadabad zevkleri,<br />
Boğaziçi mehtap alemleri, kış gecelerinin helva soh·<br />
·b etleri eğlencelerinde · musiki erbabına meyil gösterirler,<br />
hüner ve marifetlerine göre bol bol atifette bulunmakta<br />
cömertler birbirleriyle yarış ederlerdi. O zamanlar<br />
İstanbul ahalisinin her sınıf halkı arasında yegane<br />
zevk, musiki idi. Sarayıhümayun meşkhanesinin en mü-<br />
. terakki zamanı da Üçüncü SELİM devridir derler. Sul-<br />
·<br />
tan Üçüncü SELİM Suzidilara makamının mucididir.<br />
Bu makamda bestelediği Ayinişerif nefis eserlerden biridir.<br />
Bu suzidilara makamında iki beste, iki semai, rastı<br />
cedid'te, pesendide'de, mahurda, arazbar'da, şehnazda,
271<br />
muhayyer sünbülede, tahir'de, tahirbuselik'te, bUzzam<br />
ve şevk-ü tarab, şevk-efza fasınannda b.esieledikleri<br />
şarkılarının pek üstadane olduğu musiki er-babınca<br />
malfımdur.<br />
Üçüncü Selim, musiki seslerini şehzadeliği zamanında<br />
Birinci Harnit'in Baş Müezzini Hafız Ahmet Kamil<br />
Efendi'den ve bilahare Sadullah Ağadan, Tanburu<br />
da Ortaköylü İshak'dan meşkeylemişti. Yukanda adı<br />
geçen Ahmet Kamil Efendi Üçüncü Selim'in cülusun<br />
da İkinci İmamlığa tayin olunmuş ve İkinci Mahmut<br />
asrında da Birinci İmam olmuştur.<br />
«Osmanlı Müellifleri» adlı kitapta yazıldığına göre<br />
Üçüncü Selim'in bestelediği (Suzidilara) ayinişerifi<br />
ile yine bu makamda olan peşrevlerini Yenikapı<br />
Mevlevhanesi şeyhi iken 1811 tarihinde vefat eden Abdülbaki<br />
Dede Efendi notaya alarak padişaha sunmuştu.<br />
Bu AbdülbClki Efendi, musiki fenninde çok geniş<br />
bilgi sahibi olup notanın usul ve kaidelerinden bahseden<br />
bir risale telif etmiş, isfahan, acembuselik makamlannda<br />
iki ayin ve bir hayli semaHer bestelemiŞtir.<br />
Şark musikisinin nazariyatma hakkiyle vakıf olanlardan<br />
bir de Galata Mevlevihanesi Şeyhi merhum<br />
Ataullah Efendi idi.<br />
Enderunuhümayun hadernesinden olup Üçüncü<br />
Selim meşkhanesinde tahsil edenlerden biri de «Cen-<br />
. net Filizi» denilen Kerim Efendidir. Kerim Efendi, sesi<br />
gibi lehçesi de güzel olduğundan halk arasında ııCen.<br />
net Filizi» lakabiyle anılırmış. Musiki'deki ihtisası dolayısıyle<br />
müezzinbaşı olmuş ve İkinci Mahmut'un cülusunda<br />
İkinci İmam, sonra da Birinci İmamlığa terfi<br />
ettirilmiştir.<br />
.<br />
.
272<br />
Üçüncü Selim'in musiki muallimerinden Sadullah<br />
Ağanın musiki bilgisiyle beraber sert ve namuslu bir<br />
zt olması hasebiyle hakkındaki itimada binaen Haremi<br />
Hümayun'da bulunan cariyelere musiki talimine<br />
memur olrriuş ve bu sıralarda cariyelerden biriyle sevişmiştir.<br />
Hadise padişahın kulağına gitmiş, gazaba<br />
gelerek idamını ferman buyurmuş ise de üstad'ın Padişah<br />
Hazretlerinin fevkalade sevgisini kazanmış olmasından<br />
ve günün birinde affa uğrayacağı \!mit edildi<br />
.<br />
ğinden idam hükmünün infazında acele edilmesi sonradan<br />
pişmanlığı mucib olabileceği düşünülerek hapiste<br />
gizlenmesi münasip görülmüştür. Nitekim, Sadullah<br />
Ağa birkaç gün devam e-den hapis müddetinde musiki<br />
fennince kıymeti pek yüksek olan «<strong>BEY</strong>ATİ ARA<br />
BAN » faslım yazarak talebelerine talim etmiş ve bir<br />
akşam padişahın huzurundcı. icra edilen şenlikte bu<br />
fasıl da okunmuştur. Bu renkli makam faslın nağmeler<br />
ve bestesindeki ince üslup padişah'ın nazan dikkatini<br />
celb ederek «bu eserin bestekan kimdir?• diye<br />
sordukları zaman, kendi ustaJan Sadullah Ağa cevabı<br />
verilince birden eski gazabı geçmiş, böyle kamil bir ·<br />
üstadın idamı hakkındaki fermanından dolayı esef ve<br />
pişmanlıklarını belirtmişti. Bunu fırsat bilerek idam<br />
fermanının henüz icra edilemediği v Sadullah Ağa'<br />
nın hayatta ve hapiste bulunduğu bildirilmiş. Bunun<br />
üzerine Üçüncü Selim memnun olarak derhal tahliyesi<br />
ile beraber· sevgilisi olan . cariye ile de evlenınesini<br />
ferman ve ayni zamanda üstadın hayatını kuJ1aranları<br />
da mükafatlandırmıştır. Bestenin güftesi şudur:
273<br />
·Pac:l1falum, lütfedip mesnını fAdeyle beni,<br />
Naümldlm, bir nazar kıl bennurAdeyle beni,<br />
Hatırınıdan bir nefes gitmez, duayı Devletin,<br />
Sen ele ey kimkerem lütfunla şideyle beni.<br />
Ortaköy'lü İshak, Tahir Ağa ve Keçi Arif Ağa için<br />
tanburilerin en iyileri olduklarında bütün sazendelermüttefiktirler.<br />
Zeki Mehmet Ağa İkinci Mahmut fasıl takımının<br />
en güzidelerindendi. Zeki Mehmet Ağa Zade Osman<br />
Bey de Abdülmecit ve Abdülaziz fasıl takımlarındandır.<br />
Osman Bey'in SABA PEŞREVİ meşhurdur. Defteri<br />
Hakani Muhasebeciliğinde iken vefat eden Kamil<br />
Efendi tanınmış tanburilerdendi: Ekseriya Sadrazamlardan<br />
Şirvanizade Rüştü Paşa ve Şeyhülislam Sahip<br />
İsmail Molla'nın sahilhanelerinde bulunurdu.<br />
Yenikapı M ev levihanesi Şeyhi Celal Efendi, meşhur<br />
<strong>Ali</strong> Efendi ve son zamanlarda şöhret sahibi olan<br />
Cemil Bey mükemmel birer tanburi idiler. (Cemil Bey'<br />
in üstadane bilgisi Tanbur ve Kemençe'de tecelli etmişti.<br />
Viyolonselle yaptı taksim dinleyenleri hayran<br />
ederdi.)<br />
Ney, Keman, Kemençe ve Tanbur meşki biraz zor<br />
olmakla beraber Osmanlı musikisinde kalplerimize<br />
tesir eden sazlardandır. Eski devlet ricalinden Süleyman<br />
Efendi yazdı mecmua'sında 1824 tarihlerinde<br />
Kütahya'lı Hüseyin Ağa isminde bir santuriden bahseder.<br />
Bu Süleyman Efendi, Saray fasıl takımına da<br />
alınmıştı. Süleyman Efendi «Bu adam gayet kaba bir<br />
Türk ve lisanı da galiz olup bu halleri musiki ile asla<br />
münasebettar değil iken Santur'u gayet güzel çalardı»<br />
P: 18
274<br />
der. Süphan Allah! ne garip halimiz var. Türk ırkına<br />
mensup Anadolu halkını zeka ve irfandan<br />
mahrum<br />
addettiğimiz ve bu gibi şeyleri Türklere layık görmediğimiz<br />
için buna bile şaşıyoruz. Bunun doğru bir tarafı<br />
mevcut farzolunca bile münasip bir lisanla yazılabilirdi.<br />
Üçüncü Selim asrından beri gelip geçen muiki<br />
muallimlerinin maruf olanlarından isimlerini tahkik<br />
edebildiklerimi aşağıya dere ettim. Bu zatlan, musikiye<br />
intisaplan dolayısiyle memleketimize 'hizmet<br />
edenlerden addeder ve kendilerini rahmetle yad eylerim.<br />
Eyüp'lü Hafız Ahmet Efendi, Müezzin Hüsnü Ağa,<br />
Çilingiroğlu Ahmet Ağa, Muhittin Ağa, Suyolcuzade Salih<br />
Efendi. (Bu zatlar musikide asnn nadir yetiştirdiği<br />
kimselerdenmişler).<br />
Sait Ağa, Tulum Abdi, Şişman Hoca Mehmet Efendi,<br />
Kitapçı Hafız, Şehlevendim, Haf.ız Abdullah Ağa,<br />
Kömürcüzade Hafız Efendi, Hamamcızade Derviş lsmail<br />
(bunlar da asırlannın şöhretlilerinden olup bunlardan<br />
Hafız ile Şehlevendim'in<br />
sesleri de yüksek, diğerlerinin ise bilgileri<br />
bilgileriyle birlikte<br />
seslerine<br />
galip imiş). Şakir Ağa (ferahnak makamının yaratıcısı<br />
olup :ilmi ve arnelisinde mahir, keman ve tan·<br />
bur gibi sazlarda çok geniş bilgiye sahip olup kendisi<br />
Müezzinbaşı olduğu cihetle lmaını Sultani olamadığından<br />
mesleğini terk eyleyip vergi tarhı işlerine intisap<br />
etmiştir.)<br />
Varda Kosta Ahmet Ağa, Mehmet Arif Ağa, Abdülhalim<br />
Ağa (bu zevat da maruf bestedlermiş).
275<br />
Kırımi Halil Efendi (Kur'anı Kerim'i kendine has<br />
bir tarzda okurmuş.)<br />
Üçüncü Selim küme faslım ekseriya Topkapı Sarayında<br />
(serdap)'da (1) icra ettirirmiş. Bir akşam mutad<br />
olduğu gibi fasıl icrası ferman huyurulmuş ise de<br />
fasıl takımının mühim bir uzvu olan tanburi İshak buldurulamamış<br />
ve çaresiz kalınarak fasıla başlanmış.<br />
Sonradan İshak gelmiş ise de Kızlar Ağası hiddet göstererek<br />
artık fasla başlandığını söyleyerek serdaha<br />
girmesine müsaade etmemiş, İshak Efendi ısrar etmiş<br />
ve ikisi arasında zuhur eden tartışma kavgaya dönmüş<br />
bu da padişahın kulağına gitmiş. Bunun üzerine<br />
derhal İshak Efendi çağınlarak fasla iştirak ettirilmiş<br />
ve bununla beraber hiçbir meziyeti olmadığı halde<br />
İshak gibi kemal erbabı bir san'atkara gösterdiği muameleden<br />
dolayı Kızlar Ağası azarlanmıs.<br />
Ben fakir bu Serdabı bir defa ziyaret etmiştim.<br />
Ferahlık veren, üç taraflı bir daire idi. Dört kö-.<br />
şe bir sofa ve yanlarda birer oda olup her<br />
odada eski usul birer sedir ve çatma yastıklar,<br />
kanepe, sandalyeler, yerlerde Mısir hasın döşeli<br />
idi. Sofada bulunan aynanıri önüne konmuş saatin üzerinde<br />
süslü elbiseler giydirilmiş erkek ve kadın kuk·<br />
laları bulunuyordu, bunlar hakkında malumat edinmek<br />
istedim, çalgısını kurdular, kuklalar da, çift çift raksa<br />
başladılar. Çalgı değiştikçe kuklannın dansları da<br />
deşiyordu. Bu marifetli saatin büyük Napolyon ta-<br />
(1) Üçiincil Selimin annest lçin yaptırdı kiişk. Tren<br />
yolunun geçtiD-i yerde idi. (N.A.B.)
276<br />
rafından Sultana hediye edilmiş oldunu hikaye ettiler.<br />
Rumeli tren yolunun Sirkeci'ye uzatılınası Sultan<br />
Aziz tarafından istenmişti. Yol üzerindeki Serdap da<br />
oradan kaldırılacaktı. O vakitler buna eskilerden birçok<br />
zevat itiraz etmişlerdi. Birinci Harnit asrında saray<br />
hademeleri arasında çıraklık yapmış ve ikinci<br />
Mahmut'un berberbaşısı iken tekaüt edilmiş yaşlılardan<br />
bir Muhsin efendi vardı. Serctabın oradan kaldırıldığı<br />
tarihte hayatta idi. Üçüncü Selim ve İkinci<br />
Mahmut'un serdap dahilindeki musiki alemlerini hikaye<br />
eder ve Serdabın kaldırılmasından esef duyardı.<br />
Fakat bu teessüfü daha ziyade Serdabın yakınındaki<br />
şimşirliğin kaldırılmasındandı. Çünkü kendisinin rivayetine<br />
göre Peri .Padişahlan seher vakitleri şimşirliğe<br />
gelir, divan kurar, maiyyeti efradına emirler<br />
verirmiş. Şimdi Serdapla beraber şişmirlik de kaldınlınca<br />
Peri Padişahının da divan yeri kaldınlmış olacağından<br />
bundan sonra nerede divan kuracağını düşüntir<br />
ve maazallah bunun akıbetinin pek tehlikeli olacağını<br />
yanıp yakılarak söyler dururdu.<br />
Eskiler arasında adı geçen <strong>Ali</strong> Hoca ve Gaiata<br />
Mevlevihanesi Neyzenbaşısı Yusuf Dede eski üstadlardan<br />
olup; Dördüncü Murat Yusuf Dede'nin Ney'ini<br />
fevkaJacte akdir ettiğinden onu Enderunuhümayun'a<br />
almış ve padişahın .ölümünden sonra da Yusuf Dede<br />
Beşiktaş Mevlevihanesi'ne şeyh olmuştur.<br />
Maruf neyzenlerden biri de (Ak Molla) Ömer Efendi<br />
imiş. Bu zat benzeri olmayan bir hattat olmakla be·<br />
raber musiki fenninde zamanının imaını addolunur-
277<br />
muş. Semti, Boğaziçi'nde İncir Köyü olup her sabah<br />
seher vakti kalkar yanın saat kadar dem üfler tam<br />
demini doldurduktan sonra evic makamında (ESSA·<br />
l.AT) verirmiş. Kendisi Eyüp civarında Şeyh Murat<br />
Dergahı Şeyhi <strong>Ali</strong> Sım Efendi'nin halifesi olduğu için<br />
1777 tarihinde vefat edince mezkur Dergahın kapısı<br />
karşısında bulunan kabristana, defnedilmiştir.<br />
Vezirlerden Selim Paşa'nın Kandilli'li imam diye<br />
maruf imaını (Ak Molla), Ömer Efendi'nin talebesi ve<br />
mükemmel neyzenlerden Qiri imiş. Bir akşam<br />
asrın<br />
zarif kişilerinden ve musiki erbabından mürekkep bir<br />
sohbet ve yarenlik toplantısında musiki üstadlarınçl3:n<br />
Mevlevi meşhur ama Şeyda Hafız da bulunmuş, hazır<br />
bulunanlardan biri Şeyda Hafız'a hitaben (içimizde sizin<br />
tekkeler üstadından meşk etmemiş ve şimdiye kadar<br />
Ney'ini sizlerden kimseye işittirmemiş bir adam<br />
vardır, isterseniz size Ney üflesin) demiş. Seyda Hafız<br />
da bunu memnuniyetle karşılayınca Kandilli'li<br />
İmam Ney'i alıp üstadı (AK MOLLA) tarzında dem<br />
üflemeye başlayınca Şeyda can ve gönülden dinleyerek<br />
taksim ve peşreve geçişinde göz yaşlannı zapt edemiyerek<br />
(sen bunu kimden öğrendin, üstadın kimdir?)<br />
demiş. İmam da, o tarihlerde (AK MOLLA) vefat edeli<br />
otuz seneyi geçmiş olması münasebeti ile, üstadını<br />
gizleyerek (ben Ney meşk_ deli kırk ene oldu) cevabını<br />
verince Şeyda (şüphem yoktur ki sen AK MOL<br />
LA'nın talebesinin) demiş ve onun usulünde Ney ile<br />
Essalat üflemesini rica etmiş,<br />
İmam da muvafakat
278<br />
ederek üfleyince Şeyda yine bir hayli ağlayıp AK MO!..<br />
LA'nın vasıflanna dair bir hayli tafsilat vermiş olduğu<br />
Sleyman Faik Bey mecmuasında yazılıdır.<br />
Eğrikapı haricinde Savaklar Dergahı Şeyhi Seyyid<br />
Mehmet Efendi'nin oğullarından Mehmet Nuri<br />
Efendi Mevlevi tarikatından olup gayet güzel güfteci<br />
ve usulcü bir zatmış. Kendisi erbabızevkten olup daima<br />
bu dergahta kalır ve çok kimselecin sevgisini eelbettiğinden<br />
her mecliste bulunurmuş, sonralan meşhur<br />
Halet Efendi'den de pek çok ikram ve itibar görmüş<br />
ve bu münasebetle Halet Efendi bu Dergahı yeııileştirmiştir.<br />
Mehmet Nuri Efendi meraklı bir zat olduğundan<br />
berbere tıraş olmaz, kendi kendine ve makasla<br />
traş olur ve böylece kah sakallı gezer kah da tıraş<br />
olmuş görünürmüş.<br />
Halet Efendi'nin katlinden kırk gün geçince Mehmet<br />
Nuri Efendi'nin de ölmüş olduğu Hadika'da yazılıdır.<br />
Galata, Beşiktaş, Kasımpaşa Mevlevihaneleri neyzenbaşısı<br />
ve Enderunuhümayunda<br />
ney muallimi Çaltı<br />
Derviş Mehmet Efendi benzeri az bulunur neyzenlerdendi.<br />
1798 tarihinde vefat etmiştir. O tarihlerde<br />
Derviş Emin ve Derviş Sait de Ney'de Çallı'dan aşağı<br />
değillermiş. ı 824 tarihlerinden sonra maharet ve melekeleri<br />
meydana çıkmış bulunan Beşiktaş neyzenbaşısı<br />
Şeyh Mehmet Efendizade ile Mecnun Derviş ts<br />
mail için gerek Dem'leri ve gerekse okuyuş ve ahenkleri<br />
itibarı ile evvelkilere üstün diyenler bulunurmuş.<br />
Reisül ulema merhum Mustafa İzzet Efendi'nin musiki<br />
fennindeki ihtisası meşhurdur. Bu zat güzel sese ma-
279<br />
lik olmakla bernber ney üfl.emekte de e.msali nadirdir.<br />
Kendisi Eyüp Camiişerifi hatibi iken Abdülmecit<br />
Han'ın cülusunda bir Cuma selamlığı bu cami'de icra<br />
edileceğinden dolayı hutbenin okunınası da kendisine<br />
ferman huyurulmuş ve padişahın takdirlerine mazhar<br />
olarak İkinci İ mam nasbolunmuş ve sonra da Birinci<br />
İmamlığa terfi ettirilmiştir. Mustafa lzzet Efendi mU:.<br />
siki dersini evvela padişahın musahibi ve nefis musiki<br />
eserlerinden sayılan (aldım hayali perçemin ey malı<br />
dideme) hüzzam murabbaının bestekarı Kömürcüzade<br />
Hafız Efendi'den meşk eylemiş ve ilk defa meşk ettiği<br />
bir kıt'a na'tı şerifi bahçe kapısında bulunan Hidayet<br />
Caıniişerifindeki selamlık resminde<br />
mahfele çı<br />
kıp yüksek sesle okuduğundan Sultan Mahmut fevka:<br />
Iade haz duyarak Enderunhümayuna<br />
çırak olmasını<br />
irade buyurmuş ve çok zaman orada neyzenlik ve hanendelikde<br />
bulunmuş. Hattat Vasıf Efendi'den sülüs<br />
ve nesih, Yesaıizade lzzet Efendi'den de taliki hatlanm<br />
meşk edip icazet alarak emsaline tefevvuk etmiştir.<br />
Ney'ini Hakan fevkalade takdir ettiği için her fasılda<br />
bulunurmuş. İkinci Mahmut asrı sonuna kadar fasıl<br />
takımı padişahın huzurunda yapılır ve bazen hariçte<br />
bulunan hanende ve sazendelerden maruf olanları da<br />
eelbedHip fasılda bulundurulurlarmış.<br />
Abdülmecit Han devrinde<br />
Muzika fasıl takımında<br />
bulunup Abdülaziz'in tahta geçişinden e·vvel icra olunan<br />
tensikatta tekaüt edilen Kolağası Salih Efendi mükemmel<br />
neyzen olduğundan Beşiktaş Mevlevihanesi neyzenbaşısı<br />
olmuş idi.<br />
•<br />
Üsküdar'lı Salim Bey ve Bahariye Mevlevihanesi<br />
postnişini Hüseyin Efendi merhumlar da sonradan ye-
280<br />
tişen neyzenlerdendi. Hüseyin Efendi'nin üstadı, Sultan<br />
Abdülmecit yakınlanndan olup bilahare Abdülaziz'in<br />
«Muzikaihümayun» a aldığı merhum Yusuf Paşa'dır.<br />
KemanHerden Mustafa Ağa ile Hızır Ağazade Sait<br />
Bey ve Miron, Kör Corci ve Todoraki birbirini takiben<br />
şöhret yapmışlar. <strong>Ali</strong> Ağa ile Miron'un daha çok<br />
tercih edildiğini söylerler. Meşhur Tahir Suselik peşrevinin<br />
bestecisi Kemani Rıza Efendi musikideki ihtisası<br />
dolayısiyle nam vermiş olduğundan Haremihümayun<br />
fasıl takımında keman muallimi olmuştur.<br />
Meşhur bestekar merhum Hacı Arif Bey Keman! Kör<br />
Sübuh'u takdir ederdi. Saray Muzikasında Kemani Rafet<br />
Ağa'nın musiki bilgisi malıdut olmakla beraber keman<br />
çalmakta emsali nadirdi.<br />
İsmail Dede Efendi Mevlevi irfan sahiplerinden<br />
olup Üçüncü Selim ve İkinci Mahmut zamanlannda<br />
Saray'da fasıl takımında ve müezzinbaşılıkta bulunmuş,<br />
Abdülmecit Han'ın cülusundan evvel vefat etmiştir.<br />
Beste, semai ve şarkıları pek çok ve pek makbuldür.<br />
Padişah'ın baş müezzini Miralay Rafet Bey<br />
merhumun büyük babalarıdır. Otuz-kırk kadar senıai<br />
ve yirmibeşi mütecaviz bestesi Haşimbey Mecmuasında<br />
yazılırdı. Gelip geçmiş meşhur bestekarlann<br />
hepsinden çok eseri· vardır. 1845 tarihinde vefat etmiştir.<br />
ITRİ'den · sonra DEDE EFENDİ kadar musiki-<br />
,<br />
de kemal mertebesine kimse varamamıştır, diyorlar.<br />
Kasidecizade İmaınıevvel Nuri Efendi, Basmacızade<br />
Abdi Efendi, Dellalzade, Müezzinbaşı İsmail Efendi,<br />
mecmua sahibi Haşim Bey, Hacı Arif Bey, Yağlık-
281<br />
cızade Hacı Ahmet Efendi: (bu zatların musiki bilgileri<br />
ve hüsnü tabiatları meşhur olup bestelerlikleri şarkılar<br />
herkesin takdirine mazhar ..:iurdu.)<br />
Zekai Dede Efendi, Behlül Efendi, Kadıköylü <strong>Ali</strong><br />
Bey, Yeniköylü Hasan Efendi, Medeni Aziz Efendi,<br />
Bolahenk Nuri Bey; · (bunlar mahir üstadlardan olup<br />
yakın zamana kadar hayatta idiler, yerlerini boş bıraktılar.)<br />
Tanzimatı Hayriye'den yani yenileşme devrimizden<br />
sonra zenginlerimiz Batı medeniyetine temayülleriyle<br />
beraber Osmanlı Musikisine rağbet ve bu musiki erbabına<br />
hürmet hususunda muhafazakar idiler. Donanma<br />
şenliklerinde ve resmi ziyaretlerde alafranga muzikalar<br />
kabul ediidiyse de hususi eğlencelerde yine Osmanlı<br />
·musikisini tercih ederlerdi. İstanbul'da konakl;ır,<br />
Boğaziçi'nde yalılar ve köşkler daimi birer şenlik<br />
yeri idi. Asrın en seçkin hanende ve sazendeleri hafta<br />
geçmez çağırılır ve hle mehtab gecelerinde kayıklar<br />
ve sandallarla sabahlara kadar gezip dolaşılarak heyheylerio<br />
akisleri semaya yükselirdi. Saz olduğu haber<br />
alınan yahlann önlerinde kadın ve erkek kayık ve sandallan<br />
toplanırlar, fasıl aralarında mukallitler . taklitler<br />
yaparlar, zevk ve cümbüş ve kahkahalı gülüşler<br />
dünya'yı tutardı. (0 ne neşe veren nümayişlerdi)<br />
Büyük ilim adamlarından ve musiki üstadlanndan<br />
meşhur· Yağlıkcızade Hacı Ahmet Efendi, <strong>Ali</strong> Paşa'nın<br />
kitapçısı, tanınmış muallimlerden Behlül Efendi de<br />
müezzinbaşısı idiler. KUR'ANI KERlM'i gayet hazin<br />
ve tatlı okuyan asnn en güzide musikişinaslarından<br />
Aşki Efendi Mısırlı Kamil Paşa'nın imaını idi. Meşhur<br />
bestekar Enderuni Kadıköylü <strong>Ali</strong> Bey sarayda hizme-
282<br />
tini terk ile Kamil Paşa dairesine intisap etmişti. Mısırlı<br />
Halim Paşa'nın yalısı musiki erbabının ziyaretgahı<br />
idi. Halim Paşa, Deliaizade İsmail, mecmua sahibi<br />
Haşim Bey, Yağlıketzade Ahmet Efendi, Tanburi Os<br />
man Bey; Zekai Dede Efendi gibi musiki erbabını yalısına<br />
davet edip nice geçmiş eserleri ihtiva eden NO<br />
TA MECMUASI için çalışmalar yapardı. Bu husustaki<br />
fedakarlığı ile mJ,lSiki!J1ize büyük hizmetleri do<br />
kunmuştur. BüyÜli.: damadı <strong>Ali</strong> Rıfat Bey de, asrımızm<br />
vücudiyle iftihar ettiği ve mümtaz musik.işinaslardandır.<br />
Zekai Dede Efendi ve maruf musikişinaslardan<br />
Muytabzade Ahmet Efendi daima Mısırlı Fazıl Mustafa<br />
Paşa'nın dairesinde kalır ve yaşarlardı.<br />
Bu saydığım zatlar musiki fenninin en seçkin simaları<br />
idiler. O zamanlar şehrimizin gayrimüslim<br />
ıenginlerinden bazıları da Osmanlı musikisine meyilli<br />
ve meraklı idiler. Köçeoğu Agop Efendi ve ·meşhur<br />
Tülbentçi Andrias Efendi ve oğlu bu cümledendir.<br />
Bunlar Beyoğlu konaklannda, Boğaziçi yalılarında,<br />
Çamhca köşklerinde toplanır musiki ziyafetleri verirlerdi.<br />
Musevilerin musikiye karşı<br />
gibidir: Kadınlan bile besteler,<br />
hayranlıklan umumi<br />
semailer okurlardı.<br />
Burada Kıpti takımını da belirtıneden geçmek insafsızlık<br />
olur zannındayım. Bunların eğlenceye meyil<br />
ve düşkünlükleri ve bulundukları meclisin keyifleome<br />
ve neş'elerunesine hizmetleri inkar edilemez. Hamza'.<br />
nın Lavtası, Abdülaziz Han devrinde<br />
saraya alınan
283<br />
Emin Ağa'nın Kemanı, oğlu Ahmet Bey'in-İsmet ve<br />
Mustafa Ağalann sesleri ve Memduh ve İhsan ve Bül·<br />
bül Salih Efendilerin Keman'daki maharetleri herke·<br />
sin takdirini ka.-sanmıştı. Elhasıl o zamanlar Istanbul'<br />
un en hücra semtlerinde bulunan evlerde bile oynak<br />
şarkılar, Kanun, Ud ve Santur sesleri işitilirdi.<br />
.<br />
Cevdet Tarihinin onbirinci cildi ekinde meşhur Halet<br />
Efendi ile Berberbaşı <strong>Ali</strong> Ağa arasında cereyan eden<br />
gizli muhabere tezkerlerinin suretleri dere edilmiştir.<br />
Bu tezkerelerden, Halet Efendi'nin yazdığı bir yazıda<br />
sarayın önünden padişah'ın kulağına sesler gelmiş ve<br />
bunun Gülhanhane hadernesinden Hüseyin olduğu haber<br />
verilmiş olması üzerine bu adam derhal çağınlarak<br />
birkaç beste ve şarkı söylettirHip Enderunhümayun<br />
Seferli Koğuşuna alınmış. Halbuki buraya soydan<br />
zadegandan olaniann çırak olmalan Sultan Süleyman'ın<br />
koyduğu kanunda açıklandığının sarih bulunduğu<br />
beyan edilerek bu yolda bir fesat tohumu hissedildiğinden<br />
bu adamın def edilmesi<br />
bildirilmiş ve<br />
cevaben gelen tezkereden padişahın baş bademesi<br />
Ömer Ağa, padişahı ikna ederek bu adamın yüz kuruş<br />
maaşla saraydan ihraç edilmesi temin edilmiştir.<br />
Tophane'de Kadiri dergahı şeyhi Şerafettin Efendi<br />
Abdülaziz Han'a ikinci Imam olmadan önce,<br />
bir<br />
mukabele günü bu dergaha gitmiştim. Şeyh Efendi'nin<br />
odasındaki mevcut zevat arasında ihtiyar ve üstü başı<br />
eskice derviş kıyafetli biri vardı. Mukabele'ye girildiğinde<br />
bu adam doğruca zikredenlerin yanma gitti ve
284<br />
oturdu. Zikircilerin. başı kendisine bir durak verdi,<br />
ihtiyar başını daima salladığından kolunu, yere başını<br />
da omuzuna dayayarak okumaya başladı. Boğuk sadasiyle<br />
ağlar gibi söyleyişi ve müteakiben Resullullah'ın<br />
güzelliğine taallük eden kasideleri okuyuşu sırasında<br />
şahsına mahsus ruh okşayan nağmelerinin tesiri zikredenleri<br />
ALLAH ALLAH diye çoşturup haykırtıyor ve istisnasız<br />
herkes kendini başka bir alemde buluyordu.<br />
Mukabeleden sonra merhum Şeyh Efendi'den soruşturctum<br />
ve meşhur Külhanbeyi Derviş Hüseyin olduğunu<br />
öğrendim. Bir de şarkı okumasını bütün hazır<br />
bulunanlar, rica ettik. (Hüsnünde var iken ol afitabın)<br />
şarkısını okudu ve ayrıca kendi seçtiği (Madraya vardın<br />
mı) şarkısını da ilave etti. İcra ettiği inletici ve<br />
ince nağmelerin taklidi kabil olamaz. Hasılı bu ihtiyarın<br />
musiki üslubu ve söyleyiş tarzı kadar hazin ve<br />
rikkatli bir tarzda okuyana hala tesadÜf edemedim.<br />
Kendisi söyledi; Ayasofya Kürsü Şeyhi merhum Ömer<br />
Efendi (bu adamı pamuklara sanp öyle muhafaza etmeli)<br />
demiş. Saray'a dahil oluşunu da kendisi şöyle<br />
nakl ve hikaye etti: Bir kış akşamı idi, Gedikpaşa<br />
Hamarnı külhamndan arkadaşlarla Balıkpazan'na inip<br />
bir sandal çaldık ve uskumru avına çıktık. Sarayın<br />
önünde balık avlarken dalgınlıkla kuzu'yu okumuştum.<br />
Saraydan üç çifte bir kayık indi. Yukarı aşağı gidip<br />
kimseyi bulamayınca yanımıza geldi, muzip bir arkadaşım<br />
suallerine cevaben benim okuduğumu söyledi.<br />
İnkara mecalim yoktu, yalvardım yakardım olmadı.<br />
Beni kayığa aldılar, üstüm başım ıslak ve yırtık pır<br />
.tık elbiselerimle saraya götürdüler. Büyük bir sofada<br />
bana yine. kuzu'yu okuttular, ondan sonra Endenm'a
285<br />
çırak oldum. Meşkhanede meşk ettirdiler. Bir .aralık<br />
çıkmıştım yine aldılar, dedi. Maamafih o seksenlik ihtiyann<br />
şivesi ve ifade tarzı vaktiyle bir külhanbeyi olduğunu<br />
belli ediyordu.<br />
HOKKABAZLAR<br />
Hicri 1000 (1591) tarihlerinde Hakkabaz mevcut-.<br />
muş. Hatta Samurleaş namiyle anılan bir musevinin<br />
idaresi altında ikiyüz mosevi'den mürekkep bir hokkabaz<br />
hey'eti tarafından çeşitli hünerler gösterilirmiş.<br />
Asnmızdaki Hakkabaz takımı sünnet düğünlerine<br />
mahsus olup yakın zamanlara kadar bazı mesirlocde<br />
san'atlannı icra ederlerdi. Bunlann hokkabazlıkta gösterdikleri<br />
hünerler basit şeyler olup buna rağmen<br />
(amman benim Pehlivanım-buyur ustacığım) mukaddemesiyle<br />
başlayan konuşmaları ve konuşma sırasındaki<br />
telaş ve yaygaralan boşa gider gülünür.<br />
***<br />
Elli sene evvel lstanbul'a Herman isimli bir Alman<br />
hokkabaz. gelmişti. Hünerlerini Beyoğlu'ndaki<br />
Naum Tiyatrosunda gösteriyordu. Bir akşam ben de<br />
gidip seyretmiştim. Bunun aletsiz olarak ortaya çıkıp<br />
gösterdiği hokkabazhğı herkesin hayretini mucip oldu<br />
ve (cehalet zamanında vuku bulsa kerametine verenler<br />
bulunurdu) diyenler olmuştu. Oyun kağıtlannı<br />
ve sair eşyayı uçurmak, seyircilerden alınan mendil ve<br />
saatleri parça parça edip yaktıktan sonra yine eski<br />
hallerine çevirip iade etmek ve kağıt ile kahve , süt
286<br />
imal etmek, içi boş şapkadan çeşitli eşyalar çıkarıp<br />
uçurarak sahiplerine iade etmek ve seyircilerin başlanndan<br />
yüzlük altınlar toplamak gibi envai türlü hünerler<br />
göster.mişti. Hele Japonya'nın Kelebek oyununu<br />
göstereceği söylendiği mman kağıttan yapılma on-.<br />
iki tane Kelebeği eline alıp yelpaze ile uçurmağa başlardı.<br />
Bunlar adeta canlı Kelebekler gibi uçarak hiç<br />
yere düşmemişler ve alçaldıklarında Hakkabaz yelpare<br />
ile bunları havalandırmış ve Kelebekler de böylece<br />
çırpma çırpma mütemadyen uçtukları için bu hal<br />
seyircilerin fevkalade hoşlar-ına gitmişti.<br />
***<br />
TAVŞAN oGLANLARI<br />
Raks bizde pek eskidir. Köçekler ve Tavşan Oğlanlar<br />
tabir edilen rakkasların köçek raksları eskiden<br />
serbest olduğundan ve şimdiki gibi İstanbul'da balolar,<br />
tiyatrolar ve suvareler gibi eğlenceler olmadığından<br />
bütün yaz Silahtarağa ve Karaağaç mesirelerinde<br />
her gece sabahlara kadar köçek oynatma eğlenceleri<br />
olur ve resmi ziyafetlerde, bayramlarda Hünkar ve<br />
Sultan Saraylarında, padişahların ziyafet ve düğünlerinde,<br />
sair cemiyetlerde ve kış gecelerinde, helva sohbetleri<br />
ziyafetlerinde Köçekler raksederler.di. Raks esnasında<br />
kadife üstüne sırma işlemeti mintan ve sırma<br />
saçaklı canfes eteklik giyerler, bellerine sırma kemer<br />
takarlar, başları açık ve saçlar.ı uzundur. Parmaklarında<br />
perçemden yapılmış zil bulunur. Tavşan<br />
oğlanları da siyah çuhadan topuklarına kadar uzun ·
287<br />
şalvar ve sırtıarına yine çuhadan dar camedan giyer,<br />
bellerine şal sarar ve başlarına da ufak fesler giyerlerdi.<br />
Rask ederken sazın usulüne uyarak zil wrmak<br />
ve ayak atmak şart olduğundan rakkaslar uzun müddet<br />
meşkhanelerde ders görürlerdi.<br />
Eskiden İslam, isevi ve musevi, kıpti gibi muhtelif<br />
millet ve mezhepten rakkaslar bulunurdu. Sonraları<br />
yalnız Rumiara inhisar etti. 1856 tarihinde meşhur<br />
İstefanaki Bey'in vaki ihtan üzerine Reşit Paşa tarafından<br />
resmen kaldırıldı. Bu köçekler kış mevsimlerinde<br />
Tavşan kıyafeti ile ekseriya meyhanelerde bulunup<br />
zevk ve sefahat erbabının sakilik hizmetini görürler<br />
ve istekli olanların karşısında da bu kıyafetleriyle<br />
raks ederlerdi.<br />
MEY<strong>HANE</strong> ALEMLERİ<br />
Eskiden meyhanelere Şerbethane tabir edilirdi.<br />
Bunların en rağbette ve tutunmuş olanlarında da ayni<br />
isim kullanılırdı. Şerbethaneler ekseriya daimi olup<br />
muvakkaten açılmalarına da sonraları izin verilmeye<br />
başlandı. Bu ş.erbeth.aneler Bahkpazarı'nda, Zindankapısı'nda,<br />
Asmaaltında, Ketencilerde Mahmutpaşa'da,<br />
Tavukçularda, İskender Boğazında, Gedikpaşa, Kumkapı'da,<br />
Yenikapı'da, Langa'da, Samatya'da, Yedikule'de,<br />
Karagümrük'te Topkapıda, Tefki.ır Sarayı'nda,<br />
Balat dışı ve dahilinde Fener'de, Cibali'de, Unkapanı'nda,<br />
Keresteciler'de, Galata'da, Beyoğlu'nda, Hasköy'de,<br />
Kadıköy'de bulunup herbiri bir ustanın idaresi<br />
altında idi ki bunlara Meyhaneci Ustası denilir.<br />
Bunların başlıcalan Gümüş Halkalı, Kılıçlı, Asmah
288<br />
gibi isimlerle yad edil1rdi. İstanbul'da halkımızın içkiye<br />
düşkünlüğü en ziyade Üçüncü Selim asnndadır.<br />
Başta padişah olduğu halde devrin en meşhur adamları<br />
bile işret müptelası idiler. Meyhaneler birer zarif<br />
insanlar meclisi addolunurdu. Fakat buralarda<br />
türlü türlü uygunsuzluklar da olurdu. Henüz genç denilecek<br />
yaşta bulunan, meybane müdavimlerinin ç<br />
ğu yakalarını ölümün pençesine terk ederlerdi. Kanuni<br />
Sultan Süleyman zamanında işretin men'i iradesi<br />
çıktığı vakit zarif şairlerden biri: «Humlar şikeste<br />
cam tehi yok vücudu mey,<br />
Ettin esiri kahve bizi hey zemane hey.» Meşhur<br />
beytini söylediği gibi o zaman hayatta bulunan meşhur<br />
Hayali de:<br />
eŞiındi mezmull!.u cihan oldu ise bide yine,<br />
Vakt ola rehne kona lurka ve seccade yine.» Beytini<br />
söylemişti.<br />
Çaylak Gazetesi muharrirliğini yaptığından dolayı<br />
(Çaylak Tevfik) diye şöhret bulan ve hakikaten tatlı<br />
dilli ve emsali bulunmaz bir insan olan merhumun<br />
(İstanbul'da bir sene) isimli kitabında da yazdığı veçhile<br />
Şerbethanelerin Meyhane olduklarına alrunet olatak<br />
sokak kapısının üst duvarına bir levha asılırmış.<br />
Kapıdan içeri girildiğinde önce tezgah<br />
göze çarpar.<br />
Te.zgahın üzerinde Rakı ve Şarap kadehleri, su kupaları,<br />
ufak tabaklar içinde Fasulya ve Lahana haşlamaları,<br />
Leblebi, Kabak Çekirdeği gibi mezeler bulunur,<br />
bu mezeler dünya gamını başından atmak ve biraz<br />
kendini avutmak hülyası ile ayakta birkaç kadeh<br />
atıp gidenler içindir. Bu hale erbabı, tezgah başı alemi<br />
tabir ederler. Bu alemle iktifa edenler uzun uza-
289<br />
dıya meyhane'de oturmaya halleri ve vakitleri müsait<br />
olmayanlardır. Hatta bu takımdan bazıları ağızlarımn<br />
kokusunu belli etmemek için çiğ nohut ve kuru<br />
kahve, günlük, kakule, karanfil gibi şeyler yemeye bile<br />
kendilerini mecbur tutarlardı.<br />
·<br />
Meyhanelerin içinde riıkılar ve şaraplar, büyük<br />
küplerde muhafaza edilir, fıçılardan<br />
kovalara aktarmak<br />
için meyhane miçolan denilen hizmetçiler fıçının<br />
ağzına merdivenle çıkarlardı. Meyhanelerin raflarında<br />
birçok şarap ve rakı şişeleri diziimiş ve duvarlara<br />
birtakım kabadayı resimleri asılmıştır.<br />
Akşamcılar<br />
için meyhanenin münasip yerlerine tahta sofralar<br />
konulmuş ve etrafiarına dört ayaklı hasır iskemieler<br />
dizilmiştir. Yukarı katlarında şirvanlar ve birer<br />
ikişer döşeli odalar bulunur, böyle yerler zengin ve sefahat<br />
düşkünü kimselerin<br />
eğlencelerine mahsustur.<br />
Meyhanelerde aşçı ve mezeci tezgahlan da vardır, bunlar<br />
kekikli külbastı, sarma, midye-ciğer tavaları, balık<br />
•<br />
ızgarası ve sair deniz mahsülleri salatası gibi mezeleri<br />
o kadar lezzetli yapariardı ki, yemekle doyulmazdı.<br />
.<br />
Meyhanelerin müteaddit hizmetçileri olduğu gibi çubuklara<br />
ateş koymak için de ayrıca ikişer çocuk bulunur,<br />
kerahat vaktinden evvel hizmetçiler sofraları siler<br />
ve süprürürler. Toprak şamdanlara mumları dikip,<br />
sofraların ortasına kor, kökden içieri oyulmuş tuz kutulannı,<br />
meyhaneci tarafından parasız olarak hazırlanan<br />
meze tabaklarını rakı şişe ve kadeh1.erini sofraya<br />
dizer. Meyhane ustası da hususi mevkiinde oturup<br />
.<br />
müşterilerin gelmelerini bekler.<br />
Sofraların mumlarını<br />
yakmak ve müşterilere hoş geldinde bulunmak bu<br />
ustaya aittir. Akşamcılardan bazıları şeleri, kadehle-<br />
F: 19
290<br />
ri, bardakları, tabakları filan<br />
tekrar kendi elleriyle<br />
yıkayıp kendi temiz mendilleriyle kurularları<br />
Hatta<br />
Damacana'dan şişelere rakı koymak hizmetini de kendileri<br />
ifa ve_ kullanacakları -huniyi yıkamak itiyadında<br />
olanlan vardır.<br />
Meyhane müşterilerinden bazıları Nargile müptelası<br />
olduAtı cihetle meyhanecinin hazırladJğı Nargileyi<br />
hemen içivermez. Kollarını dirsekierine kadar sıvayıp<br />
Nargile'nin sürahisini, seri'ni, lülesini ve marpucunu<br />
bizzat uğraşarak temizler. Sürahisine suyu kendi kor.<br />
Lüleyi kendi doldurur, kendi ateşler. Hatta bazıları<br />
' marpuç başlarını ağızlarına temas ettirmek istemediğinden<br />
bir kağıt parçasını zıvana gibi başlığın deli···<br />
ğine sokmuş olduAtı halde içer. Keyif malzemesinin<br />
temini nipeten daha kolay olan tütün liryakilerinden<br />
bazıları meyhane ve kahvehane gibi umuma mahsus<br />
yerlerin çubuklarını kullanmak istemediklerinden<br />
kendi çubukl
'<br />
J .;<br />
ı .·;<br />
,.<br />
i<br />
,., lı<br />
.'<br />
.... 1 1 \<br />
,,...<br />
. (<br />
1<br />
. .<br />
..<br />
•\<br />
•<br />
'<br />
'<br />
\<br />
.. .<br />
'<br />
'"<br />
• 1<br />
f :) '<br />
.<br />
•.' <br />
'f ,., <br />
'<br />
!'. • \<br />
' ! \<br />
'1<br />
•<br />
.<br />
.<br />
'<br />
'<br />
., '<br />
•<br />
•<br />
1<br />
\<br />
_.<br />
.<br />
i<br />
'<br />
'<br />
1<br />
t<br />
' '<br />
i<br />
1<br />
•J<br />
r
292<br />
getirir. Bazıları meyhanede pişirtmek üzere Lüfer, Kılıç,<br />
Barbunya gibi mevsim balıkları da alıp gelirler.<br />
Keyif ehli birer ikişer kapıdan içeri girdikçe hizmetçilerden<br />
piri derhal (buyrun efendim buyrun) diyerek<br />
karşılar, elinde böyle bir mezelik göı;düğü gibi hemen<br />
koşup elinden alır soyar, temizler veya ayıklar, pişirilecek<br />
olanları ise pişirtir, tabaklara koyar. Meyhane<br />
hizmetkarlarının sür'at ve maharet ve bilhassa müŞterilerin<br />
hoşnudiyetlerini celp için mizaca göre hareket<br />
etmeleri lazımdır. Binaenaleyh meyhanelerde hizmet<br />
etmek her hizmetkarın harcı değildir .<br />
•<br />
Kayseri'nin kuşgönü tabir edilen meşhur akik gibi<br />
pastırması ve ala ince doğranmış sucuklan, temizlenip<br />
ayıklanmış olan Sardalya ve Likornoz gibi tuzlu<br />
balıklar, siyah ve beyaz · havyarlar ve dumanı tüterek<br />
getirilen sıcak ızgara balıkları, envai türlü meyvelerle<br />
süslenmiş sofraların etrafında herkes' kendi eşi dos- ·<br />
-<br />
tu ve ahbabı ile yerini alır ve artık kendi arzu ve gönül<br />
isteğine göre hazırlanan Nargileleri fokudatmaya ve<br />
çubukları tellendirmeye ve kadehleri doldurup boşaltmaya<br />
bu suretle emeklerinin mükafatını görmeye başlarlar.<br />
Herşeyi hoş gören meslekleri icabı herkes, birbirine<br />
mezelerinden ikram etmek teamülüne riayet<br />
ederler. Hatta diğer sofralarda bulunan göz aşinalanna<br />
rakı ile meze ısmarlayarak samirniyet ve muhabbetlerini<br />
ibraz edenleri de olur.<br />
Akşmcılar arasında nükteci, fıkracı ve şair kişiler<br />
bulunduğu gibi güzel sesli musikişinaslar, keman çalanlar,<br />
neyzenler, güfteciler ve taklit yapan tuhaf kimseler<br />
de bulunurdu. Bu gibi insaniann arasında muh-<br />
o
...<br />
. .<br />
•<br />
294<br />
taç kişiler·· de bulunduğundan böylelerinin<br />
meyhane<br />
masrafları kudreti müsait bazı akşamcılar tarafından<br />
ödenirdi. Bu suretle hem kendileri elenir hem de on·<br />
ıann · keyif_lerini yerine getirirlerdi. İçki aleminin ga·<br />
rip hallerinden biri de ayık iken hasis olan bir adamın<br />
içki ırasında cömert olmasıdır •<br />
.<br />
Eyüp'ün kebab ve kaymağı gibi Yedikule'nin de<br />
«BAŞ• ı maruftu. Bu suretle Samatya meyhneleri ak.<br />
şamları ve tatil günleri pek eğlenceli olurdu. Uzak<br />
yakın demeyip İstanbul'un her tarafından gelirlerdi.<br />
Meyhane müdavimlerinin sarhoşlukları kötü olanlar·<br />
dan meclisi allak bullak edenler de olur, _,böylelerini<br />
kapı dışarı ederlerdi. Vak'ayı Hayriyye denilen Yeni·<br />
çeri ocağının lağvedilmesi hadisesinden evvel meyhane'lerin<br />
münasip bir yerine büyük bir çıngırak asılır<br />
ve meyhane kapısına da akşamları nöbetçi bir hiz·<br />
metkar konulurniuş. Bunun sebebi de, meyhane ka·<br />
ptsının önünden bir mbit geçecek olursa, hizmetkarın<br />
çıngırağı çekip derhal meyhane kapısının kapatılması<br />
imiş. Zabit geçtikten sonr:> kapı yine açılımuş.<br />
Eskiden müskiratın men'i hakkında pek sıkı ka·<br />
yıtlarda bulunurlarmış. Memleketin asayişine memur<br />
olan Yeniçeri Ağası sokak ve pazarları dolaşırken, şe.<br />
hirde ve şehirin etrafında sarhoşlan arar ve tuttuğu<br />
sarhoşun _itibarı yoksa ona meşru hakkı olan sopayı<br />
vurur, dirlik sahibi kişi ise zabitine gönderip şer'i<br />
haddin vurolmasını oiıa havale edermiş. İşte bu çıngırağın<br />
bir hizmeti de, keyf ehli muhabbete koyulduklanndan<br />
dağılma vakti geldiğinip farkında olamadık-<br />
. larından paydos zamanının geldiğini bunlara aber<br />
vermek için çıngırak çahnırmış.
295<br />
Akşamcıların bir de sabahçıları vardır ki, mahmurluk<br />
bozmak denird-t Akşamdan içkiyi ve mezeleri<br />
fazla kaçıranlar sabahlan mide bozukluğu, vücut<br />
kınklığı ve baş ağrılan ile yataktan kalktıktanndan<br />
renkleri soluk, gözleri bulanık olur.<br />
·<br />
Bu fenalığı gidermek için tekrar rakı içerler, · fakat<br />
bu sabah rakı'sının ilk kadehine biraz limon sıkarlar,<br />
akıllannca sağlıklannı korumaya riayet etmiş<br />
olurlardı.<br />
Meyhanelerden kalkıp evlerine gelmek için herkes<br />
semtlisi ile birleşir, sohbet edf,rek gelirler. Maamafih<br />
gece vati sokaklarda yağmur ve çamurlu havalarda<br />
evlerine varana kadar yollarda çekilen zorluk-<br />
•<br />
lar tahammülün üstündedir. Aşamcılann bu dönüş-<br />
. lerine dair pek çok hikayeler anlatırlar.<br />
Akşamcılar Ramazan-ı Şerif'e hürmeten içkiyi muvakkaten<br />
terk ederler. Eskiden bu muvakkat terk şekli<br />
üç kısma · ayrılmıtı, hatta birbirlerine bu hususta<br />
(ipci n1isin, kandilci misin, topcu musun?) diye sorarlardı.<br />
Çünkü ipci takımı Ramazan-ı Şerif'e onbeş<br />
gün kala Slatin camilerinde mahya iplerinin kurulduğunu<br />
gördüklerinde, kandilci kısmı bütün Ramazan'da<br />
minare'lerin kandilerini gördüklerinde, topcu<br />
takımı da imsak topunu işittiklerinde içki içmeyi terk<br />
ederlerdi.<br />
Bayram gelince evvela topçulaı · Bayram Namazını<br />
kılıp çoluk çocuğu ile bayramlaştıktan sonra doğruca,<br />
müşterisi bulunduğu meyhaneye gider. B\t birinci kısmı<br />
teşkil eden müşterilere meyhaneciler, horozlardan<br />
mürekkep mükemmel bir sofra hazırlarlardı. Kandil-
296<br />
.<br />
ci kısmına mensup olanlar Bayram'ın birinci günü<br />
akşamı içkiye başlarlar. İpci takım.ı da Bayram'a hürmeten<br />
üç . gün içki içmeyip dördüncü günü akşamı<br />
meyhane'lere devama başlarlar. Akşamcılar içinde saçı<br />
sakalı ağarı,nış beli bükülmüş olanlar bulunduğu<br />
gibi Vak'ayı Hayriyyeden sonralan genç yaşlarda olanlar<br />
bile görülmeğe başlamıştı<br />
Bu akşamcılar içinde sarhoşluğu<br />
kötü olaniann<br />
halleri de teessüfe şayandır. Mesela bütün Ramazan<br />
evinin yiyeceğini, çoluk çocuğunun bayramlıklannı<br />
gücü nispetinde tedarik ederek onları hşnut etmeğe<br />
çalıştığı halde, Bayı'B.m günüden itibarert ağız eğri, göz<br />
eğri, göz şaşı evine gelip zavallılara kan kusturan baba,<br />
ayık zamanında bir öf bile demediği halde sarhoş<br />
haliyte anasıriı, kardşledni dövenler çok görülmüştür.<br />
. .<br />
Meyhanelerde bir sofraya oturarak etraftakiİere<br />
göz gezdirirler. Kendilerinden ziyade onlarla meşgul<br />
olurlar. Mesela karşılıklı iki sofrada oturanlar arasında<br />
(sen bana baktın, benimle eğlendin) gibi sebeplerle<br />
habbeyi kubbe yapıp bir çok kavgalar çıkar ki bu da<br />
sarhoşluk icaplarıdır. Beraber bulunduğu sofrayı herhangi<br />
bir husustan dolayı terk edip diğer birinin sofrasına<br />
giden arkadaşının bu hareketine kendince bir<br />
takım manalar vermesinden dolayı bir takıin kavgalar<br />
cıkar.<br />
<br />
Servetini dalkavuklariyle m ey hanelerde . yo k eden<br />
mirasyedi düşkünleri de çok görülmüştür. Eskiden<br />
umumi olarak meyhan.elerin kapatıldığı ve içkinin<br />
men'edildiği olmuş, fakat bütün bu kayıtlara raen<br />
içkiye müptela olanlar yine bu iptiladan vaz geçme·
297<br />
mişler, herhalde içmenin bir kolayını Daıhıp keyifleririni<br />
çatmışlardır.<br />
Revaç bade'ye fartı yasağdır bais,<br />
Haris olur kişi men' olunduğu fiile.<br />
Yeni nesiimizin eksensinde içki ye karşı bir nefret<br />
hissolunuyor ve içkisiz eğlencelerde daha ziyade incelik<br />
ve zarafet görülüyor. Bu hal doğrusu teşekküre şavandır.<br />
'<br />
CANBAZLAR<br />
Şurada burada san'atını icra eden Canbaz'lardan<br />
başka olarak, eskiden Kocamustapaşa semtinde Canbaziye<br />
denilen yerde Eşref Ağa'nın ve onun ölümünden<br />
sonra da oğlu Mehmet <strong>Ali</strong> ustanın idaresinde bir<br />
canbaz kumpanyası vardı, husus i günü . de Pazar günleri<br />
idi. İstanbul'un her tarafından dalgalar halinde<br />
gelen halk bunları seyrederlerdi. Bu kumpanya bir nevi<br />
ocak olduğundan saray eğlencelerinde ve sair şenlik<br />
günlerinde bir dağdan bir dağ'a veya bir dağ'dan<br />
bir ova'ya, menzU ipi denilen minare yüksekliğinde ip<br />
kurup üstünde çeşitli hünerler icra ederlerdi. Merhum<br />
Yusuf İzzettin Efendinin 1870 tarihinde Dotmabahçe'de<br />
icra edilen sünnet · düğününde Saray Muzıkası<br />
Kışiası'nın bulunduğu dağdan Dolmabahçe Sarayı'nın<br />
önünde bulunan saat kulesi meydanına kadar<br />
menzil ipi kurup hünerlerini göstermişlerdi. Hatta bir<br />
gün iki elinde iki kılıç olduğu halde ipin üzerine çıkan<br />
canbaz ortasına geldiğinde, o vakitler ecel beşi<br />
i namı verilen ve uçları menzil ipine bağlı bulunan
298<br />
salıncak uzerinde envai türlü hünerler gösterdikten<br />
sonra ayaklarını salıncak ipin iliştirip başaşağı ken·<br />
disini koyuverdiğini gören halk, düştü zanniyle büyük<br />
helecana kapılmıştı. Hele kadın seyircilerin fe.ryadı<br />
ayyuka çıkmıştı. Bu kumpanya saray düğününün sonuna<br />
kadar hergün başka başka hünerler göstermişti.<br />
Bir de Gedikpaşa'da hususi bir Tiyatro inşa edilmiş<br />
olup burada meşhur Sülya'nın at canbazı kumpanyası<br />
hünerlerini icra etmiştir.<br />
KADlN ÇENGİLERİ<br />
Kadınlar cemiyetinde saİı'atını ıç- ;. <br />
eden çengiler<br />
de orta oyuncularında olduğu gibi bir çok kollara<br />
ayrılmıştır. Kolbaşı ve muavini ile beraber bir kol<br />
oniki kadından ibaret olup refaketlerinde ikisi daire,<br />
birisi keman ve biri de çiftenara (Nekkare) çalmak<br />
üzere dört de sıracı dedikleri çalgıcıları ve birkaç da<br />
yardakÇiları bulunur. Bunlar tam kol olarak oyuna<br />
gittikleri zaman orta oyunlannda kullanılan menteşeli<br />
tahta edevat ve ona göre elbiseler de birlikte götürülür.<br />
Kolbaşı hamının evinde hususi bir de meşkhane<br />
olduğundan Çengiliğe heves edenler bu meşkhanede<br />
talim ederek otuz, otuzbeş yaşianna kadar san'•<br />
atiarını icra ederler. İçlerinde kırkını aşan yosmaları<br />
da bulunur. Kolbaşı ve muavirıi hanımların yaşları<br />
altınışı bulmuşsa Ağır Ezgi denilen ilk raksa çık-<br />
.<br />
.<br />
maları usulleri icabındandır. Bunların bulundukları .<br />
başlıca yer Tahtakale Kadınlar Hamarnı olup derme<br />
çatmalan Ayvansaray'da Kıpti mahallesindedir.<br />
Bir<br />
çengi kolu tutmak isteyen eğlenti sahibesi hangi kolu
299<br />
isterse bir kadını yollar bu kadın kolbaşı hanımı bulur,<br />
pazarlığa girişir. Pazarlık iki şarttan biri seçilmek<br />
esası üzerinden yapılır, o da fasıllar sona erdikçe<br />
def tutup para toplamak veya toplamamak şekilleri<br />
olup, · kibarcası misafirleri iz'ac etmemek için para<br />
toplattırmamaktır. Raks esnasında hoşuna gidip<br />
bahşiş vermek veya altın yapıştırmak isteyen misafirler<br />
arzularında serbest bırakılır. Hangi şart intihap<br />
edilmiş olursa olsun oyun esnasında icab ettikçe<br />
düğün sahibesi hanımlar tarafından mutad olduğu<br />
üzere basma veya .sair kumaşlardan askı asılmak ve<br />
bahşiş verilmek mecburi idi.<br />
. Eğlenti günü belirli vaidtte en önde, yelpazeli, yaşınaklı<br />
ve san çizmeli kolbaşı hanım ve muavini ve onları<br />
takiben ince yaşmaklı, renk renk feraceli çeng.iler<br />
ve arkada kılıfları içinde sazlan ellerinde olduğu<br />
halde sıracılar ve hizmetçiler ve yardakçılar, daha<br />
arkada oyun edevatı ve elbise bobçaları taşıyan hamallar<br />
olduğu halde yola düzülürler. Küçük çerkez<br />
cariye de kolbaşı hamının yakı takımı sarılı (1), bobca<br />
koluğunda, siyah çuhadan yapılmış, kenarları<br />
zımbalı uzun çubuk kesesi elinde olarak kolbaşı hanımın<br />
peşinde gider. Çengilerin eski hallerini bilenler<br />
bu edalı yasmaların nasıl açık saçık tazeler olduklarını<br />
ve sokaklar vaziyet ve tavırlarının ve yürüyüşlerinin<br />
ne derece serbest bulunduğunu hatırlar. Sokakta<br />
giderlerken havai erkeklerden sarkıntılığa cür'et<br />
(1) Eskiden kadın ve erkek başlannın ekserisi yerli ya·<br />
kı açarak daima işlettrlerdi.
300<br />
edenlere müstahak oldukları cevapları yetiştirmede<br />
güçlük çekmezler. Hele sıracılar bu gibi cevaplarda<br />
asla ihmal ve müsamahada bulunmazlardı. Düğün<br />
evine geldiklerinde, alt katta çengilere ayrı bir<br />
oda gösterilmesi şarttır. Çengiler odalarına girdikten,<br />
yaşınaklarını ve feracelerini çıkardıktan sonra odanın<br />
kapısı çevrilir. Artık bu odaya, soyunmuş olanlardan<br />
başkasının girmesi memnudur ve caiz değildir. Soygun<br />
· namı verilen Jsadınlar orta yaşlı, üstleri başları<br />
düzgünce etekleri belinde, lisanları yerinde serbest<br />
kadınlar olduklarından misafir hanımların i'zaz ve ikramı<br />
ve her birerlerinin kendilerince bilinen teşrifat<br />
usulüne göre yedifilmeleri hususlarında ınaharet göstererek<br />
ev salıibesinin vereceği ücretten başka misatilerden<br />
de dolgunca «Soygun bahşişleri» hak etmeğe<br />
çalışırlar. Bazı hoppa mizaçlı tazeler kapının anahtar<br />
deliğinden çengileri gözetlernek isterler. Bunu soygunlardan<br />
biri görürse ayıplar v tekdir ederek men'eder.<br />
Düğün evinde iki hanım arasında, «oda kapısının kapalı<br />
tutulmasının sebebi olarak içerde çengiler içki<br />
içerler ve oyuna öyle çıkarlarmış derler, günahları üstlerinde<br />
kalsın, neme lazım ben görmedim, gördüm<br />
dersem iki elim yanıma gelecek» diye bir söz geçtiğini<br />
çocukluğumda işitmiştim.<br />
Misafirlerden sonra çengilere de yemek verilir.<br />
Bundan sonra oyuna çıkma hazırlıkları başlar. Birçok<br />
düzgün ve rastık kutuları, pomat, lavanta şişeleri,<br />
sürme kalemleri, taraklar, ufak süngerler, saç maşaları<br />
meydana çıkar. El aynaları ellerinde aynaların<br />
karşısına geçerler.<br />
Beyazlıklar, allıklar içirile
301<br />
içirile sürülür. Kaşlara rastıklar, gözlere sürmeler çekilir.<br />
Rastıktan püskünne benler yapılır.<br />
Çehrenin sun'i güzelikleri tamamlandıktan sonra<br />
oyun esvaplarını, hazırlayan kadının yardımı ile en ince<br />
içiikiere varıncaya kadar herşey başka başka değiştirilir.<br />
Saçlar taramp kurdelelerle ayrılarak gelişigüzel<br />
·<br />
salıverilir. Göğsü yanın yarım açık olmak üzere tül<br />
gömlek ve üstüne pullu kadifeden camadanlı yelek<br />
ve tennure biçiminde sırma saçaklı canfes eteklik giyip<br />
bellerine sırma kemer. takarlar, ayaklarına «Filer»<br />
denilen oyun terliği giyerler ve bu terlikler ipek kurdelelerle<br />
beyaz çoraplar üzerine bağlamr.<br />
Kolbaşı hamının tuvaleti yaşı ile mütenasip ve<br />
babayanidir. Vakıa oyun . esvabı giyerse de raksa kakül<br />
üstüne hotozla çıkar. Bu ho toz tepesi oymalı, püskül,<br />
kağıtlı ma:vi ipek püskül etrafına yaylı fes ve fes'<br />
in kenarına oyalı yazma yemeniden bir çatkı çevrilmiş<br />
ve bu · çatkının münasip yerlerine (pat iğne yıldız,<br />
yarım ay, divanhane çivisi) denilen elmaslar, parmaklara<br />
gül yüzükler takılmıştır. Dut veya zümrüt küpeleri<br />
kulağa takmazlar, toplu iğne ile hotozun bir tarafına<br />
şöyle bir iliştirirler. Bu da incelik alametidir.<br />
(Eski kadınlarımız çengilere, hamam ustalanna ve<br />
bunlarla sıkıfıkı canciğer olan bazı mirasyedi hammlara<br />
ince takım (Zürafa) derlerdi. Bu ince takım kadınlar<br />
arasında (zürafalığa) alarnet olmak üzere kenarları<br />
(ciğer deldi), köşeleri (ah ah) işlemeli mendil bağlarlardı.<br />
Bu kısım kadınlar cemiyet hayatınıa muhalif<br />
bir haat geçirirler, erkeklerden zevk almazlar.<br />
Bunların birbirleriyle sohbetlerinde dahi bir başkalık
302<br />
vardır. Ne tatlı diller dökerler, ne kadar herkesin mizacını<br />
okşayacak şekilde laflan vardır. Gene kendilerine<br />
mahsus edatariyle imalı, nükteli şakalar, yabancıların<br />
yanında rumuzlarla merarolarım ifade edişleri,<br />
kuşdili (1) ile konuşmalar birbirini kovalar . . Fakat bu<br />
suretle aralarında cereyan eden haller o kadar gizli o<br />
derece nükteli şeylerdir ki, her göz görmeye, her kulak<br />
işitmey muktedir olamaz, meğer ki yine<br />
kendi<br />
cinslerinden olmalıdır. Bunlar kendi kendilerine kaldıkça<br />
aşıkane beyitler, kıt'alar okuyarak iç yüzlerini<br />
meydana kor ve gizli sırlannı açığa vunırlardı.<br />
manzumeler (Karanfilsin<br />
Bu<br />
karann yok, gonca gülsün<br />
tımarın yok. Ben seni çoktan severim, senin benden<br />
haberin yok). gibi şeylerdir.<br />
Kolbaşı ve muavini ve çengilerin<br />
hepsi hazırlandıktan<br />
sonra sıracılar yukan .kata çıkıp kendileri için<br />
aynlan ve tahsis olunan mahalle otururlar. Davetlile-<br />
•<br />
rin kimi sediriere yastanır, kimisi · sandalye ve kanepelere<br />
kurulup güler yüzle oyunun başlamasını beklerler.<br />
Müteakiben verilen işaret üzerine raksın baş.<br />
langıcında okunınası mutad şarkıyı okurlardı. Önce<br />
kolbaşı hanım iki eliyle temenna ve maiyeti de ona<br />
uyarak avuçları içine tuttuklan çarparalan birbirine ·<br />
çarparak ve. çıkan ses ile şarkının usulünde tempo tutarak<br />
başta kolbaşı hanım oldu halde birbirlerini<br />
takip ederek ortada devir yaparlar. Bu devre (r ezgi)<br />
denilir. Yalnız kollar yukan kalkmış ve beden<br />
(1) Elli altmış yıl öncesine kadar bazı kadınlar (Kuş·<br />
dtli) de
303<br />
tabii vaziyetinde olduğu halde gayet ağır ve temkinli<br />
icra olunur. Bu dört devir (zevkimiz dört üstüne) dar<br />
'bı meselinden kinayedir, bu da bir fasıl kabul edilir.<br />
İkinci fasla parmaklara zil takmak suretiyle çıkarlar.<br />
Bu fasıldan itibaren kolbaşı hanım ve muavini<br />
oyuna çıkmazlar, raksı oyuncubaşı idare eder. Göbek<br />
atmalar, topuktan çatmalar, hoplamalar, kendini atmalar,<br />
omuzdan titremeler hep bu ikinci fasıldan itibaren<br />
i cra edilir. Sıracılann (bir hocalım var ya kime)<br />
allı pulluya ya hey (1) diyerek yaptıkları pohpohlar<br />
neş'elere bir kata daha güzellik verir.<br />
Üçüncü fasıl Tavşan raksıdır. Bu raks'da kadifeden<br />
yapılmış erkek biçimi Kovalı şalvar ve o renkte<br />
dar camedan ve başianna dal fes giyip bellerine şal<br />
kuşanırlar. Fesin altından saçlar gelişi güzel salıverilmiştir.<br />
Parmaklarında yine zil bulunur.<br />
Bazı zengin ve mirasyedi hanımların çengilerden<br />
gönüllüsü vardır. Hafif meşrep güzel kadınlara zengin<br />
erkek aşıkJ;ır lazım olduğu gibi zürftfalık aleminde<br />
de çengilere ·zengin hanımlardan sevdalılar lazımdır.<br />
Oyun arasında çengiler bu gibi hanımiara tebessümler<br />
ve elleriyle, gözleriyle gizli şeyler söyler ve sırlar<br />
ifşa ederler. Raks esnasında altın yapıştınlırken<br />
fıskoslar bile olur. Fakat bunlar misafirler arasındaki<br />
-- ---<br />
(1) Ayvansaray yakınmda bir Hoca <strong>Ali</strong> Mescidi vardır.<br />
Bu mescidirı nıerdiverıi bitişiğirıde kendisi gömülüdür.<br />
İkinci Selim minherini tamir ettirmiştir. Kemarıı<br />
Menıduh tarafından tamir ettiri/diğini duymuştum.
304<br />
mütecẹssis hanımlar tarafından gizlice ve inceden inceye<br />
seyredildiklerinin farkında olmazlar, bu hanımlar<br />
da ayni fasileden ince hanımlardır. Oyunda cömertlik<br />
arttıkça ince hanımlar arasında rekabet hissi de<br />
çoğalır ve çengilere altın yapıştırmalar, sıracılara sık_.<br />
ca balışişler birbirini takip eder. Kıskançlık galeyanı<br />
ile kapiarına sığmayacak hale gelirler. Ruhlarından.<br />
fışkıran alı'lar ve hey hey naralan devam eder. Maniler<br />
.ı smarlanıp niyetler tutulur, çengilerle sıracılar kar<br />
şılıklı divanlar, koşmalar söylerler, ara nağmelerinde<br />
ayaklar adeta uçar gibi döner, sanki görünmez olur.<br />
Sıracılar (amman aş:ığıdan) diyerek ve (yallah yallah<br />
yallah) nakaratiyle sürekli alkışlarla raksı bir kat da- ·<br />
ha kızıştırırlar. Belden aşmış aşırma saçlar hopladıkça<br />
havalanır, ikişer ikişer bora tepilerek bu fasla da<br />
nihayet verilir.<br />
Dördüncü fasılda raks yoktur. Çengilerin güzel<br />
seslileri sıracılann yanında oturup hanendelik ederler.<br />
Mükemmel bir küme faslı olur. O tiz perdede yakıcı<br />
ve tahr.ik<br />
.<br />
edici, te'sirli seslerle okunan şarkılada .<br />
.<br />
oynak divanlar insanı mest ederdi. Dördüncü fasılda<br />
kalyoncu veya hamam oyunu gibi taklitli oyunlar çıkarırlardı.<br />
Kalvoncu oyunnda meydana getirilen tekerlekli<br />
gemiyi çekerken (heyamola, yisa yisa, eyyam<br />
ola yel esa) tekerlemesinin biri tek olarak, nakaratını<br />
ise hepsi bir ağızdan çalgının da iştirakiyle söyleyerek<br />
gemiyi yürütmeleri çok eğlenceli olurdu. Bir de bu<br />
oyunun kahramanı olan kalyoncu rolü çengiler arasında<br />
mühim bir vazife sayılırdı. Çünkü levend endam·<br />
lı ve gösterişli bir babayiğitin bütün vaziyet ve tavır<br />
Jarını canlandırmak her kadının karı değildir.
305<br />
· .<br />
· dişleme,<br />
Başındak: kalyoncu kalpağı aşının üstüne yıkılmış,<br />
sırmalı şalvar üstüne beline sardığı şalın müı:ıasip<br />
yerlerine yatağan bıÇağı, piştov, kama ve emsali<br />
silahlar· sokulmuş, sırma cepken, kartal kan . at omuza<br />
atılmış olduğu ve bir· elinde rak ı şişesi diğer elinde<br />
bıçağının kabzası bulunduğu halde yıkıla yıkıla kal- ·<br />
yoncu ortaya çıkar. Saz da (bir gemim var salıverdim<br />
engine) şarkısım çalıp söylemeye ba·şlar. Kalyoncu rakibini<br />
yumruklamak, · ezmek, çiğnemek, öldürmek ister<br />
ve (bıçağım · hakkı için) diyerek attığı naralar ortalığı<br />
velveleye verirdi.<br />
Hamam oyununda ise Kilcinin Merkeb'i yulann-<br />
•<br />
dan çekerek hamam'ın ·önünden geçerken sevgilisi hamam'da<br />
olduğu için meşhur kuzu'yu yamk yanık<br />
okuyarak (kilci geldi kil alın, kil) diyerek kil satması<br />
hoşa giderdi. Tiz perdeden oynak sesle · sabaha karşı<br />
okunan yakıcı nağmelerde başka bir tesir vardır .<br />
.<br />
Bir zamanlar kolbaşı olan kadınların en meşhuru<br />
Yıldız Kamer'di. Kendisi zurna da çalardı. Çengilerin<br />
şöhretlileri cıcŞaheste, Tosun Paşa kızı Hayriye, . Kü<br />
. çükpazarh Nail e, Hancı Kızı Zehra1 Paşa dairesine<br />
• • •<br />
intisab etmişlerden Fa tma, Aksaray'lı Mahbub idiler. ·<br />
Naile için şu güfte ile yapılmış bir şarkı da vardır:<br />
(Sarı papuç işleme, etrafı gümüşleme, gerdanıni<br />
Nailem, Nailem, · Küçükpazar'lı Nailem.) Bu<br />
şarkı Haşim Bey Mcmuasında kayıihdır.<br />
GALATA ve <strong>BEY</strong>oGLU ALEMLERİ : ·<br />
Galata Sarayı karşısında bulunan Hıristaki Çarşısının<br />
bulunduğu mahal vaktiyle Naum'un Tiyatrosu'-<br />
F: 20
306<br />
nun olduğu yerdi. Tiyatronun cephesi caddeye ·nazır<br />
olup altmışdört tarihlerinde (1847) inşa olunmuştu.<br />
Bur çarşı yeri tamamiyle Tiyatro binaları olup bü·<br />
yüklük ve inşa tarzlarındaki güzellik itibariyle mü·<br />
kemmel bir OPERA binası idi. 1856 tarihinde Dolma·<br />
bahçe Gazhanesi Hazinesi'nden verilmek. üzere Beyoğlu<br />
sokaklannın her tarafı aydıntatıldığı sırada bu Ti·<br />
yatro'nun içi de havagaı ile aydınlatılmıştı. Sahibin·<br />
den her sene iki bin lira kadar bir kira bedeli karşılığında<br />
kiraya verilir ve hatta perde aralannda kah·<br />
ve sigara ve sair meşrubatın içildiği salonu kiralayan·<br />
dan da ayrıca beş bin kuruş ahnırdı. Dört kişilik bir<br />
loca için giriş bedeli ayrı olmak üzere vasati olarak<br />
ikiyüzelli kuruş civarında bir ücret alınırdı. Her sene<br />
kiracısı taııafında Avrupa'dan Opera Kumpanyalan<br />
getirtilir ve Teşrinievvel (Ekim) başlarında faaliyete<br />
başlayarak bütün kış oyunlarına devam ederler ve bü·<br />
tün sefirler, Beyoğlu'nun itibarh kimseleri, vekiller,<br />
devlet ricali ve kibarlar vesair halk gelip seyredelerdi.<br />
Senede bir kaç defa Sultan Abdülmecit ve cülusu<br />
sıralarında Abdülaziz defalarca gelmişlerdi. 1870 tari·<br />
hinde vukubulan büyük Beyoğlu yangın"ında bu Ti·<br />
yatro da yandığı için yerine şimdiki çarşı inşa edildi.<br />
.<br />
Bu tiyatroda Fransızca ve İtalyan'ca opera, dram<br />
ve komedi gibi oyunlar icra olunurdu. Bu oyunlara<br />
rağbet edenlerden ecnebi lisanlarına aşina olmayanlar,<br />
oyunların garp fıkralarından<br />
istifade edip hisse<br />
sahibi olmadıklarından kumpanya bu hususu dikkate<br />
alarak (Riyakar) ve (Müseyyip) isimli hikayeleri İtal-
307<br />
yan'cadan 'fürkçe'ye tercüme ve tab ettirmişti. 1857 tarihinde<br />
bu tercümeler tiyatroya gelenlere bir bedel<br />
mukabilinde dağıt.dırdı. Opera kumpanyası artistierinden<br />
onyedi'si seçkin baş okuyucu, yirmisi usul tutan<br />
okuyucu, yirmiyedisi kadınh erkekli rakkaslar,<br />
otuzbeşi de saz takımı idi.<br />
Bugün kullanılan nota'nın işaretlerini altıyüz se·<br />
ne evvel Boris namında bir rahip ioe;ad. etmiş. Maamafih<br />
meşhur hekim İbn.i Sina'nın (Şifa) adlı kitabının<br />
Riyaziyat kısmının musiki bahsinde tabii seslerin derece<br />
ve basamakları hakkında mühim bilgiler vardır<br />
ki, bunlar nota'nın esası demektir.<br />
Sonraları Naum Tiyatrosundan başka Beyoğlu'nda<br />
Şark Tiyatrosu namiyle Karabet Papazyan Efendi tarafından<br />
açılmış olan tiyatro'da komedi ve pandamima<br />
kumpanyalan san'atlannı icra edcrlerdi. İstanbul<br />
tarafında Gedikpaşa Tiyatrosu da sonralan sirk halinden<br />
tiyatro şekline çevrilerek Papazyan ve Fasulyaciyan<br />
Efendilerin ve daha sonraları Güllü Agop<br />
Efendi'nin kumpanyalan tarafından san'atlarının icrası<br />
için kullanılmaya ve bazı ediplerimizin eserleri<br />
de bu tiyatro'da oynan.mağa başlanmıştı. Ne çare ki<br />
sonraları merhum Namtk Kemal Bey'in «VATAN YA<br />
HUT SİLİSTRE» si Gedikpaşa Tiyatrosunda oynandığı<br />
gece ,gençlerin ve bilhassa mekteplilerin galeyanı<br />
ve « Y AŞA KEMAL» se da ları n azarı dikkati çektiğinden<br />
ertesi günü Kemal Bey ile arkadaşları sürgün edildilerdi.<br />
Hele Sultanharnit · devrinde buna benzer milli<br />
tiyatro eseri yazmak ve oynatmak adeta yasaktı. Güllü<br />
Agop Efendi saraya alındı, kumpanyası da dağıtıl-
308<br />
dı ve sonra da tiyatro yıktınldı. İşte o zamanlar orta<br />
oyunlannı tiyatro şekHne çevirmeye başladılar, lakin<br />
bunları milletin ahlakına hizmet edecek yolda tanzim<br />
\·e islah .<br />
etmediler. Bir tarafta, Galata ve Beyoğlu taraflarında<br />
kumarhaneler ve şehveti gıcıklayıcı resimlerle<br />
süslenmiş gazinolar, balozlar, kafeşantanlar yavaş<br />
yavaş açılmakta ve bunlar sabahlara kadar açık bulundunılmakta<br />
idi.<br />
Gençlerimizin alafrangalığa rağbetleri gittikçe arttı,<br />
Şampanya, Kon yak, Apsent, V iski ve muhtelif . meyve<br />
ve çiçek kokularını havi şişeleri, yaldızlı etiketlerle<br />
tezyin edilmiş Likörleri bol bol kullanmağa başla-<br />
.. ' ·-<br />
dılar. Yerli ve ecnebi kantarla (,lolu seneller günde<br />
. n güne çoğaldı. Hele Kamaval zamanlan Galata ve<br />
Beyoğlu tarafianna akan bir avareler seli hasıl oldu.<br />
Konak ve kira arabalan etrafa zifoslar saçarak son<br />
hızla gençleri o tarafiara taşırlardı.<br />
Balolar gazinalar atız ağıza dolu olup buralarda<br />
sabahlamak da adet oldu. Umumhanelerdeki cicili bicili<br />
kızların sürünmüş oldukları lavanta kokuları gençleri<br />
mest ve şakraklıklan da gönüllerini cezb ederek<br />
aşk ve alaka saikası ve kıskançlık parlayışı ile her şe<br />
yi yapmağa hazır bir hale gelirler. Bu yüzden nice<br />
feci vak'alar birbirini takip ederdi. Hele İstanbul'un<br />
her tarafına dal hudalt saran kuar belasına da hal<br />
kımızın büyük bir kısmı kapıldı. Zengin gençler servetlerini,<br />
aylıkçı takımı maaşlaqnı, esnaf ve işçi gü:.<br />
ruhu kazançlannı hep Galata ve Beyoğlu alemlerine<br />
sarfettiler.<br />
İstanbul'umuzun bir çok yeı ll ve dışarlıklı gençleri<br />
şehvet duygularına mağlup olarak hep bu mihver
309<br />
etrafında dolaşır ve envai türlü rezaleti irtikap ederlerdi.<br />
Kargir mağazalar, çiftlikler, hanlar, hamamlar, yalılar,<br />
konaklar ellerinden çıktı, çoğu sarraftara bankertere<br />
intikal etti. O eski «Hayriye Tüccan» .namı<br />
ortadan kalktı, belki bilenler bile kalmadı. «Kapan Tüccarı»<br />
denilen un, yağ ve bal kapanları tüccarı abani<br />
Sarıktı Hacı Hafız Hacı Salih Efendiferin, Hacı Veli,<br />
Hacı Yusuf Ağa'ların dolap ticaretleri evlatlarının ve<br />
torunlarının sefil emelleri yüzünden yabancılara kaptı- .<br />
rı ldı.<br />
<<br />
•<br />
Çift ve çubuk sahibi ·çok zengin ağaların öldükten<br />
sonra kalan mirasları yadellere geçti. Bir zaman- .<br />
, lar frenkler arasında darbımesel olan o eski Türk kuvveti<br />
de kalmadı. Yanağından kan damlayan dağ gibi<br />
babayiğitlerimizi belsoğukluğu, firengi hastalıkları<br />
kemirip bitirdi. Memleketimiz hastalıklı bir nesle<br />
mesken oldu. .<br />
Bugün millet fertlerinin bir kısmı hastanelerde, bir<br />
kısmı hapishanelerde, bir kısmı da sefaletin pençesi altında<br />
inliyor. İşte garp medeniyetini taklit etmek suretiyle<br />
iktibas etmekliğimizin neticesi buralara vardı.<br />
Vakıa sonraları aklımız başımıza gelmeye ve iktisat<br />
usullerinin kıymeti takdir olunmaya başlandı. Lakin<br />
ba'delharab el Basra (Basra harap olduktan sonra.)
kapak düzeni; NECATi ONAT<br />
FiYATI: 10 TL. j