10.03.2016 Views

Gündem Güncel

Bulten120

Bulten120

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

OCAK-MART 2016 SAYI 120<br />

8<br />

<strong>Gündem</strong><br />

Uluslararası<br />

İyilik Ödülleri<br />

24<br />

<strong>Güncel</strong><br />

Şimdi Yaraları<br />

Sarma Zamanı<br />

HER İYİLİK SADAKADIR


BU SAYIDA<br />

Dünyayı İyilik Değiştirecek<br />

İslam coğrafyası bugün tarihin en zor süreçlerinden geçiyor.<br />

Medeniyetimizin başkentlerinden ateşler yükseliyor. Bugün bütün<br />

dünyada insanlığın vicdanını kaybettiği, merhametin azaldığı, kalplerin<br />

katılaştığı bir dönemi yaşıyoruz.<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI<br />

İYİLİK BÜLTENİ<br />

OCAK - MART 2016 • SAYI: 120<br />

Türkiye Diyanet Vakfı Adına Sahibi<br />

Mazhar BİLGİN<br />

Mütevelli Heyeti II. Başkanı<br />

Genel Yayın Yönetmeni<br />

İsmail PALAKOĞLU<br />

Genel Müdür<br />

Yazı İşleri Müdürü<br />

Kerim KÜÇÜKSARI<br />

Kurumsal İletişim Müdürü<br />

Yayına Hazırlayanlar<br />

Yüksel SEZGİN<br />

Serkan FİDAN<br />

Ömer SARI<br />

Ayşegül KURTKAYA<br />

Samet AYDIN<br />

Grafik Tasarım<br />

Yasin DEDEŞ<br />

Esen Ali DUMAN<br />

Fotoğraflar<br />

Ahmet Sami ACAR<br />

Gökhan PEKDEMİR<br />

Mehmet ÖZTÜRK<br />

Adres<br />

Dr. Mediha Eldem Sokak No: 72/B<br />

06640 Kocatepe - Ankara<br />

T : (0.312) 416 90 00<br />

F : (0.312) 416 90 90<br />

W : www.diyanetvakfi.org.tr<br />

Yayımlanan makalelerin<br />

sorumluluğu yazarlarına aittir.<br />

Para ile satılmaz.<br />

Baskı<br />

TDV Yayın Matbaacılık ve<br />

Ticaret İşletmesi<br />

Alınteri Bulvarı 1256. Sokak No: 11<br />

Ostim - Yenimahalle / ANKARA<br />

T : (0.312) 354 91 31<br />

F : (0.312) 354 91 32<br />

Günümüzde tüm insanlığı kuşatan şiddet, terör, nefret, düşmanlık, ırkçılık,<br />

ayrımcılık ve işgallerin yol açtığı tablo, iyiliğin yeniden İslam coğrafyasında<br />

ve bütün dünyada hâkim kılınması için seferber olunmasını zorunlu<br />

kılmaktadır.<br />

Kaynağını yüce dinimiz İslam’dan alan ve yardımlaşma bilincini Müslüman<br />

toplumlara yerleştiren vakıf geleneğinin günümüzdeki en önemli<br />

temsilcilerinden biri olarak görevini ifa eden Türkiye Diyanet Vakfı,<br />

kurulduğu günden bu yana insanlığa karşı sorumluluğunu yerine getirerek<br />

iyiliğe katkı sağlama çabası içerisindedir.<br />

İşte bu noktadan hareketle Türkiye Diyanet Vakfı olarak iyilik için yaşamayı<br />

varoluş sebebi olarak görüyor ve iyiliği yaymak adına her yıl Vakfımızın<br />

kuruluş yıl dönümü olan 13 Mart’ta, Uluslararası İyilik Ödülleri Programı<br />

düzenliyoruz. Bu yıl da 7 iyilik öncüsüne ödül takdim edeceğiz.<br />

Bu yıl “Dünyayı İyilik Değiştirecek” teması ile ikincisini gerçekleştireceğimiz<br />

Türkiye Diyanet Vakfı Uluslararası İyilik Ödülleri programı vesilesiyle<br />

dergimizin bu sayısında ağırlıklı olarak iyilikle ilgili makalelere yer verdik.<br />

Uluslararası İyilik Ödülleri programının, İslam coğrafyasında yeniden<br />

barış, huzur ve kardeşlik ortamının tesis edilmesine vesile olmasını niyaz<br />

ediyoruz.<br />

Üzerinde yaşadığımız güzel yurdumuzda İslam medeniyeti, bütün<br />

zorluklara rağmen dimdik ayakta kalmış, başka kardeşlerinin de umudu<br />

olmuştur. Anadolu’nun her tarafından dünyanın bütün mazlumlarının<br />

yaralarını sarmak için seferber olan milletimiz, hep birlikte birbirinin<br />

yaralarını da saracaktır.<br />

Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfının Bayırbucak<br />

Türkmenleri, terör saldırılarında yaşamını yitiren şehitlerimizin yakınları<br />

ve Güneydoğudaki terör mağduru vatandaşlarımız için başlattığı “Şimdi<br />

Yaraları Sarma Zamanı” kampanyasına ilişkin detayları da bu sayımızda<br />

bulabilirsiniz.<br />

İyiliği farklı yönleriyle ele alan makaleler ve gazeteci-yazar Ahmet<br />

Taşgetiren ile iyilik konusunda yaptığımız röportajın yer aldığı bu<br />

sayımızda, Türkiye Diyanet Vakfı olarak son dönemde gerçekleştirdiğimiz<br />

faaliyetlere ilişkin haberler de bulunuyor.<br />

Dünyanın farklı coğrafyalarından yükselen sese gönülden cevap vererek,<br />

yeryüzünde iyiliğin egemen olması için yaptığımız çalışmalara destek<br />

veren hayırsever milletimize teşekkür ediyoruz.<br />

Kurumsal İletişim Müdürlüğü<br />

1<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2016


içindekiler<br />

için<br />

8<br />

Türkiye Diyanet Vakfı<br />

İyiliği Ödüllendiriyor<br />

24<br />

Şimdi Yaraları<br />

Sarma Zamanı<br />

52<br />

Hediyem<br />

Kur'an Olsun<br />

4 İnsân-ı Kâmile Giden Yol İyilik ve Cömertlik<br />

8 Türkiye Diyanet Vakfı İyiliği Ödüllendiriyor<br />

10 41 Yıl Önceki Heyecan Artarak Devam Ediyor<br />

14 Ülkemiz Çağlar Boyunca Küresel Bir İyilik Misyonunun Sözcüsü Oldu<br />

20 Yardımlaşma Ruhu<br />

24 Şimdi Yaraları Sarma Zamanı<br />

34 Bir Üst Değer Olarak İyilik ve İslam<br />

38 Sultan II. Abdülhamid’in Yardım Organizasyonları<br />

42 Erdemli Toplumun İnşası İçin Kardeşlik<br />

44 Bir Şehadet Hikayesi: Anzak Ömer<br />

52 Hediyem Kur'an Olsun<br />

58 Asırlardır Kur’an Sevgisiyle Yaşayan Gelenek: 1001 Hatim<br />

62 Kulluğumuzu Test Eden Değer İyilik<br />

66 "Hadislerle İslam"Dijital Ortamda<br />

68 Bizim Medeniyetimiz<br />

72 Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gana Millet Camiini ziyaret etti<br />

74 Amerika İslam Kültür Merkezi Açılışa Gün Sayıyor<br />

76 TDV, Dünyanın Dört Bir Yanındaki Müslümanlara Ezan Sesini Ulaştırıyor


dekiler<br />

TDV, Dünyanın Dört Bir<br />

Yanındaki Müslümanlara<br />

Ezan Sesini Ulaştırıyor 76<br />

Evlad-ı Fatihan’da<br />

İyilik İzleri 78<br />

Öğrenci Yurdu Sayısını<br />

20’ye Çıkarmayı<br />

Hedefliyoruz 106<br />

78 Evlad-ı Fatihan’da İyilik İzleri<br />

82 Ayakkabı Boyacısının Duygulandıran Vasiyeti<br />

84 Bir Bardak Temiz Suyun Hasreti<br />

92 23 bin 982 Öğrenciye Burs ve Eğitim Yardımı<br />

94 Bir İyilik Öncüsü Hazret-İ Ebûbekir Sıddîk (Ra)<br />

98 Suriyelilere Türkçe Eğitimi<br />

100 Asım’ın Neslinin Diğergâmlığı<br />

105 Somalili Öğrencilere Türkiye’de Modern Tarım Eğitimi<br />

106 Öğrenci Yurdu Sayısını 20’ye Çıkarmayı Hedefliyoruz<br />

108 Gençliğimiz Geleceğimizdir<br />

112 97 Ülkeden 572 Öğrenciye Yarıyıl Kampı<br />

114 Eğitimin Özüne Dair<br />

120 Engelli Öğrencilere Umre Hediyesi<br />

122 Özümüzdeki Cevheri Koruyabilmek<br />

126 TDV KAGEM’in İlk Şubesi Gaziantep’te Açıldı<br />

128 TDV KAGEM’de “Kalem Söyleşileri”<br />

130 Geleneksel Sanatlarımız KAGEM’de Yeniden Hayat Buluyor<br />

132 “Ufuk ve Gönül Birliği İçerisinde Çalışmalıyız”<br />

134 Türkiye Diyanet Vakfına Ziyaretler


MAKALE<br />

İNSÂN-I KÂMİLE GİDEN YOL<br />

İYİLİK VE CÖMERTLİK<br />

Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ<br />

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı<br />

“İnsana salâh ve takva yolunu hazırlayan sâlih amelin yeri<br />

bu dünyadır. Bu dünyada sağlam bir imana bağlı olarak<br />

gerçekleştirilebilen iyilikler, insanın insani yükselişini, rûhi<br />

değişimini, manevi dönüşümünü sağlayan bir özelliğe sahiptir. Kabir,<br />

ebedî istirahatgâhtır. Orada amel yoktur. Dolayısıyla amelin yeri<br />

kabirden önceki dünya hayatıdır.”<br />

4<br />

İnsanı gönüllerde yaşamaya hazırlayan en<br />

önemli hususiyetlerden birisi iyilik ve cömertliktir.<br />

İnsanın iyilik yapmasının ve cömert davranmasının<br />

önündeki en büyük engel ise dünya<br />

sevgi ve ilgisi ile dünya nimetlerine dört elle<br />

sarılmasıdır. İnsan hayatında dünyanın etki ve<br />

sınırını dengeleyen dinî kurallar, Allah’a kulluğa<br />

yönelişi artırmak; iyilik, cömertlik ve kulluğa<br />

yönlendirmek içindir. Mal ve dünya esareti,<br />

kulluğun ve insan-ı kâmile giden yolun manialarıdır.<br />

Allah Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de, dünya<br />

hayatının çekiciliğine ve geçiciliğine, ahiretin<br />

ise ebedî oluşuna dikkat çekerek insanları uyarmaktadır.<br />

1<br />

Yolda yürüyecek olan kimsenin ayakları serbest<br />

olmalıdır, zincire bağlı değil. Zincire bağlı olan<br />

1 Bkz. Âl-i İmrân, 3/14.<br />

nasıl yürüyemezse, gönlü dünyaya ve mala<br />

bağlı olan da manen yol alamaz, Allah yolunda<br />

ilerleyemez. Nitekim Mevlâna Mesnevî’sinin<br />

on dokuzuncu beyitinde bunu ne güzel ifade<br />

eder:<br />

Koparırsan dünya bağını ey oğul, âzâd olacaksın<br />

Ne zamana kadar altın ve gümüş bağında<br />

kalacaksın<br />

İrfâni anlayışa göre insanoğlundaki dünya nimetlerine<br />

zaaf ve tutku, fıtrîdir. Çünkü insanoğlunun<br />

hammaddesi topraktır. Toprak suya müştaktır.<br />

Toprak nasıl suyu tutar ve yutarsa insan<br />

da dünya nimetlerini yutmakta ve tutmaktadır.<br />

Ancak nasıl yağmur suyunu emen ve içine alan<br />

kabiliyetli topraktan yararlı nebatlar çıkarsa,<br />

insanın da dünya nimetlerine sahip olması-


nın, mahsul veren toprak gibi güzel sonuçları<br />

olmalıdır. Yağmur suyunu yutan, ama ürün vermeyen<br />

kum, toprak ile yağmur suyunu tutan<br />

ama ürün vermeyen kaya ya da killi toprak türü<br />

insanlar makbul değildir. İnsanın elindeki imkânlardan<br />

başkalarını istifade ettirmesi güzel<br />

sonuçlardan biridir.<br />

İnsan-ı kâmil vasfına sahip bir insan, iyilik ve<br />

cömertliğiyle gönlünü ve imkânlarını herkese<br />

açar. Çünkü iyilik ve cömertlik insanın maddi<br />

ve manevi boyutunda arınma sağlar. Malın temizlenmesi<br />

maddi, kalbin ve nefsin arınması da<br />

işin manevi cihetidir.<br />

İnsana salâh ve takva yolunu hazırlayan sâlih<br />

amelin yeri bu dünyadır. Bu dünyada sağlam<br />

bir imana bağlı olarak gerçekleştirilebilen iyilikler,<br />

insanın insani yükselişini, rûhi değişimini,<br />

manevi dönüşümünü sağlayan bir özelliğe sahiptir.<br />

Kabir, ebedî istirahatgâhtır. Orada amel<br />

yoktur. Dolayısıyla amelin yeri kabirden önceki<br />

dünya hayatıdır.<br />

İnsanoğlu bu âlemde kendisine emanet ve<br />

âriyet olarak verilen mal ve mülkü kendisinin<br />

sanır. Mal üzerindeki süreli tasarruf hakkını<br />

mülkiyet ve sahiplik zanneder. Dünya malının<br />

devre-mülk olduğunu unutur. Gerçek malın bu<br />

dünyada infâk edip kendi adına kaydettirdiği<br />

mal olduğunu düşünemez. Oysa Kur’an, hayra<br />

sarfedilmiş kalıcı mala “el-bâkiyâtu’s-sâlihât”<br />

adını verir. Nitekim ayette şöyle buyrulmaktadır:<br />

“Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür.<br />

Bâki kalacak sâlih ameller ise, Rabbinin<br />

katında, sevap olarak da ümit olarak da daha<br />

hayırlıdır.” 2<br />

Şeyh Sâdî, malını hayra ve hizmete harcayamayıp<br />

ona bekçilik yapan hayırsız zenginin<br />

hâlini ne güzel anlatır:<br />

Kârûn’un hazînesi olsa elinde<br />

İhsân ettiğinden başkası kalmaz yerinde<br />

Cimri zengindeki dînâr ile gümüş<br />

Hazînenin üzerine tılsım olmuş<br />

Senelerce kalır altın elinde tutsak<br />

Kullanamaz onu, âdeta yasak<br />

Ansızın ecel taşı kırınca hâzineyi<br />

Taksîm eder vârisler defîneyi. 3<br />

2 el-Kehf, 18/46.<br />

3 Rûhu’l-beyân, V, 246.<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

6<br />

İnsan dünyaya “her şey O’ndandır ve O’na dönecektir”<br />

gözüyle bakabildiği zaman kendi<br />

aczini daha iyi anlar, dünya huzur ve mutluluğu<br />

ile ahiret saadeti için iyilik yaparak Hakk’a<br />

gönül bağlamaya çalışır. Mal, mülk ve evlat.<br />

Hepsi fani ve geçicidir. Dolayısıyla bâki olanın<br />

tarafına yönelmeye ihtiyaç vardır. Bu yüzden<br />

iyilik en büyük yardımcıdır insan için. Nasıl ki<br />

Hz. İbrahim mal, can ve evlatla imtihan edildikten<br />

sonra başarısı tescil edilince “Halîl/dost”<br />

ünvanını almışsa, insanoğlu böyle bir sınava<br />

hazır olduğu zaman insan-ı kâmil yoluna girmiş<br />

olacaktır.<br />

Cömerdin Allah’a yakınlığı, O’nu tanımaya,<br />

O’nunla arasındaki perdeyi aralamaya kabiliyetli<br />

olmasıdır. Kur’an’da cömert kulun verdiği<br />

zekât ve sadakanın doğrudan Allah tarafından<br />

alındığının belirtilmesi, aradaki perdelerin kalkıp<br />

manevi yakınlığın oluştuğunu göstermektedir.<br />

Nitekim Kur’an’da buyrulur: “Bilmezler<br />

mi ki Allah Tealâ, kullarının tevbesini kabul<br />

eden, sadaka ve zekâtlarını alandır.” 4 Bu yüzden<br />

irfân ehline göre şu üç kişi Allah dostu olamaz:<br />

“Kibirli, cimri ve ahmak.”<br />

İyilik yapmayan, imkânlarını başkaları ile paylaşmayan,<br />

para ve maddi şeylerin kendini cezbettiği<br />

insan yukarılara; melekût âlemine yükselemez.<br />

Malla kirlenen ruh; para sevdasıyla<br />

kararan kalp, altın ve gümüşün ışıltısı ile kamaşan<br />

göz ve karışan zihin, insani gerçeklere ve<br />

ilahî sırlara perdelidir. Ancak iyilik yapmanın,<br />

zekât ve sadaka vermenin arındırıcı etkisi sayesinde<br />

kalp tasfiye, nefs tezkiye olabilir. Her hastalığın<br />

tedavisi kendi cinsinden şeylerle olduğu<br />

için madde ve maldan gelen hastalık yine<br />

onlarla tedavi edilebilir. Bu konuda: “Müminin<br />

kalbinde cimrilik ile imanın bir arada bulunamayacağı”<br />

5 nebevî uyarısı, câlib-i dikkattir.<br />

4 et-Tevbe, 9/104.<br />

5 Neseî, Cihâd, 8.<br />

İyilik yapan kişi tarlasına tohum eken çiftçiye<br />

benzer. Nasıl çiftçi araziden en iyi şekilde mahsül<br />

elde etmek için ziraata gereken ehemmiyeti<br />

verir ve tohumun en iyisini ekerse; iyilik yaparak<br />

başkalarına faydalı olan kişi de malının iyisinden<br />

bolca vermelidir. Çünkü Allah Tealâ onu en güzel<br />

şekilde mükâfatlandıracaktır. Nitekim Kur’an’da:<br />

“İyiliğin mükâfatı iyilik değil midir?” 6 buyurulur.<br />

Allah’ın, insanların gönüllerine ve vicdanlarına<br />

Rahmân isminin tecellisi olarak lütfettiği rahmet/merhamet<br />

sıfatı, vermenin, paylaşmanın<br />

ve iyilik yapmanın temel dinamiğidir. Ancak<br />

merhamet duygusunun geliştirilmesi gerekir.<br />

Bunun yolu iyilikten ve cömertlikten geçer. Bu<br />

yüzden Allah Resûlü, fakirlik ve maddi sıkıntıyı<br />

en derin biçimde hisseden insanların yüreklerini<br />

serinletmek, karınlarını doyurmak ve rahatlatmak<br />

üzere daima ashabını onlara karşı<br />

diğerkâm davranmaya ve iyilik yapmaya teşvik<br />

etmiştir. Nitekim Allah Resûlü, ashabına: “İki kişilik<br />

yemeği olan üçüncü, dört kişilik yemeği olan<br />

beşinci ve altıncı... kişi olarak suffalılardan alıp<br />

evine götürsün” 7 buyururdu. Çünkü en büyük<br />

zenginlik sayılan kanaat sâyesinde “iki kişiye<br />

yetecek yemek dört kişiye de yeterdi.” 8 Merhamet<br />

duygusu ile gönüllerini ilmek ilmek işleyen<br />

ashab-ı kiram, iyilik yapmanın ve cömert davranmanın<br />

en güzel örneklerini sergilemişlerdir.<br />

Asr-ı saadetteki bu îsâr ve diğerkâm tavır, manevi<br />

yükselişin adı olmuştur.<br />

İnsanoğlunun ölümünden sonra gönüllerde yaşamasını<br />

sağlayan en önemli hususiyetlerden<br />

birisi tevazu, diğeri cömertliktir. Cömertlik, gönlü<br />

ve imkânları başkasına açmaktır. Toplumu bir<br />

vücut, bir organizma; ferdleri de organizmanın<br />

organ ve hücreleri gibi gören Allah Resûlü, toplum<br />

kesimleri arasında bir uçurumun olmamasına<br />

özen gösterirdi.<br />

6 er-Rahmân, 55/60.<br />

7 Buhârî, Mevakitü’s-salât, 41, İbn Hanbel, I, 197.<br />

8 Bkz. İbn Hanbel, III. 301; İbn Mâce, II, 1084.


Başkalarının derdiyle dertlenmenin, sorunlarına<br />

çare bulmak ve iyilik yapmak için yollar aramanın<br />

insan-ı kâmile giden bir yol olması kadar<br />

toplum düzeninin sağlanmasına yönelik çok<br />

önemli maslahat ve yararları da vardır. Toplum<br />

düzeni içinde yaşayan insanlardan fakir olanlar<br />

da vardır, zengin olanlar da. Aslında zenginlik<br />

de, fakirlik de bütün fâni şeyler gibi gelip geçicidir.<br />

Hatta bugün zengin olanlar yarın fakir,<br />

bugün fakir olanlar yarın zengin olabilir. Allah<br />

ikbal günlerini insanlar arasında nöbetleşe evirip<br />

çevirir. Bolluk yıllarını kıtlık seneleri, kıtlık dönemlerini<br />

bolluk devirleri takip eder. İnsanların<br />

her döneme hazırlıklı olması; düşenin yanında,<br />

yakınında ve yardımında bulunması gerekir. Nitekim<br />

asr-ı saadetteki hicrette kardeşlik ve yokluk<br />

zamanlarındaki iyilik, cömertlik ve dayanışma,<br />

bunun en güzel örneğidir.<br />

Varlıklı insanların yoksul insanlara destek olarak<br />

iyilikte bulunması toplum düzeninde sosyal<br />

adaleti sağlar; mal ve servet düşmanlığını önler.<br />

Mevlâna, fakirlik ve zenginlik arasındaki ilgiye<br />

dikkat çekerek fakir nasıl zengine muhtaçsa<br />

zenginin de aynı şekilde fakire muhtaç olduğunu,<br />

bu yüzden zenginin fakire minnet borçlu<br />

bulunduğunu ifade eder ve bunu şöyle bir<br />

örnekle anlatır: “Güzeller tozsuz, passız parlak<br />

ayna ararlar; çünkü o ayna karşısında yüzlerinin<br />

güzellikleri ve üzerlerindeki süsler ortaya çıkar.<br />

Güzel, güzelliğini nasıl ayna olmadan göremezse;<br />

iyilik sahibi cömert de cömertlik yüzünü ancak<br />

yoksula bakmakla gösterebilir. Bu yüzden<br />

güzel güzelliğini ortaya koyan aynaya minnet<br />

borçlu olduğu gibi cömert zengin de fakire<br />

minnet borçludur.” 9<br />

Yoksul cömertliğin aynası olduğuna göre, ona<br />

karşı gönül kırıcı sözler söylemek, aynayı buğulandırmak<br />

gibidir. Verenin, alanın gönül dünyasını<br />

incitmemeye, iyiliği başa kakarak boşa<br />

9 Mesnevî, I, b. 2743-2745.<br />

çıkarmamaya özen göstermesi iktizâ eder. Bilinmelidir<br />

ki fakirler Hakk’ın cömertlik aynalarıdır.<br />

Hak ile hakikate varanlar, varlıktan tamamıyla<br />

geçip gerçek yoksulluğu bulanlar, ilahî cömertliğin<br />

bizzat kendisi olmuşlardır. Onlar Hakk ile<br />

verirler, nakşa ve sûrete aldanmazlar. Allah’tan<br />

fakir, fakat dünya malına karşı istekli olanlar sûri<br />

fakirlerdir. Bunların fakirliği nakıştır, resimdir.<br />

Onlar lokma yoksullarıdır, Hakk yoksulu değillerdir.<br />

Aslolan, verenin de alanın da aradan çekilip<br />

kendilerini görmemesi; verenin Allah adına<br />

vermesi, alanın da faniden değil, Hakk’tan aldığına<br />

inanmasıdır.<br />

Mevlâna, Allah için verenin ve iyilik yapanın<br />

Allah’ın lütfuna mazhar olacağını, Allah rızası<br />

için ekmek verenin ekmeksiz kalmayacağını<br />

ifade eder ve Allah uğrunda can verene ise can<br />

verileceğini müjdeler. Allah’ın inayetinin dağıtmak<br />

ve cömertlikten ötürü elinde mal kalmayanı<br />

asla ayak altında çiğnetmeyeceğini söyler.<br />

Ona göre iyilik yapmak ve malı dağıtmak, ekin<br />

eken çiftçinin ambarını boşaltması gibidir. Ekim<br />

sırasında ambar boşalır ama hasat zamanı gelince<br />

yerine yüzlercesi, binlercesi gelir. Ekim<br />

zamanı korkarak ambarındaki buğdayı tarlaya<br />

ekmeyen çiftçi onu bitlere, kurtçuklara, farelere<br />

yem eder. Hasat mevsimi ise hasret ve nedametle<br />

ellerini ovuşturur. 10<br />

Toplumda her zaman yıkık gönüllü insanlar,<br />

savrulmuş aileler, sahipsiz çocuklar vardır. İşte<br />

bunlar ilahî rahmetin nuzulüne vesiledir. Bu tür<br />

insanları görmek ve onların farkında olmak ne<br />

büyük erdemdir. Bakmakla görmek arasındaki<br />

fark vardır. Baktığında yaralıyı, dertliyi, hüzünlüyü<br />

görebilmek ve onlara iyilik yapabilmek, insan-ı<br />

kâmil yoluna girmek demektir. Toplumları<br />

ilmek ilmek dokuyanlar ve insanların yüreklerinde<br />

kalıcı izler bırakanlar, bu duyarlılığı hisseden<br />

gönül ehli diğerkâm kimselerdir.<br />

10 Mesnevî, I, b. 2238-2242.<br />

7<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


İYİLİK ÖDÜLLERİ<br />

Türkiye Diyanet Vakfı<br />

İyiliği Ödüllendiriyor<br />

Türkiye Diyanet Vakfı, iyiye ve iyiliğe olan farkındalığı artırmak için<br />

ülkemizde ve dünyada yaşanmış iyilik hikayelerini ödüllendiriyor.<br />

8<br />

Bu yıl “Dünyayı iyilik değiştirecek” temasıyla<br />

düzenlenen Türkiye Diyanet Vakfı İyilik Ödülleri,<br />

13 Mart 2016 tarihinde yapılacak törenle<br />

sahiplerine verilecek.<br />

TDV Genel Müdürü İsmail Palakoğlu, “Yeryüzünde<br />

iyilik egemen oluncaya kadar” sloganıyla<br />

yola çıkan bir sivil toplum kuruluşu olarak<br />

vakfın 41. yılında, iyiliğin toplumun her alanına<br />

yayılmasına katkıda bulunmak istediklerini<br />

söyledi.<br />

“Dünyayı iyilik değiştirecek” anlayışı ile iyiye ve<br />

iyiliğe olan farkındalığı artırmak için ülkemizde<br />

ve dünyada iyilik hikayelerini ödüllendirdiklerini<br />

ifade eden Palakoğlu, TDV’nin kuruluş tarihi<br />

olan 13 Mart’ın içerisinde yer aldığı haftayı “İyilik<br />

Haftası” olarak belirlediklerini ve bu kapsamda<br />

çeşitli etkinlikler düzenlediklerini kaydetti.<br />

“Bir iyiliği duyurmanın, anlatmanın, aktarmanın<br />

birçok insanı iyilik yapmaya teşvik edeceği<br />

düşüncesinden hareketle Uluslararası İyilik<br />

Ödülleri programı düzenlediklerini” ifade eden<br />

Palakoğlu, bu ödüllerin ilkini geçen yıl verdiklerini<br />

belirtti.<br />

8 farklı dilde yaşanmış bin 100 hikâye<br />

İsmail Palakoğlu, bu yıl ikincisini düzenleyecekleri<br />

''Uluslararası İyilik Ödülleri'' için ulusal ve<br />

uluslararası alanda 8 farklı dilden yaşanmış bin<br />

100 hikayeyi değerlendirdiklerini söyledi.<br />

İyiliği ödüllendirmek, duyarlı bir kamuoyu ve<br />

vakıf medeniyetinin yeniden inşası için farkındalık<br />

oluşturmak istediklerini ifade eden Palakoğlu,<br />

şöyle devam etti:<br />

"Dünyada ve yaşadığı toplumda çığır açan, bireyleri<br />

harekete geçiren, çevresine ilham veren,<br />

farklı dil ve kültürde yaşayan insanları güzellikte<br />

bir araya getiren, Yaradan'ın hatırına tüm yaratılmışları<br />

koruyan ve kuşatan iyiliklerin konu<br />

olduğu yaşanmış hikayelerin değerlendirilmesi<br />

için dört ayrı komisyon oluşturduk. İyilik ödülüne<br />

layık görülme süreci, hikaye araştırılması<br />

ve toplanması, hikayelerin ön elemeden geçirilmesi,<br />

elenen hikayelerden dikkate değer<br />

olanlarının belirlenmesi ve jüri değerlendirmesi<br />

şeklinde oluyor. Hikayelerin özgün ve orijinal,<br />

yaşanmış ve güncel olmasını, dünya için umut<br />

olmasını, sonuç bakımından insana ve çevreye<br />

katkı sağlamasını, insani yardım, sağlık, eğitim<br />

ve çevre alanında yapılmasını önemsedik."<br />

İyiliğin dünyaya yayılması için etkinliği önemsediklerini<br />

vurgulayan Palakoğlu, bu yıl Diyanet<br />

İşleri Başkanlığı’nın il ve ilçe teşkilatları, yurt


ULUSLARARASI İYİLİK ÖDÜLLERİ<br />

TARİH: 13 MART 2016 PAZAR SAAT: 16.00<br />

YER: HALİÇ KONGRE MERKEZİ, İSTANBUL<br />

dışı temsilcilikleri, TDV’nin 135 ülkede iş birliği<br />

yaptığı kurumlar, internet ve medya taramaları<br />

ile 8 farklı dilde bin 100 hikayenin incelendiğini,<br />

bunlar arasından 7 iyilik hikayesine ödül vereceklerini<br />

kaydetti.<br />

5 dilde dünyaya duyurulacak<br />

Programın geniş kitlelere ulaştırılması için Türkçe,<br />

Arapça ve İngilizce dillerinde yayın yapan<br />

http://www.uluslararasiiyilikodulleri.com adlı<br />

internet sayfası hazırladıklarını belirten Palakoğlu,<br />

iyilik hikayelerinin dünyaya duyurulması için<br />

Türkçe, Arapça, İngilizce, Almanca ve Fransızca<br />

sosyal medya hesapları açtıklarını kaydetti.<br />

Her kesimi iyiliğe ortak olmaya beklediklerini<br />

ifade eden Palakoğlu, şöyle konuştu:<br />

“Geçen yıl Türkiye Diyanet Vakfı şubeleri üzerinden<br />

bize ulaşan, basından ve sosyal medyadan<br />

tespit edilen 500 iyilik hikâyesi titizlikle<br />

incelenmiş ve bu hikayeleri arasından seçilen;<br />

toplumsal meselelerin çözümünde inisiyatif<br />

kullanan ve iyiliğin çoğaltılmasına hizmet eden<br />

6 yaşanmış iyilik hikayesi bu programda ödüllendirilmiş,<br />

ödüller Başbakanımız Sayın Ahmet<br />

Davutoğlu tarafından takdim edilmişti.“<br />

İyilik Haftası etkinlikleri<br />

İsmail PALAKOĞLU<br />

Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdürü<br />

Türkiye Diyanet Vakfı’nın kuruluş yıldönümü<br />

olan 13 Mart tarihinin yer aldığı haftada “İyilik<br />

Haftası” olarak çeşitli etkinlikler düzenleyeceklerini<br />

ifade eden Palakoğlu, TDV görevlileri<br />

tarafından bağışçı ve gönüllülerin ziyaret edileceğini,<br />

iyiliğe katkıları olanlara teşekkür edileceğini<br />

söyledi.<br />

İsmail Palakoğlu, “Bu hafta kapsamında TDV şubelerimiz<br />

de huzur evleri, sevgi evleri, cezaevleri<br />

ve hastaneleri ziyaret edecek” dedi.<br />

9<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


KURUMSAL<br />

41 Yıl Önceki Heyecan<br />

Artarak Devam Ediyor<br />

Abdullah ÇELİK<br />

TDV Mütevelli Heyet Sekreteri


وَلْتَكُنْ‏ مِنْكُمْ‏ اُمَّةٌ‏ يَدْعُونَ‏ اِلَى الْخَيْرِ‏ وَيَأْمُرُونَ‏ بِالْمَعْرُوفِ‏<br />

وَيَنْهَوْنَ‏ عَنِ‏ الْمُنْكَرِ‏ س وَاُو لٰٓئِكَ‏ هُمُ‏ الْمُفْلِحُونَ‏<br />

İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden<br />

bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.<br />

(Al-i İmran:104)<br />

Yüce Yaradan yukarıdaki ayette müminlere<br />

iman ve takvayı emrettikten sonra başkalarını<br />

da İslâm’a çağırmalarını emretmektedir.<br />

Ümmet tabiri burada “topluma önderlik edecek<br />

olan grup” anlamına gelmekte ve Yüce<br />

Allah Müslümanların içinde onlara önderlik<br />

edecek, birlik ve beraberliklerini sağlayacak,<br />

onlara iyiliği emredecek, onları kötülükten<br />

sakındıracak, insanları İslâm’a çağıracak bir<br />

sosyal kontrol mekanizmasının bulunmasını<br />

istemektedir.<br />

Müfessirler ise Müslümanların böyle bir kurumu<br />

oluşturmalarının farz-ı kifâye olduğunu<br />

belirtmektedirler. 1 Bu görev yerine getirilmediği<br />

takdirde, görevin özelliğine göre o topluluğu<br />

meydana getiren yükümlülük çağındaki<br />

bütün Müslümanların bu ihmalden dolayı sorumlu<br />

olacağı (Elmalılı, 1155) belirtilmektedir.<br />

Bu faaliyette görev alanlar ise insanları iyiliğe,<br />

doğruluğa, güzel ve yararlı olan şeylere çağıracaklar,<br />

kötülüklerden sakındıracaklardır.<br />

İnsanlar çok eski devirlerden buyana dünyanın<br />

çeşitli yerlerinde değişik hayır kurumları<br />

1 Diyanet İşleri Başkanlığı web portalı Kur’an-ı Kerim Meali/Tefsiri<br />

meydana getirmişlerdir. Bu müesseselerin en<br />

köklüsü, en etkilisi ve en süreklisi şüphesiz vakıflardır.<br />

Vakıflar aynı zamanda devlet-millet işbirliğinin,<br />

bütünlüğünün de göstergeleri halinde ortaya<br />

çıkan gönüllü birer kuruluşlardır.<br />

Türkiye Diyanet Vakfı da bu gaye ve düşüncelerle,<br />

başta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yurt<br />

içinde ve yurt dışında irşat, hac/umre, müftülük,<br />

Kur’an Kursu, eğitim merkezleri ve cami<br />

hizmetlerinin süratli ve etkin bir şekilde yürütülmesi<br />

için imkanlar ölçüşünde her türlü<br />

desteği sağlamak amacıyla 1975 yılında büyük<br />

bir heyecanla ve hasretle kurulmuş olup; 2016<br />

yılının başladığı bu aylarda hizmetlerin daha<br />

nitelikli yürütülebilmesi için ülkemizde ve<br />

dünyada değişen ve gelişen şartlara göre yeniden<br />

yapılanmasıyla birlikte Ülkemizde ve Yedi<br />

Kıtada İnsanlığın Hizmetinde bir Vakıf Olma<br />

bilinciyle 1000 şubesi ile 100’ü aşkın ülkede<br />

büyük bir heyecan ve hizmet aşkı ile faaliyetlerine<br />

devam etmektedir.<br />

11<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


KURUMSAL<br />

Değerli okuyucularımız! Bu vesileyle iyilik ve hayır yolunda 41 yılı geride bırakan Vakfımızın kuruluş<br />

yılında yaşanan heyecanı ve hasreti gösteren birkaç görsel hatırayı sizlerle paylaşmak istiyorum.<br />

12


Büyük bir özenle hazırlanan Vakıf Senedimiz<br />

13<br />

Vakfımız, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıf mensuplarının üstün gayretleri ve mukaddes görev anlayışları,<br />

hayırsever ve cömert halkımızın yardım ve destekleri, hayır ve hasenat duygularıyla bugünkü seviyesine<br />

ulaşmış olup, Vakfımızın bu günlere ulaşmasında emeği geçenlere şükranlarımızı sunuyoruz.<br />

Yeryüzünde İyilik Egemen Oluncaya Kadar<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


AAAAA<br />

“Ülkemiz Çağlar Boyunca<br />

Küresel Bir İyilik Misyonunun<br />

Sözcüsü Oldu”<br />

İslamsızlık yeryüzünde fenersiz kalmak gibi bir şeydir diyorum.<br />

Ülkemiz çağlar boyunca küresel bir iyilik misyonunun sözcüsü<br />

oldu. Bugün dış politikada ahlaki duyarlılığı seslendirerek, mazlum<br />

dünyaya sahip çıkarak yine o erdemli yolda yürüyor.”<br />

İslam’ın insan ve ahlaka bakışının temelini iyilik oluşturur. Dinimiz, iyilik için<br />

yaşamayı bir varoluş sebebi olarak görür. Bu temeller üzerine inşa edilen<br />

İslam medeniyeti, tarih boyunca iyiliğin topluma yayılmasında önemli<br />

bir rol oynamıştır.<br />

Ancak günümüzde tüm insanlığı kuşatan şiddet, terör, nefret,<br />

düşmanlık, ırkçılık, ayrımcılık ve işgallerin yol açtığı tablo,<br />

iyiliğin yeniden İslam coğrafyasında ve bütün dünyada hâkim<br />

kılınması için seferber olunmasını zorunlu kılmaktadır.<br />

14<br />

Dünyada yeniden barış, huzur ve kardeşlik ortamının<br />

tesis edilmesi için çalışmak bugün bizler için öncelikli bir<br />

vazifedir. Bu çerçevede gazeteci yazar Ahmet Taşgetiren<br />

ile İslam ve iyilik, Anadolu’daki barış ve hoşgörü<br />

iklimi, Batı’da ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkan<br />

islamofobi, yeniden güçlü bir İslam medeniyetinin<br />

kurulmasında sivil toplum kuruluşlarının rolü<br />

başlıkları ile Türkiye Diyanet Vakfı ve Uluslararası<br />

İyilik Ödülleri programını konuştuk.


Ahmet<br />

TAŞGETİREN<br />

15<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


RÖPORTAJ<br />

16<br />

İslam’ın daha iyi anlaşılması ve<br />

yaşanılması için bilinmesi gereken<br />

kavramlardan biri de iyilik kavramıdır?<br />

İnsanın fıtratında iyilik vardır. Sizce İslam<br />

medeniyetinde iyiliğin tarifi ve toplumsal<br />

hayattaki yeri nedir?<br />

Kur'an'da bir ayette Rabbimiz insanoğluna “İyilik<br />

ve takvada yarışın, kötülük ve düşmanlıkta<br />

yarışmayın” diye sesleniyor. İyilik insanoğlunun<br />

iyilik diye bildiği her şeyi, takva insanoğlunun<br />

Yaratıcısına karşı sorumluluk ve ölçüleri ihlal<br />

etmekten sakınma duygusunu ifade ediyor.<br />

Kaçınılması istenen günah ise insanoğlunun<br />

tüm falsolarını, çizgi ihlallerini, düşmanlık da<br />

insan ilişkilerindeki savaş zeminini anlatıyor.<br />

İyilik nedir? Belki mesela sevgili Peygamberimizin<br />

buyurduğu gibi bir insanın yüreğine sevinç<br />

taşımaktır. Susuz kalmış bir kediye su vermektir.<br />

Kıyametin koptuğunu görsek elimizde bir<br />

fidan varsa onu dikmektir. Yani adeta kıyamet<br />

sonrasına bir dirilik adımı atmaktır. Tanıdığımız<br />

tanımadığımız her insana “Selam” taşımaktır.<br />

İnsanları “Selam yurdu”na davet etmektir. Elimizden<br />

ve dilimizden herhangi bir insana kötülük<br />

gelmesine fırsat vermemektir. Bir yetimin<br />

başını okşamaktır. İnsanlığın geleceği için dua<br />

etmektir vs.<br />

Anadolu irfan geleneğine baktığımızda<br />

bu topraklarda farklı inançlardan<br />

insanlar yüzyıllardır bir arada kardeşçe<br />

yaşamış, bu topraklara yıllarca barış ve<br />

hoşgörü hakim olmuştur. Ancak son<br />

iki yüzyılda yaşananlar bu atmosferi<br />

değiştirmiştir. Sizce bu coğrafyaya yine<br />

barış, sevgi ve iyilik iklimi nasıl hakim<br />

olur?<br />

Son ikiyüz yıl... Bizim coğrafyamızın sömürgeleştirilmeye<br />

maruz kaldığı iki asrı ifade ediyor.<br />

Talan edilmiş bir coğrafyadan söz ediyoruz. Yüreklerin<br />

talan edildiği hakim sistem uygulamalarından<br />

söz ediyoruz. Bu dönem aynı zamanda<br />

bizim gerçekten biz olabilmek için verdiğimiz<br />

mücadelenin dönemidir. Bu hengamede büyük<br />

acılar yaşanmıştır. Müslümanlar kendi coğrafyalarında<br />

da barışı amaçlıyor, küresel alanda<br />

da. Hani deyim yerindeyse gölge edilmese<br />

Müslüman toplumlar üzerinde, diyeceğim ama<br />

tabii ki o bir hayal. Ama Müslüman toplumlar<br />

ısrarla İslam'ın güzelliği içinde yaşamaya gayret<br />

edecekler, bir saadet toplumu oluşturacaklar.<br />

Bu bizim olmazsa olmazımız. Israrla güzel<br />

Müslüman olmaya itina etmeliyiz. Israrla, ısrarla...<br />

Bütün kötülere rağmen...<br />

Barış ve iyilik dini olan İslam dini, maalesef<br />

batıda terör ve şiddetle yan yana<br />

anılıyor. Son yıllarda batıda yükselen<br />

islamofobi, özellikle bu ülkelerde yaşayan<br />

Müslümanları tehdit eder hale geldi.<br />

Bunun giderilmesi için her iki taraf da<br />

neler yapmalı?<br />

Bir kere islamofobi'nin etkin olduğu ülkelerin<br />

bunu İslamla hesaplaşma yöntemi olarak görmekten<br />

vazgeçmeleri lazım. Dünyada 1 milyar<br />

600 milyon mensubu bulunan bir dini, “terörü<br />

besleyen bir din” olarak mahkum etmeye yönelmenin<br />

hiçbir insani tarafı olamaz. Bu o kadar<br />

yanlıştır ki, şayet bu 1 milyar 600 milyon<br />

insan terörize edilecek potansiyelde görülürse,


o dünyada barıştan söz etme imkanı olmaz.<br />

İslam dünyasında birileri teröre yöneliyor evet,<br />

ama islamofobiden söz edenler, İslam dünyasında<br />

teröre yönelişin altındaki kendi günahlarını<br />

da görmeye yönelmeliler. İslam dünyasına<br />

o kadar zalimane davranıldı ki, bu zulmün tarlasında<br />

dikenlerin bitmesinden başka çıkar yol<br />

kalmadı. Sömürü, sömürü, sömürü... Zulüm,<br />

zulüm, zulüm. Onun meyvesi de maalesef öfkeli<br />

oluşumlar oluyor. Bu değişmeli. Diğer taraftan,<br />

peki İslam dünyası mahkum mu böyle<br />

öfkeli tepkiler vermeye? İslam'ın rahmet iklimi<br />

nasıl tanıtılacak dünyaya? Tek tek insanlara?<br />

Orada da Müslümanlara büyük sorumluluk<br />

düşüyor. “Mücadele edeceksen de en güzel şekilde<br />

mücadele et” deniliyor Kur'an'da. Demek<br />

ki mücadele edeceksek bile en güzel yolunu<br />

arayacağız mücadelenin. Ayrıca Firavun'a bile<br />

yumuşak söylenmesi isteniyor yine Kur'an'da.<br />

Demek insanlara ulaşmaya çalışmak ana hedef.<br />

Yumruklaşmak değil.<br />

Kur’ânî düşünce, hayatın gayesinin iyilik<br />

ve iyilik yarışında bulunma olduğunu<br />

bildirmektedir. Bu kapsamda sivil toplum<br />

kuruluşlarının iyilikte yarışmasını nasıl<br />

değerlendiriyorsunuz? Toplumların<br />

gelişmesinde ve yeniden güçlü bir İslam<br />

medeniyetinin kurulmasında sivil toplum<br />

kuruluşlarına düşen vazifeler nelerdir?<br />

Biz Müslümanlar her işimize “Rahman ve Rahim<br />

olan” Allah'ın adıyla başlarız. Allah Tealanın bir<br />

başka güzel ismi “çok seven, sevgi dolu” anlamlarına<br />

gelen “Vedud”tur. Bizim Peygamberimiz<br />

“Alemlere rahmet olarak gönderilmiş” bir peygamberdir.<br />

Kur'an Peygamberimizi<br />

“Üsve-i hasene-<br />

Güzel örnek” olarak<br />

İslam ve<br />

Müslümanlar, asla<br />

vasıflandırmıştır. İslam, şiddetle, terörle<br />

isim olarak da barışı, güvenliği,<br />

esenliği ifade eder.<br />

İslam, kendi özgün sistemini<br />

kurduğu dönemlerde<br />

de hakim olduğu topraklarda<br />

barış iklimini hayata<br />

geçirmiştir. Ben insanoğlunun<br />

İslam'ın barış iklimini<br />

anılmasınlar,<br />

iyilikle, erdemle,<br />

insana, hayvana,<br />

eşyaya, bütün<br />

yaratılanlara<br />

karşı duyarlılıkla<br />

anılsınlar. Bu tür<br />

ödüllerin bu iklimi<br />

özlediği kanaatindeyim. oluşturacağına<br />

Bunun sadece kürsülerden inanıyorum.<br />

söylem planında anlatılması<br />

yetmez, hayata yansıyan<br />

boyutlarının da ortaya konması lazım. İşte<br />

sivil toplum kuruluşları İslam'ın bu rahmet boyutunu<br />

hayatın içine taşıyacak, insana, eşyaya<br />

taşıyacak bir misyon ifa etmeliler. Ben düşünüyorum<br />

ki mesela ülkenin ağaçlandırılması da<br />

İslami bir sivil toplum kuruluşunun misyonu<br />

içinde olmalı, hayvanları korumak da, hava kirliliğine<br />

karşı çıkmak da, hatta belki vahşi yaşamı<br />

korumak da...<br />

Vakıf geleneği, İslam Medeniyetinin<br />

insanlığa bir hediyesidir. Bugün bu kutlu<br />

geleneğin güçlü bir temsilcisi olarak<br />

Türkiye Diyanet Vakfı da yeryüzünde<br />

iyiliğin egemen olması vizyonuyla<br />

hareket etmektedir. Vakfın bu kapsamda,<br />

eğitimden kültüre, insani yardımlardan<br />

cami inşaatlarına farklı alanlarda<br />

iyilik adına yaptığı çalışmaları nasıl<br />

değerlendiriyorsunuz?<br />

17<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


RÖPORTAJ<br />

Vakıflar genel müdürlüğü arşivlerinde Osmanlı<br />

döneminden kalma 26 bin küsur vakıf senedi<br />

bulunduğu belirtiliyor. Bu vakıflar içinde susuz<br />

bir beldeye su kuyusu açmaktan, fakir ailelerin<br />

kız çocuklarına çeyiz düzmeye varıncaya kadar<br />

toplumun inşa edilecek, ihya edilecek bütün<br />

alanlarına yönelik bir sorumluluk ifası var. Hani<br />

nerdeyse bir İslam toplumunda yaralı toplum<br />

alanı kalmasın diye, tek tek her Müslüman sorumlu<br />

kılınıyor. Bu açıdan bakıldığında Türkiye<br />

Diyanet Vakfı veya benzeri vakıflarımız, özellikle<br />

son senelerde İslam'ın rahmet iklimini dünyanın<br />

çok farklı alanlarına taşımak için adeta bir<br />

seferlik duygusu içinde hareket ettiler. Bunları<br />

çoğaltmak lazım. Taa ki, dünyada islomofobi<br />

karşılıksız kalsın ve insanlar İslam'ın rahmet iklimini<br />

özler hale gelsinler.<br />

Türkiye Diyanet Vakfı, dünyayı iyilik<br />

değiştirecek anlayışı ile iyiye ve iyiliğe olan<br />

farkındalığı artırmak için Uluslararası<br />

İyilik Ödülleri veriyor. Dünyanın her<br />

köşesinden iyilik adına önemli faaliyetler<br />

yapan şahsiyetler medeniyetimizin<br />

beşiği olan İstanbul’da, TDV Uluslararası<br />

İyilik Ödülleri çerçevesinde bir araya<br />

gelecek ve buradan dünyaya iyilik<br />

mesajı verecekler. Bu kapsamda TDV<br />

Uluslararası İyilik Ödülleri projesini nasıl<br />

değerlendiriyorsunuz?<br />

Rahmet adına, iyilik (Kur'an diliyle birr) adına<br />

ne kadar çok kamuoyu oluşturulursa bunda<br />

hayır vardır. İnsanlığın gündeminde hep “Ötekine<br />

karşı sorumluluk” duygusu dolaşsın. Bu-<br />

18


nun da isim sahibi İslam ve Müslümanlar olsun.<br />

İslam ve Müslümanlar, asla şiddetle, terörle<br />

anılmasınlar, iyilikle, erdemle, insana, hayvana,<br />

eşyaya, bütün yaratılanlara karşı duyarlılıkla<br />

anılsınlar. Bu tür ödüllerin bu iklimi oluşturacağına<br />

inanıyorum.<br />

Son olarak, küresel vizyon noktasında<br />

ülkemiz, Diyanet İşleri Başkanlığı ve<br />

Türkiye Diyanet Vakfı açısından neler<br />

söylemek istersiniz?<br />

Küresel vizyon, evet. İslam'ın bütün mesajları evrensel<br />

bir muhteva taşır. İnsandır muhatap. Hatta<br />

Alemler”dir. Bu da yer küre ötesi bir misyonu içine<br />

alır. Peygamberimiz “Ey insanlar” diye seslendi,<br />

kur'an “Ya eyyühennas” diyor. “Toptan silm - barış<br />

dünyasına girin” diye sesleniliyor Kur'anda. İslam<br />

dünyası, ne yazık ki sadece küresel sorumluluklar<br />

değil, ümmet boyutunda alakalardan bile uzaklaştırıldı.<br />

Ben “Dünya İslam'a muhtaç” diyorum.<br />

“İnsan İslamsız olmaz” diyorum. İslamsızlık yeryüzünde<br />

fenersiz kalmak gibi bir şeydir diyorum.<br />

Ülkemiz çağlar boyunca küresel bir iyilik misyonunun<br />

sözcüsü oldu, bugün dış politikada ahlaki<br />

duyarlılığı seslendirerek, mazlum dünyaya sahip<br />

çıkarak yine o erdemli yolda yürüyor. Diyanet'in,<br />

onun bünyesinde bir hizmet yapıyı olarak kurulmuş<br />

bulunan Vakfın, hem ülkemiz adına hem de<br />

evrensel bir değerler manzumesi olan İslam'a<br />

hizmet adına küresel ufukları yoklaması lazım.<br />

Amerika'da da sözü olmalı Diyanet'in, Çin'de de,<br />

Avrupa'da da... Onun adımlarını gördüğümü söylemem<br />

lazım. Bunun için daha çok gayretin gerektiğini<br />

de belirtmem lazım.<br />

19<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


MAKALE<br />

YARDIMLAŞMA RUHU<br />

İsmail Cenk DİLBEROĞLU<br />

Ensar Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı<br />

20<br />

Bir kısa film…<br />

Bir çocuk. Hatta iki çocuk.<br />

Tren istasyonunda ayağında eski, yıpranmış<br />

bir terlik. Yürürken terliğinin teki yırtılıyor. Üzgün<br />

ve çaresiz seke seke istasyonda bir banka<br />

otuyor. Terliğini tamir etmeye çalışıyor, tamir<br />

ettikçe terliği elinde parçalanıyor. Gideceği<br />

yere yalın ayak nasıl gideceğini düşünüyor ve<br />

istasyondaki insanlara dalıyor o meşakkat dolu<br />

gözleriyle. Tabi ki bakışları insanların yüzlerine<br />

değil ayaklarına, ayakkabılarına. Kendi yaşıtı<br />

bir çocuğun yepyeni, ışıl ışıl parlayan siyah<br />

ayakkabılarını seyrediyor. Belli ki yaşıtı çocuk<br />

yeni ayakkabısını gözü gibi seviyor. Elindeki<br />

mendiliyle sildikçe parlatıyor, parlattıkça siliyor.<br />

Çocuklar ve ayakkabıları, hele bin bir zorlukla<br />

alınmış yeni ayakkabılarsa, değmeyin çocukların<br />

keyfine. Ayakkabıları ile kocaman yürekleri<br />

arasında bağ kurarlar, sevinç dolu özlemleriyle.<br />

Yaşıtı çocuk, ailesiyle birlikte istasyona yanaşan<br />

trene binmek için yolcu kalabalığının arasında<br />

buluyor kendini. Ailesi biniyor trene. Çocuk kalabalığın<br />

arasında trenin ilk basamağına hamle<br />

yaparken bir anda o parıl parlayan ve gözü gibi<br />

baktığı ayakkabısının teki yere düşüyor. Hem<br />

kalabalık hem de trenin hareket etmesi çocuğun<br />

ayakkabısını inip almasına engel oluyor.<br />

Olan biteni oturduğu yerden izleyen çocuk hemen<br />

kalkıp koşuyor düşen ayakkabının tekine.<br />

Zannediyorsun ki çocuk fırsat bu fırsat deyip<br />

düşen ayakkabı tekini alıp kaybolacak. Tren yavaş<br />

yavaş hareket ediyor, çocuk ayakkabıyı yerden<br />

aldığı gibi ayakkabının sahibi yaşıtı çocuğa<br />

atıyor ama nafile, trenin peşinden ayakkabıyı<br />

attıkça atıyor ama sahibine ulaştıramıyor. İki<br />

tek ayakkabı biri birinde, diğeri diğerinde. İkisinin<br />

de işine yaramayacak haliyle.<br />

Ve sonra trendeki çocuk ayağındaki diğer ayakkabıyı<br />

çıkarıp çocuğa doğru atıyor. Bana nasip<br />

değilmiş senin nasibinmiş diyerek. İstasyondaki<br />

çocuk şaşkın bir mutlulukla seyrediyor yaşıtının<br />

yürekli hareketini. Mutluluk ve teşekkür<br />

dolu gözlerle el sallıyor hiç tanımadığı ve belki<br />

daha hiç karşılaşamayacağı doyasıya teşekkür<br />

edemeyeceği yaşıtına.


“Fani olmanın bir anlamı da<br />

Allah’tan başka hiç kimseye<br />

ait olmayan mutlak egemenlik<br />

yanılgısına düşmemek ve hayatı,<br />

çeşitli sebeplerle yoksun kalmış<br />

diğer insanlarla paylaşmanın ulvi<br />

hazzına erebilmektir.”<br />

21<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

22<br />

Filmde geçen kareler gerçek midir kurgu mudur<br />

bilinmez ama gerçek olan şu ki insanoğlunun<br />

en saf ve temiz halini resmediyor yüreklere.<br />

İnsan insana ihtiyaç duyar. İnsanoğlu öncelikle<br />

maddi ve manevi her ihtiyacı için kendisini<br />

yaratan Rabbine, daha sonra O’nun yeryüzüne<br />

gönderdiği ve birbirlerine emanet ettiği diğer<br />

insanlara muhtaçtır. Bu ihtiyaç; bazen hüzünleri,<br />

sevinçleri, hayatın rutin akışı gibi manevi<br />

durumları paylaşma isteği şeklinde tezahür<br />

ederken, kimi zaman da ihtiyaç sahiplerinin<br />

hayatını idame ettirmek için maddi ihtiyaçlarının<br />

karşılanması şeklinde kendini gösterir.<br />

Yardımlaşma duygusu insanın özünde var<br />

olan ve zamanla insanda yeşeren bir filiz gibidir.<br />

Adına ömür dediğimiz süreçte beslenme<br />

şeklimiz o filizi ya büyütür ya da kurutur.<br />

Dünya hayatının zorlu ve baş döndürücü telaşesinde<br />

kendimizi merkeze koyduğumuz her<br />

an, bizleri Yaratanın kodlarımıza itinayla yerleştirdiği<br />

o naif yardımlaşma duygusuna ket<br />

vuracaktır. Dolayısıyla bu ruhun çocukluktan<br />

itibaren büyük bir özenle beslenmesi gerekmektedir.<br />

Onlara daha erken yaşlarda hayatın<br />

bizler dışında insanlarla hatta canlılarla daha<br />

anlamlı olduğu, yardım duygusunun kişinin<br />

bencilliğine ve kötülük potansiyeline en büyük<br />

set oluşturacağı devamlı bir sabırla öğretilmelidir.<br />

Bu bilinç kazandırılmaya çalışılırken<br />

“yardım etme” duygusunun bir üstünlük hissine<br />

yahut kaba bir yönteme kurban verilmemesi<br />

gerekir. Çünkü yardımlaşma ruhu kişinin<br />

sadece temel ihtiyaçlarını teknik anlamda gidererek<br />

bir hiyerarşi kurmak değil, aksine ona<br />

mevcut ahengin bir parçası olduğunu, bütün<br />

yoksunluklarına rağmen değerli ve herkesle<br />

eşit olduğunu hissettirmektir. Aksi takdirde<br />

gerek dini gerekse vicdani mecburiyetlerimizle<br />

gerçekleşen yardımlar naiflikten ve empatiden<br />

uzak teknik bir görev duygusundan öteye<br />

gidemeyecektir.<br />

Yardımlaşma duygusu kişi için bir erdem olduğu<br />

kadar aynı zamanda bir gereksinimdir. Zira<br />

bu duygudan mahrum insanlar her şeyin en<br />

iyisini kendisi için istemeye devam edecek, bu<br />

hırs onu giderek zalim yapacak, birlikte yaşadığı<br />

diğer canlıları sömürmeye ve onlara zulmetmeye<br />

götürecektir. Dolayısıyla yardımlaşma<br />

ve paylaşma duygusu bizleri kendimize ve<br />

diğer canlılara karşı naif kılarak birlik olmanın<br />

huzurunu yaşatır. Çünkü yardımlaşmak insanı<br />

tok tutar ve huzurlu kılar. Bu duygudan uzaklaşmış<br />

her insan doymanın ne demek olduğunu<br />

hiç bilemeyecek ve sürekli bir sahip olma<br />

hırsının ve kaybetme korkusunun dayattığı<br />

huzursuzlukla yaşamak zorunda kalacaktır.<br />

Bu ruhun bize kazandırdığı bir başka özellik;<br />

sahip olduklarımız üzerinde tasarruf hakkımız<br />

olsa da bir gün ömür sermayemizi tamamlayarak,<br />

amellerimiz dışında hiçbir birikimi yanımızda<br />

götüremeyecek olmamızın idrakine<br />

varabilmektir. İnsanoğlu ölümlüdür ve sahip<br />

olduğu sağlığı, malı, mülkü ve daha nice kazanımı<br />

bir sabah aniden azalabilir, zarar görebilir<br />

yahut yok olabilir. Haliyle sonsuza kadar<br />

kendisinde kalacağını zannettiği ve başkasından<br />

esirgediği bu kazanımlar büyük bir<br />

kayba dönüşecektir. Fani olmanın bir anlamı<br />

da Allah’tan başka hiç kimseye ait olmayan


mutlak egemenlik yanılgısına düşmemek ve<br />

hayatı, çeşitli sebeplerle yoksun kalmış diğer<br />

insanlarla paylaşmanın ulvi hazzına erebilmektir.<br />

Yardımlaşma ruhu, bazen anne babasını kaybetmiş<br />

bir yüreğe anne-baba olabilmek, işini<br />

kaybetmiş bir dosta iş aramak, ömrünün geri<br />

kalanını huzurevinde geçiren yaşlılara sürpriz<br />

ziyaretler yapmak, aynı muhitte yaşadığımız<br />

komşularımızı tanımak ve sıkıntılarını<br />

bilmek, ülkemize göç etmek zorunda kalan<br />

savaş mağduru misafirlerimize göz kulak olmak,<br />

eşini-çocuğunu kaybetmiş tanıdıklarımızla<br />

dertleşmek ve hasbihal etmek, kendimize<br />

bir çift ayakkabı seçerken ikincisini de hiç<br />

tanımadığımız bir ihtiyaç sahibine alabilmek,<br />

yazın dilimiz damağımız susuzluktan kururken<br />

susuzluğunu dile getiremeyen hayvanları<br />

düşünebilmek kadar geniş, derin ve uçsuz<br />

bucaksızdır. Bu ruh, yüzme bilmeyenlerin dahi<br />

boğulmadığı aksine yaşam dolu bir derya gibidir.<br />

Ne mutlu bu denizde bir damla olabilene<br />

ve ne mutlu bu damlalardan bir deniz oluşturabilene…<br />

Ne mutlu en sevdiği ayakkabısı düştüğünde<br />

diğer tekini de gülümseyerek gönderene...<br />

23<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL OCAK - ARALIK MART 2015


ŞİMDİ YARALARI<br />

SARMA ZAMANI<br />

Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı, Bayırbucak Türkmenleri,<br />

terör saldırılarında yaşamını yitiren şehitlerimizin yakınları ve<br />

Güneydoğudaki terör mağduru vatandaşlarımıza yönelik<br />

“Şimdi Yaraları Sarma Zamanı” başlığı altında yardım kampanyası başlattı.<br />

Kampanya kapsamında ilk etapta 40 bin gıda<br />

yardım paketi ve 40 bin battaniye bölgeye ulaştırıldı.<br />

Türkiye Diyanet Vakfı Genel Merkez ve<br />

şubelerimizin yardımları ise devam ediyor.<br />

Diyanet İşleri Başkanı ve Türkiye Diyanet Vakfı<br />

Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Mehmet<br />

Görmez, kampanya için düzenlenen basın toplantısında,<br />

Diyanet İşleri Başkanlığı ve TDV olarak<br />

dünyanın muhtelif yerlerinde mazlumlara<br />

yönelik çeşitli kampanyalar düzenlediklerini<br />

ancak bu yardım kampanyasının kendi milletimize<br />

yönelik olduğunu söyledi.


Kampanyayı üç başlık altında yürüteceklerini<br />

ifade eden Görmez, şöyle konuştu:<br />

“Bugün öncelikle şehit ailelerimizin yaralarını<br />

sarma zamanıdır. Onlar bizler için evlatlarını<br />

feda ettiler, gelin hep birlikte milletçe biz onlara<br />

evlat olalım, biz onların ellerini öpelim,<br />

biz dualarımızı onların dualarına katalım, biz<br />

onların halleriyle hemhal olalım. Bugün şehit<br />

ailelerinin yaralarını sarma zamanıdır. Hep birlikte<br />

özellikle şehitlerimizin emaneti olan yavrularına<br />

sahip çıkalım, kederli eşlerinin daima<br />

yanlarında olalım. Anneleri, babaları yüreklerindeki<br />

o acıyı dindirmek için hep birlikte için<br />

hep birlikte onlara evlat olalım. Bize düşen, onların<br />

ardından bıraktığı emanetlere bu hayatı<br />

kolaylaştırmaktır. Hayata tutunma ve ayakta<br />

kalma gücü aşılamaktır. Elbette biz inanıyoruz<br />

ki, şehitlerimiz Rabbimize kavuşmuştur, ebedi<br />

mutluluğa ermişlerdir. Ancak artık asıl bize<br />

düşen vazife, şehit ailelerinin yaralarını sarma<br />

zamanıdır.”<br />

“Hep birlikte evsize ev, yuvasıza yuva<br />

olalım”<br />

“İkinci çağrım, terörün mağdur ettiği vatandaşlarımıza<br />

yönelik olacaktır. Son günlerde, son<br />

aylarda, hassaten Cizre’de, Silopi’de, Silvan’da,<br />

Sur’da, Nusaybin’de, İdil’de evleri tahrip edilen<br />

nice kardeşlerimiz oldu. Kendi evlerini, kendi<br />

şehirlerini terk etmek zorunda kalan nice vatandaşımız<br />

oldu. Kepenklerini kapatmak zorunda<br />

kalan nice kardeşimiz oldu. İşlerini, iş yerlerini<br />

terk etmek zorunda kalan kardeşlerimiz oldu.<br />

Okulları, camileri yıkıldı, evleri yıkıldı, terörün o<br />

çirkin yüzü evlerinin önlerine çukurlar kazarak,<br />

oralara bombalar yerleştirerek bütün o bölgeleri<br />

yaşanmaz hale getirdiler. Ve burada yaşayan<br />

nice kardeşimiz, nice vatandaşımız kendi<br />

evlerini, kendi yurtlarını, kendi şehirlerini terk<br />

ederek başka şehirlerde, başka yerlerde yer<br />

edinmeye, yurt edinmeye başladılar, çocuklarını<br />

okullara göndermez oldular. Şimdi hep<br />

birlikte evsize ev, yuvasıza yuva olalım. Dünyadaki<br />

bütün mazlumlara sahip çıkan milletimiz<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


ugün terör mağduru olan vatandaşlarımızı elbette<br />

yalnız bırakmayacaktır. Gelin terörle örselenen<br />

ruhları birlikte tedavi edelim, o kazılan çukurları<br />

hep birlikte şefkatli ellerimizle kapatalım<br />

ve üzerine çiçekler dikelim. Evinden, yurdundan,<br />

toprağından koptuğu için garipleşen bütün yüreklere<br />

biz milletçe dokunalım. Bu vatanın geleceği<br />

olan yavruların gözlerinin önündeki o yıkıntı<br />

sahnelerini hep birlikte silelim, kulaklarındaki<br />

silah seslerini hep birlikte unutturalım. Şimdi terör<br />

mağduru kardeşlerimizin de yaralarını sarma<br />

zamanıdır.”<br />

“Milletimiz Bayırbucak Türkmenlerini<br />

yalnız bırakmayacaktır”<br />

Üçüncü çağrım, son günlerde yoğun olarak vatanımıza<br />

sığınan, yüreklerimize sığınan Bayırbucak<br />

Türkmen’i kardeşlerimizle ilgili olacaktır.<br />

Daha önce Suriye’den ülkemize, vatanımıza,<br />

evlerimize, hanelerimize, yüreklerimize sığınan<br />

nice kardeşimiz oldu. Millet olarak biz Arap,<br />

Türk, Kürt, Türkmen, Ezidi, Müslim, gayrimüslim<br />

ayrımı yapmadan onlara kucak açtık ve hep birlikte<br />

böyle bir milletle iftihar etme hakkını sahip<br />

olduğumuzu açıkça ifade etmek isterim. Ama<br />

son günlerde Türkmen Dağındaki kardeşlerimiz,<br />

Bayırbucak Türkmenleri önce kendi vatanlarını,<br />

kendi yurtlarını savunmak için canhıraş<br />

bir şekilde mücadele ettiler. Terk etmemek için<br />

uğraştılar, ancak son haftalarda içeriden dahili,<br />

harici bombalamaların ardından pek çoğu bugünlerde<br />

sınırlarımızdan ülkemize hicret etmeye<br />

başladılar. Bugün onların da yararlarını sarma<br />

zamanıdır. Daha önceki bütün kardeşlerimize<br />

evlerimizi, hanelerimizi, yüreklerimizi açtığımız<br />

gibi elbette Türkmen kardeşlerimize de evlerimizi,<br />

yüreklerimizi, hanelerimizi açmak durumundayız.<br />

Gelin millet olarak, kendilerini dost<br />

ellerde hissettirelim. Yitirdikleri güven ve huzur<br />

iklimine kavuşmalarını sağlayacak yardım ve<br />

desteğimizi onlardan da esirgemeyelim. Evsize<br />

ev, yuvasıza yuva, kimsesize kimse olmayı bilen<br />

milletimiz inanıyorum ki bugün savaş mağduru<br />

olan Bayırbucak Türkmenlerini de yalnız bırakmayacaktır,<br />

şimdi yaraları sarma zamanıdır.<br />

26


KAMPANYAYA İŞ DÜNYASINDAN DESTEK<br />

Türkiye genelinde verilen destekle büyüyen<br />

kampanyaya Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği<br />

(TOBB) ile Türk iş dünyası da destek verdi.<br />

TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nu ziyaret<br />

eden Diyanet İşleri Başkanı ve TDV Mütevelli<br />

Heyeti Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, kampanya<br />

yaptığı destek çağrısına karşılık bulduğu<br />

için TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu ve Türk iş dünyasına<br />

teşekkür etti.<br />

Görmez, “Güneydoğuda terör mağduru olan<br />

vatandaşlarımızın yaralarını sarmak ve son zamanlarda<br />

Suriye’den gelen bütün kardeşlerimizle<br />

birlikte ülkemize sığınmak zorunda kalan<br />

Bayırbucak Türkmenlerine yardımcı olmak üzere<br />

‘Şimdi Yaraları Sarma Zamanı’ başlığı altında<br />

başlattığımız kampanyaya, bütün iş adamlarımızın<br />

ve sanayicilerimizin destek vermesini<br />

arzu ediyoruz. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği<br />

Başkanı Hisarcıklıoğlu’na da verdikleri destek<br />

için çok teşekkür ederim” dedi.<br />

Devletin üzerine düşeni yapacağını ancak milletin<br />

fertlerinin birbirlerinin yaralarını sarmasının<br />

çok daha önemli olduğunu kaydeden Başkan<br />

Görmez, şöyle konuştu:<br />

“Devlet yapacaklarını yapar ancak milletin fertlerinin<br />

birbirlerinin yaralarını sarması milletimizin<br />

geleceği açısından çok daha önemlidir. Biz<br />

sadece maddi yaraları değil, manevi yaraları da<br />

sarmak için seferber olmuş vaziyetteyiz. Sokaklarda<br />

şehirleri harabeye çevirmek için kazılan<br />

çukurları kapatmak kolaydır ama yüreklerdeki<br />

hendekleri kapatmak çok daha zordur. Bilhassa<br />

bu kampanyanın manevi boyutu çok daha<br />

önemlidir. Birbirimizin yaralarını sararak bölgemizi<br />

ateş çemberine çeviren dünyaya barışı taşıyacak<br />

şekilde birbirimize sahip çıkmayı Allah<br />

bizlere nasip etsin.”<br />

“Türk iş dünyası üzerine düşeni<br />

yapacaktır”<br />

TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu da kampanyadan<br />

dolayı teşekkür ederek, Türk iş dünyası olarak<br />

her türlü desteği vermeye hazır olduklarını bildirdi.<br />

Başkan Hisarcıklıoğlu, “Türkiye Odalar ve Borsalar<br />

Birliği olarak kampanyadan dolayı Diyanet<br />

İşleri Başkanlığına teşekkür ediyoruz. ‘Şimdi<br />

Yaraları Sarma Zamanı’ kampanyasını Türk iş<br />

dünyası olarak sonuna kadar destekliyoruz.<br />

Bayırbucak Türkmenlerine, terörden mağdur<br />

olmuş kardeşlerimize yönelik yapılan yardım<br />

kampanyasından dolayı şükranlarımı sunmak<br />

istiyorum. Bizim kültürümüzde ‘Komşusu açken<br />

tok yatan bizden değildir’ sözü vardır. Türk<br />

iş dünyası da üzerine düşen sorumluluğu yerine<br />

getirecektir” diye konuştu.<br />

27<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


YARDIM TIRLARI BÖLGEYE DUALARLA UĞURLANDI<br />

vatandaşlarımız ile Hatay Merkez, Yayladağı,<br />

Dörtyol, Payas, İskenderun, Belen, Kırıkhan’daki<br />

Bayırbucak Türkmenlerine ulaştırılmak üzere<br />

20 tır yardım malzemesi hazırlandı. 20 bin gıda<br />

kolisi ve 20 bin battaniyeden oluşan ilk 20 tırlık<br />

yardım konvoyu, Diyanet İşleri Başkanlığı<br />

önünde Başkan Mehmet Görmez’in de katıldığı<br />

törenle bölgeye gönderildi.<br />

Türkiye Diyanet Vakfı ekipleri, “Şimdi Yaraları<br />

Sarma Zamanı” yardım kampanyası için Güneydoğu<br />

Anadolu Bölgesinde ve Hatay’da incelemelerde<br />

bulunarak ihtiyaçları tespit etti.<br />

Yapılan değerlendirmelerin ardından Diyarbakır<br />

Sur, Silvan, Mardin Merkez, Kızıltepe, Nusaybin,<br />

Midyat, Dargeçit, Şırnak Merkez, Cizre,<br />

Silopi ve İdil’de terör nedeniyle mağdur olan<br />

Bir kısmı Güneydoğu bölgesinde terör mağduru<br />

vatandaşlara, diğer kısmı ise Bayırbucak<br />

Türkmenlerine ulaştırılmak üzere gönderilen<br />

yardımların uğurlanmasında konuşan Diyanet<br />

İşleri Başkanı Görmez, kampanyaya yardımlarıyla<br />

destek veren herkese teşekkür ederek,<br />

“Allah›tan niyazım odur ki, Yüce Rabbimiz<br />

dünyanın neresinde olursa olsun mazluma ve<br />

mağdura sahip çıkan milletimize yardımını,<br />

inayetini, rahmetini, merhametini hiçbir zaman<br />

esirgemeyecektir” dedi.<br />

28


“Milletimiz bir kez daha bütün<br />

insanlığın vicdan yükünü omzuna<br />

almıştır”<br />

Türkiye’nin, dünyanın neresinde olursa olsun<br />

mazluma ve mağdura yaptığı yardımlarla insanlığın<br />

vicdan yükünü omzuna aldığını ifade<br />

eden Başkan Görmez, “Bir hafta içerisinde milletimizin<br />

kampanyamıza gösterdiği ilgi ve alaka<br />

bir kez daha milletimizin alicenaplığını göstermiştir.<br />

Milletimiz bir kez daha bütün insanlığın<br />

vicdan yükünü omzuna almıştır” diye konuştu.<br />

Kampanyanın önemli bir kaç özelliği olduğunu<br />

ifade eden Görmez, şunları kaydetti:<br />

“Birincisi, ‘Şimdi yaraları sarma zamanıdır’ diyoruz.<br />

Yaralar sadece maddi çukurları kapatmakla<br />

sarılmaz. Aynı zamanda zihinlerde ve gönüllerde<br />

meydana gelen hendekleri kapatmakla<br />

olur. Biz Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bu noktada<br />

üzerimize çok büyük görevler düştüğünü<br />

farkındayız. Onun için bu yardım filoları ikiye<br />

bölünerek, yarısı Suriye hududuna, Suriye’den<br />

vatanımıza sığınan bütün kardeşlerimize ulaşacak.<br />

Bir taraftan da Diyarbakır’a, Sur’a, Nusaybin’e,<br />

Silvan’a, Silopi’ye, Cizre’ye ulaşacak.<br />

Orada da bölgede görev yapan din görevlisi<br />

arkadaşlarımız bizatihi bu yardımları kendi elleriyle<br />

dağıtacaklar. Müftülerimiz, vaizlerimiz,<br />

Kur’an kursu öğretmenlerimiz, imamlarımız,<br />

müezzinlerimiz bizzat mağdur vatandaşlarımızın<br />

kapılarını çalacaklar ve onların üzüntülerini<br />

paylaşacak, onları teselli etmek için onların yanında<br />

olduklarını ifade edeceklerdir.<br />

Milletimizin her ferdini birbirimizin yarasını<br />

sarmaya davet ediyorum. Elbette devlet üzerine<br />

düşen vazifeleri hakkıyla yerine getirecektir.<br />

Ama milletin fertlerinin birbirlerinin yaralarını<br />

sarmasının istiklalimiz ve istikbalimiz için<br />

geleceğimiz, barışımız, huzurumuz, güvenliğimiz<br />

için çok daha önemli olduğunu düşünüyorum.<br />

Gazze’de, Arakan’da, Somali’de, Endonezya’da,<br />

Pakistan’da, Haiti’de, Filipinlerde<br />

dünyanın en uzak beldelerinde dahi zulme<br />

uğrayan bir kardeşimiz olduğunda, mağdur<br />

ve mazlum bir insan söz konusu olduğunda<br />

hiçbir din, dil, ırk ayrımı yapmadan yardımlarına<br />

koşmuş bir milletin evlatları olarak hep birlikte<br />

birbirimizin yarasını sarmak için seferber<br />

olmalıyız.”<br />

Başkan Görmez’in konuşmasının ardından<br />

yardım konvoyu Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı<br />

Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz’ın yaptığı dua<br />

ile uğurlandı.<br />

Yardım tırlarının bölgeye gönderilmesi dolayısıyla<br />

düzenlenen törene, Diyanet İşleri Başkan<br />

Yardımcıları Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz,<br />

Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar, TDV Mütevelli<br />

Heyeti İkinci Başkanı Mazhar Bilgin, TDV Genel<br />

Müdürü İsmail Palakoğlu ile Diyanet ve TDV<br />

çalışanları katıldı.<br />

29<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


YARDIMLAR TÜRKMENLERE ULAŞTI<br />

30<br />

Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet<br />

Vakfı’nın, “Şimdi Yaraları Sarma Zamanı” kampanyası<br />

kapsamında gönderilen yardımlar Bayırbucak<br />

Türkmenlerine ulaştı.<br />

Yardımları Antakya TOKİ Rasulullah Camisi<br />

önünde düzenlenen törenle teslim alan Hatay<br />

Müftüsü Hamdi Kavillioğlu, yaptığı konuşmada,<br />

Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet<br />

Vakfının kuruldukları günden bu yana yurt içinde<br />

ve dışında devleti, milleti, dini ve diyaneti en<br />

güzel şekilde temsil ederek insanlığa hizmette<br />

bulunduğunu söyledi.<br />

Ortadoğu, Türkiye ve komşu ülkelerin zor bir<br />

süreçten geçtiğini ifade eden Kavillioğlu, şöyle<br />

devam etti:<br />

“Memleket olarak doğuda bir terör hadisesi yaşıyoruz.<br />

Ülkede terör mağdurları, şehit yakınları<br />

ve son zamanlarda bilindiği üzere Suriye’den<br />

ülkemize sığınan Türkmen kardeşlerimiz var.<br />

Suriye’den ülkemize 5 yıldan bu yana devam<br />

eden bir göç var. Diyanet İşleri Başkanlığımız<br />

ve Türk Diyanet Vakfımız, terör mağdurlarının,<br />

şehit ailelerinin ve özellikle Suriye’de evini barkını<br />

bırakarak bu kış gününde ülkemize sığınan<br />

Türkmen kardeşlerimize yardım maksadıyla bir<br />

kampanya başlattı. Halkımız, doğudan batıya,<br />

kuzeyden güneye büyük bir cömertlik örneği<br />

göstererek yardımda bulundu. Dün, Diyanet<br />

İşleri Başkanımızın dualarıyla 20 tır hareket etti.<br />

10 tır, Doğu ve Güneydoğudaki kardeşlerimize<br />

yardım olarak gönderildi. 3 tır Kilis’e ve 7 tır da<br />

Hatay ilimize gelmiş bulunmakta.”


Kavillioğlu, Hatay’a ulaşan yardım tırların her<br />

birinde bin battaniye ve bin gıda paketi olduğuna<br />

işaret ederek yardımların Yayladağı,<br />

Antakya, İskenderun ve Kırıkhan ilçelerindeki<br />

Türkmenlere dağıtılacağını aktardı. Kampanyaya<br />

destek veren herkese teşekkür eden<br />

Kavillioğlu, “Bu kampanyamız, hem ülkemizde<br />

birlik, beraberliğe hem de komşumuz Suriye’de<br />

ve Ortadoğu’da akan kan ve gözyaşının dinmesine<br />

vesile olur” dedi.<br />

Konuşmaların ardından Mehmet İpek Camisi<br />

imam hatibi Rıza Ateş, Kur’an-ı Kerim okurken<br />

İl Müftüsü Kavillioğlu da dua etti.<br />

“Şimdi Yaraları Sarma Zamanı” kampanyası<br />

kapsamında yola çıkan 3 yardım tırı da Öncüpınar<br />

Sınır Kapısı›na ulaştı. İçerisinde gıda maddesi<br />

bulunan yardım gelen malzemeler AFAD<br />

aracılığı ile sınıra sıfır noktada kurulan çadır<br />

kentteki sığınmacılara ulaştırıldı.<br />

Toplanan bu yardımları bir an önce ihtiyaç sahibi<br />

Suriyeli sığınmacılara ulaştırılmak için ellerinden<br />

gelen gayreti gösterdiklerini belirten<br />

Kilis İl Müftüsü Mahmut Karatepe, “Diyanet<br />

İşleri Başkanımızın talimatlarıyla, tüm Türkiye<br />

genelinde, özellikle Suriye’de yaşanan müessif<br />

hadiseler sonucu sıkıntılara merhem olma<br />

amaçlı tertiplediğimiz bu yardımlar, hem ülkemiz<br />

içerisinde hem de Suriye’de Bayırbucak<br />

Türkmenleri ile Kilis›imizin hemen karşısındaki<br />

kardeşlerimizin ülkemize yönelmiş olmaları<br />

sonucu sınırımızın yanı başındaki sıkıntılı durumlarını<br />

biraz olsun hafifletme adına toplanan<br />

yardımlar ilimize ulaşmış durumda. Türkiye<br />

Diyanet Vakfımızın yardımları devam edecek”<br />

şeklinde konuştu.<br />

yanı sıra AFAD Kilis İl Müdürü İlhami Akgül,<br />

Diyanet Vakfı Genel Merkezi Görevlisi Mustafa<br />

Erdem de hazır bulundu.<br />

Suriye’de yaşanan iç çatışmalar nedeniyle<br />

Türkiye’ye sığınan ve soğuk kış şartlarında yaşam<br />

mücadelesi veren Türkmenler için daha<br />

önce başlatılan “Şimdi Türkmenlere Yardım Zamanı”<br />

kampanyası kapsamında da TDV Genel<br />

Merkezi ve Bafra şubesi tarafından 8 tır yardımı<br />

bölgeye ulaştırıldı. Hatay’da çadır kent dışında<br />

yaşayan 500 Türkmen aileye 100’er TL Alışveriş<br />

Yardım Kartı, 150 kışlık çadır ile bin 600 gıda paketi<br />

dağıtıldı.<br />

Türkiye Diyanet Vakfı Çankaya ve Vezirköprü<br />

şubeleri de “Şimdi Yaraları Sarma Zamanı” yardım<br />

kampanyası kapsamında Bayırbucak Türkmenlerine<br />

12 tır yardım gönderdi.<br />

TDV Çankaya Şubesi ve Çankaya Müftülüğü<br />

öncülüğünde toplanan yardımları taşıyan 10<br />

tırlık konvoy, inşaatı devam eden Ankara Öveçler<br />

Hacı Derviş Camisi önünden dualarla uğurlandı.<br />

Türkiye Diyanet Vakfı Samsun Vezirköprü Şubesi<br />

de “Şimdi Yaraları Sarma Zamanı” yardım<br />

kampanyası kapsamında 2 tır unu Bayırbucak<br />

Türkmenlerine gönderdi.<br />

31<br />

Türkiye Diyanet Vakfına ait yardım tırlarının karşılanmasında<br />

İl Müftüsü Mahmut Karatepe’nin<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


YARDIMLAR TERÖR MAĞDURLARINA DAĞITILDI<br />

“Şimdi Yaraları Sarma Zamanı" kampanyası<br />

kapsamında Ankara’dan tırlarla gönderilen yardımlar<br />

terör mağduru ailelere dağıtıldı.<br />

Yardım malzemelerini teslim alan Diyarbakır İl<br />

Müftüsü Burhan İşliyen, kampanyanın yaşanan<br />

acıları hafifletmek, yaraları sarmak maksadıyla<br />

düzenlendiğini söyledi. İşliyen, “Silvan ilçemizin<br />

ardından kent merkezine de yardım tırı<br />

ulaştı. Sur Kaymakamlığımızın bünyesindeki<br />

kriz masasında ihtiyaç sahiplerinin listesi oluşturuldu.<br />

Bu listelere göre yardımlar yapılıyor”<br />

diye konuştu.<br />

Daha sonra Müftü İşliyen ve beraberindekiler,<br />

terör olayları nedeniyle mağdur olun ihtiyaç<br />

sahibi bazı aileleri ziyaret ederek yardım paketlerini<br />

teslim etti.<br />

Ankara’dan uğurlanan 20 tırlık ilk konvoyun<br />

ardından 20 tır yardım daha bölgeye gönderildi.<br />

Böylece kampanya kapsamında 40 bin gıda<br />

yardım paketi ve 40 bin battaniye bölgeye ulaştırılmış<br />

oldu.<br />

“Şimdi Yaraları Sarma Zamanı” kampanyası çerçevesinde<br />

yardımlar, il ve İlçe müftülükleri ile<br />

TDV Şubeleri aracılığıyla alışveriş yardım kartı<br />

şeklinde ve tespit edilen ihtiyaçlara göre yapılmaya<br />

devam ediyor.


TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015<br />

33


MAKALE<br />

BİR ÜST DEĞER OLARAK İYİLİK VE İSLAM<br />

Yusuf TÜLÜN<br />

İlim Yayma Cemiyeti Genel Başkanı<br />

“İnsanlığın saadet asrında Allah (c.c) için hicranı göze olan ve<br />

yurdunu terk eden Muhacir ile kardeşini külfet görmeyen, mülkün<br />

Allah’a ait olduğunun şuurunda, paylaşmayı kendisine lütfedilen<br />

bir nimet olarak telakki eden Ensar, tarihin en müstesna iyilik<br />

hareketini somutlaştırmışlardır. Sahte can yeleklerinin satıldığı<br />

toplumumuza, bu tablonun haykırdığı bir şeyler var.”<br />

34<br />

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz<br />

(a.s.) iyi bir insan olmanın çok boyutlu<br />

ve mükemmel örneği olarak hayat sürmüştür.<br />

Bugün farklı formlarda ve muhtelif araçlarla<br />

dünyaya servis edilen değerlerin cümlesini, en<br />

sahih biçimde ortaya koyan ve insanlığa teklif<br />

eden yine O (a.s) olmuştur. Efendimiz (a.s)<br />

iyi’nin retoriğinden ve teorisinden münezzeh,<br />

örnek iyi olmanın imkânlarını sergilemiştir.<br />

Şüphesiz iyi kimsenin kim olduğu ile iyi’nin ne<br />

olduğu arasında sıkı bir ilişki vardır. Bizim hayatımıza<br />

yön veren değerler açısından baktığımızda,<br />

insana Allah (c.c.) tarafından bahşedilen<br />

iki temel hususun teminat altına alınması iyiliğin<br />

başlangıç noktası olarak ele alınabilir. Bu iki<br />

temel husus insanın hayat hakkı ve hürriyetidir.<br />

Bu hürriyet yaratılış bakımından tüm insanların<br />

eşit olması ve üstünlüğün takva şartına bağlanması<br />

düzlemindedir. Güzel olanı tercih edip<br />

tarih sahnesine koymak ve iradi olarak kötülüğün<br />

karşısında yer almak şeklinde tecelli eden<br />

bir hürriyet anlayışından söz ediyoruz burada.<br />

Medeniyet oluşturucu karakteristiği açısından<br />

Hz. Peygamber’in (a.s) sünneti, hayrın ikame<br />

edilmesi ve şerre engel olunması bakımından<br />

bizim için örneklik teşkil etmektedir. İyi’nin sosyal<br />

hayatın tüm boyutlarında var olabilmesi bir<br />

takım kurumsallaşmalara ihtiyaç duyduğunda<br />

ise İslam’ın müesseseleri ortaya çıkmıştır.


Müslümanlar, ilahi vahyin tedrici olarak geliştirmeye<br />

çalıştığı medeni anlayışı, bir hayat nizamı<br />

olarak kabul ederler ve onu kurumları ile beraber<br />

yaşarlar ve yaşatırlar.<br />

İyiliğin (düşüncesi ve kurumları ile) hayatta kalabilmesi<br />

için iki temel hususla birlikte yürümesine<br />

de ihtiyaç vardır. Ahlaki olana gönülden<br />

bağlanma ve sahih bilgi. Bugün yeryüzünde<br />

işlenmiş ve işlenmekte olan zulümlerin sebebini<br />

ifsad edilmiş inanç ve düşünce ile sahih<br />

olmayan bilgide buluyoruz. İyilik namına, mefhumun<br />

kendisi ve iyi insanların onulmaz yaralar<br />

aldığı zamanlarda, cehaletle yüz yüze geliyoruz.<br />

İnsanoğlunun yeryüzü macerasını anlamlı kılacak<br />

olan, onun var oluş trajedisini yatıştıracak<br />

olan, insanı insanın yurdu yapacak ve dünyayı<br />

yaşanabilir bir yer kılacak olan, onun hakikat ile<br />

kurduğu sağlam ve sahih ilişkidir. İnsanoğluna<br />

yapılacak en büyük iyilik, yaratılış sırrına uygun<br />

olarak, yani eşrefi mahlûkat olarak, mahlûkat<br />

içerisinde hiçbir sömürü düzeninin kölesi olmadan<br />

yaşamasına imkân vermek olacaktır. Bu<br />

imkânın bir boyutu kişinin bilgi, birikim, idrak<br />

seviyesinde olup, diğer boyutu yaşanılan koşulların<br />

insan onuruna yakışır olması ile ilgilidir.<br />

Yunus’un deyişindeki “insanın kendini bilmesi”<br />

ile “kendini bilen Rabbini bilir” deyişi, özünde<br />

insanın bir yönü ile potansiyelini bilmesi, bir<br />

yönü ile de haddini bilmesidir. Haddini bilen<br />

insan iyiliğin yanında saf tutacak, kendisine<br />

bahşedilen nimetleri bilen insan bu imkânlar<br />

ile iyilik adına irade ortaya koyacak ve eyleme<br />

geçecektir.<br />

Sözünü ettiğimiz İslam müesseseleri iyiyi hayata<br />

geçiren insan tipini tarih sahnesine koymak<br />

gibi bir niyetin ve gayretin de adresi olagelmişlerdir.<br />

Kendini hayrın hayat bulması için vakfedenler<br />

ve hayrın hayata egemen olması için<br />

vakıflar kuranlar, medeniyetimizin “vakıf medeniyeti”<br />

olarak anılmasını sağlayacak çalışmalar<br />

yapmışlardır.<br />

Murad almak isteyen gençlerin evlenmesine<br />

yardımcı olan organizasyonlardan, kuşlara saraylar<br />

tasarlayıp inşa eden ince ruha, iyilik vadisinde<br />

rastlarız. Sahih bilgi ve içselleştirilmiş<br />

değerlerin istikamet çizdiği bir sosyal hayatı<br />

tanzim etmede sivil ruhun izdüşümlerine rastlıyoruz.<br />

1951’de İlim Yayma Cemiyeti’ni kuran akıl ve<br />

duygu, sözünü ettiğimiz bilgi ve hikmetten<br />

esinlenen ve o kaynaktan güç alan bir hususiyete<br />

sahiptir. Cemiyetimiz’in hafızası niteliğinde<br />

olan karar defterlerinde rastladığımız şu<br />

ifadeler bizim açımızdan kılavuz niteliğindedir.<br />

“Memleketimizin kalkınması için ilme ve maarife<br />

hizmet etmek gerekir. İlme hizmet bir ibadettir.”<br />

(Faaliyet Raporu, yıl:1951, s:10)<br />

Müslümanların yaptıkları her işi en kaliteli ve<br />

en estetik boyutta yapmaları doğrultusunda<br />

Nebevî bir tavsiye ve tembihle karşı karşıya<br />

oluşları ve İslam’ın insanının en temel karakteristiğinin<br />

“mesul insan” olması, aynı zamanda<br />

sosyal adaletin kurucu unsurlarından biridir.<br />

Yine Nebevî düsturlardan biri olarak her insanın<br />

çoban misali maiyetinden mesul oluşu iyi<br />

olmayı, muhayyer bir durumdan, vazife düzeyine<br />

yükselten bir bilinç aşısı olarak Müslümanın<br />

zihnindeki yerini almıştır. Bu durum, Müslümanı<br />

olduğu her mekân ve zamanda geçerli olmak<br />

üzere, iyilik adına ortaya çıkan, iyiliği hayatı ile<br />

örneklendiren, iyiliğin yayılması ve kökleşmesi<br />

35<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

36<br />

için gayret eden kişi olarak kodlayan ve tarif<br />

eden bir çerçeve sunmaktadır bize.<br />

İslam, insanın hamurunu yoğurarak en güzel<br />

kıvama getirir. İhsan derecesindeki insan ise<br />

eşyayı yoğurur ve yorumlar. Dünyayı adalet ve<br />

merhametle yönetmek için sorumluluk üstlenir.<br />

Toprağı yurt edinir, insanı yurt edinir. Bu<br />

anlamda toprak insanın maddi yurdu iken, o<br />

coğrafyayı değerler manzumesi açısından yorumlayan<br />

ve temellük eden bir başka yurdu,<br />

zihni ve kalbidir. İnsan zihninde ve kalbinde<br />

oluşturduğu haritayı coğrafi haritasına işleyen<br />

ve tarihi yorumlayan özne olur. Bu yönüyle beden<br />

ruhun tecrübe edildiği bir kalıp, vatan ise<br />

değerlerin sınandığı ve kurumlaştığı mekân<br />

olarak çıkar karşımıza. Tarih bize bu değerlerin<br />

ne oranda içselleştirildiğini anlama imkânı<br />

sunar. Şifahaneler, kervansaraylar, çeşmeler,<br />

köprüler ve bütün bu sistemin sürükleyicisi,<br />

dinamosu mahiyetinde olan medreseler, bizim<br />

tarihimizde “iyilik” değerinin ilim ve estetik kaygı<br />

ile birleşerek nelere kadir olduğunun tarih<br />

aynasından görünümleridir.<br />

“Çamlıca'ya doğru yürüyüş yapıyorduk. Toprak<br />

bir yokuşun üstünde yolu tıkayan bir kaya<br />

parçasını kazma ile kırarak yolu açan bir adama<br />

rastladık. Önce bunu bir amele zannettik. Arkadaşım<br />

tekerlek, siyah sakallı, tatlı, güler yüzlü,<br />

oldukça iri ve dinç cüssesiyle çalışan adamı selamladı,<br />

“Amele misin? Yalnız mı çalışıyorsun?”<br />

diye sordu. Kazmasına dayanarak bir gazali<br />

(ceylanı) andıran derin, siyah gözleriyle bizi süzen<br />

kahraman Türkmen’in heyecanlı, gür sesini<br />

dinlerken kulaklarıma inanamıyordum: “Ben<br />

arabacıyım, na şu karşı kulübede oturuyorum,<br />

amele değilim. Allah için bu yolu yapıyorum”.<br />

Bizim şaşkınlığımıza bakıyordu. Biz sormadan<br />

o devam etti. Lakin gözleri dolmuştu, sesi titriyordu.<br />

Serbestçe ağlayabilen bir kahramana<br />

benziyordu: “Babam Çanakkale’de şehit oldu,<br />

bir helva pişiremedim. Evladımı İstiklal Harbi’nde<br />

kurban verdim. Bir Mevlit okutamadım. Günahlarına<br />

gönderecek bir şeyim yok. İşte bu hayrı<br />

yapıyorum". Hemen kazmaya sarıldı ve “Allah”<br />

diye başladığı işine devam etti. Ben bu vicdan<br />

azametinin karşısında o gün bugün secdeye<br />

kapanıyorum. (Nurettin Topçu, Amerikan Mektupları,<br />

Dergah Yayınları)<br />

Allah’ın (c.c) dinini yüceltmek ve vatanı savunmak<br />

için tereddütsüz girilen savaşlar ve arkasından<br />

ödenen ağır bedelleri, bu denli tevekkül<br />

ile karşılayan ruh halini, ancak İslam’ın sahih<br />

bilgi ile inşa ettiği insan tipinden umabilirsiniz.<br />

İyi bir tutum ve davranış olarak serlevha nev’inden<br />

addedeceğimiz bu anekdot, bugün bize<br />

de bir şeyler söylemektedir.<br />

İnsanlığın saadet asrında Allah (c.c) için hicranı<br />

göze olan ve yurdunu terk eden, hatıralarını<br />

terk eden, yaşanmışlıklarının üzerine bir sünger<br />

çeken Muhacir ile kardeşini külfet görmeyen,<br />

mülkün Allah’a ait olduğunun şuurunda, paylaşmayı<br />

kendisine lütfedilen bir nimet olarak<br />

telakki eden Ensar, tarihin en müstesna iyilik<br />

hareketini somutlaştırmışlardır. Sahte can yeleklerinin<br />

satıldığı toplumumuza, bu tablonun<br />

haykırdığı bir şeyler var.<br />

İyilik insanın kendisi ile yaratıcısı ve yarattıkları<br />

ile iyi ilişkiler kurması olarak tezahür ettiğinde<br />

tam anlamına kavuşur. Burada iyi adeta<br />

bir kapsayan küme gibi, adaletli olmayı, izzetli<br />

olmayı, şeffaf olmayı, merhametli olmayı, çalışkanlığı<br />

mahiyetine alarak bizi kendisine davet<br />

eden mefhum olarak durur karşımızda. İyi’nin<br />

kimyası adeta “zor” ile yoğrulmuştur.


37<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL OCAK - ARALIK MART 2015


MAKALE<br />

SULTAN II. ABDÜLHAMİD’İN<br />

YARDIM ORGANİZASYONLARI<br />

Mustafa ARMAĞAN<br />

Araştırmacı - Yazar<br />

“Gelenek icat etmek denilince sanıyorum yakın<br />

tarihimizde Sultan II. Abdülhamid’in eline su<br />

dökülemez. Ağustos ayında onun icadıyla gelişen toplu<br />

sünnet düğünlerinden tutun da “sadaka-i seniyye”<br />

uygulamalarına kadar uzanır onun müşfik eli.”<br />

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başbakanlık<br />

vazifesini yürüttüğü 2007 yılında, ihtiyaç<br />

sahiplerine toplam 5 milyon ton kömür dağıtıldığını,<br />

valiler ve kaymakamların halka uzak<br />

durmaması gerektiğinin üzerine basarak kamuoyuna<br />

duyurmuştu.<br />

Fakir halka ve birkaç senedir Suriyeli muhacirlere<br />

yapılan cömertçe yardımların Eric<br />

Hobsbawm ve Terence Ranger’ın isabetli deyişleriyle<br />

“gelenek icat etmek” (invention of tradition)<br />

olduğuna ve modern toplumların ancak<br />

gelenekleri yeniden ve yeniden üreterek, başka<br />

deyişle “icat ederek” hayatiyetlerini ve sağlıklarını<br />

koruyacaklarına inanıyorum.<br />

Ancak “gelenek icat etmek” denilince sanıyorum<br />

yakın tarihimizde Sultan II. Abdülhamid’in<br />

eline su dökülemez. Ağustos ayında onun ica-


dıyla gelişen toplu sünnet düğünlerinden tutun<br />

da, Söğüt’teki Osmanlı Devleti’nin kuruluş<br />

şenliklerine, İstanbul’un fethi kutlamalarından<br />

“sadaka-i seniyye” uygulamalarına kadar uzanır<br />

onun müşfik eli. Bütün bunlarda gözetilen esas<br />

gaye, “Osmanlılar arasında ortak bir kimliğin<br />

oluşmasına yardımcı olmak”, “devlet-toplum<br />

ilişkilerini uyumlu ve birbirini bütünleyen bir<br />

ilişkiler bütünü olarak yapılandırmak”tı. Bu ve<br />

benzeri çabaların, “Osmanlı’nın yeniden fethi”-<br />

ni veya bir “iç fethi” amaçladığı, giderek daha iyi<br />

anlaşılacaktır kanaatindeyim.<br />

Nitekim Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinden<br />

Prof. Dr. Nadir Özbek’in makaleleri, özellikle<br />

de Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyal Devlet adını<br />

taşıyan kitabı (İstanbul, 2004, İletişim Yay.),<br />

bize büyük Sultanın bu “iç fetih harekâtı” hakkında<br />

doyurucu bilgiler vermekte, özellikle sosyal<br />

refahı artırıcı yardımları nasıl yeni bir gelenek<br />

icat ederek örgütlediğine ve aynı zamanda<br />

halkı da bu organizasyon çalışmalarına nasıl dahil<br />

ettiğine ilişkin yararlı ipuçları sunmaktadır.<br />

İsterseniz şu “sadaka-i seniyye” meselesini ele<br />

alarak başlayalım.<br />

Elbette eskiden de Osmanlı padişahları çeşitli<br />

vesilelerle cömertçe sadaka dağıtırlardı.<br />

Nitekim hakkı yenmiş padişahlarımızdan Sultan<br />

I. Mahmud boş vakitlerinde mühürcülükle<br />

iştigal eder, kazıdığı mühürleri çarşıda pazarda<br />

sattırır, eline geçen paralarla da sadaka dağıttırarak<br />

sevap kazanmaya çalışırdı. Bir gün vezirlerinden<br />

biri kendisine şöyle demişti:<br />

-Şevketlim, milletin hazinesi sizin demektir. Niçin<br />

böyle uğraşıp zahmet edersiniz?<br />

Sultanın cevabı şu oldu:<br />

-Milletin hazinesini millete sarf etmek gerekir.<br />

İkinci olarak insanın çalışıp alın teri dökerek kazandığı<br />

paranın zevki başkadır.<br />

Ancak aynı soydan gelen II. Abdülhamid’de<br />

karşılaştığımız farklılık, yardımların törensel bir<br />

havaya büründürülmüş olması ve “görünür”<br />

kılınmasıdır. Onun döneminde gelişen gazete,<br />

dergi gibi kitle iletişim araçlarının da imkânlarını<br />

kullanarak devletin, devletin başı olarak da<br />

padişahın her zaman halkın yanında olduğu<br />

imajı zihinlere kazınacak, Sultan’ın her daim<br />

yanlarında olduğu halka hissettirilecektir.<br />

Kurban yardımları<br />

Nadir Özbek değerli kitabında her Cuma günü<br />

İstanbul’un bir başka semtinde Padişah adına<br />

yoksul ahaliye sadaka dağıttırılması ve kurban<br />

kesilmesi uygulamasına dikkat çekiyor. Yalnız<br />

bu semtlerin özellikle kenar ve fakir fukarası<br />

bol semtler olmasına özen gösterildiğini söylemeliyiz.<br />

Saraydan bir bendegân (hizmetli) ilgili<br />

semte gider, orada halkın arasında padişah<br />

adına kurbanları keser ve etlerini dervişler ve<br />

medrese talebeleri de içinde olmak üzere yoksul<br />

ahaliye dağıtırdı.<br />

Mesela 13 Şubat 1899 tarihli Sabah gazetesinin<br />

haberine bakılırsa saraydan bir komisyon<br />

Kâğıthane’nin yolunu tutmuş, burada Sultan’ın<br />

sadakası olan 300 lirayı (o devre göre büyük paradır)<br />

halka dağıtmış, ardından 18 adet kurban<br />

kesilmiş ve etler köyün fakir ahalisine paylaştırılmış,<br />

ardından Alibeyköy’e geçilerek orada<br />

da padişahın gönderdiği 100 lira sadaka olarak<br />

ahaliye dağıtılmıştır.<br />

Şimdiki mantıkla düşünürsek, yalnızca<br />

Müslüman ahaliye yardım dağıtıldığını zannedebiliriz.<br />

Ancak bu, Sultanı tanımayanlar açısından<br />

yanıltıcı bir izlenimdir. II. Abdülhamid’in<br />

tebası olan Ermeni, Rum ve Musevi cemaatle-<br />

39<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

40<br />

rine bağış ve yardımları saymakla bitmez ama<br />

dilerseniz sadece bir iki tanesini zikredelim.<br />

Mesela Sultan pek çok vesileyle Ermeni cemaatinin<br />

önde gelenlerine atiyyeler (bağışlar) vermekte<br />

ve bu hediyelerin sosyal yardım şeklinde<br />

cemaatin yoksul kesimlerine ulaştırılmasını<br />

sağlamaktaydı. İsmi sonradan Şişli Etfal Hastanesi<br />

yapılmış olan kendi parasıyla yaptırdığı<br />

Hamidiye Etfal Hastanesi’nden Rum Hastanesine<br />

her gün 75 okka has ekmek ve 50 okka<br />

et; Yedikule Ermeni Hastanesi’ne ise 600 okka<br />

ekmek ile 150 okka et gittiğini, ayrıca her ay bu<br />

hastanelere 12 bin kuruş “atiyye-i seniyye” tahsis<br />

edildiğini bilen kaç kişi vardır acaba?<br />

Prof. Özbek, Sultan Abdülhamid üzerindeki<br />

kimi şaibeleri teker teker temizlediği kıymetdar<br />

çalışmasında tarafgir tarihçilerin Sultanı bütün<br />

gönüllü ve sivil faaliyetleri yasaklayan acımasız<br />

bir despot kılığında sunmalarına da haklı olarak<br />

itiraz ederek, aslında bunun tam tersinin geçerli<br />

olduğunu vurguluyor; özellikle sosyal yardım<br />

alanında sivil girişimlerin II. Abdülhamid zamanında<br />

katlanarak arttığına ve kamusal alanın<br />

bu şekilde genişletildiğine dikkat çekiyor. Belki<br />

onun zamanında siyasî amaçlı derneklere bazı<br />

sınırlamalar getirilmiştir ama sosyal yardımlaşmayı<br />

amaçlayan derneklere, ister Müslümanlarca,<br />

ister gayrimüslimlerce kurulsun, kapılar<br />

sonuna kadar açılmıştır.<br />

Sultanın halkın yarasına merhem olmak için<br />

çırpındığına en büyük delil, tahttan indirildikten<br />

sonra eski muhalifi Dr. Abdullah Cevdet’e<br />

söylediği şu sözdür:


-”Siz doktorsunuz değil mi? Benden meşrutiyet<br />

yerine hastane isteseydiniz hem insanlara karşı<br />

şefkat ve mürüvvete sahip olduğunuzu ispat,<br />

hem de mesleğinize layık olduğunuzu tescil etmiş<br />

olmaz mıydınız?<br />

Düşünün ki bu sözü, iktidardayken değil, dünyaya<br />

ve insanlara kahretmesi gereken hapis yıllarında<br />

söylemektedir. “Keşke bir hastanın daha<br />

yarasına merhem olsaydım” duygusunun bilinçaltından<br />

fışkırışıdır bu.<br />

Kömür yardımları<br />

Onun devrinde yapılan sosyal yardım faaliyetlerinden<br />

biri de yoksul halka yakacak yardımı yapılmasıdır.<br />

Ancak yine Sultan II. Abdülhamid’in<br />

farkı ve orijinalliği, bu yardımları sadece devlet<br />

hazinesinden veya belli fonlardan karşılamasında<br />

yatmaz: İlk katkıyı daima kendi cebinden<br />

koymak suretiyle yardımları halkla beraber<br />

organize etmek hususundaki itinasına dikkat<br />

etmek gerekir. Yardımlar böylelikle tepeden<br />

inme bir lütuf gibi değil, saray öncülüğünde<br />

ama halkla beraberce kotarılmış bir ortak başarı<br />

hikâyesine dönüşmektedir.<br />

Mesela 1888 yılında bir “iâne-i şitâiyye”, yani kışlık<br />

yardım komisyonu oluşturmuş ve bastırılan<br />

3 bin liralık yardım biletinden bin liralık kısmını<br />

Sultan kendi cebinden verdiği parayla satın<br />

alarak kampanyayı bizzat başlatmıştır. Bundan<br />

6 yıl önceki kışta ise padişahın emrindeki fonları<br />

yöneten Hazine-i Hassa Nezareti’nin 500 ton<br />

kömür satın alıp padişah adına İstanbul halkına<br />

dağıttığını öğreniyoruz.<br />

Özetle, kış ayları yaklaştı mı, II. Abdülhamid<br />

emirler gönderir, muhtarlardan her mahallenin<br />

yoksullarını, kimsesizlerini ve yetimlerini güzelce<br />

tespit ettirir ve onlara para ve yakacak yardımı<br />

yaptırırdı.<br />

Bu arada bazı perakende isteklere de imkânlar<br />

nispetinde cevap verilmeye çalışıldığı da<br />

gözden kaçmaz. Nitekim saraya verilen bir dilekçeden,<br />

7-8 yaşlarındaki bir kız çocuğunun<br />

yakalandığı mafsal hastalığından dolayı takma<br />

bacağa ihtiyacı olduğu öğrenilmiş ve padişahın<br />

iradesiyle takma bir bacak yaptırılıp adrese<br />

teslim edilmiştir. Yine 12 yıldır yatağa mahkûm<br />

bulunan zavallı Bahauddin ve annesine “sadaka-i<br />

fukara” tertibinden bir miktar ödeme yapıldığını<br />

biliyoruz.<br />

Bunlar faydalı bir gelenek icadına dair güzel<br />

levhalar olarak tarihin hafızasına asılmış kandiller<br />

olarak bugünümüzü aydınlatacak yıllar yılı.<br />

Asırlık karanlık<br />

Lakin asıl acı olan nokta nedir, bilir misiniz?<br />

Sosyal yardımlaşmayı ve halkla bütünleşmeyi<br />

amaçlayan bu icat edilmiş geleneğe Sultanın<br />

iktidardan düşürüldüğü Meşrutiyet sonrasında<br />

son verilmiş, bununla da yetinilmeyip Sultan<br />

II. Abdülhamid’in kurmuş olduğu hayır kurumlarının<br />

neredeyse tamamı bir kalemde tasfiye<br />

edilmiştir. Tasfiyeler üzerine mağdur duruma<br />

düşen Kosova göçmeni Fehim’in maaşı kesildiği<br />

için fakr-u zarurete düştüğünü bildiren yürek<br />

yakan dilekçesi bu dönemde yaşanan binlerce<br />

mağduriyet örneklerinden sadece biridir.<br />

Dilekçenin verildiği tarih olan Ağustos<br />

1908’den Mart 2016’ya tam bir asırlık karanlık<br />

bir koridordan geçerek geldik dostlar. Kolay<br />

olmadı bu noktaya vasıl olmak. Şimdi aradaki<br />

asırlık medeniyet açığını kapatmak ve icat edilmiş<br />

gelenekleri diriltmek, yani ahaliyle beraber<br />

olmak zamanıdır.<br />

Tarih bize doğru yolun hangisi olduğunu göstermektedir.<br />

41<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

ERDEMLİ TOPLUMUN İNŞASI İÇİN<br />

KARDEŞLİK<br />

Doç. Dr. Şahin GÜVEN<br />

Kayseri İl Müftüsü<br />

“İyi bilinmelidir ki kardeşlik hukuku, bir taraftan kardeşler arası<br />

yardımlaşmayı ve iyiliklerin paylaşılmasını gerektirirken, diğer<br />

taraftan da kardeşler arasındaki sorunları gidermeyi ve huzur<br />

ortamını sağlamayı gerektirir.”<br />

42<br />

İslâm toplumundaki insan ilişkilerini konu<br />

edinen ve erdemli insanlar topluluğunu oluşturmayı<br />

hedefleyen Hucurât suresi, bir bütün<br />

olarak Müslümanların karşılaştıkları kimi sorunlara<br />

çözüm önerileri getirmekte ve hataya düştükleri<br />

hususlarda da doğru olanı göstermek<br />

için onlara rehberlik etmektedir. İşte bu surenin<br />

tam ortasında şu İlâhi hitap yer almaktadır:<br />

“Müminler ancak ve ancak kardeştirler. Şu halde<br />

(birbiriyle kavgalı, dargın ve kırgın olan) kardeşlerinizin<br />

arasını düzeltip sulhu sağlayın. Allah’ın<br />

bu emrine uyma hususunda duyarlı ve sorumlu<br />

davranın ki O’nun merhametine nail olasınız.”<br />

(Hucurât, 49/10)<br />

Bu ayet, “Müminler ancak ve ancak kardeştirler”<br />

demekle, bütün müminleri evrensel bir ailenin<br />

bireyleri olarak ilan etmekte, Peygamber Efendimiz<br />

(s.a.v.) ise “Müslüman’ın diğer Müslümanlarla<br />

ilişkisi, birbirine kenetlenmiş bina gibidir”<br />

(Buhari, Sahih, I/103) demekle, Mümin kardeşlerin<br />

aralarındaki bu sarsılmaz bağa işaret etmektedir.<br />

Yine O (s.a.v.) Müslümanlar arasındaki<br />

ilişkinin nasıl olması gerektiğini şöyle bir teşbihle<br />

anlatmaktadır: “Müminler birbirlerini sevmede,<br />

birbirlerine şefkat ve merhametle muamele etmelerinde<br />

bir beden gibidir; bedenin bir parçası/<br />

organı rahatsız olduğu zaman, diğer organlar da<br />

onun rahatsızlığına ortak olur.” (Müslim, Sahih,<br />

IV/1999, Hadis No: 2585) Öyleyse inanç bağına<br />

sahip olan kardeşlerin, değil birbirlerini öldürmesi<br />

ve zulmetmesi, kardeşi hakkında suizanda<br />

bulunmasının ve ona kin beslemesinin bile<br />

yasaklandığını görmekteyiz. Bu sebeple olsa<br />

gerek ki Allah Teâlâ Kur’an’da bizlere şöyle dua<br />

etmemizi öğütlemektedir: “Rabbimiz! Bizi ve bizden<br />

önce iman etmiş din kardeşlerimizi affeyle.<br />

Kalplerimizde müminlere karşı en ufak bir kin ve<br />

nefret bırakma. Rabbimiz! Şüphesiz Sen çok şefkatli,<br />

çok merhametlisin.” (Haşr, 59/10)


Peygamber Efendimizden, Müslümanların kardeş<br />

olduklarına ve bu kardeşlik hukukuna riayet<br />

etmelerinin gerekliliğine dair birçok hadis varit<br />

olmuştur. Bu hadislerde sevgili peygamberimiz,<br />

Müslüman’a, başka bir Müslüman’ın canı, malı<br />

ve ırzının haram olduğunu ve birbirlerine asla<br />

haksızlık ve zulmetmemeleri gerektiğini bildirmektedir.<br />

Nitekim Ebû Hureyre (r.a.)’den gelen<br />

bir rivayete göre Allah Resulü (a.s.) şöyle buyurmuştur:<br />

“Müslüman Müslüman’ın kardeşidir; ona<br />

zulmetmez, onunla dost olmaktan vazgeçmez<br />

ve onu zelil etmez. Müslüman kardeşini küçük<br />

görmesi kişiye kötülük olarak yeter.” (Ahmed b.<br />

Hanbel, Müsned, XIII/466, Hadis No: 8103) Yine<br />

O Kutlu Elçi’nin şu sözü, iman etmenin şartı<br />

olarak Müminlerin birbirlerini sevmelerine dikkat<br />

çekmektedir: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz,<br />

birbirinizi sevmedikçe de (kâmil olarak)<br />

iman etmiş sayılmazsınız.” (Müslim, Sahih, I/74,<br />

Hadis No: 54.)<br />

Aslında Müslümanlar arasındaki bu “din kardeşliği”nin,<br />

Kerim olan Rabbimizin biz Müminlere<br />

bir ihsan ve ikramı olduğunu görmekteyiz: “Hep<br />

birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı tutunun<br />

ve ayrılığa düşmeyin. Allah’ın (sizlere nasip ettiği<br />

birlik ve beraberlik) nimetini hatırlayın; hani siz<br />

vaktiyle birbirinize düşmandınız da Allah kalplerinizi<br />

birbirine ısındırdı ve O’nun lütfu sayesinde<br />

kardeşler oldunuz. Yine siz bir ateş çukurunun<br />

kenarındaydınız da sizi oraya düşmekten Allah<br />

kurtardı. İşte Allah size bu şekilde ayetlerini açıklıyor<br />

ki doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmrân, 3/103)<br />

Müminlerin birbiriyle çekişip didişmesinin en<br />

acı sonucunun ne olduğunu da yine O (c.c.) bizlere<br />

haber vermektedir: “Allah’a ve Elçisine itaat<br />

edin. Birbirinizle de didişmeyin; aksi halde direncinizi<br />

yitirirsiniz, rüzgârınız da kesilir.” (Enfâl, 8/46)<br />

Ayette geçen “rîh” kelimesi hem koku hem de<br />

rüzgâr anlamına gelmektedir. Koku anlamını aldığımızda,<br />

“imanınızın kokusu gider” demektir.<br />

Eğer Müminler birbirleriyle nizalaşırlarsa, imanın<br />

kokusunu alamaz olurlar. İmanın kokusunu<br />

alamayan birisi ise kardeşinin imanının farkına<br />

varamaz ve hatta onu yok sayar. Diğer taraftan<br />

“rüzgârın kesilmesi” anlamını düşündüğümüzde<br />

ise, Müminlerin çekişip birbirlerine düşmelerinin<br />

dirençlerinin kırılması ve güçlerini kaybedip<br />

paramparça olmalarına sebep olduğunu;<br />

dolayısıyla düşmanlarına karşı yekvücut olarak<br />

duramadıklarını ifade eder. İşte bunun içindir<br />

ki ayetin sonu şöyle noktalanmaktadır: “Allah<br />

yolunda karşılaştığınız sıkıntı ve zorluklara göğüs<br />

gerin. (Unutmayın ki) Allah zor zamanda sabredenlerle<br />

beraberdir.” (Enfâl, 8/46)<br />

İyi bilinmelidir ki kardeşlik hukuku, bir taraftan<br />

kardeşler arası yardımlaşmayı ve iyiliklerin<br />

paylaşılmasını gerektirirken, diğer taraftan da<br />

kardeşler arasındaki sorunları gidermeyi ve<br />

barış ortamını sağlamayı gerektirir. Çünkü kardeşliğin<br />

Müminlerin omuzlarına yüklediği mesuliyet,<br />

kardeşlerin arasını düzeltmektir. Zira bu<br />

mesuliyet, muttaki bir Mümin olmanın, Allah’a<br />

karşı sorumluluk bilinci taşımanın bir gereğidir.<br />

Nitekim ayetteki “kardeşlerinizin arasını bulun<br />

(ıslah edin)” emrinden sonra, takva sahibi olmayı<br />

emreden “ittekullah” ifadesinin gelmesi, kardeşler<br />

arasındaki barışı tesis etmenin takvanın gereği<br />

olduğunu çağrıştırmaktadır. Dolayısıyla bu<br />

ayet bağlamında emredilen takva, Allah’a karşı<br />

sorumluluğunun idraki içinde olan Müminleri<br />

birbirleriyle ilişki kurmaya ve antlaşmalar yapıp<br />

barış içinde yaşamaya götüren, daha doğrusu<br />

götürmesi gereken bir bilinç halidir. İşte böylesi<br />

bir bilinç haline sahip olan Müminlere Allah’ın<br />

rahmetinin ulaşması ümit edilir.<br />

43<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

BİR ŞEHADET HİKAYESİ<br />

ANZAK ÖMER<br />

Talha UĞURLUEL - Basri Emin SÜTLÜ<br />

“Çanakkale, tüm beklentilerin zıddına, Türk askerinin iman, metanet<br />

ve cesareti ile destanlaştığı bir yer olacaktır. Birkaç yıl öncesinde<br />

hazin mağlubiyetler yaşayan bir ordu, nasıl olup da bu en güçlü<br />

ordular karşısında galip gelmiştir? Bu sorunun cevabı, savaşı bizzat<br />

yaşayan kahramanların hatıralarında gizlidir.”<br />

Yıl 1915. Çanakkale Boğazı ve Gelibolu Yarımadası,<br />

Birinci Dünya Harbi’nin en önemli savaşlarından<br />

birine şahitlik etmeye hazırlanıyordu.<br />

İngiltere’nin yenilmez armada denilen donanması,<br />

Fransız gemileriyle daha da genişlemiş<br />

ve güçlenmiş olarak yola çıktı. Hedef, Osmanlı<br />

Devleti’nin payitahtı İstanbul’du. Amaç, Avrupa’nın<br />

hasta adamı denilen Osmanlı’nın kalbine<br />

son ve öldürücü bir hançer saplamaktı.<br />

Osmanlı, yıllar süren savaşlar sonucunda yorgun<br />

ve fakirdi. Küçük Balkan devletleri karşısın-<br />

Çanakakkale Cephesinde Mehmetçik


da çok hazin bir mağlubiyet yaşayarak Balkanlar’dan<br />

çekilmişti. Bu yeni ve küçük devletler<br />

karşısında mağlubiyet yaşayan bir ordunun,<br />

İngiltere ve Fransa gibi o günün süper güçleri<br />

karşısında bir varlık göstermesi beklenemezdi.<br />

İngiliz Savaş Bakanı Lord Kitchener bu düşüncenin<br />

tesiriyle şöyle diyordu: “Gelibolu karşısında<br />

bir denizaltımız su yüzüne fırlayıp, İngiliz<br />

bayrağını üç defa sallasa yarımadadaki bütün<br />

Türk askeri kaçarak soluğu Bolayır’da alır.”<br />

Fakat Çanakkale, tüm bu beklentilerin zıddına,<br />

Türk askerinin iman, metanet ve cesareti<br />

ile destanlaştığı bir yer olacaktır. Birkaç yıl öncesinde<br />

hazin mağlubiyetler yaşayan bir ordu,<br />

nasıl olup da bu en güçlü ordular karşısında galip<br />

gelmiştir? Bu sorunun cevabı savaşı bizzat<br />

yaşayan kahramanların hatıralarında gizlidir.<br />

18 Ekim 1915 günü cepheyi ziyarete bir heyet<br />

gelir. Heyeti ilmiye denilen bu heyet içerisinde<br />

Suriye, Filistin ve Lübnan’dan gelen âlimler ve<br />

gazeteciler bulunmaktadır. Heyetin rehberliğini<br />

ve tercümanlığını yapan Üryanizade Ali Vahid<br />

Efendi, Arıburnu cephesi ziyaretlerini şöyle<br />

anlatır:<br />

- Kumandan Bey bize civarda cereyan eden<br />

vakayi’-i azîme (önemli olaylar) hakkında tafsilat<br />

verdiler. Vaziyetleri hiç gözümün önünden<br />

gitmez. Ayağa kalkıp gür bir ses, açık<br />

bir lisanla hikâye ettikleri vakayi’in mevki’lerini<br />

(olayların yerlerini) de elleriyle gösterirlerdi.<br />

Biz onların muvaffakiyetlerini tebrik<br />

ve huda pesendâne (Allah rızası için)<br />

mesailerinden dolayı kendilerine teşekkür<br />

edecek olduk, hazret hiç oralara yanaşmayıp:<br />

-‘Efendiler siz ne söylüyorsunuz? Biz mucizeler<br />

gördük, harikalar seyrettik. Bu böyle iken biz<br />

Harp Madalyası<br />

nasıl olur da kendi sa’y ve tedbirimize bir kıymet<br />

verebiliriz?<br />

Alimallah öyle işler oldu, öyle şeyler görüldü ki<br />

ne akla sığar ne de fenne! Bunlar vikayat-ı ilahiden<br />

(Allah’ın koruması) başka bir şey değildir.’<br />

diyordu.<br />

Diğer bir zat da şöyle hikâye eyledi:<br />

“Bir gün düşman gemileri bir sahayı saatlerce<br />

ardı arası kesilmeksizin dehşetli bir atış altına<br />

aldı. Yüz binlerce mermi atarak yaktı, yıktı; kastı<br />

kavurdu. Orasını öyle bir hale getirdi ki saklanacak<br />

yer koklanacak hava bırakmadı. Bunun üzerine<br />

düşman başladı oraya askerini çıkarmaya.<br />

Hesapça artık karşı koyacak kimse kalmamıştı.<br />

Lakin tam sırası gelince bir “Allah Allah”dır koptu.<br />

Bizim asker hücuma kalkmıştı. Şaşılacak şey!<br />

Sanki sur-u İsrafil’e karşı ölüler dirilip kalkmışlardı!<br />

Onları saklayan “Allah” saklamış o kadar atış,<br />

o kadar kıyamet onlara tesir etmemiş. Üzerlerine<br />

melekler kanatlarını germiş. İşte düşman bu<br />

hal, bu harika karşısında neye uğradığını anlayamadı.<br />

Akıl ve fen de mahcup kaldı.” 1<br />

1 Uryanizade Ali Vahid, Çanakkale Cephesinde Duyup Düşündüklerim,<br />

Necmi İstikbal Matbaası, İstanbul 1332-1334, s.27.<br />

45<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

Yarbay Mustafa Kemal, kara muharebelerinin<br />

başladığı 25 Nisan 1915 günü, Anzak askerlerini<br />

Arıburnu’nda karşılayan 19. Fırka (Tümen)<br />

komutanıdır. Son efradına kadar şehit olan 57.<br />

Alay da bu fırkanın bir alayıdır. 6/7 Ağustos<br />

1915 günü İngilizler, Suvla körfezine bir çıkarma<br />

harekâtı düzenlediler. Bu çıkarma harekatına<br />

karşı Anafartalar ve Conkbayırı’nda yapılan<br />

taarruzları Anafartalar grup komutanı olarak<br />

Albay Mustafa Kemal Bey idare etmiştir. Savaştan<br />

3 yıl sonra 1918 yılında gazeteci Ruşen Eşref<br />

Ünaydın’a verdiği bir röportajda, Çanakkale zaferini<br />

nasıl kazandığımızı Mustafa Kemal tam<br />

şu cümlelerle anlatacaktır:<br />

“Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz.<br />

Yalnız size Bombasırtı vak’asını anlatmadan<br />

geçemeyeceğim. Mütekabil siperler<br />

arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm<br />

muhakkak, muhakkak…<br />

Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına<br />

kâmilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine<br />

gidiyor. Fakat ne kadar şayanı gıpta bir itidal ve<br />

tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç<br />

dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur<br />

bile göstermiyor; sarsılmak yok!<br />

Okumak bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim,<br />

cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler<br />

kelime-i şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk<br />

askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı<br />

hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki<br />

Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek<br />

ruhtur.” 2<br />

2 2- Ruşen Eşref Ünaydın, Çanakkale’de Savaşanlar Dediler ki, Türk Tarih<br />

Kurumu, Ankara 1990, s.43.<br />

Esir İngiliz Askerleri<br />

46


Hatıraların bütününe nazar edildiğinde iman,<br />

cesaret, metanet ve inayeti ilahiye ile bu zaferin<br />

kazanıldığı görülmektedir.<br />

Arıburnu cephesinde karaya çıkan askerler<br />

Avustralya ve Yeni Zelanda’dan gelen askerlerdir.<br />

Bu birliğin genel adı olan Australian and<br />

New Zealand Army Corps ‘un ilk harfleri alınarak<br />

kısaltıldı ve bu askerlere kısaca ANZAC askerleri<br />

denildi.<br />

Avustralya’dan, Almanlarla savaşmak üzere<br />

yola çıkan bu askerler, itilaf donanmasının Boğazı<br />

geçmemesi üzerine Gelibolu’ya gönderildiler.<br />

Yol boyunca kendilerine Türk askerinin<br />

ne kadar barbar olduğu, esirleri işkence ile öldürdüğü<br />

hatta yamyam oldukları ve insan eti<br />

yedikleri anlatıldı.<br />

Arıburnu’nda savaşan Anzaklar, savaş boyunca<br />

Türk askerinin ne kadar cesur ve mert savaşçılar<br />

olduğuna şahit oldu. Türk askeri hastane<br />

gemilerine ve çadırlarına ateş etmiyor, sağlık<br />

görevlilerine asla ilişmiyordu. Bir Anzak askeri<br />

yaralandığında yardımına koşanlara da ateş<br />

etmiyordu. Türk askeri, düğüne gider gibi cesaretle<br />

ölüme yürüyordu.<br />

Yine Uryanizade Ali Vahid Efendi anlatıyor:<br />

“O gece mülaki olduğum bir doktor da şöyle<br />

hikâye ediyordu: “Şu askerin bu harbde gösterdiği<br />

metaneti, fedakârlığı tarif kâbil değildir.<br />

Bakarsın bir asker gelir, kol parçalanmış: “Doktor<br />

şu kolumu kes!” der, fütûr bile etmez. Kolunu<br />

değil, sanki saçını kestirecekmiş gibi lâkayd<br />

davranır, bir taraftan da “Ah canına yandığım.<br />

İntikam alamadım” diyerek göğsünü yumruklar<br />

durur. Hele o hastanelerdeki mecruhlar sabretmezler<br />

de, henüz yaraları iyileşmeden gizlice<br />

taburlarına kaçıp tekrar harbe girerler.<br />

Bir defa da tuhaf bir şey oldu. Bu da askerlerimizin<br />

ulûvvi cenabını (yüksek ahlakını) gösterir.<br />

Malum ya bazı yerlerde bizim siperlerle düşman<br />

siperleri arasında mesafe pek azdır, hemen<br />

15-20 hatve (adım) kadar bir şey. Bir gün böyle<br />

yakın bir Fransız siperinden bizim sipere bazı<br />

murdar şeyler atılır. Bizim askerler de bunların<br />

yaptıklarına karşılık bir mendilin içine biraz fındık,<br />

ceviz koyup o düşman siperine atarlar. Çıkının<br />

içindekini gören Fransızlar yaptıklarından<br />

utanmış olmalılar ki hemen o mendilin içine<br />

bisküvit bağlayarak tekrar bizim sipere atarlar.<br />

Bir daha da o siperden bize ateş edilmez.”<br />

Gelibolu Yarımadası’na barbar Türkleri öldürmek<br />

için gelen Anzak askerleri gördükleri yüksek<br />

ahlak karşısında Türk askerine hayran oldu.<br />

Memleketine dönebilen Anzak askerleri hatıralarında<br />

Türklerden bu hayranlıkla bahsettiler.<br />

Çanakkale savaşından tam 50 yıl sonra bir Türk<br />

doktorunun, bir Anzak gazisi ile yaşadıkları<br />

cephede yaşananlar hakkında birçok ipucu taşımaktadır.<br />

Ömer Sami Musluoğlu, 1920 yılında<br />

Kırım’da varlıklı bir ailenin<br />

çocuğu olarak dünyaya gelir.<br />

Ailesi Ruslar tarafından katledilir<br />

ve tüm malvarlıklarına Ruslar<br />

el koyar. Muhaceretle İstanbul’a<br />

akrabalarının yanına gelen Ömer Sami, girdiği<br />

imtihanları kazanır ve Darüşşafaka’da okumaya<br />

başlar. Sonrasında tıp fakültesine girer. Askerliğini<br />

yedek subay olarak Etimesgut’ta bulunan<br />

askeri hastanede yapar. O günlerde yaşadığı bir<br />

olayı şöyle anlatır:<br />

“Yedek subay mektebini bitirdikten sonra kurada<br />

Etimesgut Hastanesi düştü. Elli yataklı bir<br />

47<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

Cepheye Giden Askerlerimiz<br />

48<br />

hastane fakat hastanede doktor yok; benim<br />

gibi yedeklerle idare ediliyor, aslında kadro<br />

binbaşı kadrosu ama herkes orayı isteyip torpil<br />

yaptırdığı için hastane yedek subaylarla idare<br />

ediliyor. Hem hastanede yatanlara bakıyorum<br />

hem de civardan Dikimevi’nden gelenlere bakıyorum<br />

ayrıca hastanede on bir kişilik de nöbetçi<br />

sıhhiye mangası var. Bir gün kapıda bir<br />

gürültü var; bağrış, çığrış..<br />

Nöbetçi askerime seslendim; çocuğun adı da<br />

Şeker. “Şeker, ne oluyor?”<br />

“Komutanım bu dede geldi. Zorla torununa<br />

baktırmak istiyor. Ben de ‘Başıbozuklara burada<br />

bakılmaz başka hastanelere git’ diyorum.<br />

Bunun münakaşasını yapıyoruz. O illa burada<br />

bakılmak istiyor!” Çıktım, ihtiyara sordum: “Ne<br />

oldu dede? Derdin ne? Asker doğru söylüyor,<br />

burada yalnız askerlere bakılır”.<br />

Dede, ayağını açtı; koskoca bir yara! “Ben bunu<br />

Balkan Harbi’nde aldım!” Kolunu açtı, “Ben<br />

bunu 1. Dünya Harbi’nde aldım!” Parmaklarının<br />

yarısı yok. “Bunları Suriye cephesinde kaybettim!”<br />

Göğsünü açtı; “Bu, Çanakkale’de oldu! Ben<br />

asker değilim de kim asker!” Her tarafı delik deşik,<br />

dede haklı, “Beni ‘Divan-ı Harbe de verseler<br />

senin torununa bakacağım” dedim.<br />

Çocukta da sivilceler akneler çıkmış, antibiyotik<br />

falan yazdım gittiler. Bir hafta sonra dede tekrar<br />

geldi, bastonunun ucunda süzme yoğurt<br />

takılı. «Dede, buna rüşvet derler» dedim, «Yok,<br />

bu benim gönlümden sana hediye. Alacaksın,<br />

yoksam senlen bi daha konuşmam!” Aldık yo-


ğurdu. İki hafta sonra Karanlık Dere’ye atışa gidiyorduk;<br />

Balgat köyünden geçiyoruz, dede de<br />

orada oturuyor, ambülans şoförüne “Arabayı<br />

kenara çek” dedim, pazarın yerinde birilerine<br />

sordum: “Burada bir Ömer Ağa olacaktı? Ömer<br />

Ağa’yı bulun!” Tabii rütbelerim de var; önce<br />

muhtar geldi, sonra Ömer Dede geldi, beni<br />

görünce hemen elime yapıştı, ben de ona sarıldım,<br />

tutturdu dede: “İlla otur, keçiyi kesecem,<br />

tandıra..” Türk milleti böyle işte.”<br />

Askerlikten sonra bir süre özel muayenehanesinde<br />

hastalara bakan Ömer Sami, Amerika’ya<br />

gitmeye karar verir. 1957 yılında Amerika’ya<br />

giden ve tam 40 yıl sonra 1997 yılında Amerika’dan<br />

dönen Dr. Ömer Sami Musluoğlu Amerika<br />

günlerini ve yaşadıklarını kendisi anlatıyor:<br />

“Amerika’ya gittim; orada bana kimse kucağını<br />

açmadı “Doktorluk yapabilirsin” diye. Üstelik<br />

Amerika’ya gittiğim zaman İngilizceden iki kelime<br />

biliyordum: “How are you? How you do?”<br />

Bu kadar. Çünkü Darüşşafaka’da Fransızca okuduk,<br />

Amerika’da bu lisansları alabilmem için on<br />

yıl geçti. Önce yabancı mezunlar denklik imtihanına<br />

başvurdum, bunun için orta mektepten<br />

başlayarak üniversiteye kadar bütün notlar<br />

bildiriliyor sonra kabul edilip edilmeyeceği<br />

etüt ediliyor çünkü bu imtihana girme hakkı<br />

herkese verilmiyordu; her ülkenin üniversiteleri<br />

orada kabul edilmiyordu. Bizden de sadece<br />

İstanbul Üniversitesi kabul görüyordu. Denklik<br />

imtihanına girdim, üç yüz altmış tane sual vardı,<br />

bir soruyu okumak yarım yamalak İngilizcemle<br />

bir saat zamanımı alıyordu, cevabını yazmam<br />

lazım ama çok uzun şeylerdi, hastalığın tüm<br />

aşamaları ve yapılacak komplikasyonları yazabilmek<br />

gerekiyordu.<br />

Sonra İngilizce imtihanını verdim o zaman zarfında<br />

da New York’ta Medical Center Hospital<br />

adlı bir hastaneye girdim. Vazifem kan almak,<br />

kan vermek, serum takmak, damar yolu açıyorum,<br />

elektro kardiyografi, metabolizma çekmek<br />

gibi işler. Hastaya o kadar önem veriyorlar ki<br />

yeni doktorları hemen hastaya vermiyorlar, diğer<br />

zamanlarda da laboratuvarda çalışıyorum.<br />

Bir gün bir hastaya gitmiştim, yetmiş beş yaşlarında<br />

kanser hastası bir adamdı. Kanser hastası<br />

olmasına rağmen kansızdı, kolunu açtım,<br />

baktım aaa.. Pazusunda dövme şeklinde bir<br />

Türk bayrağı var. Çok ilgimi çekti, sordum: «Siz<br />

Türk müsünüz?» Adamcağız kaşlarını yukarıya<br />

kaldırarak «Hayır» anlamında işaret yaptı. O<br />

zaman «Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir»<br />

dedim, «Aldırma, işte öylesine bir şey» diye<br />

cevapladı ama gerçekten de merak etmiştim,<br />

ısrar ettim: «Fakat benim için bu bayrak çok<br />

önemli, bu yüzden dikkatimi çekti, bu benim<br />

milletimin bayrağı, bu benim bayrağım!» Ben<br />

bu şekilde söyleyince adamcağız gözlerini açtı,<br />

tanımak istercesine derin derin yüzüme baktı<br />

ve mırıltıyla sordu: «Siz Türk müsünüz?» «Evet,<br />

Türküm.»<br />

Gözlerime bakarak yavaş yavaş anlatmaya başladı:<br />

“Yıl 1915, sen hatırlamazsın o yılları. Çanakkale<br />

diye bir yer var Türkiye’de, orada savaşmak<br />

için bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı.<br />

Ben Avustralya Anzaklarındanım,<br />

İngilizler geldiler, bizi toplayıp “Barbar Türkler<br />

Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün<br />

dünya o barbarlara karşı cephe açtı, birlik olup<br />

üzerlerine gideceğiz, bu savaş çok önemlidir”<br />

dediklerinde söylediklerine, vaatlerine inandık<br />

ve savaşmak isteyenlerin arasına katıldık. Bizim<br />

beynimizi yıkayan İngilizler Türklere karşı topladığı<br />

askerlerin tamamını Çanakkale’ye sevk<br />

ediyormuş, bizi de gemilere doldurup Mısır’a<br />

getirdiler. Mısır’da şöyle birkaç ay atış talimi<br />

49<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

50<br />

gördükten sonra bizi gemiyle Çanakkale’ye<br />

getirdiler. Savaşın şiddetini ben ilk defa orada<br />

gördüm, öyle ki denize düşen gülleler suları<br />

metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai<br />

fişekler geceyi gündüze çeviriyordu. Her taarruzda<br />

bizden de Türklerden de yüzlerce insan<br />

can veriyordu. Hepimiz Türklerdeki gayret ve<br />

cesareti gördükçe şaşırıyorduk, teknolojik yönden<br />

çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından<br />

da fazlaydık. Anlayamadığımız bu cesareti<br />

ve kuvveti onlara veren güç neydi? Bunu zaman<br />

içinde anladım, İngilizlerin bize anlattığı gibi<br />

Türkler barbarlıktan değil kalplerindeki vatan<br />

sevgisinden bize böyle saldırıyorlarmış. Bunu<br />

nasıl anladığımı söyleyeyim: Biz karaya çıktık;<br />

taarruz edemiyoruz, anında püskürtüyorlar,<br />

tekrar taarruz ediyoruz, bizi tekrar püskürtüyorlar.<br />

Derken böyle bir taarruz anında başımdan<br />

yediğim dipçikle kendimden geçmişim”.<br />

İhtiyar adamı meraktan ağzım açık şekilde dinliyorum,<br />

savaşın dehşetli anılarını anlatırken<br />

halsiz ve bitkinliğine rağmen tir tir titremeye<br />

başladı.<br />

Adamcağız devam ediyor: “Gözlerimi açtığımda<br />

kendimi yabancı insanların arasında buldum;<br />

nasıl korktuğumu anlatamam. Çünkü<br />

İngilizler Türkleri bize vahşi, barbar olarak tanıttılardı<br />

ya. Kendime baktım yaralarımı sarmışlar,<br />

bana da hiç öfkeli bakmıyorlar, bir de çantalarındaki<br />

yiyeceklerinden ikram ettiler, hâlbuki<br />

iyi biliyordum onların yiyecekleri çok azdı ve<br />

bu haldeyken bile kendileri yemeyip yiyeceklerini<br />

bana ikram ediyorlardı. Bunu görünce şoke<br />

oldum. Kendi kendime dedim ki ‘Bu adamlar<br />

isteseler şu anda beni öldürürler ama öldürmüyorlar<br />

veyahut önceden de öldürebilirlerdi<br />

hâlbuki beni cephenin gerisine götürüp bir de<br />

tedavi etmişler. Biz esirlere misafir gibi davranıyorlar’.<br />

Bu duygularla ‘Yazıklar olsun bana! Böyle<br />

asil insanlarla niye savaşıyorum ben? Neden<br />

savaşmaya gelmişim? Bu İngiliz milleti ne kadar<br />

yalancıymış, ne kadar da Türk düşmanıymış’<br />

diyerek çok pişman oldum fakat bu pişmanlığım<br />

o durumumda fayda etmiyordu. Bu iyiliğe<br />

karşılık ne yapsam diye günlerce düşündüm.<br />

Nihayet bizi serbest bıraktılar, memleketime<br />

döndüm. İşte memlekete döndüğümde Türk<br />

milletini ömür boyu unutmamak için koluma<br />

dövmeden bu Türk bayrağını yaptırdım.”<br />

Gözlerim doldu, ihtiyara bakıyorum fakat söyleyecek<br />

bir şey bulamıyordum.<br />

“Talihin cilvesine bakın ki o zaman ölmek üzereyken<br />

yaralarımı iyileştirerek sıhhate kavuşmama<br />

çaba sarf eden Türklerdi şimdi de Amerika<br />

gibi bir yerde yıllar sonra beni iyileştirmeye<br />

çaba sarf eden yine bir Türk. Ne garip değil mi?<br />

Avustralya’dan Amerika’ya gelirken bir Türkle<br />

karşılaşacağımı hiç ummazdım. Size minnettarım,<br />

siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız.<br />

Bizi tarih boyunca hep kandırmışlar,<br />

buna bütün kalbimle inanıyorum”.<br />

Artık o da ağlıyordu, “Bana adınızı söyler misiniz?”<br />

dedi. “Ömer”. Bu defa amca bana merakla<br />

sordu: “Peki niçin Ömer ismini vermişler sana?”<br />

“Babam Müslümanların ikinci halifesi isminden<br />

ilham alarak bana Ömer adını koymuş”.<br />

“Yahu senin adın Müslüman adı mı?” “Evet,<br />

Müslüman adı”.<br />

Yüzüme baktı baktı sonra birden doğrulmak istedi,<br />

ben mani olmak istedim fakat o ısrar etti.<br />

İhtiyarın ısrarına dayanamayıp yatakta oturmasına<br />

yardım ettim, gözleri dolu doluydu, yüzü-


me bakarak: “Senin adın güzelmiş, benim adım<br />

şimdiye kadar Mr. Josef Miller idi, şimdiden<br />

sonra ‘Anzak Ömer’ olsun”. “Olsun” dedim.<br />

“Peki doktor beni Müslüman eder misin?<br />

Müslüman olmak zor mudur?”<br />

Şaşırdım şimdi, birdenbire mi Müslüman olmaya<br />

karar vermişti? Meğer o yaşa gelinceye<br />

kadar hep içten içe düşünürmüş de kimseyle<br />

konuşamadığı için, soramadığı için öğrenememiş.<br />

«Tabii, Müslüman olmak çok kolay.»<br />

Kendisine imanın ve İslam’ın şartlarını anlattım,<br />

kabul etti. Birlikte kelime-i şahadet getirirken<br />

çocuklar gibi ağlıyordu. Yaşlılık bir yandan,<br />

hastalık bir yandan bir de yıllardır kavuşmak<br />

isteyip de bilemediği için kavuşamadığı İslamiyet’e<br />

olan hasretin sona ermesi bu yaşlı gönlü<br />

fazlasıyla duygulandırmıştı. Mırıldandı: “Siz<br />

Müslümanlar tespih çekersiniz, bana da bir tespih<br />

bulsan da ben de yattığım yerden tespih<br />

çekerek Allah’ımı ansam olur mu?”<br />

Bu sözlerinden anladım ki, dedelerimiz savaşta<br />

bile Hakk’ı zikretmeyi ihmal etmemişler, neyse<br />

hemen bir tespih bulup kendisine getirdim. Artık<br />

‘Anzak Ömer Amca’ hasta yatağında tespih<br />

çekiyor, biz de tedavisini yapıyorduk. Fakat benim<br />

için, o daha bir başkalaşmıştı, bir gün yanına<br />

gittiğimde samimi bir şekilde, “Beni yalnız<br />

bırakma olur mu?” dedi. “Ne gibi Ömer Amca?”<br />

“Ara sıra gel de bana İslamiyet’i anlat. Sen çok<br />

güzel şeylerden bahsediyorsun, o sözleri duydukça<br />

kalbim ferahlıyor”. O günden sonra her<br />

gün yanına gittim, anlattım.<br />

Kaç gün geçti bilmiyorum, hastanenin hoparlöründen<br />

bir ses duydum: “Doktor Omar! Lütfen<br />

217 numaralı odaya gelin!” İçimden Ömer<br />

Amca’nın yolcu olduğunu anladım, odasına<br />

vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi:<br />

Sağ elinde tespih, açık duran sol kolunun<br />

pazusunda Türk bayrağı, son anlarını yaşıyordu.<br />

Kendisine kelime-i şahadet söylettirdim,<br />

kucağımda ruhunu teslim etti.<br />

Çanakkale'yi Türkiye'de görmüştüm, burada da<br />

bir Çanakkale gazisi vardı, ne yalan söyleyeyim,<br />

ağladım.” 3<br />

3 Ömer Sami Musluoğlu’nun http://www.darussafaka.org.tr sitesinde<br />

2012 yılında yayımlanan hatıralarından derlenmiştir.<br />

51<br />

Heyeti İlmiye ve Mustafa Kemal Arıburnu'nda<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


HEDİYEM KUR'AN OLSUN<br />

Hediyem<br />

Kuran Olsun<br />

Türkiye Diyanet Vakfı ve Diyanet<br />

İşleri Başkanlığı işbirliği ile başlatılan<br />

“Hediyem Kur’an Olsun” projesine<br />

hayırsever milletimiz büyük ilgi<br />

gösterirken, proje kapsamında temin<br />

edilen Kur’an-ı Kerimler, ülkemizde ve<br />

yurt dışında Kur’an-ı Kerim bulunmayan<br />

yerlere, ihtiyaç duyan ancak satın<br />

alma gücü olmayan kişi ve kurumlara<br />

ulaştırılmaya devam ediyor.<br />

Hediye Kur’an-ı Kerimler Yeni Kaledonya Müslümanlarına Ulaştı<br />

TDV Mütevelli Heyeti İkinci Başkanı Mazhar<br />

Bilgin, “Hediyem Kur’an Olsun” projesi kapsamında<br />

dünyanın dört bir tarafındaki Müslümanlara<br />

hediye Kur’anlar ulaştırdıklarını söyledi.<br />

52<br />

Kur’an gönüllülerinin kısa mesaj, banka veya<br />

elden bağış yöntemiyle Vakfımıza verdikleri<br />

Kur’an-ı Kerim bağışları 300 bini geçerken,<br />

gelen talepler doğrultusunda Kur’an-ı Kerim<br />

teslimatları da sürüyor. Mail yazarak Diyanet<br />

İşleri Başkanı ve Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli<br />

Heyeti Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’den<br />

Kur’an-ı Kerim isteyen Yeni Kaledonyalı Müslümanların<br />

talebi de proje kapsamında karşılandı.<br />

Başkan Görmez’e ulaşarak ellerinde olmadığı<br />

için fotokopiden Kur’an okuduklarını ifade<br />

eden binlerce kilometre uzaktaki Yeni Kaledonya<br />

Müslümanlarına Kur’an-ı Kerimleri ulaştırıldı.<br />

Yeni Kaledonya Müslümanlarının Başkan<br />

Görmez’e “Biz Yeni Kaledonya’da yaşayan bir<br />

grup Müslümanız, elimizde hiç Kur’an-ı Kerim<br />

yok. Bize Fransızca meali olan birkaç Kur’an-ı<br />

Kerim gönderebilir misiniz?” yazılı bir mail göndererek<br />

Kur’an-ı Kerim talebinde bulunduklarını<br />

hatırlatan Bilgin, şunları kaydetti:<br />

“Yeni Kaledonya, Avustralya kıtasının doğusunda<br />

bir bölge. Ülkemize binlerce kilometre uzaklıkta<br />

yeni bir Müslüman topluluğa ulaşmanın<br />

heyecanını yaşadık. Oradaki Müslüman derneğinden<br />

bir yetkili ile yazışmalar yaptık. Türkiye’den<br />

direkt uçuş yoktu. Fransa aktarmalı yaklaşık<br />

20 saati aşan bir yolculuğun ardından 100<br />

adet Fransızca mealli Kur’an-ı Kerimi bölgeye<br />

ulaştırdık. Yeryüzünde iyilik egemen oluncaya<br />

kadar sürecek yolculuğumuzda Yeni Kaledonya<br />

durağında yeni bir bölgeyle, yeni bir Müslüman<br />

topluluğa milletimizin emanetini ulaştırmanın<br />

mutluluğunu yaşadık.”


Harçlıklarıyla aldıkları Kur’an-ı Kerimleri mahkûmlara hediye ettiler<br />

Türkiye Diyanet Vakfı Kastamonu Kız Yurdu öğrencileri,<br />

“Hediyem Kur’an Olsun” projesi kapsamında,<br />

cezaevinde kalan mahkûmlara Kur’an-ı<br />

Kerim hediye etti.<br />

TDV Kastamonu Kız Yurdu öğrencileri, harçlıklarıyla<br />

aldıkları 100 adet Kur’an-ı Kerim’i, Kastamonu<br />

E Tipi Cezaevi’nde kalan mahkûmlara<br />

gönderdi.<br />

Yurt müdürü Aynur Çiftçi, ramazan ayında başlatılan<br />

kampanyada hediyelerin en güzelini,<br />

Kur’an-ı Kerim’i cezaevindeki mahkûmlara hediye<br />

etmekten mutluluk duyduklarını söyledi.<br />

TDV yurtlarında kalan öğrencilerden anlamlı bağış<br />

Türkiye Diyanet Vakfı yurtlarında kalan öğrenciler,<br />

Türkiye ve dünyanın dört bir tarafındaki<br />

Müslümanlar için 1453 adet Kur’an-ı Kerim hediye<br />

etti.<br />

Hediyem Kur’an Olsun projesine, Türkiye Diyanet<br />

Vakfı yurtlarında kalan öğrenciler de destek verdi.<br />

TDV yurtlarında kalan öğrencileri temsilen<br />

Hasan Mutlu, Merve Nur Memiş, Şüheda Elmas<br />

ve Yüsra Ferligül, öğrenciler olarak topladıkları<br />

parayı, TDV Yurtlar ve Sosyal Tesisler İktisadi<br />

İşletmesi Müdürü Yıldırım Alkış ile birlikte, TDV<br />

Kaynak Üretim Müdürlüğü’ne teslim etti.<br />

Ankara Üniversitesi Felsefe Bölümü öğrencisi<br />

Merve Nur Memiş, öğrenciler olarak 13 bin 436<br />

TL bağış yaptıklarını belirterek, 453 adet Kur’an<br />

yurt dışına, bin adet Kur’an’ın da yurt içinde dağıtılmasını<br />

istediklerini söyledi.<br />

Memiş, “Fatih Sultan Mehmet Han, 1453 yılında<br />

İstanbul’u fethi ile birlikte İslam’ın yayılmasına<br />

nasıl bir zemin hazırladıysa, bizler de Türkiye<br />

Diyanet Vakfı öğrencileri olarak ülkemizin ve<br />

dünyanın farklı coğrafyalarındaki 1453 gönle<br />

bu Kur’an-ı Kerimler vesilesi ile girmeyi hedefledik.<br />

Vesile olanlardan Allah razı olsun” şeklinde<br />

konuştu.<br />

53<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


HEDİYEM KUR'AN OLSUN<br />

Hediye Kur’an-ı Kerimler Diyarbakırlı çocuklara ulaştı<br />

Türkiye Diyanet Vakfı, Diyarbakır’ın Çınar ilçesi<br />

Ağaçsever Mahallesine, “Hediyem Kur’an Olsun”<br />

projesi kapsamında 160 adet Kur’an-ı Kerim<br />

ulaştırdı.<br />

Kur’an-ı Kerimler, Çınar İlçe Müftüsü Şemsettin<br />

Şimşek’in katılımıyla Ağaçsever Mahalle<br />

Camii’nde çocuklara hediye edildi.<br />

Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet<br />

Vakfı’na “Hediyem Kur’an Olsun” projesini hayata<br />

geçirdiklerini için teşekkür eden Diyarbakır<br />

Çınar İlçe Müftüsü Şemseddin Şimşek, Kur’an-ı<br />

Kerimlerin büyük bir sevinç kaynağı oluşturduğunu<br />

söyledi.<br />

Müftü Şimşek, “Çınar ilçesinde yaşayan kardeşlerimizin<br />

yoğun talebi doğrultusunda Türkiye<br />

Diyanet Vakfımızın, Hediyem Kur’an Olsun<br />

kampanyası kapsamında göndermiş olduğu<br />

Kur’an-ı Kerimleri, çocuklarımıza dağıttık. 160<br />

adet Kur’an-ı Kerim’i her eve bir adet olacak şekilde<br />

hediyeleri ulaştırdık. Bizleri zor zamanda<br />

hatırladınız, bu hediyeler çok anlamlı ve çok<br />

manidardır. Kampanyaya katkıda bulunan herkese<br />

teşekkür ederiz” diye konuştu.<br />

54


HEDİYEM KUR’AN OLSUN<br />

PROJESİNE BÜYÜK İLGİ<br />

Kur’an-ı Kerim’in çağlar üstü mesajını olabildiğince geniş kitlelere ulaştırmak, onu<br />

okuma, anlama ve yorumlama konusundaki çabaları desteklemek amacıyla başlatılan<br />

kampanyaya katılmak için milletimiz adeta birbiriyle yarışıyor.<br />

Muhtelif okullarda ilk, orta, lise ve üniversite düzeyinde öğrenciler kendi aralarında<br />

kampanya başlatarak projeye katılırken, din görevlilerimiz, Diyanet çalışanları, TDV<br />

şubeleri ise çalışmalarıyla kampanya büyük destek veriyor. Ülkemizden ve yurt dışından<br />

katılımlarla günden güne büyüyen projeye en büyük destek ise sivil toplum kuruluşları<br />

ve hayırseverlerimizden geliyor.<br />

Mahalle camisinden Afrika’ya 10 bin Kur’an-ı Kerim<br />

Isparta’da bir mahalle camisinde cemaatin katkılarıyla,<br />

Afrika’ya gönderilmek üzere 10 bin<br />

Kur’an-ı Kerim bağışı yapıldı.<br />

Türkiye Diyanet Vakfı ve Diyanet İşleri Başkanlığı<br />

işbirliğiyle dünyanın dört bir tarafında satın<br />

alma gücü olmayan kişi veya kurumlar için başlatılan<br />

“Hediyem Kur’an Olsun Projesi”, Isparta’dan<br />

da destek buldu.<br />

Proje kapsamına çalışma başlatılan İstiklal Camisi’nde,<br />

İl Müftülüğü ve cemaatin katkılarıyla<br />

bir ayda 100 bin lira toplandı. Toplanan paralarla<br />

temin edilen 10 bin Kur’an-ı Kerim, TDV aracılığıyla<br />

Afrika’ya gönderilecek.<br />

Isparta Müftüsü Galip Akın, camide görevli<br />

Serdar Topalakçı ve Ali Eryiğit’in çabalarıyla kısa<br />

sürede büyük yardım toplandığını, bu bağışların<br />

TDV’nin kampanyası kapsamında Afrika’ya<br />

gönderileceğini söyledi.<br />

Ali Eryiğit ise Afrika’daki çocukların Kur’an-ı<br />

Kerim’i “luh” adı verilen, üzerine ezberleyecekleri<br />

ayetin yazıldığı tahtalarla öğrenmeye çalıştığını<br />

söyledi. Bu durumun kendilerini proje için<br />

daha fazla çaba göstermeye teşvik ettiğini anlatan<br />

Eryiğit, 10 bin Kur’an-ı Kerim’in Afrika’daki<br />

Müslüman çocuklara gönderilecek olmasından<br />

mutluluk duyduklarını kaydetti.<br />

55<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


HEDİYEM KUR'AN OLSUN<br />

Avrupa’da yaşayan Türk gençlerden 2 bin 237 Kur’an-ı Kerim bağışı<br />

Avrupalı Türk Demokratlar Birliği (UETD) Kuzey<br />

Bavyera Bölge Gençlik üyeleri, Hediyem Kur’an<br />

Olsun Projesi’ne 5 bin 690 Avro bağışta bulundu.<br />

UETD Kuzey Bavyera Bölge Gençlik Başkanı<br />

Emre Şentürk ve beraberindeki heyet, Türkiye<br />

Diyanet Vakfı’nı (TDV) ziyaret ederek, Diyanet<br />

İşleri Başkanlığı işbirliği ile başlatılan “Hediyem<br />

Kur’an Olsun” kampanyasına destek verdi.<br />

UETD Kuzey Bavyera Bölge Gençlik üyeleri olarak<br />

kendi aralarında kampanya başlatan gençler,<br />

topladıkları 5 bin 690 Avro’yu TDV Kaynak<br />

Üretim Müdürlüğü yetkililerine teslim etti.<br />

Avrupa’da yaşayan Türkler olarak Diyanet İşleri<br />

Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı’nın çalışmalarına<br />

destek olmayı sürdüreceklerini ifade eden<br />

UETD üyeleri, yaptıkları bağışlarla 2 bin 237 adet<br />

Kur’an-ı Kerim’in yurt içinde ve yurt dışında ihtiyaç<br />

duyanlara gönderileceğini ifade etti.<br />

Heyet adına konuşan UETD Kuzey Bavyera Bölge<br />

Gençlik Başkanı Emre Şentürk, “Arkadaşlar<br />

olarak Türkiye’ye yönelik nasıl bir çalışma yapabiliriz<br />

diye düşündük. Türkiye ile Almanya’yı,<br />

Avrupa’yı, özellikle Avrupa’da yaşayan Türkleri<br />

bir araya getirebilecek bir proje arayışına girdik.<br />

Türkiye Diyanet Vakfı’nın Hediyem Kur’an Olsun<br />

kampanyasını gördük. Teması çok hoşumuza<br />

gitti. Özellikle Avrupa’da yaşayan gençlerin<br />

İslam kardeşliği adına bir şeyler yapabilmesi için<br />

güzel bir imkan olarak gördük ve dedik ki, bizim<br />

de bu çorbada tuzumuz olsun. İhtiyacı olan kardeşlerimize<br />

Kur’an-ı Kerim göndermek manevi<br />

olarak çok güzel bir şey. Bizim için önemli olan<br />

bu hediyelerin ihtiyaç sahibi kardeşlerimize<br />

ulaştırılması” dedi.<br />

Türkiye Diyanet Vakfı ile işbirliğini sürdüreceklerini<br />

belirten Şentürk, “Şimdi Yaraları Sarma<br />

Zamanı adıyla bir kampanya daha olduğunu<br />

öğrendik. Almanya’ya döndüğümüzde bunun<br />

için de çalışmaya başlayacağız. Hediye Kur’an-ı<br />

Kerimleri bir iki hafta içerisinde topladık. Bunu<br />

da kısa zaman içerisinde tamamlayıp yetkililere<br />

ulaştıracağız” diye konuştu.<br />

56


İmam Hatip öğrencilerinden Hediyem Kur’an Olsun projesine destek<br />

Kadıköy Kız İmam Hatip Lisesi ve İstanbul Başakşehir<br />

Anadolu İmam Hatip Ortaokulu öğrencileri,<br />

Hediyem Kur’an Olsun projesi için 15<br />

bin 500 TL bağış yaptı.<br />

Türkiye Diyanet Vakfı’nın başlattığı Hediyem<br />

Kuran Olsun Projesi’ne sivil toplum kuruluşları<br />

ve okullar da büyük ilgi gösteriyor.<br />

TDV Genel Müdür Yardımcısı Abdurrahman<br />

Çetin, Kaynak Üretim Müdürü Sami Serdar, Hediyem<br />

Kuran Olsun Proje Koordinatörü Mikail<br />

Çolak ve Projeler Dış Hizmetler Müdürlüğü<br />

Görevlisi Derya Aktaş, İstanbul’da çeşitli sivil<br />

toplum kuruluşlarını ve okulları ziyaret ederek<br />

projeyi anlattı.<br />

Kaynak Üretim Müdürü Sami Serdar ve Hediyem<br />

Kuran Olsun Proje Koordinatörü Mikail<br />

Çolak, Başakşehir TOKİ Turgut Özal Anadolu İHL<br />

Ortaokulunu ziyaret ederek, Hediyem Kur’an<br />

Olsun projesine destek için öğrenciler tarafından<br />

toplanan 8 bin TL bağışı teslim aldı.<br />

Okul Müdürü Ramazan Ayan’ın teslim ettiği<br />

bağış için makbuz verilirken, projeye destek<br />

veren Din Kültürü Öğretmeni Şeyma Karalara<br />

teşekkür belgesi takdim edildi.<br />

Kadıköy Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi ise<br />

projeye 7 bin 500 TL bağışla katkıda bulundu.<br />

Okul Müdürü Osman Erdem’in teslim ettiği<br />

bağış sonrası makbuz verilirken, projeye destek<br />

veren meslek dersleri öğretmeni Celalettin<br />

Acuner’e de teşekkür belgesi takdim edildi.<br />

Sizin de hediyeniz Kur’an olsun<br />

Siz de “Hediyem Kur’an Olsun” kampanyasına destek vererek,<br />

hediyelerin en güzelini dünyanın dört bir tarafında<br />

ihtiyaç duyan kardeşlerimize ulaştırabilirsiniz.<br />

Bağış yapmak isteyenler bu hayra katılarak kısa mesaj, banka<br />

veya elden bağış yöntemiyle istediği miktarda Kur’an-ı<br />

Kerimi ihtiyaç duyan kişi ve kurumlara hediye edebiliyor.<br />

57<br />

Proje için her türlü bilgi www.hediyemkuranolsun.com<br />

web sayfasından alınabilir. Tüm GSM operatörlerinden<br />

4333 nolu SMS numarasına 12 TL, online bağış yöntemleriyle<br />

yurt içine 8 TL, yurt dışına ise kargo bedeliyle birlikte<br />

12 TL tutarında bağış ile “Hediyem Kur’an Olsun” kampanyasına<br />

katılabilirsiniz.<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


MAKALE<br />

ASIRLARDIR<br />

KUR’AN SEVGİSİYLE YAŞAYAN GELENEK<br />

1001 HATİM<br />

Celal BÜYÜK<br />

Erzurum Müftü V.<br />

“Erzurum, 1001 hatimlerin okunduğu dönem bir başka güzeldir.<br />

Kur’ân-ı Kerim’in bereketi etrafında belli bir süreliğine küçük bir<br />

alanda bir araya gelen Erzurumlular, hatimlerin okunduğu sırada sırt<br />

sırta vererek bir araya geldikleri gibi gönüllerini de birleştirip İslam<br />

kardeşliğinin en güzel örneklerini ortaya koyarlar.”<br />

Hafızları binbir hatim okurlar, Nur-i Kur’ân enharına akarlar,<br />

Nüzul-i merhamet-gâhe bakarlar, Mevla’ya emanet olsun Erzurum.<br />

Binbir hatim nuru arşı doldurmuş, bela musibeti yerden kaldırmış,<br />

Düşmanları kahreylemiş öldürmüş, Mevla’ya emanet olsun Erzurum.<br />

(Alvarlı M. Lütfi Efendi)<br />

58<br />

Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan<br />

kadim şehir Erzurum aslında bir gelenekler<br />

şehridir. Bu durum Erzurum halkı için geçmişte<br />

olduğu gibi bugün de sağlam bir toplumsal<br />

şuurun ve birlikteliğin oluşmasına katkı sağlamaktadır.<br />

Erzurum’da yaşatılmakta olan bu geleneklerden<br />

biri de 1001 hatim geleneğidir. İbrahim<br />

Hakkı Konyalı’nın “Abideleri ve Kitabeleri ile Erzurum<br />

Tarihi” adlı eserinde anlattığı üzere, 1001<br />

hatim geleneği rivayetlere göre 1533’lü yıllarda<br />

âbid, zâhid ve mutasavvıf bir kişiliğe sahip olan<br />

Pir Ali Baba tarafından başlatılmıştır.<br />

Erzurum, konumu itibariyle geçmiş dönemlerde<br />

pek çok istilalara uğramış, afetler yaşamıştır.<br />

Rivayet olunduğuna göre, 1001 hatimlerin<br />

başladığı dönemde de Erzurum yöresinde pek<br />

çok afet meydana gelmiştir. Afetlerin yaşandığı<br />

bu dönemde Erzurum halkı Pir Ali Baba<br />

dergâhına giderek, Pir Ali Baba’dan felaketlerin<br />

bitmesi için dergâhta öğrencileri ile birlikte<br />

topluca dua etmesini istemişler. O gece<br />

dergâhta sabahlara kadar felaketlerin dinmesi<br />

ve daha beterlerinden Erzurum’un korunması<br />

için gözyaşlarıyla topluca dualar edilmiş. Ertesi<br />

gece, Pir Ali Baba bir rüya görür ve rüyasında


kendisine 1001 hatim okunması tavsiye edilir.<br />

O günden itibaren dergâhta hafızlar tarafından<br />

hatimler okunmaya başlanmış. Aynı zamanda<br />

zengin bir kişi olan Pir Ali Baba bu tarihte maliki<br />

bulunduğu sekiz köyden dördünün gelirini,<br />

tamamen Erzurum’da yılda bir defa okunmasını<br />

ihdas ettiği 1001 hatimlere vakfetmiş ve bu<br />

hatimler o günden sonra Erzurum’da sürekli<br />

okutularak, Birinci Cihan Harbi yıllarına kadar<br />

devam etmiştir. O yıllarda meydana gelen bazı<br />

aksamalarla okutulamayan 1001 hatimler, bir<br />

süre sonra Erzurum Müftüsü Hacı Muhammed<br />

Sadık Solakzâde ve o zamanın Erzurum milletvekillerinden<br />

Mühirzâde Asım Efendi ile Zihni<br />

Bey tarafından yeniden okutulmaya başlandı.<br />

O günden bu güne 1001 hatim okumaları devam<br />

etmektedir.<br />

İlk dönemde 1001 hatimlerin bin tanesi hafızlar<br />

tarafından sabit bir mekânda (dergâhlarda,<br />

camilerde, evlerde) okunur, 1001’inci hatim ise<br />

hafızlar tarafından hayvan sırtında şehrin tamamını<br />

dolaşmak suretiyle okunurdu. Böylece<br />

şehrin tamamı bela ve musibetten korunmuş<br />

olurdu. Sonraki dönemlerde ise bu uygulamadan<br />

vazgeçilmiş ve hatimler sabit mekânlarda<br />

okunmaya devam edilmiştir. 1001 hatim okumaları<br />

Aralık ayının son on beşi ile Ocak ayının<br />

ilk on beşinde okunur.<br />

Kanuni Sultan Süleyman zamanında dönemin<br />

valisi Ayazpaşa tarafından yaptırılan tarihi<br />

Ayazpaşa Camii, kutlu gelenek 1001 hatimlere<br />

ev sahipliği yapan en önemli mekândır. Erzurum<br />

halkı 1001 hatim okumaları için bu camide<br />

toplanırken aynı zamanda gerek ferdi gerekse<br />

toplumsal olarak iyilik hareketlerinin en güzel<br />

örneklerini ortaya koyarlar.<br />

Erzurum halkı sabahın erken vaktinde dondurucu<br />

soğuğa rağmen genciyle-yaşlısıyla sabah<br />

namazından çok önce camiye gelir ve kemal-i<br />

edeple cüzler kendilerini bu işe adamış gönüllü<br />

cüz dağıtıcılarının elinden alınır,<br />

sırt sırta verilerek hatimler<br />

okunur. Ayazpaşa Camii’ne<br />

gelen cemaatin<br />

büyük bir kısmı cüz<br />

okumak suretiyle<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

bu hayırlı geleneğe katkı sağlamaya çalışır. Cüz<br />

okuyamayanlar ise başka hayırlı işler yapmak<br />

suretiyle bu hizmete katkı sağlarlar. Örneğin<br />

cüz okuyamayan bazı insanlar gönüllü olarak<br />

kendilerini cüz dağıtma işine vakfetmişlerdir.<br />

“1001 hatim gönüllüleri” dediğimiz bu grup<br />

insanlar farklı mesleklerdendir. Bunların görevi<br />

cüz dağıtım işini organize etmektir. Bunu yaparken<br />

de Kur’ân-ı Kerim’e duyulan hürmetin<br />

bir gereği olarak cüzleri baş üstünde tutarlar.<br />

Okunan cüzler yine bu ekip tarafından toplanır<br />

ve bir başka ekibe, tasnif ekibine teslim edilir.<br />

Görevlilerin baş üzerinde taşıdığı Kur’an-ı<br />

Kerimleri alan cemaat de aynı hürmeti gösterir.<br />

Kur’ana sırt dönmek istemeyen cemaat kendileri<br />

sırt sırta verirler. 1001 hatim Ayazpaşa’da<br />

sırt sırta verilerek okunur. Bu, Erzurum halkının<br />

Kur’ân-ı Kerim’e duydukları derin sevgi ve muhabbetin<br />

bir gereğidir. Bu kutlu gelenek münasebetiyle<br />

birbirlerini tanımayan, birbirlerine<br />

yabancı olan insanlar birbirlerine sırt vermek<br />

suretiyle hatimlerini okurken, diğer taraftan da<br />

kardeşliğin, birlikteliğin ve iyiliğin en güzel örneklerini<br />

ortaya koyarlar.<br />

Kur’ân-ı Kerim’in bereketi etrafında belli bir<br />

süreliğine küçük bir alanda bir araya gelen<br />

Erzurumlular hatimlerin okunduğu sırada bedenlerini<br />

birleştirdikleri gibi gönüllerini de birleştirip<br />

İslam kardeşliğinin en güzel örneklerini<br />

ortaya koyarlar. Peygamber efendimiz (s.a.v)’in:<br />

“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta<br />

ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler.<br />

Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman,<br />

diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli<br />

hastalığa tutulurlar.” (Buharî, Edeb 27; Müslim,<br />

Birr 66) Hadis-i Şerifi’nin en güzel şeklini ortaya<br />

koyarlar. Dilleri ile Allah kelamını okuyan insanlar<br />

artık tek bir vücut olmuşlardır. Dolayısıyla<br />

ıstıraplar, sevinçler birdir artık. Kur’ân-ı Kerim’e<br />

duyulan derin sevgi ve ihtiram sebebiyle diz<br />

çökerek okunan Kur’ân sebebiyle kardeşinin<br />

uyuşan ayakları ovalanır, masaj yapılır. Bunu<br />

yaparken kişinin yüzünde tebessüm, gönlünde<br />

ise kardeşinin ıstırabını dindirmeye yardımcı<br />

olmanın büyük mutluluğu vardır.<br />

Ayazpaşa Camii’nde hatim sonrası sabahın ayazında<br />

evlerine gitmeye hazırlanan cemaate, “Bu<br />

kutlu görevde benim de çorbam olsun” diyen<br />

60


hayırseverler çorba ikramında bulunur. Kurulan<br />

bu iyilik sofrası için adeta insanlar birbirleriyle<br />

yarışır, günler öncesinden isimlerini yazdırırlar.<br />

Büyük bir huşu ve mutluluk içerisinde kol kola<br />

camiden çıkan cemaat bu sefer her gün farklı<br />

bir hayırsever tarafından kurulmakta olan iyilik<br />

sofrasında bir araya gelirler. Bu sofra hayırsever<br />

açısından 1001 hatim geleneğinin yaşatılmasına<br />

bir katkı iken, katılanlar açısından ise çorba içmekten<br />

ziyade bir tanışma ve kaynaşma sofrasıdır.<br />

Bir amaç doğrultusunda farklı mahallelerden<br />

gelen insanlar birbirleriyle tanışır ve kaynaşırlar.<br />

1001 hatimlerin okunduğu dönemde ortaya<br />

konulan iyiliklerden doğadaki hayvanlar da nasibini<br />

alırlar. Mevsimin kış olması sebebiyle bu<br />

dönemde hayvanlar da düşünülür ve istifade<br />

etmeleri için doğaya yem ve ekmek bırakılır.<br />

Özellikle son zamanlarda hayırseverler tarafından<br />

doğaya 1001 tane ekmek bırakılması adet<br />

haline gelmiştir.<br />

Kısacası 1001 hatimlerin okunduğu dönem bir<br />

başka güzeldir Erzurum. Bir taraftan kutlu bir<br />

gelenek devam ettirilirken diğer taraftan da<br />

iyilik hareketlerinin en güzel örnekleri ortaya<br />

konulur. Böylece dua zamanına ulaşılır. Artık<br />

vakit dua vaktidir. Tarihi Ulu Cami’de eller birlik<br />

ve kardeşlik için, şehrin bela ve musibetlerden<br />

uzak olması için, Kur’ân-ı Kerim’in bize öğrettiği<br />

iyilik ve güzelliğin, senenin tamamında hayatımıza<br />

egemen olması için duaya kalkar.<br />

Duanın yapılacağı gün Erzurum için bir bayram<br />

günüdür. Köylerden insanlar akın akın günler<br />

öncesinden Erzurum’a gelirler, dua zamanı Ulu<br />

Cami’de kutlu ana şahitlik etmek için. Sabahın<br />

erken vaktinde doldururlar tarihi mekânı. Yine<br />

sırt sırtadırlar ve birbirlerinin sırtlarında edilir<br />

secdeler. On bini aşkın insan aynı anda amin<br />

der, Kur’an’ın bize öğrettiği iyiliğin tüm dünyaya<br />

egemen olması için…<br />

61<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

KULLUĞUMUZU TEST EDEN DEĞER<br />

İYİLİK<br />

Yunus ÖZDAMAR<br />

DİB Basılı Yayınlar Daire Başkanlığı<br />

62<br />

Kur’an-ı Kerim bir hayat kitabıdır. İçerisinde insana,<br />

insanlığa hayat veren konular, hükümler<br />

yer alır. Dünya hayatında insanı doğruya sevk<br />

etmek için bilinmesi gereken konular, Kur’an<br />

tarafından çeşitli yönleriyle ele alınır. Ayetlerde<br />

farklı yönleriyle ele alınan konulardan biri de,<br />

iyiliktir. Birçok ayette, iyiliğin kapsamına nelerin<br />

dahil olduğundan bahsedilir. Allah Teala, iyiliği<br />

en geniş anlamıyla “Allah’a, ahiret gününe, meleklere,<br />

Kitap’a, peygamberlere inanan, O’nun<br />

sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere,<br />

yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal<br />

veren, namaz kılan, zekât veren ve söz verdiklerinde<br />

sözüne vefa gösterenler, zorda, darda ve<br />

savaş alanında sabredenlerdir.” 1 şeklinde tarif<br />

eder. Bu tanım, iyiliğin genel anlamda iki boyutunu<br />

bize özetler: Biri, iman ve itaat ile Allah<br />

Teala’nın rızasına uygun kulluğumuz; diğeri ise,<br />

ikram ve hasenat ile Rahman’ın kullarına yönelik<br />

davranışlarımız. Başka bir ifadeyle, Allah<br />

Teala’ya yaptığımız kulluk hususundaki sadâkatimiz,<br />

diğeri ise O’nun kullarına, her çeşidiyle<br />

yansıtabildiğimiz iyilikler.<br />

Ayetin vurgu yaptığı iyilik, Hz. Adem’den<br />

Hz. Muhammed’e (s.a.s) kadar gelen bütün pey-<br />

1 Bakara, 2/177.<br />

gamberlerin öncelikli tavsiyelerini ihtiva eder.<br />

Kur’an ayrıca kıssalar yoluyla insanların Allah<br />

Teala’dan gelen iyilik öğretisini daha kolay anlamaları<br />

için sık sık bu tavsiyelere atıfta bulunur.<br />

Bunu Peygamber ve diğer âbide şahsiyetlerin<br />

yaşadıkları üzerinden anlatırken, onların iyiliği<br />

hayatlarına ne şekilde tatbik ettiklerini, ona<br />

hangi boyutuyla sahip çıktıklarını izah eder.<br />

İyilikle ilgili bir hadisinde Allah Resûlü (s.a.s),<br />

“Her iyilik/güzel iş sadakadır.” 2 buyurur. Efendimiz<br />

(s.a.s) bu sözüyle, sadaka kavramına iyilik<br />

çerçevesinde geniş bir anlam yükler. Öyle ki,<br />

Allah Resulü, iyiliğin bir türü olan sadaka vermeyi,<br />

“Vücuttaki bütün eklemler için her gün<br />

sadaka vermek gerekir. Bineğine binmek isteyen<br />

kişiye yardım etmek veya eşyasını bineğine<br />

yüklemek sadakadır. Güzel söz ve namaza<br />

giderken atılan her adım sadakadır. Yol göstermek<br />

sadakadır.” 3 şeklinde çeşitlendirir.<br />

Kur’an ayetlerine iyilik hakkındaki bu hadiste<br />

yer alan tarif üzerinden baktığımızda, iyiliğin<br />

bazı Peygamberlerin veya âbide şahsiyetlerin<br />

hayatlarında nasıl karşılık bulduğunu daha açık<br />

bir halde görürüz. Bazen halis bir niyet, bazen<br />

2 Buhari, Edeb,33.<br />

3 Buhârî, Cihâd, 72.


TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

64<br />

güzel bir teslimiyet, bazen de saf bir ibadet<br />

şeklinde peygamberlerin hayatlarında yer alan<br />

iyilik öğretilerinin kapsamının bu yönüyle ne<br />

kadar geniş olduğuna şahit oluruz.<br />

İyilik, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’in<br />

hayatında, nasuh bir tövbe olarak öne çıkar.<br />

“Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz<br />

ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden<br />

oluruz.” 4 ayetinde belirtildiği üzere iyilik,<br />

Hz. Adem ve Hz. Havva’nın dilinden tam bir teslimiyet<br />

olarak yansır. Kur’an’a göre böylesi bir<br />

teslimiyet, kâmil mü’min olmanın da bir gereğidir<br />

aynı zamanda. Bu hususa dikkatleri çeken<br />

başka ayette ise Allah katında iyi bir konumda<br />

olmanın vasfı, tövbe etmiş halde “Allah’a arınmış<br />

bir kalple gelebilmek” 5 olarak tanımlanır.<br />

İyilik, Kur’an’da bahsi geçen ve günahkârların<br />

simge isimlerinden biri olan Kâbil’in “Andolsun<br />

seni öldüreceğim!” sözüne karşılık, Hâbil’in dilinden<br />

“Andolsun ki sen öldürmek için bana<br />

el uzatsan bile, ben öldürmek için sana elimi<br />

kaldıracak değilim!” 6 sözünü diyebilmektir. Habil’in<br />

bu sözü, asırlar boyunca bir iyilik nişanesi<br />

olarak zulümle imtihanı olan mazlumların dillerinde<br />

seslene gelmiş, örnek olmuştur.<br />

İyilik, Hz. İbrahim’in yaptığı gibi bir insanı büyük<br />

bir günahtan alıkoyabilme çabasıdır. Babası<br />

Azer, en büyük günah olan Allah’a ortak koşma<br />

davranışını sergilemiş olmasına rağmen,<br />

Hz. İbrahim, babasını, “Babacığım! İşitmeyen,<br />

görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere<br />

niçin tapıyorsun?” 7 şeklinde uyarır. Bu güzel üslup<br />

ile Hz. İbrahim’in, babasını uyarması büyük<br />

bir iyi davranış örneğidir.<br />

4 Araf, 7/23.<br />

5 Şuara, 26/89.<br />

6 Mâide, 5/ 28.<br />

7 Meryem, 19/42.<br />

İyilik, Hz. İsmail gibi gerektiğinde Allah yolunda<br />

canını da feda etmeyi göze alabilecek bir teslimiyettir.<br />

Hz. İsmail’in babası Hz. İbrahim tarafından<br />

kurban edileceği yönünde Allah Teala’dan<br />

gelen emri ilahi vardır. 8 Buna karşılık Hz. İsmail,<br />

babası Hz. İbrahim’e: “Ne ile emrolundunsa onu<br />

yap, Allah dilerse, sabredenlerden olduğumu<br />

göreceksin.” 9 şeklinde cevap vermesi de teslimiyet<br />

açısından çok anlamlı bir iyilik örneğidir.<br />

İyilik, yeri geldiğinde Hz. Yakup gibi, sıkıntılarımızı<br />

içimize gömmek; günah işlemeye gücümüz<br />

yetse de azalarımızı sırf Allah rızası için<br />

günahlardan alıkoyabilmektir. Hz. Yakup, oğlu<br />

Hz. Yusuf’a, kendi oğulları tarafından yapılan<br />

zulmü fark ettiğinde, onlara karşı koyma gücü<br />

olmasına rağmen Rabbine yönelip, “Ben üzüntü<br />

ve tasamı yalnız Allah’a açarım. Allah katından,<br />

sizin bilmediklerinizi bilirim.” 10 duasıyla<br />

Allah yönelmesi de özverili bir iyilik örneğidir.<br />

İyilik, Hz. Yusuf gibi çok haklı durumda olsak bile<br />

bunu, açık bir kötülüğü yapmaya gerekçe saymayıp,<br />

kendimizi günaha sevk etmekten uzak<br />

tutabilmektir. Kur’an, Yusuf kıssasında bu durumu<br />

şöyle bir olayla örneklendirir. Hz. Yusuf’un,<br />

kendisine daha önce zulmeden kardeşleri onu<br />

tanıdıklarında, Hz. Yusuf’un kendilerinin yaptığı<br />

gibi zulüm yapacağını zannettiler. Kardeşlerin<br />

daha önce Hz. Yusuf’a zulüm yapmalarına<br />

karşın o, kardeşlerine, “Ben Yusuf’um, bu da<br />

kardeşim (Bünyamin). Allah bize iyilikte bulundu;<br />

doğrusu kim kötülükten sakınır ve sabrederse<br />

bilsin ki Allah iyi davrananların ecrini katiyen<br />

zayi etmez.” 11 şeklindeki cevabı, iyiliğin,<br />

gücümüz yetse de müspet karşılık verebilmeye<br />

güzel bir örnektir.<br />

8 Saffat, 37/102.<br />

9 Saffat, 37/102.<br />

10 Yusuf, 12/86.<br />

11 Yusuf, 12/90.


İyilik, hayatın her alanında olduğu gibi alışverişte<br />

de hakkı gözetebilmektir. Hz. Şuayb,<br />

kavmini: “Ey milletim! Ölçüyü ve tartıyı tamamı<br />

tamamına yapın; insanlara, eşyalarını eksik<br />

vermeyin; yeryüzünde bozgunculuk yaparak<br />

karışıklık çıkarmayın.» 12 tavsiyesi ile iyi bir davranışın<br />

sosyal hayat açısından ne kadar önemli<br />

olduğuna işaret etmiştir.<br />

İyilik, Hz. Musa gibi, zulümden bunalınca, isyana<br />

yönelmeden, sıkıntı ne kadar büyük olsa da,<br />

Rabbine el açıp “Ben işimi Allah’a bırakıyorum.<br />

Doğrusu Allah, kulları görür.” 13 diyebilmektir.<br />

İyilik, Hz. Davut gibi, güzel hüküm verebilmek,<br />

en doğru şekilde hükümdarlık yapabilmektir.<br />

Allah Teala’nın Hz. Davut’a hitaben, “Ey Davud!<br />

Seni şüphesiz yeryüzünde hükümran kıldık, o<br />

halde insanlar arasında adaletle hükmet, hevese<br />

uyma; yoksa, seni Allah’ın yolundan saptırır.<br />

Doğrusu, Allah’ın yolundan sapanlara, onlara,<br />

hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azap<br />

vardır.” 14 şeklinde buyurduğu ölçülere sahip<br />

olabilmektir.<br />

İyilik, Hz. Eyyüp gibi, en acı verici hastalığa belki<br />

bir ömür boyu sabredebilmektir. Bir çok hastalıkla<br />

muhatap olan Hz. Eyyûp’un bu sabrından<br />

dolayı Allah Teala’nın: “Doğrusu Biz onu sabırlı<br />

bulmuştuk. Ne iyi kuldu, daima Allah’a yönelirdi.”<br />

15 övgüsüne mazhar olabilmek de en kayda<br />

değer iyilik örneklerindendir.<br />

İyilik, Rahman’ın kullarının özelliğine vurgu<br />

yapılan ayette belirtildiği üzere, “(Onlar) Yeryüzünde<br />

vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir.<br />

Cahiller onlara laf attıkları zaman” buna “Selâm!<br />

12 Hûd, 11/85.<br />

13 Mü’min, 40/44.<br />

14 Sâd, 38/26.<br />

15 Sâd, 38/44.<br />

(Esenlik size)” şeklinde 16 veya sözün en güzeli<br />

ile karşılık 17 verebilmektir.<br />

Vermek, infak etmek anlamının yanı sıra yukarıda<br />

bahsi geçtiği üzere, Kur’an’ın ifadesiyle iyilik,<br />

bazen bir duruş, bazen bir iyi davranış bazen de<br />

yeri geldiğinde en uygun tavrı sergileyebilmektir.<br />

Bu farklı anlamı şu ayet destekler mahiyettedir:<br />

“Onun için kim (elinde bulunandan) verir,<br />

Allah’a karşı gelmekten sakınır ve güzel sözü<br />

(kelime-i tevhidi) tasdik ederse, biz onu en kolay<br />

olana iletiriz. 18<br />

Allah Teala, “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla,<br />

bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek<br />

deneriz.” 19 buyuruyor. İnsanların önderleri<br />

Peygamberlerin söz konusu bu imtihanlara karşı<br />

sergilemiş oldukları örnek davranıştan dolayı<br />

Allah Teala onları taltif eder. “Onlar, ne iyi bir<br />

kuldu, 20 O son derece dürüst bir kimse bir peygamber<br />

idi.” 21 ayetleri bunlardan bir kaçıdır.<br />

Kur’an kıssaları iyiliğin çerçevesi içerisinde bize<br />

dikkat çekici hatırlatmalarda bulunur. “Şüphesiz<br />

biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici<br />

olsun, ister nankör.” 22 ayetinde belirtilen<br />

hakikat gereği benzer sahnelerle karşılaştığımızda,<br />

iyi veya kötü davranışlarımız bizim yolumuzu<br />

tayin edecek. O an sergileyeceğimiz<br />

iyi bir davranış, kulluk testinden daha kolay<br />

geçmemize imkân sağlar. Bunun sonucunda<br />

da Allah Resülü’nün (s.a.s.) buyurduğu üzere<br />

“Doğruluk (bizi) iyiliğe, iyilik de cennete (çeker)<br />

götürür.” 23 Böylece, Rabbimizin razı olduğu<br />

kullarından oluruz.<br />

16 Furkan 25/63.<br />

17 Fussilet, 41/34<br />

18 Leyl, 92/5-6-7.<br />

19 Bakara, 2/155<br />

20 Sâd, 38/44.<br />

21 Meryem, 19/41,56.<br />

22 İnsan, 76/3.<br />

23 Buhari, Edep, 69.<br />

65<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


HADİSLERLE İSLAM<br />

"Hadislerle İslam"<br />

Dijital Ortamda<br />

Peygamber Efendimiz’in hikmet ve rahmet dolu dünyasını keşfetmeye davet<br />

eden “Hadislerle İslâm” eseri, dijital ortama taşındı. 100 hadis hocasının<br />

10 yılda tamamladığı esere artık internet üzerinden ulaşmak mümkün.<br />

66<br />

Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet<br />

Vakfı işbirliği ile Hazreti Muhammed'in mesajlarını<br />

modern zamanın problemleri ve ihtiyaçlarını<br />

dikkate alarak sade ve anlaşılır bir dille<br />

okuyuculara sunmak üzere hazırlanan “Hadislerle<br />

İslam” eseri, yurt içi ve yurt dışında daha<br />

geniş kitlelere ulaşmasını sağlamak amacıyla<br />

dijital ortama aktarıldı.<br />

Hazreti Muhammed'in örnek hayatı, sünneti,<br />

uygulamalarının hadisler aracılığıyla ortaya konulduğu<br />

esere "http://hadislerleislam.diyanet.<br />

gov.tr" adresinden ulaşılabiliyor.<br />

Birçok dünya diline çevirisi<br />

hazırlanıyor<br />

İnternet ortamında erişime açılan eserin Arnavutça,<br />

Kırgızca ve Azerice'ye çevirisi tamamlandı.<br />

İngilizce, Rusça ve Boşnakça'ya çevirisi<br />

devam eden eserin, Arapça ve Almanca tercümeleri<br />

için de ekipler kuruldu.<br />

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet<br />

Görmez'in de aralarında bulunduğu bir kurul<br />

tarafından 10 yılda hazırlanan eser, 44 ciltlik<br />

İslam Ansiklopedisi'nden sonra Diyanet İşleri<br />

Başkanlığı’nca yürütülen en geniş kapsamlı çalışma<br />

olarak biliniyor.<br />

“Hadislerle İslam” eseri 2014 yılında Haliç Kongre<br />

Merkezi’nde düzenlenen ve Cumhurbaşkanı<br />

Recep Tayyip Erdoğan ile Diyanet İşleri Başkanı<br />

Prof. Dr. Mehmet Görmez’in de katılımıyla gerçekleşen<br />

“Yüzyılın İslam Kültür Hizmeti Ödülleri”<br />

töreninde ödüle layık görülmüştü.


İSTANBUL<br />

29 MAYIS ÜNİVERSİTESİ<br />

Neden 29 Mayıs?<br />

l Güçlü Akademik Kadro<br />

l Cazip Burs İmkânları<br />

l Şehrin Merkezinde Yerleşke<br />

l Zengin Kütüphane<br />

l Çift Anadal ve Yandal Programları<br />

l Yurtdışında Dil Eğitimi Fırsatı<br />

l Akademik Gelişim ve<br />

Destek Programları<br />

l Uluslararası Ortam<br />

l Öğrenci Konukevleri<br />

Fakülteler ve Programlar<br />

Edebiyat Fakültesi<br />

l Felsefe Programı (%30 İngilizce)<br />

l Tarih Programı (%30 İngilizce)<br />

l Türk Dili ve Edebiyatı Programı (%30 İngilizce)<br />

l Psikoloji Programı (%30 İngilizce)<br />

l Çeviribilim Bölümü - Mütercim Tercümanlık<br />

(Arapça, % 30)<br />

l Çeviribilim Bölümü - Mütercim Tercümanlık<br />

(İngilizce, % 30)<br />

İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />

l Ekonomi Programı (İngilizce)<br />

l Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Programı<br />

(İngilizce)<br />

l Sosyal Hizmet Programı (Türkçe)<br />

Uluslararası İslam ve Din Bilimleri Fakültesi<br />

l İslam ve Din Bilimleri Programı (% 30 Arapça)<br />

l Uluslararası İlahiyat Programı (% 30 Arapça)<br />

www.aday.29mayis.edu.tr<br />

2015 - 2016<br />

0216 988 10 09 www.29mayis.edu.tr<br />

İcadiye Bağlarbaşı Caddesi, No: 40 34662 Bağlarbaşı - Üsküdar / İSTANBUL<br />

l<br />

Altunizade Yerleşkesi<br />

l Ümraniye Yerleşkesi<br />

: 29mayis@29mayis.edu.tr C:Istanbul29MayisUniversitesi L: 29MayisUni


MAKALE<br />

BİZİM MEDENİYETİMİZ<br />

Ahmet TÜRKBEN<br />

İnsan ve Medeniyet Hareketi Yüksek İstişare Kurulu Üyesi<br />

“Biz Müslümanlar, yeryüzünün imarına ve toplumun ihyasına insanı<br />

yaşat ki devlet yaşasın diyerek başlamışız. İyiliklere öncü, iyilere yol<br />

arkadaşı olmayı kendimize şiar edinmişiz. Bizler, iyiliği yeryüzüne<br />

hakim kılmak için yola çıkan gönül erlerinin yaktığı meş’aleyle<br />

rahmet toplumları inşa etmişiz.”<br />

68<br />

Değerler planında, doğru ve güzel olanı bilmek,<br />

yanlış ve çirkin olanı da bilmeye bağlıdır.<br />

Eşyanın zıddıyla kaim olduğu prensibinden<br />

hareketle iyi, ancak zıddı olan kötü bilindiği ve<br />

kötünün zararlı etkilerinden korunulabildiği<br />

ölçüde anlaşılabilir ve yaşanabilir. Bizler kendi<br />

medeniyetimizin hangi değerler sistemi üzerine<br />

bina edildiğini idrak etmeli ve Batı Uygarlığını<br />

iyi tahlil etmeliyiz ki medeniyetimizin yeniden<br />

inşası mümkün olabilsin.<br />

Bu noktada bize ait olanla olmayanın ayrımı yapılmalıdır.<br />

Batı medeniyeti göz medeniyeti iken İslam medeniyeti<br />

söz medeniyetidir. Batı uygarlığı görselliği<br />

ön plana çıkartır ve her şey göstermeye<br />

ayarlıdır. İslam medeniyeti ise bir anlamda kulak<br />

medeniyetidir. Dinlemek esastır, İşittik ve<br />

itaat ettik, paroladır. Körü körüne bağlılık yoktur<br />

asla, sözü dinlemek ve en güzeline tabi olmak<br />

vardır.<br />

Batı medeniyeti niceliği ve rakamları yüceltir.<br />

Her şey sayısal verilere ayarlı değerlendirilir.<br />

İslam medeniyeti ise niteliği esas alır ve rakamlar<br />

değil harfler üzerine insanı ve toplumu inşa<br />

eder. Okumak ve yazmak en kutsal eylemlerdir.<br />

Batı sadece maddeyi merkeze alıp maddenin<br />

karşısında ezilirken İslam medeniyeti manevi<br />

olanı merkeze alarak maddeye esir olmaktan<br />

kurtulur. Bu bağlamda İslam medeniyetinde<br />

iyilik; sadece maddi boyutuyla sınırlı kalma-


yan ilim, irfan, hikmet bağlamında akla, kalbe<br />

ve davranışlara değer katan bir erdemdir: Aynı<br />

zamanda iyilik; ihsan, merhamet ve adalet bağlamında<br />

bütün toplumu hayırla yoğurmanın<br />

adıdır.<br />

eğitim o kadar önemli ki Hicretten itibaren<br />

Mü’minler, Efendimizi örnek alıp Allah’a hep<br />

birlikte secde edilecek mescidlerin yanı başına<br />

Ashab-ı Suffa misali medreseler, mektepler inşa<br />

etmişlerdir.<br />

Bizim medeniyetimiz öncelikle ilim<br />

medeniyetidir.<br />

İlim, doğruyla yanlışı, hakla batılı ayırt etmeyi<br />

öğretir. Faydalı ve doğru bilgiyi merkeze alan,<br />

firaset ve basiretle hareket eden Mü’min, akl-ı<br />

selim sahibi olur. Selim bir akla sahip olanlar,<br />

cehaletten kaçtıkları kadar taassup ve aşırılıklardan<br />

da şiddetle kaçınırlar.<br />

İslam Medeniyetinin en önemli ilham kaynağı<br />

olan Kur’an-ı Kerim, ilk ayeti ile okumayı emretmekte,<br />

dini bilgilere sahip olunmadan ibadetlerin<br />

bile yapılamayacağını öğretmektedir.<br />

Namaz ve oruç ibadeti için Astronomiye; zekat<br />

için Matematiğe; Hacc için ve yine Namaz kılabilmek<br />

için kıble yönünü bulmaya yani Coğrafyaya<br />

ihtiyaç vardır. Bu açıdan imandan sonra<br />

ilim gelir ve ilimle ibadet birbirinden ayrı düşünülemez.<br />

İlmin kaynağı da hiç şüphesiz Kur’an<br />

ve Sünnettir.<br />

Doğru ve faydalı bilgi düşüncenin doğru şekillenmesine,<br />

düşüncenin sıhhati de eylemlerin<br />

istikametine yön verir. Doğru bilgilenme için<br />

Medreselerdeki eğitimin aslî mecrasından ve<br />

gayesinden uzaklaşması ise toplumun yozlaşmasına<br />

sebep olmuş. Buna kültür ve medeniyet<br />

değerlerine savaş açan siyasi iradelerin<br />

nesli helak edici icraatları da hız verince hala<br />

hatırladıkça yüreğimizi sızlatan ve asla unutmamamız<br />

gereken olaylar yaşamışız. İşte o<br />

çorak zamanlarda dert ve dava adamı olan öncülerimiz,<br />

ihya ve ıslah çalışmasını ilim merkezlerinden<br />

başlatmaya gayret etmişlerdir. Bunun<br />

en güzel örneği ve bir medeniyet projesi olarak<br />

İmam Hatipler, merhum Celal Hocamızın kabul<br />

olmuş duasıdır.<br />

Bizim medeniyetimiz, ihsan ve<br />

merhamet medeniyetidir.<br />

Bu medeniyetin rahmet ve iyilik elçileri, cömert<br />

olmayı en büyük erdem bilirler. Malından vermeyi<br />

ve kendinde olanı paylaşmayı eksilmenin<br />

değil temizlenmenin ve bereketin sebebi<br />

sayarlar. Verecek bir şeyi olmayan dahi, selam<br />

vererek, tebessüm ederek, güzel söz söyleyerek<br />

ve iyilik yaparak sadaka vermiş sayılır. İnsan<br />

haysiyetini incitmemek için sadaka taşlarını dü-<br />

69<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

şünecek kadar ince bir anlayışa sahiptirler. Fakirlere<br />

ve muhtaçlara yardım etmek, komşuya<br />

ve akrabaya iyilik yapmak, yetimlere kol kanat<br />

germek hatta hayvanlara bile merhametle muamele<br />

etmek İslam Medeniyetine has bir güzelliktir.<br />

Bizim medeniyetimizde insan insanın<br />

kurdu değil yurdudur.<br />

Sömürmek yoktur, ezmek ve horlamak yoktur.<br />

Her insan, içinde iman cevheri taşıyan ve hidayete<br />

aday olarak değerli bir konumdadır.<br />

70<br />

Bizim medeniyetimiz vakıf<br />

medeniyetidir.<br />

İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olan;<br />

malın en hayırlısı Allah yolunda harcanan; vakfın<br />

en hayırlısı da insanların ihtiyacını karşılayandır,<br />

düsturuyla hareket eden Müslümanlar,<br />

sadece Allah’tan sevap umarak servetini insanlık<br />

adına vakfetmişler, insanların hayatını kolaylaştırmak<br />

amacıyla camiler, vakıflar, medreseler,<br />

imarethaneler, yetimhaneler, şifahaneler, çeşme,<br />

köprü ve kervansaraylar inşa etmişlerdir.<br />

Sadece insanları değil, hayvanları da koruma<br />

altına almak için vakıflar kurmuşlar, barınma ve<br />

korunmaları için kuşlara yuva yapmışlar, hatta<br />

belli günlerde yük hayvanlarını çalıştırmayı yasaklamışlardır.<br />

Bizim medeniyetimiz adalet<br />

medeniyetidir.<br />

Adalet, Allah’a yakın olmanın zulüm de O’ndan<br />

uzaklaşmanın sebebi sayılmaktadır. İslam, sosyal<br />

hayatı ve insanlar arası ilişkileri adaleti sağlayarak<br />

güvence altına almış ve buna yönelik<br />

prensipler ortaya koymuştur. Düşman da olsa<br />

adaletten ayrılmamak, savaşta da olunsa haddi<br />

aşmamak; kadın, çocuk, yaşlı ve din adamlarına<br />

zarar vermemek, insanın onurunu zedeleyecek<br />

hareketlerden kaçınmak, esirlere iyi muamele<br />

etmek İslam Medeniyetinin adaletinin temel<br />

ilkeleri olarak yaşatılmıştır.<br />

Batı Uygarlığı, işgal ettikleri ülkelerin yer altı ve<br />

yer üstü zenginliklerini sömürüp kendi ülkelerine<br />

taşırken, insanları Batıya taşıyıp köleleştirirken<br />

Müslüman zenginler asırlardır başkaları<br />

için servetler harcamışlar, ulaştıkları ülkeleri<br />

imar ve inşa ederek o bölgelerin kalkınmasına<br />

destek olmuşlardır. Batı sömürmek için işgal ettiği<br />

Afrika halklarını ne kadar fakir olduklarına<br />

inandırmaya çalışırken Müslümanlar onların ne<br />

kadar zengin olduklarına inandırarak gönülleri<br />

fethetmişlerdir.<br />

Biz Müslümanlar, yeryüzünün imarına ve toplumun<br />

ihyasına insanı yaşat ki devlet yaşasın<br />

diyerek başlamışız. İyiliklere öncü, iyilere yol arkadaşı<br />

olmayı kendimize şiar edinmişiz. Bizler,<br />

iyiliği yeryüzüne hakim kılmak için yola çıkan<br />

gönül erlerinin yaktığı meş’aleyle rahmet toplumları<br />

inşa etmişiz. Bir gönlü fethetmeyi bin<br />

hacca gitmeye bedel sayan erenlerin örnekliği<br />

ile gönüller fethetmişiz.<br />

Bizim medeniyetimiz muhabbet ve<br />

aşk medeniyetidir.<br />

Aşk olmadan olmaz ve Yunusça bir tespitle: “Aşk<br />

gelirse cümle eksiklikler biter.”<br />

Aşk olmadan olmaz, gönül vermeden olmaz. Kutsal<br />

bir sevdaya adanmadan olmaz.<br />

Aşkın medeniyet elçileri, Allah’ın koyduğu ölçülere<br />

riayet etme hassasiyetine sahiptirler.


Bizim medeniyetimiz, irfan<br />

medeniyetidir.<br />

İrfan; iyiyle kötüyü ayırt etmeye, iyi ve erdemli<br />

olmanın inceliklerini yaşamaya sevk eder. İrfan<br />

ehli olup nefsi terbiye eden ve kibir, haset,<br />

öfke gibi zararlı duygulardan kalbini arındıran,<br />

ibadet ve salih amel işleyen Mü’min kalb-i selim<br />

sahibi olur. Sabahattin Zaim Hocamızın<br />

belirttiği üç hastalıktan; nefsaniyet, enaniyet<br />

ve menfaat zaaflarından arınmış yürekler, ilim<br />

ehliyle beraber gönülleri İslam’la buluşmasına<br />

öncülük etmişlerdir.<br />

Bizim medeniyetimiz, hikmet ve sanat<br />

medeniyetidir.<br />

Hikmet, güzel olanla çirkin olanı tefrik etmekle,<br />

zarif ölçülerle incelikleri fark ederek firaset ve<br />

basiretle yaşamaktır. Mü’min, estetik ve zarafet<br />

anlayışıyla hayata anlam ve değer katar. Zevk-i<br />

selim sahibi olan zarif Mü’minler sese, notaya,<br />

söze ve eşyaya dokunarak ürettikleri ve ortaya<br />

koydukları sanat eserleriyle hep aynı güzelliğin<br />

peşine düşmüşlerdir.<br />

Şaire:<br />

“Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış<br />

Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.” mısralarını<br />

söyleten, her şeyin olduğu gibi sanatın<br />

da Allah için olması gerektiği idrakidir. Yani ilahi<br />

ölçüyü ve sınırları ihlâl eden bir sanat anlayışı<br />

ve bu anlayışla ortaya konan eserler; resimde,<br />

musikide, sinemada, tiyatroda, edebiyatta, mimaride…<br />

hangi alanda olursa olsun bize ait<br />

olmayan bir aklın ürünüdür. İslam, akla önem<br />

vermekle birlikte nakillere imandan neşet eden<br />

bir gönül medeniyeti inşa eder. Bu medeniyete<br />

gönülden bağlı olan aşk ehli insanlar eliyle ortaya<br />

konan tüm eserler bir medeniyet dili oluşturmuşlardır.<br />

Ancak bugün ilimden, irfandan, hikmet, adalet<br />

ve merhametten nasipsiz olanlar eliyle İslam’ın<br />

iyilik ideali zedelenmekte ve Müslümanlar zarar<br />

görmektedir. Savaşların ve işgallerin yürek<br />

coğrafyamızda açtığı derin yaralar; tekfircilik,<br />

mezhepçilik ve kavmiyetçilik fitneleriyle daha<br />

da derinleşmektedir. Bunca olumsuzluk içerisinde<br />

Müslümanlar önce kendi kavramları ile<br />

sağlıklı bir irtibat kurmalı; sonra da iyiliğin en<br />

güzel temsilcisi olmaya layık hale gelmeli ve<br />

tüm süreçlerde iyilik çağrılarını bütün insanlığı<br />

muhatap alacak şekilde güncellemelidirler.<br />

Mü’min, kendi medeniyet değerlerini; kültürünü,<br />

edebiyatını, müziğini, sanatını,<br />

mimarisini inanç süzgecinden geçirerek<br />

özümseyen ve bu değerleri yeni bir dil ve<br />

üslupla yaşadığı çağa uyarlamanın imkânlarını<br />

araştıran bir yapıda olmalıdır.<br />

Unutulmamalıdır ki, bugün Batı uygarlığının<br />

fesat odaklı ürettiği materyallerin bilinçsiz<br />

kullanıcısı ve tüketicisi konumunda<br />

bir nesne olmaktan kurtulmak ve kendi<br />

medeniyetimizin ruhundan neşet eden<br />

eserleri yeniden üretmek, biz Müslümanların<br />

öncelikli sorumluluğudur.<br />

Evet bizim medeniyetimiz, Üstad Sezai<br />

Karakoç’un ifadesiyle tecrübe edilmiş, başarıya<br />

ulaşmış ve insanlığı mutluluğa ulaştırmış<br />

bir medeniyettir. Onun tekrar diriltilmesi<br />

hepimizin aslî görevidir. Bu da ancak<br />

kutlu bir sevdaya adanan İlim ehlinin, dava<br />

adamlarının ve gönül insanlarının sayısının<br />

artmasıyla gerçekleşecektir.<br />

71<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


TDV CAMİLER<br />

Cumhurbaşkanı Erdoğan,<br />

Gana Millet Camiini Ziyaret Etti<br />

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TDV desteğiyle yapılan<br />

Gana'nın başkenti Akra'da bulunan Gana Millet Camii ve<br />

Külliyesi'ni ziyaret etti.


hattatından nakkaşına herkese teşekkür etti.<br />

Erdoğan konuşmasını "İnşallah en kısa zamanda<br />

caminin tamamlandığı müjdesini alırız, sizleri<br />

saygıyla selamlıyorum ve hepinizi Allah'a<br />

emanet ediyorum" diye tamamladı.<br />

Erdoğan, Akra'nın Müslümanların yoğun bulunduğu<br />

Kanda mahallesinde, Türkiye Diyanet<br />

Vakfı ve Aziz Mahmut Hüdayi Vakfı'nın desteğiyle<br />

yaptırılan Millet Camii ve Külliyesi'nin inşaatını<br />

gezdi.<br />

Erdoğan'ın ziyareti sırasında Ganalı Müslümanlar<br />

ve bu ülkede yaşayan Türkler sevgi gösterisinde<br />

bulundu.<br />

Camii inşaatı hakkında yetkililerden bilgi alan<br />

Erdoğan, burada yaptığı konuşmada "Değerli<br />

kardeşlerim, her şeyden önce bugün burada<br />

caminin geldiği başarılı seviye bizi mutlu etti.<br />

Sayın Gana Devlet Başkanı Mahama, caminin<br />

adının Millet Camisi olduğunu söyledi. Caminin<br />

yapılması sadece Akra için değil tüm Gana<br />

için öneme haizdir. Diyanet Vakfı ve Aziz Mahmut<br />

Hüdayi Vakfı'nın yaptığı camimizin tüm<br />

Müslümanlara hayırlı olmasını Allah'tan diliyorum"<br />

dedi.<br />

Cami ve külliyesinin 40 dönümlük bir arazide<br />

meydana geleceğini belirten Erdoğan "İnşallah,<br />

Akra'daki bu camii-külliye bir ilim irfan yuvası<br />

olmasının yanı sıra, insan yetiştiren bir görev ifa<br />

edecek" şeklinde konuştu.<br />

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ziyaretinde, Gana<br />

Başmüftüsü Osman Nuhu Shaavubutu bizzat<br />

dua etti. Erdoğan, Gana Başmüftüsüne Kur'an-ı<br />

Kerim hediye ederken, Başmüftü Shaavubutu<br />

da Erdoğan'a hatla yazılmış bir dua tablosu hediye<br />

etti.<br />

TDV’den 1 milyon 465 bin Dolar<br />

yardım<br />

17 Şubat 2013 tarihinde Diyanet İşleri Başkan<br />

Yardımcısı Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz ve beraberindeki<br />

heyet tarafından temeli atılan külliyenin<br />

içerisinde 10 bin kişinin ibadet edebileceği<br />

cami, imam hatip okulu, Kur’an kursu,<br />

sağlık ocağı, aş evi, öğrenci yurtları ve Gana<br />

Diyanet Başkanlığı yönetim binasını da bulunuyor.<br />

Türkiye Diyanet Vakfı tarafından 1 Milyon<br />

465 bin Dolar yardım yapılmıştır.<br />

73<br />

Erdoğan, caminin yapımında maddi manevi<br />

tüm imkanlarını seferber eden herkese ve camide<br />

emeği geçen mimarından mühendisine<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


TDV CAMİLER<br />

Amerika İslam Kültür Merkezi<br />

Açılışa Gün Sayıyor<br />

ABD’de yaşayan Müslümanları aynı çatı<br />

altında buluşturacak olan Amerika İslam<br />

Kültür Merkezi açılışa gün sayıyor. Diyanet<br />

İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı<br />

katkılarıyla yapılan merkezin, yakın<br />

zamanda açılması planlanıyor.<br />

ABD'deki ilk Türk İslam Merkezi olma özelliği taşıyan<br />

merkezde, İslam dininin temel kaynaklarına dayalı<br />

doğru ve güncel bilgiyle toplumun din konusunda<br />

aydınlatılması, inanç, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili<br />

topluma rehberlik edilmesi, adalet, barış, müsamaha ve<br />

karşılıklı anlayış temelinde ilişkiler geliştirilmesi amacıyla<br />

çeşitli çalışmalar yürütülecek.


ABD'deki çift minareli ilk cami<br />

Cami merkezli bir kompleks olan Amerika İslam Kültür Merkezi'nde kültür<br />

merkezi, cemiyet binası, konuk evi ve geleneksek Türk evleri bulunuyor.<br />

Yapının en merkezi binası olan cami ise 16. yüzyıl dönemi Osmanlı<br />

mimarisine uygun inşa edildi. ABD'deki iki minareli tek cami olacak<br />

ibadethanede avlu da dahil aynı anda üç bin kişi ibadet edebilecek.<br />

Bin 879 metrekare alan üzerine oturan caminin altında 300 metrekare<br />

genişliğinde İslam Eserleri Müzesi yer alıyor.<br />

Külliye içinde Selçuklu mimarisine uygun inşa edilen kültür merkezinde<br />

ise kütüphane, konferans ve sergi salonu, toplantı salonu ve resepsiyon<br />

alanı bulunuyor. Kültür merkezi içindeki İslam Araştırmaları Merkezi'nde<br />

ise Türkiye'den ABD'ye lisans ve lisansüstü eğitim için gidecek<br />

öğrencilere danışmanlık hizmeti sunulacak.<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


TDV CAMİLER<br />

TDV Dünyanın Dört Bir Yanındaki<br />

Müslümanlara Ezan Sesini<br />

Ulaştırıyor<br />

Yurt dışında 100'ün üzerinde cami ve eğitim<br />

merkezi inşa eden TDV, halen dünyanın dört<br />

bir tarafında 29 caminin ibadete kazandırılması<br />

için çalışmalarını sürdürüyor.<br />

TDV Mütevelli Heyeti İkinci Başkanı Mazhar<br />

Bilgin,vakfın misyonunun yeryüzünde iyiliğin<br />

egemen olması için insanlara ve bu yolda çaba<br />

sarf eden kurumlara maddi manevi destek vermek<br />

olduğunu söyledi.<br />

İslam medeniyetinde önemli bir yere sahip<br />

olan vakıfların, camilerin inşası ve yaşatılmasında<br />

bugüne kadar öncü olduğunu dile getiren<br />

Bilgin, Türkiye Diyanet Vakfının da kurulduğu<br />

günden bu yana yurt içinde ve yurt dışında<br />

cami ve eğitim binaları yaptırdığını anlattı.<br />

Bilgin, şöyle devam etti:<br />

''Cami ihtiyacının karşılanması yıllardır tamamen<br />

vatandaşlarımızın duyarlılığına, gayret ve<br />

fedakarlığına bırakılmış, mahalli teşebbüsler,<br />

büyük kentlerimizde abidevi türden camilerimizin<br />

yaptırılması konusunda yetersiz kalmıştır.<br />

Vakfımızın cami faaliyetleri ise bu alandaki


Türkiye Diyanet Vakfı, faaliyetine<br />

başladığı 1975'ten beri 3 bin<br />

500'den fazla cami yaptırdı.<br />

Mazhar BİLGİN<br />

Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyeti II. Başkanı<br />

büyük bir boşluğu doldurmuştur. Abidevi nitelikte<br />

olan ve bir külliye şeklinde düşünülen<br />

Kocatepe Camisi ve Adana Sabancı Merkez Camisi,<br />

Konya Hacıveyiszade Camisi başta olmak<br />

üzere, il ve ilçelerde hizmete sunulan camilerin<br />

bir kısmı Türkiye Diyanet Vakfı tarafından inşa<br />

edilerek hizmete sunulmuştur. Sovyetler Birliği’nin<br />

yıkılmasıyla kurulan Türk Cumhuriyetlerinde,<br />

Kırım’da, Kafkasya’da ve Balkanlar'da hızlı<br />

bir şekilde onlarca cami inşa eden vakfımız,<br />

Afrika, Asya Pasifik ve Güney Amerika ülkelerine<br />

kadar cami inşa hizmetlerini taşıdı.''<br />

Bu faaliyetlerle dünyanın dört bir tarafındaki<br />

Müslümanların ezan hasretinin giderildiğini<br />

vurgulayan Bilgin, halen birçok ülkede cami<br />

inşaatlarının devam ettiğini belirtti. Bilgin, şöyle<br />

konuştu:<br />

cami inşa çalışmalarını sürdürüyor. Geçtiğimiz<br />

aylarda Rusya’da yapımı tamamlanan Moskova<br />

Camisi’nin açılışı yapıldı.<br />

Gazze'ye 9 cami yapılacak<br />

Bilgin, vakıf tarafından Gazze’de de İsrail'in<br />

saldırıları sonucu yıkılan 9 caminin temelinin<br />

yeniden atıldığını aktararak, ''TDV, Mescid-i<br />

Aksa Camisi'nin tahrip olan dış duvarları ve<br />

çatı çinileri ile Kırgızistan’daki İmam Serahsi<br />

Türbesi’nin restorasyonunu yaptı. Öte yandan<br />

vakıf, bugüne kadar cami, mescit, Kur’an kursu,<br />

müftülük, eğitim merkezi ve lojman olmak<br />

üzere mülkiyeti TDV’ye ait 11 bin 858 hizmet<br />

binasını Diyanet İşleri Başkanlığının hizmetine<br />

tahsis etti'' dedi.<br />

"1975 yılında Kocatepe Camisi’nin temeline<br />

attığımız ilk harcın ardından bugüne kadar ülkemizde<br />

3 bin 421, 25 ülkede ise 100’ün üzerinde<br />

cami ve eğitim binası yaptık. Halen 11<br />

ülkede 19 cami inşaatı, 9 ülkede de 10 caminin<br />

yer tahsis ve projelendirme işlemleri devam<br />

ediyor. Türkiye Diyanet Vakfı, bugün ezan sesine<br />

hasret kalan Müslümanlar için de ABD,<br />

İngiltere, Haiti, Belarus, Filipinler gibi ülkelerde<br />

77<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


MAKALE<br />

EVLAD-I FATİHAN’DA İYİLİK İZLERİ<br />

Dr. Ulvi ATA<br />

Sofya Din Hizmetleri Müşaviri<br />

“Bu toprakların insanı, iyilik hareketine 5-6 asır öncesinden aşina.<br />

Asırlar önce nice gönül erleri gelmişler, sadece camiler, medreseler,<br />

kervansaraylar değil hepsinden önemlisi gönüller yapmışlar. Sonrasında<br />

ne yapılırsa yapılsın onların imanla, muhabbetle yoğrulmuş bereketli<br />

izleri silinememiş! Her türlü olumsuzluğa rağmen gönüllerdeki hoş seda<br />

korunmaya çalışılmış, çalışılmaya da devam ediliyor.”<br />

78<br />

Bu satırları; iyilik hareketinin kökleriyle buluşarak<br />

yeni tomurcuklar açılmasına vesile olduğu<br />

Balkanlardan, Evlad-ı Fatihan diyarı Bulgaristan’dan<br />

yazıyorum.<br />

Başta medya organları olmak üzere çeşitli mahfillerde:<br />

Nasıl olur da Türkiye, Diyanet İşleri Başkanlığı<br />

ve Türkiye Diyanet Vakfı burada yaşayan Müslümanlara,<br />

din eğitimi kurumlarına yardım eder,<br />

bunu ne karşılığında, niye yapar? vb. gelişigüzel<br />

tartışmaların olduğu; özellikle okul kitaplarında,<br />

14-19’uncu asırlar arası Osmanlı dönemini ‘esaret’,<br />

‘boyunduruk altında’ şeklinde değil de ‘birlikte<br />

yaşama’ şeklinde değiştirelim diye teklif edenlerin<br />

bakanlık ve diğer görevlerden azledildiği,<br />

özetle yoğun bir tezviratın yaşandığı ortamda…<br />

Uzun süren komünizm idaresinden sonra 1989<br />

yılında Bulgaristan demokrasiye geçmiş ve<br />

Müslümanların da bazı haklara sahip olmasına<br />

imkan veren yasal düzenlemeler yapılmış. Yeni<br />

bir aşk ve heyecanla camiler açılmış, din eğitimi<br />

kurumları oluşturularak eğitim, öğretim faaliyetleri<br />

başlatılmış.<br />

Halen yapılmakta olan yardımlar başlamazdan<br />

önce, Türkiye’den hayırsever ve bazı sivil toplum<br />

kuruluşları tarafından imkanlar ölçüsünde<br />

bazı yardımlar yapılmaya çalışılmış. Ancak, yardımların<br />

hem ihtiyaçları karşılayacak düzeyde<br />

olmaması, hem de süreklilik arz etmemesi vb.<br />

nedenlerle ciddi sıkıntılar yaşanmış.


TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

ve muhabbetle işbirliği alanları genişletilmiştir.<br />

Balkanlarda kökleri asırlar öncesine uzanan,<br />

böylesine kadim bir geçmişe sahip olan iyilik<br />

hareketinin günümüz Bulgaristan’ındaki tezahürlerinden<br />

birkaçını şöyle sıralayabiliriz:<br />

80<br />

Doksanlı yılların başlarında Sofya Yüksek İslam<br />

Enstitüsünde yaşananlarla ilgili yazılmış eserleri<br />

okuyup ayrıca yaşayanlardan dinlediğimizde,<br />

bugün gelinen seviyenin kıymeti kendiliğinden<br />

ortaya çıkıyor. Kırık camlı dersliklerde yaman kış<br />

günlerinde eğitim yapılmaya çalışılan mekanlar;<br />

öğrencilerin üç–beş kişilik odalarda yatak bile<br />

olmaksızın onar kişi yerde yattıkları yurt binası;<br />

zamanın rektörünün sembolik emekli maaşıyla<br />

ödenmeye çalışılan elektrik faturaları vd. Bir dönem<br />

Enstitünün rektörlüğünü de yapan değerli<br />

gazeteci ve yazar Dr. İsmail Cambazov, Sofya<br />

İslam Enstitüsü adlı eserinde Enstitünün yurt<br />

binası hakkında: ‘…tuvalet ihtiyaçlarını ise tâ binanın<br />

beşinci katından inerek koskoca caddeyi<br />

geçip karşıdaki hamamın bahçesindeki helâda<br />

görüyorlar. Orası da paralı.’ diye anlatıyor. 1 Sadece<br />

bu örnek bile, iyiliğe ne kadar ihtiyaç olduğunu<br />

ve iyilik hareketinin bu topraklar için ne<br />

büyük anlam taşıdığını ifadeye yeter görülebilir.<br />

İyilik hareketinin Bulgaristan tarafını, Bulgaristan<br />

Cumhuriyeti Müslümanlar Diyaneti Başmüftülüğü<br />

oluşturmaktadır. Bu amaçla yürütülen çalışmalar,<br />

tamamen Başmüftülükle işbirliği halinde<br />

yürütülmektedir. 1998 yılında işbirliği protokolü<br />

imzalanmış; o tarihten itibaren giderek artan ilgi<br />

1 Bulgaristan’daki eğitim kurumları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Dr.<br />

İsmail Cambazov, Sofya İslam Enstitüsü, Blagoevgrad, 2005 s. 30 vd.;<br />

Dr. İsmail Cambazov, Medresetü’n-Nüvvâb, Blagoevgrad, 2005.<br />

• Eğitim kurumlarına destek; Sofya Yüksek<br />

İslam Enstitüsü, Şumnu, Mestanlı ve Ruscuk<br />

İlahiyat Liselerinin tüm ihtiyaçlarının karşılanması,<br />

• Müftülük personelinin hizmet içi eğitimden<br />

yaralanmalarına katkı sağlanması,<br />

• Uzun süreli ve Ramazan ayı din görevlileri<br />

gönderilmesi ve din hizmetlerinde rehberlik<br />

edilmesi,<br />

• İftar sofraları düzenlenmesi ve gıda paketleri<br />

dağıtımı,<br />

• Vekaletle kurban organizasyonu,<br />

• Kardeş Şehirler Projesi kapsamında camilerin<br />

bakım, onarım çalışmalarının yapılması, kapalı<br />

camilerin ibadete açılması ve ihtiyaç olan<br />

yerlere yeni cami, minare ve Kur’an kursları<br />

inşa edilmesi;<br />

• Diyanet Takvimi ve dini yayın ihtiyacının karşılanması<br />

vd.<br />

Tüm bu yapılan iyiliklerin Bulgaristan’daki izdüşümlerinden,<br />

bu iz düşümlerin etkilerinden ve<br />

bereketli sonuçları ile meyvelerinden uzun uzun<br />

söz etmek mümkün.<br />

Ancak, sadece eğitim kurumlarına dokunan<br />

müşfik yardım eliyle:<br />

• İslam Dininin asli kaynaklarından yararlanılarak<br />

doğru yöntemlerle öğrenilmesine,


• Kendisiyle, ailesiyle, çevresiyle barışık; barıştan,<br />

hayırdan, güzelliklerden ve iyilikten<br />

yana güzel insanlar yetiştirilmesine,<br />

Bulgaristan / Mestanlı İlahiyat Lisesi<br />

• Başmüftülüğün kurumsallaşmasına,<br />

• Başmüftülüğün müftü, vaiz, cami ve Kur’an<br />

kursu görevlileri ile diğer ihtiyaç duyulan<br />

personelin yetiştirilerek insan kaynakları<br />

havuzunun oluşturulmasına,<br />

• Geçmişte yaşanan zor şartlardan kalma hurafe<br />

ve bidatlerden olabildiğince arınmaya,<br />

• Günümüzde uç örnekleri görülen mezhebî<br />

taassup ve aşırılıklardan korunmaya,<br />

• Eğitim faaliyetlerinin özellikle Mestanlı ve<br />

Şumnu İlahiyat Liseleri başta olmak üzere<br />

eğitim için gerekli donanıma sahip okul ve<br />

yurt binalarında yapılmasına,<br />

Önemli ölçüde katkı sağlandığı söylenebilir.<br />

Ayrıca, eğitim kurumlarından mezun olanlardan<br />

bir kısmı, başta bu eğitim kurumlarında<br />

öğretmenlik yapmakta, çeşitli alanlarda uzmanlaşmakta<br />

ve yoğun bir beyin göçünün yaşandığı<br />

bölgede vefa ve fedakarlık göstererek<br />

kendi ülkelerinde görev yapmayı tercih etmektedir.<br />

Esasen bu toprakların insanı, iyilik hareketine<br />

5-6 asır öncesinden aşina. Asırlar önce nice gönül<br />

erleri gelmişler, sadece camiler, medreseler,<br />

kervansaraylar değil hepsinden önemlisi gönüller<br />

yapmışlar. Sonrasında ne yapılırsa yapılsın<br />

onların imanla, muhabbetle yoğrulmuş bereketli<br />

izleri silinememiş! İnananlara nice eza ve cefalar<br />

uygulansa da; camiler, medreseler yıkılmaya,<br />

tahrip edilmeye çalışılsa da, her türlü olumsuzluğa<br />

rağmen gönüllerdeki hoş seda korunmaya<br />

çalışılmış, çalışılmaya da devam ediliyor.<br />

Hem Başmüftülük yetkilileri, hem de kadirşinas<br />

soydaşlarımız, her vesile ile Türkiye’ye, Diyanet<br />

İşleri Başkanlığına, Türkiye Diyanet Vakfına ve<br />

diğer hayırsever kişi ve kuruluşlara şükranlarını<br />

ifade etmektedir.<br />

Ne mutlu, karşılık beklemeksizin iyilik yapanlara,<br />

ne mutlu sevdikleri şeylerden vererek gerçek<br />

iyilerden olmaya çalışanlara…<br />

81<br />

Bulgaristan - Sofya / Kadı Seyfullah Efendi Camisi<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


İYİLİK HABERİ<br />

Ayakkabı Boyacısının<br />

Duygulandıran Vasiyeti<br />

Karabük'ün Safranbolu ilçesinde hayatını kaybeden ayakkabı<br />

boyacısı, uzun yıllar çalışarak aldığı evi, cami yapımına destek<br />

olmak için Türkiye Diyanet Vakfı'na bağışladı<br />

Safranbolu ilçesinde uzun yıllar çalışarak satın<br />

aldığı evini Türkiye Diyanet Vakfına bağışlayan<br />

ayakkabı boyacısının cenazesi toprağa verildi.<br />

Geçirdiği rahatsızlık sonucu 50 yaşında hayatını<br />

kaybeden 25 yıllık ayakkabı boyacısı<br />

Muzaffer Çevik'in cenazesi, Köprülü Mehmet<br />

Paşa Camisi'nde kılınan cenaze namazının ardından<br />

ilçe mezarlığına defnedildi. Cenaze<br />

törenin ardından kimsesi olmadığı belirtilen<br />

Çevik'in, Kıranköy mevkisinde her zaman boyacı<br />

tezgahını açtığı bir banka şubesinin önündeki<br />

yerde, esnaf arkadaşları tarafından helva<br />

ikramında bulunuldu. Safranbolu Belediye<br />

Başkanı Necdet Aksoy, yaptığı açıklamada,<br />

82


Çevik'in ilçede bir sembol olduğunu ve herkes<br />

tarafından çok sevildiğini söyledi.<br />

Çevik'in, boyacılık yaparak biriktirdiği paralarla<br />

aldığı ilçe merkezindeki evini, yapımı süren<br />

Merkez Camisi'ne maddi destek sağlamak için<br />

hazırladığı vasiyetle Diyanet Vakfına bağışladığını<br />

anlatan Aksoy, şöyle dedi:<br />

"İyilik seven, insana yardımı vazife edinmiş birisiydi.<br />

Güçlükle aldığı evini, ölümünün ardından<br />

cami yapımı için bağışlanması için vasiyet<br />

bırakmıştı. Bir süredir tedavi görüyordu. Ölümü<br />

bütün ilçeyi üzdü. Allah rahmet eylesin."<br />

Muzaffer Çevik'in vefatının ardından bütün dini<br />

vecibeleri TDV Safranbolu Şube yetkililerince<br />

yerine getirilirken, merhum Çelik için hatim<br />

okunarak dua merasimi yapılacak.<br />

83<br />

Esnaf Ömer Özler de üzüntülerinin büyük olduğunu,<br />

ilçenin önemli bir sembolünü kaybettiğini<br />

dile getirdi.<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


MAKALE<br />

BİR BARDAK TEMİZ SUYUN HASRETİ<br />

Prof. Dr. Ahmet KAVAS<br />

İstanbul Medeniyet Üniversitesi<br />

Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı<br />

“Zaman Afrika’da içme suyuna muhtaç bir insan, hatta hayvan<br />

kalmayacak kadar seferber olma zamanıdır. Bugünün her şeyden<br />

önce yapılacak yardımı, her bir din kardeşimizin su ihtiyacını<br />

karşılamak için gayret etmektir.”<br />

Çoğu zaman sivil toplum kuruluşlarımızın duyurularından,<br />

kimi zaman da yakın çevremizden,<br />

nadiren de olsa gazete sayfalarında veya<br />

televizyon ekranlarında ülkemiz insanlarının<br />

Afrika’nın farklı yerlerinde su kuyuları açtırdıklarını<br />

öğreniriz. Konu hakkında bilgisi olmayanlar<br />

için bu faaliyet son derecede basit bir girişim<br />

gibi anlaşılabilir. Hatta daha da kabullenilmesi<br />

zor olanı gereksiz de görülebilir. Böylesine anlamlı<br />

bir hayrın kıymetini ise bir bardak suya<br />

duyulan hasreti yaşamayanın bilememesidir.<br />

Su kuyusu ile Peygamberimizin<br />

müjdesine nail olmak<br />

Yüce dinimizin her canlıya su temini konusunda<br />

tavsiye ettiği ölçü bugün harfiyyen uygulanabilse<br />

dünyamızda teknolojinin ulaştığı seviye<br />

ile bu nimeti herkes bol bol elde ederdi. Buhari,<br />

Müslim, Muvatta, Ebu Davud gibi önemli hadis<br />

kitaplarında Ebu Hüreyre’den rivayet edilen bir<br />

Hadis-i Şerif, her Müslüman için bu anlamda<br />

yeterli bir ölçüdür. Bunu bilen her imkân sahibi,<br />

ihtiyaç sahiplerine yardım etmek için azami<br />

derecede özen gösterecektir. Zira verilen bu<br />

örnekte su kuyusundan istifade eden bir insan<br />

ve onun bir canlıya karşı gösterdiği şefkat anlatılmaktadır.<br />

Karşılığında alacağı sevap ise Allahü<br />

Teâlâ’nın bizden memnun kalacağı ve tüm<br />

günahlarımızın affedileceği haberidir. Şöyle ki:<br />

Allah’ın Resulu: “Bir adam yolda, yürürken susadı<br />

ve susuzluğu arttı. Derken bir kuyuya rastladı.<br />

İçine inip susuzluğunu giderdi. Çıkınca<br />

susuzluktan soluyup toprağı yemekte olan bir<br />

köpek gördü. Adam kendi kendine: “Bu köpek<br />

de benim gibi susamış” deyip tekrar kuyuya<br />

inip, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak<br />

dışarı çıktı ve köpeği suladı. Allah onun bu<br />

davranışından memnun kaldı ve günahlarını


TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

86<br />

affetti.” Resulullah’ın yanındakilerden bazıları:<br />

“Ey Allah’ın Resulü! Yani bize hayvanlar(a yaptığımız<br />

iyilikler) için de ücret mi var?” dediler.<br />

Aleyhissalatu vesselam: “Evet! Her “yaş ciğer”<br />

(sahibi) için bir ücret vardır” buyurdu. Bu hadisin<br />

anlamını biraz olsun kavrayabilmek için<br />

mutlaka Afrika’nın uçsuz bucaksız yörelerinde<br />

dolaşmak gerekmektedir.<br />

Bir insan olarak, özellikle Müslümanlık kimliğine<br />

sahip kimseler için iyilik yapmak istenildiğinde<br />

mutlaka çeşitli fırsatlar her an yanı<br />

başımızda adeta bizim adım atmamızı bekler<br />

vaziyetteler. Yerine göre ufak bir sözle, hatta<br />

basit bir beden hareketiyle bir başkasının yardımına<br />

anında koşabileceğimiz gibi, bazı durumlarda<br />

da canını dahi feda edecek kadar zor<br />

anlarla da karşılaşabiliriz. Bir canlıyı, özellikle<br />

bir insanı kurtarmak için kendini feda edecek<br />

kadar cesur kimselerin yaşadıkları hadiselere<br />

şahit oluruz. Araçla bir kuş yavrusunu veya bir<br />

kediyi ezmemek için kaza yapıp malına ciddi<br />

hasar verenleri bile duyarız. Bir yudum temiz<br />

suya hasret olana el uzatma konusunda harekete<br />

geçmeyecek kadar katılaşmış vicdan sahibi<br />

bir Müslümanın yaşadığına inanmak zordur,<br />

yeter ki onu bu hayra vesile kılacak ruh haline<br />

kavuşturacak vesileler ihdas edilebilsin. Eğer<br />

var olan bir kuyudan su içen kişi ayrıca bir de<br />

ona muhtaç bir hayvanı sulayarak Yaradanını<br />

razı edip günahlarından af olacak kadar mükafatlanıyorsa,<br />

Afrika’nın ıssız bir ortamında unutulmuş<br />

bir köye su kuyusu açtırarak, açılmasına<br />

vesile olarak elde edilecek sevabın miktarı elbette<br />

ki katlanacaktır.<br />

Su kuyusu açtırmak bir haslettir<br />

Bugüne kadar Afrika’da su kuyusu açmanın<br />

hazzını ancak onu açanlar, açtıranlar, açmaya<br />

vesile olanlar daha iyi takdir edecektir. Eğer bu<br />

anlama melekesi kelimelerle ifadeye dökülürse<br />

nice bu hayırdan habersiz kimselerin hislerini<br />

de harekete geçirecektir. Derhal bu duyguyu<br />

daha çok kişi paylaşmak isteyecektir.


Evinde, iş yerinde çeşmesini açtığında 24 saat<br />

suyu akanların aklından bu imkânın evine kadar<br />

nasıl geldiği ve de gelmeye devam ettiği<br />

pek geçmez. Haliyle ömrünü suya hasret geçirenin<br />

halini anlamaları da mümkün değildir.<br />

Maalesef yeryüzünde yedi milyarın üzerinde<br />

yaşayan insanın günlük su ihtiyacını her an<br />

elde edenler bir yana her gün bir iki kovasını<br />

mecburen içilebilecek derecedeki su doldurmak<br />

için tüm hayatını ev ile su kaynakları arasında<br />

feda edenlerin aynı çağda yaşıyor olması<br />

hayatımızdaki en zıt hususlardan birisidir. Belki<br />

de bugünün hali vakti yerinde olan insanlarının<br />

ayıbıdır. Eğer imkânı olan biz Müslümanlar bir<br />

din kardeşini, hatta bir insanı bu nimete kavuşturacak<br />

varlığa sahip ise ve de yapmıyorsa acaba<br />

işlediği nice yanlışlardan kurtulmak için ne<br />

tür başka hayırlar işleyecektir. Zaman Afrika’da<br />

içme suyuna muhtaç bir insan, hatta hayvan<br />

kalmayacak kadar seferber olma zamanıdır. Tarihte<br />

sayıca çok fazla Müslüman hiçbir dönem<br />

bu kadar zenginliğe kavuşmamıştı. Bu fırsat bir<br />

daha da ele geçmeyebilir. Bugünün her şeyden<br />

önce yapılacak yardımı her bir din kardeşimizin<br />

su ihtiyacını karşılamak için gayret etmektir.<br />

Günümüz şehirlerinde yaşayan insanlar bir insanın<br />

susuzluğunu gidermenin ne anlama geldiğini<br />

unuttu. Ufak bir çocuğun bile cebinde en<br />

azından bir şişe su alacak kadar parası vardır. Ya<br />

cebi bile olmayan Afrikalı emsali ne yapsın. O<br />

halde onun elinden tutmak büyük bir haslettir.<br />

Su Kuyusunu Bir Afrikalı Neden<br />

Kendisi Açamaz<br />

Afrikalılar neden ayaklarının birkaç metre altındaki<br />

suyu çıkaramaz gibi basit sorulara genelde<br />

muhatap oluruz. İçinde yaşadığımız dünyamızda<br />

her türlü imkânın giderek de adaletsiz dağılımı<br />

yüzünden günden güne nasıl arttığının<br />

farkında olarak bu tür mantık yürütmeler de<br />

aslında çok yersizdir. Hayat seviyesi dünyanın<br />

bazı bölgelerinde arttıkça çoğu Afrika ülkeleri<br />

gibi diğer taraflarında tam aksine daha da düşmektedir.<br />

Bunun sonucu da teknolojik ilerlemeden<br />

nasibini alamayanlar arasında bu kıta<br />

toplumları daha da kötüsünü tadarak geçmişteki<br />

yaşama şartlarını da büyük oranda veya<br />

tamamen kaybetmektedir. Değil birkaç metre<br />

yerin altından su çıkarmak, gözünün önünden<br />

geçen ırmağın suyunu dahi sağlıklı olmadığı<br />

halde ondan bile içilebilecek hale getirememektedir.<br />

Afrikalının ayağının birkaç metre altındaki yer<br />

altı sularını çıkaracak imkânı olmadığı sürece<br />

ona olan mesafe bir anlamda uzaydaki yıldızlar<br />

kadar uzaktır. Bizler kul olarak onlara bir yıldız<br />

verecek güce sahip değiliz ama bir su kuyusu<br />

açarak hayatının en değerli ihtiyacını bu dünyada<br />

ona ikrâm edebiliriz.<br />

Bugünün insanı, özellikle gençliği “su gibi aziz<br />

ol” sözünün anlamını bilebilir mi? Elbetteki ona<br />

anlatan olduğu sürece sadece bilmek değil su<br />

gibi aziz olmak için belki de benliğini daha fazla<br />

feda edecektir. Nitekim yediden yetmişe toplumumuzun<br />

her kesiminden insanımız bu uğurda<br />

son on yılda ciddi bir hayırseverlik gösterdi.<br />

Afrika’nın belki on bin ayrı noktasında son on<br />

yılda açılan su kuyusuyla her bir mahalleye,<br />

köye, kasabaya hayatın en zaruri ihtiyacı için<br />

ömürlerinden daha fazla zaman ayırmamalarını<br />

sağladılar. Dahası özellikle Büyük Sahra<br />

bölgesinde yılda birkaç ay yağdıktan sonra oluşan<br />

göletler geriye kalan uzun süre içinde hem<br />

insanlara, hem de hayatlarının vazgeçilmez<br />

parçası hayvanlarına ayakta kalacak kadar bu<br />

nimeti basit şekilde sunacak bir fırsat vermektedir.<br />

Bir sonraki yağmur mevsimi yaklaştığında<br />

ayakta kalabilen canlılar artık neredeyse çamur<br />

87<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

ile su arasında bir duruma gelen ve hatta her<br />

türlü hayvan dışkısı ile de kirlenmiş birikintiyi<br />

bidonlarla kaldıkları mekânlara taşıyıp saatlerce<br />

süzülmesinin ardından sonra içmektedirler.<br />

Ya da Gine solucanı denen son derece öldürücü<br />

kurtçuğun hakim olduğu ırmak yataklarından<br />

alınarak kullanılan sular veya bizzat suya<br />

girerek bu kurtçukların bedenlerine yapışmasıyla<br />

akla hayale sığmayan hastalıklara maruz<br />

kalmaktadırlar. Bu kıtada ortalama ömrün henüz<br />

ellili yaşlara varamamasında temiz su temin<br />

edilememesi büyük etkendir.<br />

Su kuyularının mimarları<br />

Kıtada geçmiş yıllarda su kuyusu açanlar genelde<br />

uluslararası kuruluşların temsilcilikleri,<br />

daha ziyade misyonerler ve sınırlı miktarda<br />

yerel makamlar veya hali vakti yerinde insanlardı.<br />

Son on yılda Türkiye adına sivil toplum<br />

kuruluşları ve TİKA, Diyanet Vakfı, Devlet Su İşleri<br />

ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi gibi bazı<br />

resmi kurumlarımız büyük bir özveri ile kıtanın<br />

her yerinde on binlerce mahalde su kuyusu açtılar.<br />

TİKA gibi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi<br />

ve Gönüllüler Platformu gibi su kuyusunu artık<br />

özel sondaj makineleri temin ederek seri halde<br />

açanlar kısa zamanda daha fazla insanı içme<br />

suyuna kavuşturmaktadırlar.<br />

Su kuyusu açma konusunda ülkemiz insanının<br />

hayırseverliği duygusunu ifade için verilecek<br />

cevap çok kısa olacaktır. Gönlünde suya hasret<br />

yaşayana bu nimeti ikram etme hasleti olanlar<br />

mutlaka bir su kuyusu açtırıyor. Okul öğrencilerinde<br />

bu hissin çok erken harekete geçtiğine<br />

defalarca şahit olmaktayız. Bazen bir ilkokul,<br />

ortaokul, hatta lise, özellikle İmam-Hatip Ortaokulu<br />

veya Lisesi öğrencileri, Kur’ân Kursu öğrencileri,<br />

cami dernekleri harçlıklarını biriktirip<br />

bu hayrı işlemek için yarışıyorlar. Yeni evlenen<br />

çiftler düğünlerinde kendilerine hediye verilen<br />

meblağı doğrudan bir su kuyusu açtırarak daha<br />

anlamlı hale getiriyorlar. Özellikle ailesinden<br />

geçmişte veya yeni vefat edenlerin hatırasını<br />

yaşatmak için su kuyusu açtıranların sayısı giderek<br />

artıyor. Hatta elim bir trafik kazası sonucu<br />

ani ölümler olunca Afrika’da suya hasret insanlar<br />

için hayattaki aile fertleri tarafından ölenin<br />

adının bu şekilde yaşatılmasını önemseyenlere<br />

rastlamaktayız. Avrupa’daki Türklerin yine her<br />

88


yaştan hayırseverleri de bilhassa kısaca DİTİB<br />

olarak bilinen Diyanet İşleri Türk İslam Birliği<br />

adlı kuruluşlar ve bazı önemli Sivil Toplum Kuruluşları<br />

seferber oluyorlar. Hollanda, Almanya,<br />

Belçika, İsviçre ve Fransa gibi birçok ülkede yaşayan<br />

vatandaşlarımızın bu güzel teşebbüste<br />

büyük katkıları var. Bazen bir ailenin fertlerinin<br />

her birisi adına su kuyusu açılmakta, imkânlarının<br />

kısıtlı bulunmasına bağlı olarak tüm aile<br />

için sadece bir su kuyusu açılıyor. Avrupa’nın<br />

herhangi bir bölgesindeki gençler harçlıklarını<br />

toplayıp bu hayır kervanına katılıyorlar. Bazı<br />

vatandaşlarımız kendi isimlerine kuyu açılmasına<br />

önem verirken bazıları da başta Hazret-i<br />

Peygamberimizin adına veya kendilerince<br />

önem verdikleri bir kişi için de Afrikalılara su<br />

ikrâmı için el uzatıyorlar.<br />

Sonuçta Afrika’nın binlerce muhitinde özel<br />

hazırlanan metal levhalar üzerinde hem Türkiye’nin<br />

hem de o ülkenin adı ve bayrağı yer<br />

alıyor. Hayrı yaptıranın isteğine göre verilen<br />

isim ile ülkemizden bu hayrı oralara ulaştıran<br />

sivil toplum kuruluşumuzun ve orada kendisine<br />

yardımcı olan yerel ortağının da adı mutlaka<br />

yazılıyor. Kuyuların her birisine mutlaka bir<br />

numara veriliyor. Kuyunun su kaynağı sıkıntı<br />

olmadığı sürece meydana gelebilecek teknik<br />

arızaların kolay giderilmesi için her kuyunun<br />

adeta bir kimliği oluşuyor. Hatta belki o kuyulara<br />

açıldığı köyün adı da yazılarak ilk defa ismi<br />

de bir levha üzerinde belirtilerek kalıcı bir iz bırakılıyor.<br />

89<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

90<br />

Suyun zor bulunduğu geçmiş asırlarda İstanbul’un<br />

ana meydanlarında kimi adeta bir konak<br />

kadar büyük, çoğu ise normal boyutlarda,<br />

ama her biri sanat değeri taşıyan nice çeşmeler<br />

cadde ve sokaklarında, mahalle aralarında<br />

nice susamışların doya doya içmelerine vesile<br />

oluyordu. Padişah ve aile etrafından devlet kademesindeki<br />

nice hayırsever kimseler, imkânı<br />

olan her vatandaş bir çeşme yapar ve onu bir<br />

kitabe ile süslerdi. Bugün hala o çeşmeler tarihimizin<br />

gurur levhası olarak ayakta tutulmaktadır.<br />

Bazılarının kitabeleri keşke okuyan olsa,<br />

adeta önünden geçenle konuşmak için can<br />

atan ifadeler içeriyor. Bu çeşmeden içtiğin her<br />

yudum su ile susuzluğun gider, yapana da bir<br />

fâtiha okuyarak sevabını artırırsın demektedir.<br />

Gerçi bugün o çeşmeleri susuz bırakmak<br />

suretiyle dua beklentilerini boşa çıkarıyoruz.<br />

Afrika’da açılan su kuyularına böylesine anlamlı<br />

ifadeler yazılmazsa da içilen her yudum suyun<br />

sevabı hayır sahiplerini bulacaktır.<br />

Kuyuların maliyeti<br />

Afrika deyince geniş toprakları sebebiyle dünyada<br />

ne kadar farklı iklim varsa bu kıtanın da<br />

her bir köşesinde oraları anımsatan coğrafi<br />

şartlar bulunmaktadır. Uçsuz bucaksız çöller<br />

epeyce geniş alan kaplasa da sık ormanlık alanlar<br />

ile ikisi arasında değişen ve tabiatın tüm<br />

güzellikleri kadar zorluklarını da barındıran çok<br />

bölge var. Dahası dünyanın en uzun nehirlerinden<br />

Nil, Nijer, Kongo ve benzeri pek çok nehir<br />

sadece su kaynağı değil aynı zamanda ulaşım<br />

imkânı da veriyor, elektrik üretilmesine vesile<br />

oluyor. Hatta sadece Kongo Nehri sularının<br />

iletişim imkânı olsa tek başına tüm kıtanın su<br />

ihtiyacını karşılayabileceği iddiasında olanlar<br />

var. Ne var ki bu büyük nehirler yılın her mevsiminde<br />

aynı miktarda su taşımıyorlar. Kuraklık<br />

zamanlarında yüzde doksandan fazlası sulama<br />

amaçlı kullanımlarla büyük oranda tüketiliyor.<br />

Haliyle kıtanın neresinden su kuyusu talebi yapılsa<br />

mutlaka orada ihtiyaç vardır demektir. Çöl<br />

bölgesinde ve tabanı kayalık olan bölgelerde<br />

yer altı su kaynaklarına ulaşmanın zorluğu yanında<br />

kuyuyu açacak makinelerin de çok pahalı<br />

olması ve daha derinden çıkarılmaları maliyeti<br />

normal kuyuların en az on katına çıkarmaktadır.<br />

En kolay su yataklarına ulaşılabildiği yerlerde<br />

yaklaşık bin ile bin beş yüz dolar arasında bir<br />

masrafla el ile çalıştırılan pompalı bir su kuyusu<br />

açılabiliyor. Başkentlerin ve diğer şehir, hatta<br />

kasabaların kenar mahallelerindeki harcamalar<br />

ise en düşük seviyede olabilir. Ama merkezi<br />

yerlerden uzaklaştıkça taşıma ve malzeme temini<br />

zorlaştığı için fiyatlar da iki üç kat katına<br />

çıkabilmektedir.


İstanbul Erenköy İstasyon Çeşmesi Levhası<br />

Vecealnâ mine’l-mâi kulle şey’in hayy Ketebehu Hakkı<br />

1341<br />

Gözyaşından oldu peydâ bir zavallı mâderin<br />

Dehr bir kahrın tecelli-i taarruzkârına<br />

İçmeden geçme yolcu işte kardeş çeşmesi<br />

Genç iken rıhlet eden evlâdıma bu yâdigâr<br />

Hâk-i magmûm–i vatandan bir sukût-i zar-ı zar<br />

Bağrı yanmış anneye gel sen de ol gam-kisâr<br />

Fâhir’imle Fâtıma’m ruhen ona zâir gibi<br />

Ben ölünce çeşm-i giryânım kurur lâbud fakat<br />

Lü’lü-i eşkin saçub dîr vâlide tarihi de<br />

91<br />

Âşikâr olmuş bu yerde bir mezar-ı eşk-bâr<br />

Dîdemi tanzîr eden bu çeşme kalsın âb-dâr<br />

Nûr-ı çeşmim hayrıdır olsun sebil bu çeşmesâr.<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


EĞİTİM<br />

23 bin 982 Öğrenciye<br />

Burs ve Eğitim Yardımı<br />

Türkiye Diyanet Vakfı, 2015-2016 eğitim-öğretim döneminde<br />

23 bin 982 öğrenciye burs ve eğitim yardımında bulundu.<br />

92<br />

TDV Mütevelli Heyeti İkinci Başkanı<br />

Mazhar Bilgin, Vakfın Türkiye’de bin şubesi<br />

ile dünyada 135 ülkede faaliyetler<br />

gerçekleştirdiğini vurgulayarak, Kur'an<br />

kurslarından, hafızlık eğitimine, İmam<br />

Hatip lisesinden üniversiteye, yüksek<br />

lisanstan doktoraya kadar eğitimin her<br />

kademesinde gençlere sağlam bir din<br />

eğitimi vermek için çalıştıklarını söyledi.<br />

Türkiye Diyanet Vakfı olarak İslami ilimlerde<br />

altyapısı bulunan, ülkenin ve kurumların<br />

ihtiyacı olan, öz güveni yüksek<br />

insan kaynağının yetişmesi ve gençlerin<br />

daha iyi şartlarda eğitim alması için<br />

çalıştıklarını belirten Bilgin, "Vakfımıza<br />

bağış yapan vatandaşlarımızın da hassasiyetini<br />

gözeterek başarılı öğrencilere<br />

burs veriyoruz. Kendini geliştiren, yeniliğe<br />

açık, bilgili ve öz güveni yüksek bu<br />

öğrencilerin gelecekte ülkemize ve kurumlarımıza<br />

hizmet edeceğine inanıyoruz<br />

ve bu amaç doğrultusunda çalışıyoruz"<br />

dedi.<br />

Mazhar Bilgin, Vakfın 2011 yılından itibaren<br />

düzenli burs vermeye başladığını<br />

vurgulayarak, bugüne kadar 240 binin<br />

üzerinde öğrenciye burs ve eğitim yardımı<br />

yaptıklarını, toplamda 56 milyon 645<br />

bin TL destek verdiklerini kaydetti.<br />

Geçen yıl 22 bin 298 öğrenciye burs verdiklerini<br />

hatırlatan Bilgin, eğitim yardımı<br />

ve burs verdikleri öğrenci sayısının her<br />

geçen yıl arttığını söyledi.<br />

Bilgin, “Burs verirken milletimizin emanetlerinin<br />

yerine ulaşması için titiz davranıyoruz.<br />

2015-2016 eğitim-öğretim<br />

döneminde 20 bin 580 öğrenciye şubelerimiz<br />

tarafından bir defaya mahsus olmak<br />

üzere 250 TL eğitim yardımı yapıldı. Din<br />

eğitimi alanında hafızlık, lisans, yüksek lisans,<br />

doktora düzeyindeki öğrenciler ile<br />

TDV öğrenci yurtlarında kalan toplam 3<br />

bin 402 öğrenciye de burs veriyoruz. TDV<br />

olarak gelecek neslin inşası ve milletimizin<br />

manevi hayatının ihyasına katkı vermeyi<br />

sürdüreceğiz’’ diye konuştu.


TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


MAKALE<br />

BİR İYİLİK ÖNCÜSÜ<br />

HAZRET-İ EBÛBEKİR SIDDÎK (RA)<br />

Dr. Adem ERGÜL<br />

Aziz Mahmûd Hüdâyi Vakfı Genel Müdürü<br />

“İmanla, İslâm’la ve ihsanla güzelleşen insan, ne güzel insandır. Bu<br />

yönüyle Hazret-i Ebûbekir, ihsan, ikram ve iyilik erbabı için ümmet-i<br />

Muhammed ailesinin içinde ne güzel bir öncü, ne güzel bir örnektir.”<br />

İsmi Abdullah’tır. Fakat daha çok Ebû Bekir<br />

künyesi ile anılır. Peygamber Efendimiz’den iki<br />

sene sonra Mekke’de doğmuştur. Kureyş kabilesi<br />

içinde zengin, doğru sözlü, dürüst ve cömert<br />

bir kimse olarak tanınırdı. Kureyş’in diyet<br />

işlerine bakar ve kan davalarını karara bağlardı.<br />

Bu hususta onun verdiği karara herkes uyardı.<br />

Çünkü kendisini tanıyan insanlar, ona itimad<br />

ederlerdi. Yufka yürekli, yumuşak huylu, halim-selim<br />

bir insandı. Şefkât ve merhametinin<br />

çokluğu sebebiyle “Evvâh” lakâbıyla anılır ve<br />

herkes tarafından sevilirdi.<br />

İslâm’dan önceki 38 yıllık hayatında içki kullanmamış,<br />

putlara tapmamış, nezih bir hayat<br />

yaşamıştır. Allah Rasûlü, peygamber olduğunu<br />

bildirdiğinde, O’na hemen iman etmiştir. Erkeklerden<br />

ilk Müslüman olan odur.<br />

94


İslâm ümmeti olarak kendisine, Efendimize<br />

olan derin bağlılığı ve eşsiz fedakârlığı sebebiyle<br />

minnet borçluyuz. Rabbimiz ondan râzı<br />

olsun.<br />

Biz bu yazıda, onun hayır ve iyilikte erişilmesi<br />

zor bir yıldız insan oluşuna dikkat çekeceğiz.<br />

Allah Resûlü –sallallâhu aleyhi ve sellem-, bu<br />

aziz sahabisinin bu yöndeki faziletini şu sözleri<br />

ile ifade buyurur:<br />

"Beraberliğiyle olsun, malıyla olsun bana en ziyade<br />

ikramda bulunan Ebû Bekir’dir. Eğer, ben<br />

Rabbimden başkasını dost edinecek olsaydım,<br />

mutlaka Ebû Bekir’i dost (halîl) edinirdim. Fakat<br />

İslâm kardeşliği daha üstündür. Mescide açılan<br />

(hususî) kapıların hiçbiri kalmasın, hepsi kapatılsın,<br />

sâdece Ebû Bekir’in kapısı açık kalsın!"” 1<br />

Tebük Seferi’ne çıkılacağı zaman Allah Rasûlü<br />

–sallallâhu aleyhi ve sellem- ordunun ihtiyaçları<br />

için ashâbını infâk seferberliğine dâvet etmişti.<br />

Hâlbuki o sırada Medîne’de dehşetli bir<br />

kıtlık yaşanıyordu. Buna rağmen ashâb-ı kirâm,<br />

büyük bir azim ve îman vecdi içinde dünyânın<br />

bütün fânî menfaat düşüncelerini bertarâf edip<br />

ulvî bir infâk ve fedâkârlık yarışına girdiler.<br />

Ebû Bekir –radıyallâhu anh- malının tamâmını<br />

getirdi. Nebiyy-i Ekrem’in:<br />

“Ebû Bekir’in malından istifâde ettiğim kadar<br />

başka hiç kimsenin malından faydalanmadım...”<br />

ifâdesi karşısında, gözyaşları içinde:<br />

“Ben ve malım, yalnızca Sen’in için değil miyiz<br />

yâ Rasûlallah?!” 2 diyerek kendisini her şeyiyle<br />

1 Buharî, Ashâbu’n-Nebî, 3; Menâkıbu’l-Ensâr 45, Mesacid 80; Müslim,<br />

Fedâilu’s-Sahabe 2; Tirmizî, Menakıb, 15.<br />

2 İbn-i Mâce, Mukaddime, 11.<br />

95<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

96<br />

birlikte Allah ve Rasûlü’nün yoluna adadığını<br />

gösterdi.<br />

Şu iyilik tabloları da Hazret-i Ebûbekir –radıyallâhu<br />

anh-’in hayırda zirveleşen öncülüğünün<br />

hangi noktalara kadar ulaşabildiğine gösteren<br />

eşsiz örneklerdir:<br />

Bir gün Peygamber Efendimiz –sallallâhu aleyhi<br />

ve sellem- sabah namazını kıldıktan sonra<br />

ashâbına dönüp:<br />

“İçinizde bugün oruçlu olan var mı?” diye sordu.<br />

Hazret-i Ömer:<br />

“Yâ Rasûlallâh! Dün gece oruç tutmak aklıma<br />

gelmedi, onun için şimdi oruçlu değilim.” dedi.<br />

Hazret-i Ebû Bekir ise:<br />

“Ben dün gece oruç tutmayı düşündüm ve sabaha<br />

oruçlu çıktım.” dedi.<br />

Rasûl-i Ekrem Efendimiz yine:<br />

“İçinizde bugün hasta ziyâretinde bulunan var<br />

mı?” diye sordu.<br />

Hazret-i Ömer:<br />

“Yâ Rasûlallâh! Sabah namazını yeni kıldık ve yerimizden<br />

ayrılmadık, nasıl hasta ziyâret edebilelim<br />

ki?” dedi.<br />

Hazret-i Ebû Bekir ise:<br />

“Duydum ki kardeşim Abdurrahman bin Avf rahatsızlanmış.<br />

Mescide gelirken, bakayım durumu<br />

nasıl olmuş diye, ona bir uğrayıverdim.” dedi.<br />

Yine Fahr-i Kâinât Efendimiz:<br />

“İçinizde bugün bir yoksulu doyuran var mı?”<br />

diye sordu.<br />

Hazret-i Ömer:<br />

“Yâ Rasûlallâh! Sabah namazını yeni kıldık ve henüz<br />

yerimizden ayrılmadık.” dedi.<br />

Hazret-i Ebû Bekir ise:<br />

“Mescide girdiğimde, ihtiyacını arz eden birini<br />

gördüm. Oğlum Abdur-rahmân’ın elinde bir parça<br />

arpa ekmeği vardı. Onu alıp yoksula verdim.”<br />

dedi.<br />

Bunun üzerine Allah Rasûlü:<br />

“Seni cennetle müjdelerim (ey Ebû Bekir)!” buyurdu.<br />

Hazret-i Ömer derin bir iç çekerek; “Âh cennet!”<br />

dedi. Efendimiz –sallallâhu aleyhi ve sellemonun<br />

da gönlünü alacak bir söz söyledi:<br />

“Allah Ömer’e rahmet eylesin, Allah Ömer’e rahmet<br />

eylesin! Ne zaman bir hayır yapmak istese<br />

Ebû Bekir muhakkak onu geçer.” buyurdu 3 .<br />

İyilik etmek ve güzellikte bulunmak manasına<br />

da gelen “ihsan” kavramının bir anlamı da,<br />

güzel insanların etrafını da güzelleştirme çaba<br />

faaliyetleridir. Biz bu insanlara Kur’an’ın bir ifadesi<br />

olarak “Muhsin İnsanlar” deriz. Evet, Rabbi<br />

görürcesine bir şuur derinliği içerisinde, yaptığı<br />

her şeyi “en güzeli yakalama” (ahsen kıvamı)<br />

niyet ve azmiyle yerine getiren bu kimseler, İslâm’ı<br />

güzel yaşayan ve yaşatma azminde olan<br />

“Muhsin”lerdir.<br />

Ebûbekir Sıddîk –radıyallahu anh- böyle bir<br />

ihsan erbabı olarak, nicelerinin Müslüman olmasına<br />

vesile olmuş, zorda kalan müminlerin<br />

imdadına yetişmiş, horlanan ve işkencelere<br />

3 Heysemî, III, 163-164. Ayrıca bkz. Ebû Dâvud, Zekât, 36/1670; Hâkim,<br />

I, 571/1501)


maruz kalan birçok köleyi hürriyetin huzuruna<br />

kavuşturmuştur. Zübeyr bin Avvâm, Osman<br />

bin Affân, Talha bin Ubeydullah, Sa’d bin Ebi<br />

Vakkâs, Abdurrahmân bin Avf gibi pek çok<br />

sahâbî, onun delâletiyle Müslüman olmuş bahtiyarlardandır<br />

4 .<br />

“İyilikler kötülükleri giderir” buyurur Yüce Rabbimiz<br />

5 . Kötü ve çirkin olan şeylerin, en güzel tavır,<br />

söz ve davranışlarla düzeltilebileceğine dikkat<br />

çekilir. 6 Öyleyse kötülüğü mağlup eden en tesirli<br />

vasıta, iyilik ve ihsandır. Hazret-i Sıddîk’ın<br />

şahsında tecelli eden şu hadise, bu yönde gerçekleşmiş<br />

ilâhî bir terbiyedir:<br />

Ebû Bekir –radıyallâhu anh-, Mıstah isimli akrabası<br />

olan bir fakire devamlı yardımda bulunurdu.<br />

Hz. Âişe vâlidemize ağır iftiraların atıldığı İfk<br />

Hâdisesi’nde onun da müfterîlerin başında yer<br />

aldığını görünce, bir daha ona ve âilesine iyilik<br />

yapmayacağına dâir yemin etti. Hz. Ebû Bekr’in<br />

yardımı kesilince Mıstah ve âilesi perişan bir<br />

hâle düştüler. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak şu<br />

âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu:<br />

“İçinizden fazîletli ve servet sâhibi kimseler, akrabâya,<br />

yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere<br />

(mallarından) vermeyeceklerine dâir yemin etmesinler;<br />

affetsinler, bağışlayıp geçsinler. Allah’ın<br />

sizi affetmesini istemez misiniz? Allah çok bağışlayıcıdır,<br />

çok merhametlidir.” 7<br />

Bunun üzerine Ebû Bekir –radıyallâhu anh-:<br />

“Ben elbette Allah’ın beni affetmesini isterim!” di-<br />

yerek yapmış olduğu hayra devâm etti. Yemini<br />

için de keffâret verdi 8 .<br />

Ebû Bekir –radıyallâhu anh-, hilâfete geçince,<br />

önceki hayatına nazaran daha mütevâzi bir<br />

hâle bürünmüştü. Halîfe olmadan önce çevresindeki<br />

yetim kızların koyunlarını sağıverir, ihtiyaçlarını<br />

karşılardı.<br />

Hz. Ebû Bekir halife olduktan sonra komşuları,<br />

artık onun koyunlarını sağmayacağını konuşmaya<br />

başlamışlardı. Ancak değişen bir şey<br />

olmadı. Hz. Ebû Bekir yine geldi ve yetimlerin<br />

koyunlarını sağmaya devam etti 9 .<br />

Hz. Ömer der ki:<br />

“Hz. Ebû Bekir’in hilâfeti zamanında Medîne’nin<br />

kenar mahallesinde âmâ ve ihtiyar bir kadın<br />

vardı. Hergün ona uğrayarak ihtiyacını görmek<br />

isterdim. Fakat her gittiğimde benden önce birinin<br />

gelerek lüzumlu işleri yaptığını, bu düşkün<br />

insanın ihtiyaçlarını karşıladığını görürdüm.<br />

Birgün merak ettim. "Acaba hergün bu sevabı işleyen<br />

zât kimdir?" diye düşündüm ve erkenden<br />

giderek bir yere saklandım. Bir de ne göreyim<br />

her gün gelip kadının işlerini gören o sâlih zât<br />

Halîfe Ebû Bekir imiş. Karşımda onu görüverince<br />

büyük bir şaşkınlık içinde:<br />

"–Hayatıma yemin olsun ki o sensin?" dedim.” 10<br />

İmanla, İslâm’la ve ihsanla güzelleşen insan, ne<br />

güzel insandır. Bu yönüyle Hazret-i Ebûbekir,<br />

ihsan, ikram ve iyilik erbabı için ümmet-i<br />

Muhammed ailesinin içinde ne güzel bir öncü<br />

ne güzel bir örnektir.<br />

97<br />

4 İbn-i Kesir, el-Bidâye, III, 80.<br />

5 Hûd Sûresi, 114.<br />

6 Fussilet Sûresi, 34.<br />

7 Nûr Sûresi, 22.<br />

8 Buhârî, Meğâzî, 34; Müslim, Tevbe, 56; Taberî, Tefsîr, II, 546.<br />

9 Suyûtî, Târihu’l-hulefâ, s. 80; Sarıçam, Hz. Ebû Bekir, s. 82.<br />

10 Suyûtî, Tarîhu’l-hulefâ, s. 80; Ramazanoğlu Mahmûd Sâmî, Hz. Ebû<br />

Bekir Sıddîk, s. 120.<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


EĞİTİM<br />

Türkiye Diyanet Vakfı ve Yunus Emre Enstitüsü’nden<br />

Suriyelilere Türkçe Eğitimi


Türkiye Diyanet Vakfı ve Yunus Emre Enstitüsü, ülkelerindeki<br />

iç karışıklık nedeniyle Türkiye’ye sığınan Suriyelilere<br />

Türkçe öğretilmesi için ortak çalışma yapıyor.<br />

Yunus Emre Enstitüsü Başkan Yardımcısı<br />

Prof. Dr. Şeref Ateş ve beraberindeki heyet<br />

Türkiye Diyanet Vakfı’nı ziyaret ederek,<br />

TDV Genel Müdürü İsmail Palakoğlu ve<br />

Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Tutkun<br />

ile görüştü.<br />

TDV Genel Müdürü İsmail Palakoğlu, vakfın<br />

Türkiye genelindeki 17 okulda eğitim<br />

gören yaklaşık 12 bin 978 Suriyeli öğrenci<br />

ve 500’e yakın öğretmen, idareci ve yardımcı<br />

personelin masraflarını karşıladığını<br />

söyledi.<br />

Ülkelerindeki iç savaş nedeniyle Türkiye'ye<br />

sığınan Suriyelileri yalnız bırakmadıklarını<br />

söyleyen Palakoğlu, vakıf olarak kamp dışında<br />

yaşayan misafirlere eğitim imkanı<br />

sunduklarını vurguladı.<br />

Palakoğlu, “Gaziantep, Şanlıurfa ve Ankara’da<br />

Milli Eğitim Bakanlığının tahsis ettiği<br />

17 okulda 12 bin 978 Suriyeli öğrenci,<br />

öğleden sonraları eğitim görüyor. İlk, orta<br />

ve lise eğitimlerinin verildiği bu okullarda<br />

görevli 500’e yakın öğretmen, idareci ve<br />

yardımcı personelin maaşları da TDV tarafından<br />

ödeniyor. Türkiye Diyanet Vakfı olarak<br />

ayrıca öğrencilerin kırtasiye giderlerini<br />

karşılıyor, bunun dışında gıda ve giysi yardımında<br />

bulunuyoruz” dedi.<br />

Yunus Emre Enstitüsü ile Suriyeli öğrenciler<br />

ve ailelerinin günlük hayatta rahat<br />

Türkçe konuşmaları için ortak çalışma yapacaklarını<br />

belirten Palakoğlu, enstitünün<br />

Türkçe yayınlarından da istifade edeceklerini<br />

kaydetti.<br />

Palakoğlu, “Protokol çerçevesinde belirlenen<br />

işbirliği alanlarının geliştirilmesi ve<br />

daha somut projelerin üretilmesi için bir<br />

araya geldik. İşbirliği kapsamında Suriyelilelere<br />

Türkçe öğretilmesi, Türkiye’ye<br />

adaptasyonun sağlanması, dil kaynaklı<br />

zorlukların kaldırılması, günlük ihtiyaçları<br />

karşılarken Türkçe bilen birine mecburiyet<br />

duymaması, Suriyelilerin hayatını rahat<br />

devam ettirmesi için Türkçe öğretimi konusunda<br />

işbirliğini kararlaştırdık” dedi.<br />

Toplantıda TDV Eğitim ve Kültür Hizmetleri<br />

Müdürü Veysi Kaya ve Projeler ve Dış<br />

Hizmetler Müdürü Murat Uyar da yer aldı.<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


MAKALE<br />

ASIM’IN NESLİNİN DİĞERGÂMLIĞI<br />

Halit BEKİROĞLU<br />

İmam Hatipliler Derneği (ÖNDER) Genel Başkanı<br />

“Geçmişin fedakârlığı ile genç kuşağın enerjisini ve girişimciliğini<br />

bir potada erittiğimizde, hedeflediğimiz neticelere ulaşmamız<br />

mümkün olacaktır. Medeniyetimizin yeniden inşası ve ihyası için bu<br />

kaçınılmaz bir görevdir.”


Batı’nın modernleşme serüveni, bireyin merkeze<br />

alındığı bir süreçte gerçekleşmiştir. Bugün<br />

gelinen noktada Batı toplumlarının merkeze<br />

aldığı birey, kendi tekâmülünü tamamlayamadığı<br />

gibi kendisi dışındaki diğer insanları da<br />

hesaba katmaz hale gelmiştir. Buna mukabil<br />

bizim geleneğimizde; başkası için düşünmek,<br />

başkasını düşünmek anlamına gelen “diğergâmlık”<br />

kavramı yer etmiştir. Biz Müslümanların<br />

geleneğinde bireyin bizzat kendisi, hakları<br />

ve hürriyeti elbette çok önemlidir. Ancak İslam<br />

medeniyetinde birey tek başına her şey demek<br />

değildir.<br />

İslam anlayışında, insanın Kur’anî bir tanımlama<br />

olan “eşref-i mahlukat” (yaratılmışların en<br />

saygını) derecesine çıkabilmesi için kendi ferdî<br />

olgunluğuna ulaşması gerektiği gibi diğer insanlar<br />

için de hayır nâmına bir şeyler yapması<br />

beklenir. Kişinin kendisi dışındaki “diğer insanlar”dan<br />

kastedilen de en yakınından başlayarak<br />

en uzaktakine kadar geniş bir topluluktur.<br />

Kişinin hayat arkadaşı, çocukları, yakın ve uzak<br />

akrabaları, komşuları, dostları ve başka toplumlardaki<br />

din kardeşleri de bu topluluğa girer.<br />

Hatta kendi dininden olmayan insanların<br />

da düşünüldüğü bir yaklaşım söz konusudur.<br />

Dolayısıyla İslam’ın “iyilik” ve “iyi insan” anlayışının<br />

temelinde bir yönüyle de “diğergâmlık”<br />

yatmaktadır.<br />

Batının bireyselleşerek diğer toplumlardan<br />

koptuğu modernleşme sürecinde, İslam dünyası<br />

da kendi iç meseleleri ve sorunları sebebiyle<br />

kendisi dışındaki toplumlardan uzaklaşmıştır.<br />

Böylece Müslüman toplumlar kendi dertleri ile<br />

dertlenmiş, dış dünyada olup bitenle ilgilenme<br />

imkânı bulamamıştır. Ancak son zamanlarda<br />

gerek küreselleşmenin etkisiyle gerekse İslam<br />

dünyasının kendi meselelerini bir nebze olsun<br />

çözmesiyle beraber durum değişmeye başlamıştır.<br />

İslam âlemi, hem kendi bünyesindeki<br />

parçaları hem de birlikte yaşadığı dünyanın<br />

arta kalanı ile beraber büyük bir ailenin önemli<br />

bir unsuru olduğu gerçeğini tekrar hatırlamıştır.<br />

Bu tekrar uyanış ile beraber Müslüman toplumların<br />

“iyilik” ve “diğergâmlık” ölçeğinin de<br />

daha kuşatıcı hale gelmesi kaçınılmazdır. Böylece<br />

dünya sathında, küresel bir iyilik ve diğergâmlık<br />

hareketi başlamalıdır.<br />

Son yıllarda ülkemiz adına bazı STK’larımız, iyiliğin<br />

ülke sınırlarını aşarak daha çok kişiye ulaştırılması<br />

adına çok başarılı işlere imza atıyorlar.<br />

Artık iyiliğin küresel tarafını konuşacağımız bu<br />

yeni evrede, genç nesillerin iyilik ve diğergâmlık<br />

kavramlarını daha geniş anlamda düşünmeleri<br />

yönünde adımların atılması gerekmektedir.<br />

İyilik yapmanın sadece bir yardım paketi ulaştırmak<br />

olmadığını, yardımlaşmanın kültürel,<br />

fikrî ve psikolojik boyutlarının da ele alınmasının<br />

bir gereklilik olduğu üzerinde durulmalıdır.<br />

Mesela, ülkemizde barınan Suriyeli kardeşlerimize<br />

sadece maddi yardımda bulunmak yeterli<br />

101<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

olmayacaktır. Maddi yardımın yanı sıra onlara<br />

dokunabilmek, dertlerini dinlemek, manevi ya<br />

da psikolojik destekte bulunmak daha kalıcı etkiler<br />

bırakacaktır.<br />

Kriz bölgelerindeki problemlerin çözümü noktasında<br />

ortaya konulan çabaların, barışın temini<br />

için verilen uğraşların, dünyanın doğal<br />

kaynaklarının korunması adına yapılanların<br />

da bir tür diğergâmlık ve iyilik olduğu hakikati<br />

vurgulanmalıdır. Tabiata, canlılara hatta cansız<br />

varlıklara bile bu iyilik ulaştırılmalıdır. Böylece<br />

iyilik, hem mekânsal bir yayılma ve genişlemeye<br />

kavuşurken hem de iyiliğin çeşitliliği artmış<br />

ve yaygınlık kazanmış olacaktır.<br />

Yukarıda dile getirilen, İslam dünyasının kendi<br />

iç sorunlarından kaynaklanan iyiliği öncelikle<br />

içerde yaşama ve yayma durumunun zamanla<br />

dışarıya doğru yönelmesi süreci, Türkiye özelinde<br />

de benzer şekilde tezahür etmiştir. Türkiye’de<br />

dinî hassasiyeti olan ve kendisini dindar<br />

olarak tanımlayan toplumun öncelikle içe dönük<br />

bir iyilik faaliyeti içerisinde olduğu görülür.<br />

102


1950’li ve 60’lı yıllarda dönemin şartlarının da<br />

etkisi ile bir toparlanma dönemi yaşayan mütedeyyin<br />

insanlar, sonraki yıllarda diğergâmlık<br />

duygusunun daha da artması ile toplumun<br />

diğer kesimlerine de faydalı olmayı ve iyilik<br />

yapmayı hedeflediler. 1990’lı yıllara gelinceye<br />

kadar yaklaşık kırk yıllık bir dönemde, sadece<br />

ilahiyat ve din hizmetleri alanında değil birçok<br />

farklı hizmet alanında toplumun her kesimine<br />

faydalı olma ve iyilikte bulunma gayreti içinde<br />

oldular. Söz konusu yıllarda gençlik zamanını<br />

geçirmiş olanlar bugün hayatın birçok alanında<br />

Türkiye’de iyiliğin öncülüğünü yapmaktalar.<br />

Bu öncülük, sadece maddi manada yapılan iyilikleri<br />

çoktan aşmış, topluma birçok alanda yol<br />

gösterme ve ufuk açma noktasında da kendini<br />

göstermiştir.<br />

Yukarıda sözünü ettiğimiz mütedeyyin insanlar,<br />

bugün yeni bir durum ile karşı karşıyadır.<br />

Onları ulvî bir görev daha beklemektedir. Kendilerinden<br />

önceki nesillerden miras aldıkları bu<br />

iyilik hareketini bir adım daha ileriye götürmek<br />

ve daha çok insana ulaştırmak mecburiyetindedirler.<br />

Sanırım bu göreve hazırlık ve görevi<br />

yerine getirme aşamasında içinde bulunduğum<br />

İmam-Hatip camiasının omuzlarına büyük<br />

bir yük yüklenmiş vaziyette. Geleceğimizi<br />

emanet edeceğimiz gençlerin hayata hazırlandığı<br />

İmam-Hatip okullarında, onlara bu şuuru<br />

verebilme adına elimizde çok büyük bir fırsat<br />

var. Geçmişin kıymetli mirasını ve bu mirasa<br />

katkı sağlayan, diğergâmlıkta ve iyilikte yarışan<br />

önceki nesilleri minnet ve rahmetle yad edip<br />

onların getirdiği noktadan daha güzel yerlere<br />

bu güzel davayı götürmek mecburiyetindeyiz.<br />

Geçmişin fedakârlığı ile genç kuşağın enerjisini<br />

ve girişimciliğini bir potada erittiğimizde<br />

hedeflediğimiz neticelere ulaşmamız mümkün<br />

olacaktır. Medeniyetimizin yeniden inşası ve<br />

ihyası için bu kaçınılmaz bir görevdir. Gençlerimiz<br />

diğergâmlığı ve iyiliği tabiri caiz ise yeniden<br />

üretecek ve insanlığın hizmetine sunacak.<br />

Bize huzuru getirecek medeniyet iklimini, hem<br />

kendi iç dünyasında hem de diğer insanlara<br />

karşı manevi olgunluğunu kazanmış bireylerin<br />

getireceğini unutmamalıyız.<br />

Mehmet Akif’in, dinî değerleri muhafaza etme<br />

görevi verdiği nesil olan Âsım’ın nesli görevini<br />

başarmıştır. Şimdi başka bir iyilik nesline ihtiyacımız<br />

var: Hem içinde yaşadığı zamanı koruyacak<br />

hem de yarınlarımızı muhafaza edecek<br />

olan bugünün gençlerine… Hatta bu “yeni iyilik<br />

nesli” yarınlarımızı korumakla kalmayacak,<br />

yarınlarımızı kurmak misyonunu da üstlenecektir.<br />

Sahip oldukları güzel ahlakları, aldıkları<br />

eğitimleri, davranışları ve düşünceleri ile önümüzdeki<br />

on yılların garantisi olan bu gençliğe<br />

karşı içimizde büyük bir ümit besliyoruz. Çünkü<br />

bu nesil rüştünü ispat etmiş bir başka nesilden,<br />

28 Şubat’ı görmüş nesilden bayrağı devralıyor.<br />

Onların ve şimdikilerin samimiyeti ve azmi ile<br />

medeniyetimize ve geleceğe dair güzel niyetler<br />

besliyoruz. Umutlarımız her geçen gün artıyor.<br />

103<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


EĞİTİM


Somalili Öğrencilere Türkiye’de<br />

Modern Tarım Eğitimi<br />

Türkiye Diyanet Vakfı desteğiyle Türkiye’de tarım liselerinde eğitim alan<br />

Somalili öğrenciler, ülkelerine döndüklerinde kurak toprakları yeşertecek.<br />

TDV ve Milli Eğitim Bakanlığı işbirliğiyle Somali’den<br />

2012’de Türkiye’ye getirilen Ziraat Teknik<br />

Lisesi ve Tarım Meslek Lisesi öğrencileri, Bursa’daki<br />

tarlalarla ve seralarda staj yaparak, ülkelerine<br />

Türk tarımını götürmeye hazırlanıyor.<br />

Somali’den başvuru yapan öğrenciler arasından<br />

seçilerek Türkiye’ye getirilen 11 öğrenciye<br />

ilk olarak Türkçe eğitimi verildi. Somali’nin<br />

geleceği olarak adlandırılan gençler, doktor<br />

ve mühendis olarak ülkelerine dönmeyi umut<br />

ediyor.<br />

Bursa Ziraat Teknik Lisesi ve Tarım Meslek Lisesi’nde<br />

son sınıf öğrencisi 11 Somalili genç, uygulamalı<br />

eğitimlerini ise Bursa’nın çeşitli tarım<br />

alanlarında ve seralarında görüyor.<br />

Somali’den 2012 yılında Ankara’ya geldiklerini<br />

ifade eden Abdisalam Samatar, “5 ay Türkçe<br />

eğitimi aldık. Daha sonra farklı okullara dağıtıldık.<br />

Arkadaşlarımız arasından 11 öğrenci Bursa<br />

Ziraat Teknik Lisesi ve Tarım Meslek Lisesi’nde<br />

4 yıl boyunca eğitim aldı. Son sınıfımızda ise<br />

Kestel Süs Bitkileri Meyve Fidancılığı Üretim Pazarlama<br />

Kooperatifi’ndeki tarla ve seralarda staj<br />

görmeye başladık. Burada ülkemizde olmayan<br />

süs ve meyve bitkilerini gördük. Seracılık ve<br />

sulama sistemini gördük. İnşallah bu gördüklerimizi<br />

ülkemize döndüğümüzde uygulayarak<br />

Somali’nin kalkınmasını sağlayacağız” diye konuştu.<br />

Kendilerine bu imkanı sağlayan Cumhurbaşkanı<br />

Recep Tayyip Erdoğan’a ve Türkiye Diyanet<br />

Vakfı’na teşekkür eden Samatar, lise eğitimlerinin<br />

ardından lisans öğrenimlerini de Türkiye’de<br />

yapmak istediklerini söyledi.<br />

Somalili öğrencilerin gayet başarılı olduğunu<br />

ifade eden Kestel Süs Bitkileri Meyve Fidancılığı<br />

Üretim Pazarlama Kooperatifi Başkanı<br />

İbrahim Özcan da “Üretimin her alanını başarı<br />

ile tamamladılar. Somali’de tarımın yayılmasında<br />

umarım bu eğitimler çok faydalı olacak.<br />

Öğrencilerin buraya gelmesinde emeği geçen<br />

herkese çok teşekkür ediyoruz. Bu sosyal projedir,<br />

bunun içerisinde olmaktan dolayı çok<br />

mutluyuz. Türkiye tarafından yetiştirilmiş kalifiye<br />

elemanların Somali’de bir şeyleri başaracak<br />

olması bizleri sevindiriyor” diye konuştu.<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


EĞİTİM<br />

“Öğrenci Yurdu Sayısını<br />

20’ye Çıkarmayı Hedefliyoruz”<br />

Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdürü İsmail Palakoğlu, Vakfın 11 ilde 14 yükseköğrenim<br />

öğrenci yurdu bulunduğunu, hedeflerinin yurt sayısını 20'ye çıkarmak olduğunu söyledi.<br />

TDV Yurtlar ve Sosyal Tesisler İktisadi İşletmesi<br />

İnsan Kaynakları Yönetim Sistemi Toplantısı’nda<br />

konuşan Palakoğlu, Türkiye Diyanet Vakfı’nın<br />

41 yıl önce başladığı iyilik yolculuğuna bugün<br />

de aynı kararlılıkla devam ettiğini söyledi. Palakoğlu,<br />

“Vakfımız kurulduğu günden bu yana<br />

milletimizin dini ve manevi hayatını ayakta tutmak,<br />

milletimizi tarih sahnesinde sürekli kılmak<br />

için çalışan bir kurum olmuştur” dedi.<br />

İslam dünyasının tarihin en zor zamanlarını<br />

yaşadığını vurgulayan Palakoğlu, “Böyle bir ortamda,<br />

bugün dünyanın her tarafından mağdur<br />

ve mazlumlar umudunu bu topraklara, bu<br />

ülkeye, Diyanet İşleri Başkanlığımıza ve vakfımıza<br />

bağlamış durumdadır. Özellikle son yıllarda<br />

ülkemizin ve vakfımızın gerçekleştirdiği hizmetlerle<br />

artık dünya Müslümanlarının umudu<br />

haline geldik. Dünyanın umudunu bağladığı<br />

bir ülkede, böyle bir kurumda milletimizin ve<br />

ümmetin dini ve manevi hayatına hizmet ediyoruz”<br />

diye konuştu.<br />

11 ilde 14 yükseköğrenim öğrenci yurdu<br />

Türkiye Diyanet Vakfı olarak yurt hizmetlerini<br />

önemsediklerini, bunu da Yurtlar ve Sosyal Tesisler<br />

İşletmesi vasıtasıyla sürdürdüklerini vurgulayan<br />

Palakoğlu, şunları kaydetti:<br />

“Ülkemizin değişik şehirlerinde yurt hizmetleri<br />

veriyoruz. Hangi ilde, hangi üniversiteye giderse<br />

gitsin bu milletin çocuklarından hiç birisi<br />

dışarıda, sokakta kalmamalı, barış ve huzur ortamında<br />

bir barınma imkânına sahip olmalıdır<br />

diyoruz. Bu çerçevede Türkiye Diyanet Vakfı<br />

olarak, gençlerimize huzurlu ve temiz bir or-<br />

106


tamda yükseköğrenim imkânı sağlamak; bilgi,<br />

inanç ve sanat dünyalarını ve en önemlisi kimliklerini<br />

inşa etmelerine rehberlik etmek amacıyla<br />

öğrenci yurtları açıyoruz. Yükseköğrenim<br />

gençliğine aile sıcaklığında kalabilecekleri yer<br />

temin etme gayesiyle ülke genelinde üniversite<br />

bulunan illerde yurtlar inşa ederek hizmete<br />

sunarken, bu yurtların sayılarını artırmak için<br />

çalışmalarımızı sürdürüyoruz” dedi.<br />

Yapımı tamamlanan Ankara Yüksek Öğrenim<br />

Kız Öğrenci Yurdu’nun hizmete girmesiyle yurtlarda<br />

öğrenci kapasitesinin 5 bin 353’e çıktığını<br />

vurgulayan Palakoğlu, şöyle konuştu:<br />

“Halen 11 ilde 14 yükseköğrenim öğrenci yurdumuzla<br />

üniversite öğrencilerine hizmet vermeye<br />

devam ediyoruz. Açmayı planladığımız<br />

yeni yurtlarla yurt sayımızı 20'ye, kapasitemizi<br />

de 7 bin 500'e çıkarmayı hedefliyoruz. Gayemiz,<br />

geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın<br />

güvenle kalabileceği öğrenci yurtlarını milletimize<br />

kazandırmaktır.<br />

Üniversite öğrencilerinin eğitim hayatının<br />

önemli bir parçası olan yurtları, sadece barınma<br />

hizmeti veren yerler olarak değerlendirmiyor,<br />

buraları öğrencilerin akademik eğitimi ile manevi<br />

ve sosyal gelişiminin bir tamamlayıcısı olarak<br />

görüyoruz. Yurt binalarını tasarlarken, yasal<br />

gereklilikler, uluslararası standartlar ve öğrenci<br />

beklentilerini dikkate alıyor, yurt odalarını ve<br />

ortak alanları öğrencinin eğitimini, mahremiyet<br />

duygusunu ve kişisel saygınlığını koruyacak<br />

şekilde düzenliyoruz. Bireysel saygınlığını<br />

dikkate alan ancak paylaşımcı bir sosyal ortam<br />

oluşturuyor, öğrencilere üniversite hayatında<br />

yaşadıkları akademik atmosfer ile uyumlu bir<br />

yaşam alanı sunuyoruz.<br />

Bu toplum, bu millet yeryüzünde mazlumlara<br />

umut oldu. Tarihi mirasımızdan da beslenerek<br />

mazlumlara umut verdik. Bu umudu ayakta<br />

tutmak zorundayız. Bu da ilim, fikir ve düşünce<br />

olarak kendimizi geliştirmekle ve her alanda<br />

yetişmiş bir nesille mümkün olacaktır. Dolayısıyla<br />

yurtlarımız aynı zamanda ilim-irfan yuvaları<br />

olmalıdır. Yurtlarda bilgi ve kültür atmosferini<br />

oluşturmalıyız. Ancak bundan da önemlisi<br />

öğrencilerimizin kendi kimliklerini, kişiliklerini<br />

ve manevi dünyalarını geliştirici bir manevi huzur<br />

ortamının oluşturulmasıdır.”<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


MAKALE<br />

GENÇLİĞİMİZ GELECEĞİMİZDİR<br />

İsmail EMANET<br />

Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) Genel Başkanı<br />

“Önderini Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz bilen, Ashab-ı Kehf<br />

gençlerini ve onların mücadeleleri örnek alan, Hz. Yusuf (a.s) gibi<br />

iffet sahibi olan, Hz. İbrahim (a.s) gibi genç yaşta putları yıkan<br />

gençlerimiz, yaptıkları ve yapmak istedikleri hayırlar ile yarınımızı<br />

daha parlak görmemizi sağlıyorlar.”<br />

108<br />

Gençlik çağı, hayatın en dinamik, en verimli<br />

ve en heyecanlı dönemi olarak tasvir edilmektedir.<br />

Ne yazık ki bu tasvir gençlerimizin bütünü<br />

için geçerli olmayabilir, ancak ideal olan ve<br />

böyle olması gereken gençlik tasviri bu olduğundan<br />

dolayı tanımlamamız yanlış sayılmaz.<br />

“İdeal olan ve olması gereken” ifadelerinin<br />

sebeplerini, insanlığa “Kainat Rehberi” olarak<br />

gönderilmiş kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de<br />

geçen, Allah (c.c) tarafından Alemlere rahmet<br />

Hz. Muhammed (s.a.v) efendimize vahy edilen<br />

ayetler ışığında ve Peygamber Efendimizin<br />

hadis-i şerifleri ile açıklayabiliriz. Rabbimizin,<br />

gençlik ve gençlik çağındaki insanlar üzerine<br />

olan rahmetini Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor;<br />

- İbni Ömer (ra)’dan rivayet ile - “Allah (cc)<br />

gençliğini Allah’a itaat yolunda geçiren genci sever”.<br />

(Ebu Nuaym- Hilye).<br />

Gençlik döneminin, hayatımızın bütün dönemlerinde<br />

de olması gerektiği Kur’an-ı Kerim’i<br />

kendimize rehber, Peygamber Efendimiz<br />

Hz. Muhammed (s.a.v)’i önder olarak benimsenip<br />

yaşanması gerekmektedir. Çünkü biz bütün<br />

bir hayatımızdan olduğumuz gibi özellikle<br />

gençlik dönemimizden de ahirette mesul olacağız.<br />

Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor;<br />

- İbn Mesud (ra) dan rivayet ile - İnsanoğlu<br />

kıyamet gününde Rabbinin yanında şu beş<br />

şeyden sorulmadıkça olduğu yerden ayrılamaz:


TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

“Ömrünü nerde geçirdiğinden, gençliğini nerede<br />

ve nasıl harcadığından, malını nereden kazanıp<br />

nereye sarf ettiğinden, bildiği ile amel edip etmediğinden,<br />

bedenini nerede yıprattığından.” (Sünen-i<br />

Tirmizi).<br />

göstermiştir. Gençlerimize en güzel ve en ideal<br />

genç örneği olan Efendimiz (s.a.v)’in öğretileri,<br />

yaşamı, sünnet-i seniyyesi ve tebliği, sivil toplum<br />

yapılanmaları aracılığıyla gençliğimize,<br />

gençlerimize aktarılmalıdır.<br />

110<br />

Peki gençliğimiz, gençlerimiz ömürlerini nerede<br />

harcıyor ve nasıl harcıyor? Bu sorunun cevabını<br />

ararken zaman zaman canımız sıkılsa da yaşantısıyla<br />

diğer genç arkadaşlarını örnek alan gençlerimizi<br />

gördükçe ve bu gençlerimizin sayısının<br />

günbegün arttığını görünce, geleceğimiz ve<br />

gençlerimizin geleceği için ümitvar oluyoruz.<br />

Gençlerimiz, yaşadığımız bu zamanın şartları<br />

ve uğraşları sebebiyle kendi gençliklerini ziyan<br />

ve heba edecek yerlerde geçiriyor olabiliyorlar.<br />

Bu noktada gençlerimizi yanlış davranışlardan<br />

arındırmak, onları ihya etmek ve doğru yola teşvik<br />

etmek görevleri toplumumuzun en önemli<br />

ve asli görevi olmaktadır. Toplum, bir bütün olarak<br />

buna müdahil olma olanağı içerisinde olmayabilir<br />

ancak toplum içerisindeki sivil toplum<br />

yapılanmaları olan; vakıflar, dernekler, STK’lar<br />

gibi kurumlar aracılığı ile gençliğimizin ihyası<br />

mümkün olabilmektedir.<br />

Gençliği, doğru kanalize eden ve bunu gaye<br />

edinmiş olan sivil toplum yapılanmalarının<br />

hemen hemen yaptıkları her projede görülen<br />

o ki; bu yönlendirme, büyük bir ihtiyaç ve<br />

gençlerimiz de bu durumu oldukça benimseyen<br />

bir haldedir. Gençlerimiz, kendilerine “ideal<br />

genç” örneği olarak en başta Hz. Muhammed<br />

(s.a.v.)’in gençlik çağını almalıdır. Efendimizin<br />

(s.a.v) gençlik dönemindeki iyilik ve ahlak timsali<br />

karakteri ile yirmili yaşlarında içinde bulunduğu<br />

“Hılful Fudul (Erdemliler Topluluğu)”da<br />

haksızlığa ve adaletsizliğe karşı durmuş, adaletin<br />

ve iyiliğin tesisisin sağlanması için gayret<br />

Ülkemizin gençleri ile birlikte Ümmetin gençliğinde<br />

olan potansiyel, göz ardı edilemez. Aksiyoner,<br />

girişimci, kendine güvenen, mazluma el<br />

uzatan gençlerimiz, toplumumuzun sivil yapılanmalarının<br />

faaliyetleri ve yönlendirmeleri ile<br />

harekete geçmekte ve söz sahibi olmaktadır.<br />

Şunu görebiliyoruz ki, özellikle son 20 yılda,<br />

başta ülkemizin sivil toplum kuruluşları olmak<br />

ile beraber İslam coğrafyasında bir hareketlilik<br />

söz konusudur. Bu hareketlilik sivil toplum<br />

kuruluşlarında gençlerin aktif rol alması ile<br />

doğru orantılıdır. Gençler sahip oldukları potansiyellerinin<br />

doğru kanalize edilmesi ile içerisinde<br />

bulundukları yapı ve yapılanmalara güç<br />

ve enerji katmıştır. Bu yapılanmaları ayakta tutan<br />

ve kaderini belirleyen gençlerimiz yapmış<br />

oldukları işler ile kendilerini kanıtlıyorlar. Sivil<br />

toplum kuruluşları artık sadece kendi bünyesinde<br />

“gençlik kurulu” oluşturmakla kalmayıp,<br />

başlı başına gençlik ve gelecek için çalışan durumdadırlar.<br />

Salt gençlik adına kurulan vakıf ve<br />

derneklerimiz bunun ispatıdır.<br />

Gençliğe ve gençlere odaklanan, onların geleceğiyle<br />

ile dertlenen sivil toplum kuruluşları<br />

onların sahip oldukları iyilik yapma, iyiliğe yönelme<br />

ve yönlendirme eğilimlerini keşfedince<br />

daha verimli çalışmaktadırlar. Görüldüğü üzere,<br />

ülkemizde toplumsal iyilik için çok faydalı<br />

ve oldukça ihtiyacı karşılamaya çalışan yapılar<br />

mevcut. Bu yapılarda görev alan, gönüllü olarak<br />

vazifelenen genç kardeşlerimizin sayısının<br />

arttığını görmek bizler için ümit verici olsa ge-


ek. Gençlerimiz hangi konuda olursa olsun,<br />

hangi bölgede olursa olsun, iyilik yapmaya<br />

gayret göstermektedir. Bunu bütün bir gençlik<br />

olarak söylememiz reel olarak doğru olmayabilir<br />

ancak bu konuda bilinç eksikliğini gidermek,<br />

bilinçlendirmek, doğru yönlendirmek, hayra<br />

davet etmek en başta büyükleri olarak bizlerin<br />

ve ailelerinin, sonra sivil toplum yapılanmalarının<br />

asli görevidir. “Sizden, hayra çağıran, iyiliği<br />

emredip kötülüğü meneden bir topluluk<br />

bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. (Al-i<br />

İmran,104)” ayeti de iyiliğe yöneltmeyi, hayra<br />

yönlendirmeyi tasdik eder ve bu sayede kurtuluşa<br />

ermenin mümkün olduğunu ifade etmektedir.<br />

Önderini Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz bilen,<br />

Ashab-ı Kehf gençlerini ve onların mücadeleleri<br />

örnek alan, Hz. Yusuf (a.s) gibi iffet sahibi<br />

olan, Hz. İbrahim (a.s) gibi genç yaşta putları yıkan<br />

gençlerimiz yaptıkları ve yapmak istedikleri<br />

hayırlar ile yarınımızı daha parlak görmemizi<br />

sağlıyorlar. Hayır ve iyilikte rekabet eden, kardeşlik<br />

ruhunu benimseyen gençlerimizi sahiplenmek<br />

ve onlara rehberlik etmek ülkemizin ve<br />

Ümmetimizin geleceği adına yapılması gereken<br />

zaruri ödevlerimizdir. Gençliğimiz geleceğimizdir.<br />

Mehmet Akif’in de dediği gibi :<br />

“Asım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:<br />

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.<br />

Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…<br />

O, rüku olmasa, dünya da eğilmez başlar,<br />

Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor.<br />

Bir Hilal uğruna ya Rab ne güneşler batıyor!”<br />

Gençliğini, gençleri ve onların geleceği için<br />

mücadele vererek geçiren ve bu uğurda vatan<br />

müdafaası veren Şehitlerimize rahmet olsun.<br />

Rabbim yaptığımız hayır ve iyilikler de onları<br />

da hatırlatsın.<br />

111<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


EĞİTİM<br />

97 Ülkeden 572 Öğrenciye<br />

Yarıyıl Kampı<br />

112<br />

Türkiye Diyanet Vakfı, ülkemizde eğitim gören öğrencilerin<br />

mesleki alanlarda gelişimlerine katkı sağlamak ve Türkiye’nin<br />

kültürel zenginliklerini tanımaları amacıyla 97 ülkeden 572<br />

öğrenciye yarıyıl kampı düzenledi.<br />

TDV Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Tutkun,<br />

TDV burslusu olarak Ankara, Kayseri, Konya,<br />

Bursa ve İstanbul’daki İlahiyat Fakülteleri ile<br />

Uluslararası İmam Hatip Liselerinde okuyan öğrencilerin<br />

yarıyıl tatillerini değerlendirmek için<br />

kamp programı düzenlediklerini söyledi.<br />

Programa dahil olan öğrencilerin yaz tatilini<br />

ülkelerinde, yarıyıl tatilini ise Türkiye’de geçirdiklerini<br />

ifade eden Tutkun, “Bu tatil dönemi,<br />

öğrencilerin dinlenmeleri, aynı zamanda ülkemizin<br />

kültürel ve manevi zenginliklerini görmeleri<br />

için önemli bir zaman dilimi” dedi.


“Osmanlı tarihi ve tarih bilinci”<br />

İlahiyat Fakültelerinde okuyan 86’sı kız, 75’i erkek<br />

öğrenci olmak üzere toplamda 161 uluslararası<br />

öğrenciye yönelik kampların Safranbolu,<br />

Fethiye, İstanbul, Bursa ve Konya’da gerçekleştirildiğini<br />

vurgulayan Tutkun, kampların TDV il<br />

ve ilçe şubelerinin katkı ve destekleriyle yapıldığını<br />

belirtti.<br />

Tutkun, “Bu kamplarda öğrencilerimizin mesleki<br />

alanlarında geliştirilmesi ve kamp için seçilen<br />

temaların işlenmesi hedeflendi. Bu seneki<br />

kamplarımızda Osmanlı Devleti ve tarih bilinci<br />

teması işlendi. Konu ile ilgili kitap tahlilleri yapıldı,<br />

tarihi yerler rehberler eşliğinde gezildi ve<br />

konunun uzmanları tarafından seminerler verildi”<br />

diye konuştu.<br />

Uluslararası İmam Hatip Lisesi öğrencilerine<br />

yönelik kampların ise Gençlik ve Spor Bakanlığının<br />

sağladığı kamplarda, okçuluktan, paint-ball<br />

ve sportif faaliyetlere kadar birçok etkinliği<br />

kapsadığını vurgulayan Tutkun, kamp<br />

döneminde öğrencilerin kariyer planlama ve<br />

mezuniyet sonrası bir üst düzeyde eğitim ve<br />

burs imkânları gibi konularda da bilgilendirildiğini<br />

kaydetti.<br />

Tutkun, “283’ü erkek, 128 kız öğrencimiz olmak<br />

üzere toplamda 411 öğrencimiz, yarıyıl kampında<br />

sportif faaliyetlerin yanı sıra kitap kritiği<br />

ve yöresel etkinlikler ile dağ yürüyüşlerine yer<br />

verdik. Alanında uzman kişilerce de farklı alanlarda<br />

seminerler de kampımızda yer aldı’’ dedi.<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


MAKALE<br />

EĞİTİMİN ÖZÜNE DAİR<br />

Mürşid Ekmel AYBEK<br />

Uzman Psikolojik Danışman<br />

“Eğitim sistemimiz, çocuğa sevgi, şefkat, ilgi, merhamet üzerine<br />

inşa edilmedikçe, bizim davranışlarımız buna göre şekillenmedikçe<br />

ne bugünkü problemlere kökten çözüm bulabiliriz, ne de yeni bir<br />

medeniyetten bahsedebiliriz.”<br />

114<br />

Toplumun her kademesinden insanımızın muzdarip<br />

olduğu konulardan, giderek büyüyen ve<br />

maalesef geçici tedbirlerle çözüm bulmaya<br />

çalıştığımız bir problemdir “eğitim”. Bu nedenledir<br />

ki birçok sohbet ortamının ana gündem<br />

maddesini oluşturmaktadır. Ya eğitim sisteminin<br />

bozukluğundan veya sistemin muhatabı<br />

olan çocukların isteksizliğinden, gençlerin yetersizliğinden,<br />

sorumsuzluklarından bahsedilir.<br />

Devamında da konu ya Finlandiya ya da Japonya’dan,<br />

Avrupa’dan örneklere gelir. Oradaki sistemler…<br />

Onların uygulamaları… Başarıları...<br />

Dünyaya yön vermiş kültürel, sanatsal, sosyal<br />

ve tarihsel açıdan büyük bir derinliğe, felsefeye<br />

sahip bir medeniyetin çocukları olarak kendimizi<br />

çok yetersiz görmemiz, bu konuda çareyi<br />

sadece dışarıda aramamız, kendi öz dinamiklerimizi<br />

ve kültürel birikimimizi görmezden gelip<br />

sadece başkalarını taklit ederek çözüm bulmaya<br />

çalışmamız ne kadar sağlıklı sonuçlar verecektir?<br />

Bu bakış açısının etkisiyle, ülkemiz maalesef<br />

batı kaynaklı eğitim sektörünün de pazarlama<br />

alanı olmuş durumdadır. Montessori, Çoklu<br />

Zekâ Kuramı, Zihinsel Aritmetik, Değerler<br />

Eğitimi, vb. gibi kendi kültürel sosyal yapımız<br />

açısından bir derinliği ve zemini olmayan uygulamalar<br />

belli dönemlerde bir furya şeklinde<br />

sistemi sarmakta, kullanıldıkça eskimekte,<br />

belirli aralıklarla yerlerini başkaları almakta ve<br />

almaya devam etmektedir. Plansız ve toplumsal<br />

açıdan sağlam bir zemini bulunmayan bu<br />

uygulamalar, daima gerilerden yol almamıza<br />

neden olmakta, zaman kaybettirmekte ve özden,<br />

asıl noktadan hareket etmemizi de engellemektedir.


Kendini eğitime adadığını söyleyen bir eğitimciye,<br />

bu konularda ciddi AR-GE çalışmaları<br />

yapılması gerektiğini söylediğimde; “Bizim<br />

bunlara ayıracak vaktimiz yok, bu gelir kaybı<br />

demektir” cevabı çok şaşırtmıştı beni. Nesil ve<br />

gelecek kaybı para kaybına tercih ediliyor maalesef.<br />

Temelden bir çalışma yapılmadığı müddetçe,<br />

zaman ve para kaybı, hatta nesil kaybı<br />

artmaya devam edecektir. Yenilik yapma heyecanıyla,<br />

iyi niyetle başlanmış birçok proje de bu<br />

yüzden zaman içinde tıkanmakta, ölçülemeyecek<br />

maddi manevi hasarlara neden olmaktadır.<br />

Çünkü bu uygulamaların kökeninde; bize ait<br />

olmayan bir insan tanımlaması üzerine inşa<br />

edilmiş bir eğitim anlayışı yatmaktadır. Temel<br />

vurgum; sistemimizin bütüncül bir yapıda olmaması<br />

ve ortaya çıkan sorunlara geçici uygulamalarla<br />

çözüm bulunmaya çalışılmasınadır.<br />

Sorunun bir de savunmasız ve etkisiz muhatapları<br />

var ki…<br />

Onlar ne oyun kurucular, ne teknik direktörler,<br />

ne de söz sahipleri…<br />

Ama oyundan en çok etkilenenler, hatta üzerine<br />

oyun kurulanlar…<br />

Yani ÇOCUKLARIMIZ…<br />

Ne hesap sorabiliyor, ne de hak arayabiliyorlar…<br />

Ama biz yetişkinlerin –iyi niyetle de olsa- yaptığı<br />

bir yanlışla hayatları kararabiliyor…<br />

Öyle veya böyle çocukluk döneminde verilen<br />

hasarlar, çocuk büyüdükçe beraberinde büyümekte,<br />

bu hasarlar en belirgin haliyle ergenlik<br />

döneminde karşımıza çıkmaktadır. Gün geçmiyor<br />

ki çocuklar ve gençlerle ilgili bir suç haberi<br />

almayalım. Bununla birlikte alkol, sigara kulla-<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

nımı, madde bağımlılığı, bahis oyunları oynama<br />

yaşları da giderek düşmeye başladı. Yedinci<br />

sınıf öğrencisi bir danışanımın, sınıf arkadaşlarının<br />

neredeyse tamamının bahis oynadığını<br />

söylemesi oldukça ürkütmüştü beni.<br />

Kısa kısa…<br />

Kısa anlatımlarla uygulamalardaki bazı açmazlara<br />

değinmek istiyorum;<br />

Cıvıl cıvıl, hayat dolu bir çocuk nasıl olur da suç<br />

makinesi, bir maddenin bağımlısı, esiri haline<br />

gelir, şefkat ve merhametini nasıl yitirir diye<br />

sorgulamaktan alamıyor insan kendini…<br />

Çocuğun oyununa, bağırmasına, koşmasına,<br />

konuşmasına, sormasına ne kadar müsamaha<br />

gösterdik?<br />

Örneğin, oyun çağındaki bir çocuğa, sınıfa<br />

oyuncak getirmeyi yasaklamak çocuğa zulümdür.<br />

Hâlbuki öğretmen sınıf ortamını oyunlaştırarak,<br />

o oyuncağı da derse katarak bir öğrenme<br />

ortamı oluşturabilir. Çocuk hem oyuncağıyla<br />

oynamış olacak hem öğrenecek hem de arkadaşlarının<br />

da olduğu o neşeli ortama koşarak<br />

gidecektir.<br />

Ayrıca, ilkokulda çocuğun, çok kısa, hatırlatıcı<br />

ödevlerle muhatap olması gerekiyor. Öğretmenlerimiz<br />

bugün sadece ilkokulda ödev yükünü<br />

çocukların üzerinden alsalar çocuklarımız<br />

biraz olsun nefes alır, kendini bulur, okulu, okumayı<br />

da sevmeye başlar.<br />

116<br />

Problemleri gençlikte görerek projeler üretip<br />

duruyoruz. Hâlbuki meselenin kuluçka dönemi<br />

var. Problem; çocuklukta, anaokulunda, ilkokulda<br />

başlamakta, katlanarak büyümekte ve<br />

ergenlik döneminde daha somut olarak kendini<br />

göstermektedir…<br />

Anaokulu ve ilkokulda aşırı yüklenme, korku,<br />

disipline etmeye çalışma, koşullandırma, çocukluğuna<br />

saygı gösterilmemesi; takip eden<br />

yıllarda asi bir gençlik çıkarmaktadır karşımıza.<br />

Gençlikte saygı yok diyoruz mesela. Biz çocukluklarına<br />

ne kadar saygı duyduk bu gençlerin?<br />

Sayfalarca, saatlerce verilen ödevler, sadece ve<br />

sadece o küçücük çocuğun eğitimden, okuldan,<br />

dersten soğumasına, adeta boğulmasına<br />

neden olmaktadır. Çocukluk dönemi duygusal<br />

bir dönemdir, Çocuk karşılaştığı şeyle duygusal<br />

bir bağ kurar. Ödev yüzünden ağlıyorsa, oyuncağından,<br />

oyunundan mahrum kalıyorsa, sınıfta<br />

aşırı disiplin ve otoriter bir tutum da varsa,<br />

çocuğun okulla kurduğu duygusal bağ; kaygı,<br />

korku ve endişeyle sembolleşir ve zamanla bu<br />

durum öğrenmekten, okuldan, kitaptan uzaklaşmasına<br />

neden olur.<br />

Hâlbuki hâkim olması gereken anlayış, güven<br />

ve huzur ortamı sağlayarak, çocuğun “açılması”<br />

olmalıdır. Çocuğun merakını teşvik eden,<br />

araştıran, keşfeden uygulamalar ve ortamlar<br />

sunulmalıdır. Bunun en temel aracı da çocukluk<br />

döneminde; oyundur. Öğretmenin bilgiyi<br />

oyunlaştırması gerekmektedir. Milli Eğitim


kitapları çokça oyun ve etkinlikle dolu ama<br />

gördüğümüz kadarıyla bunlar sınıfta uygulanmamaktadır.<br />

“Yazdıysanız tahtayı siliyorum”,<br />

“Susun, beni dinleyin” uygulamaları çocuklara<br />

hitap etmemektedir.<br />

Bir danışanım paylaşmıştı; 1. Sınıftaki çocuğuna<br />

öğretmen test vermiş. Testte şöyle bir soru<br />

var: “Doğalgaz kaçağı olduğunda aşağıdakilerden<br />

hangisini yapmalıyız?” Altında da dört şık.<br />

Çocuk, şıkları beğenmemiş olacak ki, beşinci<br />

bir şık eklemiş; “Burnumuzu kapatıp nefes almadan,<br />

dışarı kaçarız” diye. Ertesi gün heyecanla<br />

öğretmene bunu gösterdiğinde öğretmen;<br />

“Olmamış” diyor ve ısrar ediyor, “Bu dört şıktan<br />

birini seçeceksin”. Çocuk, akşam eve gelmiş, dakikalarca<br />

ağlamış, “Ama anne, burnumuzu kapatırız,<br />

dışarı kaçarız, ölmeyiz. Bu doğru değil<br />

mi?”. Sadece bu tavrın çocuktaki hasarını anlatmaya<br />

kalksam sayfalar yetmez.<br />

Değerlendirilmesi gereken bir diğer husus ise,<br />

proje performans ödevleri. Bunların çıkış noktası<br />

doğruydu. Ama bu ödevler, uygulamanın<br />

felsefesine uygun verilmediği için anne babalar<br />

tarafından yapılmaya başlanmış, dolayısıyla da<br />

uygulamalar tedavülden kaldırılmak zorunda<br />

kalınmıştır. Bunun yerine öğretmenlere, anne<br />

babalara projenin, performansın temel mantığının<br />

anlatılması ve kaldırılmaması gerekirdi.<br />

Bugün bazı öğretmenlerimiz “Sistem böyle” diyerek,<br />

sekiz yıl sonra sınav olacak çocuğa, daha<br />

birinci sınıftan itibaren testler vermektedir. Hâlbuki<br />

test, çocuğa sadece seçmeyi öğretir, beyni<br />

tembelleştirir. Çocuğun özgünlüğünü, üretkenliğini<br />

köreltir, yok eder. Bu nedenle, ek kaynaklara<br />

başvurmadan -ki yasak- Milli Eğitim’in<br />

ders ve çalışma kitaplarını kullanmak yeterlidir.<br />

Diğer bir husus; mevcut sınav yönetmeliğinde<br />

de olduğu gibi, üçüncü sınıfa kadar çocuğun sınavla<br />

muhatap olmaması gerekir. Çünkü kaygı<br />

ve korku durumunda beyin normal işlevini kaybeder<br />

ve kendini kapatır. Bu nedenle öğretmen<br />

çocuğu, korkutmadan ve kaygılandırmadan,<br />

çocuğa yansıtmadan değerlendirme yapmalıdır.<br />

Çocuk ilkokulda çok başarılı olursa ilerde de<br />

böyle olacak diye yaygın bir kanaat var. Bu,<br />

günümüz çocukları için geçerli değildir. Bize<br />

gelen birçok aile, çocuklarının ortaokul veya<br />

lisede okula gitmek istemediklerini, notlarının<br />

giderek kötüye gittiğini, kitap okumak istemediklerini<br />

belirtmekte. Böyle durumlarda, bu<br />

gençlerle ilgili ilk öğrenmek istediğim konular;<br />

“İlkokulda çok mu başarılıydı?” “Okumaya 3-4<br />

ayda mı, geçti?” veya “Kitap okuma konusunda<br />

çok mu ısrarcı olundu ve takip edildi?” olur.<br />

Maalesef aldığım cevaplar hep “Evet” dir. Bir<br />

maraton düşünün. Maratonun ilk metrelerinde<br />

çocuk nefes nefese bırakılıyor. Sonrasını siz düşünün.<br />

117<br />

Bu uygulamalar, aile cephesini de sıkıntılı ve karanlık<br />

bir noktaya taşımaktadır. Çocuğu sürekli<br />

anne babaya şikâyet eden; sürekli çocuğun ek-<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

118<br />

siklerini, yanlışlarını anlatıp duran bir öğretmen<br />

yaklaşımı; anne babayı tahrik etmekte, anne<br />

babanın çocukla çatışmaya girmesine neden<br />

olmaktadır. Ondan sonra da alın size normal<br />

gördüğümüz!? kuşak çatışması…<br />

Okul, ders, ödev yüzünden çocuğuyla sürekli<br />

gerginlikler yaşayan, çatışma yaşayan anne- babanın<br />

sevgisi, şefkati ve merhameti çocuğa ulaşamaz<br />

hale gelmektedir. Okulda “beklenen” başarıyı<br />

tadamayan, dolayısıyla hep küçük düşen/<br />

düşürülen, evde de ailesi tarafından isteksizlik<br />

ve tembellikle suçlanarak itilen bir çocuk acımasızlığı<br />

öğrenmeye, masumiyetini yitirmeye,<br />

hırçınlaşmaya, kavgacı olmaya başlamaktadır.<br />

Kendisini avutmak için de, kolay yoldan para<br />

kazanma hırsına kapılmakta, mutluluğu da çeşitli<br />

maddelerde aramaya yönelmektedir. Böylece<br />

ailesiyle arasına giren mesafe sonucunda<br />

çocuğu, sokaklar kucaklamaya başlamaktadır.<br />

Böyle bir durumda, sürecin örselediği, fıtratı<br />

adeta bozulmuş bir çocuk, “Değerlerle”, “Eğitimle”,<br />

“Etkinliklerle” ne kadar düzeltilebilir?<br />

Batı referanslı ve demode olmuş ölçeklere göre<br />

bizim hareketli çocukların çoğu Hiperaktif olarak<br />

tanımlanmaktadır. Çocuklarımızın, gençlerimizin<br />

çoğunun hareketli bir yapıya sahip<br />

olduğu doğrudur. Ama Hiperaktif miyiz? Hayır.<br />

Çevik, hareketli, koşan, atak, yıllarca göçebe<br />

olarak yaşamış, yerinde duramayan, dinamik<br />

bir toplumuz sadece. Bununla birlikte Hiperaktif<br />

tanısı almış birçok çocuğumuz ise Deha düzeyindedir…<br />

Anadolu topraklarının ruhu, geçmişi, doğası,<br />

sosyolojik ve coğrafi yapısı oldukça etkili üzerimizde.<br />

Hal böyleyken bu eskimiş ve bize uymayan<br />

ölçeklere bakarak, ruhen tüketiyoruz<br />

çocuklarımızı.


Aynı zamanda bu toprakların insanı çok pratik<br />

bir zekâya sahiptir. Zeki ve dinamik bir çocuğu<br />

bir yerde kırk dakika boyunca oturtamayız. Bu<br />

durumda öğrenme ortamı çocuk için işkenceye<br />

dönüşmektedir.<br />

Eğitim sistemimiz bu özgün yapımız dikkate<br />

alınarak şekillendirilmeli ve müfredatımız, ölçekler<br />

buna göre oluşturulmalıdır.<br />

Çocuğun Dindarı Olur mu?<br />

Şu anda eğitime yönelik pratikteki hâkim anlayış;<br />

eğitim; kuralla, disiplinle, ödül veya cezayla<br />

olur şeklindedir. Pedagojik bir araç olarak bunlar<br />

kullanılmaktadır. Bu anlayış çocuğu “boş”,<br />

hatta “ilkel” kabul eder. O yüzden çocuğu şekillendirmeye,<br />

onu doldurmaya, değiştirmeye<br />

çalışır…<br />

Hâlbuki İslam dininde çocuk, ergenlik dönemine<br />

kadar mesul değildir. Çocuktan beklediğimiz<br />

sorumlulukların, zorunlulukların ne kadarı<br />

İslam’ın bakış açısına uygundur? İslam dininde<br />

çocuğun sorumluluk alması, mesul tutulması,<br />

ergenlik döneminde akıl baliğ olmasıyla başlar.<br />

Diğer bir deyişle, beynin ön kısmını oluşturan<br />

Frontal Lobun olgunlaşmasıyla, yani sebep sonuç<br />

ilişkisini, kar, zarar sonuçlarını hesaplamayabilmesiyle<br />

başlar. Bu nedenle henüz akıl baliğ<br />

olmamış bir çocuğu yaptıklarından veya yapamadıklarından<br />

mesul tutmak İslami değildir.<br />

Peygamberimiz, bir Hadis-i Şerifinde çocuklar<br />

için üç şey yapılmasını tavsiye ediyor; “Çocuklarınıza<br />

Kur’an kıraatini, Ehl-i Beyt sevgisini ve<br />

Peygamber sevgisini verin” İkisi sevgiden ibaret.<br />

Diğeri ise sadece kıraat. Dini, kuralları, her<br />

şeyi ezberletin denmiyor. Dinin mesul tutmadığı<br />

bu yaşlarda mesul tutun, disipline edin,<br />

sorumluluklar yükleyin, ceza verin, ödüllerle<br />

baskı kurun denmiyor.<br />

Yine bir Hadis-i Şerifte, “Çocuklara bırakacağımız<br />

en güzel mirasın güzel ahlak” olduğu<br />

buyrulmaktadır. Çocuğa verilecek olan; bizim<br />

ahlakımız. Onun yapısını şekillendirmekten,<br />

ona ahlak yüklemeye çalışmamızdan bahsedilmiyor.<br />

Bizim doğru olmamıza vurgu yapılıyor.<br />

Peygamberimizden çocuklara dair birçok örnek<br />

var. Kuşu ölen çocuğun taziye ziyaretine<br />

gidiyor mesela. Kuşun cenaze namazını kılıyor.<br />

Hangimiz bu kadar hassas davranıyoruz çocuğa?<br />

Bir tarafta bu kadar hassas davranan Önderimiz,<br />

Peygamberimiz var, diğer tarafta test<br />

çözmedi, ders çalışmadı, kurallara uymadı diye,<br />

eleştiri ve suçlamalarla o narin ruhları hırpalayan<br />

biz yetişkinler var. İşte biz çocuklarımızı bu<br />

noktada kaybediyoruz. Eğitim sistemimiz, çocuğa;<br />

sevgi, şefkat, ilgi, merhamet üzerine inşa<br />

edilmedikçe, bizim davranışlarımız buna göre<br />

şekillenmedikçe ne bugünkü problemlere kökten<br />

çözüm bulabiliriz, ne de yeni bir medeniyetten<br />

bahsedebiliriz.<br />

İslam eğitimi, aslında eğitim demeyelim, gelişimi<br />

ifadesi daha uygun olur. İslam’da yaratılmışı<br />

eğmek bükmek yok çünkü. Çocuk gelişiminde<br />

en önemli faktör sevgidir. Ödül, ceza, disiplin<br />

çocuğu geliştirmez, aksine bozar...<br />

Terbiye edici, öğretici yalnız Allah’tır, biz değil…<br />

Biz farkında olmadan birçok şeyi gelenek olarak<br />

yapıyoruz. Ergenlik dönemine kadar Allah<br />

çocuğu mesul tutmuyor. Çocuk özgür. Peki, biz<br />

neden çocuğa yükleniyoruz? Ona neden kaldıramayacağı<br />

yükler yüklüyoruz?<br />

Allah’ın, peygamberin cennetlik dediği o masumların<br />

neden cehennemi oluyoruz? Mahşerde<br />

bizden bunun hesabını sormayacak mı bu<br />

çocuklar?<br />

119<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


SOSYAL FAALİYET<br />

Engelli Öğrencilere<br />

Umre Hediyesi<br />

Diyanet İşleri Başkanlığı, başarılı 100 engelli öğrenciyi,<br />

Türkiye Diyanet Vakfı işbirliğiyle umreye götürdü.<br />

120<br />

Diyanet İşleri Başkanı ve TDV Mütevelli Heyeti<br />

Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, engelli öğrencilerin<br />

kendisinden onları umreye götürmesini<br />

istediklerini hatırlatarak, engelli öğrencilere<br />

verdikleri umre sözünü yerine getirmenin<br />

sevincini yaşadıklarını söyledi.<br />

Öğrencilerin bu isteğini gerçekleştirebildikleri<br />

için duyduğu memnuniyeti dile getiren<br />

Görmez, "Size bir söz verdim, Allah da beni size<br />

mahcup etmedi hamdolsun" dedi.<br />

“Amaç Kabe’ye değil, Kabe’nin<br />

sahibine varmaktır”<br />

Her hac ibadetinin 7 yolculuktan ibaret olduğunu<br />

söyleyen Görmez, asıl amacın Kabe'ye değil,<br />

Kabe'nin sahibine varmak olduğunu vurguladı.<br />

Prof. Dr. Görmez, "Bu ödülü Allah size verdi, kitabını<br />

öğrendiğiniz için. Kitabını öğrendiğiniz<br />

için Allah sizi davet etti, biz sadece vesile olduk.<br />

Bunun için de kendimizi bahtiyar addediyoruz"<br />

şeklinde konuştu.<br />

Öğrencilerin nadide ziyaretleri<br />

100 engelli öğrenci, Medine'de Hazreti Muhammed'in<br />

kabrini ziyaret etti. Mescid-i Nebevi'de<br />

3 gün vakit namazlarını eda eden öğrenciler,<br />

Uhud Dağı, Kuba Mescidi, Mescid-i Kıbleteyn,<br />

Mescid-i Nebevi çevresindeki mescitlere de<br />

ziyarette bulundu. Daha sonra umre yapmak<br />

üzere ihramlarını giyen öğrenciler, Mekke'de<br />

Kabe'ye giderek, hep beraber dualarla tavaf<br />

ve sa'y yaptıktan sonra tıraş olup umrelerini<br />

tamamladı. Mekke'de 8 gün kalan öğrenciler,<br />

Arafat Dağı, Müzdelife, Mina, Sevr Dağı, Cebeli<br />

Nur (Hira Mağarası), Cin Mescidi, Cennetü'l Mualla,<br />

Hazreti Peygamber'in doğduğu evin bulunduğu<br />

önemli yerleri de ziyaret ederek, dua<br />

etti.<br />

"Keşke hep burada kalabilsem diye<br />

düşündüm"<br />

Umre programına Kayseri'den katılan öğrenci<br />

Fatma Odabaşı, yaptığı değerlendirmede,<br />

"Ankara'da Mehmet Görmez Hocamız bizi kabul<br />

ettiğinde çok heyecanlandım. Mübarek<br />

topraklara gideceğimiz için çok sevinçliydim.<br />

Kutsal toprakları gördüm ve çok mutlu oldum.<br />

Önce Medine'ye ulaştık. Peygamberimizin huzuruna<br />

varmak, orada namaz kılmak beni çok<br />

heyecanlandırdı ve gözlerimden yaşlar aktı.<br />

Çok güzel ve unutamayacağım anlar yaşadım.<br />

Hele Kabe'yi ilk gördüğüm an, bambaşkaydı ve<br />

çok güzeldi. Çok dua ettim" dedi.<br />

Konya'da eğitim gören İsa Uğuz, ailesi ve bütün<br />

insanlar için dua ettiğini belirterek, "Ayrılırken<br />

çok üzüldüm ve ağladım. Rabbime nasip ettiği<br />

için çok şükürler ettim. Keşke hep burada ka-


labilsem hiç ayrılmasam diye düşündüm. Veda<br />

ederken çok üzüldüm" sözlerine yer verdi.<br />

Programa Ordu'dan katılan öğrenci Zekiye Alay<br />

Eserli de, umreye gideceğini öğrenmeden önce<br />

rüyasında Kabe'nin kapısını gördüğünü aktararak,<br />

umreye gideceğini öğrendiğinde çok sevindiğini<br />

belirtti.<br />

Anlatılamayacak kadar güzel duygular yaşadığını<br />

dile getiren Eserli, "Sol yanım ağrıdı. Aklım<br />

oralarda kaldı. Rabbim tekrar nasip eder inşallah"<br />

ifadesini kullandı.<br />

Unutamayacağı güzellikler yaşadığı için Allah'a<br />

şükreden Mardinli Elif Çaybugün, "(Evim, ailem,<br />

annem, babam, herkes için sağlık, huzur ver ya<br />

Rabbi) diye çok dua ettim. Her şeyin hayırlısını<br />

Rabbim'den istedim. Bizlere bu güzellikleri<br />

yaşattığı için Mehmet Görmez Hocamıza çok<br />

teşekkür ediyorum" değerlendirmesinde bulundu.<br />

16 öğretmen rehberlik yaptı<br />

Sosyal ve Kültürel İçerikli Din Hizmetleri Daire<br />

Başkanı Abdurrahman Han, il ve ilçe müftülükleri<br />

ile şehirlerindeki ilgili kurum ve sivil toplum<br />

kuruluşlarıyla koordineli çalışarak, ülke genelinden<br />

100 başarılı engelli öğrenciyi tespit ettiklerini<br />

söyledi. Öğrencilerin 3 gün Medine'de,<br />

8 gün de Mekke'de olmak üzere 11 gün kutsal<br />

topraklarda ibadetlerini gerçekleştirdiklerini<br />

belirten Han, Diyanet İşleri Başkanlığı, il ve ilçelerdeki<br />

müftülükler ve Milli Eğitim Bakanlığından<br />

16 öğretmenin de umre ziyaretinde<br />

öğrencilere rehberlik yaptığını, ayrıca bazı öğrencilerin<br />

ailelerinin de bu ziyarete katıldığını<br />

kaydetti.<br />

121<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


MAKALE<br />

ÖZÜMÜZDEKİ CEVHERİ KORUYABİLMEK<br />

Av. Arzu AKALIN<br />

Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı<br />

TÜRGEV Yönetim Kurulu Başkanı<br />

“Gerek Cenab-ı Hakk’ın bize bahşettiği fıtrat gerekse atalarımızdan<br />

miras aldığımız gelenek bizi iyiliğe yakın kılacak bir değerler<br />

sistemine sahip. Birer mümin olarak bunu muhafaza etmeyi<br />

başarır ve bizden sonraki nesillere aktarabilirsek dünyada iyiliğin<br />

yayılmasına ciddi anlamda katkımız olacaktır.”<br />

122<br />

Tabiri caizse kötünün cilalandığı, kötülüğün<br />

özendirici şekilde teşhir edildiği bir dönemde<br />

yaşıyoruz. Böylesi bir dönemde, iyi ve kötü ayırdına<br />

varabilmek, özellikle genç kuşak için zaman<br />

zaman çetrefilli bir hal alıyor. Bu noktada ailelere<br />

ve kadınlara önemli bir rol düştüğünü söyleyebilirim.<br />

Modern toplumun en önemli silahlarından biri,<br />

bazı kavramları yeniden tanımlamak, anlamlarını<br />

değiştirmek ya da içini boşaltmaktır. Bu tarz<br />

oynamalar geçtiğimiz yüzyıldan bu yana kadın<br />

ve aile kavramları üzerinde de sistemli bir şekilde<br />

yapılıyor ve maalesef çoğumuz bunun farkında<br />

bile değiliz. Bu noktada günümüz Müslüman<br />

kadınlarının, toplum içerisinde hangi statüde<br />

olursa olsun kendisine biçilen rolü bir kez daha<br />

düşünmesi ve Kuran-ı Kerim ile sünnet-i seniyyeyi<br />

merkez alarak toplumda ne gibi bir misyonu<br />

olduğunu sorgulaması lazım. Bu aşamayı geçen<br />

mümine, kutsal kitabımızda defalarca tekrarlanan<br />

“emr-i maruf nehy-i münker” yani iyiliği emretmek<br />

ve kötülükten men etmek düşüncesi yol<br />

gösterecek ve her davranışında toplumda iyiliğin<br />

yaygınlaşmasına vesile olacaktır. Tabi burada<br />

“iyilik ve kötülük” dediğimiz şeyi de doğru tanımlamak<br />

gerekir.<br />

İyilik ve kötülük kavramları, yeryüzünde var olan<br />

hemen hemen tüm inanç ve ahlak sistemlerinin<br />

merkezinde yer almaktadır. İsrail Ordusu’nun,<br />

Gazze’de Filistinlilerin evlerinin yıkılmasına karşı<br />

çıkmak için canını feda eden Amerikalı aktivist<br />

Rachel Corrie buna verilebilecek en güzel örneklerden<br />

biridir. Ancak ortak ilkelere rağmen<br />

her inanç sistemi kendi “doğru ve yanlışlarını”<br />

oluşturur. Mesela Hristiyanlıktaki ilk günah düşüncesinin<br />

tersine İslam dini, insanın günahsız


doğduğunu yani masum bir fıtrat üzerine yaratıldığını<br />

söylüyor. Bu durum insanın aklına bir<br />

soru getiriyor: İnsan masum yaratılmışsa neden<br />

sonradan kötüye meyleder? Bence burada, bizi<br />

iyilikten alıkoyan şeyler üzerinden durmak yerine<br />

bize doğuştan bahşedilen temiz mizacı koruyabilme<br />

üzerinde durmak gerekir. Bunu, iyiliği<br />

yaygınlaştırma çabasında atılacak ilk adım olarak<br />

düşünebiliriz.<br />

Mizacı koruma noktasında kadınlara ciddi bir sorumluluk<br />

düşüyor şüphesiz çünkü çocukların neredeyse<br />

tamamı, ilk değerler eğitimini annesi ya<br />

da ona bakma görevini üstlenmiş bir kadından<br />

ediniyor. Hatta okul öncesi eğitim sektörünün<br />

neredeyse tamamının kadınların elinde oluşu da<br />

bu bağlantının tesadüfü olmadığının göstergesi.<br />

Rabbimiz’in “rahmet” sıfatı, kendisine bahşedilen<br />

anne olabilme yetisiyle birlikte en çok kadınlarda<br />

tezahür ediyor. O sebepten anne olsun ya<br />

da olmasın kadınların çoğu merhamet zırhıyla<br />

donatılmış bir mizaca sahip. Bu sayede kadınlar,<br />

iyiliği çocuklara ve dolayısıyla topluma nakşedilmesinde<br />

kritik bir konumda yer alıyorlar.<br />

Özellikle çocukluk döneminde çocuğu kötülüklerden<br />

uzak tutabilmek; daha doğrusu, kötüyü<br />

çocuğa tanıtmamak çok önemli. Eskiler “kötüyü<br />

ortaya koymayın, alıcısı bulunur” derler. Bu<br />

sebepten, çocuk eğitiminde yalan gibi, kötülük<br />

gibi kelimeler bile fazla zikredilmez, zikredilmemelidir.<br />

İyi ve kötünün ayırt edilmesi konusu da<br />

ancak çocukluktan itibaren sağlam bir değerler<br />

sistemi geliştirilerek sağlanabilir. Hoşgörü, sevgi,<br />

adalet, saygı, yardımseverlik, sabır, empati,<br />

kanaatkarlık, çalışkanlık gibi pek çok kavram bu<br />

değerler sisteminin bir parçası ve bir toplumda<br />

iyiliğin yaygınlaşmasının olmazsa olmazları arasında<br />

yer alıyorlar.<br />

Sayın Vehbi Vakkasoğlu’nun çok güzel bir sözü<br />

var; “İyilerin tembelliği, kötülerin faaliyetidir”<br />

diye. Demek ki böylesine ciddi kötülük propagandaları<br />

yapılan bir dönemde iyiliğin özenilesi<br />

bir tutum olduğu ve olumlu sonuçlarını anlata-<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


MAKALE<br />

124<br />

bilmek de çok önemli. Bu noktada ebeveynlere<br />

ciddi bir sorumluluk düşüyor. Anne ve babalar<br />

doğru davranışlarıyla çocuğa örnek olarak ve<br />

evlatlarına sevgiyle yaklaşarak böyle bir değerler<br />

sisteminin oluşmasına katkı sağlayabilirler ki,<br />

geleneksel eğitimde bu yöntem daima önemli<br />

bir yer tutmuştur. Unutmamalıdır ki, birlikte<br />

oyun oynayarak bile çocuğun dünyasında iyiliğe<br />

büyük bir yer açmak mümkün. Böyle yetiştirilen<br />

çocukların, gün gelip birer yetişkin olduğunda<br />

toplum için büyük bir kazanıma dönüşeceklerine<br />

şüphe yok.<br />

Elbette ki kadın dediğimiz şey annelikten ibaret<br />

bir varlık değil. Günümüzde ve tarih boyunca<br />

her toplumda, birbirinden çok farklı pozisyonlarda<br />

görüyoruz kadınları. Bir avukat, bir doktor,<br />

bir STK temsilcisi, bir lider ya da bir garson, bir<br />

temizlikçi, bir çiçekçi… Yapılan iş ne olursa olsun<br />

daha fazla insanla temas etmek, daha fazla insanın<br />

ruhuna dokunmaya olanak tanıyor. Çalışma<br />

hayatına dâhil olan bir kadın mizacına yabancılaşmadığı<br />

sürece ve iyi bir mümin olmanın sorumluluğunu<br />

hissediyorsa elini değdirdiği şeyi<br />

yeşertme potansiyelini de barındırıyor. Artık “kadın<br />

eli değmesi” diye bir tabir kullanılıyor” bunun<br />

için. Bu söz, kadın bakış açısının yapıcı ve pozitif<br />

katkısını da ifade ediyor.<br />

Geçmişe dönüp baktığımızda kendini insanlığa<br />

hizmete adamış çok özel kadın örnekleri karşımıza<br />

çıkıyor. Bizler için en anlamlısı şüphesiz<br />

Hz. Hatice Validemiz. Kendisi mal varlığını Allah<br />

yolunda harcamakla kalmayıp, muhtaç durumdaki<br />

kızlara evinin kapılarını açmış, açları doyurmuş,<br />

hastaların bakımını üstlenmiş, ilmini<br />

onlarla paylaşmış. Kıymetli yazar Sibel Eraslan,<br />

validemizi anlattığı çalışmasında “Hatice annemiz<br />

Müslümanların ilk vakfiyesidir. Sadece malını<br />

değil, hayatını vakfetmiştir. Bugün dünyada ne<br />

kadar bereketli bir hareket varsa bunun altında<br />

Haticevari bir kendini vakfetme anlayışı vardır.”<br />

diye bahsediyor ondan.<br />

Nitekim kendini insanlığa vakfetme geleneğinin<br />

devamını Osmanlı örneğinde görünüyoruz.<br />

“Vakıf Medeniyeti” diye adlandırılan Osmanlı<br />

zamanında, iyilik adeta “kurumsal” bir kimlik kazanıyor.<br />

Gücü yeten kimselerin kendi aralarında<br />

kurmuş olduğu vakıflar, akla hayale gelmeyecek<br />

konularda halka hizmet veriyorlar. Mesela;<br />

tarihimizde göçmen kuşların ihtiyaçlarını karşılamak<br />

ve yaralı olanların bakımını yapmak, cildi<br />

bozulmuş kitapları tamir etmek, hamam ve çamaşırhane<br />

yaptırmak, hastalara ilaç hazırlamak,<br />

tarihi eserlerin bakımını yapmak, Müslim ve gayrı<br />

Müslimlere mezar yaptırmak gibi amaçlarla<br />

kurulmuş pek çok vakıf mevcut. Burada dikkat<br />

çeken husus, vakıfların hizmet kapsamındaki sınırsızlık…<br />

Hayvanlar, bitkiler, yapılar, eşyalar ve<br />

tabi ki dinine ırkına bakılmaksızın insanlar bu<br />

kapsama giriyor.<br />

Tabi burada vakıf geleneğinde önemli rol üstlenen<br />

hanım sultanları da es geçmemek lazım.<br />

Sultanların yaptırdıkları vakıflarda hanımlara has<br />

incelikler hemen göze çarpıyor. Mesela, Hürrem<br />

Sultan’ın yaptırdığı Haseki Sultan Külliyesini ele<br />

alalım. Külliyede hastalara, fakirlere ve öğrencilere<br />

kol kanat gerecek hastane, mektep ve imarethane<br />

bulunmasının yanı sıra bir de kadınlar<br />

hapishanesi var. Hapishanenin külliyeye dâhil<br />

edilmesinden maksat, bir şekilde hata yapıp buraya<br />

yolu düşen kadınları topluma kazandırmaya<br />

yönelik bir kurum olarak düşünülmüş olması.<br />

Nitekim o dönemde hapishaneden tahliye olan<br />

pek çok kadın bu şekilde yeni bir başlangıç yapma<br />

şansı elde etmiş.<br />

Yine bugün hala ayakta kalan Bezm-i Âlem Hastanesi,<br />

Pertevniyal Mektebi, Validebağ Sanataryumu<br />

ve saymakla bitmeyecek kadar cami,


hanım sultanların iyilik yolunda açtığı kapının<br />

bugünlere miras kalan eserleridir.<br />

Atalarımızdan miras aldığımız iyilik kültürünün<br />

söz konusu yapılarda vücut bulduğu gibi davranışlarımıza<br />

da sirayet ettiğine inanıyorum. Türkiye’nin<br />

bugünkü ölçeğiyle gerek devlet gerekse<br />

STK’lar yoluyla dünyanın neresinde birileri mağdur<br />

olsa yardım elini uzatması böyle bir mirasın<br />

sonucudur şüphesiz. Şu an gözümüzün önünde<br />

yaşanan Suriyeli mülteciler krizinde Türkiye’nin<br />

üstlendiği rol ortada. Sığınmacılara yalnızca sınırlarını<br />

açmanın karşılığı olarak kollarındaki saate<br />

el koymayı düşünebilen bir devlet anlayışı,<br />

bizim penceremizden hiçbir şekilde anlaşılması<br />

mümkün olmayan bir tutum.<br />

Aklıma gelen bir diğer örnek, bu geleneği insan<br />

olarak da sürdürebildiğimizi doğrular nitelikte.<br />

Beş yıldır ülkemizde yaşayan bir İspanyol burada<br />

kendini çok güvende hissettiğini, Avrupa’da aynı<br />

güven duygusunu hiç yaşamadığını anlatmıştı<br />

sohbetimiz sırasında. Gerekçe olarak ise, Avrupa’da<br />

insanın başına kötü bir şey geldiğinde kimsenin<br />

yardım etmeyişini, Türkiye’de ise insanlar o<br />

anda kendi başına ne geleceğine aldırmaksızın<br />

tanımadığı bir insanın yardımına bile koşuyor<br />

oluşunu göstermiş, yaşadığı bazı olayları örnek<br />

vermişti. Bugün ülkesinde kendini güvende hissetmeyen<br />

bir Avrupalı, bir gayrimüslim aramızda<br />

kendini böylesi rahat hissediyorsa sebeplerini<br />

içimizde muhafaza ettiğimiz değerler sisteminde<br />

aramak gerektiğini düşünüyorum.<br />

Özetle söyleyecek olursak, gerek Cenab-ı Hakk’ın<br />

bize bahşettiği fıtrat gerekse atalarımızdan miras<br />

aldığımız gelenek bizi iyiliğe yakın kılacak bir değerler<br />

sistemine sahip. Birer mümin olarak bunu<br />

muhafaza etmeyi başarır ve yapıp ettiğimiz işler<br />

vasıtasıyla doğrudan ya da dolaylı yollardan bizden<br />

sonraki nesillere aktarabilirsek dünyada iyiliğin<br />

yayılmasına ciddi anlamda katkımız olacaktır.<br />

125<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015


KAGEM<br />

TDV KAGEM’in İlk Şubesi<br />

Gaziantep’te Açıldı<br />

Türkiye Diyanet Vakfı Kadın Aile ve Gençlik Merkezinin (KAGEM)<br />

ilk şubesi, Gaziantep’te açıldı.<br />

Açılışı 25 Aralık 2015 Cuma günü Diyanet İşleri<br />

Başkanı ve TDV Mütevelli Heyeti Başkanı Prof.<br />

Dr. Mehmet Görmez tarafından gerçekleştirilen<br />

Gaziantep KAGEM aynı zamanda KAGEM’in<br />

ilk şubesi oldu. Açılış törenine, TDV Mütevelli<br />

Heyeti II. Başkanı Mazhar Bilgin, Gaziantep Valisi<br />

Ali Yerlikaya, Gaziantep Milletvekili Canan<br />

Candemir Çelik, Gaziantep Büyükşehir Belediye<br />

Başkanı Fatma Şahin, Şahinbey Belediye<br />

Başkanı Mehmet Tahmazoğlu, Gaziantep Müftüsü<br />

Ahmet Çelik, kamu kurumu ve sivil toplum<br />

örgütü temsilcileri ile KAGEM gönüllüleri<br />

de katıldı. Gaziantep KAGEM Şube Müdürlüğüne<br />

Kilis Üniversitesi öğretim görevlisi Zehra<br />

Ünal görevlendirildi.<br />

TDV KAGEM Müdürü Hicret Toprak, 1996’da<br />

Ankara’da kurulan merkezin çalışmaları aracılığıyla<br />

ürettiği bilgiyi toplumla paylaşması ve<br />

projelerini daha geniş bir alanda hayata geçir-


mesi için şubeleşmesinin faydalı olacağını düşündüklerini<br />

ifade etti.<br />

Toprak, KAGEM’in ilk şubesinin Gaziantep’te<br />

açıldığını dile getirerek “2016 yılı içinde İstanbul,<br />

İzmir, Adana ve Konya ile birlikte 5 KAGEM<br />

şubesi, aktif olarak çalışmalarına başlayacak”<br />

dedi.<br />

“Hedef, dini bilginin topluma<br />

ulaşması”<br />

KAGEM’in, TDV çatısı altında toplumun her<br />

kesimine ulaşmayı hedeflediğini vurgulayan<br />

Toprak, merkezin her kesimi, başta İslam ilahiyatı<br />

olmak üzere dini bilgi, düşünce, kültür ve<br />

sanatla buluşturmak, toplumsal sorunlar karşısında<br />

bilgi, söylem ve proje üretmek üzere kurulduğunu<br />

aktardı.<br />

Toprak, KAGEM şubelerinin öncelikli hedefinin<br />

dini bilginin topluma ulaşması için bir köprü vazifesi<br />

görmek olduğuna işaret ederek “Burada<br />

eğitim verecek kişiler, başta ilahiyat fakülteleri<br />

olmak üzere akademisyen ve uzman kişilerden<br />

oluşacak. Öncelikli hedefimiz, KAGEM şubelerinin<br />

bu bilgi dolaşımına ev sahipliği yapması”<br />

diye konuştu.<br />

Bilginin ahlak, estetik ve sanatla iç içe<br />

olduğu mekânlar oluşturulacak<br />

Şubelerde kültür ve sanat çalışmalarının yoğun<br />

bir şekilde yürütülmesini, özellikle İslam<br />

sanatlarının ruhuna uygun olarak aktarılmasını<br />

önemsediklerini de dile getiren Toprak, şunları<br />

kaydetti:<br />

“Bu sanatlar, İslam ahlakının da en zarif bir şekilde<br />

insanı yoğurduğu birer okuldur aslında. Dolayısıyla<br />

biz şubelerimizde, ilim, kültür ve sanat<br />

alanlarını geleneğimizde olduğu gibi yeniden<br />

bir araya getirmeye, bilginin ahlakla, estetikle<br />

ve sanatla iç içe olduğu mekânlar oluşturmaya<br />

gayret edeceğiz.”<br />

“KAGEM Şubeleri savaş, göç, şiddet<br />

mağdurlarının yaralarını saracak”<br />

KAGEM çatısı altında aynı zamanda, toplumun<br />

savaş, göç, şiddet gibi sebeplerle çeşitli açılardan<br />

bugün dezavantajlı durumda bulunan kesimlerine<br />

yönelik projelerin de hayata geçirildiğinin<br />

altını çizen Hicret Toprak bu projelerin<br />

geniş bir gönüllü ağının desteğiyle uygulandığını<br />

ifade etti.<br />

Toprak: “Bugün toplumun bütün tabakalarını<br />

çeşitli düzeylerde etkileyen sorunlar karşısında<br />

bizler, bir kadın ve gençlik inisiyatifi olarak<br />

sorumluluk almaya, muhataplarımızı da bu<br />

sorumluluğu paylaşmaya davet ediyoruz” diyerek,<br />

Aralık 2015 tarihinden bu güne kadar pek<br />

akademik faaliyet ve projenin gerçekleştirildiği<br />

Gaziantep KAGEM Şubesinde önümüzdeki<br />

aylarda da çalışmaların hız kesmeden devam<br />

edeceği bilgisini verdi.<br />

127<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


KAGEM<br />

TDV KAGEM’de<br />

“Kalem Söyleşileri”<br />

TDV KAGEM, KALEM Kitap Kahve’de rutin olarak düzenlediği “Kalem<br />

Söyleşileri” dizisinde 2016‘ya çok renkli isimlerle merhaba dedi.<br />

Genç kitapseverleri kültür, sanat ve edebiyat dünyamızın saygın isimleri<br />

ile bir araya getirmeye devam eden KAGEM yeni dönemde Bülent Ata,<br />

Furkan Çalışkan ve Tarık Tufan gibi sevilen isimleri gençlerle buluşturdu.<br />

Kalem Söyleşileri’nde 2016’nın ilk<br />

konuğu Bülent Ata oldu<br />

KAGEM, Ocak ayında ikinci olarak<br />

Furkan Çalışkan’ı ağırladı<br />

128<br />

Şair ve Öykücü kimliğiyle tanıdığımız Ata, yazdığı<br />

pek çok romanın da ötesinde çocuklara<br />

yönelik güzel kitapların da yazarı. Özellikle<br />

de “Sevimli Kelimeler Ülkesi” adlı kitabı belki<br />

de alanında tek sayılabilecek türden... “Çocuk<br />

Edebiyatı’ndaki dini içerikli yazılan kitaplarda<br />

akademik duygularla her şeyi verme adına gereksiz<br />

yüklemelerde bulunup olayları anlatırken<br />

çocuk bakışını bazen es geçiyor olmamız<br />

bugün en büyük eksiğimiz” diyen Ata, “Sevimli<br />

Kelimeler” adlı kitabının bu hassasiyetle ortaya<br />

çıktığını söyledi.<br />

Yazar söyleşisinde, şiire bakış açısını ve kendi<br />

şiirlerindeki hassasiyetleri samimi bir dille dinleyicileri<br />

ile paylaştı.<br />

Şiirde Yerli Bir Dilin Olması Gerek<br />

“Türkiye’de yazılan şiirlerin yüzde doksanı okuyucu<br />

üzerinde etki oluşturmuyor. Bunun en<br />

büyük nedeni, şiirin sadece tek kişiye özel yazılması.<br />

Şiirdeki büyü bu zaten. Yani tekil bir şey<br />

olmaması.” Şiirde yerli önemini vurgulayan şair,<br />

“Bir memleketi anlamanın en temel unsuru o<br />

ülkenin edebiyatını bilmekten geçer. Halk şiirini<br />

tanımadan modern şiir okumaya çalışmak ya<br />

da yazmak havada kalacak bir şeydir. Bu yüzden<br />

şiirin içinde yerli bir dilin olması önemli” dedi.


Ankara’dan Tarık Tufan geçti<br />

bir karakterin kendini ve duygularını arama<br />

yolculuğunu konu alan yazar ile KALEM Kitap<br />

Kahve’de samimi, bir o kadar da keyifli bir söyleşi<br />

gerçekleştirdi.<br />

“Hikâyelerde Gerçek Hayatta Olduğu gibi İnsancıl<br />

Kusurlar ve Küsuratlar Olmalı”<br />

KAGEM, “Kalem Söyleşileri” dizisinde son olarak<br />

bir başka özel yazarı, Tarık Tufan’ı “Şanzelize<br />

Düğün Salonu” adlı kitabı ile ağırladı.<br />

Tarık Tufan’ın Şanzelize Düğün Salonu adlı kitabı,<br />

son dönemde yayınlanan romanlar arasında<br />

özel bir yere sahip. İki hayat arasına sıkışmış<br />

Tarık Tufan, yeni yazar adaylarına da küçük tavsiyelerde<br />

bulundu. “Dönem dönem genç yazar<br />

adaylarından yazılar geliyor. Bana gelen yazılardaki<br />

en büyük eksiklik olay ve karakterlerdeki<br />

kusursuzluk. Hikâyelerde gerçek hayatta olduğu<br />

gibi insancıl kusurlar ve küsuratlar olmalı. O<br />

zaman okuyucular zaten sizin dünyanıza girmek<br />

için bu kitabı açar. İşte sizin anlatacağınız<br />

her şeye inanmaya hazır bir kitledir bu” diyen<br />

yazar, soru- cevap eşliğinde ilerleyen söyleşinin<br />

ardından okurları için kitaplarını imzaladı.<br />

KAGEM, düzenlediği<br />

söyleşilerin yanında çeşitli<br />

dallarda sanat ağırlıklı<br />

eserlerin de sergilenmesine<br />

fırsat vermekte. Bu<br />

anlamda en son olarak<br />

KALEM Kitap Kahve,<br />

karikatürist ve yazar Hasan<br />

Aycın’nın “Çizgilerle Kırk<br />

hadis” adlı sergisine de<br />

ev sahipliği yaparak pek<br />

çok eseri meraklısı ile<br />

buluşturdu.<br />

129<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


KAGEM<br />

Geleneksel Sanatlarımız<br />

KAGEM’de Yeniden Hayat Buluyor<br />

Türkiye Diyanet Vakfı<br />

Kadın Aile ve Gençlik<br />

Merkezi (KAGEM ) yüzyıllar<br />

öncesinden bugüne kadar<br />

yaşatılan klasik sanatların<br />

unutulmaması ve gelecek<br />

nesiller tarafından tanınıp<br />

yaygınlaştırılması amacıyla<br />

çeşitli dallarda sanat kursları<br />

ve seminerler düzenliyor.<br />

KAGEM ve şubeleri bulundukları<br />

şehrin ilim, kültür ve sanat<br />

merkezleri olacak<br />

130<br />

Bulunduğu şehrin ilim, kültür ve sanat<br />

merkezi olmasını hedefleyen<br />

KAGEM, yaptığı akademik ve sosyal çalışmaların<br />

yanında geleneksel sanatlara<br />

da sahip çıkıyor. Tezhip, hat, minyatür,<br />

ebru, çini, ney ve ciltçilik gibi bugün kaybolmaya<br />

yüz tutmuş bu özel sanatların<br />

devamı için haftanın yedi günü hizmet<br />

veriyor.


Usta-çırak ilişkisi<br />

KAGEM’de, usta çırak ilişkisi içinde devam<br />

eden dersler, bu sanatlarda uzmanlaşmış<br />

çok değerli eğitimciler eşliğinde gelecek<br />

nesillere, usulüne uygun şekilde aktarılıyor.<br />

KAGEM’de sahasının uzmanı olan Mücellit<br />

Mehmet Karslı’nın rehberliğinde haftada 2<br />

gün olmak üzere 3 yıldır cilt sanatının incelikleri<br />

öğretiliyor. Orijinaline sadık kalınarak<br />

fermanlar, defterler ve eski kitapların restorasyonu<br />

cilt atölyesindeki öğrencilerin elinde<br />

hayat buluyor. Kursa katılan öğrenciler aldıkları<br />

eğitim sonunda alanlarında iş imkânı<br />

da bulabiliyor. 3 yıldır bu kurslardan yaklaşık<br />

100 kişi faydalandı.<br />

131<br />

KAGEM ayrıca, Arapça, Osmanlıca ve Farsça<br />

gibi düzenlemiş olduğu dil seminerleri ile de<br />

geçmişten geleceğe köprü kurmaya devam<br />

ediyor.<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


KURUMSAL<br />

“Ufuk ve Gönül Birliği İçerisinde<br />

Çalışmalıyız”<br />

Diyanet İşleri Başkanı ve Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyeti<br />

Başkanı Mehmet Görmez, TDV personeli ile bir araya geldi.<br />

Görmez, TDV Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen<br />

2016 Ufuk Buluşması’nda yaptığı konuşmada,<br />

vakfın son 3 yılda kadrosunun yenilendiğini<br />

belirterek, birimler arasında çalışma<br />

ahengi, uyum ve birlikteliğin kendisini mutlu<br />

ettiğini söyledi.<br />

Türkiye Diyanet Vakfı hizmetlerinin 2016’da<br />

da büyük bir heyecanla devam edeceğini belirten<br />

Görmez, Allah’a (cc) olan sorumluluğun<br />

ve yaratılış gayesinin unutulmaması gerektiğini<br />

söyledi.<br />

İnsanlık ailesinin bir ferdi olarak dünyanın<br />

dört bir tarafındaki mazlumlara iyilik götürmeyi<br />

sürdüreceklerini vurgulayan Başkan<br />

Görmez, “Ufuk ve gönül birliği içerisinde dünyadaki<br />

kardeşlerimizin yardımına koşmalıyız.


7 kıtada insanlığa hizmet etmek, dünyanın<br />

her tarafında mazlumlara yardım etmek bizim<br />

nasibimiz. Allah’a hamd etmek lazım. Dünyada<br />

yapılacak çok iş var. Her birimiz, kalbimizi,<br />

aklımızı birleştirerek çok daha hayırlı ve iyi işler<br />

yapmak için çaba göstermemiz gerekiyor.<br />

Zaman israfı olmamalı. Daima büyük bir sevgi<br />

ve muhabbetle çalışmalıyız. Hayat çok kısa,<br />

yapılacak iş çok. Biz kısa hayatımıza çok şey<br />

sığdırmalıyız. Birlikte daha büyük iyiliklere<br />

ulaşabiliriz “ diye konuştu.<br />

Yapılan işlerin sıradanlaştığı zaman tehlikenin<br />

de başladığını vurgulayan Görmez, yeni ülkeler<br />

ve yeni projelerle insanlığın hizmetine koşmaya<br />

devam edeceklerini kaydetti. Yapılan<br />

işlerde birilerini hoşnut etmek değil, Allah’ın<br />

(cc) rızasını kazanmanın birinci öncelik olması<br />

gerektiğini vurgulayan Görmez, “Yaptığımız<br />

iş ne kadar büyük olursa olsun, önemli olan<br />

Allah'ın rızasıdır. Hakk’ımızı memnun edersek<br />

halkımız da memnun olacaktır” dedi.<br />

İslam dünyasının zor bir süreçten geçtiğini<br />

vurgulayan Görmez, “Umutlarını Türkiye’ye<br />

bağlamış dünyadaki bütün Müslümanlara<br />

ulaşılmasının önemli olduğunu” kaydetti.<br />

Başkan Görmez, eğitim konusunda vakfın güzel<br />

hizmetleri olduğunu ifade ederek, “Vakfımızın<br />

güzel hizmetleri var. Hediyem Kuran<br />

Olsun kampanyamıza elhamdülillah teveccüh<br />

oldukça iyi. Milyonlarca Kur’an-ı Kerim’e<br />

ihtiyacımız var. Hayırseverlerimizin desteği ve<br />

kuracağımız Kur’an matbaamız ile bu ihtiyacı<br />

karşılayacağız” diye konuştu.<br />

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015


ZİYARETLER<br />

Türkiye Diyanet Vakfı'na<br />

Ziyaretler<br />

Türkiye Diyanet Vakfı olarak dünyanın farklı ülkelerinden<br />

gelen heyetleri ağırladık.<br />

Yurt içinden ve yurt dışından heyetler, Türkiye<br />

Diyanet Vakfı’nı ziyaret ederek, Vakfın faaliyetleri<br />

hakkında bilgi aldı.<br />

Nathif Jama Adam ve beraberindeki heyet,<br />

Diyanet İşleri Başkanlığı ve TDV'nin organizesiyle<br />

Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden Türkiye’ye<br />

değerler eğitimi için gelen gençler, Avustralya<br />

Muslim Aid ve Belarus Müslümanları Dini İdaresi<br />

heyetleri, Türkiye Diyanet Vakfı’nı ziyaret etti.<br />

Etiyopya İslam İşleri Yüksek Konseyi Başkanı<br />

Şeyh Muhammed Emin Cemal ve beraberindeki<br />

heyet, Kenya’nın Garissa Mandera Eyalet<br />

Valisi Ali İbrahim Roba, Garissa Eyalet Valisi<br />

Ziyaretlerde, Vakfımızın faaliyetleri konusunda<br />

bilgi verilirken, eğitimden hayri ve sosyal hizmetlere<br />

kadar farklı alanlarda çok sayıda işbirliği<br />

konuları ele alındı.<br />

Kenya Heyeti<br />

Belarus Heyeti<br />

134<br />

Avustralya Heyeti<br />

Etiyopya Heyeti


Yasin Dedeş

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!