Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
OCAK-MART 2016 SAYI 120<br />
8<br />
<strong>Gündem</strong><br />
Uluslararası<br />
İyilik Ödülleri<br />
24<br />
<strong>Güncel</strong><br />
Şimdi Yaraları<br />
Sarma Zamanı<br />
HER İYİLİK SADAKADIR
BU SAYIDA<br />
Dünyayı İyilik Değiştirecek<br />
İslam coğrafyası bugün tarihin en zor süreçlerinden geçiyor.<br />
Medeniyetimizin başkentlerinden ateşler yükseliyor. Bugün bütün<br />
dünyada insanlığın vicdanını kaybettiği, merhametin azaldığı, kalplerin<br />
katılaştığı bir dönemi yaşıyoruz.<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI<br />
İYİLİK BÜLTENİ<br />
OCAK - MART 2016 • SAYI: 120<br />
Türkiye Diyanet Vakfı Adına Sahibi<br />
Mazhar BİLGİN<br />
Mütevelli Heyeti II. Başkanı<br />
Genel Yayın Yönetmeni<br />
İsmail PALAKOĞLU<br />
Genel Müdür<br />
Yazı İşleri Müdürü<br />
Kerim KÜÇÜKSARI<br />
Kurumsal İletişim Müdürü<br />
Yayına Hazırlayanlar<br />
Yüksel SEZGİN<br />
Serkan FİDAN<br />
Ömer SARI<br />
Ayşegül KURTKAYA<br />
Samet AYDIN<br />
Grafik Tasarım<br />
Yasin DEDEŞ<br />
Esen Ali DUMAN<br />
Fotoğraflar<br />
Ahmet Sami ACAR<br />
Gökhan PEKDEMİR<br />
Mehmet ÖZTÜRK<br />
Adres<br />
Dr. Mediha Eldem Sokak No: 72/B<br />
06640 Kocatepe - Ankara<br />
T : (0.312) 416 90 00<br />
F : (0.312) 416 90 90<br />
W : www.diyanetvakfi.org.tr<br />
Yayımlanan makalelerin<br />
sorumluluğu yazarlarına aittir.<br />
Para ile satılmaz.<br />
Baskı<br />
TDV Yayın Matbaacılık ve<br />
Ticaret İşletmesi<br />
Alınteri Bulvarı 1256. Sokak No: 11<br />
Ostim - Yenimahalle / ANKARA<br />
T : (0.312) 354 91 31<br />
F : (0.312) 354 91 32<br />
Günümüzde tüm insanlığı kuşatan şiddet, terör, nefret, düşmanlık, ırkçılık,<br />
ayrımcılık ve işgallerin yol açtığı tablo, iyiliğin yeniden İslam coğrafyasında<br />
ve bütün dünyada hâkim kılınması için seferber olunmasını zorunlu<br />
kılmaktadır.<br />
Kaynağını yüce dinimiz İslam’dan alan ve yardımlaşma bilincini Müslüman<br />
toplumlara yerleştiren vakıf geleneğinin günümüzdeki en önemli<br />
temsilcilerinden biri olarak görevini ifa eden Türkiye Diyanet Vakfı,<br />
kurulduğu günden bu yana insanlığa karşı sorumluluğunu yerine getirerek<br />
iyiliğe katkı sağlama çabası içerisindedir.<br />
İşte bu noktadan hareketle Türkiye Diyanet Vakfı olarak iyilik için yaşamayı<br />
varoluş sebebi olarak görüyor ve iyiliği yaymak adına her yıl Vakfımızın<br />
kuruluş yıl dönümü olan 13 Mart’ta, Uluslararası İyilik Ödülleri Programı<br />
düzenliyoruz. Bu yıl da 7 iyilik öncüsüne ödül takdim edeceğiz.<br />
Bu yıl “Dünyayı İyilik Değiştirecek” teması ile ikincisini gerçekleştireceğimiz<br />
Türkiye Diyanet Vakfı Uluslararası İyilik Ödülleri programı vesilesiyle<br />
dergimizin bu sayısında ağırlıklı olarak iyilikle ilgili makalelere yer verdik.<br />
Uluslararası İyilik Ödülleri programının, İslam coğrafyasında yeniden<br />
barış, huzur ve kardeşlik ortamının tesis edilmesine vesile olmasını niyaz<br />
ediyoruz.<br />
Üzerinde yaşadığımız güzel yurdumuzda İslam medeniyeti, bütün<br />
zorluklara rağmen dimdik ayakta kalmış, başka kardeşlerinin de umudu<br />
olmuştur. Anadolu’nun her tarafından dünyanın bütün mazlumlarının<br />
yaralarını sarmak için seferber olan milletimiz, hep birlikte birbirinin<br />
yaralarını da saracaktır.<br />
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfının Bayırbucak<br />
Türkmenleri, terör saldırılarında yaşamını yitiren şehitlerimizin yakınları<br />
ve Güneydoğudaki terör mağduru vatandaşlarımız için başlattığı “Şimdi<br />
Yaraları Sarma Zamanı” kampanyasına ilişkin detayları da bu sayımızda<br />
bulabilirsiniz.<br />
İyiliği farklı yönleriyle ele alan makaleler ve gazeteci-yazar Ahmet<br />
Taşgetiren ile iyilik konusunda yaptığımız röportajın yer aldığı bu<br />
sayımızda, Türkiye Diyanet Vakfı olarak son dönemde gerçekleştirdiğimiz<br />
faaliyetlere ilişkin haberler de bulunuyor.<br />
Dünyanın farklı coğrafyalarından yükselen sese gönülden cevap vererek,<br />
yeryüzünde iyiliğin egemen olması için yaptığımız çalışmalara destek<br />
veren hayırsever milletimize teşekkür ediyoruz.<br />
Kurumsal İletişim Müdürlüğü<br />
1<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2016
içindekiler<br />
için<br />
8<br />
Türkiye Diyanet Vakfı<br />
İyiliği Ödüllendiriyor<br />
24<br />
Şimdi Yaraları<br />
Sarma Zamanı<br />
52<br />
Hediyem<br />
Kur'an Olsun<br />
4 İnsân-ı Kâmile Giden Yol İyilik ve Cömertlik<br />
8 Türkiye Diyanet Vakfı İyiliği Ödüllendiriyor<br />
10 41 Yıl Önceki Heyecan Artarak Devam Ediyor<br />
14 Ülkemiz Çağlar Boyunca Küresel Bir İyilik Misyonunun Sözcüsü Oldu<br />
20 Yardımlaşma Ruhu<br />
24 Şimdi Yaraları Sarma Zamanı<br />
34 Bir Üst Değer Olarak İyilik ve İslam<br />
38 Sultan II. Abdülhamid’in Yardım Organizasyonları<br />
42 Erdemli Toplumun İnşası İçin Kardeşlik<br />
44 Bir Şehadet Hikayesi: Anzak Ömer<br />
52 Hediyem Kur'an Olsun<br />
58 Asırlardır Kur’an Sevgisiyle Yaşayan Gelenek: 1001 Hatim<br />
62 Kulluğumuzu Test Eden Değer İyilik<br />
66 "Hadislerle İslam"Dijital Ortamda<br />
68 Bizim Medeniyetimiz<br />
72 Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gana Millet Camiini ziyaret etti<br />
74 Amerika İslam Kültür Merkezi Açılışa Gün Sayıyor<br />
76 TDV, Dünyanın Dört Bir Yanındaki Müslümanlara Ezan Sesini Ulaştırıyor
dekiler<br />
TDV, Dünyanın Dört Bir<br />
Yanındaki Müslümanlara<br />
Ezan Sesini Ulaştırıyor 76<br />
Evlad-ı Fatihan’da<br />
İyilik İzleri 78<br />
Öğrenci Yurdu Sayısını<br />
20’ye Çıkarmayı<br />
Hedefliyoruz 106<br />
78 Evlad-ı Fatihan’da İyilik İzleri<br />
82 Ayakkabı Boyacısının Duygulandıran Vasiyeti<br />
84 Bir Bardak Temiz Suyun Hasreti<br />
92 23 bin 982 Öğrenciye Burs ve Eğitim Yardımı<br />
94 Bir İyilik Öncüsü Hazret-İ Ebûbekir Sıddîk (Ra)<br />
98 Suriyelilere Türkçe Eğitimi<br />
100 Asım’ın Neslinin Diğergâmlığı<br />
105 Somalili Öğrencilere Türkiye’de Modern Tarım Eğitimi<br />
106 Öğrenci Yurdu Sayısını 20’ye Çıkarmayı Hedefliyoruz<br />
108 Gençliğimiz Geleceğimizdir<br />
112 97 Ülkeden 572 Öğrenciye Yarıyıl Kampı<br />
114 Eğitimin Özüne Dair<br />
120 Engelli Öğrencilere Umre Hediyesi<br />
122 Özümüzdeki Cevheri Koruyabilmek<br />
126 TDV KAGEM’in İlk Şubesi Gaziantep’te Açıldı<br />
128 TDV KAGEM’de “Kalem Söyleşileri”<br />
130 Geleneksel Sanatlarımız KAGEM’de Yeniden Hayat Buluyor<br />
132 “Ufuk ve Gönül Birliği İçerisinde Çalışmalıyız”<br />
134 Türkiye Diyanet Vakfına Ziyaretler
MAKALE<br />
İNSÂN-I KÂMİLE GİDEN YOL<br />
İYİLİK VE CÖMERTLİK<br />
Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ<br />
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı<br />
“İnsana salâh ve takva yolunu hazırlayan sâlih amelin yeri<br />
bu dünyadır. Bu dünyada sağlam bir imana bağlı olarak<br />
gerçekleştirilebilen iyilikler, insanın insani yükselişini, rûhi<br />
değişimini, manevi dönüşümünü sağlayan bir özelliğe sahiptir. Kabir,<br />
ebedî istirahatgâhtır. Orada amel yoktur. Dolayısıyla amelin yeri<br />
kabirden önceki dünya hayatıdır.”<br />
4<br />
İnsanı gönüllerde yaşamaya hazırlayan en<br />
önemli hususiyetlerden birisi iyilik ve cömertliktir.<br />
İnsanın iyilik yapmasının ve cömert davranmasının<br />
önündeki en büyük engel ise dünya<br />
sevgi ve ilgisi ile dünya nimetlerine dört elle<br />
sarılmasıdır. İnsan hayatında dünyanın etki ve<br />
sınırını dengeleyen dinî kurallar, Allah’a kulluğa<br />
yönelişi artırmak; iyilik, cömertlik ve kulluğa<br />
yönlendirmek içindir. Mal ve dünya esareti,<br />
kulluğun ve insan-ı kâmile giden yolun manialarıdır.<br />
Allah Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de, dünya<br />
hayatının çekiciliğine ve geçiciliğine, ahiretin<br />
ise ebedî oluşuna dikkat çekerek insanları uyarmaktadır.<br />
1<br />
Yolda yürüyecek olan kimsenin ayakları serbest<br />
olmalıdır, zincire bağlı değil. Zincire bağlı olan<br />
1 Bkz. Âl-i İmrân, 3/14.<br />
nasıl yürüyemezse, gönlü dünyaya ve mala<br />
bağlı olan da manen yol alamaz, Allah yolunda<br />
ilerleyemez. Nitekim Mevlâna Mesnevî’sinin<br />
on dokuzuncu beyitinde bunu ne güzel ifade<br />
eder:<br />
Koparırsan dünya bağını ey oğul, âzâd olacaksın<br />
Ne zamana kadar altın ve gümüş bağında<br />
kalacaksın<br />
İrfâni anlayışa göre insanoğlundaki dünya nimetlerine<br />
zaaf ve tutku, fıtrîdir. Çünkü insanoğlunun<br />
hammaddesi topraktır. Toprak suya müştaktır.<br />
Toprak nasıl suyu tutar ve yutarsa insan<br />
da dünya nimetlerini yutmakta ve tutmaktadır.<br />
Ancak nasıl yağmur suyunu emen ve içine alan<br />
kabiliyetli topraktan yararlı nebatlar çıkarsa,<br />
insanın da dünya nimetlerine sahip olması-
nın, mahsul veren toprak gibi güzel sonuçları<br />
olmalıdır. Yağmur suyunu yutan, ama ürün vermeyen<br />
kum, toprak ile yağmur suyunu tutan<br />
ama ürün vermeyen kaya ya da killi toprak türü<br />
insanlar makbul değildir. İnsanın elindeki imkânlardan<br />
başkalarını istifade ettirmesi güzel<br />
sonuçlardan biridir.<br />
İnsan-ı kâmil vasfına sahip bir insan, iyilik ve<br />
cömertliğiyle gönlünü ve imkânlarını herkese<br />
açar. Çünkü iyilik ve cömertlik insanın maddi<br />
ve manevi boyutunda arınma sağlar. Malın temizlenmesi<br />
maddi, kalbin ve nefsin arınması da<br />
işin manevi cihetidir.<br />
İnsana salâh ve takva yolunu hazırlayan sâlih<br />
amelin yeri bu dünyadır. Bu dünyada sağlam<br />
bir imana bağlı olarak gerçekleştirilebilen iyilikler,<br />
insanın insani yükselişini, rûhi değişimini,<br />
manevi dönüşümünü sağlayan bir özelliğe sahiptir.<br />
Kabir, ebedî istirahatgâhtır. Orada amel<br />
yoktur. Dolayısıyla amelin yeri kabirden önceki<br />
dünya hayatıdır.<br />
İnsanoğlu bu âlemde kendisine emanet ve<br />
âriyet olarak verilen mal ve mülkü kendisinin<br />
sanır. Mal üzerindeki süreli tasarruf hakkını<br />
mülkiyet ve sahiplik zanneder. Dünya malının<br />
devre-mülk olduğunu unutur. Gerçek malın bu<br />
dünyada infâk edip kendi adına kaydettirdiği<br />
mal olduğunu düşünemez. Oysa Kur’an, hayra<br />
sarfedilmiş kalıcı mala “el-bâkiyâtu’s-sâlihât”<br />
adını verir. Nitekim ayette şöyle buyrulmaktadır:<br />
“Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür.<br />
Bâki kalacak sâlih ameller ise, Rabbinin<br />
katında, sevap olarak da ümit olarak da daha<br />
hayırlıdır.” 2<br />
Şeyh Sâdî, malını hayra ve hizmete harcayamayıp<br />
ona bekçilik yapan hayırsız zenginin<br />
hâlini ne güzel anlatır:<br />
Kârûn’un hazînesi olsa elinde<br />
İhsân ettiğinden başkası kalmaz yerinde<br />
Cimri zengindeki dînâr ile gümüş<br />
Hazînenin üzerine tılsım olmuş<br />
Senelerce kalır altın elinde tutsak<br />
Kullanamaz onu, âdeta yasak<br />
Ansızın ecel taşı kırınca hâzineyi<br />
Taksîm eder vârisler defîneyi. 3<br />
2 el-Kehf, 18/46.<br />
3 Rûhu’l-beyân, V, 246.<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
6<br />
İnsan dünyaya “her şey O’ndandır ve O’na dönecektir”<br />
gözüyle bakabildiği zaman kendi<br />
aczini daha iyi anlar, dünya huzur ve mutluluğu<br />
ile ahiret saadeti için iyilik yaparak Hakk’a<br />
gönül bağlamaya çalışır. Mal, mülk ve evlat.<br />
Hepsi fani ve geçicidir. Dolayısıyla bâki olanın<br />
tarafına yönelmeye ihtiyaç vardır. Bu yüzden<br />
iyilik en büyük yardımcıdır insan için. Nasıl ki<br />
Hz. İbrahim mal, can ve evlatla imtihan edildikten<br />
sonra başarısı tescil edilince “Halîl/dost”<br />
ünvanını almışsa, insanoğlu böyle bir sınava<br />
hazır olduğu zaman insan-ı kâmil yoluna girmiş<br />
olacaktır.<br />
Cömerdin Allah’a yakınlığı, O’nu tanımaya,<br />
O’nunla arasındaki perdeyi aralamaya kabiliyetli<br />
olmasıdır. Kur’an’da cömert kulun verdiği<br />
zekât ve sadakanın doğrudan Allah tarafından<br />
alındığının belirtilmesi, aradaki perdelerin kalkıp<br />
manevi yakınlığın oluştuğunu göstermektedir.<br />
Nitekim Kur’an’da buyrulur: “Bilmezler<br />
mi ki Allah Tealâ, kullarının tevbesini kabul<br />
eden, sadaka ve zekâtlarını alandır.” 4 Bu yüzden<br />
irfân ehline göre şu üç kişi Allah dostu olamaz:<br />
“Kibirli, cimri ve ahmak.”<br />
İyilik yapmayan, imkânlarını başkaları ile paylaşmayan,<br />
para ve maddi şeylerin kendini cezbettiği<br />
insan yukarılara; melekût âlemine yükselemez.<br />
Malla kirlenen ruh; para sevdasıyla<br />
kararan kalp, altın ve gümüşün ışıltısı ile kamaşan<br />
göz ve karışan zihin, insani gerçeklere ve<br />
ilahî sırlara perdelidir. Ancak iyilik yapmanın,<br />
zekât ve sadaka vermenin arındırıcı etkisi sayesinde<br />
kalp tasfiye, nefs tezkiye olabilir. Her hastalığın<br />
tedavisi kendi cinsinden şeylerle olduğu<br />
için madde ve maldan gelen hastalık yine<br />
onlarla tedavi edilebilir. Bu konuda: “Müminin<br />
kalbinde cimrilik ile imanın bir arada bulunamayacağı”<br />
5 nebevî uyarısı, câlib-i dikkattir.<br />
4 et-Tevbe, 9/104.<br />
5 Neseî, Cihâd, 8.<br />
İyilik yapan kişi tarlasına tohum eken çiftçiye<br />
benzer. Nasıl çiftçi araziden en iyi şekilde mahsül<br />
elde etmek için ziraata gereken ehemmiyeti<br />
verir ve tohumun en iyisini ekerse; iyilik yaparak<br />
başkalarına faydalı olan kişi de malının iyisinden<br />
bolca vermelidir. Çünkü Allah Tealâ onu en güzel<br />
şekilde mükâfatlandıracaktır. Nitekim Kur’an’da:<br />
“İyiliğin mükâfatı iyilik değil midir?” 6 buyurulur.<br />
Allah’ın, insanların gönüllerine ve vicdanlarına<br />
Rahmân isminin tecellisi olarak lütfettiği rahmet/merhamet<br />
sıfatı, vermenin, paylaşmanın<br />
ve iyilik yapmanın temel dinamiğidir. Ancak<br />
merhamet duygusunun geliştirilmesi gerekir.<br />
Bunun yolu iyilikten ve cömertlikten geçer. Bu<br />
yüzden Allah Resûlü, fakirlik ve maddi sıkıntıyı<br />
en derin biçimde hisseden insanların yüreklerini<br />
serinletmek, karınlarını doyurmak ve rahatlatmak<br />
üzere daima ashabını onlara karşı<br />
diğerkâm davranmaya ve iyilik yapmaya teşvik<br />
etmiştir. Nitekim Allah Resûlü, ashabına: “İki kişilik<br />
yemeği olan üçüncü, dört kişilik yemeği olan<br />
beşinci ve altıncı... kişi olarak suffalılardan alıp<br />
evine götürsün” 7 buyururdu. Çünkü en büyük<br />
zenginlik sayılan kanaat sâyesinde “iki kişiye<br />
yetecek yemek dört kişiye de yeterdi.” 8 Merhamet<br />
duygusu ile gönüllerini ilmek ilmek işleyen<br />
ashab-ı kiram, iyilik yapmanın ve cömert davranmanın<br />
en güzel örneklerini sergilemişlerdir.<br />
Asr-ı saadetteki bu îsâr ve diğerkâm tavır, manevi<br />
yükselişin adı olmuştur.<br />
İnsanoğlunun ölümünden sonra gönüllerde yaşamasını<br />
sağlayan en önemli hususiyetlerden<br />
birisi tevazu, diğeri cömertliktir. Cömertlik, gönlü<br />
ve imkânları başkasına açmaktır. Toplumu bir<br />
vücut, bir organizma; ferdleri de organizmanın<br />
organ ve hücreleri gibi gören Allah Resûlü, toplum<br />
kesimleri arasında bir uçurumun olmamasına<br />
özen gösterirdi.<br />
6 er-Rahmân, 55/60.<br />
7 Buhârî, Mevakitü’s-salât, 41, İbn Hanbel, I, 197.<br />
8 Bkz. İbn Hanbel, III. 301; İbn Mâce, II, 1084.
Başkalarının derdiyle dertlenmenin, sorunlarına<br />
çare bulmak ve iyilik yapmak için yollar aramanın<br />
insan-ı kâmile giden bir yol olması kadar<br />
toplum düzeninin sağlanmasına yönelik çok<br />
önemli maslahat ve yararları da vardır. Toplum<br />
düzeni içinde yaşayan insanlardan fakir olanlar<br />
da vardır, zengin olanlar da. Aslında zenginlik<br />
de, fakirlik de bütün fâni şeyler gibi gelip geçicidir.<br />
Hatta bugün zengin olanlar yarın fakir,<br />
bugün fakir olanlar yarın zengin olabilir. Allah<br />
ikbal günlerini insanlar arasında nöbetleşe evirip<br />
çevirir. Bolluk yıllarını kıtlık seneleri, kıtlık dönemlerini<br />
bolluk devirleri takip eder. İnsanların<br />
her döneme hazırlıklı olması; düşenin yanında,<br />
yakınında ve yardımında bulunması gerekir. Nitekim<br />
asr-ı saadetteki hicrette kardeşlik ve yokluk<br />
zamanlarındaki iyilik, cömertlik ve dayanışma,<br />
bunun en güzel örneğidir.<br />
Varlıklı insanların yoksul insanlara destek olarak<br />
iyilikte bulunması toplum düzeninde sosyal<br />
adaleti sağlar; mal ve servet düşmanlığını önler.<br />
Mevlâna, fakirlik ve zenginlik arasındaki ilgiye<br />
dikkat çekerek fakir nasıl zengine muhtaçsa<br />
zenginin de aynı şekilde fakire muhtaç olduğunu,<br />
bu yüzden zenginin fakire minnet borçlu<br />
bulunduğunu ifade eder ve bunu şöyle bir<br />
örnekle anlatır: “Güzeller tozsuz, passız parlak<br />
ayna ararlar; çünkü o ayna karşısında yüzlerinin<br />
güzellikleri ve üzerlerindeki süsler ortaya çıkar.<br />
Güzel, güzelliğini nasıl ayna olmadan göremezse;<br />
iyilik sahibi cömert de cömertlik yüzünü ancak<br />
yoksula bakmakla gösterebilir. Bu yüzden<br />
güzel güzelliğini ortaya koyan aynaya minnet<br />
borçlu olduğu gibi cömert zengin de fakire<br />
minnet borçludur.” 9<br />
Yoksul cömertliğin aynası olduğuna göre, ona<br />
karşı gönül kırıcı sözler söylemek, aynayı buğulandırmak<br />
gibidir. Verenin, alanın gönül dünyasını<br />
incitmemeye, iyiliği başa kakarak boşa<br />
9 Mesnevî, I, b. 2743-2745.<br />
çıkarmamaya özen göstermesi iktizâ eder. Bilinmelidir<br />
ki fakirler Hakk’ın cömertlik aynalarıdır.<br />
Hak ile hakikate varanlar, varlıktan tamamıyla<br />
geçip gerçek yoksulluğu bulanlar, ilahî cömertliğin<br />
bizzat kendisi olmuşlardır. Onlar Hakk ile<br />
verirler, nakşa ve sûrete aldanmazlar. Allah’tan<br />
fakir, fakat dünya malına karşı istekli olanlar sûri<br />
fakirlerdir. Bunların fakirliği nakıştır, resimdir.<br />
Onlar lokma yoksullarıdır, Hakk yoksulu değillerdir.<br />
Aslolan, verenin de alanın da aradan çekilip<br />
kendilerini görmemesi; verenin Allah adına<br />
vermesi, alanın da faniden değil, Hakk’tan aldığına<br />
inanmasıdır.<br />
Mevlâna, Allah için verenin ve iyilik yapanın<br />
Allah’ın lütfuna mazhar olacağını, Allah rızası<br />
için ekmek verenin ekmeksiz kalmayacağını<br />
ifade eder ve Allah uğrunda can verene ise can<br />
verileceğini müjdeler. Allah’ın inayetinin dağıtmak<br />
ve cömertlikten ötürü elinde mal kalmayanı<br />
asla ayak altında çiğnetmeyeceğini söyler.<br />
Ona göre iyilik yapmak ve malı dağıtmak, ekin<br />
eken çiftçinin ambarını boşaltması gibidir. Ekim<br />
sırasında ambar boşalır ama hasat zamanı gelince<br />
yerine yüzlercesi, binlercesi gelir. Ekim<br />
zamanı korkarak ambarındaki buğdayı tarlaya<br />
ekmeyen çiftçi onu bitlere, kurtçuklara, farelere<br />
yem eder. Hasat mevsimi ise hasret ve nedametle<br />
ellerini ovuşturur. 10<br />
Toplumda her zaman yıkık gönüllü insanlar,<br />
savrulmuş aileler, sahipsiz çocuklar vardır. İşte<br />
bunlar ilahî rahmetin nuzulüne vesiledir. Bu tür<br />
insanları görmek ve onların farkında olmak ne<br />
büyük erdemdir. Bakmakla görmek arasındaki<br />
fark vardır. Baktığında yaralıyı, dertliyi, hüzünlüyü<br />
görebilmek ve onlara iyilik yapabilmek, insan-ı<br />
kâmil yoluna girmek demektir. Toplumları<br />
ilmek ilmek dokuyanlar ve insanların yüreklerinde<br />
kalıcı izler bırakanlar, bu duyarlılığı hisseden<br />
gönül ehli diğerkâm kimselerdir.<br />
10 Mesnevî, I, b. 2238-2242.<br />
7<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
İYİLİK ÖDÜLLERİ<br />
Türkiye Diyanet Vakfı<br />
İyiliği Ödüllendiriyor<br />
Türkiye Diyanet Vakfı, iyiye ve iyiliğe olan farkındalığı artırmak için<br />
ülkemizde ve dünyada yaşanmış iyilik hikayelerini ödüllendiriyor.<br />
8<br />
Bu yıl “Dünyayı iyilik değiştirecek” temasıyla<br />
düzenlenen Türkiye Diyanet Vakfı İyilik Ödülleri,<br />
13 Mart 2016 tarihinde yapılacak törenle<br />
sahiplerine verilecek.<br />
TDV Genel Müdürü İsmail Palakoğlu, “Yeryüzünde<br />
iyilik egemen oluncaya kadar” sloganıyla<br />
yola çıkan bir sivil toplum kuruluşu olarak<br />
vakfın 41. yılında, iyiliğin toplumun her alanına<br />
yayılmasına katkıda bulunmak istediklerini<br />
söyledi.<br />
“Dünyayı iyilik değiştirecek” anlayışı ile iyiye ve<br />
iyiliğe olan farkındalığı artırmak için ülkemizde<br />
ve dünyada iyilik hikayelerini ödüllendirdiklerini<br />
ifade eden Palakoğlu, TDV’nin kuruluş tarihi<br />
olan 13 Mart’ın içerisinde yer aldığı haftayı “İyilik<br />
Haftası” olarak belirlediklerini ve bu kapsamda<br />
çeşitli etkinlikler düzenlediklerini kaydetti.<br />
“Bir iyiliği duyurmanın, anlatmanın, aktarmanın<br />
birçok insanı iyilik yapmaya teşvik edeceği<br />
düşüncesinden hareketle Uluslararası İyilik<br />
Ödülleri programı düzenlediklerini” ifade eden<br />
Palakoğlu, bu ödüllerin ilkini geçen yıl verdiklerini<br />
belirtti.<br />
8 farklı dilde yaşanmış bin 100 hikâye<br />
İsmail Palakoğlu, bu yıl ikincisini düzenleyecekleri<br />
''Uluslararası İyilik Ödülleri'' için ulusal ve<br />
uluslararası alanda 8 farklı dilden yaşanmış bin<br />
100 hikayeyi değerlendirdiklerini söyledi.<br />
İyiliği ödüllendirmek, duyarlı bir kamuoyu ve<br />
vakıf medeniyetinin yeniden inşası için farkındalık<br />
oluşturmak istediklerini ifade eden Palakoğlu,<br />
şöyle devam etti:<br />
"Dünyada ve yaşadığı toplumda çığır açan, bireyleri<br />
harekete geçiren, çevresine ilham veren,<br />
farklı dil ve kültürde yaşayan insanları güzellikte<br />
bir araya getiren, Yaradan'ın hatırına tüm yaratılmışları<br />
koruyan ve kuşatan iyiliklerin konu<br />
olduğu yaşanmış hikayelerin değerlendirilmesi<br />
için dört ayrı komisyon oluşturduk. İyilik ödülüne<br />
layık görülme süreci, hikaye araştırılması<br />
ve toplanması, hikayelerin ön elemeden geçirilmesi,<br />
elenen hikayelerden dikkate değer<br />
olanlarının belirlenmesi ve jüri değerlendirmesi<br />
şeklinde oluyor. Hikayelerin özgün ve orijinal,<br />
yaşanmış ve güncel olmasını, dünya için umut<br />
olmasını, sonuç bakımından insana ve çevreye<br />
katkı sağlamasını, insani yardım, sağlık, eğitim<br />
ve çevre alanında yapılmasını önemsedik."<br />
İyiliğin dünyaya yayılması için etkinliği önemsediklerini<br />
vurgulayan Palakoğlu, bu yıl Diyanet<br />
İşleri Başkanlığı’nın il ve ilçe teşkilatları, yurt
ULUSLARARASI İYİLİK ÖDÜLLERİ<br />
TARİH: 13 MART 2016 PAZAR SAAT: 16.00<br />
YER: HALİÇ KONGRE MERKEZİ, İSTANBUL<br />
dışı temsilcilikleri, TDV’nin 135 ülkede iş birliği<br />
yaptığı kurumlar, internet ve medya taramaları<br />
ile 8 farklı dilde bin 100 hikayenin incelendiğini,<br />
bunlar arasından 7 iyilik hikayesine ödül vereceklerini<br />
kaydetti.<br />
5 dilde dünyaya duyurulacak<br />
Programın geniş kitlelere ulaştırılması için Türkçe,<br />
Arapça ve İngilizce dillerinde yayın yapan<br />
http://www.uluslararasiiyilikodulleri.com adlı<br />
internet sayfası hazırladıklarını belirten Palakoğlu,<br />
iyilik hikayelerinin dünyaya duyurulması için<br />
Türkçe, Arapça, İngilizce, Almanca ve Fransızca<br />
sosyal medya hesapları açtıklarını kaydetti.<br />
Her kesimi iyiliğe ortak olmaya beklediklerini<br />
ifade eden Palakoğlu, şöyle konuştu:<br />
“Geçen yıl Türkiye Diyanet Vakfı şubeleri üzerinden<br />
bize ulaşan, basından ve sosyal medyadan<br />
tespit edilen 500 iyilik hikâyesi titizlikle<br />
incelenmiş ve bu hikayeleri arasından seçilen;<br />
toplumsal meselelerin çözümünde inisiyatif<br />
kullanan ve iyiliğin çoğaltılmasına hizmet eden<br />
6 yaşanmış iyilik hikayesi bu programda ödüllendirilmiş,<br />
ödüller Başbakanımız Sayın Ahmet<br />
Davutoğlu tarafından takdim edilmişti.“<br />
İyilik Haftası etkinlikleri<br />
İsmail PALAKOĞLU<br />
Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdürü<br />
Türkiye Diyanet Vakfı’nın kuruluş yıldönümü<br />
olan 13 Mart tarihinin yer aldığı haftada “İyilik<br />
Haftası” olarak çeşitli etkinlikler düzenleyeceklerini<br />
ifade eden Palakoğlu, TDV görevlileri<br />
tarafından bağışçı ve gönüllülerin ziyaret edileceğini,<br />
iyiliğe katkıları olanlara teşekkür edileceğini<br />
söyledi.<br />
İsmail Palakoğlu, “Bu hafta kapsamında TDV şubelerimiz<br />
de huzur evleri, sevgi evleri, cezaevleri<br />
ve hastaneleri ziyaret edecek” dedi.<br />
9<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
KURUMSAL<br />
41 Yıl Önceki Heyecan<br />
Artarak Devam Ediyor<br />
Abdullah ÇELİK<br />
TDV Mütevelli Heyet Sekreteri
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ<br />
وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ س وَاُو لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ<br />
İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden<br />
bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.<br />
(Al-i İmran:104)<br />
Yüce Yaradan yukarıdaki ayette müminlere<br />
iman ve takvayı emrettikten sonra başkalarını<br />
da İslâm’a çağırmalarını emretmektedir.<br />
Ümmet tabiri burada “topluma önderlik edecek<br />
olan grup” anlamına gelmekte ve Yüce<br />
Allah Müslümanların içinde onlara önderlik<br />
edecek, birlik ve beraberliklerini sağlayacak,<br />
onlara iyiliği emredecek, onları kötülükten<br />
sakındıracak, insanları İslâm’a çağıracak bir<br />
sosyal kontrol mekanizmasının bulunmasını<br />
istemektedir.<br />
Müfessirler ise Müslümanların böyle bir kurumu<br />
oluşturmalarının farz-ı kifâye olduğunu<br />
belirtmektedirler. 1 Bu görev yerine getirilmediği<br />
takdirde, görevin özelliğine göre o topluluğu<br />
meydana getiren yükümlülük çağındaki<br />
bütün Müslümanların bu ihmalden dolayı sorumlu<br />
olacağı (Elmalılı, 1155) belirtilmektedir.<br />
Bu faaliyette görev alanlar ise insanları iyiliğe,<br />
doğruluğa, güzel ve yararlı olan şeylere çağıracaklar,<br />
kötülüklerden sakındıracaklardır.<br />
İnsanlar çok eski devirlerden buyana dünyanın<br />
çeşitli yerlerinde değişik hayır kurumları<br />
1 Diyanet İşleri Başkanlığı web portalı Kur’an-ı Kerim Meali/Tefsiri<br />
meydana getirmişlerdir. Bu müesseselerin en<br />
köklüsü, en etkilisi ve en süreklisi şüphesiz vakıflardır.<br />
Vakıflar aynı zamanda devlet-millet işbirliğinin,<br />
bütünlüğünün de göstergeleri halinde ortaya<br />
çıkan gönüllü birer kuruluşlardır.<br />
Türkiye Diyanet Vakfı da bu gaye ve düşüncelerle,<br />
başta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yurt<br />
içinde ve yurt dışında irşat, hac/umre, müftülük,<br />
Kur’an Kursu, eğitim merkezleri ve cami<br />
hizmetlerinin süratli ve etkin bir şekilde yürütülmesi<br />
için imkanlar ölçüşünde her türlü<br />
desteği sağlamak amacıyla 1975 yılında büyük<br />
bir heyecanla ve hasretle kurulmuş olup; 2016<br />
yılının başladığı bu aylarda hizmetlerin daha<br />
nitelikli yürütülebilmesi için ülkemizde ve<br />
dünyada değişen ve gelişen şartlara göre yeniden<br />
yapılanmasıyla birlikte Ülkemizde ve Yedi<br />
Kıtada İnsanlığın Hizmetinde bir Vakıf Olma<br />
bilinciyle 1000 şubesi ile 100’ü aşkın ülkede<br />
büyük bir heyecan ve hizmet aşkı ile faaliyetlerine<br />
devam etmektedir.<br />
11<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
KURUMSAL<br />
Değerli okuyucularımız! Bu vesileyle iyilik ve hayır yolunda 41 yılı geride bırakan Vakfımızın kuruluş<br />
yılında yaşanan heyecanı ve hasreti gösteren birkaç görsel hatırayı sizlerle paylaşmak istiyorum.<br />
12
Büyük bir özenle hazırlanan Vakıf Senedimiz<br />
13<br />
Vakfımız, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıf mensuplarının üstün gayretleri ve mukaddes görev anlayışları,<br />
hayırsever ve cömert halkımızın yardım ve destekleri, hayır ve hasenat duygularıyla bugünkü seviyesine<br />
ulaşmış olup, Vakfımızın bu günlere ulaşmasında emeği geçenlere şükranlarımızı sunuyoruz.<br />
Yeryüzünde İyilik Egemen Oluncaya Kadar<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
AAAAA<br />
“Ülkemiz Çağlar Boyunca<br />
Küresel Bir İyilik Misyonunun<br />
Sözcüsü Oldu”<br />
İslamsızlık yeryüzünde fenersiz kalmak gibi bir şeydir diyorum.<br />
Ülkemiz çağlar boyunca küresel bir iyilik misyonunun sözcüsü<br />
oldu. Bugün dış politikada ahlaki duyarlılığı seslendirerek, mazlum<br />
dünyaya sahip çıkarak yine o erdemli yolda yürüyor.”<br />
İslam’ın insan ve ahlaka bakışının temelini iyilik oluşturur. Dinimiz, iyilik için<br />
yaşamayı bir varoluş sebebi olarak görür. Bu temeller üzerine inşa edilen<br />
İslam medeniyeti, tarih boyunca iyiliğin topluma yayılmasında önemli<br />
bir rol oynamıştır.<br />
Ancak günümüzde tüm insanlığı kuşatan şiddet, terör, nefret,<br />
düşmanlık, ırkçılık, ayrımcılık ve işgallerin yol açtığı tablo,<br />
iyiliğin yeniden İslam coğrafyasında ve bütün dünyada hâkim<br />
kılınması için seferber olunmasını zorunlu kılmaktadır.<br />
14<br />
Dünyada yeniden barış, huzur ve kardeşlik ortamının<br />
tesis edilmesi için çalışmak bugün bizler için öncelikli bir<br />
vazifedir. Bu çerçevede gazeteci yazar Ahmet Taşgetiren<br />
ile İslam ve iyilik, Anadolu’daki barış ve hoşgörü<br />
iklimi, Batı’da ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkan<br />
islamofobi, yeniden güçlü bir İslam medeniyetinin<br />
kurulmasında sivil toplum kuruluşlarının rolü<br />
başlıkları ile Türkiye Diyanet Vakfı ve Uluslararası<br />
İyilik Ödülleri programını konuştuk.
Ahmet<br />
TAŞGETİREN<br />
15<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
RÖPORTAJ<br />
16<br />
İslam’ın daha iyi anlaşılması ve<br />
yaşanılması için bilinmesi gereken<br />
kavramlardan biri de iyilik kavramıdır?<br />
İnsanın fıtratında iyilik vardır. Sizce İslam<br />
medeniyetinde iyiliğin tarifi ve toplumsal<br />
hayattaki yeri nedir?<br />
Kur'an'da bir ayette Rabbimiz insanoğluna “İyilik<br />
ve takvada yarışın, kötülük ve düşmanlıkta<br />
yarışmayın” diye sesleniyor. İyilik insanoğlunun<br />
iyilik diye bildiği her şeyi, takva insanoğlunun<br />
Yaratıcısına karşı sorumluluk ve ölçüleri ihlal<br />
etmekten sakınma duygusunu ifade ediyor.<br />
Kaçınılması istenen günah ise insanoğlunun<br />
tüm falsolarını, çizgi ihlallerini, düşmanlık da<br />
insan ilişkilerindeki savaş zeminini anlatıyor.<br />
İyilik nedir? Belki mesela sevgili Peygamberimizin<br />
buyurduğu gibi bir insanın yüreğine sevinç<br />
taşımaktır. Susuz kalmış bir kediye su vermektir.<br />
Kıyametin koptuğunu görsek elimizde bir<br />
fidan varsa onu dikmektir. Yani adeta kıyamet<br />
sonrasına bir dirilik adımı atmaktır. Tanıdığımız<br />
tanımadığımız her insana “Selam” taşımaktır.<br />
İnsanları “Selam yurdu”na davet etmektir. Elimizden<br />
ve dilimizden herhangi bir insana kötülük<br />
gelmesine fırsat vermemektir. Bir yetimin<br />
başını okşamaktır. İnsanlığın geleceği için dua<br />
etmektir vs.<br />
Anadolu irfan geleneğine baktığımızda<br />
bu topraklarda farklı inançlardan<br />
insanlar yüzyıllardır bir arada kardeşçe<br />
yaşamış, bu topraklara yıllarca barış ve<br />
hoşgörü hakim olmuştur. Ancak son<br />
iki yüzyılda yaşananlar bu atmosferi<br />
değiştirmiştir. Sizce bu coğrafyaya yine<br />
barış, sevgi ve iyilik iklimi nasıl hakim<br />
olur?<br />
Son ikiyüz yıl... Bizim coğrafyamızın sömürgeleştirilmeye<br />
maruz kaldığı iki asrı ifade ediyor.<br />
Talan edilmiş bir coğrafyadan söz ediyoruz. Yüreklerin<br />
talan edildiği hakim sistem uygulamalarından<br />
söz ediyoruz. Bu dönem aynı zamanda<br />
bizim gerçekten biz olabilmek için verdiğimiz<br />
mücadelenin dönemidir. Bu hengamede büyük<br />
acılar yaşanmıştır. Müslümanlar kendi coğrafyalarında<br />
da barışı amaçlıyor, küresel alanda<br />
da. Hani deyim yerindeyse gölge edilmese<br />
Müslüman toplumlar üzerinde, diyeceğim ama<br />
tabii ki o bir hayal. Ama Müslüman toplumlar<br />
ısrarla İslam'ın güzelliği içinde yaşamaya gayret<br />
edecekler, bir saadet toplumu oluşturacaklar.<br />
Bu bizim olmazsa olmazımız. Israrla güzel<br />
Müslüman olmaya itina etmeliyiz. Israrla, ısrarla...<br />
Bütün kötülere rağmen...<br />
Barış ve iyilik dini olan İslam dini, maalesef<br />
batıda terör ve şiddetle yan yana<br />
anılıyor. Son yıllarda batıda yükselen<br />
islamofobi, özellikle bu ülkelerde yaşayan<br />
Müslümanları tehdit eder hale geldi.<br />
Bunun giderilmesi için her iki taraf da<br />
neler yapmalı?<br />
Bir kere islamofobi'nin etkin olduğu ülkelerin<br />
bunu İslamla hesaplaşma yöntemi olarak görmekten<br />
vazgeçmeleri lazım. Dünyada 1 milyar<br />
600 milyon mensubu bulunan bir dini, “terörü<br />
besleyen bir din” olarak mahkum etmeye yönelmenin<br />
hiçbir insani tarafı olamaz. Bu o kadar<br />
yanlıştır ki, şayet bu 1 milyar 600 milyon<br />
insan terörize edilecek potansiyelde görülürse,
o dünyada barıştan söz etme imkanı olmaz.<br />
İslam dünyasında birileri teröre yöneliyor evet,<br />
ama islamofobiden söz edenler, İslam dünyasında<br />
teröre yönelişin altındaki kendi günahlarını<br />
da görmeye yönelmeliler. İslam dünyasına<br />
o kadar zalimane davranıldı ki, bu zulmün tarlasında<br />
dikenlerin bitmesinden başka çıkar yol<br />
kalmadı. Sömürü, sömürü, sömürü... Zulüm,<br />
zulüm, zulüm. Onun meyvesi de maalesef öfkeli<br />
oluşumlar oluyor. Bu değişmeli. Diğer taraftan,<br />
peki İslam dünyası mahkum mu böyle<br />
öfkeli tepkiler vermeye? İslam'ın rahmet iklimi<br />
nasıl tanıtılacak dünyaya? Tek tek insanlara?<br />
Orada da Müslümanlara büyük sorumluluk<br />
düşüyor. “Mücadele edeceksen de en güzel şekilde<br />
mücadele et” deniliyor Kur'an'da. Demek<br />
ki mücadele edeceksek bile en güzel yolunu<br />
arayacağız mücadelenin. Ayrıca Firavun'a bile<br />
yumuşak söylenmesi isteniyor yine Kur'an'da.<br />
Demek insanlara ulaşmaya çalışmak ana hedef.<br />
Yumruklaşmak değil.<br />
Kur’ânî düşünce, hayatın gayesinin iyilik<br />
ve iyilik yarışında bulunma olduğunu<br />
bildirmektedir. Bu kapsamda sivil toplum<br />
kuruluşlarının iyilikte yarışmasını nasıl<br />
değerlendiriyorsunuz? Toplumların<br />
gelişmesinde ve yeniden güçlü bir İslam<br />
medeniyetinin kurulmasında sivil toplum<br />
kuruluşlarına düşen vazifeler nelerdir?<br />
Biz Müslümanlar her işimize “Rahman ve Rahim<br />
olan” Allah'ın adıyla başlarız. Allah Tealanın bir<br />
başka güzel ismi “çok seven, sevgi dolu” anlamlarına<br />
gelen “Vedud”tur. Bizim Peygamberimiz<br />
“Alemlere rahmet olarak gönderilmiş” bir peygamberdir.<br />
Kur'an Peygamberimizi<br />
“Üsve-i hasene-<br />
Güzel örnek” olarak<br />
İslam ve<br />
Müslümanlar, asla<br />
vasıflandırmıştır. İslam, şiddetle, terörle<br />
isim olarak da barışı, güvenliği,<br />
esenliği ifade eder.<br />
İslam, kendi özgün sistemini<br />
kurduğu dönemlerde<br />
de hakim olduğu topraklarda<br />
barış iklimini hayata<br />
geçirmiştir. Ben insanoğlunun<br />
İslam'ın barış iklimini<br />
anılmasınlar,<br />
iyilikle, erdemle,<br />
insana, hayvana,<br />
eşyaya, bütün<br />
yaratılanlara<br />
karşı duyarlılıkla<br />
anılsınlar. Bu tür<br />
ödüllerin bu iklimi<br />
özlediği kanaatindeyim. oluşturacağına<br />
Bunun sadece kürsülerden inanıyorum.<br />
söylem planında anlatılması<br />
yetmez, hayata yansıyan<br />
boyutlarının da ortaya konması lazım. İşte<br />
sivil toplum kuruluşları İslam'ın bu rahmet boyutunu<br />
hayatın içine taşıyacak, insana, eşyaya<br />
taşıyacak bir misyon ifa etmeliler. Ben düşünüyorum<br />
ki mesela ülkenin ağaçlandırılması da<br />
İslami bir sivil toplum kuruluşunun misyonu<br />
içinde olmalı, hayvanları korumak da, hava kirliliğine<br />
karşı çıkmak da, hatta belki vahşi yaşamı<br />
korumak da...<br />
Vakıf geleneği, İslam Medeniyetinin<br />
insanlığa bir hediyesidir. Bugün bu kutlu<br />
geleneğin güçlü bir temsilcisi olarak<br />
Türkiye Diyanet Vakfı da yeryüzünde<br />
iyiliğin egemen olması vizyonuyla<br />
hareket etmektedir. Vakfın bu kapsamda,<br />
eğitimden kültüre, insani yardımlardan<br />
cami inşaatlarına farklı alanlarda<br />
iyilik adına yaptığı çalışmaları nasıl<br />
değerlendiriyorsunuz?<br />
17<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
RÖPORTAJ<br />
Vakıflar genel müdürlüğü arşivlerinde Osmanlı<br />
döneminden kalma 26 bin küsur vakıf senedi<br />
bulunduğu belirtiliyor. Bu vakıflar içinde susuz<br />
bir beldeye su kuyusu açmaktan, fakir ailelerin<br />
kız çocuklarına çeyiz düzmeye varıncaya kadar<br />
toplumun inşa edilecek, ihya edilecek bütün<br />
alanlarına yönelik bir sorumluluk ifası var. Hani<br />
nerdeyse bir İslam toplumunda yaralı toplum<br />
alanı kalmasın diye, tek tek her Müslüman sorumlu<br />
kılınıyor. Bu açıdan bakıldığında Türkiye<br />
Diyanet Vakfı veya benzeri vakıflarımız, özellikle<br />
son senelerde İslam'ın rahmet iklimini dünyanın<br />
çok farklı alanlarına taşımak için adeta bir<br />
seferlik duygusu içinde hareket ettiler. Bunları<br />
çoğaltmak lazım. Taa ki, dünyada islomofobi<br />
karşılıksız kalsın ve insanlar İslam'ın rahmet iklimini<br />
özler hale gelsinler.<br />
Türkiye Diyanet Vakfı, dünyayı iyilik<br />
değiştirecek anlayışı ile iyiye ve iyiliğe olan<br />
farkındalığı artırmak için Uluslararası<br />
İyilik Ödülleri veriyor. Dünyanın her<br />
köşesinden iyilik adına önemli faaliyetler<br />
yapan şahsiyetler medeniyetimizin<br />
beşiği olan İstanbul’da, TDV Uluslararası<br />
İyilik Ödülleri çerçevesinde bir araya<br />
gelecek ve buradan dünyaya iyilik<br />
mesajı verecekler. Bu kapsamda TDV<br />
Uluslararası İyilik Ödülleri projesini nasıl<br />
değerlendiriyorsunuz?<br />
Rahmet adına, iyilik (Kur'an diliyle birr) adına<br />
ne kadar çok kamuoyu oluşturulursa bunda<br />
hayır vardır. İnsanlığın gündeminde hep “Ötekine<br />
karşı sorumluluk” duygusu dolaşsın. Bu-<br />
18
nun da isim sahibi İslam ve Müslümanlar olsun.<br />
İslam ve Müslümanlar, asla şiddetle, terörle<br />
anılmasınlar, iyilikle, erdemle, insana, hayvana,<br />
eşyaya, bütün yaratılanlara karşı duyarlılıkla<br />
anılsınlar. Bu tür ödüllerin bu iklimi oluşturacağına<br />
inanıyorum.<br />
Son olarak, küresel vizyon noktasında<br />
ülkemiz, Diyanet İşleri Başkanlığı ve<br />
Türkiye Diyanet Vakfı açısından neler<br />
söylemek istersiniz?<br />
Küresel vizyon, evet. İslam'ın bütün mesajları evrensel<br />
bir muhteva taşır. İnsandır muhatap. Hatta<br />
Alemler”dir. Bu da yer küre ötesi bir misyonu içine<br />
alır. Peygamberimiz “Ey insanlar” diye seslendi,<br />
kur'an “Ya eyyühennas” diyor. “Toptan silm - barış<br />
dünyasına girin” diye sesleniliyor Kur'anda. İslam<br />
dünyası, ne yazık ki sadece küresel sorumluluklar<br />
değil, ümmet boyutunda alakalardan bile uzaklaştırıldı.<br />
Ben “Dünya İslam'a muhtaç” diyorum.<br />
“İnsan İslamsız olmaz” diyorum. İslamsızlık yeryüzünde<br />
fenersiz kalmak gibi bir şeydir diyorum.<br />
Ülkemiz çağlar boyunca küresel bir iyilik misyonunun<br />
sözcüsü oldu, bugün dış politikada ahlaki<br />
duyarlılığı seslendirerek, mazlum dünyaya sahip<br />
çıkarak yine o erdemli yolda yürüyor. Diyanet'in,<br />
onun bünyesinde bir hizmet yapıyı olarak kurulmuş<br />
bulunan Vakfın, hem ülkemiz adına hem de<br />
evrensel bir değerler manzumesi olan İslam'a<br />
hizmet adına küresel ufukları yoklaması lazım.<br />
Amerika'da da sözü olmalı Diyanet'in, Çin'de de,<br />
Avrupa'da da... Onun adımlarını gördüğümü söylemem<br />
lazım. Bunun için daha çok gayretin gerektiğini<br />
de belirtmem lazım.<br />
19<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
MAKALE<br />
YARDIMLAŞMA RUHU<br />
İsmail Cenk DİLBEROĞLU<br />
Ensar Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı<br />
20<br />
Bir kısa film…<br />
Bir çocuk. Hatta iki çocuk.<br />
Tren istasyonunda ayağında eski, yıpranmış<br />
bir terlik. Yürürken terliğinin teki yırtılıyor. Üzgün<br />
ve çaresiz seke seke istasyonda bir banka<br />
otuyor. Terliğini tamir etmeye çalışıyor, tamir<br />
ettikçe terliği elinde parçalanıyor. Gideceği<br />
yere yalın ayak nasıl gideceğini düşünüyor ve<br />
istasyondaki insanlara dalıyor o meşakkat dolu<br />
gözleriyle. Tabi ki bakışları insanların yüzlerine<br />
değil ayaklarına, ayakkabılarına. Kendi yaşıtı<br />
bir çocuğun yepyeni, ışıl ışıl parlayan siyah<br />
ayakkabılarını seyrediyor. Belli ki yaşıtı çocuk<br />
yeni ayakkabısını gözü gibi seviyor. Elindeki<br />
mendiliyle sildikçe parlatıyor, parlattıkça siliyor.<br />
Çocuklar ve ayakkabıları, hele bin bir zorlukla<br />
alınmış yeni ayakkabılarsa, değmeyin çocukların<br />
keyfine. Ayakkabıları ile kocaman yürekleri<br />
arasında bağ kurarlar, sevinç dolu özlemleriyle.<br />
Yaşıtı çocuk, ailesiyle birlikte istasyona yanaşan<br />
trene binmek için yolcu kalabalığının arasında<br />
buluyor kendini. Ailesi biniyor trene. Çocuk kalabalığın<br />
arasında trenin ilk basamağına hamle<br />
yaparken bir anda o parıl parlayan ve gözü gibi<br />
baktığı ayakkabısının teki yere düşüyor. Hem<br />
kalabalık hem de trenin hareket etmesi çocuğun<br />
ayakkabısını inip almasına engel oluyor.<br />
Olan biteni oturduğu yerden izleyen çocuk hemen<br />
kalkıp koşuyor düşen ayakkabının tekine.<br />
Zannediyorsun ki çocuk fırsat bu fırsat deyip<br />
düşen ayakkabı tekini alıp kaybolacak. Tren yavaş<br />
yavaş hareket ediyor, çocuk ayakkabıyı yerden<br />
aldığı gibi ayakkabının sahibi yaşıtı çocuğa<br />
atıyor ama nafile, trenin peşinden ayakkabıyı<br />
attıkça atıyor ama sahibine ulaştıramıyor. İki<br />
tek ayakkabı biri birinde, diğeri diğerinde. İkisinin<br />
de işine yaramayacak haliyle.<br />
Ve sonra trendeki çocuk ayağındaki diğer ayakkabıyı<br />
çıkarıp çocuğa doğru atıyor. Bana nasip<br />
değilmiş senin nasibinmiş diyerek. İstasyondaki<br />
çocuk şaşkın bir mutlulukla seyrediyor yaşıtının<br />
yürekli hareketini. Mutluluk ve teşekkür<br />
dolu gözlerle el sallıyor hiç tanımadığı ve belki<br />
daha hiç karşılaşamayacağı doyasıya teşekkür<br />
edemeyeceği yaşıtına.
“Fani olmanın bir anlamı da<br />
Allah’tan başka hiç kimseye<br />
ait olmayan mutlak egemenlik<br />
yanılgısına düşmemek ve hayatı,<br />
çeşitli sebeplerle yoksun kalmış<br />
diğer insanlarla paylaşmanın ulvi<br />
hazzına erebilmektir.”<br />
21<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
22<br />
Filmde geçen kareler gerçek midir kurgu mudur<br />
bilinmez ama gerçek olan şu ki insanoğlunun<br />
en saf ve temiz halini resmediyor yüreklere.<br />
İnsan insana ihtiyaç duyar. İnsanoğlu öncelikle<br />
maddi ve manevi her ihtiyacı için kendisini<br />
yaratan Rabbine, daha sonra O’nun yeryüzüne<br />
gönderdiği ve birbirlerine emanet ettiği diğer<br />
insanlara muhtaçtır. Bu ihtiyaç; bazen hüzünleri,<br />
sevinçleri, hayatın rutin akışı gibi manevi<br />
durumları paylaşma isteği şeklinde tezahür<br />
ederken, kimi zaman da ihtiyaç sahiplerinin<br />
hayatını idame ettirmek için maddi ihtiyaçlarının<br />
karşılanması şeklinde kendini gösterir.<br />
Yardımlaşma duygusu insanın özünde var<br />
olan ve zamanla insanda yeşeren bir filiz gibidir.<br />
Adına ömür dediğimiz süreçte beslenme<br />
şeklimiz o filizi ya büyütür ya da kurutur.<br />
Dünya hayatının zorlu ve baş döndürücü telaşesinde<br />
kendimizi merkeze koyduğumuz her<br />
an, bizleri Yaratanın kodlarımıza itinayla yerleştirdiği<br />
o naif yardımlaşma duygusuna ket<br />
vuracaktır. Dolayısıyla bu ruhun çocukluktan<br />
itibaren büyük bir özenle beslenmesi gerekmektedir.<br />
Onlara daha erken yaşlarda hayatın<br />
bizler dışında insanlarla hatta canlılarla daha<br />
anlamlı olduğu, yardım duygusunun kişinin<br />
bencilliğine ve kötülük potansiyeline en büyük<br />
set oluşturacağı devamlı bir sabırla öğretilmelidir.<br />
Bu bilinç kazandırılmaya çalışılırken<br />
“yardım etme” duygusunun bir üstünlük hissine<br />
yahut kaba bir yönteme kurban verilmemesi<br />
gerekir. Çünkü yardımlaşma ruhu kişinin<br />
sadece temel ihtiyaçlarını teknik anlamda gidererek<br />
bir hiyerarşi kurmak değil, aksine ona<br />
mevcut ahengin bir parçası olduğunu, bütün<br />
yoksunluklarına rağmen değerli ve herkesle<br />
eşit olduğunu hissettirmektir. Aksi takdirde<br />
gerek dini gerekse vicdani mecburiyetlerimizle<br />
gerçekleşen yardımlar naiflikten ve empatiden<br />
uzak teknik bir görev duygusundan öteye<br />
gidemeyecektir.<br />
Yardımlaşma duygusu kişi için bir erdem olduğu<br />
kadar aynı zamanda bir gereksinimdir. Zira<br />
bu duygudan mahrum insanlar her şeyin en<br />
iyisini kendisi için istemeye devam edecek, bu<br />
hırs onu giderek zalim yapacak, birlikte yaşadığı<br />
diğer canlıları sömürmeye ve onlara zulmetmeye<br />
götürecektir. Dolayısıyla yardımlaşma<br />
ve paylaşma duygusu bizleri kendimize ve<br />
diğer canlılara karşı naif kılarak birlik olmanın<br />
huzurunu yaşatır. Çünkü yardımlaşmak insanı<br />
tok tutar ve huzurlu kılar. Bu duygudan uzaklaşmış<br />
her insan doymanın ne demek olduğunu<br />
hiç bilemeyecek ve sürekli bir sahip olma<br />
hırsının ve kaybetme korkusunun dayattığı<br />
huzursuzlukla yaşamak zorunda kalacaktır.<br />
Bu ruhun bize kazandırdığı bir başka özellik;<br />
sahip olduklarımız üzerinde tasarruf hakkımız<br />
olsa da bir gün ömür sermayemizi tamamlayarak,<br />
amellerimiz dışında hiçbir birikimi yanımızda<br />
götüremeyecek olmamızın idrakine<br />
varabilmektir. İnsanoğlu ölümlüdür ve sahip<br />
olduğu sağlığı, malı, mülkü ve daha nice kazanımı<br />
bir sabah aniden azalabilir, zarar görebilir<br />
yahut yok olabilir. Haliyle sonsuza kadar<br />
kendisinde kalacağını zannettiği ve başkasından<br />
esirgediği bu kazanımlar büyük bir<br />
kayba dönüşecektir. Fani olmanın bir anlamı<br />
da Allah’tan başka hiç kimseye ait olmayan
mutlak egemenlik yanılgısına düşmemek ve<br />
hayatı, çeşitli sebeplerle yoksun kalmış diğer<br />
insanlarla paylaşmanın ulvi hazzına erebilmektir.<br />
Yardımlaşma ruhu, bazen anne babasını kaybetmiş<br />
bir yüreğe anne-baba olabilmek, işini<br />
kaybetmiş bir dosta iş aramak, ömrünün geri<br />
kalanını huzurevinde geçiren yaşlılara sürpriz<br />
ziyaretler yapmak, aynı muhitte yaşadığımız<br />
komşularımızı tanımak ve sıkıntılarını<br />
bilmek, ülkemize göç etmek zorunda kalan<br />
savaş mağduru misafirlerimize göz kulak olmak,<br />
eşini-çocuğunu kaybetmiş tanıdıklarımızla<br />
dertleşmek ve hasbihal etmek, kendimize<br />
bir çift ayakkabı seçerken ikincisini de hiç<br />
tanımadığımız bir ihtiyaç sahibine alabilmek,<br />
yazın dilimiz damağımız susuzluktan kururken<br />
susuzluğunu dile getiremeyen hayvanları<br />
düşünebilmek kadar geniş, derin ve uçsuz<br />
bucaksızdır. Bu ruh, yüzme bilmeyenlerin dahi<br />
boğulmadığı aksine yaşam dolu bir derya gibidir.<br />
Ne mutlu bu denizde bir damla olabilene<br />
ve ne mutlu bu damlalardan bir deniz oluşturabilene…<br />
Ne mutlu en sevdiği ayakkabısı düştüğünde<br />
diğer tekini de gülümseyerek gönderene...<br />
23<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL OCAK - ARALIK MART 2015
ŞİMDİ YARALARI<br />
SARMA ZAMANI<br />
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı, Bayırbucak Türkmenleri,<br />
terör saldırılarında yaşamını yitiren şehitlerimizin yakınları ve<br />
Güneydoğudaki terör mağduru vatandaşlarımıza yönelik<br />
“Şimdi Yaraları Sarma Zamanı” başlığı altında yardım kampanyası başlattı.<br />
Kampanya kapsamında ilk etapta 40 bin gıda<br />
yardım paketi ve 40 bin battaniye bölgeye ulaştırıldı.<br />
Türkiye Diyanet Vakfı Genel Merkez ve<br />
şubelerimizin yardımları ise devam ediyor.<br />
Diyanet İşleri Başkanı ve Türkiye Diyanet Vakfı<br />
Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Mehmet<br />
Görmez, kampanya için düzenlenen basın toplantısında,<br />
Diyanet İşleri Başkanlığı ve TDV olarak<br />
dünyanın muhtelif yerlerinde mazlumlara<br />
yönelik çeşitli kampanyalar düzenlediklerini<br />
ancak bu yardım kampanyasının kendi milletimize<br />
yönelik olduğunu söyledi.
Kampanyayı üç başlık altında yürüteceklerini<br />
ifade eden Görmez, şöyle konuştu:<br />
“Bugün öncelikle şehit ailelerimizin yaralarını<br />
sarma zamanıdır. Onlar bizler için evlatlarını<br />
feda ettiler, gelin hep birlikte milletçe biz onlara<br />
evlat olalım, biz onların ellerini öpelim,<br />
biz dualarımızı onların dualarına katalım, biz<br />
onların halleriyle hemhal olalım. Bugün şehit<br />
ailelerinin yaralarını sarma zamanıdır. Hep birlikte<br />
özellikle şehitlerimizin emaneti olan yavrularına<br />
sahip çıkalım, kederli eşlerinin daima<br />
yanlarında olalım. Anneleri, babaları yüreklerindeki<br />
o acıyı dindirmek için hep birlikte için<br />
hep birlikte onlara evlat olalım. Bize düşen, onların<br />
ardından bıraktığı emanetlere bu hayatı<br />
kolaylaştırmaktır. Hayata tutunma ve ayakta<br />
kalma gücü aşılamaktır. Elbette biz inanıyoruz<br />
ki, şehitlerimiz Rabbimize kavuşmuştur, ebedi<br />
mutluluğa ermişlerdir. Ancak artık asıl bize<br />
düşen vazife, şehit ailelerinin yaralarını sarma<br />
zamanıdır.”<br />
“Hep birlikte evsize ev, yuvasıza yuva<br />
olalım”<br />
“İkinci çağrım, terörün mağdur ettiği vatandaşlarımıza<br />
yönelik olacaktır. Son günlerde, son<br />
aylarda, hassaten Cizre’de, Silopi’de, Silvan’da,<br />
Sur’da, Nusaybin’de, İdil’de evleri tahrip edilen<br />
nice kardeşlerimiz oldu. Kendi evlerini, kendi<br />
şehirlerini terk etmek zorunda kalan nice vatandaşımız<br />
oldu. Kepenklerini kapatmak zorunda<br />
kalan nice kardeşimiz oldu. İşlerini, iş yerlerini<br />
terk etmek zorunda kalan kardeşlerimiz oldu.<br />
Okulları, camileri yıkıldı, evleri yıkıldı, terörün o<br />
çirkin yüzü evlerinin önlerine çukurlar kazarak,<br />
oralara bombalar yerleştirerek bütün o bölgeleri<br />
yaşanmaz hale getirdiler. Ve burada yaşayan<br />
nice kardeşimiz, nice vatandaşımız kendi<br />
evlerini, kendi yurtlarını, kendi şehirlerini terk<br />
ederek başka şehirlerde, başka yerlerde yer<br />
edinmeye, yurt edinmeye başladılar, çocuklarını<br />
okullara göndermez oldular. Şimdi hep<br />
birlikte evsize ev, yuvasıza yuva olalım. Dünyadaki<br />
bütün mazlumlara sahip çıkan milletimiz<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
ugün terör mağduru olan vatandaşlarımızı elbette<br />
yalnız bırakmayacaktır. Gelin terörle örselenen<br />
ruhları birlikte tedavi edelim, o kazılan çukurları<br />
hep birlikte şefkatli ellerimizle kapatalım<br />
ve üzerine çiçekler dikelim. Evinden, yurdundan,<br />
toprağından koptuğu için garipleşen bütün yüreklere<br />
biz milletçe dokunalım. Bu vatanın geleceği<br />
olan yavruların gözlerinin önündeki o yıkıntı<br />
sahnelerini hep birlikte silelim, kulaklarındaki<br />
silah seslerini hep birlikte unutturalım. Şimdi terör<br />
mağduru kardeşlerimizin de yaralarını sarma<br />
zamanıdır.”<br />
“Milletimiz Bayırbucak Türkmenlerini<br />
yalnız bırakmayacaktır”<br />
Üçüncü çağrım, son günlerde yoğun olarak vatanımıza<br />
sığınan, yüreklerimize sığınan Bayırbucak<br />
Türkmen’i kardeşlerimizle ilgili olacaktır.<br />
Daha önce Suriye’den ülkemize, vatanımıza,<br />
evlerimize, hanelerimize, yüreklerimize sığınan<br />
nice kardeşimiz oldu. Millet olarak biz Arap,<br />
Türk, Kürt, Türkmen, Ezidi, Müslim, gayrimüslim<br />
ayrımı yapmadan onlara kucak açtık ve hep birlikte<br />
böyle bir milletle iftihar etme hakkını sahip<br />
olduğumuzu açıkça ifade etmek isterim. Ama<br />
son günlerde Türkmen Dağındaki kardeşlerimiz,<br />
Bayırbucak Türkmenleri önce kendi vatanlarını,<br />
kendi yurtlarını savunmak için canhıraş<br />
bir şekilde mücadele ettiler. Terk etmemek için<br />
uğraştılar, ancak son haftalarda içeriden dahili,<br />
harici bombalamaların ardından pek çoğu bugünlerde<br />
sınırlarımızdan ülkemize hicret etmeye<br />
başladılar. Bugün onların da yararlarını sarma<br />
zamanıdır. Daha önceki bütün kardeşlerimize<br />
evlerimizi, hanelerimizi, yüreklerimizi açtığımız<br />
gibi elbette Türkmen kardeşlerimize de evlerimizi,<br />
yüreklerimizi, hanelerimizi açmak durumundayız.<br />
Gelin millet olarak, kendilerini dost<br />
ellerde hissettirelim. Yitirdikleri güven ve huzur<br />
iklimine kavuşmalarını sağlayacak yardım ve<br />
desteğimizi onlardan da esirgemeyelim. Evsize<br />
ev, yuvasıza yuva, kimsesize kimse olmayı bilen<br />
milletimiz inanıyorum ki bugün savaş mağduru<br />
olan Bayırbucak Türkmenlerini de yalnız bırakmayacaktır,<br />
şimdi yaraları sarma zamanıdır.<br />
26
KAMPANYAYA İŞ DÜNYASINDAN DESTEK<br />
Türkiye genelinde verilen destekle büyüyen<br />
kampanyaya Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği<br />
(TOBB) ile Türk iş dünyası da destek verdi.<br />
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nu ziyaret<br />
eden Diyanet İşleri Başkanı ve TDV Mütevelli<br />
Heyeti Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, kampanya<br />
yaptığı destek çağrısına karşılık bulduğu<br />
için TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu ve Türk iş dünyasına<br />
teşekkür etti.<br />
Görmez, “Güneydoğuda terör mağduru olan<br />
vatandaşlarımızın yaralarını sarmak ve son zamanlarda<br />
Suriye’den gelen bütün kardeşlerimizle<br />
birlikte ülkemize sığınmak zorunda kalan<br />
Bayırbucak Türkmenlerine yardımcı olmak üzere<br />
‘Şimdi Yaraları Sarma Zamanı’ başlığı altında<br />
başlattığımız kampanyaya, bütün iş adamlarımızın<br />
ve sanayicilerimizin destek vermesini<br />
arzu ediyoruz. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği<br />
Başkanı Hisarcıklıoğlu’na da verdikleri destek<br />
için çok teşekkür ederim” dedi.<br />
Devletin üzerine düşeni yapacağını ancak milletin<br />
fertlerinin birbirlerinin yaralarını sarmasının<br />
çok daha önemli olduğunu kaydeden Başkan<br />
Görmez, şöyle konuştu:<br />
“Devlet yapacaklarını yapar ancak milletin fertlerinin<br />
birbirlerinin yaralarını sarması milletimizin<br />
geleceği açısından çok daha önemlidir. Biz<br />
sadece maddi yaraları değil, manevi yaraları da<br />
sarmak için seferber olmuş vaziyetteyiz. Sokaklarda<br />
şehirleri harabeye çevirmek için kazılan<br />
çukurları kapatmak kolaydır ama yüreklerdeki<br />
hendekleri kapatmak çok daha zordur. Bilhassa<br />
bu kampanyanın manevi boyutu çok daha<br />
önemlidir. Birbirimizin yaralarını sararak bölgemizi<br />
ateş çemberine çeviren dünyaya barışı taşıyacak<br />
şekilde birbirimize sahip çıkmayı Allah<br />
bizlere nasip etsin.”<br />
“Türk iş dünyası üzerine düşeni<br />
yapacaktır”<br />
TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu da kampanyadan<br />
dolayı teşekkür ederek, Türk iş dünyası olarak<br />
her türlü desteği vermeye hazır olduklarını bildirdi.<br />
Başkan Hisarcıklıoğlu, “Türkiye Odalar ve Borsalar<br />
Birliği olarak kampanyadan dolayı Diyanet<br />
İşleri Başkanlığına teşekkür ediyoruz. ‘Şimdi<br />
Yaraları Sarma Zamanı’ kampanyasını Türk iş<br />
dünyası olarak sonuna kadar destekliyoruz.<br />
Bayırbucak Türkmenlerine, terörden mağdur<br />
olmuş kardeşlerimize yönelik yapılan yardım<br />
kampanyasından dolayı şükranlarımı sunmak<br />
istiyorum. Bizim kültürümüzde ‘Komşusu açken<br />
tok yatan bizden değildir’ sözü vardır. Türk<br />
iş dünyası da üzerine düşen sorumluluğu yerine<br />
getirecektir” diye konuştu.<br />
27<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
YARDIM TIRLARI BÖLGEYE DUALARLA UĞURLANDI<br />
vatandaşlarımız ile Hatay Merkez, Yayladağı,<br />
Dörtyol, Payas, İskenderun, Belen, Kırıkhan’daki<br />
Bayırbucak Türkmenlerine ulaştırılmak üzere<br />
20 tır yardım malzemesi hazırlandı. 20 bin gıda<br />
kolisi ve 20 bin battaniyeden oluşan ilk 20 tırlık<br />
yardım konvoyu, Diyanet İşleri Başkanlığı<br />
önünde Başkan Mehmet Görmez’in de katıldığı<br />
törenle bölgeye gönderildi.<br />
Türkiye Diyanet Vakfı ekipleri, “Şimdi Yaraları<br />
Sarma Zamanı” yardım kampanyası için Güneydoğu<br />
Anadolu Bölgesinde ve Hatay’da incelemelerde<br />
bulunarak ihtiyaçları tespit etti.<br />
Yapılan değerlendirmelerin ardından Diyarbakır<br />
Sur, Silvan, Mardin Merkez, Kızıltepe, Nusaybin,<br />
Midyat, Dargeçit, Şırnak Merkez, Cizre,<br />
Silopi ve İdil’de terör nedeniyle mağdur olan<br />
Bir kısmı Güneydoğu bölgesinde terör mağduru<br />
vatandaşlara, diğer kısmı ise Bayırbucak<br />
Türkmenlerine ulaştırılmak üzere gönderilen<br />
yardımların uğurlanmasında konuşan Diyanet<br />
İşleri Başkanı Görmez, kampanyaya yardımlarıyla<br />
destek veren herkese teşekkür ederek,<br />
“Allah›tan niyazım odur ki, Yüce Rabbimiz<br />
dünyanın neresinde olursa olsun mazluma ve<br />
mağdura sahip çıkan milletimize yardımını,<br />
inayetini, rahmetini, merhametini hiçbir zaman<br />
esirgemeyecektir” dedi.<br />
28
“Milletimiz bir kez daha bütün<br />
insanlığın vicdan yükünü omzuna<br />
almıştır”<br />
Türkiye’nin, dünyanın neresinde olursa olsun<br />
mazluma ve mağdura yaptığı yardımlarla insanlığın<br />
vicdan yükünü omzuna aldığını ifade<br />
eden Başkan Görmez, “Bir hafta içerisinde milletimizin<br />
kampanyamıza gösterdiği ilgi ve alaka<br />
bir kez daha milletimizin alicenaplığını göstermiştir.<br />
Milletimiz bir kez daha bütün insanlığın<br />
vicdan yükünü omzuna almıştır” diye konuştu.<br />
Kampanyanın önemli bir kaç özelliği olduğunu<br />
ifade eden Görmez, şunları kaydetti:<br />
“Birincisi, ‘Şimdi yaraları sarma zamanıdır’ diyoruz.<br />
Yaralar sadece maddi çukurları kapatmakla<br />
sarılmaz. Aynı zamanda zihinlerde ve gönüllerde<br />
meydana gelen hendekleri kapatmakla<br />
olur. Biz Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bu noktada<br />
üzerimize çok büyük görevler düştüğünü<br />
farkındayız. Onun için bu yardım filoları ikiye<br />
bölünerek, yarısı Suriye hududuna, Suriye’den<br />
vatanımıza sığınan bütün kardeşlerimize ulaşacak.<br />
Bir taraftan da Diyarbakır’a, Sur’a, Nusaybin’e,<br />
Silvan’a, Silopi’ye, Cizre’ye ulaşacak.<br />
Orada da bölgede görev yapan din görevlisi<br />
arkadaşlarımız bizatihi bu yardımları kendi elleriyle<br />
dağıtacaklar. Müftülerimiz, vaizlerimiz,<br />
Kur’an kursu öğretmenlerimiz, imamlarımız,<br />
müezzinlerimiz bizzat mağdur vatandaşlarımızın<br />
kapılarını çalacaklar ve onların üzüntülerini<br />
paylaşacak, onları teselli etmek için onların yanında<br />
olduklarını ifade edeceklerdir.<br />
Milletimizin her ferdini birbirimizin yarasını<br />
sarmaya davet ediyorum. Elbette devlet üzerine<br />
düşen vazifeleri hakkıyla yerine getirecektir.<br />
Ama milletin fertlerinin birbirlerinin yaralarını<br />
sarmasının istiklalimiz ve istikbalimiz için<br />
geleceğimiz, barışımız, huzurumuz, güvenliğimiz<br />
için çok daha önemli olduğunu düşünüyorum.<br />
Gazze’de, Arakan’da, Somali’de, Endonezya’da,<br />
Pakistan’da, Haiti’de, Filipinlerde<br />
dünyanın en uzak beldelerinde dahi zulme<br />
uğrayan bir kardeşimiz olduğunda, mağdur<br />
ve mazlum bir insan söz konusu olduğunda<br />
hiçbir din, dil, ırk ayrımı yapmadan yardımlarına<br />
koşmuş bir milletin evlatları olarak hep birlikte<br />
birbirimizin yarasını sarmak için seferber<br />
olmalıyız.”<br />
Başkan Görmez’in konuşmasının ardından<br />
yardım konvoyu Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı<br />
Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz’ın yaptığı dua<br />
ile uğurlandı.<br />
Yardım tırlarının bölgeye gönderilmesi dolayısıyla<br />
düzenlenen törene, Diyanet İşleri Başkan<br />
Yardımcıları Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz,<br />
Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar, TDV Mütevelli<br />
Heyeti İkinci Başkanı Mazhar Bilgin, TDV Genel<br />
Müdürü İsmail Palakoğlu ile Diyanet ve TDV<br />
çalışanları katıldı.<br />
29<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
YARDIMLAR TÜRKMENLERE ULAŞTI<br />
30<br />
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet<br />
Vakfı’nın, “Şimdi Yaraları Sarma Zamanı” kampanyası<br />
kapsamında gönderilen yardımlar Bayırbucak<br />
Türkmenlerine ulaştı.<br />
Yardımları Antakya TOKİ Rasulullah Camisi<br />
önünde düzenlenen törenle teslim alan Hatay<br />
Müftüsü Hamdi Kavillioğlu, yaptığı konuşmada,<br />
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet<br />
Vakfının kuruldukları günden bu yana yurt içinde<br />
ve dışında devleti, milleti, dini ve diyaneti en<br />
güzel şekilde temsil ederek insanlığa hizmette<br />
bulunduğunu söyledi.<br />
Ortadoğu, Türkiye ve komşu ülkelerin zor bir<br />
süreçten geçtiğini ifade eden Kavillioğlu, şöyle<br />
devam etti:<br />
“Memleket olarak doğuda bir terör hadisesi yaşıyoruz.<br />
Ülkede terör mağdurları, şehit yakınları<br />
ve son zamanlarda bilindiği üzere Suriye’den<br />
ülkemize sığınan Türkmen kardeşlerimiz var.<br />
Suriye’den ülkemize 5 yıldan bu yana devam<br />
eden bir göç var. Diyanet İşleri Başkanlığımız<br />
ve Türk Diyanet Vakfımız, terör mağdurlarının,<br />
şehit ailelerinin ve özellikle Suriye’de evini barkını<br />
bırakarak bu kış gününde ülkemize sığınan<br />
Türkmen kardeşlerimize yardım maksadıyla bir<br />
kampanya başlattı. Halkımız, doğudan batıya,<br />
kuzeyden güneye büyük bir cömertlik örneği<br />
göstererek yardımda bulundu. Dün, Diyanet<br />
İşleri Başkanımızın dualarıyla 20 tır hareket etti.<br />
10 tır, Doğu ve Güneydoğudaki kardeşlerimize<br />
yardım olarak gönderildi. 3 tır Kilis’e ve 7 tır da<br />
Hatay ilimize gelmiş bulunmakta.”
Kavillioğlu, Hatay’a ulaşan yardım tırların her<br />
birinde bin battaniye ve bin gıda paketi olduğuna<br />
işaret ederek yardımların Yayladağı,<br />
Antakya, İskenderun ve Kırıkhan ilçelerindeki<br />
Türkmenlere dağıtılacağını aktardı. Kampanyaya<br />
destek veren herkese teşekkür eden<br />
Kavillioğlu, “Bu kampanyamız, hem ülkemizde<br />
birlik, beraberliğe hem de komşumuz Suriye’de<br />
ve Ortadoğu’da akan kan ve gözyaşının dinmesine<br />
vesile olur” dedi.<br />
Konuşmaların ardından Mehmet İpek Camisi<br />
imam hatibi Rıza Ateş, Kur’an-ı Kerim okurken<br />
İl Müftüsü Kavillioğlu da dua etti.<br />
“Şimdi Yaraları Sarma Zamanı” kampanyası<br />
kapsamında yola çıkan 3 yardım tırı da Öncüpınar<br />
Sınır Kapısı›na ulaştı. İçerisinde gıda maddesi<br />
bulunan yardım gelen malzemeler AFAD<br />
aracılığı ile sınıra sıfır noktada kurulan çadır<br />
kentteki sığınmacılara ulaştırıldı.<br />
Toplanan bu yardımları bir an önce ihtiyaç sahibi<br />
Suriyeli sığınmacılara ulaştırılmak için ellerinden<br />
gelen gayreti gösterdiklerini belirten<br />
Kilis İl Müftüsü Mahmut Karatepe, “Diyanet<br />
İşleri Başkanımızın talimatlarıyla, tüm Türkiye<br />
genelinde, özellikle Suriye’de yaşanan müessif<br />
hadiseler sonucu sıkıntılara merhem olma<br />
amaçlı tertiplediğimiz bu yardımlar, hem ülkemiz<br />
içerisinde hem de Suriye’de Bayırbucak<br />
Türkmenleri ile Kilis›imizin hemen karşısındaki<br />
kardeşlerimizin ülkemize yönelmiş olmaları<br />
sonucu sınırımızın yanı başındaki sıkıntılı durumlarını<br />
biraz olsun hafifletme adına toplanan<br />
yardımlar ilimize ulaşmış durumda. Türkiye<br />
Diyanet Vakfımızın yardımları devam edecek”<br />
şeklinde konuştu.<br />
yanı sıra AFAD Kilis İl Müdürü İlhami Akgül,<br />
Diyanet Vakfı Genel Merkezi Görevlisi Mustafa<br />
Erdem de hazır bulundu.<br />
Suriye’de yaşanan iç çatışmalar nedeniyle<br />
Türkiye’ye sığınan ve soğuk kış şartlarında yaşam<br />
mücadelesi veren Türkmenler için daha<br />
önce başlatılan “Şimdi Türkmenlere Yardım Zamanı”<br />
kampanyası kapsamında da TDV Genel<br />
Merkezi ve Bafra şubesi tarafından 8 tır yardımı<br />
bölgeye ulaştırıldı. Hatay’da çadır kent dışında<br />
yaşayan 500 Türkmen aileye 100’er TL Alışveriş<br />
Yardım Kartı, 150 kışlık çadır ile bin 600 gıda paketi<br />
dağıtıldı.<br />
Türkiye Diyanet Vakfı Çankaya ve Vezirköprü<br />
şubeleri de “Şimdi Yaraları Sarma Zamanı” yardım<br />
kampanyası kapsamında Bayırbucak Türkmenlerine<br />
12 tır yardım gönderdi.<br />
TDV Çankaya Şubesi ve Çankaya Müftülüğü<br />
öncülüğünde toplanan yardımları taşıyan 10<br />
tırlık konvoy, inşaatı devam eden Ankara Öveçler<br />
Hacı Derviş Camisi önünden dualarla uğurlandı.<br />
Türkiye Diyanet Vakfı Samsun Vezirköprü Şubesi<br />
de “Şimdi Yaraları Sarma Zamanı” yardım<br />
kampanyası kapsamında 2 tır unu Bayırbucak<br />
Türkmenlerine gönderdi.<br />
31<br />
Türkiye Diyanet Vakfına ait yardım tırlarının karşılanmasında<br />
İl Müftüsü Mahmut Karatepe’nin<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
YARDIMLAR TERÖR MAĞDURLARINA DAĞITILDI<br />
“Şimdi Yaraları Sarma Zamanı" kampanyası<br />
kapsamında Ankara’dan tırlarla gönderilen yardımlar<br />
terör mağduru ailelere dağıtıldı.<br />
Yardım malzemelerini teslim alan Diyarbakır İl<br />
Müftüsü Burhan İşliyen, kampanyanın yaşanan<br />
acıları hafifletmek, yaraları sarmak maksadıyla<br />
düzenlendiğini söyledi. İşliyen, “Silvan ilçemizin<br />
ardından kent merkezine de yardım tırı<br />
ulaştı. Sur Kaymakamlığımızın bünyesindeki<br />
kriz masasında ihtiyaç sahiplerinin listesi oluşturuldu.<br />
Bu listelere göre yardımlar yapılıyor”<br />
diye konuştu.<br />
Daha sonra Müftü İşliyen ve beraberindekiler,<br />
terör olayları nedeniyle mağdur olun ihtiyaç<br />
sahibi bazı aileleri ziyaret ederek yardım paketlerini<br />
teslim etti.<br />
Ankara’dan uğurlanan 20 tırlık ilk konvoyun<br />
ardından 20 tır yardım daha bölgeye gönderildi.<br />
Böylece kampanya kapsamında 40 bin gıda<br />
yardım paketi ve 40 bin battaniye bölgeye ulaştırılmış<br />
oldu.<br />
“Şimdi Yaraları Sarma Zamanı” kampanyası çerçevesinde<br />
yardımlar, il ve İlçe müftülükleri ile<br />
TDV Şubeleri aracılığıyla alışveriş yardım kartı<br />
şeklinde ve tespit edilen ihtiyaçlara göre yapılmaya<br />
devam ediyor.
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015<br />
33
MAKALE<br />
BİR ÜST DEĞER OLARAK İYİLİK VE İSLAM<br />
Yusuf TÜLÜN<br />
İlim Yayma Cemiyeti Genel Başkanı<br />
“İnsanlığın saadet asrında Allah (c.c) için hicranı göze olan ve<br />
yurdunu terk eden Muhacir ile kardeşini külfet görmeyen, mülkün<br />
Allah’a ait olduğunun şuurunda, paylaşmayı kendisine lütfedilen<br />
bir nimet olarak telakki eden Ensar, tarihin en müstesna iyilik<br />
hareketini somutlaştırmışlardır. Sahte can yeleklerinin satıldığı<br />
toplumumuza, bu tablonun haykırdığı bir şeyler var.”<br />
34<br />
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz<br />
(a.s.) iyi bir insan olmanın çok boyutlu<br />
ve mükemmel örneği olarak hayat sürmüştür.<br />
Bugün farklı formlarda ve muhtelif araçlarla<br />
dünyaya servis edilen değerlerin cümlesini, en<br />
sahih biçimde ortaya koyan ve insanlığa teklif<br />
eden yine O (a.s) olmuştur. Efendimiz (a.s)<br />
iyi’nin retoriğinden ve teorisinden münezzeh,<br />
örnek iyi olmanın imkânlarını sergilemiştir.<br />
Şüphesiz iyi kimsenin kim olduğu ile iyi’nin ne<br />
olduğu arasında sıkı bir ilişki vardır. Bizim hayatımıza<br />
yön veren değerler açısından baktığımızda,<br />
insana Allah (c.c.) tarafından bahşedilen<br />
iki temel hususun teminat altına alınması iyiliğin<br />
başlangıç noktası olarak ele alınabilir. Bu iki<br />
temel husus insanın hayat hakkı ve hürriyetidir.<br />
Bu hürriyet yaratılış bakımından tüm insanların<br />
eşit olması ve üstünlüğün takva şartına bağlanması<br />
düzlemindedir. Güzel olanı tercih edip<br />
tarih sahnesine koymak ve iradi olarak kötülüğün<br />
karşısında yer almak şeklinde tecelli eden<br />
bir hürriyet anlayışından söz ediyoruz burada.<br />
Medeniyet oluşturucu karakteristiği açısından<br />
Hz. Peygamber’in (a.s) sünneti, hayrın ikame<br />
edilmesi ve şerre engel olunması bakımından<br />
bizim için örneklik teşkil etmektedir. İyi’nin sosyal<br />
hayatın tüm boyutlarında var olabilmesi bir<br />
takım kurumsallaşmalara ihtiyaç duyduğunda<br />
ise İslam’ın müesseseleri ortaya çıkmıştır.
Müslümanlar, ilahi vahyin tedrici olarak geliştirmeye<br />
çalıştığı medeni anlayışı, bir hayat nizamı<br />
olarak kabul ederler ve onu kurumları ile beraber<br />
yaşarlar ve yaşatırlar.<br />
İyiliğin (düşüncesi ve kurumları ile) hayatta kalabilmesi<br />
için iki temel hususla birlikte yürümesine<br />
de ihtiyaç vardır. Ahlaki olana gönülden<br />
bağlanma ve sahih bilgi. Bugün yeryüzünde<br />
işlenmiş ve işlenmekte olan zulümlerin sebebini<br />
ifsad edilmiş inanç ve düşünce ile sahih<br />
olmayan bilgide buluyoruz. İyilik namına, mefhumun<br />
kendisi ve iyi insanların onulmaz yaralar<br />
aldığı zamanlarda, cehaletle yüz yüze geliyoruz.<br />
İnsanoğlunun yeryüzü macerasını anlamlı kılacak<br />
olan, onun var oluş trajedisini yatıştıracak<br />
olan, insanı insanın yurdu yapacak ve dünyayı<br />
yaşanabilir bir yer kılacak olan, onun hakikat ile<br />
kurduğu sağlam ve sahih ilişkidir. İnsanoğluna<br />
yapılacak en büyük iyilik, yaratılış sırrına uygun<br />
olarak, yani eşrefi mahlûkat olarak, mahlûkat<br />
içerisinde hiçbir sömürü düzeninin kölesi olmadan<br />
yaşamasına imkân vermek olacaktır. Bu<br />
imkânın bir boyutu kişinin bilgi, birikim, idrak<br />
seviyesinde olup, diğer boyutu yaşanılan koşulların<br />
insan onuruna yakışır olması ile ilgilidir.<br />
Yunus’un deyişindeki “insanın kendini bilmesi”<br />
ile “kendini bilen Rabbini bilir” deyişi, özünde<br />
insanın bir yönü ile potansiyelini bilmesi, bir<br />
yönü ile de haddini bilmesidir. Haddini bilen<br />
insan iyiliğin yanında saf tutacak, kendisine<br />
bahşedilen nimetleri bilen insan bu imkânlar<br />
ile iyilik adına irade ortaya koyacak ve eyleme<br />
geçecektir.<br />
Sözünü ettiğimiz İslam müesseseleri iyiyi hayata<br />
geçiren insan tipini tarih sahnesine koymak<br />
gibi bir niyetin ve gayretin de adresi olagelmişlerdir.<br />
Kendini hayrın hayat bulması için vakfedenler<br />
ve hayrın hayata egemen olması için<br />
vakıflar kuranlar, medeniyetimizin “vakıf medeniyeti”<br />
olarak anılmasını sağlayacak çalışmalar<br />
yapmışlardır.<br />
Murad almak isteyen gençlerin evlenmesine<br />
yardımcı olan organizasyonlardan, kuşlara saraylar<br />
tasarlayıp inşa eden ince ruha, iyilik vadisinde<br />
rastlarız. Sahih bilgi ve içselleştirilmiş<br />
değerlerin istikamet çizdiği bir sosyal hayatı<br />
tanzim etmede sivil ruhun izdüşümlerine rastlıyoruz.<br />
1951’de İlim Yayma Cemiyeti’ni kuran akıl ve<br />
duygu, sözünü ettiğimiz bilgi ve hikmetten<br />
esinlenen ve o kaynaktan güç alan bir hususiyete<br />
sahiptir. Cemiyetimiz’in hafızası niteliğinde<br />
olan karar defterlerinde rastladığımız şu<br />
ifadeler bizim açımızdan kılavuz niteliğindedir.<br />
“Memleketimizin kalkınması için ilme ve maarife<br />
hizmet etmek gerekir. İlme hizmet bir ibadettir.”<br />
(Faaliyet Raporu, yıl:1951, s:10)<br />
Müslümanların yaptıkları her işi en kaliteli ve<br />
en estetik boyutta yapmaları doğrultusunda<br />
Nebevî bir tavsiye ve tembihle karşı karşıya<br />
oluşları ve İslam’ın insanının en temel karakteristiğinin<br />
“mesul insan” olması, aynı zamanda<br />
sosyal adaletin kurucu unsurlarından biridir.<br />
Yine Nebevî düsturlardan biri olarak her insanın<br />
çoban misali maiyetinden mesul oluşu iyi<br />
olmayı, muhayyer bir durumdan, vazife düzeyine<br />
yükselten bir bilinç aşısı olarak Müslümanın<br />
zihnindeki yerini almıştır. Bu durum, Müslümanı<br />
olduğu her mekân ve zamanda geçerli olmak<br />
üzere, iyilik adına ortaya çıkan, iyiliği hayatı ile<br />
örneklendiren, iyiliğin yayılması ve kökleşmesi<br />
35<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
36<br />
için gayret eden kişi olarak kodlayan ve tarif<br />
eden bir çerçeve sunmaktadır bize.<br />
İslam, insanın hamurunu yoğurarak en güzel<br />
kıvama getirir. İhsan derecesindeki insan ise<br />
eşyayı yoğurur ve yorumlar. Dünyayı adalet ve<br />
merhametle yönetmek için sorumluluk üstlenir.<br />
Toprağı yurt edinir, insanı yurt edinir. Bu<br />
anlamda toprak insanın maddi yurdu iken, o<br />
coğrafyayı değerler manzumesi açısından yorumlayan<br />
ve temellük eden bir başka yurdu,<br />
zihni ve kalbidir. İnsan zihninde ve kalbinde<br />
oluşturduğu haritayı coğrafi haritasına işleyen<br />
ve tarihi yorumlayan özne olur. Bu yönüyle beden<br />
ruhun tecrübe edildiği bir kalıp, vatan ise<br />
değerlerin sınandığı ve kurumlaştığı mekân<br />
olarak çıkar karşımıza. Tarih bize bu değerlerin<br />
ne oranda içselleştirildiğini anlama imkânı<br />
sunar. Şifahaneler, kervansaraylar, çeşmeler,<br />
köprüler ve bütün bu sistemin sürükleyicisi,<br />
dinamosu mahiyetinde olan medreseler, bizim<br />
tarihimizde “iyilik” değerinin ilim ve estetik kaygı<br />
ile birleşerek nelere kadir olduğunun tarih<br />
aynasından görünümleridir.<br />
“Çamlıca'ya doğru yürüyüş yapıyorduk. Toprak<br />
bir yokuşun üstünde yolu tıkayan bir kaya<br />
parçasını kazma ile kırarak yolu açan bir adama<br />
rastladık. Önce bunu bir amele zannettik. Arkadaşım<br />
tekerlek, siyah sakallı, tatlı, güler yüzlü,<br />
oldukça iri ve dinç cüssesiyle çalışan adamı selamladı,<br />
“Amele misin? Yalnız mı çalışıyorsun?”<br />
diye sordu. Kazmasına dayanarak bir gazali<br />
(ceylanı) andıran derin, siyah gözleriyle bizi süzen<br />
kahraman Türkmen’in heyecanlı, gür sesini<br />
dinlerken kulaklarıma inanamıyordum: “Ben<br />
arabacıyım, na şu karşı kulübede oturuyorum,<br />
amele değilim. Allah için bu yolu yapıyorum”.<br />
Bizim şaşkınlığımıza bakıyordu. Biz sormadan<br />
o devam etti. Lakin gözleri dolmuştu, sesi titriyordu.<br />
Serbestçe ağlayabilen bir kahramana<br />
benziyordu: “Babam Çanakkale’de şehit oldu,<br />
bir helva pişiremedim. Evladımı İstiklal Harbi’nde<br />
kurban verdim. Bir Mevlit okutamadım. Günahlarına<br />
gönderecek bir şeyim yok. İşte bu hayrı<br />
yapıyorum". Hemen kazmaya sarıldı ve “Allah”<br />
diye başladığı işine devam etti. Ben bu vicdan<br />
azametinin karşısında o gün bugün secdeye<br />
kapanıyorum. (Nurettin Topçu, Amerikan Mektupları,<br />
Dergah Yayınları)<br />
Allah’ın (c.c) dinini yüceltmek ve vatanı savunmak<br />
için tereddütsüz girilen savaşlar ve arkasından<br />
ödenen ağır bedelleri, bu denli tevekkül<br />
ile karşılayan ruh halini, ancak İslam’ın sahih<br />
bilgi ile inşa ettiği insan tipinden umabilirsiniz.<br />
İyi bir tutum ve davranış olarak serlevha nev’inden<br />
addedeceğimiz bu anekdot, bugün bize<br />
de bir şeyler söylemektedir.<br />
İnsanlığın saadet asrında Allah (c.c) için hicranı<br />
göze olan ve yurdunu terk eden, hatıralarını<br />
terk eden, yaşanmışlıklarının üzerine bir sünger<br />
çeken Muhacir ile kardeşini külfet görmeyen,<br />
mülkün Allah’a ait olduğunun şuurunda, paylaşmayı<br />
kendisine lütfedilen bir nimet olarak<br />
telakki eden Ensar, tarihin en müstesna iyilik<br />
hareketini somutlaştırmışlardır. Sahte can yeleklerinin<br />
satıldığı toplumumuza, bu tablonun<br />
haykırdığı bir şeyler var.<br />
İyilik insanın kendisi ile yaratıcısı ve yarattıkları<br />
ile iyi ilişkiler kurması olarak tezahür ettiğinde<br />
tam anlamına kavuşur. Burada iyi adeta<br />
bir kapsayan küme gibi, adaletli olmayı, izzetli<br />
olmayı, şeffaf olmayı, merhametli olmayı, çalışkanlığı<br />
mahiyetine alarak bizi kendisine davet<br />
eden mefhum olarak durur karşımızda. İyi’nin<br />
kimyası adeta “zor” ile yoğrulmuştur.
37<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL OCAK - ARALIK MART 2015
MAKALE<br />
SULTAN II. ABDÜLHAMİD’İN<br />
YARDIM ORGANİZASYONLARI<br />
Mustafa ARMAĞAN<br />
Araştırmacı - Yazar<br />
“Gelenek icat etmek denilince sanıyorum yakın<br />
tarihimizde Sultan II. Abdülhamid’in eline su<br />
dökülemez. Ağustos ayında onun icadıyla gelişen toplu<br />
sünnet düğünlerinden tutun da “sadaka-i seniyye”<br />
uygulamalarına kadar uzanır onun müşfik eli.”<br />
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başbakanlık<br />
vazifesini yürüttüğü 2007 yılında, ihtiyaç<br />
sahiplerine toplam 5 milyon ton kömür dağıtıldığını,<br />
valiler ve kaymakamların halka uzak<br />
durmaması gerektiğinin üzerine basarak kamuoyuna<br />
duyurmuştu.<br />
Fakir halka ve birkaç senedir Suriyeli muhacirlere<br />
yapılan cömertçe yardımların Eric<br />
Hobsbawm ve Terence Ranger’ın isabetli deyişleriyle<br />
“gelenek icat etmek” (invention of tradition)<br />
olduğuna ve modern toplumların ancak<br />
gelenekleri yeniden ve yeniden üreterek, başka<br />
deyişle “icat ederek” hayatiyetlerini ve sağlıklarını<br />
koruyacaklarına inanıyorum.<br />
Ancak “gelenek icat etmek” denilince sanıyorum<br />
yakın tarihimizde Sultan II. Abdülhamid’in<br />
eline su dökülemez. Ağustos ayında onun ica-
dıyla gelişen toplu sünnet düğünlerinden tutun<br />
da, Söğüt’teki Osmanlı Devleti’nin kuruluş<br />
şenliklerine, İstanbul’un fethi kutlamalarından<br />
“sadaka-i seniyye” uygulamalarına kadar uzanır<br />
onun müşfik eli. Bütün bunlarda gözetilen esas<br />
gaye, “Osmanlılar arasında ortak bir kimliğin<br />
oluşmasına yardımcı olmak”, “devlet-toplum<br />
ilişkilerini uyumlu ve birbirini bütünleyen bir<br />
ilişkiler bütünü olarak yapılandırmak”tı. Bu ve<br />
benzeri çabaların, “Osmanlı’nın yeniden fethi”-<br />
ni veya bir “iç fethi” amaçladığı, giderek daha iyi<br />
anlaşılacaktır kanaatindeyim.<br />
Nitekim Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinden<br />
Prof. Dr. Nadir Özbek’in makaleleri, özellikle<br />
de Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyal Devlet adını<br />
taşıyan kitabı (İstanbul, 2004, İletişim Yay.),<br />
bize büyük Sultanın bu “iç fetih harekâtı” hakkında<br />
doyurucu bilgiler vermekte, özellikle sosyal<br />
refahı artırıcı yardımları nasıl yeni bir gelenek<br />
icat ederek örgütlediğine ve aynı zamanda<br />
halkı da bu organizasyon çalışmalarına nasıl dahil<br />
ettiğine ilişkin yararlı ipuçları sunmaktadır.<br />
İsterseniz şu “sadaka-i seniyye” meselesini ele<br />
alarak başlayalım.<br />
Elbette eskiden de Osmanlı padişahları çeşitli<br />
vesilelerle cömertçe sadaka dağıtırlardı.<br />
Nitekim hakkı yenmiş padişahlarımızdan Sultan<br />
I. Mahmud boş vakitlerinde mühürcülükle<br />
iştigal eder, kazıdığı mühürleri çarşıda pazarda<br />
sattırır, eline geçen paralarla da sadaka dağıttırarak<br />
sevap kazanmaya çalışırdı. Bir gün vezirlerinden<br />
biri kendisine şöyle demişti:<br />
-Şevketlim, milletin hazinesi sizin demektir. Niçin<br />
böyle uğraşıp zahmet edersiniz?<br />
Sultanın cevabı şu oldu:<br />
-Milletin hazinesini millete sarf etmek gerekir.<br />
İkinci olarak insanın çalışıp alın teri dökerek kazandığı<br />
paranın zevki başkadır.<br />
Ancak aynı soydan gelen II. Abdülhamid’de<br />
karşılaştığımız farklılık, yardımların törensel bir<br />
havaya büründürülmüş olması ve “görünür”<br />
kılınmasıdır. Onun döneminde gelişen gazete,<br />
dergi gibi kitle iletişim araçlarının da imkânlarını<br />
kullanarak devletin, devletin başı olarak da<br />
padişahın her zaman halkın yanında olduğu<br />
imajı zihinlere kazınacak, Sultan’ın her daim<br />
yanlarında olduğu halka hissettirilecektir.<br />
Kurban yardımları<br />
Nadir Özbek değerli kitabında her Cuma günü<br />
İstanbul’un bir başka semtinde Padişah adına<br />
yoksul ahaliye sadaka dağıttırılması ve kurban<br />
kesilmesi uygulamasına dikkat çekiyor. Yalnız<br />
bu semtlerin özellikle kenar ve fakir fukarası<br />
bol semtler olmasına özen gösterildiğini söylemeliyiz.<br />
Saraydan bir bendegân (hizmetli) ilgili<br />
semte gider, orada halkın arasında padişah<br />
adına kurbanları keser ve etlerini dervişler ve<br />
medrese talebeleri de içinde olmak üzere yoksul<br />
ahaliye dağıtırdı.<br />
Mesela 13 Şubat 1899 tarihli Sabah gazetesinin<br />
haberine bakılırsa saraydan bir komisyon<br />
Kâğıthane’nin yolunu tutmuş, burada Sultan’ın<br />
sadakası olan 300 lirayı (o devre göre büyük paradır)<br />
halka dağıtmış, ardından 18 adet kurban<br />
kesilmiş ve etler köyün fakir ahalisine paylaştırılmış,<br />
ardından Alibeyköy’e geçilerek orada<br />
da padişahın gönderdiği 100 lira sadaka olarak<br />
ahaliye dağıtılmıştır.<br />
Şimdiki mantıkla düşünürsek, yalnızca<br />
Müslüman ahaliye yardım dağıtıldığını zannedebiliriz.<br />
Ancak bu, Sultanı tanımayanlar açısından<br />
yanıltıcı bir izlenimdir. II. Abdülhamid’in<br />
tebası olan Ermeni, Rum ve Musevi cemaatle-<br />
39<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
40<br />
rine bağış ve yardımları saymakla bitmez ama<br />
dilerseniz sadece bir iki tanesini zikredelim.<br />
Mesela Sultan pek çok vesileyle Ermeni cemaatinin<br />
önde gelenlerine atiyyeler (bağışlar) vermekte<br />
ve bu hediyelerin sosyal yardım şeklinde<br />
cemaatin yoksul kesimlerine ulaştırılmasını<br />
sağlamaktaydı. İsmi sonradan Şişli Etfal Hastanesi<br />
yapılmış olan kendi parasıyla yaptırdığı<br />
Hamidiye Etfal Hastanesi’nden Rum Hastanesine<br />
her gün 75 okka has ekmek ve 50 okka<br />
et; Yedikule Ermeni Hastanesi’ne ise 600 okka<br />
ekmek ile 150 okka et gittiğini, ayrıca her ay bu<br />
hastanelere 12 bin kuruş “atiyye-i seniyye” tahsis<br />
edildiğini bilen kaç kişi vardır acaba?<br />
Prof. Özbek, Sultan Abdülhamid üzerindeki<br />
kimi şaibeleri teker teker temizlediği kıymetdar<br />
çalışmasında tarafgir tarihçilerin Sultanı bütün<br />
gönüllü ve sivil faaliyetleri yasaklayan acımasız<br />
bir despot kılığında sunmalarına da haklı olarak<br />
itiraz ederek, aslında bunun tam tersinin geçerli<br />
olduğunu vurguluyor; özellikle sosyal yardım<br />
alanında sivil girişimlerin II. Abdülhamid zamanında<br />
katlanarak arttığına ve kamusal alanın<br />
bu şekilde genişletildiğine dikkat çekiyor. Belki<br />
onun zamanında siyasî amaçlı derneklere bazı<br />
sınırlamalar getirilmiştir ama sosyal yardımlaşmayı<br />
amaçlayan derneklere, ister Müslümanlarca,<br />
ister gayrimüslimlerce kurulsun, kapılar<br />
sonuna kadar açılmıştır.<br />
Sultanın halkın yarasına merhem olmak için<br />
çırpındığına en büyük delil, tahttan indirildikten<br />
sonra eski muhalifi Dr. Abdullah Cevdet’e<br />
söylediği şu sözdür:
-”Siz doktorsunuz değil mi? Benden meşrutiyet<br />
yerine hastane isteseydiniz hem insanlara karşı<br />
şefkat ve mürüvvete sahip olduğunuzu ispat,<br />
hem de mesleğinize layık olduğunuzu tescil etmiş<br />
olmaz mıydınız?<br />
Düşünün ki bu sözü, iktidardayken değil, dünyaya<br />
ve insanlara kahretmesi gereken hapis yıllarında<br />
söylemektedir. “Keşke bir hastanın daha<br />
yarasına merhem olsaydım” duygusunun bilinçaltından<br />
fışkırışıdır bu.<br />
Kömür yardımları<br />
Onun devrinde yapılan sosyal yardım faaliyetlerinden<br />
biri de yoksul halka yakacak yardımı yapılmasıdır.<br />
Ancak yine Sultan II. Abdülhamid’in<br />
farkı ve orijinalliği, bu yardımları sadece devlet<br />
hazinesinden veya belli fonlardan karşılamasında<br />
yatmaz: İlk katkıyı daima kendi cebinden<br />
koymak suretiyle yardımları halkla beraber<br />
organize etmek hususundaki itinasına dikkat<br />
etmek gerekir. Yardımlar böylelikle tepeden<br />
inme bir lütuf gibi değil, saray öncülüğünde<br />
ama halkla beraberce kotarılmış bir ortak başarı<br />
hikâyesine dönüşmektedir.<br />
Mesela 1888 yılında bir “iâne-i şitâiyye”, yani kışlık<br />
yardım komisyonu oluşturmuş ve bastırılan<br />
3 bin liralık yardım biletinden bin liralık kısmını<br />
Sultan kendi cebinden verdiği parayla satın<br />
alarak kampanyayı bizzat başlatmıştır. Bundan<br />
6 yıl önceki kışta ise padişahın emrindeki fonları<br />
yöneten Hazine-i Hassa Nezareti’nin 500 ton<br />
kömür satın alıp padişah adına İstanbul halkına<br />
dağıttığını öğreniyoruz.<br />
Özetle, kış ayları yaklaştı mı, II. Abdülhamid<br />
emirler gönderir, muhtarlardan her mahallenin<br />
yoksullarını, kimsesizlerini ve yetimlerini güzelce<br />
tespit ettirir ve onlara para ve yakacak yardımı<br />
yaptırırdı.<br />
Bu arada bazı perakende isteklere de imkânlar<br />
nispetinde cevap verilmeye çalışıldığı da<br />
gözden kaçmaz. Nitekim saraya verilen bir dilekçeden,<br />
7-8 yaşlarındaki bir kız çocuğunun<br />
yakalandığı mafsal hastalığından dolayı takma<br />
bacağa ihtiyacı olduğu öğrenilmiş ve padişahın<br />
iradesiyle takma bir bacak yaptırılıp adrese<br />
teslim edilmiştir. Yine 12 yıldır yatağa mahkûm<br />
bulunan zavallı Bahauddin ve annesine “sadaka-i<br />
fukara” tertibinden bir miktar ödeme yapıldığını<br />
biliyoruz.<br />
Bunlar faydalı bir gelenek icadına dair güzel<br />
levhalar olarak tarihin hafızasına asılmış kandiller<br />
olarak bugünümüzü aydınlatacak yıllar yılı.<br />
Asırlık karanlık<br />
Lakin asıl acı olan nokta nedir, bilir misiniz?<br />
Sosyal yardımlaşmayı ve halkla bütünleşmeyi<br />
amaçlayan bu icat edilmiş geleneğe Sultanın<br />
iktidardan düşürüldüğü Meşrutiyet sonrasında<br />
son verilmiş, bununla da yetinilmeyip Sultan<br />
II. Abdülhamid’in kurmuş olduğu hayır kurumlarının<br />
neredeyse tamamı bir kalemde tasfiye<br />
edilmiştir. Tasfiyeler üzerine mağdur duruma<br />
düşen Kosova göçmeni Fehim’in maaşı kesildiği<br />
için fakr-u zarurete düştüğünü bildiren yürek<br />
yakan dilekçesi bu dönemde yaşanan binlerce<br />
mağduriyet örneklerinden sadece biridir.<br />
Dilekçenin verildiği tarih olan Ağustos<br />
1908’den Mart 2016’ya tam bir asırlık karanlık<br />
bir koridordan geçerek geldik dostlar. Kolay<br />
olmadı bu noktaya vasıl olmak. Şimdi aradaki<br />
asırlık medeniyet açığını kapatmak ve icat edilmiş<br />
gelenekleri diriltmek, yani ahaliyle beraber<br />
olmak zamanıdır.<br />
Tarih bize doğru yolun hangisi olduğunu göstermektedir.<br />
41<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
ERDEMLİ TOPLUMUN İNŞASI İÇİN<br />
KARDEŞLİK<br />
Doç. Dr. Şahin GÜVEN<br />
Kayseri İl Müftüsü<br />
“İyi bilinmelidir ki kardeşlik hukuku, bir taraftan kardeşler arası<br />
yardımlaşmayı ve iyiliklerin paylaşılmasını gerektirirken, diğer<br />
taraftan da kardeşler arasındaki sorunları gidermeyi ve huzur<br />
ortamını sağlamayı gerektirir.”<br />
42<br />
İslâm toplumundaki insan ilişkilerini konu<br />
edinen ve erdemli insanlar topluluğunu oluşturmayı<br />
hedefleyen Hucurât suresi, bir bütün<br />
olarak Müslümanların karşılaştıkları kimi sorunlara<br />
çözüm önerileri getirmekte ve hataya düştükleri<br />
hususlarda da doğru olanı göstermek<br />
için onlara rehberlik etmektedir. İşte bu surenin<br />
tam ortasında şu İlâhi hitap yer almaktadır:<br />
“Müminler ancak ve ancak kardeştirler. Şu halde<br />
(birbiriyle kavgalı, dargın ve kırgın olan) kardeşlerinizin<br />
arasını düzeltip sulhu sağlayın. Allah’ın<br />
bu emrine uyma hususunda duyarlı ve sorumlu<br />
davranın ki O’nun merhametine nail olasınız.”<br />
(Hucurât, 49/10)<br />
Bu ayet, “Müminler ancak ve ancak kardeştirler”<br />
demekle, bütün müminleri evrensel bir ailenin<br />
bireyleri olarak ilan etmekte, Peygamber Efendimiz<br />
(s.a.v.) ise “Müslüman’ın diğer Müslümanlarla<br />
ilişkisi, birbirine kenetlenmiş bina gibidir”<br />
(Buhari, Sahih, I/103) demekle, Mümin kardeşlerin<br />
aralarındaki bu sarsılmaz bağa işaret etmektedir.<br />
Yine O (s.a.v.) Müslümanlar arasındaki<br />
ilişkinin nasıl olması gerektiğini şöyle bir teşbihle<br />
anlatmaktadır: “Müminler birbirlerini sevmede,<br />
birbirlerine şefkat ve merhametle muamele etmelerinde<br />
bir beden gibidir; bedenin bir parçası/<br />
organı rahatsız olduğu zaman, diğer organlar da<br />
onun rahatsızlığına ortak olur.” (Müslim, Sahih,<br />
IV/1999, Hadis No: 2585) Öyleyse inanç bağına<br />
sahip olan kardeşlerin, değil birbirlerini öldürmesi<br />
ve zulmetmesi, kardeşi hakkında suizanda<br />
bulunmasının ve ona kin beslemesinin bile<br />
yasaklandığını görmekteyiz. Bu sebeple olsa<br />
gerek ki Allah Teâlâ Kur’an’da bizlere şöyle dua<br />
etmemizi öğütlemektedir: “Rabbimiz! Bizi ve bizden<br />
önce iman etmiş din kardeşlerimizi affeyle.<br />
Kalplerimizde müminlere karşı en ufak bir kin ve<br />
nefret bırakma. Rabbimiz! Şüphesiz Sen çok şefkatli,<br />
çok merhametlisin.” (Haşr, 59/10)
Peygamber Efendimizden, Müslümanların kardeş<br />
olduklarına ve bu kardeşlik hukukuna riayet<br />
etmelerinin gerekliliğine dair birçok hadis varit<br />
olmuştur. Bu hadislerde sevgili peygamberimiz,<br />
Müslüman’a, başka bir Müslüman’ın canı, malı<br />
ve ırzının haram olduğunu ve birbirlerine asla<br />
haksızlık ve zulmetmemeleri gerektiğini bildirmektedir.<br />
Nitekim Ebû Hureyre (r.a.)’den gelen<br />
bir rivayete göre Allah Resulü (a.s.) şöyle buyurmuştur:<br />
“Müslüman Müslüman’ın kardeşidir; ona<br />
zulmetmez, onunla dost olmaktan vazgeçmez<br />
ve onu zelil etmez. Müslüman kardeşini küçük<br />
görmesi kişiye kötülük olarak yeter.” (Ahmed b.<br />
Hanbel, Müsned, XIII/466, Hadis No: 8103) Yine<br />
O Kutlu Elçi’nin şu sözü, iman etmenin şartı<br />
olarak Müminlerin birbirlerini sevmelerine dikkat<br />
çekmektedir: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz,<br />
birbirinizi sevmedikçe de (kâmil olarak)<br />
iman etmiş sayılmazsınız.” (Müslim, Sahih, I/74,<br />
Hadis No: 54.)<br />
Aslında Müslümanlar arasındaki bu “din kardeşliği”nin,<br />
Kerim olan Rabbimizin biz Müminlere<br />
bir ihsan ve ikramı olduğunu görmekteyiz: “Hep<br />
birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı tutunun<br />
ve ayrılığa düşmeyin. Allah’ın (sizlere nasip ettiği<br />
birlik ve beraberlik) nimetini hatırlayın; hani siz<br />
vaktiyle birbirinize düşmandınız da Allah kalplerinizi<br />
birbirine ısındırdı ve O’nun lütfu sayesinde<br />
kardeşler oldunuz. Yine siz bir ateş çukurunun<br />
kenarındaydınız da sizi oraya düşmekten Allah<br />
kurtardı. İşte Allah size bu şekilde ayetlerini açıklıyor<br />
ki doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmrân, 3/103)<br />
Müminlerin birbiriyle çekişip didişmesinin en<br />
acı sonucunun ne olduğunu da yine O (c.c.) bizlere<br />
haber vermektedir: “Allah’a ve Elçisine itaat<br />
edin. Birbirinizle de didişmeyin; aksi halde direncinizi<br />
yitirirsiniz, rüzgârınız da kesilir.” (Enfâl, 8/46)<br />
Ayette geçen “rîh” kelimesi hem koku hem de<br />
rüzgâr anlamına gelmektedir. Koku anlamını aldığımızda,<br />
“imanınızın kokusu gider” demektir.<br />
Eğer Müminler birbirleriyle nizalaşırlarsa, imanın<br />
kokusunu alamaz olurlar. İmanın kokusunu<br />
alamayan birisi ise kardeşinin imanının farkına<br />
varamaz ve hatta onu yok sayar. Diğer taraftan<br />
“rüzgârın kesilmesi” anlamını düşündüğümüzde<br />
ise, Müminlerin çekişip birbirlerine düşmelerinin<br />
dirençlerinin kırılması ve güçlerini kaybedip<br />
paramparça olmalarına sebep olduğunu;<br />
dolayısıyla düşmanlarına karşı yekvücut olarak<br />
duramadıklarını ifade eder. İşte bunun içindir<br />
ki ayetin sonu şöyle noktalanmaktadır: “Allah<br />
yolunda karşılaştığınız sıkıntı ve zorluklara göğüs<br />
gerin. (Unutmayın ki) Allah zor zamanda sabredenlerle<br />
beraberdir.” (Enfâl, 8/46)<br />
İyi bilinmelidir ki kardeşlik hukuku, bir taraftan<br />
kardeşler arası yardımlaşmayı ve iyiliklerin<br />
paylaşılmasını gerektirirken, diğer taraftan da<br />
kardeşler arasındaki sorunları gidermeyi ve<br />
barış ortamını sağlamayı gerektirir. Çünkü kardeşliğin<br />
Müminlerin omuzlarına yüklediği mesuliyet,<br />
kardeşlerin arasını düzeltmektir. Zira bu<br />
mesuliyet, muttaki bir Mümin olmanın, Allah’a<br />
karşı sorumluluk bilinci taşımanın bir gereğidir.<br />
Nitekim ayetteki “kardeşlerinizin arasını bulun<br />
(ıslah edin)” emrinden sonra, takva sahibi olmayı<br />
emreden “ittekullah” ifadesinin gelmesi, kardeşler<br />
arasındaki barışı tesis etmenin takvanın gereği<br />
olduğunu çağrıştırmaktadır. Dolayısıyla bu<br />
ayet bağlamında emredilen takva, Allah’a karşı<br />
sorumluluğunun idraki içinde olan Müminleri<br />
birbirleriyle ilişki kurmaya ve antlaşmalar yapıp<br />
barış içinde yaşamaya götüren, daha doğrusu<br />
götürmesi gereken bir bilinç halidir. İşte böylesi<br />
bir bilinç haline sahip olan Müminlere Allah’ın<br />
rahmetinin ulaşması ümit edilir.<br />
43<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
BİR ŞEHADET HİKAYESİ<br />
ANZAK ÖMER<br />
Talha UĞURLUEL - Basri Emin SÜTLÜ<br />
“Çanakkale, tüm beklentilerin zıddına, Türk askerinin iman, metanet<br />
ve cesareti ile destanlaştığı bir yer olacaktır. Birkaç yıl öncesinde<br />
hazin mağlubiyetler yaşayan bir ordu, nasıl olup da bu en güçlü<br />
ordular karşısında galip gelmiştir? Bu sorunun cevabı, savaşı bizzat<br />
yaşayan kahramanların hatıralarında gizlidir.”<br />
Yıl 1915. Çanakkale Boğazı ve Gelibolu Yarımadası,<br />
Birinci Dünya Harbi’nin en önemli savaşlarından<br />
birine şahitlik etmeye hazırlanıyordu.<br />
İngiltere’nin yenilmez armada denilen donanması,<br />
Fransız gemileriyle daha da genişlemiş<br />
ve güçlenmiş olarak yola çıktı. Hedef, Osmanlı<br />
Devleti’nin payitahtı İstanbul’du. Amaç, Avrupa’nın<br />
hasta adamı denilen Osmanlı’nın kalbine<br />
son ve öldürücü bir hançer saplamaktı.<br />
Osmanlı, yıllar süren savaşlar sonucunda yorgun<br />
ve fakirdi. Küçük Balkan devletleri karşısın-<br />
Çanakakkale Cephesinde Mehmetçik
da çok hazin bir mağlubiyet yaşayarak Balkanlar’dan<br />
çekilmişti. Bu yeni ve küçük devletler<br />
karşısında mağlubiyet yaşayan bir ordunun,<br />
İngiltere ve Fransa gibi o günün süper güçleri<br />
karşısında bir varlık göstermesi beklenemezdi.<br />
İngiliz Savaş Bakanı Lord Kitchener bu düşüncenin<br />
tesiriyle şöyle diyordu: “Gelibolu karşısında<br />
bir denizaltımız su yüzüne fırlayıp, İngiliz<br />
bayrağını üç defa sallasa yarımadadaki bütün<br />
Türk askeri kaçarak soluğu Bolayır’da alır.”<br />
Fakat Çanakkale, tüm bu beklentilerin zıddına,<br />
Türk askerinin iman, metanet ve cesareti<br />
ile destanlaştığı bir yer olacaktır. Birkaç yıl öncesinde<br />
hazin mağlubiyetler yaşayan bir ordu,<br />
nasıl olup da bu en güçlü ordular karşısında galip<br />
gelmiştir? Bu sorunun cevabı savaşı bizzat<br />
yaşayan kahramanların hatıralarında gizlidir.<br />
18 Ekim 1915 günü cepheyi ziyarete bir heyet<br />
gelir. Heyeti ilmiye denilen bu heyet içerisinde<br />
Suriye, Filistin ve Lübnan’dan gelen âlimler ve<br />
gazeteciler bulunmaktadır. Heyetin rehberliğini<br />
ve tercümanlığını yapan Üryanizade Ali Vahid<br />
Efendi, Arıburnu cephesi ziyaretlerini şöyle<br />
anlatır:<br />
- Kumandan Bey bize civarda cereyan eden<br />
vakayi’-i azîme (önemli olaylar) hakkında tafsilat<br />
verdiler. Vaziyetleri hiç gözümün önünden<br />
gitmez. Ayağa kalkıp gür bir ses, açık<br />
bir lisanla hikâye ettikleri vakayi’in mevki’lerini<br />
(olayların yerlerini) de elleriyle gösterirlerdi.<br />
Biz onların muvaffakiyetlerini tebrik<br />
ve huda pesendâne (Allah rızası için)<br />
mesailerinden dolayı kendilerine teşekkür<br />
edecek olduk, hazret hiç oralara yanaşmayıp:<br />
-‘Efendiler siz ne söylüyorsunuz? Biz mucizeler<br />
gördük, harikalar seyrettik. Bu böyle iken biz<br />
Harp Madalyası<br />
nasıl olur da kendi sa’y ve tedbirimize bir kıymet<br />
verebiliriz?<br />
Alimallah öyle işler oldu, öyle şeyler görüldü ki<br />
ne akla sığar ne de fenne! Bunlar vikayat-ı ilahiden<br />
(Allah’ın koruması) başka bir şey değildir.’<br />
diyordu.<br />
Diğer bir zat da şöyle hikâye eyledi:<br />
“Bir gün düşman gemileri bir sahayı saatlerce<br />
ardı arası kesilmeksizin dehşetli bir atış altına<br />
aldı. Yüz binlerce mermi atarak yaktı, yıktı; kastı<br />
kavurdu. Orasını öyle bir hale getirdi ki saklanacak<br />
yer koklanacak hava bırakmadı. Bunun üzerine<br />
düşman başladı oraya askerini çıkarmaya.<br />
Hesapça artık karşı koyacak kimse kalmamıştı.<br />
Lakin tam sırası gelince bir “Allah Allah”dır koptu.<br />
Bizim asker hücuma kalkmıştı. Şaşılacak şey!<br />
Sanki sur-u İsrafil’e karşı ölüler dirilip kalkmışlardı!<br />
Onları saklayan “Allah” saklamış o kadar atış,<br />
o kadar kıyamet onlara tesir etmemiş. Üzerlerine<br />
melekler kanatlarını germiş. İşte düşman bu<br />
hal, bu harika karşısında neye uğradığını anlayamadı.<br />
Akıl ve fen de mahcup kaldı.” 1<br />
1 Uryanizade Ali Vahid, Çanakkale Cephesinde Duyup Düşündüklerim,<br />
Necmi İstikbal Matbaası, İstanbul 1332-1334, s.27.<br />
45<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
Yarbay Mustafa Kemal, kara muharebelerinin<br />
başladığı 25 Nisan 1915 günü, Anzak askerlerini<br />
Arıburnu’nda karşılayan 19. Fırka (Tümen)<br />
komutanıdır. Son efradına kadar şehit olan 57.<br />
Alay da bu fırkanın bir alayıdır. 6/7 Ağustos<br />
1915 günü İngilizler, Suvla körfezine bir çıkarma<br />
harekâtı düzenlediler. Bu çıkarma harekatına<br />
karşı Anafartalar ve Conkbayırı’nda yapılan<br />
taarruzları Anafartalar grup komutanı olarak<br />
Albay Mustafa Kemal Bey idare etmiştir. Savaştan<br />
3 yıl sonra 1918 yılında gazeteci Ruşen Eşref<br />
Ünaydın’a verdiği bir röportajda, Çanakkale zaferini<br />
nasıl kazandığımızı Mustafa Kemal tam<br />
şu cümlelerle anlatacaktır:<br />
“Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz.<br />
Yalnız size Bombasırtı vak’asını anlatmadan<br />
geçemeyeceğim. Mütekabil siperler<br />
arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm<br />
muhakkak, muhakkak…<br />
Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına<br />
kâmilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine<br />
gidiyor. Fakat ne kadar şayanı gıpta bir itidal ve<br />
tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç<br />
dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur<br />
bile göstermiyor; sarsılmak yok!<br />
Okumak bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim,<br />
cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler<br />
kelime-i şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk<br />
askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı<br />
hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki<br />
Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek<br />
ruhtur.” 2<br />
2 2- Ruşen Eşref Ünaydın, Çanakkale’de Savaşanlar Dediler ki, Türk Tarih<br />
Kurumu, Ankara 1990, s.43.<br />
Esir İngiliz Askerleri<br />
46
Hatıraların bütününe nazar edildiğinde iman,<br />
cesaret, metanet ve inayeti ilahiye ile bu zaferin<br />
kazanıldığı görülmektedir.<br />
Arıburnu cephesinde karaya çıkan askerler<br />
Avustralya ve Yeni Zelanda’dan gelen askerlerdir.<br />
Bu birliğin genel adı olan Australian and<br />
New Zealand Army Corps ‘un ilk harfleri alınarak<br />
kısaltıldı ve bu askerlere kısaca ANZAC askerleri<br />
denildi.<br />
Avustralya’dan, Almanlarla savaşmak üzere<br />
yola çıkan bu askerler, itilaf donanmasının Boğazı<br />
geçmemesi üzerine Gelibolu’ya gönderildiler.<br />
Yol boyunca kendilerine Türk askerinin<br />
ne kadar barbar olduğu, esirleri işkence ile öldürdüğü<br />
hatta yamyam oldukları ve insan eti<br />
yedikleri anlatıldı.<br />
Arıburnu’nda savaşan Anzaklar, savaş boyunca<br />
Türk askerinin ne kadar cesur ve mert savaşçılar<br />
olduğuna şahit oldu. Türk askeri hastane<br />
gemilerine ve çadırlarına ateş etmiyor, sağlık<br />
görevlilerine asla ilişmiyordu. Bir Anzak askeri<br />
yaralandığında yardımına koşanlara da ateş<br />
etmiyordu. Türk askeri, düğüne gider gibi cesaretle<br />
ölüme yürüyordu.<br />
Yine Uryanizade Ali Vahid Efendi anlatıyor:<br />
“O gece mülaki olduğum bir doktor da şöyle<br />
hikâye ediyordu: “Şu askerin bu harbde gösterdiği<br />
metaneti, fedakârlığı tarif kâbil değildir.<br />
Bakarsın bir asker gelir, kol parçalanmış: “Doktor<br />
şu kolumu kes!” der, fütûr bile etmez. Kolunu<br />
değil, sanki saçını kestirecekmiş gibi lâkayd<br />
davranır, bir taraftan da “Ah canına yandığım.<br />
İntikam alamadım” diyerek göğsünü yumruklar<br />
durur. Hele o hastanelerdeki mecruhlar sabretmezler<br />
de, henüz yaraları iyileşmeden gizlice<br />
taburlarına kaçıp tekrar harbe girerler.<br />
Bir defa da tuhaf bir şey oldu. Bu da askerlerimizin<br />
ulûvvi cenabını (yüksek ahlakını) gösterir.<br />
Malum ya bazı yerlerde bizim siperlerle düşman<br />
siperleri arasında mesafe pek azdır, hemen<br />
15-20 hatve (adım) kadar bir şey. Bir gün böyle<br />
yakın bir Fransız siperinden bizim sipere bazı<br />
murdar şeyler atılır. Bizim askerler de bunların<br />
yaptıklarına karşılık bir mendilin içine biraz fındık,<br />
ceviz koyup o düşman siperine atarlar. Çıkının<br />
içindekini gören Fransızlar yaptıklarından<br />
utanmış olmalılar ki hemen o mendilin içine<br />
bisküvit bağlayarak tekrar bizim sipere atarlar.<br />
Bir daha da o siperden bize ateş edilmez.”<br />
Gelibolu Yarımadası’na barbar Türkleri öldürmek<br />
için gelen Anzak askerleri gördükleri yüksek<br />
ahlak karşısında Türk askerine hayran oldu.<br />
Memleketine dönebilen Anzak askerleri hatıralarında<br />
Türklerden bu hayranlıkla bahsettiler.<br />
Çanakkale savaşından tam 50 yıl sonra bir Türk<br />
doktorunun, bir Anzak gazisi ile yaşadıkları<br />
cephede yaşananlar hakkında birçok ipucu taşımaktadır.<br />
Ömer Sami Musluoğlu, 1920 yılında<br />
Kırım’da varlıklı bir ailenin<br />
çocuğu olarak dünyaya gelir.<br />
Ailesi Ruslar tarafından katledilir<br />
ve tüm malvarlıklarına Ruslar<br />
el koyar. Muhaceretle İstanbul’a<br />
akrabalarının yanına gelen Ömer Sami, girdiği<br />
imtihanları kazanır ve Darüşşafaka’da okumaya<br />
başlar. Sonrasında tıp fakültesine girer. Askerliğini<br />
yedek subay olarak Etimesgut’ta bulunan<br />
askeri hastanede yapar. O günlerde yaşadığı bir<br />
olayı şöyle anlatır:<br />
“Yedek subay mektebini bitirdikten sonra kurada<br />
Etimesgut Hastanesi düştü. Elli yataklı bir<br />
47<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
Cepheye Giden Askerlerimiz<br />
48<br />
hastane fakat hastanede doktor yok; benim<br />
gibi yedeklerle idare ediliyor, aslında kadro<br />
binbaşı kadrosu ama herkes orayı isteyip torpil<br />
yaptırdığı için hastane yedek subaylarla idare<br />
ediliyor. Hem hastanede yatanlara bakıyorum<br />
hem de civardan Dikimevi’nden gelenlere bakıyorum<br />
ayrıca hastanede on bir kişilik de nöbetçi<br />
sıhhiye mangası var. Bir gün kapıda bir<br />
gürültü var; bağrış, çığrış..<br />
Nöbetçi askerime seslendim; çocuğun adı da<br />
Şeker. “Şeker, ne oluyor?”<br />
“Komutanım bu dede geldi. Zorla torununa<br />
baktırmak istiyor. Ben de ‘Başıbozuklara burada<br />
bakılmaz başka hastanelere git’ diyorum.<br />
Bunun münakaşasını yapıyoruz. O illa burada<br />
bakılmak istiyor!” Çıktım, ihtiyara sordum: “Ne<br />
oldu dede? Derdin ne? Asker doğru söylüyor,<br />
burada yalnız askerlere bakılır”.<br />
Dede, ayağını açtı; koskoca bir yara! “Ben bunu<br />
Balkan Harbi’nde aldım!” Kolunu açtı, “Ben<br />
bunu 1. Dünya Harbi’nde aldım!” Parmaklarının<br />
yarısı yok. “Bunları Suriye cephesinde kaybettim!”<br />
Göğsünü açtı; “Bu, Çanakkale’de oldu! Ben<br />
asker değilim de kim asker!” Her tarafı delik deşik,<br />
dede haklı, “Beni ‘Divan-ı Harbe de verseler<br />
senin torununa bakacağım” dedim.<br />
Çocukta da sivilceler akneler çıkmış, antibiyotik<br />
falan yazdım gittiler. Bir hafta sonra dede tekrar<br />
geldi, bastonunun ucunda süzme yoğurt<br />
takılı. «Dede, buna rüşvet derler» dedim, «Yok,<br />
bu benim gönlümden sana hediye. Alacaksın,<br />
yoksam senlen bi daha konuşmam!” Aldık yo-
ğurdu. İki hafta sonra Karanlık Dere’ye atışa gidiyorduk;<br />
Balgat köyünden geçiyoruz, dede de<br />
orada oturuyor, ambülans şoförüne “Arabayı<br />
kenara çek” dedim, pazarın yerinde birilerine<br />
sordum: “Burada bir Ömer Ağa olacaktı? Ömer<br />
Ağa’yı bulun!” Tabii rütbelerim de var; önce<br />
muhtar geldi, sonra Ömer Dede geldi, beni<br />
görünce hemen elime yapıştı, ben de ona sarıldım,<br />
tutturdu dede: “İlla otur, keçiyi kesecem,<br />
tandıra..” Türk milleti böyle işte.”<br />
Askerlikten sonra bir süre özel muayenehanesinde<br />
hastalara bakan Ömer Sami, Amerika’ya<br />
gitmeye karar verir. 1957 yılında Amerika’ya<br />
giden ve tam 40 yıl sonra 1997 yılında Amerika’dan<br />
dönen Dr. Ömer Sami Musluoğlu Amerika<br />
günlerini ve yaşadıklarını kendisi anlatıyor:<br />
“Amerika’ya gittim; orada bana kimse kucağını<br />
açmadı “Doktorluk yapabilirsin” diye. Üstelik<br />
Amerika’ya gittiğim zaman İngilizceden iki kelime<br />
biliyordum: “How are you? How you do?”<br />
Bu kadar. Çünkü Darüşşafaka’da Fransızca okuduk,<br />
Amerika’da bu lisansları alabilmem için on<br />
yıl geçti. Önce yabancı mezunlar denklik imtihanına<br />
başvurdum, bunun için orta mektepten<br />
başlayarak üniversiteye kadar bütün notlar<br />
bildiriliyor sonra kabul edilip edilmeyeceği<br />
etüt ediliyor çünkü bu imtihana girme hakkı<br />
herkese verilmiyordu; her ülkenin üniversiteleri<br />
orada kabul edilmiyordu. Bizden de sadece<br />
İstanbul Üniversitesi kabul görüyordu. Denklik<br />
imtihanına girdim, üç yüz altmış tane sual vardı,<br />
bir soruyu okumak yarım yamalak İngilizcemle<br />
bir saat zamanımı alıyordu, cevabını yazmam<br />
lazım ama çok uzun şeylerdi, hastalığın tüm<br />
aşamaları ve yapılacak komplikasyonları yazabilmek<br />
gerekiyordu.<br />
Sonra İngilizce imtihanını verdim o zaman zarfında<br />
da New York’ta Medical Center Hospital<br />
adlı bir hastaneye girdim. Vazifem kan almak,<br />
kan vermek, serum takmak, damar yolu açıyorum,<br />
elektro kardiyografi, metabolizma çekmek<br />
gibi işler. Hastaya o kadar önem veriyorlar ki<br />
yeni doktorları hemen hastaya vermiyorlar, diğer<br />
zamanlarda da laboratuvarda çalışıyorum.<br />
Bir gün bir hastaya gitmiştim, yetmiş beş yaşlarında<br />
kanser hastası bir adamdı. Kanser hastası<br />
olmasına rağmen kansızdı, kolunu açtım,<br />
baktım aaa.. Pazusunda dövme şeklinde bir<br />
Türk bayrağı var. Çok ilgimi çekti, sordum: «Siz<br />
Türk müsünüz?» Adamcağız kaşlarını yukarıya<br />
kaldırarak «Hayır» anlamında işaret yaptı. O<br />
zaman «Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir»<br />
dedim, «Aldırma, işte öylesine bir şey» diye<br />
cevapladı ama gerçekten de merak etmiştim,<br />
ısrar ettim: «Fakat benim için bu bayrak çok<br />
önemli, bu yüzden dikkatimi çekti, bu benim<br />
milletimin bayrağı, bu benim bayrağım!» Ben<br />
bu şekilde söyleyince adamcağız gözlerini açtı,<br />
tanımak istercesine derin derin yüzüme baktı<br />
ve mırıltıyla sordu: «Siz Türk müsünüz?» «Evet,<br />
Türküm.»<br />
Gözlerime bakarak yavaş yavaş anlatmaya başladı:<br />
“Yıl 1915, sen hatırlamazsın o yılları. Çanakkale<br />
diye bir yer var Türkiye’de, orada savaşmak<br />
için bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı.<br />
Ben Avustralya Anzaklarındanım,<br />
İngilizler geldiler, bizi toplayıp “Barbar Türkler<br />
Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün<br />
dünya o barbarlara karşı cephe açtı, birlik olup<br />
üzerlerine gideceğiz, bu savaş çok önemlidir”<br />
dediklerinde söylediklerine, vaatlerine inandık<br />
ve savaşmak isteyenlerin arasına katıldık. Bizim<br />
beynimizi yıkayan İngilizler Türklere karşı topladığı<br />
askerlerin tamamını Çanakkale’ye sevk<br />
ediyormuş, bizi de gemilere doldurup Mısır’a<br />
getirdiler. Mısır’da şöyle birkaç ay atış talimi<br />
49<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
50<br />
gördükten sonra bizi gemiyle Çanakkale’ye<br />
getirdiler. Savaşın şiddetini ben ilk defa orada<br />
gördüm, öyle ki denize düşen gülleler suları<br />
metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai<br />
fişekler geceyi gündüze çeviriyordu. Her taarruzda<br />
bizden de Türklerden de yüzlerce insan<br />
can veriyordu. Hepimiz Türklerdeki gayret ve<br />
cesareti gördükçe şaşırıyorduk, teknolojik yönden<br />
çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından<br />
da fazlaydık. Anlayamadığımız bu cesareti<br />
ve kuvveti onlara veren güç neydi? Bunu zaman<br />
içinde anladım, İngilizlerin bize anlattığı gibi<br />
Türkler barbarlıktan değil kalplerindeki vatan<br />
sevgisinden bize böyle saldırıyorlarmış. Bunu<br />
nasıl anladığımı söyleyeyim: Biz karaya çıktık;<br />
taarruz edemiyoruz, anında püskürtüyorlar,<br />
tekrar taarruz ediyoruz, bizi tekrar püskürtüyorlar.<br />
Derken böyle bir taarruz anında başımdan<br />
yediğim dipçikle kendimden geçmişim”.<br />
İhtiyar adamı meraktan ağzım açık şekilde dinliyorum,<br />
savaşın dehşetli anılarını anlatırken<br />
halsiz ve bitkinliğine rağmen tir tir titremeye<br />
başladı.<br />
Adamcağız devam ediyor: “Gözlerimi açtığımda<br />
kendimi yabancı insanların arasında buldum;<br />
nasıl korktuğumu anlatamam. Çünkü<br />
İngilizler Türkleri bize vahşi, barbar olarak tanıttılardı<br />
ya. Kendime baktım yaralarımı sarmışlar,<br />
bana da hiç öfkeli bakmıyorlar, bir de çantalarındaki<br />
yiyeceklerinden ikram ettiler, hâlbuki<br />
iyi biliyordum onların yiyecekleri çok azdı ve<br />
bu haldeyken bile kendileri yemeyip yiyeceklerini<br />
bana ikram ediyorlardı. Bunu görünce şoke<br />
oldum. Kendi kendime dedim ki ‘Bu adamlar<br />
isteseler şu anda beni öldürürler ama öldürmüyorlar<br />
veyahut önceden de öldürebilirlerdi<br />
hâlbuki beni cephenin gerisine götürüp bir de<br />
tedavi etmişler. Biz esirlere misafir gibi davranıyorlar’.<br />
Bu duygularla ‘Yazıklar olsun bana! Böyle<br />
asil insanlarla niye savaşıyorum ben? Neden<br />
savaşmaya gelmişim? Bu İngiliz milleti ne kadar<br />
yalancıymış, ne kadar da Türk düşmanıymış’<br />
diyerek çok pişman oldum fakat bu pişmanlığım<br />
o durumumda fayda etmiyordu. Bu iyiliğe<br />
karşılık ne yapsam diye günlerce düşündüm.<br />
Nihayet bizi serbest bıraktılar, memleketime<br />
döndüm. İşte memlekete döndüğümde Türk<br />
milletini ömür boyu unutmamak için koluma<br />
dövmeden bu Türk bayrağını yaptırdım.”<br />
Gözlerim doldu, ihtiyara bakıyorum fakat söyleyecek<br />
bir şey bulamıyordum.<br />
“Talihin cilvesine bakın ki o zaman ölmek üzereyken<br />
yaralarımı iyileştirerek sıhhate kavuşmama<br />
çaba sarf eden Türklerdi şimdi de Amerika<br />
gibi bir yerde yıllar sonra beni iyileştirmeye<br />
çaba sarf eden yine bir Türk. Ne garip değil mi?<br />
Avustralya’dan Amerika’ya gelirken bir Türkle<br />
karşılaşacağımı hiç ummazdım. Size minnettarım,<br />
siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız.<br />
Bizi tarih boyunca hep kandırmışlar,<br />
buna bütün kalbimle inanıyorum”.<br />
Artık o da ağlıyordu, “Bana adınızı söyler misiniz?”<br />
dedi. “Ömer”. Bu defa amca bana merakla<br />
sordu: “Peki niçin Ömer ismini vermişler sana?”<br />
“Babam Müslümanların ikinci halifesi isminden<br />
ilham alarak bana Ömer adını koymuş”.<br />
“Yahu senin adın Müslüman adı mı?” “Evet,<br />
Müslüman adı”.<br />
Yüzüme baktı baktı sonra birden doğrulmak istedi,<br />
ben mani olmak istedim fakat o ısrar etti.<br />
İhtiyarın ısrarına dayanamayıp yatakta oturmasına<br />
yardım ettim, gözleri dolu doluydu, yüzü-
me bakarak: “Senin adın güzelmiş, benim adım<br />
şimdiye kadar Mr. Josef Miller idi, şimdiden<br />
sonra ‘Anzak Ömer’ olsun”. “Olsun” dedim.<br />
“Peki doktor beni Müslüman eder misin?<br />
Müslüman olmak zor mudur?”<br />
Şaşırdım şimdi, birdenbire mi Müslüman olmaya<br />
karar vermişti? Meğer o yaşa gelinceye<br />
kadar hep içten içe düşünürmüş de kimseyle<br />
konuşamadığı için, soramadığı için öğrenememiş.<br />
«Tabii, Müslüman olmak çok kolay.»<br />
Kendisine imanın ve İslam’ın şartlarını anlattım,<br />
kabul etti. Birlikte kelime-i şahadet getirirken<br />
çocuklar gibi ağlıyordu. Yaşlılık bir yandan,<br />
hastalık bir yandan bir de yıllardır kavuşmak<br />
isteyip de bilemediği için kavuşamadığı İslamiyet’e<br />
olan hasretin sona ermesi bu yaşlı gönlü<br />
fazlasıyla duygulandırmıştı. Mırıldandı: “Siz<br />
Müslümanlar tespih çekersiniz, bana da bir tespih<br />
bulsan da ben de yattığım yerden tespih<br />
çekerek Allah’ımı ansam olur mu?”<br />
Bu sözlerinden anladım ki, dedelerimiz savaşta<br />
bile Hakk’ı zikretmeyi ihmal etmemişler, neyse<br />
hemen bir tespih bulup kendisine getirdim. Artık<br />
‘Anzak Ömer Amca’ hasta yatağında tespih<br />
çekiyor, biz de tedavisini yapıyorduk. Fakat benim<br />
için, o daha bir başkalaşmıştı, bir gün yanına<br />
gittiğimde samimi bir şekilde, “Beni yalnız<br />
bırakma olur mu?” dedi. “Ne gibi Ömer Amca?”<br />
“Ara sıra gel de bana İslamiyet’i anlat. Sen çok<br />
güzel şeylerden bahsediyorsun, o sözleri duydukça<br />
kalbim ferahlıyor”. O günden sonra her<br />
gün yanına gittim, anlattım.<br />
Kaç gün geçti bilmiyorum, hastanenin hoparlöründen<br />
bir ses duydum: “Doktor Omar! Lütfen<br />
217 numaralı odaya gelin!” İçimden Ömer<br />
Amca’nın yolcu olduğunu anladım, odasına<br />
vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi:<br />
Sağ elinde tespih, açık duran sol kolunun<br />
pazusunda Türk bayrağı, son anlarını yaşıyordu.<br />
Kendisine kelime-i şahadet söylettirdim,<br />
kucağımda ruhunu teslim etti.<br />
Çanakkale'yi Türkiye'de görmüştüm, burada da<br />
bir Çanakkale gazisi vardı, ne yalan söyleyeyim,<br />
ağladım.” 3<br />
3 Ömer Sami Musluoğlu’nun http://www.darussafaka.org.tr sitesinde<br />
2012 yılında yayımlanan hatıralarından derlenmiştir.<br />
51<br />
Heyeti İlmiye ve Mustafa Kemal Arıburnu'nda<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
HEDİYEM KUR'AN OLSUN<br />
Hediyem<br />
Kuran Olsun<br />
Türkiye Diyanet Vakfı ve Diyanet<br />
İşleri Başkanlığı işbirliği ile başlatılan<br />
“Hediyem Kur’an Olsun” projesine<br />
hayırsever milletimiz büyük ilgi<br />
gösterirken, proje kapsamında temin<br />
edilen Kur’an-ı Kerimler, ülkemizde ve<br />
yurt dışında Kur’an-ı Kerim bulunmayan<br />
yerlere, ihtiyaç duyan ancak satın<br />
alma gücü olmayan kişi ve kurumlara<br />
ulaştırılmaya devam ediyor.<br />
Hediye Kur’an-ı Kerimler Yeni Kaledonya Müslümanlarına Ulaştı<br />
TDV Mütevelli Heyeti İkinci Başkanı Mazhar<br />
Bilgin, “Hediyem Kur’an Olsun” projesi kapsamında<br />
dünyanın dört bir tarafındaki Müslümanlara<br />
hediye Kur’anlar ulaştırdıklarını söyledi.<br />
52<br />
Kur’an gönüllülerinin kısa mesaj, banka veya<br />
elden bağış yöntemiyle Vakfımıza verdikleri<br />
Kur’an-ı Kerim bağışları 300 bini geçerken,<br />
gelen talepler doğrultusunda Kur’an-ı Kerim<br />
teslimatları da sürüyor. Mail yazarak Diyanet<br />
İşleri Başkanı ve Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli<br />
Heyeti Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’den<br />
Kur’an-ı Kerim isteyen Yeni Kaledonyalı Müslümanların<br />
talebi de proje kapsamında karşılandı.<br />
Başkan Görmez’e ulaşarak ellerinde olmadığı<br />
için fotokopiden Kur’an okuduklarını ifade<br />
eden binlerce kilometre uzaktaki Yeni Kaledonya<br />
Müslümanlarına Kur’an-ı Kerimleri ulaştırıldı.<br />
Yeni Kaledonya Müslümanlarının Başkan<br />
Görmez’e “Biz Yeni Kaledonya’da yaşayan bir<br />
grup Müslümanız, elimizde hiç Kur’an-ı Kerim<br />
yok. Bize Fransızca meali olan birkaç Kur’an-ı<br />
Kerim gönderebilir misiniz?” yazılı bir mail göndererek<br />
Kur’an-ı Kerim talebinde bulunduklarını<br />
hatırlatan Bilgin, şunları kaydetti:<br />
“Yeni Kaledonya, Avustralya kıtasının doğusunda<br />
bir bölge. Ülkemize binlerce kilometre uzaklıkta<br />
yeni bir Müslüman topluluğa ulaşmanın<br />
heyecanını yaşadık. Oradaki Müslüman derneğinden<br />
bir yetkili ile yazışmalar yaptık. Türkiye’den<br />
direkt uçuş yoktu. Fransa aktarmalı yaklaşık<br />
20 saati aşan bir yolculuğun ardından 100<br />
adet Fransızca mealli Kur’an-ı Kerimi bölgeye<br />
ulaştırdık. Yeryüzünde iyilik egemen oluncaya<br />
kadar sürecek yolculuğumuzda Yeni Kaledonya<br />
durağında yeni bir bölgeyle, yeni bir Müslüman<br />
topluluğa milletimizin emanetini ulaştırmanın<br />
mutluluğunu yaşadık.”
Harçlıklarıyla aldıkları Kur’an-ı Kerimleri mahkûmlara hediye ettiler<br />
Türkiye Diyanet Vakfı Kastamonu Kız Yurdu öğrencileri,<br />
“Hediyem Kur’an Olsun” projesi kapsamında,<br />
cezaevinde kalan mahkûmlara Kur’an-ı<br />
Kerim hediye etti.<br />
TDV Kastamonu Kız Yurdu öğrencileri, harçlıklarıyla<br />
aldıkları 100 adet Kur’an-ı Kerim’i, Kastamonu<br />
E Tipi Cezaevi’nde kalan mahkûmlara<br />
gönderdi.<br />
Yurt müdürü Aynur Çiftçi, ramazan ayında başlatılan<br />
kampanyada hediyelerin en güzelini,<br />
Kur’an-ı Kerim’i cezaevindeki mahkûmlara hediye<br />
etmekten mutluluk duyduklarını söyledi.<br />
TDV yurtlarında kalan öğrencilerden anlamlı bağış<br />
Türkiye Diyanet Vakfı yurtlarında kalan öğrenciler,<br />
Türkiye ve dünyanın dört bir tarafındaki<br />
Müslümanlar için 1453 adet Kur’an-ı Kerim hediye<br />
etti.<br />
Hediyem Kur’an Olsun projesine, Türkiye Diyanet<br />
Vakfı yurtlarında kalan öğrenciler de destek verdi.<br />
TDV yurtlarında kalan öğrencileri temsilen<br />
Hasan Mutlu, Merve Nur Memiş, Şüheda Elmas<br />
ve Yüsra Ferligül, öğrenciler olarak topladıkları<br />
parayı, TDV Yurtlar ve Sosyal Tesisler İktisadi<br />
İşletmesi Müdürü Yıldırım Alkış ile birlikte, TDV<br />
Kaynak Üretim Müdürlüğü’ne teslim etti.<br />
Ankara Üniversitesi Felsefe Bölümü öğrencisi<br />
Merve Nur Memiş, öğrenciler olarak 13 bin 436<br />
TL bağış yaptıklarını belirterek, 453 adet Kur’an<br />
yurt dışına, bin adet Kur’an’ın da yurt içinde dağıtılmasını<br />
istediklerini söyledi.<br />
Memiş, “Fatih Sultan Mehmet Han, 1453 yılında<br />
İstanbul’u fethi ile birlikte İslam’ın yayılmasına<br />
nasıl bir zemin hazırladıysa, bizler de Türkiye<br />
Diyanet Vakfı öğrencileri olarak ülkemizin ve<br />
dünyanın farklı coğrafyalarındaki 1453 gönle<br />
bu Kur’an-ı Kerimler vesilesi ile girmeyi hedefledik.<br />
Vesile olanlardan Allah razı olsun” şeklinde<br />
konuştu.<br />
53<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
HEDİYEM KUR'AN OLSUN<br />
Hediye Kur’an-ı Kerimler Diyarbakırlı çocuklara ulaştı<br />
Türkiye Diyanet Vakfı, Diyarbakır’ın Çınar ilçesi<br />
Ağaçsever Mahallesine, “Hediyem Kur’an Olsun”<br />
projesi kapsamında 160 adet Kur’an-ı Kerim<br />
ulaştırdı.<br />
Kur’an-ı Kerimler, Çınar İlçe Müftüsü Şemsettin<br />
Şimşek’in katılımıyla Ağaçsever Mahalle<br />
Camii’nde çocuklara hediye edildi.<br />
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet<br />
Vakfı’na “Hediyem Kur’an Olsun” projesini hayata<br />
geçirdiklerini için teşekkür eden Diyarbakır<br />
Çınar İlçe Müftüsü Şemseddin Şimşek, Kur’an-ı<br />
Kerimlerin büyük bir sevinç kaynağı oluşturduğunu<br />
söyledi.<br />
Müftü Şimşek, “Çınar ilçesinde yaşayan kardeşlerimizin<br />
yoğun talebi doğrultusunda Türkiye<br />
Diyanet Vakfımızın, Hediyem Kur’an Olsun<br />
kampanyası kapsamında göndermiş olduğu<br />
Kur’an-ı Kerimleri, çocuklarımıza dağıttık. 160<br />
adet Kur’an-ı Kerim’i her eve bir adet olacak şekilde<br />
hediyeleri ulaştırdık. Bizleri zor zamanda<br />
hatırladınız, bu hediyeler çok anlamlı ve çok<br />
manidardır. Kampanyaya katkıda bulunan herkese<br />
teşekkür ederiz” diye konuştu.<br />
54
HEDİYEM KUR’AN OLSUN<br />
PROJESİNE BÜYÜK İLGİ<br />
Kur’an-ı Kerim’in çağlar üstü mesajını olabildiğince geniş kitlelere ulaştırmak, onu<br />
okuma, anlama ve yorumlama konusundaki çabaları desteklemek amacıyla başlatılan<br />
kampanyaya katılmak için milletimiz adeta birbiriyle yarışıyor.<br />
Muhtelif okullarda ilk, orta, lise ve üniversite düzeyinde öğrenciler kendi aralarında<br />
kampanya başlatarak projeye katılırken, din görevlilerimiz, Diyanet çalışanları, TDV<br />
şubeleri ise çalışmalarıyla kampanya büyük destek veriyor. Ülkemizden ve yurt dışından<br />
katılımlarla günden güne büyüyen projeye en büyük destek ise sivil toplum kuruluşları<br />
ve hayırseverlerimizden geliyor.<br />
Mahalle camisinden Afrika’ya 10 bin Kur’an-ı Kerim<br />
Isparta’da bir mahalle camisinde cemaatin katkılarıyla,<br />
Afrika’ya gönderilmek üzere 10 bin<br />
Kur’an-ı Kerim bağışı yapıldı.<br />
Türkiye Diyanet Vakfı ve Diyanet İşleri Başkanlığı<br />
işbirliğiyle dünyanın dört bir tarafında satın<br />
alma gücü olmayan kişi veya kurumlar için başlatılan<br />
“Hediyem Kur’an Olsun Projesi”, Isparta’dan<br />
da destek buldu.<br />
Proje kapsamına çalışma başlatılan İstiklal Camisi’nde,<br />
İl Müftülüğü ve cemaatin katkılarıyla<br />
bir ayda 100 bin lira toplandı. Toplanan paralarla<br />
temin edilen 10 bin Kur’an-ı Kerim, TDV aracılığıyla<br />
Afrika’ya gönderilecek.<br />
Isparta Müftüsü Galip Akın, camide görevli<br />
Serdar Topalakçı ve Ali Eryiğit’in çabalarıyla kısa<br />
sürede büyük yardım toplandığını, bu bağışların<br />
TDV’nin kampanyası kapsamında Afrika’ya<br />
gönderileceğini söyledi.<br />
Ali Eryiğit ise Afrika’daki çocukların Kur’an-ı<br />
Kerim’i “luh” adı verilen, üzerine ezberleyecekleri<br />
ayetin yazıldığı tahtalarla öğrenmeye çalıştığını<br />
söyledi. Bu durumun kendilerini proje için<br />
daha fazla çaba göstermeye teşvik ettiğini anlatan<br />
Eryiğit, 10 bin Kur’an-ı Kerim’in Afrika’daki<br />
Müslüman çocuklara gönderilecek olmasından<br />
mutluluk duyduklarını kaydetti.<br />
55<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
HEDİYEM KUR'AN OLSUN<br />
Avrupa’da yaşayan Türk gençlerden 2 bin 237 Kur’an-ı Kerim bağışı<br />
Avrupalı Türk Demokratlar Birliği (UETD) Kuzey<br />
Bavyera Bölge Gençlik üyeleri, Hediyem Kur’an<br />
Olsun Projesi’ne 5 bin 690 Avro bağışta bulundu.<br />
UETD Kuzey Bavyera Bölge Gençlik Başkanı<br />
Emre Şentürk ve beraberindeki heyet, Türkiye<br />
Diyanet Vakfı’nı (TDV) ziyaret ederek, Diyanet<br />
İşleri Başkanlığı işbirliği ile başlatılan “Hediyem<br />
Kur’an Olsun” kampanyasına destek verdi.<br />
UETD Kuzey Bavyera Bölge Gençlik üyeleri olarak<br />
kendi aralarında kampanya başlatan gençler,<br />
topladıkları 5 bin 690 Avro’yu TDV Kaynak<br />
Üretim Müdürlüğü yetkililerine teslim etti.<br />
Avrupa’da yaşayan Türkler olarak Diyanet İşleri<br />
Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı’nın çalışmalarına<br />
destek olmayı sürdüreceklerini ifade eden<br />
UETD üyeleri, yaptıkları bağışlarla 2 bin 237 adet<br />
Kur’an-ı Kerim’in yurt içinde ve yurt dışında ihtiyaç<br />
duyanlara gönderileceğini ifade etti.<br />
Heyet adına konuşan UETD Kuzey Bavyera Bölge<br />
Gençlik Başkanı Emre Şentürk, “Arkadaşlar<br />
olarak Türkiye’ye yönelik nasıl bir çalışma yapabiliriz<br />
diye düşündük. Türkiye ile Almanya’yı,<br />
Avrupa’yı, özellikle Avrupa’da yaşayan Türkleri<br />
bir araya getirebilecek bir proje arayışına girdik.<br />
Türkiye Diyanet Vakfı’nın Hediyem Kur’an Olsun<br />
kampanyasını gördük. Teması çok hoşumuza<br />
gitti. Özellikle Avrupa’da yaşayan gençlerin<br />
İslam kardeşliği adına bir şeyler yapabilmesi için<br />
güzel bir imkan olarak gördük ve dedik ki, bizim<br />
de bu çorbada tuzumuz olsun. İhtiyacı olan kardeşlerimize<br />
Kur’an-ı Kerim göndermek manevi<br />
olarak çok güzel bir şey. Bizim için önemli olan<br />
bu hediyelerin ihtiyaç sahibi kardeşlerimize<br />
ulaştırılması” dedi.<br />
Türkiye Diyanet Vakfı ile işbirliğini sürdüreceklerini<br />
belirten Şentürk, “Şimdi Yaraları Sarma<br />
Zamanı adıyla bir kampanya daha olduğunu<br />
öğrendik. Almanya’ya döndüğümüzde bunun<br />
için de çalışmaya başlayacağız. Hediye Kur’an-ı<br />
Kerimleri bir iki hafta içerisinde topladık. Bunu<br />
da kısa zaman içerisinde tamamlayıp yetkililere<br />
ulaştıracağız” diye konuştu.<br />
56
İmam Hatip öğrencilerinden Hediyem Kur’an Olsun projesine destek<br />
Kadıköy Kız İmam Hatip Lisesi ve İstanbul Başakşehir<br />
Anadolu İmam Hatip Ortaokulu öğrencileri,<br />
Hediyem Kur’an Olsun projesi için 15<br />
bin 500 TL bağış yaptı.<br />
Türkiye Diyanet Vakfı’nın başlattığı Hediyem<br />
Kuran Olsun Projesi’ne sivil toplum kuruluşları<br />
ve okullar da büyük ilgi gösteriyor.<br />
TDV Genel Müdür Yardımcısı Abdurrahman<br />
Çetin, Kaynak Üretim Müdürü Sami Serdar, Hediyem<br />
Kuran Olsun Proje Koordinatörü Mikail<br />
Çolak ve Projeler Dış Hizmetler Müdürlüğü<br />
Görevlisi Derya Aktaş, İstanbul’da çeşitli sivil<br />
toplum kuruluşlarını ve okulları ziyaret ederek<br />
projeyi anlattı.<br />
Kaynak Üretim Müdürü Sami Serdar ve Hediyem<br />
Kuran Olsun Proje Koordinatörü Mikail<br />
Çolak, Başakşehir TOKİ Turgut Özal Anadolu İHL<br />
Ortaokulunu ziyaret ederek, Hediyem Kur’an<br />
Olsun projesine destek için öğrenciler tarafından<br />
toplanan 8 bin TL bağışı teslim aldı.<br />
Okul Müdürü Ramazan Ayan’ın teslim ettiği<br />
bağış için makbuz verilirken, projeye destek<br />
veren Din Kültürü Öğretmeni Şeyma Karalara<br />
teşekkür belgesi takdim edildi.<br />
Kadıköy Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi ise<br />
projeye 7 bin 500 TL bağışla katkıda bulundu.<br />
Okul Müdürü Osman Erdem’in teslim ettiği<br />
bağış sonrası makbuz verilirken, projeye destek<br />
veren meslek dersleri öğretmeni Celalettin<br />
Acuner’e de teşekkür belgesi takdim edildi.<br />
Sizin de hediyeniz Kur’an olsun<br />
Siz de “Hediyem Kur’an Olsun” kampanyasına destek vererek,<br />
hediyelerin en güzelini dünyanın dört bir tarafında<br />
ihtiyaç duyan kardeşlerimize ulaştırabilirsiniz.<br />
Bağış yapmak isteyenler bu hayra katılarak kısa mesaj, banka<br />
veya elden bağış yöntemiyle istediği miktarda Kur’an-ı<br />
Kerimi ihtiyaç duyan kişi ve kurumlara hediye edebiliyor.<br />
57<br />
Proje için her türlü bilgi www.hediyemkuranolsun.com<br />
web sayfasından alınabilir. Tüm GSM operatörlerinden<br />
4333 nolu SMS numarasına 12 TL, online bağış yöntemleriyle<br />
yurt içine 8 TL, yurt dışına ise kargo bedeliyle birlikte<br />
12 TL tutarında bağış ile “Hediyem Kur’an Olsun” kampanyasına<br />
katılabilirsiniz.<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
MAKALE<br />
ASIRLARDIR<br />
KUR’AN SEVGİSİYLE YAŞAYAN GELENEK<br />
1001 HATİM<br />
Celal BÜYÜK<br />
Erzurum Müftü V.<br />
“Erzurum, 1001 hatimlerin okunduğu dönem bir başka güzeldir.<br />
Kur’ân-ı Kerim’in bereketi etrafında belli bir süreliğine küçük bir<br />
alanda bir araya gelen Erzurumlular, hatimlerin okunduğu sırada sırt<br />
sırta vererek bir araya geldikleri gibi gönüllerini de birleştirip İslam<br />
kardeşliğinin en güzel örneklerini ortaya koyarlar.”<br />
Hafızları binbir hatim okurlar, Nur-i Kur’ân enharına akarlar,<br />
Nüzul-i merhamet-gâhe bakarlar, Mevla’ya emanet olsun Erzurum.<br />
Binbir hatim nuru arşı doldurmuş, bela musibeti yerden kaldırmış,<br />
Düşmanları kahreylemiş öldürmüş, Mevla’ya emanet olsun Erzurum.<br />
(Alvarlı M. Lütfi Efendi)<br />
58<br />
Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan<br />
kadim şehir Erzurum aslında bir gelenekler<br />
şehridir. Bu durum Erzurum halkı için geçmişte<br />
olduğu gibi bugün de sağlam bir toplumsal<br />
şuurun ve birlikteliğin oluşmasına katkı sağlamaktadır.<br />
Erzurum’da yaşatılmakta olan bu geleneklerden<br />
biri de 1001 hatim geleneğidir. İbrahim<br />
Hakkı Konyalı’nın “Abideleri ve Kitabeleri ile Erzurum<br />
Tarihi” adlı eserinde anlattığı üzere, 1001<br />
hatim geleneği rivayetlere göre 1533’lü yıllarda<br />
âbid, zâhid ve mutasavvıf bir kişiliğe sahip olan<br />
Pir Ali Baba tarafından başlatılmıştır.<br />
Erzurum, konumu itibariyle geçmiş dönemlerde<br />
pek çok istilalara uğramış, afetler yaşamıştır.<br />
Rivayet olunduğuna göre, 1001 hatimlerin<br />
başladığı dönemde de Erzurum yöresinde pek<br />
çok afet meydana gelmiştir. Afetlerin yaşandığı<br />
bu dönemde Erzurum halkı Pir Ali Baba<br />
dergâhına giderek, Pir Ali Baba’dan felaketlerin<br />
bitmesi için dergâhta öğrencileri ile birlikte<br />
topluca dua etmesini istemişler. O gece<br />
dergâhta sabahlara kadar felaketlerin dinmesi<br />
ve daha beterlerinden Erzurum’un korunması<br />
için gözyaşlarıyla topluca dualar edilmiş. Ertesi<br />
gece, Pir Ali Baba bir rüya görür ve rüyasında
kendisine 1001 hatim okunması tavsiye edilir.<br />
O günden itibaren dergâhta hafızlar tarafından<br />
hatimler okunmaya başlanmış. Aynı zamanda<br />
zengin bir kişi olan Pir Ali Baba bu tarihte maliki<br />
bulunduğu sekiz köyden dördünün gelirini,<br />
tamamen Erzurum’da yılda bir defa okunmasını<br />
ihdas ettiği 1001 hatimlere vakfetmiş ve bu<br />
hatimler o günden sonra Erzurum’da sürekli<br />
okutularak, Birinci Cihan Harbi yıllarına kadar<br />
devam etmiştir. O yıllarda meydana gelen bazı<br />
aksamalarla okutulamayan 1001 hatimler, bir<br />
süre sonra Erzurum Müftüsü Hacı Muhammed<br />
Sadık Solakzâde ve o zamanın Erzurum milletvekillerinden<br />
Mühirzâde Asım Efendi ile Zihni<br />
Bey tarafından yeniden okutulmaya başlandı.<br />
O günden bu güne 1001 hatim okumaları devam<br />
etmektedir.<br />
İlk dönemde 1001 hatimlerin bin tanesi hafızlar<br />
tarafından sabit bir mekânda (dergâhlarda,<br />
camilerde, evlerde) okunur, 1001’inci hatim ise<br />
hafızlar tarafından hayvan sırtında şehrin tamamını<br />
dolaşmak suretiyle okunurdu. Böylece<br />
şehrin tamamı bela ve musibetten korunmuş<br />
olurdu. Sonraki dönemlerde ise bu uygulamadan<br />
vazgeçilmiş ve hatimler sabit mekânlarda<br />
okunmaya devam edilmiştir. 1001 hatim okumaları<br />
Aralık ayının son on beşi ile Ocak ayının<br />
ilk on beşinde okunur.<br />
Kanuni Sultan Süleyman zamanında dönemin<br />
valisi Ayazpaşa tarafından yaptırılan tarihi<br />
Ayazpaşa Camii, kutlu gelenek 1001 hatimlere<br />
ev sahipliği yapan en önemli mekândır. Erzurum<br />
halkı 1001 hatim okumaları için bu camide<br />
toplanırken aynı zamanda gerek ferdi gerekse<br />
toplumsal olarak iyilik hareketlerinin en güzel<br />
örneklerini ortaya koyarlar.<br />
Erzurum halkı sabahın erken vaktinde dondurucu<br />
soğuğa rağmen genciyle-yaşlısıyla sabah<br />
namazından çok önce camiye gelir ve kemal-i<br />
edeple cüzler kendilerini bu işe adamış gönüllü<br />
cüz dağıtıcılarının elinden alınır,<br />
sırt sırta verilerek hatimler<br />
okunur. Ayazpaşa Camii’ne<br />
gelen cemaatin<br />
büyük bir kısmı cüz<br />
okumak suretiyle<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
bu hayırlı geleneğe katkı sağlamaya çalışır. Cüz<br />
okuyamayanlar ise başka hayırlı işler yapmak<br />
suretiyle bu hizmete katkı sağlarlar. Örneğin<br />
cüz okuyamayan bazı insanlar gönüllü olarak<br />
kendilerini cüz dağıtma işine vakfetmişlerdir.<br />
“1001 hatim gönüllüleri” dediğimiz bu grup<br />
insanlar farklı mesleklerdendir. Bunların görevi<br />
cüz dağıtım işini organize etmektir. Bunu yaparken<br />
de Kur’ân-ı Kerim’e duyulan hürmetin<br />
bir gereği olarak cüzleri baş üstünde tutarlar.<br />
Okunan cüzler yine bu ekip tarafından toplanır<br />
ve bir başka ekibe, tasnif ekibine teslim edilir.<br />
Görevlilerin baş üzerinde taşıdığı Kur’an-ı<br />
Kerimleri alan cemaat de aynı hürmeti gösterir.<br />
Kur’ana sırt dönmek istemeyen cemaat kendileri<br />
sırt sırta verirler. 1001 hatim Ayazpaşa’da<br />
sırt sırta verilerek okunur. Bu, Erzurum halkının<br />
Kur’ân-ı Kerim’e duydukları derin sevgi ve muhabbetin<br />
bir gereğidir. Bu kutlu gelenek münasebetiyle<br />
birbirlerini tanımayan, birbirlerine<br />
yabancı olan insanlar birbirlerine sırt vermek<br />
suretiyle hatimlerini okurken, diğer taraftan da<br />
kardeşliğin, birlikteliğin ve iyiliğin en güzel örneklerini<br />
ortaya koyarlar.<br />
Kur’ân-ı Kerim’in bereketi etrafında belli bir<br />
süreliğine küçük bir alanda bir araya gelen<br />
Erzurumlular hatimlerin okunduğu sırada bedenlerini<br />
birleştirdikleri gibi gönüllerini de birleştirip<br />
İslam kardeşliğinin en güzel örneklerini<br />
ortaya koyarlar. Peygamber efendimiz (s.a.v)’in:<br />
“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta<br />
ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler.<br />
Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman,<br />
diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli<br />
hastalığa tutulurlar.” (Buharî, Edeb 27; Müslim,<br />
Birr 66) Hadis-i Şerifi’nin en güzel şeklini ortaya<br />
koyarlar. Dilleri ile Allah kelamını okuyan insanlar<br />
artık tek bir vücut olmuşlardır. Dolayısıyla<br />
ıstıraplar, sevinçler birdir artık. Kur’ân-ı Kerim’e<br />
duyulan derin sevgi ve ihtiram sebebiyle diz<br />
çökerek okunan Kur’ân sebebiyle kardeşinin<br />
uyuşan ayakları ovalanır, masaj yapılır. Bunu<br />
yaparken kişinin yüzünde tebessüm, gönlünde<br />
ise kardeşinin ıstırabını dindirmeye yardımcı<br />
olmanın büyük mutluluğu vardır.<br />
Ayazpaşa Camii’nde hatim sonrası sabahın ayazında<br />
evlerine gitmeye hazırlanan cemaate, “Bu<br />
kutlu görevde benim de çorbam olsun” diyen<br />
60
hayırseverler çorba ikramında bulunur. Kurulan<br />
bu iyilik sofrası için adeta insanlar birbirleriyle<br />
yarışır, günler öncesinden isimlerini yazdırırlar.<br />
Büyük bir huşu ve mutluluk içerisinde kol kola<br />
camiden çıkan cemaat bu sefer her gün farklı<br />
bir hayırsever tarafından kurulmakta olan iyilik<br />
sofrasında bir araya gelirler. Bu sofra hayırsever<br />
açısından 1001 hatim geleneğinin yaşatılmasına<br />
bir katkı iken, katılanlar açısından ise çorba içmekten<br />
ziyade bir tanışma ve kaynaşma sofrasıdır.<br />
Bir amaç doğrultusunda farklı mahallelerden<br />
gelen insanlar birbirleriyle tanışır ve kaynaşırlar.<br />
1001 hatimlerin okunduğu dönemde ortaya<br />
konulan iyiliklerden doğadaki hayvanlar da nasibini<br />
alırlar. Mevsimin kış olması sebebiyle bu<br />
dönemde hayvanlar da düşünülür ve istifade<br />
etmeleri için doğaya yem ve ekmek bırakılır.<br />
Özellikle son zamanlarda hayırseverler tarafından<br />
doğaya 1001 tane ekmek bırakılması adet<br />
haline gelmiştir.<br />
Kısacası 1001 hatimlerin okunduğu dönem bir<br />
başka güzeldir Erzurum. Bir taraftan kutlu bir<br />
gelenek devam ettirilirken diğer taraftan da<br />
iyilik hareketlerinin en güzel örnekleri ortaya<br />
konulur. Böylece dua zamanına ulaşılır. Artık<br />
vakit dua vaktidir. Tarihi Ulu Cami’de eller birlik<br />
ve kardeşlik için, şehrin bela ve musibetlerden<br />
uzak olması için, Kur’ân-ı Kerim’in bize öğrettiği<br />
iyilik ve güzelliğin, senenin tamamında hayatımıza<br />
egemen olması için duaya kalkar.<br />
Duanın yapılacağı gün Erzurum için bir bayram<br />
günüdür. Köylerden insanlar akın akın günler<br />
öncesinden Erzurum’a gelirler, dua zamanı Ulu<br />
Cami’de kutlu ana şahitlik etmek için. Sabahın<br />
erken vaktinde doldururlar tarihi mekânı. Yine<br />
sırt sırtadırlar ve birbirlerinin sırtlarında edilir<br />
secdeler. On bini aşkın insan aynı anda amin<br />
der, Kur’an’ın bize öğrettiği iyiliğin tüm dünyaya<br />
egemen olması için…<br />
61<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
KULLUĞUMUZU TEST EDEN DEĞER<br />
İYİLİK<br />
Yunus ÖZDAMAR<br />
DİB Basılı Yayınlar Daire Başkanlığı<br />
62<br />
Kur’an-ı Kerim bir hayat kitabıdır. İçerisinde insana,<br />
insanlığa hayat veren konular, hükümler<br />
yer alır. Dünya hayatında insanı doğruya sevk<br />
etmek için bilinmesi gereken konular, Kur’an<br />
tarafından çeşitli yönleriyle ele alınır. Ayetlerde<br />
farklı yönleriyle ele alınan konulardan biri de,<br />
iyiliktir. Birçok ayette, iyiliğin kapsamına nelerin<br />
dahil olduğundan bahsedilir. Allah Teala, iyiliği<br />
en geniş anlamıyla “Allah’a, ahiret gününe, meleklere,<br />
Kitap’a, peygamberlere inanan, O’nun<br />
sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere,<br />
yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal<br />
veren, namaz kılan, zekât veren ve söz verdiklerinde<br />
sözüne vefa gösterenler, zorda, darda ve<br />
savaş alanında sabredenlerdir.” 1 şeklinde tarif<br />
eder. Bu tanım, iyiliğin genel anlamda iki boyutunu<br />
bize özetler: Biri, iman ve itaat ile Allah<br />
Teala’nın rızasına uygun kulluğumuz; diğeri ise,<br />
ikram ve hasenat ile Rahman’ın kullarına yönelik<br />
davranışlarımız. Başka bir ifadeyle, Allah<br />
Teala’ya yaptığımız kulluk hususundaki sadâkatimiz,<br />
diğeri ise O’nun kullarına, her çeşidiyle<br />
yansıtabildiğimiz iyilikler.<br />
Ayetin vurgu yaptığı iyilik, Hz. Adem’den<br />
Hz. Muhammed’e (s.a.s) kadar gelen bütün pey-<br />
1 Bakara, 2/177.<br />
gamberlerin öncelikli tavsiyelerini ihtiva eder.<br />
Kur’an ayrıca kıssalar yoluyla insanların Allah<br />
Teala’dan gelen iyilik öğretisini daha kolay anlamaları<br />
için sık sık bu tavsiyelere atıfta bulunur.<br />
Bunu Peygamber ve diğer âbide şahsiyetlerin<br />
yaşadıkları üzerinden anlatırken, onların iyiliği<br />
hayatlarına ne şekilde tatbik ettiklerini, ona<br />
hangi boyutuyla sahip çıktıklarını izah eder.<br />
İyilikle ilgili bir hadisinde Allah Resûlü (s.a.s),<br />
“Her iyilik/güzel iş sadakadır.” 2 buyurur. Efendimiz<br />
(s.a.s) bu sözüyle, sadaka kavramına iyilik<br />
çerçevesinde geniş bir anlam yükler. Öyle ki,<br />
Allah Resulü, iyiliğin bir türü olan sadaka vermeyi,<br />
“Vücuttaki bütün eklemler için her gün<br />
sadaka vermek gerekir. Bineğine binmek isteyen<br />
kişiye yardım etmek veya eşyasını bineğine<br />
yüklemek sadakadır. Güzel söz ve namaza<br />
giderken atılan her adım sadakadır. Yol göstermek<br />
sadakadır.” 3 şeklinde çeşitlendirir.<br />
Kur’an ayetlerine iyilik hakkındaki bu hadiste<br />
yer alan tarif üzerinden baktığımızda, iyiliğin<br />
bazı Peygamberlerin veya âbide şahsiyetlerin<br />
hayatlarında nasıl karşılık bulduğunu daha açık<br />
bir halde görürüz. Bazen halis bir niyet, bazen<br />
2 Buhari, Edeb,33.<br />
3 Buhârî, Cihâd, 72.
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
64<br />
güzel bir teslimiyet, bazen de saf bir ibadet<br />
şeklinde peygamberlerin hayatlarında yer alan<br />
iyilik öğretilerinin kapsamının bu yönüyle ne<br />
kadar geniş olduğuna şahit oluruz.<br />
İyilik, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’in<br />
hayatında, nasuh bir tövbe olarak öne çıkar.<br />
“Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz<br />
ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden<br />
oluruz.” 4 ayetinde belirtildiği üzere iyilik,<br />
Hz. Adem ve Hz. Havva’nın dilinden tam bir teslimiyet<br />
olarak yansır. Kur’an’a göre böylesi bir<br />
teslimiyet, kâmil mü’min olmanın da bir gereğidir<br />
aynı zamanda. Bu hususa dikkatleri çeken<br />
başka ayette ise Allah katında iyi bir konumda<br />
olmanın vasfı, tövbe etmiş halde “Allah’a arınmış<br />
bir kalple gelebilmek” 5 olarak tanımlanır.<br />
İyilik, Kur’an’da bahsi geçen ve günahkârların<br />
simge isimlerinden biri olan Kâbil’in “Andolsun<br />
seni öldüreceğim!” sözüne karşılık, Hâbil’in dilinden<br />
“Andolsun ki sen öldürmek için bana<br />
el uzatsan bile, ben öldürmek için sana elimi<br />
kaldıracak değilim!” 6 sözünü diyebilmektir. Habil’in<br />
bu sözü, asırlar boyunca bir iyilik nişanesi<br />
olarak zulümle imtihanı olan mazlumların dillerinde<br />
seslene gelmiş, örnek olmuştur.<br />
İyilik, Hz. İbrahim’in yaptığı gibi bir insanı büyük<br />
bir günahtan alıkoyabilme çabasıdır. Babası<br />
Azer, en büyük günah olan Allah’a ortak koşma<br />
davranışını sergilemiş olmasına rağmen,<br />
Hz. İbrahim, babasını, “Babacığım! İşitmeyen,<br />
görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere<br />
niçin tapıyorsun?” 7 şeklinde uyarır. Bu güzel üslup<br />
ile Hz. İbrahim’in, babasını uyarması büyük<br />
bir iyi davranış örneğidir.<br />
4 Araf, 7/23.<br />
5 Şuara, 26/89.<br />
6 Mâide, 5/ 28.<br />
7 Meryem, 19/42.<br />
İyilik, Hz. İsmail gibi gerektiğinde Allah yolunda<br />
canını da feda etmeyi göze alabilecek bir teslimiyettir.<br />
Hz. İsmail’in babası Hz. İbrahim tarafından<br />
kurban edileceği yönünde Allah Teala’dan<br />
gelen emri ilahi vardır. 8 Buna karşılık Hz. İsmail,<br />
babası Hz. İbrahim’e: “Ne ile emrolundunsa onu<br />
yap, Allah dilerse, sabredenlerden olduğumu<br />
göreceksin.” 9 şeklinde cevap vermesi de teslimiyet<br />
açısından çok anlamlı bir iyilik örneğidir.<br />
İyilik, yeri geldiğinde Hz. Yakup gibi, sıkıntılarımızı<br />
içimize gömmek; günah işlemeye gücümüz<br />
yetse de azalarımızı sırf Allah rızası için<br />
günahlardan alıkoyabilmektir. Hz. Yakup, oğlu<br />
Hz. Yusuf’a, kendi oğulları tarafından yapılan<br />
zulmü fark ettiğinde, onlara karşı koyma gücü<br />
olmasına rağmen Rabbine yönelip, “Ben üzüntü<br />
ve tasamı yalnız Allah’a açarım. Allah katından,<br />
sizin bilmediklerinizi bilirim.” 10 duasıyla<br />
Allah yönelmesi de özverili bir iyilik örneğidir.<br />
İyilik, Hz. Yusuf gibi çok haklı durumda olsak bile<br />
bunu, açık bir kötülüğü yapmaya gerekçe saymayıp,<br />
kendimizi günaha sevk etmekten uzak<br />
tutabilmektir. Kur’an, Yusuf kıssasında bu durumu<br />
şöyle bir olayla örneklendirir. Hz. Yusuf’un,<br />
kendisine daha önce zulmeden kardeşleri onu<br />
tanıdıklarında, Hz. Yusuf’un kendilerinin yaptığı<br />
gibi zulüm yapacağını zannettiler. Kardeşlerin<br />
daha önce Hz. Yusuf’a zulüm yapmalarına<br />
karşın o, kardeşlerine, “Ben Yusuf’um, bu da<br />
kardeşim (Bünyamin). Allah bize iyilikte bulundu;<br />
doğrusu kim kötülükten sakınır ve sabrederse<br />
bilsin ki Allah iyi davrananların ecrini katiyen<br />
zayi etmez.” 11 şeklindeki cevabı, iyiliğin,<br />
gücümüz yetse de müspet karşılık verebilmeye<br />
güzel bir örnektir.<br />
8 Saffat, 37/102.<br />
9 Saffat, 37/102.<br />
10 Yusuf, 12/86.<br />
11 Yusuf, 12/90.
İyilik, hayatın her alanında olduğu gibi alışverişte<br />
de hakkı gözetebilmektir. Hz. Şuayb,<br />
kavmini: “Ey milletim! Ölçüyü ve tartıyı tamamı<br />
tamamına yapın; insanlara, eşyalarını eksik<br />
vermeyin; yeryüzünde bozgunculuk yaparak<br />
karışıklık çıkarmayın.» 12 tavsiyesi ile iyi bir davranışın<br />
sosyal hayat açısından ne kadar önemli<br />
olduğuna işaret etmiştir.<br />
İyilik, Hz. Musa gibi, zulümden bunalınca, isyana<br />
yönelmeden, sıkıntı ne kadar büyük olsa da,<br />
Rabbine el açıp “Ben işimi Allah’a bırakıyorum.<br />
Doğrusu Allah, kulları görür.” 13 diyebilmektir.<br />
İyilik, Hz. Davut gibi, güzel hüküm verebilmek,<br />
en doğru şekilde hükümdarlık yapabilmektir.<br />
Allah Teala’nın Hz. Davut’a hitaben, “Ey Davud!<br />
Seni şüphesiz yeryüzünde hükümran kıldık, o<br />
halde insanlar arasında adaletle hükmet, hevese<br />
uyma; yoksa, seni Allah’ın yolundan saptırır.<br />
Doğrusu, Allah’ın yolundan sapanlara, onlara,<br />
hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azap<br />
vardır.” 14 şeklinde buyurduğu ölçülere sahip<br />
olabilmektir.<br />
İyilik, Hz. Eyyüp gibi, en acı verici hastalığa belki<br />
bir ömür boyu sabredebilmektir. Bir çok hastalıkla<br />
muhatap olan Hz. Eyyûp’un bu sabrından<br />
dolayı Allah Teala’nın: “Doğrusu Biz onu sabırlı<br />
bulmuştuk. Ne iyi kuldu, daima Allah’a yönelirdi.”<br />
15 övgüsüne mazhar olabilmek de en kayda<br />
değer iyilik örneklerindendir.<br />
İyilik, Rahman’ın kullarının özelliğine vurgu<br />
yapılan ayette belirtildiği üzere, “(Onlar) Yeryüzünde<br />
vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir.<br />
Cahiller onlara laf attıkları zaman” buna “Selâm!<br />
12 Hûd, 11/85.<br />
13 Mü’min, 40/44.<br />
14 Sâd, 38/26.<br />
15 Sâd, 38/44.<br />
(Esenlik size)” şeklinde 16 veya sözün en güzeli<br />
ile karşılık 17 verebilmektir.<br />
Vermek, infak etmek anlamının yanı sıra yukarıda<br />
bahsi geçtiği üzere, Kur’an’ın ifadesiyle iyilik,<br />
bazen bir duruş, bazen bir iyi davranış bazen de<br />
yeri geldiğinde en uygun tavrı sergileyebilmektir.<br />
Bu farklı anlamı şu ayet destekler mahiyettedir:<br />
“Onun için kim (elinde bulunandan) verir,<br />
Allah’a karşı gelmekten sakınır ve güzel sözü<br />
(kelime-i tevhidi) tasdik ederse, biz onu en kolay<br />
olana iletiriz. 18<br />
Allah Teala, “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla,<br />
bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek<br />
deneriz.” 19 buyuruyor. İnsanların önderleri<br />
Peygamberlerin söz konusu bu imtihanlara karşı<br />
sergilemiş oldukları örnek davranıştan dolayı<br />
Allah Teala onları taltif eder. “Onlar, ne iyi bir<br />
kuldu, 20 O son derece dürüst bir kimse bir peygamber<br />
idi.” 21 ayetleri bunlardan bir kaçıdır.<br />
Kur’an kıssaları iyiliğin çerçevesi içerisinde bize<br />
dikkat çekici hatırlatmalarda bulunur. “Şüphesiz<br />
biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici<br />
olsun, ister nankör.” 22 ayetinde belirtilen<br />
hakikat gereği benzer sahnelerle karşılaştığımızda,<br />
iyi veya kötü davranışlarımız bizim yolumuzu<br />
tayin edecek. O an sergileyeceğimiz<br />
iyi bir davranış, kulluk testinden daha kolay<br />
geçmemize imkân sağlar. Bunun sonucunda<br />
da Allah Resülü’nün (s.a.s.) buyurduğu üzere<br />
“Doğruluk (bizi) iyiliğe, iyilik de cennete (çeker)<br />
götürür.” 23 Böylece, Rabbimizin razı olduğu<br />
kullarından oluruz.<br />
16 Furkan 25/63.<br />
17 Fussilet, 41/34<br />
18 Leyl, 92/5-6-7.<br />
19 Bakara, 2/155<br />
20 Sâd, 38/44.<br />
21 Meryem, 19/41,56.<br />
22 İnsan, 76/3.<br />
23 Buhari, Edep, 69.<br />
65<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
HADİSLERLE İSLAM<br />
"Hadislerle İslam"<br />
Dijital Ortamda<br />
Peygamber Efendimiz’in hikmet ve rahmet dolu dünyasını keşfetmeye davet<br />
eden “Hadislerle İslâm” eseri, dijital ortama taşındı. 100 hadis hocasının<br />
10 yılda tamamladığı esere artık internet üzerinden ulaşmak mümkün.<br />
66<br />
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet<br />
Vakfı işbirliği ile Hazreti Muhammed'in mesajlarını<br />
modern zamanın problemleri ve ihtiyaçlarını<br />
dikkate alarak sade ve anlaşılır bir dille<br />
okuyuculara sunmak üzere hazırlanan “Hadislerle<br />
İslam” eseri, yurt içi ve yurt dışında daha<br />
geniş kitlelere ulaşmasını sağlamak amacıyla<br />
dijital ortama aktarıldı.<br />
Hazreti Muhammed'in örnek hayatı, sünneti,<br />
uygulamalarının hadisler aracılığıyla ortaya konulduğu<br />
esere "http://hadislerleislam.diyanet.<br />
gov.tr" adresinden ulaşılabiliyor.<br />
Birçok dünya diline çevirisi<br />
hazırlanıyor<br />
İnternet ortamında erişime açılan eserin Arnavutça,<br />
Kırgızca ve Azerice'ye çevirisi tamamlandı.<br />
İngilizce, Rusça ve Boşnakça'ya çevirisi<br />
devam eden eserin, Arapça ve Almanca tercümeleri<br />
için de ekipler kuruldu.<br />
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet<br />
Görmez'in de aralarında bulunduğu bir kurul<br />
tarafından 10 yılda hazırlanan eser, 44 ciltlik<br />
İslam Ansiklopedisi'nden sonra Diyanet İşleri<br />
Başkanlığı’nca yürütülen en geniş kapsamlı çalışma<br />
olarak biliniyor.<br />
“Hadislerle İslam” eseri 2014 yılında Haliç Kongre<br />
Merkezi’nde düzenlenen ve Cumhurbaşkanı<br />
Recep Tayyip Erdoğan ile Diyanet İşleri Başkanı<br />
Prof. Dr. Mehmet Görmez’in de katılımıyla gerçekleşen<br />
“Yüzyılın İslam Kültür Hizmeti Ödülleri”<br />
töreninde ödüle layık görülmüştü.
İSTANBUL<br />
29 MAYIS ÜNİVERSİTESİ<br />
Neden 29 Mayıs?<br />
l Güçlü Akademik Kadro<br />
l Cazip Burs İmkânları<br />
l Şehrin Merkezinde Yerleşke<br />
l Zengin Kütüphane<br />
l Çift Anadal ve Yandal Programları<br />
l Yurtdışında Dil Eğitimi Fırsatı<br />
l Akademik Gelişim ve<br />
Destek Programları<br />
l Uluslararası Ortam<br />
l Öğrenci Konukevleri<br />
Fakülteler ve Programlar<br />
Edebiyat Fakültesi<br />
l Felsefe Programı (%30 İngilizce)<br />
l Tarih Programı (%30 İngilizce)<br />
l Türk Dili ve Edebiyatı Programı (%30 İngilizce)<br />
l Psikoloji Programı (%30 İngilizce)<br />
l Çeviribilim Bölümü - Mütercim Tercümanlık<br />
(Arapça, % 30)<br />
l Çeviribilim Bölümü - Mütercim Tercümanlık<br />
(İngilizce, % 30)<br />
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
l Ekonomi Programı (İngilizce)<br />
l Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Programı<br />
(İngilizce)<br />
l Sosyal Hizmet Programı (Türkçe)<br />
Uluslararası İslam ve Din Bilimleri Fakültesi<br />
l İslam ve Din Bilimleri Programı (% 30 Arapça)<br />
l Uluslararası İlahiyat Programı (% 30 Arapça)<br />
www.aday.29mayis.edu.tr<br />
2015 - 2016<br />
0216 988 10 09 www.29mayis.edu.tr<br />
İcadiye Bağlarbaşı Caddesi, No: 40 34662 Bağlarbaşı - Üsküdar / İSTANBUL<br />
l<br />
Altunizade Yerleşkesi<br />
l Ümraniye Yerleşkesi<br />
: 29mayis@29mayis.edu.tr C:Istanbul29MayisUniversitesi L: 29MayisUni
MAKALE<br />
BİZİM MEDENİYETİMİZ<br />
Ahmet TÜRKBEN<br />
İnsan ve Medeniyet Hareketi Yüksek İstişare Kurulu Üyesi<br />
“Biz Müslümanlar, yeryüzünün imarına ve toplumun ihyasına insanı<br />
yaşat ki devlet yaşasın diyerek başlamışız. İyiliklere öncü, iyilere yol<br />
arkadaşı olmayı kendimize şiar edinmişiz. Bizler, iyiliği yeryüzüne<br />
hakim kılmak için yola çıkan gönül erlerinin yaktığı meş’aleyle<br />
rahmet toplumları inşa etmişiz.”<br />
68<br />
Değerler planında, doğru ve güzel olanı bilmek,<br />
yanlış ve çirkin olanı da bilmeye bağlıdır.<br />
Eşyanın zıddıyla kaim olduğu prensibinden<br />
hareketle iyi, ancak zıddı olan kötü bilindiği ve<br />
kötünün zararlı etkilerinden korunulabildiği<br />
ölçüde anlaşılabilir ve yaşanabilir. Bizler kendi<br />
medeniyetimizin hangi değerler sistemi üzerine<br />
bina edildiğini idrak etmeli ve Batı Uygarlığını<br />
iyi tahlil etmeliyiz ki medeniyetimizin yeniden<br />
inşası mümkün olabilsin.<br />
Bu noktada bize ait olanla olmayanın ayrımı yapılmalıdır.<br />
Batı medeniyeti göz medeniyeti iken İslam medeniyeti<br />
söz medeniyetidir. Batı uygarlığı görselliği<br />
ön plana çıkartır ve her şey göstermeye<br />
ayarlıdır. İslam medeniyeti ise bir anlamda kulak<br />
medeniyetidir. Dinlemek esastır, İşittik ve<br />
itaat ettik, paroladır. Körü körüne bağlılık yoktur<br />
asla, sözü dinlemek ve en güzeline tabi olmak<br />
vardır.<br />
Batı medeniyeti niceliği ve rakamları yüceltir.<br />
Her şey sayısal verilere ayarlı değerlendirilir.<br />
İslam medeniyeti ise niteliği esas alır ve rakamlar<br />
değil harfler üzerine insanı ve toplumu inşa<br />
eder. Okumak ve yazmak en kutsal eylemlerdir.<br />
Batı sadece maddeyi merkeze alıp maddenin<br />
karşısında ezilirken İslam medeniyeti manevi<br />
olanı merkeze alarak maddeye esir olmaktan<br />
kurtulur. Bu bağlamda İslam medeniyetinde<br />
iyilik; sadece maddi boyutuyla sınırlı kalma-
yan ilim, irfan, hikmet bağlamında akla, kalbe<br />
ve davranışlara değer katan bir erdemdir: Aynı<br />
zamanda iyilik; ihsan, merhamet ve adalet bağlamında<br />
bütün toplumu hayırla yoğurmanın<br />
adıdır.<br />
eğitim o kadar önemli ki Hicretten itibaren<br />
Mü’minler, Efendimizi örnek alıp Allah’a hep<br />
birlikte secde edilecek mescidlerin yanı başına<br />
Ashab-ı Suffa misali medreseler, mektepler inşa<br />
etmişlerdir.<br />
Bizim medeniyetimiz öncelikle ilim<br />
medeniyetidir.<br />
İlim, doğruyla yanlışı, hakla batılı ayırt etmeyi<br />
öğretir. Faydalı ve doğru bilgiyi merkeze alan,<br />
firaset ve basiretle hareket eden Mü’min, akl-ı<br />
selim sahibi olur. Selim bir akla sahip olanlar,<br />
cehaletten kaçtıkları kadar taassup ve aşırılıklardan<br />
da şiddetle kaçınırlar.<br />
İslam Medeniyetinin en önemli ilham kaynağı<br />
olan Kur’an-ı Kerim, ilk ayeti ile okumayı emretmekte,<br />
dini bilgilere sahip olunmadan ibadetlerin<br />
bile yapılamayacağını öğretmektedir.<br />
Namaz ve oruç ibadeti için Astronomiye; zekat<br />
için Matematiğe; Hacc için ve yine Namaz kılabilmek<br />
için kıble yönünü bulmaya yani Coğrafyaya<br />
ihtiyaç vardır. Bu açıdan imandan sonra<br />
ilim gelir ve ilimle ibadet birbirinden ayrı düşünülemez.<br />
İlmin kaynağı da hiç şüphesiz Kur’an<br />
ve Sünnettir.<br />
Doğru ve faydalı bilgi düşüncenin doğru şekillenmesine,<br />
düşüncenin sıhhati de eylemlerin<br />
istikametine yön verir. Doğru bilgilenme için<br />
Medreselerdeki eğitimin aslî mecrasından ve<br />
gayesinden uzaklaşması ise toplumun yozlaşmasına<br />
sebep olmuş. Buna kültür ve medeniyet<br />
değerlerine savaş açan siyasi iradelerin<br />
nesli helak edici icraatları da hız verince hala<br />
hatırladıkça yüreğimizi sızlatan ve asla unutmamamız<br />
gereken olaylar yaşamışız. İşte o<br />
çorak zamanlarda dert ve dava adamı olan öncülerimiz,<br />
ihya ve ıslah çalışmasını ilim merkezlerinden<br />
başlatmaya gayret etmişlerdir. Bunun<br />
en güzel örneği ve bir medeniyet projesi olarak<br />
İmam Hatipler, merhum Celal Hocamızın kabul<br />
olmuş duasıdır.<br />
Bizim medeniyetimiz, ihsan ve<br />
merhamet medeniyetidir.<br />
Bu medeniyetin rahmet ve iyilik elçileri, cömert<br />
olmayı en büyük erdem bilirler. Malından vermeyi<br />
ve kendinde olanı paylaşmayı eksilmenin<br />
değil temizlenmenin ve bereketin sebebi<br />
sayarlar. Verecek bir şeyi olmayan dahi, selam<br />
vererek, tebessüm ederek, güzel söz söyleyerek<br />
ve iyilik yaparak sadaka vermiş sayılır. İnsan<br />
haysiyetini incitmemek için sadaka taşlarını dü-<br />
69<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
şünecek kadar ince bir anlayışa sahiptirler. Fakirlere<br />
ve muhtaçlara yardım etmek, komşuya<br />
ve akrabaya iyilik yapmak, yetimlere kol kanat<br />
germek hatta hayvanlara bile merhametle muamele<br />
etmek İslam Medeniyetine has bir güzelliktir.<br />
Bizim medeniyetimizde insan insanın<br />
kurdu değil yurdudur.<br />
Sömürmek yoktur, ezmek ve horlamak yoktur.<br />
Her insan, içinde iman cevheri taşıyan ve hidayete<br />
aday olarak değerli bir konumdadır.<br />
70<br />
Bizim medeniyetimiz vakıf<br />
medeniyetidir.<br />
İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olan;<br />
malın en hayırlısı Allah yolunda harcanan; vakfın<br />
en hayırlısı da insanların ihtiyacını karşılayandır,<br />
düsturuyla hareket eden Müslümanlar,<br />
sadece Allah’tan sevap umarak servetini insanlık<br />
adına vakfetmişler, insanların hayatını kolaylaştırmak<br />
amacıyla camiler, vakıflar, medreseler,<br />
imarethaneler, yetimhaneler, şifahaneler, çeşme,<br />
köprü ve kervansaraylar inşa etmişlerdir.<br />
Sadece insanları değil, hayvanları da koruma<br />
altına almak için vakıflar kurmuşlar, barınma ve<br />
korunmaları için kuşlara yuva yapmışlar, hatta<br />
belli günlerde yük hayvanlarını çalıştırmayı yasaklamışlardır.<br />
Bizim medeniyetimiz adalet<br />
medeniyetidir.<br />
Adalet, Allah’a yakın olmanın zulüm de O’ndan<br />
uzaklaşmanın sebebi sayılmaktadır. İslam, sosyal<br />
hayatı ve insanlar arası ilişkileri adaleti sağlayarak<br />
güvence altına almış ve buna yönelik<br />
prensipler ortaya koymuştur. Düşman da olsa<br />
adaletten ayrılmamak, savaşta da olunsa haddi<br />
aşmamak; kadın, çocuk, yaşlı ve din adamlarına<br />
zarar vermemek, insanın onurunu zedeleyecek<br />
hareketlerden kaçınmak, esirlere iyi muamele<br />
etmek İslam Medeniyetinin adaletinin temel<br />
ilkeleri olarak yaşatılmıştır.<br />
Batı Uygarlığı, işgal ettikleri ülkelerin yer altı ve<br />
yer üstü zenginliklerini sömürüp kendi ülkelerine<br />
taşırken, insanları Batıya taşıyıp köleleştirirken<br />
Müslüman zenginler asırlardır başkaları<br />
için servetler harcamışlar, ulaştıkları ülkeleri<br />
imar ve inşa ederek o bölgelerin kalkınmasına<br />
destek olmuşlardır. Batı sömürmek için işgal ettiği<br />
Afrika halklarını ne kadar fakir olduklarına<br />
inandırmaya çalışırken Müslümanlar onların ne<br />
kadar zengin olduklarına inandırarak gönülleri<br />
fethetmişlerdir.<br />
Biz Müslümanlar, yeryüzünün imarına ve toplumun<br />
ihyasına insanı yaşat ki devlet yaşasın<br />
diyerek başlamışız. İyiliklere öncü, iyilere yol arkadaşı<br />
olmayı kendimize şiar edinmişiz. Bizler,<br />
iyiliği yeryüzüne hakim kılmak için yola çıkan<br />
gönül erlerinin yaktığı meş’aleyle rahmet toplumları<br />
inşa etmişiz. Bir gönlü fethetmeyi bin<br />
hacca gitmeye bedel sayan erenlerin örnekliği<br />
ile gönüller fethetmişiz.<br />
Bizim medeniyetimiz muhabbet ve<br />
aşk medeniyetidir.<br />
Aşk olmadan olmaz ve Yunusça bir tespitle: “Aşk<br />
gelirse cümle eksiklikler biter.”<br />
Aşk olmadan olmaz, gönül vermeden olmaz. Kutsal<br />
bir sevdaya adanmadan olmaz.<br />
Aşkın medeniyet elçileri, Allah’ın koyduğu ölçülere<br />
riayet etme hassasiyetine sahiptirler.
Bizim medeniyetimiz, irfan<br />
medeniyetidir.<br />
İrfan; iyiyle kötüyü ayırt etmeye, iyi ve erdemli<br />
olmanın inceliklerini yaşamaya sevk eder. İrfan<br />
ehli olup nefsi terbiye eden ve kibir, haset,<br />
öfke gibi zararlı duygulardan kalbini arındıran,<br />
ibadet ve salih amel işleyen Mü’min kalb-i selim<br />
sahibi olur. Sabahattin Zaim Hocamızın<br />
belirttiği üç hastalıktan; nefsaniyet, enaniyet<br />
ve menfaat zaaflarından arınmış yürekler, ilim<br />
ehliyle beraber gönülleri İslam’la buluşmasına<br />
öncülük etmişlerdir.<br />
Bizim medeniyetimiz, hikmet ve sanat<br />
medeniyetidir.<br />
Hikmet, güzel olanla çirkin olanı tefrik etmekle,<br />
zarif ölçülerle incelikleri fark ederek firaset ve<br />
basiretle yaşamaktır. Mü’min, estetik ve zarafet<br />
anlayışıyla hayata anlam ve değer katar. Zevk-i<br />
selim sahibi olan zarif Mü’minler sese, notaya,<br />
söze ve eşyaya dokunarak ürettikleri ve ortaya<br />
koydukları sanat eserleriyle hep aynı güzelliğin<br />
peşine düşmüşlerdir.<br />
Şaire:<br />
“Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış<br />
Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.” mısralarını<br />
söyleten, her şeyin olduğu gibi sanatın<br />
da Allah için olması gerektiği idrakidir. Yani ilahi<br />
ölçüyü ve sınırları ihlâl eden bir sanat anlayışı<br />
ve bu anlayışla ortaya konan eserler; resimde,<br />
musikide, sinemada, tiyatroda, edebiyatta, mimaride…<br />
hangi alanda olursa olsun bize ait<br />
olmayan bir aklın ürünüdür. İslam, akla önem<br />
vermekle birlikte nakillere imandan neşet eden<br />
bir gönül medeniyeti inşa eder. Bu medeniyete<br />
gönülden bağlı olan aşk ehli insanlar eliyle ortaya<br />
konan tüm eserler bir medeniyet dili oluşturmuşlardır.<br />
Ancak bugün ilimden, irfandan, hikmet, adalet<br />
ve merhametten nasipsiz olanlar eliyle İslam’ın<br />
iyilik ideali zedelenmekte ve Müslümanlar zarar<br />
görmektedir. Savaşların ve işgallerin yürek<br />
coğrafyamızda açtığı derin yaralar; tekfircilik,<br />
mezhepçilik ve kavmiyetçilik fitneleriyle daha<br />
da derinleşmektedir. Bunca olumsuzluk içerisinde<br />
Müslümanlar önce kendi kavramları ile<br />
sağlıklı bir irtibat kurmalı; sonra da iyiliğin en<br />
güzel temsilcisi olmaya layık hale gelmeli ve<br />
tüm süreçlerde iyilik çağrılarını bütün insanlığı<br />
muhatap alacak şekilde güncellemelidirler.<br />
Mü’min, kendi medeniyet değerlerini; kültürünü,<br />
edebiyatını, müziğini, sanatını,<br />
mimarisini inanç süzgecinden geçirerek<br />
özümseyen ve bu değerleri yeni bir dil ve<br />
üslupla yaşadığı çağa uyarlamanın imkânlarını<br />
araştıran bir yapıda olmalıdır.<br />
Unutulmamalıdır ki, bugün Batı uygarlığının<br />
fesat odaklı ürettiği materyallerin bilinçsiz<br />
kullanıcısı ve tüketicisi konumunda<br />
bir nesne olmaktan kurtulmak ve kendi<br />
medeniyetimizin ruhundan neşet eden<br />
eserleri yeniden üretmek, biz Müslümanların<br />
öncelikli sorumluluğudur.<br />
Evet bizim medeniyetimiz, Üstad Sezai<br />
Karakoç’un ifadesiyle tecrübe edilmiş, başarıya<br />
ulaşmış ve insanlığı mutluluğa ulaştırmış<br />
bir medeniyettir. Onun tekrar diriltilmesi<br />
hepimizin aslî görevidir. Bu da ancak<br />
kutlu bir sevdaya adanan İlim ehlinin, dava<br />
adamlarının ve gönül insanlarının sayısının<br />
artmasıyla gerçekleşecektir.<br />
71<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
TDV CAMİLER<br />
Cumhurbaşkanı Erdoğan,<br />
Gana Millet Camiini Ziyaret Etti<br />
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TDV desteğiyle yapılan<br />
Gana'nın başkenti Akra'da bulunan Gana Millet Camii ve<br />
Külliyesi'ni ziyaret etti.
hattatından nakkaşına herkese teşekkür etti.<br />
Erdoğan konuşmasını "İnşallah en kısa zamanda<br />
caminin tamamlandığı müjdesini alırız, sizleri<br />
saygıyla selamlıyorum ve hepinizi Allah'a<br />
emanet ediyorum" diye tamamladı.<br />
Erdoğan, Akra'nın Müslümanların yoğun bulunduğu<br />
Kanda mahallesinde, Türkiye Diyanet<br />
Vakfı ve Aziz Mahmut Hüdayi Vakfı'nın desteğiyle<br />
yaptırılan Millet Camii ve Külliyesi'nin inşaatını<br />
gezdi.<br />
Erdoğan'ın ziyareti sırasında Ganalı Müslümanlar<br />
ve bu ülkede yaşayan Türkler sevgi gösterisinde<br />
bulundu.<br />
Camii inşaatı hakkında yetkililerden bilgi alan<br />
Erdoğan, burada yaptığı konuşmada "Değerli<br />
kardeşlerim, her şeyden önce bugün burada<br />
caminin geldiği başarılı seviye bizi mutlu etti.<br />
Sayın Gana Devlet Başkanı Mahama, caminin<br />
adının Millet Camisi olduğunu söyledi. Caminin<br />
yapılması sadece Akra için değil tüm Gana<br />
için öneme haizdir. Diyanet Vakfı ve Aziz Mahmut<br />
Hüdayi Vakfı'nın yaptığı camimizin tüm<br />
Müslümanlara hayırlı olmasını Allah'tan diliyorum"<br />
dedi.<br />
Cami ve külliyesinin 40 dönümlük bir arazide<br />
meydana geleceğini belirten Erdoğan "İnşallah,<br />
Akra'daki bu camii-külliye bir ilim irfan yuvası<br />
olmasının yanı sıra, insan yetiştiren bir görev ifa<br />
edecek" şeklinde konuştu.<br />
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ziyaretinde, Gana<br />
Başmüftüsü Osman Nuhu Shaavubutu bizzat<br />
dua etti. Erdoğan, Gana Başmüftüsüne Kur'an-ı<br />
Kerim hediye ederken, Başmüftü Shaavubutu<br />
da Erdoğan'a hatla yazılmış bir dua tablosu hediye<br />
etti.<br />
TDV’den 1 milyon 465 bin Dolar<br />
yardım<br />
17 Şubat 2013 tarihinde Diyanet İşleri Başkan<br />
Yardımcısı Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz ve beraberindeki<br />
heyet tarafından temeli atılan külliyenin<br />
içerisinde 10 bin kişinin ibadet edebileceği<br />
cami, imam hatip okulu, Kur’an kursu,<br />
sağlık ocağı, aş evi, öğrenci yurtları ve Gana<br />
Diyanet Başkanlığı yönetim binasını da bulunuyor.<br />
Türkiye Diyanet Vakfı tarafından 1 Milyon<br />
465 bin Dolar yardım yapılmıştır.<br />
73<br />
Erdoğan, caminin yapımında maddi manevi<br />
tüm imkanlarını seferber eden herkese ve camide<br />
emeği geçen mimarından mühendisine<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
TDV CAMİLER<br />
Amerika İslam Kültür Merkezi<br />
Açılışa Gün Sayıyor<br />
ABD’de yaşayan Müslümanları aynı çatı<br />
altında buluşturacak olan Amerika İslam<br />
Kültür Merkezi açılışa gün sayıyor. Diyanet<br />
İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı<br />
katkılarıyla yapılan merkezin, yakın<br />
zamanda açılması planlanıyor.<br />
ABD'deki ilk Türk İslam Merkezi olma özelliği taşıyan<br />
merkezde, İslam dininin temel kaynaklarına dayalı<br />
doğru ve güncel bilgiyle toplumun din konusunda<br />
aydınlatılması, inanç, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili<br />
topluma rehberlik edilmesi, adalet, barış, müsamaha ve<br />
karşılıklı anlayış temelinde ilişkiler geliştirilmesi amacıyla<br />
çeşitli çalışmalar yürütülecek.
ABD'deki çift minareli ilk cami<br />
Cami merkezli bir kompleks olan Amerika İslam Kültür Merkezi'nde kültür<br />
merkezi, cemiyet binası, konuk evi ve geleneksek Türk evleri bulunuyor.<br />
Yapının en merkezi binası olan cami ise 16. yüzyıl dönemi Osmanlı<br />
mimarisine uygun inşa edildi. ABD'deki iki minareli tek cami olacak<br />
ibadethanede avlu da dahil aynı anda üç bin kişi ibadet edebilecek.<br />
Bin 879 metrekare alan üzerine oturan caminin altında 300 metrekare<br />
genişliğinde İslam Eserleri Müzesi yer alıyor.<br />
Külliye içinde Selçuklu mimarisine uygun inşa edilen kültür merkezinde<br />
ise kütüphane, konferans ve sergi salonu, toplantı salonu ve resepsiyon<br />
alanı bulunuyor. Kültür merkezi içindeki İslam Araştırmaları Merkezi'nde<br />
ise Türkiye'den ABD'ye lisans ve lisansüstü eğitim için gidecek<br />
öğrencilere danışmanlık hizmeti sunulacak.<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
TDV CAMİLER<br />
TDV Dünyanın Dört Bir Yanındaki<br />
Müslümanlara Ezan Sesini<br />
Ulaştırıyor<br />
Yurt dışında 100'ün üzerinde cami ve eğitim<br />
merkezi inşa eden TDV, halen dünyanın dört<br />
bir tarafında 29 caminin ibadete kazandırılması<br />
için çalışmalarını sürdürüyor.<br />
TDV Mütevelli Heyeti İkinci Başkanı Mazhar<br />
Bilgin,vakfın misyonunun yeryüzünde iyiliğin<br />
egemen olması için insanlara ve bu yolda çaba<br />
sarf eden kurumlara maddi manevi destek vermek<br />
olduğunu söyledi.<br />
İslam medeniyetinde önemli bir yere sahip<br />
olan vakıfların, camilerin inşası ve yaşatılmasında<br />
bugüne kadar öncü olduğunu dile getiren<br />
Bilgin, Türkiye Diyanet Vakfının da kurulduğu<br />
günden bu yana yurt içinde ve yurt dışında<br />
cami ve eğitim binaları yaptırdığını anlattı.<br />
Bilgin, şöyle devam etti:<br />
''Cami ihtiyacının karşılanması yıllardır tamamen<br />
vatandaşlarımızın duyarlılığına, gayret ve<br />
fedakarlığına bırakılmış, mahalli teşebbüsler,<br />
büyük kentlerimizde abidevi türden camilerimizin<br />
yaptırılması konusunda yetersiz kalmıştır.<br />
Vakfımızın cami faaliyetleri ise bu alandaki
Türkiye Diyanet Vakfı, faaliyetine<br />
başladığı 1975'ten beri 3 bin<br />
500'den fazla cami yaptırdı.<br />
Mazhar BİLGİN<br />
Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyeti II. Başkanı<br />
büyük bir boşluğu doldurmuştur. Abidevi nitelikte<br />
olan ve bir külliye şeklinde düşünülen<br />
Kocatepe Camisi ve Adana Sabancı Merkez Camisi,<br />
Konya Hacıveyiszade Camisi başta olmak<br />
üzere, il ve ilçelerde hizmete sunulan camilerin<br />
bir kısmı Türkiye Diyanet Vakfı tarafından inşa<br />
edilerek hizmete sunulmuştur. Sovyetler Birliği’nin<br />
yıkılmasıyla kurulan Türk Cumhuriyetlerinde,<br />
Kırım’da, Kafkasya’da ve Balkanlar'da hızlı<br />
bir şekilde onlarca cami inşa eden vakfımız,<br />
Afrika, Asya Pasifik ve Güney Amerika ülkelerine<br />
kadar cami inşa hizmetlerini taşıdı.''<br />
Bu faaliyetlerle dünyanın dört bir tarafındaki<br />
Müslümanların ezan hasretinin giderildiğini<br />
vurgulayan Bilgin, halen birçok ülkede cami<br />
inşaatlarının devam ettiğini belirtti. Bilgin, şöyle<br />
konuştu:<br />
cami inşa çalışmalarını sürdürüyor. Geçtiğimiz<br />
aylarda Rusya’da yapımı tamamlanan Moskova<br />
Camisi’nin açılışı yapıldı.<br />
Gazze'ye 9 cami yapılacak<br />
Bilgin, vakıf tarafından Gazze’de de İsrail'in<br />
saldırıları sonucu yıkılan 9 caminin temelinin<br />
yeniden atıldığını aktararak, ''TDV, Mescid-i<br />
Aksa Camisi'nin tahrip olan dış duvarları ve<br />
çatı çinileri ile Kırgızistan’daki İmam Serahsi<br />
Türbesi’nin restorasyonunu yaptı. Öte yandan<br />
vakıf, bugüne kadar cami, mescit, Kur’an kursu,<br />
müftülük, eğitim merkezi ve lojman olmak<br />
üzere mülkiyeti TDV’ye ait 11 bin 858 hizmet<br />
binasını Diyanet İşleri Başkanlığının hizmetine<br />
tahsis etti'' dedi.<br />
"1975 yılında Kocatepe Camisi’nin temeline<br />
attığımız ilk harcın ardından bugüne kadar ülkemizde<br />
3 bin 421, 25 ülkede ise 100’ün üzerinde<br />
cami ve eğitim binası yaptık. Halen 11<br />
ülkede 19 cami inşaatı, 9 ülkede de 10 caminin<br />
yer tahsis ve projelendirme işlemleri devam<br />
ediyor. Türkiye Diyanet Vakfı, bugün ezan sesine<br />
hasret kalan Müslümanlar için de ABD,<br />
İngiltere, Haiti, Belarus, Filipinler gibi ülkelerde<br />
77<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
MAKALE<br />
EVLAD-I FATİHAN’DA İYİLİK İZLERİ<br />
Dr. Ulvi ATA<br />
Sofya Din Hizmetleri Müşaviri<br />
“Bu toprakların insanı, iyilik hareketine 5-6 asır öncesinden aşina.<br />
Asırlar önce nice gönül erleri gelmişler, sadece camiler, medreseler,<br />
kervansaraylar değil hepsinden önemlisi gönüller yapmışlar. Sonrasında<br />
ne yapılırsa yapılsın onların imanla, muhabbetle yoğrulmuş bereketli<br />
izleri silinememiş! Her türlü olumsuzluğa rağmen gönüllerdeki hoş seda<br />
korunmaya çalışılmış, çalışılmaya da devam ediliyor.”<br />
78<br />
Bu satırları; iyilik hareketinin kökleriyle buluşarak<br />
yeni tomurcuklar açılmasına vesile olduğu<br />
Balkanlardan, Evlad-ı Fatihan diyarı Bulgaristan’dan<br />
yazıyorum.<br />
Başta medya organları olmak üzere çeşitli mahfillerde:<br />
Nasıl olur da Türkiye, Diyanet İşleri Başkanlığı<br />
ve Türkiye Diyanet Vakfı burada yaşayan Müslümanlara,<br />
din eğitimi kurumlarına yardım eder,<br />
bunu ne karşılığında, niye yapar? vb. gelişigüzel<br />
tartışmaların olduğu; özellikle okul kitaplarında,<br />
14-19’uncu asırlar arası Osmanlı dönemini ‘esaret’,<br />
‘boyunduruk altında’ şeklinde değil de ‘birlikte<br />
yaşama’ şeklinde değiştirelim diye teklif edenlerin<br />
bakanlık ve diğer görevlerden azledildiği,<br />
özetle yoğun bir tezviratın yaşandığı ortamda…<br />
Uzun süren komünizm idaresinden sonra 1989<br />
yılında Bulgaristan demokrasiye geçmiş ve<br />
Müslümanların da bazı haklara sahip olmasına<br />
imkan veren yasal düzenlemeler yapılmış. Yeni<br />
bir aşk ve heyecanla camiler açılmış, din eğitimi<br />
kurumları oluşturularak eğitim, öğretim faaliyetleri<br />
başlatılmış.<br />
Halen yapılmakta olan yardımlar başlamazdan<br />
önce, Türkiye’den hayırsever ve bazı sivil toplum<br />
kuruluşları tarafından imkanlar ölçüsünde<br />
bazı yardımlar yapılmaya çalışılmış. Ancak, yardımların<br />
hem ihtiyaçları karşılayacak düzeyde<br />
olmaması, hem de süreklilik arz etmemesi vb.<br />
nedenlerle ciddi sıkıntılar yaşanmış.
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
ve muhabbetle işbirliği alanları genişletilmiştir.<br />
Balkanlarda kökleri asırlar öncesine uzanan,<br />
böylesine kadim bir geçmişe sahip olan iyilik<br />
hareketinin günümüz Bulgaristan’ındaki tezahürlerinden<br />
birkaçını şöyle sıralayabiliriz:<br />
80<br />
Doksanlı yılların başlarında Sofya Yüksek İslam<br />
Enstitüsünde yaşananlarla ilgili yazılmış eserleri<br />
okuyup ayrıca yaşayanlardan dinlediğimizde,<br />
bugün gelinen seviyenin kıymeti kendiliğinden<br />
ortaya çıkıyor. Kırık camlı dersliklerde yaman kış<br />
günlerinde eğitim yapılmaya çalışılan mekanlar;<br />
öğrencilerin üç–beş kişilik odalarda yatak bile<br />
olmaksızın onar kişi yerde yattıkları yurt binası;<br />
zamanın rektörünün sembolik emekli maaşıyla<br />
ödenmeye çalışılan elektrik faturaları vd. Bir dönem<br />
Enstitünün rektörlüğünü de yapan değerli<br />
gazeteci ve yazar Dr. İsmail Cambazov, Sofya<br />
İslam Enstitüsü adlı eserinde Enstitünün yurt<br />
binası hakkında: ‘…tuvalet ihtiyaçlarını ise tâ binanın<br />
beşinci katından inerek koskoca caddeyi<br />
geçip karşıdaki hamamın bahçesindeki helâda<br />
görüyorlar. Orası da paralı.’ diye anlatıyor. 1 Sadece<br />
bu örnek bile, iyiliğe ne kadar ihtiyaç olduğunu<br />
ve iyilik hareketinin bu topraklar için ne<br />
büyük anlam taşıdığını ifadeye yeter görülebilir.<br />
İyilik hareketinin Bulgaristan tarafını, Bulgaristan<br />
Cumhuriyeti Müslümanlar Diyaneti Başmüftülüğü<br />
oluşturmaktadır. Bu amaçla yürütülen çalışmalar,<br />
tamamen Başmüftülükle işbirliği halinde<br />
yürütülmektedir. 1998 yılında işbirliği protokolü<br />
imzalanmış; o tarihten itibaren giderek artan ilgi<br />
1 Bulgaristan’daki eğitim kurumları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Dr.<br />
İsmail Cambazov, Sofya İslam Enstitüsü, Blagoevgrad, 2005 s. 30 vd.;<br />
Dr. İsmail Cambazov, Medresetü’n-Nüvvâb, Blagoevgrad, 2005.<br />
• Eğitim kurumlarına destek; Sofya Yüksek<br />
İslam Enstitüsü, Şumnu, Mestanlı ve Ruscuk<br />
İlahiyat Liselerinin tüm ihtiyaçlarının karşılanması,<br />
• Müftülük personelinin hizmet içi eğitimden<br />
yaralanmalarına katkı sağlanması,<br />
• Uzun süreli ve Ramazan ayı din görevlileri<br />
gönderilmesi ve din hizmetlerinde rehberlik<br />
edilmesi,<br />
• İftar sofraları düzenlenmesi ve gıda paketleri<br />
dağıtımı,<br />
• Vekaletle kurban organizasyonu,<br />
• Kardeş Şehirler Projesi kapsamında camilerin<br />
bakım, onarım çalışmalarının yapılması, kapalı<br />
camilerin ibadete açılması ve ihtiyaç olan<br />
yerlere yeni cami, minare ve Kur’an kursları<br />
inşa edilmesi;<br />
• Diyanet Takvimi ve dini yayın ihtiyacının karşılanması<br />
vd.<br />
Tüm bu yapılan iyiliklerin Bulgaristan’daki izdüşümlerinden,<br />
bu iz düşümlerin etkilerinden ve<br />
bereketli sonuçları ile meyvelerinden uzun uzun<br />
söz etmek mümkün.<br />
Ancak, sadece eğitim kurumlarına dokunan<br />
müşfik yardım eliyle:<br />
• İslam Dininin asli kaynaklarından yararlanılarak<br />
doğru yöntemlerle öğrenilmesine,
• Kendisiyle, ailesiyle, çevresiyle barışık; barıştan,<br />
hayırdan, güzelliklerden ve iyilikten<br />
yana güzel insanlar yetiştirilmesine,<br />
Bulgaristan / Mestanlı İlahiyat Lisesi<br />
• Başmüftülüğün kurumsallaşmasına,<br />
• Başmüftülüğün müftü, vaiz, cami ve Kur’an<br />
kursu görevlileri ile diğer ihtiyaç duyulan<br />
personelin yetiştirilerek insan kaynakları<br />
havuzunun oluşturulmasına,<br />
• Geçmişte yaşanan zor şartlardan kalma hurafe<br />
ve bidatlerden olabildiğince arınmaya,<br />
• Günümüzde uç örnekleri görülen mezhebî<br />
taassup ve aşırılıklardan korunmaya,<br />
• Eğitim faaliyetlerinin özellikle Mestanlı ve<br />
Şumnu İlahiyat Liseleri başta olmak üzere<br />
eğitim için gerekli donanıma sahip okul ve<br />
yurt binalarında yapılmasına,<br />
Önemli ölçüde katkı sağlandığı söylenebilir.<br />
Ayrıca, eğitim kurumlarından mezun olanlardan<br />
bir kısmı, başta bu eğitim kurumlarında<br />
öğretmenlik yapmakta, çeşitli alanlarda uzmanlaşmakta<br />
ve yoğun bir beyin göçünün yaşandığı<br />
bölgede vefa ve fedakarlık göstererek<br />
kendi ülkelerinde görev yapmayı tercih etmektedir.<br />
Esasen bu toprakların insanı, iyilik hareketine<br />
5-6 asır öncesinden aşina. Asırlar önce nice gönül<br />
erleri gelmişler, sadece camiler, medreseler,<br />
kervansaraylar değil hepsinden önemlisi gönüller<br />
yapmışlar. Sonrasında ne yapılırsa yapılsın<br />
onların imanla, muhabbetle yoğrulmuş bereketli<br />
izleri silinememiş! İnananlara nice eza ve cefalar<br />
uygulansa da; camiler, medreseler yıkılmaya,<br />
tahrip edilmeye çalışılsa da, her türlü olumsuzluğa<br />
rağmen gönüllerdeki hoş seda korunmaya<br />
çalışılmış, çalışılmaya da devam ediliyor.<br />
Hem Başmüftülük yetkilileri, hem de kadirşinas<br />
soydaşlarımız, her vesile ile Türkiye’ye, Diyanet<br />
İşleri Başkanlığına, Türkiye Diyanet Vakfına ve<br />
diğer hayırsever kişi ve kuruluşlara şükranlarını<br />
ifade etmektedir.<br />
Ne mutlu, karşılık beklemeksizin iyilik yapanlara,<br />
ne mutlu sevdikleri şeylerden vererek gerçek<br />
iyilerden olmaya çalışanlara…<br />
81<br />
Bulgaristan - Sofya / Kadı Seyfullah Efendi Camisi<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
İYİLİK HABERİ<br />
Ayakkabı Boyacısının<br />
Duygulandıran Vasiyeti<br />
Karabük'ün Safranbolu ilçesinde hayatını kaybeden ayakkabı<br />
boyacısı, uzun yıllar çalışarak aldığı evi, cami yapımına destek<br />
olmak için Türkiye Diyanet Vakfı'na bağışladı<br />
Safranbolu ilçesinde uzun yıllar çalışarak satın<br />
aldığı evini Türkiye Diyanet Vakfına bağışlayan<br />
ayakkabı boyacısının cenazesi toprağa verildi.<br />
Geçirdiği rahatsızlık sonucu 50 yaşında hayatını<br />
kaybeden 25 yıllık ayakkabı boyacısı<br />
Muzaffer Çevik'in cenazesi, Köprülü Mehmet<br />
Paşa Camisi'nde kılınan cenaze namazının ardından<br />
ilçe mezarlığına defnedildi. Cenaze<br />
törenin ardından kimsesi olmadığı belirtilen<br />
Çevik'in, Kıranköy mevkisinde her zaman boyacı<br />
tezgahını açtığı bir banka şubesinin önündeki<br />
yerde, esnaf arkadaşları tarafından helva<br />
ikramında bulunuldu. Safranbolu Belediye<br />
Başkanı Necdet Aksoy, yaptığı açıklamada,<br />
82
Çevik'in ilçede bir sembol olduğunu ve herkes<br />
tarafından çok sevildiğini söyledi.<br />
Çevik'in, boyacılık yaparak biriktirdiği paralarla<br />
aldığı ilçe merkezindeki evini, yapımı süren<br />
Merkez Camisi'ne maddi destek sağlamak için<br />
hazırladığı vasiyetle Diyanet Vakfına bağışladığını<br />
anlatan Aksoy, şöyle dedi:<br />
"İyilik seven, insana yardımı vazife edinmiş birisiydi.<br />
Güçlükle aldığı evini, ölümünün ardından<br />
cami yapımı için bağışlanması için vasiyet<br />
bırakmıştı. Bir süredir tedavi görüyordu. Ölümü<br />
bütün ilçeyi üzdü. Allah rahmet eylesin."<br />
Muzaffer Çevik'in vefatının ardından bütün dini<br />
vecibeleri TDV Safranbolu Şube yetkililerince<br />
yerine getirilirken, merhum Çelik için hatim<br />
okunarak dua merasimi yapılacak.<br />
83<br />
Esnaf Ömer Özler de üzüntülerinin büyük olduğunu,<br />
ilçenin önemli bir sembolünü kaybettiğini<br />
dile getirdi.<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
MAKALE<br />
BİR BARDAK TEMİZ SUYUN HASRETİ<br />
Prof. Dr. Ahmet KAVAS<br />
İstanbul Medeniyet Üniversitesi<br />
Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı<br />
“Zaman Afrika’da içme suyuna muhtaç bir insan, hatta hayvan<br />
kalmayacak kadar seferber olma zamanıdır. Bugünün her şeyden<br />
önce yapılacak yardımı, her bir din kardeşimizin su ihtiyacını<br />
karşılamak için gayret etmektir.”<br />
Çoğu zaman sivil toplum kuruluşlarımızın duyurularından,<br />
kimi zaman da yakın çevremizden,<br />
nadiren de olsa gazete sayfalarında veya<br />
televizyon ekranlarında ülkemiz insanlarının<br />
Afrika’nın farklı yerlerinde su kuyuları açtırdıklarını<br />
öğreniriz. Konu hakkında bilgisi olmayanlar<br />
için bu faaliyet son derecede basit bir girişim<br />
gibi anlaşılabilir. Hatta daha da kabullenilmesi<br />
zor olanı gereksiz de görülebilir. Böylesine anlamlı<br />
bir hayrın kıymetini ise bir bardak suya<br />
duyulan hasreti yaşamayanın bilememesidir.<br />
Su kuyusu ile Peygamberimizin<br />
müjdesine nail olmak<br />
Yüce dinimizin her canlıya su temini konusunda<br />
tavsiye ettiği ölçü bugün harfiyyen uygulanabilse<br />
dünyamızda teknolojinin ulaştığı seviye<br />
ile bu nimeti herkes bol bol elde ederdi. Buhari,<br />
Müslim, Muvatta, Ebu Davud gibi önemli hadis<br />
kitaplarında Ebu Hüreyre’den rivayet edilen bir<br />
Hadis-i Şerif, her Müslüman için bu anlamda<br />
yeterli bir ölçüdür. Bunu bilen her imkân sahibi,<br />
ihtiyaç sahiplerine yardım etmek için azami<br />
derecede özen gösterecektir. Zira verilen bu<br />
örnekte su kuyusundan istifade eden bir insan<br />
ve onun bir canlıya karşı gösterdiği şefkat anlatılmaktadır.<br />
Karşılığında alacağı sevap ise Allahü<br />
Teâlâ’nın bizden memnun kalacağı ve tüm<br />
günahlarımızın affedileceği haberidir. Şöyle ki:<br />
Allah’ın Resulu: “Bir adam yolda, yürürken susadı<br />
ve susuzluğu arttı. Derken bir kuyuya rastladı.<br />
İçine inip susuzluğunu giderdi. Çıkınca<br />
susuzluktan soluyup toprağı yemekte olan bir<br />
köpek gördü. Adam kendi kendine: “Bu köpek<br />
de benim gibi susamış” deyip tekrar kuyuya<br />
inip, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak<br />
dışarı çıktı ve köpeği suladı. Allah onun bu<br />
davranışından memnun kaldı ve günahlarını
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
86<br />
affetti.” Resulullah’ın yanındakilerden bazıları:<br />
“Ey Allah’ın Resulü! Yani bize hayvanlar(a yaptığımız<br />
iyilikler) için de ücret mi var?” dediler.<br />
Aleyhissalatu vesselam: “Evet! Her “yaş ciğer”<br />
(sahibi) için bir ücret vardır” buyurdu. Bu hadisin<br />
anlamını biraz olsun kavrayabilmek için<br />
mutlaka Afrika’nın uçsuz bucaksız yörelerinde<br />
dolaşmak gerekmektedir.<br />
Bir insan olarak, özellikle Müslümanlık kimliğine<br />
sahip kimseler için iyilik yapmak istenildiğinde<br />
mutlaka çeşitli fırsatlar her an yanı<br />
başımızda adeta bizim adım atmamızı bekler<br />
vaziyetteler. Yerine göre ufak bir sözle, hatta<br />
basit bir beden hareketiyle bir başkasının yardımına<br />
anında koşabileceğimiz gibi, bazı durumlarda<br />
da canını dahi feda edecek kadar zor<br />
anlarla da karşılaşabiliriz. Bir canlıyı, özellikle<br />
bir insanı kurtarmak için kendini feda edecek<br />
kadar cesur kimselerin yaşadıkları hadiselere<br />
şahit oluruz. Araçla bir kuş yavrusunu veya bir<br />
kediyi ezmemek için kaza yapıp malına ciddi<br />
hasar verenleri bile duyarız. Bir yudum temiz<br />
suya hasret olana el uzatma konusunda harekete<br />
geçmeyecek kadar katılaşmış vicdan sahibi<br />
bir Müslümanın yaşadığına inanmak zordur,<br />
yeter ki onu bu hayra vesile kılacak ruh haline<br />
kavuşturacak vesileler ihdas edilebilsin. Eğer<br />
var olan bir kuyudan su içen kişi ayrıca bir de<br />
ona muhtaç bir hayvanı sulayarak Yaradanını<br />
razı edip günahlarından af olacak kadar mükafatlanıyorsa,<br />
Afrika’nın ıssız bir ortamında unutulmuş<br />
bir köye su kuyusu açtırarak, açılmasına<br />
vesile olarak elde edilecek sevabın miktarı elbette<br />
ki katlanacaktır.<br />
Su kuyusu açtırmak bir haslettir<br />
Bugüne kadar Afrika’da su kuyusu açmanın<br />
hazzını ancak onu açanlar, açtıranlar, açmaya<br />
vesile olanlar daha iyi takdir edecektir. Eğer bu<br />
anlama melekesi kelimelerle ifadeye dökülürse<br />
nice bu hayırdan habersiz kimselerin hislerini<br />
de harekete geçirecektir. Derhal bu duyguyu<br />
daha çok kişi paylaşmak isteyecektir.
Evinde, iş yerinde çeşmesini açtığında 24 saat<br />
suyu akanların aklından bu imkânın evine kadar<br />
nasıl geldiği ve de gelmeye devam ettiği<br />
pek geçmez. Haliyle ömrünü suya hasret geçirenin<br />
halini anlamaları da mümkün değildir.<br />
Maalesef yeryüzünde yedi milyarın üzerinde<br />
yaşayan insanın günlük su ihtiyacını her an<br />
elde edenler bir yana her gün bir iki kovasını<br />
mecburen içilebilecek derecedeki su doldurmak<br />
için tüm hayatını ev ile su kaynakları arasında<br />
feda edenlerin aynı çağda yaşıyor olması<br />
hayatımızdaki en zıt hususlardan birisidir. Belki<br />
de bugünün hali vakti yerinde olan insanlarının<br />
ayıbıdır. Eğer imkânı olan biz Müslümanlar bir<br />
din kardeşini, hatta bir insanı bu nimete kavuşturacak<br />
varlığa sahip ise ve de yapmıyorsa acaba<br />
işlediği nice yanlışlardan kurtulmak için ne<br />
tür başka hayırlar işleyecektir. Zaman Afrika’da<br />
içme suyuna muhtaç bir insan, hatta hayvan<br />
kalmayacak kadar seferber olma zamanıdır. Tarihte<br />
sayıca çok fazla Müslüman hiçbir dönem<br />
bu kadar zenginliğe kavuşmamıştı. Bu fırsat bir<br />
daha da ele geçmeyebilir. Bugünün her şeyden<br />
önce yapılacak yardımı her bir din kardeşimizin<br />
su ihtiyacını karşılamak için gayret etmektir.<br />
Günümüz şehirlerinde yaşayan insanlar bir insanın<br />
susuzluğunu gidermenin ne anlama geldiğini<br />
unuttu. Ufak bir çocuğun bile cebinde en<br />
azından bir şişe su alacak kadar parası vardır. Ya<br />
cebi bile olmayan Afrikalı emsali ne yapsın. O<br />
halde onun elinden tutmak büyük bir haslettir.<br />
Su Kuyusunu Bir Afrikalı Neden<br />
Kendisi Açamaz<br />
Afrikalılar neden ayaklarının birkaç metre altındaki<br />
suyu çıkaramaz gibi basit sorulara genelde<br />
muhatap oluruz. İçinde yaşadığımız dünyamızda<br />
her türlü imkânın giderek de adaletsiz dağılımı<br />
yüzünden günden güne nasıl arttığının<br />
farkında olarak bu tür mantık yürütmeler de<br />
aslında çok yersizdir. Hayat seviyesi dünyanın<br />
bazı bölgelerinde arttıkça çoğu Afrika ülkeleri<br />
gibi diğer taraflarında tam aksine daha da düşmektedir.<br />
Bunun sonucu da teknolojik ilerlemeden<br />
nasibini alamayanlar arasında bu kıta<br />
toplumları daha da kötüsünü tadarak geçmişteki<br />
yaşama şartlarını da büyük oranda veya<br />
tamamen kaybetmektedir. Değil birkaç metre<br />
yerin altından su çıkarmak, gözünün önünden<br />
geçen ırmağın suyunu dahi sağlıklı olmadığı<br />
halde ondan bile içilebilecek hale getirememektedir.<br />
Afrikalının ayağının birkaç metre altındaki yer<br />
altı sularını çıkaracak imkânı olmadığı sürece<br />
ona olan mesafe bir anlamda uzaydaki yıldızlar<br />
kadar uzaktır. Bizler kul olarak onlara bir yıldız<br />
verecek güce sahip değiliz ama bir su kuyusu<br />
açarak hayatının en değerli ihtiyacını bu dünyada<br />
ona ikrâm edebiliriz.<br />
Bugünün insanı, özellikle gençliği “su gibi aziz<br />
ol” sözünün anlamını bilebilir mi? Elbetteki ona<br />
anlatan olduğu sürece sadece bilmek değil su<br />
gibi aziz olmak için belki de benliğini daha fazla<br />
feda edecektir. Nitekim yediden yetmişe toplumumuzun<br />
her kesiminden insanımız bu uğurda<br />
son on yılda ciddi bir hayırseverlik gösterdi.<br />
Afrika’nın belki on bin ayrı noktasında son on<br />
yılda açılan su kuyusuyla her bir mahalleye,<br />
köye, kasabaya hayatın en zaruri ihtiyacı için<br />
ömürlerinden daha fazla zaman ayırmamalarını<br />
sağladılar. Dahası özellikle Büyük Sahra<br />
bölgesinde yılda birkaç ay yağdıktan sonra oluşan<br />
göletler geriye kalan uzun süre içinde hem<br />
insanlara, hem de hayatlarının vazgeçilmez<br />
parçası hayvanlarına ayakta kalacak kadar bu<br />
nimeti basit şekilde sunacak bir fırsat vermektedir.<br />
Bir sonraki yağmur mevsimi yaklaştığında<br />
ayakta kalabilen canlılar artık neredeyse çamur<br />
87<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
ile su arasında bir duruma gelen ve hatta her<br />
türlü hayvan dışkısı ile de kirlenmiş birikintiyi<br />
bidonlarla kaldıkları mekânlara taşıyıp saatlerce<br />
süzülmesinin ardından sonra içmektedirler.<br />
Ya da Gine solucanı denen son derece öldürücü<br />
kurtçuğun hakim olduğu ırmak yataklarından<br />
alınarak kullanılan sular veya bizzat suya<br />
girerek bu kurtçukların bedenlerine yapışmasıyla<br />
akla hayale sığmayan hastalıklara maruz<br />
kalmaktadırlar. Bu kıtada ortalama ömrün henüz<br />
ellili yaşlara varamamasında temiz su temin<br />
edilememesi büyük etkendir.<br />
Su kuyularının mimarları<br />
Kıtada geçmiş yıllarda su kuyusu açanlar genelde<br />
uluslararası kuruluşların temsilcilikleri,<br />
daha ziyade misyonerler ve sınırlı miktarda<br />
yerel makamlar veya hali vakti yerinde insanlardı.<br />
Son on yılda Türkiye adına sivil toplum<br />
kuruluşları ve TİKA, Diyanet Vakfı, Devlet Su İşleri<br />
ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi gibi bazı<br />
resmi kurumlarımız büyük bir özveri ile kıtanın<br />
her yerinde on binlerce mahalde su kuyusu açtılar.<br />
TİKA gibi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi<br />
ve Gönüllüler Platformu gibi su kuyusunu artık<br />
özel sondaj makineleri temin ederek seri halde<br />
açanlar kısa zamanda daha fazla insanı içme<br />
suyuna kavuşturmaktadırlar.<br />
Su kuyusu açma konusunda ülkemiz insanının<br />
hayırseverliği duygusunu ifade için verilecek<br />
cevap çok kısa olacaktır. Gönlünde suya hasret<br />
yaşayana bu nimeti ikram etme hasleti olanlar<br />
mutlaka bir su kuyusu açtırıyor. Okul öğrencilerinde<br />
bu hissin çok erken harekete geçtiğine<br />
defalarca şahit olmaktayız. Bazen bir ilkokul,<br />
ortaokul, hatta lise, özellikle İmam-Hatip Ortaokulu<br />
veya Lisesi öğrencileri, Kur’ân Kursu öğrencileri,<br />
cami dernekleri harçlıklarını biriktirip<br />
bu hayrı işlemek için yarışıyorlar. Yeni evlenen<br />
çiftler düğünlerinde kendilerine hediye verilen<br />
meblağı doğrudan bir su kuyusu açtırarak daha<br />
anlamlı hale getiriyorlar. Özellikle ailesinden<br />
geçmişte veya yeni vefat edenlerin hatırasını<br />
yaşatmak için su kuyusu açtıranların sayısı giderek<br />
artıyor. Hatta elim bir trafik kazası sonucu<br />
ani ölümler olunca Afrika’da suya hasret insanlar<br />
için hayattaki aile fertleri tarafından ölenin<br />
adının bu şekilde yaşatılmasını önemseyenlere<br />
rastlamaktayız. Avrupa’daki Türklerin yine her<br />
88
yaştan hayırseverleri de bilhassa kısaca DİTİB<br />
olarak bilinen Diyanet İşleri Türk İslam Birliği<br />
adlı kuruluşlar ve bazı önemli Sivil Toplum Kuruluşları<br />
seferber oluyorlar. Hollanda, Almanya,<br />
Belçika, İsviçre ve Fransa gibi birçok ülkede yaşayan<br />
vatandaşlarımızın bu güzel teşebbüste<br />
büyük katkıları var. Bazen bir ailenin fertlerinin<br />
her birisi adına su kuyusu açılmakta, imkânlarının<br />
kısıtlı bulunmasına bağlı olarak tüm aile<br />
için sadece bir su kuyusu açılıyor. Avrupa’nın<br />
herhangi bir bölgesindeki gençler harçlıklarını<br />
toplayıp bu hayır kervanına katılıyorlar. Bazı<br />
vatandaşlarımız kendi isimlerine kuyu açılmasına<br />
önem verirken bazıları da başta Hazret-i<br />
Peygamberimizin adına veya kendilerince<br />
önem verdikleri bir kişi için de Afrikalılara su<br />
ikrâmı için el uzatıyorlar.<br />
Sonuçta Afrika’nın binlerce muhitinde özel<br />
hazırlanan metal levhalar üzerinde hem Türkiye’nin<br />
hem de o ülkenin adı ve bayrağı yer<br />
alıyor. Hayrı yaptıranın isteğine göre verilen<br />
isim ile ülkemizden bu hayrı oralara ulaştıran<br />
sivil toplum kuruluşumuzun ve orada kendisine<br />
yardımcı olan yerel ortağının da adı mutlaka<br />
yazılıyor. Kuyuların her birisine mutlaka bir<br />
numara veriliyor. Kuyunun su kaynağı sıkıntı<br />
olmadığı sürece meydana gelebilecek teknik<br />
arızaların kolay giderilmesi için her kuyunun<br />
adeta bir kimliği oluşuyor. Hatta belki o kuyulara<br />
açıldığı köyün adı da yazılarak ilk defa ismi<br />
de bir levha üzerinde belirtilerek kalıcı bir iz bırakılıyor.<br />
89<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
90<br />
Suyun zor bulunduğu geçmiş asırlarda İstanbul’un<br />
ana meydanlarında kimi adeta bir konak<br />
kadar büyük, çoğu ise normal boyutlarda,<br />
ama her biri sanat değeri taşıyan nice çeşmeler<br />
cadde ve sokaklarında, mahalle aralarında<br />
nice susamışların doya doya içmelerine vesile<br />
oluyordu. Padişah ve aile etrafından devlet kademesindeki<br />
nice hayırsever kimseler, imkânı<br />
olan her vatandaş bir çeşme yapar ve onu bir<br />
kitabe ile süslerdi. Bugün hala o çeşmeler tarihimizin<br />
gurur levhası olarak ayakta tutulmaktadır.<br />
Bazılarının kitabeleri keşke okuyan olsa,<br />
adeta önünden geçenle konuşmak için can<br />
atan ifadeler içeriyor. Bu çeşmeden içtiğin her<br />
yudum su ile susuzluğun gider, yapana da bir<br />
fâtiha okuyarak sevabını artırırsın demektedir.<br />
Gerçi bugün o çeşmeleri susuz bırakmak<br />
suretiyle dua beklentilerini boşa çıkarıyoruz.<br />
Afrika’da açılan su kuyularına böylesine anlamlı<br />
ifadeler yazılmazsa da içilen her yudum suyun<br />
sevabı hayır sahiplerini bulacaktır.<br />
Kuyuların maliyeti<br />
Afrika deyince geniş toprakları sebebiyle dünyada<br />
ne kadar farklı iklim varsa bu kıtanın da<br />
her bir köşesinde oraları anımsatan coğrafi<br />
şartlar bulunmaktadır. Uçsuz bucaksız çöller<br />
epeyce geniş alan kaplasa da sık ormanlık alanlar<br />
ile ikisi arasında değişen ve tabiatın tüm<br />
güzellikleri kadar zorluklarını da barındıran çok<br />
bölge var. Dahası dünyanın en uzun nehirlerinden<br />
Nil, Nijer, Kongo ve benzeri pek çok nehir<br />
sadece su kaynağı değil aynı zamanda ulaşım<br />
imkânı da veriyor, elektrik üretilmesine vesile<br />
oluyor. Hatta sadece Kongo Nehri sularının<br />
iletişim imkânı olsa tek başına tüm kıtanın su<br />
ihtiyacını karşılayabileceği iddiasında olanlar<br />
var. Ne var ki bu büyük nehirler yılın her mevsiminde<br />
aynı miktarda su taşımıyorlar. Kuraklık<br />
zamanlarında yüzde doksandan fazlası sulama<br />
amaçlı kullanımlarla büyük oranda tüketiliyor.<br />
Haliyle kıtanın neresinden su kuyusu talebi yapılsa<br />
mutlaka orada ihtiyaç vardır demektir. Çöl<br />
bölgesinde ve tabanı kayalık olan bölgelerde<br />
yer altı su kaynaklarına ulaşmanın zorluğu yanında<br />
kuyuyu açacak makinelerin de çok pahalı<br />
olması ve daha derinden çıkarılmaları maliyeti<br />
normal kuyuların en az on katına çıkarmaktadır.<br />
En kolay su yataklarına ulaşılabildiği yerlerde<br />
yaklaşık bin ile bin beş yüz dolar arasında bir<br />
masrafla el ile çalıştırılan pompalı bir su kuyusu<br />
açılabiliyor. Başkentlerin ve diğer şehir, hatta<br />
kasabaların kenar mahallelerindeki harcamalar<br />
ise en düşük seviyede olabilir. Ama merkezi<br />
yerlerden uzaklaştıkça taşıma ve malzeme temini<br />
zorlaştığı için fiyatlar da iki üç kat katına<br />
çıkabilmektedir.
İstanbul Erenköy İstasyon Çeşmesi Levhası<br />
Vecealnâ mine’l-mâi kulle şey’in hayy Ketebehu Hakkı<br />
1341<br />
Gözyaşından oldu peydâ bir zavallı mâderin<br />
Dehr bir kahrın tecelli-i taarruzkârına<br />
İçmeden geçme yolcu işte kardeş çeşmesi<br />
Genç iken rıhlet eden evlâdıma bu yâdigâr<br />
Hâk-i magmûm–i vatandan bir sukût-i zar-ı zar<br />
Bağrı yanmış anneye gel sen de ol gam-kisâr<br />
Fâhir’imle Fâtıma’m ruhen ona zâir gibi<br />
Ben ölünce çeşm-i giryânım kurur lâbud fakat<br />
Lü’lü-i eşkin saçub dîr vâlide tarihi de<br />
91<br />
Âşikâr olmuş bu yerde bir mezar-ı eşk-bâr<br />
Dîdemi tanzîr eden bu çeşme kalsın âb-dâr<br />
Nûr-ı çeşmim hayrıdır olsun sebil bu çeşmesâr.<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
EĞİTİM<br />
23 bin 982 Öğrenciye<br />
Burs ve Eğitim Yardımı<br />
Türkiye Diyanet Vakfı, 2015-2016 eğitim-öğretim döneminde<br />
23 bin 982 öğrenciye burs ve eğitim yardımında bulundu.<br />
92<br />
TDV Mütevelli Heyeti İkinci Başkanı<br />
Mazhar Bilgin, Vakfın Türkiye’de bin şubesi<br />
ile dünyada 135 ülkede faaliyetler<br />
gerçekleştirdiğini vurgulayarak, Kur'an<br />
kurslarından, hafızlık eğitimine, İmam<br />
Hatip lisesinden üniversiteye, yüksek<br />
lisanstan doktoraya kadar eğitimin her<br />
kademesinde gençlere sağlam bir din<br />
eğitimi vermek için çalıştıklarını söyledi.<br />
Türkiye Diyanet Vakfı olarak İslami ilimlerde<br />
altyapısı bulunan, ülkenin ve kurumların<br />
ihtiyacı olan, öz güveni yüksek<br />
insan kaynağının yetişmesi ve gençlerin<br />
daha iyi şartlarda eğitim alması için<br />
çalıştıklarını belirten Bilgin, "Vakfımıza<br />
bağış yapan vatandaşlarımızın da hassasiyetini<br />
gözeterek başarılı öğrencilere<br />
burs veriyoruz. Kendini geliştiren, yeniliğe<br />
açık, bilgili ve öz güveni yüksek bu<br />
öğrencilerin gelecekte ülkemize ve kurumlarımıza<br />
hizmet edeceğine inanıyoruz<br />
ve bu amaç doğrultusunda çalışıyoruz"<br />
dedi.<br />
Mazhar Bilgin, Vakfın 2011 yılından itibaren<br />
düzenli burs vermeye başladığını<br />
vurgulayarak, bugüne kadar 240 binin<br />
üzerinde öğrenciye burs ve eğitim yardımı<br />
yaptıklarını, toplamda 56 milyon 645<br />
bin TL destek verdiklerini kaydetti.<br />
Geçen yıl 22 bin 298 öğrenciye burs verdiklerini<br />
hatırlatan Bilgin, eğitim yardımı<br />
ve burs verdikleri öğrenci sayısının her<br />
geçen yıl arttığını söyledi.<br />
Bilgin, “Burs verirken milletimizin emanetlerinin<br />
yerine ulaşması için titiz davranıyoruz.<br />
2015-2016 eğitim-öğretim<br />
döneminde 20 bin 580 öğrenciye şubelerimiz<br />
tarafından bir defaya mahsus olmak<br />
üzere 250 TL eğitim yardımı yapıldı. Din<br />
eğitimi alanında hafızlık, lisans, yüksek lisans,<br />
doktora düzeyindeki öğrenciler ile<br />
TDV öğrenci yurtlarında kalan toplam 3<br />
bin 402 öğrenciye de burs veriyoruz. TDV<br />
olarak gelecek neslin inşası ve milletimizin<br />
manevi hayatının ihyasına katkı vermeyi<br />
sürdüreceğiz’’ diye konuştu.
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
MAKALE<br />
BİR İYİLİK ÖNCÜSÜ<br />
HAZRET-İ EBÛBEKİR SIDDÎK (RA)<br />
Dr. Adem ERGÜL<br />
Aziz Mahmûd Hüdâyi Vakfı Genel Müdürü<br />
“İmanla, İslâm’la ve ihsanla güzelleşen insan, ne güzel insandır. Bu<br />
yönüyle Hazret-i Ebûbekir, ihsan, ikram ve iyilik erbabı için ümmet-i<br />
Muhammed ailesinin içinde ne güzel bir öncü, ne güzel bir örnektir.”<br />
İsmi Abdullah’tır. Fakat daha çok Ebû Bekir<br />
künyesi ile anılır. Peygamber Efendimiz’den iki<br />
sene sonra Mekke’de doğmuştur. Kureyş kabilesi<br />
içinde zengin, doğru sözlü, dürüst ve cömert<br />
bir kimse olarak tanınırdı. Kureyş’in diyet<br />
işlerine bakar ve kan davalarını karara bağlardı.<br />
Bu hususta onun verdiği karara herkes uyardı.<br />
Çünkü kendisini tanıyan insanlar, ona itimad<br />
ederlerdi. Yufka yürekli, yumuşak huylu, halim-selim<br />
bir insandı. Şefkât ve merhametinin<br />
çokluğu sebebiyle “Evvâh” lakâbıyla anılır ve<br />
herkes tarafından sevilirdi.<br />
İslâm’dan önceki 38 yıllık hayatında içki kullanmamış,<br />
putlara tapmamış, nezih bir hayat<br />
yaşamıştır. Allah Rasûlü, peygamber olduğunu<br />
bildirdiğinde, O’na hemen iman etmiştir. Erkeklerden<br />
ilk Müslüman olan odur.<br />
94
İslâm ümmeti olarak kendisine, Efendimize<br />
olan derin bağlılığı ve eşsiz fedakârlığı sebebiyle<br />
minnet borçluyuz. Rabbimiz ondan râzı<br />
olsun.<br />
Biz bu yazıda, onun hayır ve iyilikte erişilmesi<br />
zor bir yıldız insan oluşuna dikkat çekeceğiz.<br />
Allah Resûlü –sallallâhu aleyhi ve sellem-, bu<br />
aziz sahabisinin bu yöndeki faziletini şu sözleri<br />
ile ifade buyurur:<br />
"Beraberliğiyle olsun, malıyla olsun bana en ziyade<br />
ikramda bulunan Ebû Bekir’dir. Eğer, ben<br />
Rabbimden başkasını dost edinecek olsaydım,<br />
mutlaka Ebû Bekir’i dost (halîl) edinirdim. Fakat<br />
İslâm kardeşliği daha üstündür. Mescide açılan<br />
(hususî) kapıların hiçbiri kalmasın, hepsi kapatılsın,<br />
sâdece Ebû Bekir’in kapısı açık kalsın!"” 1<br />
Tebük Seferi’ne çıkılacağı zaman Allah Rasûlü<br />
–sallallâhu aleyhi ve sellem- ordunun ihtiyaçları<br />
için ashâbını infâk seferberliğine dâvet etmişti.<br />
Hâlbuki o sırada Medîne’de dehşetli bir<br />
kıtlık yaşanıyordu. Buna rağmen ashâb-ı kirâm,<br />
büyük bir azim ve îman vecdi içinde dünyânın<br />
bütün fânî menfaat düşüncelerini bertarâf edip<br />
ulvî bir infâk ve fedâkârlık yarışına girdiler.<br />
Ebû Bekir –radıyallâhu anh- malının tamâmını<br />
getirdi. Nebiyy-i Ekrem’in:<br />
“Ebû Bekir’in malından istifâde ettiğim kadar<br />
başka hiç kimsenin malından faydalanmadım...”<br />
ifâdesi karşısında, gözyaşları içinde:<br />
“Ben ve malım, yalnızca Sen’in için değil miyiz<br />
yâ Rasûlallah?!” 2 diyerek kendisini her şeyiyle<br />
1 Buharî, Ashâbu’n-Nebî, 3; Menâkıbu’l-Ensâr 45, Mesacid 80; Müslim,<br />
Fedâilu’s-Sahabe 2; Tirmizî, Menakıb, 15.<br />
2 İbn-i Mâce, Mukaddime, 11.<br />
95<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
96<br />
birlikte Allah ve Rasûlü’nün yoluna adadığını<br />
gösterdi.<br />
Şu iyilik tabloları da Hazret-i Ebûbekir –radıyallâhu<br />
anh-’in hayırda zirveleşen öncülüğünün<br />
hangi noktalara kadar ulaşabildiğine gösteren<br />
eşsiz örneklerdir:<br />
Bir gün Peygamber Efendimiz –sallallâhu aleyhi<br />
ve sellem- sabah namazını kıldıktan sonra<br />
ashâbına dönüp:<br />
“İçinizde bugün oruçlu olan var mı?” diye sordu.<br />
Hazret-i Ömer:<br />
“Yâ Rasûlallâh! Dün gece oruç tutmak aklıma<br />
gelmedi, onun için şimdi oruçlu değilim.” dedi.<br />
Hazret-i Ebû Bekir ise:<br />
“Ben dün gece oruç tutmayı düşündüm ve sabaha<br />
oruçlu çıktım.” dedi.<br />
Rasûl-i Ekrem Efendimiz yine:<br />
“İçinizde bugün hasta ziyâretinde bulunan var<br />
mı?” diye sordu.<br />
Hazret-i Ömer:<br />
“Yâ Rasûlallâh! Sabah namazını yeni kıldık ve yerimizden<br />
ayrılmadık, nasıl hasta ziyâret edebilelim<br />
ki?” dedi.<br />
Hazret-i Ebû Bekir ise:<br />
“Duydum ki kardeşim Abdurrahman bin Avf rahatsızlanmış.<br />
Mescide gelirken, bakayım durumu<br />
nasıl olmuş diye, ona bir uğrayıverdim.” dedi.<br />
Yine Fahr-i Kâinât Efendimiz:<br />
“İçinizde bugün bir yoksulu doyuran var mı?”<br />
diye sordu.<br />
Hazret-i Ömer:<br />
“Yâ Rasûlallâh! Sabah namazını yeni kıldık ve henüz<br />
yerimizden ayrılmadık.” dedi.<br />
Hazret-i Ebû Bekir ise:<br />
“Mescide girdiğimde, ihtiyacını arz eden birini<br />
gördüm. Oğlum Abdur-rahmân’ın elinde bir parça<br />
arpa ekmeği vardı. Onu alıp yoksula verdim.”<br />
dedi.<br />
Bunun üzerine Allah Rasûlü:<br />
“Seni cennetle müjdelerim (ey Ebû Bekir)!” buyurdu.<br />
Hazret-i Ömer derin bir iç çekerek; “Âh cennet!”<br />
dedi. Efendimiz –sallallâhu aleyhi ve sellemonun<br />
da gönlünü alacak bir söz söyledi:<br />
“Allah Ömer’e rahmet eylesin, Allah Ömer’e rahmet<br />
eylesin! Ne zaman bir hayır yapmak istese<br />
Ebû Bekir muhakkak onu geçer.” buyurdu 3 .<br />
İyilik etmek ve güzellikte bulunmak manasına<br />
da gelen “ihsan” kavramının bir anlamı da,<br />
güzel insanların etrafını da güzelleştirme çaba<br />
faaliyetleridir. Biz bu insanlara Kur’an’ın bir ifadesi<br />
olarak “Muhsin İnsanlar” deriz. Evet, Rabbi<br />
görürcesine bir şuur derinliği içerisinde, yaptığı<br />
her şeyi “en güzeli yakalama” (ahsen kıvamı)<br />
niyet ve azmiyle yerine getiren bu kimseler, İslâm’ı<br />
güzel yaşayan ve yaşatma azminde olan<br />
“Muhsin”lerdir.<br />
Ebûbekir Sıddîk –radıyallahu anh- böyle bir<br />
ihsan erbabı olarak, nicelerinin Müslüman olmasına<br />
vesile olmuş, zorda kalan müminlerin<br />
imdadına yetişmiş, horlanan ve işkencelere<br />
3 Heysemî, III, 163-164. Ayrıca bkz. Ebû Dâvud, Zekât, 36/1670; Hâkim,<br />
I, 571/1501)
maruz kalan birçok köleyi hürriyetin huzuruna<br />
kavuşturmuştur. Zübeyr bin Avvâm, Osman<br />
bin Affân, Talha bin Ubeydullah, Sa’d bin Ebi<br />
Vakkâs, Abdurrahmân bin Avf gibi pek çok<br />
sahâbî, onun delâletiyle Müslüman olmuş bahtiyarlardandır<br />
4 .<br />
“İyilikler kötülükleri giderir” buyurur Yüce Rabbimiz<br />
5 . Kötü ve çirkin olan şeylerin, en güzel tavır,<br />
söz ve davranışlarla düzeltilebileceğine dikkat<br />
çekilir. 6 Öyleyse kötülüğü mağlup eden en tesirli<br />
vasıta, iyilik ve ihsandır. Hazret-i Sıddîk’ın<br />
şahsında tecelli eden şu hadise, bu yönde gerçekleşmiş<br />
ilâhî bir terbiyedir:<br />
Ebû Bekir –radıyallâhu anh-, Mıstah isimli akrabası<br />
olan bir fakire devamlı yardımda bulunurdu.<br />
Hz. Âişe vâlidemize ağır iftiraların atıldığı İfk<br />
Hâdisesi’nde onun da müfterîlerin başında yer<br />
aldığını görünce, bir daha ona ve âilesine iyilik<br />
yapmayacağına dâir yemin etti. Hz. Ebû Bekr’in<br />
yardımı kesilince Mıstah ve âilesi perişan bir<br />
hâle düştüler. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak şu<br />
âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu:<br />
“İçinizden fazîletli ve servet sâhibi kimseler, akrabâya,<br />
yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere<br />
(mallarından) vermeyeceklerine dâir yemin etmesinler;<br />
affetsinler, bağışlayıp geçsinler. Allah’ın<br />
sizi affetmesini istemez misiniz? Allah çok bağışlayıcıdır,<br />
çok merhametlidir.” 7<br />
Bunun üzerine Ebû Bekir –radıyallâhu anh-:<br />
“Ben elbette Allah’ın beni affetmesini isterim!” di-<br />
yerek yapmış olduğu hayra devâm etti. Yemini<br />
için de keffâret verdi 8 .<br />
Ebû Bekir –radıyallâhu anh-, hilâfete geçince,<br />
önceki hayatına nazaran daha mütevâzi bir<br />
hâle bürünmüştü. Halîfe olmadan önce çevresindeki<br />
yetim kızların koyunlarını sağıverir, ihtiyaçlarını<br />
karşılardı.<br />
Hz. Ebû Bekir halife olduktan sonra komşuları,<br />
artık onun koyunlarını sağmayacağını konuşmaya<br />
başlamışlardı. Ancak değişen bir şey<br />
olmadı. Hz. Ebû Bekir yine geldi ve yetimlerin<br />
koyunlarını sağmaya devam etti 9 .<br />
Hz. Ömer der ki:<br />
“Hz. Ebû Bekir’in hilâfeti zamanında Medîne’nin<br />
kenar mahallesinde âmâ ve ihtiyar bir kadın<br />
vardı. Hergün ona uğrayarak ihtiyacını görmek<br />
isterdim. Fakat her gittiğimde benden önce birinin<br />
gelerek lüzumlu işleri yaptığını, bu düşkün<br />
insanın ihtiyaçlarını karşıladığını görürdüm.<br />
Birgün merak ettim. "Acaba hergün bu sevabı işleyen<br />
zât kimdir?" diye düşündüm ve erkenden<br />
giderek bir yere saklandım. Bir de ne göreyim<br />
her gün gelip kadının işlerini gören o sâlih zât<br />
Halîfe Ebû Bekir imiş. Karşımda onu görüverince<br />
büyük bir şaşkınlık içinde:<br />
"–Hayatıma yemin olsun ki o sensin?" dedim.” 10<br />
İmanla, İslâm’la ve ihsanla güzelleşen insan, ne<br />
güzel insandır. Bu yönüyle Hazret-i Ebûbekir,<br />
ihsan, ikram ve iyilik erbabı için ümmet-i<br />
Muhammed ailesinin içinde ne güzel bir öncü<br />
ne güzel bir örnektir.<br />
97<br />
4 İbn-i Kesir, el-Bidâye, III, 80.<br />
5 Hûd Sûresi, 114.<br />
6 Fussilet Sûresi, 34.<br />
7 Nûr Sûresi, 22.<br />
8 Buhârî, Meğâzî, 34; Müslim, Tevbe, 56; Taberî, Tefsîr, II, 546.<br />
9 Suyûtî, Târihu’l-hulefâ, s. 80; Sarıçam, Hz. Ebû Bekir, s. 82.<br />
10 Suyûtî, Tarîhu’l-hulefâ, s. 80; Ramazanoğlu Mahmûd Sâmî, Hz. Ebû<br />
Bekir Sıddîk, s. 120.<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
EĞİTİM<br />
Türkiye Diyanet Vakfı ve Yunus Emre Enstitüsü’nden<br />
Suriyelilere Türkçe Eğitimi
Türkiye Diyanet Vakfı ve Yunus Emre Enstitüsü, ülkelerindeki<br />
iç karışıklık nedeniyle Türkiye’ye sığınan Suriyelilere<br />
Türkçe öğretilmesi için ortak çalışma yapıyor.<br />
Yunus Emre Enstitüsü Başkan Yardımcısı<br />
Prof. Dr. Şeref Ateş ve beraberindeki heyet<br />
Türkiye Diyanet Vakfı’nı ziyaret ederek,<br />
TDV Genel Müdürü İsmail Palakoğlu ve<br />
Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Tutkun<br />
ile görüştü.<br />
TDV Genel Müdürü İsmail Palakoğlu, vakfın<br />
Türkiye genelindeki 17 okulda eğitim<br />
gören yaklaşık 12 bin 978 Suriyeli öğrenci<br />
ve 500’e yakın öğretmen, idareci ve yardımcı<br />
personelin masraflarını karşıladığını<br />
söyledi.<br />
Ülkelerindeki iç savaş nedeniyle Türkiye'ye<br />
sığınan Suriyelileri yalnız bırakmadıklarını<br />
söyleyen Palakoğlu, vakıf olarak kamp dışında<br />
yaşayan misafirlere eğitim imkanı<br />
sunduklarını vurguladı.<br />
Palakoğlu, “Gaziantep, Şanlıurfa ve Ankara’da<br />
Milli Eğitim Bakanlığının tahsis ettiği<br />
17 okulda 12 bin 978 Suriyeli öğrenci,<br />
öğleden sonraları eğitim görüyor. İlk, orta<br />
ve lise eğitimlerinin verildiği bu okullarda<br />
görevli 500’e yakın öğretmen, idareci ve<br />
yardımcı personelin maaşları da TDV tarafından<br />
ödeniyor. Türkiye Diyanet Vakfı olarak<br />
ayrıca öğrencilerin kırtasiye giderlerini<br />
karşılıyor, bunun dışında gıda ve giysi yardımında<br />
bulunuyoruz” dedi.<br />
Yunus Emre Enstitüsü ile Suriyeli öğrenciler<br />
ve ailelerinin günlük hayatta rahat<br />
Türkçe konuşmaları için ortak çalışma yapacaklarını<br />
belirten Palakoğlu, enstitünün<br />
Türkçe yayınlarından da istifade edeceklerini<br />
kaydetti.<br />
Palakoğlu, “Protokol çerçevesinde belirlenen<br />
işbirliği alanlarının geliştirilmesi ve<br />
daha somut projelerin üretilmesi için bir<br />
araya geldik. İşbirliği kapsamında Suriyelilelere<br />
Türkçe öğretilmesi, Türkiye’ye<br />
adaptasyonun sağlanması, dil kaynaklı<br />
zorlukların kaldırılması, günlük ihtiyaçları<br />
karşılarken Türkçe bilen birine mecburiyet<br />
duymaması, Suriyelilerin hayatını rahat<br />
devam ettirmesi için Türkçe öğretimi konusunda<br />
işbirliğini kararlaştırdık” dedi.<br />
Toplantıda TDV Eğitim ve Kültür Hizmetleri<br />
Müdürü Veysi Kaya ve Projeler ve Dış<br />
Hizmetler Müdürü Murat Uyar da yer aldı.<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
MAKALE<br />
ASIM’IN NESLİNİN DİĞERGÂMLIĞI<br />
Halit BEKİROĞLU<br />
İmam Hatipliler Derneği (ÖNDER) Genel Başkanı<br />
“Geçmişin fedakârlığı ile genç kuşağın enerjisini ve girişimciliğini<br />
bir potada erittiğimizde, hedeflediğimiz neticelere ulaşmamız<br />
mümkün olacaktır. Medeniyetimizin yeniden inşası ve ihyası için bu<br />
kaçınılmaz bir görevdir.”
Batı’nın modernleşme serüveni, bireyin merkeze<br />
alındığı bir süreçte gerçekleşmiştir. Bugün<br />
gelinen noktada Batı toplumlarının merkeze<br />
aldığı birey, kendi tekâmülünü tamamlayamadığı<br />
gibi kendisi dışındaki diğer insanları da<br />
hesaba katmaz hale gelmiştir. Buna mukabil<br />
bizim geleneğimizde; başkası için düşünmek,<br />
başkasını düşünmek anlamına gelen “diğergâmlık”<br />
kavramı yer etmiştir. Biz Müslümanların<br />
geleneğinde bireyin bizzat kendisi, hakları<br />
ve hürriyeti elbette çok önemlidir. Ancak İslam<br />
medeniyetinde birey tek başına her şey demek<br />
değildir.<br />
İslam anlayışında, insanın Kur’anî bir tanımlama<br />
olan “eşref-i mahlukat” (yaratılmışların en<br />
saygını) derecesine çıkabilmesi için kendi ferdî<br />
olgunluğuna ulaşması gerektiği gibi diğer insanlar<br />
için de hayır nâmına bir şeyler yapması<br />
beklenir. Kişinin kendisi dışındaki “diğer insanlar”dan<br />
kastedilen de en yakınından başlayarak<br />
en uzaktakine kadar geniş bir topluluktur.<br />
Kişinin hayat arkadaşı, çocukları, yakın ve uzak<br />
akrabaları, komşuları, dostları ve başka toplumlardaki<br />
din kardeşleri de bu topluluğa girer.<br />
Hatta kendi dininden olmayan insanların<br />
da düşünüldüğü bir yaklaşım söz konusudur.<br />
Dolayısıyla İslam’ın “iyilik” ve “iyi insan” anlayışının<br />
temelinde bir yönüyle de “diğergâmlık”<br />
yatmaktadır.<br />
Batının bireyselleşerek diğer toplumlardan<br />
koptuğu modernleşme sürecinde, İslam dünyası<br />
da kendi iç meseleleri ve sorunları sebebiyle<br />
kendisi dışındaki toplumlardan uzaklaşmıştır.<br />
Böylece Müslüman toplumlar kendi dertleri ile<br />
dertlenmiş, dış dünyada olup bitenle ilgilenme<br />
imkânı bulamamıştır. Ancak son zamanlarda<br />
gerek küreselleşmenin etkisiyle gerekse İslam<br />
dünyasının kendi meselelerini bir nebze olsun<br />
çözmesiyle beraber durum değişmeye başlamıştır.<br />
İslam âlemi, hem kendi bünyesindeki<br />
parçaları hem de birlikte yaşadığı dünyanın<br />
arta kalanı ile beraber büyük bir ailenin önemli<br />
bir unsuru olduğu gerçeğini tekrar hatırlamıştır.<br />
Bu tekrar uyanış ile beraber Müslüman toplumların<br />
“iyilik” ve “diğergâmlık” ölçeğinin de<br />
daha kuşatıcı hale gelmesi kaçınılmazdır. Böylece<br />
dünya sathında, küresel bir iyilik ve diğergâmlık<br />
hareketi başlamalıdır.<br />
Son yıllarda ülkemiz adına bazı STK’larımız, iyiliğin<br />
ülke sınırlarını aşarak daha çok kişiye ulaştırılması<br />
adına çok başarılı işlere imza atıyorlar.<br />
Artık iyiliğin küresel tarafını konuşacağımız bu<br />
yeni evrede, genç nesillerin iyilik ve diğergâmlık<br />
kavramlarını daha geniş anlamda düşünmeleri<br />
yönünde adımların atılması gerekmektedir.<br />
İyilik yapmanın sadece bir yardım paketi ulaştırmak<br />
olmadığını, yardımlaşmanın kültürel,<br />
fikrî ve psikolojik boyutlarının da ele alınmasının<br />
bir gereklilik olduğu üzerinde durulmalıdır.<br />
Mesela, ülkemizde barınan Suriyeli kardeşlerimize<br />
sadece maddi yardımda bulunmak yeterli<br />
101<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
olmayacaktır. Maddi yardımın yanı sıra onlara<br />
dokunabilmek, dertlerini dinlemek, manevi ya<br />
da psikolojik destekte bulunmak daha kalıcı etkiler<br />
bırakacaktır.<br />
Kriz bölgelerindeki problemlerin çözümü noktasında<br />
ortaya konulan çabaların, barışın temini<br />
için verilen uğraşların, dünyanın doğal<br />
kaynaklarının korunması adına yapılanların<br />
da bir tür diğergâmlık ve iyilik olduğu hakikati<br />
vurgulanmalıdır. Tabiata, canlılara hatta cansız<br />
varlıklara bile bu iyilik ulaştırılmalıdır. Böylece<br />
iyilik, hem mekânsal bir yayılma ve genişlemeye<br />
kavuşurken hem de iyiliğin çeşitliliği artmış<br />
ve yaygınlık kazanmış olacaktır.<br />
Yukarıda dile getirilen, İslam dünyasının kendi<br />
iç sorunlarından kaynaklanan iyiliği öncelikle<br />
içerde yaşama ve yayma durumunun zamanla<br />
dışarıya doğru yönelmesi süreci, Türkiye özelinde<br />
de benzer şekilde tezahür etmiştir. Türkiye’de<br />
dinî hassasiyeti olan ve kendisini dindar<br />
olarak tanımlayan toplumun öncelikle içe dönük<br />
bir iyilik faaliyeti içerisinde olduğu görülür.<br />
102
1950’li ve 60’lı yıllarda dönemin şartlarının da<br />
etkisi ile bir toparlanma dönemi yaşayan mütedeyyin<br />
insanlar, sonraki yıllarda diğergâmlık<br />
duygusunun daha da artması ile toplumun<br />
diğer kesimlerine de faydalı olmayı ve iyilik<br />
yapmayı hedeflediler. 1990’lı yıllara gelinceye<br />
kadar yaklaşık kırk yıllık bir dönemde, sadece<br />
ilahiyat ve din hizmetleri alanında değil birçok<br />
farklı hizmet alanında toplumun her kesimine<br />
faydalı olma ve iyilikte bulunma gayreti içinde<br />
oldular. Söz konusu yıllarda gençlik zamanını<br />
geçirmiş olanlar bugün hayatın birçok alanında<br />
Türkiye’de iyiliğin öncülüğünü yapmaktalar.<br />
Bu öncülük, sadece maddi manada yapılan iyilikleri<br />
çoktan aşmış, topluma birçok alanda yol<br />
gösterme ve ufuk açma noktasında da kendini<br />
göstermiştir.<br />
Yukarıda sözünü ettiğimiz mütedeyyin insanlar,<br />
bugün yeni bir durum ile karşı karşıyadır.<br />
Onları ulvî bir görev daha beklemektedir. Kendilerinden<br />
önceki nesillerden miras aldıkları bu<br />
iyilik hareketini bir adım daha ileriye götürmek<br />
ve daha çok insana ulaştırmak mecburiyetindedirler.<br />
Sanırım bu göreve hazırlık ve görevi<br />
yerine getirme aşamasında içinde bulunduğum<br />
İmam-Hatip camiasının omuzlarına büyük<br />
bir yük yüklenmiş vaziyette. Geleceğimizi<br />
emanet edeceğimiz gençlerin hayata hazırlandığı<br />
İmam-Hatip okullarında, onlara bu şuuru<br />
verebilme adına elimizde çok büyük bir fırsat<br />
var. Geçmişin kıymetli mirasını ve bu mirasa<br />
katkı sağlayan, diğergâmlıkta ve iyilikte yarışan<br />
önceki nesilleri minnet ve rahmetle yad edip<br />
onların getirdiği noktadan daha güzel yerlere<br />
bu güzel davayı götürmek mecburiyetindeyiz.<br />
Geçmişin fedakârlığı ile genç kuşağın enerjisini<br />
ve girişimciliğini bir potada erittiğimizde<br />
hedeflediğimiz neticelere ulaşmamız mümkün<br />
olacaktır. Medeniyetimizin yeniden inşası ve<br />
ihyası için bu kaçınılmaz bir görevdir. Gençlerimiz<br />
diğergâmlığı ve iyiliği tabiri caiz ise yeniden<br />
üretecek ve insanlığın hizmetine sunacak.<br />
Bize huzuru getirecek medeniyet iklimini, hem<br />
kendi iç dünyasında hem de diğer insanlara<br />
karşı manevi olgunluğunu kazanmış bireylerin<br />
getireceğini unutmamalıyız.<br />
Mehmet Akif’in, dinî değerleri muhafaza etme<br />
görevi verdiği nesil olan Âsım’ın nesli görevini<br />
başarmıştır. Şimdi başka bir iyilik nesline ihtiyacımız<br />
var: Hem içinde yaşadığı zamanı koruyacak<br />
hem de yarınlarımızı muhafaza edecek<br />
olan bugünün gençlerine… Hatta bu “yeni iyilik<br />
nesli” yarınlarımızı korumakla kalmayacak,<br />
yarınlarımızı kurmak misyonunu da üstlenecektir.<br />
Sahip oldukları güzel ahlakları, aldıkları<br />
eğitimleri, davranışları ve düşünceleri ile önümüzdeki<br />
on yılların garantisi olan bu gençliğe<br />
karşı içimizde büyük bir ümit besliyoruz. Çünkü<br />
bu nesil rüştünü ispat etmiş bir başka nesilden,<br />
28 Şubat’ı görmüş nesilden bayrağı devralıyor.<br />
Onların ve şimdikilerin samimiyeti ve azmi ile<br />
medeniyetimize ve geleceğe dair güzel niyetler<br />
besliyoruz. Umutlarımız her geçen gün artıyor.<br />
103<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
EĞİTİM
Somalili Öğrencilere Türkiye’de<br />
Modern Tarım Eğitimi<br />
Türkiye Diyanet Vakfı desteğiyle Türkiye’de tarım liselerinde eğitim alan<br />
Somalili öğrenciler, ülkelerine döndüklerinde kurak toprakları yeşertecek.<br />
TDV ve Milli Eğitim Bakanlığı işbirliğiyle Somali’den<br />
2012’de Türkiye’ye getirilen Ziraat Teknik<br />
Lisesi ve Tarım Meslek Lisesi öğrencileri, Bursa’daki<br />
tarlalarla ve seralarda staj yaparak, ülkelerine<br />
Türk tarımını götürmeye hazırlanıyor.<br />
Somali’den başvuru yapan öğrenciler arasından<br />
seçilerek Türkiye’ye getirilen 11 öğrenciye<br />
ilk olarak Türkçe eğitimi verildi. Somali’nin<br />
geleceği olarak adlandırılan gençler, doktor<br />
ve mühendis olarak ülkelerine dönmeyi umut<br />
ediyor.<br />
Bursa Ziraat Teknik Lisesi ve Tarım Meslek Lisesi’nde<br />
son sınıf öğrencisi 11 Somalili genç, uygulamalı<br />
eğitimlerini ise Bursa’nın çeşitli tarım<br />
alanlarında ve seralarında görüyor.<br />
Somali’den 2012 yılında Ankara’ya geldiklerini<br />
ifade eden Abdisalam Samatar, “5 ay Türkçe<br />
eğitimi aldık. Daha sonra farklı okullara dağıtıldık.<br />
Arkadaşlarımız arasından 11 öğrenci Bursa<br />
Ziraat Teknik Lisesi ve Tarım Meslek Lisesi’nde<br />
4 yıl boyunca eğitim aldı. Son sınıfımızda ise<br />
Kestel Süs Bitkileri Meyve Fidancılığı Üretim Pazarlama<br />
Kooperatifi’ndeki tarla ve seralarda staj<br />
görmeye başladık. Burada ülkemizde olmayan<br />
süs ve meyve bitkilerini gördük. Seracılık ve<br />
sulama sistemini gördük. İnşallah bu gördüklerimizi<br />
ülkemize döndüğümüzde uygulayarak<br />
Somali’nin kalkınmasını sağlayacağız” diye konuştu.<br />
Kendilerine bu imkanı sağlayan Cumhurbaşkanı<br />
Recep Tayyip Erdoğan’a ve Türkiye Diyanet<br />
Vakfı’na teşekkür eden Samatar, lise eğitimlerinin<br />
ardından lisans öğrenimlerini de Türkiye’de<br />
yapmak istediklerini söyledi.<br />
Somalili öğrencilerin gayet başarılı olduğunu<br />
ifade eden Kestel Süs Bitkileri Meyve Fidancılığı<br />
Üretim Pazarlama Kooperatifi Başkanı<br />
İbrahim Özcan da “Üretimin her alanını başarı<br />
ile tamamladılar. Somali’de tarımın yayılmasında<br />
umarım bu eğitimler çok faydalı olacak.<br />
Öğrencilerin buraya gelmesinde emeği geçen<br />
herkese çok teşekkür ediyoruz. Bu sosyal projedir,<br />
bunun içerisinde olmaktan dolayı çok<br />
mutluyuz. Türkiye tarafından yetiştirilmiş kalifiye<br />
elemanların Somali’de bir şeyleri başaracak<br />
olması bizleri sevindiriyor” diye konuştu.<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
EĞİTİM<br />
“Öğrenci Yurdu Sayısını<br />
20’ye Çıkarmayı Hedefliyoruz”<br />
Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdürü İsmail Palakoğlu, Vakfın 11 ilde 14 yükseköğrenim<br />
öğrenci yurdu bulunduğunu, hedeflerinin yurt sayısını 20'ye çıkarmak olduğunu söyledi.<br />
TDV Yurtlar ve Sosyal Tesisler İktisadi İşletmesi<br />
İnsan Kaynakları Yönetim Sistemi Toplantısı’nda<br />
konuşan Palakoğlu, Türkiye Diyanet Vakfı’nın<br />
41 yıl önce başladığı iyilik yolculuğuna bugün<br />
de aynı kararlılıkla devam ettiğini söyledi. Palakoğlu,<br />
“Vakfımız kurulduğu günden bu yana<br />
milletimizin dini ve manevi hayatını ayakta tutmak,<br />
milletimizi tarih sahnesinde sürekli kılmak<br />
için çalışan bir kurum olmuştur” dedi.<br />
İslam dünyasının tarihin en zor zamanlarını<br />
yaşadığını vurgulayan Palakoğlu, “Böyle bir ortamda,<br />
bugün dünyanın her tarafından mağdur<br />
ve mazlumlar umudunu bu topraklara, bu<br />
ülkeye, Diyanet İşleri Başkanlığımıza ve vakfımıza<br />
bağlamış durumdadır. Özellikle son yıllarda<br />
ülkemizin ve vakfımızın gerçekleştirdiği hizmetlerle<br />
artık dünya Müslümanlarının umudu<br />
haline geldik. Dünyanın umudunu bağladığı<br />
bir ülkede, böyle bir kurumda milletimizin ve<br />
ümmetin dini ve manevi hayatına hizmet ediyoruz”<br />
diye konuştu.<br />
11 ilde 14 yükseköğrenim öğrenci yurdu<br />
Türkiye Diyanet Vakfı olarak yurt hizmetlerini<br />
önemsediklerini, bunu da Yurtlar ve Sosyal Tesisler<br />
İşletmesi vasıtasıyla sürdürdüklerini vurgulayan<br />
Palakoğlu, şunları kaydetti:<br />
“Ülkemizin değişik şehirlerinde yurt hizmetleri<br />
veriyoruz. Hangi ilde, hangi üniversiteye giderse<br />
gitsin bu milletin çocuklarından hiç birisi<br />
dışarıda, sokakta kalmamalı, barış ve huzur ortamında<br />
bir barınma imkânına sahip olmalıdır<br />
diyoruz. Bu çerçevede Türkiye Diyanet Vakfı<br />
olarak, gençlerimize huzurlu ve temiz bir or-<br />
106
tamda yükseköğrenim imkânı sağlamak; bilgi,<br />
inanç ve sanat dünyalarını ve en önemlisi kimliklerini<br />
inşa etmelerine rehberlik etmek amacıyla<br />
öğrenci yurtları açıyoruz. Yükseköğrenim<br />
gençliğine aile sıcaklığında kalabilecekleri yer<br />
temin etme gayesiyle ülke genelinde üniversite<br />
bulunan illerde yurtlar inşa ederek hizmete<br />
sunarken, bu yurtların sayılarını artırmak için<br />
çalışmalarımızı sürdürüyoruz” dedi.<br />
Yapımı tamamlanan Ankara Yüksek Öğrenim<br />
Kız Öğrenci Yurdu’nun hizmete girmesiyle yurtlarda<br />
öğrenci kapasitesinin 5 bin 353’e çıktığını<br />
vurgulayan Palakoğlu, şöyle konuştu:<br />
“Halen 11 ilde 14 yükseköğrenim öğrenci yurdumuzla<br />
üniversite öğrencilerine hizmet vermeye<br />
devam ediyoruz. Açmayı planladığımız<br />
yeni yurtlarla yurt sayımızı 20'ye, kapasitemizi<br />
de 7 bin 500'e çıkarmayı hedefliyoruz. Gayemiz,<br />
geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın<br />
güvenle kalabileceği öğrenci yurtlarını milletimize<br />
kazandırmaktır.<br />
Üniversite öğrencilerinin eğitim hayatının<br />
önemli bir parçası olan yurtları, sadece barınma<br />
hizmeti veren yerler olarak değerlendirmiyor,<br />
buraları öğrencilerin akademik eğitimi ile manevi<br />
ve sosyal gelişiminin bir tamamlayıcısı olarak<br />
görüyoruz. Yurt binalarını tasarlarken, yasal<br />
gereklilikler, uluslararası standartlar ve öğrenci<br />
beklentilerini dikkate alıyor, yurt odalarını ve<br />
ortak alanları öğrencinin eğitimini, mahremiyet<br />
duygusunu ve kişisel saygınlığını koruyacak<br />
şekilde düzenliyoruz. Bireysel saygınlığını<br />
dikkate alan ancak paylaşımcı bir sosyal ortam<br />
oluşturuyor, öğrencilere üniversite hayatında<br />
yaşadıkları akademik atmosfer ile uyumlu bir<br />
yaşam alanı sunuyoruz.<br />
Bu toplum, bu millet yeryüzünde mazlumlara<br />
umut oldu. Tarihi mirasımızdan da beslenerek<br />
mazlumlara umut verdik. Bu umudu ayakta<br />
tutmak zorundayız. Bu da ilim, fikir ve düşünce<br />
olarak kendimizi geliştirmekle ve her alanda<br />
yetişmiş bir nesille mümkün olacaktır. Dolayısıyla<br />
yurtlarımız aynı zamanda ilim-irfan yuvaları<br />
olmalıdır. Yurtlarda bilgi ve kültür atmosferini<br />
oluşturmalıyız. Ancak bundan da önemlisi<br />
öğrencilerimizin kendi kimliklerini, kişiliklerini<br />
ve manevi dünyalarını geliştirici bir manevi huzur<br />
ortamının oluşturulmasıdır.”<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
MAKALE<br />
GENÇLİĞİMİZ GELECEĞİMİZDİR<br />
İsmail EMANET<br />
Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) Genel Başkanı<br />
“Önderini Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz bilen, Ashab-ı Kehf<br />
gençlerini ve onların mücadeleleri örnek alan, Hz. Yusuf (a.s) gibi<br />
iffet sahibi olan, Hz. İbrahim (a.s) gibi genç yaşta putları yıkan<br />
gençlerimiz, yaptıkları ve yapmak istedikleri hayırlar ile yarınımızı<br />
daha parlak görmemizi sağlıyorlar.”<br />
108<br />
Gençlik çağı, hayatın en dinamik, en verimli<br />
ve en heyecanlı dönemi olarak tasvir edilmektedir.<br />
Ne yazık ki bu tasvir gençlerimizin bütünü<br />
için geçerli olmayabilir, ancak ideal olan ve<br />
böyle olması gereken gençlik tasviri bu olduğundan<br />
dolayı tanımlamamız yanlış sayılmaz.<br />
“İdeal olan ve olması gereken” ifadelerinin<br />
sebeplerini, insanlığa “Kainat Rehberi” olarak<br />
gönderilmiş kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de<br />
geçen, Allah (c.c) tarafından Alemlere rahmet<br />
Hz. Muhammed (s.a.v) efendimize vahy edilen<br />
ayetler ışığında ve Peygamber Efendimizin<br />
hadis-i şerifleri ile açıklayabiliriz. Rabbimizin,<br />
gençlik ve gençlik çağındaki insanlar üzerine<br />
olan rahmetini Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor;<br />
- İbni Ömer (ra)’dan rivayet ile - “Allah (cc)<br />
gençliğini Allah’a itaat yolunda geçiren genci sever”.<br />
(Ebu Nuaym- Hilye).<br />
Gençlik döneminin, hayatımızın bütün dönemlerinde<br />
de olması gerektiği Kur’an-ı Kerim’i<br />
kendimize rehber, Peygamber Efendimiz<br />
Hz. Muhammed (s.a.v)’i önder olarak benimsenip<br />
yaşanması gerekmektedir. Çünkü biz bütün<br />
bir hayatımızdan olduğumuz gibi özellikle<br />
gençlik dönemimizden de ahirette mesul olacağız.<br />
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor;<br />
- İbn Mesud (ra) dan rivayet ile - İnsanoğlu<br />
kıyamet gününde Rabbinin yanında şu beş<br />
şeyden sorulmadıkça olduğu yerden ayrılamaz:
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
“Ömrünü nerde geçirdiğinden, gençliğini nerede<br />
ve nasıl harcadığından, malını nereden kazanıp<br />
nereye sarf ettiğinden, bildiği ile amel edip etmediğinden,<br />
bedenini nerede yıprattığından.” (Sünen-i<br />
Tirmizi).<br />
göstermiştir. Gençlerimize en güzel ve en ideal<br />
genç örneği olan Efendimiz (s.a.v)’in öğretileri,<br />
yaşamı, sünnet-i seniyyesi ve tebliği, sivil toplum<br />
yapılanmaları aracılığıyla gençliğimize,<br />
gençlerimize aktarılmalıdır.<br />
110<br />
Peki gençliğimiz, gençlerimiz ömürlerini nerede<br />
harcıyor ve nasıl harcıyor? Bu sorunun cevabını<br />
ararken zaman zaman canımız sıkılsa da yaşantısıyla<br />
diğer genç arkadaşlarını örnek alan gençlerimizi<br />
gördükçe ve bu gençlerimizin sayısının<br />
günbegün arttığını görünce, geleceğimiz ve<br />
gençlerimizin geleceği için ümitvar oluyoruz.<br />
Gençlerimiz, yaşadığımız bu zamanın şartları<br />
ve uğraşları sebebiyle kendi gençliklerini ziyan<br />
ve heba edecek yerlerde geçiriyor olabiliyorlar.<br />
Bu noktada gençlerimizi yanlış davranışlardan<br />
arındırmak, onları ihya etmek ve doğru yola teşvik<br />
etmek görevleri toplumumuzun en önemli<br />
ve asli görevi olmaktadır. Toplum, bir bütün olarak<br />
buna müdahil olma olanağı içerisinde olmayabilir<br />
ancak toplum içerisindeki sivil toplum<br />
yapılanmaları olan; vakıflar, dernekler, STK’lar<br />
gibi kurumlar aracılığı ile gençliğimizin ihyası<br />
mümkün olabilmektedir.<br />
Gençliği, doğru kanalize eden ve bunu gaye<br />
edinmiş olan sivil toplum yapılanmalarının<br />
hemen hemen yaptıkları her projede görülen<br />
o ki; bu yönlendirme, büyük bir ihtiyaç ve<br />
gençlerimiz de bu durumu oldukça benimseyen<br />
bir haldedir. Gençlerimiz, kendilerine “ideal<br />
genç” örneği olarak en başta Hz. Muhammed<br />
(s.a.v.)’in gençlik çağını almalıdır. Efendimizin<br />
(s.a.v) gençlik dönemindeki iyilik ve ahlak timsali<br />
karakteri ile yirmili yaşlarında içinde bulunduğu<br />
“Hılful Fudul (Erdemliler Topluluğu)”da<br />
haksızlığa ve adaletsizliğe karşı durmuş, adaletin<br />
ve iyiliğin tesisisin sağlanması için gayret<br />
Ülkemizin gençleri ile birlikte Ümmetin gençliğinde<br />
olan potansiyel, göz ardı edilemez. Aksiyoner,<br />
girişimci, kendine güvenen, mazluma el<br />
uzatan gençlerimiz, toplumumuzun sivil yapılanmalarının<br />
faaliyetleri ve yönlendirmeleri ile<br />
harekete geçmekte ve söz sahibi olmaktadır.<br />
Şunu görebiliyoruz ki, özellikle son 20 yılda,<br />
başta ülkemizin sivil toplum kuruluşları olmak<br />
ile beraber İslam coğrafyasında bir hareketlilik<br />
söz konusudur. Bu hareketlilik sivil toplum<br />
kuruluşlarında gençlerin aktif rol alması ile<br />
doğru orantılıdır. Gençler sahip oldukları potansiyellerinin<br />
doğru kanalize edilmesi ile içerisinde<br />
bulundukları yapı ve yapılanmalara güç<br />
ve enerji katmıştır. Bu yapılanmaları ayakta tutan<br />
ve kaderini belirleyen gençlerimiz yapmış<br />
oldukları işler ile kendilerini kanıtlıyorlar. Sivil<br />
toplum kuruluşları artık sadece kendi bünyesinde<br />
“gençlik kurulu” oluşturmakla kalmayıp,<br />
başlı başına gençlik ve gelecek için çalışan durumdadırlar.<br />
Salt gençlik adına kurulan vakıf ve<br />
derneklerimiz bunun ispatıdır.<br />
Gençliğe ve gençlere odaklanan, onların geleceğiyle<br />
ile dertlenen sivil toplum kuruluşları<br />
onların sahip oldukları iyilik yapma, iyiliğe yönelme<br />
ve yönlendirme eğilimlerini keşfedince<br />
daha verimli çalışmaktadırlar. Görüldüğü üzere,<br />
ülkemizde toplumsal iyilik için çok faydalı<br />
ve oldukça ihtiyacı karşılamaya çalışan yapılar<br />
mevcut. Bu yapılarda görev alan, gönüllü olarak<br />
vazifelenen genç kardeşlerimizin sayısının<br />
arttığını görmek bizler için ümit verici olsa ge-
ek. Gençlerimiz hangi konuda olursa olsun,<br />
hangi bölgede olursa olsun, iyilik yapmaya<br />
gayret göstermektedir. Bunu bütün bir gençlik<br />
olarak söylememiz reel olarak doğru olmayabilir<br />
ancak bu konuda bilinç eksikliğini gidermek,<br />
bilinçlendirmek, doğru yönlendirmek, hayra<br />
davet etmek en başta büyükleri olarak bizlerin<br />
ve ailelerinin, sonra sivil toplum yapılanmalarının<br />
asli görevidir. “Sizden, hayra çağıran, iyiliği<br />
emredip kötülüğü meneden bir topluluk<br />
bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. (Al-i<br />
İmran,104)” ayeti de iyiliğe yöneltmeyi, hayra<br />
yönlendirmeyi tasdik eder ve bu sayede kurtuluşa<br />
ermenin mümkün olduğunu ifade etmektedir.<br />
Önderini Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz bilen,<br />
Ashab-ı Kehf gençlerini ve onların mücadeleleri<br />
örnek alan, Hz. Yusuf (a.s) gibi iffet sahibi<br />
olan, Hz. İbrahim (a.s) gibi genç yaşta putları yıkan<br />
gençlerimiz yaptıkları ve yapmak istedikleri<br />
hayırlar ile yarınımızı daha parlak görmemizi<br />
sağlıyorlar. Hayır ve iyilikte rekabet eden, kardeşlik<br />
ruhunu benimseyen gençlerimizi sahiplenmek<br />
ve onlara rehberlik etmek ülkemizin ve<br />
Ümmetimizin geleceği adına yapılması gereken<br />
zaruri ödevlerimizdir. Gençliğimiz geleceğimizdir.<br />
Mehmet Akif’in de dediği gibi :<br />
“Asım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:<br />
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.<br />
Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…<br />
O, rüku olmasa, dünya da eğilmez başlar,<br />
Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor.<br />
Bir Hilal uğruna ya Rab ne güneşler batıyor!”<br />
Gençliğini, gençleri ve onların geleceği için<br />
mücadele vererek geçiren ve bu uğurda vatan<br />
müdafaası veren Şehitlerimize rahmet olsun.<br />
Rabbim yaptığımız hayır ve iyilikler de onları<br />
da hatırlatsın.<br />
111<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
EĞİTİM<br />
97 Ülkeden 572 Öğrenciye<br />
Yarıyıl Kampı<br />
112<br />
Türkiye Diyanet Vakfı, ülkemizde eğitim gören öğrencilerin<br />
mesleki alanlarda gelişimlerine katkı sağlamak ve Türkiye’nin<br />
kültürel zenginliklerini tanımaları amacıyla 97 ülkeden 572<br />
öğrenciye yarıyıl kampı düzenledi.<br />
TDV Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Tutkun,<br />
TDV burslusu olarak Ankara, Kayseri, Konya,<br />
Bursa ve İstanbul’daki İlahiyat Fakülteleri ile<br />
Uluslararası İmam Hatip Liselerinde okuyan öğrencilerin<br />
yarıyıl tatillerini değerlendirmek için<br />
kamp programı düzenlediklerini söyledi.<br />
Programa dahil olan öğrencilerin yaz tatilini<br />
ülkelerinde, yarıyıl tatilini ise Türkiye’de geçirdiklerini<br />
ifade eden Tutkun, “Bu tatil dönemi,<br />
öğrencilerin dinlenmeleri, aynı zamanda ülkemizin<br />
kültürel ve manevi zenginliklerini görmeleri<br />
için önemli bir zaman dilimi” dedi.
“Osmanlı tarihi ve tarih bilinci”<br />
İlahiyat Fakültelerinde okuyan 86’sı kız, 75’i erkek<br />
öğrenci olmak üzere toplamda 161 uluslararası<br />
öğrenciye yönelik kampların Safranbolu,<br />
Fethiye, İstanbul, Bursa ve Konya’da gerçekleştirildiğini<br />
vurgulayan Tutkun, kampların TDV il<br />
ve ilçe şubelerinin katkı ve destekleriyle yapıldığını<br />
belirtti.<br />
Tutkun, “Bu kamplarda öğrencilerimizin mesleki<br />
alanlarında geliştirilmesi ve kamp için seçilen<br />
temaların işlenmesi hedeflendi. Bu seneki<br />
kamplarımızda Osmanlı Devleti ve tarih bilinci<br />
teması işlendi. Konu ile ilgili kitap tahlilleri yapıldı,<br />
tarihi yerler rehberler eşliğinde gezildi ve<br />
konunun uzmanları tarafından seminerler verildi”<br />
diye konuştu.<br />
Uluslararası İmam Hatip Lisesi öğrencilerine<br />
yönelik kampların ise Gençlik ve Spor Bakanlığının<br />
sağladığı kamplarda, okçuluktan, paint-ball<br />
ve sportif faaliyetlere kadar birçok etkinliği<br />
kapsadığını vurgulayan Tutkun, kamp<br />
döneminde öğrencilerin kariyer planlama ve<br />
mezuniyet sonrası bir üst düzeyde eğitim ve<br />
burs imkânları gibi konularda da bilgilendirildiğini<br />
kaydetti.<br />
Tutkun, “283’ü erkek, 128 kız öğrencimiz olmak<br />
üzere toplamda 411 öğrencimiz, yarıyıl kampında<br />
sportif faaliyetlerin yanı sıra kitap kritiği<br />
ve yöresel etkinlikler ile dağ yürüyüşlerine yer<br />
verdik. Alanında uzman kişilerce de farklı alanlarda<br />
seminerler de kampımızda yer aldı’’ dedi.<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
MAKALE<br />
EĞİTİMİN ÖZÜNE DAİR<br />
Mürşid Ekmel AYBEK<br />
Uzman Psikolojik Danışman<br />
“Eğitim sistemimiz, çocuğa sevgi, şefkat, ilgi, merhamet üzerine<br />
inşa edilmedikçe, bizim davranışlarımız buna göre şekillenmedikçe<br />
ne bugünkü problemlere kökten çözüm bulabiliriz, ne de yeni bir<br />
medeniyetten bahsedebiliriz.”<br />
114<br />
Toplumun her kademesinden insanımızın muzdarip<br />
olduğu konulardan, giderek büyüyen ve<br />
maalesef geçici tedbirlerle çözüm bulmaya<br />
çalıştığımız bir problemdir “eğitim”. Bu nedenledir<br />
ki birçok sohbet ortamının ana gündem<br />
maddesini oluşturmaktadır. Ya eğitim sisteminin<br />
bozukluğundan veya sistemin muhatabı<br />
olan çocukların isteksizliğinden, gençlerin yetersizliğinden,<br />
sorumsuzluklarından bahsedilir.<br />
Devamında da konu ya Finlandiya ya da Japonya’dan,<br />
Avrupa’dan örneklere gelir. Oradaki sistemler…<br />
Onların uygulamaları… Başarıları...<br />
Dünyaya yön vermiş kültürel, sanatsal, sosyal<br />
ve tarihsel açıdan büyük bir derinliğe, felsefeye<br />
sahip bir medeniyetin çocukları olarak kendimizi<br />
çok yetersiz görmemiz, bu konuda çareyi<br />
sadece dışarıda aramamız, kendi öz dinamiklerimizi<br />
ve kültürel birikimimizi görmezden gelip<br />
sadece başkalarını taklit ederek çözüm bulmaya<br />
çalışmamız ne kadar sağlıklı sonuçlar verecektir?<br />
Bu bakış açısının etkisiyle, ülkemiz maalesef<br />
batı kaynaklı eğitim sektörünün de pazarlama<br />
alanı olmuş durumdadır. Montessori, Çoklu<br />
Zekâ Kuramı, Zihinsel Aritmetik, Değerler<br />
Eğitimi, vb. gibi kendi kültürel sosyal yapımız<br />
açısından bir derinliği ve zemini olmayan uygulamalar<br />
belli dönemlerde bir furya şeklinde<br />
sistemi sarmakta, kullanıldıkça eskimekte,<br />
belirli aralıklarla yerlerini başkaları almakta ve<br />
almaya devam etmektedir. Plansız ve toplumsal<br />
açıdan sağlam bir zemini bulunmayan bu<br />
uygulamalar, daima gerilerden yol almamıza<br />
neden olmakta, zaman kaybettirmekte ve özden,<br />
asıl noktadan hareket etmemizi de engellemektedir.
Kendini eğitime adadığını söyleyen bir eğitimciye,<br />
bu konularda ciddi AR-GE çalışmaları<br />
yapılması gerektiğini söylediğimde; “Bizim<br />
bunlara ayıracak vaktimiz yok, bu gelir kaybı<br />
demektir” cevabı çok şaşırtmıştı beni. Nesil ve<br />
gelecek kaybı para kaybına tercih ediliyor maalesef.<br />
Temelden bir çalışma yapılmadığı müddetçe,<br />
zaman ve para kaybı, hatta nesil kaybı<br />
artmaya devam edecektir. Yenilik yapma heyecanıyla,<br />
iyi niyetle başlanmış birçok proje de bu<br />
yüzden zaman içinde tıkanmakta, ölçülemeyecek<br />
maddi manevi hasarlara neden olmaktadır.<br />
Çünkü bu uygulamaların kökeninde; bize ait<br />
olmayan bir insan tanımlaması üzerine inşa<br />
edilmiş bir eğitim anlayışı yatmaktadır. Temel<br />
vurgum; sistemimizin bütüncül bir yapıda olmaması<br />
ve ortaya çıkan sorunlara geçici uygulamalarla<br />
çözüm bulunmaya çalışılmasınadır.<br />
Sorunun bir de savunmasız ve etkisiz muhatapları<br />
var ki…<br />
Onlar ne oyun kurucular, ne teknik direktörler,<br />
ne de söz sahipleri…<br />
Ama oyundan en çok etkilenenler, hatta üzerine<br />
oyun kurulanlar…<br />
Yani ÇOCUKLARIMIZ…<br />
Ne hesap sorabiliyor, ne de hak arayabiliyorlar…<br />
Ama biz yetişkinlerin –iyi niyetle de olsa- yaptığı<br />
bir yanlışla hayatları kararabiliyor…<br />
Öyle veya böyle çocukluk döneminde verilen<br />
hasarlar, çocuk büyüdükçe beraberinde büyümekte,<br />
bu hasarlar en belirgin haliyle ergenlik<br />
döneminde karşımıza çıkmaktadır. Gün geçmiyor<br />
ki çocuklar ve gençlerle ilgili bir suç haberi<br />
almayalım. Bununla birlikte alkol, sigara kulla-<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
nımı, madde bağımlılığı, bahis oyunları oynama<br />
yaşları da giderek düşmeye başladı. Yedinci<br />
sınıf öğrencisi bir danışanımın, sınıf arkadaşlarının<br />
neredeyse tamamının bahis oynadığını<br />
söylemesi oldukça ürkütmüştü beni.<br />
Kısa kısa…<br />
Kısa anlatımlarla uygulamalardaki bazı açmazlara<br />
değinmek istiyorum;<br />
Cıvıl cıvıl, hayat dolu bir çocuk nasıl olur da suç<br />
makinesi, bir maddenin bağımlısı, esiri haline<br />
gelir, şefkat ve merhametini nasıl yitirir diye<br />
sorgulamaktan alamıyor insan kendini…<br />
Çocuğun oyununa, bağırmasına, koşmasına,<br />
konuşmasına, sormasına ne kadar müsamaha<br />
gösterdik?<br />
Örneğin, oyun çağındaki bir çocuğa, sınıfa<br />
oyuncak getirmeyi yasaklamak çocuğa zulümdür.<br />
Hâlbuki öğretmen sınıf ortamını oyunlaştırarak,<br />
o oyuncağı da derse katarak bir öğrenme<br />
ortamı oluşturabilir. Çocuk hem oyuncağıyla<br />
oynamış olacak hem öğrenecek hem de arkadaşlarının<br />
da olduğu o neşeli ortama koşarak<br />
gidecektir.<br />
Ayrıca, ilkokulda çocuğun, çok kısa, hatırlatıcı<br />
ödevlerle muhatap olması gerekiyor. Öğretmenlerimiz<br />
bugün sadece ilkokulda ödev yükünü<br />
çocukların üzerinden alsalar çocuklarımız<br />
biraz olsun nefes alır, kendini bulur, okulu, okumayı<br />
da sevmeye başlar.<br />
116<br />
Problemleri gençlikte görerek projeler üretip<br />
duruyoruz. Hâlbuki meselenin kuluçka dönemi<br />
var. Problem; çocuklukta, anaokulunda, ilkokulda<br />
başlamakta, katlanarak büyümekte ve<br />
ergenlik döneminde daha somut olarak kendini<br />
göstermektedir…<br />
Anaokulu ve ilkokulda aşırı yüklenme, korku,<br />
disipline etmeye çalışma, koşullandırma, çocukluğuna<br />
saygı gösterilmemesi; takip eden<br />
yıllarda asi bir gençlik çıkarmaktadır karşımıza.<br />
Gençlikte saygı yok diyoruz mesela. Biz çocukluklarına<br />
ne kadar saygı duyduk bu gençlerin?<br />
Sayfalarca, saatlerce verilen ödevler, sadece ve<br />
sadece o küçücük çocuğun eğitimden, okuldan,<br />
dersten soğumasına, adeta boğulmasına<br />
neden olmaktadır. Çocukluk dönemi duygusal<br />
bir dönemdir, Çocuk karşılaştığı şeyle duygusal<br />
bir bağ kurar. Ödev yüzünden ağlıyorsa, oyuncağından,<br />
oyunundan mahrum kalıyorsa, sınıfta<br />
aşırı disiplin ve otoriter bir tutum da varsa,<br />
çocuğun okulla kurduğu duygusal bağ; kaygı,<br />
korku ve endişeyle sembolleşir ve zamanla bu<br />
durum öğrenmekten, okuldan, kitaptan uzaklaşmasına<br />
neden olur.<br />
Hâlbuki hâkim olması gereken anlayış, güven<br />
ve huzur ortamı sağlayarak, çocuğun “açılması”<br />
olmalıdır. Çocuğun merakını teşvik eden,<br />
araştıran, keşfeden uygulamalar ve ortamlar<br />
sunulmalıdır. Bunun en temel aracı da çocukluk<br />
döneminde; oyundur. Öğretmenin bilgiyi<br />
oyunlaştırması gerekmektedir. Milli Eğitim
kitapları çokça oyun ve etkinlikle dolu ama<br />
gördüğümüz kadarıyla bunlar sınıfta uygulanmamaktadır.<br />
“Yazdıysanız tahtayı siliyorum”,<br />
“Susun, beni dinleyin” uygulamaları çocuklara<br />
hitap etmemektedir.<br />
Bir danışanım paylaşmıştı; 1. Sınıftaki çocuğuna<br />
öğretmen test vermiş. Testte şöyle bir soru<br />
var: “Doğalgaz kaçağı olduğunda aşağıdakilerden<br />
hangisini yapmalıyız?” Altında da dört şık.<br />
Çocuk, şıkları beğenmemiş olacak ki, beşinci<br />
bir şık eklemiş; “Burnumuzu kapatıp nefes almadan,<br />
dışarı kaçarız” diye. Ertesi gün heyecanla<br />
öğretmene bunu gösterdiğinde öğretmen;<br />
“Olmamış” diyor ve ısrar ediyor, “Bu dört şıktan<br />
birini seçeceksin”. Çocuk, akşam eve gelmiş, dakikalarca<br />
ağlamış, “Ama anne, burnumuzu kapatırız,<br />
dışarı kaçarız, ölmeyiz. Bu doğru değil<br />
mi?”. Sadece bu tavrın çocuktaki hasarını anlatmaya<br />
kalksam sayfalar yetmez.<br />
Değerlendirilmesi gereken bir diğer husus ise,<br />
proje performans ödevleri. Bunların çıkış noktası<br />
doğruydu. Ama bu ödevler, uygulamanın<br />
felsefesine uygun verilmediği için anne babalar<br />
tarafından yapılmaya başlanmış, dolayısıyla da<br />
uygulamalar tedavülden kaldırılmak zorunda<br />
kalınmıştır. Bunun yerine öğretmenlere, anne<br />
babalara projenin, performansın temel mantığının<br />
anlatılması ve kaldırılmaması gerekirdi.<br />
Bugün bazı öğretmenlerimiz “Sistem böyle” diyerek,<br />
sekiz yıl sonra sınav olacak çocuğa, daha<br />
birinci sınıftan itibaren testler vermektedir. Hâlbuki<br />
test, çocuğa sadece seçmeyi öğretir, beyni<br />
tembelleştirir. Çocuğun özgünlüğünü, üretkenliğini<br />
köreltir, yok eder. Bu nedenle, ek kaynaklara<br />
başvurmadan -ki yasak- Milli Eğitim’in<br />
ders ve çalışma kitaplarını kullanmak yeterlidir.<br />
Diğer bir husus; mevcut sınav yönetmeliğinde<br />
de olduğu gibi, üçüncü sınıfa kadar çocuğun sınavla<br />
muhatap olmaması gerekir. Çünkü kaygı<br />
ve korku durumunda beyin normal işlevini kaybeder<br />
ve kendini kapatır. Bu nedenle öğretmen<br />
çocuğu, korkutmadan ve kaygılandırmadan,<br />
çocuğa yansıtmadan değerlendirme yapmalıdır.<br />
Çocuk ilkokulda çok başarılı olursa ilerde de<br />
böyle olacak diye yaygın bir kanaat var. Bu,<br />
günümüz çocukları için geçerli değildir. Bize<br />
gelen birçok aile, çocuklarının ortaokul veya<br />
lisede okula gitmek istemediklerini, notlarının<br />
giderek kötüye gittiğini, kitap okumak istemediklerini<br />
belirtmekte. Böyle durumlarda, bu<br />
gençlerle ilgili ilk öğrenmek istediğim konular;<br />
“İlkokulda çok mu başarılıydı?” “Okumaya 3-4<br />
ayda mı, geçti?” veya “Kitap okuma konusunda<br />
çok mu ısrarcı olundu ve takip edildi?” olur.<br />
Maalesef aldığım cevaplar hep “Evet” dir. Bir<br />
maraton düşünün. Maratonun ilk metrelerinde<br />
çocuk nefes nefese bırakılıyor. Sonrasını siz düşünün.<br />
117<br />
Bu uygulamalar, aile cephesini de sıkıntılı ve karanlık<br />
bir noktaya taşımaktadır. Çocuğu sürekli<br />
anne babaya şikâyet eden; sürekli çocuğun ek-<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
118<br />
siklerini, yanlışlarını anlatıp duran bir öğretmen<br />
yaklaşımı; anne babayı tahrik etmekte, anne<br />
babanın çocukla çatışmaya girmesine neden<br />
olmaktadır. Ondan sonra da alın size normal<br />
gördüğümüz!? kuşak çatışması…<br />
Okul, ders, ödev yüzünden çocuğuyla sürekli<br />
gerginlikler yaşayan, çatışma yaşayan anne- babanın<br />
sevgisi, şefkati ve merhameti çocuğa ulaşamaz<br />
hale gelmektedir. Okulda “beklenen” başarıyı<br />
tadamayan, dolayısıyla hep küçük düşen/<br />
düşürülen, evde de ailesi tarafından isteksizlik<br />
ve tembellikle suçlanarak itilen bir çocuk acımasızlığı<br />
öğrenmeye, masumiyetini yitirmeye,<br />
hırçınlaşmaya, kavgacı olmaya başlamaktadır.<br />
Kendisini avutmak için de, kolay yoldan para<br />
kazanma hırsına kapılmakta, mutluluğu da çeşitli<br />
maddelerde aramaya yönelmektedir. Böylece<br />
ailesiyle arasına giren mesafe sonucunda<br />
çocuğu, sokaklar kucaklamaya başlamaktadır.<br />
Böyle bir durumda, sürecin örselediği, fıtratı<br />
adeta bozulmuş bir çocuk, “Değerlerle”, “Eğitimle”,<br />
“Etkinliklerle” ne kadar düzeltilebilir?<br />
Batı referanslı ve demode olmuş ölçeklere göre<br />
bizim hareketli çocukların çoğu Hiperaktif olarak<br />
tanımlanmaktadır. Çocuklarımızın, gençlerimizin<br />
çoğunun hareketli bir yapıya sahip<br />
olduğu doğrudur. Ama Hiperaktif miyiz? Hayır.<br />
Çevik, hareketli, koşan, atak, yıllarca göçebe<br />
olarak yaşamış, yerinde duramayan, dinamik<br />
bir toplumuz sadece. Bununla birlikte Hiperaktif<br />
tanısı almış birçok çocuğumuz ise Deha düzeyindedir…<br />
Anadolu topraklarının ruhu, geçmişi, doğası,<br />
sosyolojik ve coğrafi yapısı oldukça etkili üzerimizde.<br />
Hal böyleyken bu eskimiş ve bize uymayan<br />
ölçeklere bakarak, ruhen tüketiyoruz<br />
çocuklarımızı.
Aynı zamanda bu toprakların insanı çok pratik<br />
bir zekâya sahiptir. Zeki ve dinamik bir çocuğu<br />
bir yerde kırk dakika boyunca oturtamayız. Bu<br />
durumda öğrenme ortamı çocuk için işkenceye<br />
dönüşmektedir.<br />
Eğitim sistemimiz bu özgün yapımız dikkate<br />
alınarak şekillendirilmeli ve müfredatımız, ölçekler<br />
buna göre oluşturulmalıdır.<br />
Çocuğun Dindarı Olur mu?<br />
Şu anda eğitime yönelik pratikteki hâkim anlayış;<br />
eğitim; kuralla, disiplinle, ödül veya cezayla<br />
olur şeklindedir. Pedagojik bir araç olarak bunlar<br />
kullanılmaktadır. Bu anlayış çocuğu “boş”,<br />
hatta “ilkel” kabul eder. O yüzden çocuğu şekillendirmeye,<br />
onu doldurmaya, değiştirmeye<br />
çalışır…<br />
Hâlbuki İslam dininde çocuk, ergenlik dönemine<br />
kadar mesul değildir. Çocuktan beklediğimiz<br />
sorumlulukların, zorunlulukların ne kadarı<br />
İslam’ın bakış açısına uygundur? İslam dininde<br />
çocuğun sorumluluk alması, mesul tutulması,<br />
ergenlik döneminde akıl baliğ olmasıyla başlar.<br />
Diğer bir deyişle, beynin ön kısmını oluşturan<br />
Frontal Lobun olgunlaşmasıyla, yani sebep sonuç<br />
ilişkisini, kar, zarar sonuçlarını hesaplamayabilmesiyle<br />
başlar. Bu nedenle henüz akıl baliğ<br />
olmamış bir çocuğu yaptıklarından veya yapamadıklarından<br />
mesul tutmak İslami değildir.<br />
Peygamberimiz, bir Hadis-i Şerifinde çocuklar<br />
için üç şey yapılmasını tavsiye ediyor; “Çocuklarınıza<br />
Kur’an kıraatini, Ehl-i Beyt sevgisini ve<br />
Peygamber sevgisini verin” İkisi sevgiden ibaret.<br />
Diğeri ise sadece kıraat. Dini, kuralları, her<br />
şeyi ezberletin denmiyor. Dinin mesul tutmadığı<br />
bu yaşlarda mesul tutun, disipline edin,<br />
sorumluluklar yükleyin, ceza verin, ödüllerle<br />
baskı kurun denmiyor.<br />
Yine bir Hadis-i Şerifte, “Çocuklara bırakacağımız<br />
en güzel mirasın güzel ahlak” olduğu<br />
buyrulmaktadır. Çocuğa verilecek olan; bizim<br />
ahlakımız. Onun yapısını şekillendirmekten,<br />
ona ahlak yüklemeye çalışmamızdan bahsedilmiyor.<br />
Bizim doğru olmamıza vurgu yapılıyor.<br />
Peygamberimizden çocuklara dair birçok örnek<br />
var. Kuşu ölen çocuğun taziye ziyaretine<br />
gidiyor mesela. Kuşun cenaze namazını kılıyor.<br />
Hangimiz bu kadar hassas davranıyoruz çocuğa?<br />
Bir tarafta bu kadar hassas davranan Önderimiz,<br />
Peygamberimiz var, diğer tarafta test<br />
çözmedi, ders çalışmadı, kurallara uymadı diye,<br />
eleştiri ve suçlamalarla o narin ruhları hırpalayan<br />
biz yetişkinler var. İşte biz çocuklarımızı bu<br />
noktada kaybediyoruz. Eğitim sistemimiz, çocuğa;<br />
sevgi, şefkat, ilgi, merhamet üzerine inşa<br />
edilmedikçe, bizim davranışlarımız buna göre<br />
şekillenmedikçe ne bugünkü problemlere kökten<br />
çözüm bulabiliriz, ne de yeni bir medeniyetten<br />
bahsedebiliriz.<br />
İslam eğitimi, aslında eğitim demeyelim, gelişimi<br />
ifadesi daha uygun olur. İslam’da yaratılmışı<br />
eğmek bükmek yok çünkü. Çocuk gelişiminde<br />
en önemli faktör sevgidir. Ödül, ceza, disiplin<br />
çocuğu geliştirmez, aksine bozar...<br />
Terbiye edici, öğretici yalnız Allah’tır, biz değil…<br />
Biz farkında olmadan birçok şeyi gelenek olarak<br />
yapıyoruz. Ergenlik dönemine kadar Allah<br />
çocuğu mesul tutmuyor. Çocuk özgür. Peki, biz<br />
neden çocuğa yükleniyoruz? Ona neden kaldıramayacağı<br />
yükler yüklüyoruz?<br />
Allah’ın, peygamberin cennetlik dediği o masumların<br />
neden cehennemi oluyoruz? Mahşerde<br />
bizden bunun hesabını sormayacak mı bu<br />
çocuklar?<br />
119<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
SOSYAL FAALİYET<br />
Engelli Öğrencilere<br />
Umre Hediyesi<br />
Diyanet İşleri Başkanlığı, başarılı 100 engelli öğrenciyi,<br />
Türkiye Diyanet Vakfı işbirliğiyle umreye götürdü.<br />
120<br />
Diyanet İşleri Başkanı ve TDV Mütevelli Heyeti<br />
Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, engelli öğrencilerin<br />
kendisinden onları umreye götürmesini<br />
istediklerini hatırlatarak, engelli öğrencilere<br />
verdikleri umre sözünü yerine getirmenin<br />
sevincini yaşadıklarını söyledi.<br />
Öğrencilerin bu isteğini gerçekleştirebildikleri<br />
için duyduğu memnuniyeti dile getiren<br />
Görmez, "Size bir söz verdim, Allah da beni size<br />
mahcup etmedi hamdolsun" dedi.<br />
“Amaç Kabe’ye değil, Kabe’nin<br />
sahibine varmaktır”<br />
Her hac ibadetinin 7 yolculuktan ibaret olduğunu<br />
söyleyen Görmez, asıl amacın Kabe'ye değil,<br />
Kabe'nin sahibine varmak olduğunu vurguladı.<br />
Prof. Dr. Görmez, "Bu ödülü Allah size verdi, kitabını<br />
öğrendiğiniz için. Kitabını öğrendiğiniz<br />
için Allah sizi davet etti, biz sadece vesile olduk.<br />
Bunun için de kendimizi bahtiyar addediyoruz"<br />
şeklinde konuştu.<br />
Öğrencilerin nadide ziyaretleri<br />
100 engelli öğrenci, Medine'de Hazreti Muhammed'in<br />
kabrini ziyaret etti. Mescid-i Nebevi'de<br />
3 gün vakit namazlarını eda eden öğrenciler,<br />
Uhud Dağı, Kuba Mescidi, Mescid-i Kıbleteyn,<br />
Mescid-i Nebevi çevresindeki mescitlere de<br />
ziyarette bulundu. Daha sonra umre yapmak<br />
üzere ihramlarını giyen öğrenciler, Mekke'de<br />
Kabe'ye giderek, hep beraber dualarla tavaf<br />
ve sa'y yaptıktan sonra tıraş olup umrelerini<br />
tamamladı. Mekke'de 8 gün kalan öğrenciler,<br />
Arafat Dağı, Müzdelife, Mina, Sevr Dağı, Cebeli<br />
Nur (Hira Mağarası), Cin Mescidi, Cennetü'l Mualla,<br />
Hazreti Peygamber'in doğduğu evin bulunduğu<br />
önemli yerleri de ziyaret ederek, dua<br />
etti.<br />
"Keşke hep burada kalabilsem diye<br />
düşündüm"<br />
Umre programına Kayseri'den katılan öğrenci<br />
Fatma Odabaşı, yaptığı değerlendirmede,<br />
"Ankara'da Mehmet Görmez Hocamız bizi kabul<br />
ettiğinde çok heyecanlandım. Mübarek<br />
topraklara gideceğimiz için çok sevinçliydim.<br />
Kutsal toprakları gördüm ve çok mutlu oldum.<br />
Önce Medine'ye ulaştık. Peygamberimizin huzuruna<br />
varmak, orada namaz kılmak beni çok<br />
heyecanlandırdı ve gözlerimden yaşlar aktı.<br />
Çok güzel ve unutamayacağım anlar yaşadım.<br />
Hele Kabe'yi ilk gördüğüm an, bambaşkaydı ve<br />
çok güzeldi. Çok dua ettim" dedi.<br />
Konya'da eğitim gören İsa Uğuz, ailesi ve bütün<br />
insanlar için dua ettiğini belirterek, "Ayrılırken<br />
çok üzüldüm ve ağladım. Rabbime nasip ettiği<br />
için çok şükürler ettim. Keşke hep burada ka-
labilsem hiç ayrılmasam diye düşündüm. Veda<br />
ederken çok üzüldüm" sözlerine yer verdi.<br />
Programa Ordu'dan katılan öğrenci Zekiye Alay<br />
Eserli de, umreye gideceğini öğrenmeden önce<br />
rüyasında Kabe'nin kapısını gördüğünü aktararak,<br />
umreye gideceğini öğrendiğinde çok sevindiğini<br />
belirtti.<br />
Anlatılamayacak kadar güzel duygular yaşadığını<br />
dile getiren Eserli, "Sol yanım ağrıdı. Aklım<br />
oralarda kaldı. Rabbim tekrar nasip eder inşallah"<br />
ifadesini kullandı.<br />
Unutamayacağı güzellikler yaşadığı için Allah'a<br />
şükreden Mardinli Elif Çaybugün, "(Evim, ailem,<br />
annem, babam, herkes için sağlık, huzur ver ya<br />
Rabbi) diye çok dua ettim. Her şeyin hayırlısını<br />
Rabbim'den istedim. Bizlere bu güzellikleri<br />
yaşattığı için Mehmet Görmez Hocamıza çok<br />
teşekkür ediyorum" değerlendirmesinde bulundu.<br />
16 öğretmen rehberlik yaptı<br />
Sosyal ve Kültürel İçerikli Din Hizmetleri Daire<br />
Başkanı Abdurrahman Han, il ve ilçe müftülükleri<br />
ile şehirlerindeki ilgili kurum ve sivil toplum<br />
kuruluşlarıyla koordineli çalışarak, ülke genelinden<br />
100 başarılı engelli öğrenciyi tespit ettiklerini<br />
söyledi. Öğrencilerin 3 gün Medine'de,<br />
8 gün de Mekke'de olmak üzere 11 gün kutsal<br />
topraklarda ibadetlerini gerçekleştirdiklerini<br />
belirten Han, Diyanet İşleri Başkanlığı, il ve ilçelerdeki<br />
müftülükler ve Milli Eğitim Bakanlığından<br />
16 öğretmenin de umre ziyaretinde<br />
öğrencilere rehberlik yaptığını, ayrıca bazı öğrencilerin<br />
ailelerinin de bu ziyarete katıldığını<br />
kaydetti.<br />
121<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
MAKALE<br />
ÖZÜMÜZDEKİ CEVHERİ KORUYABİLMEK<br />
Av. Arzu AKALIN<br />
Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı<br />
TÜRGEV Yönetim Kurulu Başkanı<br />
“Gerek Cenab-ı Hakk’ın bize bahşettiği fıtrat gerekse atalarımızdan<br />
miras aldığımız gelenek bizi iyiliğe yakın kılacak bir değerler<br />
sistemine sahip. Birer mümin olarak bunu muhafaza etmeyi<br />
başarır ve bizden sonraki nesillere aktarabilirsek dünyada iyiliğin<br />
yayılmasına ciddi anlamda katkımız olacaktır.”<br />
122<br />
Tabiri caizse kötünün cilalandığı, kötülüğün<br />
özendirici şekilde teşhir edildiği bir dönemde<br />
yaşıyoruz. Böylesi bir dönemde, iyi ve kötü ayırdına<br />
varabilmek, özellikle genç kuşak için zaman<br />
zaman çetrefilli bir hal alıyor. Bu noktada ailelere<br />
ve kadınlara önemli bir rol düştüğünü söyleyebilirim.<br />
Modern toplumun en önemli silahlarından biri,<br />
bazı kavramları yeniden tanımlamak, anlamlarını<br />
değiştirmek ya da içini boşaltmaktır. Bu tarz<br />
oynamalar geçtiğimiz yüzyıldan bu yana kadın<br />
ve aile kavramları üzerinde de sistemli bir şekilde<br />
yapılıyor ve maalesef çoğumuz bunun farkında<br />
bile değiliz. Bu noktada günümüz Müslüman<br />
kadınlarının, toplum içerisinde hangi statüde<br />
olursa olsun kendisine biçilen rolü bir kez daha<br />
düşünmesi ve Kuran-ı Kerim ile sünnet-i seniyyeyi<br />
merkez alarak toplumda ne gibi bir misyonu<br />
olduğunu sorgulaması lazım. Bu aşamayı geçen<br />
mümine, kutsal kitabımızda defalarca tekrarlanan<br />
“emr-i maruf nehy-i münker” yani iyiliği emretmek<br />
ve kötülükten men etmek düşüncesi yol<br />
gösterecek ve her davranışında toplumda iyiliğin<br />
yaygınlaşmasına vesile olacaktır. Tabi burada<br />
“iyilik ve kötülük” dediğimiz şeyi de doğru tanımlamak<br />
gerekir.<br />
İyilik ve kötülük kavramları, yeryüzünde var olan<br />
hemen hemen tüm inanç ve ahlak sistemlerinin<br />
merkezinde yer almaktadır. İsrail Ordusu’nun,<br />
Gazze’de Filistinlilerin evlerinin yıkılmasına karşı<br />
çıkmak için canını feda eden Amerikalı aktivist<br />
Rachel Corrie buna verilebilecek en güzel örneklerden<br />
biridir. Ancak ortak ilkelere rağmen<br />
her inanç sistemi kendi “doğru ve yanlışlarını”<br />
oluşturur. Mesela Hristiyanlıktaki ilk günah düşüncesinin<br />
tersine İslam dini, insanın günahsız
doğduğunu yani masum bir fıtrat üzerine yaratıldığını<br />
söylüyor. Bu durum insanın aklına bir<br />
soru getiriyor: İnsan masum yaratılmışsa neden<br />
sonradan kötüye meyleder? Bence burada, bizi<br />
iyilikten alıkoyan şeyler üzerinden durmak yerine<br />
bize doğuştan bahşedilen temiz mizacı koruyabilme<br />
üzerinde durmak gerekir. Bunu, iyiliği<br />
yaygınlaştırma çabasında atılacak ilk adım olarak<br />
düşünebiliriz.<br />
Mizacı koruma noktasında kadınlara ciddi bir sorumluluk<br />
düşüyor şüphesiz çünkü çocukların neredeyse<br />
tamamı, ilk değerler eğitimini annesi ya<br />
da ona bakma görevini üstlenmiş bir kadından<br />
ediniyor. Hatta okul öncesi eğitim sektörünün<br />
neredeyse tamamının kadınların elinde oluşu da<br />
bu bağlantının tesadüfü olmadığının göstergesi.<br />
Rabbimiz’in “rahmet” sıfatı, kendisine bahşedilen<br />
anne olabilme yetisiyle birlikte en çok kadınlarda<br />
tezahür ediyor. O sebepten anne olsun ya<br />
da olmasın kadınların çoğu merhamet zırhıyla<br />
donatılmış bir mizaca sahip. Bu sayede kadınlar,<br />
iyiliği çocuklara ve dolayısıyla topluma nakşedilmesinde<br />
kritik bir konumda yer alıyorlar.<br />
Özellikle çocukluk döneminde çocuğu kötülüklerden<br />
uzak tutabilmek; daha doğrusu, kötüyü<br />
çocuğa tanıtmamak çok önemli. Eskiler “kötüyü<br />
ortaya koymayın, alıcısı bulunur” derler. Bu<br />
sebepten, çocuk eğitiminde yalan gibi, kötülük<br />
gibi kelimeler bile fazla zikredilmez, zikredilmemelidir.<br />
İyi ve kötünün ayırt edilmesi konusu da<br />
ancak çocukluktan itibaren sağlam bir değerler<br />
sistemi geliştirilerek sağlanabilir. Hoşgörü, sevgi,<br />
adalet, saygı, yardımseverlik, sabır, empati,<br />
kanaatkarlık, çalışkanlık gibi pek çok kavram bu<br />
değerler sisteminin bir parçası ve bir toplumda<br />
iyiliğin yaygınlaşmasının olmazsa olmazları arasında<br />
yer alıyorlar.<br />
Sayın Vehbi Vakkasoğlu’nun çok güzel bir sözü<br />
var; “İyilerin tembelliği, kötülerin faaliyetidir”<br />
diye. Demek ki böylesine ciddi kötülük propagandaları<br />
yapılan bir dönemde iyiliğin özenilesi<br />
bir tutum olduğu ve olumlu sonuçlarını anlata-<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
MAKALE<br />
124<br />
bilmek de çok önemli. Bu noktada ebeveynlere<br />
ciddi bir sorumluluk düşüyor. Anne ve babalar<br />
doğru davranışlarıyla çocuğa örnek olarak ve<br />
evlatlarına sevgiyle yaklaşarak böyle bir değerler<br />
sisteminin oluşmasına katkı sağlayabilirler ki,<br />
geleneksel eğitimde bu yöntem daima önemli<br />
bir yer tutmuştur. Unutmamalıdır ki, birlikte<br />
oyun oynayarak bile çocuğun dünyasında iyiliğe<br />
büyük bir yer açmak mümkün. Böyle yetiştirilen<br />
çocukların, gün gelip birer yetişkin olduğunda<br />
toplum için büyük bir kazanıma dönüşeceklerine<br />
şüphe yok.<br />
Elbette ki kadın dediğimiz şey annelikten ibaret<br />
bir varlık değil. Günümüzde ve tarih boyunca<br />
her toplumda, birbirinden çok farklı pozisyonlarda<br />
görüyoruz kadınları. Bir avukat, bir doktor,<br />
bir STK temsilcisi, bir lider ya da bir garson, bir<br />
temizlikçi, bir çiçekçi… Yapılan iş ne olursa olsun<br />
daha fazla insanla temas etmek, daha fazla insanın<br />
ruhuna dokunmaya olanak tanıyor. Çalışma<br />
hayatına dâhil olan bir kadın mizacına yabancılaşmadığı<br />
sürece ve iyi bir mümin olmanın sorumluluğunu<br />
hissediyorsa elini değdirdiği şeyi<br />
yeşertme potansiyelini de barındırıyor. Artık “kadın<br />
eli değmesi” diye bir tabir kullanılıyor” bunun<br />
için. Bu söz, kadın bakış açısının yapıcı ve pozitif<br />
katkısını da ifade ediyor.<br />
Geçmişe dönüp baktığımızda kendini insanlığa<br />
hizmete adamış çok özel kadın örnekleri karşımıza<br />
çıkıyor. Bizler için en anlamlısı şüphesiz<br />
Hz. Hatice Validemiz. Kendisi mal varlığını Allah<br />
yolunda harcamakla kalmayıp, muhtaç durumdaki<br />
kızlara evinin kapılarını açmış, açları doyurmuş,<br />
hastaların bakımını üstlenmiş, ilmini<br />
onlarla paylaşmış. Kıymetli yazar Sibel Eraslan,<br />
validemizi anlattığı çalışmasında “Hatice annemiz<br />
Müslümanların ilk vakfiyesidir. Sadece malını<br />
değil, hayatını vakfetmiştir. Bugün dünyada ne<br />
kadar bereketli bir hareket varsa bunun altında<br />
Haticevari bir kendini vakfetme anlayışı vardır.”<br />
diye bahsediyor ondan.<br />
Nitekim kendini insanlığa vakfetme geleneğinin<br />
devamını Osmanlı örneğinde görünüyoruz.<br />
“Vakıf Medeniyeti” diye adlandırılan Osmanlı<br />
zamanında, iyilik adeta “kurumsal” bir kimlik kazanıyor.<br />
Gücü yeten kimselerin kendi aralarında<br />
kurmuş olduğu vakıflar, akla hayale gelmeyecek<br />
konularda halka hizmet veriyorlar. Mesela;<br />
tarihimizde göçmen kuşların ihtiyaçlarını karşılamak<br />
ve yaralı olanların bakımını yapmak, cildi<br />
bozulmuş kitapları tamir etmek, hamam ve çamaşırhane<br />
yaptırmak, hastalara ilaç hazırlamak,<br />
tarihi eserlerin bakımını yapmak, Müslim ve gayrı<br />
Müslimlere mezar yaptırmak gibi amaçlarla<br />
kurulmuş pek çok vakıf mevcut. Burada dikkat<br />
çeken husus, vakıfların hizmet kapsamındaki sınırsızlık…<br />
Hayvanlar, bitkiler, yapılar, eşyalar ve<br />
tabi ki dinine ırkına bakılmaksızın insanlar bu<br />
kapsama giriyor.<br />
Tabi burada vakıf geleneğinde önemli rol üstlenen<br />
hanım sultanları da es geçmemek lazım.<br />
Sultanların yaptırdıkları vakıflarda hanımlara has<br />
incelikler hemen göze çarpıyor. Mesela, Hürrem<br />
Sultan’ın yaptırdığı Haseki Sultan Külliyesini ele<br />
alalım. Külliyede hastalara, fakirlere ve öğrencilere<br />
kol kanat gerecek hastane, mektep ve imarethane<br />
bulunmasının yanı sıra bir de kadınlar<br />
hapishanesi var. Hapishanenin külliyeye dâhil<br />
edilmesinden maksat, bir şekilde hata yapıp buraya<br />
yolu düşen kadınları topluma kazandırmaya<br />
yönelik bir kurum olarak düşünülmüş olması.<br />
Nitekim o dönemde hapishaneden tahliye olan<br />
pek çok kadın bu şekilde yeni bir başlangıç yapma<br />
şansı elde etmiş.<br />
Yine bugün hala ayakta kalan Bezm-i Âlem Hastanesi,<br />
Pertevniyal Mektebi, Validebağ Sanataryumu<br />
ve saymakla bitmeyecek kadar cami,
hanım sultanların iyilik yolunda açtığı kapının<br />
bugünlere miras kalan eserleridir.<br />
Atalarımızdan miras aldığımız iyilik kültürünün<br />
söz konusu yapılarda vücut bulduğu gibi davranışlarımıza<br />
da sirayet ettiğine inanıyorum. Türkiye’nin<br />
bugünkü ölçeğiyle gerek devlet gerekse<br />
STK’lar yoluyla dünyanın neresinde birileri mağdur<br />
olsa yardım elini uzatması böyle bir mirasın<br />
sonucudur şüphesiz. Şu an gözümüzün önünde<br />
yaşanan Suriyeli mülteciler krizinde Türkiye’nin<br />
üstlendiği rol ortada. Sığınmacılara yalnızca sınırlarını<br />
açmanın karşılığı olarak kollarındaki saate<br />
el koymayı düşünebilen bir devlet anlayışı,<br />
bizim penceremizden hiçbir şekilde anlaşılması<br />
mümkün olmayan bir tutum.<br />
Aklıma gelen bir diğer örnek, bu geleneği insan<br />
olarak da sürdürebildiğimizi doğrular nitelikte.<br />
Beş yıldır ülkemizde yaşayan bir İspanyol burada<br />
kendini çok güvende hissettiğini, Avrupa’da aynı<br />
güven duygusunu hiç yaşamadığını anlatmıştı<br />
sohbetimiz sırasında. Gerekçe olarak ise, Avrupa’da<br />
insanın başına kötü bir şey geldiğinde kimsenin<br />
yardım etmeyişini, Türkiye’de ise insanlar o<br />
anda kendi başına ne geleceğine aldırmaksızın<br />
tanımadığı bir insanın yardımına bile koşuyor<br />
oluşunu göstermiş, yaşadığı bazı olayları örnek<br />
vermişti. Bugün ülkesinde kendini güvende hissetmeyen<br />
bir Avrupalı, bir gayrimüslim aramızda<br />
kendini böylesi rahat hissediyorsa sebeplerini<br />
içimizde muhafaza ettiğimiz değerler sisteminde<br />
aramak gerektiğini düşünüyorum.<br />
Özetle söyleyecek olursak, gerek Cenab-ı Hakk’ın<br />
bize bahşettiği fıtrat gerekse atalarımızdan miras<br />
aldığımız gelenek bizi iyiliğe yakın kılacak bir değerler<br />
sistemine sahip. Birer mümin olarak bunu<br />
muhafaza etmeyi başarır ve yapıp ettiğimiz işler<br />
vasıtasıyla doğrudan ya da dolaylı yollardan bizden<br />
sonraki nesillere aktarabilirsek dünyada iyiliğin<br />
yayılmasına ciddi anlamda katkımız olacaktır.<br />
125<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ OCAK - MART 2015
KAGEM<br />
TDV KAGEM’in İlk Şubesi<br />
Gaziantep’te Açıldı<br />
Türkiye Diyanet Vakfı Kadın Aile ve Gençlik Merkezinin (KAGEM)<br />
ilk şubesi, Gaziantep’te açıldı.<br />
Açılışı 25 Aralık 2015 Cuma günü Diyanet İşleri<br />
Başkanı ve TDV Mütevelli Heyeti Başkanı Prof.<br />
Dr. Mehmet Görmez tarafından gerçekleştirilen<br />
Gaziantep KAGEM aynı zamanda KAGEM’in<br />
ilk şubesi oldu. Açılış törenine, TDV Mütevelli<br />
Heyeti II. Başkanı Mazhar Bilgin, Gaziantep Valisi<br />
Ali Yerlikaya, Gaziantep Milletvekili Canan<br />
Candemir Çelik, Gaziantep Büyükşehir Belediye<br />
Başkanı Fatma Şahin, Şahinbey Belediye<br />
Başkanı Mehmet Tahmazoğlu, Gaziantep Müftüsü<br />
Ahmet Çelik, kamu kurumu ve sivil toplum<br />
örgütü temsilcileri ile KAGEM gönüllüleri<br />
de katıldı. Gaziantep KAGEM Şube Müdürlüğüne<br />
Kilis Üniversitesi öğretim görevlisi Zehra<br />
Ünal görevlendirildi.<br />
TDV KAGEM Müdürü Hicret Toprak, 1996’da<br />
Ankara’da kurulan merkezin çalışmaları aracılığıyla<br />
ürettiği bilgiyi toplumla paylaşması ve<br />
projelerini daha geniş bir alanda hayata geçir-
mesi için şubeleşmesinin faydalı olacağını düşündüklerini<br />
ifade etti.<br />
Toprak, KAGEM’in ilk şubesinin Gaziantep’te<br />
açıldığını dile getirerek “2016 yılı içinde İstanbul,<br />
İzmir, Adana ve Konya ile birlikte 5 KAGEM<br />
şubesi, aktif olarak çalışmalarına başlayacak”<br />
dedi.<br />
“Hedef, dini bilginin topluma<br />
ulaşması”<br />
KAGEM’in, TDV çatısı altında toplumun her<br />
kesimine ulaşmayı hedeflediğini vurgulayan<br />
Toprak, merkezin her kesimi, başta İslam ilahiyatı<br />
olmak üzere dini bilgi, düşünce, kültür ve<br />
sanatla buluşturmak, toplumsal sorunlar karşısında<br />
bilgi, söylem ve proje üretmek üzere kurulduğunu<br />
aktardı.<br />
Toprak, KAGEM şubelerinin öncelikli hedefinin<br />
dini bilginin topluma ulaşması için bir köprü vazifesi<br />
görmek olduğuna işaret ederek “Burada<br />
eğitim verecek kişiler, başta ilahiyat fakülteleri<br />
olmak üzere akademisyen ve uzman kişilerden<br />
oluşacak. Öncelikli hedefimiz, KAGEM şubelerinin<br />
bu bilgi dolaşımına ev sahipliği yapması”<br />
diye konuştu.<br />
Bilginin ahlak, estetik ve sanatla iç içe<br />
olduğu mekânlar oluşturulacak<br />
Şubelerde kültür ve sanat çalışmalarının yoğun<br />
bir şekilde yürütülmesini, özellikle İslam<br />
sanatlarının ruhuna uygun olarak aktarılmasını<br />
önemsediklerini de dile getiren Toprak, şunları<br />
kaydetti:<br />
“Bu sanatlar, İslam ahlakının da en zarif bir şekilde<br />
insanı yoğurduğu birer okuldur aslında. Dolayısıyla<br />
biz şubelerimizde, ilim, kültür ve sanat<br />
alanlarını geleneğimizde olduğu gibi yeniden<br />
bir araya getirmeye, bilginin ahlakla, estetikle<br />
ve sanatla iç içe olduğu mekânlar oluşturmaya<br />
gayret edeceğiz.”<br />
“KAGEM Şubeleri savaş, göç, şiddet<br />
mağdurlarının yaralarını saracak”<br />
KAGEM çatısı altında aynı zamanda, toplumun<br />
savaş, göç, şiddet gibi sebeplerle çeşitli açılardan<br />
bugün dezavantajlı durumda bulunan kesimlerine<br />
yönelik projelerin de hayata geçirildiğinin<br />
altını çizen Hicret Toprak bu projelerin<br />
geniş bir gönüllü ağının desteğiyle uygulandığını<br />
ifade etti.<br />
Toprak: “Bugün toplumun bütün tabakalarını<br />
çeşitli düzeylerde etkileyen sorunlar karşısında<br />
bizler, bir kadın ve gençlik inisiyatifi olarak<br />
sorumluluk almaya, muhataplarımızı da bu<br />
sorumluluğu paylaşmaya davet ediyoruz” diyerek,<br />
Aralık 2015 tarihinden bu güne kadar pek<br />
akademik faaliyet ve projenin gerçekleştirildiği<br />
Gaziantep KAGEM Şubesinde önümüzdeki<br />
aylarda da çalışmaların hız kesmeden devam<br />
edeceği bilgisini verdi.<br />
127<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
KAGEM<br />
TDV KAGEM’de<br />
“Kalem Söyleşileri”<br />
TDV KAGEM, KALEM Kitap Kahve’de rutin olarak düzenlediği “Kalem<br />
Söyleşileri” dizisinde 2016‘ya çok renkli isimlerle merhaba dedi.<br />
Genç kitapseverleri kültür, sanat ve edebiyat dünyamızın saygın isimleri<br />
ile bir araya getirmeye devam eden KAGEM yeni dönemde Bülent Ata,<br />
Furkan Çalışkan ve Tarık Tufan gibi sevilen isimleri gençlerle buluşturdu.<br />
Kalem Söyleşileri’nde 2016’nın ilk<br />
konuğu Bülent Ata oldu<br />
KAGEM, Ocak ayında ikinci olarak<br />
Furkan Çalışkan’ı ağırladı<br />
128<br />
Şair ve Öykücü kimliğiyle tanıdığımız Ata, yazdığı<br />
pek çok romanın da ötesinde çocuklara<br />
yönelik güzel kitapların da yazarı. Özellikle<br />
de “Sevimli Kelimeler Ülkesi” adlı kitabı belki<br />
de alanında tek sayılabilecek türden... “Çocuk<br />
Edebiyatı’ndaki dini içerikli yazılan kitaplarda<br />
akademik duygularla her şeyi verme adına gereksiz<br />
yüklemelerde bulunup olayları anlatırken<br />
çocuk bakışını bazen es geçiyor olmamız<br />
bugün en büyük eksiğimiz” diyen Ata, “Sevimli<br />
Kelimeler” adlı kitabının bu hassasiyetle ortaya<br />
çıktığını söyledi.<br />
Yazar söyleşisinde, şiire bakış açısını ve kendi<br />
şiirlerindeki hassasiyetleri samimi bir dille dinleyicileri<br />
ile paylaştı.<br />
Şiirde Yerli Bir Dilin Olması Gerek<br />
“Türkiye’de yazılan şiirlerin yüzde doksanı okuyucu<br />
üzerinde etki oluşturmuyor. Bunun en<br />
büyük nedeni, şiirin sadece tek kişiye özel yazılması.<br />
Şiirdeki büyü bu zaten. Yani tekil bir şey<br />
olmaması.” Şiirde yerli önemini vurgulayan şair,<br />
“Bir memleketi anlamanın en temel unsuru o<br />
ülkenin edebiyatını bilmekten geçer. Halk şiirini<br />
tanımadan modern şiir okumaya çalışmak ya<br />
da yazmak havada kalacak bir şeydir. Bu yüzden<br />
şiirin içinde yerli bir dilin olması önemli” dedi.
Ankara’dan Tarık Tufan geçti<br />
bir karakterin kendini ve duygularını arama<br />
yolculuğunu konu alan yazar ile KALEM Kitap<br />
Kahve’de samimi, bir o kadar da keyifli bir söyleşi<br />
gerçekleştirdi.<br />
“Hikâyelerde Gerçek Hayatta Olduğu gibi İnsancıl<br />
Kusurlar ve Küsuratlar Olmalı”<br />
KAGEM, “Kalem Söyleşileri” dizisinde son olarak<br />
bir başka özel yazarı, Tarık Tufan’ı “Şanzelize<br />
Düğün Salonu” adlı kitabı ile ağırladı.<br />
Tarık Tufan’ın Şanzelize Düğün Salonu adlı kitabı,<br />
son dönemde yayınlanan romanlar arasında<br />
özel bir yere sahip. İki hayat arasına sıkışmış<br />
Tarık Tufan, yeni yazar adaylarına da küçük tavsiyelerde<br />
bulundu. “Dönem dönem genç yazar<br />
adaylarından yazılar geliyor. Bana gelen yazılardaki<br />
en büyük eksiklik olay ve karakterlerdeki<br />
kusursuzluk. Hikâyelerde gerçek hayatta olduğu<br />
gibi insancıl kusurlar ve küsuratlar olmalı. O<br />
zaman okuyucular zaten sizin dünyanıza girmek<br />
için bu kitabı açar. İşte sizin anlatacağınız<br />
her şeye inanmaya hazır bir kitledir bu” diyen<br />
yazar, soru- cevap eşliğinde ilerleyen söyleşinin<br />
ardından okurları için kitaplarını imzaladı.<br />
KAGEM, düzenlediği<br />
söyleşilerin yanında çeşitli<br />
dallarda sanat ağırlıklı<br />
eserlerin de sergilenmesine<br />
fırsat vermekte. Bu<br />
anlamda en son olarak<br />
KALEM Kitap Kahve,<br />
karikatürist ve yazar Hasan<br />
Aycın’nın “Çizgilerle Kırk<br />
hadis” adlı sergisine de<br />
ev sahipliği yaparak pek<br />
çok eseri meraklısı ile<br />
buluşturdu.<br />
129<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
KAGEM<br />
Geleneksel Sanatlarımız<br />
KAGEM’de Yeniden Hayat Buluyor<br />
Türkiye Diyanet Vakfı<br />
Kadın Aile ve Gençlik<br />
Merkezi (KAGEM ) yüzyıllar<br />
öncesinden bugüne kadar<br />
yaşatılan klasik sanatların<br />
unutulmaması ve gelecek<br />
nesiller tarafından tanınıp<br />
yaygınlaştırılması amacıyla<br />
çeşitli dallarda sanat kursları<br />
ve seminerler düzenliyor.<br />
KAGEM ve şubeleri bulundukları<br />
şehrin ilim, kültür ve sanat<br />
merkezleri olacak<br />
130<br />
Bulunduğu şehrin ilim, kültür ve sanat<br />
merkezi olmasını hedefleyen<br />
KAGEM, yaptığı akademik ve sosyal çalışmaların<br />
yanında geleneksel sanatlara<br />
da sahip çıkıyor. Tezhip, hat, minyatür,<br />
ebru, çini, ney ve ciltçilik gibi bugün kaybolmaya<br />
yüz tutmuş bu özel sanatların<br />
devamı için haftanın yedi günü hizmet<br />
veriyor.
Usta-çırak ilişkisi<br />
KAGEM’de, usta çırak ilişkisi içinde devam<br />
eden dersler, bu sanatlarda uzmanlaşmış<br />
çok değerli eğitimciler eşliğinde gelecek<br />
nesillere, usulüne uygun şekilde aktarılıyor.<br />
KAGEM’de sahasının uzmanı olan Mücellit<br />
Mehmet Karslı’nın rehberliğinde haftada 2<br />
gün olmak üzere 3 yıldır cilt sanatının incelikleri<br />
öğretiliyor. Orijinaline sadık kalınarak<br />
fermanlar, defterler ve eski kitapların restorasyonu<br />
cilt atölyesindeki öğrencilerin elinde<br />
hayat buluyor. Kursa katılan öğrenciler aldıkları<br />
eğitim sonunda alanlarında iş imkânı<br />
da bulabiliyor. 3 yıldır bu kurslardan yaklaşık<br />
100 kişi faydalandı.<br />
131<br />
KAGEM ayrıca, Arapça, Osmanlıca ve Farsça<br />
gibi düzenlemiş olduğu dil seminerleri ile de<br />
geçmişten geleceğe köprü kurmaya devam<br />
ediyor.<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
KURUMSAL<br />
“Ufuk ve Gönül Birliği İçerisinde<br />
Çalışmalıyız”<br />
Diyanet İşleri Başkanı ve Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyeti<br />
Başkanı Mehmet Görmez, TDV personeli ile bir araya geldi.<br />
Görmez, TDV Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen<br />
2016 Ufuk Buluşması’nda yaptığı konuşmada,<br />
vakfın son 3 yılda kadrosunun yenilendiğini<br />
belirterek, birimler arasında çalışma<br />
ahengi, uyum ve birlikteliğin kendisini mutlu<br />
ettiğini söyledi.<br />
Türkiye Diyanet Vakfı hizmetlerinin 2016’da<br />
da büyük bir heyecanla devam edeceğini belirten<br />
Görmez, Allah’a (cc) olan sorumluluğun<br />
ve yaratılış gayesinin unutulmaması gerektiğini<br />
söyledi.<br />
İnsanlık ailesinin bir ferdi olarak dünyanın<br />
dört bir tarafındaki mazlumlara iyilik götürmeyi<br />
sürdüreceklerini vurgulayan Başkan<br />
Görmez, “Ufuk ve gönül birliği içerisinde dünyadaki<br />
kardeşlerimizin yardımına koşmalıyız.
7 kıtada insanlığa hizmet etmek, dünyanın<br />
her tarafında mazlumlara yardım etmek bizim<br />
nasibimiz. Allah’a hamd etmek lazım. Dünyada<br />
yapılacak çok iş var. Her birimiz, kalbimizi,<br />
aklımızı birleştirerek çok daha hayırlı ve iyi işler<br />
yapmak için çaba göstermemiz gerekiyor.<br />
Zaman israfı olmamalı. Daima büyük bir sevgi<br />
ve muhabbetle çalışmalıyız. Hayat çok kısa,<br />
yapılacak iş çok. Biz kısa hayatımıza çok şey<br />
sığdırmalıyız. Birlikte daha büyük iyiliklere<br />
ulaşabiliriz “ diye konuştu.<br />
Yapılan işlerin sıradanlaştığı zaman tehlikenin<br />
de başladığını vurgulayan Görmez, yeni ülkeler<br />
ve yeni projelerle insanlığın hizmetine koşmaya<br />
devam edeceklerini kaydetti. Yapılan<br />
işlerde birilerini hoşnut etmek değil, Allah’ın<br />
(cc) rızasını kazanmanın birinci öncelik olması<br />
gerektiğini vurgulayan Görmez, “Yaptığımız<br />
iş ne kadar büyük olursa olsun, önemli olan<br />
Allah'ın rızasıdır. Hakk’ımızı memnun edersek<br />
halkımız da memnun olacaktır” dedi.<br />
İslam dünyasının zor bir süreçten geçtiğini<br />
vurgulayan Görmez, “Umutlarını Türkiye’ye<br />
bağlamış dünyadaki bütün Müslümanlara<br />
ulaşılmasının önemli olduğunu” kaydetti.<br />
Başkan Görmez, eğitim konusunda vakfın güzel<br />
hizmetleri olduğunu ifade ederek, “Vakfımızın<br />
güzel hizmetleri var. Hediyem Kuran<br />
Olsun kampanyamıza elhamdülillah teveccüh<br />
oldukça iyi. Milyonlarca Kur’an-ı Kerim’e<br />
ihtiyacımız var. Hayırseverlerimizin desteği ve<br />
kuracağımız Kur’an matbaamız ile bu ihtiyacı<br />
karşılayacağız” diye konuştu.<br />
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İYİLİK BÜLTENİ EYLÜL - ARALIK 2015
ZİYARETLER<br />
Türkiye Diyanet Vakfı'na<br />
Ziyaretler<br />
Türkiye Diyanet Vakfı olarak dünyanın farklı ülkelerinden<br />
gelen heyetleri ağırladık.<br />
Yurt içinden ve yurt dışından heyetler, Türkiye<br />
Diyanet Vakfı’nı ziyaret ederek, Vakfın faaliyetleri<br />
hakkında bilgi aldı.<br />
Nathif Jama Adam ve beraberindeki heyet,<br />
Diyanet İşleri Başkanlığı ve TDV'nin organizesiyle<br />
Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden Türkiye’ye<br />
değerler eğitimi için gelen gençler, Avustralya<br />
Muslim Aid ve Belarus Müslümanları Dini İdaresi<br />
heyetleri, Türkiye Diyanet Vakfı’nı ziyaret etti.<br />
Etiyopya İslam İşleri Yüksek Konseyi Başkanı<br />
Şeyh Muhammed Emin Cemal ve beraberindeki<br />
heyet, Kenya’nın Garissa Mandera Eyalet<br />
Valisi Ali İbrahim Roba, Garissa Eyalet Valisi<br />
Ziyaretlerde, Vakfımızın faaliyetleri konusunda<br />
bilgi verilirken, eğitimden hayri ve sosyal hizmetlere<br />
kadar farklı alanlarda çok sayıda işbirliği<br />
konuları ele alındı.<br />
Kenya Heyeti<br />
Belarus Heyeti<br />
134<br />
Avustralya Heyeti<br />
Etiyopya Heyeti
Yasin Dedeş