A'dan Z'ye EĞİRDİR ANSİKLOPEDİSİ - Nuri Güngör - Ispartaya.com
A'dan Z'ye EĞİRDİR ANSİKLOPEDİSİ - Nuri Güngör - Ispartaya.com
A'dan Z'ye EĞİRDİR ANSİKLOPEDİSİ - Nuri Güngör - Ispartaya.com
- TAGS
- nuri
- ispartaya.com
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
ISBN: 975-00163-0-0<br />
Basım Yılı : 2005<br />
Basım Yeri : Sinan Ofset Tipo Matbaacılık Eğirdir / Isparta<br />
TLF: 0246 3114675 - FAX: 0246 3115858<br />
E-posta:alisinan@mail.koc.net
Çalışmalarımda yardımcı olan;<br />
Eşim Gülşen'e Oğlum Ali'ye ve<br />
Altan'a Kızım Gülnur'a Rüştü<br />
Çağatay'a<br />
Teşekkür ederim.<br />
• Özel isimler ada göre yazılmıştır.<br />
• İçindekilerin alfabetik sırası arkadadır.
Eğirdir Gölü'nün uzaydan görünüşü
E ĞİRDİ R<br />
Oturdum Sivri dağının başına Altında<br />
Eğirdir göl ve ada Yalnızız güneş, ay ve<br />
ben Bir şişeyi paylaşıyoruz Kadehleri<br />
dolduruyor gölgem Korkunç mutluyum deli<br />
gönlümün güzeli Olmasan da sen<br />
Özgür rüzgarlar okşuyor yanaklarımı<br />
Bulutlar kucaklıyor ötelerden Gölün<br />
yıldızları aydınlatıyor içimi Gökyüzü<br />
kucağına almış beni Çok mutluyum<br />
güzelim Olmasan da sen<br />
Bambaşka bir alemdeyim Yerle gök bir<br />
olmuş Dağlar yeşil, gün parlak, hava hoş<br />
Eğirdir gölü masmaviliğiyle bitimsiz<br />
Alabildiğine sarhoş<br />
NURİ GÜNGÖR
Bu eser:<br />
BELEDİYE BAŞKANI ÖMER ŞENGÖL,<br />
Belediye Meclis Üyeleri<br />
Ramazan YÜCEER Arif<br />
DEMİREKİN Selahattin<br />
TAMGÜL Mehmet BİLGİÇ<br />
Tuba TANER M.Cengiz<br />
KILINÇ Hasan Bilal TARAN<br />
Süleyman SAĞDUR Göksel<br />
KANLI Şems<br />
KOCAMÜFTÜOĞLU Cengiz<br />
KAYA<br />
Zamanında basılmıştır.
ÖNSÖZ<br />
Geçmişte Belediyemize bir Kültür Programı sunup bir ekip yaratarak üç yıl<br />
içinde otuz kadar kitabın yazılıp yayınlanmasını teklif ettim. Olumlu bir cevap<br />
alamadım. Kişisel olarak yapabileceğimi yapmak için tüm bu Kültür Programı<br />
içindeki konuları ancak bir ansiklopedi olgusu içinde toplayabileceğimi düşünerek<br />
Eğirdir Ansiklopedisini yazdım. Ansiklopedi bir ekip işi olsa da bu işi tek başıma<br />
yapmak zorunda kaldım.<br />
Sözlü yazılı ulaşabildiğim tüm kaynakları öğretmen olarak ve bu çevrenin<br />
bir kişisi olarak değerlendirdim. Bazı yerlerde kendi düşüncelerimi de kattım.<br />
Bilimsel inceleme konuyla ilgili bilim adamlarının işidir. Bu kitabı hemşehrilerimi<br />
yaşadığı yeri bilgilendirmek, kent bilinci, kültürü vermek amacıyla bir ders kitabı<br />
özelliğinde yazmaya çalıştım. Turizmine de katkısı olur düşüncesiyle fotoğraflarla<br />
Eğirdir'in güzelliğini, değerlerini sergiledim. Geçmişteki kültürümüzün gününümüz<br />
kültürü ile olan bağlarını gücüm yettiğince belirttim.<br />
Biliyorum ki insan kültürünü memleketini tanıdıkça daha çok sever.<br />
Kitapta özgeçmişlerini yazdığım kişiler kaynaklarda bulduğum kişilerdir.<br />
Ayrıca iki ay süre ile Akın ve Demokrat Eğirdir gazetelerinde yaptığım çağırıya<br />
cevap verenlerdir.<br />
Hamidoğlu Eğirdir'e özel bir oyundur. Hem oyundur, hem tarih dokusunu<br />
korumuştur. Okurken ve temsil ederken bu özelliklerin göz önünde tutulması doğru<br />
anlamaya yardımcı olur.
ABDULLAH OĞLU OSMAN<br />
A<br />
1580lerde Eğirdir'deAbdullah oğlu Osman adında birtefeci vardı. Halkı<br />
kendine göre borçlandırmıştı. Bursa'ya kadar gitmiş, bir kadı ile işbirliği yaparak<br />
birçok yolsuzluk yapmıştı. Sermayesi çok olduğu için İstanbul'a et sağlayacak bir<br />
celep olarak padişah tarafından çağrılmıştı.<br />
ABDULLAH SİNAN<br />
Eğirdir'in eski halıcılarmdandır. Hamamcızadelerdendir. Akın<br />
Gazetesinin kurucusu Ali Sinan'ın babasıdır. Şimdi torunu Abdullah Sinan<br />
babasının kurduğu Akın gazetesini devam ettirmektedir.<br />
ABDÜRREZAK<br />
Eğirdirlidir. 1920 lerde Eğirdir köylerinde çetecilik yapmıştır. Yakalanmış,<br />
-Isparta hapishanesinde ölmüştür.<br />
ABSARI<br />
Balkırı köyünün yaylasıdır. Eğirdir'de sağlıklı gürbüz gençlere "Absarı<br />
Tosunu" gibi derler. Sözün tam anlamını bulamadım. Yalnız Çankırı yakınlarında<br />
Absarı sözüne rastladım. Orada "Absarı Göleti" adında biryer var.<br />
ADADA<br />
Sütçüler ilçesi Sağrak köyü sınırları yakınlarındadır. Çok iyi korunmuş üç<br />
tapınak vardır. Sadece çatıları kalmamıştır. Agora, tiyatro, kilise, nekropol, sur<br />
kalıntıları görülebilir. Adada - Selge Roma dönemi yolu şehrin bitimiyle başlar.<br />
Psidia bölgesinin önemli antik şehirlerindendir.
Adada - Şehir Meclisi toplanma yeri<br />
M.S. VVI. Yüzyıllarda Hıristiyanlığın bölgede yayılmasında etkisi olmuştur.<br />
M.S.381 yılında İstanbul'da toplanan Konsil'e bir temsilci göndermiştir. 1875 lerde<br />
Alman bilgin G.Hirschfeld buranın Adada olduğunu tespit etmiştir. Halk arasında<br />
buraya "Karabavlu" ya da "Bavullu" denir.<br />
AĞA CAMİİ<br />
Ağa mahallesindeki Ağa camisi toprak damlı mescit olarak 1412 yılında<br />
yapılmıştır. Yaptıranın adı Hızır Ağa'dır. Büyük ihtimalle zamanın Osmanlı<br />
yöneticisi olarak Şeyhülislam Berdai'yi Eğirdir'e davet eden bu kişidir. 1752 de cami<br />
olmuş, 1777de İmamzade Hacı Osman tarafından minaresi yaptırılmış, üstü çatı<br />
yapılarak onarılmıştır. Bu konuda Ethem Kartal Gölsesi gazetesinde şu bilgileri<br />
vermektedir.<br />
"Halk arasında Yukarı cami olarak anılır. Üzerindeki kitabeden H.815 tarihinde<br />
Hacı HızırBingöl bey tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır.<br />
Duvarları çamur harçla örülmüş, yağmur ve zamanın etkilerinden korumak<br />
için sonraları kireç harçla derzlenmiştir. Bugüne kadar çok tamir görmüştür. 1940<br />
larda iç sıvası yenilendi, tavanı ve kadınlara mahsus olan yerin kafes bölümü<br />
yağlıboya ile boyandı. Ispartalı Hattat <strong>Nuri</strong> Efendi tarafından İslamın dört halifesinin<br />
isimleri duvarlara yazıldı.
Ağa Camisi<br />
Kuzey batısında çocukları okutmak için yapılmış bir odası vardır.<br />
Burada uzun yıllar sıbyan mektebi olarak alfabe, Kur'an, İlmihal, Tecvit<br />
dersleri okutuldu. Halen Kur'an öğretimi yapılmaktadır. Cami ikinci dünya<br />
savaşında askeri depo vazifesi görmüş, savaş bitince tekrar ibadete<br />
açılmıştır."
AHİPAŞA ZAVİYESİ<br />
Ahi Paşa zaviyesi ya da Şeydim zaviyesi adı 1480 sonraki kayıtlarda geçer.<br />
Daha sonraları bu zaviyenin çevresi Şeydim mahallesi adını almıştır.<br />
AHMİ<br />
Ahmi, seferberliğe katılanların hatırladığı bir isimdir. Herkes seferberlik için<br />
toplanınca Ahmi'yi de çağırmışlar. Ahmi'ye askere alındığı söylenince o da:" Durun,<br />
anama danışıp geleyim. İzin verirse, gideyim." demiş. Ahmi'yi salmışlar. Anasının<br />
yanına varmış. Olayı anlatmış. Anası da "Herkes gidiyorsa sen de git oğlum..."<br />
demiş. Şilte, yorgan, yastık hazırlayıp sırtına sarmış, göndermiş. Ahmi öylece<br />
seferberliğe katılmış.<br />
Ahmi'nin gittiğini çok kişi biliyor ama, nerede ne olduğunu kimse bilmiyor.<br />
AKEKMEK<br />
Birinci undan yapılmış beyaz çarşı ekmeğine denir. Ev ekmekleri kepekli<br />
undan yapıldığı için esmer olurlardı. O zamanlar beyaz çarşı ekmeğini ev ekmeğine<br />
katık ederdik.<br />
AKANA<br />
Eğirdir'de saygıdeğer yaşlı kadınlara denir. Radlof'un ortaasya<br />
incelemelerindeki tesbitine göre gökyüzünün üçüncü katında SÜTAKGÖL<br />
VARDIR. Cennet (AK ) burdadır. AK'lık burada kutsallaştırılmıştır. Onaltıncı katta<br />
oturan Tanrı Kayra Kan'ın görevlendirdiği Ak Ülgön'ün yedi oğlu, dokuz kızı vardır.<br />
Oğullarının herbirinin özel adı olmasına rağmen, kızlarının adı yoktur. Ak Ülgön'ün<br />
kızları "Akkızlar" diye geçer. İffetli kızlar anlamındadır.<br />
Bir başka kaynakta da "Ak Ana" Altay samanlığının büyük dişi tanrısıdır.<br />
Kadir-i Mutlak Ülgen Ata kainatı Ak Ana'dan aldığı kudret ve ilhamla yaratmış,<br />
doğruluk ve metaneti ondan öğrenmiştir. Eğirdirliler bu anlamlara dayalı olsa gerek<br />
akoğlum, akkızım, akbabam, akdayım şekillerinde ak kelimesini özellikle kullanırlar.<br />
AKILLI GELİN TİPLEMESİ<br />
Yordamsız işleri anlatmak için Eğirdirliler bir Akıllı Gelin tiplemesi<br />
yaratmışlardır. Olumsuz işler olduğu zaman, " Akıllı Geline bir danışalım." derler.<br />
Ben bilinen iki fıkrasını yazacağım.<br />
Bir davette sofraya önce hangi yemeğin konulacağı konusunda tartışma<br />
çıkmış. Kimi et demiş, kimi pilav demiş, kimi çorba demiş. Anlaşamayınca Akıllı<br />
Geline sormuşlar. Akıllı Gelin: "Neyin üstüne ne yeneceğini biliriz." demiş." Önce<br />
cılkcılk çorba mı içilir? Getirsinlerbaklavayı..."<br />
Her nasılsa bir inek başını küpün içine sokmuş. Çıkaramamışlar. "Bir de<br />
Akıllı Geline danışalım " demişler. Akıllı Gelin " Kesin ineğin başını.." demiş.<br />
Kesmişler... İneğin başı küpün içinden yine çıkmayınca tekrar sormuşlar. Akıllı<br />
Gelin "Öyleyse kırın küpü..." demiş.
AKPINAR<br />
Akpınar Seyrantepe'den Eğirdir'in görünüşü<br />
XVI. Yüzyıl tarihi kaynaklarında Akpınar cevizinin ünlü olduğunu<br />
yazar. 1570 lerde Akpınar'da su değirmeni olduğu kaydı vardır. 1810 yılında<br />
Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa, Güroluk suyuyla Yılankırkan suyunu birleştirerek<br />
Akpınar'a indirmiş; içme suyu dışında kalan sudan yararlanarak bir<br />
değirmen çalıştırmış, onu da vakıflarına gelir olarak vermiştir.<br />
1889 yılına ait kayıtlarda da Akpınar köyünün başlıca gelir kaynağı<br />
ceviz olarak gösterilmiştir. Şu durumda köyün yukarısında, dağda kaya<br />
içinde küçük bir ceviz ormanı vardır.<br />
AK ŞEMSETTİN MESCİDİ<br />
Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa'nın vakfiyesinde geçiyor. Harapken<br />
yaptırmış, mektep olmuş. Konağının yanında imiş. Yerini tam kestiremedim<br />
ama Cami mahallesinde olduğu ihtimaldir. Şeyhülislam Berdai Zaviyesinin<br />
hatırına Fatih sultan Mehmet'in hocası Ak Şemsettin'in Eğirdir'de bir mescit<br />
yaptırmış olabileceği de akla geliyor. Menakıp'ta Ak Şemsettin'le<br />
görüşmeler olduğu yazılıdır.<br />
Sonunun ne olduğunu hakkında bir bilgiye raslayamadım
ALAADDİN KAPTAN<br />
Ada mahallesindendir. İlçemizde turizm pansiyonculuğunu ilk<br />
başlatanlardandır. Çok eleştiri almıştır. Şimdi Ada Eğirdir turizminin merkezi<br />
olmuştur. Kaptan 1985 lerde ölmüştür.<br />
ALİ RIZA ÜNAL (Doç.Dr.)<br />
1923 yılında Eğirdir'de doğdu. İstanbul Tıp Fakültesini bitirdi. Yurdun çeşitli<br />
hastanelerinde görev yaptı. Ankara Hastanesi Hariciye Şefi iken tezini vererek<br />
doçent oldu. Ankara Numune Hastanesi Başhekimliği yaptı.<br />
ALİLİ AŞİRETİ<br />
Eski Türk boylarındandır. Şimdi bile Türkmenistan'ın Cebyurt bölgesinde<br />
yaşarlar. Lutfabat, Miyankuh'u kışlak olarak kullanırlar. Eğirdir'deki Alallar soyunun<br />
bu boyla ilgisi olduğunu sanıyorum.<br />
AMBLADA<br />
Bazı kaynaklarda Beyşehir gölünün doğu, bazılarında Hoyran gölünün<br />
kuzeyi olarak gösterilir. Ramsey Eğirdir gölünün doğusu, Sarıidris dolaylarında<br />
ısrar eder. Yine de arkadaşı Starret'in oraları kendisi için incelemesini istemiş, o da<br />
inceleme gezilerinde o yöreyi gezmiş, eski hayata dair bir ize tesadüf etmediğini<br />
söyleyince nazariyesini geri aldığını söyler.<br />
Yalnız çalışmalarımın arasında bir nokta beni düşündürdü. Birçok kayıtlarda<br />
ve Ertokuş Beyin Atabey'deki medresesi için yazdırdığı vakfında Sanidris<br />
yöresindeki kervansarayın adı, yörenin o zamanki adından dolayı Dadıl Hanı diye<br />
geçmektedir. Ramsey'in önce ısrarlı olarak bu bölgede olduğunu söylediği<br />
Ambla-da ile Dadıl sözü arasında fonetik yakınlık olması bana bu düşünceyi verdi.<br />
Ayrıca Amasyalı Strobon'un coğrafyasında Amblada için; "Şarapları tıpta tedavi<br />
edici olarak kullanılır." der. Bu çevrede bir yerin adının da "Şaraphane" oluşu<br />
düşündürücüdür. Amblada'nın anlamının da ayrıca "asması bol" anlamı taşıması<br />
dikkate değer. Balık avcıları bu yörelerde göl içinde şehir kalıntıları olduğunu<br />
söylerler. Göl seviyesinin ikibin yıl içinde dolarak yükselmesini de değerlendirmek<br />
yerinde olur.<br />
ANAMAS YAYLALARI<br />
Anamas'ın en gözde yaylaları: Sorgun, Çayıralanı, Akbel, Hallat, Eşekalanı,<br />
Tuzlagediği, Nahır, Çiçekli, Düzağacı, Kürebelli, Sindel, Karamuklu, Körkuyu,<br />
Keleboyu, Yoncalık, Yavşanlı cebel Mezarlığı, Güllügöl, Kaklıkalanı, Bodos,<br />
Buğday kuyuları, Üçkuyu, Âğzıbüyük, Enevre'dir. (Musa Seyirci)<br />
ANAMAS YÖRÜK AŞİRETLERİ VE OYMAKLARI<br />
Karakoyunlu, Töngüşlü, Hayta, Coşlu, Saçıkaralı, Eski Yörük, Hacı Hamzalı<br />
Hacı Mehmetli, Çakal Yörüğü, Ötkönlü, Karaevli, Karahacılı, Sarıhacılı, Karatekeli,<br />
Hacıbabalar, Gebizli, Hacıibrahimli, Honamlı'dır. (Musa Seyirci)
ANAMAS<br />
Bu yörenin en eski halkı olan Luvi'lerin dilinde "Yamaç Halkı" anlamına<br />
gelir. (B. Umar)<br />
ANTHİOS<br />
Yalvaç dolaylarından geçerek Eğirdir gölüne akan akarsuyun ilk çağdaki<br />
adıdır. Bugün yöre halkı AKÇAY der.<br />
ANTİOCHEA<br />
Yalvaç ilçesine bir kilometre uzaklıktadır. Seleukos kolonisidir. M.Ö. 25 yılında<br />
Roma kolonisi olmuştur. Su kemerleri, tiyatro, tapınaklar vardır. Hristiyanlığın yayılmasında<br />
ve gelişmesinde en önemli rolü olan Aziz Pavlos'un ilk vaazını verdiği<br />
tapınak kalıntısı vardır. İncil'e göre Aziz Pavlos Antiochia'ya iki kez uğramıştır.<br />
APOLLO KELEBEĞİ<br />
Apollo kelebeği (Parnassius Apollo) Eğirdir çevresi, Çandır, Tota,<br />
Çimenova, Zengi, Kuzukulağı, Anamas yaylalarında bulunan bir kelebek türüdür.<br />
Bu konuda en çok ilgilenen Mehmet Savaş Almanya, İtalya, Fransa, Norveç'ten birçok<br />
bilim adamı ve turizmle ilgilenenlerin bu kelebek için geldiğini, "Kelebek Safari"<br />
yapılırsa turizme önemli katkısı olabileceğini söylemektedir. Ayrıca Almanya'da<br />
tanesinin 100-150 marka satıldığını belirtmektedir.<br />
ARDIÇLAR<br />
Eğirdir'le Bağlar yolunun tam ortasında, göl tarafında kalan yere denir.<br />
Mezarlık olarak kullanılmıştır. Benim çocukluğumda çok eski mezarlar vardı.<br />
Yaşlılar oranın mezarlık olarak kullanıldığını hatırlamıyorlar. Sanırım Eğirdir'in en<br />
eski mezarlığıdır. Ardıç ağaçlarının korunması, Kervansarayın da yakınında olması<br />
bana bunu düşündürüyor. Şimdilerde on beş kadar ardıç ağacı görünüyor.<br />
ARUNDEL<br />
1833 de Eğirdir'e gelen İngiliz gezgin Arundel Eğirdir hakkında şunları<br />
yazmıştır;<br />
"Gelendost'tan çıktıktan iki saat sonra Eğirdir Gölü'ne iyice yaklaştık. Gölün<br />
kenarında bir süre yol aldığımızda karşımıza çok güzel eski bir yapı çıktı. Bu yapı<br />
büyük bir ihtimalle Selçuklu Sultanları tarafından inşa ettirilmiş.Yuvarlak bir kemerin<br />
altında kare taşların çevrelediği güzel bir kapısı var. Ben bu yapının daha çok dini<br />
amaçlarla inşa edilmiş olduğu kanısındayım. Burada fazla oyalanmadan yola<br />
koyulduk. Çok geçmeden akarsuyun kenarında kurulan içinde 12 askerin<br />
bulunduğu bir karakola rastladık. Bu karakolda bize çok iyi davrandılar. Bu<br />
sıcakkanlı insanlara şükranlarımızı sunarak tekrar yola düştük. Kısa bir süre sonra<br />
önümüzdeki ovayı geçtik ve gölün kenarında yükselen tepeye çıkmaya başladık.
Bu yol hayal edilebilecek en korkunç yoldu. Yolun genişliği 1.5 m civarındaydı ve<br />
sağ tarafımızda dik bir uçurum göle kadar uzanıyordu. Yanlış bir adım atmamız<br />
halinde birkaç yüz metre aşağıdaki göle yuvarlanabildik. Solumuzdaysa yüksek<br />
ve sanki mimar tarafından yapılmış gibi dik bir dağ vardı. Burası Alp'lerin en tehlikeli<br />
geçitlerinden daha tehlikelidir denebilir. Atların düşmemesi için onları sıkıca tutmak<br />
gerekiyordu. Yalnız bu da tehlikeliydi çünkü bu defa biz de atlarla birlikte düşebilirdik.<br />
Böyle tam yarım saat kaldık. Diyebilirim ki bu yarım saat benim ömrümde<br />
geçirdiğim en korkunç yarım saatti. Burayı geçtikten sonra aşağıya indik. Gölden<br />
biraz uzaklaşmıştık. Bu defa da az önce içinde bulunduğumuz korkunç durumun<br />
tersine, hiçbir kelimeyle tarif edilemeyecek güzellikte ve huzur verici bir manzarayla<br />
karşılaştık. Sağımızda kalan göle doğru uzanmış üzüm bağları, her türden meyve<br />
ağaçları, orman ve önümüzdeki yüksek zirveli dağlar, hiçbir ressamın<br />
çizemeyeceği ve hiçbir yazarın anlatamayacağı güzellikteydi. Bu manzaranın<br />
tadını doyasıya çıkartabilmek için burada uzun süre oyalandık. Ben de<br />
yapabildiğim kadarıyla bu manzarayı resmetmeye çalıştım.<br />
Değişik bir bitki örtüsünün içinden geçerek göle yaklaştık. Geçtiğimiz yerler<br />
gibi gölün manzarası da çok güzeldi. Bu haliyle Eğirdir Gölü İtalya'nın ünlü golleriyle<br />
karşılaştırabilir. Önümüzde küçük ve ağaçlarla kaplı bir ada var. Onun arkasındaysa<br />
büyük bir dağ görünüyor. Bir tepeye tırmanmaya başladığımızda gölde iki<br />
tane ada olduğunu fark ettik. Hatta belki de karaya çok yakın olan bir üçüncüsü...<br />
Ama az sonra üçüncü ada diye düşündüğümüz parçanın karanın uzantısı olduğunu<br />
gördük. Eğirdir'in hemen yakınlarında yörükler çadır kurmuşlardı. Neredeyse her<br />
çadırın önünde bir halı tezgahı bulunuyordu. Sığır sürüleriyle çevrelenen bu<br />
manzara ataerkil zamanların manzarasını andırıyordu. Doğrusu manzaralarıyla bu<br />
ülke, insanı her adımda hayrete düşürüyor. Biz tam bu göçebe toplumun manzarasını<br />
değerlendirmeye çalışırken, birden karşımıza üstün bir medeniyetin hayretler<br />
uyandırıcı olağanüstü yapıları çıktı. Böylece Eğirdir'e ulaşmış olduk. Kasabanın<br />
meydanı hanın yakınında imiş. Meydanın aşağı tarafında güzel bir kapı var. (Minare<br />
altı geçidi) Yanında da pencereleri kafesli bir odaya bitişik, halka bedava su dağıtan<br />
bir şadırvan görülüyor. Sağda bir cami, (Hızır Bey camisi), solda şimdi tamamen<br />
harap bir halde başka bir cami (Dündar Bey medresesi), daha bulunuyor. Bütün bu<br />
binalar kapı, çeşme ve camiler fevkalade süslü ve islam mimari tarzında yapılmış;<br />
bilhassa soldaki caminin gayet güzel tezyinatla kaplanmış, bütün etrafı kufi hatla<br />
yazılmış bir yazı ile çevrili bir kapısı var. Kapının her iki yanında iki sütun ve sivri<br />
kemerli bir mihrap göze çarpıyor. Binanın iç tertibatı bir kilisede olduğu gibi,<br />
sütunların desteklediği dik kemerli bir minber ile iki yan koridoru var. Bunların sütun<br />
başlıkları bizim en eski kiliselerimizde gördüklerimizin aynıdır. İki tanesinde açık<br />
kanatlı kuşlar, diğerlerinde garip insan şekilleri ve birinde ise yapraklar görülüyor.<br />
Çoğu yeşil camdan yapılmış mozaiklerde var.<br />
Oradan geçerek çarşıya gittik. Pazar günü olduğu için kalabalık bizimle<br />
ilgilendi. Zahire pazarında siyahlı beyazlı karışık arpa gördüm. Siyahını bir hastalık<br />
eseri sandımsa da tanenin içi sağlam ve iyiydi.<br />
Kaleye yaklaşınca eski bir takma köprüden, sonra da kalın demir levhalarla<br />
kaplanmış bir kapıdan geçerek birinci avluya girdik. Oradan da ağır demir parmaklıklarla<br />
sağlam bir hale getirilmiş başka bir kapıdan dış avluya çıktık. Her adımda<br />
büyük bir ilgi duyarak buradan kalenin üstüne vardık. Birçok yüksek yuvarlak<br />
kulelervardı. Üzerinde durduğumuz kulede bir sürü toplar da bulunuyordu.
Bunların hepsi ateş ederken yarılmış. İhtimal bu kale de Selçuk Sultanları<br />
tarafından yaptırılmıştır.<br />
Yuvarlak kulelerin tepesinden görülen manzara pek güzeldi. Önümüzde<br />
kısa bir mesafede iki ada görünüyordu. Bunlardan bize yakın olanı bir Türk'ün malı<br />
imiş. İkincisinde Türk ve Rumlardan ibaret bir nüfus var. Rumların bir kısmı yerli<br />
olup, Türkçe'den başka dil bilmiyorlar. Bir kısmı da Kıbrıs'tan gelip buraya<br />
yerleşmiş... Göl bütün güzelliğiyle önümüze serilmişti. Etrafını çeviren her şekil ve<br />
yükseklikte, bazıları karlarla kaplı dağlar, eşi bulunmaz harikulade bir tablo teşkil<br />
ediyordu.<br />
Eğirdir'den çıktığımız vakit saat onu geçiyordu. Yol, göl boyunca bir dağın<br />
eteğinde uzanıp gidiyordu. Bu dağ Gelendost'tan gelirken gördüğümüz gayet<br />
yüksek ve garip şekilli dağdı. Kasabadaki eski eser meraklıları bize bu dağın tam<br />
tepesinde büyük taşlardan yapılmış bir başka kalenin olduğunu söylediler. Dağın<br />
yamacında güzel sedir ağaçları yetişmişti. Altı veya sekiz köşeli bir yapı gördük.<br />
(Baba Sultan) Bunun bir Selçuk ailesine mahsus bir türbe olması ihtimali vardır.<br />
Çünkü Eğirdir'in yerinin güzelliği ve içindeki sayısız İslam yapılarının Konya<br />
sultanlarının ikamet yeri olduğuna hiç şüphe bırakmıyor. Fakat kasabanın gölün<br />
başında önemli bir yerde kurulmuş olması, arkasındaki dağın üzerinde bulunan<br />
zapt olunmaz kalesi onun çok daha eski bir kasaba olduğunu gösteriyor. Belki<br />
Limenopolis şehridir.<br />
Çeviren:Hamit Dereli<br />
Eğirdir : Genel görünüm (XIX.yüzyıl)
ASKERLİK ŞUBESİ<br />
Eğirdir'de askeri malzemeleri korumak, saklamak, askeri işleri görmek için<br />
1906 yılında şimdiki Komando okulunun girişinin sağ ortasında Debboy binası<br />
yaptırılmıştır. İşleri yürütmek için bir teğmenle bir çavuş daimi görevlendirilmiştir.<br />
Eğirdir' de bir redif taburu bulunurdu. 1909 yılında Binbaşı Atıf bey komutasında son<br />
tabur Yemen'e sevk edilmiş, bir daha eğitim için tabur gelmemiştir. 1911 yılında ilk<br />
olarak Askerlik Şubesi kurulmuştur. (Cemal Tosun) 1906 da yaptırılan bina 29 Nisan<br />
1907 de Gertrude Bell adındaki bir hanım gezginin Miskinler yokuşundan çektiği<br />
Eğirdir fotoğrafında görülmektedir.<br />
ASMA YAPRAĞI<br />
Miskinler'den Eğirdir'in genel görünüşü (1907)<br />
Sarmalık için asma yaprağı Mayıs ortalarında toplanır. Üçü dördü<br />
katlanarak ipe dizilir, kurutulur, evin havadar biryerine asılır.<br />
Aküzüm, Çekirdeksiz üzüm, Burdur dimnitinin yaprakları tercih edilirdi.<br />
Gerektiği zaman diziden yeteri kadar kurumuş asma yaprağı alınarak suda<br />
haşlanır, sarma yapılırdı. Eğirdirliler daha çok etli sarmayı severler; sarmaya da<br />
"Dolma" derler.<br />
ASTİBİA<br />
Eğirdir gölünün kuzeydoğu ilerisinde bulunan, antik bir köy ya da kasabanın<br />
adıdır.
AŞAĞI HAMAM<br />
Çarşı hamamı da denir. Yapım tarihine kayıtlara raslayamadım. Yalnız<br />
ilkokulda 1945 lerde bize bir süre derse gelen öğretmen Ali Rıza Yürükoğlu "Hızır<br />
Bey; camiyi ibadet etsinler, Dündar Bey; medreseyi okusunlar, kardeşi Şehriban<br />
hanım da temiz olsunlar.." diye yaptırmış." şeklinde bir ifadede bulundu. Sonraki<br />
araştırmalarımda 1932 de yayınlanan Isparta Vilayeti İdare Coğrafyası adlı kitapta<br />
bu hamamın Hızır Beyin hemşiresi Banu hanım tarafından yaptırıldığı yazısına<br />
rastladım.<br />
Ne hikmetse hamamın soğukluğu 1950 dolaylarında yıkıldı, yerine<br />
dükkanlar yapıldı, bugünkü halini aldı. Gönül yedi yüzyıldır hizmet veren bu<br />
hamamın eski haline getirilmesini diler. Şimdi zaman değişikliğiyle erkek ve kadınlar<br />
kullanıyor. Geçmişte hamamda turşu, haşlanmış ekşi elma yemek adettendi. O<br />
zaman hanımlar sabahtan akşama kadar hamam sefası yaparlardı<br />
1930 larda Kaleönü civarında bulunan Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın<br />
okuduğu bir kitabeye göre hamam H.707 (M.1308) de tamir edilmiş. Yeri<br />
değiştirildiği için bu kitabede kastedilen hamam Kale mahallesindeki üç hamamdan<br />
biri midir, Aşağı hamam mıdır, bunu bilemiyoruz<br />
AŞAĞI MAHALLE<br />
Kale - Aşağı mahalleden bir görünüş<br />
Kale mahallesinin güney tarafına denir. Çoğu evler kale duvarının üstüne<br />
kurulmuştur. Ev sahipleri akşamları evlerinin penceresinden balık, bilhassa<br />
Gavinne tutarlardı. O zamanlarda su kale duvarlarına çarpardı. Şimdi kale<br />
duvarlarının önünden yol geçmektedir.
AŞIK DİLER<br />
1904 yılında Eğirdir'in Gökdere köyünde dünyaya gelmiştir. Badeli<br />
aşıklardandır. Hakkında başka bilgi edinilememiştir. Aşağıdaki kıta onundur.<br />
Şu fani dünyaya geldim geleli<br />
Hiçbirzaman yüzüm gülmedi felek<br />
Üçyaşında yetim kaldım anamdan<br />
Ellerim birşeye ermedi felek<br />
(İş Bankası Kültür ve Sanat Özel Sayısı 22)<br />
ATASÖZLERİ<br />
Acele eden kedi tez doğurur.<br />
Aç köpek fırın damı deler.<br />
Aç ne yemez, tok ne demez.<br />
Açın halinden tok anlamaz.<br />
Açın teknesinde hamureyleşmez.<br />
Ad bir gök boncuktur.<br />
Adamın yüzüne vurmuşlar, "ay arkam.." demiş. "Ben senin yüzüne vurdum.<br />
"demişler. "Arkam olsaydı sen benim yüzüme vurabilir miydin?" demiş.<br />
Adın Kadirolacağına, kaderin kader olsun.<br />
Ağaç dalıyla gürler.<br />
Ağanın eli tutulmaz.<br />
Ağız tüfek, dil tetik.<br />
Ağız yerse yüz güler.<br />
Ağrımadık başına tülbent sarma.<br />
Ak bok, kara bok, hepsi bir bok.<br />
Ak karanın kardaşı.<br />
Ak kedinin pamuk pazarına zararı var.<br />
Ak yazma leke kaldırmaz.<br />
Aka aka su deresini bulur.<br />
Akıllı düşmana can kurban.<br />
Akıllı düşününceye kadardeli oğlunu everir.<br />
Akıllı sözünü deliye söyletir.<br />
Akşamdan sonra gelene ya soğan, ya söğen.<br />
Al dediğin mal murdar olur.<br />
Alan satandan umar.<br />
Alçak eşeğe herkes biner.<br />
Aldatan aldanır.<br />
Alışmadık götte don durmaz.<br />
Allah kardeşi yaratmış, rızkını ayrı yaratmış.<br />
Allah son gürlüğü versin.<br />
Altın pul olmaz, ipek çul olmaz.<br />
Analı kuzu, kınalı kuzu.
Anandan evvel ahıra girme.<br />
Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al.<br />
Ar eden kar etmez.<br />
Arap eli öpmekle dudak kara olmaz.<br />
Arkadan konuşan ittir, yüze konuşan yiğittir.<br />
Arkaya kalan, erteye kalır.<br />
Arlı köpek tüy dökmez.<br />
Armut altına düşer.<br />
Arsıza söz, kokmuşa tuz kâr etmez.<br />
Arsızda ar arama.<br />
Asıl azmaz, bal kokmaz.<br />
Aslına çekmeyen haramzadedir.<br />
Aş buldun yanaş, dayak buldun kaç.<br />
Atım at oluncaya kadar ben mat olurum.<br />
Attan düşen ölmez, eşekten düşen ölür.<br />
Avradı arzapteder, er değil.<br />
Ayı dağda, üzüm bağda olur.<br />
Ayının kırk türküsü varmış, kırkı da armut üstüneymiş.<br />
Ayrandan aşağısı su.<br />
Az ye de bir hizmetçi tut.<br />
Azan kulun belası yakın.<br />
Azgın köpeğin ağzını kemik tutar.<br />
Baba verirse hem baba güler hem evlat güler. Evlat verirse hem baba ağlar,<br />
hem evlat ağlar.<br />
Babası erik yese oğlunun dişi kamaşır.<br />
Babası oğluna bir bağ vermiş, oğlu babasına bir salkım üzüm vermemiş.<br />
Bağ demiş bak bana, bakayım sana.<br />
Bağına erik, evine yörük koyma.<br />
Bal yiyen baldan bıkar.<br />
Bana bir koca lazım, o da bu gece lazım.<br />
Baskın basanın söz kesenin.<br />
Başı bunlu olanın malı ucuz olur.<br />
Başın da başı var.<br />
Bekara karı boşamak kolaydır.<br />
Benden sana biröğüt; kendi ununu kendin öğüt...<br />
Bıçağı kestiren suyu.<br />
Bilerek yapan aldanmaz.<br />
Bilmez donunun yırtığını, rüzgâra karşı dik gider.<br />
Bin ölç, bir biç.<br />
Bin yaddan bir bildik iyidir.<br />
Birisin önünü değil, sonuna bak.<br />
Birolur, iki olur, üçüncüsü bokolur.<br />
Bir osuruk on doktora bedeldir.<br />
Bir topal bit bir gecede dokuz yastığ ı gezer.<br />
Birtoplayanın birdağıtıcısı olur.<br />
Boğazda bostan bitmez.
Boğulursan büyük suda boğul.<br />
Bok yıkandıkça tükenir, arınmaz.<br />
Bok yiyen aç kalmaz.<br />
Bok yiyen kaşığını belinde taşır.<br />
Buyuran yorulmamış.<br />
Büyüğün yoksa şapkana danış.<br />
Can yakanın canı yanar.<br />
Cana gelmesin, mala gelsin.<br />
Cenabetten keramet umulmaz.<br />
Çocuğa iş buyur, ardından kendin git.<br />
Çocuk düşe kalka büyür.<br />
Çocuktan al haberi.<br />
Çok düşünme düş getirir, başına bir iş getirir.<br />
Çok gezen kelik bok getirir.<br />
Çömlekçi suyu kırık testiden içer.<br />
Çürüksüz koz olmaz.<br />
Dağ dağ üstünde olur, ev ev üstünde olmaz.<br />
Dağ kuşu dağda, bağ kuşu bağda gerek.<br />
Dağına göre kar olur.<br />
Dağlar karını martta alır.<br />
Davul bile dengi dengine çalar.<br />
Deli gelmeden yeli gelir.<br />
Delikli taş yerde kalmaz<br />
Delinin duası kabul olur.<br />
Deliye geçit yoklatırlar.<br />
Deliyle ölü sahibinindir.<br />
Denizin yanına kuyu kazılmaz.<br />
Dertlinin dediğini deli söylemez.<br />
Deveciyle konuşan kapısını büyük açar.<br />
Devenin üstünde kuduz dalar mı dalar.<br />
Dırdıbıksız düğün olmaz.<br />
Dibi görülmedik sudan kayıkla geç.<br />
Dilenci bir olaydı, beslemek kolaydı.<br />
Dilenci küsmüş, kısmetini kesmiş.<br />
Dilim, başıma giydirirkilim.<br />
Dirgeni yiyen sıpa, birdaha gelmez sapa.<br />
Dirlik nerde, varlık orda.<br />
Dolu testi su almaz.<br />
Dosdoğru minarenin içi kıvrım kıvrım.<br />
Dost kazanırsan tut, düşman kazanırsan güt.<br />
Dost kazanmaya bak, düşmanı anan da doğurur.<br />
Dost yüze söyler.<br />
Dostla ye iç, alışveriş etme.<br />
Dört duvar sır içindir.<br />
Duvarın kulağı vardır.<br />
Düğünsüz ev olur, ölümsüz ev olmaz.<br />
Düşene tekme vuran çok olur.
Düşmanını küçük diye horsunma.<br />
Düştün bir boka, mis gibi koka.<br />
Düşün babam düşün, eşek mi alınır kışın?<br />
Ebe çok olunca, çocuk ya kör doğar ya şaşı.<br />
Eceli gelen it cami duvarına işer.<br />
Edepsizden edebini satın al.<br />
Ekici ol, bilici olma.<br />
Ekli kuyruk tez kopar.<br />
El adama arpa ekiverir, döner de sarpa ekiverir.<br />
El ağzına bakan karıyı tez boşar.<br />
Elan, düşman gayreti.<br />
El eliyle yılan tut, yarısını yalan tut.<br />
El için ağlayanın gözyaşı kurumaz.<br />
El terazi, göz mizan.<br />
Elde bulunan beyde bulunmaz.<br />
Eli uzundan, dili uzundan sakın.<br />
Elim gözüm, oğlum kızım.<br />
Elin ağzı torba değil ki büzesin.<br />
Elin dar olacağına, evin dar olsun.<br />
Elin elini öpeceğine kendi elini öp.<br />
Elinle ver, ayağınla al gel.<br />
Eltilerin hamamda bile bohçaları çekişir.<br />
Emanetin canı kıçında olur.<br />
Emek yerde kalmaz.<br />
Emmim dayım, hepsinden aldım payım.<br />
En murdar yerin kıçın, onu da yanında taşırsın.<br />
Enik büyür it olur, yavşak büyür bit olur.<br />
Er getirir, avrat yetirir.<br />
Er sel, avrat göl.<br />
Erkeğin iyisi evde kedi, dışarıda aslandır.<br />
Erkek eşeğin anırmazı olmaz.<br />
Eski altın tamına geçer.<br />
Eskisi olmayanın yenisi olmaz.<br />
Et giren eve dert girmez.<br />
Et kemiksiz olmaz.<br />
Et yiyen bezerir, soğan yiyen kızarır.<br />
Etme kulum bulursun, inleye inleye ölürsün.<br />
Ettim diye değil etmedim diye övün.<br />
Ev deliği, dev deliği.<br />
Evlat ekmeği, namert ekmeği.<br />
Evlat evlat olmaz, topuğuna kan değmeyince.<br />
Fakire nerden buldun, zengine nerden aldın derler.<br />
Gavurun ekmeğini yiyen kılıcını çalar.<br />
Gel bana birayak, geleyim sana iki ayak.<br />
Gelin kaynananın toprağından yaratılmış.<br />
Gençlikten kocalığa ömür sakla.<br />
Gitti beyler paşalar, itlere kaldı köşeler.
Gizli işin aşikar çocuğu olur.<br />
Gök gözlüden hayır gelmez.<br />
Göldeki balığa soğan doğranmaz.<br />
Gönlün sığdığı yere köy sığar.<br />
Gönül çabuk incinir.<br />
Gönül umduğuna küser.<br />
Gönülsüz işin gözsüz oğlu olur.<br />
Görek mi, sürek mi.<br />
Görgülü kuşlar gördüğünü işler.<br />
Görgüsüzün oğlu olmuş, nesini koparmış.<br />
Görünen dağın ardına tez varılır.<br />
Göz hasmını tanır.<br />
Gün arsızın, iş uğursuzun.<br />
Gün bulduğunu götürür.<br />
Gün olur ağlarsın, gün olur ağlatırsın.<br />
Güttüğü iki keçi, ıslığı dağı taşı tutuyor.<br />
Güvenme dayına, ekmek al yanına.<br />
Güzelliğin şartı on, dokuzu don.<br />
Hafif taşa göt silerler.<br />
Hak için kurban, küp için kavurma.<br />
Halının tozu biter, delinin sözü bitmez.<br />
Harç aldırır, borç sattırır.<br />
Hasta inlerken, sağlar ölür.<br />
Hasta yatan ölmemiş, vadesi gelen ölmüş.<br />
Her akıl bir olsa sürüye çoban bulunmaz.<br />
Her kuş alayıyla uçar.<br />
Herkesin kantarı belinde.<br />
Hileden onulsa şeytan onardı.<br />
Hilenin harmanı olmaz.<br />
İğne deliği kadar yerden, deve kadar soğuk girer.<br />
İki kişi konuşurken üçüncüye bok yemek düşer.<br />
İki taşar bir coşar, delinin aşı tez pişer.<br />
İnek danasını, oğlan anasını bilir.<br />
İnersin gönül inersin, attan eşeğe binersin, onu da bulamaz yayan yürürsün.<br />
İnsan eti ağırdır.<br />
İnsan kendini beğenmezse çatlar, ölür.<br />
İşin altında iş yatar.<br />
İşini bilmeyen çavuşlar, döner bokunu avuçlar.<br />
İşini bilmeyen kasap, ne bıçak kor ne masat.<br />
İşleyenden al, becerene ver.<br />
İşten artmaz, dişten artar.<br />
İt iti ısırmaz.<br />
İt yediği taşı bilir.<br />
İyiler dünyada kalmaz.<br />
İyilik iki baştan.<br />
Kabı ayrı olanın tadı ayrı olur.
Kar çiftçinin yorganıdır.<br />
Kargaya bokun kimya demişler, gitmiş denizin ortasına sıçmış.<br />
Karı hısımı alay bağlar, erkek hısımı sinek avlar.<br />
Karı zıkırtısından, damla tıpırtısından Allah korusun.<br />
Karıdır erkeği şişiren, yağdır ekmeği pişiren.<br />
Katma akıl kırk adım gider.<br />
Kazan kazan ver kazana.<br />
Kazanmayınca kazan kaynamaz.<br />
Keçinin uyuzu baş pınardan içer suyu.<br />
Kedi her zaman bal yemez.<br />
Kefen alıcı gözünün yaşından bellidir.<br />
Keller yağırlar birbirini ağırlar.<br />
Keser gitti sapı da gitsin.<br />
Kıç ıslanmayınca balık tutulmaz.<br />
Kıçı yere yakın olandan kork.<br />
Kırk serçeden börek olmaz, kaza bak kaza; dul karıdan heves alınmaz,<br />
kıza bak kıza.<br />
Kırk söz bir büyü yerine geçer.<br />
Kış kışlığını, puşt puştluğunu yapar.<br />
Kışın taşa, yazın yaşa oturma.<br />
Kız evi naz evi.<br />
Kız kalesi, kale kapısı.<br />
Kızdır nazdır, bin kese azdır.<br />
Kızın varsa el yatağında yatmasın, oğlun varsa el ekmeğini tatmasın.<br />
Kiminle adın çıkarsa, onunla canın çıksın.<br />
Koca öküz ölmeyince yeri belli olmaz.<br />
Koç yiğit götün götün bağ beller.<br />
Koçu kendine mal et de, taşağını öyle avuçla.<br />
Komşunun kötüsü mal sahibi eder.<br />
Koyunu güden kurdu görür.<br />
Köpek tanıdığına kuyruksallar.<br />
Köpek ürer, kendini yorar.<br />
Köroğlu adıyla kervan soyan çok olur.<br />
Körün taşı kelin başına.<br />
Köy delisiz, dağ çalısız olmaz.<br />
Kul azmadıkça, hak yazmaz.<br />
Kursak bulamacını arar.<br />
Kurt vurulmadan postu yüzülmez.<br />
Kuruya kurt düşmez.<br />
Kutlu gün doğuşundan bellidir.<br />
Küpler dururken küpecikler kırılır.<br />
Lohusanın kırk gün mezarı açık olur.<br />
Mal canın yongası.<br />
Mart içeri pire dışarı.<br />
Marttan sonra yağan durmaz, doğan ölmez.<br />
Mescite lazım olan camiye haramdır.
Nerde çalgı, orda kalgı.<br />
Oğlan yer oyuna gider, çoban yer koyuna gider.<br />
Oğlandır oktur bin kese çoktur.<br />
Olacak oğlak bokundan belli olur.<br />
Ödünç yiyen kesesinden yer.<br />
Öfkede akıl olmaz.<br />
Ölü de komşuyla, diri de.<br />
Ölüm yüz aklığıdır.<br />
Ölümden öte köy yok.<br />
Ölüsü olan bir gün, delisi olan her gün ağlar.<br />
Önce düzen, sonra kazan.<br />
Önce sınarlar, sonra kınarlar.<br />
Padişahın arkasından anasını söverler.<br />
Para akıl öğretir, elbise yürüyüş öğretir.<br />
Para dediğin el yüz kiri.<br />
Para kazandın tut, düşman kazandın güt.<br />
Pilici güzün sayalım.<br />
Rakıya verip anırma, tütüne verip savurma.<br />
Sabır sabır sonu kabir.<br />
Sağ gözden sol göze fayda yok.<br />
Serçeye çubuk bere.<br />
Sıçanın sidiği denize fayda.<br />
Sofrada elini, mecliste dilini tut.<br />
Soğuk dirhemle girer, okka okka çıkmaz.<br />
Sona kalan dona kalır.<br />
Sonunu düşünen yiğit olmaz.<br />
Sopayı yiyen sıpa, bir daha gelmez sapa.<br />
Söğüt gölgesi yiğit gölgesi.<br />
Sözü tok olanın kalbi pak olur.<br />
Suyun azgın olanından, insanın yere bakanından kork.<br />
Taş at da kolun açılsın.<br />
Taş ol da baş yar.<br />
Taş yerinde ağırdır.<br />
Tat kızın dilinden anası anlar.<br />
Tavuğum güzel olsun da yumurtlamazsa yumurtlamasın.<br />
Tavuk ağzından yumurtlar.<br />
Tek taştan duvar olmaz.<br />
Toku ağırlamak zordur.<br />
Turpu yemezsen de senede bir gün tarlasından geç.<br />
Turpun sıkından seyreği iyidir.<br />
Ummadığın taş baş yarar.<br />
Uyku uykuyu getirir.<br />
Ürmesini bilmeyen köpek sürüye kurt getirir.<br />
Vakti geçene sığır boku yama.<br />
Var el titremez.<br />
Veren eli kesmezler.<br />
Veren yengem iyidir.
Yaban köpeğin kuyruğu kışlı olur.<br />
Yap iyiliği, gör kemliği.<br />
Yatan taş yosun tutar.<br />
Yatanın çalışana borcu var.<br />
Yazın boku kışa katık.<br />
Yel esmezse yaprak kıpırdamaz.<br />
Yemekten sonra ya kırk adım atmalı, ya sırt üstü yatmalı.<br />
Yenecek aş kokusundan belli olur.<br />
Yengece neden yan yan yürüyorsun demişler, serde kabadayılık var demiş.<br />
Yeni bardak suyu soğuktur.<br />
Yere bakan yürek yakan.<br />
Yerli tavşanı yerli tazı avlar.<br />
Yiğidin anası tez ağlar.<br />
Yiğidin iyisine deli derler.<br />
Yola çıkan yolda kalmaz.<br />
Yürüyen yiğide yol dayanmaz.<br />
Yüzü yumuşak olanın, donunun ağı kurumaz.<br />
Yüzüne bak, sütünü sağ.<br />
ATATÜRK'ÜN <strong>EĞİRDİR</strong>'E GELİŞİ<br />
Atatürk 5 Mart 1930 da Eğirdir'e gelmiştir. Tren Demirköprü'nün üstünde<br />
durmuş, ordan gündoğumunu seyretmiştir. Eğirdir'e girmemiştir. Yanında Afet<br />
Hanım, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Orgeneral Fahrettin Altay, Emniyet Genel<br />
Müdürü Şükrü Sökmensüer, Prof.Dr.İsmail Hakkı Uzunçarşılı, yaveri Cevat Abbas<br />
vardı. Canada'nın tapusu armağan olarak sunulmuştur. Canada, ölümünden sonra<br />
kardeşi Makbule Atadan'a kalmış, o da başkasına satmış, daha sonra Belediyece<br />
istimlak edilerek park haline getirilmiştir.<br />
ATKI KOYMAK<br />
Halı dokurken düğüm sırasında geç kalanlar sıraya yetişemezler, geride<br />
kalırlar. Buna atkı koymak denir. Geride kalanlara şaka yollu türkü de söylenirdi.<br />
Asmam dikildi<br />
Suyum sıkıldı<br />
Atkı eşeğinden<br />
Canım sıkıldı.<br />
ATKI<br />
Halının yün düğümlerini tutmak için boydan boya atılan iplik.
ATTALUS PROSTAMENSİS<br />
381 yılında Prostanna'dan İstanbul'daki dini toplantıya katılan piskopostur.<br />
Prostanna'dan bir görünüş - Sivri ardı<br />
AY TUTULMASI<br />
Ay tutulduğu zaman Eğirdir göklerini teneke gürültüsü, havan sesleri kaplardı.<br />
Hatta silah bile atılırdı. Gürültü yaparak ayın tutulmasının engellendiği sanılırdı.<br />
Aslında bu inanç Ortaasya'dan taşıdığımız bir inançtır. Şamanizmde Yelbeğen adlı<br />
bir canavarın ayı yediği sanılır. Bu canavarı korkutup kaçırmak için bu gürültüler<br />
yapılır.<br />
Bu inanç müslümanlıktan sonra da bizde devam ede gelmiştir.<br />
AYASTEFANOS KİLİSESİ VE HACI OLMA YERİ<br />
Adanın kuzeydoğu ucundadır. 1800 başlarında eski, harap Sen Thedoros<br />
Kilisesinin yanına bugünkü özelliğiyle yapılmıştır. Rumlar kutsal anlamında "Aya",<br />
Avrupa devletleri "Sen" kelime sini kullanırlar. 360 yılında ceylan derisi üzerine<br />
yazılmış bir İncil'in bu kilisede bulunduğu söylenir. Büyük olasılıkla bu İncil Alman<br />
bilgin Hirschfield tarafından götürülmüştür. II. Dünya savaşında Berlin'de<br />
kaybolmuştur.<br />
1895 de bu yörelerde inceleme gezisi yapan F. Sarre, Ayastefanos'tan<br />
sözeder. Bu kiliseden pekçok değerli eserler alır, götürür. Ayrıca bir ikinci harap<br />
kiliseden de bahseder fakat ad vermez. Kilisenin 11-12.yüzyıldan kalma olduğunu<br />
yazar. Bu yukarıda adını verdiğimiz Sen Theodoros kilisesidir. Şimdi onun yerine<br />
okul yapılmıştır. Çevredeki kutsal yerler değerlendirilirse bu tarihin çok daha<br />
gerilere gitme ihtimali vardır.
Ayastefanos Kilisesi onarımdan önce 1990<br />
Kaynaklarda Epifanos (Euthymus) adı geçer. 787 de İznik II.İncil meclisine<br />
katılmıştır. Katılanların kaydında "Epiphanos: Limnai'de Hazreti Meryem<br />
manastırında baş rahip" notu vardır. Eğirdir gölünün adı Roma döneminde Limnai<br />
diye geçer. İhtimalle burada kastedilen Ada'daki en eski kilisedir.<br />
29 Nisan 1907 de buraya uğrayan Gertrude Bell, kilisenin arka bahçesinde<br />
bir kuyu olduğunu, suyunu içenin bütün hastalıklardan kurtulacağının söylendiğini<br />
yazar. Ada'nın yaşlıları çocukluklarında bu kuyunun şifasından yararlandıklarını<br />
söylerler. Şimdi bu kuyu okulun doğu dibindedir, korunmuş halde durmaktadır.<br />
Umarım Ada'mız sakinleri bu kuyunun turistik değerini verirler.<br />
Rumlar mezarlık olarak kilisenin çevresini kullanmışlardır. Mekan darlığı<br />
olunca eski mezarlardan çıkan kemikleri Ayastefanos kilisesinin batı kuzey<br />
köşesinden 34 metre uzağında olan kemik kuyusuna koymuşlardır. Şimdi alan<br />
düzenlendiği için kuyunun izi yoktur.<br />
Bu bilgilerden sonra bu kiliseye ziyarete gelenlerin nasıl Hacı olduklarını<br />
anlatmak istiyorum.<br />
Bâzı kaynaklara göre 15 Temmuz, bazı kaynaklara göre de 1 Eylül<br />
tarihinde Antalya'dan Denizli'ye kadar olan Rumlar buraya Hacı olmaya gelirlerdi.<br />
Hava ne olursa olsun büyük kayıklara binerler, Hoyran gölünün Gazire civarındaki<br />
küçük kiliseye ve oradaki azizlerin kaya mezarlarına ziyarete giderlerdi. Orada<br />
kayalara oyulmuş küçük kilisede ayin yaparlardı. Bu ayin iki gün sürerdi. Ayinden<br />
sonra Hacı olanlar Nis'e geri dönerlerdi. Bu olayı 2 Mayıs 1907 de Hacı olma yerini<br />
ziyaret eden Gertrude Bell adındaki hanım gezgin şöyle anlatır:<br />
"Sonra Hacı yerine ulaştık. Kıyıdan otuz metre kadar yükseklikte kutsal yer<br />
görünüyordu. Hac zamanı Eylül başıdır. Gelen Hacılar iki gün kalıp küçük kilisede<br />
ayin yaparlar."
Prof.W. M.Ramsey Anadolu'nun Tarihi Coğrafyası adlı eserinde buradan<br />
şöyle bahseder.<br />
"Bugün Hoyran gölünün kuzeydoğu sahilinde Gaziri adı verilen bir Türk<br />
köyünde, asırlardan beri yalnız Türklerle meskun havalinin ortasında Meryem'e<br />
mahsus bir küçük kilise vardır ki Psidya ve Lykaonia Hıristiyanlarının<br />
ziyaretgahıdır."<br />
Buraya Ada kahvesinde tespit ettiğim bir olayı eklemek istiyorum. Olay<br />
bana şöyle anlatıldı:<br />
"1952 yılı ya da 1953 yılında kilisenin kuzey tarafında ve dışında bir hafriyat<br />
yaparken bir çökme oldu. Büyük bir sandığın içinde Isa tasviri, Borazan öttüren<br />
çocuk, Şamdanlıklar, İstavrozlar, kutu içinde para, incili torbanın içinde para, sedef<br />
kakmalı sandık içinde kilise malları bulundu.<br />
Jandarma geldi. Belediye başkanı, zabıta memuru Muhacir Mustafa, savcı,<br />
başçavuş geldi. Bir hafta nöbet tutuldu. Çıkanlar zabıt tutularak teslim edildi. 73<br />
kilogram gümüş verildi."<br />
Olay esnasında orada olanlardan Enver Bozüyük, Mehmet Yüksel Güler,<br />
Kadir Aktaş, Hamdi Sönmez böyle anlattılar. Hacı Ahmet Coşar'ın da olabileceği<br />
söylenildi. Enver Bozüyük 15 gün sonra Belediye'ye gittiğinde büyük bir sandık<br />
içinde yukarıda adı geçen eserlerin durduğunu görmüş.<br />
Daha sonra kişisel soruşturmalarımda bunların nerede olduğunu<br />
öğrenemedim. 1930 larda kilisenin içinde gömülü bazı kilise mallarının bulunup<br />
alındığı duyumları vardır.<br />
Hoyran - Gaziredeki kayalara oyulmuş Aziz Meryem Kilisesi'nin gölden görünüşü<br />
'
Gaziredeki Aziz Meryem Kilisesi'nin<br />
tavanındaki Hz.lsa'nın resmi<br />
AYNALI KAVAK<br />
Aziz Meryem Kilisesi'nin sahillerinin gölden görünüşü<br />
Aziz Meryem Kilisesi'nin ve kaya<br />
mezarlarının gölden görünüşü<br />
Titreyen kavak da derler. Şimdiki subay gazinosunun bulunduğu yer ve<br />
çevresinde eskiden çok büyük bu ağaçlardan vardı. O mevkinin adı olarak da<br />
kullanılmıştır. Yazla'dadır. Cami ardındaki aynalıkavaklar 1950 lerde dikilmiştir.<br />
AZİZ ÇATALOĞLU<br />
Ispartalıdır. Eğirdir'in eski halıcılarındandır. Dürüst, iyi bir işletmeci idi.
BABA SULTAN<br />
B<br />
Baba Sultan Türbesi ve Eğirdir Gölü<br />
Şimdiye kadar Baba Sultan türbesi üzerine ayrıntılı çalışmayı Cemal Tosun<br />
yapmıştır. Onun Bektaşilik Tarihi, elyazması Bektaşilik Ziyaret Yerleri Risalesi,<br />
Murat Sertoğlu'nun On İki İmam adlı tefrikası, İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın Kitabeler<br />
adlı eseri ve ansiklopedilerden yaptığı incelemelere göre Baba Sultan'ın kimliği<br />
şöyledir; "Bektaşi tarikatının Çelebiler kolunun savlarına göre Baba Sultan Hacı<br />
Bektaş Veli'nin torunudur. Adı Mürsel'dir. Babası Hızır Lale Sultan'dır. O devirde din<br />
ulularının soyundan gelenlere Sultan denildiği için Mürsel'e de, Mürsel Sultan<br />
denilmiştir. Mürsel Sultan büyüdükçe Bektaşi tarikatının gerektirdiği bilgi ve töreleri<br />
kazanınca Baba unvanını almıştır. Sonradan adı kullanılmamış, Baba Sultan olarak<br />
anılmıştır. Bektaşi tarikatında Baba sözcüğü liderlik ifade eden bir unvandır. Baba<br />
Sultan Bektaşi tarikatının dördüncü halifesidir. 1357-1369 yılları arasında Bektaşi<br />
postunda oturmuştur. Halife bulunduğu sıralarda tarikatın ileri gelen ve güvenilir<br />
adamlarından Ebu Musa oğlu Şeyh İsa Deduki'yi Eğirdir'e gönderip bir zaviye<br />
yaptırmış ve kendi adını vermiştir.
Baba Sultan yaşlandığı vakit kendi adına yaptırdığı zaviyesine gelmiş, bir<br />
müddet sonra ölmüş, vasiyeti üzerine şimdiki türbesinin bulunduğu yere<br />
defnedilmiştir. Türbe sonradan yaptırılmıştır. İslamda kabirlere tarih ve isim<br />
yazılması yasak olduğundan ölüm tarihi ve isim yazılmamıştır. Tahminen ölümü<br />
1370 -1380 yılları arasındadır.<br />
Baba Sultan'ın bir askari mücahit olduğunu söyleyenler varsa da bu sözün<br />
dayanağı yoktur. Bu iddia vaktiyle türbede kılıç kalkan gibi bazı silahların<br />
bulunmasındandır. Bilindiği gibi Osmanlı ordusunun piyade askerleri yeniçerilerden<br />
oluşmuştu. Yeniçeriler çoğunlukla Bektaşi tarikatına kayıtlı oldukları için Bektaşi<br />
Babaları onların manevi lideri idi. Savaş zamanların askerlere maneviyat vermek<br />
için padişahlar Bektaşi Babalarını savaşa davet ederlerdi. İşte türbede görülen<br />
silahların sebebi budur. Cemal Tosun'un önemle vurguladığı nokta Baba Sultan<br />
türbesi yanında bulunan kitabe türbeye ait değildir, zaviyeye aittir.<br />
Böcüzade Süleyman Sami 1900 lerdeki Baba Sultan'ı anlatırken "Türbenin<br />
etrafında şeyhlere ve türbedarlara mahsus evler, misafir hücreleri, mutfak<br />
bulunmaktadır." der.<br />
Zorti Baha'nın türbesi de Baba Sultan türbesinin göl tarafında idi. 1926 da<br />
kapanıncaya kadar burada vakıf paralarıyla yoksullara yemek verilirdi. Bu konuda<br />
akrabam 1916 doğumlu Hasan <strong>Güngör</strong>'den duyduğum, ibret verici bir hikayeyi<br />
buraya eklemek istiyorum.<br />
"Baba Sultan'da yoksullara yemek verilirmiş. Ordaki bir kadın çıkrıkta ip<br />
eğirirken Barla'ya gitmek isteyen bir Rum soğuktan orada kalmak, karnını<br />
doyurmak istemiş, ip eğiren kadın "gavur" diye Rumu kovmuş, içeri almamış. Rum<br />
biraz uzaklaşınca Erenler kadının çıkrığını aldığı gibi göle atmış. Kadın kusurunu<br />
anlamış. Ardından koşup yalvar yakar Rumu almış gelmiş. Yemeğini yedirip, hizmet<br />
etmiş. İş bittikten sonra birde bakmış çıkrığı yerine konmuş..."<br />
BABASULTAN KÜPLERİ<br />
Bu küplerin bulunduğu yere Sakakhane de denirdi. Türbenin dağ tarafında,<br />
dağın kıyısında barakalar içinde 10-15 kadar küp vardı. Bu büyük küpleri Baba<br />
Sultan Türbesiyle ilgilenenler, hayırseverler sabahın erken saatlerinde gölden<br />
doldururlardı. Bu küplerdeki sular daima soğuk olurdu. Sebebi buradaki fay<br />
yarıklarından soğuk havanın gelmesidir. Uzun bir süre bu fay yarıklarına<br />
kanalizasyon akıntısı verilmiştir.<br />
BABASULTAN ZAVİYESİ<br />
Bektaşi tarikatı kurulduktan sonra tarikatın ileri gelenleri Anadolunun çeşitli<br />
yerlerinde tarikatlarını yaymak için zaviyeler açmışlardır. Buralarda yoksulları<br />
doyurmuşlar, hem amaçları doğrultusunda eğitim vermişlerdir. O çağda Eğirdir<br />
bilim merkezlerinden biri olduğu için Baba Sultan'ın gözde adamlarından Ebu<br />
Musa oğlu Şeyh İsa Deduki'ye Eğirdir'de bir zaviye açma görevi verilmiştir. Deduk,<br />
Hazar denizinin kıyı şehirlerinden biridir. Şeyh İsa Deduki Eğirdir'e gelmiş,<br />
Hamidoğlu II.İlyas Beyle görüşüp 1357 yılında zaviyeyi tamamlamıştır. Zaviyeye de<br />
tarikatın başı Baba Sultan'ın adı verilmiştir. İlyas Bey zaviyenin yerini ve katranlık<br />
bölgesini bağışlamıştır. Timur'dan sonra bu yöreler Karamanoğullarının eline
geçince Karamanoğlu Ali Bey 1407 yılında zaviyeye hayli arazi vakfetmiştir. 1413<br />
tarihinde Eğirdir tekrar Osmanlıların eline geçince bir komutan olan Pir Hüseyin Bey<br />
de 1420 yılında büyük çapta bir arazi vakfetmiştir. Şimdi burada bir kitabe vardır.<br />
Zaviyeye ait olup türbede yatana ait olmayan bu kitabenin türkçesi Cemal Tosun'un<br />
okuyuşuna göre şöyledir;<br />
"Alemlerin rabbı olan Ulu Tanrıya ve sena ve onun resulü peygamberimiz<br />
Muhammed ve onun sülalesi ve temiz adamları ve sahabelerine salat ve selamdan<br />
sonra beyan eylerim ki bu Buk'a Hamidoğullarından büyük ve güçlü emir<br />
Hüsamettin İlyas Bey zamanında ve onun büyük yardımlarıyla 759 hicret<br />
senesinde Allanın merhametine muhtaç fakir kulu Ebu Musa Oğlu İsa Deduki<br />
tarafından yaptırılmıştır. Büyük Emirin yardımlarını Allah mübarek eylesin."<br />
Baba Sultan zaviyesi yeniçeri ocaklarının dağıtılmasıyla bütün yurtta olduğu<br />
gibi burda da kaldırılmıştır. Tanzimat fermanından sonra tekrar faaliyete geçirilmişse<br />
de Cumhuriyet devrinde kanunla tekkeler kapatılınca burası da kapanmıştır.<br />
Şimdi olmayan Baba Sultan zaviyesi hakkında Cemal Tosun bu bilgileri verir.<br />
BAPRALIK<br />
Köprübaşı'na varmadan dağla göl arasında kalan yere denirdi. Bataklık idi.<br />
Durgun olduğu için balık, kurbağa çok olurdu. Alan süsenlerle kaplı idi. Eğirdir'in<br />
inekleri çoğunlukla orda otlardı. Bahar başında süsenler sapsarı çiçek açınca çok<br />
güzel bir manzara olurdu. Bağdan ikindin Eğirdir'e dönüşte onbinlerce kurbağa<br />
seslerinden yer gök inlerdi.<br />
O zaman büyüklerimizin dediğine göre kurbağalar, "Yaz gelsin de bir çardak<br />
yaptırayım." diye vıraklarlarmış. Eğirdirlinin ağzında burayla ilgili bir espri bile vardı.<br />
Bir kişi yapacağı bir işte aşırı hayalci olursa:<br />
"Babralıktaki inekler Ummaaa diye bağırıyor." derlerdi. Şimdi o alanın<br />
ortasından karayolu geçiyor. Kuzeyinde Su Ürünleri Araştırma Enstitüsü,<br />
güneyinde Su Ürünleri Fakültesi yer alıyor.
BAĞA<br />
Guatr hastalığına verilen addır. Geçmişte yöremizde yaygın bir hastalıktı.<br />
BALÇIKLI<br />
Eğirdir'de geniş bir sülaledir. 1877 Plevne muhasarası ve<br />
yenilgisinden sonra Ruslar Balkanlara sarkmaya başlayınca anayurta<br />
Rusçuk'tan Pazarcık'tan, Hazergrad dolaylarındaki Balçık'dan göçler oldu.<br />
Bu arada Isparta'ya yerleşenler olduğu gibi çevresinde de köyler kuruldu.<br />
Eğirdir'de böyle anılanlar bu göç dalgasıyla gelenlerin torunlarıdır. Böcüzade<br />
Süleyman Sami'nin verdiği bilgiye göre bu kurulan köyler Senir yakınlarında<br />
Cedit, Çığrı yaylasında Başmakçı, Eber cihetinde Kavakalanı, Ümraniye,<br />
Kılıç köyü yakınlarında Hazergrad'dır. Balçık'ın bugünkü adı Karvuna'dır.<br />
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Balçık kasabasını şöyle anlatır.<br />
"Balçık Varna'nın kuzeyinde, Karadeniz kıyısında bir Deliorman kasabasıdır.<br />
Yalçın kayalı biryüksek dağın eteğindedir. 500 hanedir. Gemiler girer çıkar."<br />
Geçmişte Hıristiyanlaşmış bir Türk ailesinden gelen Balık Bey bu<br />
bölgede Gagavuz Devleti kurmuş, Balçık (Karvuna) şehrini de devletin<br />
başkenti yapmıştır. Resmi dini Hıristiyanlık idi.<br />
BALIK EYLEMEK<br />
Balığı temizleyip pişecek hale getirme işi.<br />
BALIK YEMLERİ<br />
Sülük, solucan, suyun içinde güneşte şişmiş buğday tanesi, yengeç,<br />
bilhassa yumuşak yengeç, kerevit, ekmek içi, dut, danaburnudur. Sudak<br />
balığının göle atılmasından sonra kendi etiyle avlanmıştır. Daha sonraları<br />
susam, haşhaş küspesiyle çapak da avlanmıştır.<br />
BARLA<br />
Bir Roma askeri garnizonu olarak kurulduğu ifade edilir. Antik adı Parlais'tir.<br />
Bedre köyü yakınlarda Prostanna ile Parlais'in sınırlarını belli eden bir yazı vardır.<br />
Yerleşimin eskiliği bakımından önemlidir. Toprağı verimsiz olduğu için insanları<br />
Ankara'da, İstanbul'da çoğu tuhafiye, konfeksiyon, tekstil üzerine iş kurmuşlardır.<br />
Dışa açılışlarının tarihi eskidir. Değerli ilim adamları yetiştirmiştir. İstanbul'da bir<br />
zamanlar bir yerde bir kişiyle karşılaştım;<br />
"Nerelisin?" dedi.<br />
"Eğirdirliyim." dedim.<br />
"Barlalı değilsin ya.." dedi. Ben: "Değilim." dedim.<br />
"Aman Barlalı olma.." dedi.<br />
"Neden?" dedim. "Barlalılar iyi insanlardır."
"Elbette.." dedi. "Kim ki Isparta'nın Eğirdir'in Barla'sından, cin eker, Şeytan biçer<br />
tarlasından.." diye ekledi. Herhalde o kişi bana Barlalıların ticari başarılarını anlatmak<br />
istedi.<br />
BAŞŞAK<br />
Üzüm, ceviz, badem toplandıktan sonra asmada, ağaçta kalanlara denir.<br />
Bunları toplamak hırsızlık sayılmazdı. Bu toplama işini daha çok çocuklar yapardı.<br />
BATIL İNANÇLAR<br />
Aniden titreyeni Azrail yoklamış demektir.<br />
Ateşin üstüne işenmez, şeytan çarpar.<br />
Ateşle oynayan çocuk yatağa işer.<br />
Avın kanı silaha sürülürse avcının şansı açık olur.<br />
Ayağını sürüyerek gidersen gittiğin yere ardından misafir gelir.<br />
Ayak üstünden atlanırsa ayak sahibinin boyu kısa kalır.<br />
Başının tepesinde iki saç dönemeci olan iki kez evlenir.<br />
Birkişinin kulağı çınlarsa biri onu anıyordemektir.<br />
Birbirine soğuk su serpenin araları da soğur.<br />
Birşeyi ters giyenin işi de ters gider.<br />
Çocuğun düşen göbeği evin içine saklanırsa çocuk evine düşkün olur.<br />
Çocuk apalarsa misafir gelir.<br />
Çok esneyene nazar değmiş demektir.<br />
Damda karga öterse eve haber var demektir.<br />
Düşünde diş çektirenin evinden ölü çıkar.<br />
Ebemkuşağının altından isteyerek geçen kızsa erkek, erkekse kız olur.<br />
Ekmeğin yanığını yiyenin nişanlısı güzel olur.<br />
Eller göğüste bağlanırsa baht bağlanır.<br />
Evin çevresinde bir köpek uzun uzun ulursa o evden ölü çıkar.<br />
Evin damında baykuş öterse o evden ölü çıkar<br />
Gece sakız çiğnemek ölü eti çiğnemektir.<br />
Gece tırnak kesmek uğursuzluk getirir.<br />
Gök gözlüden hayır gelmez.<br />
Göle taş atılırsa ahirette kirpikle çıkarılır.<br />
Islık çalarsan şeytanlar başına toplanır.<br />
ilk yağan kar kurtlu olur, yenmez.<br />
Kapı eşiğinde oturanı şeytan çarpar.<br />
Kedi eliyle yüzünü yıkarken kulağından aşırırsa eve misafir gelir.<br />
Kediyi öldüren yedi cami yapsa günahını ödeyemez.<br />
Kırk perşembe çamaşır yıkayan ev sahibi olur.<br />
Kurbağaya dokunursan elin siğil olur.<br />
Kuyuya eğilip bakarsan şeytanlar çeker.<br />
Küçük çocuk bacaklarının arasından bakarsa misafir gelir.<br />
Mavi boncuk takılan çocuğa nazar değmez.<br />
Meyva vermeyen ağaçlar balta ile korkutulursa meyva verirler.<br />
Odun ocakta yanarken alevli bir tıslama yaparsa onu biri arıyor demektir.<br />
Ölünün karnının üstüne demir konursa ölü şişmez.<br />
Ön dişlerinin arası açık olan şanslı olur.<br />
Sabahları soldan kalkanın işi rast gitmez.
Sabun elden alınırsa kavga olur. Bir yere konulup ordan alınmalıdır.<br />
Sağ gözün seyremesi sağlık sol gözün seyremesi varlıktır.<br />
Sakız çiğneyen erkeğin bıyığı eğri biter.<br />
Satış yaparken ilk müşterinin parası yere atılıp alınır ya da sakala sıvazlanırsa o günün<br />
satışı iyi olur.<br />
Sıcak küle su dökersen şeytanlar çarpar.<br />
Sigara yandan yanarsa yolculuk var demektir.<br />
Sofrada dize ekmek koymak günahtır.<br />
Sofrada elindeki ekmeği bitirmezsen ayağını köpek kapar.<br />
Soğan kabuğu çöpe atılmaz.şeytanların parasıdır.<br />
Tava dibi sıyıranın düğününde karyağar.<br />
Tırnakta aklık olursa bir kısmet var demektir.<br />
Tütsü nazarı engeller.<br />
Vızıltılı iri bir kara böcek eve girerse müjde var demektir.<br />
Yemek üstü geleni kaynanası seviyor demektir.<br />
Yemekten sonra bulaşıklar çok bekletilirse şeytanlar yalar.<br />
Yılanın ayağını gören cennetlik olur.<br />
Yılanın kuyruğu yıldız görünceye kadar ölmez.<br />
Yıldız kayarken dilek tutarsan dileğin olur.<br />
Yolcunun ardından su dökülürse su gibi kayar gider.<br />
BAYBOĞAN<br />
Konnebucağı'ndan Konya yoluna çıkarken solda kalan yarımadaya denir.<br />
Eğirdirli ve pek çok kişiler konum olarak buranın yeni bir yerleşim yeri olabileceğini<br />
düşünmektedirler. Doğal durumu, anayol üstü, elektrik enerjisine yakınlığı,<br />
Konnesuyu'na yakınlığı, kanalizasyon sorununun kolay çözülecek şekilde olması<br />
böyle bir düşüncenin doğmasına sebep olmuştur. Yakın geçmişte Orman Bakanlığı<br />
burayı ağaçlandırdı.<br />
Bayboğan dolaylarından Eğirdir'in görünüşü
BATTEA<br />
Eğirdir gölü kuzeyinde bulunan, yeri tam saptanamayan bir ilk çağ köyü.<br />
BAZIMA<br />
Bazlama demektir. Sac üstünde pişirilen bir parmak kalınlığında yuvarlak<br />
ekmek. Mayalı olur. Hamuru da, iyi pişmesi için biraz cıvık olur.<br />
BEDEVRE<br />
Keklik avlamak için yapılan bir çeşit tuzak. Bir dikdörtgen çerçeveye iki<br />
parçalı kapak yapılır. Kıl ip arasına alınarak burkulur. Üzerine basıldığında kapak<br />
aşağı açılır. Basan kuş içine düşünce burkulmuş ipin özelliğiyle kapak kapanır. Bu<br />
düzenek kekliklerin geçtiği yerlere, su başlarına kazılan bir çukurun üzerine<br />
yerleştirilir, av yapılır.<br />
BEDRE<br />
Eğirdir gölünün batısında bir köydür. Şimdi adı Gökçeköy oldu. Eskiden<br />
karpuzuyla meşhurdu. Yolu kötü olduğu için karpuzu kayıkla getirirlerdi. Biz<br />
çocuklar da elden ele birkaç karpuz karşılığı Pazar yerine aktarırdık.<br />
BEHRİL DİVANE<br />
Sorumsuzca, serserice yaşayanlara denir. Harun Reşit zamanında yaşamış<br />
bir Behlül Dane vardır. Bizim Nasrettin Hoca'ya benzer... Sanıyorum bu söz, bu<br />
kültürün halk diline girmiş biçimidir. Tarikata kendini vermiş, dünyayı<br />
umursamayan, hiçbir şeyi olmayanlara da denir.<br />
BEKİR TÜRK<br />
1908 yılında Eğirdir'de doğdu. Kale mahallesindeki Şavkular<br />
sülalesindendir. Şevki Efendi ve Adile hanımın çocuğudur. İzmir Öğretmen Okulunu<br />
bitirip 1929 yılında öğretmen oldu. Otuz yedi yıl çalıştı. 1972 yılında Isparta'da öldü.<br />
Şiirlerinden ikisi aşağıdadır;<br />
Gün Batarken<br />
Enginde bir güzel can atıyorken<br />
Ölümü düşünmek günah mı bilmem<br />
Suları bir hançer kanatıyorken,<br />
Gönlüme çökecek bin ah mı bilmem<br />
Hicran havasıyla estikçe yeller<br />
Akıyor sulara ölgün emeller<br />
Sarışın başından uzanan teller<br />
Gözüme bir hazin nigâh mı bilmem
Ufuklar bir derin hayale daldı<br />
Enginde yükselen dağlar alçaldı<br />
Gözlerim kararan vadide kaldı<br />
Gönüller arası penah mı bilmem<br />
Çekildi ufkumdan o sevinç kızı<br />
Akıyor içime bir siyah sızı<br />
Görmesin göklerde gönül yıldızı<br />
Gözler de gönül de siyah mı bilmem<br />
Dalgalar<br />
Dalgalar gölde saklı<br />
Bir mavi tülde saklı<br />
Rüzgârlar estirince<br />
Başından gider aklı<br />
Dalgalar kabarmada<br />
Esinti var havada<br />
Hücuma uğradı bak<br />
Canada Yeşilada<br />
Dalgalar arka arka<br />
Gelirlerdüşe kalka<br />
Kumlara çakıllara<br />
Bu çalım bu fiyaka<br />
Dalgalar dalgalanır<br />
Çalkanır havalanır<br />
Korkmayın çekinmeyin<br />
Dalgalar bizi tanır<br />
Dalgalar coşar gelir<br />
Ufuklar aşar gelir<br />
Hırslanır öfkelenir<br />
Sahile hep serilir<br />
BELİK BAHÇE<br />
Kale kapısından girince Devran Dededen sonraki sağ boşluğa denirdi. Kale<br />
mahallesinin güney yönü doldurulduktan sonra bu ad kullanılmaz oldu. Bu mahallenin<br />
çocuğu olduğum için oyunlarımızın çoğunu orda oynardık. Çünkü mahallede<br />
ordan geniş yer yoktu. "Belik" kelimesi Divanü-Lügat-it-Türk'te "Armağan" anlamındadır.<br />
BELTAŞI<br />
Eski yazla yolunun en yüksek yerinden yazla tarafına inerken sol taraftaki<br />
dik kayaların altında odamsı bir boşluk vardır.Buraya Beltaşı denirdi. Beli ağrıyanlar
yerden birkaç çöp alıp kırar, bu boşluğun bir köşesine koyar, arkaya doğru yatar,<br />
belini birkaç kez zorlardı. Böyle yapıldığı zaman bel ağrılarının geçeceğine<br />
inanılırdı. Şimdi yol doldurulunca bu boşluk nerdeyse yol hizasıyla olmuştur.<br />
BENEK<br />
Armağan. Örneğin; "Arkadaşıma bir benek verdim." Divanü-Lügat-it-Türk'te<br />
"Belek" olarak geçiyor.<br />
BEREKET DEDE<br />
Karçınzade Süleyman Şükrü'nün Seyahat-ı Kübra adlı eserinde verdiği<br />
bilgiye göre Bereket Dede mevlevidir. Şehir içinde türbesi vardır. Nerede olduğu<br />
tesbit edilemedi.<br />
BESDEL (pestil)<br />
Pekmez belirli bir ölçüde daha kaynatılarak koyulaştırılırsa Pestil olur. Şırası<br />
pekmez toprağıyla işlem gören tatlı besdel, toprak katılmayan ise ekşi besdel olur.<br />
Ekşi besdel eritilerek pilav yerken, benzer durumlarda komposto gibi içilir.<br />
Besdel ve pekmez baş parmakla işaret parmağı birleştirilerek bir leğende<br />
döğülürse rengi bal rengine döner. Bunun için besdel ve pekmez yapıldıktan sonra<br />
leğenlere konur, akşamları keliflerde komşu hısım böylece doğulur, bal rengi<br />
aldırılırdı.<br />
BEYGİR HÜSNÜ<br />
Çok güçlü, iyi niyetli bir adamdı. Yoksuldu. Evinin geçimini sağlamak için en<br />
ağır yükleri taşırdı. Sırtından yük semeri eksik olmazdı. Ramazanlarda da davul<br />
çalardı. Ritmi çok güzel, başarılıydı. Tok sesiyle manileri türküleştirerek söylerdi.<br />
Hemşehriler, ondan sonra ramazanda davul çalanların hiçbirinin onun yerini<br />
tutamadığını söylerler. Onun aklımda kalan manilerinden ikisini yazıyorum.<br />
Şekerim var ezilecek Has<br />
dülbentten süzülecek Çok<br />
bekletme güzel beyim Çok<br />
yerim var gezilecek<br />
Aşağı cami direk ister<br />
Söylemeye yürek ister. Benim<br />
karnım toktur amma<br />
Arkadaşım börek ister<br />
BEZ BAĞLAMAK<br />
Bir dilek, bir hastalık nedeniyle dileğin kabul olunması için su başlarına,<br />
kutsal yerlere ve yakınındaki ağaçlara bez bağlanır. Şamanizm inancına göre<br />
onların ruhlarına saygı duyup, onlardan yardım dilemek amacı taşır. Türkler
müslüman olduktan sonra bu geleneklerini bırakmamışlardır. Pınar pazarındaki<br />
pınarın üstünde bulunan ağaçlara, Eğirdir ve Yazla'daki türbelere bez parçası<br />
bağlanırdı. Şimdilerde böyle bir durum yoktur,<br />
BICIGAN<br />
El ve ayakta derilerin yarılarak kan çıkma durumlarına denir.<br />
BICILGAN OTU<br />
Geniş yapraklı uzun çayıra benzeyen bir ottur. Nemli ve sulak yerlerde<br />
bulunur. Dört beş yaprak birleştirilerek bükülür, hasır ipi haline getirilir, hasır<br />
dokumada kullanılır. Dikkat edilmezse eli jilet gibi keser.<br />
BICIRGAN<br />
Bilimsel adı Preissensia polymorpha'dır. Gıcırgan da derler. Su içindeki<br />
kayaların üzerinde olurdu. Küçük tatlı su midyeleridir. Dikkat etmediğimizde<br />
yürürken ayaklarımızı keserlerdi. Balıkların besin kaynağı idi. Deterjan olayından<br />
sonra gölde görünmez oldular. Balıklarda...<br />
BİDDAK<br />
Çocukluğumdan hatırlıyorum. Giyimine, temizliğine dikkat etmeyen<br />
dilenen yaşlı, kirli bir kadındı. Öyle olanlara adı deyim olarak kalmıştır. Hatta kız<br />
çocuklarını seven yaşlılar "Biddak" diye severlerdi. Nedeni, çocuğa övücü sözler<br />
söylenirse nazar değeceğine inanılır. Hâlâ çocukları "Çirkin" diye severler.<br />
BİLMECELER<br />
Çocukluk günlerimde kış gecelerinde birbirimize sorduğumuz<br />
bilmecelerden aklımda kalanlarını yazıyorum.<br />
Het dedim<br />
Hut dedim<br />
Kapı ardına yat dedim. Süpürge<br />
Dağdan attım ölmedi<br />
Taştan attım ölmedi<br />
Suya attım oluverdi Kağıt<br />
Hep hepi içinde<br />
Kafası dışında Çivi<br />
Dam başında<br />
Bir top bezim var Yuvga taşı
Melemez melemez<br />
Ocak başına gelemez Sadeyağ<br />
Kapı ardında pekmez<br />
Süpürürüm süpürürüm gitmez Güneş<br />
İbici<br />
Burnu eğrici Tahra<br />
Dağdan gelir taştan gelir<br />
Ardı açık enişten gelir Keçi<br />
Kayada kalbur aslı Kulak<br />
Yedi delikli tokmak<br />
Bunu bilmeyen ahmak Kafa<br />
Sarıdır safran gibi<br />
Okunur Kur'an gibi<br />
Ya bunu bileceksin<br />
Ya bu gece öleceksin Altın<br />
Ben giderim o gider<br />
Para para iz eder Baston<br />
Anasını sattığımın gâvuru<br />
Kulağına bassam bağırır Tüfek<br />
Altı mermer üstü mermer<br />
içinde bir gelin oynar Ağız ve Dil<br />
Biz biz idik<br />
Otuz iki kız idik<br />
Ezildik büzüldük<br />
Bir sıraya dizildik Dişler<br />
BİR <strong>EĞİRDİR</strong> TATLISI<br />
Çarşı fırınından çıkan sıcak bir ekmeğin karnı yarılır; içine oğularak tahin<br />
helvası konur, tekrar fırına verilir. Helva eriyip ekmeğe sindikten sonra fırından<br />
çıkarılır, yenir. Eski Eğirdir geleneklerinden biridir.<br />
BİŞİ<br />
Orta büyüklükte kalın yuvarlak bir hamurun kızgın bol yağda kızartılmasıyla<br />
yapılan mayalı bir çeşit börektir. Bişi hayırlı işlerin ardından, ölenlerin ardından,<br />
kazalardan sonra Tanrı'ya şükran sunmak için yapılır. Kişi seçmeden, gelen geçen,<br />
uzak yakın herkese dağıtılır.
BOKLUTAŞ<br />
Kemik Hastalıkları Hastanesi ile Kapılar arasının gölden yana olan<br />
büklüme denir. Eskiden burada dağdan yuvarlanmış 30-40 tonluk taşlar vardı. O<br />
zamanlar bağlara yürüyerek sabahleyin gidilir, ikindin yürüyerek dönülürdü. Ne<br />
hikmetse sabah giderken ve ikindin dönerken çoğu kişiler göl kıyısındaki bu taşların<br />
ardında abdest bozarlardı. O mevki de bu nedenle bu adla anılır.<br />
BOKYEDİBAŞI<br />
Olmuş işi bozmaya çalışana denir. Bazen olayda doğru davranan kişiye,<br />
işine gelmeyenler kötülemek için de söylerler.<br />
BOSTAN KABAĞI<br />
Çok iri olduğu halde kartlaşmaz, çekirdeği süt kalır. Süt ve tereyağla<br />
pişerse çok lezzetli olur. Sanırım kültürü Türkmenistan'dan gelmedir. Anadolunun<br />
çok yerini gezdim, bu kabak türünü görmedim.<br />
BOYALI<br />
Bugünkü adı Büyükgökçeli olan Findos'un doğu tepesinin ardında bacak<br />
kalınlığında bir su çıkar. Pınarın alt tarafında çok yaşlı bir karadut ağacı ve tapınak<br />
denebilecek kalıntılar vardır. 1850 lerden sonra bu mevki Eğirdirli Rıza Efendinin<br />
çiftliği olmuştur. 1873 te Eğirdir'de Rüştiyenin açılmasında bu kişinin yardımları<br />
olmuştur. Çiftlik evi tapınak kalıntısının üstüne yapılmıştır. 458 tarihli kilise<br />
kayıtlarında Findos'ta bir piskoposluk olduğu yazılıdır. Bu kalıntının bununla ilgili<br />
olduğu, Boyalı adının da resimli kiliseden kaldığı akla geliyor.<br />
BOYALI-BARLA<br />
Şimdi mahalle olmuş eski bir çiftlik adıdır.<br />
BOZLUVA<br />
"Boğazova"nın bozulmuş şeklidir. Boğaz sözcüğü genelde bileşik kelime<br />
olduğu zaman "Boz" şekline dönüşüyor. Boğazın önü'nün "Bozanönü" olduğu gibi.<br />
Boğazova'nın çevresinde 6-7 bin yıllık yerleşim izleri vardır. Bilhassa<br />
Konnebucağı, Meseyin, Pınarpazarı, Sarıcıkarası dolaylarında görülür. İki üç metre<br />
toprak altında Roma dönemi kalıntılarına da rastlanır. Verimli bir toprak olduğu için<br />
Arih öncesi ve tarih boyunca yararlanılmıştır. Göl kıyısında üç dört yerde büyük<br />
yapıların temelleri vardır. Zamanla dolan göl tabanının sonucu suların yükselmesiyle<br />
Boğazova sular altında kalmış, tarım yapılamaz hale gelmiştir. Boğazova'yı bu<br />
durumdan kurtarmak için bazı teşebbüsler yapılmıştır. Bu teşebbüslerden bilinen<br />
ilki 1567 yılında olmuştur. Ama sonuçsuz kalmıştır. İkinci meşrutiyette Eğirdir'den<br />
mebus seçilen Hacı Burhan 1910 larda bataklığı kurutmak için bir teşebbüste<br />
bulunduysa da sonuç alınamamıştır. 1952 yılında kanal açılıp "Irmak" kontrol altına<br />
alınmıştır.
BÖCÜ BÖRTÜ<br />
Boğazova'dan Sivri'nin görünüşü<br />
Böcekler ve kurtlar demektir.Burada kurt sözüyle kelebek larvaları anlatılır.<br />
Eski Türk dilinde Börte; hayvan, kurt anlamında kullanılır.<br />
BUNALTMA ÇUBUK<br />
Dikilecek asma türünün güçlülerinden 60-70cm kadar uzunlukta kesilir. Bir<br />
demet yapılır. Bir çuvala ya da hasıra sarılıp bir çukura gözlerinin yönü aşağı<br />
gelecek şekilde gömülür, kümbet yapılır. Bir süre sonra köklenince asma çukuruna<br />
dikilir.<br />
BURCU BEY HAMAMI<br />
Yazla hamamı da denirdi. Şimdiki yangın evlerinin olduğu yerdeydi. Biraz<br />
üstünde bilek kalınlığında buz gibi bir su akan pınar vardı. 1480 lerden sonraki<br />
kayıtlarda Burcu Bey Zaviyesinin Burcu Hamamı olarak adı geçiyor. Kullanıldığını<br />
bilen yoktur. 1430 lardan sonra yapıldığını sanıyorum. Orta büyüklükte tuğla ve<br />
harçla yapılmış bir hamamdı. 1950lerde yıkıldı<br />
Karçınzade Süleyman Şükrü eserinde bu hamamdan bakımsız, işlemez<br />
durumda diye bahseder. Buna göre 1880 yılından önce işlemez olduğu anlaşılıyor.<br />
Bazı kaynaklarda "Buzcu" diye yazıyorsa da biz çocukluğumuzdan beri bu<br />
zaviyenin olduğu evde oturanlara "Burcular" deriz.<br />
BURCU BEY<br />
Eğirdir, Osmanlı yönetimine geçtikten sonra birçok yöneticiler gelmiştir. Bu<br />
yöneticilerden biri Hızır Bey ya da Hızır Ağa dır. Bu Hızır Bey, Şeyhülislam Berdai'yi<br />
Hacda Eğirdir'e davet eden kişidir. Burcu Bey de Hızır Beyin çevresindeki<br />
kumandanlardan biri olabilir. Ün dergisinde Turan Dağlıoğlu'nun "Hızır Bey<br />
Vakfiyesi" adlı yazısında Burcu Beyin adı geçer.
Hızır Bey 1429 tarihli vakfiyede birçok mallarını Şeyhülislam Berdai<br />
zaviyesinin o günkü mütevellisi olan Pir Muhammet Hoyi ve evlatlarına vakfettikten<br />
sonra imzalayanların arasında Burcu Beyin de adı vardır.<br />
Burcu beyin Yazla’da Hangah altında bir evin bahçesinde basit bir türbesi<br />
vardı. Evde oturanlara da "Burcular" denirdi. Sanıyorum bu ev Burcu Bey<br />
zaviyesinin kalıntısı idi. Burcu Bey bir zaviye kurmuş; bu zaviyenin üzerine de<br />
Gönen'deki Kavacık köyü, Avşar'daki Suluköy, Sevinçbey'deki bazı bağlarını<br />
vakfetmiştir. Ayrıca Burcu Bey hamamından hisse aldığı yazılıdır. Bu hamamdan<br />
Zorti Baba için eski kayıtlarda "Burcu Bey hamamından pay alıyor." sözü geçiyor.<br />
Bir burcu mescidi de olduğu kayıtlarda vardır. Bu mescide Burdur'da on dükkan<br />
bağışlıydı. Burcu Bey türbesi 1970 lerde kaldırılarak Belediye yangın evleri yapıldı.<br />
Burcu hamamı 1945 lerde harap halde idi. İçinde oynardık. Bol kireç harçlı ve<br />
tuğlayla yapılmış orta büyüklükte bir hamamdı.<br />
BURHAN<br />
Türklerin bir bölümü, başta Uygurlar müslüman olmadan önce Budist idiler.<br />
Din etkisiyle çocuklarına Buda'nın adını koyarlardı. Türk'lere Buda adı, "Burhan"<br />
şeklinde geçmiştir. Hazreti Muhammed adının Mehmet, Ahmet, Mahmut, Mahmat<br />
olarak geçmesi gibi.<br />
BUZ SÜRMESİ<br />
Bazı yıllar göl 40-50cm donar. Marta doğru erimeye başlayınca parçalanan<br />
buzlar dalgalarla kıyılara yığılır. Öyle olur ki sedler haline gelir, muazzam bir güç<br />
oluştururlar. Kıyıdaki büyük ağaçları bile kökünden kazır, çatmaları parçalarlar.<br />
Buna buz sürmesi denir. 1949 yılındaki böyle bir donda buz sürmesi sonucu çok<br />
1949 yılında buz tutan göl üstünde karşı dağlardan odun<br />
getirenler Canada'nın güney açıklarında görülüyorlar<br />
büyük çınar ağaçları zarar gördü.
BUZATI<br />
Göl kalın donduğu zamanlarda kullanılan bir araçtır. Bir insanın bağdaş<br />
kurup ya da diz üstü oturabileceği büyüklükte alçak bir iskemledir. Ön tarafı<br />
yukarıya meyillidir. En altına buzda süratle kayması için kemik yerleştirilir.<br />
Söylenilene göre en iyi kemik köpek kemiği imiş. Üzerine oturulduktan sonra uçları<br />
sivri demirli iki değnekle ki buna "mizmile" derler itilerek, buz üstünde süratle gidilir.<br />
Bunun biraz daha büyüğü yapılarak karşı dağ kıyılarından odun getirildiği<br />
olur. 1949 yılındaki büyük donda bu olayları gördüm.<br />
Ortaasyadaki Hakas Türkleri bölgesinde benzer şekilde buzlu arazide<br />
gittikleri Radolfun kitabında bahsedilmektedir.<br />
BÜTÜNET<br />
1949 yılında Camiardı açıklarında buz tutan göl üstünde<br />
buzatı'yla gezen Eğirdir'liler<br />
Ziyafet ve düğün yemeğidir. Büyük bir sahandaki bulgur pilavı üzerine 3-4 kg<br />
kadar, büyük parçalar halinde haşlanmış erkeç ya da keçi eti konur. Pilavla beraber<br />
yenir. Pilav da et suyuyla pişirilir.
CAMADAN<br />
C<br />
Kolları olmayan deriden yelek. Bir Eğirdir türküsünde de geçer. "Halil ağam<br />
Aras'a gidiyor" Öküz derisinden camadan giyiyor." Bu türkünün tamamını söyleyen<br />
bulamadım.<br />
CAMİARDI<br />
Hızır Bey camisinin güney tarafına denir. Bizim çocukluğumuzda göl orada<br />
kıyı yapar, Ada'dan gelen kayıklar orada durur, gavinne çamçakla orada satılırdı.<br />
Yaşlılar kış günleri orada oturur, duvara dayanır güneşlenirlerdi. Şimdi otobüs<br />
durağı ve terminal olmuştur.<br />
CÂMİÜ'N-NAZÂİR<br />
Eğirdirli Hacı Kemal'in 1512de yazıp bitirdiği yazdığı bir şiir antolojisidir.<br />
Kitapta 268 şairin 425 şiiri vardır. Ordünaryüs Prof. Dr. Fuat Köprülü "Türk edebiyatında<br />
İlk Mutasavvuflar" adlı eserinde Câmiü'n Nazâir'in önemini şöyle belirtir.<br />
"Hacı Kemal'in hatta tezkerelerde bile adları geçmeyen en eski Anadolu<br />
şairlerinin de eserlerini içine alan meşhur Câmiü'n Nazâir'idir." diye yazar. Bir<br />
başka yerinde de "15.yüzyılın ilk yarısına ait olan bu ilahilerden sonra Câmiü'n<br />
Nazâir sahibi Eğirdirli Hacı Kemal'in zabt ve tesbit ettiği birkaç ilahiyi Yunus<br />
Emre'ye mensup en eski metin sayabiliriz." der.<br />
Gönül diler ki bu gizli hazine Eğirdir'i sevenlerce ya da Yerel Yönetimce bu<br />
günün yazısıyla Türk Edebiyatına kazandırılsın.<br />
CANADA<br />
Şimdiye kadar sürekli iskan durumu olmamıştır. Kuzeyindeki kayalık<br />
bölümde küçük düdenler vardır. Yine bu civarda antik çağdan kalma bir yapının<br />
kesme taşları görülür.<br />
Bugünkü çevre duvarının büyük çınar doğrultusundadır. 1972 yılında gölün<br />
seviyesi aşırı düşünce Canada'nın batı güney ucunda girintili birçok yapı izleri<br />
görülmüştür. Çocukluğumuzda Kaleburnu ile Canada arasında kesme taşlı bir yol<br />
olduğu, bu kesme taşlı yolun taşları arasına ayağımızın sıkışıp boğulabileceğimiz<br />
büyükler tarafından söylenirdi.<br />
1820 lerde Canada'da mükemmel bakımlı bir bahçe, köşk ve hamam<br />
olduğu, adına da "Gülistan" dendiği Böcüzadenin Isparta Tarihi kitabında yazılıdır.<br />
1914 lerde Mutasarrıf Cemal Bey Canada'ya esirler için baraka ve odalar<br />
yapılmasını emretmiştir.
Kurtuluş savaşı yıllarında Yunan İzmir'e girdiği zaman güvenceye almak<br />
için Denizli'den 500 kadar Rum erkeği demiryoluyla Eğirdir'e getirilerek Canada'da<br />
kampa alınmıştır. Kurtuluş savaşı yıllarında milli hareketi desteklemeyenlerin de<br />
kampa alındığı yer olmuştur.<br />
5 Mart 1930 da Atatürk Eğirdir'e geldiğinde Belediye Meclisi kararıyla<br />
Canada'nın tapusu sunulmuştur. Ölümünden sonra da kardeşi Makbule Atadan'a<br />
kalmıştır. O da başkalarına satmış, 1970 lerde istimlak edilerek park haline<br />
getirilmiştir.<br />
Fa-Kaylan'ın yazdığı Siyah Ülke Beyaz Ülke adlı bir küçük romanında birçok<br />
olaylar Canada'da geçer.<br />
Canada bazı kaynaklarda Çan adası, Çıyanadası şeklinde yazılıdır.<br />
CAR<br />
Geçmişte Kale Mahallesi, Can Ada (1955)<br />
Siyah bezden yapılan altı etek, üstü pelerin olan, kadının yüzünü<br />
göstermeyecek şekilde başını örttüğü bir giyim... Kıyafet kanunuyla<br />
yasaklanmasına rağmen 1960 lara kadar görüldü.<br />
CEBEL<br />
Sütçüler ilçesinin eski adıdır. Arapça "dağ" demektir.<br />
CEMAL TOSUN<br />
1904 yılında Isparta'da doğdu. Annesi Isparta'da "Şafak Hoca" diye anılan<br />
Mustafa Tevfik'in kızı Saliha Hanım, babası Aksu eşrafından "Toşur Ağa" diye<br />
bilinen Mehmet Tosun'dur.
Cemal Tosun torunlarıyla<br />
Cemal Tosun, Isparta medreselerinde okumuş, dedesi Isparta Müftüsü<br />
Tevfik Hoca'nın ilminden feyzalmıştır. Rüştiye'den sonra öğretmenlik meslek<br />
kurslarına katılarak öğretmen olup İğdecik köyünde göreve başlamıştır. Daha<br />
sonra Koçular, Yılanlı, Kumdanlı, İslamköy, Savköy, Kuleönü, Atabey tekrar<br />
İslamköy'de görev yapmıştır. Kendi ifadesine göre Süleyman Demirel'in öğretmeni<br />
olmuştur. Diplomasında da imzası olduğunu söylemiştir. Gönen Köy Enstitüsünde<br />
katıldığı bir kurstan sonra Eğirdir ve Sütçüler Bölgesi Gezici Başöğretmenliğine<br />
atanmıştır. Eğirdir Zafer İlkokulunda 12 yıl çalışmıştır. Senir'den emekli olmuştur.<br />
Baba yurdu olan Aksu'da okul yapımında, oranın ilçe olmasında,<br />
gelişiminde çok hizmeti vardır. Derin bir tarih ve hukuk bilgisine sahip olup<br />
araştırmacı bir ruha sahipti. Araştırmalarının sonucunda Gölsesi gazetesinde<br />
"Eğirdir Tarihi" ni yayınlamıştır. Sonra dosya haline getirip Isparta Halil Hamit Paşa<br />
Kütüphanesi'ne vermiştir.<br />
14 Temmuz 1990 tarihinde vefat etmiş, Isparta Asri Mezarlığına
CENGİZ TOSUN (PROF. DR.)<br />
Öğretmen Cemal Tosun'un oğludur. 1937 yılında babasının öğretmenlik<br />
yaptığı İslamköy'de doğdu. İlkokul ve ortaokuldan sonra Balıkesir Necatibey<br />
Öğretmen Okulu'na girdi. 1955 yılında burayı bitirerek Gazi Eğitim Enstitüsü<br />
İngilizce Bölümü sınavını kazandı. 1957 yılında Gaziantep Lisesi'ne atandı. Sonra<br />
Söke'den askere gitti. Askerlik sonrası bir süre tercümanlık yaptı. 1963 yılında<br />
tekrar öğretmenliğe dönüp Konya Erkek Lisesi'nde İngilizce öğretmenliğine<br />
başladı. Burada çalışırken sınav sonucu Ankara Fen Lisesi İngilizce öğretmeni<br />
oldu. Bu arada Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili Edebiyatı Bölümü'nde Lisans<br />
tamamladı. Orada öğretim görevlisi olarak çalışırken bir yandan da akademik<br />
çalışmalarını sürdürdü. 1977 de Dilbilim doktorası, 1983 de Doçentlik, 1988 de<br />
Profösörlük unvanlarını kazandı.<br />
Hacettepe Üniversitesi'nde 26 yıl çalışarak İngiliz Dili Eğitimi Bölümü'nde<br />
Bölüm Başkanlığı yaptı. 1999 yılında Çankaya Üniversitesi'nden aldığı teklif<br />
üzerine Hacettepe Üniversitesi'nden emekli olup Çankaya Üniversitesi'nde<br />
çalışmaya başladı. Şu anda orda ilgili bölümde ders vermekte olup İngilizce<br />
Hazırlık Okulu'nun Müdürlüğünü yapmaktadır. Eşi Tülay Tosun emekli öğretmendir.<br />
Öniz ve Burcu adlarında kızları, Edip Kerim adında da bir torunları vardır.<br />
Prof. Dr. Cengiz Tosun çeviri, şiir, resimle de uğraşmış, şiir dalında 1957 de<br />
Cumhuriyet Gazetesi'nin Yünüz Nadi Şiir yarışmasında "Önce Vatan" adlı şiiriyle<br />
3.lük ödülünü kazanmıştır.<br />
CENNETABAD<br />
Beylik döneminde Felekabad'ın yanında Eğirdir'e verilen ikinci bir addır.<br />
CEYLAN DERİSİNE YAZILI İNCİL HAKKINDA<br />
Pek çok yazılı kaynakta ve halk arasında Ayastefanos Kilisesinde ceylan<br />
derisi üzerine yazılı çok değerli bir incilin adı geçer. Bütün sorma ve aramalara<br />
rağmen şimdiye kadar ne olduğu bilinmemiştir. Böcüzade Süleyman Sami Isparta<br />
Tarihi adlı eserinde bu İncil'in M.S. 360 yılında yazıldığını yazar.<br />
İnternette "Byzantine Monastic Faundation Documents" sitesindeki bir<br />
yazıdan edindiğim bilgi şöyledir:<br />
"1874 de G. Hirschfeld tarafından Eğirdir gölünde bir adadaki Manastır<br />
Kütüphanesinde bulunan elle yazılmış kitapların kalıntıları İkinci Dünya Savaşında<br />
Berlin'de kayboldu."<br />
Büyük bir ihtimalle bu İncil de bu kitapların arasındaydı. Demek ki kiliseden<br />
yalnız İncil değil, değerli daha pek çok kitap götürülmüş.<br />
G. Hirschfeld bir Alman bilginidir. Arkeolog ve coğrafyacıdır. Sagalassos ve<br />
Selefküs Sidera'yı inceleyen , Adada'nın yerini ilk belirleyen bilgindir.<br />
CEZAYİR TÜRKÜSÜ<br />
Babam anılarında anlatırdı. Dedesi Veziroğlu Ahmet Efendi, zaman<br />
zaman Cezayir türküsünü söyler söyler ağlarmış. Dikkatimi çektiği için bu türkünün<br />
sözlerini yazıyorum.
Cezayir'in gemileri yağlanır<br />
Yağlanırda kıyılara bağlanır.<br />
Giden yiğitler nerde eylenir<br />
Sokakları mermer taşlı<br />
Güzelleri hilal kaşlı<br />
Cezayir...Cezayir...<br />
Veziroğlu Ahmet Efendi 1829 da Eğirdir'de doğmuş, 1853 Kırım savaşına<br />
katılmıştır. Osmanlılar Kırım savaşını Fransız, İngilizlerle beraber Ruslara karşı<br />
yaparken İngilizce öğrenmiş. Demiryolunu yapan İngilizlerle İngilizce<br />
konuşur-muş. 1913 yılında vefat etmiş, Şeyhülislam Berdai zaviyesi<br />
mezarlığına gömülmüştür. Zaviyenin son şeyhlerinden Ahmet Efendinin kızı<br />
Kâmile Hanım, oğlu Müderris <strong>Nuri</strong> Efendinin eşidir.<br />
CIKKABAK<br />
Olur olmaz söze karışan, bilmediği halde her yerden çıkan, her duyduğunu<br />
başkalarına söyleyen kişi.<br />
CİBRE<br />
Üzümün suyu alındıktan sonra geride kalan posası. Üstünü kapatırlar, 4-5<br />
gün bekletirler. Bakteriyel faaliyet sonucu kızdıktan sonra üstüne su döküp sirke<br />
yaparlardı.<br />
ClĞERTEKERİ<br />
Bağda kışlık kıyma, pastırma, kavurma, sızgeç yapmak için kesilen<br />
hayvanların ciğerleri de değerlendirilirdi. Ciğerler iri kıyım kıyılır, bol içyağı içinde<br />
kavrulur, bir kaba dökülüp teker haline getirilirdi. Kışın bir parça alınır, üzerine biraz<br />
su katılıp ocakta ya da mangal üstünde bir kaynamalık olunca ekmeğe katık<br />
edilerek yenirdi.<br />
CİHANNÜMA'DA <strong>EĞİRDİR</strong><br />
1609-1658 yılları arasında yaşayan Katip Çelebi'nin bir coğrafya kitabı olan<br />
Cihannüma'sındaSalih Şapçı'nın çevirisiyle Eğirdirşöyle anlatılır;<br />
"Eğirdir gölün batı kenarındadır. Gölün içine girmiş bir küçük hisarı ve<br />
sağlam kalesi tatlı su ile çevrilidir. Mamur çarşıları, camileri ve birçok hamamları<br />
vardır. Burada Nakş-ı bendi tarikatının ulu evliyaları ve bazı şeyhlerinin mübarek<br />
mezarları olup, üzerlerinde camii şerif ve imareti yapılmıştır. Bu şehirde medrese<br />
vardır. Kütahya'dan üç konaktır.<br />
Bu kasabanın varoşu vardır. İki tarafında kapısı ve karşısında bir küçük ada<br />
vardır. Bağ ve bahçedir, insan oturmaz. Onun kuzeyinde bir büyük ada vardır. İki<br />
yüz kadar ev vardır. Yarısı islam, yarısı hıristiyandır. İçinde ulu evliyalardan Şeyh<br />
Muslihiddin Efendi vardır. Bu ada ahalisi gemicidir. Kadınları bez dokur. Adı geçen
varoş üzerindeki Sivrinaz isimli bir dağ üzerine yapılan metin bir kaleyi Küleyb<br />
adına bir kafir bina etmiştir. Bu kaleyi Seyyid-i Battal Gazi fethetmiştir. Dağın<br />
yüksekliği altı saattir. Kasabanın dışında Nazla namında bir köy vardır. Hicri 600 de<br />
(M. 1204) Berda vilayetinde Şeyhülislam namında ululardan bir veli Allah tarafından<br />
tayin olunup o Nazla köyünde bir cami ve tekke yapıp orada oturmuş ve evladından<br />
nice veliler yetişmiştir. Saltanat tarafından yetmiş adet cizye tayin olunup gelen<br />
giden fakirlere yemek verilir idi. Kısacası bu Eğirdir kazası dağlıktır. Büyük dağlar<br />
ve ulu ağaçlar ve hoş pınarları vardır. Absafrus (Dippoyraz) namında bir yüksek<br />
dağı vardır. Yirmi dört saat yüksektir. Üzerinde yazın en sıcak günlerinde on, on beş<br />
arşın derinlikte kar bulunur. Hatta "İnsana ölümsüzlük veren hayat suyu bulunur."<br />
derler. Yaz mevsiminde hiç görülmedik çiçekler açar. Dağın ortasında bir düz yerde,<br />
bir tatlı gölü vardır. Uzunluğu on mil, genişliği beş mildir. Yazın etrafı çimenliktir. Hoş<br />
havası var amma ondan yukarıda kardan başka bir şey yoktur. Eğirdir'den altı saat<br />
kadar yerde bir tatlı göl vardır. Balığına tatlı balık derler. On, on beş okka kadar olur.<br />
Aralık- Ocak aylarında avlanır. Naklederler ki Eğirdir'in otuz altı nevi üzümü olur.<br />
Eğirdir gölü Hamidili ortasında bir tatlı sudur. Uzunluğu güneyden kuzeye dört<br />
buçuk fersah, genişliği üç fersah ve derinliği on kulaç olup, batısı göl içinde kenara<br />
bitişik olan Eğirdir namlı hisardır. Ortasında iki ada vardır. Küçüğüne Canadası,<br />
büyüğüne Nis adası derler. Beş çeşit balığı olur. Bahar mevsimi başlarında, kiraz<br />
mevsimi gelince avlarlar. Bir garip göldür, kenarında beyaz çakıl taşları vardır.<br />
Aralarında kudretten Allah'ın ismi yazılmış çakıllar bulunur. Bu gölün ayağı vardır.<br />
İki konak akar. Birkaç yerde yer altına girer. Sonunda Antalya şehrine bir konak<br />
yaklaşınca Düden isimli yerde anafor olup yer altına gider, sonra Antalya Gümrük<br />
Kapısı'nda çıkar."<br />
CURİLLİ<br />
Balık yavrularının en küçüklerine denir. Daha çok gavinnenin küçüklerine<br />
denirdi. Sanıyorum en eski dillerden kalan bir kelime olsa gerek.<br />
Yellibelen'den Eğirdir (1955)
ÇAKAL ERİĞİ<br />
Ç<br />
Dağ eriği de denir. Geç olgunlaşan, ekşi, biraz acımsı olan yabani bir eriktir.<br />
Olgunlaştıktan sonra ezilip bez üstünde kurutularak sırımı yapılırdı.<br />
ÇAKAL KAYASI<br />
Poyraz mahallesinde eski Isparta yolunun solundaki yüksek kayalıktır.<br />
ÇAKAL MASALI<br />
"Hayvanlar kendilerine bir kral seçmek istemişler. Çakal da bunu duyunca<br />
değişik boya küplerine girerek kendini boyamış, meydana çıkmış. Bütün hayvanlar<br />
bakmışlar ki çok değişik bir hayvan bu, aslanı kaplanı bırakıp onu kral seçmişler.<br />
Ama bir zaman sonra bir yağmur yağmış, bir yağmur yağmış, çakal da yağmur<br />
altında kalmış, bütün boyaları akmış, çakal olduğu meydana çıkmış. Ormandan<br />
sürmüş çıkarmışlar çakalı. Aslanı kral yapmışlar."<br />
Bu masalı babam bana anlattı, torunlarına anlattı. Ona da dedesi anlatmış.<br />
Dedesi Veziroğlu Ahmet Efendi 1828 doğumlu. O da büyüklerinden dinlemiştir.<br />
Benim burda asıl söylemek istediğim Fransızcadan tercüme edilmiş<br />
"Tilkinin Masalı" adındaki bir kitapta aynı masala rastlamamdır. Yalnız orada bizim<br />
çakal, tilki olmuş. Dünya kültürünün birbirleriyle ilgisi bakımından belirtmek istedim.<br />
ÇAKALBOKU<br />
Haşhaş helvasına derler. Soğuk kış gecelerinde haşhaş, nişasta, pekmezle<br />
pişirilirdi. Avuç içinde tereyağla kavrulmuş unla muamele edilerek uzun köfte<br />
biçiminde yapılır, soğukta dondurulur, öyle yenirdi. Eğirdir'den Bursa'ya giden bir<br />
arkadaşım bana şöyle bir anısını anlattı;<br />
Babasının tayini dolayısıyla Bursa'ya giden arkadaşım ilkokul üçüncü<br />
sınıfa kaydoluyor. "Kışın Neler Yeriz?" konulu hayat bilgisi dersinde öğretmen<br />
arkadaşıma söz verince yenenleri saydıktan sonra "Çakalboku da yeriz." demiş.<br />
Öğretmen ve arkadaşları gülüşmüşler. Öğretmen onun nasıl bir şey olduğunu<br />
sorunca o da haşhaş helvasını anlatmış.<br />
Daha sonra arkadaşları hep ona, "Siz kışın ne yersiniz?" diye takılıp<br />
durmuşlar.
ÇALI AĞACI<br />
Şeyhülislam Berdai türbesinin doğu tarafında 80-90 cm çapında, 15 metre<br />
kadar yüksekliği olan bir çalı ağacı vardı. Özellikle korunmuş olsa ki öyle büyük bir<br />
çalı ağacı olmuş. 1985 lerden sonra ansızın ortadan kalktı. Sordum, soruşturdum,<br />
izini bulamadım.<br />
Büyük dedem Veziroğlu Ahmet Efendi bu ağacın altında gömülü idi. Bu<br />
mezarlığın taş duvarlarını da o çevirtmişti.<br />
ÇAMÇAK<br />
Faraşa benzeyen ağaçtan yapılan bir araçtır. Kayıklardan su boşaltmaya<br />
yarardı. Gavinne satılırken ölçü olarak kullanılırdı. "Bir çamçağı üç kuruş, beş<br />
kuruş..." diye bağırırlardı.<br />
ÇAMURAGÖMÜLME<br />
Romatizma, siyatik, kireçlenme ağrılarından kurtulmak için hastalar<br />
Altınkum'a 1-10 Ağustos tarihleri arasında gidip kuma gömüldükleri gibi, yazın<br />
sıcak zamanlarında da Bağlara gidip çamura gömülürler, bir tedavi yöntemi olarak<br />
uygularlardı. Önce mezar boyutunda derince bir yer kazılır. İçinde uzun süre ateş<br />
yakılır. Toprak iyice kızdıktan sonra küller alınır, kaynar su dökülür. Önemli miktarda<br />
tuz konularak toprak iyice çamur haline getirildikten sonra tedavi olacak kişi çamurun<br />
içine yatar. Her tarafı çamura gömüldükten sonra terlemesi için dayanabildiği<br />
kadar durur. Güneş varsa başına gölge yapılır. Terlemesi bittikten sonra<br />
çamurdan çıkar, iyice sıcak suyla yıkanır, yatağa yatar. 3-4 saat kadar bekler, sonra<br />
giyinir. Bu işlemi uygulayanların çoğu o kışı ağrısız geçirdiklerini söylerlerdi.<br />
ÇAMYOL<br />
Eğirdir Aksu arasında, Eğirdir'e 12 km. uzaklıkta Orman Bakanlığının bir<br />
mesire yeridir. Çam ormanı içindedir.<br />
ÇAPAK DOLDURMASI<br />
Eğirdir'e özel bir yemektir. Ziyafetlerde en çok tercih edilendir. Her çapak<br />
doldurulmaz. Yağlı, havyarlı, genç irisi 4-5 kg ağırlığında olanı en uygundur. Balık<br />
eylenir. Başı alınır. Kuyruktan da bir miktar kesilir. Karın, bol naneyle ve havyarla<br />
pişmiş bulgur pilavıyla doldurulur. Evde ya da çarşı fırınında pişirilir. Pilavın kalanı<br />
da yanına konularak soğanla yenir.<br />
ÇAPAK GÖMMESİ<br />
Bol köze iri bir çapağın karnı alındıktan sonra Havyar varsa durur iyice<br />
gömülür. Bir buçuk saat kadar bekletilir, pişmişse közden çıkarılır, tuza banarak<br />
yenir. Avcılar çapağı n en lezzetli bu şekilde yenildiğini söylerler.
ÇAPAK<br />
Sazan...Bilimsel adı Cyprimus carpio. Eğirdirlilerin en çok sevdiği balıktır.<br />
Kızartması, dolması, ekşilemesi, gömmesi, hatta salamurası yapılır. Gölün en iri<br />
balığıdır. 13-15 kiloya kadar rastlanır. 1945 yılında yakalanan 22 kg.lık bir çapağın<br />
askeriyeye satıldığı söylenir. Karçınzade Süleyman Şükrü Seyahat-ı Kübra adlı<br />
eserinde "Otuz kilolusu dahi bulunduğu rivayet olunur." der.<br />
ÇARNA<br />
Kale mahallesinin güneyinde, aşağı mahalle kale duvarmdadır. Alttan<br />
delinen kale duvarından giren su iki ev duvarı arasında havuz gibiydi. İçinde balıklar<br />
oynaşırdı. Aşağı mahallede oturanlar ihtiyaçları olan suyu ordan alırlardı. Mahalle<br />
de söylenilene göre Devran Dede burayı delerek kalenin içine girmiş. Savaşarak<br />
şehit olmuş, kendisinin kale kapısının ağzına gömülmesini vasiyet etmiş.<br />
ÇATANA<br />
Esirler için Canada'ya baraka ve odalar yaptıran zamanın mutasarrıfı<br />
Cemal Bey karşı kıyılarla ulaşımı hızlı yapmak için bir çatana getirip mavnaları sıra<br />
sıra dizerek Hüyük iskelesine istasyon altından yolcu ve askerin taşınmasını<br />
sağlamıştır. Ayrıca Hüyüğe de ambar ve yolcu odaları yaptırmıştır. Çocukluğumda<br />
Yeniceköy'deki akrabalarımıza giderken bu odalarda çok kaldım.<br />
Kurtuluş Savaşında bu mavnaları çatanalar çekerek göl üzerinden<br />
Akşehir'e çok asker ve malzeme taşınmıştır. Akşehir'den de Afyon cephesi<br />
desteklenmiştir.<br />
ÇATMA<br />
Göl içine kazıklar çakılır, üzeri direklerle birleştirilir, onların da üstüne tahta<br />
çakılıp küçük bir iskele durumuna getirilirdi.<br />
Üzerinden oltayla balık avlanır, basma ağ basılırdı. Daha çok çatmalar<br />
lodos tarafında olurdu. Poyraz tarafında pek rastlanmazdı.<br />
CAVLAN<br />
Çağlan da denir. Dağın yüksek yerlerinden zamanla parçalanıp düşen<br />
taşların oluşturduğu birikinti konisi. Olukluca'nın iki tarafında da cavlan vardır.<br />
Güney tarafındaki çavlanlar gölü doldurup arsa çıkarmak için taşınıp yukardan<br />
düşen taşları serbest hale getirmiştir. Şehir planında heyelan bölgesi olmasına<br />
rağmen kazanılan arsaya konut yapılmıştır.<br />
ÇAY<br />
Havutlu ve Çay köyü'nden gelen sel suları yatağı Boğazova'yı ikiye böler.<br />
Yağışlarda ve bahar başlarında buradan gelen su Meseyin ve Çaybaşı'ndan geçip<br />
ırmağa karışırdı. 1950lerde kanal açılınca dolmaması için suyun akışı Çay köyü
altından yönlendirilerek göle verildi. Bizim çocukluğumuzda çay zaman zaman<br />
taşar, bağ arasını seller kaplardı. Baharda ırmaktan çıkan balıklar çay köyüne<br />
kadar giderdi. Çaydan elle, serpme ağla çok balık avlardık. Şimdi bağ arasında<br />
kuru bir yatak halindedir. Çok yerleri de doldurulmuştur. Çay aktığı zamanlar iki<br />
yanında çok büyük ceviz ağaçları, badem ağaçları da vardı.<br />
ÇAYBAŞI KARAAĞACI<br />
Çok ulu bir ağaçtı. Tahmini iki yüz yaşında vardı. Çaybaşı'nın simgesi<br />
olmuştu. 1970 lerde tüm dünyada karaağaçlarda görülen bir hastalık nedeniyle<br />
kuruduğu için kesilmiştir.<br />
ÇAYBAŞI<br />
Bağlar denilen 17.000 dekarlık alanın merkezidir. Geçmişte bağlarda<br />
kalındığı sürece küçük kapaklı dükkanlarıyla küçük çarşı olurdu. Burada yılda bir<br />
kez deve kesilir, etinden yalnız köfte yapılırdı. Yiyenler etinin biraz ekşi olduğunu<br />
söylerlerdi. "Namlının Kahvesi" vardı. Akşamlan erkekler orda toplanırlardı. Namlı<br />
Çanakkale savaşında kahramanlık göstermiş, ödül vermişler. Verilen ödülle o yeri<br />
almış, iki katlı ahşap binayı yaptırmış. Bağ süresi dışında bekçiler burada kalırlardı.<br />
Şimdi günümüz şartlarına göre sürekli oturulan bir yer durumuna gelmiştir.<br />
Süpermarket bile açılmıştır.<br />
ÇAYIRALAN!<br />
Anamasların en büyük yaylasıdır. Karakoyunlu aşiretinin yaylağıdır. İdari<br />
yönden Karaağaç'a bağlıdır.<br />
ÇAYIR KEBABI<br />
Sırazdan yapılırdı. Sırazlar çok yağlı bir balıktı. 4-5 kg kadar irileri olurdu.<br />
Karnından çıkan yağla etini kızartırdık. Sac ya da köz üzerinde pişirildiğinde çok<br />
lezzetli olurdu. Bağlara giderken köprüden sıraz alınır, bağda saç ya da teneke<br />
üzerinde pişirilir, yenirdi. 1980 den sonra gölde hemen hemen sıraza hiç rastlanmamıştır.<br />
ÇEKİRGE<br />
1915 lerde Eğirdir bir çekirge afetine uğramıştır. Açlık sebebi olmuştur.<br />
Kadınların yazmalarını dahi başları üzerindeyken yediğini söylerler. Yerel<br />
yönetimce çekirge yumurtaları halka toplattırılmış, imha edilmiştir. Çekirge türküsü<br />
bile yakılmıştır.<br />
ÇELEBİZADE MÜDERRİS MUSTAFA EFENDİ<br />
1877 de Hamam mahallesinde doğdu. Rüştiyeyi bitirdikten sonra<br />
Yılanlı-oğlu Şeyh Ali Ağa Medresesine girerek Kuşzade Mustafa Efendi'den<br />
ders aldı. 1906 yılında müderris oldu. 1916 yılında vefat etti.
ÇENESİZ DEĞİRMENİ<br />
Sahibi olan kişi Çanakkale savaşında yaralandığı için bu adla anılırdı.<br />
Kale'nin poyraz tarafının sonunda yüksek bir duvar olarak sur kalıntısı vardı. 1945<br />
lerde değirmenin üstüne yıkıldı. Sanıyorum sürekli titreşimin sonucu çökme olsa<br />
gerek. Ağalar'ın değirmeninde, birde burda buğdayımızı öğütürdük.<br />
ÇENGEL<br />
Bir çember üzerinde sıralı üçlü çengellere daha küçük birer üçlü hareketli<br />
çengel takılarak yapılan bir alettir. Eskiden içme, kullanma suların m çoğu Eğirdir'de<br />
ve bağlarda kuyulardan çekilerek sağlandığı için sık sık kovalar, bakraçlar kuyulara<br />
düşerdi. Çengeli onları çıkarmak için kullanırdık. Çengel iple kuyuya sarkıtılır,<br />
kuyunun tabanı taranır, takılan bakraç, kova kuyudan çıkarılırdı.<br />
ÇERKEN<br />
Uçurtma. Bahar başlarında kalenin üstünden, Yellibelen'den uçurtma uçururduk.<br />
Günümüzde görmüyorum. Uçurtmaları da kendimiz yapardık. Altı kenarlı<br />
olduğu için bu ad verilmiş olsa gerek. Farsça cihar (altı) demektir.<br />
ÇETALİ<br />
Halep dokuması ipekli kumaş. "Çetari" de derler.<br />
ÇEVİRGEÇ<br />
Börek, yufka, bazlamayı sac üzerinde çevirmek için kullanılan 40 - 50 cm<br />
uzunluğunda bir tahta cetveldir.<br />
ÇİÇEK BALIĞI<br />
Bilimsel adı Acanthorutilis handlirschi'dir. Kaynakların bol olduğu Eğirdir<br />
gölünün kuzeydoğusundaki Karaot dolaylarında, Hoyran taraflarında bulunurdu.<br />
Soğuk suyu sever. Gölün en lezzetli balığıydı. 300 - 500gr ağırlığında alabalığa<br />
benzeyen gümüşi bir balıktı. Salamurası çok güzel olduğu için tercih edilirdi.<br />
Sudağın atılmasından sonra o da yok oldu.<br />
ÇİÇEKLİ KAYA<br />
Konnebucağı pınarına varmadan Boğazova'ya doğru çıkmış güney tarafta<br />
yüksek bir kayalık vardır. O yöreye denilir. Ne hikmetse o kayanın çevresinde her<br />
zaman çeşitli çiçekler açar.<br />
ÇIRAK HAKİ<br />
Eskiden mahalle fırınları vardı. O fırınlarda ev ekmeği pişirilirdi. Fırıncı<br />
çırakları parçalara bölünmüş ekmek hamurlarının konulduğu göz göz olan "Miniyet"
denilen uzun tahtayı dağıtır, vakti gelince fırına götürürlerdi. Bu çıraklara fırıncı para<br />
ödemez, iş gördüğü kişiler bedel olarak miniyete bir parça hamur koyarlardı. Ona<br />
Çırak Hakkı" denirdi. Çırak da kendi için verilen hamurları ekmek yapar; ya satar, ya<br />
da evine götürürdü.<br />
ÇITILGA<br />
Asmaların budanmış çubuklarına denir. Elma ağaçlarından önce tüm<br />
Boğazova bağlarla kaplıydı. Bugün de elma bahçeleriyle kaplı olduğu halde<br />
"Bağlar" adıyla anılmaktadır. Nisan başında asmalar budanır, çubukları düzenli<br />
olarak toplanır, yakmak için bir yere yığılırdı. Pekmez kaynatırken, bazı geceler<br />
keyif için, soğuk günlerde ocakta yakılırdı.<br />
ÇITLIK YAZLASI<br />
Sonbaharda Yazla'daki çitlembik ağaçları altına sahraya gidildiği için bu<br />
adla anılırdı.<br />
ÇITLIK<br />
Çitlembik ağacına denir. Yazla'yı çok seven özel bir ağaçtır. Sonbaharda<br />
salkım halinde nişastalı, tatlımsı, nohut iriliğinde meyvası vardır. Bağ göçünden<br />
sonra meyvalar olgunlaşınca bu ağaçların altına mesireye giderlerdi. Ağaçlar daha<br />
çok Şeyhülislam Berdai zaviyesinin batısında idi. Yılın bu son mesiresine "Çıtlık<br />
yazlası"derlerdi.<br />
Avşar Yenice köyde çitlembik ağacına "Dahan Ağacı" derler.<br />
ÇOĞULA<br />
Balığı sudan almak için saplı,elips şeklinde bir dala yerleştirilmiş bir ağdır.<br />
Divanü-Lügat-it Türk'de "Çovlu" diye bir söz vardır. Çovlu, bir Türk yemeği olan<br />
Tutmaç'ın süzgecidir. Taze dallardan kepçe gibi örülerek yapılır. Pişen hamuru<br />
sıcak suyun içinden süzerek almaya yarar. "Sirpuş" da derler.<br />
ÇOKAL<br />
Eski ahşap evlerin ara bölmelerine denir. Bu bölmelerin özelliği, destek için<br />
ardıç ağaçlar çakıldıktan sonra iki tarafına bağdadi denen çıtalar çakılır, iki yüzü de<br />
samanlı çamurla sıvanırdı. Soğuğu engellediği gibi, yalıtımı da sağlamış olurdu.<br />
Bazı kişilerde yalıtımı daha iyi sağlamak için bağdadi boşluklarına saman doldururlardı.<br />
Bazı evlerde bu boşluklara kalın çam kabukları konulduğunu gördüm.<br />
ÇOMUDAN<br />
Kulak kepçesinin toplu halde bağlanmış olmasına denir. Biz çocukken büyüklerimiz<br />
kulağımızı toplayıp iple bağlarlar, "Çomudan yaptım." derlerdi. Çona da<br />
kesik kulak demektir. En eski samanlıkta koruyucu ruhun koruyuculuğunu kazanmak<br />
için çocuğun kulağı kesilirmiş. Sonraları bu adet yerine küpe takmak geçmiştir.
olur.<br />
ÇOR<br />
Ağaçlarlarda külleme hastalığıdır. Bilhassa genç ağaçlarda yeni sürgünlerde<br />
ÇÖKELEK TOPAĞI<br />
Yazın çökelek bol olduğun zaman bolca alınır, tuzlanır, avuç içinde topaklar<br />
yapılır, bez bir kesenin içine konularak güneşte kurutulur, havadar bir yerde kışa<br />
saklanırdı. Kışın bu topağın biri hafifçe ıslatılınca yumuşar, içine bir küçük baş<br />
soğan çentilir, biraz da zeytinyağı konularak karıştırılır, ekmeğe katık olurdu.<br />
ÇÖMÇE<br />
Kaşığa benzer,tahtadan iri ucu toplu bir kepçedir. Pestil çömleği içine konur,<br />
arada bir karıştırılırdı.<br />
ÇÖRTÜK OTU<br />
Genellikle buğday, arpa ekilen tarlalarda olan bir çeşit kokulu ottur.<br />
Turşuların üzerine konulur, nefasetini artırır. Eski Türk dilinde "Çörte" turşu<br />
demektir. Halen Bitlis-Ahlat yöresinde turşu yerine çörte sözcüğü kullanılmaktadır.<br />
ÇÖZETİ<br />
Kesilen davarın bağırsakları sağımla alındıktan sonra geride kalan kas<br />
grubudur. "Uykuluk" da denilir. Söylenildiğine göre yendiğinde insana uyku verirmiş.
DADIL<br />
D<br />
Gelendost yolunun 25. kilometresindeki hanın bulunduğu yöreye denir.<br />
Ertokuş hanının vakfiyesinde "Dadıl" mevkiinde sözü geçiyor. 1480 den sonraki<br />
kayıtlarda da "Dadıl" adı geçiyor. Bu durumda o yörenin adı olduğu görülüyor.<br />
Kabasakaloğlu zaviyesine vakfedilen yerler arasında "Dadıl'da bir değirmen" diye<br />
bir kayıt var.<br />
Burada halen gür bir su çıkarak göle karışır.<br />
DALAK<br />
Eğirdirliler bilinen anlamı dışında dalağı el kadar olan peynir için de<br />
kullanırlar. Peynir üreticiden alındıktan sonra dalak kadar parçalara bölünür,<br />
tuzlanır, teneke ya da sırçalı küplere konulurdu.<br />
DALAZ<br />
Poyrazın az esintili, gölün küçük dalgalı haline denir. Bazen lodosun bu<br />
haline "Lodos dalazı" denildiği de olur.<br />
DALDANBEKİ<br />
Meke, bahri adı verilen su kuşudur.Çocukken eğlence olsun diye uzaktaki<br />
kuşlara:<br />
"Daldanbeki dalıve<br />
Bir kaşık yağ alıve.." diye bağırır, daldıkları zaman da çok sevinirdik.<br />
DAMARDI<br />
Eski Eğirdir Bağlar yolu üzerinde, Demirciler'e varmadan bir alanın adıdır.<br />
DANDİ<br />
Sudak balığından sonra gölde kerevit artınca büyük ölçülerde avlanma da<br />
arttı. Kerevit sepetlerinde yem olarak bir çeşit tuzlu bazlama yapıp kibrit kutusu<br />
iriliğinde kestiler, sepete koydular. Onların her bir parçasına da "Dandi" adını<br />
koydular.<br />
Dandi zamanın satılan bir sakız adıydı.
DARI<br />
1890 larda kalede bir kuyuda darı bulunmuş, kale mahallesi sakinlerine<br />
dağıtılmıştır. Kaynaklarda da kalenin bir çeşit depo olarak kullanıldığı yazılıdır.<br />
Ayrıca kale mahallesinin bazı yerlerinde taşla doldurulmuş olarak kuru kuyulara<br />
rastlanmıştır. İhtimal depo olarak düşünülüp kazılmış olsa gerek. Kıtlık<br />
zamanlarında, zor zamanlarda darıdan ekmek yapılarak yenir. Darı Moğolca "Tarığ"<br />
yani "Tarım" dan gelir. Tarığ sonra bizim dilimizde 'darı' olmuştur.<br />
DASTAR<br />
Sarıkların üzerine sarılan ince sir tülbenttir. Kolalanıp cam yerine<br />
pencerelerde de kullanılırdı. Bu dokumada Eğirdir'de en ileri giden "Mustanlar"<br />
soyu olmuş ki: "Mustanların dastarı Mevlam neler gösterir..." diye bir darbımesel<br />
hâlâ söylenir.<br />
Bu konuda bir başka hikaye de vardır;<br />
Gelinin biri hiç çalışmak istemez, çocuğunu kucağında akşama kadar<br />
gezdirir dururmuş. "Niçin çalışmıyorsun ? Akşam kocana ne diyeceksin ?" diye<br />
soranlara çocuğunu göstererek:<br />
"Ak dastarım dastarım<br />
Hani yaptığın iş diye sorarsa<br />
Ben de bunu gösterim..." dermiş.<br />
DAVA VEKİLİ MUSTAFA EFENDİ<br />
Eğirdir'in cami mahallesinde 1887 de doğdu. Şeyh Ali Ağa medresesinden<br />
mezun oldu. Uzun zaman dava vekilliği yaptı. 1929 yılında Eğirdir'de öldü.<br />
DEBEN<br />
Kale'ye "Beden" de denir ama, Kale mahallesi "Deben" der. Hatta kalenin<br />
kuzey tarafında evi olan aileye de "Debenciler" derlerdi. Bu ev şimdi "Eğirdir evi"<br />
olarak düzenlenmiştir.<br />
DELİLER<br />
Eğirdir'de delilere bir çeşit ermiş gibi bakarlar. Sözlerinden, davranışlarından<br />
keramet umarlar. Sanırım bunlar şaman inancının bir uzantısıdır. Radlof<br />
Sibirya'dan adlı eserinde şamanlığı anlatırken; "Şamanlık hastalık gibi birdenbire<br />
gelir. Kişi göğsünde bir ağırlık, basınç hisseder. Birdenbire doğal olmayan seslerle<br />
bağırmak ihtiyacı duyar. Sıtmalı gibi titrer, gözleri şiddetle döner. Birdenbire<br />
yerinden sıçrayarak etrafta dönmeye başlar. Nihayet ter içinde yere yuvarlanır,<br />
saralı çırpınmalarla kramp içerisinde kıvranır. Ayinine, ruh çağırmaya, gelecekten<br />
haber vermeye böyle başlar." der. Bizim zamanımızda Vassak, Bacanak, Mesci<br />
Mehmet, oğlu Mesci Kemal, Ağaş, Süleyman gibi kişiler halk tarafından severek<br />
korunmuştur. Bu sosyal ilgiden yararlanmak isteyen bilinçli delilerimiz de olmuştur.
DEMİRCİ MEHMET EFE<br />
Böcüzade Süleyman Sami, Demirci Mehmet Efe'nin Eğirdir'e gelip gidişini<br />
Isparta Tarihi adlı eserinde şöyle anlatır;<br />
"Demirci Mehmet Efe 12 Ekim Salı 1920 de Isparta'dan Meclisi Umumi azası<br />
Hacı Eşref Ağa'yı yanına alarak Eğirdir'e gitti. Daha önce de Delibaş'ın telgraf hatlarını<br />
kesip Karaağaç'ı işgal ederek adamlarının Karabağlar'a kadar geldiği öğrenilmişti.<br />
Eğirdir'de Hacı Eşref Ağa'nın küçük kardeşi Hacı İsmail Ağa karşılayıp misafir<br />
etti. Demirci yetkililere kendine katılacak Eğirdirli erlerin nerede olduğunu sormuş.<br />
Onlarda babadan kalma düşmanlık etkisiyle Hacı İsmail Ağa, Müderris Kuş Hoca,<br />
Seriye Başkatibi Hafız Sabri, tüccardan Heyeti Temsiliye'ye karşı olan Hacı<br />
Abdullah'ın engel olduklarını söylemişler. Demirci bunların hepsini Hükümet<br />
önündeki Çınar ağacına asar... Beraber geldiği Hacı Eşref Ağa ile Eniştelerinin oğlu<br />
Rifat, Hacı Memiş Ağaların Şevket adındaki iki genci asılmak üzere Isparta'ya<br />
gönderir. (Bu kişiler asılmamıştır.) Hacı Eşref Ağanın konağı ve asılanların evleri<br />
aranarak yağmalanır. Demirci Şarkikaraağac'a geçer."<br />
DEMİRCİLER<br />
Eski bağlar çıkış sonunda demircilerin işyerleri vardı. O nedenle o yöre bu<br />
adla anılır. Çıkışta da Gülbaba türbesi vardı.<br />
DEMİRKAPI HAMAMI<br />
Çoğu Kartallar ailesinin mülkiyeti içindedir. Halamın beyi Emekli Öğretmen<br />
Etem Kartal'ın anlattığına göre dedesi Emekli Paşa Mustafa Bey, İstanbul Kartal'<br />
dan gelip buraya yerleştiğinde bu hamamın olduğu yer harap halde olduğu için ev<br />
yeri olarak verilmiş. Bu hamamın bir bölümü üzerine 1940 larda Etem Kartal ev<br />
yaptırmıştır. Yapılırken hamamın mermerlerine, kurnalarına rastlanmıştır.<br />
Kartal evleri arasındaki Demirkapı hamamının kalıntısı
Bu hamamın bir bölümü Gölsesi Gazatesi sahibi Abdullah Kartal'ın evinin<br />
içindedir. Bir bölümü de açıkta Isba'ların evinin önünde Kesiktaş'a çıkarken yol<br />
kenarındadır. Hayli geniş bir alanı kaplar. Bir tonoz kubbe de iki Kartal evinin<br />
arasındadır.<br />
DEMİRTAŞ<br />
İlhanlıların Anadolu askeri valisidir. Babası vezir ve başkomutan Emir<br />
Çoban'dır. Eşrefoğlu, Hamitoğlu Beyliklerini yıkmıştır. Hamitoğlu Dündar Beyi<br />
öldürmüştür. Babasını İlhanlı hükümdarı öldürünce zor durumda kalmış, Mısır<br />
Sultanı Melik Nasır'a sığınmıştır. Bundan hoşnut olmayan Karamanoğlu ve<br />
İlhanlıların baskısıyla Mısır Sultanı Melik Nasır 1327 tarihinde Demirtaş'ı<br />
öldürtmüştür. Tarihin cilvesine bakın ki, öldürdüğü Dündar Beyin oğlu İshak'la<br />
Sultan önünde karşılaşmışlar, ağır bir tartışmaları olmuştur.<br />
DEMİRYOLU<br />
Demiryolu 1893 yılında Dinar'a geldi. 1910 yılında İngilizler Osmanlı<br />
Meclisinden bir kanun çıkartarak Eğirdir'e kadar uzatılması imtiyazını aldılar. Amaç<br />
Konya üzerinden Almanların Bağdat yolunu kesmek görünüyorsa da asıl amaçları<br />
Anamaslardaki orman zenginliği idi. Çünkü buralardaki karaçam, sedir kerestesi<br />
çok değerli bir ticari maldı. Eğirdir'e tren 1912 de gelmiştir.<br />
DENİZANASI<br />
Çocukluğumuzda göle girmek istediğimiz zaman büyüklerimiz suya<br />
girmemizi istemezlerse "Deniz anası sizi derinlere çeker, boğulursunuz." sözleriyle<br />
engeller idi. Gölün dalgalanmasından sonra kıyılarda çamaşır köpüğü gibi köpükler<br />
olduğunda, "Bak Deniz Anası yıkanmış."derlerdi.<br />
Deniz Anası sözü şamanlık inancından gelir. İnanca göre güçlü varlıklar<br />
kişileştirilirdi. Ortaasya destanlarında bu kişileştirmeler Deniz Atası, Kır Anası,<br />
Orman Anası, Su Atası şeklinde geçer. Sanırım Eğirdir'de söylenen bu söz o kültün<br />
bir uzantısı olmalıdır.<br />
DEPREM<br />
Şimdiye kadar yazılı kaynaklarda Eğirdir'in geçmişinde büyük bir deprem<br />
kaydına rastlanmamıştır. Yalnız canlı şahit olarak babamdan duyduğum Isparta<br />
depreminin uzantısı olarak 1914 yılında Eğirdir bir depremi yaşamıştır. Babamın<br />
anlattığına göre herkes bağlardayken olmuş, minarenin mihveri yere düşmüştür.<br />
Kaynaklara göre Isparta depremi 20 Eylül 1914 günü saat 18:30 sıralarında<br />
olmuştur. Bu depremde Burdur'da bin, Isparta'da beş yüz kişi ölmüştür. Bina zayiatı<br />
da çok olmuştur. Isparta evlerinin çoğu bu depremden sonra yapılmıştır.<br />
Yalnız bir şey dikkatimi çekti. Eğirdirliler, "Eğirdir'de şiddetli deprem olmaz,<br />
göl çeker." derler. Ben bu sözü en az elli yıl önce duydum. 17 Ağustos 1999<br />
Marmara Bölgesi depreminden sonra bizden ve dışarıdan gelen pek çok bilim<br />
adamları bu depremi incelediler. İstanbullular bu depremin tekrarlanmasından çok<br />
kaygı duydukları için Fransız bilim adamlarından biri şöyle bir açıklama yaptı:
"Marmara denizi içinde şiddetli bir deprem olsa bile deniz İstanbul’da<br />
depremin etkisini azaltır." dedi. Deprem ilminin daha gelişmediği bir zamanda<br />
Eğirdir'de söylenen bu söz dikkate değer.<br />
DEVE<br />
Kendi yaptığımız bir oyuncaktı. Kalın, çatal bir karaağaç dalı ucundan<br />
bağlanır. Altına karaağaçtan yarım daire şeklinde iki çubuk belirli bir açıklıkta<br />
yerleştirilir. Bağlanan çatalın oval yeri basit çubuklarla örülür, oturma yeri tapılır.<br />
Çatalın ön ucundan çekerek götürülür. Biz çocuklar bununla hem eğlenir, hem<br />
biner, hem çay boyundan çalı çırpı taşırdık.<br />
DEVRAN DEDE<br />
Türbesi kale kapısının iç tarafında, güneyindedir. Önceden ahşap birtürbesi<br />
vardı. 1970 lerde mahallenin ve saygı duyanların desteğiyle bugünkü türbe<br />
yapılmıştır. Herhangi bir tarihi kayıta rastlanmamıştır. Karçınzade Süleyman Şükrü<br />
ondan "Arap Dede" diye söz eder. Hatta Dündar'ın Devran'a dönüşebileceğinden<br />
hareketle Dündar Bey'in türbesi de olabileceği düşünülmüştür. "Dede" lakabını<br />
daha çok Mevleviler kullandığına göre, acaba Mevlevi ile ilgisi olabilir mi sorusu akla<br />
geliyor. Kale mahallesinde oturanların inancı ise o kişinin kalenin güney duvarını<br />
delerek "Çarna" denilen yerden girip kalenin fethedilmesini sağlayan kişi<br />
olduğudur.<br />
DEYİMLER<br />
A benim armudum, önceden var mıydın?: Dostluk, arkadaşlık<br />
ilişkisini kesmek için kullanılır.<br />
Abdestsiz Hacı Emmi'ne namaz mı dayanır?<br />
Acı soğan kuru yavan: Ne olursa yemek.<br />
Acıyan yer ayrı, acıkan yer ayrı : Bir ölümden sonra yakınlarına<br />
hayat devam ediyor anlamında söylenir.<br />
Açık mezar bulsa girmek: Bedavacı kişi.<br />
Adam bildim eşeği, alnıma vurdu çifteyi.<br />
Adam ol da ciğerimi ye.<br />
Adam soyacaksan Miskinler'e git.<br />
Adı batasıca.<br />
Adı büyük kıçı kovuk.<br />
Adı kara yere geçsin: Öl.<br />
Adın erik tadın erik. Ağı miydin be mübarek?<br />
Aferin delisi: Övgüden çok hoşlanan kişi.<br />
Ağzı açık ayran delisi.<br />
Ağzı süt kokmak.<br />
Ağzı tuzsuz: Çok küfür eden kişi.<br />
Ağzı var, dili yok.<br />
Ağzına ballar yağlar.<br />
Ağzını açıp gözünü yummak: Aklına geleni söylemek.<br />
Ağzını poyraza açmak: Aç kalmak.
Ak ak yuyup, mor mor sermek.<br />
Ak bacak kara bacak, hepsi bir bacak.<br />
Aklı bokuna karışmak: Çok korkmak.<br />
Aklında duracağına karnında dursun.<br />
Al hakkını ye bokunu.<br />
Al sana bir kaya, nerene dayarsan daya.<br />
Aldı ele, girdi yola: Kavgada düşünmeden konuşana denir.<br />
Aldım kızını, görmeyeyim yüzünü.<br />
Allah’a yan bakan : İnatçı şaşı kişi.<br />
Alma ağacında mı büyüdün? : Hiç vermeden hep alan kişilere denir.<br />
Altı sakal üstü bıyık.<br />
Anadan sıska ne yapsın muska.<br />
Anam beni bir daha mı doğuracak : Bu dünyada gönlümce yaşarım.<br />
Anamın öleceğini bilsem acı soğana değişirdim.<br />
Anan soğan baban sarımsak.<br />
Ananın kardeşi değil, babanın oynaşı değil.<br />
Angıt bengit olmak : Çok heyecanlanmak çok şaşırmak.<br />
Apsarı tosunu : Gürbüz boysuz delikanlı.<br />
Ar damarı yok : Utanmaz kişi.<br />
Arka ayağıyla kulağını kaşımak : Hayvan yerine koymak.<br />
Arkalı olmak : Koruyanı olmak.<br />
Arkamda semerim, önümde emerim yok: Beni bağlayan birşey yok.<br />
Artık eksik helal et.<br />
Aslan bok sıçmaz mı ? : Herkes hata yapar.<br />
Aşağıdan almak.<br />
Atımın alnı sakar, kendi adını bana takar.<br />
Atlıyı atından indirmek: İyi konuşup ikna etmek<br />
Avrat ağızlı : Duyduğunu söylemeden duramayan erkek.<br />
Avrat tuz der, yüreği cız der.<br />
Ayağı dolaşmak.<br />
Ayağına demir çarık giymek : bir iş için çok gezip yorulmak.<br />
Ayağına kara sular inmek : Çok gezip yorulmak.<br />
Ayağını denk atmak.<br />
Ayağını sürüyüp gelmek : Gittiğin yere beklenmeyenler de geldiğinde denir.<br />
Ayıbını toprak örtsün.<br />
Ayran ağızlı : Sır tutmaz kişi.<br />
Ayran geven : Salak<br />
Ayran içtik ayrı düştük.<br />
Ayrı baş çekmek<br />
Azat buzat, beni cennet kapısında gözet : Kafesteki kuş salınırken söylenir.<br />
Bahtı bağlanmak.<br />
Bana bir koca lazım, o da bu gece lazım.<br />
Bangır bangır bağırmak.<br />
Basti bacak yan gider.<br />
Başı bacadan çıkmadı ya : Evlenme vakti geçmedi.<br />
Başı bağlı : evli kişi.<br />
Başı göğe değmek.<br />
Başında ottan gayrisi bitmek.
Başını kel etmek.<br />
Başkasının bokunu yemek : Başkasına benzemeye çalışmak.<br />
Başşaktan gelmiş eşşek gibi yatmak : Görgüsüz.<br />
Benden ırak ol, cehenneme direk ol.<br />
Beş okka pekmez, yerinden kalkmaz : Davranışlarında ağırolan<br />
Bıldır bıldır bakmak.<br />
Bilirsin kıçın huyunu, ne içersin yahninin suyunu.<br />
Binbir ayak birayak üstünde: Çok kalabalık<br />
Bir davuluna bir kasnağına vurmak : Eleştirirken kötüde söylemek.<br />
Bir dönüm bostan, yan gel Osman: Keyfi yerinde olan kişi.<br />
Bir yüzü insan, biryüzü köpek.<br />
Bite tırnak pireye burmak.<br />
Boğazdan düşmek : İştahsız kalmak.<br />
Boğazı büyük :Obur<br />
Boğazına durmak.<br />
Boğazını saban oku ile mi deldiler ? : Kalın yüksek sesliye denir.<br />
Boş cep aç karın, salın taşaklarım salın.<br />
Boynu altında kalsın: Ölsün.<br />
Boynu buruk : Öksüz, yetim. Çaresiz kalmış.<br />
Boynuzu kurtlu : Hileli düzenbaz kişi.<br />
Boyun kösmek.<br />
Bulup buşurmak<br />
Bulup da bunamak<br />
Burçak burçak terlemek : Sıkıntıdan iri iri terlemek<br />
Burnun altında ağzın var mı yok mu : Gerçek değişmez.<br />
Burnundan kıl aldırmamak<br />
Canevi çıkmak .Yüreği kalkmak<br />
Canına çakmak kanına ekmek : Düşmanlık sözü. Kırgızların Manas destanında<br />
kanını içmekten söz edilir. Bu gelenek Ortaasya 19. yüzyıla kadar devam etmiştir.<br />
Canına tükürmek : Zor kullanmak, öldürmek.<br />
Canını, bağrını yakmak : Birisine acıtacak bir iş yapmak.<br />
Ciğeri asılı kalmak : Kaygılı, üzüntülü bekleyiş.<br />
Cillik cillik bağırmak.<br />
Çalıyı tepeden sürümek : Anlamaza gelmek, baştan savma iş yapmak.<br />
Çan çan etrnek : Çok boş konuşmak.<br />
Çaycak gidip boycak gelmek : Hiçbir iş yapmamak.<br />
Çayı görmeden paçayı sıvamak.<br />
Çenen çekilsin : Öl.<br />
Çenene çay taşı düşsün: Konuşamaz duruma gel.<br />
Çocuklar başı Deli Ömer: Çocuklarla oyun oynayan büyük kişiye denir. Bu deyimin<br />
aynı isimle Gaziantep ağzında olması dikkate değer.<br />
Çul tutmaz tazı : Çok gezen yoksul kişi.<br />
Debben dübben yürümek : Yaşlı yürüyüşü.<br />
Deli debbek konuşmak : Düşüncesiz konuşmak.<br />
Dili boğazına gitmek : Hayretten donakalmak.<br />
Dilini enseden çekmek : Çocukları korkutmak için söylenir.<br />
Dini donu yok : İnsafsız, önü ardı belirsiz.
Dipli bucaklı : Köklü, zengin aile.<br />
Dipsiz kuyu : Eline geçeni israf eden.<br />
Dirseğinde ak kıllar bitsin : Yüzyıldan fazla yaşa. Yüz yaşından sonra insanın<br />
dirseğinde ak kıllar bitermiş.<br />
Dişinin etini sormak : Çok aç, yoksul kalmak<br />
Dizine oturup sakalını yolmak.<br />
Dokuz dağın domuzu : İri yapılı şişman tembel kişi.<br />
Domuşup durmak : Toplum içinde suratı asık oturmak.<br />
Döşeği kaba sermek : Misafirlikte uzun kalana denir.<br />
Dükkanı açık olmak : Pantolonunun önü açık olmak.<br />
Dünyasını bitirmek : Ölmek.<br />
Eciği cücüğü : Yararı yaramazı, çöl çocuğu.<br />
Eğere de gelmek, semere de gelmek : Her işe yakışan kişi.<br />
Eğirdiğini ayrı koymak : Benimle ilişkini kes.<br />
Ekmek haydan su çaydan.<br />
El deliye biz akıllıya hasretiz.<br />
El tutmak.<br />
El yordamı.<br />
Ele ele kepeği içinde : Ne yaparsan yap, değişen bir şey yok.<br />
Ele verir öğüdü, kendi kırar söğüdü.<br />
Elekçi karısı : Çingene karısı.<br />
Eli ağır olmak : Borcunu geç ödemek<br />
Eli ayağı kısa : Kadın,kız için söylenir.<br />
Eli beratlı : Hırsız.<br />
Eli götünde gezmek : İşsiz, boş gezmek<br />
Eli uzun : Hırsız.<br />
Eli yüzü belirsiz : Ne yapacağı belli olmayan.<br />
Elini eteğini çekmek.<br />
Eme seme yaramaz : Hiçbir işe yaramaz. Divanü-Lugat-it-Türk de "em" ilaç<br />
demektir.<br />
Emen eşken : Özel olarak, iş edinerek<br />
En akıllısı Deli Bekir, o da köstekle yatır.<br />
Esen yelden nem kapmak.<br />
Eşeği sattık, belaya çattık.<br />
Eşeğin büyüğünü ahırda unutmak : Önemli işin en sonra hatırlanması.<br />
Eşek kazığı : Büyüğüne saygısız kişi.<br />
Et kafa : Düşüncesiz.<br />
Eteğindeki taşları dök : Açık konuş.<br />
Ettin bir hayır, tut bacağından ayır.<br />
Evin direği : Koca<br />
Felek eşeğine çüş demiş : İhtiyarlamış, zayıflamış, çökmüş. Eski görkemini yitirmiş,<br />
yoksullaşmış.<br />
Gak deyince et, guk deyince su vermek: Birinin ihtiyacını mazeretsiz karşılamak.<br />
Gavaroz atmak : Asılsız konuşmak.<br />
Gecenin günbey vakti : Aydınlık gecenin yarısı.<br />
Gezmeden seyyah, okumadan alim olmak.<br />
Gitti gelmez, yitti bulunmaz.<br />
Gök görmedik : Görgüsüz.
Gölge fesleğeni : Nazik kişi.<br />
Gönlü farımak : İstekleri kalmamak.<br />
Göt ata ata gitmek: Bir sevinçten dolayı hoplayıp sıçrayarak gitmek.<br />
Götün götün gitmek : Geri geri gitmek.<br />
Götüne kına yakmak : Düşmanım sevinmesin.<br />
Gözüne görünecek var : Beklenmedik kötü bir iş olabilir.<br />
Gözünü belertmek: İhtar amaçlı göz işareti yapmak.<br />
Gözünün çayırını almak : Doğayı seyrederek mutlu olmak.<br />
Gözünün kurdunu kırmak : Karşısındakinin cesaretini kırmak.<br />
Gün battı gavur yattı.<br />
Gün görmemiş söz : Beklenmedik argo söz.<br />
Gündüz diye söylerim : Hayırlı bir yorum olsun diye söylerim (Düş anlatılmadan<br />
önce söylenir.)<br />
Hacı gözler gibi gözlemek : Aranan, sevilen birini beklemek.<br />
Hakı bokunu ödememek.<br />
Hakkını avucuna vermek : Dayak atmak<br />
Hasan, kendi kıçına kendi kabak asan : Bir olayda kendi kusuruyla kendini zora<br />
düşürene denir.<br />
Hasta, çorba komaz tasta : Hastalık hastası.<br />
Hem tefine hem kasnağına vurmak : Hem övmek, hem yermek.<br />
Hergelen anamın hatırını sorar : Herkes benden yararlanmak ister.<br />
Her sakallıyı dedesi sanmak.<br />
Hesap hesap.. Kurban Bayramı ay şavkuna denk gelmek: Soncu değişmeyen<br />
olaylar için kullanılır.<br />
Heybe elin torba emanet : Yoksul kişi.<br />
içinden usturalı : Sessiz can yakan.<br />
İçine kan öğünmek.<br />
İğne iplikolmak.<br />
İğne üstünde oturmak.<br />
İnadı inat, kıçı iki kanat : Sözü yanlış da olsa direnir.<br />
İnceldiği yerden kopmak.<br />
İpin ucu puştun elinde.<br />
İt taşlamak : İşsiz gezmek.<br />
İtlerana olmasın.<br />
İtten aç, yılandan çıplak kalmak.<br />
Kafadan gayrı müsellah : Deli.<br />
Kale'nin kızı, karanlıkta kor bizi.<br />
Kanayaklı : Kadınlar için kullanılır.<br />
Kapıyı kırıp odun etmek : Çare bulmak.<br />
Karabatak gibi batıp çıkmak.<br />
Karadenizde fırtına, al pilini sırtına: Sorununu kendin çöz.<br />
Kardeş değil, kara taş.<br />
Karnı burnunda olmak : Doğumu yakın kadın.<br />
Karnı çekememek: Aşırı kıskanmak.<br />
Karnında erik kurusu olmak : Çok kıskanmak.<br />
Karnının şişi inmek : Kıskançlığı gitsin.<br />
Kemikleri sürme olmak : Ölümünden çok zaman geçmek.
Kendi çalıp kendi oynamak.<br />
Kendi keklik, evi çöplük.<br />
Kendi yok Allahı var.<br />
Kıçı kırık tazı gibi gezmek : Çok gezmek.<br />
Kıçında bülbül kafası olmak : Çok hareketli olup yerinde duramamak.<br />
Kırı gibi yaptırmak : Eşek gibi yaptırmak.<br />
Kırığına inanıp kocasından olmak.<br />
Kimine akıtmak, kimine bakıtmak.<br />
Kimler kazana, kimler yiye?<br />
Kolunda altın bileziği olmak.<br />
Koyun ömrü kadar ömrü olmak : Yaşlı, ihtiyar.<br />
Kucağında oturup sakalını yolmak.<br />
Kulağı kesik : Her şeyi denemiş uyanık kişi.<br />
Kuyruğunu kıstırıp gitmek.<br />
Kuyruk kaldırıp gitmek : Kızıp işi bırakıp gitmek.<br />
Kürek emzirmek : İşçinin küreğe dayanıp çalışmadan durması.<br />
Lafı götünden anlamak : Sözü iyi anlamamak.<br />
Lafım laf olmazsa da karın ağrısı da mı olmaz?<br />
Nam olsun, kâr olmasın.<br />
Ne arar Hacı Ahmet'te kav çakmak.<br />
Ne ölü görmüş ağlamış, ne düğün görmüş oynamış.<br />
Nefsini köreltmek.<br />
Nesiyle sarımsak ezmek : İş görmeyip boş gezen sağlıklı kişiye denir.<br />
Neyine gerek senin, elin üç oğlaklı beş keçisi : Başkasının işine çok karışma.<br />
Oba köpeği gibi oturmak.<br />
Ocağın sönsün.<br />
Olursa aşımın suyu, olmazsa başımın suyu : Denemekte yarar var.<br />
Osuruğuyla kavga etmek.<br />
Oyulmadık kabağın içine girmek : çok aranıp bulunamamak.<br />
Ödü bokuna karışmak : Çok korkmak.<br />
Ödü sıdmak : Çok korkmak.<br />
Ölmesin, dokuz yorgan gevsin : Beddua.<br />
Ölüsü özsüz kor, dirisi gözsüz kor: Huysuz, yaramaz evlatlara denir.<br />
Ömrü uzun, düğünü güzün olsun.<br />
Ömrüm kazığa mı bağlı.<br />
Pazarlık bıyıkla sakalın arasında.<br />
Pireyi gözünden, deveyi dizinden vurmak.<br />
Saçımı ak gördün de değirmenci mi sandın?<br />
Sakızı boka düşürmek : Pot kırmak.<br />
Saldım çayıra, Mevlam kayıra.<br />
Semeriyle seksene malolmak.<br />
Sen tilkiysen ben de kuyruğuyum.<br />
Senin de aklın giden kadının aklından : Dikkat et, kovulursun.<br />
Senin eşeğin kancık olsun da erkek eşek anırsın dursun.<br />
Senin hatırın kırılacağına, Şapçıoğlunun katırı kırılsın.<br />
Sevincik delisi : Bir olayda sevincini aşırı dışa vuran<br />
Sevisi akmak.
Sınamayı kurt yememiş.<br />
Sinekten yağ çıkarmak.<br />
Suyu çekilmiş değirmene dönmek.<br />
Sütü kaçmak.<br />
Şapı bilmez, şeker der.<br />
Şeytana gem vurmak.<br />
Şu sırım nerden? Şu yatan gönden : Görünen gerçeği değiştirme.<br />
Tabanını yarıp içine tuz doldurmak : Ceza vermek.<br />
Tamtakır, kuru bakır : Bomboş ev.<br />
Tavuğum güzel olsun da yumurtlamazsa yumurtlamasın.<br />
Tek durmak : Uslu durmak.<br />
Tekne kazıntısı : Yaşlı kişinin son çocuğu.<br />
Tencerede pişirip, kapağında yemek.<br />
Tesbihli şeytan : Dindar görünüp dolap çeviren kişi.<br />
Tilki o tilki ama boyası beni şaşırttı.<br />
Topuna kıran girsin : Hepsi ölsün.<br />
Tuzsuz helva : Sevimsiz insan.<br />
Ucu dönmez tarla : Büyük tarla.<br />
Udu olmak : Utanılacak bir davranışı olmak.<br />
Ufak uşak bit yavşak : çoluk çocuklu kalabalık.<br />
Üstü cicili altı böcülü : Süslü pis kadın.<br />
Vara vara vardık değirmene : Bunca çalışmaktan bir kâr yok.<br />
Varıver geliver Pazarköy altı saat : Sonuçsuz bir işle uğraşmak.<br />
Ver Omar'a, yaz duvara : Veresiye verme.<br />
Ver yiyeyim, ört yatayım, bekle canım çıkmasın.<br />
Verdik kırkı gitti korku.<br />
Yağlı kurşunlara denk gelesin : Beddua<br />
Yaşın yetti, bıyığın bitti : Evlat kendi işini kendi görsün.<br />
Yaz tahtaya al haftaya.<br />
Yediği boktan başı ağrımak : Kusur işleyip zor durumda kalmak.<br />
Yediği önünde yemediği ardında.<br />
Yediğim soğan olsun, sardığım civan olsun.<br />
Yemem diyenden kork.<br />
Yemesi içmesi iyi, gelene gidene aklı ermiyor : Hastalığı bahane edip iş görmeyen.<br />
Yeni giyer bok gibi, eski giyer yok gibi.<br />
Yere çaksan geçer : Sağlıklı gürbüz insan.<br />
Yırtılan Deli Bekir'in yakası.<br />
Yörük sırtından kurban kesmek.<br />
Yükünü tutmak : Zengin olmak.<br />
Yüreği ağzına gelmek : Çok korkmak.<br />
Yüze yüze kuyruğuna gelmek : İşin sonuna gelmek.<br />
DEYİŞLER<br />
Eğirdirliler duygu ve düşüncelerini anlatmak için atasözü ile deyim<br />
arasında sözler söylerler. Bu sözlere de "Deyiş" derler.
Abdalın abdal olduğu belli olmaz<br />
Kasnak başa geçmeyince.<br />
Ateş tava geldi hamur kalmadı<br />
Akıl başa geldi ömür kalmadı.<br />
Attığı zaman<br />
Marmara'da kaptan<br />
Mısır'da sultan.<br />
Bir iştir geldi başa Sürüştür<br />
Mustafa paşa.<br />
Çam çatlar ardıç patlar<br />
Asilzadedir pelit İçin için<br />
yanar.<br />
Doku doku o bez<br />
Söyle söyle o söz.<br />
Elinde yok bir mangır<br />
Bok yoluna gider tangır tungur.<br />
Elemeden yoğurur Ayda<br />
bir oğlan doğurur.<br />
Et alacaksan buttan Kız<br />
alacaksan soydan.<br />
Evleneceğin kız Uzanıvermeli<br />
dala yapışmalı Oturuvermeli<br />
yere yakışmalı.<br />
Gelin gelin getirin<br />
Geçin geçin oturun<br />
Burası hoca evi Ne<br />
yiyin ne götürün.<br />
Giden Gülsün gelen Gülsün<br />
Azrail ettiğini bulsun.<br />
Gidiyor geliyor işi yok<br />
Ediğinin başı yok.<br />
İki kemik bir nohut Abdi<br />
Paşanın daveti var.
İşini bilmeyen çavuşlar<br />
Döner bokunu avuçlar.<br />
Kalmadı köz<br />
Tükendi söz<br />
Kalkın gidin siz<br />
Yatacağız biz.<br />
Kader olmayınca başta<br />
Ne kuruda biter, ne yaşta<br />
Kızmadı Hasibe Gelen<br />
nasibe bak nasibe<br />
Kullar teftişte Görelim<br />
Mevla ne işte?<br />
Ne yer ne yedirir kokarım avrat Hem<br />
yer hem yedirir şekerim avrat.<br />
Samandan temel olmaz<br />
El oğluna emel olmaz.<br />
Vardım baktım Hacı Ömer<br />
Oturmuş kürkünü yamar Ben<br />
ondan yün umarım O benden<br />
yapağı umar.<br />
Kırağıyı kışsanır<br />
Bulaşığı iş sanır.<br />
DİLFİR<br />
Baklagillerden erpik bir ottur. Koyun, keçi, inekler, eşekler çok severek<br />
yerler. Boğazova'da çok olur, bağlara gidip gelmek için ödünç eşek aldığımızda,<br />
eşeğin hakkı için bu ottan yoluvermemiz istenirdi.<br />
DİL-İ DANA<br />
Eğirdirli olup İstanbul'da bir tekke şeyhi olan, Olanlar Şeyhi İbrahim<br />
Efendinin şiir kitabıdır.<br />
DİPPOYRAZ<br />
Antik adı Diporoz diye geçer. Bu söz Eğirdir'de Dippoyraz şeklinde söylenir.<br />
Atlasta "Dedegöl" şeklindedir. Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın Hızırnamesinde de<br />
İpsahoros şeklindedir.
DODDİ<br />
Uygunsuz iş yapanların iş arkadaşlarına, yardakçılarına denir.<br />
DOKUZLAR<br />
Eğirdir'in eski soylarındandır. Ama kaynaklarda adı geçen<br />
Dokuzoğuzlardan mı, Kıpçak boylarından olan Dokuzboylar'dan mı, Altay<br />
Karaorman Tatarları Dokuz soyundan mı incelenmesi gerekir.<br />
DOLMALIBAHÇE<br />
İnekdenizi'nin yüksek batı tarafının Yazla'ya bakan sırtın düzlüklerinin<br />
olduğu yerdir. Eskiden bahar gelince "İlabada" dan dolma yaparlar, buraya<br />
mesireye giderlermiş. Bu yerin adının bundan dolayı Dolmalıbahçe olduğu söylenir.<br />
Manzarası, seyri güzel bir yerdir. Buraya mesire olarak gidildiğini yaşlılar<br />
hatırlamıyor.<br />
katar.<br />
DORAKOTU<br />
Tarhana çorbasının malzemesi içine katılan kokulu bir ottur. Çorbaya özellik<br />
DÖKME İP<br />
Kalın ana bir ipe 30 - 40cm uzunluğunda daha bir ince ip bağlanıp<br />
uçlarına olta takılır. Bu sayı üç yüz, beş yüzden fazla ya da az olabilir. Oltalara yem<br />
takıldıktan sonra göle bırakılır. Belirli bir süre sonra toplanır. Yemleri yiyip oltaya<br />
takılan balıklar böylece yakalanmış olur.<br />
DÜDÜK<br />
Martın on beşinden sonra ağaçlara su yürüyünce Bağlar'a sabah<br />
yürüyerek gider ikindin yürüyerek dönerdik. 4-5 yaşlarındaki bir çocuğun bir günde<br />
on kilometreden fazla yol yürümesine bugün bile şaşarım. Ama bize orada söğüt<br />
dalından ya da ceviz ağacının dalından düdük yaparlardı. Dalın ucunu çenterek bir<br />
ağızlık yaparlar, üstüne de doksan derecelik bir çentik atarlar, dalı döndürerek<br />
kabuğunu keserler, sonra bıçağın çelik ucundan tutup sapını kabuğa vurarak ve<br />
dalı çevirerek ritimle:<br />
Leblebici lüblebici<br />
Ağalardan tuz getirir<br />
Alallardan kız getirir.<br />
derlerdi. Sonra kabuk çıkarılır, çentik üst taraftan ağızlığa kadar uzatılır, çıkan<br />
kabuk yerine takılır, düdük yapılırdı.
DÜNDAR BEY MEDRESESİ<br />
Dündar Bey beyliğini kurunca ilk iş olarak 1301 yılında medreseyi<br />
yaptırmıştır. Medrese Kale'nin dış suruna dıştan bitişik olarak yapılmıştır. Kapısı<br />
Kervansaray'ın giriş kapısıdır. Selçukluların çökmesinden sonra Ânadoluda ticari<br />
faaliyet durunca kervansaraylar işlemez oldu, köhneleşti. Dündar Bey bunu<br />
değerlendirmiştir. Kervansarayın giriş kapısı taş taş sökülerek buraya taşınmıştır.<br />
Dündar Beyin kendisiyle ilgili sözleri içerdeki eyvanın alınlığı üzerindedir.<br />
Karçınzade Süleyman Şükrü 1875 lerdeki izlenimine göre yazdığı Seyehat-ı Kübra<br />
adlı eserinde Kervansaray'ı anlatırken duvarlarını "Diş ile soyulmuş hıyara benzer."<br />
der. Bu sözlerden de anlaşılıyor ki Kervansaray bir yönetici emriyle çok önceden o<br />
hale getirilmiştir. 1333 de Eğirdir'i ziyaret eden gezgin İbni Batuta'yı bu medresede<br />
Müderris Musluhiddin misafir etmiştir.<br />
Çok uzun hizmet vermesine rağmen Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa Medresesi<br />
açıldıktan sonra Dündar Bey Medresesinin önemi azaldığı, tedrisi zayıfladığı, harap<br />
kaldığı görülüyor. Sanırım mali kaynaklarının zayıflaması, Şeyh Ali Ağa<br />
Medresesinin vakıflarının yüksek gelirli olması böyle bir sonuç doğurmuş olabilir.<br />
1896 yılında F. Sarre'nin yayınladığı kitabında medreseyi iki katlı gösteren<br />
bir fotoğraf yer almaktadır. Bu fotoğrafta da medresenin harap hali görülmektedir.<br />
Sanat tarihçisi M. Sözen üst katın beşik tonozlu koğuşlar halinde olduğunu belirtir.<br />
"Konya Sırçalı Medrese'sine çok benzerlik gösterir." der.<br />
1838 tarihli Eğirdir vakıfları muhasebe defterine göre 1832 yılında büyük bir<br />
yangın sonucu medrese tamamen yanmış yeni dersaneler ve odalaryapılmıştır.<br />
Kayıtlarda 30 hücresi, bir dersanesi olduğu yazılıdır. 1948 lerde duvarına<br />
yaslanan evlerden güvercin tutmak için medreseye girdiğimizde eski yazılı<br />
defterlerin oraya buraya atıldığını, yığınak halinde hücrelere doldurulmuş olduğunu<br />
gördüm.<br />
1929-1934 yılları arasında hapishane olarak kullanılmıştır. 1950 lere kadar<br />
da kapının sol tarafı 6-7 bölümlü çarşı helası idi. Lağım bir yorkma ile Camiardı'na<br />
kadar uzatılarak göle akması sağlanmıştı. Aktığı yerde de çocuklar balık avlardı.<br />
1970 lerde onarım gördükten sonra bir kültür yuvası olması gereken bu yeri<br />
Vakıflar İdaresi turistik çarşı haline getirmiştir. Şu an altta on bir dükkan vardır...<br />
Üstü eski haline getirilip çok amaçlı kullanılabilir. Zaman zaman müze, kütüphane<br />
yapılması düşünülmüşse de gerçekleşmemiştir.<br />
Eğirdir'in ilk yazılı kaynak eserleri bu yapıdadır. Giriş kapısı 1236, Dündar<br />
Beyin eyvan üzerindeki kitabesi 1301 tarihini taşır. Giriş kapısındaki yazının<br />
türkçesi şöyledir;<br />
"Ümmetlerin ve kulların hakimi maliki hakanlar hakanı Yüce Hakan, Arap ve<br />
Arap olmayanların sultanların Sultanı, Zamanın Zülkarneyni ve çağın yoldaş<br />
padişahı ikinci İskender, Dünya sultanlarının gökten güçlendirilen Sultanı,<br />
düşmanlarına üstün, Allah birliğini tanıyan, askerleri kazanan, Hakkı inkar edenleri<br />
ve Allah'ı ortak koşanları yok eden, Âllaha ve ahirete inanmayanları, sapıklıkta<br />
direnenleri aşağılatan değersizleştiren, haricileri ve baş kaldıranları söküp atan,<br />
halkın güvendiği, Hak sayar, Allah halifesinin yardımcısı, Allah yaratıklarının<br />
koruyucusu, Rum Ermeni Şam Diyarbakır Frenk ülkelerinin Sultanı,<br />
Selçukoğullarının tacı, müminler emirinin ortağı, Fetihler babası Kılıçaslan oğlu<br />
Mesut ve oğlu Sultan Said Kılıçaslan oğlu Keykubad'ın oğlu Keyhüsrev 635 Hicri<br />
senesinde bu mübarek hanın onarılmasını emretti. Dünyanın doğularında ve<br />
batılarında Allah mülkünü daim eylesin."
İçteki eyvan kemerindeki yazının da türkçesi şöyledir.<br />
"İslamın ve müslümanların şan ve şerefi, din ve devletin talihi, ülke ulularını,<br />
askeri komutanları ve çevresini kazanmış olan soylu, güçlü, değerli, üstün, eşsiz,<br />
başkomutan büyük emir Hamidoğlu İlyas oğlu Dündar 701 Hicri senesinde bu<br />
mübarek medresenin onarımı ve kullanılmasını emir ve işaret buyurdu. Duyunuz.<br />
Allah yardımlarını kutlu, iktidarını kat kat eylesin. Mülkünü de daima mamur, baki<br />
kılsın." Tarihçi, arkeolog Kemal Turfan'ın bildirdiğine göre Dündar Bey, Yalvaç'ta bir<br />
han yaptırmışsa da bugün tamamen yıkılıp kaybolmuştur. Kitabesi Yalvaç<br />
müzesindedir.<br />
DÜNDAR BEY<br />
Takma adı Felükiddin'dir. Buna dayalı olarak Eğirdir'e Felekabat denilmiştir.<br />
Hamidoğullarını tarih sahnesine çıkaran beydir. İlk çırpıda beyliğin sınırlarını<br />
genişletmiş, Antalya'ya kadar inmiş, buranın beyliğini de kardeşi Yunus'a vermiştir.<br />
Devlet olmanın bir kurumsallaşma olduğunu anlamış, önce ordusunu geliştirmiştir.<br />
On beş bin yaya, on beş bin atlıdan oluşan bir ordu kurmuştur. Beyliğini ilan eder<br />
etmez Eğirdir'e Uluborlu'dan taşınmıştır. İlk iş olarak da 1301 yılında Dündar Bey<br />
Medresesini yaptırmıştır. Aydın, Menteşe Beyliklerini himayesi altına almış, kendini<br />
Sultan ilan etmiştir. Bu durum Anadoluyu kontrol altında tutan İlhanlıların hoşuna<br />
gitmemiş, Başkomutan ve Vezir Emir Çoban oğlu Demirtaş'ı Hamidoğlu Beyliğini<br />
kaldırmak için Dündar Beyin üzerine göndermiştir. Gücünün yetmeyeceğini<br />
anlayan Dündar Bey Antalya'daki kardeşi Yunus'un oğlu Mahmut Beye sığınmıştır.<br />
Demirtaş'tan korkan Mahmut Bey, amcası Dündar Beyi Demirtaş'a teslim etmiştir.<br />
Demirtaş da 1324 te Dündar Beyi öldürtmüştür. Dündar Beyin mezarının nerde<br />
olduğu kesin olarak bilinmemektir. Oğulları Hızır, İshak, Mehmet bu olaylardan<br />
canlarını kurtarmışlardır. İshak Bey yardım için Mısır Sultanı Melik Nasır'a<br />
sığınmıştır. Bu arada babası öldürülen Demirtaş da Mısır'a sığınmış, 1327 de<br />
öldürüldükten sonra İshak Bey Mısır'dan dönerek beyliğin başına geçmiştir.<br />
Eğerim Beli Eski kervan yolu sol tarafta görülmektedir.
ECE MEHMET<br />
E<br />
1915 lerde ölmüş bir divanedir. Ece kelimesi çok güzel anlamında kullanılır.<br />
Ece Mehmet hakkında şöyle bir hikâye vardır.<br />
"Zamanın zengini Ağalar'a varır. Ağalar'ın binmeye kıyamadıkları bir atı<br />
vardır, onu ister. "Dur bakalım, ne yapacak ? " diye atı Ece Mehmet'e verirler. Ece<br />
Mehmet ata biner, eline bir değnek alır, kale kapısı minare arasında at ağzından<br />
köpükler saçana kadar dört nala gider gelir. Sonra atı Ağalar'a "Al ağam atını.<br />
Gavuru kırdım geldim." der, verir. Ağa da atı alır, ahırına bağlatır. Savaş sonrası<br />
Ağalar'a bir misafir gelir. Sulamak için dışarı çıkarılan atı görür, tanır. "Biz<br />
savaşırken zor duruma düştük. Bu at üstünde eli kılıçlı bir adam çıkageldi, her yere<br />
yetişerek bizi bozgundan kurtardı." der. Ağa da: "O adamı görsen tanır mısın?" diye<br />
sorar. Adam da "Tanırım." der. Beş altı uşağın arasına Ece Mehmet'i de koyup<br />
gösterirler. Adam "İşte bu idi." diye Ece Mehmet'i gösterir.<br />
Bazı söylencelere göre mezarı Kemik Hastanesinin Kapılar yönündeki<br />
kapısının girişi solundadır. 1940 larda orada ağaçlar vardı. "Kesenin tahrası kırılır,<br />
eli bacağı kesilir." Derlerdi.<br />
EDEBİYATTA <strong>EĞİRDİR</strong><br />
Gazete ve dergilerde Eğirdir ile ilgili pek çok yazı yazılmıştır. Ben burada<br />
yalnız önemli edebiyat kişilerinin yazılarından birkaç örnek vereceğim.<br />
Bizim Akdeniz adlı kitabında Falih Rıfkı Atay Eğirdir'i şöyle anlatır; "Davraz<br />
dağının eteklerinden Eğirdir bir yarı hayal gibi görünür. Göl bir boğazla ikiye<br />
ayrılmıştır. Kasabanın ucundaki biri büyük, biri ufak iki ada Eğirdir gölüne güzel<br />
Türkiye koleksiyonundan eksilmeyecek olan müstesna bir manzara değeri<br />
vermektedir.<br />
Eğirdir kasabası bunun ucuna yapılmış olan eski kalenin içinde ve<br />
kenarındadır. Evler sanki bir sürgün avından kaçışıyor gibi üstüste, boğazlaşarak<br />
gölün burun noktasına yapışmışlardır. Su görmek için kasabadan çıkmak lazım<br />
geliyor.<br />
Halbuki Eğirdir'in bağları, gölün bittiği yerlerden dağlar arasına doğru<br />
sokulan sahildedir. Eğirdir bu sahilden göl ve nehrin birleştiği noktayı kasabaya<br />
doğru dolaşan ferah ve boş kıyılarda büyüyecektir. Yeni hükümet konağının burada<br />
seçilecek bir yere yapılması doğru olur. Su geniş bir yol ile mahallelerden ayrılıp<br />
serbest bırakılmalıdır. Eğirdir'in Antalya ve hinterlandı mıntıkasının her zaman için<br />
en iyi gezinti yerlerinden biri olacağına şüphe yoktur.<br />
Nehir başına kurulan ağ sepetlerinin içinde balık avlandığını seyretmek bir<br />
İstanbulluya ne kadar garip geliyor. Burada balık, bir kara mahsulünü hatırlatıyor.<br />
Dağlarla çevrilen göllerden pek azı, Eğirdir suyu kadar güzel olabilir.<br />
Kalesinin havasında, hâlâ derebeyi masalları ürperiyor.<br />
Buralar saadetin kolay olduğu yerlerdir. Karlı dağların arkasındaki tuzlu<br />
istepi düşününüz. Orada halk ekmeğini topraktan tırnakla söküyor."
Yazar ismail Habip Sevük de Eğirdir Gölünü şöyle anlatır;<br />
"Isparta'dan kalkan otomobilimiz on beş, yirmi dakika geçince Eğirdir'e ayrı<br />
bir kol halinde uzatılmış tren yolunu aşarak, rayların bazan sağına, bazan soluna<br />
atlayıp nihayet bir saat sonra Miskinler Yokuşu'nu tırmanmaya başladı. Göl ilkönce<br />
o yokuşun üst noktasından görülürmüş. Tam tepeye varınca şoför arabayı<br />
durdurdu. İndik. Gölü birdenbire göreyim diye birkaç saniyedir gözlerimi kapamıştım.<br />
Apansız açılan gözlerim apansız görülen manzaradan kamaşır gibi oldu.<br />
Görülen şey gözün adesesine sığmayacak kadar coşkundu. Burada gerçek hayalden<br />
çok geniş ve umulandan çok yüksek.<br />
Altımızda gömgök bir deniz parçası arzın böğrüne oyulmuş gibi duruyor. Bir<br />
kuyu gibi derin bir havuz gibi aydınlık. Bu kadar koyu gök rengini bütün ömrümde<br />
görmedim. Yüksek, beyaz tepeli, yeşil gövdeli dağlar bu gölü haşmetli bir kuyu<br />
çemberi gibi kucaklamışlar. Maviyle yeşilin kaynaşmasından doğan kamaştırıcı<br />
acayip bir renk, büyülü bir hazine gibi gözlerinizin önüne seriliyor.<br />
Gölün sağında iki ada. Biri büyük, Nis adası. Diğeri küçük, Canada. Biri ana<br />
gibi, diğeri yavru gibi. İkisi de gömgök bir zemin üstüne bırakılmış. Düzgün biçimli<br />
yemyeşil birer çini levhası. Sanki tabiatın bir manzarası değil, çini renklerinin<br />
harikulade kaynaşmasını yaratan eski Türk sanatkarının eşsiz bir eserine<br />
bakıyorum. Ne diyeyim... Ne diyeyim... İkisi de dengi olmayan birer hülya mesiresi."<br />
EDİK<br />
"Maviyle yeşilin kaynaşmasından doğan acayip bir renk<br />
büyülü bir hazine gibi gözlerinizin önüne seriliyor."<br />
Evde giyilen önü kapalı ve ponponu olan, deriden yapılan, altı kösele bir<br />
çeşit terliktir. Eğirdir'de en çok Manaklar yapar ve satardı.
EFLATUN DEDE<br />
Yeşilada'da Musluhiddin Dedenin batısında olup, tarihi kaynaklarda hiç<br />
kaydına rastlanmamıştır. 1980 lerden sonra oraya bir küçük türbe yapılmıştır.<br />
Hakkında da herhangi bir rivayete rastlanmadı.<br />
EĞERİM BELİ<br />
Eğerim yolu eskiden Mahmatlar üst düzlüğünden gider, Eğerim üzerinden<br />
iner, Gelendost'a ulaşırdı. Bugün bile Eğerim üstünden göl kıyısına inen yol<br />
kalıntıları bellidir. Eğerim bu yolun göle en dik inen yeridir. Geçmişte eşkıyalardan<br />
altınını saklamak için eğerinin içine koyan zengin bir kişinin atı ürküp buradan göle<br />
düşmüş. Atı ölmüş, derin sularda da eğeri bulunamamış. Adam: "Atıma acımam<br />
amma, eğerim de eğerim.." demiş. Buranın adı ondan öyle kalmış derler. "Eğrim"<br />
den böyle bir kelime üretilse gerek. Yerin coğrafi özelliği de durumu gösteriyor.<br />
Halk gölün en derin yerinin bu civarda olduğunu söyler.<br />
<strong>EĞİRDİR</strong> ALACASI<br />
Eğirdir'deki dokuma tezgâhlarında dokunan bir bez olup zamanında<br />
Isparta'dan Konya'ya, İstanbul'a kadar aranan bir tür bezdi. Daha çok Nis'te<br />
dokunurdu.<br />
<strong>EĞİRDİR</strong> BOĞASSI VE BOYAHANE<br />
Eğirdir dokumada gelişme gösterdiği için boyahaneler de vardı. 1568de<br />
1600 akçelik vergi vermiş. Eğirdir ince pamuklu dokumada ileri gitmişti. Bu<br />
dokumalara "Eğirdir boğassı" denirdi. İstanbul başta olmak üzere Tuna<br />
iskelelerine, Karadenizden Lehistan, Erdel, Macaristan'a kadar satılırdı. Boğassı<br />
ve bürüncekler dışa satıldığı için Bursa'da boyanırdı. Nitelikli, özellikli, damgalıydı.<br />
Tüccar damgasını vurur, vergisini öderdi.<br />
<strong>EĞİRDİR</strong> DEFİNESİ<br />
Şu anda Isparta müzesindedir. 1970 lerde Kanlı Çınar'ın karşısındaki otel<br />
yıkılıp bugünkü Belediye işhanını yapmak için hafriyat yapılırken ortaya çıktı.<br />
Hafriyat Tersikbaşı göl kıyısına döküldü. Yorgancıoğullarından bir kişi göle abdest<br />
almaya giderken ayağına bir ibriğin ülüğü takılır. Bakır olduğunu anlayınca çıkarır.<br />
Ağır olduğu için içini merak eder. Biraz uğraşınca altın paralar dökülür. Savcılık<br />
durumu öğrenir, en yakın Burdur müzesine verir. Isparta müzesi yapıldıktan sonra<br />
şimdiki yerine konur. Şimdi orada "Eğirdir definesi" adıyla sergilenmektedir.<br />
Definenin bulunduğu yerin Kargir bedesten olduğu, 1925 lerden sonra otel<br />
ve mağazalar yapıldığı, 1932 de basılan Isparta Vilayeti İdare Coğrafyası kitabında<br />
yazar. Geçmişte buraya Pamukhanı da denirdi.<br />
Definenin özelliklerini açıklayan tam bir bilgiye erişemediğim için burada<br />
açıklayıcı bir bilgi sunamadım.
<strong>EĞİRDİR</strong> GÖLÜ MERAKİBİ BAHRİYESİ<br />
Kurtuluş savaşı başlangıcında Eğirdir istasyon ile Avşar Hüyük arasında<br />
ulaşım yapmak için motor ve mavnalar getirildi. Bu işler bir Binbaşının kumandasında<br />
yürütüldü. Bu taşıt araçları bilhassa Büyük Taarruz'dan önce cephe gerisinde asker ve<br />
araç taşıdılar. İstasyon altından Hüyük'e, ordan da Akşehir'e ulaşılıyordu. Bu askeri<br />
taşımanın Eğirdir gölündeki ulaşım bölümüne "Eğirdir Gölü Merakibi Bahriyesi" denildi.<br />
Sözler "Eğirdir Gölünde yapılan tekne taşımacılığı" anlamı taşıyor. O günleri yaşayan<br />
Öğretmen Etem Kartal bu olayı ve sonunu şöyle anlatıyor:<br />
"Savaştan sonra bu motor ve mavnalar Eğirdir Maliyesine devredildi. Binbaşı ile<br />
askerleri İzmir Bahriyesi Kumandanlığı emrine verildi. O zamanlar daha İzmir-Eğirdir<br />
demiryolu bir İngiliz şirketinin elindeydi. Şirket Merakibi Bahriye'yi almak istedi.<br />
Hükümet doğru bulmadığından Kaymakamlık Eğirdir Belediyesinin almasını istedi.<br />
Nedense Belediye almadı. Kaymakam Orhan Sami Bey "Eğirdir İhtiyat Zabitan<br />
Yardımlaşma Cemiyeti"ne verdi. Cemiyet Merakibi Bahriye'yi aldıktan sonra başına iki<br />
bekçi koydu, istasyon altındaki körfeze demirledi. Göl kenarında bir fener vardı.<br />
Demiryolu oraya kadar uzardı.<br />
İstasyon memuru Sabri bey, nasılsa Cemiyet idare heyetinden Hatipoğlu Rifat<br />
Efendi ile fenerin kendilerine ait olduğu konusunda tartışıyor. Hatipoğlu Rifat Efendi<br />
istasyon memuruna: "Sen İngilizlere satılmışsın." diyor. İstasyon memuru Sabri Bey de<br />
"Sen yarın görürsün, motorun yerinde yeller eser." diyor. O sırada bekçiler Kayyumoğlu<br />
irfan (Kaynak), Yaşaroğlu Süleyman (Dayım) idi. Yaşaroğlu Süleyman Eğirdir'e<br />
gelince Kayyumoğlu İrfan da istasyondaki memurların davetine icabet ediyor ve gece<br />
motorun ahşap kısmı delinerek batırılıyor. Sabahleyin istasyonda kavas olan Veziroğlu<br />
Tevfik, Cemiyet azasından Müftüoğlu Tahsin Efendiye motorun battığını<br />
söylüyor.Tahsin Efendi Cemiyet azalarına haber veriyor... Motorun yanına geliyor,<br />
bekçilere soruluyor. Yaşaroğlu Süleyman "Ben o gece ekmek almaya gittim. İrfan<br />
ağabeyim bekleyecekti." diyor, irfan da "Ben de istasyondaki memurların yanına gitmiş<br />
idim." cevabını veriyor. Savcılığa müracaat ediliyor. Tetkik neticesinde suçlu meydana<br />
çıkarılamıyor. Cemiyet tarafından durum Atatürk'e arzediliyor. Atatürk Deniz<br />
Kumandanı Sadullah Beyi Eğirdir'e gönderiyor. Durum imkansız görülerek motorun<br />
çıkarılmasından vazgeçiliyor.<br />
Daha sonraları Yeşiladalı Hafız Kamil Şirketi, Cemiyete müracaat ederek batık<br />
motoru satın alıyorlar. Fakat onlar da çıkarmaya muvaffak olamıyorlar. Bu motor 1980<br />
lerde çıkarıldı. Bazı aletleri hatıra olarak Dağ ve Komando Okulunda saklanmaktadır.<br />
<strong>EĞİRDİR</strong> GÖLÜNÜN ÇOK ÖZEL BİR BALIĞI<br />
Ord. Prof.Dr.C.Kosswig 1952 de Eğirdir golüyle ilgili raporunda çok özel bir<br />
balıktan bahsetmektedir. O bölümü olduğu gibi alıyorum.<br />
"Bir nevi Beyşehir ve Eğirdir göllerinin sakladıkları muammalardan biridir. Bu<br />
balığın koleksiyonumuzdaki numunesi 40 cm boyundadır. Her iki gölde de o kadar<br />
nadir olmalı ki ne halk arasında adı vardır, ne de balıkçılar böyle bir balıktan haberlidir.<br />
Böylece bu balığın Latince ismini vermekle yetinelim.<br />
"Schizothorox prophylakx"... İlk bakışta sıraza benzeyen bu balık cinsi aslında<br />
tamamıyla Asyanın göl ve nehirlerine aittir. Bilhassa Keşmir ve Afganistan'da yaşayan<br />
bir genusun yakın doğuda ve küçük Asyada tek temsilcisidir. Maalesef şimdiye kadar<br />
yaşayışı hakkında Beyşehir gölünden bir, Eğirdir gölünden bir tane rastlanmıştır."
<strong>EĞİRDİR</strong> KEBABI<br />
Pınarpazarı süresince orada bulunan fırınlarda yapılır. Günümüzde<br />
kurallara pek uyulmadan yapılıp yeniyor ama nefaseti yok. Geçmişte kebap şöyle<br />
yapılırdı;<br />
Kebap olacak etler için davarlar önceden kesilir, kazanda alaçakır<br />
kaynatılır, ondan sonra fırına konulurdu. Fırında da isi olmadığı için asma kütüğü<br />
yani omca yakılırdı. Böyle pişince kebap hem yumuşak hem pişkin ve nefis olurdu.<br />
Şimdi sabah kesilen eti kebap fırınının çengeline takıyorlar. Yakacak konusunda da<br />
titizlik göstermiyorlar.<br />
vardır.<br />
<strong>EĞİRDİR</strong> SOKAĞI<br />
Pınarpazarı'nda bir kebap ustası<br />
Ankara Keçiören Şevkat mahallesinde "Eğirdir Sokak" adında bir sokak<br />
<strong>EĞİRDİR</strong>ZEYBEĞİ<br />
Oyun Ege zeybeğinden izler taşır. Sözü şöyledir;<br />
Ördek suya dal da gel<br />
Yardan selam al da gel<br />
Eğer yarim gelmezse<br />
Tut kolundan al da gel<br />
Karanfilim boynuna<br />
Yanıyorum uğruna<br />
Malım mülküm erittim<br />
Nazlı yarin uğruna
<strong>EĞİRDİR</strong>'LE İLGİLİ ÖZEL NOTLAR<br />
• Eğirdir Seriye Sicilleri 1922 mahkeme yangınında yanmıştır.<br />
• Gölün kıyı uzunluğu 160 km kadardır. Gölü besleyen kaynaklar doğuda,<br />
düdenler batıdadır.<br />
• Eğirdir'de telgrafhane 1884 yılında açılmıştır.<br />
• Eğirdir'in eski kayıtlarında Ortodoks Rum vardır. Ermeni, Yahudi yoktur.<br />
• Eğirdir'e mazotlu değirmeni Hacı Eşref Ağa 1910 yılında işletmeye açmıştır.<br />
• İlk bisikleti de Ağalar'dan Murat Efendi binmiş, bu araca Eğirdirliler "Şeytan<br />
Atı" adını vermişlerdir.<br />
• Ord. Prof. Dr. C. Kosswig Eğirdir Gölünün yer altından Büyük Menderesin<br />
kaynaklarını da besliyor tahminini yapıyor.<br />
• Eğirdir'in elektrik fabrikası Fevzi Çelik'in Belediye Başkanlığı zamanında<br />
1935 yılında yapılmıştır.<br />
• Yapılmış sigara Eğirdir'e 1860 larda gelmiştir.<br />
• Geçmişte Eğirdir'in Pazargünü, pazar günüydü.<br />
• Çanakkale savaşında Eğirdir'den 91 kişi şehit olmuştur. Bu rakam resmi<br />
rakamdır.Gerçekte bu sayı daha fazladır.<br />
• 1900 lerde Eğirdir ve çevresinden 1000 kişi Yemen'e gitmiş, 300 kişi geri<br />
dönmüştür.<br />
• Eğirdir ve Burdur göllerinin kesiminde Hititlerin bir Hapalla beyliği olduğunu<br />
Eğirdir Gölünü besleyen büyük kaynaklardan biri.<br />
Kemer - Kaletepe yöresi (1995)<br />
Ekrem Akurgal "Anadolu KültürTarihi" kitabında yazar.
EĞİRLER KÖYÜ<br />
Eğirdirliler köyü demek. Beyşehir'in bir köyüdür. Dediklerine göre gölün<br />
yükselmesi sonucu bulundukları yeri terkederek gelip buraya yerleşmişlerdir. 1650<br />
lerde gölde bir yükselme olmuş, kıyılardan başka yerlere göçler de olmuştur. Bu<br />
göçlerde halkın bir kısmı Avşar Yenice köyüne de yerleşmiştir.<br />
EHRİMEN<br />
Çok iri, dev gibi adam anlamında kullanılır. İran kültüründe "Ahrimen"<br />
şeytan demektir. Demek ki oralardan geçip gelirken İran kültürü bizi de etkilemiş.<br />
Eğirdir'de iri adamlara "Ehrimen gibi" derler.<br />
EKSERİ ÇİVİSİ<br />
Ahşap bina yapılırken kalın özleri, direkleri mertekleri tutturmak için çakılan,<br />
demircilerin elde yaptığı dört köşeli ucu sivri çivi.<br />
EKŞİ DALDIRAN<br />
"Limon otu" da derler. Boğazova'nın nemli köşelerinde olur. Ovcalandığında<br />
limon gibi kokar, ferahlık verir.<br />
EKŞİLEME<br />
"Papaz yahnisi" de derler. Bol soğan, salça ve yağla öldürüldükten sonra<br />
balık ve sirke konularak orta ateşte uzun süre pişirilir. Etin pişkin olması,<br />
sakızlaşması tadını artırır. Sirke yerine limon da konulur.<br />
ELİKEPÇELİ<br />
Akpınar yolu başındaki Kapılar mevkiinin göl tarafına düşerdi. Basit dilme,<br />
tahtalarla çevrilmişti. Yol genişletmek için çavlanları aldıkça sık sık heyelan olması<br />
sonucu makamı kayboldu. Çocukluğumuzda ailemizde düğün olacağı zaman<br />
elimize küçük bir torbada bulgur verirler, oraya gönderirlerdi. "Elikepçeli dede,<br />
kepçenle, bereketinle sen de bizim düğünümüze gel.." der, sonra "Bulgum kurtlar<br />
kuşlar yesin, bu da onların hakkı.." deyip küçük torbadaki bulguru oraya<br />
savururduk.<br />
Anlatılan rivayete göre İslam ordusu Eğirdir'i almak için savaşırken<br />
bozgunluk göstermiş. Bu durumu gören Elikepçeli denen ordu aşçı neferi, eline<br />
kepçesini alıp onu bir savaş aleti gibi kullanmış, askere moral vermiş, düşmanın<br />
yenilmesine yardımcı olmuş. Ama şehit de olmuş. Sonra şehit olduğu yere<br />
gömülmüş.<br />
Olayın ne zaman olduğu konusunda bir tarih, kesin bir belge yoktur. Olay<br />
1596 da yapılan Eğri seferi içinde olan Haçova savaşını hatırlatıyor. Orda da<br />
Osmanlı padişahı III.Mehmet'i çadırına kadar yaklaşan düşmanın elinden ordu<br />
aşçıları kurtarmıştı. Benzerliği düşünmeye değer.<br />
Karçınzade Süleyman Şükrü Seyahat-ı Kübra adlı eserinde Elikepçeli için<br />
şöyle yazar;
"Eğirdir'de yatan velilerden en eskisi olan bu zat, Emevi halifeleri devrinde<br />
yani 69 Hicri senesinde Eğirdir muhasaraya alındığında mutfak yeri olduğu<br />
yermiş. Dağdan taşları düşman yuvarlayınca ata atlayıp cesaret vermek istemiş,<br />
şehit olmuş. Oraya gömülmüş."<br />
ELLİKILLI<br />
Elikepçeli'nin şimdiki hali<br />
Çocukları korkutmak için söylenen sanal bir öcü.<br />
ENDEKİ<br />
Öyle, onun gibi, o şekilde anlamlarında kullanılır. Orhun yazıtlarında<br />
"Andağ" diye geçer.<br />
EPİFANOS<br />
Büyük bir ihtimalle Yeşilada'daki en eski kilisenin baş rahibidir. 787 de İkinci<br />
İznik Meclisi'ne katılmıştır. Bu toplantı İncil üzerine yapılan bir toplantıdır.<br />
Katılanların kaydında "Epiphanos: Limnai'de Hazreti Meryem Manastırında baş<br />
rahip" notu vardır.<br />
EREZ<br />
Latince ismi "Vimba vimba". Geniş yapılı, en büyüğü 250 gr kadar olan iri<br />
gümüş pullu bir balıktı. Oltaya yakalandığında ağzı çabuk yırtılırdı. Eti yumuşaktı.<br />
Salamurası yapılırdı. Bol havyarlı olduğu için puluyla sac üzerinde pişirilip yenirdi.<br />
Küçüğüne "Gıldır erez", büyüğüne "Bapuç erez" derlerdi. Sudak balığının<br />
atılmasından sonra bir kiloya yakın erezler görüldü. 1980den sonra hemen hemen<br />
rastlanmadı. Yassılığından dolayı "Tahta erez" de denirdi.
ERİK ÇEŞİTLERİ<br />
Eski erik adları şunlardı: Börek eriği, Zerdali eriği, Küpeli erik, Hamıtatlı,<br />
Hırsızçalmaz, İstanbul eriği, Eterik, Üzüm eriği, Canerik.<br />
ERTOKUŞ BEY<br />
Anadolu Selçukluların önemli devlet adamı ve kumandanlarındandır. Isparta<br />
ve Antalya yöresinin Selçuklu devletine katılmasında önemli görevler almıştır. Bu<br />
görevleri yaparken Atabey'deki medreseyi 1224 te, Konya yolu üzerinde göl kıyısındaki<br />
adıyla anılan kervansarayı da 1223 te yaptırmıştır. Türbesi Atabey'dedir.<br />
Sivas, Erzurum taraflarında da bulunmuştur. Oralarda da eserleri vardır.<br />
ERTOKUŞ KERVANSARAYI<br />
Eğirdir'den Gelendost tarafına giderken 25 km kadar solda göl tarafında,<br />
anayoldan 300 m kadar içerde bir han vardır. Bu Ertokuş Kervansarayı'dır. Bu<br />
yöreye verilen addan dolayı Dadıl Kervansarayı da derler. Selçuklu mimarisinin ilk<br />
örneklerinden kabul edilir. Konya, Beyşehir, Karaağaç, Eğirdir, Isparta, Ağlasun,<br />
Bucak, Kırkgöz, Antalya tarihi kervan yolu üzerindedir. Yapımı 1223 tür. Yaptıranı<br />
Atabey'de türbesi ve medresesi olan Mübarezüddin Ertokuş Bey'dir. Atabey<br />
medresesinin vakfıdır.<br />
Şu anda korunmaya muhtaç durumdadır. Durumu çok acıklıdır. Umarız bu<br />
anayol üzerinde kervansarayı özel kişiler, devletimiz ilgilenir, tarihimize ve<br />
turizmimize katarlar.<br />
Ertokuş Kervansarayı ve kitabesi
ESKİ ELMA ADLARI<br />
Boğazova'da bugünkü starking, golden kültürü gelişmeden yerli<br />
elmalarımız vardı. Adlarını tespit edebildiğim şunlardır;<br />
Gelin yanağı, Harman elması, Kuyubaşı elması, Antalya elması, Saatçi<br />
elması, Kaylan elması, Demir elma, Ferik elma.<br />
ESKİ KURBAN BAYRAMLARI<br />
Öğretmen Etem Kartal 1900 başlarında Kurban Bayramlarını şöyle<br />
anlatır;<br />
"Kurban Bayramına on gün kala ihtiyarlar oruç tutmaya başlardı. Bayram<br />
günü kurbanlar kesilinceye kadar bir şey yemezlerdi. Bu şekilde hareket edip<br />
kurbanın böbreğiyle iftar edince bir gün oruç tutmuş olurlardı. Bazı kimseler uzun<br />
zaman kurbanlık koyunları beslerler, üzerlerini boyar ve süslerlerdi. Geri kalan<br />
halk bayramdan birkaç gün önce ya da arife günü kurbanlıklarını alırlardı. Bu arada<br />
bazı kişiler kurbanlıklarını meydanlarda dövüştürürlerdi. Her yer rengarenk<br />
kurbanlıklarla dolardı.<br />
Bayram günü sabahın erken saatlerinde camiler bayram namazı kılmaya<br />
gelen halkla dolardı. Namaz kılınıp bitince camiden çıkarlarken üç defa top atılırdı.<br />
Sonra Zaptiyeler cami kapısında sıralanırlar, sivil paşalık rütbesi bulunan Ağalar<br />
Redif taburu kumandanı bir Binbaşıyı kılıçlarını çekerek selamlarlardı.<br />
Merasimden sonra herkes evlerine dağılırdı. Kurbanlar kesilip karınlardoyurulunca<br />
halk ziyaret edilecek yerlere gitmeğe başlardı.<br />
Kasabanın tanınmış kimseleri birer oda açarlardı. Her mahallede birkaç<br />
oda açık bulunurdu. Odalar dört gün açık kalırdı. Gelen ziyaretçilere vermek için<br />
bayramdan birkaç gün önce oda açanlar bir okkadan fazla kahve alır, dibeklerde<br />
döverlerdi. Odalarda ziyarete gelenlere kahve ve sigara ikram edilirdi. Ev sahibi<br />
tarafından yakınlarına yemek ziyafetleri de verilirdi. Ağalar Zaptiyelere ve Şube<br />
askerlerine, gelen misafirlere yemek yedirirlerdi."<br />
EŞEK BAĞLAMAK<br />
Perşembe günü pazara gelen köylülere eşeklerini bağlayacak yer bulmak<br />
sorun olurdu. Çarşı civarında elverişli bahçesi, yeri olanlar, bir ücret karşılığı<br />
eşekleri bağlarlardı. Bugünkü otomobil parklarının öncesi, bu çeşit eşek parkları<br />
sayılır herhalde. Eşek bağlayıcılar Pazar yerinde dolanır, müşteriyi bulunca eşeği<br />
alır, evine götürürdü. Köylünün pazarda işi bitince öğleden sonra ücretini öder,<br />
eşeğini alır giderdi.<br />
Eşek bağlamanın da bir yöntemi vardır. Yularını kısa, sağlam bağlamak<br />
gerekir. Yoksa haşarı eşekleri, hergeleleri zapt etmek kolay olmaz. Birbirlerine<br />
attıkları çifteyle, anırmayla ortalık savaş alanına döner.<br />
ET M ET<br />
Çelik çomak oyununun Eğirdir'deki adıdır.
ETEM KARTAL<br />
Etem Kartal'ın kendi ağzından özgeçmişi şöyledir;<br />
"28 Şubat 1893 te Eğirdir Seydim mahallesinde doğdum. Mesih Paşa<br />
mahalle okulundan sonra Rüştiyeyi en iyi derece ile bitirdim, Dündar Bey<br />
Medresesine kaydoldum. Medresede çeşitli derslerin yanında Arapça, Farsça<br />
tahsil ettim. Medreseden mezun olunca 1910 yılında Isparta Öğretmen okuluna<br />
girdim. 1913 yılında birincilikle mezun olup öğretmenliğe atandım.<br />
l. Dünya Savaşı çıkınca yedek subay olarak İstanbul Harp Okulunda askeri<br />
eğitim gördükten sonra Çanakkale 6. Kolordu 59. Alay 2. Tabur 2. Bölük l. Takım<br />
Ağır Makineli Tüfek Komutanı oldum. Saros Körfezi, Sazlıdere, Gelibolu, Evreşe<br />
cephelerinde çarpıştım. Savaş bitince birliğimiz Edirne'ye, sonra Romanya<br />
cephesine sevkedildi. Burada Ruslarla savaşırken Toprakhisar'da yaralandım,<br />
sağlığımı kazanınca tekrar cepheye döndüm. 1917 Rus ihtilaliyle Ruslar savaştan<br />
çekilince birliğimiz istanbul'a nakledildi. Savaşlarda gösterdiğim başarılardan<br />
dolayı Savaş Madalyası ile taltif edilerek teğmenliğe yükseltildim. Yine başarılarım<br />
gerekçe gösterilerek Donanma Madalyası ile taltif edildim. 1918 yılı başlarında<br />
Aydın 21. kolordu emrine verildim. Mondros Mütarekesiyle terhis olup Eğirdir'e<br />
döndüm.<br />
Eğirdir'de Mithatpaşa İlkokulu Öğretmenliğine atandım. Aynı yıl Eğirdir'in<br />
tanınmış ailelerinden, Vezirler Sülalesinden Müderris, Kafkas Savaşları<br />
şehitlerinden Süleyman <strong>Nuri</strong> Efendi'nin kızı Dudu hanımla evlendim. (Dudu Hanım<br />
Halam olur.)<br />
Etem Kartal ve ailesi (Beyaz<br />
başörtülü babaannem Kamile Hanım'dır)
Yunanlılar İzmir'e çıkınca Eğirdir'de Kuvay-ı Milliye Müdafa-i Hukuk<br />
Cemiyeti kuruldu. Eli silah tutanların Yunanlılarla savaşmak üzere İzmir taraflarına<br />
gönderilmesine kararverildi.<br />
Birçok Türk evladı gibi kayınbiraderim Veziroğlu Rıza Efendi (Babam)<br />
Süvari Başçavuşu olarak yüz kadar süvari ile Ege kıyılarında savaşırken ben de<br />
Nazilli'de kurulan Heyet-i Merkeziye emrine makinalı tüfek komutanı olarak<br />
katıldım. Bizim birliğimizin başında Kamalı Efe vardı. Bizim çete Aydın cephesini<br />
oluşturuyordu. Çok zorluk ve yokluklar altında savaştık . Milli Ordu kurulunca 6.<br />
Fırka 52. Alay 2. Tabur emrine ağır makinalı tüfek Bölük Komutanı olarak katıldım.<br />
Çok zor şartlar altında savaştık ama İzmir'e ilk girenlerden olduk. Lozan Barışına<br />
kadar birliğimle İzmir'de kaldım. Savaş sonunda para ve İstiklal Madalyası ile taltif<br />
edildim. Lozan Barışı yapılınca terhis oldum, Eğirdir'e döndüm. 36 yıl severek<br />
memleketime hizmet ettikten sonra 1946 da emekli oldum. Altı erkek çocuğuma<br />
yüksek tahsil yaptırdım. Onların Hakim-Avukat, Albay veteriner-Diş Hekimi,<br />
Öğretmen-Müfettiş, Cumhuriyet Savcısı-Kaymakam olarak Devletimize hizmet<br />
etmelerini sağladım.<br />
Memleket meseleleriyle sürekli ilgilendim. Eğirdir Gölsesi gazetesinin Yazı<br />
İşleri Müdürlüğünü yıllarca yaptım. Gazetede tarihi, turizm ve yurt sorunlarıyla ilgili<br />
yazılar yazdım. Bu arada bağ ve bahçelerimde sebze ve meyve yetiştirdim. 01<br />
08.1980"<br />
Etem Kartal 31 Mart 1989 Cuma günü saat 9.00 da İzmir Karşıyaka'da vefat<br />
etti. 1 Nisan 1989 Cumartesi günü Askeri törenle Eğirdir mezarlığına defnedildi.<br />
Bu bilgileri bize oğlu İlköğretim Müfettişi Mehmet Yılmaz Kartal verdi.<br />
ETLİ MEYVE YEMEKLERİ<br />
Kayısı, ayva, erik içine et katılarak pişirilir. Fas'ta da etli aynı yemeklerin<br />
pişirildiği kaynaklarda vardır. İhtimalle Osmanlı döneminde bu yörelerden toplanıp<br />
oraya giden leventler, bu kültürü götürmüş olabilirler.<br />
ET NASIL ALINIR?<br />
Eğirdirli eti pişireceği yemeğe göre alır.<br />
Kuru fasulye, nohut pişirecekse erkeç eti alır, ama kuyruğunu da tat vereceği için<br />
içine katar. Dolma yapacaksa, davarın böğür etinden kıyma yaptırır. Bamya<br />
pişirecekse, çebiçin, kuzunun kaburga kemiklerinden parça alır. Bütünet ve<br />
kapama yapacaksa erkeçin sırt kürek etiyle beraber kaburgalarını, haşlama<br />
yapacaksa boyun ya da kürek kemiği etinden parça almaya dikkat eder. Yağlı et<br />
istiyorsa kısır keçiyi tercih eder.<br />
EURYMEDON<br />
Aksu ırmağının antik adıdır. Gür su, bol su anlamları taşır. Bu suya Zindan<br />
deresi de derler. Zindan mağarasının önündeki açık hava mabedinde mermerden<br />
bir Eurymedon Tanrısı heykeli bulunmuştur. Isparta müzesindedir. Zindan önünde<br />
ki köprünün kilit taşında kabartması bulunan Eurymedon başı tahrip edilmiştir.<br />
Nisan 1938 tarih 49 sayılı Ün dergisinde kırılmadan önceki fotoğrafı vardır.
EYNEL<br />
Aksu - Zindan Mağarası<br />
Bağ belinde bir sıra işçinin iş gördüğü alandır. Diyelim; on belci yanyana<br />
durup hendek kıyısından öbür hendeğe kadar arka arka belleyerek işi bitirirlerse bir<br />
eynellik iş yapmış olurlar.
FAK<br />
F<br />
Bir çocuk oyuncağıdır. Bir ceviz sürgününün ortasında süngerimsi bir<br />
boşluk vardır. Bu süngersi madde ince bir telle alınıp bir karış uzunluğundaki çeliğin<br />
içi boşaltılır. Bu boşluğa uyacak şekilde, piston biçiminde bir çubuk yapılır. Bir<br />
kendir parçası ıslatılarak içi boş çeliğin bir tarafından sıkıştırılarak içine konulur. Bir<br />
elle tutulup diğer elle öbür tarafından da piston çubuk süratle itilir. Havayla sıkışan<br />
kendir, ön taraftan "Fak" sesi çıkararak ileri fırlar.<br />
FANAZ<br />
Büyük ışık veren fener. O zaman sokaklarda ışık olmadığı için düğünlere,<br />
davetlere, kız istemeye giderken fanaz yakılır, bir kişi önden gider, yolu aydınlatırdı.<br />
Gaz lambası aşırı ışık verecek şekilde yakıldığı zaman tutumlu kaynanalar: "Ne o?<br />
Fanaz gibi yakıyorsun?" diye gelinlere çıkışırlardı.<br />
FARUKULAZAM CAMİSİ<br />
İhtimalle Hızır Bey camisinin önceki adıdır. Karamanoğlunun Şikari<br />
tarihinde şöyle geçer;<br />
"İşte Hamidoğlunun diyarının harabına sebep Teke Paşa ile Sinan Naip<br />
derler kimseler sebep olmuştur. Zira Hamid diyarı pek ziba şehirler idi. Farukul<br />
Azam namında yanan cami şerifin dünyada benzeri yoktu."<br />
FATMA NİNE<br />
Yaşlı, akıllı bir kadındı. Dıştan geldiği söylenirdi. Dobra sözlüydü,<br />
dobralığıyla ün yapmıştı. Bir hikâyesini anlatırlar;<br />
Fatma Nine Belediye önünden geçerken çağırmışlar." Gelmiyeyim, dilim<br />
durmaz." demiş. Çok ısrar etmişler o da aralarına katılmış. Konuşurlarken öyle bir<br />
noktaya gelmiş ki, onları hicvetmek gereğini duymuş.<br />
"Belediyeniz var narkınız yok<br />
Elektiriğiniz var çarkınız yok<br />
Üç beş deyus birikmişsiniz<br />
Birbirinizden farkınız yok"<br />
demiş, yoluna devam etmiş.<br />
Ne zaman öldüğü konusunda kesin bilgi elde edilemedi.
FERİŞTAH<br />
Eski Türk Dünyasında iyi ruhlara Ferişte denir. Her kahramanın bir Feriştesi<br />
vardır. Mal ve servetinin bekçisidir, her şeyini o korur. Bir kişi, diğer kişiyi: "Feriştahın<br />
gelse seni benim elimden kurtaramaz." şeklinde tehdit ederdi.<br />
FEVZÜ BURHANI MEKTEB-İ İBTİDAİSİ<br />
Demirkapı mahallesinde idi. Ana mektebi olarak faaliyete geçmiş, ilk hocası<br />
Burhan Efendinin adı ile adlandırılarak "Burhan Hoca Mektebi" denmiştir. Meşhur<br />
Serasker Hüseyin Avni Paşa ilk tahsilini bu okulda tamamlamıştır. Zaman zaman<br />
tamir edilmiş ve faaliyetine ara vermişti. Sonraları Ağalar tarafından yeniden<br />
yapılarak tedrisata açıldı. Bu inşaat yapılırken bir lağım çıktığı, yer altından göle<br />
uzandığı söylenir.<br />
Cumhuriyetten sonra Eğitim Birliği Kanunu çıkınca benzer mahalle<br />
mektepleriyle beraber bu da kapatılarak satılmıştır.<br />
FIKRALAR<br />
Eğirdir'e özel yüzlerce fıkra anlatmak mümkündür. Bu konuda etraflı bir<br />
çalışma yapmaya bile değer. Cemal Tosun Eğirdir Tarihi içinde bu fıkralardan yüz<br />
kadarını Gölsesi gazetesinde yayımladı. Ben de tespit edebildiğim fıkralardan<br />
birkaçını yazıyorum.<br />
Gözün Biri de Körmüş<br />
Adamın biri evli olduğu yirmi yıl boyunca her akşam evine bir şeyler alır<br />
götürürmüş. Hiç boş gitmezmiş. Birgün işi iyi gitmemiş, parası olmadığından birşey<br />
alamamış, akşam evine eli boş gitmiş. Karısı karşılamış, eline bakmış ki birşey yok,<br />
söz söylemek için kocasının gözüne bakınca:<br />
"Viri.. Herif.. Senin gözün biri de körmüş ya.."demiş.<br />
Pekmezin Hiç Tadı Yoktu<br />
Dağ köylerinden biri Eğirdir'e gelmiş. Acıkınca çarşı fırınından bir ekmek<br />
almış. Katık için çarşıda gezerken bir kunduracının kösele ıslattığı dağarcığı<br />
görmüş. Pekmez sanarak:<br />
"Bu pekmez kaça?" diye sormuş.<br />
Şakacı kunduracı:<br />
"Çanağı iki akçe.. " demiş. Bir çanak doldurmuş, önüne koymuş. Adam<br />
kösele suyunu ekmekle yiyip bitirdikten sonra Kunduracıya:<br />
"Bak dayı..." demiş. "Anlamadı zannetme. Pekmezin hiç tadı yoktu."<br />
Makarna<br />
Kisli Mehmet Ağa karısının da desteğiyle, çalışmasıyla mal, mülk, para<br />
sahibi olur. Zenginleşince ikinci bir kadın almak teşebbüsüne girişir. Karısı bunu<br />
duyar amma, hiç ses çıkarmaz. Mehmet Ağa bir gün evden çıkarken karısına :<br />
"Hatun... Bugün canım makarna istiyor.Akşama bana makarna pişir." der, gider.<br />
Karısı komşuları toplar, evde ne kadar un, yumurta varsa hamur yaptırır, makarna
kestirir. Birkaç leğen, birkaç kazan içinde makarnayı pişirir. Olan yağları da üzerine<br />
boca eder. Mehmet Ağa akşam eve gelir.<br />
"Getir bakalım makarnayı..."der karısına. "Yiyelim."<br />
"Sen gel.." der karısı. Mehmet Ağayı kazan ve leğenlerin yanına götürür,<br />
kapakları açar." İstediğin yerden ye.." diye ekler. Mehmet Ağa öfkelenir, bağırır:<br />
"Bu ne biçim makarna pişirmek kadın."deyince, karısı daha yüksek sesle<br />
bağırır:<br />
"İki evlenecek deyusun makarnası böyle pişer.."<br />
Al On Sarı lira Daha<br />
Deli Hacı sıradan bir adamın karısına söver. Adam da Kadı'ya gider. Kadı<br />
yargılar. Deli Hacı adamın karısına sövdüğünü saklamaz. Kadı, Deli Hacıya bir sarı<br />
lira ceza verir. Deli Hacı böyle uyuz bir adamın onu mahkemeye getirmesine<br />
öfkelenir. Kadı'ya sorar:<br />
"Bu adamın avradına sövmenin cezası birsarı lira mıdır?"<br />
"Evet..."der Kadı.<br />
"Öyleyse, senin de avradını..." der. Bir güzel sövdükten sonra Kadı'ya: "Al<br />
sana da fazlasıyla iki sarı lira..." Sonra Davacı adama döner; "Kadı'nın bir sarı lira<br />
ceza kestiğine bakma sen..." der. "Benim avrat o kadar ucuz değil. Al sana on sarı<br />
lira daha."<br />
Eğirdir'de Ada'da oturanlarla ilgili hayli fıkra vardır. Bu fıkraların çok eskiden<br />
uydurulduğu bellidir. Babamın dedesinden dinlediği bu fıkraların din ayrımından<br />
kaynaklandığını sanıyorum. Eğirdir' deki mahalleler arasında latifeler vardır, fıkra<br />
yoktur. Ada'da geçmişte oturanların çoğunun Rumlar olması nedeniyle ortaya çıkan<br />
farklılığın bir ürünü sandığım bu fıkralardan birkaçını buraya alıyorum.<br />
Makas<br />
Ada'da oturanlardan biri suda yüzen bir patlıcan görmüş. Ne olduğunu<br />
anlayamamış. Doğru eve gitmiş, bir makas almış gelmiş, deniz kenarına durmuş.<br />
Patlıcan dalgada bir inip bir yükseldikçe, o da makası bir açıp bir kapayarak: "Gitme<br />
korkuturum, gelme kıypıtırım..." Dermiş.<br />
On Para<br />
Ada'dan iki arkadaş Konya'ya ticarete gitmişler. Dönüşlerinde<br />
Karabağlar'da kâr hesabı yaparken bir manda gelmiş, uzun süre onlara bakmış.<br />
Onlar da para istiyor düşüncesiyle mandaya on para atmışlar. Ada'ya gelip parayı<br />
paylaşırlarken saydıklarında on para eksik gelmiş. Tekrar tekrar saymışlar, her<br />
seferinde on para eksik gelmiş. Sonunda biri hatırlamış: "Bakana da verdik on para<br />
ya. ."demiş.<br />
Kavak Ağacı<br />
Ada'da oturan biri parasının çalınacağından korktuğu için güvenceli bir yere<br />
saklamak istemiş. Aklına evinin önündeki kavak ağacı gelmiş. Parasını bir keseye<br />
koyup zar zor kavağa çıkmış, yüksek dalların arasına saklamış. Ama hırsızın biri<br />
olayı fark etmiş. Bir fırsatını bulup, kavağa çıkıp, parayı aldıktan sonra kesenin içine<br />
eşek tersi koymuş, yine yerine asmış. Para sahibinin bir gün paraya ihtiyacı olmuş.<br />
Kavağa çıkıp keseyi açtığında bir görse ki içi eşek tersiyle dolu. "Allah Allah... Hadi<br />
eşek kavağa çıktı diyelim. Dört ayağını bir yere getirip bu kesenin içine tersini nasıl<br />
koydu?" demiş.
Şırlangeç Yağı<br />
Susam yağına derler...Adamın biri yedi sekiz yaşındaki bir çocuğa: "Loyn.." demiş.<br />
"Anana söyle de, baban yokken beni bir çağırsın." Çocuk gitmiş, anasına söylemiş.<br />
Kadın da düşünmüş taşınmış, sözü kocasına aktarmış.<br />
Kocası: "Haber gönder... " demiş. "Adam, yarın eve gelsin." Kadın adamı<br />
çağırmış çocuğuyla. Sevine sevine gelmiş adam. Kadın karşılamış, odaya almış.<br />
Adam soyunmuş... Kadını beklerken, pat diye koca elinde palayla çıkmış gelmiş.<br />
"Düş önüme..." demiş hovardaya. Bir donla götürmüş şırlangeç yağı çıkaran bir<br />
tonluk yuvga taşının olduğu yere. Bağlamış eşek yerine adamı. Sırtının ortasına bir<br />
tokat aşketmiş. "Yürü bakalım..."demiş. "Dön bakalım..." demiş. "Şu gördüğün<br />
susam çuvalları bitene kadar."<br />
Adamın döndürdüğü taş da değirmen taşı gibi bir şeymiş... Bizim hovarda iki tokat bir<br />
kırbaç arasında, pala korkusuyla döne döne ezmiş tüm susamları, çıkarmış<br />
şırlangeç yağını. İş bitince adam hovardanın elbiselerini vermiş, salıvermiş.<br />
Hovarda da başına gelenleri kimseye söylememiş.. Aradan uzun zaman<br />
geçmiş, birde bakmış ki hovarda karşısın da o kadının oğlu. Çocuk: "Emmi..." demiş.<br />
"Babam evde yok. Anam seni çağırıyor..." "Anlaşıldı.. Anlaşıldı.."demiş<br />
hovarda."Şırlangeç yağınız tükenmiş."<br />
FİNDOS<br />
Tarihte Bindos adıyla da anılır. Yeni adı Gökçeli. Luvi dilinin yerel ardılı<br />
Psidya dilinden geçmiş olması düşünülüyor. Adı ihtimalle "Suyu bol yer" anlamı<br />
taşıyabilir. Daha sonraları Eudoxioupolis de denmiştir. (Bilge Umar)<br />
FİNİYER<br />
Bir havuç hastalığıdır. Yendiği zaman ağıza hem acılık verir, hem kum<br />
varmış gibi olur.<br />
FIRÇA SAKAL<br />
Sakalın 4-5 cm uzunluğunda tutulması haline denir. Eğirdir'de çoğu kişi böyle<br />
sakal bırakırmış.<br />
FOSSEPTİK TAŞIYICILAR<br />
Eğirdir'de kanalizasyon yoktu. Yalnız Dündar Bey Medresesinin ön<br />
yüzünün batısında çarşı helası vardı. Onun lağımı Camiardından göle kadar<br />
uzanırdı. Evlerdeki helalar; evin bir köşesine çukur kazılır, onun üzerine yapılırdı.<br />
Bu hela çukurlarının boşalması herkes 15 Eylül, 15 Ekim tarihleri arasında<br />
bağlardayken olurdu. Bu işi yapanlar en kötü giysiler giyip çukurdan, kovalarla<br />
pisliği çeker, üstten dört kollu sandıklara dökerler, tulumbacılar gibi taşırlardı.<br />
Eğirdir'in her yerinden onca yokuşu tırmanıp İnekdenizi üstüne dökerlerdi. Orada<br />
pislikten gölcükler meydana gelirdi. Bazı kişilerde herkes bağlarda iken helalarını<br />
göle boşaltırlardı.
FRİEDRİCHSARRE<br />
Alman Friedrich Sarre 1896 da yayımladığı "Küçük Asya Anadolu Seyahati" adlı<br />
kitabında Eğirdir'den de bahseder. Ün dergisinde Dr. Şükrü Akkaya çevirisiyle<br />
yayımlanan yazıdan bir bölümünü alıyorum. Yazar 1959 yangınında yanan Ağalar'ın<br />
evinde misafir edilmiştir. Kitabın aslında burayla ve Eğirdir'le ilgili fotoğraflar vardır.<br />
"Eğirdir'de kaldığımız sürece bizi misafir eden kişiler Hacı İsmail'in oğulları iki<br />
kardeşti. Bağları, arazileri, şehrin merkezinde büyükçe iki evleri vardı. Evler, pazar<br />
yerinden Kale'ye giden cadde üzerindeydi. Bu evlerden biri ikametgah, diğeri harem<br />
dairesi olarak kullanılıyordu. Her iki erkeğin de ikişer karısı vardı. Her iki erkeğin de<br />
ikinci hanımlarından çocukları olmuş. Birinin yedi sekiz yaşlarında bir oğlu, diğerinin<br />
birkaç yaş daha küçük bir kızı var. İki kardeşle çocuk ve amcalarının, ayrıca bir çocuğun<br />
fotoğrafını aldık. Ertesi gün fotoğrafını aldığımız çocuk hastalandı. Bunun fotoğraf<br />
çekilmesinden ileri geldiğini, bir çeşit çarpıldığına inandılar. Doktor kısa bir zamanda<br />
iyileştirdiği halde, onlar yine kanaatlerini değiştirmediler.<br />
Burada zengin ve halis bir Türk evinin iç yaşayışı hakkında fikir edinmeye fırsat<br />
çıkmıştı. Kaldığımız evin zemini kargir idi. Burada ahırla evin kileri bulunuyordu. Birinci<br />
kat ahşaptı. Geniş ve evin cephesince uzayan bir sofa vardı. Odalar bu sofaya<br />
açılıyordu. Burada bize iki oda verildi. Mobilyası minderlerle yastıklardan ve<br />
yaygılardan ibaretti. Eşyanın hepsi fevkalade temiz ve süslü idi. Büyük sofa asıl ikamet<br />
yeriydi. Burada bulunan yüksekçe bir sedirde öğle ve akşam olmak üzere iki öğün<br />
yemek yeniyordu. Ev sahiplerimizle küçük oğlanın da katıldığı yemek büyük bir sinide<br />
çok çeşitli yemeklerle geliyordu. Türlü et yemekleri, sebze ve tatlılar yeniyor, her<br />
defasında son yemek geldiği zaman derin bir nefes alıyorduk. Ardından hizmetçi ibrikle<br />
geliyor, ellerimizi yıkayarak nakışlı peşkirlerle kuruluyorduk. Yemekler ne bıçağa ne<br />
çatala ihtiyaç gösteriyordu. Kaşık seklinde katlanan ekmek, kaşık yerini tutuyordu. Bu<br />
hal Avrupalılar için garip ve pek de iştah açıcı değildi.<br />
Harem dairesi bizim için bilhassa merak konusuydu. Dostlarımız bize burasını<br />
da göstermek lutfunda bulundular. Önce kadınlara bizim geldiğimiz söylendi. Onlar<br />
zemin kata çekildiler. Harem dairesinin avluya bakan tarafının sofası da camlarla kapalı<br />
idi. Sokak tarafındaki iki büyük odanın da cumbası vardı. Pencereler ahşap kafesliydi.<br />
Sokaktan bakanların içeri görmesi imkansızdı. Odayı alçak sedirler, yüklükler, çok<br />
sanatlı yapılmış raflar ve çiçeklikler süslüyordu.<br />
Kapılarla pencerelerin pervazları, tavanın yapılış tarzı çok sanatkârdı. Sofanın<br />
bir köşesinde bir halı tezgâhı gördüm. Sanırım dokumacılık Türk kadınlarının önemli ev<br />
işlerinden biridir. Eğirdir ve civarında Anadolunun diğer yerlerinde olduğu gibi halı<br />
fabrikaları yoktur. Yanılmıyorsam buradan halı ihraç edilmemektedir. Ama buna<br />
rağmen evlerde kendi ihtiyaçlarını karşılamaları için bir halı tezgahı vardır. Gerçi bu<br />
evde yapılmış halıların bir özelliği yoksa da Eğirdir'de gördüğümüz başka parçalar<br />
arasında sanatkârane seccadelerle peşkirler gördük. Bizim bu çeşit eşyayı satın<br />
aldığımız şehre yayılınca akşam üzerleri evin avlusu malını göstermek isteyenlerle<br />
doluyordu. Bize gösterilen süs eşyaları arasında üzerine inci oturtulmuş altın küpelerin<br />
zarif şekillen dikkat çekiciydi. Bunlardan birer çift edindik. Küpeler, yuvarlak sade<br />
şekilleriyle antik süslemeleri andırıyordu.<br />
21 Temmuzda misafirperver ev sahiplerine veda ettiğimiz zaman bu güzel ve<br />
enteresan şehirden ayrılacağımıza üzgündük. Nis Adasıyla Ayastefanos kilisesini bir<br />
daha ziyaret etmeyi, Camili dağa çıkarak Kastellis Harabelerini görmeyi çok istiyorduk.<br />
Fakat vakit dardı..Ayın 24 ünde İzmir'de bulunmak zorundaydık."
GANZAENOS<br />
G<br />
Eğirdir gölü kuzeyinde olan şimdiki Kumdanlı'nın antik adıdır. O zaman yöre<br />
halkına Gondane'liler deniyordu.<br />
GARDİBA<br />
Eğirdir gölü kuzeydoğu yakınlarında yeri saptanamamış, antik bir arazi ya<br />
da yerleşimin adıdır.<br />
GAVİNNE<br />
Eğirdir gölünün özel balığıydı. Sudak atıldıktan sonra ilk tükenen o oldu.<br />
İnce gümüş pullu, 100-150 gr arasında yağlı havyarlı bir balıktı. Karadenizliler için<br />
hamsi ne ise Eğirdirliler için de Gavinne oydu. Daha çok şişte ve sac üzerinde<br />
pişirilirdi. Hiçbir yiyeceği olmayanlar akşama doğru kıyılardan ihtiyaçları kadar<br />
tutarlardı. Bolluğundan çok kolay yakalanırdı. "Atıver çekiver gavinne" "Çifter çifter<br />
gavinne..." sözü burdan kalmadır. Biraz irilerine de "Şişek" denirdi.<br />
GAVUR MEZARLIĞI<br />
Kale'nin en güney burcudur. Ana kitleden 5-6 m. kadar aşağıda görülen göle<br />
doğru uzanmış bir bölümdür. Bu burcun göl seviyesi boşluğunda, çocukluğumda<br />
çok balık avladım. 1950 lerde burç göl içinde, önü iki metre kadar derinlikte idi.<br />
Burcun üstüne çıkacak bir yol, iz yoktur. Biz taş aralıklardan yararlanarak buralarda<br />
örümcek gibi dolaşırdık. Burcun üst düzlüğüne "Gavur Mezarlığı" denir. Bu söz<br />
tarihsel açıdan düşündürücüdür. Karyalılar, Romalılar ölülerini taş sanduka yani<br />
lahitler içinde yükseklere koyarlar ya da sarp yerleri oyarak mezarlarını yaparlardı.<br />
Kesme dolaylarında, Hoyran gölünün batısında böyle mezarlar vardır.<br />
Prostanna'da da tahrip edilmiş böyle lahitler gördük. Geçmişte burada olanlar<br />
lahitler içinde ölülerini buraya koydular ki, 1204 ten sonra Eğirdir'e gelen atalarımız<br />
kendi inanışlarından farklı olan bu yere "Gavur Mezarlığı" adını vermiş olsalar<br />
gerek. Ben burada herhangi bir kalıntı görmedim. Babamdan da duymadım. Bu<br />
mahallenin çocuğu olarak çevremden de kalıntıyla ilgili bir söz işitmedim.<br />
Araştırmalarımda da bir ize rastlamadım. Sanırım taş mezarlar çok önceden tahrip<br />
edilmiş, göle atılmış olabilir. Belki kırılıp kale tamirinde kullanılmış olabilir. O yörede<br />
kaleye konulmuş bazı dikkat çekici taşlar vardır.
Gavur Mezarlığı Kale kitlesinin önündeki alçak bölümdür<br />
GAZİRE<br />
Hoyran gölünün kuzeybatısında bir yörenin adıdır. Hıristiyanların Hacı<br />
olduğu kutsal Aziz Meryem kilisesi burdadır. Kilisenin çevresinde kaya mezarları da<br />
vardır. 1880 lerde gölün kıyısında olan Gazire köyü bataklık ve sivrisinekten<br />
etkilendiği için daha yukarılara taşınmış, şimdi yeri boş kalmıştır.<br />
GEDİK HAMAMI<br />
Kayıtlarda Eğirdir'de bir hamam olarak geçiyor. Hamamlardan hangisi<br />
olduğu ya da başka bir hamam mı olduğu belli değildir.<br />
GELİN YARI<br />
Eski Isparta yolundan Yazla'ya inen yolun başı ve gölden yana olan derin<br />
yar. Anlatılanlara göre 1880 lerde at üzerinde gelin götürürlerken atın ürkmesiyle<br />
atla beraber gelin bu yardan uçmuş, gölde boğulup ölmüş. 1925 lerde de aynı<br />
yerden atıyla beraber bir askeri doktorun aynı şekilde göle uçtuğunu söylenir.1960<br />
lara kadar gölün dalgaları yarın kıyılarına vururdu. Sonradan dolduruldu, şimdiki yol<br />
ortaya çıktı. Şimdi yarın dibinde blok apartmanlar var.
GERTRUDE BELL<br />
İnternette rastladım. Şimdiye kadar bu kişiden kimse bahsetmedi. Hayatı<br />
şöyle: 1868 de Wasington'da doğdu. 1926 da öldü. İlk eğitimini evinde aldı.<br />
Londra'da, Oksford'da tarih okudu. Farsça biliyor. İran'da incelemelerde bulundu.<br />
Politik amaçla Ortadoğuda geziler yaptı. Bu arada Eğirdir'e de uğradı. Eğirdir ve<br />
çevresi ile ilgili günlüğü şöyledir:<br />
29 Nisan 1907 Pazartesi<br />
Saat dokuzda Isparta'dan ayrıldım. İki buçuk saatlik bir yolculuktan sonra<br />
Eğirdir'i gördüm. Çok güzeldi. Dağların aksi gölün içine düşmüştü. Kasabada<br />
kalacağımız bir yer bulamadık. Kasabanın dışında kampımızı kurduk. Her yeri<br />
yakarcasına sıcak vardı. Kasabaya yeniden dönerek hoşuma giden Medrese<br />
kapısını gördüm ama güneş olmadığı için fotoğrafını çekemedim. Üstü kapalı bir<br />
avlunun içinde başları kırılmış dört melekli bir sütun başı vardı. Caminin karşısında<br />
yarımadanın sağ kapısına doğru sıradan bir minare yükseliyordu. Kapıdan geçip<br />
biraz ilerleyince oldukça harap bir kaleyle karşılaşıyorsunuz. Kaleden geriye<br />
kalanlar kapı kuleleriyle iki yandaki duvarlar. Oradaki daracık alana yürüyüp oradan<br />
bir kayıkla adalara doğru kürek çektim. İlk adada çok küçük ağaçlar, yalnızca<br />
meyve ağaçları vardı. İkinci ada evlerle kaplıydı. İki kilise gördüm. Üç gemi<br />
büyüklüğündeki Sen Teodoros kilisesinin doğu ucu dışarı taşırılarak bir giriş holü<br />
yapılmış, kilise duvarına yaslatılarak üstü kapatılmıştı. Salon tonozlu ve geçiş<br />
yerleri düzdü. Bu binanın yakınındaki eski Sen Stefanos kilisesini içine alan yeni<br />
kare bir bina bulunuyor. Girişi dışa taşırılmış, tonozlu, kare biçiminde bir bina.<br />
Kuzeye ve güneye doğru farklı düzeylerde yükseltilmiş, birbirine bağlı çift sütunlu,<br />
küçük kemerli çift pencereler. Batı kapısının üstündeki yatay kiriş kabaca asma<br />
figürüyle işlenmiş. Bütün kilise freskle dolu. Büyük bir hac yeri. Yılda bir kez millerce<br />
uzaktan insanlar geliyor. Güney duvarının dışında ama yeni yapılan en dış<br />
duvardan içerde içimi çok güzel derin bir kuyu var. Her türlü hastalığı iyileştirdiği<br />
söyleniyor. Mucize yaratan bir su kaynağı...<br />
Yeniden kampa dönüp Fettah'ı buldum. Bitkindi, katırcılar işi bırakmışlardı<br />
Ne edip edip at bulmalıyız. Göl buradan çok hoş görünüyor. Çadırındaki eşyalara<br />
dokunmaması için asker Halil'e kesin talimatlar vererek Fettah kasabaya gitti. Gece<br />
zaptiyesi Halil Yemen'de geçen on yılını, iki kez yaralanıp Allah'ın sayesinde<br />
ölmediğini, Eğirdir'den bin kişinin gidip ancak üç yüzünün geri döndüğünü anlattı<br />
durdu. Döndüğünde gene evlenmiş, iki yıllık evli olup bir kızı varmış. Gizlice kampa<br />
sokulan bir Arab'ı öldürüp çavuş olmuş. Ancak dönenlere burada ödeme<br />
yapılıyormuş. Kardeşi de orda ölmüş ama hiç yardım yapmamışlar. Karısı ve<br />
çocukları çaresizmiş.<br />
30 Nisan 1907 Salı<br />
Zaptiye Mahmut'la atlara bindik ve bütün kamp yola gıktı. Hükümete bağlı<br />
olarak balıkçılık işlerinin yapıldığı Köprü'yü geçerek henüz tamamlanmamış yeni<br />
bir yoldan gölün doğusundaki tepelere tırmandık. Birinin göle yuvarlanması<br />
yüzünden yük taşıyan atlar çaresiz arkada kaldı. Sorkuncak'ı görmek için acele<br />
yoldan ayrılarak tepeler arasındaki bozuk patikalardan göle doğru indim. Ancak<br />
yazıtlar burda da yoktu. Sonra yukarı çıkıp yeni yoldan pek büyük olmayan virane<br />
bir site olan Kalınkilise'ye gittim. Burada köy yok. İki kilise buldum. Sonra aceleyle<br />
yolun bir ucuna çıktım. Tam Sarıidris'in dışında 12 ye doğru yük taşıyan atlarla
Fettah'a yetiştim. Bir akarsuyun yanında ağaçların altında öğle yemeğini yemek<br />
için durduk. Sonra atlarla köye gidip yumurta aldık. Katırcılar birşeyler almak için<br />
çoktan oradaydılar. Geç olduğu için o gece Yaka'ya ulaşamayacağımız belliydi. Bir<br />
ucunda yemek pişirip yiyen içen ve çalışan birkaç çocuğun bulunduğu geldiğimiz<br />
yoldan, vadiden aşağı indik. Dağlardan inen akarsuları düşünerek bir şeyler<br />
yapmadıkları, bu akarsuların yaptıkları zararı karşılamak için tahsisat<br />
olmadığından yapılan yol hemen yapılmamış hale geliyordu. Böylece gölün<br />
kıyısındaki ovaya inerek ilk Selçuklu hanının yanında kamp yaptık. Nefis bir yer.<br />
Yük hayvanları aşağı yukarı dokuz saat kadar yol yürümüşlerdi. Çadırımın tam<br />
karşısında Ağlasun dağını (Barla dağı yazması gerekti.) görüyordum. Hemen göle<br />
girdim.<br />
2 Mayıs 1907...<br />
Uzun sıcak bir gün oldu. 5:45 de sabah yola çıkıp akşam 6:45 de vardık.<br />
Tokmacıklı Nazmi'yi yanıma aldım. Girit'te askerlik yapıp birkaç ay da Yemen'de<br />
kalmış. Yırtık pırtık eski bir asker üniforması giymişti. Oldukça zeki olup bütün<br />
yolları bildiği gibi, neleri görmek istediğimi de gayet iyi biliyordu. Zaptiye Mahmut<br />
hiçbir işe yaramıyor, gündüzleri hiçbir şeyin farkında olmuyor, geceleri de hep<br />
uyuyordu. Dün gece eşkiyadan korkarak kampı terkettiler. Mahmut uyudu, Fettah<br />
tek başına nöbet tuttu. Tepeye doğru tırmandık. Ama Kiepert'in Aksu dediği<br />
Akçaşar'dan değil. Yük hayvanları da o yoldan gelmedi. Köyün 20 dakikalık<br />
yukarısından sağa dönüp, birkaç dakikada tepelerde bir kayaya oyulmuş bir<br />
mezara geldik. Fazla süslü değildi ama çok düzgün kesilmişti. Çatının iç yukarı<br />
kısmında dosdoğru uzanan üç köşeli bir yan duvar vardı. Giriş kare şeklindeydi.<br />
Daha sonra tepenin yamacını dolaşarak Kiepert'in bahsetmediği yörük köyü olan<br />
Tırtar'a vardık. Bir çeşme'de, aralarında bir çelenk olan iki öküz başının kazılı<br />
olduğu bir lahit parçası bulunuyordu. Daha alttaki dikili bir taş olup alt kabartmanın<br />
yukarısında kapı üstü süsüyle iki figür yapılmış olabilir. Güneybatıya doğru 50<br />
dakikalık bir mesafede hâlâ yarı kulübe ve ahşap kondularla yapılmış küçük başka<br />
bir yörük köyü vardı. Adı Tırtar'dı. Buradaki çeşmede iki çift sütun bulunuyordu.<br />
Üzerinde yazı yoktu. Bu köyler kurulalı on beş yıl olmuş. Ahali şimdi metruk ve viran<br />
olan Gaziri'den gelmiş. Gölün neden olduğu bataklık yüzünden sıtma hastalığı<br />
insanları yerinden yurdundan etmiş. Bir yörük evinde nefis süt ve çay içtik. Tepeden<br />
inince doğru Gaziri harabelerine iniverdik. Yazı yok. Göl boyunca dolaşarak<br />
dönüyorduk. Tepelere doğru yayılan Yörüklerle sürülerinin kapladığı, yeşil<br />
çimenlerin süslediği çevreyle koylar çok nefisti. Kırk dakikada kayaların göle dimdik<br />
indiği hac yerine vardık. Kayanın yukarı kısmında küçük bir mağara olup, 9-10<br />
metre aşağısında da içinden gölün görünebileceği ilginç bir taş kemer yer alıyordu.<br />
Eğer bu doğalsa, kanımca öyle, bu yerin niçin hep kutsal sayıldığını açıklıyor.<br />
Kayaların üstünde şimdiye dek gördüğüm en büyük kartal duruyordu. Eylül ayının<br />
girişiyle başlayan Hac mevsiminde iki gün burada kalınıp mağarada ekmek-şarap<br />
ayinleri yapılıyordu. Kayalar bazı yerlerin dışında sanki akan mavi bir boyayla<br />
kaplanmış gibi..<br />
Mağaranın içini görmek için el yordamıyla tırmanmaya çalıştım. Kayanın<br />
tepesine de çıktım ama fazla bir şey göremedim. Gölün karşı tarafında bulunan<br />
Barla dağının dorukları çok güzel görünüyor. Öğle yemeğimi yedim. Hava gene çok<br />
sıcak. Daha sonra Gazire'ye döndük. Gölün taşıp su altında bıraktığı yerleri gördük.<br />
Bataklığın ucunda bazı balıkçıların kaldığı kamıştan bir kulübe vardı. Buradan bir<br />
kayık alıp göldeki kamışların arasından bataklık kokusu yayan sulardan kürek
çekerek, sazların elverdiği bir yerden adaya çıktık. Yaklaşık iki metre kalınlığında,<br />
çakıl ve harçla yapılmış Bizans duvarlarıyla çepeçevre kuşatılmıştı. Hem uzun hem<br />
çaprazlamasına duvarların içine kalın ağaç gövdeleri konulmuş. Ancak zamanla<br />
çürüdüklerinden bulundukları yerler top delikleri gibi duruyordu. Koruma kuleleri<br />
olmayan sade duvarlar... Bir yerde bulunan sütunun yanından kürek çekerek<br />
geçerken gördüm ki eski birtaş 45 cm kadar derinlikteki suyun içinde yatıyordu. Sağ<br />
elinde su kabı gibi bir nesne tutan, bir kadın figürü olan, geniş bir dikili taş. Sol<br />
yanında da dört köşeli su kovasına benzeyen bir şey. Sağ yanının yukarısında da<br />
gene başka bir su kabına benzer bir şey asılı duruyor. İçerisinde daha çok başa<br />
benzeyen bir nesne göze çarpıyor. Yukarı kısmında fazla yüksek olmayan kapı üstü<br />
süsü ve iki satırlık bir yazı var ama dizlerime kadar suya girmeme, bildiğim her şeyi<br />
yapmama, kayıkla etrafında dolaşmama rağmen güneşin yansıması ve göz<br />
kamaştırması yüzünden bunları okuyamadım. Gölün batısındaki köylerin birinden<br />
olan sandalcı, Türk-Rus savaşında bulunmuş. Tüm Balkanlar'dan ve ahalisinden<br />
söz etti. Sonunda kulübeye dönüp atlarımıza binip Gencali'ye gittik. Söylendiği gibi,<br />
bir mezarlık üzerinde Tekmoreyan yazıtlarının bulunduğu sütun gibi geniş oval bir<br />
sütunun genişçe bir parçasını gördüm. Ama yazı yoktu. Yol buradan Tokmacık'a<br />
tırmanıyor. Gencali iki çiftlikli bir köy. Rum ve Müslüman. Gelişimiz Rumlara sürpriz<br />
ve ahaliye sevinç kaynağı oldu. Bunu Ramsey'e ileteceğim. Bugün hava gene çok<br />
sıcaktı. İlginç olacağını sandığım bazı gidip gelmeler umduğum gibi çıkmadı ve<br />
üçte kampa döndüm... O saatten beri uyumak, yemek, içmek ve günlüğümü<br />
yazmaktan başka bir şey yapmadım. Yarın dinlenme günüm. Pişman olduğumu<br />
söyleyemem. Bir gezgin olarak yaptığım iş çok özen isteyen yorucu bir iş. Başarılı<br />
bir çalışma yaptığımı da sanmıyorum. Belki de görmediğim daha çok şey var ama<br />
bakmasını bilmek gerek. Ramsey'in bana Küçük Asya'ya ilk yaptığı gezide hiçbir<br />
şey bulamadığını söylediği aklıma geldi. Gördüğünüz gibi ancak suyun altında bazı<br />
şeyler buluyorum.<br />
Fettah bağırıyor: "Hayatımda böyle kasaba görmedim. Allah hepsinin canını<br />
alsın. Karıları da esir düşsün. Kraliçe hazretlerinin fasulyaları için de beş kuruş<br />
harcadım. Koca kasabada et yok. Taş taş üstünde kalmasın.." dedi. Ben de :<br />
"Tavuklar da Tokmacık'ın tavuklarından daha kötü." dedim. Fettah Tokmacık'ta<br />
yediklerininin ağzında bıraktığı olumsuz izlenimle kızarak: "O tavuk mu ? 4 kuruşluk<br />
odun yedi, ayrıca Kumdanlı'da üç saatte pişireceğim diye canım çıktı. Allah<br />
hepsinin canını alsın." dedi. Bedduasına ben de katılabilirdim. Ancak açlıktan<br />
ölmek de vardı."<br />
Prof. Dr. Cengiz Tosun<br />
GILDİR PARMAK<br />
Küçük parmak. Bu söz olağandan küçükleri anlatmak için kullanılır. Küçük<br />
boylu kişilere "Gıldirci" de denir.<br />
GİLİVAT<br />
Üzüm çardağı. Evlerin, bağda keliflerin önüne yapılırdı. Bilhassa hevenklik<br />
üzümler gilivat haline getirilir.
GINCIRDAK<br />
Gıncırak da denir. Ortaya bir metre kadar yükseklikte ardıç bir dikme dikilir,<br />
ucu bir yuvaya girecek şekilde düzenlenir. Üç metre kadar bir ardıç mertek tam<br />
ortasından oyulup dikilen dikmeye oturtulur. Merteğin iki ucuna ters yönde iki kişi<br />
karınları üzerine abanır. Kişiler ayaklarıyla iterek, yükselip alçalarak dönerler.<br />
Ağaçlar sürtündüğü için gıcırdar. Adı burdan gelir. Çok gıcırdaması istenirse<br />
merteğin oyulan yerine kömür tozu konur. Gıncırdağa daha çok bağ göçünün<br />
olduğu, işin başlamadığı ilk günlerde binilir. Çoğu avlulardan gıncırdak sesleri<br />
gelirdi. O zaman için çok özel bir eğlenceydi. Divanü-Lugatit-Türk'de böyle bir<br />
oyundan bahsedilmektedir.<br />
vardır.<br />
GINDIR<br />
Çapağın beş altı aylık yavrularına denir. Ortalama 100-300 gr ağırlıkları<br />
GÖÇLER<br />
Eğirdir dışa çok göç vermiştir. Ekonomisi daraldıkça iş yapmak isteyenler<br />
hep dışa gitmişlerdir.<br />
• 1900 ler başında Aydın, İzmir, Manisa'ya<br />
•1935 lerden sonra Bez fabrikasında çalışmak için Nazilli'ye,<br />
• 1948 den sonra göl yükselince Ada'dan 50-60 hane Isparta'ya,<br />
•1950 den sonra trikotaj üzerine iş yapmak için İstanbul'a,<br />
•1980 den sonra Antalya'nın gelişmesiyle Antalya'ya göçler olmuştur.<br />
Dıştaki Eğirdirli, Eğirdir'in birkaç katıdır.<br />
Tarihte de Eğirdir'den önemli göçler olmuştur. Hamidoğlu Beyliği, Osmanlı<br />
yönetimine katıldıktan sonra Bursa'ya hayli nüfus gitmiştir ya da götürülmüştür,<br />
istanbul'un Fethinden sonra büyük bir sayıda nüfus İstanbul'a götürülerek<br />
yerleştirilmiş, buraya "Eğirdirkapı" denilmiştir. Sonradan bu söz "Eğrikapı'ya<br />
dönüşmüştür.<br />
Beyşehir'in "Eğirler" köyü de Eğirdir ya da yakın çevresinden gidenlerin<br />
yerleştiği bir köydür. "Eğirdirliler" sözü zamanla "Eğirler"e dönüşmüştür.<br />
Bu yazdıklarımız bilinen yoğun göçlerdir. Küçük çaptaki göçlerin toplamı da<br />
önemli bir sayı tutar.<br />
GÖÇÜRTME<br />
Bağda yollara yapardık. Pınar'a, Konnebucağı'na giden hanımlara tuzak<br />
kurardık. Çocuk olmanın verdiği haşarılıkla yola küçük bir çukur açar, içine su<br />
doldurur, üstünü ustaca kapatırdık. Dikkat etmeyenler basar, ayakları çamurlanır,<br />
biz de neşelenirdik. Dövüleceğimizi anlayınca da kaçardık. Bu işi hep bağlarda<br />
yapardık. Eğirdir'de bu yaramazlığımız olmazdı.<br />
GÖĞEM ERİĞİ<br />
Yabani bir ağaççıktır. Genelde bağ arasında hendek kaşlarında, bakımsız<br />
yerlerde olur. Nohut büyüklüğünde mavimsi meyveleri vardır. Tadı kekremsi ekşidir.<br />
Çalısı çok dikenlidir. Battığında çok acıtır. Yarası geç iyileşir.
GÖL SEVİYESİ<br />
1478 yılındaki gelir yazılımında "Köprübaşı baluklagusundan eski deftere<br />
20 000 akça kaydolmuş. Üç yıldan beri göl kurumuş, bir akça hasıl olmamış. Ama<br />
göl şimdi ziyade mail olduğu sebepten tahminen hasıl 10 000 akça." gelir<br />
yazılmıştır." der. 1501 tarihli defterde de 600-700 akçe gelir gösterilir. Anlaşılan göl<br />
kendini çok uzun zamanda toplayabilmiştir. 1614 yılında da gölün yükseldiği,<br />
kıyıdaki köylerden bazılarının göç ettiği, bazı köylerin de AvşarYenice köyüne<br />
yerleştiği kayıtlarda yazılıdır.<br />
O zamanlar dokunulmadığı için göl ekolojik dengesini bulmuş. Ama şimdi<br />
Isparta'ya verilen içme suyu, çevresine verilen sulama suyu, göle akan derelerin<br />
üzerine baraj yapılması nedenleriyle göl gittikçe zorlanmakta, su seviyesi<br />
düşmekte, gölün geleceği tehlikeye girmektedir.<br />
Bunlardan daha büyük tehlike de, göl havzasındaki bitki örtüsünün tarla<br />
açmak için sürekli sökülerek toprağın çıplak kalması sonucu olarak göl tabanının<br />
hızla dolmasıyla su kitlesinin azalmasıdır, buna da birtedbirdüşünülmemesidir.<br />
GÖLE GİRME<br />
Bizim çocukluğumuz kışın buz tutunca göl üzerinde, yaz gelince de gölün<br />
içinde geçerdi. Ya balık avlardık, ya yüzerdik. Yakaladığımız balıkları göl kıyısında<br />
pişirir yer, eve gitme gereğini bile duymazdık. Sürekli yüzdüğümüzden<br />
kulaklarımıza su kaçardı. O suyu çıkarmak için söbü bir çakılı kulak deliğimize<br />
sokar:<br />
"Ak taş, gök taş<br />
Kulağımın suyunu al kaç" derdik, o yönde sıçrar, kulağımıza giden suyu<br />
çıkarırdık. Suya girmemizi istemeyen annelerimiz iç gömleğimizin yakasını<br />
dikerlerdi. Eğer izinsiz girersek bazı arkadaşlarımız giysilerimizi alıp annemize<br />
götürürlerdi. Bazen de göle girdiğimizde girmeyenler çamaşırlarımızı karıştırırlardı,<br />
zor bulurduk. Bazı zaman sakladıkları da olurdu. Yalvar yakar verirlerdi.<br />
Büyüklerimiz, karpuz kabuğu suya düştüğü zaman göle girileceğini<br />
söylerlerdi. Ama biz havanın durumuna göre Mayıs başından itibaren suya girmeye<br />
başlardık.<br />
GÖLSESİ<br />
Eğirdir'in hayatını ilk yazılı basına geçiren, kırk yıla yakın ömrü olan Gölsesi<br />
Gazetesinin nasıl yayma başladığını anlatmak istiyorum.<br />
1953 yazı <strong>Nuri</strong> Kartal, Turan Yazgan, <strong>Nuri</strong> <strong>Güngör</strong> kendilerince gazete,<br />
dergi gibi bir şey çıkarmaya özendiler. Adının "Petek" olmasını bile düşündüler. Bu<br />
dergi ya da gazeteyi teksir makinasında basmak için hazırlıklara bile başladılar. Bu<br />
lise çağındaki çocuklar işin ekonomik boyutuna girince şaşırdılar. Para basım için<br />
önemli bir olaydı. O zaman kendilerine yakın buldukları paralı ağabeylerine<br />
başvurdular. Bu kişi Abdullah Naci Kartal'dı. <strong>Nuri</strong> Kartal'ın amcasının oğluydu.<br />
Başta bunları ciddi almayan Abdullah Naci Kartal, sonra çevrenin de desteğiyle ikna<br />
oldu. Tüccarlığı bırakıp gazeteciliğe başladı. Önce bazı zorluklar olduysa da,<br />
memleket aydınlarının gücüyle, desteğiyle zorluklar aşıldı, 23 Temmuz 1953 te ilk<br />
sayı çıktı. Böylelikle <strong>Nuri</strong> Kartal'ın adını koyduğu "Gölsesi" gazetesi Eğirdir'in ilk
sürekli yerel gazetesi olma şerefini kazandı. Abdullah Naci Kartal da fevkalade bir<br />
yerel basın örneği verdi.<br />
Sonradan <strong>Nuri</strong> Kartal Cumhuriyet Başsavcısı, Turan Yazgan Ekonomi<br />
Profösörü, <strong>Nuri</strong> <strong>Güngör</strong>de Öğretmen Yazar oldu.<br />
Yerel gazete olarak Gölsesi gazetesi incelenmesi gereken başlıbaşına bir<br />
olaydır. Milli Kütüphanede 50 cilt olarak arşivlenmiştir.<br />
GURİLLİ<br />
Kolera hastalığına Eğirdir'de verilen addır. 1913 lerde Eğirdir bir kolera<br />
hastalığı geçirmiştir. Günde 25-30 kişinin öldüğü söylenir. Kolera barsağa dayalı bir<br />
hastalık olduğu için sanırım böyle bir söz üretildi.<br />
GÖL VE GÜL FESTİVALİ<br />
Dr. M. İrfan Barlas'ın Eğirdir Turizm, Kültürve Kalkınma Derneği Başkanlığın<br />
da 1970 yılı ağustosunda Eğirdir'de yapılan ilk festivaldir. Tertip Komitesi Mesut<br />
Yiğitbaşı, Hüseyin Altuğ, Eyüp Yalçın Barlas, Nusret Barlas'dır. Amacı Eğirdir'i<br />
tanıtmak, turizm yönünden geliştirmek, hemşerilerimizi turizme hazırlamaktı..<br />
Eğirdir bu ilk festivali coşkuyla karşılamış, Ankara'dan üst düzeyden de büyük bir<br />
katılım olmuştur. Uzun süre festival olmamış sonra Belediye Başkanı Hüsamettin<br />
Tanış'ın görev süresi içinde Eğirdir'de birkaç yıl festival yapılmıştır. Ne yazık ki<br />
Hüsamettin Tanış'dan sonra böyle bir sosyal olay yapılmamıştır.<br />
Dr. M. irfan Barlasın Başkanlığındaki Eğirdir Turizm, Kültür ve Kalkınma<br />
Derneği, Göl ve Gül Festivalini gerçekleştirmesi yanında Eğirdir Kütüphanesine de<br />
Adalar, Kale ve Şehir (1962)<br />
önemli sayıda kitap bağışında da bulunmuştur.
GÜLBABA<br />
Ahşap bir türbesi vardı. Eski bağ yolu, demirciler çarşısı sonu,<br />
Tersikbaşı'nda idi. Geçmişte şehirde beslenen hayvanların tersleri şehir dışı kabul<br />
edildiği için Tersikbaşı'na atılırdı. 1950 başlarında ahşap türbe kaldırılmıştır.<br />
GÜLCAN<br />
Bir ip çözme aletidir. Bir kalın kare tahta üstünde, eksen etrafında döner. Alt<br />
tarafı büyük haç, üst tarafı küçük haç olup, haçların uçları birer çıtayla birleştirilmiştir.<br />
Kelepten yumak yapmak için kullanılır. Halı ipleri onunla yumak haline<br />
getirilir, tezgâha asılır, dokuma kolaylığı sağlanırdı.<br />
GÜLCÜLÜK<br />
İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra Hacı Eşref Ağa Isparta mebusu olmuştu.<br />
Mebusluğu zamanında Eğirdir'in gelişmesi için çalışmalarda bulundu. Gülcülüğün<br />
ekonomik değerini görerek, Isparta'dan adam getirip Kervansaray, Boğazova,<br />
Pınarpazarı'nda olan mülklerine gül diktirdi. Çevre köylerde de güllükler yaptırdı.<br />
Pınarpazarı'ndaki yazlık köşküne gülhane yaptırarak imbikler kurdurdu. Burada<br />
kendi güllüklerinin güllerini, satın aldığı gülleri işleyip gülyağı yaptı. l. Dünya Savaşı<br />
gülcülüğün gelişmesini engelledi.<br />
1950 lerden sonra gülcülükte bir atılım olmuşsa da sonu gelmemiştir.<br />
GÜLSÜN NİNE<br />
Ada'da çok küçük bir kulübede otururdu. Kimsesi yoktu. Bilge bir kadındı.<br />
Çevrenin yardımıyla yaşardı. Kimseden duymadığım masalları ondan dinlerdim.<br />
Okuması vardı. Sanırım 1945 lerde 80 yaşın üstünde öldü.<br />
GÜMÜLCE<br />
Sivrisineğe benzeyen bir çeşit küçük sinek. Soktuğu zaman acı verir.<br />
Divanü-Lugat-it-Türk'te "Kümiçe" sivrisinek demektir. İhtimal bu sözden gelmedir.<br />
Balkanlardaki "Gümülcine" şehri de adını bundan almıştır.<br />
GÜNAH TAŞI<br />
Olukluca'nın Eğirdir'e bakan tepesindedir. Oradan göl ve çevrenin<br />
manzarası olağanüstüdür. Burada kitle halinde iki büyük taşın arasında bir boşluk<br />
vardır. O boşluktan geçenler günahsız, geçemeyenler günahlı sayılır. Taş boşluğu<br />
öyle bir biçimdedir ki, gövde biçimini boşluğa uyduran şişmanlar bile geçer. Gövde<br />
uyumunu sağlayamayan zayıflar bile geçemez. Geçmek için vücuda S şeklini<br />
aldırmak gerekir. Dikkatli kişi olayı keşfeder, kolay geçer.<br />
Katip Çelebi Miratül Memalik adlı eserinde Seyit Battal Gazi'nin<br />
Hıristiyan-lardan "Sivri Naz"ı yani Sivri'yi aldığını yazar. Günah taşının üstünde bir<br />
kayada "Battal Gazi'nin atının nalının izi" olduğuna inanılan bir şekil vardır. Bazı<br />
söylentilere göre de bu iz Hazreti Ali'nin atının iziymiş. Katip Çelebi bundan bahseder
GÜREŞLER<br />
1960 lara kadar Eğirdir'e yağlı güreşler yapılırdı. Pınarpazarı çayırında,<br />
şimdiki Dağ ve Komando Okulunun Hava Şehitlerinin olduğu düzlükte olurdu.Tüm<br />
Eğirdirli ilgi gösterir, güreş yeri bayram yerine dönerdi. Güreş yarışlarını Belediye<br />
düzenlerdi.<br />
GÜVERCİNLER<br />
Kalenin çürümüş hatıllarının oyuklarında çok sayıda güvercin yuvası vardı.<br />
Kalenin üstü güvercinlerle dolardı. O kadar çoktu ki "Huu.." seslerinden geçilmezdi.<br />
Günümüzde bir tane bile görülmüyor. Göl kıyısındaki mağaralarda da çok sayıda<br />
güvercin olurdu. Onlar da yok olup gittiler.<br />
GÜVEY BENZİ<br />
Baklavanın pişme kıvamı için kullanılır. Tam pişkinliğini anlatır. Baklava<br />
sinisi kehribara yakın bir renk aldığında pişme kıvamını bulmuş demektir. Güveyin<br />
heyecandan sararan yüzüne benzetilerek baklava için kullanılmıştır.
HACELİ<br />
H<br />
Çocuk felci geçirmiş bir kişiydi. Boynuna astığı tablasına koyduğu iğne, iplik,<br />
düğme, tarak, lastik, çıtçıt, makara, toka gibi şeyleri gezerek satış yapardı. Ama<br />
öyle ki Eğirdir'in bütün mahallelerini programa bağlamıştı. Her gün hangi<br />
mahalleden, hangi sokaktan, saat kaçta geçeceği belli idi. Mesela bizim sokaktan<br />
Perşembe günleri saat dokuzla dokuz on beş arası geçerdi. Otuz yıl bu saat<br />
şaşmadı. Ev hanımları bu gibi ihtiyaçlarını hep Haceli'den alırlardı, onun saatini<br />
beklerlerdi. Veresiye de verir, bir küçük deftere yazardı. Onun geldiğini" El bakireleri...<br />
saç tokalari...kulak küpeleri..." seslerinden anlarlardı. 1985 lerde Hakkın<br />
rahmetine kavuştu. Beden ve göz kusurlarına rağmen kimseye muhtaç olmadan bu<br />
disiplinle yaşayan Haceli'yi saygıyla anıyorum.<br />
HACI EŞREF AĞA<br />
Etem Kartal Hacı Eşref Ağayı Gölsesi gazetesinde şöyle anlatır.<br />
"Cami mahallesinde doğdu. Burhanoğullarından Hacı Murat Ağanın<br />
oğludur. İbtidai ve rüştiye tahsillerini Eğirdir'de yaptı. Medrese tahsili de gördü.<br />
Mahkeme ve kaza idare azalıklarında bulundu, Padişah Abdülhamit tarafından<br />
Fahri Paşalıkla taltif edildi.<br />
1908 de 2. Meşrutiyetin ilanında Isparta sancağı iki mebus çıkarmıştı. Bu<br />
mebuslardan biri Isparta'dan Böcüzade Süleyman Sam Efendi, diğeri de<br />
Eğirdir'den Hacı Eşref Ağa idi. Birkaç devre mebusluk yaptı. Mebusluğu<br />
müddetince Eğirdir'in kalkınması için çok çalıştı. Halka örnek, memlekette iş<br />
sahaları açılması gayesiyle birçok tesisler kurdu. Kurudere kanalının açılması için<br />
yirmi bin lira tahsisat aldı. Eğirdir'e gülcülüğü o getirdi. Kervansaray ve<br />
Pınarpazarı'nda dut ağaçları dikerek ipekböceği yetiştirdi. Boğazovanın iyi<br />
korunması için altı silahlı bekçiden oluşan koruma teşkilatı kurdu. 1910 yılında<br />
Eğirdir'e otomobili ilk getiren odur. En son sistem un fabrikasının Eğirdir'de<br />
kurulmasını sağladı. Çevrede başka fabrika olmadığından komşu iller unlarını<br />
burdan tedarik ederlerdi. Cumhuriyet devrinde İl Genel Meclisi üyeliğine seçildi.<br />
Her yıl Daimi Encümende görevlendirilirdi. Vefat edinceye kadar Isparta'da bu<br />
görevde kaldı. Eğirdir'de öldü."<br />
Yalnız Milli Mücadelede karşı tarafta olduğu için 1920 de bir süre tutuklu<br />
kalarak Isparta'ya gelen İstiklal Mahkemesine veril-miş, açık yargılama sonunda<br />
Eğirdir'e dönmesi Mutasarrıfın oy ve takdirine bırakılmış, arkadaşlarının belirli bir<br />
süre hapsine karar verilmiştir. Küçük kardeşi Hacı İsmail Ağayı Demirci Efe Eğirdir'e<br />
geldiğinde asmıştır.
HACI HIZIR BİNGÖL BEYİ<br />
Eğirdir 1391 de Osmanlı yönetimine geçtikten sonra Eğirdir'de görev<br />
yapmış Osmanlı komutanıdır. Hac'da Şehülislam Berdai'yi Eğirdir'e davet eden<br />
kişidir. 1429 da yaptığı vakıfta Felekabad'daki bazı arazilerini ve bahçelerini,<br />
Yazla'daki bağlarını, bazı köylerdeki tarlalarını, Burdur'daki Lala Balaban hamamını<br />
Şehülislam Berdai zaviyesine vakfetmiştir.<br />
Ağa camisinin de 1412 de mescit olarak yapılmasının onun tarafından<br />
olduğu kabul edilir.<br />
HACI KEMAL<br />
Cami-ün Nezairadlı kitabın yazarıdır. Bu kitapta 1490 öncesi pek çok şairin,<br />
hatta kayıtlarda rastlanmayan şairlerin bile şiirleri vardır.Türk edebiyatının önemli<br />
bir kaynağıdır. 268 şairin 425 şiiri vardır. Yunus Emre'nin bilinmeyen şiirleri bu<br />
kitapta bulunmuştur. Hacı Kemal eserini 1512 de bitirmiştir. Kendi el yazısıyla<br />
yazdığı kitabı İstanbul Kütüphane-i Umumi'dedir. Bir nüshası da Ankara<br />
Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesindedir. İki cilt halinde ve eksiktir.<br />
1514 tarihinde yazdığı Adab-ı Mülük, Nesayih adlı eserleri de<br />
bulunmaktadır. Şiirle de uğraşmıştır. Şiirlerinde Kemali mahlasını kullanır. Ölüm<br />
tarihi bilinmemektedir.<br />
Prof.Fuat Köprülü Türk Edebiyatında İlk Mutasavvuflar adlı eserinde Hacı<br />
Kemal'in Eğirdirli olduğunu bildirir, ondan önemle söz eder. Dilerim 500 yıldır<br />
uyuyan bu şiir kitabı Eğirdir'e hizmet etmek isteyen kişi veya kurumlarca basılıp<br />
Türk Edebiyatına kazandırılır. Yüzyıllar ötesinden bize kimlik veren Hacı Kemal'in<br />
ruhu şad olsun.<br />
HACI MEMİŞAĞAZADE MUSTAFA EFENDİ<br />
Isparta'da kurulan Padişah taraftarı Hürriyet ve İtilaf Fırkasının Kurucu<br />
üyelerindendir.<br />
HACI NURİ EVİ<br />
1890 larda yapılmış son dönem Osmanlı mimarisinin yağlıboya işlemeli çok<br />
güzel örneklerinden biriydi. 1994 yılında elektrik kontağından yandı denildi. Miras<br />
sonucu çeşitli bölünmelere uğramıştı.<br />
Günümüzde tarihi evler nedense hep durgun havada, çatının ortasından,<br />
elektrik kontağından yanıyor.<br />
HAFIZ İBRAHİM DEMİRALAY<br />
1883 te Isparta'da doğdu. Yılanlızade Tahir Paşanın oğludur. 1902 de<br />
İstanbul'a giderek Fatih medresesinde yedi yıl eğitim gördü. Müderrislik icazeti aldı.<br />
Memleketine dönüşünde babasından kalan Avşar'daki arazide tarımla meşgul oldu.<br />
İzmir'in 15 Mayıs 1919 da Yunanlılar tarafından işgali üzerine Isparta Müdafa-i<br />
Hukuk Cemiyeti'ni kurarak ilçe ve köyleri örgütledi. Daha sonra Milli ordunun içinde<br />
yer alarak "Demiralay" adıyla Yunanlılara karşı direndi. Ölümüne kadarT.B.M.M. de<br />
yer aldı.
29 Mart 1939 da öldü. istiklal Madalyası sahibi, dört çocuk babasıdır.<br />
Evlatlarından Kemal Demiralay birkaç dönem Isparta milletvekili seçilmiştir.<br />
HAFIZ SABRİ<br />
Hafız Sabri, Tığlıoğullarından Hacı Osman'ın oğludur. Tahsilini Eğirdir'de<br />
yapmıştır. Rüştiyeye hoca olmuş, yazı ve Türkçe dersleri vermiştir. 1906 yılında<br />
Çelebizade Mustafa Efendi, Vezirzade <strong>Nuri</strong> Efendi'yle beraber icazet verip Müderris<br />
olmuştur. Seriye Başkatipliği, Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa medresesinde hocalık gibi<br />
görevlerde bulunmuştur. Başlangıcında Müdafa-i Hukuk Cemiyetini desteklemiş,<br />
sonra karşısında olmuştur. 1920 de Demirci Mehmet Efe'nin astığı dört kişi<br />
arasında Hafız Sabri de vardır.<br />
HALICILIK<br />
Eğirdir'de Halı dokuma geleneği çok eskidir. XV. Yüzyılın sonları ve XVI.<br />
Yüzyıl gümrük kayıtlarında bu yörede dokunan Türkmen Yörük halılarının<br />
Karadeniz ülkeleri, Mısır, Doğu ve Orta Avrupa, İtalya'ya kadar ticareti yapıldığı<br />
görülür.<br />
Geniş çapta bilinen Halı dokumacılığı 1891 de Mutasarrıf Babanzade<br />
Mustafa Zihni Paşa zamanında şirketleşerek üretime başlamıştır. Şark Halı<br />
Kumpanyası da Eğirdir'de tezgâh açmıştır. Zamanla Eğirdir'de tezgâh sayısı iki<br />
bine çıkmıştır. 1960 lardan sonra geriye düşmüş, 1980 lerden sonra ticari tezgâh<br />
kalmamıştır.<br />
HALİL AĞA EVİ<br />
1900 lerde yapılmış çok güzel bir sivil mimari örneğidir. Tavan, dolap, oyma<br />
kapı, lambalık işlemeleri görülmeye değer. Evi yaptıran BarlaBoyalı çiftliği sahibi<br />
İsmail Ağa'dır. 1944 te 81 yaşında ölmüştür. Halen torunu Kemal Çelik mülkiyetinde<br />
olan ev, oğlu yüksek İnşaat Mühendisi Levent Çelik tarafından restore edilerek Türk<br />
kültürüne kazandırılmıştır. Ev Kemal Çelik'in dedesinin babası Halil Ağa'nın adıyla<br />
anılır. Bağlar'da yaptırdığı iki katlı bağevi de 1995 lerde yanmıştır.<br />
HALİL ÜSTÜN<br />
Eğirdir'in ekonomik hayatında devrim yapan bu örnek kişinin kendi<br />
anlatımlarıyla soyu ve hayatı şöyledir.<br />
"Dip dedem Kerkük Türklerinden Hacı Aziz'dir. Oğlu Hacı Halil Karaağaç'a<br />
gelir, helvacılık yapar, orda ölür. Oğlu Hacı İbrahim de 1850 lerde Eğirdir'e gelir,<br />
babasının helvacılık sanatını devam ettirir. Bu nedenle sülalenin adı Helvacı Hacı<br />
İbrahimler diye anılır. Sonradan babamdan dolayı Hacı Azizler olmuştur. Hacı<br />
İbrahim , Çal'dan susam alıp iş yaptığı susam tüccarının kızı Şehriban'la evlenir.<br />
Şehriban genç yaşta ölünce, Şehriban'ın kardeşi Ümmühan'ı alır. Ondan üç çocuğu<br />
olur. Halil, Fatma, Mustafa. Babam bu Mustafa'dır. Hacı İbrahim ikinci gidişinde<br />
Hac'da kalır. Halil de 1917 Gazze savaşında ölür. Babam Hacı Aziz Mustafa'nın<br />
doğumu 1890 dır. Yıldız Balmumcu Jandarma Mektebinden Küçük Zabit olarak<br />
mezundur. Çok başarılı olduğu için Divan-ı Harp Mustantıklığında bulunmuş onyedi
yıl hizmet etmiştir. Çanakkale, Gazze, Kurtuluş Savaşlarına katılmıştır.<br />
Çanakkale'de yaralanmıştır. Birinci dereceden gaziliği vardır. Askerden sonra<br />
kendini ilme vermiştir. 27 Aralık 1959 da Eğirdir'de vefat etmiştir. Ben 1925 te<br />
doğdum. İzmir Bornova Ziraat Okulundan mezun oldum. Bir süre görev yaptıktan<br />
sonra 1954 yılında Eğirdir'de ilk elma bahçesini kurup, üretime başladım. Sonra<br />
ihracat işleriyle uğraştım, l. Dünya Meyvecilik kongresine katıldım. Kardeşlerim<br />
İbrahim, <strong>Nuri</strong>ye.Aziz'dir."<br />
HALK ÇEŞMESİ<br />
Çakalkayası'na yaslı, Kurtaylar evinin önden doğu köşesinin olduğu<br />
yerdeydi. Şimdi oradan ince bir merdiven Çakalkayası'na çıkan yolu eski Isparta<br />
yoluna bağlar.<br />
HALKEVİ<br />
Eğirdir'in kültürüne Halkevi çalışmaları çok şey katmıştır. 1945 lerde verilen<br />
bir rapor bu çalışmaları aydınlığa çıkarmaktadır. Üzülerek söylüyorum ki 1950<br />
lerden sonra Halkevleri kapanınca Eğirdir'de düzenli kültür çalışmaları olmamıştır.<br />
Günümüzde bile bu ölülük devam etmektedir. Ün dergisinden aldığım bu raporu<br />
olduğu için düşünenlere sunuyorum..<br />
Dil ve Edebiyat kolumuz:<br />
Halkımızın her bakımdan bilgisini artırmak, dolayısıyla arkadaşlarımızın iyi<br />
söz söylemelerini temin etmek maksadıyla çeşitli konular üzerinden konferanslar<br />
verdirilmiştir.<br />
Temsil:<br />
Temsil Kolumuz bilhassa milli bayramlarımızda çeşitli konular üzerinden<br />
halka parasız temsiller vermiş, İlkokul öğrencilerinden de faydalanmıştır. Aynı<br />
zamanda gezgin temsil heyetlerinden istifade edilerek Halkevimize de gelir temin<br />
edilmiştir. Kış ve ilkbahar mevsimlerinde de kolumuz köylere giderek köylünün<br />
anlayacağı konular üzerinde istifadeli piyesler temsil etmişlerdir.<br />
Spor:<br />
Eğirdir, deniz sporlarına çok elverişli gölün kıyısındadır. Yaz ve bahar<br />
mevsimlerinde gençlerimiz yüzme, atlama, kürek çekme sporları yapmış, arada<br />
sırada müsabakalar tertip etmişlerdir. Çok iyi neticeler alınmıştır. Aynı zamanda<br />
ilçemizdeki Dağ Talimgah kursundan faydalanarak kışın dağ sporları yapılmış,<br />
tecrübelerinde iyi neticeler alınmıştır. Muhitimiz geniş ve çeşitli av sporuna<br />
elverişlidir. Gölde su kuşları, dağda geyik avı yapılmıştır. Ayrıca Halkevine bağlı bir<br />
Avcılık Kulübü kurulmuştur<br />
Her Pazar sürek avları yapılmaktadır.<br />
Sosyal yardım ve garnizon:<br />
Halkevi salonunda haftada iki defa Hükümet doktorlarından istifade edilerek<br />
fakir kimselere poliklinikler yapılmakta, ilaçları da Kızılay'dan temin edilmektedir.<br />
Kızılay'la temasa geçilerek yoksul yavrulara sıcak yemek verdirilmiştir.
Halk Dersaneleri ve Kursları:<br />
Kış geceleri İlkokul öğretmenlerinden faydalanılarak halka okuma kursları<br />
yapılmış, yeni terimleri de yaymaya çalışılmıştır.<br />
Kütüphane ve Yayım:<br />
Halk ve bilhassa gençlerimiz her gün kütüphanemizden kitaplar alarak<br />
okumakta, gazete ve mecmuaları takip etmektedir.<br />
Köycülük:<br />
Köycülük kolumuz ayrı ayrı mevsimlerde köylere geziler tertip etmiş, bu<br />
vesile ile de istifadeli konferanslar vermiş, hekimler tarafından parasız muayeneler<br />
yapılmıştır.<br />
HAMAMLAR<br />
Kale mahallesinde üç tane hamam bilinir. Kaleburnu hamamı, Aşağı mahalle<br />
hamamı, Vezirler evi önündeki hamam... Kaleburnu hamamı, kaleburnunun<br />
güney tarafındadır. Terslik olarak kullanılırken 1950 lerde Belediyece satılmış,<br />
üstüne ev yapılmıştır. Ev kale duvarı ile, tonoz kubbenin üzerindedir. Doğu tarafta,<br />
göl seviyesinde bir tonoz kubbeli yer daha vardır.<br />
Hamamın devamı mıdır, kayıkhane midir, incelenmesi gerekir. Benim<br />
çocukluğumda hayrat olarak kullanılıyordu. Mahalleli gölden yararlanarak<br />
çamaşırlarını orada yıkardı. Kendileri de yıkanırdı. Bu yıkık hamamın doğusunda<br />
da bir hayrat vardı. Büyük bir ihtimalle hamamın girişi onun olduğu yerdi.<br />
Kale mahallesindeki aşağı hamam da 1950 lerde kullanılmaz halde iken<br />
satıldı, temizlenerek yerine ev yapıldı.1930 larda çalışır durumda olduğunu<br />
çevremden duydum. Şimdiki Ballılar evinin yerindeydi.<br />
Kaleburnu hamamı - kalıntısı evin altındadır
Kale - Vezirler evi önündeki hamam kalıntısı<br />
Vezirler evi önündeki hamamın da çok eski bir hamam olduğu<br />
yıkıntılarından bellidir. Bu hamamın üst taraftaki 80 metrekare kadar kısmını<br />
dedem Veziroğlu Müderris Süleyman <strong>Nuri</strong> Efendi 1903 yılında Belediyeden tapulu<br />
olarak satın almıştır. Şu anda o yer halen onun vereseleri üzerindedir.<br />
Çocukluğumda hamamın kapalı bölümleri vardı. Zaman içinde gölün etkisiyle<br />
yıkıldılar. Kapladığı alandan büyük bir hamam olduğu anlaşılıyor.<br />
Aşağı hamam da denen çarşı hamamı halen kullanılmaktadır. Hakkında<br />
geniş bilgi maddesinde verilmiştir.<br />
Yukarı hamam 1960larda kapanmış, halen kullanılmaz durumdadır.<br />
Demirkapı hamamı da çok eski bir hamam kalıntısıdır. Hakkında geniş bilgi<br />
maddesinde verilmiştir.<br />
Yazladaki Burcu hamamı da Osmanlı komutanı olan Burcu Bey tarafından<br />
büyük olasılıkla 1430 lardan sonra yapılmıştır. Kullanıldığını bilen yoktur.<br />
HAMİDBEY<br />
Hamidoğulları Beyliğine adını veren kişidir. Kimliği tam aydınlanmış<br />
değildir. Yalnız Karamanoğlu'nun Şikari tarihinde Hamid Beyle ilgili aşağıdaki<br />
bilgiler vardır. Tabi bu bilgileri değerlendirirken Şikari'nin Karamanoğlu taraflısı<br />
olduğunu da unutmamak gerekir.<br />
Şikari kitabının aslı olan Yarcani'den naklen şöyle yazar;<br />
"Şam emirlerinden olan Hamid Bey bir sebepten Şam'ı terk ederek<br />
Anadolu'ya gelir. Zamanın Selçuklu sultanının iltifatına mazharolur. Silahşörlükte<br />
mahir olduğundan yanında kaldığı sürece sultanın evlat ve kölelerine silahşorluk<br />
öğretir. Sonra yanında bin kişi olduğu halde Sultanın yanından ayrılıp Sivas'taki<br />
Karaman'ın yanına gider. Ertene'ye de silahşorluk talim ettirir. Karamanoğlu
Mehmet Beyle savaşlara katılır. Mehmet Bey Konya'yı alınca, birlikte savaştıkları<br />
yerlerden bu yöreleri Hamid Beye verir. Mehmet Beyin öldürülmesi üzerine Hamid<br />
Bey serbest kalır."<br />
Beylik yapmış tüm Hamidoğlu Beyleri gibi mezarının nerede olduğu belli<br />
değildir.<br />
HAMİDOĞLU HIZIR BEY<br />
Dündar Beyin üç oğlundan biri olan Hızır Bey, İlhanlı valisi Demirtaş'ın<br />
babasını Antalya'da öldürmesinden, Demirtaş'ın da Mısır'da öldürülmesinden<br />
sonra Beyliğin başına geçmiş, dağılmayı önlemiştir. 1327-1328 yılları arası bir yıl<br />
Beyliğin başında bulunmuştur. Babası Dündar Bey'in öldürülmesinden sonra Mısır<br />
sultanına hak aramak için sığınan kardeşi İshak Bey gelince Beyliği ona<br />
bırakmıştır. Başta kaldığı süre içinde Demirtaş'ın yakıp yıktığı camiyi yeni baştan<br />
yaptırmıştır. Onun için Ulu Caminin bir adı da Hızır Bey Camisidir.<br />
1328 yılında Beyliği kardeşi İshak'a verdikten sonra Hızır Bey hakkında<br />
kaynaklarda hiçbir bilgiye rastlanmamıştır. Hızır'ın İshak'ın oğlu olduğu iddiası<br />
vardır. Yılmaz Öztuna'nın Türkiye Tarihi kitabında Hızır Beyin Muizeddin İbrahim<br />
Bey adında bir oğlu olduğu, 1370 sıralarında Şuhud Beyi iken öldüğü yazılıdır.<br />
HAMİDOĞLU SARAYI<br />
Zafer İlkokulunda okurken o zaman Ün dergisinde yazıları çıkan Öğretmen<br />
Ali Rıza Yürükoğlu Hamidoğullarının sarayının Kaleönünde olduğunu söyledi.<br />
Bize toprak üzerindeki saray duvarlarının kalıntılarını gösterdi. Kale kapısından<br />
minare altına doğru elli metre kadar gidilirse duvar kalıntılarına rastlanır. 1947 lerde<br />
Belediye çevre düzenlemesi yaparken sarayın sıvalı, pembe badanalı duvarlarını,<br />
iki insan iskeleti çıktığını gördüm.<br />
Sonradan edindiğim bilgilerle değerlendirdiğimde bu iskeletlerin<br />
Karamanoğlu Alaaddin Bey'in Eğirdir'i yakıp yıktığı zamandan kalabileceği<br />
ihtimalini düşündüm. 1990 larda kanalizasyon için hafriyat yapılırken minare<br />
altından Kale'ye doğru, biri bir metre kadar, ikincisi bir buçuk metreden fazla<br />
derinlikte iki künk gördüm. Bunlar su künkleriydi. Üstteki künkün Ağaların evine<br />
gittiği belliydi. Çünkü Ağalar evinin iç avlusunda taştan, işlemeli çok güzel çeşme<br />
vardı. Buğday öğütmeye gittiğimizde görürdük. Alttaki ikinci künkün de Hamidoğlu<br />
sarayına gittiğini sanıyorum.<br />
HAMİDOĞULLARI BEYLİĞİ<br />
Selçuklu devleti gücünü yitirmesinden sonra Anadoluda birer birer beylikler<br />
görülmeye başladı. Bu arada Eğirdir merkez olmak üzere Hamidoğulları da tarih<br />
sahnesine çıktılar. Hamidoğulları Beyliğini Dündar Bey kurmuştur ama öncesi<br />
hakkında bilinenleri hatırlamakta yarar var.<br />
Beyliğe adını veren Hamid Beyin Türkmen beyi olarak Türkistan'dan<br />
Anadolu'ya geldiğini söyleyenler vardır. Karamanoğlu tarihçisi Şikari de tarihinde<br />
Hamid Bey için, Mısır ve Suriye'de komutanken bin kadar atlıyla Selçuklu
Sultanının yanına geldiğini, adamlarına ve şehzadelerine silahşorluk öğrettiğini,<br />
sonra Sivas'a Karaman'ın yanına gittiğini, Ertene Beye silahşorluk öğrettiğini,<br />
Karamanoğlu Mehmet Beyle birlikte yaptığı birçok savaşlardan sonra Mehmet Bey<br />
Konya'yı ele geçirince bu yöreleri Hamid Beye verdiğini, onun öldürülmesi üzerine<br />
de Hamid Beyin serbest kaldığını yazar.<br />
Bazı kaynaklar Hamid Beyin oğlu, Dündar Beyin babası İlyas Beyin<br />
1280-1300 arası beylik ettiğini yazıyorsa da bu tarihler arasında İlyas Beyle ilgili bir<br />
siyasi iradeyi gösteren belge şimdiye kadar bulunamamıştır.<br />
Dündar Beyin 1301 yılında Beyliği kuran kişi olarak kabul edilmesinin<br />
gerekçesi, bu tarihte Medreseyi yaptırıp iç eyvanının alnı üzerine kimliğini<br />
yazdırmasıdır.<br />
Dündar Bey Uluborlu'da kurduğu Beyliği sonradan Eğirdir'e taşıyıp burasını<br />
merkez yaptı. On beş bin yaya, on beş bin atlıdan bir ordu kurup, kardeşi Yunus'la<br />
beraber sınırlarını Akdeniz'e kadar genişletti. Eğirdir'i de kısa zamanda bayındır<br />
hale getirdi. Bu arada Anadoluyu tehdit altında tutan İlhanlılara bağlılığını<br />
göstermek için onlar adına para bastırıp 1314 te Emir Çoban'ın ayağına Erzincan'a<br />
kadar gitti. 1316 yılından sonra İlhanlı devleti içinde karışıklıklar başlayınca Dündar<br />
Bey sınırlarını genişletip Antalya'yı aldı, kardeşi Yunus'u oraya Bey yaptı. Aydın,<br />
Saruhan, Menteşe Beylerini de himayesi altına alıp kendini Sultan ilan etti. Bu<br />
durum İlhanlıların hoşuna gitmedi. Diğer Beyliklerden de rahatsız olan Emir<br />
Çobanoğlu Demirtaş'ı Anadolu üzerine gönderdi. Demirtaş Eşrefoğlu Süleyman<br />
Beyi öldürüp Dündar Beyin üzerine geldi. Dündar Bey onun gücü karşısında<br />
duramayacağını anlayınca ölen kardeşi Yunus Beyin oğlu, yeğeni Mahmut Beyin<br />
yanına gittiyse de, Mahmut Bey kendini kurtarmak için amcası Dündar Beyi<br />
Demirtaş'a teslim etti. Demirtaş 1324 tarihinde Dündar Beyi öldürdü. Dündar Beyin<br />
mezarının nerde olduğu bilinmemektedir.<br />
Dündar Bey oğulları Hızır, İshak, Mehmet bu olaylardan canlarını<br />
kurtardılar. İshak yardım ve destek için Mısır Sultanı Melik Nasır'a sığındı. Bir<br />
nedenle Demirtaş'ın babası Vezir Emir Çoban öldürülünce, Demirtaş da Anadoluda<br />
tutunamayıp Mısır Sultanına sığındı. Karamanoğulları ve İlhanlıların baskısıyla<br />
Demirtaş 1327 tarihinde Mısır'da öldürülünce İshak Bey de Eğirdir'e döndü.<br />
Demirtaş Mısır'dayken Hızır Bey Beyliğin başına geçti, Hamidoğlu Beyliğinin<br />
dağılmasını önledi. 1327-1328 yılları arasında Beylik yapan Hızır Bey bu arada<br />
yıkım gören Ulu-Camiyi yeni baştan onartmıştır. Ondan sonra da caminin adı "Hızır<br />
Bey" camisi olarak kalmıştır. Kardeşi İshak'ın Mısır'dan dönmesinden sonra beyliği<br />
ona vermiştir. Daha sonraki zamanlarda Hızır Bey hakkında herhangi bir kayıt<br />
yoktur.<br />
1328 yılında Beyliğin başına geçen İshak Bey, Beyşehir, Seydişehir,<br />
Akşehir'i Beyliğinin sınırlarına kattı. Küçük kardeşi Mehmet'i de Gölhisar'a Bey<br />
yaptı. 1336 yılında da şimdi yıkılmış olan zamanın en büyük tekkesi ve yoksullar evi<br />
Hankah'ı Yazla'da yaptırdı. Seyyah İbni Batuta İshak Bey zamanında Eğirdir'e<br />
gelmiş, şimdi Ada'da türbesi olan Şeyh Müderris Musluhaddin karşılamış, Dündar<br />
Bey Medresesinde de misafir etmiştir.<br />
İshak Beyin ölümünden sonra yerine Gölhisar'a Bey yaptığı kardeşi<br />
Mehmet Beyin Oğlu Mustafa Bey Hamidoğullarının başına geçti. Mustafa Bey<br />
döneminde Hamidoğullarıyla ilgili kaynaklarda bilgi yoktur. 1355 de Mustafa<br />
Beyden sonra oğlu II.İlyas Bey Hamidoğulları Beyliğinin başına geçmiştir.
Baba Sultan Zaviyesi 1357 yılında Şeyh İsa Deduki tarafından yaptırılmıştır. İlyas<br />
Bey de katkıda bulunup Yazla'daki Katranlar korusunu zaviyeye vakfetmiştir.<br />
Öteden beri sınır anlaşmazlıkları olan Karanmanoğlu Alaaddin Bey,<br />
Hamidoğullarını ortadan kaldırmak için İlyas Beyin üzerine geldi. Eğirdir'de müthiş<br />
bir katliam yaptı ve Eğirdir'i baştan başa yaktı. İlyas Bey yardım için Kütahya'daki<br />
Germiyanoğlu'na sığındı. İlyas Bey daha sonra Germiyanoğlu'nun yardımıyla<br />
topraklarını ele geçirip beyliğinin başına döndü. 1370 de ölümünden sonra yerine<br />
Hüseyin Bey geçti. Hüseyin Bey zamanında da Karamanoğulları, Hamidoğlu<br />
Beyliğini sürekli rahatsız ettiler. Germiyanoğlu Süleyman Bey kızı Devlet Hatun'u<br />
l.Murat'ın oğlu Bayazit'e verince Osmanlılar daha güçlenip Hüseyin Beye<br />
topraklarını satması için zorlayıcı bir teklifte bulundular. Hüseyin Bey hem<br />
Osmanlıların hem Karamanlıların baskısına karşı kendini savunamayacağını<br />
anlayınca 80 bin altın karşılığı Yalvaç, Akşehir, Ş. Karaağaç, Beyşehir, Seydişehir,<br />
Isparta şehirlerini 1374 de Osmanlı devletine sattı. Bu toprak satışının içinde<br />
Eğirdir yoktu. Hüseyin Bey de Gönen'e çekilip kalan topraklarını yönetti. Bazı<br />
kaynaklara göre de Uluborlu'dan yönetmiştir.<br />
Hüseyin Beyin oğlu Mustafa Bey 1389 da yapılan I.Kosova savaşına okçu<br />
ve öncü birlik olarak bin kişilik bir kuvvetle katıldı.<br />
1391 de Hüseyin Beyin ölümünden sonra Hamidoğulları Beyliği son<br />
bulmuştur.<br />
Arap Tarih ve Coğrafya bilgini İbni Fazlillahi Ömeri'ye göre 1332 yılında<br />
Hamidoğlu Beyliği nüfusu 300.000 dir.<br />
HAMUR DOLMASI<br />
Kalın bir yufka açılır. İki parmak genişliğinde şeritler halinde kesilir. Soğanla<br />
kavrulmuş kıyma bu şeritlere konularak rulo yapılır. Lokma lokma kesilir. Kaynar<br />
suya atılarak pişirilir. Sonra üzerine kızarmış tereyağ konur. Bir çeşit mantıdır.<br />
HANKAH<br />
Arapça tekke demektir. 1336 yılında Hamidoğlu İlyas Bey tarafından<br />
yaptırılmıştır. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı 1929 yılında kitabeleri incelemek için<br />
Eğirdir'e geldiğinde Hankah civarında bulduğu bir kitabede yukarıdaki bilgiyi<br />
okumuştur.<br />
Karçınzade Süleyman Şükrü Seyahat-ı Kübra adlı eserinde 1875 lerde<br />
gördüğü Hankahı söyle anlatır:<br />
"Yarım metre eninde, bir metre boyunda kesme taşlar ile Mevlevi dergahları<br />
tarzında ve büyük bir camii şerif heybetinde bina olunmuştur. Bir dağ misali<br />
Hankahın geniş semahanesi karşısında neyzenlere mahsus yüksek bir mahvel ve<br />
etrafında çilekeşler için yapılmış müteahhit hücreler, gayet geniş olan meydanın<br />
ortasında yuvarlak bir şadırvan olup yükseldikçe tedricen darlaşan kubbesi,<br />
takriben elli metre yüksekliğinde, hava ve ışık almak üzere bırakılan tepesindeki<br />
delik on metrekare kadardır."<br />
Etem Kartal da Hankah hakkında şu bilgileri verir:<br />
"Hankaha bitişik Tez Murat türbesi vardı. Binanın batısında bir müderris, bir<br />
de mütevelli evi bulunuyordu. Ayrıca yine batı tarafındaki aşevinden her perşembe<br />
fakirlere yemek dağıtılırdı.
Hankahın tabanı tamamen mermer döşeli idi.<br />
Dağ talimgahının kışla binası yapımında taşları kullanılmak üzere<br />
yıktırılmıştır. Sağlamlığı dolayısıyla yıkmak çok zor oldu."<br />
Bazı kimseler de Hankahın taşlarının Camiliyayla'daki erat hamamı<br />
yapımında kullanıldığını söylerler.<br />
Hankahın olduğu yere Kale mahallesi yangınından sonra evi yananlar için<br />
ev yaptırılmıştır. O yöre şimdi "Yangın evleri" diye anılır.<br />
HANLAR<br />
Eğirdir'de bilinen üç büyük han vardır. Hayriye hanı, Saffet'in hanı,<br />
Pamukhanı. Üçü de ahşaptı. Hayriye hanını Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa yaptırmıştır.<br />
23 oda, bir dükkan idi. Kaleönü'ndeki medresesine vakfetmiştir. Han 1800 lerde<br />
yapılmıştır. 1950 lerde yıkılmıştır. Saffet'in hanı hakkında bir kayıta rastlamadım,<br />
sözlü bir bilgi de duymadım. 1950 lerde yıkıldı. Pamukhanı da eski bir bedesten<br />
üzerine yapılmış tek katlı bir bina idi. Bugünkü Belediye İşhanının olduğu yerdeydi.<br />
HARPIŞTA<br />
Bağ zamanı pekmez kaynatma, kışlık hazırlama işlerinin yapıldığı, kısmen<br />
açık, kapısız, üstü kiremit kapalı bir mekandır. Bir köşesinde üzümlerin içinde<br />
ezildiği suluk bulunurdu.<br />
HAŞGEŞLİ EKMEK<br />
15 Eylülde bağ göçü başlamadan yapılırdı. Bağa araba ya da eşek yüküyle<br />
göçüldüğü günün akşamı haşgeşli ekmekle üzüm yenirdi. Denebilir ki bu bir<br />
kuraldı. Haşgeş kelimesinin haşhaş olduğu sanırım anlaşılmıştır.<br />
HAVUTLU<br />
Bir kaynakta 1580 lerde "Hacı Davut ve Çay köyünden" diye bir not geçiyor.<br />
Havutlu'nun Çay köyüne yakın olması nedeniyle bu ismin "Hacı Davuttan mı<br />
geldiğini düşündürüyor. Gölün kuzeyinde de böyle bir yer adı var. Böyle bir yer<br />
ismini de Söke dolaylarında rasladım.<br />
HAYDAR<br />
Baba Sultan türbesinin batı tarafındaki alandır. 1950 lerde göl şişince su<br />
bastığı için imeceyle dolduruldu. 17. yüzyıl eşkıyalarından Haydaroğlunun haraç<br />
istemek için bir süre kaldığı yer olması ihtimaliyle oraya bu ismin verilmiş<br />
olabileceği akla geliyor. Isparta'ya da haraç için böyle bir zorlama yapmıştır. Eşkıya<br />
Haydaroğlu Uluborlu'nun İlegüp köyündendir. Hoyran dolaylarındaki geniş düzlüğe<br />
de "Haydar ovası" derler.
HAYDAROĞLU<br />
1640 lardan sonra Osmanlı devletini uğraştırmış azılı eşkiyalardandır.<br />
Uluborlu'nun İlegüp köyündendir. Naima tarihinde uzun uzun söz edilir. Söğüt<br />
dağına yurt edinmiş, Afyon, Ilgın, Eskişehir dolaylarında eşkiyalık yapmıştır. On bin<br />
kişilik Ahmet Paşa kuvvetlerini Sandıklı dolaylarında yenmiş, Ahmet Paşayı<br />
öldürmüştür. Ardından Afyon, Manisa illerini soyup Isparta'ya gelmiştir. Karşı<br />
konulmuş, bir baskında yaralanıp kaçmıştır. Uluborlu Veli Baba tekkesinde yatarken<br />
bastırılmış, teslim olmak zorunda kalmıştır. Sonra İstanbul'a gönderilmiş,<br />
orada idam edilmiştir. Eşkıya Katırcıoğlu bunun yanında yetişmiştir.<br />
Baba Sultan'ın batısındaki düzlük "Haydar" diye anılır. İhtimal Eğirdir'e<br />
baskın verip bir süre orda kalmışsa o yöre bu adla adlandırılmış olabilir.<br />
HAYRAT<br />
Kadınların ortak kullandıkları, çamaşır yıkadıkları göl kıyısındaki barakalardı.<br />
Herkes odununu, kazanını götürür, gölden aldıkları suyu ısıtırlar çamaşır<br />
yıkarlar, sonra da kendileri yıkanırlardı. Kale mahallesinde üçü lodos, biri poyraz<br />
tarafında dört tane hayrat vardı.<br />
HELİKLİ PEKMEZ<br />
Pekmezin içine ayva, eren (kızılcık), kabak katılarak kaynatılır. Aslında bir<br />
pekmez reçelidir.<br />
HENDEK OTU<br />
Geçmişte Oluklacı'dan havanın, suyun durgun olduğu zaman Eğirdir'in<br />
güney tarafına bakıldığında, Tersikbaşı'ndan Kaleburnuna kadar hat halinde gölde<br />
bir otlanma uzantısı görülürdü. Bu otlara Hendek otu derlerdi. Yüzerken arasından<br />
geçmememizi, ayağımıza, kolumuza dolanarak boğulmamıza sebep olabileceğini<br />
söylerlerdi. Kaleyi ve şehri savunmak için gölün seviyesi düşük olduğu zamanlarda<br />
hendek atılıp içine su verildiği bellidir. Daha sonra erozyonla göl tabanının<br />
yükselmesi sonucu göl şişince sular altında kalan bu hendeğin otlanması doğaldır.<br />
Kale mahallesinin güneyinde kale duvarı ile hendek otları arası 8-10m. kadardı.<br />
Sonradan kıyılar doldurulduğu için dolgu altında kaldı.<br />
Eğirdir kalesinin önce bir şehir suru olmadığı, askeri kale olduğu açıktır.<br />
Cami ve medresenin yaslandığı duvarın dış sur duvarı olduğu bellidir. Ondan sonra<br />
Demirkapı mahallesinin göl kıyısından Yellibelen'e kadar bir kale olduğu da<br />
bilinmektedir. Eskihisar adı ile anılan bu kale şehir büyüdükçe ortadan kalkmış,<br />
Eğirdir'in gelişme alanı Kapılar'a kadar uzanmıştır. Kapılar Akpınar yolunun başıdır.<br />
Kapılar'ın duvar kalıntısı şu anda fay yüzeyinde görülmektedir.<br />
Bizim çocukluğumuzda hemen onun altında mezbaha vardı. Kapılar'ın<br />
duvar kalıntıları üzerindeydi. Hendek otunun şehrin güneyinde boydan boya yer<br />
almasının nedeni besbelli savunma için kazılan hendektir. Cami ile Kalenin güney<br />
burcunun arasında bir sur kalıntısı olduğunu biliyorum. Çocukluğumda buralarda<br />
çok balık avlardım. Taşlara takılan oltaları çıkarmak için çok daldım. Bu kalın<br />
koruma duvarlarının kalıntılarını çok gördüm. Hatta kanalizasyon hafriyatı<br />
yapılırken bu duvarların taban temeli caminin doğu iç köşesinin hizasında idi.
HIDIRELLEZ MAĞARASI<br />
Tersikbaşı, Demirciler üstündedir. Fazla derin bir mağara değildir. Ama<br />
burdan giren bir horozun Yazla tarafındaki Kerim Kızı Mağarasından çıktığı<br />
söylenir. Bu olayın gerçek olması düşünülemez. Bazı amaçlarla adak adayıp, mum<br />
yakarlar. Söylentilere göre eskiden orada kucağında çocuklu bir taş heykel varmış.<br />
Ana yufka pişiriyormuş, çocuğu çok ağlamış, altını değiştirmek gerekmiş. Bez<br />
bulamamış, bir yufka bağlayıvermiş. Allah da her ikisini taş etmiş... Sanırım<br />
Hıristiyanlar o mağarayı kutsallaştırıp kucağında İsa olan Meryem heykelini oraya<br />
koymuş olabilirler.<br />
Karçınzade Süleyman Şükrü Seyehat-ı Kübra adlı eserinde 1880 lerde bu<br />
mağarada bir put olduğunu, birçok yerlerinden zedelenmiş olduğunu, sıtmadan<br />
kurtulmak için mağarada asılı urgana paçavra bağlandığını, tavandan damlayıp taş<br />
çukurlarına biriken suyu, sütü gelmesi için kadınların içtiğini, eski kaşıklar<br />
toplanarak sevap kastıyla heykelin karşısına konduğunu üzülerek yazar.<br />
HIZIR BEY CAMİSİ<br />
Hızır Bey camisi, "Ulu Cami" diye de anılır. Caminin ne zaman yapıldığı<br />
konusuna gelince, tarihi gerçekler ve belgeler göz önüne alınarak şöyle<br />
değerlendirmek mümkündür.<br />
Eğirdir Selçukluların yönetimine kesin olarak 1204 tarihinde geçmiştir.<br />
Cami iç kalenin dış duvarından yararlanarak şehrin merkezinde yapıldığına göre,<br />
Selçuklu yönetiminin ilk zamanlarında yapıldığı akla en yakın ihtimaldir. İsmail<br />
Hakkı Uzunçarşılı'ya göre Hızırbey camisi Selçuklu binası olup Hızırbey tarafından<br />
tamir edilip düzenlenmiştir. Dündar bey 1301 yılında Medreseyi yaptırmıştır. Bu<br />
durumda da caminin varlığını kabul etmek durumundayız. İlhanlı valisi Demirtaş<br />
1324 te Hamidoğlu Beyliğini ortadan kaldırmak için Eğirdir'e geldiğinde Dündar<br />
Beyi bulamayıp, ardından Antalya'ya kadar gidip onu öldürmüştür. Eğirdir ve<br />
camide tahribat yapmış olsa ki, cami 1328 yılında Hızır Bey tarafından yeniden<br />
yapılırcasına onarılmıştır. Bu nedenle de Hızır Bey camisi adıyla anılmaya<br />
başlamıştır.<br />
Cami Hüsamettin İlyas Bey zamanında Eğirdir'i yakıp yıkan Karamanoğlu<br />
Alaaddin tarafından da bir yangın görmüştür. Karamanoğlu tarihçisi Şikari bu olayı<br />
şöyle anlatı r.<br />
"İnsanları davar kırar gibi kırdılar. Hülasa Hamid diyarını şöyle harap<br />
eylediler ki, dünya dünya olalı böyle zulüm olmamıştır. Farukul Azam namında<br />
yanan Cami-i Şerifin dünyada benzeri yoktu." Dikkatle incelenirse caminin çok<br />
onarım gördüğü bellidir. Bu yangından sonra da cami elbette yeniden yapılmıştır.<br />
Cami 1814 te de büyük bir yangın geçirmiş, nerdeyse tümüyle yanmıştır. Vakıf<br />
gelirleri, halktan toplanan paralar, Burdurlu bir hayırseverin serveti onarıma<br />
yetmemiş, Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa'nın desteğiyle 1820 tarihinde ibadete açılmıştır.<br />
Baba Sultan Zaviyesine ait katran (sedir) koruluğundan müftüden fetva<br />
alınarak yeteri kadar ağaç kestirilmiştir.<br />
1884 tarihinde de Ağalardan Hacı Murat öncülüğünde yeniden bir<br />
onarımdan geçmiştir. Daha önce üstü dam olduğu için karı kürümek amacıyla<br />
ortası açık, altında kar kuyusu olan toprak çatı, kiremit çatı haline getirilmiştir.
1914 Isparta depreminde de minarenin alemi düşmüş, onarılmıştır. Cami<br />
30-35 m. boyutunda, 3000 kişi alacak büyüklüktedir. Minare iki metre kutrunda,<br />
otuz iki metre yüksekliğindedir.<br />
Caminin bir kitaplığı olduğu, fakat ne olduğu, antik halılarının ne olduğu<br />
konusunda bilgi edinilememiştir.<br />
1480 den sonraki kayıtlarda Ulu Caminin başlıca gelirleri olarak dükkan kiraları,<br />
Bağ, Sevinçbey, Dadıl (Ertokuş hanı yöresi), köylerdeki yerlerden sağlandığı<br />
yazılıdır.<br />
Caminin Medreseye bakan birana kapısı, bir de batıya açılan ikinci kapısı<br />
vardır. Caminin batı kapısı 1879 yılında cami onarımdan geçerken açılmıştır.<br />
Kapının üstünde bir kitabe vardır. Kitabe kapının açılmasıyla ilgili ve yardımcı olan<br />
o günün kaymakamı Mustafa Lütfi'den bahseder, tarih verir. Cemal Tosun'a göre<br />
Türkçesi şöyledir:<br />
Hızırbey pek güzel ve süslü bir şekilde tamir oldu<br />
Allanın inayetiyle çok güzel ve mübarek oldu<br />
Mustafa Lütfi kul da onun ikinci yaptırıcısı oldu<br />
Hızırbey cami bakımcıya ve yardımcıya kavuştu<br />
Allahtan olacak bir de katip gelip ulaştı<br />
Yapılan onarıma Mevlanın izniyle o bir tarih düştü<br />
Geliş geçiş bu güzellikten elbette şan ve şeref payını alacak<br />
Cami onarımında hizmet edenlerin cümlesi<br />
Mahşer gününde mübarek olacak<br />
Açıldı Cennet incisi gibi parlayan yeni kapı<br />
Hızırbey camisinin büyük giriş kapısının üstünde Tevbe suresinin 18.<br />
ayeti yazılıdır. Anlamı şöyledir.<br />
"Allahın mescidlerini sadece Allah'a ve ahiret gününe inanan, namaz kılan,<br />
zekat veren ve ancak Allah'tan korkan kimseler imar ederler. İşte bunların doğru<br />
yola ermişlerden olmaları umulur."<br />
Onun altındaki yazı da bir ayettir.<br />
"Ey Muhammed! Doğrusu biz sana apaçık bir zafer sağlamışızdır."<br />
(İbrahim Yıldırım'ın sempozyum kitabındaki yazısından.)<br />
Caminin çevresi yol nedeniyle iki metre kadar dolduruldu. Daha da<br />
doldurulacak gibi görülüyor. Cami kapısının eşiğiyle medrese kapısının eşiği<br />
değerlendirildiğinde ne derece dolgu olduğu ortaya çıkar. Bu durum yapıların<br />
güzelliğini ve geleceğini tehdit etmektedir. Bu dolgunun alınması, yolun eski haline<br />
getirilmesi gereği vardır.<br />
Devlet yolu caminin çevresinden geçtiği için 30 - 40 tonluk araçların yaptığı<br />
titreşimden etkilenmekte, vatan tapumuzun mührü olan cami, medrese ve minare<br />
etkilenmekte, geleceği tehlikeye düşmektedir. Zaman geçmeden bunun bir<br />
çözümüne gidilmesi dileğimizdir.<br />
Ziragüneybatı köşesinde uzun bir çatlak vardır.<br />
HIZIRNAME<br />
Şeyhülislam Berdai'nin torunu Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın bir Divan'ıdır.<br />
Fuat Köprülü Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı kitabında önemle bahseder.
HODULLU<br />
Ağılköy'ün üstündeki dağa verilen addır.<br />
HOMANADLAR<br />
Psidya'nın dağlık bölgelerinde yaşayan kanun bilmez insanlara denir.<br />
Roma İmparatorluğunun güçlü döneminde bile zor kontrol altına alınmıştır.<br />
HOPA<br />
Sığ kıyılarda oluşan kamışların kökleri göl seviyesinin yükselmesiyle<br />
adacıklar halinde kopar, kuzeyden güneye doğru gelirlerdi. Biz çocuklara büyük bir<br />
kayık, sandal görevi gören bu adacıkların üzerine çıkar, yüzer oynardık. Kamış<br />
köklerinin oluşturduğu yüzen adacıklara hopa denirdi.<br />
HORASAN ERLERİ<br />
Eğirdir'e gelip yerleşen ilk din ulularına "Horasan Erleri" derler. Anlatılana<br />
göre Horasan Erleri Anadoluya gelmek istemişler. "Bir ok atalım, nereye düşerse<br />
oraya yerleşelim." demişler. Horasan'dan bir ok atmışlar, o da gelmiş Yazla'daki<br />
katranlardan birinin üstüne düşmüş ve ağacı biraz yakmış. Onlar da gelip Yazla'ya<br />
yerleşmişler. Katranların Eğirdir tarafında sanırım yıldırım düşmesiyle yanık almış<br />
bir katran ağacı vardı. Sözlerine şahit olarak gösterirlerdi. O katran ağacı 1950<br />
lerde yok oldu.<br />
HOYRAN<br />
Eğirdir gölünün tam kuzeyindeki bölümü. Beyşehir gölünün batısındaki<br />
yerleşim yerinin adı da Hoyrandır. "Türkiye'deki Tarihsel Adlar" kitabında Bilge<br />
Umar, Luvi diline göre, "Yüce Ana Tanrıça Ülkesi" anlamı taşıyabilir diyor. Karamuk<br />
Hoyran Gölü'nden bir görünüş<br />
gölü bir düdenle sularını Hoyran gölü kuzeyindeki Tırtar altında bir yerden<br />
boşaltır.
HÖŞMERİM<br />
Un, yağla kavrulur. Yavaş yavaş su dökülerek hamur kıvamına<br />
getirilir. Ortasına bir yer açıp pekmez konulur. Yağla kavrulmuş unun<br />
hamurundan bir parça alınıp, pekmeze batırılarak yenir.<br />
HÜSEYİN BEY<br />
Hamidoğlu Hüseyin Bey ll.İlyas Beyin oğludur. 1370-1391 yılları<br />
arasında beyliğin başında kalmıştır. Takma adı Kemaleddin'dir.<br />
Karamanoğullarının sürekli taciz etmesi sonucu önce Germiyanoğullarına,<br />
Osmanlılar güçlenince, onlara sığınmıştır. Germiyanoğlu Süleyman Bey kızı<br />
Devlet Hatun'u Osmanoğlu Bayazit'le nişanlarken değerli hediyeler, atlar<br />
göndermiştir. Düğün için hazırlıklar yapılınca Hüseyin Bey Osmanoğlu<br />
Murat'ın üzerine geleceğini sanarak daha önce teklif aldığı kaleleri<br />
satabileceğini bildirmiştir. Bir anlaşmayla Hüseyin Bey Isparta, Yalvaç,<br />
Ş.Karaağaç, Beyşehir, Seydişehir, Akşehir'i 80.000 altına l. Murat'a<br />
satmıştır. Bazı kaynaklara göre Gönen, bazı kaynaklara göre Uluborlu'ya<br />
çekilerek mülkünün geri kalanını 1391 yılında ölünceye kadar idare etmiştir.<br />
Oğlu Mustafa Bey I. Kosova savaşına bin atlıyla katılmıştır. Yıldırım Bayazit<br />
Timur'a esir olduğu zaman Mustafa Bey yanından ayrılmamıştır, ölünceye<br />
kadar yanında kalmıştır.
IRMAK<br />
l<br />
Şimdiki adı "Kanal". Gölle Kovada gölü arasında akan suyun adı. 1951 den<br />
sonra kanal açılınca ırmak adı unutuldu. Çok balık olurdu. Baharda çaydan, Çay<br />
köyüne kadar balık çıkar, çaydan balık avlardık. Boğazova'nın suyunu boşaltmak<br />
için kazılan derin hendeklerde bile balık olur, oltayla avlardık. Şimdi çayın ayağı<br />
kanalı doldurmasın diye Konnebucağı arkasından göle verilmiştir. Antik adı<br />
Tiolus'tur.<br />
ISBA<br />
Psidyada Sütçüler dolaylarında bir ilkçağ kentçiği. Yakın zamana kadar bu<br />
adla bir köy vardı. Oradan gelip Eğirdir'e yerleşmiş bir sülaleye de "Isbalar" derler.<br />
Demirkapı mahallesinde otururlar.<br />
Köprübaşın'dan Eğirdir
İBNİ BATUTA<br />
İ<br />
Faslı bir gezgin olan İbni Batuta 1333 yılında Hamidoğlu İshak Bey<br />
zamanında Eğirdir'e de uğramıştır. O zamanki Eğirdir'i söyle anlatır.<br />
"Isparta'dan Eğirdir'e geldim. Nüfusu çok, sokakları temiz ve güzeldir. Nehir,<br />
orman, bağ ve bahçeleri pek çok büyük ve mamur bir şehirdir. Suyu tatlı çok güzel<br />
bir gölü vardır. Bu göl yoluyla gemiler Akşehir, Beyşehir taraflarına yolcu taşırlar.<br />
Eğirdir'de büyük bir cami karşısındaki medreseye indim. Müderris, alim Hacı<br />
Musluhiddin karşıladı beni. Fevkalade ikram ve misafirperverlik gösterdi. Eğirdir<br />
hükümdarı Dündar oğlu İshak Beydir. O memleketler hükümdarlarının<br />
büyüklerindendir. Güzel vasıflarla bezenmiş biridir. Her gün ikindi namazını Ulu<br />
Camide kılar. Namazdan sonra güney duvarına dayanır, oturur. Huzurunda hafızlar<br />
tahtadan yapılmış yüksek bir kürsüye oturarak Kur'an'dan öyle güzel sesle sureler<br />
okurlar ki ruhlar müteessir olur, kalbler huzur bulur, bedenler titrer, gözler yaşarır..<br />
Sonra Sultan sarayına döner.<br />
Ramazan ayını İshak Sultanın yanında geçirdim. Sultan her Ramazan<br />
gecesi halıyla donatılmış tahtına oturur, yüksek yastığına dayanır, din alimi<br />
Musluhiddin de yanına otururdu. Ben de alim müderrisin yanına otururdum. Bizden<br />
sonra da devlet adamları ve saltanat emirleri otururdu. İçinde mercimek bulunan<br />
yağlı ve şekerli bir tiritle iftar edilirdi. İshak Sultan: "Allahın sevgilisi peygamberimiz<br />
yemeğe tiritle başladığı için biz de tiritle başlarız." derdi. Ardından diğer yemekler<br />
gelirdi. Bütün Ramazan geceleri böyle geçti.<br />
Bu sırada İshak Sultanın bir oğlu öldü. Cenaze gömüldükten sonra Sultan<br />
ile medresedeki öğrenciler üç gün sabah namazından sonra sultanzadenin<br />
mezarına ziyaret ettiler. İkinci günü halk ile ben de gittim. Sultan beni yaya görünce<br />
at göndererek özür diledi. Medreseye döndüğümde atı geri verdim. Sultan: "Ben<br />
atı geçici değil, armağan olarak verdim." demiş. Sultan atı geri gönderdikten başka<br />
bana bir kat elbise ile para da ihsan etti.<br />
Eğirdir'den Gölhisar'a geçtim. Gölhisar Hükümdarı Mehmet Çelebi Eğirdir<br />
Sultanı İshak Sultan'ın kardeşidir.<br />
İLAMA<br />
Barla yakınında bir köy. Yakın zamanda adı değiştirilip Bağören olmuştur.<br />
Aslında İlama Manas destanında bir kahramanın adıdır. Bir Türk Kırgız destanı<br />
olan Manas destanında İlama şöyle anlatılır.<br />
"Kalmuk alplerinden İlama, elinde tuttuğu kara bayrak ile nara atarak<br />
çarpışıyordu. Acıbay Alp, atından düşürüldü. Kartküren, İlama'nın eline ganimet<br />
olarak geçti. Bunu gören Almambet Kalmuk kıyafetine girip İlama'ya yetişti. O<br />
sırada Sırgak da geldi ve İlama'nın kafasına beş defa vurdu." Destanın bir başka
yerinde de "İlamanoğlu, Ertöştük çok eski dostumdu." der. Ertöştük sözü Atabey'de<br />
türbesi olan "Ertokuş"u da hatırlatıyor.<br />
İlama'nın sebzesi, sarı kılçıksız fasulyesi çok ünlüdür.<br />
İLK BİSİKLET<br />
İlk bisikleti 1909 larda Eğirdir'e Ağalar'ın Murat'ın getirdiği, kale önünde<br />
bindiği söylenir. Eğirdirliler bisikleti ilk gördüklerinde "Şeytanatı" adını takmışlardır.<br />
İLYAS BEY II.<br />
Mustafa Bey öldükten sonra Hamidoğulları Beyliğinin başına geçmiştir.<br />
1355-1370 yılları arasında beylik yapmıştır. Takma adı Hüsameddin'dir. Onun<br />
zamanında Karamanoğlu Alaaddin Bey Eğirdir'i yakıp yıkmıştır. Şimdi bile iki metre<br />
kazıldığında yangın izlerine rastlanmaktadır. Karamanoğlu'na karşı duramayan<br />
İlyas Bey Germiyanoğullarına sığınmış, yine onların yardımıyla Beyliğin başına<br />
dönmüştür. Ölümünden sonra Beyliğin başına Hüseyin Bey geçmiştir.<br />
İMAM HASAN'IN İT ATTIĞI YER<br />
İnekdenizi'nden ince bir yolla Oluklacı'ya çıkılır. Katranlar'ın üstünde yüz,<br />
yüz elli metre kadar bir yar vardır. Sözü geçen yer bu yarın üst düzlüğüdür.<br />
Söylentiye göre Hasan adında bir imamın tavuklarını köpeğin biri yemiş. İmam da<br />
köpeği yakalayıp bu yardan atmış... Olay Eğirdir'de konu olmuş ki halen köpeğin<br />
atıldığı yer bu adla anılır.<br />
Katranlar - En yüksek tepe İmam Hasan'ın it attığı yer
İMAM MAHMUT ZAVİYESİ<br />
1480 den sonraki kayıtlarda adı geçiyorsa da günümüzde yeri ve izi<br />
bilinmemektedir.<br />
İMAMEVİ<br />
Osmanlı döneminde kadın mahkumlar erkekler gibi hapishanelerde<br />
kalmaz, imamların kontrolunda olan bir evde oturmak zorunda kalırlardı.<br />
Kadınların kaldığı böyle evlere İmamevi denirdi.<br />
İNCE AĞALAR MESCİDİ<br />
İnce Ağalar Eğirdir'in en eski soylarındandır. Ağa Camisi bitişiğinde olduğu<br />
söylenir.<br />
İNEK DENİZİ<br />
Yellibelen kayasının altıyla beraber Eğirdir'in en üst bölümüdür. Mezarlık<br />
olarak kullanılmıştır. Adının "İnek Dinizi"nden geldiğini sanıyorum. Yani ineklerin<br />
dinlendiği, geviş getirdiği yer... Bizim çocukluğumuzda evlerde inek beslenir,<br />
Köprübaşında yayılır, ikindine doğru sürü halinde Eğirdir'e dönerlerdi. Geçmişte<br />
ineklerin burda yayılıp geviş getirdikleri yer olabilir. İneklerin dinlenerek geviş<br />
getirme özellikleri vardır. Şimdi buraya Halk Eğitim Merkezi yapılmıştır. 1945 lere<br />
kadar burası mezarlık olarak kullanılmıştı. Bir bölümüne de cami hafriyatı<br />
yapılmaktadır. Hafriyat sırasında izlediğime göre en az üç kat üst üste gömü olmuş.<br />
Anlaşılan bir hayli önceden beri mezarlık olarak kullanılıyor. Şimdi de iskan alanı<br />
olmuş durumdadır.<br />
İNÖNÜ MAĞARASI<br />
Sarıidris kasabasının güneyindedir. Uzunluğu 225 metredir. İçinde seramik<br />
iskelet parçaları bulunmuştur. İncelenmesi gerekir.<br />
İP YAKMAK<br />
Bir toplulukta uyuyan kişiyi uyandırmak için pamuk ipliği yakılıp dumanı<br />
burnuna tutulur. Bu şekilde uyuyan kişi derin uykuda da olsa hemen uyanır.<br />
İPE DİZİLİ İNCİR<br />
Yalnız Pınarpazarı'nda satılırdı. İncirleri bir ipe dizerler, halka yaparlardı.<br />
Biz de bu incir halkalarını kolumuza simit gibi takar, Pınarpazarı'ndan yiyerek<br />
keliflerimize keyifle dönerdik.<br />
Biz çocuklar için Pınarpazarı'na gitmek, biraz da ipe dizilmiş incir almak<br />
içindi.
İPLİK PAZARI<br />
Minarenin batı doğrultusundaki çarşı sokağına denir. Adı Eğirdir'in<br />
geçmişte dokuma sanatının yaygın olduğu günlerden kalmadır.<br />
İPLİ ŞEKER<br />
Kayısı çekirdeği iriliğinde kaba şekerler bir ip üstüne dizilerek yapılırdı.<br />
Çocukların çok hoşuna giderdi.<br />
İSA KÖKLÜ<br />
1926 yılında Yukarı Gökdere köyünde doğdu. 1953 yılında İstanbul<br />
Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdi. 1966 yılında Ortopedi Uzmanı oldu. Uzun yıllar<br />
Eğirdir Kemik Hastalıkları Hastanesinde görev yaptı. Lise yapımı dahil Eğirdir'deki<br />
birçok sosyal faaliyetlere katılmıştır. 1999 yılında vefat etti.<br />
İSHAK BEY<br />
Dündar Bey'in üç oğlundan biridir. Babasının öldürülmesinden sonra<br />
Mısır'a gitmiş Demirtaş öldürülünce 1328 de dönerek Hamidoğlu Beyliğinin başına<br />
geçmiştir. Kaynaklarda 1340 da öldüğü yazılıdır. Başa geçecek çocuğu olmadığı<br />
için kardeşi Gölhisar Beyi Mehmet Beyin oğlu Mustafa Bey Hamidoğullarının<br />
başına geçmiştir. Demirtaş felaketinden sonra Beyşehir, Akşehir, Seydişehir'i<br />
topraklarına kattı. Enver Süldür'ün Isparta Tarihi kitabında Zekeriya adında bir<br />
oğlu, Havva adında bir kızı olduğu, küçük yaşta öldükleri yazılıdır. Karçınzade de<br />
Seyahat-ı Kübra adlı eserinde İshak Beyin Baba Sultan civarında gömülü olduğu,<br />
mezar taşını okuduğunu söyler. Bu taş henüz bulunamamıştır.<br />
İSMAİL KÖKBULUT<br />
1966 da Eğirdir'de doğdu. Tüm eğitimini Ankara'da tamamladı. Yeterlik<br />
sınavını kazanarak Hesap Uzmanlığına atandı. Alman mali sistemini araştırmak<br />
üzere Almanya'da bulundu. Ayrıca ingiltere'de mesleki konularda etüd ve<br />
incelemeler yaptı. 1998 yılında Baş Hesap Uzmanlığına atandı. Hacettepe<br />
Üniversitesinde de Öğretim Görevlisi olarak ders verdi. Antalya merkez olmak<br />
üzere gelir idaresinin yeniden yapılanmasında Bölge Müdürü olarak çalıştı. 2000<br />
yılında Turizm Bakanlığı İşletmeler Genel Müdürü oldu. Evli ve bir çocuk babasıdır.<br />
Mesleki konuda yayınlanmış eseri ve makaleleri vardır.
KABASAKAL DERGAHI<br />
K<br />
Kesin yerini tespit etmek mümkün olmamıştır. Karçınzade'nin eserinde<br />
verdiği bilgilere göre İmaret mahallesinde görülüyor. 1480 sonrası kayıtlarda da<br />
ad ı geçmektedir.<br />
KAHBEOĞLU<br />
Eski Eğirdirlilerin sakız sözlerinden biridir. Biri diğerine hitap ederken bu<br />
sözü rasgele kullanırdı. Ama dıştan gelenler bu sözü tepkiyle karşılamışlar. Hatta<br />
bu konuda bir hikâye anlatırlar. Kalaycı Emin bakır tabak, tencere satarken bir<br />
müşterisine:<br />
"Kahboğlu... Çok para istemedik." demiş.Müşteri de bu sözü hakaret kabul<br />
ederek mahkemeye gitmiş. Çıkmışlar Kadı'nın huzuruna. Adam şikâyetini<br />
söylemiş, Kalaycı Emin de kendini savunmuş.<br />
"Valla kötü bir niyetle demedim Kadı Efendi." demiş." Burada böyle hep<br />
söylerler, ben de söyleyiverdim işte."<br />
Sonra şahitler bu sözün amaç gütmediğini anlatınca Kadı da berat vermiş.<br />
Sonra arkadaşları Kalaycı Emin'e takılırlarmış "Haydi bir kahboğlu desene" diye. O<br />
da: "Yoo..." dermiş. "Son kez dedim Kadı yüzü gördüm, bir kez daha der miyim.."<br />
KAHVE OCAĞI<br />
Evlenmelerde erkek evinin arkadaşlarına özel yemek, içki sunduğu yere<br />
denir. Evlenen gücü olan delikanlı arkadaşlarının eğlence ihtiyaçlarını orda<br />
karşılardı.<br />
KAKIRDAK<br />
Davardan çıkan içyağı ateşte eritildikten sonra geride kalan kısmına denir.<br />
Bir kapta dondurularak teker haline getirilir. Bulamaç, bulgur pilavı pişirilirken<br />
katılır. Bu yemeklere kakırdaklı pilav, kakırdaklı bulamaç denir. Özel tadıyla<br />
sevilerek yenir.<br />
KALE CAMİSİ<br />
Mescit iken 1820 lerde Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa'nın desteğiyle cami haline<br />
getirilmiştir. 1980 den sonra "Dedeki Camisi" levhası asıldı. 1480 den sonraki<br />
kayıtlarda Kale mahallesinde "Dadeği" adında bir mescit olduğu kaydı vardır. 1970<br />
lerde de minaresi yapıldı.
KALE MAHALLE MEKTEBİ<br />
Kale camisinin bitişiğinde idi.<br />
KALE MAHALLESİ<br />
Eğirdirliler Kale mahallesi için de mizah sözü üretmişlerdir. Hangi nedenle<br />
bilinmez ama onlara "Donsuz kaleliler, Deben'e çökelek eken kaleliler, Kalenin kızı<br />
karanlıkta kor bizi" gibi latifeli sözler söylemişlerdir.<br />
Kale mahallesinin gölden genel görünüşü<br />
KALE MAHALLESİNDEKİ KUYULAR<br />
Kale mahallesinde herkesin yararlandığı üç tane kuyu vardı. Kaleburnu<br />
kuyusu, Vezirler kuyusu, Cami kuyusu. 1838 tarihli vakıf kayıtlarında kale içindeki<br />
kuyularda geçiyor. Kaleburnu kuyusu, kaleburnundaki evlerin son alanındaki kaya<br />
arasına kazılmıştır. Vezirler kuyusu da kuzeydeki kale hamamının kalıntısının<br />
doğusundadır. 15 metre derinliğinde idi. "Murat kuyusu" olarak da adı geçer. Vezirler<br />
ailesinin kazdırdığı söylenir. Suyu diğer kuyulardan soğuk olduğu için bilhassa<br />
ramazanlarda yaz günleri en çok rağbet gören kuyu idi. Dolap, ip, kova masraflarını<br />
sakinler aralarında para toplayarak çözümlerlerdi. Cami kuyusu da Kale camisinin<br />
güneyindeki alandadır. Akpınar'dan şehire gelen sudan kale mahallesine hiç su<br />
verilmemiştir. Hiç çeşmesi olmamıştır. 1970 lerden sonra şehir şebekesine kale<br />
mahallesi de dahil edilince kuyulara bakılmamış, kullanılmaz hale gelmiştir.<br />
Kuyulardan içme suyu alınırdı. Diğer ihtiyaçlar gölden karşılanırdı. Aşağı mahallede<br />
bazı evlerde kuyular vardı.
KALE MESCİDİ<br />
Kale mahallesinde Kaleburnu'na yakın yerde, Vezirler evinin arkasında idi.<br />
1950 lerde yıkılıp yerine ev yapıldı. Sanırım bu mescid, kayıtlarda geçen<br />
Silahdaroğlu Mescidi'dir.<br />
KALE<br />
Ben Kale mahallesinde doğdum. En küçük girinti çıkıntısını bilirim.<br />
Çocukluğumuzda bizi mahallenin dışına salmazlardı. Bütün zamanımız<br />
mahallenin içinde yaramazlıklarla geçerdi. Kale zamana yenilmiş olsa da duvarları<br />
tüm mahalleyi çevirirdi. Göl Kaleyi çevrelediği için tek çıkış yeri kale kapısı idi.<br />
Kalenin çürümüş hatıl oyuklarında yaşayan güvercinleri yakalamak için çoğu<br />
zamanım orda geçerdi. 1945 de Zafer İlkokulunda derste iken kuzeydeki kale<br />
duvarının Çenesizlerin Değirmeni üstüne yıkıldığına şahit oldum. Kalenin<br />
mahalleden yana kuzeybatı ucu nun göl kıyısında bir Hayrat vardı. Kale<br />
yangınından sonra oralar dozerle düzeltilirken bir taş yapının kalıntıları göle<br />
dolduruldu. Taşların özelliğine göre tahminim küçük bir saray kalıntısı olabilir.<br />
Kalenin orta kapısının demir olduğu, hatta bazı zamanlar kapatıldığını babam<br />
çocukluk anıları içinde bana anlatmıştır. Soruşturmalarıma göre 1905 lerden sonra<br />
kapıyı gören olmamış. Ne olduğu da bilinmiyor. Bazı kaynaklara göre kale<br />
kapısının demir değil, kalın demir levhalarla kaplı olduğu şeklindedir. Kalenin<br />
önünden lodos ve poyraz tarafını birleştiren içi su dolu bir hendek olduğunu, bir<br />
asma köprüyle girilip çıkıldığını dedesi Veziroğlu Ahmet Efendi'den dinlemiştir.<br />
Bir 30 Ağustos Bayramında Kale ve Kaleönü
Ahmet Efendi'nin doğumu 1828 dir. 1826 da Eğirdir'i ziyaret eden İzmirli papaz<br />
Arundel de Eğirdir gezisini anlatırken kale içine bir asma köprüden geçerek<br />
girdiğini söyler.Son zamanlarda bu hendek dolup bataklık olduğu için kalenin<br />
kuzey tarafı Kurbağalık diye adlandırılmıştır.<br />
Kaleburnu hamamı, Vezirler evi önü hamamı dışında kale mahallesinde dikkate<br />
değer tarihi bir kalıntı yoktur.<br />
Kale girişi aslında üç kapılıdır. Şimdiki kapı orta kapıdır. İlk giriş kapısının izleri<br />
halen mevcuttur. Sol üst tarafında da bir bardakçı kuşu yuvası vardır. Ben altmış<br />
yıldır bu yuvanın kullanıldığını biliyorum. Çocukluğumuzda orta kale kapısından<br />
girdiğimize yere ayağımızla sert vurduğumuz zaman inlerdi. Bize "Buraya kazan<br />
gömülmüş." derlerdi. Sanırım bu bölümde bir dehliz olayı var. Şimdi aşırı dolgu<br />
olduğu için böyle bir durum yoktur. Kale kapısından içeri girdikten sonra sol tarafta<br />
30 metrekare kadar bir tonoz oda vardı. Oraya "Zindan" derlerdi. Şimdi yok<br />
olmuştur. Kalenin güney son ucuna da "Gavur Mezarlığı" denir.<br />
Kalenin gece ışıklandırılmış bir görüntüsü<br />
Öğretmen Etem Kartal'ın Kale ile ilgili anılarında şöyle bir not vardır: "1932 yılında<br />
Isparta Milli Eğitim Müdürü Neşet Köse Hangah önünde bulunan<br />
Hamitoğullarına ait mezar taşlarıyla, Kalenin kapısı üzerinde bulunan taşı Ün<br />
Mecmuasının çıkaracağını söyleyerek Isparta'ya göndermiş, Halil Hamit Paşa<br />
kütüphane sine koydurmuştur. Bu taşın Romalılara ait olduğu söylenmiştir."<br />
Eğirdir kalesi Osmanlı döneminde bir ambar görevi görmüştür. Kanunnamelerde<br />
kaleye öşür getirildiğinden söz edilmektedir. Ninemin anlattığına göre<br />
1890larda kalenin üstündeki derin bir kuyuda darı bulunmuş, kaledeki bütün evlere
irkaç şinik dağıtılmıştır. Darı uzun zaman bekleyebilen, kıtlık zamanlarında<br />
ekmek yapılan bir tahıldır. 1609 tarihli bazı belgelerde de kale erlerinden, kale<br />
komutanlarından sözedilir.<br />
Prof. Dr. M. Akif Erdoğru XVI. Yüzyılda Eğirdir kalesini bekleyen askerler<br />
için (merdan-ı kal'a-yı Eğirdir) Eğirdir'e bağlı Cire, Erikli, Çukur, Çay, Ağılköy, Ilgın,<br />
Sorkuncak, Balçıklı, Baş, İmrahor, Kafir, Yakacık, Zindancık köylerinin vergilerinin<br />
bir kısmı bu kale askerlerine tahsis edildiğini, kanun kaçaklarının, eşkiyaların, asi<br />
öğrencilerin kale zindanına hapsedildiğini yazar.<br />
Kale Roma, Bizans, Selçuklu, Hamit Beyliği devrinde zaman zaman<br />
onarım görmüştür. İç kaleyi Selçuklu Sultanı l. Alaaddin Keykubad (1220-1227)<br />
yeniden inşa ettirmiştir. Osmanlılara geçtikten sonra sınırlardan uzak bir kale<br />
olduğu için ihtiyaç duyulmadığından kendi haline terkedilmiş, zamanla çok yıpranmıştır.<br />
1706 da, 1714 de Eğirdir'e gelen Fransız gezgini P. Lucas kalenin<br />
sağlamlığından bahseder. 1960 larda sıradan bir restore olmuştur.<br />
KALEÖNÜ KUYUSU<br />
Zafer İlkokulunun girişinde sağ tarafta bir kuyu vardı, ilkokula devam<br />
ederken o kuyudan su içerdik. Kale kapısının otuz metre kadar batı doğrultusunda<br />
biraz kuzeydedir.<br />
KANLI ÇINAR<br />
Medresenin kuzeyindeki çınardır. Isparta Orman Başmüdürlüğününün<br />
tesbitine göre doğumu 1322 dir. Bu durumda Hamidoğlu Dündar Beyi görmüş,<br />
Türkiye'nin anıt ağaçlarındandır. Eğirdir l. Sempozyumu kitabındaki bildiriye göre<br />
de tahmini doğumu 1711 dir. Yanındaki bina yapılırken zarar görmüştür. Kanlı<br />
denilmesinin sebebi Demirci Mehmet Efe 1920 de bu çınara dört kişi asmıştır.<br />
Şimdi karşısına bir çınar dikilmiş, ilgiyle çok güzel büyütülmektedir.<br />
KAPILAR<br />
Akpınar yolunun başlangıcındadır. Fay yüzeyinde kalıntıları vardır.<br />
Eğirdir'in yerleşiminin son noktasıdır. Şehri güvende tutmak için giren çıkanlar<br />
burda kontrol edilirdi. Pazaryeri de yabancıların şehre girememeleri için<br />
Kervansaray dolaylarında kurulurdu.<br />
KAPILAR MAĞARASI<br />
Kapılar'ın üstüyle, Oluklacı'nın altıyla küçük bir oda büyüklüğünde<br />
mağaradır.<br />
KARIŞLATMAK<br />
Yazın sıcak günlerinde Ulu caminin önüne kalaylı kazanlar konur,<br />
Camiliyayla'nın yüksek yerlerinden çuvallarla kar kalıpları getirilir, kazana konulur,<br />
üzerine su doldurulup soğuması sağlanırdı. Soğuk suyu, gelen geçen<br />
maşrapalarla içerdi. Ölmüşlerin hayrına bunu gücü yeten kişiler yapardı.
KARA İNCİR<br />
Doğal olarak Eğirdir gölünün batı kıyılarında kıyı, taş ve kayalıkların arasında<br />
yetişen bir incir türüdür. Yılancı'da, Karaburun'da, Barla'ya giderken kayalık<br />
kıyılarda, Medrebolluk'ta çok bulunur. Genelde Eylül başında olgunlaşır. Yeşil ceviz<br />
iriliğinde olur.<br />
KARABAĞLAR<br />
Eğirdir Konya yolu üzerinde 10. km.de küçük bir deltadır. Yeşilada'da<br />
oturanların bağ bahçeleri burdadır. Kayıkla gelir giderler. Ama şimdi daha çok çevre<br />
köyler mülk edinmişlerdir. Göl kıyısı olduğu için İstanbul'a yerleşmiş Yeşiladalı<br />
hemşehrilerimizin yazlık evleri de vardır. Eğirdir'de en erken Karabağlar'da üzüm<br />
ererdi. Genelde olgunlaşma 15-20 Temmuzda olurdu. Olurdu diyorum, şimdi çoğu<br />
bağlar elmalık olup sulandığı için olgunlaşma gecikmektedir.<br />
KARACAAHMET<br />
Sorkuncak sırtlarından Karabağlar ve Ada<br />
Barla'ya çıkmadan aşağı düzlükte makamı vardı. Ruhsal bozukluğu olanlar<br />
oraya götürülürse iyi olur inancı taşınırdı.<br />
KARADEDE<br />
Karadede'nin Katranlara varmadan eski Isparta yolunun ayrıldığı yerde bir<br />
türbesi varmış. Fakat kalıntısını göreni duymadım. Karçınzade Süleyman Şükrü de<br />
Seyahati Kübra adlı eserinde Karadede'nin Beltaşı civarında olduğunu yazar.
Beltaşı, eski Isparta yoluyla Yazla yolunun ayrıldığı yerde yazla yönünde sol<br />
taraftaki yüksek kayalıkların dibidir.<br />
Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın 1475 te biten Hızırnamesi'nde Karadede'nin<br />
adı geçtiğine göre daha eski tarihlerde yaşadığı görülüyor. Ama onunla ilgili birkaç<br />
fıkra duydum. Aşağıda anlatacağım onlardan biridir.<br />
Karadede bir akşam ay ışığında yola çıkar. Geceyarısı yolda giderken yağ<br />
kandilini ahırda yanar bıraktığı aklına gelir. Yürüdüğü üç dört saatlik yoldan Eğirdir'e<br />
döner... Doğru ahıra gider, yağ kandilini söndürür. Ahır kapısından çıkarken sabah<br />
namazına kalkan karısıyla karşılaşır.<br />
"Ne o Karadede ?" der karısı," Sen akşamdan gitmemiş miydin ?"<br />
"Gitmesine gitmiştim ya.." der Karadede, "Yağ kandilini ahırda yanar<br />
unutmuşum. Onu söndürmeye geldim. Boşa yanıp yağımız israf olmasın."<br />
"İyi ya.." der karısı, "Pabucuna hiç acımadım mı ? Git gel bu kadar yol<br />
yürüdün. Kimbilir taşlı yollarda ne kadar eskimişlerdir."<br />
Karadede koynundan sağ eliyle bir pabucunu, sol eliyle diğer pabucunu<br />
çıkarır, hanımına pabuçlarının altını gösterirder ki:<br />
Karadede'n onu da düşündü Hatun.."<br />
KARADUTLAR<br />
Karadede yöresinden Eğirdir (1960)<br />
Karabağlar'dan sonra Mahmatlar'a girmeden göl kıyısında bir mesire yeridir.<br />
On beş kadar 300 - 400 yaşında karadut ağaçları vardır. Kamuya açıktır, herkes<br />
yararlanır. Temmuz-Ağustos aylarında oraya gidilerek aç karnına sağlık için karadut<br />
yenir.
KARAGÖL<br />
Dedegöl dağının zirvesine yakın güney kesiminde iki bin metrede bir obruk<br />
gölüdür. Çevresinde kutsal makamlar vardır. Eskiden Eğirdir'den 15 Hazirandan<br />
sonra kafileler halinde buraya giderler, on beş gün orda kalır ibadet ederler, yer içer<br />
gelirlermiş. Oradaki rüya taşında istiareye yatırılır, gelecek öğrenilirmiş. Adakları<br />
olanlar adaklarını keserlermiş. Şimdi orada mezar kalıntıları vardır.<br />
Dedegöl dağı Eğirdir'de Dippoyraz diye adlandırılır. Antik adı da<br />
Diporoz'dur. Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın bir şiirinde de İpsahoros şeklinde şöyle<br />
geçer:<br />
"İpsahoros'tan uçtular, Şam eline eriştiler."<br />
Beş yüz yıl önce bu dağdan böyle bahsedildiğine göre tarikat erlerinin daha<br />
önceden bu geleneği başlatmış olabileceği akla geliyor.<br />
Bir ifadeye göre o dağın adı Dedegöl değil, Dedegül'dür. Gün dönümünden<br />
önce gölün çevresinde gül şeklinde öyle güzel bir çiçek açarmış ki insanı<br />
büyülermiş. Ondan Dedegül dağı denirmiş.<br />
KARAKOYUNLU AŞİRETİ<br />
Anamas yaylalarına gelen en büyük aşiretlerden biridir. Sarıalan,<br />
Eşekalanı, Yağlıçukur, Çayıralanı, Kızılkarlık Karakoyunlu aşiretinin yaylağıdır.<br />
1970 teki ziyaretimde Aşiret reisi Ali Bulut idi. Kıyılarda yapılaşma olunca onlara<br />
kapatıldığını, Serik'in Dikmen köyüne yerleştiklerini, geçmişte 250 bin olan<br />
mallarının 30 bine indiğini söyledi. Çocukluğunda 500 çadırla geldikleri bu<br />
yaylalara o gün için 70 çadırla geldiklerini anlattı.<br />
Antalya İl Kültür Müdürü Musa Seyirci'ye, Aşiretten Zeybeğin Ali Ağa<br />
Kurtuluş savaşı yıllarında Atatürk'e yedi bin altın gönderdiklerini, Atatürk'ün bu işe<br />
şaştığını, "Bir yörük beyi nasıl olur da bu kadar altın gönderir..." dediğini bir<br />
yazısında anlatır.<br />
Karakoyunlu aşireti (1970)
KARAMUK<br />
Buğday içinde olan yabancı bir tohumdur. Yağlıdır, yenir. Çocukken<br />
öğütmek için temizlenen buğdayın içinden çıkan bu tohumları yerdik. Ayrıca taze<br />
sürgünlerin ekşi yaprakları yenilen küçük bir ağaççık vardır. Buna da<br />
meyvelerinden dolayı karamuk denir.<br />
KARÇINZADE SÜLEYMAN ŞÜKRÜ<br />
1866 yılında Eğirdir'de doğdu. Babası Süleyman Ağa çulha esnafındandır.<br />
Rüştiyeyi birincilikle bitirip Posta Telgraf idaresine memur olmuş, Pozantı'ya tayin<br />
edilmiştir. Daha sonra Adana'ya tayin edildiyse de zamanın yönetimiyle<br />
anlaşamadığı için en son Irak'taki Deyrizor'a sürgün edilmiştir. Ordan görevini terk<br />
ederek büyük seyahatına başlamıştır. İran, Kazvin, Sincan, Tahran, Aşkabad,<br />
Buhara, Batı Türkistan, Baku, Viyana, Paris, Marsilya, Tunus, Tanca, Cezayir,<br />
İskenderiye, Süveyş Kanalı, Hindistan, Singapur, Şangay, Çin, Avustralya,<br />
Sumatra, Cava, Borneo, Malezya adaları, Japonya dahil dolaşmış, gezisini<br />
Petersburg'da noktalamış, "Seyahat-ı Kübra" adlı eserini 1907 yılında burada<br />
bastırmıştır. İki kaynaktan edindiğim bilgi şöyledir.<br />
Vezirzade Osman <strong>Güngör</strong> 1918 de İstanbul'da ticaret yaparken Eğirdirli<br />
Süleyman adında birinin balolu bir düğünle evlendiğini, kendinin de ilk defa orda<br />
balolu bir düğün gördüğünü, hayret ederek izlediğini anlatır. Olaya, ada, kimliğe,<br />
Eğirdirli oluşuna göre bu kişinin Karçınzade Süleyman Şükrü olduğunu sanıyorum.<br />
1932 basımlı "Isparta Vilayeti İdare Coğrafyası" adlı bir kitapta da şöyle bir<br />
not gördüm.<br />
"Eğirdir'in Katip mahallesinden Karçınoğlu Hafız Süleyman isminde bir zat,<br />
bazı muteber gazetelere muharrirlik ettiği, Avrupaya uzun bir seyahat yaparak<br />
tetkikatta bulunduğu, dönüşünde Seyahati Kübra adında kıymetli bir eser yazdığı<br />
söylenmekte, 1922 tarihinde elli biryaşında vefat ettiği kaydedilmektedir."<br />
Seyahat-ı Kübra 604 sayfadır. Bu konuda Salih Şapçı Bey çok çalışmış,<br />
günümüze tercüme etmiş, Gölsesi Gazetesinde Eğirdirle ilgili bölümlerini<br />
yayınlamıştır. Bu konuda daha sonra yaptığı çalışmalarını Akın Gazetesinde<br />
yazmıştır. Eseri yakından tanıyanlardan Prof. Dr. Ziyaaddin Fahri Fındıkoğlu der ki:<br />
"Eğirdir'in geçen asrın sonunda yetiştirdiği ikinci bir Evliya Çelebisi vardır.<br />
Üzülerek söylüyorum ki bu değerli kişi memleketinizde tanınmış değildir. Eserine<br />
göz gezdirince gerçekten tanıtılması gereken bir kişi karşısında bulunduğumu<br />
anladım. Karçınzade Süleyman Şükrü Bey yaman bir adam. Haksızlığa tahammül<br />
edemeyen mücadeleci bir insan. Sembolik bir heykeli Eğirdir'in uygun bir yerine<br />
dikilirse kadirşinaslık olur. Hiç değilse doğduğu veya oturduğu evin duvarına bir<br />
levha konabilir. Bunu asla mübalağa ederek söylemiyorum."<br />
KÂRHANE<br />
Testi, kiremit, küp, çömlek, tuğla yapılan yere denir. Farsça iş yeri, iş işlenen<br />
yer demektir. Bu işler Konnebucağı'nın göl kıyısına yakın yerlerinde yapılırdı. Halen<br />
burda kullanılmış alanların çukurları vardır. 1950 lerden sonra elmacılık toprağın<br />
değerini artırınca bu işler kendiliğinden son buldu.
KASAPHANE<br />
Akpınar yolu çıkışındaki Kapılar'ın altında idi. Kesilen hayvanların kanları<br />
göle akardı. Kapıların yıkılmış duvarları üstüne yapılmıştı. Kan kokusuna balık<br />
geldiği için oradaki dağdan yuvarlanmış taşların üstünden balık avlardık.<br />
KASNAK MEŞESİ<br />
Ormanı Yukarı Gökdere'dedir. Odunu tahta halinde kolay ayrılır, kolay<br />
eğrilir. Kalbur ve eleklerin tahtası bu meşeden yapılırdı. Keliflerimizde ilkel<br />
yöntemlerle ayrılıp kaba tahta olarak kiremit altı tahtası şeklinde kullanılmıştır.<br />
Yukarı Gökdere ormanlarında Koca Kasnak Meşesi - 600 yaşında 30 m.<br />
KAŞIKLIK<br />
Eski kireç harçlı duvarlarda, kalenin duvarlarında açılmış gül büyüklüğünde,<br />
dolgun yapraklı bir bitki olurdu. Biz buna kaşıklık derdik. Sulu, gevrek olduğu için de<br />
yerdik. Ekşimsi bir tadı vardır.
KATRANLAR<br />
Olukluca'nın Yazla'ya bakan yamacında bulunur. Bir zamanlar burası katran<br />
ağaçlarıyla doluymuş. Baba Sultan Zaviyesi yapıldıktan sonra bu koruluk<br />
Hamidoğlu İlyas Bey tarafından 1357 de Zaviye'ye verilmiştir. 1999 yılı yazında on<br />
beş tane katran ağacı saydım. Birkaçında da kuruma işaretleri vardı. Yaşadığım<br />
altmış yıl içinde kendiliğinden bir katran ağacı yetişip büyüdüğünü görmedim.<br />
Şimdiki görülen ağaçlar fidan dikimiyle olmuştur. 1814 de yangından zarar gören<br />
Hızır Bey Camisi tamir görürken şimdi sütun görevi gören direklerin, müftünün<br />
fetvasıyla oradan kesildiği, gölden de getirildiği söylenir. 1403 de Eğirdir'i fethedip<br />
adayı almak isteyen Timur'un bu katran ağaçlarından 50-60 sal yapıp kuşatarak<br />
adayı öyle aldığı söylenir.<br />
Katran ağacının bir özelliği de havadaki serbest ozonu alır, yine havaya<br />
vererek oksijeni artırır, şifa sebebi olur.<br />
Katran ağacına Sedir dendiği gibi, Kamalak da denir.
KAYBINCAK<br />
İnekdenizi'nin üstüyle şimdiki su deposuna çıkarken sağda düz fay yüzeyi<br />
vardır. Cilalanmış gibi bu düz yüzeyden biz çocuklar kayarak eğlenirdik. Bu nedenle<br />
bu adı alsa gerek. Kaybıncak'ın sağ tarafına da Dolmalıbahçe denir.<br />
KAYGANA<br />
Çarşı ekmeği düzgün kesilir. Çırpılmış yumurtaya batırılarak kızartılır.<br />
Üstüne koyu şerbet dökülür. Tatlı olarak yenir. Bir çeşit ekmek tatlısıdır.<br />
KAYRAK<br />
El, ya da daha büyük düz taşlara denir. Muşilli oyunu oynarken kayrak taş<br />
mungilliye atılır. Kayrak dilim anlamında da kullanılır. Karpuz dilimine de kayrak<br />
denir. Peynirya da balık kurulduğunda bastırması için üstüne kayrak taş konulur.<br />
KAZIK BAĞ<br />
Bir asma dikme yöntemidir. Bir metre kadar uzunlukta bir demir çubuk<br />
toprağa çakılır. Sağa sola, öne arkaya yüklenerek delik genişletilir. Köksüz asma<br />
çubuğu diklemesine sokulur. Etrafı elenmiş gibi ince toprakla doldurulur. Asma<br />
çubuğu topraktan üç dört parmak yükseklikte kesilir. Kaba toprakla kümbet yapılır.<br />
Yaşlı insanlar böyle dikilen bağların çok uzun ömürlü ve verimli olduğunu söylerler.<br />
KEF<br />
Etin pişerken kaynadıktan sonra ilk beş on dakikada üstünde biriken<br />
köpüğü. Bu köpük kepçeyle, kaşıkla alınır, atılır. Yoksa etin tadı bozuk olur.<br />
KEKLİKLER<br />
Konnebucağı dağları, Meseyin dağı keklikle dolu idi. 1945 lerde asmaların<br />
arasında palazlarını kovalar, yakalardık. O civardaki bağlara aniden girince keklik<br />
sürüleri dağa kaçarlardı. Çoğu kişiler üzümlerine zarar verdiği için şikayet ederlerdi.<br />
Şimdi bir tane bile görmek mümkün değil.<br />
KEL TAKKESİ<br />
Saçkıran olan ya da başka nedenlerle saçı dökülen kimselere saçlarının<br />
çıkması için takke gibi bir bez yapıp içine zift sürerler, başlarına giydirirlerdi. Zift<br />
kalan saça ve deriye yapışırdı. Bir süre sonra takkeyi zorla kaldırırlar, baş saçsız<br />
kalırdı. Bir süre sonra da saçların çıkacağını söylerlerdi.<br />
KEL DUDU<br />
Eğirdir'in meşhur tefçilerindendi. Tek ya da diğer tefçilerle beraber<br />
düğünlerde tef çalardı.
KELEP KELEP YAĞ<br />
Kesilen davarın yağlı olması halinde denir. Divanü-Lugat-it-Türk'te kelep<br />
için" Türk yaylalarında biten bir ot. Davarı çabuk semirtir." der.<br />
KELER BALIĞI<br />
Keler kadar, kelere benzeyen bir balıktı. 1960 lardan sonra görünmez oldu.<br />
KELİF<br />
Eğirdir'e özel bir bağ evidir. Kerpiçten yapılır. Duvarları geniş olup yüklük,<br />
oyma, gusulhane yerleştirilir. Genellikle iki oda bir aralık , beşik çatılı olur. Çatı<br />
seyrek tahtalı ve kiremitlidir. Temel, çamur harçlı taş duvarlıdır, yerden 50-60 cm<br />
yüksekliktedir. Taban çoğunlukla topraktır. Ama tahta döşeyenler de olur.<br />
Pencereler camlı olmayıp, kapak sürgülüdür. Her odada ocak vardır. Yol tarafındaki<br />
duvarda pencere olmaz.<br />
Eğirdirlinin en büyük zevki kelifin üstünde yağmur yağarken yorganın<br />
altında yağmur tıkırtılarını dinleyerek kelifte uyumaktır.<br />
Bağ göçünden önce kelifler tamir edilir, temizlenir, badana edilirdi. Toprak<br />
zemini örtmek için de hasırlar alınırdı.<br />
Kelif sözünü Eğirdir dışında bir kez Gümüşhaneli bir esnaftan duydum.<br />
Ankara'da bakkallık yapıyordu. Kelifin ne olduğunu sorduğumda, "Bağ evlerine<br />
deriz."dedi.<br />
KELİK KAPMACA<br />
Bir direğe ya da ağaca bir metre kadar ip bağlanır. Direğin ya da ağacın<br />
dibine herkes ayakkabısını koyar. Ebe ipin ucundan tutar, dıştaki kişilerin<br />
ayakkabıları almasını engeller. Bu arada vurulan ebe olur.<br />
KELTEN AZGINI<br />
Yarım kilo ile bir kilo arasında olan sıraz cinsinden balıklara kelten azgını<br />
denirdi.<br />
KELTEN<br />
200 gramla 500 gram kadar ağırlıkta olan sırazın küçüklerine denirdi.<br />
KEMAL YALÇIN<br />
1926 yılında Eğirdir'de doğdu. Siyasal Bilgiler Okulunu bitirdi. 1948 yılında<br />
Isparta Maiyet Memuru olarak göreve başladı. Çeşitli ilçelerde kaymakamlık yaptı.<br />
Mülkiye Başmmüfettişliği, Mülkiye Başmüşavir Müfettişliğinden sonra 1978 yılında<br />
Burdur valiliğine atandı. Merkez Valisi olarak Afgan mültecileri Bakanlıklararası Üst<br />
Komiyon Başkanlığı görevini yürüttü. Çankırı Valiliği yaptı.
KEMANKEŞ ALİ PAŞA<br />
Hamidî sadrazamlardan ilki olan Kemankeş Ali Paşanın Eğirdir'de doğduğu<br />
bilinmekte ancak doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Enderunda gördüğü<br />
eğitimin ardından uzun süre Diyarbakır ve Bağdat valiliklerinde bulunan Ali Paşa<br />
daha sonra dördüncü vezirliğe yükseltilerek Divan-ı Hümayuna (Bakanlar Kurulu)<br />
alındı. Genç Osman'ın öldürülüp IV. Murat padişah olunca 1623 yılında sadrazamlık<br />
makamına getirildi. Yedi ay sadrazamlık yaptı. Rüşvet aldığı, İran Şahının<br />
Osmanlı İmparatorluğu aleyhine davranışlarını sakladığı bahane edilerek başı<br />
kesildi. (3 Nisan 1624) Mezarı İstanbul'da Atik Ali Paşa avlusundadır.<br />
KEMÇİK<br />
Birçok kez biri diğerini kötülemek isterken kemçik dediğini duydum. Bu<br />
aşağılama sözünün ne anlama geldiğini kime sordumsa tam açıklayıcı bir cevap<br />
alamadım. Radlof'un Ortaasyayı anlatan "Sibirya'dan" adlı eserini okurken bu<br />
kelimeye rastladım. Kemçiklerle ilgili bu bölümü buraya alıyorum.<br />
"Pırıng adlı bir Tölöslüye sordum. "Kemçik boyunda ticaret yapmak kârlı<br />
mıdır ?" O söyle cevap verdi. " Orada alışveriş yapmak çok kârlı olsa da onlarla<br />
ticaret yapmak tehlikelidir. Biz oraya gittiğimiz zaman 25-30 kişilik gruplar halinde<br />
gideriz. Çünkü orada iyi bekçilik edilmezse insanın her şeyini çalarlar.<br />
Oraya çok kişi gittiğimiz zaman bütün mallar bir yere yığılır. Üstü keçe ile<br />
örtülür. Adamların yarısı keçe örtünün kenarlarını iyice bastırarak oturur.<br />
Bazılarımız karşılar ve pazarlık eder. Almak isteyenlerden biri veya diğeri elindekini<br />
kapıp kaçar. Arkasından koşup onu yakalamak istersen, başkaları senin kalan<br />
malını alıp kaçarlar. Bu sebepten yerinden kıpırdamamakgerekir.<br />
Oradaki yöneticiye bir şey hediye edersen alışverişin bitinceye kadar bir<br />
sopalı bekçi verir. Ona da bir şeyler vermek zorundasın.<br />
Vermezsen hırsızı görse de seslenmez. Alışverişin bitinceye kadar bir veya<br />
iki kişi atları demirle köstekleyerek, beklemesi gerekir. Geceleri de uyumadan<br />
beklenmesi gerekir.<br />
Çalmak isteyen kimseler elbiselerini çıkarır, karınları üzerinde sürünerek<br />
gelirler. Atları çözdükten sonra üzerine atlayarak kaçarlar. Ardından koşarsan<br />
soyunuk olan diğer adamlar senin kalan eşyalarını, atlarını alıp kaçarlar. Yöneticiye<br />
gidersen, "Hırsızı yakalayıp getir, o zaman cezasını veririm. Sen çalanı<br />
yakalayamamışsan kimin çaldığını ben nerden bileyim.." der.<br />
Oraya gidip ticaret yapmak isteyen biri atlarını demir köstekle bağlamış,<br />
çadırının yanında kazanını ateşe koymuş. Tüccar kazanı kaynatırken bir adam<br />
gelmiş "Ne satıyorsun ?" Demiş. Adam malını gösterirken öteki kazanı devirmiş,<br />
kulpundan tutup kaçmış. Tüccar peşinden koşmuş ama yakalayamamış. Geri<br />
döndüğünde hiçbir eşyası kalmamış."<br />
KEMİK YALAYICI<br />
Geçmişteki orta Asya geleneğinde zenginler ziyafet verdiği zaman etin en<br />
güzel yerlerini yerler, üzerinde az kalan etlerini de arkada oturan fakirlere atarlardı.<br />
Bunlar da yenebilecek ne kalmışsa sıyırırlar, kemikleri de köpeklere atarlardı. Bu<br />
deyimin, zenginin gözüne bakarak çıkar sağlayan yalaka anlamında kullanılmasının<br />
sebebi bu olsa gerek.
KERİM KIZI MAĞARASI<br />
Yazla'da, Katranların orta üst bölümünde, yüksek bir oda büyüklüğünde,<br />
derin olmayan bir mağara vardır. Ona derler.<br />
KERTİK<br />
Kerim kızı mağarasının olduğu yöre<br />
1900 lerden önce dağ köylerinde kullanılan bir çeşit direk yastıktır.<br />
Yatacakları zaman kilim, keçe sererler, kertiği koyarlar, ayaklarını ocakta yanan<br />
kütüğe uzatarak yatarlardı. Kertik, yan yana yatan insanların başlarını koyabilecek<br />
oyukları olan bir direktir.
KERVANSARAY<br />
1237 yılında yapılmış bir Selçuklu eseridir. Taç kapısı Medrese yapılırken<br />
sökülüp taşınarak Dündar Bey Medresesinin taç kapısı olmuştur. Hanın planı diğer<br />
Selçuklu hanları gibidir.<br />
Kültür Bakanlığınca rölövesi için kazı yapılmıştır. Bir nedenle Vakıflar Genel<br />
Müdürlüğü dava açmış, tapusunu almış, dikenli telle çevirerek koruma altına<br />
almıştır.<br />
Geçmişte güvenlik açısından haftalık pazarın burda kurulduğu söylenir.<br />
Ertokuş kervansarayı 1223 yılında yapılmıştır. Selçukluların kervansaraylara bu<br />
kadar önem vermesi ticareti geliştirmek, devleti zenginleştirmek içindir. O yıllarda<br />
Anadolu Selçuklularının yıllık geliri 28 milyon altın iken, İngiltere'nin 4 milyon,<br />
Fransa'nın 3 milyon altındı.<br />
Kervansaray mimari bakımdan Aksaray Sultanhan, Kayseri Sultanhan'a<br />
benzer. Kapladığı alan ve boyutları Sultan Hanı özelliklerini gösterir. Antalya<br />
lsparta Konya karayolunun yedinci büyük menzil noktasıdır.<br />
Kitabeye göre Kervansaray'ı II.Gıyaseddin Keyhüsrev yaptırmıştır. Bazı<br />
kaynaklarda kervansarayı I.Alaaddin Keykubad'ın yaptırdığını ileri sürerler.Sebep<br />
olarak da I.Alaaddin Keykubad'ın kervansarayın bitiminden az önce ölmesiyle II.<br />
Gıyaseddin Keyhüsrev'in kendi adını yazdırmış olabileceğini iddia ederler.<br />
Kervansaraylarda yaz kış insan, soy, din farkı gözetilmeksizin herkes üç<br />
gün misafir ediliyor, hastalananlar tedavi ediliyor, hayvanlarına bakılıyordu. Moğol<br />
baskısıyla Selçuklular çöktükten sonra kervansaraylar işlemez hale geldi.<br />
KESİKTAŞ<br />
Ulu Caminin batı doğrultusunda eski bağ yolundan giderken, Demirkapı<br />
hamam kalıntısından başlayarak iki yüz metrelik dik bir yokuş vardır. Buraya<br />
Kesiktaş denir. Yol önceleri dik yetersiz, dar olduğu için 1910 larda imeceyle<br />
bugünkü haline getirilmiştir. Bazen da şaka yollu "İstanbul'da Beşiktaş, Eğirdir'de<br />
Kesiktaş" sözü söylenir.<br />
KESKİNOĞLU HAFIZ HAKKI EFENDİ<br />
Cami mahallesinde doğmuştur. Keskinoğullarından Mustafa Ağanın<br />
oğludur. Rüştiye tahsilinden sonra Dündar Bey Medresesini bitirmiştir. Fevzi<br />
Burhani İptidai Mektebinde öğretmenlik yapmıştır. Seferberlik yıllarında<br />
Direskene, daha sonraları Eğirdir Zafer İlkokulunda, Yeşilada'da, Atabey'de, Banus<br />
köyünde çalışmış, oradan emekliye ayrılmıştır. 1951 yılında 67 yaşında vefat<br />
etmiştir. Kabri asri mezarlıktadır.<br />
KEŞİR<br />
Havuç. Eskiden çevremizde mor keşir olurdu. Yendiği zaman eli ve ağzı<br />
boyardı. Şimdi sarı havuç yaygınlaştı. Keşir sözü, Farsça "Gizir" den gelmedir.
KEVKE<br />
Volkan tüfünün sıkışması sonucu oluşmuş yumuşak taştır. Isparta dağı ve<br />
yöresi volkanik dağdır. Gölcük de bir krater ağzıdır. Bu çeşit volkanik taşa Eğirdir'de<br />
kevke derler. "Köfke" de denir. Eskiden bu taş Isparta'dan Eğirdir'e arabalarla<br />
getirilir, ocakların altına ve çevresine, bacaların düzenlenmesinde, yapının özel<br />
yerlerinde kullanılırdı.<br />
KILTAÇOĞLU<br />
Eğirdir'de adı deyimlere girmiş bir kişinin adıdır. Kârını bilmeden iş<br />
yapanlara "Kıltaçoğlu gibi..." derler. Kıltaçoğlunun hikâyesi şöyledir:<br />
Kıltaçoğlu bir sarık almak ister. Dükkâna girer, bir sarık beğenir, sorar. Dükkân<br />
sahibi "On akçe." der. Kıltaçoğlu pazarlık amacıyla:<br />
"Yedi akçe vereyim." der. Dükkân sahibi : "Ben onu İzmir'den yedi akçeye<br />
aldım. Kârsız nasıl veririm.." demesi üzerine Kıltaçoğlu dükkândan çıkar, on günde<br />
yürüyerek İzmir'e varır, sarığı alır, on günde yürüyerek Eğirdir'e döner. Sarık satan<br />
dükkâna girer, "Sarığı yedi akçeye vermezsen verme. Bak ben bu sarığı gittim<br />
İzmir'den yedi akçeye aldım geldim.." der.<br />
KINALIOĞLU<br />
Naima Tarihinde adı geçer. On yedinci yüzyıl ortalarında bu yörelerde<br />
eşkiyalık yapmış biridir. Eğirdir'de adam kandırmaya çalışana, haksız bir şey almak<br />
için tavır gösterene "Ha kahpe kınalı ha.." sözleriyle karşı çıkarlar.<br />
KİNNABORA<br />
Eğirdir gölü kuzeydoğusunda yeri tam saptanamayan antik bir köy.<br />
KİRAZLI DERE<br />
Sekibağ üstünden Akpınar'a çıkan vadiye denir.<br />
KIRCA<br />
Soğuk günlerde kar gibi yağan, karla buz arası sertleşmemiş buz parçası.<br />
Kış günü kırcanın yağması havanın daha çok soğuyacağını gösterir.<br />
KİREÇ OCAKLARI<br />
Önceleri köprübaşının sağ yanında idi. Sonraları Miskinler yokuşunun sağ<br />
tarafına alındı. "Havayı kirletiyor, Turizme zararı var." düşüncesiyle 1980 lerde<br />
tümüyle kapatıldı.
KİREMİT OCAKLARI<br />
Konnebucağı yakınlarında anayol boyunca kiremit yapan ustalar vardı. Kili<br />
çamur yapıp, kalıba uyguladıktan sonra güneşte kuruturlar, sonra pişirmek için özel<br />
bir fırınlama yaparlar, uzun süre odun yakarlardı. Bunların bulunduğu yere de<br />
Kiremit Ocakları denirdi.<br />
KIRIKDÖLÜ<br />
Dini ya da resmi nikahı olmayan kadının çocuğu. Piç. Böyle durumlarda<br />
eskiden türkü yakılırdı.<br />
"Erik dalı var, erik dalı var<br />
.... karnında kırıkdölü var.."şeklinde türküleşirdi.<br />
Aynı söz hovarda anlamında da kullanılır.<br />
KIRIK MİNARE<br />
Eğirdir'den Isparta'ya giderken Findos yerleşim yerinin yola göre sağında<br />
bir minare vardır. Caminin Timur'un istilasında yıkıldığı söylenir. Şimdi yapılmış<br />
durumdadır. Cami bir Selçuklu eseridir.<br />
KİRKİT<br />
Halı dokunurken atkıları sıklaştırmak için kullanılan özel demir tarak. 90<br />
dereceden geriye kaygın sapı vardır.<br />
KIRKLAMAK<br />
Kuyulara herhangi bir hayvan düştüğü zaman fark edildiğinde, yeniden<br />
suyunun içilmesi için yapılan işlemdir. Önce kırk kova su çekilir. Son çekilen<br />
kovanın içine, okumuş bir kişi altın bir yüzüğü kırk defa batırır, çıkarır. Önce kendi<br />
içer, sonra kuyudan yararlananlar içerdi.<br />
KIŞ GECELERİ<br />
Nohut kavurma, mısır patlatma, ocaktaki küle, mangala patates ayva<br />
gömme, çok soğuklarda pişmaniye yapma, haşhaş helvası, ceviz helvası pişirme<br />
geleneği vardı.<br />
KNOUTEİNA<br />
Eğirdir gölü kuzeydoğusunda bulunan, yeri tam saptanamayan bir ilkçağ<br />
kasabası ya da köyü.<br />
KOCA MÜFTÜ RAFİ EFENDİ<br />
Dündar Bey Medresesinin zamanında bir üniversite haline gelmesinde<br />
emeği geçmiş bir kişidir. Tahmini 1824-1844 yılları arasında medresede hocalık
yapmıştır. Bilgili, alim, şair bir zat olarak tanınmıştır. Osmanlı Maliye Nazırlarından<br />
Eğirdir'li Nafiz Paşanın hem akrabası, hem hocasıdır. Ondan yararlanarak<br />
medreseye birçok yardım sağladığı söylenir.<br />
Zekasını, kişiliğini belirtmek için halk arasında duyduğum şu hikâyeyi<br />
anlatmak istiyorum.<br />
Koca Müftü Rafi Efendi'nin Sadullah, Lutfullah adında iki oğlu varmış.<br />
Sadullah camiden, Lutfullah meyhaneden çıkmazmış. Dostlarından biri:<br />
"Müftüm... Nasihat etseniz de, Lutfullah da ağabeyi Sadullah gibi camiye<br />
devam etse iyi olmaz mı?" deyince Koca Müftü Rafi Efendi dostuna:<br />
"Sadullah daha çocuktur. Büyüyüp aklı erdiğinde belki o da camiye gitmez."<br />
demiş.<br />
İçkinin yasak olduğu dönemlerde biri diğerinden gizli rakı isterken "Şu<br />
testiyi al. Rafi çavuştan dolduruver." dermiş.'<br />
KONAK<br />
Bilinen anlamı dışında küçük çocukların başlarında olan aşırı kepeklenme.<br />
Baş derisinde görülen bir çeşit mantar hastalığı.<br />
KONNE BUCAĞI<br />
Büyük pınarıyla meşhurdur. Boğazovanın içme suyu oradan<br />
sağlanmaktadır. Kaliteli elmasıyla ünlüdür. Eğirdir çevresinin en eski yerleşim<br />
yerlerinden biridir. 1970 yılında pınarın yüz metre kadar batısında kuyu kazılırken<br />
altı metrede iki küp ve mezar bulunmuştur. Mezarın tabanı taşla döşenmiş, üzeri<br />
keramik kapakla kapatılmış, doğu tarafına da iki küp konulmuş durumda idi. Ayrıca<br />
pınarın üst çevresinde dikkate değer keramik kalıntıları vardır. Su deposunun doğu<br />
düzlüğünde de harçlı duvar kalıntıları, parçalanmış çocuk lahdi görülmüştür. Doğu<br />
yamaçtaki çalıların içinde de kaçak kazılara rastlanmıştır.
KOSAT<br />
1920 lerde Eğirdir köylerinde eşkiyalık yapan biridir. O yıllarda yakalanıp<br />
öldürülmüştür. Bazı türkülerde adı geçer.<br />
KOVADA<br />
Kovada - Denizaltı<br />
Milli parklarımızdandır. Bir çöküntü gölüdür. Eğirdir'e 25 km.<br />
uzaklıktadır. Birçok bilim adamı böcek çeşitliliği hakkında inceleme yapmıştır. J.<br />
Mellart'a göre Kovada gölünün güneybatısında bulduğu yerleşme birimini<br />
Çatalhöyük, Hacılar'la çağdaş sayar. Denizaltı'nda Roma devri kalıntıları vardır.<br />
Kovada gölünün güneyden kuzeye görünüşü
KÖFTER<br />
Nişastayla pekmez pişirilip sinilere konulur. Katılaştıktan sonra baklava<br />
dilimi kesilip güneş bir bez üzerinde suyu çektirilir. Kuruduktan sonra da kışın<br />
yenmesi için çömleklere basılırdı.<br />
KÖKE<br />
Gelendost'un bir köyüdür. Şikari'nin Karamanoğlu tarihinde "Kökez"<br />
Beyden bahseder. Köke köyünün de böyle bir isimden "Z"nin düşmesi sonucu öyle<br />
söylendiğini sanıyorum. Tokmacık kasabasının doğu kuzeyinde "Kökez" diye bir<br />
tepe vardı r.<br />
KÖPRÜBAŞI<br />
Eğirdir gölünün Kovada gölüne akan ırmağın yani bugünkü kanalın başıdır.<br />
1950 lerde çevresi bataklık idi. Güney sağ köşede kireç ocakları vardı. Sıva için kum<br />
köprübaşından sağlanırdı. Her zaman bol balık olurdu. En önde gelen avluktu.<br />
1478 lerden sonraki kayıtlarda da hep adı avluk olarak geçmektedir. "Köprü<br />
Baluklagusu" denilmektedir. Yılda 20.000 akçe kadar gelir getirdiği olmuş.<br />
Hıdırellez günü yakalanan balıklar halka bedava dağıtılırdı. Fakirler balık kurmak<br />
için o günü beklerlerdi. 1950 lere kadar basit balıkçı evleri vardı. Bazen balıkçı<br />
kazaklar işleten adına av yaparlardı.
KÖPRÜBAŞINDAKİ ANTiK KÖPRÜ<br />
İhtimal Roma döneminden kalma bir köprüdür. Göl sularının azalmasıyla<br />
1972 lerden sonra açığa çıkmıştır. Geniş üç büyük gözlü, bir küçük gözlüdür. 3,5 m.<br />
kadar eninde, 100 m. kadar uzunluktadır. Batı tarafta güneye doğru kanat kırar.<br />
Kemerlerin dışındaki yerler bir metre kalınlıkta harçlı duvarla örülüp arasına dolgu
Köprü üzerindeki Tapu Kadastro işareti<br />
yapılmıştır. Kemerler bilerek çökertilip toprakla doldurulmuştur. Hatta birinin<br />
üzerinde Kadastro işareti vardır. O zaman tespit ettiğim fotoğrafta görülür. Şimdi<br />
yol yapıldığı için köprü toprak altındadır.Mevcut kanal köprüsünün 150 m. kadar<br />
doğusundadır. Bu köprüye göre gölün iki bin yıl önceki su seviyesini tespit etmek<br />
mümkündür. Köprünün tahminle yüz metre kadar açığında testere dişi şeklinde<br />
dikkate değertaş yığınlar vardır.<br />
Not: Köprü çift yol yapılırken dolgu altında kaldığı için bir çok yönlerden<br />
fotoğrafı verilmiştir<br />
Köprünün genel görünüşü
KÖŞEK<br />
Deve yavrusu... Manas destanında "Kıpçaklardan Köşek Bahadır" adı<br />
geçer. Ayrıca Kale mahallesinde bir sülalenin adıdır.<br />
KÖŞK<br />
Basit, çevredeki malzemelerle yapılan iki katlı küçük bağ evi. Budanmış<br />
dallar dikmelere çakılır, içi dışı samanlı çamurla sıvanırdı. Ya da kaplama tahtayla<br />
direkler örtülürdü. Yerden yüksek olması, esmesi için dört yönde penceresi olması<br />
şarttı.<br />
KUBBELİ MESCİT<br />
Eğirdir'deki en eski mescitmiş. Kiliseden çevrildiği rivayet edilirmiş. Kubbeli<br />
mahallesi adını buradan almış. Şimdi bu mescitin bir izi yoktur.<br />
KULAKTOZU<br />
Kulağın arkasındaki çıkıntıdır. Çok sert vurulduğunda o kişinin öleceği<br />
kabul edilir. Kulak topuzundan bozma bir söz olsa gerek.<br />
KULLUNKUDUZ<br />
Balık temizlendikten sonra güneşte kurutulur, bolca tuzlanarak tenekelere<br />
basılır. Kışın ıslatılıp tuzu alındıktan sonra pişirilerek yenir.<br />
KUMAGÖMÜLME<br />
Kireçlenme, romatizma, siyatik için Altınkum plajındaki midye kumuna<br />
tedavi için gömülürler. Bu kum inşaatlarda kullanılmaz.<br />
Kuma gömülmeye genelde 1-9 Ağustos tarihleri arasında "Eyyam buhur"<br />
da gidilir. Kuma geniş bir çukur açılır. Öğle güneşini aldıktan sonra kuma<br />
gömülünür. Yalnız başları dışarıda kalır. Güneşten etkilenmemek için şemsiye<br />
kullanılır. Gömülen kişi dayanabildiği kadar kumun içinde kalır. Çıkınca en iyi<br />
şekilde sıkıca giyinip, kendini korur. Uzaktan gelenlerin çadır kurup kaldığı da<br />
olurdu. Bunu uygulayanların çoğu o kışı ağrısız geçirdiğini söylerlerdi.<br />
Şimdi Altınkum plajı iyi bir şekilde düzenlenmiştir.<br />
KURBAĞALIK<br />
Eğirdir kalesinin poyraz tarafı yöresidir. Önceden Kale boyunca poyraz<br />
tarafıyla lodos tarafını birleştiren, boydan boya içi su dolu bir hendek vardı. Kaleden<br />
bir asma köprüyle çıkarlardı.<br />
Zamanla içi dolup bataklık olduğundan kurbağalar yaşasa ki o yer bu adı<br />
almış.
KURULMUŞ BALIK<br />
Başta sıraz, erez olmak üzere balığı tuzla muamele edilerek yapılan bir çeşit<br />
saklama türüdür. Bu çeşit saklamaya salamura da denir. Eğirdir'de balık şöyle<br />
kurulur. Tuzlu olmaması için yağlı balıklar seçilir. Yağlı balık limon kafalı, kalın siyah<br />
sırtlı olur. İyice temizlendikten sonra başı dahil olmak üzere bezle kurulanır. Balığın<br />
karnına iri tuz doldurulur. Balık iri ise etinin aralarına da tuz sokulur.Sonra teneke<br />
ya da sırlı küp içine bastırılır. Ortalama kırk beş, elli gün içinde yenecek duruma<br />
gelir. Balığın serin yerde saklanması lezzeti bakımından önemlidir.<br />
Yemesine gelince: Yazsa tuzsuz bol zeytinyağlı domates salatası ile soğuk<br />
su başında, kışsa patates salatası ile yenir. Kurulmuş balık ev ekmeğinin kabuğu<br />
ıslatılarak yenirse daha afiyetli olur. Geçmişte düğünlerde rakı mezesi için de özel<br />
balık kurulurdu.<br />
KUŞANE<br />
Kubbe kapaklı orta boy bir bakır tenceredir. Bilhassa taskebabı yaparken<br />
kullanılır. Kubbeli kapak konulduktan sonra küçük bir boşluk bırakılarak C şeklinde<br />
tencerenin kenarı hamurla sıvanır. Mangalda, közde böyle taskebabı pişirilirdi.<br />
KUŞKAYASI<br />
Tekkekayası'nın yüz metre kadar doğusunda göl içinde bir kaya idi. Kıyıdan<br />
da bir o kadar açıkta idi. Oraya kadar yüzüp gelenler yüzmesini öğrenmiş sayılırdı.<br />
Şimdi kıyı doldurulup yol oldu. Tekke kayası da yol altında kaldı. Kuşkayası'nın<br />
üzerinde de atlama kulesi var.<br />
Kuşkayası'ndan Eğirdir
KUŞZADE MÜDERRİS MUSTAFA EFENDİ<br />
İmaret mahallesinde doğmuştur. Eğirdir'de tahsilini yaptıktan sonra<br />
Konya'ya gitmiş, medrese tahsili yapıp müderris olmuş, Eğirdir'e gelerek<br />
Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa medresesinde müderrislik yapmıştır. Sedasının güzelliği<br />
dolayısıyla "Kuş Hoca" adıyla anılır.<br />
1920 de Demirci Mehmet Efe Kuvayı Milliyeye karşı diyerek idam etmiştir.<br />
Baba Sultan civarında gömülmüştür. Şimdi orada Baba Sultan türbesinden başka<br />
bir iz kalmamıştır.<br />
KUTLU BEY<br />
Isparta'da eserleri olan bu zat l.Sultan Murat zamanında Eğirdir Valiliği<br />
yaptığı Nişancı ve Solakzade tarihlerinde yazılıdır.<br />
KÜL DAĞARI<br />
Kırılmış küplerin içine odun külleri konur, üzerine su dökülür. Sonra bu su<br />
çamaşır yıkarken, bulaşık yıkarken temizleyici olarak kullanılırdı. Hatta nohutun iyi<br />
pişmesi için bu sudan bir parça tencereye konurdu. Küple çömlek arası olanlara da<br />
dağar denir.
KÜTÜPHANE VE 217 ESER HAKKINDA<br />
Şeyh Ali Ağa Medresesini yaptırınca, bir de taştan kütüphane yaptırarak<br />
içine 217 elyazması kitap koydurmuştur. Osmanlı yıllıklarında bu kitap sayısı<br />
kayıtlıdır. 1928 de Zafer İlkokulunu yaptırmak için medrese ve kütüphane yıkılınca<br />
kitaplar Isparta'ya nakledilmiş, Halil Hamit Paşa kütüphanesine konulmuştur.<br />
Isparta Tarihi yazan Enver Süldür kitabında bu kitaplardan bahsedip<br />
"Eğirdir kitaplığındaki mevcut kitaplar da buraya taşınmıştır. Ne yazık ki bu hazine<br />
sığınacak bir binadan mahrumdur." der. Biz Eğirdirliler olarak bu hazinenin ne<br />
olduğunu bakalım ne zaman anlayacağız.<br />
İnşallah Eğirdir'in, Eğirdir'i seven evlatları, Eğirdir'e bir güzel kütüphane<br />
binası yaptırıp bu hazineye sahip çıkarlar. Bir de 217 eserin tasnifini, belki de<br />
basımını yaparlar. Bu bilgileri geleceğin güzel evlatlarına iletiyorum. Şu anda<br />
kütüphanemiz Belediye işhanının bir geniş odasında kitap deposu durumundadır.<br />
Isparta ilçelerinin hepsinin birer kütüphane binası bulunduğu halde,<br />
ilçemizin kütüphane binası yoktur. Oysa ki 1950 den beri bu konuda<br />
konuşulmaktadır.<br />
Eğirdir'de kütüphanesizliğin tarihçesini yazmak isteyenler Gölsesi<br />
gazetesini başından inceleyebilirler. Orada sonuca varmayan ne umut dolu sözleri<br />
okuyabilirler.<br />
Demirkapı çeşmesi
LİMENİA ADASI<br />
L<br />
Hoyran gölü içindedir. Sur kalıntılarıyla çevrili adada bazı yapıların<br />
kalıntıları yanında Artemis'e adanan bir tapınağın kalıntıları da yer almaktadır. 2<br />
Mayıs 1907 de bu adaya uğrayan Gertrude Bell adındaki İngiliz kadın gezgin<br />
gördüklerini şöyle anlatır:<br />
"Bir kayıkla sazların elverdiği yerden adaya çıktık. Yaklaşık iki metre<br />
kalınlığında çakıl ve harçlarla yapılmış Bizans duvarlarıyla çepeçevre kuşatılmıştı.<br />
Hem uzun, hem çaprazlamasına duvarların içine kalın ağaç gövdeleri konulmuş.<br />
Ancak zamanla çürüdüklerinden bulundukları yerler top delikleri gibi duruyordu.<br />
Koruma kuleleri olmayan sade duvarlar. Bir yerde duran sütunun yanından kürek<br />
çekerek geçerken 45 cm derinlikte suyun içinde yatan birtaş gördüm.<br />
Sağ elinde su kabı gibi bir nesne tutan, bir kadın figürü olan, geniş bir dikili<br />
taş. Sol yanında da dört köşeli su kovasına benzeyen bir şey, sağ yanının<br />
yukarısında da gene başka bir su kabına benzer bir şey asılı duruyor. İçerisinde,<br />
daha çok başa benzeyen bir nesne göze çarpıyor. Yukarı kısmında fazla yüksek<br />
olmayan kapı üstü süsü ve iki satırlık bir yazı var ama dizlerime kadar suya<br />
girmeme, bildiğim herşeyi yapmama, kayıkla etrafında dolaşmama rağmen<br />
güneşin yansıması ve göz kamaştırması yüzünden bunları okuyamadım.<br />
Prof. Dr. Cengiz Tosun<br />
Hoyran gölünden bir görünüş
LOKUL<br />
Tahin ya da haşhaş ezmesiyle yapılan bir çeşit çörektir. Mesire yerlerine<br />
giderken, askere giderken, özel günlerde ya da yolculukta yenmesi için yapılır.<br />
Özel bir tat vermesi için hamuruna biraz tarçın katılır. "Nokul" da derler.<br />
LUVİLER<br />
Bizim buraların yerli halkı sayılan Luviler hakkunda şu bilgiler vardır.<br />
Luvilerin Boğazlar üzerinden Anadoluya Milattan Önce 3500 yıllarında<br />
gelip batı ve güney Anadoluya yerleştikleri kabul edilir. Urallardan kalkarak<br />
Karadenizi dolaşıp gelmişlerdir.<br />
Hititçenin yanında Luvice yerel halk dili olarak kullanılmıştır. Ama Luvi<br />
adları Hattuşaş kral sarayında sık sık geçen adlardır. Luvi dili tüccar ve gemici dili<br />
olarak hayli zengin olduğu bilinmektedir. Hititçenin Luvi dilinden birçok kelime<br />
aldığı görülür. Kendilerine ait resim yazıları vardır. Luvilerin oturdukları bölgelere<br />
Hitit kaynaklarında "Luviya" adı verilmektedir.<br />
Genellikle güney ve batı Anadoluya yerleşmişlerdir.
MADEN<br />
M<br />
Göktaş dolaylarında 34 bin ton rezervli arsenik bulunmaktadır. Havutlu,<br />
Koçular, Bağıllı dolaylarında da bir miktar manganez mevcuttur.<br />
MAHALLE FIRINLARI<br />
Çarşı fırınlarının dışında mahalle fırınları da vardı. Kale mahallesinde<br />
Pembe Alimesinin fırını, Yukarı mahallede Saylamaz'ın fırını, Çete'nin fırınının adı<br />
geçerdi. Bağlarda da Mütevelli mevkiinde Softaoğlu fırını vardı.<br />
MAHALLELER<br />
Kayıtlara geçen Eğirdir'in en eski 1480 den sonraki mahalle adları şöyledir:<br />
Beydim Mescid-i Feryas<br />
Çukur Mescid (Katip)<br />
Hacı Ahmet Mescidi (Namı diğer Kapılı)<br />
Kale-i Mescid-i Fediği<br />
Mahalle-i Yazla (1558 den sonraki kayıtlarda geçmektedir.)<br />
Mecid-i Cami Şemseddin Bey<br />
Mescid-i Ağa<br />
Mescid-i Demirkapı<br />
Mescid-i Hacı<br />
Mescid-i İmaret<br />
Mescid-i Kethüda<br />
Mescid-i Kurdoğlu (Namı diğer Silahtar)<br />
Mescid-i Nasuhoğlu<br />
Müselman-ı Nis<br />
Zaviye-i MevlanaAbdi<br />
Zımmiyan-ı Nis<br />
MAHANA<br />
Hayvanların ahırda yem yedikleri özel yer. Bir sofrada aynı kabdan herkes<br />
önünden yemek yerken bir başkasının önüne kaşık uzatan olursa, "Mahanadan<br />
ye.."diye takılırlardı.
MAHMATLAR<br />
Mahmatlar dolaylarından Eğirdir<br />
Konya yolu üzerinde bir yerleşim yeridir. Sebzesi ile ünlüdür. 300-400 yıllık<br />
karadut ağaçları buradadır. Mahmat adı Hazreti Muhammed'in adının Türkler<br />
arasında değişmiş halidir.<br />
Muhammed adı Türk boylan arasında Mehemmet, Mehmet, Mahmat,<br />
Mahmut, Ahmet şekillerinde söylenmiştir. Türkiye'nin 7 - 8 yerleşim yerinde<br />
Mahmat adına rastlanır. Karçınzade Süleyman Şükrü Mahmatların eski adının<br />
"Gököz" olduğunu yazsa da, 1566 dan sonraki evkaf defterlerinde "Mahmatlar"<br />
olarak adı geçer.<br />
MALBEKÇİSİ<br />
Gelincik. Fareleri yediği için öyle derler. Eskiden ahşap evlerde çok<br />
rastlanırdı.<br />
MAMIKAĞALAR<br />
Eğirdir'de bir soydur. Teleüt'lerin bir hükümdarının adı olarak geçmektedir.<br />
Teleütler Ortaasyada bir boydur.<br />
MALOS<br />
Sarıidris civarında küçük antik yerleşim yeridir. Hellenistik ve Roma devrine<br />
ait yıkıntılar vardır. M.Ö. l. Yüzyıldan itibaren sikke bastırılmıştır. Sikkelerin bir<br />
yüzünde imparator, diğeryüzünde Herakles sopası görülür.<br />
l. derece arkeolojik sit alanıdır.
MANGAL<br />
Malos<br />
Geçmişte ısınma daha çok ocakla olurdu. Ocakta meşe kütükleri yanar,<br />
közü mangallara alınır, herkes mangalda eli ısındığı zaman kendinin de ısındığını<br />
sanırdı. Mangal aynı zamanda ekmek kızartmada, yemek pişirmede kullanılırdı.<br />
Üstünde kıyma ısıtır, külüne patates, ayva soğan gömer yerdik.<br />
MAŞACI HACI HAFIZ MEHMET EFENDİ<br />
Poyraz mahallesinde 1875 yılında doğdu. İptidai Tahsilini bitirince Hafız,<br />
Medreseyi bitirince Seydim mahallesine imam oldu. Akşamları imamlık yapar,<br />
gündüzleri Şeyh Ali Ağa mektebinde çocuk okuturdu. Daha sonra Hacı <strong>Nuri</strong> Efendi<br />
mektebine muallim oldu. Hafız Osman'ın ölümü ile Hızır Bey camisine imam tayin<br />
olundu. Ölümüne kadar burada hem imamlık, hem hatiplik yaptı. Hoşsohbetliliği,<br />
güleryüzlülüğü, hazırcevaplılığı, nüktedanlığı ile meşhurdu. 1950 yılında Eğirdir'<br />
de öldü.<br />
Kurtuluş Savaşı yıllarında Müdafa-i Hukuk Cemiyetinin muhasebe işlerini<br />
de yürütmüştür.<br />
MAŞACI MAHALLE MEKTEBİ<br />
Poyraz mahallesinde Hacı <strong>Nuri</strong> evinin bitişiğinde idi. Maşacıoğlu Mehmet<br />
Efendi hocalık yaptığı için sevgisinden onun adıyla anılmıştır.<br />
MEDİREBOLLUK<br />
Demirköprü'nün arkasındaki koya ve çevresine denir.
MEN KÜLTÜ<br />
Medirebolluk'tan Oluklacı ve Sivri<br />
İnsanların aya tanrı gözüyle bakıp taptıkları zamanlarda ay tanrısı Men için<br />
tapınaklar yapmışlardır. Men Anadolunun bir göktanrısı aynı zamanda sağlık, iffet,<br />
kehanet tanrısıdır. M. Ö. 3000 yılından beri Anadolu'da görülmektedir. Mezarların<br />
koruyucusudur. Tanrı Men külahlı, yüksek kemerli, gömlek, manto ve tozluk giymiş<br />
olarak tasvir edilir. Sakalsız, omuzlara kadar uzun saçlı bir genç adam olarak<br />
gösterilmiştir. Talip Karakaya'nın verdiği bilgilere göre Prostanna sikkelerinde<br />
tasviri görülür. Bununla ilgili bölgemizde en önemli kalıntı Yalvac'a 7 kilometre<br />
uzaklıkta Gemen korusunda bir tapınak kalıntısı vardır. M.Ö. 500 yılına<br />
tarihlendirilmektedir. Bu inanç Eğirdir gölü çevresinde Hristiyanlığın yayılmasına<br />
kadar yaşamıştır.<br />
MENAKIP<br />
Şeyhülislam Berdai Zaviyesinden gelen geçen öndeki kişilerin hayatlarını<br />
dini açıdan anlatan bir elyazması kitaptır.<br />
MERCİMEKAŞI<br />
Bulgurla mercimek karıştırılarak pişirilen bir aştır. Üzerine soğanlı sadeyağ<br />
kızartılır, dökülür. Daha çok işçi aşıdır. Bağda, bahçede soğanı kırarak yemenin<br />
tadı başka olur. Bağlar Martta bellenirken öğle yemeği olarak verilirdi. Üzerine de<br />
ekmekle pekmez yenirdi. Güç verdiğinden olsa gerek mercimek aşının mesel<br />
haline gelmiş sözü bile vardır.<br />
"Bulmeş, dam ardını doleş. Aş, Ardeşlerde şaş. Mercimek aşı, Eğirdir'den<br />
bağa, bağdan Eğirdir'e yük taşı."
MERÇİMENE<br />
Eskiden Boğazova'da görülürdü. İri kertenkele büyüklüğünde, yeşil renkte<br />
bir hayvandı. "Yılan zehirini ondan alır." derlerdi. Kimseye bir zarar verdiğini<br />
duymadım. Kırk yıldır görmüyorum.<br />
Değişen ekolojik denge sanırım hayvanı yok etti.<br />
MERKİMÖNÜ<br />
Aslında "Mahkemeönü" dür. Dündar Bey Medresesinin batı yönündeki bir<br />
ahşap bina mahkeme olarak kullanılırdı. 1922 lerde Kurtuluş Savaşı sonu<br />
yanmıştır. Bazı yaşlılar, bazı belgeleri ortadan kaldırmak isteyenlerin mahkeme<br />
binasını el altından yaktırdıklarını ifade etmişlerdir. Eğirdir Gölü Merakibi Bahriyesi<br />
motorunun işine gelmeyenlerce İstasyon altında batırıldığı gibi.<br />
MERYEM KİLİSESİ<br />
Ramsey Anadolu'nun Tarihi Coğrafyası adlı kitabında "Hoyran gölünün<br />
kuzeydoğu sahilinde, Gaziri denilen yerde Meryem'e mahsus bir küçük kilise vardır<br />
ki Psidya ve Lakoniya Hıristiyan larının ziyaretgahıdır." der. Bu konuyla ilgili olarak<br />
Yeşilada Hıristiyanlarının, Isparta, Denizli, Antalya dahil o çevrelerden gelen<br />
Hıristiyanların 15 Temmuzdan sonra toplanıp oraya ziyarete gittiklerini ana<br />
babalarımızdan duyduk. 2000 yılı Temmuzunda burayı ziyaretimde bu küçük<br />
kiliseyi gördüm. 20 metrekare kadar büyüklükte idi. Kayalara oyulmuş beşik tavanlı<br />
bir kiliseydi. İsa'nın tavanda yıpranmış bir tasviri vardı. Kapısının ön sol girişinde<br />
1865 tarihli duvara yazılmış düzgün yazılar görülüyordu. Kilisenin içi ve çevresi<br />
kazılmış, kaya mezarları da kısmen tahrip edilmişti. Şartlara göre çekebildiğimiz<br />
fotoğraf sunulmuştur.<br />
Hoyran - Gazire - Aziz Meryem Kilisesi
Buraya özel bir not düşmek istiyorum.<br />
Avşar'ın Yenice köyünde kulağıma "Kilise Burnu" diye bir söz geldi. Yerini<br />
göstermelerini istedim. Gösterdiler. Gazire'nin birkaç kilometre güneyinde, Yenice<br />
korusunun göle doğru uzantı yaptığı bir yerdi. "Kilise nerde? " dedim. "Kilise yok.<br />
Öyle bir kalıntı da yok." dediler.<br />
Daha sonraki araştırmalarımda Kilise Burnundan 1.500 metre kadar<br />
güneyde, köyün batı açıklarında 500 metre kadar gölün içinde bazı kalıntılar<br />
olduğunu öğrendim. O yöreler Yalvaç'tan gelen Akçay'ın birikintisiyle dolduğu için<br />
sığ sayılırlar. Durgun bir havada kalıntıyı inceleme fırsatı buldum.<br />
1995 yılına göre iki metre derinlikteki kalıntıları gördüm. Tahminle doğu<br />
batı yönünde 45 metre, kuzey güney yönünde 25 metre uzunluğunda bir kalıntı<br />
tespit ettim. Dağın kıyısından bir kilometre kadar açıkta bir yer. Oralardan tunç<br />
tabaklar, haç bulduklarını söylediler.<br />
Zamanına göre göl kıyısında ve açıkta olan bu tapınağın Men kültüyle ilgisi<br />
olabileceği, sonradan kiliseye dönüşebileceği aklıma geldi. Gölün içinde kalması<br />
da zaman bakımından eskiliğini düşündürdü.<br />
Aziz Meryem Kilisesi ve Kaya Mezarları
MESCİ KEMAL<br />
Herkes Kemal'i tanır. Bir zamanların meşhuru Mesci Mehmet'in oğludur.<br />
Kıyafetine, tıraşına çok dikkat eder. Erkek modasından ceketi çıkarmıştır. En büyük<br />
merakı gölü taşla doldurmaktır. Sokağa, çevreye çöp atanlara çok kızar. Her<br />
Perşembe parasını toplar. Vermezseniz "Haftaya ver." der, geçer. Şimdi ona "IMF<br />
Kemal" diyorlar.<br />
Temizliği çok sever. Ama yalnız elini yüzünü yıkar. Yürümek nedir bilmez,<br />
her yere koşarak gider. 1500 metre mesafeye kahveyi soğutmadan götürdüğü<br />
söylenir. Hastanenin altındaki arsaların kendine ait olduğunu iddia eder.<br />
Yumru-taş'taki 40-50 tonluk kayaları oraya indiriverseler, ev yapmayı<br />
düşünmektedir. Yağmurda ıslandığı zaman kurunmak için poyraza karşı durmayı<br />
pek sever. Küfürden hoşlanmaz.<br />
MESEYİN<br />
Pınarpazarı dağına dik gelen kuzeyindeki dağın, bu dağın batısındaki<br />
bağların bulunduğu yöreye denir. Bu yörede dedesinden kalma toprağı olan Etem<br />
Kartal'ın anlattığına göre, Musa Hüseyin adında bir bekçi varmış. Adı verilen dağa<br />
çıkar, bütün bağarasını oradan izlermiş. Kim kimin bağından bir salkım üzüm<br />
koparırsa o kadar uzaktan görür, tanırmış. Bu nedenle de onun bekçilik yaptığı süre<br />
içinde hiç hırsızlık olmamış. Onun sürekli o dağdan Boğazova'yı izlemesinden<br />
dağın adı da Musa Hüseyin olarak kalmış. Zamanla da bozularak Meseyin olmuş.<br />
Daha sonra da yöre adı olarak dilimize yerleşmiş.<br />
Önde görülen Meseyin Dağı, arkadaki Hodullu Dağıdır
MESİH PAŞA<br />
Fatih Sultan Mehmet döneminde Eğirdir'de paşalık yapmıştır. O zaman<br />
Hamid sancağının merkezi Eğirdir idi. Mesih Paşa 1480 de Rodos'u almak istemiş,<br />
alamamıştır. Onun Eğirdir'e yaptırdığı okul 1920 lere kadar devam etmiştir.<br />
MESİH PAŞA İPTİDAİ MEKTEBİ<br />
Kubbeli mahallesinde idi. Burdan diploma alanlar Rüştiyeye kaydedilirdi.<br />
MEVLEVİHANE<br />
Mevlevihane'de türbesi olana "Seyfullah Dede" derler. Mevlana Celaleddin<br />
Rumi'nin yeğeni olduğu söylenir. Bilinen kayıtların verilerine göre 1310 larda Sultan<br />
Veled tarafından kurulmuş olabileceği sanılmaktadır. 1480 den sonraki evkaf<br />
kayıtlarında "Zaviye-i Mevlevihane" olarak geçmektedir. Kayda göre Çomaklar<br />
köyünün bütünü, Gönen'deki Akmescit köyünün yarısı buranın vakfı idi. Diğer<br />
yarısı da Yazla'daki Hankah'ın vakıfları arasındaydı. Ayrıca Mevlevihane'nin<br />
Vakıfları arasında değirmen, ev, dükkanların kiraları da vardır.<br />
l.Dünya Savaşı Mücahiddin-i Mevleviyye alayına son şeyhlerden Şeyh<br />
Osman <strong>Nuri</strong> de iki dervişiyle katılmıştır. 1917 de diğer dervişlerle birlikte Halepte<br />
çekilmiş birfotoğrafı vardır. Bugün torunu Mehmet Ünsal'dadır.<br />
MEYDANLAR<br />
Eğirdir'de bir soydur. 1910 da bir kolu Kale mahallesinden Manisa'ya göç<br />
etmiştir. Yalvaç'ta bir Meydanoğlu mezrası olduğu 1500 yılarındaki kayıtlarda<br />
geçiyor.<br />
Mezar-ı Şerif
MEZAR-I ŞERİF<br />
Şeyhülislam Berdai Türbesi ve çevresine denir.<br />
MIHLAMA<br />
Kıyma tekerinden alınan kıyma üzerine, yumurta kırılarak yapılan pratik bir<br />
yemektir.<br />
MİLLİ MÜCADELEDE <strong>EĞİRDİR</strong><br />
Bu konuyu anlatırken o günlerin tanığı Öğretmen Etem Kartal'ın anılarıyla<br />
giriyorum: "Sevr antlaşmasından sonra Eğirdir'e halkın galeyan göstermemesi<br />
için II.Abdülhamit'in oğullarından Şehzade Abdurrahim Efendi'nin başkanlığında<br />
"Uslu durun..." demeye bir nasihat heyeti geldi. Tabi yalnız değildi. Etrafında bir<br />
yığın mebuslar, paşalar, müftüler vardı. 9 Mayıs 1919 günü Eğirdir'deydiler. Eski<br />
Mebus Burhanzade Hacı Eşref Ağa hepsini konağında misafir etti. Ertesi gün<br />
yanan Hükümet konağının önünde Eğirdirliler toplandı. Heyet azasından Ali Rıza<br />
Paşa Devlete sadık kalmamız ve güvenmemiz hakkında bir nutuk söyledi. Sonra<br />
hükümet binasına çıkıldı. Hacı Eşref Ağa başta Kaymakam Nedim Bey, bütün<br />
memurları Şehzade Abdürrahim'e takdim etti. Hükümetin salonuna oturuldu. Müftü<br />
vekili Recep Efendi'nin yanına Yeşilada Papazı oturdu. Konuşmalardan sonra o<br />
gün Avşar üzerinden Konya'ya geçtiler. Birkaç gün sonra 15 Mayısta Yunanlılar<br />
İzmir'e çıkıp işgale başlayınca Aydın Sultaniye Tarih muallimi Ahmet Fevzi, Nazilli<br />
Posta Telgraf Müdürü Hüsamettin beyler Eğirdir'e geldiler. Ege'de kurulan Reddi<br />
İlhak Cemiyetinin Eğirdir'de de kurulmasını istediler. Bir Cuma namazından sonra<br />
İzmir'in işgalinin sonuçları üzerine konuştular. Yapılan katliamın ve zulümü<br />
anlattılar. Hacı Abdürrezzak oğlu Şükrü Efendi coşarak ayağa kalktı. "Vatanını<br />
sevenler Nazilli cephesine, sevmeyenler karılarının koynuna..." diye bağırdı. Zaten<br />
İzmir'in işgalinden bir hafta sonra 22 Mayısta Eğirdir'de 700 kişilik bir mücahit<br />
kuvveti oluşturulmuştu. Sonra bu kuvvet benim komutamda Balyambol, Ödemiş<br />
cephesinde savaştı.<br />
Ahmet Fevzi Beyler gittikten sonra o zaman Şarki Karaağaçta Jandarma<br />
kumandanı olan Hasan Karabey ve Veziroğlu Mustafa çavuş bir müfreze askerle<br />
Eğirdir'i kuşattılar. Tığlıoğlu Hakkı Efendi'nin başkanlığında, Sarıboyacıoğlu Hacı<br />
Abdullah, Serçeoğlu İbrahim, Tığlıoğlu Müftü Hüseyin, Hatipoğlu <strong>Nuri</strong> ve kardeşi<br />
Rıfat, Hacı Mustafa Efendioğlu, Hazım Efendi'lerle Posta telgraf Müdürü Selami,<br />
Duyunu Umumiye Memuru Kerim Beylerden müteşekkil "Eğirdir Müdafa-i Milliye"<br />
heyeti kuruldu. Bu sırada Nazilli'de Selanikli avukat Ömer Lutfi Beyin<br />
başkanlığında "Nazilli Heyeti Merkeziyesi" faaliyete geçti. Eğirdir'den de buraya<br />
Süleymanağa oğullarından Hacı Ahmet Efendi seçilerek gönderildi. Nazilli Heyeti<br />
Merkeziyesi'nce hicri 1300 -1310 arası doğumlulardan gönüllü asker alınmasına<br />
karar verildi. Askere alınacakların masrafı Müdafa-i Hukuk Cemiyeti'nce<br />
sağlanacaktı. 1300-1302 doğumlular Dörtyol, Balyambol, Keleş cephesinde üç ay<br />
savaştıktan sonra terhis edilecek, 1303 1304 doğumlular onların yerine gidecek,<br />
böylece devam edecekti.
Dörtyol kumandanı Yörük Ali Efe, Balyambol cephesi kumandanı Kamalı<br />
Efe, Keleş cephesi kumandanı Gökçen Efe, Umum Kuvaiye tedibi Kumandanı<br />
Demirci Mehmet Efe idi.<br />
Bu savaş Yunanlıların daha içerilere girmemesi için veriliyordu. Bu<br />
sıralarda Sütçüler tarafında Kosat adlı bir eşkıya çıktı. Hatta Eğirdir'e baskın<br />
yapacağı, halkı soyacağı, Milliyetçileri ortadan kaldıracağı söylentisi yayıldı. Bu<br />
nedenle Demirci Mehmet Efe Umumi Kuvayi Tedibiye Kumandanı olarak Kosat'ı ve<br />
avanesini ortadan kaldırmak için Eğirdir'e geldi. Herkes Bağlarda idi. Demirci<br />
Mehmet Efe söylentilerin doğruluğunu araştırmadan kendisine verilen listedeki<br />
kişilerden kaçma gereği duymayan dört kişiyi çınara astı. Bunlar, Kuşzade<br />
Müderris Mustafa Efendi, Tığlıoğullarından Hacı Osman Oğlu Hafız Sabri,<br />
Sarıboyacıoğlu Hacı Abdullah, Burhanoğullarından Hacı İsmail Ağa'dır. Kaçanlar<br />
sonradan affedilerek idamdan kurtulmuşlardır. Asılanlardan Müderris Kuşzade<br />
Mustafa Efendi; çok bilgili, sedası güzel, Şeyh Ali Ağa medresesinde Müderris, çok<br />
talebe yetiştirmiş, çevrede nam salmış bir hoca idi. Hafız Sabri ise uzun müddet<br />
Rüştiye mektebi yazı ve Türkçe muallimliğinde sonra Şeriye Başkatipliğinde bulunmuş<br />
güçlü bir zattı. Hacı Abdullah memleketin zenginlerindendi. Hacı İsmail Ağa<br />
memleketin eşrafındandı, Padişah tarafından verilmiş fahri paşalık unvanı vardı.<br />
Demirci Mehmet Efe daha sonra Sütçüler civarındaki Kosat'ı yakaladı ve<br />
avanesini dağıttı. Kosat da Isparta hapishanesine kapatıldı. Hapishane duvarını<br />
delip kaçmak isterken Yakaavşarlı mahkum Topçu tarafından öldürüldü. Topçu<br />
sonra affedildi. Milli orduya geçilince İğdecik köyüne yerleşen Demirci Mehmet Efe<br />
ve çevresindekiler Refet Paşa tarafından dağıtıldı.<br />
Kurtuluş Savaşı başlarken bir Binbaşının kumandasında ve bir miktar<br />
askerle Eğirdir gölünde askeri ulaşımı sağlamak için "Eğirdir Gölü Merakibi<br />
Bahriyesi" adı altında bir teşkilat kuruldu. Üç motor sekiz adet mavnası vardı. Bu<br />
motor ve mavnalar Kurtuluş Savaşı bitene kadar İstasyon altındaki iskeleden Avşar<br />
Hüyük'üne asker ve erzak taşıdı. Savaş bittikten sonra Hazine namına Eğirdir<br />
Maliyesine devir edildi. Sonradan "Eğirdir Yedek Subay Yardımlaşma Cemiyeti'ne<br />
verildiyse de Motor kasıtla İstasyon altındaki iskelesinde batırıldı."<br />
Hafız İbrahim Demiralay da Eğirdir ve Çevresindeki Milli Mücadele<br />
örgütlenmesini, gelişmesini anılarında şöyle anlatır:<br />
"Sivas'taki Mustafa Kemal'le ilişki kurduktan sonra Şarki Karaağaç<br />
Jandarma Mülazımı Hasan Bey Avşar'ın Yaka köyüne on süvari ile gelmiş. Yakalı<br />
Musa Çavuş, Mehmet Pehlivan'ı acele bana göndermiş. Yeniceköy'de yatağımdan<br />
kaldırdılar. Emri okudum. Ben ve Mülazım Hasan Bey'den Eğirdir ve Isparta'daki<br />
resmi dairelere el koymamız isteniyor. Gerçi vazife ağırdır. Lakin vatani<br />
olduğundan mukaddestir, fikrime de uygundur. Hemen yola çıktım. Hasan Beyle<br />
müzakere yaptık. Esaslı anahatları çizdik.<br />
• Kardeşim Salih Beyi içimize almak.<br />
• Birkaç yüz kişilik acele çete düzmek.<br />
• Eğirdir kayıklarına el koyup Canada'dan olayları idare etmek.<br />
• Haberleşme ve araçlara el koymak.<br />
• Isparta'nın Konya ile irtibatı kesmek.<br />
• İl, ilçe, bucaklarda Osmanlı bayrağını indirip Kuva-yi Milliye namına<br />
tekrar dikmek.<br />
• Kuva-yi Milliye'yi Hükümete resmen tanıtmak.
Gelendost ve civar köylerimizin fedakar mücahitleriyle 16 Eylül 1919 Cuma<br />
günü ikindi vakti yola çıktık. Efradımızı Hüyük iskelesinden kayıklara bindirdik,<br />
Canada'ya çıkmalarını söyledik. Biz de Hasan Bey ve Süvari candarmalarla<br />
Karabağlar'a gece geldik. Bağbozumu mevsimiydi. Eğirdir'e girip çıkanı kontrol<br />
etmek için süvarileri Köprübaşı'na yolladık. Biz Karabağlar'dan Canada'ya çıktık.<br />
Hücum kollarını dörde ayırdık. İstasyon yöresine Isparta yolunu ve İstasyon<br />
haberleşmesini kesmesi için Gelendostlu Mestan Ağa müfrezesini koyduk.<br />
Tersikbaşı'na bir müfreze koyduk ki Köprübaşı'ndan gelebilecek kuvvetleri<br />
Eğirdir'e sokmasın. Jandarma Mülazımı Hasan Bey de resmi daireleri işgal<br />
edecek, güvenliği sağlayacaktı. Diğerleri benim yanımda kalacaktı. Öyle de<br />
yapıldı. Güneş doğarken işgal bitti. Hiçbir olay olmadı. Biraz sonra da ben geldim.<br />
Hükümete çıktım. Şüpheli olanlar evlerinde tevkif edildi. Telgrafhaneyi işgal edip<br />
Konya ve Isparta ile de haberleşmeyi kestik.<br />
Eğirdir halkını Hükümet meydanında toplayarak direkte olan bayrağı<br />
indirttim, tekrar direğe çektirdim. Olayı halka şu şekilde açıkladım:<br />
"Ey ahali... İndirilen bayrak Osmanlı bayrağıdır. Tekrar çekilen bayrak<br />
Kuva-yı Milliye bayrağıdır. Endişe etmeyiniz. İş ve gücünüzle meşgul olunuz.<br />
Yalnız milli hareketi kabul ve takviye ediniz..." 17 Eylül cumartesi günü bu iş<br />
tamamlandı."<br />
Hafız İbrahim Demiralay, Demirci Mehmet Efe'nin Eğirdir'e gelme nedenini<br />
şöyle anlatıyor;<br />
"Eğirdir kazamızda ikilik ruhunun önünü bir türlü alamadık. Belediye'ye iki<br />
tarafı çağırırım, uzlaştırmak için uzun nasihatler ederim, el ele vererek barıştırırım.<br />
Bir saat sonra her şey altüst olmuştur. Bu garaz dededen, babadan kalmış olsa da,<br />
konu vatan olunca geri kalmalıydı. Sözünü ettiğim Ağalar'la, Tığlızade'ler. İki tarafın<br />
hısım ve akrabası birbirinin yardımcısıydı. Hacı Eşref Ağa Meşrutiyetin ilanında<br />
Mebuslukla İstanbul'a gitmiş, her şeyi karanlık görme yaratılışta biri. Kalbinde<br />
saflık varsa da inat ve bilgisizliği çok defa kendisini tehlikeye sokmuştur. Biraderi<br />
Hacı İsmail Ağa ağabeysi namına söz söyler, devlete millete ısrarla müdahale<br />
ederdi. Halk ile Hükümet arasına aracılığı şeref sayardı. Saf kalpli lakin hırsa<br />
yönelikti. Doğru söylediğine de şahit oldum. Bir gün Nazilli Kongresine Eğirdir'den<br />
iki aza göndermek gerekti. Bizzat bulundum. Hepsini Belediye'de topladım. Müftü<br />
Hüseyin Efendiyi aday gösterdim. Diğerini de onlara bıraktım. Maksadım ikilik<br />
olmaması için Ağalar tarafının da aday göstermesi idi. Onlar da Pulcu Hacı Ahmet<br />
Efendiyi aday gösterdiler. Pekala uygundu. Müftü ise yalandan bahanelerle bu<br />
işten kaçınıyordu. Hacı İsmail Ağa ortaya atıldı.<br />
"Efendiler... Bu işi tutacak isek dört ucundan birlikte tutalım. Tersi gelirse<br />
birimiz diğerimizi tenkit edemeyiz, sorumlu tutamayız." diye ısrar etti. Sorun da bitti.<br />
Tığlızadeler, Hakkı Efendi, ilk zamanda inkılaba canıyla hizmet etmiş şahsiyettir.<br />
Yalnız asabi ve hissiyatına mağluptur. Müftü ise mutedil ve ihtiyatlıdır. Müspet,<br />
menfi iki burcun çarpışması Kazanın ahengini daima bozuyor, ahali de rahatsız<br />
oluyordu. İyilikle idareye çok uğraştık.<br />
Dağlarda Samut ve Kosat eşkiyası, Sütçüler'deAlaaddin isimli emekli zabit<br />
sarp dağlara sığınmış fesat kaynatıyor. Eğirdir Delibaş'ın tehdidi altında, Yunanlılar<br />
Dinar'ı tehdit ediyor, Eğirdir sallanıyor... Ben mebusum. Sert hareketlere şahsım ve<br />
siyasi durumum elverişli değil. Bu işin bir celladı olmalıdır. O da Demirci Mehmet<br />
Efe'dir. Öyle de oldu.
Çal cephesi takviye edilerek Demirci isyanı söndürmeye memur oldu. Bizim<br />
Mahmut Efe de beraberindedir. Hacı Eşref Ağa'yı Isparta'dan arkasına takarak<br />
Eğirdir'e gelişinin akşamı yirmi kadar kişi hapsedilerek sabahleyin dört tanesi<br />
Hükümet önündeki çınara asıldı. Hacı İsmail Ağa, Hacı Abdullah, Kuş Hoca<br />
Mustafa, Hafız Sabri Efendiler... Hacı Abdullah ilk zamanda Kuva-yi Milliye azası<br />
iken şahsi nefretle ayrılmış, servet ve ifratkarlığı hayatına malolmuştur. Kuş Hoca<br />
muhitin alimi ise de Ağalar'la sıkı teması kendisini yoketmiştir. Hafız Sabri genç,<br />
zeki, fakat Konyalı Zeynel Abidin ile gizli teması duyulmuştur. Bazıları da kaçarak<br />
idamdan kurtuldular. Sonra affedildiler. İdamları hakkında Tığlızadelerin Demirci<br />
Mehmet Efeye mazbata verdikleri söyleniyorsa da ne derece doğru olduğunu<br />
kestiremedim. Bu sırada ağır hasta olmasa idim, şiddetli icraatı belki<br />
yumuşatmaya muvaffak olurdum."<br />
Hafız İbrahim Demiralay Denizli Rumlarının Eğirdir Canada'ya sevkini de<br />
şöyle anlatır.<br />
"Bizimkiler Rumları gece çıkarmışlar, hazırlanan trenle Eğirdir'e acele<br />
harekeletmesini bildirmişler. Dikbaşlı Rumlar önce aldırmamışlar. İki papaz ve ileri<br />
gelenlerden on beş kişinin sokak ortasında cansız serildiklerini görünce akılları<br />
başlarına gelmiş, bir solukta istasyona boylamışlar. Treni izdihamla doldurarak<br />
Eğirdir'e can atmışlar."<br />
Eğirdir'de bir de Şarki Karaağaçlı Hasan Hüseyin Efe'nin öldürülmesi olayı<br />
olmuştur. Başlangıçta cepheye giden Hasan Hüseyin Efe zamanla olumsuzlaşmış,<br />
kaçmaya, bahane aramaya başlamıştır. Geri dönerken Eğirdir'de<br />
cezalandırılmasına karar verilmiştir. Hafız İbrahim Demiralay hatıralarında bu olayı<br />
özetle şöyle anlatır.<br />
"Refet Paşa'nın özel treniyle Jandarma Kumandanını da alarak üçümüz<br />
Eğirdir'e gittik. Tedbirden sonra Refet Paşa Burdur'a döndü. Bulunduğumuz eve<br />
Kaymakam, Jandarma Bölük Kumandanı, Şube Reisini davet edip nasıl tedbir<br />
alacağımızı konuştuk. Ş. Karaağaçlı Hasan Hüseyin Efe'yi istasyonda karşılayıp<br />
adamlarını ayrı ayrı hanlara yerleştirmeyi, Hasan Hüseyin Efe'yi de Hükümetin<br />
yanındaki hana yerleştirme kararı aldık. Gece tren geldi. Konuştuğumuz üzere<br />
adamlar hanlara yerleştirildi. Sabaha doğru hükümet önünde adamlarımızı<br />
topladık. Efe ve kuvvetlerini abluka altına aldık. Hasan Hüseyin Efe "Teslim ol"<br />
ihtarımıza silah ve bombalarla karşılık verdi. Biz de silah kullandık. Bir buçuk saat<br />
devam eden şiddetli çarpışmalardan sonra dört ölü üç yaralı oldu. Kabahatsizlerin<br />
silahlarını alıp, serbest bıraktık. Hasan Hüseyin Efe ve çevresini tevkif ederek 25<br />
Şubat 1920 günü Isparta'ya gönderdik."<br />
Hasan Hüseyin Efe'nin kaldığı yer Yılanlılı Şeyh Ali Ağa'nın yaptırdığı<br />
Hayriye Hanı'dır.<br />
"Milli Mücadelede Denizli, Isparta ve Burdur Sancakları" adlı kitabında <strong>Nuri</strong><br />
Köstüklü o günlere dair Eğirdir'le ilgili bilgiler verir. Tekrara düşmeden kitaptan bazı<br />
alıntılaryapıyorum.<br />
"Denizli'de kurulan Reddi İlhak Cemiyeti 7 Temmuz 1919 da Eğirdir'e<br />
Müftüzade Fevzi, Helvacızade Mehmet, KızılhisarlızadeTevfik'ten oluşan bir heyet<br />
göndererek, milli mücadeleye katılınmasını istediler.<br />
26 Mayıs 1919 da İtalyan temsilcisi, yanındaki askeri maiyeti ve tercümanı<br />
Isparta ve Eğirdir'e geldiler. Ağustos 1919 ortalarında 8000 kişilik bir protesto<br />
yapılınca Antalya'ya geri döndüler.
22 Mayıs 1919 da Eğirdir'de Yunanlılara karşı 700 kişilik bir mücahit kuvveti<br />
oluşturuldu. Alman Tüfekleri Suriye cephesinden geri çekilirken Akşehir, Konya<br />
dolaylarında el altından halka satılmıştı. O günlerde bir tüfek üç yüz fişeğiyle 4-5<br />
liradan satın alınıyordu." (Buraya özel bir not düşmek istiyorum. Suriye cephesinde<br />
de savaşan babam Süvari Başçavuş Veziroğlu Rıza'nın anlattığına göre İngilizlerin<br />
Yafa Hayfa çıkartmasından sonra Osmanlı ordusu geri çekilirken trenler dolusu<br />
mühimmat da cephe gerisine, Karaman'a, Konya'ya taşınmıştır. Sarı Paşa'dan<br />
gelen bir uyarıya göre bu silahların halkın eline geçecek şekilde satılması<br />
söylenmiştir. Sarı Paşa, Mustafa Kemal'in asker arasındaki adıdır. Bunun üzerine<br />
silahların Halep'ten sonra yollardaki istasyon boyunca halka satıldığını anılarında<br />
anlattı. Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa direnişlerinde bu olayın etkili<br />
olduğunu düşünüyorum.)<br />
"Büyük Taarruz öncesi günlerde güney ve güneybatıdan gelen askerlerin<br />
toplanma yeri Kaleönü'ndeki Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa Medresesi idi. İbrahim ve<br />
Yüzbaşı Arap <strong>Nuri</strong> adındaki subaylar her gün gelen askerlerin listesini yaparak<br />
mavnalara bindirirler, Hüyük iskelesine, oradan da Akşehir'e sevk edilirlerdi.<br />
Kaleönü'ne toplanıp Şeyh Ali Ağa Medresesinde giydirip, silahlandırılan askerler<br />
günde en az iki üç sefer yapan 50-60 kişi alan motorun çektiği mavnalarla, cephe<br />
gerisine götürülürlerdi.<br />
Ağustos 1920 de Delibaş çetesine katılanlar Karabağlar'a kadar gelerek<br />
Eğirdir'deki bazı kişilerle ilişki kurdular. Demirci Mehmet Efe de 12 Ekim 1920<br />
akşamı 300 piyade, 300 süvari, bir top, bir makinalı tüfekle Eğirdir'e geldi. Refet<br />
Paşa'nın ifadesine göre de Demirci Mehmet Efe'nin 1500 atlı kuvveti vardı. Demirci<br />
Eğirdir'deki işini gördükten sonra Ş.Karaağaç üzerinden Beyşehir'e geçti." (Dayım<br />
Hasan da Demirci'nin kızanıydı.)<br />
Isparta'ya gelen İstiklal Mahkemesi Bursa mebusu Muhiddin Baha (Pars),<br />
Mebus Hacim Muhiddin (Çarıklı), Yusuf Bey'den oluşuyordu.<br />
Kurtuluş Savaşında yalnız Eğirdir'den 150 kişi şehit olmuştur.<br />
Sütçü İmam'ın müdahalesiyle başlayan Maraş Milli Mücadelesine<br />
Eğirdir'den yardım olarak 200 lira gönderilmiştir. Isparta da Vilayet olarak 200 lira<br />
göndermiştir.<br />
Son olarak o günlerle ilgili annem Zübeyde <strong>Güngör</strong>'den duyduğum bir anıyı<br />
da buraya eklemek istiyorum.<br />
Annemin Amcasının oğlu Hacı Hafız Mehmet Efendi'nin kızıl üzümle<br />
beslediği bir atı varmış. Demirci Mehmet Efe'nin kulağına bu atın şöhreti gitmiş. Atı<br />
ahırından aldırıp Hacı Hafız Mehmet Efendi'yi de Hükümet binasına çağırmış. O da<br />
diğerleri gibi asılacağını sanmış. Yaşaroğlu Hacı Hafız Mehmet Efendi, Demirci<br />
Mehmet Efe'nin huzuruna çıkınca Demirci:<br />
"Yaşaroğlu... Senin bir atın varmış. Bana kaça satarsın?" demiş.<br />
Yaşaroğlu Hacı Hafızda:<br />
"Anamın ak sütü gibi helal olsun Efe Hazretleri, anamın ak sütü gibi helal<br />
olsun.." deyince Demirci Mehmet Efe de:<br />
"Madem öyle ...Hadi git..." demiş.<br />
Hacı Hafız Hükümet binasının merdivenlerinden üçer beşer nasıl indiğini<br />
bilememiş. Yine de korkusundan Demirci, Eğirdir'den gidinceye kadar tanıdığı<br />
birinin samanları arasına saklanmış.
Ne yazık ki, I. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı'ndan yüzlerce Gazisi olan<br />
Eğirdir evlatlarının anılarını geç kalarak tarihe geçiremeden onları sonsuzluğa<br />
uğurladık..<br />
Eğirdir'de Tığlıoğlu Hakkı Efendi'nin başkanlığında Milli Müdafa-i Hukuk<br />
Cemiyeti'nin Kurtuluş savaşı boyunca çok başarılı bir çalışması olmuştur. Bu<br />
örgütlenmenin listesi şöyledir.<br />
Birinci isimler Reis, sonrakiler Aza'dır.<br />
Eğirdir Kazası (Merkez)<br />
Tığlızade Hakkı Efendi<br />
Müftü Hüseyin Hüsnü Efendi<br />
Hacıosmanzade İbrahim Efendi<br />
Hatıpzade <strong>Nuri</strong> Efendi<br />
Telgraf Müdürü Selami Bey<br />
Hatıpzade Rifat Efendi<br />
Hafızağazade Ömer Efendi<br />
Kale Mahallesi İdare Heyeti<br />
İmam HafızAbdurrahman Efendi<br />
Saatçizade Ahmet Efendi<br />
Hacı Kelahmetoğlu Ahmet Ağa<br />
Demirkapı Mahallesi İdare Heyeti<br />
Burhanzade İsmail Efendi<br />
Bestelcizade Osman Efendi<br />
Hacı Burhanzade Hacı Ali Ağa<br />
Katip Mahallesi İdare Heyeti<br />
Sarıboyacızade Hacı Abdullah Efendi<br />
Semercizade Hüseyin Efendi<br />
Şeyh Kadir Efendi<br />
Hamam Mahallesi İdare Heyeti<br />
Hatıpzade Hacı Behçet Efendi<br />
Tığlıoğlu Hacı Şevki Ağa<br />
Ağa Mahallesi İdare Heyeti<br />
Mollaosmanzade Ahmet Ağa<br />
Sipahizade Şakir Efendi<br />
Yaşarzade Hacı Hafız Efendi(Annemin anısını anlattığı kişi)<br />
Kubbeli Mahallesi İdare Heyeti<br />
Sarıboyacızade Ali Ağa<br />
Kale İmamzade HafızAli Efendi<br />
Kuburzade Hafız Süleyman Efendi<br />
Poyraz Mahallesi İdare Heyeti<br />
Çömezzade Hacı Ali Ağa<br />
Maşacızade Hacı Hafız Efendi<br />
Yaşarzade Ömer Efendi(Annemin babası, Yaşarzade Hacı Hafız'ın<br />
amcası. O zaman 90 yaşında. (1829-1931)<br />
Hacışeyh Mahallesi İdare Heyeti<br />
Hacı İncezade Hacı Hafız Hasan Efendi<br />
Hacı Kelahmetoğlu TahirAğa<br />
Boyacıoğlu İbrahim Efendi
Müslim Mahallesi İdare Heyeti(Ada)<br />
Hacı Hafız Salih Efendi Hacı<br />
Şerifoğlu Halil Efendi Kavasoğlu<br />
Süleyman Efendi Yazla Mahallesi<br />
İdare Heyeti İmam Murat Efendi<br />
Ayvazoğlu Hafız Efendi Kadiroğlu<br />
Abdullah Ağa İmaret Mahallesi<br />
İdare Heyeti Hüseyin Efendi<br />
Şapçızade Mevlüt Efendi Şanişoğlu<br />
Ömer Efendi<br />
Çevre bucak ve köylerinin listesi buraya alınmamıştır.<br />
MİNARE ALTINDAKİ YAZI<br />
Öğretmen Cemal Tosun'un okuyuşuna göre yazının Türkçesi şöyledir.<br />
"Müslümanların ve İslamın Sultanı, Sultan Muhammed Han Ekridur yakın<br />
bağlarının vergisini bağışladı. Allah onu ve mülkünü daim eylesin. Her kim bu<br />
hükme uymazsa Allah ve Resulünün lanetine uğrasın." Yazının altında tarih yoktur.<br />
Timur'dan sonra Anadolunun birleşmesi sağlanırken, Şeyhülislam Berdai<br />
Zaviyesi Mehmet Çelebi Sultan'ı desteklediği için Eğirdir'e gelmiş, karşılık olarak<br />
bu vergiyi bağışlamıştır. Bu olay böyle değerlendirilmektedir.<br />
Birinci kitabenin üstünde girift bir Selçuklu sülüsü ile yazılmış bir kitabe daha<br />
vardır. İbrahim Yıldırım'ın okumasına göre "Biz sana (Kur'an'ı) indirdik..."ayetidir.<br />
MİNİYET<br />
Mahalle fırınlarına ekmek hamuru taşımak için 10-12 bölümlü uzun genişçe<br />
bir keresteden yapılmış araçtır.<br />
MİSKİNLERYOKUŞU<br />
Eğirdir Isparta yolundan Sevinçbey ovasına geçen sırta Miskinler Yokuşu<br />
denir. Cüzzam (Lepra) hastalığına halk arasın da "Miskin hastalığı" denirdi.<br />
Geçmiş zamanda çok bulaşıcı bir hastalık gibi görüldüğü için bu hastalığa<br />
yakalananlar toplum dışına çıkarılır, ihtiyaçları karşılanırdı.<br />
Sanırım Eğirdir'de cüzzam hastalığına yakalananları uzaklaştırıp Miskinler<br />
Yokuşu dolaylarında tuttukları için o yöreye Miskinler Yokuşu denilmiş olabilir.<br />
Cüzzam hastalığında parmak, burun, kulak düşmeleriyle insan çok<br />
sevimsiz görünüşte olabilir.<br />
Bursa'da miskinler mahallesi olduğunu Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde<br />
yazar.
MİZMİLE<br />
Miskinler'den Eğirdir<br />
Buzatına binenin ileri hareketini sağlayan ucu sivri demirli değnek.<br />
Dizengeç de derler.<br />
MUNGİLLİ<br />
Muşilli oyununun cevizden iri büyüklükte taşıdır.<br />
MUSA KALFA MAHALLE MEKTEBİ VE MESCİDİ<br />
Hacı Şeyh mahallesinde, Eskihisar mezarlığının güneyinde idi. Eğitim<br />
Birliği kanunundan sonra diğer mahalle mektepleri gibi burası da satılarak<br />
parasıyla Zafer İlkokulu yapıldı.<br />
MUSANDIRA<br />
Eski ahşap evlerde yüklük, dolap, gusulhanenin tavanla arasına bir boşluk<br />
bırakılır, mutfak kabları konurdu. Bu bölüme musandıra denirdi.
MUSLUHİDDİN DEDE<br />
Müderris, alim, fazıl, fakıh, Hacı, Mısır ve Şam'da okumuş bir kişidir. Seyyah<br />
İbni Batuta 1333 Eğirdir'e uğradığında onu ağırlayan Müderris Musluhiddin'den<br />
böyle överek söz eder.<br />
Öğretmen Ali Rıza Yürükoğlu'nun verdiği bilgiye göre Türkistan'ın Hoçend<br />
şehrinden gelmiştir. Ada'da bulunan türbesinin sandukasının başucundaki<br />
levhada bunu okuduğunu söyler. Doğum ve ölüm tarihleri hakkında, türbesinin<br />
niçin Ada'da olduğu hakkında bir bilgi yoktur.<br />
Katip Çelebi Cihannüma'sında azizlerden olduğunu yazar.
MUSTAFA KURTAY<br />
1910 yılında Eğirdir'de doğdu. İstanbul Muhabere Küçük Zabit<br />
Mektebinden mezundur. 1938 de Halk Kitabevi'ni kurup Eğirdir'e trenle ilk gazeteleri<br />
getirip satmıştır. Eğirdir Lisesi kitaplığına da 400 kitap bağışlamıştır. Demokrat<br />
Parti'nin örgütlenmesinde Türkiye'de yedinci sırada yer almıştır. Belediye<br />
Başkanlığı, İl Genel Meclisi Üyeliği yapmıştır. 7 Ocak 1954 de Demokrat Eğirdir<br />
gazetesini kurup vefatına kadar devam etmiştir. Ölüm tarihi 16 Mayıs 1993 tür.<br />
Şimdi Demokrat Eğirdir gazetesini oğlu Altan Kurtay devam ettirmektedir.<br />
MUŞİLLİ<br />
Bir taş oyunudur. Çocuklar kadar büyükler de oynardı. Ortaya iri ceviz<br />
büyüklüğünde bir taş konulur. Bu taşa "mungilli" denir. Oyuncular ellerine el kadar<br />
yassı bir taş alırlar. Bu taşa "Kayrak" denir. Mungilliden iki üç metre uzağa bir çizgi<br />
çizilir. Oyuncular elindeki kayraklarla ortadaki taşı vurmaya çalışırlar. Taş vurulup<br />
"ebe" yerine koyuncaya kadar herkes attığı kayrağını alıp çizginin ötesine geçebilir.<br />
Bu arada geçemeden vurulan ebe olur.<br />
Eğirdir'de kullanılan Mungilli, Muşilli, Curilli kelimelerine benzer Hitit dilinde<br />
birçok kral ismi vardır. Hattuşuli, Harapşili, Tahurvaili, Muvatalli, Murşilli gibi... Bu<br />
kelimelerin Hititlerin bir kolu olup buralara yerleşen Luvilerle ilgisi araştırılmaya<br />
değer.<br />
Curilli, küçük balıkyavrularına denir.<br />
MÜDERRİS HACI HALİL EFENDİ<br />
Guburzade Hacı Hasan Efendi'nin oğludur. Dündar Bey Medresesinden<br />
sonra icazet verip Müderris oldu. Dündar Bey Medresesine de müderris oldu.<br />
Hoşsohbet sahibi, neşe kaynağı idi. Medreseye gelen talebe azalınca ticaret<br />
hayatına atıldı. 1921 de öldü.<br />
MÜEZZİN HAFIZ SALİH EFENDİ<br />
Otabatanoğullarından Saadettin Efendinin oğludur. Rüştiyeyi bitirdikten<br />
sonra Dündar Bey Medresesine girdi. Medresede okurken Hızır Bey Camisine<br />
müezzin oldu. Sedası çok güzel ve gür idi. O kadar ki sabahları okuduğu ezanların<br />
Sorkuncak köyünden duyulduğu söylenir.<br />
l. Dünya savaşında askerliğini Tabur İmamı olarak yaptı. Hacca gitti, orada<br />
vefat etti.<br />
MÜFİD-İ MUHTASAR<br />
Eğirdirli olup İstanbul'da bir tekke Şeyhi olan, Olanlar Şeyhi İbrahim<br />
Efendi'nin bir eseridir.
MÜTEVELLİ<br />
Konnebucağı ile Meseyin arasında kalan yöredir. Sanırım Bağlar'da ilk<br />
gelen atalarımız bu bölgeye yerleşmişlerdir.<br />
"Eğirdir'in en eski sülaleleri kimlerdir?" diye sorulduğunda;<br />
"Kale mahallesinde evi, Mütevelli'de bağı olanlar." denir.<br />
MÜZE<br />
1945 lerde Zafer İlkokulunun ders aletlerinin de bulunduğu geniş bir salon<br />
vardı. O salona "Müze" denirdi. Bu salonda eski yazılı mezar taşları, küçük boyda<br />
heykeller görürdük.<br />
Bunların ne olduğu konusunda bilgi edinemedim. Bu tarihi eserlerin Zafer<br />
İlkokulu'na konulduğu konusunda Ün dergisinde de notlar vardır.<br />
Eğirdir ( 1930)
NAFİZ PAŞA<br />
N<br />
Biz Eğirdirliler Nafiz Paşa olarak biliriz ama kaynaklarda Abdurrahman<br />
Nafiz Paşa olarak geçer. Doğum tarihi hakkında bilgi yoktur. Verilen bilgilere göre<br />
Nafiz Paşa Eğirdirlidir.<br />
Yetişmesinde hem Dündar Bey Medresesinde hoca olup hem müftülük<br />
yapan Koca Müftü Rafi Efendinin büyük yardımı dokunmuştur. Beş altı defa Maliye<br />
Nazırı olmuştur. 1852 de İstanbul'da, Beylerbeyi'ndeki yalısında ölmüştür. Yenikapı<br />
Mevlevihanesi civarındaki özel türbesine gömüldü. Mevlevi tarikatına ilgi duyduğu<br />
için Mevlevihaneye bir kütüphane yaptırıp buraya çok değerli kitaplar vakfetmiştir.<br />
Kızkardeşi şair İzzet Molla'nın eşidir. Konağı Feyziati Lisesi olmuşsa da sonradan<br />
yanmıştır. Torunlarından Talat Bey Isparta Sancağı Aşar Müdürlüğü yapmıştır.<br />
Dil dergisi 33. sayısındaki bir bilgiye göre Türklerin genel Kültür<br />
ansiklopedisi niteliğinde olan, bütün Türkdillerinin sözlüğü, dilbilgisi kitabı olma<br />
yanında Türk'ün eski tarihini, edebiyatını, yaşayışını, düşünüşünü, coğrafyasını<br />
veren Kaşgarlı Mahmut'un DİVANÜ-LUGAT-İT-TÜRK'ün değerini bilerek yıllarca<br />
saklamış, yakınlarından bir kadına verirken: " Bak sana bir kitap veriyorum. İyi<br />
sakla. Sıkıldığın zaman kitapçılara götür, altın para otuz lira eder, aşağı verme."<br />
demiştir. Bu kitabın değerini bilerek Ali Emiri Efendi otuz altın lira verip almış, Kilisli<br />
Rifat Efendinin katkısıyla eser üç yüz adet olarak, üç cilt halinde yayınlanmıştır.<br />
Böylelikle Nafiz Paşa Türk dünyasına çok büyük bir hizmet yapmıştır.<br />
NAR AĞAÇLARI<br />
Kireçli taşlık yerleri sevdikleri için daha çok Kale mahallesinde olmak üzere<br />
Eğirdir'in pek çok yerinde nar ağaçları vardı. Baharda çiçekleri çok hoşumuza<br />
gider, oynardık. Eğirdirliler daha çok ekşi narı severlerdi. Ateşli hastalıklarda<br />
komşuların olanlarından ilk istenen oydu.<br />
Evlerde özel saklanırdı. Nar taneleri bir tülbentin içine konur, sıkılır, nar<br />
şerbeti yapılırdı. Tane tane de yenirdi. Şimdilerde o nar ağaçları da kayboldu. Dut<br />
ağaçlarının kaybolduğu gibi.<br />
NARAZİTENE<br />
Eğirdir gölü kuzeyinde ve yakınında Gencali köyünde bulunan yazıtta tam<br />
yeri saptanamayan bir ilkçağ köyü.
NAZİFE<br />
Eğirdir'in meşhur tefçilerindendi. Muzaffer Sarısözen'e Eğirdir türkülerini<br />
söyleyip onun notaya aldığı kişidir. Radyo repertuarında adı geçer.<br />
NEAPOLİS<br />
Şarkikaraağaç'ın antik adıdır.<br />
NEMENAZİK<br />
"Neyime lazım" ın değişmiş şeklidir. "Başkasının davranışlarına karışmam,<br />
onlar ne yaparlarsa yapsınlar, ilgisiz kalırım." anlamında kullanılır.<br />
NESLİOĞLU<br />
On altıncı yüzyıl sonlarında bu çevrelerde eşkıyalık yapıp Osmanlı<br />
Devletini uğraştıranlardandır. Naima Tarihinde adı geçer. Eğirdir'de " Nesliler" diye<br />
halen bir soy vardır.<br />
Neslioğlu Mehmet Çavuş 1596 da Isparta, Burdur, Denizli köylerinde 45<br />
bin leventle soygunlar yapmıştır.<br />
NEŞ'ET ÇAĞATAY<br />
İslam tarihi profesörlerindendir.Avşar Yenice köyünde 1918 yılında doğdu.<br />
1940 yılında Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesini bitirdi. Fransızca,<br />
İngilizce, Farsça, Arapça dillerini bilen Çağatay'ın "İslam Milletler ve Devletleri<br />
Tarihi", "İslamdan Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı" gibi önemli eserleri vardır.<br />
2000 Yılında vefat etmiştir.<br />
NİNE YAPMAK<br />
Oyuncak bebek yapmak demektir. Haç şeklinde iki kazık bağlanır. Çaputla<br />
sarılır, doldurulur, üst tarafı baş haline getirilir, insan yüzü çizilir. Günün giysilerine<br />
benzetilerek bir şeyler dikilir, giydirilirdi. Kız çocukları bebek oyuncak olarak<br />
bununla oynarlar, kucaklarından düşürmezlerdi.<br />
NİS<br />
Yeşilada'nın eski adıdır. Eski Helen dilinde ada anlamına gelen "Nesos" dan<br />
bozma olabilir. Bir kaynağa göre 1501 yılından önce Nis'te 14 Müslüman, 60<br />
Hıristiyan, 1550 den sonra da 25 müslüman, 40 Hıristiyan evi bulunmaktadır. Katip<br />
Çelebi Nis adasında iki yüz kadar ev olduğunu, yarısının müslümman, yarısının<br />
hıristiyan olduğunu, halkının gemicilik ve dokumacılıkla geçindiğini<br />
Cihannüması'nda yazar.<br />
19. Yüzyılda adanın nüfusu bin kadardır. 1845 tarihinde 85 müslüman, 100<br />
gayrimüslim hane olduğu kayıtlıdır. 1850 lerde adada bir yangın olmuş, 40-50 hane<br />
hıristiyan evi yanmış, çoğu Isparta'ya göç etmiştir.
Ada'da Rumlara ait bir ilkokul, bir rüştiye vardı. Parası cemaatça<br />
karşılanırdı.<br />
Nis'teki Rumlar için Hıristiyanlaşmış Türkler olduğunu iddia edenler de<br />
vardır. Bizans yönetimi içinde örnekleri çoktur.<br />
NİS CAMİSİ<br />
Nis Adası<br />
Yeri Hıristiyanlar tarafından Müslümanlara verilmiştir. Daha önce Ada'da<br />
Hıristiyanlar otururken Timur 1403 de Eğirdir'i almaya geldiğinde Eğirdir'deki<br />
Müslüman halk Nis adasına sığınmıştır. Timur Eğirdir'i aldıktan sonra Ada'ya<br />
yönelince Halk Ada'dan kaçmış, Timur da Ada'daki kiliseleri tahrip etmiştir.<br />
Timur'dan sonra Ada'ya dönen Müslüman ve Hıristiyan halk birlikte oturmaya<br />
başlamışlardır. Hıristiyanlar yıkılan kiliselerden Kız Kilisesi'ni, Müslümanların cami<br />
yapmasına izin vermişler, zamanın yöneticileri izin vermeyince mescit<br />
yapmışlardır. Cuma ve Bayramlarda zorluk çeken halk Atabey Medresesi Müderrisi<br />
Şeyh Mehmet Efendi'den "Gayrimüslim ahaliye zarar vermemek kaydıyla camiye<br />
çevrilmesine" cevaz vermesi üzerine 1618 de Sultan Genç Osman tarafından<br />
ferman verilmesiyle cami olarak ibadete açılmıştır. Fermanın Türkçe yazılımı<br />
Böcüzade Tarihinde özetle şöyledir:<br />
"Siddei saadetime mektuplar gönderip Eğirdir kasabası adasında kızkilisesi<br />
adıyla bilinen kilise cami olması uygun olmakla, kendi mallarıyla harap olan yerlerini<br />
tamir edip camii şerif olmasını rica ettiklerini bildirdiklerinden cuma ve iki bayram<br />
namazı kılınmasına izin verilmiştir." (Hicri 1027 Miladi 1618)<br />
Yazar bu fermanın caminin duvarında asılı olduğunu yazar. ( Böcüzade<br />
Süleyman Sami 1851-1932)
Çoğunun adının Türk adı oluşu, yine çoğunun rumca bilmeyip Türkçe<br />
konuşması bu savın geçerliliğini kabul etmeye zorlamaktadır. Çünkü Nis'te oturan<br />
halkla Bizans yönetimi arasında iyi bağlar olmamıştır. Tarihi kayıtlar burda<br />
oturanların Bizans yönetiminden nefret ettiğini, Türkleri tercih ettiğini John<br />
Comnenus'un bunları yola getirmek için silah bile kullandığını yazıyor.<br />
Kurtuluş Savaşı 1923 mübadelesinden sonra Selanik yöresinden gelen<br />
Türkler, giden Rumların evlerine iskan edilmişlerdir.<br />
1950 lerde göl seviyesi yükselince Nis'ten birçok aile Eğirdir<br />
Belediyesinden yer istemişler, sonuç alamayınca 40 - 50 hane Isparta ve İstanbul'a<br />
göç etmişlerdir. İstanbul'da daha çok trikotaj üzerine iş yapmaktadırlar.<br />
NOZUL<br />
100-150 gramlık sıraz yavrularına denirdi. Sudaktan sonra gölün hayatı<br />
değişince o da kalmadı.
ODUN PAZARI<br />
O<br />
Demirkapı hamamı kalıntılarına varmadan sağ taraftaki boşluğa denir.<br />
Geçmişte başta Akpınar köyü olmak üzere Eğirdir'in odun ihtiyacı eşek ya da<br />
katırların getirdiği odunlarla karşılanırdı. Hayvanların sırtlarındaki oduna da "Yük"<br />
denirdi. Beş yük, on yük odun alan kişi hayvanlarla evinin önüne kadar götürür,<br />
yükünü yıktırır, içeriye taşırdı.<br />
OKUCU<br />
Davet, düğün, mevlütlerde sahibi adına çağırma, davet etme işini yapan<br />
kişiye denir. Orhun yazıtlarında "Okı" çağırmak, davet etmek anlamındadır.<br />
Eğirdir'de bu işi yapan belirli kişiler vardı, işi olan kişi listesini yapar, okucu eline<br />
verirdi.<br />
OLANLAR ŞEYHİ İBRAHİM EFENDİ<br />
Halfeti tarikatına mensup Melami Tasavvufu "Olanlar" (Ermişler) Şeyhi<br />
olarak tanınır.1591 yılında Eğirdir'de doğmuş, 1655 yılında İstanbul'da ölmüştür.<br />
Tüccar bir aileye mensuptur. Aile mesleğini devam ettirmeyip tasavvufa yöneldi.<br />
İstanbul'a giderek Seyyit Seyfullah Efendi halifelerinden Hakikizade Osman<br />
Efendi'den halifelik aldı. Daha sonra Olanlar tekkesinin Şeyhi olarak ölümüne<br />
kadar devam ettirdi. Tekkesi ve türbesi Aksaray meydanının düzenlenmesi ve<br />
Millet caddesinin 1957 de açılması sırasında yıktırılmıştır. Mezarı Murat Paşa<br />
cami haziresine nakledilmiştir.<br />
Ordinaryüs Profesör Dr. Fuat Köprülü'nün Türk Edebiyatında İlk<br />
Mutasavvıflar' adlı eserinde Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi'den şöyle bahseder.<br />
"Dil-i Dana, Müfid-i Muhtasar adlı iki manzum, meşhur eseri olan bu zat<br />
tasavvufta önemli bir kişidir. Aruz vezniyle yazdığı manzumelerden başka Yunus<br />
Emre tarzında, lakin biraz daha sanatlı ve ıstılahlı pek kuvvetli eserleri vardır." der.<br />
Aynı eserde Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın Hızırname adlı eserinden de bahseder.<br />
Böyle büyük ve çok önemli bir eserde iki Eğirdirli şairden söz edilmesi hepimiz için<br />
gurur kaynağıdır.<br />
Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi'nin ayrıca "Vahdetname" başlıklı manzum<br />
eserleri de vardır. Şiirlerinden örnek vermek istiyorum:
Yayan yerde ne gezersin gel ademe ir bu deme<br />
Hayvan gibi ne yelersin gel ademe ir bu deme<br />
Nusha-i Vahdet ademdir nefha-i kudret bu demdir<br />
Ademden gayrı ademdir gel ademe ir be deme<br />
Ayine-i Hak ademdir gören görünen bu demdir Her<br />
nefes ismi azamdır gel ademe ir bu deme<br />
Bu ilmin beyanını bir kamil insandan sor Canım<br />
can haberini can içinde candan sor<br />
Yarın ne olacağın bugün bilmek istersen<br />
Uykuya vardığında gördüğün seyrandan sor<br />
Yarin zülfü içinde ne başlar oynadığın Erenler<br />
meydanında top ile çevgandan sor<br />
Geçen hod geçti gitti geleceği neylersin Her<br />
nefsin neşesin bu demle bu andan sor<br />
İbrahim'in gönlünün gönklediğini bilmeğe Can ile<br />
talip isen gel Arş-ı Rahmandan sor<br />
Alimem dersin amma alemden bihabersin Bu<br />
andan bu nefesten bu demden bihabersin<br />
Söze gelince gerçi eylemişsin kıl gibi Kalbine<br />
Hak'tan olan hemdemden bihabersin<br />
Bu esrarı duymaya gerçekler nazarında<br />
Ariflerin dediği nağmeden bihabersin<br />
Dört kitabı okursan yine bilmiş olmazsın Benim<br />
canım madem ki ademden bihabersin<br />
OLUKLUCA<br />
Atalarımız doğada ibadet etmeyi hep sevmişlerdir.Olukluca'yı da sık sık<br />
ziyaret ederek ibadet etmişlerdir. Camili Yayla adına dikkat edilirse, ibadet için<br />
yaylada bile cami yaptırmışlardır. Dedegöl dağındaki Karagöl'e kadar giderek on<br />
beş gün orda kalıp ibadet ettikleri bilinmektedir.
Şeyh Mehmet Sultan için halk arasında bir hikâye anlatılır. O'nun bir katırı<br />
varmış. İbadet etmek için Olukluca'ya çıkarken Şeyhin rahat gitmesi için katırın<br />
arka ayakları uzarmış. Şeyh inerken rahat inmesi için katırın ön ayakları uzarmış.<br />
Olukluca bir meşe korusudur. Ne yazık ki asırlık meşeler 1911 kışında<br />
kesilmiştir. O yıl öyle kış olmuş ki yüz gün gölün buzu kalkmamış. Soğuktan<br />
yakacak kalmadığı için korudaki asırlık meşeler, hatta katranlardan bazıları<br />
kesilerek Eğirdirli hayatta kalma savaşı vermiştir. Olukluca'daki şimdiki ağaçlar<br />
kesilen meşelerin köklerinden ya da yeniden oluşan ağaçlardır.<br />
OMUCA<br />
Asma kütüğü. İssiz yandığı için Pınarpazarı'ndaki kebap fırınlarında omuca<br />
yakılırdı.<br />
ONYEDİLER<br />
Bir sohbet arkadaşlığı gurubudur. 3 Mayıs 1959 Cami mahallesi<br />
yangınından sonra dağılmıştır.<br />
OT BALIĞI<br />
Pararhodeus niger... 68 cm uzunluğundadır. Sarı, pullu, akvaryum balığı<br />
gibi bir balıktı. Daha çok hendek otu denen otların arasında yaşardı.<br />
OTURAK<br />
Çocuk ve hastaların eskiden tuvalet için kullandıkları topraksırçalı kap.
OVMA HELVASI<br />
Nişasta az bir suyla ezilir, sulandırılır, içine tat verecek ölçüde pekmez,<br />
biraz da tereyağı katılır. Ateşe konur, sürekli karıştırılır. Katılaştığında eksıranla<br />
sürekli olarak kıyılır. Pilav durumuna geldiğinde ocaktan indirilir.<br />
OVMAÇ ÇORBASI<br />
Hamur az bir unla iki el arasında ovularak ufalanır. Çorbanın malzemesi<br />
olarak kullanılır. Kaynar suya atıldıktan sonra çorba pişince üzerine kızarmış<br />
sadeyağ konur.
ÖĞLE YELİ<br />
Lodos'un yerel adıdır. Lodos yeli genelde öğle ve öğleden sonra başladığı<br />
için Eğirdirliler bu adı vermişler.<br />
ÖKSÜRÜK KAYASI<br />
Hıdırellez mağarasının yakınlarındadır. Hasta kayanın yanına gider.<br />
Tükürür, üzerine taş yapıştırır, ardına bakmadan evine döner. Öksürüğünün<br />
geçeceğine inanarak bekler.<br />
ÖMER FEVZİ ÖZTIĞ<br />
Ö<br />
1915 yılında Eğirdir'de doğdu. İlk öğrenimini Zafer İlkokulunda, orta<br />
öğrenimini Isparta'da bitirdikten sonra yüksek tahsilini Almanya'da tamamladı.<br />
Botanik profesörü olan Öztığ Almanca, Fransızca, İngilizce bilmektedir. Faydalı<br />
Bitkiler, Bitki Anatomisi, Nebatlar Dünyası eserlerinden birkaçıdır. Liseler için<br />
Biyoloji ders kitapları da yazmıştır.
PALAZ BABA<br />
P<br />
Baba Sultan türbedarlarındandır. Göl tarafında türbesi vardı. Yüz yıl kadar<br />
önce yıkılıp yola gitmiş.<br />
Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın 1475de biten divanı Hızırnamesinde Palas<br />
Abdal olarak adı geçen kişi bu olsa gerektir. 1475 yılını esas alırsak tarih<br />
bakımından hayli eski görünüyor.<br />
PAMUK HANI<br />
Bugünkü Belediye işhanının bulunduğu yerde idi. 1926 da Şapçılar<br />
tarafından satın alınıp yerine otel ve iş yerleri yapıldı. 1966 dan sonra Belediye<br />
istimlak edip oraya bugünkü işhanını yaptırdı. Daha önce oranın bedesten olduğu<br />
bilinir. Şimdi Isparta müzesinde sergilenen Eğirdir Definesi bu işyeri yapılırken<br />
bulunmuştur.<br />
Prof. Dr.M.Akif Erdoğru XVI.Yüzyılda pamuklu bezlerin satıldığı kapalı<br />
çarşı (Bezzazistan) olduğunu yazar. Büyük birolasılıkla bu yer Pamuk Hanı denilen<br />
bugünkü Belediye işhanının olduğu yerdi. Eğirdir definesinin de burada bulunması<br />
bu olasılığı güçlendirmiyor mu?<br />
PAMUK<br />
Eski kayıtlarda pamuğun Eğirdir gölü çevresinde ekildiği yazılıdır. Hatta<br />
Avşar'dan bahsetmektedir. Benim çocukluğumda Avşar'ın köyü olan Yenice köyde<br />
pamuk ekilirdi. Pamuğun o zamanki adı "Penbe" dir. Atabey'in bir köyünün adı da<br />
Penbeli'dir. 1480 lerde Bedre köyünde de pamuk ekildiği kayıtlarda geçiyor.<br />
PAPURATEŞ TAKIMI<br />
Bir sohbet arkadaşlığı gurubuydu. Papurateş de bu sohbette oynanan bir<br />
oyunun adıdır.<br />
PASTIRMA<br />
Eğirdir pastırması Kayseri pastırması gibi çimenle yapılmaz. Keçi ya da<br />
erkeçin kaburgaları özel olarak ayrılır, bolca tuzlanır. İnce tülbent sarılarak güneşte<br />
kurutulur. Etin yağlı olması gerekir. Genelde et tuz yüklü olur. Kışın kaburgalar<br />
çubuk halinde kesilir.Ocakta, mangal zerinde pişirilerek yenir. Yalnız yağlarının<br />
boşa akmaması için sık sık iki ekmek arasına konularak yağı alınır. Lezzeti başka<br />
tür pastırmalarla kıyaslanmaz.
PARLAİS<br />
Bugünkü Barla'nın antik adıdır.<br />
PATLAVUK<br />
Ağız civarında ve yüzde kabuklu çıbanlar olurdu. Bu çıbanları iyi etmek için<br />
patlavuk kesilirdi. Patlavuk kesen ocak kişisi çıbanlı çocuğa, "Patlavuğunu<br />
kesivereyim mi?" diye üç kez sorar, o da üç kez "Kesiver." derdi. Genelde iğde<br />
ağacı fışkınlarından birkaç dal kesilir, çocuğa verilirdi. O dallar da bacabaşına<br />
konulur, onlar kurudukça çıbanların da kuruyacağına inanılırdı.<br />
PAZARTAŞI<br />
Prostanna'dan Akpınar köyüne inerken üste yakın bir düzlüktür. Güneyinde<br />
yüksek kayalar vardır. Eski yol Prostanna'nın en alçak yerinden geçip<br />
Kervansaray'a indiği için bu yerin de yol üstü olması nedeniyle Pazartaşı olarak<br />
anılması dikkate değer.<br />
Akpınar- Pazartaşı'ndan Boğazova'nın görünüşü<br />
PAZAR KAYIĞI<br />
Yeşilada'da oturanların her gün Eğirdir'e gelip gitmek için kullandıkları<br />
kayıktı. İki tane olduğunu söylerler.
PEKMEZ KARMAK<br />
Mart ayında kar diş diş olduğunda üzerine pekmez dökülür yenirdi. Buna<br />
pekmez karmak derlerdi.<br />
PEKMEZ TOPRAĞI<br />
Marnlı toprak. Üzüm suyundaki asiti giderir, pekmezi tatlandırır. Genelde<br />
Banus köyünden getirirlerdi.<br />
PESKENİA<br />
Eğirdir gölü kuzeyinde bulunan yeri tespit edilememiş bir ilk çağ köyü ya da<br />
kasabası.<br />
PEYNİRLİ PİDE<br />
Eğirdir'e özel bir yemektir. Sekibağ mesiresinin yemeğiydi. Sekibağ<br />
mesiresi Mayıs ayının ikinci haftasının Pazargünü yapılırdı. Fırında pide yapılırken<br />
taze, tuzsuz, yağlı keçi peyniri harç edilir, pide hamuru üzerine konulurdu. Fırından<br />
çıktıktan sonra da parçalara bölünür, özel tencerelerine konarak üzerine bolca<br />
şeker dökülürdü. Sıcakken tencerenin kapağı kapatılır, iyice sarılır, sıcak sıcak<br />
öğleyin yenmek üzere, çadırlarda bekleyenlere; oğullar, nişanlılar, babalar<br />
tarafından Sekibağ'a yetiştirilirdi.<br />
Günümüzde de yapılıyorsa da doğru malzeme kullanılmadığından afiyeti<br />
olmuyor.<br />
PINAR PAZARI<br />
Pınardağı eteklerinde çıkan pınarın düzlüğünde eskiden 15 Eylül-15 Ekim<br />
arasında dört Pazar yapılan bir panayırdı. Köyler, ilçeler, tüm yörüklerin ve çevrenin<br />
toplanıp mal aldığı, mal sattığı bir pazardı. Şimdilerde ihtiyaç karşılığı 15<br />
Ağustostan başlamak üzere on hafta yapılmaktadır.<br />
Ne zaman başladığı bilinmiyor ama 1204 den sonra buraya temelli yerleşen<br />
atalarımızın bu olayı başlattıkları kesindir. Çünkü geldiği yerlerdeki geleneklerini de<br />
getirmişlerdir. 1860 larda Semerkand dolaylarında dolaşan Radlofun "Sibirya'dan"<br />
adlı neserinde böyle bir Pazaryerini anlatmaktadır.<br />
"Ortada bulunan Pazar yeri umumiyetle geniş, boş bir sahadan ibarettir.<br />
Fakat Pazar günü meydan uçsuz bucaksız insan kalabalığı kaynaşır. İhtiyar ve<br />
gençler bütün kışlaklardan buraya gelirler. İmkânını bulan herkes pazara gider.<br />
Satın alacak, satacak bir şeyi olmasa dahi pazarı kaçırmaz. Rahat bir sükunetle<br />
alışveriş yapanlar arasında dolaşır.<br />
Burada binlerce ve binlerce erkek, çocuk ve kadınlar sık bir kalabalık<br />
halinde kaynaşırlar. Her yer rengarenk olur. En çok gözebatan satılık mallar, tarla<br />
mahsulleri, ziraat aletleri, çanak çömlek binek takım gibi şeylerdir..." Sanki bizim<br />
Pınarpazarını anlatıyorgibi.
PINARGÖZÜ<br />
Pınarpazarı (1940)<br />
Yenişarbademli şehir merkezine 10 km uzaklıktadır. Dedegöl dağının<br />
eteğindedir. Bir mağara ağzından büyük bir su çıkar. Çevresinde antik yerleşim<br />
izleri vardır. Uzmanların incelemesine göre mağaranın uzunluğu 15 km.dir.<br />
Türkiye'nin en uzun mağarası denilmektedir. Genelde suyu 4 °C derecedir.<br />
Çevresi Orman Bakanlığı tarafından mesire yeri haline getirilmiştir.<br />
Buradaki ulu bazı karaçamların 400 yaşında olduğu söylenir. Mağarayı<br />
inceleyen uzmanlar içinde şelaleler, yer altı gölü, ırmağı olduğunu, ender rastlanan<br />
bir mağara olduğunu belirtmişlerdir. Eğirdir'e Aksu üzerinden 55 kilometredir.<br />
PİRE KIYISI<br />
Yeşilada'nın güney kıyısıdır. Şimdi doldurulup yol haline getirildi. Poyraz<br />
olduğu zamanlarda kayıklar buraya yanaşırdı. Şimdi küt gövdesi kalmış, içi oyuk<br />
yaşlı bir çınar ağacı vardır.<br />
PİRİNÇLİK<br />
Bugün Dağ ve Komando Okulu'nun eğitim yaptıkları Isparta yolu<br />
doğusundaki yamaçtır. Sanırım geçmiş zamanda pirinç ekildiği için bu ad<br />
verilmiştir.
PİŞMANİYE<br />
Kışın havanın çok soğuk olduğu zamanlarda pekmezden pişmaniye<br />
yaparlardı. Pekmezden mat yapılır, defalarca katlanarak muamele edilir.<br />
Tereyağla un kavrulur, mat tablanın üzerine çember şeklinde konularak yayılmış un<br />
üzerinde üç dört kişi aynı yönde çevirirler, mat işlem sonucu tel tel olurdu. Başarılı<br />
olmazsa mat çuvaldız gibi kalın olurdu.<br />
En soğuk kış günlerinin özel zevklerinin arasında olan pişmaniye, haşhaş<br />
helvası, ceviz helvası artık günümüzde unutuldu. İnsan ilişkilerimiz, insan<br />
sıcaklığımız kalmadı. Umarım kültürümüzün yaşamasını isteyenler günün birinde<br />
bu güzelliklere sahip çıkarlar.<br />
PREHİSTORİK KALINTILAR<br />
Konnebucağı pınarının Sivri dağı istikametinde yüz metre kadar batısında<br />
1970 yılında kuyu kazılırken 6 metre derinlikte bir mezar ve iki küp çıktı. Mezar; bir<br />
taş döşeme üstüne yatırılmış ölüye, pişmiş topraktan uzunlamasına yarım küp<br />
biçiminde bir kapak kapatılmıştı. Konnebucağı pınarının doğu bucağında da<br />
dikkate değer keramik kalıntıları görülür.<br />
Meseyin dağının güneydoğu yönünde, Belen taraflarında prehistorik<br />
kalıntılar vardır. Değişik keramiklerin yanısıra obsidiyen, sileks taşlar görülmüştür.<br />
Prof. Dr. Sait Özsait'in verdiği bilgilere göre J. Meloart 1955 lerde Kovada gölü<br />
yöresinde incelemeleryapmıştır. Gölün güneybatısında bir yer bulmuştur ki burayı,<br />
"Çukurkent tipinde" obsidiyen aletlerin bulunduğu üç yeni yerden biri olarak<br />
gösterir. Çatalhöyük (Konya-Çumra), Hacılar (Burdur) ile çağdaş sayar. Bu<br />
bakımdan Pınar beleninde obsidiyen taşların bulunduğu yerin incelenmesi bize<br />
Eğirdir'in geçmişi hakkında bilgi verebilir.<br />
Yine Meseyin dağının kuzey ucunun hemen doğusunda bir kuyu kazılırken<br />
6 metre kadar derinlikte kol kalınlığında ve iriliğinde yanmış, kömürleşmiş bir odun<br />
parçasına rastlanmıştır.<br />
PROSTANNA<br />
Sivri ile Camili yayla arasında kalan yüksek tepe Akropolis olarak<br />
kurulmuştur. Akropolisle Sivri dağı arasında kalan ve bunun kuzey güney<br />
yamaçları da Prostanna'nın yerleştiği alandır. Akpınar'da oturan kişiler batıdaki<br />
yüksek dağlardan Akropol'e iki koldan künklerle su geldiğini, bu künklere<br />
rastladıklarını söylerler. Prostanna'da kaçak kazılar sık yapılmaktadır.<br />
Akpınar köyünde oturanlar yılda 45 bin turistin burayı ziyaret ettiklerini söylerler.<br />
Şehir geniş bir alana yayılmıştır. 2000 yılında kalıntılar arasında dört saatlik bir gezi<br />
yapıldığı halde daha gezemediğimiz yerler vardı.1906 da bu bölgede araştırmalar<br />
yapan H. Rott Sivri dağına çıkarken kar içinde güzel, düzgün kesme taşlı yapı<br />
kalıntıları gördüğünden bahseder.<br />
Şimdiye kadar Prostanna'da ciddi bir inceleme yapılmamıştır. Tüm<br />
çalışmalar yüzeyseldir. O nedenle Prostanna hakkında bilgiler azdır. Hele Sivri<br />
dağının tepesine yakın ve Sivri'yi kale haline getiren sur duvarlarından ve bu<br />
kalenin içindeki kalıntılardan hiç bahseden olmamıştır. Bu kalenin içinde uzun
süren yaşam olduğunu gösteren şarap veya erzak küplerini, seramik kalıntılarını<br />
uzmanların değerlendirilmesinde yarar vardır.. Buradaki sarnıç kuyu da dikkate<br />
değer. Prostanna M. H. Ballance'a göre Hellenistik devirden önce kurulmuş, daha<br />
çok bir karakol vazifesi görülmüştür. Akropol şehrin yerleşme alanından 200 metre<br />
kadar yüksekte, 200 metre kadar çaptadır. Ortasında kareye yakın bir mabet<br />
kalıntısının izleri vardır. Akropol bir kale duvarıyla çevrilmiştir. Bazı yerlerde kale<br />
duvarlarının kalınlığı iki metreye varır. Akropol'ü koruyan sur duvarlarının sekiz<br />
burcu olduğu, ihtimal iki kapıdan girildiği H.Ballance'nin yaptığı topografik bir<br />
planda görülmektedir.<br />
Prostanna'dan görüntüler
Prostanna, Roma egemenliği altında iken II.Filippos'un onuruna para<br />
basmıştır. Arka yüzünde Tioulos çayını simgeleyen tanrının kabartması konulmuş,<br />
tioul biçiminde kısaltılmıştır. Büyük olasılıkla bu çay bizim eski Irmak, bugünkü<br />
kanaldır. Bu dönemlerde basılan paralarda da Sivri dağının adı "Viarus" olarak<br />
geçer.<br />
381 yılında istanbul'da toplanan Piskoposlar kurultayına Prostanna'dan<br />
Attalus Prostemensis adlı bir piskoposun katıldığı bilinir.<br />
6.yüzyıldan sonra Prostanna terkedilmiştir. Şehirde hiçbir Bizans<br />
kalıntısına rastlanmamıştır. Prostanna'nın yakınındaki Sagalassos 6. yüzyılda<br />
büyükbirdepremleyıkılıpyerle bir olmuş, şehirde terkedilmiştir. Prostanna'nın da<br />
aynı zamanlarda terkedilişi bu büyük depremin burada da etkisini gösterebileceğini<br />
akla getirmektedir.<br />
"Psidya ve Türkiyedeki Tarihsel Adlar" adında bir eser yazmış olan Bilge<br />
Umar Prostanna sözünün yerel Luvi diline göre güçlü bir olasılıkla "Gür su akıntısı,<br />
kenti" anlamı taşıyabileceğini yazar.<br />
Eğirdir'in eski adlarıyla prostanna kelimesinin bir ilgisi olmadığı bilinmelidir.<br />
İnternette Prostanna paraları ile ilgili şu adres vardır:<br />
F.J.Wagner Numismatic Art and Antiquities. Tel:(315) 687-0036.E mai:<br />
clasant servtech.<strong>com</strong> Postoffice box2 Minoa New-York 13116-0002 USA<br />
Not : Sivri ardındaki Prostanna antik kentini çok az Eğirdir'li bilir.<br />
İlgilerini çekmek amacıyla bolca fotoğraf koydum.<br />
Ayrıca burayla ilgilenip bazı değerli parçaların Isparta müzesine<br />
götürülüp sergilenmesini sağlayan Arkeolog İlhan Güceren'e teşekkür ederim.<br />
Prostanna'dan bir yazılı taş<br />
Zirvedeki Türk Bayrağı ve Zirve Defteri
Prostanna'dan görüntüler
Sivri'nin tepesindeki yalnız ahlat ağacı<br />
Sivri'nin üzerindeki Bizans kalesi kalıntıları
PÜSE<br />
Taban suyu yüksek yerlerde sert çekirdekli ağaçların kabuk dışına attıkları<br />
salgının sertleşmesi sonucu olur. Bir yerde özlü şekere benzer. Suda eritildiği<br />
zaman yapıştırıcı olur, zamk görevi görür. İlkokulda püseden zamk yapıp<br />
kağıtlarımızı yapıştırırdık. Bilge Umar'a göre Luvi dilinde "Pisa" katran anlamı taşır.<br />
İki sözün benzerliği düşünülürse Luvi dilinden günümüze gelmiş görünüyor.<br />
Yakaavşarlılar çamlardan çıkardıkları katranlara püse derler. Geçmişte<br />
bunları deri tuluklara doldururlar Konya, Beyşehir, Akşehir gibi yerlere buğdayla<br />
değiş tokuş yapmaya giderlerdi.<br />
Püseden ince katran yapılır; bu sıvı küçükbaş ve büyükbaş hayvanların<br />
tedavisinde kullanılır.<br />
Sivri'den Olukluca, Eğirdir ve Adalar
RADUMOS DEĞİRMENİ<br />
R<br />
Isparta'ya giderken demiryoluyla karayolunun kesiştiği yerin ileri sağında<br />
bir su değirmeni idi. Geceden eşeklere yük sarılır, gidilir, öğütülür gelinirdi. 1945<br />
lerden sonra terkedildi. İlgisizlikten yıkıldı gitti.<br />
RİCHARD L.TAPPER<br />
Eşiyle beraber Eğirdir'de 1984 yılından önce Sosyal Antropoloji açısından<br />
birkaç yıl kalarak inceleme yapmıştır. Karısı Nancy de halk arasında sıcak temas<br />
kurup yardımcı olmuştur.<br />
Abdullah Naci Kartal'ın dediğine göre Tapper'lerin 28.9.1984 ten sonra<br />
Eğirdir'le bir ilgisi olmamıştır.<br />
l. Eğirdir Sempozyumu kitabında yabancı dilde Eğirdir'le ilgili yayınlar<br />
bölümünde onlarla ilgili şöyle bir bilgi vardır.<br />
•TAPPER, Nancy; Gender, Movement and Exchange in A Turkish Counity<br />
(Eğirdir) ;London 1987<br />
•TAPPER, Nancy; "Thank God We're Secular!" Aspects of<br />
Fundamentalizm in A Turkish Town (Eğirdir), Forthcaming in L. Çaplan<br />
(e.d.) Aspects of Fundamentalizm, 1988<br />
Bu eserler henüz incelenip yayım yapılmadığı için, özellikleri hakkında<br />
bilgimiz yoktur.<br />
RUMLAR<br />
Başlangıçta Eğirdir'de de oturan Rumlar 1568 den sonra Ada'da<br />
toplanmışlardır. Türklerin Ada'da yerleşmeleri ise 1403 de Timur'un Eğirdir'i<br />
fethinden sonradır. Rumların Eğirdir merkezde kaldıkları süre içinde kiliselerinin<br />
nerde olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Yalnız Kubbeli Mescitin olduğu yerin bir<br />
kilise yeri olduğu söylenirse de kesinliği konusunda belge yoktur.<br />
RÜŞTİYE<br />
Rüştiye 1872 yılında Burhanzade Hacı Murat öncülüğünde, kardeşi Hacı<br />
Burhan, Hatıpzade büyük Salih, Sadullah Efendizade Rıza, Tığlızade Hacı Hafız<br />
Mehmet, Hacı Memiş Ağazade Hafız Mehmet, Hacı Sadık Efendilerin<br />
çalışmalarıyla açıldı. Bina üç oda bir dershane olmak üzere iki katlı olarak yapıldı.<br />
1901 yılına kadar kullanıldı. Sonra yıkılıp karşısına daha büyük iki katlı bir bina<br />
yapıldı. Alt katı iptidai, üst katı Rüştiye olarak kullanıldı.
SAATÇİ AHMET EFENDİ<br />
S<br />
Eğirdir'in en eski saat ustalarındandır. Saatçiliği babası Mehmet Efendi'den<br />
öğrenmiştir. Ahmet Efendi'nin doğumu tahmini 1870 lerdir. Ölümü de 1930 lardadır.<br />
Kurtuluş Savaşında Kale mahallesi Müdafai Hukuk Cemiyeti'nin temsilcisi<br />
olmuştur. Kendinden sonra saatçiliği oğlu İzzet Efendi devam ettirmiştir. Ondan da<br />
oğlu Hasan Efendi almış, şimdi de oğlu Bülent beşinci nesil olarak aile mesleğini<br />
devam ettirmektedir. Soyadları Gürdal'dır<br />
SAKARCA<br />
Anında değişik yönlerden ters ve sert esen rüzgâr. Adalı kayıkçılar böyle<br />
rüzgârlardan çekinirler. Kayık batma tehlikesi geçirebilir. Böyle rüzgârda birkaç<br />
kayığın battığı, boğulmalar olduğu bilinir.<br />
SAKSAĞAN BEYNİ<br />
Taze yoğurtla pekmez karıştırılarak yapılır, ekmek banarak yenir.<br />
SALİH ŞAPÇI<br />
Eğirdir'in en eski Şapçılar sülalesindendir. 1950 lerden sonra İstanbul'a<br />
göçmüşler, orada yaşamışlardır. Buna rağmen Salih Şapçı ömür boyu Eğirdir<br />
tarihiyle ilgilenmiştir. Karçınzade Süleyman Şükrü'nün Seyahat-ı Kübra adlı eserini<br />
günümüz diline çevirip Gölsesi gazetesinde yayınlanmasını sağlamıştır. Bu konu<br />
da derin incelemesi vardır. Ayrıca Eğirdir tarihiyle ilgili yazıları Akın gazetesinde<br />
sürekli yayınlanmaktadır. Kitap haline gelmiş çalışması yoktur. 13.07.1928<br />
tarihinde Eğirdir'de doğmuştur. Babası Ahmet Şapçı'dır. 1892 de Eğirdir'de doğmuş,<br />
03.07.1967 de İstanbul'da ölmüştür. Zincirlikuyu kabristanına gömülmüştür.<br />
Dedesi Hacı Salih Efendi 1848 de Eğirdir'de doğmuş, 13.09.1923 de Eğirdir'de<br />
ölmüştür<br />
SALLASAPAN<br />
Uzağa taş atmak için kullanılan bir çeşit sapandır. Bir oval deri parçası ya da<br />
örgünün iki ucuna sağlam bir ip bağlanır. İp boya göre olup biri orta parmağa<br />
bağlanır. Taş hazneye konarak ipin iki ucundan tutulup aşağı ya da baş üstünde<br />
birkaç defa hızla çevrilerek istenen hedefe yönlendirilir. Sallanma iyice hızlanınca<br />
ipin bağlı olmayan ucu bırakılır. Bu şekilde taşı yüz metreden fazla ileri atmak<br />
mümkündür. Sallasapan ateşli silah öncesi savaşlarda bile kullanılmıştır.
SARAY<br />
Eğirdirliler kiremitle kaplı çatıya saray derler. Önceleri şehirdeki evlerin<br />
çoğu damlıydı. Yükek yöneticiler çatılı kiremitli evlerde oturduğuna, onlara saray<br />
denildiğine göre o evlerin özelliğinden kiremitli çatılara saray denilmiş olabilir.<br />
Eğirdirli "Çatı akıyor" demez, "Saray akıyor" der. Kiremit aktarmaya da "Saray<br />
aktarma" der. Selçukluların Beyşehir gölü kıyısındaki Kubadabad sarayında bizim<br />
kiremitlerin daha irileri kullanılmıştır. Kiremitli evlerin onlara benzerliğinden böyle<br />
bir gelişme olabileceğini düşünüyorum.<br />
SARAYCIKARASI<br />
Meseyin dağının doğu tarafındaki düzlüğe denir. Ağılköy'ün alt düzlüğünde<br />
"Saray" denilen bir mevki vardır. Harçlı kalıntılar görülür. Mezar kalıntılarına,<br />
iskeletlere de rastlanır. Eğirdirliler sanıyorum geçmişte bu saraydan dolayı o yöreye<br />
"Saraycıkarası" demişler.<br />
Meseyin dağının kuzeydoğu ucunda kuyu kazan bir vatandaş altı metre<br />
kadar derinlikte yanmış bir odun parçasına rastladığını söylemiştir. Meseyin<br />
dağının kuzeydoğu yörelerinde de obsidiyen ve sileks taşlara rastlanmıştır.<br />
Çalıların arasında duvar kalıntıları, keramik parçaları vardır. Yol hafriyatı yapılırken<br />
belenin tepesinde doğuda bir küp mezara da rastlanmıştır.<br />
SARI TUĞLA<br />
Sarı tuğlalar Anadolu Beylikler döneminin çok önemli özelliklerinden biridir.<br />
Hızır Bey camisinin batı kuzey köşesinde bu tuğlalardan kullanılmıştır.<br />
SEKİBAĞ ÇADIRI<br />
Mayıs ayının ikinci haftasının pazar günü gidilen mesire yerine bir gün<br />
önceden çadır kurulurdu. Çadırlar genelde kıl iplikten dokunan çullar kullanılarak<br />
yapılırdı. Kıl çadırların özelliği yağmur yağsa da suyun süzülerek uçlardan akması,<br />
çadırın içini ıslatmamasıdır.<br />
SELAMİ<br />
Eğirdir'de doğdu. Doğum ve ölüm tarihleri bilinmemektedir. Asıl adı Molla<br />
Sinan'dır. Müderristir. Yusuf ve Züleyha mesnevisi vardır.<br />
SELEUCİASİDERA<br />
Atabey yakınlarında Bayat mevkisindedir. M.Ö. 3. yüzyılda kurulmuştur.<br />
Bugün görünen kalıntıları çok azdır. Tiyatro girişi, kaya ve oda mezarları, sur<br />
kalıntıları, bazı bina temelleri vardır. Zaman içinde çok tahrip görmüştür.<br />
Atabey'deki Ertokuş medresesi yapılırken buranın taşlarından yararlanılmıştır.<br />
Medresede açıkça izleri görülür.
SEN THEODOROS<br />
1907 nin 29 Nisanda Ada'ya uğrayan Gertrude Bell adında bir hanım gezgin<br />
Ayastefanos kilisesinin kuzeyinde olan 11-12. yüzyıldan kaldığı sanılan eski yıkılmış<br />
kilisenin adının sen Theodoros olduğunu yazar. Bu isme yalnız bu kaynakta<br />
rastladım. Bilinen bu eski kilisenin adına şimdiye kadar hiçbir kaynakta<br />
rastlanılmadı.<br />
Bu kaynakta Sen Theodoros kilisesinin yanında bulunan kuyunun suyunun<br />
bütün hastalıklara iyi geldiğini yazar. Bugün Ada'nın yaşlıları bu kuyunun suyundan<br />
çocukluklarında şifa bulduklarını söylerler.<br />
Şimdi bu kilisenin olduğu yerde okul vardır. Kuyu da bu okulun doğu<br />
duvarının dibindedir.<br />
SENATÖR<br />
Sözü edilen kuyu ve Ada sakinleri<br />
Sudak balığının en irisine balıkçıların verdiği addır. Bu balıkların irileri 5-6<br />
kilo, bazen daha fazla gelirdi.<br />
SEVİNÇBEY KÖYÜ<br />
Miskinler yokuşundan sonra <strong>Ispartaya</strong> gidilen yolun sol tarafında bir küçük<br />
köydür. İçinden gür bir pınar çıkar. Pınarın yakınında çocuk hastalara şifa verdiğine<br />
inanılan bir ziyaret yeri vardır. Sevinç ismini Eğirdir'in ilk Osmanlı komutanlarından<br />
Hızır Ağa'nın Şeyhülislam Berdai Zaviyesine bütün mallarını vakfettiği 1429 tarihli<br />
vakfiyede şahitlerin arasında görüyoruz. Zamanın kumandanlarından biri olan bu<br />
kişinin burayla ilgisi olduğu akla geliyor.
Halk arasında Sevinçbey'e "Seniçbey" derler. Şöyle bir hikâye anlatırlar:<br />
Sevinçbey'deki Beyin evine bir misafir gelmiş. Kahveyi getiren kişi önce misafire<br />
vermek istemiş. Misafir de saygısından "Sen iç Bey." demiş. Ondan sonra oranın adı"<br />
Seniçbey "kalmış.<br />
SEVİNÇBEYLİ KARA MEHMET<br />
Kurtuluş savaşı içinde eşkıyalık yapmıştır. 1922 de Senirkent'te bomba ile<br />
öldürülmüştür. Başı Isparta'ya götürülüp teşhir edilmiştir.<br />
SEYAHAT-I KÜBRA<br />
Eğirdirli Karçınzade Süleyman Şükrü'nün bir seyahat kitabıdır. Asya, Afrika,<br />
Avrupayı gezmiş gördüklerini bu kitapta anlatmıştır. Baştan kırk sayfa kadarı Eğirdir<br />
tarih ve kültürüyle ilgili ilk bilgileri verir.<br />
SEYFULLAH DEDE<br />
Bir Mevlevi Dedesidir. Türbesi hamam mahallesinde tarihi bir evin içindedir.<br />
İhtimalle Mevlevi tarikatının Eğirdir'de ilk temsilcisidir. Mevlana Celalettin Rumi'nin<br />
kardeşi çocuğu olduğu söylencesi vardır. Son şeyhlerden Osman Efendi'nin eşi, dedem<br />
<strong>Nuri</strong>'nin kardeşi Veziroğlu Mehmet Efendi'nin kızı Havva'dır. Tekke 1925 ten sonra<br />
Cumhuriyet kanunları gereği kapatılmıştır.<br />
SİLAHDAROĞLU MESCİDİ<br />
Silahdar Paşa Mescidi Şerifi diye de kaydı var. 1530 yılındaki Eğirdir'de bulunan<br />
evkafın durumunu gösterir belgelerde kale içinde silahdaroğlu mescidi geçiyor. Bugün<br />
halen Kale camisi denilen cami kaynaklarda "Dedeki" mesciti olarak geçtiğine göre bu<br />
adı geçen mescit ikinci bir mescittir. Bu mescit 1945 lerden sonra yıkılmış, yerine bir<br />
salon iki odalı, tek katlı bir ev yapılmıştır. Hocalar evinin batı bitişiğinde, Vezirler evinin<br />
arkasında idi. Harçlı sağlam biryapıydı.<br />
SIRAZ<br />
Çok yağlı olurdu. Karnından çıkan yağı kendini kavururdu. En iyi kurulmuş balık<br />
sırazdan yapılırdı. Sac ve teneke üzerinde de pişirilerek yenirdi. Buna da çayır kebabı<br />
derlerdi. 5-6 kilo kadar irileri olurdu. Karçınzade Süleyman Şükrü 15 kiloya kadar<br />
tesadüf edildiğini söyler.<br />
Havyarı zehirlidir diye yenmezdi. Eğirdir gölü hakkında 1952 de rapor yazan<br />
Alman Ord.Prof. Dr. C. Kosswig iki arkadaşıyla beraber sıraz havyarı yiyerek deneme<br />
yapmıştır. Yemekten 4,5 saat sonra kusma ve terleme başlamış, aralıklarla sabaha<br />
kadar devam etmiş, ishal durumu da olmuştur. Raporunda böyle anlatmaktadır.<br />
SIRIM<br />
Erik, kayısı, yabani erik gibi meyveler marmelat haline getirilir. Bir bez üzerine<br />
incecik yayılarak güneşte suyu çektirilir. Sonra katlanarak kış için saklanır. Köseleden<br />
kesilmiş, muamele görmüş ince uzun ipe de sırım denir.
SIYIRGA<br />
Taze, taneli fasulye haşlanır. Yağ konmadan tuzlu tuzsuz yenir. Eğirdir<br />
köylerinde buna "Zıplak" da derler.<br />
SOĞAN<br />
Soğan çok acı olursa diken kişinin soğanı dikerken çok yellendiği söylenir.<br />
Soğan sıcak küle gömülüp pişirildikten sonra iltihaplanmış yara üzerine konursa,<br />
iltihabı açığa çıkarır.<br />
SOHBET CEZALARI<br />
Erişkin kimselerin kış günleri aralarında anlaşıp haftanın birkaç gününde<br />
beraber yemek yiyip eğlenmeleri gelenektendi. Bu toplantılarda sohbet edilir,<br />
yemekler yenir, oyunlar oynanırdı. Toplantıda kusur işleyenlere cezalar verilirdi.<br />
Ama yellenenlere de verilen ceza en ağır olurdu. Balkabağı ortadan kesilip içi<br />
oyulur, kavuk gibi başa geçirilir, üstüne de mumlar yakılırdı. Sırtına da eski bir cübbe<br />
giydirilerek eşeğe ters oturtulur, Sohbetbaşı da eşeğin yularından çekerek çarşı<br />
içinde dolaştırırdı.<br />
SOKU<br />
Dibekte buğdayın kabuklarını çıkarmak için kullanılan bir araçtır. 60-70<br />
cm.lik yuvarlak bir takoza sağlam bir sap takılır. Onunla dibek içindeki buğday<br />
üzerine ritmik hareketlerle vurulur. Hafif ıslatılan buğdayın böylelikle kabukları çıkar.<br />
El değirmeninde çekilecek bulgurlara da aynı işlem yapılırdı. Bu işleri yapmak için<br />
taş dibek hemen hemen her mahallede vardı.<br />
SORGUN MAĞARASI<br />
Aksu'nun 10 km. kadar kuzeyindedir. Toplam uzunluğu 302 metredir.<br />
İçinden biryeraltı deresi akmaktadır.<br />
SOZOPOLİS<br />
Uluborlu'nun antik ikinci adıdır. İlk adı Apollonia'dır. Meşhur kirazı bundan<br />
bozularak "Napolyon" şeklinde söylenmektedir. Sonradan Sozopolis olmasının<br />
nedeni, Hıristiyanlığın ilk azizlerinden Sozimos'la ilgilidir.<br />
SÖNGÜ<br />
Taş ekmek fırınlarında fırını ısıtacak kadar ateş yandıktan sonra külleri ve<br />
közleri bir yana toplamak için ucuna çaput bağlı uzun bir sırık kullanılır. Buna söngü<br />
denilir. Çaput ıslatılır, sırık döndürülerek kor ve kül bir yerde toplanırdı.
SÖZLÜK<br />
Abıldabıl yürümek : Sendeleyerek yürümek. Yaşlı yürümesi.<br />
Acıgenirek : Mide ekşimesi, ağızdan gaz çıkarma.<br />
Acızlanmak : Sızlanmak.<br />
Addakgaddak : Hile, aldatma.<br />
Ağ : Bilinen anlamı dışında, donlarda bacak arasına konulan<br />
üçgen şeklindeki ek kumaş.<br />
Ağnamak : Eşeğin ince tozda yatıp debelenmesi. Amaçsız, iş<br />
örmeden yatan insana da kullanılır.<br />
Akarca : Kemik veremi.<br />
Akarı kokarı olmak : Hasta olmak.<br />
Akıtmak : İşemek.<br />
Alazlamış : Çok zayıflamış.<br />
Alıcı hastalık : Öldürücü hastalık.<br />
Allaha yan bakan : Şaşı.<br />
Alnı çatından vurmak : Alnın ortasından vurmak.<br />
Alnıkabağı : Kaşlarla saçlar arasındaki bölge.<br />
Alt üst parası : Hastanın ölümünden sonra günahlarının affı için hayır<br />
işlerine, hocalara, yoksullara verilen para.<br />
Ana gı : Anacığım. Divanü-Lügat-it-Türk'de "gı" eki "çığım"<br />
anlamında kullanılmıştır.<br />
Ananın eti : Çırılçıplak.<br />
Angıtbengitolmak : Ani bir durum karşısında çok şaşırmak.<br />
Apak topak : Gürbüz.<br />
Arabevli : Evine düşkün olan kimse.<br />
Arıkmak : Temizlenmek.<br />
Arılık : Altın ağırlıklı armağan.<br />
Atılıp gitmek : Çok yorgun olmak.<br />
Avkmakcıvkmak : Aşırı şekilde dövmek.<br />
Avunmuş : Cinsel isteği giderilmiş. Hayvanlar için kullanılır.<br />
Ayağı berkmek : Ayağın burkulan yerin şişmesi.<br />
Ayamak : Kendini ya da eşyasını korumak.<br />
Aydaş : Çok zayıf, gelişmeyen küçük çocuk, süt çocuğu.<br />
Ayvadana : Sarı çiçekli kokulu, kaynatılıp içilince öksürüğe iyi<br />
gelen bir ot.<br />
Badılamak : Seyrekçe kumaşı teğellemek.<br />
Badırdamak : Öfke halinde söylediği anlaşılmadan kendi kendine<br />
konuşmak.<br />
Bağa : Guatr hastalığı.<br />
Bağır : Göğüs.<br />
Baklan : Taze ve semiz. Çevremizde bir köy adı. Divanü-Lügat-it<br />
Türk'te de geçer.<br />
Balkımak : Parıldamak, ışılamak. Ör: Ay balkım balkım balkıyor.<br />
Bardak : Testi.<br />
Bastıbacak : Kısa boylu.<br />
Başak : Bağ bozulduktan ceviz badem silkildikten sonra ağaçta<br />
kalanlar.
Batır Bağ fiillerden sonra kullanılan bir kelimedir. Gelip batır,<br />
görüp batır gibi. Daha çok kırsal kesim kullanırdı.<br />
Bazıma Bazlama.<br />
Belek Yakınlara düğün, doğum nedeniyle verilen armağan.<br />
Belgüzar Armağan.<br />
Bellik İşaret.<br />
Bengildemek Ani bir durum karşısında korkuyla sıçramak..<br />
Berkmek Elin ya da ayağın burkulması.<br />
Beserek Sokakta yalnız gezen sorumsuz genç kız.<br />
Beti benzi atmak Çok korkmak.<br />
Bey vermek Kapora vermek.<br />
Beze Hamuraçma işlerinde küçük hamur topağı..<br />
Bezermek Yüzü solmak.<br />
Bezime Yufka.<br />
Bıcılgan Küçüktatlısu midyesi.<br />
Bıdıcık Kısa boylu.<br />
Bicik Meme<br />
...Bille gibi..zaman..Ör: Vurdumbille düşürürüm.<br />
Bingeçmek Kramp, sinirlerin uyuşması.<br />
Bişik Kasıkta, apış arasında olan kızartı.<br />
Bitmek Var olmak. Bu yıl elma çok bitti.<br />
Boğassamak İneğin çiftleşme isteği duyması.<br />
Boğaz süpürgesi Kadayıf.<br />
Boğazsak Obur.<br />
Boynun çıkrığı dönsün Yüzün arkaya gelsin (beddua).<br />
Börkmek Sıcaktan yanmak, suda haşlanmak.<br />
Bığır bığır Çürüyen leşteki kurtların kaynaması.<br />
Bun Sıkıntı.<br />
Burkutmak Yüzüyle memnun olmadığını belirtmek.<br />
Buru Aşırı karın ağrısı ve ishal olma hali.<br />
Buşramak Can sıkıntılı durmak.<br />
Buymak Çok üşümek.<br />
Büngüldemek Suyun kaynama hali. Pınar gözlerinden basınçla<br />
suyun çıkması.<br />
Bürüncük Bir çeşit ince kumaş.<br />
Büvve Su. Çocuklar için kullanılır.<br />
Büzük Kıç.<br />
Büzülmek Soğuktan uyuşup, toplanıp oturmak.<br />
Canevi Yürek.<br />
Ceyhun olmak Aşırı yağışla her yerden seller akması. Ortaasyada ki<br />
Ceyhun ırmağının buralara uzantısı olsa gerek.<br />
Cıcıket Yeni doğmuş canlı.<br />
Cıdavu Geçimsiz, saldırgan kişi.<br />
Cırcırolmak İshal, sürgün olmak.<br />
Cırmık Tırnak izi.<br />
Cıs Ateş. Çocuklariçin kullanılır. Aynı zamanda çocuklara<br />
yasak şeylere karşı uyarı sözüdür.<br />
Cibare Saygısız, terbiyesiz, görgüsüz.<br />
Cibbeten Başından sonuna kadar.
Cibre : Üzümün suyu alındıktan sonra kalan posası.<br />
Cillikcillik bağırmak : İnce sesle bağırmak.<br />
Cinbaşına oturmak : Tek başına oturmak.<br />
Cingilcoruk : Bağ bozulduktan sonra kalan üzümler.<br />
Cingil : Üzüm salkımının bir parçası.<br />
Ciynek : Kıvılcım.<br />
Comman : İriyarı aptal çocuk.<br />
Coplak : Küçük, balçıklı su çukurları.<br />
Cozutmak : Kafayı yemek.<br />
Cuk durmak, cuk oturmak: Aşık oyununda yan çukurun yukarı gelmesi. Bir işin tam<br />
ve yerinde olduğunu anlatır.<br />
Çağsak : Dağların yükseklerinden düşen taşların parçalanıp<br />
yığılan yerleri.<br />
Çatma : Küçük iskele.<br />
Çavmak : Sıcaklığın uzaktan yüze vurması.<br />
Çebiç : Altı aylık keçi yavrusu.<br />
Çelpeşik : Karışık iş, karışık ip.<br />
Çemkirmek : Küçüğün büyüğe karşı saygısızca konuşması.<br />
Çemrenmek : Eteğini toplayıp oturmak.<br />
Çenet : Kalça.<br />
Çentik : Tahtaya bıçakla açılan iz.<br />
Çığır : Karda, dağda gelen geçen insanların ve hayvanların<br />
açtıkları daryol.<br />
Çığsak : Çok iyi kurumuş.<br />
Çıkın : Bohça.<br />
Çıplakşeytan : Kaynanalara göre gelin.<br />
Çiğsi : Pişmemiş.<br />
Çilbir : Atı kontrol etmeye yarayan ince uzun zincir.<br />
Çimke : Küçük benek.<br />
Çimmek : Suya girmek, yüzmeye çalışmak.<br />
Çirk : Pis su.<br />
Çö durmak : Tay durmak.<br />
Çömçe : Pestili karıştırmak için kullanılan kısa sopa.<br />
Çövdürmek : Küçük erkek çocuk işemesi.<br />
Çözeti : Davarın sağılarak barsakları alındıktan sonra kalan<br />
yatak eti.<br />
Dabıldubul : Yaşlı yürümesi, çocuk yürümesi.<br />
Dal : Omuzbaşı.<br />
Dalağan : Isırgan otu, meke.<br />
Dalak : Peynir dilimi.<br />
Dalap etmek : Gönülden istemek.<br />
Daldaşak : Çırılçıplak.<br />
Dallanıp budaklanmak: Çöl çocuk sahibi olmak.<br />
Daltaban : Yalınayak.<br />
Damzırmak : Hastanın ağzına yavaş yavaş su vermek.<br />
Dangıldamak : Çok konuşmak.<br />
Dangına gitmek : Acayibine gitmek. Divanü-Lügat-it-Türk'de " Tang"<br />
şeklinde geçiyor.
Darlanmak Sıkıntı duymak, parası yetmemek.<br />
Debermek Hastalığın tekrarlaması.<br />
Deddah Eşek (Çocuk Dili).<br />
Dehdeh Eşeğe "yürü" sözü.<br />
Delidepek Sapık.<br />
Demirboku Maden eritilidikten sonra geriye kalan cüruf.<br />
Dikim Lokma.<br />
Didek Gaga.<br />
Dikinci Terzi.<br />
Dilak "Ananın dilağını.." diye başlayan bir küfür sözü. Divanü-<br />
Lügat-it-Türk'de de geçer.<br />
Dilcek Çok konuşan.<br />
Direzi Halının uzunlamasına olan pamuk ipleri.<br />
Diş bulguru Çocuğun ilkdişleri çıktığında dağıtılan bulgur.<br />
Ditmek Eti, yünü, pamuğu ince parçalara, liflerine ayırmak.<br />
Dodan Kendini beğenmiş, suratı asık, az konuşan.<br />
Doluksumak Duygulanmak, gözleri yaşarmak.<br />
Dömelmek Kıçını kaldırıp durmak.<br />
Döngüldemek Ortalıkta amaçsız gezinmek.<br />
Döş Göğüs, bağır.<br />
Düden Obur. Suyun tabandan gittiği yer.<br />
Düğü Bulgurun irisi.<br />
Ebişmek Sırtına çocuk almak.<br />
Efilemek Canı sıkıntılı gezmek.<br />
Efküf etmek Elindekini değersizce harcamak.<br />
Eğer bostanı Salatalık.<br />
Ehniyan Obur.<br />
Eksiran Hamurteknesindeki hamuru sıyıran demir parçası.<br />
Eleleh Kişinin canı yandığında söylenen bir ünlem.<br />
Emen Asma dikmek için açılan çukur.<br />
Emenmek Bir işi gerçekleştirmek için çok uğraşmak.<br />
Emi " Söylediğimi yap." Anlamında kullanılır.<br />
Emme Meme.<br />
Engi Nezle.<br />
Ensekökü Boynun arka tarafı.<br />
Erinmek Bir iş yaparken tembellik etmek.<br />
Erişikli Sinir hastası.<br />
Erkeç İğdiş edilmiş teke.<br />
Erpik Pişimi tez olan et. Sebze.<br />
Esirekli Deli.<br />
Eşbahlı Aşırı iştahlı. "Atar atar vuramaz, Esbabından duramaz"<br />
Ev işletmek Ahşap evin doğramalarını yaptırmak.<br />
Evsmek Tahılın ve benzerinin taş sap ve kabuğunu ayırmak<br />
için birtepsi üstünde havalandırarak üfürmek.<br />
Eyin Sırt.<br />
Ezaya gitmek Ölenin evine başsağlığına gitmek.<br />
Faldırdamak iş görmeden ortalıkta amaçsız gezinmek..<br />
Fıkramak Ekşimek.
Fışımak : Ekşimek.<br />
Fışna : Vişne.<br />
Finiyer : Havuç hastalığı. Yenildiği zaman içinde kum varmış<br />
gibi olur.<br />
Fisirge : Sivilce.<br />
Gakgilihavası : Eğirdir'e özel bir oyun havası.<br />
Gammak : Gerdan,çene altı.<br />
Ganere : Yalaka. Kötü alışkanlıkları olan.<br />
Garnavit : Kerevit.<br />
Gebelekli : Öksürüklü.<br />
Geber : Gayrımüslümlere "Gebr" denir. Öfke anında "Gavur gibi<br />
öl" anlamında kullanılır.<br />
Gebre : Atı tımar ederken kullanılan kıl ipten örülmüş düz<br />
eldiven.<br />
Geçindi : Öldü.<br />
Geldiksire : Geldikçe.<br />
Gelipbille : Geldiğim zaman.<br />
Ger : Koyu esmer tenli.<br />
Geviş : Küçük çocuklara ağızda ezilip verilen mama.<br />
Gez : Yaşlılar hanımlarını "Gez.." diye çağırırlardı. Divanü-<br />
Lügatit-Türk'de "Kis."Karı lamındadır. Sanırım "Gez.."bu<br />
sözün değişmiş şeklidir.<br />
Gıcır büklüm ol : Sakat kal. (Beddua).<br />
Gıldir, Gılli parmak : Küçük parmak.<br />
Gılgırt : Buğday, fasulye, nohut, mercimek, mısırın birlikte kaynatı<br />
larak yapılan yiyecek.<br />
Gıllemek : Oyunbozanlık etmek.<br />
Gıllıngış : Şüphe.<br />
Gındır : Küçük, kısa, zayıf...Çapağın en küçük yavrusu.<br />
Gıppık : Göztikiolan.<br />
Gicişmek : Kaşıntı.<br />
Gokgok : Çok zayıf güçsüz yaşlı.<br />
Goklanguzu : Salyangoz.<br />
Gongur : Yanmış yünün kömürü. Köz. Kızılkahverengi.<br />
Gongurdak : Çan.<br />
Götlük : Oturak.<br />
Gözsüz köpek : Köstebek.<br />
Gözünü belertmek : Öfkesini gözüyle ifade etmek.<br />
Gurilli : Kolera hastalığı.<br />
Günülemek : Kıskanmak.<br />
Hakırhakırgülmek : Çokgülmek.<br />
Hangırdamak : Olur olmaza çok gülmek.<br />
Hapaz : İki avucun aldığı kadarnesne.<br />
Haranı : Orta boy derin kazan.<br />
Harar : Büyük kıl çuval.<br />
Harpıdan uyanmak : Yürek çarpıntısıyla uyanmak.<br />
Hava çalması : Çok sıcak havada meyva ağaçlarının çiçeklerinin döl<br />
tutmayıp dökülmesi.
Havruz : Oturak.<br />
Hıltar : Kurtlara karşı korumak için köpeğin boynuna geçirilen<br />
sivri demirli tasma...<br />
Hımhım : Genzinden konuşan kimse.<br />
Hırçolmak : Bir sepet içindeki meyve ve sebzenin sallantıdan<br />
yenmez hale gelmesi.<br />
Hinci : Şimdi.<br />
Horta : Şaka.<br />
Hortacı : Şakacı (Nasrettin Hoca Sivrihisar'ın Hortu köyündendir.<br />
Hoca'nın köyünün adıyla bu sözler arasındaki bağ ilgi<br />
çekiyor.)<br />
Hörüştü : Marangozun rendesinden çıkan ince yonga.<br />
Hurda : Şurda.<br />
Iğıl ığıl kanamak : Yavaş yavaş kanamak.<br />
Ihıcık : işte burada (kırsal kesim kullanır).<br />
Ihmak : Oturup kalmak,<br />
lldırdamak : Yağın su üstünde parıldaması. Kandilin çok az ışık ile<br />
yanması.<br />
imik : Hafif esintili lodos havası.<br />
Imırga : Çok taze olan.<br />
Ingıl ıkış yollar yokuş : Gönülsüz iş yapanlara denir,<br />
irsiz : Huysuz, yüzsüz, utanmaz. Divanü-Lugat-it-Türk'de "Irra"<br />
utanma olarak geçer.<br />
Irvasa : Büyü, efsun.<br />
İçi gıyılmak : Çok acıkmak.<br />
İçi yavuncumak : Açlıktan mide suyunun artması,<br />
jldal : Belli belirsiz.<br />
İliştir : Kevgir.<br />
İlişikli : İnanışa göre şeytanın çarptığı kişi.<br />
İmamevi : Kadın hapishanesi. Osmanlı döneminde kadınların<br />
hapislik bir durumu olduğu zaman imamların kontrolünde<br />
bir evde kalırlarmış.<br />
İman tahtası : Göğüs kemiği.<br />
İncedalan : İnce uzun boylu kişi.<br />
jncik : Oynak eklem yerleri.<br />
İnez : Çok zayıf.<br />
İnme : Felç.<br />
İskilen : Iska, arpacık soğanı.<br />
İssilik : Sıcaktan olan ince sivilceler. Nemli sıcak hava.<br />
İtdirseği : Arpacık.<br />
Kabıklı : Müslüman olmayan.<br />
Kakaç : Yaşlı, zayıf.<br />
Kaklak : İskelet.<br />
Kalağan : Devedikeni.<br />
Kanayaklı : Kadın,kız.<br />
Kanırmak : Ağacın dalın gövdesinden asılarak ayırmak.<br />
Kanlı buru : Amipli dizenteri.<br />
Kapatma : Nikahsız kadın.<br />
Karlangayıp : Bulunmamacasına kayıplara karışmış.
Karlanguş Kırlangıç.<br />
Kavut Bulgurun öğütülüp elendikten sonra kalan en incesi.<br />
Ağızda olduğu zaman kolay konuşulmaz genze kaçar.<br />
Kaynarca Sıcak duru pelte.<br />
Kayrak Kavun, karpuz dilimi. Yassı küçük taş.<br />
Kaysılamak Hamurun yüzünün kuruması.<br />
Kebeli Gecekuşu, yarasa.<br />
Keçeli Söylenen söze, çevresine duyarsız.<br />
Kengi Sırt ağrısı.<br />
Kes Kalın saman.<br />
Keşken İnce baklaca oklavası.<br />
Kıppık Göz tiki olan.<br />
Kır kır Eşeği yönlendirmek için kullanılan ünlem.<br />
Kıran Salgın hastalık.. Köküne kıran girsin (Beddua)<br />
Kırık Hovardalık yapan işsiz erkek.<br />
Kırklamak Canlı düşmüş kuyuyu temizlemek için kırk kova su<br />
Çekip kırk defa batırıp çıkarmak. Bu inançla yapılan<br />
işlemden sonra kuyunun suyu içilir.<br />
Kıypık Halı düğümünden kesilen yün iplik.<br />
Konak Süt çocuklarının başındaki kepek.<br />
Köroğlu Erkek yaşlıların eşlerine verdikleri ad.<br />
Kulaktozu Kulağın arkasındaki çıkıntı.<br />
Kupa Su bardağı.<br />
Kurtulmak Doğumunu yapmak.<br />
Kuzu dişi Yüz yaşını geçince çene kemiğinin belirmesi.<br />
Kümük Toplu burun.<br />
Kümürtlek Kıkırdak.<br />
Küncü Susam.<br />
Mahana Ahırda hayvanların yem yedikleri yüksek yer.<br />
Malama İnce samanlı çamur. Yalıtım için tavan tahtası üstüne<br />
sıvanır.<br />
Mavra Ham meyva.<br />
Mayır muyur konuşmak:Kararsız, sözlerinin anlamı anlaşılmayacak bir şekilde<br />
konuşmak.<br />
Mayışmak Sıcak rahat biryerde kendini dinleyerek yatmak.<br />
Meh Al anlamındadır. Divanü-Lügat-it-Türk'de "Mah" şeklinde<br />
geçer.<br />
Meleksi Börek baklava açmak için biraçımlıktopak hamur.<br />
Menevrek Kara koyun yününden yapılmış kumaş ve uçkurlu şalvar.<br />
Menfez Suya geçit vermeyen kapalı kanal.<br />
Mesmes Aptal, uyuşuk.<br />
Mıhsıçtı Cimri.<br />
Mısmıl Hepsi, bütünü.<br />
Nabeki Küçük bakırtabak.<br />
Nallıkatır Kavgacı kişi.<br />
Naşşal Aşağı kişi.<br />
Netameli Uğursuz, belalı.
Nevri dönmek : Midesi dönmek. Tiksinmek.<br />
Nifirge : En küçük boy işe yaramaz meyva.<br />
Ninni : Elde yapılan basit bebek.<br />
Oğulmak : Ekmeğin küçük parçalarının dökülmesi.<br />
Oğunmak : Çocuğun ağlarken soluğunun kesilmesi.<br />
Oluşat : Yaratılış.<br />
Omuca : Asma kütüğü.<br />
Onğmak : İşinden, yaptıklarından olumlu sonuç almak. Divanü-<br />
Lügat-it-Türk'de"Onğma"kolay anlamındadır.Onğma<br />
inşaallah (Beddua).<br />
Ovmak : Ufalamak.<br />
Oyulgamak : Kaba dikişle elle dikmek.<br />
Öğleyeli : Lodos.<br />
Öğmek : Hamuru özleşinceye kadar yoğurmak.<br />
Ölet : Salgın hastalık.<br />
Patlangaç : Balıkların karnındaki hava kesesi.<br />
Patlavuk : Dudak ve yüzde çıkan çıbanlar.<br />
Pavkurmak : Çakal uluması.<br />
Pertlemek : Sıkıştırılan birşeyin birden çıkması.<br />
Punta : Menenjit.<br />
Pürçek : Bitkilerin küçük dalları.<br />
Satılcan : Zatürre.<br />
Seme : Aptal,salak.<br />
Senit : Yemek yenen, hamura çılan küçük tabla.<br />
Sıdmak : Sızarak akmak. Patlamak.<br />
Sığrınmak : Yediğini sindirememek.<br />
Sıkma : Yakasız gömlek.<br />
Sırıtıp kalmak : Soğuktan donmak, çok üşümek.<br />
Sıyırga : Haşlanmış yeşil fasulye.<br />
Su kavletmek : Yaranın su değip iltahaplanması.<br />
Suyutkunu : Aldırmaz kişi.<br />
Sürtük : Sabunun kullandıktan sonra kalan son kalıntısı.<br />
Şemik : Ayak bileği kemiği.<br />
Tabanıyarık : Köylü.<br />
Tabla : Yuvarlak, alçak masa.<br />
Tahtasız : Çatlak kişi.<br />
Takaze etmek : Alaya almak.<br />
Taraz : El derisinin işten pürüzlenmesi.<br />
Tavukgötü : Elde ayakta olan siğile benzer biryara.<br />
Tebelleş olmak : Musallat olmak.<br />
Tebzermek : Yufkanın biraz bekletilip neminin gitmesi.<br />
Tekdur : Usludur. Çocuklara söylenir.<br />
Teneşir horozu : Çok zayıf kişi.<br />
Tengirek : Yünü, ipliği elde bükme aracı.<br />
Tetire : Şekersiz nişasta peltesi... Kağıtyapıştırmada kullanılır.<br />
Tezikmek : Bir işte çabuk olmak. Hızlı yürümek.<br />
Tığlamak : Birinin ardından gözetip izlemek.<br />
Tıngabak : Saçsız kişi.
Tillak : Göl üstünde kaydırılan taşın herbirsekimi.<br />
Timbildetmek : Balık avlarken balığın ipi hafif kımıldatması.<br />
Torki : Dalda kalmış ceviz badem gibi şeyleri düşürmek için<br />
ağaca atılan kısa sopa.<br />
Tülütombak : Şeftali.<br />
Tünek : Kümes.<br />
Tüngüldemek : Atlamak.<br />
Uğru : Hırsız.<br />
Ummak : İstemek, dilemek.<br />
Uykuluk : Bağırsak sağıldıktan sonra kalan et. Çözeti.<br />
Uylamak : Birşeyin üstüne çok düşmek.<br />
Übcük : Köşe.<br />
Üleşmek : Paylaşmak.<br />
Ülük : Testinin su dökülen çıkıntısı.<br />
Ürımek : Davar kesildikten sonra deriyle et arasına hava vermek.<br />
Ürülmek : Bağırsakta gaz toplanması.<br />
Üskes : Katiyen.<br />
Ütmek : Oyunda kazanmak. Kılı, tüyü alevde yakmak.<br />
Üzülmek : Kumaşın yıpranmış hali.<br />
Vezilemek : Hasta çocuğun ağlaması.<br />
Vıddırıvızık : Özen gösterilmeden yapılan iş.<br />
Ya'a : Hayır. Divanü-Lügat-it-Türk'de aynı kelime vardır.<br />
Yağ sızırmak : Tereyağı, iç ya da kuyruk yağını eritip, artıklar dan ayırarak<br />
yağını almak.<br />
Yağıda : Şapka, ceket yakasında yoğunlaşmış kir.<br />
Yağır : Kaşıntılı, eskimiş yara. Yağlı kir.<br />
Yağlık : Büyük mendil.<br />
Yağrık : Üzerinde et kıyılan, kemik kırılan ceviz ya da karaağaçtan<br />
yapılan kütük.<br />
Yanpiri : Topal.<br />
Yarnı : Sırtı.<br />
Yanıkara : Karaleke. Meyve hastalığı.<br />
Yatgeber ekmeği : Gece yarısından sonra yenen yemek.<br />
Yavsu : Küçükbaş hayvanların keneye benzer bir çeşit asalağı.<br />
Yavuklu : Nişanlı.<br />
Yavuncumak : Açlıktan olan, midenin uyarısı.<br />
Yeğni : Hafif.<br />
Yekidik : Topal.<br />
Yelalmak : Soğukalgınlığı.<br />
Yel : Romatizma.<br />
Yelleh : Hayret ettim.<br />
Yellenmek : Bağırsaktan gaz çıkarmak.<br />
Yemirmek : Sökmek, koparmak.<br />
Yirik : Yırtık.<br />
Yoğurt öğütmek : Süte yoğurt mayası çalmak.<br />
Yoymak : Özelliğini kaybetmek.<br />
Yumulböcü : Tesbihböceği.
Yüklü Hamile.<br />
Yülemek Traş etmek. Budama amacı dışında ağacın dallarını<br />
sıradan kesmek.<br />
Zağ Güç, kuvvet.<br />
Zebella İri, güçlü, koyu tenli adam.<br />
Zevklenmek Başkasıyla alay ederek eğlenmek.<br />
Zıbarmak Derinin tokatla kızarması. Öfkeli "Yat, uyu..." anlamında<br />
kullanılır.<br />
Zıpır Güçlü, iriyarı.<br />
Zıravut Uzun boylu.<br />
Zıvanasız Kaçık.<br />
Zıvlan Dalı olmayan ince ağaç. İnce uzun boylu kişi.<br />
Zilli Herkesin kadını.<br />
Zobu Kaba.<br />
SULUK<br />
Kalın tahtadan yapılan,üzümleri ezip, suyunu pekmez yapmak için<br />
kullanılan araç. Altı dar, üstü geniş, büyük sandık görünümündedir.<br />
SUSAK<br />
Dağlarda su yüzeyi yakın kuyulardan su almak için yapılmış özel bir araç.<br />
Anamas dağlarında çok görülür.<br />
SÜLALELER<br />
Abbaslar, Ağalar, Akifler, Alallar, Aliçavuşlar, Alloklar, Altmışikiler,<br />
Arapavniler, Aşıkmemetler, Aşmanlar, Avarlar, Avşarlılar, Ayanlar, Bacaksızetemler,<br />
Badaplılar, Balcılar, Ballılar, Baltalar, Başağalar, Bayramlar, Berberler, Besdelciler,<br />
Boddenler, Bolatanlar, Boyacılar, Bozkırlılar, Bulduklar, Burcular, Bülbüller,<br />
Cakcaklar, Cangırlar, Cazırabiler, Cirelizadeler, Çakallar, Çakırlar, Çalcılar,<br />
Çandırlılar, Çavuşağalar, Çelebiler, Çıbıklar, Çorbasoğutmazlar, Çöllüler,<br />
Çömezler, Çulcular, Çürükler, Daranlar, Debenciler, Değirmenciler, Delihacılar,<br />
Deliveliler, Dereliler, Dervişler, Devrişabinler, Dığımlar, Dingiller, Dinkabaklar,<br />
Direskeneliler, Dokuzlar, Edetler, Eferekler, Ekmekçihocalar, Ekmekçiler,<br />
Emeksizler, Esnafşeyhler, Fenerciler Fesçiler, Fışfışlar, Findoslular, Finiler,<br />
Gardiyanlar, Giritliler, Gödenciler, Göherler, Gökçeler, Gökçimenler, Göncüler,<br />
Guluklar, Gülşanlar, Hacıazizler, Hacıbekirağalar, Hacıburhanlar, Hacıebiller,<br />
Hacıkatipler, Hacımemişler, Hacımünasipler, Hacmuriler, Hacıpaşalar,<br />
Hacıyusuflar, Hafızağalar, Hafızahmetler, Hafızrüştüler, Halilağalar, Hamamcılar,<br />
Hancıhafızlar, Hancılar, Hangırlar, Hanoğlular, Haşimler, Hazimler, Haznedarlar,<br />
Helvacılar, Heseler, Hocalar, Humalar, Hüseyinağalar, Hüsmenler, Isbalar,<br />
Ispartalılar, İbişler, İlamalılar, İmamfadimeler, İnceağalar, Kabaklılar, Kabalılar,<br />
Kalaycılar, Kaleağasılar, Kaleimamlar, Kaltakçılar, Kamerler, Kanlıhacılar,<br />
Karaaliler, Karacalar, Karadeveliler, Karasalihler, Karçınlar, Kartallar, Kartlar,<br />
Kasaplar, Katırcılar, Kaylanlar, Kayyumlar, Kelleciler, Kemahlılar, Kerimağalar,<br />
Kerimler, Keskinler, Kesmeliler, Kılkırtlar, Kırışlar, Koblucalar, Kocaburhanlar,
Kocaburunlar, Koflaklar, Kolancılar, Köseler, Köşekler, Kubbenler, Kuburlar,<br />
Kuşlar, Kuyruklular, Kuzgunlar, Manaklar, Mandallar, Maşacılar, Mazinler,<br />
Menkaşeler, Meseller, Mesmesler, Meşabidinler, Mevlüthocalar, Meydanlar,<br />
Mızıkacılar, Mollahaliller, Mollalar, Mollaosmanlar, Muhacirler, Muratlar,<br />
Murtaza-lar, Mustanlar, Mutaflar, Müftüler, Müneccimler, Nadirler, Nafizler, Nallılar,<br />
Namlılar, Natıplar, Nisliler, Numanağalar, Otabatanlar, Otuzsekizadetler,<br />
Öccenler, Pabuçlar, Pepekler, Saatçiler, Sadıkağalar, Sakçalılar, Saraçlar,<br />
Sarıaliler, Sarı-boyacılar, Sarıkızlar, Sarıparalar, Saylamazlar, Selekler,<br />
Selmanlar, Semerciler, Serçeler, Seyraniler, Sığırlar, Sinanlar, Sivişler, Softalar,<br />
Süleymanağalar, Şakirler, Şanişler, Şapçılar, Şavkular, Saymanlar, Şeyhömerler,<br />
Şibbekler, Tahirler, Takırcılar, Taktaklar, Tantanalar, Tarakçılar, Taşlılar,<br />
Tavşanlar, Tellaklar, Tığlılar, Tıngırlar, Tinaliler, Tiryakiler, Topalhafızlar,<br />
Tömmenler, Tunalar, Ustaahmetler, Ustahüseyinler, Üttüler, Veceller, Vezirler,<br />
Yaşarlar, Yaylılar, Yiğitbaşılar, Yorgancılar, Zaptiyeeşrefler,<br />
SÜRGÜN<br />
Eğirdir'de geçmişte suç işleyenler Rodos ya da Kıbrıs'a sürgün olarak<br />
gönderilirlerdi. Hatta bir kayıtta 1575 lerde Eğirdir kalesi muhafızlarından birinin<br />
hazineden hırsızlık yaptığı, Müslüman kadınlara sataştığı için ailesiyle birlikte<br />
Kıbrıs'a sürüldüğü yazılıdır. Softa ayaklanmalarında tehlikeli ve suçlu görülenler<br />
Hamit elinden hep Kıbrıs'a sürgün edilmişlerdir. Tarihçi R. Mantran'ın yazdığına<br />
göre İstanbul alındıktan sonra Eğirdir halkının bir kısmı sürülerek İstanbul'a<br />
yerleştirilmişlerdir. Onların oturdukları yere de Eğrikapı denmiştir.<br />
SÜTLÜK<br />
Ahşap evlerin ikinci katlarında kuzey ya da güneş görmeyen taraflarına sık<br />
çıtalarla bir çıkma yapılır. Havadarlığı nedeniyle iç kısmı serin olur, buraya süt,<br />
yoğurt gibi serinde durması gereken yiyecek maddeleri konurdu. Evin bu bölümüne<br />
sütlük denirdi.
ŞADIRVAN<br />
Ş<br />
Bağlara giderken Kemik Hastalıkları Hastane ana binasını geçince sağ<br />
tarafta 50-60 metre kadar yukarda bir düzlük, üstü kapatılmış bir mekan vardı. Yola<br />
doğru bir istinat duvarının ortasından su akardı. Buraya şadırvan derlerdi. İhtiyaç<br />
duyan pınardan abdestini alır, şadırvanda namazını kılardı. Hastane yapılırken bu<br />
suyu yola kadar indirdiler. Uzun süre aktı. Fakat şimdilerde akmıyor.<br />
ŞAMANLIK<br />
Türkler müslüman olmuşlardır ama Şamanlığın birçok kurallarını da<br />
müslümanlığın içinde yaşatmışlardır. Öz olarak Şamanlığı tanıtmak istiyorum.<br />
Şamanlığa göre dünya birçok katlardan ibarettir. Yukardaki ışık alemi on<br />
yedi kat, aşağı toprak altı karanlıklar alemi yedi veya dokuz kattır. Yeryüzünde<br />
oturan insanlar bu iki alemin etkisi altındadır. İyi ruhlar, Tanrılar yukarı katta, kötü<br />
ruhlar ve Tanrılar aşağı katta otururlar. Yukarı katta Tanrı Kayra Kan ki on yedinci<br />
katta oturur. Yer altında Erlik oturur. İyilikler gökyüzünden, kötülükler yeraltından<br />
gelir. İnsanların sağ omzunda iyi hareketlerini yazan Yayuçi, sol omzunda da kötü<br />
hareketlerini yazan Körmös oturur. Kişi öldükten sonra hangi taraf ağır basarsa<br />
orada kalır. Günahı kötülüğü çoksa kaynayan ziftle dolu kazana atılır, azsa<br />
gökyüzüne çıkar. Ölenin yedinci, kırkıncı günü anma toplantısı yapılır.<br />
Bu inançların bazıları müslümanlık inancı içinde bugün de devam<br />
etmektedir.<br />
ŞARAPHANE<br />
Eğirdir'den Konya'ya giderken 30. km dolaylarıdır. Yakınında Ertokuş hanı<br />
vardır. 1870 yılında Şaraphane adı Padişah iradesiyle "Şerbethane" ye çevrilmişse<br />
de aynı ad günümüze kadar gelmiştir. Eski kayıtlarda bu yöre "Dadıl" diye geçer.<br />
ŞEHÜLİSLAM BERDAİ<br />
Şeyhülislam Berdai'nin Eğirdir'e gelişi hakkında kaynaklarda hayli zıtlıklar vardır.<br />
Menakıp'a göre Şeyhülislam Berdai'yi Eğirdir'e davet eden Hamidoğlu Hızır Beydir.<br />
Hızır Bey 1328 tarihinde Beylik yapmıştır. Yine Menakıp'a göre Şeyhülislam Berdai<br />
Eğirdir'e gelmeden önce Ankara'ya uğramış, Hacı Bayram Veli ile görüşmüştür.<br />
Hacı Bayram Veli 1430 da öldüğüne göre aynı yaşlarda olması gereken
Şeyhülislam Berdai'nin Hamidoğlu Hızır Beyle Hicaz'da karşılaşması mümkün<br />
değildir. Bu Hızır Bey Osmanlı subaşısı Hacı Hızır Bingöl Bey olması gerekir.<br />
Öğretmen Etem Kartal Eğirdir Gölsesi gazetesinde yazdığı yazıda Şeyhülislam<br />
Berdai'nin H. 800 Miladi 1398 yılında Eğirdir'e geldiğini yazar. Kaynak olarak da<br />
Ispartalı Böcüzade Osman Efendi'nin Şeyhülislam Berdai'nin merkadine yazdığı<br />
yazıdan bahseder. Şöyle yazdığını belirtir: "Şeyhülislam Şeyh Berdai Hazretleri<br />
Eğirdir'e Hicretin 800. tarihinde buyurmuşlardır."<br />
Öğretmen Cemal Tosun da aynı gazetede yazdığı bir yazıda Şeyhülislam<br />
Berdai'nin Eğirdir'e geliş tarihini 1398 olarak belirtir. Davetin de Eğirdir subaşısı<br />
Hacı Hızır Bey tarafından olduğunu yazar. Şeyhülislam Berdai'nin ölümünü de H.<br />
835 Miladi 1432 olarak verir.<br />
Menakıb'a göre Şeyhülislam Berdai Türkistandaki Semerkand'ın Berde<br />
şehrindendir. Menakıp'da anlattığına göre Eğirdir'e gelişi kısaca şöyle olur.<br />
Hızır Bey Hac'da bazı kerametlerini gördüğü Şeyhülislam Şeyh Berdai<br />
Sultan'a dedi ki:<br />
"Sultanım... Bizim memleketimizde sizin gibi ilim irfan sahibi bilginlere ihtiyaç<br />
vardır. Eğirdir'e, bize buyurunuz. Memleketimizi ilminizle ihya ediniz."<br />
Hacı Hızır Beyin bu sözüne Şeyhülislam Berdai Sultan: "Ya Hızır Bey..Bu<br />
gece düşe yatayım. İnşallah yarın size cevap veririm." dedi.<br />
Ertesi sabah Şeyhülislam Berdai Sultan, Hızır Beye:<br />
"Ya Hızır Bey... Muradın oldu. Düşümde bize Eğirdir'de Yazla denilen yerde<br />
bir mekan verildi. Siz gidin. Bizim kalabileceğimiz bir yer yapın. Biz de<br />
memleketimize gidelim. Ailemizi, evlatlarımızı, dervişlerimizi alıp Eğirdir'e varalım."<br />
dedi.<br />
Şeyhülislam Berdai Sultan dört hanımı, bir kızı, on altı oğlu, otuz kadar<br />
dervişiyle Semerkand'dan yola çıktı. Hoy çarşısında takke diken Mehmet Hoyi<br />
vaktiyle bir gece rüyasında Hazreti Peygamberi görmüş. Peygamber:<br />
"Ya Mehmet...Benim yolumda giden soyumdan Şeyhülislam Berdai buraya<br />
gelip Anadoluya gidecektir. Gafil olma, onunla gidesin." diye buyurmuş.<br />
Şeyhülislam Berdai Hoy'a geldiğinde ansızın Mehmet Hoyi'nin dükkanı önünde<br />
görünüp:<br />
"Oğlum Mehmet... Emre uyarak bizi bul." deyip geçip gitmiş. Mehmet Hoyi<br />
Şeyhülislam Berdai'nin kaldığı konak yerini bulmuş, onun elini öpmüş, ana<br />
babasına da haber vermiş. Onlar da Şeyhin huzuruna çıkıp gitmesini<br />
istemediklerinden oğulları Mehmet'i istemişler. Şeyhülislam Berdai Mehmet Hoyi'yi<br />
ana babasına teslim etmiş, onlar da alıp götürmüşlerdir. Sabahleyin kalktıklarında<br />
oğullarının evde olmadığını Şeyhin yanına gittiğini anlamışlar, tekrar getirip bukağı<br />
ve zincire vurmuşlar. Ama yine oğulları Mehmet'i yerinde bulamamışlar. Şeyhin<br />
yanına gittiklerinde O:<br />
"Haktan böyle emrolunmuş. Bırakın bizimle gelsin. Bizden aldığı terbiyeyle<br />
alim bir kişi olacak. İzin verin." diye buyurmuş, ana babası da Şeyhe güvenip rıza<br />
göstermişler. Şöhretini duydukları Hacı Bayram Veli'yle görüşmek için Hoy'dan altı<br />
ayda Ankara'ya geldiler. Uzun uzun görüştükten sonra Şeyhülislam Berdai Hacı<br />
Bayram Veli ile vedalaşıp Eğirdir'e doğru yollarına devam ettiler. Avşar'a gölün<br />
kıyısına geldiklerinde Eğirdir'in güzelliğine uzaktan bakıp yeni vatanları Yazla'yı<br />
Şeyh Berdai uzaktan gösterip oğul, aile ve dervişlerine:
En öndeki türbe Şeyhülislam Berdai, Ardındaki<br />
Şeyh Pir Mehmet Hoyi, En üstteki Şeyh Mehmet<br />
Çelebi Sultan Türbesidir<br />
"İşte bizim toprağımız burada."dedi.<br />
Hacı Hızır Bey Şeyhülislam Şeyh Berdai'yi hürmetle karşıladı. Birkaç gün<br />
konağında misafir etti. Daha evvel hazırladığı Yazla'daki Zaviyesine yerleştirdi. Altı<br />
ay sonra da kızı Zeynep Hanımı Mehmet Hoyi ile evlendirdi.<br />
Birgün Şeyhülislam Şeyh Berdai dervişlerine:<br />
"Bu gece rüyamda Hazreti Peygamberi gördüm. Bana: " Oğul... Dünya<br />
cefasını bitir, bana gel." diye buyurdular. Ben de "Allanın Peygamberine layık<br />
birşeyim yok. Nasıl varayım?" dedim. Peygamber de buyurdular ki: "Onaltı oğlun<br />
var. Hepsiyle konuş. Hangisi razı olursa onunla gel." dediğini anlatınca dervişler<br />
feryad edip ağlamaya başladılar. Oğullarını toplayıp gördüğü rüyayı onlara da<br />
anlattı. "Benimle hanginiz gider ?" diye sordu. Hepsi de bir ağızdan "Hepimiz<br />
gideriz." dediler. Baba ve on altı oğlu aynı günde ruhlarını teslim ettiler. Damadı Pir<br />
Mehmet Hoyi dervişlerle hepsinin kabirlerini hazırlattı. Namazlarını kılıp defnetti.<br />
Şeyhülislam Berdai'nin yerine Halife oldu.<br />
Burada bir nokta insanı düşündürüyor. Baba ve on altı oğlunun aynı günde<br />
ölmesi acaba hepsinin Hazreti Peygamberi çok sevdiklerinden bir sempati intiharı<br />
yapmış olabilirler mi, sorusunu akla getiriyor.
Yaşlıları söylediğine göre Şeyhülislam Berdai'nin türbesindeki<br />
silsilenamesinde soyunun Hazreti Peygambere kadar uzandığı, 38. soydan nesli<br />
olduğu yazılıydı. 1900lerde burayı ziyaret eden Isparta Tarihi yazarı Böcüzade<br />
Süleyman Sami bu silsilenameyi gördüğünü kitabında yazar. Türbenin bulunduğu<br />
yere de Mezar-ı Şerif denir.<br />
1878 de doğan babaannem Kamile Hanım Şeyhülislam Şeyh Berdai<br />
Zaviyesinin son şeyhlerinden Şeyh Ahmet Efendi'nin kızıdır. Babaannemin sık sık<br />
söylediği sözleri hiç unutmam;<br />
"Semerkandi, Buharayi<br />
Sana kısmet olan lokma<br />
Gelir arayi arayi...<br />
Şeyhülislam Şeyh Berdai'nin birçok menkıbeleri vardır. Bunlardan biri<br />
şöyledir: Şeyhülislam Berdai camiye giderken pek çok kimseyle karşılaştığı halde<br />
iki üç kişiye selam verirdi. Dervişlerinden biri merak edip neden başkalarına selam<br />
vermediğini sordu. Şeyhülislam Berdai Dervişin gözünü sıvazladı, Dergahtan dışarı<br />
gönderdi. Derviş çarşıya varınca insanlardan kimini maymun, kimini domuz, kimini<br />
çakal, kimini tilki, kimini kurt, kimini köpek suretinde gördü. Yalnız Şeyh Berdai'nin<br />
selam verdiği kişileri insan suretinde gördü. Sonra Şeyhülislam Berdai'nin yanına<br />
vardığında "Efendim, bu işin hikmetini şimdi anladım." dedi. Şeyhülislam Berdai<br />
Dervişin gözlerini sıvazlayarak eski haline getirdi.<br />
ŞEYH PİR MEHMET HOYİ<br />
Piri Halife Sultan diye de anılır. Şeyhülislam Berdai, davet üzerine Eğirdir'e<br />
gelirken Mehmet Hoyi, gördüğü rüya üzerine onun kafilesine Hoy şehrinde katılmış,<br />
Eğirdir'e geldikten sonra da Şeyhin kızı Zeynep Hanım'la evlenmiştir. Şeyhülislam<br />
Berdai, düşünde Hazreti Peygamber çağırdığı için kendi ve on altı oğlu aynı günde<br />
ruhlarını teslim edince Dergâhı devam ettirecek erkek kalmadığından , damadı olan<br />
Pir Mehmet Hoyi "Halife" adıyla dergahın başına geçmiştir. Tasavvuf hakkında<br />
birçok eseri olduğu söylenir ama, yalnız "Zübdetüttahkik" adındaki eseri bilinir.<br />
Ispartalı Yunuszade bu kitabı vakıf kitapları arasında yazar. Oğlu Şeyh Mehmet<br />
Çelebi Sultan da bu esere ZübdetütTetkik isminde bir şerh yazar. Şimdiye kadar bu<br />
kitap bulunamamıştır. Şeyhülislam Berdai Zaviyesinin Mütevelli eviyle beraber<br />
kütüphanesinin de 1910 larda son şeyh, Şeyh Saadettin zamanında yanmasıyla<br />
pekçokeser arasında Pir Mehmet Hoyi'nin de eserlerinin yandığı sanılır.<br />
Oğlu Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın 1495'te öldüğü, 40 yıl Şeyhlik yaptığı,<br />
babasının ölümünden sonra Şeyh olduğu, Şeyhin de Fatih Sultan Mehmet'le<br />
karşılaştığı hesaba katılırsa, Şeyh Pir Mehmet Hoyi'nin 1445 tarihinde ölmüş<br />
olduğu ortaya çıkar. Şeyh Mehmet Hoyi'nin de soyu Hazreti Peygambere dayanır.<br />
Türbesi Şeyhülislam Berdai'nin türbesi üstünde, ortadaki türbedir. Menakıp'taki<br />
kerametlerinden bazıları şöyledir:<br />
Piri Halife Sultan'nın bir öğrencisi vardı. Bir gece rüyasında evliyanın<br />
büyüklerinden Akşemseddin Hazretlerini gördü. Bir rüyasının tabirini sordu.<br />
Uyanınca tabire hayret edip hocası Piri Halife Sultan'ın huzuruna gitti. O daha bir<br />
şey söylemeden hocası "Ali Fakih.. Akşemseddin rüyanın tabirini tam yapamadı.
Yazla'daki Şeyh Pir Mehmet Hoyi'nin türbesi Üst<br />
taraftaki yapı oğlu Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ındır<br />
Rüyanın tabiri şöyledir." deyip kendi tabirini yaptı. Bir süre sonra Piri Halife Ali<br />
Fakih'i İstanbul'a gönderdi. Vardığı gün Cuma idi. Cuma namazı kılmak için<br />
Ayasofya Camisine gitti. Namazdan sonra Akşemseddin Hazretleri vâz etti. Vâzdan<br />
sonra Akşemseddin Hazretleri kürsüden inince Ali Fakih elini öpmek için yaklaştı,<br />
elini öptü, fakat Akşemseddin Ali Fakih'in elini bırakmadı. Piri Halife Sultan'ı<br />
kastederek, "Dost kokusunu aldım." dedi. Herkes dağılınca onu odasına götürdü.<br />
Piri Halife Sultan'ın halini sorup haber aldı. Bir müddet sohbetten sonra, "Ali Fakih..<br />
Biz senin rüyanın tabirinde yanılmışız. Tabiri Hocan Piri Halife Sultan'ın söylediği<br />
gibidir." dedi. Ali Fakih Akşemseddin Hazretlerinden bu sözleri duyunca Hocasının<br />
kendini neden İstanbul'a gönderdiğinin hikmetini anladı.<br />
Şeyh Pir Mehmet Hoyi'nin oğlu Mehmet Çelebi Sultan kimya ilmini<br />
öğrenmeye heves etti. Piri Sultan oğluna: "Oğul.. Kimya ilmini tahsil ettin mi ?" diye<br />
sordu. Oğlu da: "Baba biraz daha zaman ister." dedi. Evde boş bir sandık vardı. O<br />
sandığı gösterip: "Oğul...Şu sandığı kilitle. Bir müddet sonra bak. Devamlı kelime-i<br />
tevhid söyle. Sonra aç. Yüce Allahın kudretini gör." dedi. Bu sözleri üzerine boş<br />
sandığı kilitledi. Başında durup bir müddet devamlı: "La ilahe illallah.." dedi. Sonra<br />
da sandığı açtı. Sandık altınla doluydu.
Pir Mehmet Hoyi, Fatih Sultan Mehmet Han huzurunda da bazı kerametler<br />
göstermiş, o da Şeyhe vezirlerinden biri ile para ihsan edip himmet ve duasını rica<br />
etmiş, "Ne istekleri varsa bildirsinler" buyurmuştur. Şeyh ihsanı kabul etmemiş, geri<br />
göndermiştir. Vezir, gönderilen ihsanın yedi yüz altın olduğunu söylediğinde Şeyh<br />
Pir Mehmet Hoyi tebessüm ederek: "Bizim yedi yüz değil, yedi altına hakkımız<br />
yoktur. Biz fakir bir dervişiz. Bunu kendileri İslam askerlerine, devlet işlerine sarf<br />
buyursunlar.<br />
Padişahımıza dua bizdendir." demiştir. Elçi Padişahın, "Yine de bir arzuları<br />
vardır. Bildirsinler..."dediğini söyleyince: "Bir muradımız yoktur. Eğer lütfederlerse<br />
merhum kaynatam ve Şeyhimiz Şeyhülislam Berdai'ye merhum Hızır Bey bir<br />
miktar arazi ve emlak vermişlerdi. Şeyh merhum da bunları evlada vakfetmişlerdi.<br />
Temlik ve vakfı sahih olmak için bir ferman ihsan buyursunlar." demiş. Elçi bu haberi<br />
Padişaha duyurmuş, o da bir ferman göndermiştir. Ferman İstanbul Evkaf<br />
Müdürlüğü Anadolu Kuyud-u Kadime Dairesinde kayıtlıdır.<br />
ŞEYH MEHMET ÇELEBİ SULTAN<br />
Şeyhülislam Berdai'nin kızından torunudur. Babası Şeyh Mehmet Hoyi,<br />
annesi Zeynep Hanım'dır. Babasının ölümü üzerine genç yaşta Dergâhın başına<br />
geçmiştir. Kimyaya meraklıydı. Diğer bilimlerle de ilgilenmiştir. Şairdir. Bir divanı<br />
vardır. Hemen hemen her şiirinde Hızır'dan bahsettiği için Divanına "Hızırname" de<br />
derler. Ord. Prof. Dr. Fuat Köprülü Türk Edebiyatında İlk Mutasavvuflar adlı<br />
eserinde Hızırname' den yedi yerde bahseder. Hızırname H. 880, Miladi 1475 te<br />
yazılıp bitmiştir. Şeyh Mehmet Çelebi Sultan H. 900, Miladi 1495 yılında ölmüştür. 23<br />
yaşında babasının ölümünden sonra Şeyh olmuş, 40 yıl Dergahın başında kalmıştır.<br />
Bu duruma göre 63 yaşında ölmüş görünüyor. Doğum tarihinin de 1432 olması<br />
gerekir.<br />
Farsçayı, Arapçayı iyi biliyordu. İhtişama çok önem verirdi. Dışarı çok ender<br />
çıkar, çıktığı zaman da hademe ve dervişlerle beraber ata binerek softlar, samur<br />
kürkler içinde gezerdi. Nitekim Yazla'daki en büyük kubbeli camiye yakın türbe, Şeyh<br />
Mehmet Çelebi Sultan'ındır. Sağında anası Zeynep Hatun, solunda kızı Şehribanu<br />
Hatun yatar.<br />
Şeyh Meymet Çelebi Sultan'ın iki oğlu, üç kızı oldu. Oğlunun birinin adı<br />
Ahmet, diğerinin Haşim'dir. Ahmet üç dört yaşında, Haşim daha küçükken ölmüştür.<br />
Kızları Şehribanu, Cihanbaht, Ruzbaht idi. Kızlarından birini Atabey'e , diğerini<br />
Uluborlu'ya gelin etmiştir. Küçük kızı Şehribanu'yu da Dündar Bey medresesinde<br />
Müderris Tokatlı Muhittin Efendi'yle evlendirmiştir. Bir süre sonra Müderris Muhittin<br />
Efendi Eğirdir'den ayrılmış, Tosya'ya gitmiş, sonradan Şeyh olacak olan<br />
Burhanettin H.900, Miladi 1495 te orada doğmuştur. Dedesi Şeyh Mehmet Çelebi<br />
Sultan da aynı yıl Eğridir'de ölmüştür.<br />
Şeyh Mehmet Çelebi Sultanın Hızırname adlı divanından birkaç örnek<br />
sunuyorum:<br />
Cemalin arzeder ol dost dediler<br />
Erenler masivadan el yudular<br />
Selamet ellerine yürüdüler Cemalin<br />
arzeder ol dost dediler
Gönül bağlamadılar bu cihana Ki<br />
bakmayıp zeminü asumana<br />
Geçirmedi bunlar ömrün yabana<br />
Cemalin arzeder ol dost dediler<br />
Bu tuli mest aşıkoldu bu dem Ol<br />
esma sırrına çün oldu mahrem<br />
Yetişür cezbei rahman hemen dem<br />
Cemalin arzeder ol dost dediler<br />
Dili aşk şem'ine pervane oldu<br />
Şarab-ı aşk ile mestane oldu<br />
Anınçün kem adı divane oldu<br />
Cemalin arzeder ol dost dediler<br />
Hakayik bahrine ol çünki daldı<br />
Varıp ol mülki aliye irişti Hem ismi<br />
azamı hep cümle bildi Cemalin<br />
arzederol dost dediler<br />
Melekler cem olup hazırdururlar<br />
Erenler sidrei seyran kılurlar Ol<br />
elde can verip canan alırlar<br />
Cemalin arzeder ol dost dediler<br />
Tecelli ehildir anda varanlar Avalk<br />
kat'edüp geçüp gidenler<br />
Fenailerdürüranı görenler<br />
Cemalin arzeder ol dost dediler<br />
Vücudu mahvi kıldılarvaranlar<br />
Şarab-ı aşkı çünkü tattı anlar Hızır<br />
Han himmetiyle yetti anlar Cemalin<br />
arzederol dost dediler<br />
Bu zahirgöze ol nihan oluptur<br />
Seraseralemeolhanoluptur<br />
Ricali gaybe hep sultan oluptur<br />
Cemalin arzederol dost dediler<br />
Ebülabbas cihana çünkü geldi<br />
Ne var ise bu yeryüzünde bildi<br />
Medetsizlere ol bir demde erdi<br />
Cemalin arzederol dost dediler<br />
Hızır peygamberi çün zinde derler<br />
Ebülabbas melekler ana derler<br />
Ana hem kuh-i kafta böyle derler<br />
Cemalin arzeder ol dost dediler
Hakkın kudret elidir bil o Sultan<br />
Irakyakın bu yer gök ana yeksan<br />
Ledün ilmi oluptur ana ferman<br />
Cemalin arzeder ol dost dediler<br />
Bu Muhittin'e Hak kıldı inayet<br />
Hızır Han kıldı ana ali himmet<br />
Ricalullah ederler hep riayet<br />
Cemalin arzeder ol dost dediler<br />
Arşı Rahmandan işittik bir haber Bir<br />
ulu Mir'at gördüm muteber<br />
Gözüne hasıl olur aynelyakin Bunları<br />
gördüm yine ben kemlerin<br />
Bir isim gördüm yazılmıştır ayan Dedi<br />
ruhul Kudüs bana ol zaman<br />
İsmi azamdır bu isme kıl nazar Bu<br />
durur esmada ammüleser<br />
Yazılmış alnımda bir hattı han İsmi<br />
azamdıronu bildim heman<br />
İçtim anda hem serabı lâyezal<br />
Anınçün ruha gelmez hiç melal<br />
Pes musahhar oldu kamu kâinat Hem<br />
tecelli buldu zatiyle sıfat<br />
Gördüm ol bahri muallak cuşurur<br />
Cümle ervahı melek hayran kalur<br />
Bu cihanın hep tasarruf mihrini<br />
Verdiler ilm-i ledün miftahmı<br />
Bu seferden can-u dil alureser Hızır<br />
İlyas himmeti verdi zafer<br />
Aşk elinde oldu Muhittin has Çün<br />
Hızırkatmda buldu ihtisas<br />
Hünkâr Hacım Bektaş gelür ben kuluna himmet kılur<br />
Leşker hesabın kim bilür Hünkâr Hacım Bektaş gelür
Bulgardağı key uludur gürbüz onlar yeridir<br />
Dolu Hızır Han kuludur Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />
Bulgaraçünküm vardılar kırklar ve üçler yediler<br />
Kutbiyle efrat erdiler Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />
Boz oğlanı hem gördüler Bozdağdan ılgar seçtiler<br />
Piranı Horasan geldiler Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />
Gördüm geyikleri gelür Hünkâr önüne yüz ürür<br />
Hep Gaybiler saf saf durur Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />
Seyit Gazi gördüm gelür önce Melik Gazi gelür Sultan<br />
Şüca bile gelür Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />
Çekildi ak sancakları geldi erenler leşkeri<br />
Sürüldü sohbet demlen Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />
Hünkar ile vardım bile Bir demde erdim Bulgara Doldu<br />
Erenler Bulgara Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />
Bulgara varandır Veli Arş'a erer anın eli<br />
Hızır ile İlyas'ın kulu Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />
Bunlar yediler beş durur üçler dokuzlar eş durur<br />
Hızıranlar için baş durur Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />
Seyyit Gazi'yle gittiler Veysel Karane yettiler<br />
Peygamberin zeylin tutup Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />
İpsahoros'tan uçtular Şam iline eriştiler<br />
Girdi Dımışk'a bular Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />
Her cema varır hem bular kılur namazı Mekke'de<br />
Sürüp Medine'de yüzü Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />
İbsahoros'tan uçtular Tur dağına iriştiler Musa ile<br />
söyleştiler Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />
Her Hac varırlar Mekke'ye hem bile durup Vakfe'ye<br />
Dahi Safa'ya Merve'ye Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />
Bulgar dağından uçtular irdi Medine'ye bunlar<br />
Hep rahmete garkoldular Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />
Bizi erenleraldılaralemleri gezdirdiler Görmediğim<br />
gösterdiler Hünkâr Hacım Bektaş gelür
Derler kabul ettik seni pes durma seyran eyle gil<br />
Gördüklerin söylegil Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />
Ben birfakirem doluyem Hızır'ın ezelden kuluyem<br />
Himmetleriyle doluyem Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />
Muhittin eyler çün zari hep şunları gördü bari<br />
Hızır'ın eldeki vari Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />
Aferin âne ki hake verdi can<br />
Canı ismaniyle kıldı cavidan<br />
Perteviyle can eyleyen mamur eder<br />
Enfüsi afaki külli nur eder<br />
Oldur ismin her dile asan eden Hem<br />
sarayı vahdete mihman eden<br />
Kullarına kendüzini bildiren<br />
Hüsnü ile dü cihanı güldüren<br />
Muhtelif meşrepler icat eyleyen<br />
Yullarından feyzi imdat eyleyen<br />
Kimisin meczup mebhut eyleyen<br />
Kimisin aklını fertut eyleyen<br />
Menakıp'dan Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'la ilgili kerametlerden birkaçını<br />
sunuyorum.<br />
Bir gün Şeyh Hazretleri Yazla camisi önünde göle karşı otururken atlı bir<br />
ulak Şeyhin önüne gelmiş, selam vermiş, Avşar'a nerden gidileceğini sormuş. Şeyh<br />
Hazretleri gölü gösterip: "Avşar karşıdadır. Korkmadan gidiniz. "Buyurmuş." Ulak<br />
da hiç çekinmeden atını sürmüş, göl üzerinden aşıp gitmiş. Göl üzerinden toz çıkararak<br />
bir atlının geldiğini gören Avşarlılar toplanıp, bu gelen zatın Hızır olduğunu<br />
sanmışlar. Ulak Sarıkamış kıyısına çıktığında aralarına alıp kimi atın ayağına, kimi<br />
üzengisine yüz sürüp: "Sultanım.. Sen Hızır Peygambersin.. Bize yardımcı ol." diye<br />
sarılmışlar. Ulak da Avşarlılara: "Ben bir haberciyim. İstanbul'dan gelip Konya'ya<br />
gidiyorum. Gölün öte tarafında mescit ve Evliya türbeleri var. Buraya gelmeden<br />
oradaki bir azizden yol sordum. Buyurdu ki: "Avşar karşıdadır. Korkmadan göl<br />
üzerinden git." dedi. Böyle heybetli bir kimse görmemiştim. Bunda mutlaka bir<br />
hikmet vardır dedim, sözünü tuttum. Toprak üzerinde yürür gibi atımı deryaya<br />
sürdüm geldim. Ben Hızırdeğilim. Keramet yol sorduğum o azizdedir."<br />
Eğirdir'in Kışlacık köyü imamı Nasuh Fakih şöyle anlatmıştır.<br />
"Bir gece evimde yatıyordum. Kapı çalındı. Açtığımda Mehmet Çelebi<br />
Sultan Hazretleri karşımdaydı. Elinde bir çıkın ve nacak vardı. Çıkını bana verdi.<br />
"Peşimden gel.." buyurdu. Önümüze bir derya çıktı. Derya üzerinden yürüyerek bir
hisara vardık. İslam ordusu hisarın etrafını sarmış beklemekteydi. Mehmet Çelebi<br />
Sultan elindeki nacakla hisarın kapısını vurunca bir Rahip kapıyı açtı. Önümüze<br />
düşüp evine götürdü. Evine varınca bir dehlize girdik. Merdivenle aşağı indik.<br />
Orada bir mescit gördük. Mescitte Kuran-ı Kerim'ler, rahleler vardı, mumlar<br />
yanıyordu. Bizi götüren Rahip müslüman kıyafeti giyip yanımıza oturdu. Benim<br />
götürdüğüm çıkını açıp yemek yedik, dua ettik. Şeyh Mehmet Sultan Rahibe: "Artık<br />
hisarı verin." deyince, Rahip de: "Emir sizindir." dedi. Sonra oradan çıkıp gittik.<br />
Sabah namazının vakti gelmişti. Yine denizin üzerinden Dergâha ulaştık.<br />
Ben: "Sultanım.. Bu garip haller, gördüğümüz yerler nedir ?" dedim. O,<br />
"Gittiğimiz Hisar Kefe Hisarıdır. İslam askerleri onu almaya varmışlardı. Bugün<br />
Hisar kapısını açarlar." Buyurdu. Tarih koydum. İşaret ettiği gün o saatte Kefe<br />
Hisarı fethedildi."<br />
Uluborlu'dan Emir Halife anlatır.<br />
"Mehmet Çelebi Sultan'ın ölümünden kırk sene sonra mezarının bir tarafı<br />
çökmüştü. Tamir etmemiz için mezarını açmamız gerekti. Mezarını açınca nura<br />
gark olmuş bir halde yattığını gördük. Mübarek yüzü hiç solmamış, aynen hayattaki<br />
gibiydi. Yanımda sevenlerinden biri vardı. Bu kişi, "Benim bir oğlum var. Bir<br />
seneden beri hasta. Bu zatın sakalından bir kıl alayım, şifa olarak götüreyim..."<br />
dedi. Biz engel olmaya çalıştık fakat adam dinlemedi. Şeyh Mehmet Çelebi<br />
Sultan'ın mevtasının sakalından bir kılı tutup çekti. Koparamadı. Şeyh Hazretleri<br />
sanki canlıymış gibi başını öbür yana çevirdi. O kişi yine aldırmayıp Şeyhin<br />
sakalından bir kıl koparmak için yine bir kılı tutup asıldı. Bu sırada Şeyh Hazretleri o<br />
kişiye öyle bir tokat vurdu ki, adam düşüp öldü. Ben de korkumdan kaçıp bir kenara<br />
çekildim, şaşkın bir halde yığılıp kaldım. Sonra başkaları gelip Şeyh Hazretlerinin<br />
mezarını kapattı. Bu olayın etkisiyle altı ay hasta yattım."<br />
Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın türbesi Torunu<br />
Şeyh Burhanettin'in kabri türbenin önündedir.
ŞEYH BURHANETTİN<br />
Şeyh Burhanettin, Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın torunudur. Kızı<br />
Şehribanu'dan Tosya'da 1495 yılında doğmuştur. Babasının adı Mehmet Muhittin<br />
'dir. Dündar Bey medresesinde Müderris iken ayrılmış, Tosya'ya gitmiştir.<br />
Şeyh Mehmet Çelebi Sultan 1495 yılında vefat edince Zaviye bir süre boş<br />
kaldı. Şeyhin yerine geçecek erkek evladı yoktu. Açık kalan makama Halvetiye<br />
tarikatından "Yunus" adında bir şeyh geldi. Zeyni ayinini kaldırdı. Bu durum Dervişler<br />
arasında hoşnutsuzluk yarattı. Nihayet bir gün Şeyh Yunus yatağında ölü bulundu.<br />
Şeyh Yunus'un ölümünden sonra Zeyniye tarikatından Şeyh İbrahim adında biri<br />
İstanbul'dan Beratla gönderildi. O da bir süre sonra atıyla uçurumdan düşerek öldü.<br />
Bundan sonra Dergâhtakiler o soydan gelen birini aramaya başladılar. Şeyh<br />
Mehmet Çelebi Sultan'ın torunu Burhanettin'de karar kıldılar. Burhanettin'in babası<br />
Mehmet Muhittin de Peygamber soyundan olup seyittir. Soyu evliyadan Hakim Ali<br />
Tirmizi'ye ulaşır. Tokat'a adam göndererek Burhanettin'i Eğirdir'e davet ettiler.<br />
Burhanettin dedesinin postuna oturduğu zaman 14-15 yaşında kadardı. Küçük<br />
olduğu için babası ölmüş olduğundan annesi Şehribanu Hanımla Eğirdir'e gelmişti.<br />
Yalnız dervişlerin kemale ermeden o yaşta birinin Şeyh olamayacağını belirtmeleri<br />
üzerine Burhanettin Bursa'ya gitti. Şeyh Nasuh Efendi'nin yanında yetişti. Ondan<br />
icazet alarak Eğirdir'e döndü. Şeyh Burhanettin oldu.<br />
Osmanlı devlet adamlarından Rüstem Paşa vezir olmak için uğraşırken<br />
İstanbul'dan uzaklaştırılmış, Teke ve Hamid Beyi olarak gönderilmişti. Şeyh<br />
Burhanettin Efendi ve dedelerinin şöhretini duydu. Şeyh Burhanettin'i tanımak,<br />
sohbetinde bulunmak için Eğirdir'e geldi. Şeyhe saygı göstererek duasını aldı. Şeyh<br />
de ona iltifat gösterdi. Sonra Rüstem Paşa İstanbul'a gitti. Devlet kademelerinde<br />
hızla yükseldi. Kanuni'nin kızı Mihrimah Sultan'la evlenip Padişah damadı oldu,<br />
ardından Sadrazam oldu. Rakibi İbrahim Paşa da katledildi. Rüstem Paşa bu<br />
olayları Şeyhin kerameti bildi. Onu İstanbul'a davet ederek büyük ikramlarda<br />
bulundu. Küçük Ayasofya zaviyesini verip irşatlarda bulunması için İstanbul'da<br />
kalmasını istedi. Şeyh Burhanettin Rüstem Paşa'nın isteğini kıramayıp bir yıl kadar<br />
bu zaviyede kaldı. Sonunda ecdadının toprağı Eğirdir'e dönmeye karar verdi.<br />
Sadrazam Rüstem Paşa'ya:<br />
"Oğul. Biz dağ civarında büyüyüp uzlete, yalnızlığa alışmışız. Hayır duamızı<br />
istersen bizi mekanımıza gönder. Sağ olursak üç dört yılda bir İstanbul'a gelip sizi ve<br />
burada kadı bulunan Müderris evladımızı ziyaret ederiz." dedi. Sadrazam Rüstem<br />
Paşa da bu durumu Kanuni Sultan Süleyman'a arz etti. Gerekli izin çıktı. Eğirdir'de<br />
bir vazife verip maaş bağlanmak istenince: "Bize otuz akçe kâfidir." dedi. Dönmeden<br />
önce Sadrazam Rüstem Paşa Şeyh Burhanettin'i Kanuni Sultan Süleyman'la<br />
görüştürmek istediyse de Şeyh Burhanettin:<br />
"Sultanlarla görüşmek dervişlere zarar verir.." deyip görüşmedi. Rüstem Paşa<br />
Şeyh Burhanetin Efendi'ye Nis harcından yevmi 50 akçe verilmesi için berat<br />
göndermiştir. Ayrıca Eğirdir'le de ilgilenmiştir. Eğirdir'den Barla'ya giden derbent<br />
yolunu, Eğerim yolunu onartmıştır.<br />
Şeyh Burhanettin Efendi Dervişleriyle beraber Hac'ca gitmiştir. Tefsir ve<br />
Hadisle meşgul olmuştur. Mezarı Dedesi Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın batısında,<br />
dışarıdadır. 1562de ölmüştür. Dedelerinin kerametlerini ilk defa "Menakıp" adlı<br />
kitapta toplayan odur.
Şeyh Burhanettin Efendi'nin iki oğlu, bir kızı olmuştur. Oğullarından birinin<br />
adı "Seyit Mehmet", diğerinin ise " Şerifi Mehmet Çelebi" dir. Bu oğlunu Atabey<br />
Medresesi müderrislerinden Mevlana Abdülcebbar'ın kızı ile evlendirmiştir. Bu<br />
evlilikten Şair Şerif Mehmet Efendi doğmuştur.<br />
Şeyh Burhanettin'in de ataları gibi kerametleri vardır. Bunlardan birkaçını<br />
sunuyorum.<br />
Uluborlu'dan Hasan veAli Dede anlatmışlardır.<br />
Beraber Hac'ca gitmeye niyetlendik. Hazırlıklarımızı yapıp duamızı almak<br />
için Mezar-ı Şerif denilen yerdeki Şeyh Burhanettin Hazretlerinin olduğu mescide<br />
gittik. Şeyh bizi görür görmez: "Sizde Hacı kokusu vardır. Bu ne haldir? " dedi. Biz<br />
de "Sultanım .. Biz Hac'ca gitmeye niyetlendik. Himmet eyleyin." deyip duasını<br />
istedik.<br />
"Sizi yüce Allah'a ısmarladık.. Korkmayınız." dedi. Gemiyle yola çıktık. Yirmi<br />
gün sonra Cidde açıklarına geldik. Bir gece aniden bir fırtına çıktı. Gemideki<br />
yolcular "Batacağız" diye telaşa kapıldılar. Geminin ağırlığını azaltmak için ağır<br />
eşyaları denize atmak istediler. Telaşlı ve şaşırmış bir haldeyken Şeyh Burhanettin<br />
Hazretleri, dedesi Şeyh Mehmet Çelebi Sultan ile birlikte gelip gemimizin kenarında<br />
durdular.<br />
"Korkmayın!...Müslümanlar eşyalarını denize atmasınlar. Allanın emriyle<br />
fırtına sabaha kadar sakinleşir." dediler. Sonra gözden kayboldular. Dedikleri gibi<br />
fırtına sabahleyin kesildi. Döndükten sonra annemden öğrendim ki Şeyh<br />
Burhanettin Hazretlerinin Hanımı bir gün anneme gelip: "Oğulların falan gün bir<br />
sıkıntı çekmişler mi ?" diye sorup bizim denizde sıkıntılı anlar yaşadığımız günü<br />
işaret etmiş. Şeyh Hazretlerinin de o gün akşam yemeğinde: "Hey Hasan Dede..<br />
Hey Ali Dede.." deyip dergahına gittiğini söylemiş.<br />
Eğirdirli Hacı Dede şöyle anlatmıştır:<br />
Şeyh Burhanettin Efendi birgün bana:<br />
"Hacı Dede!.. Var Eğirdir'e git..Taze balık varsa bize alıver.. Evden isterler."<br />
dedi. Ben de hemen Eğirdir'e gidip çarşıda sordum. Halk bana gülüp: "Sofi! Deli mi<br />
oldun ? Bu soğukta balık mı çıkar ? Şeyh bu zamanda taze balık olmadığını bilmez<br />
mi ?" dediler. Dönüp Şeyhin huzuruna geldim:<br />
"Efendim.. Balık yok.. Halk bana gülüştü.." dedim. Şeyh bana öyle heybetli<br />
baktı ki, neredeyse ruhum çıkacaktı.<br />
"Git! Çabuk getir!" dedi. Emre uyup Eğirdir gölünün kenarına gittim. Bir de<br />
baktım ki çakıllar arasında iri iri balıklar su içinde canlı olarak duruyor. Pek de çoktu.<br />
Hemen bir kaba doldurup huzuruna tekrar gittim. Şeyh balıkları görünce:<br />
"Hah! Şöyle!.." buyurdu. Hayatta olduğu müddetçe bu kerameti kimseye<br />
anlatmadım.<br />
ŞERİFİ MEHMET ÇELEBİ<br />
Şeyh Burhanettin Efendi'nin oğludur. Tahmini 1520 lerde doğmuş, 1544 te<br />
Atabey medresesi müderrislerinden Mevlana Abdülcabbar'ın kızıyla evlenmiştir.<br />
Oğlu Şerif Mehmet Efendi 1552 de dünyaya gelmiştir. Şeyhülislam Berdai<br />
Dergahına ilgi göstermemiş, Rumeli kasabalarında Kadı'lık yapmıştır. Ölüm tarihi<br />
kesin olarak bilinmemektedir. Şairliği vardır. Bir şiiri şöyledir.<br />
Suz-i aşkın cana ey mâh şöyle tesir eyledi<br />
Çıktık eflak üzre ahım gün gibi seyreyledi
Dil şehid-i tig-i aşk oldu deyu cana müjen Kıl<br />
kalemle birşehadetnametahrireyledi.<br />
La' lüni resm eyleyüp gönlümde nakkâş-ı hayâl Bir<br />
akarsu üzre şekil-i can ı tasvir eyledi.<br />
ŞERİF MEHMET EFENDİ<br />
Şerifi Mehmet Çelebi'nin oğludur. Şeyh Burhanettin Efendi'nin torunudur.<br />
1552 yılında doğmuştur. 1630 yılında ölmüştür. Mezarı İstanbul Eyüp'te, Hazreti<br />
Halit civarındadır. Müderris olmuş, Galata, Halep, Şam, Mekke, Edirne, Mısır<br />
Kadılıklarında bulunmuştur. 1619 tarihinde Anadolu Kazaskeri, 1624 tarihinde<br />
Rumeli Kazaskeri oldu. Hacca da gitti. Dönüşünden az sonra öldü.<br />
1621 yılında emekli oldu. Önce Rusçuk kazası, sonra Dimetoka arpalık<br />
verildi. Şairdir. Şiirlerinde Şerifi Mahlasını kullanırdı. Arapçayı, Farsçayı çok iyi<br />
bilirdi. Babası Şerif Mehmet Çelebi'nin ailesiyle ilgili toplayıp yazdığı eserden,<br />
Dedesi Şeyh Burhanettin'nin kendi el yazısıyla yazdığı eserden faydalanarak kendi<br />
işittiklerini de katarak 1597 yılında "Menakıb-ı Evliya" adlı bir eser yazmıştır. Son<br />
dönem Osmanlı Maliye Nazırlarından Eğirdirli kitap meraklısı Nafiz Paşa bu kitabı<br />
çoğaltarak İstanbul Süleymaniye kütüphanesine vakfetmiştir.<br />
Bir beyti:<br />
Gerçi derler vadeye eyler vefa ol nazenin Ya ki<br />
amma çekmeyince sineye gelmez yakin.<br />
ŞEYH ÖMER EFENDİ<br />
Torunu öğretmen Etem Kartal'ın verdiği bilgiye göre;<br />
"Şeyh Ömer Efendi Eğirdir'de doğdu. Babası Şeyhülislam Berdai zaviyesi<br />
şeyhi, Şeyh Ahmet Efendi'dir. Şeyh Ahmet Efendi'nin İstanbul'da Nakşibendi<br />
tarikatı mütevelliliğine tayin edilmesi üzerine Ömer Efendi medrese tahsilini<br />
İstanbul'da yaptı. Sonra gelip Eğirdir, Isparta çevresinde kadılık etti. Sonra kadılığı<br />
bırakarak, Şeyhülislam Berdai zaviyesine Şeyh oldu. İlk defa Eğirdir ve çevresinin<br />
tarihini yazdı. Ne yazık ki 1910 larda Şeyh Saadettin zamanında mütevelli evinin<br />
ve Vakfın kütüphanesinin yanmasıyla pek çok el yazması eserin yanında Eğirdir<br />
tarihi ile ilgili eserde yandı.<br />
Şeyh Ömer Efendi alim, şair bir zat idi. Tasavvufa ait eserleri vardır.Bu<br />
eserlerin bir kısmı yanmış, bir kısmı da kaybolmuştur."<br />
Şeyh Ömer Efendinin iki oğlu vardır. Şeyh Ahmet Efendi, son şeyh olan<br />
Saadettin Efendidir. Babaannem Kamile Hanım, Şeyh Ahmet Efendinin kızıdır.<br />
Şeyh Ömer Efendi (H.1272) 1856 tarihinde Eğirdir'de vefat etti. Mezarı<br />
Şeyhülislam Berdai'nin türbesinin kuzeyindedir.<br />
ŞEHY ALİ AĞA İBTİDAİ MEKTEBİ<br />
Cami mahallesinde Besdelcilerin evinin olduğu yerde idi.
ŞEYH ALİ AĞA MEDRESESİ<br />
Kale medresesi de denir. 1802 de Şeyh Ali Ağa tarafından iki katlı 20 hücreli<br />
ahşap olarak yaptırılmıştır. 1807 yılında da yanına kargir bir kütüphane yaptırmış,<br />
içine de yazma 217 eser koymuştur.<br />
Medresenin üst kısmı dersane alt kısmı öğrencilerin yatması içindi.<br />
Medresenin bahçesinde müderrisler için ev vardı. Bahçe genişti, meyva ağaçları<br />
bulunuyordu. Kütüphanenin sütunları şimdi M.Y. Şapçı İlköğretim okulunun arka<br />
bahçesinin batı kapısının yanlarındadır. Kütüphane ve medrese 1928 yılında yıkıldı,<br />
yerine Zafer İlkokulu yapıldı. Bu okul da cami mahallesi yangınında zarar gördüğü<br />
için 1960 yılında yıkılmıştır.<br />
ŞEYH TURHAN EFENDİ<br />
Şeyh Burhanettin Efendi'nin hizmetinde bulunmuş, onun ilminden,<br />
feyzinden yararlanmıştır. Zeyniye tarikatındandır. 1620 yılında ölmüştür.<br />
ŞEYHİ<br />
Asıl adı Seyyid Mehmet Şeyhi Efendidir. Eğirdirlidir. Şeyhülislam Berdai'nin<br />
soyundandır. Eğirdir'de kalmamış, dışarıda müderrislik ve kadılık yapmıştır.<br />
Nakibü-l eşraflıkta bulunmuştur. Mekke kadılığına giderken 1634 de Cidde'de<br />
ölmüştür. Orada gömülüdür. Divanı vardır. Birşiiri:<br />
Bir dem ki sohbet eylese ağyar yâr ile Bende<br />
yürek hezar ise derd ile yâr ile<br />
Gayret dikenlerinde ciğer pare pâredür Her bir<br />
hab oturalı sen gülizâr ile<br />
Kan ol yürek ki bülbüle zağ oldu hemnişin Ağla<br />
gözüm ki gül yöresi doldu har ile<br />
Fikrimde idi yare irem bahtyarolam<br />
Olmaz imiş zemâne işi ihtiyar ile<br />
ŞEYHİ ezelde kısmet imiş sana derd ü âh<br />
Derman kaçan irişe sen rûz-i zar ile<br />
ŞEYTANIN AĞACI<br />
Kızılcık (Eren) ağacına derler. (Erenin birinci e'si biraz uzun söylenir.)<br />
Söylentiye göre Şeytan "Hangi ağaç en erken çiçek açarsa o ağaç benim." demiş.<br />
Şubat ortalarında çiçeklenen eren ağacının altına oturmuş. Yine söylenene göre<br />
eren ağacı meyvaya duruncaya kadar yedi kez çiçek açarmış. Şeytan umutla<br />
beklemiş.<br />
Daha sonra çiçek açan ağaçlar meyvalarım vermişler, fakat eren ekime<br />
kadarermemiş.
ŞEYTANIN GEM VURMASI<br />
Karpuz kavun yenildikten sonra ağız yıkanmazsa bir süre sonra ağız<br />
uçlarında çatlaklar olur. Bu duruma "Şeytan gem vurmuş" denir.<br />
ŞİBBABBA<br />
1940 larda gezici dondurmacılardandı. İnce, zarif, kibar bir adamdı.<br />
"Baylara iki buçuk kuruş, bayanlara yüz para." diye dondurma satardı.<br />
ŞİBEKLER(Şibeyler)<br />
Kırgız Manas destanında bir boyun adı ve kişi adı olarak geçer. Eğirdir'de<br />
de bir sülalenin adıdır.<br />
ŞINGIRAK<br />
Odaların kapısını açmak için kullanılan bir aletin damağı tutan demiri<br />
kaldıran bir alettir. "Şıkdüşen" de denir.<br />
ŞİNİK<br />
Yarım teneke ölçüsünde tahıl ve baklagilleri ölçen silindir bir ölçektir. Bir<br />
ölçü buğday yedi kg. gelir.<br />
ŞO<br />
"Şo" kelimesi Eğirdir'de, görülen uzaktaki, anlamında kullanılan bir işaret sıfatıdır.<br />
Kültür dilimizde yoktur. Eğirdir'de şöyle kullanılır: bu (adam) en yakındaki şu (adam)<br />
biraz uzaktaki şo (adam) görülen uzaktaki o (adam) orda olmayan<br />
yazar.<br />
Divanü-Lügat-it-Türk'de "Şo" sözcüğünü Bolkar Türklerinin kullandığını<br />
ŞOFÖRLER<br />
Eğirdir'in ilk şoförleri Hacıkatiplerin Mehmet, Yakup Başkan,<br />
Otabatan'lardan Burhan ve Muhittin Dikmen. Allok bildiklerimdir.<br />
ŞEHİTLER<br />
<strong>EĞİRDİR</strong>'Lİ ŞEHİTLERİN LİSTESİ HÜKÜMET BİNASINAGİRİŞTE SAĞ<br />
TARAFTA PANODA ASILIDIR.
TABAKHANE<br />
T<br />
Eğirdir'in bilinen en eski tabakhanesi eski yazla yolunun çıkışının altıdır.<br />
Kaynaklara göre sarı ve siyah sahtiyan yapılırdı. 1910 da buradan Köprübaşı'na<br />
taşınmıştır. 1960 dan sonra tabakhane olayı gerilemiş, 1990 dan sonra tümüyle<br />
kaldırılmıştır.<br />
Eskiden Hacca gidenler "Zor kazanıyorlar, paraları helaldir." diye hac<br />
paralarını tabakhane esnafının paralarıyla değiştirirlerdi.<br />
TAHTACILAR<br />
Orman ürünlerini işleyen, tahta yapan gezici kişilerdi. Bizim<br />
çocukluğumuzda düzen kurarlar, kadın üstte, erkek altta tahta biçerlerdi. Böcüzade<br />
Süleyman Sami Isparta Tarihi kitabında 1739 tarihli gördüğü bir fermanda<br />
"Bunların Kıbrıs'tan geldiğini, yol kesenleri, mal çalanları olduğu için tekrar Kıbrıs'a<br />
gönderilmeleri gereğiyle Vezir Mehmet Paşa'ya emrolunduğu yazılıdır." diye bilgi<br />
verir.<br />
Bir kısmı böyle olsa da Osmanlı kaynaklarında Tahtacılar "Ağaç erleri" diye<br />
geçer.<br />
TANGİLE<br />
Sincap. Ellerimizle yakalar ceplerimize alıştırırdık. Ceplerimizde ceviz içi<br />
olduğu sürece bizleri terketmezlerdi. Boğazova'da en çok ceviz ağacı Meseyin,<br />
Mütevelli, Çaybaşında olduğu için, heryaşlı ceviz ağacında yuvaları olurdu.<br />
TARANLAR<br />
Eğirdir'in en eski soylarındandır. Kale mahallesinde otururlardı. Aslı<br />
Tarancı'dır. Daha aslı da "Tarımçi" dir. Uygur Türklerinden bir boydurlar. Moğollar<br />
güçlü zamanlarında Uygur ülkesini istila ettikleri zaman bir bölümünü ortaasyanın<br />
Tarım havzasına götürerek kendileri için tarım yaptırmışlardır. Bu işle uğraşan<br />
Uygurlara da" Tarımçi" demişlerdir. Bugün Almanyada çalışıp dönenlere "Almancı"<br />
dendiği gibi. Moğolların siyasal gücü bitince özyurduna dönenler dönmüş, fakat<br />
adları "Tarımçi" olarak kalmıştır. Eğirdir'e ilk gelenlerin yerleşim yeri Kale mahallesi<br />
olduğuna göre bu soy da ilk gelenlerden olsalar gerektir.
Radlof'un "Sibirya'dan" adlı eserinde Tarançi'ler için " iyi kalplilik, sadakat,<br />
çalışkanlık Tarançi karakterinin esas hatları olup bunları birçok şahısların yüzünden<br />
okumak mümkündür." der. Okuma yazma bilmeyen bir Tarancı ozanından şiir<br />
örneği verir. Birkıtasımörnekolarakalıyorum.<br />
Kara kaşlar oynaşır<br />
Saçı beline ulaşır<br />
Çıkma evden dışarı<br />
Aşıklar bıçaklaşır<br />
Tarancılar şiirlerini daha çok mani tarzında söylerler.<br />
TARHANA<br />
Dibeklerde sokuyla dövülerek buğdayın kabuğu çıkarılır, kabaca el<br />
değirmeninden geçirilir, yağlı ayranla pişirilir, biraz mayalandıktan sonra el iriliğinde<br />
yassılaştırılıp kurutulur, kış için saklanırdı. Pişince de bir yeyimlik tabağa konulur,<br />
ortası hafif çukurlaştırılarak tereyağı yerleştirilir, komşulara sunulurdu. Bir parça<br />
tarhanadan alınıp, tereyağına banılarak yenilirdi. Güzel bir ikram geleneğiydi.<br />
TAŞKAHVE<br />
Eğirdir'in adı tarihe geçmiş bir kahvesidir. Genelde yaşlıların oturduğu bir<br />
kahve idi. Eğirdir'in Senatosu sayılırdı. Toplumda Belediyeden çok işlevi vardı.<br />
Kimsenin onurunu incitmeden yok yoksul kişilerin yanında olur, Eğirdir için gerekli<br />
kararları alırlardı. Hastalara yardımdan tutun da, okuyan çocuklara yardıma kadar<br />
aralarında konuşur, gücü yetenler yardım ederlerdi. Pek çok sosyal ve aile<br />
sorunlarının çözüldüğü yerdi. Arkadaşlık, sevgi, ilgi, yardım hepsi vardı. Kendi iç<br />
disiplinini kendi sağlamıştı. Bir kültür yuvasıydı. Siyasetten günlük olaylara kadar<br />
her şey konuşulur, değerlendirilir, kararlar alınırdı. Ne yazık ki değişen zaman<br />
güzellikler yaratmadan böyle güzellikleri ezip geçti. 1955lerden sonra yıkılıp yerine<br />
birşeyler yapıldı. Şimdi birçok kahvehane var. Ama hiçbiri "Taşkahve" gibi anılmıyor.<br />
TAŞKÖPRÜ<br />
Köprü ile Bağkur evleri yolunun ortasından 20 metre kadar kuzeyde bir kemerli<br />
taşköprü vardı. Kullanılmazdı. Bataklığın içinde kalmıştı. Şimdi buralar<br />
doldurulmuş, sanayi çarşısı olmuştur.<br />
TATAR BÖREĞİ<br />
Açılan yufka kibrit kutusunun yarı iriliğinde kareler şeklinde kesilir. Kaynar<br />
suya atılarak pişirilir. Suyu süzüldükten sonra sarımsaklı yağlı süzme yoğurt üstüne<br />
konur. En üste de az kırmızı biberle kızarmış sadeyağ dökülür, yenir.<br />
TEKE AŞİRETİ<br />
Dündar Bey Antalya'yı alıp kardeşi Yunus'u oraya Bey yaptı. Sonra da<br />
Hamidoğlu beyliğinin o yöresini Teke aşiretinin çokluğundan Tekeli dendi. Halen
Türkmenistanda bu aşiret varlığını devam ettirmektedir. Çoğunluğu dağınık<br />
olmakla beraber, bugünkü durumda güney Türkmenistan'ın "Günbed" bölgesinde<br />
yaşamaktadırlar. Seccadeleriyle ünlü olup, kadınları nadide el dokuması kumaşlar<br />
üretirler.<br />
TEKGÖTÜ<br />
Eski Demirciler mahallinde bir yerdir. "Tekke ardı" anlamında kullanılır.<br />
Anlaşılan geçmişte orda olan bir tekke sebebiyle öyle denilmiş olsa gerek.<br />
TEKKE KAYASI<br />
Bizim çocukluğumuzda poyraz tarafında gölün içinde önü derin bir kaya idi.<br />
Üstünde atlama kulesi vardı. Kayanın üstünde yatır olduğu, gece mumlar yandığı<br />
söylenirdi. Şimdi kayalar sahil yolu altında kaldı. Tekke Kayası Kuşkayasının 70<br />
metre kadar batısındadır. Şimdi atlama kulesi olan yer Kuşkayası'dır.<br />
Göl seviyesinin düşmesiyle Kaleburnu'ndan Adalara yol çıkarken<br />
Teknekıyısı'ndan bir görünüş (1972)<br />
TEKNE KAYASI<br />
Kaleburnu'nun otuz metre kadar açığında idi.Yüzerek çıkar balık avlardık.<br />
Kayanın bir bölümü çukur, banyo küveti gibiydi. 1975 den sonra dolgu altında kaldı.<br />
TELGRAF<br />
Eğirdir'de telgrafhane 1873 de açılmıştır.
TELIMETA<br />
Eğirdir gölünün kuzeydoğusunda bulunan yeri tam tespit edilemeyen bir<br />
ilkçağ yerleşim yeri.<br />
TELLİKULAK<br />
Kalsama. Eğirdir ağzıyla sızgeç. Balıkların sudan erimiş oksijeni<br />
almalarına yarayan organı<br />
TERSİKBAŞI<br />
Eskiden ulaşım ve yük taşıtmak amacıyla eşek, at kullanılırdı. Pek çok<br />
evde ahır vardı. Bazı aileler de inek beslerdi. İnekler sabahtan Köprübaşı'na<br />
yaylıma giderler, ikindin geri dönerlerdi. Bu hayvanların tersleri her yere atılmaz, o<br />
zaman şehrin dışı sayılan Demirciler'in ilerisi Tersikbaşı'ndan atılırdı. Bağlar<br />
yolunun başladığı yerde gölden yana da Gülbaba türbesi vardı.<br />
TEZ MURAT<br />
Tez Murat kervanbaşı katırcısıdır. Katırcıbaşı Murat bir gün kırk katırı ile<br />
Yazla'dan geçerken Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın tekkede müritleriyle<br />
zikrettiklerini işitince zikr seslerine hayran olarak katırları arkadaşlarına bırakıp<br />
yanına altınları alarak, Şeyh Mehmet Sultan'ın huzuruna girmiş. "Şeyhim... Beni<br />
halkana kabul et..." diye yalvarmış. Şeyh : "Sende dünyalık var." Demiş kabul<br />
etmemiş. Katırcıbaşı dışarı çıkmış, altınjarı bırakmış, yalnız bir elmas parçasını<br />
kavuğuna saklayarak tekrar Şeyhin huzuruna girmiş. Şeyh, "Sende dünyalık var."<br />
demiş, yine kabul etmemiş. Katırcıbaşı tekrar dışarı çıkıp sakladığı elması başkasına<br />
vermiş, içeri girmiş. Bu kez Şeyh Katırcıbaşını halkasına kabul etmiş. Zikir<br />
bittikten sonra Şeyh Katırcıbaşının eline bir ibrik verip dışarıdaki şadırvandan su<br />
doldurup getirmesini istemiş. Katırcıbaşı dışarı çıkıp şadırvandan su doldurmaya<br />
başladığında bakmış ki su yerine altın akıyor, Şeyhin kerametini anlayıp Şeyhin<br />
müridi olmuş. Ondan sonra canla başla erenlere katılıp onlarla olmuş. Her işi<br />
hemen yaptığından "Tez Murat" denilmiş. Şeyh Murat olarak da adı geçer. Türbesi<br />
Hankah'ın kuzeyine bitişik idi. 1930 larda Hankah'la beraber o da yıkıldı.<br />
TEZGELDİOĞLU<br />
Çay köyünde 1580 lerde yaşamış bir vatandaş. Ayvad adlı bir sipahi<br />
tarafından öldürülmüş. Kayıtlarda adı geçiyor.<br />
TİMUR'UN <strong>EĞİRDİR</strong>'İ ALIŞI<br />
Timur'un Eğirdir'i alışını Nizamüddin Sami Zafername adlı eserinde şöyle<br />
anlatır. "Uluborlu tarafına hareket edilerek emir gereği derhal Uluborlu kalesine<br />
hücum edildi. O saat zafer kazanıldı. Kaledekiler kılıçtan geçirildi, karıları, çocukları<br />
esir edildi, kale de yerle bir edildi. Sonra oradan Eğirdir ve Nis'i almak için yola<br />
çıkıldı. Evvelce alınan üç kale terazinin kefesine konsa, Eğirdir tek başına ağdırır.
Bu kalenin kumandanı Şahsi Paşa adında biri idi. Timur askeri kalenin dibine<br />
geldiler. Sağ tarafta Emirzade Ebubekir, sol tarafta Emirzade Şahruh yer aldılar.<br />
Bunlardan başka Sultan Hüseyin, Emirzade Şahmelik Bahadır, Ali Sultan ve Emir<br />
Sevincik hep birden kaleye hücum ettiler. Hücum edenler kalede delik açmaya var<br />
kuvvetleriyle çalıştılar. Sonunda burçlar yıkıldı. Savunanlar korkularından kaçıp<br />
Ada'ya sığındılar. Timur ordusu sallar, gemiler yapıp göle koydular. Kısa bir<br />
zamanda göl yıldızlar kadar yüzen araçlarla doldu. Deryanın yüzü ateş gibi kıpkızıl<br />
oldu. Sonunda Ada'dakiler kurtuluş parasını vererek canlarını kurtardılar. Bundan<br />
sonra Akşehir'e devam edildi.<br />
Bir başka kaynakta da meşhur Türk tarihçisi Hoca Mehmet Sadettin<br />
Tacüttevarih adlı eserindeTimur ordusunun Eğirdir'i alışını şöyle anlatır.<br />
"Timur'un Hamideli'ni almak istemesinin sebebi, burada büyük bir göl<br />
vardı. Çevresi bağ ve bostanlarla doluydu. Gölün kenarında bayındır, meşhur bir<br />
Eğirdir şehri vardır ki, tarih kitaplarında Felekabad adıyla anılır. Yüksek bir dağ<br />
eteğinde kurulmuştur. Bu dağın tepesine atlı değil, yaya bile çıkamaz. Yüksekte<br />
uçan kuştan başka bir canlı mahluk bu dağın tepesine gidemez. Dağın iki tarafı göle<br />
duvar gibi o şekilde inmiştir ki geçit yeri çok dardır. Bu dar yerlere kapı yapılmış,<br />
şehre giriş çıkışlar güven altına alınmıştır. Her biri Kevser şarabı gibi, şeker kamışı<br />
lezzetinde suları olan dereler vardır. Hepsi göle akarlar, yalnız bir yerden dışarı<br />
çıkarlar. Gölün ortasında iki ada vardır ki küçüğüne Gülistan, kalesi olan büyüğüne<br />
Nis derler. Timur'un geleceğini duyan halk korkup malını mülkünü, çoluğunu<br />
çocuğunu, parasını pulunu, giyeceğini bu kaleye taşıdı. Bunlar Timur'un kulağına<br />
gidince İzmir kalesini Frenkten aldıktan sonra Eğirdir'e yöneldi. 12 Mart 1403 Pazar<br />
günü Eğirdir gölünün kenarına geldi. Timur'un karınca gibi askerlerinden bazı<br />
emirler, o sağlam hisarın dağa bitişik tarafından saldırdılar. Geri kalan askerlerde<br />
etrafı sarıp şehri yaktılar. Kale halkı gemilerle Nis kalesine kaçtılar. Timur bunun<br />
üzerine kereste getirtip bunlardan derilerle kaplı kayık yapıp Nis kalesini muhasara<br />
etti. Kalenin koruyucuları arasında bulunan Şeyh Baba Sureti kaleden çıkıp halkı<br />
için ricada bulundu. Kale muhafızı da bağlılığını bildirip kaleyi teslim etti. Timur da<br />
ordan ayrılarak Akşehir'e yöneldi. Şehire bir konak kalmıştı ki Yıldırım Bayazıt<br />
Han'ın ölüm haberi geldi."<br />
Burada Ada'yı çevreleyen sağlam bir kaleden bahsediliyor. Bugün böyle<br />
bir kale kalıntısı görülmemektedir. Sanırım Kale mahallesiyle ada karıştırılmış olsa<br />
gerek.<br />
TİOULOS<br />
Prostanna'nın Roma egemenliği çağında imparator II.Filippos'un onuruna<br />
bastığı paraların arka yüzünde Tioulos çayını simgeleyen tanrının kabartması ve<br />
ayrıca "Tioul" biçiminde kısaltılmış olarak adı vardır. Büyük olasılıkla bu bizim eski<br />
Irmak'tır. Şimdi adı "Kanal" olmuştur.<br />
TORAMAN VURMAK<br />
Göle ağ serdikten sonra balıkları tedirgin edip ağa takılmaları için suya,<br />
kayığa vurularak yapılan gürültüdür. Su yüzüne musluk pompası biçiminde bir çeşit<br />
alet de vurulurdu ki onun da adına Toraman denirdi.
TORKİ<br />
Ceviz, badem başaklarını toplamak için dal uçlarında kalanları yere<br />
düşürmek amacıyla ağaca atılan kısa sopa. Bağa göçüldükten sonra çay boyunda<br />
böyle ceviz, badem toplamak biz çocukların en büyük eğlencesiydi.<br />
TORLAK KEMAL<br />
Osmanlı Padişahı Mehmet Çelebi Sultan Han zamanında insanların eşitliği<br />
üzerine bir düzen kurmak isteyen Simmavnalı Şeyh Bedrettin'in çevresinden olup<br />
Osmanlı askeriyle savaşan Torlak Kemal'in Eğirdirli olduğunu Eski Adliye<br />
vekillerinden Mahmut Esat Bozkurt, üniversitede İnkılap tarihi dersleri verirken<br />
söylemiştir. Bu bilgiyi öğretmen Etem Kartal öğrencisi Profesör Doktor Hilmi<br />
Akın'dan duyup bize nakletmiştir.<br />
Torlak Kemal'in bir yahudi dönmesi olduğu iddiası da vardır.<br />
TOTA<br />
Geçmişte şifa kaynağı olarak düşünülür, içmelere gidilirdi. Suyu tuzlu, hafif<br />
sarıdır. İçinde klor ve amonyak vardır. En yaşlı ve gür ormanlar burada idi. Anamas<br />
dağlarının güney yönündedir. Tuz gölünün antik adı "Tata"dır. Buraya Tota<br />
denilmesi de suyunun tuzlu olmasındandır. Aynı yöreye "Çorakpınar" da denilir.<br />
TÖNGÜŞLÜ<br />
Anamaslarda yeri olan bir yörük aşiretinin adıdır. Kazak destanlarında da<br />
"Töngüs"adıgeçer. Kahraman bir kişidir.<br />
TURAN YAZGAN (Prof.Dr.)<br />
1938 yılında Eğirdir'de doğdu. 1959 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat<br />
Fakültesinden mezun oldu. Bir süre İmar ve İskan Bakanlığında çalıştı. Almanya ve<br />
Amerika'da araştırmalar yaptı. 1971 yılında doçent, 1979 yılında profesör oldu.<br />
1977 yılında Güneydoğu Anadolu Bölgesi Genel Koordinatörü olarak göreve<br />
getirildi. Araştırmalarını 7 ciltlik "Güneydoğu Anadolu Gelişme Planı"nı hazırlayarak<br />
Başbakanlık Toprak ve Tarım Reformu Müsteşarlığına sundu.<br />
Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı'nın kurucusu ve başkanıdır.<br />
TUZDEDE<br />
Medresenin güneybatısında imiş. Şeyhülislam Berdai Sultan camiye<br />
gelirken kimseye selam vermez yalnız Tuzdede'ye verirmiş . "Neden başkalarına<br />
selam vermiyorsun ?" diye soranlara : "Ben bir onu insan görüyorum. Diğerleri kedi<br />
köpektir." Dermiş.<br />
TÜLÜTOMBAK<br />
Büyüklerin küçük çocukları severken söyledikleri sözlerdendir. Tülüğ,<br />
Divanü-Lugat-it-Türk'de şeftali olarak geçer.
TÜRKÜLER<br />
Çocukluğumda düğünlerde, gezeklerde, içki alemlerinde, çevremde<br />
duyduğum türküler şunlardır. Konu başlıbaşına bir kitap konusu olduğu için sadece<br />
birinci mısralarını yazıp geçeceğim.<br />
• Alıverin tabancamı oymadan<br />
• Amman amman cinbastı<br />
Karyolada kol bastı<br />
• Ardıçtandır kuyuların kovası<br />
• Ay doğar aşmak ister<br />
• Ay doğar ayan beyan<br />
• Ayva dibi serin olur yatmaya<br />
• Bak şu kaşın karasına<br />
• Çayıra serdim postu<br />
• Çek deveci develeri yokuşa<br />
• Çıktım iğdenin dalına, dal kırılıverdi<br />
• Dere boyu giderim<br />
• Estirir anam estirir<br />
Üç top basma kestirir<br />
Küçüğü de büyüğünü bastırır<br />
• Evlerinin önü mersin<br />
• Evlerinin önü nane maydonoz<br />
• Gıcır gıcır geliryarin kağnısı<br />
• Hükümetin önünden geçtim<br />
• Kadılar yolunda buldum izini<br />
• Kara kaş boyanır mı?<br />
• Karanfil oylum oylum<br />
• Kayada gezen oğlan<br />
• Oğlanın adı İsmail<br />
• Su sızıyor sızıyor taşların arasından<br />
• Süpürgesi yoncadan<br />
• Şu derenin uzunu<br />
• Şu gelen atlı mıdır<br />
• Uzun kavak gıcır gıcır gıcırdar<br />
• Yabandan gel kömür gözlüm yabandan<br />
1940 larda Rahmetli Muzaffer Sarısözen Eğirdir'e uğramış, o zamanın<br />
tefçisi Nazife Hanım ona Eğirdir türkülerini okumuştur.<br />
Bir de tamamıyla Eğirdir'e özel "GAKGİLİ " oyun havası vardır. Her bağ<br />
göçünde bir türkü yakılır, bağdan ininceye kadar o türkü söylenirdi.
TYMBRİADA<br />
Aksu, Akçasar köyü Asar tepesindedir. M.Ö. II. yüzyılda kurulmuştur.<br />
Şehirde bina temelleri kalmıştır. Kutsal yeri Zindan Mağarası çevresidir. Burada<br />
Nehir Tanrısı Euyremedon için bir açıkhava tapınağı yapılmıştır. Çayın üzerinde<br />
Roma devri tek kemerli bir köprü vardır. Kilit taşında Euyremedon'un kabartma başı<br />
vardır. 1960 lara kadar sağlam olan bu kabartma şimdilerde önemli bir hasara<br />
uğramıştır. Burada bulunan Euyremedon Tanrısının mermer heykeli Isparta<br />
müzesindedir.<br />
Tymbriada, kekiklik anlamı taşır.<br />
TYNADA (Gynada)<br />
Tymbriada Açıkhava Kutsal Alanı<br />
Zindan Mağarası Önü<br />
Aksu Terziler köyü yakınındadır. Tapınak ve bina temelleri vardır.<br />
Hellenistik dönem şehirlerinden olabileceği yapı elemanlarından<br />
yorumlanmaktadır. Friedrich Sarre 1895 de buraya da uğramıştır. Burada gördüğü<br />
kale ve tapınak harabelerinden bahseder.<br />
TYNANDOS<br />
Senirkent'in 5 km. doğusunda Yassıviran köyü yakınında Mandas kırı'nda<br />
antik biryerleşim yeri. Kalıntıları vardır.
UÇAK<br />
U<br />
Sanırım 1946 da Haziran ayı içinde Eğirdir gölüne çift motorlu bir<br />
bombardıman uçağı düştü. Söylenenlere göre Eskişehir hava üssünden kalkmış,<br />
Isparta üstünde arızası olunca Eğirdir gölüne yönelmiş. Biz çocuklar oynarken<br />
büyük gürültüyle alçaktan tepemizden geçen bir uçak gördük. Çok heyecanlandık.<br />
İzledik. Sonunda uçak alçalarak poyraz tarafın hayli açıklarına suları gökyüzüne<br />
fışkırtarak düştü. Süratli bir askeri deniz motoruyla yanına gidildi. Pilot kurtarıldı.<br />
Uçak bir buçuk aylık bir çalışmadan sonra Baba Sultan kıyısına getirildi. Tüm<br />
Eğirdirli seyre gitti. Daha önce gökyüzünde uzaktan gördüğü küçük uçak yerine,<br />
karşısında dev gibi çift motorlu ağır bombardıman uçağını yerde gören<br />
hemşehrimizin biri:<br />
"Gaç anam, gaç... Teyyare bu kadar kocaman mı olur? Bu suyun içinde<br />
dura dura şişmiş." demiş.<br />
Sonra uçak parçalara ayrılarak trenle götürüldü.<br />
URUP<br />
Bir halı dokuma sözüdür. 100 cm karede 900 düğüm bulunması gerekir.<br />
Isparta halısının kalitesinin esası budur.<br />
UYKULUK<br />
"Çözeti" de derler. Davarın karnından barsakları sağımla alındıktan sonra<br />
geride kalan kas grubuna denir. Bu et közde pişirilip yendiğinde uyuyamayanlara<br />
uyku verdiği söylenir.
ÜNNAP<br />
Ü<br />
Eğirdir'de "Hinnap" derler. Sanırım Türkistan'dan getirilerek burada da<br />
yetiştirildi, iğdeye benzeyen dolgun, tatlı bir meyvedir. "Öksürüğe iyi gelir. Göğsü<br />
yumuşatır." derler. Çocukluğumda Kale mahallesinde on, on beş kadar ağacı vardı.<br />
Şimdilerde Baba Sultan önünde bir ağaç, Ada'da bir ağaç, Boğazova'da da birkaç<br />
yerde gördüm.<br />
ÜSTÜN ÖZGÜR<br />
1984 yılı Kasım ayında doğdu. Annesi matematik öğretmenidir. Babası<br />
Nihat Özgür'dür. Anne tarafından "Hacı Aziz" diye bilinen Mustafa Üstün'ün oğlu<br />
İbrahim Üstün'ün torunudur. Özel okullar sınavı Ankara birincisi, Yatılılık ve<br />
bursluluk sınavı Türkiye birincisi olduğu için TED Ankara Kolejine girmiştir. 2000<br />
yılında Lise birinci sınıftayken Cenevre'de gerçekleştirilen Uluslar arası Okullar<br />
Avrupa Konseyinin Matematik Yarışması'nda, bireysel dalda Avrupa birincisi<br />
olmuştur.<br />
ÜYÜK<br />
Hüyük'ten bozma bir kelimedir. Gölün Avşar tarafında ,onun iskelesi idi.<br />
Kayıkla gidenler Üyük'e çıkarlar, üç dört odalı basit bir evde kalırlardı. Eşyalar,<br />
mallar orda biriktirilir, Adalıların kayıklarıyla Eğirdir'e taşınırdı. Palamut çuvallarını,<br />
Yün çuvallarını hatırlıyorum. Ne yazık ki şimdi Hüyük park benzeri bir şeyler<br />
yapmak isterken tahrip edilmiştir. Hüyüğün çevresine de yol yapmak için dozerle<br />
dolaşmışlar, hayli zarar vermişlerdir. Bu prehistorik yer henüz bilimsel açıdan<br />
değerlendirilmemiştir.<br />
ÜZÜM ÇEŞİTLERİ<br />
Çok eski kaynaklarda bile Eğirdir'de 36 çeşit üzüm yetiştirildiği yazılıdır.<br />
Adlarını tesbit edebildiklerimi yazıyorum.<br />
Dimnit, Gemre, Razakı, Çekirdeksiz, Büzgüle, Şam büzgülesi, İsli büzgüle,<br />
Kızıl dimnit, Kadın Parmağı, Horoz ibiği, Burdur Dimniti, Tavsan Böbreği, Aküzüm<br />
Akdimnit, Misket, Çavuş, Pembe çavuş, Akosman, Danagözü, Karagevrek, Tilk
VALİ BASTONU<br />
V<br />
Dağlardaki teşbih ve menengiç bitkilerinin ince kurumuş dallarına denir.<br />
Bağdayken Konnebucağı yamaçlarına, Eğirdir'deyken Karatepe'nin ardında<br />
Bademlibucak taraflarına oduna gider, vali bastonlarından odun yapar, sırtımızda<br />
getirirdik. İssiz yanar.<br />
VALİLERİMİZ<br />
Eğirdirli valilerimiz şunlardır:<br />
•Kemal Yalçın (Murtazalar)• •Ali Fevzi Alaloğlu(Alaloğulları)<br />
•Akif Tığ (Ahçılar)<br />
•Mehmet Emin Dündar (Keskinler)<br />
•<strong>Nuri</strong> Okutan<br />
•Yıldırım Kartal (Kartallar)<br />
•Hüseyin Avni Coş<br />
VASSAK<br />
Eğirdir'in zararsız divanelerindendi. 1970lerde öldü.<br />
VEZİRLER EVİ ÖNÜNDEKİ HAMAM<br />
Babamın dedesinden duyduğuna göre hep yıkık olduğu bilinir. Babamın<br />
dedesi Veziroğlu Ahmet Efendi 1828 doğumludur. Çocukluğumda bu hamamın<br />
yıkıkları içinde çok oynadım. Zamanla gölün etkisiyle yıkılmalar oldu. Sanırım<br />
Eğirdir'de alanı en geniş hamamdır. Kayalar kesilerek, bir kısmı duvar örülerek, bir<br />
kısmı ahşap olarak yapıldığı kalıntılarından bellidir. Hamamın üst girişi olan<br />
bölümünü dedem Veziroğlu Müderris <strong>Nuri</strong> Efendi 1900 başında bedelini ödeyerek<br />
tapusunu almıştır. 80 metrekarelik bir tapusu vardır. Kaledeki üç hamamın en<br />
eskisidir<br />
VEZİROĞLU MUSTAFA ÇAVUŞ<br />
Eğirdir'de yönetimi değiştirip Müdafa-i Hukuk Cemiyeti kurulurken<br />
Jandarma Kumandanı Hasan Karabey'in kumandası altında Eğirdir'! kuşatıp<br />
güvenceye alan kişidir. Veziroğlu Mehmet Efendi'nin oğludur. 1921 de Yalvaç'ta<br />
görevli iken kaçak asker takibinde şehit olmuştur.
VEZİROĞLU MÜDERRİS NURİ EFENDİ<br />
1871 yılında Eğirdir'in Kale mahallesinde doğdu. Baba adı Ahmet,<br />
dedesinin adı Mehmet'tir. İptidai, Rüştiye tahsilini Eğirdir'de yaptı. Şeyh Ali Ağa<br />
medresesine girdi. Ulumi Arabi ve Farisi tahsil etti. ilm-i Fıkıh, Hadis, Tefsir okudu.<br />
Bu arada da talebelere sarf ve nahiv dersleri verdi. Burdur, Isparta, Atabey, Yalvaç,<br />
Karaağaç, Uluborlu ve Eğirdir'in seçkin hocaları karşısında icazetini vererek<br />
Müderris oldu. Yılanlıoğlu Şeyh Âli Ağa Medresesinde Müderrislik etti.<br />
Ramazanlarda dört sene vaaz vermek için Manisa'ya gitti. Ordan Eğirdir'e<br />
çekirdeksiz üzüm asması getirdi, bağına dikerek yetiştirdi. Meyvacılığa, bağcılığa<br />
çok meraklı idi. Müderrislik yapmakta iken Birinci Dünya savaşına katılmamız<br />
üzerine Seferberlikte oğlu Ali Rıza ile beraber askere alındı. Kafkas cephesine<br />
sevkedildi. 1915 de Sarıkamış'da Ruslarla savaşırken şehit oldu.<br />
Veziroğlu Müderris <strong>Nuri</strong> Efendi adını aldığım dedemdir.<br />
VEZİROĞLU RIZA GÜNGÖR<br />
Babamdır. 1896 da doğdu. 1914 de babasıyla beraber Seferberliğe katıldı.<br />
İstanbul Halıcıoğlu Küçük Zabit Mektebinden Suriye cephesine gönderildi.<br />
İngilizlerin Yafa Hayfa çıkartmasında bulundu. Terhisten sonra Eğirdir'e geldiyse<br />
de Milli Mücadele başlayınca Milis kuvveti toplayıp Ege'de Süvari Başçavuş olarak<br />
Yunanlılara karşı savaştı. Sonra düzenli orduya katıldı. Eskişehir - Kütahya<br />
savaşları sırasında esir düştü. Atina'ya götürüldü. Üç yıla yakın bir esaretten sonra<br />
Kurtuluş Savaşı sonundaki anlaşmaya göre memleketine döndü. Toprağıyla<br />
uğraştı. Belediye Zabıta Memurluğunda bulundu. 22 Nisan 1975 de Eğirdir'de vefat<br />
etti. Kervansaray kabristanında gömülüdür.<br />
vardır.<br />
VİARUS<br />
Sivri dağının antik adıdır. Roma döneminde basılmış paralarda kabartması<br />
VİRİ<br />
Hayret edilen olaylar karşısında kadınların, kızların kullandığı bir ünlemdir.<br />
Erkekler kullanmazlar. Sanırım rumca "vire"den gelmektedir. Beyşehir'de aynı söz<br />
"vili" şeklinde söylenmektedir.
YAĞLIK<br />
Y<br />
Büyük mendile denir. Çarşıda, kırda el yıkandığında, abdest alındığında<br />
kurulamaya kullanılır. Çalışırken ter alması için enseye de konur. Çarşıdan,<br />
pazardan alınan şeyler içine konulur, dört ucundan bağlanarak birçok şeyleri eve<br />
getirmek için de kullanılır.<br />
YAĞRIK<br />
Karaağaç veya cevizden sert bir kütüktür. Üzerinde satırla et parçalanır,<br />
kıyma kıyılırdı.<br />
YAKI<br />
Keten tohumu ezilir. Bir bez üstüne yayılarak ağrıyan yere konulur. Buna<br />
yakı yakmak denir.<br />
YANGINLAR<br />
Tarih içinde Eğirdir'de bilinen en önemli yangınlar şunlardır:<br />
Karamanoğlu Alaaddin Beyin 1360 larda savaş sonucu Eğirdir'i yakıp<br />
yıkması var ki bilinen en büyükyangın afeti budur.<br />
Timur'un 1403'te Eğirdir'i aldıktan sonra yaktığı, Tarihçi Nizamüddin<br />
Sami'nin Zafername adlı eserinde yazılıdır.<br />
1814 Eylül ayında herkes bağlarda iken Çarşı dolaylarında çıkan bir yangın<br />
Hızır Bey camisi dahil Demirciler'e kadar geniş bir alan yanmıştır. Kale içi ve<br />
İnekdenizi sırtları kurtulmuştur.<br />
1900 yılı başlarında da Cami mahallesinde 15 kadar evle Hacı Salih<br />
Efendi'nin konağı yanmıştır. Hacı Salih Efendi'nin evi bugünkü Belediye binası<br />
dolaylarında idi.<br />
2 Mayıs 1959 da Cami mahallesi yangını olmuş, Sekibağ evleri ondan<br />
sonra yapılmıştır.<br />
1972 de olan bir yangında Kale mahallesinin yarısı yanmıştır. Yazla'daki<br />
Hankah dolaylarındaki evler de bu yangından sonra yapılmıştır. Şimdi o yöre<br />
"Yangın evleri" adıyla anılır.
YARMA<br />
Cami Mahallesi Yangını (1959)<br />
Demiryolunun inişte, demirköprünün arkasındaki bölümdür. Medirebolluk<br />
koyuna bakar.<br />
YAŞAR TÜRK<br />
1951 de Kore'ye savaş için gönderilen ilk kafilenin içinde olan bir<br />
hemşehrimizdi. Birleşmiş Milletler adına savaşırken şehit olmuştur. Kale<br />
mahallesinden Helvacılar soyundandır. Ankara'daki Kore Şehitleri Anıtında adı<br />
yazılıdır.<br />
YAŞAR USTA<br />
Zamanın en iyi marangozlarındandı. Çok iyi bir doğrama ustasıydı.<br />
Tahtanın dilinden anlardı. Büyük bir sabırla çalışır, tahtaya en güzel biçimi verirdi.<br />
Çalışırken: "Keserim tak eder, yüreğim Hak der." Sözü meşhurdu. 1960 larda öldü.<br />
Etem Kartal evinin doğramasını o yapmıştır.<br />
YAT GEBER EKMEĞİ<br />
Gece yarısından sonra yenen yemeklere denir. Herhalde tok mideyle<br />
uyunamayacağını, kabuslar görüleceğini hatırlatmak için olsa gerek.
YAZILI KANYON'DAKİ YAZI<br />
Yazılı Kanyon - Çandır<br />
Çetin Meydan'ın uğraşısıyla Prof. Dr. Sencer Şahin tarafından dilimize<br />
çevrilen yazı şöyledir:<br />
"Ey yolcu, yol hazırlığını yap ve koyul yola; şunu bilerek: Hür<br />
kişi sadece karakterinde hür olan kişidir
Yazılı Kanyon - Çandır<br />
Kişi hürriyetinin ölçüsü bizzat kendi doğasında bulunur<br />
Ve kararında içtenlikliyse hür kişi,<br />
Yüreğinde İse dürüstlüğü, işte bunlar asil yapar kişiyi<br />
Ve bununla yücelir hür kişi hatalarla değil.<br />
Ana-babadan gelen uydurma bir asaletten tad almaz 0;<br />
Zira ana-baba değildir hür insanı doğuran<br />
Zeus' tur herkese ata olan ve de tek kök insanoğluna<br />
Herkesin tek .şansı vardır, o alır kader icabı beden güzelliğini<br />
Budur soy güzelliği ve hür olma hali gerçek anlamda.<br />
Ruhen köle olan ise sakınmaz kötü sözden, katmerli köle de olsa<br />
Aşırılıktır şiarı bu kişinin, yüreğinde soysuzluk vardır.<br />
Ey yolcu, Epiktetos köle bir anadan doğmuştu, ama<br />
Yüceydi herkesten, bir kartal gibi; bilgelikte ise takdire şayandı ruhu<br />
Söylemem gerekirse, tanrısal bir varlık doğurdu onu. Keşke şimdi de(bu<br />
mümkün olsa)<br />
Böylesine yararlı ve sevinç kaynağı bir insan<br />
Tüm ünlü kişiler arasında köle bir anadan dünyaya geldi.
Böylesine yararlı ve sevinç kaynağı bir insan<br />
Ünlü tüm kişiler arasında köle bir anadan dünyaya geldi."<br />
Zira hür insanı yaratan ana baba değildir,<br />
İnsan oğluna tek ata olan Zeus'tur.<br />
Herkese beden güzelliğini, soy güzelliğini o verir.<br />
Kaderin varsa gerçek hürlük böyle olur.<br />
Yaradılışında köle olan insan kötü sözden sakınmaz,<br />
O hep aşırı gider, yüreğinde soysuzluk vardır.<br />
Ey yolcu... Epiktetos köle anadan doğmuştu ama<br />
Bir kartal gibi yüceydi herkesten.<br />
YAZLA CAMİSİ<br />
Şeyhülislam Berdai ve soyunun türbelerinin bulunduğu camidir. Başlangıçta<br />
zavi ye içinde bir mescit olarak yapılmıştır. Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa 1806 yılında<br />
bir minare yaptırıp yapıyı genişleterek cami haline getirmiştir. İçinde bir dolapta 100<br />
kadar kitap olduğu, sonradan kaybolduğu Böcüzade Süleyman Sami'nin Isparta<br />
Tarihi kitabında yazar.<br />
Şimdi caminin üzerinde " Burhanettin Camisi" yazmaktadır. Caminin Şeyh<br />
Burhanettin'le ilgisi hakkında bir kaynağa rastlamadım.<br />
YAZLA<br />
Eğirdir'in bir mahallesidir. Yakın zamanda mahalle olmuştur. Yazlak, yazın<br />
oturulan yer anlamındadır. Zamanla sonundaki "k" düşmüş, Yazla şekline<br />
dönmüştür. Kışlak'ın "kışla", Tuzlak'ın "tuzla" olduğu gibi.<br />
Yazla kelimesini yer adı olarak Akşehir dolaylarında, Manisa Salihli<br />
dolaylarında rastladım.<br />
Yazla sahilinden bir görünüş
YELLAFELİ<br />
Geçmiş zamanda Eğirdir'de yaşamış biri olsa gerek. Komşuları evine davet<br />
eder, ortadan kayboluverirmiş. Böyle anlamsız davrananlara "Yellafeli" sözü hâlâ<br />
kullanılır.<br />
YELLİBELEN<br />
Eğirdir'e tepeden bakan İnekdenizi'ndeki kayalığın dağla birleşen boynudur.<br />
Şimdi orada su deposu vardır. Eğirdir'deki mesire günlerini bildiren, tabiatı çok<br />
seven Nadire Hanım vasiyeti üzerine kendini bu çok güzel manzaralı yere<br />
gömdürmüştür. Ama şimdi izi kalmadı. O yöre ağaçlandırıldı.<br />
YELGİRMEK<br />
Yellibelen'den Eğirdir (1940)<br />
Vücudun bir yerinin değişik nedenlerle ağrıması. Şamanizmin kalıntısı bir<br />
söz. Şamanizm inancına göre hastalık insanın vücuduna rüzgârla girer.
YELPAZE<br />
Üç çatallı, saplı bir eğren dalı kalın kağıtlarla sarılır. Ortaya saplı,<br />
üçgen bir araç çıkar. Bu yelpazedir. Gavinne balıkları köz üzerinde pişerken<br />
yağdan sönen közü alevlendirmek için kullanılırdı.<br />
YİĞİT<br />
Bilinen anlamı dışında yaşlı kadınlar kocalarına seslenmek için<br />
kullanırlar. Adını söylemezler, "Yiğit" diye hitap ederler.<br />
YILANCI<br />
Barla'ya giderken Bedre koyunu geçtikten sonra sağ taraftaki yarların<br />
bulunduğu yere denir. 1949 yılında Bozanönü göl haline geldiğinde buradan<br />
bacak kalınlığında su çıkmıştı. Göl kuruduktan sonra buradan çıkan su da<br />
kurudu.<br />
YILANKIRKAN SUYU<br />
Eğirdir'e su veren Akpınar'daki pınarın adıdır. Su demir boruya<br />
alınmadan önce içi horasanla sıvanmış su arklarından gelirdi. Bu su<br />
yollarının kalıntıları Akpınar yolu başında ya da Kapılar mevkiinde dağın<br />
böğründe görülebilir. Bu konuda Şeyh Ali Ağa çok uğraşmıştır. 1811 yılında<br />
Güroluk suyunu, Kocapınar suyuyla birleştirmiş, Yılankırkan suyuna<br />
bağlamıştır. Şimdi kullanılmayan bazı çeşmelerin üzerindeki yazılar<br />
Yılanlıoğlu Ali Ağa ile ilgilidir. Yılankırkan'dan gelen sular, çeşme haznesine<br />
verilir, halk oradan içme suyunu karşılardı. Kale mahallesinde çeşme yoktu.<br />
Kapılar-Yılankırkan su yolunun kalıntıları<br />
Bu mahalle içme suyunu kuyulardan karşılardı.
YILANLIOĞLU KOCA MUSA AĞA<br />
1770 yıllarında kayıt defterlerinde Eğirdir mütesellimi olarak görülmektedir.<br />
Şeyh Ali Ağa'nın babasıdır. Koca Musa Ağa'nın Eğirdir'de adının öne geçmesi şöyle<br />
olmuştur. Aslen Saruhan yürüklerinden olup yazı Eğirdir dolaylarında, kışı Aydın<br />
ovasında Abdurrahman Paşa'nın koruyuculuğunda geçiren Serikli aşireti, Camili<br />
yaylaya dadanıp Eğirdir ve çevresinde, vurgunculuk soygunculuk yaparlardı. O<br />
zamanlar Ardıçlar'daki pazar Kervansaray dolaylarında kurulurdu. Amaç şehre<br />
giren çıkanları kontrol etmekti. Kapılar mevki'nin sebebi budur. Osmanlı yönetiminin<br />
zayıf zamanları olduğu için eşkiyalarla baş edemiyordu. Yine Kervansaray'da Pazar<br />
kurulduğu bir gün Serikli aşireti çapulcuları pazarı basıp soygun girişiminde<br />
bulunurlar. Bu sırada pazarda olan Yılanlılı Koca Musa Ağa: "Benim kumandamı<br />
kabul ederseniz, ben bunları defederim." der. Eğirdirliler de " Kabul ediyoruz."<br />
derler. Ertesi pazar birleşip Kirazlıdere'de pusu kurarlar. Pazarda eşkiyalık yapan<br />
Serikli aşiret mensuplarının hepsini Pazar dönüşünde perişan ederler. Bu cesaret<br />
ve başarısından dolayı Eğirdirliler Koca Musa Ağa'ya yer verip kendilerini koruması için<br />
Eğirdir' e yerleştirirler. Serikli aşireti de Aydın dolaylarına gitme zorunda kalır.<br />
Aydın valisi Abdurrahman Paşa'ya da şikâyette bulunurlar. Menfaati zarar gören<br />
Abdurrahman Paşa Padişaha şikâyet edip Musa Ağa'nın kaldırılması için ferman<br />
aldı. Ispartalı Çelikzade'ye havale etti. O da Musa Ağa'yı ortadan kaldırmak için<br />
Eğirdir'e geldi. Bu durum karşısında Yılanlılı Koca Musa Ağa Eğirdir kalesine<br />
sığındı, sonra kaçtı. Padişahın komutanları arasında nüfuzu olan Hadim Şeyhi'nin<br />
oğullarına sığındı. Onlar da Koca Musa Ağa'yı haklı bularak himayelerine aldılar.<br />
Hadim Şeyhi Çelik Paşazade'nin hocası olduğundan " Musa Ağa'nın bir daha<br />
Eğirdir'e dönmemesi, hep Hadim'de kalması" şartıyla affını sağladı. Musa Ağa'nın<br />
ailesi de Hadim'e gitti. Varlığını da oğlu Ali'ye bıraktı. Hadim'de öldü. Orada iken<br />
Hacca gidip geldi. Ali'den başka Kör Hasan, Deli İsmail adlarında iki oğlu daha<br />
vardır. Eşkiyalık yaptıkları için başları kesilmiştir.<br />
YILANLIOĞLU ŞEYH ALİ AĞA<br />
1766 tarihinde Yılanlı köyünde doğmuştur. Kör Hasan, Deli İsmail adlarında<br />
iki kardeşi vardır. Ali, Koca Musa Ağa'nın küçük oğludur. Kardeşleri saldırı ve<br />
hırsızlık yaptıkları için zamanın yönetimince takip edilmiş, Manavgat dolaylarında<br />
1783 yılında öldürülmüşlerdir. Sonra bu ailenin kara lekesini silmek için Yılanlıoğlu<br />
Ali gönüllü olarak eşkıya Tekelioğlu İbrahim'in yakalanmasına katılmış, yararlılıklar<br />
göstermiştir. Tekelioğlu çetesiyle beraber yokedilmiştir. Bu yararlılığından dolayı<br />
Padişah 1794 tarihli bir fermanla şimdi Kaymakamlık diyebileceğimiz bir görevle<br />
Eğirdir'e atamıştır.<br />
Yılanlılı Şeyh Ali Ağa Eğirdir'in imarı için çok çalışmıştır. Akpınar suyunu<br />
düzene katmış, Eğirdir'e su getirmiştir. İptidai Mektep, Medrese ve Kütüphane<br />
yaptırmıştır. Akpınar'da bir mescit, Yılanlı köyünde bir cami, bir mescit, Yazla<br />
camisini büyütüp yeniden yaptırmıştır. Yazla'dan Köprübaşına kadar 199 adet çınar<br />
ağacı diktirmiştir. Bunlar için vakıflarda bulunmuştur.<br />
Sonradan çekemeyenler Şeyh Ali Ağa'ya düzen kurup padişaha şikayet<br />
edince III. Selim kardeşlerinin de geçmişini düşünerek idamına ferman çıkartmıştır.<br />
Fakat Şeyh Ali Ağa olayı sonunda kendi lehine çevirip yararlılıklarını padişaha
Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa'nın yaptırdığı<br />
Bugün kullanılmayan çeşmelerden biri<br />
anlatmak fırsatını bulunca 1806 da idam fermanı iptal edilip görevine geri<br />
dönmüştür. 1833 tarihinde 66 yaşında ölmüş, Yazla'daki Şeyhül-islam Berdai<br />
zaviyesinin mezarlığına gömülmüştür. Mezar taşı 1940 lara kadar yerindeydi. Ün<br />
dergisindeki bir yazıya göre Neşet Köseoğlu mezar taşındaki yazıları okumuştur.<br />
Mezartaşının birinde şiir, diğerinde adı yazılıdır.<br />
• Bakıp geçme ricam budur ey Muhammed ümmeti<br />
Ölünün diriden bir fatihadır minneti<br />
Kabrimi ziyaret eden ey Resullullah ümmeti<br />
Bize bir fatiha ihsan eden bulur cenneti<br />
• Dergahı Ali Kapıcıbaşılarından Yılanlızade Hacı Musa Ağa'nın oğlu<br />
Dergahı Ali Kapıcıbaşılarından merhum ve mağfur Esseyyit Şeyh Ali<br />
Ağa'nın ruhuna fatiha...
Çeşmenin Kitabesi<br />
Neşet Köseoğlu , Tahir Erdem'le beraber bu mezarlıkta Yılanlıoğullarına<br />
ait 30 mezar taşının yazısını bugünkü yazıya çevirmiştir. Şimdi mezarlık kalmamış,<br />
bir kısmı da arsa olmuştur. Mezar taşlarının çoğu kırılarak caminin bahçesinin<br />
duvarlarına konulmuş, oradaki tarih yokolmuştur.<br />
Yılanlıoğlu Ali Ağa Şeyhliğini, bir mescit durumunda olan Şeyhülislam Berdai<br />
zaviyesinin camisini büyütüp bir minare yaptırdıktan sonra bu zaviyeden almıştır.<br />
Vakıfnamelerinde de babası için "Seyyit Hasan Ağa" diye geçer.<br />
Akpınar'daki Yılankırkan suyunu başka pınarlarla birleştirerek Eğirdir'in<br />
suyunu düzene katmış, Kale mahallesi hariç her mahallede bir çeşme yaptırmıştır.<br />
Çeşmelerin iç alınlıklarına yerleştirilen yazılı taşta, "Sahibül hayrat velhasenat<br />
Dergahı Ali Serbavvabin Şeyh Ali Ağa" yazılıdır.<br />
Öğretmen Cemal Tosun'un araştırmalarına göre Şeyh Ali Ağa öldükten<br />
sonra Hamza ve Hüseyin adlı iki oğlu sağ kalmış, Hamza çocuksuz ölmüştür.<br />
Hüseyin Bey öldüğü zaman iki kızı mirasçı olarak kalmıştır. Şimdi Eğirdir'de Ağalar<br />
adıyla anılan soyadları "Yılmaz" olan soy, bu soyun devamıdır. Hüseyin beyin diğer<br />
kızı Ispartalı Tahir Paşazadelerin gelini olmuştur.<br />
Şeyh Ali Ağa yalnız Eğirdir'de değil, çevresinde de hayırlı işler yapmıştır.<br />
Mirahor, İlama, Bedre, Baha'ya hamamlar yaptırmıştır. Bunların dışında 1800 lerde<br />
Eğirdir'e 23 odalı ve dükkanlı Hayriye hanını yaptırıp hayırlarına vakfetmiştir.<br />
Kaleönüne yaptırdığı adıyla anılan medreseden başka Pınarpazan'na da herkes<br />
bağlarda iken öğrencilerin ders almaları için 15 hücreli ve dershaneli bir medrese de<br />
yaptırmıştır. Ayrıca kendi adıyla anılan kütüphaneyi yaptırıp 217 el yazması ya da<br />
basılı kitap koymuştur.<br />
Eğirdir'in kültür ve imarını Şeyh Ali Ağa kadar candan ve severek yapan<br />
başka kişi olmamıştır. Hatta diyebilirim ki Eğirdir'i ondan çok seven olmamıştır.<br />
Bugün mezarı bile korunamayan bu saygıdeğer kişiyi rahmetle anıyorum.
1807 de yaptırılan 1925 lerde yıktırılan Yılanlıoğlu<br />
Şeyh Ali Ağa Kütüphanesinin sütunları<br />
YILANLIĞOLU ŞEYH ALİ AĞA KÜTÜPHANESİ<br />
Öğretmen Etem Kartal bu kütüphane hakkında Gölsesi Gazetesinde şu<br />
bilgileri verir.<br />
"Medrese odaları ahşap yapıldığı halde, Kütüphane yangına karşı kagir<br />
olarak çok sağlam ve biçimli yapılmıştı. Yerine Zafer ilkokulu binası yapılırken çok<br />
zor yıkıldı. Şekil itibariyle Baba Sultan Türbesine benziyordu. Yalnız üstü piramit<br />
değil, kubbe idi. Kubbenin üzeri de kurşunla kaplı idi. Pencereleri demir kapaklıydı.<br />
Kapısı Türk işlemeciliğinin harikalarındandı. Kitapça çok zengindi. O zamanın<br />
hemen hemen bütün kitapları tedarik edilerek kütüphaneye konmuştu, içlerinde<br />
çok kıymetli kitaplar bulunuyordu. Kütüphane memurluğunu Şeyh Ali Ağa<br />
Medresesi müderrisi yapardı. 1925 yılına kadar kasabamız ve çevresine hizmette<br />
bulundu. Medreselerin kaldırılması üzerine kitaplar ilk mektebe taşındı. Mektebin<br />
bir köşesine gelişigüzel yığıldı. Bu sırada İstanbul'dan Eğirdir'e incelemeye gelen<br />
ilim adamlarından biri (Prof..İsmail Hakkı Uzunçarşılı) mektebe uğradığında<br />
Başmuallime: "Bunlar ne?" diye soruyor. Başmuallim: "Şeyh Ali Ağa<br />
Kütüphanesinden geldi. Hepsi de kıymetsiz kitaplar efendim." diyor. Bu sözler<br />
üzerine kitapları karıştıran ilim adamı: "Muallim efendi, muallim efendi... Kıymetsiz<br />
dediğin bu kitaplar o kadar kıymetli eserler ki az bulunur. Bunların kıymetini bilin..."<br />
diyor. İşte değerli bir bilim adamı tarafından belirtilen bu kitaplar sonra Isparta Halil<br />
Hamit Kütüphanesine götürülüyor. Halen o kitaplar Halil Hamit Kütüphanesinin<br />
bodrum katındadır. Halen bu kitaplar incelenip içerikleri hakkında açıklayıcı bir bilgi<br />
sahibi olunamamıştır.
O zaman Yalvaç'taki Ali Rıza Kütüphanesinin kitapları da istendiği halde<br />
Yalvaçlılar vermediler. Böylece onlar kütüphanesizliğin acısını tatmadılar. Eğer<br />
ilgililer ikaz edip, Eğirdirliler de ayak diremiş olsaydı, şimdi Eğirdir'de Kütüphane<br />
hizmetini yerine getiriyor durumda olacaktı.<br />
Muhittin Baskan'ın verdiği bilgiye göre 1928 lerde Halil Hamit Paşa<br />
Kütüphanesinin görevlilerinden Yesarizade Ahmet Çevik Efendi ve Sabit Efendi bu<br />
kitapları otomobille Isparta'ya götürdüler. Yesarizade Ahmet Efendi Muhittin<br />
Baskan'ın dayısıdır. O zamanın Belediye Başkanı BekirAğa idi.<br />
Bu kütüphanede Osmanlı yıllıklarına da geçmiş, 217 elyazması ve basılmış<br />
kitap vardır. Bu kitapların tasnifi daha yapılmamıştır.<br />
Şeyh Ali Ağa Kütüphanesinin sütunları şimdi M.Y. Şapçı İlköğretim<br />
Okulu'nun arka bahçesinin batı çıkış kapısındadır.<br />
YUKARI HAMAM<br />
Ağa mahallesindedir. Ne zaman yapıldığı konusunda bir kayda<br />
rastlamadım. 1960 larda terkedilmiştir. Şimdi sahil yolunda durak olarak adı<br />
kalmıştır.<br />
YUMURTAŞ<br />
Akpınar'a çıkarken Oluklacı tarafındaki birikinti konisinin düzlüğüdür. Bahar<br />
başlarında gidilen mesire yerlerindendi. Çalıların arasından top top menekşeler<br />
toplanır, öyle dönülürdü. Bir çeşit menekşe bayramı yaşanırdı. Şimdi o yere çam<br />
ağaçlarıyla ağaçlandırılmış, küçük bir koru haline gelmiştir.<br />
Yumurtaş sırtlarından Eğirdir
Karçınzade Süleyman Şükrü Seyahat-ı Kübra adlı eserinde, 1879 de Şubat<br />
ayında birdenbire bir heyelan olup Yumurtaş'ın altındaki büyük kabristanı kısmen<br />
kapladığı, Yılankırkan suyunun yolunun bozulduğu yazılıdır.<br />
Yılanlıoğlu Şeyh Âli Ağa Eğirdir'e gelen Yılankırkan su yolunu ıslah ederken<br />
Yumurtaş'a bir parmak kadar su vermiştir. Biz onu çocukluğumuzda pınar sanırdık.<br />
YUNUS EMRE<br />
Bir kaynakta Yunus emre ile ilgili olarak "Eğirdir geleneği" diye bir yazı<br />
vardır. Bilinmesi için buraya alıyorum.<br />
Yunus'un Eğirdir'de öldüğüne dair kaydı ilk bulan ve haber veren Prof. Dr. Ş.<br />
Tekindağ olmuştur. Önemli olması dolayısıyla olduğu gibi aşağı alıyorum.<br />
"15.asırda Eğirdir'de büyük bir tekkesi olan Seyit Şeyh Piri Mehmet Hoyi<br />
oğlu Şeyh Mehmet Çelebi Sultan, "Hızırname"sinde (1475) bir şiirinde şöyle yazar.<br />
Geldi erenler cem ile gösterdiler uçtan uca Tabdık Saru<br />
Saltık bile gösterdi hep uçtan uca Hem Yunus Emrem<br />
geldiler çün bir yere ilettiler Bir Akdeniz'e attılar gösterdi<br />
hep uçtan uca<br />
Aşık Beşe Tabdık Beşe hem geldi abdal da bile Hem<br />
Yunus Emre de bile bir gine görsem yüzlerin<br />
Beyitlerinde olduğu gibi bunun Seyyit Şeyh Burhanettin'in Menakıb'inde de<br />
Yunus Emre'nin Eğirdir'de öldüğüne dair kayıtlar vardır. Önemli olan bu kaydı<br />
aynen naklediyorum.<br />
"Ona Şeyh Yunus derler idi. Bir miktar dini, ahlaki, her türlü kayıttan uzaktı.<br />
Ehli sünnet harici olmakla Dervişler onu kabul eylememişler idi."<br />
Bu kayıt gerçekten önemlidir. Seyyit Burhanettin eserini ne zaman<br />
yazmıştır? Bu nun bilinmesi gerçeği biraz daha aydınlatır. Sayın Tekindağ bu<br />
konuda daha çok bilgi vermiyorlar. Yunus Emre'nin ölümü kesin olarak 14. yüzyılın<br />
birinci yarısında olduğuna ve Seyyit Burhanettin'in 16.yüzyılda sağ olduğuna göre<br />
Yunus Emre'yi görmesi olamaz. O halde başka bir Yunus söz konusudur."<br />
Bu sözleri inceleme yaparken edindiğim bilgilere göre değerlendirmek<br />
istiyorum. Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın ölümünden sonra oğlu olmadığı için<br />
Şeyhlik makamı boş kalmasın diye Halvetiye tarikatından Yunus adında birini Şeyh<br />
yaptılar. Şeyh Yunus eski adetleri kaldırdı. Dervişlerde bundan memnun olmadılar.<br />
Bir gün Şeyh Yunus yatakta ölü bulundu. Bu Yunus adındaki şeyhle, Yunus Emre<br />
karıştırılmış olabilir.<br />
YUVGA TAŞI<br />
Eskiden Eğirdir'de hayli toprak damlı ev vardı. Yağmurlu zamanlarda<br />
toprağı sıkıştırmak için küçük silindir şeklinde bir taş kullanılırdı. Bu taş, bir aletle<br />
düzenli birşekilde yuvarlanır, toprak sıkıştırılır, su aşağı sızmaz.
ZAFER İLKOKULU<br />
Z<br />
1928 lerde Cumhuriyet İlkokulları planında Eğirdir ve çevresinin<br />
yardımıyla yapılmış çok güzel bir ahşap yapıydı.<br />
1959 Cami mahallesi yangınından sonra önemli bir hasar<br />
görmemesine rağmen yıkıldı, yerine tek katlı sıradan bir okul yapıldı. Daha<br />
sonra yapılan M. Y. Şapçı ilkokulu Zafer ilkokulunun arka bahçesine<br />
yapılmıştır.<br />
Zafer ilkokulu Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa Medresesi ve Şeyh Ali Ağa<br />
Kütüphanesinin yıkıldığı yere yapılmıştır.<br />
Kale'den Zafer İlkokulu ve Eğirdir (1950)
ZİNDAN<br />
Kale kapısından içeri girilince sol taraftaki köşede tahminen 25-30 metrekarelik<br />
tek kapılı tonoz bir oda vardı. Bir zamanlar suçluların oraya kapatıldığını<br />
söylerlerdi. İçi sıvalı idi. Yangından sonra temizlenirken yıkıldı. Şimdi sıva kalıntıları<br />
vardır.<br />
ZIPLAK<br />
Taneli yeşil fasulye yağsız olarak pişirilir. Tuza banılarak yenir. Köylerde<br />
buna Zıplak denirse de Eğirdir'de sıyırga denir.<br />
ZORTİ BABA<br />
Kaynaklarda Sorei, Sureti Baba şeklinde de geçiyor. Ama Eğirdirli onu Zorti<br />
Baba der. Halk arasındaki rivayete göre Zorti Baba, Baba Sultan dolaylarında<br />
değirmen taşı yaparken Timur da oradan geçiyormuş. Zorti Baba,<br />
"Selaymünaley-küm.." demiş. Timur da seslenmemiş. Allanın selamını almamış.<br />
Bunun üzerine Zorti Baba, "Zort..." demiş, yellenme sesi çıkarmış... Timur çok<br />
kızmış, değirmen taşını Zorti Baba'nın boynuna geçirip denize atmış. Timur<br />
Köprübaşı'na vardığında Zorti Baba boynunda değirmen taşı, köprüyü eline almış<br />
açıkta duruyormuş. Timur' 'a, "Dön.. Mezarımı yaptır, öyle git..." demiş, köprüyü<br />
yerine koymuş, kerametini göstermiş, ölmüş. Timur da Zorti Baba'yı değirmen<br />
taşı yaptığı yere gömmüş, gitmiş.<br />
Zorti Baba'nın, Baba Sultan'ın göl tarafında bir türbesi olduğu söylenir.<br />
Karçınzade Süleyman Şükrü'nün Seyahat-ı Kübra adlı eserinde, 1880 lerde Zorti<br />
Baba türbesinin civarında hâlâ değirmen taşları olduğunu yazar.<br />
Zorti Baba'nın bir Bektaşi babası olduğu adından bellidir. 1450 lerden<br />
sonraki vergi kayıtlarında vakıfları olduğu görülmektedir. "Eğirdir'deki bir balıklağı<br />
bu zaviyeye bağlıydı." denilmektedir.<br />
Benim çocukluğumda Hıdırellez günü Köprübaşı'ndan tutulan balıklar halka<br />
bedava verilirdi. Tekke kanunu çıkmadan önce de balıkların çoğu Baba Sultan<br />
zaviyesine gönderildiği söylenir. Yukarıda adı geçen avluğun Köprübaşı avluğu<br />
olduğu bellidir. Artık şimdi Köprübaşı'nda hiçbir av yapılmamaktadır.<br />
ZOSİMUS<br />
Uluborlu'da kiliseyi ilk kuran Hıristiyan rahiptir. Gönen'de din propagandası<br />
yaparken yakalanarak ayaklarının altına çivi çakıldıktan sonra atlarla beraber<br />
Antiokya'ya (Yalvaç) götürülür. Zamanın Roma valisi Domitian tarafından idam<br />
edilir. Hıristiyanlık yayıldıktan sonra Apollania olan Uluborlu'nun adı Sozopolis<br />
olmuştur. Zosimus Hıristiyanlığın, ilk azizlerinden kabul edilir.<br />
ZÜLBİYE<br />
Bir çeşit soğan yemeği. Geçmişte ziyafetlerin baş yemeğiymiş. "Davet<br />
edecek de zülbiye mi yedirecek?" deyimi bile vardır. Bir bilenin anlattığına göre soğan<br />
orta derecede haşlanır, ortası çıkarılarak içine özel hazırlanmış kıyma doldurulup<br />
böylece sadeyağla pişirilirmiş. Anlatışa göre bir çeşit soğan dolması olsa gerek.
ÖZGEÇMİŞİM<br />
1935 yılında Eğirdir'de doğdum. Babam Veziroğlu Ali Rıza, annem<br />
Yaşaroğlu Ömer kızı Zübeyde'dir. EğirdirZafer İlkokulundan mezun olduktan sonra<br />
Isparta, Afyon, Ankara, Eğirdir'de Ortaokulu, Edirne, Balıkesir Necatibey Öğretmen<br />
Okulunu, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümünden sonra Dil Tarih<br />
Coğrafya Fakültesi Tiyatro Entitüsü Tiyatro Tenkidi, Tiyatro Tarihi, Tiyatro<br />
Yazarlığı'nı bitirdim. Yurdumun çeşitli yerlerinde 25 yıl Öğretmenlik yaptıktan sonra<br />
1984 yılında emekli oldum.<br />
Ailem Eğirdir'in en eski ailelerindendir. Vezirler diye anılır. Babam 1896<br />
yılında doğmuş, babasıyla beraber 1914 de Seferberliğe katılmış, Halıcıoğlu Küçük<br />
Zabit Mektebinde okurken Suriye cephesine gönderilmiş, İngilizlerin Yafa Hayfa<br />
çıkartmasında bulunmuş, Kurtuluş Savaşında Süvari Başçavuş olarak önce<br />
Kuvayı Milliye'ye katılıp Ege'de savaşmış, sonra düzenli orduya girip Eskişehir<br />
Kütahya savaşlarında savaşırken Yunan'a esir düşmüş, Lozan anlaşmasından<br />
sonra Eğirdir'e dönebilmiştir.<br />
Dedem Veziroğlu <strong>Nuri</strong> Efendi Şeyh Ali Ağa Medresesinde Müderris iken<br />
Seferberliğe oğluyla beraber alınmış Sarıkamış savaşında Ruslarla savaşırken<br />
1915 yılında Allahüekber Dağlarında şehit olmuştur. Doğumu 1871 dir. Eşi Kamile<br />
Hanım Şeyhülislam Berdai Zaviyesinin son şeyhlerinden Şeyh Ahmet Efendi'nin<br />
kızıdır.<br />
Dedemin babası Veziroğlu Ahmet Efendi 1828 yılında doğmuş, 1853 Kırım<br />
Savaşına katılmış, 1912 yılında ölmüştür. Mezarı Şeyhülislam Berdai Türbesinin<br />
doğu yakınında idi. Onun da babası Mehmet Efendi, onun da babası Veziroğlu<br />
Mustafa Efendi olduğu söylenir.<br />
Bu çalışmalarımda ailemin ve çevresinin uzun ömürlü olması, mekanını<br />
değiştirmeden bu günlere gelmesi sözlü tarihi günümüze kadar getirmiştir. Babam<br />
bana dedesinden duyduğunu anlatmıştır ki, onun da dedesinden duyduğunu<br />
torununa anlattığı hesaba katılırsa 250 yıllık bir zamanın sözlü tarihini ben dinlemiş<br />
oldum. Ailemizin okur yazar olması, el yazması kitaplarının günümüze kadar<br />
gelmesi benim işimi kolaylaştırdı. Halam 97 yaşında öldü. Eşi emekli Öğretmen<br />
Etem Kartal yüz yaşına yakın öldü. Anamın babası 1829 da doğduğuna göre (1931<br />
yılında ölmüştür) ondan duyduklarım da sözlü tarih bilgimi zenginleştirdi. Geniş<br />
aile çevremizin yaşlı kişilerinden duyduklarımın da bana çok yararı oldu.<br />
Çocukluğumda komşuluk ilişkileri çok güzeldi. Çevremizde oturmaya gittiğimiz<br />
kişiler hep geçmişten, yaşadıkları savaşlardan konuşurlardı. Ömrüm boyunca<br />
onları dikkatle, merakla dinlemişimdir. Sonradan hatırladıklarımı<br />
değerlendirdiğimde ben zengin bir sözlü tarih içinde yaşama şansını yakalamışım.<br />
Çevremdeki yaşlılar Yemen'den tutun da Balkanlar, Kanal, Suriye, Kurtuluş<br />
Savaşlarında ateşte pişmiş, Allah'ın lûtfuyla sağ kalmış insanlardı. Bu tanıdığım<br />
kişiler hakkında kitabımda zaman zaman söz ettim. Şimdi hepsini tekrar rahmetle<br />
anıyor, o tarih karşısındaki meçhul kahramanlara Allah'tan rahmet diliyorum.
Bu kitabı bitirdiğimde yaşım altmış altıydı. Eşim Gülşen'le otuz dokuz yıldır<br />
hayatımızı bu günlere getirdik. Oğlum Ali (1963) Çocuk Hastalıkları Uzmanı oldu.<br />
Bu topluma ve ailesine eşi Doktor Yüksek Ziraat Mühendisi Figen'le iki oğul verdiler.<br />
Gürtuğ ve Atahan. Oğlum Doktor Dişhekimi Altan (1969) Pedodonti Uzmanı ile eşi<br />
Tedavi Uzmanı Doktor Dişhekimi Sevgi'nin iki evlatları var. Selin, Efe... Kızım<br />
Gülnur da Dişhekimi. Türk toplumuyla beraber hepsine güzel günler dilerim.<br />
Kimliğimizi ve Kültürümüzü korumak için bundan sonra her elli yılda bir<br />
böyle bir çalışma yapılmasını diler, yapacaklara bu günden sevgilerimi iletirim.<br />
Bu ansiklopediyi bitirdiğim zamana kadar yazılmış, bitmiş eserlerim<br />
şunlardır.<br />
• Şiir Düğünüme Çağrımdır (Şiir. 1968 yılında basıldı.)<br />
• Osmangiller (Oyun. İstanbul ŞehirTiyatroları repertuarına alınmıştır. Kültür<br />
Bakanlığınca kitabı basıldı.)<br />
• Sinekler ve Arılar (Çocuk Oyunu. Devlet Tiyatrosu repertuarına alınmıştır.<br />
KültürBakanlığınca kitabı basıldı.)<br />
• BekirOlayı (Oyun. Devlet Tiyatrosu repertuarına alınmıştır. TOBAV oyun<br />
yazma yarışmasında l.lik ödülü aldı. Ziraat Bankası kültür hizmeti olarak<br />
kitabını bastı. İstanbul ŞehirTiyatroları repertuarına da alınmıştır.)<br />
• 1212 Gün (Oyun. Devlet Tiyatrosu repertuarına alınmıştır. Kültür<br />
Bakanlığınca kitabı basıldı. İstanbul ŞehirTiyatroları repertuarına da alındı.)<br />
• Doruk Hırsı (Oyun. Devlet Tiyatrosu Repertuarına alınmıştır. Kültür<br />
Bakanlığınca kitabı basıldı.)<br />
• Aymazlar (Oyun. İstanbul ŞehirTiyatroları repertuarına alınmıştır.)<br />
• İki Bekir (Roman. Basılmadı.)<br />
• Sonsuza Bir Kala (Oyun. Basılmadı.)<br />
• Sonsuza BirKala (Roman. Basılmadı.)<br />
• Doruk Hırsı (Roman. KültürBakanlığınca kitabı basıldı.)<br />
• Sabahçı Kahvesi (Oyun. Basılmadı.)<br />
• Gerçeğin Tatlı Sesi (Şiir. Dosya.)<br />
• Antaşı (Oyun.)<br />
• Yollar ve Zaman (Öykü. Kültür Bakanlığınca kitabı basıldı.)<br />
• Ocak Yakmak (Oyu n.)<br />
• Kutsal Taş (Çocuk Oyunu. İstanbul ŞehirTiyatroları repertuarına alınmıştır.<br />
KültürBakanlığınca kitabı basıldı.)<br />
• Küçük birSultandı ( Çocuk masalı.)<br />
• Hamidoğlu (Eğirdir için özel oyun)<br />
• Sosyal Bilgiler İlkokul IV (MEB.mca kabul edildi. Basıldı.)<br />
• Elmacının El kitabı (Kitaplaştırıldı. 35 yıllık bilgim ve uygulamamın ürünüdür.)<br />
• EğirdirAnsiklopedisi<br />
• Barbaroslar ( Oyun. Basılmadı.)
KAYNAKLAR<br />
Akı n gazetesi<br />
Anadolu Beylikleri, Prof. Dr. İ.H.Uzunçarşılı, TTK Yayınları, Ankara, 1937.<br />
Anadolu'nun Tarihi Coğrafyası, W. Ramsay, Çeviren: Mihri Aktaş, MEB.<br />
Yayınevi, İstanbul,1961.<br />
Antik Anadolu Coğrafyası(XII-XIII-XIV), Strabon, Çeviren: Prof.Dr.Adnan<br />
Pekman ,Arkeoloji ve Sanat Yayınları,İstanbul,1993.<br />
Beyşehir Tarihi, İbrahim Hakkı Konyalı .Atatürk Üni. Fen Ed. Fak. Yayını,<br />
Erzurum, 1994.<br />
Bölge Ağızlarında Atasözleri ve Deyimler, TDK Yayınları, 1969.<br />
Celali İsyanları (1550-1603), Prof. Dr. Mustafa Akdağ, Ankara<br />
Ün.Basımevi,1963.<br />
Cemal Tosun, Dosya, Halil Hamit Paşa Kütüphanesi, Isparta.<br />
Cumhuriyetten Günümüze Isparta, Hulusi Turgut, 2000.<br />
Çevre Tarihi İçinde Atabey , Mahmut Kıyıcı , Göltaş Kültür Yayınları ,<br />
1995.<br />
Demokrat Eğirdir Gazetesi<br />
Dil Dergisi, Kaşgarlı Mahmut Özel Sayısı, Sayı 33, Temmuz, 1995.<br />
Dinler Tarihi, Prof Dr. Fuat Bozkurt.<br />
Divanü-Lügat-it-Türk, Kaşgarlı Mahmut, Çeviren: Besim Atalay, TDK ,<br />
Ankara, 1991.<br />
Ege'deki Sivil Direnişten Kurtuluş Savaşına, İlhan Tekeli-Selim İlkin, 1989<br />
Eğirdir Gölsesi Gazetesi ve Arşivi<br />
Eğirdir Gölü Balıkları (Balık ve Balıkçılık), İstanbul,1952<br />
Eğirdir-Felekabad Tarihi, S.Sükuti Yiğitbaşı, istanbul, 1972.<br />
Eski Türk Toplumunda Cinsiyet Kültürü, Mualla Türköne, Ark Yayın,<br />
Ankara, 1995.<br />
Evliyalar Ansiklopedisi, Türkiye Gazetesi Yayınları, İstanbul, 1992.<br />
Gagauzlar, Harun <strong>Güngör</strong>, Mustafa Argunşah, Ötüken, 1998<br />
Gelendost Tarihi, Hüseyin Şekercioğlu, İstanbul ,1983.<br />
Hafız İbrahim Demiralay'ın Hatıratı, Göltaş Kültür Dizisi.<br />
İncil, Müjde Yayıncılık.<br />
İnternetten sağlanan kaynaklar.<br />
İslam Ansiklopedisi, Diyanet Yayınevi, İstanbul, 1994<br />
Isparta Dergisi 2000,1,2,3,4.<br />
Isparta Halıcılık Albümü, M. Koç, İstanbul, 1954.<br />
Isparta Tarihi, Böcüzade Süleyman Sami, Serenler Yayını, İstanbul, 1983.<br />
Isparta Tarihi, Enver Süldür, İzmir, 1951.<br />
Isparta Vilayeti İdare Coğrafyası 1932, Başbakanlık Basımevi, Ankara,<br />
1999.
Isparta Tarihi, <strong>Nuri</strong> Katırcıoğlu, Ankara, 1958.Isparta Yıllıkları.<br />
Isparta'nın Dünü Bugünü Yarını Sempozyumu, Isparta İli Kalkındırma<br />
Derneği, Ankara, 1992.<br />
Kaş Tarihi, Hüdayi Bayık, Ankara, Gazeteciler Cemiyeti Yayını, 1982.<br />
Kırgız Türkleri, Prof. Dr. Mustafa Erdem.<br />
Kitabeler, Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı, MEB.<br />
Kutadgu Bilig, Reşit Rahmeti Arat, TDK Ankara, 1991.<br />
Kültür ve Sanat Isparta Özel Sayısı, Türkiye İş Bankası, 1994<br />
Manas Destanı, Abdülkadir İnan MEB Yayınları, İstanbul, 1992.<br />
Milli Mücadelede Denizli Isparta ve Burdur Sancakları,Yard.Doç. Dr. <strong>Nuri</strong><br />
Köstüklü, Kültür Bakanlığı ,Ankara ,1990.<br />
Milli Mücadelede Güney Cephesi, Yard. Doç. Dr. Yaşar Akbıyık, Kültür<br />
Bakanlığı, 1990.<br />
Naima Tarihi, Zuhuri Danışman, Ötüken Yayınevi, 1969.<br />
Oğuzlar (Türkmenler), Prof. Dr. Faruk Sümer, Ana Yayınları, 1980.<br />
Onbeşinci Onaltıncı Yüzyılda Hamid Sancağı, Doç. Dr. Zeki Arıkan, İzmir,<br />
1988.<br />
Osmanlı Kim? Şeriat Ne? , Şakir Keçeli, Ardıç Yayınevi.<br />
PsidiaAntiocheia, Dr. Mehmet Taşlıalan.<br />
Psidya, Prof. Dr. Said Özsaid.<br />
Psidya, Bilge Umar.<br />
Seyahat-ı Kübra, Karçınzade Süleyman Şükrü. (Salih Şapçı)<br />
Sibirya'dan, W. Radloff, MEB Yayınları, Çeviren: Ahmet Temir,İstanbul,<br />
1994.<br />
Şikari Tarihi, Mesut Koman , Yeni Kitap Basımevi, Konya, 1946.<br />
Tarihi,Kültürel,Ekonomik Yönleri ile Eğirdir, l. Eğirdir Sempozyumu, 2001.<br />
Tüm Yönleriyle Isparta, M. Koç, Isparta.<br />
Türk Ansiklopedisi, MEB, Ankara, 1966.<br />
Türk Edebiyatında İlk Mutasavvuflar,Ord.Prof.Dr.Fuad Köprülü, Diyanet<br />
İşleri Başkanlığı, Ankara, 1993.<br />
Türk Lehçelerinin Karşılaştırılmalı Dilbilgisi, Cem Yayınevi, 1993<br />
Türklerin Tarihi, Jean-Paul Roux, Çeviren: Galip Üstün.<br />
Türkiyedeki Tarihsel Adlar, Bilge Umar, İnkılap Kitabevi, İstanbul.<br />
Ün Dergileri, Isparta Halkevi Mecmuası, Isparta. Vilayetler Tarihi, Hayat<br />
Yayınları.<br />
Yeni Ün Dergisi, Isparta İli Kalkındırma Derneği , Ankara
NURİ GÜNGÖR: 1935 yılında Eğirdir'de doğdu. Gazi Eğitim<br />
Enstitüsü Edebiyat Bölümü'nü Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro<br />
Enstitüsü'nü bitirdi. 25 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra emekli oldu.<br />
"Osmangiller" adlı bir oyunu İstanbul Şehir Tiyatrolarınca oynandı.<br />
TOBAV oyun yazma yarışmalarında "Bekir Olayı" adlı oyunu<br />
birincilik, "1212 Gün" adlı oyunu mansiyon aldı. Devlet Tiyatrosu ve<br />
İstanbul Şehir Tiyatroları repertuvarlarında oyunları vardır.<br />
"Yollar ve Zaman" adlı öykü, "1212 gün" ve "Osmangiller" oyunları<br />
Kültür Bakanlığınca yayımlanmıştır.<br />
Şiirle de uğraşan yazarın "Şiir Düğünüme Çağırımdır" adlı<br />
yayımlanmış bir kitabı, "Gerçeğin Tatlı Sesi " adlı bir şiir dosyası<br />
vardır.