08.02.2013 Views

A'dan Z'ye EĞİRDİR ANSİKLOPEDİSİ - Nuri Güngör - Ispartaya.com

A'dan Z'ye EĞİRDİR ANSİKLOPEDİSİ - Nuri Güngör - Ispartaya.com

A'dan Z'ye EĞİRDİR ANSİKLOPEDİSİ - Nuri Güngör - Ispartaya.com

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

ISBN: 975-00163-0-0<br />

Basım Yılı : 2005<br />

Basım Yeri : Sinan Ofset Tipo Matbaacılık Eğirdir / Isparta<br />

TLF: 0246 3114675 - FAX: 0246 3115858<br />

E-posta:alisinan@mail.koc.net


Çalışmalarımda yardımcı olan;<br />

Eşim Gülşen'e Oğlum Ali'ye ve<br />

Altan'a Kızım Gülnur'a Rüştü<br />

Çağatay'a<br />

Teşekkür ederim.<br />

• Özel isimler ada göre yazılmıştır.<br />

• İçindekilerin alfabetik sırası arkadadır.


Eğirdir Gölü'nün uzaydan görünüşü


E ĞİRDİ R<br />

Oturdum Sivri dağının başına Altında<br />

Eğirdir göl ve ada Yalnızız güneş, ay ve<br />

ben Bir şişeyi paylaşıyoruz Kadehleri<br />

dolduruyor gölgem Korkunç mutluyum deli<br />

gönlümün güzeli Olmasan da sen<br />

Özgür rüzgarlar okşuyor yanaklarımı<br />

Bulutlar kucaklıyor ötelerden Gölün<br />

yıldızları aydınlatıyor içimi Gökyüzü<br />

kucağına almış beni Çok mutluyum<br />

güzelim Olmasan da sen<br />

Bambaşka bir alemdeyim Yerle gök bir<br />

olmuş Dağlar yeşil, gün parlak, hava hoş<br />

Eğirdir gölü masmaviliğiyle bitimsiz<br />

Alabildiğine sarhoş<br />

NURİ GÜNGÖR


Bu eser:<br />

BELEDİYE BAŞKANI ÖMER ŞENGÖL,<br />

Belediye Meclis Üyeleri<br />

Ramazan YÜCEER Arif<br />

DEMİREKİN Selahattin<br />

TAMGÜL Mehmet BİLGİÇ<br />

Tuba TANER M.Cengiz<br />

KILINÇ Hasan Bilal TARAN<br />

Süleyman SAĞDUR Göksel<br />

KANLI Şems<br />

KOCAMÜFTÜOĞLU Cengiz<br />

KAYA<br />

Zamanında basılmıştır.


ÖNSÖZ<br />

Geçmişte Belediyemize bir Kültür Programı sunup bir ekip yaratarak üç yıl<br />

içinde otuz kadar kitabın yazılıp yayınlanmasını teklif ettim. Olumlu bir cevap<br />

alamadım. Kişisel olarak yapabileceğimi yapmak için tüm bu Kültür Programı<br />

içindeki konuları ancak bir ansiklopedi olgusu içinde toplayabileceğimi düşünerek<br />

Eğirdir Ansiklopedisini yazdım. Ansiklopedi bir ekip işi olsa da bu işi tek başıma<br />

yapmak zorunda kaldım.<br />

Sözlü yazılı ulaşabildiğim tüm kaynakları öğretmen olarak ve bu çevrenin<br />

bir kişisi olarak değerlendirdim. Bazı yerlerde kendi düşüncelerimi de kattım.<br />

Bilimsel inceleme konuyla ilgili bilim adamlarının işidir. Bu kitabı hemşehrilerimi<br />

yaşadığı yeri bilgilendirmek, kent bilinci, kültürü vermek amacıyla bir ders kitabı<br />

özelliğinde yazmaya çalıştım. Turizmine de katkısı olur düşüncesiyle fotoğraflarla<br />

Eğirdir'in güzelliğini, değerlerini sergiledim. Geçmişteki kültürümüzün gününümüz<br />

kültürü ile olan bağlarını gücüm yettiğince belirttim.<br />

Biliyorum ki insan kültürünü memleketini tanıdıkça daha çok sever.<br />

Kitapta özgeçmişlerini yazdığım kişiler kaynaklarda bulduğum kişilerdir.<br />

Ayrıca iki ay süre ile Akın ve Demokrat Eğirdir gazetelerinde yaptığım çağırıya<br />

cevap verenlerdir.<br />

Hamidoğlu Eğirdir'e özel bir oyundur. Hem oyundur, hem tarih dokusunu<br />

korumuştur. Okurken ve temsil ederken bu özelliklerin göz önünde tutulması doğru<br />

anlamaya yardımcı olur.


ABDULLAH OĞLU OSMAN<br />

A<br />

1580lerde Eğirdir'deAbdullah oğlu Osman adında birtefeci vardı. Halkı<br />

kendine göre borçlandırmıştı. Bursa'ya kadar gitmiş, bir kadı ile işbirliği yaparak<br />

birçok yolsuzluk yapmıştı. Sermayesi çok olduğu için İstanbul'a et sağlayacak bir<br />

celep olarak padişah tarafından çağrılmıştı.<br />

ABDULLAH SİNAN<br />

Eğirdir'in eski halıcılarmdandır. Hamamcızadelerdendir. Akın<br />

Gazetesinin kurucusu Ali Sinan'ın babasıdır. Şimdi torunu Abdullah Sinan<br />

babasının kurduğu Akın gazetesini devam ettirmektedir.<br />

ABDÜRREZAK<br />

Eğirdirlidir. 1920 lerde Eğirdir köylerinde çetecilik yapmıştır. Yakalanmış,<br />

-Isparta hapishanesinde ölmüştür.<br />

ABSARI<br />

Balkırı köyünün yaylasıdır. Eğirdir'de sağlıklı gürbüz gençlere "Absarı<br />

Tosunu" gibi derler. Sözün tam anlamını bulamadım. Yalnız Çankırı yakınlarında<br />

Absarı sözüne rastladım. Orada "Absarı Göleti" adında biryer var.<br />

ADADA<br />

Sütçüler ilçesi Sağrak köyü sınırları yakınlarındadır. Çok iyi korunmuş üç<br />

tapınak vardır. Sadece çatıları kalmamıştır. Agora, tiyatro, kilise, nekropol, sur<br />

kalıntıları görülebilir. Adada - Selge Roma dönemi yolu şehrin bitimiyle başlar.<br />

Psidia bölgesinin önemli antik şehirlerindendir.


Adada - Şehir Meclisi toplanma yeri<br />

M.S. VVI. Yüzyıllarda Hıristiyanlığın bölgede yayılmasında etkisi olmuştur.<br />

M.S.381 yılında İstanbul'da toplanan Konsil'e bir temsilci göndermiştir. 1875 lerde<br />

Alman bilgin G.Hirschfeld buranın Adada olduğunu tespit etmiştir. Halk arasında<br />

buraya "Karabavlu" ya da "Bavullu" denir.<br />

AĞA CAMİİ<br />

Ağa mahallesindeki Ağa camisi toprak damlı mescit olarak 1412 yılında<br />

yapılmıştır. Yaptıranın adı Hızır Ağa'dır. Büyük ihtimalle zamanın Osmanlı<br />

yöneticisi olarak Şeyhülislam Berdai'yi Eğirdir'e davet eden bu kişidir. 1752 de cami<br />

olmuş, 1777de İmamzade Hacı Osman tarafından minaresi yaptırılmış, üstü çatı<br />

yapılarak onarılmıştır. Bu konuda Ethem Kartal Gölsesi gazetesinde şu bilgileri<br />

vermektedir.<br />

"Halk arasında Yukarı cami olarak anılır. Üzerindeki kitabeden H.815 tarihinde<br />

Hacı HızırBingöl bey tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır.<br />

Duvarları çamur harçla örülmüş, yağmur ve zamanın etkilerinden korumak<br />

için sonraları kireç harçla derzlenmiştir. Bugüne kadar çok tamir görmüştür. 1940<br />

larda iç sıvası yenilendi, tavanı ve kadınlara mahsus olan yerin kafes bölümü<br />

yağlıboya ile boyandı. Ispartalı Hattat <strong>Nuri</strong> Efendi tarafından İslamın dört halifesinin<br />

isimleri duvarlara yazıldı.


Ağa Camisi<br />

Kuzey batısında çocukları okutmak için yapılmış bir odası vardır.<br />

Burada uzun yıllar sıbyan mektebi olarak alfabe, Kur'an, İlmihal, Tecvit<br />

dersleri okutuldu. Halen Kur'an öğretimi yapılmaktadır. Cami ikinci dünya<br />

savaşında askeri depo vazifesi görmüş, savaş bitince tekrar ibadete<br />

açılmıştır."


AHİPAŞA ZAVİYESİ<br />

Ahi Paşa zaviyesi ya da Şeydim zaviyesi adı 1480 sonraki kayıtlarda geçer.<br />

Daha sonraları bu zaviyenin çevresi Şeydim mahallesi adını almıştır.<br />

AHMİ<br />

Ahmi, seferberliğe katılanların hatırladığı bir isimdir. Herkes seferberlik için<br />

toplanınca Ahmi'yi de çağırmışlar. Ahmi'ye askere alındığı söylenince o da:" Durun,<br />

anama danışıp geleyim. İzin verirse, gideyim." demiş. Ahmi'yi salmışlar. Anasının<br />

yanına varmış. Olayı anlatmış. Anası da "Herkes gidiyorsa sen de git oğlum..."<br />

demiş. Şilte, yorgan, yastık hazırlayıp sırtına sarmış, göndermiş. Ahmi öylece<br />

seferberliğe katılmış.<br />

Ahmi'nin gittiğini çok kişi biliyor ama, nerede ne olduğunu kimse bilmiyor.<br />

AKEKMEK<br />

Birinci undan yapılmış beyaz çarşı ekmeğine denir. Ev ekmekleri kepekli<br />

undan yapıldığı için esmer olurlardı. O zamanlar beyaz çarşı ekmeğini ev ekmeğine<br />

katık ederdik.<br />

AKANA<br />

Eğirdir'de saygıdeğer yaşlı kadınlara denir. Radlof'un ortaasya<br />

incelemelerindeki tesbitine göre gökyüzünün üçüncü katında SÜTAKGÖL<br />

VARDIR. Cennet (AK ) burdadır. AK'lık burada kutsallaştırılmıştır. Onaltıncı katta<br />

oturan Tanrı Kayra Kan'ın görevlendirdiği Ak Ülgön'ün yedi oğlu, dokuz kızı vardır.<br />

Oğullarının herbirinin özel adı olmasına rağmen, kızlarının adı yoktur. Ak Ülgön'ün<br />

kızları "Akkızlar" diye geçer. İffetli kızlar anlamındadır.<br />

Bir başka kaynakta da "Ak Ana" Altay samanlığının büyük dişi tanrısıdır.<br />

Kadir-i Mutlak Ülgen Ata kainatı Ak Ana'dan aldığı kudret ve ilhamla yaratmış,<br />

doğruluk ve metaneti ondan öğrenmiştir. Eğirdirliler bu anlamlara dayalı olsa gerek<br />

akoğlum, akkızım, akbabam, akdayım şekillerinde ak kelimesini özellikle kullanırlar.<br />

AKILLI GELİN TİPLEMESİ<br />

Yordamsız işleri anlatmak için Eğirdirliler bir Akıllı Gelin tiplemesi<br />

yaratmışlardır. Olumsuz işler olduğu zaman, " Akıllı Geline bir danışalım." derler.<br />

Ben bilinen iki fıkrasını yazacağım.<br />

Bir davette sofraya önce hangi yemeğin konulacağı konusunda tartışma<br />

çıkmış. Kimi et demiş, kimi pilav demiş, kimi çorba demiş. Anlaşamayınca Akıllı<br />

Geline sormuşlar. Akıllı Gelin: "Neyin üstüne ne yeneceğini biliriz." demiş." Önce<br />

cılkcılk çorba mı içilir? Getirsinlerbaklavayı..."<br />

Her nasılsa bir inek başını küpün içine sokmuş. Çıkaramamışlar. "Bir de<br />

Akıllı Geline danışalım " demişler. Akıllı Gelin " Kesin ineğin başını.." demiş.<br />

Kesmişler... İneğin başı küpün içinden yine çıkmayınca tekrar sormuşlar. Akıllı<br />

Gelin "Öyleyse kırın küpü..." demiş.


AKPINAR<br />

Akpınar Seyrantepe'den Eğirdir'in görünüşü<br />

XVI. Yüzyıl tarihi kaynaklarında Akpınar cevizinin ünlü olduğunu<br />

yazar. 1570 lerde Akpınar'da su değirmeni olduğu kaydı vardır. 1810 yılında<br />

Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa, Güroluk suyuyla Yılankırkan suyunu birleştirerek<br />

Akpınar'a indirmiş; içme suyu dışında kalan sudan yararlanarak bir<br />

değirmen çalıştırmış, onu da vakıflarına gelir olarak vermiştir.<br />

1889 yılına ait kayıtlarda da Akpınar köyünün başlıca gelir kaynağı<br />

ceviz olarak gösterilmiştir. Şu durumda köyün yukarısında, dağda kaya<br />

içinde küçük bir ceviz ormanı vardır.<br />

AK ŞEMSETTİN MESCİDİ<br />

Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa'nın vakfiyesinde geçiyor. Harapken<br />

yaptırmış, mektep olmuş. Konağının yanında imiş. Yerini tam kestiremedim<br />

ama Cami mahallesinde olduğu ihtimaldir. Şeyhülislam Berdai Zaviyesinin<br />

hatırına Fatih sultan Mehmet'in hocası Ak Şemsettin'in Eğirdir'de bir mescit<br />

yaptırmış olabileceği de akla geliyor. Menakıp'ta Ak Şemsettin'le<br />

görüşmeler olduğu yazılıdır.<br />

Sonunun ne olduğunu hakkında bir bilgiye raslayamadım


ALAADDİN KAPTAN<br />

Ada mahallesindendir. İlçemizde turizm pansiyonculuğunu ilk<br />

başlatanlardandır. Çok eleştiri almıştır. Şimdi Ada Eğirdir turizminin merkezi<br />

olmuştur. Kaptan 1985 lerde ölmüştür.<br />

ALİ RIZA ÜNAL (Doç.Dr.)<br />

1923 yılında Eğirdir'de doğdu. İstanbul Tıp Fakültesini bitirdi. Yurdun çeşitli<br />

hastanelerinde görev yaptı. Ankara Hastanesi Hariciye Şefi iken tezini vererek<br />

doçent oldu. Ankara Numune Hastanesi Başhekimliği yaptı.<br />

ALİLİ AŞİRETİ<br />

Eski Türk boylarındandır. Şimdi bile Türkmenistan'ın Cebyurt bölgesinde<br />

yaşarlar. Lutfabat, Miyankuh'u kışlak olarak kullanırlar. Eğirdir'deki Alallar soyunun<br />

bu boyla ilgisi olduğunu sanıyorum.<br />

AMBLADA<br />

Bazı kaynaklarda Beyşehir gölünün doğu, bazılarında Hoyran gölünün<br />

kuzeyi olarak gösterilir. Ramsey Eğirdir gölünün doğusu, Sarıidris dolaylarında<br />

ısrar eder. Yine de arkadaşı Starret'in oraları kendisi için incelemesini istemiş, o da<br />

inceleme gezilerinde o yöreyi gezmiş, eski hayata dair bir ize tesadüf etmediğini<br />

söyleyince nazariyesini geri aldığını söyler.<br />

Yalnız çalışmalarımın arasında bir nokta beni düşündürdü. Birçok kayıtlarda<br />

ve Ertokuş Beyin Atabey'deki medresesi için yazdırdığı vakfında Sanidris<br />

yöresindeki kervansarayın adı, yörenin o zamanki adından dolayı Dadıl Hanı diye<br />

geçmektedir. Ramsey'in önce ısrarlı olarak bu bölgede olduğunu söylediği<br />

Ambla-da ile Dadıl sözü arasında fonetik yakınlık olması bana bu düşünceyi verdi.<br />

Ayrıca Amasyalı Strobon'un coğrafyasında Amblada için; "Şarapları tıpta tedavi<br />

edici olarak kullanılır." der. Bu çevrede bir yerin adının da "Şaraphane" oluşu<br />

düşündürücüdür. Amblada'nın anlamının da ayrıca "asması bol" anlamı taşıması<br />

dikkate değer. Balık avcıları bu yörelerde göl içinde şehir kalıntıları olduğunu<br />

söylerler. Göl seviyesinin ikibin yıl içinde dolarak yükselmesini de değerlendirmek<br />

yerinde olur.<br />

ANAMAS YAYLALARI<br />

Anamas'ın en gözde yaylaları: Sorgun, Çayıralanı, Akbel, Hallat, Eşekalanı,<br />

Tuzlagediği, Nahır, Çiçekli, Düzağacı, Kürebelli, Sindel, Karamuklu, Körkuyu,<br />

Keleboyu, Yoncalık, Yavşanlı cebel Mezarlığı, Güllügöl, Kaklıkalanı, Bodos,<br />

Buğday kuyuları, Üçkuyu, Âğzıbüyük, Enevre'dir. (Musa Seyirci)<br />

ANAMAS YÖRÜK AŞİRETLERİ VE OYMAKLARI<br />

Karakoyunlu, Töngüşlü, Hayta, Coşlu, Saçıkaralı, Eski Yörük, Hacı Hamzalı<br />

Hacı Mehmetli, Çakal Yörüğü, Ötkönlü, Karaevli, Karahacılı, Sarıhacılı, Karatekeli,<br />

Hacıbabalar, Gebizli, Hacıibrahimli, Honamlı'dır. (Musa Seyirci)


ANAMAS<br />

Bu yörenin en eski halkı olan Luvi'lerin dilinde "Yamaç Halkı" anlamına<br />

gelir. (B. Umar)<br />

ANTHİOS<br />

Yalvaç dolaylarından geçerek Eğirdir gölüne akan akarsuyun ilk çağdaki<br />

adıdır. Bugün yöre halkı AKÇAY der.<br />

ANTİOCHEA<br />

Yalvaç ilçesine bir kilometre uzaklıktadır. Seleukos kolonisidir. M.Ö. 25 yılında<br />

Roma kolonisi olmuştur. Su kemerleri, tiyatro, tapınaklar vardır. Hristiyanlığın yayılmasında<br />

ve gelişmesinde en önemli rolü olan Aziz Pavlos'un ilk vaazını verdiği<br />

tapınak kalıntısı vardır. İncil'e göre Aziz Pavlos Antiochia'ya iki kez uğramıştır.<br />

APOLLO KELEBEĞİ<br />

Apollo kelebeği (Parnassius Apollo) Eğirdir çevresi, Çandır, Tota,<br />

Çimenova, Zengi, Kuzukulağı, Anamas yaylalarında bulunan bir kelebek türüdür.<br />

Bu konuda en çok ilgilenen Mehmet Savaş Almanya, İtalya, Fransa, Norveç'ten birçok<br />

bilim adamı ve turizmle ilgilenenlerin bu kelebek için geldiğini, "Kelebek Safari"<br />

yapılırsa turizme önemli katkısı olabileceğini söylemektedir. Ayrıca Almanya'da<br />

tanesinin 100-150 marka satıldığını belirtmektedir.<br />

ARDIÇLAR<br />

Eğirdir'le Bağlar yolunun tam ortasında, göl tarafında kalan yere denir.<br />

Mezarlık olarak kullanılmıştır. Benim çocukluğumda çok eski mezarlar vardı.<br />

Yaşlılar oranın mezarlık olarak kullanıldığını hatırlamıyorlar. Sanırım Eğirdir'in en<br />

eski mezarlığıdır. Ardıç ağaçlarının korunması, Kervansarayın da yakınında olması<br />

bana bunu düşündürüyor. Şimdilerde on beş kadar ardıç ağacı görünüyor.<br />

ARUNDEL<br />

1833 de Eğirdir'e gelen İngiliz gezgin Arundel Eğirdir hakkında şunları<br />

yazmıştır;<br />

"Gelendost'tan çıktıktan iki saat sonra Eğirdir Gölü'ne iyice yaklaştık. Gölün<br />

kenarında bir süre yol aldığımızda karşımıza çok güzel eski bir yapı çıktı. Bu yapı<br />

büyük bir ihtimalle Selçuklu Sultanları tarafından inşa ettirilmiş.Yuvarlak bir kemerin<br />

altında kare taşların çevrelediği güzel bir kapısı var. Ben bu yapının daha çok dini<br />

amaçlarla inşa edilmiş olduğu kanısındayım. Burada fazla oyalanmadan yola<br />

koyulduk. Çok geçmeden akarsuyun kenarında kurulan içinde 12 askerin<br />

bulunduğu bir karakola rastladık. Bu karakolda bize çok iyi davrandılar. Bu<br />

sıcakkanlı insanlara şükranlarımızı sunarak tekrar yola düştük. Kısa bir süre sonra<br />

önümüzdeki ovayı geçtik ve gölün kenarında yükselen tepeye çıkmaya başladık.


Bu yol hayal edilebilecek en korkunç yoldu. Yolun genişliği 1.5 m civarındaydı ve<br />

sağ tarafımızda dik bir uçurum göle kadar uzanıyordu. Yanlış bir adım atmamız<br />

halinde birkaç yüz metre aşağıdaki göle yuvarlanabildik. Solumuzdaysa yüksek<br />

ve sanki mimar tarafından yapılmış gibi dik bir dağ vardı. Burası Alp'lerin en tehlikeli<br />

geçitlerinden daha tehlikelidir denebilir. Atların düşmemesi için onları sıkıca tutmak<br />

gerekiyordu. Yalnız bu da tehlikeliydi çünkü bu defa biz de atlarla birlikte düşebilirdik.<br />

Böyle tam yarım saat kaldık. Diyebilirim ki bu yarım saat benim ömrümde<br />

geçirdiğim en korkunç yarım saatti. Burayı geçtikten sonra aşağıya indik. Gölden<br />

biraz uzaklaşmıştık. Bu defa da az önce içinde bulunduğumuz korkunç durumun<br />

tersine, hiçbir kelimeyle tarif edilemeyecek güzellikte ve huzur verici bir manzarayla<br />

karşılaştık. Sağımızda kalan göle doğru uzanmış üzüm bağları, her türden meyve<br />

ağaçları, orman ve önümüzdeki yüksek zirveli dağlar, hiçbir ressamın<br />

çizemeyeceği ve hiçbir yazarın anlatamayacağı güzellikteydi. Bu manzaranın<br />

tadını doyasıya çıkartabilmek için burada uzun süre oyalandık. Ben de<br />

yapabildiğim kadarıyla bu manzarayı resmetmeye çalıştım.<br />

Değişik bir bitki örtüsünün içinden geçerek göle yaklaştık. Geçtiğimiz yerler<br />

gibi gölün manzarası da çok güzeldi. Bu haliyle Eğirdir Gölü İtalya'nın ünlü golleriyle<br />

karşılaştırabilir. Önümüzde küçük ve ağaçlarla kaplı bir ada var. Onun arkasındaysa<br />

büyük bir dağ görünüyor. Bir tepeye tırmanmaya başladığımızda gölde iki<br />

tane ada olduğunu fark ettik. Hatta belki de karaya çok yakın olan bir üçüncüsü...<br />

Ama az sonra üçüncü ada diye düşündüğümüz parçanın karanın uzantısı olduğunu<br />

gördük. Eğirdir'in hemen yakınlarında yörükler çadır kurmuşlardı. Neredeyse her<br />

çadırın önünde bir halı tezgahı bulunuyordu. Sığır sürüleriyle çevrelenen bu<br />

manzara ataerkil zamanların manzarasını andırıyordu. Doğrusu manzaralarıyla bu<br />

ülke, insanı her adımda hayrete düşürüyor. Biz tam bu göçebe toplumun manzarasını<br />

değerlendirmeye çalışırken, birden karşımıza üstün bir medeniyetin hayretler<br />

uyandırıcı olağanüstü yapıları çıktı. Böylece Eğirdir'e ulaşmış olduk. Kasabanın<br />

meydanı hanın yakınında imiş. Meydanın aşağı tarafında güzel bir kapı var. (Minare<br />

altı geçidi) Yanında da pencereleri kafesli bir odaya bitişik, halka bedava su dağıtan<br />

bir şadırvan görülüyor. Sağda bir cami, (Hızır Bey camisi), solda şimdi tamamen<br />

harap bir halde başka bir cami (Dündar Bey medresesi), daha bulunuyor. Bütün bu<br />

binalar kapı, çeşme ve camiler fevkalade süslü ve islam mimari tarzında yapılmış;<br />

bilhassa soldaki caminin gayet güzel tezyinatla kaplanmış, bütün etrafı kufi hatla<br />

yazılmış bir yazı ile çevrili bir kapısı var. Kapının her iki yanında iki sütun ve sivri<br />

kemerli bir mihrap göze çarpıyor. Binanın iç tertibatı bir kilisede olduğu gibi,<br />

sütunların desteklediği dik kemerli bir minber ile iki yan koridoru var. Bunların sütun<br />

başlıkları bizim en eski kiliselerimizde gördüklerimizin aynıdır. İki tanesinde açık<br />

kanatlı kuşlar, diğerlerinde garip insan şekilleri ve birinde ise yapraklar görülüyor.<br />

Çoğu yeşil camdan yapılmış mozaiklerde var.<br />

Oradan geçerek çarşıya gittik. Pazar günü olduğu için kalabalık bizimle<br />

ilgilendi. Zahire pazarında siyahlı beyazlı karışık arpa gördüm. Siyahını bir hastalık<br />

eseri sandımsa da tanenin içi sağlam ve iyiydi.<br />

Kaleye yaklaşınca eski bir takma köprüden, sonra da kalın demir levhalarla<br />

kaplanmış bir kapıdan geçerek birinci avluya girdik. Oradan da ağır demir parmaklıklarla<br />

sağlam bir hale getirilmiş başka bir kapıdan dış avluya çıktık. Her adımda<br />

büyük bir ilgi duyarak buradan kalenin üstüne vardık. Birçok yüksek yuvarlak<br />

kulelervardı. Üzerinde durduğumuz kulede bir sürü toplar da bulunuyordu.


Bunların hepsi ateş ederken yarılmış. İhtimal bu kale de Selçuk Sultanları<br />

tarafından yaptırılmıştır.<br />

Yuvarlak kulelerin tepesinden görülen manzara pek güzeldi. Önümüzde<br />

kısa bir mesafede iki ada görünüyordu. Bunlardan bize yakın olanı bir Türk'ün malı<br />

imiş. İkincisinde Türk ve Rumlardan ibaret bir nüfus var. Rumların bir kısmı yerli<br />

olup, Türkçe'den başka dil bilmiyorlar. Bir kısmı da Kıbrıs'tan gelip buraya<br />

yerleşmiş... Göl bütün güzelliğiyle önümüze serilmişti. Etrafını çeviren her şekil ve<br />

yükseklikte, bazıları karlarla kaplı dağlar, eşi bulunmaz harikulade bir tablo teşkil<br />

ediyordu.<br />

Eğirdir'den çıktığımız vakit saat onu geçiyordu. Yol, göl boyunca bir dağın<br />

eteğinde uzanıp gidiyordu. Bu dağ Gelendost'tan gelirken gördüğümüz gayet<br />

yüksek ve garip şekilli dağdı. Kasabadaki eski eser meraklıları bize bu dağın tam<br />

tepesinde büyük taşlardan yapılmış bir başka kalenin olduğunu söylediler. Dağın<br />

yamacında güzel sedir ağaçları yetişmişti. Altı veya sekiz köşeli bir yapı gördük.<br />

(Baba Sultan) Bunun bir Selçuk ailesine mahsus bir türbe olması ihtimali vardır.<br />

Çünkü Eğirdir'in yerinin güzelliği ve içindeki sayısız İslam yapılarının Konya<br />

sultanlarının ikamet yeri olduğuna hiç şüphe bırakmıyor. Fakat kasabanın gölün<br />

başında önemli bir yerde kurulmuş olması, arkasındaki dağın üzerinde bulunan<br />

zapt olunmaz kalesi onun çok daha eski bir kasaba olduğunu gösteriyor. Belki<br />

Limenopolis şehridir.<br />

Çeviren:Hamit Dereli<br />

Eğirdir : Genel görünüm (XIX.yüzyıl)


ASKERLİK ŞUBESİ<br />

Eğirdir'de askeri malzemeleri korumak, saklamak, askeri işleri görmek için<br />

1906 yılında şimdiki Komando okulunun girişinin sağ ortasında Debboy binası<br />

yaptırılmıştır. İşleri yürütmek için bir teğmenle bir çavuş daimi görevlendirilmiştir.<br />

Eğirdir' de bir redif taburu bulunurdu. 1909 yılında Binbaşı Atıf bey komutasında son<br />

tabur Yemen'e sevk edilmiş, bir daha eğitim için tabur gelmemiştir. 1911 yılında ilk<br />

olarak Askerlik Şubesi kurulmuştur. (Cemal Tosun) 1906 da yaptırılan bina 29 Nisan<br />

1907 de Gertrude Bell adındaki bir hanım gezginin Miskinler yokuşundan çektiği<br />

Eğirdir fotoğrafında görülmektedir.<br />

ASMA YAPRAĞI<br />

Miskinler'den Eğirdir'in genel görünüşü (1907)<br />

Sarmalık için asma yaprağı Mayıs ortalarında toplanır. Üçü dördü<br />

katlanarak ipe dizilir, kurutulur, evin havadar biryerine asılır.<br />

Aküzüm, Çekirdeksiz üzüm, Burdur dimnitinin yaprakları tercih edilirdi.<br />

Gerektiği zaman diziden yeteri kadar kurumuş asma yaprağı alınarak suda<br />

haşlanır, sarma yapılırdı. Eğirdirliler daha çok etli sarmayı severler; sarmaya da<br />

"Dolma" derler.<br />

ASTİBİA<br />

Eğirdir gölünün kuzeydoğu ilerisinde bulunan, antik bir köy ya da kasabanın<br />

adıdır.


AŞAĞI HAMAM<br />

Çarşı hamamı da denir. Yapım tarihine kayıtlara raslayamadım. Yalnız<br />

ilkokulda 1945 lerde bize bir süre derse gelen öğretmen Ali Rıza Yürükoğlu "Hızır<br />

Bey; camiyi ibadet etsinler, Dündar Bey; medreseyi okusunlar, kardeşi Şehriban<br />

hanım da temiz olsunlar.." diye yaptırmış." şeklinde bir ifadede bulundu. Sonraki<br />

araştırmalarımda 1932 de yayınlanan Isparta Vilayeti İdare Coğrafyası adlı kitapta<br />

bu hamamın Hızır Beyin hemşiresi Banu hanım tarafından yaptırıldığı yazısına<br />

rastladım.<br />

Ne hikmetse hamamın soğukluğu 1950 dolaylarında yıkıldı, yerine<br />

dükkanlar yapıldı, bugünkü halini aldı. Gönül yedi yüzyıldır hizmet veren bu<br />

hamamın eski haline getirilmesini diler. Şimdi zaman değişikliğiyle erkek ve kadınlar<br />

kullanıyor. Geçmişte hamamda turşu, haşlanmış ekşi elma yemek adettendi. O<br />

zaman hanımlar sabahtan akşama kadar hamam sefası yaparlardı<br />

1930 larda Kaleönü civarında bulunan Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın<br />

okuduğu bir kitabeye göre hamam H.707 (M.1308) de tamir edilmiş. Yeri<br />

değiştirildiği için bu kitabede kastedilen hamam Kale mahallesindeki üç hamamdan<br />

biri midir, Aşağı hamam mıdır, bunu bilemiyoruz<br />

AŞAĞI MAHALLE<br />

Kale - Aşağı mahalleden bir görünüş<br />

Kale mahallesinin güney tarafına denir. Çoğu evler kale duvarının üstüne<br />

kurulmuştur. Ev sahipleri akşamları evlerinin penceresinden balık, bilhassa<br />

Gavinne tutarlardı. O zamanlarda su kale duvarlarına çarpardı. Şimdi kale<br />

duvarlarının önünden yol geçmektedir.


AŞIK DİLER<br />

1904 yılında Eğirdir'in Gökdere köyünde dünyaya gelmiştir. Badeli<br />

aşıklardandır. Hakkında başka bilgi edinilememiştir. Aşağıdaki kıta onundur.<br />

Şu fani dünyaya geldim geleli<br />

Hiçbirzaman yüzüm gülmedi felek<br />

Üçyaşında yetim kaldım anamdan<br />

Ellerim birşeye ermedi felek<br />

(İş Bankası Kültür ve Sanat Özel Sayısı 22)<br />

ATASÖZLERİ<br />

Acele eden kedi tez doğurur.<br />

Aç köpek fırın damı deler.<br />

Aç ne yemez, tok ne demez.<br />

Açın halinden tok anlamaz.<br />

Açın teknesinde hamureyleşmez.<br />

Ad bir gök boncuktur.<br />

Adamın yüzüne vurmuşlar, "ay arkam.." demiş. "Ben senin yüzüne vurdum.<br />

"demişler. "Arkam olsaydı sen benim yüzüme vurabilir miydin?" demiş.<br />

Adın Kadirolacağına, kaderin kader olsun.<br />

Ağaç dalıyla gürler.<br />

Ağanın eli tutulmaz.<br />

Ağız tüfek, dil tetik.<br />

Ağız yerse yüz güler.<br />

Ağrımadık başına tülbent sarma.<br />

Ak bok, kara bok, hepsi bir bok.<br />

Ak karanın kardaşı.<br />

Ak kedinin pamuk pazarına zararı var.<br />

Ak yazma leke kaldırmaz.<br />

Aka aka su deresini bulur.<br />

Akıllı düşmana can kurban.<br />

Akıllı düşününceye kadardeli oğlunu everir.<br />

Akıllı sözünü deliye söyletir.<br />

Akşamdan sonra gelene ya soğan, ya söğen.<br />

Al dediğin mal murdar olur.<br />

Alan satandan umar.<br />

Alçak eşeğe herkes biner.<br />

Aldatan aldanır.<br />

Alışmadık götte don durmaz.<br />

Allah kardeşi yaratmış, rızkını ayrı yaratmış.<br />

Allah son gürlüğü versin.<br />

Altın pul olmaz, ipek çul olmaz.<br />

Analı kuzu, kınalı kuzu.


Anandan evvel ahıra girme.<br />

Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al.<br />

Ar eden kar etmez.<br />

Arap eli öpmekle dudak kara olmaz.<br />

Arkadan konuşan ittir, yüze konuşan yiğittir.<br />

Arkaya kalan, erteye kalır.<br />

Arlı köpek tüy dökmez.<br />

Armut altına düşer.<br />

Arsıza söz, kokmuşa tuz kâr etmez.<br />

Arsızda ar arama.<br />

Asıl azmaz, bal kokmaz.<br />

Aslına çekmeyen haramzadedir.<br />

Aş buldun yanaş, dayak buldun kaç.<br />

Atım at oluncaya kadar ben mat olurum.<br />

Attan düşen ölmez, eşekten düşen ölür.<br />

Avradı arzapteder, er değil.<br />

Ayı dağda, üzüm bağda olur.<br />

Ayının kırk türküsü varmış, kırkı da armut üstüneymiş.<br />

Ayrandan aşağısı su.<br />

Az ye de bir hizmetçi tut.<br />

Azan kulun belası yakın.<br />

Azgın köpeğin ağzını kemik tutar.<br />

Baba verirse hem baba güler hem evlat güler. Evlat verirse hem baba ağlar,<br />

hem evlat ağlar.<br />

Babası erik yese oğlunun dişi kamaşır.<br />

Babası oğluna bir bağ vermiş, oğlu babasına bir salkım üzüm vermemiş.<br />

Bağ demiş bak bana, bakayım sana.<br />

Bağına erik, evine yörük koyma.<br />

Bal yiyen baldan bıkar.<br />

Bana bir koca lazım, o da bu gece lazım.<br />

Baskın basanın söz kesenin.<br />

Başı bunlu olanın malı ucuz olur.<br />

Başın da başı var.<br />

Bekara karı boşamak kolaydır.<br />

Benden sana biröğüt; kendi ununu kendin öğüt...<br />

Bıçağı kestiren suyu.<br />

Bilerek yapan aldanmaz.<br />

Bilmez donunun yırtığını, rüzgâra karşı dik gider.<br />

Bin ölç, bir biç.<br />

Bin yaddan bir bildik iyidir.<br />

Birisin önünü değil, sonuna bak.<br />

Birolur, iki olur, üçüncüsü bokolur.<br />

Bir osuruk on doktora bedeldir.<br />

Bir topal bit bir gecede dokuz yastığ ı gezer.<br />

Birtoplayanın birdağıtıcısı olur.<br />

Boğazda bostan bitmez.


Boğulursan büyük suda boğul.<br />

Bok yıkandıkça tükenir, arınmaz.<br />

Bok yiyen aç kalmaz.<br />

Bok yiyen kaşığını belinde taşır.<br />

Buyuran yorulmamış.<br />

Büyüğün yoksa şapkana danış.<br />

Can yakanın canı yanar.<br />

Cana gelmesin, mala gelsin.<br />

Cenabetten keramet umulmaz.<br />

Çocuğa iş buyur, ardından kendin git.<br />

Çocuk düşe kalka büyür.<br />

Çocuktan al haberi.<br />

Çok düşünme düş getirir, başına bir iş getirir.<br />

Çok gezen kelik bok getirir.<br />

Çömlekçi suyu kırık testiden içer.<br />

Çürüksüz koz olmaz.<br />

Dağ dağ üstünde olur, ev ev üstünde olmaz.<br />

Dağ kuşu dağda, bağ kuşu bağda gerek.<br />

Dağına göre kar olur.<br />

Dağlar karını martta alır.<br />

Davul bile dengi dengine çalar.<br />

Deli gelmeden yeli gelir.<br />

Delikli taş yerde kalmaz<br />

Delinin duası kabul olur.<br />

Deliye geçit yoklatırlar.<br />

Deliyle ölü sahibinindir.<br />

Denizin yanına kuyu kazılmaz.<br />

Dertlinin dediğini deli söylemez.<br />

Deveciyle konuşan kapısını büyük açar.<br />

Devenin üstünde kuduz dalar mı dalar.<br />

Dırdıbıksız düğün olmaz.<br />

Dibi görülmedik sudan kayıkla geç.<br />

Dilenci bir olaydı, beslemek kolaydı.<br />

Dilenci küsmüş, kısmetini kesmiş.<br />

Dilim, başıma giydirirkilim.<br />

Dirgeni yiyen sıpa, birdaha gelmez sapa.<br />

Dirlik nerde, varlık orda.<br />

Dolu testi su almaz.<br />

Dosdoğru minarenin içi kıvrım kıvrım.<br />

Dost kazanırsan tut, düşman kazanırsan güt.<br />

Dost kazanmaya bak, düşmanı anan da doğurur.<br />

Dost yüze söyler.<br />

Dostla ye iç, alışveriş etme.<br />

Dört duvar sır içindir.<br />

Duvarın kulağı vardır.<br />

Düğünsüz ev olur, ölümsüz ev olmaz.<br />

Düşene tekme vuran çok olur.


Düşmanını küçük diye horsunma.<br />

Düştün bir boka, mis gibi koka.<br />

Düşün babam düşün, eşek mi alınır kışın?<br />

Ebe çok olunca, çocuk ya kör doğar ya şaşı.<br />

Eceli gelen it cami duvarına işer.<br />

Edepsizden edebini satın al.<br />

Ekici ol, bilici olma.<br />

Ekli kuyruk tez kopar.<br />

El adama arpa ekiverir, döner de sarpa ekiverir.<br />

El ağzına bakan karıyı tez boşar.<br />

Elan, düşman gayreti.<br />

El eliyle yılan tut, yarısını yalan tut.<br />

El için ağlayanın gözyaşı kurumaz.<br />

El terazi, göz mizan.<br />

Elde bulunan beyde bulunmaz.<br />

Eli uzundan, dili uzundan sakın.<br />

Elim gözüm, oğlum kızım.<br />

Elin ağzı torba değil ki büzesin.<br />

Elin dar olacağına, evin dar olsun.<br />

Elin elini öpeceğine kendi elini öp.<br />

Elinle ver, ayağınla al gel.<br />

Eltilerin hamamda bile bohçaları çekişir.<br />

Emanetin canı kıçında olur.<br />

Emek yerde kalmaz.<br />

Emmim dayım, hepsinden aldım payım.<br />

En murdar yerin kıçın, onu da yanında taşırsın.<br />

Enik büyür it olur, yavşak büyür bit olur.<br />

Er getirir, avrat yetirir.<br />

Er sel, avrat göl.<br />

Erkeğin iyisi evde kedi, dışarıda aslandır.<br />

Erkek eşeğin anırmazı olmaz.<br />

Eski altın tamına geçer.<br />

Eskisi olmayanın yenisi olmaz.<br />

Et giren eve dert girmez.<br />

Et kemiksiz olmaz.<br />

Et yiyen bezerir, soğan yiyen kızarır.<br />

Etme kulum bulursun, inleye inleye ölürsün.<br />

Ettim diye değil etmedim diye övün.<br />

Ev deliği, dev deliği.<br />

Evlat ekmeği, namert ekmeği.<br />

Evlat evlat olmaz, topuğuna kan değmeyince.<br />

Fakire nerden buldun, zengine nerden aldın derler.<br />

Gavurun ekmeğini yiyen kılıcını çalar.<br />

Gel bana birayak, geleyim sana iki ayak.<br />

Gelin kaynananın toprağından yaratılmış.<br />

Gençlikten kocalığa ömür sakla.<br />

Gitti beyler paşalar, itlere kaldı köşeler.


Gizli işin aşikar çocuğu olur.<br />

Gök gözlüden hayır gelmez.<br />

Göldeki balığa soğan doğranmaz.<br />

Gönlün sığdığı yere köy sığar.<br />

Gönül çabuk incinir.<br />

Gönül umduğuna küser.<br />

Gönülsüz işin gözsüz oğlu olur.<br />

Görek mi, sürek mi.<br />

Görgülü kuşlar gördüğünü işler.<br />

Görgüsüzün oğlu olmuş, nesini koparmış.<br />

Görünen dağın ardına tez varılır.<br />

Göz hasmını tanır.<br />

Gün arsızın, iş uğursuzun.<br />

Gün bulduğunu götürür.<br />

Gün olur ağlarsın, gün olur ağlatırsın.<br />

Güttüğü iki keçi, ıslığı dağı taşı tutuyor.<br />

Güvenme dayına, ekmek al yanına.<br />

Güzelliğin şartı on, dokuzu don.<br />

Hafif taşa göt silerler.<br />

Hak için kurban, küp için kavurma.<br />

Halının tozu biter, delinin sözü bitmez.<br />

Harç aldırır, borç sattırır.<br />

Hasta inlerken, sağlar ölür.<br />

Hasta yatan ölmemiş, vadesi gelen ölmüş.<br />

Her akıl bir olsa sürüye çoban bulunmaz.<br />

Her kuş alayıyla uçar.<br />

Herkesin kantarı belinde.<br />

Hileden onulsa şeytan onardı.<br />

Hilenin harmanı olmaz.<br />

İğne deliği kadar yerden, deve kadar soğuk girer.<br />

İki kişi konuşurken üçüncüye bok yemek düşer.<br />

İki taşar bir coşar, delinin aşı tez pişer.<br />

İnek danasını, oğlan anasını bilir.<br />

İnersin gönül inersin, attan eşeğe binersin, onu da bulamaz yayan yürürsün.<br />

İnsan eti ağırdır.<br />

İnsan kendini beğenmezse çatlar, ölür.<br />

İşin altında iş yatar.<br />

İşini bilmeyen çavuşlar, döner bokunu avuçlar.<br />

İşini bilmeyen kasap, ne bıçak kor ne masat.<br />

İşleyenden al, becerene ver.<br />

İşten artmaz, dişten artar.<br />

İt iti ısırmaz.<br />

İt yediği taşı bilir.<br />

İyiler dünyada kalmaz.<br />

İyilik iki baştan.<br />

Kabı ayrı olanın tadı ayrı olur.


Kar çiftçinin yorganıdır.<br />

Kargaya bokun kimya demişler, gitmiş denizin ortasına sıçmış.<br />

Karı hısımı alay bağlar, erkek hısımı sinek avlar.<br />

Karı zıkırtısından, damla tıpırtısından Allah korusun.<br />

Karıdır erkeği şişiren, yağdır ekmeği pişiren.<br />

Katma akıl kırk adım gider.<br />

Kazan kazan ver kazana.<br />

Kazanmayınca kazan kaynamaz.<br />

Keçinin uyuzu baş pınardan içer suyu.<br />

Kedi her zaman bal yemez.<br />

Kefen alıcı gözünün yaşından bellidir.<br />

Keller yağırlar birbirini ağırlar.<br />

Keser gitti sapı da gitsin.<br />

Kıç ıslanmayınca balık tutulmaz.<br />

Kıçı yere yakın olandan kork.<br />

Kırk serçeden börek olmaz, kaza bak kaza; dul karıdan heves alınmaz,<br />

kıza bak kıza.<br />

Kırk söz bir büyü yerine geçer.<br />

Kış kışlığını, puşt puştluğunu yapar.<br />

Kışın taşa, yazın yaşa oturma.<br />

Kız evi naz evi.<br />

Kız kalesi, kale kapısı.<br />

Kızdır nazdır, bin kese azdır.<br />

Kızın varsa el yatağında yatmasın, oğlun varsa el ekmeğini tatmasın.<br />

Kiminle adın çıkarsa, onunla canın çıksın.<br />

Koca öküz ölmeyince yeri belli olmaz.<br />

Koç yiğit götün götün bağ beller.<br />

Koçu kendine mal et de, taşağını öyle avuçla.<br />

Komşunun kötüsü mal sahibi eder.<br />

Koyunu güden kurdu görür.<br />

Köpek tanıdığına kuyruksallar.<br />

Köpek ürer, kendini yorar.<br />

Köroğlu adıyla kervan soyan çok olur.<br />

Körün taşı kelin başına.<br />

Köy delisiz, dağ çalısız olmaz.<br />

Kul azmadıkça, hak yazmaz.<br />

Kursak bulamacını arar.<br />

Kurt vurulmadan postu yüzülmez.<br />

Kuruya kurt düşmez.<br />

Kutlu gün doğuşundan bellidir.<br />

Küpler dururken küpecikler kırılır.<br />

Lohusanın kırk gün mezarı açık olur.<br />

Mal canın yongası.<br />

Mart içeri pire dışarı.<br />

Marttan sonra yağan durmaz, doğan ölmez.<br />

Mescite lazım olan camiye haramdır.


Nerde çalgı, orda kalgı.<br />

Oğlan yer oyuna gider, çoban yer koyuna gider.<br />

Oğlandır oktur bin kese çoktur.<br />

Olacak oğlak bokundan belli olur.<br />

Ödünç yiyen kesesinden yer.<br />

Öfkede akıl olmaz.<br />

Ölü de komşuyla, diri de.<br />

Ölüm yüz aklığıdır.<br />

Ölümden öte köy yok.<br />

Ölüsü olan bir gün, delisi olan her gün ağlar.<br />

Önce düzen, sonra kazan.<br />

Önce sınarlar, sonra kınarlar.<br />

Padişahın arkasından anasını söverler.<br />

Para akıl öğretir, elbise yürüyüş öğretir.<br />

Para dediğin el yüz kiri.<br />

Para kazandın tut, düşman kazandın güt.<br />

Pilici güzün sayalım.<br />

Rakıya verip anırma, tütüne verip savurma.<br />

Sabır sabır sonu kabir.<br />

Sağ gözden sol göze fayda yok.<br />

Serçeye çubuk bere.<br />

Sıçanın sidiği denize fayda.<br />

Sofrada elini, mecliste dilini tut.<br />

Soğuk dirhemle girer, okka okka çıkmaz.<br />

Sona kalan dona kalır.<br />

Sonunu düşünen yiğit olmaz.<br />

Sopayı yiyen sıpa, bir daha gelmez sapa.<br />

Söğüt gölgesi yiğit gölgesi.<br />

Sözü tok olanın kalbi pak olur.<br />

Suyun azgın olanından, insanın yere bakanından kork.<br />

Taş at da kolun açılsın.<br />

Taş ol da baş yar.<br />

Taş yerinde ağırdır.<br />

Tat kızın dilinden anası anlar.<br />

Tavuğum güzel olsun da yumurtlamazsa yumurtlamasın.<br />

Tavuk ağzından yumurtlar.<br />

Tek taştan duvar olmaz.<br />

Toku ağırlamak zordur.<br />

Turpu yemezsen de senede bir gün tarlasından geç.<br />

Turpun sıkından seyreği iyidir.<br />

Ummadığın taş baş yarar.<br />

Uyku uykuyu getirir.<br />

Ürmesini bilmeyen köpek sürüye kurt getirir.<br />

Vakti geçene sığır boku yama.<br />

Var el titremez.<br />

Veren eli kesmezler.<br />

Veren yengem iyidir.


Yaban köpeğin kuyruğu kışlı olur.<br />

Yap iyiliği, gör kemliği.<br />

Yatan taş yosun tutar.<br />

Yatanın çalışana borcu var.<br />

Yazın boku kışa katık.<br />

Yel esmezse yaprak kıpırdamaz.<br />

Yemekten sonra ya kırk adım atmalı, ya sırt üstü yatmalı.<br />

Yenecek aş kokusundan belli olur.<br />

Yengece neden yan yan yürüyorsun demişler, serde kabadayılık var demiş.<br />

Yeni bardak suyu soğuktur.<br />

Yere bakan yürek yakan.<br />

Yerli tavşanı yerli tazı avlar.<br />

Yiğidin anası tez ağlar.<br />

Yiğidin iyisine deli derler.<br />

Yola çıkan yolda kalmaz.<br />

Yürüyen yiğide yol dayanmaz.<br />

Yüzü yumuşak olanın, donunun ağı kurumaz.<br />

Yüzüne bak, sütünü sağ.<br />

ATATÜRK'ÜN <strong>EĞİRDİR</strong>'E GELİŞİ<br />

Atatürk 5 Mart 1930 da Eğirdir'e gelmiştir. Tren Demirköprü'nün üstünde<br />

durmuş, ordan gündoğumunu seyretmiştir. Eğirdir'e girmemiştir. Yanında Afet<br />

Hanım, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Orgeneral Fahrettin Altay, Emniyet Genel<br />

Müdürü Şükrü Sökmensüer, Prof.Dr.İsmail Hakkı Uzunçarşılı, yaveri Cevat Abbas<br />

vardı. Canada'nın tapusu armağan olarak sunulmuştur. Canada, ölümünden sonra<br />

kardeşi Makbule Atadan'a kalmış, o da başkasına satmış, daha sonra Belediyece<br />

istimlak edilerek park haline getirilmiştir.<br />

ATKI KOYMAK<br />

Halı dokurken düğüm sırasında geç kalanlar sıraya yetişemezler, geride<br />

kalırlar. Buna atkı koymak denir. Geride kalanlara şaka yollu türkü de söylenirdi.<br />

Asmam dikildi<br />

Suyum sıkıldı<br />

Atkı eşeğinden<br />

Canım sıkıldı.<br />

ATKI<br />

Halının yün düğümlerini tutmak için boydan boya atılan iplik.


ATTALUS PROSTAMENSİS<br />

381 yılında Prostanna'dan İstanbul'daki dini toplantıya katılan piskopostur.<br />

Prostanna'dan bir görünüş - Sivri ardı<br />

AY TUTULMASI<br />

Ay tutulduğu zaman Eğirdir göklerini teneke gürültüsü, havan sesleri kaplardı.<br />

Hatta silah bile atılırdı. Gürültü yaparak ayın tutulmasının engellendiği sanılırdı.<br />

Aslında bu inanç Ortaasya'dan taşıdığımız bir inançtır. Şamanizmde Yelbeğen adlı<br />

bir canavarın ayı yediği sanılır. Bu canavarı korkutup kaçırmak için bu gürültüler<br />

yapılır.<br />

Bu inanç müslümanlıktan sonra da bizde devam ede gelmiştir.<br />

AYASTEFANOS KİLİSESİ VE HACI OLMA YERİ<br />

Adanın kuzeydoğu ucundadır. 1800 başlarında eski, harap Sen Thedoros<br />

Kilisesinin yanına bugünkü özelliğiyle yapılmıştır. Rumlar kutsal anlamında "Aya",<br />

Avrupa devletleri "Sen" kelime sini kullanırlar. 360 yılında ceylan derisi üzerine<br />

yazılmış bir İncil'in bu kilisede bulunduğu söylenir. Büyük olasılıkla bu İncil Alman<br />

bilgin Hirschfield tarafından götürülmüştür. II. Dünya savaşında Berlin'de<br />

kaybolmuştur.<br />

1895 de bu yörelerde inceleme gezisi yapan F. Sarre, Ayastefanos'tan<br />

sözeder. Bu kiliseden pekçok değerli eserler alır, götürür. Ayrıca bir ikinci harap<br />

kiliseden de bahseder fakat ad vermez. Kilisenin 11-12.yüzyıldan kalma olduğunu<br />

yazar. Bu yukarıda adını verdiğimiz Sen Theodoros kilisesidir. Şimdi onun yerine<br />

okul yapılmıştır. Çevredeki kutsal yerler değerlendirilirse bu tarihin çok daha<br />

gerilere gitme ihtimali vardır.


Ayastefanos Kilisesi onarımdan önce 1990<br />

Kaynaklarda Epifanos (Euthymus) adı geçer. 787 de İznik II.İncil meclisine<br />

katılmıştır. Katılanların kaydında "Epiphanos: Limnai'de Hazreti Meryem<br />

manastırında baş rahip" notu vardır. Eğirdir gölünün adı Roma döneminde Limnai<br />

diye geçer. İhtimalle burada kastedilen Ada'daki en eski kilisedir.<br />

29 Nisan 1907 de buraya uğrayan Gertrude Bell, kilisenin arka bahçesinde<br />

bir kuyu olduğunu, suyunu içenin bütün hastalıklardan kurtulacağının söylendiğini<br />

yazar. Ada'nın yaşlıları çocukluklarında bu kuyunun şifasından yararlandıklarını<br />

söylerler. Şimdi bu kuyu okulun doğu dibindedir, korunmuş halde durmaktadır.<br />

Umarım Ada'mız sakinleri bu kuyunun turistik değerini verirler.<br />

Rumlar mezarlık olarak kilisenin çevresini kullanmışlardır. Mekan darlığı<br />

olunca eski mezarlardan çıkan kemikleri Ayastefanos kilisesinin batı kuzey<br />

köşesinden 34 metre uzağında olan kemik kuyusuna koymuşlardır. Şimdi alan<br />

düzenlendiği için kuyunun izi yoktur.<br />

Bu bilgilerden sonra bu kiliseye ziyarete gelenlerin nasıl Hacı olduklarını<br />

anlatmak istiyorum.<br />

Bâzı kaynaklara göre 15 Temmuz, bazı kaynaklara göre de 1 Eylül<br />

tarihinde Antalya'dan Denizli'ye kadar olan Rumlar buraya Hacı olmaya gelirlerdi.<br />

Hava ne olursa olsun büyük kayıklara binerler, Hoyran gölünün Gazire civarındaki<br />

küçük kiliseye ve oradaki azizlerin kaya mezarlarına ziyarete giderlerdi. Orada<br />

kayalara oyulmuş küçük kilisede ayin yaparlardı. Bu ayin iki gün sürerdi. Ayinden<br />

sonra Hacı olanlar Nis'e geri dönerlerdi. Bu olayı 2 Mayıs 1907 de Hacı olma yerini<br />

ziyaret eden Gertrude Bell adındaki hanım gezgin şöyle anlatır:<br />

"Sonra Hacı yerine ulaştık. Kıyıdan otuz metre kadar yükseklikte kutsal yer<br />

görünüyordu. Hac zamanı Eylül başıdır. Gelen Hacılar iki gün kalıp küçük kilisede<br />

ayin yaparlar."


Prof.W. M.Ramsey Anadolu'nun Tarihi Coğrafyası adlı eserinde buradan<br />

şöyle bahseder.<br />

"Bugün Hoyran gölünün kuzeydoğu sahilinde Gaziri adı verilen bir Türk<br />

köyünde, asırlardan beri yalnız Türklerle meskun havalinin ortasında Meryem'e<br />

mahsus bir küçük kilise vardır ki Psidya ve Lykaonia Hıristiyanlarının<br />

ziyaretgahıdır."<br />

Buraya Ada kahvesinde tespit ettiğim bir olayı eklemek istiyorum. Olay<br />

bana şöyle anlatıldı:<br />

"1952 yılı ya da 1953 yılında kilisenin kuzey tarafında ve dışında bir hafriyat<br />

yaparken bir çökme oldu. Büyük bir sandığın içinde Isa tasviri, Borazan öttüren<br />

çocuk, Şamdanlıklar, İstavrozlar, kutu içinde para, incili torbanın içinde para, sedef<br />

kakmalı sandık içinde kilise malları bulundu.<br />

Jandarma geldi. Belediye başkanı, zabıta memuru Muhacir Mustafa, savcı,<br />

başçavuş geldi. Bir hafta nöbet tutuldu. Çıkanlar zabıt tutularak teslim edildi. 73<br />

kilogram gümüş verildi."<br />

Olay esnasında orada olanlardan Enver Bozüyük, Mehmet Yüksel Güler,<br />

Kadir Aktaş, Hamdi Sönmez böyle anlattılar. Hacı Ahmet Coşar'ın da olabileceği<br />

söylenildi. Enver Bozüyük 15 gün sonra Belediye'ye gittiğinde büyük bir sandık<br />

içinde yukarıda adı geçen eserlerin durduğunu görmüş.<br />

Daha sonra kişisel soruşturmalarımda bunların nerede olduğunu<br />

öğrenemedim. 1930 larda kilisenin içinde gömülü bazı kilise mallarının bulunup<br />

alındığı duyumları vardır.<br />

Hoyran - Gaziredeki kayalara oyulmuş Aziz Meryem Kilisesi'nin gölden görünüşü<br />

'


Gaziredeki Aziz Meryem Kilisesi'nin<br />

tavanındaki Hz.lsa'nın resmi<br />

AYNALI KAVAK<br />

Aziz Meryem Kilisesi'nin sahillerinin gölden görünüşü<br />

Aziz Meryem Kilisesi'nin ve kaya<br />

mezarlarının gölden görünüşü<br />

Titreyen kavak da derler. Şimdiki subay gazinosunun bulunduğu yer ve<br />

çevresinde eskiden çok büyük bu ağaçlardan vardı. O mevkinin adı olarak da<br />

kullanılmıştır. Yazla'dadır. Cami ardındaki aynalıkavaklar 1950 lerde dikilmiştir.<br />

AZİZ ÇATALOĞLU<br />

Ispartalıdır. Eğirdir'in eski halıcılarındandır. Dürüst, iyi bir işletmeci idi.


BABA SULTAN<br />

B<br />

Baba Sultan Türbesi ve Eğirdir Gölü<br />

Şimdiye kadar Baba Sultan türbesi üzerine ayrıntılı çalışmayı Cemal Tosun<br />

yapmıştır. Onun Bektaşilik Tarihi, elyazması Bektaşilik Ziyaret Yerleri Risalesi,<br />

Murat Sertoğlu'nun On İki İmam adlı tefrikası, İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın Kitabeler<br />

adlı eseri ve ansiklopedilerden yaptığı incelemelere göre Baba Sultan'ın kimliği<br />

şöyledir; "Bektaşi tarikatının Çelebiler kolunun savlarına göre Baba Sultan Hacı<br />

Bektaş Veli'nin torunudur. Adı Mürsel'dir. Babası Hızır Lale Sultan'dır. O devirde din<br />

ulularının soyundan gelenlere Sultan denildiği için Mürsel'e de, Mürsel Sultan<br />

denilmiştir. Mürsel Sultan büyüdükçe Bektaşi tarikatının gerektirdiği bilgi ve töreleri<br />

kazanınca Baba unvanını almıştır. Sonradan adı kullanılmamış, Baba Sultan olarak<br />

anılmıştır. Bektaşi tarikatında Baba sözcüğü liderlik ifade eden bir unvandır. Baba<br />

Sultan Bektaşi tarikatının dördüncü halifesidir. 1357-1369 yılları arasında Bektaşi<br />

postunda oturmuştur. Halife bulunduğu sıralarda tarikatın ileri gelen ve güvenilir<br />

adamlarından Ebu Musa oğlu Şeyh İsa Deduki'yi Eğirdir'e gönderip bir zaviye<br />

yaptırmış ve kendi adını vermiştir.


Baba Sultan yaşlandığı vakit kendi adına yaptırdığı zaviyesine gelmiş, bir<br />

müddet sonra ölmüş, vasiyeti üzerine şimdiki türbesinin bulunduğu yere<br />

defnedilmiştir. Türbe sonradan yaptırılmıştır. İslamda kabirlere tarih ve isim<br />

yazılması yasak olduğundan ölüm tarihi ve isim yazılmamıştır. Tahminen ölümü<br />

1370 -1380 yılları arasındadır.<br />

Baba Sultan'ın bir askari mücahit olduğunu söyleyenler varsa da bu sözün<br />

dayanağı yoktur. Bu iddia vaktiyle türbede kılıç kalkan gibi bazı silahların<br />

bulunmasındandır. Bilindiği gibi Osmanlı ordusunun piyade askerleri yeniçerilerden<br />

oluşmuştu. Yeniçeriler çoğunlukla Bektaşi tarikatına kayıtlı oldukları için Bektaşi<br />

Babaları onların manevi lideri idi. Savaş zamanların askerlere maneviyat vermek<br />

için padişahlar Bektaşi Babalarını savaşa davet ederlerdi. İşte türbede görülen<br />

silahların sebebi budur. Cemal Tosun'un önemle vurguladığı nokta Baba Sultan<br />

türbesi yanında bulunan kitabe türbeye ait değildir, zaviyeye aittir.<br />

Böcüzade Süleyman Sami 1900 lerdeki Baba Sultan'ı anlatırken "Türbenin<br />

etrafında şeyhlere ve türbedarlara mahsus evler, misafir hücreleri, mutfak<br />

bulunmaktadır." der.<br />

Zorti Baha'nın türbesi de Baba Sultan türbesinin göl tarafında idi. 1926 da<br />

kapanıncaya kadar burada vakıf paralarıyla yoksullara yemek verilirdi. Bu konuda<br />

akrabam 1916 doğumlu Hasan <strong>Güngör</strong>'den duyduğum, ibret verici bir hikayeyi<br />

buraya eklemek istiyorum.<br />

"Baba Sultan'da yoksullara yemek verilirmiş. Ordaki bir kadın çıkrıkta ip<br />

eğirirken Barla'ya gitmek isteyen bir Rum soğuktan orada kalmak, karnını<br />

doyurmak istemiş, ip eğiren kadın "gavur" diye Rumu kovmuş, içeri almamış. Rum<br />

biraz uzaklaşınca Erenler kadının çıkrığını aldığı gibi göle atmış. Kadın kusurunu<br />

anlamış. Ardından koşup yalvar yakar Rumu almış gelmiş. Yemeğini yedirip, hizmet<br />

etmiş. İş bittikten sonra birde bakmış çıkrığı yerine konmuş..."<br />

BABASULTAN KÜPLERİ<br />

Bu küplerin bulunduğu yere Sakakhane de denirdi. Türbenin dağ tarafında,<br />

dağın kıyısında barakalar içinde 10-15 kadar küp vardı. Bu büyük küpleri Baba<br />

Sultan Türbesiyle ilgilenenler, hayırseverler sabahın erken saatlerinde gölden<br />

doldururlardı. Bu küplerdeki sular daima soğuk olurdu. Sebebi buradaki fay<br />

yarıklarından soğuk havanın gelmesidir. Uzun bir süre bu fay yarıklarına<br />

kanalizasyon akıntısı verilmiştir.<br />

BABASULTAN ZAVİYESİ<br />

Bektaşi tarikatı kurulduktan sonra tarikatın ileri gelenleri Anadolunun çeşitli<br />

yerlerinde tarikatlarını yaymak için zaviyeler açmışlardır. Buralarda yoksulları<br />

doyurmuşlar, hem amaçları doğrultusunda eğitim vermişlerdir. O çağda Eğirdir<br />

bilim merkezlerinden biri olduğu için Baba Sultan'ın gözde adamlarından Ebu<br />

Musa oğlu Şeyh İsa Deduki'ye Eğirdir'de bir zaviye açma görevi verilmiştir. Deduk,<br />

Hazar denizinin kıyı şehirlerinden biridir. Şeyh İsa Deduki Eğirdir'e gelmiş,<br />

Hamidoğlu II.İlyas Beyle görüşüp 1357 yılında zaviyeyi tamamlamıştır. Zaviyeye de<br />

tarikatın başı Baba Sultan'ın adı verilmiştir. İlyas Bey zaviyenin yerini ve katranlık<br />

bölgesini bağışlamıştır. Timur'dan sonra bu yöreler Karamanoğullarının eline


geçince Karamanoğlu Ali Bey 1407 yılında zaviyeye hayli arazi vakfetmiştir. 1413<br />

tarihinde Eğirdir tekrar Osmanlıların eline geçince bir komutan olan Pir Hüseyin Bey<br />

de 1420 yılında büyük çapta bir arazi vakfetmiştir. Şimdi burada bir kitabe vardır.<br />

Zaviyeye ait olup türbede yatana ait olmayan bu kitabenin türkçesi Cemal Tosun'un<br />

okuyuşuna göre şöyledir;<br />

"Alemlerin rabbı olan Ulu Tanrıya ve sena ve onun resulü peygamberimiz<br />

Muhammed ve onun sülalesi ve temiz adamları ve sahabelerine salat ve selamdan<br />

sonra beyan eylerim ki bu Buk'a Hamidoğullarından büyük ve güçlü emir<br />

Hüsamettin İlyas Bey zamanında ve onun büyük yardımlarıyla 759 hicret<br />

senesinde Allanın merhametine muhtaç fakir kulu Ebu Musa Oğlu İsa Deduki<br />

tarafından yaptırılmıştır. Büyük Emirin yardımlarını Allah mübarek eylesin."<br />

Baba Sultan zaviyesi yeniçeri ocaklarının dağıtılmasıyla bütün yurtta olduğu<br />

gibi burda da kaldırılmıştır. Tanzimat fermanından sonra tekrar faaliyete geçirilmişse<br />

de Cumhuriyet devrinde kanunla tekkeler kapatılınca burası da kapanmıştır.<br />

Şimdi olmayan Baba Sultan zaviyesi hakkında Cemal Tosun bu bilgileri verir.<br />

BAPRALIK<br />

Köprübaşı'na varmadan dağla göl arasında kalan yere denirdi. Bataklık idi.<br />

Durgun olduğu için balık, kurbağa çok olurdu. Alan süsenlerle kaplı idi. Eğirdir'in<br />

inekleri çoğunlukla orda otlardı. Bahar başında süsenler sapsarı çiçek açınca çok<br />

güzel bir manzara olurdu. Bağdan ikindin Eğirdir'e dönüşte onbinlerce kurbağa<br />

seslerinden yer gök inlerdi.<br />

O zaman büyüklerimizin dediğine göre kurbağalar, "Yaz gelsin de bir çardak<br />

yaptırayım." diye vıraklarlarmış. Eğirdirlinin ağzında burayla ilgili bir espri bile vardı.<br />

Bir kişi yapacağı bir işte aşırı hayalci olursa:<br />

"Babralıktaki inekler Ummaaa diye bağırıyor." derlerdi. Şimdi o alanın<br />

ortasından karayolu geçiyor. Kuzeyinde Su Ürünleri Araştırma Enstitüsü,<br />

güneyinde Su Ürünleri Fakültesi yer alıyor.


BAĞA<br />

Guatr hastalığına verilen addır. Geçmişte yöremizde yaygın bir hastalıktı.<br />

BALÇIKLI<br />

Eğirdir'de geniş bir sülaledir. 1877 Plevne muhasarası ve<br />

yenilgisinden sonra Ruslar Balkanlara sarkmaya başlayınca anayurta<br />

Rusçuk'tan Pazarcık'tan, Hazergrad dolaylarındaki Balçık'dan göçler oldu.<br />

Bu arada Isparta'ya yerleşenler olduğu gibi çevresinde de köyler kuruldu.<br />

Eğirdir'de böyle anılanlar bu göç dalgasıyla gelenlerin torunlarıdır. Böcüzade<br />

Süleyman Sami'nin verdiği bilgiye göre bu kurulan köyler Senir yakınlarında<br />

Cedit, Çığrı yaylasında Başmakçı, Eber cihetinde Kavakalanı, Ümraniye,<br />

Kılıç köyü yakınlarında Hazergrad'dır. Balçık'ın bugünkü adı Karvuna'dır.<br />

Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Balçık kasabasını şöyle anlatır.<br />

"Balçık Varna'nın kuzeyinde, Karadeniz kıyısında bir Deliorman kasabasıdır.<br />

Yalçın kayalı biryüksek dağın eteğindedir. 500 hanedir. Gemiler girer çıkar."<br />

Geçmişte Hıristiyanlaşmış bir Türk ailesinden gelen Balık Bey bu<br />

bölgede Gagavuz Devleti kurmuş, Balçık (Karvuna) şehrini de devletin<br />

başkenti yapmıştır. Resmi dini Hıristiyanlık idi.<br />

BALIK EYLEMEK<br />

Balığı temizleyip pişecek hale getirme işi.<br />

BALIK YEMLERİ<br />

Sülük, solucan, suyun içinde güneşte şişmiş buğday tanesi, yengeç,<br />

bilhassa yumuşak yengeç, kerevit, ekmek içi, dut, danaburnudur. Sudak<br />

balığının göle atılmasından sonra kendi etiyle avlanmıştır. Daha sonraları<br />

susam, haşhaş küspesiyle çapak da avlanmıştır.<br />

BARLA<br />

Bir Roma askeri garnizonu olarak kurulduğu ifade edilir. Antik adı Parlais'tir.<br />

Bedre köyü yakınlarda Prostanna ile Parlais'in sınırlarını belli eden bir yazı vardır.<br />

Yerleşimin eskiliği bakımından önemlidir. Toprağı verimsiz olduğu için insanları<br />

Ankara'da, İstanbul'da çoğu tuhafiye, konfeksiyon, tekstil üzerine iş kurmuşlardır.<br />

Dışa açılışlarının tarihi eskidir. Değerli ilim adamları yetiştirmiştir. İstanbul'da bir<br />

zamanlar bir yerde bir kişiyle karşılaştım;<br />

"Nerelisin?" dedi.<br />

"Eğirdirliyim." dedim.<br />

"Barlalı değilsin ya.." dedi. Ben: "Değilim." dedim.<br />

"Aman Barlalı olma.." dedi.<br />

"Neden?" dedim. "Barlalılar iyi insanlardır."


"Elbette.." dedi. "Kim ki Isparta'nın Eğirdir'in Barla'sından, cin eker, Şeytan biçer<br />

tarlasından.." diye ekledi. Herhalde o kişi bana Barlalıların ticari başarılarını anlatmak<br />

istedi.<br />

BAŞŞAK<br />

Üzüm, ceviz, badem toplandıktan sonra asmada, ağaçta kalanlara denir.<br />

Bunları toplamak hırsızlık sayılmazdı. Bu toplama işini daha çok çocuklar yapardı.<br />

BATIL İNANÇLAR<br />

Aniden titreyeni Azrail yoklamış demektir.<br />

Ateşin üstüne işenmez, şeytan çarpar.<br />

Ateşle oynayan çocuk yatağa işer.<br />

Avın kanı silaha sürülürse avcının şansı açık olur.<br />

Ayağını sürüyerek gidersen gittiğin yere ardından misafir gelir.<br />

Ayak üstünden atlanırsa ayak sahibinin boyu kısa kalır.<br />

Başının tepesinde iki saç dönemeci olan iki kez evlenir.<br />

Birkişinin kulağı çınlarsa biri onu anıyordemektir.<br />

Birbirine soğuk su serpenin araları da soğur.<br />

Birşeyi ters giyenin işi de ters gider.<br />

Çocuğun düşen göbeği evin içine saklanırsa çocuk evine düşkün olur.<br />

Çocuk apalarsa misafir gelir.<br />

Çok esneyene nazar değmiş demektir.<br />

Damda karga öterse eve haber var demektir.<br />

Düşünde diş çektirenin evinden ölü çıkar.<br />

Ebemkuşağının altından isteyerek geçen kızsa erkek, erkekse kız olur.<br />

Ekmeğin yanığını yiyenin nişanlısı güzel olur.<br />

Eller göğüste bağlanırsa baht bağlanır.<br />

Evin çevresinde bir köpek uzun uzun ulursa o evden ölü çıkar.<br />

Evin damında baykuş öterse o evden ölü çıkar<br />

Gece sakız çiğnemek ölü eti çiğnemektir.<br />

Gece tırnak kesmek uğursuzluk getirir.<br />

Gök gözlüden hayır gelmez.<br />

Göle taş atılırsa ahirette kirpikle çıkarılır.<br />

Islık çalarsan şeytanlar başına toplanır.<br />

ilk yağan kar kurtlu olur, yenmez.<br />

Kapı eşiğinde oturanı şeytan çarpar.<br />

Kedi eliyle yüzünü yıkarken kulağından aşırırsa eve misafir gelir.<br />

Kediyi öldüren yedi cami yapsa günahını ödeyemez.<br />

Kırk perşembe çamaşır yıkayan ev sahibi olur.<br />

Kurbağaya dokunursan elin siğil olur.<br />

Kuyuya eğilip bakarsan şeytanlar çeker.<br />

Küçük çocuk bacaklarının arasından bakarsa misafir gelir.<br />

Mavi boncuk takılan çocuğa nazar değmez.<br />

Meyva vermeyen ağaçlar balta ile korkutulursa meyva verirler.<br />

Odun ocakta yanarken alevli bir tıslama yaparsa onu biri arıyor demektir.<br />

Ölünün karnının üstüne demir konursa ölü şişmez.<br />

Ön dişlerinin arası açık olan şanslı olur.<br />

Sabahları soldan kalkanın işi rast gitmez.


Sabun elden alınırsa kavga olur. Bir yere konulup ordan alınmalıdır.<br />

Sağ gözün seyremesi sağlık sol gözün seyremesi varlıktır.<br />

Sakız çiğneyen erkeğin bıyığı eğri biter.<br />

Satış yaparken ilk müşterinin parası yere atılıp alınır ya da sakala sıvazlanırsa o günün<br />

satışı iyi olur.<br />

Sıcak küle su dökersen şeytanlar çarpar.<br />

Sigara yandan yanarsa yolculuk var demektir.<br />

Sofrada dize ekmek koymak günahtır.<br />

Sofrada elindeki ekmeği bitirmezsen ayağını köpek kapar.<br />

Soğan kabuğu çöpe atılmaz.şeytanların parasıdır.<br />

Tava dibi sıyıranın düğününde karyağar.<br />

Tırnakta aklık olursa bir kısmet var demektir.<br />

Tütsü nazarı engeller.<br />

Vızıltılı iri bir kara böcek eve girerse müjde var demektir.<br />

Yemek üstü geleni kaynanası seviyor demektir.<br />

Yemekten sonra bulaşıklar çok bekletilirse şeytanlar yalar.<br />

Yılanın ayağını gören cennetlik olur.<br />

Yılanın kuyruğu yıldız görünceye kadar ölmez.<br />

Yıldız kayarken dilek tutarsan dileğin olur.<br />

Yolcunun ardından su dökülürse su gibi kayar gider.<br />

BAYBOĞAN<br />

Konnebucağı'ndan Konya yoluna çıkarken solda kalan yarımadaya denir.<br />

Eğirdirli ve pek çok kişiler konum olarak buranın yeni bir yerleşim yeri olabileceğini<br />

düşünmektedirler. Doğal durumu, anayol üstü, elektrik enerjisine yakınlığı,<br />

Konnesuyu'na yakınlığı, kanalizasyon sorununun kolay çözülecek şekilde olması<br />

böyle bir düşüncenin doğmasına sebep olmuştur. Yakın geçmişte Orman Bakanlığı<br />

burayı ağaçlandırdı.<br />

Bayboğan dolaylarından Eğirdir'in görünüşü


BATTEA<br />

Eğirdir gölü kuzeyinde bulunan, yeri tam saptanamayan bir ilk çağ köyü.<br />

BAZIMA<br />

Bazlama demektir. Sac üstünde pişirilen bir parmak kalınlığında yuvarlak<br />

ekmek. Mayalı olur. Hamuru da, iyi pişmesi için biraz cıvık olur.<br />

BEDEVRE<br />

Keklik avlamak için yapılan bir çeşit tuzak. Bir dikdörtgen çerçeveye iki<br />

parçalı kapak yapılır. Kıl ip arasına alınarak burkulur. Üzerine basıldığında kapak<br />

aşağı açılır. Basan kuş içine düşünce burkulmuş ipin özelliğiyle kapak kapanır. Bu<br />

düzenek kekliklerin geçtiği yerlere, su başlarına kazılan bir çukurun üzerine<br />

yerleştirilir, av yapılır.<br />

BEDRE<br />

Eğirdir gölünün batısında bir köydür. Şimdi adı Gökçeköy oldu. Eskiden<br />

karpuzuyla meşhurdu. Yolu kötü olduğu için karpuzu kayıkla getirirlerdi. Biz<br />

çocuklar da elden ele birkaç karpuz karşılığı Pazar yerine aktarırdık.<br />

BEHRİL DİVANE<br />

Sorumsuzca, serserice yaşayanlara denir. Harun Reşit zamanında yaşamış<br />

bir Behlül Dane vardır. Bizim Nasrettin Hoca'ya benzer... Sanıyorum bu söz, bu<br />

kültürün halk diline girmiş biçimidir. Tarikata kendini vermiş, dünyayı<br />

umursamayan, hiçbir şeyi olmayanlara da denir.<br />

BEKİR TÜRK<br />

1908 yılında Eğirdir'de doğdu. Kale mahallesindeki Şavkular<br />

sülalesindendir. Şevki Efendi ve Adile hanımın çocuğudur. İzmir Öğretmen Okulunu<br />

bitirip 1929 yılında öğretmen oldu. Otuz yedi yıl çalıştı. 1972 yılında Isparta'da öldü.<br />

Şiirlerinden ikisi aşağıdadır;<br />

Gün Batarken<br />

Enginde bir güzel can atıyorken<br />

Ölümü düşünmek günah mı bilmem<br />

Suları bir hançer kanatıyorken,<br />

Gönlüme çökecek bin ah mı bilmem<br />

Hicran havasıyla estikçe yeller<br />

Akıyor sulara ölgün emeller<br />

Sarışın başından uzanan teller<br />

Gözüme bir hazin nigâh mı bilmem


Ufuklar bir derin hayale daldı<br />

Enginde yükselen dağlar alçaldı<br />

Gözlerim kararan vadide kaldı<br />

Gönüller arası penah mı bilmem<br />

Çekildi ufkumdan o sevinç kızı<br />

Akıyor içime bir siyah sızı<br />

Görmesin göklerde gönül yıldızı<br />

Gözler de gönül de siyah mı bilmem<br />

Dalgalar<br />

Dalgalar gölde saklı<br />

Bir mavi tülde saklı<br />

Rüzgârlar estirince<br />

Başından gider aklı<br />

Dalgalar kabarmada<br />

Esinti var havada<br />

Hücuma uğradı bak<br />

Canada Yeşilada<br />

Dalgalar arka arka<br />

Gelirlerdüşe kalka<br />

Kumlara çakıllara<br />

Bu çalım bu fiyaka<br />

Dalgalar dalgalanır<br />

Çalkanır havalanır<br />

Korkmayın çekinmeyin<br />

Dalgalar bizi tanır<br />

Dalgalar coşar gelir<br />

Ufuklar aşar gelir<br />

Hırslanır öfkelenir<br />

Sahile hep serilir<br />

BELİK BAHÇE<br />

Kale kapısından girince Devran Dededen sonraki sağ boşluğa denirdi. Kale<br />

mahallesinin güney yönü doldurulduktan sonra bu ad kullanılmaz oldu. Bu mahallenin<br />

çocuğu olduğum için oyunlarımızın çoğunu orda oynardık. Çünkü mahallede<br />

ordan geniş yer yoktu. "Belik" kelimesi Divanü-Lügat-it-Türk'te "Armağan" anlamındadır.<br />

BELTAŞI<br />

Eski yazla yolunun en yüksek yerinden yazla tarafına inerken sol taraftaki<br />

dik kayaların altında odamsı bir boşluk vardır.Buraya Beltaşı denirdi. Beli ağrıyanlar


yerden birkaç çöp alıp kırar, bu boşluğun bir köşesine koyar, arkaya doğru yatar,<br />

belini birkaç kez zorlardı. Böyle yapıldığı zaman bel ağrılarının geçeceğine<br />

inanılırdı. Şimdi yol doldurulunca bu boşluk nerdeyse yol hizasıyla olmuştur.<br />

BENEK<br />

Armağan. Örneğin; "Arkadaşıma bir benek verdim." Divanü-Lügat-it-Türk'te<br />

"Belek" olarak geçiyor.<br />

BEREKET DEDE<br />

Karçınzade Süleyman Şükrü'nün Seyahat-ı Kübra adlı eserinde verdiği<br />

bilgiye göre Bereket Dede mevlevidir. Şehir içinde türbesi vardır. Nerede olduğu<br />

tesbit edilemedi.<br />

BESDEL (pestil)<br />

Pekmez belirli bir ölçüde daha kaynatılarak koyulaştırılırsa Pestil olur. Şırası<br />

pekmez toprağıyla işlem gören tatlı besdel, toprak katılmayan ise ekşi besdel olur.<br />

Ekşi besdel eritilerek pilav yerken, benzer durumlarda komposto gibi içilir.<br />

Besdel ve pekmez baş parmakla işaret parmağı birleştirilerek bir leğende<br />

döğülürse rengi bal rengine döner. Bunun için besdel ve pekmez yapıldıktan sonra<br />

leğenlere konur, akşamları keliflerde komşu hısım böylece doğulur, bal rengi<br />

aldırılırdı.<br />

BEYGİR HÜSNÜ<br />

Çok güçlü, iyi niyetli bir adamdı. Yoksuldu. Evinin geçimini sağlamak için en<br />

ağır yükleri taşırdı. Sırtından yük semeri eksik olmazdı. Ramazanlarda da davul<br />

çalardı. Ritmi çok güzel, başarılıydı. Tok sesiyle manileri türküleştirerek söylerdi.<br />

Hemşehriler, ondan sonra ramazanda davul çalanların hiçbirinin onun yerini<br />

tutamadığını söylerler. Onun aklımda kalan manilerinden ikisini yazıyorum.<br />

Şekerim var ezilecek Has<br />

dülbentten süzülecek Çok<br />

bekletme güzel beyim Çok<br />

yerim var gezilecek<br />

Aşağı cami direk ister<br />

Söylemeye yürek ister. Benim<br />

karnım toktur amma<br />

Arkadaşım börek ister<br />

BEZ BAĞLAMAK<br />

Bir dilek, bir hastalık nedeniyle dileğin kabul olunması için su başlarına,<br />

kutsal yerlere ve yakınındaki ağaçlara bez bağlanır. Şamanizm inancına göre<br />

onların ruhlarına saygı duyup, onlardan yardım dilemek amacı taşır. Türkler


müslüman olduktan sonra bu geleneklerini bırakmamışlardır. Pınar pazarındaki<br />

pınarın üstünde bulunan ağaçlara, Eğirdir ve Yazla'daki türbelere bez parçası<br />

bağlanırdı. Şimdilerde böyle bir durum yoktur,<br />

BICIGAN<br />

El ve ayakta derilerin yarılarak kan çıkma durumlarına denir.<br />

BICILGAN OTU<br />

Geniş yapraklı uzun çayıra benzeyen bir ottur. Nemli ve sulak yerlerde<br />

bulunur. Dört beş yaprak birleştirilerek bükülür, hasır ipi haline getirilir, hasır<br />

dokumada kullanılır. Dikkat edilmezse eli jilet gibi keser.<br />

BICIRGAN<br />

Bilimsel adı Preissensia polymorpha'dır. Gıcırgan da derler. Su içindeki<br />

kayaların üzerinde olurdu. Küçük tatlı su midyeleridir. Dikkat etmediğimizde<br />

yürürken ayaklarımızı keserlerdi. Balıkların besin kaynağı idi. Deterjan olayından<br />

sonra gölde görünmez oldular. Balıklarda...<br />

BİDDAK<br />

Çocukluğumdan hatırlıyorum. Giyimine, temizliğine dikkat etmeyen<br />

dilenen yaşlı, kirli bir kadındı. Öyle olanlara adı deyim olarak kalmıştır. Hatta kız<br />

çocuklarını seven yaşlılar "Biddak" diye severlerdi. Nedeni, çocuğa övücü sözler<br />

söylenirse nazar değeceğine inanılır. Hâlâ çocukları "Çirkin" diye severler.<br />

BİLMECELER<br />

Çocukluk günlerimde kış gecelerinde birbirimize sorduğumuz<br />

bilmecelerden aklımda kalanlarını yazıyorum.<br />

Het dedim<br />

Hut dedim<br />

Kapı ardına yat dedim. Süpürge<br />

Dağdan attım ölmedi<br />

Taştan attım ölmedi<br />

Suya attım oluverdi Kağıt<br />

Hep hepi içinde<br />

Kafası dışında Çivi<br />

Dam başında<br />

Bir top bezim var Yuvga taşı


Melemez melemez<br />

Ocak başına gelemez Sadeyağ<br />

Kapı ardında pekmez<br />

Süpürürüm süpürürüm gitmez Güneş<br />

İbici<br />

Burnu eğrici Tahra<br />

Dağdan gelir taştan gelir<br />

Ardı açık enişten gelir Keçi<br />

Kayada kalbur aslı Kulak<br />

Yedi delikli tokmak<br />

Bunu bilmeyen ahmak Kafa<br />

Sarıdır safran gibi<br />

Okunur Kur'an gibi<br />

Ya bunu bileceksin<br />

Ya bu gece öleceksin Altın<br />

Ben giderim o gider<br />

Para para iz eder Baston<br />

Anasını sattığımın gâvuru<br />

Kulağına bassam bağırır Tüfek<br />

Altı mermer üstü mermer<br />

içinde bir gelin oynar Ağız ve Dil<br />

Biz biz idik<br />

Otuz iki kız idik<br />

Ezildik büzüldük<br />

Bir sıraya dizildik Dişler<br />

BİR <strong>EĞİRDİR</strong> TATLISI<br />

Çarşı fırınından çıkan sıcak bir ekmeğin karnı yarılır; içine oğularak tahin<br />

helvası konur, tekrar fırına verilir. Helva eriyip ekmeğe sindikten sonra fırından<br />

çıkarılır, yenir. Eski Eğirdir geleneklerinden biridir.<br />

BİŞİ<br />

Orta büyüklükte kalın yuvarlak bir hamurun kızgın bol yağda kızartılmasıyla<br />

yapılan mayalı bir çeşit börektir. Bişi hayırlı işlerin ardından, ölenlerin ardından,<br />

kazalardan sonra Tanrı'ya şükran sunmak için yapılır. Kişi seçmeden, gelen geçen,<br />

uzak yakın herkese dağıtılır.


BOKLUTAŞ<br />

Kemik Hastalıkları Hastanesi ile Kapılar arasının gölden yana olan<br />

büklüme denir. Eskiden burada dağdan yuvarlanmış 30-40 tonluk taşlar vardı. O<br />

zamanlar bağlara yürüyerek sabahleyin gidilir, ikindin yürüyerek dönülürdü. Ne<br />

hikmetse sabah giderken ve ikindin dönerken çoğu kişiler göl kıyısındaki bu taşların<br />

ardında abdest bozarlardı. O mevki de bu nedenle bu adla anılır.<br />

BOKYEDİBAŞI<br />

Olmuş işi bozmaya çalışana denir. Bazen olayda doğru davranan kişiye,<br />

işine gelmeyenler kötülemek için de söylerler.<br />

BOSTAN KABAĞI<br />

Çok iri olduğu halde kartlaşmaz, çekirdeği süt kalır. Süt ve tereyağla<br />

pişerse çok lezzetli olur. Sanırım kültürü Türkmenistan'dan gelmedir. Anadolunun<br />

çok yerini gezdim, bu kabak türünü görmedim.<br />

BOYALI<br />

Bugünkü adı Büyükgökçeli olan Findos'un doğu tepesinin ardında bacak<br />

kalınlığında bir su çıkar. Pınarın alt tarafında çok yaşlı bir karadut ağacı ve tapınak<br />

denebilecek kalıntılar vardır. 1850 lerden sonra bu mevki Eğirdirli Rıza Efendinin<br />

çiftliği olmuştur. 1873 te Eğirdir'de Rüştiyenin açılmasında bu kişinin yardımları<br />

olmuştur. Çiftlik evi tapınak kalıntısının üstüne yapılmıştır. 458 tarihli kilise<br />

kayıtlarında Findos'ta bir piskoposluk olduğu yazılıdır. Bu kalıntının bununla ilgili<br />

olduğu, Boyalı adının da resimli kiliseden kaldığı akla geliyor.<br />

BOYALI-BARLA<br />

Şimdi mahalle olmuş eski bir çiftlik adıdır.<br />

BOZLUVA<br />

"Boğazova"nın bozulmuş şeklidir. Boğaz sözcüğü genelde bileşik kelime<br />

olduğu zaman "Boz" şekline dönüşüyor. Boğazın önü'nün "Bozanönü" olduğu gibi.<br />

Boğazova'nın çevresinde 6-7 bin yıllık yerleşim izleri vardır. Bilhassa<br />

Konnebucağı, Meseyin, Pınarpazarı, Sarıcıkarası dolaylarında görülür. İki üç metre<br />

toprak altında Roma dönemi kalıntılarına da rastlanır. Verimli bir toprak olduğu için<br />

Arih öncesi ve tarih boyunca yararlanılmıştır. Göl kıyısında üç dört yerde büyük<br />

yapıların temelleri vardır. Zamanla dolan göl tabanının sonucu suların yükselmesiyle<br />

Boğazova sular altında kalmış, tarım yapılamaz hale gelmiştir. Boğazova'yı bu<br />

durumdan kurtarmak için bazı teşebbüsler yapılmıştır. Bu teşebbüslerden bilinen<br />

ilki 1567 yılında olmuştur. Ama sonuçsuz kalmıştır. İkinci meşrutiyette Eğirdir'den<br />

mebus seçilen Hacı Burhan 1910 larda bataklığı kurutmak için bir teşebbüste<br />

bulunduysa da sonuç alınamamıştır. 1952 yılında kanal açılıp "Irmak" kontrol altına<br />

alınmıştır.


BÖCÜ BÖRTÜ<br />

Boğazova'dan Sivri'nin görünüşü<br />

Böcekler ve kurtlar demektir.Burada kurt sözüyle kelebek larvaları anlatılır.<br />

Eski Türk dilinde Börte; hayvan, kurt anlamında kullanılır.<br />

BUNALTMA ÇUBUK<br />

Dikilecek asma türünün güçlülerinden 60-70cm kadar uzunlukta kesilir. Bir<br />

demet yapılır. Bir çuvala ya da hasıra sarılıp bir çukura gözlerinin yönü aşağı<br />

gelecek şekilde gömülür, kümbet yapılır. Bir süre sonra köklenince asma çukuruna<br />

dikilir.<br />

BURCU BEY HAMAMI<br />

Yazla hamamı da denirdi. Şimdiki yangın evlerinin olduğu yerdeydi. Biraz<br />

üstünde bilek kalınlığında buz gibi bir su akan pınar vardı. 1480 lerden sonraki<br />

kayıtlarda Burcu Bey Zaviyesinin Burcu Hamamı olarak adı geçiyor. Kullanıldığını<br />

bilen yoktur. 1430 lardan sonra yapıldığını sanıyorum. Orta büyüklükte tuğla ve<br />

harçla yapılmış bir hamamdı. 1950lerde yıkıldı<br />

Karçınzade Süleyman Şükrü eserinde bu hamamdan bakımsız, işlemez<br />

durumda diye bahseder. Buna göre 1880 yılından önce işlemez olduğu anlaşılıyor.<br />

Bazı kaynaklarda "Buzcu" diye yazıyorsa da biz çocukluğumuzdan beri bu<br />

zaviyenin olduğu evde oturanlara "Burcular" deriz.<br />

BURCU BEY<br />

Eğirdir, Osmanlı yönetimine geçtikten sonra birçok yöneticiler gelmiştir. Bu<br />

yöneticilerden biri Hızır Bey ya da Hızır Ağa dır. Bu Hızır Bey, Şeyhülislam Berdai'yi<br />

Hacda Eğirdir'e davet eden kişidir. Burcu Bey de Hızır Beyin çevresindeki<br />

kumandanlardan biri olabilir. Ün dergisinde Turan Dağlıoğlu'nun "Hızır Bey<br />

Vakfiyesi" adlı yazısında Burcu Beyin adı geçer.


Hızır Bey 1429 tarihli vakfiyede birçok mallarını Şeyhülislam Berdai<br />

zaviyesinin o günkü mütevellisi olan Pir Muhammet Hoyi ve evlatlarına vakfettikten<br />

sonra imzalayanların arasında Burcu Beyin de adı vardır.<br />

Burcu beyin Yazla’da Hangah altında bir evin bahçesinde basit bir türbesi<br />

vardı. Evde oturanlara da "Burcular" denirdi. Sanıyorum bu ev Burcu Bey<br />

zaviyesinin kalıntısı idi. Burcu Bey bir zaviye kurmuş; bu zaviyenin üzerine de<br />

Gönen'deki Kavacık köyü, Avşar'daki Suluköy, Sevinçbey'deki bazı bağlarını<br />

vakfetmiştir. Ayrıca Burcu Bey hamamından hisse aldığı yazılıdır. Bu hamamdan<br />

Zorti Baba için eski kayıtlarda "Burcu Bey hamamından pay alıyor." sözü geçiyor.<br />

Bir burcu mescidi de olduğu kayıtlarda vardır. Bu mescide Burdur'da on dükkan<br />

bağışlıydı. Burcu Bey türbesi 1970 lerde kaldırılarak Belediye yangın evleri yapıldı.<br />

Burcu hamamı 1945 lerde harap halde idi. İçinde oynardık. Bol kireç harçlı ve<br />

tuğlayla yapılmış orta büyüklükte bir hamamdı.<br />

BURHAN<br />

Türklerin bir bölümü, başta Uygurlar müslüman olmadan önce Budist idiler.<br />

Din etkisiyle çocuklarına Buda'nın adını koyarlardı. Türk'lere Buda adı, "Burhan"<br />

şeklinde geçmiştir. Hazreti Muhammed adının Mehmet, Ahmet, Mahmut, Mahmat<br />

olarak geçmesi gibi.<br />

BUZ SÜRMESİ<br />

Bazı yıllar göl 40-50cm donar. Marta doğru erimeye başlayınca parçalanan<br />

buzlar dalgalarla kıyılara yığılır. Öyle olur ki sedler haline gelir, muazzam bir güç<br />

oluştururlar. Kıyıdaki büyük ağaçları bile kökünden kazır, çatmaları parçalarlar.<br />

Buna buz sürmesi denir. 1949 yılındaki böyle bir donda buz sürmesi sonucu çok<br />

1949 yılında buz tutan göl üstünde karşı dağlardan odun<br />

getirenler Canada'nın güney açıklarında görülüyorlar<br />

büyük çınar ağaçları zarar gördü.


BUZATI<br />

Göl kalın donduğu zamanlarda kullanılan bir araçtır. Bir insanın bağdaş<br />

kurup ya da diz üstü oturabileceği büyüklükte alçak bir iskemledir. Ön tarafı<br />

yukarıya meyillidir. En altına buzda süratle kayması için kemik yerleştirilir.<br />

Söylenilene göre en iyi kemik köpek kemiği imiş. Üzerine oturulduktan sonra uçları<br />

sivri demirli iki değnekle ki buna "mizmile" derler itilerek, buz üstünde süratle gidilir.<br />

Bunun biraz daha büyüğü yapılarak karşı dağ kıyılarından odun getirildiği<br />

olur. 1949 yılındaki büyük donda bu olayları gördüm.<br />

Ortaasyadaki Hakas Türkleri bölgesinde benzer şekilde buzlu arazide<br />

gittikleri Radolfun kitabında bahsedilmektedir.<br />

BÜTÜNET<br />

1949 yılında Camiardı açıklarında buz tutan göl üstünde<br />

buzatı'yla gezen Eğirdir'liler<br />

Ziyafet ve düğün yemeğidir. Büyük bir sahandaki bulgur pilavı üzerine 3-4 kg<br />

kadar, büyük parçalar halinde haşlanmış erkeç ya da keçi eti konur. Pilavla beraber<br />

yenir. Pilav da et suyuyla pişirilir.


CAMADAN<br />

C<br />

Kolları olmayan deriden yelek. Bir Eğirdir türküsünde de geçer. "Halil ağam<br />

Aras'a gidiyor" Öküz derisinden camadan giyiyor." Bu türkünün tamamını söyleyen<br />

bulamadım.<br />

CAMİARDI<br />

Hızır Bey camisinin güney tarafına denir. Bizim çocukluğumuzda göl orada<br />

kıyı yapar, Ada'dan gelen kayıklar orada durur, gavinne çamçakla orada satılırdı.<br />

Yaşlılar kış günleri orada oturur, duvara dayanır güneşlenirlerdi. Şimdi otobüs<br />

durağı ve terminal olmuştur.<br />

CÂMİÜ'N-NAZÂİR<br />

Eğirdirli Hacı Kemal'in 1512de yazıp bitirdiği yazdığı bir şiir antolojisidir.<br />

Kitapta 268 şairin 425 şiiri vardır. Ordünaryüs Prof. Dr. Fuat Köprülü "Türk edebiyatında<br />

İlk Mutasavvuflar" adlı eserinde Câmiü'n Nazâir'in önemini şöyle belirtir.<br />

"Hacı Kemal'in hatta tezkerelerde bile adları geçmeyen en eski Anadolu<br />

şairlerinin de eserlerini içine alan meşhur Câmiü'n Nazâir'idir." diye yazar. Bir<br />

başka yerinde de "15.yüzyılın ilk yarısına ait olan bu ilahilerden sonra Câmiü'n<br />

Nazâir sahibi Eğirdirli Hacı Kemal'in zabt ve tesbit ettiği birkaç ilahiyi Yunus<br />

Emre'ye mensup en eski metin sayabiliriz." der.<br />

Gönül diler ki bu gizli hazine Eğirdir'i sevenlerce ya da Yerel Yönetimce bu<br />

günün yazısıyla Türk Edebiyatına kazandırılsın.<br />

CANADA<br />

Şimdiye kadar sürekli iskan durumu olmamıştır. Kuzeyindeki kayalık<br />

bölümde küçük düdenler vardır. Yine bu civarda antik çağdan kalma bir yapının<br />

kesme taşları görülür.<br />

Bugünkü çevre duvarının büyük çınar doğrultusundadır. 1972 yılında gölün<br />

seviyesi aşırı düşünce Canada'nın batı güney ucunda girintili birçok yapı izleri<br />

görülmüştür. Çocukluğumuzda Kaleburnu ile Canada arasında kesme taşlı bir yol<br />

olduğu, bu kesme taşlı yolun taşları arasına ayağımızın sıkışıp boğulabileceğimiz<br />

büyükler tarafından söylenirdi.<br />

1820 lerde Canada'da mükemmel bakımlı bir bahçe, köşk ve hamam<br />

olduğu, adına da "Gülistan" dendiği Böcüzadenin Isparta Tarihi kitabında yazılıdır.<br />

1914 lerde Mutasarrıf Cemal Bey Canada'ya esirler için baraka ve odalar<br />

yapılmasını emretmiştir.


Kurtuluş savaşı yıllarında Yunan İzmir'e girdiği zaman güvenceye almak<br />

için Denizli'den 500 kadar Rum erkeği demiryoluyla Eğirdir'e getirilerek Canada'da<br />

kampa alınmıştır. Kurtuluş savaşı yıllarında milli hareketi desteklemeyenlerin de<br />

kampa alındığı yer olmuştur.<br />

5 Mart 1930 da Atatürk Eğirdir'e geldiğinde Belediye Meclisi kararıyla<br />

Canada'nın tapusu sunulmuştur. Ölümünden sonra da kardeşi Makbule Atadan'a<br />

kalmıştır. O da başkalarına satmış, 1970 lerde istimlak edilerek park haline<br />

getirilmiştir.<br />

Fa-Kaylan'ın yazdığı Siyah Ülke Beyaz Ülke adlı bir küçük romanında birçok<br />

olaylar Canada'da geçer.<br />

Canada bazı kaynaklarda Çan adası, Çıyanadası şeklinde yazılıdır.<br />

CAR<br />

Geçmişte Kale Mahallesi, Can Ada (1955)<br />

Siyah bezden yapılan altı etek, üstü pelerin olan, kadının yüzünü<br />

göstermeyecek şekilde başını örttüğü bir giyim... Kıyafet kanunuyla<br />

yasaklanmasına rağmen 1960 lara kadar görüldü.<br />

CEBEL<br />

Sütçüler ilçesinin eski adıdır. Arapça "dağ" demektir.<br />

CEMAL TOSUN<br />

1904 yılında Isparta'da doğdu. Annesi Isparta'da "Şafak Hoca" diye anılan<br />

Mustafa Tevfik'in kızı Saliha Hanım, babası Aksu eşrafından "Toşur Ağa" diye<br />

bilinen Mehmet Tosun'dur.


Cemal Tosun torunlarıyla<br />

Cemal Tosun, Isparta medreselerinde okumuş, dedesi Isparta Müftüsü<br />

Tevfik Hoca'nın ilminden feyzalmıştır. Rüştiye'den sonra öğretmenlik meslek<br />

kurslarına katılarak öğretmen olup İğdecik köyünde göreve başlamıştır. Daha<br />

sonra Koçular, Yılanlı, Kumdanlı, İslamköy, Savköy, Kuleönü, Atabey tekrar<br />

İslamköy'de görev yapmıştır. Kendi ifadesine göre Süleyman Demirel'in öğretmeni<br />

olmuştur. Diplomasında da imzası olduğunu söylemiştir. Gönen Köy Enstitüsünde<br />

katıldığı bir kurstan sonra Eğirdir ve Sütçüler Bölgesi Gezici Başöğretmenliğine<br />

atanmıştır. Eğirdir Zafer İlkokulunda 12 yıl çalışmıştır. Senir'den emekli olmuştur.<br />

Baba yurdu olan Aksu'da okul yapımında, oranın ilçe olmasında,<br />

gelişiminde çok hizmeti vardır. Derin bir tarih ve hukuk bilgisine sahip olup<br />

araştırmacı bir ruha sahipti. Araştırmalarının sonucunda Gölsesi gazetesinde<br />

"Eğirdir Tarihi" ni yayınlamıştır. Sonra dosya haline getirip Isparta Halil Hamit Paşa<br />

Kütüphanesi'ne vermiştir.<br />

14 Temmuz 1990 tarihinde vefat etmiş, Isparta Asri Mezarlığına


CENGİZ TOSUN (PROF. DR.)<br />

Öğretmen Cemal Tosun'un oğludur. 1937 yılında babasının öğretmenlik<br />

yaptığı İslamköy'de doğdu. İlkokul ve ortaokuldan sonra Balıkesir Necatibey<br />

Öğretmen Okulu'na girdi. 1955 yılında burayı bitirerek Gazi Eğitim Enstitüsü<br />

İngilizce Bölümü sınavını kazandı. 1957 yılında Gaziantep Lisesi'ne atandı. Sonra<br />

Söke'den askere gitti. Askerlik sonrası bir süre tercümanlık yaptı. 1963 yılında<br />

tekrar öğretmenliğe dönüp Konya Erkek Lisesi'nde İngilizce öğretmenliğine<br />

başladı. Burada çalışırken sınav sonucu Ankara Fen Lisesi İngilizce öğretmeni<br />

oldu. Bu arada Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili Edebiyatı Bölümü'nde Lisans<br />

tamamladı. Orada öğretim görevlisi olarak çalışırken bir yandan da akademik<br />

çalışmalarını sürdürdü. 1977 de Dilbilim doktorası, 1983 de Doçentlik, 1988 de<br />

Profösörlük unvanlarını kazandı.<br />

Hacettepe Üniversitesi'nde 26 yıl çalışarak İngiliz Dili Eğitimi Bölümü'nde<br />

Bölüm Başkanlığı yaptı. 1999 yılında Çankaya Üniversitesi'nden aldığı teklif<br />

üzerine Hacettepe Üniversitesi'nden emekli olup Çankaya Üniversitesi'nde<br />

çalışmaya başladı. Şu anda orda ilgili bölümde ders vermekte olup İngilizce<br />

Hazırlık Okulu'nun Müdürlüğünü yapmaktadır. Eşi Tülay Tosun emekli öğretmendir.<br />

Öniz ve Burcu adlarında kızları, Edip Kerim adında da bir torunları vardır.<br />

Prof. Dr. Cengiz Tosun çeviri, şiir, resimle de uğraşmış, şiir dalında 1957 de<br />

Cumhuriyet Gazetesi'nin Yünüz Nadi Şiir yarışmasında "Önce Vatan" adlı şiiriyle<br />

3.lük ödülünü kazanmıştır.<br />

CENNETABAD<br />

Beylik döneminde Felekabad'ın yanında Eğirdir'e verilen ikinci bir addır.<br />

CEYLAN DERİSİNE YAZILI İNCİL HAKKINDA<br />

Pek çok yazılı kaynakta ve halk arasında Ayastefanos Kilisesinde ceylan<br />

derisi üzerine yazılı çok değerli bir incilin adı geçer. Bütün sorma ve aramalara<br />

rağmen şimdiye kadar ne olduğu bilinmemiştir. Böcüzade Süleyman Sami Isparta<br />

Tarihi adlı eserinde bu İncil'in M.S. 360 yılında yazıldığını yazar.<br />

İnternette "Byzantine Monastic Faundation Documents" sitesindeki bir<br />

yazıdan edindiğim bilgi şöyledir:<br />

"1874 de G. Hirschfeld tarafından Eğirdir gölünde bir adadaki Manastır<br />

Kütüphanesinde bulunan elle yazılmış kitapların kalıntıları İkinci Dünya Savaşında<br />

Berlin'de kayboldu."<br />

Büyük bir ihtimalle bu İncil de bu kitapların arasındaydı. Demek ki kiliseden<br />

yalnız İncil değil, değerli daha pek çok kitap götürülmüş.<br />

G. Hirschfeld bir Alman bilginidir. Arkeolog ve coğrafyacıdır. Sagalassos ve<br />

Selefküs Sidera'yı inceleyen , Adada'nın yerini ilk belirleyen bilgindir.<br />

CEZAYİR TÜRKÜSÜ<br />

Babam anılarında anlatırdı. Dedesi Veziroğlu Ahmet Efendi, zaman<br />

zaman Cezayir türküsünü söyler söyler ağlarmış. Dikkatimi çektiği için bu türkünün<br />

sözlerini yazıyorum.


Cezayir'in gemileri yağlanır<br />

Yağlanırda kıyılara bağlanır.<br />

Giden yiğitler nerde eylenir<br />

Sokakları mermer taşlı<br />

Güzelleri hilal kaşlı<br />

Cezayir...Cezayir...<br />

Veziroğlu Ahmet Efendi 1829 da Eğirdir'de doğmuş, 1853 Kırım savaşına<br />

katılmıştır. Osmanlılar Kırım savaşını Fransız, İngilizlerle beraber Ruslara karşı<br />

yaparken İngilizce öğrenmiş. Demiryolunu yapan İngilizlerle İngilizce<br />

konuşur-muş. 1913 yılında vefat etmiş, Şeyhülislam Berdai zaviyesi<br />

mezarlığına gömülmüştür. Zaviyenin son şeyhlerinden Ahmet Efendinin kızı<br />

Kâmile Hanım, oğlu Müderris <strong>Nuri</strong> Efendinin eşidir.<br />

CIKKABAK<br />

Olur olmaz söze karışan, bilmediği halde her yerden çıkan, her duyduğunu<br />

başkalarına söyleyen kişi.<br />

CİBRE<br />

Üzümün suyu alındıktan sonra geride kalan posası. Üstünü kapatırlar, 4-5<br />

gün bekletirler. Bakteriyel faaliyet sonucu kızdıktan sonra üstüne su döküp sirke<br />

yaparlardı.<br />

ClĞERTEKERİ<br />

Bağda kışlık kıyma, pastırma, kavurma, sızgeç yapmak için kesilen<br />

hayvanların ciğerleri de değerlendirilirdi. Ciğerler iri kıyım kıyılır, bol içyağı içinde<br />

kavrulur, bir kaba dökülüp teker haline getirilirdi. Kışın bir parça alınır, üzerine biraz<br />

su katılıp ocakta ya da mangal üstünde bir kaynamalık olunca ekmeğe katık<br />

edilerek yenirdi.<br />

CİHANNÜMA'DA <strong>EĞİRDİR</strong><br />

1609-1658 yılları arasında yaşayan Katip Çelebi'nin bir coğrafya kitabı olan<br />

Cihannüma'sındaSalih Şapçı'nın çevirisiyle Eğirdirşöyle anlatılır;<br />

"Eğirdir gölün batı kenarındadır. Gölün içine girmiş bir küçük hisarı ve<br />

sağlam kalesi tatlı su ile çevrilidir. Mamur çarşıları, camileri ve birçok hamamları<br />

vardır. Burada Nakş-ı bendi tarikatının ulu evliyaları ve bazı şeyhlerinin mübarek<br />

mezarları olup, üzerlerinde camii şerif ve imareti yapılmıştır. Bu şehirde medrese<br />

vardır. Kütahya'dan üç konaktır.<br />

Bu kasabanın varoşu vardır. İki tarafında kapısı ve karşısında bir küçük ada<br />

vardır. Bağ ve bahçedir, insan oturmaz. Onun kuzeyinde bir büyük ada vardır. İki<br />

yüz kadar ev vardır. Yarısı islam, yarısı hıristiyandır. İçinde ulu evliyalardan Şeyh<br />

Muslihiddin Efendi vardır. Bu ada ahalisi gemicidir. Kadınları bez dokur. Adı geçen


varoş üzerindeki Sivrinaz isimli bir dağ üzerine yapılan metin bir kaleyi Küleyb<br />

adına bir kafir bina etmiştir. Bu kaleyi Seyyid-i Battal Gazi fethetmiştir. Dağın<br />

yüksekliği altı saattir. Kasabanın dışında Nazla namında bir köy vardır. Hicri 600 de<br />

(M. 1204) Berda vilayetinde Şeyhülislam namında ululardan bir veli Allah tarafından<br />

tayin olunup o Nazla köyünde bir cami ve tekke yapıp orada oturmuş ve evladından<br />

nice veliler yetişmiştir. Saltanat tarafından yetmiş adet cizye tayin olunup gelen<br />

giden fakirlere yemek verilir idi. Kısacası bu Eğirdir kazası dağlıktır. Büyük dağlar<br />

ve ulu ağaçlar ve hoş pınarları vardır. Absafrus (Dippoyraz) namında bir yüksek<br />

dağı vardır. Yirmi dört saat yüksektir. Üzerinde yazın en sıcak günlerinde on, on beş<br />

arşın derinlikte kar bulunur. Hatta "İnsana ölümsüzlük veren hayat suyu bulunur."<br />

derler. Yaz mevsiminde hiç görülmedik çiçekler açar. Dağın ortasında bir düz yerde,<br />

bir tatlı gölü vardır. Uzunluğu on mil, genişliği beş mildir. Yazın etrafı çimenliktir. Hoş<br />

havası var amma ondan yukarıda kardan başka bir şey yoktur. Eğirdir'den altı saat<br />

kadar yerde bir tatlı göl vardır. Balığına tatlı balık derler. On, on beş okka kadar olur.<br />

Aralık- Ocak aylarında avlanır. Naklederler ki Eğirdir'in otuz altı nevi üzümü olur.<br />

Eğirdir gölü Hamidili ortasında bir tatlı sudur. Uzunluğu güneyden kuzeye dört<br />

buçuk fersah, genişliği üç fersah ve derinliği on kulaç olup, batısı göl içinde kenara<br />

bitişik olan Eğirdir namlı hisardır. Ortasında iki ada vardır. Küçüğüne Canadası,<br />

büyüğüne Nis adası derler. Beş çeşit balığı olur. Bahar mevsimi başlarında, kiraz<br />

mevsimi gelince avlarlar. Bir garip göldür, kenarında beyaz çakıl taşları vardır.<br />

Aralarında kudretten Allah'ın ismi yazılmış çakıllar bulunur. Bu gölün ayağı vardır.<br />

İki konak akar. Birkaç yerde yer altına girer. Sonunda Antalya şehrine bir konak<br />

yaklaşınca Düden isimli yerde anafor olup yer altına gider, sonra Antalya Gümrük<br />

Kapısı'nda çıkar."<br />

CURİLLİ<br />

Balık yavrularının en küçüklerine denir. Daha çok gavinnenin küçüklerine<br />

denirdi. Sanıyorum en eski dillerden kalan bir kelime olsa gerek.<br />

Yellibelen'den Eğirdir (1955)


ÇAKAL ERİĞİ<br />

Ç<br />

Dağ eriği de denir. Geç olgunlaşan, ekşi, biraz acımsı olan yabani bir eriktir.<br />

Olgunlaştıktan sonra ezilip bez üstünde kurutularak sırımı yapılırdı.<br />

ÇAKAL KAYASI<br />

Poyraz mahallesinde eski Isparta yolunun solundaki yüksek kayalıktır.<br />

ÇAKAL MASALI<br />

"Hayvanlar kendilerine bir kral seçmek istemişler. Çakal da bunu duyunca<br />

değişik boya küplerine girerek kendini boyamış, meydana çıkmış. Bütün hayvanlar<br />

bakmışlar ki çok değişik bir hayvan bu, aslanı kaplanı bırakıp onu kral seçmişler.<br />

Ama bir zaman sonra bir yağmur yağmış, bir yağmur yağmış, çakal da yağmur<br />

altında kalmış, bütün boyaları akmış, çakal olduğu meydana çıkmış. Ormandan<br />

sürmüş çıkarmışlar çakalı. Aslanı kral yapmışlar."<br />

Bu masalı babam bana anlattı, torunlarına anlattı. Ona da dedesi anlatmış.<br />

Dedesi Veziroğlu Ahmet Efendi 1828 doğumlu. O da büyüklerinden dinlemiştir.<br />

Benim burda asıl söylemek istediğim Fransızcadan tercüme edilmiş<br />

"Tilkinin Masalı" adındaki bir kitapta aynı masala rastlamamdır. Yalnız orada bizim<br />

çakal, tilki olmuş. Dünya kültürünün birbirleriyle ilgisi bakımından belirtmek istedim.<br />

ÇAKALBOKU<br />

Haşhaş helvasına derler. Soğuk kış gecelerinde haşhaş, nişasta, pekmezle<br />

pişirilirdi. Avuç içinde tereyağla kavrulmuş unla muamele edilerek uzun köfte<br />

biçiminde yapılır, soğukta dondurulur, öyle yenirdi. Eğirdir'den Bursa'ya giden bir<br />

arkadaşım bana şöyle bir anısını anlattı;<br />

Babasının tayini dolayısıyla Bursa'ya giden arkadaşım ilkokul üçüncü<br />

sınıfa kaydoluyor. "Kışın Neler Yeriz?" konulu hayat bilgisi dersinde öğretmen<br />

arkadaşıma söz verince yenenleri saydıktan sonra "Çakalboku da yeriz." demiş.<br />

Öğretmen ve arkadaşları gülüşmüşler. Öğretmen onun nasıl bir şey olduğunu<br />

sorunca o da haşhaş helvasını anlatmış.<br />

Daha sonra arkadaşları hep ona, "Siz kışın ne yersiniz?" diye takılıp<br />

durmuşlar.


ÇALI AĞACI<br />

Şeyhülislam Berdai türbesinin doğu tarafında 80-90 cm çapında, 15 metre<br />

kadar yüksekliği olan bir çalı ağacı vardı. Özellikle korunmuş olsa ki öyle büyük bir<br />

çalı ağacı olmuş. 1985 lerden sonra ansızın ortadan kalktı. Sordum, soruşturdum,<br />

izini bulamadım.<br />

Büyük dedem Veziroğlu Ahmet Efendi bu ağacın altında gömülü idi. Bu<br />

mezarlığın taş duvarlarını da o çevirtmişti.<br />

ÇAMÇAK<br />

Faraşa benzeyen ağaçtan yapılan bir araçtır. Kayıklardan su boşaltmaya<br />

yarardı. Gavinne satılırken ölçü olarak kullanılırdı. "Bir çamçağı üç kuruş, beş<br />

kuruş..." diye bağırırlardı.<br />

ÇAMURAGÖMÜLME<br />

Romatizma, siyatik, kireçlenme ağrılarından kurtulmak için hastalar<br />

Altınkum'a 1-10 Ağustos tarihleri arasında gidip kuma gömüldükleri gibi, yazın<br />

sıcak zamanlarında da Bağlara gidip çamura gömülürler, bir tedavi yöntemi olarak<br />

uygularlardı. Önce mezar boyutunda derince bir yer kazılır. İçinde uzun süre ateş<br />

yakılır. Toprak iyice kızdıktan sonra küller alınır, kaynar su dökülür. Önemli miktarda<br />

tuz konularak toprak iyice çamur haline getirildikten sonra tedavi olacak kişi çamurun<br />

içine yatar. Her tarafı çamura gömüldükten sonra terlemesi için dayanabildiği<br />

kadar durur. Güneş varsa başına gölge yapılır. Terlemesi bittikten sonra<br />

çamurdan çıkar, iyice sıcak suyla yıkanır, yatağa yatar. 3-4 saat kadar bekler, sonra<br />

giyinir. Bu işlemi uygulayanların çoğu o kışı ağrısız geçirdiklerini söylerlerdi.<br />

ÇAMYOL<br />

Eğirdir Aksu arasında, Eğirdir'e 12 km. uzaklıkta Orman Bakanlığının bir<br />

mesire yeridir. Çam ormanı içindedir.<br />

ÇAPAK DOLDURMASI<br />

Eğirdir'e özel bir yemektir. Ziyafetlerde en çok tercih edilendir. Her çapak<br />

doldurulmaz. Yağlı, havyarlı, genç irisi 4-5 kg ağırlığında olanı en uygundur. Balık<br />

eylenir. Başı alınır. Kuyruktan da bir miktar kesilir. Karın, bol naneyle ve havyarla<br />

pişmiş bulgur pilavıyla doldurulur. Evde ya da çarşı fırınında pişirilir. Pilavın kalanı<br />

da yanına konularak soğanla yenir.<br />

ÇAPAK GÖMMESİ<br />

Bol köze iri bir çapağın karnı alındıktan sonra Havyar varsa durur iyice<br />

gömülür. Bir buçuk saat kadar bekletilir, pişmişse közden çıkarılır, tuza banarak<br />

yenir. Avcılar çapağı n en lezzetli bu şekilde yenildiğini söylerler.


ÇAPAK<br />

Sazan...Bilimsel adı Cyprimus carpio. Eğirdirlilerin en çok sevdiği balıktır.<br />

Kızartması, dolması, ekşilemesi, gömmesi, hatta salamurası yapılır. Gölün en iri<br />

balığıdır. 13-15 kiloya kadar rastlanır. 1945 yılında yakalanan 22 kg.lık bir çapağın<br />

askeriyeye satıldığı söylenir. Karçınzade Süleyman Şükrü Seyahat-ı Kübra adlı<br />

eserinde "Otuz kilolusu dahi bulunduğu rivayet olunur." der.<br />

ÇARNA<br />

Kale mahallesinin güneyinde, aşağı mahalle kale duvarmdadır. Alttan<br />

delinen kale duvarından giren su iki ev duvarı arasında havuz gibiydi. İçinde balıklar<br />

oynaşırdı. Aşağı mahallede oturanlar ihtiyaçları olan suyu ordan alırlardı. Mahalle<br />

de söylenilene göre Devran Dede burayı delerek kalenin içine girmiş. Savaşarak<br />

şehit olmuş, kendisinin kale kapısının ağzına gömülmesini vasiyet etmiş.<br />

ÇATANA<br />

Esirler için Canada'ya baraka ve odalar yaptıran zamanın mutasarrıfı<br />

Cemal Bey karşı kıyılarla ulaşımı hızlı yapmak için bir çatana getirip mavnaları sıra<br />

sıra dizerek Hüyük iskelesine istasyon altından yolcu ve askerin taşınmasını<br />

sağlamıştır. Ayrıca Hüyüğe de ambar ve yolcu odaları yaptırmıştır. Çocukluğumda<br />

Yeniceköy'deki akrabalarımıza giderken bu odalarda çok kaldım.<br />

Kurtuluş Savaşında bu mavnaları çatanalar çekerek göl üzerinden<br />

Akşehir'e çok asker ve malzeme taşınmıştır. Akşehir'den de Afyon cephesi<br />

desteklenmiştir.<br />

ÇATMA<br />

Göl içine kazıklar çakılır, üzeri direklerle birleştirilir, onların da üstüne tahta<br />

çakılıp küçük bir iskele durumuna getirilirdi.<br />

Üzerinden oltayla balık avlanır, basma ağ basılırdı. Daha çok çatmalar<br />

lodos tarafında olurdu. Poyraz tarafında pek rastlanmazdı.<br />

CAVLAN<br />

Çağlan da denir. Dağın yüksek yerlerinden zamanla parçalanıp düşen<br />

taşların oluşturduğu birikinti konisi. Olukluca'nın iki tarafında da cavlan vardır.<br />

Güney tarafındaki çavlanlar gölü doldurup arsa çıkarmak için taşınıp yukardan<br />

düşen taşları serbest hale getirmiştir. Şehir planında heyelan bölgesi olmasına<br />

rağmen kazanılan arsaya konut yapılmıştır.<br />

ÇAY<br />

Havutlu ve Çay köyü'nden gelen sel suları yatağı Boğazova'yı ikiye böler.<br />

Yağışlarda ve bahar başlarında buradan gelen su Meseyin ve Çaybaşı'ndan geçip<br />

ırmağa karışırdı. 1950lerde kanal açılınca dolmaması için suyun akışı Çay köyü


altından yönlendirilerek göle verildi. Bizim çocukluğumuzda çay zaman zaman<br />

taşar, bağ arasını seller kaplardı. Baharda ırmaktan çıkan balıklar çay köyüne<br />

kadar giderdi. Çaydan elle, serpme ağla çok balık avlardık. Şimdi bağ arasında<br />

kuru bir yatak halindedir. Çok yerleri de doldurulmuştur. Çay aktığı zamanlar iki<br />

yanında çok büyük ceviz ağaçları, badem ağaçları da vardı.<br />

ÇAYBAŞI KARAAĞACI<br />

Çok ulu bir ağaçtı. Tahmini iki yüz yaşında vardı. Çaybaşı'nın simgesi<br />

olmuştu. 1970 lerde tüm dünyada karaağaçlarda görülen bir hastalık nedeniyle<br />

kuruduğu için kesilmiştir.<br />

ÇAYBAŞI<br />

Bağlar denilen 17.000 dekarlık alanın merkezidir. Geçmişte bağlarda<br />

kalındığı sürece küçük kapaklı dükkanlarıyla küçük çarşı olurdu. Burada yılda bir<br />

kez deve kesilir, etinden yalnız köfte yapılırdı. Yiyenler etinin biraz ekşi olduğunu<br />

söylerlerdi. "Namlının Kahvesi" vardı. Akşamlan erkekler orda toplanırlardı. Namlı<br />

Çanakkale savaşında kahramanlık göstermiş, ödül vermişler. Verilen ödülle o yeri<br />

almış, iki katlı ahşap binayı yaptırmış. Bağ süresi dışında bekçiler burada kalırlardı.<br />

Şimdi günümüz şartlarına göre sürekli oturulan bir yer durumuna gelmiştir.<br />

Süpermarket bile açılmıştır.<br />

ÇAYIRALAN!<br />

Anamasların en büyük yaylasıdır. Karakoyunlu aşiretinin yaylağıdır. İdari<br />

yönden Karaağaç'a bağlıdır.<br />

ÇAYIR KEBABI<br />

Sırazdan yapılırdı. Sırazlar çok yağlı bir balıktı. 4-5 kg kadar irileri olurdu.<br />

Karnından çıkan yağla etini kızartırdık. Sac ya da köz üzerinde pişirildiğinde çok<br />

lezzetli olurdu. Bağlara giderken köprüden sıraz alınır, bağda saç ya da teneke<br />

üzerinde pişirilir, yenirdi. 1980 den sonra gölde hemen hemen sıraza hiç rastlanmamıştır.<br />

ÇEKİRGE<br />

1915 lerde Eğirdir bir çekirge afetine uğramıştır. Açlık sebebi olmuştur.<br />

Kadınların yazmalarını dahi başları üzerindeyken yediğini söylerler. Yerel<br />

yönetimce çekirge yumurtaları halka toplattırılmış, imha edilmiştir. Çekirge türküsü<br />

bile yakılmıştır.<br />

ÇELEBİZADE MÜDERRİS MUSTAFA EFENDİ<br />

1877 de Hamam mahallesinde doğdu. Rüştiyeyi bitirdikten sonra<br />

Yılanlı-oğlu Şeyh Ali Ağa Medresesine girerek Kuşzade Mustafa Efendi'den<br />

ders aldı. 1906 yılında müderris oldu. 1916 yılında vefat etti.


ÇENESİZ DEĞİRMENİ<br />

Sahibi olan kişi Çanakkale savaşında yaralandığı için bu adla anılırdı.<br />

Kale'nin poyraz tarafının sonunda yüksek bir duvar olarak sur kalıntısı vardı. 1945<br />

lerde değirmenin üstüne yıkıldı. Sanıyorum sürekli titreşimin sonucu çökme olsa<br />

gerek. Ağalar'ın değirmeninde, birde burda buğdayımızı öğütürdük.<br />

ÇENGEL<br />

Bir çember üzerinde sıralı üçlü çengellere daha küçük birer üçlü hareketli<br />

çengel takılarak yapılan bir alettir. Eskiden içme, kullanma suların m çoğu Eğirdir'de<br />

ve bağlarda kuyulardan çekilerek sağlandığı için sık sık kovalar, bakraçlar kuyulara<br />

düşerdi. Çengeli onları çıkarmak için kullanırdık. Çengel iple kuyuya sarkıtılır,<br />

kuyunun tabanı taranır, takılan bakraç, kova kuyudan çıkarılırdı.<br />

ÇERKEN<br />

Uçurtma. Bahar başlarında kalenin üstünden, Yellibelen'den uçurtma uçururduk.<br />

Günümüzde görmüyorum. Uçurtmaları da kendimiz yapardık. Altı kenarlı<br />

olduğu için bu ad verilmiş olsa gerek. Farsça cihar (altı) demektir.<br />

ÇETALİ<br />

Halep dokuması ipekli kumaş. "Çetari" de derler.<br />

ÇEVİRGEÇ<br />

Börek, yufka, bazlamayı sac üzerinde çevirmek için kullanılan 40 - 50 cm<br />

uzunluğunda bir tahta cetveldir.<br />

ÇİÇEK BALIĞI<br />

Bilimsel adı Acanthorutilis handlirschi'dir. Kaynakların bol olduğu Eğirdir<br />

gölünün kuzeydoğusundaki Karaot dolaylarında, Hoyran taraflarında bulunurdu.<br />

Soğuk suyu sever. Gölün en lezzetli balığıydı. 300 - 500gr ağırlığında alabalığa<br />

benzeyen gümüşi bir balıktı. Salamurası çok güzel olduğu için tercih edilirdi.<br />

Sudağın atılmasından sonra o da yok oldu.<br />

ÇİÇEKLİ KAYA<br />

Konnebucağı pınarına varmadan Boğazova'ya doğru çıkmış güney tarafta<br />

yüksek bir kayalık vardır. O yöreye denilir. Ne hikmetse o kayanın çevresinde her<br />

zaman çeşitli çiçekler açar.<br />

ÇIRAK HAKİ<br />

Eskiden mahalle fırınları vardı. O fırınlarda ev ekmeği pişirilirdi. Fırıncı<br />

çırakları parçalara bölünmüş ekmek hamurlarının konulduğu göz göz olan "Miniyet"


denilen uzun tahtayı dağıtır, vakti gelince fırına götürürlerdi. Bu çıraklara fırıncı para<br />

ödemez, iş gördüğü kişiler bedel olarak miniyete bir parça hamur koyarlardı. Ona<br />

Çırak Hakkı" denirdi. Çırak da kendi için verilen hamurları ekmek yapar; ya satar, ya<br />

da evine götürürdü.<br />

ÇITILGA<br />

Asmaların budanmış çubuklarına denir. Elma ağaçlarından önce tüm<br />

Boğazova bağlarla kaplıydı. Bugün de elma bahçeleriyle kaplı olduğu halde<br />

"Bağlar" adıyla anılmaktadır. Nisan başında asmalar budanır, çubukları düzenli<br />

olarak toplanır, yakmak için bir yere yığılırdı. Pekmez kaynatırken, bazı geceler<br />

keyif için, soğuk günlerde ocakta yakılırdı.<br />

ÇITLIK YAZLASI<br />

Sonbaharda Yazla'daki çitlembik ağaçları altına sahraya gidildiği için bu<br />

adla anılırdı.<br />

ÇITLIK<br />

Çitlembik ağacına denir. Yazla'yı çok seven özel bir ağaçtır. Sonbaharda<br />

salkım halinde nişastalı, tatlımsı, nohut iriliğinde meyvası vardır. Bağ göçünden<br />

sonra meyvalar olgunlaşınca bu ağaçların altına mesireye giderlerdi. Ağaçlar daha<br />

çok Şeyhülislam Berdai zaviyesinin batısında idi. Yılın bu son mesiresine "Çıtlık<br />

yazlası"derlerdi.<br />

Avşar Yenice köyde çitlembik ağacına "Dahan Ağacı" derler.<br />

ÇOĞULA<br />

Balığı sudan almak için saplı,elips şeklinde bir dala yerleştirilmiş bir ağdır.<br />

Divanü-Lügat-it Türk'de "Çovlu" diye bir söz vardır. Çovlu, bir Türk yemeği olan<br />

Tutmaç'ın süzgecidir. Taze dallardan kepçe gibi örülerek yapılır. Pişen hamuru<br />

sıcak suyun içinden süzerek almaya yarar. "Sirpuş" da derler.<br />

ÇOKAL<br />

Eski ahşap evlerin ara bölmelerine denir. Bu bölmelerin özelliği, destek için<br />

ardıç ağaçlar çakıldıktan sonra iki tarafına bağdadi denen çıtalar çakılır, iki yüzü de<br />

samanlı çamurla sıvanırdı. Soğuğu engellediği gibi, yalıtımı da sağlamış olurdu.<br />

Bazı kişilerde yalıtımı daha iyi sağlamak için bağdadi boşluklarına saman doldururlardı.<br />

Bazı evlerde bu boşluklara kalın çam kabukları konulduğunu gördüm.<br />

ÇOMUDAN<br />

Kulak kepçesinin toplu halde bağlanmış olmasına denir. Biz çocukken büyüklerimiz<br />

kulağımızı toplayıp iple bağlarlar, "Çomudan yaptım." derlerdi. Çona da<br />

kesik kulak demektir. En eski samanlıkta koruyucu ruhun koruyuculuğunu kazanmak<br />

için çocuğun kulağı kesilirmiş. Sonraları bu adet yerine küpe takmak geçmiştir.


olur.<br />

ÇOR<br />

Ağaçlarlarda külleme hastalığıdır. Bilhassa genç ağaçlarda yeni sürgünlerde<br />

ÇÖKELEK TOPAĞI<br />

Yazın çökelek bol olduğun zaman bolca alınır, tuzlanır, avuç içinde topaklar<br />

yapılır, bez bir kesenin içine konularak güneşte kurutulur, havadar bir yerde kışa<br />

saklanırdı. Kışın bu topağın biri hafifçe ıslatılınca yumuşar, içine bir küçük baş<br />

soğan çentilir, biraz da zeytinyağı konularak karıştırılır, ekmeğe katık olurdu.<br />

ÇÖMÇE<br />

Kaşığa benzer,tahtadan iri ucu toplu bir kepçedir. Pestil çömleği içine konur,<br />

arada bir karıştırılırdı.<br />

ÇÖRTÜK OTU<br />

Genellikle buğday, arpa ekilen tarlalarda olan bir çeşit kokulu ottur.<br />

Turşuların üzerine konulur, nefasetini artırır. Eski Türk dilinde "Çörte" turşu<br />

demektir. Halen Bitlis-Ahlat yöresinde turşu yerine çörte sözcüğü kullanılmaktadır.<br />

ÇÖZETİ<br />

Kesilen davarın bağırsakları sağımla alındıktan sonra geride kalan kas<br />

grubudur. "Uykuluk" da denilir. Söylenildiğine göre yendiğinde insana uyku verirmiş.


DADIL<br />

D<br />

Gelendost yolunun 25. kilometresindeki hanın bulunduğu yöreye denir.<br />

Ertokuş hanının vakfiyesinde "Dadıl" mevkiinde sözü geçiyor. 1480 den sonraki<br />

kayıtlarda da "Dadıl" adı geçiyor. Bu durumda o yörenin adı olduğu görülüyor.<br />

Kabasakaloğlu zaviyesine vakfedilen yerler arasında "Dadıl'da bir değirmen" diye<br />

bir kayıt var.<br />

Burada halen gür bir su çıkarak göle karışır.<br />

DALAK<br />

Eğirdirliler bilinen anlamı dışında dalağı el kadar olan peynir için de<br />

kullanırlar. Peynir üreticiden alındıktan sonra dalak kadar parçalara bölünür,<br />

tuzlanır, teneke ya da sırçalı küplere konulurdu.<br />

DALAZ<br />

Poyrazın az esintili, gölün küçük dalgalı haline denir. Bazen lodosun bu<br />

haline "Lodos dalazı" denildiği de olur.<br />

DALDANBEKİ<br />

Meke, bahri adı verilen su kuşudur.Çocukken eğlence olsun diye uzaktaki<br />

kuşlara:<br />

"Daldanbeki dalıve<br />

Bir kaşık yağ alıve.." diye bağırır, daldıkları zaman da çok sevinirdik.<br />

DAMARDI<br />

Eski Eğirdir Bağlar yolu üzerinde, Demirciler'e varmadan bir alanın adıdır.<br />

DANDİ<br />

Sudak balığından sonra gölde kerevit artınca büyük ölçülerde avlanma da<br />

arttı. Kerevit sepetlerinde yem olarak bir çeşit tuzlu bazlama yapıp kibrit kutusu<br />

iriliğinde kestiler, sepete koydular. Onların her bir parçasına da "Dandi" adını<br />

koydular.<br />

Dandi zamanın satılan bir sakız adıydı.


DARI<br />

1890 larda kalede bir kuyuda darı bulunmuş, kale mahallesi sakinlerine<br />

dağıtılmıştır. Kaynaklarda da kalenin bir çeşit depo olarak kullanıldığı yazılıdır.<br />

Ayrıca kale mahallesinin bazı yerlerinde taşla doldurulmuş olarak kuru kuyulara<br />

rastlanmıştır. İhtimal depo olarak düşünülüp kazılmış olsa gerek. Kıtlık<br />

zamanlarında, zor zamanlarda darıdan ekmek yapılarak yenir. Darı Moğolca "Tarığ"<br />

yani "Tarım" dan gelir. Tarığ sonra bizim dilimizde 'darı' olmuştur.<br />

DASTAR<br />

Sarıkların üzerine sarılan ince sir tülbenttir. Kolalanıp cam yerine<br />

pencerelerde de kullanılırdı. Bu dokumada Eğirdir'de en ileri giden "Mustanlar"<br />

soyu olmuş ki: "Mustanların dastarı Mevlam neler gösterir..." diye bir darbımesel<br />

hâlâ söylenir.<br />

Bu konuda bir başka hikaye de vardır;<br />

Gelinin biri hiç çalışmak istemez, çocuğunu kucağında akşama kadar<br />

gezdirir dururmuş. "Niçin çalışmıyorsun ? Akşam kocana ne diyeceksin ?" diye<br />

soranlara çocuğunu göstererek:<br />

"Ak dastarım dastarım<br />

Hani yaptığın iş diye sorarsa<br />

Ben de bunu gösterim..." dermiş.<br />

DAVA VEKİLİ MUSTAFA EFENDİ<br />

Eğirdir'in cami mahallesinde 1887 de doğdu. Şeyh Ali Ağa medresesinden<br />

mezun oldu. Uzun zaman dava vekilliği yaptı. 1929 yılında Eğirdir'de öldü.<br />

DEBEN<br />

Kale'ye "Beden" de denir ama, Kale mahallesi "Deben" der. Hatta kalenin<br />

kuzey tarafında evi olan aileye de "Debenciler" derlerdi. Bu ev şimdi "Eğirdir evi"<br />

olarak düzenlenmiştir.<br />

DELİLER<br />

Eğirdir'de delilere bir çeşit ermiş gibi bakarlar. Sözlerinden, davranışlarından<br />

keramet umarlar. Sanırım bunlar şaman inancının bir uzantısıdır. Radlof<br />

Sibirya'dan adlı eserinde şamanlığı anlatırken; "Şamanlık hastalık gibi birdenbire<br />

gelir. Kişi göğsünde bir ağırlık, basınç hisseder. Birdenbire doğal olmayan seslerle<br />

bağırmak ihtiyacı duyar. Sıtmalı gibi titrer, gözleri şiddetle döner. Birdenbire<br />

yerinden sıçrayarak etrafta dönmeye başlar. Nihayet ter içinde yere yuvarlanır,<br />

saralı çırpınmalarla kramp içerisinde kıvranır. Ayinine, ruh çağırmaya, gelecekten<br />

haber vermeye böyle başlar." der. Bizim zamanımızda Vassak, Bacanak, Mesci<br />

Mehmet, oğlu Mesci Kemal, Ağaş, Süleyman gibi kişiler halk tarafından severek<br />

korunmuştur. Bu sosyal ilgiden yararlanmak isteyen bilinçli delilerimiz de olmuştur.


DEMİRCİ MEHMET EFE<br />

Böcüzade Süleyman Sami, Demirci Mehmet Efe'nin Eğirdir'e gelip gidişini<br />

Isparta Tarihi adlı eserinde şöyle anlatır;<br />

"Demirci Mehmet Efe 12 Ekim Salı 1920 de Isparta'dan Meclisi Umumi azası<br />

Hacı Eşref Ağa'yı yanına alarak Eğirdir'e gitti. Daha önce de Delibaş'ın telgraf hatlarını<br />

kesip Karaağaç'ı işgal ederek adamlarının Karabağlar'a kadar geldiği öğrenilmişti.<br />

Eğirdir'de Hacı Eşref Ağa'nın küçük kardeşi Hacı İsmail Ağa karşılayıp misafir<br />

etti. Demirci yetkililere kendine katılacak Eğirdirli erlerin nerede olduğunu sormuş.<br />

Onlarda babadan kalma düşmanlık etkisiyle Hacı İsmail Ağa, Müderris Kuş Hoca,<br />

Seriye Başkatibi Hafız Sabri, tüccardan Heyeti Temsiliye'ye karşı olan Hacı<br />

Abdullah'ın engel olduklarını söylemişler. Demirci bunların hepsini Hükümet<br />

önündeki Çınar ağacına asar... Beraber geldiği Hacı Eşref Ağa ile Eniştelerinin oğlu<br />

Rifat, Hacı Memiş Ağaların Şevket adındaki iki genci asılmak üzere Isparta'ya<br />

gönderir. (Bu kişiler asılmamıştır.) Hacı Eşref Ağanın konağı ve asılanların evleri<br />

aranarak yağmalanır. Demirci Şarkikaraağac'a geçer."<br />

DEMİRCİLER<br />

Eski bağlar çıkış sonunda demircilerin işyerleri vardı. O nedenle o yöre bu<br />

adla anılır. Çıkışta da Gülbaba türbesi vardı.<br />

DEMİRKAPI HAMAMI<br />

Çoğu Kartallar ailesinin mülkiyeti içindedir. Halamın beyi Emekli Öğretmen<br />

Etem Kartal'ın anlattığına göre dedesi Emekli Paşa Mustafa Bey, İstanbul Kartal'<br />

dan gelip buraya yerleştiğinde bu hamamın olduğu yer harap halde olduğu için ev<br />

yeri olarak verilmiş. Bu hamamın bir bölümü üzerine 1940 larda Etem Kartal ev<br />

yaptırmıştır. Yapılırken hamamın mermerlerine, kurnalarına rastlanmıştır.<br />

Kartal evleri arasındaki Demirkapı hamamının kalıntısı


Bu hamamın bir bölümü Gölsesi Gazatesi sahibi Abdullah Kartal'ın evinin<br />

içindedir. Bir bölümü de açıkta Isba'ların evinin önünde Kesiktaş'a çıkarken yol<br />

kenarındadır. Hayli geniş bir alanı kaplar. Bir tonoz kubbe de iki Kartal evinin<br />

arasındadır.<br />

DEMİRTAŞ<br />

İlhanlıların Anadolu askeri valisidir. Babası vezir ve başkomutan Emir<br />

Çoban'dır. Eşrefoğlu, Hamitoğlu Beyliklerini yıkmıştır. Hamitoğlu Dündar Beyi<br />

öldürmüştür. Babasını İlhanlı hükümdarı öldürünce zor durumda kalmış, Mısır<br />

Sultanı Melik Nasır'a sığınmıştır. Bundan hoşnut olmayan Karamanoğlu ve<br />

İlhanlıların baskısıyla Mısır Sultanı Melik Nasır 1327 tarihinde Demirtaş'ı<br />

öldürtmüştür. Tarihin cilvesine bakın ki, öldürdüğü Dündar Beyin oğlu İshak'la<br />

Sultan önünde karşılaşmışlar, ağır bir tartışmaları olmuştur.<br />

DEMİRYOLU<br />

Demiryolu 1893 yılında Dinar'a geldi. 1910 yılında İngilizler Osmanlı<br />

Meclisinden bir kanun çıkartarak Eğirdir'e kadar uzatılması imtiyazını aldılar. Amaç<br />

Konya üzerinden Almanların Bağdat yolunu kesmek görünüyorsa da asıl amaçları<br />

Anamaslardaki orman zenginliği idi. Çünkü buralardaki karaçam, sedir kerestesi<br />

çok değerli bir ticari maldı. Eğirdir'e tren 1912 de gelmiştir.<br />

DENİZANASI<br />

Çocukluğumuzda göle girmek istediğimiz zaman büyüklerimiz suya<br />

girmemizi istemezlerse "Deniz anası sizi derinlere çeker, boğulursunuz." sözleriyle<br />

engeller idi. Gölün dalgalanmasından sonra kıyılarda çamaşır köpüğü gibi köpükler<br />

olduğunda, "Bak Deniz Anası yıkanmış."derlerdi.<br />

Deniz Anası sözü şamanlık inancından gelir. İnanca göre güçlü varlıklar<br />

kişileştirilirdi. Ortaasya destanlarında bu kişileştirmeler Deniz Atası, Kır Anası,<br />

Orman Anası, Su Atası şeklinde geçer. Sanırım Eğirdir'de söylenen bu söz o kültün<br />

bir uzantısı olmalıdır.<br />

DEPREM<br />

Şimdiye kadar yazılı kaynaklarda Eğirdir'in geçmişinde büyük bir deprem<br />

kaydına rastlanmamıştır. Yalnız canlı şahit olarak babamdan duyduğum Isparta<br />

depreminin uzantısı olarak 1914 yılında Eğirdir bir depremi yaşamıştır. Babamın<br />

anlattığına göre herkes bağlardayken olmuş, minarenin mihveri yere düşmüştür.<br />

Kaynaklara göre Isparta depremi 20 Eylül 1914 günü saat 18:30 sıralarında<br />

olmuştur. Bu depremde Burdur'da bin, Isparta'da beş yüz kişi ölmüştür. Bina zayiatı<br />

da çok olmuştur. Isparta evlerinin çoğu bu depremden sonra yapılmıştır.<br />

Yalnız bir şey dikkatimi çekti. Eğirdirliler, "Eğirdir'de şiddetli deprem olmaz,<br />

göl çeker." derler. Ben bu sözü en az elli yıl önce duydum. 17 Ağustos 1999<br />

Marmara Bölgesi depreminden sonra bizden ve dışarıdan gelen pek çok bilim<br />

adamları bu depremi incelediler. İstanbullular bu depremin tekrarlanmasından çok<br />

kaygı duydukları için Fransız bilim adamlarından biri şöyle bir açıklama yaptı:


"Marmara denizi içinde şiddetli bir deprem olsa bile deniz İstanbul’da<br />

depremin etkisini azaltır." dedi. Deprem ilminin daha gelişmediği bir zamanda<br />

Eğirdir'de söylenen bu söz dikkate değer.<br />

DEVE<br />

Kendi yaptığımız bir oyuncaktı. Kalın, çatal bir karaağaç dalı ucundan<br />

bağlanır. Altına karaağaçtan yarım daire şeklinde iki çubuk belirli bir açıklıkta<br />

yerleştirilir. Bağlanan çatalın oval yeri basit çubuklarla örülür, oturma yeri tapılır.<br />

Çatalın ön ucundan çekerek götürülür. Biz çocuklar bununla hem eğlenir, hem<br />

biner, hem çay boyundan çalı çırpı taşırdık.<br />

DEVRAN DEDE<br />

Türbesi kale kapısının iç tarafında, güneyindedir. Önceden ahşap birtürbesi<br />

vardı. 1970 lerde mahallenin ve saygı duyanların desteğiyle bugünkü türbe<br />

yapılmıştır. Herhangi bir tarihi kayıta rastlanmamıştır. Karçınzade Süleyman Şükrü<br />

ondan "Arap Dede" diye söz eder. Hatta Dündar'ın Devran'a dönüşebileceğinden<br />

hareketle Dündar Bey'in türbesi de olabileceği düşünülmüştür. "Dede" lakabını<br />

daha çok Mevleviler kullandığına göre, acaba Mevlevi ile ilgisi olabilir mi sorusu akla<br />

geliyor. Kale mahallesinde oturanların inancı ise o kişinin kalenin güney duvarını<br />

delerek "Çarna" denilen yerden girip kalenin fethedilmesini sağlayan kişi<br />

olduğudur.<br />

DEYİMLER<br />

A benim armudum, önceden var mıydın?: Dostluk, arkadaşlık<br />

ilişkisini kesmek için kullanılır.<br />

Abdestsiz Hacı Emmi'ne namaz mı dayanır?<br />

Acı soğan kuru yavan: Ne olursa yemek.<br />

Acıyan yer ayrı, acıkan yer ayrı : Bir ölümden sonra yakınlarına<br />

hayat devam ediyor anlamında söylenir.<br />

Açık mezar bulsa girmek: Bedavacı kişi.<br />

Adam bildim eşeği, alnıma vurdu çifteyi.<br />

Adam ol da ciğerimi ye.<br />

Adam soyacaksan Miskinler'e git.<br />

Adı batasıca.<br />

Adı büyük kıçı kovuk.<br />

Adı kara yere geçsin: Öl.<br />

Adın erik tadın erik. Ağı miydin be mübarek?<br />

Aferin delisi: Övgüden çok hoşlanan kişi.<br />

Ağzı açık ayran delisi.<br />

Ağzı süt kokmak.<br />

Ağzı tuzsuz: Çok küfür eden kişi.<br />

Ağzı var, dili yok.<br />

Ağzına ballar yağlar.<br />

Ağzını açıp gözünü yummak: Aklına geleni söylemek.<br />

Ağzını poyraza açmak: Aç kalmak.


Ak ak yuyup, mor mor sermek.<br />

Ak bacak kara bacak, hepsi bir bacak.<br />

Aklı bokuna karışmak: Çok korkmak.<br />

Aklında duracağına karnında dursun.<br />

Al hakkını ye bokunu.<br />

Al sana bir kaya, nerene dayarsan daya.<br />

Aldı ele, girdi yola: Kavgada düşünmeden konuşana denir.<br />

Aldım kızını, görmeyeyim yüzünü.<br />

Allah’a yan bakan : İnatçı şaşı kişi.<br />

Alma ağacında mı büyüdün? : Hiç vermeden hep alan kişilere denir.<br />

Altı sakal üstü bıyık.<br />

Anadan sıska ne yapsın muska.<br />

Anam beni bir daha mı doğuracak : Bu dünyada gönlümce yaşarım.<br />

Anamın öleceğini bilsem acı soğana değişirdim.<br />

Anan soğan baban sarımsak.<br />

Ananın kardeşi değil, babanın oynaşı değil.<br />

Angıt bengit olmak : Çok heyecanlanmak çok şaşırmak.<br />

Apsarı tosunu : Gürbüz boysuz delikanlı.<br />

Ar damarı yok : Utanmaz kişi.<br />

Arka ayağıyla kulağını kaşımak : Hayvan yerine koymak.<br />

Arkalı olmak : Koruyanı olmak.<br />

Arkamda semerim, önümde emerim yok: Beni bağlayan birşey yok.<br />

Artık eksik helal et.<br />

Aslan bok sıçmaz mı ? : Herkes hata yapar.<br />

Aşağıdan almak.<br />

Atımın alnı sakar, kendi adını bana takar.<br />

Atlıyı atından indirmek: İyi konuşup ikna etmek<br />

Avrat ağızlı : Duyduğunu söylemeden duramayan erkek.<br />

Avrat tuz der, yüreği cız der.<br />

Ayağı dolaşmak.<br />

Ayağına demir çarık giymek : bir iş için çok gezip yorulmak.<br />

Ayağına kara sular inmek : Çok gezip yorulmak.<br />

Ayağını denk atmak.<br />

Ayağını sürüyüp gelmek : Gittiğin yere beklenmeyenler de geldiğinde denir.<br />

Ayıbını toprak örtsün.<br />

Ayran ağızlı : Sır tutmaz kişi.<br />

Ayran geven : Salak<br />

Ayran içtik ayrı düştük.<br />

Ayrı baş çekmek<br />

Azat buzat, beni cennet kapısında gözet : Kafesteki kuş salınırken söylenir.<br />

Bahtı bağlanmak.<br />

Bana bir koca lazım, o da bu gece lazım.<br />

Bangır bangır bağırmak.<br />

Basti bacak yan gider.<br />

Başı bacadan çıkmadı ya : Evlenme vakti geçmedi.<br />

Başı bağlı : evli kişi.<br />

Başı göğe değmek.<br />

Başında ottan gayrisi bitmek.


Başını kel etmek.<br />

Başkasının bokunu yemek : Başkasına benzemeye çalışmak.<br />

Başşaktan gelmiş eşşek gibi yatmak : Görgüsüz.<br />

Benden ırak ol, cehenneme direk ol.<br />

Beş okka pekmez, yerinden kalkmaz : Davranışlarında ağırolan<br />

Bıldır bıldır bakmak.<br />

Bilirsin kıçın huyunu, ne içersin yahninin suyunu.<br />

Binbir ayak birayak üstünde: Çok kalabalık<br />

Bir davuluna bir kasnağına vurmak : Eleştirirken kötüde söylemek.<br />

Bir dönüm bostan, yan gel Osman: Keyfi yerinde olan kişi.<br />

Bir yüzü insan, biryüzü köpek.<br />

Bite tırnak pireye burmak.<br />

Boğazdan düşmek : İştahsız kalmak.<br />

Boğazı büyük :Obur<br />

Boğazına durmak.<br />

Boğazını saban oku ile mi deldiler ? : Kalın yüksek sesliye denir.<br />

Boş cep aç karın, salın taşaklarım salın.<br />

Boynu altında kalsın: Ölsün.<br />

Boynu buruk : Öksüz, yetim. Çaresiz kalmış.<br />

Boynuzu kurtlu : Hileli düzenbaz kişi.<br />

Boyun kösmek.<br />

Bulup buşurmak<br />

Bulup da bunamak<br />

Burçak burçak terlemek : Sıkıntıdan iri iri terlemek<br />

Burnun altında ağzın var mı yok mu : Gerçek değişmez.<br />

Burnundan kıl aldırmamak<br />

Canevi çıkmak .Yüreği kalkmak<br />

Canına çakmak kanına ekmek : Düşmanlık sözü. Kırgızların Manas destanında<br />

kanını içmekten söz edilir. Bu gelenek Ortaasya 19. yüzyıla kadar devam etmiştir.<br />

Canına tükürmek : Zor kullanmak, öldürmek.<br />

Canını, bağrını yakmak : Birisine acıtacak bir iş yapmak.<br />

Ciğeri asılı kalmak : Kaygılı, üzüntülü bekleyiş.<br />

Cillik cillik bağırmak.<br />

Çalıyı tepeden sürümek : Anlamaza gelmek, baştan savma iş yapmak.<br />

Çan çan etrnek : Çok boş konuşmak.<br />

Çaycak gidip boycak gelmek : Hiçbir iş yapmamak.<br />

Çayı görmeden paçayı sıvamak.<br />

Çenen çekilsin : Öl.<br />

Çenene çay taşı düşsün: Konuşamaz duruma gel.<br />

Çocuklar başı Deli Ömer: Çocuklarla oyun oynayan büyük kişiye denir. Bu deyimin<br />

aynı isimle Gaziantep ağzında olması dikkate değer.<br />

Çul tutmaz tazı : Çok gezen yoksul kişi.<br />

Debben dübben yürümek : Yaşlı yürüyüşü.<br />

Deli debbek konuşmak : Düşüncesiz konuşmak.<br />

Dili boğazına gitmek : Hayretten donakalmak.<br />

Dilini enseden çekmek : Çocukları korkutmak için söylenir.<br />

Dini donu yok : İnsafsız, önü ardı belirsiz.


Dipli bucaklı : Köklü, zengin aile.<br />

Dipsiz kuyu : Eline geçeni israf eden.<br />

Dirseğinde ak kıllar bitsin : Yüzyıldan fazla yaşa. Yüz yaşından sonra insanın<br />

dirseğinde ak kıllar bitermiş.<br />

Dişinin etini sormak : Çok aç, yoksul kalmak<br />

Dizine oturup sakalını yolmak.<br />

Dokuz dağın domuzu : İri yapılı şişman tembel kişi.<br />

Domuşup durmak : Toplum içinde suratı asık oturmak.<br />

Döşeği kaba sermek : Misafirlikte uzun kalana denir.<br />

Dükkanı açık olmak : Pantolonunun önü açık olmak.<br />

Dünyasını bitirmek : Ölmek.<br />

Eciği cücüğü : Yararı yaramazı, çöl çocuğu.<br />

Eğere de gelmek, semere de gelmek : Her işe yakışan kişi.<br />

Eğirdiğini ayrı koymak : Benimle ilişkini kes.<br />

Ekmek haydan su çaydan.<br />

El deliye biz akıllıya hasretiz.<br />

El tutmak.<br />

El yordamı.<br />

Ele ele kepeği içinde : Ne yaparsan yap, değişen bir şey yok.<br />

Ele verir öğüdü, kendi kırar söğüdü.<br />

Elekçi karısı : Çingene karısı.<br />

Eli ağır olmak : Borcunu geç ödemek<br />

Eli ayağı kısa : Kadın,kız için söylenir.<br />

Eli beratlı : Hırsız.<br />

Eli götünde gezmek : İşsiz, boş gezmek<br />

Eli uzun : Hırsız.<br />

Eli yüzü belirsiz : Ne yapacağı belli olmayan.<br />

Elini eteğini çekmek.<br />

Eme seme yaramaz : Hiçbir işe yaramaz. Divanü-Lugat-it-Türk de "em" ilaç<br />

demektir.<br />

Emen eşken : Özel olarak, iş edinerek<br />

En akıllısı Deli Bekir, o da köstekle yatır.<br />

Esen yelden nem kapmak.<br />

Eşeği sattık, belaya çattık.<br />

Eşeğin büyüğünü ahırda unutmak : Önemli işin en sonra hatırlanması.<br />

Eşek kazığı : Büyüğüne saygısız kişi.<br />

Et kafa : Düşüncesiz.<br />

Eteğindeki taşları dök : Açık konuş.<br />

Ettin bir hayır, tut bacağından ayır.<br />

Evin direği : Koca<br />

Felek eşeğine çüş demiş : İhtiyarlamış, zayıflamış, çökmüş. Eski görkemini yitirmiş,<br />

yoksullaşmış.<br />

Gak deyince et, guk deyince su vermek: Birinin ihtiyacını mazeretsiz karşılamak.<br />

Gavaroz atmak : Asılsız konuşmak.<br />

Gecenin günbey vakti : Aydınlık gecenin yarısı.<br />

Gezmeden seyyah, okumadan alim olmak.<br />

Gitti gelmez, yitti bulunmaz.<br />

Gök görmedik : Görgüsüz.


Gölge fesleğeni : Nazik kişi.<br />

Gönlü farımak : İstekleri kalmamak.<br />

Göt ata ata gitmek: Bir sevinçten dolayı hoplayıp sıçrayarak gitmek.<br />

Götün götün gitmek : Geri geri gitmek.<br />

Götüne kına yakmak : Düşmanım sevinmesin.<br />

Gözüne görünecek var : Beklenmedik kötü bir iş olabilir.<br />

Gözünü belertmek: İhtar amaçlı göz işareti yapmak.<br />

Gözünün çayırını almak : Doğayı seyrederek mutlu olmak.<br />

Gözünün kurdunu kırmak : Karşısındakinin cesaretini kırmak.<br />

Gün battı gavur yattı.<br />

Gün görmemiş söz : Beklenmedik argo söz.<br />

Gündüz diye söylerim : Hayırlı bir yorum olsun diye söylerim (Düş anlatılmadan<br />

önce söylenir.)<br />

Hacı gözler gibi gözlemek : Aranan, sevilen birini beklemek.<br />

Hakı bokunu ödememek.<br />

Hakkını avucuna vermek : Dayak atmak<br />

Hasan, kendi kıçına kendi kabak asan : Bir olayda kendi kusuruyla kendini zora<br />

düşürene denir.<br />

Hasta, çorba komaz tasta : Hastalık hastası.<br />

Hem tefine hem kasnağına vurmak : Hem övmek, hem yermek.<br />

Hergelen anamın hatırını sorar : Herkes benden yararlanmak ister.<br />

Her sakallıyı dedesi sanmak.<br />

Hesap hesap.. Kurban Bayramı ay şavkuna denk gelmek: Soncu değişmeyen<br />

olaylar için kullanılır.<br />

Heybe elin torba emanet : Yoksul kişi.<br />

içinden usturalı : Sessiz can yakan.<br />

İçine kan öğünmek.<br />

İğne iplikolmak.<br />

İğne üstünde oturmak.<br />

İnadı inat, kıçı iki kanat : Sözü yanlış da olsa direnir.<br />

İnceldiği yerden kopmak.<br />

İpin ucu puştun elinde.<br />

İt taşlamak : İşsiz gezmek.<br />

İtlerana olmasın.<br />

İtten aç, yılandan çıplak kalmak.<br />

Kafadan gayrı müsellah : Deli.<br />

Kale'nin kızı, karanlıkta kor bizi.<br />

Kanayaklı : Kadınlar için kullanılır.<br />

Kapıyı kırıp odun etmek : Çare bulmak.<br />

Karabatak gibi batıp çıkmak.<br />

Karadenizde fırtına, al pilini sırtına: Sorununu kendin çöz.<br />

Kardeş değil, kara taş.<br />

Karnı burnunda olmak : Doğumu yakın kadın.<br />

Karnı çekememek: Aşırı kıskanmak.<br />

Karnında erik kurusu olmak : Çok kıskanmak.<br />

Karnının şişi inmek : Kıskançlığı gitsin.<br />

Kemikleri sürme olmak : Ölümünden çok zaman geçmek.


Kendi çalıp kendi oynamak.<br />

Kendi keklik, evi çöplük.<br />

Kendi yok Allahı var.<br />

Kıçı kırık tazı gibi gezmek : Çok gezmek.<br />

Kıçında bülbül kafası olmak : Çok hareketli olup yerinde duramamak.<br />

Kırı gibi yaptırmak : Eşek gibi yaptırmak.<br />

Kırığına inanıp kocasından olmak.<br />

Kimine akıtmak, kimine bakıtmak.<br />

Kimler kazana, kimler yiye?<br />

Kolunda altın bileziği olmak.<br />

Koyun ömrü kadar ömrü olmak : Yaşlı, ihtiyar.<br />

Kucağında oturup sakalını yolmak.<br />

Kulağı kesik : Her şeyi denemiş uyanık kişi.<br />

Kuyruğunu kıstırıp gitmek.<br />

Kuyruk kaldırıp gitmek : Kızıp işi bırakıp gitmek.<br />

Kürek emzirmek : İşçinin küreğe dayanıp çalışmadan durması.<br />

Lafı götünden anlamak : Sözü iyi anlamamak.<br />

Lafım laf olmazsa da karın ağrısı da mı olmaz?<br />

Nam olsun, kâr olmasın.<br />

Ne arar Hacı Ahmet'te kav çakmak.<br />

Ne ölü görmüş ağlamış, ne düğün görmüş oynamış.<br />

Nefsini köreltmek.<br />

Nesiyle sarımsak ezmek : İş görmeyip boş gezen sağlıklı kişiye denir.<br />

Neyine gerek senin, elin üç oğlaklı beş keçisi : Başkasının işine çok karışma.<br />

Oba köpeği gibi oturmak.<br />

Ocağın sönsün.<br />

Olursa aşımın suyu, olmazsa başımın suyu : Denemekte yarar var.<br />

Osuruğuyla kavga etmek.<br />

Oyulmadık kabağın içine girmek : çok aranıp bulunamamak.<br />

Ödü bokuna karışmak : Çok korkmak.<br />

Ödü sıdmak : Çok korkmak.<br />

Ölmesin, dokuz yorgan gevsin : Beddua.<br />

Ölüsü özsüz kor, dirisi gözsüz kor: Huysuz, yaramaz evlatlara denir.<br />

Ömrü uzun, düğünü güzün olsun.<br />

Ömrüm kazığa mı bağlı.<br />

Pazarlık bıyıkla sakalın arasında.<br />

Pireyi gözünden, deveyi dizinden vurmak.<br />

Saçımı ak gördün de değirmenci mi sandın?<br />

Sakızı boka düşürmek : Pot kırmak.<br />

Saldım çayıra, Mevlam kayıra.<br />

Semeriyle seksene malolmak.<br />

Sen tilkiysen ben de kuyruğuyum.<br />

Senin de aklın giden kadının aklından : Dikkat et, kovulursun.<br />

Senin eşeğin kancık olsun da erkek eşek anırsın dursun.<br />

Senin hatırın kırılacağına, Şapçıoğlunun katırı kırılsın.<br />

Sevincik delisi : Bir olayda sevincini aşırı dışa vuran<br />

Sevisi akmak.


Sınamayı kurt yememiş.<br />

Sinekten yağ çıkarmak.<br />

Suyu çekilmiş değirmene dönmek.<br />

Sütü kaçmak.<br />

Şapı bilmez, şeker der.<br />

Şeytana gem vurmak.<br />

Şu sırım nerden? Şu yatan gönden : Görünen gerçeği değiştirme.<br />

Tabanını yarıp içine tuz doldurmak : Ceza vermek.<br />

Tamtakır, kuru bakır : Bomboş ev.<br />

Tavuğum güzel olsun da yumurtlamazsa yumurtlamasın.<br />

Tek durmak : Uslu durmak.<br />

Tekne kazıntısı : Yaşlı kişinin son çocuğu.<br />

Tencerede pişirip, kapağında yemek.<br />

Tesbihli şeytan : Dindar görünüp dolap çeviren kişi.<br />

Tilki o tilki ama boyası beni şaşırttı.<br />

Topuna kıran girsin : Hepsi ölsün.<br />

Tuzsuz helva : Sevimsiz insan.<br />

Ucu dönmez tarla : Büyük tarla.<br />

Udu olmak : Utanılacak bir davranışı olmak.<br />

Ufak uşak bit yavşak : çoluk çocuklu kalabalık.<br />

Üstü cicili altı böcülü : Süslü pis kadın.<br />

Vara vara vardık değirmene : Bunca çalışmaktan bir kâr yok.<br />

Varıver geliver Pazarköy altı saat : Sonuçsuz bir işle uğraşmak.<br />

Ver Omar'a, yaz duvara : Veresiye verme.<br />

Ver yiyeyim, ört yatayım, bekle canım çıkmasın.<br />

Verdik kırkı gitti korku.<br />

Yağlı kurşunlara denk gelesin : Beddua<br />

Yaşın yetti, bıyığın bitti : Evlat kendi işini kendi görsün.<br />

Yaz tahtaya al haftaya.<br />

Yediği boktan başı ağrımak : Kusur işleyip zor durumda kalmak.<br />

Yediği önünde yemediği ardında.<br />

Yediğim soğan olsun, sardığım civan olsun.<br />

Yemem diyenden kork.<br />

Yemesi içmesi iyi, gelene gidene aklı ermiyor : Hastalığı bahane edip iş görmeyen.<br />

Yeni giyer bok gibi, eski giyer yok gibi.<br />

Yere çaksan geçer : Sağlıklı gürbüz insan.<br />

Yırtılan Deli Bekir'in yakası.<br />

Yörük sırtından kurban kesmek.<br />

Yükünü tutmak : Zengin olmak.<br />

Yüreği ağzına gelmek : Çok korkmak.<br />

Yüze yüze kuyruğuna gelmek : İşin sonuna gelmek.<br />

DEYİŞLER<br />

Eğirdirliler duygu ve düşüncelerini anlatmak için atasözü ile deyim<br />

arasında sözler söylerler. Bu sözlere de "Deyiş" derler.


Abdalın abdal olduğu belli olmaz<br />

Kasnak başa geçmeyince.<br />

Ateş tava geldi hamur kalmadı<br />

Akıl başa geldi ömür kalmadı.<br />

Attığı zaman<br />

Marmara'da kaptan<br />

Mısır'da sultan.<br />

Bir iştir geldi başa Sürüştür<br />

Mustafa paşa.<br />

Çam çatlar ardıç patlar<br />

Asilzadedir pelit İçin için<br />

yanar.<br />

Doku doku o bez<br />

Söyle söyle o söz.<br />

Elinde yok bir mangır<br />

Bok yoluna gider tangır tungur.<br />

Elemeden yoğurur Ayda<br />

bir oğlan doğurur.<br />

Et alacaksan buttan Kız<br />

alacaksan soydan.<br />

Evleneceğin kız Uzanıvermeli<br />

dala yapışmalı Oturuvermeli<br />

yere yakışmalı.<br />

Gelin gelin getirin<br />

Geçin geçin oturun<br />

Burası hoca evi Ne<br />

yiyin ne götürün.<br />

Giden Gülsün gelen Gülsün<br />

Azrail ettiğini bulsun.<br />

Gidiyor geliyor işi yok<br />

Ediğinin başı yok.<br />

İki kemik bir nohut Abdi<br />

Paşanın daveti var.


İşini bilmeyen çavuşlar<br />

Döner bokunu avuçlar.<br />

Kalmadı köz<br />

Tükendi söz<br />

Kalkın gidin siz<br />

Yatacağız biz.<br />

Kader olmayınca başta<br />

Ne kuruda biter, ne yaşta<br />

Kızmadı Hasibe Gelen<br />

nasibe bak nasibe<br />

Kullar teftişte Görelim<br />

Mevla ne işte?<br />

Ne yer ne yedirir kokarım avrat Hem<br />

yer hem yedirir şekerim avrat.<br />

Samandan temel olmaz<br />

El oğluna emel olmaz.<br />

Vardım baktım Hacı Ömer<br />

Oturmuş kürkünü yamar Ben<br />

ondan yün umarım O benden<br />

yapağı umar.<br />

Kırağıyı kışsanır<br />

Bulaşığı iş sanır.<br />

DİLFİR<br />

Baklagillerden erpik bir ottur. Koyun, keçi, inekler, eşekler çok severek<br />

yerler. Boğazova'da çok olur, bağlara gidip gelmek için ödünç eşek aldığımızda,<br />

eşeğin hakkı için bu ottan yoluvermemiz istenirdi.<br />

DİL-İ DANA<br />

Eğirdirli olup İstanbul'da bir tekke şeyhi olan, Olanlar Şeyhi İbrahim<br />

Efendinin şiir kitabıdır.<br />

DİPPOYRAZ<br />

Antik adı Diporoz diye geçer. Bu söz Eğirdir'de Dippoyraz şeklinde söylenir.<br />

Atlasta "Dedegöl" şeklindedir. Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın Hızırnamesinde de<br />

İpsahoros şeklindedir.


DODDİ<br />

Uygunsuz iş yapanların iş arkadaşlarına, yardakçılarına denir.<br />

DOKUZLAR<br />

Eğirdir'in eski soylarındandır. Ama kaynaklarda adı geçen<br />

Dokuzoğuzlardan mı, Kıpçak boylarından olan Dokuzboylar'dan mı, Altay<br />

Karaorman Tatarları Dokuz soyundan mı incelenmesi gerekir.<br />

DOLMALIBAHÇE<br />

İnekdenizi'nin yüksek batı tarafının Yazla'ya bakan sırtın düzlüklerinin<br />

olduğu yerdir. Eskiden bahar gelince "İlabada" dan dolma yaparlar, buraya<br />

mesireye giderlermiş. Bu yerin adının bundan dolayı Dolmalıbahçe olduğu söylenir.<br />

Manzarası, seyri güzel bir yerdir. Buraya mesire olarak gidildiğini yaşlılar<br />

hatırlamıyor.<br />

katar.<br />

DORAKOTU<br />

Tarhana çorbasının malzemesi içine katılan kokulu bir ottur. Çorbaya özellik<br />

DÖKME İP<br />

Kalın ana bir ipe 30 - 40cm uzunluğunda daha bir ince ip bağlanıp<br />

uçlarına olta takılır. Bu sayı üç yüz, beş yüzden fazla ya da az olabilir. Oltalara yem<br />

takıldıktan sonra göle bırakılır. Belirli bir süre sonra toplanır. Yemleri yiyip oltaya<br />

takılan balıklar böylece yakalanmış olur.<br />

DÜDÜK<br />

Martın on beşinden sonra ağaçlara su yürüyünce Bağlar'a sabah<br />

yürüyerek gider ikindin yürüyerek dönerdik. 4-5 yaşlarındaki bir çocuğun bir günde<br />

on kilometreden fazla yol yürümesine bugün bile şaşarım. Ama bize orada söğüt<br />

dalından ya da ceviz ağacının dalından düdük yaparlardı. Dalın ucunu çenterek bir<br />

ağızlık yaparlar, üstüne de doksan derecelik bir çentik atarlar, dalı döndürerek<br />

kabuğunu keserler, sonra bıçağın çelik ucundan tutup sapını kabuğa vurarak ve<br />

dalı çevirerek ritimle:<br />

Leblebici lüblebici<br />

Ağalardan tuz getirir<br />

Alallardan kız getirir.<br />

derlerdi. Sonra kabuk çıkarılır, çentik üst taraftan ağızlığa kadar uzatılır, çıkan<br />

kabuk yerine takılır, düdük yapılırdı.


DÜNDAR BEY MEDRESESİ<br />

Dündar Bey beyliğini kurunca ilk iş olarak 1301 yılında medreseyi<br />

yaptırmıştır. Medrese Kale'nin dış suruna dıştan bitişik olarak yapılmıştır. Kapısı<br />

Kervansaray'ın giriş kapısıdır. Selçukluların çökmesinden sonra Ânadoluda ticari<br />

faaliyet durunca kervansaraylar işlemez oldu, köhneleşti. Dündar Bey bunu<br />

değerlendirmiştir. Kervansarayın giriş kapısı taş taş sökülerek buraya taşınmıştır.<br />

Dündar Beyin kendisiyle ilgili sözleri içerdeki eyvanın alınlığı üzerindedir.<br />

Karçınzade Süleyman Şükrü 1875 lerdeki izlenimine göre yazdığı Seyehat-ı Kübra<br />

adlı eserinde Kervansaray'ı anlatırken duvarlarını "Diş ile soyulmuş hıyara benzer."<br />

der. Bu sözlerden de anlaşılıyor ki Kervansaray bir yönetici emriyle çok önceden o<br />

hale getirilmiştir. 1333 de Eğirdir'i ziyaret eden gezgin İbni Batuta'yı bu medresede<br />

Müderris Musluhiddin misafir etmiştir.<br />

Çok uzun hizmet vermesine rağmen Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa Medresesi<br />

açıldıktan sonra Dündar Bey Medresesinin önemi azaldığı, tedrisi zayıfladığı, harap<br />

kaldığı görülüyor. Sanırım mali kaynaklarının zayıflaması, Şeyh Ali Ağa<br />

Medresesinin vakıflarının yüksek gelirli olması böyle bir sonuç doğurmuş olabilir.<br />

1896 yılında F. Sarre'nin yayınladığı kitabında medreseyi iki katlı gösteren<br />

bir fotoğraf yer almaktadır. Bu fotoğrafta da medresenin harap hali görülmektedir.<br />

Sanat tarihçisi M. Sözen üst katın beşik tonozlu koğuşlar halinde olduğunu belirtir.<br />

"Konya Sırçalı Medrese'sine çok benzerlik gösterir." der.<br />

1838 tarihli Eğirdir vakıfları muhasebe defterine göre 1832 yılında büyük bir<br />

yangın sonucu medrese tamamen yanmış yeni dersaneler ve odalaryapılmıştır.<br />

Kayıtlarda 30 hücresi, bir dersanesi olduğu yazılıdır. 1948 lerde duvarına<br />

yaslanan evlerden güvercin tutmak için medreseye girdiğimizde eski yazılı<br />

defterlerin oraya buraya atıldığını, yığınak halinde hücrelere doldurulmuş olduğunu<br />

gördüm.<br />

1929-1934 yılları arasında hapishane olarak kullanılmıştır. 1950 lere kadar<br />

da kapının sol tarafı 6-7 bölümlü çarşı helası idi. Lağım bir yorkma ile Camiardı'na<br />

kadar uzatılarak göle akması sağlanmıştı. Aktığı yerde de çocuklar balık avlardı.<br />

1970 lerde onarım gördükten sonra bir kültür yuvası olması gereken bu yeri<br />

Vakıflar İdaresi turistik çarşı haline getirmiştir. Şu an altta on bir dükkan vardır...<br />

Üstü eski haline getirilip çok amaçlı kullanılabilir. Zaman zaman müze, kütüphane<br />

yapılması düşünülmüşse de gerçekleşmemiştir.<br />

Eğirdir'in ilk yazılı kaynak eserleri bu yapıdadır. Giriş kapısı 1236, Dündar<br />

Beyin eyvan üzerindeki kitabesi 1301 tarihini taşır. Giriş kapısındaki yazının<br />

türkçesi şöyledir;<br />

"Ümmetlerin ve kulların hakimi maliki hakanlar hakanı Yüce Hakan, Arap ve<br />

Arap olmayanların sultanların Sultanı, Zamanın Zülkarneyni ve çağın yoldaş<br />

padişahı ikinci İskender, Dünya sultanlarının gökten güçlendirilen Sultanı,<br />

düşmanlarına üstün, Allah birliğini tanıyan, askerleri kazanan, Hakkı inkar edenleri<br />

ve Allah'ı ortak koşanları yok eden, Âllaha ve ahirete inanmayanları, sapıklıkta<br />

direnenleri aşağılatan değersizleştiren, haricileri ve baş kaldıranları söküp atan,<br />

halkın güvendiği, Hak sayar, Allah halifesinin yardımcısı, Allah yaratıklarının<br />

koruyucusu, Rum Ermeni Şam Diyarbakır Frenk ülkelerinin Sultanı,<br />

Selçukoğullarının tacı, müminler emirinin ortağı, Fetihler babası Kılıçaslan oğlu<br />

Mesut ve oğlu Sultan Said Kılıçaslan oğlu Keykubad'ın oğlu Keyhüsrev 635 Hicri<br />

senesinde bu mübarek hanın onarılmasını emretti. Dünyanın doğularında ve<br />

batılarında Allah mülkünü daim eylesin."


İçteki eyvan kemerindeki yazının da türkçesi şöyledir.<br />

"İslamın ve müslümanların şan ve şerefi, din ve devletin talihi, ülke ulularını,<br />

askeri komutanları ve çevresini kazanmış olan soylu, güçlü, değerli, üstün, eşsiz,<br />

başkomutan büyük emir Hamidoğlu İlyas oğlu Dündar 701 Hicri senesinde bu<br />

mübarek medresenin onarımı ve kullanılmasını emir ve işaret buyurdu. Duyunuz.<br />

Allah yardımlarını kutlu, iktidarını kat kat eylesin. Mülkünü de daima mamur, baki<br />

kılsın." Tarihçi, arkeolog Kemal Turfan'ın bildirdiğine göre Dündar Bey, Yalvaç'ta bir<br />

han yaptırmışsa da bugün tamamen yıkılıp kaybolmuştur. Kitabesi Yalvaç<br />

müzesindedir.<br />

DÜNDAR BEY<br />

Takma adı Felükiddin'dir. Buna dayalı olarak Eğirdir'e Felekabat denilmiştir.<br />

Hamidoğullarını tarih sahnesine çıkaran beydir. İlk çırpıda beyliğin sınırlarını<br />

genişletmiş, Antalya'ya kadar inmiş, buranın beyliğini de kardeşi Yunus'a vermiştir.<br />

Devlet olmanın bir kurumsallaşma olduğunu anlamış, önce ordusunu geliştirmiştir.<br />

On beş bin yaya, on beş bin atlıdan oluşan bir ordu kurmuştur. Beyliğini ilan eder<br />

etmez Eğirdir'e Uluborlu'dan taşınmıştır. İlk iş olarak da 1301 yılında Dündar Bey<br />

Medresesini yaptırmıştır. Aydın, Menteşe Beyliklerini himayesi altına almış, kendini<br />

Sultan ilan etmiştir. Bu durum Anadoluyu kontrol altında tutan İlhanlıların hoşuna<br />

gitmemiş, Başkomutan ve Vezir Emir Çoban oğlu Demirtaş'ı Hamidoğlu Beyliğini<br />

kaldırmak için Dündar Beyin üzerine göndermiştir. Gücünün yetmeyeceğini<br />

anlayan Dündar Bey Antalya'daki kardeşi Yunus'un oğlu Mahmut Beye sığınmıştır.<br />

Demirtaş'tan korkan Mahmut Bey, amcası Dündar Beyi Demirtaş'a teslim etmiştir.<br />

Demirtaş da 1324 te Dündar Beyi öldürtmüştür. Dündar Beyin mezarının nerde<br />

olduğu kesin olarak bilinmemektir. Oğulları Hızır, İshak, Mehmet bu olaylardan<br />

canlarını kurtarmışlardır. İshak Bey yardım için Mısır Sultanı Melik Nasır'a<br />

sığınmıştır. Bu arada babası öldürülen Demirtaş da Mısır'a sığınmış, 1327 de<br />

öldürüldükten sonra İshak Bey Mısır'dan dönerek beyliğin başına geçmiştir.<br />

Eğerim Beli Eski kervan yolu sol tarafta görülmektedir.


ECE MEHMET<br />

E<br />

1915 lerde ölmüş bir divanedir. Ece kelimesi çok güzel anlamında kullanılır.<br />

Ece Mehmet hakkında şöyle bir hikâye vardır.<br />

"Zamanın zengini Ağalar'a varır. Ağalar'ın binmeye kıyamadıkları bir atı<br />

vardır, onu ister. "Dur bakalım, ne yapacak ? " diye atı Ece Mehmet'e verirler. Ece<br />

Mehmet ata biner, eline bir değnek alır, kale kapısı minare arasında at ağzından<br />

köpükler saçana kadar dört nala gider gelir. Sonra atı Ağalar'a "Al ağam atını.<br />

Gavuru kırdım geldim." der, verir. Ağa da atı alır, ahırına bağlatır. Savaş sonrası<br />

Ağalar'a bir misafir gelir. Sulamak için dışarı çıkarılan atı görür, tanır. "Biz<br />

savaşırken zor duruma düştük. Bu at üstünde eli kılıçlı bir adam çıkageldi, her yere<br />

yetişerek bizi bozgundan kurtardı." der. Ağa da: "O adamı görsen tanır mısın?" diye<br />

sorar. Adam da "Tanırım." der. Beş altı uşağın arasına Ece Mehmet'i de koyup<br />

gösterirler. Adam "İşte bu idi." diye Ece Mehmet'i gösterir.<br />

Bazı söylencelere göre mezarı Kemik Hastanesinin Kapılar yönündeki<br />

kapısının girişi solundadır. 1940 larda orada ağaçlar vardı. "Kesenin tahrası kırılır,<br />

eli bacağı kesilir." Derlerdi.<br />

EDEBİYATTA <strong>EĞİRDİR</strong><br />

Gazete ve dergilerde Eğirdir ile ilgili pek çok yazı yazılmıştır. Ben burada<br />

yalnız önemli edebiyat kişilerinin yazılarından birkaç örnek vereceğim.<br />

Bizim Akdeniz adlı kitabında Falih Rıfkı Atay Eğirdir'i şöyle anlatır; "Davraz<br />

dağının eteklerinden Eğirdir bir yarı hayal gibi görünür. Göl bir boğazla ikiye<br />

ayrılmıştır. Kasabanın ucundaki biri büyük, biri ufak iki ada Eğirdir gölüne güzel<br />

Türkiye koleksiyonundan eksilmeyecek olan müstesna bir manzara değeri<br />

vermektedir.<br />

Eğirdir kasabası bunun ucuna yapılmış olan eski kalenin içinde ve<br />

kenarındadır. Evler sanki bir sürgün avından kaçışıyor gibi üstüste, boğazlaşarak<br />

gölün burun noktasına yapışmışlardır. Su görmek için kasabadan çıkmak lazım<br />

geliyor.<br />

Halbuki Eğirdir'in bağları, gölün bittiği yerlerden dağlar arasına doğru<br />

sokulan sahildedir. Eğirdir bu sahilden göl ve nehrin birleştiği noktayı kasabaya<br />

doğru dolaşan ferah ve boş kıyılarda büyüyecektir. Yeni hükümet konağının burada<br />

seçilecek bir yere yapılması doğru olur. Su geniş bir yol ile mahallelerden ayrılıp<br />

serbest bırakılmalıdır. Eğirdir'in Antalya ve hinterlandı mıntıkasının her zaman için<br />

en iyi gezinti yerlerinden biri olacağına şüphe yoktur.<br />

Nehir başına kurulan ağ sepetlerinin içinde balık avlandığını seyretmek bir<br />

İstanbulluya ne kadar garip geliyor. Burada balık, bir kara mahsulünü hatırlatıyor.<br />

Dağlarla çevrilen göllerden pek azı, Eğirdir suyu kadar güzel olabilir.<br />

Kalesinin havasında, hâlâ derebeyi masalları ürperiyor.<br />

Buralar saadetin kolay olduğu yerlerdir. Karlı dağların arkasındaki tuzlu<br />

istepi düşününüz. Orada halk ekmeğini topraktan tırnakla söküyor."


Yazar ismail Habip Sevük de Eğirdir Gölünü şöyle anlatır;<br />

"Isparta'dan kalkan otomobilimiz on beş, yirmi dakika geçince Eğirdir'e ayrı<br />

bir kol halinde uzatılmış tren yolunu aşarak, rayların bazan sağına, bazan soluna<br />

atlayıp nihayet bir saat sonra Miskinler Yokuşu'nu tırmanmaya başladı. Göl ilkönce<br />

o yokuşun üst noktasından görülürmüş. Tam tepeye varınca şoför arabayı<br />

durdurdu. İndik. Gölü birdenbire göreyim diye birkaç saniyedir gözlerimi kapamıştım.<br />

Apansız açılan gözlerim apansız görülen manzaradan kamaşır gibi oldu.<br />

Görülen şey gözün adesesine sığmayacak kadar coşkundu. Burada gerçek hayalden<br />

çok geniş ve umulandan çok yüksek.<br />

Altımızda gömgök bir deniz parçası arzın böğrüne oyulmuş gibi duruyor. Bir<br />

kuyu gibi derin bir havuz gibi aydınlık. Bu kadar koyu gök rengini bütün ömrümde<br />

görmedim. Yüksek, beyaz tepeli, yeşil gövdeli dağlar bu gölü haşmetli bir kuyu<br />

çemberi gibi kucaklamışlar. Maviyle yeşilin kaynaşmasından doğan kamaştırıcı<br />

acayip bir renk, büyülü bir hazine gibi gözlerinizin önüne seriliyor.<br />

Gölün sağında iki ada. Biri büyük, Nis adası. Diğeri küçük, Canada. Biri ana<br />

gibi, diğeri yavru gibi. İkisi de gömgök bir zemin üstüne bırakılmış. Düzgün biçimli<br />

yemyeşil birer çini levhası. Sanki tabiatın bir manzarası değil, çini renklerinin<br />

harikulade kaynaşmasını yaratan eski Türk sanatkarının eşsiz bir eserine<br />

bakıyorum. Ne diyeyim... Ne diyeyim... İkisi de dengi olmayan birer hülya mesiresi."<br />

EDİK<br />

"Maviyle yeşilin kaynaşmasından doğan acayip bir renk<br />

büyülü bir hazine gibi gözlerinizin önüne seriliyor."<br />

Evde giyilen önü kapalı ve ponponu olan, deriden yapılan, altı kösele bir<br />

çeşit terliktir. Eğirdir'de en çok Manaklar yapar ve satardı.


EFLATUN DEDE<br />

Yeşilada'da Musluhiddin Dedenin batısında olup, tarihi kaynaklarda hiç<br />

kaydına rastlanmamıştır. 1980 lerden sonra oraya bir küçük türbe yapılmıştır.<br />

Hakkında da herhangi bir rivayete rastlanmadı.<br />

EĞERİM BELİ<br />

Eğerim yolu eskiden Mahmatlar üst düzlüğünden gider, Eğerim üzerinden<br />

iner, Gelendost'a ulaşırdı. Bugün bile Eğerim üstünden göl kıyısına inen yol<br />

kalıntıları bellidir. Eğerim bu yolun göle en dik inen yeridir. Geçmişte eşkıyalardan<br />

altınını saklamak için eğerinin içine koyan zengin bir kişinin atı ürküp buradan göle<br />

düşmüş. Atı ölmüş, derin sularda da eğeri bulunamamış. Adam: "Atıma acımam<br />

amma, eğerim de eğerim.." demiş. Buranın adı ondan öyle kalmış derler. "Eğrim"<br />

den böyle bir kelime üretilse gerek. Yerin coğrafi özelliği de durumu gösteriyor.<br />

Halk gölün en derin yerinin bu civarda olduğunu söyler.<br />

<strong>EĞİRDİR</strong> ALACASI<br />

Eğirdir'deki dokuma tezgâhlarında dokunan bir bez olup zamanında<br />

Isparta'dan Konya'ya, İstanbul'a kadar aranan bir tür bezdi. Daha çok Nis'te<br />

dokunurdu.<br />

<strong>EĞİRDİR</strong> BOĞASSI VE BOYAHANE<br />

Eğirdir dokumada gelişme gösterdiği için boyahaneler de vardı. 1568de<br />

1600 akçelik vergi vermiş. Eğirdir ince pamuklu dokumada ileri gitmişti. Bu<br />

dokumalara "Eğirdir boğassı" denirdi. İstanbul başta olmak üzere Tuna<br />

iskelelerine, Karadenizden Lehistan, Erdel, Macaristan'a kadar satılırdı. Boğassı<br />

ve bürüncekler dışa satıldığı için Bursa'da boyanırdı. Nitelikli, özellikli, damgalıydı.<br />

Tüccar damgasını vurur, vergisini öderdi.<br />

<strong>EĞİRDİR</strong> DEFİNESİ<br />

Şu anda Isparta müzesindedir. 1970 lerde Kanlı Çınar'ın karşısındaki otel<br />

yıkılıp bugünkü Belediye işhanını yapmak için hafriyat yapılırken ortaya çıktı.<br />

Hafriyat Tersikbaşı göl kıyısına döküldü. Yorgancıoğullarından bir kişi göle abdest<br />

almaya giderken ayağına bir ibriğin ülüğü takılır. Bakır olduğunu anlayınca çıkarır.<br />

Ağır olduğu için içini merak eder. Biraz uğraşınca altın paralar dökülür. Savcılık<br />

durumu öğrenir, en yakın Burdur müzesine verir. Isparta müzesi yapıldıktan sonra<br />

şimdiki yerine konur. Şimdi orada "Eğirdir definesi" adıyla sergilenmektedir.<br />

Definenin bulunduğu yerin Kargir bedesten olduğu, 1925 lerden sonra otel<br />

ve mağazalar yapıldığı, 1932 de basılan Isparta Vilayeti İdare Coğrafyası kitabında<br />

yazar. Geçmişte buraya Pamukhanı da denirdi.<br />

Definenin özelliklerini açıklayan tam bir bilgiye erişemediğim için burada<br />

açıklayıcı bir bilgi sunamadım.


<strong>EĞİRDİR</strong> GÖLÜ MERAKİBİ BAHRİYESİ<br />

Kurtuluş savaşı başlangıcında Eğirdir istasyon ile Avşar Hüyük arasında<br />

ulaşım yapmak için motor ve mavnalar getirildi. Bu işler bir Binbaşının kumandasında<br />

yürütüldü. Bu taşıt araçları bilhassa Büyük Taarruz'dan önce cephe gerisinde asker ve<br />

araç taşıdılar. İstasyon altından Hüyük'e, ordan da Akşehir'e ulaşılıyordu. Bu askeri<br />

taşımanın Eğirdir gölündeki ulaşım bölümüne "Eğirdir Gölü Merakibi Bahriyesi" denildi.<br />

Sözler "Eğirdir Gölünde yapılan tekne taşımacılığı" anlamı taşıyor. O günleri yaşayan<br />

Öğretmen Etem Kartal bu olayı ve sonunu şöyle anlatıyor:<br />

"Savaştan sonra bu motor ve mavnalar Eğirdir Maliyesine devredildi. Binbaşı ile<br />

askerleri İzmir Bahriyesi Kumandanlığı emrine verildi. O zamanlar daha İzmir-Eğirdir<br />

demiryolu bir İngiliz şirketinin elindeydi. Şirket Merakibi Bahriye'yi almak istedi.<br />

Hükümet doğru bulmadığından Kaymakamlık Eğirdir Belediyesinin almasını istedi.<br />

Nedense Belediye almadı. Kaymakam Orhan Sami Bey "Eğirdir İhtiyat Zabitan<br />

Yardımlaşma Cemiyeti"ne verdi. Cemiyet Merakibi Bahriye'yi aldıktan sonra başına iki<br />

bekçi koydu, istasyon altındaki körfeze demirledi. Göl kenarında bir fener vardı.<br />

Demiryolu oraya kadar uzardı.<br />

İstasyon memuru Sabri bey, nasılsa Cemiyet idare heyetinden Hatipoğlu Rifat<br />

Efendi ile fenerin kendilerine ait olduğu konusunda tartışıyor. Hatipoğlu Rifat Efendi<br />

istasyon memuruna: "Sen İngilizlere satılmışsın." diyor. İstasyon memuru Sabri Bey de<br />

"Sen yarın görürsün, motorun yerinde yeller eser." diyor. O sırada bekçiler Kayyumoğlu<br />

irfan (Kaynak), Yaşaroğlu Süleyman (Dayım) idi. Yaşaroğlu Süleyman Eğirdir'e<br />

gelince Kayyumoğlu İrfan da istasyondaki memurların davetine icabet ediyor ve gece<br />

motorun ahşap kısmı delinerek batırılıyor. Sabahleyin istasyonda kavas olan Veziroğlu<br />

Tevfik, Cemiyet azasından Müftüoğlu Tahsin Efendiye motorun battığını<br />

söylüyor.Tahsin Efendi Cemiyet azalarına haber veriyor... Motorun yanına geliyor,<br />

bekçilere soruluyor. Yaşaroğlu Süleyman "Ben o gece ekmek almaya gittim. İrfan<br />

ağabeyim bekleyecekti." diyor, irfan da "Ben de istasyondaki memurların yanına gitmiş<br />

idim." cevabını veriyor. Savcılığa müracaat ediliyor. Tetkik neticesinde suçlu meydana<br />

çıkarılamıyor. Cemiyet tarafından durum Atatürk'e arzediliyor. Atatürk Deniz<br />

Kumandanı Sadullah Beyi Eğirdir'e gönderiyor. Durum imkansız görülerek motorun<br />

çıkarılmasından vazgeçiliyor.<br />

Daha sonraları Yeşiladalı Hafız Kamil Şirketi, Cemiyete müracaat ederek batık<br />

motoru satın alıyorlar. Fakat onlar da çıkarmaya muvaffak olamıyorlar. Bu motor 1980<br />

lerde çıkarıldı. Bazı aletleri hatıra olarak Dağ ve Komando Okulunda saklanmaktadır.<br />

<strong>EĞİRDİR</strong> GÖLÜNÜN ÇOK ÖZEL BİR BALIĞI<br />

Ord. Prof.Dr.C.Kosswig 1952 de Eğirdir golüyle ilgili raporunda çok özel bir<br />

balıktan bahsetmektedir. O bölümü olduğu gibi alıyorum.<br />

"Bir nevi Beyşehir ve Eğirdir göllerinin sakladıkları muammalardan biridir. Bu<br />

balığın koleksiyonumuzdaki numunesi 40 cm boyundadır. Her iki gölde de o kadar<br />

nadir olmalı ki ne halk arasında adı vardır, ne de balıkçılar böyle bir balıktan haberlidir.<br />

Böylece bu balığın Latince ismini vermekle yetinelim.<br />

"Schizothorox prophylakx"... İlk bakışta sıraza benzeyen bu balık cinsi aslında<br />

tamamıyla Asyanın göl ve nehirlerine aittir. Bilhassa Keşmir ve Afganistan'da yaşayan<br />

bir genusun yakın doğuda ve küçük Asyada tek temsilcisidir. Maalesef şimdiye kadar<br />

yaşayışı hakkında Beyşehir gölünden bir, Eğirdir gölünden bir tane rastlanmıştır."


<strong>EĞİRDİR</strong> KEBABI<br />

Pınarpazarı süresince orada bulunan fırınlarda yapılır. Günümüzde<br />

kurallara pek uyulmadan yapılıp yeniyor ama nefaseti yok. Geçmişte kebap şöyle<br />

yapılırdı;<br />

Kebap olacak etler için davarlar önceden kesilir, kazanda alaçakır<br />

kaynatılır, ondan sonra fırına konulurdu. Fırında da isi olmadığı için asma kütüğü<br />

yani omca yakılırdı. Böyle pişince kebap hem yumuşak hem pişkin ve nefis olurdu.<br />

Şimdi sabah kesilen eti kebap fırınının çengeline takıyorlar. Yakacak konusunda da<br />

titizlik göstermiyorlar.<br />

vardır.<br />

<strong>EĞİRDİR</strong> SOKAĞI<br />

Pınarpazarı'nda bir kebap ustası<br />

Ankara Keçiören Şevkat mahallesinde "Eğirdir Sokak" adında bir sokak<br />

<strong>EĞİRDİR</strong>ZEYBEĞİ<br />

Oyun Ege zeybeğinden izler taşır. Sözü şöyledir;<br />

Ördek suya dal da gel<br />

Yardan selam al da gel<br />

Eğer yarim gelmezse<br />

Tut kolundan al da gel<br />

Karanfilim boynuna<br />

Yanıyorum uğruna<br />

Malım mülküm erittim<br />

Nazlı yarin uğruna


<strong>EĞİRDİR</strong>'LE İLGİLİ ÖZEL NOTLAR<br />

• Eğirdir Seriye Sicilleri 1922 mahkeme yangınında yanmıştır.<br />

• Gölün kıyı uzunluğu 160 km kadardır. Gölü besleyen kaynaklar doğuda,<br />

düdenler batıdadır.<br />

• Eğirdir'de telgrafhane 1884 yılında açılmıştır.<br />

• Eğirdir'in eski kayıtlarında Ortodoks Rum vardır. Ermeni, Yahudi yoktur.<br />

• Eğirdir'e mazotlu değirmeni Hacı Eşref Ağa 1910 yılında işletmeye açmıştır.<br />

• İlk bisikleti de Ağalar'dan Murat Efendi binmiş, bu araca Eğirdirliler "Şeytan<br />

Atı" adını vermişlerdir.<br />

• Ord. Prof. Dr. C. Kosswig Eğirdir Gölünün yer altından Büyük Menderesin<br />

kaynaklarını da besliyor tahminini yapıyor.<br />

• Eğirdir'in elektrik fabrikası Fevzi Çelik'in Belediye Başkanlığı zamanında<br />

1935 yılında yapılmıştır.<br />

• Yapılmış sigara Eğirdir'e 1860 larda gelmiştir.<br />

• Geçmişte Eğirdir'in Pazargünü, pazar günüydü.<br />

• Çanakkale savaşında Eğirdir'den 91 kişi şehit olmuştur. Bu rakam resmi<br />

rakamdır.Gerçekte bu sayı daha fazladır.<br />

• 1900 lerde Eğirdir ve çevresinden 1000 kişi Yemen'e gitmiş, 300 kişi geri<br />

dönmüştür.<br />

• Eğirdir ve Burdur göllerinin kesiminde Hititlerin bir Hapalla beyliği olduğunu<br />

Eğirdir Gölünü besleyen büyük kaynaklardan biri.<br />

Kemer - Kaletepe yöresi (1995)<br />

Ekrem Akurgal "Anadolu KültürTarihi" kitabında yazar.


EĞİRLER KÖYÜ<br />

Eğirdirliler köyü demek. Beyşehir'in bir köyüdür. Dediklerine göre gölün<br />

yükselmesi sonucu bulundukları yeri terkederek gelip buraya yerleşmişlerdir. 1650<br />

lerde gölde bir yükselme olmuş, kıyılardan başka yerlere göçler de olmuştur. Bu<br />

göçlerde halkın bir kısmı Avşar Yenice köyüne de yerleşmiştir.<br />

EHRİMEN<br />

Çok iri, dev gibi adam anlamında kullanılır. İran kültüründe "Ahrimen"<br />

şeytan demektir. Demek ki oralardan geçip gelirken İran kültürü bizi de etkilemiş.<br />

Eğirdir'de iri adamlara "Ehrimen gibi" derler.<br />

EKSERİ ÇİVİSİ<br />

Ahşap bina yapılırken kalın özleri, direkleri mertekleri tutturmak için çakılan,<br />

demircilerin elde yaptığı dört köşeli ucu sivri çivi.<br />

EKŞİ DALDIRAN<br />

"Limon otu" da derler. Boğazova'nın nemli köşelerinde olur. Ovcalandığında<br />

limon gibi kokar, ferahlık verir.<br />

EKŞİLEME<br />

"Papaz yahnisi" de derler. Bol soğan, salça ve yağla öldürüldükten sonra<br />

balık ve sirke konularak orta ateşte uzun süre pişirilir. Etin pişkin olması,<br />

sakızlaşması tadını artırır. Sirke yerine limon da konulur.<br />

ELİKEPÇELİ<br />

Akpınar yolu başındaki Kapılar mevkiinin göl tarafına düşerdi. Basit dilme,<br />

tahtalarla çevrilmişti. Yol genişletmek için çavlanları aldıkça sık sık heyelan olması<br />

sonucu makamı kayboldu. Çocukluğumuzda ailemizde düğün olacağı zaman<br />

elimize küçük bir torbada bulgur verirler, oraya gönderirlerdi. "Elikepçeli dede,<br />

kepçenle, bereketinle sen de bizim düğünümüze gel.." der, sonra "Bulgum kurtlar<br />

kuşlar yesin, bu da onların hakkı.." deyip küçük torbadaki bulguru oraya<br />

savururduk.<br />

Anlatılan rivayete göre İslam ordusu Eğirdir'i almak için savaşırken<br />

bozgunluk göstermiş. Bu durumu gören Elikepçeli denen ordu aşçı neferi, eline<br />

kepçesini alıp onu bir savaş aleti gibi kullanmış, askere moral vermiş, düşmanın<br />

yenilmesine yardımcı olmuş. Ama şehit de olmuş. Sonra şehit olduğu yere<br />

gömülmüş.<br />

Olayın ne zaman olduğu konusunda bir tarih, kesin bir belge yoktur. Olay<br />

1596 da yapılan Eğri seferi içinde olan Haçova savaşını hatırlatıyor. Orda da<br />

Osmanlı padişahı III.Mehmet'i çadırına kadar yaklaşan düşmanın elinden ordu<br />

aşçıları kurtarmıştı. Benzerliği düşünmeye değer.<br />

Karçınzade Süleyman Şükrü Seyahat-ı Kübra adlı eserinde Elikepçeli için<br />

şöyle yazar;


"Eğirdir'de yatan velilerden en eskisi olan bu zat, Emevi halifeleri devrinde<br />

yani 69 Hicri senesinde Eğirdir muhasaraya alındığında mutfak yeri olduğu<br />

yermiş. Dağdan taşları düşman yuvarlayınca ata atlayıp cesaret vermek istemiş,<br />

şehit olmuş. Oraya gömülmüş."<br />

ELLİKILLI<br />

Elikepçeli'nin şimdiki hali<br />

Çocukları korkutmak için söylenen sanal bir öcü.<br />

ENDEKİ<br />

Öyle, onun gibi, o şekilde anlamlarında kullanılır. Orhun yazıtlarında<br />

"Andağ" diye geçer.<br />

EPİFANOS<br />

Büyük bir ihtimalle Yeşilada'daki en eski kilisenin baş rahibidir. 787 de İkinci<br />

İznik Meclisi'ne katılmıştır. Bu toplantı İncil üzerine yapılan bir toplantıdır.<br />

Katılanların kaydında "Epiphanos: Limnai'de Hazreti Meryem Manastırında baş<br />

rahip" notu vardır.<br />

EREZ<br />

Latince ismi "Vimba vimba". Geniş yapılı, en büyüğü 250 gr kadar olan iri<br />

gümüş pullu bir balıktı. Oltaya yakalandığında ağzı çabuk yırtılırdı. Eti yumuşaktı.<br />

Salamurası yapılırdı. Bol havyarlı olduğu için puluyla sac üzerinde pişirilip yenirdi.<br />

Küçüğüne "Gıldır erez", büyüğüne "Bapuç erez" derlerdi. Sudak balığının<br />

atılmasından sonra bir kiloya yakın erezler görüldü. 1980den sonra hemen hemen<br />

rastlanmadı. Yassılığından dolayı "Tahta erez" de denirdi.


ERİK ÇEŞİTLERİ<br />

Eski erik adları şunlardı: Börek eriği, Zerdali eriği, Küpeli erik, Hamıtatlı,<br />

Hırsızçalmaz, İstanbul eriği, Eterik, Üzüm eriği, Canerik.<br />

ERTOKUŞ BEY<br />

Anadolu Selçukluların önemli devlet adamı ve kumandanlarındandır. Isparta<br />

ve Antalya yöresinin Selçuklu devletine katılmasında önemli görevler almıştır. Bu<br />

görevleri yaparken Atabey'deki medreseyi 1224 te, Konya yolu üzerinde göl kıyısındaki<br />

adıyla anılan kervansarayı da 1223 te yaptırmıştır. Türbesi Atabey'dedir.<br />

Sivas, Erzurum taraflarında da bulunmuştur. Oralarda da eserleri vardır.<br />

ERTOKUŞ KERVANSARAYI<br />

Eğirdir'den Gelendost tarafına giderken 25 km kadar solda göl tarafında,<br />

anayoldan 300 m kadar içerde bir han vardır. Bu Ertokuş Kervansarayı'dır. Bu<br />

yöreye verilen addan dolayı Dadıl Kervansarayı da derler. Selçuklu mimarisinin ilk<br />

örneklerinden kabul edilir. Konya, Beyşehir, Karaağaç, Eğirdir, Isparta, Ağlasun,<br />

Bucak, Kırkgöz, Antalya tarihi kervan yolu üzerindedir. Yapımı 1223 tür. Yaptıranı<br />

Atabey'de türbesi ve medresesi olan Mübarezüddin Ertokuş Bey'dir. Atabey<br />

medresesinin vakfıdır.<br />

Şu anda korunmaya muhtaç durumdadır. Durumu çok acıklıdır. Umarız bu<br />

anayol üzerinde kervansarayı özel kişiler, devletimiz ilgilenir, tarihimize ve<br />

turizmimize katarlar.<br />

Ertokuş Kervansarayı ve kitabesi


ESKİ ELMA ADLARI<br />

Boğazova'da bugünkü starking, golden kültürü gelişmeden yerli<br />

elmalarımız vardı. Adlarını tespit edebildiğim şunlardır;<br />

Gelin yanağı, Harman elması, Kuyubaşı elması, Antalya elması, Saatçi<br />

elması, Kaylan elması, Demir elma, Ferik elma.<br />

ESKİ KURBAN BAYRAMLARI<br />

Öğretmen Etem Kartal 1900 başlarında Kurban Bayramlarını şöyle<br />

anlatır;<br />

"Kurban Bayramına on gün kala ihtiyarlar oruç tutmaya başlardı. Bayram<br />

günü kurbanlar kesilinceye kadar bir şey yemezlerdi. Bu şekilde hareket edip<br />

kurbanın böbreğiyle iftar edince bir gün oruç tutmuş olurlardı. Bazı kimseler uzun<br />

zaman kurbanlık koyunları beslerler, üzerlerini boyar ve süslerlerdi. Geri kalan<br />

halk bayramdan birkaç gün önce ya da arife günü kurbanlıklarını alırlardı. Bu arada<br />

bazı kişiler kurbanlıklarını meydanlarda dövüştürürlerdi. Her yer rengarenk<br />

kurbanlıklarla dolardı.<br />

Bayram günü sabahın erken saatlerinde camiler bayram namazı kılmaya<br />

gelen halkla dolardı. Namaz kılınıp bitince camiden çıkarlarken üç defa top atılırdı.<br />

Sonra Zaptiyeler cami kapısında sıralanırlar, sivil paşalık rütbesi bulunan Ağalar<br />

Redif taburu kumandanı bir Binbaşıyı kılıçlarını çekerek selamlarlardı.<br />

Merasimden sonra herkes evlerine dağılırdı. Kurbanlar kesilip karınlardoyurulunca<br />

halk ziyaret edilecek yerlere gitmeğe başlardı.<br />

Kasabanın tanınmış kimseleri birer oda açarlardı. Her mahallede birkaç<br />

oda açık bulunurdu. Odalar dört gün açık kalırdı. Gelen ziyaretçilere vermek için<br />

bayramdan birkaç gün önce oda açanlar bir okkadan fazla kahve alır, dibeklerde<br />

döverlerdi. Odalarda ziyarete gelenlere kahve ve sigara ikram edilirdi. Ev sahibi<br />

tarafından yakınlarına yemek ziyafetleri de verilirdi. Ağalar Zaptiyelere ve Şube<br />

askerlerine, gelen misafirlere yemek yedirirlerdi."<br />

EŞEK BAĞLAMAK<br />

Perşembe günü pazara gelen köylülere eşeklerini bağlayacak yer bulmak<br />

sorun olurdu. Çarşı civarında elverişli bahçesi, yeri olanlar, bir ücret karşılığı<br />

eşekleri bağlarlardı. Bugünkü otomobil parklarının öncesi, bu çeşit eşek parkları<br />

sayılır herhalde. Eşek bağlayıcılar Pazar yerinde dolanır, müşteriyi bulunca eşeği<br />

alır, evine götürürdü. Köylünün pazarda işi bitince öğleden sonra ücretini öder,<br />

eşeğini alır giderdi.<br />

Eşek bağlamanın da bir yöntemi vardır. Yularını kısa, sağlam bağlamak<br />

gerekir. Yoksa haşarı eşekleri, hergeleleri zapt etmek kolay olmaz. Birbirlerine<br />

attıkları çifteyle, anırmayla ortalık savaş alanına döner.<br />

ET M ET<br />

Çelik çomak oyununun Eğirdir'deki adıdır.


ETEM KARTAL<br />

Etem Kartal'ın kendi ağzından özgeçmişi şöyledir;<br />

"28 Şubat 1893 te Eğirdir Seydim mahallesinde doğdum. Mesih Paşa<br />

mahalle okulundan sonra Rüştiyeyi en iyi derece ile bitirdim, Dündar Bey<br />

Medresesine kaydoldum. Medresede çeşitli derslerin yanında Arapça, Farsça<br />

tahsil ettim. Medreseden mezun olunca 1910 yılında Isparta Öğretmen okuluna<br />

girdim. 1913 yılında birincilikle mezun olup öğretmenliğe atandım.<br />

l. Dünya Savaşı çıkınca yedek subay olarak İstanbul Harp Okulunda askeri<br />

eğitim gördükten sonra Çanakkale 6. Kolordu 59. Alay 2. Tabur 2. Bölük l. Takım<br />

Ağır Makineli Tüfek Komutanı oldum. Saros Körfezi, Sazlıdere, Gelibolu, Evreşe<br />

cephelerinde çarpıştım. Savaş bitince birliğimiz Edirne'ye, sonra Romanya<br />

cephesine sevkedildi. Burada Ruslarla savaşırken Toprakhisar'da yaralandım,<br />

sağlığımı kazanınca tekrar cepheye döndüm. 1917 Rus ihtilaliyle Ruslar savaştan<br />

çekilince birliğimiz istanbul'a nakledildi. Savaşlarda gösterdiğim başarılardan<br />

dolayı Savaş Madalyası ile taltif edilerek teğmenliğe yükseltildim. Yine başarılarım<br />

gerekçe gösterilerek Donanma Madalyası ile taltif edildim. 1918 yılı başlarında<br />

Aydın 21. kolordu emrine verildim. Mondros Mütarekesiyle terhis olup Eğirdir'e<br />

döndüm.<br />

Eğirdir'de Mithatpaşa İlkokulu Öğretmenliğine atandım. Aynı yıl Eğirdir'in<br />

tanınmış ailelerinden, Vezirler Sülalesinden Müderris, Kafkas Savaşları<br />

şehitlerinden Süleyman <strong>Nuri</strong> Efendi'nin kızı Dudu hanımla evlendim. (Dudu Hanım<br />

Halam olur.)<br />

Etem Kartal ve ailesi (Beyaz<br />

başörtülü babaannem Kamile Hanım'dır)


Yunanlılar İzmir'e çıkınca Eğirdir'de Kuvay-ı Milliye Müdafa-i Hukuk<br />

Cemiyeti kuruldu. Eli silah tutanların Yunanlılarla savaşmak üzere İzmir taraflarına<br />

gönderilmesine kararverildi.<br />

Birçok Türk evladı gibi kayınbiraderim Veziroğlu Rıza Efendi (Babam)<br />

Süvari Başçavuşu olarak yüz kadar süvari ile Ege kıyılarında savaşırken ben de<br />

Nazilli'de kurulan Heyet-i Merkeziye emrine makinalı tüfek komutanı olarak<br />

katıldım. Bizim birliğimizin başında Kamalı Efe vardı. Bizim çete Aydın cephesini<br />

oluşturuyordu. Çok zorluk ve yokluklar altında savaştık . Milli Ordu kurulunca 6.<br />

Fırka 52. Alay 2. Tabur emrine ağır makinalı tüfek Bölük Komutanı olarak katıldım.<br />

Çok zor şartlar altında savaştık ama İzmir'e ilk girenlerden olduk. Lozan Barışına<br />

kadar birliğimle İzmir'de kaldım. Savaş sonunda para ve İstiklal Madalyası ile taltif<br />

edildim. Lozan Barışı yapılınca terhis oldum, Eğirdir'e döndüm. 36 yıl severek<br />

memleketime hizmet ettikten sonra 1946 da emekli oldum. Altı erkek çocuğuma<br />

yüksek tahsil yaptırdım. Onların Hakim-Avukat, Albay veteriner-Diş Hekimi,<br />

Öğretmen-Müfettiş, Cumhuriyet Savcısı-Kaymakam olarak Devletimize hizmet<br />

etmelerini sağladım.<br />

Memleket meseleleriyle sürekli ilgilendim. Eğirdir Gölsesi gazetesinin Yazı<br />

İşleri Müdürlüğünü yıllarca yaptım. Gazetede tarihi, turizm ve yurt sorunlarıyla ilgili<br />

yazılar yazdım. Bu arada bağ ve bahçelerimde sebze ve meyve yetiştirdim. 01<br />

08.1980"<br />

Etem Kartal 31 Mart 1989 Cuma günü saat 9.00 da İzmir Karşıyaka'da vefat<br />

etti. 1 Nisan 1989 Cumartesi günü Askeri törenle Eğirdir mezarlığına defnedildi.<br />

Bu bilgileri bize oğlu İlköğretim Müfettişi Mehmet Yılmaz Kartal verdi.<br />

ETLİ MEYVE YEMEKLERİ<br />

Kayısı, ayva, erik içine et katılarak pişirilir. Fas'ta da etli aynı yemeklerin<br />

pişirildiği kaynaklarda vardır. İhtimalle Osmanlı döneminde bu yörelerden toplanıp<br />

oraya giden leventler, bu kültürü götürmüş olabilirler.<br />

ET NASIL ALINIR?<br />

Eğirdirli eti pişireceği yemeğe göre alır.<br />

Kuru fasulye, nohut pişirecekse erkeç eti alır, ama kuyruğunu da tat vereceği için<br />

içine katar. Dolma yapacaksa, davarın böğür etinden kıyma yaptırır. Bamya<br />

pişirecekse, çebiçin, kuzunun kaburga kemiklerinden parça alır. Bütünet ve<br />

kapama yapacaksa erkeçin sırt kürek etiyle beraber kaburgalarını, haşlama<br />

yapacaksa boyun ya da kürek kemiği etinden parça almaya dikkat eder. Yağlı et<br />

istiyorsa kısır keçiyi tercih eder.<br />

EURYMEDON<br />

Aksu ırmağının antik adıdır. Gür su, bol su anlamları taşır. Bu suya Zindan<br />

deresi de derler. Zindan mağarasının önündeki açık hava mabedinde mermerden<br />

bir Eurymedon Tanrısı heykeli bulunmuştur. Isparta müzesindedir. Zindan önünde<br />

ki köprünün kilit taşında kabartması bulunan Eurymedon başı tahrip edilmiştir.<br />

Nisan 1938 tarih 49 sayılı Ün dergisinde kırılmadan önceki fotoğrafı vardır.


EYNEL<br />

Aksu - Zindan Mağarası<br />

Bağ belinde bir sıra işçinin iş gördüğü alandır. Diyelim; on belci yanyana<br />

durup hendek kıyısından öbür hendeğe kadar arka arka belleyerek işi bitirirlerse bir<br />

eynellik iş yapmış olurlar.


FAK<br />

F<br />

Bir çocuk oyuncağıdır. Bir ceviz sürgününün ortasında süngerimsi bir<br />

boşluk vardır. Bu süngersi madde ince bir telle alınıp bir karış uzunluğundaki çeliğin<br />

içi boşaltılır. Bu boşluğa uyacak şekilde, piston biçiminde bir çubuk yapılır. Bir<br />

kendir parçası ıslatılarak içi boş çeliğin bir tarafından sıkıştırılarak içine konulur. Bir<br />

elle tutulup diğer elle öbür tarafından da piston çubuk süratle itilir. Havayla sıkışan<br />

kendir, ön taraftan "Fak" sesi çıkararak ileri fırlar.<br />

FANAZ<br />

Büyük ışık veren fener. O zaman sokaklarda ışık olmadığı için düğünlere,<br />

davetlere, kız istemeye giderken fanaz yakılır, bir kişi önden gider, yolu aydınlatırdı.<br />

Gaz lambası aşırı ışık verecek şekilde yakıldığı zaman tutumlu kaynanalar: "Ne o?<br />

Fanaz gibi yakıyorsun?" diye gelinlere çıkışırlardı.<br />

FARUKULAZAM CAMİSİ<br />

İhtimalle Hızır Bey camisinin önceki adıdır. Karamanoğlunun Şikari<br />

tarihinde şöyle geçer;<br />

"İşte Hamidoğlunun diyarının harabına sebep Teke Paşa ile Sinan Naip<br />

derler kimseler sebep olmuştur. Zira Hamid diyarı pek ziba şehirler idi. Farukul<br />

Azam namında yanan cami şerifin dünyada benzeri yoktu."<br />

FATMA NİNE<br />

Yaşlı, akıllı bir kadındı. Dıştan geldiği söylenirdi. Dobra sözlüydü,<br />

dobralığıyla ün yapmıştı. Bir hikâyesini anlatırlar;<br />

Fatma Nine Belediye önünden geçerken çağırmışlar." Gelmiyeyim, dilim<br />

durmaz." demiş. Çok ısrar etmişler o da aralarına katılmış. Konuşurlarken öyle bir<br />

noktaya gelmiş ki, onları hicvetmek gereğini duymuş.<br />

"Belediyeniz var narkınız yok<br />

Elektiriğiniz var çarkınız yok<br />

Üç beş deyus birikmişsiniz<br />

Birbirinizden farkınız yok"<br />

demiş, yoluna devam etmiş.<br />

Ne zaman öldüğü konusunda kesin bilgi elde edilemedi.


FERİŞTAH<br />

Eski Türk Dünyasında iyi ruhlara Ferişte denir. Her kahramanın bir Feriştesi<br />

vardır. Mal ve servetinin bekçisidir, her şeyini o korur. Bir kişi, diğer kişiyi: "Feriştahın<br />

gelse seni benim elimden kurtaramaz." şeklinde tehdit ederdi.<br />

FEVZÜ BURHANI MEKTEB-İ İBTİDAİSİ<br />

Demirkapı mahallesinde idi. Ana mektebi olarak faaliyete geçmiş, ilk hocası<br />

Burhan Efendinin adı ile adlandırılarak "Burhan Hoca Mektebi" denmiştir. Meşhur<br />

Serasker Hüseyin Avni Paşa ilk tahsilini bu okulda tamamlamıştır. Zaman zaman<br />

tamir edilmiş ve faaliyetine ara vermişti. Sonraları Ağalar tarafından yeniden<br />

yapılarak tedrisata açıldı. Bu inşaat yapılırken bir lağım çıktığı, yer altından göle<br />

uzandığı söylenir.<br />

Cumhuriyetten sonra Eğitim Birliği Kanunu çıkınca benzer mahalle<br />

mektepleriyle beraber bu da kapatılarak satılmıştır.<br />

FIKRALAR<br />

Eğirdir'e özel yüzlerce fıkra anlatmak mümkündür. Bu konuda etraflı bir<br />

çalışma yapmaya bile değer. Cemal Tosun Eğirdir Tarihi içinde bu fıkralardan yüz<br />

kadarını Gölsesi gazetesinde yayımladı. Ben de tespit edebildiğim fıkralardan<br />

birkaçını yazıyorum.<br />

Gözün Biri de Körmüş<br />

Adamın biri evli olduğu yirmi yıl boyunca her akşam evine bir şeyler alır<br />

götürürmüş. Hiç boş gitmezmiş. Birgün işi iyi gitmemiş, parası olmadığından birşey<br />

alamamış, akşam evine eli boş gitmiş. Karısı karşılamış, eline bakmış ki birşey yok,<br />

söz söylemek için kocasının gözüne bakınca:<br />

"Viri.. Herif.. Senin gözün biri de körmüş ya.."demiş.<br />

Pekmezin Hiç Tadı Yoktu<br />

Dağ köylerinden biri Eğirdir'e gelmiş. Acıkınca çarşı fırınından bir ekmek<br />

almış. Katık için çarşıda gezerken bir kunduracının kösele ıslattığı dağarcığı<br />

görmüş. Pekmez sanarak:<br />

"Bu pekmez kaça?" diye sormuş.<br />

Şakacı kunduracı:<br />

"Çanağı iki akçe.. " demiş. Bir çanak doldurmuş, önüne koymuş. Adam<br />

kösele suyunu ekmekle yiyip bitirdikten sonra Kunduracıya:<br />

"Bak dayı..." demiş. "Anlamadı zannetme. Pekmezin hiç tadı yoktu."<br />

Makarna<br />

Kisli Mehmet Ağa karısının da desteğiyle, çalışmasıyla mal, mülk, para<br />

sahibi olur. Zenginleşince ikinci bir kadın almak teşebbüsüne girişir. Karısı bunu<br />

duyar amma, hiç ses çıkarmaz. Mehmet Ağa bir gün evden çıkarken karısına :<br />

"Hatun... Bugün canım makarna istiyor.Akşama bana makarna pişir." der, gider.<br />

Karısı komşuları toplar, evde ne kadar un, yumurta varsa hamur yaptırır, makarna


kestirir. Birkaç leğen, birkaç kazan içinde makarnayı pişirir. Olan yağları da üzerine<br />

boca eder. Mehmet Ağa akşam eve gelir.<br />

"Getir bakalım makarnayı..."der karısına. "Yiyelim."<br />

"Sen gel.." der karısı. Mehmet Ağayı kazan ve leğenlerin yanına götürür,<br />

kapakları açar." İstediğin yerden ye.." diye ekler. Mehmet Ağa öfkelenir, bağırır:<br />

"Bu ne biçim makarna pişirmek kadın."deyince, karısı daha yüksek sesle<br />

bağırır:<br />

"İki evlenecek deyusun makarnası böyle pişer.."<br />

Al On Sarı lira Daha<br />

Deli Hacı sıradan bir adamın karısına söver. Adam da Kadı'ya gider. Kadı<br />

yargılar. Deli Hacı adamın karısına sövdüğünü saklamaz. Kadı, Deli Hacıya bir sarı<br />

lira ceza verir. Deli Hacı böyle uyuz bir adamın onu mahkemeye getirmesine<br />

öfkelenir. Kadı'ya sorar:<br />

"Bu adamın avradına sövmenin cezası birsarı lira mıdır?"<br />

"Evet..."der Kadı.<br />

"Öyleyse, senin de avradını..." der. Bir güzel sövdükten sonra Kadı'ya: "Al<br />

sana da fazlasıyla iki sarı lira..." Sonra Davacı adama döner; "Kadı'nın bir sarı lira<br />

ceza kestiğine bakma sen..." der. "Benim avrat o kadar ucuz değil. Al sana on sarı<br />

lira daha."<br />

Eğirdir'de Ada'da oturanlarla ilgili hayli fıkra vardır. Bu fıkraların çok eskiden<br />

uydurulduğu bellidir. Babamın dedesinden dinlediği bu fıkraların din ayrımından<br />

kaynaklandığını sanıyorum. Eğirdir' deki mahalleler arasında latifeler vardır, fıkra<br />

yoktur. Ada'da geçmişte oturanların çoğunun Rumlar olması nedeniyle ortaya çıkan<br />

farklılığın bir ürünü sandığım bu fıkralardan birkaçını buraya alıyorum.<br />

Makas<br />

Ada'da oturanlardan biri suda yüzen bir patlıcan görmüş. Ne olduğunu<br />

anlayamamış. Doğru eve gitmiş, bir makas almış gelmiş, deniz kenarına durmuş.<br />

Patlıcan dalgada bir inip bir yükseldikçe, o da makası bir açıp bir kapayarak: "Gitme<br />

korkuturum, gelme kıypıtırım..." Dermiş.<br />

On Para<br />

Ada'dan iki arkadaş Konya'ya ticarete gitmişler. Dönüşlerinde<br />

Karabağlar'da kâr hesabı yaparken bir manda gelmiş, uzun süre onlara bakmış.<br />

Onlar da para istiyor düşüncesiyle mandaya on para atmışlar. Ada'ya gelip parayı<br />

paylaşırlarken saydıklarında on para eksik gelmiş. Tekrar tekrar saymışlar, her<br />

seferinde on para eksik gelmiş. Sonunda biri hatırlamış: "Bakana da verdik on para<br />

ya. ."demiş.<br />

Kavak Ağacı<br />

Ada'da oturan biri parasının çalınacağından korktuğu için güvenceli bir yere<br />

saklamak istemiş. Aklına evinin önündeki kavak ağacı gelmiş. Parasını bir keseye<br />

koyup zar zor kavağa çıkmış, yüksek dalların arasına saklamış. Ama hırsızın biri<br />

olayı fark etmiş. Bir fırsatını bulup, kavağa çıkıp, parayı aldıktan sonra kesenin içine<br />

eşek tersi koymuş, yine yerine asmış. Para sahibinin bir gün paraya ihtiyacı olmuş.<br />

Kavağa çıkıp keseyi açtığında bir görse ki içi eşek tersiyle dolu. "Allah Allah... Hadi<br />

eşek kavağa çıktı diyelim. Dört ayağını bir yere getirip bu kesenin içine tersini nasıl<br />

koydu?" demiş.


Şırlangeç Yağı<br />

Susam yağına derler...Adamın biri yedi sekiz yaşındaki bir çocuğa: "Loyn.." demiş.<br />

"Anana söyle de, baban yokken beni bir çağırsın." Çocuk gitmiş, anasına söylemiş.<br />

Kadın da düşünmüş taşınmış, sözü kocasına aktarmış.<br />

Kocası: "Haber gönder... " demiş. "Adam, yarın eve gelsin." Kadın adamı<br />

çağırmış çocuğuyla. Sevine sevine gelmiş adam. Kadın karşılamış, odaya almış.<br />

Adam soyunmuş... Kadını beklerken, pat diye koca elinde palayla çıkmış gelmiş.<br />

"Düş önüme..." demiş hovardaya. Bir donla götürmüş şırlangeç yağı çıkaran bir<br />

tonluk yuvga taşının olduğu yere. Bağlamış eşek yerine adamı. Sırtının ortasına bir<br />

tokat aşketmiş. "Yürü bakalım..."demiş. "Dön bakalım..." demiş. "Şu gördüğün<br />

susam çuvalları bitene kadar."<br />

Adamın döndürdüğü taş da değirmen taşı gibi bir şeymiş... Bizim hovarda iki tokat bir<br />

kırbaç arasında, pala korkusuyla döne döne ezmiş tüm susamları, çıkarmış<br />

şırlangeç yağını. İş bitince adam hovardanın elbiselerini vermiş, salıvermiş.<br />

Hovarda da başına gelenleri kimseye söylememiş.. Aradan uzun zaman<br />

geçmiş, birde bakmış ki hovarda karşısın da o kadının oğlu. Çocuk: "Emmi..." demiş.<br />

"Babam evde yok. Anam seni çağırıyor..." "Anlaşıldı.. Anlaşıldı.."demiş<br />

hovarda."Şırlangeç yağınız tükenmiş."<br />

FİNDOS<br />

Tarihte Bindos adıyla da anılır. Yeni adı Gökçeli. Luvi dilinin yerel ardılı<br />

Psidya dilinden geçmiş olması düşünülüyor. Adı ihtimalle "Suyu bol yer" anlamı<br />

taşıyabilir. Daha sonraları Eudoxioupolis de denmiştir. (Bilge Umar)<br />

FİNİYER<br />

Bir havuç hastalığıdır. Yendiği zaman ağıza hem acılık verir, hem kum<br />

varmış gibi olur.<br />

FIRÇA SAKAL<br />

Sakalın 4-5 cm uzunluğunda tutulması haline denir. Eğirdir'de çoğu kişi böyle<br />

sakal bırakırmış.<br />

FOSSEPTİK TAŞIYICILAR<br />

Eğirdir'de kanalizasyon yoktu. Yalnız Dündar Bey Medresesinin ön<br />

yüzünün batısında çarşı helası vardı. Onun lağımı Camiardından göle kadar<br />

uzanırdı. Evlerdeki helalar; evin bir köşesine çukur kazılır, onun üzerine yapılırdı.<br />

Bu hela çukurlarının boşalması herkes 15 Eylül, 15 Ekim tarihleri arasında<br />

bağlardayken olurdu. Bu işi yapanlar en kötü giysiler giyip çukurdan, kovalarla<br />

pisliği çeker, üstten dört kollu sandıklara dökerler, tulumbacılar gibi taşırlardı.<br />

Eğirdir'in her yerinden onca yokuşu tırmanıp İnekdenizi üstüne dökerlerdi. Orada<br />

pislikten gölcükler meydana gelirdi. Bazı kişilerde herkes bağlarda iken helalarını<br />

göle boşaltırlardı.


FRİEDRİCHSARRE<br />

Alman Friedrich Sarre 1896 da yayımladığı "Küçük Asya Anadolu Seyahati" adlı<br />

kitabında Eğirdir'den de bahseder. Ün dergisinde Dr. Şükrü Akkaya çevirisiyle<br />

yayımlanan yazıdan bir bölümünü alıyorum. Yazar 1959 yangınında yanan Ağalar'ın<br />

evinde misafir edilmiştir. Kitabın aslında burayla ve Eğirdir'le ilgili fotoğraflar vardır.<br />

"Eğirdir'de kaldığımız sürece bizi misafir eden kişiler Hacı İsmail'in oğulları iki<br />

kardeşti. Bağları, arazileri, şehrin merkezinde büyükçe iki evleri vardı. Evler, pazar<br />

yerinden Kale'ye giden cadde üzerindeydi. Bu evlerden biri ikametgah, diğeri harem<br />

dairesi olarak kullanılıyordu. Her iki erkeğin de ikişer karısı vardı. Her iki erkeğin de<br />

ikinci hanımlarından çocukları olmuş. Birinin yedi sekiz yaşlarında bir oğlu, diğerinin<br />

birkaç yaş daha küçük bir kızı var. İki kardeşle çocuk ve amcalarının, ayrıca bir çocuğun<br />

fotoğrafını aldık. Ertesi gün fotoğrafını aldığımız çocuk hastalandı. Bunun fotoğraf<br />

çekilmesinden ileri geldiğini, bir çeşit çarpıldığına inandılar. Doktor kısa bir zamanda<br />

iyileştirdiği halde, onlar yine kanaatlerini değiştirmediler.<br />

Burada zengin ve halis bir Türk evinin iç yaşayışı hakkında fikir edinmeye fırsat<br />

çıkmıştı. Kaldığımız evin zemini kargir idi. Burada ahırla evin kileri bulunuyordu. Birinci<br />

kat ahşaptı. Geniş ve evin cephesince uzayan bir sofa vardı. Odalar bu sofaya<br />

açılıyordu. Burada bize iki oda verildi. Mobilyası minderlerle yastıklardan ve<br />

yaygılardan ibaretti. Eşyanın hepsi fevkalade temiz ve süslü idi. Büyük sofa asıl ikamet<br />

yeriydi. Burada bulunan yüksekçe bir sedirde öğle ve akşam olmak üzere iki öğün<br />

yemek yeniyordu. Ev sahiplerimizle küçük oğlanın da katıldığı yemek büyük bir sinide<br />

çok çeşitli yemeklerle geliyordu. Türlü et yemekleri, sebze ve tatlılar yeniyor, her<br />

defasında son yemek geldiği zaman derin bir nefes alıyorduk. Ardından hizmetçi ibrikle<br />

geliyor, ellerimizi yıkayarak nakışlı peşkirlerle kuruluyorduk. Yemekler ne bıçağa ne<br />

çatala ihtiyaç gösteriyordu. Kaşık seklinde katlanan ekmek, kaşık yerini tutuyordu. Bu<br />

hal Avrupalılar için garip ve pek de iştah açıcı değildi.<br />

Harem dairesi bizim için bilhassa merak konusuydu. Dostlarımız bize burasını<br />

da göstermek lutfunda bulundular. Önce kadınlara bizim geldiğimiz söylendi. Onlar<br />

zemin kata çekildiler. Harem dairesinin avluya bakan tarafının sofası da camlarla kapalı<br />

idi. Sokak tarafındaki iki büyük odanın da cumbası vardı. Pencereler ahşap kafesliydi.<br />

Sokaktan bakanların içeri görmesi imkansızdı. Odayı alçak sedirler, yüklükler, çok<br />

sanatlı yapılmış raflar ve çiçeklikler süslüyordu.<br />

Kapılarla pencerelerin pervazları, tavanın yapılış tarzı çok sanatkârdı. Sofanın<br />

bir köşesinde bir halı tezgâhı gördüm. Sanırım dokumacılık Türk kadınlarının önemli ev<br />

işlerinden biridir. Eğirdir ve civarında Anadolunun diğer yerlerinde olduğu gibi halı<br />

fabrikaları yoktur. Yanılmıyorsam buradan halı ihraç edilmemektedir. Ama buna<br />

rağmen evlerde kendi ihtiyaçlarını karşılamaları için bir halı tezgahı vardır. Gerçi bu<br />

evde yapılmış halıların bir özelliği yoksa da Eğirdir'de gördüğümüz başka parçalar<br />

arasında sanatkârane seccadelerle peşkirler gördük. Bizim bu çeşit eşyayı satın<br />

aldığımız şehre yayılınca akşam üzerleri evin avlusu malını göstermek isteyenlerle<br />

doluyordu. Bize gösterilen süs eşyaları arasında üzerine inci oturtulmuş altın küpelerin<br />

zarif şekillen dikkat çekiciydi. Bunlardan birer çift edindik. Küpeler, yuvarlak sade<br />

şekilleriyle antik süslemeleri andırıyordu.<br />

21 Temmuzda misafirperver ev sahiplerine veda ettiğimiz zaman bu güzel ve<br />

enteresan şehirden ayrılacağımıza üzgündük. Nis Adasıyla Ayastefanos kilisesini bir<br />

daha ziyaret etmeyi, Camili dağa çıkarak Kastellis Harabelerini görmeyi çok istiyorduk.<br />

Fakat vakit dardı..Ayın 24 ünde İzmir'de bulunmak zorundaydık."


GANZAENOS<br />

G<br />

Eğirdir gölü kuzeyinde olan şimdiki Kumdanlı'nın antik adıdır. O zaman yöre<br />

halkına Gondane'liler deniyordu.<br />

GARDİBA<br />

Eğirdir gölü kuzeydoğu yakınlarında yeri saptanamamış, antik bir arazi ya<br />

da yerleşimin adıdır.<br />

GAVİNNE<br />

Eğirdir gölünün özel balığıydı. Sudak atıldıktan sonra ilk tükenen o oldu.<br />

İnce gümüş pullu, 100-150 gr arasında yağlı havyarlı bir balıktı. Karadenizliler için<br />

hamsi ne ise Eğirdirliler için de Gavinne oydu. Daha çok şişte ve sac üzerinde<br />

pişirilirdi. Hiçbir yiyeceği olmayanlar akşama doğru kıyılardan ihtiyaçları kadar<br />

tutarlardı. Bolluğundan çok kolay yakalanırdı. "Atıver çekiver gavinne" "Çifter çifter<br />

gavinne..." sözü burdan kalmadır. Biraz irilerine de "Şişek" denirdi.<br />

GAVUR MEZARLIĞI<br />

Kale'nin en güney burcudur. Ana kitleden 5-6 m. kadar aşağıda görülen göle<br />

doğru uzanmış bir bölümdür. Bu burcun göl seviyesi boşluğunda, çocukluğumda<br />

çok balık avladım. 1950 lerde burç göl içinde, önü iki metre kadar derinlikte idi.<br />

Burcun üstüne çıkacak bir yol, iz yoktur. Biz taş aralıklardan yararlanarak buralarda<br />

örümcek gibi dolaşırdık. Burcun üst düzlüğüne "Gavur Mezarlığı" denir. Bu söz<br />

tarihsel açıdan düşündürücüdür. Karyalılar, Romalılar ölülerini taş sanduka yani<br />

lahitler içinde yükseklere koyarlar ya da sarp yerleri oyarak mezarlarını yaparlardı.<br />

Kesme dolaylarında, Hoyran gölünün batısında böyle mezarlar vardır.<br />

Prostanna'da da tahrip edilmiş böyle lahitler gördük. Geçmişte burada olanlar<br />

lahitler içinde ölülerini buraya koydular ki, 1204 ten sonra Eğirdir'e gelen atalarımız<br />

kendi inanışlarından farklı olan bu yere "Gavur Mezarlığı" adını vermiş olsalar<br />

gerek. Ben burada herhangi bir kalıntı görmedim. Babamdan da duymadım. Bu<br />

mahallenin çocuğu olarak çevremden de kalıntıyla ilgili bir söz işitmedim.<br />

Araştırmalarımda da bir ize rastlamadım. Sanırım taş mezarlar çok önceden tahrip<br />

edilmiş, göle atılmış olabilir. Belki kırılıp kale tamirinde kullanılmış olabilir. O yörede<br />

kaleye konulmuş bazı dikkat çekici taşlar vardır.


Gavur Mezarlığı Kale kitlesinin önündeki alçak bölümdür<br />

GAZİRE<br />

Hoyran gölünün kuzeybatısında bir yörenin adıdır. Hıristiyanların Hacı<br />

olduğu kutsal Aziz Meryem kilisesi burdadır. Kilisenin çevresinde kaya mezarları da<br />

vardır. 1880 lerde gölün kıyısında olan Gazire köyü bataklık ve sivrisinekten<br />

etkilendiği için daha yukarılara taşınmış, şimdi yeri boş kalmıştır.<br />

GEDİK HAMAMI<br />

Kayıtlarda Eğirdir'de bir hamam olarak geçiyor. Hamamlardan hangisi<br />

olduğu ya da başka bir hamam mı olduğu belli değildir.<br />

GELİN YARI<br />

Eski Isparta yolundan Yazla'ya inen yolun başı ve gölden yana olan derin<br />

yar. Anlatılanlara göre 1880 lerde at üzerinde gelin götürürlerken atın ürkmesiyle<br />

atla beraber gelin bu yardan uçmuş, gölde boğulup ölmüş. 1925 lerde de aynı<br />

yerden atıyla beraber bir askeri doktorun aynı şekilde göle uçtuğunu söylenir.1960<br />

lara kadar gölün dalgaları yarın kıyılarına vururdu. Sonradan dolduruldu, şimdiki yol<br />

ortaya çıktı. Şimdi yarın dibinde blok apartmanlar var.


GERTRUDE BELL<br />

İnternette rastladım. Şimdiye kadar bu kişiden kimse bahsetmedi. Hayatı<br />

şöyle: 1868 de Wasington'da doğdu. 1926 da öldü. İlk eğitimini evinde aldı.<br />

Londra'da, Oksford'da tarih okudu. Farsça biliyor. İran'da incelemelerde bulundu.<br />

Politik amaçla Ortadoğuda geziler yaptı. Bu arada Eğirdir'e de uğradı. Eğirdir ve<br />

çevresi ile ilgili günlüğü şöyledir:<br />

29 Nisan 1907 Pazartesi<br />

Saat dokuzda Isparta'dan ayrıldım. İki buçuk saatlik bir yolculuktan sonra<br />

Eğirdir'i gördüm. Çok güzeldi. Dağların aksi gölün içine düşmüştü. Kasabada<br />

kalacağımız bir yer bulamadık. Kasabanın dışında kampımızı kurduk. Her yeri<br />

yakarcasına sıcak vardı. Kasabaya yeniden dönerek hoşuma giden Medrese<br />

kapısını gördüm ama güneş olmadığı için fotoğrafını çekemedim. Üstü kapalı bir<br />

avlunun içinde başları kırılmış dört melekli bir sütun başı vardı. Caminin karşısında<br />

yarımadanın sağ kapısına doğru sıradan bir minare yükseliyordu. Kapıdan geçip<br />

biraz ilerleyince oldukça harap bir kaleyle karşılaşıyorsunuz. Kaleden geriye<br />

kalanlar kapı kuleleriyle iki yandaki duvarlar. Oradaki daracık alana yürüyüp oradan<br />

bir kayıkla adalara doğru kürek çektim. İlk adada çok küçük ağaçlar, yalnızca<br />

meyve ağaçları vardı. İkinci ada evlerle kaplıydı. İki kilise gördüm. Üç gemi<br />

büyüklüğündeki Sen Teodoros kilisesinin doğu ucu dışarı taşırılarak bir giriş holü<br />

yapılmış, kilise duvarına yaslatılarak üstü kapatılmıştı. Salon tonozlu ve geçiş<br />

yerleri düzdü. Bu binanın yakınındaki eski Sen Stefanos kilisesini içine alan yeni<br />

kare bir bina bulunuyor. Girişi dışa taşırılmış, tonozlu, kare biçiminde bir bina.<br />

Kuzeye ve güneye doğru farklı düzeylerde yükseltilmiş, birbirine bağlı çift sütunlu,<br />

küçük kemerli çift pencereler. Batı kapısının üstündeki yatay kiriş kabaca asma<br />

figürüyle işlenmiş. Bütün kilise freskle dolu. Büyük bir hac yeri. Yılda bir kez millerce<br />

uzaktan insanlar geliyor. Güney duvarının dışında ama yeni yapılan en dış<br />

duvardan içerde içimi çok güzel derin bir kuyu var. Her türlü hastalığı iyileştirdiği<br />

söyleniyor. Mucize yaratan bir su kaynağı...<br />

Yeniden kampa dönüp Fettah'ı buldum. Bitkindi, katırcılar işi bırakmışlardı<br />

Ne edip edip at bulmalıyız. Göl buradan çok hoş görünüyor. Çadırındaki eşyalara<br />

dokunmaması için asker Halil'e kesin talimatlar vererek Fettah kasabaya gitti. Gece<br />

zaptiyesi Halil Yemen'de geçen on yılını, iki kez yaralanıp Allah'ın sayesinde<br />

ölmediğini, Eğirdir'den bin kişinin gidip ancak üç yüzünün geri döndüğünü anlattı<br />

durdu. Döndüğünde gene evlenmiş, iki yıllık evli olup bir kızı varmış. Gizlice kampa<br />

sokulan bir Arab'ı öldürüp çavuş olmuş. Ancak dönenlere burada ödeme<br />

yapılıyormuş. Kardeşi de orda ölmüş ama hiç yardım yapmamışlar. Karısı ve<br />

çocukları çaresizmiş.<br />

30 Nisan 1907 Salı<br />

Zaptiye Mahmut'la atlara bindik ve bütün kamp yola gıktı. Hükümete bağlı<br />

olarak balıkçılık işlerinin yapıldığı Köprü'yü geçerek henüz tamamlanmamış yeni<br />

bir yoldan gölün doğusundaki tepelere tırmandık. Birinin göle yuvarlanması<br />

yüzünden yük taşıyan atlar çaresiz arkada kaldı. Sorkuncak'ı görmek için acele<br />

yoldan ayrılarak tepeler arasındaki bozuk patikalardan göle doğru indim. Ancak<br />

yazıtlar burda da yoktu. Sonra yukarı çıkıp yeni yoldan pek büyük olmayan virane<br />

bir site olan Kalınkilise'ye gittim. Burada köy yok. İki kilise buldum. Sonra aceleyle<br />

yolun bir ucuna çıktım. Tam Sarıidris'in dışında 12 ye doğru yük taşıyan atlarla


Fettah'a yetiştim. Bir akarsuyun yanında ağaçların altında öğle yemeğini yemek<br />

için durduk. Sonra atlarla köye gidip yumurta aldık. Katırcılar birşeyler almak için<br />

çoktan oradaydılar. Geç olduğu için o gece Yaka'ya ulaşamayacağımız belliydi. Bir<br />

ucunda yemek pişirip yiyen içen ve çalışan birkaç çocuğun bulunduğu geldiğimiz<br />

yoldan, vadiden aşağı indik. Dağlardan inen akarsuları düşünerek bir şeyler<br />

yapmadıkları, bu akarsuların yaptıkları zararı karşılamak için tahsisat<br />

olmadığından yapılan yol hemen yapılmamış hale geliyordu. Böylece gölün<br />

kıyısındaki ovaya inerek ilk Selçuklu hanının yanında kamp yaptık. Nefis bir yer.<br />

Yük hayvanları aşağı yukarı dokuz saat kadar yol yürümüşlerdi. Çadırımın tam<br />

karşısında Ağlasun dağını (Barla dağı yazması gerekti.) görüyordum. Hemen göle<br />

girdim.<br />

2 Mayıs 1907...<br />

Uzun sıcak bir gün oldu. 5:45 de sabah yola çıkıp akşam 6:45 de vardık.<br />

Tokmacıklı Nazmi'yi yanıma aldım. Girit'te askerlik yapıp birkaç ay da Yemen'de<br />

kalmış. Yırtık pırtık eski bir asker üniforması giymişti. Oldukça zeki olup bütün<br />

yolları bildiği gibi, neleri görmek istediğimi de gayet iyi biliyordu. Zaptiye Mahmut<br />

hiçbir işe yaramıyor, gündüzleri hiçbir şeyin farkında olmuyor, geceleri de hep<br />

uyuyordu. Dün gece eşkiyadan korkarak kampı terkettiler. Mahmut uyudu, Fettah<br />

tek başına nöbet tuttu. Tepeye doğru tırmandık. Ama Kiepert'in Aksu dediği<br />

Akçaşar'dan değil. Yük hayvanları da o yoldan gelmedi. Köyün 20 dakikalık<br />

yukarısından sağa dönüp, birkaç dakikada tepelerde bir kayaya oyulmuş bir<br />

mezara geldik. Fazla süslü değildi ama çok düzgün kesilmişti. Çatının iç yukarı<br />

kısmında dosdoğru uzanan üç köşeli bir yan duvar vardı. Giriş kare şeklindeydi.<br />

Daha sonra tepenin yamacını dolaşarak Kiepert'in bahsetmediği yörük köyü olan<br />

Tırtar'a vardık. Bir çeşme'de, aralarında bir çelenk olan iki öküz başının kazılı<br />

olduğu bir lahit parçası bulunuyordu. Daha alttaki dikili bir taş olup alt kabartmanın<br />

yukarısında kapı üstü süsüyle iki figür yapılmış olabilir. Güneybatıya doğru 50<br />

dakikalık bir mesafede hâlâ yarı kulübe ve ahşap kondularla yapılmış küçük başka<br />

bir yörük köyü vardı. Adı Tırtar'dı. Buradaki çeşmede iki çift sütun bulunuyordu.<br />

Üzerinde yazı yoktu. Bu köyler kurulalı on beş yıl olmuş. Ahali şimdi metruk ve viran<br />

olan Gaziri'den gelmiş. Gölün neden olduğu bataklık yüzünden sıtma hastalığı<br />

insanları yerinden yurdundan etmiş. Bir yörük evinde nefis süt ve çay içtik. Tepeden<br />

inince doğru Gaziri harabelerine iniverdik. Yazı yok. Göl boyunca dolaşarak<br />

dönüyorduk. Tepelere doğru yayılan Yörüklerle sürülerinin kapladığı, yeşil<br />

çimenlerin süslediği çevreyle koylar çok nefisti. Kırk dakikada kayaların göle dimdik<br />

indiği hac yerine vardık. Kayanın yukarı kısmında küçük bir mağara olup, 9-10<br />

metre aşağısında da içinden gölün görünebileceği ilginç bir taş kemer yer alıyordu.<br />

Eğer bu doğalsa, kanımca öyle, bu yerin niçin hep kutsal sayıldığını açıklıyor.<br />

Kayaların üstünde şimdiye dek gördüğüm en büyük kartal duruyordu. Eylül ayının<br />

girişiyle başlayan Hac mevsiminde iki gün burada kalınıp mağarada ekmek-şarap<br />

ayinleri yapılıyordu. Kayalar bazı yerlerin dışında sanki akan mavi bir boyayla<br />

kaplanmış gibi..<br />

Mağaranın içini görmek için el yordamıyla tırmanmaya çalıştım. Kayanın<br />

tepesine de çıktım ama fazla bir şey göremedim. Gölün karşı tarafında bulunan<br />

Barla dağının dorukları çok güzel görünüyor. Öğle yemeğimi yedim. Hava gene çok<br />

sıcak. Daha sonra Gazire'ye döndük. Gölün taşıp su altında bıraktığı yerleri gördük.<br />

Bataklığın ucunda bazı balıkçıların kaldığı kamıştan bir kulübe vardı. Buradan bir<br />

kayık alıp göldeki kamışların arasından bataklık kokusu yayan sulardan kürek


çekerek, sazların elverdiği bir yerden adaya çıktık. Yaklaşık iki metre kalınlığında,<br />

çakıl ve harçla yapılmış Bizans duvarlarıyla çepeçevre kuşatılmıştı. Hem uzun hem<br />

çaprazlamasına duvarların içine kalın ağaç gövdeleri konulmuş. Ancak zamanla<br />

çürüdüklerinden bulundukları yerler top delikleri gibi duruyordu. Koruma kuleleri<br />

olmayan sade duvarlar... Bir yerde bulunan sütunun yanından kürek çekerek<br />

geçerken gördüm ki eski birtaş 45 cm kadar derinlikteki suyun içinde yatıyordu. Sağ<br />

elinde su kabı gibi bir nesne tutan, bir kadın figürü olan, geniş bir dikili taş. Sol<br />

yanında da dört köşeli su kovasına benzeyen bir şey. Sağ yanının yukarısında da<br />

gene başka bir su kabına benzer bir şey asılı duruyor. İçerisinde daha çok başa<br />

benzeyen bir nesne göze çarpıyor. Yukarı kısmında fazla yüksek olmayan kapı üstü<br />

süsü ve iki satırlık bir yazı var ama dizlerime kadar suya girmeme, bildiğim her şeyi<br />

yapmama, kayıkla etrafında dolaşmama rağmen güneşin yansıması ve göz<br />

kamaştırması yüzünden bunları okuyamadım. Gölün batısındaki köylerin birinden<br />

olan sandalcı, Türk-Rus savaşında bulunmuş. Tüm Balkanlar'dan ve ahalisinden<br />

söz etti. Sonunda kulübeye dönüp atlarımıza binip Gencali'ye gittik. Söylendiği gibi,<br />

bir mezarlık üzerinde Tekmoreyan yazıtlarının bulunduğu sütun gibi geniş oval bir<br />

sütunun genişçe bir parçasını gördüm. Ama yazı yoktu. Yol buradan Tokmacık'a<br />

tırmanıyor. Gencali iki çiftlikli bir köy. Rum ve Müslüman. Gelişimiz Rumlara sürpriz<br />

ve ahaliye sevinç kaynağı oldu. Bunu Ramsey'e ileteceğim. Bugün hava gene çok<br />

sıcaktı. İlginç olacağını sandığım bazı gidip gelmeler umduğum gibi çıkmadı ve<br />

üçte kampa döndüm... O saatten beri uyumak, yemek, içmek ve günlüğümü<br />

yazmaktan başka bir şey yapmadım. Yarın dinlenme günüm. Pişman olduğumu<br />

söyleyemem. Bir gezgin olarak yaptığım iş çok özen isteyen yorucu bir iş. Başarılı<br />

bir çalışma yaptığımı da sanmıyorum. Belki de görmediğim daha çok şey var ama<br />

bakmasını bilmek gerek. Ramsey'in bana Küçük Asya'ya ilk yaptığı gezide hiçbir<br />

şey bulamadığını söylediği aklıma geldi. Gördüğünüz gibi ancak suyun altında bazı<br />

şeyler buluyorum.<br />

Fettah bağırıyor: "Hayatımda böyle kasaba görmedim. Allah hepsinin canını<br />

alsın. Karıları da esir düşsün. Kraliçe hazretlerinin fasulyaları için de beş kuruş<br />

harcadım. Koca kasabada et yok. Taş taş üstünde kalmasın.." dedi. Ben de :<br />

"Tavuklar da Tokmacık'ın tavuklarından daha kötü." dedim. Fettah Tokmacık'ta<br />

yediklerininin ağzında bıraktığı olumsuz izlenimle kızarak: "O tavuk mu ? 4 kuruşluk<br />

odun yedi, ayrıca Kumdanlı'da üç saatte pişireceğim diye canım çıktı. Allah<br />

hepsinin canını alsın." dedi. Bedduasına ben de katılabilirdim. Ancak açlıktan<br />

ölmek de vardı."<br />

Prof. Dr. Cengiz Tosun<br />

GILDİR PARMAK<br />

Küçük parmak. Bu söz olağandan küçükleri anlatmak için kullanılır. Küçük<br />

boylu kişilere "Gıldirci" de denir.<br />

GİLİVAT<br />

Üzüm çardağı. Evlerin, bağda keliflerin önüne yapılırdı. Bilhassa hevenklik<br />

üzümler gilivat haline getirilir.


GINCIRDAK<br />

Gıncırak da denir. Ortaya bir metre kadar yükseklikte ardıç bir dikme dikilir,<br />

ucu bir yuvaya girecek şekilde düzenlenir. Üç metre kadar bir ardıç mertek tam<br />

ortasından oyulup dikilen dikmeye oturtulur. Merteğin iki ucuna ters yönde iki kişi<br />

karınları üzerine abanır. Kişiler ayaklarıyla iterek, yükselip alçalarak dönerler.<br />

Ağaçlar sürtündüğü için gıcırdar. Adı burdan gelir. Çok gıcırdaması istenirse<br />

merteğin oyulan yerine kömür tozu konur. Gıncırdağa daha çok bağ göçünün<br />

olduğu, işin başlamadığı ilk günlerde binilir. Çoğu avlulardan gıncırdak sesleri<br />

gelirdi. O zaman için çok özel bir eğlenceydi. Divanü-Lugatit-Türk'de böyle bir<br />

oyundan bahsedilmektedir.<br />

vardır.<br />

GINDIR<br />

Çapağın beş altı aylık yavrularına denir. Ortalama 100-300 gr ağırlıkları<br />

GÖÇLER<br />

Eğirdir dışa çok göç vermiştir. Ekonomisi daraldıkça iş yapmak isteyenler<br />

hep dışa gitmişlerdir.<br />

• 1900 ler başında Aydın, İzmir, Manisa'ya<br />

•1935 lerden sonra Bez fabrikasında çalışmak için Nazilli'ye,<br />

• 1948 den sonra göl yükselince Ada'dan 50-60 hane Isparta'ya,<br />

•1950 den sonra trikotaj üzerine iş yapmak için İstanbul'a,<br />

•1980 den sonra Antalya'nın gelişmesiyle Antalya'ya göçler olmuştur.<br />

Dıştaki Eğirdirli, Eğirdir'in birkaç katıdır.<br />

Tarihte de Eğirdir'den önemli göçler olmuştur. Hamidoğlu Beyliği, Osmanlı<br />

yönetimine katıldıktan sonra Bursa'ya hayli nüfus gitmiştir ya da götürülmüştür,<br />

istanbul'un Fethinden sonra büyük bir sayıda nüfus İstanbul'a götürülerek<br />

yerleştirilmiş, buraya "Eğirdirkapı" denilmiştir. Sonradan bu söz "Eğrikapı'ya<br />

dönüşmüştür.<br />

Beyşehir'in "Eğirler" köyü de Eğirdir ya da yakın çevresinden gidenlerin<br />

yerleştiği bir köydür. "Eğirdirliler" sözü zamanla "Eğirler"e dönüşmüştür.<br />

Bu yazdıklarımız bilinen yoğun göçlerdir. Küçük çaptaki göçlerin toplamı da<br />

önemli bir sayı tutar.<br />

GÖÇÜRTME<br />

Bağda yollara yapardık. Pınar'a, Konnebucağı'na giden hanımlara tuzak<br />

kurardık. Çocuk olmanın verdiği haşarılıkla yola küçük bir çukur açar, içine su<br />

doldurur, üstünü ustaca kapatırdık. Dikkat etmeyenler basar, ayakları çamurlanır,<br />

biz de neşelenirdik. Dövüleceğimizi anlayınca da kaçardık. Bu işi hep bağlarda<br />

yapardık. Eğirdir'de bu yaramazlığımız olmazdı.<br />

GÖĞEM ERİĞİ<br />

Yabani bir ağaççıktır. Genelde bağ arasında hendek kaşlarında, bakımsız<br />

yerlerde olur. Nohut büyüklüğünde mavimsi meyveleri vardır. Tadı kekremsi ekşidir.<br />

Çalısı çok dikenlidir. Battığında çok acıtır. Yarası geç iyileşir.


GÖL SEVİYESİ<br />

1478 yılındaki gelir yazılımında "Köprübaşı baluklagusundan eski deftere<br />

20 000 akça kaydolmuş. Üç yıldan beri göl kurumuş, bir akça hasıl olmamış. Ama<br />

göl şimdi ziyade mail olduğu sebepten tahminen hasıl 10 000 akça." gelir<br />

yazılmıştır." der. 1501 tarihli defterde de 600-700 akçe gelir gösterilir. Anlaşılan göl<br />

kendini çok uzun zamanda toplayabilmiştir. 1614 yılında da gölün yükseldiği,<br />

kıyıdaki köylerden bazılarının göç ettiği, bazı köylerin de AvşarYenice köyüne<br />

yerleştiği kayıtlarda yazılıdır.<br />

O zamanlar dokunulmadığı için göl ekolojik dengesini bulmuş. Ama şimdi<br />

Isparta'ya verilen içme suyu, çevresine verilen sulama suyu, göle akan derelerin<br />

üzerine baraj yapılması nedenleriyle göl gittikçe zorlanmakta, su seviyesi<br />

düşmekte, gölün geleceği tehlikeye girmektedir.<br />

Bunlardan daha büyük tehlike de, göl havzasındaki bitki örtüsünün tarla<br />

açmak için sürekli sökülerek toprağın çıplak kalması sonucu olarak göl tabanının<br />

hızla dolmasıyla su kitlesinin azalmasıdır, buna da birtedbirdüşünülmemesidir.<br />

GÖLE GİRME<br />

Bizim çocukluğumuz kışın buz tutunca göl üzerinde, yaz gelince de gölün<br />

içinde geçerdi. Ya balık avlardık, ya yüzerdik. Yakaladığımız balıkları göl kıyısında<br />

pişirir yer, eve gitme gereğini bile duymazdık. Sürekli yüzdüğümüzden<br />

kulaklarımıza su kaçardı. O suyu çıkarmak için söbü bir çakılı kulak deliğimize<br />

sokar:<br />

"Ak taş, gök taş<br />

Kulağımın suyunu al kaç" derdik, o yönde sıçrar, kulağımıza giden suyu<br />

çıkarırdık. Suya girmemizi istemeyen annelerimiz iç gömleğimizin yakasını<br />

dikerlerdi. Eğer izinsiz girersek bazı arkadaşlarımız giysilerimizi alıp annemize<br />

götürürlerdi. Bazen de göle girdiğimizde girmeyenler çamaşırlarımızı karıştırırlardı,<br />

zor bulurduk. Bazı zaman sakladıkları da olurdu. Yalvar yakar verirlerdi.<br />

Büyüklerimiz, karpuz kabuğu suya düştüğü zaman göle girileceğini<br />

söylerlerdi. Ama biz havanın durumuna göre Mayıs başından itibaren suya girmeye<br />

başlardık.<br />

GÖLSESİ<br />

Eğirdir'in hayatını ilk yazılı basına geçiren, kırk yıla yakın ömrü olan Gölsesi<br />

Gazetesinin nasıl yayma başladığını anlatmak istiyorum.<br />

1953 yazı <strong>Nuri</strong> Kartal, Turan Yazgan, <strong>Nuri</strong> <strong>Güngör</strong> kendilerince gazete,<br />

dergi gibi bir şey çıkarmaya özendiler. Adının "Petek" olmasını bile düşündüler. Bu<br />

dergi ya da gazeteyi teksir makinasında basmak için hazırlıklara bile başladılar. Bu<br />

lise çağındaki çocuklar işin ekonomik boyutuna girince şaşırdılar. Para basım için<br />

önemli bir olaydı. O zaman kendilerine yakın buldukları paralı ağabeylerine<br />

başvurdular. Bu kişi Abdullah Naci Kartal'dı. <strong>Nuri</strong> Kartal'ın amcasının oğluydu.<br />

Başta bunları ciddi almayan Abdullah Naci Kartal, sonra çevrenin de desteğiyle ikna<br />

oldu. Tüccarlığı bırakıp gazeteciliğe başladı. Önce bazı zorluklar olduysa da,<br />

memleket aydınlarının gücüyle, desteğiyle zorluklar aşıldı, 23 Temmuz 1953 te ilk<br />

sayı çıktı. Böylelikle <strong>Nuri</strong> Kartal'ın adını koyduğu "Gölsesi" gazetesi Eğirdir'in ilk


sürekli yerel gazetesi olma şerefini kazandı. Abdullah Naci Kartal da fevkalade bir<br />

yerel basın örneği verdi.<br />

Sonradan <strong>Nuri</strong> Kartal Cumhuriyet Başsavcısı, Turan Yazgan Ekonomi<br />

Profösörü, <strong>Nuri</strong> <strong>Güngör</strong>de Öğretmen Yazar oldu.<br />

Yerel gazete olarak Gölsesi gazetesi incelenmesi gereken başlıbaşına bir<br />

olaydır. Milli Kütüphanede 50 cilt olarak arşivlenmiştir.<br />

GURİLLİ<br />

Kolera hastalığına Eğirdir'de verilen addır. 1913 lerde Eğirdir bir kolera<br />

hastalığı geçirmiştir. Günde 25-30 kişinin öldüğü söylenir. Kolera barsağa dayalı bir<br />

hastalık olduğu için sanırım böyle bir söz üretildi.<br />

GÖL VE GÜL FESTİVALİ<br />

Dr. M. İrfan Barlas'ın Eğirdir Turizm, Kültürve Kalkınma Derneği Başkanlığın<br />

da 1970 yılı ağustosunda Eğirdir'de yapılan ilk festivaldir. Tertip Komitesi Mesut<br />

Yiğitbaşı, Hüseyin Altuğ, Eyüp Yalçın Barlas, Nusret Barlas'dır. Amacı Eğirdir'i<br />

tanıtmak, turizm yönünden geliştirmek, hemşerilerimizi turizme hazırlamaktı..<br />

Eğirdir bu ilk festivali coşkuyla karşılamış, Ankara'dan üst düzeyden de büyük bir<br />

katılım olmuştur. Uzun süre festival olmamış sonra Belediye Başkanı Hüsamettin<br />

Tanış'ın görev süresi içinde Eğirdir'de birkaç yıl festival yapılmıştır. Ne yazık ki<br />

Hüsamettin Tanış'dan sonra böyle bir sosyal olay yapılmamıştır.<br />

Dr. M. irfan Barlasın Başkanlığındaki Eğirdir Turizm, Kültür ve Kalkınma<br />

Derneği, Göl ve Gül Festivalini gerçekleştirmesi yanında Eğirdir Kütüphanesine de<br />

Adalar, Kale ve Şehir (1962)<br />

önemli sayıda kitap bağışında da bulunmuştur.


GÜLBABA<br />

Ahşap bir türbesi vardı. Eski bağ yolu, demirciler çarşısı sonu,<br />

Tersikbaşı'nda idi. Geçmişte şehirde beslenen hayvanların tersleri şehir dışı kabul<br />

edildiği için Tersikbaşı'na atılırdı. 1950 başlarında ahşap türbe kaldırılmıştır.<br />

GÜLCAN<br />

Bir ip çözme aletidir. Bir kalın kare tahta üstünde, eksen etrafında döner. Alt<br />

tarafı büyük haç, üst tarafı küçük haç olup, haçların uçları birer çıtayla birleştirilmiştir.<br />

Kelepten yumak yapmak için kullanılır. Halı ipleri onunla yumak haline<br />

getirilir, tezgâha asılır, dokuma kolaylığı sağlanırdı.<br />

GÜLCÜLÜK<br />

İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra Hacı Eşref Ağa Isparta mebusu olmuştu.<br />

Mebusluğu zamanında Eğirdir'in gelişmesi için çalışmalarda bulundu. Gülcülüğün<br />

ekonomik değerini görerek, Isparta'dan adam getirip Kervansaray, Boğazova,<br />

Pınarpazarı'nda olan mülklerine gül diktirdi. Çevre köylerde de güllükler yaptırdı.<br />

Pınarpazarı'ndaki yazlık köşküne gülhane yaptırarak imbikler kurdurdu. Burada<br />

kendi güllüklerinin güllerini, satın aldığı gülleri işleyip gülyağı yaptı. l. Dünya Savaşı<br />

gülcülüğün gelişmesini engelledi.<br />

1950 lerden sonra gülcülükte bir atılım olmuşsa da sonu gelmemiştir.<br />

GÜLSÜN NİNE<br />

Ada'da çok küçük bir kulübede otururdu. Kimsesi yoktu. Bilge bir kadındı.<br />

Çevrenin yardımıyla yaşardı. Kimseden duymadığım masalları ondan dinlerdim.<br />

Okuması vardı. Sanırım 1945 lerde 80 yaşın üstünde öldü.<br />

GÜMÜLCE<br />

Sivrisineğe benzeyen bir çeşit küçük sinek. Soktuğu zaman acı verir.<br />

Divanü-Lugat-it-Türk'te "Kümiçe" sivrisinek demektir. İhtimal bu sözden gelmedir.<br />

Balkanlardaki "Gümülcine" şehri de adını bundan almıştır.<br />

GÜNAH TAŞI<br />

Olukluca'nın Eğirdir'e bakan tepesindedir. Oradan göl ve çevrenin<br />

manzarası olağanüstüdür. Burada kitle halinde iki büyük taşın arasında bir boşluk<br />

vardır. O boşluktan geçenler günahsız, geçemeyenler günahlı sayılır. Taş boşluğu<br />

öyle bir biçimdedir ki, gövde biçimini boşluğa uyduran şişmanlar bile geçer. Gövde<br />

uyumunu sağlayamayan zayıflar bile geçemez. Geçmek için vücuda S şeklini<br />

aldırmak gerekir. Dikkatli kişi olayı keşfeder, kolay geçer.<br />

Katip Çelebi Miratül Memalik adlı eserinde Seyit Battal Gazi'nin<br />

Hıristiyan-lardan "Sivri Naz"ı yani Sivri'yi aldığını yazar. Günah taşının üstünde bir<br />

kayada "Battal Gazi'nin atının nalının izi" olduğuna inanılan bir şekil vardır. Bazı<br />

söylentilere göre de bu iz Hazreti Ali'nin atının iziymiş. Katip Çelebi bundan bahseder


GÜREŞLER<br />

1960 lara kadar Eğirdir'e yağlı güreşler yapılırdı. Pınarpazarı çayırında,<br />

şimdiki Dağ ve Komando Okulunun Hava Şehitlerinin olduğu düzlükte olurdu.Tüm<br />

Eğirdirli ilgi gösterir, güreş yeri bayram yerine dönerdi. Güreş yarışlarını Belediye<br />

düzenlerdi.<br />

GÜVERCİNLER<br />

Kalenin çürümüş hatıllarının oyuklarında çok sayıda güvercin yuvası vardı.<br />

Kalenin üstü güvercinlerle dolardı. O kadar çoktu ki "Huu.." seslerinden geçilmezdi.<br />

Günümüzde bir tane bile görülmüyor. Göl kıyısındaki mağaralarda da çok sayıda<br />

güvercin olurdu. Onlar da yok olup gittiler.<br />

GÜVEY BENZİ<br />

Baklavanın pişme kıvamı için kullanılır. Tam pişkinliğini anlatır. Baklava<br />

sinisi kehribara yakın bir renk aldığında pişme kıvamını bulmuş demektir. Güveyin<br />

heyecandan sararan yüzüne benzetilerek baklava için kullanılmıştır.


HACELİ<br />

H<br />

Çocuk felci geçirmiş bir kişiydi. Boynuna astığı tablasına koyduğu iğne, iplik,<br />

düğme, tarak, lastik, çıtçıt, makara, toka gibi şeyleri gezerek satış yapardı. Ama<br />

öyle ki Eğirdir'in bütün mahallelerini programa bağlamıştı. Her gün hangi<br />

mahalleden, hangi sokaktan, saat kaçta geçeceği belli idi. Mesela bizim sokaktan<br />

Perşembe günleri saat dokuzla dokuz on beş arası geçerdi. Otuz yıl bu saat<br />

şaşmadı. Ev hanımları bu gibi ihtiyaçlarını hep Haceli'den alırlardı, onun saatini<br />

beklerlerdi. Veresiye de verir, bir küçük deftere yazardı. Onun geldiğini" El bakireleri...<br />

saç tokalari...kulak küpeleri..." seslerinden anlarlardı. 1985 lerde Hakkın<br />

rahmetine kavuştu. Beden ve göz kusurlarına rağmen kimseye muhtaç olmadan bu<br />

disiplinle yaşayan Haceli'yi saygıyla anıyorum.<br />

HACI EŞREF AĞA<br />

Etem Kartal Hacı Eşref Ağayı Gölsesi gazetesinde şöyle anlatır.<br />

"Cami mahallesinde doğdu. Burhanoğullarından Hacı Murat Ağanın<br />

oğludur. İbtidai ve rüştiye tahsillerini Eğirdir'de yaptı. Medrese tahsili de gördü.<br />

Mahkeme ve kaza idare azalıklarında bulundu, Padişah Abdülhamit tarafından<br />

Fahri Paşalıkla taltif edildi.<br />

1908 de 2. Meşrutiyetin ilanında Isparta sancağı iki mebus çıkarmıştı. Bu<br />

mebuslardan biri Isparta'dan Böcüzade Süleyman Sam Efendi, diğeri de<br />

Eğirdir'den Hacı Eşref Ağa idi. Birkaç devre mebusluk yaptı. Mebusluğu<br />

müddetince Eğirdir'in kalkınması için çok çalıştı. Halka örnek, memlekette iş<br />

sahaları açılması gayesiyle birçok tesisler kurdu. Kurudere kanalının açılması için<br />

yirmi bin lira tahsisat aldı. Eğirdir'e gülcülüğü o getirdi. Kervansaray ve<br />

Pınarpazarı'nda dut ağaçları dikerek ipekböceği yetiştirdi. Boğazovanın iyi<br />

korunması için altı silahlı bekçiden oluşan koruma teşkilatı kurdu. 1910 yılında<br />

Eğirdir'e otomobili ilk getiren odur. En son sistem un fabrikasının Eğirdir'de<br />

kurulmasını sağladı. Çevrede başka fabrika olmadığından komşu iller unlarını<br />

burdan tedarik ederlerdi. Cumhuriyet devrinde İl Genel Meclisi üyeliğine seçildi.<br />

Her yıl Daimi Encümende görevlendirilirdi. Vefat edinceye kadar Isparta'da bu<br />

görevde kaldı. Eğirdir'de öldü."<br />

Yalnız Milli Mücadelede karşı tarafta olduğu için 1920 de bir süre tutuklu<br />

kalarak Isparta'ya gelen İstiklal Mahkemesine veril-miş, açık yargılama sonunda<br />

Eğirdir'e dönmesi Mutasarrıfın oy ve takdirine bırakılmış, arkadaşlarının belirli bir<br />

süre hapsine karar verilmiştir. Küçük kardeşi Hacı İsmail Ağayı Demirci Efe Eğirdir'e<br />

geldiğinde asmıştır.


HACI HIZIR BİNGÖL BEYİ<br />

Eğirdir 1391 de Osmanlı yönetimine geçtikten sonra Eğirdir'de görev<br />

yapmış Osmanlı komutanıdır. Hac'da Şehülislam Berdai'yi Eğirdir'e davet eden<br />

kişidir. 1429 da yaptığı vakıfta Felekabad'daki bazı arazilerini ve bahçelerini,<br />

Yazla'daki bağlarını, bazı köylerdeki tarlalarını, Burdur'daki Lala Balaban hamamını<br />

Şehülislam Berdai zaviyesine vakfetmiştir.<br />

Ağa camisinin de 1412 de mescit olarak yapılmasının onun tarafından<br />

olduğu kabul edilir.<br />

HACI KEMAL<br />

Cami-ün Nezairadlı kitabın yazarıdır. Bu kitapta 1490 öncesi pek çok şairin,<br />

hatta kayıtlarda rastlanmayan şairlerin bile şiirleri vardır.Türk edebiyatının önemli<br />

bir kaynağıdır. 268 şairin 425 şiiri vardır. Yunus Emre'nin bilinmeyen şiirleri bu<br />

kitapta bulunmuştur. Hacı Kemal eserini 1512 de bitirmiştir. Kendi el yazısıyla<br />

yazdığı kitabı İstanbul Kütüphane-i Umumi'dedir. Bir nüshası da Ankara<br />

Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesindedir. İki cilt halinde ve eksiktir.<br />

1514 tarihinde yazdığı Adab-ı Mülük, Nesayih adlı eserleri de<br />

bulunmaktadır. Şiirle de uğraşmıştır. Şiirlerinde Kemali mahlasını kullanır. Ölüm<br />

tarihi bilinmemektedir.<br />

Prof.Fuat Köprülü Türk Edebiyatında İlk Mutasavvuflar adlı eserinde Hacı<br />

Kemal'in Eğirdirli olduğunu bildirir, ondan önemle söz eder. Dilerim 500 yıldır<br />

uyuyan bu şiir kitabı Eğirdir'e hizmet etmek isteyen kişi veya kurumlarca basılıp<br />

Türk Edebiyatına kazandırılır. Yüzyıllar ötesinden bize kimlik veren Hacı Kemal'in<br />

ruhu şad olsun.<br />

HACI MEMİŞAĞAZADE MUSTAFA EFENDİ<br />

Isparta'da kurulan Padişah taraftarı Hürriyet ve İtilaf Fırkasının Kurucu<br />

üyelerindendir.<br />

HACI NURİ EVİ<br />

1890 larda yapılmış son dönem Osmanlı mimarisinin yağlıboya işlemeli çok<br />

güzel örneklerinden biriydi. 1994 yılında elektrik kontağından yandı denildi. Miras<br />

sonucu çeşitli bölünmelere uğramıştı.<br />

Günümüzde tarihi evler nedense hep durgun havada, çatının ortasından,<br />

elektrik kontağından yanıyor.<br />

HAFIZ İBRAHİM DEMİRALAY<br />

1883 te Isparta'da doğdu. Yılanlızade Tahir Paşanın oğludur. 1902 de<br />

İstanbul'a giderek Fatih medresesinde yedi yıl eğitim gördü. Müderrislik icazeti aldı.<br />

Memleketine dönüşünde babasından kalan Avşar'daki arazide tarımla meşgul oldu.<br />

İzmir'in 15 Mayıs 1919 da Yunanlılar tarafından işgali üzerine Isparta Müdafa-i<br />

Hukuk Cemiyeti'ni kurarak ilçe ve köyleri örgütledi. Daha sonra Milli ordunun içinde<br />

yer alarak "Demiralay" adıyla Yunanlılara karşı direndi. Ölümüne kadarT.B.M.M. de<br />

yer aldı.


29 Mart 1939 da öldü. istiklal Madalyası sahibi, dört çocuk babasıdır.<br />

Evlatlarından Kemal Demiralay birkaç dönem Isparta milletvekili seçilmiştir.<br />

HAFIZ SABRİ<br />

Hafız Sabri, Tığlıoğullarından Hacı Osman'ın oğludur. Tahsilini Eğirdir'de<br />

yapmıştır. Rüştiyeye hoca olmuş, yazı ve Türkçe dersleri vermiştir. 1906 yılında<br />

Çelebizade Mustafa Efendi, Vezirzade <strong>Nuri</strong> Efendi'yle beraber icazet verip Müderris<br />

olmuştur. Seriye Başkatipliği, Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa medresesinde hocalık gibi<br />

görevlerde bulunmuştur. Başlangıcında Müdafa-i Hukuk Cemiyetini desteklemiş,<br />

sonra karşısında olmuştur. 1920 de Demirci Mehmet Efe'nin astığı dört kişi<br />

arasında Hafız Sabri de vardır.<br />

HALICILIK<br />

Eğirdir'de Halı dokuma geleneği çok eskidir. XV. Yüzyılın sonları ve XVI.<br />

Yüzyıl gümrük kayıtlarında bu yörede dokunan Türkmen Yörük halılarının<br />

Karadeniz ülkeleri, Mısır, Doğu ve Orta Avrupa, İtalya'ya kadar ticareti yapıldığı<br />

görülür.<br />

Geniş çapta bilinen Halı dokumacılığı 1891 de Mutasarrıf Babanzade<br />

Mustafa Zihni Paşa zamanında şirketleşerek üretime başlamıştır. Şark Halı<br />

Kumpanyası da Eğirdir'de tezgâh açmıştır. Zamanla Eğirdir'de tezgâh sayısı iki<br />

bine çıkmıştır. 1960 lardan sonra geriye düşmüş, 1980 lerden sonra ticari tezgâh<br />

kalmamıştır.<br />

HALİL AĞA EVİ<br />

1900 lerde yapılmış çok güzel bir sivil mimari örneğidir. Tavan, dolap, oyma<br />

kapı, lambalık işlemeleri görülmeye değer. Evi yaptıran BarlaBoyalı çiftliği sahibi<br />

İsmail Ağa'dır. 1944 te 81 yaşında ölmüştür. Halen torunu Kemal Çelik mülkiyetinde<br />

olan ev, oğlu yüksek İnşaat Mühendisi Levent Çelik tarafından restore edilerek Türk<br />

kültürüne kazandırılmıştır. Ev Kemal Çelik'in dedesinin babası Halil Ağa'nın adıyla<br />

anılır. Bağlar'da yaptırdığı iki katlı bağevi de 1995 lerde yanmıştır.<br />

HALİL ÜSTÜN<br />

Eğirdir'in ekonomik hayatında devrim yapan bu örnek kişinin kendi<br />

anlatımlarıyla soyu ve hayatı şöyledir.<br />

"Dip dedem Kerkük Türklerinden Hacı Aziz'dir. Oğlu Hacı Halil Karaağaç'a<br />

gelir, helvacılık yapar, orda ölür. Oğlu Hacı İbrahim de 1850 lerde Eğirdir'e gelir,<br />

babasının helvacılık sanatını devam ettirir. Bu nedenle sülalenin adı Helvacı Hacı<br />

İbrahimler diye anılır. Sonradan babamdan dolayı Hacı Azizler olmuştur. Hacı<br />

İbrahim , Çal'dan susam alıp iş yaptığı susam tüccarının kızı Şehriban'la evlenir.<br />

Şehriban genç yaşta ölünce, Şehriban'ın kardeşi Ümmühan'ı alır. Ondan üç çocuğu<br />

olur. Halil, Fatma, Mustafa. Babam bu Mustafa'dır. Hacı İbrahim ikinci gidişinde<br />

Hac'da kalır. Halil de 1917 Gazze savaşında ölür. Babam Hacı Aziz Mustafa'nın<br />

doğumu 1890 dır. Yıldız Balmumcu Jandarma Mektebinden Küçük Zabit olarak<br />

mezundur. Çok başarılı olduğu için Divan-ı Harp Mustantıklığında bulunmuş onyedi


yıl hizmet etmiştir. Çanakkale, Gazze, Kurtuluş Savaşlarına katılmıştır.<br />

Çanakkale'de yaralanmıştır. Birinci dereceden gaziliği vardır. Askerden sonra<br />

kendini ilme vermiştir. 27 Aralık 1959 da Eğirdir'de vefat etmiştir. Ben 1925 te<br />

doğdum. İzmir Bornova Ziraat Okulundan mezun oldum. Bir süre görev yaptıktan<br />

sonra 1954 yılında Eğirdir'de ilk elma bahçesini kurup, üretime başladım. Sonra<br />

ihracat işleriyle uğraştım, l. Dünya Meyvecilik kongresine katıldım. Kardeşlerim<br />

İbrahim, <strong>Nuri</strong>ye.Aziz'dir."<br />

HALK ÇEŞMESİ<br />

Çakalkayası'na yaslı, Kurtaylar evinin önden doğu köşesinin olduğu<br />

yerdeydi. Şimdi oradan ince bir merdiven Çakalkayası'na çıkan yolu eski Isparta<br />

yoluna bağlar.<br />

HALKEVİ<br />

Eğirdir'in kültürüne Halkevi çalışmaları çok şey katmıştır. 1945 lerde verilen<br />

bir rapor bu çalışmaları aydınlığa çıkarmaktadır. Üzülerek söylüyorum ki 1950<br />

lerden sonra Halkevleri kapanınca Eğirdir'de düzenli kültür çalışmaları olmamıştır.<br />

Günümüzde bile bu ölülük devam etmektedir. Ün dergisinden aldığım bu raporu<br />

olduğu için düşünenlere sunuyorum..<br />

Dil ve Edebiyat kolumuz:<br />

Halkımızın her bakımdan bilgisini artırmak, dolayısıyla arkadaşlarımızın iyi<br />

söz söylemelerini temin etmek maksadıyla çeşitli konular üzerinden konferanslar<br />

verdirilmiştir.<br />

Temsil:<br />

Temsil Kolumuz bilhassa milli bayramlarımızda çeşitli konular üzerinden<br />

halka parasız temsiller vermiş, İlkokul öğrencilerinden de faydalanmıştır. Aynı<br />

zamanda gezgin temsil heyetlerinden istifade edilerek Halkevimize de gelir temin<br />

edilmiştir. Kış ve ilkbahar mevsimlerinde de kolumuz köylere giderek köylünün<br />

anlayacağı konular üzerinde istifadeli piyesler temsil etmişlerdir.<br />

Spor:<br />

Eğirdir, deniz sporlarına çok elverişli gölün kıyısındadır. Yaz ve bahar<br />

mevsimlerinde gençlerimiz yüzme, atlama, kürek çekme sporları yapmış, arada<br />

sırada müsabakalar tertip etmişlerdir. Çok iyi neticeler alınmıştır. Aynı zamanda<br />

ilçemizdeki Dağ Talimgah kursundan faydalanarak kışın dağ sporları yapılmış,<br />

tecrübelerinde iyi neticeler alınmıştır. Muhitimiz geniş ve çeşitli av sporuna<br />

elverişlidir. Gölde su kuşları, dağda geyik avı yapılmıştır. Ayrıca Halkevine bağlı bir<br />

Avcılık Kulübü kurulmuştur<br />

Her Pazar sürek avları yapılmaktadır.<br />

Sosyal yardım ve garnizon:<br />

Halkevi salonunda haftada iki defa Hükümet doktorlarından istifade edilerek<br />

fakir kimselere poliklinikler yapılmakta, ilaçları da Kızılay'dan temin edilmektedir.<br />

Kızılay'la temasa geçilerek yoksul yavrulara sıcak yemek verdirilmiştir.


Halk Dersaneleri ve Kursları:<br />

Kış geceleri İlkokul öğretmenlerinden faydalanılarak halka okuma kursları<br />

yapılmış, yeni terimleri de yaymaya çalışılmıştır.<br />

Kütüphane ve Yayım:<br />

Halk ve bilhassa gençlerimiz her gün kütüphanemizden kitaplar alarak<br />

okumakta, gazete ve mecmuaları takip etmektedir.<br />

Köycülük:<br />

Köycülük kolumuz ayrı ayrı mevsimlerde köylere geziler tertip etmiş, bu<br />

vesile ile de istifadeli konferanslar vermiş, hekimler tarafından parasız muayeneler<br />

yapılmıştır.<br />

HAMAMLAR<br />

Kale mahallesinde üç tane hamam bilinir. Kaleburnu hamamı, Aşağı mahalle<br />

hamamı, Vezirler evi önündeki hamam... Kaleburnu hamamı, kaleburnunun<br />

güney tarafındadır. Terslik olarak kullanılırken 1950 lerde Belediyece satılmış,<br />

üstüne ev yapılmıştır. Ev kale duvarı ile, tonoz kubbenin üzerindedir. Doğu tarafta,<br />

göl seviyesinde bir tonoz kubbeli yer daha vardır.<br />

Hamamın devamı mıdır, kayıkhane midir, incelenmesi gerekir. Benim<br />

çocukluğumda hayrat olarak kullanılıyordu. Mahalleli gölden yararlanarak<br />

çamaşırlarını orada yıkardı. Kendileri de yıkanırdı. Bu yıkık hamamın doğusunda<br />

da bir hayrat vardı. Büyük bir ihtimalle hamamın girişi onun olduğu yerdi.<br />

Kale mahallesindeki aşağı hamam da 1950 lerde kullanılmaz halde iken<br />

satıldı, temizlenerek yerine ev yapıldı.1930 larda çalışır durumda olduğunu<br />

çevremden duydum. Şimdiki Ballılar evinin yerindeydi.<br />

Kaleburnu hamamı - kalıntısı evin altındadır


Kale - Vezirler evi önündeki hamam kalıntısı<br />

Vezirler evi önündeki hamamın da çok eski bir hamam olduğu<br />

yıkıntılarından bellidir. Bu hamamın üst taraftaki 80 metrekare kadar kısmını<br />

dedem Veziroğlu Müderris Süleyman <strong>Nuri</strong> Efendi 1903 yılında Belediyeden tapulu<br />

olarak satın almıştır. Şu anda o yer halen onun vereseleri üzerindedir.<br />

Çocukluğumda hamamın kapalı bölümleri vardı. Zaman içinde gölün etkisiyle<br />

yıkıldılar. Kapladığı alandan büyük bir hamam olduğu anlaşılıyor.<br />

Aşağı hamam da denen çarşı hamamı halen kullanılmaktadır. Hakkında<br />

geniş bilgi maddesinde verilmiştir.<br />

Yukarı hamam 1960larda kapanmış, halen kullanılmaz durumdadır.<br />

Demirkapı hamamı da çok eski bir hamam kalıntısıdır. Hakkında geniş bilgi<br />

maddesinde verilmiştir.<br />

Yazladaki Burcu hamamı da Osmanlı komutanı olan Burcu Bey tarafından<br />

büyük olasılıkla 1430 lardan sonra yapılmıştır. Kullanıldığını bilen yoktur.<br />

HAMİDBEY<br />

Hamidoğulları Beyliğine adını veren kişidir. Kimliği tam aydınlanmış<br />

değildir. Yalnız Karamanoğlu'nun Şikari tarihinde Hamid Beyle ilgili aşağıdaki<br />

bilgiler vardır. Tabi bu bilgileri değerlendirirken Şikari'nin Karamanoğlu taraflısı<br />

olduğunu da unutmamak gerekir.<br />

Şikari kitabının aslı olan Yarcani'den naklen şöyle yazar;<br />

"Şam emirlerinden olan Hamid Bey bir sebepten Şam'ı terk ederek<br />

Anadolu'ya gelir. Zamanın Selçuklu sultanının iltifatına mazharolur. Silahşörlükte<br />

mahir olduğundan yanında kaldığı sürece sultanın evlat ve kölelerine silahşorluk<br />

öğretir. Sonra yanında bin kişi olduğu halde Sultanın yanından ayrılıp Sivas'taki<br />

Karaman'ın yanına gider. Ertene'ye de silahşorluk talim ettirir. Karamanoğlu


Mehmet Beyle savaşlara katılır. Mehmet Bey Konya'yı alınca, birlikte savaştıkları<br />

yerlerden bu yöreleri Hamid Beye verir. Mehmet Beyin öldürülmesi üzerine Hamid<br />

Bey serbest kalır."<br />

Beylik yapmış tüm Hamidoğlu Beyleri gibi mezarının nerede olduğu belli<br />

değildir.<br />

HAMİDOĞLU HIZIR BEY<br />

Dündar Beyin üç oğlundan biri olan Hızır Bey, İlhanlı valisi Demirtaş'ın<br />

babasını Antalya'da öldürmesinden, Demirtaş'ın da Mısır'da öldürülmesinden<br />

sonra Beyliğin başına geçmiş, dağılmayı önlemiştir. 1327-1328 yılları arası bir yıl<br />

Beyliğin başında bulunmuştur. Babası Dündar Bey'in öldürülmesinden sonra Mısır<br />

sultanına hak aramak için sığınan kardeşi İshak Bey gelince Beyliği ona<br />

bırakmıştır. Başta kaldığı süre içinde Demirtaş'ın yakıp yıktığı camiyi yeni baştan<br />

yaptırmıştır. Onun için Ulu Caminin bir adı da Hızır Bey Camisidir.<br />

1328 yılında Beyliği kardeşi İshak'a verdikten sonra Hızır Bey hakkında<br />

kaynaklarda hiçbir bilgiye rastlanmamıştır. Hızır'ın İshak'ın oğlu olduğu iddiası<br />

vardır. Yılmaz Öztuna'nın Türkiye Tarihi kitabında Hızır Beyin Muizeddin İbrahim<br />

Bey adında bir oğlu olduğu, 1370 sıralarında Şuhud Beyi iken öldüğü yazılıdır.<br />

HAMİDOĞLU SARAYI<br />

Zafer İlkokulunda okurken o zaman Ün dergisinde yazıları çıkan Öğretmen<br />

Ali Rıza Yürükoğlu Hamidoğullarının sarayının Kaleönünde olduğunu söyledi.<br />

Bize toprak üzerindeki saray duvarlarının kalıntılarını gösterdi. Kale kapısından<br />

minare altına doğru elli metre kadar gidilirse duvar kalıntılarına rastlanır. 1947 lerde<br />

Belediye çevre düzenlemesi yaparken sarayın sıvalı, pembe badanalı duvarlarını,<br />

iki insan iskeleti çıktığını gördüm.<br />

Sonradan edindiğim bilgilerle değerlendirdiğimde bu iskeletlerin<br />

Karamanoğlu Alaaddin Bey'in Eğirdir'i yakıp yıktığı zamandan kalabileceği<br />

ihtimalini düşündüm. 1990 larda kanalizasyon için hafriyat yapılırken minare<br />

altından Kale'ye doğru, biri bir metre kadar, ikincisi bir buçuk metreden fazla<br />

derinlikte iki künk gördüm. Bunlar su künkleriydi. Üstteki künkün Ağaların evine<br />

gittiği belliydi. Çünkü Ağalar evinin iç avlusunda taştan, işlemeli çok güzel çeşme<br />

vardı. Buğday öğütmeye gittiğimizde görürdük. Alttaki ikinci künkün de Hamidoğlu<br />

sarayına gittiğini sanıyorum.<br />

HAMİDOĞULLARI BEYLİĞİ<br />

Selçuklu devleti gücünü yitirmesinden sonra Anadoluda birer birer beylikler<br />

görülmeye başladı. Bu arada Eğirdir merkez olmak üzere Hamidoğulları da tarih<br />

sahnesine çıktılar. Hamidoğulları Beyliğini Dündar Bey kurmuştur ama öncesi<br />

hakkında bilinenleri hatırlamakta yarar var.<br />

Beyliğe adını veren Hamid Beyin Türkmen beyi olarak Türkistan'dan<br />

Anadolu'ya geldiğini söyleyenler vardır. Karamanoğlu tarihçisi Şikari de tarihinde<br />

Hamid Bey için, Mısır ve Suriye'de komutanken bin kadar atlıyla Selçuklu


Sultanının yanına geldiğini, adamlarına ve şehzadelerine silahşorluk öğrettiğini,<br />

sonra Sivas'a Karaman'ın yanına gittiğini, Ertene Beye silahşorluk öğrettiğini,<br />

Karamanoğlu Mehmet Beyle birlikte yaptığı birçok savaşlardan sonra Mehmet Bey<br />

Konya'yı ele geçirince bu yöreleri Hamid Beye verdiğini, onun öldürülmesi üzerine<br />

de Hamid Beyin serbest kaldığını yazar.<br />

Bazı kaynaklar Hamid Beyin oğlu, Dündar Beyin babası İlyas Beyin<br />

1280-1300 arası beylik ettiğini yazıyorsa da bu tarihler arasında İlyas Beyle ilgili bir<br />

siyasi iradeyi gösteren belge şimdiye kadar bulunamamıştır.<br />

Dündar Beyin 1301 yılında Beyliği kuran kişi olarak kabul edilmesinin<br />

gerekçesi, bu tarihte Medreseyi yaptırıp iç eyvanının alnı üzerine kimliğini<br />

yazdırmasıdır.<br />

Dündar Bey Uluborlu'da kurduğu Beyliği sonradan Eğirdir'e taşıyıp burasını<br />

merkez yaptı. On beş bin yaya, on beş bin atlıdan bir ordu kurup, kardeşi Yunus'la<br />

beraber sınırlarını Akdeniz'e kadar genişletti. Eğirdir'i de kısa zamanda bayındır<br />

hale getirdi. Bu arada Anadoluyu tehdit altında tutan İlhanlılara bağlılığını<br />

göstermek için onlar adına para bastırıp 1314 te Emir Çoban'ın ayağına Erzincan'a<br />

kadar gitti. 1316 yılından sonra İlhanlı devleti içinde karışıklıklar başlayınca Dündar<br />

Bey sınırlarını genişletip Antalya'yı aldı, kardeşi Yunus'u oraya Bey yaptı. Aydın,<br />

Saruhan, Menteşe Beylerini de himayesi altına alıp kendini Sultan ilan etti. Bu<br />

durum İlhanlıların hoşuna gitmedi. Diğer Beyliklerden de rahatsız olan Emir<br />

Çobanoğlu Demirtaş'ı Anadolu üzerine gönderdi. Demirtaş Eşrefoğlu Süleyman<br />

Beyi öldürüp Dündar Beyin üzerine geldi. Dündar Bey onun gücü karşısında<br />

duramayacağını anlayınca ölen kardeşi Yunus Beyin oğlu, yeğeni Mahmut Beyin<br />

yanına gittiyse de, Mahmut Bey kendini kurtarmak için amcası Dündar Beyi<br />

Demirtaş'a teslim etti. Demirtaş 1324 tarihinde Dündar Beyi öldürdü. Dündar Beyin<br />

mezarının nerde olduğu bilinmemektedir.<br />

Dündar Bey oğulları Hızır, İshak, Mehmet bu olaylardan canlarını<br />

kurtardılar. İshak yardım ve destek için Mısır Sultanı Melik Nasır'a sığındı. Bir<br />

nedenle Demirtaş'ın babası Vezir Emir Çoban öldürülünce, Demirtaş da Anadoluda<br />

tutunamayıp Mısır Sultanına sığındı. Karamanoğulları ve İlhanlıların baskısıyla<br />

Demirtaş 1327 tarihinde Mısır'da öldürülünce İshak Bey de Eğirdir'e döndü.<br />

Demirtaş Mısır'dayken Hızır Bey Beyliğin başına geçti, Hamidoğlu Beyliğinin<br />

dağılmasını önledi. 1327-1328 yılları arasında Beylik yapan Hızır Bey bu arada<br />

yıkım gören Ulu-Camiyi yeni baştan onartmıştır. Ondan sonra da caminin adı "Hızır<br />

Bey" camisi olarak kalmıştır. Kardeşi İshak'ın Mısır'dan dönmesinden sonra beyliği<br />

ona vermiştir. Daha sonraki zamanlarda Hızır Bey hakkında herhangi bir kayıt<br />

yoktur.<br />

1328 yılında Beyliğin başına geçen İshak Bey, Beyşehir, Seydişehir,<br />

Akşehir'i Beyliğinin sınırlarına kattı. Küçük kardeşi Mehmet'i de Gölhisar'a Bey<br />

yaptı. 1336 yılında da şimdi yıkılmış olan zamanın en büyük tekkesi ve yoksullar evi<br />

Hankah'ı Yazla'da yaptırdı. Seyyah İbni Batuta İshak Bey zamanında Eğirdir'e<br />

gelmiş, şimdi Ada'da türbesi olan Şeyh Müderris Musluhaddin karşılamış, Dündar<br />

Bey Medresesinde de misafir etmiştir.<br />

İshak Beyin ölümünden sonra yerine Gölhisar'a Bey yaptığı kardeşi<br />

Mehmet Beyin Oğlu Mustafa Bey Hamidoğullarının başına geçti. Mustafa Bey<br />

döneminde Hamidoğullarıyla ilgili kaynaklarda bilgi yoktur. 1355 de Mustafa<br />

Beyden sonra oğlu II.İlyas Bey Hamidoğulları Beyliğinin başına geçmiştir.


Baba Sultan Zaviyesi 1357 yılında Şeyh İsa Deduki tarafından yaptırılmıştır. İlyas<br />

Bey de katkıda bulunup Yazla'daki Katranlar korusunu zaviyeye vakfetmiştir.<br />

Öteden beri sınır anlaşmazlıkları olan Karanmanoğlu Alaaddin Bey,<br />

Hamidoğullarını ortadan kaldırmak için İlyas Beyin üzerine geldi. Eğirdir'de müthiş<br />

bir katliam yaptı ve Eğirdir'i baştan başa yaktı. İlyas Bey yardım için Kütahya'daki<br />

Germiyanoğlu'na sığındı. İlyas Bey daha sonra Germiyanoğlu'nun yardımıyla<br />

topraklarını ele geçirip beyliğinin başına döndü. 1370 de ölümünden sonra yerine<br />

Hüseyin Bey geçti. Hüseyin Bey zamanında da Karamanoğulları, Hamidoğlu<br />

Beyliğini sürekli rahatsız ettiler. Germiyanoğlu Süleyman Bey kızı Devlet Hatun'u<br />

l.Murat'ın oğlu Bayazit'e verince Osmanlılar daha güçlenip Hüseyin Beye<br />

topraklarını satması için zorlayıcı bir teklifte bulundular. Hüseyin Bey hem<br />

Osmanlıların hem Karamanlıların baskısına karşı kendini savunamayacağını<br />

anlayınca 80 bin altın karşılığı Yalvaç, Akşehir, Ş. Karaağaç, Beyşehir, Seydişehir,<br />

Isparta şehirlerini 1374 de Osmanlı devletine sattı. Bu toprak satışının içinde<br />

Eğirdir yoktu. Hüseyin Bey de Gönen'e çekilip kalan topraklarını yönetti. Bazı<br />

kaynaklara göre de Uluborlu'dan yönetmiştir.<br />

Hüseyin Beyin oğlu Mustafa Bey 1389 da yapılan I.Kosova savaşına okçu<br />

ve öncü birlik olarak bin kişilik bir kuvvetle katıldı.<br />

1391 de Hüseyin Beyin ölümünden sonra Hamidoğulları Beyliği son<br />

bulmuştur.<br />

Arap Tarih ve Coğrafya bilgini İbni Fazlillahi Ömeri'ye göre 1332 yılında<br />

Hamidoğlu Beyliği nüfusu 300.000 dir.<br />

HAMUR DOLMASI<br />

Kalın bir yufka açılır. İki parmak genişliğinde şeritler halinde kesilir. Soğanla<br />

kavrulmuş kıyma bu şeritlere konularak rulo yapılır. Lokma lokma kesilir. Kaynar<br />

suya atılarak pişirilir. Sonra üzerine kızarmış tereyağ konur. Bir çeşit mantıdır.<br />

HANKAH<br />

Arapça tekke demektir. 1336 yılında Hamidoğlu İlyas Bey tarafından<br />

yaptırılmıştır. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı 1929 yılında kitabeleri incelemek için<br />

Eğirdir'e geldiğinde Hankah civarında bulduğu bir kitabede yukarıdaki bilgiyi<br />

okumuştur.<br />

Karçınzade Süleyman Şükrü Seyahat-ı Kübra adlı eserinde 1875 lerde<br />

gördüğü Hankahı söyle anlatır:<br />

"Yarım metre eninde, bir metre boyunda kesme taşlar ile Mevlevi dergahları<br />

tarzında ve büyük bir camii şerif heybetinde bina olunmuştur. Bir dağ misali<br />

Hankahın geniş semahanesi karşısında neyzenlere mahsus yüksek bir mahvel ve<br />

etrafında çilekeşler için yapılmış müteahhit hücreler, gayet geniş olan meydanın<br />

ortasında yuvarlak bir şadırvan olup yükseldikçe tedricen darlaşan kubbesi,<br />

takriben elli metre yüksekliğinde, hava ve ışık almak üzere bırakılan tepesindeki<br />

delik on metrekare kadardır."<br />

Etem Kartal da Hankah hakkında şu bilgileri verir:<br />

"Hankaha bitişik Tez Murat türbesi vardı. Binanın batısında bir müderris, bir<br />

de mütevelli evi bulunuyordu. Ayrıca yine batı tarafındaki aşevinden her perşembe<br />

fakirlere yemek dağıtılırdı.


Hankahın tabanı tamamen mermer döşeli idi.<br />

Dağ talimgahının kışla binası yapımında taşları kullanılmak üzere<br />

yıktırılmıştır. Sağlamlığı dolayısıyla yıkmak çok zor oldu."<br />

Bazı kimseler de Hankahın taşlarının Camiliyayla'daki erat hamamı<br />

yapımında kullanıldığını söylerler.<br />

Hankahın olduğu yere Kale mahallesi yangınından sonra evi yananlar için<br />

ev yaptırılmıştır. O yöre şimdi "Yangın evleri" diye anılır.<br />

HANLAR<br />

Eğirdir'de bilinen üç büyük han vardır. Hayriye hanı, Saffet'in hanı,<br />

Pamukhanı. Üçü de ahşaptı. Hayriye hanını Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa yaptırmıştır.<br />

23 oda, bir dükkan idi. Kaleönü'ndeki medresesine vakfetmiştir. Han 1800 lerde<br />

yapılmıştır. 1950 lerde yıkılmıştır. Saffet'in hanı hakkında bir kayıta rastlamadım,<br />

sözlü bir bilgi de duymadım. 1950 lerde yıkıldı. Pamukhanı da eski bir bedesten<br />

üzerine yapılmış tek katlı bir bina idi. Bugünkü Belediye İşhanının olduğu yerdeydi.<br />

HARPIŞTA<br />

Bağ zamanı pekmez kaynatma, kışlık hazırlama işlerinin yapıldığı, kısmen<br />

açık, kapısız, üstü kiremit kapalı bir mekandır. Bir köşesinde üzümlerin içinde<br />

ezildiği suluk bulunurdu.<br />

HAŞGEŞLİ EKMEK<br />

15 Eylülde bağ göçü başlamadan yapılırdı. Bağa araba ya da eşek yüküyle<br />

göçüldüğü günün akşamı haşgeşli ekmekle üzüm yenirdi. Denebilir ki bu bir<br />

kuraldı. Haşgeş kelimesinin haşhaş olduğu sanırım anlaşılmıştır.<br />

HAVUTLU<br />

Bir kaynakta 1580 lerde "Hacı Davut ve Çay köyünden" diye bir not geçiyor.<br />

Havutlu'nun Çay köyüne yakın olması nedeniyle bu ismin "Hacı Davuttan mı<br />

geldiğini düşündürüyor. Gölün kuzeyinde de böyle bir yer adı var. Böyle bir yer<br />

ismini de Söke dolaylarında rasladım.<br />

HAYDAR<br />

Baba Sultan türbesinin batı tarafındaki alandır. 1950 lerde göl şişince su<br />

bastığı için imeceyle dolduruldu. 17. yüzyıl eşkıyalarından Haydaroğlunun haraç<br />

istemek için bir süre kaldığı yer olması ihtimaliyle oraya bu ismin verilmiş<br />

olabileceği akla geliyor. Isparta'ya da haraç için böyle bir zorlama yapmıştır. Eşkıya<br />

Haydaroğlu Uluborlu'nun İlegüp köyündendir. Hoyran dolaylarındaki geniş düzlüğe<br />

de "Haydar ovası" derler.


HAYDAROĞLU<br />

1640 lardan sonra Osmanlı devletini uğraştırmış azılı eşkiyalardandır.<br />

Uluborlu'nun İlegüp köyündendir. Naima tarihinde uzun uzun söz edilir. Söğüt<br />

dağına yurt edinmiş, Afyon, Ilgın, Eskişehir dolaylarında eşkiyalık yapmıştır. On bin<br />

kişilik Ahmet Paşa kuvvetlerini Sandıklı dolaylarında yenmiş, Ahmet Paşayı<br />

öldürmüştür. Ardından Afyon, Manisa illerini soyup Isparta'ya gelmiştir. Karşı<br />

konulmuş, bir baskında yaralanıp kaçmıştır. Uluborlu Veli Baba tekkesinde yatarken<br />

bastırılmış, teslim olmak zorunda kalmıştır. Sonra İstanbul'a gönderilmiş,<br />

orada idam edilmiştir. Eşkıya Katırcıoğlu bunun yanında yetişmiştir.<br />

Baba Sultan'ın batısındaki düzlük "Haydar" diye anılır. İhtimal Eğirdir'e<br />

baskın verip bir süre orda kalmışsa o yöre bu adla adlandırılmış olabilir.<br />

HAYRAT<br />

Kadınların ortak kullandıkları, çamaşır yıkadıkları göl kıyısındaki barakalardı.<br />

Herkes odununu, kazanını götürür, gölden aldıkları suyu ısıtırlar çamaşır<br />

yıkarlar, sonra da kendileri yıkanırlardı. Kale mahallesinde üçü lodos, biri poyraz<br />

tarafında dört tane hayrat vardı.<br />

HELİKLİ PEKMEZ<br />

Pekmezin içine ayva, eren (kızılcık), kabak katılarak kaynatılır. Aslında bir<br />

pekmez reçelidir.<br />

HENDEK OTU<br />

Geçmişte Oluklacı'dan havanın, suyun durgun olduğu zaman Eğirdir'in<br />

güney tarafına bakıldığında, Tersikbaşı'ndan Kaleburnuna kadar hat halinde gölde<br />

bir otlanma uzantısı görülürdü. Bu otlara Hendek otu derlerdi. Yüzerken arasından<br />

geçmememizi, ayağımıza, kolumuza dolanarak boğulmamıza sebep olabileceğini<br />

söylerlerdi. Kaleyi ve şehri savunmak için gölün seviyesi düşük olduğu zamanlarda<br />

hendek atılıp içine su verildiği bellidir. Daha sonra erozyonla göl tabanının<br />

yükselmesi sonucu göl şişince sular altında kalan bu hendeğin otlanması doğaldır.<br />

Kale mahallesinin güneyinde kale duvarı ile hendek otları arası 8-10m. kadardı.<br />

Sonradan kıyılar doldurulduğu için dolgu altında kaldı.<br />

Eğirdir kalesinin önce bir şehir suru olmadığı, askeri kale olduğu açıktır.<br />

Cami ve medresenin yaslandığı duvarın dış sur duvarı olduğu bellidir. Ondan sonra<br />

Demirkapı mahallesinin göl kıyısından Yellibelen'e kadar bir kale olduğu da<br />

bilinmektedir. Eskihisar adı ile anılan bu kale şehir büyüdükçe ortadan kalkmış,<br />

Eğirdir'in gelişme alanı Kapılar'a kadar uzanmıştır. Kapılar Akpınar yolunun başıdır.<br />

Kapılar'ın duvar kalıntısı şu anda fay yüzeyinde görülmektedir.<br />

Bizim çocukluğumuzda hemen onun altında mezbaha vardı. Kapılar'ın<br />

duvar kalıntıları üzerindeydi. Hendek otunun şehrin güneyinde boydan boya yer<br />

almasının nedeni besbelli savunma için kazılan hendektir. Cami ile Kalenin güney<br />

burcunun arasında bir sur kalıntısı olduğunu biliyorum. Çocukluğumda buralarda<br />

çok balık avlardım. Taşlara takılan oltaları çıkarmak için çok daldım. Bu kalın<br />

koruma duvarlarının kalıntılarını çok gördüm. Hatta kanalizasyon hafriyatı<br />

yapılırken bu duvarların taban temeli caminin doğu iç köşesinin hizasında idi.


HIDIRELLEZ MAĞARASI<br />

Tersikbaşı, Demirciler üstündedir. Fazla derin bir mağara değildir. Ama<br />

burdan giren bir horozun Yazla tarafındaki Kerim Kızı Mağarasından çıktığı<br />

söylenir. Bu olayın gerçek olması düşünülemez. Bazı amaçlarla adak adayıp, mum<br />

yakarlar. Söylentilere göre eskiden orada kucağında çocuklu bir taş heykel varmış.<br />

Ana yufka pişiriyormuş, çocuğu çok ağlamış, altını değiştirmek gerekmiş. Bez<br />

bulamamış, bir yufka bağlayıvermiş. Allah da her ikisini taş etmiş... Sanırım<br />

Hıristiyanlar o mağarayı kutsallaştırıp kucağında İsa olan Meryem heykelini oraya<br />

koymuş olabilirler.<br />

Karçınzade Süleyman Şükrü Seyehat-ı Kübra adlı eserinde 1880 lerde bu<br />

mağarada bir put olduğunu, birçok yerlerinden zedelenmiş olduğunu, sıtmadan<br />

kurtulmak için mağarada asılı urgana paçavra bağlandığını, tavandan damlayıp taş<br />

çukurlarına biriken suyu, sütü gelmesi için kadınların içtiğini, eski kaşıklar<br />

toplanarak sevap kastıyla heykelin karşısına konduğunu üzülerek yazar.<br />

HIZIR BEY CAMİSİ<br />

Hızır Bey camisi, "Ulu Cami" diye de anılır. Caminin ne zaman yapıldığı<br />

konusuna gelince, tarihi gerçekler ve belgeler göz önüne alınarak şöyle<br />

değerlendirmek mümkündür.<br />

Eğirdir Selçukluların yönetimine kesin olarak 1204 tarihinde geçmiştir.<br />

Cami iç kalenin dış duvarından yararlanarak şehrin merkezinde yapıldığına göre,<br />

Selçuklu yönetiminin ilk zamanlarında yapıldığı akla en yakın ihtimaldir. İsmail<br />

Hakkı Uzunçarşılı'ya göre Hızırbey camisi Selçuklu binası olup Hızırbey tarafından<br />

tamir edilip düzenlenmiştir. Dündar bey 1301 yılında Medreseyi yaptırmıştır. Bu<br />

durumda da caminin varlığını kabul etmek durumundayız. İlhanlı valisi Demirtaş<br />

1324 te Hamidoğlu Beyliğini ortadan kaldırmak için Eğirdir'e geldiğinde Dündar<br />

Beyi bulamayıp, ardından Antalya'ya kadar gidip onu öldürmüştür. Eğirdir ve<br />

camide tahribat yapmış olsa ki, cami 1328 yılında Hızır Bey tarafından yeniden<br />

yapılırcasına onarılmıştır. Bu nedenle de Hızır Bey camisi adıyla anılmaya<br />

başlamıştır.<br />

Cami Hüsamettin İlyas Bey zamanında Eğirdir'i yakıp yıkan Karamanoğlu<br />

Alaaddin tarafından da bir yangın görmüştür. Karamanoğlu tarihçisi Şikari bu olayı<br />

şöyle anlatı r.<br />

"İnsanları davar kırar gibi kırdılar. Hülasa Hamid diyarını şöyle harap<br />

eylediler ki, dünya dünya olalı böyle zulüm olmamıştır. Farukul Azam namında<br />

yanan Cami-i Şerifin dünyada benzeri yoktu." Dikkatle incelenirse caminin çok<br />

onarım gördüğü bellidir. Bu yangından sonra da cami elbette yeniden yapılmıştır.<br />

Cami 1814 te de büyük bir yangın geçirmiş, nerdeyse tümüyle yanmıştır. Vakıf<br />

gelirleri, halktan toplanan paralar, Burdurlu bir hayırseverin serveti onarıma<br />

yetmemiş, Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa'nın desteğiyle 1820 tarihinde ibadete açılmıştır.<br />

Baba Sultan Zaviyesine ait katran (sedir) koruluğundan müftüden fetva<br />

alınarak yeteri kadar ağaç kestirilmiştir.<br />

1884 tarihinde de Ağalardan Hacı Murat öncülüğünde yeniden bir<br />

onarımdan geçmiştir. Daha önce üstü dam olduğu için karı kürümek amacıyla<br />

ortası açık, altında kar kuyusu olan toprak çatı, kiremit çatı haline getirilmiştir.


1914 Isparta depreminde de minarenin alemi düşmüş, onarılmıştır. Cami<br />

30-35 m. boyutunda, 3000 kişi alacak büyüklüktedir. Minare iki metre kutrunda,<br />

otuz iki metre yüksekliğindedir.<br />

Caminin bir kitaplığı olduğu, fakat ne olduğu, antik halılarının ne olduğu<br />

konusunda bilgi edinilememiştir.<br />

1480 den sonraki kayıtlarda Ulu Caminin başlıca gelirleri olarak dükkan kiraları,<br />

Bağ, Sevinçbey, Dadıl (Ertokuş hanı yöresi), köylerdeki yerlerden sağlandığı<br />

yazılıdır.<br />

Caminin Medreseye bakan birana kapısı, bir de batıya açılan ikinci kapısı<br />

vardır. Caminin batı kapısı 1879 yılında cami onarımdan geçerken açılmıştır.<br />

Kapının üstünde bir kitabe vardır. Kitabe kapının açılmasıyla ilgili ve yardımcı olan<br />

o günün kaymakamı Mustafa Lütfi'den bahseder, tarih verir. Cemal Tosun'a göre<br />

Türkçesi şöyledir:<br />

Hızırbey pek güzel ve süslü bir şekilde tamir oldu<br />

Allanın inayetiyle çok güzel ve mübarek oldu<br />

Mustafa Lütfi kul da onun ikinci yaptırıcısı oldu<br />

Hızırbey cami bakımcıya ve yardımcıya kavuştu<br />

Allahtan olacak bir de katip gelip ulaştı<br />

Yapılan onarıma Mevlanın izniyle o bir tarih düştü<br />

Geliş geçiş bu güzellikten elbette şan ve şeref payını alacak<br />

Cami onarımında hizmet edenlerin cümlesi<br />

Mahşer gününde mübarek olacak<br />

Açıldı Cennet incisi gibi parlayan yeni kapı<br />

Hızırbey camisinin büyük giriş kapısının üstünde Tevbe suresinin 18.<br />

ayeti yazılıdır. Anlamı şöyledir.<br />

"Allahın mescidlerini sadece Allah'a ve ahiret gününe inanan, namaz kılan,<br />

zekat veren ve ancak Allah'tan korkan kimseler imar ederler. İşte bunların doğru<br />

yola ermişlerden olmaları umulur."<br />

Onun altındaki yazı da bir ayettir.<br />

"Ey Muhammed! Doğrusu biz sana apaçık bir zafer sağlamışızdır."<br />

(İbrahim Yıldırım'ın sempozyum kitabındaki yazısından.)<br />

Caminin çevresi yol nedeniyle iki metre kadar dolduruldu. Daha da<br />

doldurulacak gibi görülüyor. Cami kapısının eşiğiyle medrese kapısının eşiği<br />

değerlendirildiğinde ne derece dolgu olduğu ortaya çıkar. Bu durum yapıların<br />

güzelliğini ve geleceğini tehdit etmektedir. Bu dolgunun alınması, yolun eski haline<br />

getirilmesi gereği vardır.<br />

Devlet yolu caminin çevresinden geçtiği için 30 - 40 tonluk araçların yaptığı<br />

titreşimden etkilenmekte, vatan tapumuzun mührü olan cami, medrese ve minare<br />

etkilenmekte, geleceği tehlikeye düşmektedir. Zaman geçmeden bunun bir<br />

çözümüne gidilmesi dileğimizdir.<br />

Ziragüneybatı köşesinde uzun bir çatlak vardır.<br />

HIZIRNAME<br />

Şeyhülislam Berdai'nin torunu Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın bir Divan'ıdır.<br />

Fuat Köprülü Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı kitabında önemle bahseder.


HODULLU<br />

Ağılköy'ün üstündeki dağa verilen addır.<br />

HOMANADLAR<br />

Psidya'nın dağlık bölgelerinde yaşayan kanun bilmez insanlara denir.<br />

Roma İmparatorluğunun güçlü döneminde bile zor kontrol altına alınmıştır.<br />

HOPA<br />

Sığ kıyılarda oluşan kamışların kökleri göl seviyesinin yükselmesiyle<br />

adacıklar halinde kopar, kuzeyden güneye doğru gelirlerdi. Biz çocuklara büyük bir<br />

kayık, sandal görevi gören bu adacıkların üzerine çıkar, yüzer oynardık. Kamış<br />

köklerinin oluşturduğu yüzen adacıklara hopa denirdi.<br />

HORASAN ERLERİ<br />

Eğirdir'e gelip yerleşen ilk din ulularına "Horasan Erleri" derler. Anlatılana<br />

göre Horasan Erleri Anadoluya gelmek istemişler. "Bir ok atalım, nereye düşerse<br />

oraya yerleşelim." demişler. Horasan'dan bir ok atmışlar, o da gelmiş Yazla'daki<br />

katranlardan birinin üstüne düşmüş ve ağacı biraz yakmış. Onlar da gelip Yazla'ya<br />

yerleşmişler. Katranların Eğirdir tarafında sanırım yıldırım düşmesiyle yanık almış<br />

bir katran ağacı vardı. Sözlerine şahit olarak gösterirlerdi. O katran ağacı 1950<br />

lerde yok oldu.<br />

HOYRAN<br />

Eğirdir gölünün tam kuzeyindeki bölümü. Beyşehir gölünün batısındaki<br />

yerleşim yerinin adı da Hoyrandır. "Türkiye'deki Tarihsel Adlar" kitabında Bilge<br />

Umar, Luvi diline göre, "Yüce Ana Tanrıça Ülkesi" anlamı taşıyabilir diyor. Karamuk<br />

Hoyran Gölü'nden bir görünüş<br />

gölü bir düdenle sularını Hoyran gölü kuzeyindeki Tırtar altında bir yerden<br />

boşaltır.


HÖŞMERİM<br />

Un, yağla kavrulur. Yavaş yavaş su dökülerek hamur kıvamına<br />

getirilir. Ortasına bir yer açıp pekmez konulur. Yağla kavrulmuş unun<br />

hamurundan bir parça alınıp, pekmeze batırılarak yenir.<br />

HÜSEYİN BEY<br />

Hamidoğlu Hüseyin Bey ll.İlyas Beyin oğludur. 1370-1391 yılları<br />

arasında beyliğin başında kalmıştır. Takma adı Kemaleddin'dir.<br />

Karamanoğullarının sürekli taciz etmesi sonucu önce Germiyanoğullarına,<br />

Osmanlılar güçlenince, onlara sığınmıştır. Germiyanoğlu Süleyman Bey kızı<br />

Devlet Hatun'u Osmanoğlu Bayazit'le nişanlarken değerli hediyeler, atlar<br />

göndermiştir. Düğün için hazırlıklar yapılınca Hüseyin Bey Osmanoğlu<br />

Murat'ın üzerine geleceğini sanarak daha önce teklif aldığı kaleleri<br />

satabileceğini bildirmiştir. Bir anlaşmayla Hüseyin Bey Isparta, Yalvaç,<br />

Ş.Karaağaç, Beyşehir, Seydişehir, Akşehir'i 80.000 altına l. Murat'a<br />

satmıştır. Bazı kaynaklara göre Gönen, bazı kaynaklara göre Uluborlu'ya<br />

çekilerek mülkünün geri kalanını 1391 yılında ölünceye kadar idare etmiştir.<br />

Oğlu Mustafa Bey I. Kosova savaşına bin atlıyla katılmıştır. Yıldırım Bayazit<br />

Timur'a esir olduğu zaman Mustafa Bey yanından ayrılmamıştır, ölünceye<br />

kadar yanında kalmıştır.


IRMAK<br />

l<br />

Şimdiki adı "Kanal". Gölle Kovada gölü arasında akan suyun adı. 1951 den<br />

sonra kanal açılınca ırmak adı unutuldu. Çok balık olurdu. Baharda çaydan, Çay<br />

köyüne kadar balık çıkar, çaydan balık avlardık. Boğazova'nın suyunu boşaltmak<br />

için kazılan derin hendeklerde bile balık olur, oltayla avlardık. Şimdi çayın ayağı<br />

kanalı doldurmasın diye Konnebucağı arkasından göle verilmiştir. Antik adı<br />

Tiolus'tur.<br />

ISBA<br />

Psidyada Sütçüler dolaylarında bir ilkçağ kentçiği. Yakın zamana kadar bu<br />

adla bir köy vardı. Oradan gelip Eğirdir'e yerleşmiş bir sülaleye de "Isbalar" derler.<br />

Demirkapı mahallesinde otururlar.<br />

Köprübaşın'dan Eğirdir


İBNİ BATUTA<br />

İ<br />

Faslı bir gezgin olan İbni Batuta 1333 yılında Hamidoğlu İshak Bey<br />

zamanında Eğirdir'e de uğramıştır. O zamanki Eğirdir'i söyle anlatır.<br />

"Isparta'dan Eğirdir'e geldim. Nüfusu çok, sokakları temiz ve güzeldir. Nehir,<br />

orman, bağ ve bahçeleri pek çok büyük ve mamur bir şehirdir. Suyu tatlı çok güzel<br />

bir gölü vardır. Bu göl yoluyla gemiler Akşehir, Beyşehir taraflarına yolcu taşırlar.<br />

Eğirdir'de büyük bir cami karşısındaki medreseye indim. Müderris, alim Hacı<br />

Musluhiddin karşıladı beni. Fevkalade ikram ve misafirperverlik gösterdi. Eğirdir<br />

hükümdarı Dündar oğlu İshak Beydir. O memleketler hükümdarlarının<br />

büyüklerindendir. Güzel vasıflarla bezenmiş biridir. Her gün ikindi namazını Ulu<br />

Camide kılar. Namazdan sonra güney duvarına dayanır, oturur. Huzurunda hafızlar<br />

tahtadan yapılmış yüksek bir kürsüye oturarak Kur'an'dan öyle güzel sesle sureler<br />

okurlar ki ruhlar müteessir olur, kalbler huzur bulur, bedenler titrer, gözler yaşarır..<br />

Sonra Sultan sarayına döner.<br />

Ramazan ayını İshak Sultanın yanında geçirdim. Sultan her Ramazan<br />

gecesi halıyla donatılmış tahtına oturur, yüksek yastığına dayanır, din alimi<br />

Musluhiddin de yanına otururdu. Ben de alim müderrisin yanına otururdum. Bizden<br />

sonra da devlet adamları ve saltanat emirleri otururdu. İçinde mercimek bulunan<br />

yağlı ve şekerli bir tiritle iftar edilirdi. İshak Sultan: "Allahın sevgilisi peygamberimiz<br />

yemeğe tiritle başladığı için biz de tiritle başlarız." derdi. Ardından diğer yemekler<br />

gelirdi. Bütün Ramazan geceleri böyle geçti.<br />

Bu sırada İshak Sultanın bir oğlu öldü. Cenaze gömüldükten sonra Sultan<br />

ile medresedeki öğrenciler üç gün sabah namazından sonra sultanzadenin<br />

mezarına ziyaret ettiler. İkinci günü halk ile ben de gittim. Sultan beni yaya görünce<br />

at göndererek özür diledi. Medreseye döndüğümde atı geri verdim. Sultan: "Ben<br />

atı geçici değil, armağan olarak verdim." demiş. Sultan atı geri gönderdikten başka<br />

bana bir kat elbise ile para da ihsan etti.<br />

Eğirdir'den Gölhisar'a geçtim. Gölhisar Hükümdarı Mehmet Çelebi Eğirdir<br />

Sultanı İshak Sultan'ın kardeşidir.<br />

İLAMA<br />

Barla yakınında bir köy. Yakın zamanda adı değiştirilip Bağören olmuştur.<br />

Aslında İlama Manas destanında bir kahramanın adıdır. Bir Türk Kırgız destanı<br />

olan Manas destanında İlama şöyle anlatılır.<br />

"Kalmuk alplerinden İlama, elinde tuttuğu kara bayrak ile nara atarak<br />

çarpışıyordu. Acıbay Alp, atından düşürüldü. Kartküren, İlama'nın eline ganimet<br />

olarak geçti. Bunu gören Almambet Kalmuk kıyafetine girip İlama'ya yetişti. O<br />

sırada Sırgak da geldi ve İlama'nın kafasına beş defa vurdu." Destanın bir başka


yerinde de "İlamanoğlu, Ertöştük çok eski dostumdu." der. Ertöştük sözü Atabey'de<br />

türbesi olan "Ertokuş"u da hatırlatıyor.<br />

İlama'nın sebzesi, sarı kılçıksız fasulyesi çok ünlüdür.<br />

İLK BİSİKLET<br />

İlk bisikleti 1909 larda Eğirdir'e Ağalar'ın Murat'ın getirdiği, kale önünde<br />

bindiği söylenir. Eğirdirliler bisikleti ilk gördüklerinde "Şeytanatı" adını takmışlardır.<br />

İLYAS BEY II.<br />

Mustafa Bey öldükten sonra Hamidoğulları Beyliğinin başına geçmiştir.<br />

1355-1370 yılları arasında beylik yapmıştır. Takma adı Hüsameddin'dir. Onun<br />

zamanında Karamanoğlu Alaaddin Bey Eğirdir'i yakıp yıkmıştır. Şimdi bile iki metre<br />

kazıldığında yangın izlerine rastlanmaktadır. Karamanoğlu'na karşı duramayan<br />

İlyas Bey Germiyanoğullarına sığınmış, yine onların yardımıyla Beyliğin başına<br />

dönmüştür. Ölümünden sonra Beyliğin başına Hüseyin Bey geçmiştir.<br />

İMAM HASAN'IN İT ATTIĞI YER<br />

İnekdenizi'nden ince bir yolla Oluklacı'ya çıkılır. Katranlar'ın üstünde yüz,<br />

yüz elli metre kadar bir yar vardır. Sözü geçen yer bu yarın üst düzlüğüdür.<br />

Söylentiye göre Hasan adında bir imamın tavuklarını köpeğin biri yemiş. İmam da<br />

köpeği yakalayıp bu yardan atmış... Olay Eğirdir'de konu olmuş ki halen köpeğin<br />

atıldığı yer bu adla anılır.<br />

Katranlar - En yüksek tepe İmam Hasan'ın it attığı yer


İMAM MAHMUT ZAVİYESİ<br />

1480 den sonraki kayıtlarda adı geçiyorsa da günümüzde yeri ve izi<br />

bilinmemektedir.<br />

İMAMEVİ<br />

Osmanlı döneminde kadın mahkumlar erkekler gibi hapishanelerde<br />

kalmaz, imamların kontrolunda olan bir evde oturmak zorunda kalırlardı.<br />

Kadınların kaldığı böyle evlere İmamevi denirdi.<br />

İNCE AĞALAR MESCİDİ<br />

İnce Ağalar Eğirdir'in en eski soylarındandır. Ağa Camisi bitişiğinde olduğu<br />

söylenir.<br />

İNEK DENİZİ<br />

Yellibelen kayasının altıyla beraber Eğirdir'in en üst bölümüdür. Mezarlık<br />

olarak kullanılmıştır. Adının "İnek Dinizi"nden geldiğini sanıyorum. Yani ineklerin<br />

dinlendiği, geviş getirdiği yer... Bizim çocukluğumuzda evlerde inek beslenir,<br />

Köprübaşında yayılır, ikindine doğru sürü halinde Eğirdir'e dönerlerdi. Geçmişte<br />

ineklerin burda yayılıp geviş getirdikleri yer olabilir. İneklerin dinlenerek geviş<br />

getirme özellikleri vardır. Şimdi buraya Halk Eğitim Merkezi yapılmıştır. 1945 lere<br />

kadar burası mezarlık olarak kullanılmıştı. Bir bölümüne de cami hafriyatı<br />

yapılmaktadır. Hafriyat sırasında izlediğime göre en az üç kat üst üste gömü olmuş.<br />

Anlaşılan bir hayli önceden beri mezarlık olarak kullanılıyor. Şimdi de iskan alanı<br />

olmuş durumdadır.<br />

İNÖNÜ MAĞARASI<br />

Sarıidris kasabasının güneyindedir. Uzunluğu 225 metredir. İçinde seramik<br />

iskelet parçaları bulunmuştur. İncelenmesi gerekir.<br />

İP YAKMAK<br />

Bir toplulukta uyuyan kişiyi uyandırmak için pamuk ipliği yakılıp dumanı<br />

burnuna tutulur. Bu şekilde uyuyan kişi derin uykuda da olsa hemen uyanır.<br />

İPE DİZİLİ İNCİR<br />

Yalnız Pınarpazarı'nda satılırdı. İncirleri bir ipe dizerler, halka yaparlardı.<br />

Biz de bu incir halkalarını kolumuza simit gibi takar, Pınarpazarı'ndan yiyerek<br />

keliflerimize keyifle dönerdik.<br />

Biz çocuklar için Pınarpazarı'na gitmek, biraz da ipe dizilmiş incir almak<br />

içindi.


İPLİK PAZARI<br />

Minarenin batı doğrultusundaki çarşı sokağına denir. Adı Eğirdir'in<br />

geçmişte dokuma sanatının yaygın olduğu günlerden kalmadır.<br />

İPLİ ŞEKER<br />

Kayısı çekirdeği iriliğinde kaba şekerler bir ip üstüne dizilerek yapılırdı.<br />

Çocukların çok hoşuna giderdi.<br />

İSA KÖKLÜ<br />

1926 yılında Yukarı Gökdere köyünde doğdu. 1953 yılında İstanbul<br />

Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdi. 1966 yılında Ortopedi Uzmanı oldu. Uzun yıllar<br />

Eğirdir Kemik Hastalıkları Hastanesinde görev yaptı. Lise yapımı dahil Eğirdir'deki<br />

birçok sosyal faaliyetlere katılmıştır. 1999 yılında vefat etti.<br />

İSHAK BEY<br />

Dündar Bey'in üç oğlundan biridir. Babasının öldürülmesinden sonra<br />

Mısır'a gitmiş Demirtaş öldürülünce 1328 de dönerek Hamidoğlu Beyliğinin başına<br />

geçmiştir. Kaynaklarda 1340 da öldüğü yazılıdır. Başa geçecek çocuğu olmadığı<br />

için kardeşi Gölhisar Beyi Mehmet Beyin oğlu Mustafa Bey Hamidoğullarının<br />

başına geçmiştir. Demirtaş felaketinden sonra Beyşehir, Akşehir, Seydişehir'i<br />

topraklarına kattı. Enver Süldür'ün Isparta Tarihi kitabında Zekeriya adında bir<br />

oğlu, Havva adında bir kızı olduğu, küçük yaşta öldükleri yazılıdır. Karçınzade de<br />

Seyahat-ı Kübra adlı eserinde İshak Beyin Baba Sultan civarında gömülü olduğu,<br />

mezar taşını okuduğunu söyler. Bu taş henüz bulunamamıştır.<br />

İSMAİL KÖKBULUT<br />

1966 da Eğirdir'de doğdu. Tüm eğitimini Ankara'da tamamladı. Yeterlik<br />

sınavını kazanarak Hesap Uzmanlığına atandı. Alman mali sistemini araştırmak<br />

üzere Almanya'da bulundu. Ayrıca ingiltere'de mesleki konularda etüd ve<br />

incelemeler yaptı. 1998 yılında Baş Hesap Uzmanlığına atandı. Hacettepe<br />

Üniversitesinde de Öğretim Görevlisi olarak ders verdi. Antalya merkez olmak<br />

üzere gelir idaresinin yeniden yapılanmasında Bölge Müdürü olarak çalıştı. 2000<br />

yılında Turizm Bakanlığı İşletmeler Genel Müdürü oldu. Evli ve bir çocuk babasıdır.<br />

Mesleki konuda yayınlanmış eseri ve makaleleri vardır.


KABASAKAL DERGAHI<br />

K<br />

Kesin yerini tespit etmek mümkün olmamıştır. Karçınzade'nin eserinde<br />

verdiği bilgilere göre İmaret mahallesinde görülüyor. 1480 sonrası kayıtlarda da<br />

ad ı geçmektedir.<br />

KAHBEOĞLU<br />

Eski Eğirdirlilerin sakız sözlerinden biridir. Biri diğerine hitap ederken bu<br />

sözü rasgele kullanırdı. Ama dıştan gelenler bu sözü tepkiyle karşılamışlar. Hatta<br />

bu konuda bir hikâye anlatırlar. Kalaycı Emin bakır tabak, tencere satarken bir<br />

müşterisine:<br />

"Kahboğlu... Çok para istemedik." demiş.Müşteri de bu sözü hakaret kabul<br />

ederek mahkemeye gitmiş. Çıkmışlar Kadı'nın huzuruna. Adam şikâyetini<br />

söylemiş, Kalaycı Emin de kendini savunmuş.<br />

"Valla kötü bir niyetle demedim Kadı Efendi." demiş." Burada böyle hep<br />

söylerler, ben de söyleyiverdim işte."<br />

Sonra şahitler bu sözün amaç gütmediğini anlatınca Kadı da berat vermiş.<br />

Sonra arkadaşları Kalaycı Emin'e takılırlarmış "Haydi bir kahboğlu desene" diye. O<br />

da: "Yoo..." dermiş. "Son kez dedim Kadı yüzü gördüm, bir kez daha der miyim.."<br />

KAHVE OCAĞI<br />

Evlenmelerde erkek evinin arkadaşlarına özel yemek, içki sunduğu yere<br />

denir. Evlenen gücü olan delikanlı arkadaşlarının eğlence ihtiyaçlarını orda<br />

karşılardı.<br />

KAKIRDAK<br />

Davardan çıkan içyağı ateşte eritildikten sonra geride kalan kısmına denir.<br />

Bir kapta dondurularak teker haline getirilir. Bulamaç, bulgur pilavı pişirilirken<br />

katılır. Bu yemeklere kakırdaklı pilav, kakırdaklı bulamaç denir. Özel tadıyla<br />

sevilerek yenir.<br />

KALE CAMİSİ<br />

Mescit iken 1820 lerde Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa'nın desteğiyle cami haline<br />

getirilmiştir. 1980 den sonra "Dedeki Camisi" levhası asıldı. 1480 den sonraki<br />

kayıtlarda Kale mahallesinde "Dadeği" adında bir mescit olduğu kaydı vardır. 1970<br />

lerde de minaresi yapıldı.


KALE MAHALLE MEKTEBİ<br />

Kale camisinin bitişiğinde idi.<br />

KALE MAHALLESİ<br />

Eğirdirliler Kale mahallesi için de mizah sözü üretmişlerdir. Hangi nedenle<br />

bilinmez ama onlara "Donsuz kaleliler, Deben'e çökelek eken kaleliler, Kalenin kızı<br />

karanlıkta kor bizi" gibi latifeli sözler söylemişlerdir.<br />

Kale mahallesinin gölden genel görünüşü<br />

KALE MAHALLESİNDEKİ KUYULAR<br />

Kale mahallesinde herkesin yararlandığı üç tane kuyu vardı. Kaleburnu<br />

kuyusu, Vezirler kuyusu, Cami kuyusu. 1838 tarihli vakıf kayıtlarında kale içindeki<br />

kuyularda geçiyor. Kaleburnu kuyusu, kaleburnundaki evlerin son alanındaki kaya<br />

arasına kazılmıştır. Vezirler kuyusu da kuzeydeki kale hamamının kalıntısının<br />

doğusundadır. 15 metre derinliğinde idi. "Murat kuyusu" olarak da adı geçer. Vezirler<br />

ailesinin kazdırdığı söylenir. Suyu diğer kuyulardan soğuk olduğu için bilhassa<br />

ramazanlarda yaz günleri en çok rağbet gören kuyu idi. Dolap, ip, kova masraflarını<br />

sakinler aralarında para toplayarak çözümlerlerdi. Cami kuyusu da Kale camisinin<br />

güneyindeki alandadır. Akpınar'dan şehire gelen sudan kale mahallesine hiç su<br />

verilmemiştir. Hiç çeşmesi olmamıştır. 1970 lerden sonra şehir şebekesine kale<br />

mahallesi de dahil edilince kuyulara bakılmamış, kullanılmaz hale gelmiştir.<br />

Kuyulardan içme suyu alınırdı. Diğer ihtiyaçlar gölden karşılanırdı. Aşağı mahallede<br />

bazı evlerde kuyular vardı.


KALE MESCİDİ<br />

Kale mahallesinde Kaleburnu'na yakın yerde, Vezirler evinin arkasında idi.<br />

1950 lerde yıkılıp yerine ev yapıldı. Sanırım bu mescid, kayıtlarda geçen<br />

Silahdaroğlu Mescidi'dir.<br />

KALE<br />

Ben Kale mahallesinde doğdum. En küçük girinti çıkıntısını bilirim.<br />

Çocukluğumuzda bizi mahallenin dışına salmazlardı. Bütün zamanımız<br />

mahallenin içinde yaramazlıklarla geçerdi. Kale zamana yenilmiş olsa da duvarları<br />

tüm mahalleyi çevirirdi. Göl Kaleyi çevrelediği için tek çıkış yeri kale kapısı idi.<br />

Kalenin çürümüş hatıl oyuklarında yaşayan güvercinleri yakalamak için çoğu<br />

zamanım orda geçerdi. 1945 de Zafer İlkokulunda derste iken kuzeydeki kale<br />

duvarının Çenesizlerin Değirmeni üstüne yıkıldığına şahit oldum. Kalenin<br />

mahalleden yana kuzeybatı ucu nun göl kıyısında bir Hayrat vardı. Kale<br />

yangınından sonra oralar dozerle düzeltilirken bir taş yapının kalıntıları göle<br />

dolduruldu. Taşların özelliğine göre tahminim küçük bir saray kalıntısı olabilir.<br />

Kalenin orta kapısının demir olduğu, hatta bazı zamanlar kapatıldığını babam<br />

çocukluk anıları içinde bana anlatmıştır. Soruşturmalarıma göre 1905 lerden sonra<br />

kapıyı gören olmamış. Ne olduğu da bilinmiyor. Bazı kaynaklara göre kale<br />

kapısının demir değil, kalın demir levhalarla kaplı olduğu şeklindedir. Kalenin<br />

önünden lodos ve poyraz tarafını birleştiren içi su dolu bir hendek olduğunu, bir<br />

asma köprüyle girilip çıkıldığını dedesi Veziroğlu Ahmet Efendi'den dinlemiştir.<br />

Bir 30 Ağustos Bayramında Kale ve Kaleönü


Ahmet Efendi'nin doğumu 1828 dir. 1826 da Eğirdir'i ziyaret eden İzmirli papaz<br />

Arundel de Eğirdir gezisini anlatırken kale içine bir asma köprüden geçerek<br />

girdiğini söyler.Son zamanlarda bu hendek dolup bataklık olduğu için kalenin<br />

kuzey tarafı Kurbağalık diye adlandırılmıştır.<br />

Kaleburnu hamamı, Vezirler evi önü hamamı dışında kale mahallesinde dikkate<br />

değer tarihi bir kalıntı yoktur.<br />

Kale girişi aslında üç kapılıdır. Şimdiki kapı orta kapıdır. İlk giriş kapısının izleri<br />

halen mevcuttur. Sol üst tarafında da bir bardakçı kuşu yuvası vardır. Ben altmış<br />

yıldır bu yuvanın kullanıldığını biliyorum. Çocukluğumuzda orta kale kapısından<br />

girdiğimize yere ayağımızla sert vurduğumuz zaman inlerdi. Bize "Buraya kazan<br />

gömülmüş." derlerdi. Sanırım bu bölümde bir dehliz olayı var. Şimdi aşırı dolgu<br />

olduğu için böyle bir durum yoktur. Kale kapısından içeri girdikten sonra sol tarafta<br />

30 metrekare kadar bir tonoz oda vardı. Oraya "Zindan" derlerdi. Şimdi yok<br />

olmuştur. Kalenin güney son ucuna da "Gavur Mezarlığı" denir.<br />

Kalenin gece ışıklandırılmış bir görüntüsü<br />

Öğretmen Etem Kartal'ın Kale ile ilgili anılarında şöyle bir not vardır: "1932 yılında<br />

Isparta Milli Eğitim Müdürü Neşet Köse Hangah önünde bulunan<br />

Hamitoğullarına ait mezar taşlarıyla, Kalenin kapısı üzerinde bulunan taşı Ün<br />

Mecmuasının çıkaracağını söyleyerek Isparta'ya göndermiş, Halil Hamit Paşa<br />

kütüphane sine koydurmuştur. Bu taşın Romalılara ait olduğu söylenmiştir."<br />

Eğirdir kalesi Osmanlı döneminde bir ambar görevi görmüştür. Kanunnamelerde<br />

kaleye öşür getirildiğinden söz edilmektedir. Ninemin anlattığına göre<br />

1890larda kalenin üstündeki derin bir kuyuda darı bulunmuş, kaledeki bütün evlere


irkaç şinik dağıtılmıştır. Darı uzun zaman bekleyebilen, kıtlık zamanlarında<br />

ekmek yapılan bir tahıldır. 1609 tarihli bazı belgelerde de kale erlerinden, kale<br />

komutanlarından sözedilir.<br />

Prof. Dr. M. Akif Erdoğru XVI. Yüzyılda Eğirdir kalesini bekleyen askerler<br />

için (merdan-ı kal'a-yı Eğirdir) Eğirdir'e bağlı Cire, Erikli, Çukur, Çay, Ağılköy, Ilgın,<br />

Sorkuncak, Balçıklı, Baş, İmrahor, Kafir, Yakacık, Zindancık köylerinin vergilerinin<br />

bir kısmı bu kale askerlerine tahsis edildiğini, kanun kaçaklarının, eşkiyaların, asi<br />

öğrencilerin kale zindanına hapsedildiğini yazar.<br />

Kale Roma, Bizans, Selçuklu, Hamit Beyliği devrinde zaman zaman<br />

onarım görmüştür. İç kaleyi Selçuklu Sultanı l. Alaaddin Keykubad (1220-1227)<br />

yeniden inşa ettirmiştir. Osmanlılara geçtikten sonra sınırlardan uzak bir kale<br />

olduğu için ihtiyaç duyulmadığından kendi haline terkedilmiş, zamanla çok yıpranmıştır.<br />

1706 da, 1714 de Eğirdir'e gelen Fransız gezgini P. Lucas kalenin<br />

sağlamlığından bahseder. 1960 larda sıradan bir restore olmuştur.<br />

KALEÖNÜ KUYUSU<br />

Zafer İlkokulunun girişinde sağ tarafta bir kuyu vardı, ilkokula devam<br />

ederken o kuyudan su içerdik. Kale kapısının otuz metre kadar batı doğrultusunda<br />

biraz kuzeydedir.<br />

KANLI ÇINAR<br />

Medresenin kuzeyindeki çınardır. Isparta Orman Başmüdürlüğününün<br />

tesbitine göre doğumu 1322 dir. Bu durumda Hamidoğlu Dündar Beyi görmüş,<br />

Türkiye'nin anıt ağaçlarındandır. Eğirdir l. Sempozyumu kitabındaki bildiriye göre<br />

de tahmini doğumu 1711 dir. Yanındaki bina yapılırken zarar görmüştür. Kanlı<br />

denilmesinin sebebi Demirci Mehmet Efe 1920 de bu çınara dört kişi asmıştır.<br />

Şimdi karşısına bir çınar dikilmiş, ilgiyle çok güzel büyütülmektedir.<br />

KAPILAR<br />

Akpınar yolunun başlangıcındadır. Fay yüzeyinde kalıntıları vardır.<br />

Eğirdir'in yerleşiminin son noktasıdır. Şehri güvende tutmak için giren çıkanlar<br />

burda kontrol edilirdi. Pazaryeri de yabancıların şehre girememeleri için<br />

Kervansaray dolaylarında kurulurdu.<br />

KAPILAR MAĞARASI<br />

Kapılar'ın üstüyle, Oluklacı'nın altıyla küçük bir oda büyüklüğünde<br />

mağaradır.<br />

KARIŞLATMAK<br />

Yazın sıcak günlerinde Ulu caminin önüne kalaylı kazanlar konur,<br />

Camiliyayla'nın yüksek yerlerinden çuvallarla kar kalıpları getirilir, kazana konulur,<br />

üzerine su doldurulup soğuması sağlanırdı. Soğuk suyu, gelen geçen<br />

maşrapalarla içerdi. Ölmüşlerin hayrına bunu gücü yeten kişiler yapardı.


KARA İNCİR<br />

Doğal olarak Eğirdir gölünün batı kıyılarında kıyı, taş ve kayalıkların arasında<br />

yetişen bir incir türüdür. Yılancı'da, Karaburun'da, Barla'ya giderken kayalık<br />

kıyılarda, Medrebolluk'ta çok bulunur. Genelde Eylül başında olgunlaşır. Yeşil ceviz<br />

iriliğinde olur.<br />

KARABAĞLAR<br />

Eğirdir Konya yolu üzerinde 10. km.de küçük bir deltadır. Yeşilada'da<br />

oturanların bağ bahçeleri burdadır. Kayıkla gelir giderler. Ama şimdi daha çok çevre<br />

köyler mülk edinmişlerdir. Göl kıyısı olduğu için İstanbul'a yerleşmiş Yeşiladalı<br />

hemşehrilerimizin yazlık evleri de vardır. Eğirdir'de en erken Karabağlar'da üzüm<br />

ererdi. Genelde olgunlaşma 15-20 Temmuzda olurdu. Olurdu diyorum, şimdi çoğu<br />

bağlar elmalık olup sulandığı için olgunlaşma gecikmektedir.<br />

KARACAAHMET<br />

Sorkuncak sırtlarından Karabağlar ve Ada<br />

Barla'ya çıkmadan aşağı düzlükte makamı vardı. Ruhsal bozukluğu olanlar<br />

oraya götürülürse iyi olur inancı taşınırdı.<br />

KARADEDE<br />

Karadede'nin Katranlara varmadan eski Isparta yolunun ayrıldığı yerde bir<br />

türbesi varmış. Fakat kalıntısını göreni duymadım. Karçınzade Süleyman Şükrü de<br />

Seyahati Kübra adlı eserinde Karadede'nin Beltaşı civarında olduğunu yazar.


Beltaşı, eski Isparta yoluyla Yazla yolunun ayrıldığı yerde yazla yönünde sol<br />

taraftaki yüksek kayalıkların dibidir.<br />

Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın 1475 te biten Hızırnamesi'nde Karadede'nin<br />

adı geçtiğine göre daha eski tarihlerde yaşadığı görülüyor. Ama onunla ilgili birkaç<br />

fıkra duydum. Aşağıda anlatacağım onlardan biridir.<br />

Karadede bir akşam ay ışığında yola çıkar. Geceyarısı yolda giderken yağ<br />

kandilini ahırda yanar bıraktığı aklına gelir. Yürüdüğü üç dört saatlik yoldan Eğirdir'e<br />

döner... Doğru ahıra gider, yağ kandilini söndürür. Ahır kapısından çıkarken sabah<br />

namazına kalkan karısıyla karşılaşır.<br />

"Ne o Karadede ?" der karısı," Sen akşamdan gitmemiş miydin ?"<br />

"Gitmesine gitmiştim ya.." der Karadede, "Yağ kandilini ahırda yanar<br />

unutmuşum. Onu söndürmeye geldim. Boşa yanıp yağımız israf olmasın."<br />

"İyi ya.." der karısı, "Pabucuna hiç acımadım mı ? Git gel bu kadar yol<br />

yürüdün. Kimbilir taşlı yollarda ne kadar eskimişlerdir."<br />

Karadede koynundan sağ eliyle bir pabucunu, sol eliyle diğer pabucunu<br />

çıkarır, hanımına pabuçlarının altını gösterirder ki:<br />

Karadede'n onu da düşündü Hatun.."<br />

KARADUTLAR<br />

Karadede yöresinden Eğirdir (1960)<br />

Karabağlar'dan sonra Mahmatlar'a girmeden göl kıyısında bir mesire yeridir.<br />

On beş kadar 300 - 400 yaşında karadut ağaçları vardır. Kamuya açıktır, herkes<br />

yararlanır. Temmuz-Ağustos aylarında oraya gidilerek aç karnına sağlık için karadut<br />

yenir.


KARAGÖL<br />

Dedegöl dağının zirvesine yakın güney kesiminde iki bin metrede bir obruk<br />

gölüdür. Çevresinde kutsal makamlar vardır. Eskiden Eğirdir'den 15 Hazirandan<br />

sonra kafileler halinde buraya giderler, on beş gün orda kalır ibadet ederler, yer içer<br />

gelirlermiş. Oradaki rüya taşında istiareye yatırılır, gelecek öğrenilirmiş. Adakları<br />

olanlar adaklarını keserlermiş. Şimdi orada mezar kalıntıları vardır.<br />

Dedegöl dağı Eğirdir'de Dippoyraz diye adlandırılır. Antik adı da<br />

Diporoz'dur. Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın bir şiirinde de İpsahoros şeklinde şöyle<br />

geçer:<br />

"İpsahoros'tan uçtular, Şam eline eriştiler."<br />

Beş yüz yıl önce bu dağdan böyle bahsedildiğine göre tarikat erlerinin daha<br />

önceden bu geleneği başlatmış olabileceği akla geliyor.<br />

Bir ifadeye göre o dağın adı Dedegöl değil, Dedegül'dür. Gün dönümünden<br />

önce gölün çevresinde gül şeklinde öyle güzel bir çiçek açarmış ki insanı<br />

büyülermiş. Ondan Dedegül dağı denirmiş.<br />

KARAKOYUNLU AŞİRETİ<br />

Anamas yaylalarına gelen en büyük aşiretlerden biridir. Sarıalan,<br />

Eşekalanı, Yağlıçukur, Çayıralanı, Kızılkarlık Karakoyunlu aşiretinin yaylağıdır.<br />

1970 teki ziyaretimde Aşiret reisi Ali Bulut idi. Kıyılarda yapılaşma olunca onlara<br />

kapatıldığını, Serik'in Dikmen köyüne yerleştiklerini, geçmişte 250 bin olan<br />

mallarının 30 bine indiğini söyledi. Çocukluğunda 500 çadırla geldikleri bu<br />

yaylalara o gün için 70 çadırla geldiklerini anlattı.<br />

Antalya İl Kültür Müdürü Musa Seyirci'ye, Aşiretten Zeybeğin Ali Ağa<br />

Kurtuluş savaşı yıllarında Atatürk'e yedi bin altın gönderdiklerini, Atatürk'ün bu işe<br />

şaştığını, "Bir yörük beyi nasıl olur da bu kadar altın gönderir..." dediğini bir<br />

yazısında anlatır.<br />

Karakoyunlu aşireti (1970)


KARAMUK<br />

Buğday içinde olan yabancı bir tohumdur. Yağlıdır, yenir. Çocukken<br />

öğütmek için temizlenen buğdayın içinden çıkan bu tohumları yerdik. Ayrıca taze<br />

sürgünlerin ekşi yaprakları yenilen küçük bir ağaççık vardır. Buna da<br />

meyvelerinden dolayı karamuk denir.<br />

KARÇINZADE SÜLEYMAN ŞÜKRÜ<br />

1866 yılında Eğirdir'de doğdu. Babası Süleyman Ağa çulha esnafındandır.<br />

Rüştiyeyi birincilikle bitirip Posta Telgraf idaresine memur olmuş, Pozantı'ya tayin<br />

edilmiştir. Daha sonra Adana'ya tayin edildiyse de zamanın yönetimiyle<br />

anlaşamadığı için en son Irak'taki Deyrizor'a sürgün edilmiştir. Ordan görevini terk<br />

ederek büyük seyahatına başlamıştır. İran, Kazvin, Sincan, Tahran, Aşkabad,<br />

Buhara, Batı Türkistan, Baku, Viyana, Paris, Marsilya, Tunus, Tanca, Cezayir,<br />

İskenderiye, Süveyş Kanalı, Hindistan, Singapur, Şangay, Çin, Avustralya,<br />

Sumatra, Cava, Borneo, Malezya adaları, Japonya dahil dolaşmış, gezisini<br />

Petersburg'da noktalamış, "Seyahat-ı Kübra" adlı eserini 1907 yılında burada<br />

bastırmıştır. İki kaynaktan edindiğim bilgi şöyledir.<br />

Vezirzade Osman <strong>Güngör</strong> 1918 de İstanbul'da ticaret yaparken Eğirdirli<br />

Süleyman adında birinin balolu bir düğünle evlendiğini, kendinin de ilk defa orda<br />

balolu bir düğün gördüğünü, hayret ederek izlediğini anlatır. Olaya, ada, kimliğe,<br />

Eğirdirli oluşuna göre bu kişinin Karçınzade Süleyman Şükrü olduğunu sanıyorum.<br />

1932 basımlı "Isparta Vilayeti İdare Coğrafyası" adlı bir kitapta da şöyle bir<br />

not gördüm.<br />

"Eğirdir'in Katip mahallesinden Karçınoğlu Hafız Süleyman isminde bir zat,<br />

bazı muteber gazetelere muharrirlik ettiği, Avrupaya uzun bir seyahat yaparak<br />

tetkikatta bulunduğu, dönüşünde Seyahati Kübra adında kıymetli bir eser yazdığı<br />

söylenmekte, 1922 tarihinde elli biryaşında vefat ettiği kaydedilmektedir."<br />

Seyahat-ı Kübra 604 sayfadır. Bu konuda Salih Şapçı Bey çok çalışmış,<br />

günümüze tercüme etmiş, Gölsesi Gazetesinde Eğirdirle ilgili bölümlerini<br />

yayınlamıştır. Bu konuda daha sonra yaptığı çalışmalarını Akın Gazetesinde<br />

yazmıştır. Eseri yakından tanıyanlardan Prof. Dr. Ziyaaddin Fahri Fındıkoğlu der ki:<br />

"Eğirdir'in geçen asrın sonunda yetiştirdiği ikinci bir Evliya Çelebisi vardır.<br />

Üzülerek söylüyorum ki bu değerli kişi memleketinizde tanınmış değildir. Eserine<br />

göz gezdirince gerçekten tanıtılması gereken bir kişi karşısında bulunduğumu<br />

anladım. Karçınzade Süleyman Şükrü Bey yaman bir adam. Haksızlığa tahammül<br />

edemeyen mücadeleci bir insan. Sembolik bir heykeli Eğirdir'in uygun bir yerine<br />

dikilirse kadirşinaslık olur. Hiç değilse doğduğu veya oturduğu evin duvarına bir<br />

levha konabilir. Bunu asla mübalağa ederek söylemiyorum."<br />

KÂRHANE<br />

Testi, kiremit, küp, çömlek, tuğla yapılan yere denir. Farsça iş yeri, iş işlenen<br />

yer demektir. Bu işler Konnebucağı'nın göl kıyısına yakın yerlerinde yapılırdı. Halen<br />

burda kullanılmış alanların çukurları vardır. 1950 lerden sonra elmacılık toprağın<br />

değerini artırınca bu işler kendiliğinden son buldu.


KASAPHANE<br />

Akpınar yolu çıkışındaki Kapılar'ın altında idi. Kesilen hayvanların kanları<br />

göle akardı. Kapıların yıkılmış duvarları üstüne yapılmıştı. Kan kokusuna balık<br />

geldiği için oradaki dağdan yuvarlanmış taşların üstünden balık avlardık.<br />

KASNAK MEŞESİ<br />

Ormanı Yukarı Gökdere'dedir. Odunu tahta halinde kolay ayrılır, kolay<br />

eğrilir. Kalbur ve eleklerin tahtası bu meşeden yapılırdı. Keliflerimizde ilkel<br />

yöntemlerle ayrılıp kaba tahta olarak kiremit altı tahtası şeklinde kullanılmıştır.<br />

Yukarı Gökdere ormanlarında Koca Kasnak Meşesi - 600 yaşında 30 m.<br />

KAŞIKLIK<br />

Eski kireç harçlı duvarlarda, kalenin duvarlarında açılmış gül büyüklüğünde,<br />

dolgun yapraklı bir bitki olurdu. Biz buna kaşıklık derdik. Sulu, gevrek olduğu için de<br />

yerdik. Ekşimsi bir tadı vardır.


KATRANLAR<br />

Olukluca'nın Yazla'ya bakan yamacında bulunur. Bir zamanlar burası katran<br />

ağaçlarıyla doluymuş. Baba Sultan Zaviyesi yapıldıktan sonra bu koruluk<br />

Hamidoğlu İlyas Bey tarafından 1357 de Zaviye'ye verilmiştir. 1999 yılı yazında on<br />

beş tane katran ağacı saydım. Birkaçında da kuruma işaretleri vardı. Yaşadığım<br />

altmış yıl içinde kendiliğinden bir katran ağacı yetişip büyüdüğünü görmedim.<br />

Şimdiki görülen ağaçlar fidan dikimiyle olmuştur. 1814 de yangından zarar gören<br />

Hızır Bey Camisi tamir görürken şimdi sütun görevi gören direklerin, müftünün<br />

fetvasıyla oradan kesildiği, gölden de getirildiği söylenir. 1403 de Eğirdir'i fethedip<br />

adayı almak isteyen Timur'un bu katran ağaçlarından 50-60 sal yapıp kuşatarak<br />

adayı öyle aldığı söylenir.<br />

Katran ağacının bir özelliği de havadaki serbest ozonu alır, yine havaya<br />

vererek oksijeni artırır, şifa sebebi olur.<br />

Katran ağacına Sedir dendiği gibi, Kamalak da denir.


KAYBINCAK<br />

İnekdenizi'nin üstüyle şimdiki su deposuna çıkarken sağda düz fay yüzeyi<br />

vardır. Cilalanmış gibi bu düz yüzeyden biz çocuklar kayarak eğlenirdik. Bu nedenle<br />

bu adı alsa gerek. Kaybıncak'ın sağ tarafına da Dolmalıbahçe denir.<br />

KAYGANA<br />

Çarşı ekmeği düzgün kesilir. Çırpılmış yumurtaya batırılarak kızartılır.<br />

Üstüne koyu şerbet dökülür. Tatlı olarak yenir. Bir çeşit ekmek tatlısıdır.<br />

KAYRAK<br />

El, ya da daha büyük düz taşlara denir. Muşilli oyunu oynarken kayrak taş<br />

mungilliye atılır. Kayrak dilim anlamında da kullanılır. Karpuz dilimine de kayrak<br />

denir. Peynirya da balık kurulduğunda bastırması için üstüne kayrak taş konulur.<br />

KAZIK BAĞ<br />

Bir asma dikme yöntemidir. Bir metre kadar uzunlukta bir demir çubuk<br />

toprağa çakılır. Sağa sola, öne arkaya yüklenerek delik genişletilir. Köksüz asma<br />

çubuğu diklemesine sokulur. Etrafı elenmiş gibi ince toprakla doldurulur. Asma<br />

çubuğu topraktan üç dört parmak yükseklikte kesilir. Kaba toprakla kümbet yapılır.<br />

Yaşlı insanlar böyle dikilen bağların çok uzun ömürlü ve verimli olduğunu söylerler.<br />

KEF<br />

Etin pişerken kaynadıktan sonra ilk beş on dakikada üstünde biriken<br />

köpüğü. Bu köpük kepçeyle, kaşıkla alınır, atılır. Yoksa etin tadı bozuk olur.<br />

KEKLİKLER<br />

Konnebucağı dağları, Meseyin dağı keklikle dolu idi. 1945 lerde asmaların<br />

arasında palazlarını kovalar, yakalardık. O civardaki bağlara aniden girince keklik<br />

sürüleri dağa kaçarlardı. Çoğu kişiler üzümlerine zarar verdiği için şikayet ederlerdi.<br />

Şimdi bir tane bile görmek mümkün değil.<br />

KEL TAKKESİ<br />

Saçkıran olan ya da başka nedenlerle saçı dökülen kimselere saçlarının<br />

çıkması için takke gibi bir bez yapıp içine zift sürerler, başlarına giydirirlerdi. Zift<br />

kalan saça ve deriye yapışırdı. Bir süre sonra takkeyi zorla kaldırırlar, baş saçsız<br />

kalırdı. Bir süre sonra da saçların çıkacağını söylerlerdi.<br />

KEL DUDU<br />

Eğirdir'in meşhur tefçilerindendi. Tek ya da diğer tefçilerle beraber<br />

düğünlerde tef çalardı.


KELEP KELEP YAĞ<br />

Kesilen davarın yağlı olması halinde denir. Divanü-Lugat-it-Türk'te kelep<br />

için" Türk yaylalarında biten bir ot. Davarı çabuk semirtir." der.<br />

KELER BALIĞI<br />

Keler kadar, kelere benzeyen bir balıktı. 1960 lardan sonra görünmez oldu.<br />

KELİF<br />

Eğirdir'e özel bir bağ evidir. Kerpiçten yapılır. Duvarları geniş olup yüklük,<br />

oyma, gusulhane yerleştirilir. Genellikle iki oda bir aralık , beşik çatılı olur. Çatı<br />

seyrek tahtalı ve kiremitlidir. Temel, çamur harçlı taş duvarlıdır, yerden 50-60 cm<br />

yüksekliktedir. Taban çoğunlukla topraktır. Ama tahta döşeyenler de olur.<br />

Pencereler camlı olmayıp, kapak sürgülüdür. Her odada ocak vardır. Yol tarafındaki<br />

duvarda pencere olmaz.<br />

Eğirdirlinin en büyük zevki kelifin üstünde yağmur yağarken yorganın<br />

altında yağmur tıkırtılarını dinleyerek kelifte uyumaktır.<br />

Bağ göçünden önce kelifler tamir edilir, temizlenir, badana edilirdi. Toprak<br />

zemini örtmek için de hasırlar alınırdı.<br />

Kelif sözünü Eğirdir dışında bir kez Gümüşhaneli bir esnaftan duydum.<br />

Ankara'da bakkallık yapıyordu. Kelifin ne olduğunu sorduğumda, "Bağ evlerine<br />

deriz."dedi.<br />

KELİK KAPMACA<br />

Bir direğe ya da ağaca bir metre kadar ip bağlanır. Direğin ya da ağacın<br />

dibine herkes ayakkabısını koyar. Ebe ipin ucundan tutar, dıştaki kişilerin<br />

ayakkabıları almasını engeller. Bu arada vurulan ebe olur.<br />

KELTEN AZGINI<br />

Yarım kilo ile bir kilo arasında olan sıraz cinsinden balıklara kelten azgını<br />

denirdi.<br />

KELTEN<br />

200 gramla 500 gram kadar ağırlıkta olan sırazın küçüklerine denirdi.<br />

KEMAL YALÇIN<br />

1926 yılında Eğirdir'de doğdu. Siyasal Bilgiler Okulunu bitirdi. 1948 yılında<br />

Isparta Maiyet Memuru olarak göreve başladı. Çeşitli ilçelerde kaymakamlık yaptı.<br />

Mülkiye Başmmüfettişliği, Mülkiye Başmüşavir Müfettişliğinden sonra 1978 yılında<br />

Burdur valiliğine atandı. Merkez Valisi olarak Afgan mültecileri Bakanlıklararası Üst<br />

Komiyon Başkanlığı görevini yürüttü. Çankırı Valiliği yaptı.


KEMANKEŞ ALİ PAŞA<br />

Hamidî sadrazamlardan ilki olan Kemankeş Ali Paşanın Eğirdir'de doğduğu<br />

bilinmekte ancak doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Enderunda gördüğü<br />

eğitimin ardından uzun süre Diyarbakır ve Bağdat valiliklerinde bulunan Ali Paşa<br />

daha sonra dördüncü vezirliğe yükseltilerek Divan-ı Hümayuna (Bakanlar Kurulu)<br />

alındı. Genç Osman'ın öldürülüp IV. Murat padişah olunca 1623 yılında sadrazamlık<br />

makamına getirildi. Yedi ay sadrazamlık yaptı. Rüşvet aldığı, İran Şahının<br />

Osmanlı İmparatorluğu aleyhine davranışlarını sakladığı bahane edilerek başı<br />

kesildi. (3 Nisan 1624) Mezarı İstanbul'da Atik Ali Paşa avlusundadır.<br />

KEMÇİK<br />

Birçok kez biri diğerini kötülemek isterken kemçik dediğini duydum. Bu<br />

aşağılama sözünün ne anlama geldiğini kime sordumsa tam açıklayıcı bir cevap<br />

alamadım. Radlof'un Ortaasyayı anlatan "Sibirya'dan" adlı eserini okurken bu<br />

kelimeye rastladım. Kemçiklerle ilgili bu bölümü buraya alıyorum.<br />

"Pırıng adlı bir Tölöslüye sordum. "Kemçik boyunda ticaret yapmak kârlı<br />

mıdır ?" O söyle cevap verdi. " Orada alışveriş yapmak çok kârlı olsa da onlarla<br />

ticaret yapmak tehlikelidir. Biz oraya gittiğimiz zaman 25-30 kişilik gruplar halinde<br />

gideriz. Çünkü orada iyi bekçilik edilmezse insanın her şeyini çalarlar.<br />

Oraya çok kişi gittiğimiz zaman bütün mallar bir yere yığılır. Üstü keçe ile<br />

örtülür. Adamların yarısı keçe örtünün kenarlarını iyice bastırarak oturur.<br />

Bazılarımız karşılar ve pazarlık eder. Almak isteyenlerden biri veya diğeri elindekini<br />

kapıp kaçar. Arkasından koşup onu yakalamak istersen, başkaları senin kalan<br />

malını alıp kaçarlar. Bu sebepten yerinden kıpırdamamakgerekir.<br />

Oradaki yöneticiye bir şey hediye edersen alışverişin bitinceye kadar bir<br />

sopalı bekçi verir. Ona da bir şeyler vermek zorundasın.<br />

Vermezsen hırsızı görse de seslenmez. Alışverişin bitinceye kadar bir veya<br />

iki kişi atları demirle köstekleyerek, beklemesi gerekir. Geceleri de uyumadan<br />

beklenmesi gerekir.<br />

Çalmak isteyen kimseler elbiselerini çıkarır, karınları üzerinde sürünerek<br />

gelirler. Atları çözdükten sonra üzerine atlayarak kaçarlar. Ardından koşarsan<br />

soyunuk olan diğer adamlar senin kalan eşyalarını, atlarını alıp kaçarlar. Yöneticiye<br />

gidersen, "Hırsızı yakalayıp getir, o zaman cezasını veririm. Sen çalanı<br />

yakalayamamışsan kimin çaldığını ben nerden bileyim.." der.<br />

Oraya gidip ticaret yapmak isteyen biri atlarını demir köstekle bağlamış,<br />

çadırının yanında kazanını ateşe koymuş. Tüccar kazanı kaynatırken bir adam<br />

gelmiş "Ne satıyorsun ?" Demiş. Adam malını gösterirken öteki kazanı devirmiş,<br />

kulpundan tutup kaçmış. Tüccar peşinden koşmuş ama yakalayamamış. Geri<br />

döndüğünde hiçbir eşyası kalmamış."<br />

KEMİK YALAYICI<br />

Geçmişteki orta Asya geleneğinde zenginler ziyafet verdiği zaman etin en<br />

güzel yerlerini yerler, üzerinde az kalan etlerini de arkada oturan fakirlere atarlardı.<br />

Bunlar da yenebilecek ne kalmışsa sıyırırlar, kemikleri de köpeklere atarlardı. Bu<br />

deyimin, zenginin gözüne bakarak çıkar sağlayan yalaka anlamında kullanılmasının<br />

sebebi bu olsa gerek.


KERİM KIZI MAĞARASI<br />

Yazla'da, Katranların orta üst bölümünde, yüksek bir oda büyüklüğünde,<br />

derin olmayan bir mağara vardır. Ona derler.<br />

KERTİK<br />

Kerim kızı mağarasının olduğu yöre<br />

1900 lerden önce dağ köylerinde kullanılan bir çeşit direk yastıktır.<br />

Yatacakları zaman kilim, keçe sererler, kertiği koyarlar, ayaklarını ocakta yanan<br />

kütüğe uzatarak yatarlardı. Kertik, yan yana yatan insanların başlarını koyabilecek<br />

oyukları olan bir direktir.


KERVANSARAY<br />

1237 yılında yapılmış bir Selçuklu eseridir. Taç kapısı Medrese yapılırken<br />

sökülüp taşınarak Dündar Bey Medresesinin taç kapısı olmuştur. Hanın planı diğer<br />

Selçuklu hanları gibidir.<br />

Kültür Bakanlığınca rölövesi için kazı yapılmıştır. Bir nedenle Vakıflar Genel<br />

Müdürlüğü dava açmış, tapusunu almış, dikenli telle çevirerek koruma altına<br />

almıştır.<br />

Geçmişte güvenlik açısından haftalık pazarın burda kurulduğu söylenir.<br />

Ertokuş kervansarayı 1223 yılında yapılmıştır. Selçukluların kervansaraylara bu<br />

kadar önem vermesi ticareti geliştirmek, devleti zenginleştirmek içindir. O yıllarda<br />

Anadolu Selçuklularının yıllık geliri 28 milyon altın iken, İngiltere'nin 4 milyon,<br />

Fransa'nın 3 milyon altındı.<br />

Kervansaray mimari bakımdan Aksaray Sultanhan, Kayseri Sultanhan'a<br />

benzer. Kapladığı alan ve boyutları Sultan Hanı özelliklerini gösterir. Antalya<br />

lsparta Konya karayolunun yedinci büyük menzil noktasıdır.<br />

Kitabeye göre Kervansaray'ı II.Gıyaseddin Keyhüsrev yaptırmıştır. Bazı<br />

kaynaklarda kervansarayı I.Alaaddin Keykubad'ın yaptırdığını ileri sürerler.Sebep<br />

olarak da I.Alaaddin Keykubad'ın kervansarayın bitiminden az önce ölmesiyle II.<br />

Gıyaseddin Keyhüsrev'in kendi adını yazdırmış olabileceğini iddia ederler.<br />

Kervansaraylarda yaz kış insan, soy, din farkı gözetilmeksizin herkes üç<br />

gün misafir ediliyor, hastalananlar tedavi ediliyor, hayvanlarına bakılıyordu. Moğol<br />

baskısıyla Selçuklular çöktükten sonra kervansaraylar işlemez hale geldi.<br />

KESİKTAŞ<br />

Ulu Caminin batı doğrultusunda eski bağ yolundan giderken, Demirkapı<br />

hamam kalıntısından başlayarak iki yüz metrelik dik bir yokuş vardır. Buraya<br />

Kesiktaş denir. Yol önceleri dik yetersiz, dar olduğu için 1910 larda imeceyle<br />

bugünkü haline getirilmiştir. Bazen da şaka yollu "İstanbul'da Beşiktaş, Eğirdir'de<br />

Kesiktaş" sözü söylenir.<br />

KESKİNOĞLU HAFIZ HAKKI EFENDİ<br />

Cami mahallesinde doğmuştur. Keskinoğullarından Mustafa Ağanın<br />

oğludur. Rüştiye tahsilinden sonra Dündar Bey Medresesini bitirmiştir. Fevzi<br />

Burhani İptidai Mektebinde öğretmenlik yapmıştır. Seferberlik yıllarında<br />

Direskene, daha sonraları Eğirdir Zafer İlkokulunda, Yeşilada'da, Atabey'de, Banus<br />

köyünde çalışmış, oradan emekliye ayrılmıştır. 1951 yılında 67 yaşında vefat<br />

etmiştir. Kabri asri mezarlıktadır.<br />

KEŞİR<br />

Havuç. Eskiden çevremizde mor keşir olurdu. Yendiği zaman eli ve ağzı<br />

boyardı. Şimdi sarı havuç yaygınlaştı. Keşir sözü, Farsça "Gizir" den gelmedir.


KEVKE<br />

Volkan tüfünün sıkışması sonucu oluşmuş yumuşak taştır. Isparta dağı ve<br />

yöresi volkanik dağdır. Gölcük de bir krater ağzıdır. Bu çeşit volkanik taşa Eğirdir'de<br />

kevke derler. "Köfke" de denir. Eskiden bu taş Isparta'dan Eğirdir'e arabalarla<br />

getirilir, ocakların altına ve çevresine, bacaların düzenlenmesinde, yapının özel<br />

yerlerinde kullanılırdı.<br />

KILTAÇOĞLU<br />

Eğirdir'de adı deyimlere girmiş bir kişinin adıdır. Kârını bilmeden iş<br />

yapanlara "Kıltaçoğlu gibi..." derler. Kıltaçoğlunun hikâyesi şöyledir:<br />

Kıltaçoğlu bir sarık almak ister. Dükkâna girer, bir sarık beğenir, sorar. Dükkân<br />

sahibi "On akçe." der. Kıltaçoğlu pazarlık amacıyla:<br />

"Yedi akçe vereyim." der. Dükkân sahibi : "Ben onu İzmir'den yedi akçeye<br />

aldım. Kârsız nasıl veririm.." demesi üzerine Kıltaçoğlu dükkândan çıkar, on günde<br />

yürüyerek İzmir'e varır, sarığı alır, on günde yürüyerek Eğirdir'e döner. Sarık satan<br />

dükkâna girer, "Sarığı yedi akçeye vermezsen verme. Bak ben bu sarığı gittim<br />

İzmir'den yedi akçeye aldım geldim.." der.<br />

KINALIOĞLU<br />

Naima Tarihinde adı geçer. On yedinci yüzyıl ortalarında bu yörelerde<br />

eşkiyalık yapmış biridir. Eğirdir'de adam kandırmaya çalışana, haksız bir şey almak<br />

için tavır gösterene "Ha kahpe kınalı ha.." sözleriyle karşı çıkarlar.<br />

KİNNABORA<br />

Eğirdir gölü kuzeydoğusunda yeri tam saptanamayan antik bir köy.<br />

KİRAZLI DERE<br />

Sekibağ üstünden Akpınar'a çıkan vadiye denir.<br />

KIRCA<br />

Soğuk günlerde kar gibi yağan, karla buz arası sertleşmemiş buz parçası.<br />

Kış günü kırcanın yağması havanın daha çok soğuyacağını gösterir.<br />

KİREÇ OCAKLARI<br />

Önceleri köprübaşının sağ yanında idi. Sonraları Miskinler yokuşunun sağ<br />

tarafına alındı. "Havayı kirletiyor, Turizme zararı var." düşüncesiyle 1980 lerde<br />

tümüyle kapatıldı.


KİREMİT OCAKLARI<br />

Konnebucağı yakınlarında anayol boyunca kiremit yapan ustalar vardı. Kili<br />

çamur yapıp, kalıba uyguladıktan sonra güneşte kuruturlar, sonra pişirmek için özel<br />

bir fırınlama yaparlar, uzun süre odun yakarlardı. Bunların bulunduğu yere de<br />

Kiremit Ocakları denirdi.<br />

KIRIKDÖLÜ<br />

Dini ya da resmi nikahı olmayan kadının çocuğu. Piç. Böyle durumlarda<br />

eskiden türkü yakılırdı.<br />

"Erik dalı var, erik dalı var<br />

.... karnında kırıkdölü var.."şeklinde türküleşirdi.<br />

Aynı söz hovarda anlamında da kullanılır.<br />

KIRIK MİNARE<br />

Eğirdir'den Isparta'ya giderken Findos yerleşim yerinin yola göre sağında<br />

bir minare vardır. Caminin Timur'un istilasında yıkıldığı söylenir. Şimdi yapılmış<br />

durumdadır. Cami bir Selçuklu eseridir.<br />

KİRKİT<br />

Halı dokunurken atkıları sıklaştırmak için kullanılan özel demir tarak. 90<br />

dereceden geriye kaygın sapı vardır.<br />

KIRKLAMAK<br />

Kuyulara herhangi bir hayvan düştüğü zaman fark edildiğinde, yeniden<br />

suyunun içilmesi için yapılan işlemdir. Önce kırk kova su çekilir. Son çekilen<br />

kovanın içine, okumuş bir kişi altın bir yüzüğü kırk defa batırır, çıkarır. Önce kendi<br />

içer, sonra kuyudan yararlananlar içerdi.<br />

KIŞ GECELERİ<br />

Nohut kavurma, mısır patlatma, ocaktaki küle, mangala patates ayva<br />

gömme, çok soğuklarda pişmaniye yapma, haşhaş helvası, ceviz helvası pişirme<br />

geleneği vardı.<br />

KNOUTEİNA<br />

Eğirdir gölü kuzeydoğusunda bulunan, yeri tam saptanamayan bir ilkçağ<br />

kasabası ya da köyü.<br />

KOCA MÜFTÜ RAFİ EFENDİ<br />

Dündar Bey Medresesinin zamanında bir üniversite haline gelmesinde<br />

emeği geçmiş bir kişidir. Tahmini 1824-1844 yılları arasında medresede hocalık


yapmıştır. Bilgili, alim, şair bir zat olarak tanınmıştır. Osmanlı Maliye Nazırlarından<br />

Eğirdir'li Nafiz Paşanın hem akrabası, hem hocasıdır. Ondan yararlanarak<br />

medreseye birçok yardım sağladığı söylenir.<br />

Zekasını, kişiliğini belirtmek için halk arasında duyduğum şu hikâyeyi<br />

anlatmak istiyorum.<br />

Koca Müftü Rafi Efendi'nin Sadullah, Lutfullah adında iki oğlu varmış.<br />

Sadullah camiden, Lutfullah meyhaneden çıkmazmış. Dostlarından biri:<br />

"Müftüm... Nasihat etseniz de, Lutfullah da ağabeyi Sadullah gibi camiye<br />

devam etse iyi olmaz mı?" deyince Koca Müftü Rafi Efendi dostuna:<br />

"Sadullah daha çocuktur. Büyüyüp aklı erdiğinde belki o da camiye gitmez."<br />

demiş.<br />

İçkinin yasak olduğu dönemlerde biri diğerinden gizli rakı isterken "Şu<br />

testiyi al. Rafi çavuştan dolduruver." dermiş.'<br />

KONAK<br />

Bilinen anlamı dışında küçük çocukların başlarında olan aşırı kepeklenme.<br />

Baş derisinde görülen bir çeşit mantar hastalığı.<br />

KONNE BUCAĞI<br />

Büyük pınarıyla meşhurdur. Boğazovanın içme suyu oradan<br />

sağlanmaktadır. Kaliteli elmasıyla ünlüdür. Eğirdir çevresinin en eski yerleşim<br />

yerlerinden biridir. 1970 yılında pınarın yüz metre kadar batısında kuyu kazılırken<br />

altı metrede iki küp ve mezar bulunmuştur. Mezarın tabanı taşla döşenmiş, üzeri<br />

keramik kapakla kapatılmış, doğu tarafına da iki küp konulmuş durumda idi. Ayrıca<br />

pınarın üst çevresinde dikkate değer keramik kalıntıları vardır. Su deposunun doğu<br />

düzlüğünde de harçlı duvar kalıntıları, parçalanmış çocuk lahdi görülmüştür. Doğu<br />

yamaçtaki çalıların içinde de kaçak kazılara rastlanmıştır.


KOSAT<br />

1920 lerde Eğirdir köylerinde eşkiyalık yapan biridir. O yıllarda yakalanıp<br />

öldürülmüştür. Bazı türkülerde adı geçer.<br />

KOVADA<br />

Kovada - Denizaltı<br />

Milli parklarımızdandır. Bir çöküntü gölüdür. Eğirdir'e 25 km.<br />

uzaklıktadır. Birçok bilim adamı böcek çeşitliliği hakkında inceleme yapmıştır. J.<br />

Mellart'a göre Kovada gölünün güneybatısında bulduğu yerleşme birimini<br />

Çatalhöyük, Hacılar'la çağdaş sayar. Denizaltı'nda Roma devri kalıntıları vardır.<br />

Kovada gölünün güneyden kuzeye görünüşü


KÖFTER<br />

Nişastayla pekmez pişirilip sinilere konulur. Katılaştıktan sonra baklava<br />

dilimi kesilip güneş bir bez üzerinde suyu çektirilir. Kuruduktan sonra da kışın<br />

yenmesi için çömleklere basılırdı.<br />

KÖKE<br />

Gelendost'un bir köyüdür. Şikari'nin Karamanoğlu tarihinde "Kökez"<br />

Beyden bahseder. Köke köyünün de böyle bir isimden "Z"nin düşmesi sonucu öyle<br />

söylendiğini sanıyorum. Tokmacık kasabasının doğu kuzeyinde "Kökez" diye bir<br />

tepe vardı r.<br />

KÖPRÜBAŞI<br />

Eğirdir gölünün Kovada gölüne akan ırmağın yani bugünkü kanalın başıdır.<br />

1950 lerde çevresi bataklık idi. Güney sağ köşede kireç ocakları vardı. Sıva için kum<br />

köprübaşından sağlanırdı. Her zaman bol balık olurdu. En önde gelen avluktu.<br />

1478 lerden sonraki kayıtlarda da hep adı avluk olarak geçmektedir. "Köprü<br />

Baluklagusu" denilmektedir. Yılda 20.000 akçe kadar gelir getirdiği olmuş.<br />

Hıdırellez günü yakalanan balıklar halka bedava dağıtılırdı. Fakirler balık kurmak<br />

için o günü beklerlerdi. 1950 lere kadar basit balıkçı evleri vardı. Bazen balıkçı<br />

kazaklar işleten adına av yaparlardı.


KÖPRÜBAŞINDAKİ ANTiK KÖPRÜ<br />

İhtimal Roma döneminden kalma bir köprüdür. Göl sularının azalmasıyla<br />

1972 lerden sonra açığa çıkmıştır. Geniş üç büyük gözlü, bir küçük gözlüdür. 3,5 m.<br />

kadar eninde, 100 m. kadar uzunluktadır. Batı tarafta güneye doğru kanat kırar.<br />

Kemerlerin dışındaki yerler bir metre kalınlıkta harçlı duvarla örülüp arasına dolgu


Köprü üzerindeki Tapu Kadastro işareti<br />

yapılmıştır. Kemerler bilerek çökertilip toprakla doldurulmuştur. Hatta birinin<br />

üzerinde Kadastro işareti vardır. O zaman tespit ettiğim fotoğrafta görülür. Şimdi<br />

yol yapıldığı için köprü toprak altındadır.Mevcut kanal köprüsünün 150 m. kadar<br />

doğusundadır. Bu köprüye göre gölün iki bin yıl önceki su seviyesini tespit etmek<br />

mümkündür. Köprünün tahminle yüz metre kadar açığında testere dişi şeklinde<br />

dikkate değertaş yığınlar vardır.<br />

Not: Köprü çift yol yapılırken dolgu altında kaldığı için bir çok yönlerden<br />

fotoğrafı verilmiştir<br />

Köprünün genel görünüşü


KÖŞEK<br />

Deve yavrusu... Manas destanında "Kıpçaklardan Köşek Bahadır" adı<br />

geçer. Ayrıca Kale mahallesinde bir sülalenin adıdır.<br />

KÖŞK<br />

Basit, çevredeki malzemelerle yapılan iki katlı küçük bağ evi. Budanmış<br />

dallar dikmelere çakılır, içi dışı samanlı çamurla sıvanırdı. Ya da kaplama tahtayla<br />

direkler örtülürdü. Yerden yüksek olması, esmesi için dört yönde penceresi olması<br />

şarttı.<br />

KUBBELİ MESCİT<br />

Eğirdir'deki en eski mescitmiş. Kiliseden çevrildiği rivayet edilirmiş. Kubbeli<br />

mahallesi adını buradan almış. Şimdi bu mescitin bir izi yoktur.<br />

KULAKTOZU<br />

Kulağın arkasındaki çıkıntıdır. Çok sert vurulduğunda o kişinin öleceği<br />

kabul edilir. Kulak topuzundan bozma bir söz olsa gerek.<br />

KULLUNKUDUZ<br />

Balık temizlendikten sonra güneşte kurutulur, bolca tuzlanarak tenekelere<br />

basılır. Kışın ıslatılıp tuzu alındıktan sonra pişirilerek yenir.<br />

KUMAGÖMÜLME<br />

Kireçlenme, romatizma, siyatik için Altınkum plajındaki midye kumuna<br />

tedavi için gömülürler. Bu kum inşaatlarda kullanılmaz.<br />

Kuma gömülmeye genelde 1-9 Ağustos tarihleri arasında "Eyyam buhur"<br />

da gidilir. Kuma geniş bir çukur açılır. Öğle güneşini aldıktan sonra kuma<br />

gömülünür. Yalnız başları dışarıda kalır. Güneşten etkilenmemek için şemsiye<br />

kullanılır. Gömülen kişi dayanabildiği kadar kumun içinde kalır. Çıkınca en iyi<br />

şekilde sıkıca giyinip, kendini korur. Uzaktan gelenlerin çadır kurup kaldığı da<br />

olurdu. Bunu uygulayanların çoğu o kışı ağrısız geçirdiğini söylerlerdi.<br />

Şimdi Altınkum plajı iyi bir şekilde düzenlenmiştir.<br />

KURBAĞALIK<br />

Eğirdir kalesinin poyraz tarafı yöresidir. Önceden Kale boyunca poyraz<br />

tarafıyla lodos tarafını birleştiren, boydan boya içi su dolu bir hendek vardı. Kaleden<br />

bir asma köprüyle çıkarlardı.<br />

Zamanla içi dolup bataklık olduğundan kurbağalar yaşasa ki o yer bu adı<br />

almış.


KURULMUŞ BALIK<br />

Başta sıraz, erez olmak üzere balığı tuzla muamele edilerek yapılan bir çeşit<br />

saklama türüdür. Bu çeşit saklamaya salamura da denir. Eğirdir'de balık şöyle<br />

kurulur. Tuzlu olmaması için yağlı balıklar seçilir. Yağlı balık limon kafalı, kalın siyah<br />

sırtlı olur. İyice temizlendikten sonra başı dahil olmak üzere bezle kurulanır. Balığın<br />

karnına iri tuz doldurulur. Balık iri ise etinin aralarına da tuz sokulur.Sonra teneke<br />

ya da sırlı küp içine bastırılır. Ortalama kırk beş, elli gün içinde yenecek duruma<br />

gelir. Balığın serin yerde saklanması lezzeti bakımından önemlidir.<br />

Yemesine gelince: Yazsa tuzsuz bol zeytinyağlı domates salatası ile soğuk<br />

su başında, kışsa patates salatası ile yenir. Kurulmuş balık ev ekmeğinin kabuğu<br />

ıslatılarak yenirse daha afiyetli olur. Geçmişte düğünlerde rakı mezesi için de özel<br />

balık kurulurdu.<br />

KUŞANE<br />

Kubbe kapaklı orta boy bir bakır tenceredir. Bilhassa taskebabı yaparken<br />

kullanılır. Kubbeli kapak konulduktan sonra küçük bir boşluk bırakılarak C şeklinde<br />

tencerenin kenarı hamurla sıvanır. Mangalda, közde böyle taskebabı pişirilirdi.<br />

KUŞKAYASI<br />

Tekkekayası'nın yüz metre kadar doğusunda göl içinde bir kaya idi. Kıyıdan<br />

da bir o kadar açıkta idi. Oraya kadar yüzüp gelenler yüzmesini öğrenmiş sayılırdı.<br />

Şimdi kıyı doldurulup yol oldu. Tekke kayası da yol altında kaldı. Kuşkayası'nın<br />

üzerinde de atlama kulesi var.<br />

Kuşkayası'ndan Eğirdir


KUŞZADE MÜDERRİS MUSTAFA EFENDİ<br />

İmaret mahallesinde doğmuştur. Eğirdir'de tahsilini yaptıktan sonra<br />

Konya'ya gitmiş, medrese tahsili yapıp müderris olmuş, Eğirdir'e gelerek<br />

Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa medresesinde müderrislik yapmıştır. Sedasının güzelliği<br />

dolayısıyla "Kuş Hoca" adıyla anılır.<br />

1920 de Demirci Mehmet Efe Kuvayı Milliyeye karşı diyerek idam etmiştir.<br />

Baba Sultan civarında gömülmüştür. Şimdi orada Baba Sultan türbesinden başka<br />

bir iz kalmamıştır.<br />

KUTLU BEY<br />

Isparta'da eserleri olan bu zat l.Sultan Murat zamanında Eğirdir Valiliği<br />

yaptığı Nişancı ve Solakzade tarihlerinde yazılıdır.<br />

KÜL DAĞARI<br />

Kırılmış küplerin içine odun külleri konur, üzerine su dökülür. Sonra bu su<br />

çamaşır yıkarken, bulaşık yıkarken temizleyici olarak kullanılırdı. Hatta nohutun iyi<br />

pişmesi için bu sudan bir parça tencereye konurdu. Küple çömlek arası olanlara da<br />

dağar denir.


KÜTÜPHANE VE 217 ESER HAKKINDA<br />

Şeyh Ali Ağa Medresesini yaptırınca, bir de taştan kütüphane yaptırarak<br />

içine 217 elyazması kitap koydurmuştur. Osmanlı yıllıklarında bu kitap sayısı<br />

kayıtlıdır. 1928 de Zafer İlkokulunu yaptırmak için medrese ve kütüphane yıkılınca<br />

kitaplar Isparta'ya nakledilmiş, Halil Hamit Paşa kütüphanesine konulmuştur.<br />

Isparta Tarihi yazan Enver Süldür kitabında bu kitaplardan bahsedip<br />

"Eğirdir kitaplığındaki mevcut kitaplar da buraya taşınmıştır. Ne yazık ki bu hazine<br />

sığınacak bir binadan mahrumdur." der. Biz Eğirdirliler olarak bu hazinenin ne<br />

olduğunu bakalım ne zaman anlayacağız.<br />

İnşallah Eğirdir'in, Eğirdir'i seven evlatları, Eğirdir'e bir güzel kütüphane<br />

binası yaptırıp bu hazineye sahip çıkarlar. Bir de 217 eserin tasnifini, belki de<br />

basımını yaparlar. Bu bilgileri geleceğin güzel evlatlarına iletiyorum. Şu anda<br />

kütüphanemiz Belediye işhanının bir geniş odasında kitap deposu durumundadır.<br />

Isparta ilçelerinin hepsinin birer kütüphane binası bulunduğu halde,<br />

ilçemizin kütüphane binası yoktur. Oysa ki 1950 den beri bu konuda<br />

konuşulmaktadır.<br />

Eğirdir'de kütüphanesizliğin tarihçesini yazmak isteyenler Gölsesi<br />

gazetesini başından inceleyebilirler. Orada sonuca varmayan ne umut dolu sözleri<br />

okuyabilirler.<br />

Demirkapı çeşmesi


LİMENİA ADASI<br />

L<br />

Hoyran gölü içindedir. Sur kalıntılarıyla çevrili adada bazı yapıların<br />

kalıntıları yanında Artemis'e adanan bir tapınağın kalıntıları da yer almaktadır. 2<br />

Mayıs 1907 de bu adaya uğrayan Gertrude Bell adındaki İngiliz kadın gezgin<br />

gördüklerini şöyle anlatır:<br />

"Bir kayıkla sazların elverdiği yerden adaya çıktık. Yaklaşık iki metre<br />

kalınlığında çakıl ve harçlarla yapılmış Bizans duvarlarıyla çepeçevre kuşatılmıştı.<br />

Hem uzun, hem çaprazlamasına duvarların içine kalın ağaç gövdeleri konulmuş.<br />

Ancak zamanla çürüdüklerinden bulundukları yerler top delikleri gibi duruyordu.<br />

Koruma kuleleri olmayan sade duvarlar. Bir yerde duran sütunun yanından kürek<br />

çekerek geçerken 45 cm derinlikte suyun içinde yatan birtaş gördüm.<br />

Sağ elinde su kabı gibi bir nesne tutan, bir kadın figürü olan, geniş bir dikili<br />

taş. Sol yanında da dört köşeli su kovasına benzeyen bir şey, sağ yanının<br />

yukarısında da gene başka bir su kabına benzer bir şey asılı duruyor. İçerisinde,<br />

daha çok başa benzeyen bir nesne göze çarpıyor. Yukarı kısmında fazla yüksek<br />

olmayan kapı üstü süsü ve iki satırlık bir yazı var ama dizlerime kadar suya<br />

girmeme, bildiğim herşeyi yapmama, kayıkla etrafında dolaşmama rağmen<br />

güneşin yansıması ve göz kamaştırması yüzünden bunları okuyamadım.<br />

Prof. Dr. Cengiz Tosun<br />

Hoyran gölünden bir görünüş


LOKUL<br />

Tahin ya da haşhaş ezmesiyle yapılan bir çeşit çörektir. Mesire yerlerine<br />

giderken, askere giderken, özel günlerde ya da yolculukta yenmesi için yapılır.<br />

Özel bir tat vermesi için hamuruna biraz tarçın katılır. "Nokul" da derler.<br />

LUVİLER<br />

Bizim buraların yerli halkı sayılan Luviler hakkunda şu bilgiler vardır.<br />

Luvilerin Boğazlar üzerinden Anadoluya Milattan Önce 3500 yıllarında<br />

gelip batı ve güney Anadoluya yerleştikleri kabul edilir. Urallardan kalkarak<br />

Karadenizi dolaşıp gelmişlerdir.<br />

Hititçenin yanında Luvice yerel halk dili olarak kullanılmıştır. Ama Luvi<br />

adları Hattuşaş kral sarayında sık sık geçen adlardır. Luvi dili tüccar ve gemici dili<br />

olarak hayli zengin olduğu bilinmektedir. Hititçenin Luvi dilinden birçok kelime<br />

aldığı görülür. Kendilerine ait resim yazıları vardır. Luvilerin oturdukları bölgelere<br />

Hitit kaynaklarında "Luviya" adı verilmektedir.<br />

Genellikle güney ve batı Anadoluya yerleşmişlerdir.


MADEN<br />

M<br />

Göktaş dolaylarında 34 bin ton rezervli arsenik bulunmaktadır. Havutlu,<br />

Koçular, Bağıllı dolaylarında da bir miktar manganez mevcuttur.<br />

MAHALLE FIRINLARI<br />

Çarşı fırınlarının dışında mahalle fırınları da vardı. Kale mahallesinde<br />

Pembe Alimesinin fırını, Yukarı mahallede Saylamaz'ın fırını, Çete'nin fırınının adı<br />

geçerdi. Bağlarda da Mütevelli mevkiinde Softaoğlu fırını vardı.<br />

MAHALLELER<br />

Kayıtlara geçen Eğirdir'in en eski 1480 den sonraki mahalle adları şöyledir:<br />

Beydim Mescid-i Feryas<br />

Çukur Mescid (Katip)<br />

Hacı Ahmet Mescidi (Namı diğer Kapılı)<br />

Kale-i Mescid-i Fediği<br />

Mahalle-i Yazla (1558 den sonraki kayıtlarda geçmektedir.)<br />

Mecid-i Cami Şemseddin Bey<br />

Mescid-i Ağa<br />

Mescid-i Demirkapı<br />

Mescid-i Hacı<br />

Mescid-i İmaret<br />

Mescid-i Kethüda<br />

Mescid-i Kurdoğlu (Namı diğer Silahtar)<br />

Mescid-i Nasuhoğlu<br />

Müselman-ı Nis<br />

Zaviye-i MevlanaAbdi<br />

Zımmiyan-ı Nis<br />

MAHANA<br />

Hayvanların ahırda yem yedikleri özel yer. Bir sofrada aynı kabdan herkes<br />

önünden yemek yerken bir başkasının önüne kaşık uzatan olursa, "Mahanadan<br />

ye.."diye takılırlardı.


MAHMATLAR<br />

Mahmatlar dolaylarından Eğirdir<br />

Konya yolu üzerinde bir yerleşim yeridir. Sebzesi ile ünlüdür. 300-400 yıllık<br />

karadut ağaçları buradadır. Mahmat adı Hazreti Muhammed'in adının Türkler<br />

arasında değişmiş halidir.<br />

Muhammed adı Türk boylan arasında Mehemmet, Mehmet, Mahmat,<br />

Mahmut, Ahmet şekillerinde söylenmiştir. Türkiye'nin 7 - 8 yerleşim yerinde<br />

Mahmat adına rastlanır. Karçınzade Süleyman Şükrü Mahmatların eski adının<br />

"Gököz" olduğunu yazsa da, 1566 dan sonraki evkaf defterlerinde "Mahmatlar"<br />

olarak adı geçer.<br />

MALBEKÇİSİ<br />

Gelincik. Fareleri yediği için öyle derler. Eskiden ahşap evlerde çok<br />

rastlanırdı.<br />

MAMIKAĞALAR<br />

Eğirdir'de bir soydur. Teleüt'lerin bir hükümdarının adı olarak geçmektedir.<br />

Teleütler Ortaasyada bir boydur.<br />

MALOS<br />

Sarıidris civarında küçük antik yerleşim yeridir. Hellenistik ve Roma devrine<br />

ait yıkıntılar vardır. M.Ö. l. Yüzyıldan itibaren sikke bastırılmıştır. Sikkelerin bir<br />

yüzünde imparator, diğeryüzünde Herakles sopası görülür.<br />

l. derece arkeolojik sit alanıdır.


MANGAL<br />

Malos<br />

Geçmişte ısınma daha çok ocakla olurdu. Ocakta meşe kütükleri yanar,<br />

közü mangallara alınır, herkes mangalda eli ısındığı zaman kendinin de ısındığını<br />

sanırdı. Mangal aynı zamanda ekmek kızartmada, yemek pişirmede kullanılırdı.<br />

Üstünde kıyma ısıtır, külüne patates, ayva soğan gömer yerdik.<br />

MAŞACI HACI HAFIZ MEHMET EFENDİ<br />

Poyraz mahallesinde 1875 yılında doğdu. İptidai Tahsilini bitirince Hafız,<br />

Medreseyi bitirince Seydim mahallesine imam oldu. Akşamları imamlık yapar,<br />

gündüzleri Şeyh Ali Ağa mektebinde çocuk okuturdu. Daha sonra Hacı <strong>Nuri</strong> Efendi<br />

mektebine muallim oldu. Hafız Osman'ın ölümü ile Hızır Bey camisine imam tayin<br />

olundu. Ölümüne kadar burada hem imamlık, hem hatiplik yaptı. Hoşsohbetliliği,<br />

güleryüzlülüğü, hazırcevaplılığı, nüktedanlığı ile meşhurdu. 1950 yılında Eğirdir'<br />

de öldü.<br />

Kurtuluş Savaşı yıllarında Müdafa-i Hukuk Cemiyetinin muhasebe işlerini<br />

de yürütmüştür.<br />

MAŞACI MAHALLE MEKTEBİ<br />

Poyraz mahallesinde Hacı <strong>Nuri</strong> evinin bitişiğinde idi. Maşacıoğlu Mehmet<br />

Efendi hocalık yaptığı için sevgisinden onun adıyla anılmıştır.<br />

MEDİREBOLLUK<br />

Demirköprü'nün arkasındaki koya ve çevresine denir.


MEN KÜLTÜ<br />

Medirebolluk'tan Oluklacı ve Sivri<br />

İnsanların aya tanrı gözüyle bakıp taptıkları zamanlarda ay tanrısı Men için<br />

tapınaklar yapmışlardır. Men Anadolunun bir göktanrısı aynı zamanda sağlık, iffet,<br />

kehanet tanrısıdır. M. Ö. 3000 yılından beri Anadolu'da görülmektedir. Mezarların<br />

koruyucusudur. Tanrı Men külahlı, yüksek kemerli, gömlek, manto ve tozluk giymiş<br />

olarak tasvir edilir. Sakalsız, omuzlara kadar uzun saçlı bir genç adam olarak<br />

gösterilmiştir. Talip Karakaya'nın verdiği bilgilere göre Prostanna sikkelerinde<br />

tasviri görülür. Bununla ilgili bölgemizde en önemli kalıntı Yalvac'a 7 kilometre<br />

uzaklıkta Gemen korusunda bir tapınak kalıntısı vardır. M.Ö. 500 yılına<br />

tarihlendirilmektedir. Bu inanç Eğirdir gölü çevresinde Hristiyanlığın yayılmasına<br />

kadar yaşamıştır.<br />

MENAKIP<br />

Şeyhülislam Berdai Zaviyesinden gelen geçen öndeki kişilerin hayatlarını<br />

dini açıdan anlatan bir elyazması kitaptır.<br />

MERCİMEKAŞI<br />

Bulgurla mercimek karıştırılarak pişirilen bir aştır. Üzerine soğanlı sadeyağ<br />

kızartılır, dökülür. Daha çok işçi aşıdır. Bağda, bahçede soğanı kırarak yemenin<br />

tadı başka olur. Bağlar Martta bellenirken öğle yemeği olarak verilirdi. Üzerine de<br />

ekmekle pekmez yenirdi. Güç verdiğinden olsa gerek mercimek aşının mesel<br />

haline gelmiş sözü bile vardır.<br />

"Bulmeş, dam ardını doleş. Aş, Ardeşlerde şaş. Mercimek aşı, Eğirdir'den<br />

bağa, bağdan Eğirdir'e yük taşı."


MERÇİMENE<br />

Eskiden Boğazova'da görülürdü. İri kertenkele büyüklüğünde, yeşil renkte<br />

bir hayvandı. "Yılan zehirini ondan alır." derlerdi. Kimseye bir zarar verdiğini<br />

duymadım. Kırk yıldır görmüyorum.<br />

Değişen ekolojik denge sanırım hayvanı yok etti.<br />

MERKİMÖNÜ<br />

Aslında "Mahkemeönü" dür. Dündar Bey Medresesinin batı yönündeki bir<br />

ahşap bina mahkeme olarak kullanılırdı. 1922 lerde Kurtuluş Savaşı sonu<br />

yanmıştır. Bazı yaşlılar, bazı belgeleri ortadan kaldırmak isteyenlerin mahkeme<br />

binasını el altından yaktırdıklarını ifade etmişlerdir. Eğirdir Gölü Merakibi Bahriyesi<br />

motorunun işine gelmeyenlerce İstasyon altında batırıldığı gibi.<br />

MERYEM KİLİSESİ<br />

Ramsey Anadolu'nun Tarihi Coğrafyası adlı kitabında "Hoyran gölünün<br />

kuzeydoğu sahilinde, Gaziri denilen yerde Meryem'e mahsus bir küçük kilise vardır<br />

ki Psidya ve Lakoniya Hıristiyan larının ziyaretgahıdır." der. Bu konuyla ilgili olarak<br />

Yeşilada Hıristiyanlarının, Isparta, Denizli, Antalya dahil o çevrelerden gelen<br />

Hıristiyanların 15 Temmuzdan sonra toplanıp oraya ziyarete gittiklerini ana<br />

babalarımızdan duyduk. 2000 yılı Temmuzunda burayı ziyaretimde bu küçük<br />

kiliseyi gördüm. 20 metrekare kadar büyüklükte idi. Kayalara oyulmuş beşik tavanlı<br />

bir kiliseydi. İsa'nın tavanda yıpranmış bir tasviri vardı. Kapısının ön sol girişinde<br />

1865 tarihli duvara yazılmış düzgün yazılar görülüyordu. Kilisenin içi ve çevresi<br />

kazılmış, kaya mezarları da kısmen tahrip edilmişti. Şartlara göre çekebildiğimiz<br />

fotoğraf sunulmuştur.<br />

Hoyran - Gazire - Aziz Meryem Kilisesi


Buraya özel bir not düşmek istiyorum.<br />

Avşar'ın Yenice köyünde kulağıma "Kilise Burnu" diye bir söz geldi. Yerini<br />

göstermelerini istedim. Gösterdiler. Gazire'nin birkaç kilometre güneyinde, Yenice<br />

korusunun göle doğru uzantı yaptığı bir yerdi. "Kilise nerde? " dedim. "Kilise yok.<br />

Öyle bir kalıntı da yok." dediler.<br />

Daha sonraki araştırmalarımda Kilise Burnundan 1.500 metre kadar<br />

güneyde, köyün batı açıklarında 500 metre kadar gölün içinde bazı kalıntılar<br />

olduğunu öğrendim. O yöreler Yalvaç'tan gelen Akçay'ın birikintisiyle dolduğu için<br />

sığ sayılırlar. Durgun bir havada kalıntıyı inceleme fırsatı buldum.<br />

1995 yılına göre iki metre derinlikteki kalıntıları gördüm. Tahminle doğu<br />

batı yönünde 45 metre, kuzey güney yönünde 25 metre uzunluğunda bir kalıntı<br />

tespit ettim. Dağın kıyısından bir kilometre kadar açıkta bir yer. Oralardan tunç<br />

tabaklar, haç bulduklarını söylediler.<br />

Zamanına göre göl kıyısında ve açıkta olan bu tapınağın Men kültüyle ilgisi<br />

olabileceği, sonradan kiliseye dönüşebileceği aklıma geldi. Gölün içinde kalması<br />

da zaman bakımından eskiliğini düşündürdü.<br />

Aziz Meryem Kilisesi ve Kaya Mezarları


MESCİ KEMAL<br />

Herkes Kemal'i tanır. Bir zamanların meşhuru Mesci Mehmet'in oğludur.<br />

Kıyafetine, tıraşına çok dikkat eder. Erkek modasından ceketi çıkarmıştır. En büyük<br />

merakı gölü taşla doldurmaktır. Sokağa, çevreye çöp atanlara çok kızar. Her<br />

Perşembe parasını toplar. Vermezseniz "Haftaya ver." der, geçer. Şimdi ona "IMF<br />

Kemal" diyorlar.<br />

Temizliği çok sever. Ama yalnız elini yüzünü yıkar. Yürümek nedir bilmez,<br />

her yere koşarak gider. 1500 metre mesafeye kahveyi soğutmadan götürdüğü<br />

söylenir. Hastanenin altındaki arsaların kendine ait olduğunu iddia eder.<br />

Yumru-taş'taki 40-50 tonluk kayaları oraya indiriverseler, ev yapmayı<br />

düşünmektedir. Yağmurda ıslandığı zaman kurunmak için poyraza karşı durmayı<br />

pek sever. Küfürden hoşlanmaz.<br />

MESEYİN<br />

Pınarpazarı dağına dik gelen kuzeyindeki dağın, bu dağın batısındaki<br />

bağların bulunduğu yöreye denir. Bu yörede dedesinden kalma toprağı olan Etem<br />

Kartal'ın anlattığına göre, Musa Hüseyin adında bir bekçi varmış. Adı verilen dağa<br />

çıkar, bütün bağarasını oradan izlermiş. Kim kimin bağından bir salkım üzüm<br />

koparırsa o kadar uzaktan görür, tanırmış. Bu nedenle de onun bekçilik yaptığı süre<br />

içinde hiç hırsızlık olmamış. Onun sürekli o dağdan Boğazova'yı izlemesinden<br />

dağın adı da Musa Hüseyin olarak kalmış. Zamanla da bozularak Meseyin olmuş.<br />

Daha sonra da yöre adı olarak dilimize yerleşmiş.<br />

Önde görülen Meseyin Dağı, arkadaki Hodullu Dağıdır


MESİH PAŞA<br />

Fatih Sultan Mehmet döneminde Eğirdir'de paşalık yapmıştır. O zaman<br />

Hamid sancağının merkezi Eğirdir idi. Mesih Paşa 1480 de Rodos'u almak istemiş,<br />

alamamıştır. Onun Eğirdir'e yaptırdığı okul 1920 lere kadar devam etmiştir.<br />

MESİH PAŞA İPTİDAİ MEKTEBİ<br />

Kubbeli mahallesinde idi. Burdan diploma alanlar Rüştiyeye kaydedilirdi.<br />

MEVLEVİHANE<br />

Mevlevihane'de türbesi olana "Seyfullah Dede" derler. Mevlana Celaleddin<br />

Rumi'nin yeğeni olduğu söylenir. Bilinen kayıtların verilerine göre 1310 larda Sultan<br />

Veled tarafından kurulmuş olabileceği sanılmaktadır. 1480 den sonraki evkaf<br />

kayıtlarında "Zaviye-i Mevlevihane" olarak geçmektedir. Kayda göre Çomaklar<br />

köyünün bütünü, Gönen'deki Akmescit köyünün yarısı buranın vakfı idi. Diğer<br />

yarısı da Yazla'daki Hankah'ın vakıfları arasındaydı. Ayrıca Mevlevihane'nin<br />

Vakıfları arasında değirmen, ev, dükkanların kiraları da vardır.<br />

l.Dünya Savaşı Mücahiddin-i Mevleviyye alayına son şeyhlerden Şeyh<br />

Osman <strong>Nuri</strong> de iki dervişiyle katılmıştır. 1917 de diğer dervişlerle birlikte Halepte<br />

çekilmiş birfotoğrafı vardır. Bugün torunu Mehmet Ünsal'dadır.<br />

MEYDANLAR<br />

Eğirdir'de bir soydur. 1910 da bir kolu Kale mahallesinden Manisa'ya göç<br />

etmiştir. Yalvaç'ta bir Meydanoğlu mezrası olduğu 1500 yılarındaki kayıtlarda<br />

geçiyor.<br />

Mezar-ı Şerif


MEZAR-I ŞERİF<br />

Şeyhülislam Berdai Türbesi ve çevresine denir.<br />

MIHLAMA<br />

Kıyma tekerinden alınan kıyma üzerine, yumurta kırılarak yapılan pratik bir<br />

yemektir.<br />

MİLLİ MÜCADELEDE <strong>EĞİRDİR</strong><br />

Bu konuyu anlatırken o günlerin tanığı Öğretmen Etem Kartal'ın anılarıyla<br />

giriyorum: "Sevr antlaşmasından sonra Eğirdir'e halkın galeyan göstermemesi<br />

için II.Abdülhamit'in oğullarından Şehzade Abdurrahim Efendi'nin başkanlığında<br />

"Uslu durun..." demeye bir nasihat heyeti geldi. Tabi yalnız değildi. Etrafında bir<br />

yığın mebuslar, paşalar, müftüler vardı. 9 Mayıs 1919 günü Eğirdir'deydiler. Eski<br />

Mebus Burhanzade Hacı Eşref Ağa hepsini konağında misafir etti. Ertesi gün<br />

yanan Hükümet konağının önünde Eğirdirliler toplandı. Heyet azasından Ali Rıza<br />

Paşa Devlete sadık kalmamız ve güvenmemiz hakkında bir nutuk söyledi. Sonra<br />

hükümet binasına çıkıldı. Hacı Eşref Ağa başta Kaymakam Nedim Bey, bütün<br />

memurları Şehzade Abdürrahim'e takdim etti. Hükümetin salonuna oturuldu. Müftü<br />

vekili Recep Efendi'nin yanına Yeşilada Papazı oturdu. Konuşmalardan sonra o<br />

gün Avşar üzerinden Konya'ya geçtiler. Birkaç gün sonra 15 Mayısta Yunanlılar<br />

İzmir'e çıkıp işgale başlayınca Aydın Sultaniye Tarih muallimi Ahmet Fevzi, Nazilli<br />

Posta Telgraf Müdürü Hüsamettin beyler Eğirdir'e geldiler. Ege'de kurulan Reddi<br />

İlhak Cemiyetinin Eğirdir'de de kurulmasını istediler. Bir Cuma namazından sonra<br />

İzmir'in işgalinin sonuçları üzerine konuştular. Yapılan katliamın ve zulümü<br />

anlattılar. Hacı Abdürrezzak oğlu Şükrü Efendi coşarak ayağa kalktı. "Vatanını<br />

sevenler Nazilli cephesine, sevmeyenler karılarının koynuna..." diye bağırdı. Zaten<br />

İzmir'in işgalinden bir hafta sonra 22 Mayısta Eğirdir'de 700 kişilik bir mücahit<br />

kuvveti oluşturulmuştu. Sonra bu kuvvet benim komutamda Balyambol, Ödemiş<br />

cephesinde savaştı.<br />

Ahmet Fevzi Beyler gittikten sonra o zaman Şarki Karaağaçta Jandarma<br />

kumandanı olan Hasan Karabey ve Veziroğlu Mustafa çavuş bir müfreze askerle<br />

Eğirdir'i kuşattılar. Tığlıoğlu Hakkı Efendi'nin başkanlığında, Sarıboyacıoğlu Hacı<br />

Abdullah, Serçeoğlu İbrahim, Tığlıoğlu Müftü Hüseyin, Hatipoğlu <strong>Nuri</strong> ve kardeşi<br />

Rıfat, Hacı Mustafa Efendioğlu, Hazım Efendi'lerle Posta telgraf Müdürü Selami,<br />

Duyunu Umumiye Memuru Kerim Beylerden müteşekkil "Eğirdir Müdafa-i Milliye"<br />

heyeti kuruldu. Bu sırada Nazilli'de Selanikli avukat Ömer Lutfi Beyin<br />

başkanlığında "Nazilli Heyeti Merkeziyesi" faaliyete geçti. Eğirdir'den de buraya<br />

Süleymanağa oğullarından Hacı Ahmet Efendi seçilerek gönderildi. Nazilli Heyeti<br />

Merkeziyesi'nce hicri 1300 -1310 arası doğumlulardan gönüllü asker alınmasına<br />

karar verildi. Askere alınacakların masrafı Müdafa-i Hukuk Cemiyeti'nce<br />

sağlanacaktı. 1300-1302 doğumlular Dörtyol, Balyambol, Keleş cephesinde üç ay<br />

savaştıktan sonra terhis edilecek, 1303 1304 doğumlular onların yerine gidecek,<br />

böylece devam edecekti.


Dörtyol kumandanı Yörük Ali Efe, Balyambol cephesi kumandanı Kamalı<br />

Efe, Keleş cephesi kumandanı Gökçen Efe, Umum Kuvaiye tedibi Kumandanı<br />

Demirci Mehmet Efe idi.<br />

Bu savaş Yunanlıların daha içerilere girmemesi için veriliyordu. Bu<br />

sıralarda Sütçüler tarafında Kosat adlı bir eşkıya çıktı. Hatta Eğirdir'e baskın<br />

yapacağı, halkı soyacağı, Milliyetçileri ortadan kaldıracağı söylentisi yayıldı. Bu<br />

nedenle Demirci Mehmet Efe Umumi Kuvayi Tedibiye Kumandanı olarak Kosat'ı ve<br />

avanesini ortadan kaldırmak için Eğirdir'e geldi. Herkes Bağlarda idi. Demirci<br />

Mehmet Efe söylentilerin doğruluğunu araştırmadan kendisine verilen listedeki<br />

kişilerden kaçma gereği duymayan dört kişiyi çınara astı. Bunlar, Kuşzade<br />

Müderris Mustafa Efendi, Tığlıoğullarından Hacı Osman Oğlu Hafız Sabri,<br />

Sarıboyacıoğlu Hacı Abdullah, Burhanoğullarından Hacı İsmail Ağa'dır. Kaçanlar<br />

sonradan affedilerek idamdan kurtulmuşlardır. Asılanlardan Müderris Kuşzade<br />

Mustafa Efendi; çok bilgili, sedası güzel, Şeyh Ali Ağa medresesinde Müderris, çok<br />

talebe yetiştirmiş, çevrede nam salmış bir hoca idi. Hafız Sabri ise uzun müddet<br />

Rüştiye mektebi yazı ve Türkçe muallimliğinde sonra Şeriye Başkatipliğinde bulunmuş<br />

güçlü bir zattı. Hacı Abdullah memleketin zenginlerindendi. Hacı İsmail Ağa<br />

memleketin eşrafındandı, Padişah tarafından verilmiş fahri paşalık unvanı vardı.<br />

Demirci Mehmet Efe daha sonra Sütçüler civarındaki Kosat'ı yakaladı ve<br />

avanesini dağıttı. Kosat da Isparta hapishanesine kapatıldı. Hapishane duvarını<br />

delip kaçmak isterken Yakaavşarlı mahkum Topçu tarafından öldürüldü. Topçu<br />

sonra affedildi. Milli orduya geçilince İğdecik köyüne yerleşen Demirci Mehmet Efe<br />

ve çevresindekiler Refet Paşa tarafından dağıtıldı.<br />

Kurtuluş Savaşı başlarken bir Binbaşının kumandasında ve bir miktar<br />

askerle Eğirdir gölünde askeri ulaşımı sağlamak için "Eğirdir Gölü Merakibi<br />

Bahriyesi" adı altında bir teşkilat kuruldu. Üç motor sekiz adet mavnası vardı. Bu<br />

motor ve mavnalar Kurtuluş Savaşı bitene kadar İstasyon altındaki iskeleden Avşar<br />

Hüyük'üne asker ve erzak taşıdı. Savaş bittikten sonra Hazine namına Eğirdir<br />

Maliyesine devir edildi. Sonradan "Eğirdir Yedek Subay Yardımlaşma Cemiyeti'ne<br />

verildiyse de Motor kasıtla İstasyon altındaki iskelesinde batırıldı."<br />

Hafız İbrahim Demiralay da Eğirdir ve Çevresindeki Milli Mücadele<br />

örgütlenmesini, gelişmesini anılarında şöyle anlatır:<br />

"Sivas'taki Mustafa Kemal'le ilişki kurduktan sonra Şarki Karaağaç<br />

Jandarma Mülazımı Hasan Bey Avşar'ın Yaka köyüne on süvari ile gelmiş. Yakalı<br />

Musa Çavuş, Mehmet Pehlivan'ı acele bana göndermiş. Yeniceköy'de yatağımdan<br />

kaldırdılar. Emri okudum. Ben ve Mülazım Hasan Bey'den Eğirdir ve Isparta'daki<br />

resmi dairelere el koymamız isteniyor. Gerçi vazife ağırdır. Lakin vatani<br />

olduğundan mukaddestir, fikrime de uygundur. Hemen yola çıktım. Hasan Beyle<br />

müzakere yaptık. Esaslı anahatları çizdik.<br />

• Kardeşim Salih Beyi içimize almak.<br />

• Birkaç yüz kişilik acele çete düzmek.<br />

• Eğirdir kayıklarına el koyup Canada'dan olayları idare etmek.<br />

• Haberleşme ve araçlara el koymak.<br />

• Isparta'nın Konya ile irtibatı kesmek.<br />

• İl, ilçe, bucaklarda Osmanlı bayrağını indirip Kuva-yi Milliye namına<br />

tekrar dikmek.<br />

• Kuva-yi Milliye'yi Hükümete resmen tanıtmak.


Gelendost ve civar köylerimizin fedakar mücahitleriyle 16 Eylül 1919 Cuma<br />

günü ikindi vakti yola çıktık. Efradımızı Hüyük iskelesinden kayıklara bindirdik,<br />

Canada'ya çıkmalarını söyledik. Biz de Hasan Bey ve Süvari candarmalarla<br />

Karabağlar'a gece geldik. Bağbozumu mevsimiydi. Eğirdir'e girip çıkanı kontrol<br />

etmek için süvarileri Köprübaşı'na yolladık. Biz Karabağlar'dan Canada'ya çıktık.<br />

Hücum kollarını dörde ayırdık. İstasyon yöresine Isparta yolunu ve İstasyon<br />

haberleşmesini kesmesi için Gelendostlu Mestan Ağa müfrezesini koyduk.<br />

Tersikbaşı'na bir müfreze koyduk ki Köprübaşı'ndan gelebilecek kuvvetleri<br />

Eğirdir'e sokmasın. Jandarma Mülazımı Hasan Bey de resmi daireleri işgal<br />

edecek, güvenliği sağlayacaktı. Diğerleri benim yanımda kalacaktı. Öyle de<br />

yapıldı. Güneş doğarken işgal bitti. Hiçbir olay olmadı. Biraz sonra da ben geldim.<br />

Hükümete çıktım. Şüpheli olanlar evlerinde tevkif edildi. Telgrafhaneyi işgal edip<br />

Konya ve Isparta ile de haberleşmeyi kestik.<br />

Eğirdir halkını Hükümet meydanında toplayarak direkte olan bayrağı<br />

indirttim, tekrar direğe çektirdim. Olayı halka şu şekilde açıkladım:<br />

"Ey ahali... İndirilen bayrak Osmanlı bayrağıdır. Tekrar çekilen bayrak<br />

Kuva-yı Milliye bayrağıdır. Endişe etmeyiniz. İş ve gücünüzle meşgul olunuz.<br />

Yalnız milli hareketi kabul ve takviye ediniz..." 17 Eylül cumartesi günü bu iş<br />

tamamlandı."<br />

Hafız İbrahim Demiralay, Demirci Mehmet Efe'nin Eğirdir'e gelme nedenini<br />

şöyle anlatıyor;<br />

"Eğirdir kazamızda ikilik ruhunun önünü bir türlü alamadık. Belediye'ye iki<br />

tarafı çağırırım, uzlaştırmak için uzun nasihatler ederim, el ele vererek barıştırırım.<br />

Bir saat sonra her şey altüst olmuştur. Bu garaz dededen, babadan kalmış olsa da,<br />

konu vatan olunca geri kalmalıydı. Sözünü ettiğim Ağalar'la, Tığlızade'ler. İki tarafın<br />

hısım ve akrabası birbirinin yardımcısıydı. Hacı Eşref Ağa Meşrutiyetin ilanında<br />

Mebuslukla İstanbul'a gitmiş, her şeyi karanlık görme yaratılışta biri. Kalbinde<br />

saflık varsa da inat ve bilgisizliği çok defa kendisini tehlikeye sokmuştur. Biraderi<br />

Hacı İsmail Ağa ağabeysi namına söz söyler, devlete millete ısrarla müdahale<br />

ederdi. Halk ile Hükümet arasına aracılığı şeref sayardı. Saf kalpli lakin hırsa<br />

yönelikti. Doğru söylediğine de şahit oldum. Bir gün Nazilli Kongresine Eğirdir'den<br />

iki aza göndermek gerekti. Bizzat bulundum. Hepsini Belediye'de topladım. Müftü<br />

Hüseyin Efendiyi aday gösterdim. Diğerini de onlara bıraktım. Maksadım ikilik<br />

olmaması için Ağalar tarafının da aday göstermesi idi. Onlar da Pulcu Hacı Ahmet<br />

Efendiyi aday gösterdiler. Pekala uygundu. Müftü ise yalandan bahanelerle bu<br />

işten kaçınıyordu. Hacı İsmail Ağa ortaya atıldı.<br />

"Efendiler... Bu işi tutacak isek dört ucundan birlikte tutalım. Tersi gelirse<br />

birimiz diğerimizi tenkit edemeyiz, sorumlu tutamayız." diye ısrar etti. Sorun da bitti.<br />

Tığlızadeler, Hakkı Efendi, ilk zamanda inkılaba canıyla hizmet etmiş şahsiyettir.<br />

Yalnız asabi ve hissiyatına mağluptur. Müftü ise mutedil ve ihtiyatlıdır. Müspet,<br />

menfi iki burcun çarpışması Kazanın ahengini daima bozuyor, ahali de rahatsız<br />

oluyordu. İyilikle idareye çok uğraştık.<br />

Dağlarda Samut ve Kosat eşkiyası, Sütçüler'deAlaaddin isimli emekli zabit<br />

sarp dağlara sığınmış fesat kaynatıyor. Eğirdir Delibaş'ın tehdidi altında, Yunanlılar<br />

Dinar'ı tehdit ediyor, Eğirdir sallanıyor... Ben mebusum. Sert hareketlere şahsım ve<br />

siyasi durumum elverişli değil. Bu işin bir celladı olmalıdır. O da Demirci Mehmet<br />

Efe'dir. Öyle de oldu.


Çal cephesi takviye edilerek Demirci isyanı söndürmeye memur oldu. Bizim<br />

Mahmut Efe de beraberindedir. Hacı Eşref Ağa'yı Isparta'dan arkasına takarak<br />

Eğirdir'e gelişinin akşamı yirmi kadar kişi hapsedilerek sabahleyin dört tanesi<br />

Hükümet önündeki çınara asıldı. Hacı İsmail Ağa, Hacı Abdullah, Kuş Hoca<br />

Mustafa, Hafız Sabri Efendiler... Hacı Abdullah ilk zamanda Kuva-yi Milliye azası<br />

iken şahsi nefretle ayrılmış, servet ve ifratkarlığı hayatına malolmuştur. Kuş Hoca<br />

muhitin alimi ise de Ağalar'la sıkı teması kendisini yoketmiştir. Hafız Sabri genç,<br />

zeki, fakat Konyalı Zeynel Abidin ile gizli teması duyulmuştur. Bazıları da kaçarak<br />

idamdan kurtuldular. Sonra affedildiler. İdamları hakkında Tığlızadelerin Demirci<br />

Mehmet Efeye mazbata verdikleri söyleniyorsa da ne derece doğru olduğunu<br />

kestiremedim. Bu sırada ağır hasta olmasa idim, şiddetli icraatı belki<br />

yumuşatmaya muvaffak olurdum."<br />

Hafız İbrahim Demiralay Denizli Rumlarının Eğirdir Canada'ya sevkini de<br />

şöyle anlatır.<br />

"Bizimkiler Rumları gece çıkarmışlar, hazırlanan trenle Eğirdir'e acele<br />

harekeletmesini bildirmişler. Dikbaşlı Rumlar önce aldırmamışlar. İki papaz ve ileri<br />

gelenlerden on beş kişinin sokak ortasında cansız serildiklerini görünce akılları<br />

başlarına gelmiş, bir solukta istasyona boylamışlar. Treni izdihamla doldurarak<br />

Eğirdir'e can atmışlar."<br />

Eğirdir'de bir de Şarki Karaağaçlı Hasan Hüseyin Efe'nin öldürülmesi olayı<br />

olmuştur. Başlangıçta cepheye giden Hasan Hüseyin Efe zamanla olumsuzlaşmış,<br />

kaçmaya, bahane aramaya başlamıştır. Geri dönerken Eğirdir'de<br />

cezalandırılmasına karar verilmiştir. Hafız İbrahim Demiralay hatıralarında bu olayı<br />

özetle şöyle anlatır.<br />

"Refet Paşa'nın özel treniyle Jandarma Kumandanını da alarak üçümüz<br />

Eğirdir'e gittik. Tedbirden sonra Refet Paşa Burdur'a döndü. Bulunduğumuz eve<br />

Kaymakam, Jandarma Bölük Kumandanı, Şube Reisini davet edip nasıl tedbir<br />

alacağımızı konuştuk. Ş. Karaağaçlı Hasan Hüseyin Efe'yi istasyonda karşılayıp<br />

adamlarını ayrı ayrı hanlara yerleştirmeyi, Hasan Hüseyin Efe'yi de Hükümetin<br />

yanındaki hana yerleştirme kararı aldık. Gece tren geldi. Konuştuğumuz üzere<br />

adamlar hanlara yerleştirildi. Sabaha doğru hükümet önünde adamlarımızı<br />

topladık. Efe ve kuvvetlerini abluka altına aldık. Hasan Hüseyin Efe "Teslim ol"<br />

ihtarımıza silah ve bombalarla karşılık verdi. Biz de silah kullandık. Bir buçuk saat<br />

devam eden şiddetli çarpışmalardan sonra dört ölü üç yaralı oldu. Kabahatsizlerin<br />

silahlarını alıp, serbest bıraktık. Hasan Hüseyin Efe ve çevresini tevkif ederek 25<br />

Şubat 1920 günü Isparta'ya gönderdik."<br />

Hasan Hüseyin Efe'nin kaldığı yer Yılanlılı Şeyh Ali Ağa'nın yaptırdığı<br />

Hayriye Hanı'dır.<br />

"Milli Mücadelede Denizli, Isparta ve Burdur Sancakları" adlı kitabında <strong>Nuri</strong><br />

Köstüklü o günlere dair Eğirdir'le ilgili bilgiler verir. Tekrara düşmeden kitaptan bazı<br />

alıntılaryapıyorum.<br />

"Denizli'de kurulan Reddi İlhak Cemiyeti 7 Temmuz 1919 da Eğirdir'e<br />

Müftüzade Fevzi, Helvacızade Mehmet, KızılhisarlızadeTevfik'ten oluşan bir heyet<br />

göndererek, milli mücadeleye katılınmasını istediler.<br />

26 Mayıs 1919 da İtalyan temsilcisi, yanındaki askeri maiyeti ve tercümanı<br />

Isparta ve Eğirdir'e geldiler. Ağustos 1919 ortalarında 8000 kişilik bir protesto<br />

yapılınca Antalya'ya geri döndüler.


22 Mayıs 1919 da Eğirdir'de Yunanlılara karşı 700 kişilik bir mücahit kuvveti<br />

oluşturuldu. Alman Tüfekleri Suriye cephesinden geri çekilirken Akşehir, Konya<br />

dolaylarında el altından halka satılmıştı. O günlerde bir tüfek üç yüz fişeğiyle 4-5<br />

liradan satın alınıyordu." (Buraya özel bir not düşmek istiyorum. Suriye cephesinde<br />

de savaşan babam Süvari Başçavuş Veziroğlu Rıza'nın anlattığına göre İngilizlerin<br />

Yafa Hayfa çıkartmasından sonra Osmanlı ordusu geri çekilirken trenler dolusu<br />

mühimmat da cephe gerisine, Karaman'a, Konya'ya taşınmıştır. Sarı Paşa'dan<br />

gelen bir uyarıya göre bu silahların halkın eline geçecek şekilde satılması<br />

söylenmiştir. Sarı Paşa, Mustafa Kemal'in asker arasındaki adıdır. Bunun üzerine<br />

silahların Halep'ten sonra yollardaki istasyon boyunca halka satıldığını anılarında<br />

anlattı. Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa direnişlerinde bu olayın etkili<br />

olduğunu düşünüyorum.)<br />

"Büyük Taarruz öncesi günlerde güney ve güneybatıdan gelen askerlerin<br />

toplanma yeri Kaleönü'ndeki Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa Medresesi idi. İbrahim ve<br />

Yüzbaşı Arap <strong>Nuri</strong> adındaki subaylar her gün gelen askerlerin listesini yaparak<br />

mavnalara bindirirler, Hüyük iskelesine, oradan da Akşehir'e sevk edilirlerdi.<br />

Kaleönü'ne toplanıp Şeyh Ali Ağa Medresesinde giydirip, silahlandırılan askerler<br />

günde en az iki üç sefer yapan 50-60 kişi alan motorun çektiği mavnalarla, cephe<br />

gerisine götürülürlerdi.<br />

Ağustos 1920 de Delibaş çetesine katılanlar Karabağlar'a kadar gelerek<br />

Eğirdir'deki bazı kişilerle ilişki kurdular. Demirci Mehmet Efe de 12 Ekim 1920<br />

akşamı 300 piyade, 300 süvari, bir top, bir makinalı tüfekle Eğirdir'e geldi. Refet<br />

Paşa'nın ifadesine göre de Demirci Mehmet Efe'nin 1500 atlı kuvveti vardı. Demirci<br />

Eğirdir'deki işini gördükten sonra Ş.Karaağaç üzerinden Beyşehir'e geçti." (Dayım<br />

Hasan da Demirci'nin kızanıydı.)<br />

Isparta'ya gelen İstiklal Mahkemesi Bursa mebusu Muhiddin Baha (Pars),<br />

Mebus Hacim Muhiddin (Çarıklı), Yusuf Bey'den oluşuyordu.<br />

Kurtuluş Savaşında yalnız Eğirdir'den 150 kişi şehit olmuştur.<br />

Sütçü İmam'ın müdahalesiyle başlayan Maraş Milli Mücadelesine<br />

Eğirdir'den yardım olarak 200 lira gönderilmiştir. Isparta da Vilayet olarak 200 lira<br />

göndermiştir.<br />

Son olarak o günlerle ilgili annem Zübeyde <strong>Güngör</strong>'den duyduğum bir anıyı<br />

da buraya eklemek istiyorum.<br />

Annemin Amcasının oğlu Hacı Hafız Mehmet Efendi'nin kızıl üzümle<br />

beslediği bir atı varmış. Demirci Mehmet Efe'nin kulağına bu atın şöhreti gitmiş. Atı<br />

ahırından aldırıp Hacı Hafız Mehmet Efendi'yi de Hükümet binasına çağırmış. O da<br />

diğerleri gibi asılacağını sanmış. Yaşaroğlu Hacı Hafız Mehmet Efendi, Demirci<br />

Mehmet Efe'nin huzuruna çıkınca Demirci:<br />

"Yaşaroğlu... Senin bir atın varmış. Bana kaça satarsın?" demiş.<br />

Yaşaroğlu Hacı Hafızda:<br />

"Anamın ak sütü gibi helal olsun Efe Hazretleri, anamın ak sütü gibi helal<br />

olsun.." deyince Demirci Mehmet Efe de:<br />

"Madem öyle ...Hadi git..." demiş.<br />

Hacı Hafız Hükümet binasının merdivenlerinden üçer beşer nasıl indiğini<br />

bilememiş. Yine de korkusundan Demirci, Eğirdir'den gidinceye kadar tanıdığı<br />

birinin samanları arasına saklanmış.


Ne yazık ki, I. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı'ndan yüzlerce Gazisi olan<br />

Eğirdir evlatlarının anılarını geç kalarak tarihe geçiremeden onları sonsuzluğa<br />

uğurladık..<br />

Eğirdir'de Tığlıoğlu Hakkı Efendi'nin başkanlığında Milli Müdafa-i Hukuk<br />

Cemiyeti'nin Kurtuluş savaşı boyunca çok başarılı bir çalışması olmuştur. Bu<br />

örgütlenmenin listesi şöyledir.<br />

Birinci isimler Reis, sonrakiler Aza'dır.<br />

Eğirdir Kazası (Merkez)<br />

Tığlızade Hakkı Efendi<br />

Müftü Hüseyin Hüsnü Efendi<br />

Hacıosmanzade İbrahim Efendi<br />

Hatıpzade <strong>Nuri</strong> Efendi<br />

Telgraf Müdürü Selami Bey<br />

Hatıpzade Rifat Efendi<br />

Hafızağazade Ömer Efendi<br />

Kale Mahallesi İdare Heyeti<br />

İmam HafızAbdurrahman Efendi<br />

Saatçizade Ahmet Efendi<br />

Hacı Kelahmetoğlu Ahmet Ağa<br />

Demirkapı Mahallesi İdare Heyeti<br />

Burhanzade İsmail Efendi<br />

Bestelcizade Osman Efendi<br />

Hacı Burhanzade Hacı Ali Ağa<br />

Katip Mahallesi İdare Heyeti<br />

Sarıboyacızade Hacı Abdullah Efendi<br />

Semercizade Hüseyin Efendi<br />

Şeyh Kadir Efendi<br />

Hamam Mahallesi İdare Heyeti<br />

Hatıpzade Hacı Behçet Efendi<br />

Tığlıoğlu Hacı Şevki Ağa<br />

Ağa Mahallesi İdare Heyeti<br />

Mollaosmanzade Ahmet Ağa<br />

Sipahizade Şakir Efendi<br />

Yaşarzade Hacı Hafız Efendi(Annemin anısını anlattığı kişi)<br />

Kubbeli Mahallesi İdare Heyeti<br />

Sarıboyacızade Ali Ağa<br />

Kale İmamzade HafızAli Efendi<br />

Kuburzade Hafız Süleyman Efendi<br />

Poyraz Mahallesi İdare Heyeti<br />

Çömezzade Hacı Ali Ağa<br />

Maşacızade Hacı Hafız Efendi<br />

Yaşarzade Ömer Efendi(Annemin babası, Yaşarzade Hacı Hafız'ın<br />

amcası. O zaman 90 yaşında. (1829-1931)<br />

Hacışeyh Mahallesi İdare Heyeti<br />

Hacı İncezade Hacı Hafız Hasan Efendi<br />

Hacı Kelahmetoğlu TahirAğa<br />

Boyacıoğlu İbrahim Efendi


Müslim Mahallesi İdare Heyeti(Ada)<br />

Hacı Hafız Salih Efendi Hacı<br />

Şerifoğlu Halil Efendi Kavasoğlu<br />

Süleyman Efendi Yazla Mahallesi<br />

İdare Heyeti İmam Murat Efendi<br />

Ayvazoğlu Hafız Efendi Kadiroğlu<br />

Abdullah Ağa İmaret Mahallesi<br />

İdare Heyeti Hüseyin Efendi<br />

Şapçızade Mevlüt Efendi Şanişoğlu<br />

Ömer Efendi<br />

Çevre bucak ve köylerinin listesi buraya alınmamıştır.<br />

MİNARE ALTINDAKİ YAZI<br />

Öğretmen Cemal Tosun'un okuyuşuna göre yazının Türkçesi şöyledir.<br />

"Müslümanların ve İslamın Sultanı, Sultan Muhammed Han Ekridur yakın<br />

bağlarının vergisini bağışladı. Allah onu ve mülkünü daim eylesin. Her kim bu<br />

hükme uymazsa Allah ve Resulünün lanetine uğrasın." Yazının altında tarih yoktur.<br />

Timur'dan sonra Anadolunun birleşmesi sağlanırken, Şeyhülislam Berdai<br />

Zaviyesi Mehmet Çelebi Sultan'ı desteklediği için Eğirdir'e gelmiş, karşılık olarak<br />

bu vergiyi bağışlamıştır. Bu olay böyle değerlendirilmektedir.<br />

Birinci kitabenin üstünde girift bir Selçuklu sülüsü ile yazılmış bir kitabe daha<br />

vardır. İbrahim Yıldırım'ın okumasına göre "Biz sana (Kur'an'ı) indirdik..."ayetidir.<br />

MİNİYET<br />

Mahalle fırınlarına ekmek hamuru taşımak için 10-12 bölümlü uzun genişçe<br />

bir keresteden yapılmış araçtır.<br />

MİSKİNLERYOKUŞU<br />

Eğirdir Isparta yolundan Sevinçbey ovasına geçen sırta Miskinler Yokuşu<br />

denir. Cüzzam (Lepra) hastalığına halk arasın da "Miskin hastalığı" denirdi.<br />

Geçmiş zamanda çok bulaşıcı bir hastalık gibi görüldüğü için bu hastalığa<br />

yakalananlar toplum dışına çıkarılır, ihtiyaçları karşılanırdı.<br />

Sanırım Eğirdir'de cüzzam hastalığına yakalananları uzaklaştırıp Miskinler<br />

Yokuşu dolaylarında tuttukları için o yöreye Miskinler Yokuşu denilmiş olabilir.<br />

Cüzzam hastalığında parmak, burun, kulak düşmeleriyle insan çok<br />

sevimsiz görünüşte olabilir.<br />

Bursa'da miskinler mahallesi olduğunu Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde<br />

yazar.


MİZMİLE<br />

Miskinler'den Eğirdir<br />

Buzatına binenin ileri hareketini sağlayan ucu sivri demirli değnek.<br />

Dizengeç de derler.<br />

MUNGİLLİ<br />

Muşilli oyununun cevizden iri büyüklükte taşıdır.<br />

MUSA KALFA MAHALLE MEKTEBİ VE MESCİDİ<br />

Hacı Şeyh mahallesinde, Eskihisar mezarlığının güneyinde idi. Eğitim<br />

Birliği kanunundan sonra diğer mahalle mektepleri gibi burası da satılarak<br />

parasıyla Zafer İlkokulu yapıldı.<br />

MUSANDIRA<br />

Eski ahşap evlerde yüklük, dolap, gusulhanenin tavanla arasına bir boşluk<br />

bırakılır, mutfak kabları konurdu. Bu bölüme musandıra denirdi.


MUSLUHİDDİN DEDE<br />

Müderris, alim, fazıl, fakıh, Hacı, Mısır ve Şam'da okumuş bir kişidir. Seyyah<br />

İbni Batuta 1333 Eğirdir'e uğradığında onu ağırlayan Müderris Musluhiddin'den<br />

böyle överek söz eder.<br />

Öğretmen Ali Rıza Yürükoğlu'nun verdiği bilgiye göre Türkistan'ın Hoçend<br />

şehrinden gelmiştir. Ada'da bulunan türbesinin sandukasının başucundaki<br />

levhada bunu okuduğunu söyler. Doğum ve ölüm tarihleri hakkında, türbesinin<br />

niçin Ada'da olduğu hakkında bir bilgi yoktur.<br />

Katip Çelebi Cihannüma'sında azizlerden olduğunu yazar.


MUSTAFA KURTAY<br />

1910 yılında Eğirdir'de doğdu. İstanbul Muhabere Küçük Zabit<br />

Mektebinden mezundur. 1938 de Halk Kitabevi'ni kurup Eğirdir'e trenle ilk gazeteleri<br />

getirip satmıştır. Eğirdir Lisesi kitaplığına da 400 kitap bağışlamıştır. Demokrat<br />

Parti'nin örgütlenmesinde Türkiye'de yedinci sırada yer almıştır. Belediye<br />

Başkanlığı, İl Genel Meclisi Üyeliği yapmıştır. 7 Ocak 1954 de Demokrat Eğirdir<br />

gazetesini kurup vefatına kadar devam etmiştir. Ölüm tarihi 16 Mayıs 1993 tür.<br />

Şimdi Demokrat Eğirdir gazetesini oğlu Altan Kurtay devam ettirmektedir.<br />

MUŞİLLİ<br />

Bir taş oyunudur. Çocuklar kadar büyükler de oynardı. Ortaya iri ceviz<br />

büyüklüğünde bir taş konulur. Bu taşa "mungilli" denir. Oyuncular ellerine el kadar<br />

yassı bir taş alırlar. Bu taşa "Kayrak" denir. Mungilliden iki üç metre uzağa bir çizgi<br />

çizilir. Oyuncular elindeki kayraklarla ortadaki taşı vurmaya çalışırlar. Taş vurulup<br />

"ebe" yerine koyuncaya kadar herkes attığı kayrağını alıp çizginin ötesine geçebilir.<br />

Bu arada geçemeden vurulan ebe olur.<br />

Eğirdir'de kullanılan Mungilli, Muşilli, Curilli kelimelerine benzer Hitit dilinde<br />

birçok kral ismi vardır. Hattuşuli, Harapşili, Tahurvaili, Muvatalli, Murşilli gibi... Bu<br />

kelimelerin Hititlerin bir kolu olup buralara yerleşen Luvilerle ilgisi araştırılmaya<br />

değer.<br />

Curilli, küçük balıkyavrularına denir.<br />

MÜDERRİS HACI HALİL EFENDİ<br />

Guburzade Hacı Hasan Efendi'nin oğludur. Dündar Bey Medresesinden<br />

sonra icazet verip Müderris oldu. Dündar Bey Medresesine de müderris oldu.<br />

Hoşsohbet sahibi, neşe kaynağı idi. Medreseye gelen talebe azalınca ticaret<br />

hayatına atıldı. 1921 de öldü.<br />

MÜEZZİN HAFIZ SALİH EFENDİ<br />

Otabatanoğullarından Saadettin Efendinin oğludur. Rüştiyeyi bitirdikten<br />

sonra Dündar Bey Medresesine girdi. Medresede okurken Hızır Bey Camisine<br />

müezzin oldu. Sedası çok güzel ve gür idi. O kadar ki sabahları okuduğu ezanların<br />

Sorkuncak köyünden duyulduğu söylenir.<br />

l. Dünya savaşında askerliğini Tabur İmamı olarak yaptı. Hacca gitti, orada<br />

vefat etti.<br />

MÜFİD-İ MUHTASAR<br />

Eğirdirli olup İstanbul'da bir tekke Şeyhi olan, Olanlar Şeyhi İbrahim<br />

Efendi'nin bir eseridir.


MÜTEVELLİ<br />

Konnebucağı ile Meseyin arasında kalan yöredir. Sanırım Bağlar'da ilk<br />

gelen atalarımız bu bölgeye yerleşmişlerdir.<br />

"Eğirdir'in en eski sülaleleri kimlerdir?" diye sorulduğunda;<br />

"Kale mahallesinde evi, Mütevelli'de bağı olanlar." denir.<br />

MÜZE<br />

1945 lerde Zafer İlkokulunun ders aletlerinin de bulunduğu geniş bir salon<br />

vardı. O salona "Müze" denirdi. Bu salonda eski yazılı mezar taşları, küçük boyda<br />

heykeller görürdük.<br />

Bunların ne olduğu konusunda bilgi edinemedim. Bu tarihi eserlerin Zafer<br />

İlkokulu'na konulduğu konusunda Ün dergisinde de notlar vardır.<br />

Eğirdir ( 1930)


NAFİZ PAŞA<br />

N<br />

Biz Eğirdirliler Nafiz Paşa olarak biliriz ama kaynaklarda Abdurrahman<br />

Nafiz Paşa olarak geçer. Doğum tarihi hakkında bilgi yoktur. Verilen bilgilere göre<br />

Nafiz Paşa Eğirdirlidir.<br />

Yetişmesinde hem Dündar Bey Medresesinde hoca olup hem müftülük<br />

yapan Koca Müftü Rafi Efendinin büyük yardımı dokunmuştur. Beş altı defa Maliye<br />

Nazırı olmuştur. 1852 de İstanbul'da, Beylerbeyi'ndeki yalısında ölmüştür. Yenikapı<br />

Mevlevihanesi civarındaki özel türbesine gömüldü. Mevlevi tarikatına ilgi duyduğu<br />

için Mevlevihaneye bir kütüphane yaptırıp buraya çok değerli kitaplar vakfetmiştir.<br />

Kızkardeşi şair İzzet Molla'nın eşidir. Konağı Feyziati Lisesi olmuşsa da sonradan<br />

yanmıştır. Torunlarından Talat Bey Isparta Sancağı Aşar Müdürlüğü yapmıştır.<br />

Dil dergisi 33. sayısındaki bir bilgiye göre Türklerin genel Kültür<br />

ansiklopedisi niteliğinde olan, bütün Türkdillerinin sözlüğü, dilbilgisi kitabı olma<br />

yanında Türk'ün eski tarihini, edebiyatını, yaşayışını, düşünüşünü, coğrafyasını<br />

veren Kaşgarlı Mahmut'un DİVANÜ-LUGAT-İT-TÜRK'ün değerini bilerek yıllarca<br />

saklamış, yakınlarından bir kadına verirken: " Bak sana bir kitap veriyorum. İyi<br />

sakla. Sıkıldığın zaman kitapçılara götür, altın para otuz lira eder, aşağı verme."<br />

demiştir. Bu kitabın değerini bilerek Ali Emiri Efendi otuz altın lira verip almış, Kilisli<br />

Rifat Efendinin katkısıyla eser üç yüz adet olarak, üç cilt halinde yayınlanmıştır.<br />

Böylelikle Nafiz Paşa Türk dünyasına çok büyük bir hizmet yapmıştır.<br />

NAR AĞAÇLARI<br />

Kireçli taşlık yerleri sevdikleri için daha çok Kale mahallesinde olmak üzere<br />

Eğirdir'in pek çok yerinde nar ağaçları vardı. Baharda çiçekleri çok hoşumuza<br />

gider, oynardık. Eğirdirliler daha çok ekşi narı severlerdi. Ateşli hastalıklarda<br />

komşuların olanlarından ilk istenen oydu.<br />

Evlerde özel saklanırdı. Nar taneleri bir tülbentin içine konur, sıkılır, nar<br />

şerbeti yapılırdı. Tane tane de yenirdi. Şimdilerde o nar ağaçları da kayboldu. Dut<br />

ağaçlarının kaybolduğu gibi.<br />

NARAZİTENE<br />

Eğirdir gölü kuzeyinde ve yakınında Gencali köyünde bulunan yazıtta tam<br />

yeri saptanamayan bir ilkçağ köyü.


NAZİFE<br />

Eğirdir'in meşhur tefçilerindendi. Muzaffer Sarısözen'e Eğirdir türkülerini<br />

söyleyip onun notaya aldığı kişidir. Radyo repertuarında adı geçer.<br />

NEAPOLİS<br />

Şarkikaraağaç'ın antik adıdır.<br />

NEMENAZİK<br />

"Neyime lazım" ın değişmiş şeklidir. "Başkasının davranışlarına karışmam,<br />

onlar ne yaparlarsa yapsınlar, ilgisiz kalırım." anlamında kullanılır.<br />

NESLİOĞLU<br />

On altıncı yüzyıl sonlarında bu çevrelerde eşkıyalık yapıp Osmanlı<br />

Devletini uğraştıranlardandır. Naima Tarihinde adı geçer. Eğirdir'de " Nesliler" diye<br />

halen bir soy vardır.<br />

Neslioğlu Mehmet Çavuş 1596 da Isparta, Burdur, Denizli köylerinde 45<br />

bin leventle soygunlar yapmıştır.<br />

NEŞ'ET ÇAĞATAY<br />

İslam tarihi profesörlerindendir.Avşar Yenice köyünde 1918 yılında doğdu.<br />

1940 yılında Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesini bitirdi. Fransızca,<br />

İngilizce, Farsça, Arapça dillerini bilen Çağatay'ın "İslam Milletler ve Devletleri<br />

Tarihi", "İslamdan Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı" gibi önemli eserleri vardır.<br />

2000 Yılında vefat etmiştir.<br />

NİNE YAPMAK<br />

Oyuncak bebek yapmak demektir. Haç şeklinde iki kazık bağlanır. Çaputla<br />

sarılır, doldurulur, üst tarafı baş haline getirilir, insan yüzü çizilir. Günün giysilerine<br />

benzetilerek bir şeyler dikilir, giydirilirdi. Kız çocukları bebek oyuncak olarak<br />

bununla oynarlar, kucaklarından düşürmezlerdi.<br />

NİS<br />

Yeşilada'nın eski adıdır. Eski Helen dilinde ada anlamına gelen "Nesos" dan<br />

bozma olabilir. Bir kaynağa göre 1501 yılından önce Nis'te 14 Müslüman, 60<br />

Hıristiyan, 1550 den sonra da 25 müslüman, 40 Hıristiyan evi bulunmaktadır. Katip<br />

Çelebi Nis adasında iki yüz kadar ev olduğunu, yarısının müslümman, yarısının<br />

hıristiyan olduğunu, halkının gemicilik ve dokumacılıkla geçindiğini<br />

Cihannüması'nda yazar.<br />

19. Yüzyılda adanın nüfusu bin kadardır. 1845 tarihinde 85 müslüman, 100<br />

gayrimüslim hane olduğu kayıtlıdır. 1850 lerde adada bir yangın olmuş, 40-50 hane<br />

hıristiyan evi yanmış, çoğu Isparta'ya göç etmiştir.


Ada'da Rumlara ait bir ilkokul, bir rüştiye vardı. Parası cemaatça<br />

karşılanırdı.<br />

Nis'teki Rumlar için Hıristiyanlaşmış Türkler olduğunu iddia edenler de<br />

vardır. Bizans yönetimi içinde örnekleri çoktur.<br />

NİS CAMİSİ<br />

Nis Adası<br />

Yeri Hıristiyanlar tarafından Müslümanlara verilmiştir. Daha önce Ada'da<br />

Hıristiyanlar otururken Timur 1403 de Eğirdir'i almaya geldiğinde Eğirdir'deki<br />

Müslüman halk Nis adasına sığınmıştır. Timur Eğirdir'i aldıktan sonra Ada'ya<br />

yönelince Halk Ada'dan kaçmış, Timur da Ada'daki kiliseleri tahrip etmiştir.<br />

Timur'dan sonra Ada'ya dönen Müslüman ve Hıristiyan halk birlikte oturmaya<br />

başlamışlardır. Hıristiyanlar yıkılan kiliselerden Kız Kilisesi'ni, Müslümanların cami<br />

yapmasına izin vermişler, zamanın yöneticileri izin vermeyince mescit<br />

yapmışlardır. Cuma ve Bayramlarda zorluk çeken halk Atabey Medresesi Müderrisi<br />

Şeyh Mehmet Efendi'den "Gayrimüslim ahaliye zarar vermemek kaydıyla camiye<br />

çevrilmesine" cevaz vermesi üzerine 1618 de Sultan Genç Osman tarafından<br />

ferman verilmesiyle cami olarak ibadete açılmıştır. Fermanın Türkçe yazılımı<br />

Böcüzade Tarihinde özetle şöyledir:<br />

"Siddei saadetime mektuplar gönderip Eğirdir kasabası adasında kızkilisesi<br />

adıyla bilinen kilise cami olması uygun olmakla, kendi mallarıyla harap olan yerlerini<br />

tamir edip camii şerif olmasını rica ettiklerini bildirdiklerinden cuma ve iki bayram<br />

namazı kılınmasına izin verilmiştir." (Hicri 1027 Miladi 1618)<br />

Yazar bu fermanın caminin duvarında asılı olduğunu yazar. ( Böcüzade<br />

Süleyman Sami 1851-1932)


Çoğunun adının Türk adı oluşu, yine çoğunun rumca bilmeyip Türkçe<br />

konuşması bu savın geçerliliğini kabul etmeye zorlamaktadır. Çünkü Nis'te oturan<br />

halkla Bizans yönetimi arasında iyi bağlar olmamıştır. Tarihi kayıtlar burda<br />

oturanların Bizans yönetiminden nefret ettiğini, Türkleri tercih ettiğini John<br />

Comnenus'un bunları yola getirmek için silah bile kullandığını yazıyor.<br />

Kurtuluş Savaşı 1923 mübadelesinden sonra Selanik yöresinden gelen<br />

Türkler, giden Rumların evlerine iskan edilmişlerdir.<br />

1950 lerde göl seviyesi yükselince Nis'ten birçok aile Eğirdir<br />

Belediyesinden yer istemişler, sonuç alamayınca 40 - 50 hane Isparta ve İstanbul'a<br />

göç etmişlerdir. İstanbul'da daha çok trikotaj üzerine iş yapmaktadırlar.<br />

NOZUL<br />

100-150 gramlık sıraz yavrularına denirdi. Sudaktan sonra gölün hayatı<br />

değişince o da kalmadı.


ODUN PAZARI<br />

O<br />

Demirkapı hamamı kalıntılarına varmadan sağ taraftaki boşluğa denir.<br />

Geçmişte başta Akpınar köyü olmak üzere Eğirdir'in odun ihtiyacı eşek ya da<br />

katırların getirdiği odunlarla karşılanırdı. Hayvanların sırtlarındaki oduna da "Yük"<br />

denirdi. Beş yük, on yük odun alan kişi hayvanlarla evinin önüne kadar götürür,<br />

yükünü yıktırır, içeriye taşırdı.<br />

OKUCU<br />

Davet, düğün, mevlütlerde sahibi adına çağırma, davet etme işini yapan<br />

kişiye denir. Orhun yazıtlarında "Okı" çağırmak, davet etmek anlamındadır.<br />

Eğirdir'de bu işi yapan belirli kişiler vardı, işi olan kişi listesini yapar, okucu eline<br />

verirdi.<br />

OLANLAR ŞEYHİ İBRAHİM EFENDİ<br />

Halfeti tarikatına mensup Melami Tasavvufu "Olanlar" (Ermişler) Şeyhi<br />

olarak tanınır.1591 yılında Eğirdir'de doğmuş, 1655 yılında İstanbul'da ölmüştür.<br />

Tüccar bir aileye mensuptur. Aile mesleğini devam ettirmeyip tasavvufa yöneldi.<br />

İstanbul'a giderek Seyyit Seyfullah Efendi halifelerinden Hakikizade Osman<br />

Efendi'den halifelik aldı. Daha sonra Olanlar tekkesinin Şeyhi olarak ölümüne<br />

kadar devam ettirdi. Tekkesi ve türbesi Aksaray meydanının düzenlenmesi ve<br />

Millet caddesinin 1957 de açılması sırasında yıktırılmıştır. Mezarı Murat Paşa<br />

cami haziresine nakledilmiştir.<br />

Ordinaryüs Profesör Dr. Fuat Köprülü'nün Türk Edebiyatında İlk<br />

Mutasavvıflar' adlı eserinde Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi'den şöyle bahseder.<br />

"Dil-i Dana, Müfid-i Muhtasar adlı iki manzum, meşhur eseri olan bu zat<br />

tasavvufta önemli bir kişidir. Aruz vezniyle yazdığı manzumelerden başka Yunus<br />

Emre tarzında, lakin biraz daha sanatlı ve ıstılahlı pek kuvvetli eserleri vardır." der.<br />

Aynı eserde Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın Hızırname adlı eserinden de bahseder.<br />

Böyle büyük ve çok önemli bir eserde iki Eğirdirli şairden söz edilmesi hepimiz için<br />

gurur kaynağıdır.<br />

Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi'nin ayrıca "Vahdetname" başlıklı manzum<br />

eserleri de vardır. Şiirlerinden örnek vermek istiyorum:


Yayan yerde ne gezersin gel ademe ir bu deme<br />

Hayvan gibi ne yelersin gel ademe ir bu deme<br />

Nusha-i Vahdet ademdir nefha-i kudret bu demdir<br />

Ademden gayrı ademdir gel ademe ir be deme<br />

Ayine-i Hak ademdir gören görünen bu demdir Her<br />

nefes ismi azamdır gel ademe ir bu deme<br />

Bu ilmin beyanını bir kamil insandan sor Canım<br />

can haberini can içinde candan sor<br />

Yarın ne olacağın bugün bilmek istersen<br />

Uykuya vardığında gördüğün seyrandan sor<br />

Yarin zülfü içinde ne başlar oynadığın Erenler<br />

meydanında top ile çevgandan sor<br />

Geçen hod geçti gitti geleceği neylersin Her<br />

nefsin neşesin bu demle bu andan sor<br />

İbrahim'in gönlünün gönklediğini bilmeğe Can ile<br />

talip isen gel Arş-ı Rahmandan sor<br />

Alimem dersin amma alemden bihabersin Bu<br />

andan bu nefesten bu demden bihabersin<br />

Söze gelince gerçi eylemişsin kıl gibi Kalbine<br />

Hak'tan olan hemdemden bihabersin<br />

Bu esrarı duymaya gerçekler nazarında<br />

Ariflerin dediği nağmeden bihabersin<br />

Dört kitabı okursan yine bilmiş olmazsın Benim<br />

canım madem ki ademden bihabersin<br />

OLUKLUCA<br />

Atalarımız doğada ibadet etmeyi hep sevmişlerdir.Olukluca'yı da sık sık<br />

ziyaret ederek ibadet etmişlerdir. Camili Yayla adına dikkat edilirse, ibadet için<br />

yaylada bile cami yaptırmışlardır. Dedegöl dağındaki Karagöl'e kadar giderek on<br />

beş gün orda kalıp ibadet ettikleri bilinmektedir.


Şeyh Mehmet Sultan için halk arasında bir hikâye anlatılır. O'nun bir katırı<br />

varmış. İbadet etmek için Olukluca'ya çıkarken Şeyhin rahat gitmesi için katırın<br />

arka ayakları uzarmış. Şeyh inerken rahat inmesi için katırın ön ayakları uzarmış.<br />

Olukluca bir meşe korusudur. Ne yazık ki asırlık meşeler 1911 kışında<br />

kesilmiştir. O yıl öyle kış olmuş ki yüz gün gölün buzu kalkmamış. Soğuktan<br />

yakacak kalmadığı için korudaki asırlık meşeler, hatta katranlardan bazıları<br />

kesilerek Eğirdirli hayatta kalma savaşı vermiştir. Olukluca'daki şimdiki ağaçlar<br />

kesilen meşelerin köklerinden ya da yeniden oluşan ağaçlardır.<br />

OMUCA<br />

Asma kütüğü. İssiz yandığı için Pınarpazarı'ndaki kebap fırınlarında omuca<br />

yakılırdı.<br />

ONYEDİLER<br />

Bir sohbet arkadaşlığı gurubudur. 3 Mayıs 1959 Cami mahallesi<br />

yangınından sonra dağılmıştır.<br />

OT BALIĞI<br />

Pararhodeus niger... 68 cm uzunluğundadır. Sarı, pullu, akvaryum balığı<br />

gibi bir balıktı. Daha çok hendek otu denen otların arasında yaşardı.<br />

OTURAK<br />

Çocuk ve hastaların eskiden tuvalet için kullandıkları topraksırçalı kap.


OVMA HELVASI<br />

Nişasta az bir suyla ezilir, sulandırılır, içine tat verecek ölçüde pekmez,<br />

biraz da tereyağı katılır. Ateşe konur, sürekli karıştırılır. Katılaştığında eksıranla<br />

sürekli olarak kıyılır. Pilav durumuna geldiğinde ocaktan indirilir.<br />

OVMAÇ ÇORBASI<br />

Hamur az bir unla iki el arasında ovularak ufalanır. Çorbanın malzemesi<br />

olarak kullanılır. Kaynar suya atıldıktan sonra çorba pişince üzerine kızarmış<br />

sadeyağ konur.


ÖĞLE YELİ<br />

Lodos'un yerel adıdır. Lodos yeli genelde öğle ve öğleden sonra başladığı<br />

için Eğirdirliler bu adı vermişler.<br />

ÖKSÜRÜK KAYASI<br />

Hıdırellez mağarasının yakınlarındadır. Hasta kayanın yanına gider.<br />

Tükürür, üzerine taş yapıştırır, ardına bakmadan evine döner. Öksürüğünün<br />

geçeceğine inanarak bekler.<br />

ÖMER FEVZİ ÖZTIĞ<br />

Ö<br />

1915 yılında Eğirdir'de doğdu. İlk öğrenimini Zafer İlkokulunda, orta<br />

öğrenimini Isparta'da bitirdikten sonra yüksek tahsilini Almanya'da tamamladı.<br />

Botanik profesörü olan Öztığ Almanca, Fransızca, İngilizce bilmektedir. Faydalı<br />

Bitkiler, Bitki Anatomisi, Nebatlar Dünyası eserlerinden birkaçıdır. Liseler için<br />

Biyoloji ders kitapları da yazmıştır.


PALAZ BABA<br />

P<br />

Baba Sultan türbedarlarındandır. Göl tarafında türbesi vardı. Yüz yıl kadar<br />

önce yıkılıp yola gitmiş.<br />

Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın 1475de biten divanı Hızırnamesinde Palas<br />

Abdal olarak adı geçen kişi bu olsa gerektir. 1475 yılını esas alırsak tarih<br />

bakımından hayli eski görünüyor.<br />

PAMUK HANI<br />

Bugünkü Belediye işhanının bulunduğu yerde idi. 1926 da Şapçılar<br />

tarafından satın alınıp yerine otel ve iş yerleri yapıldı. 1966 dan sonra Belediye<br />

istimlak edip oraya bugünkü işhanını yaptırdı. Daha önce oranın bedesten olduğu<br />

bilinir. Şimdi Isparta müzesinde sergilenen Eğirdir Definesi bu işyeri yapılırken<br />

bulunmuştur.<br />

Prof. Dr.M.Akif Erdoğru XVI.Yüzyılda pamuklu bezlerin satıldığı kapalı<br />

çarşı (Bezzazistan) olduğunu yazar. Büyük birolasılıkla bu yer Pamuk Hanı denilen<br />

bugünkü Belediye işhanının olduğu yerdi. Eğirdir definesinin de burada bulunması<br />

bu olasılığı güçlendirmiyor mu?<br />

PAMUK<br />

Eski kayıtlarda pamuğun Eğirdir gölü çevresinde ekildiği yazılıdır. Hatta<br />

Avşar'dan bahsetmektedir. Benim çocukluğumda Avşar'ın köyü olan Yenice köyde<br />

pamuk ekilirdi. Pamuğun o zamanki adı "Penbe" dir. Atabey'in bir köyünün adı da<br />

Penbeli'dir. 1480 lerde Bedre köyünde de pamuk ekildiği kayıtlarda geçiyor.<br />

PAPURATEŞ TAKIMI<br />

Bir sohbet arkadaşlığı gurubuydu. Papurateş de bu sohbette oynanan bir<br />

oyunun adıdır.<br />

PASTIRMA<br />

Eğirdir pastırması Kayseri pastırması gibi çimenle yapılmaz. Keçi ya da<br />

erkeçin kaburgaları özel olarak ayrılır, bolca tuzlanır. İnce tülbent sarılarak güneşte<br />

kurutulur. Etin yağlı olması gerekir. Genelde et tuz yüklü olur. Kışın kaburgalar<br />

çubuk halinde kesilir.Ocakta, mangal zerinde pişirilerek yenir. Yalnız yağlarının<br />

boşa akmaması için sık sık iki ekmek arasına konularak yağı alınır. Lezzeti başka<br />

tür pastırmalarla kıyaslanmaz.


PARLAİS<br />

Bugünkü Barla'nın antik adıdır.<br />

PATLAVUK<br />

Ağız civarında ve yüzde kabuklu çıbanlar olurdu. Bu çıbanları iyi etmek için<br />

patlavuk kesilirdi. Patlavuk kesen ocak kişisi çıbanlı çocuğa, "Patlavuğunu<br />

kesivereyim mi?" diye üç kez sorar, o da üç kez "Kesiver." derdi. Genelde iğde<br />

ağacı fışkınlarından birkaç dal kesilir, çocuğa verilirdi. O dallar da bacabaşına<br />

konulur, onlar kurudukça çıbanların da kuruyacağına inanılırdı.<br />

PAZARTAŞI<br />

Prostanna'dan Akpınar köyüne inerken üste yakın bir düzlüktür. Güneyinde<br />

yüksek kayalar vardır. Eski yol Prostanna'nın en alçak yerinden geçip<br />

Kervansaray'a indiği için bu yerin de yol üstü olması nedeniyle Pazartaşı olarak<br />

anılması dikkate değer.<br />

Akpınar- Pazartaşı'ndan Boğazova'nın görünüşü<br />

PAZAR KAYIĞI<br />

Yeşilada'da oturanların her gün Eğirdir'e gelip gitmek için kullandıkları<br />

kayıktı. İki tane olduğunu söylerler.


PEKMEZ KARMAK<br />

Mart ayında kar diş diş olduğunda üzerine pekmez dökülür yenirdi. Buna<br />

pekmez karmak derlerdi.<br />

PEKMEZ TOPRAĞI<br />

Marnlı toprak. Üzüm suyundaki asiti giderir, pekmezi tatlandırır. Genelde<br />

Banus köyünden getirirlerdi.<br />

PESKENİA<br />

Eğirdir gölü kuzeyinde bulunan yeri tespit edilememiş bir ilk çağ köyü ya da<br />

kasabası.<br />

PEYNİRLİ PİDE<br />

Eğirdir'e özel bir yemektir. Sekibağ mesiresinin yemeğiydi. Sekibağ<br />

mesiresi Mayıs ayının ikinci haftasının Pazargünü yapılırdı. Fırında pide yapılırken<br />

taze, tuzsuz, yağlı keçi peyniri harç edilir, pide hamuru üzerine konulurdu. Fırından<br />

çıktıktan sonra da parçalara bölünür, özel tencerelerine konarak üzerine bolca<br />

şeker dökülürdü. Sıcakken tencerenin kapağı kapatılır, iyice sarılır, sıcak sıcak<br />

öğleyin yenmek üzere, çadırlarda bekleyenlere; oğullar, nişanlılar, babalar<br />

tarafından Sekibağ'a yetiştirilirdi.<br />

Günümüzde de yapılıyorsa da doğru malzeme kullanılmadığından afiyeti<br />

olmuyor.<br />

PINAR PAZARI<br />

Pınardağı eteklerinde çıkan pınarın düzlüğünde eskiden 15 Eylül-15 Ekim<br />

arasında dört Pazar yapılan bir panayırdı. Köyler, ilçeler, tüm yörüklerin ve çevrenin<br />

toplanıp mal aldığı, mal sattığı bir pazardı. Şimdilerde ihtiyaç karşılığı 15<br />

Ağustostan başlamak üzere on hafta yapılmaktadır.<br />

Ne zaman başladığı bilinmiyor ama 1204 den sonra buraya temelli yerleşen<br />

atalarımızın bu olayı başlattıkları kesindir. Çünkü geldiği yerlerdeki geleneklerini de<br />

getirmişlerdir. 1860 larda Semerkand dolaylarında dolaşan Radlofun "Sibirya'dan"<br />

adlı neserinde böyle bir Pazaryerini anlatmaktadır.<br />

"Ortada bulunan Pazar yeri umumiyetle geniş, boş bir sahadan ibarettir.<br />

Fakat Pazar günü meydan uçsuz bucaksız insan kalabalığı kaynaşır. İhtiyar ve<br />

gençler bütün kışlaklardan buraya gelirler. İmkânını bulan herkes pazara gider.<br />

Satın alacak, satacak bir şeyi olmasa dahi pazarı kaçırmaz. Rahat bir sükunetle<br />

alışveriş yapanlar arasında dolaşır.<br />

Burada binlerce ve binlerce erkek, çocuk ve kadınlar sık bir kalabalık<br />

halinde kaynaşırlar. Her yer rengarenk olur. En çok gözebatan satılık mallar, tarla<br />

mahsulleri, ziraat aletleri, çanak çömlek binek takım gibi şeylerdir..." Sanki bizim<br />

Pınarpazarını anlatıyorgibi.


PINARGÖZÜ<br />

Pınarpazarı (1940)<br />

Yenişarbademli şehir merkezine 10 km uzaklıktadır. Dedegöl dağının<br />

eteğindedir. Bir mağara ağzından büyük bir su çıkar. Çevresinde antik yerleşim<br />

izleri vardır. Uzmanların incelemesine göre mağaranın uzunluğu 15 km.dir.<br />

Türkiye'nin en uzun mağarası denilmektedir. Genelde suyu 4 °C derecedir.<br />

Çevresi Orman Bakanlığı tarafından mesire yeri haline getirilmiştir.<br />

Buradaki ulu bazı karaçamların 400 yaşında olduğu söylenir. Mağarayı<br />

inceleyen uzmanlar içinde şelaleler, yer altı gölü, ırmağı olduğunu, ender rastlanan<br />

bir mağara olduğunu belirtmişlerdir. Eğirdir'e Aksu üzerinden 55 kilometredir.<br />

PİRE KIYISI<br />

Yeşilada'nın güney kıyısıdır. Şimdi doldurulup yol haline getirildi. Poyraz<br />

olduğu zamanlarda kayıklar buraya yanaşırdı. Şimdi küt gövdesi kalmış, içi oyuk<br />

yaşlı bir çınar ağacı vardır.<br />

PİRİNÇLİK<br />

Bugün Dağ ve Komando Okulu'nun eğitim yaptıkları Isparta yolu<br />

doğusundaki yamaçtır. Sanırım geçmiş zamanda pirinç ekildiği için bu ad<br />

verilmiştir.


PİŞMANİYE<br />

Kışın havanın çok soğuk olduğu zamanlarda pekmezden pişmaniye<br />

yaparlardı. Pekmezden mat yapılır, defalarca katlanarak muamele edilir.<br />

Tereyağla un kavrulur, mat tablanın üzerine çember şeklinde konularak yayılmış un<br />

üzerinde üç dört kişi aynı yönde çevirirler, mat işlem sonucu tel tel olurdu. Başarılı<br />

olmazsa mat çuvaldız gibi kalın olurdu.<br />

En soğuk kış günlerinin özel zevklerinin arasında olan pişmaniye, haşhaş<br />

helvası, ceviz helvası artık günümüzde unutuldu. İnsan ilişkilerimiz, insan<br />

sıcaklığımız kalmadı. Umarım kültürümüzün yaşamasını isteyenler günün birinde<br />

bu güzelliklere sahip çıkarlar.<br />

PREHİSTORİK KALINTILAR<br />

Konnebucağı pınarının Sivri dağı istikametinde yüz metre kadar batısında<br />

1970 yılında kuyu kazılırken 6 metre derinlikte bir mezar ve iki küp çıktı. Mezar; bir<br />

taş döşeme üstüne yatırılmış ölüye, pişmiş topraktan uzunlamasına yarım küp<br />

biçiminde bir kapak kapatılmıştı. Konnebucağı pınarının doğu bucağında da<br />

dikkate değer keramik kalıntıları görülür.<br />

Meseyin dağının güneydoğu yönünde, Belen taraflarında prehistorik<br />

kalıntılar vardır. Değişik keramiklerin yanısıra obsidiyen, sileks taşlar görülmüştür.<br />

Prof. Dr. Sait Özsait'in verdiği bilgilere göre J. Meloart 1955 lerde Kovada gölü<br />

yöresinde incelemeleryapmıştır. Gölün güneybatısında bir yer bulmuştur ki burayı,<br />

"Çukurkent tipinde" obsidiyen aletlerin bulunduğu üç yeni yerden biri olarak<br />

gösterir. Çatalhöyük (Konya-Çumra), Hacılar (Burdur) ile çağdaş sayar. Bu<br />

bakımdan Pınar beleninde obsidiyen taşların bulunduğu yerin incelenmesi bize<br />

Eğirdir'in geçmişi hakkında bilgi verebilir.<br />

Yine Meseyin dağının kuzey ucunun hemen doğusunda bir kuyu kazılırken<br />

6 metre kadar derinlikte kol kalınlığında ve iriliğinde yanmış, kömürleşmiş bir odun<br />

parçasına rastlanmıştır.<br />

PROSTANNA<br />

Sivri ile Camili yayla arasında kalan yüksek tepe Akropolis olarak<br />

kurulmuştur. Akropolisle Sivri dağı arasında kalan ve bunun kuzey güney<br />

yamaçları da Prostanna'nın yerleştiği alandır. Akpınar'da oturan kişiler batıdaki<br />

yüksek dağlardan Akropol'e iki koldan künklerle su geldiğini, bu künklere<br />

rastladıklarını söylerler. Prostanna'da kaçak kazılar sık yapılmaktadır.<br />

Akpınar köyünde oturanlar yılda 45 bin turistin burayı ziyaret ettiklerini söylerler.<br />

Şehir geniş bir alana yayılmıştır. 2000 yılında kalıntılar arasında dört saatlik bir gezi<br />

yapıldığı halde daha gezemediğimiz yerler vardı.1906 da bu bölgede araştırmalar<br />

yapan H. Rott Sivri dağına çıkarken kar içinde güzel, düzgün kesme taşlı yapı<br />

kalıntıları gördüğünden bahseder.<br />

Şimdiye kadar Prostanna'da ciddi bir inceleme yapılmamıştır. Tüm<br />

çalışmalar yüzeyseldir. O nedenle Prostanna hakkında bilgiler azdır. Hele Sivri<br />

dağının tepesine yakın ve Sivri'yi kale haline getiren sur duvarlarından ve bu<br />

kalenin içindeki kalıntılardan hiç bahseden olmamıştır. Bu kalenin içinde uzun


süren yaşam olduğunu gösteren şarap veya erzak küplerini, seramik kalıntılarını<br />

uzmanların değerlendirilmesinde yarar vardır.. Buradaki sarnıç kuyu da dikkate<br />

değer. Prostanna M. H. Ballance'a göre Hellenistik devirden önce kurulmuş, daha<br />

çok bir karakol vazifesi görülmüştür. Akropol şehrin yerleşme alanından 200 metre<br />

kadar yüksekte, 200 metre kadar çaptadır. Ortasında kareye yakın bir mabet<br />

kalıntısının izleri vardır. Akropol bir kale duvarıyla çevrilmiştir. Bazı yerlerde kale<br />

duvarlarının kalınlığı iki metreye varır. Akropol'ü koruyan sur duvarlarının sekiz<br />

burcu olduğu, ihtimal iki kapıdan girildiği H.Ballance'nin yaptığı topografik bir<br />

planda görülmektedir.<br />

Prostanna'dan görüntüler


Prostanna, Roma egemenliği altında iken II.Filippos'un onuruna para<br />

basmıştır. Arka yüzünde Tioulos çayını simgeleyen tanrının kabartması konulmuş,<br />

tioul biçiminde kısaltılmıştır. Büyük olasılıkla bu çay bizim eski Irmak, bugünkü<br />

kanaldır. Bu dönemlerde basılan paralarda da Sivri dağının adı "Viarus" olarak<br />

geçer.<br />

381 yılında istanbul'da toplanan Piskoposlar kurultayına Prostanna'dan<br />

Attalus Prostemensis adlı bir piskoposun katıldığı bilinir.<br />

6.yüzyıldan sonra Prostanna terkedilmiştir. Şehirde hiçbir Bizans<br />

kalıntısına rastlanmamıştır. Prostanna'nın yakınındaki Sagalassos 6. yüzyılda<br />

büyükbirdepremleyıkılıpyerle bir olmuş, şehirde terkedilmiştir. Prostanna'nın da<br />

aynı zamanlarda terkedilişi bu büyük depremin burada da etkisini gösterebileceğini<br />

akla getirmektedir.<br />

"Psidya ve Türkiyedeki Tarihsel Adlar" adında bir eser yazmış olan Bilge<br />

Umar Prostanna sözünün yerel Luvi diline göre güçlü bir olasılıkla "Gür su akıntısı,<br />

kenti" anlamı taşıyabileceğini yazar.<br />

Eğirdir'in eski adlarıyla prostanna kelimesinin bir ilgisi olmadığı bilinmelidir.<br />

İnternette Prostanna paraları ile ilgili şu adres vardır:<br />

F.J.Wagner Numismatic Art and Antiquities. Tel:(315) 687-0036.E mai:<br />

clasant servtech.<strong>com</strong> Postoffice box2 Minoa New-York 13116-0002 USA<br />

Not : Sivri ardındaki Prostanna antik kentini çok az Eğirdir'li bilir.<br />

İlgilerini çekmek amacıyla bolca fotoğraf koydum.<br />

Ayrıca burayla ilgilenip bazı değerli parçaların Isparta müzesine<br />

götürülüp sergilenmesini sağlayan Arkeolog İlhan Güceren'e teşekkür ederim.<br />

Prostanna'dan bir yazılı taş<br />

Zirvedeki Türk Bayrağı ve Zirve Defteri


Prostanna'dan görüntüler


Sivri'nin tepesindeki yalnız ahlat ağacı<br />

Sivri'nin üzerindeki Bizans kalesi kalıntıları


PÜSE<br />

Taban suyu yüksek yerlerde sert çekirdekli ağaçların kabuk dışına attıkları<br />

salgının sertleşmesi sonucu olur. Bir yerde özlü şekere benzer. Suda eritildiği<br />

zaman yapıştırıcı olur, zamk görevi görür. İlkokulda püseden zamk yapıp<br />

kağıtlarımızı yapıştırırdık. Bilge Umar'a göre Luvi dilinde "Pisa" katran anlamı taşır.<br />

İki sözün benzerliği düşünülürse Luvi dilinden günümüze gelmiş görünüyor.<br />

Yakaavşarlılar çamlardan çıkardıkları katranlara püse derler. Geçmişte<br />

bunları deri tuluklara doldururlar Konya, Beyşehir, Akşehir gibi yerlere buğdayla<br />

değiş tokuş yapmaya giderlerdi.<br />

Püseden ince katran yapılır; bu sıvı küçükbaş ve büyükbaş hayvanların<br />

tedavisinde kullanılır.<br />

Sivri'den Olukluca, Eğirdir ve Adalar


RADUMOS DEĞİRMENİ<br />

R<br />

Isparta'ya giderken demiryoluyla karayolunun kesiştiği yerin ileri sağında<br />

bir su değirmeni idi. Geceden eşeklere yük sarılır, gidilir, öğütülür gelinirdi. 1945<br />

lerden sonra terkedildi. İlgisizlikten yıkıldı gitti.<br />

RİCHARD L.TAPPER<br />

Eşiyle beraber Eğirdir'de 1984 yılından önce Sosyal Antropoloji açısından<br />

birkaç yıl kalarak inceleme yapmıştır. Karısı Nancy de halk arasında sıcak temas<br />

kurup yardımcı olmuştur.<br />

Abdullah Naci Kartal'ın dediğine göre Tapper'lerin 28.9.1984 ten sonra<br />

Eğirdir'le bir ilgisi olmamıştır.<br />

l. Eğirdir Sempozyumu kitabında yabancı dilde Eğirdir'le ilgili yayınlar<br />

bölümünde onlarla ilgili şöyle bir bilgi vardır.<br />

•TAPPER, Nancy; Gender, Movement and Exchange in A Turkish Counity<br />

(Eğirdir) ;London 1987<br />

•TAPPER, Nancy; "Thank God We're Secular!" Aspects of<br />

Fundamentalizm in A Turkish Town (Eğirdir), Forthcaming in L. Çaplan<br />

(e.d.) Aspects of Fundamentalizm, 1988<br />

Bu eserler henüz incelenip yayım yapılmadığı için, özellikleri hakkında<br />

bilgimiz yoktur.<br />

RUMLAR<br />

Başlangıçta Eğirdir'de de oturan Rumlar 1568 den sonra Ada'da<br />

toplanmışlardır. Türklerin Ada'da yerleşmeleri ise 1403 de Timur'un Eğirdir'i<br />

fethinden sonradır. Rumların Eğirdir merkezde kaldıkları süre içinde kiliselerinin<br />

nerde olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Yalnız Kubbeli Mescitin olduğu yerin bir<br />

kilise yeri olduğu söylenirse de kesinliği konusunda belge yoktur.<br />

RÜŞTİYE<br />

Rüştiye 1872 yılında Burhanzade Hacı Murat öncülüğünde, kardeşi Hacı<br />

Burhan, Hatıpzade büyük Salih, Sadullah Efendizade Rıza, Tığlızade Hacı Hafız<br />

Mehmet, Hacı Memiş Ağazade Hafız Mehmet, Hacı Sadık Efendilerin<br />

çalışmalarıyla açıldı. Bina üç oda bir dershane olmak üzere iki katlı olarak yapıldı.<br />

1901 yılına kadar kullanıldı. Sonra yıkılıp karşısına daha büyük iki katlı bir bina<br />

yapıldı. Alt katı iptidai, üst katı Rüştiye olarak kullanıldı.


SAATÇİ AHMET EFENDİ<br />

S<br />

Eğirdir'in en eski saat ustalarındandır. Saatçiliği babası Mehmet Efendi'den<br />

öğrenmiştir. Ahmet Efendi'nin doğumu tahmini 1870 lerdir. Ölümü de 1930 lardadır.<br />

Kurtuluş Savaşında Kale mahallesi Müdafai Hukuk Cemiyeti'nin temsilcisi<br />

olmuştur. Kendinden sonra saatçiliği oğlu İzzet Efendi devam ettirmiştir. Ondan da<br />

oğlu Hasan Efendi almış, şimdi de oğlu Bülent beşinci nesil olarak aile mesleğini<br />

devam ettirmektedir. Soyadları Gürdal'dır<br />

SAKARCA<br />

Anında değişik yönlerden ters ve sert esen rüzgâr. Adalı kayıkçılar böyle<br />

rüzgârlardan çekinirler. Kayık batma tehlikesi geçirebilir. Böyle rüzgârda birkaç<br />

kayığın battığı, boğulmalar olduğu bilinir.<br />

SAKSAĞAN BEYNİ<br />

Taze yoğurtla pekmez karıştırılarak yapılır, ekmek banarak yenir.<br />

SALİH ŞAPÇI<br />

Eğirdir'in en eski Şapçılar sülalesindendir. 1950 lerden sonra İstanbul'a<br />

göçmüşler, orada yaşamışlardır. Buna rağmen Salih Şapçı ömür boyu Eğirdir<br />

tarihiyle ilgilenmiştir. Karçınzade Süleyman Şükrü'nün Seyahat-ı Kübra adlı eserini<br />

günümüz diline çevirip Gölsesi gazetesinde yayınlanmasını sağlamıştır. Bu konu<br />

da derin incelemesi vardır. Ayrıca Eğirdir tarihiyle ilgili yazıları Akın gazetesinde<br />

sürekli yayınlanmaktadır. Kitap haline gelmiş çalışması yoktur. 13.07.1928<br />

tarihinde Eğirdir'de doğmuştur. Babası Ahmet Şapçı'dır. 1892 de Eğirdir'de doğmuş,<br />

03.07.1967 de İstanbul'da ölmüştür. Zincirlikuyu kabristanına gömülmüştür.<br />

Dedesi Hacı Salih Efendi 1848 de Eğirdir'de doğmuş, 13.09.1923 de Eğirdir'de<br />

ölmüştür<br />

SALLASAPAN<br />

Uzağa taş atmak için kullanılan bir çeşit sapandır. Bir oval deri parçası ya da<br />

örgünün iki ucuna sağlam bir ip bağlanır. İp boya göre olup biri orta parmağa<br />

bağlanır. Taş hazneye konarak ipin iki ucundan tutulup aşağı ya da baş üstünde<br />

birkaç defa hızla çevrilerek istenen hedefe yönlendirilir. Sallanma iyice hızlanınca<br />

ipin bağlı olmayan ucu bırakılır. Bu şekilde taşı yüz metreden fazla ileri atmak<br />

mümkündür. Sallasapan ateşli silah öncesi savaşlarda bile kullanılmıştır.


SARAY<br />

Eğirdirliler kiremitle kaplı çatıya saray derler. Önceleri şehirdeki evlerin<br />

çoğu damlıydı. Yükek yöneticiler çatılı kiremitli evlerde oturduğuna, onlara saray<br />

denildiğine göre o evlerin özelliğinden kiremitli çatılara saray denilmiş olabilir.<br />

Eğirdirli "Çatı akıyor" demez, "Saray akıyor" der. Kiremit aktarmaya da "Saray<br />

aktarma" der. Selçukluların Beyşehir gölü kıyısındaki Kubadabad sarayında bizim<br />

kiremitlerin daha irileri kullanılmıştır. Kiremitli evlerin onlara benzerliğinden böyle<br />

bir gelişme olabileceğini düşünüyorum.<br />

SARAYCIKARASI<br />

Meseyin dağının doğu tarafındaki düzlüğe denir. Ağılköy'ün alt düzlüğünde<br />

"Saray" denilen bir mevki vardır. Harçlı kalıntılar görülür. Mezar kalıntılarına,<br />

iskeletlere de rastlanır. Eğirdirliler sanıyorum geçmişte bu saraydan dolayı o yöreye<br />

"Saraycıkarası" demişler.<br />

Meseyin dağının kuzeydoğu ucunda kuyu kazan bir vatandaş altı metre<br />

kadar derinlikte yanmış bir odun parçasına rastladığını söylemiştir. Meseyin<br />

dağının kuzeydoğu yörelerinde de obsidiyen ve sileks taşlara rastlanmıştır.<br />

Çalıların arasında duvar kalıntıları, keramik parçaları vardır. Yol hafriyatı yapılırken<br />

belenin tepesinde doğuda bir küp mezara da rastlanmıştır.<br />

SARI TUĞLA<br />

Sarı tuğlalar Anadolu Beylikler döneminin çok önemli özelliklerinden biridir.<br />

Hızır Bey camisinin batı kuzey köşesinde bu tuğlalardan kullanılmıştır.<br />

SEKİBAĞ ÇADIRI<br />

Mayıs ayının ikinci haftasının pazar günü gidilen mesire yerine bir gün<br />

önceden çadır kurulurdu. Çadırlar genelde kıl iplikten dokunan çullar kullanılarak<br />

yapılırdı. Kıl çadırların özelliği yağmur yağsa da suyun süzülerek uçlardan akması,<br />

çadırın içini ıslatmamasıdır.<br />

SELAMİ<br />

Eğirdir'de doğdu. Doğum ve ölüm tarihleri bilinmemektedir. Asıl adı Molla<br />

Sinan'dır. Müderristir. Yusuf ve Züleyha mesnevisi vardır.<br />

SELEUCİASİDERA<br />

Atabey yakınlarında Bayat mevkisindedir. M.Ö. 3. yüzyılda kurulmuştur.<br />

Bugün görünen kalıntıları çok azdır. Tiyatro girişi, kaya ve oda mezarları, sur<br />

kalıntıları, bazı bina temelleri vardır. Zaman içinde çok tahrip görmüştür.<br />

Atabey'deki Ertokuş medresesi yapılırken buranın taşlarından yararlanılmıştır.<br />

Medresede açıkça izleri görülür.


SEN THEODOROS<br />

1907 nin 29 Nisanda Ada'ya uğrayan Gertrude Bell adında bir hanım gezgin<br />

Ayastefanos kilisesinin kuzeyinde olan 11-12. yüzyıldan kaldığı sanılan eski yıkılmış<br />

kilisenin adının sen Theodoros olduğunu yazar. Bu isme yalnız bu kaynakta<br />

rastladım. Bilinen bu eski kilisenin adına şimdiye kadar hiçbir kaynakta<br />

rastlanılmadı.<br />

Bu kaynakta Sen Theodoros kilisesinin yanında bulunan kuyunun suyunun<br />

bütün hastalıklara iyi geldiğini yazar. Bugün Ada'nın yaşlıları bu kuyunun suyundan<br />

çocukluklarında şifa bulduklarını söylerler.<br />

Şimdi bu kilisenin olduğu yerde okul vardır. Kuyu da bu okulun doğu<br />

duvarının dibindedir.<br />

SENATÖR<br />

Sözü edilen kuyu ve Ada sakinleri<br />

Sudak balığının en irisine balıkçıların verdiği addır. Bu balıkların irileri 5-6<br />

kilo, bazen daha fazla gelirdi.<br />

SEVİNÇBEY KÖYÜ<br />

Miskinler yokuşundan sonra <strong>Ispartaya</strong> gidilen yolun sol tarafında bir küçük<br />

köydür. İçinden gür bir pınar çıkar. Pınarın yakınında çocuk hastalara şifa verdiğine<br />

inanılan bir ziyaret yeri vardır. Sevinç ismini Eğirdir'in ilk Osmanlı komutanlarından<br />

Hızır Ağa'nın Şeyhülislam Berdai Zaviyesine bütün mallarını vakfettiği 1429 tarihli<br />

vakfiyede şahitlerin arasında görüyoruz. Zamanın kumandanlarından biri olan bu<br />

kişinin burayla ilgisi olduğu akla geliyor.


Halk arasında Sevinçbey'e "Seniçbey" derler. Şöyle bir hikâye anlatırlar:<br />

Sevinçbey'deki Beyin evine bir misafir gelmiş. Kahveyi getiren kişi önce misafire<br />

vermek istemiş. Misafir de saygısından "Sen iç Bey." demiş. Ondan sonra oranın adı"<br />

Seniçbey "kalmış.<br />

SEVİNÇBEYLİ KARA MEHMET<br />

Kurtuluş savaşı içinde eşkıyalık yapmıştır. 1922 de Senirkent'te bomba ile<br />

öldürülmüştür. Başı Isparta'ya götürülüp teşhir edilmiştir.<br />

SEYAHAT-I KÜBRA<br />

Eğirdirli Karçınzade Süleyman Şükrü'nün bir seyahat kitabıdır. Asya, Afrika,<br />

Avrupayı gezmiş gördüklerini bu kitapta anlatmıştır. Baştan kırk sayfa kadarı Eğirdir<br />

tarih ve kültürüyle ilgili ilk bilgileri verir.<br />

SEYFULLAH DEDE<br />

Bir Mevlevi Dedesidir. Türbesi hamam mahallesinde tarihi bir evin içindedir.<br />

İhtimalle Mevlevi tarikatının Eğirdir'de ilk temsilcisidir. Mevlana Celalettin Rumi'nin<br />

kardeşi çocuğu olduğu söylencesi vardır. Son şeyhlerden Osman Efendi'nin eşi, dedem<br />

<strong>Nuri</strong>'nin kardeşi Veziroğlu Mehmet Efendi'nin kızı Havva'dır. Tekke 1925 ten sonra<br />

Cumhuriyet kanunları gereği kapatılmıştır.<br />

SİLAHDAROĞLU MESCİDİ<br />

Silahdar Paşa Mescidi Şerifi diye de kaydı var. 1530 yılındaki Eğirdir'de bulunan<br />

evkafın durumunu gösterir belgelerde kale içinde silahdaroğlu mescidi geçiyor. Bugün<br />

halen Kale camisi denilen cami kaynaklarda "Dedeki" mesciti olarak geçtiğine göre bu<br />

adı geçen mescit ikinci bir mescittir. Bu mescit 1945 lerden sonra yıkılmış, yerine bir<br />

salon iki odalı, tek katlı bir ev yapılmıştır. Hocalar evinin batı bitişiğinde, Vezirler evinin<br />

arkasında idi. Harçlı sağlam biryapıydı.<br />

SIRAZ<br />

Çok yağlı olurdu. Karnından çıkan yağı kendini kavururdu. En iyi kurulmuş balık<br />

sırazdan yapılırdı. Sac ve teneke üzerinde de pişirilerek yenirdi. Buna da çayır kebabı<br />

derlerdi. 5-6 kilo kadar irileri olurdu. Karçınzade Süleyman Şükrü 15 kiloya kadar<br />

tesadüf edildiğini söyler.<br />

Havyarı zehirlidir diye yenmezdi. Eğirdir gölü hakkında 1952 de rapor yazan<br />

Alman Ord.Prof. Dr. C. Kosswig iki arkadaşıyla beraber sıraz havyarı yiyerek deneme<br />

yapmıştır. Yemekten 4,5 saat sonra kusma ve terleme başlamış, aralıklarla sabaha<br />

kadar devam etmiş, ishal durumu da olmuştur. Raporunda böyle anlatmaktadır.<br />

SIRIM<br />

Erik, kayısı, yabani erik gibi meyveler marmelat haline getirilir. Bir bez üzerine<br />

incecik yayılarak güneşte suyu çektirilir. Sonra katlanarak kış için saklanır. Köseleden<br />

kesilmiş, muamele görmüş ince uzun ipe de sırım denir.


SIYIRGA<br />

Taze, taneli fasulye haşlanır. Yağ konmadan tuzlu tuzsuz yenir. Eğirdir<br />

köylerinde buna "Zıplak" da derler.<br />

SOĞAN<br />

Soğan çok acı olursa diken kişinin soğanı dikerken çok yellendiği söylenir.<br />

Soğan sıcak küle gömülüp pişirildikten sonra iltihaplanmış yara üzerine konursa,<br />

iltihabı açığa çıkarır.<br />

SOHBET CEZALARI<br />

Erişkin kimselerin kış günleri aralarında anlaşıp haftanın birkaç gününde<br />

beraber yemek yiyip eğlenmeleri gelenektendi. Bu toplantılarda sohbet edilir,<br />

yemekler yenir, oyunlar oynanırdı. Toplantıda kusur işleyenlere cezalar verilirdi.<br />

Ama yellenenlere de verilen ceza en ağır olurdu. Balkabağı ortadan kesilip içi<br />

oyulur, kavuk gibi başa geçirilir, üstüne de mumlar yakılırdı. Sırtına da eski bir cübbe<br />

giydirilerek eşeğe ters oturtulur, Sohbetbaşı da eşeğin yularından çekerek çarşı<br />

içinde dolaştırırdı.<br />

SOKU<br />

Dibekte buğdayın kabuklarını çıkarmak için kullanılan bir araçtır. 60-70<br />

cm.lik yuvarlak bir takoza sağlam bir sap takılır. Onunla dibek içindeki buğday<br />

üzerine ritmik hareketlerle vurulur. Hafif ıslatılan buğdayın böylelikle kabukları çıkar.<br />

El değirmeninde çekilecek bulgurlara da aynı işlem yapılırdı. Bu işleri yapmak için<br />

taş dibek hemen hemen her mahallede vardı.<br />

SORGUN MAĞARASI<br />

Aksu'nun 10 km. kadar kuzeyindedir. Toplam uzunluğu 302 metredir.<br />

İçinden biryeraltı deresi akmaktadır.<br />

SOZOPOLİS<br />

Uluborlu'nun antik ikinci adıdır. İlk adı Apollonia'dır. Meşhur kirazı bundan<br />

bozularak "Napolyon" şeklinde söylenmektedir. Sonradan Sozopolis olmasının<br />

nedeni, Hıristiyanlığın ilk azizlerinden Sozimos'la ilgilidir.<br />

SÖNGÜ<br />

Taş ekmek fırınlarında fırını ısıtacak kadar ateş yandıktan sonra külleri ve<br />

közleri bir yana toplamak için ucuna çaput bağlı uzun bir sırık kullanılır. Buna söngü<br />

denilir. Çaput ıslatılır, sırık döndürülerek kor ve kül bir yerde toplanırdı.


SÖZLÜK<br />

Abıldabıl yürümek : Sendeleyerek yürümek. Yaşlı yürümesi.<br />

Acıgenirek : Mide ekşimesi, ağızdan gaz çıkarma.<br />

Acızlanmak : Sızlanmak.<br />

Addakgaddak : Hile, aldatma.<br />

Ağ : Bilinen anlamı dışında, donlarda bacak arasına konulan<br />

üçgen şeklindeki ek kumaş.<br />

Ağnamak : Eşeğin ince tozda yatıp debelenmesi. Amaçsız, iş<br />

örmeden yatan insana da kullanılır.<br />

Akarca : Kemik veremi.<br />

Akarı kokarı olmak : Hasta olmak.<br />

Akıtmak : İşemek.<br />

Alazlamış : Çok zayıflamış.<br />

Alıcı hastalık : Öldürücü hastalık.<br />

Allaha yan bakan : Şaşı.<br />

Alnı çatından vurmak : Alnın ortasından vurmak.<br />

Alnıkabağı : Kaşlarla saçlar arasındaki bölge.<br />

Alt üst parası : Hastanın ölümünden sonra günahlarının affı için hayır<br />

işlerine, hocalara, yoksullara verilen para.<br />

Ana gı : Anacığım. Divanü-Lügat-it-Türk'de "gı" eki "çığım"<br />

anlamında kullanılmıştır.<br />

Ananın eti : Çırılçıplak.<br />

Angıtbengitolmak : Ani bir durum karşısında çok şaşırmak.<br />

Apak topak : Gürbüz.<br />

Arabevli : Evine düşkün olan kimse.<br />

Arıkmak : Temizlenmek.<br />

Arılık : Altın ağırlıklı armağan.<br />

Atılıp gitmek : Çok yorgun olmak.<br />

Avkmakcıvkmak : Aşırı şekilde dövmek.<br />

Avunmuş : Cinsel isteği giderilmiş. Hayvanlar için kullanılır.<br />

Ayağı berkmek : Ayağın burkulan yerin şişmesi.<br />

Ayamak : Kendini ya da eşyasını korumak.<br />

Aydaş : Çok zayıf, gelişmeyen küçük çocuk, süt çocuğu.<br />

Ayvadana : Sarı çiçekli kokulu, kaynatılıp içilince öksürüğe iyi<br />

gelen bir ot.<br />

Badılamak : Seyrekçe kumaşı teğellemek.<br />

Badırdamak : Öfke halinde söylediği anlaşılmadan kendi kendine<br />

konuşmak.<br />

Bağa : Guatr hastalığı.<br />

Bağır : Göğüs.<br />

Baklan : Taze ve semiz. Çevremizde bir köy adı. Divanü-Lügat-it<br />

Türk'te de geçer.<br />

Balkımak : Parıldamak, ışılamak. Ör: Ay balkım balkım balkıyor.<br />

Bardak : Testi.<br />

Bastıbacak : Kısa boylu.<br />

Başak : Bağ bozulduktan ceviz badem silkildikten sonra ağaçta<br />

kalanlar.


Batır Bağ fiillerden sonra kullanılan bir kelimedir. Gelip batır,<br />

görüp batır gibi. Daha çok kırsal kesim kullanırdı.<br />

Bazıma Bazlama.<br />

Belek Yakınlara düğün, doğum nedeniyle verilen armağan.<br />

Belgüzar Armağan.<br />

Bellik İşaret.<br />

Bengildemek Ani bir durum karşısında korkuyla sıçramak..<br />

Berkmek Elin ya da ayağın burkulması.<br />

Beserek Sokakta yalnız gezen sorumsuz genç kız.<br />

Beti benzi atmak Çok korkmak.<br />

Bey vermek Kapora vermek.<br />

Beze Hamuraçma işlerinde küçük hamur topağı..<br />

Bezermek Yüzü solmak.<br />

Bezime Yufka.<br />

Bıcılgan Küçüktatlısu midyesi.<br />

Bıdıcık Kısa boylu.<br />

Bicik Meme<br />

...Bille gibi..zaman..Ör: Vurdumbille düşürürüm.<br />

Bingeçmek Kramp, sinirlerin uyuşması.<br />

Bişik Kasıkta, apış arasında olan kızartı.<br />

Bitmek Var olmak. Bu yıl elma çok bitti.<br />

Boğassamak İneğin çiftleşme isteği duyması.<br />

Boğaz süpürgesi Kadayıf.<br />

Boğazsak Obur.<br />

Boynun çıkrığı dönsün Yüzün arkaya gelsin (beddua).<br />

Börkmek Sıcaktan yanmak, suda haşlanmak.<br />

Bığır bığır Çürüyen leşteki kurtların kaynaması.<br />

Bun Sıkıntı.<br />

Burkutmak Yüzüyle memnun olmadığını belirtmek.<br />

Buru Aşırı karın ağrısı ve ishal olma hali.<br />

Buşramak Can sıkıntılı durmak.<br />

Buymak Çok üşümek.<br />

Büngüldemek Suyun kaynama hali. Pınar gözlerinden basınçla<br />

suyun çıkması.<br />

Bürüncük Bir çeşit ince kumaş.<br />

Büvve Su. Çocuklar için kullanılır.<br />

Büzük Kıç.<br />

Büzülmek Soğuktan uyuşup, toplanıp oturmak.<br />

Canevi Yürek.<br />

Ceyhun olmak Aşırı yağışla her yerden seller akması. Ortaasyada ki<br />

Ceyhun ırmağının buralara uzantısı olsa gerek.<br />

Cıcıket Yeni doğmuş canlı.<br />

Cıdavu Geçimsiz, saldırgan kişi.<br />

Cırcırolmak İshal, sürgün olmak.<br />

Cırmık Tırnak izi.<br />

Cıs Ateş. Çocuklariçin kullanılır. Aynı zamanda çocuklara<br />

yasak şeylere karşı uyarı sözüdür.<br />

Cibare Saygısız, terbiyesiz, görgüsüz.<br />

Cibbeten Başından sonuna kadar.


Cibre : Üzümün suyu alındıktan sonra kalan posası.<br />

Cillikcillik bağırmak : İnce sesle bağırmak.<br />

Cinbaşına oturmak : Tek başına oturmak.<br />

Cingilcoruk : Bağ bozulduktan sonra kalan üzümler.<br />

Cingil : Üzüm salkımının bir parçası.<br />

Ciynek : Kıvılcım.<br />

Comman : İriyarı aptal çocuk.<br />

Coplak : Küçük, balçıklı su çukurları.<br />

Cozutmak : Kafayı yemek.<br />

Cuk durmak, cuk oturmak: Aşık oyununda yan çukurun yukarı gelmesi. Bir işin tam<br />

ve yerinde olduğunu anlatır.<br />

Çağsak : Dağların yükseklerinden düşen taşların parçalanıp<br />

yığılan yerleri.<br />

Çatma : Küçük iskele.<br />

Çavmak : Sıcaklığın uzaktan yüze vurması.<br />

Çebiç : Altı aylık keçi yavrusu.<br />

Çelpeşik : Karışık iş, karışık ip.<br />

Çemkirmek : Küçüğün büyüğe karşı saygısızca konuşması.<br />

Çemrenmek : Eteğini toplayıp oturmak.<br />

Çenet : Kalça.<br />

Çentik : Tahtaya bıçakla açılan iz.<br />

Çığır : Karda, dağda gelen geçen insanların ve hayvanların<br />

açtıkları daryol.<br />

Çığsak : Çok iyi kurumuş.<br />

Çıkın : Bohça.<br />

Çıplakşeytan : Kaynanalara göre gelin.<br />

Çiğsi : Pişmemiş.<br />

Çilbir : Atı kontrol etmeye yarayan ince uzun zincir.<br />

Çimke : Küçük benek.<br />

Çimmek : Suya girmek, yüzmeye çalışmak.<br />

Çirk : Pis su.<br />

Çö durmak : Tay durmak.<br />

Çömçe : Pestili karıştırmak için kullanılan kısa sopa.<br />

Çövdürmek : Küçük erkek çocuk işemesi.<br />

Çözeti : Davarın sağılarak barsakları alındıktan sonra kalan<br />

yatak eti.<br />

Dabıldubul : Yaşlı yürümesi, çocuk yürümesi.<br />

Dal : Omuzbaşı.<br />

Dalağan : Isırgan otu, meke.<br />

Dalak : Peynir dilimi.<br />

Dalap etmek : Gönülden istemek.<br />

Daldaşak : Çırılçıplak.<br />

Dallanıp budaklanmak: Çöl çocuk sahibi olmak.<br />

Daltaban : Yalınayak.<br />

Damzırmak : Hastanın ağzına yavaş yavaş su vermek.<br />

Dangıldamak : Çok konuşmak.<br />

Dangına gitmek : Acayibine gitmek. Divanü-Lügat-it-Türk'de " Tang"<br />

şeklinde geçiyor.


Darlanmak Sıkıntı duymak, parası yetmemek.<br />

Debermek Hastalığın tekrarlaması.<br />

Deddah Eşek (Çocuk Dili).<br />

Dehdeh Eşeğe "yürü" sözü.<br />

Delidepek Sapık.<br />

Demirboku Maden eritilidikten sonra geriye kalan cüruf.<br />

Dikim Lokma.<br />

Didek Gaga.<br />

Dikinci Terzi.<br />

Dilak "Ananın dilağını.." diye başlayan bir küfür sözü. Divanü-<br />

Lügat-it-Türk'de de geçer.<br />

Dilcek Çok konuşan.<br />

Direzi Halının uzunlamasına olan pamuk ipleri.<br />

Diş bulguru Çocuğun ilkdişleri çıktığında dağıtılan bulgur.<br />

Ditmek Eti, yünü, pamuğu ince parçalara, liflerine ayırmak.<br />

Dodan Kendini beğenmiş, suratı asık, az konuşan.<br />

Doluksumak Duygulanmak, gözleri yaşarmak.<br />

Dömelmek Kıçını kaldırıp durmak.<br />

Döngüldemek Ortalıkta amaçsız gezinmek.<br />

Döş Göğüs, bağır.<br />

Düden Obur. Suyun tabandan gittiği yer.<br />

Düğü Bulgurun irisi.<br />

Ebişmek Sırtına çocuk almak.<br />

Efilemek Canı sıkıntılı gezmek.<br />

Efküf etmek Elindekini değersizce harcamak.<br />

Eğer bostanı Salatalık.<br />

Ehniyan Obur.<br />

Eksiran Hamurteknesindeki hamuru sıyıran demir parçası.<br />

Eleleh Kişinin canı yandığında söylenen bir ünlem.<br />

Emen Asma dikmek için açılan çukur.<br />

Emenmek Bir işi gerçekleştirmek için çok uğraşmak.<br />

Emi " Söylediğimi yap." Anlamında kullanılır.<br />

Emme Meme.<br />

Engi Nezle.<br />

Ensekökü Boynun arka tarafı.<br />

Erinmek Bir iş yaparken tembellik etmek.<br />

Erişikli Sinir hastası.<br />

Erkeç İğdiş edilmiş teke.<br />

Erpik Pişimi tez olan et. Sebze.<br />

Esirekli Deli.<br />

Eşbahlı Aşırı iştahlı. "Atar atar vuramaz, Esbabından duramaz"<br />

Ev işletmek Ahşap evin doğramalarını yaptırmak.<br />

Evsmek Tahılın ve benzerinin taş sap ve kabuğunu ayırmak<br />

için birtepsi üstünde havalandırarak üfürmek.<br />

Eyin Sırt.<br />

Ezaya gitmek Ölenin evine başsağlığına gitmek.<br />

Faldırdamak iş görmeden ortalıkta amaçsız gezinmek..<br />

Fıkramak Ekşimek.


Fışımak : Ekşimek.<br />

Fışna : Vişne.<br />

Finiyer : Havuç hastalığı. Yenildiği zaman içinde kum varmış<br />

gibi olur.<br />

Fisirge : Sivilce.<br />

Gakgilihavası : Eğirdir'e özel bir oyun havası.<br />

Gammak : Gerdan,çene altı.<br />

Ganere : Yalaka. Kötü alışkanlıkları olan.<br />

Garnavit : Kerevit.<br />

Gebelekli : Öksürüklü.<br />

Geber : Gayrımüslümlere "Gebr" denir. Öfke anında "Gavur gibi<br />

öl" anlamında kullanılır.<br />

Gebre : Atı tımar ederken kullanılan kıl ipten örülmüş düz<br />

eldiven.<br />

Geçindi : Öldü.<br />

Geldiksire : Geldikçe.<br />

Gelipbille : Geldiğim zaman.<br />

Ger : Koyu esmer tenli.<br />

Geviş : Küçük çocuklara ağızda ezilip verilen mama.<br />

Gez : Yaşlılar hanımlarını "Gez.." diye çağırırlardı. Divanü-<br />

Lügatit-Türk'de "Kis."Karı lamındadır. Sanırım "Gez.."bu<br />

sözün değişmiş şeklidir.<br />

Gıcır büklüm ol : Sakat kal. (Beddua).<br />

Gıldir, Gılli parmak : Küçük parmak.<br />

Gılgırt : Buğday, fasulye, nohut, mercimek, mısırın birlikte kaynatı<br />

larak yapılan yiyecek.<br />

Gıllemek : Oyunbozanlık etmek.<br />

Gıllıngış : Şüphe.<br />

Gındır : Küçük, kısa, zayıf...Çapağın en küçük yavrusu.<br />

Gıppık : Göztikiolan.<br />

Gicişmek : Kaşıntı.<br />

Gokgok : Çok zayıf güçsüz yaşlı.<br />

Goklanguzu : Salyangoz.<br />

Gongur : Yanmış yünün kömürü. Köz. Kızılkahverengi.<br />

Gongurdak : Çan.<br />

Götlük : Oturak.<br />

Gözsüz köpek : Köstebek.<br />

Gözünü belertmek : Öfkesini gözüyle ifade etmek.<br />

Gurilli : Kolera hastalığı.<br />

Günülemek : Kıskanmak.<br />

Hakırhakırgülmek : Çokgülmek.<br />

Hangırdamak : Olur olmaza çok gülmek.<br />

Hapaz : İki avucun aldığı kadarnesne.<br />

Haranı : Orta boy derin kazan.<br />

Harar : Büyük kıl çuval.<br />

Harpıdan uyanmak : Yürek çarpıntısıyla uyanmak.<br />

Hava çalması : Çok sıcak havada meyva ağaçlarının çiçeklerinin döl<br />

tutmayıp dökülmesi.


Havruz : Oturak.<br />

Hıltar : Kurtlara karşı korumak için köpeğin boynuna geçirilen<br />

sivri demirli tasma...<br />

Hımhım : Genzinden konuşan kimse.<br />

Hırçolmak : Bir sepet içindeki meyve ve sebzenin sallantıdan<br />

yenmez hale gelmesi.<br />

Hinci : Şimdi.<br />

Horta : Şaka.<br />

Hortacı : Şakacı (Nasrettin Hoca Sivrihisar'ın Hortu köyündendir.<br />

Hoca'nın köyünün adıyla bu sözler arasındaki bağ ilgi<br />

çekiyor.)<br />

Hörüştü : Marangozun rendesinden çıkan ince yonga.<br />

Hurda : Şurda.<br />

Iğıl ığıl kanamak : Yavaş yavaş kanamak.<br />

Ihıcık : işte burada (kırsal kesim kullanır).<br />

Ihmak : Oturup kalmak,<br />

lldırdamak : Yağın su üstünde parıldaması. Kandilin çok az ışık ile<br />

yanması.<br />

imik : Hafif esintili lodos havası.<br />

Imırga : Çok taze olan.<br />

Ingıl ıkış yollar yokuş : Gönülsüz iş yapanlara denir,<br />

irsiz : Huysuz, yüzsüz, utanmaz. Divanü-Lugat-it-Türk'de "Irra"<br />

utanma olarak geçer.<br />

Irvasa : Büyü, efsun.<br />

İçi gıyılmak : Çok acıkmak.<br />

İçi yavuncumak : Açlıktan mide suyunun artması,<br />

jldal : Belli belirsiz.<br />

İliştir : Kevgir.<br />

İlişikli : İnanışa göre şeytanın çarptığı kişi.<br />

İmamevi : Kadın hapishanesi. Osmanlı döneminde kadınların<br />

hapislik bir durumu olduğu zaman imamların kontrolünde<br />

bir evde kalırlarmış.<br />

İman tahtası : Göğüs kemiği.<br />

İncedalan : İnce uzun boylu kişi.<br />

jncik : Oynak eklem yerleri.<br />

İnez : Çok zayıf.<br />

İnme : Felç.<br />

İskilen : Iska, arpacık soğanı.<br />

İssilik : Sıcaktan olan ince sivilceler. Nemli sıcak hava.<br />

İtdirseği : Arpacık.<br />

Kabıklı : Müslüman olmayan.<br />

Kakaç : Yaşlı, zayıf.<br />

Kaklak : İskelet.<br />

Kalağan : Devedikeni.<br />

Kanayaklı : Kadın,kız.<br />

Kanırmak : Ağacın dalın gövdesinden asılarak ayırmak.<br />

Kanlı buru : Amipli dizenteri.<br />

Kapatma : Nikahsız kadın.<br />

Karlangayıp : Bulunmamacasına kayıplara karışmış.


Karlanguş Kırlangıç.<br />

Kavut Bulgurun öğütülüp elendikten sonra kalan en incesi.<br />

Ağızda olduğu zaman kolay konuşulmaz genze kaçar.<br />

Kaynarca Sıcak duru pelte.<br />

Kayrak Kavun, karpuz dilimi. Yassı küçük taş.<br />

Kaysılamak Hamurun yüzünün kuruması.<br />

Kebeli Gecekuşu, yarasa.<br />

Keçeli Söylenen söze, çevresine duyarsız.<br />

Kengi Sırt ağrısı.<br />

Kes Kalın saman.<br />

Keşken İnce baklaca oklavası.<br />

Kıppık Göz tiki olan.<br />

Kır kır Eşeği yönlendirmek için kullanılan ünlem.<br />

Kıran Salgın hastalık.. Köküne kıran girsin (Beddua)<br />

Kırık Hovardalık yapan işsiz erkek.<br />

Kırklamak Canlı düşmüş kuyuyu temizlemek için kırk kova su<br />

Çekip kırk defa batırıp çıkarmak. Bu inançla yapılan<br />

işlemden sonra kuyunun suyu içilir.<br />

Kıypık Halı düğümünden kesilen yün iplik.<br />

Konak Süt çocuklarının başındaki kepek.<br />

Köroğlu Erkek yaşlıların eşlerine verdikleri ad.<br />

Kulaktozu Kulağın arkasındaki çıkıntı.<br />

Kupa Su bardağı.<br />

Kurtulmak Doğumunu yapmak.<br />

Kuzu dişi Yüz yaşını geçince çene kemiğinin belirmesi.<br />

Kümük Toplu burun.<br />

Kümürtlek Kıkırdak.<br />

Küncü Susam.<br />

Mahana Ahırda hayvanların yem yedikleri yüksek yer.<br />

Malama İnce samanlı çamur. Yalıtım için tavan tahtası üstüne<br />

sıvanır.<br />

Mavra Ham meyva.<br />

Mayır muyur konuşmak:Kararsız, sözlerinin anlamı anlaşılmayacak bir şekilde<br />

konuşmak.<br />

Mayışmak Sıcak rahat biryerde kendini dinleyerek yatmak.<br />

Meh Al anlamındadır. Divanü-Lügat-it-Türk'de "Mah" şeklinde<br />

geçer.<br />

Meleksi Börek baklava açmak için biraçımlıktopak hamur.<br />

Menevrek Kara koyun yününden yapılmış kumaş ve uçkurlu şalvar.<br />

Menfez Suya geçit vermeyen kapalı kanal.<br />

Mesmes Aptal, uyuşuk.<br />

Mıhsıçtı Cimri.<br />

Mısmıl Hepsi, bütünü.<br />

Nabeki Küçük bakırtabak.<br />

Nallıkatır Kavgacı kişi.<br />

Naşşal Aşağı kişi.<br />

Netameli Uğursuz, belalı.


Nevri dönmek : Midesi dönmek. Tiksinmek.<br />

Nifirge : En küçük boy işe yaramaz meyva.<br />

Ninni : Elde yapılan basit bebek.<br />

Oğulmak : Ekmeğin küçük parçalarının dökülmesi.<br />

Oğunmak : Çocuğun ağlarken soluğunun kesilmesi.<br />

Oluşat : Yaratılış.<br />

Omuca : Asma kütüğü.<br />

Onğmak : İşinden, yaptıklarından olumlu sonuç almak. Divanü-<br />

Lügat-it-Türk'de"Onğma"kolay anlamındadır.Onğma<br />

inşaallah (Beddua).<br />

Ovmak : Ufalamak.<br />

Oyulgamak : Kaba dikişle elle dikmek.<br />

Öğleyeli : Lodos.<br />

Öğmek : Hamuru özleşinceye kadar yoğurmak.<br />

Ölet : Salgın hastalık.<br />

Patlangaç : Balıkların karnındaki hava kesesi.<br />

Patlavuk : Dudak ve yüzde çıkan çıbanlar.<br />

Pavkurmak : Çakal uluması.<br />

Pertlemek : Sıkıştırılan birşeyin birden çıkması.<br />

Punta : Menenjit.<br />

Pürçek : Bitkilerin küçük dalları.<br />

Satılcan : Zatürre.<br />

Seme : Aptal,salak.<br />

Senit : Yemek yenen, hamura çılan küçük tabla.<br />

Sıdmak : Sızarak akmak. Patlamak.<br />

Sığrınmak : Yediğini sindirememek.<br />

Sıkma : Yakasız gömlek.<br />

Sırıtıp kalmak : Soğuktan donmak, çok üşümek.<br />

Sıyırga : Haşlanmış yeşil fasulye.<br />

Su kavletmek : Yaranın su değip iltahaplanması.<br />

Suyutkunu : Aldırmaz kişi.<br />

Sürtük : Sabunun kullandıktan sonra kalan son kalıntısı.<br />

Şemik : Ayak bileği kemiği.<br />

Tabanıyarık : Köylü.<br />

Tabla : Yuvarlak, alçak masa.<br />

Tahtasız : Çatlak kişi.<br />

Takaze etmek : Alaya almak.<br />

Taraz : El derisinin işten pürüzlenmesi.<br />

Tavukgötü : Elde ayakta olan siğile benzer biryara.<br />

Tebelleş olmak : Musallat olmak.<br />

Tebzermek : Yufkanın biraz bekletilip neminin gitmesi.<br />

Tekdur : Usludur. Çocuklara söylenir.<br />

Teneşir horozu : Çok zayıf kişi.<br />

Tengirek : Yünü, ipliği elde bükme aracı.<br />

Tetire : Şekersiz nişasta peltesi... Kağıtyapıştırmada kullanılır.<br />

Tezikmek : Bir işte çabuk olmak. Hızlı yürümek.<br />

Tığlamak : Birinin ardından gözetip izlemek.<br />

Tıngabak : Saçsız kişi.


Tillak : Göl üstünde kaydırılan taşın herbirsekimi.<br />

Timbildetmek : Balık avlarken balığın ipi hafif kımıldatması.<br />

Torki : Dalda kalmış ceviz badem gibi şeyleri düşürmek için<br />

ağaca atılan kısa sopa.<br />

Tülütombak : Şeftali.<br />

Tünek : Kümes.<br />

Tüngüldemek : Atlamak.<br />

Uğru : Hırsız.<br />

Ummak : İstemek, dilemek.<br />

Uykuluk : Bağırsak sağıldıktan sonra kalan et. Çözeti.<br />

Uylamak : Birşeyin üstüne çok düşmek.<br />

Übcük : Köşe.<br />

Üleşmek : Paylaşmak.<br />

Ülük : Testinin su dökülen çıkıntısı.<br />

Ürımek : Davar kesildikten sonra deriyle et arasına hava vermek.<br />

Ürülmek : Bağırsakta gaz toplanması.<br />

Üskes : Katiyen.<br />

Ütmek : Oyunda kazanmak. Kılı, tüyü alevde yakmak.<br />

Üzülmek : Kumaşın yıpranmış hali.<br />

Vezilemek : Hasta çocuğun ağlaması.<br />

Vıddırıvızık : Özen gösterilmeden yapılan iş.<br />

Ya'a : Hayır. Divanü-Lügat-it-Türk'de aynı kelime vardır.<br />

Yağ sızırmak : Tereyağı, iç ya da kuyruk yağını eritip, artıklar dan ayırarak<br />

yağını almak.<br />

Yağıda : Şapka, ceket yakasında yoğunlaşmış kir.<br />

Yağır : Kaşıntılı, eskimiş yara. Yağlı kir.<br />

Yağlık : Büyük mendil.<br />

Yağrık : Üzerinde et kıyılan, kemik kırılan ceviz ya da karaağaçtan<br />

yapılan kütük.<br />

Yanpiri : Topal.<br />

Yarnı : Sırtı.<br />

Yanıkara : Karaleke. Meyve hastalığı.<br />

Yatgeber ekmeği : Gece yarısından sonra yenen yemek.<br />

Yavsu : Küçükbaş hayvanların keneye benzer bir çeşit asalağı.<br />

Yavuklu : Nişanlı.<br />

Yavuncumak : Açlıktan olan, midenin uyarısı.<br />

Yeğni : Hafif.<br />

Yekidik : Topal.<br />

Yelalmak : Soğukalgınlığı.<br />

Yel : Romatizma.<br />

Yelleh : Hayret ettim.<br />

Yellenmek : Bağırsaktan gaz çıkarmak.<br />

Yemirmek : Sökmek, koparmak.<br />

Yirik : Yırtık.<br />

Yoğurt öğütmek : Süte yoğurt mayası çalmak.<br />

Yoymak : Özelliğini kaybetmek.<br />

Yumulböcü : Tesbihböceği.


Yüklü Hamile.<br />

Yülemek Traş etmek. Budama amacı dışında ağacın dallarını<br />

sıradan kesmek.<br />

Zağ Güç, kuvvet.<br />

Zebella İri, güçlü, koyu tenli adam.<br />

Zevklenmek Başkasıyla alay ederek eğlenmek.<br />

Zıbarmak Derinin tokatla kızarması. Öfkeli "Yat, uyu..." anlamında<br />

kullanılır.<br />

Zıpır Güçlü, iriyarı.<br />

Zıravut Uzun boylu.<br />

Zıvanasız Kaçık.<br />

Zıvlan Dalı olmayan ince ağaç. İnce uzun boylu kişi.<br />

Zilli Herkesin kadını.<br />

Zobu Kaba.<br />

SULUK<br />

Kalın tahtadan yapılan,üzümleri ezip, suyunu pekmez yapmak için<br />

kullanılan araç. Altı dar, üstü geniş, büyük sandık görünümündedir.<br />

SUSAK<br />

Dağlarda su yüzeyi yakın kuyulardan su almak için yapılmış özel bir araç.<br />

Anamas dağlarında çok görülür.<br />

SÜLALELER<br />

Abbaslar, Ağalar, Akifler, Alallar, Aliçavuşlar, Alloklar, Altmışikiler,<br />

Arapavniler, Aşıkmemetler, Aşmanlar, Avarlar, Avşarlılar, Ayanlar, Bacaksızetemler,<br />

Badaplılar, Balcılar, Ballılar, Baltalar, Başağalar, Bayramlar, Berberler, Besdelciler,<br />

Boddenler, Bolatanlar, Boyacılar, Bozkırlılar, Bulduklar, Burcular, Bülbüller,<br />

Cakcaklar, Cangırlar, Cazırabiler, Cirelizadeler, Çakallar, Çakırlar, Çalcılar,<br />

Çandırlılar, Çavuşağalar, Çelebiler, Çıbıklar, Çorbasoğutmazlar, Çöllüler,<br />

Çömezler, Çulcular, Çürükler, Daranlar, Debenciler, Değirmenciler, Delihacılar,<br />

Deliveliler, Dereliler, Dervişler, Devrişabinler, Dığımlar, Dingiller, Dinkabaklar,<br />

Direskeneliler, Dokuzlar, Edetler, Eferekler, Ekmekçihocalar, Ekmekçiler,<br />

Emeksizler, Esnafşeyhler, Fenerciler Fesçiler, Fışfışlar, Findoslular, Finiler,<br />

Gardiyanlar, Giritliler, Gödenciler, Göherler, Gökçeler, Gökçimenler, Göncüler,<br />

Guluklar, Gülşanlar, Hacıazizler, Hacıbekirağalar, Hacıburhanlar, Hacıebiller,<br />

Hacıkatipler, Hacımemişler, Hacımünasipler, Hacmuriler, Hacıpaşalar,<br />

Hacıyusuflar, Hafızağalar, Hafızahmetler, Hafızrüştüler, Halilağalar, Hamamcılar,<br />

Hancıhafızlar, Hancılar, Hangırlar, Hanoğlular, Haşimler, Hazimler, Haznedarlar,<br />

Helvacılar, Heseler, Hocalar, Humalar, Hüseyinağalar, Hüsmenler, Isbalar,<br />

Ispartalılar, İbişler, İlamalılar, İmamfadimeler, İnceağalar, Kabaklılar, Kabalılar,<br />

Kalaycılar, Kaleağasılar, Kaleimamlar, Kaltakçılar, Kamerler, Kanlıhacılar,<br />

Karaaliler, Karacalar, Karadeveliler, Karasalihler, Karçınlar, Kartallar, Kartlar,<br />

Kasaplar, Katırcılar, Kaylanlar, Kayyumlar, Kelleciler, Kemahlılar, Kerimağalar,<br />

Kerimler, Keskinler, Kesmeliler, Kılkırtlar, Kırışlar, Koblucalar, Kocaburhanlar,


Kocaburunlar, Koflaklar, Kolancılar, Köseler, Köşekler, Kubbenler, Kuburlar,<br />

Kuşlar, Kuyruklular, Kuzgunlar, Manaklar, Mandallar, Maşacılar, Mazinler,<br />

Menkaşeler, Meseller, Mesmesler, Meşabidinler, Mevlüthocalar, Meydanlar,<br />

Mızıkacılar, Mollahaliller, Mollalar, Mollaosmanlar, Muhacirler, Muratlar,<br />

Murtaza-lar, Mustanlar, Mutaflar, Müftüler, Müneccimler, Nadirler, Nafizler, Nallılar,<br />

Namlılar, Natıplar, Nisliler, Numanağalar, Otabatanlar, Otuzsekizadetler,<br />

Öccenler, Pabuçlar, Pepekler, Saatçiler, Sadıkağalar, Sakçalılar, Saraçlar,<br />

Sarıaliler, Sarı-boyacılar, Sarıkızlar, Sarıparalar, Saylamazlar, Selekler,<br />

Selmanlar, Semerciler, Serçeler, Seyraniler, Sığırlar, Sinanlar, Sivişler, Softalar,<br />

Süleymanağalar, Şakirler, Şanişler, Şapçılar, Şavkular, Saymanlar, Şeyhömerler,<br />

Şibbekler, Tahirler, Takırcılar, Taktaklar, Tantanalar, Tarakçılar, Taşlılar,<br />

Tavşanlar, Tellaklar, Tığlılar, Tıngırlar, Tinaliler, Tiryakiler, Topalhafızlar,<br />

Tömmenler, Tunalar, Ustaahmetler, Ustahüseyinler, Üttüler, Veceller, Vezirler,<br />

Yaşarlar, Yaylılar, Yiğitbaşılar, Yorgancılar, Zaptiyeeşrefler,<br />

SÜRGÜN<br />

Eğirdir'de geçmişte suç işleyenler Rodos ya da Kıbrıs'a sürgün olarak<br />

gönderilirlerdi. Hatta bir kayıtta 1575 lerde Eğirdir kalesi muhafızlarından birinin<br />

hazineden hırsızlık yaptığı, Müslüman kadınlara sataştığı için ailesiyle birlikte<br />

Kıbrıs'a sürüldüğü yazılıdır. Softa ayaklanmalarında tehlikeli ve suçlu görülenler<br />

Hamit elinden hep Kıbrıs'a sürgün edilmişlerdir. Tarihçi R. Mantran'ın yazdığına<br />

göre İstanbul alındıktan sonra Eğirdir halkının bir kısmı sürülerek İstanbul'a<br />

yerleştirilmişlerdir. Onların oturdukları yere de Eğrikapı denmiştir.<br />

SÜTLÜK<br />

Ahşap evlerin ikinci katlarında kuzey ya da güneş görmeyen taraflarına sık<br />

çıtalarla bir çıkma yapılır. Havadarlığı nedeniyle iç kısmı serin olur, buraya süt,<br />

yoğurt gibi serinde durması gereken yiyecek maddeleri konurdu. Evin bu bölümüne<br />

sütlük denirdi.


ŞADIRVAN<br />

Ş<br />

Bağlara giderken Kemik Hastalıkları Hastane ana binasını geçince sağ<br />

tarafta 50-60 metre kadar yukarda bir düzlük, üstü kapatılmış bir mekan vardı. Yola<br />

doğru bir istinat duvarının ortasından su akardı. Buraya şadırvan derlerdi. İhtiyaç<br />

duyan pınardan abdestini alır, şadırvanda namazını kılardı. Hastane yapılırken bu<br />

suyu yola kadar indirdiler. Uzun süre aktı. Fakat şimdilerde akmıyor.<br />

ŞAMANLIK<br />

Türkler müslüman olmuşlardır ama Şamanlığın birçok kurallarını da<br />

müslümanlığın içinde yaşatmışlardır. Öz olarak Şamanlığı tanıtmak istiyorum.<br />

Şamanlığa göre dünya birçok katlardan ibarettir. Yukardaki ışık alemi on<br />

yedi kat, aşağı toprak altı karanlıklar alemi yedi veya dokuz kattır. Yeryüzünde<br />

oturan insanlar bu iki alemin etkisi altındadır. İyi ruhlar, Tanrılar yukarı katta, kötü<br />

ruhlar ve Tanrılar aşağı katta otururlar. Yukarı katta Tanrı Kayra Kan ki on yedinci<br />

katta oturur. Yer altında Erlik oturur. İyilikler gökyüzünden, kötülükler yeraltından<br />

gelir. İnsanların sağ omzunda iyi hareketlerini yazan Yayuçi, sol omzunda da kötü<br />

hareketlerini yazan Körmös oturur. Kişi öldükten sonra hangi taraf ağır basarsa<br />

orada kalır. Günahı kötülüğü çoksa kaynayan ziftle dolu kazana atılır, azsa<br />

gökyüzüne çıkar. Ölenin yedinci, kırkıncı günü anma toplantısı yapılır.<br />

Bu inançların bazıları müslümanlık inancı içinde bugün de devam<br />

etmektedir.<br />

ŞARAPHANE<br />

Eğirdir'den Konya'ya giderken 30. km dolaylarıdır. Yakınında Ertokuş hanı<br />

vardır. 1870 yılında Şaraphane adı Padişah iradesiyle "Şerbethane" ye çevrilmişse<br />

de aynı ad günümüze kadar gelmiştir. Eski kayıtlarda bu yöre "Dadıl" diye geçer.<br />

ŞEHÜLİSLAM BERDAİ<br />

Şeyhülislam Berdai'nin Eğirdir'e gelişi hakkında kaynaklarda hayli zıtlıklar vardır.<br />

Menakıp'a göre Şeyhülislam Berdai'yi Eğirdir'e davet eden Hamidoğlu Hızır Beydir.<br />

Hızır Bey 1328 tarihinde Beylik yapmıştır. Yine Menakıp'a göre Şeyhülislam Berdai<br />

Eğirdir'e gelmeden önce Ankara'ya uğramış, Hacı Bayram Veli ile görüşmüştür.<br />

Hacı Bayram Veli 1430 da öldüğüne göre aynı yaşlarda olması gereken


Şeyhülislam Berdai'nin Hamidoğlu Hızır Beyle Hicaz'da karşılaşması mümkün<br />

değildir. Bu Hızır Bey Osmanlı subaşısı Hacı Hızır Bingöl Bey olması gerekir.<br />

Öğretmen Etem Kartal Eğirdir Gölsesi gazetesinde yazdığı yazıda Şeyhülislam<br />

Berdai'nin H. 800 Miladi 1398 yılında Eğirdir'e geldiğini yazar. Kaynak olarak da<br />

Ispartalı Böcüzade Osman Efendi'nin Şeyhülislam Berdai'nin merkadine yazdığı<br />

yazıdan bahseder. Şöyle yazdığını belirtir: "Şeyhülislam Şeyh Berdai Hazretleri<br />

Eğirdir'e Hicretin 800. tarihinde buyurmuşlardır."<br />

Öğretmen Cemal Tosun da aynı gazetede yazdığı bir yazıda Şeyhülislam<br />

Berdai'nin Eğirdir'e geliş tarihini 1398 olarak belirtir. Davetin de Eğirdir subaşısı<br />

Hacı Hızır Bey tarafından olduğunu yazar. Şeyhülislam Berdai'nin ölümünü de H.<br />

835 Miladi 1432 olarak verir.<br />

Menakıb'a göre Şeyhülislam Berdai Türkistandaki Semerkand'ın Berde<br />

şehrindendir. Menakıp'da anlattığına göre Eğirdir'e gelişi kısaca şöyle olur.<br />

Hızır Bey Hac'da bazı kerametlerini gördüğü Şeyhülislam Şeyh Berdai<br />

Sultan'a dedi ki:<br />

"Sultanım... Bizim memleketimizde sizin gibi ilim irfan sahibi bilginlere ihtiyaç<br />

vardır. Eğirdir'e, bize buyurunuz. Memleketimizi ilminizle ihya ediniz."<br />

Hacı Hızır Beyin bu sözüne Şeyhülislam Berdai Sultan: "Ya Hızır Bey..Bu<br />

gece düşe yatayım. İnşallah yarın size cevap veririm." dedi.<br />

Ertesi sabah Şeyhülislam Berdai Sultan, Hızır Beye:<br />

"Ya Hızır Bey... Muradın oldu. Düşümde bize Eğirdir'de Yazla denilen yerde<br />

bir mekan verildi. Siz gidin. Bizim kalabileceğimiz bir yer yapın. Biz de<br />

memleketimize gidelim. Ailemizi, evlatlarımızı, dervişlerimizi alıp Eğirdir'e varalım."<br />

dedi.<br />

Şeyhülislam Berdai Sultan dört hanımı, bir kızı, on altı oğlu, otuz kadar<br />

dervişiyle Semerkand'dan yola çıktı. Hoy çarşısında takke diken Mehmet Hoyi<br />

vaktiyle bir gece rüyasında Hazreti Peygamberi görmüş. Peygamber:<br />

"Ya Mehmet...Benim yolumda giden soyumdan Şeyhülislam Berdai buraya<br />

gelip Anadoluya gidecektir. Gafil olma, onunla gidesin." diye buyurmuş.<br />

Şeyhülislam Berdai Hoy'a geldiğinde ansızın Mehmet Hoyi'nin dükkanı önünde<br />

görünüp:<br />

"Oğlum Mehmet... Emre uyarak bizi bul." deyip geçip gitmiş. Mehmet Hoyi<br />

Şeyhülislam Berdai'nin kaldığı konak yerini bulmuş, onun elini öpmüş, ana<br />

babasına da haber vermiş. Onlar da Şeyhin huzuruna çıkıp gitmesini<br />

istemediklerinden oğulları Mehmet'i istemişler. Şeyhülislam Berdai Mehmet Hoyi'yi<br />

ana babasına teslim etmiş, onlar da alıp götürmüşlerdir. Sabahleyin kalktıklarında<br />

oğullarının evde olmadığını Şeyhin yanına gittiğini anlamışlar, tekrar getirip bukağı<br />

ve zincire vurmuşlar. Ama yine oğulları Mehmet'i yerinde bulamamışlar. Şeyhin<br />

yanına gittiklerinde O:<br />

"Haktan böyle emrolunmuş. Bırakın bizimle gelsin. Bizden aldığı terbiyeyle<br />

alim bir kişi olacak. İzin verin." diye buyurmuş, ana babası da Şeyhe güvenip rıza<br />

göstermişler. Şöhretini duydukları Hacı Bayram Veli'yle görüşmek için Hoy'dan altı<br />

ayda Ankara'ya geldiler. Uzun uzun görüştükten sonra Şeyhülislam Berdai Hacı<br />

Bayram Veli ile vedalaşıp Eğirdir'e doğru yollarına devam ettiler. Avşar'a gölün<br />

kıyısına geldiklerinde Eğirdir'in güzelliğine uzaktan bakıp yeni vatanları Yazla'yı<br />

Şeyh Berdai uzaktan gösterip oğul, aile ve dervişlerine:


En öndeki türbe Şeyhülislam Berdai, Ardındaki<br />

Şeyh Pir Mehmet Hoyi, En üstteki Şeyh Mehmet<br />

Çelebi Sultan Türbesidir<br />

"İşte bizim toprağımız burada."dedi.<br />

Hacı Hızır Bey Şeyhülislam Şeyh Berdai'yi hürmetle karşıladı. Birkaç gün<br />

konağında misafir etti. Daha evvel hazırladığı Yazla'daki Zaviyesine yerleştirdi. Altı<br />

ay sonra da kızı Zeynep Hanımı Mehmet Hoyi ile evlendirdi.<br />

Birgün Şeyhülislam Şeyh Berdai dervişlerine:<br />

"Bu gece rüyamda Hazreti Peygamberi gördüm. Bana: " Oğul... Dünya<br />

cefasını bitir, bana gel." diye buyurdular. Ben de "Allanın Peygamberine layık<br />

birşeyim yok. Nasıl varayım?" dedim. Peygamber de buyurdular ki: "Onaltı oğlun<br />

var. Hepsiyle konuş. Hangisi razı olursa onunla gel." dediğini anlatınca dervişler<br />

feryad edip ağlamaya başladılar. Oğullarını toplayıp gördüğü rüyayı onlara da<br />

anlattı. "Benimle hanginiz gider ?" diye sordu. Hepsi de bir ağızdan "Hepimiz<br />

gideriz." dediler. Baba ve on altı oğlu aynı günde ruhlarını teslim ettiler. Damadı Pir<br />

Mehmet Hoyi dervişlerle hepsinin kabirlerini hazırlattı. Namazlarını kılıp defnetti.<br />

Şeyhülislam Berdai'nin yerine Halife oldu.<br />

Burada bir nokta insanı düşündürüyor. Baba ve on altı oğlunun aynı günde<br />

ölmesi acaba hepsinin Hazreti Peygamberi çok sevdiklerinden bir sempati intiharı<br />

yapmış olabilirler mi, sorusunu akla getiriyor.


Yaşlıları söylediğine göre Şeyhülislam Berdai'nin türbesindeki<br />

silsilenamesinde soyunun Hazreti Peygambere kadar uzandığı, 38. soydan nesli<br />

olduğu yazılıydı. 1900lerde burayı ziyaret eden Isparta Tarihi yazarı Böcüzade<br />

Süleyman Sami bu silsilenameyi gördüğünü kitabında yazar. Türbenin bulunduğu<br />

yere de Mezar-ı Şerif denir.<br />

1878 de doğan babaannem Kamile Hanım Şeyhülislam Şeyh Berdai<br />

Zaviyesinin son şeyhlerinden Şeyh Ahmet Efendi'nin kızıdır. Babaannemin sık sık<br />

söylediği sözleri hiç unutmam;<br />

"Semerkandi, Buharayi<br />

Sana kısmet olan lokma<br />

Gelir arayi arayi...<br />

Şeyhülislam Şeyh Berdai'nin birçok menkıbeleri vardır. Bunlardan biri<br />

şöyledir: Şeyhülislam Berdai camiye giderken pek çok kimseyle karşılaştığı halde<br />

iki üç kişiye selam verirdi. Dervişlerinden biri merak edip neden başkalarına selam<br />

vermediğini sordu. Şeyhülislam Berdai Dervişin gözünü sıvazladı, Dergahtan dışarı<br />

gönderdi. Derviş çarşıya varınca insanlardan kimini maymun, kimini domuz, kimini<br />

çakal, kimini tilki, kimini kurt, kimini köpek suretinde gördü. Yalnız Şeyh Berdai'nin<br />

selam verdiği kişileri insan suretinde gördü. Sonra Şeyhülislam Berdai'nin yanına<br />

vardığında "Efendim, bu işin hikmetini şimdi anladım." dedi. Şeyhülislam Berdai<br />

Dervişin gözlerini sıvazlayarak eski haline getirdi.<br />

ŞEYH PİR MEHMET HOYİ<br />

Piri Halife Sultan diye de anılır. Şeyhülislam Berdai, davet üzerine Eğirdir'e<br />

gelirken Mehmet Hoyi, gördüğü rüya üzerine onun kafilesine Hoy şehrinde katılmış,<br />

Eğirdir'e geldikten sonra da Şeyhin kızı Zeynep Hanım'la evlenmiştir. Şeyhülislam<br />

Berdai, düşünde Hazreti Peygamber çağırdığı için kendi ve on altı oğlu aynı günde<br />

ruhlarını teslim edince Dergâhı devam ettirecek erkek kalmadığından , damadı olan<br />

Pir Mehmet Hoyi "Halife" adıyla dergahın başına geçmiştir. Tasavvuf hakkında<br />

birçok eseri olduğu söylenir ama, yalnız "Zübdetüttahkik" adındaki eseri bilinir.<br />

Ispartalı Yunuszade bu kitabı vakıf kitapları arasında yazar. Oğlu Şeyh Mehmet<br />

Çelebi Sultan da bu esere ZübdetütTetkik isminde bir şerh yazar. Şimdiye kadar bu<br />

kitap bulunamamıştır. Şeyhülislam Berdai Zaviyesinin Mütevelli eviyle beraber<br />

kütüphanesinin de 1910 larda son şeyh, Şeyh Saadettin zamanında yanmasıyla<br />

pekçokeser arasında Pir Mehmet Hoyi'nin de eserlerinin yandığı sanılır.<br />

Oğlu Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın 1495'te öldüğü, 40 yıl Şeyhlik yaptığı,<br />

babasının ölümünden sonra Şeyh olduğu, Şeyhin de Fatih Sultan Mehmet'le<br />

karşılaştığı hesaba katılırsa, Şeyh Pir Mehmet Hoyi'nin 1445 tarihinde ölmüş<br />

olduğu ortaya çıkar. Şeyh Mehmet Hoyi'nin de soyu Hazreti Peygambere dayanır.<br />

Türbesi Şeyhülislam Berdai'nin türbesi üstünde, ortadaki türbedir. Menakıp'taki<br />

kerametlerinden bazıları şöyledir:<br />

Piri Halife Sultan'nın bir öğrencisi vardı. Bir gece rüyasında evliyanın<br />

büyüklerinden Akşemseddin Hazretlerini gördü. Bir rüyasının tabirini sordu.<br />

Uyanınca tabire hayret edip hocası Piri Halife Sultan'ın huzuruna gitti. O daha bir<br />

şey söylemeden hocası "Ali Fakih.. Akşemseddin rüyanın tabirini tam yapamadı.


Yazla'daki Şeyh Pir Mehmet Hoyi'nin türbesi Üst<br />

taraftaki yapı oğlu Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ındır<br />

Rüyanın tabiri şöyledir." deyip kendi tabirini yaptı. Bir süre sonra Piri Halife Ali<br />

Fakih'i İstanbul'a gönderdi. Vardığı gün Cuma idi. Cuma namazı kılmak için<br />

Ayasofya Camisine gitti. Namazdan sonra Akşemseddin Hazretleri vâz etti. Vâzdan<br />

sonra Akşemseddin Hazretleri kürsüden inince Ali Fakih elini öpmek için yaklaştı,<br />

elini öptü, fakat Akşemseddin Ali Fakih'in elini bırakmadı. Piri Halife Sultan'ı<br />

kastederek, "Dost kokusunu aldım." dedi. Herkes dağılınca onu odasına götürdü.<br />

Piri Halife Sultan'ın halini sorup haber aldı. Bir müddet sohbetten sonra, "Ali Fakih..<br />

Biz senin rüyanın tabirinde yanılmışız. Tabiri Hocan Piri Halife Sultan'ın söylediği<br />

gibidir." dedi. Ali Fakih Akşemseddin Hazretlerinden bu sözleri duyunca Hocasının<br />

kendini neden İstanbul'a gönderdiğinin hikmetini anladı.<br />

Şeyh Pir Mehmet Hoyi'nin oğlu Mehmet Çelebi Sultan kimya ilmini<br />

öğrenmeye heves etti. Piri Sultan oğluna: "Oğul.. Kimya ilmini tahsil ettin mi ?" diye<br />

sordu. Oğlu da: "Baba biraz daha zaman ister." dedi. Evde boş bir sandık vardı. O<br />

sandığı gösterip: "Oğul...Şu sandığı kilitle. Bir müddet sonra bak. Devamlı kelime-i<br />

tevhid söyle. Sonra aç. Yüce Allahın kudretini gör." dedi. Bu sözleri üzerine boş<br />

sandığı kilitledi. Başında durup bir müddet devamlı: "La ilahe illallah.." dedi. Sonra<br />

da sandığı açtı. Sandık altınla doluydu.


Pir Mehmet Hoyi, Fatih Sultan Mehmet Han huzurunda da bazı kerametler<br />

göstermiş, o da Şeyhe vezirlerinden biri ile para ihsan edip himmet ve duasını rica<br />

etmiş, "Ne istekleri varsa bildirsinler" buyurmuştur. Şeyh ihsanı kabul etmemiş, geri<br />

göndermiştir. Vezir, gönderilen ihsanın yedi yüz altın olduğunu söylediğinde Şeyh<br />

Pir Mehmet Hoyi tebessüm ederek: "Bizim yedi yüz değil, yedi altına hakkımız<br />

yoktur. Biz fakir bir dervişiz. Bunu kendileri İslam askerlerine, devlet işlerine sarf<br />

buyursunlar.<br />

Padişahımıza dua bizdendir." demiştir. Elçi Padişahın, "Yine de bir arzuları<br />

vardır. Bildirsinler..."dediğini söyleyince: "Bir muradımız yoktur. Eğer lütfederlerse<br />

merhum kaynatam ve Şeyhimiz Şeyhülislam Berdai'ye merhum Hızır Bey bir<br />

miktar arazi ve emlak vermişlerdi. Şeyh merhum da bunları evlada vakfetmişlerdi.<br />

Temlik ve vakfı sahih olmak için bir ferman ihsan buyursunlar." demiş. Elçi bu haberi<br />

Padişaha duyurmuş, o da bir ferman göndermiştir. Ferman İstanbul Evkaf<br />

Müdürlüğü Anadolu Kuyud-u Kadime Dairesinde kayıtlıdır.<br />

ŞEYH MEHMET ÇELEBİ SULTAN<br />

Şeyhülislam Berdai'nin kızından torunudur. Babası Şeyh Mehmet Hoyi,<br />

annesi Zeynep Hanım'dır. Babasının ölümü üzerine genç yaşta Dergâhın başına<br />

geçmiştir. Kimyaya meraklıydı. Diğer bilimlerle de ilgilenmiştir. Şairdir. Bir divanı<br />

vardır. Hemen hemen her şiirinde Hızır'dan bahsettiği için Divanına "Hızırname" de<br />

derler. Ord. Prof. Dr. Fuat Köprülü Türk Edebiyatında İlk Mutasavvuflar adlı<br />

eserinde Hızırname' den yedi yerde bahseder. Hızırname H. 880, Miladi 1475 te<br />

yazılıp bitmiştir. Şeyh Mehmet Çelebi Sultan H. 900, Miladi 1495 yılında ölmüştür. 23<br />

yaşında babasının ölümünden sonra Şeyh olmuş, 40 yıl Dergahın başında kalmıştır.<br />

Bu duruma göre 63 yaşında ölmüş görünüyor. Doğum tarihinin de 1432 olması<br />

gerekir.<br />

Farsçayı, Arapçayı iyi biliyordu. İhtişama çok önem verirdi. Dışarı çok ender<br />

çıkar, çıktığı zaman da hademe ve dervişlerle beraber ata binerek softlar, samur<br />

kürkler içinde gezerdi. Nitekim Yazla'daki en büyük kubbeli camiye yakın türbe, Şeyh<br />

Mehmet Çelebi Sultan'ındır. Sağında anası Zeynep Hatun, solunda kızı Şehribanu<br />

Hatun yatar.<br />

Şeyh Meymet Çelebi Sultan'ın iki oğlu, üç kızı oldu. Oğlunun birinin adı<br />

Ahmet, diğerinin Haşim'dir. Ahmet üç dört yaşında, Haşim daha küçükken ölmüştür.<br />

Kızları Şehribanu, Cihanbaht, Ruzbaht idi. Kızlarından birini Atabey'e , diğerini<br />

Uluborlu'ya gelin etmiştir. Küçük kızı Şehribanu'yu da Dündar Bey medresesinde<br />

Müderris Tokatlı Muhittin Efendi'yle evlendirmiştir. Bir süre sonra Müderris Muhittin<br />

Efendi Eğirdir'den ayrılmış, Tosya'ya gitmiş, sonradan Şeyh olacak olan<br />

Burhanettin H.900, Miladi 1495 te orada doğmuştur. Dedesi Şeyh Mehmet Çelebi<br />

Sultan da aynı yıl Eğridir'de ölmüştür.<br />

Şeyh Mehmet Çelebi Sultanın Hızırname adlı divanından birkaç örnek<br />

sunuyorum:<br />

Cemalin arzeder ol dost dediler<br />

Erenler masivadan el yudular<br />

Selamet ellerine yürüdüler Cemalin<br />

arzeder ol dost dediler


Gönül bağlamadılar bu cihana Ki<br />

bakmayıp zeminü asumana<br />

Geçirmedi bunlar ömrün yabana<br />

Cemalin arzeder ol dost dediler<br />

Bu tuli mest aşıkoldu bu dem Ol<br />

esma sırrına çün oldu mahrem<br />

Yetişür cezbei rahman hemen dem<br />

Cemalin arzeder ol dost dediler<br />

Dili aşk şem'ine pervane oldu<br />

Şarab-ı aşk ile mestane oldu<br />

Anınçün kem adı divane oldu<br />

Cemalin arzeder ol dost dediler<br />

Hakayik bahrine ol çünki daldı<br />

Varıp ol mülki aliye irişti Hem ismi<br />

azamı hep cümle bildi Cemalin<br />

arzederol dost dediler<br />

Melekler cem olup hazırdururlar<br />

Erenler sidrei seyran kılurlar Ol<br />

elde can verip canan alırlar<br />

Cemalin arzeder ol dost dediler<br />

Tecelli ehildir anda varanlar Avalk<br />

kat'edüp geçüp gidenler<br />

Fenailerdürüranı görenler<br />

Cemalin arzeder ol dost dediler<br />

Vücudu mahvi kıldılarvaranlar<br />

Şarab-ı aşkı çünkü tattı anlar Hızır<br />

Han himmetiyle yetti anlar Cemalin<br />

arzederol dost dediler<br />

Bu zahirgöze ol nihan oluptur<br />

Seraseralemeolhanoluptur<br />

Ricali gaybe hep sultan oluptur<br />

Cemalin arzederol dost dediler<br />

Ebülabbas cihana çünkü geldi<br />

Ne var ise bu yeryüzünde bildi<br />

Medetsizlere ol bir demde erdi<br />

Cemalin arzederol dost dediler<br />

Hızır peygamberi çün zinde derler<br />

Ebülabbas melekler ana derler<br />

Ana hem kuh-i kafta böyle derler<br />

Cemalin arzeder ol dost dediler


Hakkın kudret elidir bil o Sultan<br />

Irakyakın bu yer gök ana yeksan<br />

Ledün ilmi oluptur ana ferman<br />

Cemalin arzeder ol dost dediler<br />

Bu Muhittin'e Hak kıldı inayet<br />

Hızır Han kıldı ana ali himmet<br />

Ricalullah ederler hep riayet<br />

Cemalin arzeder ol dost dediler<br />

Arşı Rahmandan işittik bir haber Bir<br />

ulu Mir'at gördüm muteber<br />

Gözüne hasıl olur aynelyakin Bunları<br />

gördüm yine ben kemlerin<br />

Bir isim gördüm yazılmıştır ayan Dedi<br />

ruhul Kudüs bana ol zaman<br />

İsmi azamdır bu isme kıl nazar Bu<br />

durur esmada ammüleser<br />

Yazılmış alnımda bir hattı han İsmi<br />

azamdıronu bildim heman<br />

İçtim anda hem serabı lâyezal<br />

Anınçün ruha gelmez hiç melal<br />

Pes musahhar oldu kamu kâinat Hem<br />

tecelli buldu zatiyle sıfat<br />

Gördüm ol bahri muallak cuşurur<br />

Cümle ervahı melek hayran kalur<br />

Bu cihanın hep tasarruf mihrini<br />

Verdiler ilm-i ledün miftahmı<br />

Bu seferden can-u dil alureser Hızır<br />

İlyas himmeti verdi zafer<br />

Aşk elinde oldu Muhittin has Çün<br />

Hızırkatmda buldu ihtisas<br />

Hünkâr Hacım Bektaş gelür ben kuluna himmet kılur<br />

Leşker hesabın kim bilür Hünkâr Hacım Bektaş gelür


Bulgardağı key uludur gürbüz onlar yeridir<br />

Dolu Hızır Han kuludur Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />

Bulgaraçünküm vardılar kırklar ve üçler yediler<br />

Kutbiyle efrat erdiler Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />

Boz oğlanı hem gördüler Bozdağdan ılgar seçtiler<br />

Piranı Horasan geldiler Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />

Gördüm geyikleri gelür Hünkâr önüne yüz ürür<br />

Hep Gaybiler saf saf durur Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />

Seyit Gazi gördüm gelür önce Melik Gazi gelür Sultan<br />

Şüca bile gelür Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />

Çekildi ak sancakları geldi erenler leşkeri<br />

Sürüldü sohbet demlen Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />

Hünkar ile vardım bile Bir demde erdim Bulgara Doldu<br />

Erenler Bulgara Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />

Bulgara varandır Veli Arş'a erer anın eli<br />

Hızır ile İlyas'ın kulu Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />

Bunlar yediler beş durur üçler dokuzlar eş durur<br />

Hızıranlar için baş durur Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />

Seyyit Gazi'yle gittiler Veysel Karane yettiler<br />

Peygamberin zeylin tutup Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />

İpsahoros'tan uçtular Şam iline eriştiler<br />

Girdi Dımışk'a bular Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />

Her cema varır hem bular kılur namazı Mekke'de<br />

Sürüp Medine'de yüzü Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />

İbsahoros'tan uçtular Tur dağına iriştiler Musa ile<br />

söyleştiler Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />

Her Hac varırlar Mekke'ye hem bile durup Vakfe'ye<br />

Dahi Safa'ya Merve'ye Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />

Bulgar dağından uçtular irdi Medine'ye bunlar<br />

Hep rahmete garkoldular Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />

Bizi erenleraldılaralemleri gezdirdiler Görmediğim<br />

gösterdiler Hünkâr Hacım Bektaş gelür


Derler kabul ettik seni pes durma seyran eyle gil<br />

Gördüklerin söylegil Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />

Ben birfakirem doluyem Hızır'ın ezelden kuluyem<br />

Himmetleriyle doluyem Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />

Muhittin eyler çün zari hep şunları gördü bari<br />

Hızır'ın eldeki vari Hünkâr Hacım Bektaş gelür<br />

Aferin âne ki hake verdi can<br />

Canı ismaniyle kıldı cavidan<br />

Perteviyle can eyleyen mamur eder<br />

Enfüsi afaki külli nur eder<br />

Oldur ismin her dile asan eden Hem<br />

sarayı vahdete mihman eden<br />

Kullarına kendüzini bildiren<br />

Hüsnü ile dü cihanı güldüren<br />

Muhtelif meşrepler icat eyleyen<br />

Yullarından feyzi imdat eyleyen<br />

Kimisin meczup mebhut eyleyen<br />

Kimisin aklını fertut eyleyen<br />

Menakıp'dan Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'la ilgili kerametlerden birkaçını<br />

sunuyorum.<br />

Bir gün Şeyh Hazretleri Yazla camisi önünde göle karşı otururken atlı bir<br />

ulak Şeyhin önüne gelmiş, selam vermiş, Avşar'a nerden gidileceğini sormuş. Şeyh<br />

Hazretleri gölü gösterip: "Avşar karşıdadır. Korkmadan gidiniz. "Buyurmuş." Ulak<br />

da hiç çekinmeden atını sürmüş, göl üzerinden aşıp gitmiş. Göl üzerinden toz çıkararak<br />

bir atlının geldiğini gören Avşarlılar toplanıp, bu gelen zatın Hızır olduğunu<br />

sanmışlar. Ulak Sarıkamış kıyısına çıktığında aralarına alıp kimi atın ayağına, kimi<br />

üzengisine yüz sürüp: "Sultanım.. Sen Hızır Peygambersin.. Bize yardımcı ol." diye<br />

sarılmışlar. Ulak da Avşarlılara: "Ben bir haberciyim. İstanbul'dan gelip Konya'ya<br />

gidiyorum. Gölün öte tarafında mescit ve Evliya türbeleri var. Buraya gelmeden<br />

oradaki bir azizden yol sordum. Buyurdu ki: "Avşar karşıdadır. Korkmadan göl<br />

üzerinden git." dedi. Böyle heybetli bir kimse görmemiştim. Bunda mutlaka bir<br />

hikmet vardır dedim, sözünü tuttum. Toprak üzerinde yürür gibi atımı deryaya<br />

sürdüm geldim. Ben Hızırdeğilim. Keramet yol sorduğum o azizdedir."<br />

Eğirdir'in Kışlacık köyü imamı Nasuh Fakih şöyle anlatmıştır.<br />

"Bir gece evimde yatıyordum. Kapı çalındı. Açtığımda Mehmet Çelebi<br />

Sultan Hazretleri karşımdaydı. Elinde bir çıkın ve nacak vardı. Çıkını bana verdi.<br />

"Peşimden gel.." buyurdu. Önümüze bir derya çıktı. Derya üzerinden yürüyerek bir


hisara vardık. İslam ordusu hisarın etrafını sarmış beklemekteydi. Mehmet Çelebi<br />

Sultan elindeki nacakla hisarın kapısını vurunca bir Rahip kapıyı açtı. Önümüze<br />

düşüp evine götürdü. Evine varınca bir dehlize girdik. Merdivenle aşağı indik.<br />

Orada bir mescit gördük. Mescitte Kuran-ı Kerim'ler, rahleler vardı, mumlar<br />

yanıyordu. Bizi götüren Rahip müslüman kıyafeti giyip yanımıza oturdu. Benim<br />

götürdüğüm çıkını açıp yemek yedik, dua ettik. Şeyh Mehmet Sultan Rahibe: "Artık<br />

hisarı verin." deyince, Rahip de: "Emir sizindir." dedi. Sonra oradan çıkıp gittik.<br />

Sabah namazının vakti gelmişti. Yine denizin üzerinden Dergâha ulaştık.<br />

Ben: "Sultanım.. Bu garip haller, gördüğümüz yerler nedir ?" dedim. O,<br />

"Gittiğimiz Hisar Kefe Hisarıdır. İslam askerleri onu almaya varmışlardı. Bugün<br />

Hisar kapısını açarlar." Buyurdu. Tarih koydum. İşaret ettiği gün o saatte Kefe<br />

Hisarı fethedildi."<br />

Uluborlu'dan Emir Halife anlatır.<br />

"Mehmet Çelebi Sultan'ın ölümünden kırk sene sonra mezarının bir tarafı<br />

çökmüştü. Tamir etmemiz için mezarını açmamız gerekti. Mezarını açınca nura<br />

gark olmuş bir halde yattığını gördük. Mübarek yüzü hiç solmamış, aynen hayattaki<br />

gibiydi. Yanımda sevenlerinden biri vardı. Bu kişi, "Benim bir oğlum var. Bir<br />

seneden beri hasta. Bu zatın sakalından bir kıl alayım, şifa olarak götüreyim..."<br />

dedi. Biz engel olmaya çalıştık fakat adam dinlemedi. Şeyh Mehmet Çelebi<br />

Sultan'ın mevtasının sakalından bir kılı tutup çekti. Koparamadı. Şeyh Hazretleri<br />

sanki canlıymış gibi başını öbür yana çevirdi. O kişi yine aldırmayıp Şeyhin<br />

sakalından bir kıl koparmak için yine bir kılı tutup asıldı. Bu sırada Şeyh Hazretleri o<br />

kişiye öyle bir tokat vurdu ki, adam düşüp öldü. Ben de korkumdan kaçıp bir kenara<br />

çekildim, şaşkın bir halde yığılıp kaldım. Sonra başkaları gelip Şeyh Hazretlerinin<br />

mezarını kapattı. Bu olayın etkisiyle altı ay hasta yattım."<br />

Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın türbesi Torunu<br />

Şeyh Burhanettin'in kabri türbenin önündedir.


ŞEYH BURHANETTİN<br />

Şeyh Burhanettin, Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın torunudur. Kızı<br />

Şehribanu'dan Tosya'da 1495 yılında doğmuştur. Babasının adı Mehmet Muhittin<br />

'dir. Dündar Bey medresesinde Müderris iken ayrılmış, Tosya'ya gitmiştir.<br />

Şeyh Mehmet Çelebi Sultan 1495 yılında vefat edince Zaviye bir süre boş<br />

kaldı. Şeyhin yerine geçecek erkek evladı yoktu. Açık kalan makama Halvetiye<br />

tarikatından "Yunus" adında bir şeyh geldi. Zeyni ayinini kaldırdı. Bu durum Dervişler<br />

arasında hoşnutsuzluk yarattı. Nihayet bir gün Şeyh Yunus yatağında ölü bulundu.<br />

Şeyh Yunus'un ölümünden sonra Zeyniye tarikatından Şeyh İbrahim adında biri<br />

İstanbul'dan Beratla gönderildi. O da bir süre sonra atıyla uçurumdan düşerek öldü.<br />

Bundan sonra Dergâhtakiler o soydan gelen birini aramaya başladılar. Şeyh<br />

Mehmet Çelebi Sultan'ın torunu Burhanettin'de karar kıldılar. Burhanettin'in babası<br />

Mehmet Muhittin de Peygamber soyundan olup seyittir. Soyu evliyadan Hakim Ali<br />

Tirmizi'ye ulaşır. Tokat'a adam göndererek Burhanettin'i Eğirdir'e davet ettiler.<br />

Burhanettin dedesinin postuna oturduğu zaman 14-15 yaşında kadardı. Küçük<br />

olduğu için babası ölmüş olduğundan annesi Şehribanu Hanımla Eğirdir'e gelmişti.<br />

Yalnız dervişlerin kemale ermeden o yaşta birinin Şeyh olamayacağını belirtmeleri<br />

üzerine Burhanettin Bursa'ya gitti. Şeyh Nasuh Efendi'nin yanında yetişti. Ondan<br />

icazet alarak Eğirdir'e döndü. Şeyh Burhanettin oldu.<br />

Osmanlı devlet adamlarından Rüstem Paşa vezir olmak için uğraşırken<br />

İstanbul'dan uzaklaştırılmış, Teke ve Hamid Beyi olarak gönderilmişti. Şeyh<br />

Burhanettin Efendi ve dedelerinin şöhretini duydu. Şeyh Burhanettin'i tanımak,<br />

sohbetinde bulunmak için Eğirdir'e geldi. Şeyhe saygı göstererek duasını aldı. Şeyh<br />

de ona iltifat gösterdi. Sonra Rüstem Paşa İstanbul'a gitti. Devlet kademelerinde<br />

hızla yükseldi. Kanuni'nin kızı Mihrimah Sultan'la evlenip Padişah damadı oldu,<br />

ardından Sadrazam oldu. Rakibi İbrahim Paşa da katledildi. Rüstem Paşa bu<br />

olayları Şeyhin kerameti bildi. Onu İstanbul'a davet ederek büyük ikramlarda<br />

bulundu. Küçük Ayasofya zaviyesini verip irşatlarda bulunması için İstanbul'da<br />

kalmasını istedi. Şeyh Burhanettin Rüstem Paşa'nın isteğini kıramayıp bir yıl kadar<br />

bu zaviyede kaldı. Sonunda ecdadının toprağı Eğirdir'e dönmeye karar verdi.<br />

Sadrazam Rüstem Paşa'ya:<br />

"Oğul. Biz dağ civarında büyüyüp uzlete, yalnızlığa alışmışız. Hayır duamızı<br />

istersen bizi mekanımıza gönder. Sağ olursak üç dört yılda bir İstanbul'a gelip sizi ve<br />

burada kadı bulunan Müderris evladımızı ziyaret ederiz." dedi. Sadrazam Rüstem<br />

Paşa da bu durumu Kanuni Sultan Süleyman'a arz etti. Gerekli izin çıktı. Eğirdir'de<br />

bir vazife verip maaş bağlanmak istenince: "Bize otuz akçe kâfidir." dedi. Dönmeden<br />

önce Sadrazam Rüstem Paşa Şeyh Burhanettin'i Kanuni Sultan Süleyman'la<br />

görüştürmek istediyse de Şeyh Burhanettin:<br />

"Sultanlarla görüşmek dervişlere zarar verir.." deyip görüşmedi. Rüstem Paşa<br />

Şeyh Burhanetin Efendi'ye Nis harcından yevmi 50 akçe verilmesi için berat<br />

göndermiştir. Ayrıca Eğirdir'le de ilgilenmiştir. Eğirdir'den Barla'ya giden derbent<br />

yolunu, Eğerim yolunu onartmıştır.<br />

Şeyh Burhanettin Efendi Dervişleriyle beraber Hac'ca gitmiştir. Tefsir ve<br />

Hadisle meşgul olmuştur. Mezarı Dedesi Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın batısında,<br />

dışarıdadır. 1562de ölmüştür. Dedelerinin kerametlerini ilk defa "Menakıp" adlı<br />

kitapta toplayan odur.


Şeyh Burhanettin Efendi'nin iki oğlu, bir kızı olmuştur. Oğullarından birinin<br />

adı "Seyit Mehmet", diğerinin ise " Şerifi Mehmet Çelebi" dir. Bu oğlunu Atabey<br />

Medresesi müderrislerinden Mevlana Abdülcebbar'ın kızı ile evlendirmiştir. Bu<br />

evlilikten Şair Şerif Mehmet Efendi doğmuştur.<br />

Şeyh Burhanettin'in de ataları gibi kerametleri vardır. Bunlardan birkaçını<br />

sunuyorum.<br />

Uluborlu'dan Hasan veAli Dede anlatmışlardır.<br />

Beraber Hac'ca gitmeye niyetlendik. Hazırlıklarımızı yapıp duamızı almak<br />

için Mezar-ı Şerif denilen yerdeki Şeyh Burhanettin Hazretlerinin olduğu mescide<br />

gittik. Şeyh bizi görür görmez: "Sizde Hacı kokusu vardır. Bu ne haldir? " dedi. Biz<br />

de "Sultanım .. Biz Hac'ca gitmeye niyetlendik. Himmet eyleyin." deyip duasını<br />

istedik.<br />

"Sizi yüce Allah'a ısmarladık.. Korkmayınız." dedi. Gemiyle yola çıktık. Yirmi<br />

gün sonra Cidde açıklarına geldik. Bir gece aniden bir fırtına çıktı. Gemideki<br />

yolcular "Batacağız" diye telaşa kapıldılar. Geminin ağırlığını azaltmak için ağır<br />

eşyaları denize atmak istediler. Telaşlı ve şaşırmış bir haldeyken Şeyh Burhanettin<br />

Hazretleri, dedesi Şeyh Mehmet Çelebi Sultan ile birlikte gelip gemimizin kenarında<br />

durdular.<br />

"Korkmayın!...Müslümanlar eşyalarını denize atmasınlar. Allanın emriyle<br />

fırtına sabaha kadar sakinleşir." dediler. Sonra gözden kayboldular. Dedikleri gibi<br />

fırtına sabahleyin kesildi. Döndükten sonra annemden öğrendim ki Şeyh<br />

Burhanettin Hazretlerinin Hanımı bir gün anneme gelip: "Oğulların falan gün bir<br />

sıkıntı çekmişler mi ?" diye sorup bizim denizde sıkıntılı anlar yaşadığımız günü<br />

işaret etmiş. Şeyh Hazretlerinin de o gün akşam yemeğinde: "Hey Hasan Dede..<br />

Hey Ali Dede.." deyip dergahına gittiğini söylemiş.<br />

Eğirdirli Hacı Dede şöyle anlatmıştır:<br />

Şeyh Burhanettin Efendi birgün bana:<br />

"Hacı Dede!.. Var Eğirdir'e git..Taze balık varsa bize alıver.. Evden isterler."<br />

dedi. Ben de hemen Eğirdir'e gidip çarşıda sordum. Halk bana gülüp: "Sofi! Deli mi<br />

oldun ? Bu soğukta balık mı çıkar ? Şeyh bu zamanda taze balık olmadığını bilmez<br />

mi ?" dediler. Dönüp Şeyhin huzuruna geldim:<br />

"Efendim.. Balık yok.. Halk bana gülüştü.." dedim. Şeyh bana öyle heybetli<br />

baktı ki, neredeyse ruhum çıkacaktı.<br />

"Git! Çabuk getir!" dedi. Emre uyup Eğirdir gölünün kenarına gittim. Bir de<br />

baktım ki çakıllar arasında iri iri balıklar su içinde canlı olarak duruyor. Pek de çoktu.<br />

Hemen bir kaba doldurup huzuruna tekrar gittim. Şeyh balıkları görünce:<br />

"Hah! Şöyle!.." buyurdu. Hayatta olduğu müddetçe bu kerameti kimseye<br />

anlatmadım.<br />

ŞERİFİ MEHMET ÇELEBİ<br />

Şeyh Burhanettin Efendi'nin oğludur. Tahmini 1520 lerde doğmuş, 1544 te<br />

Atabey medresesi müderrislerinden Mevlana Abdülcabbar'ın kızıyla evlenmiştir.<br />

Oğlu Şerif Mehmet Efendi 1552 de dünyaya gelmiştir. Şeyhülislam Berdai<br />

Dergahına ilgi göstermemiş, Rumeli kasabalarında Kadı'lık yapmıştır. Ölüm tarihi<br />

kesin olarak bilinmemektedir. Şairliği vardır. Bir şiiri şöyledir.<br />

Suz-i aşkın cana ey mâh şöyle tesir eyledi<br />

Çıktık eflak üzre ahım gün gibi seyreyledi


Dil şehid-i tig-i aşk oldu deyu cana müjen Kıl<br />

kalemle birşehadetnametahrireyledi.<br />

La' lüni resm eyleyüp gönlümde nakkâş-ı hayâl Bir<br />

akarsu üzre şekil-i can ı tasvir eyledi.<br />

ŞERİF MEHMET EFENDİ<br />

Şerifi Mehmet Çelebi'nin oğludur. Şeyh Burhanettin Efendi'nin torunudur.<br />

1552 yılında doğmuştur. 1630 yılında ölmüştür. Mezarı İstanbul Eyüp'te, Hazreti<br />

Halit civarındadır. Müderris olmuş, Galata, Halep, Şam, Mekke, Edirne, Mısır<br />

Kadılıklarında bulunmuştur. 1619 tarihinde Anadolu Kazaskeri, 1624 tarihinde<br />

Rumeli Kazaskeri oldu. Hacca da gitti. Dönüşünden az sonra öldü.<br />

1621 yılında emekli oldu. Önce Rusçuk kazası, sonra Dimetoka arpalık<br />

verildi. Şairdir. Şiirlerinde Şerifi Mahlasını kullanırdı. Arapçayı, Farsçayı çok iyi<br />

bilirdi. Babası Şerif Mehmet Çelebi'nin ailesiyle ilgili toplayıp yazdığı eserden,<br />

Dedesi Şeyh Burhanettin'nin kendi el yazısıyla yazdığı eserden faydalanarak kendi<br />

işittiklerini de katarak 1597 yılında "Menakıb-ı Evliya" adlı bir eser yazmıştır. Son<br />

dönem Osmanlı Maliye Nazırlarından Eğirdirli kitap meraklısı Nafiz Paşa bu kitabı<br />

çoğaltarak İstanbul Süleymaniye kütüphanesine vakfetmiştir.<br />

Bir beyti:<br />

Gerçi derler vadeye eyler vefa ol nazenin Ya ki<br />

amma çekmeyince sineye gelmez yakin.<br />

ŞEYH ÖMER EFENDİ<br />

Torunu öğretmen Etem Kartal'ın verdiği bilgiye göre;<br />

"Şeyh Ömer Efendi Eğirdir'de doğdu. Babası Şeyhülislam Berdai zaviyesi<br />

şeyhi, Şeyh Ahmet Efendi'dir. Şeyh Ahmet Efendi'nin İstanbul'da Nakşibendi<br />

tarikatı mütevelliliğine tayin edilmesi üzerine Ömer Efendi medrese tahsilini<br />

İstanbul'da yaptı. Sonra gelip Eğirdir, Isparta çevresinde kadılık etti. Sonra kadılığı<br />

bırakarak, Şeyhülislam Berdai zaviyesine Şeyh oldu. İlk defa Eğirdir ve çevresinin<br />

tarihini yazdı. Ne yazık ki 1910 larda Şeyh Saadettin zamanında mütevelli evinin<br />

ve Vakfın kütüphanesinin yanmasıyla pek çok el yazması eserin yanında Eğirdir<br />

tarihi ile ilgili eserde yandı.<br />

Şeyh Ömer Efendi alim, şair bir zat idi. Tasavvufa ait eserleri vardır.Bu<br />

eserlerin bir kısmı yanmış, bir kısmı da kaybolmuştur."<br />

Şeyh Ömer Efendinin iki oğlu vardır. Şeyh Ahmet Efendi, son şeyh olan<br />

Saadettin Efendidir. Babaannem Kamile Hanım, Şeyh Ahmet Efendinin kızıdır.<br />

Şeyh Ömer Efendi (H.1272) 1856 tarihinde Eğirdir'de vefat etti. Mezarı<br />

Şeyhülislam Berdai'nin türbesinin kuzeyindedir.<br />

ŞEHY ALİ AĞA İBTİDAİ MEKTEBİ<br />

Cami mahallesinde Besdelcilerin evinin olduğu yerde idi.


ŞEYH ALİ AĞA MEDRESESİ<br />

Kale medresesi de denir. 1802 de Şeyh Ali Ağa tarafından iki katlı 20 hücreli<br />

ahşap olarak yaptırılmıştır. 1807 yılında da yanına kargir bir kütüphane yaptırmış,<br />

içine de yazma 217 eser koymuştur.<br />

Medresenin üst kısmı dersane alt kısmı öğrencilerin yatması içindi.<br />

Medresenin bahçesinde müderrisler için ev vardı. Bahçe genişti, meyva ağaçları<br />

bulunuyordu. Kütüphanenin sütunları şimdi M.Y. Şapçı İlköğretim okulunun arka<br />

bahçesinin batı kapısının yanlarındadır. Kütüphane ve medrese 1928 yılında yıkıldı,<br />

yerine Zafer İlkokulu yapıldı. Bu okul da cami mahallesi yangınında zarar gördüğü<br />

için 1960 yılında yıkılmıştır.<br />

ŞEYH TURHAN EFENDİ<br />

Şeyh Burhanettin Efendi'nin hizmetinde bulunmuş, onun ilminden,<br />

feyzinden yararlanmıştır. Zeyniye tarikatındandır. 1620 yılında ölmüştür.<br />

ŞEYHİ<br />

Asıl adı Seyyid Mehmet Şeyhi Efendidir. Eğirdirlidir. Şeyhülislam Berdai'nin<br />

soyundandır. Eğirdir'de kalmamış, dışarıda müderrislik ve kadılık yapmıştır.<br />

Nakibü-l eşraflıkta bulunmuştur. Mekke kadılığına giderken 1634 de Cidde'de<br />

ölmüştür. Orada gömülüdür. Divanı vardır. Birşiiri:<br />

Bir dem ki sohbet eylese ağyar yâr ile Bende<br />

yürek hezar ise derd ile yâr ile<br />

Gayret dikenlerinde ciğer pare pâredür Her bir<br />

hab oturalı sen gülizâr ile<br />

Kan ol yürek ki bülbüle zağ oldu hemnişin Ağla<br />

gözüm ki gül yöresi doldu har ile<br />

Fikrimde idi yare irem bahtyarolam<br />

Olmaz imiş zemâne işi ihtiyar ile<br />

ŞEYHİ ezelde kısmet imiş sana derd ü âh<br />

Derman kaçan irişe sen rûz-i zar ile<br />

ŞEYTANIN AĞACI<br />

Kızılcık (Eren) ağacına derler. (Erenin birinci e'si biraz uzun söylenir.)<br />

Söylentiye göre Şeytan "Hangi ağaç en erken çiçek açarsa o ağaç benim." demiş.<br />

Şubat ortalarında çiçeklenen eren ağacının altına oturmuş. Yine söylenene göre<br />

eren ağacı meyvaya duruncaya kadar yedi kez çiçek açarmış. Şeytan umutla<br />

beklemiş.<br />

Daha sonra çiçek açan ağaçlar meyvalarım vermişler, fakat eren ekime<br />

kadarermemiş.


ŞEYTANIN GEM VURMASI<br />

Karpuz kavun yenildikten sonra ağız yıkanmazsa bir süre sonra ağız<br />

uçlarında çatlaklar olur. Bu duruma "Şeytan gem vurmuş" denir.<br />

ŞİBBABBA<br />

1940 larda gezici dondurmacılardandı. İnce, zarif, kibar bir adamdı.<br />

"Baylara iki buçuk kuruş, bayanlara yüz para." diye dondurma satardı.<br />

ŞİBEKLER(Şibeyler)<br />

Kırgız Manas destanında bir boyun adı ve kişi adı olarak geçer. Eğirdir'de<br />

de bir sülalenin adıdır.<br />

ŞINGIRAK<br />

Odaların kapısını açmak için kullanılan bir aletin damağı tutan demiri<br />

kaldıran bir alettir. "Şıkdüşen" de denir.<br />

ŞİNİK<br />

Yarım teneke ölçüsünde tahıl ve baklagilleri ölçen silindir bir ölçektir. Bir<br />

ölçü buğday yedi kg. gelir.<br />

ŞO<br />

"Şo" kelimesi Eğirdir'de, görülen uzaktaki, anlamında kullanılan bir işaret sıfatıdır.<br />

Kültür dilimizde yoktur. Eğirdir'de şöyle kullanılır: bu (adam) en yakındaki şu (adam)<br />

biraz uzaktaki şo (adam) görülen uzaktaki o (adam) orda olmayan<br />

yazar.<br />

Divanü-Lügat-it-Türk'de "Şo" sözcüğünü Bolkar Türklerinin kullandığını<br />

ŞOFÖRLER<br />

Eğirdir'in ilk şoförleri Hacıkatiplerin Mehmet, Yakup Başkan,<br />

Otabatan'lardan Burhan ve Muhittin Dikmen. Allok bildiklerimdir.<br />

ŞEHİTLER<br />

<strong>EĞİRDİR</strong>'Lİ ŞEHİTLERİN LİSTESİ HÜKÜMET BİNASINAGİRİŞTE SAĞ<br />

TARAFTA PANODA ASILIDIR.


TABAKHANE<br />

T<br />

Eğirdir'in bilinen en eski tabakhanesi eski yazla yolunun çıkışının altıdır.<br />

Kaynaklara göre sarı ve siyah sahtiyan yapılırdı. 1910 da buradan Köprübaşı'na<br />

taşınmıştır. 1960 dan sonra tabakhane olayı gerilemiş, 1990 dan sonra tümüyle<br />

kaldırılmıştır.<br />

Eskiden Hacca gidenler "Zor kazanıyorlar, paraları helaldir." diye hac<br />

paralarını tabakhane esnafının paralarıyla değiştirirlerdi.<br />

TAHTACILAR<br />

Orman ürünlerini işleyen, tahta yapan gezici kişilerdi. Bizim<br />

çocukluğumuzda düzen kurarlar, kadın üstte, erkek altta tahta biçerlerdi. Böcüzade<br />

Süleyman Sami Isparta Tarihi kitabında 1739 tarihli gördüğü bir fermanda<br />

"Bunların Kıbrıs'tan geldiğini, yol kesenleri, mal çalanları olduğu için tekrar Kıbrıs'a<br />

gönderilmeleri gereğiyle Vezir Mehmet Paşa'ya emrolunduğu yazılıdır." diye bilgi<br />

verir.<br />

Bir kısmı böyle olsa da Osmanlı kaynaklarında Tahtacılar "Ağaç erleri" diye<br />

geçer.<br />

TANGİLE<br />

Sincap. Ellerimizle yakalar ceplerimize alıştırırdık. Ceplerimizde ceviz içi<br />

olduğu sürece bizleri terketmezlerdi. Boğazova'da en çok ceviz ağacı Meseyin,<br />

Mütevelli, Çaybaşında olduğu için, heryaşlı ceviz ağacında yuvaları olurdu.<br />

TARANLAR<br />

Eğirdir'in en eski soylarındandır. Kale mahallesinde otururlardı. Aslı<br />

Tarancı'dır. Daha aslı da "Tarımçi" dir. Uygur Türklerinden bir boydurlar. Moğollar<br />

güçlü zamanlarında Uygur ülkesini istila ettikleri zaman bir bölümünü ortaasyanın<br />

Tarım havzasına götürerek kendileri için tarım yaptırmışlardır. Bu işle uğraşan<br />

Uygurlara da" Tarımçi" demişlerdir. Bugün Almanyada çalışıp dönenlere "Almancı"<br />

dendiği gibi. Moğolların siyasal gücü bitince özyurduna dönenler dönmüş, fakat<br />

adları "Tarımçi" olarak kalmıştır. Eğirdir'e ilk gelenlerin yerleşim yeri Kale mahallesi<br />

olduğuna göre bu soy da ilk gelenlerden olsalar gerektir.


Radlof'un "Sibirya'dan" adlı eserinde Tarançi'ler için " iyi kalplilik, sadakat,<br />

çalışkanlık Tarançi karakterinin esas hatları olup bunları birçok şahısların yüzünden<br />

okumak mümkündür." der. Okuma yazma bilmeyen bir Tarancı ozanından şiir<br />

örneği verir. Birkıtasımörnekolarakalıyorum.<br />

Kara kaşlar oynaşır<br />

Saçı beline ulaşır<br />

Çıkma evden dışarı<br />

Aşıklar bıçaklaşır<br />

Tarancılar şiirlerini daha çok mani tarzında söylerler.<br />

TARHANA<br />

Dibeklerde sokuyla dövülerek buğdayın kabuğu çıkarılır, kabaca el<br />

değirmeninden geçirilir, yağlı ayranla pişirilir, biraz mayalandıktan sonra el iriliğinde<br />

yassılaştırılıp kurutulur, kış için saklanırdı. Pişince de bir yeyimlik tabağa konulur,<br />

ortası hafif çukurlaştırılarak tereyağı yerleştirilir, komşulara sunulurdu. Bir parça<br />

tarhanadan alınıp, tereyağına banılarak yenilirdi. Güzel bir ikram geleneğiydi.<br />

TAŞKAHVE<br />

Eğirdir'in adı tarihe geçmiş bir kahvesidir. Genelde yaşlıların oturduğu bir<br />

kahve idi. Eğirdir'in Senatosu sayılırdı. Toplumda Belediyeden çok işlevi vardı.<br />

Kimsenin onurunu incitmeden yok yoksul kişilerin yanında olur, Eğirdir için gerekli<br />

kararları alırlardı. Hastalara yardımdan tutun da, okuyan çocuklara yardıma kadar<br />

aralarında konuşur, gücü yetenler yardım ederlerdi. Pek çok sosyal ve aile<br />

sorunlarının çözüldüğü yerdi. Arkadaşlık, sevgi, ilgi, yardım hepsi vardı. Kendi iç<br />

disiplinini kendi sağlamıştı. Bir kültür yuvasıydı. Siyasetten günlük olaylara kadar<br />

her şey konuşulur, değerlendirilir, kararlar alınırdı. Ne yazık ki değişen zaman<br />

güzellikler yaratmadan böyle güzellikleri ezip geçti. 1955lerden sonra yıkılıp yerine<br />

birşeyler yapıldı. Şimdi birçok kahvehane var. Ama hiçbiri "Taşkahve" gibi anılmıyor.<br />

TAŞKÖPRÜ<br />

Köprü ile Bağkur evleri yolunun ortasından 20 metre kadar kuzeyde bir kemerli<br />

taşköprü vardı. Kullanılmazdı. Bataklığın içinde kalmıştı. Şimdi buralar<br />

doldurulmuş, sanayi çarşısı olmuştur.<br />

TATAR BÖREĞİ<br />

Açılan yufka kibrit kutusunun yarı iriliğinde kareler şeklinde kesilir. Kaynar<br />

suya atılarak pişirilir. Suyu süzüldükten sonra sarımsaklı yağlı süzme yoğurt üstüne<br />

konur. En üste de az kırmızı biberle kızarmış sadeyağ dökülür, yenir.<br />

TEKE AŞİRETİ<br />

Dündar Bey Antalya'yı alıp kardeşi Yunus'u oraya Bey yaptı. Sonra da<br />

Hamidoğlu beyliğinin o yöresini Teke aşiretinin çokluğundan Tekeli dendi. Halen


Türkmenistanda bu aşiret varlığını devam ettirmektedir. Çoğunluğu dağınık<br />

olmakla beraber, bugünkü durumda güney Türkmenistan'ın "Günbed" bölgesinde<br />

yaşamaktadırlar. Seccadeleriyle ünlü olup, kadınları nadide el dokuması kumaşlar<br />

üretirler.<br />

TEKGÖTÜ<br />

Eski Demirciler mahallinde bir yerdir. "Tekke ardı" anlamında kullanılır.<br />

Anlaşılan geçmişte orda olan bir tekke sebebiyle öyle denilmiş olsa gerek.<br />

TEKKE KAYASI<br />

Bizim çocukluğumuzda poyraz tarafında gölün içinde önü derin bir kaya idi.<br />

Üstünde atlama kulesi vardı. Kayanın üstünde yatır olduğu, gece mumlar yandığı<br />

söylenirdi. Şimdi kayalar sahil yolu altında kaldı. Tekke Kayası Kuşkayasının 70<br />

metre kadar batısındadır. Şimdi atlama kulesi olan yer Kuşkayası'dır.<br />

Göl seviyesinin düşmesiyle Kaleburnu'ndan Adalara yol çıkarken<br />

Teknekıyısı'ndan bir görünüş (1972)<br />

TEKNE KAYASI<br />

Kaleburnu'nun otuz metre kadar açığında idi.Yüzerek çıkar balık avlardık.<br />

Kayanın bir bölümü çukur, banyo küveti gibiydi. 1975 den sonra dolgu altında kaldı.<br />

TELGRAF<br />

Eğirdir'de telgrafhane 1873 de açılmıştır.


TELIMETA<br />

Eğirdir gölünün kuzeydoğusunda bulunan yeri tam tespit edilemeyen bir<br />

ilkçağ yerleşim yeri.<br />

TELLİKULAK<br />

Kalsama. Eğirdir ağzıyla sızgeç. Balıkların sudan erimiş oksijeni<br />

almalarına yarayan organı<br />

TERSİKBAŞI<br />

Eskiden ulaşım ve yük taşıtmak amacıyla eşek, at kullanılırdı. Pek çok<br />

evde ahır vardı. Bazı aileler de inek beslerdi. İnekler sabahtan Köprübaşı'na<br />

yaylıma giderler, ikindin geri dönerlerdi. Bu hayvanların tersleri her yere atılmaz, o<br />

zaman şehrin dışı sayılan Demirciler'in ilerisi Tersikbaşı'ndan atılırdı. Bağlar<br />

yolunun başladığı yerde gölden yana da Gülbaba türbesi vardı.<br />

TEZ MURAT<br />

Tez Murat kervanbaşı katırcısıdır. Katırcıbaşı Murat bir gün kırk katırı ile<br />

Yazla'dan geçerken Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın tekkede müritleriyle<br />

zikrettiklerini işitince zikr seslerine hayran olarak katırları arkadaşlarına bırakıp<br />

yanına altınları alarak, Şeyh Mehmet Sultan'ın huzuruna girmiş. "Şeyhim... Beni<br />

halkana kabul et..." diye yalvarmış. Şeyh : "Sende dünyalık var." Demiş kabul<br />

etmemiş. Katırcıbaşı dışarı çıkmış, altınjarı bırakmış, yalnız bir elmas parçasını<br />

kavuğuna saklayarak tekrar Şeyhin huzuruna girmiş. Şeyh, "Sende dünyalık var."<br />

demiş, yine kabul etmemiş. Katırcıbaşı tekrar dışarı çıkıp sakladığı elması başkasına<br />

vermiş, içeri girmiş. Bu kez Şeyh Katırcıbaşını halkasına kabul etmiş. Zikir<br />

bittikten sonra Şeyh Katırcıbaşının eline bir ibrik verip dışarıdaki şadırvandan su<br />

doldurup getirmesini istemiş. Katırcıbaşı dışarı çıkıp şadırvandan su doldurmaya<br />

başladığında bakmış ki su yerine altın akıyor, Şeyhin kerametini anlayıp Şeyhin<br />

müridi olmuş. Ondan sonra canla başla erenlere katılıp onlarla olmuş. Her işi<br />

hemen yaptığından "Tez Murat" denilmiş. Şeyh Murat olarak da adı geçer. Türbesi<br />

Hankah'ın kuzeyine bitişik idi. 1930 larda Hankah'la beraber o da yıkıldı.<br />

TEZGELDİOĞLU<br />

Çay köyünde 1580 lerde yaşamış bir vatandaş. Ayvad adlı bir sipahi<br />

tarafından öldürülmüş. Kayıtlarda adı geçiyor.<br />

TİMUR'UN <strong>EĞİRDİR</strong>'İ ALIŞI<br />

Timur'un Eğirdir'i alışını Nizamüddin Sami Zafername adlı eserinde şöyle<br />

anlatır. "Uluborlu tarafına hareket edilerek emir gereği derhal Uluborlu kalesine<br />

hücum edildi. O saat zafer kazanıldı. Kaledekiler kılıçtan geçirildi, karıları, çocukları<br />

esir edildi, kale de yerle bir edildi. Sonra oradan Eğirdir ve Nis'i almak için yola<br />

çıkıldı. Evvelce alınan üç kale terazinin kefesine konsa, Eğirdir tek başına ağdırır.


Bu kalenin kumandanı Şahsi Paşa adında biri idi. Timur askeri kalenin dibine<br />

geldiler. Sağ tarafta Emirzade Ebubekir, sol tarafta Emirzade Şahruh yer aldılar.<br />

Bunlardan başka Sultan Hüseyin, Emirzade Şahmelik Bahadır, Ali Sultan ve Emir<br />

Sevincik hep birden kaleye hücum ettiler. Hücum edenler kalede delik açmaya var<br />

kuvvetleriyle çalıştılar. Sonunda burçlar yıkıldı. Savunanlar korkularından kaçıp<br />

Ada'ya sığındılar. Timur ordusu sallar, gemiler yapıp göle koydular. Kısa bir<br />

zamanda göl yıldızlar kadar yüzen araçlarla doldu. Deryanın yüzü ateş gibi kıpkızıl<br />

oldu. Sonunda Ada'dakiler kurtuluş parasını vererek canlarını kurtardılar. Bundan<br />

sonra Akşehir'e devam edildi.<br />

Bir başka kaynakta da meşhur Türk tarihçisi Hoca Mehmet Sadettin<br />

Tacüttevarih adlı eserindeTimur ordusunun Eğirdir'i alışını şöyle anlatır.<br />

"Timur'un Hamideli'ni almak istemesinin sebebi, burada büyük bir göl<br />

vardı. Çevresi bağ ve bostanlarla doluydu. Gölün kenarında bayındır, meşhur bir<br />

Eğirdir şehri vardır ki, tarih kitaplarında Felekabad adıyla anılır. Yüksek bir dağ<br />

eteğinde kurulmuştur. Bu dağın tepesine atlı değil, yaya bile çıkamaz. Yüksekte<br />

uçan kuştan başka bir canlı mahluk bu dağın tepesine gidemez. Dağın iki tarafı göle<br />

duvar gibi o şekilde inmiştir ki geçit yeri çok dardır. Bu dar yerlere kapı yapılmış,<br />

şehre giriş çıkışlar güven altına alınmıştır. Her biri Kevser şarabı gibi, şeker kamışı<br />

lezzetinde suları olan dereler vardır. Hepsi göle akarlar, yalnız bir yerden dışarı<br />

çıkarlar. Gölün ortasında iki ada vardır ki küçüğüne Gülistan, kalesi olan büyüğüne<br />

Nis derler. Timur'un geleceğini duyan halk korkup malını mülkünü, çoluğunu<br />

çocuğunu, parasını pulunu, giyeceğini bu kaleye taşıdı. Bunlar Timur'un kulağına<br />

gidince İzmir kalesini Frenkten aldıktan sonra Eğirdir'e yöneldi. 12 Mart 1403 Pazar<br />

günü Eğirdir gölünün kenarına geldi. Timur'un karınca gibi askerlerinden bazı<br />

emirler, o sağlam hisarın dağa bitişik tarafından saldırdılar. Geri kalan askerlerde<br />

etrafı sarıp şehri yaktılar. Kale halkı gemilerle Nis kalesine kaçtılar. Timur bunun<br />

üzerine kereste getirtip bunlardan derilerle kaplı kayık yapıp Nis kalesini muhasara<br />

etti. Kalenin koruyucuları arasında bulunan Şeyh Baba Sureti kaleden çıkıp halkı<br />

için ricada bulundu. Kale muhafızı da bağlılığını bildirip kaleyi teslim etti. Timur da<br />

ordan ayrılarak Akşehir'e yöneldi. Şehire bir konak kalmıştı ki Yıldırım Bayazıt<br />

Han'ın ölüm haberi geldi."<br />

Burada Ada'yı çevreleyen sağlam bir kaleden bahsediliyor. Bugün böyle<br />

bir kale kalıntısı görülmemektedir. Sanırım Kale mahallesiyle ada karıştırılmış olsa<br />

gerek.<br />

TİOULOS<br />

Prostanna'nın Roma egemenliği çağında imparator II.Filippos'un onuruna<br />

bastığı paraların arka yüzünde Tioulos çayını simgeleyen tanrının kabartması ve<br />

ayrıca "Tioul" biçiminde kısaltılmış olarak adı vardır. Büyük olasılıkla bu bizim eski<br />

Irmak'tır. Şimdi adı "Kanal" olmuştur.<br />

TORAMAN VURMAK<br />

Göle ağ serdikten sonra balıkları tedirgin edip ağa takılmaları için suya,<br />

kayığa vurularak yapılan gürültüdür. Su yüzüne musluk pompası biçiminde bir çeşit<br />

alet de vurulurdu ki onun da adına Toraman denirdi.


TORKİ<br />

Ceviz, badem başaklarını toplamak için dal uçlarında kalanları yere<br />

düşürmek amacıyla ağaca atılan kısa sopa. Bağa göçüldükten sonra çay boyunda<br />

böyle ceviz, badem toplamak biz çocukların en büyük eğlencesiydi.<br />

TORLAK KEMAL<br />

Osmanlı Padişahı Mehmet Çelebi Sultan Han zamanında insanların eşitliği<br />

üzerine bir düzen kurmak isteyen Simmavnalı Şeyh Bedrettin'in çevresinden olup<br />

Osmanlı askeriyle savaşan Torlak Kemal'in Eğirdirli olduğunu Eski Adliye<br />

vekillerinden Mahmut Esat Bozkurt, üniversitede İnkılap tarihi dersleri verirken<br />

söylemiştir. Bu bilgiyi öğretmen Etem Kartal öğrencisi Profesör Doktor Hilmi<br />

Akın'dan duyup bize nakletmiştir.<br />

Torlak Kemal'in bir yahudi dönmesi olduğu iddiası da vardır.<br />

TOTA<br />

Geçmişte şifa kaynağı olarak düşünülür, içmelere gidilirdi. Suyu tuzlu, hafif<br />

sarıdır. İçinde klor ve amonyak vardır. En yaşlı ve gür ormanlar burada idi. Anamas<br />

dağlarının güney yönündedir. Tuz gölünün antik adı "Tata"dır. Buraya Tota<br />

denilmesi de suyunun tuzlu olmasındandır. Aynı yöreye "Çorakpınar" da denilir.<br />

TÖNGÜŞLÜ<br />

Anamaslarda yeri olan bir yörük aşiretinin adıdır. Kazak destanlarında da<br />

"Töngüs"adıgeçer. Kahraman bir kişidir.<br />

TURAN YAZGAN (Prof.Dr.)<br />

1938 yılında Eğirdir'de doğdu. 1959 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat<br />

Fakültesinden mezun oldu. Bir süre İmar ve İskan Bakanlığında çalıştı. Almanya ve<br />

Amerika'da araştırmalar yaptı. 1971 yılında doçent, 1979 yılında profesör oldu.<br />

1977 yılında Güneydoğu Anadolu Bölgesi Genel Koordinatörü olarak göreve<br />

getirildi. Araştırmalarını 7 ciltlik "Güneydoğu Anadolu Gelişme Planı"nı hazırlayarak<br />

Başbakanlık Toprak ve Tarım Reformu Müsteşarlığına sundu.<br />

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı'nın kurucusu ve başkanıdır.<br />

TUZDEDE<br />

Medresenin güneybatısında imiş. Şeyhülislam Berdai Sultan camiye<br />

gelirken kimseye selam vermez yalnız Tuzdede'ye verirmiş . "Neden başkalarına<br />

selam vermiyorsun ?" diye soranlara : "Ben bir onu insan görüyorum. Diğerleri kedi<br />

köpektir." Dermiş.<br />

TÜLÜTOMBAK<br />

Büyüklerin küçük çocukları severken söyledikleri sözlerdendir. Tülüğ,<br />

Divanü-Lugat-it-Türk'de şeftali olarak geçer.


TÜRKÜLER<br />

Çocukluğumda düğünlerde, gezeklerde, içki alemlerinde, çevremde<br />

duyduğum türküler şunlardır. Konu başlıbaşına bir kitap konusu olduğu için sadece<br />

birinci mısralarını yazıp geçeceğim.<br />

• Alıverin tabancamı oymadan<br />

• Amman amman cinbastı<br />

Karyolada kol bastı<br />

• Ardıçtandır kuyuların kovası<br />

• Ay doğar aşmak ister<br />

• Ay doğar ayan beyan<br />

• Ayva dibi serin olur yatmaya<br />

• Bak şu kaşın karasına<br />

• Çayıra serdim postu<br />

• Çek deveci develeri yokuşa<br />

• Çıktım iğdenin dalına, dal kırılıverdi<br />

• Dere boyu giderim<br />

• Estirir anam estirir<br />

Üç top basma kestirir<br />

Küçüğü de büyüğünü bastırır<br />

• Evlerinin önü mersin<br />

• Evlerinin önü nane maydonoz<br />

• Gıcır gıcır geliryarin kağnısı<br />

• Hükümetin önünden geçtim<br />

• Kadılar yolunda buldum izini<br />

• Kara kaş boyanır mı?<br />

• Karanfil oylum oylum<br />

• Kayada gezen oğlan<br />

• Oğlanın adı İsmail<br />

• Su sızıyor sızıyor taşların arasından<br />

• Süpürgesi yoncadan<br />

• Şu derenin uzunu<br />

• Şu gelen atlı mıdır<br />

• Uzun kavak gıcır gıcır gıcırdar<br />

• Yabandan gel kömür gözlüm yabandan<br />

1940 larda Rahmetli Muzaffer Sarısözen Eğirdir'e uğramış, o zamanın<br />

tefçisi Nazife Hanım ona Eğirdir türkülerini okumuştur.<br />

Bir de tamamıyla Eğirdir'e özel "GAKGİLİ " oyun havası vardır. Her bağ<br />

göçünde bir türkü yakılır, bağdan ininceye kadar o türkü söylenirdi.


TYMBRİADA<br />

Aksu, Akçasar köyü Asar tepesindedir. M.Ö. II. yüzyılda kurulmuştur.<br />

Şehirde bina temelleri kalmıştır. Kutsal yeri Zindan Mağarası çevresidir. Burada<br />

Nehir Tanrısı Euyremedon için bir açıkhava tapınağı yapılmıştır. Çayın üzerinde<br />

Roma devri tek kemerli bir köprü vardır. Kilit taşında Euyremedon'un kabartma başı<br />

vardır. 1960 lara kadar sağlam olan bu kabartma şimdilerde önemli bir hasara<br />

uğramıştır. Burada bulunan Euyremedon Tanrısının mermer heykeli Isparta<br />

müzesindedir.<br />

Tymbriada, kekiklik anlamı taşır.<br />

TYNADA (Gynada)<br />

Tymbriada Açıkhava Kutsal Alanı<br />

Zindan Mağarası Önü<br />

Aksu Terziler köyü yakınındadır. Tapınak ve bina temelleri vardır.<br />

Hellenistik dönem şehirlerinden olabileceği yapı elemanlarından<br />

yorumlanmaktadır. Friedrich Sarre 1895 de buraya da uğramıştır. Burada gördüğü<br />

kale ve tapınak harabelerinden bahseder.<br />

TYNANDOS<br />

Senirkent'in 5 km. doğusunda Yassıviran köyü yakınında Mandas kırı'nda<br />

antik biryerleşim yeri. Kalıntıları vardır.


UÇAK<br />

U<br />

Sanırım 1946 da Haziran ayı içinde Eğirdir gölüne çift motorlu bir<br />

bombardıman uçağı düştü. Söylenenlere göre Eskişehir hava üssünden kalkmış,<br />

Isparta üstünde arızası olunca Eğirdir gölüne yönelmiş. Biz çocuklar oynarken<br />

büyük gürültüyle alçaktan tepemizden geçen bir uçak gördük. Çok heyecanlandık.<br />

İzledik. Sonunda uçak alçalarak poyraz tarafın hayli açıklarına suları gökyüzüne<br />

fışkırtarak düştü. Süratli bir askeri deniz motoruyla yanına gidildi. Pilot kurtarıldı.<br />

Uçak bir buçuk aylık bir çalışmadan sonra Baba Sultan kıyısına getirildi. Tüm<br />

Eğirdirli seyre gitti. Daha önce gökyüzünde uzaktan gördüğü küçük uçak yerine,<br />

karşısında dev gibi çift motorlu ağır bombardıman uçağını yerde gören<br />

hemşehrimizin biri:<br />

"Gaç anam, gaç... Teyyare bu kadar kocaman mı olur? Bu suyun içinde<br />

dura dura şişmiş." demiş.<br />

Sonra uçak parçalara ayrılarak trenle götürüldü.<br />

URUP<br />

Bir halı dokuma sözüdür. 100 cm karede 900 düğüm bulunması gerekir.<br />

Isparta halısının kalitesinin esası budur.<br />

UYKULUK<br />

"Çözeti" de derler. Davarın karnından barsakları sağımla alındıktan sonra<br />

geride kalan kas grubuna denir. Bu et közde pişirilip yendiğinde uyuyamayanlara<br />

uyku verdiği söylenir.


ÜNNAP<br />

Ü<br />

Eğirdir'de "Hinnap" derler. Sanırım Türkistan'dan getirilerek burada da<br />

yetiştirildi, iğdeye benzeyen dolgun, tatlı bir meyvedir. "Öksürüğe iyi gelir. Göğsü<br />

yumuşatır." derler. Çocukluğumda Kale mahallesinde on, on beş kadar ağacı vardı.<br />

Şimdilerde Baba Sultan önünde bir ağaç, Ada'da bir ağaç, Boğazova'da da birkaç<br />

yerde gördüm.<br />

ÜSTÜN ÖZGÜR<br />

1984 yılı Kasım ayında doğdu. Annesi matematik öğretmenidir. Babası<br />

Nihat Özgür'dür. Anne tarafından "Hacı Aziz" diye bilinen Mustafa Üstün'ün oğlu<br />

İbrahim Üstün'ün torunudur. Özel okullar sınavı Ankara birincisi, Yatılılık ve<br />

bursluluk sınavı Türkiye birincisi olduğu için TED Ankara Kolejine girmiştir. 2000<br />

yılında Lise birinci sınıftayken Cenevre'de gerçekleştirilen Uluslar arası Okullar<br />

Avrupa Konseyinin Matematik Yarışması'nda, bireysel dalda Avrupa birincisi<br />

olmuştur.<br />

ÜYÜK<br />

Hüyük'ten bozma bir kelimedir. Gölün Avşar tarafında ,onun iskelesi idi.<br />

Kayıkla gidenler Üyük'e çıkarlar, üç dört odalı basit bir evde kalırlardı. Eşyalar,<br />

mallar orda biriktirilir, Adalıların kayıklarıyla Eğirdir'e taşınırdı. Palamut çuvallarını,<br />

Yün çuvallarını hatırlıyorum. Ne yazık ki şimdi Hüyük park benzeri bir şeyler<br />

yapmak isterken tahrip edilmiştir. Hüyüğün çevresine de yol yapmak için dozerle<br />

dolaşmışlar, hayli zarar vermişlerdir. Bu prehistorik yer henüz bilimsel açıdan<br />

değerlendirilmemiştir.<br />

ÜZÜM ÇEŞİTLERİ<br />

Çok eski kaynaklarda bile Eğirdir'de 36 çeşit üzüm yetiştirildiği yazılıdır.<br />

Adlarını tesbit edebildiklerimi yazıyorum.<br />

Dimnit, Gemre, Razakı, Çekirdeksiz, Büzgüle, Şam büzgülesi, İsli büzgüle,<br />

Kızıl dimnit, Kadın Parmağı, Horoz ibiği, Burdur Dimniti, Tavsan Böbreği, Aküzüm<br />

Akdimnit, Misket, Çavuş, Pembe çavuş, Akosman, Danagözü, Karagevrek, Tilk


VALİ BASTONU<br />

V<br />

Dağlardaki teşbih ve menengiç bitkilerinin ince kurumuş dallarına denir.<br />

Bağdayken Konnebucağı yamaçlarına, Eğirdir'deyken Karatepe'nin ardında<br />

Bademlibucak taraflarına oduna gider, vali bastonlarından odun yapar, sırtımızda<br />

getirirdik. İssiz yanar.<br />

VALİLERİMİZ<br />

Eğirdirli valilerimiz şunlardır:<br />

•Kemal Yalçın (Murtazalar)• •Ali Fevzi Alaloğlu(Alaloğulları)<br />

•Akif Tığ (Ahçılar)<br />

•Mehmet Emin Dündar (Keskinler)<br />

•<strong>Nuri</strong> Okutan<br />

•Yıldırım Kartal (Kartallar)<br />

•Hüseyin Avni Coş<br />

VASSAK<br />

Eğirdir'in zararsız divanelerindendi. 1970lerde öldü.<br />

VEZİRLER EVİ ÖNÜNDEKİ HAMAM<br />

Babamın dedesinden duyduğuna göre hep yıkık olduğu bilinir. Babamın<br />

dedesi Veziroğlu Ahmet Efendi 1828 doğumludur. Çocukluğumda bu hamamın<br />

yıkıkları içinde çok oynadım. Zamanla gölün etkisiyle yıkılmalar oldu. Sanırım<br />

Eğirdir'de alanı en geniş hamamdır. Kayalar kesilerek, bir kısmı duvar örülerek, bir<br />

kısmı ahşap olarak yapıldığı kalıntılarından bellidir. Hamamın üst girişi olan<br />

bölümünü dedem Veziroğlu Müderris <strong>Nuri</strong> Efendi 1900 başında bedelini ödeyerek<br />

tapusunu almıştır. 80 metrekarelik bir tapusu vardır. Kaledeki üç hamamın en<br />

eskisidir<br />

VEZİROĞLU MUSTAFA ÇAVUŞ<br />

Eğirdir'de yönetimi değiştirip Müdafa-i Hukuk Cemiyeti kurulurken<br />

Jandarma Kumandanı Hasan Karabey'in kumandası altında Eğirdir'! kuşatıp<br />

güvenceye alan kişidir. Veziroğlu Mehmet Efendi'nin oğludur. 1921 de Yalvaç'ta<br />

görevli iken kaçak asker takibinde şehit olmuştur.


VEZİROĞLU MÜDERRİS NURİ EFENDİ<br />

1871 yılında Eğirdir'in Kale mahallesinde doğdu. Baba adı Ahmet,<br />

dedesinin adı Mehmet'tir. İptidai, Rüştiye tahsilini Eğirdir'de yaptı. Şeyh Ali Ağa<br />

medresesine girdi. Ulumi Arabi ve Farisi tahsil etti. ilm-i Fıkıh, Hadis, Tefsir okudu.<br />

Bu arada da talebelere sarf ve nahiv dersleri verdi. Burdur, Isparta, Atabey, Yalvaç,<br />

Karaağaç, Uluborlu ve Eğirdir'in seçkin hocaları karşısında icazetini vererek<br />

Müderris oldu. Yılanlıoğlu Şeyh Âli Ağa Medresesinde Müderrislik etti.<br />

Ramazanlarda dört sene vaaz vermek için Manisa'ya gitti. Ordan Eğirdir'e<br />

çekirdeksiz üzüm asması getirdi, bağına dikerek yetiştirdi. Meyvacılığa, bağcılığa<br />

çok meraklı idi. Müderrislik yapmakta iken Birinci Dünya savaşına katılmamız<br />

üzerine Seferberlikte oğlu Ali Rıza ile beraber askere alındı. Kafkas cephesine<br />

sevkedildi. 1915 de Sarıkamış'da Ruslarla savaşırken şehit oldu.<br />

Veziroğlu Müderris <strong>Nuri</strong> Efendi adını aldığım dedemdir.<br />

VEZİROĞLU RIZA GÜNGÖR<br />

Babamdır. 1896 da doğdu. 1914 de babasıyla beraber Seferberliğe katıldı.<br />

İstanbul Halıcıoğlu Küçük Zabit Mektebinden Suriye cephesine gönderildi.<br />

İngilizlerin Yafa Hayfa çıkartmasında bulundu. Terhisten sonra Eğirdir'e geldiyse<br />

de Milli Mücadele başlayınca Milis kuvveti toplayıp Ege'de Süvari Başçavuş olarak<br />

Yunanlılara karşı savaştı. Sonra düzenli orduya katıldı. Eskişehir - Kütahya<br />

savaşları sırasında esir düştü. Atina'ya götürüldü. Üç yıla yakın bir esaretten sonra<br />

Kurtuluş Savaşı sonundaki anlaşmaya göre memleketine döndü. Toprağıyla<br />

uğraştı. Belediye Zabıta Memurluğunda bulundu. 22 Nisan 1975 de Eğirdir'de vefat<br />

etti. Kervansaray kabristanında gömülüdür.<br />

vardır.<br />

VİARUS<br />

Sivri dağının antik adıdır. Roma döneminde basılmış paralarda kabartması<br />

VİRİ<br />

Hayret edilen olaylar karşısında kadınların, kızların kullandığı bir ünlemdir.<br />

Erkekler kullanmazlar. Sanırım rumca "vire"den gelmektedir. Beyşehir'de aynı söz<br />

"vili" şeklinde söylenmektedir.


YAĞLIK<br />

Y<br />

Büyük mendile denir. Çarşıda, kırda el yıkandığında, abdest alındığında<br />

kurulamaya kullanılır. Çalışırken ter alması için enseye de konur. Çarşıdan,<br />

pazardan alınan şeyler içine konulur, dört ucundan bağlanarak birçok şeyleri eve<br />

getirmek için de kullanılır.<br />

YAĞRIK<br />

Karaağaç veya cevizden sert bir kütüktür. Üzerinde satırla et parçalanır,<br />

kıyma kıyılırdı.<br />

YAKI<br />

Keten tohumu ezilir. Bir bez üstüne yayılarak ağrıyan yere konulur. Buna<br />

yakı yakmak denir.<br />

YANGINLAR<br />

Tarih içinde Eğirdir'de bilinen en önemli yangınlar şunlardır:<br />

Karamanoğlu Alaaddin Beyin 1360 larda savaş sonucu Eğirdir'i yakıp<br />

yıkması var ki bilinen en büyükyangın afeti budur.<br />

Timur'un 1403'te Eğirdir'i aldıktan sonra yaktığı, Tarihçi Nizamüddin<br />

Sami'nin Zafername adlı eserinde yazılıdır.<br />

1814 Eylül ayında herkes bağlarda iken Çarşı dolaylarında çıkan bir yangın<br />

Hızır Bey camisi dahil Demirciler'e kadar geniş bir alan yanmıştır. Kale içi ve<br />

İnekdenizi sırtları kurtulmuştur.<br />

1900 yılı başlarında da Cami mahallesinde 15 kadar evle Hacı Salih<br />

Efendi'nin konağı yanmıştır. Hacı Salih Efendi'nin evi bugünkü Belediye binası<br />

dolaylarında idi.<br />

2 Mayıs 1959 da Cami mahallesi yangını olmuş, Sekibağ evleri ondan<br />

sonra yapılmıştır.<br />

1972 de olan bir yangında Kale mahallesinin yarısı yanmıştır. Yazla'daki<br />

Hankah dolaylarındaki evler de bu yangından sonra yapılmıştır. Şimdi o yöre<br />

"Yangın evleri" adıyla anılır.


YARMA<br />

Cami Mahallesi Yangını (1959)<br />

Demiryolunun inişte, demirköprünün arkasındaki bölümdür. Medirebolluk<br />

koyuna bakar.<br />

YAŞAR TÜRK<br />

1951 de Kore'ye savaş için gönderilen ilk kafilenin içinde olan bir<br />

hemşehrimizdi. Birleşmiş Milletler adına savaşırken şehit olmuştur. Kale<br />

mahallesinden Helvacılar soyundandır. Ankara'daki Kore Şehitleri Anıtında adı<br />

yazılıdır.<br />

YAŞAR USTA<br />

Zamanın en iyi marangozlarındandı. Çok iyi bir doğrama ustasıydı.<br />

Tahtanın dilinden anlardı. Büyük bir sabırla çalışır, tahtaya en güzel biçimi verirdi.<br />

Çalışırken: "Keserim tak eder, yüreğim Hak der." Sözü meşhurdu. 1960 larda öldü.<br />

Etem Kartal evinin doğramasını o yapmıştır.<br />

YAT GEBER EKMEĞİ<br />

Gece yarısından sonra yenen yemeklere denir. Herhalde tok mideyle<br />

uyunamayacağını, kabuslar görüleceğini hatırlatmak için olsa gerek.


YAZILI KANYON'DAKİ YAZI<br />

Yazılı Kanyon - Çandır<br />

Çetin Meydan'ın uğraşısıyla Prof. Dr. Sencer Şahin tarafından dilimize<br />

çevrilen yazı şöyledir:<br />

"Ey yolcu, yol hazırlığını yap ve koyul yola; şunu bilerek: Hür<br />

kişi sadece karakterinde hür olan kişidir


Yazılı Kanyon - Çandır<br />

Kişi hürriyetinin ölçüsü bizzat kendi doğasında bulunur<br />

Ve kararında içtenlikliyse hür kişi,<br />

Yüreğinde İse dürüstlüğü, işte bunlar asil yapar kişiyi<br />

Ve bununla yücelir hür kişi hatalarla değil.<br />

Ana-babadan gelen uydurma bir asaletten tad almaz 0;<br />

Zira ana-baba değildir hür insanı doğuran<br />

Zeus' tur herkese ata olan ve de tek kök insanoğluna<br />

Herkesin tek .şansı vardır, o alır kader icabı beden güzelliğini<br />

Budur soy güzelliği ve hür olma hali gerçek anlamda.<br />

Ruhen köle olan ise sakınmaz kötü sözden, katmerli köle de olsa<br />

Aşırılıktır şiarı bu kişinin, yüreğinde soysuzluk vardır.<br />

Ey yolcu, Epiktetos köle bir anadan doğmuştu, ama<br />

Yüceydi herkesten, bir kartal gibi; bilgelikte ise takdire şayandı ruhu<br />

Söylemem gerekirse, tanrısal bir varlık doğurdu onu. Keşke şimdi de(bu<br />

mümkün olsa)<br />

Böylesine yararlı ve sevinç kaynağı bir insan<br />

Tüm ünlü kişiler arasında köle bir anadan dünyaya geldi.


Böylesine yararlı ve sevinç kaynağı bir insan<br />

Ünlü tüm kişiler arasında köle bir anadan dünyaya geldi."<br />

Zira hür insanı yaratan ana baba değildir,<br />

İnsan oğluna tek ata olan Zeus'tur.<br />

Herkese beden güzelliğini, soy güzelliğini o verir.<br />

Kaderin varsa gerçek hürlük böyle olur.<br />

Yaradılışında köle olan insan kötü sözden sakınmaz,<br />

O hep aşırı gider, yüreğinde soysuzluk vardır.<br />

Ey yolcu... Epiktetos köle anadan doğmuştu ama<br />

Bir kartal gibi yüceydi herkesten.<br />

YAZLA CAMİSİ<br />

Şeyhülislam Berdai ve soyunun türbelerinin bulunduğu camidir. Başlangıçta<br />

zavi ye içinde bir mescit olarak yapılmıştır. Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa 1806 yılında<br />

bir minare yaptırıp yapıyı genişleterek cami haline getirmiştir. İçinde bir dolapta 100<br />

kadar kitap olduğu, sonradan kaybolduğu Böcüzade Süleyman Sami'nin Isparta<br />

Tarihi kitabında yazar.<br />

Şimdi caminin üzerinde " Burhanettin Camisi" yazmaktadır. Caminin Şeyh<br />

Burhanettin'le ilgisi hakkında bir kaynağa rastlamadım.<br />

YAZLA<br />

Eğirdir'in bir mahallesidir. Yakın zamanda mahalle olmuştur. Yazlak, yazın<br />

oturulan yer anlamındadır. Zamanla sonundaki "k" düşmüş, Yazla şekline<br />

dönmüştür. Kışlak'ın "kışla", Tuzlak'ın "tuzla" olduğu gibi.<br />

Yazla kelimesini yer adı olarak Akşehir dolaylarında, Manisa Salihli<br />

dolaylarında rastladım.<br />

Yazla sahilinden bir görünüş


YELLAFELİ<br />

Geçmiş zamanda Eğirdir'de yaşamış biri olsa gerek. Komşuları evine davet<br />

eder, ortadan kayboluverirmiş. Böyle anlamsız davrananlara "Yellafeli" sözü hâlâ<br />

kullanılır.<br />

YELLİBELEN<br />

Eğirdir'e tepeden bakan İnekdenizi'ndeki kayalığın dağla birleşen boynudur.<br />

Şimdi orada su deposu vardır. Eğirdir'deki mesire günlerini bildiren, tabiatı çok<br />

seven Nadire Hanım vasiyeti üzerine kendini bu çok güzel manzaralı yere<br />

gömdürmüştür. Ama şimdi izi kalmadı. O yöre ağaçlandırıldı.<br />

YELGİRMEK<br />

Yellibelen'den Eğirdir (1940)<br />

Vücudun bir yerinin değişik nedenlerle ağrıması. Şamanizmin kalıntısı bir<br />

söz. Şamanizm inancına göre hastalık insanın vücuduna rüzgârla girer.


YELPAZE<br />

Üç çatallı, saplı bir eğren dalı kalın kağıtlarla sarılır. Ortaya saplı,<br />

üçgen bir araç çıkar. Bu yelpazedir. Gavinne balıkları köz üzerinde pişerken<br />

yağdan sönen közü alevlendirmek için kullanılırdı.<br />

YİĞİT<br />

Bilinen anlamı dışında yaşlı kadınlar kocalarına seslenmek için<br />

kullanırlar. Adını söylemezler, "Yiğit" diye hitap ederler.<br />

YILANCI<br />

Barla'ya giderken Bedre koyunu geçtikten sonra sağ taraftaki yarların<br />

bulunduğu yere denir. 1949 yılında Bozanönü göl haline geldiğinde buradan<br />

bacak kalınlığında su çıkmıştı. Göl kuruduktan sonra buradan çıkan su da<br />

kurudu.<br />

YILANKIRKAN SUYU<br />

Eğirdir'e su veren Akpınar'daki pınarın adıdır. Su demir boruya<br />

alınmadan önce içi horasanla sıvanmış su arklarından gelirdi. Bu su<br />

yollarının kalıntıları Akpınar yolu başında ya da Kapılar mevkiinde dağın<br />

böğründe görülebilir. Bu konuda Şeyh Ali Ağa çok uğraşmıştır. 1811 yılında<br />

Güroluk suyunu, Kocapınar suyuyla birleştirmiş, Yılankırkan suyuna<br />

bağlamıştır. Şimdi kullanılmayan bazı çeşmelerin üzerindeki yazılar<br />

Yılanlıoğlu Ali Ağa ile ilgilidir. Yılankırkan'dan gelen sular, çeşme haznesine<br />

verilir, halk oradan içme suyunu karşılardı. Kale mahallesinde çeşme yoktu.<br />

Kapılar-Yılankırkan su yolunun kalıntıları<br />

Bu mahalle içme suyunu kuyulardan karşılardı.


YILANLIOĞLU KOCA MUSA AĞA<br />

1770 yıllarında kayıt defterlerinde Eğirdir mütesellimi olarak görülmektedir.<br />

Şeyh Ali Ağa'nın babasıdır. Koca Musa Ağa'nın Eğirdir'de adının öne geçmesi şöyle<br />

olmuştur. Aslen Saruhan yürüklerinden olup yazı Eğirdir dolaylarında, kışı Aydın<br />

ovasında Abdurrahman Paşa'nın koruyuculuğunda geçiren Serikli aşireti, Camili<br />

yaylaya dadanıp Eğirdir ve çevresinde, vurgunculuk soygunculuk yaparlardı. O<br />

zamanlar Ardıçlar'daki pazar Kervansaray dolaylarında kurulurdu. Amaç şehre<br />

giren çıkanları kontrol etmekti. Kapılar mevki'nin sebebi budur. Osmanlı yönetiminin<br />

zayıf zamanları olduğu için eşkiyalarla baş edemiyordu. Yine Kervansaray'da Pazar<br />

kurulduğu bir gün Serikli aşireti çapulcuları pazarı basıp soygun girişiminde<br />

bulunurlar. Bu sırada pazarda olan Yılanlılı Koca Musa Ağa: "Benim kumandamı<br />

kabul ederseniz, ben bunları defederim." der. Eğirdirliler de " Kabul ediyoruz."<br />

derler. Ertesi pazar birleşip Kirazlıdere'de pusu kurarlar. Pazarda eşkiyalık yapan<br />

Serikli aşiret mensuplarının hepsini Pazar dönüşünde perişan ederler. Bu cesaret<br />

ve başarısından dolayı Eğirdirliler Koca Musa Ağa'ya yer verip kendilerini koruması için<br />

Eğirdir' e yerleştirirler. Serikli aşireti de Aydın dolaylarına gitme zorunda kalır.<br />

Aydın valisi Abdurrahman Paşa'ya da şikâyette bulunurlar. Menfaati zarar gören<br />

Abdurrahman Paşa Padişaha şikâyet edip Musa Ağa'nın kaldırılması için ferman<br />

aldı. Ispartalı Çelikzade'ye havale etti. O da Musa Ağa'yı ortadan kaldırmak için<br />

Eğirdir'e geldi. Bu durum karşısında Yılanlılı Koca Musa Ağa Eğirdir kalesine<br />

sığındı, sonra kaçtı. Padişahın komutanları arasında nüfuzu olan Hadim Şeyhi'nin<br />

oğullarına sığındı. Onlar da Koca Musa Ağa'yı haklı bularak himayelerine aldılar.<br />

Hadim Şeyhi Çelik Paşazade'nin hocası olduğundan " Musa Ağa'nın bir daha<br />

Eğirdir'e dönmemesi, hep Hadim'de kalması" şartıyla affını sağladı. Musa Ağa'nın<br />

ailesi de Hadim'e gitti. Varlığını da oğlu Ali'ye bıraktı. Hadim'de öldü. Orada iken<br />

Hacca gidip geldi. Ali'den başka Kör Hasan, Deli İsmail adlarında iki oğlu daha<br />

vardır. Eşkiyalık yaptıkları için başları kesilmiştir.<br />

YILANLIOĞLU ŞEYH ALİ AĞA<br />

1766 tarihinde Yılanlı köyünde doğmuştur. Kör Hasan, Deli İsmail adlarında<br />

iki kardeşi vardır. Ali, Koca Musa Ağa'nın küçük oğludur. Kardeşleri saldırı ve<br />

hırsızlık yaptıkları için zamanın yönetimince takip edilmiş, Manavgat dolaylarında<br />

1783 yılında öldürülmüşlerdir. Sonra bu ailenin kara lekesini silmek için Yılanlıoğlu<br />

Ali gönüllü olarak eşkıya Tekelioğlu İbrahim'in yakalanmasına katılmış, yararlılıklar<br />

göstermiştir. Tekelioğlu çetesiyle beraber yokedilmiştir. Bu yararlılığından dolayı<br />

Padişah 1794 tarihli bir fermanla şimdi Kaymakamlık diyebileceğimiz bir görevle<br />

Eğirdir'e atamıştır.<br />

Yılanlılı Şeyh Ali Ağa Eğirdir'in imarı için çok çalışmıştır. Akpınar suyunu<br />

düzene katmış, Eğirdir'e su getirmiştir. İptidai Mektep, Medrese ve Kütüphane<br />

yaptırmıştır. Akpınar'da bir mescit, Yılanlı köyünde bir cami, bir mescit, Yazla<br />

camisini büyütüp yeniden yaptırmıştır. Yazla'dan Köprübaşına kadar 199 adet çınar<br />

ağacı diktirmiştir. Bunlar için vakıflarda bulunmuştur.<br />

Sonradan çekemeyenler Şeyh Ali Ağa'ya düzen kurup padişaha şikayet<br />

edince III. Selim kardeşlerinin de geçmişini düşünerek idamına ferman çıkartmıştır.<br />

Fakat Şeyh Ali Ağa olayı sonunda kendi lehine çevirip yararlılıklarını padişaha


Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa'nın yaptırdığı<br />

Bugün kullanılmayan çeşmelerden biri<br />

anlatmak fırsatını bulunca 1806 da idam fermanı iptal edilip görevine geri<br />

dönmüştür. 1833 tarihinde 66 yaşında ölmüş, Yazla'daki Şeyhül-islam Berdai<br />

zaviyesinin mezarlığına gömülmüştür. Mezar taşı 1940 lara kadar yerindeydi. Ün<br />

dergisindeki bir yazıya göre Neşet Köseoğlu mezar taşındaki yazıları okumuştur.<br />

Mezartaşının birinde şiir, diğerinde adı yazılıdır.<br />

• Bakıp geçme ricam budur ey Muhammed ümmeti<br />

Ölünün diriden bir fatihadır minneti<br />

Kabrimi ziyaret eden ey Resullullah ümmeti<br />

Bize bir fatiha ihsan eden bulur cenneti<br />

• Dergahı Ali Kapıcıbaşılarından Yılanlızade Hacı Musa Ağa'nın oğlu<br />

Dergahı Ali Kapıcıbaşılarından merhum ve mağfur Esseyyit Şeyh Ali<br />

Ağa'nın ruhuna fatiha...


Çeşmenin Kitabesi<br />

Neşet Köseoğlu , Tahir Erdem'le beraber bu mezarlıkta Yılanlıoğullarına<br />

ait 30 mezar taşının yazısını bugünkü yazıya çevirmiştir. Şimdi mezarlık kalmamış,<br />

bir kısmı da arsa olmuştur. Mezar taşlarının çoğu kırılarak caminin bahçesinin<br />

duvarlarına konulmuş, oradaki tarih yokolmuştur.<br />

Yılanlıoğlu Ali Ağa Şeyhliğini, bir mescit durumunda olan Şeyhülislam Berdai<br />

zaviyesinin camisini büyütüp bir minare yaptırdıktan sonra bu zaviyeden almıştır.<br />

Vakıfnamelerinde de babası için "Seyyit Hasan Ağa" diye geçer.<br />

Akpınar'daki Yılankırkan suyunu başka pınarlarla birleştirerek Eğirdir'in<br />

suyunu düzene katmış, Kale mahallesi hariç her mahallede bir çeşme yaptırmıştır.<br />

Çeşmelerin iç alınlıklarına yerleştirilen yazılı taşta, "Sahibül hayrat velhasenat<br />

Dergahı Ali Serbavvabin Şeyh Ali Ağa" yazılıdır.<br />

Öğretmen Cemal Tosun'un araştırmalarına göre Şeyh Ali Ağa öldükten<br />

sonra Hamza ve Hüseyin adlı iki oğlu sağ kalmış, Hamza çocuksuz ölmüştür.<br />

Hüseyin Bey öldüğü zaman iki kızı mirasçı olarak kalmıştır. Şimdi Eğirdir'de Ağalar<br />

adıyla anılan soyadları "Yılmaz" olan soy, bu soyun devamıdır. Hüseyin beyin diğer<br />

kızı Ispartalı Tahir Paşazadelerin gelini olmuştur.<br />

Şeyh Ali Ağa yalnız Eğirdir'de değil, çevresinde de hayırlı işler yapmıştır.<br />

Mirahor, İlama, Bedre, Baha'ya hamamlar yaptırmıştır. Bunların dışında 1800 lerde<br />

Eğirdir'e 23 odalı ve dükkanlı Hayriye hanını yaptırıp hayırlarına vakfetmiştir.<br />

Kaleönüne yaptırdığı adıyla anılan medreseden başka Pınarpazan'na da herkes<br />

bağlarda iken öğrencilerin ders almaları için 15 hücreli ve dershaneli bir medrese de<br />

yaptırmıştır. Ayrıca kendi adıyla anılan kütüphaneyi yaptırıp 217 el yazması ya da<br />

basılı kitap koymuştur.<br />

Eğirdir'in kültür ve imarını Şeyh Ali Ağa kadar candan ve severek yapan<br />

başka kişi olmamıştır. Hatta diyebilirim ki Eğirdir'i ondan çok seven olmamıştır.<br />

Bugün mezarı bile korunamayan bu saygıdeğer kişiyi rahmetle anıyorum.


1807 de yaptırılan 1925 lerde yıktırılan Yılanlıoğlu<br />

Şeyh Ali Ağa Kütüphanesinin sütunları<br />

YILANLIĞOLU ŞEYH ALİ AĞA KÜTÜPHANESİ<br />

Öğretmen Etem Kartal bu kütüphane hakkında Gölsesi Gazetesinde şu<br />

bilgileri verir.<br />

"Medrese odaları ahşap yapıldığı halde, Kütüphane yangına karşı kagir<br />

olarak çok sağlam ve biçimli yapılmıştı. Yerine Zafer ilkokulu binası yapılırken çok<br />

zor yıkıldı. Şekil itibariyle Baba Sultan Türbesine benziyordu. Yalnız üstü piramit<br />

değil, kubbe idi. Kubbenin üzeri de kurşunla kaplı idi. Pencereleri demir kapaklıydı.<br />

Kapısı Türk işlemeciliğinin harikalarındandı. Kitapça çok zengindi. O zamanın<br />

hemen hemen bütün kitapları tedarik edilerek kütüphaneye konmuştu, içlerinde<br />

çok kıymetli kitaplar bulunuyordu. Kütüphane memurluğunu Şeyh Ali Ağa<br />

Medresesi müderrisi yapardı. 1925 yılına kadar kasabamız ve çevresine hizmette<br />

bulundu. Medreselerin kaldırılması üzerine kitaplar ilk mektebe taşındı. Mektebin<br />

bir köşesine gelişigüzel yığıldı. Bu sırada İstanbul'dan Eğirdir'e incelemeye gelen<br />

ilim adamlarından biri (Prof..İsmail Hakkı Uzunçarşılı) mektebe uğradığında<br />

Başmuallime: "Bunlar ne?" diye soruyor. Başmuallim: "Şeyh Ali Ağa<br />

Kütüphanesinden geldi. Hepsi de kıymetsiz kitaplar efendim." diyor. Bu sözler<br />

üzerine kitapları karıştıran ilim adamı: "Muallim efendi, muallim efendi... Kıymetsiz<br />

dediğin bu kitaplar o kadar kıymetli eserler ki az bulunur. Bunların kıymetini bilin..."<br />

diyor. İşte değerli bir bilim adamı tarafından belirtilen bu kitaplar sonra Isparta Halil<br />

Hamit Kütüphanesine götürülüyor. Halen o kitaplar Halil Hamit Kütüphanesinin<br />

bodrum katındadır. Halen bu kitaplar incelenip içerikleri hakkında açıklayıcı bir bilgi<br />

sahibi olunamamıştır.


O zaman Yalvaç'taki Ali Rıza Kütüphanesinin kitapları da istendiği halde<br />

Yalvaçlılar vermediler. Böylece onlar kütüphanesizliğin acısını tatmadılar. Eğer<br />

ilgililer ikaz edip, Eğirdirliler de ayak diremiş olsaydı, şimdi Eğirdir'de Kütüphane<br />

hizmetini yerine getiriyor durumda olacaktı.<br />

Muhittin Baskan'ın verdiği bilgiye göre 1928 lerde Halil Hamit Paşa<br />

Kütüphanesinin görevlilerinden Yesarizade Ahmet Çevik Efendi ve Sabit Efendi bu<br />

kitapları otomobille Isparta'ya götürdüler. Yesarizade Ahmet Efendi Muhittin<br />

Baskan'ın dayısıdır. O zamanın Belediye Başkanı BekirAğa idi.<br />

Bu kütüphanede Osmanlı yıllıklarına da geçmiş, 217 elyazması ve basılmış<br />

kitap vardır. Bu kitapların tasnifi daha yapılmamıştır.<br />

Şeyh Ali Ağa Kütüphanesinin sütunları şimdi M.Y. Şapçı İlköğretim<br />

Okulu'nun arka bahçesinin batı çıkış kapısındadır.<br />

YUKARI HAMAM<br />

Ağa mahallesindedir. Ne zaman yapıldığı konusunda bir kayda<br />

rastlamadım. 1960 larda terkedilmiştir. Şimdi sahil yolunda durak olarak adı<br />

kalmıştır.<br />

YUMURTAŞ<br />

Akpınar'a çıkarken Oluklacı tarafındaki birikinti konisinin düzlüğüdür. Bahar<br />

başlarında gidilen mesire yerlerindendi. Çalıların arasından top top menekşeler<br />

toplanır, öyle dönülürdü. Bir çeşit menekşe bayramı yaşanırdı. Şimdi o yere çam<br />

ağaçlarıyla ağaçlandırılmış, küçük bir koru haline gelmiştir.<br />

Yumurtaş sırtlarından Eğirdir


Karçınzade Süleyman Şükrü Seyahat-ı Kübra adlı eserinde, 1879 de Şubat<br />

ayında birdenbire bir heyelan olup Yumurtaş'ın altındaki büyük kabristanı kısmen<br />

kapladığı, Yılankırkan suyunun yolunun bozulduğu yazılıdır.<br />

Yılanlıoğlu Şeyh Âli Ağa Eğirdir'e gelen Yılankırkan su yolunu ıslah ederken<br />

Yumurtaş'a bir parmak kadar su vermiştir. Biz onu çocukluğumuzda pınar sanırdık.<br />

YUNUS EMRE<br />

Bir kaynakta Yunus emre ile ilgili olarak "Eğirdir geleneği" diye bir yazı<br />

vardır. Bilinmesi için buraya alıyorum.<br />

Yunus'un Eğirdir'de öldüğüne dair kaydı ilk bulan ve haber veren Prof. Dr. Ş.<br />

Tekindağ olmuştur. Önemli olması dolayısıyla olduğu gibi aşağı alıyorum.<br />

"15.asırda Eğirdir'de büyük bir tekkesi olan Seyit Şeyh Piri Mehmet Hoyi<br />

oğlu Şeyh Mehmet Çelebi Sultan, "Hızırname"sinde (1475) bir şiirinde şöyle yazar.<br />

Geldi erenler cem ile gösterdiler uçtan uca Tabdık Saru<br />

Saltık bile gösterdi hep uçtan uca Hem Yunus Emrem<br />

geldiler çün bir yere ilettiler Bir Akdeniz'e attılar gösterdi<br />

hep uçtan uca<br />

Aşık Beşe Tabdık Beşe hem geldi abdal da bile Hem<br />

Yunus Emre de bile bir gine görsem yüzlerin<br />

Beyitlerinde olduğu gibi bunun Seyyit Şeyh Burhanettin'in Menakıb'inde de<br />

Yunus Emre'nin Eğirdir'de öldüğüne dair kayıtlar vardır. Önemli olan bu kaydı<br />

aynen naklediyorum.<br />

"Ona Şeyh Yunus derler idi. Bir miktar dini, ahlaki, her türlü kayıttan uzaktı.<br />

Ehli sünnet harici olmakla Dervişler onu kabul eylememişler idi."<br />

Bu kayıt gerçekten önemlidir. Seyyit Burhanettin eserini ne zaman<br />

yazmıştır? Bu nun bilinmesi gerçeği biraz daha aydınlatır. Sayın Tekindağ bu<br />

konuda daha çok bilgi vermiyorlar. Yunus Emre'nin ölümü kesin olarak 14. yüzyılın<br />

birinci yarısında olduğuna ve Seyyit Burhanettin'in 16.yüzyılda sağ olduğuna göre<br />

Yunus Emre'yi görmesi olamaz. O halde başka bir Yunus söz konusudur."<br />

Bu sözleri inceleme yaparken edindiğim bilgilere göre değerlendirmek<br />

istiyorum. Şeyh Mehmet Çelebi Sultan'ın ölümünden sonra oğlu olmadığı için<br />

Şeyhlik makamı boş kalmasın diye Halvetiye tarikatından Yunus adında birini Şeyh<br />

yaptılar. Şeyh Yunus eski adetleri kaldırdı. Dervişlerde bundan memnun olmadılar.<br />

Bir gün Şeyh Yunus yatakta ölü bulundu. Bu Yunus adındaki şeyhle, Yunus Emre<br />

karıştırılmış olabilir.<br />

YUVGA TAŞI<br />

Eskiden Eğirdir'de hayli toprak damlı ev vardı. Yağmurlu zamanlarda<br />

toprağı sıkıştırmak için küçük silindir şeklinde bir taş kullanılırdı. Bu taş, bir aletle<br />

düzenli birşekilde yuvarlanır, toprak sıkıştırılır, su aşağı sızmaz.


ZAFER İLKOKULU<br />

Z<br />

1928 lerde Cumhuriyet İlkokulları planında Eğirdir ve çevresinin<br />

yardımıyla yapılmış çok güzel bir ahşap yapıydı.<br />

1959 Cami mahallesi yangınından sonra önemli bir hasar<br />

görmemesine rağmen yıkıldı, yerine tek katlı sıradan bir okul yapıldı. Daha<br />

sonra yapılan M. Y. Şapçı ilkokulu Zafer ilkokulunun arka bahçesine<br />

yapılmıştır.<br />

Zafer ilkokulu Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa Medresesi ve Şeyh Ali Ağa<br />

Kütüphanesinin yıkıldığı yere yapılmıştır.<br />

Kale'den Zafer İlkokulu ve Eğirdir (1950)


ZİNDAN<br />

Kale kapısından içeri girilince sol taraftaki köşede tahminen 25-30 metrekarelik<br />

tek kapılı tonoz bir oda vardı. Bir zamanlar suçluların oraya kapatıldığını<br />

söylerlerdi. İçi sıvalı idi. Yangından sonra temizlenirken yıkıldı. Şimdi sıva kalıntıları<br />

vardır.<br />

ZIPLAK<br />

Taneli yeşil fasulye yağsız olarak pişirilir. Tuza banılarak yenir. Köylerde<br />

buna Zıplak denirse de Eğirdir'de sıyırga denir.<br />

ZORTİ BABA<br />

Kaynaklarda Sorei, Sureti Baba şeklinde de geçiyor. Ama Eğirdirli onu Zorti<br />

Baba der. Halk arasındaki rivayete göre Zorti Baba, Baba Sultan dolaylarında<br />

değirmen taşı yaparken Timur da oradan geçiyormuş. Zorti Baba,<br />

"Selaymünaley-küm.." demiş. Timur da seslenmemiş. Allanın selamını almamış.<br />

Bunun üzerine Zorti Baba, "Zort..." demiş, yellenme sesi çıkarmış... Timur çok<br />

kızmış, değirmen taşını Zorti Baba'nın boynuna geçirip denize atmış. Timur<br />

Köprübaşı'na vardığında Zorti Baba boynunda değirmen taşı, köprüyü eline almış<br />

açıkta duruyormuş. Timur' 'a, "Dön.. Mezarımı yaptır, öyle git..." demiş, köprüyü<br />

yerine koymuş, kerametini göstermiş, ölmüş. Timur da Zorti Baba'yı değirmen<br />

taşı yaptığı yere gömmüş, gitmiş.<br />

Zorti Baba'nın, Baba Sultan'ın göl tarafında bir türbesi olduğu söylenir.<br />

Karçınzade Süleyman Şükrü'nün Seyahat-ı Kübra adlı eserinde, 1880 lerde Zorti<br />

Baba türbesinin civarında hâlâ değirmen taşları olduğunu yazar.<br />

Zorti Baba'nın bir Bektaşi babası olduğu adından bellidir. 1450 lerden<br />

sonraki vergi kayıtlarında vakıfları olduğu görülmektedir. "Eğirdir'deki bir balıklağı<br />

bu zaviyeye bağlıydı." denilmektedir.<br />

Benim çocukluğumda Hıdırellez günü Köprübaşı'ndan tutulan balıklar halka<br />

bedava verilirdi. Tekke kanunu çıkmadan önce de balıkların çoğu Baba Sultan<br />

zaviyesine gönderildiği söylenir. Yukarıda adı geçen avluğun Köprübaşı avluğu<br />

olduğu bellidir. Artık şimdi Köprübaşı'nda hiçbir av yapılmamaktadır.<br />

ZOSİMUS<br />

Uluborlu'da kiliseyi ilk kuran Hıristiyan rahiptir. Gönen'de din propagandası<br />

yaparken yakalanarak ayaklarının altına çivi çakıldıktan sonra atlarla beraber<br />

Antiokya'ya (Yalvaç) götürülür. Zamanın Roma valisi Domitian tarafından idam<br />

edilir. Hıristiyanlık yayıldıktan sonra Apollania olan Uluborlu'nun adı Sozopolis<br />

olmuştur. Zosimus Hıristiyanlığın, ilk azizlerinden kabul edilir.<br />

ZÜLBİYE<br />

Bir çeşit soğan yemeği. Geçmişte ziyafetlerin baş yemeğiymiş. "Davet<br />

edecek de zülbiye mi yedirecek?" deyimi bile vardır. Bir bilenin anlattığına göre soğan<br />

orta derecede haşlanır, ortası çıkarılarak içine özel hazırlanmış kıyma doldurulup<br />

böylece sadeyağla pişirilirmiş. Anlatışa göre bir çeşit soğan dolması olsa gerek.


ÖZGEÇMİŞİM<br />

1935 yılında Eğirdir'de doğdum. Babam Veziroğlu Ali Rıza, annem<br />

Yaşaroğlu Ömer kızı Zübeyde'dir. EğirdirZafer İlkokulundan mezun olduktan sonra<br />

Isparta, Afyon, Ankara, Eğirdir'de Ortaokulu, Edirne, Balıkesir Necatibey Öğretmen<br />

Okulunu, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümünden sonra Dil Tarih<br />

Coğrafya Fakültesi Tiyatro Entitüsü Tiyatro Tenkidi, Tiyatro Tarihi, Tiyatro<br />

Yazarlığı'nı bitirdim. Yurdumun çeşitli yerlerinde 25 yıl Öğretmenlik yaptıktan sonra<br />

1984 yılında emekli oldum.<br />

Ailem Eğirdir'in en eski ailelerindendir. Vezirler diye anılır. Babam 1896<br />

yılında doğmuş, babasıyla beraber 1914 de Seferberliğe katılmış, Halıcıoğlu Küçük<br />

Zabit Mektebinde okurken Suriye cephesine gönderilmiş, İngilizlerin Yafa Hayfa<br />

çıkartmasında bulunmuş, Kurtuluş Savaşında Süvari Başçavuş olarak önce<br />

Kuvayı Milliye'ye katılıp Ege'de savaşmış, sonra düzenli orduya girip Eskişehir<br />

Kütahya savaşlarında savaşırken Yunan'a esir düşmüş, Lozan anlaşmasından<br />

sonra Eğirdir'e dönebilmiştir.<br />

Dedem Veziroğlu <strong>Nuri</strong> Efendi Şeyh Ali Ağa Medresesinde Müderris iken<br />

Seferberliğe oğluyla beraber alınmış Sarıkamış savaşında Ruslarla savaşırken<br />

1915 yılında Allahüekber Dağlarında şehit olmuştur. Doğumu 1871 dir. Eşi Kamile<br />

Hanım Şeyhülislam Berdai Zaviyesinin son şeyhlerinden Şeyh Ahmet Efendi'nin<br />

kızıdır.<br />

Dedemin babası Veziroğlu Ahmet Efendi 1828 yılında doğmuş, 1853 Kırım<br />

Savaşına katılmış, 1912 yılında ölmüştür. Mezarı Şeyhülislam Berdai Türbesinin<br />

doğu yakınında idi. Onun da babası Mehmet Efendi, onun da babası Veziroğlu<br />

Mustafa Efendi olduğu söylenir.<br />

Bu çalışmalarımda ailemin ve çevresinin uzun ömürlü olması, mekanını<br />

değiştirmeden bu günlere gelmesi sözlü tarihi günümüze kadar getirmiştir. Babam<br />

bana dedesinden duyduğunu anlatmıştır ki, onun da dedesinden duyduğunu<br />

torununa anlattığı hesaba katılırsa 250 yıllık bir zamanın sözlü tarihini ben dinlemiş<br />

oldum. Ailemizin okur yazar olması, el yazması kitaplarının günümüze kadar<br />

gelmesi benim işimi kolaylaştırdı. Halam 97 yaşında öldü. Eşi emekli Öğretmen<br />

Etem Kartal yüz yaşına yakın öldü. Anamın babası 1829 da doğduğuna göre (1931<br />

yılında ölmüştür) ondan duyduklarım da sözlü tarih bilgimi zenginleştirdi. Geniş<br />

aile çevremizin yaşlı kişilerinden duyduklarımın da bana çok yararı oldu.<br />

Çocukluğumda komşuluk ilişkileri çok güzeldi. Çevremizde oturmaya gittiğimiz<br />

kişiler hep geçmişten, yaşadıkları savaşlardan konuşurlardı. Ömrüm boyunca<br />

onları dikkatle, merakla dinlemişimdir. Sonradan hatırladıklarımı<br />

değerlendirdiğimde ben zengin bir sözlü tarih içinde yaşama şansını yakalamışım.<br />

Çevremdeki yaşlılar Yemen'den tutun da Balkanlar, Kanal, Suriye, Kurtuluş<br />

Savaşlarında ateşte pişmiş, Allah'ın lûtfuyla sağ kalmış insanlardı. Bu tanıdığım<br />

kişiler hakkında kitabımda zaman zaman söz ettim. Şimdi hepsini tekrar rahmetle<br />

anıyor, o tarih karşısındaki meçhul kahramanlara Allah'tan rahmet diliyorum.


Bu kitabı bitirdiğimde yaşım altmış altıydı. Eşim Gülşen'le otuz dokuz yıldır<br />

hayatımızı bu günlere getirdik. Oğlum Ali (1963) Çocuk Hastalıkları Uzmanı oldu.<br />

Bu topluma ve ailesine eşi Doktor Yüksek Ziraat Mühendisi Figen'le iki oğul verdiler.<br />

Gürtuğ ve Atahan. Oğlum Doktor Dişhekimi Altan (1969) Pedodonti Uzmanı ile eşi<br />

Tedavi Uzmanı Doktor Dişhekimi Sevgi'nin iki evlatları var. Selin, Efe... Kızım<br />

Gülnur da Dişhekimi. Türk toplumuyla beraber hepsine güzel günler dilerim.<br />

Kimliğimizi ve Kültürümüzü korumak için bundan sonra her elli yılda bir<br />

böyle bir çalışma yapılmasını diler, yapacaklara bu günden sevgilerimi iletirim.<br />

Bu ansiklopediyi bitirdiğim zamana kadar yazılmış, bitmiş eserlerim<br />

şunlardır.<br />

• Şiir Düğünüme Çağrımdır (Şiir. 1968 yılında basıldı.)<br />

• Osmangiller (Oyun. İstanbul ŞehirTiyatroları repertuarına alınmıştır. Kültür<br />

Bakanlığınca kitabı basıldı.)<br />

• Sinekler ve Arılar (Çocuk Oyunu. Devlet Tiyatrosu repertuarına alınmıştır.<br />

KültürBakanlığınca kitabı basıldı.)<br />

• BekirOlayı (Oyun. Devlet Tiyatrosu repertuarına alınmıştır. TOBAV oyun<br />

yazma yarışmasında l.lik ödülü aldı. Ziraat Bankası kültür hizmeti olarak<br />

kitabını bastı. İstanbul ŞehirTiyatroları repertuarına da alınmıştır.)<br />

• 1212 Gün (Oyun. Devlet Tiyatrosu repertuarına alınmıştır. Kültür<br />

Bakanlığınca kitabı basıldı. İstanbul ŞehirTiyatroları repertuarına da alındı.)<br />

• Doruk Hırsı (Oyun. Devlet Tiyatrosu Repertuarına alınmıştır. Kültür<br />

Bakanlığınca kitabı basıldı.)<br />

• Aymazlar (Oyun. İstanbul ŞehirTiyatroları repertuarına alınmıştır.)<br />

• İki Bekir (Roman. Basılmadı.)<br />

• Sonsuza Bir Kala (Oyun. Basılmadı.)<br />

• Sonsuza BirKala (Roman. Basılmadı.)<br />

• Doruk Hırsı (Roman. KültürBakanlığınca kitabı basıldı.)<br />

• Sabahçı Kahvesi (Oyun. Basılmadı.)<br />

• Gerçeğin Tatlı Sesi (Şiir. Dosya.)<br />

• Antaşı (Oyun.)<br />

• Yollar ve Zaman (Öykü. Kültür Bakanlığınca kitabı basıldı.)<br />

• Ocak Yakmak (Oyu n.)<br />

• Kutsal Taş (Çocuk Oyunu. İstanbul ŞehirTiyatroları repertuarına alınmıştır.<br />

KültürBakanlığınca kitabı basıldı.)<br />

• Küçük birSultandı ( Çocuk masalı.)<br />

• Hamidoğlu (Eğirdir için özel oyun)<br />

• Sosyal Bilgiler İlkokul IV (MEB.mca kabul edildi. Basıldı.)<br />

• Elmacının El kitabı (Kitaplaştırıldı. 35 yıllık bilgim ve uygulamamın ürünüdür.)<br />

• EğirdirAnsiklopedisi<br />

• Barbaroslar ( Oyun. Basılmadı.)


KAYNAKLAR<br />

Akı n gazetesi<br />

Anadolu Beylikleri, Prof. Dr. İ.H.Uzunçarşılı, TTK Yayınları, Ankara, 1937.<br />

Anadolu'nun Tarihi Coğrafyası, W. Ramsay, Çeviren: Mihri Aktaş, MEB.<br />

Yayınevi, İstanbul,1961.<br />

Antik Anadolu Coğrafyası(XII-XIII-XIV), Strabon, Çeviren: Prof.Dr.Adnan<br />

Pekman ,Arkeoloji ve Sanat Yayınları,İstanbul,1993.<br />

Beyşehir Tarihi, İbrahim Hakkı Konyalı .Atatürk Üni. Fen Ed. Fak. Yayını,<br />

Erzurum, 1994.<br />

Bölge Ağızlarında Atasözleri ve Deyimler, TDK Yayınları, 1969.<br />

Celali İsyanları (1550-1603), Prof. Dr. Mustafa Akdağ, Ankara<br />

Ün.Basımevi,1963.<br />

Cemal Tosun, Dosya, Halil Hamit Paşa Kütüphanesi, Isparta.<br />

Cumhuriyetten Günümüze Isparta, Hulusi Turgut, 2000.<br />

Çevre Tarihi İçinde Atabey , Mahmut Kıyıcı , Göltaş Kültür Yayınları ,<br />

1995.<br />

Demokrat Eğirdir Gazetesi<br />

Dil Dergisi, Kaşgarlı Mahmut Özel Sayısı, Sayı 33, Temmuz, 1995.<br />

Dinler Tarihi, Prof Dr. Fuat Bozkurt.<br />

Divanü-Lügat-it-Türk, Kaşgarlı Mahmut, Çeviren: Besim Atalay, TDK ,<br />

Ankara, 1991.<br />

Ege'deki Sivil Direnişten Kurtuluş Savaşına, İlhan Tekeli-Selim İlkin, 1989<br />

Eğirdir Gölsesi Gazetesi ve Arşivi<br />

Eğirdir Gölü Balıkları (Balık ve Balıkçılık), İstanbul,1952<br />

Eğirdir-Felekabad Tarihi, S.Sükuti Yiğitbaşı, istanbul, 1972.<br />

Eski Türk Toplumunda Cinsiyet Kültürü, Mualla Türköne, Ark Yayın,<br />

Ankara, 1995.<br />

Evliyalar Ansiklopedisi, Türkiye Gazetesi Yayınları, İstanbul, 1992.<br />

Gagauzlar, Harun <strong>Güngör</strong>, Mustafa Argunşah, Ötüken, 1998<br />

Gelendost Tarihi, Hüseyin Şekercioğlu, İstanbul ,1983.<br />

Hafız İbrahim Demiralay'ın Hatıratı, Göltaş Kültür Dizisi.<br />

İncil, Müjde Yayıncılık.<br />

İnternetten sağlanan kaynaklar.<br />

İslam Ansiklopedisi, Diyanet Yayınevi, İstanbul, 1994<br />

Isparta Dergisi 2000,1,2,3,4.<br />

Isparta Halıcılık Albümü, M. Koç, İstanbul, 1954.<br />

Isparta Tarihi, Böcüzade Süleyman Sami, Serenler Yayını, İstanbul, 1983.<br />

Isparta Tarihi, Enver Süldür, İzmir, 1951.<br />

Isparta Vilayeti İdare Coğrafyası 1932, Başbakanlık Basımevi, Ankara,<br />

1999.


Isparta Tarihi, <strong>Nuri</strong> Katırcıoğlu, Ankara, 1958.Isparta Yıllıkları.<br />

Isparta'nın Dünü Bugünü Yarını Sempozyumu, Isparta İli Kalkındırma<br />

Derneği, Ankara, 1992.<br />

Kaş Tarihi, Hüdayi Bayık, Ankara, Gazeteciler Cemiyeti Yayını, 1982.<br />

Kırgız Türkleri, Prof. Dr. Mustafa Erdem.<br />

Kitabeler, Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı, MEB.<br />

Kutadgu Bilig, Reşit Rahmeti Arat, TDK Ankara, 1991.<br />

Kültür ve Sanat Isparta Özel Sayısı, Türkiye İş Bankası, 1994<br />

Manas Destanı, Abdülkadir İnan MEB Yayınları, İstanbul, 1992.<br />

Milli Mücadelede Denizli Isparta ve Burdur Sancakları,Yard.Doç. Dr. <strong>Nuri</strong><br />

Köstüklü, Kültür Bakanlığı ,Ankara ,1990.<br />

Milli Mücadelede Güney Cephesi, Yard. Doç. Dr. Yaşar Akbıyık, Kültür<br />

Bakanlığı, 1990.<br />

Naima Tarihi, Zuhuri Danışman, Ötüken Yayınevi, 1969.<br />

Oğuzlar (Türkmenler), Prof. Dr. Faruk Sümer, Ana Yayınları, 1980.<br />

Onbeşinci Onaltıncı Yüzyılda Hamid Sancağı, Doç. Dr. Zeki Arıkan, İzmir,<br />

1988.<br />

Osmanlı Kim? Şeriat Ne? , Şakir Keçeli, Ardıç Yayınevi.<br />

PsidiaAntiocheia, Dr. Mehmet Taşlıalan.<br />

Psidya, Prof. Dr. Said Özsaid.<br />

Psidya, Bilge Umar.<br />

Seyahat-ı Kübra, Karçınzade Süleyman Şükrü. (Salih Şapçı)<br />

Sibirya'dan, W. Radloff, MEB Yayınları, Çeviren: Ahmet Temir,İstanbul,<br />

1994.<br />

Şikari Tarihi, Mesut Koman , Yeni Kitap Basımevi, Konya, 1946.<br />

Tarihi,Kültürel,Ekonomik Yönleri ile Eğirdir, l. Eğirdir Sempozyumu, 2001.<br />

Tüm Yönleriyle Isparta, M. Koç, Isparta.<br />

Türk Ansiklopedisi, MEB, Ankara, 1966.<br />

Türk Edebiyatında İlk Mutasavvuflar,Ord.Prof.Dr.Fuad Köprülü, Diyanet<br />

İşleri Başkanlığı, Ankara, 1993.<br />

Türk Lehçelerinin Karşılaştırılmalı Dilbilgisi, Cem Yayınevi, 1993<br />

Türklerin Tarihi, Jean-Paul Roux, Çeviren: Galip Üstün.<br />

Türkiyedeki Tarihsel Adlar, Bilge Umar, İnkılap Kitabevi, İstanbul.<br />

Ün Dergileri, Isparta Halkevi Mecmuası, Isparta. Vilayetler Tarihi, Hayat<br />

Yayınları.<br />

Yeni Ün Dergisi, Isparta İli Kalkındırma Derneği , Ankara


NURİ GÜNGÖR: 1935 yılında Eğirdir'de doğdu. Gazi Eğitim<br />

Enstitüsü Edebiyat Bölümü'nü Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro<br />

Enstitüsü'nü bitirdi. 25 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra emekli oldu.<br />

"Osmangiller" adlı bir oyunu İstanbul Şehir Tiyatrolarınca oynandı.<br />

TOBAV oyun yazma yarışmalarında "Bekir Olayı" adlı oyunu<br />

birincilik, "1212 Gün" adlı oyunu mansiyon aldı. Devlet Tiyatrosu ve<br />

İstanbul Şehir Tiyatroları repertuvarlarında oyunları vardır.<br />

"Yollar ve Zaman" adlı öykü, "1212 gün" ve "Osmangiller" oyunları<br />

Kültür Bakanlığınca yayımlanmıştır.<br />

Şiirle de uğraşan yazarın "Şiir Düğünüme Çağırımdır" adlı<br />

yayımlanmış bir kitabı, "Gerçeğin Tatlı Sesi " adlı bir şiir dosyası<br />

vardır.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!