II. İLERİ TEKNOLOJİLER ÇALIŞTAYI (İTÇ 2011) - Bilgesam
II. İLERİ TEKNOLOJİLER ÇALIŞTAYI (İTÇ 2011) - Bilgesam
II. İLERİ TEKNOLOJİLER ÇALIŞTAYI (İTÇ 2011) - Bilgesam
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
<strong>II</strong>. <strong>İLERİ</strong> <strong>TEKNOLOJİLER</strong><br />
<strong>ÇALIŞTAYI</strong> (<strong>İTÇ</strong> <strong>2011</strong>)<br />
BİLDİRİ KİTABI<br />
Editör<br />
M. Oktay ALNIAK<br />
Prof. Dr. Yük. Müh.<br />
İSTANBUL
İleri Teknolojiler Çalıştayı (<strong>İTÇ</strong><strong>2011</strong>) Bildiri Kitabı<br />
1. Basım Mayıs 2012<br />
ISBN: 978-605-86900-0-4<br />
<strong>İTÇ</strong> <strong>2011</strong> Proje Müellifi ve Editör: Prof. Dr. Yük. Müh. M. Oktay ALNIAK<br />
Teknik Koordinasyon Kurulu: Aylin Çelik TURAN (Başkan)<br />
Mehmet Sıtkı SAYGILI, Seda GÖKÇE<br />
Turan Atakan KİRACI<br />
Teknik Koordinatör: Aylin ÇELİK TURAN<br />
Kapak Tasarımı: Papatya&Kelebek Tasarım<br />
Kitabın Basımı: NET Kır. Tan. ve Matbaa San. Tic. Ltd.<br />
(Sertifika No: 13723)<br />
© Prof. Dr. Yük. Müh. M. Oktay ALNIAK<br />
Abide-i Hürriyet Tepesi, Merkez Mah. Darülaceze Cad. No: 2 34381 Şişli/İstanbul<br />
Bahçeşehir Üniversitesi 0212 381 06 66 - 0533 711 53 12<br />
Bu çalıştayın hazırlıkları ve Bildiri Kitabı, Çalıştay Başkanı Prof. Dr.<br />
Yük. Müh. M. Oktay Alnıak editörlüğünde hazırlanmıştır. Bu kitabın telif<br />
hakkı Prof. Dr. M. Oktay Alnıak’a aittir. Çalıştay Başkanı Prof. Dr. M.<br />
Oktay Alnıak’ın yazılı izni olmadan kitabın basımı, yayımı ve çoğaltılması<br />
yapılamaz. Kitabın içinden bir bölümü alınamaz ve ticari amaçla kullanılamaz.<br />
<strong>II</strong>
BİLGİ NOTU VE TEŞEKKÜR<br />
Bahçeşehir Üniversitesi, Kocaeli Üniversitesi, İstanbul Kültür Üniversitesi ve Gebze<br />
Yüksek Teknoloji Enstitüsü Rektörlükleri ve Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar<br />
Merkezi (BİLGESAM) tarafından organize edilen, <strong>II</strong>. İleri Teknolojiler Çalıştayı<br />
(<strong>İTÇ</strong> <strong>2011</strong>) 09.12.<strong>2011</strong> tarihinde yapılmıştır.<br />
Bahçeşehir Üniversitesi Mesleki Teknik Eğitimi Geliştirme Merkezi (METGEM)<br />
ve Meslek Yüksek Okulu’nda gerçekleştirilen <strong>II</strong>. İleri Teknolojiler Çalıştayı’nda<br />
yeni teknolojiler görüşülmüştür. Çalıştayın ilgi alanları olarak enerji, malzeme,<br />
teknoloji yönetimi seçilmiştir. Çalıştaya bildirileriyle katılan Atılım Üniversitesi,<br />
Mevlana Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi<br />
Rektörleriyle genç bilim insanları ve sanayiciler faaliyetin ilgi odağı olmuşlardır.<br />
Çalıştayın Başkanlığı Prof. Dr. Yük. Müh. M. Oktay ALNIAK tarafından yapılmıştır.<br />
Rektörler Paneli’nde üniversiteler arası projelerde işbirliği fikri öne çıkmış ve<br />
başarılan yeni projeler rektörlerce açıklanmıştır. Çalıştay sanayicilerin ve öğretim<br />
üyelerinin bildirileriyle sürdürülmüştür.<br />
Faaliyet 6 aylık bir çalışmayı gerektirmiş faaliyetin yönetiminde, bilim ve teknik<br />
kurularda sekreterya hizmetinde deneyimli bir heyet görev almıştır.<br />
Plazma Teknolojisi, Dil ve İleri Teknoloji İlişkisi, Hidrojen ve Nükleer Enerji Panelleri’<br />
ne yoğun katılım gözlenmiştir. Çalıştaya; Milli Eğitim Bakanlığı’ndan,<br />
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’ndan ve Enerji Bakanlığı’ndan, Sanayi ve<br />
Mühendis Odalarından, Üniversitelerden katılım sağlanmıştır.<br />
Çalıştayın ev sahipliği Bahçeşehir Üniversitesi tarafından yapılmıştır. Saat 09:30’da<br />
başlayan çalışmalar saat 19:30’da tamamlanmıştır. Üniversitelerimizde yapılan<br />
araştırma projeleri ilgi ile izlenmiş ve katılımcılar için sanayici-üniversite işbirliği<br />
imkanı ve teşvikleri sağlanmıştır.<br />
Bu faaliyetlere 2005 yılından itibaren sağladıkları bilimsel ve kurumsal katkı nedeniyle<br />
Onur Ödülleri Merasimi yapılmıştır. <strong>İTÇ</strong> <strong>2011</strong> Yönetim Kurulu’nca ödüllendirilen<br />
personel <strong>İTÇ</strong> <strong>2011</strong> Yönetim Kurulu’nca seçilmiştir. Çalıştayın Türkiye’de<br />
ve dünyadaki gelişmeleri takip edebilmek açısından faydalı bir etkinlik olduğu<br />
değerlendirilmiştir. Bu faaliyetin sonucunda üniversiteler arasında ve sanayinin<br />
katkısıyla somut işbirliği projeleri beklenmektedir.<br />
Çalıştaya 150 bilim insanı, 50 sanayici ve 50 öğrencinin katılımıyla bilimsel bir<br />
dayanışma gerçekleştirilmiştir. Çalıştayda 28 üniversiteden 53 bildiri müzakere<br />
edilmiştir. Faaliyetlerin programı ve belgeleri katılımcılara verilmiş, Bildiri Kitabı<br />
ve CD’lerin bütün üniversitelere ve ilgili kurumlara gönderilmesi planlanmıştır.<br />
Çalıştayı düzenleyen Bahçeşehir Üniversitesi, Kocaeli Üniversitesi, İstanbul Kültür<br />
Üniversitesi ve Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Rektörlüklerinin ve BİLGESAM’ın<br />
destekleri sağlanmıştır. Aynı zamanda TÜBİTAK’ın, UNİDO-ICHET’in ve<br />
METGEM’in bilimsel ve kurumsal desteği çalıştayın gerçekleştirilmesine katkı<br />
<strong>II</strong>I
sağlamıştır. Çalıştaya katılan Atılım Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdürrahim<br />
ÖZGENOĞLU, Mevlana Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Bahattin ADAM, İstanbul<br />
Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Muhammed ŞAHİN ve Bahçeşehir Üniversitesi<br />
Rektörü Prof. Dr. Şenay YALÇIN’ın açılışta ve Rektörler Paneli’nde yapmış oldukları<br />
konuşmalar ve bilimsel bildiriler çalıştayda değerli bir bilgi platformu oluşturmuştur.<br />
BİLGESAM’ın idari ve teknik konularda göstermiş olduğu ilgi ve faaliyetin<br />
organizasyonda görev alması faaliyetin organizasyonunda ve duyurulmasında dinamik<br />
bir etki sağlamıştır. Sanayicilerin vermiş olduklar teknolojik desteğin ve bilimsel<br />
katkının ilgi ile karşılandığının kaydedilmesinde fayda görülmektedir.<br />
Bilişim faaliyetlerinde, posta ve kargo işlerinde Inter Global Cargo Tic. Şti. , idari ve<br />
teknik faaliyetlerde Anadolu Plazma Teknolojileri ve Akademi Endüstri Makineleri<br />
Tic. Şti’nin katkıları kaydedilmiştir. Gerçekleştirilen bu kongrenin diğer faydası genç<br />
bilim insanlarının konuya ve teknolojiye göstermiş oldukları ilgi ile yaptıkları çalışmaların<br />
açıklanabildiği teknolojik bir platform sağlamış olmalarıdır. Faaliyetlerin 06 -<br />
07 Aralık 2012 tarihlerinde uluslararası düzeyde planlanması not edilmiştir.<br />
Faaliyet 6 aylık bir periyotta www. itc<strong>2011</strong>.org.tr sitesinden yayımlanmış, yazışmalar<br />
itc<strong>2011</strong>@itc<strong>2011</strong>.org.tr ve itc@itc<strong>2011</strong>.org.tr adreslerinden gerçekleştirilmiştir.<br />
Bu faaliyetlerin kurumsal olarak sürdürülmesi faydalı görülmüştür.<br />
Faaliyetin organizasyonuna bizatihi katkı sağlayan Bahçeşehir Ünv.’nden Genel<br />
Koordinatör Aylin ÇELİK TURAN’a, <strong>Bilgesam</strong> Bşk. Doç. Dr. Atilla<br />
SANDIKLI’ya ve <strong>Bilgesam</strong> Personeline, <strong>İTÇ</strong><strong>2011</strong> Genel Kurul Üyelerine, Kocaeli<br />
Ünv.’nden Rektör Yrd. Prof. Dr. Hasret ÇOMAK’a, Doç. Dr. Nalan TEKİN’E,<br />
GYTE’nden Nanoteknoloji Enst. Md. Prof. Dr. Ali ATA’ya ve Yük. Müh. Ali<br />
Murat SOYDAN’a, İstanbul Kültür Ünv.’nden Rektör Yrd. Prof. Dr. Çetin<br />
BOLCAL ve Yrd. Doç. Dr. Gürsel HACIBEKİROĞLU’na, Bahçeşehir Ünv.’nden<br />
MYO. Md. ve METGEM Bşk. Azize GÖKMEN’e, görevli personele, Bilim Kurulu<br />
Bşk. Prof. Dr. Ali GÜNGÖR’e, çalıştaya bildirili katılımları nedeniyle Atılım Üniversitesi<br />
Rektörü Prof. Dr. Abdürrahim ÖZGENOĞLU’na, Mevlana Üniversitesi<br />
Rektörü Prof. Dr. Bahattin ADAM’a, İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörü Prof.<br />
Dr. Muhammed ŞAHİN’e, Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Şenay<br />
YALÇIN’a, Çalışmaya bilimsel değer sağlayan; Değerli Bilim İnsanlarına, Bildirili<br />
Katılımcılara, Sponsorlara; TÜBİTAK Bşk.lığına, Gazi Ünv. Teknoparkı Anadolu<br />
Plazma Teknolojileri Direktörü Prof. Dr. Beycan İBRAHİMOĞLU’na, UNİDO-<br />
ICHET Direktörlüğü’ne, İnter Global Kargo Tic. Şti.’ne, Akademi Endüstri Ürünleri<br />
Tic. Şti.’ne, izleyicilere ve özellikle görevli ve değerli öğrencilerimize teşekkürlerimi<br />
ve saygılarımı sunarım.<br />
Bu faaliyetlerin Çalıştay Bilgi Notu ile kaydedilmesinde ve teşekkürün arzında<br />
fayda görülmüştür. Bilgilerinize sunarım.<br />
Saygılarımla.<br />
<strong>İTÇ</strong> <strong>2011</strong> Başkanı<br />
Prof. Dr. Yük. Müh. M. Oktay ALNIAK<br />
27.12.<strong>2011</strong><br />
IV
İÇİNDEKİLER<br />
Bilgi Notu ve Teşekkür <strong>II</strong>I<br />
Önsöz X<strong>II</strong>I<br />
Program XIV<br />
KONGRE AÇILIŞ KONUŞMALARI XV<br />
M. Oktay ALNIAK XVI<br />
Azize GÖKMEN XX<br />
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI XXI<br />
Prof. Dr. Beycan İBRAHİMOĞLU XX<strong>II</strong>I<br />
Prof. Dr. Şenay YALÇIN XXV<br />
SÖZLÜ BİLDİRİLER<br />
PANEL I. SANAYİ VE TEKNOLOJİ YÖNETİMİ, <strong>İLERİ</strong><br />
TEKNOLOJİ UYGULAMALARI<br />
29<br />
SANAYİDE STRATEJİK PLANLAMA VE <strong>İLERİ</strong> TEKNOLOJİ<br />
Zühtü BAKIR - Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Sanayi Genel Md. Yrd.<br />
31<br />
ODTÜ-BİLTİR MERKEZİ TAŞIT GÜVENLİĞİ BİRİMİ HASARSIZ 37<br />
ÇARPIŞMA TEST LABORATUVARI’NDA YENİ GELİŞMELER<br />
Prof. Dr. Mustafa İlhan GÖKLER - ODTÜ-BİLTİR Merkezi Başkanı<br />
KÜBİK BOR NİTRÜR (CBN) KAPLAMALAR 39<br />
Prof. Dr. Bilgin KAFTANOĞLU 1 , Halil CESUR 2 , Nihan DÖKMETAŞ 3<br />
1 Boren Bor Kaplama Yetkinlik Merkezi, 2 Metal Şekillendirme Mükemmeliyet<br />
Merkezi, 3 Atılım Üniversitesi<br />
ATILIM ÜNİVERSİTESİNDE <strong>İLERİ</strong> NÜKLEER ENERJİ ALANINDA 41<br />
YÜRÜTÜLEN ÇALIŞMALAR<br />
Prof. Dr. Sümer ŞAHİN - Atılım Üniversitesi<br />
PANEL <strong>II</strong>. ÜNİVERSİTELER VE <strong>İLERİ</strong> TEKNOLOJİ 43<br />
UYGULAMALARI<br />
<strong>İLERİ</strong> TEKNOLOJİ Mİ? YENİ TEKNOLOJİ Mİ? 45<br />
Prof. Dr. Bahattin ADAM - Mevlana Üniversitesi Rektörü<br />
ATILIM ÜNİVERSİTESİ BÜNYESİNDE YÜRÜTÜLEN <strong>İLERİ</strong> 47<br />
TEKNOLOJİ ÇALIŞMALARINDAN BİR KESİT VE AVRUPA<br />
UZAKTAN RADYO LABORATUVARI (ERRL) UYGULAMALARI<br />
Prof. Dr. Abdurrahim ÖZGENOĞLU - Atılım Üniversitesi Rektörü<br />
V
TEKNOLOJİ <strong>ÇALIŞTAYI</strong> VE İSTANBUL TEKNİK 49<br />
ÜNİVERSİTESİ PROJELERİ<br />
Prof. Dr. Muhammed ŞAHİN - İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörü<br />
TEKNOLOJİ <strong>ÇALIŞTAYI</strong> VE BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ PROJELERİ 53<br />
Prof. Dr. Şenay YALÇIN - Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü<br />
PANEL <strong>II</strong>I. HİDROJEN ENERJİSİ VE STRATEJİSİ 57<br />
FROM FUNDAMENTAL TO APPLIED ELECTROCHEMISTRY 59<br />
ELECTROCHEMICALLY NANO-COATED SELECTIVE SURFACES<br />
Prof. Dr. Figen KADIRGAN - Selektif Teknoloji San. Tic. Ltd.<br />
NİĞDE ÜNİVERSİTESİNDE KATI OKSİT YAKIT PİLİ VE PEM 71<br />
ELEKTROLİZÖRLER KONULARINDA SON GELİŞMELER<br />
Mahmut D. MAT ve Yüksel KAPLAN - Niğde Üniversitesi<br />
HİDROJEN SÜLFÜRDEN ELEKTROLİZ YÖNTEMİ İLE HİDROJEN 81<br />
ÜRETİM TEKNOLOJİSİNİN İNCELENMESİ<br />
Orhan ÖZCAN, Ramiz Gültekin AKAY, Ayşe Nilgün AKIN - Kocaeli Üniversitesi<br />
SÜREKLİ HİDROJEN ÇEVRİMİ AMACI İLE NaBH4 KULLANIMI 89<br />
OLASI SORUNLAR VE ÇÖZÜM YÖNTEMLERİ<br />
Metin GÜRÜ ve Çetin ÇAKANYILDIRIM - Gazi Üniversitesi<br />
PANEL IV. SANAYİ, EĞİTİM, BİLİM VE TEKNOLOJİ 107<br />
PERSPEKTİFİ<br />
TEKNOGİRİŞİM SERMAYESİ DESTEĞİ PROGRAMI 109<br />
Adnan Selçuk ERGİNÖZ - Bilim Teknoloji ve Sanayi Bakanlığı, Teknogirişim<br />
Şube Müdürü<br />
ÜNİVERSİTE-SANAYİ İŞBİRLİĞİ İÇİN BİR TEKNOLOJİ 117<br />
PLATFORMU: MANUFUTURE-TR BİR ULUSLARARASI KONGRE,<br />
UMTIK VE TEKNOPARKTA ÇOK ORTAKLI BİR FİRMA: ODAGEM A.Ş.<br />
Prof. Dr. S. Engin KILIC - Orta Doğu Teknik Üniversitesi<br />
EĞİTİM ORTAMINA YENİLEŞİMCİ BİR TAHTA TASARIMI 123<br />
Tunay ALKAN - MEB Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü<br />
ENERJİ SEKTÖRÜNÜN GÖRÜNÜMÜ 135<br />
Ergün AKALAN - Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, Enerji İşleri<br />
Genel Müdürlüğü, Proje Daire Başkanı<br />
PANEL V. NÜKLEER ENERJİDE <strong>İLERİ</strong> <strong>TEKNOLOJİLER</strong> 143<br />
EYLEMSİZLİKLE TUTUKLAMA FÜZYONU 145<br />
Bilge ÖZGENER - İstanbul Teknik Üniversitesi<br />
VI
BACA GAZINDAKİ GİZLİ ISIYI KULLANAN KANATLI-PLAKALI 157<br />
KOMPAKT ISI DEĞİŞTİRİCİSİNİN TASARIMI VE PROTOTİP İMALATI<br />
Kemal ALTINIŞIK, Dilek Nur ÖZEN, Ali H. ABDULKARİM<br />
Selçuk Üniversitesi<br />
HİDROJEN ENERJİSİ HAKKINDA DÜŞÜNCELER 163<br />
M. Oktay ALNIAK - Bahçeşehir Üniversitesi<br />
YENİ NESİL NÜKLEER REAKTÖRLER VE HİDROJEN 171<br />
ÜRETİMİNDE KULLANIMI<br />
Prof. Dr. H. Mehmet ŞAHİN - Gazi Üniversitesi<br />
YAKIT PİLLERİ TEKNOLOJ<strong>İLERİ</strong><br />
KATI OKSİT YAKIT PİLLERİNDE (KOYP) SIZDIRMAZLIĞIN 175<br />
PERFORMANSA ETKİSİNİN İNCELENMESİ<br />
Tuğrul Y. ERTUĞRUL, Ahmet BAKAL, Selahattin ÇELİK, Mahmut D. MAT<br />
Niğde Üniversitesi<br />
KATI OKSİT YAKIT PİLLERİ REDOKS MODELLEMESİ 183<br />
Bora TİMURKUTLUK 1 ve Mahmut D. MAT 2<br />
1 Niğde Üniversitesi, 2 Vestel Savunma Sanayi<br />
KATOT ÜRETİM PARAMETRELERİN KATI OKSİT YAKIT PİLİ 195<br />
OKSİJEN İNDİRGENME MEKANİZMASINA OLAN ETKİSİ<br />
Çiğdem TİMURKUTLUK 1 , Bora TİMURKUTLUK 1,2 , Meysun İBRAHİM 1,3 ,<br />
Mahmut D. MAT 1 - 1 Niğde Üniversitesi, 2 Vestel Savunma Sanayi, 3 Niğde Üniversitesi<br />
PEM (Proton Exchange Membrane) ELEKTROLİZÖR HÜCRESİNDE 207<br />
İKİ FAZLI AKIŞIN NÖTRON GÖRÜNTÜLENME YÖNTEMİYLE<br />
İNCELENMESİ<br />
Ömer F. SELAMET 1,2 , Uğur PAŞAOĞULLARI 1 , Daniel S. HUSSEY 3 , David L.<br />
JACOBSON 3 , M. Caner ACAR 2 , Yüksel KAPLAN 2 , Mahmut D. MAT 2<br />
1 University of Connecticut, 2 Niğde Üniversitesi, 3 National Institute of Standards and<br />
Technology<br />
YAKIT PİLİ TEKNOLOJİSİ, TÜBİTAK MARMARA ARAŞTIRMA 225<br />
MERKEZİ ENERJİ ENSTİTÜSÜ YAKIT PİLİ ÇALIŞMALARI VE<br />
BORHİDRÜRLÜ YAKIT PİLLİ ARAÇ<br />
Çiğdem KARADAĞ, Osman OKUR, Dr. Doç. Dr. Fatma Gül BOYACI SAN, Gamze<br />
BEHMENYAR, Tansel ŞENER, Fatih GENÇ, Dr. Emin OKUMUŞ, İsmail BİCAN,<br />
Dr. Evren GÜNEN - TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi Enerji Enstitüsü<br />
KATI OKSİT YAKIT PİLLERİNDE (KOYP) KULLANILAN 237<br />
İNTERKONNEKTÖRLERİN KAPLANMASININ PERFORMANS<br />
VE ÖMRE ETKİSİ<br />
Fatma AYDIN ve Mahmut D. MAT - Niğde Üniversitesi<br />
V<strong>II</strong>
KATI OKSİT YAKIT PİLLERİ İÇİN KONTAK MALZEMESİ 245<br />
GELİŞTİRİLMESİ<br />
Abdullah MAT, Yüksel. KAPLAN, Mahmut. D. MAT, Çiğdem TİMURKUTLUK,<br />
Bora TİMURKUTLUK - Niğde Üniversitesi<br />
KATI OKSİT YAKIT PİLLERİ İÇİN SIZDIRMAZLIK MALZEMESİ 253<br />
GELİŞTİRİLMESİ<br />
Ahmet BAKALl, Mahmut D. MAT - Niğde Üniversitesi<br />
KATI OKSİT YAKIT HÜCRESİNDE SICAKLIK DAĞILIMINA 261<br />
OPERASYON ŞARTLARININ ETKİSİ<br />
Selahattin ÇELİK, Bora TİMURKUTLUK, Mahmut D. MAT - Niğde Üniversitesi<br />
ALTERNATİF ENERJİLER VE MAKİNE<br />
TEKNOLOJ<strong>İLERİ</strong> UYGULAMALARI<br />
OPTİK TEKNOLOJİSİNİN ÖLÇÜM TEKNİKLERİ VE KONTROL 279<br />
SİSTEMLERİ ALANINDAKİ UYGULAMALARI<br />
Ferit ARTKIN - Kocaeli Üniversitesi Gebze Meslek Yüksekokulu<br />
ÜRETİMDE KALİTE ARTIŞINA BAĞLI REKABET GÜCÜNÜ 285<br />
ARTTIRMAK İÇİN TEZGAHLARININ TEKNOLOJİK GÜCÜNÜ<br />
KULLANMAK<br />
Dr. Müh. Erdal GAMSIZ - TİAD Yönetim Kurulu Başkanı<br />
TAKIM TEZGAHLARI SEKTÖRÜNÜN GELECEĞİ VE TEKNİK 291<br />
EĞİTİMİN ÖNEMİ<br />
Mak. Yük. Müh. Hayrettin KAĞNICI - TİAD Yönetim Kurulu Üyesi<br />
PEYNİR ALTI SUYUNDAN TEK KADEMELİ VE İKİ KADEMELİ 297<br />
AR-GE DENEY SİSTEMİNDE BİYOGAZ ÜRETİMİ<br />
E. TAŞDEMİRCİ 1 , K .S. YİĞİT 1 , M. GÜNDÜZ 2 , G. ŞERİT 2<br />
1 Kocaeli Üniversitesi, 2 İZAYDAŞ Atık ve Artıkları Arıtma Yakma ve<br />
Değerlendirme AŞ<br />
ULAŞTIRMA SEKTÖRÜNDE ALTERNATİF YAKIT SİSTEMLERİ 307<br />
M. Faruk. SERİNCAN, M. Süha. YAZICI & Mustafa. HATİPOGLU<br />
Uluslararası Hidrojen Enerji Teknolojileri Merkezi (ICHET)<br />
ENERJİ’DE GELİŞMELER - FIRSATLAR 315<br />
M. Ünal AZAKLIOĞULLARI, Çetin BOLCAL - İstanbul Kültür Üniversitesi<br />
YENİLENEBİLİR ENERJİ TEKNOLOJ<strong>İLERİ</strong> 321<br />
Yrd. Doç. Dr. Bekir YELMEN 1 , Prof. Dr. Serdar ÖZTEKİN 2 ,<br />
Dr. M. Tarık ÇAKIR 3 - 1 Aksaray Üniversitesi, 2 Çukurova Üniversitesi, 3 Sağlık<br />
Bakanlığı İnşaat ve Onarım Daire Başkanlığı<br />
V<strong>II</strong>I
RÜZGAR ENERJİSİ ÜRETİM SİSTEMLERİNİN ÇEVRESEL ETK<strong>İLERİ</strong> 333<br />
Yrd. Doç. Dr. Bekir YELMEN 1 , Prof. Dr. Serdar ÖZTEKİN 2 ,<br />
Dr. M. Tarık ÇAKIR 3 - 1 Aksaray Üniversitesi, 2 Çukurova Üniversitesi, 3 Sağlık<br />
Bakanlığı İnşaat ve Onarım Daire Başkanlığı<br />
ENERJİ EKONOMİSİ UYGULAMALARININ TEMİZ ENERJİ 343<br />
EVİ ÖRNEĞİ<br />
Yrd. Doç. Dr. Bekir YELMEN 1 , Prof. Dr. Serdar ÖZTEKİN 2 ,<br />
Dr. M. Tarık ÇAKIR 3 - 1 Aksaray Üniversitesi, 2 Çukurova Üniversitesi, 3 Sağlık<br />
Bakanlığı İnşaat ve Onarım Daire Başkanlığı<br />
TÜRKİYE’DE RÜZGAR ENERJİSİ UYGULAMALARININ GELİŞİMİ 355<br />
Yrd. Doç. Dr. Bekir YELMEN 1 , Prof. Dr. Serdar ÖZTEKİN 2 ,<br />
Dr. M. Tarık ÇAKIR 3 - 1 Aksaray Üniversitesi, 2 Çukurova Üniversitesi, 3 Sağlık<br />
Bakanlığı İnşaat ve Onarım Daire Başkanlığı<br />
TARİHSEL PERSPEKTİFTEN İNOVASYON VE TEKNOLOJİ: 369<br />
GÜNÜMÜZDE ÇİN ÖRNEĞİ<br />
Cengiz EKİN, Mehmet YÜKSEL<br />
ÜRETİM SEKTÖRÜNDEKİ FİRMALAR İÇİN SÜRDÜRÜLEBİLİR 381<br />
ÜRETİM ÇERÇEVESİ<br />
M. Ural ULUER 1 , Gözde GÖK 1 , Yrd. Doç. Dr. H. Özgür ÜNVER 3 ,<br />
Prof. Dr. S. Engin KILIÇ 1 - 1 Orta Doğu Teknik Üniversitesi, 2 TOBB-ETU<br />
KATMA DEĞERİ YÜKSEK ÜRÜNLERİN KOBİ’LER TARAFINDAN 391<br />
ÜRETİLMESİ İÇİN OPERASYONEL SANAL FABRİKA SİSTEMİNİN<br />
GELİŞTİRİLMESİ<br />
B. Lotfi SADİGH 1 , Yrd. Doç. Dr. H. Ö. ÜNVER 2 , Prof. Dr. S. E. KILIÇ 1<br />
1 Orta Doğu Teknik Üniversitesi, 2 TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi<br />
SANAYİ AR-GE PROJELERİ DEĞERLENDİRME VE DESTEK 403<br />
UZMAN SİSTEM YAZILIMI “E-PRODES”<br />
Dr. Yük. Müh. Çetin KARAKAYA<br />
MALZEME UYGULAMALARI<br />
VE <strong>İLERİ</strong> <strong>TEKNOLOJİLER</strong><br />
FONKSİYONEL YORULMA SONRASINDA ŞEKİL BELLEKLİ 419<br />
NİTİ ALAŞIMININ MİKROYAPISAL KARAKTERİZASYONU<br />
Tuna ARIN - Karadeniz Teknik Üniversitesi<br />
POLİVİNİL BORAT/POLİ(METİL METAKRİLAT) KARIŞIMIN 435<br />
HAZIRLANMASI, NANOFİBER OLUŞUMU VE KARAKTERİZASYONU<br />
Havva DİNÇ, Özcan KOYSUREN, Mustafa KARAMAN - Selçuk Üniversitesi<br />
YÜKSEK BASINÇ PEM ELEKTROLİZÖRLERİNDE SIZDIRMAZLIK 443<br />
İÇİN HÜCRE DİZAYNI GELİŞTİRİLMESİ<br />
M. Caner ACAR, Mahmut D. MAT, Ö. Faruk SELAMET, Adem ÇİÇEK<br />
Niğde Üniversitesi<br />
IX
MİKROALAŞIMLI ÇELİKLERDE GERİNME KATKILI ÇÖKELTİ 451<br />
OLUŞUMU<br />
Ersoy ERİŞİR - Kocaeli Üniversitesi<br />
ERİYİK SAVURMA DÖKÜM YÖNTEMİ İLE ÜRETİLMİŞ 461<br />
BİR HADDE MERDANESİNİN MİKROYAPI VE ABRASİF AŞINMA<br />
DAVRANIŞININ ARAŞTIRILMASI<br />
Onur BİRBAŞAR 1,2 , Ş. Hakan ATAPEK 1 , Enbiya TÜREDİ 1 , Muzaffer ZEREN 1<br />
1 Kocaeli Üniversitesi, 2 Assan Alüminyum<br />
NİOBYUM İLE ALAŞIMLANDIRILMIŞ YÜKSEK HIZ TAKIM 469<br />
ÇELİKLERİNDE FARKLI METALOGRAFİK TEKNİKLER İLE<br />
KARBÜR FAZLARININ BELİRLENMESİ<br />
Serap GÜMÜŞ, Ş. Hakan ATAPEK, Şeyda POLAT, Ersoy ERİŞİR<br />
Kocaeli Üniversitesi<br />
ESR YÖNTEMİ İLE ÜRETİLMİŞ SICAK İŞ TAKIM 481<br />
TAKIM ÇELİKLERİNİN ISIL İŞLEMİ VE MİKROYAPISAL<br />
KARAKTERİZASYONU<br />
Şeyda POLAT, Ş. Hakan ATAPEK, Gülşah AKTAŞ - Kocaeli Üniversitesi<br />
SU VERİLMİŞ VE TEMPERLENMİŞ ÇELİKLERİN BALİSTİK DARBE 491<br />
KIRILMASI ÜZERİNE BİR ANALİZ VE BENZETİM ÇALIŞMASI<br />
Ş. Hakan ATAPEK - Kocaeli Üniversitesi<br />
SIVI FAZ SİNTERLENMİŞ SiC ESASLI BİR TELESKOP 503<br />
YANSITICISININ KARAKTERİZASYONU VE PROSES<br />
ŞARTLARININ OPTİMİZASYONU<br />
Enbiya TÜREDİ 1,2 , Frank KERN 1 , Rainer GADOW 1<br />
1 2<br />
Universitaet Stuttgart, Kocaeli Üniversitesi<br />
BİR TELESKOP YANSITICISININ SLİP DÖKÜM İLE 511<br />
“NEAR NET-SHAPE” ÜRETİMİ İÇİN PROSES GELİŞTİRME<br />
Enbiya TÜREDİ 1,2 , Frank KERN 1 , Rainer GADOW 1<br />
1 2<br />
Universitaet Stuttgart, Kocaeli Üniversitesi<br />
EĞİTİM/DİL ve BİLGİ TEKNOLOJ<strong>İLERİ</strong><br />
EĞİTİM VE <strong>İLERİ</strong> <strong>TEKNOLOJİLER</strong> 521<br />
Prof. Dr. M. Oktay ALNIAK 1 , Aylin Çelik TURAN 1 , Dr. Pelin BOLAT 2<br />
1 Bahçeşehir Üniversitesi, 2 İstanbul Teknik Üniversitesi<br />
<strong>İLERİ</strong> TEKNOLOJİ OKURYAZARLIĞI 529<br />
S. Seda ERCAN - Bahçeşehir Üniversitesi<br />
<strong>İLERİ</strong> TEKNOLOJ<strong>İLERİ</strong>N SUNDUĞU ARAÇLAR VE ÖĞRENME 533<br />
Turgut TURUNÇ (MSc in TESOL) - Bahçeşehir Üniversitesi<br />
X
CRITERION: ONLINE YAZMA DEĞERLENDİRME PROGRAMI 545<br />
PİLOT ÇALIŞMASI<br />
Nazlı ÖZTÜRK (M.A. in ELT) - Tuba Eylül ALTUNAY (M.A. in Adult Education)<br />
TEKNOLOJİ ÇAĞINDA İNGİLİZCENİN ÖNEMİ 551<br />
Ayşegül ÖZDEMİR - Bahçeşehir Üniversitesi<br />
AKDENİZ’DEKİ YETKİ ALANLARI 557<br />
Murat YILDIRIM 1 , Prof. Dr. Hasret ÇOMAK 2<br />
1 Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2 Kocaeli Üniversitesi Rektör Yrd.<br />
GIDA BİLİMİNDE SON <strong>TEKNOLOJİLER</strong> 581<br />
Prof. Dr. Erdoğan KÜÇÜKÖNER, Dr. Erkan KARACABEY<br />
Süleyman Demirel Üniversitesi<br />
ERGENLERİN SİBER AKRAN ZORBALIĞINA BAKIŞ 595<br />
AÇISININ İNCELENMESİ<br />
Seda Gökçe TURAN - Bahçeşehir Üniversitesi<br />
P3HT ve P3HT+PCBM FİLMLERİN OPTİK ÖZELLİKLERİNİN 609<br />
KARŞILAŞTIRILMASI<br />
Derya MALKOÇ, Sinem SİPAHİOĞLU, Kadir ESMER, Engin BAŞARAN<br />
Marmara Üniversitesi<br />
MOBİL TELEFON İÇİN J2ME İLE ÖĞRENCİ BİLGİ SİSTEMİ WEB 615<br />
SERVİS UYGULAMASI GELİŞTİRME<br />
Gürel YILDIZ, Adnan KAVAK - Kocaeli Üniversitesi<br />
STOK YÖNETİMİ SÜRECİNDE RADYO FREKANSI İLE 619<br />
TANIMLAMA (RFID) TEKNOLOJİSİNİN KULLANIMI<br />
Mehmet Sıtkı SAYGILI, Cem KARTAL, Elif BAYRAM - Bahçeşehir Üniversitesi<br />
ESTABLISMENT of A WIND & PV DRIVEN REVERSE OSMOSIS 623<br />
DESALINATION PLANT IN GYTE<br />
Fatih AL 1 , Ali Murat SOYDAN 1 , Ali ATA 1 , Nadir DİZGE 1 , Bülent KESKİNLER 1 ,<br />
İsmail KOYUNCU 2 - 1 Gebze Institute of Technology, 2 Istanbul Technical University<br />
Yazar Dizini 629<br />
XI
Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.<br />
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK<br />
X<strong>II</strong>
ÖNSÖZ<br />
Bu çalışmalardan bir sonuç alabilecek miyiz? Uygarlık yarışında olacak mıyız?<br />
İnsanlığın evrimiyle ve deneyim ile sabittir. Çalışan kazanır. İşleriniz ters giderse,<br />
moraliniz bozulmuşsa veya başarıyı özlüyorsanız kitap okuyunuz, laboratuvarlarda<br />
geceleyiniz. Okurken tebessüm etmenizi dilerim. Çünkü, faydalı bir iş yapıyorsunuz…<br />
Bu tip çalışmalarda sabır ve tevazu esastır. Hayatı bizlerden daha anlamlı<br />
idrak etmiş çok değerlerimiz vardır… “Çok zeki ve değerli olanlar, hayatta çok<br />
başarılı olur” diye bir kural yoktur. Başarılı olabilmek çalışmaya, yeteneğe, kararlılığa<br />
ve kısmete bağlıdır. Siz düzgün ve çalışkan olunuz. Biliniz ki faydalı her faaliyetiniz<br />
sizi yüceltecektir. İşsizlik, hastalık, sevgisizlik, güvensizlik, insanı mutsuz<br />
eder. Refah, huzur, sevgi, güven ferdi ve toplumu mutlu eder. Birey için özgürlük,<br />
eğitimli toplum için demokrasi önemlidir. Üniversiteler topluma hizmet için en<br />
önemli mekanizmalardan birisidir. İmkanı ve gücü olanların çalışması, adil olması<br />
ve bilgi üretmesi, bilgiyi bölüşmesi faydalı olur. Bilgi insanlık içindir… Kültürümüze<br />
ve değerlerimize saygı duyalım. Türkiye için sağlam ekonomi, kuvvetli aile<br />
bağları ve eğitim önemlidir. Görevimiz insanlığa özen göstermek, ilim ve bilim<br />
üretmek ve bilgiyi uygulamaya dönüştürmektir. Siz bilim insanları ve sanayicilerimiz,<br />
değerli gençler çok önemlisiniz… “Sevdiğiniz bir yer var mı?” denilirse,<br />
“Memleketimiz, insanımız” diyoruz. Türkiye çok güzeldir. Baksanıza çevremize!<br />
Memleketin değeri çalışmakla ve uygarlık yarışında bulunmakla artar. Görevimiz<br />
çok çalışmak, gençlerin önünü açmak ve onları bilim yolunda çalışmaya teşvik<br />
etmektir. Bu sebep ile bu çalıştay yapılıyor. Sonuçları güzel olacaktır.<br />
Çalışıyorsunuz…<br />
Saygılarımla.<br />
Çalıştay Başkanı<br />
Prof. Dr. Yük. Müh. M. Oktay ALNIAK<br />
Şişli / İSTANBUL<br />
27.12.<strong>2011</strong><br />
X<strong>II</strong>I
08.30-09.30 Kayıt<br />
PROGRAM<br />
09.30-10.30 Açılış Töreni ve Protokol Konuşmaları<br />
Prof. Dr. M. Oktay ALNIAK (Bahçeşehir Ünv. Çalıştay Başkanı)<br />
Azize GÖKMEN (Bahçeşehir Ünv. MYO. Md. ve METGEM Bşk.)<br />
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI (<strong>Bilgesam</strong> Bşk.)<br />
Prof. Dr. Beycan İBRAHİMOĞLU (Gazi Ünv.)<br />
Prof. Dr. Bahattin ADAM (Mevlana Ünv. Rektörü)<br />
Prof. Dr. Abdürrahim ÖZGENOĞLU (Atılım Ünv. Rektörü)<br />
Prof. Dr. Şenay YALÇIN (Bahçeşehir Ünv. Rektörü)<br />
10.30-10.45 Ara<br />
10.45-11.45 Panel I<br />
11.45-12.00 Ara<br />
12.00-13.00 Panel <strong>II</strong><br />
13.00-14:00 Öğle Yemeği<br />
14.00-15.00 Panel <strong>II</strong>I, IV, V (3 ayrı salonda paralel)<br />
15.00-15.15 Ara<br />
15.15-16.00 I. Oturum (4 ayrı salonda paralel)<br />
16.00-16.45 Ara<br />
16.45-17.00 <strong>II</strong>. Oturum (4 ayrı salonda paralel)<br />
17.00-17.15 Ara<br />
17.15-18.15 <strong>II</strong>I. Oturum (4 ayrı salonda paralel)<br />
XIV
AÇIŞ KONUŞMALARI<br />
KONGRE AÇILIŞ KONUŞMALARI<br />
M. Oktay ALNIAK<br />
Prof. Dr. Yük. Müh.<br />
<strong>İTÇ</strong><strong>2011</strong> Başkanı<br />
oalniak@bahcesehir.edu.tr<br />
Sayın Konuklar, Değerli Meslektaşlarım, Sevgili Gençler;<br />
<strong>II</strong>. İleri Teknoloji Çalıştayına hoş geldiniz.<br />
Uygarlıkla ilgili bir emek olan bu faaliyete gösterdiğiniz ilgiye teşekkür ederim.<br />
Derin sevgi ve saygılarımı sunarım.<br />
Bu faaliyete değerli gençlerin ve sanayicilerin, sayın öğretim üyelerinin, dekanların<br />
ve rektörlerin katılımını takdir ve saygı ile değerlendiriyorum.<br />
Bu toplantılardan nasıl faydalar bekleyebiliriz, niçin bu emeği veriyoruz?<br />
AMAÇ:<br />
4691 sayılı “Teknoloji Bölgeleri Geliştirme” kanunu amaçları doğrultusunda buluş<br />
yapmak isteyen bilim insanlarının önü açılmış, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı<br />
bu kanunla bilim insanlarını yeni buluşlar için teşvik etmeye başlamıştır. Üniversite<br />
öğretim üyelerine tekno-parklarda şirket kurmaları kurumlarınca önerilmektedir.<br />
Devlet anladığımız kadarıyla bilim ve teknikte öğretim üyelerine “bilgi üretin<br />
ve bilgiyi ticarileştirin” müsaadesi veriyor… Bu gelişme Türkiye’de stratejik bir<br />
değişimdir. Bilim insanlarının çalışmalarının bundan böyle enstitülerin araştırma<br />
platformlarından sanayideki atölyelere, fabrikalara yönlendirilmesi beklenmektedir.<br />
Türkiye’nin değişik üniversitelerinden bilim insanları bu çalıştayda buluşup, bilgi<br />
ve becerilerini bir araya getiriyorlar. Türkiye’de sosyal ve ekonomik konularda<br />
kurulmuş olan araştırma merkezlerinin teknik konularda derinleşmesinde fayda<br />
vardır. Çalıştay Genel Kurulumuz değerlidir. <strong>İTÇ</strong><strong>2011</strong> Genel Kurulu, Türkiye’de<br />
kalkınmaya, gelişmeye, buluş yapmaya gönül vermiş işadamlarının ve bilim insanlarının<br />
işbirliği ve desteğiyle çalışmalarını sürdürmeyi amaçlamıştır.<br />
GÖREV:<br />
Bu çalıştaylarda;<br />
Bilim ve ileri teknoloji alanlarında sürdürmekte olduğumuz faaliyetler, değerli<br />
bilim insanlarının birbirini tanımasını sağlıyor.<br />
XV
İşbirliği imkanları gelişiyor.<br />
Çalıştaylarda çalışma sürecinde, değişik teknik konulardaki son gelişmeler müzakere<br />
ediliyor.<br />
Güçlü bir bilim platformu oluşturuluyor.<br />
Teknolojide karşılaşılan sorunların çözümüne katkı sağlamak ve insanlığa daha<br />
güzel teknolojik imkanlar sunmak imkanı sağlanıyor.<br />
Genç bilim insanları bu çalıştaylarda teşvik ediliyor.<br />
Yeni buluşların yapılması, sanayi ile işbirliği yapılması ve somut faydalı sonuçların<br />
alınması sağlanıyor.<br />
Bilginin yaratılması ve işbirliği projelerinde kullanılması platformu sağlanıyor.<br />
İleri Teknolojiler Çalıştayı Yönetim Kurulu’nun, çalışmaları gelecek yıllarda ulusal<br />
ve uluslararası boyutlarda sürdürmesi faydalı olacaktır. Bu bir ihtiyaçtır. Küresel<br />
dünyanın dışında yaşam mümkün değildir.<br />
BİLİM İŞBİRLİĞİ ALT YAPISI:<br />
2004 yılından beri bu faaliyetlerin içindeyiz. Her yıl önemli faaliyetler gerçekleştirdik.<br />
Önemli bir kültür ve işbirliği alt yapısı oluşturduk. Daha da önemlisi, biz bu<br />
çalışmalarımızda sevgi, saygı ve güven ortamı tesis ettik. Biz birbirimizi seviyoruz<br />
ve birbirimize güveniyoruz. Kendi bilim alanlarındaki ve teknolojik platformlardaki<br />
en iyiler bugün bu çalıştaya teşrif ettiler. Bu çalışmalara iki yıl önceden karar verilir.<br />
Profesyonel bir ekiple çalışılır. Bizler iyi niyetle ve “bilim insanlık içindir”<br />
felsefesiyle ve amatör bir ekiple çalışıyoruz.<br />
Kısa sürede bu tip toplantıları planlayabiliyoruz, işbirliği alt yapımız on yıldır devam<br />
ediyor.<br />
İLGİ ALANLARI:<br />
Malzeme, geleneksel enerjiler, yenilenebilir enerjiler, hidrojen enerjisi, teknolojik<br />
ve stratejik araştırmalar, eğitim, iletişim ve bilgi teknolojileri, proje üretimi ve<br />
yönetimi.<br />
BİLİM FAALİYETLERİ:<br />
2004-2007 yılları arasında Elimsan Bilimsel Araştırma Grubu “EBAR”<br />
TOPLANTILARI, SAKARYA<br />
2006 yılında Türkiye’de Enerji ve Kalkınma Sempozyumu, BAHÇEŞEHİR<br />
ÜNİVERSİTESİ-TASAM, İSTANBUL<br />
XVI
2006, 2007 yıllarında Ulusal ve Uluslararası Hidrojen Enerjisi Kongreleri,<br />
BAHÇEŞEHİR ÜNV, EBAR, UNİDO-İCHET, LÜTFİ KIRDAR, İSTANBUL<br />
2007, 2008 yıllarında Türkiye’de Fen Lisesi Öğretmenleri Hidrojen Eğitimi seminerleri,<br />
BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL<br />
2008 yılında ITC Group Toplantısı, EBAR, DİVAN OTEL, İSTANBUL<br />
2009 yılında Ulusal Hidrojen Enerjisi Kongresi, KOCAELİ ÜNV., BAHÇEŞEHİR<br />
ÜNV., GYTE. KOCAELİ<br />
2010 yılında I. İleri Teknolojiler Çalıştayı, BAHÇEŞEHİR ÜNV., KOCAELİ<br />
ÜNV., GYTE. KOCAELİ<br />
<strong>2011</strong> yılında <strong>II</strong>. İleri Teknolojiler Çalıştayı, BAHÇEŞEHİR ÜNV., KOCAELİ<br />
ÜNV., İSTANBUL KÜLTÜR ÜNV., GYTE., MECİDİYEKÖY, İSTANBUL.<br />
faaliyetlerini gerçekleştirdik. Bugün, 09.12.<strong>2011</strong> yılın suna geldik! <strong>2011</strong> yılını<br />
faydalı bir etkinlik ile tamamlıyoruz. Bu çalışmamızın sonucunu hep beraber göreceğiz…<br />
AÇIKLAMALAR:<br />
Biz bilgiyi bölüşüyoruz. Şimdiye kadar bir şey elde ettik mi? Evet…<br />
Gerçekleştirilen “Yüksek Basınç Kompozit Hidrojen Tüpleri İmalatı”, “Led Aydınlatma<br />
Teknolojileri”, “Yakıt Pilleri İmalatı”, yeni planladığımız “ALKAR” ve<br />
“TASAMER” Projelerimiz bu çalışmalarımızın bir sonucudur.<br />
Bilim insanlarımızla sekiz yıldır toplantılar yaparak yeni teknolojiler üretmeyi<br />
planlıyoruz.<br />
Ülkenin ihtiyacı olan konularda teknolojik bilgi alış verişi yapılıyor.<br />
Bu çalışmalardan yeni projelerin ortaya çıkması amaçlanıyor.<br />
Bu grup, ulusal ve uluslararası platformlarda teknolojik işbirliğini araştırıyor.<br />
Bu grupta bilim insanlarının keşif yapmaları teşvik ediliyor.<br />
Kendilerini bilime, ülkeye ve insanlığa adamış araştırmacılar gruba katkı sağlıyor.<br />
Dünyadaki yenilikler ve ileri teknolojiler takip ediliyor.<br />
Bilim insanları yeni teknolojilerin üretimi için bilgi ve birikimlerini ortaya koyuyorlar.<br />
Uygun platformlarda bilimsel ve teknolojik projeler üretiliyor.<br />
Bunları başaranlar bizim bilim insanlarımız, bizim değerlerimiz teşvik ediliyor.<br />
XV<strong>II</strong>
Uluslar Arası Teknoloji İşbirliği Grubu bu birliği ve teşviki sağlıyor.<br />
İleri Teknolojiler Çalıştayı Genel Kurulu; ülkede üretilen teknolojilerin insanlığın<br />
yararına kullanımını sağlayacak ulusal ve uluslararası işbirliği projelerini hayata<br />
geçiriyor…<br />
Uluslararası platformlarda teknolojik işbirliğini tesis etmeyi ve işbirliğinin olumlu<br />
sonuçlarını toplumun yararına sunmayı görev olarak benimsiyoruz.<br />
TEMENNİLER:<br />
Bu bilim insanları bizim insanlarımız... Çalışacak ve uygarlık yolunda hak ettiğimiz<br />
yeri alacağız. Bu organizasyonda hepimiz, teknoloji üretmeyi, bilimsel araştırma<br />
yapmayı planlıyor, ekmeğini yediğimiz bu toprağa ve bizi yetiştiren topluma olumlu,<br />
yararlı hizmetler vermek istiyoruz. Bu çalışmalar, muhtelif projelerle ürünlerini<br />
vermeye başlamıştır.<br />
Değerli genç bilim insanlarını ve onların ustalarını bünyesinde toplayan, bugüne<br />
dek Üniversitelerimiz, TÜBİTAK, BİLGESAM, UNIDO-ICHET, EBAR,<br />
METGEM desteği ile ilime, bilime ve insanlığa hizmet için çalışmalar yapan bu<br />
grubun faaliyetlerinin devam etmesini dilerim.<br />
SONUÇLAR:<br />
Bizler, ilim ve iş dünyasının, ülkemizde yararlı bir şeyler yapılabilmesi amacıyla el<br />
ele vermesinin yararına inanıyoruz.<br />
Her şeyi Devletten beklemek dinamik toplumları statik yapar. Değerli bilim insanlarının,<br />
değerli iş dünyasıyla organizasyonlarla buluşmaları somut faydalar sağlar.<br />
Bizim çalışmalarımız bizi değil, toplumumuzu zengin yapacak ve biz bu toplumun<br />
saygın bilim insanları olacağız. Üstün zekalarınızdan, önemli becerilerinizden ve<br />
işbirliğinizden kaynaklanan katma değerlerle, bu ülkenin ve bu dünyanın insanlarına,<br />
onların yaşamlarını kolaylaştırıcı, standartlarını yükseltici, güvenliklerini artırıcı<br />
ürünler vermenizi diliyoruz. Bilim insanlarından da beklenen budur…<br />
<strong>İTÇ</strong> çalışmaları; toplumsal refahı artırıcı bilimsel araştırmaların ve çalışmaların<br />
yapılmasına, yeni teknolojilerin keşfine yöneliktir. Kendi teknolojisini üreten toplumlar;<br />
medeni toplumlardır. Bu toplumlar zengindir ve güvencelidir. Bölgemizde<br />
ve ülkemizde güvenceli olabilmenin şartı; ilime, bilime, yeni teknolojilere sahip<br />
çıkmak ve bu uğurda çalışanları samimi olarak desteklemektir.<br />
TEŞEKKÜR:<br />
Bu duygularla çalışmalara katkı sağlayan çok değerli bilim insanlarına ve iş dünyasına<br />
sevgi ve takdirlerimi sunarım.<br />
XV<strong>II</strong>I
Faaliyeti kurumsal olarak organize eden ve katkı sağlayan Kocaeli Üniversitesi,<br />
İstanbul Kültür Üniversitesi, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü ve Bahçeşehir<br />
Üniversitesi Rektörlüklerine ve Bilge Adamlar Stratejik Araştırma Merkezi Başkanlığı’na<br />
(BİLGESAM),<br />
Her faaliyetimize destek sağlayan TÜBİTAK’a, UNIDO-ICHET’e, METGEM’e<br />
<strong>İTÇ</strong><strong>2011</strong> faaliyetine sponsor olarak destek sağlayan Anadolu Plazma, İnter Global<br />
Kargo, Akademi Endüstri Makineleri firmalarına,<br />
Sayın konuk Rektörlerimize,<br />
Bahçeşehir Üniversitesi Rektörlüğüne ve çalışanlarına, Rektör Prof. Dr. Şenay<br />
YALÇIN’a, Mütevelli Heyetine ve Mütevelli Heyeti Başkanı Enver YÜCEL’e<br />
teşekkürlerimi sunarım.<br />
SONSÖZ:<br />
Kendi insanımız ve imkanlarımızla bilime, ülkeye, insanlığa hizmet edelim…<br />
Saygılarımla. 09.12.<strong>2011</strong><br />
XIX
AÇIŞ KONUŞMALARI<br />
Azize GÖKMEN<br />
Bahçeşehir Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Müdürü ve<br />
Mesleki Teknik Eğitimi Geliştirme Merkezi (METGEM) Başkanı<br />
Sayın Katılımcılar,<br />
Değerli Öğrenciler,<br />
Bugün dünyada ülkeler, ekonomik ve sosyal açıdan gelişmek için teknolojik yatırımlar<br />
yapmakta ve yeni teknolojileri kullanmaktadır. İleri teknolojiler artık sadece<br />
üretim süreçlerinde değil; iletişim, sağlık, eğitim vb. konularda toplumun hizmetinde<br />
kullanılmaktadır. Bahçeşehir Üniversitesi Meslek Yüksekokulu ve Mesleki<br />
Teknik Eğitimi Geliştirme Merkezi (METGEM); eğitimde okul sanayi işbirliğini<br />
sağlayan ve teknolojik uygulamalara önem veren bir kurumdur. Bu açıdan<br />
METGEM; iş piyasasının beklenti ve ihtiyaçlarına uygun, nitelikli ve stratejik<br />
işgücünü yetiştirmeye yönelik model geliştirmek üzere kurulmuş bir merkezdir.<br />
METGEM’in geliştirdiği strateji ve modeller, Meslek Yüksekokulunda uygulamaya<br />
geçirilmektedir. Eğitim alanında olduğu gibi teknoloji uygulamaları alanında da<br />
gelişmek mecburiyetindeyiz.<br />
Yeni ve ileri teknolojilerin piyasaya sunulması, işverenin çalışanlarından beklentilerini<br />
de değiştirmektedir. İş dünyası, alanındaki gelişmeleri takip eden, yeniliklere<br />
açık, yeniliklere hızlı adapte olan ve ileri teknolojileri kullanabilen stratejik işgücünün<br />
yetiştirilmesini talep etmektedir. Bunun için meslek yüksekokulları öğrenci<br />
yetiştirirken; iş piyasası ihtiyaç analizlerine uygun olarak hayat boyu öğrenme ilke<br />
ve araçlarını kullanması, eğitim müfredatlarını ulusal meslek standartlarına uygun<br />
olarak düzenlemesi ve mesleki eğitim alanında ulusal ve uluslararası projelerin<br />
parçası olması gerekmektedir.<br />
Bu sene ikincisi gerçekleştirilen İleri Teknoloji Çalıştayı’nda sizlerle beraber olmaktan<br />
mutluluk duyuyorum. Çalıştay sonucunun ülkemiz açısından başarılı sonuçlar<br />
getirmesini dilerim.<br />
Saygılarımı sunarım.<br />
XX
<strong>İLERİ</strong> <strong>TEKNOLOJİLER</strong> STRATEJİSİ<br />
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI<br />
BİLGESAM Başkanı<br />
Bilim ve teknikteki ilerlemeler teknolojide büyük değişimlere yol açtığı gibi aynı<br />
zamanda toplumların sosyo-ekonomik yapılarında ve uluslararası siyasi düzende de<br />
önemli değişimlere neden olmaktadır. Geçmişte, teknolojinin üretim sürecindeki<br />
kritik rolünü kavrayan ülkeler bugün gelişmiş ülke konumundadır. Sanayi devriminde<br />
gerekli teknik atılımları gerçekleştiremeyen devletlerse hala ekonomik<br />
problemlerle mücadele etmekte, ileri teknolojilere odaklanan gelişmiş ülkelerin terk<br />
ettiği üretim sistemleriyle zaman kaybetmektedir.<br />
19. yüzyıldan itibaren, buhar teknolojilerinin ve elektrik enerjisinin kullanımı mal<br />
ve hizmet üretiminde muazzam gelişmeleri beraberinde getirmiş, milletlerarası güç<br />
dengelerinde önemli rol oynamıştı. 20. yüzyılın özellikle ikinci yarısında etkisi<br />
hissedilen enformasyon devrimiyle de, teknolojideki sıçramaların uluslararası ilişkiler<br />
üzerindeki tesirinin artık çok daha hızlı geliştiği görülmüştür. Mikroelektronik<br />
sistemler, bilgisayar ve telekomünikasyon teknolojileri ile nükleer enerji teknolojilerindeki<br />
gelişmelerden elde edilen siyasi ve ekonomik faydalar ülkelerin uluslararası<br />
arenadaki yerini belirlemiştir. Bilgi çağında provası yaşanan “teknolojinin<br />
aktörleri geliştirme ve dönüştürme sürecinin” yakın gelecekte daha hızlı ve çarpıcı<br />
bir şekilde gerçekleşeceği beklenmektedir.<br />
Bu nedenle, stratejik önemi ve katma değeri yüksek ileri teknolojili ürünler ülkeler<br />
arası rekabette temel bağımsız değişken olmaya devam edecektir. Nanoteknoloji,<br />
biyoteknoloji, hidrojen ve nükleer enerji teknolojileri Türkiye’nin odaklanması<br />
gereken ileri teknolojiler olarak öne çıkmaktadır. Son yıllarda pek çok ülkede bu<br />
teknolojiler alanında dev yatırımlar yapılmaktadır. Türkiye de bu dört kritik alanda<br />
(nanoteknoloji, biyoteknoloji, hidrojen ve nükleer enerji teknolojileri) dünya ölçeğinde<br />
söz sahibi olabilmek için sıra dışı bir çaba sarf etmelidir. Başlatılan çalışmalar<br />
genişletilerek ve çeşitlendirilerek sürdürülmeli, gelecek perspektifiyle oluşturulan<br />
projeler devlet politikası niteliğine kavuşturulmalıdır.<br />
Nanoteknolojinin, bilişim teknolojilerini takip eden yeni bir teknolojik devrim<br />
sürecine yol açtığı gözlemlenmektedir. Nanoteknolojinin üretim teknolojilerinde<br />
sağladığı katma değer, mikroelektronik ve bilgisayar teknolojileri gibi<br />
miktroteknolojilerin sağladığı katma değerin yaklaşık 100 katıdır. Yüksek katma<br />
değere sahip oluşundan dolayı, nanoteknoloji yakın gelecekte pazar yarışına dönüşecek<br />
ve uluslararası ticari dengeler üzerinde belirleyici olmaya başlayacaktır.<br />
XXI
2015’e kadar nanoteknoloji ürünlerinin pazar payının küresel üretimin %18’ini<br />
oluşturacağı hesaplanmaktadır. Türkiye, nanomalzemelerin olağanüstü özelliklerinin<br />
kullanılmasına imkân tanıyan bu teknolojiye sahip olmalıdır. Uluslararası piyasalarda<br />
ve iç pazardaki yüksek katma değerli ürün taleplerini karşılamayı hedeflemeli<br />
ve özellikle güvenlik alanında nanoteknolojinin yol açacağı tehditleri<br />
yönetebilecek kabiliyeti edinmelidir.<br />
Türkiye’nin, ileri teknolojiler stratejisi kapsamında atılım yapması gereken diğer bir<br />
alan biyoteknolojidir. Modern biyoteknolojinin özellikle sağlık, tarım ve gıda sektörlerinde<br />
geldiği seviye, Türkiye’nin araştırma-geliştirme faaliyetlerine olan ihtiyacını<br />
ortaya koymaktadır. Tıpta, nanoparçacıkların ve nanotüplerin kullanılmaya<br />
başlanması nanobiyoteknoloji sahasının geleceğin tedavi yöntemlerine kaynaklık<br />
edeceğini göstermektedir. Diğer taraftan konvansiyonel ilaçların yerini almakta<br />
olan biyoteknolojik ilaçların pazar payı hızla büyümektedir. Tarımda<br />
biyoteknolojinin uygulama alanlarının genişlemesi ise gıda üretiminde verimliliği<br />
artırdığı gibi genetiği değiştirilmiş organizmalar gibi yeni tehdit alanları doğurmaktadır.<br />
Türkiye, biyoteknoloji dinamiğinden kaynaklanan fırsatları değerlendirmeli,<br />
tehditleri yönetebilmeli ve bu alanda rekabet gücü kazanmalıdır.<br />
Türkiye’nin gelişmiş ülkelerdeki teknolojik sıçramalara paralel hareket etmesi gereken<br />
ileri teknolojilerden birisi de hidrojen teknolojileridir. Hidrojen teknolojileri sürdürülebilir,<br />
çevre dostu ve verimli bir enerji sistemi oluşturulmasına imkân tanıdığı için, bu<br />
alandaki bilimsel ilerlemenin ekonomik faydasının oldukça yüksek olacağı beklenmektedir.<br />
Dünyadaki fosil yakıt rezervlerinin azalmasıyla alternatif enerji kaynaklarına<br />
olan talebin artacağı ve gelecekte hidrojen enerjisinin yaygın biçimde kullanılacağı<br />
öngörülmektedir. Hidrojen teknolojileri enerji üretimi dışında petrol rafinerileri, metalürji<br />
ve elektronik gibi endüstride pek çok alanda kullanılabilmektedir.<br />
İleri teknolojiler içinde uluslararası siyasi düzeni derinden etkileyen en kritik başlık<br />
olarak nükleer teknolojiler öne çıkmaktadır. Nükleer teknolojilerde üstünlüğü elinde<br />
bulunduran ülkeler bugün aynı zamanda dünyadaki en güçlü ülkeler durumundadır.<br />
Türkiye gibi stratejik dengelerin çok hızlı değişebildiği bir bölgede bulunan bir<br />
ülke için nükleer teknolojiye sahip olmak zorunludur. Nükleer teknolojinin elde<br />
edilmesi ayrıca Türkiye’de üst düzey bir bilim ve teknik kabiliyetinin gelişmesine<br />
ve yaygınlaşmasına imkân tanıyacaktır. Türkiye’nin nükleer santrallerle elektrik<br />
üretebilme yeteneğine kavuşması enerjide kaynak çeşitliliği sağlayacak, doğalgaza<br />
olan bağımlılığını azaltabilecektir. Nükleer enerji teknolojisinde ilerleme aynı zamanda<br />
Türkiye’nin sahip olduğu uranyum ve toryum kaynaklarını değerlendirebilmesini<br />
mümkün kılabilecektir.<br />
Özetlemek gerekirse, Türkiye ileri teknolojiler stratejisini nanoteknoloji,<br />
biyoteknoloji, hidrojen ve nükleer teknolojilerine odaklanarak yürütmelidir. Bu dört<br />
kilit teknolojide ilerleme hedefi devlet politikası olarak sürdürülmelidir.<br />
XX<strong>II</strong>
PLAZMA YAKIT PİLLERİ<br />
Prof. Dr. Beycan İBRAHİMOĞLU<br />
Gazi Üniversitesi<br />
Günümüzde çok sayıda yakıt pilleri geliştirilmiştir. Yakıt pilleri Hidrojen (H2) ve<br />
Oksijen (O2) gazlarının kimyasal enerjisini elektrik enerjisine dönüştürmektedir.<br />
Örneğin KOYP”de gazların iyonlaşması prosesi, elektro katalitik süreç olup katalizörlerin<br />
(anot ve katot) yüzeyinde (700-1000 o C) sıcaklıkta gerçekleşmektedir. Bir<br />
başka deyişle oksijen bir dış devre aracılığıyla sağlanan elektronlar ile reaksiyona<br />
girerek oksijen iyonları (O-2) formuna dönüşür. Negatif yüke sahip bu iyonlar,<br />
elektrolitten geçerek pozitif elektroda doğru hareket etmektedirler. Bu sırada, anoda<br />
hidrojen ve karbon monoksit beslenmektedir. Anoda ulaşan oksijen iyonları, hidrojen<br />
ve karbon monoksit ile reaksiyona girerek su ve karbondioksit oluşturur ve<br />
serbest elektronlar açığa çıkar.<br />
CO + O-2 → CO2 + 2e-2 anot tepkimesi<br />
H2 + O-2 → H2O + 2e-2<br />
O2 (g) + 4e- → 2 O-2 katot tepkimesi<br />
Denklemden göründüğü gibi yakıt pilinin çalışması için oksijenin iyonlaşma prosesi<br />
gerekmektedir. Tüm yakıt pillerinde bu proses katalizör yardımıyla farklı sıcaklıklarda<br />
oluşmaktadır.<br />
Güneş, yıldızlar vb plazma halindeki iyonlaşmış gazdır. Bir başka sözle plazma<br />
iyonlaşmış gaz topluluğudur ve doğada katalizörsüz bir süreçtir. İyonlaşma prosesi<br />
maddenin plazma halı için karakterdir.<br />
PLAZMA- kısman veya tamamen iyonlaşmış gazdır. İyonlar-elektrik yüklü<br />
partiküllerdir. Katı, sıvı ve gaz halindeki maddeleri Termik, Elektromanyetik, Elektro<br />
ark, Elektrokimyasal, Lazer ve diğer yöntemlerle katalizörsüz olarak plazma<br />
karakterli iyonlaştırılması mümkündür.<br />
Atmosfer basıncında havanın iyonlaşması prosesi yapılmış ve oksijenden negatif<br />
iyonlar oluşmakta ve yüklü hisseciklerin miktarı değişmediği tespit edilmiştir. [1,2,3]<br />
℮ + O2 + N2 (O2) →O2 + N2 (O2)<br />
℮ + O2 →O- +O<br />
plazma prosesin başlanmasından 10 -107c sonra tedriçle elektronlar negatif yüklü<br />
iyonlara dönüşmektedirler.<br />
XX<strong>II</strong>I
Tarafımızdan geliştirilen deney düzeneğinde yapılan çalışmalar, yakıt pillerinde<br />
yeni bir yöntem olarak gazların plazma haline dönüştürülmesi ve plazma haline<br />
dönüştürülmüş gazın yakıt pillinde kullanılmasının mümkün olduğunu ortaya koymuştur.<br />
KOYP iyonlaşmış gaz kullanılması için pilin iç kısmında yalıtkan (seramik gibi)<br />
malzemeden plazma odası yapılmıştır. Plazma odasında plazma oluşturularak<br />
membrana verilmesi gerekmektedir.<br />
Deney düzeneğinin çalışma prensibi.<br />
Deney düzeneği Şekil 1 kuvarstan yapılmış Hidrojen odasından (1) ve plazma odasından<br />
(6) yapılmıştır. Hidrojenin sızdırılmaması ve membranın kırılmaması amacıyla<br />
conta (5) kullanılmıştır. Düzeneğin çalışması için hidrojen odasına (1) hidrojen<br />
gazı verilmektedir. Kuvarstan yapılmış plazma odasında (6) yerleştirilmiş<br />
elektrotlara güç kaynağından DC elektrik enerjisi verilerek hava pompasından<br />
verilen hava iyonlaşarak membranın (3) yüzeyine verilmektedir. Membranın (3)<br />
yüzeyine yerleştirilmiş delikli akım toplayıcıdan (2) gecen iyonlar membranın<br />
yüzeyine (3) ulaşarak seramik membranın diğer yüzeyine geçerek hidrojen atomlarıyla<br />
görüşmektedir. Bu zaman akım toplayıcıların (2) yardımıyla membranın (3)<br />
yüzeyinde toplanan elektronlar dış devreni tamamlayarak elektrik enerjisi olduğunu<br />
göstermektedirler. Hidrojen gazı, hidrojen odasının giriş borusundan verilmekle<br />
odanın alt kısminde monte edilmiş membranın bir yüzeyinde katalizörle görüşmektedir.<br />
Fazla hidrojen çıkış borusundan dışarı atılmaktadır.<br />
Kaynaklar<br />
1. Hidrojen odası.<br />
2. Akım toplayıcılar<br />
3. Membran<br />
4. Yalıtkan conta<br />
5. Conta<br />
6. Plazma odası<br />
Şekil 1. Plazma yakıt pilin şeması.<br />
1. The Physics of Plasmas,T.J.Boyd, J.J.Sanderson<br />
2. The Physics of Plasmas, Richard Fitzpatrick,Professor of Physics, The University of<br />
Texas at Austin.<br />
3. N. Koroll, А. Trayvelipis. Plazmanэn цzellikleri. - М., Мир, 1975.<br />
XXIV
AÇIŞ KONUŞMALARI<br />
Prof. Dr. Şenay YALÇIN<br />
Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü<br />
Sayın Rektörler, Değerli Akademisyenler ve Sanayiciler, Bakanlıklarımızın ve<br />
Basınımızın Saygın Temsilcileri, Kıymetli Katılımcılar, Sevgili Öğrenciler ve<br />
üzerimde çok büyük emeği olan doktora hocam, hocaların hocası , Prof. Dr. Sümer<br />
Şahin;<br />
Ülkemizin seçkin Üniversiteleri ve Bilge Adamlar Stratejik Araştırma Merkezi<br />
(BİLGESAM) ile beraber Bahçeşehir Üniversitesi’nin ev sahipliğinde düzenlediğimiz<br />
“<strong>İTÇ</strong> <strong>2011</strong> İleri Teknolojiler Çalıştayı’na” hoş geldiniz.<br />
Başta TÜBİTAK olmak üzere çalıştayımıza katkı sağlayan tüm kurum ve kuruluşlara<br />
ve katılımlarınızla bu çalıştayı onurlandıran siz değerli konuklara teşekkürlerimi<br />
sunarak sözlerime başlamak istiyorum.<br />
Dünya genelinde bilgi akışı ve teknoloji son derece büyük bir hızla ilerlemektedir.<br />
Bu durum , teknolojinin doğru ve verimli bir şekilde kullanımını giderek daha da<br />
önemli bir hale getirmektedir. Burada unutulmaması gereken en önemli husus teknolojinin<br />
bir amaç değil araç olduğudur. Teknoloji hizmet ettiği kişilerin, kurumların,<br />
ülkelerin amaçlarına ulaşmadaki en büyük yardımcı unsurlardan birisidir.<br />
Teknoloji, özveri ile yapılan bilimsel araştırmalar ve teorik çalışmalarla uygulayıcıların<br />
karşı karşıya kaldıkları problemler arasında bir köprüdür. Teknoloji hayatı<br />
kolaylaştırma sanatıdır.<br />
Eskiden, ülkelerin büyüklükleri; doğal kaynakları, yüzölçümleri, nüfusları ya da<br />
ordularının gücü ile değerlendirilirken şimdi artık ülkelerin gücü, yetiştirdikleri<br />
yaratıcı beyinler, iyi yetişmiş insan kaynakları ve ürettikleri katma değeri yüksek<br />
teknolojiler ile ölçülüyor.<br />
Son yıllarda yaşanan global krizler politik, ekonomik ve sosyolojik açılardan tüm<br />
dünya için önemli bir değişim süreci oluşturmakta, yapılan çalışmalar, 2012 ve<br />
2013 yıllarının Avrupa Birliği başta olmak üzere bütün dünyada sıkıntılı geçeceğini<br />
ortaya koymaktadır. Tüm bu yaşananlar bazı çevrelerce yeni bir çağa geçiş süreci<br />
olarak da nitelendirilmektedir. İşte tam bu noktada karşımıza son dönemlerde yükselen<br />
değerler olarak belli başlı bazı olgular çıkmaktadır. Bunların arasında en<br />
önemlisi ülke kalkınmasının itici gücünü oluşturan ve teknoloji ile desteklenmiş<br />
girişimcilik, günümüze damgasını vuruyor. Sadece İstanbul’da son bir hafta içinde<br />
gerçekleştirilen üç adet uluslararası girişimcilik temalı etkinlikler bunun bir kanıtı<br />
olsa gerek. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler sıralamasındaki ilk 20 ülkeye bakarsak,<br />
hepsinin de aynı zamanda en çok girişimciye sahip ülkeler olduğunu görürüz.<br />
XXV
İnsan kaynağını kullanmanın en kapsamlı ve fonksiyonel şekillerinden biri olan<br />
“Girişimcilik” dünyada olduğu kadar ülkemizde de önem kazanmakta, kurumsallaşan<br />
girişimci şirketlerin sayısı hızla artmaktadır. Öyle ki girişimciliğin kurumsallaştığı<br />
ilk 24 ülke sıralamasında Türkiye, 9 uncu sırada yer almakta ve geleceğe<br />
dönük ümit vadetmektedir. Türkiye artık kabına sığmayan, yabancıların diktiği<br />
ceket üzerine dar gelen bir ülke olarak, gerek stratejik konumu gerekse son dönemlerde<br />
gerçekleştirdiği önemli ekonomik gelişmelerle yakın gelecekte gelişmiş<br />
ülkeler arasında ilk 10’da yer almayı hedefliyor. Bu hedefe ulaşmada; teknolojik<br />
gelişimin yanı sıra, girimciliğin desteklenmesinin ve gençlerimizin eğitim kurumlarımızda<br />
birer vizyoner olarak yetiştirilmelerinin çok önemli katkılar sağlayacağı<br />
şüphesizdir. Bu çalıştayın önemi de ülkemizin girişimcilerine yol göstermek, onları<br />
cesaretlendirmek ve know-how oluşturma noktasında ortaya çıkıyor. Bir sonraki<br />
çalıştayın önemli temalarından birisinin teknoloji-girişimcilik ilişkisi olarak belirlenmesini<br />
önemsiyor ve öneriyorum.<br />
Değerli katılımcılar,<br />
Bu güzel ülkenin varlık içinde yokluk çekmesine daha fazla dayanacak lüksü yoktur<br />
ve artık kendi teknolojisini özgün olarak üretmesi bir ihtiyaç değil zorunluluk<br />
haline gelmiştir. Bu noktada herkesin bildiği bir iki tespiti sizlerle paylaşmak isterim.<br />
2010 yılında 185 milyar $ olan ithalatımızın 40 milyar $’ı sanayinin ana girdisi<br />
olan enerji kalemini oluştururken, <strong>2011</strong> yılında bu rakam şimdiden 45 milyar $’ı<br />
geçmiş durumdadır. Otomobil üretiminde kaportalarda kullanılan sacın hiçbir parçası<br />
yerli değil çünkü biz o nitelikte sac üretemiyoruz. Acı ama gerçek budur.<br />
Diğer taraftan teknolojik gelişmeleri takip etmek ve önümüzdeki birkaç yıl içinde<br />
nelerin gerçekleşeceğini kestirmek adeta imkansız hale gelmiş bulunmaktadır.<br />
Bilim insanları her yıl, önceki 10 yıl içinde gerçekleşen keşif ve icatlara eşdeğer<br />
çalışmalara imza atmaya başladı. Örneğin son zamanların tartışma konusu olan ve<br />
karbon temelli yakıt kullanan araçlara alternatif olarak önerilen elektrikli araba<br />
teknolojileri daha yaygınlaşmadan bunlara alternatif yeni teknolojiler ortaya çıktı.<br />
Bir taraftan elektrikli araçlarda kablolu şarj teknikleri ile ilgili altyapı yapılırken ve<br />
sistemler kurulurken diğer taraftan kablosuz şarj sistemlerinin uygulamaya konulduğunu<br />
görüyoruz. Bu değişim hızıyla baş edebilmek için iyi eğitim almış yaratıcı<br />
Ar-Ge yapabilecek, sonuçlarından teknoloji üretecek beyinlere ve bu teknolojiyi<br />
amaçlarımıza ulaşmada kullanabilecek yönetim becerilerine sahip insan kaynağına<br />
olan ihtiyacın her zamankinden daha fazla olarak karşımızda durmakta olduğunu ve<br />
bize daha çok sorumluluklar düştüğünü takdirlerinize sunuyorum.<br />
Yapılan araştırmalara göre bir ülkede bilgi tabanlı yatırım yapılabilmesi için, bir<br />
başka değişle özgün proje ve patentlerle yatırımların yapılabilmesi için üniversitelileşme<br />
oranının %50’leri geçmesi gerekiyor. Ülke olarak bu orandan henüz uzaktayız.<br />
Avrupa Birliği’nin <strong>2011</strong> yılı Eğitim Raporu’na göre Türkiye’de yüksek<br />
XXVI
öğrenim görmüş kişilerin genel nüfusa oranı %14,7 iken bu oran Avrupa Birliğinde<br />
%40’ları geçiyor. ABD’de yapılan bir çalışmada ise milli gelir artışında aynı<br />
oranda yapılan iyileştirme baz alındığında fiziki sermayenin %15, teknoloji ve<br />
yönetim becerilerinin %20, eğitim seviyesinin ise %23 payı olduğu ortaya konulmuştur.<br />
Bu da gösteriyor ki her şeyden önemli olan insana yapılan ve olumlu<br />
sonuçları nesiller boyu devam edecek doğru yatırımlardır.<br />
Son olarak, ben buradaki değerli rektörlerimize ve seçkin akademisyen arkadaşlarımıza<br />
bir öneri getiriyorum: Günümüzde artık bilgiye ulaşmak en kolay şey. Asıl<br />
önemli olan bilgiden yeni bilgiler üretmek ve bunları uygulama alanına aktarmaktır.<br />
Hepimiz bu amaç doğrultusunda, başta ülkemiz insanları olmak üzere, tüm insanlığa<br />
hizmet edecek gençleri en iyi şekilde yetiştirme peşindeyiz. Diyorum ki diğer<br />
üniversitelere de örnek oluşturmak adına, geliniz güç birliği yapalım, ortak projelere<br />
imza atalım. Çalışmaya, ilerlemeye istekli gençlerimize yeni ufuklar açalım,<br />
imkanlarımızı paylaşalım. Aklımızı kullanalım, tecrübelerimizden karşılıklı faydalanmayı<br />
bilelim. Birlik ve beraberlik içinde tek yumruk olalım. Bu toprağı vatan<br />
kılanların ruh mimarları yolu çizmiş: “Bir olalım, diri olalım, iri olalım.”<br />
Bu duygu ve düşüncelerle başta değerli hocalarım Prof. Dr. Oktay ALNIAK ve<br />
BİLGESAM başkanı Doç. Dr. Atilla SANDIKLI olmak üzere çalıştayın hazırlanmasında<br />
emeği geçen herkese bilimsel ve kurumsal destekleri nedeniyle tekrar<br />
teşekkür eder, hepinize saygılarımı sunarım.<br />
XXV<strong>II</strong>
XXV<strong>II</strong>I
SÖZLÜ BİLDİRİLER<br />
PANEL I<br />
SANAYİ VE TEKNOLOJİ YÖNETİMİ,<br />
<strong>İLERİ</strong> TEKNOLOJİ UYGULAMALARI<br />
29
SANAYİDE STRATEJİK PLANLAMA VE <strong>İLERİ</strong> TEKNOLOJİ<br />
Zühtü BAKIR<br />
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı<br />
Sanayi Genel Md. Yrd.<br />
Türkiye ekonomisi, 2001 krizinin ardından uygulanan yapısal reformlar sonucunda<br />
sağlanan makroekonomik istikrarla beraber bu dönemde dünyadaki en başarılı ekonomik<br />
büyüme performanslarından birini sergilemiştir. Türkiye, hızla dünya ekonomisinin<br />
ve AB’nin önemli bir parçası haline gelmeye başlamıştır.<br />
Türkiye imalat sanayi, 2001 sonrası yeni ekonomik iklime bağlı olarak hızlı bir<br />
gelişme süreci içine girmiştir. Sağlanmış olan istikrar ortamı, AB ve Gümrük Birliği’nin<br />
etkisiyle de birleşince, üretim ve dış ticaret yapısında da önemli bir dönüşüm<br />
yaşanmaya başlamıştır.<br />
Bir yanda Doğu Asya ekonomilerinin hızla gelişmesi, diğer yanda AB’nin rekabetçi<br />
konumunu sürdürmesi, Türkiye’nin coğrafi konumunu giderek daha önemli hale<br />
getirmektedir. Türkiye, AB’deki tüketim kalıplarıyla büyük ölçüde uyum gösteren,<br />
büyük ve genç bir pazara sahip olmanın yanında, bölgesindeki ülkelerle kıyaslandığında,<br />
dinamik bir sanayi ve hizmetler altyapısına sahiptir. Bu konumu, Türkiye’ye,<br />
küresel yatırımcılar için önemli bir cazibe merkezi özelliği de kazandırmaktadır.<br />
Türkiye’nin, bölgesindeki ülkelerin de küresel ekonomiye eklemlenmesinde önemli<br />
bir rol üstlenme potansiyeline sahip olması, Türk sanayisi için önümüzdeki dönemde<br />
çok sayıda yeni fırsatı da beraberinde getirecektir. Son dönemde, başta AB merkezli<br />
şirketler olmak üzere birçok küresel şirket, bölgesel operasyonları için Türkiye’yi<br />
bir üs ve yatırım merkezi olarak konumlandırmaktadır. Önümüzdeki dönemde,<br />
bu eğilimin doğru stratejiler sayesinde güçlenmesi, hem Türkiye’nin hem de<br />
AB’nin rekabet gücüne önemli bir katkı yapabilecektir.<br />
Türk imalat sanayinin alt sektörler bazındaki yapısında, 1996’dan itibaren önemli<br />
bir niteliksel dönüşüm yaşandığı görülmektedir. Toplam imalat sanayi ihracatı içinde<br />
otomotiv, makine, beyaz eşya, elektronik, petrol ürünleri ve lastik-plastik sektörlerinin<br />
payında kayda değer bir artış görülmektedir. Öte yandan, giyim eşyası,<br />
tekstil ürünleri gıda ürünlerinin payı, 1996’dan itibaren azalma göstermiştir. Özellikle<br />
Çin ve Hindistan’daki üreticilerin yükselttiği uluslararası rekabet baskıları<br />
sonucunda, geleneksel emek yoğun faaliyetlerin, ihracat içindeki payı azalırken, bu<br />
sektörlerde daha yüksek katma değerli, yenilikçi üretim yapılarına geçme baskısı<br />
hissedilir olmuştur. Ayrıca, küresel ekonomide hızla yaşanmakta olan emtia fiyatlarındaki<br />
değişimin, Türkiye’de imalat sanayisinin ihracat ve üretim yapısını da etkilemesi<br />
beklenmektedir.<br />
Uzun dönemli bir perspektiften bakıldığında, Türkiye’nin küresel ekonomiyle bağını<br />
kuran öncü sektörün imalat sanayi olduğu görülmektedir. Türkiye’nin toplam<br />
31
32<br />
ihracatı içinde imalat sanayi ürünlerinin payı, 1980’deki yüzde 37 düzeyinden,<br />
2010’da yüzde 92,6’ya ulaşmıştır.<br />
İmalat sanayindeki bu gelişim hepimizi cesaretlendirmiş, küresel gelişmeler ve<br />
ülkemizin potansiyeli de göz önünde bulundurularak Türkiye sanayisi için uygulanacak<br />
stratejinin uzun dönemli vizyonu “Orta ve yüksek teknolojili ürünlerde,<br />
Avrasya’nın üretim üssü olmak” olarak belirlenmiştir.<br />
Sanayinin yapısal dönüşümünün gerçekleştirilmesine katkı sağlamak ve yönlendirmek<br />
amacıyla gerek Orta Vadeli Programlarda, gerek Yıllık Programlarda öncelikli<br />
olarak stratejik planlama yaklaşımı benimsenmiştir. Bu yaklaşım çerçevesinde,<br />
Bakanlığımız tarafından hazırlanan Türkiye Sanayi Stratejisi Belgesi <strong>2011</strong>-2014<br />
(AB Üyeliğine Doğru) 7 Aralık 2010 tarih ve 2010/38 sayılı Yüksek Planlama Kurulu<br />
kararıyla onaylanmıştır. Öte yandan, Avrupa Birliği ile yürütülen üyelik müzakereleri<br />
çerçevesinde “20. Fasıl İşletme ve Sanayi Politikası” kapanış kriterinin<br />
yerine getirilmesini teminen “Türkiye Sanayi Stratejisi Belgesi”nin İngilizce tercümesi<br />
Avrupa Komisyonu’na iletilmiştir. Türkiye Sanayi Stratejisi Belgesi’nin hazırlık<br />
sürecinin her aşamasında, kamu ve özel sektör temsilcilerinin görüşlerine<br />
başvurulmuş, katılımcı bir yaklaşım benimsenmiştir.<br />
Avrupa Birliği’nin sanayi politikası hazırlarken kullandığı çerçeve, Türkiye için<br />
strateji belirleme sürecine gerek içerik gerekse metodoloji açısından önemli katkılar<br />
sunmuştur.<br />
<strong>2011</strong>-2014 yıllarını kapsayan Türkiye Sanayi Stratejisi’nin genel amacı, “Türk<br />
Sanayisinin rekabet edebilirliğinin ve verimliliğinin yükseltilerek, dünya ihracatından<br />
daha fazla pay alan, ağırlıklı olarak yüksek katma değerli ve ileri<br />
teknolojili ürünlerin üretildiği, nitelikli işgücüne sahip ve aynı zamanda çevreye<br />
ve topluma duyarlı bir sanayi yapısına dönüşümü hızlandırmak” olarak<br />
belirlenmiştir.<br />
Bu vizyona ve genel amaca yönelik olarak ise;<br />
• Orta ve yüksek teknolojili sektörlerin üretim ve ihracat içindeki payının<br />
artırılması<br />
• Düşük teknolojili sektörlerde katma değeri yüksek ürünlere geçişin<br />
sağlanması<br />
• Becerilerini sürekli geliştirebilen şirketlerin ekonomideki ağırlığının<br />
artırılması<br />
şeklinde üç temel stratejik hedef tespit edilmiştir.<br />
Sanayi Stratejisi, belirlenmiş uzun vadeli vizyon, genel amaç ve stratejik hedefler<br />
doğrultusunda sanayinin ve sektörlerin rekabet gücünü artırmak üzere; yapısal dönüşümü<br />
yönlendirmeye ve desteklemeye katkı verecek, AB’deki sanayi politikası<br />
yaklaşımlarıyla uyumlu, Türk sanayisinin güçlü ve zayıf yönleri ile sahip olduğu<br />
fırsatlar ve karşı karşıya kaldığı tehditler sonucu oluşturulan bir politika çerçevesini<br />
içermektedir. Bu politika çerçevesi, yatay ve sektörel politikalar olmak üzere iki<br />
temel üzerine oturmaktadır.
Yatay sanayi politikası alanları, sanayi faaliyetlerinin genelindeki verimlilik artışlarını<br />
sürekli olarak artırmak amacıyla, piyasaların etkin işleyişini sağlamaya, yatırım<br />
ve iş yapma ortamını firmalar için geliştirmeye ve cazip hale getirmeye yönelik<br />
çerçeve unsurları içermektedir. Bu kapsamda, tüm firmaların rekabet gücünü etkileyen<br />
ve farklı kurumlar arasında koordinasyon gereğini ön plana çıkartan, işgücünün<br />
niteliğini yükseltecek, finansmana erişimi kolaylaştıracak, yenilikçilik kapasitesini<br />
geliştirecek, girdi maliyetlerini düşürecek, çevreye duyarlılığı artıracak yatay<br />
politikalar uygulanmaktadır.<br />
Önümüzdeki dönemde rekabet gücü politikalarının merkezinde yenilikçilik ve teknolojik<br />
altyapının iyileştirilmesi yer almaktadır. Bu geçiş için Araştırma ve Geliştirme<br />
(Ar-Ge) ve yenilikçilik faaliyetlerinin geliştirilmesi temel oluşturmaktadır.<br />
Bu doğrultuda Firmaların Teknolojik Gelişimi yatay sanayi politikası alanına<br />
yönelik olarak Sanayi Stratejisi Belgesinde 20 eylem öngörülmüştür.<br />
- Özel sektör ve kamu sektörü tarafından yürütülen Ar-Ge faaliyetlerinin artırılması<br />
desteklenecek, ileri teknoloji gerektiren nanoteknoloji, biyoteknoloji,<br />
vb. alanlarında kapasite oluşturma çalışmalarına ağırlık verilecektir.<br />
- Sınai mülkiyet hakları konusunda, bilinçlendirme, teşvik sistemi ve yeni ürünlerin<br />
korunmasına yönelik çeşitli faaliyetler gerçekleştirilecek, yöresel özellikleriyle<br />
öne çıkan ürünlerin korunması amacıyla ülkemizde coğrafi işaret<br />
korumasına konu olabilecek ürünlerin tespiti yapılacak ve tescille korunmasına<br />
ilişkin faaliyetler yürütülecektir.<br />
- Ar-Ge Merkezlerinin kurulması, izlenmesi ve desteklenmesi ile Teknogirişim<br />
sermayesi desteğinin verilmesi sağlanacak, Sanayi Tezleri Programı kapsamında<br />
yenilik ve Ar-Ge Projeleri desteklenecek, Teknolojik Ar-Ge Patent<br />
Destek, Teknolojik Ar-Ge Yatırım Destek, Teknolojik Ar-Ge Tanıtım ve Pazarlama<br />
Destek Programları açıklanacak ve uygulanacaktır.<br />
- Teknoloji Geliştirme Bölgeleri (TGB) güçlendirilerek sayıları artırılacak,<br />
Teknoloji Transfer Ofisleri yaygınlaştırılacak ve araştırma sonuçlarının ticarileştirilmesinde<br />
etkinlik sağlanacaktır.<br />
Sanayi Stratejisinin hayata geçirilebilmesi için <strong>2011</strong> yılı içerisinde uygulama, izleme<br />
ve koordinasyon mekanizmaları oluşturulmuştur. Bilim, Sanayi ve Teknoloji<br />
Bakanlığı Müsteşarı’nın başkanlığında ilgili tüm paydaşların katılımıyla bir İzleme<br />
ve Yönlendirme Komitesi kurulmuş, yatay sanayi politika alanlarına yönelik sekiz<br />
adet Girişim oluşturulmuştur. Girişimler arasında koordinasyon sağlamak üzere ise<br />
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Sanayi Genel Müdürü’nün başkanlığında<br />
İzleme ve Değerlendirme Kurulu oluşturulmuştur. Söz konusu kurul, komite ve<br />
Girişimler düzenli olarak toplanmakta, 6 aylık dönemler halinde belgeye yönelik<br />
olarak Uygulama, İzleme ve Değerlendirme Raporu hazırlanmaktadır.<br />
Sanayi Stratejisi çatısı altında sektörlere yönelik stratejik plan çalışmaları da Bakanlığımız<br />
tarafından yürütülmektedir. Bu kapsamda otomotiv ve makine sektörlerine<br />
yönelik stratejik planlar uygulamaya girmiştir. Demir-çelik ve demir dışı metaller,<br />
kimya, elektrik elektronik, seramik, tekstil, deri ve hazır giyim sektörle-<br />
33
34<br />
rine yönelik sektörel stratejilerin ise kısa zaman içerisinde uygulamaya girmesi<br />
planlanmaktadır.<br />
Otomotiv sektörü, tüm sanayileşmiş ülkelerde ekonominin lokomotif sektörlerinden<br />
biridir. Ülkemizde de yarattığı katma değer, istihdam, üretim ve ihracat gibi<br />
temel ekonomik göstergeler bakımından ve ekonomi açısından sürükleyici bir etkiye<br />
sahiptir. Aynı zamanda gayri safi yurtiçi hâsıla, net döviz girdisi, yatırımlar, dışa<br />
açıklılık ve rekabet edebilirlik gibi konularda ülkemiz için hayati öneme sahiptir.<br />
Bugün gelinen noktada Türk otomotiv sanayine baktığımızda, yüksek kalitede ve<br />
verimlilikte üretim yapabilme bilgi ve kabiliyetine sahip olan bir sanayinin varlığı<br />
görülmektedir. Bunun bir sonucu olarak gelişmiş pazarlara yüksek miktarda ihracat<br />
gerçekleştirilmektedir. Aynı zamanda yarım asırlık bir deneyim, nitelikli işgücü ve<br />
rekabetçi işgücü maliyeti de otomotiv sanayimizin artı değerleridir.<br />
Dünya otomotiv sanayine bakıldığında ise, teknoloji sahipliğinin küresel rekabette<br />
önemli bir güç olduğunun anlaşılması ile Ar-Ge’ye yapılan yatırımların arttığı görülmektedir.<br />
Bu nedenle, küresel otomotiv sanayi firmaları üretim tesislerini ucuz<br />
işgücünün bulunduğu az gelişmiş ülkelere kaydırırken, kendi bünyelerinde teknoloji<br />
yönetimi, tasarım ve Ar-Ge konularında uzmanlaşmaya gitmektedirler. Buradan<br />
anlaşılıyor ki gelecek yıllarda teknolojiden kaynaklı bir küresel rekabet yaşanacaktır.<br />
Bunun sonucu olarak kendi teknolojisini üretemeyen firmaların birleşerek küresel<br />
ölçek yakalamaya çalışacağı ve dolayısıyla dünya otomotiv sektörüne hâkim az<br />
miktarda firmanın ayakta kalacağı öngörülebilir.<br />
Bu çerçevede, otomotiv sanayi bakımından ülkemizin gelecekteki yerini belirleyebilmesi<br />
açısından günümüzde atılacak stratejik adımlar büyük önem taşımaktadır.<br />
Diğer bir değişle, ülkemizin 2023 Vizyonu kapsamında teknoloji üretebilen bir<br />
konuma gelebilmek için mevcut durum üzerinde yapılacak analize göre geleceğe<br />
dair bir yol haritası çizilmelidir.<br />
Otomotiv sanayimizin mevcut durumu incelendiğinde; motor aksamları üretimi<br />
konusunda gerekli teknolojik bilgiye sahip olmakla birlikte 2023 yılına gelindiğinde,<br />
bir aracın bütün aksamları konusunda teknoloji geliştirebilme ve yeni teknolojiler<br />
üretebilme konumunda olmamız gerekmektedir.<br />
İstenen gelecek hedeflerine ulaşmakta yan sanayinin önemi büyüktür. Yan sanayiden<br />
temin edilen parçalarda Ar-Ge çalışmaları ile elde edilecek ileri teknoloji, yüksek<br />
bir rekabet gücü sağlayacaktır. Bu noktada, ana sanayi ile yan sanayinin tasarım,<br />
tasarım doğrulama, üretim teknolojileri ve Ar-Ge konularında beraber proje<br />
geliştirmeleri hayati önem taşımaktadır.<br />
Bu kapsamda, otomotiv sektörünün sürdürülebilir küresel rekabet gücünü artırmak<br />
ve ileri teknoloji kullanımının ağırlıklı olduğu katma değeri yüksek bir yapıya dönüşümünü<br />
sağlamak amacıyla hazırlanan Türkiye Otomotiv Sektörü Strateji<br />
Belgesi ve Eylem Planı kapsamında, ülkemizin Ar-Ge altyapısını iyileştirmek gibi<br />
bir hedef belirlenmiş ve bu hedef dâhilinde aşağıdaki 5 eyleme yer verilmiştir.
1. Tasarım doğrulama, dayanım, yol ve araç testleri yapılması için test merkezleri<br />
ve rüzgâr tüneli kurulacak ve mevcut test merkezleri sanayinin ihtiyaçları<br />
doğrultusunda geliştirilecektir.<br />
2. Otomotiv alanında yetkinliği olan üniversitelerin ve meslek liselerinin laboratuar<br />
alt yapıları üniversite-sanayi işbirliği çerçevesinde geliştirilecek ve<br />
desteklenecektir.<br />
3. Otomotiv sanayiye verilecek AR-GE desteklerinin mevcut etkinliğinin değerlendirilmesi<br />
ile bu desteklerin çeşitlendirilmesi ve geliştirilmesi yönünde bir<br />
çalışma yapılacak; çalışma sonucu tespit edilen destekler uygulanacaktır.<br />
4. AR-GE projelerinde “Ulusal Odak Projeleri” ile rekabet öncesi işbirliği<br />
projeleri öncelikle desteklenecektir.<br />
5. KOBİ niteliğindeki şirketlerin rekabet gücünün geliştirilmesi ile AR-GE altyapısının<br />
kurulması için işletmelere bilgi, danışmanlık ve destek sağlanacaktır.<br />
Söz konusu eylemlerin sorumlu ve ilgili kuruluşları, eylem planı içerisinde belirlenmiş<br />
olup, bu eylemlerin 2014 tarihine kadar hayata geçirilmesi planlanmaktadır.<br />
Sonuç olarak 2023 yılında dünyanın 10 büyük ekonomisinden biri olmayı hedefleyen<br />
ülkemizin sanayisinde kritik bir konuma sahip otomotiv sanayi; geçmişten gelen<br />
üretim kalitesini, nitelikli ve girişimci işgücü ile yoğurarak geleceğe taşıyacak<br />
ve kendi teknolojisini üretebilme seviyesine ulaşacak yetkinliktedir.<br />
Ekonomik ve siyasi anlamda sürekli bir değişim ve yeniden yapılanma süreci içinde<br />
olan dünyada, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde makina sektörünün özel bir<br />
konumu vardır. Makina sektörü olmadan sanayileşmeden bahsetmek söz konusu<br />
değildir. Bir ülkenin dengeli ve istikrarlı sanayi ve ekonomiye sahip olabilmesi<br />
güçlü makina sanayinin varlığı ile mümkün olmaktadır. Ekonomik kalkınma açısından<br />
çok önemli olan sektörün üretim ve istihdam büyüklükleri sanayileşmenin temel<br />
göstergeleri arasında yer almaktadır.<br />
Türk Makina Sektörü, hâlihazırda yaşanan küreselleşme sürecinde üretim, pazarlama,<br />
ihracat, ticaret alanlarında dünya ile entegrasyonunu büyük ölçüde tamamlamış<br />
bir sektördür. Sektör bu alanlardaki yeterliliğini gelişmiş ve gelişmekte olan<br />
pazarların tamamına yakınına yaptığı ihracat ile kanıtlamıştır. Sektör gayri safi<br />
yurtiçi hâsıla, imalat sanayi üretimindeki payı, ihracat, istihdam, rekabet edebilirlik,<br />
yatırımlar, dışa açıklılık ve makroekonomik büyüklükler açısından ülkemizdeki en<br />
önemli sektörlerden biridir.<br />
Diğer tüm sektörlere sağladığı temel girdiler göz önünde bulundurulduğunda yaşanan<br />
ve yaşanacak olan küresel kırılganlıklardan makina sektörünün olumsuz etkilenmemesi<br />
mümkün değildir. Sektörün küresel rekabet ortamında ayakta kalabilmesi<br />
ve büyümesini sürdürebilmesi açısından sektörde rekabet halinde olunan ülkelerin<br />
makina sektörüne sağladıkları desteklerin ülkemiz makina sektörüne de sağlanması<br />
gerekmektedir.<br />
35
36<br />
Bu doğrultuda, Makina Sektöründe Teknoloji Üretim Üssü Olmak vizyonu benimsenerek,<br />
makina sektörünün geliştirilmesi ve yüksek teknolojili ürünlerin imal<br />
edilmesinin sağlanması amacıyla Bakanlığımızca “Türkiye Makine Sektörü Strateji<br />
Belgesi ve Eylem Planı <strong>2011</strong>-2014” hazırlanmış ve söz konusu belge 2 Mayıs<br />
<strong>2011</strong> tarihli ve <strong>2011</strong>/10 sayılı Yüksek Planlama Kurulu Kararı ile kabul edilmiştir.<br />
Makine Sektörü Stratejisi kapsamında belirlenmiş olan bu vizyon ve genel amaca<br />
yönelik olarak ise beş temel stratejik hedef tespit edilmiştir:<br />
Hedef 1- “Katma Değeri” ve “Marka Değeri” yüksek makina sanayine dönüşümü<br />
sağlayıcı hukuki düzenlemeleri ve yapısal tedbirleri hayata geçirmek.<br />
Hedef 2- Yurtiçi ve yurtdışında sürdürülebilir büyümeyi ve ölçek ekonomisinin<br />
avantajlarını yakalamak amacıyla sektöre yönelik sağlıklı finansal çözümler<br />
sağlamak.<br />
Hedef 3- Sürdürülebilir, yetkinliğini kazanmış, yüksek performansa sahip, teknoloji<br />
odaklı, öğrenmeye ve değişime açık her düzeyde insan kaynağı sağlamak.<br />
Hedef 4- Türk Makina Sektörünün kalite, güven ve teknoloji unsurlarını ön plana<br />
çıkaran, yurt içinde ve dışında etkin bir tanıtım yapmak ve ihracatı arttırmak.<br />
Hedef 5- Global düzeyde rekabet edebilen, katma değerleri yüksek ürünler üretebilmek<br />
için Ar-Ge ve inovasyon yapmak.<br />
Ülkemizde halen istenilen düzeye ulaşmamış olan Ar-Ge faaliyetlerinin makine<br />
sektöründeki paydaşlarıyla ele alınarak değerlendirilmesi büyük önem taşımaktadır.<br />
Ar-Ge faaliyetlerinin arttırılması ve geliştirilmesini temin etmek amacıyla, Makine<br />
Sektörü Stratejisinde 5. Hedef kapsamında 5 ayrı eylem bulunmaktadır:<br />
1. AR-GE destekleri tanıtılacak ve kolaylaştırılacak; KOBİ’ler için yeni AR-GE<br />
ve inovasyon destek mekanizmaları geliştirilecektir.<br />
2. Ortak AR-GE merkezleri ile AR-GE ve inovasyon teknoloji transfer merkezleri<br />
kurulacaktır.<br />
3. Kamu koordinasyonunda “Ulusal Odak Projeleri” oluşturulacak ve desteklenecektir.<br />
4. Ar-Ge ve inovasyonda geliştirilen ürünlere mevzuat ve belgelendirme konularında<br />
destek olunacaktır.<br />
5. Ar-Ge ve inovasyon sonucu ortaya çıkan teknolojinin ticarileşmesi konusunda<br />
destek sistemi oluşturulacaktır.<br />
Eylemlerin her biri için belirlenmiş olan ilgili ve sorumlu kuruluşlar, Bakanlığımız<br />
çatısı altında düzenlenmekte olan Hedef Çalışma Grubu toplantılarında bir araya<br />
gelerek söz konusu eylemlere yönelik olarak alınabilecek tedbirler masaya yatırılacaktır.<br />
Stratejilerden istenilen etkinliğin sağlanabilmesi maksadıyla alınmış olan tedbirler<br />
ve kurulmuş olan mekanizmalar sayesinde, stratejilerde bulunan tüm eylemlerin<br />
oluşan yeni şartlara adapte olacak biçimde, Yönlendirme Kurulu vasıtasıyla<br />
güncellenmesi mümkün kılınmıştır.
ODTÜ-BİLTİR MERKEZİ TAŞIT GÜVENLİĞİ BİRİMİ HASARSIZ<br />
ÇARPIŞMA TEST LABORATUVARI’NDA YENİ GELİŞMELER<br />
Sunum Özeti<br />
Prof. Dr. Mustafa İlhan GÖKLER<br />
ODTÜ-BİLTİR Merkezi Başkanı<br />
Otomotiv Sektörüne yönelik Türkiye'nin ilk “Hasarsız Çarpışma Test Laboratuvarı”<br />
olarak 2009 yılı Ocak ayında hizmete açılan “ODTÜ-BİLTİR Merkezi Taşıt Güvenliği<br />
Birimi Hasarsız Çarpışma Test Laboratuvarı” ile ilgili bilgiler, 30 Nisan<br />
2010 tarihinde düzenlenen “İleri Teknolojiler Çalıştayı ve Sergisi” <strong>İTÇ</strong>2010 faaliyetleri<br />
çerçevesinde sunulmuştu. Bu sunumda da laboratuvardaki yeni gelişmeler<br />
<strong>İTÇ</strong><strong>2011</strong> katılımcıları ile paylaşılacaktır.<br />
Laboratuvar, kapasitesine yeni test sistemleri eklemeyi ve dünya standartlarında test<br />
hizmetleri sunmayı hedeflemiştir. TS EN ISO/IEC 17025:2010 Standardına göre<br />
ECE R 14, ECE R 16, 77/541/AT, ECE R 17, ECE R 80, 74/408/AT, ECE R 44,<br />
FMVSS 213, TS/EN 1789 direktif ve regülasyonları çerçevesinde uygulanan emniyet<br />
kemeri, emniyet kemeri bağlantıları ve tertibatı, taşıt koltukları, koltuk bağlantıları<br />
ve koltuk başlıkları, çocuk koltukları ve çocuk kısıtlama sistemleri, yol ambulansları<br />
ve cihazları için hasarsız çarpışma testlerini (dinamik testleri) içeren<br />
kapsamda TÜRKAK Türk Akreditasyon Kurumu tarafından yapılan denetim sonucunda<br />
14 Kasım <strong>2011</strong> tarihi itibariyle laboratuvar akredite edilmiştir.<br />
Laboratuvarın kapasitesini artıracak yeni test mankenleri ve yeni test sistemleri de<br />
<strong>2011</strong> yılı içinde eklenmiştir. Daha önce laboratuvarda bulunan yetişkin test mankenlerine<br />
ek olarak <strong>2011</strong> yılında bebek ve çocuk test mankenleri alınmış ve taşıt<br />
araçlarında kullanılan bebek ve çocuk koltuklarının, hasarsız çarpışma test sisteminde<br />
testlerinin yapılması olanaklı hale getirilmiştir.<br />
Yeni test sistemleri olarak “Linear Impactor” test sistemleri ve “Statik Emniyet<br />
Kemeri Ankraj Test Düzeneği” <strong>2011</strong> Aralık ayında hizmete sunulmuş olacaktır.<br />
“Linear Impactor” test sistemleri ile yaya güvenliği ve araç içinde sürücü/yolcu<br />
güvenliği için testler yapılabilmektedir. “Linear Impactor” test sistemleri ile araç<br />
içinde ve dışında belirlenen bölgelere kafa formu ve vücut bloğu fırlatılması gibi<br />
testler yapılabilecektir.<br />
Diğer test sistemi ise 5 taşıt koltuğu için eş zamanlı olarak statik çekme testlerini<br />
gerçekleştirebilecek olan “Statik Emniyet Kemeri Ankraj Test Düzeneği”dir. Sistem<br />
10 adet hidrolik silindir yardımı ile koltuklar ve emniyet kemerleri üzerinde<br />
çekme kuvvetleri uygulayabilecektir. Daha az sayıdaki koltuklarla da testler yapılabilecektir.<br />
37
KÜBİK BOR NİTRÜR (CBN) KAPLAMALAR<br />
Prof. Dr. Bilgin KAFTANOĞLU 1 , Halil CESUR 2 , Nihan DÖKMETAŞ 3<br />
1 Boren Bor Kaplama Yetkinlik Merkezi, 2 Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi,<br />
3 Atılım Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, İmalat Mühendisliği Bölümü<br />
Kübik bor nitrür (c-BN) sahip olduğu üstün mekanik ve kimyasal özelliklerinden<br />
dolayı önemli bir kaplama malzemesi olarak kesici uç uygulamalarında kullanılmaya<br />
başlanmıştır. Yüksek sertlik, düşük sürtünme katsayısı, iyi ısıl iletkenlik, yüksek<br />
elektrik ve aşınma direnci ve yüksek sıcaklıklarda kimyasal kararlılığı göze çarpan<br />
özellikleri olarak sayılabilir. Kübik bor nitrür elmastan sonra bilinen en sert malzemedir.<br />
Ayrıca, yüksek sıcaklıklarda oksijen ve demirli malzemelere karşı gösterdiği<br />
kimyasal kararlılığı, elmasa göre daha üstün bir özelliktir. Bor nitrür, kaplamalarda<br />
genellikle iki farklı fazda oluşur. Bunlar hekzagonal bor nitrür (h-BN) ve kübik bor<br />
nitrürdür (c-BN). Hekzagonal bor nitrür yumuşak, düşük sürtünme katsayısına sahip,<br />
düşük ve yüksek sıcaklıklarda yağlayıcı özelliğe sahip, yalıtkan ve ısıl iletkenliğe<br />
sahip bir malzeme olarak bilinir. Katı yağlayıcı olarak metal şekillendirme<br />
kalıplarında ve metal şekillendirme işlemlerinde yüksek sıcaklık ortamında yaygın<br />
olarak kullanılmaktadır. Hekzagonal fazın aksine, kübik bor nitrür gösterdiği yüksek<br />
sertlik ve yukarıda belirtilen üstün özellikleri sayesinde kesici takımlar için<br />
kaplama malzemesi olarak tercih edilmektedir. Bu özelliklerinden dolayı kübik bor<br />
nitrürün kuru kesme, yüksek hızda kesme ve sert malzemelerin işlenmesi gibi kesici<br />
takım uygulamalarında kullanımı son yıllarda artış göstermiştir. Bugün piyasada<br />
sinterlenmiş kübik bor nitrür kesici takımlar yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak<br />
sinterlenmiş c-BN uçların en büyük olumsuzluğu yüksek maliyetleri, düşük<br />
süneklik özelliği ve farklı kesici uç geometrilerinde üretim zorluluğudur. Bu yüzden,<br />
bor nitrürün ince ve kalın filmler halinde büyütülmesi ihtiyacı sadece metal<br />
kesme için değil aynı zamanda koruyucu kaplama, optik kaplama ve elektriksel<br />
iletken katmanlar için ortaya çıkmıştır. Bunun sonucunda da, son yıllarda birçok<br />
araştırmacı kübik fazda bor nitrür sentezleyebilmek için çalışmalar yapmışlardır.<br />
Kaplama yöntemleri arasında, saçtırma tekniği -bir Fiziksel Buharlaştırma Yöntemiyle<br />
Büyütme (FBYB) işlemi- düşük sıcaklıkta gerçekleşmesi, çok ince kaplamalar<br />
elde edebilme imkânı ve keskin köşelerde ve karmaşık geometriler üzerinde<br />
büyütülme yapılabildiği için daha çok tercih edilmektedir.<br />
Bu çalışmada, bor nitrür filmler Silikon ve yüksek hız çeliği üzerinde radyo frekanslı<br />
magnetron saçtırma tekniği ile büyütülmüştür. Özellikle c-BN filmlerin çelik<br />
üzerinde oluşturularak kesici takım uygulamalarında kullanılması ve yüksek sertlik<br />
için en yüksek kübik orana sahip bor nitrür kaplamanın elde edilmesi amaçlanmıştır.<br />
Büyütme sürecine etki eden iki ana parametrenin, sıcaklık ve alt malzeme voltajı,<br />
etkisi sabit gaz oranında araştırılmışıtr. Elde edilen filmlerin nitelendirilmesi için<br />
39
40<br />
Fourier transform kızılötesi spektroskopisi (FTIR), X-Ray fotoelektron<br />
spektroskopisi (XPS) ve Taramalı elektron spektroskopisi (SEM) teknikleri kullanılmıştır.<br />
Ayrıca, kalınlık, sürtünme katsayısı, aşınma ve yapışkanlık gibi mekanik<br />
özelliklerinin ölçümleri de kalotest, tribometre, profilmetre ve çizik (scratch) test ve<br />
nano sertlik cihazları kullanılarak yapılmıştır.<br />
Tasarımı ve imalatı yerli olarak yapılan bu sistem ile sanayi kuruluşlarından gelen<br />
kesici takımlar, kalıplar ve makina parçaları c-BN ile kaplanmıştır. Sonuçlar, bu<br />
parçaların aşınma direncinin ve sertliğinin arttığını göstermekte ve bir katma değer<br />
yaratarak imalatta verim artışını sağlamaktadır.<br />
Tüm Kitap İhtiyaçlarınız için<br />
www.tdk.com.tr<br />
Türkiye’nin İnternet Kitapçısı
ATILIM ÜNİVERSİTESİNDE <strong>İLERİ</strong> NÜKLEER ENERJİ<br />
ALANINDA YÜRÜTÜLEN ÇALIŞMALAR<br />
Prof. Dr. Sümer ŞAHİN<br />
Makina Mühendisliği Bölümü, Mühendislik Fakültesi, Atılım Üniversitesi<br />
ATILIM Üniversitesinde İleri Nükleer Enerji Alanında Yürütülen Araştırmalarımızı<br />
şöylece sınıflandırabiliriz:<br />
Uzay Atom Reaktörleri (Termiyonik Reaktörler ve Füzyon İtici Roketi)<br />
Termiyonik enerji dönüşümü, yüksek sıcaklıktaki (Tem=1800-2000 o K) bir emmetör<br />
(katot) metal (genelde Mo, W, Re) yüzeyinden neşrolan serbest elektronların daha<br />
düşük sıcaklıktaki (Tem=1800-2000 o K) bir kolektör (anot) metal (genelde Nb) yüzeyi<br />
tarafından tutulması esasına dayanan bir direkt enerji dönüşümüdür.<br />
Fisyon Reaktörleri (CANDU Reaktörleri)<br />
CANDU reaktörlerinde, hafif su reaktörlerinden çıkan nükleer yakıt atıklarının<br />
toryumla karıştırılarak kullanılması etraflıca incelenmektedir.<br />
Füzyon Teknolojisi<br />
Füzyon reaktörlerinde enerji üretimi, trityum üretimi ve malzeme yıpranmaları<br />
etraflıca incelenmektedir.<br />
Füzyon-Fisyon (Hibrid) Reaktörler<br />
Füzyon-Fisyon (hibrid) reaktörlerde enerji üretimi, trityum üretimi, nükleer yakıt<br />
üretimi ve malzeme yıpranmaları etraflıca incelenmektedir.<br />
Radyasyon Zırhlanması<br />
Hızlı reaktörlerde ve uzay atom reaktörlerindeki radyasyon zırhlanması problemleri<br />
incelenmektedir.<br />
Hızlandırıcı Temelli Hızlı Nötron Reaktörleri<br />
Bir Proton hızlandırıcısında, yüksek enerjilere kadar hızlandırılmış bir proton demeti<br />
(600 MeV-1 GeV) ağır bir metal hedefe meselâ kurşuna çarpar. Bu çarpışmaların<br />
hedef çekirdeklerde yol açtığı “yontmalar” (spallation) sonucunda, hedefe<br />
yerleştirilmiş metal kaynaktan çok sayıda nötron açığa çıkar. Açığa çıkan nötronların<br />
enerji tayfı iki kısımdan oluşur. Alışıldık fisyon tayfı ve hızlandırıcıdan çıkan<br />
proton enerjisine kadar uzanan yüksek enerji kuyruğu. Yontma kaynağı ile metal<br />
karışımından oluşan hedef kaynak, “kritik altı” çalışan reaktör kalbinin merkezinde<br />
yer alır ve sıvı kurşun-bizmut karışımıyla soğutulur. Bu hızlı çalışan reaktörler yeni<br />
teknolojilerin ufkunu açar.<br />
41
PANEL <strong>II</strong><br />
ÜNİVERSİTELER VE <strong>İLERİ</strong> TEKNOLOJİ<br />
UYGULAMALARI<br />
43
<strong>İLERİ</strong> TEKNOLOJİ Mİ? YENİ TEKNOLOJİ Mİ?<br />
Prof. Dr. Bahattin ADAM<br />
Mevlana Üniversitesi Rektörü<br />
19. yüzyılın başından itibaren sanayi devrimini başlatan günümüzün gelişmiş ülkeleri<br />
bu devrimi gerçekleştirene kadar işçi haklarından, işçi sağlığından, enerji maliyetlerinden<br />
ve çevre sorunlarından pek bahsetmiyorlardı. Hatta kurdukları sistem ile<br />
gelişmemiş ya da az gelişmiş ülkelerin nitelikli insan gücü, ham madde ve enerji<br />
kaynakları kendilerine akıyordu. Yıllarca kendilerine hiçbir kural koymadan bu<br />
kaynakları hoyratça kullandılar. Ama artık kaynaklar kurudu, yolun sonu gözüktü,<br />
insanlar bilinçlendi ve en önemlisi gelişmekte olan ülkeler sınıfından saydıkları<br />
ülkeler biz de varız dediler.<br />
İşte bu ülkelerden biri olan ve sanayi devriminde gerekli teknik atılımları gerçekleştiremeyen<br />
ülkemize bu tarihi dönemeçte önemli bir fırsat doğdu. Türkiye gelmiş<br />
ülkelerin terk ettiği üretim sistemleriyle zaman kaybetmek yerine yeni teknolojilere<br />
odaklanmalıdır.<br />
Burada önemli olan teknolojinin ileri olmasından ziyade çevreci ve insani olması ve<br />
maliyetleri düşürmesidir. Mutlaka ileri teknoloji olması gerekmez.<br />
Adına ne dersek diyelim dünyanın odaklandığı;<br />
• Yeni malzemeler (Nanoteknoloji)<br />
• Yeni enerji kaynakları (Hidrojen, Nükleer)<br />
• Biyoteknoloji<br />
• Enformasyon teknolojileri ve yazılım<br />
• Uzay teknolojileri<br />
• Esnek imalat sistemleri, otomasyon ve robotik sistemler ve benzeri<br />
konularda baş döndürücü gelişmeler olurken bizler ülke olarak, bu ülkenin üniversiteleri<br />
ve yatırımcıları olarak buna seyirci kalamayız. Zira stratejik önemi ve katma<br />
değeri yüksek bu teknolojiler ülkeler arası rekabette temel bağımsız değişkenler<br />
olmaya devam edecektir. Son yıllarda bir çok ülkede bu yeni teknolojilere dev yatırımlar<br />
yapılmaktadır. Türkiye de bu stratejik alanların her birinde dünya ölçeğinde<br />
söz sahibi olabilmek için sıra dışı bir çaba sarf etmelidir. Başlatılan çalışmalar genişletilerek<br />
ve çeşitlendirilerek sürdürülmeli, gelecek perspektifiyle oluşturulan<br />
projeler devlet politikası niteliğine kavuşturulmalıdır.<br />
Özellikle sürdürülebilir, çevre dostu ve verimli enerji sistemleri, güvenlik, sağlık,<br />
tarım ve gıda sektörlerinde insanlığın hizmetine sunulan, ülkelerin rekabet gücünü<br />
artıran, ekonomik ve siyasal olarak güçlü bir şekilde ayakta kalmasına katkı veren<br />
45
46<br />
bu teknolojiler için araştırma-geliştirme faaliyetlerine olan ihtiyaç ortada iken Üniversite-sanayi<br />
işbirliğinin hala istenilen seviyede ve verimlilikte olmamasını düşündürücüdür.<br />
Umarım bu ve buna benzer toplantılar doğru hedefler koymamıza, araştırmageliştirme<br />
kaynaklarını verimli kullanmamıza ve sonuca götürecek üniversite sanayi<br />
işbirliklerine vesile olur ve böylece teknoloji devrimini izleyen olarak kalmayız.<br />
Tüm Kitap İhtiyaçlarınız için<br />
www.tdk.com.tr<br />
Türkiye’nin İnternet Kitapçısı
ATILIM ÜNİVERSİTESİ BÜNYESİNDE YÜRÜTÜLEN <strong>İLERİ</strong><br />
TEKNOLOJİ ÇALIŞMALARINDAN BİR KESİT VE AVRUPA<br />
UZAKTAN RADYO LABORATUVARI (ERRL) UYGULAMALARI<br />
Özet<br />
Prof. Dr. Abdurrahim ÖZGENOĞLU<br />
Atılım Üniversitesi Rektörü<br />
Ülkemizin kalkınmasında teknolojinin önemine inanan Atılım Üniversitesinde,<br />
birçoğu BTYK’nın belirlediği “Stratejik Teknoloji Alanları”na giren 13 adet mühendislik<br />
bölümü bulunmaktadır. Bu sunumda, söz konusu bölümlerde ve araştırma<br />
merkezlerinde yürütülen, biyorobotlar, elektrokromik polimerler gibi bazı ileri teknoloji<br />
araştırmalarından kısaca söz edildikten sonra, Radyo Haberleşmesi kapsamında<br />
Atılım Üniversitesi’nde kurulmuş olan bir laboratuvarın Internet ortamından,<br />
uzaktan erişim imkânı sağlanarak tüm kullanıcılara açılmasını sağlayan Avrupa<br />
Uzaktan Radyo Laboratuvarı (ERRL) anlatılmaktadır. ERRL * , ileri teknoloji ürünü<br />
cihazlara internet ile uzaktan erişim sağlayarak, Enformasyon ve Haberleşme Teknolojileri<br />
(ICT) sektörünün radyo haberleşmesi alanındaki teknisyen ve mühendislerden<br />
oluşan bir gruba teorik, özellikle de pratik radyo haberleşmesi eğitimi vermeyi<br />
hedeflemektedir. Uluslararası bir laboratuvar olan ERRL, kullanıcılarına istedikleri<br />
yerden, istedikleri anda(yedi gün/24 saat) RF, mikrodalga ve haberleşme ile<br />
ilgili derslere ulaşabilme, web-tabanlı deneyleri gerçekleştirme imkânı sunmaktadır.<br />
Elektrik-Elektronik alanında daha önce gerçekleştirilmiş olan uzaktan laboratuvar<br />
uygulamalarına nispeten ERRL, daha geniş kapsamlı olması, daha özelleşmiş ve<br />
çeşitlenmiş amaçlara hizmet vermesi, ilk defa Radyo Frekansı (RF) ve haberleşmesi<br />
alanında gerçekleştirilmesi nedeniyle farklı bir uygulamadır.<br />
* ERRL Avrupa Birliği tarafından Leonardo Da Vinci programı kapsamında<br />
desteklenen bir “uzaktan laboratuvar eğitimi” projesidir.<br />
47
TEKNOLOJİ <strong>ÇALIŞTAYI</strong> VE<br />
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ PROJELERİ<br />
Prof. Dr. Muhammed ŞAHİN<br />
İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörü<br />
Değerli Konuklar;<br />
İleri Teknoloji çalışmalarını teşvik etmek amacıyla düzenlenen <strong>II</strong>. İleri Teknolojiler<br />
Çalıştayı’na hepiniz hoşgeldiniz. Ülkemizin önde gelen teknoloji araştırma merkezleri<br />
olan üniversitelerce ileri teknolojilerin tartışılacağı bir ortamın yaratılmasından<br />
dolayı duyduğum memnuniyeti dile getirerek sözlerime başlamak istiyorum. Burada<br />
hepimizi ortak bir çatı altında biraraya getiren bu çalıştayın, Ülkemizde ve dünyada<br />
gerçekleşen teknolojik inovasyon faaliyetlerinin değerlendirilmesinin yanında,<br />
teknoloji üreten kurumlar arasında bilgi paylaşımını da sağlayacağına inanıyorum.<br />
Çok uzun yıllardır hayatımızın ayrılmaz bir parçası olan teknoloji artık hepimizin<br />
vazgeçilmeziyken, Dünya pazarından daha fazla pay almak isteyen Ülkemiz için<br />
ileri teknoloji çalışmaları; ekonomi geliştirme aracı olarak hayatidir. Hepinizin de<br />
yakından bildiği gibi günümüzde her alanda mevcut rekabet ortamında piyasaya<br />
katma değeri yüksek yeni ürünler sunan ülkeler; bu alanda alt yapısı eksik diğer<br />
ülkelere ürün ve teknolojilerini satarak büyümektedir. Geleceği oluşturan ileri teknoloji<br />
alt yapılı ve katma değeri yüksek ürünlerin oluşturduğu pazara ülkemizin de<br />
girebilmesi ve söz konusu ürünlerin ticaretinde pay sahibi olabilmesi için biz üniversitelerin<br />
üzerine büyük görevler düşmektedir.<br />
Değerli Konuklar,<br />
Son yıllarda teknolojinin yaşadığı değişim ve dönüşüme, sahip olduğumuz sorumluluk<br />
gereği İTÜ olarak katkıda bulunmaya çalıştık. Yapılan her çalışmanın altındaki<br />
en büyük neden tabii ki insanlık adına faydalı şeyler üretmekti. Ülkemiz için<br />
değişimin ve yeniliğin öncüsü olmak adına birçok AR-GE çalışmaları yürüttük,<br />
projeler geliştirdik.<br />
Ülkemizin söz konusu rekabet ortamında söz sahibi olabilmesi için “Bir Dünya<br />
Üniversitesi” olarak çalışmak gerekirdi. Amacımız ileri teknoloji çalışmalarının<br />
nabzını tutarak, bu alandaki yeni çalışmaları ülkemizde de gerçekleştirmek olduğu<br />
kadar “Bir Dünya Üniversitesi” olarak bize ait projelerle uluslararası AR-GE çalışmalarında<br />
gündem oluşturmaktı.<br />
İleri teknolojiler alanında Ülkemizin hak ettiği yerde olması gerektiği inancıyla İTÜ<br />
olarak öncelikle beklentiyi tespit etmeye çalıştık. Yüksek profilli iş gücü ihtiyacı,<br />
daha efektif bir Üniversite-Sanayi İşbirliği, global ölçekte teknolojik rekabet üzerine<br />
gitmemiz gereken konulardı. Biz klasik bir eğitim anlayışındaki üniversite yapısının<br />
üstünde, rekabetçi ekonomi için katma değer yaratan bir kurum olma misyonuyla<br />
49
50<br />
yapılan tüm çalışmalarımız için yol haritamızı çizdik. Stratejilerimizi ve gelişme<br />
modellerimizi bunun üzerine kurduk. Ülkemizin itici gücü olan “yeni ve katma<br />
değeri yüksek bilgiyi üretmek, bu bilgiyi üretime dönüştürmek” için çabaladık.<br />
2001 yılında DPT’den destek alarak sanayiciye doktoralı uzman yetiştirmek üzere<br />
İleri Teknolojiler Anabilim Dalı altında Fen Bilimleri ve Bilişim Enstitümüzde 6<br />
farklı program açtık. Sanayiye yüksek profilli iş gücü oluşumu için bir adım daha<br />
attık.<br />
Ulusal kalkınmaya daha çok katkı yapabilmek için başta iş çevresi olmak üzere<br />
toplumun çeşitli kesimleriyle köprüler kurmaya üniversite-sanayi işbirliğini farklı<br />
boyutlara taşımaya gayret ettik. Bu anlamda İTÜ olarak ciddi çabalar sarf ettik.<br />
Sanayinin AR-GE’sini Üniversiteye taşıdık. Mevcut Teknokentimizin kapasitesini 4<br />
katına çıkaracak yatırımlar yaptık.<br />
TÜBİSAD ile ortak gerçekleştireceğimiz Dijital Türkiye Üssü Projesi için çalışmalara<br />
başladık. Bilgisayar ve Bilişim Fakültemizin yanında yer alacak ve ulusal ve<br />
uluslararası en büyük bilişim şirketlerinin AR-GE departmanlarının yerleşeceği<br />
yeni merkezi, Dijital Türkiye Üssü olarak faaliyete geçireceğiz. İleri teknolojinin en<br />
önemli alt başlıklarından biri olan bilişim için büyük şirketler yaptıkları tüm AR-<br />
GE faaliyetlerini akademisyenlerimizin danışmanlığında İTÜ’de yürütecekler. Yapılan<br />
çalışmaların oluşturacağı sinerji ortamı ise hızlı gelişimi sağlayacak.<br />
Yine ileri teknolojinin alt başlıklarından biri olan enerji için ise, sektörünün önemli<br />
temsilcileriyle Enerji Teknokentini kurmak için anlaşmamızı gerçekleştirdik. Bildiğiniz<br />
gibi son yıllarda ülkemizde uçak, havacılık ve uzay sanayinde yürütülen projelere<br />
paralel olarak mühendislik çalışmalarında ve ileri teknoloji yatırımlarında<br />
artış gözlenmektedir. İTÜ olarak, Hava-Uzay-Ulaşım ile ilgili de işbirliği araştırmalarımız<br />
sürerken Üniversitemizde yer alan Rotorlu Araçlar Teknoloji ve Araştırma<br />
Merkezi’nde, (ROTAM) önemli projeler yürütülerek ülkemize katkılar sağlanmaktadır.<br />
Türkiye’nin ilk helikopteri “ARIKOPTER” ve insansız helikopter<br />
yapılmakta ve bu alanda uzman kişiler bu projeler aracılığıyla yetişmektedir. Ülkemizin<br />
uçak, havacılık ve uzay sektöründe elde ettiği ve edeceği gelişmelere sanayi<br />
yatırımlarının yönlendirilmesi, üniversite-sanayi işbirliğinde yürütülen projelerin<br />
artırılması son derece önemlidir.<br />
Geleceğin teknolojilerinde nano teknoloji önemli bir rolü bulunduğu bilinciyle yine<br />
DPT desteğiyle Nano Teknoloji Merkezi’ni kurduk. Ulusal Yüksek Başarımlı Hesaplama<br />
Merkezi (UYBHM), Membran Teknolojileri, Mekatronik Eğitim ve Araştırma<br />
Merkezi, Adnan Tekin Yüksek Teknoloji Seramik ve Kompozitleri Araştırma<br />
Merkezi, Rekolte Tahmin ve Kuraklık İzleme Sistemi, R/F Karışık İşaret Araştırma<br />
Merkezi ileri teknoloji alanında ülkemizi hedeflenen seviyeye çıkartmak için aralıksız<br />
olarak çalışmaktadır. Bu tür çalışmaların, sanayicilerle daha rahat buluşması için<br />
de Teknokentimizin bünyesinde Teknoloji Transfer Ofisi kurma çalışmalarını son
aşamaya getirdik. AR-GE çalışmaları neticesinde ortaya çıkan ürünlerin sanayide<br />
üretilme süreci için kurduğumuz ofis, akademik bilginin bilimsel değerinin yansımasını<br />
sağlayacak.<br />
Değerli Konuklar,<br />
Üniversitelerimizin Saygıdeğer Temsilcileri,<br />
Dikkatinizi çekmek isterim ki, ileri teknoloji için yapılan tüm bu çalışmalar özünde<br />
iki temel amaca hizmet etmektedir. Birincisi insanlığa fayda sağlanması, yaşam<br />
kalitesini artırması ise ikinci hedef ülkemizin ileri teknoloji alanında dışa bağımlı<br />
değil ihtiyaçlarını kendisi sağlayabilen ve bu alanda söz sahibi olan bir pozisyona<br />
gelmesi içindir. Bu nedenle bugün burada gerçekleşen çalıştayın son derece önemli<br />
olduğunu vurgulamak isterim. İleri teknolojilerde sorunlarımızın belirlenmesine ve<br />
çözüm önerilerinin oluşturulmasına, bu alanda yapılan çalışmaların derinleştirilmesine<br />
öncülük edecek olan bu Çalıştayın bizi hedeflerimize yaklaştıracağı inancındayım.<br />
Tüm katılımcı ve konuşmacılara katkılarından ötürü teşekkür ediyor, organizasyon<br />
komitesine herkesin huzurunda saygılar sunuyorum.<br />
Tüm Kitap İhtiyaçlarınız için<br />
www.tdk.com.tr<br />
Türkiye’nin İnternet Kitapçısı<br />
51
TEKNOLOJİ <strong>ÇALIŞTAYI</strong> VE BAHÇEŞEHİR<br />
ÜNİVERSİTESİ PROJELERİ<br />
Prof. Dr. Şenay YALÇIN<br />
Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü<br />
Sayın Rektörler,<br />
Değerli Öğretim Üyeleri ve Sanayiciler,<br />
Değerli Bakanlık Temsilcileri,<br />
Kıymetli Katılımcılar,<br />
Sevgili Öğrenciler,<br />
“<strong>İTÇ</strong> <strong>2011</strong> İleri Teknolojiler Çalıştayı’na” hoş geldiniz.<br />
<strong>II</strong>. İleri Teknolojiler Çalıştayı’nı beraberce düzenlediğimiz; Kocaeli Üniversitesi,<br />
Gazi Üniversitesi, Kültür Üniversitesi, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Rektörlükleri’ne<br />
ve Bilge Adamlar Stratejik Araştırma Merkezi (BİLGESAM) Başkanlığı’na<br />
teşekkür ederim.<br />
Bu faaliyetlerimiz el birliği ile olduğunda daha değerli oluyor. Katılım artıyor, değerli<br />
akademisyenlerin çalışmaları beklenen faydayı sağlıyor.<br />
Çalıştay’a katkı sağlayan; UNIDO-ICHET'e TÜBİTAK’a, Gazi Üniversitesi<br />
Teknoparkı’na, Anadolu Plazma Teknoloji Merkezi’ne, AKADEMİ Endüstri Ürünleri<br />
A.Ş.’ye, ABK Teknik A.Ş.’ye, İnter Global Kargo’ya, ARAS Gemi Kurtarma<br />
A.Ş.’ye teşekkür ederim. Faaliyete katkılarını takdirle değerlendiriyorum.<br />
Bu faaliyetin organizasyonunda görev alan değerli akademisyenlere, METGEM<br />
Başkanlığına ve MYO. Müdürlüğüne, Anadolu’dan uzaklardan gelen misafirlerimize,<br />
Kocaeli’nden, Gebze’den, İstanbul’dan katılım sağlayan değerli öğrencilerimize<br />
ve Akademisyenlere, Değerli Sanayicilerimize,Değerli Bürokratlarımıza, Sayın<br />
Genel Müdürlerimize, Başkanlarımıza hoş geldiniz der, teşekkürlerimi ve takdirlerimi<br />
sunarım.<br />
Sayın Mütevelli Heyeti Başkanı Enver Yücel’e bilimsel faaliyetlerimize verdiği<br />
destek nedeniyle ayrıca teşekkür ederim.<br />
İleri teknoloji uygarlık demektir. Uygarlık yolunda gelişme sağlamak amacıyla<br />
birlikte düzenlediğiniz bu güzel etkinlik için sizleri tebrik ederim.<br />
Bugün teşrifinizle mutlu olduk. Bahçeşehir Üniversitesi kuruluşunun 13. yılındadır.<br />
Şu an için 6 Fakülte, Fen Bilimleri ve Sosyal Bilimler Enstitüleri, Meslek Yüksekokulu<br />
ile toplam 13600 öğrencinin öğrenim gördüğü bir kurumdur. 180’den fazla<br />
uluslararası kuruluşla ortak çalışmalar yapan ve bir dünya üniversitesi olma azminde<br />
çalışan bir kurumuz. Cumhuriyetimizin 100. Kuruluş yılında, 2023’de dünyanın<br />
en iyi üniversiteleri arasında yer almayı hedefleyen bir vizyonumuz vardır… Bu<br />
hedefimizi gerçekleştirmek için çalışmalarımızın hızını artırmamız ve yeni buluşlar<br />
53
54<br />
yapmamız, gerektiğinin farkındayız. Bu gayretin, rekabet nedeniyle bütün dünyada<br />
devam ettiğini söyleyebiliriz. Yarışı bırakan medeniyette geri kalır… Bütün Üniversitelerimiz<br />
ülkemizin kalkınmasında önemli gayretler içindedir. Gelişmiş ülkeler<br />
ile olan mesafeyi kapatmak için tatlı bir rekabet içinde daha çok çalışmak, katma<br />
değer sağlamak ve yeni bir şeyler keşfetmek gerekiyor…<br />
Çalışma azmimiz sadece bir üniversite olarak koyduğumuz hedefle sınırlı değildir.<br />
Türkiye’nin çağdaş medeniyetler arasındaki uygarlık yarışında geri kalmaması için<br />
bilim ve teknoloji alanında araştırma, geliştirme çalışmaları yaparak yeni ve ileri<br />
teknolojileri toplumun kullanımına sunmamız gerekmektedir. Somut başarılar hem<br />
katma değer sağlar, hem de milletin morali yükseltir. Onun için yapılan araştırmalarda<br />
yorulmadan, bıkmadan faydalı sonuçlar alma yolunda kararlı olmak gerekir.<br />
Ayrıca, çalışınca başarılacağına inanmak önemli bir moral değerdir. Görevimiz<br />
yaptığımız işin hakkını vermek ve işimize saygılı olmaktır.<br />
Sanayisi ve ekonomisi güçlü olan gelişmiş ülkeler; kaynak paylaşımında, üretimde<br />
yeni teknolojileri kullanmada, üretilen malları ve hizmetleri pazara sunmada yoğun<br />
bir rekabet içindedir. Sonuç olarak gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelere göre<br />
avantajlı yapılarıyla dünya piyasasına hakimdirler. Dünya sanayisine ve ekonomisine<br />
küresel avantajlarını kullanarak yön vermektedirler.<br />
Dünyanın bu rekabetçi yapısında yer almak ve diğer ülkelerle yarışmak için bizim<br />
de gelişmeleri güncel olarak takip etmemiz gerekmektedir. Gelişmek ve ilerlemek<br />
için sadece en yeni teknolojiyi kullanmak yetmemektedir. Araştırma geliştirme<br />
faaliyetleriyle teknolojiyi üretebilmek ve geliştirebilmek daha önemli ve değerdir.<br />
Bazı teknolojilerin ömürleri gün ile ölçülüyor. Yarın olduğunda, bugünkü teknoloji<br />
eskimiş oluyor… Uygarlığın gelişim ve değişim hızı yüksektir. Bu hıza ayak uydurmanın<br />
birinci şartı teknolojiyi takip etmek ve teknoloji üretmektir. Nasıl olacak?<br />
Tabii ki, planlı ve azimli çalışmakla olacaktır...<br />
Türkiye Cumhuriyeti’nin toprakları stratejik bir bölgede bulunmaktadır. Bir yandan<br />
Balkanlara, bir yandan Kafkaslara, bir yandan da Ortadoğu’ya sınırdaştır. Bunun<br />
yanı sıra, Türkiye toprakları sanayileşmiş batı ile enerji kaynaklarının bulunduğu<br />
Orta Doğu ve Hazar arasında yer alır. Bu konum, Türkiye’ye önem ve avantaj kazandırmaktadır.<br />
Herkesin gözü bu memlekettedir…<br />
Türkiye, bulunduğu coğrafi konum itibariyle önemli bir güce sahiptir. Çok büyük<br />
potansiyel arz eden; başta Rusya Federasyonu pazarı olmak üzere, komşu ülkeler<br />
pazarlarına yakın olmamız büyük bir avantaj olarak değerlendirilmektedir. Bağımsız<br />
Devletler Topluluğu ülkelerinin sahip olduğu enerji kaynaklarına yakınlığımız da<br />
önemli bir avantajdır. Zengin Ortadoğu ülkelerinin pazarlarında, bugüne kadar ciddi<br />
bir pay alamamış olmamıza rağmen, bu pazarların potansiyeli büyüktür. Türkiye’nin<br />
bu zengin pazarlarda kendi geliştirdiği teknoloji ile ürettiği yeni ürünlerle yer alması<br />
gerekmektedir. Elektronik ve savunma sanayii sektöründe firmalarımızın başarılı<br />
teşebbüsleri ümit vermektedir.
Teknolojik gelişme ve ilerleme, ülke sanayisinin büyümesi demektir. Büyüyen bir<br />
sanayi toplumumuza yeni istihdam alanlarının açılmasını sağlar. Türkiye’de istihdam<br />
konusu araştırıldığında; ülke genelinde işgücüne katılım oranı <strong>2011</strong> yılı Haziran<br />
- Temmuz - Ağustos dönemi için %51.2 olarak ölçülmüştür. Kent-Kırsal ayrımına<br />
baktığımızda kentsel bölgelerde işgücüne katılım oranı %48,3, kırsal yerlerde<br />
ise %57,7 olmuştur.<br />
Ülke genelinde işsizlik oranı ise %9,1 seviyesindedir. Genel işsizlik oranlarına bakıldığında,<br />
genç nüfusun daha kırılgan olduğu görülmektedir. Ülke genelinde %9.1<br />
olan işsizlik oranı, genç nüfusta %18,3’e yükselmektedir. Kentlerde genç işsizlik<br />
oranı %22,3’tür. Ülkemizde önemli sorun işsizliktir. Bu rakamlar moral bozar…<br />
Üniversiteler olarak mutlaka bir şeyler yapılması gerekir. Bu çalıştayları önemsiyoruz.<br />
Her çalıştay sonrası yeni projeler gündeme geliyor. İşsizlik sorununun çözümü<br />
daha çok çalışmak, daha çok üretmek, güven ve istihdam sağlamaktır.<br />
Biz bilgi üretiyoruz ve bu bilginin uygulamaya dönüştürmek için gayret gösteriyoruz.<br />
Günümüzü ve geleceği yönetmek önemli beceri gerektiriyor. Akıllı yönetim,<br />
tasarruflu yönetim ve ileri teknolojiler kullanarak yönetim daha iyi ve verimli olur.<br />
Genç neslin yüksek iş gücü potansiyeli bilimle birleşirse verim yükselir. Daha kaliteli<br />
ve hızlı üretim sağlanır. Emeğin karşılığı hakça alınır. Memlekette daha çok<br />
mutluluk ve huzur sağlanır… Türkiye bu sorunu Üniversite-Sanayi işbirliği ile aşabilir.<br />
Bir üniversitenin görevi öğrencilere sadece bilgi aktarmak değildir. Aynı zamanda<br />
onları hayata hazırlamaktır. Biz bu sorumluluğu duyuyoruz… Mezunlarımızın<br />
geleceğinin olması gerekir. İşi ve geleceği olmayan üniversite mezunu önemli<br />
sorun olur!<br />
İşletmelerin görevi yalnızca ürün ve hizmetleri üretmekle sınırlı değildir. Aynı zamanda<br />
toplumda oluşan sorunlara çözümler bulmak ve yatırım yapmak bir görevdir.<br />
İşletmelerin toplum yararı için yerine getirmesi gereken bu yükümlülükler,<br />
sosyal sorumluluk olarak adlandırılmaktadır. Toplumların değişen ve gelişen yapısı<br />
kurumların farklı alanlardaki sorumluluklarını her geçen gün artırmakta ve kurumları<br />
daha fazla konuda sorumluluk taşımaya zorlamaktadır. Sonuç olarak; bilimsel<br />
araştırmaların başarıya ulaşabilmesi ve ülkemize yarar sağlayabilmesi için araştırma<br />
yapanların teşvik edilmesi gerekir. Akademisyenlerimizi çalışmalarında yalnız bırakmayacağız!<br />
Bu amaçla buradayız…<br />
Bugün sizlerle birlikte “İleri Teknolojiler Çalıştayı”na ev sahipliği yapmaktan<br />
mutluluk duyuyorum. Dilerim ki önümüzdeki sene “2012 Uluslararası İleri Teknolojiler<br />
Konferansı”nın açılışını da hep birlikte gerçekleştiririz. İçinde yaşadığımız<br />
toplumu geliştirmek ve dünyaya yön verebilmek için yapılan çalışmalarda ortak<br />
görüş bildirmeli, yol gösterici olmalı, karşılaştığımız engellere birlikte çözüm önerileri<br />
geliştirmeliyiz. Sonuçta ülke olarak hedeflerimize ulaşmak için birlikte hareket<br />
etmeliyiz. Bilim Dünyası olarak amacımız Ülkemize ve İnsanlığa hizmettir…<br />
Faaliyetin hazırlanmasında emeği geçen bütün arkadaşlarıma, değerli katılımcılara,<br />
kıymetli misafirlerimize teşrifleri, bilimsel ve kurumsal destekleri nedeniyle tekrar<br />
teşekkür eder ve saygılarımı sunarım.<br />
55
PANEL <strong>II</strong>I<br />
HİDROJEN ENERJİSİ ve STRATEJİSİ<br />
57
FROM FUNDAMENTAL TO APPLIED<br />
ELECTROCHEMISTRY ELECTROCHEMICALLY<br />
NANO-COATED SELECTIVE SURFACES<br />
Prof. Dr. Figen KADIRGAN<br />
Selektif Teknoloji San. Tic. Ltd.<br />
Outline<br />
� Introduction<br />
� Fundamental Outlook of Solar Thermal conversion<br />
� Preparation of Nano layers using electrochemistry<br />
� Testing and accreditation of the selective surfaces<br />
� Life Cycle Analysis of the production<br />
Introduction<br />
� Solar energy seems to be one of the attractive and promising alternative energy<br />
sources for Turkey. Turkey is fortunate because it has about 2640 hours<br />
of sunshine annually and the total annual solar radiation (on a south oriented<br />
area, tilted 45 o ) is about 1460 kW/m 2 in most of the regions.<br />
� Flat plate solar collectors have been extensively used mainly in the southern<br />
and western regions of Turkey for Domestic Hot Water (DHW) since 1975.<br />
The absorber plates of these conventional collectors are painted with matt<br />
black paint, which has a very poor absorption/emission ratio. Furthermore,<br />
the black paint cracks and fades with time losing its characteristic and hence<br />
reducing the lifetime of the collectors.<br />
� The survey on the solar collector market, indicated that there is a tremendous<br />
need for high efficiency solar collectors to supply DHW. The development<br />
of high efficiency solar collectors will provide more energy saving and<br />
wider applicability .<br />
Fundamental Outlook of Solar Thermal conversion<br />
High efficiency collectors must have selective and protective coatings on absorber<br />
plates. An efficient coating is defined as having a high absorbance α over the solar<br />
spectrum (∼0.3-2 μm), but in addition, having a low emittance (ε) to reduce thermal<br />
radiative heat losses.<br />
The type of coating proves significant as a criterion that determines the quality of<br />
the absorber sheet. For this coating to perform efficiently under solar radiation, its<br />
radiation properties should be as required.<br />
59
60<br />
Spectral relations between an idealized selective absorber, solar energy (AM 1.5) and blackbody<br />
spectra<br />
The ideal values of absorptivity and emissivity are respectively 100% and 0%.<br />
However, in practice these values cannot be reached. Therefore, it is in the best<br />
interest to get closest possible values to the ideal ones.<br />
Classification of Nanostructured Materials<br />
Atom clusters and filaments are defined<br />
as zero modulation dimensionality and<br />
can have any aspect ratio from 1 to ∞<br />
Layers in the nanometer thickness<br />
range consisting of ultra fine grains are<br />
two-dimensionally modulated<br />
Multilayered materials with layer thickness<br />
in the nanometer range are classified as<br />
one-dimensionally modulated<br />
The last class is that consisting of threedimensionally<br />
modulated microstructures<br />
or nanophase materials<br />
Methods to Synthesize Nano Layer Materials-Electrodeposition<br />
3D nanostructure crystallites can be prepared using electrodeposition method by<br />
utilizing the interference of one ion with the deposition of the other.<br />
Electrodeposition yields grain sizes in the nanometer range when the electrodeposition<br />
variables (e.g., bath composition, pH, temperature, current density, etc.) are
chosen such that nucleation of new grains is favoured rather than growth of existing<br />
grains.<br />
This was achieved by using high deposition rates, formation of appropriate complexes<br />
in the bath, addition of suitable surface-active elements to reduce surface<br />
diffusion of ad-atoms, etc.<br />
The process requires low initial capital investment and provides high production<br />
rates with few shape and size limitations.<br />
Innovation<br />
Electrochemical processes are well-known form, prior art documents by discontinuous<br />
electrochemical batch process.<br />
In this invention, Roll-to Roll Electrochemical coating is used as a process. Engineering<br />
parameters are quite different from discontinuous process, we need to control<br />
flow rate of the substrate and electrolyte, tension, distance of the roll etc.<br />
Preparation of Nano Layers Using Electrochemistry<br />
The coating process is produced by electroplating, solar energy absorbing chromium<br />
free nickel based film under constant current in different stages. Such materials<br />
have a large absorptivity in the visible and near infrared range and have little<br />
emissivity in the infrared range (α~ 95-97, ε ~ 6-8) with the α / ε values between 12<br />
and 16. Copper sheets are used as substrate, but the similar process is applicable<br />
with some modifications over Aluminium and/or Steel substrates.<br />
Nano Layers by Electrochemistry<br />
Electrochemical deposition of the thin and nano scale films may provide different<br />
colour observation depending to the thickness of the dielectric layer (from dark blue<br />
marine to dark brown).<br />
Spectral Properties of Selective Surface<br />
Re<br />
fle<br />
ct<br />
an<br />
ce<br />
1,0<br />
0,9<br />
0,8<br />
0,7<br />
0,6<br />
0,5<br />
0,4<br />
0,3<br />
0,2<br />
0,1<br />
0,0<br />
hem. Reflectance α AM1.5 = 0.951, ε 373K = 0.079<br />
dif. Reflectance<br />
1 10<br />
Wavelength in µm<br />
61
62<br />
Additional Protection - Silane Treated Black Surfaces<br />
Nickel based films are treated with silane by sol-gel technique.<br />
Hydrophobic silane shows a considerable inhibition capacity.<br />
The surface obtained, approximately self-cleaning upon exposure to rain, or running<br />
water, in that drops of water on the surface become substantially a sphere and solid<br />
particles on the surface are removed from the surface together with the drops of<br />
water rolling of the surface.<br />
The sol-gel treated films keep the same α and ε values of non-treated films<br />
Corrosion behaviour of the protective selective surfaces is measured by taking the<br />
cathodic and anodic polarization curves in 1% NaCl solution at 80 o C.<br />
Corrosion measurements and Tafel analysis were carried out using Voltalab Impedans<br />
Spectroscopy.<br />
Corrosion rate, polarisation resistances of protective films with and without silan<br />
coating is calculated.<br />
The process is protected under PCT patent that will be published in May 2012.<br />
This coating was very stable under thermal implication and humid conditions therefore<br />
it protects the metal surfaces against corrosion.<br />
icorr(µA.cm 2 ) Rp (kΩ) Corrosion rate (µm/year)<br />
Protective Film 145 2.74 170<br />
Silan Coated Film 13.6 4.02 90<br />
Figure. SEM of the first layer<br />
As-plated Heat-treated<br />
Absorption (α) 97.50 96.46<br />
Emission (ε) 8.50 6.50
Testing and Accreditation of The Selective Surfaces<br />
Qualification test of Solar Absorber coating durability is tested by SPF.<br />
63
The renewable energy sources are often presented as clean sources, not considering<br />
the environmental impacts related to their manufacture. The production of renewable<br />
plants, like every production process, entails a consumption of energy and raw<br />
materials as well as the release of pollutants. Furthermore, the impacts related to<br />
some life cycle phases (as maintenance or installation) are neglected.<br />
The need to strengthen the “green market” has been successively confirmed in another<br />
official document named “the green paper on Integrated Product Policy -<br />
IPP”. Once the product is put on the market, there is relatively little that can be<br />
done to improve its environmental characteristics. The IPP approach seeks to reduce<br />
the environmental impacts occurring throughout the entire life cycle of the<br />
product since the early stage of the product design and development. For IPP to be<br />
effective, LCA represents an important support tool and the best framework for<br />
assessing the potential environmental impact of the products currently available.<br />
Life Cycle Analysis of The Production<br />
A life-cycle assessment (LCA, also known as life-cycle analysis, ecobalance, and<br />
cradle-to-grave analysis) is a technique to assess environmental impacts associated<br />
with all the stages of a product's life from-cradle-to-grave (i.e., from raw material<br />
extraction through materials processing, manufacture, distribution, use, repair and<br />
maintenance, and disposal or recycling). LCA’s can help avoid a narrow outlook on<br />
environmental concerns by:<br />
� Compiling an inventory of relevant energy and material inputs and environmental<br />
releases<br />
� Evaluating the potential impacts associated with identified inputs and<br />
releases<br />
� Interpreting the results to help you make a more informed decision.<br />
Here; we have studied the energy and the environmental performances of the<br />
SELEKTIF surface.<br />
To obtain reliable results, data is collected and managed following international<br />
ISO 14040 and 14044 standard procedures.<br />
The aim is to trace the SELEKTİF’s eco-profile that synthesises the main energy<br />
and environmental impacts related to the whole product’s life cycle. The following<br />
phases have been investigated: production and deliver of the energy and the raw<br />
materials, production process, installation, disposal and transports occurring during<br />
65
66<br />
each step. The analysis is carried out on the basis of data directly collected in<br />
SELEKTİF TEKNOLOJİ Co. Inc. Ltd. The work is realised in collaboration with<br />
Marmara University Engineering Faculty.<br />
Selective surface is made of electrochemically treated and coated copper sheet<br />
(thickness:0.001 m, width: 1 m). A copper roll is treated to obtain solar selectivity<br />
in a continuous system. 1m per minute is assumed as flow rate. 4400 hours per year<br />
is assumed as system production time for 250.000 m 2 selective surface production.<br />
All the treatment baths are made of polypropylen.<br />
The direct mean power consumption during production process ( 18 kW for pretreatment<br />
of the surface, 28 kW for coating and 7 kW for nano coating, thermal<br />
treatments and rolling) was 50 kW . A building of 300 m 2 with two floor is assumed<br />
for factory plant<br />
10% of the product is accepted as wastes. Wastes will be delivered to a company<br />
that take care about disposal. 95% of the selective surface would be recycled in<br />
their end-life.<br />
All the calculation is realized using Sima Pro LCA programmes.<br />
The energy analysis concerns with the energy flows occurring during life cycle of<br />
the product.<br />
2.23E3 kg<br />
Nickel, 99.5%, at<br />
plant/GLO U<br />
5.27%<br />
5.07E4 MJ<br />
Electricity, high<br />
voltage, production<br />
UCTE, at grid/UCTE<br />
1.98%<br />
5.25E4 MJ<br />
Electricity,<br />
production mix<br />
UCTE/UCTE U<br />
2.03%<br />
Percentage of Total Energy Requirement from Cradle to Gate<br />
0.05 p<br />
2 Katli 300 m2<br />
Fabrika<br />
2.21%<br />
7.55E4 MJ<br />
Electricity,<br />
hydropower, at<br />
run-of-river power<br />
1.02%<br />
5.14E4 MJ<br />
Heavy fuel oil,<br />
burned in industrial<br />
furnace 1MW,<br />
0.873%<br />
1.66E3 kg<br />
Heavy fuel oil, at<br />
regional<br />
storage/RER U<br />
1.11%<br />
1.7E3 kg<br />
Heavy fuel oil, at<br />
refinery/RER U<br />
1.11%<br />
1 p<br />
200000 m2 Yuzey<br />
100%<br />
2.24E5 kg<br />
Copper sheet<br />
production of<br />
0.1mm thickness<br />
60.1%<br />
2.24E5 kg<br />
Copper sheet,<br />
technology mix,<br />
consumption mix, at<br />
51%<br />
1 p<br />
Yuzey Temizleme<br />
Elektrik Enerjisi<br />
10.7%<br />
1 p<br />
Ni Islemleri Elektrik<br />
Enerjisi<br />
16.6%<br />
1.1E6 MJ<br />
Electricity mix, AC,<br />
consumption mix, at<br />
consumer, 1kV -<br />
41%<br />
1 p<br />
Son Yuzey Islemleri<br />
Elektrik Enerjisi<br />
1.18%<br />
1 p<br />
Kurutma Elektrik<br />
Enerjisi<br />
1.78%<br />
1 p<br />
Sarma Elektrik<br />
Enerjisi<br />
1.78%
2.23E3 kg<br />
Nickel, 99.5%, at<br />
plant/GLO U<br />
5.26%<br />
5.07E4 MJ<br />
Electricity, high<br />
voltage, production<br />
UCTE, at grid/UCTE<br />
1.98%<br />
5.25E4 MJ<br />
Electricity,<br />
production mix<br />
UCTE/UCTE U<br />
2.03%<br />
5.87E3 kg<br />
Portland calcareous<br />
cement, at<br />
plant/CH U<br />
4.22E3 kg CO2 eq<br />
8.99E3 kg<br />
Clinker, at plant/CH<br />
U<br />
8.1E3 kg CO2 eq<br />
2.48E4 MJ<br />
Diesel, burned in<br />
building<br />
machine/GLO U<br />
2.26E3 kg CO2 eq<br />
Percentage of Total Energy Requirement from Cradle to Grave<br />
0.05 p<br />
2 Katli 300 m2<br />
Fabrika<br />
2.2%<br />
1 p<br />
YDD of 200000m2<br />
Yuzey<br />
100%<br />
1 p<br />
200000 m2 Yuzey<br />
99.9%<br />
2.24E5 kg<br />
Copper sheet<br />
production of 0.1mm<br />
thickness from<br />
60%<br />
2.24E5 kg<br />
Copper sheet,<br />
technology mix,<br />
consumption mix, at<br />
51%<br />
1 p<br />
Yuzey Temizleme<br />
Elektrik Enerjisi<br />
10.6%<br />
1 p<br />
Ni Islemleri Elektrik<br />
Enerjisi<br />
16.6%<br />
1.1E6 MJ<br />
Electricity mix, AC,<br />
consumption mix, at<br />
consumer, 1kV -<br />
40.9%<br />
1 p<br />
Son Yuzey Islemleri<br />
Elektrik Enerjisi<br />
1.18%<br />
1 p<br />
Kurutma Elektrik<br />
Enerjisi<br />
Percentage of Greenhouse Gases Emission from Cradle to Grave<br />
1.91E4 MJ<br />
Electricity, medium<br />
voltage, production<br />
UCTE, at grid/UCTE<br />
2.8E3 kg CO2 eq<br />
5.07E4 MJ<br />
Electricity, high<br />
voltage, production<br />
UCTE, at grid/UCTE<br />
7.26E3 kg CO2 eq<br />
5.25E4 MJ<br />
Electricity,<br />
production mix<br />
UCTE/UCTE U<br />
7.41E3 kg CO2 eq<br />
1.2E4 MJ<br />
Electricity,<br />
production mix<br />
DE/DE U<br />
2.2E3 kg CO2 eq<br />
4.07E4 MJ<br />
Natural gas,<br />
burned in industrial<br />
furnace<br />
2.77E3 kg CO2 eq<br />
1 p<br />
YDD of 200000m2<br />
Yuzey<br />
6.49E4 kg CO2 eq<br />
1 p<br />
200000 m2 Yuzey<br />
6.42E4 kg CO2 eq<br />
2.23E3 kg<br />
Nickel, 99.5%, at<br />
plant/GLO U<br />
2.41E4 kg CO2 eq<br />
5.14E4 MJ<br />
Heavy fuel oil,<br />
burned in industrial<br />
furnace 1MW,<br />
4.62E3 kg CO2 eq<br />
1.8E3 kg<br />
Sodium carbonate<br />
from ammonium<br />
chloride production,<br />
1.89E3 kg CO2 eq<br />
3E4 kg<br />
Concrete block, at<br />
plant/DE U<br />
3.63E3 kg CO2 eq<br />
12.9 m3<br />
Concrete, normal,<br />
at plant/CH U<br />
3.37E3 kg CO2 eq<br />
4.8E3 kg<br />
Portland cement,<br />
strength class Z<br />
42.5, at plant/CH U<br />
3.94E3 kg CO2 eq<br />
0.05 p<br />
2 Katli 300 m2<br />
Fabrika<br />
1.32E4 kg CO2 eq<br />
3.22E3 kg<br />
Pig iron, at<br />
plant/GLO U<br />
4.86E3 kg CO2 eq<br />
8.08E3 kg<br />
Brick, at plant/RER<br />
U<br />
1.92E3 kg CO2 eq<br />
1.77%<br />
2.24E5 kg<br />
Copper sheet<br />
production of<br />
0.1mm thickness<br />
1.51E4 kg CO2 eq<br />
2.24E5 kg<br />
Copper sheet,<br />
technology mix,<br />
consumption mix, at<br />
1.24E4 kg CO2 eq<br />
1 p<br />
Yuzey Temizleme<br />
Elektrik Enerjisi<br />
3.2E3 kg CO2 eq<br />
67<br />
1 p<br />
Sarma Elektrik<br />
Enerjisi<br />
1.77%<br />
1 p<br />
Ni Islemleri Elektrik<br />
Enerjisi<br />
4.98E3 kg CO2 eq<br />
1.1E6 MJ<br />
Electricity mix, AC,<br />
consumption mix,<br />
at consumer, 1kV -<br />
1.23E4 kg CO2 eq
68<br />
According to the cumulative energy demand calculations resulting from Sima Pro,<br />
overall energy required for Selektif production is 39,25 MJ/m 2 . The annual average<br />
total insolation duration in Turkey is 2640 hours (7,2 hours/day) (EIE data)<br />
Average annual solar radiation is 1311 kWh/m²-year (3,6 kWh/m²-day). It means:<br />
3.6 x 3600 = 12960 kJ/m² with 80% efficiency, 10368 kJ/m² may obtained with<br />
solar collector having selective absorber.<br />
Energy payback-time can be defined as the time necessary for solar absorber to<br />
collect the energy equivalent to that used to produce it . So: 39250/10368=3.8 days<br />
Greenhouse gases emission from cradle to grave is:<br />
64900 kg CO2/200000 m 2 = 0,325 kg / m 2<br />
The study focused on the calculation of energy and CO2 payback time shows the<br />
great nvironmental convenience of this technology.<br />
We could also conclude that energy directly used during the production process and<br />
installation is only 15% of the overall consumption, another 6% is consumed for<br />
transports during the LC phases.<br />
The remaining percentage is employed for theproduction of the raw materials used<br />
as process inputs.<br />
Consequently, recycling of the raw materials is very important.<br />
References<br />
F.KADIRGAN, M.SÖHMEN, I.E. TÜRE, S.SÜZER, J.WETHERILT, A. YAZAR, Renewable<br />
Energy, 10 (1997) 203.<br />
S.SUZER, F.KADIRGAN, M.SOHMEN, J. WETHERILT, E. TURE, Solar Energy and<br />
Materials, 52 (1998) 55.<br />
F. KADIRGAN, H. METE SOHMEN, Recent Advances in Solar Energy Technology, MRC,<br />
1997, 27.<br />
S. SUZER, F. KADIRGAN, Recent Advances in Solar Energy Technology, MRC, 1997, 35.
F. KADIRGAN, M. SOHMEN, Solar Energy Materials and Solar Cells, 56 (1999) 183.<br />
F. KADIRGAN, M. SOHMEN, Renewable Energy, 16 (4) (1998) 2304.<br />
F. KADIRGAN, E. WACKERGALD, M. SOHMEN, T. J. of Chem. 23 (4), (1999), 381.<br />
F. Kadırgan, M. Sohmen, T. Journal of Chem. 23 (4), (1999) 345 49.<br />
F. Kadirgan, International Journal of Photoenergy, 84891(2006) 1-5.<br />
F. Kadirgan, M. Söhmen, J. Wetherilt, E. Türe, Turkish Patent Institute), Patent No:960015.<br />
F. Kadırgan, Patent, PCT/TR2003/000081, WO 2005/042805.<br />
F. Kadırgan, Turkish Patent Institute, 2006/02074.<br />
F. Kadırgan, PCT, 2010, submitted.<br />
F. Kadırgan, Electrochemically Prepared Thin Films Solar Cells.<br />
Ed. H. Nalwa, "Handbook of Advanced Electronic and Photonic Materials" Academic Press,<br />
Volume 10, Chap:6, 2000.<br />
Tüm Kitap İhtiyaçlarınız için<br />
www.tdk.com.tr<br />
Türkiye’nin İnternet Kitapçısı<br />
69
NİĞDE ÜNİVERSİTESİNDE KATI OKSİT YAKIT PİLİ VE PEM<br />
ELEKTROLİZÖRLER KONULARINDA SON GELİŞMELER<br />
Mahmut D. MAT ve Yüksel KAPLAN<br />
Niğde Üniversitesi, Makine Mühendisliği Bölümü<br />
Hidrojen Teknolojileri Araştırma Grubu<br />
Niğde Üniversitesinde hidrojen teknolojilerinde çalışmalar temel olarak katı oksit<br />
yakıt pilleri ve PEM elektrolizörler konularında yoğunlaşmıştır. Ülkemizin önde<br />
gelen sanayi kuruluşlarından Vestel Savunma Sanayi ile birlikte elektrolit destekli<br />
katı oksit yakıt pili hücresi üretilmiş ve bu hücreler kullanılarak ilk prototiplerin<br />
testine başlanmıştır. Katı oksit yakıt pillerinde karşılaşılan bir çok sorun (anot tarafında<br />
indirgenme yükseltgenme sonucu mikro yapının deforme olması, yüksek sıcaklıklarda<br />
sızdırmazlık ve sızdırmazlık elemanlarında ısıtma soğutma çevrimlerinde<br />
meydana gelen problemler, çalışma sırasında meydana gelen sıcaklık gradyenti<br />
vb) konularında aynı zamanda daha yüksek performanslı ve daha düşük sıcaklıklarda<br />
çalışabilen hücreler konularında yoğun araştırmalar devam etmektedir.<br />
Yüksek basınçlarda (50 bar) %80 üzerinde verimle çalışabilen PEM elektrolizör<br />
hücreleri ve stakları geliştirilmiş ve ömür testlerine devam edilmektedir. PEM<br />
elektrolizör içinde meydana gelen iki fazlı akış ileri görüntüleme teknikleri kullanılarak<br />
analiz edilmiştir<br />
Anahtar Sözcükler: Hidrojen Teknolojileri, Katı Oksit Yakıt Pili, PEM Elektrolizörleri<br />
1. Giriş<br />
Fosil yakıt kaynaklarının sınırlı ülkelerde yer alması ve bu yakıtların kullanımının<br />
çevresel zararları özellikle petrol fakiri ülkelerde daha verimli enerji dönüşüm teknolojilerine<br />
ve yenilenebilir enerji kaynaklarına olan ilgiyi artırmıştır. Hidrojen<br />
teknolojileri bu konuda hem dünya için hem de petrol fakiri ülkeler için bu enerji<br />
sorunlarına çözüm için önemli bir alternatif sunmaktadır. Son yıllarda hidrojen<br />
teknolojileri konularında yoğun AR-GE çalışmaları olmasına rağmen henüz ticarileşen<br />
çok az ürün bulunmaktadır. Hem ülkemizin petrol fakiri olması hem de yeni<br />
teknoloji ürünlerinin yüksek katma değerleri hidrojen teknolojilerini ülkemiz için<br />
ayrı bir önem kazandırmaktadır.<br />
Niğde Üniversitesi 2005 yılından itibaren Katı Oksit Yakıt Pilleri ve PEM<br />
elektrolizörler konusunda ülkemizin önde gelen sanayi kuruşları ile beraber uygun<br />
AR-GE çalışmaları sürdürmektedir[1,4].<br />
Katı oksit yakıt pilleri konusunda halen Niğde Üniversitesi laboratuarlarında yapılan<br />
çalışmalar;<br />
71
72<br />
� Katı oksit yakıt pili hücresi anot ve katot mikro yapı optimizasyonları<br />
� Hücre boyutlarının büyütülmesi, hücre kalınlığının inceltilmesi ve mukavemetinin<br />
artırılması<br />
� Katı oksit yakıt pili yığınlarında sızdırmazlık malzemelerinin araştırılması<br />
ve sızdırmazlık için stak dizaynı<br />
� Hücre içindeki hızlı performans düşüşlerinin nedenlerinin araştırılması<br />
ve hücre ömrünü artırmak için mikroyapı iyileştirilmesi<br />
� Hücre içinde sıcaklık gradyentinden kaynaklanan gerilmeleri önlemek için<br />
stağın çalışması sırasında sıcaklık dağılımının ölçülmesi<br />
� Anot bölgesinde performans düşüşünün nedenlerinin araştırılması için<br />
mikroyapı modellemesi<br />
� İnterkonnektörlerde paslanmanın ve krom buharlaşmasının önlenmesi için<br />
interkonnektörlerin kaplanması<br />
� Daha iyi akım toplama stratejilerinin ve akım toplama malzemelerinin<br />
geliştirilmesi<br />
PEM elektrolizörleri konularında yapılan çalışmalar;<br />
� Yüksek basınçlarda çalışan PEM elektrolizör yığınlarının geliştirilmesi<br />
� Yüksek basınçta sızdırmazlık için yeni hücre dizaynı geliştirilmesi ve<br />
sızdırmazlık stratejileri<br />
� PEM elektrolizörlerde akış görüntüleme ve matematiksel modelleme<br />
Bu çalışmada yukarıda katı oksit yakıt pilleri ve PEM elektrolizörleri için yukarıda<br />
maddeler halinde verilen konulardaki gelişmeler özetlenmiştir.<br />
2. Katı Oksit Yakıt Pilleri<br />
Katı oksit yakıt pilleri yüksek enerji dönüşüm verimleri, hidrojen dışında<br />
biyoyakıtlar, sıvı alkoller gibi birçok yakıtı kullanabilmeleri, PEM yakıt pilleri gibi<br />
pahalı katalizörlere ihtiyaç duymamaları ile dikkat çekmektedir. Fakat ticarileşmesi<br />
öncesi çözülmesi gereken birçok grup yoğun çalışmalar sürdürmektedir. Katı oksit<br />
yakıt pilleri konusunda yapılan çalışmalar ve elde edilen sonuçlar bölümle halinde<br />
özetlenmiştir.<br />
2.1. Mikroyapı Optimizasyonu<br />
Tipik bir katı oksit yakıt pili hücresi tabakaları Şekil 1’de verilmiştir. KOYP hücresi<br />
sadece O -2 iyonlarının geçmesine izin veren yoğun elektrolit, oksijenin indirgendiği<br />
katot ve elektrolitten gelen O -2 iyonları ile H2 ve CO elektrokimyasal reaksiyon<br />
sonuncu elektron su buharı ve karbondioksit ürettiği anot tabakalarından oluşmaktadır.<br />
Hem anot hem de katot tabakası elektrokimyasal reaksiyon bölgesini genişletmek<br />
ve elektron transferini iyileştirmek için fonksiyonel tabaka ve akım toplama
tabakası olmak üzere iki ayrı tabakadan oluşmaktadır[1]. Her bir tabakanın katalizör/iyonik<br />
iletken miktarlarının, sinterleme sıcaklıklarının, kalınlıklarının ve gözeneklilik<br />
miktarlarının optimize edilmesi gerekmektedir. Şekil 2’de KOYP hücresi<br />
mikroyapı optimizasyon çalışmalarından bir örnek verilmiştir. Bu çalışmada katot<br />
tarafı sinterleme sıcaklığının performansa etkisi araştırılmıştır. Şekilde görüldüğü<br />
gibi çok yüksek ve çok düşük sinterleme sıcaklıkları gaz transferi için gözeneklerin<br />
azalmasına ve elektron/iyon transferi için katı yapı oluşmadığı için performansı<br />
olumsuz olarak etkilemektedir.<br />
(a) (b) (c)<br />
Şekil 1. Katı oksit yakıt pili hücresi (a) katot (b) anot (c) kesit görünüşü<br />
Şekil 2. Katot sinterleme sıcaklığının performansa etkisi<br />
2.2. Hücre Boyutlarının Büyültülmesi<br />
KOYP hücresinde hücre başına üretilebilecek güç hücre aktif yüzey alanı ile orantılıdır.<br />
Hücre boyutları ne kadar artırılırsa hücre başına daha fazla güç üretilebilmektedir.<br />
Fakat KOYP hücrelerinin ince, kırılgan seramik olması hücre boyutları<br />
büyüdükçe imalatı zorlaştırmakta ayrıca hücrelerin kesme gerilmelerine karşı zayıf<br />
73
74<br />
direnci ve akım toplamanın zorlaşması nedeniyle hücre boyutları büyüdükçe elektriksel<br />
kontak zorlaşmakta ve hücre boyutları büyüdükçe üretilen güç yoğunluğu<br />
(W/cm 2 ) düşmektedir. Şekil 3’de 16 cm 2 , 50 cm 2 ve 81 cm 2 yüzey alanına sahip<br />
hücrelerin ürettikleri güç ve güç yoğunlukları karşılaştırılmıştır. Görüldüğü gibi<br />
hücre boyutları 16 cm 2 81 cm 2 çıkartılınca hücre başına üretilen güç 8 Watt’tan 30<br />
Watt’a çıkarken güç yoğunluğu 550 mW/cm 2 ’den 320 mW/cm 2 ’ye düşmektedir.<br />
2.3. KOYP Yığınlarında Sızdırmazlık ve Sızdırmazlık Malzemeleri<br />
Katı oksit yakıt pillerinin çok yüksek sıcaklıkta çalışması, aynı zamanda sızdırmazlık<br />
malzemesinin hücreler arası elektriksel yalıtım sağlama zorunluluğu nedeniyle<br />
kullanılabilecek sızdırmazlık malzemesi oldukça sınırlıdır. KOYP’de genel olarak<br />
mika esaslı cam esaslı sızdırmazlık malzemeleri kullanılmaktadır. Mika esaslı sızdırmazlık<br />
malzemesi elektrolit ve interkonnektöre yapışmadığı, kullanım kolaylığı<br />
ve ucuzluğu ile tercih edilmesine rağmen sızdırmazlık için çok yüksek baskı kuvvetlerine<br />
ihtiyaç duyulması ve öz suyunu kaybetmesi nedeniyle deforme olması ve<br />
ıslatma ve soğutma çevrimine toleransının zayıf olması gibi nedenlerle kullanımı<br />
azdır. Cam seramik malzemeler hem elektrolit hem de interkonnektör malzemeleri<br />
ile kimyasal reaksiyona girerek sızdırmaz bir bağlantı oluşturmaktadır. Cam seramik<br />
malzemelerin özellikleri içine katılan katkı malzemeleri ile modifiye edilebilmektedir.<br />
Katı oksit yakıt pillerinde daha uzun ömürlü ve daha kolay kullanılabilecek<br />
cam seramik malzeme üzerinde yoğun çalışmalar devam etmektedir.<br />
Şekil 3. KOYP hücre yüzey alanının performansa etkisi<br />
2.4. Anot Destekli KOYP Geliştirilmesi<br />
KOYP hücresinde elektrolit kalınlığı azaldıkça iyonik iletkenliğe karşı direnç azalmakta<br />
ve performans artmaktadır. Seramik yapının kırılganlığı nedeniyle elektrolit<br />
destekli yakıt hücresinde kalınlık 100 mikronun altına düşürülememektedir. Taşıyıcı<br />
olarak elektrolit yerine anot tabakası seçilirse elektrolit kalınlığı 10 mikron ve<br />
daha altına indirilebilmektedir. Anot destekli hücrenin özellikle elektrolit ile anot<br />
arasındaki ısıl genleşme farkı nedeniyle imalatı oldukça zordur. Genel olarak ısıl
genleşme farkı hücrenin eğilmesine çoğu zaman kırılmasına neden olabilmektedir.<br />
Ayrıca hücre içindeki eğim artıkça akım toplamak amacıyla yakıt pili yığını yapmak<br />
zorlaşmaktadır. Bu çalışmada anot destek tabakası ve elektrolit tabakalarının<br />
ısıl genleşme katsayılarını birbirine yaklaştırmak ve eğimi azaltmak için birçok<br />
farklı alternatif test edilmiştir. Şekil 4’te anot destek tabakaları ve elektrolitin<br />
sinterleme sırasında boyut değişimi ve boyut değişiminin türevi verilmiştir. Şekilde<br />
görüldüğü gibi boyut değişimini türevi hücrenin beraber sinterlenme davranışını<br />
daha iyi açıklamaktadır.<br />
Lineer shrinkage<br />
Lineer<br />
shrinkage rate<br />
0,05<br />
0,00<br />
‐0,05900<br />
1000 1100 1200 1300<br />
‐0,10<br />
‐0,15<br />
‐0,20<br />
‐0,25<br />
5,0E‐04<br />
0,0E+00<br />
‐5,0E‐04<br />
‐1,0E‐03<br />
‐1,5E‐03900<br />
1000 1100 1200 1300<br />
‐2,0E‐03<br />
‐2,5E‐03<br />
‐3,0E‐03<br />
‐3,5E‐03<br />
‐4,0E‐03<br />
Temperature<br />
Anot Destek<br />
Elektrolit<br />
NiO<br />
Şekil 4. Anot destekli KOYP malzemelerinin sinterlenme davranışları (a) ε=dl/Lo b) dε/dt<br />
2.5. İnterkonnektörlerin Kaplanması<br />
Temperature<br />
(a)<br />
Interkönnektörler KOYP akım toplama ve iletme görevi yerine getirirken aynı zamanda<br />
üzerinde bulundurdukları kanallara yakıt ve hava dağıtım görevi yerine getirmektedir.<br />
İnterkonnektör stak içinde iki hücreyi birbirinden ayırmakta ayrıca<br />
stağa destek sağlamaktadır. Katı oksit yakıt pillerinin çok yüksek sıcaklıklarda çalışması<br />
kullanılabilecek interkönnektör malzemesini kısıtlamaktadır. Yüksek elektrik<br />
iletkenlik ve işlenebilme kolaylığı nedeniyle metalik interkonnektör kullanılmak<br />
istenmektedir. Fakat KOYP çalışma sıcaklığında sadece özel alaşımlar kullanılabilmektedir.<br />
Bu durum KOYP sistem maliyetini önemli ölçüde artırmaktadır. Her<br />
ne kadar özel alaşımlar kullanılsa da KOYP çalışma ortamında interkonnektör malzemesi<br />
zamanla paslanmakta ve elektrik iletkenliği zayıflamaktadır. Ayrıca metal<br />
alaşımı içinde bulunan Cr yüksek çalışma sıcaklığında buharlaşmakta ve hücre içine<br />
75<br />
Anot Destek<br />
Elektrolit<br />
NiO
76<br />
yayınarak elektrolit malzemesi ile iyonik iletkenliği olmayan arafazların oluşmasına<br />
neden olmaktadır.<br />
Literatürde interkönnektörlerde paslanmayı azaltmak ve krom buharınının yayınanmasını<br />
önlemek için bir çok çalışma yapılmaktadır[5]. Bu amaçla interkonnektör<br />
malzemesi içine çalışma sırasında iletken oksit oluşumu için katkı malzemeleri<br />
(genellikle Mn) katılmakta veya iletken oksitlerle kaplanmaktadır. Bu çalışmada<br />
ticari interkonnektör malzemesi Crofer APU22 malzemesi birçok oksit seramiklerle<br />
kaplanmıştır. Kaplanmış ve kaplanmamış interkonnektörle tekli stak 100 saat çalıştırılmış<br />
ve performans kaybı kaydedilmiştir. Çalışma sonuçları kaplanmayan stakta<br />
performans zamanla lineer bir şekilde düşerken kaplanan stakta belli bir ön düşüşten<br />
sonra performans düşüşünün azaldığı tespit edilmiştir (Şekil 5).<br />
Şekil 5. Yüzey kaplamasının hücre ömrüne etkisi<br />
Şekil 6. Paralel ve ters akışın sıcaklık dağılımına etkisi<br />
2.6. Stak İçindeki Sıcaklık Dağılımının İncelenmesi<br />
Stak içinde homnojen olmayan elektktrokimyasal reaksiyonlar, homojen olmayan<br />
yakıt ve hava dağılımı, yakıt ve havatanın stağa giriş sıcaklıkları ve sınır şartlarına<br />
bağlı olarak sıcaklık gradyentleri meydana gelmektedir. Ayrıca stağın ısıtılması
soğutulması ve dinamik yükleme koşullarında da stak içinde önemli sıcaklık<br />
gradyentleri oluşmaktadır. Sıcaklık gradyenti stak elemanlarının ısıl genleşme nedeniyle<br />
stak içinde ısıl gerilmelerin meydana gelmesine neden olmaktadır[6].<br />
KOYP hücresinin çok ince ve kırılgan olması nedeniyle ısıl gerilmeler hücre içersinde<br />
çatlaklara ekstrem durumlarda kırılmalara neden olmaktadır. Ayrıca kırılma<br />
veya çatlama olmasa bile gerilmelerin sürekli tekrar etmesi halinde malzeme yorulması<br />
meydana gelmektedir.<br />
Stak içinde gerilmeleri en aza indirmek için çalışma koşullarına bağlı olarak stak<br />
içinde sıcaklık dağılımının bilinmesi gerekmektedir. Bu amaçla hem deneysel hem<br />
de teorik bir çalışma başlatılmıştır. Deneysel çalışmada stak içinde bir çok yere<br />
termoelemanlar yerleştirilerek çalışma koşullarına bağlı olarak sıcaklık dağılımı<br />
ölçülmüştür. Şekil 5’te akış koşullarına bağlı stak içinde ölçülen sıcaklık dağılımı<br />
verilmiştir. Şekilde de görüldüğü gibi akış koşullarına bağlı olarak stak içinde önemli<br />
ölçüde sıcaklık gradyenti meydana gelmektedir.<br />
Teorik programda ise KOYP içinde akış, ısı ve kütle transferi ve elektrokimyasal<br />
olayları temsil eden bir matematiksel model geliştirilmiş ve model sayısal olarak<br />
çözülmüştür. Sayısal çözümlerin en düşük sıcaklık gradyenti veren çalışma koşullarının<br />
belirlenmesine önemli katkıda bulunması beklenmektedir.<br />
2.7. Katı Oksit Yakıt Pilinde Zaman ve Isıl Çevrime Bağlı Performans Düşmesi<br />
Katı Oksit yakıt pilinde anot tarafında NiO ve elektrolit karışımı kompozit kullanılmaktadır.<br />
NiO hidrojen ve karbon monoksit’in oksijen ile elektrokimysal reaksiyonunda<br />
katalizör görevi gerçekleştirirken elektrolit katkısıda üçlü faz bölgesini<br />
genişletmekte ve performansı artırmaktadır. Katalizor fazı üretim sırasında NiO<br />
olarak imal edilmesine rağmen katı oksit yakıt pili çalışma sıcaklığında hidrojen ile<br />
birleşerek metalik Nikel (Ni) haline dönüşmektedir. NiO-Ni dönüşümü sırasında<br />
%40’lık bir hacim değişmesi azalması meydan gelmektedir. Yakıt pili soğutulurken<br />
veya herhangi bir şekilde anot tarafına oksijen verilirse metalik nikel tekrar NiO’de<br />
dönüşmektedir[7,8]. Bu dönüşüm sırasında %56’lık bir hacim artışı meydana gelmektedir.<br />
Redoks adı verilen bu dönüşüm sırasındaki hacim değişimleri anodun<br />
gözenekli yapısına zarar vermekte ve anot bağlantıları zarar görmekte veya kırılmaktadır.<br />
Bu durum yakıt pilinde ciddi performans kayıplarına neden olmaktadır.<br />
Şekil 7’deki deneyde anot tarafına sadece hidrojen verilmesi yarımşar saat aralıklarla<br />
durdurulmuştur. Şekilde de görüldüğü gibi yarım saat sonra yakıt piline tekrar<br />
hidrojen verildikten sonra %10’a yakın bir performans düşüşü görülmüştür. Deney<br />
aynı şekilde 4 defa tekrarlanmış güç hemen hemen her açıp kapamada düşmesi<br />
rağmen ikinci açıp kapamadan sonra düşüşün daha az olduğu görülmüştür. Redoks<br />
nedeniyle performans düşüşünü azaltmak için bir çok metot önerilmektedir. Bu<br />
çalışma dada anot mikro yapısının iyileştirilmesi, elektrolit miktarının artırılması vb<br />
gibi birçok metot test edilmiştir.<br />
77
78<br />
Şekil 7. Açma kapamanın KOYP performansına etkisi<br />
3. Yüksek Basınçta Çalışan Elektrolizörlerde Sızdırmazlık Stratejileri<br />
PEM elektrolizörler suyu parçalayarak yüksek saflıkta hidrojen ve oksijen üretebilmeleri<br />
ve doğru akımla çalışmaları nedeniyle güneş enerjisini elektrik enerjisine<br />
çeviren güneş gözelerine (PV) direk olarak bağlanabilmeleri nedeniyle ucuz ve<br />
yenilenebilir enerji kaynağına imkan tanıdığı için son yıllarda büyü önem kazanmıştır.<br />
Bir çok çalışma güneş enerjisi, PV, PEM elektrolizörü, PEM yakıt pili sisteminin<br />
fizibilitesini araştırmaktadır.<br />
PEM eletrolizörü ile direk olarak hidrojen üretmek mümkün olmasına karşın üretilen<br />
hidrojen düşük basınçta olduğu için hidrojeni depolayabilmek için ayrıca bir<br />
kompresöre ihtiyaç duyulmaktadır. Fakat ideal gaz kanununa göre ekstra bir kompresöre<br />
ihtiyaç duyulmadan da istenilen basınçlara çıkmak mümkün olmaktadır[4].<br />
Bu çalışmada yüksek basınçta çalışan PEM elektrolizöründe sızdırmazlık için birçok<br />
dizayn geliştirilmiş ve test edilmiştir. Geliştirilen her dizaynda eşit basınç dağılımının<br />
sağlanması için basınç plakası ile test yapılmıştır. Yüksek basınçlarda sadece<br />
teflon sızdırmazlık elemanı yerine sızdırmazlık elemanının metal çerçeve içine<br />
yerleştirilmesi ve sızdırmazlık elemanının basma yüzeyinin arttırılmasının sızdırmazlığı<br />
iyileştirdiği tespit edilmiştir.<br />
Şekil 8. PEM elektrolizör stağı ve hücreler arası basınç dağılımı
3.1. PEM elektrolizörlerde Görüntüleme Çalışmaları<br />
PEM elektrolizörlerde sıvı formdaki su hidrojen ve oksijen molekülleri olmak üzere<br />
gaz faza dönüşmektedir. Sıvı fazdan gaz faz dönüşümü önemli bir hacim değişikliğini<br />
beraberinde getirmektedir. PEM elektolizörlerde performans büyük oranda<br />
katalitik yüzeylerin etkin bir şekilde kullanımı ve etkin akım dağıtım stratejisi ile<br />
belirlenmektedir. Katalitik yüzeyde oluşan gaz fazın etkin bir şekilde yüzeyden<br />
uzaklaştırılması ve taze suyun yüzeye ulaştırılması gerekmektedir. PEM<br />
elektrolizörlerde performans artışı için iki faz davranışlarının ve faz dağılımının<br />
detaylı olarak incelenmesi gerekmektedir.<br />
PEM elektrolizör hücreleri nötron görüntüleme yöntemiyle incelenmiş ve su-gaz<br />
fazlarının aktif alan boyunca dağılımı görüntülenmiştir. Gaz kabarcıklarının davranışları,<br />
çekirdeklenmeleri, kabarcıkların büyümesi ve yerlerinden ayrılmasına dair<br />
bilgiler edinilmiştir. Gaz kabarcıklarının bulundukları ızgara gözeneğine göre iki<br />
farklı mekanizma ile çekirdeklendiği, büyüdüğü ve yerlerinden ayrıldıkları tespit<br />
edilmiştir.<br />
4. Sonuçlar<br />
Katı oksit yakıt pilleri yüksek dönüşüm verimleri ve bir çok yakıtı başarı ile kullanabilmesi<br />
nedeniyle son yıllarda en çok dikkat çeken yakıt pillerinden biridir. Ayrıca<br />
diğer yakıt pilleri gibi çok saf hidrojene ihtiyaç duymaması ayrıca diğer yakıt<br />
pillerinde zehirleyici etki yapan karbon monoksiti yakıt olarak kullanması katı oksit<br />
yakıt pili için ülkemizde bir çok uygulama alanı açmaktadır. Örneğin fosil kaynağa<br />
bağlı olmayan biyo yakıtlar katı oksit yakıt pillerinde başarı ile kullanılabilmektedir.<br />
Ayrıca özellikle linyit kömürünün gazlaştırılması ile elde edilen sentez gaz katı<br />
oksit yakıt pillerinde başarı ile kullanılabilmektedir. Bu durum yakın bir gelecekte<br />
katı oksit yakıt pilini stratejik bir enerji dönüşüm cihazı haline getireceği öngörülmektedir.<br />
Katı oksit yakıt pilinin diğer enerji dönüşüm cihazları ile rekabet edebilir<br />
hale gelmesi için yukarıda özetlenen problemler konusunda daha kapsamlı araştırmalara<br />
ihtiyaç duyulmaktadır.<br />
PEM elektrolizörleri direk olarak güneş enerjisinden elektrik üreten PV’lerle entegre<br />
edilerek ülkemiz gibi güneş enerjisi olarak zengin olan ülkemizde ucuz ve yenilenebilir<br />
bir enerji döngüsü oluşturulabilir. Bu çalışma ile gerçekleştirilen PEM<br />
elektrolizörü herhangi bir ekstra kompresöre gerek duymadan üretilen hidrojeni<br />
direk olarak yüksek basınçta depolamaya imkan vermektedir. Bu aşamadan sonra<br />
güneş enerjisi pem elektrolizörü ve pem yakıt pilinden oluşan yenilenebilir enerji<br />
döngülerinin fizibilite analizleri yapılmalı ve ülkemizde prototip santraller kurulmalıdır.<br />
79
80<br />
Kaynakça<br />
[1] Timurkutluk, C., Timurkutluk, B., Mat, M.D., Kaplan, Y., Ibrahimoğlu, B., Pamuk, I.,<br />
Effect of Nano Ion Conductor Infiltration on the Performance of Anode Supported Solid<br />
Oxide Fuel Cells, ECS Trans. 25 (2), 559,2009.<br />
[2] Çelik, S., Mat, MD, “Measurement and estimation of species distribution in a direct<br />
methanol fuel cell”, International Journal of Hydrogen Energy, 2010, V35, pp.2151-2159<br />
[3] Timurkutluk B., Timurkutluk C, Mat MD, Kaplan Y., “Anode-supported solid oxide fuel<br />
cells with ion conductor infiltration” International Journal of Energy Research, Vol,<br />
35,pp.1048-1055, <strong>2011</strong>.<br />
[4] Selamet O F., Becerikli F., Mat M D. and Kaplan Y., Development and testing of a<br />
highly efficient proton exchange membrane (PEM) electrolyzer stack, International<br />
Journal of Hydrogen Energy, 36, 11480, <strong>2011</strong>.<br />
[5] Simner SP, Anderson MD, Xia G.G., Yangi Pederson ZL, and Stevenson JW., SOFC<br />
Performance with Fe-Cr-Mn Alloy Interconnect, Journal of The Electrochemical Society,<br />
152 (4) A740-A745 (2005).<br />
[6] Wang Y., Yoshiba F., Watanabe T., Wang S., Numerical analysis of electrochemical<br />
characteristics and heat/species transport for planar porous-electrode-supported SOFC,<br />
Journal of Power Sources 170 (2007) 101-110.<br />
[7] Sarantaridis D., Chater R.J., Atkinson A., Changes in physical and mechanical properties<br />
of SOFC Ni–YSZ composites caused by redox cycling, Journal of The Electrochemical<br />
Society 155, B467–B472, (2008).<br />
[8] Pihlatie M., Kaiser A., Larsen, P.H., Mogensen M., Dimensional behavior of Ni–YSZ<br />
composites during redox cycling, Journal of The Electrochemical Society 156, B322–<br />
B329, (2009).
HİDROJEN SÜLFÜRDEN ELEKTROLİZ YÖNTEMİ<br />
İLE HİDROJEN ÜRETİM TEKNOLOJİSİNİN İNCELENMESİ<br />
Orhan ÖZCAN 1 , Ramiz Gültekin AKAY 1 , Ayşe Nilgün AKIN 1,2<br />
1<br />
Kocaeli Üniversitesi, Kimya Mühendisliği Bölümü<br />
2<br />
Kocaeli Üniversitesi, Alternatif Yakıtlar Araştırma Geliştirme ve Uyg. Birimi<br />
Özet<br />
Son yıllarda enerji taşıyıcısı olarak hidrojen, yakıt olarak kullanıldığı yakıt hücresi<br />
sistemlerinin de gelişmesi ve yaygınlaşması ile fosil yakıtların dezavantajları da göz<br />
önüne alındığında büyük önem kazanmıştır. Başlıca üretim yöntemi hidrokarbonların<br />
reforming reaksiyonu olan hidrojen üretiminde, alternatif kaynaklardan biri de<br />
hidrojen sülfürdür. Hidrojen Sülfür (H2S), ham petrolde, doğal gazda, volkanik<br />
gazlarda ve termal kaynaklarda doğal olarak bulunduğu gibi aynı zamanda gıda,<br />
deri, kağıt ve kimya endüstrilerinde çeşitli proseslerde üretilmektedir. Ayrıca Karadeniz,<br />
Dünyadaki en büyük H2S kaynaklarından biridir. Karadeniz’in oksijensiz<br />
sularında bakteriler tarafından üretilen H2S rezervinin 4,6 milyar ton olduğu bildirilmiştir.<br />
Hidrojen Sülfür’den hidrojen üretim süreçlerinde H2S’in elektrolizi kaynaklarda<br />
çok tartışılan yöntemlerden biridir. Bu çalışmada H2S’den hidrojen üretimi<br />
için kullanılan elektroliz yöntemine ilişkin literatürde yer alan bilgilerin derlemesi<br />
yapılmış ve son yıllardaki teknolojik gelişmeler incelenmiştir.<br />
1. Giriş<br />
Küresel ısınmanın etkilerini daha kuvvetli hissetmeye başladığımız, dünyadaki<br />
özellikle Ortadoğu’daki belirsizliklerin ve gelişmekte olan ülkelerin enerji talebinin<br />
de artmasıyla günümüzde fosil yakıtlara alternatif olarak hidrojen önemli bir enerji<br />
taşıyıcısı olarak ön plana çıkmıştır. Bunun başlıca sebeplerinden biri yenilenebilir<br />
olsun veya olmasın birçok kaynaktan çeşitli proseslerle üretilebilir olması ve hidrojeni<br />
kullanarak elektrik enerjisi üretecek sistemlerin (yakıt hücresi çeşitlerinin)<br />
her geçen gün daha da gelişmesi ve ticarileşmesidir.<br />
Teknolojisi yerleşmiş başlıca üretim yöntemleri fosil yakıtların buhar<br />
reformasyonu, kısmi oksidasyon, doğal gazın termal olarak parçalanması, kömür<br />
gazlaştırılması ve suyun elektrolizi olarak sıralanabilir. Bunlar içinde en oturmuş<br />
olan teknoloji hidrokarbonların buhar reformasyonudur. Bugün ABD’de kullanılan<br />
hidrojenin %95’i buhar-metan reformasyonu ile üretilmektedir. Bunun yanında Ar-<br />
Ge safhalarında olan yüksek sıcaklıkta buhar elektrolizi, termokimyasal su ayrışması,<br />
fotokataliz yöntemi ile suyun ayrıştırılması, plazma yöntemi ile suyun ayrıştırılması<br />
gibi pek çok yeni yöntem çalışılmaktadır.<br />
81
82<br />
Hidrojeni sudan veya hidrokarbonlardan ayırırken hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın<br />
temel problem yöntemin ekonomik ve temiz olmasıdır. Amerikan Enerji Bakanlığı<br />
2002 yılında 2010 için koyduğu vergisiz 1,5$/gge maliyet hedefini 2005<br />
yılında 2015 için 2-3$/gge’ye yükseltmiştir. Burada gge (galon gasoline equivalent)<br />
1 galon benzin eşdeğerini ifade etmekte ve 1 kilogram hidrojen yaklaşık olarak<br />
1 galon benzine eşdeğer enerji taşıdığından zaman zaman kg da kullanılmaktadır.<br />
2002’de belirlenen maliyet hedefi doğalgaz reformasyonu temel alınarak oluşturulurken<br />
2005’te konulan hedef üretim metodundan bağımsız olarak tanımlanmıştır.<br />
2005’te konulan 2-3 $/kg güncel hedefi Amerikan Ulusal Bilimler Akademisinin<br />
(NAS) yakıt verimlilik faktörleri ve Enerji Bilgi İdaresi’nin (EIA) 2015 için belirlediği<br />
“high A” benzin fiyat projeksiyonu temel alınarak oluşturulmuştur[1].<br />
Elbette bu kararda Amerikan ekonomisinin dışarıdan sınırlı petrol arzına bağımlılığı<br />
ve dünyadaki talep artışı dolayısıyla petrol fiyatlarının yükselmesi rol oynamıştır.<br />
Ülkemiz için de durum enerji bağımlılığı ve güvenliği açısından pek farklı değil<br />
hatta daha da kritiktir. Bu nedenle hidrojen üretim teknolojileri üzerine çalışmaların<br />
önemi artmaktadır.<br />
Düşük maliyetli ve temiz hidrojen üretim yöntemlerinden biri de yenilenebilir enerji<br />
desteği ile de kullanılabilecek olan elektrolizdir. Son yapılan bağımsız araştırmalara<br />
göre günümüzde bu yolla üretilen hidrojenin maliyeti sıkıştırma, depolama ve dağıtım<br />
dahil merkezi olmayan (distributed) sistemler için 4,90-5,70$/kg iken, sıkıştırma,<br />
depolama, dağıtım hariç merkezi sistemler için 2,70-3,50$/kg arasında değişmektedir.<br />
Bu rakamlarla hedef rakamlar arasında çok büyük bir fark olmaması elektroliz<br />
sistemlerinin araştırma çalışmaları açısında umut vermektedir. Son yıllarda suyun<br />
elektrolizinde elektrolizör verimleri %70’lerden %90’lara çıkmıştır [2,3].<br />
Su (H2O) yerine hidrojen sülfürün (H2S) elektrolizi ise maliyet hedeflerine daha<br />
kolay ulaşılabilmesine olanak sağlayabilir. Bunun ilk ve en önemli sebebi normal<br />
şartlarda su için serbest oluşum enerjisi 237,1 kj/mol iken hidrojen sülfür için 33.4<br />
kj/mol olması yani hidrojen sülfürün elektrolizi için gereken enerjinin çok daha az<br />
olmasıdır. Diğer bir etken ise Hidrojen sülfürün elektrolizi sonucu elde edilecek<br />
kükürdün de katma değeridir.<br />
Hidrojen Sülfür (H2S), ham petrolde, doğal gazda, volkanik gazlarda ve termal<br />
kaynaklarda doğal olarak bulunduğu gibi aynı zamanda gıda, deri, kağıt ve kimya<br />
endüstrilerinde çeşitli proseslerde üretilmektedir. Ayrıca Karadeniz, Dünyadaki en<br />
büyük H2S kaynaklarından biridir. Karadeniz’in oksijensiz sularında bakteriler tarafından<br />
üretilen H2S rezervinin 4,6 milyar ton olduğu bildirilmiştir[4]. Endüstride<br />
proseslerde oluşan hidrojen sülfürü gidermek için bir kısmi oxidasyon yöntemi olan<br />
Claus prosesi kullanılmaktadır. H2S, hidrojen ve kükürt elementlerinin birleşmesinden<br />
oluşan renksiz, yanıcı ve bozulmuş yumurta kokusuna sahip zehirli bir maddedir.
Çevre kirliliği açısından da sorun oluşturan Karadeniz’deki H2S in ekonomik açıdan<br />
değerli ürünlere dönüştürülmesi süreçleri bu açıdan da önem kazanmıştır.<br />
Hidrojen Sülfür’den hidrojen üretim süreçlerinde genellikle H2S den hidrojen üretim<br />
yöntemleri ayrışma (decomposition) ve metan reformasyonu olarak başlıca iki<br />
kısımda belirtilmektedir[5,6]. Bu yöntemlerin çoğu elektrik enerjisine gereksinim<br />
duyduğundan ticarileşmeleri ancak ucuz elektrik enerjisinin yenilenebilir kaynaklardan<br />
elde edilmesi ile mümkün olacaktır. Ayrışma yöntemlerinin içerisinde de<br />
hidrojen sülfürün elektrokimyasal yöntemle ayrışması çok tartışılan yöntemlerden<br />
biridir.<br />
Temelde suyun elektrolizinde kullanılan teknolojiler hidrojen sülfür için de kullanılabileceğinden<br />
öncelikle bunların incelenmesinde fayda vardır. Suyun elektrolizinde<br />
kullanılan yöntemler genel olarak 3 başlıkta toplanabilir. Bunlar alkalin elektrolitli<br />
sistemler, katı polimer elektrolitli sistemler ve yüksek sıcaklık sistemleri (katı<br />
seramik elektrolitli) sistemlerdir.<br />
Hidrojen sülfür elektrolizinde ise çoğunlukla alkalin metal tuzu çözeltilerinin absorban<br />
olarak kullanıldığı ve genelde dolaylı elektroliz olarak adlandırılan sistemler<br />
çalışılmaktadır. Dolayısıyla hidrojen sülfürün elektrolizi için yöntemler doğrudan<br />
elektroliz, dolaylı elektroliz ve yüksek sıcaklıkta elektroliz olmak üzere 3 başlıkta<br />
incelenebilir[7]. Son yıllarda H2S’in elektrolizi için yapılan araştırmalar gelişen<br />
yakıt hücresi teknolojisine paralel olarak katı elektrolit kullanılan sistemler üzerine<br />
yoğunlaşmıştır[8].<br />
Bu çalışmada H2S’den hidrojen üretimi için kullanılan elektroliz yöntemine ilişkin<br />
literatürde yer alan bilgilerin derlemesi yapılmış ve son yıllardaki teknolojik gelişmeler<br />
incelenmiştir.<br />
2. Doğrudan Elektroliz Yöntemi<br />
Teorik olarak yakıt hücresinde hidrojen ve oksijenin birleşerek elektrik enerjisi, su<br />
ve ısı çıkan sistemin tam tersine yani elektrik enerjisi verilerek suyun hidrojen ve<br />
oksijene ayrıştığı elektroliz yöntemine doğrudan elektroliz denir. Yakıt hücrelerinde<br />
olduğu gibi iyonları ileterek devreyi tamamlayacak elektrolitin çeşidine göre isimlendirilirler.<br />
Asit veya alkali içeren ortamlarda gerçekleştirilir[7]. Alkali<br />
elektrolizörlerde potasyum hidroksit (KOH) veya sodyum hidroksit (NaOH) çözeltisi<br />
elektrolit olarak kullanılmaktadır. Uzun yıllardır ticari olarak kullanılmaktadır<br />
çünkü ilk yatırım maliyetleri diğer sistemlere göre daha düşüktür. Tipik olarak 100-<br />
150 o C’de çalışırlar. Korozif olmaları dezavantajlarıdır.<br />
Katot (-): 2H2O + 2e - → 2OH - + H2<br />
Anot (+): 2OH- → H2O + 2e - + ½ O2<br />
83
84<br />
Asidik elektrolitli sistemlerde ise katı polimer elektrolitler tercih edilmekte ve PEM<br />
(polymer electrolyte membane) elektrolizörler olarak bilinmektedirler. Son yıllarda<br />
daha kompakt ve yüksek verimli olmaları, bakım maliyetlerinin az olması ve uzun<br />
ömürlü olmaları sebebiyle katı polimer membranlar daha fazla tercih edilmektedir.<br />
Tipik çalışma sıcaklıkları 80-100 o C arasıdır.<br />
Katot (-): 2H + + 2e - → H2<br />
Anot (+): H2O → ½ O2+2H + + 2e -<br />
Anot, katot ve membran malzemeleri ile elektroliz koşulları, örneğin pH, sıcaklık,<br />
akım yoğunluğu vs gibi, verimi etkileyen başlıca nedenlerdir. Suyun elektrolizi<br />
yoluyla hidrojeni sudan ayrıştırmak için gerekli enerji hidrojen-oksijen bağ enerjisi<br />
ile orantılıdır. H-S bağının parçalanması için gereken enerji suyun elektrolizine<br />
göre çok daha düşüktür. H-O bağ enerjisi 463 kj/mol iken H-S bağ enerjisi 368<br />
kj/mol değerindedir[9]. Ancak uzun elektroliz süresi, yüksek elektrik enerjisi maliyeti,<br />
kükürt oluşumunun elektrotları etkisizleştirmesi ve oluşan kükürdün uzaklaştırılması<br />
gibi problemler çözüm beklemektedir.<br />
Endüstride hidrojen sülfürün potansiyelinden faydalanarak ekşi gazdan bir kimyasal-elektrokimyasal<br />
tesis kurularak yüksek kalitede hidrojen ve kükürt elde etmek<br />
için yapılan ve önerilen ilk çalışmalardan biri Petrov ve Srinivasan’ın çalışmasıdır<br />
[10]. Bu çalışmada Hidrojen sülfür düşük sıcaklıkta sodyum hidroksit ile çekilerek<br />
ve pH’ı 14 civarında tutmak için daha çok NaOH eklenerek anotta sülfür iyonlarının<br />
oksidasyonu sağlanmaktadır. Hidrojen katotta yine NaOH elektrolit yardımıyla<br />
üretilmekte ve anot katot bölümleri birbirinden bir Nafion TR membran ile ayrılmaktadır.<br />
Oluşan sodyum polisülfür ayrı bir bölüme alınmakta ve içinden yüksek<br />
H2S (10-15 %hacim) içeren ekşi gaz geçirilerek kristalin kükürt elde edilmektedir.<br />
Çalışma sonuçlarına göre düşük voltajda (Ehücre=1.0 V) ve yüksek akım yoğunluğunda<br />
(i=300 mA/cm 2 ) çok yüksek saflıkta hidrojen ve kükürt elde edilmektedir.<br />
Aynı yakıt hücresi geliştirme çalışmalarında olduğu gibi elektroliz hücrelerinde de<br />
verim ve maliyeti düşürmek için öncelikle elektrolit, elektrot ve katalizör malzemelerini<br />
geliştirmek gerekmektedir. Eğer katı elektrolit kullanılıyorsa elektrolit<br />
malzemesi daha da önem kazanmaktadır. Katı elektrolitin temel iki görevi vardır:<br />
Anot ve katottaki gaz veya sıvı için geçirgen olmaması ve oluşan iyonları diğer<br />
tarafa iletebilmesi. Ayrıca katı elektrolit’in iyon iletkenliğinin etkin olduğu ve dayanımının<br />
yeterli olduğu sıcaklık aralığı da aynı zamanda kinetik parametreleri de<br />
etkilediğinden çok önemlidir.<br />
Hidrojen sülfür elektrolizi için geliştirilen yeni bir katı elektrolit sezyum hidrojen<br />
sülfattır (CsHSO4). 9,5 and 11,5 Å aralığında mikro gözenek çapına sahip üretilen<br />
malzemenin 150 o C’de çalışacak sistem için yeterli H2S geçirimsizliğine sahip olduğu<br />
bildirilmiştir (maks. Geçirgenlik: 0,09 Barrer (6,75 × 10−19 m 2 s−1 Pa−1))
[11]. Saf H2S beslenen ve 135 kPa, 150 o C’de çalışan bir elektrolizör sistemi için<br />
geliştirilen yeni bir RuO2-CoSO2 anot oksidayon katalizör malzemesinin bu koşullar<br />
için yüksek stabilite ve elektrokimyasal performans sağladığı bildirilmiştir<br />
(0,019 A/cm 2 ) [12]. Mbah ve arkadaşlarının bu çalışmasında yakıttan yararlanma<br />
(fuel utilization), kükürt toleransı ve bölgesel akım yoğunluğu (exchange current<br />
density) gibi elektrokimyasal parametrelerin benzer sistemlere oranla geliştirildiği<br />
ifade edilmektedir.<br />
3. Dolaylı Elektroliz Yöntemi<br />
Dolaylı elektroliz yönteminde, elektrokimyasal ortamın, yükseltgen maddenin,<br />
seçimi anahtar kriterdir, çünkü her bir elektrokimyasal ortam kendine özgü özelliklere<br />
sahiptir. Yöntem uygulanılan elektrokimyasal ortamda aynı anda iki reaksiyonun<br />
oluşmasını içermektedir. Reaksiyonlardan biri ortamda yer alan yükseltgen<br />
sayesinde absorplanan H2S’in elementel kükürde ve H+ iyonlarına ayrışmasını,<br />
böylelikle katı kükürt parçacıklarının yerçekiminin etkisi ile ortamdan uzaklaştırılmasını,<br />
diğer reaksiyon ise yülseltgen maddenin elektrokimyasal reaksiyonla<br />
yükseltgenerek eski formuna dönerken H+ iyonlarının hidrojen gazına indirgenmesini<br />
sağlamaktadır. Fe 3+ /Fe 2+ ,Co 3+ /Co 2+ , V 5+ /V 3+ en çok kullanılan yükseltgen maddelerdir.<br />
Kalina ve Maas [13,14], H2S’ten elementel kükürt ve hidrojen üretmek için iki<br />
benzer dolaylı elektrokimyasal yöntemini karşılaştırmışlardır. Bu yöntemlerin birinde<br />
pH’ı 0-1 aralığında olan asidik çözeltide çözülebilen tri - iyodür (I3 - )<br />
yükseltgeni, diğer yöntemde ise pH’ı 13-14 aralığında olan bazik çözeltide çözülebilen<br />
iyodat (IO3 - ) kullanılmıştır. Bazik sistemde yüksek akım yoğunluğuna ve yüksek<br />
akım verimine ulaşılmıştır ama bazik sistemde kullanılan 4,9 V, asidik sistemde<br />
kullanılan 2,1 V’a göre çok yüksektir. Asidik sistemde ise %90’ı geçen bir reaksiyon<br />
verimine ulaşılmasına rağmen, üretilen kükürdün geri kazanımı ve saflaştırılması<br />
çok zor olmaktadır.<br />
Demir bileşikleri ve demir klorür içeren dolaylı elektrokimyasal prosesler de incelenmiştir.<br />
Olson [15], demir şelat’ın H2S ile birlikte kükürt ve hidrojen üretmek<br />
için tepkimeye girdiği, daha sonra da şelatın geri kazanıldığı bir elektrokimyasal<br />
proses tanımlamıştır. Mizuta ve ark. ise [16] H2S’in demir klorür (FeCl3) sulu çözeltisinde<br />
absorpsiyonu ve daha sonrada FeCl2 sulu çözeltisinin elektrolizinden<br />
oluşan hibrid bir proses geliştirmişlerdir. Bu proses fazla miktarda hidroklorik asit<br />
(HCl) kullanılan güçlü asidik bir ortamda gerçekleşir. 100 mA/cm 2 akım yoğunluğu,<br />
0,7 V düşük elektroliz voltajı ve 70 ºC’de H2S absorpsiyonu %100’e kadar ulaşmaktadır.<br />
Ancak yapışkan özellikteki kükürdün geri kazanımı çok güçtür.<br />
Huang ve arkadaşları [17] dolaylı elektroliz ile H2S’i hidrojen ve kükürde dönüştürmek<br />
için elektrokimyasal ortam olarak asidik sulu vanadyum dioksit<br />
[(VO2) + /(VO) 2+ ] çözeltisi kullanmışlardır. [(VO2) + /(VO) 2+ ] çifti kararlıdır ve çalışma<br />
85
86<br />
koşulları altında oksitlenmiş ve indirgenmiş türlerin her ikisi içinde yüksek çözünürlülüğe<br />
sahiptir. Bu proses kimyasal absorpsiyon ve elektrokimyasal dönüşüm<br />
üniteleri olmak üzere iki temel üniteden oluşur. Absorpsiyon reaktöründe, asidik<br />
çözeltideki vanadyum dioksit (VO2) + hidrojen sülfürü elementel kükürde<br />
yükseltger, kükürt ise süzme ile ayrılır. Elektrokimyasal dönüşüm ünitesinde ise<br />
oksijenin serbest kalması için gereken potansiyelin altında bir potansiyelde VO2 +<br />
tekrar üretilir ve aynı anda proton (H + ) iyonları da hidrojen gazına indirgenir.<br />
4. Yüksek Sıcaklıkta Elektroliz Yöntemi<br />
Suyun elektrolizinin daha verimli, ekonomik ve temiz olması için son yıllarda öne<br />
çıkan çalışma alanlarından biri de yüksek sıcaklıkta çalışan katı oksit elektroliz<br />
hücreleridir (SOEC: Solid oxide electrolytic cells). Katı oksit yakıt pilleri (SOFC:<br />
Solid oxide fuel cells) sistemlerindeki gelişmeler bu hücrelerin gelişimini de olumlu<br />
yönde etkilemiştir. Son yıllarda bu sistemlerle fosil yakıtların reformasyonu ile elde<br />
edilen hidrojen maliyeti seviyesinde maliyetler rapor edilmiştir (0,02-0,03 € per<br />
kWh. [18]. Yüksek sıcaklık termodinamik açıdan gereken enerjinin miktarını azaltarak<br />
sistem verimlileştirir. Buna en uygun kaynaklar nükleer enerji santralleri veya<br />
yoğunlaştırılmış güneş enerjisi santralleridir. Alkalin elektrolitli sistemler de yüksek<br />
sıcaklıkta çalışılmasına rağmen, ağırlıkla katı elektrolitli (SOEC) sistemler<br />
korozyon ve dayanım açısından öne çıkmaktadır. Elektrolit olarak YSZ(yttria<br />
stabilized zirconia) gibi seramik temelli malzemeler kullanılır. Elektrolitten geçen<br />
iyon bu sefer negatif yüklü oksijen iyonudur. Bu malzemenin etkin iyonik iletkenliğe<br />
ulaşması ancak yüksek sıcaklıklarda mümkün olduğundan genellikle 500-800 ºC<br />
aralığında çalışır ve bu nedenle yüksek sıcaklık elektrolizörleri olarak da bilinirler.<br />
Literatürde 1000 ºC’ye kadar sıcaklıklarda çalışmalar vardır. Bu sıcaklıklarda temel<br />
problem kullanılan malzemelerin termal dayanımı olmaktadır. Verimlidirler fakat<br />
ilk yatırım maliyetleri yüksektir.<br />
Literatürde hidrojen sülfürün doğrudan yakıt olarak kullanıldığı katı oksit yakıt<br />
hücreleri üzerine yapılan çalışmalar bulunmaktadır [19,20]. Liu ve arkadaşlarının<br />
[20] yaptığı çalışmada H2S, Pt/(ZrO2)0.92(Y2O3)0.08/Pt konfigurasyonundaki hücre<br />
atmosferik basınçta ve 750-800 ºC aralığında incelenmiş, %5 H2S beslenen sistemde<br />
başlangıçta 100 mA/cm 2 akım yoğunluğuna ve 15,4 mW/cm 2 güç yoğunluğuna<br />
ulaşılmasına rağmen Pt elektrodun kükürt zehirlenmesi ile performansın hızla düştüğü<br />
görülmüştür. Hidrojen sülfürün doğrudan yakıt piline beslenmesi durumunda<br />
bu beklenen bir durumdur. Lu ve arkadaşları [19] ise hidrojen sülfürü katı oksit<br />
yakıt hücresi sisteminin yüksek sıcaklığından yararlanarak entegre bir sistemde<br />
metan yardımıyla reforme ederek önce hidrojen üretmiş sonra bu hidrojeni sisteme<br />
yollamışlardır. Elde ettikleri toplam sistem verimi %65’tir. Araştırmacıların da<br />
söylediği gibi yüksek sıcaklıkta katı oksit yakıt hücreleri hidrojen sülfür ile entegre<br />
edilebilirse çok verimli sonuçlar elde edilebilir.
5. Sonuç<br />
Araştırmalar elektrolizörlerin yatırım maliyetlerini düşürmek ve verimliliklerini<br />
geliştirmek üzerine yoğunlaşmıştır. Elektrolizörlerin içine sıkıştırma sistemlerinin<br />
entegre edilmesi de hidrojenin depolanırken gerekli maliyetleri düşüreceğinden bu<br />
yönde çalışmalar da yapılmaktadır. Elektroliz sistemlerinin en büyük avantajı üretimin<br />
yapılacağı bölgedeki enerji potansiyeli ile entegre edilebilme esnekliğidir.<br />
Nükleer enerji santrali, ya da güneş enerjisi santralleri olan yerlerde buna uygun<br />
yüksek sıcaklıkta çalışan katı oksit elektrolizör sistemleri, rüzgar türbinleri bulunan<br />
ve altyapıya düzenli elektrik sağlayamayan bölgelerde PEM elektrolizörleri entegre<br />
edilerek hidrojen üretimi maliyetleri optimize edilebilir.<br />
Hidrojen sülfür elektrolizi ise bugüne kadar çokça çalışılan su elektrolizine göre<br />
daha çok Ar-Ge faaliyetine ihtiyaç duymaktadır. Literatürde hidrojen sülfür elektrolizi<br />
ile ilgili yayın sayısı çok azdır. Suyun elektrolizi ile arasındaki en önemli fark<br />
kullanılacak yönteme göre saf ya da bileşik halinde çıkacak olan sülfürün ayrıştırılması<br />
ve hidrojen sülfürün elektrolize nasıl gireceğidir. Bu hidrojen sülfürün kaynağına<br />
bağlıdır. Örneğin Karadeniz dip sularından çekilecek olan hidrojen sülfür<br />
absorblanarak ya da adsorplanarak tutulabilir ve daha sonra çözelti içinde sisteme<br />
girebilir. Böyle durumlarda dolaylı elektroliz yöntemleri ön plana çıkmaktadır.<br />
Suyun elektrolizi için geliştirilen en verimli yöntemlerin hidrojen sülfüre adapte<br />
edilmesi için yeni çalışmalara ihtiyaç vardır.<br />
Kaynakça<br />
1. U.S. DOE, EERE, “DOE Announces New Hydrogen Cost Goal”, Retrieved November 1,<br />
<strong>2011</strong> from http://www1.eere.energy.gov/hydrogenandfuelcells/ news_cost_goal.html<br />
2. U.S., DOE, EERE, NREL, “Hydrogen Pathways: Cost, Well-to-Wheels Energy Use, and<br />
Emissions for the Current Technology Status of Seven Hydrogen Production, Delivery,<br />
and Distribution Scenarios”, Retrieved November 1, <strong>2011</strong> from<br />
http://www1.eere.energy.gov/hydrogenandfuelcells/pdfs/46612.pdf<br />
3. U.S., DOE, EERE, NREL, “Current (2009) State-of-the-Art Hydrogen Production Cost<br />
Estimate Using Water Electrolysis”, http://www.hydrogen.energy.gov/ pdfs/46676.pdf<br />
4. Petrov K., Baykara S.Z., Ebrasu D., Gulin M., Veziroglu A., “An assessment of electrolytic<br />
hydrogen production from H2S in Black Sea waters”, International Journal of Hydrogen<br />
Energy, 36 (<strong>2011</strong>) 8936-8942<br />
5. Baykara,S.Z., Kale,A., Veziroğlu,T.N., “Possibilities for Hydrogen Production from H2S in Black Sea”. Proceedings International Hydrogen Energy Congress and Exhibition<br />
(IHEC). Istanbul, Turkey, 13-15 July 2005<br />
6. Huang, C., Raissi, A.T., “Liquid hydrogen production via hydrogen sulfide methane<br />
reformation”, Journal of Power Sources, 175 (2008) 464–472<br />
87
88<br />
7. Haklıdır, M., Tut, F.S., Kapkın, Ş., “Possibilities of Production and Storage of Hydrogen<br />
in Black Sea”, Proceedings World Hydrogen Energy Congress (WHEC), Lyon, 13-16<br />
June 2006<br />
8. Mbah, J., Srinivasan, S., Krakow, B., Wolan, J., Goswami, Y., Stefanakos, E., Appathurai,N.,<br />
“Effect of RuO2-CoS2 anode nanostructured on performance of H2S electrolytic<br />
splitting system”, International Journal of Hydrogen Energy, 35 (2010) 10094-<br />
10101<br />
9. L. Pauling, General Chemistry, W. H. Freeman and Co., San Francisco, 1970.<br />
10. Petrov K, Srinivasan S, 1996, “Low temperature removal of hydrogen sulfide from sour<br />
gas and its utilization for hydrogen and sulfur production”, International Journal Hydrogen<br />
Energy, 21: 163-169.<br />
11. Mbah, J., Krakow, B., Stefanakos, E., Wolan, J.T. “A study on H2S permeability of<br />
CsHSO4 membranes”, International Journal of Hydrogen Energy, Volume 34, Issue 5,<br />
March 2009, Pages 2460-2466<br />
12. Mbah, J., Srinivasan, S., Krakow, B., Wolan, Goswami, Y., Stefanakos, E., Appathurai,<br />
N., “Effect of RuO2–CoS2 anode nanostructured on performance of H2S electrolytic<br />
splitting system”, International Journal of Hydrogen Energy, Volume 35, Issue 19, October<br />
2010, Pages 10094-10101<br />
13. Kalina, D. W.; Maas, E. T. Indirect hydrogen sulfide conversion; I. An acidic electrochemical<br />
process. Int. J. Hydrogen Energy 1985, 10 (3), 157–162.<br />
14. Kalina, D. W.; Maas, E. T. Indirect hydrogen sulfide conversion; <strong>II</strong>. An basic electrochemical<br />
process. Int. J. Hydrogen Energy 1985, 10 (3), 163–167.<br />
15. Olson, D. C. Method of removing hydrogen sulfide from gases utilizing a polyvalent<br />
metal chelate solution and electrolytically regenerating the solution. U.S. Patent<br />
4,443,423, 1984.<br />
16. Mizuta, S.; Kondo, W.; Fujii, K. Hydrogen production from hydrogen sulfide by the Fe-<br />
Cl hybrid process. Ind. Eng. Chem. Res. 1991, 30 (7), 1601–1608.<br />
17. Huang,H., Yu,Y., Chung, K.H., Energy Fuels 23 (2009) 4420–4425<br />
18. Anne Hauch, Sune Dalgaard Ebbesen, Søren Højgaard Jensen and Mogens Mogensen,<br />
“Highly efficient high temperature electrolysis”, J. Mater. Chem., 2008, 18, 2331-2340<br />
19. Yixin Lu, Laura Schaefer, “A solid oxide fuel cell system fed with hydrogen sulfide and<br />
natural gas, Journal of Power Sources 135 (2004) 184–191<br />
20. M. Liu, P. He, J.L. Luo, A.R. Sanger, K.T. Chuang, “Performance of a solid oxide fuel<br />
cell utilizing hydrogen sulfide as fuel”, Journal of Power Sources 94 (2001), 20-25.
SÜREKLİ HİDROJEN ÇEVRİMİ AMACI İLE NaBH4 KULLANIMI:<br />
OLASI SORUNLAR VE ÇÖZÜM YÖNTEMLERİ<br />
Özet<br />
Metin GÜRÜ ve Çetin ÇAKANYILDIRIM<br />
Gazi Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Kimya Mühendisliği Bölümü<br />
Bu makalede NaBH4 üretimine ilişkin kullanılmakta olan yöntemlerin kısa bir özeti<br />
verilmiştir. Ayrıca bu üretim yolları, kullanım şartları, oluşan atıklar ve atıkların<br />
geri kazanımı dikkate alınarak, hidrojen enerjisinin muhtemel kullanımına ilişkin<br />
teknik sorunlar ve olası çözümler irdelenmiştir. Kolemanit ve boraks gibi ülkemizdeki<br />
mevcut kaynakların makul sıcaklıklarda, bazı temel kimyasallar ile işlenerek<br />
NaBH4’ün sentezlenmesi konusuna değinilmiştir. Bu hidrojen taşır kimyasalın kullanımına<br />
ait bir dönüşüm şeması önerilmiş ve bu çevrim esnasındaki gerekli kimyasal<br />
eklemelerinin yeri ve zamanlaması konusunda önerilerde bulunulmuştur. Ayrıca<br />
hidrojen üretimi sırasında oluşan NaBO2 atığının geri kazanımı amacıyla metaborat<br />
yapısındaki oksijeni tutan ve bünyesindeki hidrojeni ortama veren, hidrojen sağlayıcı<br />
kimyasal yapılar üzerinde durulmuştur. NaBH4 üretimin için ıslak ve kuru süreçler<br />
ve boraks kullanımı ile tek basamakta üretimin nasıl gerçekleştirilebileceği<br />
tartışılmıştır. Önerilen sistemde hidrojenin serbest kalmasını sağlayan katalizör ve<br />
özellikleri oldukça önemlidir. Zira katalizörün özellikleri tepkime için gerekli olan<br />
su miktarını ve dolayısı ile sistemin ağırlığını ve gerçekleştirilebilirlik şansını etkilemektedir.<br />
Dehidrojenasyon esnasında katalizörün davranışı; sıcaklık, konsantrasyonlar<br />
ve yan ürün oluşumları dikkate alınarak açıklanmaya çalışılmıştır.<br />
1. Hidrojen çevriminde NaBH4’ün önemi<br />
Azalan gaz, petrol ve kömür gibi doğal kaynaklar ve bu kaynakların hızla yükselen<br />
tüketim oranları temiz ve geri kazanılabilir enerji kaynaklarını önemli kılmaktadır.<br />
Diğer yandan fosil kaynakların kullanımı, yüksek karbon ve kükürt içermelerinden<br />
dolayı yasaklanmaktadır. Bu yasaklar yeteri kadar etkili olamadığı ve yüksek miktarda<br />
CO2, SOx ve NOx salınımı devam ettiği için; asit yağmurları, ozon tabakasının<br />
delinmesi ve iklim değişiklikleri gibi olaylar vuku bulmaktadır. Temiz ve yeniden<br />
kazanılabilir enerji kaynaklarının kullanımı yukarıda sayılan sorunların önüne geçebilir.<br />
Bu maksatla hidrojenin enerji kaynağı olarak kullanımı en uygun çözüm<br />
olarak kabul görmektedir. Yakıt hücreleri sürekli bir hidrojen kaynağı ile beslendiklerinde<br />
etkin bir şekilde enerji üretebilmektedirler fakat bu sistemlere hidrojen<br />
sağlayabilecek kimyasal yapıların geliştirilmesi gereklidir. Bu sebeple, bilim insanları<br />
yenilenebilir ve uygulanabilir enerji taşıyıcı sistemleri araştırılmasına önem<br />
vermektedirler[1]. Gerçekleştirilen araştırmaların genel olarak ortak amacı çevre<br />
dostu, kirlilik oluşturmayan, yüksek verimle diğer formlara kolayca çevrilebilir<br />
enerji içeren hidrojenin eldesi ve depolanması üzerine yoğunlaşmıştır.<br />
89
90<br />
Çevre dostu, temiz ve yüksek enerji yoğunluğuna sahip hidrojen ve depolanma<br />
teknikleri bilim insanlarının araştırmaları için cazip bir alandır. Hidrojen enerjisinin<br />
gelecekte kullanılabilirliği ekonomik üretim ve depolama yöntemlerinin geliştirilmesine<br />
bağlıdır. Hidrojenin depolanması maksadı ile; basınçlı kaplar, sıvılaştırma,<br />
fiziksel veya kimyasal adsorpsiyon tercih edilen yöntemlerdir [2,3]. Depolanan<br />
hidrojenin sisteme olan oranının %10 ve üzerinde olması ise aranan bir gerekliliktir.<br />
Metal borhidrürler (MB) hidrojeni katı halde depolayan kimyasallardır. Yapılarındaki<br />
hidrojen termal veya katalitik yollar ile kazanılabilir. İdeal olarak termal yöntemler<br />
%10 verimle çalışıyor gibi görünse de uygulamada bu oran %1’e düşebilmektedir.<br />
Katalitik uygulamalar ise sistemde kullanılan suyun hidrojeninin de açığa<br />
çıkması bakımından avantajlıdır [4,5]. Bazı MB’ler ve özellikleri Çizelge 1’de<br />
verilmiştir.<br />
Çizelge 1. Bazı MB’lerin özellikleri<br />
Özellik LiBH4 NaBH4 KBH4 RbBH4 CsBH4<br />
Erime noktası, K 541 778 858 - -<br />
Bozunma sıcaklığı, K 548 673 773-857 873 873<br />
Yoğunluk, g/cm 3<br />
0,66 1,07 1,18 1,71 2,40<br />
H2, % (kütlece) 18,51 10,66 7,47 4,02 2,73<br />
Moleküler ağirlik, g/mol 21,78 37,83 53,94 100,31 147,75<br />
Reaktif indeks - 1,55 1,49 1,49 1,50<br />
Kristal enerjisi, kJ/mol 792,0 697,5 657,0 648,0 630,1<br />
ΔH˚, kJ/mol -184 -183 -243 -246 -264<br />
ΔS˚298, kJ/mol -128,7 -126,3 -161,0 -179,0 -192,0<br />
MB’ler güvenli saklama özellikleri ve kapasiteleri bakımından en iyi hidrojen depolama<br />
yöntemidirler. Gelecekte önemi daha da artacak olan bu kimyasalların üretim<br />
ve yakıt hücreleri ile kullanımına ilişkin çalışmaların hız kesmemesi gerekmektedir.<br />
İstenilen ürün özelliklerine göre ıslak veya kuru yöntemler kullanılarak MB üretmek<br />
mümkündür. Şekil 1’de verilen çevre dostu bir hidrojen dönüşüm sistemi bu<br />
kapsamda incelenmelidir. Şekil 1’de görülen süreç madencilik yolu ile topraktan<br />
çıkartılan bor bileşiklerinin H2SO4 ve metanol gibi temel kimyasallar ile işlenmesi<br />
ile başlamakta ve ticari öneme haiz NaBH4 üretimi gerçekleştirilebilmektedir. Şekil<br />
3’de ise kuru yöntem ile yapılan üretimin temel basamakları görülmektedir. Bu<br />
metot ile hem metal metaboratların geri kazanımı [6,7] gerçekleştirilebileceği gibi<br />
elementlerinden yola çıkarak da MB sentezi de olasıdır [8]. Sodyumdan yola çıkarak<br />
NaBH4 üretiminde elementin yumuşaklığı sorunlara neden olsa da B2O3 kullanımı<br />
ile bu teknik sorun aşılabilmektedir.
Na2B4O7<br />
CaB3O4(OH)3H2O<br />
Şekil 1. Hidrojen dönüşüm sistemi<br />
Hidrojen üretimi için sodyum borhidrür (NaBH4) hidrolizinin etkinliği bilimsel<br />
çevrelerde kabul edilmektedir. Normal şartlar altında 1 g hidrojen 2,5 L hidrojen<br />
sağlayabilmektedir. Tepkime NaOH veya KOH ile yüksek pH değerlerine eriştirilen<br />
ortamda gerçekleştirilmektedir. KOH kullanımı KBH4 oluşumuna neden olacağı<br />
için verimi azaltabilmektedir. Genel olarak tepkimelerde kütlece %1-30 NaBH4<br />
kullanılmaktadır. Kullanılan miktarlar reaktanlar ve ürünlerin çözünürlükleri dikkate<br />
alınarak belirlenmelidir.<br />
Birçok avantaja sahip olan NaBH4 kullanımının yaygınlaşabilmesi için aşağıdaki<br />
sorunlar çözüm beklemektedir:<br />
� Üretim fiyatı uygun seviyeye çekilmeli<br />
� Oluşan yan ürünlerin geri kazanımı sağlanmalı<br />
� Kullanılan katalizörlerin özelliklerinin ve kullanım ömürlerinin geliştirilmeli<br />
� Büyük ölçekteki sistemlerde oluşan ısı uzaklaştırılmalı [9].<br />
2. Sodyum borohidrat üretim teknikleri<br />
2.1. Boraks tepkimeleri<br />
H3BO3<br />
H2SO4 B(OCH3)3<br />
CH3OH<br />
NaOHH 2O<br />
Boraks hidratları şeklinde doğada bulunur. Aşağıda görüldüğü gibi 90 ºC’de<br />
sülfürük asit ile tepkiye girmesi sonucu boric aside çevrilir.<br />
2CaO. 3B2O3. 5H2O + 2H2SO4 +6 H2O → 2 (CaSO4. 2H2O) + 6H3BO3 (1)<br />
Filtrasyon ve kristallendirme ile H3BO3 saflaştırılır. Boraks bünyesindeki su metal<br />
borhidrür üretiminde sorunlara neden olacağı için bir dizi işlemle uzaklaştırılması<br />
gerekir:<br />
¼ Na2B4O7.10H2O + ½ NaOH + 5/4 H2O � NaBO2.4H2O (2)<br />
NaBO2.4H2O � NaBO2 + 4H2O [270 ºC] (3)<br />
NaH<br />
MgH2<br />
NaBO2<br />
H2O<br />
NaBH4, katalizör<br />
91
92<br />
2.2. Trimetil Borat Tepkimeleri<br />
Trimetil borat B(OCH3)3 ıslak yöntemle metal borhidrür üretiminde kullanılan zayıf<br />
bir Lewis asitidir. Genellikle metil alkolün %70’lik azeotropu olarak piyasada bulunur.<br />
%99 saflıkta trimetil borat elde etmek olasıdır fakat bileşiğin kararlılığı düşüktür.<br />
Saf haldeki yoğunluğu 0.915 g/ml olan trimetil boratın azeotrop saflığı yoğunluk<br />
tayini veya titrimetrik metodlar ile bulunabilir.<br />
Trimetil borat boric asit ile metal alkolün 65˚C’de su tutucu kimyasallar (CaCl2,<br />
LiCl vb) varlığında, esterifikasyon tepkimesi ile üretilebilir. Üretim esnasında oluşan<br />
ürünün sürekli olarak ortamdan çekilmesi verimi arttırır. Ayrıca boraks ile üretimi<br />
de mümkündür ve aşağıdaki denklemde verilmiştir [11]. Bunun yanısıra,<br />
trimetil borat metanol yerine; 1,1-dimetiloksiklohezan veya 2,5-dimetiloksi, 2,5dimetil,<br />
1,4-dioksan kulanılarak da üretilebilir [12].<br />
B(OH)3 + 3CH3OH � B(OCH3)3 + 3H2O (4)<br />
Na2B4O7.10H2O + 2H2SO4 + 16CH3OH � 4[B(OCH3)3CH3OH] + 2NaHSO4<br />
+ 17H2O (5)<br />
2.3. NaBH4 Tepkimeleri<br />
Sodyum borhidrür çoğu kimyasal işlemde indirgen olarak kullanılır ve iyi bir hidrojen<br />
saklama ortamıdır [13]. Sodyum hidrür ile trimetil boratın otoklav içinde ve<br />
inert gaz altında gerçekleştirilen tepkimesi ticari üretim şeklidir ve bu yöntem<br />
Rohm-Hass tepkimesi olarak adlandırılır:<br />
4NaH + B(OCH3)3 � NaBH4 + 3NaOCH3<br />
(6)<br />
Tepkime 225-275 ˚C arasında gerçekleştirilir. Büyük ölçeklerdeki üretimde oluşan<br />
ısının ortamdan uzaklaştırılması gerekmektedir [14]. Ürün amonyak ve etilen<br />
diamin gibi çözücüler ile yıkanarak saflaştırılır. Dieter glikoller içinde NaBH4 çözünürlüğü<br />
sıcaklıkla büyük sapmalar göstererek saflaştırma işlemine uygun koşullar<br />
sağlasada, NaBH4 bu çözücülerde kararlı değildir. Zira Na atomu eterdeki oksijenin<br />
bağlanması için oldukça caziptir. NaBH4 üretiminde diğer bir yöntem ise silisyum<br />
dioksit ile boraksın aşağıdaki şekilde tepkimeye girmesidir;<br />
Na2B4O7 + 16Na + 8H2 + 7SiO2 � 4NaBH4 + 7Na2SiO3<br />
Tepkime 7’deki sodyum eksikliği giderilmelidir. Bu maksatla Na2CO3 kullanılması<br />
uygundur çünkü bu bileşik olası diğer sodyum kaynakları (NaOH, Na2O) gibi oksijen<br />
ve hidrür içermemektedir. Bu tepkime 3 atm basınç altında ve 450-500˚C sıcaklıkta<br />
yürütülür. Ürün amonyak ile saflaştırılır [15]. Bu yöntemlerin dışında sodium<br />
ve diboran, dietil eter içinde 24 saatte, veya sodyum hidroksit ve diboran kullanılarak<br />
aşağıda gösterilen şekillerde NaBH4 sentezlenmesi mümkündür [16].<br />
2Na + 2B2H6 � NaBH4 + NaB3H8<br />
(8)<br />
4NaOH + 2B2H6 � 3NaBH4 + NaBO2 + 2H2O (9)<br />
(7)
3. NaBH4’ün Hidrolizi ve Hidrojen Taşıyıcı Olarak Kullanılması<br />
Sodyum borhidrurden hidrojen üretiminde termal ve katalitik yöntemlerden faydalanılabilir.<br />
Hidrojen salınımı yakıt bünyesindeki protonların sudaki oksijen ile yer<br />
değiştirmesini içeren kimyasal bir süreç olduğu için katalitik yöntem daha fazla ilgi<br />
görmektedir. Bu süreçler aşağıdaki bölümlere detaylandırılmıştır.<br />
3.1. Termal Dehidrojenasyon<br />
MBH4 yapısındaki hidrojen sıcaklığın arttırılması ile uzaklaştırılabilir. Burada dikkat<br />
edilmesi gereken nokta uygulanan sıcaklığın erime noktasından yüksek olmamasıdır.<br />
MBH4’lerin (M=Li, Na and K) 1 atm hidrojen basıncı altında 10 ˚C min -1<br />
ısıtma hızı ile verdiği DSC profilleri aşağıdaki şekilde verilmiştir. Na ve K<br />
borhidrürler 497 ˚C and 607 ˚C’de birer noktada pik verirken, LiBH4 107 ˚C’de<br />
yapısal değişikliği ve 277 ˚C’de ise erimeyi ifade eden iki pik vermetedir [17].<br />
Fakat LiBH4 için hidrojen salınım sıcaklığı 340 and 500 ˚C olarak verilmektedir [18].<br />
Bu yüzden termal desorpsiyon sıcaklığının düşürülmesi gerekmektedir. Bu maksatla<br />
bazı yardımcı kimyasallar kullanılmaktadır. Metal borhidrürün katyonunu<br />
daha yüksek elektronegativiteye sahip yüksek valans katyonlu SiO2, Mg, Li ve Cu<br />
gibi yardımcı kimyasallar ile değiştirmek desorpsiyon sıcaklığını düşürmeye yardımcı<br />
olmaktadır.<br />
Şekil 2. Bazı MBH4’lerin (M=Li, Na, and K) DSC profilleri (0.1 MPa hidrojen altında ve 10 ˚C/min<br />
sıcaklık artış hızında) [17]<br />
3.2. Katalitik dehidrojenasyon<br />
NaBH4 hidrolizi katalizörle başarılı bir şekilde gerçekleştirilmekte ve suyun bünyesindeki<br />
hidrojen de kazanılabilmektedir [19,20]:<br />
NaBH4 + (2+x)H2O → 4H2 + NaBO2 . xH2O (10)<br />
İlk olarak Schlesinger ve arkadaşları (1953) NaBH4’ün katalitik hidrolizini gerçekleştirmişlerdir.<br />
Bu işlem için homojen veya heterojen katalizörler kullanılabilir<br />
[21]. Çalışmalar çoğunlukla sürecin kontrolünü kolaylaştıran heterojen katalizörler<br />
93
94<br />
üzerinedir. Keçeli ve Özkar [22] tarafından rutenyum (<strong>II</strong>I) asetilasetonat kullanımını<br />
önerilmiştir. Homojen katalizörler vasıtası ile sürekli ve kolayca hidrojen üretimi<br />
sağlansa da tepkimenin istenilen anda durdurulması mümkün olmamaktadır [23].<br />
3.2.1. Alkalin Hidroliz Çözeltisi<br />
NaOH hidroliz tepkimesinin aniden oluşmasını engellemek için ortama eklenmektedir.<br />
Tepkime ortamına göre kütlece %5-15 aralığında NaOH ortama eklenebilir.<br />
Ortamdaki NaOH, pH değerini 12-14 aralığına yükseltmektedir. Fazla kullanımın<br />
verimi düşürdüğünü belirten çalışmalar [24] Ru içeren katalizörler için mevcuttur.<br />
Bu kaybın nedeni suyun etkinliğinin azalması ve [25,26] ve aktif sitelerin BH4 -<br />
yerine OH - ile kaplanması olarak açıklanmıştır [27]. Diğer taraftan bazı çalışmalar<br />
ise NaOH varlığının tepkime üzerinde sıfırıncı dereceden etkiye sahip olduğunu ve<br />
hatta aktif alanların tazelenmesini sağlayarak B(OH)4 - adsorpsiyonunu kolaylaştırdığı<br />
izah etmektedir [28]. Genel olarak NaOH miktarını 3-5% aralığında tutmak<br />
hidrojen salınımını kontrol için yeterlidir [29,30].<br />
3.2.2. Hidroliz İçin Su Gereksinimi<br />
Sistem ağırlığının %95’ini su oluşturduğu için kullanım miktarı önemlidir. Su miktarının<br />
azaltılması uygulamanın yaygınlaşmasını ve küçük hidrojen motorlarının<br />
üretilmesini sağlayacaktır. 2015 yılına kadar, otomobillerde hidrojen kullanımı için<br />
en fazla su kullanımının (tepkime 10’daki x değeri) limiti Birleşik Devletler Enerji<br />
Bölümü (DOE) tarafından 0,84 olarak tanımlanmıştır. Bu değere erişmek için su<br />
miktarının 15 kat azaltılması gerekmektedir. Ancak bu sayede üreticiler 132 kg’dan<br />
hafif ve 300 mil yolu 8 kg hidrojenle kat edebilen bir motor üretebilirler. Su miktarını<br />
azaltmak için buhar kullananımı üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Sistemin dezavantajı<br />
NaBO2.H2O tarafından yakıtın kaplanması ve buharın derinlere ilerleyememesidir<br />
[31]. Çalışmaların istenilen sonuçları vermemesi araçlarda hidrojen<br />
enerjisi kullanımı ihtimalini oldukça azaltmaktadır [32].<br />
Tepkime 3’de NaBO2.4H2O’deki suyun uzaklaştırılması açıklanmıştır. Metaborat<br />
içindeki suyun azalması, yani az su ile hidrolizin gerçekleştirilmesi bu süreci kolaylaştıracaktır.<br />
Fakat bu noktada NaBH4 ve NaBO2 nin 100 g su içerisindeki 55 ve<br />
28 g ile sınırlı olan çözünürlükleri büyük bir problemdir. Üstelik bu iki madde ortamda<br />
iken birbirlerinin çözünürlükleri üzerinde olumsuz etkileri vardır.<br />
1 mol BH4 − is hidrolizlendiğinde, 1 mol B(OH)4 − oluşmakta ve 2 mol su BO2 −<br />
iyonları tarafından tutulmakta ve suyun etkinliği azalmaktadır. Sonuç olarak, yüksek<br />
miktarda yakıt içeren sistemlerde hidrojen üretimi NaBH4 ve H2O konsantrasyonlarına<br />
bağlıdır [23]. NaBH4 miktarı enerji yoğunluğunu en üst düzeye çıkartacak<br />
kadar arttırılırken oluşan istenmeyen ürünlerin ortamda çökeceği ve sıvı fazın dolaşımında<br />
sorunlar oluşturacağı unutulmamalıdır. Teorik olarak azalan su miktarı ile<br />
aşağıdaki tepkimeler gerçekleşir [23]:
NaBH4 + 6H2O → 4H2 + NaBO2.4H2O (veya NaB(OH)4.2H2O) ↓,<br />
H˚ = -272.4 kJ mol −1 NaBH4<br />
NaBH4 + 4H2O → 4H2 + NaBO2.2H2O (veya NaB(OH)4) ↓,<br />
ΔH◦ = −250.1 kJ mol −1 NaBH4<br />
3.2.3. Katalizör Hazırlanışı ve Hidroliz Tepkimesine Tesiri<br />
3d geçiş elementleri uygun fiyatları ve farklı değerlikleri nedeni ile katalizör üretiminde<br />
sıklıkla kullanılırlar. Bu elementler kullanımları öncesinde NaBH4 ile metal<br />
borürlere (özellikle, Co-B ve Ni-B) indirgenirler. Kompozit katalizör üretimi gerektiğinde<br />
ek malzemeler ve yüzey aktif maddelerden faydalanılır. Filtrasyon, süzme<br />
ve kurutma işlemleri ile üretim tamamlanır. Son aşamada katalizörün etanol ile<br />
yıkanması kurumayı kolaylaştırır ve yüksek sıcaklıklarda karşılaşılan oksitlenme,<br />
sinterleşme gibi etkileri azaltır. Katalizörün indirgenmesi hidroliz esnasında da<br />
sağlanabilir. Bu durumda ilk hidrolizlerin yavaş olması kaçınılmazdır. Katalizörün<br />
inert ortamda saklanması ve taze olarak kullanımı daha verimli sonuçlar alınmasını<br />
sağlar.<br />
Katalizörlerin verimleri üzerinde yüzey alanın etkisi oldukça fazladır. Uygun gözenek<br />
çapı, yüzey alanı ve katalizör yapılanması (core-shell, alloy vb) üretim yöntemleri<br />
ile yakından alakalıdır. Patel ve arkadaşları (2009) hızlı indirgeme ile parçacıkların<br />
oluşumu için yeterli süre tanınmamasının 30-40 nm boyutunda Co-P-B<br />
katalizörlerin elde edilmesini sağladığını rapor etmişlerdir. Bu katalizörler ile yaklaşık<br />
4000 ml min -1 g -1 , hızda hidrojen üretimi başarılmıştır [28]. Chen ve arkadaşları<br />
(2009) kütlece 10 -2 % NaBH4 konsantrasyonunun polimer destekli Ru katalizörü<br />
üretimi için en iyi koşul olduğunu ve 1.5-2.0 ml/min titrasyon hızında uniform ve<br />
kusursuz Ru nanopartiküllerinin oluştuğunu bildirmişlerdir [33]. Aktif karbon, γ-<br />
Al2O3 ve silika alkali çözelti içinde şekillerini koruyabilen desteklerdir. 3d geçiş<br />
elementlerinin tuzlarının birlikte kullanımıyla sentezlenen katalizörlerin üstün özelliklere<br />
sahip olmasını sağlamaktadır. PtRu-LiCoO2 katalizörünün etkinliği Ru-<br />
LiCoO2 veya Pt-LiCoO2 katalizörünün iki katıdır [29]. Zhang ve ark. Ru/karbon<br />
katalizörünün kinetiği üzerine çalışmışlardır. Düşük sıcaklıklarda sıfırıncı, yüksek<br />
sıcaklıklarda birinci derecede yürüyen tepkime bir dizi adsorpsiyon-desorpsiyon<br />
süreci içerdiği için Langmuir-Hinshelwood modeli ile açıklanmıştır [30]. Tepkime<br />
sıcaklığı ve NaBH4 konsantrasyonu tepkime kinetiğini etkileyebilmektedir. Bu sebeple<br />
tepkime hızının tespitine yönelik çalışmalar sıcaklığa ve konsantrasyona göre<br />
farklılık gösterenler olarak iki grupta toplanabilir. Sentezlenen Co-P-B katalizörü<br />
NaBH4 konsantrasyonu 0.075 to 0.25 M aralığında iken sıfırıncı, konsantrasyon<br />
0.05 M’dan az iken birinci derece kinetiğe uymaktadır [28].<br />
95<br />
(11)<br />
(12)
96<br />
3.2.4. Destekli Katalizörler<br />
Hidrojen üretimi petrol ve doğal gaz kullanılarak; buhar-metan, buhar-oksijen veya<br />
oto-termal yöntemler ile yapılabilmektedir. Fakat bu sistemlerin boyutları oldukça<br />
büyüktür ve ufak cihazlarda kullanım şansı yoktur. Bu teknolojilere göre NaBH4<br />
vasıtası ile hidrojen üretimi daha çevreci, güvenli, kontrol edilebilirdir. Alkali ortamda<br />
NaBH4 hidrolizi karbon, karbon siyahı ve alümina destekli platin katalizörü<br />
ile incelenmiştir. Geniş yüzey alanı sebebi ile 8.5 L/min.g Pt hızında hidrojen<br />
salınımı gerçekleştirilmiştir. 2 nm boyutundaki katalizörler ile üretilen kütlece 6%<br />
Pt içeren katalizörün en başarılı sonucu verdiği ve bu boyuta erişebilmek için<br />
kalsinasyon sıcaklığının 300˚C olması gerektiği anlatılmıştır [34].<br />
Farklı bir çalışmada, Co, Ni, Ru, Pt ve Pt/Ru’dan sentezlenen katalizörler aktif karbon<br />
ve γ-Al2O3 üzerinde desteklenmiştir. γ-Al2O3’nın gözenek çapı difüzyon direncine<br />
neden olmayacak kadar büyük olmasından dolayı, 1 g Co/γ-Al2O3 katalizörü 330<br />
dakikada boyunca yakıt hücresini 220 mL/min akış hızında hidrojenle besleyebilmiştir<br />
[35]. Ingersoll ve ark. 0 ˚C’de başarı ile üretim yapabilecek Ni-Co-B üzerinde<br />
çalışmışlar ve NaOH miktarının kütlece %15’i aştığı durumlarda verimin düştüğünü<br />
kaydetmişlerdir. Ayrıca artan NaBH4 miktarının aşırı NaBO2 oluşumuna neden olduğu<br />
ve verim üzerinde olumlu etkisinin olmadığında ve kullanılan yakıt miktarının Ni-<br />
Co içeren katalizörler için iyi ayarlanması gerektiğini belirtmişlerdir [24].<br />
3.2.5. Manyetik Katalizör Kullanımı<br />
Ni, soy metal olmayan fakat katalizör olarak kullanılabilen ve ferromagnetik doğasından<br />
ötürü manyetik ayrıştırıcı olarak kullanılabilen bir elementtir. Liu ve arkadaşları<br />
(2009), kısıtlı magnetic özelliklere sahip Ru ile Ni’i kullanarak güçlü manyetik<br />
özelliklere sahip bir katalizör üretmişlerdir. Üretilen katalizör manyetik tesirler<br />
ile tepkime sonrasında oluşan NaBO2’dan kolayca ayrılmıştır [27]. Üzerinde<br />
değişiklik yapılmış ticari Co katalizör ile Oronzio ve ark. Yakıt hücresi güç jeneratörü<br />
kurmuşlardır. Tasarlanan manyetik sistemin 25 mL/min akış hızında hidrojen<br />
üretebildiği ve %90 hidrojen verimliliği sağladığı görülmüştür. Katalizörün kararlılığı<br />
ve aktifliğinin mobil hidrojen generatörlerinde uygulanabilecek derecede uygun<br />
olduğundan bahsedilmiştir [9].<br />
3.2.6. Co-Ni Katalizörü Tepkime Mekanizması<br />
Co-Ni-B katalizörü Co-B ve Ni-B’ün NaBH4 ile indirgenmesi ile sentezlenebilir.<br />
Co-Ni-B’ün gösterdiği verim tek başına kullanıldığında Ni-B veya Co-B’ün gösterdiğinden<br />
daha iyidir çünkü tepkime esnasında Co ve Ni arasında elektro-sinerjitik<br />
etkileşim meydana gelmektedir. Bu sayede tepkimenin aktivasyon energisi 34<br />
kJ/mol’e kadar inebilmektedir. Olayın daha iyi anlaşılabilmesi için gerçekleşen<br />
olayın basamakları söyle özetlenebilir: ilk olarak, BH4 − iyonu Co veya Ni yüzeyine<br />
kimyasal olarak bağlanır. Bu esnada BH4 − iyonundan bir hidrojen Ni veya Co metali<br />
tarafından kopartılır. Bu hidrojen atomu metalin serbest elektronlarından dolayı
negatif yüklüdür ve yüzeyi (H − ) formunda terk eder. H − sudan bir hidrojen alarak<br />
hidrojen molekülünü oluştururken açığa çıkan OH − iyonu BH3 ile tepkime vererek<br />
BH3(OH) − iyonunu oluşturur. Bu süreç B(OH)4 − oluşana kadar devam eder. Süreç<br />
sonunda moleküler hidrojen ortama verilmiş olur [36]. Katalizör içerisindeki Co ve<br />
Ni miktarları önemli bir parametredir. En iyi oran Co0.85-Ni0.15-B şeklinde<br />
Fernandes ve arkadaşları tarafından önerilmiştir. Katalizörlerin çoğu yüksek sıcaklıklarda<br />
özelliklerini yitirirler. Bu durum katalizörlerin ılıman şartlarda kullanılması<br />
zorunluluğunu doğurur. 500 ˚C’de Co-Ni-B katalizörü yüzey morfolojisi iyi dağılmış<br />
partiküllerden gözenekli kristal morfolojisine dönüşür. Bu değişime rağmen<br />
katalizör aktivitesini korumuştur. Dolayısı ile bu katalizör yüksek sıcaklık uygulamaları<br />
için önerilmektedir [36].<br />
Avantajlı fiyatı ve aktivitesi nedeni ile CoCl2 özel bir önem hak etmektedir. CoCl2<br />
86.3 L min -1 g -1 hidrojen üretim kapasitesi ile diğer kobalt (CoSO4, Co(CH3COO)2,<br />
Co(NO3)2, CoF2, Co3(C3H5O(COO)3 3- )2, Co(CH3COCHCOCH3)2) bileşikleri arasında<br />
en önde gelmektedir. CoCl2’ün bu üstün özellikleri Co 2+ ve Cl - arasındaki<br />
kusursuz iyonlaşmadan kaynaklanmaktadır. Klor en elekronegatif element olduğu<br />
için Co 2+ elektrofilik özellik sergilemektedir. Co 2+ bu özelliği sebebi ile BH4 -<br />
aynonu açısından oldukça caziptir [37].<br />
Hidrojen fosfat iyonu ile kararlılığı sağlanmış ortamda, Nikel (<strong>II</strong>) asetilasetonat’ın<br />
NaBH4 ile indirgenmesiyle hazırlanan nikel nanopartikülünün oda sıcaklığında dahi<br />
oldukça aktif olduğu ve 1450 defa kullanılabildiği Önder ve Özkar tarafından tespit<br />
edilmiştir. NaBH4 hidrolizi kinetiğinin katalizör konsantrasyonu için birinci mertebeden,<br />
reaktant konsantrasyonu için ise sıfırıncı dereceden olduğu gözlenmiştir. Bu<br />
sebepten dolayı sentezlenen katalizörün yüksek NaBH4 konsantrasyonlarında kullanılabileceği<br />
söylenmiştir [38].<br />
3.2.7. Elektrokimyasal Katalizörler<br />
Elektrodepozisyon tekniği ile katalizör üretilirken bazı parametreler vasıtası ile<br />
katalizör özelliklerine müdahale etmek mümkündür. Kim ve ark. Co-Ni-P katalizörü<br />
ile Cu yüzeyine 0.01-0.1 A cm -2 katodik akım yoğunluğu uygulanarak kaplanabileceğini<br />
göstermiştir. Artan Co miktarı ile yüzeyde daha fazla 3 boyutlu katalizör<br />
partikül büyümesi gözlenmiştir. Bu tür yüzey morfolojileri yüksek yüzey alanı<br />
sağladığı için hidrojen salınım hızı da yüksek olmaktadır. Kapsamlı araştırmalar<br />
düşük katodik akım yoğunluğunun 2 boyutlu morfoloji sağladığını göstermiştir.<br />
Ayrıca artan katodik akım yoğunluğu ile Co-Ni-P içerisindeki kobalt miktarı azalırken<br />
Ni artmaktadır. Uzun sureli elektrodepozisyonun üç boyutlu partikül büyümesini<br />
ve yüzey alanını arttırdığı ve dolayısı ile hidrojen üretim veriminin de arttığı<br />
gözlenmiştir. Üretilen Co-Ni-P katalizörünün 15 kere kullanılması sonunda veriminde<br />
sadece %25,4’lük kayıp gözlenmiştir [39].<br />
97
98<br />
Elektronik cihazların ihtiyacı olan enerjinin lityum pilleri yerine yenilenebilir ve<br />
temiz bir kaynak olan yakıt hücrelerinden karşılanması istenmektedir. Direk sıvı<br />
yakıt hücreleri (DLFCs) sıvı yakıt kullandıkları için gelecekteki süreçler için avantajlı<br />
olarak düşünülmektedir. Polimer elektrod memran yakıt hücreleri (PEMFCs)<br />
ise DLFC’den daha fazla güç üretebilirler fakat taşınabilir sistemlerde uygulanmasında<br />
sorunlar mevcuttur [40]. PEMFC’leri besleyebilmek için gözenekli nikel<br />
destekli Co-B katalizörü üretilmiştir. Oldukça basit bir yöntemle üretilen katalizör,<br />
kütlece %20 NaBH4 içeren tepkimelerde NaOH konsantrasyonundan etkilenmemiştir.<br />
Kütlece %12.5 NaBH4 en iyi hidrojen verimini sağlamıştır. Sistem dakikada 6<br />
L’den fazla hidrojen üretebilmektedir ki bu miktar 450 W gücündeki bir PEMFC’I<br />
çalıştırmaya yetecektir [40]. Sistem başarılı bir şekilde işlese de oluşan su buharı<br />
memrana zarar vermektedir. Bazı ek kurutma sistemleri ile bu sorunun üstesinden<br />
gelmek mümkündür. Dehidrojenasyon süreci birçok madde, faz akışı ve farklı ısı ve<br />
kütle aktarımı olaylarını içermektedir. Zhang ve arkadaşları yakıt hücresindeki kütle<br />
ve ısı aktarımını modellemeye çalışmışlardır. Model iki parçadan oluşmaktadır:<br />
Birincisi; izotermal olmayan buharlaşma süreci, ikincisi ise; gözenekli ortamdaki<br />
basınç kaybıdır. Ayrıca heterojen katalizörün açıklanabilmesi için tek boyutlu sayısal<br />
bir model geliştirilmiştir. Geliştirilen model kimyasal tepkime ve sıvı fazdan gaz<br />
fazına geçen su buharını tahminde başarı gösterirken yüksek sıcaklık ve basınçlarda<br />
yanılsamalara neden olmaktadır. Su buharı ayrıştırılması olayının teorik olarak<br />
irdelenmesi bu sorunun çözümü için iyi bir başlangıç olacaktır [41].<br />
4. NaBO2 Geri Kazanımı<br />
Hidroliz işlemi NaBH4’ün NaBO2 ve hidrojene parçalanmasıdır. Tepkime sonrasında<br />
oluşan NaBO2’nın geri kazanımı sürecin ekonomik olarak devam edebilmesi için<br />
gereklidir. Geri kazanımın başarısı için öncelikle NaBO2 yapısına bağlı suyun uzaklaştırılması<br />
gereklidir. Kurutma işlemi su tutucular eşliğinde termal yöntemler ile<br />
yapılabilir. Genellikle bağlı su 370 ˚C civarında kopartılabilmektedir, ıslak sodyum<br />
metaboratta ise bu değer 270 ˚C’dir. En az miktarda su kullanımı sağlayan katalizörlerin<br />
geliştirilmesi ile kurutma işlemine düşen yükün azalması beklenmektedir.<br />
NaBO2’ın NaBH4’e dönüştürülebilmesi için farklı yollar vardır. Bunlardan bir tanesi<br />
kuru NaBO2’ın MgH2 ile aşağıdaki şekilde tepkimeye girmesidir;<br />
NaBO2 + 2MgH2 � NaBH4 + 2MgO (13)<br />
Bu tepkime 0.5-7 MPa hidrojen basıncı altında ve 350-750 ˚C’de sürdürülür. Tepkimenin<br />
en verimli olduğu durum 7 MPa basınç ve 550 ˚C’dir. Ürünler gaz fazında<br />
olmadığı için basıncın arttırılması ile verimin daha da artması beklenmektedir. Tüm<br />
bu teorik beklentilere rağmen sinterleşme nedeniyle verim %10 ile sınırlıdır [42].<br />
Yüksek sıcaklık işlemlerinin ortak sorunu olan sinterleşme (kekleşme)’ye tedbir<br />
olarak ortama MgSi2 eklenmesi mümkündür [42].
NaBO2 geri dönüşümünde karbon ve metan kullanımı Kojima ve Haga tarafından<br />
açıklanmıştır [42]. Önerilen süreç katalizör ve yüksek sıcaklığa ihtiyaç duyduğu<br />
için ekonomik değildir. Dolayısı ile alternative yöntemler gereklidir ve bilyeli değirmen<br />
kullanımı bu alanda umut vermektedir. Yapılan bir çalışmada KBO2 dönüşümü<br />
için argon atmosferinde NaH, MgH2 ve CaH2 kullanılmış ve KBH4 üretilmiştir.<br />
Bu ve benzeri işlemlerde Şekil 3’de verilen diğer kimyasallarında kullanılması<br />
olasıdır. NaH termodinamik olarak istenen tepkimeyi vermeye yatkın değildir.<br />
CaH2 ile yapılan çalışmaların verimi ise yetersiz bulunmuştur. MgH2 kullanılarak<br />
gerçekleştirilen 120 dakikalık çalışmada ise stokiometrik oranlar uygulanır ise %32<br />
verim ile dönüşümün gerçekleştirilebileceği görülmüştür. %35 fazla MgH2 kullanımı<br />
ile ise verim %100’e erişmektedir. KBH4’ün saflaştırılması maksadıyla Şekil 3’de<br />
verildiği gibi etilen diamin ile ekstraksiyon ve filtrasyon işlemleri gereklidir [43].<br />
MgH2,<br />
CaH2,<br />
NaH2,<br />
Na2CO3,<br />
NaOH,<br />
Na2O2,<br />
B,<br />
B2O3<br />
(Metal)BO2,<br />
Li, Na<br />
Bilyeli<br />
değirmen<br />
Ekstraksiyon Filtrasyon<br />
Evaporasyon<br />
Şekil 3. Bilyeli değirmen kullanılarak metal metaboratların, metal borhidrürlere çevrimi<br />
NaBO2’ün NaBH4’e dönüşümü oksijen atomları ile hidrojenin yerdeğiştirmesidir.<br />
Bu maksatla farklı formlardaki hidrojen atomları kullanılabilir. “Protid” sıvı ve<br />
metal halde metal-hidrojen kompleks anyonunda bulunabilen bir hidrojen formudur.<br />
Hidrojenin tepkime vermeye daha yatkın bu şekli dinamik hidrojenasyon ve<br />
dehidrojenasyon süreçleri ile NaBH4 sentezinde önemli rol oynamaktadır. Bu süreç<br />
gaz hidrojen ve protid arasındaki geçiş halleri üzerine kuruludur. Hidrojenasyon ve<br />
dehidrojenasyon süreci esnasındaki Mg-H sistemi içerisindeki etkileşimler, uygulanan<br />
yöntemin neden olduğu, başlangıç ve son durum arasındaki termal farklılıklar<br />
ile desteklenir. Düşük sıcaklıklarda Mg-H sistemi MgH2 şeklinde kalmak isterken<br />
yüksek sıcaklıklarda hidrojen gaz fazı ve protid formu arasında geçişler sergiler. Bu<br />
süreç esnasında magnezyum yüzeyine hidrojenin tutunması mümkün değildir, yani<br />
tepkime sonunda oluşan ürünler sadece NaBH4 ve MgO’dir. Uç sıcaklık değerlerinde<br />
geçişler sergileyen Mg yüzeyi H2-2H - dönüşümünü sağlayan bir katalizör olarak<br />
düşünülebilir [44]. Bilyeli değirmenler kapalı bir hazne içerisindeki kimyasalların<br />
üç boyutlu hareket ile birbirlerine çarpıştırılmasın sonucu istenen tepkimelerin oluşmasını<br />
sağlayan ekipmanlardır. Bilyeli değirmenlerin en büyük dezavantajı kısıtlı<br />
hazne hacimleridir. Buna rağmen yüksek NaBH4 dönüşümü verimleri nedeni ile<br />
kullanımları sıklıkla tercih edilmektedir [45].<br />
99
100<br />
Şekil 4. Farklı yöntemler ile NaBH4 üretiminin X ışını kırınımları<br />
Susuz boraks ve elemental sodyum, NaBO2’ün alternatifi olarak bilyalı değirmende<br />
NaBH4 üretimi için kullanılabilir. Tepkime 6’da verilen Rohm-Hass üretim yöntemi<br />
Şekil 1’deki çevrimin bir kısmını oluşturan popüler bir yöntemdir. Bilyeli değirmende<br />
Rohm-Hass sürecinden farklı olarak hidrojen kaynağı olarak MgH2 kullanılmaktadır.<br />
Farklı teknikler ile üretimin XRD and FTIR analizleri Şekil 4 ve 5’de<br />
verilmektedir. Susuz boraks kullanımındaki sodyum ihtiyacı nedeni ile teorik olarak<br />
en fazla %50 verim beklenebilir. XRD analizlerinde düşük verim açıkça görülmektedir.<br />
Ayrıca iodimetrik analizlerde boraks-NaBH4 dönüşümü oranı %38 olarak<br />
tespit edilmiştir. Bu değer NaBO2 dönüşümü için %73’dür. Bilyalı değirmen ve<br />
Rohm-Hass çalışmaları arasındaki söylenebilecek ilk farklılık; bilyalı değirmenden<br />
alınan ürünün amorf yapısıdır. Bu sebepten dolayı pikler geniştir ve diğer pikler<br />
tarafından perdelenmektedir. Özellikle MgO yan ürününün 40,8 civarındaki geniş<br />
piki NaBH4 pikini örtmektedir.
101<br />
Çalışmalar bilyeli değirmendeki sürenin verim üzerinde tesirinin olduğunu göstermektedir.<br />
Artan süre ile verim de artmaktadır. Uzun çalışma süresi tüm molekül ve<br />
atomların Mg yüzeyi ile temasa geçebilmesini sağlamaktadır. Ayrıca fazla MgH2<br />
kullanımı tepkimeyi olumlu yönde etkilemektedir. %10-40 fazla MgH2 kullanımı ile<br />
NaBH4 üretim veriminin %70’in üzerine kolaylıkla çıkartılabileceği gözlenmiştir [46].<br />
5. NaBO2-Boraks Dönüşümü<br />
NaBH4 ile hidrojen üretmenin önündeki engeller arasında önde gelenler NaBH4’ün<br />
yüksek fiyatı ve NaBO2 dönüşümündeki eksik bilgi birikimidir. Elektrokimyasal<br />
yöntem ile sodyum metaborattan boraks üretimi gerçekleştirilebilir. NaBO2 yerine<br />
boraks NaBH4 üretiminde başlanğıç bileşeni olabilir. Termodinamik bakımdan<br />
boraks kullanılarak NaBH4 üretmek NaBO2 ile üretmekten daha az enerji gerektirmektedir.<br />
Boraks ile üretimin Gibbs serbest enerjisi -239.7 kJ mol -1 iken, sodyum<br />
metaborat için bu deger -269.7 kJ mol -1 ’dür [47]. Boraks üretimi için Pd, borlu<br />
elmas (BDD), Au ve Pt +1.54 V gerilimindeki elektrod ile 5 saat süresince çalışılmıştır.<br />
Pd and BDD electrodların Pt elektroda gore daha düşük gerilimde daha yüksek<br />
verime sahip olduğu anlaşılmıştır. BDD elektrod az enerji sarfiyatı nedeniyle en<br />
uygun elektrod olarak tavsiye edilmiştir [47].<br />
Islak boraks ile NaBO2 üretilebilir ve su molekülleri Tepkime 2 ve 3’de görüldüğü<br />
şekilde uzaklaştırılabilir. Bunun yanında metaboratlar hidürler ile Şekil 3’de verildiği<br />
gibi hidrürler ile bilyeli değirmende işlenebilirler.<br />
(4-9)MgH2 + Na2B4O7 + X � 4NaBH4 +(8-9) MgO + Y (14)<br />
Tepkime 14’teki X; sodyum eksikliğini gidermek için tepkimeye eklenen bileşiği<br />
(Na2CO3, NaOH veya Na2O2) ifade etmektedir. Kullanılan X bileşiğinin türüne göre<br />
MgH2’ün stokiometrik katsayısı 4-9 aralığında değişir ve CO2 veya hidrojen ise yan<br />
ürün olarak alınır. Tepkime 14’te yan ürünler Y ile ifade edilmiştir [7].<br />
NaOH ve Na2O2, hidroksit ve oksijen içermektedir. Bu fonksiyonel gruplar tepkime<br />
neticesinde istenmeyen ürünlerin meydana gelmesine neden olabilirler. Bilyeli değirmen<br />
çalışmalarında oksijen ve su buharından arındırılmış ortamlarda çalışmak<br />
gereklidir. Bu amaçla kontrollü atmosfer cihazları kullanılır. Düşük Gibbs serbest<br />
enerjisine sahip Na2CO3 ile üretim tepkimesi (Çizelge 2) termodinamik açıdan uygulanması<br />
kolay olandır. Deneysel sonuçlar da bu tespitin doğruluğunu göstermektedir<br />
[7].
102<br />
Çizelge 2. Bilyeli değirmende kullanılabilecek Na kaynağı bileşiklerin tepkime üzerindeki termodinamik<br />
etkisi<br />
Tepkime ΔGº, (kJ/mol NaBH4)<br />
4MgH 2 + Na 2B 4O 7 � 2NaBH 4 + 4MgO + B 2O 3<br />
8 MgH 2 + Na 2B 4O 7 + Na 2CO 3 � 4NaBH 4 + 8MgO + CO 2<br />
9MgH 2 + Na 2B 4O 7 + 2NaOH � 4NaBH 4 + 9MgO + 2H 2<br />
9MgH 2 + Na 2B 4O 7 + Na 2O 2 � 4NaBH 4 + 9MgO + H 2<br />
-239.7<br />
-254.4<br />
-360.6<br />
-438.4<br />
Na 2B 4O 7 + 7MgH 2 + 2NaH � 4NaBH 4 + 7MgO -1077.1<br />
Na 2B 4O 7 + 8MgH 2 + 2Na � 4NaBH 4 + 7MgO + Mg -1206.4<br />
Tepkime 14’te gösterilen yöntem kullanılarak borakstan NaBH4 üretmek mümkündür<br />
[48]. Böylece geri kazanım süreci içerisinde alternatif yöntemler oluşacak ve<br />
üretim için ekonomik olanlar seçilebilecektir. Ayrıca boraks kullanılarak sodyum<br />
metaborat sentezlemek ve son ürün olarak NaBH4 üretmek de olasıdır.<br />
6. NaBH4’ün Karakterizasyonu<br />
Tepkimelerden sonra gerçekleştirilecek analizler istenen ürünün ne oranda<br />
sentezlene bildiği hakkında bilgi verirler. NaBH4 varlığını tespit için birçok yöntem<br />
mevcuttur. En kolay ve hızlı tespit yöntemi Şekil 5’te verilen hidroliz sisteminde<br />
ürünün hidrojen içeriğinin tespit edilmesi olabilir. Teorik olarak, 1 g NaBH4 1.18<br />
NL hidrojen üretebilmektedir. Sudan kazanılan hidrojen de eklenirse bu miktar 2.5<br />
NL’ye kadar artabilmektedir.<br />
Şekil 5. Hidroliz düzeneği
103<br />
FTIR analizi NaBH4 varlığını tespit etmenin ayrı bir yoludur. Bu yöntemin avantajı<br />
çok az (1-3 mg) numunenin yeterli olması ve hızlı sonuç alınmasıdır. Analiz esnasında<br />
B-H bağının oluşturduğu atomik titreşimler tespit edilmeye çalışılır. Bu titreşimler<br />
BH4 - grubunun numunede bulunduğunu gösterir. Raman spektometresinde<br />
de 2320 cm -1 civarında B-H pikleri algılanır. FT-IR, analizlerinde ise B-H bağı<br />
titreşimi 2280 cm -1 civarında görülür. Bunun yanı sıra, Raman spektrometresinde<br />
yapı içerisindeki kristal oluşumları bulmak ve analizlerini yapmak da mümkündür.<br />
Şekil 4’te verilen XRD analizlerine ait numunelerin FTIR grafikleri Şekil 6’da verilmiştir.<br />
Ayrıca, metal borhidrürler için algılanması olası FTIR pik bölgeleri Çizelge<br />
3’de özetlenmiştir.<br />
Şekil 6. Farklı yöntemler ile üretilen NaBH4 bileşiğine ait FTIR grafikleri<br />
Çizelge 3. Metal borhidrürlerin FTIR analizlerinde görülebileceği aralıklar<br />
Fonksiyonel grup Adsorpsiyon peak alanı (cm -1 )<br />
BH 2630-2350 (g) 1075-1010*<br />
BH 2<br />
BH 4 -<br />
BO 1400-1300<br />
BO 2 -<br />
B 4O 7 2-<br />
CO 3 2-<br />
2630-2350 (g) 1205-1140 (g) 975-945(z)<br />
2400-2200(g) 1130-1040(g)<br />
1360-1300(g)<br />
MO* (M=Metal) 1100-900(g)<br />
1370-1330(g) 1090-1070(o) 1000-990(g)<br />
1450-1410(g) 880-850 720-680*<br />
Crystalline water 3600-3000(g) 1670-1600(g)<br />
g: Güçlü adsorptsiyon, o: Orta (normal) adsorpsiyon, z: Zayıf adsorpsiyon, *: Geniş pik
104<br />
Titrimetrik metod ilk olarak Lyttle ve arkadaşları (1952) tarafından uygulanmıştır.<br />
Yöntem ile NaBH4 miktarını yüzde değer olarak hesaplamak mümkündür. XRD<br />
analizlerinde amorf yapıların sonuçları kesinlik taşımadığı için titrimetrik yöntemin<br />
uygulanması destekleyici olacaktır. Bunlara ek olarak UV spektroskopisi ile de<br />
NaBH4 varlığı tespit edilebilmektedir.<br />
7. Sonuç<br />
Temiz ve yenilenebilir bir enerji (hidrojen) kaynağı olan NaBH4’ün üretim, kullanım<br />
ve geri kazanım şartları üzerine bazı bilgiler bu çalışmada derlenmiştir. NaBH4<br />
kullanarak hidrojen elde etmenin yolları üzerinde durulmuş, bu konudaki çalışmalar<br />
ve bilim insanlarının fikirleri irdelenmiştir. Hidrojen eldesinde kullanılabilecek<br />
birçok katalizöre de yer verilmiştir. Yan ürün NaBO2’ın geri kazanımı planlanan<br />
geri dönüşüm sistemi için gereklidir. NaBH4’ün 50$/kW civarında olan maliyetinin<br />
geri çevrim prosesleri ile düşürülmesi ve böylece farklı ekipmanlarda kullanımının<br />
yaygınlaşmasının sağlanması olasıdır. Çevresel ve ekonomik kaygılar bilim insanlarını<br />
atık materyallerin yeniden kazanımı konusunda çalışmalar yapmaya yönlendirmektedir.<br />
Dolayısı ile, kullanılmakta olan yöntemlerin kısa zamanda yerlerini ileri<br />
teknolojilere bırakmalarını beklemek yanlış olmaz. Ayrıca; elektrokimyasal yollar<br />
ile NaBO2’nin boraksa dönüşümü, boraksdan direk olarak NaBH4 üretimi ve magnezyum<br />
elementinin hidrojen molekülü üzerindeki katalitik etkisi üzerinde yapılacak<br />
çalışmalar, hidrojen enerjisi alanında yeni ufukların belirmesini sağlayacaktır.<br />
Kaynaklar<br />
1. Chater, P.A.; Anderson, P.A.; Prendergast, J.W.; Walton, A., Mann, V.S.J.; Book, D.;<br />
David, W.I.F.; Johnson, S.R.; Edwards, P.P. J Alloys and Compd. 2007, 446-447, 350-<br />
354.<br />
2. Kojima, Y.; Kawai, Y.; Kimbara, M.; Nakanishi, H.; Matsumuto, S. Int J Hydrogen<br />
Energy. 2004, 29, 1213-1217.<br />
3. Kojima, Y.; Suzuki, K.; Kawai, Y. J Power Sources. 2006, 155, 325-328.<br />
4. Kaya, S.; Gürü, M.; Ar, I. Synthesis of magnesium borohydride from its elements and its<br />
usage in hydrogen recycle. Proceeding 2 nd International hydrogen Energy Congress and<br />
Exhibition; Alnıak, O.; Ed.; IHEC Istanbul Turkey; 13-15 July 2007, p. 211.<br />
5. Matsunaga, T.; Buchter, F.; Miwa, K.; Towata, S.; Orimo, S.; Züttel, A. Renewable<br />
Energy. 2008, 33(2), 193-196.<br />
6. Li, Z.P.; Liu, B.H.; Morigazaki, N.; Suda, S. J Alloy and Compd. 2003, 354, 243-247.<br />
7. Li, Z.P.; Morigazaki, N.; Liu, B.H.; Suda, S. J Alloy and Compd. 2003, 349, 232-236.<br />
8. Çakanyıldırım, Ç.; Gürü, M. Renewable Energy. 2008, 33, 2388-2392.<br />
9. Oronzio, R.; et al., New reactor design for catalytic sodium borohydride hydrolysis,<br />
International Journal of Hydrogen Energy (2009), oi:10.1016/j.ijhydene.2009.01.056
105<br />
10. Lyttle, D.A.; Jensen, E.H.; Struck, W.A. Anal Chem. 1952, 24, 1843-1844.<br />
11. Schlesinger, H.I.; Brown, H.C.; Mayfield, D.L.; Gilbreath, J.R. J Am Chem Soc. 1953,<br />
75. 213-215.<br />
12. Bowman, C.M.; Watson, E.J. Method for the preparation of trimethyl borate.<br />
US2976313, 1962.<br />
13. Bilici, U.; Sodium borohydride production methods; Özdağ H.; Ed.; Second International<br />
Boron Symposium, 23-25 September 2004, Eskişehir Turkey, 119-125.<br />
14. Çakanyıldırım, Ç.; Gürü, M. Production of NaBH4 and hydrogen release with catalyst,<br />
Renewable Energy (2009), doi:10.1016/j.renene.2009.02.028<br />
15. Cooper, H.B.H. Production of alkali metal borohydrides, US Patent No:3,473,899, 1969.<br />
16. Adams, R.M.; Siedel, A.R. Boron, metallo-boron compounds and boranes, Interscience<br />
Publisher: New York, 1964, 390-392.<br />
17. Nakamori, O.; Orimo, S. J Alloys Compds. 2004, 370, 271-275.<br />
18. Züttel, A.; Wenger, P.; Rentsch, S.; Sudan, P.; Mauron, P.; Emmenegger, C. J Power<br />
Sources. 2003, 118, 1-7.<br />
19. Pena-Alonso, R.; Sicurelli, A.; Callone, E.; Carturan, G.; Raj, R. J Power Sources. 2007,<br />
165, 315-323.<br />
20. Cho, K.W.; Kwon, H.S. Catal. Today. 2007, 120, 298-304.<br />
21. Schlesinger, H.I.; Brown, H.C.; Finholt, A.B.; Gilbreath, J.R.; Hockstra, H.R.; Hydo,<br />
E.K. J. Am. Chem. Soc. 1953. 75(1), 215-219.<br />
22. Keçeli, E.; Özkar, S. J. Mol. Catal. A: Chem. 2008, 286, 87-91.<br />
23. Liu, B.H.; Li, Z.P. J. Power Sources. 2009, 187, 527-534.<br />
24. Ingersoll, J.C.; Mani, N.; Thenmozhiyal, T.C.; Muthaiah, A. J. Power Sources. 2007,<br />
176(1), 450-457.<br />
25. Shang, Y.; Chen, R. Energy Fuels. 2006, 20, 2149-2154.<br />
26. Hua, D.; Hanxi, Y.; Xinping, A.; Chuansin, C. Int. J. Hydrogen Energy. 2003, 28, 1095-<br />
1100.<br />
27. Liu, C.H.; Chen, B.H.; Hsueh, C.L.; Ku, J.R.; Jeng, M.S.; Tsau, F. Int. J. Hydrogen<br />
Energy. 2009, 34, 2153-2163.<br />
28. Patel, N.; Fernandes, A.; Miotello, A. J. Power Sources. 2009, 188, 411-420.<br />
29. Kriskan, P.; Yang, T.H.; Lee, W.Y.; Kim, C.S. J. Power Sources. 2005, 143, 17-23.<br />
30. Zhang, J.S.; Delgass, W.N.; Fisher, T.S.; Gore, J.P. J. Power Sources. 2007, 164, 772-<br />
781.<br />
31. Marrero-Alfonso, E.Y.; Gray, J.R.; Davis, T.A.; Matthews, M.A. Int. J. Hydrogen<br />
Energy. 2007, 32(18), 4717-4722.<br />
32. Demirci, U.B.; Akdim, O.; Miele, P. Int. J. Hydrogen Energy. 2009, 34(6), 2638-2645.<br />
33. Chen, C.W.; Chen, C.Y.; Huang, Y.H. Int. J. Hydrogen Energy. 2009, 34, 2164-2173.<br />
34. Xu, D.; Zhang, H.; Ye, Wei. Catal. Comm. 2007, 8, 1767-1771.
106<br />
35. Ye, W.; Zhang, H.; Xu, D.; Ma, L.; Yi, B. J. Power Sources. 2006, 64(2), 544-548.<br />
36. Fernandes, R.; Patel, N.; Miotello, A.; Filippi, M. J. Mol. Catal. A: Chemical. 2009, 298,<br />
1-6.<br />
37. Akdim, O.; Demirci, U.B.; Muller, D.; Miele, P. Int. J. Hydrogen Energy. 2009, 33(6),<br />
2631-2637.<br />
38. Önder, M.; Özkar, S. Int. J. Hydrogen Energy. 2007, 32, 1707-1715.<br />
39. Kim, D.R.; Cho, K.W.; Choi, Y.I.; Park C.J. Int. J. Hydrogen Energy. 2009, 33(6), 2622-<br />
2630.<br />
40. Kim, S.J.; Lee, J.; Kong, K.Y.; Jung, C.R.; Min, I.G.; Lee, S.Y.; Kim, H.J.; Nam, S.W.;<br />
Lim, T.H. J. Power Sources. 2007, 170, 412-418.<br />
41. Zhang, J.; Zheng, Y.; Gore, J.G.; Mudawar, I.; Fisher, T.S. J. Power Sources. 2007, 170,<br />
150-159.<br />
42. Kojima, Y.; Haga, T. Int. J. Hydrogen Energy. 2003, 28, 989-993.<br />
43. Li, Z.P.; Liu, B.H.; Nobuto, M.; Suda, S. J. Alloys and Compd. 2003, 354, 243-247.<br />
44. Suda, S.; Morigasaki, N.; Iwase, Y.; Li, Z.P. J. Alloys and Compd. 2005, 404-406, 643-<br />
647.<br />
45. Çakanyıldırım, Ç.; Gürü. M. Int. J. Hydrogen Energy. 2008, 33, 4634-4639.<br />
46. Hsueh, C.L.; Liu, C.H.; Chen, B.H.; Chen, C.Y.; Kuo, Y.C.; Hwang, K.J.; Ku, J.R. Int. J.<br />
Hydrogen Energy. 2009, 34, 1717-1725.<br />
47. Park, E.H.; Jeong, S.U.; Jung, U.H.; Kim, S.H.; Lee, J.; Nam, S.W.; Lim, T.H.; Park,<br />
Y.J.; Yu, Y.H. Int. J. Hydrogen Energy. 2007, 32, 2982-2987.<br />
48. Çakanyıldırım, Ç.; Gürü, M.Processing of NaBH4 from Na2B4O7 by mechano-chemical<br />
synthesis and its catalytic dehydrogenation. To be appear in Energy Sources Part A,
PANEL IV<br />
SANAYİ, EĞİTİM, BİLİM VE TEKNOLOJİ<br />
PERSPEKTİFİ<br />
107
108
TEKNOGİRİŞİM SERMAYESİ DESTEĞİ PROGRAMI<br />
Adnan Selçuk ERGİNÖZ<br />
Makine Mühendisi, Bilim Teknoloji ve Sanayi Bakanlığı,<br />
Teknogirişim Şube Müdürü<br />
Teknogirişim Sermayesi Desteği Programı<br />
109<br />
5746 Sayılı Kanun kapsamındaki destek programlarından biri olup, 2009 yılında ilk<br />
kez Bakanlığımızca uygulanmaya başlanmıştır.<br />
Bu destek; genç girişimcilerin teknoloji ve yenilik odaklı iş fikirlerini, katma değer<br />
ve nitelikli istihdam yaratma potansiyeli yüksek teşebbüslere dönüştürebilmesini<br />
teşvik etmek için uygulanan teminatsız ve geri ödemesiz bir hibe destek programıdır.<br />
Hedefi<br />
Bu program ile ülkemizde nitelikli girişimciliğin özendirilmesi, bu girişimciler<br />
tarafından uluslararası rekabet gücü olan, yenilikçi, teknoloji düzeyi yüksek ürün ve<br />
süreçleri geliştirebilen firmaların oluşturulması hedeflenmektedir.<br />
Söz konusu destek ile ülkemizde bilgi yoğun ve yenilikçi girişimcilik konusundaki<br />
farkındalığın artırılmasının yanında yüksek eğitimli, nitelikli gençlerin iş hayatına<br />
kazandırılması da sağlanacaktır.<br />
Hedef Kitle<br />
Örgün öğretim üniversitelerinin;<br />
� Herhangi bir lisans programından bir yıl içinde mezun olabilecek durumdaki<br />
öğrenci<br />
� Yüksek lisans veya doktora öğrencisi<br />
ya da<br />
� Lisans, yüksek lisans veya doktora derecelerinden birinden ön başvuru<br />
tarihinden en çok 5 yıl önce mezun olmuş kişiler.<br />
Süresi ve Bütçesi<br />
� Programın Süresi: 2023<br />
� Programın Bütçesi:<br />
2009-2010 10 milyon TL<br />
<strong>2011</strong>-2023 50 milyon TL
110<br />
Destek Miktarı<br />
Gerekli koşulları taşıyanlara;<br />
Bir defaya mahsus,<br />
� Teminat alınmaksızın<br />
� En fazla 100.000 TL<br />
� Geri ödemesiz, hibe olarak verilmektedir.<br />
Destek Süresi<br />
� Desteğin süresi 12 aydır.<br />
Yenilikçi İş Fikirleri<br />
� Yeni süreç<br />
� Yeni sistem<br />
� Yeni uygulama<br />
� Bilimsel ve teknolojik gelişme sağlayacak<br />
� Bilimsel ve teknik içerik taşıyan<br />
� Çıktıları özgün<br />
� Çevreye uyumlu ürün tasarımı ve yazılım faaliyetleri dahil olan fikirlerdir.<br />
Yenilikçi Sayılmayan İş Fikirleri<br />
� Pazarlama faaliyetleri ve pazar araştırmaları<br />
� Sosyal bilimlerdeki araştırmalar<br />
� Maden arama ve sondaj faaliyetleri<br />
� Web sitesi veya tasarımları<br />
� Yazılımlarda teknolojik belirsizliklerin çözülmesini içermeyen tekrarlanan<br />
faaliyetler<br />
� Kuruluş ve örgütlenmeyle ilgili araştırmalar<br />
� Çıktısı reklama yönelik olan fikirler<br />
� Yeni süreç, sistem veya ürün ortaya konulmasına hizmet etmeyen doğrudan<br />
veya gömülü teknoloji transferi<br />
� Yatırım, ticari üretim veya seri üretim.
Başvuru Şekli<br />
Dokümanlar<br />
111
112<br />
Süreç<br />
ÖN BAŞVURU SÜRECİ İŞ PLANI<br />
GİRİŞİMCİ<br />
(Bu Sizsiniz)<br />
www.sanayi.gov.tr<br />
İŞ PLANI VE SÖZLEŞME SÜRECİ<br />
İŞ PLANI<br />
Bakanlık<br />
İncelemesi �<br />
� Uygulama Usul ve<br />
Esasları<br />
� Ön Başvuru Dosyası<br />
ile İş Planı Dosyası<br />
Hazırlama Kılavuzu<br />
� Ön Başvuru Dosyası<br />
Değerlendirme<br />
Komisyonu �<br />
KAZANDINIZ<br />
Elendi<br />
(Gizli Arşive)<br />
Ön Başvuru<br />
Dosyası<br />
TAMAM<br />
(Bakanlık)<br />
İşletmeni Kur<br />
GEL<br />
Elendi<br />
(Gizli Arşive)<br />
Bakanlık<br />
İncelemesi �<br />
Sözleşme<br />
ARTIK İŞ<br />
Elendi<br />
(Gizli<br />
Arşive)<br />
ADAMISINIZ<br />
(Hayata Merhaba)
Ön Başvuru Dosyası<br />
� Başvuru Dilekçesi<br />
� Mezun Olabilecek Durumdakiler İçin Belge Örneği<br />
� Girişimciye Ait Bilgiler<br />
� İş Fikri İle İlgili Bilgiler<br />
� İş Fikrinin Tanımı<br />
� İş Planı İle İlgili Ön Bilgiler.<br />
İş Fikri Bütçesi<br />
Bütçe Kalemleri Miktarı/Sayısı<br />
Makine-Donanım-Yazılım-Yayın<br />
Sarf Malzemesi<br />
Hizmet Alımı ve Danışmanlık<br />
Personel Giderleri<br />
Genel İşletme Giderleri<br />
TOPLAM<br />
Personel Giderleri<br />
� En fazla 3 personel çalışabilir.<br />
Talep Edilen<br />
(KDV Dahil)<br />
Genel İşletme Giderleri<br />
� Elektrik, su, aidat, muhasebe, seyahat, nakliye, telefon/internet, firma/<br />
şirket kuruluş giderleri, demirbaş giderleri<br />
� Kira giderleri karşılanmaz.<br />
2009-2010-<strong>2011</strong> Dönem Analizi<br />
2009-<strong>2011</strong> DÖNEMİ BAŞVURU ANALİZİ<br />
Başvuru Yılı Toplam Başvuru Sayısı Desteklenen İşletme Sayısı<br />
2009 159 78<br />
2010 724 102<br />
<strong>2011</strong> 859 272<br />
TOPLAM 1.742 452<br />
113
114<br />
TEKNOLOJİK ALANLARA GÖRE DAĞILIM<br />
2009<br />
Yılı<br />
2010<br />
Yılı<br />
<strong>2011</strong><br />
Yılı<br />
Toplam<br />
Enformasyon 34 42 122 198<br />
Elektrik-Elektromekanik 12 18 54 84<br />
Makine 12 17 42 71<br />
Malzeme 12 9 30 46<br />
Biyoagroteknoloji 8 8 12 33<br />
Kimya - 7 10 17<br />
Tıp Teknolojisi - 1 - 1<br />
Otomotiv Sektörü - - 1 1<br />
Taşıt Sistemleri Teknolojisi - - 1 1<br />
TOPLAM 78 102 272 452<br />
TEKNOLOJİK ALANLARA GÖRE DAĞILIM<br />
2009<br />
Yılı<br />
2010<br />
Yılı<br />
<strong>2011</strong><br />
Yılı<br />
Toplam<br />
Enformasyon 34 42 122 198<br />
Elektrik-Elektromekanik 12 18 54 84<br />
Makine 12 17 42 71<br />
Malzeme 12 9 30 46<br />
Biyoagroteknoloji 8 8 12 33<br />
Kimya - 7 10 17<br />
Tıp Teknolojisi - 1 - 1<br />
Otomotiv Sektörü - - 1 1<br />
Taşıt Sistemleri Teknolojisi - - 1 1<br />
TOPLAM 78 102 272 452
EĞİTİM DURUMLARINA GÖRE DAĞILIM<br />
115<br />
Mezun Öğrenci<br />
Desteklenen Girişimci Toplam Lisans Y.Lisans Doktora Lisans Y.Lisans Doktora<br />
2009 Yılı Dağılımı 78 19 17 5 10 14 13<br />
2010 Yılı Dağılımı 102 21 4 11 24 17 25<br />
<strong>2011</strong> Yılı Dağılımı 272 56 34 21 37 69 55<br />
Toplam 452 96 55 37 71 100 93<br />
TOPLAM 452 188 264<br />
ÜNİVERSİTELERE GÖRE DAĞILIM<br />
No Üniversite Adı 2009 2010 <strong>2011</strong> Şehir<br />
1. İTÜ 7 5 15<br />
2. Yıldız Teknik Üniversitesi 3 3 4<br />
3. Marmara Üniversitesi - 3 3<br />
4. Boğaziçi Üniversitesi - 6 7<br />
5. İstanbul Üniversitesi - 1 11<br />
6. Yeditepe Üniversitesi - 1 4<br />
7. Koç Üniversitesi - 1 1<br />
8. Fatih Üniversitesi 2 - 2<br />
9. Sabancı Üniversitesi - - 3<br />
10. Bahçeşehir Üniversitesi - - 2<br />
11. Beykent Üniversitesi - - 1<br />
12. İstanbul Kültür Üniversitesi - - 1<br />
İyi Olmayan Örnekler<br />
İstanbul (86)
116<br />
Teknogirişim Sermayesi Desteği Programı başvuruları HER YIL 01 EKİM -<br />
15 KASIM tarihleri arasında alınmaktadır.
ÜNİVERSİTE-SANAYİ İŞBİRLİĞİ İÇİN<br />
BİR TEKNOLOJİ PLATFORMU: MANUFUTURE-TR<br />
BİR ULUSLARARASI KONGRE: UMTIK<br />
VE TEKNOPARKTA ÇOK ORTAKLI BİR FİRMA: ODAGEM A.Ş.<br />
Özet<br />
Prof. Dr. S. Engin KILIÇ<br />
ODTÜ, Makina Mühendisliği Bölümü<br />
117<br />
Üniversite-Sanayi İşbirliği konusunda şimdiye kadar yalnızca ülkemizde gerçekleştirilen<br />
toplantı metinlerini, yayımlanan bildirileri ve makaleleri toplasak herhalde<br />
onlarca cilde sığdıramayız. Bu yazıda yalnızca imalat konusunda, özellikle de makine<br />
imalatı konusunda, Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), Makine Mühendisliği<br />
Bölümünde 30 yıl kadar önce başlatılan çalışmaların tarihsel gelişimi, karşılaşılan<br />
zorluklar, elde edilen başarılar anlatılmaya çalışılacak, bu çabalar sonucu<br />
bugün gelinen durum, ülke çapında tanınır hale gelen üç kurumsal yapı:<br />
Manufuture-Tr, ulusal teknoloji platformu, UMTIK, uluslararası makina tasarım ve<br />
imalat kongresi ve ODAGEM A.Ş., çok ortaklı bir teknopark firması, tartışılacaktır.<br />
Tarihsel Gelişme<br />
1970’li yıllarda doktora çalışmalarını tamamlayarak yurda dönen ODTÜ, Makina<br />
Mühendisliği Bölümünden bir grup öğretim üyesi, ülke sanayisinin gereksinim<br />
duyacağı konularda ortak araştırma yapmak amacıyla 1979 yılı başlarında biraraya<br />
gelerek Makina Tasarım ve İmalat Araştırma Enstitüsü, MATIMAREN’i kurdular.<br />
MATİMAREN, kurulmasının hemen ardından, çeşitli KİT (Kamu İktisadi Kuruluşları)<br />
için uygulamalı araştırma projeleri oluşturmaya ve yürütmeye başladı. Projeler<br />
başarıyla tamamlanmaya başladıkça MATIMAREN ülke çapında tanınmaya<br />
başladı ve yürüttüğü uygulamalı araştırma projelerinin sayısı iki üç yıl içinde iki<br />
haneli rakamlara ulaştı. Proje sonuçları bilimsel kongrelerde ve dergilerde çok yazarlı<br />
bildiriler ve makaleler olarak yayımlanmaya başladı. Bilimsel yaklaşımla ortak<br />
ve endüstriyel araştırma yapmanın başarılı sonuçlarıyla kısa zamanda edinilen bilgi<br />
birikimi ve deneyimin diğer üniversitelerden ve sanayi kuruşlarından mühendis ve<br />
araştırmacılarla paylaşılabilmesi için iki yılda bir ODTÜ, Makina Mühendisliği<br />
Bölümünde bir ulusal kongre düzenlenmesine karar verilerek MATİMAREN tarafından<br />
ilki 1984 yılında olmak üzere UMTIK, Ulusal Makina Tasarım ve İmalat<br />
Kongresi, düzenlenmeğe başlandı. Üniversite-sanayi işbirliklerini kurumsallaştırabilmek<br />
ve bir ağ yapı oluşturabilmek için de, Makina Tasarım ve İmalat Derneği<br />
(MATIM) kuruldu. Ülkemizin belki de ilk başarılı üniversite-sanayi işbirliği modelini<br />
oluşturan MATİMAREN, Yüksek Öğretim Yasasının (YÖK) yürürlüğe girmesiyle,<br />
1982 yılında enstitü statüsünü kaybederek Makina Mühendisliği Bölümüne
118<br />
bağlı bir araştırma merkezi haline geldi. MATİMAREN bu yeni yapıda, sanayiciler<br />
için çok sayıda akademisyenin birlikte çalıştığı araştırma projeleri yerine giderek<br />
bir akademisyenin danışman olarak yer aldığı projeleri sahiplenmeye başlamıştır.<br />
Bugün için temel işlevini ve misyonunu kaybetmiş olan MATIMAREN’in adı,<br />
1996 yılından itibaren uluslararası bir kongre haline gelen UMTIK kongrelerinde<br />
yaşatılmaktadır. MATIM ise dernek olarak faaliyetlerini sürdürmekte ve ulusal bir<br />
bilimsel dergi olan MATIM dergisini yayımlamaktadır. 1990’lı yıllarının ikinci<br />
yarısından itibaren sanayide Ar-Ge konusunun öneminin anlaşılarak bir devlet politikası<br />
olarak benimsenmesiyle, doğrudan sanayiciye yönelik Ar-Ge destek programlarının<br />
(TIDEB sonra TEYDEB, TTGV) yanısıra, üniversitelerin sanayicinin<br />
gereksinim duyacağı konularda araştırma yapabilmesi için destek programları<br />
(TÜBİTAK, DPT), üniversite-sanayi işbirliğini doğrudan teşvik etmek için de,<br />
USAMP (Üniversite-Sanayi Ortak Araştırma Merkezleri Programı) oluşturuldu. Bu<br />
program kapsamında 2004 yılına kadar dördü sektörel, ikisi bölgesel olmak üzere 6<br />
USAM (seramik: SAM, Eskişehir, tekstil: TAM, İzmir, Otomotiv: OTAM, İstanbul,<br />
Biomedikal: Biomedtek; Ankara, bölgesel: Adana ÜSAM, Adana ve TÜBİTAK-<br />
ODAGEM, Ankara) kuruldu. TÜBİTAK-ODAGEM, OSTİM-OSB, sanayi firmaları,<br />
ODTÜ Makina ve Endüstri Mühendisliği ile Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümlerinin<br />
ortaklığında 2004 yılında OSTİM’de kuruldu. 2005 yılında bir OSTİM<br />
Teknopark kuruluşu haline gelen TÜBİTAK-ODAGEM pekçok sanayi Ar-Ge projesinin<br />
oluşturulmasına ve yürütülmesine katkıda bulunmuştur. 2006 sonunda<br />
TÜBİTAK tarafından ÜSAMP programı kaldırılmış, tüzel kişiliklerinin olmaması<br />
nedeniyle kurulu 6 ÜSAM’ın da tüzel kişilik oluşturarak mal varlıklarını oluşturulacak<br />
tüzel kişiliğe sahip kuruluşlara aktarmaları istenmiştir. Bunun üzerine<br />
TÜBİTAK-ODAGEM, 2007 yılı başında yeniden yapılandırılarak ODTÜ OSTİM<br />
Teknoparkında faaliyet gösteren 25 ortaklı ODAGEM A.Ş haline gelmiştir.<br />
ODAGEM A.Ş. 2007 yılında “İleri İmalat Sistemleri ve Teknolojileri Ar-Ge İşbirliği<br />
Ağı ve Platformu” başlıklı İŞBAP projesinin yürütücülüğünü üstlenerek 2010<br />
yılında üniversite ve sanayiden 46 üye kuruluşun yer aldığı Manufuture-Tr Teknoloji<br />
platformunu oluşturmuştur.<br />
1996 yılından itibaren uluslararası bir kongre haline gelen UMTIK, kongrelerle<br />
ülkemizin çeşitli yörelerinin de tanıtılması amacıyla ilk kez 2002 yılında Ankara<br />
dışında, Kapadokya’da düzenlenmiştir. Bu kongrenin başarısından sonra bir uluslararası<br />
program komitesi oluşturulmuş ve UMTIK kongreleri giderek daha fazla<br />
yurtdışı ve sanayici katılımının olduğu, bilimsel oturumların yanında forum,<br />
çalıştay, endüstriyel seminer ve özel oturumlar şeklinde etkinliklerin de yer aldığı<br />
bir yapıya kavuşmuştur. 2004 kongresi Antalya’da, 2006 kongresi Kuşadası’nda,<br />
2008 kongresi İstanbul’da ve 2010 kongresi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde<br />
gerçekleştirilmiştir. 2012 kongresi ise, 19-22 Haziran 2012 tarihleri arasında Denizli<br />
Pamukkale’de düzenlenecektir.
Üniversite-Sanayi İşbirliğinde Teknoloji Platformunun Önemi<br />
119<br />
ABD, AB ve diğer gelişmiş ülkelerde makine sektörü yeni teknolojilerin oluşturulması<br />
için motor görevini üstlenmektedir. Daha yüksek performanslı ve pazarda<br />
rakipsiz yeni makineler üretebilmek, günümüzde mevcut teknolojilerin benzer ürünlerdekilere<br />
göre değişik şekilde entegrasyonuyla değil, hiçbirinde olmayan yeni<br />
teknolojilerin kullanımıyla mümkün olabilmektedir.<br />
ÜNİVERSİTE ARAŞTIRMA<br />
MÜKEMMELİYET<br />
MERKEZLERİ<br />
SANAYİ<br />
TEMEL<br />
BİLGİ<br />
DENEYSEL<br />
DOĞRULAMA<br />
TEKNOLOJİ<br />
GELİŞTİRME<br />
TEKNOPARKLAR<br />
Şekil 1. Araştırma Ekseni<br />
ÇEŞİTLİ<br />
SEKTÖRLERE<br />
DEĞİŞİK<br />
UYGULAMALAR<br />
ÜRÜN<br />
GELİŞTİRME<br />
ÜRÜN<br />
Yeni teknolojiler, ancak üniversite ve araştırma kuruluşlarında geliştirilebilir, sonrasında<br />
da teknoloji firmalarında makine sektöründeki firma isteklerine göre şekillendirilebilir.<br />
Yeni teknolojilerin geliştirilebilmesi ise; temel bilimlerdeki birikimler<br />
ve araştırmalarla mümkün olabilir. Teknoloji konusundaki gereksinimler bu nedenle<br />
üniversite ve temel bilimler alanındaki araştırma faaliyetlerini tetikler. Türkiye<br />
makine sektörünün izlemesi gereken yol haritasının oluşturulmasında temel bilimlerdeki<br />
araştırmalardan teknoloji geliştirmeye, teknoloji uygulamalarından ürüne<br />
yönelik araştırmalara giden araştırma ekseninin etrafında Ar-Ge yapısının pürüzsüz,<br />
kopuksuz, tüm öğeleri ve aktörleriyle birlikte güçlü bir şekilde oluşturulması hedef<br />
alınmalıdır (Şekil 1). Makine sektörünün ortak teknoloji gereksinimlerini belirlemek<br />
ve çok ortaklı rekabet öncesi Ar-Ge projeleri oluşturmak ve çağrıya çıkmak<br />
üzere, içinde üniversite, Ar-Ge merkezleri ve teknoloji firmalarının da yer alacağı<br />
ağ yapı ve teknoloji platformları oluşturulmalıdır. Üniversitelerde dağınık olarak<br />
mevcut birikimlerin biraraya getirilerek sinerji yaratılabilmesi için mükemmeliyet<br />
merkezleri ve teknokentler etrafında Ar-Ge alt yapıları oluşturularak çağrıya çıkılan<br />
konularda projeler yürütülmelidir. Teknolojilerin alt yapısını ve bilimsel temelini
120<br />
oluşturmak üzere temel bilimlerdeki araştırma konuları da belirlenerek ortak Ar-Ge<br />
projeleri yürütecek bilimsel çalışma grupları oluşturulmalıdır. Manufuture-Tr işte<br />
bu gereksinmelerden yola çıkılarak oluşturulmuştur. Bu yıl Polonya’nın Wroclaw<br />
kentinde düzenlenen Manufuture kongresinde Manufuture-Tr platformunun tanıtımı<br />
yapılmış ve bu şekilde Avrupa Manufuture platformunun bir üyesi haline gelinmiştir.<br />
Üniversite-Sanayi İşbirliğinde ODAGEM UMTIK ve Manufuture-Tr Katkısı<br />
Üniversite ile sanayi arasında bir arayüz yapı oluşturarak, sanayi-üniversite ortak<br />
Ar-Ge çalışmalarını gerçekleştirecek mümkün olduğunca rekabet öncesi çok ortaklı<br />
projeler oluşturmayı hedefleyen ODAGEM, bu amacında kısmen başarılı olduysa<br />
da, büyük firmalar bünyesinde kurulan Ar-Ge merkezlerinin üniversitelerden yalnızca<br />
danışmanlık hizmeti alarak ve ODAGEM gibi arayüz yapılarına gerek duymadan,<br />
KOBI’lerle işbirliğine gitmeden Ar-Ge faaliyetlerini yürütmeyi tercih etmeleri<br />
nedeniyle hedeflediği başarı düzeyini yakalayamamıştır. Bu nedenle<br />
ODAGEM, KOBİ’lerden oluşan OSTIM gibi sanayi bölgelerindeki küme yapılarının<br />
esnek yapıda büyük bir firma gibi birlikte hareket edebilecek yeteneğe kavuşması<br />
için sanal fabrika yönetim yapısı kurmayı hedeflemiş ve bu yönde projeler<br />
oluşturmuştur. Böyle bir yapıyla sanayi bölgelerindeki küme yapılarının büyük<br />
sanayi kuruluşlarından iş alarak aralarında işbirliği yapmaları, Ar-Ge, tasarım, imalat<br />
ve test aşamaları için işin alımı, dağıtımı, takibi ve teslimi konusunda<br />
ODAGE M’de gerekli altyapı ve yeteneğin oluşturulması hedeflenmiştir.<br />
ODAGEM, koordinasyonunu yaptığı Manufuture-Tr platformunu aktif hale getirerek<br />
ulusal proje fikirlerinin oluşturulması ve gerçekleştirilmesi çalışmalarını da, bu<br />
yeni altyapısıyla daha kolay gerçekleştirebilme olanağını elde edebilecektir. Özellikle<br />
makine imalat sanayisini ilgilendiren konulardaki en son gelişmelerin sunulacağı<br />
ve tartışılacağı UMTIK kongreleri de, sanayici ve akademisyenlerin birbirlerini<br />
dinleyip, bilgi aktarımı yapabilecekleri ve ortak çalışmalar başlatabilecekleri bir<br />
yapıya kavuşmaktadır. Denizli Pamukkale’de 19-22 Haziran 2012 tarihlerinde düzenlenecek<br />
kongrenin birinci günü Yüksek Performanslı Talaşlı İmalat ve Takım<br />
Tezgahları konusunda yapmış olduğu araştırmalarla dünya makine sanayisine büyük<br />
katkı sağlamış olan Kanada British Colombia Üniversitesinden Prof. Dr. Yusuf<br />
Altıntaş’a ithaf edilmektedir. Yüksek performanslı talaşlı üretim tezgahları ve proseslerinin<br />
ülkemiz sanayicisi tarafından öğrenilmesi ve bu konuda araştırmaların<br />
yapılması, gerek bu tür tezgahları kullanan KOBİ ve büyük firmalar, gerekse tezgah<br />
üreten sanayiciler açısından çok önemlidir. İlk gün programında bildiri sunacak ve<br />
konuşma yapacak akademisyenler, bu konunun en önde gelen araştırmacılarıdır.<br />
Kongrede sanayicilerimiz tarafından şimdilik pek fazla önemsenmeyen, mikro üretim<br />
konusunda özel bir oturum yer alacak olup, bu oturumda da, ülkemiz içinden ve<br />
diğer ülkelerden konusunun önde gelen uzmanları bildirileriyle yer alacaklardır.<br />
UMTIK 2012’de ayrıca çok eksen kontrollü lazer CNC tezgahı geliştiren firmalarımızın<br />
yer alacağı bir çalıştay düzenlenerek, firmalarımızın birbirlerine ve bu ko-
121<br />
nuda çalışma yapmak isteyen akademisyen ve sanayicilere bilgi aktarmaları ve<br />
sorunlar üzerinde ortak akıl oluşturmaları amaçlanmaktadır. UMTIK 2012’de yer<br />
alacak bu üç konu aynı zamanda Manufuture-Tr platformunda tematik projeler<br />
oluşturmak için düşünülen çalışma konularıdır. UMTIK 2012 için belirlenen kapsam<br />
içinde sunulacak diğer bildiri ve etkinliklerin de, bu konularla ilgilenen akademisyen<br />
ve sanayiciler açısından önemli ve yararlı olacağı açıktır.<br />
Artık kurumsallaşmış olan ve hedeflerini daha net olarak belirleyerek birbiriyle<br />
sinerji oluşturabilecek yapıya kavuşan ODAGEM A.Ş, UMTIK kongreleri ve<br />
Manufuture-Tr teknoloji platformu üniversite-sanayi işbirliklerine önemli katkılar<br />
sağlayacaktır.<br />
Sonuç<br />
30 yıl kadar önce ODTÜ Makina Mühendisliği Bölümünde bir grup öğretim üyesinin<br />
öncülüğünde kurulan MATIMAREN (Makina İmalat ve Tasarım Araştırma<br />
Enstitüsü) ile temelleri atılan üniversite-sanayi işbirliği için gerekli çekirdek kadro<br />
(MATİMAREN), ağ yapı (MATIM), bilgi paylaşımı (UMTIK ve MATIM dergisi)<br />
yapıları, zaman zaman atılım yaparak, durgun bir dönem geçirerek, korunarak ve<br />
değişim geçirerek günümüzdeki sağlam kurumsallaşmış yapıların oluşmasını sağlamıştır.<br />
ODAGEM, firma yapısıyla ortak Ar-Ge projeleri oluşturabilecek, izleyebilecek<br />
ve sonuçlarını ticarileştirebilecek kurumsal bir yapıya doğru hızla yol almaktadır.<br />
ODAGEM’in koordine ettiği Manufuture-Tr, kurulumu tamamlanan<br />
portal web sitesi sayesinde üye kuruluşların katkısıyla aktif hale gelebilecek durumdadır.<br />
Platforma ilgi giderek artmakta ve üye sayısı da bu ilgiye paralel olarak<br />
artış göstermektedir. UMTIK kongreleri gerek yurt içi, gerekse yurt dışında tanınır<br />
hale gelmiş ve Manufuture-Tr platformu üyelerinin giderek daha fazla katılım gösterdiği<br />
ve katkıda bulunduğu bir kongre haline gelmiştir. Çok yerel olarak tek bir<br />
yerden başlatılan hareketin 30 yılda birbirini tetikleyerek üniversite-sanayi işbirliklerini<br />
oluşturmada ülke çapında iyi bir model oluşturduğu ve benimsenmekte olduğu<br />
görülmektedir.
122
EĞİTİM ORTAMINA YENİLEŞİMCİ BİR TAHTA TASARIMI<br />
Tunay ALKAN<br />
MEB Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü, Eğitim Ortamları ve Eğitim<br />
Süreçleri Geliştirme Grup Başkanı<br />
Özet<br />
123<br />
21. Yüzyılda neredeyse dünyamızda tüm alanlarda oyun yeniden kurgulanmaktadır.<br />
Bu yeni Dünyada teknolojinin tüm alanlarda bir parametre olarak sistemin tamamına<br />
etki eder hale geldiği günümüzde, bu değişimler dikkate alınarak eğitim sisteminin<br />
yanında, eğitim ortamları ve öğretim yöntem ve teknikleri ile eğitim araç ve<br />
gereçlerinin teknoloji dikkate alınarak yeniden kurgulanması gerekmektedir. Bu<br />
bakış açısından hareketle ortaya konan Eğitimde Fatih Projesi geliştirme sürecinde<br />
ortaya çıkan, yerli tasarım Etkileşimli Elektronik Tahtanın, ortaya çıkış süreci ve<br />
dünyada öne çıkan diğer Etkileşimli Elektronik Tahtalara göre avantaj ve dezavantajları<br />
açısından bu bildiride değerlendirilecektir. Ortaya çıkan Etkileşimli Elektronik<br />
Tahtaya, Panel Tip Etkileşimli Tahta adı verilmiş olup dünyada ürün konsepti<br />
açısından alanında tek tahta olmuştur. Bu tahta ile ilgili olarak geliştirme sürecinde<br />
3 ayrı patent alınmış olup patent sahibi MEB Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğüdür.<br />
Şahsımda bu patentlerde buluş sahibidir. Eğitim ortamında bir ihtiyacın fikri<br />
mülkiyet hakları ile Patente dönüşüm süreci, Tasarlanan tahtanın inovatif bir eğitim<br />
ve öğretim aracı olarak Harmanlanmış Eğitim için ne gibi avantajlar kazandırdığı<br />
ile bu eğitim sürecinde okul, öğretmen ve öğrenci açısından sağlayacağı avantajlar<br />
da bu bildiride irdelenecektir.<br />
Giriş<br />
Milenyum başlangıcı olarak 2000 yılını, küreselleşen dünyada evrensel bir dönüşümün<br />
(transformasyon), kritik başlangıç zamanı olarak algılamak gerekmektedir.<br />
İnsanoğlu tarih boyunca birçok değişime ve dönüşüme tanıklık etmiştir. Tanıklık<br />
ettiği değişim ve dönüşüm süreçlerini yaşayan kuşaklar genelde bu dönüşümün<br />
farkında olmamışlar yada olamamışlardır. Bu değişim ve dönüşüm süreçleri çok<br />
sonraları torun ya da sonrası kuşaklarca isimlendirilerek kritikleri yapılmıştır. Tarım<br />
toplumu, Sanayi Toplumu ve Bilgi Toplumu gibi kavramlar, aslında yaşadıkları<br />
belli zaman dilimlerine işaret eden, teknik ve sosyo-kültürel değişimlerdir. İçinde<br />
yaşadığımız zaman diliminde yaşanan dönüşümü 30 ile 50 yaşları arasında olan<br />
insanların fark etmesi beklenmektedir. Bunu fark etmek bir görevdir. Bu farkındalık<br />
sonraki kuşakların daha güvenli bir evrensel dünyada yaşamasına dönük atılacak<br />
adımların karar vericileri olarak bu yaş aralığına büyük sorumluluklar yüklemektedir.<br />
Peki böyle büyük sorumluluk içeren cümlede atıfta bulunulan bu yaş aralığındaki<br />
insanların fark etmesi gereken değişimler nelerdir. Bu sürelerde neler olmuş
124<br />
hangi sonuçlar insanoğlu tarafından içselleştirilmiştir. İnsanoğlunun bu değişim<br />
sürecinde informel eğitimden formel eğitime geçiş sürecini yaşamış olması ve bu<br />
süreçte ortaya çıkan sonuç olarak ise verimlilik ve gelişim için eğitimin önemi olmuş<br />
ve bu da sürekli eğitim anlayışında yeni gelişmeler ortaya çıkarmıştır. Eğitim<br />
ile ilgili çok sayıda farklı felsefi bakış açısı, yöntem, teknik ortaya konmuştur. Ancak<br />
neredeyse 150 yıldır eğitim ortamlarında ve araçlarında kayda değer bir değişim<br />
yaşanmamıştır. Ancak milenyum başlangıcı civarındaki teknolojik gelişmeler<br />
ve buluşlar eğitim ortam, araç ve gereçleri konusunda da yenilikler ortaya koyacak<br />
bazı ilerlemeler ortaya koymuştur. Günümüzde bu gelişmeler yeni yeni akademik<br />
çevreler tarafından da anlaşılmaya çalışılmaktadır. Bu yeni eğitim ortam, araç ve<br />
gereçleri ileriye dönük yeni yöntem ve tekniklerin çıkmasına veya mevcutların<br />
gelişmesi veya evrilmesine neden olacaktır.<br />
Milenyumda Teknolojik Değişim ve Dönüşüm<br />
Milenyum olarak adlandırılan 21 yüzyılına girerken ve milenyum başlangıcı olan<br />
günümüze kadar gecen süreçte öne çıkan değişim ve dönüşümü tetikleyen konular<br />
başlıklar halinde saymak eğitim ortam ve süreçlerindeki değişimi tahmine ve içselleştirmeye<br />
yönelik bize rehberlik edecektir.<br />
� İçeriklerde çok hızlı artış<br />
� İçerik ortamlarında değişim<br />
� Kaydetme teknolojilerindeki (yazılım/donanım) gelişim ve ucuzlama<br />
� Saklama teknolojilerinde genişleme ve ucuzlama<br />
� Bulut bilişim<br />
� İletişim ortamlarında değişim ve hızlanma<br />
� Bilişim donanımlarında (pc’den tablet’e) dönüşüm<br />
� Bilişimde insan makine arayüz değişimi<br />
� Dijital elektronikte fuzzy logic (nisbi mantık) kullanımı<br />
� Mekatronik bilim dalının ortaya çıkışı<br />
� Nanoteknolojik gelişmeler<br />
� Daha çok robot teknolojisi kullanımı<br />
� Biyomimetik (doğayı taklit bilimi) bilim dalının ortaya çıkışı<br />
� Kuşak değişimi (dijital yerlilerin ortaya çıkışı)<br />
Tüm bu değişim ve dönüşüm başlıklarından sonra konumuz olan tahta kavramının<br />
tarihsel gelişim süreci kısaca anlatmak sonraki süreç için önem arz edecektir.<br />
Karatahtanın Serüveni<br />
Yukarıdaki değişim ve dönüşümlerin yaşandığı zamanımızda eğitim ortamlarında<br />
halen kullanılan başrol oyuncusu eğitim aracı ‘karatahta’dır. Bu eğitim aracı yaklaşık
125<br />
150 yıl önce kullanılmaya başlamıştır. Bu tahtaların ilk olarak kullanılmasına ilişkin<br />
olarak Eğitim Fakültelerinin ilgili bölümleri ile Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri<br />
Bölümlerinde öğrencilere “Bundan 142 yıl önce, eğitimde kullanılması düşünülen<br />
yeni bir teknoloji tanıtılırken şu ifadeler kullanılıyordu.” deniliyor ve bu ifadenin<br />
“Bu araç, göze ve kulağa seslenir. Bunun için dikkati toplama alışkanlığını doğal<br />
yoldan geliştirir. Öğrenci, verilmek isteneni anlamadığı zaman, öğretmene konuyu<br />
genişleterek anlatma ve daha anlaşılır hale getirme olanağı yaratabilir.” şeklinde<br />
olduğu vurgulanıyor. Sonra açıklamada “Sözü edilen araç ne televizyon ne de<br />
bilgisayar. Bildiğimiz karatahtadan başka bir şey değil. Karatahta, günümüzde de<br />
sınıfta etkin bir biçimde kullanılıyor. Oysa 1855’te öğretmenlere ilk tanıtıldığı<br />
sıralarda pek de kabul görmemişti. Kabul görmeyişinin nedeni, öğretmenlerin bu<br />
yeni teknolojiden korkması ya da onu kullanmayı bilmemesinden kaynaklanmıyordu.<br />
Bu teknoloji 19. yy. da ki okul ve sınıf yapısına uygun değildi. Çünkü, o dönemde<br />
karma yaş uygulaması vardı ve sınıftaki 5-17 yaş arasındaki çocuklar birlikte<br />
eğitim görüyordu. Öğretmen, bu çocuklara küçük gruplar halinde ilgileniyordu.” 1<br />
şeklinde açıklama getiriyordu.<br />
Bu teknolojinin (karatahta) o tarihlerde kabul görmeyiş sebebi olarak o tarihteki<br />
eğitim sistemi ve sınıf yapısı gösteriliyordu. Daha sonraları vazgeçilmez olan karatahta<br />
gelişen teknolojiye rağmen alışkanlıklar halini alıp 150 yıl boyunca alternatifsiz<br />
olarak kullanıldı. Bundan sonrada alternatif olarak devam edecek olmasının<br />
yanında etkileşimli tahtayı destekleyen bir bileşen olarak uzunca bir süre daha kullanımı<br />
devam edecek gibi görünmektedir. Bu 150 yıllık sürecin son 20-30 yılında<br />
karatahta, yeşil tahta olarak rengini değiştirirken, yazma ve çizmeyi kolaylaştırmak<br />
için çizgili, kareli vb. kolaylaştırıcı değişimlerin yanında, tozsuz tebeşir kullanımı<br />
gibi minör yenilikçi değişimler göstermiştir. Ayrıca beyaz formika kaplı ahşap tahtalar<br />
ve metal zemin ve emaye yüzey kaplı tahtalar ile hem mürekkepli kalemle<br />
kullanılmasına hem de beyaz tahta üzerinde kâğıt ve posterlerin pratik kullanılmasına<br />
imkan veren mıknatıs yapıştırılmasına imkan veriyordu. 2000’li yıllardan sonra<br />
tebeşirli tahtaların yüzeyleri restore edilerek yeşil renkli ızgara özellikli (kare, çizgi,<br />
nokta vb.) PVC malzemeler ile kaplanarak sıvı tebeşir tabir edilen mürekkepli kalemler<br />
ile yazıma imkan tanıyan sistemlerde kullanılmaya başlandı. Karatahtada<br />
koyu zemin üzerine açık renkli yazı ve çizimler yapılırken, beyaz tahtada açık zemin<br />
üzerine koyu yazılar yazılabiliyordu. Ayrıca beyaz tahta, yansıma cihazları<br />
(film makinesi, slayt makinesi, epidiyaskop, tepegöz ve projeksiyon) için uygun bir<br />
yüzey olarak ta kullanılabiliyordu. Yeşil tahta, karatahta ve beyaz tahta arasında bir<br />
gri ton gibi üzerine hem açık hem de koyu tonda yazılar yazılmasına olanak veren<br />
bir renkti, kısmen yansı yüzeyi olarak ta iş görebilmekteydi. Özellikle PVC kaplı<br />
sıvı tebeşir kullanımına uygun yeşil tahtalar klasik tahta anlayışının öne çıkan<br />
1<br />
İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi BÖTE ders notları, Öğr. Gör. Mehmet Karahan, Eğitimde Bilgi<br />
Teknolojileri, s.94.
126<br />
örnekleri olmuştu. Ayrıca bu tahtalara yönelik mekanik bazı tasarım gelişimleri de<br />
yaşanmıştır. Sabit karatahta, taşınabilir karatahta, yazı ve çizim yapılacak alan kazanmaya<br />
yönelik iki tahtanın kaydırılarak kullanıldığı mekanik tasarımlar gibi.<br />
Yukarıda sayılan beyaz, yeşil, karatahta, PVC kaplı ile tebeşirli, mürekkepli kalemli,<br />
sıvı tebeşirli ve mıknatıslı tasarımlar ile mekanik tasarım kombinasyonları, farklı<br />
tahta tasarımları ortaya çıkarmıştır. Bu tahta tiplerinin her biri öğretmeler arasında<br />
kendine ayrı yer edinmişti. Bu konuda öğretmenlerin bir kısmı, tebeşir tozundan<br />
rahatsız olduklarından bahsederek çekinceler ortaya koyarak, beyaz tahta tercih<br />
ederken, bir kısmı şehir efsanesi şeklinde yayılan, mürekkepli kalemlerin bazı hastalıklara<br />
sebep olduğunu öne sürerek ve ayrıca çok ağır ispirto kokusu yaydığı ile<br />
ellere mürekkep bulaştığı hususu öne çıkarılmaktaydı. Ayrıca da tebeşir ile tahtanın<br />
etkileşiminden ortaya çıkan bazı seslerin eğitim ortamlarında öğretmen ile öğrenci<br />
arasında yılarca kodlanmış bir bilgi taşıdığını öne sürerek tebeşir kullanan karatahta<br />
veya yeşil tahtayı tercih etmekteydi. Hatta çok sayıda okulda beyaz tahta takılmış<br />
olmasına rağmen sökülerek tekrar tebeşir kullanan tahtaların takıldığı olmuştu.<br />
Sıvı tebeşir ile PVC yeşil tahta kullanan öğretmenlerin ellerine mürekkep bulaşmaması,<br />
mürekkebin kokulu olmaması, sağlık açısından zararlı olmadığına dair raporun<br />
bulunması gibi sebepler bu tahta türünü en az dezavantajı hale getirmekte idi.<br />
Karatahta teknolojisindeki tüm bu gelişmelere rağmen bu tahta türü, 2000’li yıllardan<br />
sonra gelişecek olan akıllı tahta teknolojisi ile iç içe girerek, yumuşak bir dönüşüm<br />
gerçekleştirilmeye çalışılsa da, bu sistemde verimli kullanılamayan etkileşim,<br />
elektronik ve bilişim sektöründeki gelişme ve fiyat düşüşü birlikte düşünüldüğünde<br />
bu tahta türünün 21 yy ilk çeyreğinden sonra belirgin şekilde kullanımının azalacağı<br />
öngörmek zor olmayacaktır.<br />
Karatahtadan Akıllı Tahtaya Evrilme<br />
Özellikle mürekkepli kalem veya sıvı tebeşir kullanabilen beyaz tahtanın, aynı zamanda<br />
bilgisayara bağlanabilen yansı cihazı olan, projeksiyon aletlerinin görüntülerinin<br />
yansıtıldığı alanlar olarak ta kullanılması, akıllı tahtaya giden yolu açmıştır.<br />
Bilgisayar ekranının masaüstü artalanının beyaz tahtada yansıyan yüzeyde aynen<br />
görünmesi, beyaz tahtada, bilgisayar ekran görüntüsünden bilgisayarın kullanılabilmesine<br />
yönelik çalışmaları başlattı. Bu çalışmalar zaman içerisinde etkileşim<br />
teknolojilerini doğurdu. Bu çalışmalar sürecinde 2000’li yıllarda kameralı optik<br />
imajlama, matrix kızılötesi ışık ve ultrasound ses frekansı ile konum hesaplama<br />
gibi, farklı etkileşim teknolojileri ile tahta üzerinden etkileşime geçildi. Daha sonra<br />
özel etkileşimli tahta yazılımları ile öğretmenler, tahta üzerinden bilişim cihazlarını<br />
kullanmaya başladılar. Böylece, bilişim cihazlarının derste aktif ve etkin kullanımının<br />
önü açılmış oldu. Bu ilk etkileşimli tahtalar bazen projeksiyon cihazının yansıdığı<br />
yüzeye takılan bir aparat, bazen projeksiyona takılan bir aparat olarak karşımıza<br />
çıkarken, bazen de özel tahtası ile birlikte kullanılabilen, daha profesyonel
127<br />
cihazlar olmaktaydı. Tüm bu etkileşimli tahtalar projeksiyon tabanlı idi. Bu etkileşimli<br />
tahtaların tamamına, bir bilgisayarın monitör çıkışı ile etkileşim için ise USB<br />
(Evrensel Seri Yol) bağlantısının yapıldığı bir bilgisayar (Notebook, Desktop) gerekli<br />
idi. Bu bilgisayar ile etkileşimli tahta ayrı ayrı satılmakta ve imal edilmekte<br />
idi. Aslında kamuoyundaki yaygın kullanım olan akıllı tahta ancak uygun yazılım<br />
ile yüklenmiş bir bilgisayar ile bir araya gelen etkileşimli tahtaya verilebilecek bir<br />
isim olmalıydı. Tam bu noktada Eğitimde Fatih Projesi kapsamında geliştirilerek<br />
tasarlanan Panel Tip Etkileşimli Tahta bir akıllı tahta özelliği taşımakta ve bu ismi<br />
hak etmekte idi. Çünkü bu tahta içerisinde bilgisayarı da barındıran bir yapıya sahip,<br />
klasik etkileşimli tahtaların dezavantajlarını ortadan kaldıran bir yapı ile tasarlanmıştı.<br />
LED (Işık Yayan Diyot) aydınlatmalı LCD (Sıvı Kristal Ekran) panel üzerinde etkileşim<br />
aparatı olan, ayrıca tebeşir kullanabilen yeşil ve mürekkepli kalem kullanabilen<br />
beyaz mıknatıs tutabilen tahtaların olduğu bilgisayar gömülmüş özel tasarım bir tahta<br />
olan bu yapı tamda, Akıllı Tahta konseptine uygun bir konseptti. Bu geliştirilen tahta<br />
yenileşim’ci (inovasyon) bir mantıkla dizayn edilerek tasarlanmıştı. Günümüzdeki<br />
başına elektronik anlamında e gelen her kavram artık akıllı anlamında ‘Smart’ terimine<br />
evrilmektedir. Bu noktada Eğitimde Fatih Projesi kapsamında Yenilik ve Eğitim<br />
Teknolojileri Genel Müdürlüğünde yapılan çalışmalarda Tunay ALKAN’ın da buluşçusu<br />
olduğu tahta tamda Akıllı Tahta’ya bir örnektir. Bu süreçte geliştirilen tahtaya<br />
Panel Tip Etkileşimli Akıllı Tahta adı verilebilir. Aslında kısaca tam anlamı ile bu<br />
geliştirilen tahta Akıllı Tahta (Smart Board)’dır.<br />
Eğitimde Fatih Projesi<br />
Millî Eğitim Bakanlığı Bilgi Toplumu Strateji Belgesinde yer alan “Bilgi ve iletişim<br />
teknolojilerinin eğitim sürecinin temel destek araçlarından biri olması, öğrencilerin<br />
ve öğretmenlerin bu teknolojileri etkin kullanabilmesi” hedefine ulaşmak için çeşitli<br />
çalışmalar yürütülmektedir. Zaman içerisinde süregelen ve yapılmaya devam eden<br />
bu çalışmaların yanı sıra, son günlerde adından sıkça bahsedilen Eğitimde Fatih<br />
Projesi bu alanda dünyada en önemli projeler arasındadır. Projenin amacı, ülkemizdeki<br />
tüm okulları aynı Bilişim Teknolojileri (BT) imkânları ile donatarak, iyileştirmek<br />
ve eğitimde fırsat eşitliği sağlamaktır. Fatih Projesi’nin 4 yılda tamamlanması<br />
hedeflenmektedir. 1. yıl ortaöğretim okulları, 2. Yıl ilköğretim ikinci kademe, 3. yıl<br />
ise ilköğretim birinci kademe ile okulöncesi kurumlarının BT donanım altyapısı<br />
kurulumları hedeflenmekte, paralel çalışmalar ile aynı süreler içerisinde e-içerik,<br />
öğretim programlarına uygun BT cihazlarının kullanımı, öğretmenlerin hizmet içi<br />
eğitim ile bilinçli ve güvenli internet kullanımı bileşenlerinin tamamlanması öngörülmektedir.<br />
Bu bileşenler ile devam edecek Eğitimde Fatih Projesi ülkemizde eğitimden<br />
başlayarak 21. Yüzyıl yeterliklerine sahip vatandaş yetiştirmeyi hedefleyen<br />
bir dönüşüm -transformasyon- amaçlamaktadır. 2<br />
2<br />
Türkiye Bilişim Derneği Dergisi, Tunay ALKAN Fatih Projesi Topyekûn bir dijital dönüşüm<br />
projesidir. Kasım <strong>2011</strong>, Sayı 137.
128<br />
Proje Bileşenleri; 1-Donanım ve Yazılım Altyapısının Sağlanması, 2-Eğitsel e-İçeriğin<br />
Sağlanması ve Yönetilmesi, 3-Öğretim Programlarında Etkin BT Kullanımı, 4-Öğretmenlerin<br />
Hizmetiçi Eğitimi, 5-Bilinçli, Güvenli, Yönetilebilir ve Ölçülebilir BT<br />
Kullanımı sağlanması bileşenlerinden oluşmaktadır. Her bileşende ayrı çalışmalar<br />
yapılmaktadır. Donanım altyapısının iyileştirilmesi bileşeni kapsamında, okulöncesi,<br />
ilköğretim ve ortaöğretim kademesi okullarındaki bütün dersliklere birer adet<br />
Bilgisayar donanımlı Panel Tip Etkileşimli Tahta kurulacak ve her dersliğe geniş<br />
bant internet erişimi sağlanacaktır. Her okula en az bir adet çok amaçlı fotokopi,<br />
tarayıcı özelliği olan network yazıcısı, mikroskopa bağlanabilen doküman kamera<br />
kurulacaktır. Eğitsel e-içeriğin sağlanması bileşeni kapsamında; öğretim programlarında<br />
yer alan ders içerikleri için öğrenme nesneleri hazırlanacak ve e-kitap<br />
formatında elektronik ortama aktarılacaktır. Bu e-içeriklere öğretmenler ve öğrenciler<br />
web tabanlı ortamlarda hem çevrimiçi hem de çevrimdışı biçimde ulaşabilecektir.<br />
Öğretim programlarının BT içerecek hale getirilmesi proje bileşeni kapsamında;<br />
öğretmen kılavuzlarının programları okullarımızın dersliklerine sağlanan<br />
donanım altyapısının ve eğitsel e-içeriğin etkin kullanımını içerecek şekilde yenilenmesini<br />
içermektedir. Öğretmen Hizmetiçi Eğitimi proje bileşeni kapsamında;<br />
okullarımızda görev yapan öğretmenlerimizin sınıflara sağlanan donanım altyapısını,<br />
eğitsel e-içerik ve BT’ye uyumlu hale getirilen öğretmen kılavuzlarıyla birlikte<br />
etkin biçimde kullanma becerilerini geliştirmelerine dönük yüz yüze ve uzaktan<br />
eğitim aracılığıyla hizmet içi eğitim faaliyetlerine katılmaları sağlanacaktır. Proje<br />
sonunda öğretmen eğitimine dönük diğer kamu kurumlarının da kullanabileceği her<br />
ilde en az bir adet olmak üzere toplam 110 adet uzaktan hizmet içi eğitim sınıfları<br />
kurulmuş olacaktır. Bilinçli ve güvenli BT kullanımının sağlanması adlı proje bileşeni<br />
kapsamında ise eğitim-öğretim süreçlerinde BT araçlarıyla birlikte internetin<br />
de bilinçli ve güvenli kullanımını sağlamak için gerekli donanım ve yazılım altyapısının<br />
kurulmasının yanında düzenleyici metin çıkarılması da öngörülmektedir. 3<br />
Akıllı Tahta Nedir?<br />
Akıllı Tahta kavramı İngilizce de ki Smart Board kavramından Türkçeye geçmiştir.<br />
Kavramın İngilizcesi olarak kullanılan terimin aynı zamanda dünyada yaygın kullanılan<br />
bir akıllı tahta firmasına ait ürün markası olması bu isimle anılmasına sebep<br />
olmaktadır. Gerçi trend olarak e(elektronik) kavramı yavaş yavaş yerini smart kavramına<br />
bırakmaktadır. bizim Türkçe de bugün kullanmamız gereken kavram “etkileşimli<br />
elektronik tahta” veya “etkileşimli akıllı tahta” olmalıdır. Bu kavramı tüm<br />
akıllı tahtalar için Türkçe dilinde genel tabir olarak kullanmak gerekir.<br />
Akıllı Tahta/Etkileşimli Elektronik Tahta<br />
Bilgisayar ekranının yansıdığı veya oluştuğu yüzey ile doğrudan parmak ve/veya aktif<br />
ya da pasif kalem ile kullanıcının bilgisayarı kullanmak için etkileşime geçebildiği<br />
3 Artı Eğitim Dergisi, Eğitimde Fatih Projesi, Tunay ALKAN, Mülakat.
129<br />
eğitime özel üretilmiş donanım ve yazılımları ile tüm tahtaya yazıp çizdiğiniz içerikleri<br />
yorumlayabilen, kaydeden, kaydedilmiş bilgileri çağırabildiğiniz yazılımı<br />
bulunan, 21. yy eğitim aracıdır.<br />
Öğretmenin eğitim öğretimde araç olarak kullanacağı, öğrencilerin de okuldan bilgiye<br />
ulaşma yolarından biri olarak kullanacakları Etkileşimli Elektronik Tahtalar,<br />
güvenli ağ üzerinden her sınıfın internete bağlanması avantajının yanında öğrencinin<br />
eğitimdeki en önemli duyu organlarından göze ve kulağa en etkili biçimde hitap<br />
eden bir yapıya sahiptir. Öğrencilerin kavrama düzeylerini artırarak öğrenme sürecini<br />
kısaltacaktır. Ayrıca kısa sürede öğrenmeden ortaya çıkan vakitte öğretmenin<br />
öğrenciler ile bireysel ilgilenmeye ayırdığı vakit artacaktır. Anlaşılması zor olan<br />
kazanımlar için tahta ile etkileşim kuracaktır. Bu etkileşimde resim, ses, video ve<br />
animasyon ile takviye edilen yöntem kullanılacak olup, öğretim ortamı zenginleştirilerek<br />
kavrama düzeyi artırılmış olacaktır.<br />
Panel Tip Etkileşimli Tahta<br />
Kaldı ki bu saydıklarımız, kullanılması durumunda tüm etkileşimli elektronik tahtalar<br />
için geçerlidir. Oysa Millî Eğitim Bakanlığı olarak Yenilik ve Eğitim Teknolojileri<br />
Genel Müdürlüğünde geliştirilen akıllı tahta mevcut akıllı tahtaların ötesinde<br />
bir eğitim aracıdır. Bu Etkileşimli Elektronik Tahta ile halen piyasada bulunan etkileşimli<br />
elektronik tahtaların bir kıyaslaması yapılarak açıklanması gerekmektedir.<br />
Mevcut Etkileşimli Elektronik Tahtalar, Projeksiyon sistemi ile kurgulanmıştır.<br />
Projeksiyon temelli Etkileşimli Elektronik Tahta, bazı modellerde projeksiyonun<br />
yansıdığı yüzeye takılan bir aparat şeklinde, bazı modellerinde ise projeksiyonun<br />
yanına takılan bir aparat olarak karşımıza çıkarken bazı modellerde projeksiyon<br />
cihazının içerisine entegre haliyle karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca özellikle bu sektörün<br />
öncüsü küresel şirketlerin etkileşimli elektronik tahta modelleri ise projeksiyonun<br />
ve yansıdığı yüzey de aynı kaide üzerindeki esnek kullanımlı yapı ile beraber<br />
gelmekte olup bu yüzey özel bir teknikle imal edildiğinden parmak veya özel kalemi<br />
ile yüzey etkileşimli olarak kullanılabilmektedir. Tüm modellerde dışarıdan<br />
bilgisayar bağlanması gerekir. Bu tip projeksiyonlu tahtaların dezavantajları ise<br />
aydınlık ortamlarda karartma ihtiyacı duyulması, lamba ömürlerinin kısa (yaklaşık<br />
3500 saat) olması, kullanılmaya başladığı andan itibaren lamba ömrünün sonuna<br />
doğru giderek kötüleşen bir yansıma görüntüsü, kullanıcı tahta ile ışık kaynağı arsında<br />
olmasından dolayı gölge probleminin oluşması, aparat ile tahta arasına el veya<br />
vücudun girmesinin etkileşimi ortadan kaldırması, bir çok tahta türünün kalemlerinin<br />
pilli aktif elektronik cihazlar olması, paneli beraber gelenlerin bir kısmında<br />
mürekkepli kalem kullanılamaması ayrıca bu tip tahtaların hiç birinde tebeşir kullanılamaması<br />
vb dezavantajları vardır.<br />
Eğitimde Fatih Projesi Kapsamında Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü<br />
olarak geliştirilen Etkileşimli Elektronik Tahta ise dünyada benzerlerine göre
130<br />
ayrıcalıklı, özellikli ve diğer akıllı tahtalara göre çok avantajı olan bir tahtadır. Şahsım<br />
da bu tahtanın buluşçuları arasında olup Genel Müdürlük olarak tahta ile ilgili 3<br />
patentin fikri mülkiyet haklarına sahibiz. Yukarıda sayılan etkileşimli elektronik<br />
tahtalardan, Eğitimde Fatih Projesi kapsamında geliştirilen etkileşimli elektronik<br />
tahta bu yapıdan tamamen farklı olup, darbelere karşı güçlendirilmiş, gorilla tabir<br />
edilen kırılmayan bir korumalı cam ile imal edilmiştir. Ayrıca LED aydınlatmalı,<br />
LCD tabanlı, üzerine soketli bilgisayar konumlandırılmış, özel kalem kullanımı<br />
gerekmeyen, üç farklı nesil akıllı tahtanın bir araya getirildiği, hem tebeşir, hem<br />
mürekkepli, hem de pasif bir kalem ya da parmakla kullanılabilen yenileşimci bir<br />
yapıda dizayn edilmiştir. Bu tahtanın ömrü en az 35.000 saat olup son anına kadar<br />
aynı görüntü kalitesini koruyabilen bir yapıdadır. Ortamın karartılmasına ihtiyaç<br />
olmayıp, gölge ortaya çıkarmaz. Kullanım için ayrı bilgisayar gerekmediğinden<br />
pratik ve kullanışlıdır.<br />
Kısacası öğretmenin ve öğrencinin çok kolaylıkla kullanabileceği, öğrencinin öğrenmesi<br />
sürecini hızlandıran ve bu süreci zevkli hale getirecek bir yapıda dizayn<br />
edilmiştir. 4<br />
Panel Tip Etkileşimli Tahta Kullanımının Öğrencilere Sağlayacağı Yararlar<br />
Öğrenme duyu organları aracılığı ile istendik yönde kalıcı değişikliklere sebep olmaya<br />
yönelik kaynaktan alınan bilginin kişiye bilgi, kavrama, yorumlama ve davranış<br />
olarak aktarılması sürecidir. Bu süreçte kaynağın bilgi birikiminin öneminin<br />
yanında bunları sunuş biçimleri de en az o kadar önemlidir. Bu sebeple ne kadar<br />
fazla duyu organına hitap ederek bilgi aktarılabilirse o kadar öğrenme kolaylaşır ve<br />
süreç hızlanır. İşte Panel Tip Etkileşimli Tahta klasik tahtaya göre öğrencinin daha<br />
fazla duyu organına daha etkili hitap eden bir yapıya sahiptir. Bilgiye hemen ulaşabilen<br />
bir terminal özelliği ile kaynaklara anında ulaşmaya imkan vermektedir.<br />
Panel Tip Etkileşimli Tahta Kullanımının Öğretmenlere Sağlayacağı Yararlar<br />
Öğretmenler öğretim tarihi boyunca öğretme faaliyetlerini gerçekleştirirken öğrenmeyi<br />
kolaylaştıracak ve hızlandıracak yöntem, teknik, araç ve gereçler geliştirmişlerdir.<br />
Klasik karatahta da, etkileşimli elektronik tahta da, bu sürecin ürünleridir.<br />
2000’li yıllarda ortaya çıkan etkileşimli elektronik tahtalar, bu güne kadar hep gelişim<br />
sürecinde olmuşlardır. Bu günden sonra da gelişim süreci devam edecektir.<br />
Etkileşimli elektronik tahtaların gelişim sürecinde, özellikle Eğitimde Fatih Projesi<br />
kapsamında geliştirilen tahta bir kırılma noktasıdır. Yukarıda saydığımız gibi diğer<br />
tüm tahtaların dezavantajını ortadan kaldıran bir yapıdadır. Bu tahtanın öğretmenler<br />
için sağlayacağı yaralardan bahsetmeden önce bunun tekrar vurgulanması gerekmektedir.<br />
Öğretmenlerin bu tahtayı kullanmaları durumunda derslerinde kullanabilecekleri<br />
elektronik ortamdaki içerikleri de kullanma imkanları olacak, güvenli ağ<br />
4 CHIP Dergisi, Aralık <strong>2011</strong> Sayısı Akıllı Tahtalarımız Geliyor, Tunay ALKAN, Mülakat
131<br />
üzerinden internete ulaşarak devasa bilgi kaynağına sahip olacak ve soyut ve anlaşılması<br />
zor kavramlar animasyon veya simülasyonlar ile öğrencilere kolayca anlatılabilecek.<br />
Öğretmenler anlattıkları konulara ait tahtaya yazıp çizdikleri konuları<br />
silme ihtiyacı duymadan devam edebilecekler. Daha sonra anlatımda ihtiyaç duymaları<br />
halinde geri dönüp aynı sayfadan anlatıp sorulara cevap verebilecekler. Ayrıca<br />
anlattıkları derslere ait konuları kaydedip daha sonraki derslerde kullanabilecekleri<br />
gibi öğrencilere de elektronik ortamda veya çıktı olarak paylaşabileceklerdir.<br />
Etkileşimli elektronik tahtanın yanında bulunan mıknatıs tutabilen beyaz ve<br />
yeşil tahta da ayrı avantajlar sağlayacaktır. Örneğin: etkileşimli tahtada dinamik<br />
olarak bazı içerikler gösterilebilirken bunlara ait kritik kalıcı hususlar beyaz tahta<br />
üzerine özet olarak yazılarak çıkarılabilir. Yine bir tarih dersi işlenirken harita yan<br />
taraftaki beyaz tahtaya sabit olarak mıknatısla tutturulup haritadaki mekan ile ilgili<br />
dinamik bilgi etkileşimli tahtadan gösterilebilir.<br />
Kısaca bu geliştirilen tahta ile ilgili öğretmenler mevcut ders anlatım yöntem ve<br />
tekniklerini ilerletecekler ayrıca yeni ders anlatım yöntem ve teknikleri geliştireceklerdir.<br />
Bu gelişim süreci şu anda tahmin ettiğimizden daha kapsamlı ve hızlı<br />
olacaktır. Günümüzde üzerinde araştırmalar yapılan Harmanlanmış Öğrenme de<br />
buna bir örnek olarak sayılabilir.<br />
Panel Tip Etkileşimli Tahta Kullanımının Eğitim Ortamlarına ve Sistemine<br />
Sağlayacağı Yararlar<br />
Panel Tip Etkileşimli Tahtanın sınıf ortamında konulması, bir görüntüleme aracı<br />
olarak ta öne çıkmasına sebep olacaktır. Her türlü dijital cihazın bağlanabildiği ve<br />
her türlü sayısallaştırılmış bilginin, yüklenip oynatılarak gösterilebildiği bir eğitim<br />
aracıdır. Bu tahtaya, analog ve dijital kameralar, dijital fotoğraf makinaları, video<br />
konferans/web kameralar, mikroskop kameralar, doküman kameralar, tarayıcılar,<br />
yazıcılar vb dijital girdi ve çıktı aygıtı olan cihazlar bağlanabilecektir. Böylece sınıf<br />
her türlü analog dünyadaki ve her ortamdaki ve her medya türündeki bilginin<br />
dijitize edilerek tahta aracılığı ile öğrencilere sunulmasına imkan verebilecektir.<br />
Sınıftan sınıfa, sınıftan okula, okuldan okula, canlı ders paylaşımına imkan verecektir.<br />
Ayrıca öğrencilerin tablet veya bilgisayar kullanmaları durumunda tahta ile<br />
öğrenci ekranlarına paylaşım yapılabileceği gibi, öğrenci ekranları ve ya ekranı<br />
tahta ile tüm sınıfa paylaşılabilecektir. Bu imkanların bazıları okul ve internet ağ<br />
yapısının bulunması ve tahtanın bu ağa bağlı olması ile kullanılabilir olacaktır. Aslında<br />
Eğitimde Fatih Projesi ile tüm okulların her sınıfına iki ağ ucu çekilmesi ve<br />
birinin bu tahtanın içinde bulunan bilgisayarına bağlı olması, sanal dünyada da Sınıf<br />
ve Okulları ile bir Millî Eğitim Bakanlığının var olmasını sağlayacaktır. Bu da aslında<br />
gerçek anlamda akıllı okul ve akıllı sınıf kavramına giden yolu açacaktır. Bu<br />
durum Millî Eğitim Bakanlığının karar destek sistemini güçlendirecek ve muazzam<br />
veriler ortaya koyacaktır. Bu tahtanın bu sistem ile birlikte çalışması durumunda,
132<br />
sistem canlı olarak okuldaki eğitim programını, sınıftaki eğitim programı bilecek ve<br />
akıllı davranacaktır. Örneğin: okuldaki öğretmenler sınıflarına gittiklerinde, o anda<br />
hangi sınıfta, hangi şubenin dersi olduğunu, o anda o sınıfta hangi dersin olduğunu,<br />
derste hangi öğrencilerin olması gerektiğini ve teneffüs mü? ders saati mi? onu<br />
bilecek ve öğretmenin derse girdiği anda kullanıcı adı ile karşılayacak, öğretmenin<br />
kullanıcı şifresini girmesi ile karşısına sınıf listesi yoklama için gelecek ve sadece<br />
olmayanlar için isimlerinin üzerine tıklaması ile yoklamaları işlenmiş olacaktır. Geç<br />
gelen öğrenci için aynı isme tekrar tıklaması ile geç gelme işlemine ait yoklamada<br />
gerçekleşmiş olacak tüm bu işlemler sistemin gerçek zaman saati ile damgalanmış<br />
olarak yapılacaktır. Ayrıca öğretmen kullanıcı adı ile sisteme girdiğinden daha önceki<br />
derste nerede kaldığı, daha önce tahtaya yazıp çizdiklerinin kaydedildiği<br />
ikonlar ekranda ilgili kısımda belirecektir.<br />
Harmanlanmış Öğrenme<br />
Internet’e dayalı bilgisayar destekli öğretim ortamının ve yüz yüze öğretimin sunduğu<br />
avantajların -her iki yöntemin öğretimin niteliğini arttırıcı yönleri katılarakbütünleştirilmesi<br />
ile elde edilen öğrenme ortamıdır (Osguthorpe ve Graham-2003). 5 Harmanlanmış<br />
öğrenme ortamı Panel Tip Etkileşimli Tahta ile hedeflenen noktaya çok<br />
yaklaşmış olacaktır. Zira üç nesil tahtayı hybrid olarak bir araya getirerek avantajlarını<br />
öne çıkaran bir tasarımdır. Bu tahtadan sonra Harmanlanmış Öğrenme ülkemizde<br />
daha çok öne çıkacak ve eğitime katkıları konuşulacaktır.<br />
Sonuç<br />
Değişim ve dönüşümün inanılmaz bir hızla gerçekleştiği günümüzde, değişim ve<br />
dönüşümler eğitim ortam ve süreçlerine de ister istenmez etki etmektedir. Bu ortam<br />
ve süreçlerde kullanılan yöntem, teknik, araç ve gereçlerinde bu durumdan etkilenmemesi<br />
kaçınılmazdır. Hatta eğitimciler olarak gelişen teknolojinin işimizi kolaylaştırma<br />
yönünde getirdiği avantajları eğitim sürecinin içine kazandırmamız gerekmektedir.<br />
Eğitimde Fatih Projesi geliştirme sürecinde tasarlanan Panel Tip Etkileşimli<br />
Tahta eğitim ortamlarındaki eğitim aracı olan tahta gelişiminde bir çığır açmıştır.<br />
Bu tahta türü ile ilgili özellikle Harmanlanmış Öğrenme yöntemi de göz<br />
önünde bulundurarak, mevcut ders anlatım öğretim, yöntem ve tekniklerinin uyarlanması<br />
ve geliştirilmesi ile yine bu tahta yapısına uygun yeni yöntem ve tekniklerin<br />
geliştirilmesi de gerekmektedir. Ayrıca gerek tahtada donanım değişiklikleri<br />
yapılarak, 3 boyutlu (3D) içeriklerin gösterilmesine olanak tanıyan özelliklerin<br />
kazandırılması, gerekse 2 boyutlu (2D) ve 3 boyutlu interaktif içerik geliştirme<br />
yönünde de araştırma ve geliştirme çalışmaları yapılmalıdır. Bu tahta türünün<br />
5 Fen Eğitiminde Harmanlanmış Öğrenme Ve Sosyal Medyanın Fen Öğrenmeye Yönelik Motivasyona,<br />
Tutuma, Akademik Başarıya Ve Kendi Kendine Öğrenme Becerilerine Etkisi, Doktora Tez Önerisi,<br />
Devrim Akgündüz, İstanbul, <strong>2011</strong>.
133<br />
Ülkemizde buluşunun yapılması sebebi ile Üniversitelerin Eğitim Fakültelerinin<br />
ilgili bölümleri ile Bilgisayar ve Öğretim Teknolojisi bölümlerinin, sayılan konular<br />
ile ilgili ve eğitime katkıları konusunda araştırma yaptırmaları ayrıca yüksek lisans<br />
ile doktora öğrencilerine tez konusu olarak verilmesi, küreselleşen dünya eğitim<br />
sistemleri için de önem arz etmektedir.<br />
Kaynaklar<br />
1. İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi BÖTE ders notları, Öğr. Gör. Mehmet Karahan,<br />
Eğitimde Bilgi Teknolojileri, S.94<br />
2. Türkiye Bilişim Derneği Dergisi, Tunay ALKAN Fatih Projesi Topyekün bir dijital dönüşüm<br />
projesidir. Kasım <strong>2011</strong>, Sayı 137<br />
3. Artı Eğitim Dergisi, Eğitimde Fatih Projesi, Tunay ALKAN, Mülakat<br />
4. CHIP Dergisi, Aralık <strong>2011</strong> Sayısı Akıllı Tahtalarımız Geliyor, Tunay ALKAN, Mülakat<br />
5. Fen Eğitiminde Harmanlanmış Öğrenme Ve Sosyal Medyanın Fen Öğrenmeye Yönelik<br />
Motivasyona, Tutuma, Akademik Başarıya Ve Kendi Kendine Öğrenme Becerilerine Etkisi,<br />
Doktora Tez Önerisi, Devrim Akgündüz, İstanbul, <strong>2011</strong><br />
Tüm Kitap İhtiyaçlarınız için<br />
www.tdk.com.tr<br />
Türkiye’nin İnternet Kitapçısı
134
ENERJİ SEKTÖRÜNÜN GÖRÜNÜMÜ<br />
Ergün AKALAN<br />
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, Enerji İşleri Genel Müdürlüğü,<br />
Proje Daire Başkanı<br />
Sunum Planı<br />
� Dünyada enerji talebi ve eğilimler.<br />
� Türkiye’nin enerji görünümü<br />
� Sonuç<br />
Dünya-Kaynaklara Göre Birincil Enerji Talebi<br />
(2007-2030) (Kaynak:IEA WEO2009)<br />
Dünya: Enerji Sektörüne Yatırım-Yeni Senaryo-: (2010-2035) Milyar $ (Kaynak<br />
WEO 2010)<br />
Bölgeler Milyar$<br />
OECD 11574<br />
Kuzey Amerika 6111<br />
Avrupa 3974<br />
Pasifik 1490<br />
Non-OECD 20881<br />
D.Avrupa 3608<br />
Rusya 2060<br />
Asya 9673<br />
Çin 5130<br />
Hindistan 2380<br />
Orta Doğu 2149<br />
Afrika 2674<br />
Latin Amerika 2776<br />
Uluslararası taşımacılık 361<br />
135
136<br />
Kümülatif: 32,8 trilyon$<br />
Dünya: Elektrik Projeksiyonları (2008-2035) Weo2010<br />
1) 2008-2035 Döneminde yıllık talep artışı %2,2-2,4 (tüketim: 16819 TWh<br />
2008 yılı, 30300 TWh 2035 yılı). Gelişmekte olan ülkeler talebin merkezini<br />
oluşturmaktadır.<br />
2) 2008-2035 arasında nükleer ve yenilenebilirin payı %32’den %45 çıkacağı<br />
öngörülmektedir. Düşük karbon teknolojileri ile dünya elektrik sektörünün<br />
karbon yoğunluğu 536 gr CO2/kwh’ten, 360 gr CO2/kwh düşeceği öngörülmektedir.<br />
4) Elektrik sektöründe kömürün payı %41’den 2035’te %32’ye düşse bile kömür<br />
dominant yakıt olarak kalacaktır.<br />
5) Çin’in elektrik talebi 2008-2035 arasında 3 katına çıkacak. 2008’de Kömürün<br />
payı %79’dan, 2035’te %55 düşecektir. Bu düşüş Nükleer ve yenilenebilir<br />
ile karşılanacaktır. Dünyada Nükleer ve yenilenebilir kurulu gücü en<br />
fazla Çin’de artmaktadır. 2005-2025 arasında Çin, ABD’nin hali hazırdaki<br />
elektrik üretim kapasitesi kadar kapasiteyi mevcut kurulu gücüne ekleyecektir.<br />
6) Dünyada 2009-2035 yılları arasında yaklaşık 5 900 000 MW elektrik üretim<br />
santrali kurulacaktır. Bunun %40’ı 2020’den önce tesis edilecektir. 2009-<br />
2035 arasında 16,6 trilyon $ elektrik üretim sektörüne harcanacaktır. (9.6<br />
trilyon $’ı yeni santraller, 2.2 trilyon$ iletim, 4.8 trilyon $ dağıtım alt yapısına<br />
harcanacaktır.)<br />
Dünyada Yenilenebilir Enerji Politikaları
Dünya: Yenilenebilir ve Yatırımlar Weo2009<br />
137
138<br />
Türkiye’nin Enerji Görünümü<br />
Türkiye: Elektrik Üretim Kurulu Gücü ve Üretim Miktarları<br />
(2000-2010)<br />
Yıllar İtibariyle Türkiye Net Elektrik Tüketiminin Sektörlere Dağılımı<br />
(2000-2009)
Türkiye: Elektrik Santralleri ve Özel Sektör Yatırımları<br />
(2000-2010)<br />
2010 Yılında İşletmeye Açılan 110 Adet Santralin Yakıt Dağılımı<br />
139
140<br />
Türkiye: Elektrik Kurulu Güç Gelişimi<br />
<strong>2011</strong> Kasım<br />
Sonu<br />
52.458 MW
<strong>2011</strong> Yılında İşletmeye Açılan Santrallerin Güç ve Yakıt Dağılımı<br />
(1 Aralık)<br />
<strong>2011</strong> İŞLETMEYE ALINAN ÖZEL SEKTÖR SANTRALLAR YAKIT ANALİZ TABLOSU<br />
SANTRAL TÜRÜ<br />
KURULU<br />
GÜCÜ MW<br />
KABUL<br />
ADET<br />
SANTRAL<br />
ADET<br />
BİOGAZ<br />
ÇÖP GAZI 18,5 8 7<br />
DG 1231,9 23 22<br />
FO 32,1 1 1<br />
HES * 1256,2 61 54<br />
İTHAL KÖMÜR<br />
JEOTERMAL 20,0 1 1<br />
LİNYİT<br />
LNG 10,0 2 2<br />
RÜZGAR 371,6 24 16<br />
TOPLAM: 2940,3 120 103<br />
141
142<br />
632 Adet 27775 mw'lik İşletmeye Girecek Santrallerin Kurulu Güç Yakıt/Kaynak Dağılımı<br />
Sonuç<br />
� Birincil enerjide dışa bağımlılık %73’tür.<br />
� Türkiye dünyada enerji talebi en hızlı artan ülkelerden biridir.<br />
� Türkiye enerji politikalarını ve stratejilerini hayata geçirmektedir.<br />
� Enerji verimliliği dışa bağımlılığı azaltmada ve arz güvenliği için en<br />
güçlü araçtır.<br />
� Enerji kaynak çeşitliği içinde nükleer enerji yerini alacaktır.<br />
� Enerjide dışa bağımlı olan -Japonya, Kore, İspanya- gibi ülkeler enerji<br />
teknolojilerinde (çevrim teknolojilerinde) üstünlük sağlamışlardır.<br />
� Enerji teknolojilerinin desteklenmesine yönelik siyasi kararlılık vardır,<br />
mevzuat düzenlemeleri yapılmıştır.<br />
� Enerji üretimi ile tüketimi arasında fark ile gece-gündüz tüketim farklılıklarının<br />
azaltılmasında hidrojen teknolojileri alternatif olacaktır. ancak<br />
bu gün için maliyet nedeniyle etkin değildir.<br />
� Elektrikli araçların yaygınlaşması üretim tüketim dengesine önemli oranda<br />
katkı sağlayacaktır.
PANEL V<br />
NÜKLEER ENERJİDE <strong>İLERİ</strong> <strong>TEKNOLOJİLER</strong><br />
143
144
Özet<br />
EYLEMSİZLİKLE TUTUKLAMA FÜZYONU<br />
Bilge ÖZGENER<br />
İstanbul Teknik Üniversitesi, Enerji Enstitüsü,<br />
Nükleer Araştırmalar Anabilim Dalı<br />
145<br />
Dünya enerji sorununun uzun vadede çözümünde en büyük umutların başında<br />
füzyon enerjisi gelmektedir. Yıldızların enerji kaynağı olan füzyon enerjisinin elektrik<br />
enerjisi üretimi için kullanılması insanlığın enerji sorununu temelden çözebilecek<br />
niteliktedir. Füzyonun başlıca yakıtı hidrojen olup dünya üzerinde özellikle su<br />
olarak bol miktarda bulunmaktadır. Füzyonun aksine ağır radyoaktif çekirdekler<br />
üretmeyen ve trityum dışında önemli bir atık sorunu da bulunmayan füzyon enerjisi<br />
ideale yakın bir enerji çözümü gibi gözükmektedir. Ancak füzyonun çok yüksek<br />
sıcaklıklarda gerçekleşmesi füzyon teknolojisinin gelişmesi önünde önemli bir<br />
engel oluşturmuştur. Füzyon tepkimesi yoluyla enerji üretimi için kullanılabilecek<br />
iki yoldan biri eylemsizlikle tutuklama yöntemidir. Lazer ışınlarının dolaysız ya da<br />
dolaylı olarak füzyon hedefine yöneltilmesi ilkesine dayanan bu seçenek yakın<br />
gelecek için umut vadetmektedir.<br />
1. Giriş<br />
Dünya yüzündeki füzyon araştırmalarına pek çok ülke katkıda bulunmaktadır.<br />
ABD, Avrupa Birliği, Rusya ve Japonya bu konuda öncü ülkeler olarak sayılabilirler.<br />
Ayrıca Çin, Kanada, Güney Kore ve Brezilya’da da ciddi füzyon programları<br />
işlerliktedir. Füzyon araştırmaları ilk önce ABD ve o zamanki SSCB’de askeri amaçlı<br />
olarak başlamıştı. 1958’de Cenevre’de yapılan Barış için Atom Konferansına değin<br />
bu araştırmalar gizlilik içinde yürütüldü. 1951’de SSCB’de tokmak tasarımının<br />
geliştirilmesi barışçıl amaçlı füzyon araştırmalarında bir başlangıç noktası oluşturdu.<br />
Füzyon uygulamalarının yüksek maliyeti ve karmaşıklığı dünya ülkelerinin bu<br />
konuda uluslararası işbirliğine gerek duymalarına neden oldu. Bugün de barışçıl<br />
füzyon araştırmalarının önemli bir bölümü uluslararası katılımlı ortak projeler biçiminde<br />
yürütülmektedir.<br />
2. Füzyon Teknolojisi<br />
Normal hidrojen çekirdeklerinin kaynaşarak helyum çekirdeğini (alfa parçacığı)<br />
oluşturmalarına dayanan hidrojen füzyonu güneşin ve genelde tüm yıldızların başlıca<br />
enerji kaynağıdır. Çok yüksek sıcaklıklara ısıtıldığı zaman hidrojen gazı protonlardan<br />
ve elektronlardan oluşan plazmaya (maddenin dördüncü hali) dönüşür. Normal<br />
koşullarda elektrostatik itme kuvveti protonların birbirine yaklaşmasını
146<br />
engellediğinden füzyon mümkün olmaz. Ancak protonların bu elektrostatik itme<br />
kuvvetine rağmen birbirlerine çok yaklaşmalarını sağlayan koşullar oluşursa, protonlar<br />
arası çekici nükleer kuvvet devreye girerek kaynaşmalarını sağlar. Bu olay<br />
çekirdeksel tepkimesi ile özetlenebilir.<br />
1 4 +<br />
4 2 2<br />
H → He + e + ν<br />
(1)<br />
Şekil 1. Hidrojen füzyonu<br />
Bu tür bir tepkime ancak çok yüksek sıcaklıklara çıkılarak protonların elektrostatik<br />
itme kuvvetini aşacak hızlara ulaştırılmaları halinde olanaklı olur. Dört protonun<br />
toplam kütlesi, alfa parçacığı ile ikişer pozitron ve nötrinonun toplam kütlesinden<br />
biraz daha büyük olduğundan bu tepkimede<br />
2<br />
E = mc<br />
(2)<br />
kütle-enerji eşdeğerliliği denklemine göre kütle, enerjiye (E) dönüşür. Burada m<br />
kütle farkı, c ise ışık hızıdır. İşte yıldızlardaki enerjinin temelini bu füzyon tepkimesi<br />
oluşturur.<br />
Hidrojenin, H 1 (protiyum) dışında döteryum (H 2 =D) ve trityum (H 3 =T) olarak adlandırılan<br />
iki izotopu daha vardır. Döteryum doğal bir çekirdek olup deniz suyunda<br />
30 gr/m 3 derişimle bulunur. Trityum ise doğada bulunmayıp, nükleer reaktörlerde<br />
6 3 4<br />
Li + n → H + He<br />
(3)<br />
tepkimesi ile üretilebilir. Trityum, radyoaktif bir çekirdek olup yaklaşık 12 yıllık<br />
yarı ömürle aşağıdaki şeklinde negatif beta bozunumu ile helyuma dönüşür.<br />
3 3 −<br />
H He e ν<br />
Proton<br />
Nötron<br />
Pozitron<br />
Gama<br />
Nötrino<br />
→ + + (4)
Protiyum Döteryum Trityum<br />
Proton<br />
Elektron<br />
Nötron<br />
Şekil 2. Hidrojen izotopları<br />
147<br />
Yıldız ortamlarındaki yüksek sıcaklıklarda kolaylıkla gerçekleşen normal hidrojen<br />
füzyonunun, (1), dünya üzerinde gerçekleştirilmesi, gerekli olan sıcaklığın çok<br />
yüksek olması nedeniyle çok zordur. Ancak döteryum ile trityum, yaklaşık 10 8 o C<br />
sıcaklığa çıkılması halinde<br />
2 3 4<br />
H + H → He + n<br />
(5)<br />
tepkimesi ile D-T füzyonu yapabilirler. 17.6 MeV’lik Q değerine sahip olan bu<br />
tepkimede nötron 14.1 Mev’lik, alfa parçacığı ise 3.6 MeV’lik kinetik enerji alarak<br />
açığa çıkan enerjiyi paylaşmaktadırlar. (5) tepkimesi, gerek askeri gerekse barışçıl<br />
füzyon uygulamalarının dayandığı temel tepkimedir.<br />
Bir füzyon reaktöründe reaktör kalbi döteryum ve trityumdan oluşur. Kalbin etrafında<br />
lityumdan yapılmış bir battaniye bulunur. (5) tepkimesi sonucu kalpte yayınlanan<br />
nötronlar, battaniyede 4.8 MeV’lik Q değeriyle dış-ısıl olan (3) tepkimesi ile<br />
lityum tarafından soğurulabilirler. -2.466 MeV’lik Q değeriyle iç-ısıl olan<br />
7 3 4<br />
Li + n → H + He + n<br />
(6)<br />
tepkimesi de hızlı nötronların soğurulmasına katkıda bulunur. Yerkabuğunda 30<br />
ppm derişim ile bulunan lityumun %92.5’i Li 7 %7.5’i ise Li 6 izotopundan oluştuğundan<br />
gerek (3) gerekse (6) tepkimeleri ile nötron soğurulması yoluyla battaniyede<br />
trityum üretimi kolaylıkla gerçekleştirilebilir. Kalpten battaniyeye geçen nötronların<br />
yavaşlamaları yaklaşık 1 m kalınlığındaki battaniyede gerçekleşen saçılmalarla<br />
mümkün olmaktadır. Bu saçılmalarda battaniye tarafından soğurulan nötron kinetik<br />
enerjisi battaniyenin ısınmasına yol açmaktadır. Battaniye içinden akan soğutucu<br />
akışkan (su, helyum veya Li-Pb ötektiği), battaniyedeki ısıyı çekerek taşır. Bir<br />
füzyon güç santralında taşınan bu enerji bilinen termodinamik çevrimlerle elektrik<br />
enerjisine dönüştürülür.
148<br />
Birincil<br />
yakıt<br />
Şekil 3. Bir D-T Füzyon Reaktörü<br />
D-T füzyonundan pratik bir enerji kaynağı olarak yararlanılması için 10 8 o C sıcaklığa<br />
çıkılması ve D-T’den oluşan kalbin yeteri kadar süre birarada tutularak, aldığından<br />
çok enerji veren bir sistemin oluşturulması gerekmektedir. Yeryüzündeki barışçıl<br />
füzyon araştırmaları tamamen bu hedefin gerçekleştirilmesine yöneliktir.<br />
Her ne kadar D-T füzyonu bugünkü füzyon araştırmalarının ana hedefi ise de, daha<br />
uzun vadeli planlar, D-D füzyonunu da kapsamaktadır. D-D füzyonu:<br />
2 2 3 1<br />
H + H → H + H<br />
(7)<br />
2 2 3<br />
H + H → He + n<br />
(8)<br />
tepkimelerine dayanmaktadır. Eşit olasılıkla gerçekleşen bu tepkimelerden ilki 4<br />
MeV ikincisi ise 3.25 MeV’lik Q değerleri ile dış ısıl tepkimelerdir. Ancak D-D<br />
füzyonunun, D-T füzyonuna göre çok daha yüksek sıcaklıklar gerektirmesi önceliğin<br />
D-T füzyonuna verilmesine neden olmuştur.<br />
3. Lawson Ölçütü<br />
Dış güvenlik kabuğu<br />
Lityum<br />
battaniye<br />
Boşluk<br />
kabı Helyum<br />
Buhar<br />
üreteci<br />
Türbin<br />
Jeneratör<br />
Füzyonda önde gelen kavram ateşlemedir. Ateşleme durumu füzyon sisteminin<br />
dışarıdan enerji almadan üretilen füzyon enerjisi ile sabit sıcaklıkta zamandan bağımsız<br />
çalışabilme durumudur. Ateşleme koşullarını veren temel özdeşlik 1955<br />
yılında İngiliz bilim adamı John D. Lawson tarafından bulunan Lawson ölçütüdür.
149<br />
Füzyon sisteminin (5) ile verilen D-T tepkimesine göre çalıştığını, D ve T çekirdeksel<br />
yoğunluklarının her ikisinin de n/2 değerine sahip olduğunu varsayalım. v ile D<br />
ile T çekirdekleri arasındaki görece hızı, σ ile v görece hızında D-T füzyonu<br />
mikroskopik tesir kesitini simgelendirelim. Plazmada bulunan parçacıklar Maxwell-<br />
Boltzman hız dağılımına sahip olacaklar ve ortalama kinetik enerjileri E = 3 kT /2<br />
değerini alacaktır. Burada k Boltzman sabitini, T ise mutlak sıcaklığı göstermektedir.<br />
Maxwell-Boltzman hız dağlımı altında vσ’nın ortalama değeri vσ ise yine<br />
sıcaklığa bağımlı bir nicelik olacaktır.<br />
Normalize füzyon hızı (m 3 /s)<br />
sıcaklık (keV)<br />
Şekil 4. D-T Füzyonu hızının sıcaklığa göre değişimi<br />
Gerek D gerekse T çekirdeksel yoğunluğu n/2 olduğuna göre, füzyon hız yoğunluğu<br />
W (füzyon/(m 3 s)),<br />
2<br />
n<br />
W = vσ<br />
(9)<br />
4<br />
şeklinde ifade edilebilir. Buna göre vσ birim T ve D çekirdek yoğunluğunda<br />
füzyon hız yoğunluğunu vermekte olup normalize füzyon hız yoğunluğu olarak<br />
adlandırılabilir. Şekil 4’te sıcaklık enerji biriminde verilmiştir. Enerji biriminde<br />
sıcaklık Kelvin cinsinden mutlak sıcaklığın Boltzman sabiti ile çarpımı ile ifade<br />
edilmektedir. Buna göre 1 keV=1.16x10 7 K olmaktadır. Şekil 4’ten görülebileceği<br />
gibi normalize füzyon hız yoğunluğu oda sıcaklığındaki yaklaşık sıfır değerinden<br />
sıcaklık arttıkça yükselerek 10-100 keV aralığında en yüksek değerlerini almaktadır.<br />
Bu da 10 8 -10 9 K sıcaklık anlamı taşımaktadır.<br />
Füzyon sisteminin τ zaman aralığında çalıştığını varsayıp D-T füzyonunda salınan<br />
alfa parçacığı kinetik enerjisini Eα (3.6 MeV) ile simgelendirirsek, sistemin üretilen<br />
enerji yoğunluğu,
150<br />
2<br />
n<br />
E = WτEα= vσ τEσ<br />
(10)<br />
4<br />
Ateşleme durumunun gerçekleşebilmesi için bu değerin plazmanın birim hacmini T<br />
sıcaklığına çıkarmak için gerekli olan enerjiden büyük olması gerekir. Bunu matematiksel<br />
olarak:<br />
2<br />
n<br />
3nkT<br />
<<br />
4<br />
vσ τ Eα (11)<br />
Şeklinde ifade edebiliriz. Bu eşitsizlik,<br />
12kT<br />
nτ<br />
> (12)<br />
vσEα olarak da yazılabilir ve bu formunda Lawson ölçütü olarak bilinir. nτ’nun değişik<br />
sıcaklığa göre alması gereken minimum değer Şekil 5’te verilmiştir.<br />
Şekil 5. Minimum nτ Değerinin Sıcaklığa Bağlı Değişimi<br />
Şekil 5’e göre nτ en küçük değerini 25 keV (≈3x10 8 K) sıcaklığında almaktadır. Bu<br />
sıcaklıkta Lawson ölçütü minimum değerini alarak<br />
n 1.5x10 nτ (s/m 3 )<br />
20<br />
τ ≥ s/m 3<br />
şekline indirgenmektedir.<br />
Sıcaklık (keV)<br />
Enerji üretiminde füzyonun gerçekleştirilmesi için iki farklı yöntem izlenmektedir.<br />
Bunlar:<br />
1. Manyetik tutuklama (MT)<br />
2. Eylemsizlikle tutuklama (ET)<br />
(13)
151<br />
Manyetik tutuklamada çok güçlü manyetik alanlar kullanılarak düşük yoğunluktaki<br />
D-T plazmasının birkaç saniye gibi göreceli olarak uzunca bir süre bir arada tutulması<br />
yoluyla Lawson ölçütünün sağlanmasına çalışılmaktadır. Eylemsizlikle tutuklamada<br />
ise çok yüksek yoğunluktaki D-T yakıtının çok çok kısa bir süre birarada<br />
tutulması yoluyla yine Lawson ölçütü sağlanılmaya çalışılmaktadır. Aşağıdaki<br />
tabloda MT ve ET için tipik Lawson ölçütü değerleri verilmiştir.<br />
Tablo 1. MT ve ET Füzyonu için Tipik Lawson Değişkenleri<br />
n (1/m 3 ) 10 20<br />
MT ET<br />
10 32<br />
τ (s) 10 10 -11<br />
nτ (s/m 3 ) 10 21<br />
Bu çalışma salt eylemsizlikle tutuklama füzyonu konusunda olduğundan manyetik<br />
tutuklama konusuna değinilmeyerek doğrudan eylemsizlikle tutuklama konusuna<br />
girilecektir.<br />
4. Eylemsizlikle Tutuklamanın İlkeleri<br />
10 20 -10 21 m -3 mertebesinde düşük yoğunluklu D-T plazmasını birkaç saniye süre ile<br />
tutuklama esasına dayanan MT’ye göre ET Lawson ölçütünü sağlamak için farklı<br />
bir yol izler. 10 -10 saniyeden daha kısa tutuklama zamanı fakat 10 31 m -3 yoğunluktan<br />
daha yüksek yoğunluk söz konusudur. Çok küçük miktarda füzyon yapabilir malzeme<br />
güçlü dış kuvvetler kullanılarak çok yüksek yoğunluklara ve çok yüksek<br />
sıcaklıklara çıkarılmaktadır.<br />
Bu içi D-T gazı (yoğunluğu 1 kg/m 3 ’den az) ile doldurulmuş küresel kabuk şeklinde<br />
bir kapsül kullanılarak gerçekleştirilir. Kabuğun kendisi yüksek atomik sayıya (Z)<br />
sahip bir maddeden yapılmıştır. İçeride ise D-T bulunmaktadır.<br />
Lazer veya x<br />
ışını<br />
D-T gaz<br />
çekirdek<br />
10 21<br />
D-T buzu<br />
Dış kabuk<br />
Şekil 6. ET kapsülünün basitleştirilmiş şeması
152<br />
Füzyon için gerekli yüksek sıcaklık ve yoğunluğun sağlanması için kapsülün dış<br />
taraftan simetrik bir şekilde uygulanan bir enerji darbesine maruz bırakılması gerekmektedir.<br />
Burada gereken enerji girdisi çok yüksektir: 1 mm çaplı yakıt kapsülünü<br />
10 keV sıcaklığa ulaştırmak için gereken enerji 10 5 J’dir. Bu da çok yoğun<br />
lazer ışığı ya da iyon demetleri kullanılarak sağlanabilir. Bu işin zorluğu bu enerji<br />
darbesinin birkaç pikosaniye (10 -12 s) gibi çok kısa bir sürede verilmesi gereksiniminden<br />
kaynaklanmaktadır. Kapsülün dış kabuğu aldığı enerji darbesi sonucu ısınarak<br />
iyonlaşır ve plazma halinde dışarı doğru savrulur. Momentumun korunumu<br />
ilkesi gereği D-T yakıtı ise kürenin merkezine doğru ivme kazanır. Yani kapsül<br />
küre şeklinde bir rokete benzer davranış gösterir. Küre merkezine doğru itilen yakıt<br />
çok yüksek yoğunluklara ve sıcaklıklara ulaşır. Bu süreçte oluşan sıkıştırma şok<br />
dalgası D-T yakıtını merkezde birkaç yüzbin kg/m 3 yoğunluğa ve ateşleme sıcaklığına<br />
çıkartır. Ateşlemenin sağlanmasından sonra üretilen füzyon enerjisi dışarı<br />
yönlü bir basınç dalgası oluşturur. Bu basınç dalgası, sıkıştırma şok dalgasından<br />
daha güçlü olduğu için, kapsül çok kısa bir sürede dışarı doğru hareketlenerek patlar<br />
ve dağılır.<br />
Plazmanın tutuklama süresini saptayan başlıca parametre küresel kapsülün yarıçapı<br />
R (≈100 μm)’dir. İçeriye doğru sıkışmayı sağlayan şok dalgası ses hızında, cs,<br />
−9<br />
hareket ettiğine göre sıkıştırma zamanı, tc, yaklaşık tc ≈ R/ cs<br />
≈10 s, olarak hesaplanabilir.<br />
Daha detaylı sayısal hesaplamalar bu zamanın biraz daha uzun 10-20<br />
ns olduğunu göstermektedir.<br />
ET füzyonunda Lawson ölçütü genellikle nτ yerine ρR değeri cinsinden ifade edilmektedir.<br />
Burada ρ plazma yoğunluğu olmaktadır. Lawson ölçütü yaklaşık bir<br />
değer olarak<br />
nτx −21<br />
≅ 210 s/m 3<br />
ifade edilebilir. ET’de τ yaklaşık kürenin dağılma zamanı olup,<br />
(14)<br />
R<br />
τ ≅ (15)<br />
4cs şeklindedir. Öte yandan N0=0.6022x10 24 mol -1 , A=0.0025 kg/mol olarak<br />
n<br />
ρ N<br />
0<br />
= (16)<br />
A<br />
olur. (15) ve (16), (14)’de kullanılırsa,<br />
4cA<br />
ρR ≅ x ≅ kg/m 2<br />
21 s 210 33<br />
N0<br />
(17)
ulunur. Son denklemde cs≈10 6 m/s alınmıştır. (17) denklemi ET füzyonu için<br />
Lawson ölçütü kabul edilebilir. Yakıtın füzyona uğrama oranının ise:<br />
ρR<br />
Φb≅ 60 + ρR<br />
olduğu gösterilebilir. Burada ρR, kg/m 2 birimindedir.<br />
153<br />
Kapsülün dış yüzeyine gönderilerek sıkıştırmayı başlatan lazer ya da x ışınına<br />
güdümleyici adı verilmektedir. Güdümleyici enerjisinin tamamı ateşleme enerjisi<br />
olarak kullanılamamakta, bir kısmı değişik nedenlerle kaybedilmektedir.<br />
Ateşlemeyi sağlamanın en basit yolu olarak, sıkıştırma aşaması sonunda D-T yakıtının<br />
tamamının füzyon koşullarına getirilmesi düşünülebilir. Bu yola hacimsel<br />
ateşleme denilmektedir. Ancak yapılan hesaplamalar hacimsel ateşlemenin çok<br />
yüksek güdümleyici enerjisi (≈60 MJ) gerektirdiğini ortaya koyduğundan hacimsel<br />
ateşleme bir seçenek olarak düşünülmemektedir.<br />
Güdümleyici enerjisini tayin eden iki faktör vardır. Bunlarda birincisi yakıtı ısıtmanın,<br />
onu sıkıştırmaktan daha fazla enerji gerektirdiğidir. İkincisi ise sıcak malzemenin<br />
sıkıştırılmasının, soğuk malzemenin sıkıştırılmasına göre daha fazla enerji<br />
gerektirdiğidir. Bu faktörler göz önüne alınarak sıkıştırma aşamasında güdümleyici<br />
enerjisinin ekonomik kullanımını sağlamak üzere sıcak nokta kavramı geliştirilmiştir.<br />
Bu kavrama göre güdümleyici enerjisini verirken yakıt içeri doğru giderek artan<br />
hızla hareket eder. Bu sürecin sonunda yakıtın iç kısmı, dış kısmına göre daha yüksek<br />
sıcaklığa ulaşır. Tipik değerler olarak, iç kısım sıcaklığı yaklaşık 5-10 keV iken<br />
dış kısım yaklaşık 1 keV sıcaklığındadır. Sıcak iç kısım dış kısma göre daha az<br />
yoğundur. İç kısım yoğunluğu 10 5 kg/m 3 iken dış kısım 8x10 5 kg/m 3 ’ten daha yüksek<br />
yoğunluğa sahiptir.<br />
Sıcak nokta kavramında füzyon merkezdeki sıcak noktada başlar. Sıcak noktanın<br />
çapı yaklaşık 1 μm’dir ve 100-200 ps’lik bir ömrü vardır. Sıcak noktada başlayan<br />
füzyon daha dışardaki bölgelere doğru hızla yayılır. Sıcak nokta kavramı kullanılarak<br />
güdümleyici enerjisini yaklaşık 1-2 MJ düzeyine düşürmek mümkündür. Bunun<br />
temel nedeni sıcak nokta seçeneğinde çok yüksek sıcaklığa çıkartılan kısmın hacimsel<br />
ateşleme durumuna göre çok daha küçük olmasıdır. Ayrıca dış kısmın daha<br />
yüksek yoğunlukta olması, dağılma sürecini yavaşlatarak tutuklama zamanının<br />
artmasını sağlamaktadır.<br />
(18)
154<br />
Şekil 7. Sıcak nokta ve hızlı ateşleme yoluyla ET’de sıcaklık ve yoğunluk dağılımları<br />
Radyasyon Patlama İçeri taşınan ısıl enerji<br />
Lazer ışınları ya da<br />
onlar tarafından<br />
üretilen x ışınları<br />
kapsülün dış<br />
yüzeyini ısıtarak<br />
bir plazma zarfı<br />
oluştururlar.<br />
Sıcak nokta ateşlemesi Hızlı ateşleme<br />
Kapsülün sıcak dış<br />
yüzey malzemesini<br />
roket gibi patlaması<br />
yakıtın sıkıştırılmasını<br />
sağlar.<br />
Merkezi sıcak nokta<br />
100 milyon derece<br />
sıcaklığa ulaşır ve<br />
ateşleme sağlanır.<br />
Şekil 8. ET füzyonunun aşamaları<br />
5. Eylemsizlikle Tutuklama Füzyonunun Değişik Varyasyonları<br />
Füzyon sıcak<br />
noktadan yakıtın<br />
dış kısımlarına<br />
doğru yayılır.<br />
ET füzyonunda en kritik noktaların başında yakıtın sıkıştırılması sürecinde küresel<br />
simetrinin sağlanması gelmektedir. Bu da yakıtın tam küresel simetriye sahip olarak<br />
üretilmiş olmasını ve güdümleyici lazer ışınlarının tam bir küresel simetri içinde<br />
kapsül dış yüzeyine yönelmelerinin sağlanmasını gerektirmektedir. Bu koşullar tam<br />
olarak sağlanmazsa, Rayleigh-Taylor kararsızlıkları adı verilen bazı kararsızlıklar<br />
ortaya çıkarak sistemin işleyişini sekteye uğratmaktadır.<br />
Lazer ışınları ile kapsül dış yüzeyinin etkilenerek füzyonun başlatılması yöntemine<br />
dolaysız güdümleme adı verilmektedir. Ancak bu sürecin bir başka biçimde de<br />
başlatılması mümkündür. Lazer ışınları doğrudan kapsül üzerine yöneltilmeyip<br />
silindir şeklinde bir yanma odasının (hohlraum) iç yüzeyine yöneltilebilirler. Yüksek<br />
atomik sayılı malzemeden yapılmış yanma odası duvarı, lazer ışınlarını soğurunca x
155<br />
ışınları yayınlar. Bu x ışınları, yanma odasının merkezine yerleştirilmiş olan yakıt<br />
kapsülüne yönelerek daha önce bahsedilen biçimde füzyon sürecini başlatırlar.<br />
Yanma odası kullanılarak x ışını aracılığı ile sıkıştırılmanın sağlandığı bu yönteme<br />
dolaylı güdümleme adı verilmektedir. Dolaylı güdümleme çok daha önce nükleer<br />
silah tasarımında kullanıldığı için bu konuda araştırma gruplarının deneyimleri daha<br />
fazladır. Dolaysız ya da dolaylı güdümlemeden hangisinin yeğleneceği henüz karara<br />
bağlanmamış bir konudur. X ışınlarının lazer ışınına göre kapsül dış yüzeyi tarafından<br />
soğurulması daha verimli bir süreçtir. Bu da dolaylı güdümlemeyi öne çıkarmaktadır.<br />
Ancak lazer ışınlarının yanma odası iç duvarı tarafından soğurulması<br />
ihmal edilemeyecek miktarda bir enerjinin gereksiz iç duvar ısınmasında kullanılmasına<br />
yol açmaktadır. Bu da dolaylı güdümleme açısından önemli bir verimsizlik<br />
kaynağı olduğundan, dolaysız güdümleme de öne çıkabilmektedir. Dolaylı<br />
güdümlemenin aynı zamanda nükleer silah tasarımının önemli bir parçası olması<br />
bazı devletlerin araştırmalarında çift amaç güderek dolaylı güdümlemeyi öne çıkarmalarına<br />
neden olmuştur.<br />
Lazer ışınları<br />
Kapsül<br />
Silindirik yanma odası<br />
x ışını<br />
Şekil 9. Dolaylı güdümlemede yanma odası<br />
Lazer giriş<br />
aralığı<br />
Son dönemde ET füzyonunda gündeme gelen yeni bir kavram hızlı ateşlemedir.<br />
Hızlı ateşlemede temel düşünce sıkıştırma ve ısıtma aşamalarını birbirinden ayırmaktır.<br />
Yakıtın ilk önce bir bütün halinde klasik lazer yöntemiyle sıkıştırılarak sabit<br />
maksimum yoğunluğa ulaşması sağlandıktan sonra, çok kısa süreli, çok yüksek<br />
güçlü bir petawatt (PW) lazer kullanılarak yakıtın istenilen fakat kısıtlı bir bölgesi<br />
hızla ısıtılıp ateşleme gerçekleştirilmektedir. Şekil 7’deki hızlı ateşlemede ısıtılan<br />
bölge merkez dışı seçilmiştir. Ancak istenildiği takdirde merkezdeki bir bölgenin de<br />
ısıtılma için seçilmesi mümkündür. Kuramsal olarak hızlı ateşleme pek çok yönden<br />
klasik ateşlemeye göre daha avantajlıdır. Klasik ateşlemenin en zorlu koşullarından<br />
biri küresel simetrinin mutlak bir biçimde korunması gerekliliğidir. Hızlı ateşleme
156<br />
yaklaşımı ile bu gerekliliği biraz olsun gevşetmek olanaklı olmaktadır. Hızlı ateşlemede<br />
kullanılması gereken lazer enerjileri, klasik ateşlemedekilere nazaran epeyce<br />
düşük olabilmektedir. En önemlisi kuramsal olarak hızlı ateşlemedeki enerji<br />
kazancının (füzyon enerjisinin lazer enerjisine oranı), klasik ateşlemeye göre yüksek<br />
olmasıdır.<br />
6. Başlıca ET Füzyonu Projeleri<br />
a. National Ignition Facility (NIF): ET füzyonu geliştirmesinde ABD 2009 yılında<br />
açılan bu tesisi ile dünya lideridir. Lawrence Livermore Ulusal Laboratuarı’nda<br />
yer alan ve dünyanın en büyük lazer tesisi olan Ulusal Ateşleme Tesisi 1.8<br />
MJ’luk lazer kapasitesine sahiptir. Tesisteki 192 lazer demeti bezelye büyüklüğündeki<br />
bir D-T kapsülüne odaklanabilmektedir. 2009 Haziranında lazerlerin<br />
hedefe yöneltilmesine başlanmış, 2010 Şubatında 1 MJ enerji, saniyenin milyarda<br />
biri mertebesinde bir sürede hedefe gönderilebilmiştir. Tesis ateşleme koşullarını<br />
sağlayacak düzeye gelme yolunda epey mesafe kaydetmiştir. NIF’in ateşleme<br />
sistemi bugün itibarıyla dolaylı ateşlemedir.<br />
b. Laser Megajoule (LMJ): Fransa’nın kurduğu NIF’e benzer bir tesistir. NIF gibi<br />
1.8 MJ’lık lazer kapasitesine sahiptir. Tesiste 240 adet lazer demeti bulunmaktadır.<br />
Tesisin 2012 yılında bitirilmesi planlanmaktadır.<br />
c. High Power Laser Energy Researh Facility (HiPER): Avrupa Birliği’nin projesi<br />
olan HiPER, hızlı ateşleme tekniğini kullanarak benzerlerinden çok daha yüksek<br />
enerji kazancına ulaşmayı hedeflemektedir. Tesisin 2012 yılında yapımına başlanılması<br />
ve 2020’li yıllarda işletmeye alınması planlanmaktadır.<br />
Kaynaklar<br />
1. F. Winterberg, The Release of Thermonuclear Energy by Inertial Confinement, Ways<br />
Towards Ignition, World Scientific Publishing Co., Singapore, 2010.<br />
2. S. Pfalzner, An Introduction to Inertial Confinement Fusion, Series in Plasma Physics,<br />
Taylor&Francis, CRC Press, New York, 2006.<br />
3. E. Moses, The National Ignition Facility: Status and Progress towards Fusion Ignition,<br />
ICENES <strong>2011</strong>, Mayıs <strong>2011</strong>, San Francisco.
BACA GAZINDAKİ GİZLİ ISIYI KULLANAN<br />
KANATLI-PLAKALI KOMPAKT ISI DEĞİŞTİRİCİSİNİN<br />
TASARIMI VE PROTOTİP İMALATI<br />
Kemal ALTINIŞIK, Dilek Nur ÖZEN, Ali H. ABDULKARİM<br />
Selçuk Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi,<br />
Makine Mühendisliği Bölümü<br />
157<br />
Özet<br />
Mühendislik uygulamalarının en önemli ve en çok karşılaşılan işlemlerinden birisi,<br />
farklı sıcaklıklardaki iki veya daha fazla akışkan arasındaki ısı değişimidir. Bu<br />
değişimin yapıldığı cihazlar, ısı değiştiricisi olarak adlandırılmakta ve pratikte<br />
termik santrallerde, kimya endüstrilerinde, ısıtma, iklimlendirme, soğutma tesisatlarında,<br />
taşıt araçlarında, elektronik cihazlarda, alternatif enerji kaynaklarının kullanımında<br />
ısı depolanması vb birçok yerde kullanılmaktadır. Isı değiştiricileri içinde<br />
bir faz değişimi yoksa, bunlara duyulur ısı değiştiricileri, içinde yoğuşma ve buharlaşma<br />
gibi faz değişimi olanlara ise gizli ısı değiştiricileri denilebilir. Bu çalışmada<br />
kompakt bir ısı değiştiricisinde atık gaz içindeki su buharının yoğuşmasıyla<br />
açığa çıkan gizli ısının devreye kazandırılması amaçlandı.<br />
1. Giriş<br />
Fosil kökenli yenilenemeyen enerji kaynaklarının hızla tükenmesi dikkate alınırsa,<br />
enerji tasarrufu ve enerjinin verimli kullanımı son derece önem arz etmektedir. Enerji<br />
sosyal ve ekonomik kalkınmaların temel etkenlerinden biridir. Türkiye’de toplam<br />
enerjinin endüstriyel tesisler dâhil %65-70’i ısıtma ve soğutma amaçlı kullanılması<br />
göz önüne alınırsa, enerji tasarrufunun ne denli önemli olduğu açıkça görülür.<br />
Bilindiği gibi katı, sıvı ve gaz yakıtlarının içinde bir miktar su bulunmaktadır.<br />
Yanma esnasında yakıt içinde bulunan su, buharlaşma gizli ısısını yanma ortamından<br />
alarak buharlaşıp; baca gazı yolu ile atmosfere atılır. Atılan bu değer, alt ısıl değerin<br />
en az %10’undan daha fazladır. Bu kayıp enerjidir. Aynı zamanda baca gazı ile<br />
birlikte emisyon da dışarı atılır. Bu çalışmanın amacı, emisyon değerleri düşük, çevre<br />
ve insan sağlığına pozitif etkisi olan, tesisat dönüş su sıcaklığının 50-55 °C’nin<br />
altına düşürülerek baca gazı içinde bulunan su buharını yoğuşturup, buharlaşma<br />
gizli ısısını sisteme geri kazandırarak, üst ısıl değerden minimum %10-12 kazanç<br />
elde eden ve her türlü kombi ve kazana uygulanabilen bir kompakt ısı değiştiricisi<br />
geliştirmek ve prototip imalatını gerçekleştirmektir. Literatürde atık gaz içindeki<br />
gizli ısının sisteme kazandırılmasına dair çalışmalar mevcuttur.<br />
Shi ve arkadaşları (<strong>2011</strong>), bir buhar jeneratörü için baca gazı ile dışarı atılan gizli<br />
ısıdan yararlanan kanatlı borulu kompakt ısı değiştiricisinin teorik ve deneysel<br />
olarak performansını incelediler. Isı transfer ve kütle transfer analojisini kullanarak<br />
taşınım ve yoğuşmayı birlikte dikkate alan bir korelasyon geliştirdiler.
158<br />
Franco ve Giannini (2005) yakıt içindeki gizli ısının kazandırılmasında, kompakt ısı<br />
değiştiricisindeki optimumu ısıl performansı incelediler. Isı değiştiricisinin yapısal<br />
özelliklerinin bazınç düşümünü ve ısıl performansı etkilediğini genel metodlarla<br />
ortaya koydular.<br />
Defu ve arkadaşları (2004), yoğuşmalı ısı değiştiricisi üzerinde çalıştılar.<br />
Yoğuşmalı ısı değiştiricisi kullanılarak duyulur ısı ve gizli ısı sisteme kazandırıldığı<br />
takdirde, sistemin genel veriminin %10 kadar arttığını gözlemlediler.<br />
Sonuçta yoğuşmalı ısı değiştiricisi kullanan ısıl sistemlerin daha verimli olduğunu<br />
ve baca sıcaklığının 40-55 o C ye düşürülmesi ile sistem veriminde %10’un üzerinde<br />
bir verim artışı olduğunu deneysel olarak gösterdiler.<br />
Haas ve Koehne (1999), birçok yakıtın (petrol, odun ve proses gazları) yanma sonu<br />
atık gazlarında asit bileşenleri bulundurduğunu ve çiğ noktasına ulaşıldığında bu<br />
asit bileşenler yoğuşan sıvı tarafından absorbe edildiğini ve bu asitler ve dolayısıyla<br />
yoğuşan sıvı korozif özelliğe sahip olduğundan temas ettikleri malzemelerde ve<br />
yoğuşma kabında korozyona sebep olduğunu belirlediler. Bu nedenle, yanma sonu<br />
gazların çiğ noktası altında doğal şartlarda soğutulması gerektiğini, yanma sonu<br />
gazlardaki asitlerin nötralize edilmesi ve iki fazlı akış prensiplerinin uygulamasının<br />
gerektiğini gösterdiler.<br />
2. Deney Düzeneği<br />
Bu çalışmada yüksek verimli, boyutları küçük, işletme giderleri az, ışınım yakma<br />
esaslı, emisyon değerleri düşük, çevre ve insan sağlığına pozitif etkisi olan, alevsiz<br />
bir yanmanın gerçekleştiği, seramik köpük matrix yakıcılı ve çift yoğuşmalı, tam<br />
yanmanın gerçekleştiği, yakıtın alt ve üst değerlerini kullanan, paslanmaz çelikten<br />
yapılmış ön yoğuşmanın yapıldığı ve seramik yakıcı etrafında bulunan iki farklı ısı<br />
değiştiricisine sahip olan Şekil 1’de gösterilen kazan geliştirilecektir.<br />
Şekil 1. Öngörülen kazan tasarımı<br />
Yoğuşmalı kompakt ısı değiştiricisinin geometrisi Şekil 2’de görüldüğü gibi<br />
oluşturuldu. Projenin hedefi, bu sistemin prototipini yapmak ve kombi -kazan üreticilerinin<br />
kullanımına sunmaktır. Proto tip toplam 8 kalıptan meydana gelmektedir.<br />
Minimum 10 adet prototip yapıldıktan sonra kaynakla sistem birleştirilecektir.
159<br />
Türkiye’de yılda 750.000 kombi satılmaktadır. Bunların 50.000’den biraz fazlası<br />
yoğuşmalıdır ve hepsi ithal edilmektedir. Geri kalanın ise sadece saç ve boru aksamı<br />
Türkiye’de yapılmakta ve diğer kısımları ithal edilmektedir. Bu proje ile (daha önce<br />
yapılan kombi ve kazanlar dahil) üretilecek kazanlarda kullanmak üzere ön<br />
yoğuşmayı sağlayan (buharlaşma gizli ısısının kullanımı) kompakt ısı değiştiricisinin,<br />
sisteme akuple edilmesi ile minimum %10-13 enerji tasarrufu sağlanacaktır. 30 kW<br />
kapasiteli yoğuşmasız 700.000 bin kombinin %30’una uygulanabileceği düşünülürse,<br />
bunun ekonomiye katkısı oldukça fazladır. Ayrıca kazanlar için uygulanacağı da<br />
dikkate alınırsa bu değer çok artacaktır. Baca gazı yolu ile dışarı atılan emisyon<br />
değerleri de oldukça azalır ve sistem çevre ve insan sağlığına pozitif etki yapar.<br />
1<br />
2<br />
3<br />
4<br />
5<br />
6<br />
7<br />
1.Dirsek boru 5. Yoğuşma kabı 2.plakası<br />
2. Çıkış manşonu 6. Yoğuşma plakası en son<br />
3.Yoğuşma kabı, üst kapak 7. Yoğuşma kabı alt kapak<br />
4. Yoğuşma plakası en üst<br />
Şekil 2. Yoğuşmalı kompakt ısı değiştiricisi<br />
Yanma işlemi, konvansiyonel sistemlerde uygulanan brülörün yerine kullanılan,<br />
seramik köpük matrix yakıcı yüzeyde, alevsiz ve ışınımla gerçekleşecektir. Şekil<br />
3’de görülen seramik köpük matrix yakıcı, yarı geçirgen bir yapıdadır ve %90<br />
poroziteye sahiptir.<br />
Şekil 3 Seramik köpük matrix yakıcı
160<br />
3. Teori<br />
Bu çalışmada kompakt ısı değiştiricisinin toplam ısı transfer katsayısı deneysel ve<br />
sayısal olarak incelenecek ve değerler karşılaştırılacaktır. Sayısal çalışma için bir<br />
matematik model hazırlanacak yüzey üzerindeki sıcaklıklar ve yoğuşan su buharının<br />
kütlesi hesaplanacaktır.<br />
3.1. Atık Gaz Tarafındaki Taşınım Katsayısının Bulunması<br />
Bu çalışmada, hava tarafındaki taşınım katsayısı için, aşağıdaki bağıntı kullanıldı<br />
(Schack, 1957).<br />
2<br />
⎡ 0,75<br />
T ⎛ T ⎞ ⎤⎛u ⎞<br />
⎢3,60,26 0,0076 ⎥⎜ 0,25 ⎟<br />
h = + − ⎜ ⎟<br />
⎢⎣ 100 ⎝100 ⎠ ⎥⎝ ⎦ di<br />
⎠<br />
Burada T,u ve di sırasıyla, cidar sıcaklığı ile gaz sıcaklığının ortalamasıdır yani film<br />
sıcaklığını, atık gazın hızını ve eşdeğer boru çapını göstermektedir.<br />
3.2. Su Tarafındaki Taşınım Katsayısının Bulunması<br />
Bu çalışmada soğutkan sıvısı tarafındaki taşınım katsayısı için Gnielinski’nin<br />
(Gnielinski,1976) önerdiği bağıntı kullanıldı.<br />
( f )( − )<br />
/8 Re 1000 Pr<br />
Nu =<br />
1+ 12,7 f /8 Pr −1<br />
2/3 ( )<br />
Burada f sürtünme faktörüdür ve aşağıdaki bağıntı ile bulunur (Gnielinski,1976).<br />
( )<br />
−2<br />
f = ⎡⎣0,7904In Re −1,64⎤⎦<br />
(3)<br />
3.3. Atık Gaz İçindeki Yoğuşan Su Buharının Taşınım Katsayısı<br />
Atık Gazdan soğutkana hem duyulur hem de atık gaz içindeki su buharının<br />
yoğuşması nedeniyle gizli ısı transferi gerçekleşir. Yoğuşan su buharı için bir taşınım<br />
katsayısı ifadesi bulabilmek için suyun buharlaşma entalpisinden faydalanıldı.<br />
Atık gaz ve ısı değiştirici yüzey sıcaklıklarının dağılımı Şekil 4’te gösterilmiştir.<br />
Tg=Atık gaz sıcaklığı<br />
Ts=Soğutkan sıcaklığı<br />
Ty=Isı değiştiricisi yüzey sıcaklığı<br />
Tf=Yoğuşan suyun yüzey sıcaklığı<br />
Şekil 4 Atık gaz ve ısı değiştirici yüzeyindeki sıcaklık dağılımı<br />
(1)<br />
(2)
161<br />
Şekilde de görüldüğü üzere atık gaz sıcaklığı çiğ noktası sıcaklığına düşerse ısı<br />
değiştiricisinin yüzeyi üzerinde su yoğuşmaya başlar ve ince bir film tabakası oluşturur.<br />
Yoğuşan suyun taşınım katsayısı aşağıdaki bağıntılar kullanılarak bulunur.<br />
( ) "<br />
h T − T = m h<br />
(4)<br />
h<br />
f g f f fg<br />
f<br />
=<br />
mh<br />
"<br />
f fg<br />
( Tg−Tf) 3.4. Efektif Isı Transfer Katsayısının Bulunması<br />
Atık Gaz içindeki su buharının yoğuşması ile ortaya çıkan gizli ısıyı gazın sıcaklığı<br />
nedeniyle sahip olduğu duyulur ısıyı içeren taşınım katsayısı bu çalışmada efektif taşınım<br />
katsayısı olarak adlandırıldı. Efektif taşınım katsayısı aşağıdaki bağıntı ile bulunur.<br />
h = h +<br />
eff g<br />
mh<br />
"<br />
f fg<br />
( Tg−Tf) 3.5. Yoğuşan Film Tabakasının Isı İletim Katsayısı<br />
Isı değiştiricisi yüzeyinde yoğuşan su buharı yüzeyde ince bir film tabakası oluşturur.<br />
Bu film tabakasının direnci ihmal edilebilecek seviyede de olsa çalışmamızda<br />
dikkate alınacaktır.<br />
3.6. Toplam Isı Transfer Katsayısının Bulunması<br />
Toplam ısı transfer katsayısı, kirlilik faktörü de dikkate alınarak aşağıdaki bağıntı<br />
ile hesaplanır.<br />
1<br />
U =<br />
1 zf zy<br />
1<br />
+ + + + R + R<br />
η h k k h<br />
eff f y c<br />
f1 f 2<br />
4. Sonuç ve Değerlendirme<br />
Konvansiyonel kazan ve yoğuşmasız kombilerin hepsinde baca çıkış sıcaklıkları<br />
oldukça yüksektir. Bunun anlamı, baca gazı yolu ile atmosferin ısıtılmasıdır. Eğer<br />
baca gazı sıcaklığı 55 o C’nin altına düşürülürse, baca gazı ile dışarı atılan atık ısı,<br />
sisteme geri kazandırılabilir. Bu minimum %10’luk bir enerji tasarrufuna karşı<br />
gelir. Ayrıca baca gazı yolu ile dışarı atılan emisyon değerlerinde de partikül yoğunluğunun<br />
artması nedeniyle, partiküller baca dışına atılmadan tutulur ve emisyon<br />
değerleri oldukça düşer. Geliştirilen sistem, üretimi devam eden kazanlar ve daha<br />
önce yapılan tüm kombi ve kazanlara uygulanarak yoğuşmalı kazana dönüştürülebilir.<br />
Tasarlanan sistem, baca gazı içindeki emisyon değerlerini oldukça azaltır ve<br />
minimum %10’un üzerinde bir enerji tasarrufu sağlar.<br />
(5)<br />
(6)<br />
(7)
162<br />
Kaynaklar<br />
1. Shi, X., Che, D., Agnew, B., Gao, J., An investigation of the performance of<br />
compact heat exchanger for latent heat recovery exhaust flue gases., İnternational<br />
Journal of Heat and Mass Transfer 54(<strong>2011</strong>) 606-615.<br />
2. Mavridou, S., Mavropoulos, G.C., Bouris, D., Hountalas,D.H., Bergeles, G.,<br />
Comparative design study of a diesel exhaust gas heat exchanger for truck applications<br />
with conventional and state of the art heat transfer enhancements.,<br />
Applied Thermal Engineering 30 (2010) 935-947.<br />
3. Wei Li, Xialing Wang., Heat transfer and pressure drop correlations for compact<br />
heat exchangers with multi-region louver fins., İnternational Journal of Heat and<br />
Mass Transfer 53(2010) 2955-2962.<br />
4. Shuhuan Wei., Lingen Chen., Fengrui Sun., Constructal entransy dissipation<br />
minimization of round tube heat exchanger cross-section., İnternational Journal<br />
of Thermal Science 50 (<strong>2011</strong>) 1285-1292.<br />
5. Saji, N., Nagai, S., Tsuchiya, K., Asakura, H., Obata, M., Development of a<br />
compact laminar flow heat exchanger with stainless steel micro-tubes., Physica<br />
C 354 (2001) 148-151.<br />
6. Tan, C.K., Ward, J. Wilcox, S.J. Payne, R., Artificial neural network modelling<br />
of the thermal performance of a compact heat exchanger., Applied Thermal Engineering<br />
29 (2009) 3609-3617.<br />
7. Grillot J.M., compact heat exchangers liquid-side fauling., Applied Thermal<br />
Engineering vol. 17. Nos. 8-10. pp.717-726. (1997).<br />
8. Che, D., Lui, Y., Gao, C., Evaluat'on of retrof'tt'ng a conventional natural gas<br />
fired boiler into a condensing boiler., Energy Conversion and Management 45<br />
(2004) 3251-3266.<br />
9. Kauranen, P., Elonen, T., Wikstromm, L., Heikkinen, J., Laurikko, J., Temperature<br />
optimisation of a diesel engine using exhaust gas heat recovery and<br />
thermal energy storage (diesel engine with thermal energy storage)., Applied<br />
Thermal Engineering 30 (2010) 631-638.<br />
10. Alessandro, F., Nicolas, G., Optimum thermal design of modular compact heat<br />
exchangers structure for heat recovery steam generators., Applied Thermal Engineering<br />
25 (2005) 1293-1313.<br />
11. Yanhua, L., Yiping, W., Li, Z., Qi, W., Enhanced performance of heat recovery<br />
ventilator by airflow-induced film vibration (HRV performance enhanced by<br />
FIV) International Journal of Thermal Sciences 49 (2010) 2037e2041.<br />
12. Li, Q., Flamant G., Yuan, X., Neveu, P., Luo,L., Compact heat exchangers: A<br />
review and future applications for a new generation of high temperature solar<br />
receivers. Renewable and Sustainable Energy Reviews xxx (<strong>2011</strong>) xxx-xxx.<br />
13. Karri, M.A., Thacher, E.F., Helenbrook, B.T., Exhaust energy conversion by<br />
thermoelectric generator: Two case studies. Energy Conversion and Management<br />
52 (<strong>2011</strong>) 1596-1611.<br />
14. Noie, S.H., Investigation of thermal performance of an air-to-air thermosyphon<br />
heat exchanger using e-NTU method Applied Thermal Engineering 26 (2006)<br />
559-567.
HİDROJEN ENERJİSİ HAKKINDA DÜŞÜNCELER *<br />
Prof. Dr. Yük. Müh. M. Oktay ALNIAK<br />
Bahçeşehir Üniversitesi<br />
Hidrojen Elementinin Özellikleri, Hidrojen<br />
Enerjisi Sistemi ve Uygulama Alanları<br />
163<br />
Hidrojen, evrendeki en basit ve en çok bulunan element olup; renksiz, kokusuz,<br />
zehirsiz ve havadan 14,4 kez daha hafif bir gazdır. Güneş ve diğer yıldızların termonükleer<br />
tepkimeyle vermiş olduğu ısının yakıtı hidrojen olup, evrenin temel<br />
enerji kaynağıdır. Güneş sisteminin %90’ında Hidrojen’in mevcut olduğu düşünülmektedir.<br />
Endüstriyel olarak metan gazının su buharı ile veya kömürün su gazı<br />
(kızgın kok kömürü üzerinden su buharı geçirilmesi ile elde edilen gaz karışımı) ile<br />
reaksiyonu sonucunda elde edilir. Hidrojen en saf olarak elektroliz ile elde edilir.<br />
Az miktarda sülfürik asit veya sodyum hidroksit içeren suyun elektrolizinde katotta<br />
hidrojen gazı, anotta oksijen gazı toplanır.<br />
Petrol yakıtlarına göre ortalama 1,33 kat daha verimli bir yakıttır.<br />
Hidrojen doğada serbest halde bulunmaz, bileşikler halinde bulunur. En çok bilinen<br />
bileşiği ise sudur. Isı ve patlama enerjisi gerektiren her alanda kullanımı temiz ve<br />
kolay olan hidrojenin yakıt olarak kullanıldığı enerji sistemlerinde, atmosfere atılan<br />
ürün sadece su ve/veya su buharı olur. Bunun dışında karbonmonoksit veya karbondioksit<br />
gibi çevreyi kirleten hiçbir gaz ve zararlı kimyasal madde üretimi olmaz.<br />
Hidrojen enerjisinin yakıt pili kullanılarak denendiği uygulama alanları şunlardır:<br />
Otomobiller, otobüsler, motosikletler, bisikletler, golf arabaları, uzay teknolojileri,<br />
uçaklar, lokomotifler, gemiler, denizaltılar, enerji üretim teknolojileri,<br />
kojenerasyon, yedek güç kaynakları, taşınabilir güç kaynakları…<br />
Yakıt hücreleri uzay teknolojisinde onlarca yıldır kullanılmakta; denizaltılarda<br />
hâlihazırda kullanımı sürmekte, otomotiv ve sabit güç alanlarında demonstrasyon<br />
aşamasında, taşınabilir güç kaynaklarında askeri alanda kullanılmakta ve pil olarak<br />
kullanılmak üzere piyasalara yaygın olarak sürülmek üzeredir.<br />
Hidrojen enerjisi sistemlerinin en belirgin özelliği “sürdürülebilir enerji sistemi”<br />
teşkil etmesidir. Şöyle ki; hidrojen ve elektrik enerjileri birbirleriyle uyumlu ve<br />
tamamlayıcı biçimde, sınırlı doğal kaynakları tüketmeyen ve doğayı kirletmeyen bir<br />
döngü oluşturarak çeşitli enerji biçimlerine dönüştürülebilirler. Hidrojen ve doğada<br />
bulunan oksijen kullanılarak yakıt hücreleri vasıtasıyla elektrik enerjisi üretilebilirken;<br />
elektrik enerjisi kullanılarak, yani elektroliz yöntemiyle sudan hidrojen elde<br />
etmek mümkündür. Bu sırada açığa çıkan oksijen ise doğaya geri verilir.<br />
*<br />
İşbu çalışmanın basım esnasında meydana gelen teknik bir gereksinim nedeniyle bildiriler kitabına<br />
ilave edilmesi editörce faydalı görülmüştür.
164<br />
Enerji Dışında Hidrojenin Kullanım Alanları<br />
Dünyada her yıl ortalama 40 milyon ton hidrojen üretilmektedir.<br />
Hidrojen enerji haricinde; amonyak sentezinde, petrol rafinerilerinde, metanol<br />
üretiminde, bitkisel ve hayvansal yağ sektöründe, elektrik santrallerinde ısınan<br />
jeneratör sargılarının soğutulmasında, meteorolojide (helyumun olmadığı yerde<br />
kaldırıcı gaz olarak), kaynak yapmada (koruyucu ortam olarak), cam endüstrisinde<br />
(kuvarsların eritilmesi ve kesiminde), kimya endüstrisinde, çelik endüstrisinde<br />
(tavlama fırınında, soğutma bölgesinde oksitlenmeyi önlemek için), soğukbilim de<br />
denen, düşük sıcaklıklardaki üretimde, metalürjide (ısıl işlem, parlak tavlama, pirinç<br />
kaplamada), elektronik endüstrisinde (oksitlenmeyi önlemek için, iletici gaz<br />
olarak, ortam gazı olarak, yarı iletken çalışmalarında), balon odacıklarında nükleer<br />
parçaların izlenmesinde, havadan daha hafif olduğu için balon ve zeplinlerin içerisine<br />
doldurulur.<br />
Hidrojen Enerjisi Sisteminin Çevresel Etki Açısından Avantajları<br />
Hidrojen enerjisi ile çevreyi kirletmeyen enerji sistemlerini oluşturmak mümkündür.<br />
Hidrojen doğada bol miktarda bulunmakla beraber, tek başına mevcut değildir. Hidrojen<br />
iki türlü elde edilebilir. Bu yöntemlerin birincisi hidrokarbonların yakılması, ikincisi<br />
ise elektroliz yöntemidir. Hidrojenin ideal bir alternatif enerji üretim sisteminde yer<br />
alabilmesi ve çevre kirliliğine çözüm olması için elektroliz yöntemiyle suyu ayrıştırarak<br />
hidrojen elde etme yöntemi kullanılmalıdır. Buradaki yan ürün yalnızca su olacak,<br />
hidrokarbonların yakılmasında ise yan ürünler çoğalacak, çeşitlenecektir.<br />
Fosil yakıtlarının çevreye verdiği zararlar özetle şöyle sıralanabilir: küresel ısınma,<br />
ozon tabakasının incelmesi, asit yağmurları, kirlilik, biyoçeşitliliğin azalması, kaynakların<br />
tükenmesi vb. 2000 yılında fosil yakıtların çevreye verdiği zararın maliyeti<br />
2876 milyar dolar olarak tahmin edilmektedir. Tüm bunlar hidrojenin çevre için<br />
daha iyi bir alternatif olduğunu göstermesi bakımından da önemlidir.<br />
Hidrojen enerjisi alternatifleriyle kıyaslanırsa, istikrarlı ve depolanabilir olması<br />
bakımından kararlı bir enerji döngüsü oluşturmak gibi bir avantaja sahiptir.<br />
Alternatif enerji kaynakları: Nükleer, güneş, rüzgâr, okyanus (termal), okyanus<br />
akıntıları, gelgitler, jeotermal enerji kaynaklarıdır.<br />
Alternatif enerji kaynaklarının dezavantajları: kesikli olmaları, tüketim yerinden<br />
uzak olmaları, taşınamamaları, nükleer hariç depolanamamaları, nükleer ve<br />
jeotermal enerjilerin temiz olmaması olarak sayılabilir.<br />
Tüm bunlara göre enerji kaynakları ve tüketici arasında bağlantıyı sağlayacak ara<br />
bir enerji sistemine ihtiyaç olduğu görülmektedir.<br />
Bu enerji sisteminin ön koşulları şunlar olmalıdır: Taşınabilirlik, depolanabilirlik,<br />
taşıma yakıtı üretilebilmesi, ekonomik olarak üretilebilmesi, yenilenebilir olması,<br />
temiz olması, birincil enerji kaynaklarından bağımsız olması, bu sistemde kullanılacak<br />
olan yakıtın verimli, güvenli ve çevreye uyumlu olması.
165<br />
Hidrojen enerjisi bu kriterleri sağladığından, alternatif enerji sistemleri içindeki yeri<br />
ve fonksiyonu bilim camiası tarafından önemli bulunmaktadır.<br />
Hidrojen enerjisinin avantajları; Sürdürülebilir (enerji döngüsü); ucuz ve çevre<br />
dostu; küresel, yani kaynak bol, tükenmesi zor; jeopolitik dezavantaj/avantajı ortadan<br />
kaldırır; son kullanıcı için daha verimli daha güvenlidir.<br />
Hidrojen gazı; sentetik yakıtlar içinde en hafif, en verimli, en temiz, en ekonomik, en<br />
fazla kullanım alanı olan, en çok üretilebilen ve araçlar için en iyi seçenek olan yakıttır.<br />
Yukarıda bahsedildiği gibi; hidrojen enerjisi sayesinde çevreyle uyumlu sürdürülebilir<br />
bir ekonomi kurulabilecek, böylece sağlık harcamaları ve çevre koruma giderleri<br />
azalacak, küresel ısınmanın sebep olduğu doğal afetler seyrekleşecek, yaşam<br />
kalitesi yükselecektir.<br />
Dezavantajları; Hidrojen enerjisinin uygulanmasında şu andaki en büyük engel<br />
hidrojenin taşınma problemidir. Hidrojen hafif ve yer kaplayan bir gaz olduğundan,<br />
yüksek basınçta sıkıştırılmış halde taşınınca hidrojen tankının ağırlığının ancak<br />
yüzde üçü hidrojen olabiliyor. Ayrıca günümüzdeki sistemin var olan enerji kaynaklarına<br />
yönelik düzenlenmiş oluşu hidrojen enerjisinin uygulanabilirliği ve yaygınlaşması<br />
açısından bir dezavantaj. Hidrojen enerjisi için henüz gerekli altyapı ve<br />
düzenleme bulunmuyor.<br />
Hidrojenin yaygın olarak kullanılmasının önündeki engelleri kısaca şöyle özetleyebiliriz:<br />
Altyapı eksikliği, yüksek maliyet, depolama zorluğu ve insanların bilinç<br />
eksikliği ile var olan sisteme alışıklığı. Bu engeller araştırma ve eğitim programları<br />
devam ettirilerek, sistematik olarak azaltılabilir veya ortadan kaldırılabilir.<br />
Hidrojenin güvenilirliği; Hidrojen diğer enerji kaynaklarına göre çok daha güvenlidir.<br />
Bu gaz toksik değildir, kolaylıkla yanmaz ve enerji üretimi esnasında yan ürün<br />
olarak ortaya çıkan su ve oksijen doğal ortam için zararsızdır.<br />
Her enerji çeşidinde ve cihaz kullanımında olduğu gibi hidrojen enerjisinin uygulandığı<br />
alanlarda da güvenlik için alınması gereken bir takım tedbirler mevcuttur.<br />
Bunlar özetle; herhangi bir kaçak durumunda hidrojen gazinin birikmemesi için<br />
havalandırmanın iyi olması, hidrojen ve oksijen tüplerinin arasında belli bir mesafenin<br />
bulunması ve muhtemel bir kaçağı hissedip alarm vermesi için cihazların<br />
etrafında hidrojen sensörleri bulunması gibi basitçe uygulanabilecek tedbirlerdir.<br />
Hidrojen Enerjisinde Dünyadaki Gelişmeler<br />
Hidrojen enerjisi kullanımı sanayide, konut uygulamalarında ve taşınabilir elektronik<br />
tüketim mallarında yavaş yavaş kullanılmaya başlamıştır. Örneğin hidrojen<br />
enerjisi ile çalışan dizüstü bilgisayarlar, el fenerleri, cep telefonları ve otomobiller<br />
birçok ülkede, piyasalarda test edilme, hatta bazıları ticarileşme aşamasındadır.<br />
Dünya artik fosil yakıtlarının verdiği zararı önemsemeye başladı. Rio Dünya Zirvesi,<br />
Kyoto Protokolü gibi adımlar bunun en önemli göstergesidir. Bu adımlara paralel<br />
olarak temiz gelişim mekanizmasının alt yapısını oluşturmak için hemen her<br />
ülkede detaylı ve geniş araştırmalar yapılmaktadır.
166<br />
Kaliforniya’da, üzerinde hidrojen istasyonları kurulmuş bir Hidrojen Otoyolu yapılması<br />
planlanıyor. Kanada’da British Columbia Hidrojen Otoyolu projesi devam etmektedir.<br />
İzlanda’da hidrojen dolum istasyonları, hidrojen arabaları, yakıt pili otobüsleri,<br />
hidrojen balıkçı teknesi filosu kullanılmaya başlamıştır. Avrupa için CUTE<br />
(Clean Urban Transport for Europe) adı verilen bir temiz toplu taşıma ağı kurulmuştur.<br />
Avrupa’da koordine edilen bir proje olan NaturalHy Projesi, 6. Çerçeve Programlarıyla<br />
(2002-2006) Avrupa Komisyonu tarafından araştırma, teknolojik ilerleme<br />
ve demonstrasyon için ortak olarak finanse edilen entegre bir projedir. ICHET Türkiye’nin<br />
de içinde olduğu yedi ayrı ülkede yedi ayrı demonstrasyon projesiyle hidrojen<br />
enerjisinin üretim, dağıtım ve kullanımını göstermekte ve teşvik etmektedir.<br />
Hidrojen Enerjisi ile İlgili Türkiye’de Yapılan Çalışmalar<br />
Türkiye’deki birçok üniversitede hidrojenin üretilmesi, depolanması ve kullanımı<br />
ile ilgili geniş araştırmalar yapılmaktadır. Birleşmiş Milletler’e bağlı olarak çalışan<br />
Uluslararası Hidrojen Enerjisi Teknolojileri Merkezi (UNIDO-ICHET), Prof. Dr.<br />
Nejat Veziroğlu’nun değerli ve özverili çalışmalarıyla İstanbul’da kurulmuştur.<br />
Ayrıca biri ulusal, diğeri uluslararası olmak üzere iki Hidrojen Kongresi (UHK ve<br />
IHEC) her yıl dönüşümlü olarak Türkiye’de gerçekleştirilmektedir. Konu bilimsel<br />
bir platformda araştırılmakta ve yeni buluşlar tartışılmaktadır.<br />
TÜBİTAK’ta devam eden çalışmalardan bazıları ise şöyledir:<br />
• PEM Yakıt Pilli Güç Üretim Kaynağının Geliştirilerek Evsel Uygulamalarda<br />
Kullanımı<br />
• Hidrojen Üretim, Dönüşüm ve Depolama Teknolojilerinin Geliştirilmesi<br />
• Elektrikli Araç Teknolojileri<br />
Hidrojen enerjisi ve yakıt hücreleri konusu üniversitelerimizin müfredatlarında her<br />
geçen sene daha çok yer bulmaktadır. Liselerde ise hidrojen enerjisi ile ilgili eğitime<br />
yer verilmeye başlanması ve yakıt hücresi laboratuvarları açılması için öğretmenlere<br />
eğitim seminerleri düzenlenmekte, lise yönetimleri buna teşvik edilmektedir.<br />
Düzenlenmekte Olan Ulusal ve Uluslararası Hidrojen Enerjisi<br />
Kongreleri’nin Hidrojen Enerjisi İçin Sağladığı Katkılar<br />
Hidrojen enerjisi alışılmış ve yaygın olarak kullanılan enerji çeşitleri ve geleceğin<br />
enerjisi arasında önemli bir yer teşkil eder. Ülkemiz hâlihazırda doğu ve batı arasındaki<br />
enerji geçişinde bir köprü konumundadır. Bu yüzden bu kongrelerin Türkiye’de<br />
yapılmasını önemli bulmaktayız. Doğru planlama ve yatırım ile Türkiye,<br />
enerji teknolojilerinde bir keşif ve üretim şansı yakalayabilir. Her iki kongre de hem<br />
kongreye dışarıdan katılan bilim adamları hem de Türk bilim camiası için mühim<br />
bir bilgi alışverişi fırsatıdır. Ayrıca bu kongreler sayesinde dünya ülkemizin hidrojen<br />
enerjisi konusunda ciddi ve azimli bir taraf olduğunu bilecek, Türkiye bu konuda<br />
marka olma yolunda anlamlı bir adım atmış olacaktır. Bu konuda üniversitelerimizin<br />
önemli bilimsel ve kurumsal katkılarıyla; enerjide ekonomik ve daha yüksek<br />
kalorili bir yakıt elde edilmesi amaçlı bir çıkış noktası bulunması yararlı olacaktır.
Söz Konusu Kongrelerin Katılımcı Profili ve Kongrelere<br />
Destek Veren Kuruluş ve Kişiler<br />
167<br />
Kongrelerimize akademisyenler, özel kurum ve kuruluşlarda görev alan araştırmacılar,<br />
hidrojen teknolojisi üzerine çalışan firmalar, yayın organları, öğrenciler ve bu<br />
alanda yatırım olanaklarını araştıran yatırımcı kişi ve kuruluşlar katılmaktadır. Bu<br />
çalışmalar Üniversitelerimiz, Bakanlıklarımız, UNIDO-ICHET, HİDRENER, HEF,<br />
ELİMSAN, IAHE ve endüstriyel kuruluşlarca desteklenmektedir.<br />
Bu sene üçüncüsü düzenlenecek olan Ulusal Hidrojen Enerjisi Kongresi ile ilgili<br />
bilgi alabilir miyiz? Katılımcılar kimler olacak? Kaç kişilik katılım bekleniyor?<br />
Bu kongreye 500 bilim adamının katılımı beklenmektedir. Hidrojen enerjisiyle ilgili<br />
esaslı bir bilim platformu yaratmaya çalışıyoruz.<br />
3. Ulusal Hidrojen Enerjisi Kongresi (UHK 2006) ve 2. Uluslararası Hidrojen Enerjisi<br />
Kongresi (IHEC 2007) başkanıyım. Bahçeşehir Üniversitesi’nde 1. Ulusal Türkiye’de<br />
Enerji ve Kalkınma Sempozyumu’nun 26 Nisan 2006 tarihinde düzenlenmesine<br />
öncülük ediyorum. UHK 2006 ve IHEC 2007 Kongreleri’nin faaliyetlerini<br />
geliştiriyoruz. Türkiye’nin enerji üretimi ve aydınlatılmasına alternatif, temiz enerji<br />
kaynakları arıyoruz.<br />
Hidrojen ile Çalışan Yakıt Hücrelerinin Çalışma Prensibi<br />
Yakıt hücreleri 1839 tarihinde en basit anlamda ve sadece bilimsel meraka dayanarak<br />
icat edilmiş, 1939’da endüstriyel amaçlarla denilebilir ki tekrar icat edilmiştir.<br />
1960’larda uzay teknolojisinde kullanılmaya başlamıştır.<br />
Yakıt hücreleri; yapı olarak basit olduklarından, hızlı başlangıç ve hızlı cevap özelliklerinden,<br />
yüksek verimli oluşlarından, yüksek güç yoğunluğuna sahip olduklarından<br />
ve hiç emisyonları olmadığından tercih edilmektedir.<br />
Yakıt hücresinin teorik olarak voltajı 1,23 V’tur. Daha yüksek voltaj elde etmek<br />
için yakıt hücreleri birbirine bağlanır.<br />
Yakıt hücreleri, hidrojen ve oksijenden elektrokimyasal yöntemle elektrik üreten<br />
cihazlardır. En genel anlamda yakıt hücreleri üç ana parçadan oluşur. İki tarafı katalizörle<br />
kaplanmış olan zar (elektrolit), anot ve katot elektrotları arasına yerleştirilmiştir.<br />
Anot hidrojen veya hidrojen ile zengin bir yakıt tarafından beslenir, anota gelen hidrojen<br />
katalizör etkisiyle proton ve elektronlarına ayrışır. Protonlar zar üzerinden katoda<br />
geçerken, elektronlar elektriksel yol üzerinden katoda geçer ve tekrar hidrojen<br />
protonları ve katoda üflenen oksijen gazıyla birleşerek tek yan ürün olan suyu oluşturur.<br />
Bu şekilde elektron akışı sağlanmış, yani elektrik enerjisi üretilmiş olur.<br />
Bir yakıt hücresinin ürettiği güç yakıt hücresinin tipi, tek hücre sayısı, çalışma<br />
sıcaklığı, hücreye gönderilen gazların basınçları gibi faktörlere bağlıdır. Küçük<br />
uygulamalar için tek bir hücre kullanılabileceği gibi değişik uygulamalar için değişik<br />
hücre yığınları seri olarak bağlanarak kullanılabilir. Bir yığın 100 ya da daha<br />
fazla tek hücreden oluşabilir.
168<br />
Yakıt hücresi sistemleri; bir yakıt işlemcisi, enerji dönüşüm aygıtı (yakıt hücresi<br />
veya yakıt hücresi yığını), akım dönüştürücü ve ısı işlemcisinden oluşur.<br />
Yakıt hücrelerinde geliştirilmekte olan konular şöyledir; Hücrelerin yığın haline<br />
getirilme şekli (3 tip vardır: tüpsel, düzlemsel ve monolitik); 1000°C deki çalışmalar<br />
için bipolar katalizör ve ara bağlantı malzemeleri; Yüksek sıcaklıkta çalışabilecek<br />
elektrot malzemeleri ve elektrolitlerin geliştirilmesi.<br />
Yakıt pillerinde halen geliştirilmesi gereken noktalar şunlardır; Daha iyi bir performans<br />
(daha yüksek voltaj, süreklilik, başlatma, uzun ömür); Kire ve toza duyarlılık;<br />
Düşük maliyet (materyal, üretim süreçleri, üretim yelpazesi, daha basit sistemler);<br />
Daha uzun ömür/kalıcılık; Hidrojen altyapısı (hidrojen üretimi, depolama, taşıma,<br />
dağıtım, teknik ve sosyo-ekonomik boyut).<br />
Hidrojenin Depolanması<br />
Hidrojenin depolanmasında amaç: En güvenli, verimli ve ekonomik hidrojen depolama<br />
yöntemini ve depolayıcı malzemeyi geliştirmek. Seçenekler: Katı halde, sıvı<br />
halde veya gaz halde depolama.<br />
Sıvı halde depolama gaz halde depolamaya göre daha yüksek enerji yoğunluğuna<br />
sahip olması bakımından avantajlı görünürken, sıvılaştırma işlemi için gereken -253<br />
°C kadar soğutma mecburiyeti enerji kaybına yol açar. Katı halde depolama diğer<br />
iki yönteme göre daha umut verici görünmektedir.<br />
Katı halde depolama yöntemleri içinde ise metal hidrürler; yüksek depolama kapasiteleri,<br />
yüksek hacimsel enerji yoğunlukları, yüksek güvenlikleri, düşük basınçlı<br />
işlemleri gerektirmeleri açısından tercih edilebilir görünmektedir. Ancak, maliyetleri<br />
en az %50 azaltılmalı, hidrojen geri bırakım sıcaklığı en azından 100 °C’nin altına<br />
düşürülmelidir.<br />
Hidrojenin Taşınması<br />
Seçenekler: Boru hatlarıyla veya araçlarla taşıma.<br />
Boru hatlarıyla taşıma; orta mesafeler (10 km’ye kadar) veya daha büyük mesafeler<br />
(200 km) için uygundur. Hidrojen gevrekliği nedeniyle çelikçe az malzeme kullanılmalıdır.<br />
Hidrojen sızdırmazlığı sağlanarak yorulma gerilmelerine maruz kalan<br />
parçalar dikkatli seçilmelidir. Doğal gazla karşılaştırıldığında aynı enerji için daha<br />
büyük çaplı borular ve sıkıştırma gücü gereklidir. Fakat basınç kaybının daha az<br />
oluşu sayesinde, yeniden sıkıştırma istasyonu sayısı da yarı yarıyadır. Ekonomik<br />
olarak büyük ölçekli iletimde daha maliyetli olmasına rağmen, 1000 km’nin üzerine<br />
çıkıldığında elektrikten daha ekonomik hale geldiği göze çarpmaktadır. Amerika’da<br />
720 km, Avrupa’da 1500 km hidrojen boru hattı sorunsuzca iletim sağlamaktadır.<br />
210 km’lik hatta (Ruhr bölgesi) 50 yıldır tek bir kaza olmamıştır. En uzun hat 400<br />
km ile Fransa ve Belçika arasındadır.<br />
Araçlarla taşıma; kısa mesafeler için idealdir.
Sanayinin ve Enerjinin Geleceğinde Hidrojenin Olması Gereken Yeri<br />
169<br />
Teknoloji geliştikçe enerjiye olan ihtiyaç artmakta ve enerji kaynakları ile ihtiyaç<br />
olan enerji arasındaki açık gün geçtikçe büyümektedir. Mevcut enerji sistemi sürdürülebilir<br />
değildir. Kanada Milli Enerji Kurulu’nun rakamlarına göre; 2020 yılından<br />
itibaren fosil yakıtlara olan talep şimdiki hızıyla artmaya devam ederken, üretim<br />
dünya rezervlerinin azalmasıyla birden düşmeye başlayacağı tahmin edilmektedir.<br />
Bu açığı kapatacak alternatif çözümlere ihtiyaç duyulmaktadır. Hidrojen enerjisi bu<br />
çözümler içerisinde hem çevre dostluğu, hem verimliliği, hem sürdürülebilirliği,<br />
hem de gelecekte öngörüldüğüne göre ekonomik oluşu açısından ideal bir seçim<br />
olarak ortaya çıkmaktadır.<br />
Enerji birdenbire bitmeyecek olsa da, dünyada enerjinin tükenme tehlikesi şöyle<br />
açıklanabilir: Ucuz petrol, çevre, adaletsizliğe karşı tolerans, daha iyi seçenekler<br />
için para, kolay geçiş için zaman, gerekeni yapmak için liderlik becerileri hızla<br />
tükenmektedir.<br />
Doğal gazın hâkim olduğu Rusya ve Asya Pasifik ülkeleri hariç dünya genelinde<br />
petrol en büyük enerji kaynağı olmaya devam ediyor.<br />
Hidrojen enerjisi; fosil yakıtların aksine verimli ve sürdürülebilir bir kaynak olacak,<br />
dolayısıyla sürdürülebilir bir ekonomi kurulabilecek, çevreyle uyumlu olacak, sağlık<br />
sigortası primleri dâhil sağlık harcamaları azalacak, çevre koruma giderleri azalacak,<br />
küresel ısınmanın sebep olduğu doğal afetler azalacak, yasam kalitesi yükselecektir.<br />
Endüstride enerji üretiminde ve kullanımında verimin dikkate alınması yeni sektörlerin,<br />
ürünlerin ve proseslerin doğmasına neden olacak yeni iş alanları açacak,<br />
işsizliğe çözüm olacaktır.<br />
Sürdürülebilir enerji temininde ve dağıtımında yeni kaynaklar ve üretim yöntemlerinin<br />
artması ülkelerin ve endüstrinin politik stabilitesini pekiştirecektir.<br />
Hidrojen Enerjisinin Ülkemizde ve Dünyada Kullanım Yaygınlığının Süresi<br />
Bu çalışmalarımız 2006 yılında düşünülmüş hususlardır. Hidrojen enerjisinin 5-10<br />
yıl içinde günlük hayata girmesi öngörülüyordu. 2020 yılında önemli bir enerji<br />
kullanım alanı olarak gelişmeler bekleniyordu.<br />
Hidrojeni üretmek, depolamak, tüketmek ileri teknoloji gerektiriyor. Apollo gibi<br />
uzay araçlarında ve uydularda kullanılan hidrojen enerjisidir. Bu konuda Türkiye’de<br />
esaslı bir bilim alt yapısı oluşturulmaktadır. Konuyla ilgili önemli buluşlar gerçekleştirebilecek<br />
üniversitelerimize ve bilim adamlarımıza güveniyoruz. Onların gayretleri<br />
bu konudaki çalışmalarımızda bizleri cesaretlendiriyor.<br />
Hidrojen enerjisinin yaygın olarak kullanılabilmesi için yapılan araştırmalar, hidrojenin<br />
ucuz ve kolay üretimi, depolanması ve dağıtımı üzerinde yoğunlaşıyor. Her geçen<br />
gün daha ucuz ve daha ileri teknoloji kullanabilme imkânı yolunda önemli adımlar<br />
atılıyor ve araştırmacılar bulduklarını dünyayla paylaştıktan hemen sonra yeni çalışmalara<br />
başlıyor. Ülkemizde ve dünyada hidrojen konusunda her sene yapılan onlarca<br />
kongre, bilimsel çalışmaların baş döndürücü bir hızla geliştiğinin göstergesidir.
170<br />
Bilim dünyasında hem genç araştırmacılar, hem de tecrübeli bilim adamlarımız bir<br />
iki yıl içinde bu alanda önemli adımlar atacaklardır.<br />
Verilen emeklerin mutlaka bir sonucu olacağına inanıyoruz. Türkiye’mizin sırtındaki<br />
ağır petrol ve gaz faturalarının hafifletilmesinde en kısa yol olarak hidrojen<br />
enerjisindeki gelişmeler görülebilir.<br />
"2010 yılı araştırma programlarında ABD Başkanlığ'ınca tasarrufa gidilerek<br />
hidrojen araştırma fonlarında kesinti yapıldığı biliniyor. Daha ziyade güneş,<br />
jeotermal ve rüzgar enerjisine doğru bir kayma mevcuttur. Bununla beraber,<br />
bizim hidrojen enerjisi çalışmalarımızda standart çalışma tempomuzun sürdürülmesi<br />
faydalı olacaktır." 25.03.2010 ALNIAK<br />
Bu çalışma UHK 2006 faaliyetleri kapsamında Kongre Başkanı Prof. Dr. M. Oktay<br />
ALNIAK ile yapılmış olan bir röportajdan alınmış ve makale formatına dönüştürülmüştür.<br />
Çalışmaya katkı sağlayan İlkay ÖZTÜRK'e teşekkür ederim.
YENİ NESİL NÜKLEER REAKTÖRLER VE<br />
HİDROJEN ÜRETİMİNDE KULLANIMI<br />
Prof. Dr. H. Mehmet ŞAHİN<br />
Gazi Üniversitesi, Teknoloji Fakültesi, Enerji Sistemleri Mühendisliği<br />
171<br />
Enerjiye her geçen gün daha fazla ihtiyaç duyan dünyanın kullanabileceği temiz ve<br />
verimli enerji kaynaklarından biriside nükleer enerjidir. Nükleer enerji, fosil yakıtlarla<br />
kıyaslandığında daha küçük hacimlerde daha büyük enerji potansiyelini içerisinde<br />
barındırırken fosil yakıtların sahip olduğu yüksek karbon salımı değerleri ile<br />
karşılaştırıldığında sıfır karbon salımına sahip olduğu görülmektedir. Bunun yanında<br />
nükleer enerji, yenilenebilir enerji kaynaklarına kıyasla daha büyük miktarda<br />
enerjiyi günün her saati aynı miktarda hizmete sunma imkânına sahiptir.<br />
Nükleer enerji, fosil yakıtlar (petrol, kömür ve doğalgaz) gibi bir ülkenin yeraltı<br />
kaynaklarına bağlı olmayıp, tamamen insan beyin gücü ve geliştirilen teknolojilere<br />
bağlıdır. Aynı zamanda dünya var oldukça bu enerji kaynakları da var olacaktır.<br />
Fosil yakıtların rezervleri oldukça sınırlıdır ve kullanıldığında çevre felaketlerine<br />
yol açmaktadırlar. Nükleer enerji, fosil yakıtlar ile karşılaştırıldığında temiz ve<br />
tükenmez bir enerji kaynağı olduğu anlaşılmaktadır.<br />
Gelecekte nükleer reaktörler, başta güvenlik, ekonomi, silahsızlanma, nükleer atık<br />
ve çevre açısından yeni standartlara sahip olacaktır. Bu tip reaktörlere yeni nesil<br />
(<strong>II</strong>I. ve IV. Nesil) reaktörler denilmektedir. Yeni nesil nükleer reaktörler, çok tehlikeli<br />
Light Water Reactor (LWR) atıkları olan aktinitleri, mevcut reaktörlerde kullanılmayan<br />
toryumu, silah yapımında kullanılan plütonyumu kullanarak hem ortadan<br />
kaldırırlar hem de enerji ve yeni yakıt üretirler. Yeni nesil reaktörlerde kullanılacak<br />
yakıt teknolojisi iç içe karbon matris içine gömülü yapısı gereği doğal olarak güvenli<br />
ve yüzyıllarca bozulmamaktadır. Bu reaktörler Uluslararası Atom Enerji<br />
Ajansı (IAEA) tarafından desteklenmekte, bu alanda yapılacak çalışmalar teşvik<br />
edilmektedir.<br />
Bu çalışmada, yeni nesil reaktörlerden olan High Temperature Reactor (HTR) reaktörlerin<br />
yapısı, yeni nesil yakıt tipleri ve teknolojilerinin nötronik ve hidrolik<br />
incelenmesi anlatılacaktır. Aynı zamanda gelecekte yoğun olarak kullanılacak hidrojenin<br />
termokimyasal yöntemlerle üretiminin değerlendirilmesi yapılacaktır.
172
YAKIT PİLLERİ TEKNOLOJ<strong>İLERİ</strong><br />
173
174
Özet<br />
KATI OKSİT YAKIT PİLLERİNDE (KOYP) SIZDIRMAZLIĞIN<br />
PERFORMANSA ETKİSİNİN İNCELENMESİ<br />
Tuğrul Y. ERTUĞRUL, Ahmet BAKAL,<br />
Selahattin ÇELİK, Mahmut D. MAT<br />
Niğde Üniversitesi, Makine Mühendisliği Bölümü,<br />
Hidrojen Teknolojileri Araştırma Grubu<br />
175<br />
Katı oksit yakıt pillerinin yüksek sıcaklıklarda (650-850 ºC) çalınması nedeniyle<br />
kullanılabilecek sızdırmazlık malzemeleri oldukça sınırlıdır. Sızdırmazlık özellikle<br />
yakıt pili yığınlarında, (stak) gazların birbirine karışmaması ve yakıt kullanım miktarının<br />
ve dolayısı ile verimin artması için, büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmada,<br />
katı oksit yakıt pillerinde kullanılabilecek birçok sızdırmazlık malzemesinin,<br />
(termiculite, Cam seramik kompositler), sızdırmazlık performansı ve buna bağlı<br />
olarak hücrelerin güç performanslarındaki değişim incelenmiştir.<br />
Sızdırmazlık testlerinde kullanılan termiculite malzemesinin, hücre içinde kısmen<br />
de olsa sızdırmazlık sağladığı fakat hücrenin soğutulup tekrar ısıtılması (çalışma<br />
sıcaklığına) durumunda, sızdırmazlık performansında ciddi bir düşüş gözlenmiştir.<br />
Cam-seramik kompozit malzemelerin ise çalışma sıcaklığında, interconnector malzemesi<br />
ile membran arasında çok iyi temas sağladığı, dolayısıyla tam olarak sızdırmazlık<br />
sağladığı gözlenmiştir. Ayrıca cam-seramik kompozit malzemelerin sızdırmazlık<br />
performansını hücre soğuk iken de (25 ºC) devam ettirdiği ve birkaç<br />
soğutma-ısıtma işlemi uygulandığı halde sızdırmazlık performansında bir değişme<br />
olmadığı tespit edilmiştir.<br />
1. Giriş<br />
Katı oksit yakıt pillerinde, özellikle düzlemsel tasarımlarında karşılaşılan en büyük<br />
problemlerden biri sızdırmazlıktır. Sızdırmazlığın iyi olmadığı KOYP yığınlarında<br />
reaktantlar birbirlerine karışmaktadır. Böyle bir sistemde hem sıcaklık artmakta hem<br />
de istenmeyen reaksiyonlar gerçekleşmektedir. Dolayısıyla KOYP yığınının elektriksel<br />
performansı düşmektedir. Yüksek çalışma sıcaklıkları (650-850 ºC) ve bu sıcaklıklarda<br />
kullanılabilecek malzeme sınırlılığı göz önüne alınırsa, KOYP de iyi bir<br />
sızdırmazlık elemanı seçimi, büyük önem arz etmektedir. Bu yüzden seçimi yapılacak<br />
sızdırmazlık elemanının aşağıda belirtilen özellikleri taşıması gerekmektedir.<br />
� Yakıt ve oksijenin birbirine karışmaması için, iyi bir sızdırmazlık özelliğine<br />
sahip olmalı.<br />
� Isıl genleşme katsayıları, interconnector ve elektrolit malzemelerinin ısıl<br />
genleşme katsayılarına eşit ya da yakın olmalı.
176<br />
� Yüksek çalışma sıcaklıkları (650–850 ºC) göz önünde bulundurulacak olursa,<br />
bu sıcaklıklarda hem mekanik olarak hem kimyasal olarak kararlı olmalı.<br />
� Diğer hücre bileşenleri ile istenmeyen bir reaksiyona girmemeli.<br />
� Hem interconnector hem de elektrolit malzemesi ile temas ettiği için, kısa<br />
devre ihtimaline karsı, elektriksel özellik bakımından yalıtkan olmalı. [2,3]<br />
Literatürde, KOYP sızdırmazlık elemanını geliştirilmesi üzerine birçok çalışma<br />
bulunmaktadır. Gödeke ve arkadaşları [2], cam seramik kompozit malzeme geliştirilmesi<br />
üzerine yaptıkları çalışmada, geliştirdikleri cam seramik kompozit malzemesinin,<br />
interconnector (crofer) ve elektrolit (Al2O3) malzemelerinin yüzeylerinde<br />
iyi bir temas sağladığı dolayısıyla iyi bir sızdırmazlık sağladığını gözlemlemişler<br />
(10-6-10-10 mbar.l/s). Aynı zamanda aynı malzeme ile interconnector (crofer) ve<br />
elektrolit (Al2O3) malzemelerinin ısıl genleşme katsayıları arasında iyi bir eşleşme<br />
sağlamışlar. Bram ve arkadaşları [3] ise metal sheet, mica powder, mica paper,<br />
ceramic paper gibi çesitli sızdırmazlık elemanlarının deformasyon davranışlarını ve<br />
sızdırmazlıklarını test etmişler. Çalışmalarında, mica powder malzemesinin 800 ºC<br />
ve 16.3N/mm basınç altındaki sızdırmazlık oranını 1x10-4 mbar.l/s.mm olarak<br />
hesaplamışlar. Mica Paper’ın ise (Thermiculite) 54N/mm (15Mpa) gibi yüksek<br />
sıkıştırma basınçlarına dayanabildiği fakat gaz sıkıştırma etkisinin çok düşük olduğunu<br />
görmüşler. Yakıt pillerinde performans kaybına neden olan parametreler<br />
incelendiğinde, konsantrasyon kaybının önemli bir parametre olduğu görülmektedir<br />
[1]. Konsantrasyon kaybı, gerekli yakıtın reaksiyon bölgesine ulaşamaması veya<br />
verimli bir şekilde kullanılamaması nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Bir yakıt pili<br />
hücresinin, optimum şartlarda çalışması için, katalizör tabakalara gönderilen gazların<br />
uygun bir debisi ve yeterli seviyede kısmi basıncı olmalıdır. Yeterli debide<br />
reaktant gaz gönderilmediği durumunda, yakıt hücresinden istenilen güç elde edilmeyecektir.<br />
Debiler artırıldığında ise bir kısım yakıt kullanılmadan dışarı atıldığından,<br />
Faraday kanununa göre yakıt kullanım verimi düşmektedir. Burada, hem yakıt<br />
pilinin performansını, hem de yakıt kullanım miktarını artırmak için uygun bir<br />
sızdırmazlık elemanı seçimi yapılmalıdır. Uygun bir sızdırmazlık elemanı seçimi ile<br />
yakıt pilinde yakıt ve hava kaçakları önlenebilmekte, ayrıca pil içinde daha iyi bir<br />
yakıt ve hava dağılımı için çalışma basıncını artırmak mümkün olmaktadır. Böylece,<br />
hem yakıt pilinin performansı artmakta hem de yakıt kullanım miktarı önemli<br />
ölçüde artmaktadır.<br />
Bu çalışmada KOYP’de kullanılan iki farklı sızdırmazlık malzemesinin sızdırmazlık<br />
performansları incelenmiştir. Malzemeler aynı ortam koşullarında (basınç, sıcaklık)<br />
ve aynı deneysel düzeneklerde denenmiştir. Buradaki sızdırmazlık deney<br />
düzeneğinde, malzemelerin sızdırmazlık performansları, zamana bağlı basınç düşümü<br />
şeklinde karşılaştırılmıştır. Ayrıca malzemelerin sızdırmazlık performansları<br />
ölçüldükten sonra, kullanıldıkları aynı hücre yığınlarının elektriksel performansları<br />
da karşılaştırılmıştır.
2. Deneysel Düzenek<br />
177<br />
Bütün sızdırmazlık testleri Şekil 1’de görülen deneysel düzenekte gerçekleştirilmiştir.<br />
Burada yakıt pili hücre yığını, dolayısıyla sızdırmazlık elemanları 750 ºC<br />
sıcaklığında ve 5 bar basınç (sıkıştırma basıncı) altında test edilmiştir. Kaçak testlerinde<br />
inert bir gaz olan Azot (N2) kullanılmıştır. Sistemde yakıt pili hücresinin<br />
çıkışları kapalı olup, içerde meydana gelen basınçlanma manometreden okunmaktadır.<br />
Azot tüpünden hücreye belli bir debide azot gönderilirken, manometrede<br />
görülen basınç değerine göre girişteki vana kapatılarak manometredeki zamana<br />
bağlı basınç düşümü gözlemlenmektedir.<br />
Bütün testlerde kullanılan KOYP hücre yığını modeli ise, Şekil 2’de gösterilmiştir.<br />
Burada interconnector malzemesi; crofer, membran; 16 cm2 (4 cm x 4 cm) elektrolit<br />
destekli seramik membran, anot tarafı; poroz nikel mesh ve katot tarafı; crofer<br />
mesh’dir. Sızdırmazlık elemanı olarak ise, termiculite ve cam seramik kompozit<br />
malzemeleri kullanılmıştır. Bütün deneylerin hücre performans testleri yani akım,<br />
voltaj ve güç değerleri ayrıca reaktant gaz debilerinin kontrolü (1 L hidrojen, 2 L<br />
oksijen) Electrochem yakıt pili test istasyonu ile yapılmıştır.<br />
Sekil 1. Sızdırmazlık testi deney düzeneği
178<br />
3. Deneysel Sonuçlar<br />
Sekil 2. Yakıt pili hücre yığını test düzeneği<br />
Termiculite malzemesinin sızdırmazlığının test edildiği deneyde, hücre içi basıncının,<br />
sabit bir debide gönderilen azot ile belirli bir noktaya kadar arttığı daha sonra<br />
sabit kaldığı gözlemlenmiştir. Vana kapatıldığında ise, basıncın gözle görülür bir<br />
şekilde düştüğü tespit edilmiştir. Buradaki sızdırmazlık performansı 200 mbar<br />
basınçtan ortam basıncına 1 dakika 45 saniyede düştüğü yani 1,9 (mbar/s) olarak<br />
hesaplanmıştır. Buna ek olarak, hücrenin ortam koşullarına soğutulup tekrar ısıtılması<br />
durumunda, sızdırmazlık performansının 1 dakikanın altına düştüğü tespit<br />
edilmiştir. Buradan su çıkarım yapılmıştır; Sızdırmazlık testine benzer bir şekilde,<br />
hücrenin performans testleri yapılırken, gönderilen reaktant gazların bir kısmı reaksiyona<br />
girmekte büyük bir kısmı ise reaksiyona girmeden hücre kenarlarından dışarıya<br />
sızmaktadır. Bu da, yakıt kullanılabilirlik veriminin büyük oranda düşmesine<br />
neden olmaktadır. Ayrıca meydana gelen kaçaklar hücre içinde veya hücre dışında<br />
istenmeyen reaksiyonların gerçekleşmesine neden olacağından, sistemin ve sistemi<br />
oluşturan parçaların bozulmaya uğrama riskini artırmaktadır.
Tablo 1. Deneyde kullanılan malzemelerin karsılaştırılması<br />
179<br />
Diğer yandan Termiculite malzemesinin yüksek sıcaklıklarda mekanik açıdan kararlı<br />
olduğu görülmüştür. Yakıt pillerinde Membran yüzeyleri ile akım toplama<br />
yüzeyleri arasında iyi bir temas sağlanırsa, olası temas dirençlerinin önüne geçilecek,<br />
performans düşüşlerini minimuma indirgenecektir. İyi bir temas sağlamak için<br />
sızdırmazlık elemanı kalınlığı ile mesh kalınlığı arasında bir optimizasyon yapılmalıdır.<br />
Termiculite malzemesinin yüksek sıcaklık ve basınçta mevcut seklini çok<br />
az değiştirmesi bu optimizasyonu kolaylaştırmaktadır. Yapılan testlerde akım toplama<br />
yüzeyleri ile membran elektrotlarının yüzeylerinde iyi bir temas sağlandığı<br />
görülmektedir. Bununda hücre performansında olumlu bir etki yaptığı Şekil 4’ten<br />
anlaşılmaktadır.<br />
Cam seramik kompozit malzemesinin sızdırmazlığının test edildiği deneyde, sabit<br />
bir debide gönderilen azot ile hücre içinin istenilen noktaya basınçlanabildiği gözlemlenmiştir.<br />
Buradan, hücre kenarlarından meydana gelen sızıntıların engellendiği anlaşılmaktadır.<br />
Cam seramik kompozit malzemesinin sızdırmazlık performansı 200 mbar basınçtan<br />
ortam basıncına Termiculite Cam Seramik 50 dakikada düştüğü yani<br />
66x10–3 (mbar/s) olarak hesaplanmıştır. Bu hesaplama işlemi, sistemin üç kere<br />
soğutma-ısıtma yapılmasından sonra, her seferinde tekrarlanmıştır. Buna göre hücrenin<br />
sızdırmazlık performansında gözle görülebilir bir değişim tespit edilmemiştir.<br />
Ayrıca sekil-1’deki kapalı konumda bulunan vanalar açılarak yapılan testlerde, gene<br />
sızdırmazlık performansında bir değişim olmadığı gözlemlenmiştir. Buradan da<br />
anot ve katot bölgelerindeki reaktant gazların birbirine karışmadığı anlaşılmaktadır.
180<br />
Reaktant gazlarının birbirlerine karışmaması membranda meydana gelebilecek olası<br />
bozulmaları en aza indirgeyecektir. Bu membranın uzun çalışma koşullarına dayanabilirliği<br />
açısından çok önemlidir.<br />
Sekil 3. Sızdırmazlık Performansı Karşılaştırması<br />
Sekil 4. 750 ºC'de Hücre Performansı Karşılaştırmaları<br />
Cam seramik kompozit malzemede karşılaşılan en büyük problem, yüksek sıcaklıkta<br />
mekanik özelliğinin karalı olmamasıdır. Yani yüksek sıcaklıklarda mevcut<br />
seklini büyük oranda değiştirmesidir. Bundan dolayı, cam seramik malzemenin<br />
kalınlığı ile mesh’lerin kalınlıkları arasında bir optimizasyon yapılması gerekmektedir.<br />
Bu çalışmada optimizasyon 2 kat mesh kullanarak sağlanmıştır. Şekil 4’te<br />
cam seramik malzemeleri kendi aralarında karsılaştıracak olursak, bu<br />
optimizasyonun hücre performansı açısından ne kadar önemli olduğu anlaşılacaktır.
4. Sonuçlar ve Tartışma<br />
181<br />
Sonuç olarak KOYP’de kullanılan iki farklı sızdırmazlık elemanından, termiculite<br />
ve cam seramik malzemesinin sızdırmazlık performansları göz önüne alındığı takdirde;<br />
Cam seramik malzemesinin, termiculite malzemesine oranla, çok daha iyi bir<br />
sızdırmazlık performansı gösterdiği açıkça görülmektedir. Bu nedenle sızdırmazlığın<br />
önemli olduğu uzun hücre denemelerinde ve büyük yakıt pili yığınlarında, cam<br />
seramik malzemenin tercih edilmesi büyük önem arz etmektedir. Sızdırmazlık<br />
elemanlarını, hücre yığınının elektriksel performansına etkisi açısından değerlendirecek<br />
olursak, aynı debilerde reaktant gaz gönderildiği halde Şekil 3’ten de anlaşılacağı<br />
gibi aralarında herhangi bir fark görülmemektedir. Burada cam seramik<br />
kompozit malzemesinin termiculite malzemesine göre daha iyi sızdırmazlık sağlamasına<br />
rağmen hücre performanslarının birbirine yakın çıkması, cam seramiklerde<br />
yeterince temas sağlanamadığından kaynaklandığı tahmin edilmektedir. Ayrıca<br />
reaktant gazların atmosferik basınç yerine hücre içinde bir miktar<br />
basınçlandırılması gerekebilir. Buna göre cam seramik malzeme ile yeterince sızdırmazlık<br />
sağlanan hücre yığınlarında elektriksel performansı iyileştirmek için;<br />
� Mesh kalınlıkları ile cam seramik kalınlıkları arasında yeni bir optimizasyon<br />
yapılması.<br />
� Hücre içindeki yakıt ve hava dağılımının en iyi olabilmesi için, reaktant<br />
gazların hücre içindeki çalışma basınçlarının, çeşitli alternatiflerde denenmesi.<br />
Gibi çalışmalarının yapılması gerekmektedir.<br />
4. Kaynaklar<br />
[1] M.M. Mench, Fuel Cell Engines, John Wiley & Sons, Inc., 2008<br />
[2] D. Gödeke, J. Besinger, Y. Pflügler, B. Ruedinger, New Glass Ceramic Sealants for<br />
SOFCs, 2009<br />
[3] M. Bram, S. Reckers, P. Drinovac, J. Mönch, R.W. Steinbrech, H.P. Buchkremer, D.<br />
Stöver, Deformation behavior and leakage tests of alternate sealing materials for SOFC<br />
stacks, 2004
182
Özet<br />
KATI OKSİT YAKIT PİLLERİ REDOKS MODELLEMESİ<br />
Bora TİMURKUTLUK 1 ve Mahmut D. MAT 2<br />
1 Niğde Üniversitesi, Makine Mühendisliği Bölümü<br />
2 Vestel Savunma Sanayi, ODTÜ Teknokent<br />
183<br />
Çok önemli avantajlara ve ticari olarak büyük bir potansiyele sahip olmalarına<br />
rağmen kısa olan çalışma süreleri katı oksit yakıt pilleri için önemli bir engel teşkil<br />
etmektedir. Özellikle yaygın olarak kullanılan nikel oksit temelli anodun indirgenmesi<br />
ve yükseltgenmesi (redoks) sırasında meydana gelen hacim değişiklikleri anot<br />
ve pil mikroyapısına ciddi zararlar vererek önemli performans kayıplarına ve hatta<br />
pilde kırılmalara sebep olmaktadır. Bu çalışmada, katı oksit yakıt pili çalışması<br />
sırasında meydana gelen olayları karakterize eden bir matematiksel model geliştirilmiştir.<br />
Anodun redoks döngüsü sırasında karşılaştığı hacim değişikliklerinin pil<br />
performansına ve mekanik özelliklerine olan etkisi bir hasar fonksiyonu ile modele<br />
eklenmiştir. Matematiksel model, ticari bir sonlu elemanlar programı ile sayısal<br />
olarak çözülerek ilk simülasyon sonuçları sunulmuştur.<br />
1. Giriş<br />
NiO (nikel oksit) / YSZ (itriyum oksit ile stabilize edilmiş zirkonyum oksit) en<br />
yaygın katı oksit yakıt pili (KOYP) anot malzemesi olarak dikkat çekmektedir.<br />
NiO, hidrojen yakıtlı KOYP çalışma koşullarında çok iyi katalitik aktivite [1,5] ve<br />
kimyasal kararlılık [6,9] göstermektedir. Ayrıca ucuz maliyetine [10,12] ek olarak<br />
çok iyi bir akım toplayıcı olarak değerlendirilmektedir [13,14]. Bütün bu avantajlarına<br />
rağmen NiO anodun karbonlaşma ve kükürt zehirlenmesi gibi olumsuz<br />
özellikleri de bulunmaktadır. Özellikle hidrokarbon yakıt kullanımıyla ortaya çıkan<br />
katı karbonlar anot aktif yüzeylerinde birikerek pil performansında önemli azalmalara<br />
sebep olmaktadır [15,19]. Yapılan çalışmalarda anoda küçük miktarlarda<br />
eklenen Ru [19], Mo [20,21], Au [20] ve özellikle Cu [15,17,19] ve CeO2’nin<br />
[17,21,22] karbonlaşmayı önemli derecede azalttığı veya ortadan kaldırdığı rapor<br />
edilmiştir. Karbonlaşmaya benzer olarak yakıt içerisinde bulunan küçük miktarlardaki<br />
kükürt, hidrojen ile reaksiyona girerek H2S’i oluşturmakta ve bunun sonucunda<br />
anot aktif yüzeyleri zamanla tıkanmaktadır [23,25]. Sülfür zehirlenmesi olarak<br />
adlandırılan bu durumun önüne ise sisteme eklenen bir sülfür giderici ünite ile<br />
geçmek mümkün olmaktadır.<br />
Ni temelli anot için karbonlaşma veya sülfür zehirlenmesi gibi tam olarak kesin bir<br />
çözüm yolu bulanamayan ve pil ömrünü önemli ölçüde sınırlayan bilinen en önemli<br />
problem ise zayıf olan redoks töleransıdır. İmalat aşamasından sonra anot içerisinde
184<br />
oksit fazında bulunan nikel katalizörü pilin çalışmasına paralel olarak beslenen<br />
hidrojen yakıt ile kimyasal olarak indirgenerek metalik nikele dönüşmektedir<br />
(NiO+H2 � Ni+H2O). Bu dönüşüm sırasında hacimce %41’lik bir daralma meydana<br />
gelmektedir [67,69]. Sistem kapatılıp yakıt hattına beslenen hidrojen kesildiğinde<br />
ise metalik nikel hava ile temas ederek yeniden kimyasal yolla oksitlenmektedir<br />
(Ni+1/2 O2 � NiO). Oksitlenme sırasında ise nikelin hacmi %70 civarında<br />
büyümektedir [26,30]. İndirgenme ve yükseltgenme anlamına gelen redoks,<br />
KOYP servis süresi boyunca sayısız kere gerçekleşebilmektedir. İşte bu redox<br />
döngüleri (NiO-Ni-NiO) sırasında meydana gelen bu denli büyük hacim değişiklikleri<br />
MEG yapısı tarafından tolere edilemezse mikro kırılmalar meydana gelmektedir<br />
[31,32]. Anot içerisinde NiO/elektrolit bağlarına büyük zarar veren bu kırılmalar<br />
pil performansında önemli düşmelere sebep oldukları gibi özellikle elektrolit<br />
tabakası ince olan anot destekli hücrelerde elektrolit tabakasına daha ciddi zararlar<br />
vererek pili kullanılamaz hale bile getirebilmektedirler [33,35].<br />
En yaygın olarak kullanılan anot malzemesi NiO/YSZ olduğu için literatürdeki çalışmalarda<br />
NiO/YSZ anot üzerine yoğunlaşılmıştır. Redoks henüz çok güncel bir araştırma<br />
alanı olduğu için özellikle NiO/YSZ anoda redoks döngüleri uygulanarak performans,<br />
mikroyapı, direnç ve mekanik özelliklere olan etkileri araştırılmıştır. Bu<br />
çalışmalar arasında Sarantaritis ve arkadaşları [36] NiO/YSZ anodun tekrar<br />
okistlenmesi sırasında meydana gelen hacimsel genişlemenin mikroyapı ve mekanik<br />
özellikler üzerinde tersinmez bir etki bıraktığını göstermiştir. Benzer bir çalışmada<br />
Young ve Birss [37] yüksek sıcaklıklarda gerçekleştirilen tekrar oksidasyonların<br />
NiO/YSZ anot destekli hücrelerin elektrolitlerinde daha fazla ve daha bütük kırılmalara<br />
neden olduğunu göstermiştir. 700, 800 ve 900 °C sıcaklıkta yapılan sadece 2 redoks<br />
döngüsü sonrasında YSZ elektrolitte çok sayıda kırılma meydan geldiği belirlenmiştir.<br />
Bu durum nikel anottaki oksitlenmenin heterojen olmasına bağlanmıştır.<br />
Termal gravimetrik analiz ve mikroyapı incelemeleri ile de doğrulanan heterojen<br />
oksitlenmenin MEG’de eğilme ve kırılmalara neden olduğu tespit edilmiştir. Dikwal<br />
ve arkadaşları [38] redoks etkisini NiO/YSZ anot destekli tüp KOYP için araştırmıştır.<br />
Her redoks döngüsü sonrasında tüp KOYP performansında %3’lük bir azalma<br />
olduğu tespit edilmiştir. Bu azalma redoks sırasında meydana gelen hacimsel değişikliklere<br />
bağlı olan anot mikroyapısındaki bozulmalara bağlanmıştır. Mikroyapı incelemeleri<br />
bu bozulmaların anodun kendi içerisindeki mikro kırılmalar ve anot ile elektrolit<br />
arasındaki delaminasyonlar olduğunu ortaya çıkarmıştır. Sumi ve arkadaşları<br />
[39] NiO/YSZ anodun sadece 1 redoks döngüsü sonrasında bile performansının<br />
azaldığını rapor etmiştir. Özellikle tekrar oksidasyonun sebep olduğu hacim değişikliklerinin<br />
anot yapısal bütünlüğünü bozarak üçlü faz bölgelerinin sayısının azaldığı<br />
belirlenmiştir. Bunun bir sonucu olarak empedans ölçümleri neticesinde anot ohmik<br />
ve polarizasyon direncinde artış olduğu tespit edilmiştir. Performanstaki azalma bu<br />
dirençlerdeki artışa bağlanmıştır. Laurencin ve arkadaşları [40] 800 °C gerçekleştirdikleri<br />
redoks döngüleri sonrasında NiO/YSZ anot ohmik direncinde bir değişiklik
185<br />
olmadığı fakat polarizasyon direncinde bir artış olduğunu görmüştür. Özellikle ohmik<br />
direncin sabir kalması redoks döngülerinin anot destekli hücredeki YSZ elektrolite bir<br />
zarar vermemesine bağlanmıştır. Ivanschitz ve arkadaşları [41] da benzer şekilde<br />
redoks döngüleri sonrasında NiO/YSZ anotta sadece polarizasyon direncinde bir artış<br />
olduğunu belirlemiştir. Bu artış redoks döngüleri sırasında meydana gelen hacimsel<br />
değişikliklere bağlı olarak NiO/YSZ bağlarındaki bozulmalara ve nikel kümeleşmesine<br />
bağlanmıştır. Pihlatie ve arkadaşları [42] redoks sıcaklığının etkisi üzerinde durmuştur.<br />
850-1000 °C arasındaki redoks döngülerinde NiO/YSZ anotta meydana gelen<br />
oksidasyon gerilmesi %1 iken, 600-750 °C’de gerçekleştirilen testlerdeki gerilmenin<br />
%0,3 civarında olduğu belirlenmiştir. Pihlatie ve arkadaşları [43] bir başka çalışmalarında<br />
ise redoks döngülerinin NiO/YSZ anot Young modülü ve sertliğini azalttığını<br />
göstermiştir. Mekanik bozulmaların redoks gerilmesi %0.5 iken başladığı ve hücrenin<br />
bütünlüğünün %2.5 civarında tamamen kaybolduğu sonucuna varılmıştır.<br />
Literatürdeki çalışmalar incelendiğinde özellikle nikelin hava ile teması sonucunda<br />
tekrar oksitlenmesi sırasında meydana gelen hacimsel değişikliklerin anot ve hücre<br />
yapısına tersinmez ve ciddi zararlar verdiği görülmektedir. Nikelin hava ile teması ise<br />
sistem çalışmadığı, ya da bir sorun olduğu zamanlardaki (acil durum, yakıt hattındaki<br />
problemler vs) yakıtın kesilmesi durumlarında kaçınılmaz olmaktadır. Yakıt hattına<br />
sistem çalışmadığı zamanlarda sürekli olarak inert bir gaz beslenerek anodun hava ile<br />
temasının kesilmesi başlangıçta bir çözüm gibi görünse de özellikle büyük boyutlu<br />
sistemlerde uygulanmasının yüksek maliyetinden dolayı uygun olmadığı aşikardır.<br />
Öte yandan nikel yerine redoks dayanımı yüksek alternatif anot malzemelerinin kullanılması<br />
da başka bir çözüm yolu olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle dop edilmiş<br />
SrTiO3 anot malzemeleri yüksek redoks stabilitesi sergilese de [44,46] bu malzemelerin<br />
katalitik aktiviteleri dolayısı ile pil performansı nikel tabanlı anotların<br />
yakınından bile geçememektedir. Literatürde nikel infiltresi [47], oksidasyon bariyeri<br />
[48,49] veya elektrokimyasal yolla kısmi oksitleme [50,51] gibi özgün redoks<br />
korunum yolları da öne sürülse de sorunun tam olarak çözülmediği ve bu gibi durumlarda<br />
başka problemlerin de beraberinde ortaya çıktığı görülmektedir.<br />
Bu çalışmada anodun redoks döngüsü sırasında karşılaştığı hacim değişikliklerinin<br />
pil performansına olan etkisi bir hasar fonskiyonu ile modele eklenmiştir. Hasar<br />
fonksiyonunun değişiminin pil performansına ve pil içi madde dağılımına olan<br />
etkilerini içeren ilk simülasyon sonuçları sunulmuştur.<br />
2. Matematiksel Model<br />
Matematiksel modellemede incelenen KOYP geometrisi Şekil 1’de verilmiştir.<br />
Geometri temel olarak yoğun elektrolit tabakası üzerine işlenmiş olan gözenekli<br />
anot ve katot elektrotlardan ve akış kanallarından oluşmaktadır. Anot ve katot akış<br />
kanalarının yüksekliği 1.5 mm olup toplam akış uzunluğu 40 mm olarak alınmıştır.<br />
Anot, elektrolit ve katot kalınlıkları ise sırası ile 40, 200 ve 40 µm’dir.
186<br />
Şekil 1. Göz önüne alınan KOYP geometrisi<br />
KOYP çalışması sırasında meydana gelen olayları karakterize eden kütle ve madde<br />
dengesi, momentum, şarj ve enerji korunumu ile elektrokimyasal denklemler aşağıda<br />
verilmiştir.<br />
Süreklilik denklemi<br />
∂(єρ)/∂t+∇.(ρєV )=S_m (1)<br />
Burada є gözenekliliği gösterirken ρ yoğunluğu ifade etmektedir.<br />
Madde dengesi<br />
∂(ρ〖єc〗_i )/∂t+∇.(ρєV c_i )=-∇.〖єJ 〗_i+S_(s,i) (2)<br />
Yukarıdaki eşitlikte sağdan ilk terim olan difüzyon terimi, J _i, Fick yasası kullanılarak<br />
hesaplanabilir:<br />
J _i=[ρD_i ∇ (c_i )] (3)<br />
Momentum denklemi<br />
(∂(ρєV ))/∂t+∇.(ρєV V )=-є∇p+ρєg ∇.τ +(є^2µV)/ζ (4)<br />
Denklem 4’teki p, τ , µ ve ζ sırası ile static basınç, stress tensörü, viskozite ve<br />
geçirgenliği göstermektedir.<br />
Şarj dengesi<br />
Katot<br />
Anot<br />
Katot akış kanalı<br />
Elektrolit<br />
Anot akış kanalı<br />
(∂ρ_e)/∂t+∇.j =S_c (5)<br />
Bu denklemde ρ_e iyonik veya elektronik şarj yoğunluğunu ifade ederken, iletkenlik<br />
σ ve elektriksel potansiyelin ϕ bir fonksiyonu olan j iyonik veya elektronik<br />
akım yoğunluğunu göstermektedir. Ohm yasası olarak bilinen bu ilişki aşağıda<br />
verilmiştir.<br />
j =σ∇ϕ (6)
Enerji Korunumu<br />
Enerji korunum denklemi k ısıl iletim katsayısını ve T sıcaklığı göstermek üzere<br />
aşağıdaki gibi ifade edilebilir:<br />
187<br />
(∂(ρєe))/∂t-є ∂p/∂t+∇.(ρєV e)=∇.є(k∇T)+S_e (7)<br />
Elektrokimyasal Reaksiyonlar<br />
Hidrojen yakıtlı bir KOYP anot ve katodunda meydana gelen elektrokimyasal aşağıda<br />
verilmiştir.<br />
Anot H_2+O^(-2)→H_2 O+2e^- (8)<br />
Katot 〖1/2 O〗_2+2e^-→O^(-2) (9)<br />
Elektrokimyasal Model<br />
KOYP çalışması sırasında üretilen akım aşağıdaki gibi hesaplanabilir:<br />
∇.i=A_v j_o [exp(α (nFη_act)/RT)-exp(-α (nFη_act)/RT) ] (10)<br />
Burada η_act, j_o, α ve n sırası ile aktivasyon polarizasyonunu, değişim akım yoğunluğunu,<br />
şarj transfer sabitini ve reaksiyona giren elektron sayısını simgelemektedir.<br />
A_v ise elektrokimyasal reaksiyonların meydana geldiği üçlü faz bölgelerini<br />
karakterize eden özgül alan olup katalizör yüzey alanının toplam hacmine olan<br />
oranını ifade etmektedir:<br />
A_v=S/V (11)<br />
Redoks döngüleri sonrasında anotta meydana gelen hacim değişikliklerinden kaynaklanan<br />
yapısal bozukluklar hasar fonksiyonu yardımı ile elektrokimyasal model<br />
eklenmiştir. Hasar fonksiyonu aşağıdaki gibi tanımlanmıştır:<br />
D=1-E/E_i (12)<br />
Yukarıdaki denklemde E_i redoks öncesindeki anot elastisite modülü iken E redoks<br />
döngüleri sonrasındaki anot elastisite modülünü simgelemektedir. Redoks döngüleri<br />
sonrasında anot yapısında meydana gelen deformasyonlar anot elektrokimyasal<br />
reaksiyonlarının meydana geldiği anot üçlü faz bölgelerinde de önemli bozukluklar<br />
oluşturacaktır. Bu bozukluklar pil performansında önemli azalmalar meydana getirecektir.<br />
Performanstaki bu değişimler yine hasar parametresi ile aşağıdaki gibi<br />
denklemler yardımı ile modele uygulanmıştır.<br />
∇.i=A_v^' j_o [exp(α (nFη_act)/RT)-exp(-α (nFη_act)/RT) ] (13)<br />
A_v^'=〖(1-D)A〗_v (14)
y<br />
188<br />
x<br />
3. Sayısal Çözüm<br />
Şekil 2. Geometriye uygulanan mesh<br />
Sayısal çözümde ticari bir sonlu elemanlar programı olan Comsol kullanılarak,<br />
yukarıda tanımlanan hasar fonksiyonunun pil performansını ve pil içi madde dağılımını<br />
nasıl etkilediği incelenmiştir. Şekil 1’de verilen geometriye uygulanan mesh<br />
dağılımı Şekil 2’de verilmiştir. Anot ve katot kanalları y yönünde sırası ile anot ve<br />
katoda doğru giderek sıklaşan 50 noktaya bölünmüştür. Elektrolit, anot ve katoda<br />
ise yine y yönünde orta kısımlarda geniş uç kısımlara doğru ise giderek sıklaşan bir<br />
mesh yapısı uygulanmıştır. Elektrolit, anot ve katodun her biri toplamda 20 noktaya<br />
bölünmüştür. Daha sonra bütün geometri x yönünde orta kısımlarda geniş, giriş ve<br />
çıkış bölgelerinde dar aralıklı olmak üzere toplam 100 noktaya bölünmüştür. Sonuç<br />
olarak bütün geometri çözüm için toplamda 16000 küçük hacimden oluşturulmuştur.<br />
Geliştirilen matematiksel model D=0, 20, 50 ve 80 (%) durumları için sayısal olarak<br />
çözülmüştür. Sayısal analizlerde kullanılan temel parametreler ve değerleri Tablo<br />
1’de özetlenmiştir.<br />
Tablo 1. Sayısal analizde kullanılan parametreler<br />
Parametre Değer<br />
Çalışma sıcaklığı (°C) 800<br />
Anot geçirgenliği (m 2 ) 10-10<br />
Anot porozitesi 0.4
Anot kanalı giriş basıncı (Pa) Patm+2<br />
Anot kanalı çıkış basıncı (Pa) Patm<br />
Anot kanalı madde içeriği (kütlece %) 97 H2 / 3 H2O<br />
Anot değişim akım yoğunluğu (A/m 2 ) 0.1<br />
Anot elektronik iletkenlik (S/m) 1000<br />
Anot iyonik iletkenlik (S/m) 1<br />
Katot geçirgenliği (m 2 ) 10-10<br />
Katot porozitesi 0.4<br />
Katot kanalı giriş basıncı (Pa) Patm+6<br />
Katot kanalı çıkış basıncı (Pa) Patm<br />
Katot kanalı madde içeriği (kütlece %) 21 O2 / 79 N2<br />
Katot değişim akım yoğunluğu (A/m 2 ) 0.01<br />
Katot elektronik iletkenlik (S/m) 1000<br />
Katot iyonik iletkenlik (S/m) 1<br />
Elektrolit iyonik iletkenlik (S/m) 5<br />
4. Sonuçlar ve Tartışma<br />
189<br />
Farklı hasar oranlarındaki anot kanalındaki hidrojen konsantrasyonunda meydana<br />
gelen değişim karşılaştırmalı olarak Şekil 3’te verilmiştir. Hasar oranı arttıkça<br />
hidrojen tüketiminde beklenildiği gibi bir azalma meydana gelmektedir. Bu azalma<br />
redoks döngüleri sonrasında anot yapısında meydana gelen bozukluklardan kaynaklanmaktadır.<br />
D=0<br />
D=%20<br />
D=%80 D=%50<br />
Şekil 3. Hasar oranının hidrojen tüketimine olan etkisi
190<br />
Benzer durum anot kanalındaki su ve katot kanalındaki oksijen dağılımında da<br />
görülmektedir. Anot kanalındaki su konsantrasyonunun hasar oranıyla değişimi<br />
Şekil 4’te verilmiştir. Azalan hidrojen kullanımına paralel olarak elektrokimyasal<br />
reaksiyonlar sonucunda üretilen su miktarı da azalmıştır. Benzer şekilde hasar oranı<br />
arttıkça anot elektrokimyasal reaksiyonları azaldığı için tüketilen oksijen miktarı da<br />
beklenildiği gibi azalmaktadır (Şekil 5).<br />
D=%20<br />
D=%80<br />
D=%20<br />
D=%80<br />
Şekil 4. Hasar oranının su oluşumuna olan etkisi<br />
Şekil 5. Hasar oranının oksijen tüketimine olan etkisi
191<br />
Hasar miktarının pil performansına olan etkisi ise Şekil 6’da verilmiştir. Beklenildiği<br />
gibi redoks döngülerinden kaynaklanan anot yapısındaki bozulma miktarı<br />
arttıkça pil performansında ciddi kayıplar meydana gelmektedir. Redoks döngüleri<br />
öncesinde 1.1 W/cm2 olan maksimum güç yoğunluğu redoks döngüleri sonrasında<br />
% 80’lik bir yapısal bozukluk oluşması durumunda 0.6 mW/cm2’ye düşmektedir.<br />
5. Sonuç<br />
Şekil 6. Hasar oranının pil performansına olan etkisi<br />
Bu çalışmada katı oksit yakıt pili çalışmasını karakterize eden bir matematiksel<br />
model geliştirilmiştir. Geliştirilen modele redoks döngüleri sırasında KOYP anodunda<br />
meydana gelen hacimsel değişikler, tanımlanan hasar fonksiyonu yardımı ile<br />
modele adapte edilmiştir. Matematiksel farklı hasar oranlarında sayısal olarak çözülerek<br />
pil performansı ve pil içi madde dağılımları incelenmiştir. Sayısal sonuçlar<br />
beklenildiği gibi artan hasar miktarına bağlı olarak pil performansında önemli kayıplar<br />
olduğunu ortaya koymuştur. Yapılacak deneysel çalışmalarla redoks döngüleri<br />
öncesi ve sonrasında KOYP anodun elastisite modülünün ve pil performansının<br />
ölçülmesiyle matematiksel modelin doğrulanması ve geliştirilmesi planlanmaktadır.<br />
Buradan elde edilen bilgiler ışığında modele ayrıca mekanik analizde eklenmesi, bu<br />
sayede redoks modelinin tamamlanması düşünülmektedir.
192<br />
Kaynaklar<br />
[1] Jiang S.P., Chen X.J., Chan S.H., Kwok J.T., Khor K.A., (La0.75Sr0.25)<br />
(Cr0.5Mn0.5)O3/YSZ composite anodes for methane oxidation reaction in solid oxide<br />
fuel cells, Solid State Ionics 177, 149 – 157, (2006).<br />
[2] Skarmoutsos D., Tsoga A., Naoumidis A., Nikolopoulos P., 5 mol% TiO -doped Ni-<br />
YSZ anode cermets for solid oxide fuel cells, Solid State Ionics 135, 439-444, (2000).<br />
[3] Lu C., An S., Worrell W.L., Vohs J.M., Gorte R.J., Development of intermediatetemperature<br />
solid oxide fuel cells for direct utilization of hydrocarbon fuels, Solid<br />
State Ionics 175, 47–50, (2004).<br />
[3] Koh J.H., Yoo Y.S., Park J.W., Lim H.C., Carbon deposition and cell performance of<br />
Ni-YSZ anode support SOFC with methane fuel, Solid State Ionics 149, 157-166,<br />
(2002).<br />
[4] Wan J., Zhu J.H., Goodenough J.B., La0.75Sr0.25Cr0.5Mn0.5O3−δ+Cu composite<br />
anode running on H2 and CH4 fuels, Solid State Ionics 177, 1211–1217, (2006).<br />
[5] Kendall K., Finnerty C.M., Saunders G., Chung J.T., Effects of dilution on methane<br />
entering an SOFC anode, Journal of Power Sources 106, 323–327, (2002).<br />
[6] Yin Y., Li S., Xia C., Meng G., Electrochemical performance of gel-cast NiO–SDC<br />
composite anodes in low-temperature SOFCs, Electrochimica Acta 51, 2594–2598,<br />
(2006).<br />
[7] Mori H, Wen C.J., Otomo J., Eguchi K., Takahashi H., Investigation of the interaction<br />
between NiO and yttria-stabilized zirconia (YSZ) in the NiO/YSZ composite by temperature-programmed<br />
reduction technique, Applied Catalysis A: General 245, 79–85, (2003).<br />
[8] Finnerty C.M., Coe N.J., Cunningham R.H., Ormerod R.M., Carbon formation on and<br />
deactivation of nickel-based/zirconia anodes in solid oxide fuel cells running on methane,<br />
Catalysis Today 46, 137-145, (1998).<br />
[9] Lee K.R., Pyo Y.S., So B.S., Kim S.M., Lee B.K., Hwang J.H., Kim J., Lee J.-H., Lee<br />
H.-W., Interpretation of the interconnected microstructure of an NiO-YSZ anode composite<br />
for solid oxide fuel cells via impedance spectroscopy, Journal of Power Sources<br />
158, 45–51, (2006).<br />
[10] Horita T., Kishimoto H., Yamaji K., Xiong Y., Sakai N., Brito M.E., Yokokawa H.,<br />
Materials and reaction mechanisms at anode/electrolyte interfaces for SOFCs, Solid<br />
State Ionics 177, 1941–1948, (2006).<br />
[11] Huang X., Lu Z., Pei L., Liu Z., Liu Y., Zhu R., Miao J., Zhang Z., Su W., An anode<br />
for solid oxide fuel cells: NiO1(Ce Ca O) (YSZ) solid solution, Journal of Alloys and<br />
Compounds 360, 294-297, (2003).<br />
[12] Radovic M., Lara-Curzio E., Mechanical properties of tape cast nickel-based anode<br />
materials for solid oxide fuel cells before and after reduction in hydrogen, Acta Materialia<br />
52, 5747–5756, (2004).<br />
[13] Mori M., Hiei Y., Itoh H., Tompsett G.A., Sammes N.M., Evaluation of Ni and Tidoped<br />
Y2O3 stabilized ZrO2 cermet as an anode in high-temperature solid oxide fuel<br />
cells, Solid State Ionics 160, 1–14, (2003).<br />
[14] Vernoux P., Guillodo M., Fouletier J., Hammou A., Alternative anode material for<br />
gradual methane reforming in solid oxide fuel cells, Solid State Ionics 135, 425-431, (2000).<br />
[15] McIntosh S., Vohs J.M., Gorte R.J., An examination of lanthanide additives on the<br />
performance of Cu_YSZ cermet anodes, Electrochimica Acta 47, 3815–3821, (2002).<br />
[16] Park S, Gorte R.J., Vohs J.M., Applications of heterogeneous catalysis in the direct<br />
oxidation of hydrocarbons in a solid-oxide fuel cell, Applied Catalysis A: General 200,<br />
55–61, (2000).
193<br />
[17] Gunji A., Wen C., Otomo J., Kobayashi T., Ukai K., Mizutani Y., Takahashi H.,<br />
Carbon deposition behavior on Ni–ScSZ anodes for internal reforming solid oxide fuel<br />
cells, Journal of Power Sources 131, 285–288, (2004).<br />
[18] Sauvet A.L., Irvine J.T.S., Catalytic activity for steam methane reforming and physical<br />
characterization of La1-xSrxCr1-yNiyO3-d, Solid State Ionics 167, 1–8, (2004).<br />
[19] Pudmich, G., Boukamp B.A., Cuenca M.G., Jungen W., Zipprich W., Tietz F., Chromite/<br />
titanate based perovskites for application as anodes in solid oxide fuel cells,<br />
Solid State Ionics 135, 433–438, (2000).<br />
[20] Zhu W.Z., Deevi S.C., A review on the status of anode materials for solid oxide fuel<br />
cells, Materials Science and Engineering, A 362, 228-239, (2003).<br />
[21] Sauvet A.L., Fouletier J., Catalytic properties of new anode materials for solid oxide<br />
fuel cells operated under methane at intermediary temperature, Journal of Power<br />
Sources 101, 259-266, (2001).<br />
[22] Zhu W., Xia C., Fan J., Peng R., Meng G., Ceria coated Ni as anodes for direct utilization<br />
of methane in low-temperature solid oxide fuel cells, Journal of Power Sources<br />
160, 897-902, (2006).<br />
[23] Cheng Z., Zha S., Aguilar L., Liu M., Chemical, electrical, and thermal properties of<br />
strontium doped lanthanum vanadate, Solid State Ionics 176, 1921–1928, (2005).<br />
[24] Fu Q.X., Tietz F., Lersch P., Stöver D., Evaluation of Sr- and Mn-substituted LaAlO3<br />
as potential SOFC anode materials, Solid State Ionics 177, 1059–1069, (2006).<br />
[25] He H., Huang Y., Vohs J.M., Gorte R.J., Characterization of YSZ–YST composites for<br />
SOFC anodes, Solid State Ionics 175, 171–176, (2004).<br />
[26] Hagen A., Poulsen H.F., Klemensø T., V.Martins R., Honkimäki V., Buslaps T. and<br />
Feidenshans’l R., A depth-resolved in-situ study of the reduction and oxidation of Nibased<br />
anodes in solid oxide fuel cells, Fuel Cells 6, 361–366, (2006).<br />
[27] Pihlatie M., Kaiser A., Larsen, P.H., Mogensen M., Dimensional behavior of Ni–YSZ<br />
composites during redox cycling, Journal of The Electrochemical Society 156, B322-<br />
B329, (2009).<br />
[28] Wood A., Pastula M., Waldbillig D, Ivey, D.G., Initial testing of dolutions to tedox<br />
problems with anode-supported SOFC, Journal of The Electrochemical Society 153,<br />
A1929–A1934, (2006).<br />
[29] Faes A., Fuerbringer J.M., Mohamedic D., Wysera A.H., Cabochec G., Van Herle J.,<br />
Design of experiment approach applied to reducing and oxidizing tolerance of anode<br />
supported solid oxide fuel cell. Part I: Microstructure optimization, Journal of Power<br />
Sources 196, 7058–7069, (<strong>2011</strong>).<br />
[30] Jeangros Q., Faes A., Wagner J.B., Hansen T.W., Aschauer U., Van Herle J., Hessler-<br />
Wyser A., Dunin-Borkowski R.E., In situ redox cycle of a nickel–YSZ fuel cell anode in an<br />
environmental transmission electron microscope, Acta Materialia 58, 4578–4589, (2010).<br />
[31] Bastidas D.M., Tao S., Irvine J.T.S., A symmetrical solid oxide fuel cell demonstrating<br />
redox stable perovskite electrodes, Journal of Materials Chemistry 16, 1603-1605, (2006).<br />
[32] Ma Q., Tietz F., Leonide A., Tiffée E.I., Anode-supported planar SOFC with high<br />
performance and redox stability, Electrochemistry Communications 12, 1326–1328, (2010).<br />
[33] Hatae T, Matsuzaki Y., Yamashita S., Yamazaki Y., Current density dependence of<br />
changes in the microstructure of SOFC anodes during electrochemical oxidation, Solid<br />
State Ionics 180, 1305–1310, (2009).<br />
[34] Vedasri V., Young J.L., Birss V.I., A possible solution to the mechanical degradation<br />
of Niyttria stabilized zirconia anode-supported solid oxide fuel cells due to redox cycling,<br />
Journal of Power Sources 195, 5534–5542, (2010).
194<br />
[35] Hatae T., Matsuzaki Y., Yamashita S., Yamazaki, Y., Initial damage to anode microstructure<br />
caused by partial redox cycles during electrochemical oxidation, Journal of<br />
The Electrochemical Society 156, B609–B613, (2009).<br />
[36] Sarantaridis D., Chater R.J., Atkinson A., Changes in physical and mechanical properties<br />
of SOFC Ni–YSZ composites caused by redox cycling, Journal of The Electrochemical<br />
Society 155, B467–B472, (2008).<br />
[37] Young J.L., Birss V.I., Crack severity in relation to non-homogeneous Ni oxidation in<br />
anode-supported solid oxide fuel cells, Journal of Power Sources 196, 7126–7135,<br />
(<strong>2011</strong>).<br />
[38] Dikwal C.M., Bujalski W., Kendall, K., Characterization of the electrochemical performance<br />
of micro-tubular SOFC in partial reduction and oxidation conditions, Journal<br />
of Power Sources 181, 267–273, (2008).<br />
[39] Sumi H., Kishida R., Kim J.Y., Muroyama H., Matsui T., Eguchi, K., Correlation between<br />
microstructural and electrochemical characteristics during redox cycles for Ni-YSZ<br />
anode of SOFCs, Journal of The Electrochemical Society 157, B1747–B1752, (2010).<br />
[40] Laurencin J., Delette G., Sicardy O., Rosini S., Joud, F.L., Impact of ‘redox’ cycles on<br />
performances of solid oxide fuel cells: Case of the electrolyte supported cells, Journal<br />
of Power Sources 195, 2747–2753, (2010).<br />
[41] Iwanschitz B., Sfeir J., Mai A., Schütze, M., Degradation of SOFC anodes upon redox<br />
cycling: A comparison between Ni/YSZ and Ni/CGO, Journal of The Electrochemical<br />
Society 157, B269–B278, (2010).<br />
[42] Pihlatie M., Kaiser A., Larsen P.H., Mogensen M., Dimensional behavior of Ni–YSZ<br />
composites during redox cycling, Journal of The Electrochemical Society 156, B322–<br />
B329, (2009).<br />
[43] Pihlatie M, Kaiser A., Mogensen, M., Mechanical properties of NiO/Ni–YSZ composites<br />
depending on temperature, porosity and redox cycling, Journal of the European<br />
Ceramic Society 29, 1657–1664, (2009).<br />
[44] Smith B.H., Holler W.C., Gross M.D., Electrical properties and redox stability of tantalumdoped<br />
strontium titanate for SOFC anodes, Solid State Ionics 192, 383–386, (<strong>2011</strong>).<br />
[45] Blennow P., Hansen K.K., Wallenberg L.R., Mogensen M., Electrochemical characterization<br />
and redox behavior of Nb-doped SrTiO3, Solid State Ionics, 180, 63–70, (2009).<br />
[46] Gross M.D., Carver K.M., Deighan M.A., Schenkel A., Smith B.M., Yee, A.Z., redox<br />
stability of SrNbxTi1−xO3–YSZ for use in SOFC anodes, Journal of The Electrochemical<br />
Society 156, B540–B545, (2009).<br />
[47] Busawon A.N., Sarantaridis D., Atkinson A., Ni infiltration as a possible solution to<br />
the redox problem of SOFC anodes, Electrochemical and Solid-State Letters 11,<br />
B186–B189, (2008).<br />
[48] Waldbillig D., Wood A., Ivey, D.G., Enhancing the redox tolerance of anodesupported<br />
SOFC by microstructural modification, Journal of The Electrochemical Society<br />
154, B133–B138, (2007).<br />
[49] Fujita K., Somekawa T., Horiuchi K., Matsuzaki, Y., Evaluation of the redox stability<br />
of segmented-in-series solid oxide fuel cell stacks, Journal of Power Sources 193, 130–<br />
135, (2009).<br />
[50] Hatae T., Matsuzaki Y., Yamashita S., Yamazaki Y., Destruction modes of anodesupported<br />
SOFC caused by degrees of electrochemical oxidation in redox cycle, Journal<br />
of The Electrochemical Society 157, B650–B654, (2010).<br />
[51] Zhang Y., Liu B, Tu B., Dong Y., Cheng, M., Redox cycling of Ni–YSZ anode investigated<br />
by TPR technique, Solid State Ionics 176, 2193–2199, (2005).
KATOT ÜRETİM PARAMETRELERİN KATI OKSİT YAKIT PİLİ<br />
OKSİJEN İNDİRGENME MEKANİZMASINA OLAN ETKİSİ<br />
Özet<br />
Çiğdem TİMURKUTLUK 1 , Bora TİMURKUTLUK 1,2<br />
Meysun İBRAHİM 1,3 , Mahmut D. MAT 1<br />
1 Niğde Üniversitesi, Makine Mühendisliği Bölümü<br />
2 Vestel Savunma Sanayi, ODTÜ Teknokent<br />
3 Niğde Üniversitesi, Kimya Bölümü<br />
195<br />
Katı oksit yakıt pilleri yüksek enerji dönüşüm verimleri, temiz ve sessiz çalışmaları<br />
ve farklı yakıtları kullanabilme özelliklerinden dolayı son yıllarda büyük ilgi çekmektedir.<br />
Katı oksit yakıt pili performansını belirleyen en önemli parametrelerden<br />
birisi katotta meydana gelen oksijen indirgenme reaksiyonudur. Bu çalışmada anot<br />
destekli hücreler imal edilerek aktif ve akım toplayıcı olmak üzere iki tabakadan<br />
oluşan katodun sinterleme sıcaklığı, kalınlığı ve gözenekliliğinin oksijen indirgenme<br />
reaksiyonuna olan etkileri mikroyapı, performans ve empedans analizleri yardımı<br />
ile deneysel olarak incelenmiştir. Farklı sıcaklıklardaki katot değişim akım<br />
yoğunlukları hesaplanmıştır. 30 µm kalınlığında katot işlevsel tabaka (KİT) içeren<br />
MEG için katot değişim akım yoğunluğu 800 °C’de 1,54 mA/cm 2 iken KİT kalınlığının<br />
10 µm’ye düşürülmesi ile bu değerin 2,3 mA/cm 2 ’ye yükseldiği görülmüştür.<br />
1. Giriş<br />
Katı oksit yakıt pili (KOYP) katodunun sistem içindeki en önemli rolü; oksijenin<br />
indirgenmesi için elektro-kimyasal reaksiyon alanları oluşturmaktır. KOYP katot,<br />
hava/oksijenin sisteme alınması ve kullanılmayan kısmının sistemden uzaklaştırılması<br />
görevini de üstlenmektedir. Ayrıca, oksijen indirgenme reaksiyonu sırasında açığa<br />
çıkan elektronların interkonnektörlere ulaştırılmasında geçit işlevi görmektedir. Bu<br />
işlevleri yerine getirmek için yüksek katalitik aktivitenin yanı sıra KOYP katodunun<br />
çok iyi iyonik ve elektronik iletkenlik, diğer sistem elemanlarıyla kimyasal uyumluluk<br />
ve KOYP çalışma koşullarında kimyasal kararlılık, diğer sistem elemanlarına yakın<br />
bir ısıl genleşme katsayısı gibi özelliklere de sahip olması gerekmektedir.<br />
KOYP performansını sınırlayan en önemli parametrelerden birisi katot bölgesinde<br />
gerçekleşen oksijen indirgenme reaksiyonudur. Literatürde bu konuda sınırlı sayıda<br />
çalışma mevcut olup, çalışmaların büyük bir çoğunluğunda yüksek sıcaklık KOYP<br />
(LSM: Lantanyum stronsiyum mangan oksit) üzerinde yoğunlaşılmıştır. Bu çalışmalar<br />
arasında, yaygın olarak kabul edilen oksijen indirgenme reaksiyon mekanizmasını<br />
(Denklem1-8) Minh ve arkadaşları [1] ortaya koymuştur. Bu denklemler<br />
ayrıca bir çok araştırmacı tarafından da detaylı olarak incelenmiştir [2,12].
196<br />
Oksijenin katot gözeneklerine transferi: O 2→ O 2,g (1)<br />
Katalizör tarafından oksijenin tutulması: O 2,gz→ O 2,ads (2)<br />
Oksijenin katalizör yüzeyinde ayrışması: O 2,ads→ 2Oads (3)<br />
Üçlü faz bölgesine transfer: Oads→ Oads,üfb (4)<br />
İlk elektron transferi: Oads,üfb+ e→ O - ads, tpb (5)<br />
İkinci elektron transferi: O - ads,üfb→O -2 ads,tpb (6)<br />
Oksijen iyonunun elektrolite transferi: O -2 ads,üfb+V→ Ox (7)<br />
Toplam reaksiyon: O 2+ 2V+ 4e→ 2Ox (8)<br />
Denklemlerdeki, V oksijen boşluğunu ve Ox elektrolite transfer olan oksijen iyonunu<br />
ifade etmektedir. g, ads ve üfb alt indisleri ise sırası ile gaz, adsorbsiyon ve elektrokimyasal<br />
reaksiyonların meydana geldiği üçlü faz bölgelerini simgelemektedir.<br />
Lee ve ark. [13] LSM/YSZ (itriyum oksit ile stabilize edilmiş zirkonyum oksit)<br />
katot malzemesinin elektrokimyasal özelliklerini iki nokta empedans tekniği ile<br />
incelemiştir. Bu amaçla farklı YSZ ve LSM hacim oranı %20 ile %50 arasında<br />
değişen dört farklı LSM/YSZ katot toz pres metodu ile imal edilmiştir. Empedans<br />
ölçümlerinde iki ark tespit edilmiştir. Bu iki arkın toplamı katot direnci olarak ele<br />
alınmıştır. Test sonuçları katot içerisindeki YSZ miktarının polarizasyon kaybını<br />
önemli ölçüde etkilediğini göstermiştir. Artan YSZ içeriği ile katot polarizasyonunda<br />
önemli azalmalar saptanmıştır. YSZ içeriği hacimce %50 olan LSM/YSZ katot<br />
en düşük polarizasyon direncini ortaya koymuştur. Tao ve ark. [14] ise iki tabakalı<br />
katot üzerine yoğunlaşmıştır. Bu amaçla toz presle imal edilen 13 mm çapında ve 1<br />
mm kalınlığındaki YSZ elektrolit üzerine SDC (samaryum dop edilmiş seryum<br />
oksit) ara tabaka ve bu ara tabakanın üzerine LSCF (lantan stronsiyum kobalt demir<br />
oksit)/SDC katot katalizör tabaka ipek baskı ile kaplanmıştır. Katalizör tabakanın<br />
üzerine ayrıca LSCF akım toplayıcı tabaka benzer şekilde kaplanarak iki tabakalı<br />
katot imal edilmiş ve akım toplayıcı tabakanın etkisi incelenmiştir. YSZ elektrolitin<br />
diğer yüzeyine platin pasta karşı elektrot olarak uygulanmış ve Lee ve ark. [13]<br />
çalışmasında olduğu gibi iki elektrot empedans tekniği ile hücreler test edilmiştir.<br />
Ayrıca katot içerisindeki SDC oranı hacimce %0-50 arasında değiştirilerek katot<br />
malzeme içeriğinin etkisi de incelenmiştir. Çalışmanın sonucunda katot katalizör<br />
tabakasındaki SDC içeriği %40 olarak optimize edilmiş ve katot akım toplayıcı<br />
tabaka uygulamasının performansı önemli derecede arttırdığı belirlenmiştir. Liu ve<br />
ark [15] ise LSCF katottaki oksijen indirgenme mekanizmasını araştırmıştır. LSCF<br />
sol gel tekniği ile sentezlenmiştir. 1450 °C sıcaklıkta 4 saat sinterlenen elektrolitin<br />
her iki yüzeyi ipek baskı tekniği ile LSCF katot ile boyandıktan sonra 900 °C sıcaklıkta<br />
4 saat katot fırınlaması yapılmıştır. Örneklerin mikroyapıları incelenmiş ve<br />
empedans ölçümleri yapılmıştır. Karşılaştırma amaçlı LSM/YSZ-YSZ-LSM/YSZ<br />
yarı hücreleri de benzer tekniklerle imal edilip test edilmiştir. Çalışmanın sonucunda<br />
LSCF katot LSM/YSZ katoda göre iki kat daha yüksek oksijen indirgenme aktivitesi<br />
göstermiştir. Bu durum sol jel tekniği ile sentezlenen LSCF tozlarının yüksek
197<br />
yüzey alanı ve porozitesine bağlanmıştır. Qiang ve ark. [16] benzer bir çalışmada,<br />
LSCF/GDC (gadolinyum dop edilmiş seryum oksit) katot malzemesi üzerinde<br />
çalışmıştır. Toz presleme tekniği ile üretilen 0,7 mm kalınlığında ve 13 mm çapındaki<br />
YSZ elektrolitin bir yüzeyine kütlece LSCF/GDC ipek baskı tekniği ile kaplanmıştır.<br />
Aynı yüzeye platin pasta referans elektrot olarak uygulanmıştır. Elektrolitin<br />
diğer yüzeyine ise yine platin pasta karşı elektrot olarak boyanmış ve üç elektrot<br />
empedans ölçümleri yapılmıştır. GDC içeriği kütlece %30-60 arasında değişen<br />
hücrelerin polarizasyon dirençleri, aktivasyon enerjileri ve değişim akım yoğunlukları<br />
belirlenmiştir. Bir önceki çalışmadan farklı olarak, empedans modeline bir tane<br />
indüktör eleman eklenmiştir. Kütlece %40 oranında GDC içeren katot örneği en<br />
düşük polarizasyon direnci ve aktivasyon enerjisini sergilemiştir. Aynı örneğin 800<br />
ºC sıcaklıktaki değişim akım yoğunluğu 529 mAcm -2 olarak hesaplanmıştır. Çalışmanın<br />
sonucunda LSCF/GDC katodun LSM katoda göre daha iyi sonuçlar verdiği<br />
belirlenmiş ve GDC içeriği kütlece %40 olarak optimize edilmiştir.<br />
Bu çalışmada, LSF/ScSZ ve LSF olmak üzere iki tabakadan oluşan KOYP katodunun<br />
üretim parametrelerinin oksijen indirgenme reaksiyonuna olan etkileri incelenmiştir.<br />
2. Deneysel Çalışma<br />
KOYP anot destekli düzlemsel membran elektrot grubu (MEG) üretiminde şerit<br />
döküm ve ipek baskı teknikleri kullanılmıştır. MEG anottan-katoda doğru nikel<br />
oksit (NiO)/skandiyum oksit dop edilmiş zirkonyum oksit (ScSZ) anot destek,<br />
NiO/ScSZ anot işlevsel tabaka, ScSZ elektrolit, LSF/ScSZ katot işlevsel tabaka ve<br />
LSF katot akım toplayıcı tabakalarından oluşmaktadır. Ticari yüksek saflıkta NiO<br />
ve ScSZ tozları kütlece eşit oranda alınarak karıştırılmıştır. Toz karışımına çözücünün<br />
yanı sıra belli miktarlarda organik ayırıcı, bağlayıcı, plastikleştirici ve gözenek<br />
yapıcı eklenerek karışım bilyeli değirmende 24 saat süreyle karıştırılmıştır.<br />
NiO/ScSZ (kütlece 1:1) anot işlevsel tabaka (AİT) ve ScSZ elektrolit şerit döküm<br />
çamurları da benzer şekilde hazırlanmıştır. AİT çamuruna elektrokimyasal reaksiyon<br />
alanlarını arttırmak adına daha az gözenek yapıcı eklenmiş olup ScSZ şerit<br />
döküm çamurunda gözenek yapıcı herhangi bir malzeme kullanılmamıştır. Anot<br />
destek, AİT ve elektrolit şerit döküm çamurları daha sonra laboratuar ölçekli bir<br />
şerit döküm makinesinde ince filmler halinde dökülmüştür. Şerit dökümlerden<br />
sonra anot destek, AİT ve elektrolit uygun kalınlıklarda üst üste konularak 20 MPa<br />
basınç altında 20 dakika süre ile preslenmiştir. Laboratuar ölçekli lazer kesme cihazı<br />
ile istenilen boyutlarda dairesel olarak kesilen anot destekli elektrolit yapısı daha<br />
sonra birlikte sinterlenmiştir. Tabaka kalınlık ve birlikte sinterleme sıcaklık değerleri<br />
olarak önceki çalışmalarda optimize edilen değerler aynen korunmuştur [17, 18].<br />
Katot tabakası da anot tabakası gibi iki tabaka halinde imal edilmiştir. Bu tabakalar<br />
katot işlevsel tabaka (KİT) ve katot akım toplayıcı (KAT) tabakadır. Diğer tabakaların<br />
aksine KAT ve KİT şerit döküm yerine ipek baskı tekniği ile boyanmıştır.
198<br />
Ticari %40 Sr dop edilmiş lantan-demir oksit (LSF) katot tozları kütlece eşit oranda<br />
ScSZ ile karıştırılmıştır. Karışıma, belli miktarlarda etil selüloz bağlayıcı,<br />
terpineol çözücü ve gözenek yapıcı eklenerek yine bilyeli değirmen yardımı ile 24<br />
saatlik bir karıştırma uygulanmıştır. Karıştırma sonrasında toz kümeleşmelerinin<br />
önlenmesi ve ipek baskı için gerekli olan yüksek viskoziteye sahip çamurun elde<br />
edilmesi için üç milli değirmen kullanılmıştır. Daha sonra LSF/ScSZ KİT çamuru<br />
elektrolitin üst yüzeyine laboratuar ölçekli bir ipek baskı cihazı ile 30 µm kalınlıkta<br />
kaplanmıştır. Ön kurutma sonrasında benzer şekilde sadece LSF ve kütlece %7,5<br />
gözenek yapıcı içeren KAT çamuru KİT’in üzerine 30 µm kalınlıkta kaplanmıştır.<br />
1000 °C sıcaklıkta 2 saatlik sinterleme sonrasında KOYP MEG’leri hazır hale<br />
getirilmiştir. Bütün örneklerde katot aktif alanı 1 cm 2 olarak uygulanmıştır.<br />
MEG performansı ve empedans deneyleri yakıt pili test istasyonu yardımı ile gerçekleştirilmiştir.<br />
Performans ölçümlerinde yakıt olarak hidrojen ve oksitleyici olarak<br />
hava kullanılmıştır. Empedans ölçümlerinde ise frekans 0,1-10 5 Hz arasında ve<br />
tarama hızı 10mV/s olarak seçilmiştir.<br />
3. Sonuçlar ve Tartışma<br />
3.1. Katot İşlevsel Tabaka Optimizasyonu<br />
KİT optimizasyonu çalışmalarında, KİT sinterleme sıcaklığı ve kalınlığı farklı<br />
simetrik hücreler imal edilmiştir. Hücrelerin üç elektrotlu empedans yöntemi ile<br />
dirençleri belirlenerek değişim akım yoğunlukları hesaplanmıştır. Daha sonra aynı<br />
KİT’ler anot destekli hücrelerde uygulanarak performans ölçümleri alınmış ve<br />
empedans sonuçları ile tutarlılığı karşılaştırılmıştır.<br />
3.1.1. KİT Sinterleme Sıcaklığının Etkisi<br />
Katot işlevsel tabaka sinterleme sıcaklık etkisinin incelenmesi için, her iki yüzeyi KİT<br />
ile kaplanmış simetrik hücreler imal edilmiştir. Bu hücrelerin KİT’leri daha sonra<br />
sırası ile 900, 950 ve 1000 ºC sıcaklıkta sinterlenerek üç farklı örnek hazırlanmıştır.<br />
Bu örneklerin 800 ºC sıcaklıktaki empedans sonuçları Şekil 1’de verilmiştir.<br />
1000 ºC<br />
1050ºC<br />
950 ºC<br />
Şekil 1. KİT sinterleme sıcaklıkları farklı örneklerin empedans sonuçları
199<br />
Bütün örneklerde iki ark görünmektedir. Bu arklardan yüksek frekansta ortaya<br />
çıkan soldaki ark şarj transfer direncini, düşük frekanslarda ortaya çıkan soldaki<br />
ikinci ark ise difüzyon direncini göstermektedir. Fakat ikinci ark x = 0 eksenini<br />
kesmesine rağmen ilk ark bu ekseni kesmesi gerektiği halde kesmemiştir. Ölçümlerdeki<br />
maksimum frekans olarak seçilen 10 5 Hz aynı zamanda ölçüm cihazının da<br />
çıkabileceği maksimum frekanstır. Bu yüzden ikinci ark gibi yarım çember şeklinde<br />
çıkması gereken ilk ark yeterli frekansa erişilemediği için genel olarak çeyrek çember<br />
şeklindedir.<br />
700 ºC<br />
(b)<br />
800 ºC<br />
700 ºC<br />
(a)<br />
600 ºC<br />
Şekil 2. Farklı sıcaklıklardaki empedans sonuçları (1000 ºC KİT sinterleme sıcaklığı)<br />
(c)
200<br />
En düşük direnç değerini 1000 ºC sıcaklıkta sinterlenen KİT ortaya koymuştur. Bu<br />
örneğin 600, 700 ve 800 ºC sıcaklıktaki empedans sonuçları Şekil 2’de verilmiştir.<br />
Şekil 2a’da 600 ºC sıcaklıktaki direnç değerleri çok yüksek olduğu için 700 ve 800<br />
ºC’deki sonuçlar net olarak görünmemektedir. Bu sonuçlar Şekil 2b ve 2c’de daha<br />
açık bir şekilde verilmiştir. Sıcaklık arttıkça beklenildiği gibi direnç değerlerinin de<br />
önemli ölçüde azaldığı görülmektedir.<br />
Şekil 3. Kullanılan empedans modeli<br />
Direnç değerlerinin hesaplanmasında kullanılan model Şekil 3’te verilmiştir. Modeldeki<br />
R1, R2 ve R3 dirençleri sırası ile elektrolit direnci, katot şarj transfer direnci<br />
ve katot difüzyon dirençlerini göstermektedir.<br />
Açık devre potansiyelindeki empedans ölçümlerinde olduğu gibi teorik değere<br />
yakın çalışma potansiyellerinde ise değişim akım yoğunluğu (i0) aşağıdaki gibi<br />
lineerize edilmektedir [13,14]:<br />
Burada T çalışma sıcaklığı, ν hız belirleyici basamağın bir tam reaksiyon sırasında<br />
meydana gelme sayısı, n reaksiyona katılan toplam elektron sayısını ifade ederken<br />
R ve F sırası ile gaz ve Faraday sabitini simgelemektedir. KOYP çalışması sırasında<br />
katotta meydan gelen oksijen indirgenme reaksiyonunda hız belirleyici basamak<br />
şarj transferi olarak kabul edilmektedir [13,16]. Bu yüzden ƞ değeri empedans<br />
ölçümlerinde elde edilen şarj transfer direncine eşit olarak alınmaktadır.<br />
Modele göre hesaplanan R2 değerleri 1000 ºC sıcaklıkta sinterlenen KİT için aşağıda<br />
verilen Denklem 9’da yerine yazılarak değişim akım yoğunluk değerleri hesaplanmıştır.<br />
Bu değerler Tablo 1’de verilmiştir. Beklenildiği gibi en düşük direncin<br />
görüldüğü sıcaklıkta en yüksek değişim akım yoğunluğu değeri hesaplanmıştır.<br />
Tablo 1. Farklı sıcaklıklardaki değişim akım yoğunlukları<br />
Sıcaklık (ºC) Şarj transfer direnci (R2) (Ω) Değişim akım yoğunluğu (io) (mA/cm 2 )<br />
600 612 0,03<br />
700 97 0,22<br />
800 15 1,54<br />
(9)
3.1.2. KİT Kalınlığının Etkisi<br />
201<br />
Katot işlevsel tabaka kalınlığının etkisini incelemek için her iki yüzeyi sırası ile 10,<br />
20 ve 30 µm kalınlıkta KİT ile boyanarak üç farklı simetrik hücre imal edilmiştir.<br />
Bu hücrelerin 800 ºC sıcaklıktaki empedans sonuçları Şekil 4’te verilmiştir. Önceki<br />
ölçümlerde olduğu gibi test istasyonunun frekansı yeterli gelmediği için soldaki ilk<br />
ark yarım küre şeklini almamıştır. En düşük direnci 10µm kalınlıkta KİT içeren<br />
örnek göstermiştir.<br />
Şekil 4. Farklı KİT kalınlıklarındaki empedans sonuçları<br />
10 µm kalınlıkta KİT içeren örneğin farklı sıcaklıklardaki empedans sonuçları Şekil<br />
5’te verilmiştir. Sıcaklık arttıkça direnç değerlerinin önemli derecede azaldığı görülmektedir.<br />
800 ºC<br />
10 µm<br />
700 ºC<br />
20 µm<br />
30 µm<br />
600 ºC<br />
Şekil 5. Farklı sıcaklıklardaki empedans sonuçları (10µm KİT)
202<br />
10 µm kalınlıkta KİT içeren örneğin farklı sıcaklıklarda hesaplanan değişim akım<br />
yoğunluğu değerleri Tablo 2’de verilmiştir. Empedans sonuçlarında yine iki ark<br />
olduğu için Şekil 3’te verilen empedans modeli kullanılmıştır. Beklenildiği gibi en<br />
düşük direncin görüldüğü sıcaklıkta en yüksek değişim akım yoğunluğu değeri<br />
hesaplanmıştır.<br />
Tablo 2. Farklı sıcaklıklardaki değişim akım yoğunlukları (10µm KİT)<br />
Sıcaklık (ºC) Şarj transfer direnci (R2) (Ω) Değişim akım yoğunluğu (io) (mA/cm 2 )<br />
600 463 0,04<br />
700 145 0,15<br />
800 10 2,31<br />
3.2. Katot Akım Toplayıcı Optimizasyonu<br />
KAT optimizasyon çalışmaları kapsamında, anot destekli hücrelerde farklı kalınlık ve<br />
gözeneklilikte KAT tabakaları uygulanmış ve performans ölçümleri alınmıştır. Bu<br />
hücrelerde KİT tabakası olarak önceki bölümde optimize edilen KİT uygulanmıştır.<br />
3.2.1. KAT Kalınlığının Performansa Olan Etkisi<br />
Katot akım toplayıcı tabakanın anot destekli pil performansına olan etkisini incelemek<br />
için 10-40 µm kalınlıkta KAT içeren 4 farklı hücre imal edilmiştir. Bu hücrelerin<br />
700 ºC çalışma sıcaklığındaki performans sonuçları Şekil 6’da verilmiştir. Hücre<br />
performansının KAT kalınlığı 30 µm olana kadar arttığı ve daha sonra düştüğü<br />
görülmektedir. Bu durum KAT kalınlığının 30 µm olması durumunda en iyi elektronik<br />
iletkenliğin elde edilmesi ile açıklanmıştır. 30 µm KAT içeren hücre 1,535<br />
W/cm 2 maksimum güç yoğunluğu ortaya koymuştur.<br />
10 µm<br />
40 µm<br />
20 µm<br />
30 µm<br />
Şekil 6. KAT kalınlığının performansa olan etkisi
3.2.2. KAT Gözenekliliğinin Performansa Olan Etkisi<br />
203<br />
Katot akım toplayıcı tabakanın etkin akım toplanmasının yanı sıra başka bir işlevi<br />
de gözenekliliği sayesinde elektrokimyasal reaksiyonlar için gerekli olan oksijeni<br />
KİT’ye transfer etmektedir. KAT gözenekliliği ise ipek baskı çamuruna katılan<br />
gözenek yapıcı malzeme ile sağlanmaktadır. Bu yüzden KAT’nin gözenekliliğinin<br />
performansa olan etkisini incelemek için gözenek yapıcı miktarı kütlece %2,5-10<br />
arasında değişen 4 farklı KAT ipek baskı çamuru hazırlanmıştır. Bu çamurlar KİT<br />
tabakası üzerine kaplanarak farklı KAT gözenekliliğine sahip 4 farklı anot destekli<br />
hücre imal edilmiştir. Bu hücrelerin 700 ºC sıcaklıktaki performans eğrileri Şekil<br />
7’de verilmiştir. KAT gözenekliliği arttıkça gaz geçişleri daha kolay olmaktadır.<br />
Fakat gözeneklilik arttıkça elektronik iletkenlik buna paralel olarak azalmaktadır.<br />
Bu yüzden bu iki parametrenin dengelendiği ve kütlece %5 oranında gözenek yapıcı<br />
ile hazırlanan hücre en yüksek performansı (1,74 W/cm 2 ) ortaya koymuştur.<br />
Arşimet tekniği kütlece %5 oranında eklenen gözenek yapıcının KAT’ye %60<br />
gözeneklilik kazandırdığını ortaya koymuştur.<br />
%2,5<br />
Şekil 7. KAT gözenekliliğin performansa olan etkisi<br />
Bütün optimizasyonlar sonucunda üretilen anot destekli hücrenin 700 ºC - 800 ºC<br />
arasındaki farklı çalışma sıcaklıklarındaki performans değerleri ise Şekil 8’de verilmiştir.<br />
Hücre 700, 750 ve 800 ºC çalışma sıcaklıklarında sırası ile 1,74 W/cm 2 ,<br />
1,88 W/cm 2 ve 1,93 W/cm 2 maksimum güç yoğunluğu değerleri ortaya koymuştur.<br />
%7,5<br />
%10<br />
%5
204<br />
4. Sonuç<br />
Şekil 8. Son hücrenin farklı sıcaklıklardaki performansı<br />
Bu çalışmada oksijen indirgenme mekanizmasına etki eden sinterleme sıcaklığı,<br />
kalınlık ve gözeneklilik gibi katot üretim parametreleri incelenerek empedans ve<br />
performans ölçümlerine göre katot mikroyapısı iyileştirilmiştir. Bütün optimizasyonlardan<br />
sonra anot destekli hücre 700, 750 ve 800 ºC çalışma sıcaklıklarında<br />
sırası ile 1,74 W/cm 2 , 1,88 W/cm 2 ve 1,93 W/cm 2 olmak üzere yüksek güç değerleri<br />
ortaya koymuştur. Yüksek performans katot mikroyapısının yanı sıra anot destekli<br />
elektrolit yapısında yapılan iyileştirmelere bağlanmıştır. Optimizasyonlar öncesinde<br />
800 °C’de 1,54 mA/cm 2 olan değişim akım yoğunluğu optimizasyonlar sonrasında<br />
2,3 mA/cm 2 ’ye yükselmiştir.<br />
Kaynaklar<br />
800 ºC<br />
750 ºC<br />
700 ºC<br />
[1] Minh, N. Q., Takahashi, T., Science and Technology of Ceramic Fuel Cell, Elsevier<br />
Science B.V., Amsterdam, The Netherlands, 1995.<br />
[2] Etsell, T. H., Flengas, S. N., Overpotential behavior of stabilized zirconia solid electrolyte<br />
fuel cells, J. Electrochem. Soc., 118, 1890-1900, 1971.<br />
[3] Wang, D.Y., J. Am. Electrochem. Soc., 137, 3660, 1990.<br />
[4] Schouler, E. J. L. and Kleitz, M., Electrocatalysis and Inductive Effects at the Gas,<br />
Pt/Stabilized Zirconia Interface, J. Electrochem. Soc, 134, 1045, 1987.<br />
[5] Kenjo, T., Osawa, S., Muratashi, H., Denki Kagaku, 58, 533, 1990.<br />
[6] Kenjo, T., Horiuchi, Y., Osawa, S., Determination of the Rate Constants of Oxygen<br />
Reduction in High-Temperature Air Electrodes on Solid Oxide Electrolytes, J. Electrochem.<br />
Soc., 137, 2423-2431, 1990.<br />
[7] Brook, R. J., Pelzmann, W.L., Kroger, F.A, J. Electrochem. Soc., 1417,593, 1970.<br />
[8] Brook, R. J. and Martin, T. L., Solid Electrolyte/Porous Electrode Kinetics, Elsevier/<br />
North Holland, New York, 1979.
[9] Gruzdev, A. I., Sov. Electrochem., 26, 530, 1990.<br />
[10] Wang, D.Y., Nowick, A.S., Diffusion controlled polarization of Pt, Ag and Au electrodes<br />
with doped ceria electrolytes, J. Electrochem. Soc., 128, 55-63, 1981.<br />
[11] Wang, D.Y., Nowick, A.S., J. Electrochem. Soc., 126, 1155, 1979.<br />
[12] Winnubst, A.J.A., Scharenborg, A.H.A., Burggraaf, A.J., Solid State Ion., 14, 319,<br />
1984.<br />
[13] Lee, B. K., Lee J.Y., Jung H.Y., Lee J.H., Hwang J.H., Monitoring of the LSM/YSZ<br />
interface in SOFCs using limited-contact geometry in impedance spectroscopy, Solid<br />
State Ionics, 179, 955–959, 2008.<br />
[14] Tao, Y., Nishino H., Ashidate S., Kokubo, H., Watanabe M., Uchida, H., Polarization<br />
properties of La 0.6Sr 0.4Co 0.2Fe 0.8O 3-δ based double layer-type oxygen electrodes for reversible<br />
SOFCs, Electrochimica Acta, 54, 3309–3315, 2009<br />
[15] Liu, J., Paulson, S., Birss, V.I., Oxygen reduction at sol–gel derived<br />
La 0.8Sr 0.2Co 0.8Fe 0.2O 3 cathodes, Solid State Ion., 177, 377–387, 2006.<br />
205<br />
[16] Qiang, F., Sun, K.N., Zhang N.Q., Zhu, X.D., Le S.R., Zhou D.R., Characterization of<br />
electrical properties of GDC doped A-site deficient LSCF based composite cathode using<br />
impedance spectroscopy, Journal of Power Sources, 168, 338–345, 2007.<br />
[17] Timurkutluk, B., Timurkutluk C., Mat, M.D., Kaplan, Y., Int. Jour. Energy Res., 35,<br />
1048-1055, <strong>2011</strong>.<br />
[18] Timurkutluk, B., Timurkutluk C., Mat, M.D., Kaplan, Y., Development of a High<br />
Performance Anode Supported Solid Oxide Fuel Cell, Int. Jour. Energy Res., 35,<br />
baskıda.
206
PEM (Proton Exchange Membrane) ELEKTROLİZÖR<br />
HÜCRESİNDE İKİ FAZLI AKIŞIN NÖTRON GÖRÜNTÜLENME<br />
YÖNTEMİYLE İNCELENMESİ<br />
Ömer F. SELAMET 1,2 , Uğur PAŞAOĞULLARI 1 , Daniel S. HUSSEY 3 , David L.<br />
JACOBSON 3 , M. Caner ACAR 2 , Yüksel KAPLAN 2 , Mahmut D. MAT 2<br />
1 Center for Clean Energy Engineering, University of Connecticut<br />
2 Niğde Üniversitesi Makine Mühendisliği<br />
3 National Institute of Standards and Technology<br />
207<br />
İki fazlı akışlar, birçok elektrokimyasal sistemlerde görülmekte ve çalışma performansını<br />
belirlemektedir. PEM (proton exchange membrane-proton geçirgen<br />
membran) yakıt pillerinde anotta reaksiyon sonucu oluşan suyun yönetimi, doğrudan<br />
metanollü yakıt pillerinde anotta açığa çıkan karbondioksit gazının yakıt geçen<br />
kanalları tıkaması, alkali elektrolizörlerde üretilen hidrojen ve oksijen gazlarının<br />
elektrolit direncini arttırması ve elektrot yüzeylerini kaplaması elektrokimyasal<br />
sistemlerde görülebilen iki fazlı akışlardan kaynaklanmaktadır.<br />
İki fazlı akışları incelemek amacıyla 50 cm 2 dairesel aktif alana sahip PEM elektrolizör<br />
hücresi dizayn edilmiştir. Dizaynda konvansiyonel ticari elektrolizörlerde kullanılan<br />
mesh grubundan oluşan akış alanı dizayn ve imal edilmiştir. Geliştirilen ve imal<br />
edilen hücre ile Amerika Birleşik Devletleri’nde NIST’te (National Istitute of<br />
Standarts and Technology, Maryland) bulunan nükleer reaktördeki nötron görüntüleme<br />
sistemi ile farklı akım yoğunluklarında, farklı sıcaklıklarda ve farklı su debilerinde<br />
deneyler yapılmış, anottaki su-oksijen dağılımı elde edilmiştir. Deneylerde iki fazlı<br />
akışın anottaki dağılımının görüntülenebilmesi için katot yüksek debide azot gazı ile<br />
süpürülmüştür. 25 ve 40 o C sıcaklıklarda yapılan deneylerde sıcaklığı su-gaz dağılımına<br />
etki ettiği gözlemlenmiştir. 40 o C sıcaklıkta yapılan deneylerde oksijen gazının<br />
anottaki gözenekli ortamın %35’ini kapladığı tespit edilmiştir. Ayrıca katotta biriken<br />
suyun performansı önemli ölçüde düşürdüğü tespit edilmiştir.<br />
1. Giriş<br />
Hidrojenin enerji kaynağı olarak günlük hayatta yaygın kullanılmasının önündeki<br />
en büyük engellerden birisi temiz ve verimli bir şekilde üretilmesi olmaktadır.<br />
Suyun elektrolizi bu probleme en etkili çözümlerden birisi olarak görülmektedir.<br />
Elektroliz ile hidrojen eldesinin diğer metotlara bazı üstünlükleri bulunmaktadır.<br />
PEM elektroliz ise diğer elektroliz metotlarına göre daha avantajlı durumda bulunmaktadır.<br />
PEM elektrolizörler yüksek verimle çalışmaları (%90), yüksek saflıkta<br />
(>%99,999) ve yüksek basınçta hidrojen üretebilmeleri (>200bar), kompak yapıya<br />
sahip olmaları, yüksek akım yoğunluğunda (>1A/cm2) çalışabilmeleri ve periyodik<br />
bakım gerektirmemeleri nedeniyle son yıllarda hidrojen üretiminde bilimsel dikkatin
208<br />
yoğunlaştığı alanlardan birisi olmaktadır. Dünyadaki gelişmelere paralel olarak<br />
Niğde Üniversitesinde de PEM elektrolizör üzerine çalışmalar yapılmış ve geliştirilen<br />
PEM elektrolizörlerin elektrokimyasal karakterizasyonu yapılmış ve %87’ye<br />
varan performans elde edilmiştir [1-5]. Ancak performansa etki eden faktörlerin<br />
belirlenebilmesi, daha yüksek performans elde edilebilmesi ve daha uzun ömürlü<br />
elektrolizörler geliştirilebilmesi için iki fazlı görüntüleme çalışmalarının yapılması<br />
lüzumlu görülmüştür.<br />
Bir PEM elektrolizöründe performansı sınırlayan iki önemli faktör bulunmaktadır.<br />
Bunlardan birisi anottaki oksijen eldesi reaksiyonu (Oxygen Evolution Reaction-<br />
OER), olmakta ve katottaki hidrojen eldesi reaksiyonundan (Hydrogen Evolution<br />
Reaction- HER) 4-6 kat daha yavaş gerçekleşmektedir. Bu yüzden verilen enerjinin<br />
büyük bir kısmı oksijen eldesi reaksiyonu için harcanmaktadır. Buradaki kayıpları<br />
azaltmanın yolları katalizör geliştirme çalışmaları ile devam etmektedir. Diğer<br />
performans sınırlayıcı etken özellikle yüksek akım yoğunluklarında etkin olan ve<br />
iki fazlı akışların neden olduğu kütle taşınımı problemi olmaktadır. Pasaogullari ve<br />
Wang [6], özellikle yüksek akım yoğunluklarında, reaksiyon sonucu aşırı miktarda<br />
oluşan suyun, gaz difüzyon tabakasındaki ve katalizör tabakasındaki gözenekleri<br />
tıkayarak, yeterli oksijenin katalizör bölgesine ulaşmasına engel olduğunu dolayısıyla<br />
da PEM yakıt pili performansını sınırlandırdığını göstermişlerdir. Kütle transferini<br />
kolaylaştırmak amacıyla çift katlı gaz difüzyon tabakası önerisinde bulunmuşlardır<br />
[7]. 10-30 mikron gözenekliliğe sahip birinci tabaka kaba gaz difüzyon<br />
tabakası ile 0,1-1 mikron gözenekliliğe sahip mikro-gözenekli-tabaka (Micro<br />
Porous Layer - MPL) kullanarak suyun kılcal basıncını arttırmış ve suyun katottan<br />
anoda geçebildiğini göstermişlerdir.<br />
Bir PEM elektrolizörün çalışma prensibi Şekil 1’de verilmiştir. PEM elektrolizörlerin<br />
anot bölümüne deiyonize su verilmekte, reaksiyon sonucu oluşan oksijen<br />
ve artık su, anot çıkış manifoldundan dışarı alınmaktadır. Su molekülünden ayrılan<br />
hidrojen iyonları, iyon geçirgen membran üzerinden katot bölgesine geçmekte ve<br />
burada hidrojen gazı olarak açığa çıkmaktadır. Hidrojenin, membran üzerinden<br />
katoda geçiş mekanizmasında su rol oynamakta, her bir hidrojen çekirdeği katoda<br />
geçerken yanında 3-4 adet su molekülü sürüklemektedirler. Bu nedenle katot bölgesinde<br />
de su ve hidrojen gazı, anot bölgesinde su ve oksijen gazı iki fazlı akışı oluşturmaktadır.<br />
Anot bölgesinde açığa çıkan oksijen gazının reaksiyon bölgesini terk<br />
ederek, yeni gelecek suyun reaksiyonu için yer açması gerekmektedir. Katot bölgesinde<br />
de hidrojen gazı ve su reaksiyon bölgesini terk ederek yeni reaksiyonların<br />
oluşmasına imkân vermelidir.<br />
PEM elektrolizörde karşılaşılan iki fazlı akışa benzer akışlar doğrudan metanol<br />
yakıt pillerinde (DMYP) de görülmektedir. DMYP’de anoda sıvı metanol verilmekte,<br />
anot katalizör tabakasında reaksiyon sonucu açığa çıkan karbondioksit ve kullanılmayan<br />
metanol iki fazlı akışı oluşturmaktadır. Anot reaksiyonunda açığa çıkan
209<br />
hidrojen iyonları katoda geçmekte burada oksijen gazı ile birleşerek suyu oluşturmaktadır.<br />
Anotta açığa çıkan karbondioksit kabarcıkları, metanolün akış alanındaki<br />
ya da gaz difüzyon tabakasındaki akış yolunu bloke edebilmekte, yeteri kadar<br />
metanolün reaksiyonun gerçekleştiği katalizör tabakasına ulaşmasına engel olmaktadır.<br />
Bu durum yakıt pilinin performansında büyük düşüşlere neden olmaktadır.<br />
Doğrudan metanol yakıt pilinin anodunda metanol ile karbondioksitin, katodunda<br />
ise su ve oksijenin iki fazlı akışı meydana gelmekte, deneysel ve nümerik çalışmalarla,<br />
çözüm yolları aranmaktadır. Yang ve arkadaşları [8] tarafından, şeffaf doğrudan<br />
metanollu yakıt pilindeki iki fazlı akış, hızlı görüntü alabilen kamera kullanılarak<br />
incelenmiştir. İncelenen gaz çıkışlarından, gaz difüzyon tabakasının ve katalizör<br />
tabakasının mükemmel homojen yüzeyler olarak üretilemediğinden karbondioksit<br />
üretiminin aktif alan boyunca homojen olmadığı, bazı yüzeylerde sürekli karbondioksit<br />
üretilirken bazı yüzeylerde hemen hiç karbondioksit üretilmediği sonucuna<br />
ulaşılmıştır. Düşük akım yoğunluklarında iki fazlı akışın, kabarcıklı akışa (bubbly<br />
flow) dönüştüğü, akım yoğunluğunun daha da düşürülmesi ile (5 mA/cm 2 den daha<br />
az) herhangibir gaz kabarcığına rastlanmadığı rapor edilmiştir. Bu durum açığa<br />
çıkan karbondioksit gazının tamamiyle metanol solüsyonu içerisinde çözünmesi ile<br />
açıklanmıştır.<br />
Şekil 1. Bir PEM elektrolizör hücresinin çalışma prensibi
210<br />
Scott ve arkadaşları [9] tarafından yüksek hızlı kamera kullanılarak, doğrudan<br />
metanol yakıt pillerindeki iki fazlı akış gözlemlenmiştir. Yapılan çalışmada üç çeşit<br />
hücrenin performansı test edilmiştir. Bu hücreler paralel kanallı, noktasal ve paslanmaz<br />
çelik ızgaradan oluşan akış alanlarına sahip olarak dizayn edilmiştir. Izgaralı<br />
tasarımda 5 farklı ızgaranın performansa etkisi incelenmiştir. Gaz difüzyon tabakasının<br />
yüzey morfolojisi ve karakteristiğinin gaz kabarcıklarının oluşumunda ve<br />
gaz kabarcıklarının ortamdan uzaklaştırılmasında önemli parametereler olduğu<br />
tespit edilmiştir. Gaz kabarcıklarının birikerek büyümesinde gaz kabarcıkları ile<br />
duvar arasındaki sürtünme kuvvetinin etkili olduğu dolayısıyla akış tasarımının<br />
önemli olduğu ispatlanmıştır. Ayrıca metal ızgaralı hücre 160 gün çalıştırılmış ve<br />
performasın önemli ölçüde düşmediği gözlemlenmiştir. Tanaka ve arkadaşları [10]<br />
tarafından, PEM elektrolizörden elde edilen hidrojenin su içerisinde çözünmesini<br />
DH-metre yardımıyla ölçülmüştür. Çözünen hidrojen miktarının elektroliz yoluyla<br />
elde edilen (geçen akım yardımıyla) hidrojen konsantrasyonuna oranı tahmin edilmiştir.<br />
Bu oran, akım yoğunluğunun 0,03A/cm 2 ’den 0,003A/cm 2 ’ye düşürülmesiyle<br />
%10’dan %20’ye çıktığı gözlemlenmiştir. Nafion üzerine yapıştırılan elektrot tabakaları<br />
SEM ile incelendiğinde Pt tabakası üzerinde sayısız çatlak oluştuğu gözlemlenmiştir.<br />
Hidrojen kabarcıklarının tutundukları yüzeylerin gerilimi ile kaldırma<br />
kuvveti arasında dengede durduğu suyun akışı işin içine girdiğinde, su akışının<br />
kaldırma kuvveti yönünde etki ettiği, suyun akış hızı arttırıldığında ise oluşan hidrojen<br />
kabarcıklarının çaplarının küçüldüğü gözlemlenmiştir. Düşük su akış hızında,<br />
elektrotlardaki çatlaklar üzerinde küçük hidrojen kabarcıklarının daha uzun süre<br />
kaldığı ve küçük hidrojen kabarcıklarının birleşerek büyük hidrojen kabarcıklarını<br />
oluşturdukları gözlemlenmiştir. Bir sonraki çalışmada Tanaka ve arkadaşları [11],<br />
hidrojen kabarcıklarının davranışlarının gözlemlenmesi ve hidrojenin elektrolit<br />
içindeki çözünürlüğünün incelenmesi amacıyla X-ray cihazı kullanılarak görüntüleme<br />
deneyi yapmışlardır. Hidrojenin çözünürlüğünün, Stokes’ yarıçapına bağlı<br />
olarak Li+, Na+ ve K+ ile çok az arttığı fakat artışın ayırt edilmeyecek kadar küçük<br />
olduğu rapor edilmiştir. Küçük hidrojen kabarcıklarının birleşmesi incelenmiş,<br />
çözünen hidrojen miktarının, hidrojen kabarcıklarının büyüklükleri ile doğrudan<br />
ilişkili olduğunu ispatlamışlardır. Kabarcık boyutlarının, kabarcık iç basıncına ve<br />
kabarcığın elektrolit içerisinde yükselme hızına etki ettiği gösterilmiştir. Elektrolit<br />
konsantrasyonun artışı ile hidrojen kabarcıklarının birleşme ihtimalinin azaldığı<br />
gözlemlenmiştir. Ayrıca büyük hidrojen kabarcıklarının yükselme hızının daha<br />
büyük olduğunu gözlemlenmiştir. Nordlund ve arkadaşları [12] tarafından optik<br />
olarak gözlem yapılabilecek bir trasperan hücre geliştirilmiş, bu hücre yüksek çözünürlükteki<br />
kamera ile görüntülenmiştir. Görüntülerin incelenmesi ile elde edilen<br />
sonuçlar aynı zamanda MATLAB programında yazılan kod ile data analizi bir adım<br />
daha ileriye götürülmüştür. Akış alanı olarak kullanılan paslanmaz çelik ızgara<br />
örme metodu ile üretilmiş olup, %87 açık alana sahip olmaktadır. Ayrıca bu ızgaralar<br />
10 mikron kalınlığında altın ile kaplanarak kontak direncini minimize edilmiştir.
211<br />
Nordlund ve arkadaşları [12] tarafından hücredeki basınç düşmesinin akım yoğunluğuna<br />
bağlı değişimi incelenmiş ve artan akım yoğunluğu ile hücrede basınç düşmesinin<br />
arttığı tespit edilmiştir. Ayrıca akım yoğunluğuna bağlı olarak karbondioksit<br />
çözünürlüğü incelenmiş, artan akım yoğunluğu ile üretilen karbondioksit<br />
debisinin arttığını tespit edilmiştir. Bu ölçümleri yaparken Faraday veriminin %100<br />
olduğunu kabul edilerek çıkan gaz debisi ölçülmüştür. Reaksiyon sonucu oluşan<br />
karbondioksit gazının bir kısmının metanol solüsyonu içerisinde çözündüğü tespit<br />
edilmiştir.<br />
2. Görüntüleme Metotları<br />
2.1. Magnetik Rezonans Görüntüleme<br />
Magnetik rezonans görüntüleme (MRG) yönteminin temelinde nükleer magnetik<br />
rezonans (NMR) yatmaktadır. MRG’de sistem, uyarılmış durumdan kararlı hale<br />
geçerken nükleer spinlerin yaydığı elektromanyetik dalgaları toplayarak bir görüntü<br />
oluşturmaktır. İncelenecek cisim NMR mıknatısının içine yerleştirilir. Cisim içinde<br />
hidrojen çekirdeği (veya belirli bir başka çekirdek) bulunan su gibi veya hidrokarbonlar<br />
gibi bir madde içermelidir. Yapılan çoğu araştırma ve geliştirmeler 1H çekirdeğine<br />
odaklanmıştır. Bunun sebebi hidrojen çekirdeğinin doğada bol miktarda<br />
bulunması ve hidrojen çekirdeğinin manyetik alana karşı hassasiyetidir. MRG’nin<br />
zarar vermeyen tabiatı, iki fazlı akış içeren sistemlerin in situ incelemesini imkân<br />
sağlamaktadır. Tsushima ve arkadaşları [13,16] membran kalınlığı, membrana<br />
gerekli suyun sağlanması, çalışma parametrelerinin etkileri gibi parametrelerin<br />
incelenmesinde MRG tekniğini kullanmışlardır. Feindel ve arkadaşları [17,18]<br />
Delrin’den imal edilmiş akış alanındaki suyun dağılımını MRG yöntemi kullanarak<br />
elde etmişlerdir. MRG’de iki fazlı akış araştırmaları protonca zengin içeriğe sahip<br />
ve radyo ve manyetik frekanslar karşı transperan katı materyallere uygulanabilmektedir.<br />
Dolayısıyla MRG’de ferromanyetik maddeler kullanılamamaktadır.<br />
Paramanyetik maddeler ise en az düzeyde tutulmalıdır. Bu yüzden karbondan yapılmış<br />
maddelerin içindeki iki fazlı akışın incelenmesi oldukça zor olmaktadır [18].<br />
2.2. Nötron Tomografi ve Radyografi<br />
Nötron görüntüleme yöntemi gerçek PEM elektrolizörler ve yakıt pillerinde in situ<br />
(iki fazlı akışlar, özellikle PEM yakıt pillerinde suyun yönetimi gibi) inceleme için<br />
en uygun metot olarak görülmekte, PEM yakıt pilleri alanında uygulanmaktadır.<br />
Nötronların hidrojen atomlarına karşı hassasiyeti, nötron görüntüleme metodunu<br />
diğer metotlara göre daha cazip kılmaktadır. PEM yakıt pilleri ve<br />
elektrolizörlerinde en yaygın olarak kullanılan titanyum ve karbon gibi maddeler ile<br />
nötronların etkileşme ihtimali çok düşük olduğundan nötron görüntüleme yöntemi<br />
suyun hareketini incelemede en uygun yöntem olarak öne çıkmaktadır.
212<br />
Yüksek çözünürlükte bir görüntü elde etmek için güçlü bir nötron kaynağına ihtiyaç<br />
vardır. Yüksek yoğunluktaki nötron kaynakları taşınabilir özellikte değildir. Bu<br />
yüzden deneylerin, nükleer reaktörler gibi yoğun ve yüksek enerjili nötron üreten<br />
kaynaklarda yapılması gerekmektedir. Deneysel amaçlı, yüksek yoğunlukta ve<br />
yüksek enerjili nötron üreten kaynaklar dünyada sadece birkaç tanedir. Örneğin<br />
Amerika Birleşik Devletlerinde “Center for Neutron Research at National Institute<br />
of Standards and Technology” ve “Penn State University” nükleer fizik laboratuarı,<br />
İsviçre’de “Paul Sherrer Institute”, Kore’de “HANARO”, Almanya’da “CONRAD”<br />
gibi merkezlerde nötron görüntüleme deneyleri yapılmaktadır.<br />
Nötronlarda X-ray gibi maddelerin içine kolaylıkla girebilmekte, yollarının üzerinde<br />
olma durumu hariç, yüklü parçacıklarla etkileşmemektedirler. Bu yüzden nötronlar<br />
maddelerin içine derinlemesine girebilmekte, hatta içinden geçip gidebilmektedirler.<br />
Fakat X-ışınları atomdaki elektron bulutları ile etkileşmektedirler, bu nedenle ağır<br />
metallerin görüntülenmesi için güçlü X-ışınlarına ihtiyaç olmaktadır. Nötron görüntüleme<br />
tekniğinde, malzeme kompozisyonu ve kalınlık, farklı görüntü kontrastına sebep<br />
olmaktadır. PEM yakıt pilleri ve elektrolizörlerde titanyum ve karbon genelde akım<br />
dağıtıcı veya toplayıcı olarak kullanılmaktadır. Gözenekli titanyum veya karbon kâğıt<br />
nötron görüntülemede tamamen geçirgen bir ortam iken MRG’de veya X-ışınları ile<br />
görüntülemede hemen hemen hiç bir şey görüntülenememektedir.<br />
Nötronlar bir sintilatöre çarptıklarında ışık gibi başka bir niceliğe dönüştürülmekte,<br />
oluşan ışık da bir CCD kamera yardımıyla kaydedilebilmektedir [19]. Hartnig ve<br />
arkadaşları [20] çalışan bir PEM yakıt pilinin nötron tomografi yöntemi ile görüntüsünü<br />
alarak, yerel akım yoğunluğu dağılımı ile karşılaştırmışlardır. Düşük akım<br />
yoğunluklarında, anot akış kanalındaki reaktant gazın azlığı nedeniyle performans<br />
düşmesine neden olurken, yüksek akım yoğunluklarında en uygun nemlendirmeye<br />
yakıt pili hücresinin merkez bölümünde ulaşılmıştır, giriş ve çıkışlarda ise su birikmesi<br />
ve kuruma meydana gelmiştir.<br />
2.3. X-Işını Tomografisi<br />
Bilinen radyografi gibi X-ışını tomografisi de, ışınların cisimden geçerken<br />
sönümlenmesine dayanan bir yöntemdir. Radyografinin tersine bu yöntemde istenilen<br />
açılarda görüntü elde edilebilmektedir. Bu sayede birçok X-ışını projeksiyonu<br />
ile 2 boyutlu görüntü elde edilmektedir. X-ışınları ile elde edilebilecek görüntünün<br />
uzamsal çözünürlüğünün yüksek olmasına rağmen malzeme içerindeki elektronlarla<br />
etkileşmesi elde edilen görüntüde parazite sebep olabilmektedir.<br />
2.4. Optik Görüntüleme Yöntemi<br />
Yakıt pillerinde sıkıştırma plakaları pleksiglas gibi trasperan bir malzemeden yapılarak<br />
akışın olduğu alan, video veya fotoğraf makinesi ile görüntülenebilmektedir.
213<br />
Ancak sıkıştırma plakası olarak pleksiglas malzeme kullanılması, gerçek elektrokimyasal<br />
hücre ile arasında uygun sıkıştırmanın yapılamaması problemini doğurmaktadır.<br />
Ayrıca akımın toplandığı metal plakalar, hücreden kaldırılarak yerine<br />
aktif alana birkaç noktadan temas eden metal plaka ya da teller kullanılmaktadır. Bu<br />
durum da elektrokimyasal hücrenin gerçek performansı ile çalışamamasına neden<br />
olmaktadır. Optik görüntüleme metodu gerçek yakıt pili veya elektrolizör çalışma<br />
şartları oluşturulamadığından gerçeğe uygun sonuçlar alınamayacağı düşünülmektedir.<br />
Ayrıca optik görüntüleme metodunda sadece iki boyutlu görüntüleme yapılmaktadır.<br />
3. Nötron Görüntülemenin Esasları<br />
Elektrokimyasal bir hücrenin görüntülenebileceği bir çok metot bulunmaktadır.<br />
Optik görüntüleme, nükleer magnetik rezonans (NMR) görüntüleme, X-ray ile<br />
görüntüleme ve nötron görüntüleme gibi yöntemlerin tamamı yakıt pili alanında<br />
kullanılmıştır. Bu metotların hepsinin avantaj ve dezavantajları bulunmaktadır.<br />
Örneğin NMR hidrojene duyarlılığı nedeniyle etkili bir metot olmasına rağmen<br />
klasik yakıt pillerinde kullanılan karbon gibi malzemelerin içini görüntüleyememektedir.<br />
Optik görüntüleme metodu hem uzamsal hemde zamansal çözünürlük<br />
bakımından avantajlı olsa da klasik yakıt pillerinde kullanılan metal plakaları aşarak<br />
hücre içerisinde gerçekleşen olayları gözlemleyememektedir. Optik görüntüleme<br />
yapabilmek için sıkıştırma plakası, akım dağıtma plakası gibi hücre elemanlarının<br />
şeffaf elemanlar ile değiştirilmesi gerektirmektedir. Bu değişim hücre performansına<br />
etki etmekte ve gerçek klasik yakıt pillerinin durumu incelenememektedir. X-ray<br />
ve nötronlar, yakıt pillerinde kullanılan karbon ve metal malzemelerden geçerek<br />
hücrenin iç yapısı ve hücre içerisinde gerçekleşen olaylar konusunda bilgi verebilmektedir.<br />
Ancak Şekil 2’den de görülebileceği gibi X-ışınları ve nötronlar farklı<br />
malzemelerle farklı etkileşimde bulunmaktadırlar. Yakıt pilleri ve elektrolizörlerde<br />
genelde hidrojen kullanıldığı için hidrojen ile etkileşimlerinin yüksek olması beklenmekte<br />
buna karşılık metallerle etkileşiminin de mümkün olduğu kadar az olması<br />
gerekmektedir. Şekil 2’den de görülebileceği gibi nötronlar, X-ışınlarına göre hidrojen<br />
ile daha fazla etkileşimde bulunmakta, buna karşılık klasik yakıt pillerinde<br />
kullanılan metallerle daha az etkileşimde bulunmaktadır. Bu nedenle nötron görüntüleme<br />
metodu X-ışınları ile görüntülemeye göre daha avantajlı olmaktadır.<br />
Ayrıca nötron görüntüleme metodunda, 100 cm 2 gibi geniş aktif alana sahip hücrelerin<br />
tüm yüzeyi görüntülenebilmektedir. Böylece gerçek hayatta kullanılabilecek büyüklükteki<br />
hücreler, nötron görüntüleme yöntemiyle kolayca incelenebilmektedir.<br />
3.1. Nötron Görüntüleme Tekniği ve Deneysel Düzeneği<br />
Nötronlar çekirdek reaksiyonları sonucu MeV seviyesinde enerjiye sahip olmaktadırlar.<br />
Yakıt pillerini inceleyebilmek için nötronların enerjisi meV seviyesine kadar
214<br />
düşürülmektedir. Yakıt pilleri, iki farklı enerji seviyesine sahip nötronlarla görüntülenebilmektedir.<br />
Yüksek enerjiye sahip termal nötronlar ortalama 25meV enerjiye<br />
sahip iken, soğuk nötronların ortalama enerji seviyesi 5 meV civarında olmaktadır.<br />
Görüntüleme tekniğinde nötron demeti bir açıklıktan (aperture) hedef üzerine gönderilmektedir.<br />
Hedefe ulaşan nötronlar, metal malzemelerden rahatça geçebilirken,<br />
su gibi hidrojence zengin bileşikler tarafından saçılmaktadır. İncelenen nesneden<br />
sonra saçılan veya doğrudan geçen nötronlar bir detektör üzerine düşürülmektedir.<br />
Şekil 3’de nötrona duyarlı cisim üzerine gönderilen nötronların detektöre uzaklık ve<br />
farklı açıklıktaki oluşturdukları görüntüler temsili olarak çizilmiştir.<br />
Nötronların detektör üzerinde oluşturdukları görüntüler, nötronların malzeme ile<br />
etkileşme katsayına bağlı olup, bu katsayı her malzeme için farklı değerler alabilmektedir.<br />
Örneğin termal nötronların hidrojen, döteryum ve su ile etkileşme katsayısı<br />
sırasıyla, 82.0 x 10-24, 1.5 x 10-24 , 37.65 x 10-24 cm2 olmaktadır. Nötron<br />
demetinin, örnek üzerindeki sönümünden yola çıkarak örnek içerisindeki nötrona<br />
duyarlı malzeme miktarı (yada malzeme kalınlığı) Lambert-Beer Kanunu ile belirlenebilmektedir.<br />
Lambert-Beer kanununa göre sönümlenme nötron demetindeki<br />
nötron yoğunluğuna, malzemenin nötron ile etkileşme katsayısına ve malzemenin<br />
kalınlığına bağlı olmakta ve bu bağıntı aşağıdaki gibi verilmektedir [21].<br />
T= I/I_0 = e^(- ∑▒〖(N σ t)〗) (1)<br />
Bu bağıntıda I0, nötronların nesneye çarpmadan önceki, I, nesneye çarptıktan sonraki<br />
şiddetleri, N, nötron yoğunluğunu, t, malzeme kalınlığını, σ, nötron-malzeme<br />
etkileşme katsayısını ifade etmektedir.<br />
Bir nötron görüntüleme sisteminde, detektör sisteminin çözünürlüğünden kaynaklanan<br />
(δd) ve geometrik bulanıklık (λg) olmak üzere iki temel sebepden dolayı bulanıklık<br />
meydana gelmektedir. Geometrik bulanıklık, λg, açıklık genişliğine, örneğin<br />
detektörden uzaklığına ve detektör ile açıklık arasındaki uzaklığa bağlı olmakta ve<br />
aşağıdaki gibi verilmektedir [21].<br />
λ_g= (z d)/L (2)<br />
Yakıt pillerinin görüntülenebilmesi için L/d oranının en az 300 olması gerekmekte,<br />
600 ise en ideal oran olmaktadır. Şekil 3’de L/d oranının çok büyük değerleri ve Şekil<br />
3’de L/d oranının yeterli büyüklükte olmayan değerleri için detektördeki görüntüleri<br />
yer almaktadır. Detektördeki görüntü bir CCD kamera ile kaydedilmektedir. Standart<br />
bir CCD kameranın uzaysal çözünürlüğü 250 µm civarında olmaktadır. L/d oranını<br />
arttırmak için yapılacak L’nin arttırılması veya d’nin azaltılması işlemi detektöre<br />
ulaşan nötron sayısını azaltmakta, bu da görüntünün oluşması için gerekli sürenin<br />
artmasına sebep olmakta, zamansal çözünürlüğü düşürmektedir.<br />
Nötron görüntüleme sisteminde oluşan ikinci bulanıklık, kullanılan detektörle alakalı<br />
olmaktadır. Genellikle 6Li gibi bir nötron soğurucu malzeme ile yüklenmiş
215<br />
ZnS sintilatör, detektör olarak kullanılmaktadır. Detektöre çarpan nötronlar, burada<br />
bir ışımaya neden olmakta, çıkan ışık Şekil 4’teki gibi bir düzenekteki bir ayna<br />
yardımıyla CCD çip üzerine düşürülmekte ve böylece sayısal görüntü elde edilmektedir.<br />
Toplam görüntü çözünürlüğü (λg 2 +δd 2 )1/2 ile hesaplanabilmektedir. z=10cm,<br />
L/d=600 ve δd =250µm için toplam uzaysal çözünürlük 300 µm civarında olmaktadır.<br />
Şekil 2. Nötronların ve X-ışınlarının farklı malzemeler ile etkileşimleri<br />
Şekil 3. Nötronların detektör üzerinde bıraktıkları izler, nesnenin nötron duyarlılığına, detektörden<br />
uzaklıklarına ve açıklık miktarına bağlı olarak değişmektedir [21].
216<br />
3.2. Deneysel Çalışmalar<br />
3.2.1. Nötron Görüntüleme İçin Dizayn Edilen Hücreler<br />
PEM yakıt pillerinde genellikle yakıtın kısmi basıncının akış alanı boyunca sabit<br />
tutulabilmesi için köşeli dizaynla birlikte kanallarla işlenmiş akış alanı kullanılmaktadır.<br />
Ancak ticari PEM elektrolizörlerde genellikle yuvarlak dizayn daha ön plana<br />
çıkmaktadır. Yuvarlak dizaynın köşeli dizayna göre avantajı, aktif alan boyunca<br />
katalizör tabaka üzerindeki basıncı eşit bir şekilde dağıtmak mümkün olmaktadır.<br />
Ancak literatürde hem köşeli dizaynlara hem de yuvarlak dizaynlara rastlamak<br />
mümkün olmaktadır. Nötron görüntüleme yönteminde hem köşeli hem de yuvarlak<br />
dizayna sahip hücreler tasarlanmıştır.<br />
3.2.2. 50 cm 2 Yuvarlak Dizayn<br />
Şekil 4’de görülen yuvarlak hücre bilgisayar ortamında tasarlanmış olup sıkıştırma<br />
plakaları alüminyum olup 6061 serisine dahil olmaktadır. Akım dağıtma plakaları<br />
ve ızgaralar yüksek saflıkta titanyumdan imal edilmiştir. Sızdırmazlık elemanı<br />
olarak silikon conta tercih edilmiştir. Hücre, anot ve katot manifoldları sadece katot<br />
bölümünde olacak şekilde dizayn edilmiştir. Buna göre su hücreye katot tarafındaki<br />
manifolddan girerek katoda uğramadan anot bölümüne geçmekte, tüm anodu dolaştıktan<br />
sonra tekrar katot tarafındaki sıkıştırma plakası üzerindeki manifolddan oksijen<br />
ile birlikte hücre dışına alınmaktadır.<br />
Şekil 4. Nötron görüntüleme yöntemi ile incelenecek yuvarlak PEM elektrolizör hücresinin CAD çizimi
3.2.3. 25 cm 2 Köşeli Dizayn<br />
217<br />
Nötron görüntüleme yönteminin uygulanacağı ikinci hücre olup, 5 cm x 5 cm aktif<br />
alana sahip MEG ile montajı yapılmıştır. Anotta ve katotta akım, titanyum akım<br />
dağıtma plakaları ile dağıtılmaktadır. Bu hücrenin anot bölgesinde titanyum ızgaralardan<br />
akış alanı geliştirilirken katotta alüminyum üzerine açılmış paralel akış alanı<br />
tercih edilmiştir. Nötron görüntüleme deneyleri esnasında katotta su birikmemesi ve<br />
sonuçları olumsuz etkilememesi için katot bölgesi yüksek debide azot gazı ile süpürülmüştür.<br />
Şekil 5’de ana parçalarının teknik çizimleri görülebilen bu hücrenin anot<br />
sıkıştırma plakası biri alüminyumdan diğeri quartz camdan iki parçadan oluşmaktadır.<br />
Quartz camdan hücrenin anot tarafındaki akış optik olarak görüntülenmiştir.<br />
Nötron görüntüleme merkezinde kurulacak deneysel bir düzenek ile nötron ve optik<br />
görüntüleme eş zamanlı olarak yapılmıştır. Optik görüntülemeden elde edilen görüntüler<br />
ile nötron görüntülemeden alınan görüntüler karşılaştırılmış, böylece daha<br />
açıklayıcı sonuçlar elde edilebilmiştir.<br />
3.3. Deneysel Düzenek<br />
Hücre National Institute of Standarts and Technology’de (NIST) bulunan nötron<br />
görüntüleme için tasarlanmış “Beam Tube-2”de gerçekleştirilmiştir. Beam Tube-2<br />
özellikle yakıt pilleri ve alkali piller için ayrılmış ve dizayn edilmiştir. Nötron görüntülemede<br />
kullanılan deneysel düzenek Şekil 6’da verilmiştir. Hücre nötron kaynağının<br />
önüne optik tablanın üzerine yerleştirilmektedir. Görüntüdeki parazitleri<br />
azaltabilmek amacıyla hücre, detektöre mümkün olduğunca yakın yerleştirilmektedir.<br />
Hücre üzerinden geçen nötronlar sintilatörde ışığa dönüşmekte ve amorf silikon<br />
detektör tarafından yakalanarak bilgisayar ortamına aktarılmaktadır. Hücreye su<br />
deiyonize su tankından peristaltik pompa (Fisher Scientific) ile verilmiştir. Anot<br />
çıkış manifoldundan alınan oksijen ve kullanılmayan su anot çıkış manifoldundan<br />
tekrar su tankına verilirken oksijen su tankından yakıt pili test istasyonuna iletilmektedir.<br />
Katottan üretilen hidrojen ve buradaki su test istasyonuna verilmiştir.<br />
Elektroliz için gerekli enerji Sorenson DCSB-125E marka güç kaynağı ile sağlanmıştır.<br />
Sıcaklık kontrolü test istayonu tarafından ayarlanmıştır.
218<br />
Şekil 5. 25 cm 2 Köşeli dizayn için tasarlanan hücrenin parçaları<br />
Şekil 6. Nötron görüntülemede kullanılan deneysel düzenek
3.4. Deneysel Sonuçlar<br />
219<br />
Deneyler sonucunda toplanan nötron datasından sonuç çıkarabilmek için dataların<br />
işlenmesi gerekmektedir. Deneyler nükleer reaktörde yapıldığından ortamda bulunan<br />
radyasyon da detektör tarafından tutulmakta ve alınan nötron datasında parazite<br />
sebep olmaktadır. Ortam kirliliğinin önüne geçebilmek için ortam radyasyonu alınmakta<br />
ve sistem kalibre edilmektedir.<br />
Deneylerin yapıldığı PEM elektrolizör hücrelerinde çeşitli (alüöimyum, titanyum,<br />
polimer vb) malzemeler kullanılmakta ve her bir malzemenin nötronlar ile etkileşmesi<br />
farklı oranda olmaktadır. Her ne kadar hücre bileşenlerinde kullanılan metaller<br />
bu durum gözönüne alınarak seçildiyse de, kullanılan malzemeler az da olsa nötronlarla<br />
etkileşmektedir. Elde edilen nötron datalarında sadece suyun görüntülenebilmesi<br />
için hücrenin tamamen kuru datası alınmakta, hücre çalışırken elde edilen<br />
datalar kuru datadan çıkartılarak sadece su ve gazların bulunduğu datalar elde edilebilmektedir.<br />
Şekil 7.a’da dairesel PEM elektrolizör hücresinin kuru durumunda<br />
alınmış nötron datası görülmektedir. Deney esnasında kaydedilen nötron datası<br />
siyah-beyaz olmakta (Şekil 7.a) ve su miktarı bu datalardan elde edilememektedir.<br />
Belirli bir konumdaki su miktarının derinlik (veya kalınlık) verilmesi için bilgisayar<br />
ortamında görüntü işleme yapılmaktadır. Görüntünün daha anlaşılır olabilmesi için<br />
de renklendirilerek resim formatında kaydedilmektedir. Renklendirme yapılırken<br />
suyun kalınlığına göre skala oluşturulmakta ve renklere karşılık gelen kalınlıklar<br />
hesaplanmaktadır. Böylece su ve gaz dağılımının 3 boyutlu görüntüsü resim formatında<br />
kaydedilmektedir (Şekil 7.b). Bazı durumlarda da nötron datasındaki parazit<br />
fazla olabilmektedir. İncelenecek zaman aralığının daha net görüntüsünün elde<br />
edilebilmesi için datalar birleştirilebilmektedir (Şekil 7.c).<br />
Nötron görüntüleme deneyleri 25 cm 2 köşeli ve 50 cm 2 dairesel dizayn olmak üzere<br />
iki farklı hücrede 25 ve 40 o C sıcaklık, 0,1 ve 0,5 A/cm 2 akım yoğunluğu, 175<br />
ml/dk ve 300 ml/dk su debisi gibi farklı çalışma şartlarında gerçekleştirilmiştir.<br />
Şekil 8’de 25 o C ve 40 o C’de dairesel hücre ile yapılan deneylerden elde edilen<br />
dataların karşılaştırılması verilmiştir. Her iki sıcaklıkta da ilk saniyelerde hücre,<br />
karasız durumda çalışmakta ve su-gaz fazlarının etkileşmesi, su ve gaz fazlarının<br />
izlediği yollar değişmektedir. Ancak 300 saniyeden sonra hücre her iki durumda da<br />
kararlı bir şekilde çalışmakta ve bu zamandan sonra hücredeki su-gaz fazlarının<br />
aktif alan üzerindeki konumları çok fazla değişmemektedir.<br />
Sıcaklık karşılaştırmasının yapıldığı deney datasından da görülebildiği gibi 25 o C’de<br />
su hücre içerisinde daha fazla yer kaplamasına rağmen 40 o C’de su biraz daha az<br />
yer kaplamaktadır. Suyun hücre içerisinde daha az yer kaplamasının sebepleri arasında,<br />
sıcaklık ile gaz fazının (genel gaz kanununa göre) daha fazla hacme sahip<br />
olması ve suyun 25 o C’ye göre daha fazla buhar fazında bulunması olduğu düşünülmektedir.
220<br />
25 cm 2 köşeli dizayn ile yapılan deneylerden elde edilen görüntülerde aktif alan<br />
25’e bölünerek (Şekil 9.a) aktif alan üzerinde su ve oksijen dağılımı incelenmiştir.<br />
Bu deney 40 o C’de 0,1 A/cm 2 akım yoğunluğunda, 175 ml/dk su debisi ile yapılmıştır.<br />
Şekil 9’de 25 bölüme ayrılmış aktif alanın incelemesi görülmektedir. Şekil<br />
9.a’da bölüm numaraları gösterilmiştir.<br />
Deney esnasında hücre katodu 1000 ml/dk debide azot gazı ile süpürülse de bazı<br />
bölgelerde (katotta) su biriktiği ve bu bölgelerde su miktarının gittikçe arttığı gözlemlenmiştir.<br />
Şekil 9.c’de belli zamanlarda aktif alandaki su-gaz dağılımı görülebilmektedir.<br />
Zaman ilerledikçe aktif alanın üst bölgesinde (katot) su birikmesi<br />
görülmektedir.<br />
Nötron datalarının incelemesi sonucunda aktif alan yatay ve düşey olarak ikiye<br />
ayrıldığında suyun daha çok girişte ve alt kısımda toplandığı görülmüştür. Yerçekiminin<br />
ve kaldırma kuvvetinin su-gaz fazlarının aktif alan boyunca dağımında<br />
etkili olduğu düşünülmektedir.<br />
Şekil 7. Deneyler sırasında alınan nötron dataları ve işlenerek 3 boyutlu su-gaz fazlarının dağılımını<br />
veren görüntüler. a.) İşlenmemiş hücrenin kuru halde resmi b.)Hücre çalışırken alınmış nötron datasının<br />
işlenmiş hali c.) 10 saniyelik nötron datasının birleştirilip, işlenerek elde edilen resim.<br />
Şekil 8. Dairesel hücrede 25oC ile 40oC'de alınmış dataların karşılaştırılması. Üstteki resimler<br />
25oC'deki deneylere alttaki resimler 40oC'deki resimlere aittir.
221<br />
Şekil 9. Alınan nötron datalarında aktif alan 25 bölüme ayrıldı. a) bölümlerin numaraları b) Katotta su<br />
birikmesi gözlemlenen bölümlerin su kalınlığındaki artış c) 25 bölümün tamamındaki su kalınlığının<br />
zamana bağlı artışı.
222<br />
4. Sonuç<br />
Şekil 10. Katottaki su birikmesinin hücre performansına etkisi<br />
Bilimsel literatürde ilk defa PEM elektrolizör hücreleri nötron görüntüleme yöntemiyle<br />
incelenmiş ve su-gaz fazlarının aktif alan boyunca dağılımı görüntülenmiştir.<br />
Gaz kabarcıklarının davranışları, çekirdeklenmeleri, kabarcıkların büyümesi ve<br />
yerlerinden ayrılmasına dair bilgiler edinilmiştir. Gaz kabarcıklarının bulundukları<br />
ızgara gözeneğine göre iki farklı mekanizma ile çekirdeklendiği, büyüdüğü ve<br />
yerlerinden ayrıldıkları tespit edilmiştir.<br />
Köşeli dizayndan elde edilen datanın işlenmesi ve analiz edilmesi sonucunda hücredeki<br />
sıvı-gaz iki fazlı akışına yerçekiminin ve kaldırma kuvvetinin daha çok etki<br />
ettiği görülmüştür. Bunun dışında elde edilen datalarla hücre aktif alanının 25’e<br />
ayrılarak analiz edilmesi sonucunda hücrede suyun anot giriş manifold civarında<br />
daha çok bulunduğu tespit edilmiştir.<br />
Nötron görüntüleme yönteminin PEM elektrolizör hücreleri için bileşenlerini değiştirmeden<br />
in-situ olarak incelenebilecek en iyi metotlardan birisi olduğu anlaşılmıştır.<br />
Gelecekte PEM elektrolizör hücrelerinin farklı akış alanları ve farklı çalışma şartlarında<br />
nötron görüntüleme yöntemi ile incelenmesi PEM elektrolizörlerin geliştirilmesine<br />
katkı sağlayacağı düşünülmektedir.<br />
Kaynaklar<br />
[1] Selamet O F., Mat M D, Kaplan Y., Development and Testing of High Pressure Proton<br />
Exchange Membrane (PEM) Electrolyzer, Int. J. of Energy Research, <strong>2011</strong>. Değerlendirmede.<br />
[2] Selamet O F., Becerikli F., Mat M D. and Kaplan Y., Development and testing of a<br />
highly efficient proton exchange membrane (PEM) electrolyzer stack, International<br />
Journal of Hydrogen Energy, 36, 11480, <strong>2011</strong>.
223<br />
[3] Selamet O F, Becerikli F, Acar M C, Mat M D, Kaplan Y, Effects of Operating Parameters<br />
on the Performance of a High Pressure Proton Exchange Membrane (PEM)<br />
Electrolyzer, 10th International Conference on Clean Energy-ICCE 2010, North Cyprus,<br />
September, 2010.<br />
[4] Selamet O F., Becerikli F, Acar M C., Mat M D., Kaplan Y, Development of a High<br />
Pressure Proton Exchange Membrane (PEM) Electrolyzer, 22 nd International Conference<br />
on Nuclear and Renewable Energy Resources 4-7 July 2010, Ankara Turkey.<br />
[5] Selamet O F., M. Mat, F. Becerikli, Y. Kaplan, Development and Testing of a Highly<br />
Efficient Proton Exchange Membrane (PEM) Electrolyzer Stack, ICH2P-2010 International<br />
Conference on Hydrogen Production, Istanbul, Turkey, June 16-18, 2010.<br />
[6] Pasaogullari U., Wang C.Y., Two-phase transport and the role of mcrporous layer in<br />
polymer electrolyte fuel cells, Electrochimica acta, 49, 4359-369, 2004.<br />
[7] Pasaogullari U., Wang C.Y., Chen K.S., Two-phase transport in polymer electrolyte<br />
fuel cells with bilayer cathode gas diffusion media, Journal of Electrochemical Society,<br />
152, 1574-1582, 2005.<br />
[8] Yang H., Zhao TS., Ye Q., In situ visualization study of CO2 gas bubble behavior in<br />
DMFC anode flow field, Journal of Power Sources, 2005.<br />
[9] Scott K., Argyropoulos P., Yiannopoulos P., Taama W M., Electrochemical and gas<br />
evolution characteristics of direct methanol fuel cells with stainless steel mesh flow<br />
beds, Journal of Applied Electrochemistry, 31: 823-832, 2001.<br />
[10] Tanaka Y, Uchinashi S, Saihara Y, Kikuchi Kenji, Okaya T, Ogumi Z, Dissolution of<br />
hydrogen and the ratio of the dissolved hydrogen content to the produced hydrogen in<br />
electrolyzed water using SPE water electrolyzer, Electrochimica Acta 48, 4013-4019,<br />
2003.<br />
[11] Tanaka Y., Kikuchi K., Saihara Y., Ogumi Z., Bubble visualization and electrolyte<br />
dependency of dissolving hydrogen in electrolyzed water using solid-polymer electrolyte,<br />
Electrochimica Acta, 50, 5229-5236, 2005.<br />
[12] Nordlund J., Picard C., Bırgersson E., Vynnycky M., Lindberg L., The design and<br />
usage of a visual direct methanol fuel cell, Journal of Applied Electrochemistry, 34:<br />
763-770, 2004.<br />
[13] Tsushima S, Teranishi K, Hirai S, Magnetic resonance imaging of the water distribution<br />
within polymer electrolyte membrane in fuel cells, Electrochem. Solid State Lett.<br />
7, A39-72, 2004.<br />
[14] Tsushima S, Teranishi K, Hirai S. Water diffusion measurement in fuel-cell SPE<br />
membrane by NMR. Energy, 30(2-4):235-45, 2005.<br />
[15] Teranishi K, Tsushima S, Hirai S. Analysis of water transport in PEFCs by magnetic<br />
resonance imaging measurement. J Electrochem Soc, 153(4):A664–8, 2006.<br />
[16] Tsushima S, Teranishi K, Nishida K, Hirai S. Water content distribution in a polymer<br />
electrolyte membrane for advanced fuel cell system with liquid water supply. Magn<br />
Reson Imaging, 23(2):255–8, 2005.
224<br />
[17] Feindel KW, LaRocque JP-A, Starke D, Bergens SH,Wasylishen RE. In situ observations<br />
of water production and distribution in an operating H2-O2 PEM fuel cell assembly<br />
using 1H NMR microscopy. J Am Chem Soc,126:11436–7, 2004.<br />
[18] Feindel KW, Bergens SH, Wasylishen RE. The use of 1H NMR microscopy to study<br />
proton-exchange membrane fuel cells.Chem Phys Chem,7:67–75, 2006.<br />
[19] Satija R., Jacobson D L., Arif M, Werner S A., In situ neutron imaging technique for<br />
evaluation of water management systems in operating PEMFC, J. Power Sources, 129,<br />
238-245, 2004.<br />
[20] Hartnig C., Manke I., Kardjilov N, Hilger A., Grünerbel M., Kaczerowski J., Banhart<br />
J., Lehnert W., Combined neutron radiography and locally resolved current density<br />
measurements of operating PEM fuel cells, J. Power Sources, 176, 452-459, 2008.<br />
[21] Trabold, TA, Owejan JP, Galiardo JJ, Jacobson DL, Hussey DS, Arif M, Use of Neutron<br />
imaging for proton exchange membrane fuel cell (PEMFC) performance analysis<br />
and design, in Vielstich W, Yokokawa H, Gasteiger HA, Handbook of Fuel Cells-<br />
Fundamentals, Technology and Applications, Volume 6, John Wiley&Sons, 2009.<br />
Tüm Kitap İhtiyaçlarınız için<br />
www.tdk.com.tr<br />
Türkiye’nin İnternet Kitapçısı
225<br />
YAKIT PİLİ TEKNOLOJİSİ, TÜBİTAK MARMARA ARAŞTIRMA<br />
MERKEZİ ENERJİ ENSTİTÜSÜ YAKIT PİLİ ÇALIŞMALARI VE<br />
BORHİDRÜRLÜ YAKIT PİLLİ ARAÇ<br />
Çiğdem KARADAĞ, Osman OKUR, Dr. Doç. Dr. Fatma Gül BOYACI SAN,<br />
Gamze BEHMENYAR, Tansel ŞENER, Fatih GENÇ, Dr. Emin OKUMUŞ,<br />
İsmail BİCAN, Dr. Evren GÜNEN<br />
1. Giriş<br />
TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi Enerji Enstitüsü<br />
Sanayileşme, nüfus artışı gibi nedenlerden dolayı dünyadaki enerji tüketimi önemli<br />
ölçüde artmaktadır. Enerji ihtiyacının karşılanmasında öncelikli olarak fosil yakıtlar<br />
kullanılmaktadır. Ancak, bu yakıtların yakın bir gelecekte tükenme olasılığı ve<br />
kullanımlarından kaynaklanan çevre kirliliği başlıca iki önemli sorundur. Bu sorunlar,<br />
çevreye zararsız yeni enerji kaynaklarını ve teknolojilerini gündeme getirmiştir.<br />
Bu kapsamda, yakıt pilleri, yerleşik uygulamalar, elektrikli araç uygulamaları ve<br />
taşınabilir cihaz uygulamaları için yakın gelecekte en uygun teknolojik çözüm<br />
olarak görülmektedir. Bu nedenle, yakıt pili teknolojisi üzerinde yoğun Ar-Ge<br />
çalışmalarının yapıldığı ve gelişmiş ülkelerin büyük bütçeler ayırdığı önemli bir<br />
teknolojik alandır [1-3].<br />
Yakıt pilleri, hidrojenin kimyasal enerjisinden doğrudan elektrik enerjisi üreten ve içten<br />
yanmalı motorlara göre daha yüksek verimde çalışan enerji dönüşüm sistemleridir.<br />
Yüksek verime ve güç yoğunluğuna ek olarak, yakıt pilleri sessiz olması, modüler<br />
yapılı olması, şebekeden bağımsız elektrik üretimi, yakıt esnekliği ve çevre dostu olması<br />
gibi üstünlüklere sahiptir. Atık olarak su ve ısı elde edilmesi ve özellikle minimum<br />
seviyedeki emisyonları yakıt pillerini avantajlı kılar. Yakıt pilleri, cep telefonlarının<br />
ihtiyacını karşılayacak kadar az veya bir kente yetebilecek kadar çok güç<br />
üretebilecek kapasitelerde tasarlanabilmektedir. Bu nedenle, ulaşım araçlarından evsel<br />
ve endüstriyel uygulamalara kadar geniş bir kullanım potansiyeline sahiptirler [4].<br />
Yakıt pilleri genellikle hücrede kullanılan elektrolit türüne bağlı olarak polimer<br />
elektrolit (PEMYP), doğrudan metanol (DMYP), alkali, fosforik asit, erimiş<br />
karbonat ve katı oksit yakıt pili olarak sınıflandırılmaktadır. PEMYP ve DMYP<br />
özellikle ulaşım uygulamalarında kullanılmaktadır. Yakıt pilleri otomobillerde<br />
kullanılan geleneksel içten yanmalı sistemlerden daha enerji etkindir ve daha az<br />
kirlilik oluşturmaktadır. Bununla birlikte, otomobil uygulamaları için sistem büyüklüğü,<br />
ağırlığı, işletime alma süresi, işletim ömrü ve fiyatı iyileştirilmesi gereken<br />
önemli konulardır. Yakıt pilleri kullanılan elektrolite göre sınıflandığı gibi çalışma<br />
sıcaklıklarına göre de düşük sıcaklık (25-100 °C), orta sıcaklık (100-500 °C), yüksek<br />
sıcaklık (500-1000 °C) ve çok yüksek sıcaklık (1000 °C) yakıt pilleri olarak sınıflandırılabilir.
226<br />
2. Tübitak Mam Enerji Enstitüsü Yakıt Pili Çalışmaları<br />
TÜBİTAK MAM Enerji Enstitüsü, Türkiye’nin hem sivil hem askeri alanda ihtiyaçlarının<br />
karşılanması amacıyla Ar&Ge faaliyetleri yürütme kabiliyetine sahip ilk<br />
Yakıt Pili Laboratuarının kurulmasına önderlik yapmıştır. Bu kapsamda kurulan<br />
TÜBİTAK MAM Enerji Enstitüsü Yakıt Pili Grubu; Türkiye’nin gereksinimleri,<br />
müşteri kurum ve kuruluş talepleri doğrultusunda prototip seviyesine kadar ürün<br />
geliştirmektedir. Laboratuar altyapısı ile yakıt pili tasarımı, geliştirilmesi ve test<br />
aşamalarında ihtiyaç sahiplerine hizmet verilmektedir.<br />
TÜBİTAK MAM Enerji Enstitüsü Yakıt Pili Grubu’nda düşük sıcaklık yakıt pillerinden<br />
Polimer Elektrolit Membranlı Yakıt Pili (PEMYP), Doğrudan Metanol Yakıt<br />
Pili (DMYP), Doğrudan Sodyum Borhidrür Yakıt Pili (DSBHYP), yüksek sıcaklık<br />
yakıt pillerinden ise Ergimiş Karbonatlı Yakıt Pili (EKYP) Ve Katı Oksit Yakıt Pili<br />
(KOYP) konularında araştırmalar yapılmaktadır.<br />
Yakıt pili grubunda, düşük sıcaklık yakıt pili modül bileşenlerinin (bipolar tabaka,<br />
membran elektrot ünitesi, elektrokatalizör) geliştirilmesi ve üretimi, yakıt pili modellemesi<br />
ve simülasyonu, yakıt pili uygulamalarında sistem entegrasyonu ve güç<br />
koşullandırma ile yakıt pili sistem performans testleri konularında çalışmalar yürütülmektedir.<br />
2.1. PEM Yakıt Pili Konusunda Yapılan Çalışmalar<br />
TÜBİTAK-MAM Enerji Enstitüsünde PEM yakıt pilleri konusunda özel sektör ve<br />
devlet destekli çeşitli projeler gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen projeler ile birçok<br />
ilke imza atılmıştır. 1. Konsorsiyum projesinde Ford Otosan, Arçelik, Tofaş,<br />
TTGV gibi Türkiye’nin önde gelen 5 büyük kuruluşu gelecekte kullanılacak bir<br />
teknolojinin geliştirilmesi çalışmasında ortak hareket etmişlerdir. Bu nedenle proje<br />
“Rekabet Öncesi Stratejik İşbirliği Projesi” niteliğindedir.<br />
Bu proje ile Türkiye ilk defa kritik bir teknoloji alanında uzun dönemli bir çalışmada<br />
dünya ile aynı anda yarışa katılmıştır. Konsorsiyum projeleri ile yapılan çalışmalar<br />
kapsamında kritik yakıt pili bileşenlerinin özgün teknolojiyle ülkemizde üretilmesi<br />
amaçlanmıştır. Gerçekleştirilen projelerle bu bileşenlerin üretim alt yapısı ve<br />
teknolojisi geliştirilmiştir. Kritik bir bileşen üretimi için 2 adet patent başvurusu<br />
yapılmış ve destekleyici tarafından üretime geçilmiştir. Projeler kapsamında ayrıca<br />
modelleme sistem entegrasyonu ve yakıt pili performans testleri gerçekleştirilmektedir.<br />
TÜBİTAK MAM Enerji Enstitüsü bünyesinde geliştirilen bileşenlerin entegrasyonu<br />
ile çok sayıda yakıt pili modülü üretilerek testleri gerçekleştirilmiştir. Enerji<br />
Enstitüsü yakıt pili testleri konusunda Türkiye’nin en iyi laboratuar alt yapısına<br />
sahiptir. Proje çalışmalarının dışında bu alt yapı ile kapsamlı performans testleri<br />
için ayrıca hizmet verilmektedir.
2.2. PEMYP Konusunda Gerçekleştirilen Projeler<br />
2.2.1. Temiz Enerji Üretimine Yönelik Yakıt Pili Teknolojilerinin Geliştirilmesi<br />
(Destekleyen kuruluşlar: Ford Otosan, Tofaş, Arçelik), (2003-2004).<br />
227<br />
Bu proje sonucunda, Sanayi ve Araştırma Merkezi birlikteliğini sağlayacak ortak<br />
çalışma grubu oluşumu, yakıt pili teknolojisinin uygulanabilir nitelikte öğrenilmesi<br />
ve projede çalışan uzmanların yakıt pili teknolojileri konusunda yeteneklerinin<br />
arttırılması sağlanmış ve rekabet öncesi işbirliği disiplinin geliştirilmesine katkıda<br />
bulunulmuştur. Yine bu proje kapsamında; yakıt pili test sistemi kurulumunda ve<br />
kWatt ölçeğindeki yakıt pili modüllerinin karakteristik testlerinin gerçekleştirilmesinde<br />
tecrübe kazanılmış, yakıt pili teknolojisinde hangi bileşenlerin ve altsistemlerin<br />
bilim hayatına, Türk sanayisine ve ekonomisine katma değer yaratabileceği<br />
saptanmıştır.<br />
Şekil 1. Yakıt pili test sistemi kurulumu<br />
2.2.2. Polimer Elektrolit Membranlı Yakıt Pili Modül Bileşenlerinin<br />
Geliştirilmesi ve Üretimi<br />
(Destekleyen kuruluşlar: Ford Otosan, Tofaş, Arçelik,<br />
Demirdöküm, Aygaz), (2004-2006).<br />
<strong>II</strong>. aşama projenin amacı özgün bir yakıt pilinin yerli imkanlarla üretilmesine yönelik<br />
olarak polimer elektrolit membranlı yakıt pili bileşenlerinin geliştirilmesi ve<br />
prototip üretimlerinin gerçekleştirilmesidir. Proje sonucunda yakıt pili bileşenlerinden<br />
bipolar plaka, membran elektrot ünitesi ve elektrokatalizör üretimi ve<br />
karakterizasyonu ile ilgili çalışmalar tamamlanmıştır.
228<br />
Şekil 2. Yakıt pili bileşenleri ve test sistemi<br />
2.2.3. PEM Yakıt Pilli Güç Üretim Kaynağının Geliştirilerek Evsel<br />
Uygulamalarda Kullanımı<br />
(Destekleyen kuruluş: DPT), (2005-2008).<br />
Bu projede bir konutun enerji ihtiyacının karşılanmasında kullanılmak üzere<br />
yerli kaynakların da yoğun olarak kullanıldığı 500 W’lık polimer elektrolit<br />
membranlı yakıt pili için elektrokatalizör, membran elektrot ünitesi, bipolar ve<br />
son plaka geliştirilmiştir.<br />
Şekil 3. 500 W PEMYP
2.2.4. Polimer Elektrolit Membranlı Yakıt Pili Modelleme, Membran ve<br />
Bipolar Plaka Üretimi<br />
(Destekleyen kuruluş: Demirdöküm) (2007-2009)<br />
229<br />
Şemsiye projenin amacı PEM tipi yakıt pilinin modellenmesi ve optimum akış<br />
kanalı tasarımının yapılması, PEM yakıt pillinde kullanılmak üzere membran üretimi<br />
ve “Polimer Elektrolit Membranlı Yakıt Pili Modül Bileşenlerinin Geliştirilmesi<br />
ve Üretimi” kapsamında belli bir noktaya getirilen bipolar plaka üretimi için patent<br />
başvurusunun yapılabilmesi için mevcut patentlerin değerlendirilmesi ve patent<br />
başvurusunun yapılmasıdır. Proje sonunda 1 kW gücünde PEM tipi yakıt pili sistem<br />
prototipi üretilmiştir.<br />
Şekil 4. Bipolar plakalar<br />
2.2.5. Yakıt Pilli Mikro Kojenerasyon Sistemi (Mikro-Kojen)<br />
(Destekleyen kuruluş: EİE, ortaklar: KOÜ, İTÜ, Demirdöküm A.Ş.) (2006-2010)<br />
Projenin amacı evsel uygulamalar için doğal gazdan hidrojen üretilerek yakıt pili<br />
teknolojisine dayalı 5 kW’lık mikrokojenerasyon sistemi prototipinin geliştirilmesidir.<br />
Proje kapsamında aşağıdaki çalışmalar yapılmıştır.<br />
� Doğal gazdan hidrojen üretimi için küçük ölçek ototermal reformer sistemi,<br />
� Kükürt giderme ve hidrojen saflaştırma sistemleri,<br />
� Katalizör ve katalitik yakıcı sistemi,<br />
� 5kw PEM yakıt pili bileşenlerinin ve modülünün üretimi (Bkz. Şekil 5),<br />
� Güç şartlandırma ve kontrol sistemleri<br />
� Entegrasyon çalışmaları
230<br />
Şekil 5. 5 kW PEMYP<br />
2.3. Doğrudan Sodyumborhidrürlü Yakıt Pili Konusunda Gerçekleştirilen<br />
Projeler<br />
2.3.1. Doğrudan Sodyum Bor Hidrürlü Yakıt Pili Üretimi ve Entegrasyonu<br />
(Destekleyen kuruluş: Bor Teknolojileri Araştırma Enstitüsü, BOREN), (2004-2007)<br />
Projenin başlıca amacı doğrudan sodyum borhidrürlü yakıt pilinin geliştirilmesi ve<br />
son kullanıcı entegrasyonunun yapılmasıdır. Bu kapsamda doğrudan sodyum<br />
borhidrürlü yakıt pili modül ve sistem bileşenlerinin üretimi için bilgi, alt yapı ve<br />
özgün teknoloji oluşturulmuş, askeri/sivil amaçlı muhtelif uygulama alanları için<br />
100W’lık doğrudan sodyum borhidrür yakıt pili sistemi geliştirilmiştir. Üretilen<br />
sistem tasarım şekliyle dünyada bir ilke imza atmıştır. Bu konuda patent alımı<br />
çalışmalarına başlanmıştır.<br />
Şekil 6. DSBHYP Prototipi
2.3.2. Sabit Uygulamalar İçin Doğrudan Sodyum Borhidrürlü Yakıt Pili<br />
Sistemi Geliştirilmesi<br />
(Destekleyen Kuruluş: BOREN), (2008-2010)<br />
231<br />
100 W’lık fonksiyonel cihazın üretildiği “Doğrudan Sodyum Borhidrürlü Yakıt Pili<br />
Üretimi ve Entegrasyonu” projesinde elde edilen başarı sonrasında, sistemin geliştirilerek<br />
sabit uygulamalar için kullanımının sağlanması hedeflenmiştir. Bu proje<br />
kapsamında, yerli imkanlar ve mevcut altyapı kullanılarak bipolar plakalar ve son<br />
plaka, membran elektrot üniteleri ve elektrokatalizörler üretilmiştir. Tüm bileşenlerle<br />
sistem entegrasyonu yapılmış ve 1 kW sodyum borhidrürlü yakıt pili sistemi<br />
geliştirilmiştir. Üretilen 1 kW’lık sodyum borhidrürlü sistem dünyada bir ilktir.<br />
Dolayısıyla bu proje ile patent başvurusu yapmak mümkün olacaktır.<br />
Şekil 7. Proje kapsamında üretilen 1kW’lık prototip<br />
2.3.3. Sodyum Borhidrür Yakıt Pilli Araç<br />
(Destekleyen kuruluş: BOREN), (2009-<strong>2011</strong>)<br />
2009 yılı Aralık ayı başında başlayan proje <strong>2011</strong> yılı aralık ayında sona erecektir.<br />
Proje kapsamında bor hidrürden hidrojen eldesi, elde edilen hidrojenin yakıt pili<br />
sistemine beslenmesi ve üretilen güç ile elektrikli aracın sürülmesi hedeflenmiştir.<br />
Proje sonucunda tamamı yerli, bor ile çalışan ilk yerli araç üretilmiş olacaktır. Proje<br />
kapsamında elektrikli araç, borhidrürden hidrojen üretimi için katalizör ve reaktör<br />
sistemi, PEM yakıt pili sistemi çalışmaları yürütülmektedir.
232<br />
Projede 3 temel iş paketinde çalışılmıştır.<br />
� Hidrojen üretim sisteminin kurulması<br />
� Yakıt pili sisteminin geliştirilmesi<br />
� Aracın yakıt pili ile hareket ettirilmesi ve yol testleri<br />
Birinci iş paketi kapsamında CO,Ni,Pt,B uygun oranlarda destek malzemesi üzerine<br />
tutturularak hidrojen üretim katalizörleri üretilmiştir. Patenti Milenyum Cell firmasında<br />
olan Hydrogen on Demand (Şekil 8) (Anlık hidrojen üretim sistemi) proje<br />
kapsamında temel hatları ile kullanılmış ve geliştirmeye yönelik otomatik kontrol<br />
sistemleri ilave edilmiştir.<br />
Şekil 8. Hidrojen on Demand sistemi çalışma prensibi<br />
Proje kapsamında yakıt piline beslenecek hidrojenin, yaktı pili ihtiyaçlarını karşılayacak<br />
hidrojeni hızlı bir biçimde üretebilmesi, ihtiyaç duyulmadığı anda üretimi<br />
durdurabilmesi ve üretilen gazın yüksek saflıkta olması gerekmektedir. Bu kapsam<br />
da yapılan testlerde reaktör sıcaklığı, yakıt tankı sıcaklığı, tank basıncı ve<br />
yakıt pili basıncı sürekli olarak izlenerek bir algoritma geliştirilmiş ve hidrojen<br />
üretim sistemi TÜBİTAK Enerji Enstitüsü bünyesinde üretilen kontrol modülü ile<br />
kontrol edilmiştir.<br />
Araç seçiminde ilk olarak golf aracı olarak seçilen araç, projenin ilerleyen dönemlerinde<br />
projede yerli kullanım oranını artırmak amaçlı İzmir’den temin edilmiştir<br />
(Şekil 8). Araç ilk olarak içten yanmalı motorlu bir araçken proje boyunca içten<br />
yanmalı motor, egzoz,soğutma,radyatör,yakıt deposu sistemleri çıkartılmış ve araca<br />
sırasıyla elektrik motoru, motor sürücü,batarya blokları yerleştirilmiştir.
Şekil 9. SBH Yakıt Pilli Araç<br />
233<br />
Projede gelinen nokta itibariyle araç ön panelindeki başlat komutuyla araç hidrojen<br />
üretimine başlar ve yaklaşık 3 dakika içersinde tam kapasitede gaz üretmeye başlar<br />
ve 5 KW yakıt pilini besleyecek gaz sürekli olarak üretilebilmektedir. Aracın maksimum<br />
hızı 80 km/saat ve menzili 110-150 km aralığında sürüş özellikleri ve hızlanma<br />
karakteristiğine göre değişmektedir. Bormobil kendi sınıfında Dünyada ve<br />
Türkiye’de ilk, dünyada ikinci bor ile çalışan araç özelliklerini taşımaktadır.<br />
Şekil 10. SBH Yakıt Pilli Araç-BORMOBİL<br />
2.3.4. Doğrudan Sodyum Borhidür Yakıt Pilleri için Sprey Piroliz Yöntemi ile<br />
Katalizör Üretimi<br />
(Destekleyen Kuruluş: TÜBİTAK Bilimsel Araştırmaları Destekleme<br />
Programı) (2010-2012)<br />
Proje kapsamında doğrudan sodyum borhidrür yakıt pili için sprey proliz yöntemi<br />
ile elektrokatalizör üretiminin gerçekleştirilmesi ve üretim yöntemi konusunda<br />
parametrik çalışma yapılması hedeflenmektedir. Yüksek performansa sahip<br />
elektrokatalizörler geliştirildiğinde, doğrudan sodyum borhidrür sistemlerinde yaygın<br />
olarak kullanılacaktır. Bu, hem ülke ekonomisine yarar sağlayacak, hem de<br />
ülkemiz açısından stratejik öneme sahip olan bor konusunda Türkiye’nin bir adım<br />
daha ileri gitmesini sağlayacaktır. Ayrıca, geliştirilen bu üretim yöntemi nano boyutlu<br />
başka katalizörlerin, katalizör destek malzemelerinin ve yarı iletkenlerin elde<br />
edilmesi için de kullanılabilecektir.
234<br />
2.4. Yüksek Sıcaklık Yakıt Pilleri Konusunda Gerçekleştirilen Projeler<br />
2.4.1. RTP 16.11 Ergimiş Karbonatlı Yakıt Pili Gemi Elektrik Üretim<br />
Sistemleri - MCFC_NAV<br />
(Destekleyen Kuruluş: CEPA), (2002-2008)<br />
Su üstü gemiler için 0,5 MWe (450-500V DC) kapasitesinde bir demo güç üretim<br />
sistemi tasarlanmış, TÜBİTAK-MAM yerleşkesinde kurulmuş ve testleri gerçekleştirilmiştir.<br />
Bu kapsamda, TÜBİTAK Gebze Yerleşkesinde F76 yakıttan hidrojen<br />
üretim tesisi, 150 kWe gücünde mikro türbin ve 500 kWe ergimis karbonat yakıt<br />
pili sistemi kurulmuştur.<br />
Projenin tüm is paketlerinde TÜBİTAK MAM Enerji Enstitüsü, projenin diğer<br />
ortağı Ansaldo Fuel Cell (İtalya) ile birlikte yer almaktadır. Proje kapsamında özellikle<br />
NATO F76 dizel yakıtından hidrojen elde edilmesi, Ergimiş karbonatlı yüksek<br />
sıcaklık yakıt pilleri, Yüksek sıcaklık yakıt pili mikrotürbin entegre sistemleri konularında<br />
önemli bir bilgi birikimi ve altyapı oluşturulmuştur.<br />
2.4.2. Denizüstü Uygulamalar için Ergimiş Karbonatlı Yakıt<br />
Pilleri - MC-WAP<br />
(Destekleyen Kuruluş: Avrupa Birliği 6. Çerçeve Programı, Joint Call FP6–2004-<br />
Hydrogen–1) (2006-2010).<br />
TÜBİTAK MAM Enerji Enstitüsü’nün de yer aldığı, “Denizüstü Uygulamalar için<br />
Ergimiş Karbonatlı Yakıt Pilleri (Molten-carbonate Fuel Cells for Waterborne<br />
Applications) - MC-WAP” projesinde, Avrupa Birliği ülkelerinden 17 ayrı kurum<br />
ve kuruluş görev almaktadır.<br />
MC-WAP projesinin temel amacı, Ergimiş Karbonatlı Yakıt Pili sistemini RoRo,<br />
RoPaks, ve Gezi teknesi uygulamaları için test etmek ve geliştirmektir. Bu çerçevede<br />
deniz platformlarının çalışma koşullarına ve ortama uyumunun sağlanması için,<br />
yakıt pillerinin performansının, güvenirliliğinin ve güvenli işletme özelliklerinin<br />
geliştirilmesi amaçlanmaktadır. Bunun yanında, dizel yakıtından hidrojen üretimini<br />
esas alan yakıt hazırlama sisteminin geliştirilmesi ve yakıt pili ile birleştirilmesi<br />
hedeflenmektedir.<br />
TÜBİTAK MAM Enerji Enstitüsü, MC-WAP Projesi kapsamındaki iş paketlerinden<br />
“Gemi yük durumuna bağlı olarak 500 kW’lık mevcut bir sistemde testlerin<br />
yapılması ve sistemin geliştirilmesi” iş paketinin liderliğini üstlenmiştir.<br />
2.4.3. Katı Oksit Yakıt Pilinde Performans ve Dayanıklılığı Arttırmak için<br />
Yüksek Yüzey Alanlı Elektrot/Elektrolit Arayüz Geliştirilmesi<br />
(Destekleyen Kuruluş: TÜBİTAK Bilimsel Araştırmaları Destekleme Programı)<br />
(2009-2012)<br />
Projenin amacı, katı oksit yakıt pillerinde performans ve kullanım ömrünü artırabilmek<br />
için yüksek yüzey alanlı elektrot/elektrolit arayüz geliştirilmesidir. Oluşturulan<br />
hücrelerin elektrokimyasal performansları zamana bağlı olarak test edilecektir.
3. Sonuç<br />
235<br />
Yakıt pilleri üretimi ülkemizin ileri enerji teknolojileri konusunda iddia sahibi<br />
olabilmesi, enerji kaynaklı çevre kirliliğinin azaltılması sonucu yaşam kalitesinin<br />
artırılması, enerji sektörünün AB’nin çevre mevzuatına uyum süreci ve dışa bağımlılığın<br />
azaltılması açısından önemli bir teknoloji konusudur. Başlangıçta uzay araçlarını<br />
güçlendirmek için geliştirilen yakıt pilleri, temiz, gürültüsüz ve yüksek verimli<br />
bir güç kaynağı olarak, bir çok teknolojik alanda kullanımı için ümit vermektedir.<br />
Yakıt pili sistemlerinin geleneksel sistemlerle rekabet edebilmesi;<br />
� Düşük fiyatlı sistem elemanlarının geliştirilmesi için imalat teknolojisinin<br />
geliştirilmesi<br />
� Hafif, derli toplu ve ekonomik yakıt (gaz yakıtlar için) depolama sistem<br />
teknolojilerinin geliştirilmesi<br />
gibi çözülmesi gereken problemleri bulunmakta, hidrokarbon yakıtları kullanan,<br />
ucuz ve verimli yakıt pillerinin yapımı için araştırmalar devam etmektedir.Halen<br />
sınırlı bazı alanlardaki güç ihtiyacını karşılaşmakta olan yakıt pilleri, hidrokarbon<br />
yakıtları ve oksitleyici olarak da havayı kullanan tiplerinin geliştirilmesiyle, yakın<br />
bir gelecekte güç gereksinimi olan bir çok alanında günümüzün geleneksel güç<br />
kaynaklarına ciddi bir rakip olabilecektir.<br />
Kaynaklar<br />
[1] Barbir, F. PEM Fuel Cells: Theory and Practice, Elsevier Academic Press, 2005.<br />
[2] Butler, J.Fuel Cell Today, 2010, 1-15.<br />
[3] Mehta, V; Cooper, J. C. J.Power Sources 2003, 114, 32-53.<br />
[4] Carette, L., Friedrich, K. A., Stimming, U. Fuel Cells 2001, 1, 5-39.
236
KATI OKSİT YAKIT PİLLERİNDE (KOYP) KULLANILAN<br />
İNTERKONNEKTÖRLERİN KAPLANMASININ PERFORMANS<br />
VE ÖMRE ETKİSİ<br />
Özet<br />
Fatma AYDIN 1 ve Mahmut D. MAT 2<br />
1 Niğde Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Kimya Bölümü<br />
2 Niğde Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Makine Mühendisliği Bölümü<br />
237<br />
Katı oksit yakıt pillerinin (KOYP) yüksek sıcaklıklarda çalışmasından dolayı akım<br />
toplama amacıyla sınırlı sayıda malzeme kullanılabilmektedir. Bu çalışmada ticari<br />
ferritik paslanmaz çeliklerin (Crofer22 APU) KOYP katot çalışma ortamında korozyona<br />
karşı dirençleri incelenmiştir. İlk olarak Crofer22 APU yakıt pili performansı<br />
hiçbir kaplama yapılmadan 100 saate kadar ölçülmüştür. Daha sonra<br />
Crofer22 APU üzerine Mn1.5Co1.5O4 farklı metotlar kullanılarak ilk olarak fırça ile<br />
uygulanmış, daha sonra elektro-kaplama yöntemiyle kaplanarak incelenmiştir. Elde<br />
edilen sonuçların performansları 16 cm 2 aktif alana sahip bir yakıt hücresi ile yakıt<br />
pili test istasyonunda 100 saate kadar çalıştırılıp karşılaştırılmıştır. Test sonuçlarına<br />
göre hiçbir kaplamanın yapılmadığı interkonnektörün korozyona uğrayarak performansta<br />
kayda değer bir düşüşe (10 W’tan 8,5 W’a) neden olduğu, elektro kaplamanın<br />
ise yeterli korumayı sağlayamayıp performansta azalma (5 W’tan 2 W’a) gösterdiği<br />
ve son olarak da fırça ile kaplamanın performansta ve ömründe önemli bir<br />
düşüşe (6 W’tan 5,5 W’a) neden olmayıp korozyon korumasını arttırdığı gözlenmiştir.<br />
Anahtar Kelimeler: Katı oksit yakıt pilleri, Crofer22 APU, Mn 1.5Co 1.5O 4, ferritik paslanmaz<br />
çelikler.<br />
1. Giriş<br />
Katı oksit yakıt pillerinin (KOYP) yüksek enerji dönüşüm verimleri ve düşük emisyon<br />
nedenleri ile yakın bir gelecekte içten yanmalı motorların yerini alması beklenmektedir<br />
[1].<br />
KOYP’nin en önemli bileşenlerinden biri stak içinde hem yakıt ve oksidant dağıtımını<br />
yapan hem de akım toplama görevi yapan interkonnektörlerdir [2].<br />
İnterkonnektörlerin kolay işlenebilmesi, yüksek elektrik iletkenliği gösterebilmesi,<br />
yüksek kimyasal dirence sahip olması ve yüksek mukavemet gösterebilmesi nedenleri<br />
ile metalik olması istenmektedir. KOYP çalışma sıcaklığının çok yüksek (700-<br />
850 o C) olmasından dolayı ancak çok özel metal alaşımları interkonnektör olarak<br />
kullanılabilmektedir. Birçok metal alaşımı interkonnektör malzemesi olarak test<br />
edilmiş ayrıca bu amaçla birçok yeni metal alaşımı geliştirilmiştir. Test edilen mal-
238<br />
zemeler arasında ise krom bazlı alaşımlar en iyi aday olarak belirlenmiştir [3].<br />
Aşağıdaki Tablo 1’de KOYP’de interkonnektör malzemesi olarak kullanılan<br />
Crofer22 APU’nun ağırlıkça % bileşimi verilmektedir.<br />
Tablo 1. Crofer22APU’nun ağırlıkça % bileşimi [4]<br />
KOYP’de kullanılan bazı özel ticari ferritik paslanmaz çelikler mikro alaşım elementleri<br />
olarak nadir toprak elementleri, Mn, Al ve Ti gibi elementleri içermektedirler<br />
[5]. Bu ferritik paslanmaz çeliklerin (Crofer22 APU), yüksek mekanik dayanıklılığı,<br />
yüzeyde oluşan oksit tabakanın büyüme hızının düşük olması<br />
(interkonektör dayanıklılığı 40,000 saat), diğer türlerle reaksiyona girmemesi amacıyla<br />
yüksek kimyasal dirence (Cr tüketimi ve elektrot zehirlenmesinden kaçınmak<br />
için) sahip olması ve özgül elektriksel direncinin mümkün olduğu kadar düşük<br />
olması gerekmektedir. Ancak ticari ve özel ferritik paslanmaz çeliklerin uzun süreli<br />
performansı bu durumlar için yetersiz kalmaktadır. Bu yüzden interkonnektör yüzeylerinin<br />
kaplanması gerekmektedir [6].<br />
Ferritik paslanmaz çeliklerin korozyon ve krom buharlaşma dayanımını artırmak için<br />
kaplamalar üzerine birçok çalışmalar yapılmaktadır. Bunlar çamur kaplamaları, partikül<br />
malzemelerin veya alaşımların anodik elektro-depozisyonu ve katodik elektrodepozisyonu<br />
gibi çalışmaları içermektedir. Ayrıca çalışma esnasında, ferritik paslanmaz<br />
çelik interkonnektörlerinin yüzey korozyonu, artan elektrik direnci ve diğer<br />
kötüleşen malzeme etkileşimlerin oluşmasıyla stak çalışması bozunmaktadır. Bu<br />
etkileri azaltmak için, organik kimyasal buhar birikimi (MO-CVD) ve büyük alan<br />
filtreli ark depozisyonu (LAFAD) yanı sıra sol-jel yöntemleri, kimyasal ve fiziksel<br />
buhar birikimi (CVD ve PVD) teknikleri, plazma, termal sprey ile perovskit gibi<br />
farklı yüzey modifikasyonları ve kaplama metotları kullanılmaktadır [5].<br />
Yüksek sıcaklıkta çalışan KOYP’de en yaygın kullanılan kaplama malzemeleri LSF<br />
(La0.8Sr0.2FeO3) ve Mn1.5Co1.5O4’tir. Mn1.5Co1.5O4 kompozisyonu ile (Mn,Co)3O4<br />
spinel mükemmel bir elektriksel iletkenlik, uygun termal ve yapısal karalılık, aynı<br />
zamanda da ferritik paslanmaz çelik interkonnektörleriyle eşleşen iyi bir termal<br />
genleşme göstermektedir. Termal olarak büyüyen Mn1.5Co1.5O4 tabakaları sadece<br />
LSF katot ve paslanmaz çelik interkonnektörleri arasındaki temas direncini azaltmamakta<br />
aynı zamanda da kaplama sayesinde interkonnektör yüzeyinden dışarı<br />
doğru Cr göçünü engelleyip yüzeydeki büyümesini durdurmada koruyucu olarak<br />
görev yapmaktadır [6]. Yapılan çalışmalarda intekonnektör yüzeyinin LSF ile uygulanan<br />
kaplamanın KOYP’de yeterince korozyon dayanıklılığı göstermediği,<br />
Mn1.5Co1.5O4 ile yapılan kaplamanın ise daha iyi elektriksel iletkenlik ve korozyon<br />
koruması ile sonuçlandığı yer almaktadır [7].
239<br />
KOYP’nin yüksek sıcaklıkta çalışması nedeniyle anot tarafına gönderilen hidrojen<br />
gazı ve reaksiyon sonucu oluşan su ile katot tarafına gönderilen oksijen gazı<br />
interkonnektör yüzeylerinde yukarıda da bahsedildiği gibi çok önemli sorunlara<br />
neden olmaktadır. Bu nedenle interkonnektör malzemesinin yüzeyinde oluşan oksit<br />
tabakanın iletkenliğini ve korozyona karşı direncini artırmakla birlikte<br />
interkonnektör yüzeyinden krom buharlaşmasını önlemek (krom buharlaşması<br />
katodu zehirlemekte) amacıyla bu çalışma yapılmıştır. Ayrıca bu çalışmada KOYP<br />
interkonnektör malzemesi olarak kullanılan ticari ferritik paslanmaz çeliklerin<br />
(Crofer22 APU) KOYP katot çalışma ortamında korozyona karşı dirençleri incelenmiştir.<br />
Bunun için Crofer22 APU üzerine farklı kaplama türleriyle (Mn1.5Co1.5O4<br />
ilk çalışmada fırça ile uygulanmış, ikinci çalışmada ise elektro-kaplama yöntemiyle<br />
kaplanmıştır) ve kaplanmayan Crofer22 APU’nun KOYP sistemlerindeki<br />
interkonnektör malzemeleri olarak uyumluluğunu doğrulamak için çalışılmıştır.<br />
Sonuçta elde edilen kaplamaların performansları 16 cm 2 aktif alana sahip bir yakıt<br />
hücresi ile yakıt pili test istasyonunda 100 saate kadar çalıştırılarak test edilip performansa<br />
ve ömre etkileri karşılaştırılmıştır [2].<br />
2. Deneysel Düzenek<br />
Bu çalışmada kaplanacak metalik yüzey türü olarak Crofer22 APU kullanılmıştır.<br />
Bunun için yüzey mekanik olarak parlatılmış ve parlatma işleminden sonra kaplama<br />
işlemi yapılmıştır. Kaplama işleminden sonra ise kaplanan yüzeye sinterleme işlemi<br />
uygulanmış ve en son da membranla birlikte yakıt pili test istasyonunda test edilmiştir.<br />
Çalışmada ilk olarak kaplanacak yüzey hazırlanmıştır. Bunun için kaplanacak metalik<br />
interkonnektör yüzeyi şu şekilde temizlenmiştir: zımparalama yöntemiyle yüzeyin<br />
ön temizliği yapılmış, freze tezgâhında yüzey iyice parlatılmıştır. Daha sonra<br />
aseton çözeltisinde ultrasonik yöntemle 10 dakika temizlenerek saf su ile yıkanmıştır.<br />
Sonra da etanol çözeltisinde ultrasonik olarak temizlenmiş ve su ile 2 dakika<br />
yıkanmıştır. Yüzey sırasıyla %5 HNO3 ve %25 HCl çözeltisine daldırıldıktan sonra<br />
temizleme işlemi tamamlanmıştır. Temizleme işlemlerinden sonra metalik<br />
interkonnektör yüzeyine hiçbir kaplamanın yapılmadığı sadece yüzeyi temizlenen<br />
interkonnektöre membran yerleştirilerek performans ölçümleri alınmıştır. İkinci<br />
olarak çeşitli organik katkılarla pasta kıvamında hazırlanan Mn1.5Co1.5O4 metalik<br />
yüzeye fırça ile uygulanmıştır. Son olarak da Crofer22 APU elektro yöntemle kaplanmıştır.<br />
Bunun için farklı konsantrasyonlarda [0.50M MnSO4, 0.1M CoSO4, 1.0M<br />
H3BO3, 0.70 M NaC6H11O7 ve 0.10M (NH4)2SO4] çözeltiler hazırlanmıştır. Deney<br />
düzeneği 2000 ml olan elektrokimyasal hücrede gerçekleştirilmiştir. Katoda kaplanacak<br />
yüzeyin asıldığı elektrot bağlanmıştır. Anoda ise yüzey alanı kaplanacak<br />
yüzey alanına eşit platin tor kullanılarak yapılmıştır. Kaplama 25 o C sıcaklıkta gerçekleştirilmiştir.<br />
Kullanılan akım yoğunluğu 3A ve kaplama süresi 5 dakika olarak<br />
uygulanmıştır. Her iki kaplamadan sonra da metalik interkonnektörler 80 o C’de
240<br />
fırında 2 saat kurutulmuştur. Daha sonra Şekil 1’deki deney düzeneğinde de görüldüğü<br />
gibi kaplanan numune fırına yerleştirilerek 850 o C’ye kadar hidrojen atmosferinde<br />
4 saat sinterlenmiştir. Sıcaklık 800 o C’ye düşürülerek hava atmosferinde 1 saat<br />
sinterlenmesi sağlanmıştır. Metalik interkonnektör yüzeylerinin sinterlenmesinden<br />
sonra aynı özelliklerdeki 16 cm 2 aktif alana sahip elektrolit destekli [YSZ (Yitriyum<br />
Stabilize Zirkonya)] katı oksit yakıt hücreleri yakıt pili test istasyonunda 100 saate<br />
kadar çalıştırılarak performansları ve ömre etkileri karşılaştırılmıştır.<br />
3. Deneysel Sonuçlar<br />
Şekil 1. KOYP deney düzeneği<br />
Farklı yöntemlerle kaplanan metalik interkonnektörlerde 800 o C’de çalışan 16 cm 2<br />
aktif alana sahip elektrolit destekli (YSZ) katı oksit yakıt hücreleri kullanılmıştır.<br />
Bu hücreler 100 saate kadar çalıştırılarak performansları ve korozyon korumaları<br />
karşılaştırılmıştır.<br />
Şekil 2. İnterkonnektör<br />
yüzeyine hiçbir kaplamanınuygulanmadığı<br />
800 o C’de 16 cm 2<br />
aktif alana sahip yakıt<br />
hücresiyle 90 saat<br />
boyunca test edilen<br />
KOYP’ye ait güçzaman<br />
grafiği.
241<br />
Şekil 2’de görüldüğü gibi, kaplamanın olmadığı hücrenin performansında 90 saate<br />
kadar çok önemli bir düşüş (10 W’tan 8,5 W’a) görülmektedir. Bu durum<br />
interkonnektör yüzeyinin özellikle de katot tarafının oksijen atmosferinde korozyona<br />
uğrayıp oksit tabakalar üreterek hem iletkenlikteki düşüş hem de kromun buharlaşmasıyla<br />
katodu zehirlemesi performansta önemli bir düşüşe neden olmuştur. Ayrıca<br />
interkonnektör yüzeyinin koruma tabakasına ihtiyaç duyduğu sonucuna ulaşılmıştır.<br />
Şekil 3. Yüzeyine Mn1.5Co1.5O4 pastasının fırça ile uygulandığı interkonnektör 800 o C’de 16 cm 2 aktif<br />
alana sahip hücreyle 110 saat boyunca test edilen KOYP’ye ait güç-zaman grafiği.<br />
Şekil 3’de, interkonnektör yüzeyi Mn1.5Co1.5O4 ile yapılan kaplamanın 110 saate<br />
kadar hücre performansında önemli bir düşüş (6 W’tan 5,5 W’a) göstermediği görülmektedir.<br />
Mn1.5Co1.5O4 ile kaplama interkonnektör yüzeyinde koruyucu bir tabaka<br />
oluşturmuştur. Bu nedenle performansta kayda değer bir düşüş gözlenmemiştir.<br />
Şekil 4. Yüzeyine elektro yöntemle kaplanan interkonnektör 800 o C’de 16 cm 2 aktif alana sahip hücreyle<br />
70 saat test edilen KOYP’ye ait güç-zaman grafiği.
242<br />
Şekil 4’de, interkonnektör yüzeyi elektro yöntemle kaplanan hücrenin 70 saate<br />
kadar hücre performansında düşüşler (5 W’tan 2 W’a) gözlenmiştir. Bu düşüş elektro<br />
kaplama ile interkonnektör yüzeyinde koruyucu tabakanın tam olarak oluşturulmamasından<br />
dolayı meydana gelmiştir.<br />
Aşağıdaki Şekil 5’de yüzeyi temizlenen ve hiçbir kaplamanın yapılmadığı test<br />
öncesi interkonnektör, yüzeyi temizlenen ve hiçbir kaplamanın yapılmadığı test<br />
sonrası interkonnektör ve üzerine Mn1.5Co1.5O4 ile kaplamanın yapıldığı test sonrası<br />
interkonnektörler görülmektedir. Bu interkonnektörler 16 cm 2 aktif alana sahip katı<br />
oksit yakıt hücreleri ile yakıt pili test istasyonunda 800 o C’de test edilmişlerdir.<br />
Görüldüğü gibi, test öncesinde hiç bir kaplamanın olmadığı interkonnektör yüzeyinin<br />
oldukça düzgün ve parlak olduğu görülmesine rağmen, test sonucunda<br />
interkonnektör yüzeyinde oluşan oksit tabakalar görülmektedir.<br />
Şekil 5. Şekilde (a) yüzeyi temizlenen ve hiçbir kaplamanın yapılmadığı test öncesi interkonnektör, (b)<br />
yüzeyi temizlenen ve hiçbir kaplamanın yapılmadığı test sonrası interkonnektör, (c) üzerine<br />
Mn1.5Co1.5O4 ile kaplamanın yapıldığı test sonrası interkonnektör görülmektedir.<br />
4. Sonuçlar<br />
Bu çalışma ile hem KOYP’de kullanılan interkonnektör malzemeleri ile korozyon<br />
davranışları hem de hücre performansları karşılaştırılmış ve performansın ömre<br />
etkisi incelenmiştir. Yapılan deneysel sonuçlara göre en uygun kaplamanın koruyucu<br />
tabaka olarak görev yapan Mn1.5Co1.5O4 pastasıyla hazırlanan ve fırça ile uygulanan<br />
kaplamanın olduğu görülmektedir. Bu iletken kaplama tabakasının oluşturulması<br />
ile Crofer22 APU interkonnektörünün korozyon korumasının ve performans<br />
ömrünün arttığı tespit edilmiştir.<br />
Sonuç olarak yüksek sıcaklıkta çalışması, kolay korozyona uğraması nedeniyle<br />
interkonnektör yüzeylerinin koruyucu iletken bir kaplama tabakasına ihtiyaçları<br />
vardır. Ayrıca interkonnektör yüzeylerinin yüksek sıcaklıkta çalışması nedeniyle
243<br />
krom uçuculuğu, oluşan oksit tabakanın azalan iletkenliği, artan ASR, korozyon<br />
gibi olumsuz faktörlerin kaplama yöntemleriyle tam olarak iyileştirilmesi mümkün<br />
olmamasına rağmen, doğru koruyucu kaplama yöntemlerinin ve doğru malzemelerin<br />
seçilmesiyle bu sorunun minimuma indirgenebileceği sonucuna ulaşılmıştır.<br />
Kaynaklar<br />
[1] P. Gannon, M. Deibert, P. White, R. Smith, H. Chen, W. Priyantha, J. Lucas, V. Gorokhovsky,<br />
“Advanced PVD Protective Coatings for SOFC Interconnects”, International<br />
Journal of hydrogen Energy 33 (2008) 3991 – 4000.<br />
[2] Z. Yang, G. G. Xia, X.H. Li, J. W. Stevenson,” (Mn,Co) 3O 4 Spinel Coatings on Ferritic<br />
Stainless Steels for SOFC Interconnect Applications”, International Journal of Hydrogen<br />
Energy 32 (2007) 3648 – 3654.<br />
[3] N.V. Gavrilov, V.V. Ivanov, A.S. Kamenetskikh, A.V. Nikonov, “Investigations of Mn–<br />
Co–O and Mn–Co–Y–O Coatings Deposited by The Magnetron Sputtering on Ferritic<br />
Stainless Steels”, Surface & Coatings Technology 206 (<strong>2011</strong>) 1252–1258.<br />
[4] S. P. Simner, M. D. Anderson, G.-G. Xia, Z. Yang, L. R. Pederson, and J. W. Stevenson,<br />
“SOFC Performance with Fe-Cr-Mn Alloy Interconnect”, Journal of The Electroche ical<br />
Society, 152 (4) A740-A745 (2005).<br />
[5] P. Piccardo, P. Gannon, S. Chevalier, M. Viviani, A. Barbucci, Caboche, R. Amendola,<br />
S. Fontana, “ASR Evaluation of Different Kinds of Coatings on a Ferritic Stainless Steel<br />
as SOFC Interconnects”, Surface & Coatings Technology 202 (2007) 1221–1225.<br />
[6] P. E. Gannon, “Protective Coatings and Advanced Physical Vapor Deposition Techniques”,<br />
Montana State University, (2007).<br />
[7] Z. Yang, G.G. Xia, G. D. Maupin, J.W. Stevenson, “Conductive Protection Layers on<br />
Oxidation Resistant Alloys for SOFC Interconnect Applications”, Surface & Coatings<br />
Technology 201 (2006) 4476–448.
244
Özet<br />
KATI OKSİT YAKIT PİLLERİ İÇİN KONTAK MALZEMESİ<br />
GELİŞTİRİLMESİ<br />
Abdullah MAT, Yüksel. KAPLAN, Mahmut. D. MAT,<br />
Çiğdem TİMURKUTLUK, Bora TİMURKUTLUK<br />
Niğde Üniversitesi, Makine Mühendisliği Bölümü<br />
245<br />
Katı Oksit Yakıt Pillerinde yüksek performans elde edebilmek için akım toplayıcılar<br />
ile yakıt pili anot ve katot tabakaları arasında iyi bir kontak sağlanmalıdır. Bu<br />
amaçla kontak pastaları kullanılmaktadır. Kontak malzemelerinin yakıt pili anot ve<br />
katot tabakalarıyla uyumlu olması, yüksek çalışma sıcaklığından dolayı korozyona<br />
dayanıklı olması, uzun süreli çalışmalara uygun olması gibi özellikleri sağlaması<br />
gerekmektedir. Bu çalışmada anot ve katot katalizör tabakaları için birçok kontak<br />
pastası geliştirilmiş ve test edilmiştir.<br />
Geliştirilen iletken pastaların performans ve analizleri yapılarak ticari kontak malzemeleri<br />
ile karşılaştırılmıştır. Bu çalışmalar sonucunda katot katalizör tabaka için<br />
geliştirilen LSM 20P kontak pastanın ticari LSM pastadan, aynı şekilde anot katalizör<br />
tabaka için geliştirilen NiO Q iletken pastanın da ticari Ni pastadan daha iyi<br />
performansa sahip olduğu belirlenmiştir.<br />
Anahtar Kelimeler: Katı Oksit Yakıt Pili, Kontak pasta, Kontak direnci.<br />
1. Giriş<br />
Yakıt pilleri, yakıtın kimyasal enerjisini elektrokimyasal olarak doğrudan elektrik<br />
enerjine dönüştüren cihazlardır. Yapısal olarak anot, katot ve elektrolit tabakalarından<br />
oluşmaktadır. Bu yönüyle piller ve akülerle benzeşim göstermektedir. Pillerden<br />
farklı olarak yakıt ve hava gönderildiği sürece, elektrik enerjisi üretmeye devam<br />
ederler. Bu yönüyle de jeneratör ve elektrik santrallerine bezemektedirler. Yakıt<br />
olarak belli saflıktaki hidrojen kullanıldığında verimleri çok yüksek olmakla beraber<br />
diğer hidrokarbon içeren yakıtları da, ya doğrudan ya da reformlama işlemi<br />
sonrasında kullanabilmektedirler. Yakıt olarak saf hidrojen kullanıldığında eksoz<br />
olarak su oluşmaktadır. Bu yönüyle temiz bir enerji sunmaktadırlar.<br />
Yakıt pilleri elektrolit yapılarına göre isimlendirilirler. Katı oksit yakıt pilinde<br />
kullanılan elektrolit, seramik malzemelerden oluştuğu için bu şekilde isimlendirilmiştir.<br />
KOYP yüksek enerji dönüşüm verimi, çalışma sıcaklıklarının yüksek olmasından<br />
(600-1000°C) dolayı yakıt kullanım seçeneklerinin fazla olması ve pahalı<br />
katalizörlere ihtiyaç duymamaları, temiz ve sessiz çalışma gibi özellikleri nedeniyle<br />
geleceğin en önemli enerji üreteçleri arasında görülmektedir.
246<br />
Yüksek verimle çalışan KOYP’den iyi bir performans elde edebilmek için akım<br />
toplayıcılar ile yakıt pili anot ve katot tabakaları arasında düzgün bir kontak sağlanmalıdır.<br />
Bu amaçla kontak pastaları kullanılmaktadır. Kontak pastalarının; yakıt<br />
pili anot ve katot tabakalarıyla uyumlu olması, yüksek çalışma sıcaklığından dolayı<br />
korozyona dayanıklı olması, uzun süreli çalışmalara uygun olması gibi özellikleri<br />
sağlaması gerekmektedir.<br />
Literatürde akım toplayıcı pasta geliştirilmesi üzerine sınırlı sayıda çalışma mevcuttur.<br />
Bu çalışmalarda KOYP tek hücre veya stak uygulamalarında Pt gibi nadir metallerin<br />
akım toplayıcı pasta olarak kullanımı yaygındır [1-5]. Chervin ve ark. [6],<br />
Pt ve Ag akım toplayıcı pastaları LSM/YSZ katot üzerinde uygulamış ve test etmiştir.<br />
Bizmut içeren Pt pastanın 800°C ve üzeri sıcaklıklarda katot ile reaksiyona<br />
girerek La2Zr2O7 fazını oluşturduğu belirlenmiştir. Oluşan bu faz katodun bozulmasına<br />
sebep olmuştur. Bizmut içermeyen Ag pastada ise ikincil bir faz oluşumu<br />
meydana gelmemiş ve kimyasal bir bozulma belirlenmemiştir. Durumu doğrulamak<br />
için Bi2O3 doğrudan LSM/YSZ katot üzerine uygulanmış ve La2Zr2O7 fazı bu deneyler<br />
sırasında yine ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak bizmut içeren pastaların<br />
LSM/YSZ katot üzerine uygulanması durumunda performansta büyük kayıplar<br />
olduğu ifade edilmiştir.<br />
Fakat nadir metaller çok pahalı olduğu için KOYP üretim maliyeti önemli ölçüde<br />
artmaktadır. KOYP üretim maliyetini azaltmak için literatürde ki sınırlı bazı çalışmalarda<br />
iletken pasta geliştirilmiştir. Bu çalışmalar arasında Boulfrad ve ark. [7],<br />
(Pd)–(La0.75Sr0.25)0.97Cr0.5Mn0.5O3 kompozit katot akım toplayıcı geliştirmiştir. Geliştirilen<br />
katot pastasının akım toplayıcı interkonnektör ile katot elektrotu arasında<br />
çok iyi bir kontak sağladığı öne sürülmüştür. Benzer bir çalışmada Wang ve ark.<br />
[8], (La0.8Sr0.2)0.9MnO3- Pd katot pastası geliştirmiştir. Pastadaki Pd içeriğinin<br />
kontak direnç üzerindeki etkisi incelenmiş ve %8 Pd ekli pasta 750 °C sıcaklıkta 20<br />
mΩcm 2 kontak direnci gösterdiği belirlenmiştir. Kütlece %4 Pd ekli pasta ise 255<br />
mΩcm 2 değerinde bir kontak direnci sergilemiştir. Bu değerin pahalı saf Pt kullanılarak<br />
hazırlanan örneğe yakın olduğu saptanmıştır.<br />
2. Deneysel Düzenek<br />
Geliştirilen iletken pastaların KOYP performansı üzerine etkilerini görmek için<br />
performans ve empedans analizleri yapılmıştır. Kullanılan test düzeneği Şekil 1’de<br />
verilmiştir. Performans testleri için Arbin Instruments, FCTS model yakıt pili test<br />
istasyonu, ölçümleri kaydetmek ve test istasyonunu kontrol etmek için bir adet<br />
bilgisayar, KOYP hücresini belli bir basınçta sıkıştıracak ve çalışma sıcaklığına<br />
getirecek özel tasarımlı pnomatik fırın kullanılmıştır. Oluşturulacak test düzeneğine<br />
hidrojen sağlamak için hidrojen tüpü, hava sağlamak için de bir adet kompresör<br />
kullanılmıştır. Empedans ölçümleri için CH Instrument, Inc. CHI660B model empedans<br />
cihazı kullanılmıştır.
Test düzeneği şu şekilde hazırlanmıştır:<br />
247<br />
� KOYP hücresi; akım toplayıcı meshlere, yakıt ve hava dağılımını sağlayan<br />
interkonnektörlere, anot-katot-elektrolitten oluşan membran elektrot grubuna<br />
(MEG), pasta uygulaması yapıldıktan sonra, bu bileşenler uygun şekilde birleştirilerek<br />
meydana getirilmiştir.<br />
� Hazırlanan yakıt pili hücresi pnomatik fırına yerleştirilmiştir.<br />
� Yakıt pili anot ve katot kutuplarına akım ve voltaj kabloları yerleştirilerek bu<br />
kablolar test istasyonuna bağlanmıştır.<br />
� Test istasyonu, ölçüm sonuçlarını okuyabilecek ve aynı zamanda veri haline<br />
getirebilecek bir programın yüklü olduğu bilgisayara bağlanmıştır.<br />
� Hidrojen tüpü ve kompresör, basınca dayanıklı borularla test istasyonuna<br />
bağlantısı yapılmıştır.<br />
� Yakıt pili hava ve hidrojen girişine borular bağlanarak, bu boruların test istasyonuna<br />
bağlantısı uygun şekilde gerçekleştirilmiştir.<br />
� Empedans ölçümleri de, aynı deney düzeneğinde, yakıt pili anot ve katot kutuplarına,<br />
ilgili kablolarla empedans cihazının bağlantısı yapılarak gerçekleştirilmiştir.<br />
Ölçümleri veri şeklide kaydetmek için aynı zamanda empedans<br />
cihazı test istasyonuna bağlanmıştır.<br />
Şekil 1. Performans ve empedans ölçüm deney düzeneği şematik gösterimi
248<br />
Şekil 2. Yakıt pili hücresi şematik gösterimi<br />
MEG, akım toplayıcılar ve interkonnektörlerin uygun şekilde bir araya getirilmesiyle<br />
oluşturulan yakıt pili hücresi Şekil 2’de şematik olarak gösterilmiştir.<br />
Geliştirilen her bir kontak (iletken) pasta ve ticari pasta deneyleri için aynı özellikte<br />
elektrolit destekli 7cm 2 aktif alana sahip düzlemsel MEG’ler hazırlandı. Hazırlanan<br />
MEG’in bir tanesinin anot ve katot taraflarında, akım toplayıcılarda ve<br />
interconnektör yüzeylerinde ticari olarak satın alınan kontak pastalar test edilmiştir.<br />
Anot tarafında ticari kontak pasta olarak Ni pasta; katot tarafında da LSM pasta<br />
kullanıldı ve standart deney prosedürüne uygun olarak güç-akım ve voltaj-akım<br />
eğrileri oluşturmak üzere test edildi. Elde edilen değerler geliştirilecek kontak pastalar<br />
için referans kabul edilmiştir.<br />
Laboratuarda önce anot kontak pasta geliştirmeyle alakalı çalışmalar yapılmıştır. Bu<br />
kapsamda sırasıyla NiO-Q, NiO-F ve Ni iletken pastalar geliştirilmiştir. Aynı özellikteki<br />
MEG’in anot tarafında ve akım toplayıcılarda ticari iletken pasta yerine,<br />
standart şartlarda, geliştirilen bu pastalar denenmiştir. Katot tarafında yine ticari<br />
iletken pasta kullanılarak, güç-akım ve voltaj-akım eğrileri oluşturularak performans<br />
testleri yapılmıştır. Ayrıca her bir deney için empedans ölçümleri alınmıştır.<br />
Sonuçlar anot ve katot tarafında ticari iletken pasta kullanılarak elde edilen değerlerle<br />
ve kendi aralarında karşılaştırma yapılarak en iyi sonuç veren, anot iletken<br />
pasta kompozisyonu belirlenmiştir.<br />
Anot kontak pasta denemelerinin ardından katot kontak pasta denemelerine geçilmiştir.<br />
Bu kapsamda LSM 1 ve LSM 20P iletken pastaları geliştirilmiştir. Anot<br />
tarafına ticari Ni iletken pasta; katot tarafında da geliştirilen bu katot iletken pasta-
249<br />
lar kullanılarak testler gerçekleştirilmiştir. Test sonuçları anot tarafında ticari Ni<br />
iletken pasta ve katot tarafında ticari LSM iletken pasta kullanılarak yapılan deneyle<br />
ve kendi aralarında karşılaştırılmıştır.<br />
3. Deneysel Sonuçlar<br />
Geliştirilen iletken pasta ve ticari iletken pasta deney sonuçları voltaj-akım, güçakım<br />
ve empedans grafikleri haline getirilmiş ve ticari iletken pasta esas alınarak<br />
sonuçlar karşılaştırılmıştır. Performans karşılaştırmaları yapılırken sonuçların daha<br />
kolay ve anlaşılır olması için testlerin gerçekleştirildiği 7 cm 2 aktif alandaki güçakım<br />
eğrileri kullanılmıştır.<br />
Şekil 3. Geliştirilen anot pastaların ticari anot pasta ile performans karşılaştırması (700°C)<br />
Şekil 4. Geliştirilen anot pastaların ticari anot pasta ile empedans karşılaştırması (700°C)
250<br />
Şekil 3’te geliştirilen anot pastalar ile ticari anot pastanın performansları karşılaştırılmıştır.<br />
Grafikten de görüleceği üzere NiO-Q pastanın performansı, geliştirilen<br />
diğer pastalardan ve ticari pastadan daha yüksek çıkmıştır. Fakat geliştirilen diğer<br />
anot iletken pastaların performansı ticari pastadan daha düşük çıkmıştır. Yine aynı<br />
grafikte NiO-Q pastanın gücü 2.2W, ticari anot pastanın gücü 2W olduğu görülmektedir.<br />
Şekil 3‘te ki grafikte geliştirilen pastalardan NiO-F’in performansının geliştirilen Ni<br />
pastanın performansından daha düşük çıkmasına karşın Şekil 4’teki empedansların<br />
karşılaştırıldığı grafikte ohmik direncinin daha düşük olduğu görülmektedir. Ohmik<br />
direncinin düşük olmasına rağmen, performansının da düşük olmasının nedenini,<br />
geliştirilen NiO-F iletken pasta tozlarının çok küçük olmasından dolayı, anot katalizör<br />
tabakadaki gözenekleri kapatarak, H2 gazının iyi bir üçlü faz bölgesi oluşturacak<br />
şekilde anot katalizör tabakaya yayılamadığı şeklinde açıklayabiliriz.<br />
Şekil 5. Geliştirilen katot pastaların ticari katot pasta ile performans karşılaştırması (700°C)<br />
Şekil 5’teki performans karşılaştırma grafiklerinden görüldüğü gibi katot için<br />
geliştirilen LSM 20P iletken pasta, ticari katot iletken pastadan daha iyi sonuçlar<br />
vermiştir.<br />
4. Öneriler<br />
Yapılan deneysel çalışmalar, anot tarafı için NiO-Q ve katot tarafı için LSM<br />
20P’nin akım toplayıcı pasta olarak kullanılabilirliğini göstermiştir. Pasta hazırlama<br />
ve uygulama parametrelerinin optimizasyonu ile pil performansının daha da iyileştirilmesi<br />
sağlanabilir. Ayrıca, gerek uzun ömür gerekse de kimyasal kararlılık açısından<br />
geliştirilen pastların ömür testlerinin yapılması gerekmektedir.
Kaynakça<br />
251<br />
[1] M. Mori, Y. Liu, T. Itoh, Journal of the Electrochemical Society 156 (2009) B1182–<br />
B1187.<br />
[2] S.P. Simner, M.D. Anderson, L.R. Pederson, J.W. Stevenson, Journal of the Elec- trochemical<br />
Society 152 (2005) A1851–A1859.<br />
[3] H. Zhong, H. Matsumoto, T. Ishihara, A. Toriyama, Journal of Power Sources 186<br />
(2009) 238–243.<br />
[4] M. Mori, N.M. Sammes, E. Suda, Y. Takeda, Solid State Ionics 164 (2003) 1–15.[10]<br />
J.W. Wu, C.D. Johnson, R.S. Gemmen, X.B. Liu, Journal of Power Sources 189 (2009)<br />
1106–1113.<br />
[5] J.H. Kim, R.H. Song, D.Y. Chung, S.H. Hyun, D.R. Shin, Journal of Power Sources 188<br />
(2009) 447–452.<br />
[6] Christopher Chervinb, Robert S. Glass, Susan M. Kauzlarich, Chemical degradation of<br />
La1_xSrxMnO3/Y2O3-stabilized ZrO2 composite cathodes in the presence of current<br />
collector pastes, Solid State Ionics 176 (2005) 17–23.<br />
[7] S. Boulfrad, M. Cassidy, J.T.S. Irvine, Advanced Functional Materials 20 (2010) 861–<br />
866.<br />
[8] Chuan Wang, Xianshuang Xin, YanjieXu, Xiaofeng Ye, LijunYu, Shaorong Wang,<br />
Tinglian Wen, Performance of a novel La(Sr)MnO3-Pd composite current collector for<br />
solid oxide fuel cell cathode, baskıda.<br />
Tüm Kitap İhtiyaçlarınız için<br />
www.tdk.com.tr<br />
Türkiye’nin İnternet Kitapçısı
252
Özet<br />
KATI OKSİT YAKIT PİLLERİ İÇİN SIZDIRMAZLIK<br />
MALZEMESİ GELİŞTİRİLMESİ<br />
Ahmet BAKALl, Mahmut D. MAT<br />
Niğde Üniversitesi, Mühendislik-Mimarlık Fak. Makine Müh. Bölümü<br />
253<br />
Son yıllarda yüksek enerji verimliliği ve çevre dostu olarak dikkat çeken bir elektrik<br />
üreteci olan KOYP sistemlerinde yakıt sızdırmazlığının sağlanabilmesi için yüksek<br />
sıcaklıklara (650-1000 o C) dayanıklı conta malzemelerine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu<br />
çalışmada yüksek sızdırmazlık sağlanabilmesi için boronsilikat cam seramik malzeme<br />
geliştirilmiştir. Conta malzemesinin KOYP çalışması esnasında diğer bileşenlerle<br />
ısıl genleşme uyumu sağlaması ve böylece yakıt sızıntılarının engellenebilmesi<br />
için cam seramik içeriğinde BaO miktarı %40-60 aralığında değiştirilerek ısıl genleşme<br />
oranı Krofer interkonnektör ve YSZ elektrolitine yaklaştırılmaya çalışılmıştır.<br />
Hazırlanan numunelerin ısıl genleşme miktarları 900 o C’de dilatometrik testler<br />
ile belirlenmiş ve sonuçlar diğer KOYP bileşen malzemeleri olan CrFe ve YSZ ile<br />
karşılaştırmıştır. Geliştirilen cam seramik contanın ısıl genleşmesinin KOYP bileşenlerine<br />
oldukça yakın olduğu görüldükten sonra 1 mm kalınlığında conta üretimi<br />
gerçekleştirilerek KOYP sızdırmazlık testleri yapılmıştır. Azot kullanılarak<br />
700 o C’de yapılan 7cm 2 aktif alana sahip KOYP testleri sonucu basınç düşüşünün<br />
10 -6 mbar/sn olduğu görülmüştür. Bu değer literatürdeki ve ticari olarak satılan<br />
hazır cam conta tozları ile karşılaştırıldığında(10 -6 -10 -10 mbar/sn) benzer performansa<br />
sahip oldukları görülmüştür.<br />
Anahtar Kelimeler: KOYP, Cam-seramik conta, Isıl genleşme eşleşmesi<br />
1. Giriş<br />
Cam malzemeler yüksek sıcaklıklara dayanıklı malzemeler olmasına karşın KOYP<br />
sistemlerinde conta malzemesi olarak kullanılabilmesi için bazı özelliklerinin(Tg,<br />
Ts ve CTE) KOYP bileşenleri için uygun hale getirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle<br />
içerisine eklenen seramik tozları ile cam-seramik yapı oluşturularak KOYP conta<br />
malzemesi olarak kullanılmaktadır.<br />
Katı oksit yakıt pillerinde kullanılan hava ve yakıtın verimli bir şekilde kullanılabilmesi,<br />
çalışma esnasında yakıt ve hava karışımının engellenmesi sızdırmazlık<br />
elemanı contalar ile sağlanmaktadır. KOYP çalışma sıcaklıklarının yüksek olması<br />
(600-1000 o C) kullanılan conta malzeme çeşitliliğini oldukça azaltmaktadır. En<br />
yaygın kullanılan KOYP conta malzemeleri mika ve cam-seramik temelli malzemelerdir.<br />
Mika temelli contalar elektrolit ve interkonnektör malzemesine yapışmamakta,
254<br />
sızdırmazlık uygulanan baskı kuvveti ile sağlanmaktadır. Cam-seramik temelli<br />
malzemeler ise hem elektrolit hem de interkonnektör malzemesi ile reaksiyona<br />
girerek sızdırmazlık sağlanmaktadır. Mika temelli contalar kullanım kolaylığı nedeniyle<br />
tercih edilmesine rağmen yakıt pilinin hidrojen tarafında sızdırmazlık sağlamak<br />
için çok yüksek baskı kuvvetine gerek duyulması, yüksek sıcaklıkta mikanın<br />
özsuyunu kaybetmesi ile kırılgan ve gözenekli hale gelmesi ve ısıtma soğutma<br />
çevrimleri sırasında deforme olması mika yerine cam-seramik conta malzemelerini<br />
ön plana çıkarmıştır.<br />
Cam-seramik malzemeler hem elektrolit ve interkonnektör malzemesi ile reaksiyon<br />
oluşturması hem de yüksek sıcaklıklarda yumuşayarak iyi bir sızdırmazlık sağlamasından<br />
dolayı katı oksit yakıt pillerinde tercih edilmektedir. Cam-seramik contaların<br />
en önemli avantajları içine katılacak katkı malzemeleri ile istenilen özelliklerinin<br />
iyileştirilebilmektedir. Cam-seramik conta malzemesi olarak kullanılan en yaygın<br />
bileşikler B2O3, Al2O3, Li2O, Na2O, MgO, CaO ve BaO dur. Burada genel olarak<br />
B2O3 viskoziteyi ve ısıl genleşme katsayısını düşürmede, Al2O3 mekanik dayanımı<br />
artırıp, kristalleşme eğilimini düşürmede, Li2O, Na2O viskoziteyi düşürüp, kimyasal<br />
kararlılığı iyileştirmekte, MgO, CaO kimyasal direnci artırmada, BaO ise ısıl<br />
genleşme miktarını artırıp çalışma sıcaklığını düşürmek için kullanılmaktadır[1].<br />
Bu bileşenlerin özellikleri genel olarak bu şekilde olmasına karşın karışım içerisine<br />
eklenme miktarları sonucu oldukça zıt yönde de etkileyebilmektedir[2].<br />
Cam-seramik contalar KOYP sistemlerinde yüksek sıcaklıklarda kullanılmalarından<br />
dolayı ısıl davranışları oldukça önemlidir. Cam-seramik malzemelerin temel olarak<br />
üç özelliği vardır. Soğuma esnasında camın yoğun vizkos halden katı hale geçmeye<br />
başladığı sıcaklık(Tg) camsı geçiş sıcaklığı olarak bilinmektedir. İkinci olarak<br />
camın 0.7mm çap ve 24 cm uzunluğuna 1 mm/dk da ulaştığı viskoziteye ulaştığı<br />
sıcaklık(Ts) yumuşama sıcaklığıdır. Bu durum Littentan noktası olarak bilinmektedir.<br />
Sonuncusu ise ısıl genleşme miktarıdır(CTE). Tg sıcaklığında cam vizkositesi<br />
ortalama 10 11.3 Pas civarında iken Ts sıcaklığında 10 6.6 Pas olmaktadır[2].<br />
KOYP çalışma sıcaklığı ısıl stres ve çatlakların oluşmaması için Tg değerinnin<br />
yüksek ve Ts değerinden düşük olması gerekmektedir[3,4]. Tg değeri yüksek(850-<br />
1000 o C), orta(750-850 o C) ve düşük(650-750 o C) sıcaklıklarda çalışan KOYP için<br />
750-850, 650-750 ve 450-650 o C aralığında olmalıdır. Ts değeri ise sıra ile 900-<br />
1000ᵒC,700-900 o C ve 500-700 o C olması gerekmektedir[2]. Ayrıca cam-seramik<br />
contanın CTE değerinin diğer KOYP bileşenleri ile stres oluşturmaması için bileşenler<br />
ile arasındaki fark 1x10 -6 K -1 den büyük olmaması gerekmektedir[5].<br />
KOYP’lerinde conta olarak en yaygın kullanılan camsı malzemeler içerdikleri<br />
bileşen türüne göre silikatlar, boronlar ve boronsilikatlardır[2]. KOYP sistemleri<br />
için gerekli Tg,Ts ve CTE değerleri silikat, borat ve boronsilikatlarda elde edilmiştir.<br />
Silikat ve boronsilikat camlar(%1-3mol B2O3) yüksek sıcaklık KOYP’nde,
255<br />
silikat, borat ve boronsilikatlar(>%5 mol B2O3) orta ve düşük sıcaklıklarda kullanılmaktadır[2].<br />
cam contaları oluşturan bileşikler Tg, Ts ve CTE’ye etkilerine göre<br />
ağ yapıcılar(network formers), ağ düzenleyiciler(network modifiers), arabulucu<br />
oksitler(intermediate oxide) ve katkılar(additives) olarak farklı sınıflarda değerlendirilmektedir.<br />
Bu çalışmada literatürde[6,7] KOYP çalışmalarında yaygın olarak kullanılan ve G-<br />
18 olarak adlandırılan BCAS(BaO-CaO-Al2O3-SiO2) modeli cam-seramik içeriği<br />
kullanılarak toz üretimi gerçekleştirilmiştir. Cam-seramik conta elemanının ısıl<br />
genleşme katsayısını metalik interkonnektör ve YSZ seramik elektrolit arasında bir<br />
değere yaklaştırmak için BaO miktarı kütlesel olarak %40-50-60 oranlarında eklenerek<br />
tozlar üretilmiştir. Üretilen tozların ısıl genleşme katsayısı metalik<br />
interkonnektör ve seramik elektrolit ile karşılaştırılmış ve ikisi arasında bir değer<br />
elde edilmiştir.<br />
2. Deneysel Yöntem<br />
2.1. Cam-seramik tozu üretimi<br />
BCAS modeli cam-seramik tozu üretiminde kullanılan bileşikler Alfa Easer firmasından<br />
alınmıştır. Al2O3, CaCO3 BaCO3, B2O3 ve SiO2 tozları Tablo-1’de verilen<br />
kütlesel oranlarda karıştırılarak sol-jel yöntemi ile cam-seramik çamuru elde edilmiştir.<br />
Elde edilen çamur platin krozede 1500ᵒC’de 2 saat bekletildikten sonra oda<br />
sıcaklığına soğutulmuştur. Platin krozeden alınan camsı malzeme havanda, daha<br />
sonra da üç eksenli öğütücüde öğütülerek cam-seramik tozları elde edilmiştir.<br />
Tablo-1 Farklı BaO miktarları ile üretilen cam-seramik tozlarının içerik ve miktarları<br />
SiO2 Al2O3 CaO BaO B2O3<br />
BCAS-40 21,45 5,39 7,19 40 6,66<br />
BCAS-50 21,45 5,39 7,19 50 6,66<br />
BCAS-60 21,45 5,39 7,19 60 6,66<br />
2.2. Dilatometre Testleri<br />
Dilatometre testleri için üretilen tozlar yine sol-jel yöntemi ile çamur haline getirilmiş<br />
ve ardından şerit döküm yöntemi ile 50 mikrometre kalınlığında şeritler elde<br />
edilmiştir. Şeritlerden 20x5x5 mm boyutlarında pres kalıbı kullanılarak kesilmiş ve<br />
dikdörtgen prizmalar elde edilmiştir. Numuneler DIL402PC dilatometre cihazı<br />
kullanılarak test edilmiştir. Cihaz 3 o C /dk ile 900 o C çıkarılarak 60 dk bekletildikten<br />
sonra yine 3 o C /dk ile oda sıcaklığına soğutulmuştur.
256<br />
2.3. Sızdırmazlık Testleri<br />
Sızdırmazlık testleri için şerit döküm yöntemi ve izostatik pressleme ile 7 cm çapında<br />
1 cm genişliğinde ve 1 mm kalınlığında halka contalar elde edilmiştir. Testlerde<br />
kullanılmak üzere Niğde Üniversitesi Makine Mühendisliği Labaratuvarlarında<br />
üretilen 7 cm çaplı YSZ seramik elektrolitler ve satınalınan CrFe alaşım<br />
metalik interkonnektör kullanılmıştır. Şekil 1a’da conta, elektrolit ve metalik<br />
interkonnektör fotografları gösterilmiştir. Sızdırmazlık testleri azot gazı ile 150<br />
mbar’lık pompa kullanılarak gerçekleştirilmiştir. düzenek hazırlandıktan sonra test<br />
fırını sıcaklığı 500 o C’de 30 gk bekletilmiş daha sonra 850 o C’ye çıkarılmış ve 1 saat<br />
bekletildikten sonra 750 o C’ye düşürülerek testler gerçekleştirilmiştir. Sızdırmazlık<br />
testi için kurulan mekanizma Şekil 1b’de gösterilmiştir. Burada KOYP stağına gaz<br />
girişine pompa, çıkışına ise barometre bağlanmıştır.<br />
a b<br />
Şekil 1. Sızdırmazlık deneyinin yapılma şekli, a) metalik interkonnektör, elektrolit membran ve üretimi<br />
gerçekleştirilen BCAS%50 conta, b) Sızdırmazlık kontrolü için hazırlanan düzenek<br />
3. Deneysel Sonuçlar<br />
Cam-seramik malzemelerin ısıl davranışlarını kontrol etmek için temelde Tg, Ts ve<br />
CTE değerleri oldukça önemlidir. Bu değerler malzemenin içeriği değiştirilerek<br />
istenen değerlere yaklaştırılabilmektedir. Şekil 2’de cam-seramik numunelerin,<br />
metalik interkonnektör ve seramik elektrolitin dilatometer cihazı ile 900ᵒC’de gerçekleştirilen<br />
ısıl genleşme değerleri elde edilmiştir. Bu değerlere göre BCAS%50<br />
interkonnektör ve elektrolitin ortalaması olduğu gözükmektedir. BaO içeriği %40<br />
olduğunda malzemenin ısıl genleşme miktarı elektrolite, %60’ta ise metalik<br />
interkonnektöre oldukça yakın olmaktadır. Fakat sistemin bir bütün olması ve camseramik<br />
elemanın interkonnektör ve elektrolit arasında çalışıyor olması nedeniyle<br />
%50 BaO’nun çok daha uygun ısıl genleşmeye sahip olduğu görülmektedir. Şekildeki<br />
cam-seramik malzemelerin doğrusallığının bozulmaya başladığı nokta, camsı
geçiş sıcaklığı(Tg), oluşan tümseğin tepe noktası Ts olarak göz önünde bulundurulmaktadır[8].<br />
Şekil-2 Metalik interkonnektör, elektrolit ve üretilen üç farklı içerikteki cam-seramik numunelerin ısıl<br />
genleşme eğrilerinin karşılaştırılması<br />
257<br />
Tablo-2’de farklı BaO miktarları il hazırlanan tozların Tg, Ts ve CTE değerleri<br />
yapılan dilatometre deneyler sonucu elde edilmiştir. Tg değeri %40 ve %60 BaO<br />
içeriğinde değişmemesine karşın %50’de 15 o C kadar artmıştır. Ts değeri ise %50<br />
BaO da 729 o C’ye kadar yükselmiştir. Tg ve Ts sıcaklık aralığının geniş olması<br />
KOYP çalışma sıcaklık aralığını da artırmaktadır. Tg ve Ts aralığında çalışan sistem<br />
cam-seramik contanın daha rahat ve uzun ömürlü olmasını sağlamaktadır.<br />
Tablo-2 Farklı oranlarda BaO içeriklerine sahip cam-seramik tozlarının<br />
Tg, Ts ve CTE değerleri yapılan dilatometrik verilerden elde edilmiş sonuçları<br />
Tg- o C Ts- o C CTE(700 o C)<br />
BCAS-40 657 705 2,045X10 -3 1/ o C<br />
BCAS-50 673 729 2,3 X10 -3 1/ o C<br />
BCAS-60 657 713 3,015 X10 -3 1/ o C<br />
Cam-seramiklerin CTE değerleri KOYP hücre elemanları ile yakın olması gerekmektedir.<br />
Eğer cam-seramik CTE değeri KOYP hücre elemanlarından küçük ise<br />
çalışma esnasında ısıl çekme gerilmeleri, büyük ise basma gerilmeleri oluşmaktadır[9].<br />
Düşük CTE değerinden dolayı çatlak ve gözenekler, yüksek CTE değerlerinde<br />
ise basma ve sürtünme gerilmeleri oluşarak hücrede gaz kaçaklarına neden olmaktadır[5].<br />
Tablo 3’te farklı sıcaklıklarda yapılan sızdırmazlık testleri sonucu<br />
gösterilmiştir. Burada sızdırmazlığın her sıcaklıkta çok iyi sağlandığı ve bu durumu<br />
CTE uyumunun sağladığı anlaşılmaktadır.
258<br />
Tablo-3 Isıtıp soğutma ile yapılan sızdırmazlık testleri sonucu basınç değerleri<br />
1. çevrim 2. çevrim 3. çevrim<br />
Sıcaklık( o C) Basınç(mbar) Basınç(mbar) Basınç(mbar)<br />
22 150 150 148<br />
100 150 150 148<br />
200 150 150 148<br />
300 150 150 148<br />
400 150 150 148<br />
500 150 150 148<br />
600 150 150 148<br />
700 150 150 148<br />
800 150 150 148<br />
Literatürde cam-seramiklerin diğer KOYP bileşenleri ile etkileşimlerinin arayüzey<br />
madde difüzyonu ve kimyasal reaksiyon şeklinde olduğu belirtilmiştir[10,11]. Bu<br />
etkileşimler sonucu cam-seramik ile kontakta olduğu yüzey arasında istenmeyen<br />
arayüzey tabakası oluşmaktadır. Bu ara tabakalardan dolayı arayüzeyde gözeneklilik,<br />
çatlamalar ve yüzeyden ayrılmalar meydana gelmektedir[5,11]. Sızdırmazlığın<br />
sağlanabilmesi için bu arayüzey tabaka kalınlığının en fazla 10 µm olması gerekmektedir.<br />
İkinci olarak cam-seramik krom ile reaksiyona girerek CrO3, CrO2(OH)2, BaCrO4<br />
ve SrCrO4 yapıları oluşmaktadır[12,13]. Oluşan bu kromatların CTE’si (21-23x10 -<br />
6 K -1 ) cam-seramiklerden(10-12x10 -6 K -1 ) çok yüksektir. Bu sebeple arayüzey oldukça<br />
kararsız bir yapıya sahip olarak sızıntılara neden olmaktadır. Örneğin yapılan<br />
bir çalışmada[14] BaO-CaO-borosilikatlar 750ᵒC’de 1200 saat çalışması sonucu<br />
YSZ elektrolit ile BaZrO3 bileşiği oluşturduğu ifade edilmiştir. Tablo 3’te 3. Çevrimde<br />
sızdırmazlık basıncının düşmesine cam-seramik malzemedeki BaO ile metalik<br />
interkonnektörden gelen Cr etkileşerek BaCrO4 ve/veya YSZ elektrolit ile<br />
BaZrO3 oluşturmasının sebep olduğu düşünülmektedir.<br />
4. Tartışma<br />
Katı oksit yakıt pilleri için cam-seramik conta imalatında kullanılan bileşikler miktar<br />
ve kimyasal özelliklerine gore oldukça farklı etkilere sahip olmaktadır. BaO cam<br />
temelli contaların ısıl genleşme miktarını KOYP çalışma sıcaklıklarında uygun<br />
değerlere getirebilmek için kullanılan etkili bir bileşiktir. BaO içeriğinin artması ile<br />
ısıl genleşme katsayısı artmasına karşın Tg ve Ts değerleri için anlaşılabilir bir etki
259<br />
sözkonusu olamamaktadır. Yapılan dilatometrik çalışmalar sonucu kütlece %50<br />
BaO katılan cam-seramik numune de metalik interkonnektör ve seramik elektrolit<br />
aralığında uygun bir CTE değeri elde edilmiştir. Bu durum yapılan sızdırmazlık<br />
testleri sonucunda oldukça iyi sızdırmazlık sağladığı görülmüştür. Üçüncü çevrimde<br />
sızdırmazlık basıncının 150 mbar’dan 148 mbar’a düştüğü gözlemlenmiştir. Bu<br />
durum conta içerisindeki BaO’nun metalik interkonnektör ve YSZ ile reaksiyona<br />
girmesi sonucu yüksek CTE’ye sahip BaCrO4 ve BaZrO3 tabakası oluşturduğu ve<br />
basınç değerini düşürdüğü anlaşılmaktadır.<br />
Kaynakça<br />
[1] Pönicke, Andreas. 5. International SOFC Summer School. Chaina : s.n., 31 Ağustos-5<br />
eylül 2009.<br />
[2] M.K. Mahapatra, K. Lu. Seal glass for solid oxide fuel cells. Department of Materials<br />
Science and Engineering, Virginia Polytechnic Institute and State University, Blacksburg,<br />
VA 24061, USA : Journal of Power Sources 195, (2010) 7129–7139.<br />
[3] P. Hrma, W.T. Han, A.R. Cooper, J. Non-Cryst. s.l. : Solids 102, (1988) 88–94.<br />
[4] R.N. Singh. Int. J. Appl. Ceram. Tech. 4 (2007) 134–144.<br />
[5] W. Donald, J. Mater. Sci. 28 (1993) 2841–2886.<br />
[6] Zhenguo Yang*, Jeff W. Stevenson, Kerry D. Meinhardt,Chemical interactions of<br />
barium–calcium–aluminosilicate-based sealing glasses with oxidation resistant alloys,<br />
Solid State Ionics 160 (2003) 213– 225<br />
[7] Zhenguo Yang, Guanguang Xia, Kerry D. Meinhardt, K. Scott Weil, and Jeff W. Stevenson,<br />
Chemical Stability of Glass Seal Interfaces in Intermediate Temperature Solid<br />
Oxide Fuel Cells, JMEPEG (2004) 13:327-334 ve PNNL<br />
[8] Hsiu-Tao Chang, Chih-Kuang Lin, Chien-Kuo Liu, Effects of crystallization on the<br />
high-temperature mechanical properties of a glass sealant for solid oxide fuel cell, Journal<br />
of Power Sources 195 (2010) 3159–3165<br />
[9] J. Deubener. J. Non-Cryst. Solids 351 (2005) 1500–1511.<br />
[10] J. Rocherullé, F. Bourdin, R. Marchand, F. Munoz, A. Durán,. Silicate Ind. 69(2004)<br />
113–118.<br />
[11] J.M. Howe. Int. Mater. Rev. 38 (1993) 233–256.<br />
[12] Y.S.Chou, J.W.Stevenson,P.Singh,. J.Electrochem.Soc.154(2007)B644–B651.<br />
[13] Z.Yang, K.S.Weil,D.M.Paxton,J.W.Stevenson,. J.Electrochem.Soc.150(2003)A1188–<br />
A1201.<br />
[14] M. Brochu, B.D. Gauntt, R. Shah, G. Miyake, R.E. Loehman,. J. Eur. Ceram. Soc. 26<br />
(2006) 3307–3313.
260
Özet<br />
KATI OKSİT YAKIT HÜCRESİNDE SICAKLIK DAĞILIMINA<br />
OPERASYON ŞARTLARININ ETKİSİ<br />
Selahattin ÇELİK, Bora TİMURKUTLUK, Mahmut D. MAT<br />
Niğde Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü<br />
261<br />
Katı oksit yakıt pili hücrelerinin (KOYP) çalışması esnasında, hücredeki homojen<br />
olmayan elektrokimyasal reaksiyonlar sonucunda sistemde sıcaklık gradyenti oluşmaktadır.<br />
Sıcaklık gradyentinin neden olduğu ısıl gerilmeler seramik membran<br />
elektrot grubunun kırılgan doğasından dolayı çatlak ve hatalar oluşabilmektedir. Bu<br />
çalışmada proses parametrelerine bağlı olarak bir KOYP hücresindeki sıcaklık<br />
gradyentinin araştırılması için teorik ve deneysel bir çalışma yapılmıştır. Deneysel<br />
çalışmada 6cmx6cm boyutlarında ScSz (Scandia-Stabilized zirconia) destekli elektrolit<br />
MEG (membran elektrot grubu) şerit döküm ve screen printing kullanılarak<br />
geliştirilmiş ve operasyon sürecinde sıcaklık dağılımı ve performansı ölçmek için<br />
deneysel düzenek oluşturulmuştur. Teorik çalışmada KOYP hücresi için ısı ve kütle<br />
transferinin yanı sıra akışı temsil eden bir matematiksel model geliştirilmiş ve sayısal<br />
olarak Comsol 4.1 programı kullanılarak çözülmüştür.<br />
Anahtar Kelimeler: Katı oksit yakıt pili, sıcaklık dağılımı, matematiksel mode<br />
1. Giriş<br />
Mevcut yakıt pilleri içerisinde, son yıllarda en büyük ilgiyi katı oksit yakıt pilleri<br />
(KOYP) görmektedir. KOYP’ler yüksek verimleri, temiz ve sessiz çalışmalarının<br />
yanı sıra fosil kaynaklı yakıtlarla çalışabildiği gibi bio yakıtlar ve yenilenebilir<br />
enerji kaynaklarından elde edilen hidrojenle de çalışabilmektedir. Fakat mevcut<br />
KOYP yüksek çalışma sıcaklığından (700-1000°C) dolayı bazı özel akım ve akış<br />
plakası (İnterkonnektör) ve sızdırmazlık malzemelerine ihtiyaç duymakta ve bunun<br />
sonucunda yüksek malzeme maliyeti KOYP’nin ticarileşmesini kısıtlamaktadır. Bu<br />
yüzden KOYP çalışma sıcaklığını düşürülmesi maliyetin azaltılması ve uzun çalışma<br />
ömrünün uzatılması büyük önem arz etmektedir.<br />
Literatürde KOYP tek hücre ve stak üzerine makro boyutta sıcaklık, akım yoğunluğu<br />
ve hücre içinde sıcaklık gradyentinden kaynaklanan gerilmeler ve bu gerilmelerin<br />
neden olduğu problemleri inceleyen birçok çalışma bulunmaktadır.<br />
Yakabe ve ark.[1] paralel ve karşı akışlı KOYP tek hücreleri için konsantrasyon<br />
dağılımı, sıcaklık profili, voltaj ve akım yoğunluğu dağılımlarını ticari bir program<br />
yardımı ile incelemiştir. Çalışmada aynı yönde (yakıt ve havanın hücre içerisinde
262<br />
aynı yönde akması) akış tasarımının pil içi sıcaklık gradyentini böylece termal<br />
stresleri azalttığı sonucuna varılmıştır.<br />
Recknagle ve ark. [2] düzlemsel KOYP tek hücresi için üç boyutlu ısı ve kütle transferini<br />
ticari bir program yardımı ile incelemiştir. Akış tasarımlarının, pil içi sıcaklık,<br />
akım yoğunluğu ve madde dağılımlarının üzerine olan etkisi ayrıca çalışılmıştır.<br />
Çapraz, paralel ve karşı akış tasarımları aynı kütle debisinde farklı akış sıcaklıklarında<br />
ele alınmıştır.<br />
Yakabe ve ark.[1] çalışmasına benzer olarak, aynı yakıt kullanımı ve ortalama<br />
sıcaklıkta, aynı yönde paralel akış tasarımını en düzgün sıcaklık dağılımını ortaya<br />
koymuştur.<br />
Wang ve ark. [3] düzlemsel KOYP için temel kütle, momentum, enerji ve elektriksel<br />
şarj korunumuna dayanan detaylı bir sayısal çalışma sunmuştur. KOYP çalışma<br />
koşulları ve anot yapısının pil performansına olan etkisi incelenmiştir. Çalışmada<br />
elde edilen sonuçlar, aynı yönlü paralel tasarımının düşük sıcaklık gradyenti, daha<br />
düzgün sıcaklık ve akım yoğunluğu dağılımları ortaya koyduğunu doğrulamıştır.<br />
Ayrıca, daha ince ve daha gözenekli anot yapısının pil potansiyelini arttığı bulunmuştur.<br />
Pasaogullari ve Wang [4] elektrokimyasal kinetik ile çok boyutlu gaz dinamiği ve<br />
çok elemanlı madde transferini bir arada içeren üç boyutlu KOYP modeli geliştirmiştir.<br />
Geliştirilen model kullanıcı eklentilerine izin veren bir ticari programa aktarılmış<br />
ve çözülmüştür. Çalışmanın sonucunda aynı yönlü paralel akış tasarımının<br />
avantajı benzer olarak ortaya koyulmuştur.<br />
Literatürde KOYP ve KOYP sistemi için farklı özellikler üzerine birçok çalışma<br />
mevcutken, KOYP çalışması sırasında pil içi sıcaklık ölçümü üzerine olan çalışmalar<br />
sınırlı olduğu gözlemlenmiştir. Bu ölçümler gerek farklı çalışma koşullarındaki<br />
pil içi sıcaklık dağılımını belirlenmesi gerekse de sayısal ve matematiksel model<br />
çalışmalarının doğrulanması açısından son derece önemli olmaktadır.<br />
Ayrıca sıcaklık gradyentinden oluşan termal gerilmeler elektrot-elektrolit ara<br />
yüzeyinde iki farklı malzemenin farklı ısıl genleşme katsayısına sahip olmasından<br />
dolayı tabakalar arasında bozulmalara yol açmaktadır. Bu bozulmalar zamanla<br />
KOYP’nin ara yüzey bölgelerinde değişimlere neden olarak performansın düşmesine<br />
yol açacağı gibi seramik elektrolitin kırılmasına kadar varan bozulmalara<br />
sebep olabilmektedir. Sıcaklık gradyentinin belirlenmesi KOYP elektrot-elektrolit<br />
ara yüzeyinde gerçekleşen gerilmelerin tahmini ve iyileştirme çalışmaları için<br />
önem arz etmektedir.<br />
Bu yüzden bu çalışmanın ana amacı, pil içi sıcaklık dağılımı gibi benzer kritik<br />
parametreler ve farklı pil çalışma koşullarında performansın ölçümü için deneysel<br />
sistem kurulması ve KOYP için akış, pil içi sıcaklık ve madde dağılımlarını detaylı
263<br />
olarak ortaya koyabilen bir matematiksel model geliştirilmesidir. Deneysel ölçümler<br />
matematiksel modelin doğrulanmasının yanı sıra optimum pil performansı için<br />
gerekli olan parametrelerin belirlenmesinde kullanılmıştır.<br />
2. Deneysel Çalışma<br />
Bu çalışmada 700-800°C sıcaklık aralığında çalışabilen, ScSz KOYP MEG kullanılmıştır.<br />
Böyle bir MEG piyasalarda hazır olarak satılmamaktadır. Bu doğrultuda<br />
ScSz tabanlı MEG’ler şerit döküm ve ipek baskı teknikleri kullanılarak 16 cm 2 aktif<br />
alana sahip olacak şekilde imal edilmiştir (Şekil 2b). Şerit döküm çamuru elde<br />
etmek için uygun organik bağlayıcı, plastikleştirici ve ayırıcı ile birlikte alkol çözücü<br />
ortamında 24 saat değirmende karıştırılmıştır. Laboratuar ölçeğindeki şerit döküm<br />
cihazı ile ince şerit halinde dökülen ScSz elektrolit daha sonra laminasyon ve<br />
presleme işlemlerine tabi tutulmuştur. İstenilen ölçülerde kesildikten sonra, yoğun<br />
elektrolit tabaka elde etmek için iki aşamalı sinterleme uygulanmış sinterleme sonrasındaki<br />
elektrolit yoğunluğu Arşimet metodu ile %98 olarak ölçülmüştür.<br />
Anot ve katot tabakaları ipek baskı tekniği ile elektrolitin farklı iki yüzeyine işlenmiştir.<br />
NiO-ScSz (kütlece %50NiO: %50ScSz, Nextech Materials) anot tozları<br />
belirli miktarlarda terpineol ve etil selilöz ile karıştırılarak ipek baskı için uygun<br />
hale getirilmiştir. Benzer şekilde katot (LSM-ScSz) solüsyonu da hazırlanmıştır.<br />
MEG üretimi sonrası hücre performansı ve hücre içi sıcaklık dağılımının ölçülmesi<br />
için deneysel düzenek kurulmuştur. Geliştirilen deneysel düzeneğin şematik gösterimi<br />
Şekil 1a’da verilmiştir.<br />
Deneysel sistem, I-V ölçümleri için yakıt pili test istasyonu, sistemi istenilen sıcaklığa<br />
ulaştırmak için sıcaklık kontrollü bir fırın, termoelemanlar ve uygun data alıcıları,<br />
hidrojen ve hava tankları ve data toplanması için bir bilgisayardan oluşmaktadır.<br />
Sıcaklık ölçümleri için beş termoeleman anot interkonnektörü üzerine monte<br />
edilmiştir. Termoelemanların anot akış kanallarına yerleştirilmesi Şekil 1b’de verilmiştir.<br />
Beş termoelemanda fırın yüzeylerine yerleştirilerek simülasyonda kullanılacak<br />
olan sınır şartlarının belirlenmesinde kullanılmıştır. Deneyler sırasında ayrıca<br />
fırın içi ve dış ortam sıcaklıkları ayrıca ölçülmüştür.
264<br />
Şekil 1. Deneysel kurulum diyagramı<br />
(a) (b)<br />
Şekil 2. (a) MEG fotoğrafı, (b) Termoelemanların kanal içindeki pozisyonları ve akış plakası boyutları<br />
3. Matematiksel Model ve Sayısal Analiz<br />
Matematiksel modellemede, incelenen KOYP tek hücresi Şekil 3’de verilmiştir.<br />
Sistem boyutları deneysel çalışmalarda kullanılan tek hücre ile birebir karşılaştırma<br />
yapmak için aynı seçilmiştir. Sayısal çözüm zamanını azaltmak adına sadece tek<br />
kanal incelenmiştir. Modelin sağ yüzeyine simetrik sınır şartı uygulanırken, diğer<br />
yüzeylerden çevreye olan ısı kaybı göz önüne alınmıştır. Kanalların ve MEG yapısının<br />
detayları Şekil.3b’de verilmiştir. Göz önüne alınan KOYP, 200µm kalınlıkta<br />
ScSz elektrolit, 20µm kalınlıkta NiO/ScSz anot tabakası, yine 20µm kalınlıkta LSM<br />
(lanthanum strontium manganite)/ScSz katot tabakası ve üzerine açılmış gaz kanallarına<br />
sahip anot ve katot katalizörleri ile temas içerisinde olan iki<br />
interkonnektörden oluşmaktadır.
Anot gaz<br />
kanalı<br />
Katot gaz<br />
kanalı<br />
(a)<br />
(b)<br />
Şekil 3. (a) KOYP modelinin genel görünümü ve (b) KOYP kesit detayı<br />
265<br />
Bu çalışmada elektrokimyasal reaksiyonlar literatürün aksine sınır şartı değil bütün<br />
katalizör hacminde meydan gelecek şekilde modellenmiştir. Ele alınan KOYP<br />
sistemine süreklilik ortam yaklaşımı adapte edilmiştir. Temel olarak korunum yasaları<br />
bütün alana uygulanmıştır. Farklı hacimlerin özellikleri ise kaynak terim yardımı<br />
ile aktarılmıştır. Örneğin, anot ve katot katalizör tabakaları momentum denkleminde<br />
Darcy kaynak terimi uygulanmışken, elektrolit için çok düşük porozite kabul<br />
edilmiştir. Bu yaklaşımın ana amacı, her tabaka için farklı diferansiyel denklemlerin<br />
çözümü yerine her tabaka için aynı diferansiyel denklemin çözülerek çözüm süresini<br />
önemli ölçüde azaltmaktır.<br />
3. Genel Korunum Denklemleri<br />
Oluşturulan model aşağıdaki prosesleri içermektedir:<br />
Elektrolit<br />
� Elektronik şarj dengesi (Ohm kanunu)<br />
� İyonik şarj dengesi (Ohm kanunu)<br />
� Butler-Volmer şarj transfer kinetikleri<br />
� Gaz kanalındaki akış dağılımı (Navier-Stokes)<br />
� Gözenekli gaz difüzyon elektrotlarında akış (Brinkman denklemleri)<br />
� Her iki gaz kanalında ve gözenekli elektrotlardaki gaz fazın kütle dengesi<br />
(Maxwell-Stefan Diffusion and Convection)<br />
Anot<br />
Katot<br />
MEG yapısı
266<br />
3.1.1. Süreklilik Denklemi<br />
KOYP tek hücresinin bütün elemanları (anot, katot, elektrolit, interkonnektörler ve<br />
gaz kanalları) için süreklilik denklemi:<br />
bağıntısı ile hesaplanmaktadır. Bu denklemde, ε poroziteyi, and sırası ile hız<br />
vektörü ve kütle kaynak terimini ifade ederken, gaz karışımının yoğunluğu olup<br />
aşağıdaki eşitlikten hesaplanmaktadır. Eşitlik (4)’e porozite terimi adapte edildiği<br />
için interkonnektör yada elektrolit gibi tamamen katı bölgelerde geçerli değildir.<br />
Yukarıdaki eşitlikte ve sırası ile i maddesinin yoğunluğunu ve konsantrasyo-<br />
nunu simgelerken, N ortamda bulunan madde sayısını ifade etmektedir. Her i maddesinin<br />
yoğunluğu ise ideal gaz kanunu ile bulunmaktadır:<br />
3.1.2. Maddenin Korunumu<br />
KOYP’de reaksiyona giren ve çıkan her bir madde için (H2, O2, H2O,N2 vb.):<br />
korunum denklemi yazılabilir. Bu denklemde i maddesinin difüzif kütle akısını<br />
ve madde kaynak terimini göstermekte olup akım yoğunluğuun bir fonksiyonu<br />
olarak aşağıdaki bağıntı ile hesaplanmaktadır:<br />
Yukarıdaki eşitlikte i maddesinin atom ağırlığını, lokal akım yoğunluğunu ve<br />
n elektrokimysal reaksiyonlardaki elektron sayısını ifade etmektedir.<br />
Difüzyonla kütle akısı ise baitçe Fick yasası ile hesaplanmaktadır:<br />
3.1.3. Momentum Denklemi<br />
Laminar akış kabulu ile momentum denklemi aşağıdaki gibi yazılabilir:<br />
(1)<br />
(2)<br />
(3)<br />
(4)<br />
(5)<br />
(6)
Eşitlik (11)’de, viskoziteyi ve static basıncı simgelemektedir. Denklemdeki son<br />
267<br />
terim gözenekli ortamdaki akışı ifade eden Darcy kaynak terimi olup geçirgenlik<br />
( ) ve porozitenin ( ) bir fonksiyonudur. stress tensörü, ise aşağıdaki gibi hesap-<br />
lanmaktadır:<br />
3.1.4. Şarj Dengesi<br />
KOYP hücresinde geçerli olan Ohm kanunu ve şarj korunumu denklemleri aşağıda<br />
verilmiştir:<br />
Bu denklemlerde , and sırası ile iyonik veya electronik akım yoğunluğu,<br />
iletkenlik ve elektrik potansiyelidir. şarj kaynak terimi olup üçlü faz bölgesini<br />
içermeyen sistem elemanları için sıfıra eşittir. Başka bir deyişle, elektrotlar için<br />
Butler-Volmer denklemi ile hesaplanan anot veya katot akım yoğunluna eşitken<br />
sadece elektronik veya sadece iyonik iletkenliğe sahip interkonnektör veya elektrolit<br />
için sıfırdır. Fakat elektrotlar hem iyonik hem de elektronik iletkenliğe sahip<br />
olduğu için aşağıda verilen şarj dengesi denklemi çözülmelidir.<br />
3.1.5. Enerji Dengesi<br />
Enerjinin korunumu yasası aşağıdaki gibi yazılabilir:<br />
Bu denklemde k ısıl iletkenlik katsayısı ve göz önüne alınan bölgeye bağlı ola-<br />
rak ohmic dirençten kaynaklanan Joule etkisi, elektrokimyasal reaksiyonlardan<br />
kaynaklanan ısıtma ve ışınım gibi ısı transferlerini içeren kaynak terimidir. Bir<br />
reaksiyon sırasında meydana gelen toplam enerji değişimi reaksiyonun formasyon<br />
entalpi değişimi ( ) ile teorik olarak elde edilebilecek maksimum enerjiyi ifade<br />
eden Gibbs serbest enerji değimi ( ) arasındaki farktır. Geriye kalan enerji ısı<br />
enerjisi olarak ortaya çıkmaktadır.<br />
(7)<br />
(8)<br />
(9)<br />
(10)<br />
(11)<br />
(12)
268<br />
Ohmik ve aktivasyon kayıpları ekstradan bir kimyasal enerji gerektirmekte ve tersinir<br />
olmayan bu enerji de ısı enerjisi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden, V bir<br />
elektrokimyasal reaksiyonun toplam ısıl kaynağını göstermek üzere, kayıplar aşağıdaki<br />
gibi hesaplanmaktadır:<br />
Elektrolit tabaka için ohmic ısınmadan kaynaklanan enerji kaynak terimi ise şöyle<br />
verilebilir:<br />
3.1.6. Elektrokimyasal Model<br />
Gerçek hücre voltajı tersinir olmayan kayıplardan dolayı teorik değerinden bir<br />
miktar sapmaktadır. Ohmik, aktivasyon ve konsantrasyon kayıplarından kaynaklanan<br />
bu terimlerin teorik voltajdan çıkarılması ile gerçek hücre voltajı hesaplanmaktadır:<br />
Hücre içerisindeki lokal akım yoğunluğu ise Butler-Volmer denklemi ile bulunabilir:<br />
Burada, anot akım yoğunluğu değişimi (A/m 2 ), hidrojenin molar konsant-<br />
rasyonu, suyun molar konsantrasyonu, türlerin toplam konsantrasyonarı<br />
(mol/m 3 ), ve referans konsantrasyonlar (mol/m 3 ), F faraday sabiti<br />
(C/mol), R gaz sabiti (J/(mol.K)), T sıcaklık (K), kayıpları göstermektedir.<br />
Buradaki katot akım yoğunluğu değişimi (A/m 2 ), oksijenin molar kesirini<br />
göstermektedir.<br />
3.1.7. Elektrokimyasal Reaksiyonlar<br />
Anot ve katotta meydana gelen elektrokimyasal reaksiyonlar gözenekli yapının<br />
bütün yüzeylerinde meydana gelen hacimsel reaksiyonlar olarak tanımlanmıştır.<br />
Anot ve katot için elektrokimyasal reaksiyonlar sırası ile Denklem (18) ve (19)’da<br />
verilmiştir. Oksijen iyonu ise bulk madde olarak kabul edilmiştir.<br />
(13)<br />
(14)<br />
(15)<br />
(16)<br />
(17)
269<br />
Anot (17)<br />
Katot (18)<br />
3.2. Sınır Şartları<br />
Göz önüne alınan modelin bütün duvarlarına kaymazlık sınır şartı uygulanmıştır.<br />
Bu yüzden bütün katı yüzeylerde hız sıfıra eşitlenmiştir.<br />
Madde geçişi açısından da bütün dış yüzeylerin geçirgenliği sıfır kabul edilmiştir.<br />
Göz önüne alınan tek kanal KOYP’nin alt, üst ve sol duvarından çevreye taşınımla<br />
ısı kaybı kabul edilmiş ve aşağıdaki bağıntı ile hesaplanmıştır [5] .<br />
Sağ yüzeye ise tekrar eden kanal özelliği taşıdığı için simetrik sınır şartı uygulanmıştır.<br />
3.3. Sayısal Çalışma<br />
3.3.1. Malzeme ve Parametreler<br />
ScSz elektrolit, NiO/ScSz anot, LSM/ScSz katot ve interkonnektörler gözenekli<br />
ortam kabul edilmiş ve detayları Tablo1’de verilmiştir. Transport özellikleri ve<br />
iletkenlik ayarları ise Tablo2’de özetlenmiştir. Sayısal ve deneysel çalışmada<br />
KOYP sistemine yakıt olarak nemli hidrojen (kütlece %3 su) ve oksitleyici olarak<br />
hava (kütlece %79 azot, %21 oksijen) kullanılmıştır.<br />
Tablo 1. Gözenekli ortam özellikleri<br />
Bölge Reaksiyon<br />
S/V Pore k<br />
Anot (1) 0.4 2 100 1e-6 6.23 100000<br />
Katot (2) 0.5 2 100 1e-6 9.6 7700<br />
Elektrolit - 0.01 2 - 1e-6 2.7 1e-18<br />
İnterkonnektör - 0.001 2 - 1e-6 9.6 1e-18<br />
: porozite, : geçirgenlik (m 2 ), S/V:alan-hacim oranı(m -1 ), pore: ortalama boşluk boyutu<br />
(m), k: ısıl iletkenlik katsayısı (Wm -1 K -1 ), σ: katı faz elektriksel iletkenlik (ohm -1 m -1 )<br />
(19)<br />
(20)<br />
(21)
270<br />
Tablo 2. Transport Parametreleri<br />
Bölge<br />
k Γ<br />
Anot IGL MixKin 10 JANNAF MixKin SCH<br />
Katot IGL MixKin 10 JANNAF MixKin SCH<br />
Elektrolit IGL MixKin 10 JANNAF MixKin SCH<br />
Yakıt kanalı IGL MixKin 1e-20 JANNAF MixKin SCH<br />
Hava kanalı IGL MixKin 1e-20 JANNAF MixKin SCH<br />
İnterkonnektör IGL MixKin 1e-20 JANNAF MixKin SCH<br />
ρ: yoğunluk,µ: dinamik viskozite (kgm -1 s -1 ), MixKin: kinetik teori, : özgül ısı (Jkg -1 K -1 ,<br />
JANNAF eğrisi), k: ısıl iletkenlik (Wm -1 K -1 ), Γ: kütle difüzyonu (kgm -1 s -1 , Schmdt sayısı)<br />
3.3.2. Sayısal Çözüm Tekniği<br />
Göz önüne alınan modeldeki akış, ısı ve kütle transferi ve elektrokimyasal reaksiyonları<br />
ifade eden ana denklemler ticari olarak kullanılabilen COMSOL 4.2 programı<br />
ile çözülmüştür. COMSOL programı çözüm yönteminde sonlu elemanlar<br />
metodunu kullanmaktadır.<br />
4. Sonuçlar ve Tartışma<br />
4.1. Deneysel Sonuçlar<br />
Üretilen MEG’ler 700, 750 ve 800°C sıcaklıktaki I-V eğrileri Şekil 4’de verilmiştir.<br />
Performansın sıcaklıkla arttığını görülmektedir. Elde edilen I-V eğrileri üretilen<br />
MEG’in KOYP için uygunluğunu ortaya koymuştur.<br />
Şekil 4. 16 cm 2 aktif alana sahip KOYP tek hücrenin ölçülen I-V-P eğrileri
271<br />
Üretilen tek hücreli KOYP çalışması sırasında anot gaz kanallarının 5 farklı bölgesinden<br />
sıcaklık verileri alınarak hücrenin sıcaklık dağılımı elde edilmiştir. Sıcaklık<br />
verileri hücre sıcaklığı 800°C sıcaklığa ulaştıktan sonra alınmaya başlanmıştır.<br />
Ayrıca 700°C ve 750°C sıcaklıklarında da veri alınarak sıcaklığın dağılım rejimi<br />
karşılaştırılmıştır. Bu incelemelerden biri Şekil 5’de verilmiştir. Pil çalıştırılmaya<br />
başladıktan hemen sonra ölçüm alınan beş noktanın da sıcaklığı hemen artış göstermiştir.<br />
Belli bir süre sonra yakıt ve oksitleyici gaz debilerine ve çalışma voltajına<br />
bağlı olarak sıcaklıklar dengelenmiştir. Bu noktada elektrokimyasal reaksiyonlar<br />
sonucu ortaya çıkan ısı ile çevreye olan ısı kaybı denge durumuna gelmiştir. Bütün<br />
çalıştırma voltajlarında sıcaklık değerlerinde benzer eğilim saptanmıştır. Paralel<br />
akışta hücre içerisinde ortalama sıcaklığın düştüğü gözlemlenmiştir. Bunun sebebi<br />
hidrojen girişine denk gelen MEG’in diğer tarafındaki kanalın hava çıkışı olmasından<br />
kaynaklanmaktadır. Hava girişten çıkışa kadar ısınmakta, dolayısı ile hidrojenin<br />
girişi daha sıcak bir ortam oluşmasına sebep olmaktadır.<br />
Farklı fırın sıcaklıklarında çalıştırılan KOYP’nin sıcaklık dağılımları Şekil 5, 6 ve<br />
7’de gösterilmiştir. Buradaki verilerin benzer eğilimde grafif oluşturmuş olması<br />
deneysel çalışmayı doğrular niteliktedir.<br />
Farklı amper değerlerinde çalıştırılan tek hücre KOYP’nin sıcaklık dağılımı Şekil 8<br />
ve 9’da verilmiştir. 2 amper ile 4 amper arasında çok fazla sıcaklık farkı yok iken 8<br />
amper güç çekilmesi ile aradaki sıcaklık farkı netleşmektedir. Kanal sıcaklıklarındaki<br />
artış sürekli bir elektrokimyasal aktivitenin göstergesidir. Bu sayede artan<br />
amper ile sıcaklık artışı gösterilmiş olmaktadır. Amper karşılaştırması ters akış ve<br />
paralel akış durumları için de karşılaştırılmıştır. Görüldüğü üzere ters akışta ortalama<br />
sıcaklık ve ortalama hücre sıcaklığının yine arttığı gözlemlenmiştir.<br />
Farklı hidrojen debisi için sıcaklık dağılım verileri Şekil 10 ve 11’de verilmiştir.<br />
Görüldüğü üzere paralel akışta debinin artışı ile birlikte fırın çıkış sıcaklığı ve iç<br />
sıcaklığında sürekli bir düşmenin olduğu gözlemlenmiştir. Ters akışta ise hücre<br />
sıcaklığının arttığı gözlemlenmiştir.<br />
Şekil 5. Fırın Sıcaklığı: 800 o C, Hidrojen Debisi 500 mL/dk, Hava Debisi 1000 mL/dk,<br />
Sabit Akım: 4 Amper
272<br />
Şekil 6. Fırın Sıcaklığı: 750 o C, Hidrojen Debisi 500 mL/dk, Hava Debisi 1000 mL/dk,<br />
Sabit Akım: 4 Amper<br />
Şekil 7. (Fırın Sıcaklığı: 700 o C, Hidrojen Debisi 500 mL/dk, Hava Debisi 1000 mL/dk,<br />
Sabit Akım: 4 Amper)<br />
Şekil 8. (Fırın Sıcaklığı: 800 o C, Hidrojen Debisi 500 mL/dk, Hava Debisi 1000 mL/dk,<br />
Sabit Akım: Değişken)
Şekil 9. (Fırın Sıcaklığı: 800 o C, Hidrojen Debisi 500 mL/dk, Hava Debisi 1000 mL/dk,<br />
Sabit Akım: Değişken)<br />
Şekil 10. (Fırın Sıcaklığı: 800 o C, Hidrojen Debisi Değişken, Hava Debisi 1000 mL/dk,<br />
Sabit Akım: 4 Amper)<br />
Şekil 11. (Fırın Sıcaklığı: 800 o C, Hidrojen Debisi Değişken, Hava Debisi 1000 mL/dk,<br />
Sabit Akım: 4 Amper)<br />
273
274<br />
4.2. Sayısal Sonuçlar<br />
KOYP çalışmasının detayların anlaşılması adına akış, akım, madde ve sıcaklık<br />
dağılımlarını belirlemek için geliştirilen matematiksel model sayısal olarak çözülmüştür.<br />
Hava ve hidrojen debileri sırası ile 1000 mL/dk ve 500 mL/dk iken 0,6V<br />
çalışma voltajındaki pil içi sıcaklık dağılımı Şekil 12 (a)’da verilmiştir. Sayısal<br />
hesaplama yalnızca ters akış için yapılmıştır. Deneysel sonuçlara benzer olarak<br />
elektrokimyasal reaksiyonlar sonucunda pil içi sıcaklık giriş bölgesinden çıkış<br />
bölgesine doğru gidildikçe artmaktadır. Ayrıca interkonnektör temas yüzeylerindeki<br />
sıcaklıklar daha yüksektir. Bu sonuç elektrokimyasal reaksiyonların dolayısı ile<br />
KOYP performansının iyileştirilmesi adına akım toplamanın önemini ortaya koymuştur.<br />
Hidrojen konsantrasyonun anot gaz kanalı içerisindeki değişimi Şekil 12 (b)’de<br />
gösterilmiştir. Kanalın orta kısımlarında yüksek olan hidrojen konsantrasyonunun<br />
akım toplayıcı yakınında daha düşük olduğu görülmektedir. Bu durum yine akım<br />
toplayıcı yakınında artan elektrokimyasal aktiviteye bağlanmıştır. Su buharı dağılımlarında<br />
da benzer durum görülmektedir.<br />
(a) (b) (c)<br />
Şekil 12. (a) Anode gaz kanalındaki sıcaklık dağılımı (V=0.6V), (b) Anot gaz kanalı boyunca hidrojen<br />
tüketimi (V=0.6V), (c) Anot gaz kanalındaki su konsantrasyonu (V=0.6V)<br />
4.3. Deneysel ve Sayısal Sonuçların Karşılaştırılması<br />
800°C çalışma sıcaklığındaki sayısal ve deneysel I-V eğrisi karşılaştırılması Şekil<br />
13’de verilmiştir. Geliştirilen matematiksel modelin deneysel sonuçlarla genel<br />
olarak uyum içerisinde olduğu görülmektedir. Fakat simülasyon sonuçları deneysel<br />
sonuçlara göre daha yüksek çıkmıştır. Bu durum deneysel çalışmada akım toplamadaki<br />
sorunlara bağlanmıştır.
5. Sonuçlar<br />
Şekil 13. Performans sonuçlarının karşılaştırılması<br />
275<br />
KOYP için sıcaklık pil içi sıcaklık dağılımı deneysel ve sayısal olarak incelenmiştir.<br />
Deneysel çalışmada ScSz elektrolit destek, NiO/ScSz anot ve LSM/ScSc katot<br />
içeren 16 cm 2 aktif alanlı KOYP MEG’leri şerit döküm ve ipek baskı teknikleri ile<br />
imal edilmiştir. Üretilen MEG’lerin performansı farklı çalışma voltaj ve sıcaklıklarında<br />
ölçülmüştür. Ayrıca KOYP çalışması sırasında pil içi sıcaklık ölçümleri de<br />
yapılmıştır. Üretilen MEG’ler Crofer22APU © interkonnektör ile birlikte 700-800°C<br />
çalışma sıcaklığında oldukça iyi bir güç ortaya koymuştur. Elde edilen sonuçlar,<br />
üretilen KOYP MEG’in 700-800 °C çalışma sıcaklığında uygulamada kullanılabilir<br />
yeterlilikte olduğunu göstermektedir. Ayrıca sıcaklık dağılımının ters akışta artış<br />
gösteriyor olması bize tasarım yaparken referans olacaktır. Sistemdeki sıcaklık<br />
farklılıklarını en aza indirgemek için akış yönlerinin etkisinin önemli olduğu gözlemlenmiştir.<br />
Teorik çalışmada akış, ısı ve kütle transferi, şarj korunumu ve elektrokimyasal<br />
reaksiyonlar modellenmiş, model farklı çalışma parametreleri için sayısal olarak<br />
çözülmüştür. Sonuçlar elektrokimyasal reaksiyonların akım toplayıcı yakınında<br />
daha yoğun olduğunu ve bu yüzden sıcaklığın bu bölgelerde daha yüksek olduğunu<br />
göstermiştir. Ayrıca gerek akış doğrultusunda gerekse de kanal derinliği doğrultusunda<br />
sıcaklık ve madde dağılımlarında değişmeler olduğunu ortaya koymuştur.<br />
Yüksek sıcaklık farklılığının ve düşük çalışma voltajlarının MEG için zararlı olabilecek<br />
termal gerilmelere neden olacağı sonucuna varılmıştır.<br />
Sayısal sonuçlar ile deneysel sonuçlar yakın değerler ortaya koymuştur. Bu iki<br />
sonuç arasındaki farklılıklar deneysel çalışmadaki akım toplamada karşılaşılan<br />
problemlere ve sayısal çalışmadaki kabullere bağlanmıştır.
276<br />
Kaynakça<br />
[1] Yakabe H., Hishinuma M., Uratani M., Matsuzaki Y., Yasuda I., Evaluation and modeling<br />
of performance of anode-supported solid oxide fuel cell, J Power Sources 86 (2000)<br />
423–31.<br />
[2] Recknagle K. P., Williford R. E., Chick L. A., Rector D. R., Khaleel M. A., Threedimensional<br />
thermo-fluid electrochemical modeling of planar SOFC stacks, Journal of<br />
Power Sources 113 (2003) 109-114.<br />
[3] Wang Y., Yoshiba F., Watanabe T., Wang S., Numerical analysis of electrochemical<br />
characteristics and heat/species transport for planar porous-electrode-supported SOFC,<br />
Journal of Power Sources 170 (2007) 101-110.<br />
[4] Pasaogullari U., Wang C.Y., "Computational Fluid Dynamics Modeling of Solid Oxide<br />
Fuel Cells", in Proceedings of SOFC-V<strong>II</strong>I, Eds. S.C. Singhal and M. Dokiya (2003)<br />
1403-1412.<br />
[5] Incropera F. P., Dewitt D. P., Introduction to Heat Transfer, John Wiley & Sons, (1996)<br />
New York.<br />
Tüm Kitap İhtiyaçlarınız için<br />
www.tdk.com.tr<br />
Türkiye’nin İnternet Kitapçısı
ALTERNATİF ENERJİLER VE MAKİNE<br />
TEKNOLOJ<strong>İLERİ</strong> UYGULAMALARI<br />
277
278
OPTİK TEKNOLOJİSİNİN ÖLÇÜM TEKNİKLERİ VE KONTROL<br />
SİSTEMLERİ ALANINDAKİ UYGULAMALARI<br />
Özet<br />
Ferit ARTKIN<br />
Kocaeli Üniversitesi Gebze Meslek Yüksekokulu<br />
279<br />
Optik ve lazer teknolojisinin ölçüm ve kontrol tekniklerinde kullanılan bazı uygulamaları<br />
arasında; Optik Sensörler, Malzemelerdeki Yüzey Pürüzlülüklerinin Hesaplanması,<br />
Fotogrametri Teknikleri, Lazer Tarama ve Dijital Görüntüleme ve<br />
Kalite Kontrol gösterilebilir. Bu alanlarda matematiksel modellemeler dışında<br />
endüstriyel uygulamalarda bulunmaktadır. Sensörlerin endüstriyel uygulamaları<br />
için; uygun amaçlara yönelik kullanılması oldukça önemlidir. Sensör seçimi statik<br />
ve dinamik karakteristikler yanında ortam etkileri ve işlevsellik gibi faktörlere de<br />
bağlıdır. Bununla birlikte ölçüm, veri toplama sistemi, maliyet şartları da<br />
gözönünde bulundurulmalıdır. Optik sensörler endüstriyel uygulamaların çeşitli<br />
aşamalarında; bir işin otomatik olarak yapılması gereken yerlerde yaygın olarak<br />
kullanılmaktadır.<br />
Anahtar Kelimeler: Optik Ölçüm ve Kontrol, Sensörler, Yüzey Pürüzlüğünün Optik Yöntemlerle<br />
Hesaplanması Fotogrametri, Kalite Kontrol.<br />
Giriş<br />
Optik teknolojisindeki baş döndürücü gelişmeler endüstriyel alanlarda ve günlük<br />
yaşantımızda uygulama alanları bulmuştur, her geçen günde uygulama alanlarında<br />
artış gözlemlenmektedir. Optik tarama teknolojisi geliştikçe veri yakalama çözümleri<br />
açısından tüm sektörler daha fazla seçeneğe sahip olmaktadır. Lazer tarama<br />
teknikleri kullanılarak malzemelerin yüzey pürüzlülükleri optik yöntemlerle belirlenebilmektedir,<br />
özellikle karmaşık geometriye sahip objelerin ve yüzeylerin analizi<br />
diğer ölçüm tekniklerine kıyasla çok kısa sürede ve yüksek detay zenginliğinde 3boyutlu<br />
olarak elde edilebilmektedir. Endüstriyel uygulamalarda sık kullanılan bir<br />
sensör türü de optik sensörlerdir. Bu sensörlerin endüstriyel uygulamalarda sağlamış<br />
olduğu bazı avantajlarda bulunmaktadır. Fotogrametri uygulamaları ile kalite<br />
kontrol alanında interferometre, dijital mikroskoplar alanında da optik ölçüm ve<br />
kontrol teknikleri kullanılır.<br />
1. Lazer Tarama Teknolojileri<br />
Lazer tarama sistemi çalışma mekanizması lazer ışını üreten bir sistem yardımıyla<br />
ışını odaklamak için bir mercek kullanılmasıyla gerçekleşir hareket eden otomatik
280<br />
kontrol sistemi aracılığıyla hedef boyunca hızla ileri-geri hareket ettirilerek hedefi<br />
aydınlatan bir lazer hattı oluşturur. Hedeften yansıtılan lazer ışığı bir foto detektör<br />
üzerine gönderilir, toplanan lazer ışın demeti dışarıdan bu demete müdahale edebilecek<br />
ışığı reddetmesine olanak verir, bu sistemin en önemli avantajlarından biridir.<br />
Bu aşamadan sonra; foto detektör yansıtılan lazer ışığını elektrik analog sinyaline<br />
dönüştürür ve analog sinyali dijital veriye çevirir. Tarayıcı dijital verileri işler ve<br />
verileri yorumlamak için semboloji algoritması uygular, en son basamakta ise; bir<br />
denetleme basamağı üzerinden bilgileri doğrular verileri sisteme bağlı ana bilgisayara<br />
gönderir.<br />
Lazer tarama sistemleri kullanım amacına göre; düşük fiyat ve yüksek verimlilik<br />
sağlayabilmektedir. Lazer tarayıcılar ışık hüzmesini yayılmadan ve dağılmadan<br />
yansıtabilme özelliğine sahip olması diğer avantajıdır. Lazer ışını, tarayıcı sensörün<br />
görüş hattından yayıldığı için doğrudan tarama yapmak kolaylaşır. Lazer tam olarak<br />
tarayıcı sensörün gördüğü her şeyi yansıtabilir, bu şekilde tarama işlemi hızla gerçekleşebilir.<br />
2. Fotogrametri<br />
Ölçme ve görüntüleme sistemlerinin gelişmesi gerçek anlamda fotogrametri tekniklerini<br />
gelecekte en çok kullanılacak yöntemler haline dönüştürecektir.<br />
Fotogrametrinin amaçlarından birisi, gerçek dünyayı sanal dünyaya dönüştürmektir.<br />
Bu konuda kullanılan görüntüleme yöntemleri güvenlik, telekonferans, tanıtım,<br />
sanal gezi, robot navigasyonu gibi çeşitli alanlarda yaygın olarak kullanılmaya<br />
başlamıştır. Internet ve multimedya teknolojisinin gelişmesi ile izleyiciler panorama<br />
(bütün görüş) ile ortamı sanki ‘gerçekte oradaymış gibi’ gezebilirler.<br />
Panoramik görüntülerin avantajı iç mekanın ya da şehir meydanları gibi büyük<br />
alanların birkaç resim ya da tek resim ile yüksek çözünürlükte fakat düşük maliyet<br />
ile görüntülenebilmesidir. Bu tarz mekanların üç boyutlu yüksek çözünürlüklü<br />
modellerini oluşturabilmek, yapı cepheleri gibi mimari fotogrametrinin gereksinim<br />
duyduğu yüksek çözünürlüklü ortofotografları elde edebilmek ve diğer mimari<br />
fotogrametrik uygulamalar için avantaj sağlamaktadır.<br />
3. Optik Sensörler ve Endüstriyel Uygulamaları<br />
Optik dönüştürücüler ve sensörlerdeki uygulamalar günlük hayatımızda da uygulama<br />
alanları bulmuştur. Güneş pili ve enerji uygulamalarında, sokak aydınlatmalarında,<br />
optik sensörlü otomatik kapılarda v.b. alanlarda uygulamaları bulunmaktadır.<br />
Güneş pilleri (foto-voltaik piller), yüzeylerine gelen güneş ışığını doğrudan elektrik<br />
enerjisine dönüştüren yarı iletken maddelerdir. Yüzeyleri kare, dikdörtgen, daire<br />
şeklinde biçimlendirilen güneş pillerinin alanları genellikle 100 cm² civarında,<br />
kalınlıkları ise 0.2-0.4 mm. arasındadır.
(a) (b)<br />
Şekil 1. Şebekeye enerji veren güneş pilleri (a), güneş enerjisi ile cep telefonu şarjı (b).<br />
(c) (d)<br />
Şekil 2. Güneş pilleri ile sokak aydınlatması (c), çatısı güneş pili kaplı bir ev (d).<br />
281<br />
Günümüzde endüstriyel uygulamalar için çok çeşitli sensör tipleri mevcuttur bu<br />
sensörlerden kullanım amacına göre doğru tercihin yapılması oldukça önemlidir.<br />
Sensör seçimi yapılırken dikkat edilmesi gereken kriterler; statik özellikler (doğruluk,<br />
uygunluk, bozulma, topraklama, izolasyon, mesafe, tekrarlanabilirlik, çözünürlük..),<br />
dinamik özellikler (transfer fonksiyonu, frekans cevabı, darbe etkisi, adım<br />
tepkisi..), ortam etkileri (çalışma sıcaklık sınırı, termal çevrimi, çalışma nem sınırı,<br />
EMI koruma, RFI koruma) ve işlevsellikdir. Bununla birlikte dikkat edilmesi gereken<br />
diğer kriterler arasında ölçüm, veri toplama sistemi, bulunabilirlik ve maliyet<br />
şartları da göz önünde bulundurulmalıdır.
282<br />
Endüstriyel uygulamalarda oldukça yaygın bir şekilde kullanılan sensör tipide optik<br />
sensörlerdir. Optik sensörler hareket ve otomatik kontrol gerektiren sistemlerde<br />
yaygın bir şekilde tercih edilirler. Optik sensörlerin endüstriyel uygulamalarda<br />
sağlamış olduğu bazı avantajlar bulunmaktadır. Bu avantajlardan bazıları;<br />
� Algılanan cisme teması yoktur.<br />
� Algılanacak cisim farklı tipte malzemeler olabilir.<br />
� Algılama mesafesi uzundur (Cisimden yansımalı da 1 m, karşılıklı tipte 60<br />
m’dir.)<br />
� Cevap süresi kısadır (20 µs’ye kadar düşebilir).<br />
� Hassas konumlama yapılabilir.<br />
� Renk ayrımı yapılabilir.<br />
Endüstriyel alanlarda kullanılan çeşitleri;<br />
Karşılıklı Tip: Karşılıklı tip sensörde, cisim alıcı-verici sensör algılayıcıların olduğu<br />
eksene girdiğinde algılama yapabilirler.<br />
Şekil 3. Karşılıklı tip optik sensör ve uygulaması.<br />
eflektörden Yansımalı Tip: Reflektörden yansımalı modelde sensör algılacısından<br />
yayılan ışık reflektörden yansıyarak geri dönmektedir. Cisim reflökter ile sensör<br />
arasına girdiğinde algılanabilir.<br />
Şekil 4. Reklektörden yansımalı tip optik sensör.<br />
Cisimden Yansımalı Tip: Cisimden geri dönen ışık kazanımı tanımlanan eşik<br />
değerini geçtiğinde algılama yapılabilir.<br />
Şekil 5. Cisimden yansımalı tip optik sensör.
Odaklı Cisimden Yansımalı Tip: Cisim üzerine gönderilen ışın odaklanmıştır.<br />
Eğer odaktan bir kayma gerçekleşirse algılama yapılabilir.<br />
Uygulama Örnekleri:<br />
Şekil 6. Odaktan yansımalı tip optik sensör.<br />
Şekil 7. Ürün bandında ilerleyen parçaların sağlamlık kontrolünde kullanılan optik sensörler.<br />
4. Sonuç<br />
283<br />
Yapılan çalışma sonunda optik kontrol mekanizmalarının doğruluk, zaman, verimlilik<br />
yönünden diğer sistemlerden daha üstün olduğu ortaya konulmuştur. Günümüzde<br />
her geçen gün uygulama alanları genişleyen optik kontrol ve uygulamaları ile<br />
ilgili bazı örnekler ve endüstriyel uygulamalar bu çalışmada incelenmiştir. Optik<br />
sensörlerin özellikle otomatik kontrol, robotik sistemler ve CNC (Computer<br />
Numeric Control) tezgahlarında ve PLC sistemlerinde geniş uygulama alanı bulunmaktadır.<br />
Kaynakça<br />
1. Baştanlar, Y., Yardımcı, Y., 2005, Hiperbolik Aynalı Katadioptrik Tüm Yönlü Kameralar<br />
için Parametre Çıkarımı, IEEE Xplore, 20.04.2009.<br />
2. Kwiatek, K., 2005, Generation of virtual tour in the 3D space applying panoramas,<br />
exercised on the site of Dresden and Crakow. AGH University of Science and<br />
Technology.<br />
3. B.Ergün, C.Şahin, Digital Spherical Photogrammery Techniques Recently in Use, Harita<br />
Dergisi, Temmuz 2009.<br />
4. Akyol O., Duran Z., Aydar U., <strong>2011</strong>. Düşük Maliyetli Optik Tarayıcı Sistem Örneği,<br />
Türkiye Ulusal Fotogrametri ve Uzaktan Algılama Birliği, VI. Teknik Sempozyumu, 23-<br />
26 Şubat <strong>2011</strong>, Antalya.
284<br />
5. Reshetyuk Y., 2006. Investigation and calibration of pulsed time of flight terrrestrial<br />
laser scanners, Royal Institute of Technology Department of Transport and Economic<br />
Division of Geodesy, Stockholm, Sweden.<br />
6. U. Aydar, Ö. Avşar, Ş.Kaya, E. Bozkurtoğlu, D.Z.Şeker, Yüzey Pürüzlülük Açılarının<br />
Lazer Tarayıcılar Yardımıyla Belirlenmesi, TMMOB Harita ve Kadastro Müh.Odası 13.<br />
Türkiye Harita Bilimsel Teknik Kurultayı, 18-22 Nisan <strong>2011</strong>, Ankara.<br />
7. Elektrik-Elektronik Teknolojisi, Elektronik Enstrümantasyon ve Kontrol, 523EO0088<br />
Modülü, Ankara, <strong>2011</strong>.<br />
8. Kalite Kontrolde Ölçme Teknikleri, Gaziantep Üniversitesi, Makine Müh. ME472 Seminer,<br />
Yrd.Doç.Dr.A.Tolga Bozdana.<br />
9. Parian, J. A., 2007. Sensor Modeling Calibration and Point Positining with Terrestrial<br />
Panoramic Cameras. Doctora Thesis, E.T.H. Zurich, Swisszerland.<br />
10. Parian, J. A., 2006. Panoramic Imaging Techniques, Sensor Modelling and Applications,<br />
International Summer School ‘‘Digital Recording and 3D Modelling’’, Crete, Greec 24-<br />
29th April 2006.<br />
11. Şahin, C., 2009, Yakın Resim Alanında Fotogrametri ve Lazer Tarama Yöntemlerinin<br />
Optimizasyonu ve Bütünleştirilmesi, Doktora tezi ara raporu, Yıldız Teknik Üniversitesi,<br />
Fen Bilimleri Enstitiüsü, İstanbul.<br />
12. Duran Z., Aydar U., 2009. Nippur Uzunluk Ölçme Aletinin 3B Modellemesi ve Görselleştirilmesi,<br />
Türkiye Ulusal Fotogrametri ve Uzaktan Algılama Birliği V. Teknik Sempozyumu,<br />
Şubat 4-5, Ankara.<br />
13. Gümüş K., Erkaya H., 2007. Mühendislik Uygulamalarında Kullanılan Yersel Lazer<br />
Tarayıcı Sistemler, TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası 11. Türkiye Harita<br />
Bilimsel ve Teknik Kurultayı, 2-6 Nisan 2007.
ÜRETİMDE KALİTE ARTIŞINA BAĞLI REKABET<br />
GÜCÜNÜ ARTTIRMAK İÇİN TEZGAHLARININ<br />
TEKNOLOJİK GÜCÜNÜ KULLANMAK<br />
Dr. Müh. Erdal GAMSIZ<br />
TİAD Yönetim Kurulu Başkanı<br />
285<br />
Yaşamımızın her alanında olduğu gibi, imalat sektöründe de rekabetçi olabilmek<br />
“ürünü satılabilir hale getirme yeteneğini” geliştirmekle mümkün olabilir. Rekabet<br />
gücünü arttıran, dünya pazarlarında rakipleri ile mücadele edebilen ve rakiplerini<br />
maliyet/kalite/temin süresi üçgeninde geçebilen firmalar varlıklarını devam ettirebilecekler<br />
ve gelişeceklerdir. İmalat sektöründe de rekabetçiliğin tanımı; En kısa<br />
sürede, en iyi ve kaliteli ürünü, en ucuza yapabilmektir. Bu üçlü geleneksel temel<br />
rekabet unsurlarına günümüzde bir de “Karlı satabilme yeteneğini” eklemek gerekir.<br />
Bu üçlüde rekabet gücünde vazgeçilemez unsur KALİTE ‘dir. Üretimde kaliteli<br />
üretim yapmanın en temel yolu takım tezgahların teknolojik gücünü kullanmaktan<br />
geçmektedir. Başta üretim kapasitelerinde sağladığı artışlar olmak<br />
üzere, özellikle de son yıllarda takım tezgahlarındaki teknolojik gelişmelere bağlı<br />
yüksek hızlarda ve yüksek hassasiyetlerdeki çok fonksiyonlu ve çok eksenli takım<br />
tezgahları ve bunları destekleyen tasarım ve imalat yazılımları sayesinde en üst<br />
düzeyde KALİTELİ KALIPLAR, Makine parçaları, otomobil, uçak ve beyaz eşya<br />
gibi bir çok sektörde parça ve ürünler üretilmektedir.<br />
Rekabetçilik Nedir?<br />
Rekabetçilik; en kısa sürede, en kaliteli ürünü, en ucuza yapabilme ve bunu yaparken<br />
de minimum alanda, minimum adam ile, minimum zamanda maksimum işi elde<br />
etmektir.<br />
Özet olarak rekabetçilik; ürünü karlı satabilme yeteneği<br />
Maliyet kalemlerine bakıldığında, maliyetleri; Takım Giderleri, Ham Madde/Malzeme<br />
giderleri, İşçilik, Makine Yatırım giderleri ve Genel giderler olarak<br />
sıralayabiliriz. Bu maliyet kalemlerindeki giderleri ne kadar düşülürse, o kadar daha<br />
rekabetçi olunabilir ve ürünleri daha karlı satma imkanı elde edilir.<br />
Bu maliyetleri düşürmek için gereksinimlerin başında performans gelir. Performansı<br />
etkileyen faktörleri ise; HIZ, KALİTE ve VERİM olarak özetlemek mümkündür.<br />
CNC Takım Tezgahlarının teknolojik gücünü kullanabilmek için bazı ihtiyaçları<br />
karşılamak gerekir. Bunlar üretimdeki rekabet gücünü etkileyen en önemli ihtiyaçlar<br />
ve kriterlerdir.
286<br />
I- Kesici Takım Teknolojileri<br />
KESİCİ TAKIM Teknolojileri başta gelen ve rekabette en önemli parametrelerden<br />
birisidir. Kesici takımları seçerken dikkat edilmesi gereken en önemli hususları<br />
aşağıdaki şekilde sıralamak mümkündür;<br />
- Yüksek Hız ve Yüksek Performanslı İşleme Takımları<br />
- Minimum Takım Sayısı (Kombine Takım Kullanımı)<br />
- Hassas Takım Tutucu seçimi<br />
<strong>II</strong>- Bağlama ve Aparat Sistemleri<br />
Bağlama ve Aparat Sistemleri rekabetteki diğer önemli bir parametredir. İyi tasarlanmış<br />
bir bağlama ekipmanı ile;<br />
� Hız (yüksek hızda kesim): Maliyette kazanç<br />
� Yüksek Parça Kalitesi (hassasiyet): YÜKSEK YETERLİLİK (Cp, Cpk)<br />
� Güvenilirlik<br />
� Esnek imalatta düşük ayar süreleri<br />
Çoklu Bağlama Sistemleri<br />
� Fikstür konsept & tasarımı:<br />
– Maksimum adette parça bağlama<br />
– Minimum operasyon sayısı<br />
– Maksimum parça işlenebilirliği (değişik açılardan parçanın işlenebilmesi)<br />
– Operasyon balansı<br />
– Minimum talaş birikimi<br />
– Rijitlik<br />
– Bağlama hassasiyeti ve tekrarlaması (kaliteli komponent kullanımı)<br />
– Parça bağlama sürelerinin optimizasyonu (hidrolik/mekanik fikstür)<br />
– Parça oturma teyidi<br />
– Otomasyon için parça sıkma-sökme teyidi<br />
<strong>II</strong>I- Makina Teknolojileri<br />
Üretimde kalite artışına bağlı rekabet gücünü arttırmak için takım tezgahlarının<br />
teknolojik gücünü kullanmak en önemli husustur. Kaliteli üretim yapmayı ve rekabeti<br />
direk etkileyen üretim araçlardır. Takım tezgahlarını seçerken dikkat edilmesi<br />
gereken en önemli hususları aşağıdaki şekilde sıralamak mümkündür;<br />
Hız<br />
� Durmaksızın yüksek hızlarda çalışabilecek tasarım ve kalite<br />
� İş mili devri ve ivmelenmesi
Sonuç<br />
� Eksen hızları, ivmelenme ve yavaşlama<br />
� Takım değiştirme süresi<br />
� Takım hazırlık süresi<br />
� Paralel prosesler<br />
Hassasiyet<br />
� Gövde Yapısı (rijitlik)<br />
� Termal stabilite (ısı değişimlerine karşı koruma)<br />
� Vidalı mil soğutma<br />
� İş mili<br />
- Titreşim<br />
- Salgı<br />
- Yağlama<br />
- Rulman yapısı<br />
- Soğutma<br />
- Uzama kontrolü<br />
Güvenilirlik<br />
� Yüksek imalat kalitesi<br />
� Kaliteli komponent ve yan ekipmanlar<br />
� Kolay bakım<br />
- AAOZ (arızalar arası ortalama zaman) & OTS (ortalama tamir süresi)<br />
- AAOZ=2000 saat, OTS=18 saat<br />
287<br />
Rekabet gücünü arttırmak için maliyetlerin düşürülmesi kaçınılmazdır. Makina<br />
performansının %30 artırılması ile parça maliyetlerinin düşürülmesi %15-%20 arası<br />
kazanç sağlar.<br />
Maliyet kalemleri aşağıdaki şekilde sıralanabilir:<br />
Gider Tanımı Oran (%)<br />
Malzeme 22%<br />
Makina 26%<br />
İşçilik 28%<br />
Genel Giderler 21%<br />
Takım 3%<br />
Toplam 100%
288<br />
Rekabetçi olabilmek ve yüksek verimlilikte üretim yapabilmek için;<br />
� Teknolojik makinalar<br />
� Yüksek hassasiyetlerde kesici takımlar<br />
� Bağlama ekipmanı (özellikle çoklu)<br />
� (Robot) entegrasyonunu veya yükleme ve boşaltma sistemlerini optimum<br />
şekilde yapmak kaçınılmazdır<br />
Bilgisayar destekli tasarım ve imalat çözümleri aşağıdaki şekilde özetlenebilir;<br />
� Tasarım<br />
� Onaylama analiz<br />
� Bilgi yönetimi<br />
� İletişim<br />
� Dökümantasyon<br />
� CAM<br />
� Yayınlamak<br />
IV- Onaylama Analiz (Similasyon)<br />
En kısa sürede, en kaliteli ürünü, en ucuza yapabilmek için tasarımda doğrulama en<br />
önemli olgudur. Tasarımda onaylama teknolojileri Verimliliği %50 civarında daha<br />
hızlandırmakta ve bu teknolojileri kullanan firmaların rekabet gücünü arttırmaktadır.<br />
CAD ve ANALİZ Programları ile Daha VERİMLİ Sonuçlar elde edersiniz.<br />
CAD ve analiz sistemlerini kullanmanın sonuçları 80,000+ kullanıcı 50+ ülkede<br />
yapılan araştırmaya göre;<br />
� 50% hataları azalttı<br />
� %70 CAD maliyetini azalttı<br />
� %30 verimliliği arttırdı<br />
� %40 ürün geliştirme maliyetlerini düşürdü<br />
� Verimlilik %50 daha hızlandı<br />
� %50 ürün geliştirme zamanını azalttı<br />
� %400 ürün satışını arttırdı<br />
KATMA Değer, ürünün son aşamasında ilave edilebilir bir şey değildir. İyi Tasarım<br />
ile daha tasarım Aşamasında analiz programları kullanılarak gerçekleştirilebilir.<br />
V- Bulut Teknolojileri<br />
Basit network diagramlarında Internet’i temsil etmede çoğunlukla kullanılan bulut<br />
resminden yola çıkılarak adı konulan “Bulut Bilgi İşlem” kavramı herhangi temel
289<br />
bir uygulamanın Internet üzerinden çalışılabilmesi demektir. Özellikle son yıllarda<br />
bulut teknolojileri başta tasarım araçlarında olmak üzere üretimde de kullanılmaya<br />
başlamıştır.<br />
Yeni bulut uygulamarın ana özellikeri şunlardır:<br />
1. Başka lokasyonlar ile ONLINE çalışabilme imkanı<br />
2. Ortak kullanılan tasarımları, parçaları, standart elemanları direk kullanabilme<br />
imkanı<br />
3. Platform ve cihazlardan bağımlılığı yoktur. Bağımsızdır ve her platform ve<br />
cihazda çalışabilmekte<br />
4. Local de çalışabilme. Internet bağlantınız olmadan çalışabilmekte<br />
5. Güvenlik ve kişiye özel güvenlik ayarları. Kullanıcının izin verdiği ölçüde<br />
buluttaki veriler paylaşılabilir.<br />
6. Arzu edilen kişi kadar kullanıcı. Sınırsız kullanıcı yetkisi<br />
7. Local deki verilerle senkronizasyon imkanına sahip<br />
CNC Takım tezgahlarında kaliteli, hassas ve verimli işler yapabilmenin yolu ise<br />
ileri teknoloji ve bilgiden geçmektedir.<br />
Tüm Kitap İhtiyaçlarınız için<br />
www.tdk.com.tr<br />
Türkiye’nin İnternet Kitapçısı
290
TAKIM TEZGAHLARI SEKTÖRÜNÜN<br />
GELECEĞİ VE TEKNİK EĞİTİMİN ÖNEMİ<br />
Mak. Yük. Müh. Hayrettin KAĞNICI<br />
TİAD Yönetim Kurulu Üyesi<br />
291<br />
Takım Tezgahları, bütün diğer makinaların imalatını sağlayan bir ana makinadır.<br />
İmal edilen her şey, ya bir takım tezgahı ya da yine bir takım tezgahı ile imal edilmiş<br />
bir makina vasıtası ile imal edilmektedir.<br />
Türk Takım Tezgahları sektörünü, Almanya, Japonya, Tayvan, Kore gibi ülkelerle<br />
kıyasladığımızda aşağıdaki tablolar ortaya çıkmaktadır:
292
Sanayileşmek gelişmiş ülke olmanın tariflerinin başında gelmekte olup, yüksek<br />
kapasiteli ve teknolojik ürünler üretmektir.<br />
Ülke kalkınması sanayileşme ile gerçekleşir. Sanayileşme; “TEKNİK EĞİTİM”<br />
ile başlar.<br />
Takım Tezgahları teknolojisi ne kadar yeni ise, tezgahlarda üretilen ürünler de o<br />
kadar yeni ve ileri teknoloji olacaktır.<br />
Teknolojinin takibi ancak devamlı, kesintisiz (ömür boyu) öğrenim ve bilgi ile<br />
olabilmektedir.<br />
293<br />
Türkiye Sanayi Strateji Belgesi ve Eylem Planında “Beceri ve İnsan Kaynağı”,<br />
Makine Sanayi Strateji Belgesi ve Eylem Planı Taslağında ise “Öncelikli Sorun<br />
Alanları” başlıkları altında Nitelikli İş Gücü yetiştirilmesi amacıyla Mesleki ve<br />
Teknik Eğitimin önemi bir kez daha vurgulanmıştır.<br />
Örnek verecek olursa Güney Kore’de 1998 yılında artan işsizliğe karşı hazırlanan<br />
önlem paketi dört ana başlıktan oluşuyordu:<br />
� İstihdamı koruma<br />
� Yeni istihdam yaratma<br />
� Mesleki eğitim<br />
� İşe yerleştirme<br />
Güney Kore’de “Mesleki Eğitim” programı işsizliğe karşı hazırlanan önlem paketinin<br />
bir ayağını oluşturuyordu. Bu programlar:<br />
1- İşyerlerinden çıkartılan işçileri meslek içi eğitim yoluyla yeniden işe kazandırmak<br />
2- Geçici ve yarı zamanlı işlerde çalışmış, ancak halihazırda işsiz olan kişilere<br />
yönelik kurslar<br />
3- İşgücüne yeni katılan işsiz gençlere yönelik meslek edindirme kursları<br />
4- Kendi işini kurmak isteyenlere yönelik girişimcilik kursları<br />
5- Fiziksel güç isteyen işlere yönelik kurslar<br />
Bu kurslardan ilki dışındakiler için merkezi bütçeden kaynak ayrıldı.
294<br />
1998 ve 1999 yıllarında işsizlerin yaklaşık yarısını oluşturan toplam 700 binden<br />
fazla kişi bu kurslara katıldı. 1998 yılında kursa katılanların %20’si Makine,<br />
%16,7’si Bilgi Teknolojileri, %16,6’sı Hizmet, %17,2’si Yöneticilik üzerine eğitim<br />
aldı.<br />
GÜNEY KORE TAKIM TEZGAHI SEKTÖRÜ GELİŞİMİ (Milyon USD)<br />
Teknik Eğitimde TİAD Çalışmaları<br />
TİAD, Mesleki ve Teknik Eğitim faaliyetlerini TİAD Akademi-Uygulamalı ve<br />
Mesleki Eğitim Merkezi’nde yürütmektedir.<br />
TİAD Akademi Amaçları, Ülkeler arasında yaşanan rekabette ülkemiz için gerekli<br />
olan nitelikli yetişkin insan gücünün oluşmasına katkıda bulunmaktır. TİAD Akademi<br />
Hedefleri ise, üretilecek ürünlerinin projelendirilmesi, CNC sistemlerinin
295<br />
kullanımının özendirilmesi, Takım tezgahlarının daha verimli çalıştırılmasını sağlamak,<br />
firmanın üretim kapasitesini arttırmaktır.<br />
Bu amaçlar ve hedefler doğrultusunda TİAD AKADEMİ 2007 Yılı Ocak ayı İtibariyle<br />
Faaliyetlerine Başladı. Geride Bıraktığı 5 Yılda çalışanlara yönelik haftaiçi<br />
akşam ve haftasonu verilen eğitimlerde toplam 990 kişiye eğitim verildi.<br />
Kaynaklar<br />
İstatistikler: Kaynak: VDW, JMTBA, TAMI, KOMMA, TUIK<br />
Güney Kore Örneği: Kriz Sonrasında İşsizliği Düşürmek Mümkün: Güney Kore<br />
Deneyimi - Sumru Öz – Ekim 2009.<br />
Tüm Kitap İhtiyaçlarınız için<br />
www.tdk.com.tr<br />
Türkiye’nin İnternet Kitapçısı
296
PEYNİR ALTI SUYUNDAN TEK KADEMELİ VE İKİ KADEMELİ<br />
AR-GE DENEY SİSTEMİNDE BİYOGAZ ÜRETİMİ<br />
Özet<br />
E. TAŞDEMİRCİ 1 , K.S. YİĞİT 1 , M. GÜNDÜZ 2 , G. ŞERİT 2<br />
1 Kocaeli Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makine Bölümü<br />
2 İZAYDAŞ Atık ve Artıkları Arıtma Yakma ve Değerlendirme A.Ş<br />
297<br />
Bu çalışmada peynir altı suyundan tek kademeli ve iki kademeli sindiricilerde<br />
mezofilik şartlarda biyogaz üretimi araştırılmıştır. 50 ve 80 litrelik iki adet deney<br />
reaktörü imal edilmiş ve bu çalışmada kullanılmıştır. Tek kademeli deneyde peynir<br />
altı suyu, inek gübresi ve tavuk gübresinden %5, %6 ve %8’lik kuru madde miktarları<br />
(KMM) ile karışımlar oluşturulmuştur. %5 KMM’lik beslemede 237,3 lt<br />
CH4/kg UO, %6 KMM’lik beslemede 571,4 ltCH4/kgUO, %8 KMM’lik beslemede<br />
ise 184,8 ltCH4/kgUO gaz üretkenliği elde edilmiştir. İki kademeli biyogaz üretiminde<br />
S1 asitleşme reaktörü, S2 metan üretim reaktörü olarak kullanılmıştır. Bu<br />
çalışmada ise %6 KMM’lik günlük 2 kg beslemelerde 595 lt CH4/kg UO gaz üretkenliği<br />
elde edilmiştir. Fakat asitojen sindiricinin dengeli çalışması sağlanamamıştır.<br />
Peynir altı suyu ile biyogaz üretiminde tek kademeli ve iki kademeli sürekli<br />
sistem arasında verim farkı görülmemiştir. Bu sebeple sadece peynir altı suyundan<br />
biyogaz üretimi için tek kademeli sistemin daha uygun olduğu anlaşılmıştır.<br />
Anahtar Kelimler: Biyogaz, Tek kademeli, İki Kademeli biyogaz üretimi, Biyogaz reaktörü,<br />
İnek Gübresi, Peynir Altı Suyu, Tavuk Gübresi.<br />
Abstract<br />
In this study, biogas production from cheese whey has been investigated. Two<br />
reactors that has 83 and 52 liter capacity was constructed and used Mesophilic<br />
condition in the experiments. Biogas production in the One-Phase experiment,<br />
cheese whey, cow manure, poultry manure; %5, %6 and %8 dry matter was mixed<br />
and used. At nutrition feeding with %5 total solid (TS) 237,3 lt CH4/kg UO, %6 TS<br />
571,4 lt CH4/kg UO and %8 TS 184,8 lt CH4/kgUO gas productivity has been<br />
achieved. Two-phase experiments S1 was used for acidification and S2 was used<br />
for methane production. In this study nutrition with % 6 TS was feed in the system<br />
and methane production rate was found 595 lt CH4/kg VS but asidogenesis digester<br />
working balance wasn’t provided. It has been found that there is no difference<br />
between one and two-phase biogas system in production biogas from only cheese<br />
whey. In this case, one-stage system is more useful for biogas production from only<br />
cheese whey.
298<br />
Keywords: Biogas, One-Phase, Two- Phase biogas production, Biogas Reactor, Cheese<br />
Whey, Cow Manure, Poultry Manure<br />
Giriş<br />
Teknolojinin gelişmesi ve enerji tüketiminin sürekli olarak artması doğal enerji<br />
kaynaklarının tükenmesine ve gün geçtikçe enerji üretim maliyetlerinin artmasına<br />
sebep olmaktadır. Bu durum insanları farklı enerji kaynaklarını aramaya sevk etmiş<br />
ve günümüzde yenilenebilir enerji kaynakları üzerine yapılan çalışmalar hız kazanmıştır[1].<br />
Yenilenebilir enerji kaynaklarından biri olan biyogaz enerjisi Türkiye’nin<br />
doğalgaz ihtiyacının önemli bir kısmını karşılamada alternatif olacaktır.<br />
Ayrıca Türkiye’nin büyük tarım ve hayvancılık potansiyeline sahip bir ülke olması,<br />
biyogazın tesislerinin kullanımının hızlı bir şekilde yaygınlaşmasına sebep olacaktır.<br />
Biyogaz tesislerinin yaygınlaşması ile birlikte biyogaz üretiminde de hızlı bir<br />
teknolojik gelişme sağlanacaktır.<br />
Türkiye’de süt ve süt ürünlerinin üretimi oldukça gelişmiştir. Özellikle de süt fabrikalarının<br />
atık suyu olarak sınıflandırılan peynir altı suyunun doğaya serbest halde<br />
bırakılması organik kirlenmeye, atık bölgesinde mikroorganizma faaliyetlerinin<br />
artması ve kötü koku yayması gibi sebepler ile çevrenin kirlenmesine neden olabilmektedir.<br />
Türkiye’de, Devlet İstatistik Kurumu Kasım 2010 verilerinde, Kasım<br />
ayına ait peynir üretimi 34555 ton olarak gerçekleşmiştir. Bu veri doğrultusunda 1<br />
kg peynir üretilirken 6 kg peynir altı suyunun açığa çıktığı varsayılır ise, ayda yaklaşık<br />
207000 ton peynir altı suyu atık olarak ortaya çıkmaktadır [1].<br />
Çıkan peynir altı suyunun üç farklı şekilde bertaraf edilmesi mümkündür. Bunlardan<br />
birincisi, süt tozu üretimi yapan fabrikalarda değerlendirilebilir, ikinci olarak<br />
kanalizasyon hattına gönderilebilir veya üçüncü olarak biyogaz reaktörlerinde gazı<br />
alındıktan sonra çıkan ürün organik gübre olarak tarımda kullanılabilir. Özelikle süt<br />
tozu üretimi yapan fabrikaların ihtiyacından fazla peynir altı suyu açığa çıktığı için<br />
kullanılamayan peynir altı suyu kanalizasyon sistemine gönderilmekte, bu da arıtma<br />
tesislerinin organik yükünü artırmaktadır. Bu olumsuzluğu ortadan kaldırmanın<br />
ekonomik kazanımlar açısından en uygun olanı büyük hacimli biyogaz tesisleri<br />
kurarak peynir altı suyundan biyogaz üretiminin yapılmasıdır.<br />
Biyogaz; organik maddelerin anaerobik ortamlarda çeşitli bakteri kültürleri tarafından<br />
bozunması sonucunda ortaya çıkan yanıcı gaza verilen addır. İçeriğinde %50-<br />
70 oranında metan (CH4); %30-50 karbondioksit (CO2); %0-3 Azot (N2); %0-1<br />
hidrojen (H2); %0-1 hidrojen sülfür (H2S) ve çok az miktarda karbon monoksit<br />
(CO) gazları bulunmaktadır. Biyogazın gaz konsantrasyonu; üretim ortamının sıcaklığına,<br />
pH değerine ve bozunan organik maddenin türüne göre değişiklik gösterebilir.<br />
Genel olarak 1 m 3 biyogazın alt ısıl değeri 19 – 24 MJ/m 3 arasında değişmektedir<br />
[2].
299<br />
Bu çalışmada süt ve süt ürünlerinin elde edilmesi sırasında açığa çıkan organik<br />
atıklardan biri olan peynir altı suyunun değerlendirilerek biyogaz elde edilmesi<br />
üzerine tek ve iki kademeli deney sisteminde çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların<br />
ışığında, hem peynir altı suyu kullanılarak biyogaz üretimi gerçekleştirilecek,<br />
hem kojenerasyon yöntemi ile elektrik ve ısı enerjisi elde edilecek hem de tarım<br />
sektöründe toprak ıslahı için kullanılabilecek yüksek kalitede organik gübre elde<br />
edilmiş olacaktır.<br />
Materyal ve Metod<br />
Farklı organik maddeler ile çalışabilecek şekilde tasarlanmış deney sistemi esas<br />
itibariyle farklı hacimlerde iki sindirici, gübre tankı, gaz toplama tankı, kontrol<br />
ünitesi ve ölçme sisteminden oluşmaktadır. Deney sisteminin şematik görünüşü<br />
Şekil 1.1’de verilmiştir. Deney düzeneği oluşturulurken literatürdeki çalışmalardan<br />
ve daha önceki çalışmalardan elde edilen tecrübelerden yararlanılmıştır. 50 ve 80<br />
litre çalışma hacimli paslanmaz çelik malzemeden yapılmış birbiri ile seri bağlı tam<br />
karıştırmalı iki adet sindirici kullanılmıştır. Sindirici sıcaklığı 36 o C’de sabit tutulmaya<br />
çalışılmış ve 10 d/d hız ile 1’er saat aralıklarla 15 dakika boyunca sindiricideki<br />
organik malzeme karıştırılmıştır. Çalışmada kullanılan peynir altı suyu Rella<br />
Gıda A.Ş.’den temin edilmiştir.<br />
1: Birinci Sindirici “S1”, 2: İkinci Sindirici “S2”, 3: Gübre Tankı, 4: Gaz Sayaç Kutusu, 5: Kontrol<br />
Panosu, 6: Gaz Deposu, 7: Alev Geri Tepme Önleyici, 8: Gaz Ocağı, 9: Termokupllar, 10: Gaz Ölçüm<br />
Bağlantı Uçları, 11: Motor-Redüktör, 12: Sindirici Besleme Girişleri, 13: Karıştırıcı, 14: Numune Alma<br />
Vanaları, 15: Isıtma Sistemi, 16: Taban Deşarj Vanaları, 17: Göstergeli Sıcaklık Kontrol Cihazları, 18:<br />
Acil Durdurma Butonu, 19: Kontrol Anahtarları, 20: Gaz Vanaları, 21: Nem Tutucu, 22: Gaz Sayacı, 23:<br />
Sindirici Ayırma Vanası, 24: Drenaj Vanası, 25: Basınç Göstergesi, 26: Deşarj Borusu.<br />
Şelik 1. İki kademeli biyogaz reaktörünün şematik görünümü
300<br />
Tek ve iki kademeli deneyler boyunca sindiricilerdeki kuru madde yüzdesi nem<br />
cihazında 105 o C’de kurutularak, uçucu organik madde miktarı 2,5 saat 550 o C’de<br />
yakılarak ölçülmüştür. Sayaçlar, sindirici pH’ları, uçucu yağ asitleri miktarı her<br />
gün, toplam azot, amonyum, potasyum, fosfat, nitrat, sülfat, nitrit, sülfit değerleri<br />
ise hafta bir kez ölçülmüşlerdir. Sistem basıncı ve sıcaklıklar gün içinde 2 kez kontrol<br />
edilmiştir. Kullanılan cihaz ve araç gereçler; Nem Tayin Cihazı (Sartorius<br />
MA35), spektrofotometre (HACH LANGE DR 5000), termoreaktör (HACH DRB<br />
200), pH metre (WTW pH3210), etüv (UME MF 100), gaz sayaçları (ALICAT<br />
SCIENTIFIC M500), gaz analiz cihazı (LMSxi GAS DATA), manometreler<br />
(PAKKENS), hassas tartı (SCALTEC SBA 51)’dır.<br />
Bu deneysel çalışmada yapılan deneyler aşağıda verilmiştir.<br />
1. Biyogaz sistemini devreye alma<br />
İnek gübresi + tavuk gübresi + peynir altı suyu karışımı ile<br />
2. Tek kademeli sistemde biyogaz üretim deneyleri<br />
a) İnek gübresi + tavuk gübresi + peynir altı suyu karışımı ile yapılan deneyeler<br />
b) Sadece peynir altı suyu ile yapılan deneyler<br />
3. İki kademeli sistemde biyogaz ürerim deneyleri<br />
Sadece peynir altı suyu ile yapılan deneyler<br />
1. Devreye Alma (Start Up)<br />
Peynir altı suyu, inek gübresi ve tavuk gübresi ile bir karışım oluşturulmuştur.<br />
Gerekli bakteri kültürü oluşuncaya kadar beklenmiş daha sonra aşağıdaki yükleme<br />
bilgilerine göre sisteme organik yükleme yapılmıştır.<br />
2. Tek Kademeli Sistemde Biyogaz Üretim Deneyleri<br />
Hidroliz, asitleşme ve metanlaşma sürecinin aynı sindiricide gerçekleştiği tek kademeli<br />
deneyler S2 sindiricisinde yapılmıştır. Peynir altı suyu, inek gübresi ve<br />
tavuk gübresi karışımından oluşan organik malzeme ile biyogaz üretimi için yeni<br />
bir menü oluşturulmuştur. Bu menü ile ilgili örnek bir çalışmaya ait bilgiler Tablo<br />
1.1’de verilmiştir.
Tablo 1. Tek kademeli sistemde %5 kuru maddelik inek gübresi + tavuk gübresi + peynir altı suyu<br />
günlük besleme menüsü<br />
Beslemede<br />
Kullanılan<br />
Organik<br />
Madde<br />
İnek<br />
Gübresi<br />
Tavuk<br />
Gübresi<br />
Peynir<br />
Altı Suyu<br />
C (%)<br />
N (%)<br />
C/N<br />
Kuru Madde Miktarı<br />
(%)<br />
UO (%-%KMM)<br />
Besleme<br />
Miktarı (kg)<br />
30 1,7 18,1 15,7 80 0,08<br />
41,1 5,5 7,5 75 83 0,08<br />
4,7 0,1 42,6 6 70 1,1<br />
Su - - - - - 1,45<br />
Toplam -<br />
Ortalama<br />
- - 9 5 - 2,71<br />
Hidrolik Bekleme<br />
Süresi<br />
Teorik ORL<br />
(kg UO/m 3 gün)<br />
Teorik Gaz Üretkenliği<br />
(ltCH4/kgUO)<br />
30 1,2 471,8<br />
301<br />
Sindiriciye beslenen günlük uçucu organik madde miktarını arttırmak için beslemenin<br />
kuru madde miktarı %8’e çıkarılmıştır. Günlük besleme miktarı 2,71 kg olarak<br />
sabit kalmıştır. Sadece peynir altı suyundan tek kademeli sistemde biyogaz üretimi;<br />
aynı ortam şartlarında S2 reaktöründe sadece peynir altı suyu beslemesi yapılması<br />
durumunda biyogaz üretiminin nasıl gerçekleşeceği belirlenmek üzere ele alınıp<br />
incelenmiştir. Bu çalışmada besleme metodu çeşitlendirilmiş ve iki farklı besleme<br />
yöntemi uygulanmıştır. Birincisi 15 günlük süre içerisinde sadece peynir altı suyu<br />
kullanılarak günde 2 kg ve tek seferde gerçekleşecek şekilde beslemeler yapılmıştır.<br />
Ortam pH’ının besleme yapılmasından sonra hızlı bir düşüş ve yavaş bir yükseliş<br />
eğilimi göstermesinden dolayı ikinci yöntemde 197. güne kadar gün içersine yayılı<br />
besleme yöntemi uygulanmıştır. Peynir altı suyu cam bir şişeye konulup reaktör<br />
besleme ağzına bağlanarak damla damla besleme ile bu işlem gerçekleştirilmiştir.<br />
Sistem 2 kg’lık peynir altı suyu beslemesi ile rejime girdikten sonra kuru madde<br />
miktarı değiştirilemediğinden hidrolik bekleme süresi kısaltılmıştır.<br />
3. İki Kademeli Sistemde Biyogaz Üretim Deneyleri<br />
Tek kademeli biyogaz üretimi için yapılan deneysel çalışmaların sona ermesi üzerine<br />
sindiriciler iki kademeli çalışacak şekilde aradaki ayırma vanası açılmıştır. S1<br />
sindiricisinde hidroliz, organik asit ve asetat üretiminin, S2’de ise metan üretiminin<br />
gerçekleştirilmesi planlanmıştır. Tek kademeli biyogaz üretim deneylerinde kullanılan<br />
S2 sindiricisindeki organik maddenin bir kısmı S1’e aktarılmıştır. 50 litrelik<br />
organik madde S1’de, 30 litrelik organik madde ise S2’de bulunmaktadır. 80 litrelik<br />
S2’nin seviye ayarlaması için dışarıdan sindiriciye 20 lt kadar 35 o C sıcaklığında su
302<br />
ilavesi yapılmıştır. Kısa bir bekleme süresinin ardından günlük beslemelere başlanmıştır.<br />
Beslemeler S1 sindiricisine yapılmıştır. Asitleşme sürecini tamamlamış<br />
olan organik madde yeni madde girişi ile S2’ye aktarılmış olur. S2 sindiricisinde ise<br />
gazı alınan ve organik gübreye dönüşen maddenin besleme miktarı kadarı ise deşarj<br />
borusundan gübre tankına akmaktadır. Herhangi bir enerji girdisi olmadan serbest<br />
akışla bu iletimler sağlanmaktadır.<br />
İki kademeli sistemde 7 gün ara ile günlük besleme miktarları 0,5’er kg arttırılmıştır.<br />
Bu süreçte S1’in hangi besleme miktarında asitleşmeye başladığının tespiti çok önemlidir.<br />
Çünkü asitleşmeye başlamadan önceki beslemelerde S1 sindiricisi tek kademeli<br />
sistem olarak çalışmaya devam edecektir. S1’in asitleşmesinin ardından sindiricinin<br />
gaz üretim kapasitesinin belirlenebilmesi mümkün olacaktır. 2,5 kg’lık beslemelerle<br />
yapılan deneysel çalışmanın ardından günlük beslemeler 3 kg’a çıkarılmıştır.<br />
Deneysel Veriler<br />
Deney sonucunda pH-uçucu yağ asitlerindeki, günlük gaz üretimindeki ve gaz konsantrasyonlarındaki<br />
günlük değişimler, sırası ile Şekil 1.2, Şekil 1.3 ve Şekil 1.4’te<br />
grafikler halinde verilmiştir. Tablo 1.2’de ise deney sonuçları ile ilgili bilgiler verilmiştir.<br />
Tek kademeli sistemin devreye alınması aşamasında, sindiriciye 4,29 kg inek<br />
gübresi +2,57 kg tavuk gübresi +8,5 kg peynir altı suyu ve 55 kg su eklenerek sistemde<br />
bakteri kültürlerinin çoğalması ve gelişmesi için 84 gün boyunca beklenmiştir. Bu<br />
süreçte biyogaz üretimi 42. günde 48,8 lt/gün olarak ölçülmüş ve metan gazı konsantrasyonu<br />
%70’e çıkmıştır. Devreye alma süreci sonunda ortalama biyogaz üretimi<br />
13,24 lt/gün ve ortalama metan gazı konsantrasyonu %50 olarak belirlenmiştir.<br />
pH - UYA (g/lt)<br />
14<br />
13<br />
12<br />
11<br />
10<br />
9<br />
8<br />
7<br />
6<br />
5<br />
4<br />
3<br />
2<br />
1<br />
0<br />
Tek kademe S2 pH Tek kademe s2 UYA<br />
İki Kademe S2 UYA İki Kademe S2 pH<br />
İki Kademe S1 UYA İki Kademe S1 pH<br />
İnek Güb+Tavuk Güb+PAS süreci<br />
İki kademeli deney başlangıcı<br />
Sadece PAS Beslemesi<br />
A B C D E F G H<br />
0 20 40 60 80 100 120 140 160 180 200 220 240 260 280 300 320 340<br />
Zaman (gün)<br />
Şekil 1.2. Deneysel çalışma süresi boyunca pH ve UYA derişiminin değişim grafiği
Biyogaz Üretimi (lt/gün)<br />
Gaz Konsantrasyonu (%)<br />
250<br />
200<br />
150<br />
100<br />
50<br />
0<br />
100<br />
90<br />
80<br />
70<br />
60<br />
50<br />
40<br />
30<br />
20<br />
10<br />
A B C D E F G<br />
Tek Kademeli CH4<br />
İki Kademeli S1<br />
İki Kademeli S2<br />
İki Kademeli Toplam<br />
İnek Güb+Tavuk Güb+PAS Süreci<br />
Sadece PAS Beslemesi<br />
İki kademeli deney başlangıcı<br />
0 20 40 60 80 100 120 140 160 180 200 220 240 260 280 300 320 340<br />
Zaman (gün)<br />
Şekil 1.3. Deneysel çalışma süresi boyunca günlük biyogaz üretim miktarları.<br />
Tek Kademe CH4 Tek Kademe CO2 İki Kademeli S1 CH4<br />
İki Kademeli S1 CO4 İki Kademeli S2 CH4 İki kademeli S2 CO2<br />
İnek Güb+Tavuk Güb+PAS süreci<br />
0<br />
0 20 40 60 80 100 120 140 160 180 200 220 240 260 280 300 320 340<br />
Zaman (gün)<br />
Sadece PAS beslemesi<br />
iki kademeli deney başlangıcı<br />
A B C D E F G<br />
Şekil 1.4. Deneysel çalışma süresi boyunca CH4 ve CO2 gazı konsantrasyonlarının değişimi.<br />
H<br />
H<br />
303
304<br />
Tablo 1.2. Tek ve iki kademeli sistemde yapılan deneysel çalışmanın sonuç değer tablosu<br />
Deney Süreci Karışım Besleme<br />
A<br />
B<br />
C<br />
D<br />
E<br />
F<br />
G<br />
Devreye<br />
Alma (0. -<br />
84. gün)<br />
% 5 kuru<br />
madde<br />
peynir altı<br />
suyu gübre<br />
karışımı<br />
(84. -102.<br />
gün)<br />
% 5 kuru<br />
madde<br />
peynir altı<br />
suyu gübre<br />
karışımı<br />
(103. -<br />
158. gün)<br />
% 8 kuru<br />
madde<br />
peynir altı<br />
suyu gübre<br />
karışımı<br />
(159. -<br />
177. gün)<br />
2 kg Peynir<br />
altı suyu<br />
beslendi<br />
(185. -<br />
206. gün)<br />
3 kg Peynir<br />
altı suyu<br />
beslendi<br />
(207. -<br />
261. gün)<br />
İki kademeli<br />
sisteme 2<br />
kg peynir<br />
altı suyu<br />
beslendi<br />
İnek<br />
Gübresi<br />
Tavuk<br />
Gübresi<br />
Peynir Altı<br />
Suyu<br />
Miktarı<br />
kg/gü<br />
n<br />
Kuru Madde miktarı<br />
Kuru Madde miktarı<br />
% kg/gün<br />
Uçucu<br />
Organikler<br />
%<br />
(KMM)<br />
Uçucu<br />
Organikler<br />
4,29 15,7 0,7 80,0 0,539<br />
2,57 75,0 1,9 83,0 1,600<br />
8,50 6,0 0,5 70,0 0,357<br />
Su 55,00 0,0 0,0 0,0 0,000<br />
Karışım 70,36 5,0 3,1 80,2 2,496<br />
İnek<br />
Gübresi<br />
0,08 15,7 0,0 80,0 0,010<br />
Tavuk<br />
Gübresi<br />
0,08 75,0 0,1 83,0 0,050<br />
Peynir Altı<br />
Suyu<br />
1,10 6,0 0,1 70,0 0,046<br />
Su 1,45 0,0 0,0 0,0 0,000<br />
Karışım 2,71 5,0 0,1 76,5 0,106<br />
İnek<br />
Gübresi<br />
0,08 15,7 0,0 80,0 0,010<br />
Tavuk<br />
Gübresi<br />
0,08 75,0 0,1 83,0 0,050<br />
Peynir Altı<br />
Suyu<br />
1,10 6,0 0,1 70,0 0,046<br />
Su 1,45 0,0 0,0 0,0 0,000<br />
Karışım 2,71 5,0 0,1 76,5 0,106<br />
İnek<br />
Gübresi<br />
0,07 15,7 0,0 80,0 0,009<br />
Tavuk<br />
Gübresi<br />
0,07 75,0 0,1 83,0 0,044<br />
Peynir Altı<br />
Suyu<br />
2,60 6,0 0,2 70,0 0,109<br />
Karışım 2,74 5,0 0,2 73,6 0,162<br />
Peynir Altı<br />
Suyu<br />
Peynir Altı<br />
Suyu<br />
Peynir Altı<br />
Suyu<br />
Ortalama Biyogaz<br />
Üretim Miktarı<br />
Metan Gazı<br />
Konsantr.<br />
Ortalama Metan<br />
Gazı Üretim Miktarı<br />
Teorik Gaz Üretkenliği<br />
Gaz<br />
Üretkenliği<br />
kg/gün lt/gün % lt/gün ltCH4/kgUO ltCH4/kgUO<br />
13,24 50 6,62 - -<br />
17,88 45 8,05 471,8 75,9<br />
42,66 59 25,17 471,8 237,3<br />
60,00 50 29,94 329,9 184,8<br />
2,00 6,0 0,1 70,0 0,084 80* 60* 48,00 396,0 571,4<br />
3,00 6,0 0,2 70,0 0,126 129,6* 54* 69,98 396,0 555,4<br />
2,00 6,0 0,1 70,0 0,084<br />
* Sistem rejime girdikten sonra alınan değerlerin ortalaması.<br />
** İki sindiriciden elde edilen biyogazın ortalama değerleri.<br />
130,1<br />
**<br />
57<br />
**<br />
74,3<br />
**<br />
396,0 -
305<br />
Tek kademeli sistemde; 80 g inek gübresi +80 g tavuk gübresi +1100 g peynir altı<br />
suyu +1450 g su karışımından oluşan ve %5 kuru madde miktarı bulunan beslemenin<br />
yapıldığı deneylerde teorik gaz üretkenliği 471,8 lt CH4/kg UO olarak hesaplanmıştır.<br />
Tekrar beslemelere başlanmış ve sistem rejime girdiğinde tekrar değerlendirme<br />
yapılmıştır. (D) sürecindeki deneysel çalışmanın sonucunda gaz üretkenliği 237,3 lt<br />
CH4/kg UO olarak tespit edilmiştir. Sonuç olarak gaz üretkenliği beklenen üretkenliğin<br />
yarısı kadar çıkmıştır.<br />
70 g inek gübresi +70 g tavuk gübresi +2600 g peynir altı suyu karışımından oluşan<br />
%8 kuru maddelik besleme ile yapılan çalışmada metan gazı üretkenliği 184,8 lt<br />
CH4/kg UO’dir. Sisteme beslenen organik madde miktarının fazlalığı sebebiyle pH<br />
hızla düşmüş ve hedeflenen gaz üretkenliği sağlanamamıştır.<br />
(F-G) sürecinde tek ve iki kademeli sistemde günlük 3 kg peynir altı suyu beslemesi<br />
yapılmış benzer şekilde elde edilen sonuçlar tabloda verilmiştir. 2 kg/gün’lük<br />
beslemeye nazaran gaz üretkenliğinin bir miktar düşmesi hidrolik bekleme süresinin<br />
kısalmasından kaynaklanmaktadır. Bununla beraber tek kademeli sistemde<br />
günde ortalama 129,6 lt biyogaz üretimi sağlanmış ve metan gazı konsantrasyonu<br />
ortalama %54 olarak elde edilmiştir. İki kademeli sistemde ise günde ortalama<br />
130,1biyogaz üretimi sağlanmış ve metan gazı konsantrasyonu ortalama %57 olmuştur.<br />
Sonuç<br />
Bu çalışmanın sonucunda görülmüştür ki; sadece peynir altı suyundan biyogaz<br />
üretimi yapılmak istendiğinde tek kademeli sistemin kullanılması daha uygundur.<br />
Tek kademeli sistemin gaz üretkenliği ile iki kademeli sistemin gaz üretkenliği<br />
birbirlerine yakın çıkmaktadır. Buna karşın iki kademeli sisteminde birinci sindiricinin<br />
hızlı asitleşmesi ve kararlı bir işletme sağlanamaması sebebiyle sadece peynir<br />
altı suyu ile biyogaz üretiminde bu sistemin kullanımı uygun değildir.<br />
Kaynaklar<br />
[1] Taşdemirci, E., “Tek ve İki Kademeli Deney Sisteminde Peynir Altı Suyundan Biyogaz<br />
Üretiminin Araştırılması”, Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü,<br />
Kocaeli, (<strong>2011</strong>).<br />
[2] Tübitak Dergisi “Biyogaz”, Sayı 467, Bilim Ve Teknik, 42-47, (2006).<br />
[3] Yiğit, K. Süleyman, Gündüz, M., Şerit, G., Saraç, M., “Evsel Organik Atık ve Çöp Sızıntı<br />
Suyundan Biyogaz Üretimi”, IWES-2 Uluslar arası Atıktan Enerji Sempozyumu, İstanbul,<br />
(2009)<br />
[4] Öztürk, İ., “Hayvan Gübresinden Biogaz Üretimi”, Çevre ve Orman Bakanlığı Yayınları,<br />
(2005).
306
ULAŞTIRMA SEKTÖRÜNDE ALTERNATİF YAKIT SİSTEMLERİ<br />
M. Faruk. SERİNCAN, M. Süha. YAZICI, Mustafa. HATİPOGLU<br />
Uluslararası Hidrojen Enerji Teknolojileri Merkezi (ICHET)<br />
307<br />
Özet<br />
Küresel iklim değişikliliğinin sonuçlarının gözlemlenebilir bir şekilde ortaya çıkmasıyla<br />
birlikte, dünya çapında alternatif ulaşım yakıtlarına yöneliş otomotiv firmalarının<br />
öncülüğünde hızlandı. Alternatif yakıt kullanımı ulaşım sektöründe büyük<br />
miktarlarda CO2 azalımına yol açacaktır. Eğer hidrojen üretimi yenilenebilir<br />
enerji kaynakları üzerinden olur ise, bu azalım 100% ler seviyesinde olacağı gibi<br />
NOx, SO2 veya CO gibi hava kirletici salınımlar olmayacaktır. Ulaşım sektörü, (a)<br />
sıfır emisyon, (b) CO2 salınımı azaltılması, (c) alternatif yakıt beklentilerine cevap<br />
olarak CNG, hidrojenli yakıt pili sistemlerini ve akülü araçları çare olarak görmektedir.<br />
Dünyada lider konumda bulunan 10 otomotiv şirketinin (Ford, Toyota, GM,<br />
Honda, Daimler, Chrysler-Fiat, Renault-Nissan, Kia-Hyundai, BMW) hepsinin de<br />
elektrikli ve yakıt pilli araçlarının bulunması, onların bu teknolojileri geleceğe yönelik<br />
çözüm olarak gördüklerinin bir göstergesidir. Her bir sistem kendi içerisinde<br />
avantajlar ve dezavantajlar taşımaktadır. Yukarıda bahsedilen çözümlerin birbirlerine<br />
karşı avantajları ve dezavantajları mevcuttur. Akülü sistemler, enerji verimliliği<br />
ve mesafe/fiyat önceliği ile öne çıkarken, yakıt pili sistemleri, yüksek enerji yoğunluğu,<br />
kısa dolum süresi (3-5 dk) ve sürüş mesafesi (500+ km) ile avantaj sunmaktadır.<br />
Akülü sistemlerin, kısa mesafeler için çözüm olması, dolum süresinin<br />
uzunluğu ana dezavantajlar iken, hidrojen fiyatları, toplam sistem verimliliğinin<br />
düşüklüğü, altyapı eksikliği hidrojenli yakıt pili sistemlerini dezavantajlı duruma<br />
düşürmektedir. En iyi veya tek çözüm gibi bir yaklaşım yanlış olacağından, entegre<br />
ulaşım sistemi bütün alternatifleri bünyesinde barındıracaktır.<br />
Giriş<br />
Fosil yakıtlara olan bağımlılık, iklim değişikliği ile birlikte ulaşım sektörü için alternatifler<br />
arama sürecini hızlandırdı[1,2]. Enerji alanında paradigmanın artık yakıt<br />
konseptinden elektrik konseptine yöneldiği bir ortamda otomotiv şirketleri bu sürece<br />
hazır gibi gözüküyorlar. Gelişmiş ülkelerin gündeminde 20-30 yıldır olan bu<br />
süreç, popüler magazin sayesinde 1 yıl içinde gelişmekte olan ülkelerin gündemine<br />
de girdi. Gelişmiş ülkeler düşük emisyonlu ulaşım için yol haritalarını çıkararak<br />
kısa, orta ve uzun vadeli planlamalarını yaptıkları için kesintisiz bir süreçte çok iyi<br />
noktalara gelmiş durumdalar. 1980 lerden beri ABD, Japonya ve Kore gibi ülkelerde<br />
CNG’li toplu tasım araçları yaygın olarak kullanılmaktadır. Japonya 2020 ye<br />
kadar 5 milyon yakıt pilli araç ve 4000 dolum istasyonunun ülkede bulunacağını<br />
öngördüğü bir plan uygulamaktadır[3]. Japonya’nın otomotiv devleri, Toyota,<br />
Honda, Nissan ve Mazda bu planın uygulayıcıları konumundadır. Dünyadaki otomotiv<br />
firmaları içten yanmalı motordan batarya ve yakıt pillerine geçiş sürecinde<br />
Ar-Ge altyapıları ile ürünlerini müşterilerine sunmaya hazır durumdadırlar. Hem
308<br />
Ar-Ge, hem de fiziksel altyapı olarak hazır olmadığımız alternatif ulaşım teknolojilerini<br />
tanımamız, gerekli bilgi ve beceri ile donatılmış olmamız, Ar-Ge altyapısına<br />
sahip olmamız, gelecekte bu teknolojileri ithal eden değil üreten ve satan ülkeler<br />
konumuna ulaşabilmemiz için şarttır.<br />
Alternatif ulaşım teknolojilerinden ikisi ve belki de en önemlisi olan elektrikli araçlar<br />
ve hidrojen yakıtlı araçlar elektrokimyasal prensipler üzerinden çalışır ve<br />
birçok benzerlikler yanında farklılıklar gösterirler. Elektrik ve hidrojen yenilenebilir<br />
enerji kaynaklarından üretildiğinde 100% lük bir CO2 azalımı yanında 100% lük bir<br />
yakıt bağımsızlığı ve esneklik sağlarlar.<br />
Yakıtlar<br />
Alternatif yakıtlar kapsamında doğal veya petrol gazları, biyo yakıtlar ve hidrojen<br />
düşünülebilir. Bunlardan en yaygın olanı doğal gazin basınçlı olarak (CNG) ve<br />
petrol gazlarının sıvı formda (LPG) konvansiyonel araçlara tank eklenmesi ile elde<br />
edilen kullanımdır. Bu kullanım %30 lari asan bir emisyon azalması sağlarken<br />
daha az partikulu atmosfere atmaktadır. Dünyada 12 milyondan fazla doğal gazlı<br />
araç olduğu tahmin edilmektedir.<br />
Elektrikli Araçlar<br />
Batarya, kapasitor ve yakıt pili teknolojileri benzer prensipler üzerinden çalışan<br />
elektrokimyasal güç kaynaklarıdır ve verimlilikleri konvansiyonel sistemlerden<br />
oldukça fazladır (Şekil 1). Elektrikli araçlar, batarya teknolojisi kullandıkları için<br />
mevcut elektrik sistemi içerisinde yer alırlar. Elektrikli araçlara geçiş sürecinde yer<br />
alan hibrit araçlar, içten yanmalı motor yanında batarya kullanarak gerektiğinde<br />
frenlerde oluşan gücü bataryaları şarj ederek ek enerji olarak faydaya dönüştürdükleri<br />
için hem yakıt verimliliği hem de emisyon azaltmada önemli bir rol oynamaktadır.<br />
Buna karşın bu teknolojinin bir geçiş süreci olduğu ve daha açık faydalar<br />
sağlayacak (hem performans, hem de çevresel) teknolojilere gerek olduğu sektör<br />
tarafından kabul edilmektedir. Hibrit araçlarda Ni-Metal hidrür bataryalar kullanılmakta<br />
iken, şimdi Lityum-iyon teknolojisinde gelinen nokta, yüksek enerji yoğunluğu<br />
(hem kütlesel hem de hacimsel) sebebiyle elektrik araçlar için en uygun sistem<br />
yapmıştır.<br />
Şekil 1. Verimlilikler ve elektrokimyasal güç kaynakları
309<br />
Elektrikli araçlarda ortak nokta elektrik motoru ve elektronik kontrol noktasıdır.<br />
Elektrik motoru sürekli güç ihtiyacını bataryalar veya yakıt pili üzerinden sağlarken,<br />
anlık yüksek güç ihtiyaçları için superkapasitörler kullanılarak, hem enerji<br />
geri-kazanımlı verimlilik artışı sağlanmakta hem de batarya ve/veya yakıt pili üzerindeki<br />
yük azaltılarak ömrü uzatılmaktadır(Şekil 2).<br />
Sekil 2. Elektrikli araç komponentleri<br />
2010 yılında birçok firma elektrikli araçları piyasaya çıkaracağını duyurmuştur<br />
(Sekil 3). Batarya teknolojisinin imkânlarının sınırlı olması sebebiyle, içten yanmalı<br />
motorlarda gördüğümüz sürüş mesafeleri bataryalı elektrik araçlarında mümkün<br />
olmayacaktır Kullanım sonrası şarj için değişik senaryolar mümkündür (evde veya<br />
park yerinde yavaş şarj; şarj istasyonunda hızlı şarj; batarya değiştirme gibi). Bu<br />
araçların en az 40 kWh güç gereksinimi olacağı düşünülürse, şarj işleminin elektrik<br />
sistemi üzerine getireceği fazladan yük çok büyük boyutlarda olacaktır.<br />
Sekil 3. Bazı elektrikli araçlar ( bilgiler yaklaşık olarak verilmiştir)
310<br />
Hidrojen ve Yakıt Pilleri<br />
Hidrojenin yüksek verimlikteki yakıt pillerinde kullanımı ulaşım sektöründe büyük<br />
miktarlarda CO2 azalımına yol açacaktır. Eğer hidrojen üretimi yenilenebilir enerji<br />
kaynakları üzerinden olur ise, bu azalım 100% ler seviyesinde olacağı gibi NOx,<br />
SO2 veya CO gibi hava kirletici salınımlar olmayacaktır. Oldukça düşük gürültü<br />
seviyesinde olmaları, güç kalitesi ve boyutlardan bağımsız yüksek verimlikler hidrojen<br />
sistemlerini avantajlı kılan diğer faydalardır.<br />
Şekil 4. Honda FCX yakıt pilli araç [4]<br />
Dünyanın en büyük otomotiv şirketleri 2009 yılında bir araya gelerek, 2015 yılında<br />
yakıt pilli araçları ticaretleştirecekleri yönünde anlaşmaya imza atmışlardır. Hidrojen<br />
üretim, dolum ve dağıtım altyapısının hazırlanması yönünde bir girişim olmazsa,<br />
ticaretleşme sekteye uğrayacaktır (Sekil 5).
Sekil 5. Yakıt pilli araç örnekleri (bilgiler yaklaşık olarak verilmiştir)<br />
311<br />
Bataryalı ve Yakıt Pıllı Araç Karşılaştırmaları<br />
Batarya elektrik ve yakıt pili elektrik motor sistemleri enerji verimliliği ve sıfır<br />
emisyon noktasından kullanıcıya avantajlar sunacaktır. Şekil 6 da görüleceği üzere<br />
Her iki teknolojinin de birbirlerine karşı bir takım avantaj ve dezavantajları vardır.<br />
Birim ağırlık veya hacimden alınan enerji (Wh/kg veya Wh/l) açısından, yakıt pilleri<br />
yüksek enerji içeriğine sahiptir. Bataryalar %95 lere varan verimlilik sergilerler.<br />
Yakıt pillerinin %50 verimliliği, içten yanmalı motorla karşılaştırılınca oldukça<br />
iyidir. Kullanım ömrü her iki sistem içinde 100,000 km civarlarında öngörülmektedir.<br />
Yakıt pilleri dolum süresi ve dolum sıklığı göz önüne alındığında, müşteriye<br />
şu an kullanılan sistemlerden fark hissettirmeyecek bir yapıdadır (3 dk dolum/500<br />
km sürüş mesafesi).<br />
Yakıt pili sistemlerinin ticaretleşmesi yönünde en büyük engel fiyatlarının yüksek<br />
olmasıdır. Amerika Enerji Bakanlığının yaptığı bir çalışma, 1 milyon civarında<br />
yakıt pilli araç üretimi için yakıt pili fiyatlarının $70-80 civarına çekilebileceğini<br />
öngörmektedir. Seri üretimde içten yanmalı motorların $50/kW civarlarında üretildiği<br />
düşünülürse, günümüz şartlarında çevresel teknolojilere verilen teşvik kapsamında<br />
bu fiyat aralığı ticarileşme için kabul edilebilir. Hidrojen depolama tankı<br />
diğer yakıtların depolarına göre çok daha büyük boyutlardadır. Buna rağmen, 350<br />
bar ve 700 bar basınçlar altında 500 km ile 800 km sürüş aralığına sahip yakıt pilli<br />
araçlar mevcuttur. Hidrojeni dezavantajlı konuma sokan bir diğer husus, üretim<br />
altyapısının olmamasından kaynaklanan yüksek hidrojen fiyatlarıdır. Güvenlik<br />
noktasında, toplumda oluşan fikrin aksine, hidrojen sistemleri güvenlidir ve mevcut<br />
standartların üzerinde bir güvenlik sağlamaktadır. Buna karşın, Lityum-iyon bataryalar,<br />
kullanılan yanıcı elektrolitler ve şarj sırasında açığa çıkan ekzotermik ısı<br />
sebebiyle hala güvenlik açısından gelişme istemektedir.
312<br />
Şekil 6. Yakıt pilli araç ile bataryalı araç için örnek karşılaştırma<br />
Her iki teknoloji için bir diğer avantaj, her ikisinin de yerel bazda araç dolum’una<br />
müsaade etmeleridir. Evlerde (Şekil 7) veya park yerlerinde oluşturulacak şarj cihazları<br />
veya hidrojen üretim ve pompalama noktaları, yerinde yakıt üretimini mümkün<br />
kılarak, petrol ve doğal gaz bağımlılığını ortadan kaldırarak enerji bağımsızlığını<br />
mümkün kılacaktır.<br />
Sonuç<br />
Şekil 7. Honda Motor şirketinin hidrojen için dolum ve evsel kullanım konsepti<br />
Şu andaki küresel ve çevresel kaygılardan kaynaklanan iteleme, ulaşım için alternatif<br />
yakıtların uygulanmasını şart kılmaktadır. Bu süreçte altyapının oluşturulması<br />
kaçınılmazdır. Emisyonu büyük ölçülerde azaltacak, gaz yakıtlar kısa ve orta vadede<br />
etken çözümler olarak gelişmiş ülkelerde toplu taşım için yaygın olarak kullanılmaktadır.<br />
Elektrik hareket sistemleri, şehir içi, kısa mesafeli kişisel tasıma amaçlı<br />
olarak uzun vadede dominant faktör olacaktır. En iyi veya tek çözüm gibi bir yaklaşım<br />
yanlış olacağından, entegre ulaşım sistemi bütün alternatifleri bünyesinde barındıracaktır.
313<br />
Yenilenebilir enerjinin, Türkiye’nin enerji üretiminde payının artacağı düşünülürse,<br />
ulaşım sektöründe geleceğe yönelik yatırımların yapılması, daha sonra oluşacak<br />
olumsuzlukları engellemesi açışından şarttır. Bu elektrik altyapısı yanında yakıt<br />
dağıtım sistemini de içermelidir. Bu alana yapılacak yatırımlarda başlangıç noktası<br />
endüstriyel ve sanayi faydalar için analiz ve yol haritası çıkarılması, dünyadaki<br />
örneklerinin incelenmesidir.<br />
Kaynaklar<br />
[1] Energy Infrastructure 21: Role of Hydrogen in Addressing the Challenges in the new<br />
Global Energy System.<br />
[2] Hydrogen energy and fuel cells a vision of our future, European Commission,<br />
Directorate-General for Research, 2003, Directorate-General for Energy and Transport,<br />
http://europa.eu.int/comm/research/energy/pdf/h2fuell_cell_en.pdf<br />
[3] Koji NAKUI, Director General New Energy and Industrial Technology Development<br />
Organization (NEDO), Japanese Fuel Cell & Hydrogen Programmes and Initiatives,<br />
www.nachhaltigwirtschaften.at/edz_pdf/20040331_nakui.pdf<br />
[4] http://www.fueleconomy.gov/feg/fuelcell.shtml<br />
Tüm Kitap İhtiyaçlarınız için<br />
www.tdk.com.tr<br />
Türkiye’nin İnternet Kitapçısı
314
Özet<br />
ENERJİ’DE GELİŞMELER - FIRSATLAR<br />
M. Ünal AZAKLIOĞULLARI 1, Çetin BOLCAL 2<br />
1 İstanbul Kültür Üniversitesi, 2 İstanbul Kültür Üniversitesi<br />
315<br />
Halen ülkemizde artan nüfus ile birlikte artan teknolojik araçların kullanımı ve refah<br />
anlayışının değişimi ile enerji arz ve talebi arasındaki makasın gittikçe açılmaya<br />
devam etmesi;<br />
� buna karşın enerji yöneticilerinin hangi enerji kaynağı -fosil ve/veya yenilenebilir-<br />
olursa olsun küçüklü büyüklü her türlü kaynaktan yararlanma ihtiyacına<br />
yönelik girişimlere hemen destek vermesi,<br />
� diğer yandan -özellikle çevrecileri- yalnızca göz önüne alınan çevre açısından<br />
bakılan karşı değerlendirmeleri ve bunun sonucunda ortaya çıkan nispeten<br />
küçük direnç gruplarının yörelerde kurulması planlanan elektrik üretim<br />
santrallarına karşı çıkışları ve bunların toplumda yarattığı gerilimler;<br />
ülkemizde enerjiye yönelik tüketim ve beklentileri her an değerlendirme ihtiyacını<br />
ortaya çıkarmaktadır.<br />
Geleceğe yön vermede de enerji konusu; artık toplumun her kesimini (Bilişim, konut,<br />
şehirleşme, altyapı, vb alanları) ilgilendiren, refah ve gelişmeyi gösteren temel<br />
bir unsur olmuştur.<br />
Enerji tüketiminde heryıl yaklaşık %5 lik bir büyümenin yaşandığı ülkemizde; hem<br />
kaynak temini açısından ve hem de enerji teknolojileri açısından gittikçe artan dışa<br />
bağımlılığı azaltmanın ve toplumda bu yönde gittikçe artmakta olan bilinçlibilinçsiz<br />
karşı duruş ve gerilimlerin azaltılması ve bu yönde ortak akıl oluşturulması<br />
için, ihtiyacı öne çıkaran, bir enerji yönetim sisteminin hayata geçirilmesi (kaynak<br />
üretim ve kullanım çeşitliliği, enerji teknolojileri geliştirme, verim, karbon yayılımı<br />
kontrolu, vb) ve bu sistemin topluma yayılması için üniversitelerle ve sivil toplum<br />
kuruluşları ile işbirliğine gidilmesi, küçük uygulamaların – özellikle binalarda aktif<br />
ve pasif uygulamaların – teşvik edilmesi yönünde AB ülkelerinde olduğu gibi vergi<br />
indirimleri ve/veya muafiyetleri getirilmesi gerekmektedir.<br />
Konuya yönelik çeşitli enerji uygulamaları ve fırsatlarına değinilmektedir.<br />
1. Giriş<br />
Bilindiği gibi bilim - teknoloji ve geleceğe yönelik kalkınma stratejisini benimsemiş<br />
ülkeler;<br />
� Gelecek öngörüleri olanlar; kendilerini bu gelecekte bir yerde konumlandıran, konumlarına<br />
uygun çalışmalar için “ne yapmalıyım” sorusunun cevabını arayanlar, örnekler;<br />
ABD, AB, Japonya, Güney Kore,...
316<br />
� Gelişmeleri İzleyenler; gelişmeleri izlerken “ne yapabilirim” sorusunun cevabını arayanlar,<br />
� Türkiye ???<br />
Batı toplumlarında refaha ulaşma ve geleceğin inşası; “buluş ve yenilik” yaratılarak<br />
sürdürülmeye çalışılmaktadır. Ülkemizde ise refaha ulaşma ve geleceğin inşası;<br />
ithal etme sürecinden başlayarak, hazır teknoloji kullanımı ve teşvik sistemi ile<br />
birlikte, buluştan ve yenilikçilikten uzak bir gelişme içinde olduğu hepimizce bilinmektedir.<br />
Yine bilindiği üzere günümüzde ise AR-GE ile yaratılan buluş ve yenilikçilikten<br />
üreyen talep, ekonomiyi yönlendirmektedir.<br />
Ülke olarak ekonomik kaynaklarının oldukça büyük bir payını enerjiye ayıran ülkemizden<br />
başka, enerji alanında, günümüzde çeşitli ülkelerin – özellikle AB ülkelerinin<br />
– enerji temini ve üretiminde karşılaştıkları çok derin sorunları bulunmakta ve<br />
bu sorunların çözümünde yarattıkları sinerji ile ortak akıl ve çabalar, bu yöndeki<br />
sorunlarını giderek azaltmaya yönelik olmaktadır. Örneğin; Almanya’da bir yandan<br />
çeşitli enerji kaynakları kullanımı, enerji verimliliği ve karbon yayılımına yönelik<br />
bir koordinasyon içinde pek çok çalışma yapılırken, yeni yapılmakta olan binalar<br />
için güneşten yararlanma, bina ruhsatı için temel unsur olarak öne çıkarılmaktadır.<br />
Halen AB içinde enerji alanında; bir yanda gelişen ihtiyaca bağlı olarak petrol, doğalgaz<br />
v.b gibi geleneksel kaynaklardan nasıl yararlanılacağı (uluslararası anlaşmalar,<br />
güvenlik ve güvenirlik kavramları ile birlikte) araştırılır ve bunlara yönelik<br />
çözümler aranırken, diğer yandan amaçları önceden belirlenen çeşitli projelerin,<br />
ilgili oldukları şemsiyelerin altında toplanan platformların içerdikleri konulara göre<br />
geliştirilen “Stratejik Enerji Teknoloji (SET)” Planı(1) ile de yenilebilir enerji kaynaklarından<br />
nasıl ve ne oranda verimli yararlanılabilir hedefini gerçekleştirmeye<br />
çalışılmaktadır.<br />
22 Kasım 2007 tarihinde kabul edilen SET Plan’ın en önemli unsurları; yeni enerji<br />
teknolojilerinin araştırılması, geliştirilmesi ve pazar tarafından kabul edilmesini<br />
kolaylaştırmaya yönelik uzun vadeli enerji araştırma, ekonomik ve teknik yapılabilirlik<br />
ve yenilik geliştirme (inovasyon) gündemlerinin oluşturulmasıdır.<br />
Buna uygun olarak da SET Planında; uzun (2050) ve kısa (2020) vadede kilit enerji<br />
teknolojileri alanlarında aşılması gereken zorluklar belirlenmiştir.<br />
Kendi kaynaklarını yaratma ve dışa bağımlılığı azaltma konusunda gelecek için<br />
ciddi kaygıları olan AB içinde(2,3); yenilenebilir enerji kaynakları, akıllı enerji<br />
sistemleri ve enerji verimliliği için geliştirilen “Stratejik Enerji Teknoloji (SET)”<br />
planında öngörülen öncelikli sanayi girişimleri, konuya belli oranda açıklık getirmek<br />
amacıyla, şu şekilde verilmektedir.<br />
� Rüzgar enerjisi,<br />
� Güneş enerjisi (Güneş pilleri ve toplayıcıları),<br />
� Hidrojen enerjisi ve yakıt hücreleri
� Biyoenerji – Biyoyakıt,<br />
� Taşımacılık ve depolamada CO2 yayılımını azaltma-önleme,<br />
� Sürdürülebilir nükleer enerji kullanımı (Dördüncü kuşak nükleer reaktörler),<br />
� AB çapında elektrik şebekeleri bağlantısı,<br />
� Akıllı şehirler,<br />
Bu girişim için belirlenen ana prensipler de;<br />
� Sanayinin öncülüğü,<br />
� Araştırma ve yenilik yaratmayı teşvik,<br />
� Teknoloji geliştirmeyi hızlandırma,<br />
� Teknolojik gelişme ilerledikçe uygulama ve kullanıma teşvik,<br />
� Gerçeklenebilir amaçlar ile hedefleri açıkça tanımlama ve gerçekleştirme,<br />
� Enerji ve iklim değişimine yönelik politika ve strateji ile gelişmeyi sürdürme<br />
olarak belirlenmiştir.<br />
2. Stratejik Enerji Teknolojileri<br />
2.1. Rüzgar Enerjisi<br />
317<br />
Ortaya konan stratejik plana göre, 2030 yılında, AB içinde ve buna bağlı olarak<br />
dünyada rüzgar enerjisinin (2,4), “en büyük enerji kaynağı” olacağı ifade edilmektedir.<br />
Bunun uzantısında, AB içinde rüzgarın kullanımı için belirlenen hedefler<br />
de; kısa vade olarak nitelenen 2020 yılından itibaren kurulu rüzgar gücünü 57<br />
Gigawatt’dan 180 Gigawatt’a arttırma (40 Gigawatt’ı kıyıdan uzak denizde olmak<br />
üzere), orta vade olarak nitelenen 2030’ da 300 Gigawatt’a (her yıl 20 Gigawatt güç<br />
eklenmesi ile) ve uzun vade olarak nitelenen 2030–2050 yılları arasında ise, AB<br />
ülkelerinden diğer ülkelere rüzgar enerjisi ihracaatı, rüzgar enerjisi kilowatt-saat<br />
maliyetini de; kilowatt-saat başına 0.05–0.09 €’dan 0.04 €‘ya düşürme ve elektrik<br />
şebekesine bağlanma hedeflenmektedir.<br />
Halen bu hedefleri gerçekleştirmek üzere de bilhassa rüzgar türbinleri üzerinde çok<br />
çeşitli çalışmalar sürdürülmektedir.<br />
2.2. Güneş Enerjisi<br />
AB içinde güneş enerjisinin(2,5) kullanımı için belirlenen hedefler de; 2020 yılından<br />
itibaren<br />
güneş enerjisi maliyetini kilowatt başına 0.25–0.65 €’dan, 0.10–0.15 €‘ya düşürme,<br />
AB içinde 2020 yılında, elektrikteki talebin; %3’den daha fazlasını güneşten sağlama,<br />
Avrupa’nın güneş pilinde liderliği, hedeflenmektedir.<br />
Bu hedefleri gerçekleştirmek üzere de; Gigawatt mertebesinde üretimi daha fazla<br />
arttırma (yeni yöntem ve sistemler (akıllı enerji sistemleri), düşük maliyetli yeni<br />
malzemeler), güneş pillerini binalara yerleştirme ve uygulama, güneş pilleri modül-
318<br />
leri için geri dönüşüm sistemleri geliştirme, iletişim ve farkındalık yaratma, uzun<br />
vadeli yeni çözümler – akıllı enerji<br />
sistemleri ve elektrik şebekesine bağlantı, binalarda enerjiyi verimli kullanım faaliyetleri<br />
sürdürülmektedir.<br />
2.3. Hidrojen Enerjisi ve Yakıt Hücreleri<br />
Sera gazları ve karbon yayılımını azaltmak üzere hidrojen enerjisi ve yakıt hücrelerinin<br />
geliştirilmesi(6) ile ilgili yapılan çalışmalarda ortaya konan hedefler de; sera<br />
gazlarının çıkışında 1990‘lı yıllara göre %20 azalma, AB çapında birincil enerji<br />
kullanımında (akıllı enerji sistemleri ve enerji verimliliği ile birlikte) %20 azalma,<br />
AB içinde yenilenebilir enerji kullanımının %20‘ye çıkarılması olarak belirlenmiştir.<br />
2.4. Biyoenerji- Biyoyakıt<br />
Biyoenerji (3,7) ve 2006 yılında kurulan, Avrupa Biyoyakıt Teknoloji Platformu,<br />
vasıtasıyla sanayi ile işbirliği içinde biyoyakıtlar konusunda, belirlenen hedefler<br />
doğrultusunda, pilot projeleri ve tesisleri ile birlikte çok çeşitli çalışmalar yapılmaktadır.<br />
Bu çalışmaların uzantısında oto yakıtlarında en az %10 biyoyakıt kullanımı<br />
hedeflenmektedir.<br />
2.5. Karbon Yayılımını Durdurma ve Depolama<br />
AB içinde çevrenin kirlenmesini önleme açısından karbon yayılımını durdurma ve<br />
depolama (2,3) yönünde belirlenen hedefler de; 2015 yılına kadar, karbon yayılımını<br />
durdurma ve depolama için sanayi boyutunda 10-12 adet pilot projeyi gerçekleştirme,<br />
işler haldeki bir karbon pazarında ticari olarak ayakta kalma - 2020 yılına<br />
kadar tanıtımı arttırma- şeklinde belirlenmiştir.<br />
Aynı şekilde; AB içinde sürdürülebilir nükleer enerji kullanımı - Dördüncü kuşak<br />
nükleer reaktörler - için de burada sayılamayacak sayı ve boyutta - ayrı bir rapor<br />
konusu olan-, ancak hedefleri önceden belirlenen, çok çeşitli çalışmalar yapılmaktadır.<br />
Yine AB içinde enerji güvenliği ile ilgili olarak da; enerji temin yolları, stratejisi ve<br />
bütünüyle enerjiye bağlı yaşam koşulları ve alt yapının korunmasına yönelik çok<br />
kapsamlı çalışmalar da yürütülmektedir.<br />
3. Akıllı Enerji Sistemleri<br />
Günümüzde yaşamı daha kolaylaştırmaya, daha yaşanabilir çevrede hayatı beraberce<br />
paylaşmaya yönelik geliştirilmekte olan ve “akıllı kentler” kavramı ile temsil<br />
edilen kentlerin yaratılması için geliştirilen “akıllı enerji sistemleri”ne(8,9) yönelik<br />
yapılan/yapılmakta olan çalışmalar da; yenilenebilir enerjiler ile ilgili 186 proje,<br />
enerji verimliliği ile ilgili olarak da 152 proje geliştirilmiş olup, dikkatinize sunmak<br />
üzere, bu projelere yönelik kısa açıklamalar aşağıda verilmektedir.
319<br />
� Enerji Verimli Evler ve Binalar – Verimli Kullanımın Çekiciliği, 48 Proje,<br />
AB Akıllı Enerji Fonu Desteği<br />
� Binalarda Yenilenebilir Enerji – Gülümseyen Binalar, 25 Proje, AB Akıllı<br />
Enerji Fonu Desteği<br />
� Sürdürülebilir Enerji Toplumu – Ortak Hedefler İçin Ortak Hareketler, 34<br />
Proje, AB Akıllı Enerji Fonu Desteği<br />
� Endüstride Enerji Verimliliği – Enerji Yükünü Hafifletme-Azaltma, 24 Proje,<br />
AB Akıllı Enerji Fonu Desteği<br />
� Enerji Verimli Taşımacılık – Taşımada Yeşil Hareket, 34 Proje, AB Akıllı<br />
Enerji Fonu Desteği<br />
� Biyoyakıtları Yakıt Karışımı İçin Kullanma, 16 Proje, AB Akıllı Enerji Fonu<br />
Desteği<br />
� Yenilenebilir Enerji – Dönüşüm Yapmak, 22 Proje, AB Akıllı Enerji Fonu<br />
Desteği<br />
� Enerji Verimli Ürünler – Yeşili Kullanma, 22 Proje, AB Akıllı Enerji Fonu<br />
Desteği<br />
� Enerji Eğitimi – Hayat Boyu Onların Yaşam Çevresini Değiştirme, 16 Proje,<br />
AB Akıllı Enerji Fonu Desteği<br />
4. Sonuç<br />
Günümüzde - özellikle bazı AB ülkelerinde ortaya çıkan - ekonomik krizin gölgesinde<br />
kalan ve ayrıca Japonya’da geçtiğimiz mart ayında meydana gelen deprem ve<br />
sonrası Fukushima nükleer santralı kazasının geleceğe yönelik nükleer enerjiden<br />
daha fazla yararlanmada yarattığı belirsizliklerin ışığında enerji alanında yapılması<br />
gerekenler daha fazla önem kazanmakta ve ülkemiz için yeni fırsatlar yaratmaktadır.<br />
Bilindiği gibi ülkemiz hem enerji kaynakları ve hem de enerji teknolojilerinde dışa<br />
bağımlıdır(10) ve bu bağımlılık, enerji talebi daha da arttıkça artarak devam edecektir.<br />
Ülkemizde çeşitli üniversite ve kuruluşlarda bu yöndeki bağımlılığın azaltılmasına<br />
yönelik bazı çalışmalar yapılmaktadır (11,12).<br />
Diğer yandan ülkemizin bir enerji terminali olması yönünde harcanan çabalar ve<br />
buna uygun harekete geçirilen ve/veya geçirilmekte olan projeler -özellikle doğalgaz<br />
geçiş hatları-; ülkemizde günün talebini ve/veya yakın gelecekteki ihtiyacı karşılamaya<br />
ve bu zaman zarfında belirli ülkelere karşı stratejik üstünlük sağlamaya<br />
yöneliktir.<br />
Enerji tüketiminde heryıl yaklaşık %5 lik bir büyümenin yaşandığı ülkemizde; hem<br />
kaynak temini açısından ve hem de enerji teknolojileri açısından gittikçe artan dışa<br />
bağımlılığı azaltmanın ve toplumda bu yönde gittikçe artmakta olan bilinçlibilinçsiz<br />
karşı duruş ve gerilimlerin azaltılması ve bu yönde ortak akıl oluşturulması<br />
için; kaynak çeşitliliği ve ihtiyacı, yerli kaynakları ve çevreye duyarlı teknolojileri
320<br />
öne çıkaran yenilenebilir enerji kaynaklarına, bu kaynakların her boyut ve ortamda<br />
etkin kullanımını sağlayacak akıllı enerji sistemlerine, enerji verimini etkin şekilde<br />
dikkate alacak, bir enerji yönetim sisteminin hayata geçirilmesi (kaynak üretim ve<br />
kullanım çeşitliliği, enerji teknolojileri geliştirme, verim, karbon yayılımı kontrolu,<br />
vb) ve bu sistemin topluma yayılması için üniversitelerle ve sivil toplum kuruluşları<br />
ile işbirliğine gidilmesi, küçük uygulamaların – özellikle binalarda aktif ve pasif<br />
uygulamaların – teşvik edilmesi yönünde AB ülkelerinde olduğu gibi vergi indirimleri<br />
ve/veya muafiyetleri getirilmesi gerekmektedir.<br />
Kaynaklar<br />
1) Strategic Energy Technology (SET) Plan: Industrial Initiatives, F. Barbaso, 26 / 06 /<br />
2008, Brussels.<br />
2) Communication from the Commission to the Council, the European Parliament, the<br />
European Economic and Social Committee and the Committee of the Regions - Towards<br />
a European Strategic Energy Technology Plan, 10 / 01 / 2007, Brussels<br />
3) Towards a new Energy Strategy for Europe <strong>2011</strong>- 2020 - Second Energy Action Plan,<br />
02/07/2010, EU, Brussels<br />
4) Strategic Research Agenda – Market Deployment Strategy, From 2008 to 2030, July<br />
2008, EU<br />
5) A Strategic Research Agenda for PV Solar Energy Technology, 2007, EU<br />
6) Fuel Cells and Hydrogen, M.A.Morales, 11 June 2008, National Contact Points Meeting<br />
- Brussels<br />
7) The Bioregions – Regional Networks for the of a Sustainable Market for Bioenergy in<br />
Europe, M. Papapetrou, IEE, <strong>2011</strong>, Brussels<br />
8) Nearly Zero Energy Buildings in Europe - Perspectives and Paths to 2020, 2 February<br />
2010, IEE, Brussels<br />
9) Final Evaluation of the Intelligent Energy-Europe <strong>II</strong> Programme within the<br />
Competitiveness and Innovation - Framework Programme, Final Report, 8 June <strong>2011</strong>,<br />
European Commission Directorate-General for Energy<br />
10) Enerji Senaryoları ve Politikalar Paneli, B. Sanlı – T. Topkaya, 25 / 06 / 2008, TMMOB<br />
- Ankara<br />
11) Güneş Enerjisinde Yeni Ufuklara Doğru Fikir Paylaşımı ve Nihai Ürünlerinin Tanıtımı,<br />
T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, 30 Ocak 2009, MTA - Konferans Salonu, Ankara<br />
12) Enerjide Dışa Bağımlılığa Çözümler I : Yerel ve Bölgesel Enerji Potansiyelleri : Türkiye<br />
Birinci Bölge Isıtma ve Soğutma Konferansı, T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı,<br />
01-02 Mayıs 2009, Muğla Üniversitesi
Özet<br />
YENİLENEBİLİR ENERJİ TEKNOLOJ<strong>İLERİ</strong><br />
Bekir YELMEN 1 , Serdar ÖZTEKİN 2 , M.Tarık ÇAKIR 3<br />
1 Yrd.Doç.Dr. Aksaray Üniversitesi<br />
2 Prof.Dr.Çukurova Üniversitesi<br />
3 Dr.Sağlık Bakanlığı İnşaat ve Onarım Daire Başkanlığı<br />
321<br />
Dünya ekonomisindeki hızlı büyüme ve nüfus artışı enerjiye olan talebi artırmaktadır.<br />
Fosil yakıtların doğrudan veya dolaylı olarak kullanımıyla ortaya çıkan çevresel<br />
sorunların etkin bir şekilde önlenebilmesi için, yenilenebilir enerji kaynaklarından<br />
yararlanılması gerekir. Bununla birlikte, çeşitli sektörlerde yenilenebilir enerji kaynaklarının<br />
ekonomik uygulanabilirliği ve uygulama yöntemi, bölgesel koşullara<br />
bağlı olarak değişir. Günümüzde enerji tüketiminin hızla artmasına paralel olarak<br />
alışıla gelen enerji kaynaklarının yakın bir gelecekte tükeneceği bilimsel bulgularla<br />
ispatlanmış bir gerçektir. Bunun için şu an tüm dünyada enerji üretiminde yenilenebilir<br />
enerji kaynakları önerilmekte ve kullanılmaktadır. Bu enerji kaynakları temel<br />
olarak hidroelektrik enerji, rüzgar enerjisi, güneş enerjisi, jeotermal enerji, biokütle<br />
enerji ve hidrojen enerjisi olarak sınıflandırılabilir. Bu çalışmada bu enerji kaynaklarından<br />
enerji üretimi yöntemleri, çevre ile ilişkileri, avantajları, dezavantajları,<br />
maliyet değerleri ve bu enerji kaynakları ile kullanılan yeni teknolojiler anlatılmıştır.<br />
Bu enerji kaynakları arasında karşılaştırmalar yapılmıştır.<br />
Anahtar Sözcükler: Temiz Enerji,Yenilenebilir Enerji, Enerji Verimliliği.<br />
1. Giriş<br />
Dünya ekonomisindeki hızlı büyüme, nüfus artışı, sanayileşme ve şehirleşmenin<br />
artmasıyla enerji talebi de giderek artmaktadır.Kaynakları hızla tükenmekte olan<br />
dünyamızda, kullanılan enerji miktarının hızla artması ve buna bağlı olarak ekosistem<br />
dengesinin bozulması sadece çevreyi koruma konusunda değil, aynı zamanda<br />
enerji kullanımı üzerinde de yeni yaklaşımların oluşmasına neden olmuştur. Artan<br />
nüfus ve sanayileşmeden kaynaklanan enerji gereksinimi dünyanın kısıtlı kaynaklarıyla<br />
karşılanamamakta, enerji üretimi ve tüketimi arasındaki açık hızla büyümektedir.<br />
Diğer taraftan, geleneksel enerji üretim yöntemleri bugün çevre kirliliğinin<br />
önemli nedenlerinden biridir. Ayrıca, fosil yakıtların bir süre sonra tükeneceği de<br />
yadsınamayacak bir gerçektir. Endüstriyel faaliyetler sonucunda her yıl atmosfere<br />
yaklaşık 20 milyar ton karbondioksit, 100 milyon ton kükürt bileşikleri, 2 milyon<br />
ton kurşun ve diğer zehirli kimyasal bileşikler salınmaktadır[1]. Yeşil binalar, yeşil<br />
enerji ve sürdürülebilir çevre ve kaynak kullanımı gibi terimler yukarıda belirtilen<br />
süreçlerin sonuçları olarak hem uygulama hem de yasal düzenlemelerde karşımıza<br />
çıkmaktadır. Özellikle enerji verimliliği konusu, yaşanan enerji krizleri ve sera gazı<br />
salınımlarının yarattığı iklim değişikliği gerçeği ile birleşince, öncelikle ABD’de ve<br />
Avrupa’da ve sonrasında küresel ölçekte mal ve hizmet alımlarındaki karar verme
322<br />
süreçlerinde önemli bir etken olmaya başlamış ve aynı ölçüde yasal düzenlemelerde<br />
de yer bulmaya başlamıştır. İnsan doğal çevrede yaşarken önceleri doğal kaynakları<br />
kullanmıştır. Teknoloji ilerledikçe enerjiye olan ihtiyaç artmaya başlamıştır. Artan<br />
enerji ihtiyacını karşılamak için insanoğlu daha verimli enerji üretebileceği kaynaklara<br />
yönelmiş, böylelikle yakılması ile daha çok enerji üreten fosil kaynaklı yakıtlar<br />
kullanılmaya başlanmıştır. Ancak milyonlarca yılda oluşmuş bu yakıtların bir anda<br />
yakılarak tüketilmesi dünyanın ekolojik dengesi üzerinde ciddi problemler yaratmıştır.<br />
Son yüz yılda oluşan bu durum küresel iklim değişikliklerine ve ciddi boyutlarda<br />
olumsuzluk gösteren doğal ve yaşamsal etkilere neden olmuştur. Bununla<br />
birlikte dünyadaki toplam enerji tüketiminin yaklaşık %86'sını fosil tabanlı enerjiler<br />
kapsamaktadır. Yenilenebilir ve nükleer kaynaklardan elde edilen enerjiler ise,<br />
sadece birincil enerji tüketimi içinde % 7,8 ve % 6,5'lik paylara sahiptir[2]. İnsanlığın<br />
ileri uygarlıklara ulaşma çabasının yarattığı tüm olumlu gelişmeler doğal kaynakların<br />
cömertçe kullanılması ile sağlanmıştır.Enerji ihtiyacının büyük bölümünü<br />
karşılayan fosil yakıtlar gün geçtikçe azalmakta ve dünyanın sahip olduğu petrol,<br />
kömür ve doğal gaz gibi fosil yakıtların özellikle 20. yüzyılda yoğun bir şekilde<br />
kullanılması ile ozon tabakası delinmesi, asit yağmurları, küresel ısınma gibi etkileri,<br />
dünyayı belki de geriye dönüşü zor bir çevre kirliliği ile karşı karşıya bırakmıştır.<br />
Tüm bu sebeplerden dolayı, enerji veriminin yüksek, bunun yanında çevresel etkilerinin<br />
az olduğu, süreklilik arz eden yeni enerji kaynakları bulma arayışı içine girilmiştir. Bu<br />
nedenle fosil yakıt rezervlerinin bitmesini beklemeden temiz enerji kaynaklarına<br />
yönelmek zorundadır[3]. Petrol fiyatlarının yükselmesi, kaynaklarının sınırlı olması<br />
ve çevre problemleri nedeniylede petrol ve kömüre dayalı klasik yöntemlerle elektrik<br />
enerjisi üretimine alternatif olarak yeşil enerji kaynakların kullanımı gün geçtikçe<br />
önem kazanmaktadır. Yeşil enerji kaynakları, rüzgar enerjisi, güneş enerjisi, su<br />
gücü, biyolojik yakıt enerjisi, deniz dalgalarının gücü, jeotermik enerji, ve benzeri<br />
biçimlerde karşımıza çıkar[4].<br />
2. Yenilenebilir Enerji Teknolojileri<br />
Kojenerasyon, enerjinin hem elektrik hem de ısı formlarında aynı sistemden birlikte<br />
üretilmesidir. Bu tekniğe "birleşik ısı-güç sistemleri" ya da kısaca "kojenerasyon"<br />
denmektedir.Bu teknikle ülke genelinde sağlanacak yararlar; birincil enerji kullanımında<br />
sağlanan verimlilikle yerel ve ithal enerji kaynaklarına bağımlılığı azaltma;<br />
elektrik enerjisi iletim ve dağıtım kayıpları gidermesi[5]. Basınçlı hava, bir motor<br />
aracılığıyla atmosfer ortamında serbest halde bulunan havanın küçük hacimli kaplarda<br />
daha sonra kullanılmak üzere basınç altında saklanmasıdır. Basınçlı hava uygulamaları,<br />
değişen hava ihtiyacına bağlı güç tüketimini kontrol ederek daha az<br />
enerji tüketmektedir. Yüksek Verimli Motor Kullanımı: Bu motorlar, %1-5 oranında<br />
daha az enerji tükettiği için enerji tasarrufu sağlamasının yanı sıra CO2 emisyonunu<br />
azaltarak çevre korunmasına da katkıda bulunur [6]. Yakıt Pilleri: Yakıt<br />
pilleri, temiz, çevreye zarar vermeyen ve yüksek verime sahip enerji dönüşüm teknolojileridir.<br />
Bir buhar kazanı veya türbin kullanılmadan yalnızca kimyasal reaksiyon<br />
ile elektrik üretilen yakıt pillerinin toplam verimlilikleri %80'lere kadar ulaşabilmektedir.<br />
Boyutlarının küçük olması, yüksek verimle çalışmaları ve atık ısılarının
323<br />
kullanılabilir olması, kullanıcıya yakın inşa edilebilmeleri gibi özellikleri bulunmaktadır.<br />
Rüzgar Enerjisi Teknolojileri: Elektrik enerjisi üretimi için kullanılan<br />
rüzgâr enerjisi, doğada bol bulunan ve maliyeti olmayan bir enerji kaynağıdır. Rüzgâr<br />
enerjisinden elektrik üretmek amacıyla rüzgâr türbinlerinden yararlanılmaktadır.<br />
Yatırım maliyetleri yüksek olmasına karşın, işletim maliyet giderek düşmektedir[7].<br />
Güneş Enerjisi Teknolojileri: Elektrik enerjisi elde etmek ya da doğrudan güneşten<br />
gelen ısıdan yararlanmak üzere geliştirilmiş güneş pilleri ve güneş enerjili ısıtma<br />
sistemleridir. Güneş pilleri, yüzeylerine gelen güneş ışığını doğrudan elektrik enerjisine<br />
dönüştüren yarıiletken maddelerdir. Bu pillerin yapısına bağlı olarak güneş<br />
enerjisi %5-20 arasında bir verimle elektrik enerjisine çevrilebilmektedir. Güneş<br />
enerjili ısıtma sistemleri, suyu ısıtmak için güneşten yararlanmaktadır. Dolayısıyla<br />
su ısıtmada kullanılacak fosil yakıt kullanımı azalttığı için enerji tasarrufu sağlamaktadır.<br />
3. Yenilenebilir Enerji Kaynakları<br />
3.1. Güneş Enerjisi<br />
Güneş enerjisinin kullanımı prototip çalışma, değer üretimi ve yaygın ticari üretim<br />
olmak üzere 3 temel basamaktan geçmek zorundadır. Elektrik güç üretimleri ve<br />
binaları ısıtmak veya soğutmak için güneş enerjisi kullanımları halen aktif bir çalışma<br />
sürecindedir. Güneş enerjisi günümüzde en çok su ısıtma amacıyla kullanılmaktadır.<br />
Bu ısıtma şekli evlerde, okullarda ve çeşitli kurumlarda yaygın olarak<br />
kullanılmaktadır. Yüzme havuzlarının sularının ısıtılması amacıyla da bu enerjiden<br />
yararlanılmaktadır[8].Güneş enerjisi, güneşin çekirdeğinde yer alan füzyon süreci<br />
ile açığa çıkan ışıma enerjisidir ve güneşteki hidrojen gazının helyuma dönüşmesi<br />
şeklindeki füzyon sürecinden kaynaklanır.<br />
Foto voltaik enerji üretimi, diğer enerji kaynaklarıyla kıyaslandığında henüz ekonomik<br />
değildir. Ancak yapılan araştırmalar sonucunda, maliyetlerin düşürülmesi<br />
başarılabilmiştir. Bu alanda araştırma yapan ve alanın öncü devletleri, ABD, Almanya<br />
ve Japonya, yılda yaklaşık bir milyar dolar civarında yatırımı, bu konuyla<br />
ilgili harcamalara yapmaktadırlar. 2050 yılında dünyadaki enerji tüketiminin<br />
%15’nin güneşten elde edilmesi planlanmaktadır[9]. Güneş enerjisiyle, enerji dış<br />
alım artış hızı frenlenebilir ve fosil yakıtlardan kaynaklanan çevre kirliliği engellenebilir[10].<br />
Çünkü, güneş enerjisi elde etmek amacıyla kurulan sistemler, yanmadan<br />
dolayı açığa çıkan gazlar olmaksızın enerjiyi güneşten, direk olarak almaktadır[11].Ülkemiz,<br />
coğrafi konumu nedeniyle sahip olduğu güneş enerjisi potansiyeli<br />
açısından birçok ülkeye göre şanslı durumdadır. Elektrik İşleri Etüd İdaresi tarafından<br />
yapılan çalışmaya göre Türkiye’nin ortalama günlük toplam güneşlenme süresi<br />
7.2 saat, yıllık 2640 saattir.Ortalama toplam ışınım şiddeti ise 1311 kwh/m 2 -yıl<br />
olarak saptanmıştır. Türkiye’nin en fazla güneş alan bölgesi Güneydoğu Anadolu<br />
Bölgesi olup, bunu Akdeniz Bölgesi izlemektedir. Türkiye’de güneş enerjisinin en<br />
yaygın kullanımı sıcak su ısıtma sistemleridir. Güneş enerjisinden yararlanma konusundaki<br />
çalışmalar özellikle 1970’lerden sonra hız kazanmış, güneş enerjisi sistemleri<br />
teknolojik olarak ilerleme ve maliyet bakımından düşme göstermiş, güneş
324<br />
enerjisi çevresel açıdan temiz bir enerji kaynağı olarak kabul edilmiştir [12]. Bununla<br />
birlikte güneş enerjisi kolektörleri binaların çatılarında görüntü kirliliği oluşturmaktadır[13].<br />
3.2. Hidrolik Enerjisi<br />
Hidrolik enerji; suyun potansiyel enerjisinin kinetik enerjiye dönüştürülmesi sonucu<br />
elde edilen bir enerji türüdür. Alternatif bir kaynak oluşu, çevreye etkisinin en alt<br />
düzeylerde olması, herhangi bir çevre kirliliğine neden olmaması, işletme ve bakım<br />
masraflarının az olması, ulusal bir kaynak olması ve güvenilir bir enerji arzı sağlayan<br />
bir kaynak oluşu ile hidroelektrik enerjisi, gün geçtikçe önem kazanmaktadır[14].<br />
Hidrolik enerjiden yaygın olarak, nehirler üzerine barajlar inşa ederek, suyun<br />
potansiyel enerjisini elektrik enerjisine dönüştürmek suretiyle enerji elde edilmektedir.<br />
ABD’de enerji ihtiyacının %10’nu hidrolik enerjiden sağlanmaktadır.<br />
Türkiye’de ise hidrolik enerjiden üretilen enerjinin payı gittikçe azalmaktadır. 1990<br />
yılında elektrik üretiminde, hidrolik enerjinin payın %40 iken, 2001 yılında bu oran<br />
%20 ‘ye düşmüştür. Termik santrallerden üretilen enerji miktarının artması hidrolik<br />
enerjinin payının düşmesinde etkili olmuştur[15]. Yinede hidrolik enerji 2000 yılında<br />
31000 GWh enerji üretimi ile küçümsenmeyecek bir boyuttadır. Yenilenebilir<br />
enerji kaynakları içinde, hidrolik enerji kurulu gücümüz en yüksek paya sahiptir[16].<br />
Hidrolik santraller, termik santrallere ve doğal gaz santrallerine göre çevresel<br />
faktörler ve dünyadaki eğilimler karşılaştırıldığında daha avantajlı konumdadırlar[17].<br />
3.3. Rüzgar Enerjisi<br />
Dünya rüzgar enerji potansiyelinin, 50° kuzey ve güney enlemleri arasındaki alanda<br />
26.000 TWh/yıl olduğu ve ekonomik ve diğer nedenlerden dolayı 9.000 TWh/yıl<br />
kapasitenin kullanılabilir olduğu tahmin edilmektedir[18]. Yine yapılan çalışmalara<br />
göre, dünya karasal alanları toplamının %27’sinin yıllık ortalama 5.1 m/s’den daha<br />
yüksek rüzgar hızının etkisi altında kaldığı belirtilmektedir. Bu rüzgar enerjisinden<br />
yararlanma imkanının olabileceği varsayımıyla 8 MW/km 2 üretim kapasitesi ile<br />
240.000 GW Kurulu güce sahip olunacağı hesaplanmaktadır.<br />
70+ Calif.’da<br />
lease edildi. +500<br />
Şekil 1. Dünyada rüzgar enerji santrallarının gücünün artışı[19]
325<br />
Şekil 1. de dünyanın rüzgar enerji santralarının kurulu güçlerinin artışı verilmektedir.<br />
Buradan hesaplanırsa, 2004 yılı sonuna kadar tüm dünyada kullanılan rüzgar<br />
enerji potansiyeli kurulu gücü 2/10000 oranında kullanılmaktadır. Bu da dünyada<br />
rüzgar enerji potansiyelinin yüksek olup bu potansiyeli kullanamayan ülkelerin<br />
olduğunu ve potansiyelinin tamamına yakınını kullanan ülkelerin olduğunu göstermektedir..<br />
Şekil 2. kıtalara göre kurulu gücün paylaşımını göstermektedir.<br />
Şekil 2. Kıtalarda kurulu gücün paylaşımı[19]<br />
Şekil 2.’den de görüldüğü gibi, dünya rüzgar enerjisi pazarını Amerika ve Avrupa<br />
sürüklemektedir. Amerika’da birçok hanede kişisel kullanım görülmekte; Avrupa’da<br />
da bu tip kullanım gitgide yaygınlaşmaktadır[20]. Yeni kurulan rüzgar santrallerinin<br />
%90’ı Amerika ve Avrupa’da kurulmaktadır. Bu arada Hindistan’da 2110<br />
MW’a ulaşan güç, iyi bir pazarın habercisi olup Amerika ve Avrupa dışında bulunan<br />
en büyük kurulu güçtür. Tablo 1. rüzgar enerji santrallerini en çok kullanan<br />
ülkeleri göstermektedir[21].<br />
Tablo 1. Rüzgar enerji sanrallarının en çok kullanan ülkeler<br />
En Büyük 5<br />
Pazar<br />
2002 Eklemeleri<br />
(MW)<br />
2002 Sonu (MW) 2003 Eklemeleri<br />
(MW)<br />
2003 Sonu (MW)<br />
Almanya 3247 12001 2645 14609<br />
ABD 410 4685 1687 6374<br />
İspanya 1493 4830 1377 6202<br />
Danimarka 407 2880 243 3110<br />
Hindistan 195 1702 408 2110<br />
Rüzgar enerjisi kullanımında dünya genelindeki artış oranı her yıl gitgide azalmaktadır<br />
(%21). Bunun nedeni ise özellikle lider pazarların (Amerika, Almanya, Dani-
326<br />
marka) yeni santral kurma hızlarının düşmüş olmasıdır. 2010 yılında dünya rüzgar<br />
enerji santrallarının hedefi 75000 MW olarak tahmin edilmektedir[22].<br />
Rüzgar Enerji Santralarındaki Gelişmeler<br />
Rüzgar türbinleri ile ilgili gelişmeler teknoloji ile birlikte her geçen gün artmaktadır.<br />
Günümüzde rüzgar türbinlerinde en çok gelişen sahalardan biri türbinin elektronik<br />
sistemlere adaptasyonudur. Rüzgar enerji santrallarında aşağıdaki gelişmeler<br />
olduğunda bu enerji kaynağının daha da kullanılabilir olacağı aşikardır. Daha verimli<br />
tasarım ve üretim (aerodinamik tasarım, gelişmiş yük ve dayanım güvenliği,<br />
yüksek dayanımlı ve sönümlü malzemelerin kullanımı, gelişmiş üretim teknolojileri,<br />
yeni konseptlerin oluşturulması, gelişmiş kanat tasarımı ve bakım-onarım masraflarının<br />
azaltılması), türbülans altında yüklerin durumunu, yapısını ve türbin ömrüne<br />
etkisini kavrayabilmek, sistem model ve simülasyonlarını geliştirmek, entegre<br />
jeneratör ve güç elektroniği sayesinde mekanik dişli kutularından kurtulmak, verimli<br />
ve düşük maliyetli enerji depolamak, daha iyi rüzgar hızı karakter analizi yapmaktır.<br />
Yapılacak araştırmalar sonucunda daha iyi tasarım, geliştirme ve üretim<br />
yaparak rüzgar enerjisinin kullanılabilirlik yüzdesini arttırmak temel amaçtır.<br />
Rüzgardan elde edilecek enerji tamamen rüzgarın hızına ve esme süresine bağlıdır.<br />
Kararlı, güvenilir, sürekli bir kaynaktır. Türbin için geniş alana gereksinim<br />
gösterebilirler. Tek bir türbin için 700-1000 m2/MW alan gereksinilebilir. Dışa<br />
bağımlı değildir. Gürültülüdürler ve kuş ölümlerine neden olur, radyo ve TV alıcılarında<br />
parazitlenme yaparlar. Bu nedenle İngiltere başta olmak üzere birçok<br />
Avrupa ülkesinde büyük rüzgar türbinlerinin yarattığı çevre sorunları nedeniyle<br />
milli park alanlarının sınırları içine ve çok yakınlarına kurulması yasaklanmıştır.<br />
Rüzgar enerjisi maliyeti değişkendir. Rüzgar enerjisinin desteklenmesinde çevresel<br />
ve enerji üretimi hedeflerinin yanında endüstriyel ve ekonomik büyüme ve<br />
bunlara paralel olarak işgücü yaratımı hedefleri de büyük önem taşımaktadır.<br />
Genel olarak, elektrik hizmet sektörünün merkezi yönetiminin kontrolünde olduğu<br />
ülkelerde daha çok büyük/orta ölçekli rüzgar tarlalarının kurulması tercih edilirken,<br />
serbest piyasa ekonomisinin hakim olduğu ülkelerde küçük ölçekli, bağımsız<br />
özel kullanımların yaygın olduğu görülmektedir. Rüzgar enerjisinden elektrik<br />
üretim sürecinin karbondan bağımsız olması, yani atmosfer kirliliğine sebebiyet<br />
vermemesi nedeniyle bu kaynak “temiz enerji” olarak nitelendirilmektedir. Rüzgar<br />
enerjisi projelerinin çevreyle uyumlu, duyarlı gelişimlerinin sağlanmasında<br />
yerel ve bölgesel fiziksel planlama çalışmaları; eldeki haritalar, arazi kullanım<br />
yaklaşımları, planlama ve tasarım kriterleri önemli bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
Bugün en çok üzerinde durulan konu rüzgar santrallerinin veya türbin<br />
gruplarının görsel etkisidir. Temel kriter doğaya uyumlu bütünleşmiş bir görsel<br />
etkinin yaratılmasıdır. Rüzgar enerjisinin bir şekilde desteklenmesindeki temel<br />
amaç çevresel kaygılardan çok, enerji gereksinimini karşılamada kaynak çeşitliliğine<br />
gitmek ve yerel kaynaklardan yararlanmaktır[23].
3.4. Jeotermal Enerji<br />
327<br />
Jeotermal enerji, yerkabuğunun derinliklerindeki ısının yer altı sularını ısıtması<br />
sonucunda ısınan suyun yeryüzüne çıkmasıyla oluşan bir enerji türüdür. Bu enerjinin<br />
daha çok ısı enerjisi olarak kullanılması önerilmektedir. Bunun yanında sanayi<br />
için diğer enerji kaynaklarından çok daha ucuzdur. ABD’de konut ısıtma amacıyla<br />
ilk kez 1891 yılında kullanılmıştır. 1904 yılında İtalya’da ilk defa jeotermal kuru<br />
buhardan elektrik üretilmiştir. Ülkemiz jeotermal enerji potansiyeli açısından dünyadaki<br />
zengin ülkeler arasında yer almaktadır. Dünyada toplam elektrik kurulu<br />
gücü 8274 MW'e iken ülkemizde 20.4 MW'e'dir. Mevcut şartlara göre ülkemizde,<br />
2010 yılı hedefi 500 MW ve 2020 yılı hedefi 1000 MW olarak öngörülmektedir[24].<br />
1969 yılında Fransa’da büyük şehirlerin jeotermal enerjiyle ısıtılmasına<br />
başlanmıştır. Türkiye’de ısınma amacıyla ilk olarak 1964 yılında Gönen’de (Balıkesir)<br />
bir otelde kullanılmıştır. Türkiye’deki konutların %30’unun jeotermal enerji ile<br />
ısıtılması mümkündür. 31500 megawattlık enerjinin günümüzde sadece %2’ si kullanılmaktadır[25].<br />
Jeotermal enerjiden konutlarda ısıtma, kaplıcalarda, sera ısıtmacılığı<br />
ve elektrik üretiminde faydalanılmaktadır.<br />
3.5. Biokütle Enerjisi<br />
Karbon içeren her türlü bitkisel veya hayvansal atıklardan oluşan organik maddelere<br />
biokütle denir. Bu kaynaklar, bitkisel atıklar, hayvansal atıklar ile şehir ve endüstri<br />
atıkları olarak sınıflandırılır. Yeryüzünde doğrudan veya dolaylı olarak fotosentezin<br />
ürünü olan biokütle, yanma denilen oksijen ile tepkimesi sonucu içinde<br />
depolanmış güneş enerjisini ortaya çıkarır. Dolayısıyla her türlü biokütle yakılarak<br />
enerji elde edilebilir. Enerji üretme prensipleri termik santrallerle aynıdır. Temel<br />
fark yakıt olarak kömür yerine biokütlenin kullanılmasıdır. Biokütle enerjisinin<br />
farklı yollardan enerji sağlayabilmesi için birçok formları oluşturulmaktadır. Yenilenebilir<br />
biokütle ve biokütleden elde edilen yakıtlar çevresel fayda sağlaması sebebiyle<br />
günümüz enerji kullanımında kolaylıkla fosil yakıtların yerine geçebilecektir.<br />
Ayrıca biokütlenin gazlaştırılması ile elde edilen gaz, doğal gazın kullanıldığı yerlerde<br />
küçük modifikasyonlar yapılarak kullanılabilir ve yaygınlaştırılabilir. Bilinen<br />
bir husus da bir husus da bir enerji kaynağı olarak kullanılan biokütlenin birçok<br />
dezavantajının olduğudur. Düşük enerji yoğunluğuna sahip (yaklaşık 16-20 MJ/kg)<br />
ham biokütle kaynakları direkt olarak yakıldığı takdirde, verim çok düşüktür ve içdış<br />
mekanlarda yüksek seviyede hava kirliliği oluşmasına neden olur. Sağlığa zararları<br />
açısından koku, gürültü, yanma/patlama riski, CO zehirlenmesi, akıt gaz ve<br />
gazın temizlenme prosesinden kaynaklı pis su çıkışı dezavantajlarıdır. Biokütle<br />
gazlaştırma prosesinde katı yakıt deposu, yanabilen tozlar, yakıtın kurutulması ve<br />
üretilen gaz temel risk faktörlerini oluştururlar. Renksiz ve kokusuz olan karbon<br />
monoksit gazı solunduğunda tehlikeli bir toksik etki yaratır. Daha az kullanılmasındaki<br />
en önemli faktör; petrol ürünlerine göre üretimi ve depolanmasının daha zahmetli<br />
olması, gaz üretim sistemlerinin çalıştırılması için farklı üniteler gerektirmesidir.<br />
Yapılan araştırmalara göre, 2025 yılında dünya genelinde biokütleden sağlanacak<br />
enerji, Dünya Enerji Konseyi'nin Raporu'nda 1.339.3 Mtep ile 3.291.5 Mtep
328<br />
arasında bildirilmiştir. En düşük öngörüm Dünya Enerji Konseyi'ne aittir. Dünya<br />
Enerji Konseyi raporlarında 2020 yılında yeni ve yenilenebilir kaynaklarla enerji<br />
talebinin minimum %3-4'ünün, maksimum % 8-12'sinin. Ortaya konulan senaryoya<br />
göre modern biokütle ile sağlanacak enerji jeotermal enerjinin 6.4 katı, rüzgar enerjisinin<br />
2.6-3 katı, güneş enerjisinin 1.6-2.2 katı olabilecektir. Görüleceği gibi en<br />
büyük pay modern biokütleye ayrılmıştır. Günümüzde Avrupa Birliği kapsamında<br />
enerji tüketiminin % 2-3'ü biokütleden karşılanmakta olup, bazı AB ülkelerinde<br />
biokütlenin payı %10-16 düzeyinde bulunmaktadır. 2020 yılında modern biokütle<br />
enerji üretiminin ABD'de 235-410 Mtep, Almanya'da 11-21 Mtep, Japonya'da 9-12<br />
Mtep olması planlanmıştır.<br />
Biokütle Enerjili Isı-Güç Santralleri<br />
Günümüzde elektrik enerjisine katkı sağlamak için atık maddelerden faydalanılabilinir.<br />
Özellikle büyük yerleşim merkezlerinde toplanılan atıkların daha uzak bölgelere<br />
dökülmesi kısa süreli çözümlerdir. Bunları yakarak buradan açığa çıkan ısı<br />
enerjisi ile suyu buharlaştırıp türbin-jeneratör grubunun çalıştırılması ile elektrik<br />
enerjisi üretmek mümkündür. Ayrıca burada atıklarda çok bol miktarda metan gazı<br />
ve açığa çıkmaktadır. Bu gazlar da ısıtma için kullanılabilmektedir. Yapılan araştırmalara<br />
göre bu yöntem, yakıttan elde edilen temel enerjinin en yüksek verim<br />
olanağını sağlayan tekniktir.<br />
Gazlaştırma<br />
Gazlaştırma biokütleden gaz yakıt elde edilen termokimyasal bir dönüşüm prosesidir.<br />
Diğer bir deyişle biokütle termokimyasal bir dönüşümle gaz yakıta dönüştürülür.<br />
Modernize edilmiş biokütle enerjisi teknolojilerinin amacı üretim ve kullanım<br />
sırasında emisyonları azaltırken yakıtın yoğunluğunu arttırmaktır. Üretilen gazın<br />
enerji içeriği içten yanmalı motorlarda, kazanlarda ve fırınlarda kullanıma uygundur.<br />
Fakat azot içeren gaz orta ve uzun taşımacılık için tavsiye edilmez. Biokütlenin<br />
gazlaştırılmasında tam kapasiteli yanmanın sağlanabilmesi için havanın yerine<br />
oksidan olarak saf oksijen veya buhar kullanıldığında yüksek enerji yoğunluğuna<br />
sahip gaz elde edilir[26]. Isıl değeri düşük olmasın rağmen gaz motorları ve türbinlerinde,<br />
elektrik üretiminde veya içten yanmalı motorlarda katı biokütle gazlaştırılarak<br />
enerji kaynağı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu metotla kullanılabilir ve<br />
modernize edilen gaz yakıtlar daha az zararlı emisyon ile geleneksel yakıtlar gibi<br />
kullanılabilir.<br />
3.6. Hidrojen Enerjisi<br />
Hidrojen doğada serbest halde bulunmaz, bileşikler halinde bulunur. En çok bilinen<br />
bileşiği ise sudur. Hidrojenin yakıt olarak kullanıldığı enerji sistemlerinde, atmosfere<br />
atılan ürün sadece su veya su buharı olmaktadır. Hidrojen petrol yakıtlarına göre<br />
ortalama 1.33 kat daha verimli bir yakıttır, bilinen en hafif gazdır ve yanıcı özelliğe<br />
sahiptir. En önemli özelliği yanarken, diğer yakıtların çıkarttığı karbondioksit gibi<br />
zararlı gazları çıkarmaması ve geriye sadece saf su bırakmasıdır. Hidrojenden enerji
329<br />
elde edilmesi esnasında su buharı dışında çevreyi kirletici ve sera etkisini artırıcı<br />
hiçbir gaz ve zararlı kimyasal madde üretimi söz konusu değildir. Hidrojen hala<br />
kullanılan konvansiyonel yakıtlar gibi, motorlarda ya da buharlaştırıcılarda, ısı ve<br />
güç sağlamada yakıt olarak kullanılabilir. Hidrojenin araç ve elektrik üretimi uygulamalarında<br />
yakıt olarak kullanılmasının yararları oldukça açıktır. Yakıt olarak<br />
kullanımında, yüksek sıcaklık işlemlerindeki çok az miktarlarda üretilen emisyon<br />
hiç üretilmemektedir. Hidrojenin yaygın bir şekilde kullanılması ile oldukça belirgin<br />
kirlilik azalma etkileri olacaktır[27]. Hidrojen karbon içermeyen bir yakıt olduğundan,<br />
fosil yakıtların neden olduğu türden bir kirliliğe yol açmaz. Hidrojen kullanım<br />
teknolojilerinin gelişmesi ve fosil enerji kaynaklarının yakıt hücresi gibi farklı<br />
teknolojilerle kullanılması halinde, fosil yakıtların çevresel zararları daha da azaltılabilecektir.<br />
3.7. Isı Pompa Sistemleri<br />
Isı pompası, düşük sıcaklıktaki ısı kaynağından ısı çekerek daha yüksek sıcaklıklarda<br />
ısı üreten ünitedir. Isı pompalarının kurulma maliyeti, diğer ısıtma sistemlerine<br />
göre daha yüksektir. Fakat uzun vadede kullanılması durumunda diğer sistemlere<br />
oranla daha avantajlı olmaktadır. Isı pompalarında enerji kaynağı olarak su ve toprak<br />
kullanılsa da en çok kullanılan enerji kaynağı genellikle çevre havasıdır. Isı<br />
pompaları sıcak su üretimi amaçlarıyla kullanılabilir. Bina ve işyeri ısıtmalarında,<br />
yerden yapılan ısıtmada, sıcak havalı sistemlerde, iklimlendirme tesislerinde ve<br />
yüzme havuzlarının ısıtılmasında kullanılır. Endüstriyel uygulamalarda çeşitli kurutma,<br />
buharlaştırma, damıtma işlemlerinde ve süt pastörizasyon işlemlerinde kullanılmaktadır.<br />
Ayrıca kombine uygulamalarda ısı pompası kışın ısıtma yazın ise<br />
soğutma yapılan tesislerde kullanılabilmektedir. Isı pompalarının buharlaştırıcısı,<br />
güneş enerjisini direkt alacak şekilde açık alana yerleştirilebilir. Soğutucu akışkan<br />
buharlaştırıcı içinden geçerken buharlaştırıcı üzerine gelen güneş enerjisinden aldığı<br />
ısıyla buharlaşır. Bu şekildeki güneş enerjisi kaynaklı ısı pompaları açık günlerde<br />
kullanılabilir.<br />
3.8. Dalga Enerjisi<br />
Okyanus dalgaları enerjiyi uzak mesafeler taşırlar. Kullanılabilir kapasitenin, sahilin<br />
birim uzunluğu başına sakin havalarda birkaç MW/m olduğu hesaplanmaktadır.<br />
Kapasite derinlikle artar ve 100 m derinliğe kadar kullanılabilir[28]. Dünya yüzeyinin<br />
farklı ısınması sonucu olu-şan rüzgârların deniz yüzeyinde esmesi ile meydana<br />
gelen deniz dalgalarındaki gücün, diğer yenilenebilir enerji kaynaklarına göre 10-15<br />
kat daha fazla olduğu hesaplanmıştır. Dalga enerjisi sayesinde denizlerimizin sınırsız<br />
enerjisi istenilen noktada alınabilir. Toprak kaybı yaratmaz. Denizdeki ekolojik<br />
dengeye katkıda bulunur. Dalga enerjisinden elde edilen doğal enerji kullanımı<br />
yaygınlaştığında, ısınma amaçlı kullanılacağından; havadaki karbon ve nitrojen<br />
türevleri azalacak, soluduğumuz havanın kalitesi yükselecek, ülkemizde ve dünyada<br />
daha sağlıklı nesiller yetişecektir[29]. Güç kaynağının sonsuz ve bol olması, fosil<br />
yakıtlara bağımlılığı, küresel ısınmayı, asit yağmurlarını, her türlü kirliliği dolaylı
330<br />
olarak azaltması, iş sahası açması, elektrik şebekesinin olmadığı uzak alanlara<br />
elektrik sağlaması, deniz ortamında yapılacak diğer çalışmalarda potansiyel teknolojinin<br />
kullanımına olanak tanıması, tuzlu suyun tatlı suya çevrilip ihtiyaç olan bölgeye<br />
pompalanması, dalga enerjisinin olumlu yönleridir. Ayrıca dalga enerjisinin<br />
avantajları arasında; temiz ve sınırsız enerji üretmesi, çevreye hiçbir zararlı etkisinin<br />
olmaması, ilk yatırımından başka hiçbir girdisinin olmaması, primer enerjiye<br />
hiçbir bedel ödenmemesi, nüfus yoğunluğu kıyılarda toplanmış olan ülkemizde<br />
enerjinin üretildiği yerde tüketilebilmesi ve böylece uzun iletim hattına gerek olmaması<br />
ve santralin öngörülen enerji ihtiyacına göre boyutlandırılması sayılabilir.<br />
4. Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Karşılaştırılması<br />
Enerji üretim sistemlerinin karşılaştırılması, çevre ve ekonomik açıdan yapılmıştır.<br />
Bunun için de tablolar halinde açıklanmıştır.<br />
Tablo 2. Enerji türlerinin yaklaşık olarak yatırım ve birim enerji maliyetlerinin karşılaştırılması<br />
Yatırım Maliyeti ($/kWh) Üretim Maliyeti (cent/kWh)<br />
Petrol 1500-2000 6<br />
Kömür 1400-1600 2.5-3<br />
Doğalgaz 600-700 3<br />
Nükleer 3000-4000 7.5<br />
Hidrolik 750-1200 0.5-2<br />
Güneş Yüksek 10-20<br />
Jeotermal 1500-2000 3-4<br />
Rüzgar 1000-1200 3.5-4.5<br />
Tablo 3. Enerji türlerinin çevresel etkilerinin karşılaştırılması<br />
İklim<br />
Değişikliği<br />
Asit<br />
Yağmuru<br />
Su<br />
Kirliliği<br />
Toprak<br />
Kirliliği Gürültü Radyasyon<br />
Petrol + + + + + -<br />
Kömür + + + + + +<br />
Doğalgaz + + + - + -<br />
Nükleer - - + + - +<br />
Hidrolik + - - - - -<br />
Güneş - - - - - -<br />
Jeotermal - - + + - -<br />
Rüzgar - - - - + -
331<br />
Yukarıdaki tablolara baktığımızda yenilenebilir enerji kaynakları oldukça avantajlı<br />
görünmektedir. Bir tek yatırım maliyeti ve birim enerji maliyeti diğer enerji kaynaklarına<br />
nazaran daha pahalıdır. Teknolojinin ilerlemesiyle ve seri imalata geçilmek<br />
suretiyle ileriki yıllarda daha da ucuzlayacağı aşikardır. Yenilenebilir enerji<br />
kaynakları ile kurulan santrallerin güçlerini, fosil yakıtlı santrallerin güçleri ile karşılaştırmak<br />
mümkün değildir. Bu sebeple yenilenebilir enerji kaynakları ile çalışan<br />
santraller ile fosil yakıtlı santralleri karşılaştırmaya gerek yoktur, yenilenebilir enerji<br />
kaynakları her zaman diğer enerji kaynaklarının tamamlayıcısı olmuştur.<br />
5. Sonuçlar ve Öneriler<br />
Yenilenebilir enerji ve üretim sistemlerinde yaşanan yavaş gelişmenin nedeni genellikle<br />
yerleşik çıkar ilişkileri, mevcut altyapının yetersizliği, ekonomik koşullar,<br />
finans bulmaktaki zorluklar, bilimsel ve teknik yetersizlikler, yenilenebilir enerji<br />
teknolojileri ve kaynakları ile ilgili bilgi eksikliğine bağlanmaktadır. Yenilenebilir<br />
enerji kaynaklarına ait sağlıklı ve güvenilir veri setleri oluşturulmalı ve bu veri setlerinin<br />
sürekliliği ve güncellenmesi sağlanmalıdır. Mesela; güneş ve rüzgâr enerjisi<br />
ölçümleri yerel ve kesintisiz olarak yapılmalı ve kaydedilmelidir. Yenilenebilir<br />
enerji teknolojileri konusunda ilerlemeler dünya genelinde takip edilmeli, ülke genelinde<br />
çalışmalar teşvik edilmeli ve desteklenmelidir, Avrupa’da olduğu gibi yenilenebilir<br />
enerjinin yaygınlaşması için, yatırımcılara cazip bir pazar oluşturulmalıdır.<br />
Yatırımcılar hatta kullanıcılar devlet tarafından (vergi indirimi, kredi vb. ile) teşvik<br />
edilmelidir, Ülkesel ve yöresel gerçeklere uygun olarak, sivil toplum kuruluşları ve<br />
diğer aktörlerle birlikte yenilenebilir enerji yasası geliştirilmelidir, Sürdürülebilir<br />
enerjilerin toplumsal ve çevresel yararları nedeniyle ödüllendirildiği, kirletici enerjilerin<br />
ise toplumsal maliyetlerinin fiyatlarına eklendiği bir sistem kurulmalı, yatırım<br />
kararlarında uzun vadede toplumsal maliyeti en düşük projelere öncelik verilmelidir,<br />
Bir çok sektörde yenilenebilir enerjilerin payını artıracak, öncelikli ulusal<br />
hedefler ile takvim, uygulama planı, destek ve yatırımlar belirlenmelidir, Endüstriyel<br />
üretim işlemlerinde de enerji kullanım etkinliğine önem verilmelidir. İşletme<br />
ölçeğinde yapılacak olan etkin bir mekanizasyon planlaması ile işletme için uygun<br />
mekanizasyon alt yapısı sağlanmalıdır, İşletmelerin mekanizasyon alt yapısı için<br />
enerji verimliliği yüksek olan teknolojilerden yararlanılmalıdır,<br />
Kaynaklar<br />
[1] Kadıoğlu S., Tellioğlu Z.,(1996).“Enerji Kaynaklarının Kullanımı ve Çevreye Etkileri”,<br />
TMMOB Türkiye Enerji Sempozyumu, s. 55-67, 1996.<br />
[2] Altın, V. Enerji Dosyamız, Bilim ve Teknik Dergisi, Sayı: 470, Yeni Ufuklara Eki 2007.<br />
[3] Görez, T., Alkan, A. 2005. Türkiye‘nin Yenilenebilir Enerji Kaynakları Yeksem 2005<br />
<strong>II</strong>I.Yenilenebilir Enerji Kaynakları Semp., 19-21 Ekim 2005. Mersin, s.123-127.<br />
[4] J.W. Twidell and A.D. Weir, “Renewable Energy Resources”, E.& F.N. Spon Ltd.,<br />
London, New York, 1986.<br />
[5] “Kojenerasyon Nedir?” http://www.kojenerasyon.com/,12.10.2008.<br />
[6] Enerji Verimliliği, Etüt, Proje ve Uygulamaları,<br />
http://www.optimalas.com.tr/default.asp?page=97&subp=162&ssub=163, (12.10.2008).
332<br />
[7] Atagündüz, Gürbüz (1992), “Temiz Enerji Teknolojileri”, Ekoloji, Sayı: 3, s.6,<br />
http://www.ekolojidergisi.com.tr/resimler/3-1.pdf, (15.09.2008).<br />
[8] Morse, R.N. Solar heating as a major source of energy for Australia, 10th World Energy<br />
Conference, Sept.19-23 1977, s.1-22, İstanbul.<br />
[9] Doğan, M. (2001). “Sanayileşme ve Çevre Sorunları”, Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları<br />
Sempozyumu, TMMOB, 12-13 Ekim 2001, Kayseri, s.245-251<br />
[10] www.tubitak.gov.tr/btpd/btspd/platform/enerji/altgrup/cevre/bolum4.pdf<br />
[11] Parfit, Michael. (2005). “Alternatif Enerji”, National Geographic,Ağustos-2005,ss.87<br />
[12] http://www.eie.gov.tr, 2005<br />
[13] Özyurt, M., Kumbur, H. Visual pollution in Mersin and its environmental effects, 12th<br />
Int.Symp. onEnviron.Poll. and its Impact on Life in the Mediterr.Region, Oct.4-8 2003,<br />
Antalya<br />
[14] www.tubitak.gov.tr/btpd/btspd/platform/enerji/altgrup/cevre/bolum2.pdf,<br />
[15] Çengel, Y.A. (2003). “Dünyada ve Türkiye’de Jeoterma, Rüzgar ve Diğer Yenilenebilir<br />
Enerjilerin Kullanımı”, Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları Sempozyumu,<br />
TMMOB, 3-4 Ekim Kayseri, s.1-14<br />
[16] Tuğrul, A. B. (2003). “Türkiye’de Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Enerji<br />
Politikaları İçindeki Yeri”, Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları Sempozyumu,<br />
TMMOB, 3-4 Ekim 2003, Kayseri, ss.319-324<br />
[17] Çetinkaya, Merve & Filiz Karaosmanoğlu. (2004). “Türkiye Enerji profili ve Hidrojen”,<br />
www.dizayn.com/223/223/turkiye_enerji.pdf,<br />
[18] www.windpower.com/index.htm<br />
[19] www.ewea.com/2004facts.pdf<br />
[20] Johnson, G.L., “ Wind Energy Systems”, Manhattan, 2001<br />
[21] Spera A. D., “ Wind Turbine Technology”, ASME Press, 1-31, 1998<br />
[22] Heier S., “Grid Integration of Wind Energy Conversion Systems”, John Wiley&Sons<br />
Pres, 1998<br />
[23] Peker, Z. Wind farms on our landscapes: A new legend in our plans, Thermal Energy<br />
ongress Proceedings,July 8-12 2001, İzmir.<br />
[24] Sağlam, M., Uyar, T.S. 2005. Dalga Enerjisi ve Türkiye‘nin Dalga Enerjisi Teknik<br />
Potansiyeli, Yeksem 2005 <strong>II</strong>I.Yenilenebilir Enerji Kaynakları Semp., 19-21 Ekim 2005.<br />
Mersin, s.275-279.<br />
[25] İnan, D. (2001). Geçmişten Bugüne Enerji Kullanımı, Temiz Enerji Vakfı Yayınları,<br />
Ankara<br />
[26] Acaroğlu, M., “Alternatif Enerji Kaynakları”,,Atlas yayın,2003<br />
[27] Ersöz, A., Yolcular, S., Olgun, Ö. 2001. Geleceğin Yakıtı Hidrojen,<br />
YEKS’01Yenilenebilir Enerji Kaynakları Semp., 12-13 Ekim 2001. Kayseri, s.239-244.<br />
[28] Aybers, N., Şahin, B. 1995. Dalga ve Jeotermal Enerji, Enerji Maliyeti, YTÜ Yayını,no.299,<br />
s.210.<br />
[29] Çokan, M. 2004. (Dalga Enerjisi) Dalga Elektrik Santralleri, V.Ulusal Temiz Enerji<br />
Semp., 26-28 Mayıs 2004. İstanbul, s.233-242.
Özet<br />
RÜZGAR ENERJİSİ ÜRETİM SİSTEMLERİNİN<br />
ÇEVRESEL ETK<strong>İLERİ</strong><br />
Yrd.Doç.Dr. Bekir YELMEN 1 , Prof.Dr.Serdar ÖZTEKİN 2 ,<br />
Dr.M.Tarık ÇAKIR 3<br />
1 Aksaray Üniversitesi, 2 Çukurova Üniversitesi<br />
3 Sağlık Bakanlığı İnşaat ve Onarım Daire Başkanlığı<br />
333<br />
Enerjinin önemi her geçen gün artmaktadır. Tüketilen enerji miktarı, günümüzde<br />
ülkelerin gelişmişlik seviyesini gösterir. Fosil yakıtların giderek azalması nedeniyle<br />
yenilenebilir enerji kaynaklarına olan talep giderek artmaktadır. Yenilenebilir enerji<br />
kaynaklarının çevreye olumsuz etkileri, konvansiyonel enerji kaynaklarına göre<br />
daha azdır. Fosil yakıtların doğrudan veya dolaylı olarak kullanımıyla ortaya çıkan<br />
çevresel sorunların etkin bir şekilde önlenebilmesi için, yenilenebilir enerji kaynaklarından<br />
yararlanılması gerekir. Yenilenebilir enerji kaynaklarının maliyetleri fosil<br />
kökenli yakıtlara göre daha azdır, yenilenebilir olduklarından dolayı tükenmezler ve<br />
konvansiyonel yakıtların aksine çevre ve insan sağlığı için önemli bir tehdit oluşturmazlar.<br />
Bugün büyük miktarda ve küresel ölçekte çevre kirliliğine sebep olan<br />
klasik fosil yakıt kaynaklı enerji üretim sistemleri yerine hem çevresel etkileri daha<br />
az, hatta hiç olmayan, hem de devamlılığı ve yenilenebilirliği sağlayan enerji kaynaklarını<br />
bulmak ve geliştirmek zorundayız. Bu makalede, bugün başta güneş, rüzgâr,<br />
deniz-dalga, jeotermal ve hidrojen enerjileri olmak üzere yenilenebilir enerji<br />
kaynağı diye nitelendirdiğimiz enerji kaynakları içerisinde önemli bir yere sahip<br />
olan rüzgâr kaynaklı enerji üretim sistemlerinin çevresel etkileri incelenmeye çalışılmış<br />
ve muhtemel olumsuz etkilerin minimize edilmesi için bazı önerilerde bulunulmuştur.<br />
Anahtar Kelimeler: Rüzgar enerjisi, Çevresel etkiler<br />
1. Giriş<br />
Enerji modern toplumun temel taşlarından biridir. İnsanoğlunun bugünkü modern<br />
hayatını devam ettirebilmesi ve gelişebilmesi için enerji, olmazsa olmazlardandır.<br />
Bu sebepledir ki enerji, üzerinde düşünülmesi, politika ve strateji geliştirilmesi<br />
gereken bir konudur. Bu bağlamda enerji konusundaki hassasiyet başlıca iki sebebe<br />
bağlanabilir. Birincisi; dünyanın 1970’li yıllarda yaşamış olduğu enerji krizini bir<br />
daha yaşamama isteği, ikincisi ise teknolojik gelişmelerin ve modern yaşamın enerjiye<br />
olan gereksinimindeki devam eden artış [1]. Enerji ihtiyacının artmasına rağmen<br />
mevcut enerji kaynakları aynı kalmakta, miktarlarında ise kullanımdan kaynaklanan<br />
bir azalma söz konusudur. Bugün kullanılan klasik fosil yakıtların bir gün<br />
tükeneceği bilinen bir gerçektir. Ayrıca enerji üretimlerinin tümü, günümüz şartlarına<br />
göre her ne kadar tedbir alınırsa alınsın yine de çevresel açıdan olumsuzluklar
334<br />
içerebilmektedir [2]. Mesela kömür yakıldığında, yakılan her gram kömür başına 4<br />
gram karbondioksit (CO2) açığa çıkmaktadır.<br />
Gerekli tedbirlerin alınmadığı yanma olaylarında yakılan kömürün dört misli ağırlığında<br />
CO2 atmosfere verilerek sera etkisine sebep olunmaktadır [3]. Kaynak kısıtlığının<br />
yanı sıra yukarıda örnek verilmeye çalışılan enerji üretiminden kaynaklanan<br />
çevresel etkilerin, geri dönüşsüz bir şekilde dünyanın doğal yapı ve dengesi üzerinde<br />
yapmış olduğu tahribat endişe verici düzeylere ulaşmıştır.Tüm bu sebeplerden<br />
dolayı, enerji veriminin yüksek, bunun yanında çevresel etkilerinin az olduğu, süreklilik<br />
arz eden yeni enerji kaynakları bulma arayışı içine girilmiştir. Ulusal ve<br />
uluslararası hukuki ve kanuni düzenlemeler de bu arayışı hızlandırmaktadır. Enerji<br />
üretirken çevreyi kirletmek, ardından temizlemek ve arıtmak yerine çevreyi kirletmeyen<br />
enerji üretim sistemlerini ve kaynaklarını geliştirmek; üretilen enerjinin bir<br />
kısmının da arıtma için kullanılması yerine, bu enerjinin temiz üretim sistemlerinin<br />
geliştirilmesi için harcanması muhtemelen daha akıllıca olacaktır. İşte bu sebeple,<br />
günümüzde klasik enerji kaynaklarına ek olarak, yeni ve yenilenebilir enerji kaynağı<br />
olarak isimlendirilen güneş, rüzgâr, jeotermal, hidrojen, deniz-dalga enerjileri<br />
gibi enerji kaynakları üzerine çalışmalar ve araştırmalar yapılmakta, uygulamalar<br />
gerçekleştirilmektedir. Bugün bu yenilenebilir enerji kaynaklarının dünyadaki üretim<br />
kapasitesi yılda milyon kWh mertebelerine ulaşmıştır [2]. Teknolojik imkânların<br />
artması ve Ar-Ge çalışmaları sayesinde bu miktarların gelecek yıllarda daha da<br />
artacağı düşünülmektedir. Rüzgâr kaynaklı enerji üretimi, yenilenebilir enerji kaynakları<br />
içinde en ileri ve ticari olarak mevcut olanı, aynı zamanda en hızlı gelişenidir.<br />
Rüzgâr enerjisinin bu kadar hızlı gelişmesinin nedeni olarak; atmosferde doğal<br />
olarak oluşması, kolay kurulumu, teknolojik geliştirilebilirlik yanında giderek ucuzlayan<br />
maliyeti gösterilebilir [4]. Rüzgâr enerjisinden elektrik üretim sürecinin karbona<br />
bağımsız olması, yani atmosfer kirliliğine sebebiyet vermemesi nedeniyle bu<br />
kaynak “temiz enerji” olarak da nitelendirilmektedir [5]. Buna karşın her enerji<br />
üretiminde olduğu gibi rüzgâr kaynaklı enerji üretiminde de bazı çevresel olumsuzluklar<br />
yaşanabilmektedir. Ancak amaç olumsuz etkilerin varlığından dolayı bu kaynaktan<br />
vazgeçmek değil, aksine olumsuz etkilerin giderilmesine yönelik çalışmaların<br />
yapılması sonucunda, bu enerji kaynağından en üst düzeyde fayda sağlarken,<br />
çevresel etkilerini de en alt seviyelere indirmek olmalıdır.<br />
2. Rüzgar Enerjisi<br />
Rüzgar enerjisi, herhangi bir emisyonu olmayan, doğal kaynakları tüketmeyen,<br />
küresel ısınmaya katkısı olmayan, asit yağmurlarına neden olmayan, yerel çevreye<br />
duyarlı bir enerji kaynağı olan bir enerji kaynağıdır. Rüzgar enerjisinin yakın çevresine<br />
verdiği gürültü, TV ve radyo yayınlarıyla etkileşimi, kuşlara yarattığı tehlike<br />
ve görsel etkileri, bilinen çevresel etkileridir. Türkiye rüzgar bakımından zengin bir<br />
ülkedir. 10 m yükseklikteki yıllık ortalama rüzgar hızı ve güç yoğunluğu açısından<br />
en yüksek değer 3.29 m/sn ve 51.91 W/m 2 ile Marmara Bölgesi'nde saptanmıştır.<br />
En düşük değer ise, 2.12 m/sn hız ve 13.19 W/m 2 güç yoğunluğu ile Doğu Anadolu<br />
Bölgesi'ndedir. Türkiye'nin % 64.5'inde rüzgar enerjisi güç yoğunluğu 20 W/m 2 'yi
335<br />
aşmazken, %16.11'inde 30-40 W/m 2 arasında, %5.9'unda 50 W/m 2 nin ve<br />
%0.08'inde de 100 W/m 2 nin üzerindedir [6]. Bugün ülkemizde Alaçatı ve Bozcaada'da<br />
kurulmuş iki rüzgar tarlası, Germiyan'da 3 türbinden oluşan otoprodüktör bir<br />
santral bulunmaktadır. Ayrıca onay almış toplam 16 rüzgar tarlası projesi yanı sıra,<br />
küçük ölçekli özel kullanıma yönelik talepler oluşurken, yine küçük ölçekte türbin<br />
üretimi de başlamıştır[7]. Rüzgardan elde edilecek enerji tamamen rüzgarın hızına<br />
ve esme süresine bağlıdır. Rüzgar; kararlı, güvenilir, sürekli bir kaynaktır. Rüzgar<br />
santralleri, türbin için geniş alana gereksinim gösterebilirler, dışa bağımlı değillerdir,<br />
gürültülüdürler ve kuş ölümlerine neden olurlar, radyo ve TV alıcılarında parazitlenme<br />
yaparlar. Bu nedenle İngiltere başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde<br />
büyük rüzgar türbinlerinin, yarattığı çevre sorunları nedeniyle milli park alanlarının<br />
sınırları içine ve çok yakınlarına kurulması yasaklanmıştır[8]. Rüzgar enerjisinden<br />
elektrik üretim sürecinin karbondan bağımsız olması, yani atmosfer kirliliğine sebebiyet<br />
vermemesi nedeniyle bu kaynak temiz enerji olarak nitelendirilmektedir.<br />
Bugün en çok üzerinde durulan konu rüzgar santrallerinin veya türbin gruplarının<br />
görsel etkisidir. Temel kriter, doğaya uyumlu, bütünleşmiş bir görsel etkinin oluşturulmasıdır.<br />
Rüzgar enerjisinin desteklenmesindeki temel amaç, çevresel kaygılardan<br />
çok, enerji gereksinimini karşılamada kaynak çeşitliliğine gitmek ve yerel kaynaklardan<br />
yararlanmaktır[9]. Rüzgar enerjisinin avantajları arasında; kararlı, güvenilir<br />
ve sürekli bir kaynak olması, dışa bağımlı olmaması ve gelişen teknoloji ile birlikte<br />
enerji birim maliyetlerinin düşmesi sayılabilir. Rüzgar türbinleri için geniş alanların<br />
ve sürekli rüzgar alan bölgelerin gerekmesi, görsel ve estetik olarak olumsuz olmaları,<br />
gürültülü çalışmaları, kuş ölümlerine neden olmaları, radyo ve TV alıcılarında<br />
parazitlenme yapmaları rüzgar santrallerinin dezavantajlarıdır. Rüzgar enerjisi en az<br />
çevre sorunu yaratan yenilenebilir enerji kaynağıdır. Karşılaşılan sorunlar uygun<br />
tasarım ve sağlam tesisatla önlenebilmektedir. Kanatlar elektromanyetik dalgaları<br />
yansıtarak haberleşme ve görüntü sinyallerini etkilemektedir. Ancak bu etki metal<br />
kanatlar yerine fiberglas malzeme kullanılarak önemli ölçüde giderilebilir. Rüzgar<br />
tirbünleri genellikle yerleşim bölgeleri dışında inşa edildiklerinden gürültü ve görüntü<br />
kirliliği en az düzeydedir. Rüzgâr haritaları genel olarak Çizelge 1’de gösterilen<br />
rüzgâr gücü sınıflandırılmasına göre potansiyel rüzgâr enerjisi dönüşümü için<br />
kullanılır. Burada, her bir sınıf, yıllık ortalama rüzgâr gücü yoğunluklarının ve<br />
eşdeğer ortalama rüzgâr şiddetlerinin aralığına göre verilmiştir. Mesela, sınıf 3<br />
veya daha yüksek sınıfta olanlar, rüzgâr türbini uygulamaları için uygundurlar.<br />
Rüzgâr enerjisinden elektrik üretilmesi düşünüldüğünde bu çizelgede yer alan değerlere<br />
bakılarak karar verilebilir.
336<br />
Çizelge 1. Farklı seviyeler için rüzgâr gücü yoğunluğu ve hızı [10]<br />
3. Rüzgâr Kaynaklı Enerji Üretimi<br />
Rüzgâr, önüne bir engel konulması veya sabit bir engelle karşılaşması halinde, onun<br />
üzerine bir basınç uygular. Böyle bir engelin harekete müsait olması durumunda,<br />
rüzgâr, o engelin hareket etmesine de sebep olur. İşte bu mantıktan hareketle, bir<br />
mil etrafında dönebilecek bir pervanenin (türbin) rüzgâr etkisi ile o mil etrafında<br />
dönmesi mümkün olabilmektedir. Bu fikir günümüzdeki rüzgâr türbinleri ile eski<br />
çağlardaki yel değirmenlerinin ilk çalışma ilkelerini teşkil eder. Yel değirmenleri,<br />
sulama ve benzeri uygulamalarda aslında insanlığın eskiden beri kullandığı doğal<br />
bir kaynak olan rüzgâr enerjisinin elektrik üretiminde kullanılmasına ancak<br />
1970’lerde yaşanan petrol krizinden sonra Avrupa ülkelerinde başlanmıştır [10].<br />
Rüzgâr enerjisinin kanıtlanmış bir başarısı vardır ve bu sebeple de kullanımı hızla<br />
artmaktadır. Küçük ölçekli türbinler vasıta ile birkaç W (watt) değerinde güçler<br />
ortaya konabilirken, orta ölçeklerde birkaç yüz kW (kilowatt), büyük güçlerde ise<br />
birkaç MW (megawatt)’a varan seviyelerde güç üretilebilmektedir [11]. Rüzgâr<br />
enerjisinin, dünya enerji sektöründeki yeri ve gelişmelerine bakılacak olursa, rüzgâr<br />
gücü yatırımlarının iki farklı yaklaşımla gerçekleştiği görülecektir [5]. Veya desteklendiği<br />
Birinci yaklaşım, gelişmiş batı ülkelerinin çevresel kaygıların ön plana çıkmasıyla<br />
ve uluslararası imzalanan protokol şartlarının sağlanması amacıyla çevre<br />
politikalarıyla uyumlu, enerji politikalarının çerçevesinde rüzgâr enerjisinin desteklenmesi<br />
eğilimi iken, diğer hâkim yaklaşım ise gelişmekte olan ülkelerin hızla artan<br />
enerji gereksinimlerini karşılamada kaynak çeşitliliğine gitme, dışa bağımlılıklarını<br />
azaltma, kaynağa kolay, çabuk ve ucuz erişme anlamında rüzgâr enerjisine yönelme<br />
eğilimidir [5]. Yaklaşım ne olursa olsun, rüzgâr gücünün hızla benimsenmesinin en<br />
temel sebeplerinden biri teknolojinin giderek ucuzluyor olmasıdır [5].<br />
Rüzgâr türbinleri, atmosferdeki sıcaklık ve basınç farkından oluşan rüzgârın kinetik<br />
enerjisini mekanik enerjiye dönüştürün mekanizmalardır [12].
Şekil 1. Tipik bir rüzgâr türbini[13]<br />
Şekil 2. Değişik Rüzgâr türbinleri[10]<br />
337<br />
Genel olarak rüzgâr türbinleri iki kategoriye ayrılırlar. Birincisi düşey eksenli rüzgâr<br />
türbinleri, ikincisi ise yatay eksenli rüzgâr türbinleridir [10]. Elektrik üretim<br />
uygulamalarında çoğunlukla yatay eksenli rüzgâr türbinleri kullanılır. Şekil 1’de<br />
tipik bir rüzgâr türbini şematize edilmiştir. Şimdiye kadar kullanılan değişik rüzgâr<br />
türbin tipleri<br />
İse Şekil 2’de gösterilmiştir. Modern rüzgâr türbinleri aerodinamik olarak rüzgârın<br />
sürükleme (drag) ve kaldırma (lift) kuvvetlerinden yararlanarak çalışır. Sürükleme<br />
kuvveti rüzgâr esme yönünde türbin yüzeyine, kaldırma kuvveti ise esme yönüne<br />
diktir. 80 m yüksekliğinde, 80 m çapında ve 2.500 kW enerji kapasitesinde olan<br />
dünyanın en güçlü rüzgâr türbini prototipi Hollanda’da bulunmaktadır [14]. Rüzgâr<br />
gücü gelişimleri; 200 kW bağımsız türbinlerden, 5 MW’a kadar türbin gruplarından<br />
oluşan, özel şahıs mülkiyetinde, şebeke bağlantısız sistemler ve büyüklükleri 5–100
338<br />
MW (veya daha fazla ancak yaygın olarak 20–50 MW) olan ticari amaçlı<br />
rüzgâr tarlaları biçiminde gerçekleşmektedir [5]. Piyasada mevcut olan türbinlerin<br />
çoğu 4 m/sn’lik rüzgâr hızlarından başlayarak rüzgâr enerjisi üretmeye başlar.İşte<br />
bu ilk hız değerine, rüzgâr türbini enerji üretimine başlama (cut-in) hızı adı verilir.<br />
Bu hızdan daha düşük olan türbinlerden rüzgâr enerjisinin üretilmesi mümkün<br />
olmaz. Genel olarak bu hız, V0 notasyonu ile gösterilir. Bu ilk hız değerinden<br />
başlayarak artan rüzgâr hızıyla üretilen enerji miktarı doğru orantılı olarak artar ve<br />
birçok çalışmalarda bu artışın doğrusal olduğu kabulü yapılır veya türbin tasarımı<br />
buna göre ayarlanır. Bu doğrusal artış V1 gibi bir üst rüzgâr hızına kadar devam<br />
eder. İşte bu üst hız türbin stabilitesi için çok önemlidir. Bu hızdan sonra artık türbinin<br />
enerji üretmesine müsaade edilmez. Pratik uygulamalarda üst hız 25 m/sn’yi<br />
pek geçmez [10]. Rüzgâr enerjisi üretmeye elverişli olan bir yere en azından birkaç<br />
tane rüzgâr gücünü elektrik enerjisine dönüştürecek türbinin kurulmasıyla rüzgâr<br />
çiftlikleri oluşur. Rüzgâr çiftlikleri, kurulmaları uygun yerlere yaklaşık 100-200 m<br />
aralıklarla türbinlerin yerleştirilmesi ile ortaya çıkar.<br />
Rüzgâr Kaynaklı Enerji Üretiminin Faydaları; Rüzgâr santrallerinin avantajları;<br />
hammaddelerinin atmosferdeki hava olması, kurulumlarının diğer enerji santrallerine<br />
göre daha hızlı oluşu, temiz ve sürdürülebilir enerji kaynağı olmaları, enerjide<br />
dışa bağımlılığı azaltmaları, fosil yakıt tüketimini azaltmaları neticesinde sera etkisinin<br />
azaltımına katkıları, her geçen gün güvenilirliklerinin artması ile maliyetlerinin<br />
ucuzlaması, bunun yanında rüzgâr türbinlerinin kurulduğu arazinin tarım alanı<br />
olarak kullanılabilmesi gibi sıralanabilir. Rüzgâr enerjisinin diğer enerji türlerine<br />
göre en önemli avantajı soğutma suyuna ihtiyaç duymamasıdır[15]. Bu durum rüzgâr<br />
enerjisini en zararsız enerji kaynağı haline getirmektedir. Rüzgâr tamamen atmosferde<br />
güneş etkileşimi ile meydana gelen yatay hava hareketleri olduğundan,<br />
rüzgâr kaynaklı enerji üretim sisteminin hammaddesi bedavadır denebilir. Ancak bu<br />
hammadde tamamen meteorolojik şartlara bağlı olduğundan yılın her gününde ve<br />
ayında aynı miktarda bulunmaz, değişkenliği oldukça fazladır[10]. Kurulması diğer<br />
enerji santrallerine göre daha hızlıdır. Diğer tüm enerji üretim birimlerinin planlanması,<br />
projelendirilerek inşasının tamamlanması uzun zamanları ve büyük mali<br />
yatırımları gerektirir. Hatta inşaat tamamlandıktan sonra bile hammadde için<br />
kaynak noktaları ile ulaşım ve taşınım sürekli sağlanmalıdır. Rüzgâr türbinlerinin<br />
yatırımına karar verdikten sonra mali bütçenin de hazır olması ile üç ay gibi kısa bir<br />
zaman zarfında inşası tamamlanarak üretime başlanabilir[10]. Diğer taraftan, rüzgâr<br />
türbinlerinin ömrü 30–40 yıl olarak garanti edildiğinden, yatırım maliyeti uzun<br />
vadede azdır. Bir rüzgâr türbininin yatırım maliyeti yaklaşık 2–3 sene içinde kendisini<br />
amorte edebilmektedir. Enerjide dışa bağımlılığı da azaltan rüzgâr kaynaklı<br />
enerji üretim sistemleri teknolojik ilerlemeler sayesinde her gün daha da ucuzlamaktadır.<br />
Rüzgâr enerjisinin hammaddesi tamamen atmosferdeki hava hareketleri<br />
olduğundan hava veya çevre kirlenmesi şeklinde bir kirleticietkisi bulunmamaktadır.<br />
Rüzgârdan enerji eldesi için kullanılan 1 MW kapasiteli bir türbin, aynı enerji<br />
kömür ile çalışan bir santralden karşılanmak istendiğinde yakılacak olan ve 135.000<br />
ağacın üretebileceği oksijeni tasarruf etmek demektir. Klasikkonvansiyonel enerji<br />
kaynaklarının ömürleri sınırlı iken, rüzgâr enerjisinin az olan miktarına karşılık
339<br />
böyle bir ömür sorunu yoktur. Bu bakımdan rüzgâr enerjisi sürdürülebilirdir. Rüzgâr<br />
enerjisi kullanımının artması ve yaygınlaşması ile çevre kirliliğine sebep olan<br />
fosil yakıt kullanımının azalması ve bu sebeple fosil yakıt kullanımından kaynaklanan<br />
sera gazı artışının da azalması ve ozon tabakasında iyileşmeler ile iklim değişikliği<br />
hususunda normale dönüşün sağlanabileceği düşünülmektedir. Herhangi bir<br />
radyoaktif ışınım tahribatı yapmamaları, atık üretmemeleri, hammadde için dışarıya<br />
bağımlı olmamaları, teknolojilerinin basitliği, atmosfere ısıl emisyonlarının olmaması,<br />
işletmeye alınma sürelerinin kısalığı gibi avantajlar rüzgâr türbinlerini günden<br />
güne tüm dünyada daha da popüler yapmaktadır[11].<br />
4. Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Çevresel Etkileri<br />
Fosil yakıtları esas alan enerji kullanımı; yakıt konusunda dışa bağımlılık, yüksek<br />
ithalat giderleri ve çevre sorunları gibi önemli olumsuzlukların yanında, dünya fosil<br />
yakıt rezervlerinin hızla tükenmesi sebebiyle yenilenebilir enerji kaynaklarının<br />
önemini arttırmaktadır. Yenilenebilir enerji kaynakları, sürekliliği nedeni ile sürdürülebilir<br />
olmasının yanında dünyanın her ülkesinde bulunabilmesi ile de büyük<br />
önem taşımaktadır. Ayrıca çevresel etkileri, yenilenemeyen enerji kaynaklarına<br />
oranla çok azdır. Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, mevcut teknik ve<br />
ekonomik sorunların çözümlenmesi halinde 21. yüzyılda en önemli enerji kaynağı<br />
olacağı kabul edilmektedir (Çizelge 2).<br />
Çizelge 2. 2020 Yılında Yenilenebilir Enerji Kaynakları Tahmini[16].<br />
2020 Yılında Minimum 2020 Yılında Maksimum<br />
Enerji Kaynağı MTEP % MTEP Toplamın %<br />
Modern Biyokütle 243 45 561 42<br />
Güneş 109 20 355 26<br />
Rüzgar 85 15 215 16<br />
Jeotermal 40 7 91 7<br />
Küçük Hidrolik 48 9 69 5<br />
Deniz Enerjileri 14 4 55 4<br />
TOPLAM 539 100 1345 100<br />
TEP: Ton eşdeğer petrol<br />
Rüzgâr santrallerinin çevresel etkileri; arazi kullanımı, gürültü, görsel ve estetik<br />
etkiler, doğal hayat ve habitata etki, elektromanyetik alan etkisi, gölge ve titreşimler<br />
olarak sıralanabilir[17] [13]. Ayrıca kesikli bir enerji kaynağı olması da dezavantaj<br />
olarak söylenebilir.<br />
Yer Seçimi ve Alan ihtiyacı; Rüzgâr enerjisi uygulamaları ve gelişimlerin çevresel<br />
etkileri konuları temel olarak “arazi kullanım uygunluğu” bağlamında fiziksel planlamanın<br />
bir problemi olarak ele alınabilir. Rüzgâr enerjisinden elektrik üretiminin<br />
bir kara parçası üzerinde gerçekleşmesi, yer seçtiği alanı yeni arazi kullanım biçi-
340<br />
mine dönüştürmektedir. Ayrıca bu araziye insanın girmesi de tehlikelidir [15]. Yer<br />
kullanımı rüzgâr türbinlerinin yerleşiminden etkilenen bugünkü ve gelecekteki kullanımların<br />
değişimi olarak anlatılabilir. Büyük alanlar gerektiren büyük ve orta<br />
ölçekli rüzgâr tarlaları yaygın olarak yerleşmeler dışındaki, uzak, açık alanlarda,<br />
kırsal alanlarda yer seçmektedir. Kırsal alanlarda yer seçtiği durumlarda, rüzgâr<br />
türbinlerinin kurulduğu alanın toplam proje alanının yaklaşık %1-3’ünü kaplarlar.<br />
Kalan %97-99’luk boş kısım ise diğer kullanımlara açık olması itibari ile tarımsal<br />
faaliyet yapılarak arazinin ikili kullanımı sağlanabilmektedir [5].<br />
Gürültü Etkisi; Gürültü istenmeyen ses olarak tanımlanır. Gürültünün yayılmasını<br />
etkileyen en önemli faktörler; gürültü kaynağı tipi, kaynaktan uzaklık, rüzgâr hızı,<br />
sıcaklık, nem, bariyerlerin ve yapıların basıncıdır[18]. Rüzgâr çiftlikleri gürültüye<br />
sebep olmaktadırlar[19]. Rüzgâr türbininin pervanelerinden kaynaklanan gürültü<br />
kaynak tipine bağlı olarak iki farklı şekilde incelenebilir: Mekanik ve aerodinamik<br />
gürültü. Mekanik gürültü vites kutusundan, jeneratörden ve mil yatağından ileri<br />
gelir. Aerodinamik gürültü ise döner pervanelerden kaynaklanır. Dönüşüm sistemi<br />
ne kadar büyükse üretilen ses de o kadar yüksek olur [20]. Rüzgâr türbinleri tarafından<br />
oluşturulan gürültü, rüzgâr hızının artması ile yükselir. Bu gürültü, duyulabilir<br />
ses oranın altındaki düşük frekans boyutundadır. Düşük frekans ses dalgaları<br />
evlerin ve diğer yapıların titreşimine neden olmaktadır. Bu durum ancak bu seviyedeki<br />
ses frekanslarına dayanıklı binaların yapılmasıyla ortadan kaldırılabilmektedir.<br />
Gürültü seviyesi pervanelerin tipine, hızına, şekline ve özelliklerine bağlıdır. Hız<br />
arttıkça ve uygun pervane seçilmedikçe aerodinamik gürültü artar.<br />
Elektromanyetik Alana Etki; Rüzgâr türbini veya üretim donanımı elektromanyetik<br />
alana tesir edip Radyo-TV alıcılarında parazit yapabilirler. Bunun en temel sebebi<br />
türbin kanatlarıdır. Bu kanatlar dönerken radyo ve TV alıcıları ile radyo dalgalarını<br />
geri yansıtır, parazit yapar, kuleler de sinyalleri yansıtabilir. Fakat engellenmesi<br />
basit ve ucuzdur [18, 20].<br />
Görsel Etkiler; Enerji üretmek amacıyla kurulan rüzgâr çiftliklerinin görsel etkilerinden<br />
söz etmek mümkündür[19]. Görsellik, estetik subjektif bir olgudur. Ancak<br />
temel kıstas, doğaya uyumlu bütünleşmiş bir görsel etkinin oluşturulmasıdır [5].<br />
Rüzgâr türbinlerinin yerleşimi çevrenin görsel ve estetik özelliklerini etkilemektedir.<br />
Gelişen teknoloji yüksek dönme hızlarına sahip yoğun gruplanmayı düşürmekte<br />
daha düşük dönme hızına sahip daha büyük makineler getirmektedir. Işıklandırma<br />
da türbinlerin görsel etkilerinden sayılır[18].<br />
Kesintili Olması; Rüzgâr düzenli olmayıp kesintili olduğundan kontrolü güçtür.<br />
Elektrik üretiminin güvenilir olmaması, tutulan üretim rezervinin arttırılmasını ve<br />
elektrik üretiminin yedeklenmesini, bir başka deyişle, her bir MW rüzgâr santrali<br />
için bir MW’ta güvenilir yedek kapasite oluşturulmasını gerektirmektedir.<br />
5. Sonuç ve Öneriler<br />
Enerji miktarındaki artış çevre sorunlarının giderek fazlalaşmasına neden olmaktadır.<br />
Oluşan çevre problemleri insan sağlığını tehdit etmekte, ekolojik dengenin
341<br />
bozulması gibi kısa ve uzun vadeli etkiler yaratmaktadır. Günümüz faaliyetleri sonucu<br />
ortaya çıkan çevre sorunlarının en önemlisinin sera etkisi dolayısı ile iklim<br />
değişikliği beklentisi, asit yağmurları ve nükleer tehlike olacağı belirtilmektedir.<br />
Ayrıca son yıllarda enerjinin yarattığı çevre sorunlarının çözümüne önemli oranda<br />
katkıda bulunabilecek ve özellikle fosil yakıtların tüketimini azaltabilecek kaynaklar<br />
olarak gösterilen alternatif enerji kaynaklarının geliştirilmesine önem verilmelidir.<br />
Cinsi ne olursa olsun, enerji üretim sistemle-rinin çevre üzerinde etkisi vardır.<br />
Çevreye hiçbir olumsuz etkisi olmayan temiz enerji kaynaklarından güneş ve rüzgarın<br />
uzun dönemde ekonomik olarak elektrik enerjisi üretiminde kullanılabileceği<br />
ümit edilmektedir.Rüzgâr enerjisi, dünyadaki enerji sorununa atmosferde doğal<br />
olarak oluşması ve çevre kirliliği oluşturmaması gibi özellikleriyle uygun alanlarda<br />
çözüm olabilecek bir enerji kaynağıdır.<br />
Bir rüzgar enerjisinden elektrik üretimi projesi değerlendirilirken şu hususlar dikkate<br />
alınmalıdır; yer seçimi, rüzgâr kaynağı özellikleri, alanın mevcut özellikleri, tahsisli-düzenli<br />
koruma alanları, görsel etki, gürültü etkisi, ekolojik etkiler, arkeolojik<br />
alanlar, manyetik alan etkileşimi, trafik yönetimi, turistik ve rekreasyonel etkiler ve<br />
küresel çevresel etkileri. Proje yukarıda sayılan çevresel etkilere çözüm içermelidir.<br />
Çevresel etkilerin azaltılması ve düzenli gelişimin sağlanması amacıyla hazırlanan<br />
projeler rüzgâr çiftliklerinin arazinin mevcut doğal yapısına, peyzajına en uygun<br />
şekilde yerleştirilmesini sağlamalıdır. Rüzgâr santralinin kurulacağı yerin seçiminde<br />
yeterli rüzgâr potansiyeli ve arazi imkânından başka iletim hattına uzaklığı, trafo<br />
gücü, sit alanı ve/veya doğal koruma, milli park alanı olup olmaması, yakınında<br />
uzun mesafeli alıcı-verici antenler ve bağlantı hatları bulunmaması ayrıca göçmen<br />
kuşların uçuş yolları üzerinde olmaması gibi özelliklere dikkat edilmelidir.<br />
Muhtemel olumsuz çevresel etkilerden dolayı yerleşim yerlerinin rüzgâr santrallerine<br />
500 m’den fazla yaklaşmasına izin verilmemelidir[15]. Çoğu çevresel etkiler için<br />
bilgisayar ortamında yaratılacak simülasyonlarla, 3d programların yardımıyla bu<br />
etkiler test edilebilir, alternatif yer seçimleri veya türbin dizilim tasarımları arasından<br />
en uygunu seçilebilir. Gürültü ve radyo ve televizyon sinyalleri ile parazit etkisi<br />
uygun pervane kanadı malzemesi seçilerek ve türbinlerin dikkatli yerleşimi ile engellenebilir.<br />
Rüzgâr türbinleri toplamda en az rahatsızlığa sebep olacak şekilde<br />
yerleştirilmelidir Ayrıca pervane gürültüsü türbinler ve yerleşim yerleri arasında<br />
tampon bölge oluşturarak dengelenebilir.<br />
Yeni teknolojiler ve dizaynlar türbin gürültüsünü minimize edebilirler. Çevresel<br />
etkilerin çoğu teknolojik imkânlar ve düzenli yerleştirilen rüzgâr tesisleri sayesinde<br />
azaltılıp hatta tamamen çözüme kavuşturulabilir. Çevrenin korunması ile ilgili getirilen<br />
ulusal ve uluslararası yükümlülükler yenilenebilir ve özellikle rüzgar kaynaklı<br />
elektrik enerjisi üretiminin artırılmasını gerektirmektedir.
342<br />
Kaynaklar<br />
[1] BOYNUKARA Adnan, “Enerji Savaşları Devrinde Türkiye’de Enerji”, Mimar ve Mühendis<br />
Dergisi, Sayı: 33, Nisan-Mayıs-Haziran, 2004.<br />
[2] KAVAS Ahmet Oktay, “Enerji Politikaları, Üretimi ve Fiyatlandırmaları”, Mimar ve<br />
Mühendis Dergisi, Sayı: 33, Nisan-Mayıs-Haziran, 2004.<br />
[3] ALTIN Vural, “Enerji Sorunu ve Türkiye”, Mimar ve Mühendis Dergisi, Sayı:33, Nisan-<br />
Mayıs-Haziran, 2004.<br />
[4] TOPÇU Sema, MENTEŞ Ş. Sibel, YURDANUR S. Ünal, ASLAN Zafer, “Rüzgâr Enerjisi<br />
Potansiyelinin Belirlenmesinde Yer Seçiminin Önemi: Sinop Örneği”, TMMOB Makine<br />
Mühendisleri Odası, <strong>II</strong>. Çevre ve Enerji Kongresi, İstanbul, 15–16–17 Kasım 2001.<br />
[5] PEKER Zeynep, “Rüzgâr Enerjisinin Çevresel Etkileri ve Bu Etkilerin Azaltılmasında<br />
Planlamanın Rolü”, TMMOB Makine Mühendisleri Odası, <strong>II</strong>. Çevre ve Enerji Kongresi,<br />
İstanbul, 15–16–17 Kasım 2001.<br />
[6] ALAÇAKIR F. B., “Ülkemizde elektrik üretimini destekleyen bir çözüm: Güneş pilleri”,<br />
Yenilenebilir Enerji Kaynakları Sempozyumu, s. 182-185, İzmir, 2001.<br />
[7] Türkiye’deki genel enerji durumu 2001 Raporu. www.enerji.gov.tr/Enerji.html, 2001<br />
[8] ÖZYURT, M., Dönmez, G. 2005. Alternatif Enerji Kaynaklarının Çevresel Etkilerinin<br />
Değerlendi-rilmesi, Yeksem 2005 <strong>II</strong>I.Yenilenebilir Enerji Kaynakları Semp., 19-21<br />
Ekim 2005. Mersin, s.39-42.<br />
[9] PEKER, Z. 2001. Wind Farms on Our Lands-capes: A New Legend in Our Plans,<br />
Thermal Energy Congress Proceedings, İzmir.<br />
[10] ŞEN Zekâi, “Temiz Enerji ve Kaynakları”, Su Vakfı Yayınları, İstanbul, 2002.<br />
[11] Bursa Çevre Merkezi, “BÇM Aktüel”, Aylık bülten, www.bcm.org.tr, Bursa, Mayıs,<br />
2000.<br />
[12] KÜLTÜR Ömer Faruk, “Enerji ve Çevre İlişkisi”, Mimar ve Mühendis Dergisi, Sayı:<br />
33, Nisan-Mayıs-Haziran, 2004.<br />
[13] BİLİR Şefik, “Alternatif Enerji Sistemleri”, Mimar ve Mühendis Dergisi, Sayı: 33,<br />
Nisan-Mayıs-Haziran, 2004.<br />
[14] Bursa Çevre Merkezi, “BÇM Aktüel”, Aylık bülten, www.bcm.org.tr, Bursa, Kasım,<br />
2000.<br />
[15] AKKAYA Ali Volkan, AKKAYA KOCA Ebru, DAĞDAŞ Ahmet, “Yenilenebilir Enerji<br />
Kaynaklarının Çevresel Değerlendirilmesi”, IV. Ulusal Sempozyumu Bildiri Kitabı<br />
Cilt I, Su Vakfı Yayınları, İstanbul, 16–18 Ekim 2002.<br />
[16] Türkiye Enerji Üretimi; Kaynak: http ://www.enerü.gov.tr/enerjiuretimi. htm,<br />
[17] Özyurt, M., Kumbur, H. 2003. Visual Pollution in Mersin and its Environmental Effects,<br />
12 th Int. Symp. on Environ. Poll. And its Impact on Life in the Mediterr. Region, Antalya<br />
[18] Gençoğlu, M.T. 2005. Güneş Enerjisi İle Çalı-şan Su Pompalama Sistemleri, 3e<br />
Electrotech, Ağustos 2005/8, s.94-97.<br />
[19] Pimentel, D., Rodrigues, G., and et. al, “Renewable Energy: Economics and<br />
Environmental Issues”, Bioscience, volume 44, no: 8, September, 1994.<br />
[20] Discussion, “Footprints in the Wind? Environmental impacts of wind power<br />
development”, Refocus, volume 3, issues 5, pages 30-33, September-October, 2002.
Özet<br />
ENERJİ EKONOMİSİ UYGULAMALARININ<br />
TEMİZ ENERJİ EVİ ÖRNEĞİ<br />
Yrd.Doç.Dr. Bekir YELMEN 1 , Prof. Dr.Serdar ÖZTEKİN 2 ,<br />
Dr. M.Tarık ÇAKIR 3<br />
1 Aksaray Üniversitesi , 2 Çukurova Üniversitesi<br />
3 Dr.Sağlık Bakanlığı İnşaat ve Onarım Daire Başkanlığı<br />
343<br />
Enerji ihtiyaçlarımızın hızla artmasıyla, kolay bulunan, çevreyi kirletmeyen, sürekliliği<br />
olan yeni enerji kaynaklarına yönelik çalışmaların hız kazanmıştır. Isı pompaları<br />
enerji tasarrufu sağlamak ve CO2 emisyonlarını azaltmak için etkili teknik olanaklar<br />
sunmaktadır. Isı yalıtımı uygulamaları ile enerji gereksinimi çok düşük temiz<br />
enerji evlerinde ve yeni binalarda elektrikli ısı pompaları iyi bir alternatif oluşturmaktadır.<br />
Isı pompası, yenilenebilir ısı enerjisini mahal ve kullanma suyu ısıtmasında<br />
etkin bir şekilde kullanmak için gerekli teknik şartları sunabilir. Isı pompası,<br />
ısıtma için gerekli enerjinin 3/4‘ünü çevreden almakta ve geri kalanını ise tahrik<br />
enerjisi olarak elektrik akımından temin etmektedir. Bu çalışmada, temiz enerji<br />
evinde uygulanabilen ısı pompaları incelenmekte ve projelendirilmesi ile ilgili bilgi<br />
verilmektedir. Ayrıca ısı pompalarının genel tanımı, çalışma prensibi ve tipleri özetlenmiş<br />
olup, sistem avantaj ve dezavantajları ve uygulamaları anlatılmıştır.<br />
Anahtar Kelime: Temiz Enerji Evi, Isı Pompası, Isı Pompası Projelendirme.<br />
1. Giriş<br />
Günümüzde enerji ihtiyacının önem kazanmasıyla yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarına<br />
yönelik çalışmalar hızla artmaktadır.Türkiye; güneş, rüzgar ve jeotermal<br />
gibi yenilenebilir enerji kaynakları bakımından oldukça zengin bir ülkedir. Ancak<br />
enerji olarak kullanımı yeterli düzeyde değildir. En az 10 000 MW’lık ekonomik<br />
olarak anlamlı potansiyeli olduğu tahmin edilen rüzgar enerjisi çok kısıtlı olarak<br />
elektrik üretiminde rüzgar türbinlerinde kullanılmaktadır. Elektrik işleri Etüt idaresi<br />
verilerine göre ülkemizdeki kurulu rüzgar türbini işletme gücü 200 MW, inşaa halindeki<br />
işletme gücü ise 601 MW’tır. Ülkemizin jeotermal enerji ile elektrik üretimi<br />
toplam kurulu gücü 77.2 MW olup, inşaa halindeki işletme kapasitesi 17 MW ‘dir.<br />
Güneş enerjisi açısından da oldukça zengin olan ülkemizde güneşten genel olarak<br />
su ısıtılması konusunda faydalanılmaktadır. Ülkemiz güneş potansiyeli açısından<br />
coğrafi konumu nedeni ile oldukça şanslı bir durumdadır. Elektrik işleri Etüt idaresi<br />
tarafından yapılan çalışmaya göre, Türkiye’nin yıllık toplam güneşlenme süresi<br />
2640 saat ve ortalama toplam ışınım şiddeti 1,311 kW-saat/m 2 -yıl olarak hesaplanmıştır.<br />
Enerji Bakanlığı verilerine göre; elektrik amaçlı kullanılabilecek güneş potansiyelimiz<br />
8.8 milyon ton petrol eşdeğeri(mtpe), ısınma amaçlı kullanılabilecek<br />
potansiyel ise 26.4 mtpe’dir. Isı pompaları, elektrikli sistemlere göre üç hatta altı
344<br />
kat daha az kaynak kullanarak istenilen enerjiyi sağlayabilmektedir. Isı pompaları<br />
çevre kirlenmesine neden olmadan endüstriyel ve günlük uygulamalarda kullanılabildiği<br />
için son yıllarda üzerinde yoğun çalışmalar yapılan bir konu haline gelmiştir.<br />
Isı pompaları enerji tasarrufu sağlamak ve CO2 emisyonlarını azaltmak için etkili<br />
teknik olanaklar sunmaktadır. Isı yalıtımı uygulamaları ile enerji gereksinimi çok<br />
düşük temiz enerji evlerinde ve yeni binalarda elektrikli ısı pompaları iyi bir alternatif<br />
oluşturmaktadır. İlk ısı pompası İngiltere’de Sumner tarafından kendi evini<br />
ısıtmak için dış hava kaynaklı olarak üretilmiş daha sonradan yapılan çalışmalar ile<br />
1 metre derinlikteki topraktan ısı çekilmeye başlanmıştır. Bu sistemin ısıtma tesir<br />
katsayısı ortalama 2,8’dir ve günümüzde halen çalışmaktadır[1]. Emniyetli ve ekonomik<br />
bir işletme için ısı kaynağının ve ısıtma sisteminin ısı pompasına uygun projelendirilmesi<br />
gerekmektedir. Isı pompası, yenilenebilir ısı enerjisini mahal ve kullanma<br />
suyu ısıtmasında etkin bir şekilde kullanmak için gerekli teknik şartları sunabilir.<br />
Isı pompası, ısıtma için gerekli enerjinin 3/4‘ünü çevreden almakta ve geri<br />
kalanını ise tahrik enerjisi olarak elektrik akımından temin etmektedir. Çevre ısısı;<br />
toprakta, suda ve havada depolanmış olan güneş ısısı sonsuza kadar kullanılabilir.<br />
Isı pompası çevre ısısını kullanarak, enerji tasarrufu ve çevre dostu bir ısıtma sağlar.<br />
Isı pompası teknolojisi uzun yıllardır bilinmekle birlikte yaygın kullanılmaya başlanması,<br />
ancak son yıllarda mümkün olabilmiştir. Isı pompalarında fosil yakıtlar<br />
kullanılmadığı için alternatif ısıtma sistemi olarak düşünülebilir. Isı pompası çalışma<br />
mantığı toprak, hava veya su gibi ısı kaynaklarından elde edilen enerjinin ısı<br />
pompasının kapalı devresinde bulunan buharlaştırıcı üzerinden alınması ile ısı taşıyıcı<br />
sıcaklığının artırılması ve buharlaştırılması, kompresör yardımı ile basınç ve<br />
sıcaklığı iyice artırılan gazın enerjisini yoğuşturucu üzerinde kullanılacak kapalı<br />
devrede bulunan suya aktarılmasına dayalıdır. Yoğuşturucuda enerjisini bırakan gaz<br />
tekrar buharlaştırıcıya girmeden genleşme vanasından geçirilerek çevrim tamamlanır.<br />
Aynı işlemler tersten yapılarak alan soğutması gerçekleştirilir[2].<br />
Kaynakları hızla tükenmekte olan dünyamızda, kullanılan enerji miktarının hızla<br />
artması ve buna bağlı olarak ekosistem dengesinin bozulması sadece çevreyi koruma<br />
konusunda değil, aynı zamanda enerji kullanımı üzerinde de yeni yaklaşımların<br />
oluşmasına neden olmuştur. Yeşil binalar, yeşil enerji ve sürdürülebilir çevre ve<br />
kaynak kullanımı gibi terimler yukarıda belirtilen süreçlerin sonuçları olarak hem<br />
uygulama hem de yasal düzenlemelerde karşımıza çıkmaktadır. Bilindiği gibi, akıllı<br />
binalar enerji verimliliğini artırmak üzere binanın enerji harcamalarının otomatik<br />
olarak binanın kendisiyle ve ek sistemlerle kontrol edildiği sistemlerdir. Dolayısıyla<br />
akıllı binanın en önemli görevi, kullanıcı konforundan ödün vermeden binanın enerji<br />
harcamalarının en az düzeyde olmasını sağlamaktır. Bütün dünyada olduğu gibi<br />
ülkemizde de toplam enerjinin çok önemli bir oranı binalarda kullanıcı konforunu<br />
sağlamak üzere ısıtma, klima, havalandırma ve aydınlatma amaçlı kullanılmaktadır.<br />
Bu oranlar ülkemiz için yaklaşık olarak Şekil.1’de gösterilmiştir. Dünyada binalarda<br />
kullanılan enerjinin toplam enerji içerisindeki payı yaklaşık %40’a kadar çıkabilmektedir.<br />
Bu durum binalarda enerji tasarrufunun ve yönetiminin ne kadar önemli<br />
olduğunun göstergesidir.
Şekil 1. Türkiye'de binalarda kullanılan enerjinin toplam enerji içerisindeki payı<br />
345<br />
Binanın pasif sistem olarak kendisinin enerji etkin olmasının yanı sıra yüksek maliyetli<br />
otomatik kontrol sistemlerine de gereksinim duyulduğundan, genellikle akıllı<br />
bina uygulamaları enerji harcamalarının çok yüksek olduğu büyük kamu ve ofis<br />
binaları gibi kullanım alanı ve kullanıcı sayısı fazla olan binalar için öngörülmektedir.<br />
Akıllı bina denildiğinde, özellikle ülkemizde binanın mekanik ve elektrik sistemlerinin<br />
otomatik kontrolü ile enerji yönetiminin yapılması anlaşılmakta, binanın<br />
tasarım ve yapımının da enerji etkin akıllı olması göz ardı edilerek eksik uygulamalar<br />
yapılmaktadır. Oysaki bina; mimari tasarımı, yapım sistemi, taşıyıcı sistemi,<br />
mekanik ve elektrik sistemi gibi alt sistemlerin bir bütünüdür. Bu alt sistemlerin her<br />
birisinin akıllı bina kavramına uygun olmaması durumunda o binadan akıllı bina<br />
diye söz etmek mümkün değildir. Bu tür binalar mekanik ve elektrik sistemlerinin<br />
otomatik kontrolü yapılmış standart binalardır ve üstelik bu yüksek maliyetli sistemlere<br />
karşın, binanın asıl kendisi akıllı olmadığı için, binanın enerji verimliliği ve<br />
enerji yönetiminin performansı olabileceğinin çok altında kalabilir. O nedenle, akıllı<br />
bina tasarım aşamasından itibaren ilgili tüm bina alt sistemleri enerji etkin olacak<br />
şekilde mimar ve mühendislerin işbirliği ile gerçekleştirilebilir. Binanın enerji etkinliğinde<br />
en önemli rolü ise, binanın yenilenebilir enerji kaynaklarından yeteri<br />
kadar yararlanan pasif sistem olarak gösterdiği enerji performansı oynar.<br />
1.1. Temiz Enerji Evi<br />
Temiz enerji evi, fosil yakıt kullanmadan, güneş, su, toprak, rüzgar ve jeotermal<br />
enerjileri kullanarak ihtiyaçlarını karşılayan evlerdir. Günümüzde tüketilen toplam<br />
enerjinin yaklaşık %80 i fosil yakıtlardan karşılanmaktadır. Elektrik üretiminin üçte<br />
ikisi ve ulaşım araçlarının büyük çoğunluğu fosil yakıtlarla çalışmaktadır. Fosil<br />
yakıt kullanımı hava kirliliği ve sera etkisini oluşturan karbondioksit salınımına<br />
sebep olur. Ayrıca fosil yakıtların zamanla tükeneceği bilinen bir gerçektir. Yeni ve<br />
çevreci enerji kaynaklarına yönelimin hızla arttığı günümüzde, bu yeni enerjilerin,<br />
fosil yakıtlardan daha temiz, çevre dostu, tehlikesiz, ülke ekonomisine yük getirmeyen,<br />
enerjide dışa bağımlılığı önleyen ve sürekli kullanıma elverişli olması istenmektedir.<br />
Temiz enerji evleri, mahal ısıtma ve kullanım suyu ısıtması için güneş<br />
enerjisi, ısı pompası, jeotermal enerji, biyogaz kullanır, elektrik ihtiyacı için rüzgar<br />
enerjisi, güneş enerjisi, su enerjisi, hidrojen enerjisi, biyogaz kullanır. Büyük potan-
346<br />
siyele sahip güneş enerjisi ve rüzgar enerjisi gibi yenilenebilir ve temiz enerji kaynaklarından<br />
yararlanmak için sürekliliğin sağlanması gereklidir. Bu nedenle süreklilik<br />
sağlanabilmesi için enerjinin depolanması gerekir. Bu konuda en büyük<br />
uygulama potansiyeline sahip olan yöntem, hidrojen kullanımıdır. Güneş enerjisiyle<br />
sudan hidrojen elde etmek, hidrojeni istenildiğinde kullanmak üzere depolamak ve<br />
istenildiğinde gaz yakıt olarak kullanmak veya yakıt pili kullanarak elektrik enerjisine<br />
çevirmek en mantıklı çözümlerden birisidir. Güneş ısısını depolayan toprak, su<br />
ve havayı kaynak olarak kullanan ısı pompaları temiz enerji evlerinde sıklıkla kullanılmaktadır[3].<br />
1.2. Isı Pompası Çalışma Prensibi<br />
Isı pompası bir buzdolabı gibi çalışmaktadır. Buzdolabında bulunan soğutucu akışkanın<br />
ısısı bir kompresör ve buharlaştırıcıyla alınır ve cihazdaki yoğuşturucu üzerinden<br />
istenilen yere verilir. Isı pompasında ise çevremizde bulunan ısı, toprak, su,<br />
veya havadan alınır ve ısıtma sistemine verilir. Soğutucu akışkan, düşük sıcaklıklarda<br />
dahi kaynayan bir sıvıdır ve buzdolabında sürekli bir çevrim içinde sırasıyla<br />
buharlaşır, sıkıştırılır, yoğuşur ve genleşir.<br />
Şekil 2.1. Isı Pompası Çevrimi[4] Çevreden ısı alınması: Buharlaştırıcıda soğutucu<br />
akışkan düşük basınç altındadır. Buharlaştırıcıdaki çevre sıcaklık seviyesi, soğutucu<br />
akışkanın mevcut basınçtaki kaynama noktası aralığının üzerindedir. Bu sıcaklık<br />
farkı çevre ısısının soğutucu akışkana aktarılmasını sağlar ve soğutucu önce kaynar<br />
ve buharlaşır[5]. Bu işlem için gerekli ısı enerjisi ısı kaynağından elde edilir.<br />
Kompresördeki sıcaklık artışı Kompresör akışkan buharını buharlaştırıcıdan çeker<br />
ve sıkıştırır. Sıkıştırma esnasında buhar fazındaki akışkanın basıncı ve sıcaklığı<br />
artar. Isıtma sistemine ısı aktarımı: Buhar fazındaki soğutucu akışkan, kompresörden<br />
ısıtma suyu ile çevrili kondensere ulaşır. Isıtma suyunun sıcaklığı soğutucu<br />
akışkanın yoğuşma sıcaklığından daha düşüktür. Bu sebepten buhar soğur ve tekrar<br />
sıvı faza geçer (yoğuşur) [5]. Buharlaştırıcı tarafından kazanılan enerji: (ısı) ve<br />
sıkıştırmada kullanılan elektrik enerjisi yoğuşma sonucu tekrar serbest kalır ve ısıtma<br />
suyuna aktarılır. Çevrim tamamlanır. Akışkan bir genleşme valfi üzerinden<br />
buharlaştırıcıya geri gönderilir. Bu esnada akışkan kompresörün yüksek basıncından<br />
buharlaştırıcının düşük basıncına genleşir. Buharlaştırıcıya girişte başlangıç<br />
basıncına ve sıcaklığına ulaşılır. Böylece kapalı çevrim tamamlanmıştır[5].<br />
2. Sürdürülebilir ve Yenilenebilir Enerji Kavramları<br />
Fosil ve nükleer yakıtlara alternatif doğal enerji kaynakları konusunda yapılan araştırmalar<br />
sürdürülebilir ve yenilenebilir enerji kavramlarını da gündeme getirmiştir.<br />
Enerji için kaynakların yenilenebilir olması yeterli değildir. Zira bazı kaynaklar<br />
yenilenebilir bile olsalar etkileri yaşamın sürdürülebilir olmasını engellemektedir.<br />
Ekolojik denge için kaynakların sadece yenilenebilir değil aynı zamanda sürdürülebilir<br />
olması gerekir. Enerji kaynaklarının sürekliliği, sürdürülebilir olduğunu göstermez.<br />
Yenilenebilirlik, bütün açısından ancak sürdürülebilir olursa mümkündür.
347<br />
Bu nedenle enerji sistemlerinin yenilenebilir, enerji kaynaklarının sürdürülebilir<br />
olması gerekmektedir. Yenilenebilir enerji, "doğanın kendi çevrimi içinde, bir sonraki<br />
kısa süreçte aynen mevcut olabilen enerji kaynağı" olarak tanımlanır. Bugün<br />
yaygın olarak kullanılan fosil yakıtlar, yakılınca biten ve yenilenmeyen enerji kaynaklarıdır.<br />
Oysa hidrolik, güneş, rüzgar ve jeotermal gibi doğal kaynaklar yenilenebilir<br />
olmalarının yanı sıra temiz enerji kaynakları olarak karşımıza çıkmaktadır[6].<br />
3. Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Yapılarda Kullanım Olanakları<br />
Yapı yaşam döngüsü boyunca kullanılan toplam enerjinin %94,4'ü kullanım sırasında<br />
yapı içi konfor koşullarını sağlayan ısıtma/havalandırma/iklimlendirme sistemleri<br />
için tüketilmektedir[7]. Bu oranı düşürmek için konfor koşullarının mekanik<br />
sistemler yerine doğal yöntemlerle ve yenilenebilir enerjiler kullanılarak karşılanması<br />
etkili bir yöntem olmaktadır. Bu şekilde, yapı içinde insan sağlığı için daha<br />
uygun fiziksel koşullar oluşurken aynı zamanda, yaygın olarak kullanılan fosil tabanlı<br />
enerji gereksinimini azaldığı için ekonomik ve çevresel yararlar da sağlanmaktadır.<br />
Yenilenebilir enerji kaynakları, sürekli devam eden doğal proseslerdeki<br />
var olan enerji akışından elde edilen enerjidir. Genel olarak, yenilenebilir enerji<br />
kaynağı; enerji kaynağından alınan enerjiye eşit oranda veya kaynağın tükenme<br />
hızından daha çabuk bir şekilde kendini yenileyebilmesi ile tanımlanır[8]. Su Enerjisi,<br />
rüzgar enerjisi, güneş enerjisi, dalga ve gelgit enerjisi, biyoyakıt, jeotermal<br />
enerji, hidrojen enerjisi, yenilenebilir enerji kaynaklarıdır. Kömür ve petrol gibi<br />
günümüzde ağırlıklı olarak kullanılan enerjilerin tükenme olasılığı, insanlığı yeni<br />
enerji kaynaklarına yöneltmiştir. Enerji kaynakları seçilirken çevreye zarar vermeyen,<br />
yüksek ısıl değerli güvenli, temiz, ekonomik ve en önemlisi yenilenebilir kaynaklı<br />
olmasına dikkat edilmektedir. Bu tür enerjiler özelliklerine göre çeşitli alanlarda<br />
kullanılabilirler. Yapılarda da bu tür enerjilerin kullanılması, diğer tükenebilir<br />
kaynaklı enerjilere olan gereksinimi azalttığı gibi aynı zamanda enerji kullanımından<br />
kaynaklanan çevre sorunlarının azalmasına önemli katkılarda bulunmaktadır.<br />
Yenilenebilir enerji türlerinin yapılarda kullanılma şekilleri:<br />
Yapılarda Rüzgar Enerjisi Kullanımı<br />
Yapılarda Pasif Sistemlerle Rüzgar Enerjisi Kullanımı<br />
Sıcak nemli iklimlerdeki pasif yapı soğutmasında başlıca strateji doğal havalandırma<br />
sağlamaktır. Doğal havalandırma için açılabilir pencerelerin kullanımı en yaygın<br />
olanıdır. Ayrıca planlama aşamasında yapı içerisinde hâkim rüzgâr yönünde<br />
olacak şekilde bir iç avlu tasarlanabilir. İç avluyu saran hacimler pencereler yoluyla<br />
soğuk havayla dolarken, avlu sıcak havayı toplayarak dışarı taşır. Soğutma yükünün<br />
fazla olduğu Ortadoğu ülkelerindeki geleneksel yapılarda, yaygın olarak kullanılan<br />
ve "badgir" olarak isimlendirilen rüzgâr bacaları da, rüzgâr enerjisinden pasif sistemlerle<br />
yararlanmaya örnek olarak gösterilebilir.
348<br />
Yapılarda Aktif Sistemlerle Rüzgar Enerjisi Kullanımı<br />
Dünya yüzeyinin %27'sinde rüzgârdan elektrik elde etmek mümkündür. 2040 yılında<br />
tüm dünyanın, enerjinin %40'ını rüzgârdan elde etmesi öngörülmektedir. Ülkemizde<br />
ekonomik rüzgâr potansiyeli yıllık 10.000 MW olarak hesaplanmıştır[9].<br />
Aktif rüzgâr enerjisi kullanım sistemleri rüzgâr tribünleridir. Binalarda orta ve küçük<br />
ölçekli rüzgâr tribünleri kullanılmaktadır. Bu tribünler bahçede uygun bir noktaya<br />
konulabildiği gibi çatılara konulabilmektedir. Çok katlı yüksek yapılarda ise<br />
yapıya entegre rüzgar tribünlerinin kullanım örnekleri vardır.<br />
Yapılarda Güneş Enerjisi Kullanımı<br />
Güneş, sınırsız ışık ve ısı enerjisi kaynağıdır. Yapılarda güneş enerjisi kullanmaya<br />
yönelik tasarımlarda ana prensip olarak, ısısal enerjisinin iletim (kondüksiyon),<br />
taşınım (konveksiyon) ve ışınım (radyasyon) yoluyla akışı kullanılmaktadır. Bu<br />
doğal süreçler yapının ısınmasına ve soğutulmasına yardım eden bir yapı tasarımı<br />
aracılığıyla yönetilmektedir. Yapı yüzeyine gelen güneş ışınları yapı malzemesi<br />
tarafından yansıtılır, geçirilir veya emilir. Ayrıca güneş tarafından üretilen ısı, tasarlanmış<br />
alanlar içinde önceden tahmin edilebilir hava hareketlerine neden olmaktadır.<br />
Güneş ısısının bu temel etkisi, yapının içinde ısınma ve soğutma etkisi sağlayan<br />
malzeme seçimi ve yapı elemanı tasarımına öncülük eder. Bu tasarımlarda uygun<br />
yapı malzeme seçiminde malzemelerin kalınlığı, yoğunluğu (5) (g/cm 3 ), ısı iletim<br />
katsayısı (A) (W/m 2 °K) özgül ısısı (c) (Wh/m 3 °K), yüzeyinin ışığı emme ve yansıtma<br />
katsayısı, yüzeyin düzlüğü veya pürüzlülüğü, boşluk ve doluluğu göz önünde<br />
bulundurulmalıdır. Güneş enerjisinden mimaride tasarımda alınan önlemlerle etken<br />
(aktif) ve edilgen (pasif) olarak yararlanmak olanaklıdır.<br />
Yapılarda Pasif Sistemlerle Güneş Enerjisi Kullanımı<br />
Pasif güneş sistemlerine yönelik tasarım uygulamaları ile güneş enerjisinden kış<br />
ayları boyunca güneş ısı kazançlarını artırma, yaz ayları boyunca soğutma -<br />
havalandırma ve doğal aydınlatma için yararlanılabilir. Güneş enerjisini ısıtma<br />
amaçlı kullanmada temel prensip, yapı kabuğunu oluşturan elemanların bu amaca<br />
yönelik tasarlanarak güneş ışınımından mümkün olduğu kadar çok yararlanmayı<br />
sağlamaktır. Sistemde kullanılan üç temel öğe vardır. Bunlar, toplaçlar (kolektörler),<br />
depolayıcılar ve dağıtıcılardır. Toplaçlar, güneş enerjisini toplamakta ve ısıya<br />
dönüştürmektedir. Depolayıcılar güneş enerjisi olmadığı durumlarda ısıdan yararlanmayı<br />
sağlamaktadır. Dağıtıcıların görevi ise toplaçlar aracılığıyla toplanan enerjiyi<br />
depolama elemanlarına ve gereksinim duyulan mekânlara aktarmaktır. Sıcak<br />
nemli iklimlerde soğutma-havalandırma için güneş enerjisinden yine pasif sistemler<br />
kullanılarak yararlanılabilir. Pasif yapı soğutmasında başlıca strateji doğal havalandırma<br />
sağlamaktır. Isı kazancı sağlama amacıyla düzenlenen ısısal kütle duvar ve<br />
güneş odası düzenlemeleri, farklı şekillerde kullanılarak havalandırma ve soğutma<br />
sağlayabilmektedir. Isısal baca tasarımlarıyla da güneş enerjisinden pasif yöntemle<br />
havalandırma ve soğutma amaçlı yararlanmak mümkün olmaktadır. Isısal bacalar,<br />
yapının güney cephesinde düzenlenmiş ve çatı seviyesinde sona eren dar bir baca
349<br />
konumundadır. Güneş alan yüzeyinde cam kaplama ve camın arkasında siyah renkli<br />
metal malzemeden güneş ışınlarını emen bir tabaka bulunmaktadır. Bu tabakanın<br />
arkasında bulunan baca içindeki hava kolayca yüksek sıcaklıklara ulaşabilmektedir.<br />
Rüzgar hızı düşük olduğu zaman baca içindeki ısınmış havanın dışarı çıkışını hızlandırmak<br />
için üst kısma dönen metal bir kepçe yerleştirilebilir (Şekil 2) [1°]. Isısal<br />
bacadan yükselerek dışarı çıkan hava, bacanın alt kısmında bulunan ve iç mekânla<br />
bağlantılı olan havalandırma deliğinden iç mekândaki havayı çekerek burada bir<br />
hava hareketi oluşturur. Baca tarafından çekilen iç havanın yerine yapının soğuk<br />
tarafındaki pencereden serin havanın içeri dolmasını sağlayarak, içeride hem havalandırma<br />
hem de soğutma meydana getirmektedir. Şekil 2. Isısal baca ile havalandırma<br />
ve soğutma sağlanması [1°]<br />
Şekil 2. Isısal baca ile havalandırma ve soğutma sağlanması<br />
Yapılarda Aktif Sistemlerle Güneş Enerjisi Kullanımı<br />
Güneş enerjisini soğutma amaçlı kullanmada yararlanılarak başka bir yöntem ise,<br />
18° dereceye kadar güneş enerjisi ile ısıtılan suyun 144 derecede ve 4 barlık basınçta<br />
buhar halini alması ve bunun daha sonra iki kademeli makinede soğuğa dönüştürülmesidir[10].<br />
Dünyada kullanılan tüm enerjinin %17'si aydınlatma amaçlı tüketilmektedir.<br />
Doğru bir tasarımla aydınlatma ihtiyacının %7°'ini güneşten sağlanabilir.<br />
Sıradan binalarda bu oran %25'dir. Yapılarda mekânların aydınlatılmasında,<br />
görsel konfor ihtiyaçlarına göre mümkün olduğunca günışığından yararlanılması,<br />
yapay aydınlatma gereksinimini azaltarak, yapıların kullanım sürecinde daha az<br />
enerji tüketmesini sağlamaktadır. Doğal aydınlatma yapı kabuğunda bırakılan açıklıklar<br />
aracılığıyla sağlanabileceği gibi, güneş ışığını dış mekândan iç mekâna aktarabilen<br />
ışık tüpleri aracılığıyla da sağlanabilir[9]. Güneş enerjisinin kullanıldığı<br />
aktif sistemler, amaca göre üretilmiş toplaçlar aracılığıyla yutulan güneş ışınımını,<br />
istenen biçimdeki enerjiye dönüştürüp bunun yapıda kullanımına olanak veren mekanik<br />
ve/ya elektronik elemanların bütününden oluşan sistemlerdir. Bu sistemler
350<br />
aracılığı ile güneş ışınımı ısı ve elektrik enerjisine dönüşebilmektedir[11]. Güneş<br />
ışınımlarını enerjiye dönüştüren bu sistemler ürettikleri enerjilere göre; Isı enerjisi<br />
üreten, güneş enerjili ısıtma sistemleri (Solar Thermal systems), ve elektrik enerjisi<br />
üreten, ısıl elektrik (Fotovoltaik) sistemler (PV systems) olarak ikiye ayrılır. Bu<br />
sistemler aşağıda kısaca açıklanmaktadır.<br />
Güneş enerjili ısıtma sistemleri: Güneş ışınımlarını toplaçlarla ısı enerjisine dönüştürüp;<br />
bu ısıyı su, hava vb bir akışkan ile doğrudan; ya da bir depolama ünitesinde<br />
değerlendirerek kullanımını sağlayan mekanik ve/veya elektronik sistemlerin bütününe,<br />
Güneş Enerjili Isıtma Sistemleri (etken güneş ısıtma sistemleri denir. Güneş<br />
enerjili etken ısıtma sistemleri yapılarda, kullanımı/havuz suyunun ısıtılması, İklimlendirme<br />
havasının ön ısıtılması ve mekân ısıtması için kullanılmaktadır[11]. Isıtma<br />
sistemlerinin genel çalışma ilkesi, ısının toplaçlar aracılığı ile toplanması, gerekli<br />
durumlarda toplanan ısı enerjisinin daha sonra da kullanılabilmesi için depolanması<br />
ve ilgili alanlara dağıtılması esasına dayanır[12].<br />
Güneş enerjili su ısıtma sistemleri: Bu sistemler, güneş ışınımını ısı enerjisine dönüştürüp,<br />
bu ısıyı su ortamında saklayan ve dağıtan elemanlardan oluşmaktadır.<br />
Gereksinimin karmaşıklığına ve büyüklüğüne bağlı olarak sistemlerin ayrım göstermesine<br />
karşın, tüm güneş enerjili su ısıtma sistemleri, suyun ısıtılması, depolanması<br />
ve dağıtılması temeline dayanır. Güneş enerjisinin dönüşümü ile üretilen sıcak<br />
su, sistemin özelliklerine bağlı olarak, yıkanma, çamaşır, bulaşık gibi kullanıcı gereksinimlerinin<br />
karşılanması için doğrudan kullanılabildiği gibi geleneksel ısıtma<br />
sisteminin desteklenmesi için de kullanılabilir[11].<br />
Fotovoltaik Sistemler: Güneş ışınımından toplaçlar aracılığı ile elektrik enerjisi<br />
üretip, bu enerjinin kullanımına olanak sağlayan bileşenlerin tümüne fotovoltaik<br />
(PV) sistemler denir. PV sistemler, basit ya da karmaşık değişik yapılanmalarla, yol<br />
aydınlatması, deniz fenerleri, taşıt araçları, yapılar, elektrik santralleri, gibi birçok<br />
ayrı alanda elektrik üretimi için kullanılmaktadır. Bir fotovoltaik sistem, elektrik<br />
enerjisi üretir, üretilen enerjiyi gerekli durumlarda saklar ve bu enerjiyi kullanım<br />
alanlarına güvenilir biçimde aktarır. Fotovoltaik piller yapılarda cephe ve çatılara<br />
yerleştirilerek bu yüzeylere gelen güneş enerjisini elektrik enerjisine çevirmektedir.<br />
Evsel amaçlı kullanılan güneş pilleri bir inverter aracılığı ile elektrik şebekesine<br />
bağlanmakta, böylece üretilen elektriğin akülerde depolanmasından tasarruf edilmektedir.<br />
Yapılarda Jeotermal Enerji Kullanımı<br />
Jeotermal enerji, yeraltında olağandışı birikmiş olarak bulunan ısının çatlaklardan<br />
yeryüzüne su veya su buharı olarak çıkması ile elde edilir. Bazen de sondaj çalışmaları<br />
ile yeraltından sıcak su, sıcak su ve su buharı karışımı ya da buhar olarak çıkartılabilir.<br />
Kaynaklarının sadece %3'ünü kullanabilen Türkiye, dünyanın 7'inci Jeotermal<br />
gücüne sahiptir. Buna göre, Türkiye'de ev ısıtma ihtiyacının %30 gibi çok<br />
büyük bir bölümü jeotermal kaynaklardan karşılanabilir. Jeotermal enerji konutlarda<br />
ısıtma ve soğutmada, seracılıkta, tarımda kullanılmaktadır. Jeotermal akışkanın
351<br />
uygulama yöntemlerine göre jeotermal enerji sistemleri, ısı pompaları, kuyu içi<br />
eşanjörler ve ısı boruları olarak üç farklı şekilde uygulanmaktadır. Yapılarda yaygın<br />
kullanım ısı boruları şeklindedir. Jeotermal enerjinin bir başka kullanım şekli ise<br />
toprak sıcaklığının kullanıldığı yöntemlerdir. Yeryüzünün bir miktar altında sıcaklık<br />
enleme de bağlı olarak sürekli 45-75 °F (7.22 °C - 23.88 °C) arasındadır[13].<br />
Toprağın bu sıcaklığından hava yoluyla veya su yoluyla yararlanılabilmektedir.<br />
Toprağın çeşitli derinliklerinde açılmış bacalar aracılığıyla alınan hava yapı içerisine<br />
aktarılır ve iç hacmin toprak sıcaklığı ile aynı seviyeye gelmesi sağlanır. Bu<br />
uygulama kışın ısıtma yazın ise soğutma yönünde yarar sağlar. Benzer uygulama<br />
yeraltı sularının sıcaklığından faydalanmak için de yapılmakta, borular aracılığıyla<br />
yapı içerisinde dolaştırılan su, sahip olduğu ısıyı iç hacimlere yaymaktadır. Aşağıda<br />
bu uygulamaları gösteren şematik şekil verilmiştir.<br />
Yapılarda Biyokütle Enerjisi Kullanımı<br />
Biyo enerjiye canlılık enerjisi de denebilir. Bütün canlılar güneş enerjisi kullanırlar.<br />
Bu nedenle her türlü biyolojik madde enerji içermekte, yakılınca bu enerji açığa<br />
çıkmaktadır. Bitkiler fotosentez yaparak güneş enerjisini kimyasal enerjiye çevirir<br />
ve depolar, böylelikle biyolojik kütle ve organik madde kaynağı oluşur, buna<br />
biyokütle denir[14]. Biyokütle enerji teknolojisi kapsamında; odun (enerji ormanları,<br />
ağaç artıkları), yağlı tohum bitkileri (ayçiçek, kolza, soya vb), karbo-hidrat bitkileri<br />
(patates, buğday, mısır, pancar, vb), elyaf bitkileri (keten, kenaf, kenevir, sorgum,<br />
vb), bitkisel artıklar (dal, sap, saman, kök, kabuk vb), hayvansal atıklar ile<br />
şehirsel ve endüstriyel atıklar değerlendirilmektedir. Biyokütle yenilenebilir, her<br />
yerde yetiştirilebilen, sosyo-ekonomik gelişme sağlayan, çevre dostu, elektrik üretilebilen,<br />
taşıtlar için yakıt elde edilebilen stratejik bir enerji kaynağıdır. Biyokütle<br />
doğrudan yakılarak veya çeşitli süreçlerle yakıt kalitesi arttırılıp, mevcut yakıtlara<br />
eşdeğer özelliklerde alternatif biyoyakıtlar (kolay taşınabilir, depolanabilir ve kullanılabilir<br />
yakıtlar) elde edilerek enerji teknolojisinde değerlendirilmektedir.<br />
Biyokütleden; fiziksel süreçler (boyut küçültme-kırma ve öğütme, kurutma,<br />
filtrasyon, ekstraksiyon ve biriketleme) ve dönüşüm süreçleri (biyokimyasal ve<br />
termokimyasal süreçler) ile yakıt elde edilmektedir[15]. Konutlarda biyokütle kaynağından;<br />
havasız çürütme yöntemi ile elde edilen biyogaz elektrik üretiminde,<br />
piroliz yöntemi ile elde edilen etanol ısınma amaçlı, doğrudan yakma yöntemi ile<br />
elde edilen hidrojen su ısıtma amaçlı kullanılmaktadır[11].<br />
Yapılarda Hidrojen Enerjisi Kullanımı<br />
Hidrojen enerjisi, konutları ısıtmada, sıcak su temininde, yemek pişirmede ve elektrik<br />
ihtiyacını karşılamak amacıyla kullanılabilir. Hidrojeni buralarda kullanmak için<br />
önce onun üretilmesine, depolanmasına ve nakledilmesine ihtiyaç vardır. Hidrojen<br />
güneş, hidroelektrik, rüzgâr, jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilebilir.<br />
Günümüzde yenilenebilir enerji kaynakları arasında güneş-hidrojen hibrid<br />
sistemi en verimli sistem olarak göze çarpmaktadır. Böyle bir sistemde fotovoltaik<br />
paneller, elektrolizör, yakıt pili, Hidrojen (H2) depolama tankı, akü grubu, inverter
352<br />
(dönüştürücü) gibi bileşenlere ihtiyaç vardır. Güneş-Hidrojen Evi enerji düzeneğinde<br />
sistemin işleyişi şu şekildedir[16];<br />
PV paneller ile güneş enerjisinden elektrik üretilir, elektrolizör ile H2ve O2 üretilir,<br />
gazlar yer ve su ısıtımı için depolama tankına alınır, kışın katalitik hidrojen yakıcısı<br />
(1.5 kW) ile hidrojen alevsiz yakılarak havalandırma sistemindeki hava ısıtılır, ilave<br />
elektriğe ihtiyaç varsa yakıt pili devreye girer, yakıt pilinde açığa çıkan ısının bir<br />
kısmı suyu ısıtmada da kullanılır.<br />
4. Sonuç ve Öneriler<br />
Fotovoltaik paneller gibi yenilenebilir enerji kaynakları kullanımı, bina ve enerji<br />
kontrol sistemleri bu teknolojik gelişmelere örnektir. Ancak kentsel tasarım planları<br />
olmadan, bina aralıkları ve konumlarında, iklim, ışık durumu, yönlenme, hava sirkülasyonu<br />
gibi çok önemli konulara dikkat edilmeden planlamalar yapılmaktadır.<br />
Bu da kentleri enerji boyutundaki sürdürülebilirliği konusunda sıkıntıya sokmaktadır.<br />
Sürdürülebilirlik kapsamında yenilenebilir ve etkin enerji kullanımı bu konuda<br />
yürürlükte olan ve enerji etkin bina tasarım ve yapımında doğru sonuçlar sağlayan,<br />
doğru yönetmelik ve standartların uygulanması ile mümkün olabilecektir. Dünyada<br />
bu çalışmaların örnekleri mevcuttur. Enerjide sürdürülebilirliğin sağlanmasında en<br />
etkili yol, başlangıç aşamasında binaların enerji etkin sistemlere tasarlanmasıdır. Bu<br />
noktada da, yapının bulunduğu yer, yönleniş, yapı formu, yapı kabuğunun optik ve<br />
termofiziksel özellikleri önemli tasarım parametreleridir[17]. Tasarım, esneklik ve<br />
değişebilirlik kriterlerine olanak sağlamalı ve mekânlar fonksiyonel kullanılabilmelidir[18].<br />
Ülkemiz yenilenebilir enerji kaynakları yönünden zengindir. Bu nedenle yapılarda<br />
sadece güneş enerjisi kullanımı ile sınırlı kalınmamalı, biyokütle enerjisi rüzgâr<br />
enerjisi, jeotermal enerji, hidrojen enerjisi gibi farklı alternatifler arasından bölgeye<br />
uygun olan sistemler tercih edilmelidir. Yapılarda kullanım aşamasında ısınma,<br />
soğutma, havalandırma, doğal aydınlatma gibi konfor koşullarının sağlanmasında<br />
önemli miktarlarda enerji tüketilmektedir. Bu koşulların mümkün olduğu yenilenebilir<br />
enerjilerle sağlanması, sınırlı ve kirletici enerji enerjilerin kullanımını azalttığı<br />
için birçok çevresel ve ekonomik yararlar sağlayacaktır. Ancak yenilenebilir enerji<br />
kaynaklarının yapılarda kullanılmasının yaygınlaşması için yönetimler tarafından<br />
gerekli yasaların ve düzenlemelerin hazırlanması, bunların uygulanmaları için de<br />
yaptırımların ve teşviklerin olması gerekli ve önemli görülmektedir.<br />
5. Kaynaklar<br />
[1] Demir H., Mobedi M., Ülkü S., 2005, Adsorpsyonlu Isı Pompaları. 28-30.<br />
[2] Anonim, 2005. European Heat Pump Association Ehpa,, Heat Pumps-Technology And<br />
Environmental Impact. 69<br />
[3] Lucia U., Gervino G., 2005. Thermo Economic Analysis Of An İrreversible Stirling Heat<br />
Pump Cycle. 113. Torino<br />
[4] Anonim, 2004. Energy Efficiency Best Practice İn Housing Domestic Ground Source<br />
Heat Pumps: Design And İnstallation Of Closed-Loop Systems.
[5] Anonim, 2006. Viessmann, Technical Information Heat Pumps. 40-77.<br />
[6] T.Sıdkı Uyar, “Yenilenebilir Enerji Kaynakları”,<br />
[7] Scheuer, C., Gregory, A., Reppe, P., “Life Cycle Energy And Environmental<br />
Performance Of A New University Building: Modeling Challenges And Design<br />
İmplictions “, Enerji And Building Volume 35, Issue 10, pp. 1049-1064, 2003.<br />
[8] http://tr.wikipedia.org/wiki/Yenilenebilir_enerji Erişim, 09.11.2010<br />
[9] Enerji Yolculugunda Önemli Bir Durak, Bilgilendirme Kitabı, Diyarbakır Günes Evi,<br />
Diyarbakır, 2008.<br />
[10] http://www.kobifinans.com.tr/tr/sektor/011902/16775/4 Erişim, 09.11.2010<br />
[11] Sakınç, E., Sürdürülebilirlik Bağlamında Mimaride Güneş Enerjili Etken Sistemlerin<br />
Tasarım Öğesi Olarak Değerlendirilmesine Yönelik Bir Yaklaşım, YTÜ, FBE, Doktora<br />
Tezi, İstanbul, 2006<br />
[12] Şerefhanoğlu, M., Güneş Işınımlarından Yararlanma ve Korunma, YTÜ Basımevi,<br />
İstanbul, 1988.<br />
[13] http://www.earthenergysystems.com/for_architects Erişim, 09.11.2010<br />
[14] Göksu, Ç., Günes Kent- Güneş Enerjili Yerleşim Modeli, Güneş Kitapları, Ankara<br />
[15] Karaosmanoğlu, F., Yenilenebilir Enerji Kaynakları ve Türkiye, Görüş Dergisi, İstanbul,2003.<br />
[16] Tabakoğlu, Ö., Hidrojen Enerjisi ve Binalarda Kullanımı Enerji-Ekoloji Paneli, Diyarbakır,<br />
2007.<br />
[17] Oral Koçlar, G. “Sağlıklı Binalar İçin Enerji Verimliliği ve Isı Yalıtımı” V<strong>II</strong>I. Ulusal<br />
Tesisat Müh. Kongresi İzmir 25-28 Ekim 2007<br />
[18] Bostancıoğlu, E., Düzgün Birer, E. “Ekoloji ve Ahşap-Türkiye’de Ahşap Malzemenin<br />
Geleceği” Müh. Mim. Dergisi,Cilt 9 Sayı 2, Bursa 2004<br />
Tüm Kitap İhtiyaçlarınız için<br />
www.tdk.com.tr<br />
Türkiye’nin İnternet Kitapçısı<br />
353
354
Özet<br />
TÜRKİYE’DE RÜZGAR ENERJİSİ<br />
UYGULAMALARININ GELİŞİMİ<br />
Yrd.Doç.Dr. Bekir YELMEN 1 , Prof. Dr. Serdar ÖZTEKİN 2 ,<br />
Dr. M.Tarık ÇAKIR 3<br />
1 Aksaray Üniversitesi, 2 Çukurova Üniversitesi,<br />
3 Sağlık Bakanlığı İnşaat ve Onarım Daire Başkanlığı<br />
355<br />
Elektrik enerjisi üretiminde kullanılan fosil yakıtların gelecekte tükenecek olmaları<br />
ve çevresel etkileri nedeniyle yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasıyla<br />
elektrik enerjisi üretilmesi üzerine çalışmalar devam etmektedir. Ülkemizde elektrik<br />
enerjisi üretiminde çoğunlukla hidrolik kaynaklar ile linyit, doğal gaz, kömür, fuel<br />
oil gibi termik kaynaklar kullanılmaktadır. Yenilenebilir kaynaklar içerisinde yer<br />
alan ve son yıllarda dünyada büyük bir gelişim gösteren oldukça büyük bir potansiyele<br />
sahip olduğumuz rüzgar enerjisinin kullanımı ile elektrik enerjisi üretimi ülkemizde<br />
yok denecek kadar azdır. Rüzgar enerjisi, özelliği gereği çevreye en az<br />
zarar veren, dolayısıyla dış maliyetleri en düşük enerji kaynağıdır. Bu bağlamda<br />
pek çok ülke 2012 yılında elektrik enerjisi gereksinimlerinin yakla yaklaşık<br />
%10'unu rüzgar enerjisinden karşılamayı planlamaktadır. Çünkü; rüzgar, güneş,<br />
jeotermal, biyokütle ve dalga gibi yenilenebilir enerji kaynakları arasında elektrik<br />
üretimi konusunda en fazla ümit veren yenilenebilir enerji kaynağı, rüzgar enerjisidir.<br />
Bu nedenle, pek çok ülke ulusal programlar ve teşvikler uygulayarak<br />
rüzgar enerjisi teknolojisini geliştirmeye çalışmaktadırlar. Bu bildiride dünyada<br />
ve Türkiye'de rüzgar enerjisi kullanımı mevcut durumu, gelişimi incelenerek,<br />
ele alınmıştır. Yaşanan sürece koşut olarak da, ülkemizde rüzgar potansiyelinin en<br />
etkin ve yaygın şekilde kullanılması yönünde görüşler aktarılmış, öneriler geliştirilmiştir.<br />
Anahtar Kelimeler: Rüzgar enerjisi, Yenilenebilir enerji, Enerji verimliliği.<br />
Giriş<br />
Enerjinin yeterli, zamanında, kaliteli, ekonomik, güvenilir ve temiz olarak sunumu<br />
günümüzde ülkelerin gelişmişlik düzeylerini belirleyen en önemli göstergelerden<br />
biridir. Sanayinin olduğu kadar halkın günlük yaşantısının da en<br />
önemli girdilerinden olan enerjiye talep sürekli olarak artarken enerji kaynakları<br />
da hızlı bir şekilde tükenmektedir. Sürdürülebilir bir dengenin sağlanabilmesi<br />
için enerji kaynak çeşitliliğinin sağlanması ve konvansiyonel enerji kaynaklarının<br />
yanında, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanıma sunulması büyük<br />
önem kazanmıştır. Enerji kaynakları, yenilenemeyen enerji kaynakları (petrol,<br />
doğal gaz, kömür, nükleer vb) ve yenilenebilir enerji kaynakları (rüzgar, güneş,<br />
jeotermal, gel-git, hidrolik vb) olmak üzere iki ana grupta sınıflandırılmaktadır<br />
[1,2]. Ülkemizde son yıllarda enerji gereksinimi gittikçe artmakta, buna karşın,
356<br />
enerji üretimi enerji gereksinimini karşılayamamaktadır. Enerji açığının kapatılması<br />
amacıyla yenilenebilir doğal enerji kaynaklarından yararlanılması bir yöntem olarak<br />
düşünülebilir. Dünyanın 2020 yılında ihtiyaç duyacağı enerji miktarının yaklaşık<br />
olarak 25.000 TWh/yıl olması beklenmektedir. Dünyada teknik olarak yararlanabilecek<br />
rüzgâr enerjisi kaynağının miktarına gelince, dünyanın gereksinim duyacağı<br />
yıllık elektrik enerjisi ihtiyacının iki katı kadardır. Bu miktar ise 53.000 TWh/yıl<br />
olarak tahmin edilmektedir[3]. Günümüzün en önemli sorunlarından ikisi, CO2<br />
salınımıyla ortaya çıkan hava kirliliği ve sera gazlarının etkisiyle meydana gelen<br />
küresel ısınmadır. Bunun en büyük sebebi temiz enerji kaynağı olmayan fosil yakıtlarının<br />
kullanımıdır. Rüzgâr önemli bir temiz enerji kaynağıdır. Böylece, rüzgâr<br />
santralleri hiçbir şekilde CO2 salınımı oluşturmaz ve dünyanın temiz kalmasına<br />
katkıda bulunur. Küresel ısınmaya da etkisi yoktur. Ayrıca rüzgar santrallerinin<br />
ham maddesi bedavadır ve süreklidir. Bu haliyle yerli bir kaynaktır.Doğal enerji<br />
kaynaklarından rüzgar enerjisinin yenilenebilir bir enerji kaynağı olması, ucuz olması<br />
ve çevreye atık madde bırakmaması, bu enerji kaynağına olan ilgiyi gün geçtikçe<br />
artırmaktadır. Buna ek olarak, yetmişli yılların sonlarında rüzgar türbinlerinde<br />
verim % 18-45 iken [4] son yıllarda rüzgar enerjisi teknolojisindeki gelişmelerle<br />
verim % 45-50’ye kadar artırılmıştır[5]. Teknolojideki bu gelişmeler, ülkemizin<br />
bazı yörelerinde yüksek potansiyele sahip rüzgar enerjisinden yararlanmak amacı<br />
ile çalışmaların yapılmasında etken olmuştur. Rüzgar enerjisi, günümüzde doğrudan<br />
elektrik enerjisine veya bir ısı pompası yardımıyla ısı enerjisine çevrilebilmektedir.<br />
Elde edilen bu enerji ısıtma veya soğutma amaçlı kullanılabilmektedir. Bu amaçla,<br />
bir ısı pompasını çalıştırabilen rüzgar tesisleri yapılmaktadır. Bu tip tesislerde, rüzgar<br />
kuvvet makinası, ısı pompasının devresinde bulunan kompresör için gerekli<br />
olan işletme enerjisini sağlamaktadır[6]. Isı pompalarında ısıtma katsayısı bazı teknik<br />
ve termik şartlara bağlı olarak 1-6 arasında değişmektedir[7,8]. Rüzgar enerjisinin<br />
ısıtma veya soğutma amacıyla kullanılmasına dönük olarak ülkemizde henüz<br />
yeterince araştırma yapılmamıştır. Bu nedenle, yapılabilecek çalışmalar için alt yapı<br />
oluşturulması ve ısı enerjisi modelleri geliştirilmesi yararlı olacaktır.Türkiye'nin<br />
ihtiyaç duyduğu enerji, gelişmiş bir ülke olma çabalarına koşut olarak günden<br />
güne artmaktadır. Sürdürülebilir kalkınmanın itici gücü olan enerji kaynaklarının<br />
çeşitlilik bakımından neredeyse tamamına sahip ülkemizde, yerli kaynaklarımız<br />
miktar bakımından yeterli değildir. Bu nedenle Türkiye enerji ithalatçısı<br />
bir ülke konumunda bulunmaktadır. 2000 yılında Türkiye'nin elektrik enerjisi<br />
talebi 128 500 GWh olarak gerçekleşirken bunun 3800 GWh'ı ithal edilerek<br />
karşılanmıştır. Ülkemizin elektrik enerjisi talebi yılda ortalama %8 artış göstermektedir<br />
[9]. 1999 yılında Türkiye'nin toplam kurulu elektrik gücü 26 117<br />
MW iken, 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı'na göre, 2005 yılındaki kurulu güc<br />
42 738 MW olacaktır. Aynı yıl için öngörülen elektrik tüketimi 195 100<br />
GWh olmasına karşın, öngörülen üretim 193 900 GWh dır [10]. Farkın elektrik<br />
enerjisi ithal edilerek karşılanması planlanmıştır. Bu tahminlere göre Türkiye'nin<br />
enerji ihtiyacının güvenli olarak karşılanması için, birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde<br />
de sonsuz, tükenmeyen, temiz ve dışa bağımlı olmayan yenilenebilir enerji<br />
kaynaklarına yönelinmesi önem kazanmıştır. Yenilenebilir enerji kaynakları
357<br />
olarak bilinen hidrolik, rüzgar, güneş, jeotermal, biyokütle, dalga, gel-git enerjileri<br />
içerisinde en yaygın olan ve teknolojisi en hızlı gelişeni ise rüzgar enerjisidir.<br />
Rüzgar enerjisinin bu kadar hızlı gelişmesinin nedeni, doğada serbest bir<br />
halde ve bol olarak bulunması ile enerji kaynağı çeşitliliği yaratması yanında<br />
dışa bağımlı olmayan temiz bir enerji.<br />
Rüzgar Türbinleri<br />
Rüzgar türbinleri esas itibariyle yatay ve düşey eksenli olmak üzere iki şekilde sınıflandırılırlar.<br />
Hesaba dayalı olarak yapılan ilk yatay eksenli rüzgar çarklarının<br />
tasarımı 1930’lu yıllarda Betz tarafından yapılmıştır. Bu rüzgar çarklarının teorik<br />
verimi %59 olup literatürde Betz limiti olarak tanınır. Modern düşey eksenli rüzgar<br />
türbinleri üzerindeki ilk çalışmalar Savonius ve Darrieus tarafından yapılmıştır.<br />
Daha sonra düşey eksenli bu iki rüzgar çarkının üstünlükleri ve sakıncaları göz<br />
önünde bulundurularak birleşik Savonius-Darrieus rüzgar çarkları geliştirilmiştir.<br />
Bu iki sınıftaki yatay ve düşey eksenli rüzgar çarklarının yapısal özellikleri de göz<br />
önünde bulundurularak çeşitli alt sınıflara ayrılabilir. Türbinler hareket halindeki<br />
havanın kinetik enerjisini mekanik enerjiye dönüştürmektedirler. Bundan dolayı<br />
rüzgardan elektrik enerjisi üretimi rüzgar enerjisi uygulamalarının temel yöntemlerindendir.<br />
Genel olarak, bir rüzgar türbini üç bölümden oluşur [11]. 1) Pervane<br />
kanatları: Rüzgar harekete geçtiğinde pervane kanatlarına çarpar ve onu döndürmeye<br />
başlar. Böylece rüzgar enerjisinden kinetik enerji elde edilir, 2) Şaft: Rüzgarın<br />
çarpmasıyla harekete geçen pervaneler kendisine bağlı olan şaftı da harekete<br />
geçirir. Şaftın dönmesiyle de motor içinde hareket meydana gelir ve elektrik enerjisi<br />
sağlanmış olur, 3. Jeneratör: Oldukça basit bir çalışma yöntemi vardır. Elektromanyetik<br />
indüksiyon ile elektrik enerjisi üretilir. Küçük oyuncak arabalardaki elektrik<br />
motoruna benzer bir sistemdir. İçinde mıknatıslar bulunur. Bu mıknatısların<br />
ortasında da ince tellerle sarılmış bir bölüm vardır. Pervane şaftı döndürdüğü zaman<br />
motor içindeki bu sarım bölgesi, etrafındaki mıknatısların ortasında dönmeye başlar.<br />
Bunun sonucunda da alternatif akım (AC) meydana gelir [11].<br />
Elektrik Üretimi<br />
Rüzgar enerjisi santrallerinde oluşabilecek önemli çevresel etki olarak gürültü gösterilmektedir.<br />
Ancak rüzgar enerjisi santralleri, rüzgar rejimine bağlı olarak, genelde<br />
yerleşimin olmadığı veya rakım farklılıkları sebebiyle gürültü etkilerinin daha az<br />
hissedildiği yerlerde kurulmaktadır. Diğer yandan türbin teknolojisindeki gelişmeler<br />
doğrultusunda gürültü emisyonları gün geçtikçe düşürülmekte ve hatta türbinlerden<br />
150-200 metre uzaklıkta 40 dB ‘in altına inilmektedir. Dolayısıyla gürültü etkisiyle<br />
oluşacak bir çevresel kirlenme rüzgar enerjisi santralları için göz ardı edilebilecek<br />
orandadır [12].Rüzgar türbini, rüzgardaki kinetik enerjiyi önce mekanik daha sonra<br />
da elektrik enerjisine dönüştüren sistem olduğunu söylemiştik. Bir rüzgar türbini<br />
genel olarak kule, jeneratör, hız dönüştürücüleri (dişli kutusu), elektrik-elektronik<br />
elemanlar ve pervaneden ibarettir. Rüzgarın kinetik enerjisi rotorda mekanik enerjiye<br />
çevrilir. Rotor milinin devir hareketi hızlandırılarak gövdedeki jeneratöre aktarılır.
358<br />
Jeneratörlerden elde edilen elektrik enerjisi ise alıcılara ulaştırılır[13].Üretilecek<br />
güç, türbinlerin pervane çapına bağlı olmakla birlikte, rüzgar hızına da bağlıdır.<br />
Tablo 1’de rüzgar hızı ve pervane çapına bağlı olarak elde edilecek tahmini güç<br />
miktarları verilmiştir.<br />
Çizelge.1. Rüzgar Hızı Ve Alana Bağlı Elde Edilebilecek Tahmini Güç Miktarları [14].<br />
1 metre yarıçaplı<br />
pervane (A ~ 3 m 2 )<br />
3 metre yarıçaplı<br />
pervane (A ~ 27m 2 )<br />
10 metre yarıçaplı<br />
pervane (A ~300m 2 )<br />
30 metre yarıçaplı<br />
pervane(A ~2700m 2 )<br />
Rüzgar Enerjisinin Kullanım Alanları<br />
Rüzgar hızı = 5 m/s Rüzgar hızı 10 m/s Rüzgar hızı = 15 m/s<br />
Güç ~ 75 Watt Güç ~ 600 Watt Güç ~ 2 KWatt<br />
Güç ~ 700 Watt Güç ~ 6 KWatt Güç ~ 20 KWatt<br />
Güç ~ 7.5 KWatt Güç ~ 60 KW Güç ~ 200 KWatt<br />
Güç ~ 70 KWatt Güç ~ 600 KW Güç ~ 2 MWatt<br />
Rüzgar türbin teknolojisi son zamanlarda kazandığı ivmeyle önemli derecede gelişmiş<br />
ve maliyet açısından bilindik güç santralleriyle yarışabilecek hale gelmiştir.<br />
Bu durum rüzgar enerji santral ve sistemlerinin yaygınlaşmasına katkıda bulunmaktadır.<br />
Zamanla yaygınlaşan rüzgar enerjisi su depolama, su pompalama, tahıl öğütme,<br />
soğutma, taşımacılık çeşitli ürünleri kesme-biçme gibi mekanik enerjiye ihtiyaç<br />
duyulan yerlerde kullanılabilmektedir. Rüzgar enerjisinin en büyük kullanım alanı<br />
ise rüzgar türbinleri ile elektrik üretiminin yapılmasıdır [15].<br />
Rüzgar Enerjisinin Yararları<br />
� Temiz, çevreyi kirletmeyen, ham maddesi bedava bir enerjidir,<br />
� Herhangi bir ön işlem yapılmaksızın doğadaki rüzgar doğrudan kullanılabilir,<br />
� Rüzgar türbinlerinin mekanizması karmaşık değildir. Operatöre ihtiyaç duyulmadan<br />
çalıştırılabilmektedirler,<br />
� Türbinler, patlama yapmazlar, radyasyon yaymazlar,<br />
� Aniden ortaya çıkan maliyetleri yoktur,<br />
� Tehlikeli atık üretimleri yoktur,<br />
� Rüzgar yerli bir enerji kaynağıdır,<br />
� Rüzgar türbininin işletmeye alınması kısa bir sürede gerçekleşebilmektedir,<br />
� Rüzgar türbinleri modüler olup herhangi bir büyüklükte imal edilebilmektedir,<br />
� Ömrünü tamamlamış rüzgar türbinlerinin hurda değeri söküm maliyetlerini<br />
kolayca karşılamaktadır,<br />
� Rüzgarın çokluğundan dolayı çoğu zaman türbinler yüksek tepe ve tepeciklere<br />
kurulmaktadır.<br />
Bu alanlar aynı zamanda hayvancılık veya tarımsal faaliyetler için kullanılabilmektedir<br />
[16].
Rüzgar Enerjisinin Zararları<br />
� Rüzgar türbinlerinin gürültülü olması,<br />
� Elektromanyetik girişime neden olması,<br />
� Rüzgar türbinlerinin arazi işgali,<br />
� Rüzgarın kesikli olması,<br />
� Türbinlerin kuş ölümlerine sebebiyet vermesi[17].<br />
Rüzgar Enerjisinin Maliyet Açısından İncelenmesi<br />
359<br />
Enerji yatırımlarında da yatırımın yapılıp yapılmayacağına karar verilirken, maliyet<br />
ve elde edilmesi beklenen getiri karşılaştırılır. Üretilecek birim enerji başına maliyet<br />
hesaplanarak o yatırımın yapılıp yapılmayacağına karar verilir (Şekil 1). Rüzgar<br />
türbini için her ne kadar yakıt bedava olsa bile ilk yatırım maliyeti oldukça yüksektir.<br />
Projenin başlangıç yatırımı için maliyet açısından değerlendirmeler yapılırken<br />
rüzgar türbinin maliyetinin yanı sıra yer, iletim hatları, güç ayar sistemleri gibi diğer<br />
önemli ihtiyaçlar için yatırım hesapları kesinlikle yapılmalıdır. Yatırım kararı<br />
verilmeden önce projeden elde edilecek net kazanç hesaplanmalıdır. Bunun için<br />
üretimi kapsayan maliyetleri de belirlemek gerekmektedir. Rüzgardan elektrik üretiminin<br />
maliyeti son 20 yılda büyük oranda azalırken rüzgar enerjisi ekonomisi aynı<br />
dönemde önemli ölçüde değişmiştir. Rüzgar enerji sektörü gelişip büyüdükçe maliyetler<br />
de ters orantılı olarak düşmüştür. Bu düşüşün zamanla devam etmesi beklenmektedir.<br />
Şekil 1. Yatırım maliyeti dağılımı[15].
360<br />
Rüzgar enerjisi projelerinde en büyük gideri türbin maliyeti oluşturmaktadır. Şekil<br />
1’de görüldüğü gibi yatırım maliyetinin hemen hemen %70’lik kısmını türbin maliyeti<br />
meydana getirmektedir. İkinci sırada olan İnşaat işleri yatırımın yaklaşık<br />
%10’luk kısmını oluştururken, %9’unu elektrik altyapısı, %7’sini ise güç ayar sistemleri<br />
oluşturmaktadır. Geriye kalan kısım da kuruluş ve diğer maliyetlerdir. Türbinlerin<br />
belirli aralıklarla bakım ve onarımlarının yapılması bir ek maliyettir. Türbin<br />
ne kadar çok çalışırsa, o kadar çok yıpranır ve bakım-onarım giderlerinde de o<br />
kadar artış görülür, çünkü türbinin bakım-onarım giderleri çalıştığı süreyle doğru<br />
orantılıdır. Pervane, alternatör, dişli kutusu, bıçaklar, jeneratör, kule gibi türbin<br />
parçaları ve enerjinin iletimi için gerekli olan trafolar, elektrik direkleri, iletim hatlarının<br />
bakımlarının yapılması ayrıca bir maliyettir.<br />
Rüzgar ile Diğer Yakıtların Maliyeti<br />
Güç üretiminde kullanılan farklı yöntemlerle elde edilen elektriğin maliyet karşılaştırması<br />
Çizelge 2‘de verilmiştir. Görüldüğü gibi rüzgar enerjisi, ekonomik olarak<br />
diğer enerji üretim sistemleri ile yarışabilir düzeydedir. Ayrıca, gelişen teknoloji ve<br />
gerçekçi fizibilite çalışmaları sonucu rüzgardan elde edilen enerjinin maliyeti sürekli<br />
düşmektedir. 1980 yılında rüzgardan elde edilen 1 kWh enerjinin maliyeti 30 cent<br />
iken, 1991‘de bu değer 6 cent‘e düşmüştür. Bunun aksine diğer konvansiyonel<br />
enerji kaynaklarında maliyetler her geçen gün artmaktadır[18].<br />
Çizelge 2. Rüzgar Enerjisinin Diğer Enerji Kaynaklarıyla Karşılaştırılması[18].<br />
Enerji Türü Min<br />
Min<br />
(c/kWh)<br />
Max<br />
(c/kWh)<br />
Solar,termal,hibrit 6 7.8 6.9<br />
Nükleer 5.3 9.3 7.3<br />
Doğalgaz 4.4 5 4.7<br />
Ort<br />
(c/kWh)<br />
Hidrolik 5.2 18.9 12.1<br />
Rüzgar 4.7 7.2 6<br />
Kömür 4.5 7 5.8<br />
Jeotermal 4.3 6.8 5.6<br />
Biyomas 4.2 7.9 6.1<br />
Rüzgar Enerjisi Santrali Proje Aşamaları<br />
Her bir rüzgar enerjisi santrali farklı özelliklere sahiptir. Ancak genel hatlarıyla<br />
bakıldığında, projelerin ortaya çıkarılması için atılan adımlar birbirleriyle benzer<br />
özelliklere sahiptir.Projelerin ortaya çıkarılması için izlenen yol kısaca ve sırayla şu<br />
şekildedir.<br />
� Yer seçimi,<br />
� Rüzgar ölçümleri,<br />
� Fizibilite (yapılabilirlik),
� Gerekli onay ve izinlerin alınması,<br />
� Projenin yapım aşaması,<br />
� Projenin çalıştırılması[19].<br />
Dünyada Rüzgar Enerjisi Potansiyeli<br />
361<br />
Yenilenebilir enerji kaynakları arasında rüzgar enerjisi, tamamen doğal bir kaynak<br />
olarak kirliliğe neden olmayan ve tükenme olasılığı olmayan bir güç sağlamaktadır.<br />
Rüzgar enerjisi son yıllarda dünyada en hızlı büyüyen enerji kaynağı olmuştur.<br />
Daha önce de bahsedildiği üzere Dünya’da toplam teknik potansiyelin 53.000<br />
TWh/yıl olduğu tahmin edilmektedir. Şekil 2’de rüzgar enerji potansiyelinin dünya<br />
üzerindeki dağılımını görmekteyiz[15].<br />
Şekil 2. Dünya’da teknik rüzgar enerjisi potansiyelinin dağılımı[15].<br />
Özellikle Avrupa sahip olduğu rüzgar enerjisi potansiyelini mümkün olduğunca<br />
verimli bir şekilde değerlendirmeye çalışmaktadır.Binlerce yıldır insanlığın hizmetinde<br />
bulunan rüzgar enerjisinden elektrik üretimi ilk olarak 1891 yılında Danimarka'da<br />
gerçekleştirilmiştir. Bundan kısa bir süre sonra da Amerika Birleşik Devletleri'nde<br />
yer değirmenlerinin küçük gücteki rüzgar türbinlerine dönüştüğü ve elektrik<br />
enerjisi ürettiği bilinmektedir. Fosil yakıtların ucuzluğu nedeniyle yeterli seviyede<br />
benimsenmeyen rüzgar enerjisi, 1970'li yıllardaki petrol krizi nedeniyle yeniden<br />
hatırlanmış ve bundan sonra, rüzgar türbinlerinin seri üretime geçilmesi ile, bu<br />
alandaki yatırımlar gittikçe artan oranlarda gelişmiş ve rüzgar enerjisi santralleri<br />
oluşturulmaya başlanmıştır. Önceleri kara parçaları üzerinde oluşturulan bu santraller<br />
kıyı açıklarına yani deniz üzerine de kurulmaya başlamıştır. Rüzgar enerjisi<br />
sistemlerinin tasarımı, planlaması ve çalıştırılması için rüzgarın karakteristiklerinin<br />
tüm detaylarıyla bilinmesi gerekmektedir. Türbin yerleşimi ve rüzgar enerji potansiyelinin<br />
belirlenebilmesi için uzun süreli güvenilir verilere ihtiyaç duyulmaktadır.<br />
Bunun en iyi örneklerinden biri, Avrupa Birliği ülkelerindeki rüzgar enerjisi potan-
362<br />
siyelini belirlemek için 200 den fazla yerde kurulan uygun meteoroloji istasyonlarının<br />
10 yılı aşan verileri sonucu oluşturulan "Avrupa Rüzgar Atlas" ıdır[20]. Bu<br />
Atlas, Ege Denizi ve buna komşu Yunanistan kıyılarının yüksek rüzgar enerjisi<br />
kapasitelerine sahip olduğunu göstermektedir. Ülkemizin özellikle Ege Denizi'ne<br />
kıyısı olan batı bölgelerinde yapılan rüzgar ölçümleri de bu potansiyeli doğrulamaktadır[21,22].<br />
2002 yılı sonu itibariyle, tüm dünyada kurulu bulunan rüzgar santrallerinin<br />
nominal gücü 31 128 MW dır [23,24]. Sadece 2002 yılında ilave olan güc<br />
değeri 6868 MW dır ve bu durum bir önceki yıla göre %28'lik bir artışı belirtmektedir..<br />
Rüzgar enerjisi kurulu gücünün 1995-2002 yılları arasındaki büyüme payı,<br />
ortalama olarak, yıllık %31’dir. En büyük yıllık artışlar da 1998 ve 2001 yıllarında<br />
olmuştur. Çizelge 3'de 1995-2002 döneme ait veriler daha detaylı bir şekilde verilmektedir[23,25].<br />
Çizelge 3. (1995-2002) Arası Dünya Pazarındaki Büyüme Oranları[23,25].<br />
2002 yılında ilave olanlarla birlikte dünyadaki kurulu toplam rüzgar gücünün kıtalara<br />
göre dağılımı ise Çizelge 4'te verilmiştir.<br />
Çizelge 4. 2002 Yılı İtibarıyla Dünyadaki Kurulu Gücün Dağılımı [23,24].<br />
Türkiye'nin de içinde bulunduğu Avrupa kıtasını ele aldığımızda Almanya, 2002<br />
yılında tesis ettiği 3247 MW yeni kapasite ile toplamda 12 001 MW kurulu güce<br />
ulaşarak, tüm dünyadaki kurulu rüzgar gücünün % 38' ine ulaşmış durumdadır.<br />
Avrupa'da bu alanda yatırım yapan belli başlı ülkelerdeki durum Çizelge 5'te verilmektedir.
Çizelge 5.2002 Yılı İtibarıyla Avrupa’daki Bazı Ülkelerde Bulunan Kurulu Güç [23,24].<br />
Çizelge 6. Dünyada Kurulu Elektrik Gücü ve Rüzgar Elektriğinin Payı [25,26].<br />
363<br />
Günümüzde, gelişen teknolojiye koşut olarak, gerek deniz üstüne gerekse kara üstüne<br />
inşa edilen santrallerde yüksek güc değerinde türbinler kullanılmaktadır. Almanya'da<br />
ortalama türbin boyutu 1 281 kW değerine ulaşmıştır. Bu değer Amerika<br />
Birleşik Devletleri'nde 908 kW, Danimarka'da ise 850 kW dır[26]. 2006 yılına yapılan<br />
projeksiyonlara göre dünyadaki tüm rüzgar enerjisi kurulu gücünün 79 363 MW<br />
olacağı düşünülmektedir . Burada en büyük katkının 54 067 MW ile Avrupa kıtasından<br />
geleceği varsayılmıştır. <strong>2011</strong> yılına yapılan daha ileri projeksiyonlar ise,<br />
toplam kurulu gücün 179 392 MW olacağını göstermektedir [26].<br />
11. Türkiye’de Rüzgar Enerjisi Potansiyeli<br />
Türkiye’de son yıllarda gittikçe artan enerji sorunu; özellikle elektrik enerjisi üretiminde<br />
doğal gaz gibi büyük ölçüde dışa bağımlılığı arttırmış ve sonuç olarak enerji<br />
üretiminde dengesizliklerin oluşmasına neden olmuştur. Yenilenebilir enerji kaynaklarından<br />
rüzgar enerjisi ülkemizde iyi bir potansiyele sahip olup bu potansiyelden<br />
yeteri kadar yararlanılmadığı gerçeği ortadadır. Dışa bağımlı olmayan bir enerji<br />
kaynağı olması nedeniyle rüzgar enerjisi giderek cazibesini arttırmaktadır [27].
364<br />
E.İ.E.İ tarafından yapılan ve D.M.İ İstasyonlarını temel alan rüzgar enerjisi potansiyeli<br />
bakımından zengin bazı bölgeler Çizelge 7’de gösterilmiştir. Marmara, Ege, Güneydoğu<br />
ve Karadeniz bölgeleri rüzgar enerjisi potansiyeli yüksek olan yerlerdir[28].<br />
Çizelge 7.Rüzgar Potansiyeli Zengin Olan Yöreler [28].<br />
İstasyon adı Ortalama Rüzgar Hızı (m/s) Rüzgar Gücü Yoğunluğu(W/m 2<br />
)<br />
Bandırma 5.1 152.6<br />
Antakya 4.5 108.9<br />
Kumköy 4.1 82.0<br />
Mardin 4.1 81.4<br />
Sinop 4.1 77.9<br />
Gökçeada 4.0 74.5<br />
Çorlu 4.0 72.3<br />
Çanakkale 3.9 71.2<br />
Türkiye’nin rüzgar potansiyeli için yapılan ve ilk kez TÜSİAD’ın “21. Yüzyıla Girerken<br />
Türkiye’nin Enerji Stratejisinin Değerlendirilmesi” adlı raporunda açıklanan bulgulara<br />
göre; Türkiye’nin karasal alanlarında 20000 MW kullanılabilir rüzgar enerjisine<br />
sahip olduğu denizlerde ise bu rakamın 15000 MW olduğu ortaya koyulmuştur[11].<br />
Ancak,bütün bunlara rağmen Türkiye’nin toplam kurulu rüzgâr gücü sadece<br />
20,1 MW’ tır.Günümüzde bu miktarda artış olduğu görülmektedir. Türkiye Rüzgar<br />
Atlası için, Danimarka Meteoroloji Teşkilatınca hazırlanan ve Avrupa Rüzgar Atlası’nın<br />
hazırlanmasında da kullanılan WASP paket programından yararlanılmıştır. Bu<br />
çalışma için Türkiye üzerinde eştür (homojen) dağılım gösteren 96 adet meteoroloji<br />
istasyonu için yerinde incelemeler yapılmıştır. Bu istasyonlardan 45 adetinin verileri<br />
kullanılarak Türkiye Rüzgar Atlası hazırlanmıştır(Şekil.3) [29].<br />
Şekil 3. Türkiye rüzgar atlası[29]
365<br />
Avrupa Rüzgar Enerjisi Birliği’nin yaptığı sınıflandırmaya göre, rüzgar enerjisinden<br />
yararlanılacak yükseklikteki ortalama rüzgar hızları, sırasıyla 6,5 m/s için “iyiye<br />
yakın”, 7,5 için m/s “iyi” ve 8,5 m/s için “çok iyi” olarak belirtilmiştir. Böylece,<br />
Ege ve Marmara Bölgeleri ile Batı Karadeniz ve Hatay civarında rüzgar enerjisinden<br />
yararlanılabileceği görülmektedir (Çizelge 8) [30].<br />
Çizelge 8. Bölgelere Göre Ortalama Rüzgar yoğunluğu[30].<br />
Bölge Adı Ort. Rüzgar Gücü Yoğunluğu (W/m 2 )<br />
Marmara Bölgesi 51.91<br />
Güneydoğu Anadolu Bölgesi 29.33<br />
Ege Bölgesi 23.47<br />
Akdeniz Bölgesi 21.36<br />
Karadeniz Bölgesi 21.31<br />
İç Anadolu Bölgesi 20.14<br />
Doğu Anadolu Bölgesi 13.19<br />
Yapılan ölçümlere göre Türkiye’nin %64,5’inde rüzgar enerjisi güç yoğunluğu 20<br />
W/m’ yi aşmazken, %16.11’inde 30–40 W/m arasında, %5.9’unda 50 W/m’nin ve<br />
%0.08’inde de 100 W/m’nin üzerindedir[13]. Ölçümler çoğunlukla 10 m yükseklikte<br />
alınmakla birlikte, 30 m yükseklikte alınan ölçümler de mevcuttur. Veriler birer<br />
saatlik ve 10 dakikalık aralıklarla toplanmakta, yazılım programı kullanılarak işlenmekte<br />
ve arşivlenmektedir. Bölgesel ve yerel bazı ölçümler yapılmış olsa bile,<br />
bu ölçümlere göre hareket edilmemeli ve proje geliştirilmemelidir, çünkü bu ölçümler<br />
ilk aşamada fikir vermesi bakımından önemli olmasına rağmen, noktasal olarak<br />
yanıltıcı olabilir. Bu sebeple proje geliştirilmeden önce muhakkak noktasal ölçümler<br />
yapılmalı ve bu ölçümler doğrultusunda hareket edilmelidir.<br />
12. Sonuç<br />
Enerji ihtiyacının büyük bir oranını sağlayan fosil yakıtların yakın ve orta gelecekte<br />
tükenecek olması gerçeği, ülkeleri enerji kaynaklarını çeşitlendirmeye ve mevcut<br />
kaynaklarını da daha verimli kullanmaya zorlamaktadır. Ülkemizde ise yenilenebilir<br />
enerji kaynakları politikaları genelinde belirsizlikler yaşanmaktadır. Bu yaklaşım<br />
belirli ve takip edilen bir rüzgar enerjisi politikasının da olmaması sonucunu doğurmaktadır.<br />
Halbuki enerjide uzun vadeli bir planlama yapılması zorunludur. Ancak,<br />
bu tür planlamalar yapılırken de temel verilerin doğru olarak saptanması gerekmektedir.<br />
Bu bağlamda, yerli ve yenilenebilir enerji kaynakları, özellikle de<br />
elektrik enerjisi alanında rüzgar enerjisi kaynakları, kullanımını özendirecek teşvik<br />
uygulamaları, dünyadaki örnekleri incelenerek ve toplumsal fayda ön planda tutularak,<br />
yasal düzenlemelere yansıtılmalıdır.Alternatif enerjilerinin önde gelen kaynaklarından<br />
biri de rüzgar enerjisidir. İlk başlarda fosil yakıt kaynaklarının ucuzluğu<br />
nedeniyle fazla benimsenmeyen rüzgâr enerjisi günümüzde önem kazanmaya başlamıştır.<br />
Önceleri kara parçaları üzerinde kurulan rüzgâr santralleri şimdilerde açık
366<br />
denizlerde de kurulmakta ve enerji üretiminde kullanılmaktadır. Dünya’da teknik<br />
olarak yararlanabilecek rüzgâr enerjisi kaynağının yıllık 53.000 TWh/yıl olduğu<br />
tahmin edilmektedir. Dünyadaki enerji rezervlerinin durumu dikkate alındığında,<br />
rüzgar enerjisinden yararlanmanın, hem çevresel hemde kaynak varlığı açısından<br />
önemli olduğu anlaşılmaktadır. Dünya enerji rezervi tükenme yılı yaklaşık olarak<br />
kömür için 200 yıl, gaz için 65 yıl, petrol için 40 yıl ve rüzgar için ise sonsuzdur.<br />
Mevcut fosil kaynaklı enerji rezervlerinin gelecekte tükenecek olması, şu anda büyük<br />
bir bölümünü ithal eden bir ülke olarak Türkiye’ yi, artacak olan fiyatlardan ve<br />
teminindeki problemlerden dolayı zora sokacaktır. Bu nedenle elektrik enerjisi üretimini<br />
yenilenebilir kaynaklara doğru yönlendirmemiz, mevcut hidrolik kaynaklarımız<br />
ile birlikte rüzgar enerjisinden faydalanmamız gerekmektedir.2020 yılında şu<br />
anki elektrik enerjisi tüketiminin iki katına çıkması durumunda bile dünyanın tüketeceği<br />
elektrik enerjisinin %12’sinin rüzgardan karşılanabileceği şeklinde ileriye<br />
dönük çalışmalar mevcuttur. 2020 yılında global elektrik talebinin %12’ sinin rüzgardan<br />
sağlanacağı varsayımıyla 10771 milyon ton CO2 azalması elde edilebilecektir.<br />
Bu da çevreye yayılan CO2 gazının önemli oranda azalacağı anlamına gelmektedir.Türkiye’nin<br />
kurulu rüzgâr gücü barındırdığı potansiyelle karşılaştırıldığında<br />
aradaki farkın çok büyük olduğu görülmektedir. Öyle ki karasal alanda potansiyel<br />
rüzgar gücü 20.000 MW olup kurulu rüzgar gücü sadece 20,1 MW’tır. Türkiye için<br />
rüzgar enerjisi hem teknik açıdan hem de potansiyel açısından çok önemli boyutlarda<br />
olmakla birlikte kurulu güç ve enerji üretim miktarları maalesef çok düşük seviyelerdedir.<br />
Baktığımızda Türkiye’nin kurulu rüzgâr gücünün dünyadaki kurulu<br />
rüzgâr gücüne oranı bir hayli düşük seviyelerdedir. Daha fazla zaman kaybedilmeden<br />
sahip olduğumuz potansiyel verimli bir şekilde değerlendirilmelidir. Türkiye<br />
dünya ölçeğinde yaşanan gelişmeleri ve enerji ihtiyaçlarında meydana gelecek artışları<br />
göz önünde bulundurarak yerli enerji üretimi içersindeki rüzgar enerji kaynakları<br />
payını arttırmak ve bu yolla hem dışa bağımlı enerji politikasını hem de ekonomik<br />
kırılganlığı belli ölçülerde azaltmak durumundadır.<br />
Kaynaklar<br />
[1]. ŞAHİNOĞLU, M. 1992. Enerji Sektörünün Yapısı ve Geleceği. Türkiye Ekonomisi<br />
Sektörel Gelişmeler.Türkiye Ekonomi Kurumu. Özyurt Matbaacılık. Ankara.<br />
[2]. TELATAR, E. 1998. Enerji Sektöründeki Gelişmeler. Türkiye Ekonomisi Sektörel Analiz.<br />
Turhan Yay.<br />
[3]. YAMAK, T., 2006, Türkiye’nin Alternatif Enerji Kaynakları Potansiyeli ve Ekonomik_Analizler,<br />
Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul,<br />
Türkiye.<br />
[4]. STOUT, B.A., MYERS, C.A., HURAND. A. and FAİDLEY, L.W. 1979. Energy For<br />
World Agriculture. Food And Agriculture Organization of The United Nations. FAO<br />
Agriculture Series No: 7. Rome.<br />
[5]. ATAGÜNDÜZ, G. 1997. Rüzgar Güneş Enerjisi Hibrit Sistemi ile Hidrojen Üretimi. 11.<br />
Ulusal Isı Bilimi ve Tekniği Kongresi Edirne.<br />
[6]. ÜLGER, P.ve KAYIŞOĞLU. B. 1992. Makina Bilgisi. Trakya Üniversitesi.Tekirdağ<br />
Ziraat Fakültesi. Yayın No:11. Tekirdağ.
[7]. ÖNEN, E. 1985. Havalandırma ve Klima Tesisatı. T.C. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı<br />
Teknik El Kitapları. No: 9. Ankara.<br />
[8]. KREİDER, J.F.and RABL. A. 1994. Heating and Cooling of Buildings. McGraw-Hill<br />
International Editions. Mechanical Engineering Series.<br />
[9]. YİĞİTGÜDEN, H.Y., " Rüzgar Enerjisinin Dünü Bugünü Yarını", Rüzgar Enerjisi<br />
Sempozyumu, 5:7 Nisan 2001, Çe!me:Đzmir.<br />
[10]. BeşYıllık Kalkınma Planı (2001:2005), Devlet Planlama Te!kilatı, Ankara, 2001.<br />
[11]. Url-1: www.arfenteknoloji.com/RuzgarTurbiniNasilCalisir.pdf, ErişimTarihi:17.10.10<br />
[12]. AKYÜZ, O., “Rüzgar Enerjisi İle Diğer Enerji Kaynaklarının Fiyat / Maliyet Analiz<br />
Raporu”, http://www.unimedya.net.tr/egetek/pages/news/asmakmaliyet.html<br />
[13]. GÜNEŞ, M. Ali., 2009, Türkiye’nin Enerji Sorunu İçin Alternatif Çözüm Önerileri ve<br />
Rüzgar Enerjisinin Önemi, Yüksek Lisans Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi_Sosyal<br />
Bilimler Enstitüsü Maliye ABD, Aydın.<br />
[14]. http://www.fen.bilkent.edu.tr/~aykutlu/ruzgargulu.htm, Erişim Tarihi:17.10.10<br />
[15]. MEHEL, N., 2009, Dünya’da ve Türkiye’de Rüzgar Enerjisi Potansiyeli, Kullanımı ve<br />
Almanya- Türkiye Karşılaştırması, Yüksek LisansTezi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü,Eskişehir.<br />
[16]. TURHAN, F., 2009, Rüzgar Enerjisinin Dünya’da ve Türkiye’de Kullanımı, Eskişehir<br />
Merkezinin Rüzgar Değerlerinin İncelemesi, YLT, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi<br />
Fen Bilimleri Enstitüsü, Eskişehir.<br />
[17]. ŞEN, Z., 2002, Temiz Enerji ve Kaynakları, Su Vakfı Yayınları, İstanbul, Türkiye<br />
[18]. AKKAYA, S., 2007, Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Türkiye Açısından Önemi<br />
ve_bir Rüzgar Enerjisi Uygulaması, Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi Fen Bilimleri<br />
Enstitüsü, Elazığ, Türkiye.<br />
[19]. Deniz, M.(2002) Türkiye’de Rüzgar Enerjisi Potansiyeli ve Türkiye Enerji İhtiyacına<br />
Katkısı., Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara, 130s.<br />
[20]. TROEN I, Petersen E.L., "Avrupa Rüzgar Atlası", Riso Ulusal Laboratuvarı, Danimarka.<br />
[21]. TOLUN, S, Mente6, S, Aslan, Z, Yükselen, M.A., "The wind energy potential of<br />
Gökçeada in the northern Aegean Sea", Renewable Energy 1995 6(7): 679:685.<br />
[22]. ÖZERDEM, B., Türkeli, M., "An Investigation of Wind Characteristics on the Campus<br />
of Izmir Institute of Technology, Turkey", Renewable Energy, 2003, 28, 1013:1027.<br />
[23]. http:// www.awea.org<br />
[24]. http:// www.ewea.org<br />
[25]. BTM Consult ApS, " International Wind Energy Development", 2001, Danimarka.<br />
[26]. BTM Consult ApS, " International Wind Energy Development", 2001, Danimarka.<br />
[27].DEDA, B. (2000) Savoniu Rüzgar Enerjisi ve Savonius Rüzgar Çarklarının Performanslarının<br />
Arttırılması., Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü,<br />
Denizli, 100s.<br />
[28].CELAYİR, N., 2008, Rüzgar Enerjisinin Dünyadaki Gelişimi ve Türkiye’deki Potansiyeli,<br />
Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü,İstanbul,<br />
Türkiye<br />
[29]. ŞİMŞEK, V., 2007, Rüzgar Enerjisi ve Sivas Şartlarında Bir Rüzgar Santrali Tasarımı,Yüksek<br />
Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi Elektrik ve Elektronik Mühendisliği<br />
ABD, Sivas, Türkiye.<br />
[30]. DERELİ S. “Rüzgar enerjisi”, Ankara; Tübitak Yayını; 2001.<br />
367
368
TARİHSEL PERSPEKTİFTEN İNOVASYON VE TEKNOLOJİ:<br />
GÜNÜMÜZDE ÇİN ÖRNEĞİ<br />
Cengiz EKİN, Mehmet YÜKSEL<br />
369<br />
İnovasyon, başkaları tarafından tahmin edilemeyen etkili yenilik meydana getirmektir.<br />
İnovasyon yeteneğine sahip olma, teknolojik üstünlüğün hegemonya mücadelesini<br />
kazandıracak etkinlikte bir bakış açısı ile dinamik olarak kullanılmasını<br />
gerektirir. İnovasyon, daha önce akıllara gelmemiş yeni bir yol, yöntem de olabilir.<br />
İnovatif devletler hem teknolojide hem de diğer alanlarda güç sahibidir. Çünkü<br />
inovasyon alanında ortaya koyduğu yenilikler, diğerleri üzerinde avantajlı bir farklılığı<br />
yaratacaktır.<br />
İnovasyonun günümüz şartlarında alt unsurları aşağıdaki gibi sıralanabilir: Teknolojik<br />
üstünlük, bilimsel konularda öncülük, uzay hâkimiyeti, malzeme bilimi, araştırma<br />
ve geliştirme (ARGE)’dir.<br />
Küresel hegemonyanın oluşturulmasında ve sürdürülmesinde kuvvet çarpanı etkisi<br />
olan inovasyonla teknoloji yakın ilişkilidir. İnovasyon ile ortaya konulan yenilikler,<br />
teknoloji ile endüstriyel hale getirilir. Endüstride kullanım alanına getirilen teknolojik<br />
yenilikler, karşı tarafa üstünlük sağlayacaktır. Bu bakımdan hegemon adayının<br />
sahip olması gereken özellikler arasında inovasyon ve teknolojik üstünlük ayrı bir<br />
öneme sahiptir.<br />
Günümüzde herhangi bir ülkenin gelişmişlik düzeyini belirleyici faktörlerin başında<br />
o ülkenin sahip olduğu teknoloji düzeyi gelmektedir. Teknolojiyi elinde tutan taraf<br />
diğer ülkelere göre bilim ve teknik alanında daha hızlı yol almakta, dolayısıyla diğer<br />
ülkelerle arasındaki gelişmişlik düzeyini hızla artırmaktadır. Teknoloji yoksunu<br />
ülkeler ise gelişmiş teknolojiye sahip ülkelerin teknoloji ihraç ettiği modern sömürge<br />
alanları olmakta, bir anlamda bu ülkelere bağımlı hale gelmektedirler. Teknolojik<br />
üstünlüğün en azından çağa göre belirlenecek stratejik sektörlerde öncülüğünü<br />
muhafaza etme, asgari yapılması gerekendir. Bu bakımdan, teknolojik üstünlüğe<br />
sahip olmak isteyen bir ülkenin aşağıda belirtilen konularda sahip olduğu kabiliyetlerini<br />
geliştirmesi büyük önemi haizdir: Alternatif nükleer tahrik gücü, iletişim ve<br />
muhabere, malzeme teknolojisi, nano teknoloji, silah sanayi, tasarım mühendisliği,<br />
bilgi bankası (enformasyon ve know-how), mikro elektronik, uzay teknolojisi, insansız<br />
araç teknolojisi, sistem entegrasyonu, stealth (gizlilik) teknolojisi, bio teknoloji,<br />
süper kavitasyon teknolojisi, malzeme bilimi ve robot teknolojisidir.<br />
İlk yelkenlilerden nükleer güce kadar geçen süreçte denizcilik, teknolojik yenilikleri<br />
en çok zorlayan ve kullanan bir alan olma özelliğindedir. Teknoloji ve yenilikleri<br />
keşfeden ve kullanan tarafın sağladığı avantajlardan dolayı, bu alanda adeta bir<br />
yarış ve teknoloji savaşı, gerçek savaşlardan önce yaşanmıştır.<br />
1789 Fransız İhtilalı ile Avrupa’da başlayan, dogmalardan uzak “akılcı” yaklaşım<br />
kendisini en fazla bilim ve teknik alanında göstermiş, bu alanlarda yapılan keşif ve
370<br />
icatlar Avrupa’ya çağ atlatmış, bir anlamda Avrupa bir dönüşüm evresi geçirmiştir.<br />
Bilim ve teknolojiyi takip edemeyen ülkeler ise çağın gerisinde kalmış ve hızla<br />
gerilemeye yüz tutmuşlardır. Bu bakımdan günümüzde inovasyona en önemli katkıyı<br />
sağlayan alan bilimdir. Bilimin esas alındığı ülkeler hızla yükselerek diğer<br />
ülkelere üstün bir konuma gelmektedir.<br />
20. yüzyıldan itibaren uzay teknolojisi alanında yapılan yenilikler, bu alanda birçok<br />
atılımın yapılmasına olanak sağlamıştır. Yaşanan gelişmelerle birlikte dünyanın<br />
çevresi adeta uydulardan oluşan bir bulut ile kaplanmış, haberleşme, istihbarat,<br />
meteoroloji, küresel yer belirleme (GPS), televizyon ve radyo yayınları gibi daha<br />
birçok amaçla kullanılan uydular insanoğluna birçok kolaylık sunmuştur. Günümüzde<br />
uydu teknolojisine sahip ülkeler, uzaya gönderdikleri uydular ile bu teknolojiden<br />
yoksun ülkelere bir takım hizmetler satabilmekte, ayrıca dünya üzerinde istihbarat<br />
toplayabilmektedir. Ayrıca bu ülkeler için uydu yapımı ve fırlatma endüstrisi<br />
oluşmuştur. Bugün gelinen noktada uydulardan sağlanan görüntüler sayesinde dünyanın<br />
gerçek boyutlu görüntüsü internet üzerinden rahatlıkla izlenebilir hale gelmiştir.<br />
Uyduların sağladığı tüm bu faydalara bakıldığında hegemon olma yolundaki bir<br />
ülkenin uzayda söz sahibi olması ve uzay teknolojisinde lider ülke olma konumunda<br />
bulunması gerektiği söylenebilir. Son küresel hegemonun uzaydan yararlanma<br />
yolunda geliştirdiği projelerle adeta uzayı, oradan tüm küreyi gözetleyebileceği bir<br />
hale getirmeye çalışmaktadır. Diğer bir hegemon adayı ise ilk kez uzaydaki bir<br />
uydusunu güdümlü bir füze ile vurmuştur. Ayrıca uydu-radar teknolojisi üzerinde<br />
çalışmaya başlamıştır. Yeni dönemin hegemonya mücadele alanlarından biri şimdiden<br />
uzay ortamı olmuştur.<br />
İnovasyon sürecinin önemli bir ara öğesi de malzeme bilimidir. Yeni bir ürün tasarlama<br />
ve üretme süreçlerinde çok kritik bir özelliğe sahiptir. Malzeme bilimi, bir<br />
ürünün daha farklı nasıl oluşturulacağı, hammaddenin farklı işlenmesi ile ilgilidir.<br />
İnovatif süreçlerde bilinenin dışında farklı ve değişik bir işleme süreci orijinal bir<br />
ürünün ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bu konuya bir örnek, çeliğin farklı işlenmesi<br />
ile denizaltıların ezilme derinliği sınırlamasının ortadan kaldırılmasıdır. Bu<br />
sayede okyanusların derinliklerinin de uzay gibi yeni dönemde hegemonya mücadelesine<br />
açıldığını görmek gerekir.<br />
ARGE faaliyetleri ve inovasyon insanoğlunun yaratıcı zekâsının iki farklı ürünüdür.<br />
ARGE’yi var olan bir cihaz ve sistemin üzerinde yapılan geliştirme faaliyetleri,<br />
inovasyonu ise hiç kimsenin aklında bulunmayan yaratıcı bir buluş veya yeniliğin<br />
yapılması, bulunması şeklinde tanımlayabiliriz. Bilgisayarların ilk zamanlardaki<br />
büyük ve hantal yapısından ceplere sığan bir duruma getirilişine kadar yaşanan<br />
gelişmeler ARGE çalışmalarının bir ürünü olarak karşımıza çıkarken, Google arama<br />
motorunun veya Facebook paylaşım sitesinin kısa bir çalışma periyodu sonunda,<br />
sıfırdan meydana getirilmesi inovasyon olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde<br />
hegemon ülkeler yaratıcı zekâya büyük önem vermekte, bu uğurda üçüncü dünya<br />
ülkelerinden beyin ithal etmektedir. Bu bağlamda, küresel aktör konumuna gelmek<br />
isteyen ülkeler ARGE çalışmalarına büyük önem vermeleri gerektiği sonucuna<br />
varılabilir. Akıllı devletler ve kurumlar için ARGE yatırımlarına ayrılan bütçe
371<br />
payları, boşa yapılan yatırımlar değil bilakis fazlasıyla geri dönüşü olan yatırımlardır.<br />
Günümüzde hegemonyal mücadelede, ARGE alanı ve ona yapılan yatırımlar,<br />
istihdam edilen personel ile özel sektörün ve kamunun bütçeden ayırdığı pay, üstünlüğün<br />
mukayese aracıdır.<br />
Tarihsel Dönemlerde İnovasyon ve Teknoloji<br />
Küresel hegemonyanın el değiştirmesi süreçleri incelendiğinde, çıkış noktasının<br />
deniz alanındaki inovatif girişimler olduğu görülmektedir. Hegemon devletlere<br />
meydan okuyan devletlerin ortaya koyduğu ve bu sayede avantajlı bir konuma geçerek<br />
üstünlüğü ele geçirmesini sağlayan girişimler denizlerde gerçekleşmiştir.<br />
Yukarıda bu durum tablo halinde gösterilmiştir.<br />
Küresel hegemon olan devletler incelendiğinde, onları diğerlerinden farklı kılanın,<br />
yaptıkları inovatif çalışmalara ağırlık vermeleri ve sonuçlarını pratik hayata, hedefler<br />
doğrultusunda başarı ile aktarmaları olduğu görülmektedir.<br />
Tablo 6. Küresel Hegemonların Deniz Alanındaki Girişimleri 1<br />
Küresel<br />
Hegemon<br />
Portekiz<br />
1430-1540<br />
Hollanda<br />
1540-1640<br />
Britanya I<br />
1640-1740<br />
Britanya <strong>II</strong><br />
1740-1850<br />
ABD<br />
1850-1970<br />
Donanım Konsept-Sistem<br />
- Karavela, (1430 civarı)<br />
- Nau (Büyük Gemi)<br />
(1500 civarı)<br />
- Kalyon (1515 civarı)<br />
- Deniz Topçuluğu<br />
- Carrack tipi gemi<br />
- Bakır kaplama<br />
- Hat gemisi, denizlerin<br />
egemen gücü (1637)<br />
- Kronometre (1765-<br />
1773)<br />
- Harpte zırhlı harp gemisi<br />
(1862)<br />
- Deniz Havacılığı (1908)<br />
- Okyanus Gücü (1415)<br />
- Okyanus Seyirciliği (1480)<br />
(Regimento do Astrolabio)<br />
- Okyanus Temelli Ağ Konsep-<br />
ti (1505) (Regimento for<br />
Almeida)<br />
- Merkator Haritası (1554)<br />
- Savaşma Talimatı (1653)<br />
Diğer Güçlerin Giri-<br />
şimleri<br />
- Hava Tahmin aleti<br />
- Süratli kalyonu (İngil-<br />
tere)<br />
- Pitt Sistemi - Patlayıcı mermiler<br />
- Deniz Harp Akademisi<br />
(1884)<br />
- Deniz Gücü (1890)<br />
- Zırhlı araçlar 1850<br />
- Dretnotlar 1906<br />
- Uçak gemisi (İngiltere<br />
1916)<br />
Portekiz inovatif süreçte, keşif politikası ve okyanus ticareti gibi daha önceden<br />
uygulamada olmayan alternatifleri kurgulamıştır. Bu politika, önce Atlantik daha<br />
sonraları ise Hint Okyanusundaki birçok adanın ele geçirilmesini sağlamış, bu<br />
1 George Modelski, Seapower in Global Politics, 1494-1993, University of Washington Press, Seattle,<br />
1988., s. 25.
372<br />
süreçte okyanusta seyrin beraberinde getirdiği harita ve seyir (navigasyon) gibi<br />
sorunların araştırılmasını ve bu problemlerin üstesinden gelebilecek yeni gemiler ve<br />
teçhizatlar üretilmesini mümkün kılmıştır. Geliştirdiği harita, seyir araçları ve gemileri<br />
kullanıma sokarak okyanusta seyir yapabilmenin zorluklarını yenmiş ve kıtalararası<br />
ticareti okyanuslar üzerinden yapmayı başarmıştır. Okyanuslarda ağır deniz<br />
şartlarında seyir yapabilecek büyük gemi tiplerini (Karavela ve Nau) geliştirmiş,<br />
tersanelerinde inşa ederek Atlantik ve Hint Okyanuslarında kullanmıştır. Yenilik<br />
olarak ortaya konulan gemi tiplerinden, karavela, 1430 yılında Afrika sahilinin keşfi<br />
sırasında geliştirilmiş; Nau ise Hindistan’a yapılacak bir sefer için Ümit Burnu çevresindeki<br />
ağır seyir şartlarının üstesinden gelebilecek şekilde tasarlanmıştır. Gemilerde<br />
kullanılan rampa muharebesi yerine silah sistemi ve top kullanımını geliştirerek<br />
daha uzaktan savaş yapmayı ortaya koymuştur. Portekiz, gemi bordalarının<br />
içine top yerleştirme yeniliğini uygulamış ve deniz savaşlarında gerçek anlamda top<br />
kullanan ilk ülke olmuştur. Portekiz her yıl Hindistan’a çok sayıda gemi göndererek<br />
diğer herkesi bunun dışında tutabilmiş okyanuslarda serbest hareket kabiliyetine<br />
sahip ilk deniz gücü olmuştur. Bütün bu yeniliklerle keşif asrının küresel ihtiyaçlarına<br />
cevap verebilmiştir. 2<br />
Portekiz, teknoloji alanındaki pek çok yeniliği ve gelişmeyi deniz alanında uygulamaya<br />
koymuş ve meydan okuyan diğer küresel güçlerle arasında bir fark oluşturmuş<br />
ve küresel hegemon olmuştur. Dönemin diğer güçleri İspanya, Fransa, İngiltere<br />
ve Osmanlı İmparatorluğu muhtelif denizlerde Portekiz ile çatışmış ancak bu çatışmalardan<br />
galip çıkan hep Portekiz olmuştur. Bunun en büyük sebebi diğer güçlerde<br />
bulunmayan 1000 tonluk yelkenli gemiler ve geliştirilen yeni nesil toplardır.<br />
"Nau”ların büyük ambarlara sahip olması ve gemilerin seyir sığasını 3 arttırarak<br />
küresel operasyonları mümkün kılmıştır. Bu gemiler hem askeri hem de ticari maksatla<br />
kullanılmış, bir dönem Avrupa'nın tüm baharat ticareti bu gemilerle Lizbon<br />
üzerinden yapılmıştır. Manevrası kısıtlı olan bu gemiler sonraki zamanlarda askeri<br />
görevlerini aynı tonajda ama daha ince ve daha uzun inşa edilen kalyonlara devrederek<br />
ticaret gemileri olarak görevlerini sürdürmüşlerdir. İnşa edilen bu yeni kalyonlar<br />
Portekiz kontrolünde olmayan deniz yollarına saldırmak ve özellikle Atlas<br />
Okyanusu üzerinde yeni deniz yolları oluşturmak gibi önemli görevler yerine getirmişlerdir.<br />
Portekiz incelendiğinde özellikle girişimler bağlamında bir inovasyon süreci işlettiği<br />
görülmektedir. Diğer devletler kıyı denizciliği yahut kapalı veya yarı kapalı denizlere<br />
yönelik uygulamalar yaparken Portekiz daha önce hiçbir ülkenin yapmadığı<br />
bir şekilde dönemin teknolojisini de yenileştirerek küresel hegemonyasının temeli<br />
olan açık denizlerde faaliyet gösterme stratejisini hayata geçirmiştir.<br />
Hollanda ise kendi iç birliğini sağladıktan sonra (Union of Utrecht) özellikle dünyanın<br />
küreselliğini düz haritalara taşıyarak (Merkator Projeksiyonu) seyir kolaylığı<br />
2<br />
George Modelski, Long Cycles in World Politics, Seattle ve Londra, University of Washington Press,<br />
1987, s. 72-73.<br />
3<br />
Bir geminin, gerekli ikmal maddeleri ve yakıtı bünyesinden kullanarak karaya tekrar çıkma veya<br />
lojistik desteğe ihtiyacı olmaksızın denizde kalma süresidir.
373<br />
sağlayan girişimler oluşturmuştur. Bu girişim okyanuslarda hareket üstünlüğü sağlamış,<br />
zaman, maliyet avantajı getirmiştir.<br />
İngiltere, kendi küresel hegemonyasının ilk döneminde özellikle deniz alanında<br />
yaptığı girişimlerle hegemonyasına zemin hazırlamış ve böylece hegemonluğunu<br />
gerçekleştirmiştir. Hat gemileri uygulamasına geçilerek manevra ve ateş gücü üstünlüğü<br />
ile gemilerin birlikte savaşması talimatını ilk kez geliştirerek denizlerde<br />
üstünlük kurmuş ve bunu hegemonyaya dönüştürmüştür. İkinci hegemonyal döneminde<br />
ise kronometrenin icadı ile deniz savaşlarında daha hassas hesap ile sürat<br />
avantajını kullanabilir hale gelmiştir.<br />
ABD, tarihte ilk defa deniz alanında zırhlı savaş gemileri ve deniz havacılığı uygulamasına<br />
geçerek mukavemeti yüksek ve aynı zamanda güç aktarımı sağlamış; nitel<br />
boyutta ise deniz harp akademisini kurmuş ve oradan ilk defa “deniz gücü” konsepti<br />
oluşturarak uygulamaya sokmuştur. Böylelikle ABD, bu ve bunların devamı niteliğinde<br />
girişimler kurgulayarak küresel hegemonyasını denizden başlatmıştır.<br />
Yukarıdaki tarihsel girişimler genel olarak değerlendirildiğinde, deniz hegemonyasında<br />
inovatif girişimler etkili olmuştur. İnovatif girişimlerin etkinliği küresel<br />
hegemona avantaj kazandırmış ve diğer devletlerin de inovatif girişim alanına dikkatle<br />
odaklanmasını sağlamıştır.<br />
Deniz alanındaki girişimleri, hep deniz hegemonyası ve onunla bir bütünlük içinde<br />
ele alınması gereken küresel hegemonya alt unsurları ile birlikte düşünmek icap<br />
eder. Girişimleri, zihniyet-eğitim, strateji-taktik, silahlı ve sivil deniz gücü, denizlerin<br />
kontrolü ve küresel deniz gücü etkinliği kapsamında; en başta, gelişim safhasında<br />
ve en sonda gibi bir zaman boyutunda ve harcanan enerji ve emek gibi bir maliyet-etkinlik<br />
gibi alt unsurları ile değerlendirilmelidir. Girişimlerin tasniflenmesine<br />
göre deniz alanındaki gelişmeler, girişimlerin tetikleyicisi olarak görülmektedir.<br />
Deniz alanındaki girişimler, mevcut ya da en son hegemon tarafından ya da potansiyel<br />
hegemon adayları tarafından başlatılmış olabilir.<br />
Çin’in İnovasyon ve Teknoloji Alanındaki Gelişimleri<br />
Modernizasyonun hızlanması için gerçek katalizör, ABD’nin 1990’larda Körfez<br />
Savaşında beklenmedik şekilde ve hızla elde ettiği başarıları ve askeri konularda<br />
devrimin etkinliğini ve gerçekliğini gösteren çalışmalar olmuştur. Buna tepki olarak<br />
PLA’in hedefi, 1994’lerde kitle hareketinden, ileri teknoloji şartlarında sınırlı harbe<br />
doğru değişmiştir. Yeni değişikliğin şartları “Savaş Alanı Kampanyası” (War Zone<br />
Campaign-WZC) doktrininde olduğu gibi toprak kazanmak yerine politik zafer<br />
kazanmak hedefine oturtulmuştur. Askeri sonuçların üzerinde politik sonuçlara<br />
yapılan vurgu, Çin stratejik düşüncesinin ortak bir paydasıdır. Askeri açıdan sorgulanabilir<br />
olan Kore ve Vietnam savaşları, başarılı olarak görülmüştür. Çünkü Çin<br />
arzu ettiği politik hedefleri elde etmiştir.<br />
Hegemon ülkenin başta inovasyon düşüncesi olmak üzere bilimsel konularda teknolojik<br />
üstünlüğe sahip olması gerekmekte, yetişmiş elemanları sayesinde geleceğe
374<br />
yön verebilecek kimi alanlarda (bioteknoloji, nanoteknoloji, nükleer enerji vb.)<br />
üstün konumda olması gerekmektedir. Bu bağlamda Çin'in teknoloji alanındaki<br />
altyapısı ve küresel şirketlerin Çin'de gerçekleştirdiği yatırımlar bu üstünlüğü açıkça<br />
ortaya koymaktadır.<br />
Çin, 1970 yılında yörüngeye ilk uydusunu tamamen milli imkânlarıyla oturtmayı<br />
başarmıştır. Araştırma-Geliştirme faaliyetleri için ayırdığı bütçenin yaklaşık 140<br />
milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir. Kendi nükleer silahını ve füze sistemlerini<br />
geliştirmiştir. Askeri alanda inovasyon çalışmaları ise dikkat çekicidir.<br />
Bir inovasyon olarak, Çin, denizaltıları uzaydan tespit etme teknolojisi üzerinde<br />
çalışmalar başlatmıştır. Kendisi dünyanın taktik denizaltı gücünde bir numara olurken<br />
önemine binaen kuvvet yapısının ağırlık merkezine denizaltıları koymuş, kendine<br />
tehdit olabilecek muhasım denizaltıları da kimsenin elinde olmayan bir teknoloji<br />
ile uzaydan her türlü hava şartlarında ve derinliklerde tespit etmeye gayret ederek<br />
tehdidi bertaraf etmek istemektedir.<br />
Çin uzaya uydular göndermiş, bu uydulardan birini güdümlü füzeyle vurma denemesi<br />
yapmış ve başarmıştır. Bu çalışma, alanında bir ilktir ve yeniliktir. Hegemon,<br />
yeni fikirler ve uygulamalar ortaya koyar ve başarmaya odaklanır. Bu yeniliği dünyaya<br />
duyurduğuna göre, Çin’in daha başka alanlarda da yeniliklerin peşinde oluğunu<br />
düşünmek gerekmektedir. Bunlar da zamanla ancak Çin’in izlediği stratejilere<br />
bağlı olarak çeşitli girişimlerle ortaya çıkacaktır.<br />
Çin, en büyük tehdit olarak görülen uçak gemilerini vurabilecek ve saf dışı bırakabilecek<br />
yeni balistik füze teknolojisi üzerinde çalışmaktadır. Belki de bu teknoloji<br />
gelecek savaşların belirleyicisi olacaktır. ABD deniz planlamacıları bu teknolojiyi<br />
oyunun kurallarını değiştiren bir silah olarak yorumlamıştır. Bu silah (Dong Feng<br />
21D), 900 deniz mili (1500 km) menzilli, daha önce benzeri olmayan, karadan atılan,<br />
uçak gemisini tespit edebilecek hassasiyete ve uçak gemisinin savunmasını<br />
delebilecek özelliklere sahip bir güdümlü mermidir.<br />
Çin’in bu füze girişimi Pasifik güç dengesini değiştirebilir. ABD küresel hava ve<br />
deniz gücünü uçak gemileri oluşturmuştur. Karaya sıkışmış bölgelere jet uçaklarını<br />
taşıyan ABD uçak gemileri ile açık denizlerin hâkimi olmayı başarmış ve sürdürmüştür.<br />
Uzun zamandır uçak gemilerinin zayıf tarafları ile ilgili çalışmalar yapmakta<br />
olan Çin, bu girişimi ile denizlerde ABD üstünlüğüne son verebilme gücüne erişebilir.<br />
Askeri analistler, füzenin son testinin bu sene sonuna yetişebileceğini ifade etmekle<br />
birlikte bazı sorularla beraber şu önemli sorununun cevabını aramaktadırlar; “Çin<br />
nasıl bu kadar hızlı bir şekilde denizdeki bir uçak gemisini tehdit edebilecek hassasiyete<br />
ulaştı?”. Bu silah Çin’in Pasifik güç dengesindeki rolünü bir devrim şeklinde<br />
değiştirecek gibi görünmektedir. Bu gelişmeler ABD’nin muhtemel bir Tayvan<br />
veya Kuzey Kore çatışmasına müdahalesini de zayıflatacak görünmektedir. Bu silah<br />
aynı zamanda Çin’e kıyılarından itibaren 11.200 mile (18.000 km) kadar da erişimini<br />
tehdit etmektedir.
375<br />
Nükleer bir bombayla uçak gemisi batırılabilir ancak bu silahı kullanan bir devlet<br />
aynı zamanda nükleer savaşı tetiklemiş olacaktır. Denizde dolaşan ve kuvvetli olarak<br />
savunulan bir uçak gemisini “iğne deliği” keskinliği ile vurma yeteneği ile klasik<br />
harp başlıklı “Dong Feng 21D” füzesi ile durum tamamen farklılaşmaktadır. Bu<br />
inovatif girişim ile son küresel savaşın belirleyici silahı kabul edilen uçak gemilerinin<br />
bertaraf edilmesi yeni bir hegemonyaya giden yolun da açık bir işaretidir.<br />
Önümüzdeki yıllarda ilk uçak gemisini hizmete sokmayı planlayan Çin 4 , temelde<br />
Sovyetler Birliği’nden aldığı teknolojiyi kullanmış ve gittikçe artan oranda milli<br />
platform ve silah sistemleri ile bu teknolojiyi geliştirmiştir. Çin Deniz Kuvvetlerinde<br />
hizmet veren 72 modern firkateyn ve destroyer, 10 adedi nükleer tahrikli olmak<br />
üzere 60 adet denizaltı, 40’tan fazla güdümlü mermili hücumbot ile yaklaşık 10.000<br />
teçhizatlı askeri denizden intikal ettirebilecek 50 adet orta ve büyük tonajlı amfibi<br />
gemi bulunduğu tahmin edilmektedir 5 .<br />
Çin kendi askeri modernizasyonunu yürütmek için 1949’dan itibaren yardım, tedarik<br />
ya da casusluk yoluyla yabancı teknolojiden yararlanarak oluşturmaktaydı.<br />
1940-1960 arasında ise doğrudan Rusya’dan, füze, uçak, askeri elektronik, deniz ve<br />
hava cihazları transfer etmiştir. İlk nükleer teknoloji yardımını da Rusya’dan almıştır.<br />
Rus-Çin işbirliğinin sona ermesinden sonra, Çin yine Vietnam ve Mısır üzerinden<br />
Rusya teknolojisine bel bağlamaya devam etmiştir. 1970’lerden sonra Sovyet<br />
karşıtlığı kapsamında ABD ve İsrail, Çin ile işbirliği yapmıştır. Bu işbirliği de<br />
1980’lerde Çin’deki iki demokrasi hareketine hükümetin sert tepkisinden sonra<br />
bitmiş, ABD ve Avrupa’nın Çin’e karşı silah ambargosu yürürlüğe girmiştir. Sovyet<br />
rejiminin çökmesi ile Çin tekrar Moskova ile bu alanda işbirliğini başlatmış ve zengin<br />
bir müşterisi olmuştur. Bu işbirliği, Pekin’in askeri teknolojide iki üç nesillik<br />
sıçrama yapmasına neden olmuştur. 1980’lerin ortalarından itibaren Çin sadece<br />
silah almamış kendi teknolojisinin de altyapısını kurmaya başlamıştır. Çin’in derin<br />
amacı, askeri teknoloji olarak kendi kendine yeterli olmak ve nihayetinde askeri<br />
inovator olmaktır. Bu tarihlerden sonra Çin, temel bilim ve teknoloji ile personele<br />
yoğun yatırım yapmıştır.<br />
Çin’in önemli savaş sistemlerinin çoğu, dışarıdan alımlardan oluşmaktadır. Ancak<br />
bu da kendi yenilikçi teknolojilerini üretmede bir basamaktır. Bununla beraber, Çin,<br />
turbo fan motorlar, radar çeşitleri ve güdümlü silahlar gibi alt yetenekler de göstermektedir.<br />
Çin teknolojik gelişmelerinin yansıması olan modernizasyon çalışmaları iki prensip<br />
üzerinde oluşmaktadır: Silah sistemleri ve personel giderleri. Silah sistemleri ile<br />
ilgili teknoloji transferini günümüzde çoğunlukla Rusya’dan yapmakta ve kendi<br />
4 Çin Savunma Bakanı Liang Guanglie 23 Mart 2009 tarihinde gizli olarak uçak gemisi projesi<br />
yürütüldüğü ile ilgili kendisine sorulan bir soru üzerine “Çin elbet uçak gemisi olan büyük devletler<br />
arasına katılacaktır” şeklinde demeç vermiştir. Aynı tarihlerde ABD Savunma Bakanlığı’nın Kongre’ye<br />
sunduğu raporda eldeki veriler ışığında Çin’in 2020 yılında en az 1 uçak gemisine sahip olacağı iddia<br />
edilmiştir.<br />
5 ABD Ulusal Kongresi’ne sunulan yıllık “Military Power of the People’s Republic of China” başlıklı<br />
rapor, 2008
376<br />
tiplerini oluşturmaktadır. Örneğin Rusya’dan yeni uçak (Su-27 ve Su-30MKK) alıp<br />
kendi modelini (J-11B) üretmiştir. 12 adet Kilo sınıfı dizel denizaltı almış ve ardından<br />
nükleer hızlı taarruz denizaltısı üretmiştir. İlaveten yeni Jin sınıfı balistik füze<br />
denizaltısı üretmektedir. Sovremenny sınıfı muhrip alıp kendi ürettiği radarlarla<br />
donatmıştır. Bunu yaparken kendi ürettiği platformlarındaki (Tip 052B Luyang I)<br />
teknolojik sıçramalar oldukça dikkat çekmektedir.<br />
Çin’in Rusya’dan uzay teknolojisini absorbe etmesi daha da hızlı olmuştur. Çin’in<br />
Shenzhou uzay gemisi, Rus Soyuz insanlı uzay aracının bir modifikasyonudur.<br />
Çin’in ilk uzay istasyonu ise Rus Salyut serisinden oldukça etkilenmiştir. Uzay<br />
programlarının geleceğinde önemli Rus girdilerine ihtiyaç olacağı değerlendirilmektedir.<br />
1980-1990 arasında Çin’e askeri teknoloji aktarma alanında ikinci önemli bir aktör<br />
daha devrede olmuştur: İsrail. Çin’in artan askeri teknoloji taleplerinin önemli bir<br />
kısmını da İsrail’den satın almıştır. Uçak (J-10), dizel denizaltı (Tip 039) ve antitank<br />
füzesi (PL-9 ve HJ-9) teknolojisi, İsrail’den alınmıştır. Haziran 2010’da İsrail,<br />
Çin ile olan ve AWACS radar sistemini kapsayan 250 milyon dolarlık (USD) sözleşmeyi,<br />
ABD’nin baskısı ile iptal etmiştir. ABD, Çin’in bu gelişmiş radarı, Amerikan<br />
jetlerini traklamada kullanacağı endişesi ile iptal ettirmiştir. ABD, 2004’de<br />
İsrail’in, Çin’e sattığı anti radar dronlarını, bakım veya tadilat için almasını da engellemiştir.<br />
Çin, İsrail ile YJ-91 süpersonik ARM füzeleri için geniş bant arama<br />
radarı ve Kh-31 füzesi motoru için ortak üretim kapsamında işbirliği yapmıştır. Bu<br />
noktada, Bush yönetimi, İsrail’e Çin ile savunma işbirliği programlarında kısıtlama<br />
yapması için ağır baskı kurmuştur. İsrail buna rağmen Çin’e teröre karşı mücadele<br />
sistemleri gibi, belli seviyede askeri teknoloji satmaya devam etmiştir. Fakat<br />
Washington, ısrarcı bir tutumla İsrail ile tehlikeli askeri teknolojinin satışlarını sınırlandıran<br />
ikili anlaşma imzalamıştır. Burada konumuz açısından baktığımızda<br />
hegemonya mücadelesinin teknolojide üstünlük mücadelesine yansıdığını görmekteyiz.<br />
Daha üstün olan son hegemonun potansiyel adayların teknolojide (ve hatta<br />
bütün alanlarda) kendi seviyelerini yakalamasını ve geçmesini engellemek için her<br />
türlü yola başvurabileceğini tespit etmekteyiz.<br />
ABD ve AB, Çin’in silah teknolojisinde ilerlemesini kontrol altına almak amacıyla<br />
Tiananmen Meydanı olaylarını da bahane ederek Çin ile yeni askeri ve savunma<br />
malzemeleri sözleşmeleri yapılmasını yasaklamıştır. Ancak bazı Avrupa firmaları<br />
çok amaçlı kullanımı olan teknolojilerde ilişkisini sürdürmüştür. ABD, sıkı bir ambargo<br />
sürdürürken, 1990’ların ortasında çoğu Avrupa devletleri, 1989 AB yasağının,<br />
ölümcül olmayan savunma teknolojisini kapsamadığı şeklinde yorumlamıştır.<br />
Bazı askeri elektronik ürünleri ve askeri helikopter teknolojisi ile ilgili satışı sürdürmüştür.<br />
2003’de Çin, Fransa ve Almanya’yı, 1989 AB yasağının kaldırılması<br />
konusunda açıkça desteklemeye ikna etmiştir. AB, bu alanda Çin ile ilgili ivme<br />
kazanmak için uğraşırken, 2004 başında ABD, bu girişimlere karşı yüksek seviyede<br />
bir lobi faaliyetine girişmiş ve Mayıs 2005’te AB üyelerini ikna etmiştir. Bununla<br />
beraber bazı ABD yetkilileri, yasağın gelecekte kaldırılabileceğini kabul etmiştir.
377<br />
Bu ambargo kaldırılsa da Avrupa’nın Çin’e yüklü bir silah satışından kazanç beklenmemelidir,<br />
ancak işbirliği ve yatırım ilişkisi oluşabilir. AB’nin Çin ile savunma<br />
sanayi işbirliğinden beklentisi, kendisinin ABD ile yüksek teknolojili silah alanında<br />
rekabette geri kalmamak ve ABD’nin politik isteklerinden göreli bağımsızlığını<br />
artırmak şeklindedir. Irak işgali sonrasında farklı politik konumlanmalar nedeniyle<br />
yaşanan benzer durumlar, ABD-AB ilişkilerine de olumsuz yansımış hatta ABD,<br />
AB’ye bile savunma işbirliği konusunda kongreden yeni yasama düzenlemeleri ile<br />
tehdit etmiştir.<br />
ABD’nin Çin’e yakın gelecekte, savunma teknolojileri satışının başlaması mümkün<br />
görünmemektedir. Çin’in 1990 ortalarında nükleer ve füze teknolojisi casusluk<br />
skandalı, buna ilaveten artan stratejik rekabet ve Tayvan üzerinde savaşma ihtimali,<br />
ABD’nin Tiananmen silah ambargosunu kaldıracağa benzememektedir. Bununla<br />
beraber ABD, çift kullanımlı bazı araç ve sivil helikopter satışlarına izin vermiştir.<br />
1990’lar boyunca Ukrayna, KH-55 karaya atılan Kruz mermi, pasif tespit teknolojisi<br />
ve deniz fazlı dizi aktif radarı gibi sistemlerle, Çin’in yabancı teknoloji kaynağı<br />
haline gelmiştir. Bu süreçte daha az görünür olan Çin’in kendi inovatif teknolojisini<br />
üretim ve bakım için verimli ve etkili sistemler yaratmak için temel geliştirmedeki<br />
ilerleyişidir. “863 Program” 6 ve devamında ortaya konulan çabalar incelendiğinde,<br />
Çin, gelecek askeri inovasyonlar için esas olabilecek temel bilimlerdeki ilerlemelere<br />
büyük kaynaklar ayırdığı söylenebilir. Çin teknik üniversiteleri, askeri araştırma<br />
çalışmalarına entegre olmuştur. Pek çok öğrenci, en son teknolojiyi öğrenmek için<br />
ABD, Rusya ve Avrupa üniversitelerine gönderilmektedir. Bununla beraber Çin,<br />
geçiş dönemindedir. Çin, dördüncü nesil askeri turbo fan motor geliştirebilir, bu<br />
gelişme Rus benzerlerinden iyi olsa da Avrupa motor verimlilik seviyesinden uzaktır.<br />
Bununla beraber, enerji silahları, siber savaş ve uzay silahları gibi alanlarda Çin,<br />
erken bir inovator olarak kendini ispatlayabilir.<br />
Düşman karar vericilerini baskı altında geri çevirmek amacıyla, WZC doktrini,<br />
düşman yığınaklanmasını rahatsız etmek için özel kuvvetlerin kullanılmasını, ön<br />
alıcı darbelerle inisiyatifin kazanılmasını ve hızlı bir sonuca zorlamak için seyyar<br />
birliklerle çabuk bir muharebe yapmayı içermektedir.<br />
Değişimi tetikleyen diğer bir anahtar faktör ise Tayvan Boğazı krizidir. Bu kriz<br />
esnasında ABD, bölgeye iki uçak gemisi grubu göndermiştir. Çin bu kriz sonucu,<br />
adayı almak için ABD ile mücadele etmesi gerektiğini ve bunu da bu şartlarda yapamayacağını<br />
öğrenmiştir.<br />
PLA’in yeni dönem silahları kullanma kabiliyeti için anahtar, bir seri doktrinsel,<br />
organizasyonel ve personel politikası değişikliği gerçekleştirilmiştir. 1990’larda<br />
PLA doktrini, geniş savunma temelli “halkın savaşı” anlayışından, “aktif savunma”<br />
anlayışına yönelik yeni taarruz ve taktiklerine değişmiştir. “Müşterek Harekât” için<br />
doktrinleri geliştirme safhasına gelinmiştir. Askeri bölge barış zamanı organizasyonu<br />
için temel olurken, “savaş alanları” ilanı veya aynı hedefe odaklanan farklı kuv-<br />
6 863 Programı, önceki döneme ait modernizasyon programıdır.
378<br />
vet birlikleri ile karışık yapıları kullanabilecek durumdadır. Kara kuvveti merkezli<br />
yapıdan bu müşterek yapıya geçilerek kurumsallaştırılmıştır. 2004’ten itibaren komuta<br />
ve karargâh yapıları, deniz ve hava kuvvetleri komutanları ve subaylarını da<br />
dâhil edecek şekilde müşterekleşmiştir.<br />
Harekâtta taarruz gücünü korumak ve kuvvetlerin emniyetini sağlamak için şok ve<br />
sürpriz yaratmak üzere PLA, karışık aldatma teknikleri kullanmaktadır. Özellikle<br />
geniş bant ve kablosuz muhabere ağları, uydu muhabere ağları ve otomatik komuta<br />
kontrol sistemlerini kapsayan yeni bilgi teknolojilerinde de seviyeyi yükseltmektedir.<br />
Mayıs 1999’da ABD’nin’ Çin Belgrat Büyükelçiliği’ni bombalamasından sonra,<br />
Washington’daki casus skandalı ile ABD ile bozulan ilişkiler kuvvetli bir söyleme<br />
gidişi sağlamıştır;: PLA’nın dönüştürülmesi. Bu da sonuçta, düşmanın teslim olmasını<br />
hızlandıracak inovatif taktikler ve özel zayıflıklara yöneltilmiş yeni gizli silahlar<br />
düşüncesini ortaya çıkarmıştır. Bu motivasyon, 1995’ten sonra “998 Devlet<br />
Güvenlik Projesi” 7 adı verilen yeni ileri teknolojik silahlar geliştirme programı<br />
sonucunu doğurmuştur. Bu daha önce 863 Programı denilen ve başarı ile yürütülen<br />
faaliyetlere göre modellenmiştir. Çok gizli olan program ile ilgili sadece bazı tahminler,<br />
yeni füzelerden sibere, ray-silahtan enerji ve uzay silahlarına kadar bir yelpazede<br />
olduğu tahmin edilmektedir. Birden fazla ve farklı yollarla çalışıldığı anlaşılmaktadır.<br />
Çin, yeni amfibi kabiliyet geliştirmek için de ciddi yatırımlar yapmaktadır. Yeni<br />
Tip 071 LPD yapımına Aralık 2006’da başlanmıştır. Bazı kaynaklar bu alanda da<br />
Çin’in yeni inovatif tekniklere özel ilgi gösterdiğini belirtmektedir. Tayvan’ın kendine<br />
has zor coğrafyasının üstesinden gelmek için özel geçici karaya çıkma iskeleleri<br />
dizaynı üzerinde çalışmaktadırlar. Ayrıca Çin, sivil hızlı feribotlar ve araç taşıyan<br />
yük gemilerinden yararlanmayı planlamaktadır. 15 yeni LST/LSM, 6 LPD ve<br />
ulaştırma hoverkraftı inşa edilmektedir.<br />
Mart 2007’de Ulusal Halk Kongresi sözcüsü, Çin’in savunma bütçesinin yüzde<br />
17,8’e yükseltildiği ve 15 yıl boyunca çift rakamlı olmaya devam edeceğini ifade<br />
etmiştir. 2007 için 44,06 milyar olan bu miktar, 2000 yılındaki miktarın iki katıdır.<br />
Bununla beraber resmi rakamların savunma harcamalarının gerçeklerin çok altında<br />
olduğunu belirtmektedirler. 11. Beş Yıllık Kalkınma Planında da bu ivme görülmüştür.<br />
Tabloda görüldüğü gibi harcama miktarları arada bir yıl olsa bile yüksek bir<br />
oranda artış sergilemektedir.<br />
Tablo 8. Çin Askeri Harcama Oranları (2007-2008)<br />
Harcama Miktarları (milyon) 2007 (USD) 2008 (USD)<br />
Toplam Savunma Harcamaları 44,060 58,700<br />
Toplam Tedarik Harcamaları 11,020 19,740<br />
7 863 Programının başarı ile sonuçlandırılmasından sonra, bu defa 998 Programı devreye konulmuştur.<br />
Bu program daha gelişmiş teknolojinin kullanılmasını temel almaktadır. Sonuçları beklenmektedir.
379<br />
Daha önce görülmemiş Pekin finansal desteği ile 1990’lardan bu yana sayıları yaklaşık<br />
10.000’i bulan şirketleri ile Çin savunma endüstrisi, büyük bir reform ve modernizasyon<br />
içindedir. Geçmiş birkaç sene içinde görülen inovasyon ve teknoloji<br />
girişimlerinin daha fazlası, önümüzdeki on yılda görülecektir. 8<br />
Çin’in büyüyen askeri endüstri kabiliyetini Rusya ile sağlamıştır. Rusya’dan yapılan<br />
ithalat oranı, Çin’in toplam silah ithalatının %94’ünü teşkil etmektedir. 2008’de<br />
bu oran azalmasına rağmen hala toplam silah ithalatının %89 oranına Rusya sahip<br />
olmuştur. Bu arada Çin’in kendi savunma ihracatı, Afrika, Ortadoğu ve Orta Asya’ya<br />
olmaktadır. Pakistan, Çin’in en baş müşterisidir ve Çin’in toplam savunma<br />
ihracatının %36’sını Pakistan oluşturmaktadır.<br />
DF 21D özellikle ABD’nin uçak gemisi grubu ile kuvvet aktarımını durdurmayı<br />
hedefleyen ve bu maksatla dizayn edilen bir “gemiye karşı güdümlü mermi”dir.<br />
Muhtemel bir çatışma öncesi harekât ortamını hazırlama kapsamında, Çin,<br />
ABD’den -MEB iddia ettiği, Sarı, Doğu ve Güney Çin Denizinin çoğunu kapsayan-<br />
okyanus çevresinden uzak durması taleplerini artan bir şekilde seslendirmektedir.<br />
ABD-Güney Kore ortak tatbikatı kapsamında ABD’nin Kuzey Çin kıyıları açıklarında<br />
Sarı Denizde uçak gemisini konuşlandırmasına itiraz etmiştir. Bu itirazın nedeni,<br />
uçak gemisinden havalanacak F-18 jetlerinin harekât yarıçapının Pekin’i içine<br />
alacak olmasıdır. Çin, bunu açık bir kışkırtma olarak nitelemiş ve şiddetle karşı<br />
çıkmıştır. Uçak gemisi bunun yerine Japon Denizinde manevralara katılmış ve Amerikan<br />
yetkililer, Çin baskısını inkâr etmiş ve “nerede harekât yapacaklarını kendilerine<br />
Pekin’in söyleyemeyeceğini” belirtmiştir. Ayrıca “dünyanın herhangi bir yerinde<br />
uluslararası sularda tatbikat yapma hakkını saklı tuttuklarını” beyan etmişlerdir.<br />
Amerikan uçak gemileri ve üzerindeki jetler Çin’e tehdit olmadan önce Çin tarafından<br />
uzak menzilden vurulabilir duruma düşmüştür. Dünyada askeri caydırıcılık<br />
bağlamında çok büyük ve önemli bir güç olan uçak gemileri 9 tarihte iki defa böylesine<br />
hassas bir duruma düşmüştür: Birincisi <strong>II</strong>. Dünya savaşında Japonlara karşı,<br />
ikincisi ise Soğuk Savaş döneminde Sovyet Bombardıman uçaklarına karşı olmuştur.<br />
Çin’in Uçak gemisi batıran füzeleri, ABD politikacıları üzerinde uzun tesirli bir<br />
psikolojik etki yaratabilir. Çünkü ABD deniz gücü <strong>II</strong>. Dünya Savaşından bu yana<br />
dalgalara hükmedemeyecek ve böylece denizlerdeki hâkimiyeti tartışma konusu<br />
haline gelecektir. Birçok özelliği henüz tartışılmayan DF 21D, Afganistan ve Irak’a<br />
odaklanmış Washington’da “şok ve korku” tesiri yapmıştır.<br />
Askeri analizler, Çin’in kendi uçak gemisi filosunu oluşturma çabalarının, ABD’li<br />
mürettebatın uzmanlık, eğitim ve tecrübe seviyesine gelmesinin onlarca yıl alabile-<br />
8 Çin Savunma Beyaz Kitabı 2008 (China Defence White Paper 2008), Ocak 2009’da yayımlanmıştır.<br />
9 Günümüzde dünyada 22 uçak gemisi bulunmaktadır. Bunlardan 11’i ABD Deniz Kuvvetleri’ne aittir.<br />
Söz konusu 11 uçak gemisi, diğerlerine göre hem donanım hem de refakat gücü bakımından daha<br />
üstündür. Ayrıca diğer NATO ülkelerinin de 6 adet uçak gemisi var. Çin’in ise uçak gemisi henüz<br />
mevcut değildir. İlki deniz seyir tecrübelerine başlamıştır. Buna karşılık Pekin’in planı 2020 yıllarına<br />
yetişecek şekilde 4 adet uçak gemisi yapmaktır.
380<br />
ceğine dikkat çekmektedir. Hâlbuki yeni gelişen durumda Çin’in ABD uçak gemilerine<br />
bire bir yetişmesine gerek kalmamıştır. Dong Feng 21 D, daha akıllı, daha<br />
ucuz ve başarılı bir şekilde Amerikan uçak gemilerine saldırabilir veya en azından<br />
ana karaya çok yaklaşmasını caydırabilir bir özellik taşımaktadır.<br />
Amerikan Savunma Bakanı Gates, Eylül 2009’da bir konferansta yaptığı konuşmasında:<br />
“Çin gibi devletlerin, askeri modernizasyon programlarına baktığımızda,<br />
ABD gücüne simetrik olarak meydan okuyacak potansiyel yeteneklerden ziyade,<br />
hareket özgürlüğümüzü kısıtlayan ve bizim stratejik tercihlerimizi daraltan yeteneklerle<br />
çok daha yakından ilgilenmekteyiz” demiştir. Gates’e göre, Çin’in siber ve<br />
anti uydu savaşı, hava ve gemilere karşı silahları ve balistik füzeleri Amerika’nın<br />
ileri hava üsleri ve uçak gemisi vurucu grupları aracılığıyla güç aktarımının temel<br />
yolunu tehdit etmektedir.<br />
Pentagon yıllardır gemilere karşı geliştirilecek balistik füzelerden endişe duymaktadır.<br />
Böyle bir silah “anti-erişim” özelliği ile erişimi engelleyen bir silahtır ve belli<br />
sahalara girişleri engelleyecektir. Pentagon bu süreci kaygı verici bir eğilim olarak<br />
tanımlamaktadır. Çözümü ise Çin ile savaş yerine onun ürettiği ve dünya pazarına<br />
olan satışlarına karşı önlemler alma olarak bulmuşlardır. Bu çözüme karşılık bazı<br />
sorular cevapsız kalmaktadır. Eğer Çin teknolojisini mükemmelleştirir ve ileri güdüm<br />
sistemleri ile uçak gemilerini vurma yeteneği kazanırsa, bazı uzmanlar, Çin’in<br />
orta vadede (10-15 yıl) güvenilir bir silaha sahip olacağına inanmaktadır.<br />
Amerikan Deniz Harp Akademisinde uluslararası ilişkiler ve deniz gücü profesörü<br />
emekli bir deniz Yarbay James Kraska, Orbis dergisine yazdığı tartışmalı makalesinde,<br />
farazi bir senaryoda, beş sene sonra Dong Feng 21D’nin USS George<br />
Washington’u delici harp başlığı ile batırabileceğini ortaya koymuştur.<br />
Sahte isimle yayınlanan bir başka makalede, Çin resmi internet haber ajansında,<br />
Xinhuanet, Tayvan’a yardım için gönderilen USS George Washington’a Çinliler üç<br />
salvo DF 21D göndererek cevap verir. Birinci salvo, tekneyi deler, yangın başlatır<br />
ve uçuşları kapatır; ikincisi, hava saldırıları eşliğinde makineleri durdurur ve üçüncü<br />
dalga da, USS George Washington’u okyanusun derinliklerine gönderir. 10 Bu da<br />
bize, Pekin’in ABD’yi değiştireceği yeni bir uluslararası düzeni, küresel hegemonya<br />
hazırlık safhasının yükselişe başladığını gösterir.<br />
10 AP yazarı Christopher Bodeen, Pekin ve Ulusal Güvenlik yazarı Anne Gearan, Washington, D.C., bu<br />
rapora katkıda bulundular.
ÜRETİM SEKTÖRÜNDEKİ FİRMALAR İÇİN<br />
SÜRDÜRÜLEBİLİR ÜRETİM ÇERÇEVESİ<br />
M. Ural ULUER 1 , Gözde GÖK 2 , Yrd.Doç. Dr. H. Özgür ÜNVER 3 ,<br />
Prof. Dr. S. Engin KILIÇ 4<br />
1 ODTÜ, Makina Mühendisliği Bölümü, 2 ODTÜ, Makina Mühendisliği Bölümü<br />
3 TOBB-ETU, Makina Mühendisliği Bölümü,<br />
4 ODTÜ, Makina Mühendisliği Bölümü<br />
Özet<br />
381<br />
Bu çalışmanın amacı üretim sektöründeki firmalar için enerji tüketimlerini ve karbon<br />
salınımlarını izlemekte kullanacakları bir eko-takip sistemi ve bu sistemi kullanarak<br />
enerji tüketimlerini düşürmek için yöntemler sunan eko-iyileştirme sisteminin<br />
tasarımıdır. Bu sistemler SuSaaS (Sustainability as a Service) çerçevesi altında<br />
toplanmıştır. Önerilen çerçevede enerji tüketim ve üretim faaliyet verileri girdi olarak<br />
kullanılmaktadır. Enerji tüketim verisi metrelerden, üretim faaliyet verisi ise<br />
otomasyon donanımlarından (PLC, CNC, vb) toplanacaktır. Toplanan veriler ortak<br />
bir veri ambarında saklanacak, eko-KPI hiyerarşisi kullanılarak enerji verimliliği ve<br />
sürdürülebilirlik bilgisine dönüştürülecek ve farklı seviyedeki kullanıcılara sunularak<br />
firmanın çevresel performansını arttıracak kararlar alınmasını sağlayacaktır.<br />
1. Giriş<br />
İklim değişikliği küresel ölçekte en büyük çevresel tehditlerden biridir. İklim değişikliği<br />
ve küresel ısınmaya sera gazlarının olumsuz etkilerinin neden olduğu ve<br />
CO2’nin sera etkisine katkısı en fazla olan gaz olduğu bilinmektedir. Sera gazı<br />
salınımlarının ana kaynağı fosil yakıtların kullanılmasıdır. 2009 verilerine göre [1]<br />
Türkiye’de sera gazı salınımlarının %75.3’ü enerji sektöründe kullanılan fosil yakıtlardan<br />
kaynaklanmaktadır. Şekil 1’de enerji sektöründen kaynaklı sera gazı salınım<br />
dağılımları görülmektedir. Burada elektrik üretimi %36.94 ile en büyük paya sahiptir.<br />
Dolayısıyla eğer üretim yapan bir firma sürdürülebilir üretim yaparak çevre<br />
etkilerini en aza indirmek istiyorsa, sera gazı salınımlarını (özellikle CO2) takip<br />
etmeli ve düşürecek yöntemler geliştirmelidir. Bu amaçla firmanın üretim faaliyetlerindeki<br />
elektrik enerjisi bağımlılığını azaltma ve enerji verimliliğini arttırma gerekliliği<br />
ortadadır.
382<br />
Şekil 1. 2009 yılı enerji sektöründeki sera gazı salınım dağılımları [1]<br />
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na göre [2], ülkemizde sanayi sektöründe %20<br />
enerji tasarruf potansiyeli olduğu tespit edilmiştir. Bu potansiyeli kullanabilmek ve<br />
enerji verimliliği sağlamak için 2007 yılında Enerji Verimliliği Kanunu ve 2008<br />
yılında bu kanuna dayanılarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından hazırlanan<br />
Enerji Kaynaklarının ve Enerjinin Kullanımında Verimliliğin Artırılmasına<br />
Dair Yönetmelik yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmeliğin 8. Maddesinin e, f, g maddelerinde<br />
endüstriyel işletmelerinin enerji yönetim birimlerinin aşağıdaki faaliyetleri<br />
yürütmeleri beklenmiştir:<br />
e) Enerji tüketimini ve maliyetleri izlemek, değerlendirmek ve periyodik<br />
raporlar üretmek,<br />
f) Enerji tüketimlerini izlemek için ihtiyaç duyulan sayaç ve ölçüm cihazlarının<br />
temin edilmesini ve montajını sağlamak üzere girişimlerde bulunmak,<br />
g) Endüstriyel işletmelerde özgül enerji tüketimini, mal üretimi ile enerji<br />
tüketimi ilişkisini, enerji maliyetlerini, işletmenin enerji yoğunluğunu izlemek<br />
ve bunları iyileştirici öneriler hazırlamak.<br />
Bildirinin 2. ve 3. kısımları üretim faaliyetlerinden kaynaklanan çevresel etkileri<br />
değerlendirmede sıklıkla kullanılan yaşam döngüsü değerlendirme (YDD) yöntemini<br />
ve karbon salınımlarının hesaplanmasında kullanılan en yeni araştırmayı anlatmaktadır.<br />
4. kısımda ise yönetmeliğin verilen maddeleriyle uyumlu olarak<br />
SuSaaS (Sustainability as a Service) çerçevesi geliştirilmiştir. SuSaaS çerçevesi<br />
firmalarda, e) maddesinde bahsedildiği gibi enerji tüketimi ve maliyetlerini izlemek,<br />
f) maddesinde belirtildiği gibi ölçüm derinliğini arttırabilmek için gerekli<br />
sayaç ve ölçüm cihazlarını kullanan bir eko-takip sistemi ve g) maddesinden anlaşıldığı<br />
gibi üretimdeki değişkenler ile enerji tüketimi ilişkisini ortaya çıkarmak ve<br />
tüketimi düşürücü en uygun senaryoları belirlemek ve öneri olarak sunmak için bir<br />
eko-iyileştirme sistemi önermektedir.
2. Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi<br />
383<br />
Bir ürünün yaşam döngüsü, hammadde temini, üretimi, kullanımı ve yaşam sonu<br />
faaliyetleri aşamalarını kapsar. Hammadde temini aşamasında, son ürün için kullanılacak<br />
hammaddeler hazırlanır. Üretim aşamasında hammaddelerden bileşenlerin<br />
üretimi ve bileşenlerden son ürünün montajı işlemleri gerçekleştirilir. Kullanım<br />
aşamasında, son ürün türüne göre ya kullanılır ya da tüketilir. Yaşam sonu faaliyetleri,<br />
yeniden kullanım, yeniden üretim, geri dönüşüm ya da bertaraf işlemlerini<br />
kapsar.<br />
Yaşam döngüsünün her aşaması çevreyle etkileşim içindedir. Her aşama girdi olarak<br />
enerji ve hammadde kullanır, çıktı olarak da atık ve salınım yaratır. Yaşam<br />
Döngüsü Değerlendirmesi (YDD) bir ürünün yaşam döngüsü aşamaları boyunca<br />
girdi ve çıktılarının çevre etkilerini hesaplamak ve değerlendirilmek için kullanılan<br />
metodolojik bir araçtır [3]. YDD çerçevesi ISO [4] tarafından geliştirilmiştir. Bu<br />
çerçeve dört ana aşamadan oluşan sistematik bir süreci tanımlar. Bu aşamalar amaç<br />
ve kapsam tanımı, envanter analizi, etki değerlendirmesi ve yorumlamadır (Şekil 2).<br />
Amaç ve kapsam tanımı aşamasında, YDD çalışmasının hedefi ve değerlendirmenin<br />
sınırları belirlenir. Ürünün yerine getireceği işlev, nicelik ve nitelik olarak tanımlanır.<br />
Üretim yapan firmalar, YDD’yi yaşam döngüsü aşamalarının veya belirli<br />
üretim faaliyetlerinin çevresel etkilerini anlamak, raporlamak ve iyileştirme olasılıklarını<br />
belirlemek ya da ürün tasarım ve geliştirme sürecinde farklı alternatiflerin<br />
çevre etkilerini karşılaştırmak amacıyla kullanmaktadırlar. YDD çalışmalarının<br />
kapsamını ürün detayı,<br />
Şekil 2. YDD çerçevesi [3]<br />
envanter detayı, incelenecek yaşam döngüsü aşamaları, zaman ve bölgesel sınırlar<br />
belirler. Ayrıca, YDD’nin amaç ve kapsam tanımı aşaması envanter analizi ve etki<br />
değerlendirmesi aşamalarında yapılan faaliyetleri etkiler.
384<br />
Sınırları kapsam tanımı aşamasında belirlenmiş veriler, envanter analizi aşamasında<br />
toplanır. Bu aşamanın amacı ürünün tüm yaşam döngüsündeki enerji gereksinimini,<br />
malzeme akışını, salınımları ve atıklarını sayısal olarak belirlemektir. Envanter<br />
analizindeki ilk adım sistemin veya operasyonların girdi ve çıktılarını gösteren<br />
detaylı bir üretim akış şemasının çizilmesidir. Bunun için önce ürün ağacı incelenerek<br />
üretilecek parçada kullanılacak malzemelerin cinsi ve ağırlığının bulunduğu bir<br />
liste çıkarılır ve parçanın üretim operasyonları belirlenir. İkinci adım veri toplanmasıdır.<br />
Öncelikle verinin toplanacağı kaynaklar ve veri tipleri YDD’nin amaç ve<br />
kapsam tanımı aşamasına göre belirlenir. Veriler metre ve sayaçlardan, donanım<br />
kayıtlarından, laboratuvar test sonuçlarından, dokümanlardan (örneğin, kitaplar,<br />
bilimsel dergiler, raporlar), mühendislik hesaplamalarından veya YDD için geliştirilmiş<br />
ticari yazılımların (örneğin, Simapro, GABİ) veri tabanlarından toplanabilir.<br />
Verilerin bulunmadığı ya da toplanmasının zor olduğu yerlerde amaç ve kapsam<br />
tanımı aşamasıyla uyumlu varsayımlar yapılabilir. Birden fazla sisteme ya da operasyona<br />
hizmet eden veri kaynakları için, enerji tüketimi, salınımlar ve atık oluşumu<br />
gibi veriler paylaştırma prosedürleri kullanılarak incelenen ürünle ilişkilendirilir.<br />
ISO [5] gereken veriyi elde edebilmek için proseslerin alt proseslere bölünerek<br />
paylaşım prosedürlerinin kullanılmamasını önermektedir. Eğer paylaşımdan kaçınmak<br />
mümkün değilse, çevresel veri ürünün fiziksel özelliklerine göre paylaştırılmalıdır.<br />
Genel olarak kullanılan fiziksel özellik parçanın kütlesidir. Envanter analizinin<br />
son adımı ise tüketilen enerjinin, kullanılan malzemenin, yapılan salınımların ve<br />
oluşan atıkların miktarlarını içeren liste ve şekiller kullanılarak toplanan verilerin<br />
sunulmasıdır.<br />
Etki değerlendirmesi aşamasının amacı, envanter analizi aşamasında belirlenen<br />
malzeme kullanımı, enerji tüketimi, salınım ve atık etkilerinin belirlenen etki kategorileri<br />
için hesaplanmasıdır. Envanter analizi 5 adımda incelenebilir [6]. Birinci<br />
adım etki kategorilerinin seçilmesidir (örneğin, iklim değişikliği, asidifikasyon,<br />
ötrofikasyon, vb.). Etki kategorilerinin seçimiyle YDD çalışması yapılan ürün için<br />
etkilerin inceleneceği alanlar belirlenir. Bu adım envanter analizi aşamasını yönlendirmesi<br />
nedeniyle, amaç ve kapsam tanımı aşamasında gerçekleştirilmelidir. İkinci<br />
adım sınıflandırmadır. Bu adımda envanter analizi aşamasında toplanan veriler<br />
ilgili etki kategorilerine atanır. Üçüncü adım olan karakterizasyon adımında her bir<br />
etki kategorisi altında sınıflandırılmış envanter verilerinin neden olduğu çevresel<br />
etki hesaplanır. Bir etki kategorisinde sınıflandırılmış birden fazla envanter verisi<br />
olabilir. Bu durumda çevresel etki puanı, etki kategorisi altındaki bu verileri aynı<br />
birime çevirerek hesaplanmalıdır. Bu, karakterizasyon çarpanı kullanılarak farklı<br />
verileri eşdeğer bir sonuçta toplayarak yapılır (örneğin, küresel ısınma etkisini hesaplamak<br />
için tüm sera gazı salınımları uygun karakterizasyon çarpanları kullanılarak<br />
CO2 eşdeğerlerine çevrilir.). Belirli bir etki kategorisi için etki puanı aşağıdaki<br />
şekilde hesaplanır [7]:<br />
(1)
385<br />
Bu denklemde S etki puanı, C karakterizasyon çarpanı, E belirlenen envanter verisinin<br />
kütlesi, i ise etki kategorisi j altında sınıflandırılmış envanter verisidir. Global<br />
ısınma ve ozon tabakası incelmesi gibi bazı etki kategorilerinde kullanılan<br />
karakterizasyon çarpanları için fikir birliğine varılmıştır. Doğal kaynakların tüketimi<br />
gibi diğer etki kategorileri için karakterizasyon çarpanları üzerinde çalışılmaya<br />
devam edilmektedir [8]. Dördüncü adım normalizasyondur. Normalizasyonda etki<br />
puanı, seçilen bir referans değerine bölünerek farklı etki kategorileri arasında karşılaştırma<br />
yapılmasına olanak sağlanır. Normalize edilmiş etki puanı (N) aşağıdaki<br />
denklemle hesaplanır:<br />
Burada R, referans değerini göstermektedir. Amaç ve kapsam tanımı aşaması uygun<br />
bir referans değeri seçilmesini etkileyebilir fakat genellikle referans değeri olarak<br />
belirli bir bölge için belirli bir yılın etki puanı kullanılır [7]. Beşinci adım<br />
ağırlıklandırmadır. Bu adımda farkı etki kategorilerine birbirlerine göre önemlerini<br />
belirtmek için ağırlık değerleri verilir. Ağırlık değerlerine, yapılan belirli bir YDD<br />
çalışması için özel olarak karar verilir. Ağırlıklı etki puanı (W) aşağıdaki gibi hesaplanmaktadır:<br />
Burada V ağırlık çarpanıdır. Toplam çevresel etki puanı (EI) ise aşağıdaki denklemle<br />
bulunmaktadır:<br />
ISO 14042’ye [6] göre etki değerlendirme aşamasında etki kategorilerinin seçimi,<br />
sınıflandırma ve karakterizasyon adımları YDD için zorunludur fakat<br />
normalizasyon ve ağırlıklandırma adımları isteğe bağlı olarak atlanabilir.<br />
Normalizasyon adımı için referans değerlerinin seçiminde farklı alternatifler olması<br />
ve ağırlıklandırma adımı için ağırlık değerlerinin nesnel olmaması nedeniyle bu<br />
adımlar genellikle atlanmaktadır.<br />
YDD’nin son aşaması envanter analizi ve etki değerlendirmesi sonuçlarının amaç<br />
ve kapsam tanımıyla uyumlu olarak analiz edildiği ve karar alacak kişilere önerilerin<br />
sunulduğu yorumlama aşamasıdır. Yorumlama 3 adımdan oluşmaktadır. İlk<br />
adım önemli konuların belirlenmesidir. YDD sonuçları, etkisi en yüksek olan yaşam<br />
döngü aşaması veya operasyonu, toplam çevresel etkideki payı en fazla olan<br />
etki kategorisini ve beklenmedik sonuçları bulmak için analiz edilir. Bu analizin<br />
sonuçları YDD çalışması için önemli konuları belirler. İkinci adım YDD çalışmasında<br />
kullanılan verilerin değerlendirilmesidir. Çok sayıda veri toplandığı için sadece<br />
sonuçların oluşmasında etkisi fazla olan veriler değerlendirilir. Dolayısıyla, bir<br />
önceki adımda belirlenen önemli konular, bu adımda kullanılmaktadır. Bu adım,<br />
YDD çalışmasında kullanılan verilerin güvenilir ve tamam olduğunu doğrulamak<br />
içindir. Bu amaçla 3 farklı kontrol yapılır [8]. Bütünlük kontrolü ile yorumlama<br />
aşaması için gerekli bütün bilgi ve verinin bulunduğunu kontrol edilir. Hassasiyet<br />
(2)<br />
(3)<br />
(4)
386<br />
kontrolünde, belirlenen önemli konulardaki çeşitli belirsizliklerin sonuca olan etkisine<br />
bakılır. Tutarlılık kontrolü ile incelenen her bir alternatif için yapılan varsayımların,<br />
kullanılan verilerin ve yöntemlerin uygunluğunu doğrulanır. Bu kontrollerden<br />
biri veya birkaçı sağlanmazsa, veriler tekrar incelenerek iyileştirme çalışmaları<br />
yapılır. Bu çalışmalar da sonuç vermezse eksik noktalar ve bu eksik noktaların tahmini<br />
etkisi YDD raporunda belirtilir. Yorumlama aşamasının son adımı sonuçların<br />
çıkarılması ve önerilerin sunulmasıdır. Bu aşamada, yorumlama aşamasının diğer<br />
adımlarının sonuçları ile birlikte etki analizi sonuçları yorumlanarak bazı çıkarımlarda<br />
bulunulur. Eğer YDD çalışmasında alternatifler karşılaştırılmışsa, en düşük<br />
etki puanına sahip alternatifin seçilmesi önerilir. Eğer YDD çalışmasının odak noktası<br />
tek bir ürünse, bu ürünün etki puanının nasıl düşürülebileceği hakkında önerilerde<br />
bulunulur.<br />
3. Karbon Salınımlarının Hesaplanması<br />
GHG Protokolüne göre [9] karbon salınımlarını azaltmak için, öncelikle organizasyonun<br />
sınırlarının sonra ise operasyonel sınırların belirlenmesi gerekmektedir.<br />
GHG protokolünde operasyonel sınırlar kapsam 1, kapsam 2 ve kapsam 3’ü içermektedir.<br />
Kapsam 1 firmanın sahip olduğu ya da yönettiği kaynaklardan salınan<br />
doğrudan sera gazı salınımlarını içerir. Kapsam 2 firmanın satın aldığı elektrik enerjisinin<br />
üretilmesinden kaynaklanan dolaylı sera gazı salınımlarını içerir. Bu<br />
salınımlar elektriğin üretildiği santrallerde gerçekleşir. Kapsam 3 firma faaliyetlerinden<br />
kaynaklı ama firmanın sahip olmadığı kaynaklardan salınan dolaylı sera gazı<br />
salınımlarını içerir. Bu çalışmada Kapsam 2 içeriğindeki satın alınan elektrikten<br />
kaynaklı sera gazı salınımlarının takibi ve azaltılmasını hedeflemektedir.<br />
Elektrik enerjisi kullanan bir sistemin karbon salınımlarını hesaplamak için sıklıkla<br />
kullanılan yöntem Jeswiet ve Kara [10] tarafından bulunmuştur. Bu yöntemde birimi<br />
kg CO2/GJ olan Karbon Salınım İmzası (CES TM ) kullanılmaktadır. CES TM ,<br />
elektrik santralinin kullandığı kaynak enerji tiplerine bağımlıdır. Bir parçanın üretiminde<br />
salınan karbon miktarı (CEpart), o parçanın üretiminde tüketilen elektrik<br />
enerjisi miktarı (ECpart) ile karbon salınım imzası (CES) çarpılarak bulunur:<br />
CES aşağıdaki denklemle bulunur:<br />
Burada C (kömür), NG (doğal gaz) ve P (Petrol) kullanılan kaynak enerji tiplerinin<br />
oranı, 112, 49 ve 66 bir GJ enerji için salınan karbon miktarları (kg), � ise dönüşüm<br />
verimidir.<br />
Üretim aşamaları için karbon salınımlarının hesaplanabilmesi, bir ürünün kullanıcıya<br />
ulaşıncaya kadar olan karbon maliyetinin hesaplanması için önemli bir aşamadır.<br />
Bu yöntemle ürünlere eko-etiket verilmesi mümkün olacaktır.<br />
(5)<br />
(6)
4. SuSaaS Çerçevesi<br />
387<br />
Üretim yapan tüm firmalar için, çevresel etkinin azaltılması ve doğal kaynakların<br />
verimli kullanılması önümüzdeki 10 yıl için en önemli hedeflerden biri haline gelecektir.<br />
SuSaaS (Sustainability as a Service) çerçevesi eko-fabrikaya dönüşümü kolaylaştıracak<br />
ve eko-etiketli ürünler ve operasyonlar için standart bir yöntem olacaktır.<br />
SuSaaS çerçevesi 3 sisteme bölünmüştür (Şekil 3): 1) İlgili endüstriler odaklı<br />
sektörel göstergeleri ölçecek sürdürülebilirlik metriklerini tanımlayan eko-KPI hiyerarşisi,<br />
2) Enerji, salınım ve atık verilerini üretim faaliyet verileriyle birlikte toplayacak<br />
ve bunları karar almaya uygun bilgi haline dönüştürecek bir eko-takip sistemi,<br />
3) Eko-takip sisteminde toplanan verileri ve yaşam döngüsü mühendisliğini<br />
kullanarak eko-tasarım ve ürün geliştirme yöntemlerini kolaylaştıracak ekoiyileştirme<br />
sistemi.<br />
4.1. Eko-KPI Hiyerarşisi<br />
Şekil 3. SuSaaS çerçevesi [11].<br />
Bu sistem, hiyerarşik bir ekolojik temelli metrik (eko-KPI) çerçevesi içermektedir.<br />
Eko-KPI hiyerarşisi, bir dizi sürdürülebilir performans metrikleri sağlayacak ve<br />
üretimde farklı düzeylerde karar vermeyi kolaylaştıracaktır. Eko-KPI çerçevesinin<br />
tasarımı SuSaaS’ın geri kalanında kullanılacak ölçüm, takip ve analiz tekniklerini
388<br />
için de temel oluşturacaktır. Eko-KPI hiyerarşisi iki alt grupta incelenmektedir.<br />
Birinci alt grup endüstriyel çevresel performansı ölçen metriklerden oluşan genel<br />
bir eko-KPI çerçevesi içerir. Bu alt grup üretim yapan tüm firmalarda uygulanabilir.<br />
İkinci alt grup belirli endüstrilerin ihtiyaçlarına cevap vermek üzere tasarlanmış<br />
sektöre özel eko-KPI’lar içermektedir.<br />
4.2. Eko-takip<br />
Eko-takip sisteminin amacı donanım ve yazılım araçları kullanarak firmanın çevresel<br />
performansını izlemek, üretim faaliyetlerinin enerji tüketim seviyelerini yönetmek<br />
ve sera gazı salınımlarını kontrol altında tutmaktır. Eko-takip sistemi firmanın<br />
üretim faaliyetlerini devam ettirmek için satın aldığı elektrik enerjisi kaynaklı sera<br />
gazı salınımlarını (Kapsam 2) takip eder.<br />
PLC ve CNC’lerden toplanan üretim faaliyet verisi ve enerji metrelerinden toplanan<br />
elektrik enerjisi tüketim verisi ortak bir veri ambarına kaydedilmektedir. Üretim<br />
operasyonları ile ilgili enerji tüketim verisi tezgâhlara ve diğer üretim ekipmanlarına<br />
yerleştirilen metreler ile alınacaktır. Dolaylı enerji tüketim kaynakları için (aydınlatma,<br />
ısıtma, havalandırma, vb) parça başına tüketim verisi, her tüketim kaynağı<br />
için geliştirilecek paylaştırma prosedürleriyle bulunacaktır. Enerji tüketimi ölçümü<br />
yapılamayan tüm servis ve donanımlar için tüketim verisi, firmanın toplam elektrik<br />
tüketiminden ölçülen tüm noktaların enerji tüketimi çıkarılarak hesaplanacaktır.<br />
Veri ambarında depolanan veri kullanılarak Kapsam 2 sera gazı salınımları bulunacaktır.<br />
Üretim operasyonlarının ve işletme bünyesinde üretim faaliyetlerini devam<br />
ettirmek için gerekli ortamı sağlamakta kullanılan dolaylı elektrik enerjisi tüketimi<br />
kaynaklı salınımlar Denklem 7’de verilen yöntem veya benzer yöntemlerle hesaplanacaktır.<br />
Toplanmış veriler sonraki aşamada bir karar destek sistemi tarafından işlenecektir.<br />
Karar destek sisteminin görevi gerçek zamanlı verilere erişimi sağlamak ve firmanın<br />
farklı seviyelerdeki kullanıcılarına performans değerlendirmesi yapacakları,<br />
alternatifleri değerlendirecekleri ve mevcut durumu iyileştirmek için kararlar alabilecekleri<br />
ortamı sunmaktır. Bunun yanında, sera gazı salınımlarını ürün ve hat bazında<br />
toplayarak ürünlerin ve hatların eko-etiketlenmesine de olanak tanıyacaktır.<br />
Veri madenciliği teknikleri ve araçları kullanılarak, üretim sisteminden toplanan<br />
verilerdeki trendlerin analizi yapılacak ve bu trendlerin sürdürülebilir ve enerji verimli<br />
üretim yararına nasıl kullanılabileceği araştırılacaktır. Veri madenciliği için<br />
SuSaaS modelinin uygulanacağı firmalardan ve laboratuvar testlerinden gelen farklı<br />
senaryo verileri kullanılacaktır.<br />
Eko-takip sistemi, YDD çerçevesindeki envanter analizinde de kullanılacaktır. Yaşam<br />
döngüsü üretim aşaması için veri toplama otomatikleştirilerek, envanter analizi<br />
için harcanan süre azaltılacak ve hazır YDD yazılım paketlerindeki veri tabanlarının<br />
kullanılması yerine üretim sisteminden gerçek veri toplanacağı için sonuçların doğruluk<br />
oranı da arttırılacaktır.
4.3. Eko-iyileştirme<br />
389<br />
Eko-iyileştirme sistemi, ürün tasarım ve üretim planlamanın başlangıç aşamalarında,<br />
üretim operasyonlarından kaynaklanan enerji tüketimini ve sera gazı<br />
salınımlarını düşürecek bir metodoloji ve karar destek modeli içerir. Eko-iyileştirme<br />
sisteminde, yaşam döngüsü üretim aşaması için eko-takip sisteminde toplanan veriler<br />
ve kalan diğer yaşam döngüsü aşamaları için mevcut doküman ve veri tabanlarındaki<br />
referans verileri kullanılarak ürün geliştirmede farklı senaryoları karşılaştıracak<br />
bir YDD çalışması yapılacaktır. Ürün geliştirmedeki farklı senaryolar tasarım<br />
alternatifleri ve üretim planı değişikliklerini kapsayacaktır. Bu senaryolarla yapılan<br />
ürün ve üretim özelliklerindeki değişikliklerin çevresel etkileri anlaşılabilecektir.<br />
Çevresel etkileri en aza indiren karalar, tasarım ve üretim planlama aşamalarına<br />
bildirilecek böylelikle alınan kararın ekonomik ve sosyal yönleri de incelenerek çok<br />
kriterli en iyileme yöntemleriyle son karar alınacaktır. Eko-KPI hiyerarşisindeki<br />
metrikler kullanılarak eko-iyileştirme sisteminin başarısı değerlendirilecektir.<br />
YDD, eko-tasarım yöntemlerinde kullanılabilecek bir araç olarak görülmektedir.<br />
Fakat kullanılan varsayımlar ve üretim faaliyetlerinin enerji tüketimlerini hesaplarken<br />
izlenen yüksek seviye yaklaşımı, YDD’nin bir eko-tasarım aracı olarak kullanılmasını<br />
sınırlandırmaktadır. SuSaaS çerçevesiyle önerilen eko-takip ve ekoiyileştirme<br />
sistemlerinin entegrasyonu ile firmadaki görünürlük seviyesi artacak ve<br />
enerji tüketim verisi daha detaylı olarak izlenebilecektir. Böylelikle, ürünün yaşam<br />
döngüsündeki başka parametreleri değiştirmeden, tasarım ve üretim planlama değişikliklerinin<br />
etkilerini karşılaştırılıp doğrulanabilecektir.<br />
5. Sonuçlar<br />
YDD çerçevesinde envanter analizi aşamasının yetersiz olduğu noktalar düşünüldüğünde,<br />
önerilen SuSaaS çerçevesi üretim operasyonlarının tükettiği enerjiyi ve CO2<br />
salınımlarını izlemek en etkili çözümlerden biridir. Bu çerçevenin uygulanmasıyla<br />
birlikte firma tüm seviyelerdeki enerji tüketim ve CO2 salınımlarını takip edecek ve<br />
bu takip sistemiyle enerji ve salınımların azaltılabileceği potansiyel noktaları bulabilecektir.<br />
Firmanın enerji görünürlüğünü arttırması envanter analizinde yapılmak<br />
zorunda olan paylaşım prosedürlerini de önemli oranda ortadan kaldıracaktır.<br />
Yaşam döngüsü aşamalarındaki operasyonların çevre ile olan etkileşimleri hesaplamak<br />
için veri toplama ve derleme süreci YDD çalışmasının en zaman alıcı kısmıdır<br />
[3]. Eko-takip sistemi gerçek zamanlı veri toplamaya olanak sağlayarak veri<br />
toplama zamanını oldukça azaltacaktır. Geliştirilen karar destek sistemi operasyon,<br />
ürün ve firma seviyelerinde enerji tüketim verisinin toplanması ve derlenmesi aşamasını<br />
otomatikleştirecek ve farklı seviyelerdeki kullanıcıların karar almalarını<br />
kolaylaştıracaktır. Ayrıca, toplanan üretim verilerinin çevresel etkilere dönüştürülmesi<br />
ürünlerin eko-etiketlenmesi için de bir altyapı sağlayacaktır.<br />
Firmanın ürünleri geliştikçe ve üretim teknolojisinde ilerlemeler oldukça, firmadaki<br />
üretim operasyonları da değişecektir. Bu değişiklik veri envanterinde de farklılıklar<br />
yaratacak ve toplanan eski verinin kullanılamaz hale gelmesine neden olacaktır.
390<br />
Sürdürülebilirlik yönünde doğru kararlar alınabilmesi için, firma sürekli olarak<br />
güncel veriye ihtiyaç duyar. Teknik kitaplar, raporlar, konferans ve dergi bildirileri<br />
gibi piyasada bulunan çoğu envanter analizi dokümanı firmaya özel veri yerine<br />
endüstri ortalama değerleri, gerçek veriyi tam olarak temsil etmeyen teorik veriler<br />
veya eski teknolojilere ait kullanılmayan veriler içerebilir. YDD yazılımları kullandıkları<br />
verilerdeki varsayımları ve hesap yöntemlerini açıkça vermedikleri için bu<br />
yazılımların veri tabanlarından ulaşılacak verilerin kalitesi ve kullanılabilirliği tam<br />
olarak bilinmemektedir [8]. Eko-takip ile gerçek zamanlı veri toplama sistemi envanter<br />
analizinin bu dezavantajlarını da ortadan kaldıracaktır.<br />
YDD, incelenen ürün için çeşitli seviyelerde ve çok miktarda veriye ihtiyaç duyar.<br />
YDD’nin bu özelliği yeni bir ürünün tasarım aşamasında kullanımını kısıtlar. Ekotakip<br />
sisteminin veri ambarı ile tasarım aşamasının başında kullanılacak ekoiyileştirme<br />
sistemi için daha gelişmiş bir karar desteği sağlanacaktır. Ekoiyileştirme<br />
sistemi mevcut bir ürünün tasarımı geliştirilirken farklı alternatiflerinin<br />
karşılaştırılması için de kullanılacaktır.<br />
Kaynaklar<br />
[1] Turkish Statistical Institute (<strong>2011</strong>): TURKEY Green House Gas Inventory, 1990 to 2009.<br />
[2] T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, www.enerji.gov.tr<br />
[3] Rebitzer, G., Ekvall, T., Frischknecht, R., Hunkeler, D., Norris, G., Rydberg, T.,<br />
Schmidt, W.-P., Suh, S., Weidema,.B.P., Pennington, D.W., 2004, Life cycle assessment<br />
Part 1: Framework, goal and scope definition, inventory analysis, and applications,<br />
Environment International, 30, 701-720.<br />
[4] International Standards Organization, 1997, ISO 14040: Environmental management -<br />
Life cycle assessment - Principles and framework, Geneva, Switzerland.<br />
[5] International Standards Organization, 1998, ISO 14041: Environmental management -<br />
Life cycle assessment - Goal and scope definition and inventory analysis, Geneva,<br />
Switzerland.<br />
[6] International Standards Organization, 2000, ISO 14042: Environmental management -<br />
Life cycle assessment - Life cycle impact assessment, Geneva, Switzerland.<br />
[7] Pennington, D.W., Potting, J., Finnveden, G., Lindeijer, E., Jolliet, O., Rydberg, T.,<br />
Rebitzer, G., 2004, Life cycle assessment Part 2: Current impact assessment practice,<br />
Environment International, 30, 721-739<br />
[8] U.S. Environmental Protection Agency, 2006, Life Cycle Assessment: Principles and<br />
Practice, EPA/600/R-06/060. National Risk Management Research Laboratory.<br />
Cincinnati, Ohio, USA.<br />
[9] Greenhouse Gas Protocol Initiative, 2004. A Corporate Accounting and Reporting<br />
Standard, Revised Edition, Available at: http://www.ghgprotocol.org/files/ghgp/publ<br />
ic/ghg-protocol-revised.pdf<br />
[10] Jeswiet, J., Kara, S., 2008, Carbon Emissions and CESTM in Manufacturing, CIRP<br />
Annals - Manufacturing Technology, 57, 17-20.<br />
[11] Uluer, M.U., Gök, G., Ünver, H.Ö., Kılıç, S.E. (<strong>2011</strong>): Towards a Decision Support<br />
Framework for Sustainable Manufacturing, in: Proceedings of the 9th Global<br />
Conference on Sustainable Manufacturing (GCSM<strong>2011</strong>), pp. 88-93, Saint Petersburg,<br />
Russia.
Özet<br />
KATMA DEĞERİ YÜKSEK ÜRÜNLERİN KOBİ’LER<br />
TARAFINDAN ÜRETİLMESİ İÇİN OPERASYONEL SANAL<br />
FABRİKA SİSTEMİNİN GELİŞTİRİLMESİ<br />
B. Lotfi SADİGH 1 , Yrd. Doç. Dr. H. Ö. ÜNVER 2 , Prof. Dr. S. E. KILIÇ 1<br />
1 Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Makina Mühendisliği Bölümü<br />
2 TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Makine Mühendisliği Bölümü<br />
391<br />
Sanal İmalat benzetim çalışması yapmak veya bir üretim ortamını tasarlamak için<br />
görsel ve işitsel arabirimler kullanılarak üretim sistemlerinin modellenmesi olarak<br />
tanımlanabilir. Bir ürünün Sanal İmalat ile prototiplenmesi, ürün fonksiyonlarındaki<br />
veya üretilebilirliğindeki potansiyel problemlerin bulunmasında çok etkili bir yoldur.<br />
Son yıllarda uygulanmaya başlanan ve bir firmanın dört duvarını aşan, Sanal Fabrika<br />
kavramı sanal imalat sistemlerinin bir alt grubu olarak verilebilir. Sanal Fabrika<br />
imalat firmalarının, yazılım ajanlarının ve insanların belli bir amaç doğrultusunda<br />
birlikte oluşturdukları geçici bir görev takımıdır. Sanal fabrika, bağımsız şirket ya<br />
da kurumların çekirdek yeteneklerini biraraya getirerek pazar paylarını artırmak için<br />
oluşturulan geçici bir ağ olarak da tanımlanabilir.<br />
Bu bildiride Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Makina Mühendisliği bünyesinde bulunan<br />
Tümleşik İmalat Teknolojileri Araştırma Grubu (TİTAG) ve TOBB ETÜ tarafından<br />
2010 yılı içerisinde başlayacak sanal fabrika projesi hakkında kısa bilgiler<br />
sunulmuştur.<br />
Anahtar Kelimeler: Sanal İmalat, Sanal Fabrika, Simülasyon, Üretim, Tasarım<br />
Literatür Araştırması<br />
Sanal Fabrika (SF) (Virtual Enterprise), Bilgi ve İletişim Teknolojilerinin (BİT)<br />
etkin kullanımıyla bağımsız şirket veya kurumların çekirdek yeteneklerini biraraya<br />
getirerek müşteri taleplerini karşılamak için geçici ve yeniden yapılandırılabilir bir<br />
ağ yapısıdır. Bu amaçla Tümleşik İmalat Teknolojileri Araştırma Grubu (TİTAG)<br />
tarafından sanal fabrika projesi adı altında 2006 senesinde bir SANTEZ projesi<br />
gerçekleştirilmiştir [20]. Yapılmış olan proje çerçevesinde sanal fabrika uygulama<br />
metodolojisi, sistem yapısı ve BİT referans mimarisi geliştirilmiştir. Bu proje<br />
Microsoft’un .NET BİT mimarisinin çok katmanlı kullanıcı/sunucu teknolojisi<br />
esasında oluşmuştur. Geliştirilmiş olan sanal fabrika çatı yapısı 3 temel aşamayı<br />
içerir (Şekil 1) [24].
392<br />
Bu çalışmada sanal fabrikanın kurulması ve sistemin oluşması için üye havuzundan,<br />
kalifiye firmaların seçilmesi gerekmektedir. Bu çalışmada sanal fabrikanın kalifiye<br />
ortakların seçimi için farklı kriterler (Örn. teklif edilen fiyat, taahhüt, işin bitme<br />
olasılığı ve üyenin daha önceki performans değerleri vb) göz önünde bulundurulmuştur.<br />
Üyelerin seçimi için oluşturulan karar destek hiyerarşisi Analytical<br />
Hierarchy Process (AHP) algoritmasıyla oluşturulmuştur. AHP potansiyel ortakların<br />
özellikleri ve nitelikleri esasında, verilen tekliflere ağırlıklar kazandırarak ortakların<br />
tekliflerini sıralandırır. İşin bitirme olasılığını hesaplayabilmek için Program<br />
Değerlendirme, Gözden Geçirme Tekniğiyle (Program Evaluation Review<br />
Technique (PERT)) kullanılır. Bu kapsamda üyelerin performansını değerlendirmeyi<br />
amaçlayan ve sanal fabrikanın işleyişine uygun çok katmanlı yapay zekası ağı<br />
(Artificial Nueral Network (ANN)) geliştirilmiştir [20] [22]. Bu sistemin doğrulanması<br />
için “Genel kullanım için küresel vana üretimi” adı altında bir sanal vaka<br />
çalışması yapılmıştır ve beklenen sonuçlar alınarak sistemin çalışması doğrulanmıştır.<br />
Şekil 1. Sanal fabrika aşamaları<br />
1. Üyelerin seçimi ve SF’nın oluşumu<br />
2. SF’nın çalışması<br />
3. SF’nın sonlandırılması (dağılımı)<br />
Özgür Ünver ve arkadaşları 2010’da geliştirdiği kavramsal operasyonel ajan temelli<br />
sanal fabrika çerçevesinde değişik ajanlar kullanarak sanal fabrikanın gereksinimlerini<br />
yerine getirmeyi amaçlamıştır. Sanal fabrika’nın BİT mimarisinin esnekliğinin<br />
artırılması ve mevcut kurumsal kaynak planlama (Enterprise Requirement Planning
(ERP)) sistemleriyle daha uyumlu çalışabilmesi için üç katmanlı bir yapıda geliştirilmiştir<br />
[24].<br />
393<br />
Çok ajanlı sistemler (Multi Agent Systems (MAS)) avantajlarından partner seçiminde<br />
yararlanmayı amaçlayan bir çalışma Yang tarafından yapılmıştır [27]. Çok<br />
ajanlı sistemlerin avantajlarından yararlanarak verimli bir şekilde sanal fabrika<br />
üyelerinin seçimini ve iş dağıtımını hedefleyen bir müzakere modeli sunulmuştur.<br />
Teklif verildikten sonra teklif veren ve ajanlar arasında müzakereler yapılır, ajanlardan<br />
gelen yanıtlar üzerine olası anlaşmanın sağlandığı takdirde şebeke bazlı bir<br />
sözleşme imzalanması için bir algoritma ve bir olasılık fonksiyonu geliştirilmiştir.<br />
Feng ve arkadaşları, çalışmalarında Çok Ajanlı Dağıtık Sanal Fabrika mimarisini<br />
geliştirmişlerdir. Bu araştırmada dağıtık işlem ortamı için, dinamik ajan temelli<br />
sanal fabrika modelinin uygulanmasını önermiştir. Önerilen sistem mimarisinde, iş<br />
süreci özellikleri, kayıt (registration) ve yönetim katmanları olarak üç katmanlı bir<br />
yapı tasarlamışlardır [9].<br />
Gou’da aynı şekilde sunduğu çalışmada sanal girişimciliğinin modellenmesinde ve<br />
iş yönetiminde ajan bazlı sistemleri kullanmıştır. Gou ajanları, iki farklı klasmana<br />
ayırmıştır; kaynak ajanları ve eylem ajanları. Böylece her bir üye firmayı, ağ kurulduğunda<br />
bir ajan olarak tanımlamıştır. İşlemlerin yönetimi için ajanlar arasında<br />
işbirliği mekanizması geliştirilmiştir.<br />
Sanal fabrikanın oluşum aşaması için bir diğer önemli araştırmada Avrupa birliğinin<br />
desteklediği projeler çerçevesinde gerçekleşen PRODNET <strong>II</strong> projesinde ortaya<br />
konulmuştur. Bu projede sanal fabrikanın oluşum aşamasında farklı işlemlerin<br />
yapılmasını desteklemek amacıyla bazı araçlar geliştirilmiştir. Bu araçlardan kaynakların<br />
tahmini ve yapılandırılması, firma profillerin tanımlanması, SF yapısının<br />
yapılandırılması, üyelerin seçimi ve değerlendirilmesi, yönetim tanımları, ulaşım<br />
protokolleri vb sayılabilir [13].<br />
Brezilyada Bremer tarafından yapılmış olan VIRTEC [4] [17], Molina tarafından<br />
aynı senede Meksika’da geliştirilmiş olan ALFA COSME-VE [17] ve Alagza’nın<br />
sunduğu COWORK [3] projelerinde potansiyel ve istekli firmalara (benzer yetenekler<br />
ve hedeflere sahip firmalar) yönelik bir havuz oluşturmak için belli yönetim<br />
ve oluşum kriterleri önermişlerdir. Havuzdaki firmalar olası iş fırsatı doğduğunda<br />
birbirleri ile rakip oldukları halde zayıf oldukları konularda işbirliği yaparak bu<br />
zafiyeti gidermeye çalışıp ve böylece ortaya çıkmış olan fırsatlardan yararlanmış<br />
olacaklardır. Havuzdaki firmaların bilgileri ve yetenekleri sisteme kayıtlıdır ve bir<br />
SF oluşumunda bu bilgilere müracaat edilir.<br />
Üye havuzunun oluşturulması sanal fabrikada üyelerin seçiminde kolaylık ve güvenilirliği<br />
sağlayacaktır. Üye havuzu olmadan internet üzerinden üyelerin seçimi bazı<br />
format ve standart sıkıntıları da beraberinde getirecektir. VIRTEC, COSME-VE ve
394<br />
COWORK projelerinde üye havuzlarının oluşturulmuştur. Havuzdaki benzer firmalar<br />
için ortak bir firma profili oluşturulmuştur ve bu profillerde firmaların geçen<br />
faaliyetleri ve performans bilgileri de yer almıştır. Böylece bir sonraki SF<br />
kurulumunda bu bilgilerden faydalanarak en uygun firma seçimi yönetim tarafından<br />
daha iyi bir değerlendirme yaparak mümkündür [3] [4] [17] [23].<br />
Üyelerin seçiminde bir diğer yaklaşım, müzakere esasına dayalı çok ajanlı sistemlerle<br />
MASSYVE projesi kapsamında gerçekleştirilmiştir. Önerilen sistemde bir<br />
komisyoncu ajan iş fırsatlarını değerlendirir ve sanal fabrika tasarımını ve planlanmasını<br />
yapan kolaylaştırıcı ajan (Facilitator Agent) ve konsorsiyum ajanları havuz<br />
içinde işletmeleri temsil eden bir dizi ajan ile görüşürler [7] [23] [18]. Bu görüşmeler<br />
sonucunda en belirlenen kriterlere göre en uygun firmalar seçilir ve SF’yı<br />
oluştururlar.<br />
Rocha, Davidrajuh, Deng ve Gou komisyoncu ve işletmelere özel ajanlar tanımlayarak<br />
çok ajanlı bir sanal fabrika sistem yapısını geliştirdiler [8] [12] [18] [20].<br />
Ama dünyada ajanlar için belli ve kabul edilmiş bir ajan standardı veya çerçevesinin<br />
bulunmaması nedeniyle ve sanal dünyada işletmelerin ajanlarla temsil edilmediklerinden<br />
dolayı bu sistem önemli sıkıntılarla karşılaştı. Bu sıkıntılardan dolayı<br />
yarı-otomatik/hibrit (hybrid) sistemlere ilgi artmaya başladı. Hibrit sistemlerde<br />
ajanlar, insan zekası ve işgücüne yardımcı olacak şekilde kullanılmaktadırlar. Hibrit<br />
sistemlerin bir örneği MASSYVE projesinde gerçekleştirilmiştir. MASSYVE projesinde<br />
havuzdaki işletmeler için ortak bir ajan çerçevesi belirlenmiştir. Pilot uygulama<br />
olarak da Rabelo ve Camarinha-Matos tarafından Brezilya’da kalıp sanayisi<br />
kümesinde uygulanmıştır [10][18].<br />
Rabelo, Camarinha-Matos ve Alonso sanal fabrikanın çalışma aşamasında dağıtık iş<br />
süreçleri (Distributed Business Processes (DBP)) kavramını ortaya koymuşlardır [2]<br />
[18][19]. Sanal fabrikada, bir iş sürecinin başlamasıyla, bu iş süreci farklı alt süreçlere<br />
ayrılıp ve değişik işletmeler bu alt süreçleri yerine getirmek için görevlendirirler.<br />
Bu süreçleri yürütmek ve bunlar arasında koordinasyonu sağlamak önemli<br />
meselelerden birisidir. Değişik prosesler, farklı işletmelere yapılmaktadır. Sanal<br />
fabrika koordinatörü bu alt iş süreçleri arasında orkestrasyonu sağlamakla görevlidir.<br />
Bu yapıda koordinatör kendisi aynı zamanda bir sanal fabrika üyesi olup ve bir<br />
veya birkaç alt süreci de yönetmekte olabilir. MASSYVE projesinde ortaya konulan<br />
bir diğer önemli husus ise alt süreçlerin yürütülmesi için bazı geçici ve kısa zamanlı<br />
alt konsorsiyumların oluşturulmasıdır. Bu konsorsiyumlar “dağıtık iş süreçleri sanal<br />
fabrikası” olarak tanımlanabilirler ve sanal fabrikanın daha atak bir şekilde çalışmasına<br />
imkan sağlamaktadırlar [18].<br />
Sanal Fabrika uygulamalarından ortak olarak Brezilya ve Avrupa arasında yapılan<br />
PRODNET projesi gösterebiliriz. Bu proje çerçevesinde her taraftan (Avrupa ve<br />
Brezilya)’dan 2 işletmenin katılımıyla bisiklet üretimi senaryosu üzerinde çalışıl-
395<br />
mıştır. PRODNET’de değişik modülleri kullanmak ve onları değerlendirmek için<br />
bisikletin pedalının plastik kalıbı ve döküm işlemlerinin senaryosu ele alınmıştır.<br />
Bu senaryoda B işletmesi, A işletmesiyle bir anlaşma imzalayarak plastik pedalın<br />
tasarımını A işletmesinin gereksinimleri doğrultusunda hazırlar. Pedalın üretimi<br />
için B işletmesinin bir PVC üreticisine ve aynı zamanda bir plastik kalıbı üreticisine<br />
ihtiyacı vardır. Bunun üzerine B işletmesi ilk olarak PVC’yi C firmasından alır ve<br />
ardından B firması ve D firması arasında kalıp üretimi için bir anlaşma imzalanır ve<br />
D firmasına STEP modeli esasında tanımlanmış tasarım datalarını gönderir. Kalıpların<br />
alınmasıyla A işletmesinin istediği pedallar B işletmesi tarafından üretilip<br />
teslim edilir. Tüm bu işlemleri gerçekleştirmek ve aynı zamanda işletmelerin kendi<br />
içinde iş süreçlerin yönetimi ve entegrasyonu sağlamak için değişik araçlar geliştirilmiştir<br />
[11].<br />
PRODNET <strong>II</strong> projesi çerçevesinde Camarinha-Matos and Lima tarafından mevcut<br />
standartları ve birçok firmada iş akışı sistemlerinin kullanılmasını göz önünde bulundurarak<br />
iş süreçlerin modellenmesi ve şekillendirilmesi için iş akışı bazlı bir<br />
yaklaşım, benimsenmiştir [5]. PRODNET <strong>II</strong> de önerilen altyapıda her üye işletmenin<br />
işlevleri (işletme uygulamaları örn. ERP/PPC, PDM, CAD vb) üyelerin işbirliği<br />
işlemlerinden sorumlu bir işbirliği katmanıyla uzatılır. Bu işbirliği katmanının<br />
çekirdeğinde Dağıtık Bilgi Yönetim Sistemleri ve iş akışı (Workflow) tabanlı işbirliği<br />
motoru yer almaktadır. Bu katmanı güvenli bir iletişim altyapısı ve destekleyen<br />
servis kütüphanesi tamamlamaktadır [13] [26].<br />
Sanal Fabrikanın kapanışı ile ilgili değişik çalışmalar yapılmıştır. Bunlardan bir<br />
tanesi Metes tarafından ürün yaşam döngüsü yönetimi, müşteri ile üyeler arasında<br />
yapılan anlaşmalar ve ürünün servis ve bakımıyla ilgili sorumluluklar ve görevlerin<br />
tanımlanmasıdır [16].<br />
Sanal fabrikanın çalışma esnasında bir çok bilgi üretilir ve bu bilgilerin sanal fabrikanın<br />
kapanışından sonra kaybedilmesi muhtemeldir ve bu nedenle üyelerin performans<br />
değerleri, nelerin doğru ve nelerin yanlış yapıldığı, ortaklaşa tanımlanan iş<br />
süreçlerin şablonları, erişim hakları ve alanları önemlidir ve bu bilgilerin tutulması<br />
gerekmektedir.<br />
Bu bağlamda PRODNET <strong>II</strong> projesinde bazı araçlar geliştirilmiştir ama yine de bu<br />
alanda hala daha fazla çalışma alanı olduğu açıktır. Sanal fabrikanın atak üretim<br />
kavramına yaklaşması için bu alanda birçok bilgisayar tabanlı araçların geliştirilmesi<br />
zorunludur. Bu araçlardan bazıları geçmiş projelerde geliştirilmiş ve bazıları da<br />
yürürlükte olan projelerde geliştirilmeye çalışılıyor [13].<br />
Sanal fabrika uygulamalarından TECHMOULD projesi gösterilebilir. Demirdöküm<br />
kümelerine yönelik bir sanal fabrika projesi Brezilya’da TECHMOULD projesi<br />
altında uygulanmıştır. Kümede faaliyet gösteren firmalar rakip oldukları halde<br />
dünya pazarlarındaki fırsatları yakalayabilmek ve onları değerlendirebilmeleri için
396<br />
biraraya gelerek daha güçlü ortaklıklar yaratmaya çalışmışlardır. Bu projede oluşum<br />
aşamasında doğru ortakların seçilmesi ve atak üretimin gereği olan hızlı ve açık bir<br />
biçimde müşteriye öneri hazırlanması için, insan gücüne destek olabilecek bir karar<br />
destek sistemi geliştirilmeye çalışılmıştır ve bir komisiyonculuk sistemi şekillendirilmiştir.<br />
MASSYVE projesinde geliştirilmiş olan ajan temelli karar destek sistemi<br />
burada kullanılmıştır. Bu ajan bazlı sistem yardımıyla seçilen potansiyel ortaklar,<br />
TECHMOULD yönetimi tarafından onaylandığı takdirde sanal fabrikaya ortak<br />
olmaya hak kazanacaklardır. Açıktır ki yönetimin seçimi komisyoncu ajan’ın bilgilerine<br />
ve analizlerine dayanarak yapılır [10] [18].<br />
Üyelerin performanslarını ölçmek amacıyla bir karar destek sistemi, Ricardo<br />
Chalmeta ve Reyes Grangel tarafından geliştirilmiştir. Bu performans ölçüm sistemi<br />
(Performance Measurment Systems - PMS) bazı önemli performans kriterlerini göz<br />
önünde bulundurarak firmaların halihazırdaki durumlarını ve hedeflerini, sanal fabrikanın<br />
durumu ve stratejik hedefler ile kıyaslandırır. Bu karar destek sistemi sayesinde<br />
sanal fabrikanın yönetimi, sanal fabrikanın oluşumu ve işleyiş sırasında değişen şartlara<br />
daha verimli ve doğru analizler yaparak gereken kararı alacaktır [7].<br />
Bilgisayar ve enformatik bilimlerinde, ontoloji, alandaki bilgileri bir dizi konseptler<br />
ve bu konseptlerin arasındaki ilişkileri gösterir. Ontoloji alan ve alan içindeki birimlerin<br />
varlıklarını açıklamaktadır. Teorik olarak ontoloji, alanın modellemesinde<br />
ve klasmanlarda paylaşılan kavramların ve objelerin tanımlarını ve onların arasındaki<br />
ilişkileri açıklar. Dağıtık akıllı üretim birimleri ve ajanlar arasında iletişim ve<br />
bilgi paylaşımı ve işbirliğini sağlamak amacıyla net terimler ve anlamlar ortaya<br />
konulmalıdır. Bu yolda ontoloji alan modelinden faydalanarak bu yapı geliştirilecektir.<br />
Üretim hattında taşıma işlemlerinin yönetimi için Merdan, tarafından bir<br />
OWL ontolojisi tasarlanmıştır [15]. Montaj süreçlerinin yönetiminde bir ontoloji<br />
bazlı ajan mimarisi Koppensteiner tarafından önerilmiştir [14]. Bu çalışmada farklı<br />
ajanlar, paletlerin, ürün bileşenleri, konveyör ve diğer parçaların durumlarını kontrol<br />
edip bu birimler arası iletişimi sağlayarak süreç yönetiminde faydalanmışlardır.<br />
Bir başka ajan temelli sistemlerle, ontoloji birleştirilmesi Candido ve Barata tarafından<br />
sunulmuştur [6]. Yapılan çalışmada modüller ve yetenekler olarak iki<br />
konsept önerilmiştir. Modüller farklı fiziksel üretim birimleri (Makinalar, iş istasyonları<br />
vb) ve yetenekler (Skills) de bu modüllerin becerilerini ve kapasitelerini<br />
göstermektedir. Geliştirilmiş olan ontoloji üretim kaynakları ajanı tarafından doğru<br />
iş istasyonuna doğru işi tahsis etmek amacıyla kullanılır. Daha karmaşık işlemlerde<br />
değişik yeteneklere sahip farklı modüller arasında işbirliğini sağlamak için bu ontoloji<br />
Koalisyon Lideri Ajanı tarafından kullanılır. Bu yapı pilot uygulama olarak<br />
Portekiz’in UNINOVA akıllı robot merkezinde NovaFlex’de kurulmuş ve test<br />
edilmiştir [6].<br />
Ajan bazlı sistemin yeniden yapılandırılması için OWL temelli bir ontoloji Al-Safi<br />
ve Vyatkin tarafından geliştirmişlerdir [1]. Bu yapının Candido ve Baratanın geliş-
397<br />
tirdikleri yapıya çok benzerliği vardır fakat terim farklıkları bu iki çalışma arasında<br />
gözlemlenmiştir. Malzeme kaynağı, modül yerine ve operasyon, yetenekler yerine<br />
bu çalışmada seçilmiştir. Yeniden yapılandırma ajanı ontoloji yardımıyla üretim<br />
hattını farklı ürün gereksinimleri için yeniden yapılandırır. Dağıtık üretimde farklı<br />
yönlerde (sipariş, üretim planlaması, taşıma vb) alana özel ontoloji çerçevesi Vrba<br />
tarafından geliştirilmiştir [25]. Bu ontoloji daha sonra ajan bazlı dağıtık üretim<br />
kontrolü sistemiyle birleştirilmiştir.<br />
Sistemin Yapısı<br />
Dünyada farklı akademik kuruluşları ve uluslararası firmalar sanal fabrika (Virtual<br />
Enterprise) üzerinde geniş araştırmalar yapmış ve yapmaya devam etmektedirler.<br />
Bu araştırmaların çoğu karmaşık üretim sistemleri ve firma yapılarının<br />
modellenmesi ve simülasyon üzerinde odaklanmıştır. Üretim amaçlı bağımsız firmaların<br />
işbirliği için uygun bir platformun yaratılması veya bu işbirliğini güçlendirmeyi<br />
amaçlayan çalışmalar, Business to Business (B2B) yazılımlardan daha<br />
farklı olarak bir metodoloji ve bir sistem yapısı yaratmayı hedefleyen araştırmalar<br />
yeni bir trend olarak ortaya çıkmıştır.<br />
Sanal fabrika OSB’lerde çalışan KOBİ’lerin üretim kapasitelerini, Tekno-<br />
Parklar’daki araştırma firmaların ileri teknoloji geliştirme kapasiteleriyle biraraya<br />
getirerek yüksek katma değeri olan ileri-teknolojiye sahip ürünlerin geliştirmesine<br />
ve üretimine uygun bir platform yaratacaktır. Bu yolda, sistemin altyapısında ortak<br />
paylaşımlı KOBİ ve AR-GE firma veri deposu kurulacaktır. Bu yapıdaki farklı<br />
standard’lara sahip farklı birimleri birleştirmeyi gerçekleştirebilen ontoloji temelli<br />
birleştirme platformu geliştirilecektir. Bu altyapı üzerinde SF’nin farklı aşamalarında<br />
kullanacağı değişik araçları yeralacaktır. Bu araçlardan, kurulum aşamasında,<br />
üye seçimi için kullanılacak olan AHP algoritması, tasarım aşamasında CATIA ve<br />
ENOVIA V6 kolaboratif tasarım ve PLM araçları, Operasyon aşamasında ajan bazlı<br />
sistemler ve son olarak da kapanış aşamasındaki üyelerin performans değerlendirme<br />
araçları sayılabilir. Bu sistem sayesinde farklı sektörlerden farklı ihtiyaçlara karşılık<br />
verebilecek ve yüksek katma değeri olan ortak ürünler hızlı bir şekilde üretilebilecek<br />
ve müşterilere veya küresel pazarlara sunulacaktır. Tasarım ve üretim alanlarından<br />
bu kadar geniş bir Sanal fabrika uygulaması daha önceden yapılmamış olup,<br />
sistem bu yönüyle tamamen yeni ve özgündür.<br />
SF sisteminin ortaya konulması ve bu yapının düzgün bir şekilde çalışması ve<br />
SF’nin farklı fonksiyonlarını gerçekleştirmek amacıyla farklı araçlar ve metodolojilerin<br />
geliştirilmesi öngörülmüştür. Bu bağlamda SF’nin aşamalarına göre gereken<br />
araçlar ve yöntemler özetle aşağıda belirtildiği gibi geliştirileceklerdir;<br />
� Sanal Fabrikanın oluşum aşaması:<br />
• Üye havuzunu oluşturmak için var olan teknolojik altyapıları kullanmak<br />
ve bu doğrultuda, Manufuture-TR altyapısını uyarlandırarak SF yapısına<br />
uygun bir şekilde sisteme entegre edilmesi.
398<br />
• SF’nin üye seçimini gerçekleştirebilmek için daha önce geliştirilmiş olan<br />
Analytic Hierarchy Process (AHP) algoritmasının kriterlerinde bazı değişikliklerin<br />
yapılarak yeni sisteme uygun hale getirmek. Bu değişikliklerden<br />
enerji verilerine ağırlık kazandırarak üye seşiminde etkili olması sayılabilir.<br />
� Sanal Fabrikanın Tasarım Aşaması:<br />
• Kolaboratif tasarımın yapılması için “Dassault Systems” tarafından geliştirilmiş<br />
olan CATIA V6 tasarım programı kullanılacaktır. Bu programın<br />
yeni internet tabanlı özellikleri sayesinde sanal fabrika çerçevesinde<br />
faaliyet gösteren firmalar ve müşteriler arasında kolaboratif tasarım ortamının<br />
oluşturulması mümkün olacaktır.<br />
• Tasarım aşamasının eklenmesi için gereken sistem değişikliklerinin yapılması<br />
ve bunun için düşünülen CATIA V6’yı sisteme entegre edilmesi<br />
için uygun yapıyı oluşturmak bir diğer araştırma konusudur.<br />
� Sanal Fabrikanın Operasyonu Aşaması:<br />
• Sanal fabrikanın yapısını Çok Ajanlı Sistemler (Multi Agent System<br />
(MAS)) üzerinde kurulması ve sanal fabrikanın işlevlerinin yerine getirilmesi<br />
için farklı ajanlar kullanılacaktır.<br />
• Ajanlarin birbiriyle kolaboratif bir biçimde çalışabilmeleri ve haberleşmeleri<br />
için gereken protokoller ve algoritmaların geliştirilmesi gerekmektedir.<br />
Sistemde ayrı ayrı geliştirilmiş olan birimleri birbirine birleştirmek<br />
ve dağıtık üretim süreçlerin kontrolu amacıyla modüler yazılım<br />
altyapısı oluşturulacaktır.<br />
• Birimlerarası iletişim ve mesajlaşma standartların oluşturulmasını hedefleyerek<br />
ontoloji temelli sistemin alan modeli geliştirilecektir.<br />
• Fabrikalardan fiziki olarak verileri toplayacak alt katman dağıtık sistemin<br />
ROFPP ve ROIDE teknolojileri kullanılarak geliştirilmesi, MAS sistemine<br />
entegre edilmesi için gerekecek protokoller/algoritmaların geliştirilmesi<br />
sağlanacaktır.<br />
• Sanal fabrikanın operasyon aşamasında ürün yaşamdöngüsü yönetim<br />
(Product Lifecycle Management (PLM)) sistemi için yanında Dassault<br />
Systems tarafından geliştirilmiş olan ENOVIA V6 yazılımı uygulanacak<br />
ve kullanılacaktır.<br />
• Yapı içerisinde eko-tasarım ve eko-verimli üretim amacına ulaşmak için,<br />
toplanan verilerinin tasarım ve PLM platformuna akışı sağlanacaktır.<br />
Bunlar için gerekli veri yapısı değişikleri yapılıp ve arayüzler geliştirilip<br />
sisteme eklenecektir.<br />
� Sanal Fabrikanın Kapanış Aşaması:<br />
• Sanal Fabrikanın kapanışından hemen önce üyelerin performanslarının<br />
değerlendirmesini hedef alarak, bir performans değerlendirme mekanizması<br />
gelirtirilecektir.
Uygulama Alanları<br />
399<br />
Organize Sanayi Bölgelerde (OSB) ve tekno parklarda faaliyet gösteren çok sayıda<br />
bağımsız araştırma odaklı, üretici ve ticari firmalar ve kuruluşlar bulunmaktadır.<br />
Sanal Fabrika metodolojisi özellikle OSB’lerde ve tekno parklardaki firmalar arasında<br />
işbirliğini yaygınlaştırarak bu bölgelerin ve buralarda faaliyet gösteren firmaların<br />
büyümesinde ve gelişmesinde çok etkili bir rol alması beklenmektedir.<br />
Aynı zamanda sanal fabrika çerçevesinde coğrafi konumlar göz önünde bulundurulmadan,<br />
değişik yerlerden bu sisteme katılma şansı bulunmaktadır ve böylece bu<br />
sistemin üyeleri farklı bölgelerde ve hatta ülkelerde bulunan firmalarla kolaboratif<br />
bir şekilde çalışma imkanını bulacaklardır ve böylece KOBİ’ler uluslararası satış<br />
imkanını da yakalamış olacaklardır.<br />
Şekil 2. ODAGEM Merkezli SF’nin Kurulum Aşaması<br />
Sanal Fabrika (Şekil 2) OSTİM OSB’de, merkez üssü ODAGEM olarak kurulacaktır.<br />
Bu yapı OSTIM Savunma Sanayı ve Havacılık kümesini hedef alarak kurulacaktır.<br />
Bu sistemin ana hedefi yurt içi veya yurt dışı büyük savunma sanayi firmalarından<br />
gelen büyük çapta projeleri ve istekleri daha rahat ve organize bir şekilde tek<br />
merkezde değerlendirip, uygun KOBİ’lerden teklifler toplayarak hızlıca müşteriyle<br />
temasa geçip, ve müşterinin onayını alındığı takdirde projenin başlatılmasıdır. Bu<br />
işin en önemli tarafı hızlı ve güvenilir bir biçimde müşteriye ulaşıp onun isteklerini<br />
alıp, değerlendirip ve en kısa zamanda ona dönerek, müşterinin fikrini<br />
oğrenmektedir. Neticede fırsatlar hızlı bir şekilde değerlendirilmiş olur. Açıktır ki<br />
KOBİ’lerin bu sistemde en büyük çıkarları, sürekli kapasite boşluklarını doldurabilmeleri<br />
için değişik projelere girerek farklı iş fırsatlarından yararlanabilirler ve<br />
kolaboratif şekilde teknoparklardaki araştırma firmalarıyla çalışmaları ve işbirliği<br />
sayesinde yeni tecrübeler ve teknolojiler kazanabilirler ve bu kazanımlar sayesinde<br />
daha sonra farklı işlerde ve projelerde de görev alabilirler.
400<br />
Şekil 3. SF’nin Operasyon Aşaması<br />
SF’nin oluşumundan sonraki aşamada kolaboratif konsept ürün tasarımı CATIA V6<br />
platformunda gerçekleştirilecektir (Şekil 3.). Kolaboratif tasarım aşamasından sonra<br />
ENOVIA programında gömülü olarak çalışan PLM sistemiyle entegre olunmuş ajan<br />
bazlı platformu esasında üyelerin üretim sürecindeki performansları takip edilecektir.<br />
Operasyon aşamasının ardından ürün müşteriye anlaşmada belirlendiği şekilde<br />
teslim edilecektir. Servis anlaşamaları ve son ödemelerin yapılmasının ardından,<br />
üyelerin performansı değerlendirilecektir. Bu değerlendirmeler esasında üyelere<br />
performanları tahsis edilecektir. Bu puanlar bir sonraki SF kurulumlarında üyelerin<br />
seçilmelerini olumlu veya olumsuz yönde etkileyecektir.<br />
Türkiye’nin bulunduğu coğrafiya ve dünya konjektürü gereği yüksek derecede milli<br />
kaynaklara dayalı ve bağımsız savunma sanayi sektörünün gelişimi hayati önem<br />
taşımaktadır. Milli uçak, helikopter, uzay araçları, vb projeleri çerçevesinde yürütülen<br />
çalışmaları da göz önünde alırsak, Türkiye Savunma Sanayi alanında kendine<br />
özgün ve tamamen iç kaynaklara dayalı ileri teknolojiye sahip ürünleri üretmeye<br />
mecburdur. Sanal fabrika projesinin en önemli uygulama alanı, teknoparklardaki<br />
ARGE firmalarıyla, savunma sanayinde üretim faaliyetlerinde bulunan firmalar<br />
arasında işbirliğini sağlayarak ileri teknolojiye sahip savunma ürünlerinin üretimine<br />
uygun platformu hazırlamaktır. Bu sistem ayrıca Ankara’nın Kazan ilçesinde TAI<br />
önderliğinde kurulacak olan dünyanın sayılı savunma ve havacılık kümelerinden<br />
biri olan Kazan Savunma Sanayi Kümesinde de, kuvvetli bir adaydır.
Kaynaklar<br />
401<br />
[1] Al- Safi, Y. And Vyatkin, V., (2007). An ontology-based reconfiguration agent for<br />
intelligent mechatronic systems. In: V. Marik, V.Vyatkin and A. W. Colombo, eds.<br />
HoloMAS. Berlin: Springer Verlag, 114-126, LNAI 4659.<br />
[2] Lazcano, A., Alonso, G., Schuler, C., Schuler, C., (1999). The WISE approach to Electronic<br />
Commerce, http://www.inf.ethz.ch/department/IS/iks/research/wise.html, Feb 15.<br />
[3] Alzaga, A.; Martin, J., (1999). A design process model to support concurrent project<br />
development in networks of SMEs, Networking Industrial Enterprises, Kluwer Academic<br />
Publishers, ISBN 0-7923-8639-6.<br />
[4] Bremer, C. F., Michilini, F. V. S., Siqueira, J. E. M., and Ortega L. M., (2009),<br />
VIRTEC: An example of a Brazilian virtual organization, Journal of Intelligent Manufacturing,<br />
Volume 12, Number 2, 213-221, DOI: 10.1023/A:1011260812556<br />
[5] Camarinha-Matos, L. M.; Lima, C., (2001). Cooperation coordination in virtual enterprises,<br />
Journal of Intelligent Manufacturing (Kluwer), Vol. 12, Nº 2, ISSN 0956-5515,<br />
pp. 133-150.<br />
[6] Candido, G. and Barata, J., (2007). A multiagent control system for shop floor assembly.<br />
In: V. Marik, V. Vyatkin and A. W. Colombo, eds. HoloMAS. LNAI 4659. Berlin:<br />
Springer- Verlag, 293-302.<br />
[7] Chalmeta, R., REYES, G., (2004). Performance measurement systems for virtual enterprise<br />
integration, Int. J. Computer integrated manufacturing, DOI:<br />
10.1080/0951192042000213164.<br />
[8] Daviddrajuh, R.; Deng, Z., (2000). Identifying potential suppliers for formation of<br />
virtual manufacturing systems, Proceedings of the World Computer Congress 2000,<br />
Track on Information Technology for Business Management, R. Gan (Ed.), Publishing<br />
House of Electronics Industry, pp. 278-286, ISBN 3-901882-05-7, Beijing, China.<br />
[9] Feng, W., Wang, R., (2009). Multi-Agent Based Virtual Enterprise, Proceeding of IEEE<br />
International Conference on Computer Technology and Development, ICCTD '09.<br />
[10] Frenkel, A., Afsarmanesh, H., Garita, C., and Hertzberger, L. O., (2000). Information<br />
Access Rights in Virtual Enterprises, Proceedings of the 2nd IFIP / MASSYVE<br />
Working Conference on Infrastructures for Virtual Enterprises, Pro-VE 2000, Florianopolis,<br />
Brazil.<br />
[11] Garita, C., Afsarmanesh, H., and Hertzberger, L. O., (2001). The PRODNET Federated<br />
Information Management Approach for Virtual Enterprise Support (to appear).<br />
Journal of Intellingent Manufacturing.<br />
[12] Gou, H., Huang, B., Liu, W., & Li, Y., (2001). Agent-based virtual enterprise modeling<br />
and operation control. Systems, Man, and Cybernetics, IEEE International Conference,<br />
3, 2058-2063.<br />
[13] Klen, A., P., Rabelo, R., J., Spinosa, L., M., Ferreira, A., C., (1998). Integrated<br />
Logistics in the Virtual Enterprise: The PRODNET-<strong>II</strong> approach, Proceedings IMS’98 –<br />
5th IFAC Workshop on Intelligent Manufacturing Systems, pp. 289-295, Gramado –<br />
Brazil.<br />
[14] Koppensteiner, G. et al., (2008). Ontology based resource allocation in distributed<br />
systems using director facilitator agents. In: Proceedings of the IEEE international symposium<br />
on industrial electronics, Cambridge, UK, 1721- 1726.
402<br />
[15] Merdan, M., et al., (2008). Application of an Ontology in a Transport Domain. Proceedings<br />
of the IEEE international conference on industrial technology, Chengdu,<br />
China.<br />
[16] Metes, G., Gundry, J., Bradish, P., (1998). Agile Networking, Competing through the<br />
Internet and Intranets, Prentice Hall, ISBN 0-13-760125-5.<br />
[17] Molina, A., Flores, M., (2000). Exploitation of business opportunities: The role of the<br />
virtual enterprise broker, in E-Business and virtual enterprises, L.M. Camarinha-Matos<br />
et al. (Eds.), Kluwer Academic Publishers, ISBN 0-7923-7205-0, pp.269-280.<br />
[18] Rabelo, R. J., Afsarmanesh, H., Camarinha-Matos, L.M., (2000). Federated Multi-<br />
Agent Scheduling in Virtual Enterprises, Proceedings of PRO-VE’2000 2nd IFIP /<br />
MASSYVE Working Conference on Infrastructures for Virtual Enterprises - Managing<br />
Cooperation in Virtual Organizations and Electronic Business Towards Smart Organizations.<br />
[19] Rabelo, R., Camarinha-Matos, L. M., and Afsarmanesh, H., (1998). Multiagentbased<br />
Agile Scheduling, International Journal of Robotics and Autonomous Systems,<br />
Special Issue on Multi-Agent System Applications, 27(1-2), 15-28.<br />
[20] Rocha, A., Oliveira, E. (1999), An Electronic Market Architecture for the Formation of<br />
Virtual Enterprises, in Infrastructures for Virtual Enterprises, Networking Industrial<br />
Enterprises, Eds. L. M. Camarinha-Matos and H. Afsarmanesh, Kluwer Academic Publishers,<br />
pp.421-432.<br />
[21] Sarı, B., (2006). Methodology Development for Small and Medium Sized Enterprises<br />
(SME) Based Virtual Enterprises, Doktora tezi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Ankara,<br />
Türkiye.<br />
[22] Sarı, B., Şen, T., Kılıç S. E., (2007). Formation of dynamic virtual enterprises and<br />
enterprise networks, Int J Adv Manuf Technol, 34:1246–1262, DOI 10.1007/s00170-<br />
006-0688-y<br />
[23] Siqueira, J., Bremer, C., (2000) – Action research: the formation of a manufacturing<br />
virtual industry cluster, E-Business and virtual enterprises, L.M. Camarinha-Matos et al.<br />
(Eds.), Kluwer Academic Publishers, ISBN 0-7923-7205-0, pp.261-268.<br />
[24] Ünver, H. Ö., Lotfisadigh, B., (<strong>2011</strong>). In: Handbook of Research on ICTs for<br />
Healthcare and Social Services: Developments and Applications, An Agent-based Operational<br />
Virtual Enterprise Framework enabled by RFID, pp. 649-666, IGI Global.<br />
[25] Vrba, P., Radakovic, M., Obitko, M., Marik, V., (<strong>2011</strong>). Semantic technologies: latest<br />
advances in agent based manufacturing control systems, International Journal of Production<br />
Research, 49:5, 1483- 1496.<br />
[26] WfMC - Workflow Management Coalition, (1994), The Workflow Reference Model,<br />
Document Nr. TC00 - 1003, Issue 1.1, Brussels Nov 29.<br />
[27] Yang, Z., Lin, H., (2008). Analysis of the Virtual Enterprise Partner Selection Based on<br />
Multi-agent System, Proceeding of IEEE International Conference on Computer Science<br />
and Software Engineering, pp. 516 – 519.
Özet<br />
SANAYİ AR-GE PROJELERİ<br />
DEĞERLENDİRME VE DESTEK UZMAN SİSTEM YAZILIMI<br />
“E-PRODES”<br />
Dr. Yük. Müh. Çetin KARAKAYA<br />
403<br />
Bu çalışma kapsamında geliştirilen yazılım ile sanayi ar-ge projeleri değerlendirilerek,<br />
projenin sunulacağı doğru destek programının belirlenmesi sağlanmaktadır. Bir<br />
uzman sistem mantığı ile projeyi hem destekleyecek kurum gözüyle, hem de işletmenin<br />
beklentilerini baz alacak şekilde birçok kritere göre değerlendiren yazılım<br />
geliştirilmiştir. Bu çalışmanın, Ar-Ge destek programlarına başvuruyu düşünen ve<br />
bu konularda çalışma yapan işletmelere/girişimcilere yardımcı olacağı düşünülmektedir.<br />
Böylece verimli bir ön değerlendirme yapılarak destek veren kurumlara<br />
başvuru yapılabilecek ve destek sistemleri daha etkin kullanılabilecektir. Ayrıca bir<br />
projenin veya yenilik fikrinin ar-ge/inovasyon içeriği hızlı ve etkili bir biçimde<br />
öğrenilebilecektir. Yazılım, projenin ar-ge içeriğinin zenginleştirilmesi adına önerilerde<br />
bulunabilmekte, en uygun destek programına yönlendirmekte ve destek<br />
verecek kurumun güncel başvuru dokümanlarını iş akış şeması bazında kılavuz<br />
yardımıyla verebilmektedir. Projenin doğru yere doğru şekilde sunulması için adım<br />
adım yönlendirme yapabilmektedir. Yazılım; teknoparklar, sanayi ve ticaret odaları,<br />
mesleki organizasyonlar, destek veren kurumlar, ar-ge merkezleri ve teknoloji<br />
transfer ofisleri tarafından kullanılabilmektedir.<br />
Anahtar sözcükler: Ar-Ge, inovasyon, Ar-Ge destek programları, karşılaştırmalı ar-ge<br />
destek programları, proje ön değerlendirme sistemi, proje değerlendirme yazılımı, uzman<br />
sistem yazılımı<br />
1. Giriş<br />
Günümüz rekabet koşullarında Ar-Ge ve yenilik kavramları ön plana çıkmış bulunmaktadır.<br />
Bu kavramlar Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ve<br />
Avrupa Komisyonu İstatistik Bürosu (Eurostat) ortak yayımı olan ve TÜBİTAK<br />
tarafında basım ve dağıtımı gerçekleştirilen Oslo, Frascati ve Canberra kılavuzlarında<br />
detaylı olarak ele alınmıştır. Yenilik kavramı Oslo kılavuzunda, Ar-Ge kavramı<br />
Frascati kılavuzunda, bilimsel ve teknolojik faaliyetlerin ölçümü ise Canberra<br />
kılavuzunda açıklanmaktadır. Ar-Ge kavramı önemli bir buluşu, inovasyon kavramı<br />
ise var olan bir ürün veya sistemin iyileştirilmesini başka bir deyişle yeniliği ifade<br />
etmektedir.<br />
Son yıllarda ar-ge ve inovasyon çalışmaları oldukça ivme kazanmış durumdadır. Bu<br />
ar-ge çalışmalarının büyük kısmı üniversitelerde yapılmakla beraber, dengenin<br />
sağlanması için sanayide de ar-ge çalışmaları yürütülmektedir. Sanayide gerçekleş-
404<br />
tirilen ar-ge çalışmalarına mali destek sağlanması, çalışmanın ekonomik değere<br />
ulaşmasında büyük önem taşımaktadır. Bu vesile ile sanayicilere yönelik birçok<br />
mali deste programı bulunmaktadır. Proje sahibinin mali destek programına başvurusunda<br />
bazı sıkıntılar yaşanmaktadır. Bu sıkıntıların başında hangi destek programına<br />
başvurmalıyım sorusu ön plana çıkmaktadır. İşte zaman kaybına yol açan bu<br />
süreci kısaltmak için proje ön değerlendirme ve destek yazılımı geliştirilmiştir. Bu<br />
yazılım ile projenin başarıyla tamamlanabilmesi için öncelikle doğru programa<br />
yönlendirme gerçekleştirilmektedir. Yönlendirilen destek programının değerlendirme<br />
kriterleri baz alınarak hazırlanan test ile beklentileri karşılama oranı ölçülmektedir.<br />
bu vesile ile proje sahibi kendisini sınayabilmektedir. Ayrıca destek şansı<br />
olmayan projelerin ön tespiti ile destek programları gereksiz yere meşgul edilmemektedir.<br />
2. Sistem Hakkında<br />
Türkiye' de ilk ve tek olan “Online Ar-Ge Proje Destek Sistemi” (e-prodes), bir<br />
uzman sistem yazılımıdır. Site içeriği şu aşamada tamamen “Sanayi Ar-Ge Destekleri”<br />
üzerine oluşturulmuştur. Kısa bir zaman sonra Akademisyen ve Girişimci<br />
modülleri de eklenecektir. Site içerisinde yapılan tüm işlemler sadece üyelere ait<br />
veritabanında saklanmakta ve 3. kişilerce paylaşılmamaktadır. Bilgiler yazılım<br />
tarafından sanal ortamda değerlendirilerek sonucu direkt olarak (başka bir bilgisayarda<br />
değerlendirilmeden) verilmektedir. Bu uzman sistem çalışması, kendi Ar-Ge<br />
projenizi dokümantasyon anlamında yürütebilmeniz için E-Danışman mantığı ile<br />
hazırlanmıştır.<br />
Site içeriğinde aşağıdaki çalışmalar bulunmaktadır;<br />
- Projenizin hangi destek programına uygun olduğunun değerlendirilmesi<br />
- Seçilen destek programına projenizin uygunluğunun değerlendirilmesi<br />
- Destek programlarının tanıtımı ve yol haritası<br />
- Ar-Ge ve inovasyon ile ilgili sorularınıza cevaplar<br />
- Kurumlar tarafından kamuoyu ile paylaşılan onlarca Ar-Ge ve yenilik<br />
projesi<br />
- Tarafımızdan hazırlanmış, kurumlar tarafından onaylanmış ve proje sahibi<br />
tarafından izin verilen Ar-Ge projelerinin tam metni<br />
- Ar-Ge İnovasyon ile ilgili güncel haberler<br />
- Desteklenen projenizin yürütülmesi ile ilgili destekleyici ve yol gösterici<br />
doküman paylaşımı<br />
- Ar-Ge çalışmaları yapan akademisyen, sanayici veritabanından yararlanma<br />
- İhtiyaç duyulan konularda hizmet alımı
2.1. Gizlilik ve Güvenlik<br />
405<br />
Sitede yer alan ve tarafımızdan hazırlanan projeler yalnızca sahiplerinin izni ile<br />
paylaşılmaktadır. Gizlilik Sözleşmesi gereği hiçbir bilgi proje sahibinin izni olmaksızın<br />
paylaşılmamaktadır.<br />
Site güvenlik açısından uzun yıllardır kendisini kanıtlamış hosting firması tarafından<br />
yayınlanmaktadır. Site içeriğinde yer alan tüm bilgi ve dokümanlar tamamen edanışman<br />
mantığı ile paylaşılmaktadır. Destek veren hiçbir kurumu bağlayıcı niteliği<br />
bulunmamaktadır. Bu site hiçbir destek programı ile bağlantılı değildir. Bu bilgilere<br />
göre yapılacak çalışmalar destek verilmesini zorunlu kılmaz. Bir projeye<br />
destek verilip verilmeyeceği tamamen destek veren kurumların tensiplerine maruzdur.<br />
Site içeriği konusunda uzman kişiler tarafından hazırlanmıştır. Bu site bağımsız<br />
olarak destek programlarına yönlendirme ve doğru program seçimi için hazırlanan<br />
ticari bir yazılımdır. Hiçbir kurumu bağlayıcı niteliği bulunmamaktadır.<br />
Sistemin şematik görünüşü Şekil 1’de verilmiştir.<br />
Şekil 1. E-prodes proje destek sistemi şematik görünüşü
406<br />
Uzman Sistem içerisinde yer alan proje değerlendirmeye ait içerik aşağıda sunulmuştur.<br />
- Uygun destek programı seçimi<br />
- Uygun destek programının beklentilerini karşılama oranının ölçülmesi<br />
- Uzman sistemin önerdiği destek programının iş akış şeması<br />
- Uygun programın özet bilgisi ve değerlendirme raporu<br />
- Uygun programın güncel başvuru ve izleme formları<br />
- Uygun programın raporlama zamanlarının hatırlatılması<br />
- Uzman değerlendirmesinde önemli ipuçları ve detaylı rapor<br />
2.2. E-Proje Destek Sistemi Nasıl Çalışır?<br />
E-Proje Destek Sistemi, Ar-Ge ve inovasyon ile ilgili faaliyet gösteren tüm gerçek<br />
ve tüzel kişilerin çalışmalarına yardımcı olmak amacıyla geliştirilmiştir. Uzun<br />
yıllara dayanan sanayi ar-ge birikimi online olarak çalışan bu uzman sisteme aktarılmıştır.<br />
Proje Destek Yazılımı aracılığı ile Ar-Ge niteliği taşıyan projeler için en<br />
uygun destek programını online olarak öğrenilebilmektedir. Uzmanlar tarafından<br />
hazırlanan proje destek yazılımı aracılığı ile doğru, güvenilir, etkin ve hızlı bir<br />
danışmanlık hizmetinden faydalanabilmektedir.<br />
2.3. E-Prodes Üyeliği ile Neler Yapılabilir?<br />
E-Prodes üyeliği ile sistemde var olan tüm materyallere ulaşma imkanı bulunmaktadır.<br />
Bir çok destek programına yapılan başvurulara ait örnek proje dosyaları incelenebilmekte,<br />
destek programları takvimleriyle ilgili hatırlatıcılar takip edilebilmekte,<br />
Ar-Ge ve inovasyon hakkında çeşitli makaleler okunabilmektedir.<br />
Proje değerlendirme yazılımı ile projeye en uygun destek programı öğrenebilmekte,<br />
destek programının aradığı koşulları ne kadar sağladığı ölçülebilmekte ve hatta bir<br />
uzmanın görüşlerine başvurulabilmektedir. Yazılım üzerinde sadece bir proje değil,<br />
birden fazla proje teste tâbi tutulabilmektedir. Tüm bu hizmetlere online olarak<br />
ulaşabilme imkanı sadece E-Prodes bünyesinde bulunmaktadır.<br />
2.3.1. Proje Değerlendirme Yazılımı<br />
Proje Değerlendirme Yazılımı mevcut projenin veya fikrin online web tabanlı bir<br />
yazılım ile değerlendirildiği bir sistemdir. Bu değerlendirme sonucu proje için en<br />
uygun ar-ge destek programı (mali destek için) önerilmektedir. Ayrıca ikinci aşamada<br />
ise projenin belirlenen ar-ge destek programı tarafından ne kadar kabul görebileceği<br />
ölçülmektedir. Değerlendirme sonucu bir skala üzerinde kırmızı, turuncu<br />
ve yeşil alanda konumlandırılan proje için başvuru öncesi ön bir değerlendirme
yapılmış olmaktadır. Destek verecek kurumları bağlamamaktadır. Taahhüt niteliği<br />
taşımamaktadır. İlk değerlendirme tüm üyeler için ücretsizdir.<br />
407<br />
Proje kırmızı alanda çıkar ise herhangi bir destek programına başvuru yapılması<br />
önerilmemektedir. Proje kırmızı alan ile yeşil alan içerisinde bir yerde ise bu durumdaki<br />
projeler için uzman görüşü alarak projenin yeşil alana yaklaşması sağlanabilir.<br />
Olumsuz yanıt verilen sorular olumlu olacak şekilde yapılanmaya gidilir ise<br />
uzman görüşü almadan da projenin destek veren kurum tarafından daha fazla kabul<br />
görmesi sağlanabilmektedir.<br />
Projenin tüm yönleriyle ön incelenmesinin istenmesi durumunda uzman görüşü<br />
alınması önerilmektedir.<br />
Yazılım, bilgilerin bir bilgisayara aktarıldığı ve daha sonra geri dönüş yapılan sistemlerden<br />
değildir. Projeniz anlık olarak web tabanlı değerlendirilip sonuç üretmektedir.<br />
Sorular projenizin detaylarını içermemektedir. Genel kabul gören sorular<br />
evet/hayır şeklinde yöneltilmiştir. Örneğin; projenizin ihraç potansiyeli var mıdır<br />
(evet/hayır)? Mühendisiniz var mıdır (evet/hayır)?<br />
2.4. Uzmanlara Danışma<br />
Ar-Ge ve inovasyon projelerinin Mali ve Teknik konuları ile ilgili tüm sorular<br />
konusunda uzman kişilere iletilebilmekte ve kısa zaman içerisinde geri dönüş sağlanmaktadır.<br />
Uzmanlarımızdan bazıları;<br />
Yeminli Mali Müşavir Ercan ALPTÜRK<br />
Uzmanlık Alanları: Ar-Ge Destekleri, KOBİ Destekleri, Teşvikler ve Devlet Yardımları,<br />
Elektronik Ticaretin Hukuku ve Vergilendirilmesi, Yeni Türk Ticaret Kanununda<br />
Şirketlerde Yönetim ve Denetim, Vergi Planlaması, Due Dilligence, İç Denetim,<br />
Vergi Davaları, Vergi İncelemeleri Danışmanlığı, Transfer Fiyatlandırması,<br />
YMM Tam Tasdik İncelemeleri, YMM KDV İadesi Raporlamaları, YMM Özel<br />
Amaçlı Raporlamalar, Krediler ve Teminatlar, Uluslararası Finansal Raporlama<br />
Standartları, İnşaat Muhasebesi ve Vergilendirilmesi, Yabancı Sermaye Mevzuatı,<br />
Denizcilik Sektörü, Mali Analiz<br />
Dr. Mak. Yük. Müh. Çetin KARAKAYA<br />
Uzmanlık Alanları: Ar-Ge Projelerinin Yönetimi (Tüm Süreçler), Patent, Faydalı<br />
Model, Endüstriyel Tasarım Tescili, Marka, Coğrafi İşaret Tescili<br />
End. Müh. Tunahan KIRKTEPELİ (Sakarya Teknokent Genel Müdürü)<br />
Uzmanlık Alanları: Teknopark Kanunu ve Uygulama Esasları<br />
End. Yük. Müh. Kemal SİDAR<br />
Uzmanlık Alanları: Ar-Ge stratejileri, Ulusal ve Ulusalar arası fonlar, Teknokentler,<br />
Ar-Ge merkezi, Üniversite-Sanayi işbirliği, eğitim
408<br />
Mali Müşavir Ahmet HÜSEYİNÇELEBİ<br />
Uzmanlık Alanları: Genel Muhasebe - Ar-Ge Projelerinin Muhasebeleştirilmesi<br />
Mali Müşavir Ömer ÜMİT<br />
Uzmanlık Alanları: Ar-Ge Kanunu ve Ar-Ge ile ilgili tüm mevzuatlar<br />
İşletmeci Ertuğrul YADİGAR<br />
Uzmanlık Alanları: Ar-Ge Giderlerinin Muhasebeleştirilmesi, Ar-Ge İndirimi,<br />
Teknoparklar<br />
3. Üyelik Sistemi<br />
Sistem minimum bilgiye ihtiyaç duyan ve ar-ge projesi için finansal destek almak<br />
isteyen kullanıcılar için tamamen ücretsiz olarak dizayn edilmiştir. Üyelik paketlerinde<br />
de belirtildiği gibi daha fazla bilgi ve belge ihtiyacı olması halinde bu hizmetler<br />
ücretlendirilmektedir. Tablo 1’de üyelik durumuna göre yararlanılabilecek<br />
hizmetler yer almaktadır.<br />
Tablo 1. E-Prodes Üyelik Paketleri<br />
3 adımda E-Prodes sistemi;
Bazı Örnek Projeler;<br />
409
410<br />
Bazı Dokümanlar;<br />
Bazı Makaleler;
Destek Programları;<br />
Örnek bir proje değerlendirme uygulaması görüntüsü;<br />
411
412<br />
Orta Test Hakkında:<br />
- Sorulara verilen cevaplara göre bir puanlama yapılmaktadır.<br />
- Bu puanlama sistemi uzmanlarımız tarafından oluşturulmuştur.<br />
- Sonuç web tabanlı bir yazılım tarafından değerlendirilmekte ve test sonunda<br />
hemen sonuç vermektedir.<br />
- Bilgiler web tabanlı değerlendirildiğinden 2. bir kişinin değerlendirmesine<br />
ihtiyaç bulunmamaktadır.<br />
- Bu aşamada projenizin hangi destek programına uygun olduğunu öğreneceksiniz.<br />
- Bir sonraki aşamada ise projenizin destek programı tarafından ne kadar<br />
kabul görebileceğini ölçeceksiniz.<br />
- Proje adı ve özeti, kullanıcı hesabınızdaki arşivde hangi projeyi değerlendirdiğinizi<br />
hatırlamanız için istenmiştir.<br />
- Geriye dönük işlemlerinizi ve proje değerlendirmelerinizi kullanıcı hesabınızdan<br />
görebilmektesiniz.<br />
- Teste istediğiniz zaman kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.<br />
Birkaç soru örneği;
Test Sonucu;<br />
413<br />
4. Sonuçlar ve Öneriler<br />
• Üniversite, sanayi, kamu, girişimciden oluşan geniş bir kesim için ar-ge ve<br />
inovasyon destekleri verilmektedir.<br />
• Her bir kesimin ve her bir destek programının kendine has bazı özellikleri<br />
bulunmaktadır.<br />
• Ar-Ge ve inovasyon destek programlarına başvuru yapılırken, sonuca kadar<br />
olan yolda neler ile karşılaşılacağının en baştan bilinmesi gerekmektedir.<br />
• Proje sahibinin ve destek mekanizmasının uygunluğunun sağlıklı bir şekilde<br />
değerlendirilmesi gerekmektedir.<br />
• Ar-Ge ve inovasyonun önemi her geçen gün artmakta ve ülkemizde de yaygınlaşmaktadır.<br />
• Destek veren kurumların çeşitli olması proje fikri sahibini meşgul etmektedir.<br />
• Destek programlarının başarıya ulaşması için başlangıç adımının doğru atılması<br />
ve doğru kuruma başvuru yapılması büyük önem taşımaktadır.<br />
• Ar-Ge destekleri tek bir merkez altında toplanmalıdır.<br />
• Uzman sistem yazılımı ile karar mekanizmasını hızlandırmak, ar-ge<br />
inovasyon desteklerinden daha etkin yararlanmayı beraberinde getirecektir.<br />
• Proje Değerlendirme Yazılımı mevcut projenizin veya fikrinizin online web<br />
tabanlı bir yazılım ile değerlendirildiği bir sistemdir. Bu değerlendirme sonucu<br />
projeniz için en uygun ar-ge destek programı (mali destek için) önerilmektedir.<br />
Ayrıca ikinci aşamada ise projenizin belirlenen ar-ge destek programı<br />
tarafından ne kadar kabul görebileceği ölçülmektedir. Kırmızı, turuncu<br />
ve yeşil alanda konumlandırılan projeniz için başvuru öncesi ön bir değerlendirme<br />
yapılmış olmaktadır. Destek verecek kurumları bağlamamaktadır.<br />
• İlk değerlendirme tüm üyeler için ücretsizdir.
414<br />
• Projeniz kırmızı alanda çıkar ise herhangi bir destek programına başvuru<br />
yapmanız önerilmemektedir. Projeniz kırmızı alan ile yeşil alan içerisinde<br />
bir yerde ise bu durumdaki projeleriniz için uzman görüşü alarak projenizin<br />
yeşil alana yaklaşmasını sağlayabilirsiniz. Olumsuz yanıt verdiğiniz soruları<br />
olumlu olacak şekilde yapılanmaya giderseniz projeniz destek veren kurum<br />
tarafından daha fazla kabul görecektir.<br />
• Projenin tüm yönleriyle ön incelemesi istenir ise uzman görüşü alınması önerilmektedir.<br />
• Yazılım bilgilerin bir bilgisayara aktarıldığı ve daha sonra geri dönüş yapılan<br />
sistemlerden değildir. Projeniz anlık olarak web tabanlı değerlendirilip sonuç<br />
üretmektedir. Sorular projenizin detaylarını içermemektedir. Genel kabul gören<br />
sorular evet/hayır şeklinde yöneltilmiştir. Örneğin; projenizin ihraç potansiyeli<br />
var mıdır (evet/hayır)? Mühendisiniz var mıdır (evet/hayır)? vb.<br />
Kaynaklar<br />
* Marka ve Sistem, Faydalı Model ve Marka Tescili ile 5846 Sayılı Fikri Haklar Kanunu<br />
kapsamında koruma altındadır.<br />
[1] KARAKAYA Ç. “Sanayiciler için Karşılaştırmalı Ar-Ge Destekleri” TMMOB Makine<br />
Mühendisleri Odası Konya Şubesi V. Makine Tasarım ve İmalat Teknolojileri Kongresi<br />
17-18 Ekim 2009, Rixos Otel, Konya<br />
[2] OECD “Frascati Kılavuzu” 3. Basım, TÜBİTAK Kitap Baskısı<br />
[3] OECD, Eurostat “Oslo Kılavuzu” 3. Baskı, TÜBİTAK Kitap Baskısı<br />
[4] 12 Mart 2008 tarihli, 26814 sayılı Resmi Gazete<br />
[5] www.iso.org.tr<br />
[6] www.tubitak.gov.tr<br />
[7] [www.sanayi.gov.tr<br />
[8] www.kosgeb.gov.tr<br />
[9] www.ttgv.org.tr<br />
[10] KARAKAYA Ç., SARIOĞLU E. “TÜBİTAK- TEYDEB Destek Programlarına Yapılan<br />
Proje Başvurularında Sakarya’ nın Yeri” Sakarya Ekonomi Dergisi, Sayı:63, Yıl:12<br />
ISSN 1303-0175, Sakarya Ticaret ve Sanayi Odası Yayını, Ocak-Şubat 2010, Sakarya<br />
[11] UYSAL Ü., İYİBİLGİN O., KARAKAYA Ç. "Genç Girişimcilere Verilen Ar-Ge<br />
Destekleri (Türkiye Örneği)" 3.Uluslararası Girişimcilik Kongresi, Kırgızistan-Türkiye<br />
Manas Üniversitesi, 13-15 Mayıs 2010, Bişkek, Kırgızistan<br />
[12] ALNIAK M. O., OĞUR A., ERTÜRK M., KARAKAYA Ç. "San-Tez Projelerinin<br />
Üniversite-Sanayi İşbirliğine Katkısı ve Destek Süreci" 2. Üniversite-Sanayi İşbirliği<br />
Sempozyumu, 10-11 Haziran 2009, Kocaeli<br />
[13] ALNIAK M. O., UYSAL Ü., İYİBİLGİN O., KARAKAYA Ç. "Üniversite-Sanayi<br />
İşbirliğinin Sağlanmasında Ar-Ge Projelerinin Rolü, Sorunlar ve Öneriler" Üniversite-<br />
Sanayi İşbirliği Merkezleri Platformu (ÜSİMP) Üniversite Sanayi İşbirliği Ulusal Kongresi<br />
- 2009, 7 - 8 Mayıs 2009, Eskişehir
415<br />
[14] OĞUR A., KARAKAYA Ç. "Üniversite-Sanayi İşbirliğinin Sağlanmasında Tübitak<br />
Teydeb' in Rolü ve Önemi" Üniversite Sanayi İşbirliği Sempozyumu - USİS-2007, 05-<br />
06-07 Haziran 2007, ATSO Adapazarı<br />
[15] OĞUR A., KARAKAYA Ç. "Makina Tasarım ve İmalat Sektöründe Ar-Ge Destekleri "<br />
IV. Makina Tasarım ve İmalat Teknolojileri Kongresi, 24-25 Kasım 2007, KONYA<br />
[16] OĞUR A., KARAKAYA Ç. "Makina Tasarım ve İmalat Sektöründe Ar-Ge Destekleri-<br />
1" Machinery MakinaTek Aylık İmalat ve Teknoloji Kültürü Dergisi, Mart 2008, Sayı:125<br />
[17] KARAKAYA Ç. "Sanayi Ar-Ge Projeleri İçin Uygun Destek Programı Seçim Kriterleri"<br />
International Science & Technology Conference (ISTEC 2010), 27-29 October 2010,<br />
Salamis Bay Conti Hotel, TRNC<br />
[18] KARAKAYA Ç. “ Ar-Ge ve Yenilik Destekleri – Örnek Projeler ve Karşılaştırmalı”<br />
Sakarya Ticaret ve Sanayi Odası Yayınları Yayın No: 2010/1 ISBN: 978-9944-60-773-<br />
5, Sakarya 2010<br />
[19] KARAKAYA Ç. "Makina ve İmalat Sektörü için AR-GE Projesi Ön Değerlendirme<br />
Sistemi: "e-prodes" Uzman Sistem Yazılımı" VI. Makina Tasarım ve İmalat Teknolojileri<br />
Kongresi (MATİT <strong>2011</strong>), 22-23 Ekim <strong>2011</strong>, Makina Mühendisleri Odası Konya Şubesi,<br />
MMO Yayın No: E/<strong>2011</strong>/563, Konya<br />
[20] www.e-prodes.com.tr<br />
Tüm Kitap İhtiyaçlarınız için<br />
www.tdk.com.tr<br />
Türkiye’nin İnternet Kitapçısı
416
MALZEME UYGULAMALARI<br />
VE <strong>İLERİ</strong> <strong>TEKNOLOJİLER</strong><br />
417
418
Özet<br />
FONKSİYONEL YORULMA SONRASINDA ŞEKİL BELLEKLİ<br />
NİTİ ALAŞIMININ MİKROYAPISAL KARAKTERİZASYONU<br />
Tuna ARIN<br />
Metalurji ve Malzeme Mühendisliği Bölümü, Karadeniz Teknik Üniversitesi<br />
419<br />
Bu çalışmada, sabit yük altında bulunan şekil bellekli bir yayın, fonksiyonel yorulma<br />
deney düzeneğinde rezistans gibi kullanılarak, ısıtma ve soğutma çevrimi sırasında<br />
östenit-martenzit dönüşümü yaptıktan sonra mekanik, kimyasal kompozisyon<br />
ve mikroyapısal değişimi incelenmiştir. Abbe ölçme komparatörü ile yay sabiti<br />
ölçülmüş ve paslanmaz çelik yay ile karşılaştırılarak karakterize edilmiştir. Matrisin<br />
ve çökeltilerin kimyasal ve mikroyapısal analizi SEM ve EDS analizleri ile gerçekleştirilmiştir.<br />
DSC analizleri ile dönüşüm sıcaklık değerleri belirlenmiş ve NiTi<br />
şekil bellekli alaşımların martenzitik dönüşümü sırasında görülebilen R ara fazının<br />
oluşmadığı tespit edilmiştir. Bu durum, NiTi şekil bellekli alaşımların dönüşüm<br />
mekanizmalarından birisi olan B2�B19’ faz dönüşümünün gerçekleştiğini göstermiştir.<br />
Anahtar Kelimeler: NiTi, Termoelastik Martenzitik Dönüşüm, Fonksiyonel Yorulma<br />
Abstract<br />
In this work, the compositional and microstructural change of a Ti- 51 at. % Ni<br />
alloy was studied. A resistive heating under constant load was applied in a fatigue<br />
machine forcing the SMA alloy to deform due to martensite-austenite phase<br />
transformation. As a result, functional fatigue hystherisis curves were obtained.<br />
The chemical analysis of matrix and precipitates were performed following the<br />
fatigue cycles using SEM and EDS. DSC analysis revealed the presence of<br />
B2�B19’ phase transformation which occurred with no R pre-phase formation.<br />
Tensile testing was applied up to 5 N; hystherisis behavior was observed with<br />
energy increase following the increase in the number of cycles.<br />
Key words: NiTi, Thermoelastic Martensitic transformation, Functional Fatigue<br />
I. Giriş<br />
Şekil Bellek Etkisi (ŞBE) özel bazı alaşımlarda görülen ve kısaca belirli bir sıcaklık<br />
aralığında uygulan termomekanik işlem sonrasında orijinal mikroyapısına dönebilen<br />
malzemeleri tanımlamak için kullanılır. Bu davranış temel olarak, belirli bir<br />
sıcaklıkta aniden gelişen bir martenzitik faz dönüşümüdür [1].
420<br />
Şekil Bellek Etkisi (ŞBE) ilk olarak Chang and Read tarafındn Au-Cd alaşımlarında<br />
çalışılmış ve sınırlı sayıda alaşımda gözlenmiştir [2]. 1965 yılında A.B.D Donanma<br />
Donanım Laboratuarlarında ilk şekil bellekli Nikel Titanyum alaşımı keşfedildiğinde,<br />
NiTiNOL adı altında patentlenmiştir [3]. Şekil bellekli alaşımların bilinen ilk<br />
kayda girmiş büyük çaptaki kullanımı 1971 yılında, Grumman F-14 savaş uçaklarında<br />
ki Titanyum hidrolik tüpleri birbirine bağlayan bağlantı elemanları (coupling)<br />
olarak kullanımıdır [4]. Bununla birlikte önemli bir kullanım alanı da uyarıcılardır,<br />
şekil bellekli devre uyarıcılarının (actuators) güç-ağırlık oranı çok yüksektir, ayrıca<br />
küçük boyutta imalat ve düşük güç tüketimi şekil bellekli uyarıcıların göze çarpan<br />
özellikleridir. Bu tip uyarıcılar mikro pensler ve medikal aygıtlarda kullanıma oldukça<br />
uygundur [5]. Ayrıca helisel yaydan yapılmış frenleme sistemleri [6], yapılarda<br />
sismik güvenlik barları [7], mikro elektromekanik esaslı ısı üreteçleri [8],<br />
indüktif ısıtma devre uyarıcıları [9], kimyasal buhar çöktürme metodu (CVD) ile<br />
şekil bellek etkisi kazandırılmış uyarıcı parçalar [10], ile ortodontik teller ve köprüler<br />
[11] uygulama örnekleridir. Ticari üretim işlemi genellikle yüksek vakum<br />
altında indüksiyon ergitmesi ile olur [12]. (Şekil1)<br />
Tabiattaki tüm nesnelerin olduğu gibi atomların da koordinasyon değişimine karşı<br />
gösterdikleri bir direnç vardır. Bu direnç (histerisiz) faz dönüşümleri sırasında<br />
ısıtma-soğutma çevrimi esnasında ölçülebilir belirginlikte görülür [13–17]. Bu<br />
çalışmada, Ti–51 at. % Ni alaşımının fonksiyonel yorulma sonrasında kimyasal ve<br />
mikroyapı değişimi incelenmiştir. Yorulma deney düzeneği sabit yük altındaki yaya<br />
belirli aralıklarda elektrik enerjisi vererek yayı bir rezistans şeklinde ısıtmakta,<br />
böylelikle ısınan ŞBA yay martenzit-östenit dönüşümü yaparak boyunu uzatıp<br />
kısaltarak yorulma hareketi yapmaktadır. Böylelikle kayıt altına alınan uzama değerleri<br />
ve sıcaklık değerleri ile fonksiyonel yorulma eğrileri elde edilmektedir.<br />
Sawagushi T. ve çalışma arkadaşları 50,9 at. % Ni-Ti alaşımındaki (ø 1.0; 1.2;<br />
1,4mm.) çaplarındaki farklı tellere burarak yorulma deneyi uyguladıktan sonra<br />
SEM analizi ile mikroyapı incelemesi yapmıştır [18]. Bununla beraber Ni-Ti ŞBA<br />
telin yapısal yorulma davranışını da, eğerek yorma (BRF) deney düzeneği ile incelemiş<br />
ve εa (gerinim genliği) değerlerine bağlı üç farklı sistem tespit etmişlerdir.<br />
Zhang ve Şehitoğlu deneysel ve teorik olarak yaşlandırılmış Ni-Ti alaşımlarını<br />
incelemişlerdir. DSC ve gerilme-gerinim deneyleri uygulayarak bizim çalışmamızdan<br />
farklı olarak martenzitik dönüşüm sırasında oluşan bir ara faz olan R fazını<br />
araştırmışlardır. [19].
Şekil 1. Şekil Bellekli Alaşımların Üretim Süreci<br />
421<br />
<strong>II</strong>. Deneysel Çalışma<br />
Martensitic dönüşüm sıcaklığı 55 o C olan Ni-Ti numuneleri Memory-Metalle (Weil<br />
am Rhein, Germany) firmasından temin edilmiştir. Bu standart alaşımın martenzitik<br />
dönüşüm sırasında oluşturduğu net kuvvet 2N., uzama min. 14 mm. olarak rapor*<br />
edilmiştir. Şekil 2 ŞBA numunenin Abbe komperatörüne bağlanmış halini ve boyut<br />
tanımlamalarını vermektedir.<br />
Şekil 2. Abbe komperatörle ölçülen ŞBA Yay uzamaları (±10 -3 )
422<br />
Şekil 3 Yay boyutları (Ig: Sarım sayısı, İf: Yaylanan sarım sayısı)<br />
Yay sabiti “c” was hesaplanmış ve kimyasal analizi ve mikroyapısı EDS (Energy<br />
Dispersive Spectroscopy) and SEM (Scanning Electron Microscopy) analizleri<br />
yardımı ile belirlenmiştir. ŞBA yayın boyutları (±1/100) hassasiyetli bir kumpas<br />
kullanılarak ölçülmüş ve sonuçlar Tablo 1’de verilmiştir.<br />
Tablo 1. NiTi helisel yayın boyutları<br />
D a (mm) D i (mm) D d (mm) I g I f L 0 (mm)<br />
8,00 6,10 0,95 15,5 13,5 32,50<br />
* Memory-Metalle (Weil am Rhein, Germany) ürün sertifikası<br />
Uygulanan kuvvet-uzama ilişkisi Abbe komparatör kullanılarak ölçülmüş ve sonuçlar<br />
Şekil 4’de verilmiştir.<br />
Şekil 4. ŞBA yayınKuvvet-uzama grafiği
423<br />
Şekil 4’te görüldüğü gibi, c yay sabitini belirlemek için en küçük kareler metodu<br />
kullanılmış ve eğim bulunmuştur.<br />
F -1<br />
CSMA = = tan α = 0.3513 Nm<br />
l<br />
Şekil 5 de görülen deney setinde, helisel yay gönderilen elektrik akımına direnç<br />
göstererek ısı enerjisi üretmektedir. Fazla ısınmayı engellemek ve ısıtmanın ardından<br />
süratle Ms sıcaklık seviyesine inebilmek amacıyla bir soğutma sistemi tasarlanmıştır.<br />
Soğutma işlemi gerçekleştikten sonra Ms sıcaklık seviyesinde<br />
deformasyonla martenzit oluşturmak ve martenzitik kafes düzenlemesini sağlamak<br />
amacıyla kullanılan 512 gr. lık sabit yük yay üzerine sabitlenmiştir. Yaya lehimlenmiş<br />
bir Pt-Pt10Rh termocouple ile elde edilen elektriksel potansiyel verileri<br />
deney setine eklenen Servoscribe 1 S RE 54120 (Germany) model bir kayıt cihazı<br />
ile kayıt altına alınmıştır. Sıcaklıktaki artış mV cinsinden kaydedilmiştir. Kontrol<br />
anahtarı kademeli olarak açıldığında, elektrik akımının yay üzerinde akmasına ve<br />
yayı ısıtarak şekil bellek etkisi göstermesine, sonrasında yay boyunun maksimuma<br />
ulaştırmasına olanak sağlamıştır. Boy maksimum değere ulaştıktan sonra kontrol<br />
anahtarı kapatılarak akımın geçişi engellenmiş ve yayın soğuyarak 512 gr. lık sabit<br />
yük etkisi altında büzülerek minimum boyuna inmesi sağlanmıştır. Bu çevrim 40 ve<br />
80 defa tekrar edilmiştir. mV cinsinden sıcaklık değerleri ve mm. cinsinden uzama<br />
değerleri tesbit edilmiş ve kayıt edilmiştir. Şekil 6 ve 7, yayın uzama ve sıcaklık<br />
değerleri ile oluşturulan 40 çevrim ve ardından 80 çevrim sorasında elde edilen<br />
histerisiz eğrilerini göstermektedir.<br />
Şekil 5. Fonksiyonel Yorulma Deney Düzeneği
424<br />
Sıcaklık(°C)<br />
Fonksiyonel Yorulma Histerisiz Eğrisi-40 Tekrar<br />
120<br />
100<br />
80<br />
60<br />
40<br />
20<br />
0<br />
14,00 19,00 24,00<br />
Mesafe(mm)<br />
29,00 34,00<br />
Şekil 6. Mesafe (mm.)-sıcaklık (°C) histerisiz eğrisi (yorulma periyodu: 40 tekrar)<br />
Sıcaklık (°C)<br />
140<br />
120<br />
100<br />
80<br />
60<br />
40<br />
20<br />
Fonksiyonel Yorulma Histerisiz Eğrisi-80 Tekrar<br />
0<br />
14,00 19,00 24,00<br />
Mesafe (mm)<br />
29,00 34,00<br />
Şekil 7. Mesafe (mm.)-sıcaklık (°C) histerisiz eğrisi (yorulma periyodu: 80 tekrar)<br />
Mikroyapısal Karakterizasyon<br />
Şekil Bellekli yay numune kesme işleminin ardından 1200 numara zımpara ile<br />
zımparalanmış ve elmas pasta ile parlatma işlemi ardından numune metalografik<br />
hazırlama işlemi gerçekleştirilmiştir. Dağlama ayracı olarak 40 ml HNO3 + 10 ml<br />
HF kullanılmış ve numune yaklaşık 2-3 saniye dağlanmıştır. SEM (JSM 5410 LV)<br />
and EDS (JEOL, IXRF, 5480 imaging interface) analizleri 21 °C oda sıcaklığında<br />
51 % nem oranında gerçekleştirilmiştir. Şekil 8 500X büyütmede yorulma deneyi<br />
uygulanmamış olan şekil bellekli yay numunenin mikroyapısını ve kimyasal analizini<br />
göstermektedir.
Tablo 2. Yorulmaya uğramamış ŞBA yayın EDS sonuçları (matrix)<br />
Element Işın (c/s) Şiddet Mol [Ti/(Ti+Ni)]<br />
Ti Kα 464.65 42.580wt.% 0,47<br />
Ni Kα 268.73 57.420wt.% 0,53<br />
Şekil 8. Yorulmaya uğramamış ŞBA yayın mikroyapısı 500X<br />
425<br />
Şekil 9 yorulma deneyinde 10 çevrim sonrasında oluşan büyütmedeki mikroyapıyı<br />
göstermektedir. (500X) Ti2,3Ni çökeltileri EDS analizleri ile tespit edilmiş,<br />
martenzit tabakaları bu çevrimde henüz oluşmamıştır.<br />
Şekil 9. Yorulma deneyine uğramış şekil bellekli yay numunenin mikroyapısı(10 çevrim) 500x<br />
Şekil 10 fonksiyonel yorulma deneyinde 15 çevrime maruz kalmış şekil bellekli<br />
yayın mikroyapısını 500X de göstermektedir. Matriste homojen olarak dağılmış<br />
Ti2,3Ni çökeltileri ve yeni oluşan martenzit varyantları mikroyapı fotoğrafında görülmektedir.
426<br />
Şekil 10. Fonksiyonel yorulma deneyinde 15 çevrime maruz kalmış şekil bellekli yayın mikroyapısı 500X.<br />
Şekil 11,12 fonksiyonel yorulma deneyinde 20 ve 25 çevrime maruz kalmış şekil<br />
bellekli yayın mikroyapısını 500 büyütmede göstermektedir. Gelişen martenzit<br />
varyantları belirginleşmekte, Ti2,3Ni çökeltileri ve muhtemelen parlatma-dağlama<br />
işlemleri sırasında çökeltilerin kaybı ile oluşan boşluklar tespit edilmektedir. Şekil<br />
12 martenzit tanelerinin sayılarını arttırarak iğnemsi (niddle like) yapıya dönüşmelerini<br />
göstermektedir.<br />
Şekil 11. Fonksiyonel yorulma deneyinde 20 çevrime maruz kalmış şekil bellekli yayın mikroyapısı 500X.<br />
Şekil 12. Fonksiyonel yorulma deneyinde 20 çevrime maruz kalmış şekil bellekli yayın mikroyapısı 500X.
427<br />
Şekil 13 fonksiyonel yorulma deneyinde 30 çevrime maruz kalmış şekil bellekli<br />
yayın mikroyapısını 500 büyütmede göstermektedir. Artık martenzitik yapı önceki<br />
mikroyapı fotoğraflarına göre daha belirgin hale gelmiştir. Ti2,3Ni çökeltileri ve<br />
boşluklar açıkça görülmektedir.<br />
Şekil 13. Fonksiyonel yorulma deneyinde 30 çevrime maruz kalmış şekil bellekli yayın mikroyapısı 500X.<br />
Şekil 14 fonksiyonel yorulma deneyinde 40 çevrime maruz kalmış şekil bellekli<br />
yayın mikroyapısını 500 büyütmede göstermektedir. Artan iğnemsi martenzit yapılar<br />
daha incelmiş ve NiTi matris fazında karmaşık bir şekilde görülmektedir.<br />
Şekil 14. Fonksiyonel yorulma deneyinde 40 çevrime maruz kalmış şekil bellekli yayın mikroyapısı 500X.<br />
Şekil 15 fonksiyonel yorulma deneyinde 80 çevrime maruz kalmış şekil bellekli<br />
yayın mikroyapısını 500 büyütmede göstermektedir. Artan iğnemsi martenzit yapılar<br />
daha da incelmiş ve NiTi matris fazında karmaşık bir şekilde görülmektedir.
428<br />
Şekil 15. Fonksiyonel yorulma deneyinde 80 çevrime maruz kalmış şekil bellekli yayın mikroyapısı 500X.<br />
Şekil 15 da görülen Ni-Ti faz diyagramı incelendiğinde 50 Ni–50 Ti alaşımı için<br />
600 o C’ den düşük sıcaklıklar da, TiNi and Ti2,3Ni gibi iki fazın termodinamik<br />
olarak dengede olduğu söylenebilir.<br />
Şekil 16. NiTi faz diyagramı (Otsuka ve Ren, 1999)<br />
Geri saçılan elektronlar Analizi de (BSE) fonksiyonel yorulmada faz farklılıklarını<br />
belirlemek ve vurgulamak üzere bu araştırmada kullanılmıştır. Aynı zamanda EDS<br />
analizleri gerçekleştirilmiş ve mikroyapı fotoğraflarına eklenmiştir. Şekil 17 ve18, 5<br />
mikron kalınlığında martenzit iğneleri ile boşluklara yerleşmiş çökeltileri göstermektedir.
429<br />
Şekil 17. Matrisin BSE kullanılarak çekilmiş mikroyapı fotoğrafı ve küçük kare ile gösterilen alandan<br />
alınan EDS Analizi<br />
Şekil 18. Çökeltinin BSE kullanılarak çekilmiş mikroyapı fotoğrafı ve küçük kare ile gösterilen alandan<br />
alınan EDS Analizi<br />
Isıl Karakterizasyon<br />
Element Ağırlıkça% Atomik%<br />
Ti K 46.25 51.33<br />
Ni K 53.75 48.67<br />
Toplam 100.00<br />
Element Ağırlıkça% Atomik%<br />
Ti K 69.35 73.50<br />
Ni K 30.65 26.50<br />
Toplam 100.00<br />
Şekil bellekli NiTi alaşım yayın faz dönüşüm sıcaklıklarını tespit etmek için, 0, 40<br />
ve 80 fonksiyonel yorulma çevrimine uğramış numuneler üzerinde Perkin Elmer<br />
Pyris 6 marka (M.A., USA) cihaz kullanılarak DSC (Differential Thermal Scanning<br />
Calorimetry) analizleri gerçekleştirilmiştir. Deneyler 22 o C oda sıcaklığında 0.010<br />
g. Numune üzerinde ASTM F 2005–00 Standardına uygun olarak gerçekleştirilmiştir<br />
[20].<br />
Ölçümler, gerinimsiz numunedeki martenzitten östenite dönüşümü tanımlayan As<br />
ve Af sıcaklıklarını 80.5 o C ve 122.01 o C olarak belirlemiştir. Tersinir dönüşüm<br />
sıcaklık değerleri Ms and Mf 63.82 o C ve 47.29 o C olarak tespit edilmiştir. NiTi<br />
alaşımlarında östenit martenzit dönüşümü sırasında oluşan, ara R fazı oluşumu ısıl<br />
çevrim sırasında görülmemiştir. DSC ısıtma hızı 5 o C/dak. ve ısıtma aralığı 20 o C ile<br />
150 o C arasında seçilmiştir.
430<br />
Şekil 19. Gerinimsiz NiTi ŞBA yayın DSC Analiz sonuçları. (Endothermic and exhothermic energy<br />
exchanges were indicated as positive and negative elevations attributing to austenite and martensite<br />
transformations respectively)<br />
Şekil 20. 40 fonksiyonel yorulma çevrimi sonunda NiTi ŞBA yayın DSC Analiz sonuçları.
Şekil 21. 80 fonksiyonel yorulma çevrimi sonunda NiTi ŞBA yayın DSC Analiz sonuçları.<br />
<strong>II</strong>I. Sonuçlar ve Tartışma<br />
431<br />
1. Yay sabiti (c), elastiklik modülü (E) ile doğru orantılı olarak artan bir değerdir.<br />
Elastiklik modülü’nün sıcaklıkla ters orantılı olmasına rağmen termoelastik<br />
martenzitik dönüşüm sebebiyle şekil bellekli yayın elastiklik özelliğinin çok yüksek<br />
olduğu görülmüştür. (düşük karbonlu alaşımsız çelik yaydan 2.5 kat fazla)<br />
2. Numunelerin matris yapıları incelediğinde gerinimsiz durumdaki ve 10 çevrime<br />
maruz kalmış olan numunenin mikroyapı fotoğraflarının ince ve oval taneler<br />
gösterdiği dikkat çekmektedir. Ancak çevrim sayısı 15, 20, 25 ve 30 olduğunda<br />
numunelerin tane şekillerinin giderek iğnemsi yapıda martenzit varyantlarını oluşturduğu<br />
görülmektedir. Mikroyapı fotoğrafları karşılaştırıldığında Brinson ve<br />
arkadaşlarının, (2004) [21] mikroyapı fotoğrafları ile büyük oranda örtüşme görülmektedir.<br />
3. SEM analizleri fonksiyonel yorulma deneyinin hemen ardından gerçekleştirildiğinden<br />
çökelti oluşumunun yaşlanma sebebiyle olma ihtimali yoktur. Şekil 20<br />
ve 21 kıyaslandığında, östenit faz dönüşüm sıcaklığı aniden 113.08 o C den<br />
69.75 o C ye düşmektedir. Bu durum, 80 çevrime kadar çökelti oluşumunun gerçekleşmeye<br />
devam etmesinden kaynaklanmaktadır. Çökelti oluşumu gerçekleşirken,<br />
beklendiği gibi matriste %Ti oranı da düşer (şekil 16).<br />
4. NiTi alaşımları, östenit martenzit dönüşümünü ya doğrudan B2 � B19’ şeklinde,<br />
ya da B2�R�B19’ şeklinde, ara faz (R) oluşturarak kademeli olarak gerçekleştirir<br />
[19]. DSC analizleri incelendiğinde NiTi alaşımlarının ara fazı olan<br />
engzotermik R fazı piki tespit edilememiştir (Şekil 19,20 ve 21).
432<br />
Kaynaklar<br />
[1] Bhattacharya K., (2003), Microstructure of Martensit, Oxford University Press, Oxford<br />
[2] Higgins, R.A. (1993), Engineering Metallurgy Part 1, Applied Physical Metallurgy,<br />
Cornwall<br />
[3] Ball,P., (1999), Made to Measure New Materials for 21st centaury, Prenceton<br />
Universitiy Press, New Jersey<br />
[4] Otsuka K., Wayman, C.M., (1999), Shape Memory Materials, Cambridge University<br />
Press, Cembridge<br />
[5] Jun C-J, Pei-sun M., Qin Y, (2004), “A prototype micro-wheeled-robot using SMA<br />
actuator””,Elsevier, Sensors and actuators<br />
[6] Szilagy, (2005), US 2005/0023086 A1, “Shape memory Alloy Actuated and Bender<br />
Actuated Helical Spring Brakes”, US Patent Application Publication<br />
[7] Dolce M., Cardone D., (2001), “Mechanical behaviour of shape memor yalloys for<br />
seismic applications 1-Martensite and austenite NiTi bars subjected to torsion”,<br />
Pergamon, International Journal of Mechanical Science, 43:2631-2656<br />
[8] Kirkpatrick S.,Haute T, Siahmakoun A, Adams T Mc D., Haute T, Wang Z., (2006), US<br />
2006/0162331 A1, “A Shape Memory Alloy Mems Heat Engine”, US Patent<br />
Application Publication<br />
[9] Webster John. R., (2006), US 2006/0000211 A1, “Shape Memory Material Actuation”,<br />
US Patent Application Publication<br />
[10] Villhard R. L.,Atmur R. J.,(2004), US 2004/0252005 A1, “Shape Memory Alloy Mems<br />
Component Deposited by chemical Vapor deposition”, US Patent Application<br />
Publication<br />
[11] Chen S-W, Yang C-L, (2005), US 2005/0214709 A1, “Metallic Archwires and Dental<br />
Crowns of Various Colors and Their Preparation Methods”, US Patent Application<br />
Publication<br />
[12] Mehrabi K., Bahmanpour H., Shokuhfar A., Kneissl A., (2006), “Infiluence of chemical<br />
composition and manufacturing conditions on properties of NiTi Shape memory<br />
Alloys”, Elsevier, Material Science and Engineering<br />
[13] Ortin J., Delaey L., (2002), “Histeresis in shape-memory alloys”, International Journal<br />
of Nonlinear Mechanics, 37:1275-1281<br />
[14] Yan W., Wang C.H., Zhang X.P., Mai Y-W, (2002), “Theoreical modelling of the effect<br />
of plasticity on reverse transformation in superelastic shape memory alloys”, Elsevier,<br />
Material Science and Engineering, A 354:146-157<br />
[15] Helm D., Haupt P., (2002), “Shape memory behaviour: modelling within continuum<br />
termomechanics”, Pergamon, International Journal of Solids and Structures, 40:827-849<br />
[16] Seelecke S., (2002), “Modelling the dynamic behavior of shape memory alloys”,<br />
Pergamon, International Journal of Nonlinear Mechanics, 37:1363-1374<br />
[17] Brinson L.C., Schmidt I., Lammering R., (2004), “Stres-induced transformation<br />
behavior of a polycrystalline NiTi shape memory alloy: micro and macromechanical
investigations via in situ optical microscopy”, Elsevier, Journal of the Mechanics and<br />
Physics of Solids, 52:1549-1571<br />
[18] Sawaguchi T., Kausträter G., Yawny A., Wagner M. And Egeler G. (2003) “Crack<br />
Initiation and Propagation in 50.9 at. pct. Ni-Ti Pseudoelastic Shape-Memory Wires in<br />
Bending-Rotation Fatigue” Metallurgical And Materials Transactions A v34a,<br />
December, 2003–2847<br />
[19] Zhang X. ve Şehitoğlu H., (2004), “Crystallography of the B2→R→B19' phase<br />
transformations in NiTi”,Elsevier, Material Science and Engineering, baskıda<br />
[20] ASTM International, (2000), “ASTM F 2005–00, Standard Terminology for Nickel-<br />
Titanium Shape Memory Alloys”, MA, USA<br />
[21] Brinson L.C., Schmidt I., Lammering R., (2004), “Stres-induced transformation<br />
behavior of a polycrystalline NiTi shape memory alloy: micro and macromechanical<br />
investigations via in situ optical microscopy”, Elsevier, Journal of the Mechanics and<br />
Physics of Solids, 52:1549-1571<br />
Tüm Kitap İhtiyaçlarınız için<br />
www.tdk.com.tr<br />
Türkiye’nin İnternet Kitapçısı<br />
433
434
POLİVİNİL BORAT/POLİ(METİL METAKRİLAT) KARIŞIMIN<br />
HAZIRLANMASI, NANOFİBER OLUŞUMU VE<br />
KARAKTERİZASYONU<br />
Özet<br />
Havva DİNÇ, Ozcan KOYSUREN, Mustafa KARAMAN<br />
Selçuk Üniversitesi, Kimya Mühendisliği Bölümü<br />
435<br />
Bu çalışmada, elektrospin cihazıyla polivinil borat/poli(metil metakrilat) nanofiber<br />
üretimi amaçlanmaktadır. Polivinil borat; polivinil alkol ve borik asitin<br />
kondensasyon reaksiyonuyla sentezlenmiştir. Elektrospin yapılmadan önce, fiber<br />
yapabilme kabiliyetini artırmak amacıyla polivinil borat, polimetil metakrilat çözeltisiyle<br />
karıştırılmıştır. Bu karışımdan elektrospin cihazında yüksek voltajlarda<br />
elektrospin işlemiyle homojen ve yüksek gözenekli filmler elde edilmiştir. Oluşturulan<br />
filmlerin içerisindeki 100-250 nm çap aralığında değişen nanofiberler, taramalı<br />
elektron mikroskobu (SEM) ile görüntülenmiştir.<br />
Anahtar Kelimeler: Nanofiber, Elektrospin, Polivinil borat, Poli(metil metakrilat)<br />
Giriş<br />
Fiber şekilli polimerlerin ve malzemelerin yığın özellikleri karşılaştırıldığında<br />
elektriksel iletkenlik, biyo-çözünürlük ve ultraviole rezistans gibi özelliklerinin<br />
geliştiği görülür. Fiber oluşum prosesinde son yıllarda mikron altı seviyede<br />
nanofiber üretimi yaygındır. İstenilen özelliğe ve boyuta sahip fiberler oluşturulabilir.<br />
Örneğin hacim oranına göre temas alanı artırılabilinir, gözenek boyu azaltılabilir,<br />
yapısal eksiklikler giderilebilir ve süper mekaniksel özellikte yapılar elde edilebilir.<br />
Nanofiber yapılarının membran, sensör, tekstil uygulamaları başta olmak<br />
üzere çeşitli potansiyel uygulama alanları bulunmaktadır [1].<br />
Polimer solüsyonundan elektrik yüklü jet sayesinde elektrospin işlemiyle nanofiber<br />
oluşumu benzersiz bir prosestir. Elektrospin prosesi, 2 elektrod ve kilovolt mertebesine<br />
çıkabilen DC voltaj kaynağından oluşmaktadır. Polimer, yüksek voltaj sayesinde<br />
pipet içinde tüpten fiber şeklinde düşer. Jet elektiriksel olarak yüklenmekte ve<br />
fiberin oluşumuna neden olan yükte fiberler bükülür ve fiberlerin çapı küçülür.<br />
Fiberler kollektör (toplama ekranı) yüzeyinde örümcek ağı şeklinde toplanır [2].
436<br />
Şekil 1. Elektro spin yöntemiyle nanofiber üretimi [3]<br />
Bor karbür ve bor nitrür gibi bor içeren seramikler üstün fiziksel ve kimyasal özellikte<br />
önemli malzemeler arasındadır. Bor karbür ve bor nitrür, yüksek sertlik ve<br />
yüksek erime noktası, düşük yoğunluk, kimyasal durgunluk, gelişmiş termal ve<br />
elektriksel özellikleri göstermektedir. Bu özellikleri, bor bileşiklerini ileri teknoloji<br />
uygulamaları için güçlü bir aday yapmaktadır [4-8]. Sentetik yolla borlu seramik<br />
tozlarını hazırlamak için düşük -sıcaklık polimer piroliz işleminden faydalanarak<br />
önemli polimerik öncüler geliştirilir [9-14]. Polivinil alkolün borat esteri olan<br />
polivinil borat, bor karbür tozlarının öncüsü olarak çalışılmaktadır [15-16].<br />
Polivinil alkol’den borat esterinin sentezi, kolay ve hızlı olmasına rağmen,<br />
elektrospin tekniğiyle nanofiberlerin hazırlanması için aynı şey söylenemez. Bu<br />
çalışmada, bor karbürün polimerik öncüsü olan polivinil borat, polivinil alkol ve<br />
borik asitin reaksiyonundan sentezlendi, elektrospin işlemiyle polivinil borat/<br />
polimetil metakrilat fiberler oluşturuldu.<br />
Deneysel<br />
Polivinil alkol (PVA) Inovenso Ltd tarafından ve borik asit (H3BO3) Merck tarafından<br />
temin edildi. Polivinil borat (PVB), borik asit ve PVA’nın kondensasyon reaksiyonu<br />
vasıtasıyla hazırlandı. PVA (2.0 gr) tartıldı 30 ml distile su içerisinde çözüldü<br />
ve 80 0 C’de ısıtılarak 60 dk. karıştırıldı. Aynı zamanda 2.0 gr borik asit 30 ml<br />
distile su içerisinde çözüldü ve 80 0 C’ye ısıtılan PVA çözeltisinin üzerine eklendi.<br />
Oluşan beyaz çökelek polivinil borat (PVB) 120 0 C’de 1 gün süreyle etüvde kurutularak<br />
beyaz toz halinde polivinil borat (PVB) elde edildi.
(a) (b)<br />
Resim 1. (a) PVA ve Borik asit çözeltilerinin karıştırılması (b) PVB eldesi<br />
437<br />
Elektrospin işlemi için çeşitli oranlarda çözeltiler hazırlandı. Ağırlıkça %1.5 PVB<br />
ve ağırlıkça %5 PMMA çözeltileri DMF (dimetil formamid) içerinde çözülerek<br />
hazırlandı. Bu çözeltiler 3:1, 5:1, 7.5:1, 10:1, 12.5:1 ve 15:1 PMMA: PVB ağırlık<br />
oranlarında karıştırıldı. Polivinil borat/Polimetil metakrilat nanofiberler oluşturmak<br />
için (NE-100, Inovenso) marka elektrospin cihazı kullanıldı. Hazırlanan çözeltiler<br />
enjektör yardımıyla alındı ve 0.1 ml/hr hızla besleme yapıldı. Elektriksel potansiyel<br />
fark’tan yararlanarak toplayıcı ve enjektör tipi uç arasında 30 kV gerilim sağlandı.<br />
Toplayıcı ve enjektör tipi uç arasındaki mesafe 10 cm olarak belirlendi.<br />
Polivinil borat ve polimetil metrakrilatın infrared ölçümü, Nicolet 380 model<br />
spektrometre ile gerçekleştirildi. Infrared ölçümünde kullanılan polimetil metakrilat<br />
ve polivinil borat film numuneler spin kaplama cihazında hazırlandı. Polivinil borat<br />
nanofiberin yüzey morfolojileri SEM (taramalı elektron mikroskopu) cihazında<br />
yapılan ölçümlerde tespit edildi.<br />
Sonuç ve Tartışma<br />
Şekil 2’de polivinil alkol ve polimetil metakrilat’ın FTIR spektrumları gösterilmektedir.<br />
Şekil 2. (a) saf PVB ve (b) saf PMMA, FTIR ölçümü
438<br />
PVB ve PMMA (1700-1000 cm -1 ) dalga boyları arasında birbiriyle örtüşen karakteristik<br />
pikleri vardır. 1600 cm -1 dalga boyundaki BO bandı PVB‘ın karakteristik<br />
piklerinden biridir. PMMA’nın 1600-1000 cm -1 dalga boyundaki CH3, C-O ve -O<br />
CH3 bandı pikleri gözlenmiştir.<br />
Şekil 3. (a) 3-1( PMMA/ PVB), (b) 5-1 (PMMA/ PVB) ve (c) 7.5-1 (PMMA/PVB) karışımların FTIR ölçümü<br />
Şekil 3. (a) 10-1( PMMA/ PVB), (b) 12.5-1 (PMMA/ PVB) ve (c) 15-1 (PMMA/PVB) karışımların FTIR<br />
ölçümü<br />
Elektrospin yapabilmek için polimer sıvı halde olmalı, polimer solüsyonu yada<br />
erimiş polimer halinde olmalıdır. Elektrospin için, polivinil borat solüsyonu ağırlıkça<br />
%1.5 konsantrasyonunda hazırlandı çünkü daha yüksek konsantrasyonlarda su<br />
içerisinde çözünmedi. Elektrospining işlemi polimer sıvı ile indüklenmiş uç arasında<br />
yüksek voltaj uygulanmasıyla gerçekleştirilir. Şırıngadan pompa yardımıyla şarj<br />
edilmiş uca polimer sıvı gönderilir. Şarj edilmiş uçta damla şeklinde sıvı oluştuğunda<br />
yüksek gerilimin etkisiyle jet oluşur. Ağırlıkça %1.25’den seyreltik polivinil<br />
borat solüsyonu hazırlandığında jet oluşumu için gerekli Taylor hunisinin oluşmadığı,<br />
dolayısıyla elektrospin gerçekleşmedi görüldü. Bundan dolayı elektrospin
439<br />
deneylerinde polivinil borat solüsyonu ağırlıkça %1.5 bileşiminde seçildi. Fakat<br />
yalnızca polivinil borat solüsyonu ile elektrospin prosesi gerçekleştirilememiştir.<br />
Nanofiber yapılar elde etmek için elektrospin prosesine uygun bir polimerle<br />
polivinil boratı karıştırmaya ihtiyaç duyuldu, çünkü polivinil borat genel çözücülerde<br />
neredeyse çözülememekte ve yüksek elektrik alanında fiber çekimine engel<br />
olacak seviyede düşük çözelti viskozitesi göstermektedir[2,16,17]. Nanofiber karışım<br />
elde etmek için elektrospin olabilen bir polimer polimetil metakrilat kullanıldı.<br />
Bu amaç için altı farklı kompozisyonda PMMA-PVB çözeltileri hazırlandı. Bu<br />
kompozisyonlardan 3 tanesi olan 3/1, 7.5/1 ve 12.5/1 oranlarındaki karışımların<br />
SEM görüntüleri aşağıda (Şekiller 4-6‘da) gösterilmektedir. Çapları 100-250 nm<br />
civarında değişen polivinil borat/polimetil metakrilat fiberler elde edilmiştir.<br />
Polimetil metakrilat oranı artıkça fiber çapının da arttığı gözlemlenmiştir.<br />
Sem Görüntüleri<br />
Şekil 4. Ağırlıkça 3/1 oranında PMMA:PVB içeren nanofiber kaplamanın SEM görüntüsü
440<br />
Şekil 5. Ağırlıkça 7.5/1 oranında PMMA:PVB içeren nanofiber kaplamanın SEM görüntüsü<br />
Şekil 6. Ağırlıkça 12.5/1 oranında PMMA:PVB içeren nanofiber kaplamanın SEM görüntüsü
Kaynaklar<br />
1. Gopal R., Zuwei, M.; Kaur, S.; Ramakrishna, S. Surface Modification and Application<br />
of Functionalized Polymer Nanofibers; in Topics in Applied Physics, Mansoori, G. A.;<br />
George, T. F.; Assoufid, L.; Zhang G.; (Ed.), Springer: New York, 2007, Chap 4.<br />
2. Ramakrishna, A.; Fujihara, K.; Teo, W. E.; Lim, T. C.; Ma, Z. An Introduction to<br />
Electrospinning and Nanofibers; World Scientific Publishing: London, 2005.<br />
3. İbrahim USLU, (2009) .Elektro-eğirme yöntemi bor katkılı aluminyum asetat nanolif<br />
malzemelerin eldesi. Tübav Bilim Dergisi, (267), 266-270<br />
4. Sezer, A. O.; Brand, J. I. Mater. Sci. Eng. 2001, B 79, 191.<br />
5. Han, Z.; Li, G.; Tian, J.; Gu, M. Mater. Let. 2002, 57, 899.<br />
6. Karaman, M.; Ozbelge, H. O.; Sezgi, N. A.; Dogu, T. AIChE J. 2006, 52, 4161.<br />
7. Karaman, M.; Ozbelge, H. O.; Sezgi, N. A.; Dogu, T. AIChE J. 2009, 55, 701.<br />
8. Karaman, M.; Ozbelge, H. O.; Sezgi, N. A. AIChE J. 2009, 55, 2914.<br />
9. Yanase, I.; Ogaware, R.; Kobayashi, H. Mat. Let. 2009, 63, 91.<br />
10. Mondal, S.; Banthia, A. K. J Europ. Ceramic Soc. 2005, 287.<br />
11. Abd-El-Aziz, A. S.; Carraher, C. E.; Pittman, C. U.; Zeldin, M. Macromolecules<br />
Containing Metal and Metal-Like Elements, Boron Containing Polymers; Wiley<br />
Interscience: New Jersey, 2007.<br />
12. Miele, P.; Toury, B.; Cornu, D.; Bernard, S. J. Organomet. Chem. 2005, 690, 2809.<br />
13. Wynne, K. J.; Rice, R. W. Ann. Rev. Mater. Sci. 1984, 14, 297.<br />
14. Sneddon, L. G.; Mirabelli, M. G. L.; Lynch, A. T.; Fazen, P. J.; Su, K.; Beck, J. S. Pure<br />
Appl. Chem. 1991, 63, 407.<br />
15. Sneddon, L. G.; Mirabelli, M. G. L. J. Am. Chem. Soc. 1988, 110, 3305.<br />
16. Paine, R. T.; Narula, C. K. Chem. Rev. 1990, 90, 73.<br />
17. Xu, Q.; Li, Y.; Feng, W.; Yuan, X. Synt. Met. 2010, 160, 88.<br />
441
442
Özet<br />
YÜKSEK BASINÇ PEM ELEKTROLİZÖRLERİNDE<br />
SIZDIRMAZLIK İÇİN HÜCRE DİZAYNI GELİŞTİRİLMESİ<br />
M. Caner ACAR, , Mahmut D. MAT, Ö.Faruk SELAMET, Adem ÇİÇEK<br />
Niğde Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Makine Mühendisliği Bölümü<br />
443<br />
Fosil yakıt kaynaklarının giderek tükenmesi ve buna karşın nüfusun artmasıyla<br />
birlikte artan enerji ihtiyacı yenilenebilir temiz rüzgar ve güneş enerjisine ilgiyi<br />
arttırmıştır. Fakat bu enerji kaynaklarının sürekli olmaması (rüzgar enerjisinin<br />
sadece rüzgarlı havalarda, güneş enerjisinin gündüz ve bulutsuz havalarda) aynı<br />
zamanda araçlara ve mobil cihazlara uygulanamaması hidrojeni enerji taşıyıcı olarak<br />
ön plana çıkarmıştır. PEM elektrolizörleri rüzgar ve güneşten elde edilen elektrik<br />
enerjisi ile suyu parçalayıp hidrojen elde edilebilmekte ve hidrojen direk veya<br />
depolanarak enerjiye ihtiyaç duyulan her yerde kullanılabilmektedir. Bu çalışmada<br />
suyu elektrik enerjisi ile ayrıştırarak yüksek basınçta hidrojen elde edebilen bir<br />
PEM elektrolizörü geliştirilmiş ve yüksek basınçta sızdırmazlık için birçok dizayn<br />
geliştirilmiş ve geliştirilen dizaynlar test edilmiştir.<br />
Anahtar Kelimeler: PEM elektrolizörler, sızdırmazlık elemanı, yüksek basınç.<br />
1. Giriş<br />
Günümüzde fosil enerji kaynaklarının aşırı kulanım sonucu hızla tükenmesi ve<br />
artan kirliliğin insan sağlığını tehdit edecek boyutlara ulaşması, araştırmacıları<br />
alternatif yakıt arayışına itmiştir. Bu konuda hidrojen gazı özellikleri sayesinde ön<br />
plana çıkmıştır. Hidrojen fosil ve biyo-yakıtlardan elde edilebildiği gibi suyun<br />
elektroliz yöntemiyle parçalanması sonucuyla da üretilebilmektedir. Sudan elde<br />
edilebilirliği sayesinde sonsuz bir enerji kaynağı olarak görülen hidrojen, günümüz<br />
teknolojisinde oldukça önem kazanmıştır. Her geçen gün kullanım miktarı ve alanı<br />
artarak devam etmektedir. Hidrojenin çevre dostu olması, elde edilebilme potansiyeli,<br />
geleneksel yakıtlara göre yüksek verimi ve kullanım alanı çeşitliliği, yakın<br />
gelecekte en gözde enerji kaynağı olmasını sağlamaktadır.<br />
Hidrojen çeşitli yöntemlerle elde edilebilmektedir. Bu yöntemlerden bir tanesi de<br />
suyun elektrolizidir. Su, elektrolizör hücresinde meydana gelen elektrokimyasal<br />
reaksiyonlar sonucu hidrojen ve oksijene parçalanarak elde edilen hidrojen daha<br />
sonra depolanmaktadır. Suyun hücre içerisinde parçalanarak hidrojen elde edilmesi<br />
çeşitli sorunları da beraberinde getirmektedir. Bu sorunlardan en önemlisi sızdırmazlık<br />
problemidir. Gerek elektrolizörlerde gerekse yakıt pillerinde bu problemin
444<br />
giderilmesi, bu sistemlerin verimlerini arttırmakta ve meydana gelebilecek olumsuzlukları<br />
ortadan kaldırmaktadır.<br />
Literatürde sızdırmazlık probleminin etkilerini incelemek ve bu problemlerin önüne<br />
geçmek için çeşitli çalışmalar yer almaktadır. Ancak bu çalışmalar, farklı hücre<br />
dizaynlarının geliştirilmesinden ziyade, kullanılan sızdırmazlık elemanına göre<br />
yapılmıştır. Lin ve ark. [1] bir katı oksit yakıt pili yığını dizayn ederek bu dizaynda<br />
sızdırmazlık elemanı olarak mika esaslı bir conta kullanmışlardır. Kullanılan ticari<br />
bir analiz programı ile mika esaslı contanın yığın içerisinde meydana gelen ısıl<br />
gerilmelere etkisini göstermek istemişlerdir. Bu işlem sırasında 0.6 MPa basıncını<br />
optimum sıkışma basıncı olarak belirlemişlerdir. Kullanılan sızdırmazlık elemanının<br />
daha önce kullanılan cam seramiğe göre yığın içinde meydana gelen ısıl gerilmeleri<br />
önemli bir ölçüde etkilediğini belirlemişlerdir. Polimer elektrolit yakıt pilinin<br />
(PEFC) uzun dönem çalışması sırasında sızdırmazlık elemanında meydana gelen<br />
bozulmanın yakıt pili hücresine etkileri Schulze ve ark. [2] tarafından incelenmiştir.<br />
Bu çalışmada sızdırmazlık elemanının, hidrojen ve oksijenin hücre içerisinde karışmasını<br />
önlemek açısından önemli bir yere sahip olduğu vurgulanmıştır. Schulze<br />
ve ark. [2] yakıt pili hücresini belirli bir süre çalıştırdıktan sonra hücreyi oluşturan<br />
bileşenlerde meydana gelen değişiklikleri incelemişlerdir. Doğrudan temas halinde<br />
olan membran ve silikon contanın bazı kısımlarında gözle görülebilir bozulmaların<br />
olduğunu tespit etmişlerdir. Membranın, sızdırmazlık elemanı ile temas halinde<br />
olan bu kısımlarının renk değişimine uğradıklarını görmüşlerdir. Elde edilen bu<br />
gözlemlerle birlikte taramalı elektron mikroskobu ve enerji ayırıcı X-ray analizi ile<br />
sızdırmazlık elemanı ve membrandaki değişimleri incelemişlerdir. Taniguchi ve<br />
ark. [3] katı oksit yakıt pilinde sızdırmazlık malzemesi olarak kullandıkları seramik<br />
fiberin ısıl çevrimler üzerinde olumlu etki yaptığını gözlemlemişlerdir. Bu çalışmalarını<br />
yaparken 200 mm x 150 mm x 4 mm boyutlarında tekli yakıt pili hücresi<br />
kullanmışlardır.<br />
Literatürde PEM yakıt pili ve katı oksit yakıt pilinde sızdırmazlık üzerine birçok<br />
çalışma olmasına rağmen PEM elektrolizörlerde sızdırmazlık konusunda herhangi<br />
bir çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada yüksek basınçta (50 bar’a kadar) çalışan<br />
PEM elektrolizörlerinde sızdırmazlık kapsamlı bir şekilde incelenmiş sızdırmanın<br />
önlenmesi için birçok dizayn geliştirilmiş ve test edilmiştir.<br />
2. Deney Düzeneği<br />
Yüksek basınç PEM elektrolizörü sızdırmazlık çalışmalarında kullanılan deney<br />
düzeneği Şekil 1’de verilmiştir. Su elektrolizör hücresine su tankından yüksek<br />
basınç pompası ile gönderilmektedir. Elektrolizörün anot kısmına gelen su, bilgisayar<br />
ile kontrol edilen güç kaynağından verilen elektrik enerjisi ile hidrojen ve oksijene<br />
parçalanmaktadır. Oksijen ve bir miktar su anot tarafından su tankına iletilmektedir.<br />
Daha sonra oksijen gazı oksijen tankına gönderilerek depolanmaktadır.
445<br />
Katot bölgesine geçen hidrojen, saflığının iyileştirilmesi için kurutuculardan geçirilmektedir.<br />
Sonra da hidrojen tankında 50 bar basınçta depolanmaktadır. Sistemde<br />
yer alan su tankı ve elektrolizör hücresinin sıcaklık değişimleri, sıcaklık kontrolü<br />
yapan cihazlarla sürekli olarak takip edilmektedir. Sızdırmazlık problemlerinin<br />
çözümü için geliştirilen elektrolizör hücresi tasarımları bu deney düzeneğinde test<br />
edilmektedir. Deney düzeneği sabit olup elektrolizör hücresi tasarımları farklılık<br />
göstermektedir.<br />
Şekil 1. Yüksek basınç PEM elektrolizör hücresine ait deney düzeneği<br />
3. Deneysel Çalışma ve Sonuçlar<br />
Yüksek basınç PEM elektrolizörlerinin tasarımı yapılırken dikkate alınması gereken<br />
faktörlerden birisi de sızdırmazlıktır. Yapılacak olan çeşitli elektrolizör dizaynları<br />
ve kullanılacak hücre elamanlarının her biri seçilecek sızdırmazlık elemanı göz<br />
önünde bulundurularak belirlenmelidir.<br />
Niğde Üniversitesi’nde geliştirilen yüksek basınç PEM elektrolizöründe gaz kaçaklarına<br />
neden olabileceği düşünülen pek çok çalışma yapılmıştır. Ancak bu makalede<br />
sadece sistem açısından olumlu sonuçlar veren çalışmalara değinilmiştir.<br />
3.1. Izgara Kalınlığının Homojenliği ve Teflon Çerçeve Kullanımı<br />
Yüksek basınç PEM elektrolizörlerinde, hücre içinde ve dışında meydana gelen gaz<br />
kaçaklarının nedenlerinden bir tanesi, ızgara kalınlıklarının homojen dağılıma sahip
446<br />
olmamasıdır. Izgara kalınlığının her bölgede eşit veya birbirine çok yakın değerlerde<br />
olması sızdırmazlık elemanın belirlenen sızma bölgesine daha iyi bir temasta<br />
bulunabilmesi anlamına gelmektedir. Bu da gaz kaçaklarını önleyici etki yapacaktır.<br />
Bu kalınlığın ızgara üzerinde düzgün dağılmasını sağlamak için çeşitli yöntemler<br />
mevcuttur.<br />
Şekil 2’de gösterilen ve basınç kağıtları kullanılarak elde edilebilen aşağıdaki yöntem<br />
bunlardan bir tanesidir. Şekil 2.a’da ızgaranın doğrudan temas ettiği basınç<br />
kağıdı üzerindeki bazı kısımlarda izlerin tam olarak belirginleşmediği görülebilmektedir.<br />
Buradan yola çıkarak ızgara üzerindeki kalınlık dağılımının düzgün olmadığını<br />
söyleyebiliriz. Yine benzer olarak Şekil 2.b’de ızgaranın basınç kağıdı<br />
üzerinde bıraktığı izlerden anlaşılacağı üzere düzgün bir dağılımın olmadığı görülebilmektedir.<br />
Şekil 2.c’de ise daha önceki ızgara gruplarına göre daha iyi bir temasın<br />
sağlandığı dolaysıyla kalınlık dağılımının düzgün olduğu söylenebilir. Böylece son<br />
ızgara kalınlığı ile elde edilen sonuca göre sızdırmazlık elemanının sızma alanına<br />
daha homojen bir baskı ile temas edeceğini söylemek mümkündür.<br />
Yapılan deneyler sonucu elde edilen verilere göre, düzgün dağılıma sahip bir ızgara<br />
grubu ile teflon çerçevelerden oluşan bir hücrede 10-15 bar arasında değişen basınç<br />
değerlerine ulaşılmıştır.<br />
a. b. c.<br />
Şekil 2. Farklı ızgara gruplarının basınç kağıdı üzerinde bıraktıkları izler<br />
3.2. Sıkma Basıncının Etkisi<br />
Sıkma basıncının belirlenmesi de gaz kaçaklarının önüne geçilmesi açısından önemli<br />
bir yere sahiptir. Bu basınç değerinin yüksek değerlerde tutulması sızdırmazlık<br />
elemanına zarar verirken düşük değerlerde olması halinde ise gaz kaçakları meydana<br />
gelecektir. Bu yüzden sızdırmazlık elemanının sızma yüzeyine iyi bir şekilde<br />
tutunmasını sağlamak için optimum bir sıkma basıncının belirlenmesi gerekmektedir.<br />
Ayrıca uygun bir sıkma basıncı gaz kaçaklarını önlemesinin yanı sıra kontak<br />
direncini azaltacağından hücre performansını arttırıcı yönde de etki yapacaktır.<br />
Elektrolizör hücresinde, kullanılan ayarlı tork metre ile seçilen farklı sıkma değerlerinde<br />
basınç deneyleri yapılmıştır. Kaçaklar olmaksızın, elektrolizör hücresinde en
447<br />
yüksek gaz basıncının elde edildiği ve sızdırmazlık elemanının deformasyona uğramadığı<br />
optimum bir sıkma basınç değeri belirlenmiştir. Belirlenen bu sıkma değeri<br />
ile yapılan deneyler sonucu elektrolizör hücresinde 20 bar basınca ulaşılmıştır.<br />
3.3. Metal Çerçevelerin Kullanılması<br />
Proje kapsamında yüksek basınç PEM elektrolizörü için hedeflenen basınç değeri<br />
50 bar’dır. Ancak şimdiye kadar yapılan işlemler sonucunda maksimum 20 bar<br />
basınç seviyelerine ulaşılabilmiştir.<br />
Yüksek basınç PEM elektrolizör hücre bileşenlerinde yapılan iyileştirmeler sonucu<br />
elde edilen değerlere göre özellikle 20 bar ve üzeri basınç değerlerinde hücre içinde<br />
ve dışında gaz kaçaklarının olduğu tespit edilmiştir. Bunun sebebinin sızdırmazlık<br />
elemanının sızma yüzeyine iyi bir şekilde tutunamadığından kaynaklanabileceği<br />
üzerinde durulmuştur. Bundan dolayı yapılan araştırmalar ve literatür taramaları bu<br />
yönüyle ele alınmıştır. Araştırmalar sonucunda, hücre içerisinde kullanılan teflon<br />
çerçevelerin yerine metal çerçevelerin kullanılmasının bu sorunun çözümünde etkili<br />
olacağı düşünülmüştür.<br />
Bu kapsamda yapılan yeni tasarım, metal çerçevelerin kullanımı ile elde edilmiştir.<br />
Şekil 3.a’da teflon malzemesi kullanılarak elde edilen tasarım yer alırken Şekil<br />
3.b’de metal çerçeveler kullanılarak elde edilen tasarım gösterilmiştir. Şekil 3.b’de<br />
gösterilen hücre dizaynı ile yapılan deneylerde 40-45 bar basınç aralığında gaz<br />
basınçlarına ulaşılmıştır. Burada, yeni tasarım ile elde edilen yüksek basınç değerleri<br />
için; sızdırmazlık elemanının metal yüzeye daha iyi tutunduğunu, sıkışma basıncından<br />
dolayı teflonun değişik noktalarında meydana gelen gerilme farklılıklarının<br />
önüne geçildiğini ve daha sabit bir sıkışmanın gerçekleştiğini söyleyebiliriz.<br />
Şekil 3.a Teflon çerçeve kullanımı Şekil 3.b Metal çerçeve kullanımı<br />
3.4. Sızdırmazlık Elemanı Temas Bölgesinin Büyütülmesi<br />
Metal çerçevelerin kullanılması ile yüksek basınç PEM elektrolizöründe ulaşılabilen<br />
basınç değeri yaklaşık olarak iki kat artmıştır. Ancak yeni tasarım ile hedeflenen
448<br />
50 bar basınç değerine yaklaşılmasına rağmen bu değer elde edilememiştir. 50 bar<br />
basınç değerine ulaşabilmek için yeni fikirler ortaya atılmış ve mevcut tasarım<br />
üzerinden yeni dizaynlar geliştirilmiştir.<br />
Sızdırmazlık elemanı temas bölgesinin büyütülmesi ile elde edilen son tasarım,<br />
sızdırmazlık elemanı için daha geniş bir temas alanı sağlayarak gaz kaçaklarının<br />
önüne geçilmesinde etkili olmuştur. Şekil 4’te yüksek basınç PEM elektrolizörüne<br />
ait CAD çizimi yer almaktadır. Böylece elde edilen yeni tasarım, yüksek basınç<br />
PEM elektrolizörüne son şeklini vererirken hedeflenen 50 bar basıncın daha üstündeki<br />
değerlere ulaşılmıştır.<br />
Şekil 4. Yüksek basınç PEM elektrolizör hücresinin CAD çizimi.<br />
Yapılan farklı tasarımlar neticesinde farklı basınç değerlerinin elde edilebildiği<br />
görülmüştür. Şekil 5 bu tasarımlarla elde edilen basınç-tasarım eğrisini göstermektedir.<br />
Burada 1 numara teflon çerçeve kullanılarak yapılan tasarımı, 2 numara belirlenen<br />
optimum sıkma basıncını, 3 numara metal çerçeve kullanılarak yapılan<br />
tasarımı ve 4 numara da yüksek basınç PEM elektrolizörünün en son halini ifade<br />
etmektedir.<br />
Şekil 5. Farklı tasarımlarla elde edilen basınç-tasarım eğrisi
4. Sonuçlar<br />
449<br />
Bu çalışmada yüksek basınçta çalışan PEM elektrolizöründe sızdırmazlık için birçok<br />
dizayn geliştirilmiş ve test edilmiştir. Geliştirilen her dizaynda eşit basınç dağılımının<br />
sağlanması için basınç plakası ile test yapılmıştır. Yüksek basınçlarda,<br />
sadece teflon sızdırmazlık elemanı yerine sızdırmazlık elemanının metal çerçeve<br />
içine yerleştirilmesi ve sızdırmazlık elemanının basma yüzeyinin arttırılmasının<br />
sızdırmazlığı iyileştirdiği tespit edilmiştir.<br />
Kaynaklar<br />
[1] C.K. Lin, Ling-Hao Huang, L.K. Chiang, Y.P. Chyou, J. Power Sources 192 (2009) 515-<br />
524<br />
[2] M. Schulze, T. Knöri, A. Schneider, E. Gülzow, J. Power Sources 127 (2004) 222-229.<br />
[3] S. Taniguchi, M. Kadowaki, T. Yasuo, Y. Akiyama, Y. Miyake, K. Nishio, J. Power<br />
Sources 90 (2000) 163-169.<br />
Teşekkür<br />
Çalışmanın gerçekleşmesi için 106G086 nolu proje ile mali destek sağlayan<br />
TÜBİTAK’a ve yüksek basınç PEM elektrolizöründe kullanılan çeşitli hücre bileşenlerinin<br />
imalatını gerçekleştiren Hidroenerji firmasına teşekkürü bir borç bilirim.<br />
Tüm Kitap İhtiyaçlarınız için<br />
www.tdk.com.tr<br />
Türkiye’nin İnternet Kitapçısı
450
MİKROALAŞIMLI ÇELİKLERDE GERİNME KATKILI<br />
ÇÖKELTİ OLUŞUMU<br />
Ersoy ERİŞİR<br />
Kocaeli Üniversitesi, Metalurji ve Malzeme Mühendisliği Bölümü<br />
451<br />
Günümüzde teknoloji ilerledikçe çeliklerden beklenen mekanik özellikler de sürekli<br />
artmaktadır. Buna bağlı olarak çelik parçaların üretiminde yeni prosesler ve malzemelere<br />
ihtiyaç duyulmaktadır. Yüksek mukavemetli çökelti sertleşen ferritikperlitik<br />
çelikler, özellikle otomotiv sanayinde dövme ile üretilen parçalarda kullanılmaktadır.<br />
Bu çelikler vanadyum ile mikroalaşımlama sayesinde çökelti sertleşmesi<br />
üzerinden -ısıl işlem uygulanmaksızın- dövme sonrası istenen mukavemete<br />
ulaştırılabilirler. Ancak hem yüksek mukavemet hem de yüksek tokluk gerektiğinde,<br />
çökelti sertleşmesi ile birlikte tane inceltme elde edilmesi en uygun seçenektir.<br />
Bu amaçla, düşük karbonlu sıcak haddelenmiş çeliklerde mikroalaşımlama ve sıcak<br />
deformasyon üzerine çok sayıda araştırma yapılmıştır. Ancak, yüksek mukavemetli<br />
çökelti sertleşen ferritik perlitik çelikler üzerinde fazla durulmamıştır. Bunun nedeni,<br />
orta karbonlu bu çeliklerin düşük karbonlu çeliklere göre farklı mikroalaşımlama<br />
prensiplerine sahip olmalarıdır. Bu çalışmanın amacı mikroalaşımlı bir çeliğin sıcak<br />
deformasyonu sırasında oluşan gerinme katkılı çökeltilerin oluşumunun incelenmesidir.<br />
Gerinme katkılı çökelmenin belirlenmesi için 875-1100 ºC sıcaklık aralığında<br />
sıcak basma testleri yapılmıştır. Bu testler sırasında 0.34%C-0.045%Nb-0.019%Ti-<br />
0.037%V çeliği kullanılmıştır. Elde edilen sonuçlar offset yöntemi kullanılarak<br />
analiz edilmiştir. Nihai olarak analiz sonuçlarından çökelti-zaman-sıcaklık (ÇZS)<br />
diyagramları elde edilmiştir.<br />
Anahtar kelimeler: Mikroalaşımlı çelikler, gerinme katkılı çökelme, sıcak deformasyon,<br />
çökelti kinetiği<br />
1. Giriş<br />
Yüksek mukavemetli çökelti sertleşen ferritik-perlitik çelikler, dövme ile üretilen<br />
parçalarda kullanılan orta karbonlu çelikler olup mikroalaşım elementi içermektedirler.<br />
Bu nedenle, mikroalaşımlı dövme çelikler olarak da anılan bu çelikler krank<br />
mili, biyel kolu, akslar ve miller gibi bir çok otomobil aksamının üretimin kullanılmaktadırlar<br />
[1-4]. Mikroalaşımlı dövme çeliklerden üretilen parçalar, su verme<br />
işlemine gerek duyulmadan dövme sonrası konumda (as forged) kullanıma hazır<br />
hale gelirler (Şekil 1). Bu sayede maliyet azaldığından dolayı, mikroalaşımlı dövme<br />
çeliklerin kullanım alanları da genişlemiştir [5]. Martenzitik bir çelik ile karşılaştırıldığında<br />
mikroalaşımlı dövme çeliklerin mekanik özellikleri yalnızca kimyasal<br />
bileşimlerine ve termomekanik işleme bağlıdır (Şekil 2). Mikroalaşımlı dövme<br />
çeliklerin mikroyapısı genelde ferritik-perlitiktir. Gerekli olan mukavemet seviyesi
452<br />
mikroalaşım elementleri ile oluşturulan tane inceltme ve çökelti sertleşmesi mekanizmaları<br />
üzerinden sağlanır. Çözünmemiş durumdaki mikroalaşım elementinin<br />
karbonitrür çökeltileri östenitleme ve termomekanik işlem sırasında tane boyutu<br />
kontrolü sağlar. Mikroalaşım elementi karbonitrürleri ayrıca östenit ve ferritte çökelerek<br />
önemli miktarda çökelme sertleşmesi gösterirler, ancak bu mekanizma aynı<br />
zamanda bir miktar tokluk kaybına yol açar [6,7]. Mikroalaşımlı dövme çeliklerinde<br />
proses geliştirme ve mikroyapı oluşumu üzerine çeşitli çalışmalar yapılmıştır.<br />
González-Baquet ve çalışma arkadaşları [8], iki kademeli soğutma ile ferritikbeynitik<br />
bir mikroyapı elde ederek tokluk ve mukavemeti artışı sağlamışlardır.<br />
Diğer bir çalışmada [9], Rasouli ve çalışma arkadaşları ise iğnesel ferrit mikroyapısı<br />
ile 30MnVS6 çeliğinde mukavemet ve sünekliği artırmışlardır.<br />
a) b)<br />
Şekil 1. a) Su verilmiş ve temperlenmiş çelikler ve b) mikroalaşımlı dövme çelikler için proses akışı [8].<br />
Şekil 2. Mikroalaşımlı ferritik-perlitik dövme çeliklerde nihai mikroyapı ve mekanik özellikleri etkileyen<br />
metalurjik mekanizmalar.
453<br />
Diğer yandan, mikroalaşımlı dövme çeliklerinin direkt dövme sonrası ısıl işlemsiz<br />
halde kullanıldıkları düşünülürse nihai mikroyapı çok büyük önem kazanır. Malzemenin<br />
sıcak deformasyon koşulları altında akma davranışının karakterize edilmesi,<br />
üretilen parçanın özelliklerinin optimizasyonu ve kontrolü açısından gereklidir [10-<br />
12]. Yüksek sıcaklıkta deformasyon sırasında yeniden kristallenme mikroalaşım<br />
elementleri Ti, Nb ve V tarafından engellenebilmektedir. Ti ve V çökeltileri ile<br />
etkili olurlarken [12,13], Nb hem çökelti hem matrikste çözünmüş halde yeniden<br />
kristallenmeyi önler [14,15]. Bu nedenle, sıcak deformasyon sırasındaki gerinme<br />
katkılı çökelti oluşumu ve yeniden kristallenme öne çıkmaktadır. Bu çalışmada,<br />
0.34%C-0.045%Nb-0.019%Ti-0.037%V deneysel çeliğinde sıcak basma testleri<br />
yapılarak gerinme katkılı çökelti oluşumu incelenmiştir.<br />
2. Deneysel Çalışma<br />
Çalışmada kullanılan deneysel çeliğin kimyasal bileşimi Tablo 1’de verilmiştir.<br />
Sıcak basma deneyi için silindirik 10 mm çapında ve 15 mm yüksekliğinde numuneler<br />
hazırlanmıştır. Sıcak deformasyon sırasında numune ile çene arasındaki sürtünmeyi<br />
azalmak için, numunelerin her iki basma yüzeyinde 0.1 mm derinliğinde<br />
MoS yağlayıcı doldurulabilen cepler oluşturulmuştur.<br />
Tablo 1. Deneysel çeliğe ait kimyasal bileşim (Kütle-%).<br />
C Si Mn P S Cr Ni Al Cu Nb Ti V<br />
0,34 0,66 1,14 0,010 0,020 0,149 0,024 0,018 0,019 0,045 0,019 0,037 141<br />
N,<br />
ppm<br />
Statik yeniden kristallenme ve gerinme katkılı çökelti oluşumunu belirlemek için<br />
bilgisayar kontrollü sıcak basma deney düzeneğinde iki vuruşlu basma testi yapılmıştır.<br />
Sıcak basma deneyi için numuneler vakum altında 1250 ºC’ye 10 K/sn hızla<br />
ısıtılıp bu sıcaklıkta 400 sn östenitlenmiştir (Şekil 3). Numuneler östenitlemeden<br />
sonra 5 K/sn hızla T1 deformasyon sıcaklığına (875-1100 ºC) soğutulmuş ve sıcaklığın<br />
tüm numune hacminde dengeye ulaşması için 30 sn beklenmiştir. Bu sıcaklıklarda<br />
10 sn -1 deformasyon hızında 0.35 öngerilme uygulanmış, bu öngerilmeyi 1-<br />
10.000 sn’lik bekleme sonrasında 0.35’lik ikinci gerinme takip etmiştir. Bu ikinci<br />
gerinmeden elde edilen sonuç numunenin statik yumuşamasını vermektedir. Deneyler<br />
sırasında koruyucu gaz Ar ve soğutma gazı N2 kullanılmıştır.
454<br />
3. Sonuçlar<br />
Şekil 3. İki-vuruşlu basma deneyinin şematik diyagramı.<br />
Deformasyon sıcaklığına bağlı olarak (875-1100 ºC) elde edilen akma eğrileri Şekil<br />
4’te verilmiştir. Bu eğriler her bir deformasyon sıcaklığında 0.35’lik gerinmeye<br />
kadar ilk vuruş sırasında elde edilmişlerdir. Tüm eğrilerde deformasyon sıcaklığının<br />
artması ile birlikte gerilme değerlerinin düştüğü görülmektedir.<br />
Şekil 4. Akma eğrileri (deformasyon hızı: 10 sn -1 ).
3.1. Deformasyon Sıcaklığının Yumuşama Davranışına Etkisi<br />
455<br />
İki vuruşlu sıcak basma testleri yüksek deformasyon sıcaklıklarında yapısal değişimlere<br />
bağlı olarak akma mukavemetinin değişmesi prensibine dayanmaktadır. İki<br />
vuruş arasındaki bekleme süresi arttıkça, yeniden kristallenme için gerekli süre<br />
sağlanmış olur (Şekil 5). Böylece, akma eğrilerinde bir miktar azalma gözlenir.<br />
Bekleme süresi 5 sn üzerinde olduğunda en düşük bekleme süresine göre daha<br />
düşük bir akma gerilmesi görülür. Ancak, bekleme süreleri 50 ve 100 sn olduğunda<br />
çökelti oluşumuna bağlı olarak akma gerilmesi düşmediği görülmektedir.<br />
HONDA CLEAR<strong>II</strong>TY FCEV (100 kW)<br />
Şekil 5. Farklı bekleme sürelerinde elde edilen gerçek gerilme-gerinme eğrileri.<br />
Şekil 5’te verilen ikinci (bekleme sonrası) gerilme-gerinme eğrilerinin yardımıyla<br />
yumuşama oranı elde edilmektedir. Eğer bekleme süresi tam yumuşama oluşacak<br />
kadar uzun ise, ikinci eğri birinci eğrinin tamamen aynısı olacaktır (2000 sn). Diğer<br />
yandan hiç yumuşama gerçekleşmez ise, ikinci eğri ilk eğrinin bir uzantısı gibi<br />
görülür (2-5 sn). Bu iki uç nokta arasındaki yumuşama miktarını belirlemek için %<br />
2 offset yöntemi [16] kullanılmıştır. Bu yöntemde, toparlanmadan gelen yumuşama<br />
etkisi ihmal edilmektedir ve hesaplanan yumuşama oranı statik yeniden<br />
kristallenme hacmi ile lineer orantılıdır. %0.2 offset akma gerilmesi statik yeniden<br />
kristallenmeden doğan yumuşamayı ve çökelti oluşumunu belirlemek için kullanılmıştır.<br />
Yumuşama oranı Xoff aşağıda verilen eşitlik yardımı ile hesaplanabilir;<br />
X off<br />
σ m −σ<br />
2 =<br />
σ −σ<br />
m<br />
1<br />
http://automobiles.honda.comom
456<br />
Burada σm maksimum akma gerilmesini, σ1 ilk deformasyonda oluşan % 0.2 akma<br />
gerilmesini ve σ2 ikinci deformasyonda oluşan %0.2 akma gerilmesini göstermektedir.<br />
Hesaplanan yumuşama oranları ile Şekil 6’da verilen 875-1100 ºC arasındaki<br />
sıcaklıklarda kinetik eğrileri çizilmiştir. Deformasyon sıcaklığının statik yeniden<br />
kristallenmeyi kolaylaştırdığı görülmektedir. Deformasyon sıcaklığı arttıkça yumuşama<br />
yüzdesi artmaktadır. 1100 ºC ve 975 ºC’de kinetik eğriler S şeklindedir<br />
(Avrami eğrileri). Diğer yandan 950 ºC ve altındaki sıcaklıklarda bir plato oluşumu<br />
bulunmaktadır. Bu plato gerinme katkılı çökeltiler nedeniyle oluşmaktadır.<br />
Şekil 6. İki vuruş arasında süreye bağlı meydana gelen yumuşamayı gösteren kinetik eğriler.<br />
3.2. Çökelti-Zaman-Sıcaklık (ÇZS) Diyagramları<br />
Çökelti-zaman-sıcaklık (ÇZS) diyagramları ise nihai olarak Şekil 6’da görülen<br />
kinetik eğrilerinden çıkarılmıştır. Daha önce yapılan bazı çalışmalarda (16,18-21),<br />
kinetik eğrilerinde plato oluşumunun gerinme-katkılı-çökeltiler sonucunda meydana<br />
geldiği açıklanmaktadır. Platolar çökelti oluşumunun başlangıcına ve sonuna işaret<br />
etmektedir. Diğer bir deyişle, bu platonun başlangıcı çökelmenin başladığı (Ps) ana<br />
karşılık gelirken, platonun bittiği nokta çökelmenin bittiği (Pf) anı göstermektedir.<br />
Bu veriler kullanılarak oluşturulan ÇZS diyagramı Şekil 7’de verilmiştir.<br />
Kinetik eğrileri üzerinden alınan değerlerle SRCT (statik yeniden kristallenme<br />
kritik sıcaklığı) 960 ºC olarak belirlenmiştir. Bu sıcaklık teorik olarak gerinme
457<br />
katkılı çökelmenin meydana geldiği en yüksek sıcaklıktır. Ayrıca bu sıcaklık aynı<br />
şekil üzerinde verilen Ps ve Pf eğrilerinin yatay asimptotudur. C-eğrileri incelendiğinde<br />
bir burun sıcaklığı oluştuğu görülür. Bu sıcaklıkta minimum sürede çökelti<br />
oluşumu meydana gelmektedir. Görüldüğü gibi çökelmeye ait burun sıcaklığı 940<br />
ºC civarındadır. Bu sıcaklığa karşılık gelen çökelmenin başladığı süre ise 28 sn’dir.<br />
4. Tartışma<br />
Şekil 7. Çökelme-Zaman-Sıcaklık diyagramı.<br />
Sıcak basma testi uygulanarak 0.34%C-0.045%Nb-0.019%Ti-0.037%V deneysel<br />
çeliğinde statik yeniden kristallenme ve gerinme katkılı çökelti oluşumu incelenmiştir.<br />
Elde edilen sonuçlar aşağıdaki gibi özetlenebilir:<br />
- Offset yöntemi kullanılarak iki vuruşlu basma deneyi sonuçlarından kinetik<br />
eğriler ve çökelti-zaman-sıcaklık eğrileri belirlenebilmektedir.<br />
- Deneysel çelikte deformasyon sıcaklığına ve iki deformasyon arası bekleme<br />
süresine bağlı olarak yumuşamanın engellediği görülmüştür. Bu olay gerinme<br />
katkılı çökelme oluştuğunu göstermektedir. Bu çökeltiler 875-960 ºC’nin<br />
arasındaki sıcaklıklarda deformasyon sonrasında oluşmaktadırlar.<br />
Teşekkür<br />
Yazar Niobium Products Company şirketine desteklerinden dolayı teşekkür etmektedir.<br />
Ayrıca yazar çalışmaya olan katkılarından dolayı Aachen Üniversitesi Demir-<br />
Çelik Enstitüsüne teşekkürlerini sunar.
458<br />
Kaynaklar<br />
1. R. Kaspar, I. González-Baquet, J. Richter, G. Nußbaum, A. Köthe, “Fundamentals and<br />
Applications of Microalloying Forging Steels”, Van Tyne, C. J., Krauss, G., Matlock, D.<br />
K. (eds.), TMS, Warrendale, PA, 45-59, (1996).<br />
2. D. J. Naylor, “Microalloying in Steels”, J. M. Rodriguez-Ibabe, I. Gutiérrez, B. López,<br />
(eds.), TTP, Einfield, NH, 83-94, (1998).<br />
3. S. Engineer, B. Hutchtemann, V. Schüler, “Fundamentals of Microalloying Forging<br />
Steels”, Krauss, G., Banerji, S. K., (eds.), TMS, Warrendale, PA, 19-37, (1987).<br />
4. S. Gunnarson, H. Ravenshorst, C.-M. Bergstörm, “Fundamentals of Microalloying<br />
Forging Steels”, Krauss, G., Banerji, S. K., (eds.), TMS, Warrendale, PA, 325-338,<br />
(1987).<br />
5. T. Kimura, T. Kurebayashi, “Niobium in Microalloyed Engineering Steels, Wire Rod and<br />
Case Carburized Products”, Proc. Int. Symp. Niobium 2001, Orlando, FL, Vol 1, 801–<br />
872, (2001).<br />
6. G. Krauss, “Steels: Processing, Structure, and Performance”, ASM International, Ohio,<br />
(2008).<br />
7. T. Liu, “Modeling Microstructural Evolution of Microalloyed Forging Steels during<br />
Thermomechanical Processing”, Queen’s University, Ontario, (2001).<br />
8. I. González-Baquet, R. Kaspar, J. Richter, G. Nußbaum, and A. Köthe, Influence of<br />
Microalloying on the Mechanical Properties of Medium Carbon Forging Steels after a<br />
Newly Designed Post Forging Treatment, Steel Research 68 (1997) No. 12, 534-540.<br />
9. Rasouli, D., Khameneh Asl, S., Akbarzadeh, A., Daneshi, G.H., “Effect of cooling rate<br />
on the microstructure and mechanical properties of microalloyed forging steel”, Journal<br />
of Materials Processing Technology, 206, 92–98, (2008).<br />
10. J. M. Cabrera, A. AL Omar, J.J. Jonas, J.M. Prado, Modeling the Flow Behavior of a<br />
Medium Carbon Microalloyed Steel under Hot Working Conditions, Metallurgical And<br />
Materials Transactions A, Volume 28A, 1997—2233.<br />
11. F. Bakkali El Hassani, A. Chenaoui, R. Dkiouak, L. Elbakkali, A. Al Omar,<br />
Characterization of deformation stability of medium carbon microalloyed steel during<br />
hot forging using phenomenological and continuum criteria, Journal of Materials<br />
Processing Technology 199 (2008) 140–149.<br />
12. M. Gómez, L. Rancel, B. J. Fernández, S. F. Medina, Evolution of austenite static<br />
recrystallization and grain size during hot rolling of a V-microalloyed steel, Materials<br />
Science and Engineering A, 501 188–196, (2009).<br />
13. S. F. Medina, A. Ouispe, “Influence of Strain on Induced Precipitation Kinetics in<br />
Microalloyed Steels”, ISIJ International, Vol. 36, No. 10, pp. 1295-1300, (1996).<br />
14. S. F. Medina, A. Ouispe, .P. Valles, J. L. Baňos, Recrystallization-Precipitation<br />
Interaction Study of Two Medium Carbon Niobium Microalloyed Steels, ISIJ<br />
International, Vol, 39, No. 9, 913-922, (1999).
459<br />
15. I. Tamura, C. Ouchi, T. Tanaka, H. Sekine, Thermomechanical Processing of High<br />
Strength Low Alloy Steels, Butterworths, London, 34-35, (1988).<br />
16. G. Li, T. M. Maccagno, D. O. Bai, J. J. Jonas, Effect of Initial Grain Size on the Static<br />
Recrystallization Kinetics of Nb Microalloyed Steels, ISIJ International, Vol. 36. No.<br />
12, 1479-1485, (1996).<br />
17. S. Vervynckt, K. Verbeken, P. Thibaux, M. Liebeherr and Y. Houbaert, “Austenite<br />
Recrystallization–Precipitation Interaction in Niobium Microalloyed Steels”, ISIJ<br />
International, Vol. 49, No. 6, 911–920, (2009).<br />
18. Chatterjee, S., Verma, A. K., Mukhopadhyay, A., “Static recrystallisation kinetics of<br />
austenite in Ti, Nb and V microalloyed steels during hot deformation”, Ironmaking and<br />
Steelmaking, Vol 34, No 2, 145-150, (2007).<br />
19. Ouispe, A, Medina, S. F., Valles, P., “Recrystallization-Precipitation Interaction Study of<br />
Two Medium Carbon Vanadium Microalloyed Steels”, ISIJ International, Vol. 37, No.<br />
8, 783-788, (1997).<br />
20. Medina, S. F., Ouispe, A., Valles, P., Baňos, J. L., “Recrystallization-Precipitation<br />
Interaction Study of Two Medium Carbon Niobium Microalloyed Steels”, ISIJ<br />
International, Vol, 39, No. 9, 913-922, (1999).<br />
21. Gómez, M., Rancel, L., Fernández, B. J., Medina, S. F., “Evolution of austenite static<br />
recrystallization and grain size during hot rolling of a V-microalloyed steel”, Materials<br />
Science and Engineering A, 501, 188–196, (2009).<br />
Tüm Kitap İhtiyaçlarınız için<br />
www.tdk.com.tr<br />
Türkiye’nin İnternet Kitapçısı
460
ERİYİK SAVURMA DÖKÜM YÖNTEMİ İLE ÜRETİLMİŞ BİR<br />
HADDE MERDANESİNİN MİKROYAPI VE ABRASİF AŞINMA<br />
DAVRANIŞININ ARAŞTIRILMASI<br />
Onur BİRBAŞAR 1,2 , Ş. Hakan ATAPEK 1 , Enbiya TÜREDİ 1 , Muzaffer ZEREN 1<br />
1<br />
Kocaeli Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi,<br />
Metalurji ve Malzeme Mühendisliği Bölümü<br />
2<br />
Assan Alüminyum<br />
461<br />
Bu çalışmada, eriyik savurma döküm yöntemi ile üretilmiş bir hadde merdanesinin<br />
mikroyapısı karakterize edilmiştir. Uygulanan aşınma testi ile malzemenin abrasif<br />
aşınma koşullarında tribolojik özellikleri belirlenmiştir. Çalışmanın birinci kademesinde,<br />
dökme demir esaslı hadde merdanesinde kesit incelemesi mikroskopik yöntemler<br />
ile gerçekleştirilmiştir. İkinci kademede, “ball-on-disc” tipi aşındırma düzeneğinde<br />
sırası ile 30 ve 50 N yüklenme altında kuru sürtünme koşullarında<br />
malzemede meydana gelen aşınma araştırılmıştır. Test sonrası aşınma yüzeyleri ışık<br />
ve taramalı elektron mikroskobu ile incelenmiştir. Çalışma kapsamında, (i) döküm<br />
sonrası hadde merdanesinin küresel grafit içeren bir perlitik dökme demir matrikse<br />
sahip olduğu, (ii) aşınmış yüzeylerde tipik abrasif ve kısmen adhesif aşınma izlerinin<br />
var olduğu, (iii) yüklenmenin artması ile birlikte ağırlık kaybına ek olarak sürtünme<br />
katsayısında bir artışın meydana geldiği sonucuna varılmıştır.<br />
Anahtar kelimeler: Hadde merdanesi, dökme demir, savurma döküm, mikroyapı, aşınma.<br />
1. Giriş<br />
Sıcak haddeleme, çelik endüstrisinde daha iyi özelliklere sahip malzeme üretiminde<br />
önemli bir rol oynamaktadır. Haddeleme sonrasında birçok metalik malzemede<br />
mekanik özellikler geliştirilmektedir. Yüksek kalite ve mekanik özelliklere sahip<br />
malzemelerin üretimini sağlayacak hadde merdanelerinin geliştirilmesi de kaçınılmaz<br />
olacaktır. Çünkü haddelenmiş şeritlerin daha düşük kalınlıkta, daha pürüzsüz<br />
yüzeyde ve daha yüksek mukavemette olması gerektiği durumlarda haddeleme<br />
koşulları zorlayıcı bir konuma gelmektedir [1, 2].<br />
Büyük hacimli malzemeler olan hadde merdanelerinin üretimi çoğunlukla döküm<br />
ile gerçekleştirilmektedir. Konvansiyonel döküm yöntemi ile geniş çapta bir döküm<br />
sonrası bir taraftan kalıntı içeriği yüksek, diğer taraftan değişken katılaşma koşullarında<br />
yöresel segregasyonları bir hayli fazla olan ürünlerin eldesi söz konusudur.<br />
Haddelemede, iş parçası ile olan temasta merdane malzemesinden beklenen yüksek<br />
fiziksel veya kimyasal özellikler göz önüne alınacak olunursa, daha yeni döküm<br />
tekniklerine başvurulmalıdır. Merdane yüzeyi ile eksenel kısımları veya muylu<br />
kısımlarında arzu edilen özelliklerin farklı olması nedeniyle değişik malzemelerin
462<br />
kullanılması gerekliliği ortaya çıkmaktadır ve bu farklı malzemeler bi-metal döküm<br />
yöntemleri ile bir araya getirilmektedirler. Merdanenin çalışma yüzeyini oluşturacak<br />
olan kabuk bölgesinin sert bir yapıda, iç kısımları ve muyluları oluşturacak<br />
göbek kısmının tok bir yapıda olması çift döküm yöntemiyle farklı metaller kullanarak<br />
sağlanır [3-6].<br />
Yukarıda bahsedilen özellikte bir hadde merdanesinin üretimi eriyik savurma yöntemi<br />
ile de gerçekleştirilebilir. Eriyik savurma döküm yönteminde merdanenin<br />
çalışma yüzeyini oluşturacak kabuk metalinin dökümü, dönen kokil kalıp içinde<br />
gerçekleştirilir. Kalıbın dönme eksenine göre döküm yöntemi yatay ve dikey olmak<br />
üzere ikiye ayrılır. Yatay eksenli eriyik savurma dökümde, kabuk metali dökümü<br />
serbest dönen kokil bir kalıp içinde “L” şeklindeki yolluk sistemiyle yapılır. Kabuk<br />
metal dökümü yapıldıktan sonra kalıp düşey konuma getirilerek iç kısmı oluşturacak<br />
metal dökülür. Düşey eksenli makinalarda ise hem kabuk, hem de göbek dökümü<br />
kalıp düşey konumdayken yapılır. Düşey sistemde merdane malzemesinin katılaşması<br />
için uygun döküm ve soğuma koşulları sağlanarak sıkı ve boşluksuz döküm<br />
gerçekleştirilebilmektedir. Bu sayede merdane malzemesinde kabuk ve iç kısımlarında<br />
herhangi bir büzülme veya boşluk oluşumu gibi hatalara rastlanmamaktadır<br />
[3, 4, 6].<br />
Eriyik savurma dökümde kokil 80-120 G (gravity) kuvvetlik bir ivme sağlayacak<br />
hızda döndürülür. Daha düşük hızlarda metal ayrışması ve katmerleşme görülür.<br />
Daha yüksek hızlarda makina titreşimleri arttığından yapıda bozulmalara rastlanabilir.<br />
Düşey makinalarda kalıp, döküm sırasında kaldırılmadığından tamamen yere<br />
gömülü olabilir ve bu nedenle daha emniyetlidir. Burada kabuk kalınlığı eksen<br />
boyunca farklılık gösterebilir ve bu farklılık kalıbın dönme hızına bağlıdır [3, 4, 6]<br />
Bu çalışmada, dikey eriyik savurma döküm yöntemi ile üretilmiş perlitik matriksli<br />
dökme demir malzemesinde mikroyapısal karakterizasyona ek olarak farklı yüklenme<br />
koşullarında matriksin abrasif aşınma davranışı irdelenmiştir.<br />
2. Deneysel Çalışma<br />
2.1. Malzeme<br />
Çalışmada dikey savurma döküm yöntemiyle sfero dökme demir bileşiminde merdane<br />
kabuk kısmı (shell) dökümü gerçekleştirilmiştir. Merdane kabuk kalınlığı<br />
yaklaşık 50 mm olup numune en dış katmandan tel erozyonla kesilmiştir (Şekil 1).<br />
Dökme demir kompozisyonu Tablo 1’de verilmiştir. Dökme demir içerisinde karbonun<br />
grafit halde varlığı önemlidir. Magnezyum ilavesi ile grafitin küreselleştirilmesi<br />
de mümkündür. Mangan ve silisyum gibi katı ergiyik sertleştiriciler döküm<br />
yapısının mukavim hale gelmesinde aktif rol üstlenir. Krom ve molibden gibi sertleştirebilirlik<br />
ve karbür oluşturucu elementler de denge dışı dönüşümleri
463<br />
(martenzitik/beynitik oluşum) teşviklendirmektedir. Tokluk açısından nikelin varlığı<br />
olumlu bir katkı sağlamaktadır.<br />
Tablo 1. Dökme demire ait kimyasal kompozisyon (ağ.-%).<br />
C Si Mn Cr Mo Ni Mg<br />
3.58 1.44 0.59 0.46 0.28 2.04 0.05<br />
2.2. Metalografik İşlemler ve Mikroskobik İncelemeler<br />
Döküm malzemeden alınan numuneye sırasıyla 120, 320, 600 ve 1000 no’lu zımparalar<br />
ile zımparalanmış ve sonrasında 3 µm’luk elmas pasta kullanılarak nihai parlatma<br />
yapılmıştır. Fazların belirlenmesi amacı ile %3’lük nital çözeltisi ile kimyasal<br />
dağlama yapılmıştır. Dağlanmış konumda numuneler Zeiss Axiotech 100 model<br />
ışık mikroskobu ve Jeol JSM 6060 ile taramalı elektron mikroskobu ile incelenmiştir.<br />
Aşınma testi öncesi numune yüzeyi parlatılarak minimum pürüzlülüğe sahip bir<br />
yüzey oluşturulmuştur. Test sonrası aşınma yüzeyleri başlangıçta ışık mikroskobu<br />
ve sonrasında taramalı elektron mikroskobu ile incelenmiştir.<br />
Şekil 1. Eriyik savurma dökümü gerçekleştirilen hadde merdanesine ait makro görüntü.<br />
2.3. Aşınma Testi ve Mikrosertlik Ölçümleri<br />
Yüzeyleri parlatılmış olan döküm numune üzerine aşınma testi, Nanovea marka<br />
‘ball-on-disc’ tipi aşınma cihazı ile yapılmıştır. Aşınma testi konfigürasyonunda<br />
aşınma yükü değişken seçilmiş olup test parametreleri Tablo 2’de verilmiştir.
464<br />
Tablo 2. Deneysel çalışma kapsamında uygulanan aşınma testine ait parametreler.<br />
Aşındırıcı bilya 100Cr6<br />
Disk dönme hızı 100 rpm<br />
Yük 30 N / 50 N<br />
Mesafe 500 m<br />
Fischerscope H100 mikrosertlik ölçüm cihazında 1000 mN yük kullanılarak matriks<br />
ve karbürlerin sertlik ölçümleri yapılmıştır. Fazlar üzerinden yapılan üç sertlik<br />
ölçümünün ortalaması hesaplanmış olup matriks sertliği 381.4 HV0.1 iken karbür<br />
sertliği 813.5 HV0.1 olarak belirlenmiştir.<br />
3. Bulgular ve Ttartışma<br />
3.1. Mikroyapısal Karakterizasyon<br />
Dökümü gerçekleştirilen merdaneye ait numune üzerine herhangi bir ısıl işlem<br />
uygulanmaksızın mikroyapısal karakterizasyon gerçekleştirilmiştir. Perlitik dökme<br />
demir merdaneleri endüstriyel uygulamalarda döküm sonrası gerilim giderme uygulanmış<br />
konumda kullanıldıkları gibi ısıl işlem görmüş konumda da kullanılmaktadır.<br />
Isıl işlem ile matriks içerisinde yer alan karbür miktarı ve karbürlerin morfolojisi<br />
değiştirildiği gibi orijinal matriks yapısı da değiştirilebilmektedir. Martenzitik<br />
merdanelerde ise döküm sonrası gerilim gidermeyi takiben bir veya iki kez<br />
temperleme işlemi uygulanmaktadır. Döküm sonrası matriks martenzit ve kalıntı<br />
östenitten oluşmaktadır. Merdaneye uygulanan ilk temperleme ile var olan kalıntı<br />
östenitin büyük kısmı giderilir. Bunun yanında temperlemede dönüşüm ile birlikte<br />
yapıda var olan gerilmeler de giderilmiş olur. Daha sonrasında yapılacak olan ikinci<br />
temperleme ile temperlenmiş martenzit elde edilerek malzemenin kırılma tokluğunda<br />
iyileşme sağlanmış olur [2, 7]. Şekil 2’de perlitik merdaneye ait ışık mikroskobu<br />
ve taramalı elektron mikroskobu görüntüleri verilmiştir. Parlatılmış konumda siyah<br />
kontrastlarda matriks içerisinde yer alan grafit ve dağılımları gözlenmektedir (Şekil<br />
2a). Dağlanmış konumda ise iğnesel görünümlü beyaz fazları içeren yöreler ötetik<br />
karbür yapısı, gri/kahverengi yöreler tipik perlitik alanlar ve siyah kontrastlı yöreler<br />
ise grafitlerdir (Şekil 2b). Şekil 2c’de verilen elektron mikroskop görüntüsünde<br />
tipik döküm mikroyapısının matriks (açık gri), ötektik karbürler (koyu gri) ve küresel<br />
grafitlerden (siyah) oluştuğu görülmektedir. Alaşım ötektik bileşimde olduğundan<br />
dolayı eriyikten ilk katılaşma ile beraber östenit dendritleri oluşmaya başlar.<br />
Bunu takiben ötektik sıcaklıkla beraber katılaşma ötektik katılaşma formunda devam<br />
eder. Ötektik dönüşümde eriyik ledeburit yapısına (östenit+sementit) dönüşerek<br />
birincil oluşan östenitin yanında, yani dendritler arası yörelerde oluşur. Katılaşma<br />
devamında ötektoid noktaya sıcaklığın düşmesiyle yapıdaki tüm östenitin<br />
perlite (α+Fe3C) dönüşümü gerçekleşir. Malzemede nihai mikroyapının küresel
465<br />
grafit, ötektik karbürler ve perlitik matriksten oluştuğu görülmektedir. Şekil 2d’de<br />
elektron mikroskobuna ait yüksek büyütmelerde perlit-sementit katılaşma yapısını<br />
detaylı gösteren görüntü sunulmuştur. Mikroyapıda perlit kolonileri kısmen kaba ve<br />
kısmen ince bir morfoloji sergilemektedir.<br />
(a) (b)<br />
(c) (d)<br />
Şekil 2. Perlitik dökme demire ait (a) parlatılmış ve (b-d) dağlanmış konumda mikroyapı örnekleri; (a<br />
ve b) ışık mikroskobu, (c ve d) taramalı elektron mikroskobu ile görüntüleme.<br />
3.2. Aşınma Verilerinin Değerlendirilmesi<br />
Şekil 3’de sürtünme katsayısı-mesafe ilişkisi ve yüklenmenin bir fonksiyonu olarak<br />
ağırlık kaybı değişimi verilmiştir. Yüklenmenin artması ile birlikte bilya-malzeme<br />
temas alanındaki artış abrasif aşınmayı arttırmıştır. Bundan dolayı yol alınan mesafe<br />
boyunca sürtünme katsayısında bir artış gerçekleşmiştir (Şekil 3a). Matriks içerisinde<br />
yer alan birincil karbürlerin oldukça sert olması aşınma direncine önemli bir<br />
etkide bulunmaktadır. Lameller bir yapıya sahip olan perlitin sementit haldeki karbürleri<br />
de benzer bir etki sunabilmektedir. Matriksin çizilmeye karşı mukavim<br />
olduğu, Şekil 3a’da gösterilen alınan mesafe boyunca sürtünme katsayısının kararlı<br />
bir değer aralığında kaldığından aşikârdır. Yüklenmenin bir fonksiyonu olarak artan<br />
yüklenme ile birlikte ağırlık kaybında bir artışın belirlenmesi kaçınılmazdır. Şekil<br />
3b’de bu tür bir artış diyagramize edilmiştir.
466<br />
(a)<br />
(b)<br />
Şekil 3. Perlitik matriksli dökme demirde (a) sürtünme katsayısı – mesafe diyagramı ve (b) ağırlık<br />
kaybı –yük ilişkisi.<br />
3.3. Aşınma Yüzey İncelemeleri<br />
Aşınma testleri sonrası merdane malzemesinin yüzeyi üzerine mikroskobik incelemeler<br />
yapılmış olup görüntülenen mikrograflar Şekil 4 ve 5’de verilmiştir. Parlatılmış<br />
konumlarında test edilen malzemelerin yüzeylerinde abrasif ve adhesif aşınma<br />
izleri gözlenmiştir. Şekil 4’de ışık mikroskobu ile yapılan görüntülemelerde artan<br />
yüklenme ile birlikte bilyanın etkileşim alanındaki artış ve abrasif izler ile adhesif<br />
tabakalarda belirginlik gözlenmektedir. Taramalı elektron mikroskobu ile yapılan<br />
incelemeler benzer görünümleri yansıtmaktadır (Şekil 5a ve b). Işık mikroskobu ile<br />
görüntülenen yüzeylerde gri kontrastlı yöreler tipik adhesif tabakaların oluşumunu<br />
göstermekte olup ana malzemeden kopan parçacıkların soğuk kaynaklanmalar ile<br />
yüzeye yapıştığı yörelerdir. Bu yörelere ait bir mikrograf taramalı elektron mikroskop<br />
görüntüsü ile daha detaylı olarak Şekil 5c’de verilmiştir. Yüklenme altında<br />
bilya olan etkileşimlerinde oluşan bu tabakalar belirli bir zaman sonrasında pekleşerek<br />
daha da kırılgan hale gelmekte olup tabakadan delaminasyon şeklinde ayrılabilir.<br />
Şekil 5c’den de görüleceği üzere tabaka üzerinde oluşan çatlakların ilerlemesi<br />
sonrası ayrışmalar gerçekleşmektedir. Abrasif aşınma ile birlikte ana malzemeden<br />
kopan parçacıklar çoğunlukla sürtünme ile açığa çıkan ısının etkisi ile oksitlenmiş<br />
parçacıklar olup Şekil 5’te örneklenmiştir.
467<br />
(a) (b)<br />
Şekil 4. Aşınma testleri sonrası perlitik matriksli dökme demirin yüzeylerine ait ışık mikroskop görüntüleri<br />
; (a) 30 N ve (b) 50 N yüklenme.<br />
(a) (b)<br />
(c) (d)<br />
Şekil 5. Aşınma testleri sonrası perlitik matriksli dökme demirin yüzeylerine ait taramalı elektron<br />
mikroskop görüntüleri; (a ve c) 30 N ve (b ve d) 50 N yüklenme.
468<br />
4. Sonuçlar<br />
Deneysel çalışma kapsamında eriyik savurma dökümü yapılmış sfero dökme demir<br />
bileşiminde hadde merdanesinin mikroyapısı ve kuru sürtünme koşullarında aşınma<br />
davranışı araştırılmış olup aşağıdaki sonuçlar elde edilmiştir.<br />
(i) Dikey savurma döküm yöntemiyle elde edilen dökme demirin mikroyapısı küresel<br />
grafitli perlitik matriksli bir yapıdır. Ötektik katılaşma ile başlangıçta<br />
ledeburitik olarak katılaşmıştır. Bundan dolayı matriks aynı zamanda ötektik<br />
karbür içermektedir. Azalan sıcaklıkla birlikte östenitten perlit ayrışması gerçekleşmiştir.<br />
(ii) Matriks ve içerdiği karbürlerin mikrosertlik değerleri sırası ile 381.4 HV0.1 ve<br />
813.5 HV0.1 olarak belirlenmiştir.<br />
(iii) Aşınma testleri artan yüklenme ile birlikte sürtünme katsayısında ve ağırlık<br />
kaybında artışın gerçekleştiğini göstermiştir. Artan yüklenme ile birlikte bilyamalzeme<br />
temas alanı artmaktadır. Temas alanındaki artış abrasif aşınma davranışının<br />
artışına neden olmuştur.<br />
(iv) Aşınma yüzeyleri üzerine yapılan mikroskobik çalışmalar artan yüklenme ile<br />
birlikte abrasif izler ile adhesif tabakaların artışını ortaya koymuştur. Yüklenme<br />
altında oluşan adhesif tabakalar pekleşme ile kırılgan hale gelmekte olup tabakadan<br />
delaminasyon şeklinde ayrılmıştır. Abrasif aşınma ile birlikte ana<br />
malzemden kopan parçacıklar çoğunlukla sürtünme ile açığa çıkan ısının etki ile<br />
oksitlenmiş parçacıklar şeklinde aşınma yüzeyinde yer almaktadır.<br />
Kaynaklar<br />
[1] Schleiden R. F., “Roll for the metal working industries”, G. E. Lee, ed., Iron and Steel<br />
Society, pp. 19-28, Warrendale, PA, 2002.<br />
[2] Lee S., Kim, D. H., Ryu, R. H., Shin, K., “Correlation of microstructure and thermal<br />
fatigue property of three work rolls”, Metallurgical and Materials Transactions A, 28A,<br />
2595-2608, 1997.<br />
[3] Özdoğan, N., “Modern merdane döküm yöntemleri”, TÜBİTAK-MAM, s. 960-970,<br />
Gebze, 1987.<br />
[4] Karagöz, Ş., Birbaşar, O., Kaya, A., “Sıcak şerit haddelemede iş merdane malzemeleri<br />
ve hadde merdanesi döküm yöntemleri”, Pamukkale Üniversitesi Mühendislik Bilimleri<br />
Dergisi, 15(3), 433-439, 2009.<br />
[5] Çalıkoğlu, E., Çetin, M., “Bi-metal malzeme üretimi ve servis özelliklerinin incelenmesi”,<br />
VI. Uluslararası İleri Teknolojiler Sempozyumu, Bildiriler Kitabı, s. 235-238, Elazığ,<br />
16-18 Mayıs <strong>2011</strong>.<br />
[6] Martini, F., “Main manufacturing and service requirements for the backup rolls and<br />
work rolls of modern hot-strip mills”, Kluwer Academic, pp. 365-370, 1999.<br />
[7] Karagöz, Ş., Birbaşar, O., Kaya, A., “Dikey savurma döküm yöntemiyle alaşımlı dökme<br />
demir hadde merdanesi üretimi”, V. Uluslararası İleri Teknolojiler Sempozyumu, Bildiriler<br />
Kitabı, s. 855-859, Karabük, 13-15 Mayıs 2009.
NİOBYUM İLE ALAŞIMLANDIRILMIŞ YÜKSEK HIZ TAKIM<br />
ÇELİKLERİNDE FARKLI METALOGRAFİK TEKNİKLER İLE<br />
KARBÜR FAZLARININ BELİRLENMESİ<br />
Özet<br />
Serap GÜMÜŞ, Ş. Hakan ATAPEK, Şeyda POLAT, Ersoy ERİŞİR<br />
Kocaeli Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Metalurji ve Malzeme<br />
Mühendisliği Bölümü<br />
469<br />
Bu çalışmada, değişen oranda niobyum içeren yüksek hız takım çeliklerinde farklı<br />
metalografik teknikler ve mikroskobik kontrastlama uygulamaları sonrası karbür<br />
fazlarının belirlenmesi üzerinde durulmuştur. Çelik örnekleri, parlatılmış ve çeşitli<br />
ayraçlar ile kimyasal ve elektrolitik olarak dağlanmış konumda ışık ve taramalı<br />
elektron mikroskopları ile incelenmiştir. Çalışma kapsamında özellikle<br />
kontrastlama tekniğine bağlı olarak matriks ve matriks içerisinde dağılım gösteren<br />
primer karbürlerin açığa çıkartılması sağlanmıştır. Tüm bunlara ek olarak, primer<br />
karbür fazlarının büyüme karakteristiği ve mikroanaliz ile belirlenen elementel<br />
içeriği ortaya konulmuştur.<br />
Anahtar kelimeler: Yüksek hız takım çelikleri, metalografi, mikroyapı, karakterizasyon.<br />
1. Giriş<br />
Yüksek hız çelikleri yüksek sertlik, sıcak sertlik, ısı ve aşınma dayanımına sahip<br />
yüksek alaşımlı takım çelikleridir. Yüksek kesme hızı ve yüksek kesme kapasitesi<br />
olan bir çelik grubudur ve bu grubun en önemli özelliği yüksek sıcaklıklarda iyi<br />
aşınma dayanımına sahip olmasıdır. Ortalama sekiz alaşım elemanı içeren yüksek<br />
hız çelikleri karmaşık sertleştirme mekanizmaları içerir. Fiziksel metalurjik esaslara<br />
dayanarak, yeni tekniklerin gelişmesi ile çok karmaşık olan mikroyapılarının kesme<br />
koşullarında nasıl görev yaptığı son yıllarda açıklanmaya başlamıştır. Yüksek hız<br />
takım çelikleri genel olarak kullanılan kesici takım malzemeleri arasında en düşük<br />
sertlik ve en yüksek tokluğa sahip malzemelerdir. Bu çelikler konvansiyonel olan<br />
döküm-hadde ya da toz metalurjik yöntemlerle üretilmektedirler. En büyük dezavantajları<br />
ise doğal olarak sert olmayıp sertliğin ısıl işlem ile sağlanmasıdır. Uygun<br />
ısıl işlem ile 600 ºC’ ye kadar sertlik ve kesme kuvvetlerini korurlar. Eğer kesme<br />
ucundaki sıcaklık 600 ºC’nin üzerine çıkarsa çelik yumuşar ve uç deforme olur.<br />
Ana uygulama alanları olan delme, kesme, tornalama, frezeleme gibi işlemlerde<br />
freze, torna, testere gibi takımlar olarak kullanılırlar [1, 2].<br />
Yüksek hız çelikleri, genelde dendritik katılaşmaktadır. Böylece kristalizasyon<br />
cephesinde ferrit dendritleri sıvı metalin içine doğru büyürken, dendritlerin önündeki
470<br />
veya yanındaki kalıntı ergiyik karbonca ve karbür oluşturucu elementlerle zenginleşmektedir.<br />
Katılaşma sürecinde interdendritik uzaylarda birincil karbürler olarak<br />
adlandırılan kaba boyutlu ve katılaşmaya bağlı olarak ağ biçimde düzenlenmiş<br />
ötektik karbürler oluşmaktadır. Bu düzen malzemenin mekanik özelliklerini negatif<br />
yönde etkilemektedir ve özellikle düşük tokluğa neden olmaktadır. Bu nedenle<br />
döküm yüksek hız çelikleri takım tokluğunun arttırılması amacı ile mutlaka bir<br />
homojenizasyon tavlamasına tabi tutulur [3-7].<br />
Yüksek hız çeliklerinin döküm mikroyapısında M6C, M2C ve MC tipi ötektik karbürlerin<br />
tümü veya ikisi (MC+ M2C veya MC+ M6C) bulunabilir. M6C karbüründe,<br />
M öncelikle W ve Fe elementleri içindir ve karbürün kristal yapısında ayrıca Mo, V<br />
ve Cr bulunmaktadır. M6C türü karbür ötektiği yoğun olarak W-esaslı alaşımlarda<br />
bulunur. Düşük soğuma hızları ve çeliğin düşük karbon miktarı bu oluşumu teşvik<br />
eder. M6C karbürlerinin genel görünümü iskelet varidir. M2C bileşiminde M öncelikle<br />
Mo ve Cr elementleri içindir ve karbürün kristal yapısında ayrıca W, V ve Fe<br />
bulunmaktadır. M2C türü karbür ötektiği yoğun olarak Mo-esaslı alaşımlarda bulunur.<br />
Yüksek soğuma hızları ve çeliğin yüksek karbon miktarı bu oluşumu teşvik<br />
eder. M2C karbürlerinin genel görünümü paralel ince veya kaba plakalar şeklindedir.<br />
Konvansiyonel yüksek hız çeliklerinde MC karbür oluşturucu olarak vanadyum<br />
görev yapar. Nb-alaşımlanmış yüksek hız çeliklerinde vanadyum ve daha zayıf<br />
karbür yapıcılar kısmen niobyum ile yer değiştirir; Nb-ca zengin MC oluştuğu gibi<br />
V-ca zengin MC de oluşur. Primer MC karbürlerinin bileşimi, katılaşma süresince<br />
kompozisyonu sürekli değişen bir ergiyikten büyümeleri nedeni ile merkezden<br />
dışarı doğru değişim gösterir. MC karbürü öncelikli olarak bazı habitus düzlemlerinde<br />
büyür. Primer blokvari MC karbürü ötektik sıcaklığa ulaşmadan önce kayda<br />
değer bir büyüme gösterebilir. Ötektik karbürlerin aksine bu karbürler sıcak şekillendirme<br />
boyunca polihedral şekillerini korurlar. Kararsız olan M2C sıcak şekillendirmede<br />
MC ve M6C’e ayrışır. Kalan bu iki primer karbür türünden MC çok daha<br />
serttir ve böylece aşınma özellikleri bakımından üstün özellik sergilemektedir. Nbca<br />
zengin MC karbürlerinin morfolojisi ergiyikteki niobyum aktivitesi ile kontrol<br />
edilmektedir. Azalan niobyum aktivitesi ile oktahedral düzlemli şekilden kaba<br />
dendritik yapıya, daha sonra da düzenli bir ötektik yapıyı andıran ince dendritik<br />
yapıya geçiş vardır [8-13].<br />
Bu çalışmada, farklı niobyum içerikli yüksek hız takım çeliklerinde farklı<br />
metaografik tekniklerin uygulanması sonrası karbür fazlarının belirlenmesi ve<br />
karakterizasyonu yapılmıştır.<br />
2. Deneysel Çalışma<br />
2.1. Malzeme<br />
Deneysel çalışmada farklı miktarda niobyum ile alaşımlandırılmış yüksek hız takım<br />
çelikleri kullanılmış olup Tablo 1’de çeliklerin kimyasal kompozisyonları verilmiştir.
471<br />
Yüksek hız çeliklerinin mikroyapıları aşınma dayanımı, sıcak sertlik ve toklukla<br />
belirlenen bir özellik olan kesme performansını iyileştirmek üzere tasarlanır. Kompozisyonlarında<br />
bulunan vanadyum ve niobyum güçlü MC tipi karbür yapıcı elementlerdir.<br />
Bu karbür içerisinde bir miktar tungsten, molibden, krom ve demir<br />
çözünebilmektedir. Yüksek hız takım çeliklerinde yer alan bir diğer önemli karbür<br />
tipi M6C olup bu karbür çoğunlukla tungsten/vanadyumca zengindir. Krom, vanadyum,<br />
molibden ve kobaltı bir miktar yapısında çözebilmektedir. Karbürlerin matriks<br />
içerisindeki tipi, morfolojisi, miktarı ve ince dağılımı mekanik özelliklerden beklenen<br />
yüksek performansın elde edilmesi açısından önemlidir.<br />
Tablo 1. Deneysel çeliklere ait kimyasal kompozisyonlar (ağ.-%).<br />
C W Mo V Nb Cr Co Fe<br />
1.10 3.00 5.00 1.50 1.00 5.00 5.00 balans<br />
1.31 1.34 3.69 2.10 2.66 3.28
472<br />
kontrastı (DIC) devreye sokularak ayırt edilebilirlik daha da arttırılmıştır. Aydınlık<br />
alan ile görüntülemede, numune yüzeyinden gelen ışık doğrudan optik sisteme<br />
yansıtılır. Parlatılmış metal yüzeyinde kontrast, fazların arasındaki ışık refleksiyon<br />
katsayısındaki farkla elde edilir. Refleksiyon tipi DIC modunda ise mikroyapıda<br />
bulunan fazların sertliklerine bağlı olarak oluşan yükseklik farkı ışığın aldığı yolun<br />
ve dolayısı ile ışık şiddetinin farklı olmasına yol açar. Sonuç olarak yüzeyin<br />
topografik bir profili elde edilir. Mikroyapıda yer alan karbürlerin matriksleri ile<br />
olan sertlik farklılıkları bu konumda gözlenebilmelerine bir fayda sağlamıştır. Şekil<br />
1a’da verilen aydınlık alan görüntüsünde %1 Nb içeren çelikte sadece küresele<br />
yakın formda MC tipi karbürler gözlenirken Şekil 1b’de örneklendiği üzere diferansiyel<br />
enterferans kontrast ile görüntülemede tane sınırlarında yer alan M6C karbürleri<br />
de gözlenmektedir. Şekil 1c ve d, %2.66 Nb içeren çelikte birincil MC karbür<br />
yapılarını göstermekte olup enterferans kontrast ile matriks-karbür arayüzeyleri<br />
belirginleşmiştir. Yüksek niobyumlu çelik içerisinde çubuksu morfolojide matriks<br />
içerisinde dağılım gösteren yapılar ise tipik ötektik MC karbürleridir (Şekil 1d).<br />
Şekil 2’de %2.66 Nb içeren çeliğin parlatılmış konumda taramalı elektron mikroskobu<br />
ile görüntülenmesi sonrası mikroyapıları verilmiştir. Bilindiği üzere, elektron<br />
mikroskobisinde ikincil ve geri saçılmış elektronların kullanımı ile farklı kontrastlar<br />
oluşturulabilir. İkincil elektronların ağırlıklı kullanımı ile elde edilen topografik<br />
kontrastın yanı sıra geri saçılmış elektronların kullanımı ile materyal kontrast<br />
matriks incelemelerinde kullanılabilir. Çoğunlukla köşe efektlerinin baskın olarak<br />
ayırd edilebilirliğe katkı sağladığı topografi içeren matriks incelemelerinde ikincil<br />
elektron ile çalışma bir avantaj sağlamakatdır. Materyal kontrast ile görüntülemede<br />
eşdeğer atom numarasına sahip olan yöreler eşdeğer kontrast vermektedir. Şekil<br />
2b’de mikroyapı içerisinde Nb-ca zengin birincil MC karbürleri ile yine Nb-ca<br />
zengin ötektik karbürler eşdeğer kontrast ile gözlenmektedir. Şekil 3’de kimyasal<br />
dağlanmış konumda %2.66 Nb içeren çelikte benzer kontrastlama teknikleri uygulanmış<br />
olup matriks içi karbürler gözlenmektedir.
(a) (b)<br />
473<br />
(c) (d)<br />
Şekil 1. Parlatılmış konumda niobyum alaşımlandırılmış yüksek hız takım çeliklerine ait mikroyapı<br />
örnekleri; (a ve c) aydınlık alan görüntüsü, (b ve d) diferansiyel enterferans kontrast görüntüsü, (a ve<br />
b) %1 Nb içeren çelik, (c ve d) %2.66 Nb içeren çelik.<br />
(a) (b)<br />
Şekil 2. Parlatılmış konumda %2.66 niobyum alaşımlandırılmış yüksek hız takım çeliğine ait mikroyapı<br />
örnekleri; (a) ikincil elektronlar ve (b) geri saçılmış elektronlar ile görüntüleme.
474<br />
(a) (b)<br />
Şekil 3. Kimyasal dağlanmış konumda % 2.66 niobyum alaşımlandırılmış yüksek hız takım çeliğine ait<br />
mikroyapı örnekleri; (a) ikincil elektronlar ve (b) geri saçılmış elektronlar ile görüntüleme.<br />
3.2. Kimyasal Dağlanmış Konumda Mikroyapısal Karakterizasyon<br />
Malzemelerin gerçek iç yapı özelliklerini ortaya çıkarmak için metalografide çoğu<br />
kez parlatılmış numune yüzeyine uygun bir reaktif tatbik edilir. Dağlama<br />
reaktifinin, yapıdaki bileşenleri numunenin yüzeyinden içeriye doğru selektif olarak<br />
çözündürmesi sonucu mikroyapı ayrıntıları ortaya çıkar. Şekil 4’de %3’lük nital<br />
çözeltisi ile dağlanmış takım çeliklerinin mikroyapıları verilmiştir. Daha düşük<br />
niobyum içeriğine sahip takım çeliği matriksinde tane sınırları boyunca M6C karbürlerinin<br />
yer aldığı gözlenmektedir (Şekil 4a). Matriks tipik temper martenzit<br />
yapısı içermektedir. Aydınlık alana kıyasla diferansiyel enterferans kontrast ile<br />
görüntüleme seçilebilirliği arttırmıştır (Şekil 4b). Şekil 4c’de kimyasal dağlama<br />
sonrası karbür matriks arayüzeyleri belirgin bir şekilde açığa çıkartılmış olup<br />
matriksin aşırı temperleme sonrası martenzitik yapıdan uzak bir yapıya sahip olduğu<br />
gözlenmektedir. Aşırı temperleme ile birlikte yumuşak tav etkisi altında çelikte<br />
var olan birincil ve ötektik karbürlerde boğumlaşmaların başladığı ve küreselleşme<br />
evresine geçildiği gözlenmektedir (Şekil 4d).<br />
3.3. Renkli Metalografik İşlemler Sonrası Mikroyapısal Karakterizasyon<br />
Renkli metalografinin ana amacı, ışık mikroskobu altında bir alaşımı oluşturan<br />
fazların kontrastlanarak yeteri derecede birbirinden ayırt edilebilmesini sağlamaktır.<br />
Böylece mikroyapı hem kalitatif, hem de kantitatif olarak rahatça işlemlenebilir.<br />
Şekil 5’de sputter kaplama yapılmış %1 Nb içeren çeliğe ait mikroyapılar verilmiştir.<br />
Kaplama sırasında numune, bakır katoda belirli bir açıda eğik olarak haznede<br />
tutulmuş olup yüzeyde değişen kalınlıkta bir film tabakası oluşturulmuştur. Film<br />
tabakasının kalın tarafında purpur kırmızısı tonda renk oluşumu söz konusu iken<br />
filmin ince tarafında sarıya yakın tonda bir renk oluşumu gerçekleşmiştir. Şekil<br />
5a’da film tabakasının relatif olarak kalın olduğu konumda matriks içerisindeki<br />
karbürlerden tane sınırları boyunca M6C’ler açık kontrastta ve tane içerisinde ve
475<br />
kısmen tane sınırlarında yer alan MC türü karbürler koyu kontrastta gözlenmektedir.<br />
Film tabakasının daha ince olduğu yörelerde ise M6C karbürleri matriks içerisinde<br />
benzer olarak en açık kontrast ile gözlenirken, MC karbürleri koyu kontrast<br />
ile gözlenmektedir. Şekil 6’da %3’lük nital çözeltisi ile kimyasal dağlanmış %1 Nb<br />
içeren çeliğin sputter kaplama sonrası yüzeyinde oluşan film tabakasının değişken<br />
kalınlıklarına sahip yörelerinden örneklemeler verilmiştir. Şekil 6a’da relatif olarak<br />
kalın film tabakasında matriks ile karbürlerin sahip olduğu kontrastlar birbirine<br />
yakın konumdadır. Diğer taraftan daha ince film tabakası altında görüntülemede<br />
iğnesel martenzit yapısı belirgin bir şekilde gözlenmektedir (Şekil 6b).<br />
(a) (b)<br />
(c) (d)<br />
Şekil 4. Kimyasal dağlanmış konumda niobyum alaşımlandırılmış yüksek hız takım çeliklerine ait<br />
mikroyapı örnekleri; (a ve c) aydınlık alan görüntüsü, (b ve d) diferansiyel enterferans kontrast<br />
görüntüsü, (a ve b) %1 Nb içeren çelik, (c ve d) %2.66 Nb içeren çelik.
476<br />
(a) (b)<br />
Şekil 5. Parlatma sonrası renkli metalografi uygulanmış konumda %1 niobyum alaşımlandırılmış<br />
yüksek hız takım çeliğine ait mikroyapı örnekleri; (a) film tabakasının relatif olarak kalın olduğu<br />
yöreye ait görüntü, (b) film tabakasının daha ince olduğu yöreye ait görüntü.<br />
(a) (b)<br />
Şekil 6. Kimyasal dağlama sonrası renkli metalografi uygulanmış konumda %1 niobyum<br />
alaşımlandırılmış yüksek hız takım çeliğine ait mikroyapı örnekleri; (a) film tabakasının relatif olarak<br />
kalın olduğu yöreye ait görüntü, (b) film tabakasının daha ince olduğu yöreye ait görüntü.<br />
3.4. Elektrolitik Dağlanmış Konumda Mikroyapısal Karakterizasyon<br />
Malzeme içerisindeki bileşenler/fazlar, asidik ve bazik ortamlarda farklı anodik<br />
davranış sergilemekte ve özellikle mikroskobik incelemelerde her bir bileşenin/fazın<br />
karakteristiğinin anlaşılmasında kolaylık sağlamaktadır. Elektrolitik dağlama<br />
ise basit bir anot-katot ve uygun bir elektrolit sisteminden ibaret olup uygulanan<br />
akım yoğunluğu, voltaj gibi parametreler doğrultusunda dağlama/parlatma<br />
davranışını ortaya koymaktadır. Şekil 7’de %10’luk NaOH çözeltisi ile elektrolitik<br />
dağlanmış %2.66 Nb içeren çeliğin mikroyapıları verilmiştir. Matriks içerisinde yer<br />
alan karbürler çok koyu kontrastlar ile gözlenmektedir. Mikroyapı içerisinde bulunan<br />
Nb-ca zengin birincil karbür ve ötektik karbürler bazik çözelti ile etkileşerek<br />
yenime uğramış ve yeteri kadar ışığı yansıtamadığı için koyu kontrast kazanmıştır.
477<br />
Bu çelik aynı zamanda perklorik asit ile de elektrolitik olarak dağlanmış olup dağlama<br />
sonrası taramalı elektron mikroskobu ile görüntülenen mikroyapı örnekleri<br />
Şekil 8’de verilmiştir. Bazik çözelti karbürleri yenime uğratırken asidik çözelti<br />
matriksi yenime uğratmış ve artan dağlama süresi ile anodik davranış artarak<br />
matriks yenimi fazlalaşmıştır. Böylece, matriks-karbür arayüzeyleri daha da belirginleşerek<br />
karbür morfolojisi net bir şekilde açığa çıkartılmıştır (Şekil 8a-c). Daha<br />
önceden de belirtildiği üzere MC karbürü öncelikli olarak bazı habitus düzlemlerinde<br />
büyür. Birincil MC karbürleri, ötektik karbürlerin aksine sıcak şekillendirme<br />
boyunca polihedral şekillerini korurlar. Nb-ca zengin MC karbürlerinin morfolojisi<br />
ergiyikteki niobyum aktivitesi ile kontrol edilmekte olup azalan niobyum aktivitesi<br />
ile oktahedral düzlemli şekilden kaba dendritik yapıya, daha sonra da düzenli bir<br />
ötektik yapıyı andıran ince dendritik yapıya geçiş vardır. Şekil 8c’de örneği verilen<br />
birincil MC karbür yüzeyinden de görüleceği üzere büyüme yüzeyleri olması gerektiği<br />
gibi düz değil, aksine dalgalıdır ve karbür taneciği süngervari bir morfoloji<br />
sunmaktadır. Bu oluşum yüksek sıcaklıkta karbür yüzey hareketine işaret eder.<br />
Homojenizasyon tavlaması sürecinde difüzyon nedenli olarak düşük seviyede karbür<br />
yapıcı elementler (örn. Fe, Cr vb) karbürden matrikse yayınır ve böylece karbür<br />
yüzeyi hareket ederek taneciğin süngervari bir görünüm kazanmasını sağlar.<br />
(a) (b)<br />
Şekil 7. NaOH ile elektrolitik dağlanmış konumda % 2.66 niobyum ile alaşımlandırılmış yüksek hız<br />
takım çeliğine ait ışık mikroskop görüntüleri.
478<br />
(a)<br />
(b)<br />
(c)<br />
Şekil 8. Perklorik asit ile elektrolitik dağlanmış konumda %2.66 niobyum ile alaşımlandırılmış yüksek<br />
hız takım çeliğine ait taramalı elektron mikroskop görüntüleri; (a) 60 sn, (b) 180 sn ve (c) 480 sn<br />
süreyle dağlanmıştır.<br />
Şekil 9’da perklorik asit ile dağlanmış konumda %2.66 niobyum ile<br />
alaşımlandırılmış yüksek hız takım çeliğinin başlangıçta taramalı elektron mikroskop<br />
ile görüntülenmesi ve sonrasında enerji dağılım x-ışını spektrometresi yardımı<br />
ile çizgi taraması yapılarak birincil karbür içerisinde niobyum ve demir tayini yapılmıştır.<br />
Görüldüğü üzere kristal içerisinde zengin niobyum içeriği var iken, oldukça<br />
düşük kısmi bir demir çözünürlüğü belirlenmiştir.
479<br />
(a) (b)<br />
Şekil 9. Perklorik asit ile dağlanmış konumda %2.66 niobyum ile alaşımlandırılmış yüksek hız takım<br />
çeliğine ait (a) taramalı elektron mikroskop görüntüsü ve (b) elementel içeriği gösteren çizgi taraması.<br />
4. Sonuçlar<br />
Deneysel çalışma kapsamında %1 ve %2.66 Nb ile alaşımlandırılmış yüksek hız<br />
takım çeliklerinde farklı metalografik işlemler sonrasında karbür fazlarının belirlenmesi<br />
hedeflenmiştir. Elde edilen sonuçlar aşağıda verilmiştir.<br />
(i) Parlatılmış konumda her iki çeliğin mikroyapısında ana matrikse göre farklı<br />
kontrast veren karbür fazları gözlenmiş olup diferansiyel enterferans kontrastın<br />
kullanımı ile karbürlerin tane sınırı ve tane içi dağılımları ve morfolojileri belirginleştirilmiştir.<br />
Daha düşük niobyum içeren alaşımda tane sınırları boyunca<br />
M6C karbürleri ve masif çökeltiler halinde dağılım gösteren fasetli MC karbürleri<br />
gözlenmiştir.<br />
(ii) Nital ile dağlama ile birlikte matriks fazı belirginleşmiş, ancak karbürler<br />
biribirinden ayırt edilememiştir. Bu nedenle kontrastı artırmak amacıyla renkli<br />
metalografi yöntemi seçilmiştir. Sputter kaplama yöntemi ile hem parlatılmış<br />
hem de nital ile dağlanmış yüzey üzerine enterferans tabakası oluşturulmuştur.<br />
Artan film tabaka kalınlığının bir fonksiyonu olarak karbür fazlarının ayırt edilebilirliği<br />
artmıştır. Dağlanmış yüzeyde, oluşturulan film tabakası karbür fazları<br />
açısından bir avantaj sağlamaz iken matriksi oluşturan iğnesel yapıyı<br />
(martenzitik yapı) belirginleştirmiştir.<br />
(iii) Elektrolitik dağlama işleminde bazik çözeltinin karbür fazını, asidik çözeltinin<br />
ise matriks fazını çözdüğü görülmüştür. Enerji dağılım x-ışını<br />
spektrometresi ile yapılan çizgi taraması karbür fazının Nb-ca zengin bir karbür<br />
olduğunu göstermiştir.<br />
Kaynaklar<br />
[1] Yılmaz, A., “Niobyum alaşımlı döküm yüksek hız takım çeliklerinin kesme koşulları<br />
altında aşınma davranışı”, Doktora Tezi, Kocaeli Üniversitesi-Fen Bilimleri Enstitüsü,<br />
Metalurji ve Malzeme Mühendisliği Ana Bilim Dalı, Kocaeli, 2006.
480<br />
[2] Subaşı, Y., “Döküm yüksek hız takım çeliklerinde mikroyapısal karakterizasyon;<br />
mikroyapı-mekanik özellikler ilişkisinin belirlenmesi’’, Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli Üniversitesi-Fen<br />
Bilimleri Enstitüsü, Metalurji ve Malzeme Mühendisliği Ana Bilim Dalı,<br />
Kocaeli, 2006.<br />
[3] Fischmeister, H. F., Riedl, R., Karagöz, Ş. “Solidification of high-speed tool steels”,<br />
Metalurgical Transactions A, Vol. 20A, 2133-2148, 1989.<br />
[4] Boccalini, M., Goldenstein, H., “Solidification of high speed steels”, International<br />
Material Reviews, 46 (2), 92-115, 2001.<br />
[5] Wood, J. V., Horlock, A., Bee, J. V., “Modifications to high speed steels by rapid<br />
solidification”, Materials Science and Engineering, 98, 433-436, 1988.<br />
[6] Yılmaz, A., “Niobyum alaşımlı döküm yüksek hız takım çeliği metalurjik dizaynı ve<br />
üretimi”, Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü-Metalurji ve<br />
Malzeme Mühendisliği Ana Bilim Dalı, Kocaeli, 2002.<br />
[7] Wieβner, M., Leisch, M., Emminger, H., Kulmburg, A., “Phase transformation study of<br />
a high speed steel powder by high temperature x-ray diffraction”, Materials<br />
Characterization, 59 (7), 937-943, 2008.<br />
[8] Karagöz, Ş., Liem, I., Bischoff, E., Fischmeister, H. F., “Determination of carbide and<br />
matrix composition in high speed steels by analytical microscopy”, Metallurgical<br />
Transactions A, 20, 2695-2701, 1989.<br />
[9] Karagöz, Ş., Andren, H. O., “Secondary hardening in high speed steels”, Zeitschrift für<br />
Metallkunde, 83, 386-394, 1992.<br />
[10] Karagöz, Ş., Fischmeister, H. F., “Cutting performance and microstructure of high speed<br />
steels : contributions of matrix strengthening and undissolved carbides”, Metallurgical<br />
Transactions A, 29, 205-216, 1998.<br />
[11] Bochnowski, W., Leitner, H., Major, L., Ebner, R., Major, B., “Primary and secondary<br />
carbides in high-speed steels after conventional heat treatment and laser modification”,<br />
Materials Chemistry and Physics, 81 (2-3), 503-506, 2003.<br />
[12] Kumar, K. S., Lawley, A., Koczak, M. J., “Powder metallurgy T15 too steel : part <strong>II</strong>.<br />
microstructure and properties after heat treatment”, Metallurgical and Materials<br />
Transactions A, 22(11), 2747-2759, 1991.<br />
[13] Riedl, R., Karagöz, Ş., Fischmeister, H., Jeglitsch, F., “Developments in high speed tool<br />
steels”, Steel Research, 58, 339-352, 1987.
Özet<br />
ESR YÖNTEMİ İLE ÜRETİLMİŞ SICAK İŞ TAKIM TAKIM<br />
ÇELİKLERİNİN ISIL İŞLEMİ VE MİKROYAPISAL<br />
KARAKTERİZASYONU<br />
Şeyda POLAT, Ş. Hakan ATAPEK, Gülşah AKTAŞ<br />
Kocaeli Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi,<br />
Metalurji ve Malzeme Mühendisliği Bölümü<br />
481<br />
Elektro curuf ergitme (ESR) yöntemi ile üretilmiş ürünlerin geniş bir kullanım alanı<br />
vardır. ESR, çelik üretiminde ve havacılıkta, termik ve nükleer enerji santrallerinde,<br />
savunma sanayii gibi kritik uygulamalarda gerekli olan nitelikli alaşımların ergitilmesi<br />
ve saflaştırılması için kullanılan bir üretim prosesidir. Bu çalışmada, elektro<br />
curuf ergitme yöntemi ile üretilmiş H11, H13, HP1 ve TQ1 sıcak iş takım çeliklerinin<br />
ısıl işlem sonrası mikroyapısal karakterizasyonu yapılmıştır. Kimyasal kompozisyonu<br />
farklı iki çelik grubunda sertleştirme ve temperleme işlemleri sonrası<br />
mikroyapı incelemeleri ile çeliklerin nihai matriksleri belirlenmiştir. Çalışma kapsamında,<br />
çeliklerin uygulamaya yönelik perfomansını belirleyen mikroyapıları<br />
üzerine alaşım kompozisyonu ve ısıl işlem uygulamalarının etkisi fiziksel<br />
metalurjik esaslar doğrultusunda değerlendirilmiştir.<br />
Anahtar kelimeler: Takım çelikleri, elektro curuf ergitme, ısıl işlem, mikroyapı.<br />
1. Giriş<br />
Takım çelikleri, kesme, şekillendirme, çok farklı sertlik ve özellikteki metal ve<br />
metal olmayan malzemelere form verme amacıyla geliştirilmiş özel çeliklerdir.<br />
İşlediği malzemeden çoğu zaman daha sert, daha yüksek dayanımlı ve aşınmaya<br />
dirençli olması gerekir. Takım çeliğinin, kullanım koşullarına uygun olarak, sertliğinin<br />
yanında yeterli sünekliğinin de olması gerekir. Bu tür mekanik performansı<br />
takım çeliğinin sağlayabilmesi için segeragasyon/kalıntı içermeyen ve uygun ısıl<br />
işlemler sonrası elde edilmiş homojen bir mikroyapı fayda sağlayacaktır.<br />
Mikroyapısal olarak bakıldığında takım çeliğine sertliği kazandıran yapı<br />
martenzittir. Oda sıcaklığında elde edilen martenzit yapısı ve karbürlerin varlığı<br />
çeliğin sertliğini arttırır [1-4].<br />
Takım çelikleri, prensipte asil çelik olarak ve daha çok da bazik ark fırınlarında<br />
üretilirler. Ergitmenin vakum altında, elektron bombardımanlı çok kamaralı fırında<br />
ve curuf altında ergitme tarzında yapıldığı yöntemler yaygınlaşmakta ve yüksek<br />
kaliteli takım çeliği üretimi artmaktadır. Çeliğin aşınma, yorulma, dayanım gibi<br />
mekanik özelliklerini olumsuz yönde etkileyen kalıntıların çeliğin yapısında oluşu-
482<br />
munu engellemek ya da en aza indirmek için kullanılan yöntemlerin başında ESR<br />
yöntemi gelmektedir. ESR ile üretilen çelik blokları çekme boşluksuz ve izotropik<br />
olup mikroyapıları açısından homojendirler ve temizlik dereceleri çok yüksektir. Bu<br />
çeliklerden yapılan parçaların servis ömrü çok uzun olur ve yüksek dayanıklılık<br />
gösterirler. Kalıplara dökülen çeliklerde sağlanan akma mukavemetlerinden çok<br />
daha yüksek akma mukavemetine sahiptirler [5-10].<br />
Bu çalışmada, ESR yöntemi ile üretilmiş ve ticari olarak tedarik edilebilen sıcak iş<br />
takım çeliklerinde ısıl işlem uygulamaları sonrası matrikslerin karakterizasyonu<br />
yapılmıştır.<br />
2. Deneysel Çalışma<br />
2.1. Malzeme<br />
Deneysel çalışma kapsamında ESR yöntemi ile üretilmiş H11, H13, HP1 ve TQ1<br />
sıcak iş takım çelikleri seçilmiş olup Tablo 1’de tüm çeliklere ait kimyasal kompozisyonlar<br />
verilmiştir. Kompozisyonlar, standart değerleri yansıtmaktadır. Sıcak iş<br />
takım çeliklerinin döküm ve dövme ile şekillendirilmesi sonrası, ısıl işlemler ile<br />
gerçekleştirilecek sertleştirme (östenitleştirme ve su verme) ve temperleme sonucu,<br />
karbon ve diğer alaşım elementlerine bağlı olarak karbür tipi ve dağılımı ile nihai<br />
matriks belirlenir. Alaşım elementleri Cr, Mo ve V karbür yapıcı elementler olup<br />
yüksek sıcaklıkta çözünmeyerek mekanik özellikleri belirlerler. Vanadyum birincil<br />
karbür oluşturarak sertleştirme sıcaklıklarında çözünmediği için östenit tane boyutunu<br />
belirler ve ince tane sertleşmesi ve tokluk artışı sağlar. Öte yandan oluşturduğu<br />
ince karbürler ile de çökelti sertleşmesini teşvik eder. Diğer alaşım elementleri<br />
krom ve molibden ise sertleştirme işlemi sonrası temperleme sırasında ikincil çökeltiler<br />
ve bu sayede ikincil sertlik oluşumunu sağlarlar. Bu nedenlerden dolayı ısıl<br />
işlem parametrelerinin kontrolü, tane büyümesi ve karbürlerin çözünmesi/kabalaşması<br />
gibi fiziksel metalurjik olaylar üzerinden nihai mekanik özellikleri<br />
belirleyecektir [11, 12].<br />
Tablo 1. Deneysel çeliklere ait kimyasal kompozisyonlar (ağ.-%).<br />
Malzeme C Si Mn Cr Mo V P S Fe<br />
H11 0.37 1.00 0.35 5.20 1.20 0.40
2.2. Isıl İşlem Uygulamaları ve Matriks Sertlikleri<br />
483<br />
Takım çeliklerinin dökümleri sırasında segregasyonu engellemek ve dendrit kolları<br />
arası mesafeyi düşürmek amacıyla genellikle ingot boyutları küçük tutulur. Katılaşma<br />
sonrası özellikle yüksek miktarda karbür yapıcı içeren alaşımlarda önemli<br />
miktarda segregasyon ve birincil karbür oluşumu meydana gelir. Katılaşmadan<br />
sonra takım çelikleri yüksek sıcaklıklarda östenitlenir ve östenit/östenit+karbür faz<br />
alanında sıcak deformasyon işlemleri (dövme, haddeleme gibi) uygulanır. Böylece<br />
bağlantılı büyüyen karbür yapısı kırılır ve segregasyon miktarı azalır. Ancak bu<br />
noktada östenitleme işlemlerinin yeterince uygulanması gerekir. Aksi halde bantlı<br />
bir yapı oluşarak, sıcak sünekliğin düşmesine neden olur ve sıcak şekillendirmede<br />
çatlaklar meydana gelir. Bu aşamadan sonra talaşlı işlem için yapının yumuşatılması<br />
gereklidir. Bu amaçla yapılan tavlamada küresel kaba karbürler içeren ferritik bir<br />
yapı oluşturulur. Talaşlı işlem, plastik deformasyon sonucu bir miktar kalıntı gerilime<br />
neden olduğundan yaklaşık 650 ºC’de kalıntı gerilim giderme tavı yapılır. Eğer<br />
bu işlem yapılmazsa daha sonra yapılacak olan sertleştirme sırasında parçada çarpılmalar<br />
meydana gelir. Son olarak sertleştirme yapılır. Bu işlem birkaç aşamalıdır.<br />
Parçaya ön ısıtma, östenitleme, su verme ve sertleştirme uygulanır. Yapıda nihai<br />
olarak temperlenmiş martenzit oluşması amaçlanmaktadır [11-13]. Tablo 2’de<br />
deneysel çalışma kapsamında uygulanan ısıl işlem çevrimi verilmiştir. Tablo aynı<br />
zamanda çelik matrikslerine ait sertlik değerlerini de içermektedir.<br />
Tablo 2. Deneysel çeliklere uygulanan ısıl işlemler ve matriks sertlik değerleri.<br />
Malzeme Östenitleştirme Soğutma ortamı Temperleme Sertlik, HRC<br />
H11<br />
H13<br />
HP1<br />
TQ1<br />
1020 °C<br />
(40 dakika)<br />
1020 °C<br />
(40 dakika)<br />
1020 °C<br />
(40 dakika)<br />
1020 °C<br />
(40 dakika)<br />
Hava (fan ile)<br />
Hava (fan ile)<br />
Hava (fan ile)<br />
Hava (fan ile)<br />
560 °C<br />
605 °C<br />
605 °C<br />
(2 saat)*<br />
560 °C<br />
605 °C<br />
605 °C<br />
(2 saat)*<br />
560 °C<br />
605 °C<br />
605 °C<br />
(2 saat)*<br />
560 °C<br />
605 °C<br />
605 °C<br />
(2 saat)*<br />
*Temperleme işlemi, tabloda verilen her sıcaklık değerlerinde ikişer saat olmak üzere yapılmıştır.<br />
44<br />
45<br />
36<br />
38
484<br />
2.3. Metalografik İşlemler ve Mikroskobik İncelemeler<br />
Isıl işlemler sonrası çeliklerden alınan numuneler sırasıyla 120, 320, 600 ve 1000<br />
no’ lu zımparalar ile zımparalanmış, 3 µm’luk elmas pasta kullanılarak nihai parlatma<br />
yapılmıştır. Faz bileşenlerinin belirlenmesi için numuneler %3’lük nital çözeltisi<br />
ile dağlanmıştır. Dağlanmış konumda numuneler Zeiss Axiotech 100 model<br />
ışık mikroskobu ile incelenmiştir.<br />
3. Bulgular ve Tartışma<br />
3.1. H11 ve H13 Sıcak İş Takım Çeliklerinin Mikroyapısal Karakterizasyonu<br />
H11 ve H13 çelikleri, endüstriyel olarak yaygın kullanılan sıcak takım çelikleridir<br />
ve fiziksel metalurjik yaklaşımlar çerçevesinde ısıl işlem-mikroyapı-mekanik özellikler<br />
kapsamında üzerinde yoğun çalışılmış malzemelerdir.<br />
H11 çeliği hem soğuk ve hem de sıcak iş uygulamalarında yaygın olarak kullanılabilen<br />
yüksek kalite takım çeliğidir. Diğer takım çelikleri ile kıyaslanacak olunursa,<br />
düşük karbonun yanı sıra yeteri kadar krom içermesinden dolayı sıcak iş krom<br />
çeliği olarak da adlandırılır. Bu takım çeliği yüksek mukavemet, tokluk ve iyi<br />
sünekliğe sahiptir. Sıcak dövme ve sıcak ekstrüzyon başta olmak üzere birçok sıcak<br />
iş uygulamasında kullanılabilen bir malzemedir. Tüm bu işlemler sürecinde takım<br />
malzemesinde çeşitli hasarların oluşumu söz konusudur. Oluşan hasarlar (aşınma,<br />
kopma, uç körelmesi vb) ile takım geometrisi bozulabilmekte ve proses etkinliği<br />
azalmaktadır. Bu tür uygulamalarda sertlik ve tokluk iki önemli kavramdır. Matriks<br />
tokluğu takımda ve takım köşelerinde kırılmayı önlerken, matriks sertliğinin lokal<br />
plastik deformasyonlar sonucu geometrik değişimlere olanak vermeyecek değerde<br />
olması gerekir. Bu iki kavram ise çeliğe uygulanan ısıl işlemler ile optimize edilebilmektedir.<br />
Qamar, H11 çeliğinin mekanik özellikleri üzerine ısıl işlemlerin<br />
(östenitleştirme, sertleştirme, hava ve yağda su verme, temperleme vb) etkisini<br />
araştırmıştır. Yaptığı çekme ve darbe tokluk testleri sonrası temper sıcaklığının<br />
artışına bağlı olarak mekanik özelliklerdeki değişimleri incelemiştir. Özellikle<br />
temper sıcaklığının artmasına (450°C→650°C) bağlı olarak başlangıçta sertliğin<br />
önemli ölçüde arttığını ve sonrasında azaldığını, darbe tokluk değerinin de başlangıçta<br />
azaldığını ve sonrasında arttığını, akma mukavemet değerinin azalmaktan<br />
ziyade giderek arttığını belirtmiştir. Böyle bir karakteristik davranışta ise matriks<br />
mikroyapısının etken olduğu sonucuna varmıştır [14]. Leskovšek ve diğerleri tarafından<br />
yapılan bir çalışma H11 sıcak iş takım çeliğinin sertlik ile kırılma tokluğu<br />
üzerine sertleştirme ve temperleme sıcaklıklarının etkisini doğrudan göstermektedir.<br />
Çalışmada östenitleştirme sıcaklığının tane boyutu üzerine etkisi irdelenmiş olup,<br />
mekanik özelliklerin gelişimi açısından çoklu temperleme sonrası ikincil sertlik<br />
katkısı doğrultusunda sertlik ve mukavemetin toklukla birlikte geliştirildiği belir-
tilmiştir. Kırılma tokluğu açısından yüksek temperleme sıcaklıklarının seçiminin bir<br />
avantaj sunabileceği vurgulanmıştır [15].<br />
485<br />
Sıcak iş takım çeliklerinin en büyük özelliği yüksek temperleme sıcaklıklarında<br />
karbür içermesidir. Bu karbürler östenitleştirme ile çözündürülemeyen tipik vanadyum<br />
karbürlerdir. Bu karbürlerin çeliğin aşınma direnci üzerine önemli bir etkisi<br />
vardır. Bahrami ve diğerleri, H13 sıcak iş takım çeliğinin konvansiyonel ısıl işlemler<br />
sonrasında aşınma davranışını incelemiştir. Çalışmalarında ‘pin-on-disk’ türü bir<br />
aşındırma düzeneği kullanılarak sertleştirilmiş martenzitik takım çeliği ile 600<br />
°C’de temperlenmiş takım çeliklerinin farklı yüklenme koşullarında aşınma davranışı<br />
araştırılmıştır. 600 °C’de 90 dakika temperlenmiş çelik önemli bir ikincil sertlik<br />
kazanımı göstermiştir. Düşük yüklenmede, su verilmiş martenzitik matrikse sahip<br />
çelik en yüksek aşınma direncine sahip olup yükün arttırıldığı konumda 600 °C’de<br />
30-60 dakika temperlenmiş çeliğin aşınma direnci en yüksek bulunmuştur. Bilindiği<br />
gibi artan yüklenme ile birlikte disk-malzeme etkileşimi en geniş yüzey alanında<br />
gerçekleşmekte olup yüksek lokal basınç nedenli olarak in-situ temperleme oluşmaktadır.<br />
Böylece matriks içerisinde çökelti fazı olarak yeralan ince karbür dağılımı<br />
ile aşınma direncinde bir artış gerçekleşebilir [16].<br />
Şekil 1’de H11 ve H13 sıcak iş takım çeliklerine ait mikroyapı örnekleri verilmiştir.<br />
Çeliklerde karbon ve alaşım elementi miktarına ek olarak soğutma hızı martenzitik/<br />
beynitik dönüşüm kinetiği açısından önemlidir. Bilindiği üzere çeliklerde karbon<br />
oranının artması ile birlikte östenitten martenzit veya beynite dönüşümde ymk kafes<br />
yapısı karbonca zengin tetragonal bir kafes yapısına hızlı soğuma koşullarında<br />
dönüşür. Kafes içerisinde karbonun oturması ile birlikte kafes distorsiyonu da gerçekleşmiş<br />
olur. Temperleme ile birlikte karbonca aşırı doymuş katı ergiyik iç gerilimleri<br />
de giderek rahatlar ve böylece temperlemenin ilk kademelerinde sertlikte<br />
belirgin bir azalma gözlemlenir. H11 çeliğinin dağlanmış konumda mikroyapı<br />
örnekleri Şekil 1a ve b’de verilmiştir. Yapı, tipik temper martenzit içermektedir.<br />
H13 çeliği ise H11 çeliğine kıyasla daha yüksek karbon ve vanadyum içeriğine<br />
sahiptir ve bu çeliğin dağlanmış konumdaki mikroyapıları Şekil 1c ve d’de verilmiştir.<br />
Tane inceltici özelliği olan vanadyumun belirgin bir şekilde artışı, yapının<br />
daha da ince bir dağılım göstermesine neden olmuştur. Her iki çelikte de temper<br />
etkisi ile karbon segregasyonlarının bir hayli yüksek olması sonucu sementit lataları<br />
yüzey gerilimleri altında boğumlaşarak ferritik matriks içerisinde koyu kontraslı<br />
masif iç çökeltiler halinde dağılım göstermiştir (Şekil 1b ve d).<br />
Şekil 2a, MC türü karbürü içeren H11 çelik matriksine ait bir mikroyapıyı göstermektedir.<br />
Takım çeliği kompozisyonuna ve karbür morfolojisine dayanarak karbürün<br />
vanadyumca zengin tipik bir VC karbürü olması muhtemeldir. Şekil 2b’de ise<br />
H13 çelik matriksinde oldukça küçük boyutlu M6C karbürleri gözlenmiştir. H13<br />
çeliğinde bir miktar daha yüksek karbon ve molibdenin var olması molibdence<br />
zengin bu karbürün oluşumuna neden olmuştur.
486<br />
(a) (b)<br />
(c) (d)<br />
Şekil 1. H11 ve H13 sıcak iş takım çeliklerine ait mikroyapı örnekleri; (a ve b) H11 çeliği, (c ve d) H13<br />
çeliği.<br />
(a) (b)<br />
Şekil 2. (a) H11 çelik matriksinde fasetli yüzeye sahip tipik VC karbür yapısı ve (b) H13 çelik<br />
matriksinde ince boyutlu tipik M6C karbür yapısı.<br />
3.2. HP1 ve TQ1 Sıcak İş Takım Çeliklerinin Mikroyapısal Karakterizasyonu<br />
Şekil 3a ve b’de HP1 çeliğinin dağlanmış konumda farklı büyütmelerde<br />
mikroyapıları örneklenmiştir. Şekil 3a’da ince bir yapı gözlenmektedir. Çeliğin<br />
alaşım kompozisyonunda var olan vanadyumum tane inceltme etkisinden dolayı<br />
böyle bir dağılım çeliğe kazandırılmıştır. Soğutma sonrası yapı martenzitik bir
487<br />
dönüşüm göstermiştir. Çoklu temperleme ile birlikte bir taraftan yapı toklaştırılmış<br />
olup martenzitin lata yapısı bozunarak ferrit içerisinde yoğun demir karbür çökeltisi<br />
içeren bir matriksin oluşmasına neden olmuştur. TQ1 çeliği, HP1 çeliğine kıyasla<br />
bir miktar karbon ve molibden fazlalığı içermektedir. Artan karbon ile birlikte<br />
yapıdaki lataların kabalaşması olasıdır. Molibden ise daha çok sertleşebilirlik açısından<br />
katkı sağlamakta olup soğuma koşullarında östenitten martenzit/beynit oluşumunu<br />
teşvik etmektedir. Şekil 3c ve d’de bu sıcak iş takım çeliğine ait dağlanmış<br />
konumda mikroyapı örnekleri verilmiştir. Çelik, tipik temper martenzit yapısına<br />
sahiptir. Orijinal lata yapısının bir miktar kabalaştığı ve temperleme ile birlikte<br />
dejenere olduğu gözlenmektedir. Matriks içerisinde dağılım gösteren bu iç çökeltilerin<br />
dispersiyon sertleştirmesi ile mukavemetin arttırılmasında rolü oldukça büyüktür.<br />
Şekil 3d’de matriks içerisinde H13 çeliğinde olduğu gibi M6C karbürleri<br />
vardır.<br />
(a) (b)<br />
(c) (d)<br />
Şekil 3. HP1 ve TQ1 sıcak iş takım çeliklerine ait mikroyapı örnekleri; (a ve b) HP1 çeliği, (c ve d) TQ1<br />
çeliği.
488<br />
4. Sonuçlar<br />
Bu çalışmada, ESR ile üretilmiş çeşitli sıcak iş takım çeliklerinin mikroyapısal<br />
karakterizasyonu yapılmıştır. H11, H13, HP1 ve TQ1 çelikleri üzerine yapılan<br />
mikroyapı incelemeleri ve matriks sertlik ölçümleri sonrası aşağıdaki sonuçlar elde<br />
edilmiştir.<br />
(i) Tüm çelikler üretim yöntemlerinin bir avantajı olarak segregasyon ve matriks içi<br />
kalıntı içermemektedir. Endüstriyel uygulamalarda yaygın bir şekilde kullanılan bu<br />
tür sıcak iş takım çeliklerinin sahip olduğu homojen mikroyapılar üstün mekanik<br />
özelliklerin eldesini kolaylaştırmaktadır. Tüm çeliklerde temper martenzit yapısı<br />
gözlenmiştir.<br />
(ii) H11 ve H13 çelikleri vanadyum miktarı dışındaki benzer kimyasal kompozisyonlarından<br />
dolayı birer kıyas malzemesi olarak irdelenmiştir. Daha yüksek vanadyum<br />
içeriğine sahip olan H13 çeliği H11 çeliğine göre daha ince martenzit yapısı<br />
içermektedir. Vanadyumun oluşturduğu ince karbür çökeltileri östenitleştirme boyunca<br />
tane sınır hareketlerini engelleyebilmekte ve ince tane boyut dağılımına sahip<br />
östenitin kararlı olmasına neden olmaktadır. Dönüşüm ile birlikte ince östenitten<br />
yine ince martenzit lataları oluşacaktır. Bu tür bir oluşum bir taraftan mikroyapıya<br />
bir avantaj sağlarken diğer taraftan ölçülen matriks sertliklerinden de anlaşılacağı<br />
üzere mekanik özellikleri de geliştirecektir. H13 çeliği, H11 çeliğine göre sahip<br />
olduğu daha ince temper martenzitik yapısından dolayı daha serttir.<br />
(iii) HP1 ve TQ1 çelikleri de kendi aralarında birer kıyas malzemesi olarak deneysel<br />
çalışma kapsamında irdelenmiştir. Çeliklerin kompozisyonunda özellikle molibden<br />
miktarındaki farklılık mikroyapılarında da farklılaşmaya neden olmuştur. Sertleşebilirlik<br />
açısından önemli olan molibdenin TQ1 çeliğinde bir miktar fazla olması<br />
matriks içerisinde daha geniş lataların oluşumuna neden olmuştur. Çelik kompozisyonunda<br />
alaşım elementlerinin miktarındaki artış, soğumada denge reaksiyonlarını<br />
öteleyerek denge dışı martenzitk/beynitik dönüşümleri teşvik etmektedir. Böylece<br />
kesitte sertleşebilirlik artışı sağlanabilir. Matriks sertlik değerleri göz önüne alınacak<br />
olursa, yukarıda bahsedilen fiziksel metalurjik oluşumların çerçevesinde TQ1<br />
çeliğinin sertliği HP1 çeliğine kıyasla bir miktar daha yüksektir.<br />
(iv) Çelik matrikslerinde alaşım karbür yapıları da mevcuttur. H11 çeliğinde fasetli<br />
VC karbürü gözlenmiştir. Bu tür karbürler çoğunlukla çeliğin katılaşmasında sıvı<br />
fazdan doğrudan büyüyebilmekte ve kaba birincil karbür fazı olarak matriks içerisinde<br />
yer almaktadır. Diğer taraftan, H13 ve TQ1 çeliklerinde M6C karbürleri gözlenmiştir.<br />
Bu karbür fazı molibdence zengin fazdır.<br />
Kaynaklar<br />
[1] ASM Handbook, “Properties and selection : irons, steels and high performance alloys”,<br />
Vol.1, ASM International, Materials Park, Ohio-USA, 1990.<br />
[2] Totten, G. E., “Steel heat treatment handbook”, Second Edition, CRC Press, Boca<br />
Raton, 2007.
489<br />
[3] Roberts, G., Krauss, G., Kennedy, R., “Tool steels”, ASM International, Materials Park,<br />
Ohio-USA, 1998.<br />
[4] ASM Handbook, “Metallography and microstructures”, Vol. 9, ASM International,<br />
Materials Park, Ohio-USA, 2004.<br />
[5] Mitchell, A., “Solidification in remelting processes”, Materials Science and Engineering<br />
A, 413-414, 10-18, 2005.<br />
[6] Ma, D., Zhou, J., Chen, Z., Zhang, Z., Chen, Q., Li, D., “Influence of thermal<br />
homogenization treatment on structure and impact toughness of H13 ESR steel”, Journal<br />
of Iron and Steel Research International, 16(5), 56-60, 2009.<br />
[7] Dong, Y., Jıang, Z., Li, Z., “Segregation of niobium during electroslag remelting<br />
process”, Journal of Iron and Steel Research International, 16(1), 7-11, 2009.<br />
[8] Chang, L., Shi, X., Yang, H., Li, Z., “Effect of low-frequency AC powder supply during<br />
electroslag remelting on qualities of alloy steel”, Journal of Iron and Steel Research<br />
International, 16(4), 7-11, 2009.<br />
[9] Hebsur, M. G., Abraham, K. P., Prasad, Y. V. R. K., “Effect of electroslag refining on<br />
the fracture toughness and fatigue crack propagation rates in heat treated AISI 4340<br />
steel”, Engineering Fracture Mechanics, 13(4), 851-864, 1980.<br />
[10] Hebsur, M. G., Abraham, K. P., Prasad, Y. V. R. K., “Influence of electrslag refining on<br />
the hot ductility of AISI 4340 steel in torsion”, Journal of Mechanical Working<br />
Technology, 4(4), 341-349, 1981.<br />
[11] Polat, Ş., Erişir, E., Atapek, Ş. H., “Sıcak iş takım çelikleri : alaşımlama, ısıl işlem,<br />
mikroyapı, mekanik özellikler -I-”, MakinaTek, 163, 116-120, <strong>2011</strong>.<br />
[12] Polat, Ş., Erişir, E., Atapek, Ş. H., “Sıcak iş takım çelikleri : alaşımlama, ısıl işlem,<br />
mikroyapı, mekanik özellikler -<strong>II</strong>-”, MakinaTek, 164, 144-148, <strong>2011</strong>.<br />
[13] Atapek, Ş. H., Polat, Ş., Erişir, E., “Sıcak iş takım çelikleri : alaşımlama, ısıl işlem,<br />
mikroyapı, mekanik özellikler -<strong>II</strong>I-”, MakinaTek, 165, 134-138, <strong>2011</strong>.<br />
[14] Qamar, S. Z., Effect of heat treatment on mechanical properties of H11 tool steel,<br />
Journal of Achievements in Materials and Manufacturing Engineering, 35(2), 115-120,<br />
2009.<br />
[15] Leskovšek V., Šuštaršič B., Jutriša G., The influence of austenitizing and tempering<br />
temperature on the hardness and fracture toughness of hot-worked H11 tool steel,<br />
Journal of Materials Processing Technology, 178, 328-334, 2006.<br />
[16] Bahrami A., Anijdan S. H. M., Golozar M. A., Shamanian M., Varahram N., Effects of<br />
conventional heat treatment on wear resistance of AISI H13 tool steel, Wear, 258, 846-<br />
851, 2005.
490
Özet<br />
SU VERİLMİŞ VE TEMPERLENMİŞ ÇELİKLERİN<br />
BALİSTİK DARBE KIRILMASI ÜZERİNE BİR ANALİZ<br />
VE BENZETİM ÇALIŞMASI<br />
Ş. Hakan ATAPEK<br />
Kocaeli Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi,<br />
Metalurji ve Malzeme Mühendisliği Bölümü<br />
491<br />
Bu çalışmada, su verilmiş ve temperlenmiş bir çeliğin 780 m/s’lik bir hıza sahip<br />
7.62 mm zırh delici ile olan balistik etkileşimi sonrası kırılma analizi yapılmıştır.<br />
Çalışmanın birinci kademesinde, ısıl işlem uygulanmış çeliğin mikroyapısı balistik<br />
test öncesi incelenmiş olup matriks fazı araştırılmıştır. İkinci kademede, deneysel<br />
çeliğe benzer şekilde proseslenmiş eşdeğer mekanik özelliklere sahip standart AISI<br />
4340 çeliğinin delinme modunun belirlenmesi amacı ile ANSYS AUTODYN 2-D<br />
yazılımı kullanılarak benzetim çalışması yapılmıştır. Merminin hedef ile olan etkileşimi<br />
boyunca malzemenin ön ve arka yüzeylerinde meydana gelen hasar 2 boyutlu<br />
olarak modellenmiştir. Üçüncü kademede ise, deneysel çelikde balistik darbe<br />
sonrası meydana gelen mikroyapısal değişimler, kırılmaya katkı sağlayan oluşumlar<br />
ve delinme modu mikroskobik çalışmalar ile belirlenmiştir. Benzetim çalışması ve<br />
kırılma analizi, çeliklerin ön yüzeyinde krater oluşumuna ek olarak delinme<br />
modunun sünek delik genişlemesi şeklinde gerçekleştiğini göstermiştir.<br />
Anahtar kelimeler: Zırh çelikleri, dinamik kırılma, modelleme, fraktografi.<br />
1. Giriş<br />
Su verilmiş ve temperlenmiş çeliklerin sivil ve askeri platfomlarda zırh malzemesi<br />
olarak kullanımı yaygındır. Zırh çelikleri, döküm veya haddelenmiş konumlarında<br />
çeşitli ısıl işlem uygulamaları sonrası yeteri mukavemet, sertlik ve tokluk değerlerinin<br />
yanı sıra yüksek seviyede balistik yeterlilik gösterebilmektedir. Bu tür çelikler<br />
için alaşımlama, prosesleme ve ısıl işlem uygulamaları bu açıdan önemlidir [1-3].<br />
Homojen haddelenmiş zırh çelikleri, tank, muhabere araçları ve personel/mühimmat<br />
taşıyıcılarda en çok kullanılan çelik olup kesitleri boyunca eşdeğer sertliğe sahip<br />
martenzitik/beynitik/temper martenzit-beynit yapısı içermektedir. Günümüzde<br />
kullanılan MIL-A-12560 çeliği bir çok uygulamada kullanılan standart zırh çeliğidir.<br />
Yüksek sertliğe sahip MIL-A-46100 çeliği ise balistik korumanın MIL-A-<br />
12560’a göre %20 daha etkili olduğu bir zırh çeliğidir. Bu tür çelikler, karbon,<br />
mangan, silisyum, krom, molibden gibi çelikte temel olan alaşım elementleri ve
492<br />
vanadyum, titanyum, niobyum, aluminyum, bor gibi mikroalaşım elementleri de<br />
içerebilir [3, 4-6].<br />
Metalik zırhların gelişimi yüksek sayıda balistik deneyleri içermektedir, çünkü<br />
alaşım kompozisyonundaki ve ısıl işlemindeki herhangi bir değişim malzemenin<br />
balistik performansında önemli değişikliklerin oluşumuna yol açar. Alaşım kompozisyonunun<br />
ve uygulanan ısıl işlemlerin mekanik özellikleri nasıl etkilediğini mevcut<br />
bilgilerle bilmemize rağmen mekanik özellikler ile balistik performans arasındaki<br />
korelasyon çok yönü ile eksik kalmaktadır. Zırh çeliğinin balistik performansı<br />
açısından sertlik en önemli mekanik özelliktir. Literatürde yer alan çoğu çalışma,<br />
zırh çeliğinin balistik performansını matriks sertliği ile ilişkilendirmektedir [7-12].<br />
Bu çalışmada, su verilmiş ve temperlenmiş bir çeliğin 780 m/s’lik bir hıza sahip<br />
7.62 mm zırh delici ile olan balistik etkileşimi sonrası meydana gelen delinme<br />
modu üzerine incelemeler yapılmıştır. Çalışma kapsamında, ANSYS AUTODYN<br />
2-D yazılımı ile benzer mekanik özelliklere sahip AISI 4340 çeliği üzerine eşdeğer<br />
atış hızında balistik darbe benzetimi yapılarak meydana gelen şekil değişimi ve<br />
kırılma irdelenmiştir.<br />
2. Deneysel çalışma<br />
2.1. Malzeme<br />
Çeliğin dökümü, Anadolu Döküm Sanayi A.Ş. işletim koşullarında gerçekleştirilmiştir.<br />
Tablo 1’de döküm sonrası çelik slaba ait ait kimyasal kompozisyon verilmiştir.<br />
120x1000x3000mm ebatlarındaki slablar Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları<br />
T.A.Ş. işletim koşullarında haddelenmiş ve 4. slab fırınına şarj edilen zırh çeliği<br />
slabı 1230 °C’ de fırından deşarj edilmiştir. Kombine hadde giriş sıcaklığı ortalama<br />
1200 o C olarak tespit edilen slab kombine haddede 11 paso olarak hiçbir sorun<br />
yaşanmadan 12.7 mm kalınlığa haddelenmiştir. Haddeleme sonrası çıkan levhalar<br />
birbiri üstüne istiflenerek soğumaya bırakılmıştır. İstenilen boyutta levha (12.7x<br />
100x4000mm) balistik teste uygun 300x1000 mm ebatlarında hazırlanmıştır. Levha,<br />
1000 o C’de 45 dakika östenitleştirilmiş ve sonrasında suda soğutulmuştur. Nihai<br />
olarak levha 600 o C’de 45 dakika temperlenmiş olup matrikse ait mikrosertlik değeri<br />
380 HV’dir.<br />
Tablo 1. Deneysel çeliğin dökümü sonrası slabına ait kimyasal kompozisyon (ağ.-%).<br />
C Mn P S Si Cu Cr Ni Mo Sn Al<br />
0.2244 0.1902 0.0153 0.0126 0.1981 0.0346 1.4255 0.0418 0.5118 0.0025 0.0217<br />
Ca Nb V W Co Pb B Ti Ta Zr Sb<br />
0.0008 0.0812 0.0835 0.0061 2.3560 0.0005 0.002 0.0019 0.0010 0.0058 0.0039
2.2. Balistik Test<br />
493<br />
Balistik atış, FNSS Savunma Sistemleri A.Ş. laboratuvarında gerçekleştirilmiş olup<br />
30 metreden 7.62 AP M2 mermisi ile 0 °’de yapılmıştır. Şekil 1’de ilgili test düzeneğine<br />
ait görüntüler verilmiştir.<br />
(a) (b)<br />
Şekil 1. (a) Balistik atışta kullanılan test düzeneği ve (b) hız ölçerler.<br />
2.3. Metalografik İşlemler ve Mikroskobik İncelemeler<br />
Isıl işlemler sonrasında plakadan mikroskobik inceleme amaçlı olarak numune<br />
alınmış ve metalografik olarak hazırlanmıştır. Numune sırası ile 120, 320, 600 ve<br />
1000 mesh’lik zımparalar ile zımparalanmış, sonrasında 3 µm’luk elmas pasta ile<br />
parlatılmıştır. Mikroyapıya ait detaylara ulaşılması açısından numune %3’lük nital<br />
ile dağlanmıştır. Mikro seviye fazların görüntülemesinde Zeiss Axiotech 100 model<br />
refleksiyon tipi ışık mikroskobu ve kırılma analizinde Jeol JSM 6060 model tarama<br />
elektron mikroskobu kullanılmıştır.<br />
2.4. Benzetim Çalışmasının Esasları<br />
Balistik benzetim çalışmaları ANSYS AUTODYN 2-D yazılımı ile yapılmıştır.<br />
Kullanılan yazılım, askeri amaçlı bir belirgin sonlu elemanlar yazılımıdır. Program<br />
non-lineer problemlerin (patlama, penetrasyon, parçacık tesiri, şok vb) çözümünde<br />
başarılı bir biçimde kullanılmaktadır. Yazılım dinamik problemi sonlu elemanlara<br />
ayırır ve zaman adımlarına bölerek çözer [13]. Kütle, momentum ve enerjinin korunumu<br />
kanunları her adımında uygulanır. Korunum kanunları aynı zamanda malzeme<br />
modellerinde de gereklidir. Gerilme ile deformasyon ve iç enerji arasındaki<br />
bağlantıların kurulmasını sağlar.<br />
Program kütüphanesinde yer alan ve ısıl işlem uygulamalarının bir sonucu olarak<br />
farklı mekanik özellikler kazandırılabilen AISI 4340 çeliğine ait sabitler kılavuz<br />
değerler olarak alınmış ve yaklaşım modellemeleri yapılmıştır. Merminin hedef
494<br />
(AISI 4340) ile olan etkileşimi boyunca malzemenin ön ve arka yüzeylerinde meydana<br />
gelen hasar 2 boyutlu olarak modellenmiştir. Modellemelerde Lagrange çözücü<br />
kullanılmış olup levha uzunluğu sonsuz, levha kalınlığı 12.7 mm, kırılma tokluğu<br />
150 MPa.m 1/2 ve mermi tipi olarak M2-AP seçilmiştir. Çalışmada Johnson-Cook<br />
hasar modeli esas alınmıştır.<br />
3. Bulgular ve Tartışma<br />
3.1. Benzetim Çıktılarının Değerlendirilmesi<br />
Çalışma kapsamında ANSYS AUTODYN 2-D yazılımı kullanılmıştır. Söz konusu<br />
yazılım dinamik problemi 6 köşeli karelere böler ve her nodu IJK koordinat eksenine<br />
göre tanımlandırır. Problem çözümünde bu bölünmüş elemanların boyutları<br />
önemli bir rol oynar. Eleman boyutları ne kadar küçülürse, problem için eleman<br />
sayısı fazlalaşacak ve çözüm süresi artacaktır. Bu elemanların birbirine eklenmesi<br />
ile çözüm ağı elde edilir. Belirgin sonlu elemanlar yazılımları, içerisinde çok farklı<br />
çözücü tipleri barındırmaktadırlar. En optimum çözümü bulabilmek için uygun<br />
çözücünün kullanılması gerekmektedir. Bu çalışmada Lagrange çözücü kullanılmıştır.<br />
Lagrange çözücü, explicit sonlu elemanlar yazılımlarının kullandığı temel<br />
çözücülerden biridir. Bu çözücüde çözüm ağı, tanımlanmış malzeme özellikleri ile<br />
birlikte hareket eder. Yani malzeme özellikleri elemanlar arasında, eleman yüzeyleri<br />
üzerinden transfer edilmez. Çözüm anında ağ malzeme özellikleri ile birlikte<br />
deformasyona uğrar. Deformasyonların fazla büyük olması beraberinde problemleri<br />
de getirir. Büyük deformasyonlar hesaplama zamanını arttırır ya da çözüm işleminin<br />
durmasına sebep olur. Kullanılan yazılım bu problemi erozyon özelliğini kullanarak<br />
aşmıştır [14].<br />
Şekil 2 ’de mermi penetrasyonu yan kesit üzerinden modellenmiştir. Modelde, zırh<br />
çeliği kütlesel bir malzeme olarak kabul edilmiştir. Merminin çelik kesiti içerisinde<br />
ilerleyişi modelde gösterilmiştir. Başlangıçta belirli bir uç geometrisine sahip olan<br />
mermi süreç içerisinde belirgin bir şekil değişimine uğramaktadır. Modellemeden<br />
de görüleceği üzere mermi ve hedef malzeme deforme olmaktadır. Mermi uç geometrisi<br />
kütleşirken diğer taraftan malzemede de yoğun bir plastik akış meydana<br />
gelmektedir.
Şekil 2. AISI 4340 çeliği ile merminin etkileşimine ait benzetim örneği.<br />
495<br />
Şekil 3’de, AISI 4340 çeliğinin 7.62 mm zırh delici ile olan etkileşimi sonrası ön ve<br />
arka yüzeylerinde meydana gelen plastik şekil değişimi ve hasar oluşumu<br />
modellenmiştir. Mermi ile olan ilk etkileşiminde belirli bir derinlik ve uzunlukta bir<br />
krater oluşmuştur. Diğer taraftan çıkış hattında mermi bir miktar malzemeyi ana<br />
kütleden koparmakta ve dışarı doğru bir uzama gerçekleşmektedir. Delinme, tipik<br />
sünek delik oluşumu ve büyümesi şeklindedir. Şekil 4’de penetrasyon boyunca<br />
gerinme ve şekil değişimi modellenmiştir. Renk skalası ve karşılık gelen üstel değerler<br />
gerinme ve şekil değişiminin özellikle mermi uç ve mermi yanal yörelerinde<br />
ne kadar yoğun olduğunu da göstermektedir.<br />
Şekil 3. AISI 4340 çeliğinin mermi ile etkileşiminde ön ve arka yüzeyde meydana gelen şekil değişimini<br />
ve hasarı gösteren benzetim çıktısı.
496<br />
(a)<br />
(b)<br />
Şekil 4. Merminin penetrasyon boyunca (a) malzemede oluşturduğu gerinme etkisi ve (b) plastik akış<br />
etkisi<br />
3.2. Atış Öncesi Mikroyapısal Karakterizasyon<br />
Şekil 5’de ısıl işlem uygulanmış deneysel çeliğe ait bir mikroyapı verilmiştir.<br />
Mikroyapı tipik temper martenzit-beynit içermektedir. Östenitleştirme ve su verme<br />
sonrası yapıda martenzitik-beynitik bir dönüşüm gerçekleşmiştir. Sert ve kırılgan<br />
olan bu yapının temperleme ile tokluğunun arttırılması mümkündür. Temperleme<br />
ile birlikte matriks içerisinde karbon segregasyonu gerçekleşmiştir. Yeniden karbonun<br />
dağıtımı sonrası orijinal lata morfolojisi kısmi bozunarak matriks çoğunlukla<br />
ferrit lata/lata sınırlarında yer alan sementit çökeltileri içermektedir.
Şekil 5. Deneysel çeliğe ait mikroyapı örneği. Mikroyapı tipik temper martenzit-beynit içermektedir.<br />
3.3. Atış Sonrası Mikroyapısal Karakterizasyon<br />
497<br />
Balistik atış sonrası, delinme ön ve arka yüzeyine ek olarak kesiti üzerine makromikro<br />
incelemeler yapılmıştır (Şekil 6). Şekil 6a’da deneysel çeliğin mermi ile ilk<br />
temasında oluşan krater yöresi gösterilmiştir. Merminin çıkış hattında yüksek seviyede<br />
plastik akışın gerçekleştiği dışarı doğru büyüyen delikten anlaşılmaktadır<br />
(Şekil 6b). Şekil 6c’de mermi ilerleme hattı boyunca deneysel çeliğin kesit makro<br />
görüntüsü verilmiştir. Krater ve sünek delik oluşumu kesit üzerinden de gözlenmektedir.<br />
Balistik atışta kullanılan 7.62 mm zırh delici çelik çekirdek içeren bakır<br />
ile ceketlendirilmiş bir mermidir. Mermi, giriş ve ilerleme hattı boyunca yoğun<br />
sürtünme nedeni ile çekirdekten ayrılıp yüksek seviye ısıl etki nedeni ile kütlesel<br />
malzemeye sıvanabilir. Şekil 6d’de mermi giriş hattında takılı kalmış bakır esaslı<br />
parçacık örneklenmiştir.<br />
(a) (b)
498<br />
(c) (d)<br />
Şekil 6. Deneysel çelikte balistik atış sonrası makro ve mikro inceleme örnekleri; (a) ön yüzeyde<br />
meydana gelen krater oluşumuna ait makro görüntü, (b) arka yüzeyde yoğun plastik deformasyon<br />
sonucu oluşmuş ve dışarı doğru sünek delik büyümesi şeklinde gerçekleşmiş delinme modunu<br />
gösteren bir makro görüntü, (c) mermi giriş ve çıkış hattı boyunca kesiti gösteren bir makro görüntü,<br />
(d) giriş hattında takılı kalan bakır ceketin bir parçasına ait mikro görüntü.<br />
Çok yüksek gerinme oranlarında, örneğin bazı metal kesme işlemlerinde, yüksek<br />
hızlı mermi darbeleri veya patlama sonucu kırılmalarda malzemeler ‘adyabatik<br />
kayma’ olarak bilinen oldukça yüksek lokal deformasyon gösterirler. Adyabatik<br />
kaymada, malzemenin toplam plastik deformasyonu, relatif olarak deforme olmamış<br />
matriks içinde dar bantlar halinde yoğunlaştırılır. Bu kayma bantlarının kayma<br />
düzlemleri boyunca oluştuğu kabul edilir. Adyabatik kayma bantlarında oluşan<br />
yüksek gerinme oranları, yüksek oranda deformasyon enerjisinin ısıya dönüşmesi<br />
sonucu sıcaklığın artmasına neden olur. Sıcaklık, böylece varolan bu bantlar ile<br />
malzemenin ergimesi için yeterli bir seviyeye yükselir. Isıtılmış malzeme, çevresindeki<br />
yüksek miktardaki soğuk matriks malzemesiyle su verme seviyesinde oldukça<br />
hızlı bir şekilde soğutulur. Bundan dolayı su verilmiş ve sertleştirilmiş çeliklerde,<br />
bu tür kayma bantları içeren malzemeler, dönüşmüş temperlenmemiş martenzit<br />
içerir. Çeşitli metallerde oluşabilen kayma bantları metalografik kesit görünümlerine<br />
göre ‘dönüşüm ve deformasyon’ kaynaklı olarak iki grupta ele alınabilir.<br />
Deformasyon nedenli bantlar oldukça ince bir deformasyon bölgesinde yüksek<br />
kayma gerinmeleri sonucu oluşur. Bant aralığında taneler distorse (çarpılmış) konumda<br />
olup malzeme yapısında herhangi bir değişimin olup olmadığına ilişkin<br />
belirgin bir kanıt yoktur. Dönüşüm kaynaklı bantlarda, kristalografik faz değişimleri<br />
gerçekleşir. Çeliklerde çoğunlukla dağlama sonrası görünümleri nedeni ile ‘beyaz<br />
bant’ olarak ifade edilirler ve orijinal matriksten oldukça farklı görünürler [15].<br />
Şekil 7’de balistik darbe sonrası deneysel çelikte oluşan iç yapı değişimleri örneklenmiştir.<br />
Deformasyon nedenli oluşmuş beyaz bantsı görünümlü adyabatik kayma<br />
bantları Şekil 7a’da verilmiştir. Bu bantlar çoğunlukla çeliğin hasara uğramasına ve<br />
özellikle çatlak oluşumu ve ilerlemesine neden olmaktadır. Diğer taraftan, yüksek<br />
ısıl etki ve deformasyon nedeni ile orijinal matriks dejenere olmuştur. Dejenere<br />
oluşum ise Şekil 7b’de gösterilmektedir.
499<br />
(a) (b)<br />
Şekil 7. (a) Mermi ilerleme hattı boyunca meydana gelen deformasyon nedenli adyabatik kayma<br />
bantları, (b) ısıl yumuşama ve dinamik rekristalizasyon nedenli dejenere çelik mikroyapısı.<br />
3.4. Kırılma Analizi<br />
Tipik bir zırh malzemesinin çalışma prensibi, yüksek hızla gelen çelik veya diğer<br />
ağır metal esaslı zırh delici malzemelerin sivri uçlarının yüksek sertliklerinden<br />
dolayı zırh malzemesi tarafından durdurulması esasına dayanır. Zırh çeliğinin veri<br />
bir zırh deliciye karşı davranışını anlamak için penetrasyon (içeri girme) ve<br />
perforasyon (delinme) süreçlerinde şok, deformasyon ve kırılma olgularının bilinmesi<br />
gerekir. Bu da devreye giren perforasyon mekanizmalarının etüdünü gerektirmektedir.<br />
Zırh çeliklerinin kinetik enerjili penetratörler ile olan etkileşimleri sonrasında arka<br />
yüzlerinde yumuşak delinme, sert delinme, radyal kırılma, diskvari kırılma veya<br />
taçyaprağı şekilli açılmalar söz konusudur. Malzeme sertliği, çarpma hızı ve atış<br />
derecesi bu tür oluşumları birincil derecede etkileyebilmektedir. Şekil 8a-c bir<br />
bütün olarak incelenecek olursa mermi penetrasyonu ile birlikte krater derinliği<br />
belirli bir oranda gerçekleşmekte olup merminin malzeme içi radyal ilerlemesi<br />
belirgin plastik akış izlerinin oluşumuna yol açmıştır. Diğer taraftan, malzeme<br />
içerisinde hareket eden mermi kuvvetli bir abrasif aşınmaya neden olmuştur (Şekil<br />
8d). Belirli bir geometriye sahip olan merminin ilk temas ile uç kısmının deforme<br />
olması bu ağır aşınma ile sağlanabilmektedir. Penetrasyon boyunca yüksek miktarda<br />
sıcaklık ve deformasyon gerçekleşmekte olup penetrasyon sonucu yanal duvarlarda<br />
adyabatik kayma bant oluşumları ve gerinme sertleşmeleri meydana gelebilmektedir.<br />
Mermi penetrasyonunun etkinliğinin azalması açısından malzemenin<br />
sahip olduğu en önemli kavram sertlik olup bunun yanında tokluk da önem kazanmaktadır.<br />
Bu konumda tokluk açısından en iyi gösterge malzemenin plastik akışıdır.<br />
Deformasyon ve hasar söz konusu iken özellikle kesit üzerine makro ve mikro<br />
seviye görüntüler daha önce yapılan balistik benzetim çalışmalarını destekler tarzdadır.
500<br />
(a) (b)<br />
(c) (d)<br />
Şekil 8. Balistik atış sonrası deneysel çelikte kırılma analizi; (a) ön yüzeyde meydana gelen krater<br />
oluşumu, (b ve c) arka yüzeyde dışarı doğru radyal açılma modu, (d) mermi ilerleme hattı boyunca<br />
meydana gelen abrasif aşınma yöreleri.<br />
4. Sonuçlar<br />
Bu çalışmada, pratikte ısıl işlemlerle sertleştirilmiş bir çeliğin 780 m/s hıza sahip<br />
7.62 mm zırh delici ile olan etkileşiminde meydana gelen hasar oluşumu nümerik<br />
bir çalışma ile benzer mekanik özelliklere sahip standart AISI 4340 çeliği ile karşılaştırılmıştır.<br />
Benzetim çalışmaları, standart çeliğin ön yüzeyinde belirgin bir krater<br />
oluşumunun yanı sıra çıkış hattında yüksek plastik deformasyonun bir fonksiyonu<br />
olarak dışarı doğru bir açılmanın olduğunu göstermiştir. Mermi geometrisinde<br />
belirgin bir bozunum ve özellikle mermi ilerleme hattı boyunca çeliğin yanal duvarlarında<br />
yüksek seviye gerinmenin oluştuğunu ortaya koymuştur. Pratikte yapılan<br />
balistik atış benzetim çıktılarına paralel olarak ön yüzeyde bir karater oluşumu ve<br />
mermi çıkış hattında dışarı doğru radyal bir açılmanın olduğunu göstermiştir.<br />
Mikroyapısal incelemeler, mermi çıkış hattı boyunca yüksek seviye gerinmenin ve<br />
yöresel ısıl etkilerin bir fonksiyonu olarak adyabatik kayma bant yapılarının ve<br />
dejenere bir matriksin var olduğunu göstermiştir.<br />
Teşekkür<br />
Yazar çalışmaya olan katkılarından dolayu Anadolu Döküm A.Ş’e, Erdemir A.Ş’e<br />
ve Yüzbaşı Y. Müh. H. Kemal Şenyılmaz’a teşekkürlerini sunmaktadır.
Kaynaklar<br />
501<br />
[1] Lane, R., Craig, B., Babcock, W., “Materials for blast and penetration resistance”, The<br />
AMPTIAC Quartely, 6 (4), 39-45, 2002.<br />
[2] Matsubara, H., Osuka, T., Kozasu, I., Tsukada, K., “Optimization of metallurgical factors<br />
for production of high strength, high toughness steel plate by controlled rolling”,<br />
Transactions ISIJ, 12, 435-443, 1972.<br />
[3] Atapek, Ş. H., “Bor katkılı bir zırh çeliğinin fiziksel metalurjik esaslar doğrultusunda<br />
geliştirilmesi ve balistik performansının değerlendirilmesi”, Doktora Tezi, Kocaeli Üniversitesi,<br />
Fen Bilimleri Ensititüsü, Metalurji ve Malzeme Mühendisliği Bölümü Ana Bilim<br />
Dalı, Kocaeli, 2010.<br />
[4] Karagöz, Ş., Atapek, H., Yılmaz, A., “Su verilmiş ve temperlenmiş çeliğin alaşım ve ısıl<br />
işlem doğrultusunda zırh malzemesi olarak geliştirilmesi”, IV. Demir-Çelik Kongresi,<br />
Bildiriler Kitabı, 63-68, Karabük-Türkiye, 01-03 Kasım 2007.<br />
[5] Karagöz, Ş., Yılmaz, A., Atapek, H., “Zırh çelikleri ve geliştirilmesi”, 3. Savunma Teknolojileri<br />
Kongresi, Bildiriler Kitabı, Cilt : I, 501-511, ODTÜ, Ankara-Türkiye, 29-30<br />
Haziran 2006.<br />
[6] Sangoy, L., Meunier, Y., Pont, G., “Steels for ballistic protection”, Israel Journal of<br />
Technology, 24, 319-326, 1988.<br />
[7] Srivathsa, B., Ramakrishnan, N., “Ballistic performance maps for thick metallic armour”,<br />
Journal of Materials Processing Technology, 96, 81-91, 1999.<br />
[8] Jena, P.K., Mishra, B., RameshBabu, M., Babu, A., Singh, A. K., SivaKumar, K., Bhat,<br />
T. B., “Effect of heat treatment on mechanical and ballistic properties of a high strength<br />
armour steel”, International Journal of Impact Engineering, 37 (3), 242–249, 2010.<br />
[9] Jena, P. K., Mishra, B., Kumar, K. S., Bhat, T. B., “An experimental study on the ballistic<br />
impact behavior of some metallic armour materials against 7.62 mm deformable<br />
projectile”, Materials and Design, 31, 3308-3316, 2010.<br />
[10] Dikshit, S. N., “Influence of hardness on perforation velocity in steel armour plates”,<br />
Defence Science Journal, 50 (1), 95-99, 2000.<br />
[11] Karagöz, Ş., Atapek, Ş. H., Yılmaz, A., “Microstructural and fractographical studies on<br />
quenched and tempered armor steels”, MP Materials Testing, 52 (5), 316-322, 2010.<br />
[12] Demir, T., Übeyli, M., Yıldırım, R. O., “Investigation on the ballistic impact behaviour<br />
of various alloys against 7.62 mm armor piercing projectile”, Materials and Design, 29<br />
(10), 2009-2016, 2008.<br />
[13] ANSYSY AUTODYN 11.0, Autodyn User Interface, 2008.<br />
[14] Şenyılmaz, H. K., “Çelik-kompozit katmanlı zırh malzemelerinin dinamik<br />
modellenmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü,<br />
Makina Mühendisliği Bölümü Ana Bilim Dalı, İstanbul, 2008.<br />
[15] Wright, T. W., “The physics and mathematics of adiabatic shear bands”, Cambridge<br />
University Press, UK, 2002.
502
SIVI FAZ SİNTERLENMİŞ SiC ESASLI BİR TELESKOP<br />
YANSITICISININ KARAKTERİZASYONU VE PROSES<br />
ŞARTLARININ OPTİMİZASYONU<br />
Enbiya TÜREDİ 1,2 , Frank KERN 1 , Rainer GADOW 1<br />
503<br />
1 Universitaet Stuttgart, Institut für Fertigungstechnologie Keramischer Bauteile<br />
2 Kocaeli Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Metalurji ve Malzeme Müh. Böl.<br />
Özet<br />
Bu çalışmada sıvı faz sinterlenmiş silisyum karbürden üretilmiş bir teleskop yansıtıcısının<br />
çeşitli karakterizasyon sonuçlarına bağlı olarak proses şartlarının optimize<br />
edilmesi amaçlanmıştır. 1925°C’de bir toz yatağında YAG (itriyum-aluminyum<br />
garnet) ile sıvı faz sinterlenmiş SiC esaslı teleskop yansıtıcı gövdesi için dilatometre<br />
ve DSC yöntemiyle termo-fiziksel karakterizasyon, mikrosertlik ile mekanik<br />
karakterizasyon, mikroskopi teknikleri ile mikroyapısal karakterizasyon gerçekleştirilmiştir.<br />
Elde edilen sonuçlar açısından proses şartları optimize edilmiştir.<br />
Optimize edilen proses şartlarıyla mikron ve mikron altı tozların karışımından elde<br />
edilen bir başlangıç boyut dağılımı ile laboratuvar ortamında %97 teorik yoğunluğa<br />
kadar, yaklaşık 340-370 GPa arasında bir E-modüle sahip teleskop yansıtıcı gövdeleri<br />
“near net-shape” olarak üretilmiştir.<br />
Anahtar kelimeler: Isıl kararlılık, sıvı faz sinterleme, silisyum karbür, slip döküm, YAG<br />
Giriş<br />
Hafif yapı ve ısıl olarak rijit malzemeler teleskop yansıtıcıları için gerekli iki önemli<br />
gereksinimdir [1-4]. Malzeme seçiminin yanısıra parlatma imkânı ve makul<br />
bir üretim maliyeti ile üretilebilirlik de bakılan kriterler arasındadır [1]. Tasarım<br />
kısıtları olası malzeme adaylarını çoğu durumda birkaç aday malzemeye kadar<br />
sınırlandırmaktadır. Örneğin oldukça büyük çaplı bir teleskop yansıtıcısı kendi<br />
ağırlığı altında sehim vermemesi için hafif malzemelerden imal edilmesi gereklidir<br />
[3]. Diğer taraftan bir uzay teleskobunda kullanılan yansıtıcı yüksek sıcaklık değişimlerine<br />
karşı boyutsal kararlılık açısından duyarsız olmalı ve ısıl nedenli büzülme<br />
veya genleşme eğilimi göstermemelidir [1,4-6]. SiC gerek ısıl koşullardaki değişimlere<br />
karşı boyutsal kararlılık gerekse hafif yapılı malzeme ihtiyacı bakımından<br />
teleskop yansıtıcılarında kullanılabilen güçlü aday bir malzemedir [4-6]. SiC esaslı<br />
bir yansıtıcının nasıl ve hangi yöntemle üretileceği, üretim maliyetinin belirlenmesi<br />
ve malzeme seçimi açısından da kritik bir öneme sahiptir [1]. Bu çalışmada slip<br />
döküm ile şekillendirilmiş ve sıvı faz sinterlemesi ile nihai özelliklerine ulaşmış<br />
SiC esaslı teleskop yansıtıcısı modellerinin proses şartları ve parametrelerinden<br />
bazıları incelenmekte ve karakterizasyon sonuçları üzerinden proses optimize edilmektedir.
504<br />
Deneysel Çalışma<br />
Çalışma kapsamında hazırlanıp incelenen dispersiyon bileşimleri Tablo 1’de sunulmuştur.<br />
Bu dispersiyon kompozisyonlarında kullanılmak üzere beş farklı α-SiC tozu<br />
belirlenmiştir. İlk dört silisyum karbür tozu Industriekeramik Hochrein (Almanya)<br />
firmasının SM03, SM05, SM10 ve SM15 kodlu tozlarıdır ve ortalama partikül boyutları<br />
sırasıyla 2,6 µm, 1,2 µm, 0,8 µm ve 0,54 µm olarak bilinmektedir. Sonuncu<br />
toz ise H.C. Starck (Almanya) firmasının UF-25 kodlu ürünü olup ortalama 0,4 µm<br />
büyüklüktedir. Üretici firmaların ürün kodlarında kullandığı rakamlar aynı zamanda<br />
tozların özgül yüzey alanı (SSA) değerleridir. Bu rakamların küçük olması tozun<br />
görece daha kaba, büyük olması ise görece daha ince olduğunu gösterir. Matriste sıvı<br />
faz sinterlemesi için yüksek sıcaklıklarda ergiyik halde YAG (itriya-alumina-garnet)<br />
fazı oluşturmak üzere alumina (Al2O3) ve itriya (Y2O3) tozları karışımı eklenmiştir.<br />
Alumina tozu Sumitomo Chemical (Japonya) firmasının ortalama 0,4 µm boyutlu<br />
AKP-30 kodlu ürünüdür. Yüksek saflıkta itriya ise Sigma-Aldrich (Almanya) firmasından<br />
temin edilmiş olup ortalama 2,0 µm boyuta sahiptir.<br />
Tablo 1’den görüleceği üzere A, B ve C bileşimlerinde tozların birbirine oranı aynı<br />
tutulup su miktarı değiştirilerek malzeme özelliklerine dispersiyondaki katı oranının<br />
(solid content ratio) etkisini; C, D ve E bileşimlerinde ise dispersiyondaki su miktarı<br />
sabit tutulup toz boyutları çeşitlendirilerek nihai özelliklere partikül boyut dağılımının<br />
etkisini incelemek amaçlanmıştır. Kısaca A, B ve C bileşimlerinde katı<br />
oranı %65-69 arasında değiştirilmiştir. Buna karşılık A, B ve C bileşimlerinde<br />
görece kaba ve ince tozların bir kombinasyonu oluşturulmuşken, D bileşiminde<br />
görece orta ve ince toz boyutlarının bir karışımı ve son olarak E bileşiminde ise<br />
görece eldeki mevcut en ince, mikron-altı boyuttaki tozların bir karışımı denenmiştir.<br />
Tablo 1. Beş bileşime ait kompozisyonlar.<br />
Bileşenler<br />
Bileşimler ve Bileşimdeki miktarlar (kütle-%)<br />
A B C D E<br />
Damıtık su 35,0 31,0 33,0 33,0 33,0<br />
SiC, SM03 66,1 66,1 66,1 - -<br />
SM05 - - - 60,9 -<br />
SM10 16,5 16,5 16,5 - -<br />
SM15 - - - 21,7 69,4<br />
UF-25 4,2 4,2 4,2 4,2 17,4<br />
YAG (Y2O3+ Al2O3) 13,2 13,2 13,2 13,2 13,2<br />
Deflokülant 0,5 0,5 0,5 0,5 0,5<br />
Bağlayıcı 1,0 1,0 1,0 1,0 1,0<br />
Filtreleme yard. 0,2 0,2 0,2 0,2 0,2<br />
Köpük giderici 0,01 0,01 0,01 0,01 0,01<br />
Not: Damıtık su yüzdesi toplam dispersiyondaki suyun oranını, diğer değerler ise katı içeriğindeki<br />
payları yansıtmaktadır.
505<br />
Bir başka çalışmada slip döküm prosesi detaylıca aktarıldığından [2], burada tekrar<br />
üzerinde durulmayacak, doğrudan sonuçlara geçilecektir. Karakterizasyon tarafında<br />
ise sıvı faz sinterlemesi sonrası daldırma yöntemiyle yığın yoğunluk değerleri belirlenmiştir.<br />
Daha sonra mikrosertlik testi ile 500 mN’luk bir yük uygulanarak<br />
universal sertlik (HU 0.5), Vickers sertliği (HV 0.05) ve batmadaki elastisite modülü<br />
(EHU 0.5) değerleri ölçülmüştür. Mikroyapısal inceleme ve karşılaştırma amacıyla<br />
bileşimlere ait numunelerin kesit yüzeyleri standart keramografik teknikler<br />
yardımıyla hazırlanmış ve parlatılmış yüzeyler ışık mikroskobu altında incelenmiştir.<br />
Hedef uygulama açısından malzemenin ısıl kararlılığı önemli olduğundan sıvı faz<br />
sinterleme ile üretilmiş malzemenin bileşim farklılıklarından bağımsız olarak<br />
termofiziksel karakterizasyonu da gerçekleştirilmiştir. Bu amaçla malzemenin<br />
lineer ısıl genleşme katsayısı ve ısıl iletkenliği belirlenmiştir. Lineer ısıl genleşme<br />
katsayısı için 25-560°C sıcaklık aralığında, Ar atmosferinde, 10 K/dak. ısıtma hızıyla<br />
ve alumina referans ve numune tutucu kullanılarak dilatometrik ölçüm yapılmıştır.<br />
Isıl iletkenlik tayini için ilave olarak diferansiyel tarama kalorimetrisi (DSC)<br />
yöntemiyle 25-1200°C sıcaklık aralığında yine Ar atmosferinde, 10 K/dak ısıtma<br />
hızıyla ve safir referans kullanılarak özgül ısı kapasitesi belirlenmiştir. Daha sonra<br />
aşağıda verilecek denklemler yardımıyla ısıl iletkenlik değeri hesaplanmıştır.<br />
Bulgular ve Tartışma<br />
Slip döküm sonrasında görülmüştür ki hazırlanan her dispersiyon dökülebilirlik açısından<br />
başarılı bir sonuç vermemektedir. Bunda parça ebat ve geometrisinin büyüklüğü<br />
ve karmaşıklığı ile kullanılan hammadde tozlarının kaba ve/veya ince olmasının<br />
kuvvetli bir rol oynadığı görülmektedir. Dolayısıyla ince “mikron-altı” tozlar son<br />
derece üst düzey mekanik özellikler ve görece daha yüksek yığın yoğunluk değerler<br />
sağlamaktayken, parça geometrisinin görece büyük ve hacimli olması ince tozların<br />
kullanımına dökülebilirlik veya proses edilebilirlik açısından önemli sınırlamalar<br />
getirmektedir. Şekil 1’de verilen iki farklı bileşime ait slip döküm numunelerden<br />
görüleceği gibi kaba ve ince tozların karışımı dispersiyonun dökülebilir ve proses<br />
edilebilir olmasına izin verirken (Şekil 1a), benzer şartlarda hazırlanan ve sadece ince<br />
tozlardan oluşan E bileşiminde slip döküm sonrası kuruma aşamasında ortaya çıkan<br />
gerilim artışı, parça ebatları ve karmaşıklığı göz önüne alındığında rahatlıkla parçayı<br />
hasara uğratabilecek bir seviyeye ulaşmaktadır (Şekil 1b).<br />
Deneysel çalışma kapsamında hazırlanan dispersiyonlardan A, B, C ve D’ye ait<br />
döküm numunelerinde şekillendirme başarılı bir şekilde tamamlanmış ve sıvı faz<br />
sinterlemesi bu dört bileşim numunelerine uygulanmıştır. E bileşimine ait numune<br />
döküm sonrası yapısal kararlılığını koruyamadığından diskalifiye edilmiş ve üzerinde<br />
başkaca herhangi bir karakterizasyon çalışması yapılmamıştır. Slip döküm<br />
numunelerinin sıvı faz sinterleme parametreleri ve sinterleme sonrası Arşimet prensibine<br />
göre daldırma yöntemiyle belirlenen yığın yoğunluk değerleri ile teorik yoğunluğa<br />
oranları Tablo 2’de verilmiştir.
506<br />
a) b)<br />
Şekil 1. Farklı dispersiyon kompozisyonlarından elde edilen farklı sonuçlar: Sinterleme sonrası D<br />
bileşimine ait numune (a), döküm sonrası aynı ebatlardaki E bileşimi numunesi.<br />
Tablo 3’te ise sıvı faz sinterlenmiş numunelerin mikrosertlik testi sonuçları sunulmuştur.<br />
Mikrosertlik sonuçlarından elde edilen ilk izlenim B ve D bileşimlerine ait<br />
numunelerin birbirine yakın ve diğerlerinden daha iyi değerlere ulaştığı yönündedir.<br />
Dolayısıyla A, B ve C bileşimleri arasında bir karşılaştırma yapılacak olursa; toz<br />
boyut dağılımı aynı tutulduğu takdirde dispersiyonun reolojik özellikleri izin verilen<br />
sınırların dışına çıkmadan ulaşılabilir en yüksek katı oranı ile hazırlanmış bir<br />
karışım en iyi malzeme özelliklerini sağladığı sonucuna varılmaktadır. Katı oranının<br />
sabit tutulduğu C, D ve E bileşimleri karşılaştırmasında ise daha ince partikül<br />
boyutlarının daha iyi malzeme özelliklerini beraberinde getirdiği değerlendirilmektedir.<br />
Daha önce yapılan çalışmalardan öngörülebiliyor ki [1], eğer E bileşimine ait<br />
numune sıvı faz sinterlenebilmiş olsaydı, muhtemelen bu üç bileşim arasında en üst<br />
düzey değerleri sağlayacaktı. Tablo 2’deki yığın yoğunluk değerleri de göz önünde<br />
bulundurulduğunda D bileşiminin B bileşiminden daha üst düzey nitelikte olduğu<br />
kanaatine varılmaktadır.<br />
Tablo 2. Bileşimlere ait döküm numunelerinin sıvı faz sinterleme parametreleri ve sinterleme sonrası<br />
yığın yoğunluğu değerleri.<br />
Bileşimler<br />
Sıvı faz sinterlemesi<br />
(Toz yatağında ve Ar atm.’de)<br />
Yığın yoğunluğu, g·cm –3 ve teorik yoğunluğa<br />
oranı (%)<br />
A 1925°C, 4h 3,12 (93)<br />
B 1925°C, 6h 3,18 (95)<br />
C 1925°C, 6h 3,18 (95)<br />
D 1925°C, 6h 3,23 (97)<br />
E diskalifiye -
Tablo 3. Sıvı faz sinterlenmiş numunelerin mikrosertlik testinde elde edilen sertlik ve elastisite modül<br />
değerleri.<br />
Bileşim HU 0.5 (N/mm 2 ) HV 0.05 (-) EHU 0.5 (GPa)<br />
A 13962,74 ±862,62 2340,04 ±198,10 356,85 ±19,03<br />
B 14461,97 ±585,67 2474,31 ±174,56 366,96 ±18,42<br />
C 13909,41 ±1252,81 2333,52 ±277,31 357,51 ±24,09<br />
D 14502,52 ±807,10 2493,20 ±147,60 366,29 ±38,12<br />
E - - - - - -<br />
507<br />
Şekil 2’de sıvı faz sinterlenmiş SiC esaslı yukarıdaki bileşimlere çok yakın bir<br />
numuneye ait dilatometre ölçüm sonucu verilmiştir. Sol düşey eksende verilen %uzama<br />
değeri sıcaklıkla sabit bir şekilde artmaktadır. Sağ eksende ise bu uzamanın<br />
karşılığı olan doğrusal (lineer) ısıl genleşme katsayısı yaklaşık 5×10 –6 K –1 olarak<br />
tespit edilmektedir. Ayrıca literatürde karşılaşılan değerler ile uyumlu bir sonuç<br />
vermektedir [1,7].<br />
Şekil 3’te ise yine aynı numunenin ısıl iletkenliğini belirlemede kullanılacak diferansiyel<br />
tarama kalorimetrisi (DSC) ölçüm sonuç grafiği verilmiştir. Bu grafikteki<br />
belirli bir sıcaklıktaki özgül ısı kapasitesi, Cp değeri ısıl iletkenliğin hesaplanmasında<br />
kullanılmıştır.<br />
Bir malzemenin belirli bir sıcaklıktaki ısıl iletkenliği aşağıdaki (1) eşitliği ile verilmektedir<br />
[1]:<br />
( T) a( T) C ( T) ( T)<br />
λ = ⋅ ⋅ ρ<br />
(1)<br />
p<br />
(1) eşitliğinde λ ısıl iletkenlik değeri (W·m/K), a ısıl yayınma katsayısı (m 2 /s), Cp<br />
özgül ısı kapasitesi (J/kg·K) ve ρ yoğunluk (kg/m 3 ) değeridir. 500°C için ısıl iletkenliği<br />
hesaplayabiliriz; literatürden a(500) = 0,16×10 –4 m 2 /s [8], Cp(500) =<br />
1030,08 J/kg·K (bkz. Şekil 3), ρ(500) = 3150 kg/m 3 [1] alınarak, λ(500) = 52,32<br />
W/m·K bulunur. Bu değer literatürde [8] bulunan 55,1 W/m·K değeri ile oldukça<br />
yakındır.
508<br />
Şekil 2. Sıvı faz sinterlenmiş SiC esaslı slip döküm malzemenin dilatometre ölçümü sonuç diyagramı.<br />
Test koşulları: sıcaklık aralığı 25-560°C, ısıtma hızı 10 K/dak., Ar atm., Al2O3 referans ve numune<br />
tutucusu.<br />
Şekil 3. Sıvı faz sinterlenmiş SiC esaslı slip döküm numunenin DSC ölçümü sonrası test sıcaklığına<br />
bağlı olarak özgül ısı kapasitesinin değişim grafiği. Test koşulları: sıcaklık aralığı 25-1200°C, ısıtma<br />
hızı 10 K/dak., Ar atm., safir referans.
509<br />
Şekil 4’te ışık mikroskobuyla parlatılmış kesit üzerinden alınan mikroyapı görüntüleri<br />
sunulmuştur. Genel görüntüyü oluşturan matriks fazı farklı partikül boyutlarından<br />
gelen α-SiC taneleridir. SiC taneleri arasında koyu gri ve siyah görünen iki<br />
karakteristik alan daha vardır, bunlardan koyu gri olan ve çoğu tanenin etrafını çok<br />
iyi kuşatmış olan oksit YAG fazıdır ve iyi bir ıslatma davranışı sergilediği açıktır.<br />
Siyah görünen bölgeler ise boşluklardır. Boşlukların bir kısmı slip döküm prosesinden<br />
kaynaklanan boşluklardır. Keza harici basınç uygulanmaksızın ve kısmen de<br />
kaba SiC tozları kullanılarak bir döküm yapısı elde edilmektedir. Ancak gözeneklerin<br />
bir kısmı da elmas süspansiyon ile parlatma sırasında dökülen oksit fazının<br />
neden olduğu boşluklardır. Zira matriks tanelerinin arasındaki görece büyük boşlukların<br />
olduğu kimi yörelerde bu hacimlerin kısmen koyu gri oksit fazıyla kısmen<br />
de bu oksit fazından kırılarak düştüğü morfolojik kanıtlardan görülebilmektedir. A,<br />
B ve C bileşimleri arasında partikül boyut dağılımı aynı olduğundan bariz bir fark<br />
görülmemekle birlikte B bileşimine ait görüntünün daha az gözenek içeriyor olabileceği<br />
algısı yığın yoğunluk değerleri tarafından desteklenmemektedir. Tablo 2’de<br />
verildiği üzere B ve C bileşimleri aynı yığın yoğunluk değerlerini yakalamıştır. D<br />
bileşimine ait numunenin ise yığın yoğunluk değerlerine paralel bir şekilde daha az<br />
gözenek içerdiği söylenebilir. Ayrıca ilk üç görüntüye oranla çok daha küçük bir<br />
partikül boyut dağılımına sahip olduğu da görülmektedir.<br />
a) b)<br />
c) d)<br />
Şekil 4. Çalışmada hazırlanan ve dökümü yapılan bileşimlere ait numunelerin sıvı faz sinterlemesi<br />
sonrası parlatılmış kesitlerinden ışık mikroskobuyla alınan mikroyapı görüntüleri; A bileşimi (a), B<br />
bileşimi (b), C bileşimi (c) ve D bileşimi (d)
510<br />
Sonuç<br />
Çalışma kapsamında beş farklı bileşim denenmiştir. İlk üç bileşimde toz partikül<br />
boyut dağılımı sabit tutulup katı oranı %65-69 arasında değiştirilmiştir. Son üç bileşimde<br />
ise katı oranı %67’de sabit tutulup kaba+ince, orta+ince ve ince+ince şeklinde<br />
özetlenebilecek bir toz karışım varyasyonu denenmiştir. Yapılan karakterizasyon<br />
neticesinde şu sonuçlar saptanmıştır:<br />
• Dispersiyon hazırlamada daha yüksek katı oranı daha iyi malzeme özellikleri<br />
sağlamaktadır. Proses optimizasyonu açısından dispersiyon reolojisinin izin<br />
verdiği en yüksek katı oranı ile çalışmak gereklidir.<br />
• Daha ince toz partikülleri ile çalışmak daha iyi mekanik özellikler sağlamaktadır,<br />
ancak parça şekli, hacmi, ağırlığı ve karmaşıklığı sadece ince tozlardan<br />
oluşan bir dispersiyonun dökülebilirliğini imkânsız hale getirebilmektedir.<br />
Optimizasyon açısından bu çalışma şartları göz önünde<br />
bulundurulduğunda D bileşiminde olduğu gibi orta ve ince boyutlu tozların<br />
bir karışımı en iyi kombinasyonu sağlamaktadır. Bunu hem yığın yoğunluk,<br />
hem sertlik değerlerinde, hem de mikroyapı incelemelerinde görebiliyoruz.<br />
• Sıvı faz sinterlemesi nedeniyle yapıya kütle-%13 civarında oksit fazı karıştırılıyor<br />
olsa da ısıl özellikler literatürde yeralan sinterlenmiş silisyumkarbür<br />
(SSiC) değerlerine oldukça yakındır ve dolayısıyla ısıl kararlılık açısından,<br />
diğer bir ifadeyle ısıl iletkenliğin ısıl genleşme katsayısına orantısı olarak<br />
bakıldığında malzeme rekabetçi konumunu bu haliyle de sürdürmektedir.<br />
Teşekkür<br />
Yazarlar 6. Çerçeve Programı kapsamında IP-Nanoker isimli entegre projenin (kodu<br />
NMP3-CT-2005-515784) bir parçası olarak yürütülmüş olan bu çalışmayı<br />
finansal olarak destekleyen Avrupa Komisyonu’na teşekkürlerini sunmaktadır.<br />
Kaynakça<br />
[1] Türedi, E., “Slip Casting of Carbon and SiC Ceramics”, Dissertation (Universitaet<br />
Stuttgart), Shaker Verlag, Aachen, 2010.<br />
[2] Türedi, E., Kern, F. ve Gadow, R., “Bir Teleskop Yansıtıcısının Slip Döküm ile ‘Near<br />
Net-Shape’ Üretimi İçin Proses Geliştirme”, <strong>II</strong>. İleri Teknolojiler Çalıştayı Bildiriler Kitabı,<br />
9 Aralık <strong>2011</strong>, Bahçeşehir Üniv., İstanbul, <strong>2011</strong>.<br />
[3] Ashby, M. F., “Materials Selection in Mechanical Design”, Butterworth-Heinemann,<br />
Oxford, 1999.<br />
[4] Sein, E. et al., “A 3.5 m SiC telescope for Herschel mission”, Proc. SPIE, Vol. 4850,<br />
p606, 2003.<br />
[5] Onaka, T., Nakagawa, T., “SPICA: A 3.5 m space infrared telescope for mid- and farinfrared<br />
astronomy”, Advances in Space Research, Vol.36, 2005, pp1123-1127.<br />
[6] Kaneda, H. et al., “Development of SiC Mirror for ASTRO-F”, The Institute of Space<br />
and Astronautiacal Science Report SP No:14, December 2000.<br />
[7] Harris, L. G. (Ed.), “Properties of Silicon Carbide”, INSPEC, London, 1995.<br />
[8] Munro, R.G., “Material Properties of a Sintered alpha-SiC”, Journal of Physical and<br />
Chemical Reference Data, Vol. 26, pp1195-1203, (1997).
BİR TELESKOP YANSITICISININ SLİP DÖKÜM İLE<br />
“NEAR NET-SHAPE” ÜRETİMİ İÇİN PROSES GELİŞTİRME<br />
Enbiya TÜREDİ 1,2 , Frank KERN 1 , Rainer GADOW 1<br />
1 Universitaet Stuttgart, Institut für Fertigungstechnologie keramischer Bauteile<br />
2 Kocaeli Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Metalurji ve Malzeme Müh. Böl.<br />
Özet<br />
511<br />
Silisyum karbür (SiC) sağladığı yüksek özgül rijitlik (E/ ) ve yüksek ısıl kararlılık<br />
( � ) özellikleri nedeniyle çevresel ve optik zorlayıcı koşullar altında boyutsal<br />
kararlılığın kritik olduğu teleskop yansıtıcısı gibi uygulamalarda optik yüzeyin<br />
taşıyıcısı ve aynı zamanda ana gövde malzemesi olarak kullanılabilmekte ve çeşitli<br />
uzay teleskobu projelerinde birincil malzeme seçimi olabilmektedir. Bu çalışmada<br />
ise sıvı faz sinterlenmiş silisyum karbür malzemeden demonstrator nitelikte bir<br />
teleskop yansıtıcı gövdesinin modifiye edilmiş bir slip döküm yöntemiyle üretimi<br />
için prosesin geliştirilmesi gerçekleştirilmiştir. Bu kapsamda proses için belli başlı<br />
parametreler belirlenmiş ve farklı dispersiyon kompozisyonları hazırlanmıştır.<br />
Hazırlanan dispersiyonlar için bağlayıcı miktarı ve katı-oranı yüzdesi açısından<br />
reolojik karakterizasyon yapılmış ve proseste dispersiyon özelliklerini geliştirmeye<br />
yönelik hava alma (de-airing) cihazı tasarlanmış ve devreye alınmıştır. Ayrıca slip<br />
dökümde kullanılan alçı kalıplar modifiye edilerek proses açısından bazı avantajlar<br />
sunan son boyutlarına yakın olarak doğrudan şekillendirilmiş (near net-shape) slip<br />
döküm ürünleri üretilmiştir. Geliştirilen prosesle laboratuvar ortamında 120-<br />
350 mm çap arası üç farklı ebatta teleskop yansıtıcı gövdesi başarıyla üretilmiştir.<br />
Anahtar kelimeler: Reoloji, sıvı faz sinterleme, silisyum karbür, slip döküm, teleskop yansıtıcısı<br />
Giriş<br />
Silisyum karbür (SiC) uzayda veya yerde konuşlandırılan gözlem uydularının yansıtıcılarının<br />
imalinde üstün malzeme özellikleri nedeniyle tercih edilebilecek kritik<br />
bir malzemedir [1,2]. Bu uygulama açısından silisyum karbürü güçlü bir aday malzeme<br />
yapan özellikler yüksek rijitlik, düşük yoğunluk, uzun süreli boyutsal kararlılık,<br />
düşük ısıl genleşme ve iyi ısıl iletkenliktir [1-4]. Diğer taraftan silisyum karbür<br />
görece oldukça düşük bir difüzyon katsayısına sahip olduğundan [1,3],<br />
sinterlenebilirliği yapısal uygulamalar için kritik bir hal almaktadır. Silisyum karbürün<br />
katı hal sinterlemesinin 1970’lerdeki keşfinden [5] sonra sinterlenebilirlik sorununa<br />
alternatif bir çözüm yolu olarak sıvı faz sinterlemesi ilk olarak 1980’lerde<br />
ortaya konulmuştur [6,7]. Sıvı faz sinterlemesinde alumina ve itriya gibi katışkılarla<br />
silisyum karbür, 1850-2000°C gibi görece daha düşük sıcaklıklarda özel bir toz
512<br />
yatağı içersinde yüksek yoğunluk değerleri sağlayacak şekilde sinterlenebilmektedir<br />
[1,7-9]. Bu çalışmada sıvı faz sinterleme mekanizması kullanılarak silisyum karbür<br />
esaslı çeşitli yansıtıcı gövdelerinin doğrudan nihai şekle en yakın şekillendirilmesi<br />
(near net-shape) ve üretimi için slip döküm yönteminde yapılan alternatif bir yaklaşım<br />
açıklanmaktadır.<br />
Proses Geliştirme<br />
Çalışma kapsamında kullanılan imalat prosesi Şekil 1’de sunulmuştur. Buna göre<br />
SiC ve sıvı fazı oluşturan oksit (itriyum-aluminyum garnet, YAG) tozları öncelikle<br />
su içerisinde disperse edilerek boncuk bilyeli değirmende (bead mill) deaglomere<br />
edilmiştir. Boncuk bilyeler 0,5-1,0 mm çapında ZrO2 küresel aşındırıcılardır ve<br />
deaglomerasyon için 2000 dev./dak. hızında çalışılmıştır. Ardından kimyasal<br />
katışkılar dispersiyona eklenmiştir. Kimyasal katışkılar arasında bağlayıcı,<br />
deflokülant, filtrasyon yardımcısı ve köpükleşme giderici maddeler yer almaktadır.<br />
Homojen bir karışım eldesi sonrasında dispersiyondan numuneler alınarak reolojik<br />
karakterizasyon çalışmaları yapılmıştır. Buna göre farklı bağlayıcı miktarı ve farklı<br />
katı oranı değerlerinde dispersiyonların dinamik viskozite değerlerindeki değişim<br />
incelenmiştir.<br />
GM CHEVY Equinox 115 araç NY FCEV-94kW & Calif.’da kullanimda 2015’ten sonra pazara çıkacak.<br />
VW TIGUAN Hy-Motion Test altında. FCEV-84kW) 50 araç testte TOYOTA FCEV ( 700 bar / 800km )<br />
Gerçek gerilme, MPa<br />
Tozlar<br />
HYUNDAI Tucson FCEV(100 kW) http://automobiles.honda.com/fcx-clarity/<br />
Gerçek gerinme<br />
MW<br />
Şekil 1. Slip döküm yöntemiyle üretilen teleskop yansıtıcısı için üretim prosesi.<br />
Hava alma işlemi kararlı haldeki bir dispersiyon için uygulanan ve dispersiyon<br />
içerisinde çözünerek adeta “takılı kalan” hava kabarcıklarının uzaklaştırılmasını<br />
amaçlayan bir aşamadır. Bunun için özgün bir hava alma aparatı tasarlanmış ve<br />
prosese eklenmiştir (bkz. Şekil 2). Hazırlanan dispersiyon vakum haznesine aktarılmakta<br />
ve kapalı bir sistem olarak çalışan düzenekte vakum pompası havayı sistemden<br />
tahliye etmekte ve bu esnada besleme pompası ile sistem içinde sirküle<br />
edilen dispersiyon çift huni gövdesi arasından yükselerek huninin içine akmaktadır.<br />
Bu sırada dispersiyon yüzey alanını genişlettiğinden vakum ortamının da etkisiyle<br />
çözündürmüş olduğu hava kabarcıklarını kaybetmektedir.
513<br />
Slip döküm öncesi kalıp hazırlığı yapılmıştır. Bu proses için kalıp ve şekillendirme<br />
mekanizmasında değişikliğe gidilmiş ve alçı olmayan parçalar kullanılarak karışık bir<br />
kalıp sistemi geliştirilmiştir (Şekil 3). Alçı gövde sadece tabanı oluşturacak şekilde<br />
kullanılmış ve parçaya (Şekil 3a) şeklini verecek kalıp parçaları ise silikon esaslı bir<br />
duplikasyon malzemesinden elde edilmiş, yardımcı olarak da cam plaka tercih edilmiştir.<br />
Şekil 3b’de mavi renkli silikon esaslı elastik parçaların cam plaka üzerine<br />
yapıştırılmış durumu görülmektedir. Bu silikon parçalar yine aynı resimde görülen<br />
ahşap ve metal master kopyalardan duplikasyon yöntemiyle çoğaltılmıştır. Aynı<br />
silikon malzemeden bir de parçanın dış ebat ve şeklini oluşturacak şekilde dairesel<br />
kesitli yaklaşık 2 cm et kalınlığında kalıp “duvarı” elde edilmiştir. Böylece cam plakaya<br />
yapıştırılmış üçgen silikon prizmalardan oluşan üst kalıp yarısı adeta bir kapak<br />
gibi alçı blok ve dairesel silikon duvar üzerine oturtularak kalıp tamamlanmıştır (Şekil<br />
3c). Kalıp sistemi bu haliyle parça geometrisine yakın bir şekli (near net-shape) slip<br />
döküm yöntemi ile doğrudan oluşturacak bir boşluğa sahiptir (Şekil 3d).<br />
a) b)<br />
Şekil 2. Tasarlanan özgün hava alma aparatı ve düzeneği: şematik gösterimi (a) ve kurulu halde tüm<br />
düzenek (b); vakum haznesi (1), vakum pompası (2) ve besleme pompası (3).<br />
Karakterizasyon<br />
Katışkılar<br />
Yaş öğütme<br />
Karıştırma<br />
Şekil 3. Teleskop yansıtıcısı ve hazırlanan alçı kalıp sistemi: dairesel kesitli yansıtıcı tasarım modeli<br />
(a), yansıtıcının kaburga yapısını oluşturan üçgen prizmalarla cam plakadan meydana gelen kalıbın<br />
üst yarısı ve bu üçgen prizmaların yapımında kullanılan ahşap ve metal master kopyalar (b), alt ve üst<br />
kalıp yarılarının alçı blok üzerine yerleştirilmiş ve slip döküme hazır konumu (c), slip döküm işlemi (d).
514<br />
Kalıp sisteminde kullanılan silikon parçalar kritik bir role sahiptir ve birçok fonksiyonu<br />
yerine getirmektedir. Öncelikle su emme özelliği yoktur ve cidarında herhangi<br />
bir birikim (İng.: “cast formation”, Alm.: “Scherbenbildung”) meydana gelmez,<br />
fakat parçanın şekillenmesini sağlarlar. Aynı zamanda hafiftirler ve yapıştırıcı ile<br />
cama tutturularak asılı halde sabit bir şekilde günlerce kalabilirler. Ayrıca yüksek<br />
elastikliğe sahiptirler ve yumuşaktırlar (Shore A ölçeğinde yaklaşık 17-18 sertliğe<br />
sahiptirler), işlem boyunca çatlamaz, kopmaz gevrekleşmezler. Hepsinden de önemlisi<br />
kısmen yaş haldeki ham döküm parçadaki kuruma büzülmesi nedeniyle<br />
meydana gelen -özellikle kaburga bölgesindeki– hacimsel değişimleri çok elastik<br />
olmalarından dolayı çok iyi tolere ederler ve kalıntı gerilmelerin artarak parçayı<br />
çatlatmasına izin vermezler.<br />
Silikon parçaların su emme kabiliyetinin olmaması döküm mekanizmasını temelden<br />
değiştirmekte ve bazı avantaj ve dezavantajları da beraberinde getirmektedir.<br />
Modifiye edilmiş slip döküm yöntemine ait kalıp sisteminin şematik kesit görünümü<br />
ve prosesin ilerleme mekanizması Şekil 4’te sunulmuştur. Dispersiyonun kalıba<br />
ilk aktarılmasıyla birlikte tabandaki alçı blok yüzeyinden su emilmeye başlamakta<br />
ve ilk döküm/birikim tabakası tabanda oluşmaktadır. Silikon parçalar dispersiyon<br />
ile temas etmesine rağmen su emmediği için döküm tabakası oluşumu ve ilerleyişi<br />
tabandan yukarı doğru anizotropik bir nitelik kazanmaktadır. Böylece geleneksel<br />
döküm yöntemlerinde geniş kesitli bölgelerde karşılaşılan boşluk (İng.: “sink hole”)<br />
sorunu bu çalışmadaki parça geometrisi için ortadan kalkmaktadır. Parçada farklı<br />
kesit geometrilerine yer verilerek “besleme” kullanmadan boşluksuz döküm yapısı<br />
elde edilebilmektedir. Ancak diğer taraftan suyun tek yönlü emilmesi işlem süresini<br />
–birçok parametreye bağlı olarak– oldukça uzatabilemektedir. Şekil 4’te görüldüğü<br />
gibi zamanla kalıptaki slip (dispersiyon) seviyesi azalmakta ve tekrar takviye edilmesi<br />
gerekmektedir. Hedeflenen kalınlığa ulaşılınca kalıp parçaları dikkatlice açılıp<br />
döküm parça elde edilmektedir.<br />
Şekil 4. Modifiye edilmiş slip döküm yönteminin kalıp sisteminde döküm ve şekillendirme mekanizmasının<br />
döküm süresi üzerinden şematik açıklaması.
515<br />
Slip döküm sonrası parçanın kurutulması da hassasiyet ve dikkat gerektiren bir aşamadır,<br />
keza parça bir miktar nem içermektedir. Bu nemin yapıdan uzaklaşması kuruma<br />
büzülmesini de beraberinde getirmekte ve parçanın hasara uğrama riski söz konusudur.<br />
Çalışma sırasında bu ihtimaller göz önünde bulundurularak kurutmanın<br />
kontrollü ve yavaş bir şekilde ilerlemesi sağlanmış, kalıptan çıkartılan parçaların önce<br />
oda sıcaklığında kapalı ortamlarda nemini yavaş bir şekilde atmasına izin verilmiş, 2-<br />
3 gün sonra etüvde yine kontrollü bir şekilde kademe kademe oda sıcaklığından<br />
110°C’ye çıkılarak ve fan gücüyle sirkülasyon verilerek kurutma tamamlanmıştır.<br />
Kurutma sonrası bir diğer önemli işlem kademesi ön-sinterlemedir. Bu kademe<br />
600°C’de 12 saat süreyle hava atmosferinde gerçekleştirilmektedir. Amaç SiC<br />
tozlarının üretiminden gelen ve yapıya aktarılan serbest karbon içeriğini ve ayrıca<br />
dispersiyon hazırlamada katılan kimnyasal katışkıları (bağlayıcı, deflokülant vb.)<br />
yakarak uzaklaştırmaktır. Aksi takdirde yapıdaki serbest karbon nihai sinterleme<br />
sıcaklıklarında oksit fazları destabilize ederek istenmeyen bazı karbürlerin oluşumuna<br />
ve sıvı faz oluşumunun engellenmesine yol açabilmektedir.<br />
Sıvı faz sinterleme işlemi ise toz yatağı (powder bed) içersine gömülen parçaların<br />
1925-1950°C civarında Ar atmosferinde 2-4 saat tutulmasıyla gerçekleştirilmiştir.<br />
Kullanılan toz yatağı literatür verileri [9] baz alınarak kütle-%10 Al2O3 içeren kaba<br />
(grit kalitesi) SiC tozlarının karışımından hazırlanmıştır. Böyle bir toz yatağı bileşimdeki<br />
aluminanın yapıyı terk etmesini önleyerek görece daha yüksek bir yoğunluk<br />
eldesini mümkün kılmaktadır [1,9].<br />
Sinterleme sonrası parçalar toz yatağından çıkarılmış ve kum püskürtme yöntemiyle<br />
yüzeyleri mekanik olarak temizlenmiştir. Karakterizasyon işlemleri için numuneler<br />
alınmış ve laboratuvar ortamında parlatma teknikleri ile yüzey bitirme işlemleri ile<br />
proses tamamlanmıştır.<br />
Deneysel Çalışma ve Bulgular<br />
Deneysel çalışma kapsamında hazırlanan dispersiyonun reolojik özelliklerine katı<br />
oranının (İng.: solid content ratio) ve bağlayıcı oranının etkisi incelenmiştir. Tablo<br />
1’de çalışılan dispersiyon reçetesi verilmiştir. Reçetedeki bileşenlere ait detaylı<br />
bilgiler daha önceki bir çalışmada verilmişti [1].<br />
Tablo 1. Dispersiyon hazırlamada kullanılan bileşim ve ilgili aralıklar (kütle-%).<br />
SiC YAG<br />
Damıtık<br />
Su SM15 UF-25 (Y2O3+Al2O3)<br />
Deflokülant<br />
Bağlayıcı<br />
Filtrasyon<br />
yard.<br />
Köpük<br />
giderici<br />
28-40 69,4 17,4 13,2 0,5 1,0-5,0 0,2 0,01<br />
Not: Damıtık su yüzdesi toplam dispersiyondaki suyun oranını, diğer değerler ise katı içeriğindeki<br />
payları yansıtmaktadır.
516<br />
Hazırlanan dispersiyonlar homojen ve kararlı hale getirildikten sonra bir koni ve<br />
plakalı viskozimetre (cone and plate viscometer) kullanılarak reolojik açıdan<br />
karakterize edilmiştir. Dispersiyonun dinamik viskozitesine bağlayıcı miktarının ve<br />
katı oranının etkisi incelenmiştir. Sınır değer olarak literatürden alınan “kayma hızı<br />
1-10 s –1 aralığında iken dinamik viskozite 2 Pa·s’nin altında olmalı” [10] kriteri<br />
referans alınmıştır.<br />
Şekil 5’te dispersiyonun dinamik viskozitesine bağlayıcı miktarının etkisi görülmektedir.<br />
Diyagramda kırmızı çizgi ile belirtilen aralık izin verilen üst dinamik<br />
viskozite değerini göstermektedir. Dolayısıyla çalışılan bağlayıcı miktarları açısından<br />
dinamik viskozite değerleri kritik düzeye ulaşmamaktadır ve ihtiyaca göre<br />
bağlayıcı miktarı geniş bir aralıkta seçilebilir.<br />
Şekil 6’da dispersiyonun dinamik viskozitesine katı oranının etkisi görülmektedir.<br />
Dinamik viskozite açısından üst limit değerlerini yalnızca %72 katı oranına sahip<br />
dispersiyon aşmaktadır. %60-68 arası oranlarda herhangi bir sorun görünmemektedir.<br />
Slip döküm<br />
Hava alma<br />
Kalıp<br />
hazırlama<br />
Şekil 5. Dispersiyonun dinamik viskozitesine bağlayıcı miktarının etkisi. Kırmızı çizgi dinamik<br />
viskozitenin üst sınır değerini göstermektedir.
Ön-sinterleme<br />
517<br />
Şekil 6. Dispersiyonun dinamik viskozitesine katı oranının etkisi. Kırmızı çizgi dinamik viskozite için<br />
üst sınır değeri göstermektedir.<br />
Sonuç<br />
Kurutma<br />
Sıvı faz<br />
sinterleme<br />
Modifiye edilen slip döküm prosesi ile teleskop yansıtıcısı modelleri “near netshape”<br />
olarak başarılı bir şekilde imal edilmektedir (Şekil 7). Çalışmalar sırasında<br />
özgün bir tasarımla ortaya konan ve prosese dahil edilen hava alma aparatı ile optimum<br />
özelliklere sahip hava kabarcığı içermeyen kararlı dispersiyonlar hazırlanmaktadır.<br />
Reolojik karakterizasyon çalışmalarına göre katı oranı %70 seviyesini<br />
aşmadan istenilen miktarda bağlayıcı ilavesiyle slip döküm gerçekleştirilebilmektedir.<br />
Geliştirilen kalıp sistemi ile farklı ebatlarda parça üretilebilmektedir. Kalıpta kullanılan<br />
silikon esaslı parçalar yüksek elastikiyete sahiptir ve yapıda kuruma büzülmesi<br />
nedenli gerilme artışını çok iyi tolere edebilmektedir. Besleyici kullanmadan<br />
farklı kesit ebatlarının neden olduğu döküm boşluğu sorunu tamamen elimine edilmiştir.<br />
Optik yüzey tarafında sinterleme sırasında avantajlı bir kendiliğinden konkav<br />
yüzey oluşumu söz konusudur.
518<br />
Mekanik temizleme<br />
Karakterizasyon Parlatma & Bitirme<br />
c)<br />
Şekil 7. Modifiye edilmiş slip döküm yöntemiyle üretilmiş, sıvı faz sinterlenmiş SiC esaslı çeşitli<br />
ebatta yansıtıcı modelleri: parlatma sonrası elde edilen yüzeyin yüksek yansıtma kalitesi (a), optik<br />
tarafta kendiliğinden oluşan konkav yüzey (b), 120-350 mm arası çaplarda “near net-shape” üretilmiş<br />
yansıtıcı modelleri (c).<br />
Teşekkür<br />
Yazarlar 6. Çerçeve Programı kapsamında IP-Nanoker isimli entegre projenin (kodu<br />
NMP3-CT-2005-515784) bir parçası olarak yürütülmüş olan bu çalışmayı<br />
finansal olarak destekleyen Avrupa Komisyonu’na teşekkürlerini sunmaktadır.<br />
Kaynakça<br />
[1] Türedi, E., “Slip Casting of Carbon and SiC Ceramics”, Dissertation (Universitaet<br />
Stuttgart), Shaker Verlag, Aachen, 2010.<br />
[2] Sein, E. et al., “A 3.5 m SiC telescope for Herschel mission”, Proc. SPIE, Vol. 4850,<br />
p606, 2003.<br />
[3] Harris, L. G. (Ed.), “Properties of Silicon Carbide”, INSPEC, London, 1995.<br />
[4] Ashby, M. F., “Materials Selection in Mechanical Design”, Butterworth-Heinemann,<br />
Oxford, 1999.<br />
[5] Prochazka, S., “Hot pressed silicon carbide”, US Patent 3853566, 10 Dec. 1974.<br />
[6] Padture, N. P., “In situ-toughened silicon carbide”, J. Am. Ceram. Soc., vol. 77 (2), 519-<br />
523, 1994.<br />
[7] Omori, M. and Takei, H., “Pressureless sintering of SiC”, J. Am. Ceram. Soc., vol. 65<br />
(6), C-92, 1982.<br />
[8] Magnani, G., Beaulardi, L. and Pilotti, L., “Properties of liquid phase pressureless<br />
sintered silicon carbide obtained without sintering bed”, J. Eur. Ceram. Soc., vol. 25,<br />
1619-1627, 2005.<br />
[9] Winn, E.J., Clegg, W.J., “Role of the Powder Bed in the Densification of Silicon<br />
Carbide Sintered with Yttria and Alumina Additives”, J Am Ceram Soc. 82[12], 1999,<br />
pp3466-70.<br />
[10] Reed, J.S., “Principles of Ceramic Processing”, 2nd Ed., NY, John Wiley, 1995, ISBN<br />
0-471-59721-X, p495.<br />
b)<br />
d)
EĞİTİM / DİL ve<br />
BİLGİ TEKNOLOJ<strong>İLERİ</strong><br />
519
520
Özet<br />
EĞİTİM VE <strong>İLERİ</strong> <strong>TEKNOLOJİLER</strong><br />
Prof. Dr. M. Oktay ALNIAK 1, Aylin Çelik TURAN 2, Dr. Pelin BOLAT 3<br />
1 Bahçeşehir Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü<br />
2 Bahçeşehir Üniversitesi MYO<br />
3 İstanbul Teknik Üniversitesi, Denizcilik Fakültesi<br />
521<br />
Günümüzde eğitim ve teknoloji birbirleri ile etkileşim içerisindedir. Gelişen teknolojinin<br />
eğitim uygulamaları, eğitim alan öğrencileri teknolojiyi anlama ve uygulama<br />
konusunda yetiştirirken, gelecekte de bu öğrencilerin ileride alacakları akademik<br />
bilgilerini kullanarak ileri teknolojiler ve geleceğin teknolojilerine katkılarının<br />
olmasını sağlayacaktır. Bu çalışmada da eğitim ve ileri teknolojiler arasındaki bu<br />
döngü analiz edilmeye çalışılmış, bu konudaki görüşler paylaşılmıştır.<br />
1. Giriş<br />
Eğitim kavramı talim, öğretim ve öğrenme, davranış, bireysel ve toplumsal amaçlarla<br />
direk ilgilidir. Öğretim ve öğrenme, eğitim sürecinin önemli sacayaklarından<br />
biridir. Öğrenmesiz ve öğretimsiz bir eğitim süreci olamaz. Yine öğrenim türlerinin<br />
tek bir şekilde sınıflandırılmamasından dolayı eğitim kavramı da tek bir tanıma<br />
sahip değildir. Eğitimin kelime manası; toplumun değer yargıları ile bilgi ve beceri<br />
birikiminin yeni kuşaklara aktarılması; bu amaçla okullarda ve benzer kurumlarda<br />
sürdürülen öğretim ve yetiştirme etkinliklerinin tümüdür. Çocukların ve gençlerin<br />
toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde<br />
etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine okul içinde veya dışında, doğrudan veya<br />
dolaylı yardım etme ve terbiye faaliyeti olarak da açıklanabilir. Bu açıdan bakıldığında<br />
farklı alanların farklı şekilde eğitim konusuna etkileri, eğitim dediğimizde<br />
pek çok kavramın sayılabilmesine de neden olmuştur ve geniş bir eğitim yelpazesi<br />
ortaya çıkmıştır. Meslek içi eğitim, beden eğitimi, yetişkin eğitimi, formal eğitim,<br />
eğitim enstitüsü, işbaşında eğitim, milli eğitim, teknik eğitim, eğitim bilimi, eğitim<br />
felsefesi, eğitim sosyolojisi gibi konular ile gençlerin ve çocuklara verilen eğitim<br />
çeşitlerini de ortaya çıkarmıştır (Alnıak ve ark., <strong>2011</strong>).<br />
Modern çağda eğitim sistemi üzerinde yapılan en büyük değişiklik, her türlü eğitim<br />
ve öğretim etkinliğini formal eğitim altında örgütlemesidir. Formal eğitimde örgün<br />
ve yaygın eğitim olarak ikiye ayrılmıştır.<br />
Örgün eğitim; yaş grupları aynı olan, önceden belirlenmiş programlar çerçevesinde<br />
okul kavramı altında yapılan düzenli eğitimdir. Okul öncesi eğitimden itibaren<br />
ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim kurumlarını kapsamaktadır (MEB,2006).<br />
Örgün eğitim okul öncesi eğitimi, temel eğitimi, ortaöğretimi ve yükseköğretimi<br />
içerir.
522<br />
Yaşam boyu öğrenme kuramı okul dışı alanlarda da öğrenmenin ve eğitimin devam<br />
ettiğini varsayarak gelişmiş ve kendini iki önemli alanda göstermiştir. İlki mevcut<br />
okulların eğitim programlarını teorik olmaktan çıkartmaya çalışması olmuştur.<br />
İkincisi ise hizmet içi programlar ile iş yerlerinde ve işletmelerde okul eğitimine<br />
benzer programlarla eğitimi sürekleşmesidir (Duran, 2009).<br />
Bu eğitim türlerine baktığımızda, eğitimin her alanında artık teknolojin kullanıldığı<br />
veya teknolojiyi anlama ve kavramaya yönelik bir eğitim sürecinin izlendiği görülmektedir.<br />
Bununla birlikte teknolojinin eğitime entegre edilmesiyle eğitimdeki<br />
uygulamadan kaynaklanan sorunlar ile yeni model ve proje üretiminde yaşanan<br />
kısır döngülerden arınılmaya başlanmıştır. Ayrıca eğitimin teknoloji odaklı olması,<br />
öğrencilerin gelecekte teknolojiyi etkin ve verimli şekilde kullanmalarını da<br />
tetiklemektedir. Üniversitelerde teknolojiyi anlayan, yorumlayan ve o teknolojideki<br />
bilimin felsefesini yapan öğrencilerin bulunması ve yetiştirilmesi, üniversitelerde<br />
veya araştırma kurumlarında yeni teknolojilerin doğmasına ya da mevcut teknolojilerin<br />
geliştirilmesine de olanak sağlamaktadır. Bu bağlamda bu çalışmada eğitimin<br />
ileri teknolojiler üzerinde olan, ileri teknolojilerin de eğitim üzerinde olan rolü basit<br />
olarak incelenmeye çalışılmıştır.<br />
2. Eğitim ve İleri Teknolojiler<br />
2.1. İleri Teknolojilerin Eğitim Sürecindeki Rolü<br />
Çağımızın eğilimi olan küreselleşme her alanda kendini gösterdiği gibi eğitim alanında<br />
da önemli etkilere sahiptir. Küreselleşmenin eğitim üzerindeki en önemli<br />
etkisi ileri teknolojilerin kullanımını gerektirmiş ve ileri teknolojilerin eğitime<br />
uyarlanmasını kolaylaştırmış olmasıdır. Öğrenmenin kitaplardaki bilgilerden sıyrılıp<br />
boyut değiştirmesi ve bilgiye ulaşma isteği küreselleşme ile artmış, her geçen<br />
gün gelişen teknoloji ile entegre bir eğitim sistemine dönüşüm yaşanmıştır ve bu<br />
süreç devam etmektedir.<br />
İleri teknolojilerin eğitimle bütünleşmesi ile birlikte son yıllarda daha esnek uygulanabilen<br />
yeni öğrenim faaliyetleri ortaya çıkmıştır (EIU, 2008). Eğitim ile bütünleşen<br />
ileri teknolojilerin genellikle donanımların ve yazılımların kombinasyonlarından<br />
oluşan enformasyon teknolojileri olduğu görülmektedir. Bilgisayar teknolojileri<br />
artık kolaylıkla ulaşılabilir durumdadır. Uydu teknolojileri ile birçok eğitim materyali<br />
çok uzak bölgelere gönderebilme imkânına kavuşulmuştur. Bilgisayar grafikleri<br />
üç boyutlu olarak farklı durumlar için farklı sanal dünyalar yaratabilmektedir.<br />
Enformasyon teknolojileri ile desteklenen eğitim araçları öğrencilerin bilgiye kendilerinin<br />
erişmesini, bu bilgileri analiz etmelerini ve bu bilgileri depolamalarına<br />
olanak vermektedir. Semantik web ve grid teknolojileri gibi teknolojilerin bütünleşmesi<br />
ile bilginin edinilmesi ve kullanılmasında da bir hareketlilik sağlanmıştır.
523<br />
Simülasyonlar ve modellemeler, video konferans sistemleri, sensörler, multimedya,<br />
e-kitaplar eğitimde kullanılan ileri teknolojilerin çıktısı olan ürünlerdir.<br />
Dolayısıyla günümüz dünyasında ileri teknolojilerden yoksun bir eğitim;<br />
• Edilgen<br />
• Resmi<br />
• Eğitimciye bağlı<br />
• Zamana bağlı<br />
• Başkaları tarafından içeriği belirlenen<br />
• Sadece iki ya da üç sınav ile seviye belirlenen<br />
• Öğrencilerin katılımının tam olmadığı bir sisteme dönüşecektir.<br />
Teknoloji tabanlı eğitim ise;<br />
• Aktif<br />
• Resmi olmayan<br />
• Öğrenci odaklı<br />
• Zamandan bağımsız.<br />
• İçeriğinin öğrenci ile belirlendiği<br />
• Bireysel katılımın ölçüldüğü<br />
• Bütün öğrencilerin katılımının sağlandığı<br />
bir eğitim sistemine olanak vermiştir. (Keswani ve ark., <strong>2011</strong>). Dolayısıyla teknolojik<br />
yenilikler eğitim kurumlarındaki verilen eğitimin şeklini aynı zamanda da öğrencilerin<br />
öğrenme stillerini değiştirmiştir.<br />
İlkokuldan üniversiteye kadar tüm eğitim kurumlarında, mezun olacak öğrencinin<br />
bugünün bilgi ekonomisi içerisinde var olabilmesi için gerekli yeteneklerle donatılması<br />
amacına odaklanılmıştır. İlköğretim ve orta öğretim seviyesinde öğrenciler<br />
enformasyon teknolojilerini kullanıp bilgiye ulaşmayı, bir problemi çözmeyi, proje<br />
yönetimi ile ilgili temel bilgileri almaktadır.<br />
Yükseköğretim de ise ileri teknolojiler; uzaktan eğitim, öğrenme yönetimi sistemleri<br />
ve dünyadaki çeşitli kurumlarla ortak araştırma ve eğitim platformlarının kurulabilmesine<br />
olan vermeleri ile eğitimde sağladığı dönüşümün pozitif çıktılarını ortaya<br />
koymaktadır (EIU, 2008). Bununla birlikte eğitim kurumlarında kullanılan teknolojiler<br />
öğrencilerin ve işbirliğine gidebilecek kurumların seçimlerini etkilemektedir.<br />
Dünya geneline bakıldığında enformasyon ve uydu teknolojilerinin kullanıldığı<br />
uzaktan ve çevrimiçi eğitimin üniversiteler açısından üzerinde durulan bir olgu<br />
olduğu da gözükmektedir. Uzaktan eğitim teknolojileri, eğitim kurumlarına ulaşamayan<br />
kişilerin yüksek eğitime sahip olmasını sağlayarak hem yükseköğretimin<br />
erişilebilirliğini artırmakta hem de eğitimin küreselleşmesini sağlamaktadır.
524<br />
Bununla birlikte akademi-sanayi işbirliğinde de ileri teknolojilerin eğitim de kullanılması<br />
önemlidir. Bu tür işbirliklerinde kaynakların dağıtımı sürecinde akademik<br />
kurumun eğitim teknolojilerini kullanabilme deneyimleri önem kazanmaktadır.<br />
Sanayi ile işbirliğini sağlayabilmek için, eğitim kurumları ileri teknolojileri kullanabilme<br />
yeteneklerini ve bu teknolojilere verdikleri önemi vurgulamaları gerekmektedir.<br />
Eğitim süreci açısından bakıldığında eğitimdeki teknolojik reformlar eğitimci ve<br />
öğrenci açısından eğitim sürecindeki beklentileri de değiştirmiştir [ref]. Eğitimciden<br />
kitaptaki bilgiyi sunmasından daha çok karmaşık bir problemin nasıl çözüleceğinin<br />
haritasını oluşturması istenmektedir. Yine eğitimcinin teknolojik araçları etkin<br />
şekilde kullanması ve bunu öğrenciye aktarabilmesi de öğrenciler için teknolojik<br />
eğitimin verimli olabilmesi açısından önemlidir. Öğrencilerin eğitim teknolojileri<br />
ile ilgili araçlara ve materyallere kolayca ulaşmaları ve eğitim kurumlarının bunu<br />
sunabilmesi yine önemli bir konudur. Öğrencilerden beklenen ise bu teknolojileri<br />
amaçlarına uygun kullanmaları, ezberci öğrenmeyi seçmemeleridir. Sonuç olarak<br />
teknolojik eğitimin etkin şekilde yönetilmesi gereken bir süreç olduğu karşımıza<br />
çıkmaktadır ki bunun için eğitim otoritelerinin eğitim politikaları ve stratejilerini<br />
gözden geçirmeleri gerekliyse de yenilemeleri gerekmektedir.<br />
Eğitimde teknolojiyi kullanmak sadece eğitim için değil hayatın her alanında etkilere<br />
de sahiptir. Bilimsel ve teknolojik bilgiyi, çok kültürlülüğü ve küresel farkındalığı<br />
tetiklemek, yaratıcı düşünmeyi yani karmaşık durumlara uyumu ve bu durumların<br />
yönetilmesini, yaratıcılığı, risk almayı ve nedenselliği kullanma yeteneğini ortaya<br />
çıkartmaktadır. Dolayısıyla günümüz dünyasında eğitim de teknolojiyi kullanmak,<br />
gelecek için yeni teknolojilerin ortaya çıkması içinde yatırım yapmak demektir. Bu<br />
bağlamda eğitimin de ileri teknolojilerin ortaya çıkması ve geliştirilmesi yönünden<br />
incelenmesi gerekmektedir.<br />
2.2. Eğitimin İleri Teknolojiler Üzerindeki Rolü<br />
Eğitim,<br />
• Enformasyonel bileşen olarak bilgiyi edinme süreci<br />
• Didaktik bileşen olarak öğrenmeyi öğrenme süreci<br />
• Motivasyonel bileşen olarak da ilgiyi harekete geçirme süreci<br />
olarak nitelendirilebilir. Teknolojik olarak sürekli değişmekte olan dünya da ise<br />
hangi bilginin edinilmesi gerektiği ile ilgili sorular artmaktadır. Bu anlamda eğitim<br />
artık sadece neyin öğrenilmesini öğrenmek ya da sadece bilgiyi edinmek değil aynı<br />
zamanda bu anlamda ilgili yetenekleri geliştirmek ve bu yeteneği başka alanlarda<br />
bütünleştirerek yaratıcılık ve yenilik anlayışı kazanabilmektir. Yaratıcılık ve yenilik<br />
anlayışı 21. Yüzyılın bilgi tabanlı toplumu için önemli olgulardır ve eğitim de bu
yüzyılda yaratıcılık ve yenilikçilik yeteneklerinin kazandırıldığı bir süreç olarak<br />
görülmektedir.<br />
525<br />
Eğitim kurumlarına yenilik ve yaratıcılık yeteneklerinin kazandırıldığı merkezler<br />
olarak baktığımızda, eğitimcilerin öğrencilerine mevcut teknolojileri anlama, kullanma<br />
ve bu teknolojiler üzerine düşünebilmeyi öğretmeleri için yeni öğretim tekniklerine<br />
sahip olması gerektiğini söyleyebiliriz. Eğer öğrenciler mevcut teknolojileri<br />
kavrayamazsa ileride büyük olasılıkla ortaya çıkacak teknolojiler veya yeni<br />
ürünler ile ilgili bağlantıları sağlayamayacaktır; yani yeni teknolojilerin benimsenmesi<br />
ve kullanılması sürecinde zorluklar yaşayacaklardır. 1980 lerde yapılan çalışmalarda<br />
yüksek eğitimli kişilerin iş yerlerinde bilgisayar kullanımını öğrenme de ve<br />
bilgisayar teknolojilerini benimseme sürecinin düşük eğitimli çalışanların bilgisayar<br />
teknolojilerini kullanma ve benimseme sürecinden daha hızlı olduğu ortaya konmuştur<br />
(Wozniak, 1984, 1987).<br />
Bununla birlikte mevcut teknolojileri anlamanın yanında proje bazlı bir eğitim de<br />
öğrencilerin yenilikçilik ve yaratıcılık yeteneklerinin ortaya çıkmasını ve bu yeteneklerin<br />
geliştirilmesini sağlayacaktır. İlköğretim ve ortaöğretim dönemlerinde<br />
kazandırılacak olan araştırma ve geliştirmeye yönelik istek, yaratıcılık ve yenilikçilik<br />
yetenekleri ile birleştiğinde üniversitede öğrenilecek akademik bilginin teorikten<br />
pratiğe dönmesi ve yeni teknolojilerin ortaya çıkması açısından da faydalı olacaktır.<br />
Yükseköğretimde özellikle mühendislik eğitiminde akademik bilginin yanında<br />
girişimcilik, yaratıcılık ve yenilikçilik eğitimleri yükseköğretim de ileri teknolojilerin<br />
geliştirilmesi adına etkili olacaktır. Mühendislik eğitiminin diğer alanlarla etkileşime<br />
girmesi ve çok disiplinli çalışmaların desteklenmesi ileri teknolojilerin ve<br />
geleceğin teknolojilerinin tasarımları aşamasında önemli olacaktır.<br />
İleri Teknolojilerin geliştirilmesi ya da geleceğin teknolojilerine adım atmak bilim<br />
ve bilimsel gelişme ile yakından ilgilidir. Bilimsel bilginin yayılmasında ve geliştirilmesinde<br />
önemli roller üniversiteler ve akademik enstitülerdir. İleri teknolojiler ve<br />
geleceğin teknolojileri açısından akademik kurumların iki tane önemli etkisi vardır.<br />
Birincisi akademik kurumlar özellikle üniversiteler yerel ekonomi ve bölgenin<br />
ihtiyaçlarını bilirler. Böylelikle bölgesel stratejiler geliştirerek ihtiyaca yönelik<br />
teknolojiler üzerinde çalışabilirler. Dolayısıyla üniversiteler eğitim ve araştırma<br />
politikalarını hangi teknolojilere odaklandıracaklarının da bir optimizasyonunu<br />
yaparak şekillendirmek durumundadırlar. İkincisi üniversiteler araştırma sonuçlarının<br />
ve mezunlarının bölgesel olarak işlevsellik kazandırarak akademiden sivil hayata<br />
bilginin aktarılmasında da önemli bir rol üstlenirler. Bundan dolayı eğitim<br />
programlarını ve diğer eğitimlerini bölgesel yeniliklerin ihtiyacı doğrultusunda<br />
yapmaları gerekmektedir.
526<br />
3. Sonuç<br />
Küreselleşen dünyada, eğitim süreci ve teknolojinin gelişimi birbirlerine bağımlı iki<br />
olgudur. Teknolojideki gelişimler, teknoloji ile anlatılmak istenilenin ne olduğu ile<br />
yakından ilgilidir. Bundan dolayı, teknolojiyi teknik sistemler, teknik sistemlerin<br />
kullanılması ve kurulması için gereken teknik faaliyetler ve yine bu sistemlerin<br />
kullanımı ve çıkış noktası ile ilgili bilgiyi edinme başlıklarıyla ele almak gerekir.<br />
Bilginin edinilmesi ise eğitimle ilgili bir durumdur. Eğitim ise gelişen teknoloji ile<br />
yeniden şekillenen bir sürece girmiştir. Şekil 3.1 eğitim ve ileri teknolojilerin birbirleri<br />
ile olan döngüsünü sunmaktadır (Yordonova, 2007).<br />
Şekil 1. Eğitim ve ileri teknolojiler döngüsü<br />
Eğitim ileri teknolojiler alanında önem taşır. Düzgün siyasal, ekonomik ve teknik<br />
hedefler gereklidir. Tasarrufun ödüllendirilmesi faydalıdır. Yeni buluşların ödüllendirilmesi,<br />
buluş yapmanın teşvik edilmesi toplumun özgüvenini artırır. İdarede<br />
çalışanların kültür seviyesinin yükseltilmesi faydalıdır. İktisadi politikalar ile bilim<br />
ve teknoloji politikalarının birlikte tasarlanması için eğitimli insan kaynağına ihtiyaç<br />
vardır. Bu nitelikli insanların yetişeceği enstitüleri kurulabilir. Bu enstitüler<br />
dünyadaki teknolojik gelişmelerin yakından izleneceği, aynı zamanda teknoparkları<br />
destekleyen kurumlar haline getirilebilir (Alnıak ve ark., <strong>2011</strong>) Ülkedeki kaliteli eğitimin<br />
ödüllendirilmesi, yabancı öğrencilerin sayısının artırılması ve ülkeye makro<br />
değerler katacak şekilde yabancı öğrenci eğitim projesinin yönlendirilmesi faydalı
527<br />
olur. Teknik eğitimin genişletilmesi uygarlığın gelişmesine neden olacaktır. Türkiye’nin<br />
önümüzdeki dönemde alacağı mesafe; kendi iç politikasına bağlı olduğu<br />
kadar, bölge ülkelerinin konumlarına ve küresel rüzgâr ve stratejik dostluklara bağlı<br />
kalacaktır. Siyaset ve kurumların dinamikleri arasında hissedilen uyumsuzluğun<br />
düzelmesi, sistemin kendi demokratik ve doğal ritminde çalışması, memlekette<br />
huzurlu bir çalışma atmosferi yaratacaktır. Teknik düşüncenin ve teşebbüsün önündeki<br />
bürokrasinin azaltılması kalkınmayı hızlandıracaktır. Gelişim hızının takip<br />
edilebilmesi çağdaş bir eğitimle mümkün olabilecektir İleri teknolojileri takip edebilmek<br />
için iyi eğitilmiş öğretmenlere ihtiyaç vardır (Alnıak ve ark., <strong>2011</strong>).<br />
Kaynakça<br />
Alnıak, O.M., Bolat, P., Uzun, A., <strong>2011</strong>. “Eğitime Dair”. Uluslararası Meslek Yüksekokulları<br />
Sempozyumu, Mayıs-<strong>2011</strong>, Kuşadası, Aydın.<br />
Duran, H., 2009. Küresel Ekonomik Güçlerin Kültürel Sürekliliğinin Bir Aracı Olarak Eğitim,<br />
Uluslararası Eğitim Felsefe Kongresi<br />
EIU, (2008). The Future of Higher Education: How Technology will Shape Learning,<br />
Report, Economist Intelligence Unit<br />
Keswani, B., Banerjee, C., Patni, P., Role Of Technology In Education: A 21st Century<br />
Approach, accessed on 02.12.<strong>2011</strong><br />
MEB, 2006. Türkiye ve Avrupa Birliği Ülkelerinin Eğitim Sistemi Şurası Raporu<br />
Wozniak, Gregory D. 1984. “The Adoption of Interrelated Innovations: A Human Capital<br />
Approach” Review of Economics and Statistics 66: 70-79.<br />
Wozniak, Gregory D. 1987. “Human Capital, Information, and the Early Adoption of New<br />
Technology.” Journal of Human Resources 22:101-112.<br />
Yordonava, K., 2007. “Mobile learning and integration of advanced technologies in<br />
education”. International Conference on Computer Systems and Technologies -<br />
CompSysTech’07.
528
<strong>İLERİ</strong> TEKNOLOJİ OKURYAZARLIĞI<br />
S. Seda ERCAN<br />
Bahçeşehir Üniversitesi MYO<br />
529<br />
Azımsanmayacak kadar çok miktarda gemi, okyanusta, esrarengiz bir şekilde batırılmıştır<br />
1868 senesinde. İnanılan odur ki, bu saldırılar devasa bir deniz yaratığı<br />
tarafından yapılmıştır. İşin aslını araştırmak için görevlendirilen askeri gemi de aynı<br />
akibete uğrar. Ama şans eseri, gemideki Profesör Pierre Arronax, yardımcısı<br />
Conseil ve denizci Ned Land, bir denizaltı tarafından kurtarılırlar. Nautilus adlı bu<br />
ileri teknoloji ürünü aracın tuhaf kaptanı Nemo onları konuk eder ve hayat felsefesini<br />
anlatır. Çocukluğumuzun ünlü ‘Denizler Altında 20.000 Fersah’ adlı romanın<br />
yazarı, hayalgücünün oldukça geniş olduğunu düşündüğüm Jules Verne, ileri teknolojiye<br />
o zamanlardan değinmeye başlamıştır.<br />
Teknoloji, insanoğlunun varoluş sürecinin her safhasında, her döneminde, yöneldiği;<br />
doğruluklara ulaşmak için geliştirdiği yol olmuştur. Peki nedir bu teknoloji?<br />
Teknoloji, insanın bilimi kullanarak doğaya üstünlük kurmak için tasarladığı rasyonel<br />
bir disiplindir (Teknoloji Nedir - Simon, 1983, s.173). Bir başka tanım da teknolojiyi,<br />
somut ve deneysel anlamda temel olarak teknik yönden yeterli küçük bir grubun<br />
örgütlü bir hiyerarşi yardımıyla bütünün geri kalanı (insanlar, olaylar, makineler vb)<br />
üzerinde denetimi sağlaması olarak tanımlar (Teknoloji Nedir - McDermott, 1981, s.142).<br />
İleri teknoloji, nano teknoloji lûgatımıza yeni çağın kazandırdığı kelimelerdir ve<br />
elbette belirli bir ihtiyacı karşılamak üzere üretilmişlerdir. Salt teknoloji kelimesiyle<br />
anlatamadığımız ve onun da ötesinde kavramları içerdikleri için, bu kelimelere<br />
ihtiyaç duyulmuştur. Dünya, göz kamaştırıcı bir hızda değişiklikler ve yeniliklerle<br />
donanmışken, insanın yaşadığı her coğrafyadan yeni, yepyeni buluş, icat haberleri<br />
birbirini kovalarken, ülke vatandaşlarının kendilerine soracakları soru şu olmalıdır:<br />
“Ben bu yarışın neresindeyim; ülkemi, o yükselen çıtaya ve hatta üstüne nasıl taşıyabilirim?”.<br />
Etkin ve disiplinli alan çalışması gereklidir elbette; bir başka deyişle,<br />
neyi, nerede ve hangi kaynaklardan çalışmak gerektiği önemlidir ama asıl hayatî<br />
değer taşıyan o makineleri yapanların, o teknolojileri oluşturanların kullandığı ortak<br />
dile hakimiyetten geçer. Bu ortak dil, İngilizce yerine, Urdu dili ya da Svahili dili<br />
olsaydı o zaman da onların öğrenilmesinin hayatî değer taşıdığına dair olacaktı bu<br />
yazı.<br />
Önceden sadece bir İngilizce vardı, sonra Amerika’nın keşfiyle diğer İngilizce<br />
oluştu ve bu oldukça uzun bir zaman bu şekilde devam etti. Artık mesafelerin kısaldığı,<br />
globalleşen dünyamızda, ikiden çok İngilizce var: Kore İngilizcesi, Tayvan<br />
ingilizcesi, İspanyolların kullandığı İngilizce. Hepsi aynı cümle kalıbı üstünde<br />
kendi dillerine ait kelimelerle bezeli, kendi tonlamalarıyla kullandıkları bir İngilizce
530<br />
çeşidi yaratmışlardır. İngilizceyi, konuşma dilinde düşünürseniz işimiz biraz daha<br />
kolaylaşır. İşin içine beden dili, jest ve mimikler girdiğinde zaten vereceğimiz mesajın<br />
neredeyse çoğunu vermiş oluyoruz. Bu dil öğrenmenin kolay tarfı olmakla<br />
birlikte, benim hakkında konuşmak istediğim biraz daha özenli ve kitaba dayalı<br />
Mesleki İngilizce’dir. Her biri kendi alanında çok değerli ve nitelikli alan bilgisi<br />
öğretim görevlilerimizi gücendirmek değildir niyetim ama neredeyse alan bilgisinin<br />
önüne geçmiş durumdadır İngilizce bilgisi. Bahçeşehir Üniversitesi Meslek Yüksekokulu’muzda,<br />
çok değerli alan bilgisi hocalarımızla beraber ve kendi müfredatlarına<br />
paralel oluşturduğumuz İngilizce ders müfredatımızda genel İngilizce bilgisi<br />
odaklı Mesleki İngilizce’ye de yoğunlaşıyoruz. Piyasa ve dünya koşullarnın hangi<br />
tür ingilizceyi kullandığı, hangi anahtar kelimelerle ve sık kullanılan kalıplarla<br />
öğretmek gerektiği her zaman ana belirleyicilerim olmuştur.<br />
Son on yılda teknoloji eğitimiyle haşır neşir olanlar katılacaklardır ki teknoloji<br />
okuryazarlığı şaşırtıcı bir şekilde karmaşık ve zor bir görev olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
Okuryazarlıktan anladığımıza gelince genel kanı, okuryazar olmakla<br />
okuyup yazabilmeyi bağdaştırır. Bir adım uzağına gittiğimizde bu tanımın, mesleki<br />
açıdan bakılırsa, iyi bilgilenmiş olma hali ya da malumat sahibi olmak anlamları<br />
daha öne çıkar. Burada bahsedilen ise, hem teknolojiyle ilgili bilgi sahibi olma hali<br />
hem de teknoloji ile iyi donanımlı olma halidir. Bu tür bir anlayışın yoksunluğu bizi<br />
alan bilgisinde belirginliğin olmadığı bir atmosfere taşır ki bu da istenmeyen ve<br />
yararı olmayan bir durumdur.<br />
Yer ve deniz bilimleri, uzay bilimi, otomotiv, tekstil alanları, bilgi işlem, tıp, finans,<br />
metalurji, eğitim, mühendislik, parfüm sanayi, kişisel bakım alanları ve bu listeyi<br />
daha da uzatabililriz. Artık aklımıza gelen yaşamın her alanında ileri teknoloji<br />
kavramıyla karşı karşıya kalıyor ve ürünlerinden de faydalanıyoruz. Örnek olarak,<br />
İngilizce öğretiminde kullandığımız bir akıllı tahta görselliği bakımından öğrencileri,<br />
ders anlatımını kolay ve etkin hale getirmesi sebebiyle de öğretmenleri tatmin<br />
etmiş ve her iki tarafın da işlerini hızlandırmıştır.<br />
Sanayileşmenin temel ögesi teknoloji üretebilmektir. Teknoloji üretebildiğiniz,<br />
bilgiyi ürün tasarlamada kullanabildiğiniz takdirde ticarette rekabet üstünlüğünüz,<br />
savunma alanında da dışa bağımlılığınız ve sistemlerinizin de caydırıcılık sağlaması<br />
olasıdır. İşbu sebeple amacımızı, kendi teknolojimizi üretebilmemiz yörüngesine<br />
oturtmalıyız. Kendi teknolojisini üreten bir sanayileşme ile ulusal ekonomiye, ülkenin<br />
mühendislik gücüne ve ulusal teknolojiye en yüksek katkıyı sağlayabilir, beyin<br />
göçünü önleyebilirsiniz.<br />
Popüler kanının aksine, okullarda öğretilmesi gereken mesleki eğitimin içeriği,<br />
müfredatı suni, hayattan kopuk olmamalıdır. Müfredata katılacak her konu, modern<br />
hayatın gereksinimlerine uyarlanabilen ve hayatın tüm halleri için genelleştirilebilir<br />
olmalıdır. Nasıl olsa anlatılan konuları, meslekdaşlarınız haricindekilerin anlamadı-
531<br />
ğının yanılgısı içinde, öğrencilerini bilinmez ve kaotik bir yapıyla karşı karşıya<br />
bırakılmamalıdır. Gerçek hayatta, çalışan kesim, mavi yaka ya da beyaz yaka, iş<br />
hayatlarını kolaylaştırabilecek ne tür bir İngilizce terminolojiye ihtiyaç duyuyorlarsa,<br />
dersin öğretmeni, sürekli anlatageldiği konuların konforuna kapılmadan, her<br />
sene müfredatını bu yönde yenilemek ve güncellemek durumundadır. Aksi halde<br />
Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün bize vasiyet ettiği, muasır medeniyetler<br />
seviyesine çıkmamız romantik bir hayalden öteye geçemez.<br />
Kaynakça<br />
Simon, H. A. (1969). The sciences of the artificial. Cambridge, MA: MIT Press.<br />
McDermott, J. (1981). Technology: The opiate of the intellectuals. In A. H. Teich (Ed.),<br />
Technology and man’s future. New York: St. Martin’s Press.<br />
Tüm Kitap İhtiyaçlarınız için<br />
www.tdk.com.tr<br />
Türkiye’nin İnternet Kitapçısı
532
<strong>İLERİ</strong> TEKNOLOJ<strong>İLERİ</strong>N SUNDUĞU ARAÇLAR VE ÖĞRENME<br />
Özet<br />
Turgut TURUNÇ (MSc in TESOL)<br />
Bahçeşehir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,<br />
İngiliz Dili Eğitimi Yüksek Lisans Programı<br />
Bahçeşehir Üniversitesi, İngilizce Hazırlık Okulu<br />
533<br />
Bu makale, İleri Teknoloji liderleri ile eğitim -öğrenim liderlerinin birlikte çalışarak<br />
ileri teknolojilere karşı kullanıcı algısının nasıl olumlu yönde değitirilebileceği; her<br />
iki grubun nasıl birlikte çalışabilecekleri ve ileri teknolojilrein sunduğu araçlardan<br />
yararlanarak öğrenme işlevinin nasıl daha anlamlı ve kalıcı hale getirilebileceği<br />
konusunda öneriler getirmektedir. Makale aynı zamanda, ileri teknolojilerin eğitimöğrenim<br />
süreçlerinde kullanılması bakımından öğretmen algısının ne olduğu konusunda<br />
da yapılan çalışmalardan bahsetmektedir. Makale, ileri teknolojilerin sunduğu<br />
araçların eğitim-öğrenim sürecinde nasıl kullanılabileceği konusunda da bir kaç<br />
senaryo sunmaktadır.<br />
Anahtar Kelimeler: “sanal gerçeklik”, “hologram”, “edinim yoluyla öğrenme”, “planlanmış<br />
ve bir öğreten liderliğinde öğrenme”<br />
Abstract<br />
This paper focuses on:<br />
• How the users’ perception on the use of the instruments provided by advanced<br />
technologies could be changed positively with the help of the cooperation<br />
of both educationalists and advanced technology leaders,<br />
• The writer’s suggestions on how “learning” could become more meaningful<br />
and be stored into the long–term memory using the tools and instruments<br />
that the advanced technologies provide,<br />
• What some of the research studies conducted so far have shown on the<br />
teachers’ perception on using the instruments provided by the advance technologies<br />
is,<br />
• The senarios, created by the writer, with which the tools and the instruments<br />
presented by the advanced technologies could be used in the learning–<br />
teaching process.<br />
Key Words: “virtual reality”, “hologram”, “acquisition”, “conscious learning”
534<br />
I. Giriş<br />
Bu makale, genellikle soyut kavramların öğretilmesi-öğrenilmesi işlevlerinden<br />
oluşan ve doğası itibariyle yapay olan sınıf içi öğretme ya da öğrenmenin ileri teknolojilerden<br />
yararlanılarak nasıl daha anlamlı bir öğrenme ortamı haline getirilebileceği<br />
konusuna odaklanmaktadır. Öğrenilenlerin bireyin gerçek yaşantısına transfer<br />
edilmesi, öğrenmeyi yalnızca anlamlı hale getirmekle kalmayıp aynı zamanda<br />
öğrenilenlerin kişiselleştirilerek içselleştirmesine yardım eder. Öğrenme, bireyin<br />
daha önce edindiği bilgi ve becerilerini kullanarak yeni bilgi ve beceriler aracılığıyla<br />
yeni davranış değişiklikleri geliştirmesi olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda<br />
öğrenme iki farklı yolla gerçekleşebilir:<br />
a) edinim yoluyla öğrenme,<br />
b) planlanmış ve bir öğreten liderliğinde öğrenme.<br />
Edinim yoluyla öğrenme, bireyin gerçek yaşamda karşı karşıya geldiği deneyimleri<br />
sonucu öğrenmeye ihtiyaç duyması ile gerçekleşir. Buna örnek olarak bilgisayar<br />
okur yazarlığı olmayan bir bireyin, kendisinden bilgisayar kullanarak bir sunum<br />
üretmesi istendiğinde bilgisiyar ve ilgili programların kullanımına gereksinim duyması,<br />
bu yolla öğrenme nedeni oluşturması ve kendi geliştireceği ve/veya sahip<br />
olduğu öğrenme strateji ve becerilerini kullanarak bilgisayar kullanımını öğrenmesi<br />
ve netice itibariyle bilgisayarı kullanıp kendisinden istenilen sunumu üretmesi<br />
verilebilir.<br />
Diğer taraftan planlanmış ve bir öğreten liderliğinde öğrenme ise, bireyin herhangi<br />
bir öğrenme organizasyonunda bir başkası tarafından planlanmış bir öğretim programı<br />
ve öğrenme etkinlikleri çerçevesinde bilinçli olarak oluşturulan ve genellikle<br />
sınıf içi ortamlarda karşı karşıya getirildiği deneyimleri aracılığıyla birey üzerinde<br />
istendik davranış değişikliği oluşturma çalışmalarıdır. Buna örnek olarak bilgisayar<br />
okur yazarlığı olmayan bir bireyin sınıf ortamında ve bir uzman eşliğinde, uzmanın<br />
oluşturduğu önceden planlanmış bir öğretim programına dayalı olarak oluşturduğu<br />
öğrenme etkinlikleri aracılığıyla önce temel bilgisayar kullanım becerilerini, daha<br />
sonra sunum yapabilmesi için ilgili programların kullanım becerilerini geliştirmesi<br />
ve netice itibariyle bilgisayar kullanarak kendisinden istenilen sunumu üretmesi<br />
verilebilir.<br />
Birey üzerinde istendik davranış değişiklerinin oluşturulması sürecinde öğrenmenin<br />
kalıcı olabilmesi için öğrenilerek geliştirilen davranış değişikliklerinin bireyin<br />
gerçek yaşamına transfer edilmesi gerekir. Edinerek öğrenmede bu durum, gerçek<br />
yaşamda karşılaşılan deneyimlere dayalı bir neden ve/veya gereksinimler aracılığıyla<br />
olduğu için zaten bireyin gerçek yaşamı içerisinde, biraz da kendiliğinden<br />
gerçekleşmektedir. Dolayısıyla öğrenme daha gerçekçi, daha anlamlı ve daha kalıcıdır.<br />
Asıl mesele ise, bir uzman eşliğinde ve genellikle sınıf içi ortamlarda planlanmış<br />
ve bir öğreten liderliğinde gerçekleştirilen öğrenmede, bireyin öğrendiklerinin
535<br />
yine bireyin kendi gerçek yaşamına nasıl transfer edebileceği sorunudur. Bu transferin<br />
gerçekleştirilmesi durumunda birey öğrendiklerini gerçek yaşamda kullanma,<br />
kendi gereksinimlerine dayalı olarak öğrenileni bireyselleştirme, bu çalışmaları<br />
sürdürürken öğrenilenlerin pratiğini yapma ve dolayısıyla daha fazla öğrenme fırsatı<br />
bulmuş olur. Bu fırsat, bireye öğrenilenlerin uzun dönemli hafızaya kaydetmesi<br />
ve öğrendiklerinin kalıcı olması olanağını verir.<br />
Doğası itibariyle yapay bir oluşum olan “sınıf içi öğrenme”nin ileri teknolojilerden<br />
yararlanmak suretiyle nasıl daha anlamlı ve gerçek yaşama transfer edilebilir hale<br />
getirileceği, eğitim-bilimcilerin öteden beri ilgi alanı olagelmiş ve bu alanda değişik<br />
araştırma çalışmaları yapılagelmiştir, yapılagelmektedir.<br />
Bu bağlamda aşağıdaki türden sorular öne çıkar:<br />
1. İleri teknoloojinin sunduğu araçlara karşı öğretmen algısı-inançları nedir?<br />
2. Öğretmenlerin bu türden araçları kullanma beceri düzeyleri nedir?<br />
3. İleri teknolojilerin sunduğu araçların öğrenme-öğretme süreçlerinde kullanılması<br />
öğrenci motivasyonunu nasıl etkiler?<br />
4. İleri teknolojiler olarak adlandırılabilecek araçlar öğretme-öğrenme sürecinde<br />
nasıl kullanılabilir?<br />
Makalenin takip eden bölümlerinde, yapılan kimi araştırmaların çıktılarına ve yazarın<br />
eğitim-öğrenim sürecindeki deneyimlerine dayalı görüşleri çerçevesinde yukarıda<br />
sıralanan sorulara sırasıyla yanıt aranmaktadır. Çalışma, daha sonra eğitimöğretim<br />
liderlerine öneriler bölümü ile devam etmektedir. Çalışma son olarak,<br />
ortaya konulan bulgu, yorum ve öneriler çerçevesinde sonuçlandırılmaktadır.<br />
Iı. İleri Teknolojilerin Sunduğu Araçlar ve Öğretmen Algısı<br />
Bahçeşehir Üniversitesi, İngilizce Hazırlık Okulu’nda görev yapan 79 tam zamanlı<br />
okutmanın dahil edildiği bir Yüksek Lisans araştırma tezi çalışmasında, öğretmenlerin<br />
bilgisayar teknolojilerinin eğitim-öğretim sürecinde kullanılmasına karşı tutumları<br />
ve algısı ölçülmüş ve öğretmenlerin genellikle ve büyük bir çoğunlukla bu<br />
türden araçların kullanılmasının yararlı olduğuna inandıkları sonucu tesbit edilmiştir<br />
(Hazar, <strong>2011</strong>). Benzer çalışmalar Türkiye ve dünyanın diğer ülkelerinde de yapılmış<br />
ve öğretmenlerin bilgisyar teknolojilerinin sunduğu araçların yararlılığına olan<br />
inançları ölçülmüş ve benzer sonuçlara erişilmiştir (Albirini, 2004; Samak, 2006; Isık, 2009;<br />
Hismanoglu, 2010; Karakaya, 2010). Bu çalışmalar, bilgisayar teknolojilerinin sunduğu<br />
araçların İngilizce öğretimi sürecinde kullanılmasına dayalı algı ve inançlara odaklanmış<br />
olsa da, farklı disiplinlerin öğretiminde de benzer sonuçların bulunduğu<br />
bilinmektedir.<br />
Anlaşılan odur ki, öğrenme-öğretme sürecinin liderliği fonksiyonunu üstlenen<br />
öğretmenler büyük bir çoğunlukla ileri teknolojiler kendilerine yeni bir araç sundu-
536<br />
ğunda, bunun eğitim-öğretim sürecinde kullanılmasının yararlı olacağı inancını<br />
ve/veya algısını taşımaktadır. Bu algı, olumlu bir algı olmakla birlikte, beraberinde<br />
bunun nasıl kullanılabileceği konusunda yeni araştırma sorularını da getirmektedir.<br />
Bu algının nedeni ne olabilir? Bu soruya verilebilecek bir yanıt teknolojinin baş<br />
döndürücü bir hızla ve sürekli olarak kendisini yenilemesi, sunulan araçların da<br />
toplumun bireyleri tarafından aynı ve belkide daha fazla bir hızla sunulanları tüketmesi<br />
verilebilir.<br />
Öğretme-öğrenme sürecinin ana paydaşları öğreten ve öğrenendir. Öğreten, bugüne<br />
göre geçmişte kaldığı söylenebilecek kendi eğitim-öğrenim döneminin kendisine<br />
sunduğu teknolojik araçlara tanıdık iken; öğrenen ise öğretene göre daha ileri bir<br />
çağı yaşamakta ve kendisine sunulan teknolojik araçlara daha tanıdık ve daha kolay<br />
öğrenebilir-edinebilir durumdadır. Bu, bir taraftan ileri teknolojilerin sunduğu araçlara<br />
karşı öğretmen algısına kimi olumlu ya da olumsuz etkilerde bulunurken; diğer<br />
taraftan da hangi teknolojik araçların daha fazla ilgi aldığına da etki etmektedir.<br />
Hazar (<strong>2011</strong>) çalışmasında, bilgisayar teknolojilerinin sunduğu araçları literatürde<br />
kabul gördüğü terimlerle sıralamış ve kimi araçlar için öğretmenlerin herhangi bir<br />
fikirleri olmadığını bulmuştur. Bu araçlar aşağıdaki gibi sıralanmıştır:<br />
• Software Araçları<br />
o Kelime İşlemciler (Word vb)<br />
o Grafiker/hesaplama Araçları (Excel vb)<br />
o Sunum araçları (Power Point vb)<br />
o Imaj/Resim İşlemcileri (Adobe vb)<br />
• İletişim Araçları<br />
o Elektronik posta araçları (e-mail vb)<br />
o Forumlar<br />
o Chat Programları (MSN, Skype, ICQ vb)<br />
o Sosyal Paylaşım Siteleri (Twitter, Facebook vb)<br />
o Key-pal Projeleri<br />
o Bloglar<br />
• İnternet Araçları - Kaynak/Referans Araçlar<br />
o Sözlükler<br />
o Çeviri Araçları<br />
İngilizce öğretiminde kullanılabilecek bilgisayar teknolojilerinin sunduğu bu araçların<br />
yararlılığına olan öğretmen inanç ve algıları bakımından herhangi bir farklılık<br />
bulunmamasına karşın, tanıdık olma ve bilindiklik bakımından daha az, ya da en az,<br />
ilgiyi daha yeni/çağdaş olan key-pal projeleri ile bloglar almıştır. Software araçları
537<br />
arasında kelime işlemciler ve sunum araçları ise en fazla ilgiyi almıştır. Bunun<br />
nedeni olarak, öğretenlerin kendi eğitim-öğrenim çağında/döneminde anılan yazılım<br />
programlarının, internet tabanlı iletişim araçlarına kıyasla daha çok kullanılan araçlar<br />
olması verileribilir. Sadece bilgisayar teknolojilerinin sunmuş olduğu araçlar<br />
değil, fakat aynı zamanda daha yeni, daha çağdaş olarak adlandırılabilecek araçlar<br />
söz konusu olduğunda, bu ilgi daha da azalabilir. Örneğin “hologram”, konuşan ve<br />
hareket edebilen robotlar (Asimo), Sanal Geçeklik (Virtual Reality), Second Life,<br />
ve benzeri araçların eğitim-öğretim sürecinde kullanılması odaklı araştırmalar yapılmış<br />
olsa, ne tür algı, inanç ve bulguların elde edileceği konusu da ilginç olurdu.<br />
(Bu tür araçların eğitim-öğretim sürecinde kullanılması senaryoları için lütfen bkz:<br />
Bölüm: V).<br />
Özetlemek gerekirse, ileri teknolojilerin kendilerine sunduğu araçların bu süreçte<br />
kullanılmasına öğretmen algısı üzerine yapılan çalışmalar göstermiştir ki, öğretmen<br />
algısı ve/veya inançları pozitif olmakla birlikte daha yeni teknolojik araçlar ile ileri<br />
teknolojilerin kendilerine sunduğu araçlara karşı daha fazla tereddütle yaklaştıkları<br />
söylenebilir.<br />
İrdelenmesi gereken diğer bir önemli nokta da, öğretmenlerin kendilerine sunulan<br />
ileri teknolojik araçları kullanabilme yeterliliği ve becerileridir. Bir sonraki bölüm<br />
bu konuya odaklanmaktadır.<br />
<strong>II</strong>I. İleri Teknolojilerin Sunduğu Araçları Kullanabilme Becerisi<br />
Yeni bir durumu, konuyu ve/veya bilgiyi, ya da ileri teknolojilerin bireylerin kullanımına<br />
sunduğu araçların bireyin kendi gereksinimlerine uygun olarak kullanım<br />
becerilerinin öğrenilmesi işlevinin gerçekleşmesi sürecinde aşağıdaki aşamalardan<br />
söz edilir:<br />
� Farkına Varma<br />
Bireyin, şu ana kadarki deneyimlerinde ve/veya yaşantılarında daha önce hiç<br />
karşı karşıya gelmediği bir öğrenme durumuyla karşılaşması aşaması.<br />
� Kısa Dönemli Hafızaya Alma<br />
Yeni karşılaşılan durumun getirdiği öğrenme içeriğinin, beş duyuya hitap eden<br />
algı kanalları (sensory channels) -görme, işitme, hareket etme/dokunma, koklama,<br />
tat alma/hissetme- aracılığıyla ön belleğe kaydedilmesi aşaması.<br />
� Farkındalık Arttırma<br />
Kısa dönemli hafızaya kaydedien yeni öğrenme içeriğinin detaylarının pratik edilmesi<br />
aşaması, aynı öğrenme içeriği kapsamında yeni öğrenme durumları ile<br />
karşılaşma aşaması.
538<br />
� Uzun Dönemli Hafızaya Alma<br />
Detayların, yeni öğrenme içerikleriyle ve daha önce öğrenilenlerle<br />
ilişkilendirilerek uzun dönemli hafızadaki yerinin belirlenmesi ve bu yolla ana<br />
belleğe kaydedilmesi aşaması.<br />
� Öğrenilenlerin Bireyseleştirilmesi / İçselleştirilmesi<br />
Bireyin uzun dönemli hafızada kayıt altına aldığı öğrenme içeriğinin bireyin<br />
kendi gereksinimlerine göre şekillendirilmesi/biçimlendirilmesi aşaması.<br />
� Öğrenilenlerin Gerçek Yaşama Transfer Edilmesi<br />
Bireyin kendi gereksinimlerine göre anlamlandırdığı, içselleştirdiği ve şekillendirdiği<br />
öğrenme içeriğinin gerçek yaşam ortamlarına transfer edilerek kullanılması<br />
aşaması.<br />
Bu bağlamda ileri teknolojilerin sunduğu araçların eğitim-öğretim sürecinde hem<br />
öğreten hem de öğrenen tarafından etkili olarak kullanılabilmesi için yukarıda sıralanan<br />
aşamaların gerçekleştirilmiş olması gerekir. Bahçeşehir Üniversitesi Hazırlık<br />
Okulu öğretim görevlileri üzerinde, Bilgisayar ve İnternet teknolojilerinin dil öğretimi<br />
sürecinde kullanılmasında öğretmen inançları, algısı ve kullanım becerileri<br />
düzeyleri odaklı yapılan araştırma çalışması (Hazar, <strong>2011</strong>) öğretim görevlilerin daha<br />
yeni olan teknolojik araçlarda farkındalık düzeylerinin olduğunu, ancak kullanabilme<br />
becerilerinin olmadığını göstermiştir (Araştırmaya konu olan araçlar için bkz.<br />
Bölüm <strong>II</strong>). Örneğin, bloglar için öğretim görevlilerinin büyük bir çoğunluğu bu<br />
aracı bildiklerini ancak henüz kullanamadıklarını ve kendilerine özgü bloglarının<br />
olmadığını belirtmişlerdir. Öğrenme sürecinde blogların eğitim aracı olarak kullanılabileceği/kullanılması<br />
ve bunun sağlayacı yararlar konusunda çeşitli çalışmalar<br />
yapılmış ve önerilerde bulunulmuştur. Özellikle yabancı dilin etkin olarak kullanılmadığı<br />
ortamlarda öğrenenin öğrendiği dili kullanarak sanal-gerçek (vertual reality)<br />
bir ortamda hayata geçirebilmesi açısından yararlarından sıklıkla söz edilmektedir.<br />
Planlanmış öğrenme sürecinin liderliğini yapan öğretim görevlilerinin ileri teknolojilerin<br />
kendilerine sunduğu araçların kullanımı açısından desteklenmeleri, bu türden<br />
araçların öğrenme-öğretme sürecinde nasıl kullanılabileceği konusunda görüşlerinin<br />
alınması, ve hatta teknolojik araçların dizaynı, üretilmesi ve eğitim-öğretim sürecinde<br />
nasıl daha etkili kullanılabileceği konularında teknoloji uzmanlarının çalışmalarına<br />
dahil ve/veya entegre edilmeleri gerekir. Bu yolla, kendilerine sunulan<br />
ileri teknoloji araçlarının bireyin öğrenerek geliştirilmesine ve istendik davranış<br />
değişikliği gerçekleştirmesine daha etkili faydası olabilir.<br />
İleri teknolojilerin sunduğu araçlar, öğretim liderlerinin o araç üzerinde farkına<br />
varmaları ve kısa dönemli hafızaya kaydedilmesi aşamalarının ötesinde; aracın<br />
içselleştirilerek kişiselleştirilmesi, kendi amaç ve gereksinimleri çerçevesinde gerçek<br />
yaşama transfer edilebilmesi gerekmektedir. Aksi taktirde sunulan araç hakkında<br />
farkındalık düzeyinde kalır ve dolayısıyla öğrenme-öğretme sürecinin odağında
539<br />
bulunan öğrenenler üzerinde de farkındalık düzeyinin ötesine geçemeyen bilgi<br />
düzeyinde kalır.<br />
Sorgulamaya dayalı, kritik ve eleştirel düşünmeyi destekleyen öğrenme anlayışına<br />
göre; öğrenen bireylerin sorgulayan, eleştirel düşünen, kendisine sunulan kaynakaraç<br />
ve gereçleri kendi gereksinim ve hedeflerine uygun olarak kişiselleştirmeyi<br />
bilen, gerçek yaşamına transfer etme becerisine sahip, risk alabilen ve en önemlisi<br />
iç ve dış motivasyonları yüksek bireyler olması ve/veya olmasını destekleyen öğretim<br />
programları oluşturulması beklenir.<br />
Bu bağlamda, ileri teknolojilerin sunduğu araçların öğrenen bireyin gelişimi sürecinde<br />
motivasyonu arttırıp arttırmadığı, nasıl arttırdığı türünden alanlarda da çalışmalar<br />
yapılması gerekmektedir.<br />
Bir sonraki bölüm, ileri teknolojinin sunduğu araçların öğrenen motivasyonuna<br />
etkilerinin neler olabileceği, motivasyonu nasıl etkileyebileceği, ve bu bağlamda<br />
araştırmacıların bulgularının olup olmadığı ve varsa neler olduğu irdelenecektir.<br />
IV. İleri Teknolojilerin Sunduğu Araçlar ve Öğrenen Motivasyonu<br />
Öğrenme sürecinin odağını oluşturan bireylerin öğrenme istekliliği diğer bir ifadeyle<br />
motivasyon, istendik davranış değişikliği oluşturma sürecinde önemli bir<br />
etkendir. Motivasyon, bireyin kendi kendini güdülemesiyle “içsel”; ya da dış etkenler<br />
aracılığıyla “dışsal” faktörlere dayanır. İçsel motivasyonu yüksek olan öğrenenlerde<br />
planlanan - istendik davranış değişikliği oluşturma hedefine ulaşma, dışsal<br />
faktörlere dayalı motivasyon oluşturmaya çalışılan öğrenenlere oranla daha hızlı,<br />
kolay ve etkili olmaktadır.<br />
Öğrenme sürecindeki motivasyonu arttırıcı dışsal faktörlerden biri ve belkide en<br />
etkili olanı, sürecin liderliğini yapan öğretim liderlerinin planlanmış bir öğretim<br />
programına dayanarak dizayn ettiği öğrenme etkinlikleridir. Bu öğrenme etkinlikleri,<br />
her ne kadar iyi dizayn edilirlerse edilsinler, sınıf içi ortamlarda kullanıldıklarından<br />
genellikle soyutturlar ve gerçek yaşam deneyim ve yaşantılarını tam olarak<br />
yansıtamazlar. Bunun ana nedeni okul ya da sınıf ortamının doğası itibariyle “yapay”<br />
bir ortam olmasıdır. Daha somut bir ifadeyle, sınıf ortamında yabancı bir dili<br />
öğrenmeye çalışan bir öğrenen için her ne kadar gerçek yaşam benzeri örneklerden<br />
oluşan uygulamalar çerçevesinde öğrenme etkinlikleri planlanmış ve/veya dizayn<br />
edilmiş olursa olsun; öğrenilen yabancı dilin kullanıldığı gerçek ortamını tam olarak<br />
yansıtmaz, yansıtamaz. Öğreten ve öğrenen sanki o ortamda bulunuyorlarmış ve o<br />
dili kullanıyorlarmış gibi davranmaktan öteye gidemezler. Çünkü öğreten ve öğrenenler<br />
o dilin asıl kullanıcıları değillerdir. Okul ve yaşam çevreleri de böyledir.<br />
Öğrenme sınıf içinde ne kadar etkili olursa olsun, sınıftan çıkıldığında öğrenilenler<br />
bireyin gerçek yaşamına transfer edilemezler. Bir sonraki öğrenme peryoduna kadar<br />
dil kullanılmaz, dondurulur; böylelikle öğrenilen her ne ise farkına varma ve kısa
540<br />
dönemli hafızaya kaydedilme aşamasında kalır. Oysa öğrenmenin sürekliliğinin<br />
sağlanması gerekir.<br />
Bu bağlamda ileri teknolojilerin sunduğu araçlardan yaralanılabilir, yararlanmalıdır.<br />
Diyelim ki, bilgisayar ve internet teknolojilerinin sunduğu araçlardan sosyal paylaşım<br />
sitelerinin öğrenme hedefleri doğrultusunda kullanılmasının teşvik edildiği bir<br />
ortamda birey; sınıf içi ortamında öğrendiklerini bu araçları kullanarak o dilin gerçek<br />
kullanıcıları ile etkileşime girerek kullanabilse ve kişiselleştirerek öğrendiklerini<br />
kullanma ve hayata geçirme fırsatı bulsa, bu kez öğrenilenlerin bireyselleştirilerek<br />
gerçek yaşama transfer edilmesi ve böylelikle anlamlandırılmış olması sağlanır.<br />
Bireyin kendisi tarafından anlamlandırılmış bilgi ve beceriler ise uzun dönemli<br />
hafızaya alınır ve gerçek anlamda öğrenilmiş ya da edinilmiş olur. Dil öğrenmeöğretme<br />
metod ve yaklaşımlarından en çok ilgiyi alan metod iletişimsel dil öğretme<br />
metodudur (Communicative Language Teaching (CLT)). Bu metodun üç ana prensibi<br />
vardır:<br />
� Görev odaklılık prensibi (Task principle)<br />
Bireye, gerçek yaşamda karşılığını bulan ve öğrenilenlerin kullanılarak yerine<br />
getmesi gereken işlevleri kapsayan görevler verme<br />
� Anlamlılık prensibi (Meaningfulness principle)<br />
Verilen görev ya da işlevin birey tarafından anlamlandırılabilen bir görev olması<br />
(Ben bunu neden yapıyorum? Gerçek yaşamdaki karşılığı nedir?)<br />
� İletişim prensibi (Communication principle)<br />
Yazılı ve sözlü ifade etme becerilerini kullanarak verilen görev üzerinde başkalarıyla<br />
iletişim kurma - bilgi alışverişinde bulunma<br />
Bu prensipleri dikkate alan bir öğrenme ortamında, ileri teknolojilerin bireylere<br />
sunduğu araçlar aracılığıyla hedefe ulaşma sürecinde; öğrenen bireyin öğrenme<br />
istekliliği (motivasyon) aşağıda sıralanan nedenlerle yüksek olacaktır:<br />
� Öğrenmede kullanılan araç çağdaştır, yenidir, ve dolayısıyla keşfedilmesi<br />
gereken bir araçtır.<br />
� Bu araçları kullanarak oluşturulan görev, gerçek yaşamda var olan bir araç<br />
aracılığıyla gerçekleştirilecek bir görev olduğu için anlamlıdır.<br />
� Merak uyandırıcıdır, eğlencelidir.<br />
� Başkalarıyla iletişim kurmayı gerektirir/sağlar, öğrenilenin hayata geçirilmesine<br />
yardımcı olur.<br />
� Soyut değildir, somuttur.<br />
Bahçeşehir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü İngiliz Dili Eğitimi Yüksek<br />
Lisans tezi çalışmasında (Yapıcı, <strong>2011</strong>), Şişli Anadolu Meslek Lisesi öğrencileri üzerinde<br />
“Second Life (İkinci Yaşam) Sanal-Gerçeklik (Virtual reality) Ortamı ile
541<br />
Yabancı Dil Öğrenmede Öğrenen Algısı - Bakış Açısı” konulu bir araştırma gerçekleştirmiş<br />
ve teknolojinin sağladığı internet tabanlı bir araç olan Second Life<br />
aracılığıyla öğrenen bireylerin sınıf ortamında geleneksel yaklaşımla öğrenen öğrencilere<br />
göre daha yüksek öğrenme motivasyonuna sahip olduğunu tespit etmiştir.<br />
Bunun bir nedeni teknolojik bir araçtan yararlanma, diğer ve asıl önemli olanı da bu<br />
sanal-gerçeklik ortamını kullanırken bireylerin oluşturduğu ‘avatarları’ aracılığıyla<br />
gerçek anlamda iletişim kurma ortamı bulmalarıdır.<br />
Bahçeşehir Üniversitesi Hazırlık Okulu öğrencileri üzerinde yapılan bir başka çalışmada<br />
(Altunay, Turunç, Hazar, <strong>2011</strong>), internet tabanlı ve bilgisayar destekli ©Criterion<br />
adlı online yazma programını kullanan öğrenciler üzerinde yapılan bir pilot çalışmada<br />
öğrenenlerin tümünün bilgisayar ortamında yazma çalışmaları yaptıklarında,<br />
geleneksel yöntemlerle sınıf içi ya da dışı ortamlarda gerçekleştirdiği yazma çalışmalarına<br />
oranla yazma istekliliği motivasyonlarının daha yüksek olduğu belirlenmiştir.<br />
Eğitim-öğrenim süreci ve ileri teknoloji liderleri; internet, bilgisayar vb ileri teknolojilerin<br />
sunduğu araçların öğretme-öğrenme sürecinde, öğrenme işlevinin anlamlı<br />
hale getirilmesinde ve öğrenen motivasyonunun arttırılmasında olumlu katkı ve<br />
etkilere sahip olduğunu biliyorlarsa, bu noktada irdelenmesi, araştırılması gereken<br />
konunun bu araçların üretilmesinden ve sunulmasından sonra öğrenme sürecinde<br />
nasıl kullanılacağı konusu olmalıdır.<br />
Bu çerçevede bir sonraki bölüm, ileri teknolojilerden bazılarının eğitim-öğretim<br />
sürecinde nasıl kullanılabileceği konularında yazar görüşlerine dayalı senaryolara<br />
odaklanmaktadır.<br />
V. İleri Teknolojilerin Sunduğu Araçlar ve Senaryolar<br />
Senaryo 1: İnsansı Robot Asimo Tarih Sınıfında<br />
İnsansı Robot Asimo sınıfta öğretmen asistanı olarak hazır bulunur. Asimo, bu kez<br />
teknolojik olarak bazı ek donanımlarla desteklenmiştir. Asimo’nun bilgisayar programı,<br />
o dersin konularıyla ilgili görsel-işitsel vb öğrenme araçları ile desteklenmiştir.<br />
Örneğin dersin “tarih” olduğu bir sınıf ortamında, Asimo’nun bilgi dağarcığına<br />
tarih dersinin müfredat konuları yüklenmiştir. Asimo, aynı zamanda kendisine<br />
yerleştirilen bir projeksiyon aracılığıyla görsel sunum yapabilme, kendisine yöneltilen<br />
sorulara sesli ya da yazılı yanıtlar verebilme, değişik roller üstlenerek tarihteki<br />
kişiliklerin rollerini üstlenebilme türünden öğrencilerle etkileşime girebileceği<br />
türden becerilerle donatılmıştır. Tarih sınıfında öğretmen, öğrencilerinden çalışmakta<br />
oldukları konu-dönem ile ilgili bilgileri kaynağından öğrenip kendisine bir<br />
sunum yapmalarını istemiştir. Öğretmen, öğrencilerinin yapmasını istediği görevi<br />
organize ettikten sonra yerini asistanı Asimo’ya bırakır. Öğrenenler, gerekli bilgilere<br />
erişebilmek için Asimo mülakat türünden bir görüşme gerçekleştirir ve notlar
542<br />
alırlar. Asimo, isteyen öğrencilere görsel-işitsel araçlarını kullanarak sunumlar<br />
yapar, kimi öğrencilerin sorularına dönemin lideri rolünü alarak karşılıklar verir,<br />
öğrencilerin isteklerine uygun programları kendi bilgisayarlarına kopyalamalarına<br />
izin verir ya da elektronik posta aracılığıyla gönderebilir, veya öğrenci ya da sınıf<br />
bloglarına “upload” edebilir. Öğrencileri aynı zamanda daha fazla bilgiye erişebilecekleri<br />
web sitelerine yönlendirir. Edindikleri bilgileri yordayarak kendi gereksinimlerine<br />
uyarlayan öğrenciler, öğretmenlerine istenen sunumlarını yaparlar. Birlikte<br />
yorumlarlar. Bu yolla soyut bir alan olan “tarihi öğrenme” daha somut,<br />
anlamlı ve gerçeğe yakın bir hale dönüştürülür ve böylelikle öğrenilenlerin uzun<br />
dönemli hafızaya kaydedilmesi gerçekleştirilmiş olur.<br />
Senaryo 2: Hologram Teknolojisi ile Ameliyathane Tıp Öğrencilerinin Sınıfında<br />
Canlı denekler üzerinde operasyon yapabilme fırsatı bulamayan tıp öğrencilerinin<br />
bulunduğu bir sınıfta profesör, hologram teknolojiisi aracılığıyla ameliyathaneyi,<br />
donanımları, anestezistleri, hemşireleri, yardımcı asistanları ve ameliyat olacak<br />
hastayı hologramik görüntülerle sınıfa getirir. Gruplar halinde çalışan öğrencilerinden<br />
belirlediği ya da üzerinde çalışmakta oldukları operasyonu sanal-gerçeklik<br />
ortamında gerçekleştirmelerini ister. Öğrencileri hasta üzerinde operasyonu gerçekleştirirken<br />
gözlemlerde bulunur. Ameliyat aynı zamanda kaydedilmektedir.<br />
Operasyonun tamamlanmasından sonra profesör öğrencileri ile birlikte gerçekleştirdikleri<br />
operasyonu süreçleri ve sonuçları açısından tartışır, yeni fikirler üretirler.<br />
Hologram teknolojisi kullanılarak poliklinik hizmetleri verme, yatılı hastalara hastane<br />
ortamında konsultasyon verme, acil durumlara müdahelede bulunma vb. benzer<br />
ortamlar yaratılabilir. Bu yolla tıp öğrencileri gerçek durumlarla karşılaşmadan<br />
önce, sanal–gerçeklik ortamında denemelerde bulunmuş ve bu yolla kendilerini<br />
yetiştirmiş, geliştirmiş olurlar. Bu da, daha okul yıllarında iken ameli beceriler<br />
edinme ve deneyim kazanmalarına yardımcı olur.<br />
Senaryo 3: Sanal-Gerçeklik (Virtual Reality) Araçlarından “İkinci Yaşam”<br />
(Second Life) İngilizce Sınıfında<br />
Second Life, internet teknolojilerinin aracılığıyla sınıfa getirilmiştir. Sınıf teknolojik<br />
olarak donatılmıştır. Bu nedenle sınıfın üç duvarına “akıllı tahta” (smart board)<br />
türünden interaktif araçlar yerleştirilmiştir. Sınıfta her öğrencinin tablet PC, mikrofon<br />
ve kulaklıkları bulunmaktadır. Sınıfın üç duvarı, sanal-gerçeklik ortamında<br />
yaratılmış ve İngilizcenin ana dil olarak kullanıldığı ülkenin değişik yerlerini yansıtmaktadır.<br />
Öğretmen, öğrencilerine bu ortamlardan herhangibirine girip öğrenmekte<br />
oldukları ya da öğrendikleri bilgi ve becerileri kullanarak iletişim kurmalarını<br />
ve verdiği görevi yerine getirmelerini söylemiştir. Görev, iki ders saati boyunca<br />
bu ortamda dolaşıp iletişim kurmaları, ve bir sonraki dönem için kendilerine uygun<br />
bir okul ve aile bulmalarıdır. Diğer bir görev de o ailenin çocuğunu burada yani<br />
kendi ülkelerinde konuk edebilmeleri için aynı türden düzenlemeleri gerçekleştir-
543<br />
meleridir. Diğer bir ifadeyle öğrenciler, öğrenmekte oldukları dilin kullanıldığı<br />
ülkeyi ziyaret etmektedirler. Bu sanal-gerçek ortamda orada yaşayanlar, kendi<br />
yaşlarına uygun öğrenciler bulunmaktadır. Bu yolla, dilin kullanıldığı ortamın<br />
dışında gerçekleştirilmeye çalışılan dil öğrenme işlevi sanki gerçek ortamda<br />
bulunuluyormuşcasına eğlenceli, anlamlı ve öğrenmeye neden oluşturan bir hale<br />
gelir. Böylece öğrenilenler kısa dönemli hafızaya kaydedilen “yapay-öğrenme”<br />
olmaktan çıkar ve uzun dönemli hafızaya kaydedilen ve gerçeğe yakın bir doğal<br />
öğrenme haline dönüşür.<br />
Benzer senaryolar ileri teknolojilerin sunduğu diğer araçlarla farklı öğrenme ortamları<br />
için farklı senaryolarla çoğaltılabilir. Esas olan, öğrenme alanı ne olursa<br />
olsun, ileri teknolojilerin sunduğu araçların eğitim-öğrenim ortamlarında olabildiğince<br />
sıklıkla kullanılarak öğrenmenin daha anlamlı hale dönüştürülmesine, öğrenilenlerin<br />
uzun dönemli hafızaya alınarak daha kalıcı olmasına çalışılmasına ve bu<br />
bağlamda ileri teknoloji lideleri ile eğitim-öğrenim liderlerinin birlikte ve planlı<br />
olarak çalışmasına fırsat tanıyacak ortamların geliştirilmesine çalışılması ve bu<br />
bağlamda bilinç-inanç geliştirilmesidir.<br />
Bir sonraki bölüm, yazarın eğitim-öğrenim ve ileri teknoloji liderlerine getirdiği<br />
önerilerine odaklanmaktadır.<br />
VI. Eğitim-Öğrenim ve İleri Teknoloji Liderlerine Öneriler<br />
• Eğitim-öğrenim liderleri teknolojik gelişmeleri yakınen takip etmelidirler.<br />
• İleri teknolojilerin kendilerine sunduğu araçları tanımalıdırlar, kullanım becerilerini<br />
geliştirmelidirler.<br />
• Ulusal eğitimin liderliğini yapan Ulusal Eğitim Bakanlığı türünden karar verici<br />
ve/veya uygulayıcı organizasyonlar, eğitmenlerini eğitir, geliştirir ya da<br />
yetiştirirken ileri teknoloji liderleri ile işbirliği yaparak çalışmalılar, birbirlerinden<br />
görüş almalıdırlar.<br />
• İleri teknoloji liderleri, ürettikleri ürünleri yalnızca sanayi, teknoloji, gelişme<br />
açılarından irdelemekle kalmayıp fakat aynı zamanda eğitim-öğrenim ortamına<br />
nasıl uyarlanacağı konusunda da düşünmelidirler.<br />
• Ürettikleri ileri teknoloji ürününün, eğitim-öğrenim liderleri tarafından en<br />
kolay nasıl kullanılabileceği konusunda çalışmalıdırlar, kullanım kılavuzları<br />
ve olası senaryolar üretmelidirler.<br />
• Mümkün olabilecek en sıklıkta eğitim-öğrenim liderleri ve ileri teknoloji liderleri<br />
bir araya gelmelidirle; ve ortak çalıştaylar düzenlemelidirler.<br />
V<strong>II</strong>. Sonuçlar<br />
Bu makale, ileri teknolojilerin sunduğu araçların; öğrenme işlevinin daha anlamlı<br />
ve kalıcı hale getirilmesi bakımından nasıl kullanılabileceği konusuna odaklanmış,
544<br />
ve bu nedenle olası bir kaç senaryoyu daha önceden araştırılmış birtakım çalışmalarla<br />
destekleyip nasıl kullanılabileceği konusunda görüşler ortaya koymuştur.<br />
Makale, aynı zamanda, ileri teknolji liderleriyle eğitim–öğrenim liderlerine öneriler<br />
de getirmiştir.<br />
Kaynaklar<br />
Albirini, A., (2004). Teachers’ attitudes toward information and communication<br />
technologies: the case of Syrian EFL teachers. Computers & Education, 47 (2006), pp<br />
373–398.<br />
Altunay, E., Hazar, N., Turunç T., (<strong>2011</strong>). Pilot Study Report submitted to Bahçeşehir<br />
University English Preparatory Program Directorate on how ©Criterion improves<br />
students’ writing skills<br />
Hazar N., (<strong>2011</strong>) Teachers’ Attitudes Towards Computer Technologies in English Language<br />
Teachıng at Bahçeşehir University Preparatory School, Unpublished MA-TEFL<br />
Graduation Project<br />
Işık, Ö. (2009). “Turkish EFL teachers' attitudes towards ICT integration in language<br />
classrooms”. Uludag University. Retrieved April 19, <strong>2011</strong>, from http://tez2.yok.gov.tr/<br />
Karakaya, K., (2010). “An investigation of English language teachers' attitudes toward<br />
computer technology and their use of technology in language teaching”. Ankara:ODTU.<br />
Retrieved April 19, <strong>2011</strong>, from http://tez2.yok.gov.tr/<br />
Samak, Z. A., (2004). “An exploration of Jordanian English language teachers' attitudes,<br />
skills, and access as indicator of Information and Communication Technology integration<br />
in Jordan”. Published Master's Thesis. The USA: Florida State University.<br />
Yapıcı, S., (<strong>2011</strong>) How Virtual Reality Tools (Second Life) Improves Vocational High<br />
School Students’ Motivation in using EFL, Unpublished MA-TEFL Graduation Project
Özet<br />
CRITERION: ONLINE YAZMA DEĞERLENDİRME<br />
PROGRAMI PİLOT ÇALIŞMASI<br />
Nazlı ÖZTÜRK (M.A. in ELT)<br />
Tuba Eylül ALTUNAY (M.A. in Adult Education)<br />
545<br />
Günümüzde bilgisayar teknolojilerinin İngilizce öğretiminde kullanılması gün<br />
geçtikçe artmaktadır. Öğrencilerin ölçme ve değerlendirilmelerinde teknolojiden<br />
yararlanılması şüphesiz ki biz öğretmenler için büyük kolaylık sağlar. İngilizce<br />
eğitiminde teknolojinin sunmuş olduğu bu kolaylıktan en çok yararlanılması istenilen<br />
alan öğrencilerin yazma becerileridir. Criterion: Online yazma değerlendirme<br />
programı bu amacı gerçekleştirmek için geliştirilmiş bir programdır. Bu yazıda<br />
Criterion programının özellikleri ve bu programın Bahçeşehir Üniversitesi Hazırlık<br />
Okulu’nda yapılan pilot uygulamasının sonuçları yer almaktadır.<br />
Criterion: Online Yazma Değerlendirme Programı<br />
Öğrencilerin kompozisyonlarını otomatik olarak değerlendirebilmek her öğretmenin<br />
arzuladığı ve işini kolaylaştıracağını düşündüğü bir işlemdir. Mevcut olan bu ihtiyaçtan<br />
yola çıkarak eğitim araştırmacıları 1960’lardan itibaren otomatik kompozisyon<br />
notlayıcısı geliştirmenin yollarını aradılar (s.1966; Burstein ve ark., 1998; Foltz, Kintsch,<br />
& Landauer, 1998; Larkey, 1998; Elliot, 2003). Bu girişimin ilk örneği 1980’lerde “Writer’s<br />
Workbench” adlı programla verildi (MacDonald ve ark., 1982). Online yazma değerlendirme<br />
hizmeti olarak da adlandırılan Criterion ise 2001 senesinden itibaren kullanılmaya<br />
başlamıştır. Web tabanlı bir program olan Criterion, öğrencilerin yazma<br />
becerilerini geliştirmek ve onlara daha çok yazma imkânı sunabilmek için tasarlanmıştır.<br />
Bu program aynı zamanda öğretmenlerin kompozisyonları değerlendirirken<br />
onlara kolaylık sağlaması için de geliştirilmiştir. Yani program öğretmenlerin yerine<br />
geçmesi için değil, onlara yardımcı olması için tasarlanmıştır. Bu sayede bu<br />
programdan hem öğrencilerin hem de öğretmenlerin yararlanması amaçlanmıştır.<br />
Yazma becerisini geliştirmek için planlama, yazma ve düzeltme adımlarının tekrarlanması<br />
gerektiği bir gerçektir. Bu gerçek göz önünde bulundurularak yazılan<br />
Criterion, öğrencilerin düşüncelerini organize edebilmeleri için sekiz farklı planlama<br />
şablonu sunar. Öğrenciler bu şablonlardan yararlanarak kompozisyonlarını<br />
yazmaya başlayabilirler. Bu süreci tamamladıktan sonra kompozisyonlarını<br />
Criterion’a yüklerler. Criterion bu kompozisyonları değerlendirir ve o an aldıkları<br />
skorları detaylı (diagnostic feedback) ve bütünsel notlandırma (holistic feedback)<br />
geribildirimleriyle öğrenciye ve öğretmene iletir. Normal bir süreçte öğretmenin bu<br />
geribildirimini almak için öğrencinin belli bir süre beklemesi gerekir fakat bu prog-
546<br />
ram sayesinde öğrenci anında kompozisyonu hakkında bilgi sahibi olmuş olur ve<br />
düzeltme adımına geçerek yazma sürecine devam eder. Fakat bu Criterion’ın bir<br />
bilgisayar programı olduğu gerçeğini değiştiremez. Yani program kompozisyonları<br />
gerçek anlamda okuyamaz, bir insan beyni gibi anlayamaz. Bu nedenle Criterion’ın<br />
vermiş olduğu geri bildirimlere ek olarak öğretmenler kendi geri bildirimlerini<br />
program aracılığıyla paylaşırlar. Kısacası Criterion programı öğretmen olmadan<br />
etkin bir şekilde kullanılamaz. Programın kullanıcı ara yüzü öğrencilerin kompozisyonlarındaki<br />
hataları hızlı ve rahat bir şekilde düzeltebilmeleri için tasarlanmıştır.<br />
(bak şekil 1)<br />
Şekil 1. Criterion Öğrenci Ara yüzü<br />
Öğrenciler geribildirimlerini aldıktan sonra tek bir sayfa üzerinde hatalarının olduğu<br />
kompozisyonu ve onun hemen altında aynı kompozisyon üzerinde hatalarını<br />
düzeltebilecekleri alana erişebilirler. Bunu yaparken ayrıca sayfa üzerindeki ‘Yorum’<br />
özelliği kısmından öğretmenleriyle yazışabilir, anlamadıkları yerleri danışabilirler.<br />
Aynı şekilde, öğretmenler de kompozisyon hakkındaki görüşlerini bu alandan<br />
öğrencilerine iletebilirler. Yani, öğrenci iki taraflı; hem programdan hem de öğretmeninden<br />
geri bildirim almış olur. Öğrenciler düzeltme sürecini tamamladıktan<br />
sonra kompozisyonlarını tekrar programa yüklerler ve bu süreç aynı döngüyle istenilen<br />
düzeye gelene kadar devam eder.<br />
Criterion Nasıl Çalışır?<br />
Criterion anında öğrencilerin kompozisyonlarına detaylı geribildirim ve bütünsel<br />
notlandırma verebilmesi için otomatik puanlama teknolojilerini (e-rater) kullanır.<br />
Bütünsel notlandırmanın amacı öğrencinin yazma becerisindeki genel seviyesini<br />
görebilmesini sağlamaktır. Bunu yaparken bir öğrencinin yazdığı kompozisyonu<br />
programda kayıtlı olan aynı seviyede yazılmış diğer kompozisyonlarla karşılaştırır.
547<br />
Bunun yanı sıra, bu teknoloji sayesinde detaylı geribildirim verebilmek için kompozisyonlardaki<br />
dilbilgisi, kelime kullanımı ve yazım kuralları hatalarını yakalar ve<br />
ayrıca yazıdaki söylem, organizasyon ve stil hatalarını da ortaya çıkarır. Almış<br />
oldukları geribildirimler sonucunda program öğrencilere yazma becerilerini geliştirmede<br />
yardımcı olur.<br />
Criterion Pilot Uygulaması: Bahçeşehir Üniversitesi Hazırlık Okulu<br />
Bu programın pilot uygulaması 2010-<strong>2011</strong> akademik yılının Bahar döneminde<br />
Bahçeşehir Üniversitesi Hazırlık Okulu eğitmenleri tarafından gerçekleştirilmiştir.<br />
Bu pilot çalışmasının amacı aşağıdaki sorulara cevap bulmaktır;<br />
1. Criterion mevcut olan hazırlık okulu İngilizce eğitim programına nasıl<br />
entegre edilebilir?<br />
2. Programın uygulanması esnasında karşılaşılması muhtemel problemler<br />
nelerdir?<br />
3. Program öğrencilerin yazma becerilerini ne ölçüde geliştiriyor?<br />
Pilot çalışması 20’si C1 seviyesinden, 22’si B2 seviyesinden toplam 42 öğrenciyle<br />
gerçekleştirilmiştir. Programın uygulamasında 1 tanesi yönetici (admin) pozisyonunda<br />
olmak üzere 3 tane eğitmen yer almıştır.<br />
Uygulamada öğrencilere 2 adet süreç odaklı (process writing) kompozisyon yazdırılmıştır.<br />
Kompozisyon konuları Criterion kütüphanesinden hazırlık okulu müfredatıyla<br />
paralel olanlar arasından seçilmiştir. Uygulama toplamda 6 hafta sürmüştür<br />
ve her bir kompozisyon yazım süreci olarak 3 hafta belirlenmiştir. Her iki süreçte<br />
de öğrencilere bir kompozisyon konusunu Criterion programını kullanarak en az<br />
üçer kez yazmaları istenmiştir. Başka bir deyişle, öğrenciler Criterion ve öğretmenlerinden<br />
her iki kompozisyon için en az üçer kez geri bildirim almışlardır.<br />
Veriler öğrencilerin programda kayıtlı olan kompozisyonlarından ve öğrencilerle<br />
birebir yapılan röportajlardan toplanmıştır.<br />
Bulgular<br />
Pilot uygulamasının sonucunda Criterion programının sağlamış olduğu avantajların<br />
yanı sıra bazı dezavantajlarının da olduğu ortaya çıkmıştır. Bu uygulamadan elde<br />
edilen sonuçlar aşağıdaki gibidir.<br />
1. Criterion mevcut olan hazırlık okulu İngilizce eğitim programına nasıl entegre<br />
edilebilir?<br />
• Bu program bütüne dönük (summative) değerlendirmelerdense biçimlendirmeye<br />
dönük (formative) değerlendirmeler için daha uygundur. Bu nedenle<br />
de B2 sınıfının süreç odaklı müfredatına eklenebilir.<br />
• Program kompozisyon yazma becerisini temel olarak geliştirmeyi amaçladığı<br />
için daha çok B2 ve C1 gibi üst seviyelerdeki sınıflarda kullanılmalıdır.
548<br />
• Programın işleyişinin takibinin sağlanması için Criterion’dan sorumlu bir birimin<br />
kurulması ve bunun okulun ölçme değerlendirme bölümüyle birlikte<br />
çalışması gerekmektedir.<br />
• Programın içeriğindeki öğrencilere yardımcı olması amacıyla hazırlanmış<br />
olan “Yazma El Kitabı”nın (Writer’s Handbook) müfredattaki yazma kitabıyla<br />
ilişkilendirilmelidir.<br />
• Hazırlık programında bulunan yazma becerisi öğretmenlerine Criterion’ı nasıl<br />
kullanacakları hakkında bilgi sahibi olmaları için eğitimler düzenlenmelidir.<br />
2. Programın uygulanması esnasında karşılaşılması muhtemel problemler nelerdir?<br />
• Criterion bulması gereken özellikle kelime ve dilbilgisi hatalarının tamamını<br />
bulamamaktadır. Bu da programın yapmış olduğu değerlendirmenin güvenilirliğinin<br />
artması için bir öğretmen eşliğinde kullanılıyor olması şartını pekiştirmektedir.<br />
Yani öğretmenin kompozisyonu sadece içerik olarak değil<br />
dilbilgisi ve kelime kullanımı olarak da incelemesi gerekmektedir.<br />
• Öğrencilerin kompozisyonlarını organize etmeleri için programda bulunan<br />
planlama şablonları karmaşık bulunduğundan, öğrencilere onların nasıl kullanılacağı<br />
konusunda eğitim verilmelidir.<br />
• Pilot uygulamada, Programın içerisinde sınıfların yaratılması ve öğrencilerin<br />
bu sınıflara kaydedilmesi uzun bir süreç gerektirdi. Bu sebeple bu işlemlerin<br />
öğretmenler programı kullanmaya başlamadan önce ilgili birim tarafından<br />
tamamlanması gerekir. Aksi takdirde öğretmenlerin üzerine çok büyük bir<br />
yük işgal edebilir ve onların bu programı kullanmak istememesine neden olabilir.<br />
3. Program öğrencilerin yazma becerilerini ne ölçüde geliştiriyor?<br />
• Şüphesiz ki teknolojik bir araç olduğundan dolayı program bir yere kadar<br />
öğrencileri yazma konusunda motive etmiş ve kullanmaya teşvik etmiştir.<br />
Lakin pilot çalışmasını deney grubunun %50’sinden azı bütünüyle tamamlamıştır.<br />
• Öğrencilerin yazdığı iki kompozisyonun da ilk ve son halleri arasında gelişme<br />
gösterdiği Criterion tarafından verilen geri bildirimlerden anlaşılmaktadır.<br />
Fakat içerik ve dilbilgisi yönünden, eğitmenler kompozisyonların bazılarının<br />
bu gelişmeyi yeterince gösterdiğine inanmamaktadır. Daha öncede<br />
belirtildiği üzere program bulması beklenilen mekanik hataların hepsini bulamamakta<br />
ve yazının içeriği hakkında bir öğretmen gibi geri dönüt verememektedir.<br />
Bu nedenle bu programdan en etkin şekilde yararlanılabilmesi<br />
için, bir öğretmen eşliğinde kullanılması en doğru olan yöntemdir. Programın,<br />
tek başına öğrenciler tarafından kullanılması, yanlış anlaşılmalara ve<br />
bazı belirsizliklere yol açabilir.<br />
• Pilot çalışmayı tamamlayan öğrenciler, onlarla yapılan görüşmelerde bu<br />
programdan yarar sağladıklarını, belirtmişlerdir
Kaynakça<br />
Burstein, J., Kukich, K., Wolff, S., Lu, C., Chodorow, M., Braden-Harder, L., & Harris M.<br />
D. (1998). Automated scoring using a hybrid feature identification technique. In<br />
proceedings of the Thirty-Sixth Annual Meeting of the Association for Computational<br />
Linguistics, 206-210. East Stroudsburg, Penn.: Association for Computational<br />
Linguistics.<br />
Elliott, S. (2003). Intellimetric: From here to validity. In M. Shennis & J. Burstein (eds.),<br />
Automated Essay Scoring: A Cross-Disciplinary Perspective, Hillsdale, N. J.: Lawrence<br />
Erlbaum Associates.<br />
Foltz, P. W., Kintsch, W., & Landauer, T. K. (1998). Analysis of text coherence using latent<br />
semantic analysis. Discourse Processes 25(2-3): 285-307.<br />
Larkey, L. (1998). Automatic essay grading using text categorization techniques. In<br />
proceedings of the Twenty-First ACM-SIGIR Conference on Research and Development<br />
in Information Retrieval, 90-95. New York: Association for Computing Machinery<br />
Special Interest Group on Information Retrieval.<br />
MacDonald, N. H., Frase, L. T., Gingrich P. S., & Keenan, S. A. (1982). The Writer's<br />
Workbench: Computer aids for text analysis. IEEE Transactions on Communications<br />
30(1): 105-110.<br />
Page, E. B. (1966). The imminence of grading essays by computer. Phi Delta Kappan,<br />
48:238-24<br />
Tüm Kitap İhtiyaçlarınız için<br />
www.tdk.com.tr<br />
Türkiye’nin İnternet Kitapçısı<br />
549
550
Özet<br />
TEKNOLOJİ ÇAĞINDA İNGİLİZCENİN ÖNEMİ<br />
Ayşegül ÖZDEMİR<br />
Bahçeşehir Üniversitesi, İngilizce Hazırlık Programı<br />
551<br />
Günümüz bilgi ve teknoloji çağında başdöndürücü hızda gelişme ve yenilikler<br />
kaydedilirken, bu bilgi ve teknolojilere anında ve birinci elden erişim sağlamak,<br />
küresel platformda sağlam bir yer edinmek açısından büyük önem taşımaktadır.<br />
Gitgide küçülen dünyada hem teknolojik gelişime katkı sağlayabilmek hem de bir<br />
takım güç ve fırsatları yakalayarak rekabet gücüne sahip olabilmek için sağlıklı<br />
iletişime; bu yüzden de ortak bir dünya diline ihtiyaç vardır. Günümüz itibarıyle bu<br />
ortak dil İngilizcedir.<br />
Anahtar Kelimeler: Küresel İngilizce, küreselleşme, teknolojik gelişim, üniversitelerde<br />
İngilizce eğitimi.<br />
“Merhaba, ben Sandy. Nasıl yardımcı olabilirim?”<br />
Yüz binlerce Kuzey Amerikalı ve Avrupalı, uçak bileti rezervasyonu yaptırmak,<br />
banka hesaplarını kontrol etmek, bilgisayarlarındaki bir sorunu çözmek veya<br />
yatırım tavsiyesi almak için ücretsiz telefon numaralarından birini çevirdiklerinde,<br />
genellikle, kendilerinden 10.000 ila 13.000 kilometre uzakta, Hindistan'da,<br />
gecenin karanlığında New York, Los Angeles, Frankfurt ve Londra gibi<br />
kentlerin saatlerini gösteren sessiz ofislerinde çalışan müşteri temsilcileriyle<br />
konuştuklarını farkında olmayabilirler. Kendini “Sandy” olarak tanıtarak telefonu<br />
açan yardımsever kişinin de, aslında Hint aksanını nötrleştirmek için son<br />
derece yoğun bir eğitimden geçtikten sonra, sahte bir Batılı isim ve Amerikan/İngiliz<br />
aksanıyla beraber yeni bir işyeri kimliği edinmiş olan yirmi bir yaşındaki<br />
“Lakshimi” olduğunu da bilmiyor olabilirler. Lakshimi (veya Sandy) ve<br />
onun gibi binlercesi, sadece Hindistan'da değil, Çin, İrlanda, Filipinler ve Rusya<br />
gibi ülkelerde de hızla büyüyen çağrı merkezleri adlı küresel bir sektörün<br />
parçası...India Currents (Eylül 2003) adlı aylık dergide yayınlanan rapora göre,<br />
Hindistan'daki çağrı merkezleri çalışanlarının büyük bir kısmı ciddi psikolojik,<br />
sosyal ve benzeri sağlık sorunları yaşıyorlar. Yaşları on dokuz ila yirmi bir<br />
arasında değişen çağrı merkezi çalışanlarının pek çoğu gece çalıştıkları (ABD<br />
ve Avrupa'da gündüz saatleri) ve tuhaf saatlerde yemek yedikleri için, yaşça<br />
kendilerinden iki kat büyük insanların sahip olabileceği türden sağlık sorunlarına<br />
sahipler- hazımsızlık, uykusuzluk, halsizlik ve stres. Hatta bazıları, işleri<br />
başkasıymış gibi davranmalarını ve günde sekiz saat yapmacık bir Amerikan ve<br />
İngiliz aksanıyla konuşmalarını gerektirdiği için, kişilik bölünmesi belirtileri de<br />
gösteriyor. Çalışma saatleri gündüzleri uyuyup geceleri çalışmalarını gerektirdiği<br />
için, pek çoğunun sosyal hayatı da yok. Ayrıca Hindistan'daki bayramlar
552<br />
sırasında çalışıyor oldukları için, kültürel veya dini olarak önemli günlerde aileleri<br />
ile de zaman geçiremiyorlar. Bunun yerine, Hindistan'da kendilerinden<br />
başka herkesin çalışıyor olduğu 4 Temmuz ya da Şükran Günü gibi Amerikan<br />
tatillerinde izinli oluyorlar.”<br />
Yaşadığımız yüzyılda İngilizcenin medya, teknoloji, turizm, ticaret, bilim gibi<br />
birçok alanda küresel iletişimin ortak dili olduğu, kabul edilen bir gerçektir.<br />
Kumaradivelu’dan yapılan yukarıdaki alıntı İngilizce’nin küresel boyuttaki yönlendirici<br />
işlevine sanırım çarpıcı bir örnektir. İngilizce biliyor olmak tüm dünyada<br />
yazılı olmayan bir kural, bir mecburiyet artık. Yalnız toplumsal alanda değil,<br />
bireysel anlamda da İngilizce, kişisel kararları, dolayısıyla hayatları da doğrudan<br />
şekillendirebilmektedir. Daha iyi para kazanabilmek ve daha iyi bir hayat yaşayabilmek<br />
isteyen Hintli Lakshimi, ya da diğer adıyla Sandy, bunun ancak İngilizce<br />
öğrenmekle mümkün olacağının farkındadır. Bu uğurda ödün vermesi gerekse de<br />
verdiği karar İngilizce bilmekten yanadır. Haziran 2001’de People’s Daily<br />
Online’da yayınlanan bir haber Şangay’da küçük yaştaki bazı İngilizce öğrencilerinin<br />
“mükemmel” İngilizce konuşabilmek ve “kusursuz” bir aksana sahip olabilmek<br />
için dil ameliyatları talep ettiklerini gösteriyor. Çünkü iyi İngilizce konuşabiliyor<br />
olmak, çok daha iyi iş fırsatları demek ve aynı zamanda bir ayrıcalık pek<br />
çok insan için. Bu yüzden Şangay’daki insanlar İngilizce öğrenmek konusunda bu<br />
derece hevesli ve gözü kara.<br />
İngilizce, tüm dünyada en çok konuşulan dil olmakla beraber 60’tan fazla ülkede<br />
resmi dildir ve her kıtada konuşulmaktadır. Sinemaya gittiğinizde ya da televizyonunuzu<br />
açtığınızda izlediğiniz bir çok film Türkçe alt yazılı İngilizce filmlerdir.<br />
Dünyada pek çok politikacı İngilizce konuşmakta, uluslararası politik toplantılar<br />
İngilizce yapılmaktadır. Yurt dışı uçak seferlerinin hepsinde tüm uyarı ve bilgilendirme<br />
anonsları mutlaka İngilizce olarak yapılmaktadır. Başka bir ülkeye gittiğinizde<br />
otel resepsiyon görevlisi mutlaka İngilizce konuşuyordur. Ya da Taksim’de,<br />
örneğin en popüler mekanlardan olan Nevizade’de bir balık lokantasındayken mutlaka<br />
turistlere seslenip onları çekmeye çalışan İngilizce konuşan garsonları duyarsınız.<br />
Buradan anlaşılacağı gibi İngilizce, dünyadaki milyonlarca insan için son derece<br />
önemli bir iletişim aracıdır.<br />
İngilizce’nin dünyada en çok konuşulan dil olması, bu dili anadil olarak konuşanlar<br />
açısından elbette bir avantajdır. Fakat ana dili İngilizce olmayan başka milletlerden<br />
insanların birbirleriyle anlaşmak için ortak bir dünya diline ya da diğer bir deyişle<br />
‘lingua franca’ya da ihtiyaç duydukları bir gerçektir. Bilgiye ulaşmak ve iletişimi<br />
sağlamak ve hızla gelişen teknolojileri takip etmek için şu an dünyada en yaygın<br />
olarak kullanılan dil İngilizce’dir. Bu noktada İngilizce öğrenmek bir gerekliliktir.<br />
“Günümüz bilgi çağında yabancı bir dil bilmek sadece bilim insanının değil başka<br />
alanlarda çalışan bireylerin de en önemli gereksinimlerden biri olarak kabul edil-
553<br />
mektedir” (İlter, t.y.). Bilim insanları, giderek küçülen dünyada ve son sürat gelişen<br />
bilim alanında başarılı olabilmek için en az bir yabancı dil bilmek gerektiğinin altını<br />
çizmektedirler. Ayrıca iyi bir meslek sahibi olabilmek ve bilgisayar çağına uyum<br />
sağlayabilmek için de bireylerin yabancı dil öğrenmelerinin önemli olduğunu vurgulamaktadırlar.<br />
Aynı toplumda yaşayan, aynı kültürü paylaşan ve aynı dili kullanan insanlar birbirleriyle<br />
anlaşmada genellikle çok büyük problem yaşamazlar. Ancak, teknolojik<br />
gelişmeler sonucunda mesafelerin kısalması ile dünya küçük bir köye dönüşmüş<br />
durumda ve farklı kıtalarda, farklı ülkelerde, farklı şehirlerde yaşayan insanlar<br />
internet teknolojisinin de yardımıyla artık kolayca birbirleriyle iletişim kurabilmekteler.<br />
Bunun ilk akla gelen örnekleri facebook ve twitter gibi sosyal medya<br />
araçlarıdır. Bununla da kalmayıp farklı ülkelerden, farklı kültürlerden gelen ve<br />
farklı dilleri konuşan insanlar birlikte iş yapıp, ortaklıklar kurabilmektedirler. Bu<br />
gelişmeler sonucunda da çok uluslu, çok kültürlü ve çok dilli olan etkileşimler,<br />
kendi aralarında daha kolay bir iletişim sağlayabilmek için ortak bir dile ihtiyaç<br />
duymaktadırlar. Günümüz dünyasında her gün, milyonlarca insan; eğitimde, iş<br />
dünyasında, teknolojide, turizmde, tıpta, diğer bilim dallarında ve uluslararası ilişkilerde<br />
iletişim dili olarak İngilizce'yi kullanmaktadır. İngilizce bilgisi; iletişimde<br />
sıkıntı yaşamamak ve teknolojiyi aracı kullanmadan takip edebilmek için olmazsa<br />
olmazlardan biridir. Çelebi (2006), konunun ülkemiz açısından önemini şu şekilde<br />
vurgulamaktadır: “Teknolojik gelişmenin, değişmenin, kültürel değişimin daha<br />
ilerisinde olduğu 21. yüzyılda yabancı dil bilmenin, öğrenmenin önemi tartışılamaz.<br />
Çağın teknolojisini, bilimini öğrenmek, anlamak, sahiplenmek ve üretmek<br />
zorunda olan, Avrupa Birliği üyesi olma hedefinde ve yolundaki Türkiye’de bu<br />
durum diğer ülkelerden daha da ciddiyetle ele alınması gereken bir konudur.<br />
Artık bir yabancı dilin yeterli olmadığı günümüzde, entelektüel bir meslekleşmeye<br />
doğru gidildiği görülmekte olup, bilgisayar ve yabancı dil bilmek çağa yetişmek,<br />
onu yakalayabilmek için olmazsa olmaz koşuttur.”<br />
“Hızlı gelişen teknoloji ve bilginin yoğun biçimde artması, küreselleşme sürecine<br />
ivme kazandırmıştır. Günümüzde, küreselleşme ile birlikte, geçerli bilginin üretimi<br />
ve yeni alanlara uygulanması, ulusal ve uluslararası rekabeti ve üstünlüğü belirleyen<br />
temel güç haline gelmiştir. Bilgi, toplumların başlıca zenginlik kaynağı olmuştur.<br />
Geçerli ve zenginlik kaynağı oluşturacak bilginin üretimi ve kullanımı ise,<br />
eğitim sistemlerine ve dolayısıyla okullara yeni sorumluluklar yüklemiştir. Bugün,<br />
okulların en önemli sorumluluklarından biri, mevcut kültürel değerleri yeni kuşaklara<br />
aktarırken, küresel dünyanın gerektirdiği bilgi, beceri, değer ve tutumlara sahip<br />
bireyler yetiştirebilmektir.” (Çalık ve Sezgin, 2005). Bunların arasında en önemlisi de dil<br />
bilen, özellikle İngilizce bilen bireyler yetiştirmektir ki böylece teknolojiye erişim<br />
birinci elden sağlansın ve başka aracılara muhtaç kalınmasın.
554<br />
“Ülkemizde üniversitelerde üç tip öğretim yapılmaktadır. Birinci grupta tamamen<br />
yabancı dilde eğitim veren üniversiteler, ikinci grupta bir yıllık hazırlık sınıfından<br />
sonra derslerinin bir kısmını yabancı dilde veren üniversiteler, üçüncü grupta ise<br />
Türkçe eğitim veren üniversiteler yer almaktadır. Uzun yıllardır, yabancı dilde<br />
eğitim mi yoksa yabancı dil öğretimi mi tartışmaları sadece dilbilim uzmanlarını<br />
değil farklı alanlarda çalışan akademisyenleri de meşgul etmektedir.” (İlter, t.y.).<br />
Ancak bu konuda henüz bir fikir birliği sağlanmış değildir.<br />
Yapılan bazı araştırmalar göstermektedir ki ODTÜ, Hacettepe, Boğaziçi, Koç<br />
Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi gibi üniversitelerde yabancı dille yapılan eğitim<br />
akademik başarıyı olumsuz yönde etkilemektedir. Ancak bu üniversitelerin mezunlarının<br />
daha sonra çok başarılı oldukları da bir gerçektir; fakat bu başarının nedeni<br />
hakkında kesin bir yargı mevcut değildir. Bu öğrencilerin, yabancı dilde eğitim<br />
aldıkları için mi, yoksa zaten çok iyi bir sosyo-ekonomik düzeyden ve sosyal çevreden<br />
geldikleri için mi çok başarılı olduklarını gösteren bir araştırma henüz bulunmamaktadır<br />
(İlter, t.y.). Ancak tartışmasız bir gerçek şudur ki, İngilizce bilen bu<br />
öğrenciler meslek hayatlarında, dil bilmeyenlere göre daha tercih edilen ve daha<br />
yüksek başarı grafiği sergileyen kişiler olmaktadırlar.<br />
Bilim ve teknolojide yabancı dil eğitiminin çok önemli olduğunu vurgulayan bazı<br />
araştırmacılar, bilim ve teknoloji alanında genel yabancı dil öğretiminden başka<br />
özel amaçlı bir yabancı dil eğitiminin (English for Specific Purposes) olması gerektiğini<br />
savunmaktadırlar (Swales, 1988).<br />
Benzer şekilde Hutchinson da özel amaçlı yabancı dil programlarının hazırlanması<br />
gerektiğini vurgulamakta, özellikle de bilim ve teknoloji ile ilgilenenlerin EST (<br />
English for Science and Technology -Bilim ve Teknoloji için Yabancı Dil Öğretimi)<br />
adı altındaki yabancı dil programlarını izlemeleri gerektiğini açıklamaktadır<br />
(Hutchinson, 1991).<br />
Günümüzde yabancı dil bilmenin önemi sık sık vurgulanmakta ve İngilizcenin tüm<br />
dünyada geçerli bilim dili olduğu kabul edilmektedir. Aynı zamanda dünyada bilgisayarlarda<br />
saklanan bilgilerin %80’ine yakın kısmının İngilizce olduğu da belirtilmektedir<br />
(Millward, 1989). “Sadece ülkemizde değil neredeyse tüm dünyada bilim<br />
insanlarının yaklaşık 3/ 4’ü İngilizce dilinde bilim yapmakta, kendi alanlarına ait<br />
bilgileri de İngilizce yayınlardan izlemektedirler. Bu yüzden bilim ve teknolojiyi<br />
takip etmek için yabancı dil bilmenin çok büyük önem taşıdığı her zaman vurgulanmaktadır”<br />
(İlter, t.y.).<br />
Akdeniz Üniversitesi, Eğitim Fakültesinden Yrd. Doç. Dr. Binnur Genç İlter’in<br />
(İlter, t.y.). elektrik- elektronik mühendislerinin yabancı dilde eğitime karşı bakış<br />
açılarını değerlendirdiği bir araştırmasına göre, Elektrik-Elektronik Mühendislerinin<br />
büyük bir çoğunluğu yabancı dil bilmenin mühendislik sektöründe önemli bir rol<br />
oynadığını düşünmektedirler. Elektrik-elektronik mühendislerinin yabancı dil
555<br />
öğrenmek istemelerindeki en büyük neden küreselleşen dünyada ortak bir dil bilmenin<br />
gerekli olduğunu düşünmelerinden kaynaklanmaktadır. Ancak yabancı dille<br />
eğitim veren mühendislik fakültelerinin daha donanımlı mühendis yetiştirdiği fikrine<br />
çok katılmamaktadırlar. Yine de yabancı bir dil bilmeden alanda ilerlemenin de<br />
zor olduğunu düşünmektedirler. İyi bir mühendislik eğitiminin dil eğitiminden daha<br />
önemli olduğunu düşünen mühendisler, iyi bir mühendis olma şartının da dil bilmekten<br />
geçtiğini düşünmektedirler.<br />
Sonuç olarak, küresel gelişimin ve değişimin içinde var olabilmek, hızla değişen<br />
teknolojiye erişim sağlamak ve güç ve fırsatlardan anında faydalanmak için tek bir<br />
formül vardır; ve o da İngilizce bilmektir. Bu yüzden, yabancı dille ilgili yeni planlamaların<br />
yapılması ve bunun için uygun kaynakların ayırılması gerekmektedir.<br />
Kaynaklar<br />
“Cut Tongues for Speaking Perfect' English Demanded in Shanghai”. (Haziran 2002).<br />
People's Daily Online.<br />
http://english.people.com.cn/200206/18/eng20020618_98081.shtml<br />
Çalık, T., Sezgin, F. (2005). Küreselleşme, Bilgi Toplumu ve Eğitim. Kastamonu Eğitim<br />
Dergisi. 13 (1), 55-66.<br />
http://pol.atilim.edu.tr/files/kuresellesme/bt/kuresellesme_bt_calik_2005.pdf internet adresinden<br />
25.11.<strong>2011</strong> tarihinde indirilmiştir.<br />
Çelebi, M. D., 2006. Türkiye’de Anadil ve Yabancı Dil Eğitimi. Sosyal Bilimler Enstitüsü<br />
Dergisi, sayı: 21, s. 285-307.<br />
Hutchinson, T., Waters, A. ( 1991). English for Specific Purposes. Great Britain: Cambridge<br />
University Press.<br />
İlter, B. G., (t.y.). Mühendislik Bakış Açısıyla Yabancı Dilde Eğitim.<br />
http://www.emo.org.tr/ekler/19393f9f1aa093d_ek.pdf internet adresinden<br />
25.11.<strong>2011</strong>tarihinde indirilmiştir.<br />
Kumaravadivelu, B. (2008) Cultural Globalization and Language Education, New Haven:<br />
Yale University Press.<br />
Millward, C.M. ( 1989). A Biography of the English Language. Chicago: Holt Rinehart and<br />
Winston.<br />
Swales, J. ( 1988). Episodes in ESP. New York: Prentice Hall.
556
Özet<br />
AKDENİZ’DEKİ YETKİ ALANLARI<br />
Murat YILDIRIM 1 , Prof. Dr. Hasret ÇOMAK 2<br />
1 Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,<br />
2 Kocaeli Üniversitesi Rektör Yrd.<br />
557<br />
Yüzyılımızda, klasik deniz alanları olan karasuları, bitişik bölge ve balıkçılık bölgesi<br />
gibi dar deniz alanlarından başka, devletlere belirli konularda egemen haklar ve<br />
yetkiler tanıyan kıta sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge gibi nispeten çok daha<br />
geniş deniz alanları/ifadeleri uluslararası hukuka yerleşmişlerdir.<br />
Bölgeye ve bölge devletlerine ilişkin olarak son dönemlerdeki gelişmeler, Türkiye’nin<br />
Doğu Akdeniz’deki komşuları ile deniz alanlarını sınırlandırması meselesini<br />
her zamankinden daha önemli bir hale getirmiştir.<br />
Türkiye’nin komşu ülkelerle deniz sınırlarını oluşturmasına ilişkin çözüm yönteminin<br />
ve çözümün ne olacağı bu ülkelerle karşılıklı olarak görüşmeler yolu ile çözülebilecek,<br />
yada üçüncü bir tarafa çözüm için havale edilebilecektir. Bu çalışma, Doğu<br />
Akdeniz’de Türkiye’nin komşuları ile deniz alanlarının sınırlandırılmasının hangi<br />
prensipler temelinde yapabileceğinin, yada sınırların ne olacağının temel unsurları<br />
ile ortaya konulmasına yöneliktir.<br />
1. Giriş<br />
Deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin uluslararası hukuk kurallarının<br />
gelişimi bir yana, Doğu Akdeniz’in karmaşık fiziki ve siyasi coğrafyası, çatışan menfaatler,<br />
kıyı devletleri arasındaki mevcut ciddi uyuşmazlıklar 1 ve özellikle bölgede<br />
bulunduğu söylenen petrol; Doğu Akdeniz’de yetki alanları sınırlandırmasını, taraflar<br />
arasında her an tırmanmaya açık ve uzun vadeli bir sorun haline getirmiştir.<br />
Yüzyılımız, devletlerin denizlerde sahip oldukları hakları büyük oranda genişletmelerine<br />
tanık olmuştur. Klasik deniz alanları olan karasuları, bitişik bölge ve balıkçılık<br />
bölgesi gibi deniz tanımlarından başka, devletlere belirli konularda egemen<br />
haklar ve yetkiler tanıyan kıta sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) gibi<br />
nispeten çok daha geniş deniz alanları/ifadeleri uluslararası hukuka yerleşmişlerdir. 2<br />
Bölgeye ve bölge devletlerine ilişkin olarak son dönemlerdeki gelişmeler, Türkiye’nin<br />
Doğu Akdeniz’deki komşuları ile deniz alanlarını sınırlandırması meselesini<br />
her zamankinden daha önemli bir hale getirmiştir.<br />
1 İsrail-Filistin, İsrail-Lübnan, Türkiye-Yunanistan, KKTC-GKRY gibi.<br />
2 Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk, Ankara: Turhan Kitabevi, 2006, ss. 246-308.
558<br />
Türkiye’nin komşu ülkelerle deniz sınırlarını oluşturmasına ilişkin çözüm yönteminin<br />
ve çözümün ne olacağı bu ülkelerle karşılıklı olarak görüşmeler yolu ile çözülebilecek,<br />
ya da üçüncü bir tarafa çözüm için havale edilebilecektir. Bu çalışma,<br />
Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin komşuları ile deniz alanlarının sınırlandırılmasının<br />
hangi prensipler temelinde yapabileceğinin, ya da sınırlarının ne olacağının ortaya<br />
konulmasına yöneliktir. 3<br />
1. Deniz Hukukunun Kaynakları<br />
Bilindiği gibi, uluslararası hukukun bağlayıcı kurallarının doğduğu kaynaklar,<br />
yapıla geliş, uluslararası antlaşmalar ve hukukun genel prensipleridir. Uluslararası<br />
deniz hukukunun gelişiminde, yani kurallarının oluşumunda yapıla gelişin rolü<br />
önemli olmuştur. Örneğin karasuları ve nispeten yakın zamanlarda kıta sahanlığının<br />
ve bu deniz alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin kuralların doğuşu, devletlerarası<br />
uygulamalar vasıtası ile olmuştur.<br />
Günümüzde de uluslararası deniz hukuku kurallarını içeren ve geçerliliğini koruyan<br />
belli başlı uluslararası antlaşmalar vardır. Kronolojik olarak bakıldığından, ilk oluşturulan<br />
antlaşmaların esasen kodifikasyon maksadı taşıdığını ve Birleşmiş Milletler<br />
öncesi döneme rastladığını görüyoruz. Bu dönemde kodifikasyon çalışmaları<br />
Uluslararası Hukuk Derneği (I.L.A.) ve Uluslararası Hukuk Enstitüsü 4 gibi daha<br />
ziyade hükümet dışı kuruluşlar tarafından yürütülmüştür. Milletler Cemiyeti 1924<br />
yılında uluslararası hukukun değişik konularında kodifikasyon çalışması yapmak<br />
üzere bir uzmanlar komitesi kurmuş ve deniz hukuku ile ilgili olarak karasuları<br />
konusu seçilmiştir. Ancak 1930’da Lahey’de toplanan Kodifikasyon Konferansı<br />
karasuları üzerine bir uluslararası antlaşma oluşturamamıştır.<br />
Birleşmiş Milletler ve onun yardımcı bir organı olarak oluşturulmuş Uluslararası<br />
Hukuk Komisyonu, uluslararası hukukun düzenlediği diğer birçok konusunda olduğu<br />
gibi, deniz hukuku konusunda da kodifikasyon çalışmalarına hız vermiştir. Bu<br />
bağlamda, hazırlıkları Uluslararası Hukuk Komisyonu tarafından yapılan ve 1958<br />
yılında Cenevre’de 86 devletin katılımı ile toplanan I. Deniz Hukuku Konferansı 4<br />
adet Deniz Hukuku Antlaşmasının kabul edilmesi ile sonuçlanmıştır. Bunlar;<br />
• “Karasuları ve Bitişik Bölge Sözleşmesi”,<br />
• “Açık Denizler Sözleşmesi”,<br />
• “Kıta Sahanlığı Sözleşmesi” ve<br />
• “Balıkçılık ve Açık Denizlerin Canlı Kaynaklarının Korunmasına Dair Sözleşme”<br />
dur.<br />
3 Yücel Acer, “Doğu Akdeniz’de Deniz Alanlarının Sınırlandırılması ve Türkiye”, Dz.K.K.lığı Deniz<br />
Hukuku Sempozyumu, Ankara, 21-22 Haziran 2004, ss.1-3.<br />
4 Her iki kurum da 1873 yılında kurulmuşlardır.
559<br />
1973-1982 yılları arasında çalışmalarını yürüten <strong>II</strong>I. Deniz Hukuku Konferansı, o<br />
güne kadar oluşturulmuş en kapsamlı deniz hukuku sözleşmesini, “1982 Birleşmiş<br />
Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (B.M.D.H.S.)” ni oluşturmuştur. Sözleşme,<br />
yeterli onayı alarak 1994 yılında yürürlüğe girmiştir.<br />
3. Sınırlandırma Hukuku<br />
3.1. Genel Bakış<br />
İlgili uluslararası antlaşmalara bakıldığında; karasuları, kıta sahanlığı ve M.E.B.<br />
alanları için ayrı ayrı sınırlandırma kıstaslarının oluşturulduğunu görmekteyiz.<br />
Ancak, özel şartların bulunduğu durumlarda farklı sınırlandırma yapılacağı da her<br />
antlaşmada belirtilmiştir. Yapılacak anlaşmanın uluslararası hukuk temelinde ve<br />
“hakça çözüm” bulmak maksadı ile olması gerektiği hükme bağlanmıştır.<br />
Görüldüğü gibi, uluslararası sözleşmelerdeki ilgili hükümler yeterince açık olmaktan<br />
uzaktır. Bu hükümlerin yorumu mahkemelere kalmıştır. 1958 C.K.S.S.’nden bu<br />
yana Uluslararası Adalet Divanı (U.A.D.)’nın gördüğü Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı<br />
Davaları kararlarında 5 , kıta sahanlığının sınırlandırılmasına ilişkin yapıla geliş<br />
kuralının ne olduğu tespit edilmiş ve yorumlanmıştır. Buna göre, sınırlandırma bir<br />
antlaşma ile, hakkaniyet prensiplerine uygun bir şekilde ve bütün ilgili unsurlar<br />
dikkate alınarak, her ülkenin doğal uzantısı mümkün olduğunca kendilerine bırakılacak<br />
şekilde yapılmalıdır.<br />
Görüldüğü gibi, U.A.D. tarafından ifade edilen kıta sahanlığının sınırlandırılmasına<br />
ilişkin yapıla geliş kuralı, bir miktar daha açık bir hükümdür. Zira sınırlandırmada<br />
dikkate alınacak özel şartların “hakkaniyet prensipleri” çerçevesinde ele alınacağını<br />
ifade etmektedir.<br />
Uluslararası yargı kararlarından çıkan sonuca göre, deniz alanlarının sınırlandırılmasında,<br />
uygulanmasının gerekli olduğu hakkaniyet prensipleri;<br />
• “coğrafi durumun sınırlandırmayı belirlemesi”,<br />
• “bir devletin deniz alanının diğer devletin kıyılarının önünü büyük ölçüde<br />
kapatmaması”<br />
olarak sayılabilir. Yukarıdaki başlıklar altında daha detaylı değerlendirilmesi gereken<br />
unsurlar ise, kıyı uzunlukları, kıyıların çıkıntıları, bölgedeki ada yada adacıklar,<br />
doğal kaynakların konumu, ülkelerin doğal kaynaklara nispi bağımlılıkları, ülkelerin<br />
doğal uzantıları ve benzeri faktörler olabilir. 6<br />
5 www.icj-cij.org, 22 Haziran 2007, “U.A.D. Danimarka - Norveç Davası Kararı” ve “U.A.D. Hollanda<br />
- Danimarka Davası Kararı”.<br />
6 Acer, a.g.m., s.1.
560<br />
3.2. Hakkaniyet Prensipleri ve Hakça Çözüm<br />
1969 Kuzey Denizi Davaları kararlarında, Hollanda ve Danimarka’nın iddialarının<br />
aksine Uluslararası Adalet Divanı (U.A.D.), incelemesinin başlarında eşit uzaklık<br />
prensibinin, uygulanması zorunlu bir hukuk kuralı niteliğine sahip olmadığını belirtmiştir.<br />
7 Eşit uzaklık prensibinin zorunlu olmadığı anlayışı, daha sonraki yıllarda<br />
verilen uluslararası yargı yada hakemlik kararlarında sıkça vurgulanmıştır.<br />
İngiltere-Fransa Davası kararında tarafların oluşturdukları Hakemlik Mahkemesi,<br />
1958 C.K.S.S.’nin 6. Maddesi ile teamül hukuku arasında bir fark olmadığını ve her<br />
iki hukukun da eşit uzaklık prensibinin uygulanmasını zorunlu kılmadığını vurgulamıştır.<br />
8<br />
Bütün ilgili uluslararası yargı yada hakemlik kararlarında benimsenen “Bölgenin<br />
bütün ilgili unsurları dikkate alınarak, hakkaniyet prensipleri temelinde ‘hakça bir<br />
çözüm’e ulaşılacak şekilde” yapılması prensibi doğrultusunda, 1958 C.K.S.S.’nin 6.<br />
Maddesi’ndeki “özel şartlar” ibaresinin de sonuçta sınırlandırmanın hakça bir sonuca<br />
ulaşmak maksadını ifade ettiği kabul edilmiştir. 9<br />
1980’li ve 1990’lı yıllarda verilen yargı yada hakemlik kararlarında, sınırlandırmaya<br />
ilişkin genel prensip bir miktar vurgu değiştirmiş ve hakkaniyet prensiplerinin yanı<br />
sıra, “hakça çözüm” de ön plana çıkarılmıştır. Yani; sınırlandırmanın hakkaniyet<br />
prensipleri ve bölgenin coğrafi ve diğer özellikleri çerçevesinde bir hakça çözüm<br />
oluşturacak sınırlandırma metotları içerisinde yapılması gerektiğini göstermektedir. 10<br />
Bu genel sınırlandırma prensibinin somut olaylara uygulanabilmesi, “hakkaniyet<br />
prensipleri” ile “hakça çözüm” kavramlarının ne ifade ettiğinin ve “ilgili şartlar”ın<br />
neler olduğunun açıklığa kavuşturulmasına bağlı gözükmektedir. Aşağıdaki incelemeler,<br />
bu önemli kavramları ilgili uluslararası yargı yada hakemlik kararları ile<br />
devletlerarası uygulama örnekleri temelinde açıklığa kavuşturmaya yönelik olacaktır.<br />
3.2. Coğrafyanın Üstünlüğü Prensibi<br />
Hukuk kurallarının sonuç doğurmak için konduğu prensibinin bir gereği olarak,<br />
hakkaniyet kavramının soyut içeriğinin hukuksal açıdan daha somut bir hale getirilmesi,<br />
sonuç doğurması açısından zorunludur. Hakkaniyetin deniz alanlarının<br />
7 U.A.D., Uluslararası Hukuk komisyonu’nun eşit Uzaklık prensibini yapıla geliş değeri kazanmış bir<br />
prensip olarak değerlendirmediğini vurgulamıştır.<br />
8 www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. İngiltere - Fransa Davası Kararı” ve “U.A.D. Libya -<br />
Tunus Davası Kararı”. Söz konusu 6. Madde, sınırlandırmada eşit uzaklık metoduna öncelik vermekte<br />
ancak “özel şartlar” başkaca bir sınırlandırmayı gerektirmiyorsa eşit uzaklık metodunun uygulanmasını<br />
öngörmektedir.<br />
9 www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Kuzey Denizi Davası Kararı”.<br />
10 www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. İngiltere - Fransa Davası Kararı”, “U.A.D. Libya - Tunus<br />
Davası Kararı”, “U.A.D. Kanada - Fransa Davası Kararı” ve “U.A.D. Libya - Malta Davası Kararı”,<br />
“U.A.D. ABD - Kanada Davası Kararı”.
561<br />
sınırlandırılması çerçevesinde ne ifade ettiği hem devletlerarası uygulama hem de<br />
ilgili uluslararası yargı yada hakemlik kararlarında büyük oranda açıklığa kavuşturulmuş<br />
gözükmektedir.<br />
İlgili yargı ve hakemlik kararlarından ortaya çıkmaktadır ki, herhangi bir sınırlandırma<br />
işleminde, aralarından duruma uygun olan prensiplerin seçilebileceği bir<br />
hakkaniyet prensipleri listesi mevcuttur. 11 U.A.D. Yargı kararlarında ön plana çıkarılan<br />
prensip “coğrafyanın üstünlüğü” prensibidir. Açıklamak gerekirse; Kuzey<br />
Denizi Davaları kararında “coğrafyanın yeniden şekillendirilmesi söz konusu olamaz”,<br />
İngiltere - Fransa Davası kararında “eşit uzaklık yada başka herhangi bir<br />
sınırlandırma metodunun uygunluğunu coğrafi şartlar belirler”, Tunus - Libya Davası<br />
kararında “kıta denize hakimdir” ve Libya-Malta Davası kararında “tarafların<br />
kıyıları başlama çizgisini oluşturur” ifadesi kullanılmıştır. Hem kıta sahanlığı hem<br />
de M.E.B. alanlarının tek bir davada sınırlandırıldığı kararlarda da coğrafyanın<br />
üstünlüğü prensibi aynı şekilde ön plana çıkarılmıştır.<br />
Coğrafya kavramından ise, iki ülke arasında sınırlandırmaya konu olan alandaki<br />
anakara coğrafyasının kastedildiği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda en önemli coğrafi<br />
unsurlar, anakara kıyılarının genel formasyonu yani kıyı üzerindeki girintiler- çıkıntılar,<br />
ve anakara kıyılarının uzunluğudur. Sonuçta bu coğrafi unsurlar bir sınırlandırma<br />
sürecinde başlangıç ve daha sonra çok az değişecek olan “temel” sınırlandırma<br />
çizgisini belirlemektedirler.<br />
İlgili coğrafi unsurların oynadığı temel rolü daha iyi anlayabilmek açısından, herhangi<br />
bir sınırlandırma sürecinin nasıl geliştiğini ilgili yargı ve hakemlik kararları<br />
ışığında ortaya koymak gerekir. Sınırlandırma sürecinde öncelikle uluslararası<br />
mahkemeler, sınırlandırma işlemine başlarken iki anakara ülke arasında, anakara<br />
ülkelerinin coğrafi özelliklerini yansıtan bir sınırlandırma çizgisi belirlemektedirler.<br />
Şayet iki ülke kıyı şekilleri birbirlerine benzer ve kıyı uzunlukları yaklaşık ise,<br />
sınırlandırma çizgisi başlangıç olarak eşit uzaklık çizgisi olmaktadır. Kıyı şekillerindeki<br />
önemli farklılıklar veya kıyı uzunlukları arasındaki fark ise, sınırın eşit<br />
uzaklık dışında bir sınır olmasını gerektiren unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
12<br />
Sınırlandırmanın ikinci aşamasında ise mahkeme, belirlenen bu sınırın diğer “ilgili”<br />
coğrafi unsurlar dikkate alındığında da hakça sayılıp sayılmayacağını değerlendirmektedir.<br />
Bu coğrafi unsurların başında adalar gelmektedir. Adalara ne kadar etki<br />
11 www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Eritre - Yemen Davası Kararı”, “U.A.D. Libya - Malta<br />
Davası Kararı”, “U.A.D. ABD - Kanada Davası Kararı”.<br />
12 www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007 : “U.A.D. Danimarka - Norveç Davası Kararı”, “U.A.D. Katar -<br />
Bahreyn Davası Kararı” ve “U.A.D. ABD - Kanada Davası Kararı”nda U.A.D., kıyı coğrafyasını en iyi<br />
yansıtan eşit uzaklık çizgisi ile sınırlandırmaya başlamıştır. Sadece “U.A.D. Eritre - Yemen Davası<br />
Kararı”nda mahkeme, her iki tarafın da üzerinde anlaştığı bir tarihi çizgi başlangıçta temel sınırlandırma<br />
çizgisi olarak kabul edilmiştir.
562<br />
verileceğini de özellikle anakaralar arasındaki coğrafi denge ve büyüklük, konum<br />
ve nüfus gibi adaların sahip oldukları özellikler belirlemektedir.<br />
Kendi ülkesinin kıyılarına daha yakın adaların, kıyı uzunlukları belirgin bir biçimde<br />
farklı olmayan, kıyı şekilleri benzer olan iki taraf arasındaki sınırlandırmada sınırı<br />
önemli bir oranda etkilemelerine izin verilmemektedir. 13 Özellikle de, söz konusu<br />
adalar kurak ve sosyal hayata elverişsiz ise tümden ihmal edilmektedirler. 14 Kendi<br />
ülkesinin kıyılarının hemen yakınında yerleşmiş bu tür kıyı adaları bazen sadece,<br />
deniz alanlarının ölçümüne esas teşkil eden kıyı çizgisinin belirlenmesinde bir etki<br />
sahibi olmaktadırlar. Bu durumda bile etkileri sınırlandırılmaktadır. Başka bir ülkenin<br />
kıyılarına yakın adalarının, sınırlandırmadaki rolü ise çok daha fazlaca kısıtlamaya<br />
tabi tutulmaktadır. Zira bu şekilde konumlanmış adaların, iki anakara arasındaki<br />
sınırlandırmada, anakaraların gerektirdiği sınırlandırma çizgisi üzerindeki<br />
“bozma” etkisi çok daha fazladır ve dolaysı ile bu şekilde konumlanmış adalara<br />
çoğu kez ya çok sınırlı etki verilmekte yada tümden ihmal edilmektedir. 15 Şayet bu<br />
adalar sosyal olarak zayıf ve hacim olarak küçük iseler, herhangi bir etki sahibi<br />
olmaları çok daha zorlaşmaktadır. Bir başka devletin kıyılarına yakın olmayan, ama<br />
iki ana kıta arasındaki eşit uzaklık çizgisi dikkate alındığında diğer ülkeye yakın<br />
olan adaların da benzeri bir biçimde önemli bir sosyal hayat barındırmadıkça ihmal<br />
edildikleri görülmektedir. 16<br />
3.2. Diğer Faktörlerin Dikkate Alınmasına İlişkin Prensipler<br />
Sınırlandırmada hakça çözüme ulaşılması için, sadece coğrafi unsurların değil diğer<br />
bütün ilgili unsurların da dikkate alınmasının gerektiği sınırlandırma hukukunun<br />
öngördüğü bir gerekliliktir. 17<br />
U.A.D. 1969 yılındaki Kuzey Denizi Davaları kararında, dikkate alınacak unsurlara<br />
hukuksal bir sınır olmadığını belirtmiş 18 ancak, takip eden bütün yargı kararlarında,<br />
dikkate alınacak unsurların sadece kıta sahanlığı ve/veya münhasır ekonomik bölge<br />
kavramları ile “ilgili” olması gerektiği kabul edilmiştir. 19<br />
Yargı kararlarına göre, ilgili unsurlardan başta geleni, sınırlandırılacak alanlardaki<br />
doğal kaynaklardır. Doğal kaynaklar faktörü, canlı türler olabileceği gibi madenler<br />
ve diğer mineral kaynaklar da olabilmektedir. M.E.B. sınırlandırması söz konusu<br />
olduğu zaman akıntılar ve rüzgar enerjisi gibi diğer doğal kaynaklar da bu faktörler<br />
13<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Tunus - Libya Davası Kararı”, “U.A.D. Gine - Gine<br />
Bissau Davası Kararı”.<br />
14<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Eritre - Yemen Davası Kararı”.<br />
15<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. İngiltere - Fransa Davası Kararı”.<br />
16<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Katar - Bahreyn Davası Kararı”.<br />
17<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Tunus - Libya Davası Kararı”, “U.A.D. Gine - Gine<br />
Bissau Davası Kararı”.<br />
18<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Kuzey Denizi Davası Kararı”.<br />
19<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Libya - Malta Davası Kararı”.
563<br />
arasında yer almaktadır. Bölgedeki varlığı bilinen doğal kaynakları orantısız paylaştıran<br />
bir sınırlandırma çizgisi hakkaniyete uygun bir sınır olarak kabul edilemeyecektir.<br />
20<br />
Bölgedeki mevcut veya muhtemel sınırlar da, iki devlet arasındaki sınırlandırmayı<br />
etkileyen faktörlerdendir. Bölgede üçüncü devletlerle belirlenecek sınırlar veya<br />
taraflarca daha önceden petrol arama alanları gibi nedenlerle belirledikleri sınırlar<br />
da dikkate alınmaktadır. 21<br />
Sınır üzerinde etkili olabilecek bir başka faktör deniz tabanın jeolojik ve jeomorfolojik<br />
özellikleridir. Özellikle kıta sahanlığı ve M.E.B. alanlarının birlikte sınırlandırıldığı<br />
durumlarda, sadece kıta sahanlığı açısından önem taşıyan ama M.E.B. kavramı<br />
ile bir ilgisi olmayan jeolojik öğeler sınırlandırma esnasında neredeyse<br />
tamamen etkisini yitirmektedirler. 22<br />
Deniz savunma ve güvenlik unsurlarının, kıta sahanlığı ve M.E.B. kavramları ile<br />
ilgilerinin azlığı nedeni ile sınırlandırmada, sınır çizgisini önemli oranda değiştirecek<br />
bir etkiye sahip olmayacakları ancak destekleyen yada güçlendiren unsurlar<br />
olacakları kabul edilmektedir. 23 Öte yandan, ülkelerin birbirlerine göre nispi ekonomik<br />
gelişmişlik seviyeleri sınırlandırmada dikkate alınan bir unsur değildir. Yargı<br />
ve hakemlik kararlarında bu gibi unsurların zamanla değişken ve oldukça göreceli<br />
kavramlar oldukları vurgulanmıştır. 24<br />
3.2. “Oransallık” ve “Kapatmama” Prensipleri<br />
Yargı ve hakemlik kararlarında ilgili faktörlerin birbirlerine göre etkilerine ilişkin<br />
de bazı prensipler ortaya konmuştur.<br />
Bu prensiplerden birincisi “oransallık prensibi” (proportionality) dir. Buna göre, iki<br />
devletin kıyı uzunlukları arasındaki oran ile sınırlandırma sonucunda bu ülkelere<br />
verilen kıta sahanlıkları ve/veya münhasır ekonomik bölge alanları arasındaki oranın<br />
birbirlerine yakın olması gerekir. 25<br />
20<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Danimarka - Norveç Davası Kararı”, “U.A.D. Eritire -<br />
Yemen Davası Kararı”, “U.A.D. Fransa - Kanada Davası Kararı”.<br />
21<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Tunus - Libya Davası Kararı”.<br />
22<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Gine - Gine Bissau Davası Kararı”, “U.A.D. Fransa -<br />
Kanada Davası Kararı”.<br />
23<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. İngiltere - Fransa Davası Kararı”, “U.A.D. Libya - Malta<br />
Davası Kararı”, “U.A.D. Gine - Gine Bissau Davası Kararı”, “U.A.D. Kuzey Denizi Davası Kararı”.<br />
23<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. İngiltere - Fransa Davası Kararı”.<br />
24<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Danimarka - Norveç Davası Kararı”, “U.A.D. Tunus -<br />
Libya Davası Kararı”, “U.A.D. Libya - Malta Davası Kararı”.<br />
25<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. İngiltere - Fransa Davası Kararı”. Ayrıca devletlerarası<br />
uygulamalara örneğin Fransa-İspanya (1974) ve Hollanda (Antilles)-Venezüella (1978) antlaşmalarında<br />
da oransallık rol oynamıştır.
564<br />
Benzeri nitelikteki bir başka prensip ise “kapatmama” 26 prensibidir. Özellikle kıta<br />
sahanlığı genişliğinin tespitinde mesafe unsurunun kabul edilmesiyle birlikte, sınırlandırma<br />
çizgisinin, her ülkeye, kıyılarına yakın alanları bırakmasını, yani kıyılarının<br />
önünü kapatmamasını sağlaması gerektiği kabul edilmiştir. 27<br />
Fakat, yine de belirtmek gerekir ki, hem oransallık hem de kapatmama prensipleri<br />
mutlak bir biçimde uygulanmamaktadır. Zira, sınırlandırma çizgisi, sadece anakara<br />
kıyı uzunluklarını tam olarak yansıtan bir çizgi olsaydı, diğer ilgili faktörlere bir rol<br />
tanınmamış olacak ve hakkaniyet sağlanamamış olacaktı. Öte yandan, bir anakaranın<br />
deniz çıkışını ne pahasına olursa olsun kapatmamaya çalışmak, belki de bölgenin<br />
daha önemli bir faktörüne hakkaniyet açısından gereken değerin verilmemesine<br />
yol açabilecektir. Bu nedenlerle, bu iki prensibi, adalar da dahil olmak üzere, ilgili<br />
faktörlere ne dereceye kadar etki tanınacağını “genel olarak” belirleyen prensipler<br />
olarak değerlendirmek gerekir. 28<br />
Son olarak, doğal gaz ve hidrokarbon potansiyeli yüksek olduğu değerlendirilen<br />
Doğu Akdeniz'de, Kıbrıs Adası’nın kendisi uyuşmazlık konusu iken GKRY’nin,<br />
Kıbrıs Adası'nın tümünü temsil etme savıyla günümüze kadar Doğu Akdeniz'de<br />
henüz belirlenmemiş kıta sahanlığını ve Münhasır Ekonomik Bölgeyi sahiplenmeye<br />
yönelik olarak (M.E.B.’ne ilişkin anlaşma yaptığı Mısır ve Lübnan’ın haklarını<br />
da erozyona uğratarak 29 ) yapmış olduğu diplomatik ve uluslararası hukuka aykırı<br />
26<br />
“Kapatmama” kavramı, yargı kararlarında kullanılan “non-encroachment” kavramının Türkçe karşılığı<br />
olarak kullanılmıştır. Her ne kadar kapatmama kavramı non-encroachment kavramının Türkçe sözlük<br />
karşılığı değilse de, sınırlandırma hukuku çerçevesinde ifade ettiği anlam açısından kapatmama kavramı<br />
uygun bir karşılık olarak kabul edilmelidir.<br />
27<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. ABD - Kanada Davası Kararı”, “U.A.D. Fransa - Kanada<br />
Davası Kararı”.<br />
28<br />
Yücel ACER, “Doğu Akdeniz’de Deniz Alanlarının Sınırlandırılması ve Türkiye”, Dz.K.K.lığı Deniz<br />
Hukuku Sempozyumu, Ankara, 21-22 Haziran 2004, ss.3-7.<br />
29<br />
Deniz Yetki Alanlarının sınırlarını belirmek üzere uluslararası uygulamada; Hakkaniyet, Eşit Uzaklık,<br />
Oransallık, Coğrafyanın Üstünlüğü, Kapatmama (non-encroachment), Özel Koşullar, Beşeri Koşullar<br />
gibi genel prensipler ve bu prensiplerin birbirleriyle kombinasyonunun kullanılması gerektiği önceki<br />
bölümde açıklanmıştı. Bir ülkenin ana karası ile bütünlük arz eden deniz alanının diğer bir ülkeye ait<br />
deniz yetki alanı ile kısıtlanmasının hakkaniyet prensibine aykırı olduğu U.A.D.'nın Kanada-Fransa<br />
Davası kararında vurgulanmıştır. Bu kapsamda, Kanada-Fransa davasında mahkeme, Kanada sahillerine<br />
yakın Fransız adalarına güneybatı yönünde uzanacak bir deniz alanı vermemiştir. Gerekçe olarak da bu<br />
durumun, Kanada kıyılarının deniz alanlarını keseceğini (cut-off) göstermiştir. Uluslararası Hukuk,<br />
adalara Kıta Sahanlığına sahip olma hakkını açıkça tanımaktadır; ancak iddiaların aksine bu durum,<br />
adaların sınırlandırma esnasında ana kara ülkeleri ile aynı statüde oldukları manasına gelmemektedir.<br />
Sonuçta adalar; coğrafi konumları, ekonomik ve sosyal nitelikleri gibi faktörler çerçevesinde sınırlandırma<br />
çizgisini ya hiç etkilememekte ya da sınırlı bir biçimde etkilemektedirler. Kendi ülkesinin kıyılarına<br />
yakın adaların rolü ile ilgili örneği, Tunus-Libya davasında Tunus'un Kerkennah Adaları oluşturmuştur.<br />
Mahkeme bu adalara yarım etki (half-effect) tanımış, bölgedeki diğer unsurların daha önemli<br />
olduğunu belirterek Jerba Adası'nı ise tümden ihmal etmiştir. Gine-Gine Bissau davasında Mahkeme,<br />
kıyı uzunlukları belirgin şekilde farklı olmayan, kıyı coğrafyası benzer olan iki taraf arasındaki sınırlandırmada,<br />
bu tür adaların sınırı önemli bir derecede etkilememesi gerektiğini belirtmiştir. Hakem Mahkemesi,<br />
Alcatraz Adalarının kuzey kesimlerine doğru bu adalara, 12 millik kara sularının ötesinde hiç Kıta<br />
Sahanlığı veya MEB vermemiştir.
565<br />
girişimleri, 30 Doğu Akdeniz’in önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Bölgede<br />
yaşanan son gelişmelerden sonra Ege ve Doğu Akdeniz sorunları birbirinin içerisine<br />
girmiş bulunmaktadır.<br />
4. Yarı Kapalı (AK)Deniz<br />
1982 B.M.D.H.S.'nin yarı kapalı denizlere bağladığı sonuçlar ise esas olarak<br />
123'üncü maddede düzenlenmiştir. Buna göre:<br />
“Kapalı veya yarı kapalı bir denize kıyısı olan devletler, bu sözleşmeden<br />
doğan haklarını kullanırken ve görevlerini yerine getirirken birbirleri ile iş birliği<br />
etmelidir…”<br />
Ayrıca, Uluslararası Adalet Divanı (U.A.D.) da Libya-Malta Kıta Sahanlığı<br />
Davasına ilişkin 03 Haziran 1985 tarihli kararında, kapalı ve yarı kapalı denizlerde,<br />
komşu devletler arasında deniz alanlarının sınırlandırılmasının<br />
bölgenin bu durumuyla yakından ilişkili olduğunu bildirmiş 31 ve Akdeniz'in yarı<br />
kapalı bir deniz olduğu belirtilmiştir. Kapalı ve yarı kapalı bir denize kıyısı olan<br />
devletlerin, bu sözleşmeden doğan haklarını kullanırken ve görevlerini yerine getirirken<br />
birbirleri ile iş birliği yapmaları 32 esas olup, hüküm iş birliği yapıp yapmama<br />
konusunda devletlere bir takdir hakkı tanımamış ve böylece devletlere bir mükellefiyet<br />
getirmiştir. Bu yaklaşım, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de belirlenecek deniz yetki<br />
alanları (Kıta Sahanlığı, M.E.B.) konusunda ileri sürebileceği tezlerden biridir.<br />
3. Türkiye’nin Doğu Akdeniz Kıta Sahanlığının Muhtemel Sınırları<br />
Türkiye’nin söz konusu sınırlandırma sahasına bakan ilgili kıyıları Antalya Gazipaşa’dan<br />
Muğla Deveboynu Burnu’na kadar uzanmaktadır. Bu iki nokta arasındaki<br />
Türkiye’nin gerçek kıyı uzunluğu 656 mildir. Bu kıyıların profil 33 uzunluğu ise 294<br />
mildir. Buna karşılık, GKRY’nin batı kıyılarının gerçek uzunluğu 32, profil uzunluğu<br />
ise 28 mil’dir. Türkiye’nin görece 10 kat daha uzun ilgili kıyılarının,<br />
U.A.D.’nın Fransa ile Kanada arasındaki St.Pierre ve Miquelon Adaları Kıta Sahanlığı<br />
Uyuşmazlığı Kararında belirtildiği gibi 34 açık deniz alanlarına azami erişiminin<br />
kesilmemesi için Türkiye ile GKRY’nin ilgili kıyıları arasında çizilecek ortay<br />
hattın, Türkiye sahillerini önünü açacak şekilde doğuya doğru çekilmesi gerekir.<br />
Bilindiği gibi, UAD’nin Malta - Libya Kıta Sahanlığı Uyuşmazlığı Kararında, ortay<br />
hat sınırı Malta aleyhine 18 mil kuzeye çekilmiştir 35 . Bu ölçünün, Anadolu kıyıları<br />
30 www.un.org, 12 Temmuz 2006.<br />
31 Başeren, s. 12.<br />
32 Başeren, s. 13.<br />
33 Coğrafyanın genel karakterini bozmadan teferruat mahiyetindeki girinti ve çıkıntıları gidermek<br />
maksadıyla, kıyının üç noktalarının birleştirilmesiyle oluşturulan siluet.<br />
34 www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Fransa - Kanada Davası Kararı”.<br />
35 www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Libya - Malta Davası Kararı”, “Orijinal metinde 18 ibaresi<br />
geçmekte, bu değer 18 deniz miline denk gelmektedir.”.
566<br />
ile Kıbrıs adasının batı kıyılarının oranları ve bunlara verilecek kıta sahanlıklarının<br />
da bu orana uygun olması gerekliliği dikkate alındığında, hakkaniyeti sağlamaya<br />
yetmediği görülecektir. Ayrıca bölgedeki önemli su yolu Süveyş kanalına ulaşımının<br />
ve Gine-Gine Bissau karırında belirtildiği gibi 36 bölgenin en önemli limanlarından<br />
olan Antalya ve Mersin limanlarının önünün kapanmaması gerekir. Bu gerekçeler<br />
dikkate alındığında Türkiye ile GKRY’nin ilgili kıyıları arasındaki sınırın<br />
çizilmesinde başlangıç noktasını oluşturacak ortay hattın kıta sahanlığı sınırı oluşturabilmesi<br />
için, 032 16 18 D boylamına kadar doğuya doğru çekilmesi hukuki bir<br />
zorunluluk halini almaktadır. Türkiye’nin Kıbrıs’ın batı sahillerine bakarak çok<br />
daha uzun olan güney sahillerinin etkisinin kesilmemesi için Kıbrıs’ın daha kısa<br />
olan batı sahillerine etki tanınmaması ise hakkaniyete uygun olacaktır. Güneye<br />
doğru Türkiye ile Mısır’ın ilgili kıyıları arasındaki ortay hatta kadar 032 16 18 D<br />
boylamını takip edecek sınır, gereken yerde GKRY’nin ilgisine girmemesi için<br />
GKRY’nin kara sularının dış sınırını takip edecektir.<br />
Türkiye ile Yunanistan arasındaki sınıra gelince, bu sınırlandırma bölgesinde iki<br />
devlet, Türkiye’nin Antalya Gazipaşa’dan Muğla Deveboynu Burnu’na kadar ilgili<br />
kıyı şeridinin batı ucunda hemen bu kıyı şeridinin önünde yer alan, doğudan batıya<br />
Meis, Rodos, Sömbeki, Nimos, Limuniya, Herke, Askino, İlyaki, Küçükçoban,<br />
Çoban ve Kaşot adaları nedeniyle komşudurlar.<br />
Sözü geçen adalar, U.A.D.’nın İngiltere ile Fransa arasındaki kanal kıta sahanlığı<br />
uyuşmazlığında belirttiği gibi, 37 Türk ana karası ile Yunan ana karası arasında<br />
çizilecek ortay hattın ters tarafında yer aldıkları için, bunlara sınırlandırma esasında<br />
kara suları dışında kıta sahanlığı yada M.E.B. verilmeyecektir.<br />
Aynı sebeple Girit, Kaşot, Çoban, Rodos ve Meis adalarının bir hatla birleştirilerek<br />
Yunanistan için Türkiye’nin sınırlandırma bölgesine cepheli ilgili kıyı şeridini<br />
ortadan kaldıran yeni bir ilgili kıyı oluşturması mümkün değildir. Bu nedenle, Türkiye<br />
ile Mısır arasındaki ortay hat, Muğla Deveboynu Burnu’ndan geçen 027 22 00<br />
D boylamı ile kesiştiği 33 57 30 K – 027 22 00 D noktasına kadar batıya doğru<br />
Türkiye ile Mısır arasında kıta sahanlığı sınırını oluşturmalıdır. Sınırın bundan<br />
sonra Türkiye ile Yunanistan arasında çizilecek kısmı, şüphesiz Türkiye ile Yunanistan<br />
arasında Ege’deki kıta sahanlığının Akdeniz’e ulaştığı noktanın etkisi altında<br />
kalacaktır. 33 57 30 K - 027 22 00 D noktasında sona eren Türkiye ile Mısır arasındaki<br />
kıta sahanlığı sınırı kuzeye doğru yükselecek ve Ege kıta sahanlığı sınırlandırma<br />
sahasında bulunan “ters taraftaki adalar” enclave 38 edilerek sınır oluşturacak<br />
ortay hattın Kaşot ve Girit adaları arasından Akdeniz’e ulaşacak ucuna eklenerek<br />
Türk - Yunan sınırı haline dönüşecektir.<br />
36 www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Gine-Gine Bisse Davası Kararı”.<br />
37 www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Fransa - İngiltere Davası Kararı”.<br />
38 Çember içerisine almak.
5. Kıbrıs’ın Kuzey Bölgesinde Sınırlandırma<br />
Coğrafi Unsurlar Çerçevesinde Sınırlandırma<br />
567<br />
Sınırlandırmaya taraf ülkelerin kıyıların karşıt olduğu durumlarda, kıyı şekilleri<br />
benzer ve kıyı uzunlukları yakın ise, başlangıç aşamasında sınırın eşit uzaklık metoduyla<br />
olması gerektiğini belirtmiştik. Bu noktadan hareketle, kuzey kesimde Türkiye<br />
ile Kıbrıs Adası arasında başlangıç sınırı eşit uzaklık çizgisi olarak belirlenebilir.<br />
Eşit uzaklık sınırının belirlenmesinde karşılaşılacak tek sorun, eşit uzaklık<br />
çizgisinin hangi kıyı çizgisinden ölçüleceğidir.<br />
Eşit uzaklık çizgisinin başlangıç olarak sınır kabul edilmesi durumunda, belirtilen<br />
bu kıyı hatlarından ölçülen eşit uzaklık çizgisi sınır olacaktır. Kıbrıs kıyıları ile<br />
Türkiye kıyıları arasındaki mesafe bölgelere göre önemli farklılıklar göstermekte ve<br />
68 km’den 122.5 km’ye kadar çıkmaktadır. 39 İskenderun Körfezi civarında ise sınır,<br />
Körfez’in ağzının bir çizgi ile kapatıldığı düşünülerek oluşturulmalıdır ve İskenderun<br />
Körfezi’nin ağzı ile Zafer Burnu arasındaki eşit uzaklık noktasından geçerek,<br />
aşağıda inceleyeceğimiz Türkiye-Suriye deniz yan sınırına kadar devam etmelidir.<br />
Genel olarak ifade edildiğinde, Kıbrıs’ın kuzey kesiminde Türkiye’ye bakan kıyılarının<br />
uzunluğu yaklaşık 234,5 km dir. Bu rakamın yaklaşık 192.5 km kadarı, KKTC<br />
kıyılarının Türkiye’ye bakan kesimi tarafında oluşturulmaktadır. Kıbrıs Rum Kesimi’nin<br />
Türkiye’ye bakan, yani kuzey kıyılarının uzunluğu ise yaklaşık 42 km dir. 40<br />
Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzey kıyılarına bakan kıyı uzunluğunun hesaplanmasında,<br />
Kıbrıs Adası’nın kuzey kıyılarının en batı noktasının yani Arnauti (Akamas) Burnu’nun<br />
tam karşısındaki noktadan İskenderun Körfezi’nin ağzını kapatan çizginin<br />
Suriye tarafındaki ucu olan Akıncı Burnu’na kadar ölçüme esas teşkil etmesinin,<br />
sınırlandırma prensipleri açsından doğru olacağı belirtilmelidir. Deniz alanlarının<br />
sınırlandırılmasına ilişkin prensiplerin uluslararası yargı organlarınca uygulanmasına<br />
bakıldığında, kıyı uzunluklarının hesaplanmasında öncelikle “ilgili kıyılar” ın<br />
tespit edilmesi gerektiği görülmektedir. İlgili kıyılar, sınırlandırmaya taraf devletlerin<br />
bütün kıyılarını değil, sınırlandırmaya konu bölgeye bakan ya da birbirlerinin<br />
denize doğru yansımalarını (projeksiyonlarını) gören kıyıları içermektedir. 41 Ancak,<br />
sınırlandırmaya konu bölgeye ya da diğer tarafın kıyılarına bakan kıyıların mutlaka<br />
39 S.H.O.D. Başkanlığı tarafından yapılan ölçümlere göre, GKRY üzerindeki Arnauti (Akamas) Burnu ile<br />
Türkiye anakarası arasındaki mesafe 122.5 km, diğer uçta ise KKTC üzerindeki Zafer Burnu ile Türkiye<br />
anakarası arasındaki mesafe yaklaşık 116.5 km dir. En dar kesimde, KKTC üzerindeki Koruçam Burnu<br />
ile Türkiye’de Anamur Burnu arasındaki mesafe yaklaşık 68 km dir.<br />
40 Bu rakamlar ve çalışmada kullanılan diğer rakamlar 1:1,102,000 ölçekli S.H.O.D. Başkanlığı’nın<br />
İskenderun-Derna haritası üzerinde yapılan hesaplamalar sonucu elde edilmiştir.<br />
41 www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Libya - Tunus Davası Kararı”, “U.A.D. Libya - Malta<br />
Davası Kararı”, “U.A.D. Kanada - Fransa Davası Kararı”.
568<br />
bölgeyi ya da diğer kıyıları dik görmesi gerekmemekte, çapraz bir şekilde görmesi<br />
de yeterli olmaktadır. 42<br />
Bu değerlendirmeler ışığında, Kıbrıs Adası’nın kuzeyinde Türkiye ve Kıbrıs Adası<br />
arasındaki sınırlandırmada ölçüme esas teşkil edecek Türk kıyıları, Antalya Gazipaşa<br />
açıklarından itibaren doğuya doğru Akıncı Burnu’na kadar olan kıyı şerididir. Bu<br />
kıyı şeridi üzerinde, oluşturulan ve yukarıda değinilen düz esas hat temelinde ölçüm<br />
sonucu Türkiye kıyı uzunluğunun yaklaşık 354 km olduğu saptanmıştır. 43<br />
Belirtilen ölçümler sonucunda, kuzey kesimindeki sınırlandırmada kıyı uzunlukları<br />
arasındaki farkın yaklaşık 119,5 km olduğu görülmektedir. Bu farkın, başlangıç<br />
olarak belirlenmiş eşit uzaklık sınırının üzerinde değişiklik yapılmasını gerektirecek<br />
kadar önemli bir fark olduğunu düşünmek gerekir. 44 Türkiye kıyıları ile Kıbrıs<br />
kıyıları arasındaki orana bakıldığında, Türkiye kıyılarının 1.5 oranında daha uzun<br />
olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu oran gereği eşit uzaklık çizgisi olarak belirlenen<br />
başlangıç sınırının, 1.5 oranında Kıbrıs Adası’na doğru kaydırılması gerekmektedir.<br />
Ancak, uluslararası yargı ve hakemlik kararlarında sıklıkla dile getirildiği gibi sınırlandırma,<br />
ilgili deniz alanlarının, taraflar arasında kıyı uzunluklarına göre tahsis<br />
edilmesi işlemi değildir. Kıyı uzunluklarının dikkate alınışı sadece genel bir hakkaniyet<br />
testi olarak karşımıza çıkmaktadır ama bu asla sınırlandırmanın birebir kıyı<br />
uzunlukları bağlamında yapılacağı manasına gelmemektedir. 45 Hakkaniyetin sağlanması,<br />
daha başka coğrafi unsurların da dikkate alınmasını gerektirmektedir.<br />
Bu bağlamda etkisi değerlendirilmesi gereken unsur kıyı şekilleri, yani kıyıların<br />
yaptığı girinti ve çıkıntılardır. Kıyı şekilleri açsından sınırlandırmada dikkate alınacak<br />
unsur temel olarak ilgili kıyıların genel doğrultusudur. 46 Kıyıların her bir girinti<br />
ve çıkıntısı sınırlandırmada dikkate alınan unsurlar değildir. Kuzey Denizi Davaları<br />
kararında açıkça belirtildiği gibi, dikkate alınacak coğrafî şekiller, bölgenin coğrafi<br />
yapısı çerçevesinde önemsiz sayılmayacak unsurlar olmalıdır. 47 Kıbrıs Adası ve<br />
42<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Kanada - Fransa Davası Kararı”nda, Mahkeme, kıyıların<br />
birbirlerinin projeksiyonunu dik ya da çapraz görmeleri durumunda bu kıyıların ilgili kıyılar olacağını<br />
belirtmiştir. Bu kararda Mahkeme, Kanada’nın bazı kıyılarını, sınırlandırma bölgesine hiç bakmadıkları<br />
için hesaplamaların dışında bırakmıştır”.<br />
43<br />
Yukarıda belirtildiği gibi bu hesaplama, İskenderun Körfezi’nin ağzının, uzunluğu yaklaşık 23,5 Deniz<br />
Mili (44 km) olan bir düz çizgi ile kapatılması ile yapılmaktadır. Türkiye’nin bütün Akdeniz kıyı<br />
uzunluğunun, Kadırga Burnu’ndan Türkiye-Suriye kara sınırına kadar 1,665,321 km olduğu<br />
hesaplanmaktadır.<br />
44<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Kanada - ABD Davası Kararı”nda mahkeme, ABD’nin<br />
ilgili kıyı uzunluğunun 284 mil olduğunu ve Kanada kıyılarının ise 206 mil uzunluğunda olduğunu tespit<br />
etmiştir. Aradaki 78 millik farkın ABD kıyılarının, Kanada kıyılarına oranla 1.38 daha fazla olduğunu ve<br />
bunun da sınırlandırma çizgisi üzerine yansıtılması gerektiğini kararlaştırmıştır”.<br />
45<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. İngiltere - Fransa Davası Kararı”, “U.A.D. Libya - Malta<br />
Davası Kararı”, “U.A.D. Kanada - ABD Davası Kararı”, “U.A.D. Gine - Gine Bissau Davası Kararı”.<br />
46<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Kanada - ABD Davası Kararı”, “U.A.D. İngiltere-Fransa<br />
Davası Kararı”.<br />
47<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Kuzey Denizi Davaları Kararı”, “U.A.D. İngiltere-Fransa
569<br />
Türkiye arasında karşılıklı sınırın belirlenmesinde etkisi sınırlanacak veya eşit<br />
uzaklık yada başkaca bir sınırlandırma çizgisinden sapılarak ayrıca etki verilmesi<br />
gerekecek bir coğrafi unsur göze çarpmamaktadır.<br />
Coğrafya Dışı Unsurların Etkileri<br />
Sınırlandırmanın hakkaniyet prensipleri temelinde ve hakça bir çözüm bulmak<br />
maksadı ile yapılmasının bir gereği olarak, coğrafya dışı ilgili faktörlerin de dikkate<br />
alınması gerekmektedir. Türkiye ve Kıbrıs Adası arasındaki sınırlandırmada dikkate<br />
alınması gereken coğrafya dışı bir unsur Kıbrıs’ın bir başka ülkeye bağlı bir ada<br />
olmaktan ziyade, üzerinde KKTC ve GKRY’nin bulunduğu bir ada devleti olması<br />
olabilir.<br />
Kıbrıs Adası’nın bu niteliği dikkate alındığında sorulması gereken soru Kıbrıs<br />
Adası’nın deniz yetki alanlarının Türkiye karşısında 1.5 oranında sınırlanması<br />
hakça bir çözüm olup olmayacağıdır?<br />
Tipik bir örnek Libya ile Malta arasındaki sınırlandırma davası olabilir. Malta,<br />
Libya karşısında nispeten küçük bir ada olmasının, birçok sınırlandırma örneğinde<br />
adalara sınırlı etki verilmesinden dolayı kendisine de sınırlı etki verilmesinin hukuken<br />
doğru olmayacağını iddia etmiştir. Malta’ya göre başka bir ülkeye bağlı ada ile<br />
bir ada devleti arasında sınırlandırma açısında bir fark vardır. Libya ise, bu ikisi<br />
arasında bir fark olmadığını ve Malta’nın MEB alanının kısıtlanması gerektiğini<br />
iddia etmiştir.<br />
UAD’na göre, sınırlandırma açısından bir “ada devleti” statüsü yoktur ancak, şayet<br />
Malta başka bir ülkeye ait bir ada olsa idi, taraflar arasındaki coğrafi ilişki daha<br />
farklı olacaktı. Aslında Mahkeme’nin ima ettiği şeyin, farkı yaratan asıl unsurun<br />
ada devleti olma değil, bu adanın bölgedeki bir başka devlete ait olması durumunda<br />
sınırlandırmaya konu olacak başka bölgelerin de işin içine girmesidir. 48<br />
Her ne kadar Kıbrıs, Malta’ya nispeten daha büyük bir ada olsa da Kıbrıs için de<br />
durum oldukça benzerdir. Kıbrıs’ın bir ada devleti olması onun, bir başka devletin<br />
adası olması durumundaki kadar etkisinin sınırlandırılmamasını gerektiren coğrafya<br />
dışı bir unsur olmalıdır.<br />
Kıbrıs Adası’nın sahip olduğu bu özelliği nedeni ile, yukarıda önerilen 1.5 oranındaki<br />
kısıtlamanın azaltılması düşünülse bile, yine de bu önemli bir azaltma olmamalıdır.<br />
Türkiye’ye kuzey kesimde 1.5 oranında daha fazla deniz alanı veriliyor<br />
olmasının, bölgenin genel coğrafi şartları çerçevesinde düşünüldüğünde hakkaniyeti<br />
Davası Kararı”, “U.A.D. Gine-Gine Bissau Davası Kararı”, ayrıca “U.A.D. Katar - Bahreyn Davası<br />
Kararı”nda mahkeme, iki ülkenin kuzey kıyılarının uzunluk ve şekil açısından benzer olduğunu belirtmiş<br />
ve sadece Bahreyn kıyısında Fasht al Jarim’in denize doğru bir çıkıntı olduğunu ama bunun da bölgenin<br />
coğrafi çerçevesinde önemsiz bir unsur olduğundan ihmal edilmesi gerektiğini belirtmiştir”.<br />
48 www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Libya - Malta Davası Kararı”.
570<br />
büyük oranda bozan bir durum olduğunu kabul etmek zordur. Sonuç olarak, eşit<br />
uzaklık çizgisi ile 1.5 oranında Kıbrıs’a doğru kaydırılmış sınır arasındaki alanı eşit<br />
bölen çizginin, muhtemel sınır olması gerektiği, uluslararası yargı kararları temelinde<br />
öne sürülebilir. 49 Bu da, eşit uzaklık çizgisinin Kıbrıs Adası’na 1.25 oranında<br />
kaydırılmış şeklinin Türkiye ve Kıbrıs Adası arasındaki sınırı oluşturacağı manasına<br />
gelmektedir.<br />
Coğrafi faktörler dışında dikkate alınması gereken faktörlerden birisinin de bölgede<br />
varlığı bilinen doğal kaynaklar olduğunu daha önce belirtmiştik. Canlı doğal kaynaklar<br />
açısından Akdeniz’in genel olarak zengin bir deniz olmadığı ortaya çıkmaktadır.<br />
Mineral doğal kaynaklar ve özellikle petrol ve gaz rezervleri açısından değerlendirildiğinde<br />
ise ortada somut veriler yoktur. Her ne kadar basında Kıbrıs<br />
Adası etrafında petrol ve gaz yataklarının olduğuna dair iddialar yer almış ise de,<br />
veriler daha çok Kıbrıs Adası’nın güneyine ilişkindir. 50<br />
Yukarıda önerilen sınırın doğal kaynaklar açısından değerlendirildiğinde, her iki<br />
taraf açısından da önemli zarara yol açan (catastrophic) bir sınırlandırma olmadığı<br />
belirtilebilir. 51 Kıbrıs üzerinde yaşayan nüfus miktarı dikkate alındığında da, Kıbrıs’a<br />
tahsis edilen bu deniz alanlarının Türkiye’ye oranla azlığının hakça olmayan<br />
bir durum yarattığını söylemek pek mümkün gözükmemektedir. Bu gün Kıbrıs<br />
üzerinde yaşayan toplam nüfusun ancak 1 milyon civarında olduğu ve Türkiye’nin<br />
ilgili kıyıları üzerinde yaşayan nüfusun çok daha fazla olduğu hatırlanınca çözümün<br />
bu açıdan da hakça olduğu kabul edilmelidir.<br />
5.2. Kıbrıs’ın Batısında Sınırlandırma: Türkiye, Kıbrıs, Yunanistan ve Mısır<br />
Coğrafi Unsurlar Çerçevesinde Sınırlandırma<br />
Daha önce belirtildiği gibi, sınırlandırma alanlarının, temel coğrafi özelliklerindeki<br />
farklılıklar nedeni ile alt bölgelere ayrılması sınırlandırma hukuku uygulamalarında<br />
sıkça görülen bir durumdur. Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’ın batı kesiminde, bir<br />
başka deyimle Kıbrıs kıyısı üzerindeki Arnauti (Akamas) Burnu’nun batısında kalan<br />
kesimde sınırlandırma oldukça farklı coğrafi faktörlerin etkisi altındadır.<br />
Öncelikle, bölgedeki sınırlandırmanın tarafları sadece Türkiye ve Kıbrıs Adası<br />
değil, bölgedeki adaları nedeni ile Yunanistan ve karşı kıyı olarak da Mısır dır.<br />
Yunanistan, Meis Adası ve etrafındaki adacıklarla, Rodos, Kerpe (Karpathos),<br />
Çoban ve Girit adalarından dolayı bölgedeki deniz alanları sınırlandırmasına taraf<br />
49<br />
Benzeri bir uygulama için, bakınız www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Danimarka – Norveç<br />
Davası Kararı”.<br />
50<br />
Başeren, ‘Doğu Akdeniz....”, s. 104.<br />
51<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Kanada - ABD Davası Kararı” ve “U.A.D. Danimarka -<br />
Norveç Davası Kararı”nda Mahkeme, sınırın doğal kaynaklar açısından “catastrophic” etkisi olmadıkça<br />
adil sayılması gerektiğini belirtmiştir.
571<br />
durumdadır. Mısır ise, anakarasının Türkiye’nin Akdeniz kıyıları ile tam karşıt<br />
olması ve aradaki mesafenin iki ülkenin teorik olarak toplam kıta sahanlığı ve/veya<br />
M.E.B. genişliği olan 400 milden daha düşük olması nedeni ile bölgedeki sınırlandırmaya<br />
taraf durumdadır. 52<br />
Bölgenin coğrafi niteliklerine ilişkin ikinci özellik, Türkiye ile Kıbrıs Adası’nın<br />
kıyılarının ilişkisidir. Herhangi iki ülkenin kıyılarının genel olarak birbirleri ile<br />
coğrafi ilişkileri “karşıt” ya da “yandaş” olmaktadır. Ancak, kıyı ilişkisinin tam<br />
olarak karşıtlık ya da yandaşlık olduğunu söylemenin zor olduğu durumlar da mevcuttur.<br />
Kastedilen kıyı ilişkisi durumu, tarafların kıyılarının birbirlerine çapraz<br />
konumlandıkları durumlardır ve buna literatürde “yandaşlık bezeri konum” (quasiadjacency)<br />
da denmektedir. Kıbrıs ile Türkiye’nin, Kıbrıs’ın batısındaki kıyı ilişkisi<br />
bu niteliktedir. Öte yandan Yunanistan ile olan coğrafi ilişki ise nispeten küçük bir<br />
bölge hariç yine çapraz bir nitelik göstermektedir. Mısır ile olan coğrafi ilişki ise<br />
açık bir biçimde karşıt konumdur.<br />
Kıbrıs Adasının batı kesiminde olan sınırlandırmaya da kuzey kesimdeki sınırlandırmaya<br />
hakim olan hakkaniyet prensipleri hakim olmalıdır. Türkiye kıyıları üzerinde<br />
Antalya Körfezi’nin ağzının düz esas çizgi ile kapatılmadığı varsayıldığında,<br />
iki tarafın kıyılarının genel nitelikleri çerçevesinde başlangıç olarak sınırın eşit<br />
uzaklık olması gerektiği iddia edilebilir. Zira, eşit uzaklık çizgisini hakkaniyete<br />
aykırı kılacak bir kıyı formasyonu göze çarpmamaktadır. Ancak, bu eşit uzaklık<br />
çizgisinin, Yunanistan’ın bölgedeki adalarının etkisi hesaba katılmadan oluşturulması<br />
gerektiği ifade edilmelidir. Aşağıda inceleneceği gibi, söz konusu adalara<br />
önerilebilecek deniz alanları çevreleme metodu ile olabilir ve çevreleme yöntemi<br />
eşit uzaklık sınırı dışında değerlendirilmesi gereken bir durumdur.<br />
İki tarafın kıyı ilişkilerinin çapraz bir nitelik göstermesi, yine de eşit uzaklık sınırının<br />
nasıl bir şekil alacağına ilişkin bir tereddüt yaratmaktadır. Sınırın, kuzey kesiminde<br />
önerdiğimiz sınırın bir devamı olması gerektiği açıktır. Bu kesimde de, başlangıç<br />
sınırı olarak belirlenecek sınır eşit uzaklık çizgisini takip edecektir. Sınırın<br />
yönü ise, kuzeyde belirlediğimiz sınırın bittiği noktadan başlayarak batıya doğru<br />
devam edecek ancak, bölgedeki Türk kıyılarının etkisi ile yönünü kuzey-batı istikametine<br />
çevirerek Türkiye-Mısır arasında belirlenecek deniz sınırına kadar devam<br />
edecektir.<br />
Belirtilen sınırın hakkaniyete uygun olmayacağını gösteren coğrafi unsur, yine bu<br />
bölgede de kıyı uzunlukları arasındaki belirgin farktır. Farkın ne kadar olduğunun<br />
hesaplanmasında yaşanacak bir sorun yine ilgili kıyının ne olduğunun saptanmasıdır.<br />
Ancak, ilgili kıyıların belirlenmesi ve kıyı uzunluklarının hesaplanmasına ilişkin<br />
yaklaşımın ne olması gerektiğini kuzey kesimi ele aldığımız yukarıdaki incele-<br />
52 İki taraf arasındaki mesafe, en uzun olduğu noktada yaklaşık 551 km (yakl. 324 mil) dir.
572<br />
mede belirtmiştik. İlgili kıyıları seçerken, ilgili ülke ayrımından ziyade, ülkenin<br />
kıyılarının sınırlandırmaya konu bölgeyi ve diğer tarafın kıyılarının deniz uzantılarını<br />
çapraz da olsa görmesi esas alınmalıdır. Kıbrıs Adası’nın batı kesimindeki<br />
sınırlandırmada, karşı taraf hangi ülke olursa olsun Türkiye’nin sınırlandırma bölgesini<br />
gören ilgili kıyıları Antalya-Gazipaşa açıklarından Dalaman Çayı ağzına<br />
kadar ki kıyı şerididir. Yine kıyı üzerinde çizilen düz esas hatlar üzerinden yapılan<br />
bir hesaplama ile, Türkiye’nin bu bölgedeki kıyı uzunluğunun yaklaşık olarak 410<br />
km olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Öte yandan, Kıbrıs Adası’nın ise, bu bölgedeki<br />
sınırlandırma alanına bakan kıyı uzunluğunun ise oldukça küçük olduğu görülmektedir.<br />
Bu bölgede Kıbrıs Adası’nın kıyı uzunluğu yaklaşık 48 km.’dir.<br />
Ölçümlerin ifade ettiği şey, iki tarafın sınırlandırmaya konu bölgeye bakan kıyılarının<br />
uzunlukları arasındaki farkın 362 km olduğu ve Türkiye’nin bölgedeki kıyılarının<br />
Kıbrıs Adası’nın kıyılarından 8,5 oranında daha uzun olduğudur. Genel olarak<br />
ifade edildiğinde kıyı uzunlukları arasındaki oran, başlangıç kabul edilen eşit uzaklık<br />
sınırının 8,5 oranında GKRY’ne doğru kaydırılmasını gerektirmektedir.<br />
Sınırın konumu eşit uzaklık ya da başka bir konum da olsa, sınırın bölgenin güney<br />
batı kesiminde hangi noktaya kadar gideceği meselesi temelde Türkiye ve Mısır<br />
arasındaki sınırlandırmanın sonucu ile ilgili olacaktır. Bu noktada, Kıbrıs Rum<br />
Kesimi ile Mısır’ın 17 Şubat 2003 tarihli M.E.B. sınırlandırma antlaşması önem arz<br />
etmektedir. Antlaşma, iki taraf arasındaki sınırı “eşit uzaklık prensibi” temelinde<br />
oluşturmuştur. Söz konusu Antlaşma ile oluşturulan ve koordinatları Antlaşma’da<br />
verilmiş olan sınırın özellikle batı kesimi potansiyel olarak Türkiye’ye ait olabilecek<br />
deniz alanlarını da kapsadığından Türkiye bu Antlaşma’ya resmen itiraz etmiştir.<br />
Öncelikle, GKRY ve Mısır arasındaki bu antlaşmanın “eşit uzaklık” metodunu<br />
uygulayarak sınırı belirlemiş olması, Kıbrıs ve Türkiye arasındaki sınırın da eşit<br />
uzaklık metodu ile belirlenmesini gerektirmez. Yukarıda, ilgili kısımda belirttiğimiz<br />
gibi taraflar sınırlandırmayı aralarındaki bir antlaşma ile diledikleri metodu uygulayarak<br />
yapabilirler. Devletlerarası uygulamada devletler çoğu kez iyi komşuluk<br />
münasebetlerini geliştirmek için, ilgili uluslararası hukuk kurallarının kendisine<br />
tanıdığı bazı hakların daha azını veren çözüm yöntemlerini kabul etmektedirler. 53<br />
Ancak bu tür münferit çözümler başka devletlerle olan meselelerin çözümünde de<br />
aynen uygulanacak bir örneği oluşturmayacaktır. Üstelik söz konusu Antlaşma, her<br />
iki ülkenin de M.E.B. alanlarına uzanan bir doğal kaynak tespit edilmesi durumunda,<br />
kaynakların ortak işletileceğini belirterek, daha adil bir sınırlandırmaya açık<br />
kapı bırakmıştır. 54<br />
53 B.H. Oxman, ‘Political, Strategic, and Historic Considerations.’ içinde, Charney ve Alexander.<br />
International..., ss. 3-41. den Başeren, s. 34.<br />
54 1982 B.M.D.H.S., Madde 2.
573<br />
İkinci olarak, bölgenin coğrafi şartları dikkate alındığında Türkiye ile Mısır arasındaki<br />
sınırlandırma çizgisinin eşit uzaklık sınırı dışında bir sınır olmasını gerektiren<br />
bir unsur bulunmamaktadır. Karşılıklı kıyılar arasında kıyı şekillerinin benzer ve<br />
kıyı uzunluklarının yakın olduğu bir durumda, bu coğrafi unsurlar temelinde hakça<br />
sınırlandırma eşit uzaklık metodunun uygulanması ile olacaktır. 55 Öte yandan, iki<br />
ülkenin sınırlandırmaya konu bölgeye ilişkin kıyılarının da bu aşamada dikkate<br />
alınması gerekmektedir.<br />
Mısır’ın, konumuzu oluşturan bölgeye bakan kıyılarının uzunluğunun ise, toplam<br />
uzunluğuna göre daha sınırlı kaldığı söylenebilir. Zira, Mısır’ın kıyılarının tamamı,<br />
genel olarak doğu-batı istikametinde yatay bir biçimde uzanırken, sadece Hekma<br />
Burnu ile Port Said arasındaki kesim Türkiye ile ilgili sınırlandırma bölgesine veya<br />
Türkiye’nin kıyılarının projeksiyonuna bakmaktadır. Diğer kesimler, başka sınırlandırma<br />
alanlarını görmektedir ve bu sınırlandırmanın taraflar da başka ülkelerdir.<br />
Sonuç olarak, iki taraf kıyılarında da dikkate alınacak konum ve büyüklükte adalar<br />
da mevcut olmadığından, Türkiye ile Mısır arasıda deniz yetki alanlarını ayıran<br />
sınırın iki taraf arasında eşit uzaklık sınırından farklı bir sınır olmasına gerektiren<br />
coğrafi unsurlar mevcut değildir.<br />
Bölgede, coğrafi faktörler temelinde oluşturulup değerlendirilmesi gereken bir<br />
başka sınırlandırma Yunanistan’ın bölgedeki adaları ile ilgili olanıdır. Yukarıda,<br />
adaların sınırlandırmadaki rollerinin nasıl değerlendirildiğini ve bu çerçevede coğrafi<br />
konumlarının, büyüklüklerinin ve sosyo-ekonomik niteliklerinin belirleyici<br />
olduğunu belirtmiştik. Yunanistan’ın bölgeye projeksiyonu olan Girit, Rodos,<br />
Kerpe (Karpathos), Çoban (Kasos) ve Meis adalarının coğrafi konumlarının “yanlış<br />
taraftaki adalar” olarak nitelendirilmesi gerekmektedir. Bu durumun, onların elde<br />
edeceği deniz alanlarının aleyhine işleyen bir unsur olduğunu belirtmiştik. Zira,<br />
aslında bu bölgedeki sınırlandırma da Türkiye ile bu adalar arasında değil, Türkiye<br />
ile Yunanistan arasındadır. Bu çerçevede, sınırı asıl belirleyecek olan şey iki ülkenin<br />
anakara coğrafyasıdır.<br />
Anakaraların gerektirdiği deniz sınırı içerisinde, yanlış tarafta konumlanmış bu<br />
adalara belirli bir deniz alanı verilecekse dahi uygulanacak metodun “çevreleme<br />
metodu” olması gerekir. Yani, anakaralar dikkate alınarak oluşturulan sınırdan<br />
bağımsız olarak, bu adalara etraflarında bir miktar deniz alanı verilebilir ya da<br />
tümden ihmal edilebilir. Bu alanın genişliğinin ne olacağı ise, adaların büyüklüğü<br />
ve sosyo-ekonomik özellikleri ile ilgilidir.<br />
Hakkaniyet prensipleri çerçevesinde düşünüldüğünde, Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs<br />
Adası’nın batısındaki bölgede belirtilen Yunan adalarına önemli miktarda bir deniz<br />
alanı verilmemesi gerekir. Her ne kadar bu adalarda Girit ve Rodos nispeten büyük<br />
55 www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Kuzey Denizi Davaları Kararı”.
574<br />
adalar sayılabilirse de, özellikle Girit Adası’nın asıl projeksiyonu Mısır ve Libya<br />
yönündedir ve sadece 33,5 km uzunluğunda bir kıyısı konumuzu oluşturan bölgeye<br />
bakmaktadır. Rodos Adası’nın, güneydoğuya doğru, Türkiye’nin güneye doğru<br />
uzanacak deniz alanlarını kapatmayacak derecede sınırlı bir etki sahibi olması hakça<br />
sayılabilir.<br />
Meis Adası’nın ise, hem konumu hem hacim olarak oldukça küçük olması 56 nedenleri<br />
ile deniz yetki alanların sınırlandırılmasında tümden ihmal edilmesi gerekirken,<br />
bu ada ile Türkiye kıyıları arasındaki karasuları sınırlandırmasının 4 Ocak<br />
1932 tarihinde İtalya ile yapılan Antlaşma 57 ile belirlendiğini hatırlamak gerekir. Bu<br />
Antlaşma’nın 5. Maddesi Meis Adası ve etrafındaki adalarla Türkiye kıyıları arasında<br />
karasuları sınırlandırmasını düzenlemiştir.<br />
Coğrafya Dışı Unsurların Etkileri<br />
Kıbrıs’ın batısında sınırlandırma çizgisinin kıyı uzunlukları arasındaki fark temelinde<br />
8,5 oranında GKRY’ye doğru kaydırılması hakça bir sınırlandırma olacak<br />
mıdır? Bu soru, öncelikle Kıbrıs’ın bir başka ülkenin adası değil de üzerinde devlet<br />
olan bir ada olmasından kaynaklanmaktadır. Yukarıda belirttiğimiz gibi U.A.D.,<br />
sınırlandırma açısından bir “ada devleti” statüsü olmadığını belirtmiştir. Ancak,<br />
Kıbrıs’ın bölgedeki devletlerden birisinin adası değil de bir ada devleti olmuş olması<br />
sınırlandırma çerçevesinde taraflar arasındaki coğrafi ilişkiyi değiştirmektedir.<br />
Kıbrıs Adası’nın başka bir ülkeye bağlı ada olmamasının sonucu olarak, eşit uzaklık<br />
çizgisi ile, bu çizginin 8,5 oranında GKRY’ye doğru kaydırılmış konumu arasındaki<br />
deniz alanını iki eşit parçaya bölen çizgi olması hakkaniyete uygun bir sınırlandırma<br />
olacaktır. Zira, hem Jan Mayen Davası kararında hem de Libya-Malta Davası<br />
kararında U.A.D., iki tarafın, ilgili hukuk kuralları temelinde isteyebilecekleri maksimum<br />
alanlar arasında bir denge kurma yolunu seçmiş gözükmektedir. 58 Bu da<br />
Kıbrıs Adası’nın batı kesiminde iki taraf arasındaki eşit uzaklık çizgisinin yaklaşık<br />
1’e 4 oranında GKRY’ye kaydırılması anlamına gelmektedir. Bir başka deyişle<br />
Türkiye, bu bölgede GKRY’den 4 kat daha fazla deniz yetki alanına sahip olabilecektir.<br />
Genel olarak değerlendirildiğinde, coğrafi unsurlar ve Kıbrıs Adası’nın siyasi statüsü<br />
çerçevesinde önerilen sınırın bölgenin canlı ve cansız doğal kaynakları, nüfusu,<br />
tarihi hakların bulunup bulunmadığı ve jeolojik ve jeomorfolojik özellikleri temelinde<br />
de hakça bir sınırlandırmayı ifade ettiği söylenebilir. Yani önerilen sınır, bu<br />
56 Meis Adası’nın yüzölçümü sadece 9 km 2 , bütün kıyı uzunluğu is 20 km civarındadır. Dolayısı ile<br />
konumuzu oluşturan bölgeye bakan kıyı uzunluğu oldukça küçüktür.<br />
57 www.un.org, 15 Mart 2007, “Agreement between Italy and Turkey of 4 January 1932. 138 LNTS,<br />
(1933), s. 243-249. Antlaşma Milletler Cemiyeti’ne 24 Mayıs 1933 ve 3191 kayıt numarası ile<br />
kaydedilmiştir”.<br />
58 www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Danimarka – Norveç Davası Kararı”.
575<br />
nitelikler açısından tarafların çıkarları üzerinde yıkıcı sonuçlar doğurmamaktadır.<br />
Bir başka deyişle Kıbrıs’ın kuzey kesimindeki sınırlandırma çerçevesinde yaptığımız<br />
değerlendirmeler bu bölge için de geçerlidir. Zira her şeyden önce bu bölgede<br />
de canlı doğal kaynaklar nispeten fakirdir ve mineral kaynakların varlığı ve konumu<br />
üzerine de kesin veriler yoktur. Son olarak, bölgedeki Yunan adalarının sosyoekonomik<br />
durumlarının da, kendilerine tanınması önerilen sınırlı deniz yetki alanlarının<br />
hakça olmadığını gösterir özellikler taşımadığı da vurgulanmalıdır.<br />
5.3. Türkiye-Suriye Deniz Yan Sınırı<br />
Türkiye ile Suriye arasındaki deniz yan sınırının belirlenmesi sadece kıta sahanlığı<br />
ve M.E.B. alanlarının değil aynı zamanda karasularının da sınırlandırılmasını konu<br />
almaktadır. Herhangi bir deniz alanları sınırlandırma sürecinde olduğu gibi hem<br />
karasuları hem de deniz yetki alanlarını ayıracak sınırın öncelikle coğrafi unsurlar<br />
temelinde bir değerlendirilmesi yapılacaktır. Daha sonra, kıyı şekiller ve kıyı uzunlukları<br />
temelinde sınırın konumu genel olarak oluşturulduktan sonra diğer faktörler<br />
temelinde de bu sınırın hakkaniyet prensipleri temelinde hakça bir çözüm<br />
olup olmadığı belirlenecektir.<br />
Coğrafi Unsurlar Çerçevesinde Sınırlandırma<br />
Coğrafi unsurlar temelinde değerlendirildiğinde, kıyı şekilleri benzer ve kıyı uzunlukları<br />
yaklaşık iki devlet arasındaki sınırın eşit uzaklık sınırının coğrafi unsurlar<br />
temelinde hakça sınır olacağı açıktır. Genel olarak, hakkaniyet gereği, bölgede<br />
dikkate alınacak başkaca önemli coğrafi unsur bulunmuyorsa, karasuları yan sınırı,<br />
kıyının genel doğrultusuna dik (perpendicular) yani eşit uzaklık sınırı olmalıdır. 59<br />
Kıyı genel doğrultusuna dik sınırın tespitinde kıyılar üzerindeki nispeten küçük<br />
(minor) coğrafi unsurların ihmal edilmesi gerekmektedir. Kuzey Denizi Davaları<br />
kararında açıkça belirtildiği gibi, dikkate alınacak coğrafî şekiller, bölgenin coğrafi<br />
yapısı çerçevesinde önemsiz sayılmayacak unsurlar olmalıdır. 60<br />
Türkiye ile Suriye arasındaki kıyı uzunlukları değerlendirildiğinde, Türkiye’nin<br />
Mersin açıklarına kadarki kıyı şeridinin ilgili bölgeye projeksiyonu olan, yani sınırlandırmada<br />
dikkate alınması gereken kıyı şeridi olduğu kabul edilmelidir. 61 Bu<br />
çerçevede tarafların kıyı uzunluklarının birbirlerine yaklaşık olduğu görülmektedir.<br />
59 Devletlerarası uygulama örneklerinde de kıyıların yandaş olduğu durumlarda, şayet kıyı uzunlukları<br />
yakın ve şekiller benzerse eşit uzaklık veya kıyının genel doğrultusuna dik (perpendicular) bir çizginin<br />
sınır kabul edilmesi yaygındır. Brezilya-Uruguay (1972), Kanada-Danimarka (Greenland) (1973),<br />
Japonya-Güney Kore (1974), Kolombiya-Dominik Cumhuriyeti (1978), Türkiye-Sovyetler Birliği (1978,<br />
1987), Brezilya-Fransa (Fransız Guyanası) (1981) ve Kosta Rika-Panama (1980) antlaşmaları birçok<br />
örnekten bazılarıdır. Yargı kararları örnekleri ise “U.A.D. Kanada - ABD Davası Kararı”, “U.A.D. Gine-<br />
Gine Bissau Davası Kararı”, “U.A.D. Tunus – Libya Davası Kararı”.<br />
60 www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Kuzey Denizi Davaları Kararı”.<br />
61 www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Danimarka – Norveç Davası Kararı”nda mahkeme,
576<br />
Akdeniz’in doğu kıyılarının genel doğrultusu kuzey-güney doğrultusudur. Ancak,<br />
bu doğrultu dikkate alındığında Türkiye kıyıları üzerinde denize doğru bir kara<br />
çıkıntısı mevcuttur. Bu çıkıntı, Türk kıyıları üzerinde, Türkiye-Suriye kara sınırının<br />
denizle birleştiği noktadan kuzeye doğru Akıncı (Hınzır) Burnu’na kadar uzanan<br />
kara parçasıdır. Zira, Türkiye-Suriye kara sınırının denizle birleştiği noktadan kuzeye<br />
doğru Akıncı Burnu’na kadar olan bölgede kıyı doğrultusu sürekli denize<br />
doğru bir girinti yapmaktadır ki bu deniz yan sınırı üzerinde önemli bir etki yaratacak<br />
bir projeksiyon üretmektedir. 62<br />
Suriye kıyısı üzerinde ise Basit Burnu ve onun güney kesimindeki çıkıntının sınırlandırmada<br />
belirli bir oranda dikkate alınması uygun olacaktır. 63<br />
Bütün bu veriler bir arada değerlendirildiğinde, 12 mil uzunluğunda olacak karasuları<br />
yan sınırının kıyıya dik olması kabul edilebilir. Ancak, aynı şey kıta sahanlığı<br />
ve M.E.B. yan sınırı için söylenemez. 12 mil uzunluğundaki karasuları sınırının<br />
bittiği noktadan itibaren sınırın bir miktar güney-batı doğrultusunda, yani Türkiye’ye<br />
bir miktar daha fazla deniz alanı bırakacak şekilde konumlanması uygun<br />
olacaktır. 64<br />
Bunun tam olarak ne kadar bir kayma gerektirdiği ise başka şartların da dikkate<br />
alınması ile ortaya konmalıdır. Önerilen sınırın konumunu belirginleştirecek bir<br />
coğrafi unsur, Türkiye’nin Suriye ile olan kara sınırından Mersin açıklarına kadar<br />
olan kıyı bölgesidir. Türkiye’nin Mersin açıkları ile İskenderun Körfezi arasındaki<br />
kıyı şeridinin bir referans noktası olabileceği kabul edilebilir. 65<br />
Son olarak, Türkiye-Suriye-KKTC arasında bir birleşim noktası belirlenmesi gerekmektedir.<br />
KKTC’nin Suriye’ye karşı kıyı uzunlukları bazında daha az bir deniz<br />
alanına sahip olacağı kabul edilirse bu noktanın eşit uzaklığa göre KKTC’ye daha<br />
yakın bir konumda olacağı düşünülebilir.<br />
Danimarka’nın Grönland Adası’nın ilgili kıyılarını tespit ederken sadece karşı taraf olan İzlanda’nın Jan<br />
Mayen Adası’na bakan kıyısını değil, sınırlandırma alanını gören bütün kıyılarını hesaba katmıştır.<br />
62 Devletlerarası uygulama örneklerinde kıyıların yandaş olduğu durumlarda şayet kıyıların şekilleri<br />
birbirlerinden farklı ise sonuç eşit uzaklıktan farklı olabilmektedir. Federal Almanya-Hollanda (1971),<br />
Danimarka-Demokratik Almanya (1988), Kolombiya-Panama (1976) ve Fransa-İspanya (1974)<br />
antlaşmaları bazı örnekleri oluşturmaktadır. “U.A.D. Kanada – ABD Davası Kararı” da yargı<br />
kararlarından bir örnek olarak verilebilir.<br />
63 Devletlerarası uygulamada bu türden unsurların, aşırı etkilerini sınırlamak için ihmal edildiği veya<br />
kısmi etki tanındığı örnekler mevcuttur. Gambiya-Senegal Antlaşması (1975) Atlantik Okyanusu’nda<br />
yan sınır belirlenmesini konu almıştır ve söz konusu deniz alanı oldukça geniş olmasına rağmen sınır<br />
Senegal’in Vert Burnu ve Manvel Burnu’nun etkilerini neredeyse tamamen ihmal etmiştir. Bu alanda<br />
özellikle Manvel Burnu genel coğrafi görünüm içerisinde önemsiz bir konum ve büyüklüğe sahip<br />
gözükmektedir. Yine aynı deniz alanına ilişkin olan Cape Verde-Senegal Antlaşmasında (1993),<br />
adalardan oluşan Cape Verde karşısında Senegal’in Vert Burnu’nun etkisi sınırlandırılmıştır. Ayrıca,<br />
“U.A.D. Kuzey Denizi Davaları Kararı” da yargı kararlarından bir örnek olarak verilebilir.<br />
64 Başeren, a.g.m., s.35. vd.<br />
65 Bu çerçevede benzeri bir durum “U.A.D. Kanada – ABD Davası”nda gündeme gelmiştir ve kararda<br />
Mahkeme bölgeye bakan kıyıları esas alarak eşit uzaklık sınırında bazı düzeltmeler yapmıştır.
Coğrafya Dışı Unsurların Etkileri<br />
577<br />
Güvenlik ve ulaşım unsurları, karasuları kavramı ile ilk ortaya çıkışından beri<br />
doğrudan alakalı unsurlar olmuş 66 bu nedenle de karasuları sınırlandırmasının<br />
hakkaniyet prensipleri çerçevesinde değerlendirilmesi özellikle bu unsurların dikkate<br />
alınmasını gerektirmiştir.<br />
Güvenlik unsuru açısından, bir karasuları sınırının belirli bir ülke için hakça sayılmaması<br />
ancak bu sınırın o ülkenin kıyılarına oldukça yakın konumlanması durumunda<br />
söz konusu olacaktır. 67 Türkiye-Suriye karasuları yan sınırının kıyıya dik bir<br />
sınır olması gerektiğini hatırladığımızda güvenlik açısından hakça olmayan bir<br />
durum yaratmayacaktır. Sınır, her iki ülkenin de kıyılarına yakın konumlanmamakta<br />
veya kıyılarının önünü kapatmamaktadır.<br />
Önerilen sınır nedeni ile her iki ülkenin de deniz ulaşımlarını birbirlerinin karasularından<br />
yapmak durumunda kalmaları gibi bir durumun oluşmaması, ulaşım unsuru<br />
açısından hakça olmayan bir durumun olmadığını gösterir. Sınır, Suriye’nin limanlarından<br />
çıkan veya limanlarına yönelmiş gemilerin Türkiye karasularına girmeden<br />
Kıbrıs’ın kuzeyinden veya güneyinden uluslararası limanlara ulaşabilmesine engel<br />
teşkil etmemektedir.<br />
Kıta sahanlığı ve M.E.B. yan sınırının sosyo-ekonomik unsurlar açısından değerlendirilmesinde<br />
ise öncelikle bölgedeki doğal kaynakların bulunup bulunmadığının<br />
ve bulunması durumunda niteliği ve konumunun değerlendirilmesi gerekir. Akdeniz’in<br />
canlı doğal kaynaklar açısından zengin olmadığını belirtmiştik. Bölgede<br />
mineral doğal kaynakların bulunup bulunmadığına dair bazı araştırmaların olduğu<br />
belirtilmekteyse de kesinleşmiş rezervlerden bahsetmek henüz mümkün değildir.<br />
Öte yandan, toplam olarak 20.2 milyon 68 nüfusa sahip Suriye’nin Akdeniz kıyılarında<br />
yaşayan halkının buradaki canlı doğal kaynaklar üzerinde tarihi haklarının<br />
varlığının iddia edildiğine de tanık olunmamıştır.<br />
Sonuç olarak, karasuları kıta sahanlığı ve MEB alanları için önerilen yan sınırın,<br />
bölgede varlığı bilinen canlı ve mineral kaynaklar açısından iki taraf için de hakkaniyete<br />
aykırı bir sınırlandırma doğurmamaktadır.<br />
4. Sonuç<br />
Doğu Akdeniz, dünyanın en önemli enerji koridoru hâline gelmiş ve birçok asimetrik<br />
risk ve tehdide karşı hassas bir bölge niteliğine bürünmüştür. Bölgede<br />
yaşanan son gelişmeler Doğu Akdeniz'de güvenliği ortaya çıkarmakta ve bu<br />
66<br />
K.D. Lawrence, ‘Military-Legal Considerations in the Extension of Territorial Sea’, Military Law<br />
Review, 1965, s. 65-66.<br />
67<br />
www.icj-cij.org, 23 Haziran 2007, “U.A.D. Libya – Malta Davası Kararı”, “U.A.D. Gine-Gine Bissau<br />
Davası Kararı”.<br />
68<br />
2009 yılı Birleşmiş Milletler rakamları.
578<br />
meyanda Türkiye Cumhuriyeti'nin Doğu Akdeniz'in güvenliğine yönelik konularda<br />
inisiyatifi almasının gerekli ve önemli olduğu değerlendirilmektedir.<br />
Yakın gelecekte, ülke gündemini fazlasıyla meşgul edeceği değerlendirilen<br />
Doğu Akdeniz'deki sorunlar; deniz yetki alanları (kıta sahanlığı, MEB) sınırlandırması,<br />
kıyıdaş devletlerin ve yönetimlerin bölgeye ilişkin tek taraflı fiilî uygulamaları,<br />
Doğu Akdeniz'e kıyıdaş ülkelerin önünde birbirleriyle ilişkili bir sorunlar<br />
dizisi olarak durmaktadır.<br />
Bu kapsamda Türkiye, Doğu Akdeniz'deki deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasında,<br />
"deniz sınırlarının tek taraflı olarak saptanamayacağı ve yapılacak sınırlandırmanın<br />
hakkaniyete uygun bir sonuca ulaşmak üzere gerçekleştirilmesi gerektiği"<br />
ilkesi çerçevesinde bölgesel görüşmeler sonucunda gerçekleştirilecek bir<br />
anlaşma ile konunun çözülmesi gerektiğini savunmalıdır. Burada, Akdeniz'in yarı<br />
kapalı deniz statüsünde olması, Doğu Akdeniz'de yapılacak sınırlandırmada bölgenin<br />
niteliğine uygun olarak ve bütün ilgili durumlar dikkate alınarak, özel<br />
kuralların uygulanmasını gerektirdiği için oldukça önemlidir.<br />
Özellikle, Karadeniz ve Hazar bölgesinde üretilen petrolün Türk Boğazları (İstanbul<br />
Boğazı ve Çanakkale Boğazı) vasıtasıyla ve BTC petrol boru hattı aracılığıyla<br />
dünya piyasalarına taşınması, Doğu Akdeniz'in deniz emniyet ve güvenliğini<br />
ön plana çıkarmaktadır. Yaşanan bu gelişmelere paralel olarak Türkiye Cumhuriyeti,<br />
bir an evvel Doğu Akdeniz'de deniz yetki alanlarını belirlemeli ve yukarıda arz<br />
edilen hususlara ilişkin etkin ve önleyici güvenlik kurallar manzumesini kendi hukuk<br />
sistemine ve siyasi politikalarına dâhil etmelidir.<br />
Unutulmamalıdır ki Türkiye, dünyanın en önemli su yollarından biri olan ve<br />
alternatifi bulunmayan Türk Boğazlarına sahip olup, Doğu Akdeniz'de de çok önemli<br />
su yolu olan Süveyş Kanalı'nı ve Doğu-Batı ve Kuzey-Güney enerji koridorunu<br />
kontrol eder durumdadır. Bu nedenledir ki Türkiye Cumhuriyeti, Doğu<br />
Akdeniz'e ilişkin stratejik ve jeopolitik önceliklerini, deniz emniyet ve güvenliğe<br />
ilişkin önlem ve tedbirlerini yeniden gözden geçirmeye ve bu kapsamda, bir an<br />
evvel Doğu Akdeniz'de deniz yetki alanlarını belirlemeye yönelik siyaset izlemeye<br />
mecburdur. 69<br />
Son yıllarda yaşanan bazı gelişmeler, Doğu Akdeniz’de deniz alanlarının<br />
sınırlarının tespiti meselesini Türkiye’nin gündemine yerleştirmeye başlamıştır.<br />
Deniz alanlarının sınırlandırılması meseleleri, ilgili hukuksal prensipler temelinde<br />
değerlendirilmesi gereken meselelerdir. Sınırlandırma sorunları ister tarafların<br />
aralarında yapacakları müzakereler yolu ile isterse üçüncü bir tarafa havale edilerek<br />
çözülsün, uluslararası deniz hukukunun ilgili kuralları çözümde çok önemli roller<br />
69 Şenay Kaya, “Uluslararası Deniz Hukuku Kapsamında Doğu Akdeniz’in Hukuki Statüsü ve Türkiye<br />
Cumhuriyeti İçin Stratejik Önemi”, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Şubat 2007, sayı:9, ss.48-49.
579<br />
oynamaktadırlar. Deniz alanlarının sınırlandırılmasında daha çok coğrafi unsurlara<br />
öncelik tanıyan hakkaniyet prensipleri, Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi, deniz alanlarının<br />
sınırlandırılması meselesinde özellikle Kıbrıs Adası karşısında daha avantajlı<br />
konuma getirmektedir. Türkiye, Kıbrıs Adası karşısında çok daha uzun bir kıyı<br />
şeridine sahiptir. Öte yandan, coğrafya dışı ilgili faktörler ise Türkiye’nin bu avantajlı<br />
konumunun hakkaniyete uygun olduğunu ayrıca destekler gözükmektedirler. 70<br />
Tüm Kitap İhtiyaçlarınız için<br />
www.tdk.com.tr<br />
Türkiye’nin İnternet Kitapçısı<br />
70 Yücel ACER, “Doğu Akdeniz’de Deniz Alanlarının Sınırlandırılması ve Türkiye”, Dz.K.K.lığı Deniz<br />
Hukuku Sempozyumu, Ankara, 21-22 Haziran 2004, ss.7-10.
580
Giriş<br />
GIDA BİLİMİNDE SON <strong>TEKNOLOJİLER</strong><br />
Prof. Dr. Erdoğan KÜÇÜKÖNER, Dr. Erkan KARACABEY<br />
Süleyman Demirel Üniversitesi, Gıda Mühendisliği Bölümü<br />
581<br />
Dünyamızda insanlığı dehşete düşürecek boyutta açlık ve hayatta kalmak için gerekli<br />
olan minimum gereksinimi karşılama noktasında eksiklikler çekmektedir.<br />
Sayısal değerler bu felaketin boyutlarının ortaya konulmasında ve algılanmasında<br />
önemli bir araçtır. FAO’ nın 2009 yılı verilerine göre dünya üzerinde 1 milyarın<br />
üzerinde insan yetersiz beslenmektedir. Yine FAO’ nun 2005 verilerine göre dünyada<br />
ki çocuk ölümlerinin yarıdan fazlası açlık ve yetersiz beslenmeden kaynaklanmaktadır.<br />
Sayı vermek gerekirse her yıl dünya üzerinde 6 milyon civarında<br />
çocuğumuzu bu nedenle kaybetmekteyiz. Açlık ve yetersiz beslenme yer küremizdeki<br />
en önemli ölüm nedenlerinin başında gelmektedir. Dünya genelinde her 10<br />
ölümün 3 tanesi anneye ait nedenlerden, hamilelik döneminde ortaya çıkan faktörlerden<br />
ve besin eksikliğinden kaynaklanmaktadır (WHO, 2009).<br />
Yine bir başka noktada yetersiz beslenme sonucu oluşan hastalıkların doğurduğu<br />
sonuçlardır. Kroner kalp hastalıkları, felç, nefes darlığı, kroner akciğer hastalıkları,<br />
ishalle neden olan hastalılar, AIDS, tüberküloz, erken doğum, yeni doğan bebeklerde<br />
gelişim bozuklukları beslenme ile ilgili eksiklikler sonucu ortaya çıkan hastalıklardır.<br />
Dünya sağlık örgütüne göre bu hastalıklar dünya üzerinde ölüm nedenleri<br />
listesindeki ilk 10 sıradır. Bu ölüm nedenlerinin büyük kısmı direk yada indirek<br />
olarak besin eksikliğinin, enfeksiyonların, ya da hastalıkların sonucudur. Bu hastalıkların<br />
önünü açan ise insanların bağışıklık sisteminin ve dirençlerinin açlık ve<br />
yetersiz beslenmeden dolayı zayıflamasıdır.<br />
Yetersiz beslenme ve açlık problemi ve insanlık üzerinde etkisi ortadadır. Bu insanlık<br />
düşmanıyla mücadelede dünya üzerinde ki önemli kuruluşlar (UN, WHO,<br />
FAO etc.) ve ülkeler yoğun şekilde çalışmakta, bir yandan açlığın ulaştığı boyutları<br />
ve dünya üzerinde ki adresleri tespit edilmekte, bir yandan da üstesinden gelmek<br />
için mücadele edilmektedir.<br />
Acil çözüm olarak ülkelerin ve Birleşmiş Milletlerin çalışmaları açlık çekilen bölgelere<br />
gıda yardımları götürmek yönündedir. Ancak atasözümüzde de belirtildiği<br />
gibi “taşıma suyla değirmen dönmez”. Ayrıca açlıkla mücadelede uluslar arası<br />
boyutta önemli katkılar sağlanmış olsa bile, mücadele dünya nüfusunda ki hızlı<br />
artıştan, iklim değişikliklerinden, sınırlı gıda kaynaklarından, uygunsuz teknoloji<br />
uygulamalarından dolayı gittikçe zorlaşmaktadır.
582<br />
Buradan yola çıkarak ülkeleri, insanlığı bu mücadelenin içine çekmek, ulusal ve<br />
uluslar arası boyutta her alanda bilgilendirme çalışmaları yapmak ve gerekli eğitimler<br />
düzenlemek elzem olmuştur. Aynı zamanda üretim ve gıda işleme alanlarında<br />
günümüz dünyasında ulaşılan yeni teknolojik gelişmelerin adaptasyonu gerekmektedir.<br />
Bu sayede hem verimlilik artırılmakta hem işleme teknolojileriyle daha<br />
ulaşılmaz noktalara ulaşılmakta hem de daha uzun sürelerde ulaşım ve saklama<br />
imkanları doğmaktadır.<br />
Bu noktada en önemli hususlardan biriside insanların tükettiği gıdaların güvenliğidir.<br />
Gıda güvenliği, üreticilerinde tüketicilerinde ortak paydasıdır. Çünkü ikisinde de<br />
başrol oyuncusu olan insan, hem üretici hem tüketicidir. Bu husus gıda güvenliğinin,<br />
bir yandan üretici olan insan için öte yandan tüketici olarak sağlığını korumak açısından<br />
önemini bir kez daha vurgulamaktadır. Başka bir ifade ile insan beslenmesinin<br />
kaçınılmaz, göz ardı edilemez en temel unsurlarından birisi gıda güvenliği ve bu<br />
hususa bağlı uygulamalardır. Bu aşamada bilim insanlarının gıda üretim teknolojilerinde,<br />
yeni ürün ve üretim teknikleri geliştirmede üretim maliyetlerini düşürmede,<br />
verimliliği artırmada ilerleme kaydederken, gıda güvenliğini ön planda tutması gerekmektedir.<br />
Ayrıca, gıda güvenliğini artırıcı, raf ömrünü uzatıcı ve kalite kriterlerini<br />
en yukarıda tutmaya yönelik çalışmalarda yapmalıdır. Bu amaçla gündemimizi de<br />
meşgul eden yeni teknolojiler ön plana çıkmaktadır. Tabi üzerinde yapılan çalışmalar<br />
bitmemiştir ve hızla devam etmektedir. Çünkü geliştirilen her yeni uygulamanın<br />
adaptasyonu çok uzun bir süreçtir ve bu süreçte teknolojinin ürün üzerinde güvenlik<br />
açısından, kalite açısından ve ekonomik boyutta yarattığı katma değerlerin en iyi<br />
şekilde değerlendirilmesi ve tüm artı ve eksilerin ortaya konması ve sonunda endüstriyel<br />
boyutta uygulanabilirliğinin belirlenmesi gerekir. Tüm bu aşamaları geçen yeni<br />
bir uygulamanın ayrıca hayata geçmesi için kendi pazarını oluşturması gerekir. Burada<br />
en önemli nokta her yenilikte olduğu gibi tüketici açısından bu yeniliğin nasıl<br />
algılandığının belirlenmesi, tüketici algısının olumluya çevrilmesi, tüketicinin bilinçlendirilmesi<br />
ve eğitimidir. Bu amaçla tüketiciye ulaşırken önemli araçlardan faydalanmak<br />
gerekmektedir. Ayrıca standardizasyon ve sertifikasyonda önemli noktalardır.<br />
Özellikle kamuoyunun güvenini kazanmış tüketici ve üreticilerin her ikisinin de kararlarına<br />
inanacağı, kabul edeceği, her iki tarafa da eşit mesafede duran, konusunda<br />
yetkin, standardizasyon ve sertifikasyon çalışmalarının gereklerini eksiksiz ve şüpheye<br />
mahal vermeyecek şekilde gerçekleştirecek kuruluşlarca yürütülen faaliyetler<br />
önemlidir. Bu araçlardan bahsetmeden önce, kısaca gıda sektöründe adını duyurmaya<br />
başlayan yeni teknolojilerden ve uygulama alanlarından bahsetmek lazım gelir. Ayrıca<br />
bu hususlar üzerinde tüketici algılarının hangi yönde olduğuna da değinilecektir.<br />
Yeni Teknolojiler ve Uygulama Alanları<br />
Yenilikçi teknolojiler denilen bu grup da gıda sektöründe çığır açabilecek potansiyele<br />
sahip aynı zamanda kamuoyunda ciddi boyutta tartışılan teknolojilerin başında
583<br />
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar, Hayvan Klonlaması, Besin Genetiği ve Kişiselleştirilmiş<br />
Beslenme, Nanoteknoloji, Gıdaların Işınlanması, Yüksek Basınçlı<br />
İşleme Teknikleri, Darbeli Elektrik Alanı verilebilir.<br />
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO)<br />
Dünya sağlık örgütünün (WHO) tanımıyla genetiği değiştirilmiş organizma, genetik<br />
kodu (DNA) doğal olmayan yollarla değiştirilmiş organizmalar için kullanılmaktadır.<br />
Bu yöntem bir biriyle ilgili olsun ya da olmasın belirlenmiş bir genin bir organizmadan<br />
diğerine aktarılmasıyla gerçekleştirilmektedir. Genetiği değiştirilmiş<br />
organizmalar ve gıdalarla ilgili en önemli nokta bir düzenlemenin yapılmasıdır.<br />
Adaylık sürecinde yer aldığımız Avrupa Birliği (EU) düzenlemeleri en son 2009<br />
yılında revize edilmiştir. En önemli husus bu noktada tüketicinin aldığı ürün hakkında<br />
herhangi bir genetik değişikliğin olup olmadığının etiket bilgilerinde belirtilmesidir.<br />
Ayrıca GDO, sosyo-ekonomik etkisi, etiketleme ve etikette belirtme zorunluluğu<br />
gibi hususlar gelecekte tartışılması gereken önemli konulardandır.<br />
Günümüzde genetiği değiştirilmiş organizmaların ürettiği ürünler ve genetiği değiştirilmiş<br />
ürünler ticari anlamda marketlerde yeralmıştır. İlk ticari genetiği değiştirilmiş<br />
bitki 1994 yılında markete giren domatesdir (Flavr Savr tomato). Geçtiğimiz<br />
on yıl içerisinde ticari genetiği değiştirilmiş bitkilerin yıllık artışı %10 civarında<br />
gerçekleşmiştir. 2007 yılında 23 ülkede toplamda 143 milyon hektardan fazla bir<br />
alanda genetiği değiştirilmiş organizmalara yönelik üretim yapılmıştır. Bu üretimde<br />
ağırlığı soyafasülyesi, pamuk, kanola ve mısır üretimi almaktadır.<br />
Nanoteknoloji<br />
Bir diğer başlık nanoteknoloji uygulamalarıdır. Nanoteknoloji oldukça yeni ve<br />
potansiyeli yüksek olan, yeni ufuklar açan bir uygulamadır. Yeni bir uygulama<br />
olduğu için bugüne kadar kesin bir tanımı ve düzenlemesi olmamakla birlikte güncel<br />
düzenlemeler potansiyel sağlık etkilerini, güvenlik ve çevresel risklerini ve nano<br />
materyallerle ilişkilerini kapsamaktadır.<br />
Genel bir kabule göre nano materyal en az bir yönde boyutu 100 nmden küçük ve<br />
mühendislik anlamında işlenerek elde edilmiş materyaller için kullanılmaktadır.<br />
Nanomateryaller serbest nano partikülleri ya da nanomateryallerin daha büyük<br />
boyutlu yapılara entegre edildiği durumları kapsamaktadır. Avrupa Birliğinin<br />
nanoteknoloji ile ilgili potansiyel gıda güvenliğini kapsar bir düzenlemesi vardır.<br />
Gıda sektöründe nanoteknolojinin bazı uygulamalarına rastlanmaktadır. Özellikle<br />
bu grupta miseller, lipozomlar, nanoemilsiyonlar, biopolimerik nanopartiküller ve<br />
gıda güvenliğini garanti altına alan nanosensörlerin kullanımı gibi uygulamalar<br />
sayılabilir. Gıda ve içecek sektöründe nanoteknoloji ürünlerinin kullanımı gittikçe
584<br />
artmakta, buna paralel olarak ekonomik boyutuda artmaktadır. Gıda sektöründe<br />
kullanılan nanoteknoloji ürünlerinin 2002 yılı ekonomik değeri $150 milyon iken<br />
bu değerin 2010 yılı sonunda $20 milyarın üzerine çıkacağı öngörülmüştür.<br />
Nanoteknoloji temelli bu ürünler daha çok gıda ve içecek sektöründe ambalajlamada<br />
kullanılmaktadır. Öte yandan gıda sektöründe direkt gıdaya veya gıda ile ilgili<br />
ürünlere yönelik nanoteknoloji uygulamalarıyla ilgili çalışmalar çok yenidir ve<br />
devam etmektedir. Burada genel olarak uygulamalar gıda güvenliği, çevrenin korunması<br />
ve besin öğelerinin aktarımı ile ilgili olmaktadır. Gıda sektöründe özellikle<br />
ambalajlama materyalleri hususunda gelişme kaydetmiş olan nanoteknoloji uygulamaları<br />
içerisinde bionanokompozit materyaller önemli yer tutmaktadır. Bu materyaller<br />
nanoboyutta yapısal özellikleri sayesinde daha gelişmiş mekaniksel, ısısal ve<br />
gaz geçirgenliği düşük özelliklere kavuşmuştur. Bu sayede ayrıca geri dönüşümü<br />
olmayan ya da çok az olan plastik materyal kullanımı azalmaktadır. Bunu çevresel<br />
kirlilik konusunda katkısı çok iyi bilinmektedir. Geri dönüşümü olan ambalaj materyallerine<br />
göre ise bionanokompozitlerin diğer özellikleri (mekaniksel özellikler<br />
ve gaz geçirgenliği) üstünlük sağlamaktadır. Diğer bir örnek ise mısır proteininin<br />
ana bileşeni olan zeindir. Nano boyutta zein moleküllerinden yapılma partiküller<br />
flavor taşıyıcısı olarak ve enkapsilasyon için kullanılabilmektedir. Ayrıca bioaktif<br />
gıda ambalajlarının ve plastiklerin dayanımını artırmaktadır. Bir diğer uygulamada<br />
karbon yapılı nanotüplerdir. Bunlarda ambalajlama materyalinin içerisinde yer<br />
almakta ve materyalin mekanik özelliklerini geliştirmektedir. Diğer bir nanotüp<br />
elde şeklide süt proteininden kısmi hidrolizle elde edilen protein yapılı<br />
nanotüplerdir. Bu tüpler viskozite artırıcı etkisinin yanında vitamin ve enzimlerin<br />
bağlanacağı 8 nm çapında oyuklara sahiptir. Bu oyuklar besleyici değeri olan bileşiklerin<br />
korunması amacıyla enkapsülasyon uygulamasında ve istenmeyen koku ve<br />
flavorun maskelenmesinde de kullanılabilmektedir. Daha öncede değindiğimiz gibi<br />
özellikle ambalajlama konusunda nanoteknoloji uygulamalarında çok yol alınmıştır.<br />
Gıda sektöründe ambalajlama yanında nanoteknolojiden gıdaların korunmasında da<br />
faydalanılmaktadır. Özellikle gıdaların mikrobiyel anlamda bozulmalarının takip ve<br />
tespitinde kullanılan nanoteknoloji ürünleri nanosensör olarak kullanılmaktadır.<br />
Çalışma şekli olarak bir grup nanosensörler gıda patojenleriyle temasa geçtiğinde<br />
farklı renkler oluşturmaktadırlar. Nanosensörler ayrıca ambalaj materyalinin içerisinde<br />
de yer alabilmekte ve elektronik dil ve burun gibi çalışmaktadırlar. Bu elektronik<br />
dil ve burunlar bozulma sırasında oluşan kimyasalları belirlemektedirler.<br />
Nanoteknoloji uygulamalarının bir diğer kullanım alanı gıda analizleridir. Özellikle<br />
taşınabilir ve hızlı sonuç veren metotlar açısından önemli avantajları mevcuttur.<br />
Besin Genetiği<br />
İnsan sağlığı üzerine etkili önemli faktörlerden birisi de beslenmedir. Günümüzde<br />
beslenme ve insan sağlığı üzerine yapılan çalışmalarda önceliği insan sağlığını
585<br />
koruma ve iyileştirmek oluşturmaktadır. Beslenme ile hastalıklar engellenmeye ya<br />
da sürecin yavaşlatılmasına çalışılmaktadır. Besin öğelerinin genetik ve epigenetik<br />
olaylar üzerinde de etkin olduğu belirlenmiştir. Bu durum besinler ve insan genetiğini<br />
bir arada inceleyen yeni bilim dallarının ortaya çıkmasına neden olmuştur.<br />
Genotiplemeye dayalı beslenme de bu grupta ortaya çıkmış bir alandır.<br />
Kişiye özel beslenme olarak da algılanan bu yöntem gıdaların nasıl yetiştirildiği,<br />
işlendiği ve tüketildiği ile ilgili önemli değişimlere neden olmuştur. Tam olarak bu<br />
teknik vücut içi dengenin alınan besin öğeleriyle nasıl değiştiğinin ve nasıl korunduğunun,<br />
hastalıklarla ilişkili diyetlerin erken safhalarında bu araştırmaların nasıl<br />
kullanıldığını ve kişisel genetik yapının bu hastalıklara hangi boyutta öncülük ettiğini<br />
kapsamaktadır.<br />
Hayvan Klonlama<br />
İlk klon hayvan, koyun Dolly’ nin 1996’da doğumuyla tüm dünyada büyük heyecan<br />
uyandıran klonlama tekniği üzerinde ciddi çalışmalar vardır. Ancak yasaklanmamış<br />
olmakla birlikte hayvan klonlama Avrupa da bilimsel çalışmalar dışına çıkmamıştır.<br />
Herhangi bir ticari uygulaması yoktur. Amerika da ise klonlanmış hayvanlardan<br />
elde edilen ürünlerin satışına karşı gönüllü bir tepki vardır. Burada en önemli nedenlerin<br />
başında yapılan çalışmaların daha yolun başında olması ve insanlığın<br />
klonlama tekniğine karşı algısının olumsuz olması gelmektedir. Algının olumsuz<br />
olmasında ahlaki ve dini inançlar önemli rol oynamaktadır.<br />
Gıda Işınlama<br />
Gıdaların ışınlanması bahsi geçen yeni teknolojiler içinde en çok yol kat etmiş<br />
olanıdır. Ticari uygulamalarında gıda sektöründe örnekleri olan bu yöntem gıda<br />
zehirlenmesine yol açan bakterilerin öldürülmesinde, böcek istilalarını kontrol<br />
etmede, meyvelerin olgunlaşma sürecini yavaşlatmada ve sebzelerde filizlenmeyi<br />
önlemede kullanılmaktadır. Burada gıda X-ray, gamma veya elektron demetleri<br />
kullanılarak belirli dozlarda ışınlamaya tabi tutulmaktadır. Düşük ve orta dereceli<br />
dozlarda radyasyon kullanımı gıdalarda bakteriyel bulaşmayı düşürürken virüs ve<br />
toksinlere karşı yetersiz kalmıştır. Yüksek dozlardaki uygulamalar tüm canlı organizmaları<br />
öldürebilmekte ve steril gıdalar elde edilebilmektedir. Bu ikinci sırada ki<br />
ürünler öncelikle AIDS ve kanser hastalıkları olmak üzere bağışıklık sistemi zayıf<br />
düşmüş insanlar için uygundur. Gıda ışınlama tekniği 40 ülkede 60’dan fazla gıda<br />
ürününde kullanılmaktadır.<br />
Düzenleme açısından Avrupa Birliğinin konu hakkında iki direktifi vardır. Bununla<br />
birlikte altı üyesi belirli ürünlerde (balık, et veya yumurta) ulusal otoriterlerinin<br />
direktiflerini uygulayacaklarını ilan etmiştir. WHO, FAO ve Uluslar arası Atom<br />
Enerjisi Kurumunun ortak deklerasyonunda teknolojik amaca ulaşmak için herhangi
586<br />
bir dozda ışınlanmış gıda ürününün tüketim açısından güvenli ve besleyici özelliklerinin<br />
uygun olduğu belirtilmiştir. Ancak Avrupa Birliği Bilimsel Gıda Komitesi<br />
her durum için uygun maksimum dozun ayrı ayrı belirlenmesi gerektiğine vurgu<br />
yapmıştır. Ayrıca Avrupa içerisinde ışınlanmış bir gıda ürünü veya içerisinde ışınlanmış<br />
ingradient içeren ürünün ya ana etikette ya da ingradientten sonra ışınlanmıştır<br />
ibaresi bulundurma gerekliliği vardır.<br />
Gıda sektöründe ışınlama teknolojisinin kullanıldığı gıda miktarı 2005 verilerine<br />
göre 405000 ton civarındadır. Bunun 186000 tonu baharat ve kurutulmuş meyveler,<br />
82000 tonu tahıllar ve meyveler, 32000 tonu et ve balık, 88000 tonu sarımsak ve<br />
patates, ve 17000 tonuda diğer gıdalardır. Işınlama dezenfeksiyon ve spor oluşumunu<br />
engellemek amaçlı yapılmaktadır. Özellikle Asya kıtasında ışınlama teknolojinin<br />
kullanımı yaygınlaşmakta, Avrupa ülkelerinde ise azalış göstermektedir. Amerika<br />
kıtasında 116000 ton, Avrupa kıtasında 15000 ton, Asya’da 183000 ton ve Afrika’da<br />
90000 ton civarında ışınlanmış gıda üretimi gerçekleşmiştir.<br />
Yüksek Basınç Uygulamaları<br />
Bu yöntemde gıdalar yüksek basınca maruz bırakılmaktadır. Bu sayede gıdada ki<br />
mikroorganizmalar ve enzimler inaktive edilirken vitamin, renk, flavor da değişim<br />
olmamaktadır. Günümüzde Avrupa da, Amerika ve Japonya’da bu yöntemin ticari<br />
uygulamaları vardır. Örnek olarak, meyve suyu, biftek, balık ürünleri, soslar verilebilir.<br />
Şu ana kadar bu yöntemle ilgili herhangi bir toksisite tespit edilmemiştir.<br />
Yüksek basınç teknolojisinde gıda 100 MPa ile 900 MPa arasında basınca maruz<br />
bırakılmaktadır. Basınç iletkeni olarak bir sıvı (genellikle su) kullanılmaktadır.<br />
Ticari uygulamalarında ise 400 MPa ile 700 MPa arasında basınç uygulanmaktadır.<br />
Basınç uygulaması isostatik şekilde uygulandığından (her yönden eşit miktarda)<br />
gıdada şekil bozukluğu olmamaktadır. Gıda endüstrisinde yüksek basınç uygulaması<br />
sonuçta elde edilen ürünün tazesine yakın kalitede ve daha uzun raf ömrüne sahip<br />
olması nedeniyle tercih edilmektedir. Yüksek basınç teknolojisinin uygulanmasına<br />
doğduğu yer olan Japonya’da başlanmış (1990), buradan sırasıyla A.B.D.’ye ve<br />
ardından Avrupa’ya yayılmıştır. Uygulamadaki ve yayılımdaki artış hızla devam<br />
etmektedir. Özellikle ısısal pasterizasyon ve sterilizasyon yerine kullanılan yüksek<br />
basınç teknolojisi etki mekanizması nedeniyle yüksek sıcaklık ihtiyacı duymamakta,<br />
bu da yüksek sıcaklığa maruz kalan ürünlerde meydana gelen kalite kayıplarının<br />
önüne geçmektedir. Yüksek basınç uygulaması meyve suyu ve içecek grubu, meyve<br />
ve sebze grubu, et ürünleri, deniz mahsülleri ve önişlemden geçirilmiş hazır et ve<br />
sebze yemekleri gibi gıda sektöründe geniş yelpazedeki ürünlerde kullanılmaktadır.<br />
Avakado meyvesinden hazırlanan bir ürün (guacamole) A.B.D. yüksek basınç<br />
uygulamasıyla işlenmektedir. Yine Fransa’da üzüm suyu ve portakal suları bu yöntemle<br />
işlenmekte raf ömürleri uzatılmaktadır. Bu teknolojinin anavatanı Japonya’da<br />
et tenderizasyonunda yüksek basınç teknolojisi kullanılmaktadır.
Darbeli Elektrik Alanı<br />
587<br />
Yüksek yoğunlukta darbeli elektrik alanı uygulaması yüksek basınç uygulamasındaki<br />
gibi mikroorganizmaların ve enzimlerin inaktivasyonunda kullanılmaktadır.<br />
Yüksek voltaj uygulayarak hücre mebranları kırılmakta, geçirgen bir yapı kazandırılmaktadır.<br />
Bu sayede hücre şişmekte ve patlamaktadır. Sıvı ve yarı sıvı gıdalarda,<br />
meyve suları, çorbalar, sıvı yumurta ürünlerinde kullanılmaktadır. Uygulamasında<br />
herhangi bir kimyasal reaksiyon içermediği için güvenli kabul edilmektedir.<br />
Darbeli elektirik alanı uygulamasına maruz kalan hücrelerde gecici veya kalıcı<br />
olmak üzere hücre memranında porlar oluşmaktadır. Bu değişikliğin gecici veya<br />
kalıcı olması uygulamada elektirik akımının yoğunluğuna bağlı olarak değişmektedir.<br />
Bu teknoloji özellikle mikrobiyel araştırmalarda, özellikle mikrobiyel<br />
sterilizasyonda üzerinde çok çalışılmış olmakla birlikte, meyve ve sebzelerde<br />
ekstaraksiyon ve kurutma gibi kütle transferine dayanan proseslerde de uygulama<br />
alanı bulmuştur. Bilimsel anlamda çok çalışma olmasıyla birlikte, darbeli elektrik<br />
alanının prototip ve ticari boyutta uygulamaları sınırlıdır. Gıda sektöründeki uygulamalarına<br />
meyve sularında, sütlerde ve bitkisel kaynaklardan ekstraksiyonda rastlanmaktadır.<br />
Meyve sularında ve sütte pasterizasyon amacıyla kullanılırken, patates<br />
kaynaklı nişasta eldesinde ekstraksiyon aşamasında darbeli elektirik alanı teknolojisinden<br />
faydalanılmıştır. Ayrıca bu teknik özellikle farklı kaynaklardan hücre içi<br />
bioaktif bileşiklerin eldesinde önemli bir potansiyel göstermektedir.<br />
Tüketici Algısı<br />
Yeni bir ürün, yeni bir teknoloji karşısında tüketici algısı o olgunun yaşamını devam<br />
ettirmesi açısından hayati önem arz etmektedir. Bu bağlamda tüketici algısını<br />
etkileyen faktörler iyi belirlenmeli ve bunlar üzerinde çalışılmalıdır. Başta gelen<br />
faktörlerden birisi ürün kalitesidir. Yeni teknolojilerin uygulanmasıyla ne kadar<br />
kaliteli ürün üretilirse o kadar kabul görür. Bir diğer önemli etken de ürünün fiyatıdır.<br />
Ekonomik etkenler tüketicinin karar vermesinde önemli kriterlerdir. Tüketici<br />
alacağı ürün ile ilgili eğer fiyatı geleneksel ürüne göre daha ucuzsa alma yönünde<br />
eğilim gösterir. Diğer önemli husus ise tüketicinin bu üründen elde edeceği fayda<br />
ve buna karşı aldığı risklerdir. Bu denge alınan fayda yönünde ağır basarsa tüketicinin<br />
algısı olumlu yönde gelişir. Ayrıca tüketicinin yeni bir teknoloji hakkında sadece<br />
prosesi bilmesi, tek başına yeterli olmazken, teknolojik bilgiye ek olarak beraberinde<br />
getirdiği fayda ve potansiyel riskleri de bilmesi karar verirken olumlu yönde<br />
tercih yapmasına sebep olmaktadır.<br />
Yeni bir teknoloji konusunda tüketici güvenini kazanmakta diğer bir yaşamsal<br />
etkendir. Yeni teknolojilerle ilgili tüketicilerin tümünün bilgi sahibi olması, teknolojiyi<br />
yararları ve potansiyel riskleri açısından değerlendirmesi mümkün değildir.<br />
Ancak bu noktada problem, tüketicilerin kendileri yerine güven duydukları kuru-
588<br />
luşlar, kişiler aracılığıyla onların görüşleri doğrultusunda karar vermesi sağlanarak<br />
aşılabilir. Burada üreticilere tüketicilerin güvenini kazanma doğrultusunda çok iş<br />
düşmektedir. Ayrıca üreticinin tüketici nezrinde yeri de çok önemlidir. Tüketici<br />
gözünde insan odaklı bir üretici, tüketici çıkarlarını diğer kazanımlarının önünde<br />
tutan bir üretici her zaman güvenilir ve tercih sebebi olmuştur. Bir diğer nokta da<br />
tüketici ve üreticiler üstü kamuoyu güvenine sahip üçüncül kuruluşların bu konularda<br />
vermiş olduğu kararlar ve bu kararların belgelendirilmesidir. Bahsedilen<br />
standardizasyon ve sertifikasyondur. Gıda sektöründe tüm aşamaları geçmiş ve<br />
adaptasyonunu sağlamış yeni teknolojilerden her hangi birisini düşünelim. Bahsettiğimiz<br />
üzere tüketicinin güvenini kazanmada bir takım faktörlerin yanı sıra, o<br />
teknolojinin sonucu olan bir ürünü tüketici alma konusunda karar verirken ürün<br />
üzerinde yer alan etiket bilgilerinde bahsi geçen üçüncül şahısların vermiş olduğu<br />
standardizasyona ve sertifikasyona yönelik bir belgelere ait bir ibare tüketici üzerinde<br />
önemlidir. Ancak önemli olan bu kuruluşların kamuoyu nezninde güven inşa<br />
etmiş olmalarıdır. Çünkü bu güvene dayanarak tüketici o ürün hakkında görüşünü<br />
belirlemektedir. Burada üreticilerde bu kuruluşlara inanmalıdır. Üreticilerde pazara<br />
girerken ve paylarını büyütmede yeni bir teknoloji ve sonucunda ortaya çıkan ürünleri<br />
için standardizasyonlarını ve sertifikasyonlarını belirten belgelere ihtiyaç<br />
duyarlar. Bu belgeleri de kamuoyunca kabul görmüş kuruluşlardan almak isterler.<br />
Çünkü pazara çıkan ürünlerinde bu kuruluşlarca verilen belgelerin ibarelerinin<br />
bulunması tüketicilerin tercihine yönelik önemli bir adımdır. Burada bahsi geçen<br />
gıda sektörüne yönelik standartlar ve sertifikalar çok kapsamlı ve çeşitlidir ve başlı<br />
başına başka tartışma konusudur.<br />
Diğer önemli bir nokta da yeni teknolojiler hakkında toplumun daha önceden oluşan<br />
algının daha sonradan değiştirilmesinin zorluğudur. Çünkü bir ürün hakkında<br />
toplumda yerleşen bir kanı daha sonra tüketicilerin o ürünler konusunda karar verirken<br />
kamuoyu baskısı altında kalarak aynı doğrultuda hareket etmesine neden<br />
olmaktadır.<br />
Sosyal ve kültürel özellikler ve dini inançlarda bir toplumda yeni bir teknoloji ve<br />
ürünleri hakkında karar verirken önemli olmaktadır. Çünkü bu olgular özellikle<br />
konu hakkında ilgisiz ve bilgisiz olan tüketicilerin karar vermesi açısından önemli<br />
olan gıda sektörüne karşı duyulan güven duygusunu direkt olarak etkilemektedir.<br />
Bir topluma yönelik faaliyette bulunan üreticinin o bölge toplumunun sosyal ve<br />
kültürel özelliklerini iyi şekilde irdelemesi gerekmektedir. Bu sayede o bölgede<br />
pazarda tutunabilmekte, pazar payını büyütebilmektedir. Bu sayede yeni teknolojilerin<br />
ve ürünlerinin tanıtımları da daha rahat olmaktadır. Hepimizce iyi bilinen bir<br />
fastfood zincirinin bölgesel ürünler içeren menüler çıkarması bu bağlamda önemli<br />
bir örnektir. Bu sayede tüketici tarafında bu üreticiye karşı tüketicinin kendi sosyal<br />
ve kültürel özelliklerini göz önünde bulundurduğu yönünde bir algı oluşmaktadır.<br />
Sektör bu güveni kazandıysa daha sonra yeni bir ürün ortaya çıkardığında geçmiş-
589<br />
ten gelen güven duygusuyla tüketici o ürüne pozitif yaklaşım göstermektedir. Ayrıca<br />
farklı dini inançlara sahip toplumların bu konudaki hassasiyetlerinin dikkate<br />
alınması da gerekmektedir. Musevi inancına sahip insanların gıdalarında “Koşer”<br />
damgası olan ürünleri bu damganın varlığının belirttiği şekilde dini inançlarına<br />
uygun hazırlandığını göstermesi nedeniyle tercih etmektedir. Bu damgaya sahip<br />
ürün üretmek, o üreticinin Musevi dinine mensup tüketicilerin güvenini bu bağlamda<br />
kazanmasını sağlamaktadır. Benzer şekilde İslami inanca sahip tüketicilerde de<br />
hızla yaygınlaşan bir “helal gıda” standardı ve sertifikasyonu yönünde arayış başlamıştır.<br />
Bu noktada dünya üzerinde İngiltere gibi İslami azınlık içeren ülkelerde ve<br />
Malezya gibi çoğunluğun Müslüman olduğu ülkelerde “helal gıda” standardı ve<br />
sertifikasyonu açısından çalışmalar vardır. Buna benzer çalışmalar ülkemizde de<br />
başlamıştır. Türk Standartları Enstitüsünün (TSE) T.C. Diyanet İşleri Başkanlığıyla<br />
ortaklaşa Helal Gıda belgelendirilme çalışmaları 04 Temmuz <strong>2011</strong> tarihinde başlamıştır.<br />
Bu sayede var olan teknolojiler ve ürünlerinin yanı sıra gıda sektörüne giren<br />
yeni teknolojiler ve ürünleri de Müslüman toplumlarına yönelik pazarlarda Müslüman<br />
tüketicilerin inançları yönünde taleplerini karşıladıklarını gösterebilecekler ve<br />
rekabet güçleri bununla paralel olarak artacaktır.<br />
Çevresel faktörler de tüketicilerin algısının belirlenmesinde orta derecede öneme<br />
sahiptir. Örneğin geçmişinde doğa ile iç içe olan tüketiciler için genetiği değiştirilmiş<br />
gıdaların tercih edilmesi daha önce doğa ile çok ilintili olmamış tüketicilere<br />
göre daha zordur.<br />
Ayrıca gelişen dünyanın tüketicilerin sağlıkları üzerindeki etkisi insanlarda endişe<br />
yaratmaktadır. Bu nedenle sağlıklı gıdalara (fonksiyonel gıdalar etc.) karşı ilgi<br />
artmaktadır. Diğer bir ifadeyle sağlık üzerine olumlu etkisi olduğu bilinen ürünler<br />
ile modernleşme sonucu insan sağlığında gözlenen olumsuzluklar bertaraf edilmeye<br />
çalışılmaktadır.<br />
Modernleşen dünyanın insanlar üzerinde yarattığı bir diğer algıda yeryüzündeki her<br />
şeyin ilerleyen teknolojilere paralel olarak daha kolay takip edildiğidir. Bu sayede<br />
tüketiciler kontrol ediliyor düşüncesiyle birlikte yeni ürünlerin potansiyel riskleri<br />
açısından daha az endişe duymaktalardır.<br />
Bu aşamada yeni teknolojiler açısından tüketici kabulünü artırmak için neler yapılabileceği<br />
düşünülürse, öncelikle belirtilmesi gereken, tüketicilerin yeni teknolojilerin<br />
beraberinde getirdiği potansiyel riskler dolayısıyla özellikle net bir yararı ortaya<br />
konulmadıktan sonra kabul etmeme eğiliminde olduğudur. Bu nedenle kamuoyunun<br />
bilgilendirilmesi ve yeni teknolojilerin muhtemel yararları ve potansiyel riskleri<br />
açısından eğitilmesi önem arz etmektedir. Ayrıca kamuoyunun güvenini kazanmakta<br />
gerekmektedir. Bu amaçla üreticiler yeni teknolojilerin sağladığı yararları<br />
destekler tüm dokümanları tüketici bilgisine sunmalıdır. Ayrıca üreticilerden bağımsız<br />
tüketici organizasyonlarının ve bilim insanlarının yeni ürünlerin ve teknolo-
590<br />
jilerin faydaları hususunda görüş bildirmeleri de tüketici algısının oluşmasında<br />
önemli rol oynamaktadır.<br />
Diğer bir nokta da tüketicinin aldığı ürünün üretiminde yeni teknolojilerden faydalanılıp<br />
faydalanılmadığını bilmesidir. Bu amaçla ürün etiketlerinde yeterli bilgi<br />
verilmesi tüketici açısından önemlidir. Ancak bir diğer bakış açısıyla bu bilgilendirme<br />
notları tüketici tarafından tehlike uyarısı olarak algılanabilmektedir. Bu nedenlerle<br />
üreticiler ürün etiketlerinde üretim teknolojileri hakkında bilgi vermeyi<br />
tercih etmemektedir. Bu tartışmalar yasal düzenlemelerle aşılmaya çalışılmaktadır.<br />
Örneğin Avrupa’da genetiği değiştirilmiş gıda ibaresinin etiketlerde bulundurulması<br />
zorunluluğu vardır. Öte yandan nanoteknoloji konusunda yasal düzenlemelerle ilgili<br />
çalışmalar devam etmektedir.<br />
Özet olarak insanlığın yaşadığı yetersiz beslenme ve açlıkla mücadelede yeni teknolojiler<br />
çok büyük potansiyel göstermektedir. Modernleşen dünyamızda kaydedilen<br />
ilerlemelere paralel olarak gıda sektöründe de farklı teknikler geliştirilmektedir.<br />
Ancak bu teknolojilerin uygulamaya geçişinde, ticarileşmesinde geniş perspektifli<br />
çalışmalar yapılmalıdır. Burada önemli olgular yeni teknolojinin beraberinde getirdiği<br />
yararlar ve potansiyel riskler ve tüketici açısından nasıl algılandığıdır. Tüketicilerin<br />
bilgilendirmesi ve eğitimi, bağımsız tüketici kuruluşları ve bilim insanlarının<br />
görüşleri, çevresel, sosyal ve ekonomik etkiler bir arada kullanılarak yeni teknolojilerin<br />
gündelik yaşamdaki yeri belirlenmelidir.<br />
Kaynaklar<br />
1. Alexandre, M. et al. (2001) Preparation and properties of layered silicate nanocomposites<br />
based on ethylene vinyl acetate copolymers. Macromol. Rapid Commun. 22, 643–646.<br />
2. Behrens, J. H., Barcellos, M. N., Frewer, L. J., Nunes, T. P., & Landgraf, M. (2009).<br />
Brazilian consumer views on food irradiation. Innovative Food Science & Emerging<br />
Technologies, 10, 383-398.<br />
3. Bergmann, K. (2002). Dealing with consumer uncertainty. Public relations in the food<br />
sector. Berlin, Heidelberg, New York: Springer-Verlag.<br />
4. Bergmann, M. M., Gormann, U., & Mathers, J. C. (2007). Bioethical considerations for<br />
human nutrigenomics. European Journal of Clinical Nutrition, 61, 567-574.<br />
5. Bhutta, Z. A.,Ahmed, T., Black, R. E., Cousens, S.,Dewey, K.,Giugliani, E., et al.<br />
(2008). What works? Interventions for maternal and child undernutrition and survival.<br />
The Lancet, 371(9610), 417-440.<br />
6. Black, R. E. (2003). Zinc deficiency, infectious disease and mortality in the developing<br />
world. Journal of Nutrition, 133, 1485S-1489S.<br />
7. Butler, J. E. (2009). Cloned animal products in the human food chain: FDA should<br />
protect American consumers. Food and Drug Law Journal, 64, 473-501.
591<br />
8. Butz, P., Needs, E. C., Baron, A., Bayer, O., Geisel, B., Gupta, B., et al. (2003).<br />
Consumer attitudes to high pressure food processing. Journal of Food, Agriculture and<br />
Environment, 1, 30-34.<br />
9. Cardello, A., Schutz, H., & Lesher, L. (2007). Consumer perceptions of foods processed<br />
by innovative and emerging technologies: a conjoint analytic study. Innovative Food<br />
Science & Emerging Technologies, 8, 73-83.<br />
10. Cobb, M. D., & Macoubrie, A. (2004). Public perceptions about nanotechnology: risks,<br />
benefits and trust. Journal of Nanoparticle Research, 6, 395-405.<br />
11. Costa-Fonta, M., Gila, J. M., & Traill, W. B. (2008). Consumer acceptance, valuation of<br />
and attitudes towards genetically modified food: review and implications for food policy.<br />
Food Policy, 33, 99-111.<br />
12. Currall, S. C., King, E. B., Lane, N., Madera, J., & Turner, S. (2006). What drives public<br />
acceptance of nanotechnology? Nature Nanotechnology, 1, 153-155.<br />
13. Darder, M. et al. (2007) Bionanocomposites: a new concept of ecological, bioinspired<br />
and functional hybrid materials. Adv. Mater. 19, 1309–1319.<br />
14. Dekkers, S., de Heer, C., de Jong, W. H., Sips, A. J. A. M., van Engelen, J. G. M., &<br />
Kampers, F. W. H. (2006). Nanomaterials in consumer products. Availability on the<br />
European market and adequacy of the regulatory framework. Requested by the European<br />
Parliament’s Committee on the Environment, Public Health and Food Safety. Brussels:<br />
European Parliament.<br />
15. Diehl, J. F. (1993). Will irradiation enhance or reduce food safety? Food Policy, 18, 143-<br />
151.<br />
16. EGE (2008). Ethical aspects of animal cloning for food supply e Opinion 23. The<br />
European Group on Ethics in science and New technologies to the European<br />
Commission. 16th January.<br />
17. Esposito, E. et al. (2005) Cubosome dispersions as delivery systems for percutaneuos<br />
administration of indomethacin. Pharm. Res. 22, 2163–2173.<br />
18. European Union (1999). Directive 1999/3/EC of the European Parliament and of the<br />
council on the establishment of a Community list of foods and food ingredients treated<br />
with ionising radiation (1999/3EC). Official Journal of the European Communities. L<br />
66/24.<br />
19. European Union (2009). List of Member States’ authorisations of food and food<br />
ingredients which may be treated with ionising radiation (2009/C 283/02). Official<br />
Journal of the European Union. C238/5.<br />
20. FAO (2005). The state of food insecurity in the world. Eradicating world hunger e Key to<br />
achieving the millennium development goals. Rome: FAO.<br />
21. FAO (2009). The state of food insecurity in the world. Economic crises. Impacts and<br />
lessons learned. Rome: FAO.<br />
22. Frewer, L. J., Lassen, B., Kettlitz, J., Scholderer, V., Beekman, K., & Berdal, G. (2004).<br />
Societal aspects of genetically modified foods. Food and Chemical Toxicology, 42,<br />
1181-1193, (special issue ENTRANSFOOD).
592<br />
23. Gariballa, S. E. (2000). Nutritional factors in stroke. British Journal of Nutrition, 84, 5-<br />
17.<br />
24. Graveland-Bikker, J.F. & de Kruif, C.G. (2006) Unique milk protein based nanotubes:<br />
food and nanotechnology meet. Trends Food Sci. Technol. 17, 196–203.<br />
25. Gunes, G., & Tekin, M. D. (2006). Consumer awareness and acceptance of irradiated<br />
foods: results of a survey conducted on Turkish consumers. Food Science and<br />
Technology, 39, 443-444.<br />
26. Houghton, J. R., Van Kleef, E., Frewer, L. J., Chryssochoidis, G., Korzen-Bohr, S.,<br />
Krystallis, T., et al. (2008). The quality of food riskmanagement in Europe: perspectives<br />
and priorities. Food Policy, 33, 13-26.<br />
27. Hu, W., Veeman, M. M., & Adamowicz, W. L. (2005). Labelling genetically modified<br />
food: heterogeneous consumer preferences and the value of information. Canadian<br />
Journal of Agricultural Economics, 53, 83-102.<br />
28. Hugas, M., Garriga, M., & Montfort, J. M. (2002). New mild technologies in meat<br />
processing: high pressure as a model technology. Meat Science, 62, 359-371.<br />
29. Ipsen, R. & Otte, J. (2007) Self-assembly of partially hydrolysed alactalbumin.<br />
Biotechnol. Adv. 25, 602–607.<br />
30. Jaeger, H. Balasa, A. & Knorr, D. (2009). Food Industry Applications for Pulsed Electric<br />
Fields. Electrotechnologies for Extraction from Food Plants and Biomaterials, Food<br />
Engineering Series, 2009, 181-216, DOI: 10.1007/978-0-387-79374-0_7<br />
31. Jakubinek, M.B. et al. (2006) Elephant ivory: a low thermal conductivity high strength<br />
nanocomposite. J. Mater. Res. 21, 287–292.<br />
32. James C. (2008). Global status of commercialized biotech/GMcrops: 2007. ISAAA Brief<br />
37 — 2008, International Service for the Acquisition of Agri-Biotech Applications<br />
(ISAAA).<br />
33. Joost, H. G. (2005). Nutrigenomics. Scientific basis, status and perspectives of<br />
application. Journal of the American Dietics Association, 105, 589-598.<br />
34. Kaput, J., & Rodriguez, R. L. (2004).NutritionalGenomics: the next frontier in the<br />
postgenomic era. Physiological Genomics, 16, 166-167.<br />
35. Kassu, A., Nhien, N. V., Nakamori, M., Diro, E., Ayele, B., Mengistu, G., et al. (2007).<br />
Deficient serum retinol levels in HIVinfected and uninfected patients with tuberculosis in<br />
Gondar, Ethiopia. Nutrition Research, 27(2), 86-91.<br />
36. Khare, A. & Deshmukh, S. (2006) Studies toward producing eco friendly plastics. J.<br />
Plastic Film Sheeting 22, 193–211.<br />
37. King, D. A., Cordova, F., & Scharf, S. M. (2008). Nutritional aspects of chronic<br />
obstructive pulmonary disease. Proceedings of the American Thoracic Society, 5, 519-<br />
523.<br />
38. Komduur, R. H., Korthals, M., & te Molder, H. (2007). The good life: living for health<br />
and life without risks? On a prominent script of nutrigenomics. Nutrition Reviews, 65,<br />
301-315.
593<br />
39. Lassen, J., Madsen, K. H., & Sandøe, P. (2002). Ethics and genetic engineering - lessons<br />
to be learned from GM foods. Bioprocess Biosystems Engineering, 24, 263-271.<br />
40. Lee, C. J., Scheufele, D. A., & Lewenstein, B. V. (2005). Public attitudes toward<br />
emerging technologies - Examining the interactive effects of cognitions and affect on<br />
public attitudes toward nanotechnology. Science Communication, 27, 240-267.<br />
41. Li, X. et al. (2001) Preparation and characterization of poly (butyleneterephthalate)<br />
organoclay nanocomposites. Macromol. Rapid Commun. 22, 1306–1312.<br />
42. Ligler, F.S. et al. (2003) Array biosensor for detection of toxins. Anal. Bioanal. Chem.<br />
377, 469–477.<br />
43. Miles, S., Ueland, O., & Frewer, L. J. (2005). Public attitudes towards genetically<br />
modified food and its regulation: the impact of traceability information. British Food<br />
Journal, 107, 246-262.<br />
44. Müller, M., & Kersten, S. (2003). Nutrigenomics: goals and strategies. NaturedReviews,<br />
4, 315-322.<br />
45. Nasongkla, N. et al. (2006) Multifunctional polymeric micelles as cancer targeted. MRI<br />
ultrasensitive drug delivery systems. Nano Lett. 6, 2427–2430.<br />
46. Nielsen, H. B., Sonne, A. M., Grunert, K. G., Banati, D., Pollak-Toth, A., Lakner, Z., et<br />
al. (2009). Consumer perception of the use of high-pressure processing and pulsed<br />
electric field technologies in food production. Appetite, 52, 115-126.<br />
47. Norton, T. & Sun, D.W. (2008). Recent Advances in the Use of High Pressure as an<br />
Effective Processing Technique in the Food Industry. Food Bioprocess Technol, 1:2–34.<br />
48. Oey, I., Van der Plancken, I., Van Loey, A., & Hendrickx, M. (2008). Does high pressure<br />
processing influence nutritional aspects of plant based food systems? Trends in Food<br />
Science and Technology, 19, 300-308.<br />
49. Olsen, N. V., Grunert, K. G., & Sonne, A. M. (2010). Consumer acceptance of highpressure<br />
processing and pulsed-Electric-Field: a review. Trends in Food Science and<br />
Technology, 21, 464-472.<br />
50. Ravishankar, S., Zhang, H., & Kempkes, M. L. (2008). Pulsed electric fields. Food<br />
Science and Technology International, 14, 429-432.<br />
51. Rimbach, G., & Minihane, A. (2009). Nutrigenetics and personalised nutrition: how far<br />
have we progressed and are we likely to get there? The Proceedings of the Nutrition<br />
Society, 68(2), 162-172.<br />
52. Ronteltap, A., & van Trijp, H. (2007). Consumer acceptance of personalised nutrition.<br />
Genes & Nutrition, 2, 85-87.<br />
53. Royal Society and Royal Academy of Engineering (2004). Nanoscience and<br />
nanotechnologies: Opportunities and uncertainties. London: Royal Society.<br />
54. Siegrist, M., Keller, C., & Kiers, H. A. L. (2006). Lay people’s perception of food<br />
hazards: comparing aggregated data and individual data. Appetite, 47, 324-332.
594<br />
55. Soliva-Fortuny, R., Balasa, A., Knorr, D., & Mart_ın-Belloso, O. (2009). Effects of<br />
pulsed electrical fields on bioactive compounds in foods: a review. Trends in Food<br />
Science and Technology, 20, 544-556.<br />
56. Sonne, A.-M., Grunert, K. G., Olson, N. V., Granli, B.-S., Banati, D., Pollak-T_oth, A.,<br />
et al. (2009). Consumer perception of the use of high-pressure processing and pulsed<br />
electric field technologies in food production. In: Presentation on the 3rd International<br />
European forum on system dynamics and innovation in food networks. Austria: IGLS.<br />
February 16e20.<br />
57. Sparks, P., & Shepherd, R. (1994). Public perceptions of the potential hazards associated<br />
with food production and food consumption: an empirical study. Risk Analysis, 14, 799-<br />
806.<br />
58. Stewart-Knox, B. J., Bunting, B. P., Gilpin, S., Parr, H. J., Pinha˜o, S., Strain, J. J., et al.<br />
(2009). Attitudes toward genetic testing and personalised nutrition in a representative<br />
sample of European consumers. British Journal of Nutrition, 101, 982-989.<br />
59. Suk, J., Brice, A., Gertz, R.,Warkup, C., Whitelaw, C. B. A., Braun, A., et al. (2007).<br />
Dolly for dinner? Assessing commercial and regulatory trends in cloned livestock.<br />
Nature Biotechnology, 25, 47-53.<br />
60. Szleifer, I. & Yerushalmi-Rozen, R. (2005) Polymers and carbon nanotubes –<br />
dimensionality interactions and nanotechnology. Polymer (Guildf.) 46, 7803–7818.<br />
61. Vega-Mercado, H., Mart_ın-Belloso, O., Qin, B.-L., Chang, F. J., G_ongora-Nieto, M.<br />
M., Barbosa-Canovas, G. V., et al. (1997). Non-thermal food preservation: pulsed<br />
electric fields. Trends in Food Science Technology, 8, 151-157.<br />
62. Victora, C. G., Adair, L., Fall, C., Hallal, P. C., Martorell, R., Richter, L., et al. (2008).<br />
Maternal and child undernutrition: consequences for adult health and human capital. The<br />
Lancet, 371(9609), 340-357.<br />
63. Wang, S. S., Fridinger, F., Sheedy, K. M., & Khoury, M. J. (2001). Public attitudes<br />
regarding the donation and storage of blood specimens for genetic research. Community<br />
Genetics, 4, 18-26.<br />
64. Weiss, J., Takhistov, P., & McClements, J. D. (2006). Functional materials in food<br />
nanotechnology. Journal of Food Science, 71, 107-116.<br />
65. Welti-Chanes, J., Lopez-Malo, A., Palou, E., Bermudez, D., Guerrero-Beltran, J. A., &<br />
Barbosa-Canovas, G. V. (2005). Fundamentals and applications of high pressure<br />
processing to foods. In G. V. Barbosa-Canovas, M. S. Tapia, & M. P. Cano (Eds.), Novel<br />
food processing technologies (pp. 157-182). New York: CRC Press.<br />
66. WHO. (2008). The top ten causes of death. http://www.who.int/<br />
mediacentre/factsheets/fs310/en/index.html<br />
67. Yih, T.C. & Al-Fandi, M. (2006) Engineered nanoparticles as precise drug delivery<br />
systems. J. Cell. Biochem. 97, 1184–1190.
ERGENLERİN SİBER AKRAN ZORBALIĞINA BAKIŞ<br />
AÇISININ İNCELENMESİ<br />
Seda Gökçe TURAN<br />
Bahçeşehir Üniversitesi, Çocuk Gelişimi Bölümü<br />
595<br />
Özet<br />
Bu çalışmanın amacı “Lise öğrenimine devam eden öğrencilerin siber akran zorbalığına<br />
maruz kalma ve siber akran zorbalığını gösterme davranışları arasında bir ilişki<br />
var mıdır?” sorusuna cevap aramaktır. Aynı zamanda, siber akran zorbalığına etki<br />
eden cinsiyet ve yaş faktörlerinin etkisinin araştırılmasıdır. Çalışmaya 172’si kız, 128<br />
’i erkek olmak üzere, toplam 300 lise ikinci ve üçüncü sınıf öğrencisi katılmıştır.<br />
Katılımcıların yaşları 15 ile 16 arasında değişmektedir. Veri toplama aracı olarak<br />
demografik bilgi formu ve Siber Akran Zorbalığı Envanteri kullanılmıştır. Siber akran<br />
zorbalığına maruz kalma ve gösterme davranımı ile yaş ve cinsiyet arasındaki farklılıkları<br />
değerlendirmek için varyans analizleri uygulanmıştır. Analiz sonuçlarında siber<br />
akran zorbalığına maruz kalan ergenlerin, daha fazla siber akran zorbalığı davranımını<br />
gösterdikleri bulunmuştur. Aynı zamanda, erkek öğrencilerin kız öğrencilere göre<br />
daha fazla siber akran zorbalığına maruz kaldıkları ve siber akran zorbalığı davranımını<br />
gösterdikleri bulunmuştur. Ancak, yaşa göre siber akran zorbalığına maruz<br />
kalma ve gösterme davranımı arasında anlamlı bir farklılık olmadığı görülmüştür. Bu<br />
bulgular literatür desteği ile tartışılmış, ileride yapılabilecek araştırma konuları önerilmiş<br />
ve bu çalışmaların sonuçlarının terapi sürecine katkıları tartışılmıştır.<br />
Anahtar Kelimeler: Siber akran zorbalığı, siber şiddet, akran zorbalığı, ergenler arası<br />
şiddet, ergenler<br />
1.1. Problem<br />
Bu araştırmanın problem cümlesi “Siber akran zorbalığına maruz kalma ve gösterme<br />
davranımlarının siber akran zorbalığına maruz kalma ile bir ilişkisi var mıdır?<br />
“şeklinde özetlenmiştir.<br />
1.2. Amaç<br />
Bu araştırmanın amacı “Lise öğrenimine devam eden öğrencilerin siber akran zorbalığına<br />
maruz kalma ve siber akran zorbalığını gösterme davranımları arasında bir<br />
ilişki var mıdır?” sorusuna cevap aramaktır.<br />
1.3. Önem<br />
Ülkemizde bilişim teknolojisinin ve araçlarının kullanımının ergenler arasında hızla<br />
yayıldığı düşüncesinden hareketle, yararlarının yanısıra bilişim teknolojisinin zararları<br />
da düşünülmelidir. Özellikle siber akran zorbalığı için gerekli önlemlerin
596<br />
alınması ve bu konuda çalışan uzmanların harekete geçmesi gereklidir. Ancak ülkemizde<br />
bu konu ile ilgili araştırma sayısı yeterli düzeyde değildir. Ergenler çoğu<br />
zaman siber ortamda sadece eğlence amaçlı olarak bile yaptıkları davranımların<br />
literatürde “siber zorbalık” olarak tanımlandığını ve bunun bir suç olduğunu bilmemektedirler.<br />
Araştırmacılar için ise, okullardaki akran zorbalığının, bilişim teknolojisi araçları<br />
kullanımı ile daha tehlikeli ve yeni bir yüzü olarak tanımlanan siber akran zorbalığına<br />
bakış açıları çok farklı ve tartışmalı olabilmektedir. Kimi araştırmacılara gore,<br />
gençler günlük hayatta söyleyemeyecekleri sözleri siber ortamda çok daha rahat<br />
ifade etmekte, özgüvenlerini tazelemekte, kimliklerinin belli olmamasına güvenerek<br />
çoğu zaman da karşısındaki kişileri rahatsız ederek, hakaret ederek benlik tatmininde<br />
bulunmaktadırlar. Tüm bunlar sadece psikolojik ya da eğitsel boyutta değil aynı<br />
zamanda sosyolojik boyutta da irdelenmesi gereken konulardır. Unutulmaması<br />
gereken nokta bugünün gençlerinin yarının yetişkinleri olduğu ve bilişim teknoloji<br />
araçları etkisiyle görebilecekleri zararların sadece onların değil toplumun da geleceğini<br />
etkilediğidir. İnsanoğlu farkında olsa da olmasa da “model alma” ile eğitimine<br />
ve gelişimine devam etmektedir. Gördüğü davranışlar, tepkiler, etrafındaki insanlar<br />
bireyin kişilik gelişimini ve benliğini etkilemekte, kimliğini oluşturmasına<br />
yardım etmektedir, özellikle de ergenlik döneminde. İnternetten tanımadığı kişilerle<br />
iletişim kuran ergenler belki her zaman çok ciddi boyutta zararlar görmemektedir.<br />
Fakat siber ortamda tanışıp,romantik ilişki yaşadığı kişiden zarar gören, tecavüze<br />
uğrayan, belki de sadece duygusal anlamda istismar edilen ergen bu olaydan aldığı<br />
yarayı hem fiziksel hem de ruhsal olarak taşıyacaktır. Bu da onun ilerideki yaşantısını,<br />
karşısına çıkan insanlara nasıl davrandığını, nasıl ilişkiler kurduğunu etkileyecektir.<br />
Daha ileri boyutta düşünülürse, bu kişinin kurduğu ilişkiler toplumsal boyutta<br />
da diğer insanları etkileyecektir. Romantik ilişkiler dışında, siber ortamda<br />
tanışıp arkadaş olan kişilerin de tecrübe ettikleri olaylar hakikaten düşündürücüdür.<br />
İlk buluşmada şiddete uğrayanlar, haklarında dedikodu yayılanlar, belli forum sitelerinden<br />
gurur kırıcı şekilde çıkartılanlar, ırkçı, şiddet içeren, utandırıcı mesajlara<br />
maruz kalanlar durumun ciddiyetini gözler önüne sermektedir. Göz önünde bulundurulması<br />
gereken bir diğer önemli nokta ise ergenlerin birbirileri ile sık sık paylaşım<br />
içinde olmaları ve siber ortamda kurulan arkadaşlıkların, flörtlerin artık “moda”<br />
olmasıdır. Siber ortamda kurulan arkadaşlıkların artık “normal” olarak algılanması<br />
da tehlikenin hafife alınmasına neden olmaktadır. Sonuç olarak siber ortamda yüzünü<br />
görmeden konuşulan, sohbet edilen kişi tamamen kimliğini saklıyor, yalan<br />
söylüyor olabilir. Daha da kötüsü bu kişi sapkın fantezileri olan ya da ruh sağlığı<br />
yerinde olmayan biri de olabilir. Olayın en olumsuz ve uçtaki etkileri göz önünde<br />
bulundurulmalı, ergenler ve ebeveynler bu konuda bilinçlendirilmelidir. Belki başlarda<br />
gereksiz bir paranoya gibi görülse de, unutulmaması gereken nokta siber akran<br />
zorbalığının sonuçlarının ve etkilerinin çok ürkütücü boyutlara ulaşabilmesidir.
597<br />
Tüm bunların yanısıra, araştırmacılar daha çok okul başarısı, özgüven kaybı, arkadaş<br />
ilişkilerinde yetersizlik ve yetişkinlik çağında sosyal izolasyondan bahsetmektedirler<br />
(Pepler, 2008). Fakat bilgisayar başında uzun süre kalmanın en başta obezite<br />
gibi sağlık sorunlarına yol açabildiği araştırmacıların çok fazla üzerine eğilmediği<br />
bir noktadır. Sadece siber zorbalık değil, bilişim teknolojisi araçlarının diğer yan<br />
etkileri üzerinde de durulmalıdır.<br />
1.4. Araştırmanın Modeli<br />
Bu çalışmanın modeli, genel olarak bakıldığında, zaman açısından düşünüldüğünde<br />
ve metot yönünden incelendiğinde bir “betimleme” modelidir (Patton,<br />
1990) Veri kaynağı ve veri toplama aracı bakımından incelendiğinde bu çalışma<br />
bir “anket ” (survey) araştırmasıdır.<br />
Bu çalışma amaç yönünden irdelendiğinde ise değerlendirme ağırlıklı bir araştırmadır<br />
(Patton, 1990). Başka bir ifade ile bu çalışma ile siber akran zorbalığı,<br />
ergenlerin siber akran zorbalığına maruz kalma ve sergileme oranlarını yaş,<br />
cinsiyet, siber akran zorbalığına maruz kalma faktörleri ışığında bir değerlendirmeden<br />
geçirilmiştir. Analiz teknikleri yönünden bakıldığında bu çalışma<br />
sayısal (Quantitative) bir araştırmadır (Patton, 1990).<br />
1.5. Örneklem<br />
Çalışmanın amacı doğrultusunda, İstanbul İl merkezinde bulunan Milli Eğitim<br />
Bakanlığı’na bağlı genel liselerde uygulama yapabilmek için İstanbul İl Milli Eğitim<br />
Müdürlüğü ile temasa geçilmiştir. Araştırmanın konusunun ve ölçekte kullanılan<br />
sorulardan özellikle “sohbet odasında ahlaksız teklifte bulunmak “sorusu gibi<br />
sorular, konunun hala tabu olarak geçmesi nedeni ile araştırma için okul bulunmasında<br />
sıkıntı yaşanmıştır. Bu yüzden, araştırma uygulanmadan önce, İstanbul’daki<br />
pek çok okul ile görüşülmüş, izin alınamamış, fakat iki devlet okulundan<br />
(Bahçelievler Kemal Hasoğlu Lisesi ve Kurtuluş Lisesi) izin alınmıştır. Araştırmanın<br />
örneklemini bu iki lisenin ikinci ve üçüncü sınıfına devam eden 300 öğrenci<br />
oluşturmaktadır ve araştırma için gerekli resmi izinler Milli Eğitim Müdürlüğü’nden<br />
alınmıştır.<br />
Tablo 1’de çalışmaya ait örneklemin demografik bilgileri verilmiştir. Buna göre<br />
araştırmaya katılan öğrencilerin, %50’si (n: 150) Bahçelievler Kemal Hasoğlu<br />
Lisesi’nden ve %50’si (n:150) Kurtuluş Lisesi’nden katılmıştır. Toplamda 300 kişi<br />
olan katılımcıların %57, 3’ü (n: 172) kız ve %42, 7’si (n: 128) erkektir. Araştırmaya<br />
katılan öğrencilerin % 51, 7’si (n: 155) 16 yaş grubunda; %48, 3’ü ise (n: 145) 15<br />
yaş grubunda yer almaktadır.
598<br />
1.6. Veri Toplama Araçları<br />
Tablo 1. Ergenlerin Demografik Özellikleri<br />
Katılımcıların Bilgileri<br />
Cinsiyet<br />
Frekans Yüzde %<br />
Kız<br />
172 % 57,3<br />
Erkek<br />
128 % 42,7<br />
Toplam<br />
Yaş<br />
300 % 100<br />
16 yaş grubu<br />
155 %51,7<br />
15 yaş grubu<br />
145 %48,3<br />
Toplam<br />
300 % 100<br />
Bu çalışmada, Erdur-Baker ve Kavşut (2007) tarafından geliştirilen “Siber Zorbalık<br />
Envanteri” kullanılmıştır. Orijinal “CBI” (Cyber Bullying Inventory) (Siber Zorbalık<br />
Envanteri) iki paralel formdan oluşmaktadır. İlk formda siber akran zorbalığı<br />
davranımını gösterme; ikincisinde ise siber akran zorbalığı davranımına maruz<br />
kalma incelenmektedir.<br />
1.7. Verilerin Analizi<br />
Verilerin analizi bilgisayar ortamında, araştırmaya katılan öğrencilerden alınan<br />
cevaplardan elde edilen veriler SPSS 10,0 istatistik programı kullanılarak analiz<br />
edilmiştir. Öğrencilere ait bilgiler frekans ve yüzde kullanılarak verilmiştir.<br />
1.8. Bulgular ve Tartışma<br />
Tablo 2. Yaş ve Cinsiyet Değişkenleri ile Siber Zorbalığa Maruz<br />
Kalma Ve Gösterme Davranımı İlişkisi (Pearson Korelasyon)<br />
Yaş Sergileme Maruz Kalma<br />
Cinsiyet .015 .243** .134*<br />
Yaş<br />
Sergileme<br />
-.073 -.039<br />
p < .05, ** ; p < .01, *<br />
Pearson korelasyon analizi, yaş ve cinsiyet faktörleri ile siber akran zorbalığına<br />
maruz kalma ve siber akran zorbalığını gösterme davranımları arasındaki ilişkinin<br />
belirlenmesi için uygulanmıştır. Sonuçlara bakıldığında; cinsiyet ile siber akran<br />
zorbalığını gösterme davranımı arasında anlamlı bir farklılık bulunmuştur (r: .243;<br />
p < .05). Benzer şekilde, cinsiyet ile siber akran zorbalık davranımına maruz kalma
599<br />
arasında da anlamlı bir farklılık bulunmuştur (r: .134; p < .05). Ancak, cinsiyet ile<br />
siber akran zorbalığını gösterme davranımı arasındaki ilişki, cinsiyet ile siber akran<br />
zorbalığına maruz kalma arasındaki ilişkiden daha kuvvetlidir (r: .243; p < .05; r:<br />
.134; p < .05). Bunun yanısıra, siber akran zorbalığını gösterme davranımı ile siber<br />
akran zorbalığına maruz kalma davranımı arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur<br />
(r: .392; p < .05). Bu bulgulardan yola çıkarak, siber akran zorbalığına maruz kalan<br />
öğrencilerin, maruz kalmayan öğrencilere oranla daha fazla siber akran zorbalığı<br />
gösterdikleri ve cinsiyet ile siber akran zorbalığına maruz kalma ve gösterme davranımı<br />
arasında anlamlı bir ilişki olduğu; yaş ile siber akran zorbalığına maruz<br />
kalma ve gösterme davranımları arasında anlamlı bir ilişki bulunmadığı söylenebilir.<br />
Yaş ile siber akran zorbalığına maruz kalma ve gösterme arasında anlamlı bir<br />
ilişkinin bulunmamasının sebebi ise, yaş gruplarının birbirine çok yakın olması ile<br />
ilişkilendirilebilir.<br />
Bu konuda yapılan araştırmalara bakıldığında ise; Li (2007), Kanada’da 177 yedinci<br />
sınıf öğrencisi ile anket yöntemini kullanarak yaptığı araştırmada; siber zorbalığa<br />
maruz kalan öğrencilerin %59,1’inin kız, %38, 6’sının ise erkek olduğunu belirtmiştir.<br />
Siber akran zorbalığı davranımını gösteren öğrencilerin ise %43,5’i kız iken<br />
%52, 2’si erkektir. Bu araştırmanın bulgularından değişik olarak Li (2007), kızların<br />
daha fazla siber akran zorbalığına uğrarken, erkeklerin daha fazla siber akran zorbalığı<br />
davranımını gösterdiklerini belirtmiştir. Bu araştırmanın bulgularına benzer<br />
olarak ise Li (2007), siber akran zorbalığı davranımını gösteren 159 öğrencinin,<br />
aynı zamanda siber akran zorbalığı davranımına da maruz kaldıklarını belirtmiş,<br />
bunun sonucunda siber akran zorbalığına maruz kalmanın, siber akran zorbalığını<br />
gösterme davranımını tetiklediğini belirtmiştir. Çünkü, öğrenciler siber akran zorbalığına<br />
maruz kaldıkça davranımı göstermektedirler.<br />
Fakat bu bulgudan farklı olarak Beran, Li (2005) Kanada’da yedinci ve dokuzuncu<br />
sınıfa devam eden 432 öğrenci ile yaptıkları araştırmada, siber akran zorbalığına<br />
maruz kalma ve davranımı gösterme ile cinsiyet arasında anlamlı bir ilişki bulmamışlardır.<br />
Bu bulgunun yapılan araştırmadan farklı çıkmasının sebebi, Beran, Li’nin<br />
(2005) araştırmasında kullanılan örneklemin yaşça daha küçük olması ile<br />
ilişkilendirilebilir.<br />
Kowalski, Limber (2007) Amerika’da 767 altıncı, yedinci ve sekizinci sınıf öğrencisi<br />
ile yaptıkları araştırmada kız öğrencilerin erkeklere oranla daha fazla siber<br />
zorbalık ile yüz yüze geldiği, erkeklere oranla daha fazla siber zorbalığa maruz<br />
kaldıkları belirtmişlerdir. Fakat erkek öğrenciler ise daha fazla fiziksel akran zorbalığına<br />
uğramakta ve uygulamaktadırlar. Buradan hareketle araştırmacılar, kız öğrencilerin<br />
daha fazla dolaylı şiddete maruz kaldıklarını belirtmişlerdir.
600<br />
Tablo 3. Kız ve Erkek Ergenlerin Yaşlarına Göre Siber Akran Zorbalığına<br />
Maruz Kalma Davranımına Ait ANOVA Sonuçları<br />
Maruz Kalma df SS MS F<br />
Cinsiyet 1 ,663 ,663 5,609 **<br />
Yaş 1 3,574 3,574 ,302<br />
Cinsiyet + Yaş 1 ,146 ,146 1,235<br />
Error 296 ,118 ,118<br />
p< .05, ** p< .001*<br />
Kız ve erkek ergenlerin yaşlarına göre siber akran zorbalığına maruz kalma davranımında<br />
fark olup olmadığının incelenmesi amacı ile ANOVA analizi yapılmıştır.<br />
Analizlerin sonucunda, cinsiyete göre sibe akran zorbalığına maruz kalma davranımının<br />
anlamlı farklılık gösterdiği bulunmuştur (F: 5,609; p< .05). Fakat, yaşın siber<br />
akran zorbalığına maruz kalma davranımında anlamlı bir farklılığa neden olmadığı<br />
görülmüştür.<br />
Tablo 4. Kız ve Erkek Ergenlerin Yaşlarına Göre Siber Akran Zorbalığına<br />
Maruz Kalma Davranımına Ait Ortalamalar ve Standart Sapmalar<br />
Cinsiyet Yaş Ortalama Değer SD<br />
Kız 17<br />
16<br />
Erkek 17<br />
16<br />
1,160<br />
1,093<br />
1,210<br />
1,233<br />
,036<br />
,038<br />
,043<br />
,043<br />
ANOVA analizi ile, siber akran zorbalığına maruz kalma davranımı ile cinsiyet<br />
arasındaki ilişki incelenmiş, kızlar ve erkekler ayrı ayrı incelenmiştir. Bu analizin<br />
sonucunda erkek öğrencilerin (M: 1,221; SD:,030), kız öğrencilere (M: 1,126;<br />
SD:,026) oranla daha fazla siber akran zorbalığına maruz kaldıkları bulunmuştur.<br />
Yaş bazında bakıldığında ise, yaşı daha küçük olan erkek ergenler, daha fazla zorbalığa<br />
maruz kalmaktadırlar (M: 1,233; SD:, 043) .<br />
Literatürde yapılmış araştırmalara bakıldığında ise; Dehue ve arkadaşları (2008),<br />
1,211 orta birinci sınıf ve ilkokul son sınıf öğrencileri ve onların ebeveynleri ile araştırmacılar<br />
tarafından geliştirilen ölçekler uygulanarak, ebeveynlerin ve çocukların<br />
siber zorbalığa maruz kalma davranımı gösterme sıklıkları ile siber zorbalıkla başa<br />
çıkma stratejilerinin incelendiği bir araştırma yapmışlar ve araştırmanın sonunda<br />
erkek katılımcıların (%50,5) %18,6’sının siber akran zorbalığına maruz kalırken, kız<br />
katılımcıların (%49,5) %13,4’ünün siber akran zorbalığına maruz kaldıklarını belirtmişlerdir.<br />
Fakat bu araştırmanın bulgularının tersine, Wolak ve arkadaşları (2006)<br />
1,501 10-17 yaş grubundan düzenli internet kullanıcısı ergen ile yaptıkları araştırmada,<br />
kız öğrencilerin %58’inin; erkek öğrencilerin ise %42’sinin siber akran zorbalığı-
601<br />
na maruz kaldıklarını belirtmiştir. Benzer şekilde Kowalski, Limber (2005) 3767<br />
öğrenci ile yaptıkları araştırmada kızlaeın %25’inin, erkeklerin ise %11’inin siber<br />
akran zorbalığına maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Bu bulgu ise, kızların erkeklere<br />
göre neredeyse iki kat daha fazla siber zorbalığa maruz kaldıklarını göstermektedir.<br />
Smith ve ark. (2008) iki farklı araştırma yaparak siber akarn zorbalığını incelemişlerdir.<br />
11-16 yaş grubundan, ilk çalışma için 92 öğrenci odak grup için belirlenmiş, daha<br />
sonra bu araştırmanın sonuçlarını kontrol etmek için 533 öğrenci daha seçilmiş ve<br />
ikinci bir çalışma yapılmıştır. Araştırmanın sonucunda kız öğrencilerin erkek öğrencilere<br />
oranla daha fazla siber akran zorbalığına maruz kaldıklarını belirtmişlerdir (F<br />
(1, 86) = 4, 87, p
602<br />
rahat hareket edebilmektedirler. Örneğin, yapılan pek çok araştırmada araştırmacıların<br />
belirttikleri nokta, ebeveynlerin erkeklerden daha çok siber ortamda kızları<br />
güvenliğinden endişe etmesidir. Bu yüzden, geleneksel anlamda da bakıldığında<br />
erkeklerin değil daha çok kızların internet kullanımı ve internette tanıştıkları arkadaşları<br />
denetlenmektedir. Siber akran zorbalığına maruz kalma ve davranımı gösterme<br />
olarak bakıldığında, bilişim teknolojisi araçlarını daha çok kullanan, daha<br />
fazla vakit geçiren öğrenciler risk grubundadır. Bu yüzden erkek öğrencilerin kızlara<br />
göre daha fazla siber akran zorbalığına maruz kalması, araştırmanın sonucunda<br />
bu bulgunun çıkması şaşırtan bir sonuç değildir.<br />
Tablo 5. Kız ve Erkek Ergenlerin Yaşlarına Göre Siber Akran Zorbalığını<br />
Gösterme Davranımına Ait ANOVA Sonuçları<br />
Gösterme df SS MS F<br />
Cinsiyet 1 3,132 3,132 18,592 **<br />
Yaş 1 ,425 ,425 2,521<br />
Cinsiyet + Yaş 1 ,432 ,432 2,564<br />
Error 296 48,867 ,168<br />
p< .05, ** p< .001<br />
Kız ve erkek ergenlerin yaşlarına göre siber akran zorbalığını gösterme davranımında<br />
fark olup olmadığının incelenmesi amacı ile ANOVA analizi uygulanmış ve<br />
analizlerin sonucunda cinsiyete göre siber akran zorbalığını gösterme davranımının<br />
anlamlı farklılık gösterdiği bulunmuştur (F: 18, 592; p< .05,). Fakat yaşın siber<br />
akran zorbalığını gösterme davranımında bir farklılığa neden olmadığı görülmüştür.<br />
Tablo 6. Kız ve Erkek Ergenlerin Yaşlarına Göre Siber Akran Zorbalığını<br />
Gösterme Davranımına Ait Ortalamalar ve Standart Sapmalar<br />
Cinsiyet Yaş Ortalama Değer SD<br />
Kız 17<br />
16<br />
Erkek 17<br />
16<br />
1,189<br />
1,190<br />
1,473<br />
1,320<br />
,043<br />
,045<br />
,051<br />
,052<br />
Siber akran zorbalığı gösterme davranımı ile cinsiyet arasında anlamlı ilişki bulunmasının<br />
sonucu ANOVA analizi uygulanarak, siber akran zorbalığı gösterme davranımı<br />
ile kız ve erkek öğrenciler arasındaki ilişki incelenmiştir. Yapılan analiz<br />
sonucunda erkek öğrencilerin (M: 1,396) kız öğrencilere (M: 1,190) oranla daha<br />
fazla siber akran zorbalığı davranımını gösterdikleri belirlenmiştir. Bunun yanısıra<br />
yaşça büyük olan erkek ergenler siber akran zorbalık davranımını daha çok göstermektedirler<br />
(M: 1,473; SD:,051). Arıcak ve arkadaşlarının (2008) da yaptıkları
603<br />
araştırmada belirttiği gibi, siber zorbalığa daha fazla erkek öğrenciler maruz kalmakta,<br />
bu yüzden erkek öğrenciler daha fazla siber zorbalık davranımını sergilemektedirler.<br />
Fakat Li (2005) yaptığı araştırmada erkeklerin kızlara oranla daha fazla<br />
zorbalık uygularken, kızlar erkeklere göre daha fazla siber zorbalığa kurban olduğunu<br />
belirtmiştir. Bu bulgu ise yapılan araştırmadaki erkeklerin kızlara oranla daha<br />
fazla siber zorbalığa maruz kaldıkları bulgusu ile çelişmekte; fakat ülkemizde yapılan<br />
araştırma ile örtüşmektedir.<br />
Tablo 7. Siber Zorbalığını Gösterme Davranımına Cinsiyet ve Maruz Kalma<br />
Faktörlerinin Etkilerine Ait Hiyerarşik Regresyon Analizi Sonuçları<br />
Sergileme R R 2<br />
Cinsiyet .263 0,69 %7<br />
Maruz Kalma .442 .126 %13<br />
* p< .001<br />
Siber akran zorbalığını sergileme davranımına, cinsiyet ve siber akran zorbalığına<br />
maruz kalma davranımının etkisini incelemek amacı ile, hiyerarşik regresyon analizi<br />
uygulanmştır. Tablo 7 incelendiğinde cinsiyet faktörü tek başına, siber zorbalığı<br />
sergileme davranımının %7’lik kısmını açıklarken, siber zorbalığa daha evvel maruz<br />
kalma tek başına %13’lük kısmını açıklamaktadır. (R: .263; R 2 : 0,69; p< .001)<br />
Bu bağlamda siber akran zorbalığına maruz kalanların daha fazla siber akran zorbalığı<br />
sergiledikleri söylenebilir.1974 ile 2000 yılları arasındaki 41 akran zorbalığı<br />
girişiminden 37 tanesi kaza ile sonuçlanmış ve zorbalık uygulayanların %71’i, olayı<br />
uygulamadan önce kendilerin zorbalığa uğramış, zedelenmiş hissettiklerini belirtmişlerdir.<br />
Araştırmacıların ortak olarak belirttikleri, akran zorbalığı ve şiddet uygulayıcılarının<br />
daha önce zorbalık ve şiddete uyguladığı yönündedir. (Patchin ve<br />
Hinduja; 2006). Bunun yanısıra cinsiyet ile siber akran zorbalığına maruz kalma ve<br />
siber akran zorbalığını sergileme arasında anlamlı bir ilişki bulunduğundan, ölçeğe<br />
verilen cevaplara madde bazında bakılmıştır.<br />
Sonuç<br />
Bu araştırmada lise ikinci ve üçüncü sınıfa devam eden ergenlerin siber akran zorbalığına<br />
maruz kalma ve gösterme oranları ile yaş, cinsiyet ve daha evvel siber<br />
akran zorbalığına maruz kalma oranları arasındaki ilişki incelenmiştir. Sonuçlar<br />
incelendiğinde, genel olarak cinsiyet ve daha evvel siber akran zorbalığına maruz<br />
kalma bu veri için risk faktörü olarak belirlenmiştir. Aynı zamanda, erkek öğrencilerin<br />
daha fazla siber akran zorbalığına maruz kaldıkları için, daha fazla siber akran<br />
zorbalığı davranımını gösterdikleri de bulunmuştur.<br />
Madde bazında bakıldığında ise, genel olarak erkek öğrenciler interneten biri hakkında<br />
dedikodular\ olumsuz söylentiler yaymak maddesine; sohbet odasında ahlaksız<br />
teklifte bulunmak maddesine; bir forum sitesinde yazan yorumlarla, bilgilerle<br />
%
604<br />
alay etmek maddesine, forum yetkilisinin nedensiz yere üyeliği iptal etme maddesine,elektronik<br />
posta aracılığı ile tehdit içeren, kırıcı, utandırıcı mesajlar gönderme<br />
maddesine maruz kaldıkları belirlenmiştir. Genel olarak bakıldığında, erkek öğrencilerin<br />
maruz kaldığı madde sayısı daha fazladır. Fakat bu yine de genellenebilecek<br />
bir bulgu değildir çünkü, öğrencilere ölçek uygulanırken rehberlik öğretmeni de<br />
sınıflarda bulunmuştur. Ayrıca, genel olarak toplumsal normlar dahilinde de bakıldığında,<br />
erkekler başlarına gelen olayları daha rahat paylaşabilirken, kızlar bu konuda<br />
daha ketum davranabilmektedirler. Erkek öğrencilerin en fazla gösterdikleri<br />
davranım olaraksa bir forum sitesinde yazan yorumlarla, bilgilerle alay etmek maddesi<br />
belirtilmiştir. Bu da, erkek öğrencilerin en fazla maruz kaldıkları maddeler<br />
arasındadır. Böylece, erkek öğrencilerin maruz kaldıkları maddeyi davranım olarak<br />
da göserdikleri söylenebilir. Kız öğrencilerin en fazla maruz kaldıkları madde ise<br />
elektronik posta hesaplarının şifrelerinin ele geçirilerek erişimin engellenmesi maddesi<br />
olarak belirlenmiştir. Kız öğrenciler de tıpkı erkek öğrenciler gibi en fazla bir<br />
forum sitesinde yazılan bilgiler ve yorumlarla alay etmek maddesindeki davranımı<br />
gösterdikleri belirtilmiştir.<br />
Maddelerden bu sonuçlar çıkmış olsa da, öğrencilerin çok büyük bir çoğunluğunun<br />
hiç bir zorbalığa uğramadıklarını belirttikleri de unutulmamalıdır. Burada belirtilen<br />
maddeler, zorbalığa uğradığını belirten grubun en çok maruz kaldıkları ve gösterdikleri<br />
davranımlardır.<br />
Öneriler<br />
Bilişim teknolojisinin kullanımının ve hayatımızdaki öneminin günden güne artması<br />
dolayısı ile özellikle ergenler çok fazla teknoloji ile iç içe olmaktadırlar. Her ne<br />
kadar özellikle siber akran zorbalığı gibi dezavantajlarından bahsedilse de bilişim<br />
teknolojisinin faydaları da yadsınamaz durumdadır. Bu yüzden, ergenler etkili ve<br />
bilinçli bir şekilde bilişim teknolojisinin kullanımına yönlendirilmeli, ebeveynler ve<br />
eğitimciler bu konuda alarm halinde olmalıdırlar. Çünkü siber akran zorbalığının<br />
kimi sonuçları ergenler için çok üzücü boyutlara ulaşabilmektedir. Öncelikli olarak<br />
okullarda bilişim teknolojisinin etkili kullanımı için öğrenciler bilinçlendirilmeli,<br />
aynı zamanda ebeveynlere yönelik seminer, program ve kurslar ile veliler de bilinçlendirilmelidir.<br />
Çünkü özellikle ev ortamında ergenlerin bilişim teknolojisi<br />
araçlarını nasıl kullandıklarını kontrol edebilmek, kullanımlarına sınırlandırma<br />
getirebilmek için öncelikle ebeveynlerin bu konuda bilgi sahibi olması gerekmektedir.<br />
Hızla yayılan ve gelişen bir konu olmasına rağmen siber akran zorbalığı ile ilgili<br />
olarak ülkemizde ne yazık ki yeterli araştırma bulunmamaktadır.Araştırmacılar daha<br />
geniş ve çeşitlilik gösteren örneklem grupları ile siber akran zorbalığı, ergenlerin siber<br />
akran zorbalığa bakış açısı ve siber akran zorbalığını tetikleyen farklı motivasyon<br />
kaynakları ile ilgili araştırmalar yapılmalıdırlar. Siber akran zorbalığının önlenebilmesi<br />
ve etkili, uygun önleme programlarının geliştirilebilmesi için öncelikli olarak siber<br />
akran zorbalığının farklı boyutları ayrıntılı olarak ortaya konulmalıdır.
Kaynakça<br />
605<br />
1. Arıcak, T. Siyahhan, S., Uzunhasanoğlu A., Sarıbeyoğlu,S., Çıplak,S., Yılmaz,N .&<br />
Memmedov,C. (2008). Cyberbullying Among Turkisk Adolescents. Cyberpsychology &<br />
Behavior, Vol. 11, No. 3.<br />
2. Baker, Ö.E. & Kavşut, F. (2007) Eurasion Journal Of Educational Research, Vol. 27, pp:<br />
31-42.<br />
3. Beran, T. & Li, Q. (2005). Cyber- Harrasment: A New Method For An Old Behavior.<br />
Journal of Educational Computing Research, Vol 32, No 3, s: 265- 277<br />
4. Berson I.R. & Berson, M.J. (2005). Challenging Online Behaviors Of Youth. Social<br />
Science Computer Review, Vol. 23, No.1. pp:29–38.<br />
5. Bond,L.,Wolfe S., Tollit M.,Butler, H., Patton,G. (2007) A Comparison Of The<br />
Gatehouse Bullying Scale And The Peer Relations Questionnoare For Students In<br />
Secondary School. Journal Of School Health Vol,77,No:2,pp:75-79.<br />
6. Camodeca, M., Goossens, F. A., Terwogt M. M. & Schuengel C. (2002). Bullying Ann<br />
Victimaziton Among School-Age Children: Stability And Links To Proactive And<br />
Reactive Aggression. Social Development, 11,3.<br />
7. Ceyhan,E.; Ceyhan, A.A.& Gürcan A. (2007) The Validity And Reability Of The<br />
Problematic Internet Usage Scale. Educational Sciences: Theory And Practice,<br />
Vol.7,No:1, ss:411–416.<br />
8. Chou, C. Chan, P. & Wu, H. (2007). Using A Two- Tier Test To Assess Students’ And<br />
Alternative Conceptions Of Cyber Copyright Laws. British Journal Of Educational<br />
Technology, Vol. 38, No, 6, ss: 1072- 1084.<br />
9. Crisholm, J.F. (2006). Cyberspace Violence Against Girls And Adolescent Females.<br />
Ann. N.Y. Acad. Sci. No: 1087, ss:74–89.<br />
10. Deheu, F. ; Bolman, C & Völlink, T (2008) Cyberbullying: Youngsters ‘ Experiences<br />
And Parental Perception. Cyber Psychology & Behavior, Vol. 1, No: 2 pp: 217–223.<br />
11. Diamonduros, T.,Downs, E & Jenkins, S.J. (2008) The Role Of School Psychologist In<br />
The Assessment, Prevention and Intervention Of Cyberbullying Psychology In The<br />
Schools, Vol.45, No. 8<br />
12. Espelage, D.L. & Swearer, S.M. (2003). Research On School Bullying And<br />
Victimization: What Have We Learned And Where Do We Go From Here? School<br />
Psychology Review, Vol 32, No 3, s: 365- 383.<br />
13. Ferdon, C.D. & Hertz F. (2007). Electronic Media, Violence, and Adolescents: An<br />
Emerging Public Health Problem. Journal of Adolescent Health, 41, ss: S1-S5.<br />
14. Fitzpatrick,M.K, Dulin A.J. & Piko,B.F. (2007). Not Just Pushing And Showing :School<br />
Bullying Among African American Adolescents. Journal Of School Health,Vol:77, No: 1.<br />
15. Hall A.S & Parsons,.J. (2001) Internet Addiction A College Student Case Study Using<br />
Best Practices In Cognitive Behavior Therapy .Journal Of Mental Health Counseling.<br />
Vol. 23. No. 4 Sayfa: 312–327.
606<br />
16. Jang, K.S. Hwang, S.Y.& Choi J.Y. (2008) Internet Addiction And Psychiatric<br />
Sysptoms Among Korean Adolescents. Joournal Of School Health, Vol. 78, No:3<br />
17. Juvonen, J. & Gross. E.F. (2008). Extending the School Grounds ? Bullying Experiences<br />
In Cyberspace. Journal Of School Health. Vol 78 No:9<br />
18. Lin, C.H & Yu, S. (2008) Adolescents Internet Usage In Taiwan: Exploring Gender<br />
Differences. Adolescence, Vol.43,No:170.<br />
19. King J.E; Walpole, C.E.& Lamon K. (2007) Surf and Turf Wars Online Growing<br />
Implications of Internet Gang Violence. Journal of Adolescent Health, Vol. 41, pp: 566–<br />
568.<br />
20. Kraut, R.; Patterson, M. & Keisler, V. (2004). Internet Paradox: A Social Involvement<br />
And Psychological Well- Being? American Psychology, Vol. 53, s: 1017–1031<br />
21. Li, Q. (2006). Cyberbullying In Schools: A Research Of Gender Differences. School<br />
Psychology International, Vol. 27, No.2, pp: 157–170.<br />
22. Maher, D. (2008). Cyberbullying: An Ethnographic Case Study Of One Australian<br />
Upper Primary School Class. Youth Studies Australia Vol.27, No:4, ss: 50–59.<br />
23. Mason, K.L. (2008) Cyberbullying: A Preliminary Assessment For School Personnel.<br />
Psychology In The School, Vol. 45 No. 4, pp: 323–348.<br />
24. Mitchell, K.J. ; Ybarra, M & Finkelhor, D. (2007). The Relative Importance Of Online<br />
Victimization In Understanding Deppression, Delinquency and Substance Use. Child<br />
Maltreatment, Vol. 12, No.4, pp: 314–324<br />
25. Olthof T. & Goossens,F.A. ( 2007). Bullying And Need To Belong : Early Adolescents’<br />
Bullying –Related Behavior And The Acceptance They Desire And Receive From<br />
Particular Classmates. Social Development,17, 1.<br />
26. Oravec, J.A.(2000) Internet and Computer Technology Hazards: Perspectives For<br />
Family Counselling. British Jorunal Of Guidance & Counselling, Vol.28,No:3<br />
27. Patchin, J.W. & Hinduja, S. (2006). Bullies Move Beyond The School Yard: Youth<br />
Violence And Juvenile Justice, Vol. 4. No. 2. pp: 18–169.<br />
28. Pepler,D.,Jiang,D. Croig W. Condoly, J( 2008). Developmental Trojectories Of Bullying<br />
And Antisociated Factors. Child Development, March/ April,Vol79,No,2 p: 325-338.<br />
29. Philips, F. & Morrissey, G. (2004). Cyberstalking and Cyberpredators: A Threat To Safe<br />
Sexuality On The Internet. Convergence Vol. 10, No. 1, pp: 66–79.<br />
30. Rosen, L.D. ; Cheever, N.A. & Carrier, M.L. (2008). The Association of Parening Style<br />
And Child Age With Parental Limit Setting And Adolescent Myspace Behavior. Journal<br />
Of Applied Developmental Pscycoholgy, 29, ss: 459-471.<br />
31. Sharpies, M.; Graber, R. ; Harrison, C. & Logant, K. (2009). E-Safety And Web 2,0 For<br />
Children Aged 11–16. Journal of Computer Assisted Learning, vol. 25. ss:70–84.<br />
32. Smith, P.K. Mahdavi, J., Carvalho, M. Fisher, S. Russell, S. & Tippet, N. (2008).<br />
Cyberbullying: Its Nature And Impact In Secondary School Pupis. Journal Of Child<br />
Psychology and Psychiatry, Vol. 49, No. 4, pp: 376–385.
607<br />
33. Subrahmanyam, K & Greenfield, P. (2008) Online Communication and Adolescents<br />
Relationships. The Future of Children. Vol. 18, No. 1, pp: 121–146.<br />
34. Strom, P. & Strom R.D. (2005) . When Teens Turn Cyberbullies. Education Digest:<br />
Essetial Readings Condensed For Quick Review, Vol.71, Iss. 4. pp: 35–41.<br />
35. Teich, A., Frankel, M.S., Kling, R. & Lee, Y, (1999) Anonymous Communication<br />
Policies For The Internet: Results And Recommendations Of The AAAS Conference.<br />
The Information Society, Vol 15, No 2, s: 71-77.<br />
36. Topçu, Ç. ; Baker, E.Ö. & Aydın Ç.Y. (2008). Examination of Cyberbullying<br />
Experiences Among Turkish Sudents From Different School Types. CyberPsychology<br />
&Behavior, Vol.11, No:6<br />
37. Volkenburg, P. & Peter, J. (2007) Preadolescents and Adolescents’ Online<br />
Communication And Their Closeness to Friends. Developmental Psychology, Vol.43,<br />
No.2. pp: 267–277.<br />
38. Volkenburg, P, Peter, J. & Schouten, A. (2006). Friend Networking Sites And Their<br />
Relationship To Adolescents’ Well-Being And Social Self-Esteem. Cyberpsychology &<br />
Behavior. Vol.19, No, 5,pp:584–590.<br />
39. Wolak, J.; Finkelhor, D.; Mitchell,K.J. & Ybarra,M.L. (2008) Online “predators” And<br />
Their Victims; Myths, Realities And Implications for Prevention And Treatment.<br />
American Psychologist, Vol 63, s: 111–128.<br />
40. Wolak, J. Mitchell, K. J & Finkelhor, D. (2003). Escaping or Connecting?<br />
Characteristics of Youth Who From Close Online Relationships, Journal Of<br />
Adolescence. Vol. 26, No, 1. pp:105- 119.<br />
Tüm Kitap İhtiyaçlarınız için<br />
www.tdk.com.tr<br />
Türkiye’nin İnternet Kitapçısı
608
Özet<br />
P3HT ve P3HT+PCBM FİLMLERİN OPTİK<br />
ÖZELLİKLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI<br />
Derya MALKOÇ, Sinem SİPAHİOĞLU, Kadir ESMER, Engin BAŞARAN<br />
Marmara Üniversitesi, Fen–Edebiyat Fakültesi, Fizik Bölümü<br />
609<br />
Bu çalışmada, Marmara Üniversitesi tarafından desteklenen altyapı projesi kapsamında,<br />
laboratuarımızda geliştirilen transistör altyapısını oluşturan ince film örneklerin<br />
kısmi optik özellikleri incelendi. Hazırlanan ince film örneklerin<br />
UV/Visible spektrometre cihazı ile görünür bölgede optik ölçümleri yapıldı. P-tip<br />
P3HT ve n tip akseptör PCBM karışımından oluşan ince filmlerin absorbsiyonunun<br />
görünür bölgede azaldığı görüldü. Isıl tavlamadan sonra ince filmlerin absorbsiyon<br />
spektrumunun kırmızıya doğru kaydığı görüldü. Proje kapsamında planlanan OTFT<br />
transistörlerin tasarımı ve üretilmesinde, P3HT ve farklı miktarlarda P3HT+PCBM<br />
karışımının aktif katman (yarı iletken tabaka) olarak kullanılması düşünülmektedir.<br />
Bu nedenle bu tür örneklerin farklı kombinasyonları ve onların optik özelliklerinin<br />
önceden bilinmesi transistör performansı için önem taşımaktadır. UV/Visible<br />
spektrometre ölçüm sonuçları, literatür ile uyumlu olup, OTFT transistörlerin tasarımı<br />
ve üretilmesinde aktif katman olarak kullanılmasına destek sağlayacağı düşünülmektedir.<br />
Giriş<br />
Yarıiletken polimerler, organik ince film transistörler (OTFT), organik ışık yayan<br />
diyotlar (OLED), organik fotovoltaikler (OPV) gibi opto-elektronik aygıtlardaki<br />
uygulamalarda çok fazla ilgi görmüştür. Regioregular poly(3-hexylthiophene) (RR-<br />
P3HT) üzerinde geniş çapta çalışılmıştır, çünkü bu tür aygıtlarda 0.2 cm 2 /Vs kadar<br />
yüksek alan etkili hole mobilitesi [1] elde edilmiştir. Band aralığı [2-5] 1.9 eV/653<br />
nm olarak bulunmuştur. OPV’de elde edilen en yüksek verimlilik P3HT ve [6,6]phenyl-C61-butyric<br />
acid methyl ester (PCBM) bulk heterojunction’da elde edildi.<br />
Aygıt performansını etkileyen birçok faktör açıklandı, örneğin P3HT’nin molekül<br />
ağırlığı [6], karışım düzeni [6,7], tavlama [8-10], film depolanması [7,11-13] vb.<br />
OFET’lerde çeşitli alkil zincirine sahip politiyofenler denenmiştir ve en iyi sonuç<br />
poli(3-hekziltiyofen) de gözlenmiştir [14]. Politiyofenlerin yüksek çözünürlük ve<br />
yüksek iletkenliğe rağmen tek dezavantajları havaya karşı hassas olmalarıdır. Kolay<br />
oksidasyona uğrayabilirler ve bu cihazda zamanla bozulmaya yol açabilir.<br />
Oksidasyon genelde polimer ana zincir üzerindeki π-konjuge sistemine bağlıdır. Bu<br />
sistemin kontrol edilmesiyle ve iyonizasyon potansiyelinin yükseltilmesiyle polimer<br />
daha stabil hale getirilebilir [15].
610<br />
Donor olarak P3HT ve akseptör olarak [6,6]-phenyl C60 butyric acid methyl ester<br />
(PCBM) kullanarak yüksek performanslar elde edildi. Son zamanlarda,<br />
P3HT/PCBM karışımlarından 1:1 ağırlık oranında kullanılarak fotovoltaik aygıtlar<br />
için en iyi aygıt performansları elde edilmiştir [8,9]. Aygıt performansını artırmak<br />
için P3HT ve PCBM arasındaki etkileşme önemlidir. P3HT/PCBM karışımlarından<br />
elde ettiğimiz ince filmlerin absorbsiyon spektrumlarının artan PCBM miktarıyla<br />
maviye doğru kaydığını gözlemledik. PCBM’in varlığında P3HT zincirlerinde<br />
düzenin bozulması bu değişime katkıda bulundu.<br />
Deneysel<br />
Saf P3HT, 1:1 ve 1:2 oranında P3HT/PCBM örneklerinin klorobenzende çözeltileri<br />
hazırlandı. Cam altlıklar saf su, aseton ve izopropil alkol ile ultrasonik titreştiricide<br />
temizlendi. Hazırlanan çözeltiler cam altlıklara spin-coating yöntemi ile kaplandı.<br />
1:1 ve 1:2 oranındaki P3HT/PCBM ince filmler 80, 100 ve 120 °C sıcaklıklarda<br />
tavlandı. P3HT/PCBM filmlerinin absorbsiyon spektrumunu elde etmek için Perkin<br />
Elmer Lambda 35 UV-Visible Spektrometresi kullanıldı.<br />
Sonuçlar<br />
Şekil 1a, P3HT filmi ve P3HT/PCBM 1:1 filminin, Şekil 1b P3HT filmi ve<br />
P3HT/PCBM 1:2 filminin UV-Visible absorbans spektrumunu göstermektedir.<br />
P3HT filminin absorbsiyon spektrumu iki tanesi 519, 550 da biri 605nm de pikler<br />
olduğunu gösterdi. Bu absorbsiyon bandı π-π * geçişine katkıda bulunabilir [16].<br />
PCBM miktarının artmasıyla görünür bölgede filmin absorbansı önemli ölçüde<br />
azalır. Bu da π-π * absorbsiyonunun azalmasına yol açar. Spektral değişiklik polimerin<br />
zincirler arası etkileşmesinin azalmasına ve PCBM’e elektron transferinin gerçekleşmesini<br />
sağlar.<br />
P3HT zincirleri arasındaki etkileşme lokalize olmayan konjuge π elektronlarının<br />
sayısının artmasına, optik π ve π * arasındaki bant aralığının düşürülmesine ve π-π *<br />
geçişlerinin artmasına sebep olur. PCBM’in varlığıyla filmlerin absorbsiyonunun<br />
azalmasına neden olan faktörlerden biri PCBM’in P3HT zincirleri arasındaki etkileşmenin<br />
düşürülmesine sebep olmasıdır. Diğer bir etkide P3HT ve PCBM arasındaki<br />
etkileşmenin yük transferine neden olabilmesidir, çünkü PCBM azalırken<br />
P3HT oksitlenebilir.<br />
1:1 P3HT/PCBM filminin maksimum absorbsiyon dalgaboyu 519, 557 ve 603<br />
nm’dir. 1:2 P3HT/PCBM filminin maksimum absorbsiyon dalgaboyu 517, 551 ve<br />
601 nm’dir. PCBM ilavesiyle karakteristik pik absorbsiyon dalgaboyunun maviye<br />
kaydığı gözlenmiştir.
(a)<br />
(b)<br />
Şekil 1. UV-Visible absorbsiyon grafikleri (a) P3HT ve P3HT/PCBM 1:1 (b) P3HT ve P3HT/PCBM 1:2<br />
611<br />
P3HT/PCBM 1:1 ve 1:2 filminin termal işlemden sonraki absorbsiyon grafiği Şekil<br />
2’de gösterildi. Filmler tavlandıktan sonra 450-600 nm’de absorbsiyon bandında<br />
artan sıcaklıkla çok az bir artma görülür. Tavlama işleminden sonra P3HT filminin<br />
spektrum değişimine P3HT zincirinin termal olarak düzenlenmesi sebep olur. Yapının<br />
düzenlenmesi yarıiletken polimerlerde zincirdeki etkileşmelerin düzenlenmesi<br />
veya daha yüksek kristalizasyon ile açıklanır [17]. Tavlama sıcaklığının artmasıyla<br />
görünür bölge absorbsiyonunda pik konumlarının kırmızıya kaydığı gözlendi.<br />
P3HT/PCBM 1:1 filminin absorbsiyon spektrumunda 100 °C’nin üzerinde çok fazla<br />
farklılık gözlenmemiştir.
612<br />
(a)<br />
(b)<br />
Şekil 2. P3HT/PCBM (a) 1:1 ve (b) 1:2 filmlerinin absorbsiyon spektrasında termal tavlamanın etkisi<br />
P3HT, PCBM ile karıştırıldığı zaman aktif tabakada iki bileşen arasındaki etkileşmeyi<br />
öneren absorbsiyon spektrumunda azalma gözledik. Bu absorbsiyon azalması<br />
aygıt performansını etkileyebilir çünkü düşük absorbsiyon ışık yoluyla üretilen yük<br />
taşıyıcılarının az olmasına sebep olur. P3HT ve PCBM arasındaki etkileşme için iki<br />
olasılık vardır. Biri P3HTve PCBM arasındaki ışığın sebep olmadığı (karanlık<br />
ortam) yük transferi, ikincisi karışımın polimer zincirlerin yapısını düzenlemesi ve<br />
bu düzenlenmenin polimerde zincirler arası etkileşmeyi azaltmasıdır. Aktif tabakadaki<br />
yapı düzelmesi cihaz performansını artırabilir.
Teşekkür<br />
613<br />
Bu çalışma 110T352 nolu “Organik Alan Etkili Transistörlerin Tasarlanması, Fabrikasyonu<br />
ve Karakterizasyonu” başlıklı TÜBİTAK projesi ve FEN-E-110411-0104<br />
nolu “Organik İnce Film Transistörlerin Karakterizasyonu” başlıklı Marmara Üniversitesi<br />
BAPKO Altyapı projesi tarafından desteklenmiştir.<br />
Kaynaklar<br />
[1] Wang, G.; Swensen, J.; Moses, D.; Heeger, A. J. J. Appl. Phys. 2003, 93, 6137.<br />
[2] Shrotriya, V.; Ouyang, J.; Tseng, R. J.; Li, G.; Yang, Y. Chem. Phys. Lett. 2005, 411,<br />
138.<br />
[3] Dicker, G.; de Haas, M. P.; Siebbeles, L. D. A.; Warman, J. M. Phys. ReV. B 2004, 70,<br />
045203.<br />
[4] Chirvase, D.; Chiguvare, Z.; Knipper, M.; Parisi, J.; Dyakonov, V.; Hummelen, J. C.<br />
Synth. Met. 2003, 138, 299.<br />
[5] Lioudakis, E.; Othonos, A.; Alexandrou, I.; Hayashi, Y. Appl. Phys. Lett. 2007, 91,<br />
111117.<br />
[6] Ma, W.; Kim, J. Y.; Lee, K.; Heeger, A. J. Macromol. Rapid Commun. 2007, 28, 1776.<br />
[7] Huang, J.; Li, G.; Yang, Y. Appl. Phys. Lett. 2005, 87, 112105.<br />
[8] Reyes-Reyes, M.; Kim, K.; Carroll, D. L. Appl. Phys. Lett. 2005, 87, 083506.<br />
[9] Kim, Y.; Choulis, S. A.; Nelson, J.; Bradley, D. D. C.; Cook, S.; Durrant, J. R. Appl.<br />
Phys. Lett. 2005, 86, 063502.<br />
[10] Kim, Y.; Cook, S.; Tuladhar, S. M.; Choulis, S. A.; Nelson, J.; Durrant, J. R.; Bradley,<br />
D. D. C.; Giles, M.; Mcculloch, I.; Ha, C.; Ree, M. Nat. Mater. 2006, 5, 197.<br />
[11] Yang, H.; LeFevre, S. W.; Ryu, C. Y.; Bao, Z. Appl. Phys. Lett. 2007, 90, 172116.<br />
[12] Li, G.; Shrotriya, V.; Huang, J.; Yao, Y.; Moriarty, T.; Emery, K.; Yang, Y Nat. Mater.<br />
2005, 4, 864.<br />
[13] Mihailetchi, V. D.; Xie, H.; de Boer, B.; Popescu, L. M.; Hummelen, J. C.; Blom, P. W.<br />
M.; Koster, L. J. A. Appl. Phys. Lett. 2006, 89, 012107.<br />
[14] Richard D. McCullough. Adv. Mater., 2, (1998), 10<br />
[15] Mc.Culloch, I. Et al, Chem. Mater. 17 (6) 1381-1385, 2005<br />
[16] T.-A. Chen, X. Wu, R.B. Rieke, J. Am. Chem. Soc. 117 (1995) 233.<br />
[17] X. Jiang, R. Osterbacka, O. Korovyanko, C. P. An, B. Horowitz, R. A. J. Janssen and Z.<br />
V. Vardeny, Adv. Funct. Mater. 12, 587 (2002).
614
Özet<br />
MOBİL TELEFON İÇİN J2ME İLE ÖĞRENCİ BİLGİ SİSTEMİ<br />
WEB SERVİS UYGULAMASI GELİŞTİRME<br />
Gürel YILDIZ, Adnan KAVAK<br />
Kocaeli Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Bilgisayar Müh. Bölümü<br />
615<br />
Günümüzde mobil telefonlardaki hızlı gelişmeler ve sağladığı avantajlar sonucunda<br />
web uygulamalarının mobil uygulama versiyonlarınında olması önem kazanmaktadır.<br />
Bu proje, öğrenci bilgi sistemi web uygulamasından öğrencilerin not ve harç<br />
bilgilerini görebilmelerini sağlayan Java 2 Platform Micro Edition (J2ME) Mobil<br />
Bilgi Cihazı Profili (MIDP) kullanarak geliştirilen web servis mobil uygulamasını<br />
sunmaktadır. Öğrenciler, mobil telefon ile servise yada uygulamaya girerek derslerini<br />
ve not bilgilerini görebilir. Uygulama J2ME cihaz emülatöründe çalıştırılmıştır<br />
ve işlevsel bilgileri bu makalede anlatılmaktadır.<br />
Anahtar kelimeler: mobil uygulama, öğrenci bilgi sistemi, J2ME<br />
Abstract<br />
Nowadays due to rapidly evolutions at mobile phones and as a result of their<br />
benefits, it is getting more important that web applications must have their mobile<br />
application versions. This project provides a web service mobile application with<br />
using Java 2 Platform Micro Edition (J2ME) MIDP achieves students to see their<br />
grades and fee informations from student information system web application.<br />
Students can see their grades and fee informations with attending web service or<br />
mobile application via their mobile phones. Mobile application is run on J2ME<br />
product emulator and its functional information is decrepted in this paper.<br />
Keywords: mobile application, student information system, J2ME<br />
1. Giriş<br />
Web tabanlı öğrenci bilgi sistemleri, üniversite içinde öğrenci-ders-danışman arasındaki<br />
ilişkileri yönetmede standartlaşma ve sistematizasyon getirdi. [1]. Mobil<br />
telefonların yaygınlaşması ile öğrenci bilgi sistemlerine entegre olarak öğrencilerin<br />
sınav sonuçlarını gönderen SMS uygulamaları geliştirildi [2]. Bu uygulamalar ile<br />
bilgisayar bağımlı sistemden lokasyon bağımsız bir uygulamaya geçiş olmuştur.<br />
Çağımız, mobil telefonların devrimidir. Her gün mobil telefonlara yeni özellikler<br />
eklenmektedir. Bunun sonucunda, artık insanlar web üzerinden aldıkları hizmetleri<br />
mobil telefonlardan da alabilmek istemektedirler [3].
616<br />
Bu projede, öğrenci bilgi sistemi web uygulamasının J2ME ile mobil telefon uygulaması<br />
geliştirilmiştir.<br />
2. Java 2 Micro Edition (J2ME)<br />
Java 2 Micro Edition (J2ME), mobil telefonlar ve PDA gibi mobil araçlar için uygulama<br />
geliştirmede kullanılan JAVA dili tabanlı programlama dilidir.<br />
J2ME yapısı üç katmandan oluşmaktadır: Konfigürasyon katmanı, profil katmanı ve<br />
uygulama katmanıdır [4].<br />
J2ME çeşitli konfigürasyon ve profillere bölünmüştür. Konfigürasyonlar JVM(Java<br />
Virtual Machine) detaylarını ve belli sınıftaki cihazlarla kullanılabilecek temel<br />
kütüphaneleri tanımlayan belirtimlerdir. Örnek konfigürasyonlar CLDC(Connected,<br />
Limited Device Configuration) ve CDC(Connected Device Configuration) dir.<br />
MIDP(Mobile Information Device Profile) mevcut profiller arasında ilk ve en yaygın<br />
olanıdır ve uygulamanın yaşam döngüsü, kullanıcı grafik arabirimleri, iletişim<br />
ağı ve kalıcı depolama ile ilgili kütüphanelerini içerir.<br />
MIDP(Mobile Information Device Profile) profili için yazılan uygulamalar Midlet<br />
olarak tanımlanır. Midletler şekil 1 deki gibi 3 durumda bulunabilir: durağan<br />
(paused), etkin (active), ölü(destroy).<br />
Şekil 1. Midletlerin yaşam döngüsü<br />
3. Mobil Uygulamanın Gerçekleştirilmesi<br />
Öğrenci bilgi sistemi mobil uygulamasını J2ME teknolojisi ile hazırlamak için<br />
aşağıdaki kurulumlar yapılmıştır:<br />
• JRE(Java Runtime Environment): Java uygulamalarını geliştirdiğiniz bilgisayarda<br />
çalışması için gereklidir.<br />
• Eclipse IDE for Java Developers: Java kodlarını çalıştırabilen bütünleşik geliştirme<br />
ortamı.<br />
• Nokia SDK for Java: MIDP uygulamalarını test etmek için mobil telefon<br />
simülasyonu olan emülatör sağlar.
617<br />
Veri alışverişi sırasında güvenliği arttırmak için şifreleme yapılarak verilere encrypt<br />
ve decrypt işlemleri uygulanmıştır.<br />
4. Mobil Uygulama<br />
Uygulamanın başlangıcında kullanıcı login ekranıyla karşılaşır. Login ekranı öğrenci<br />
no giriş alanı ve şifre giriş alanından şekil 2 deki gibi oluşmaktadır. Kullanıcı<br />
bilgilerini yazıp giriş butonuna bastığında şekil 3 deki gibi dersleriniz, harç ve çıkış<br />
butonlarını içeren menü ekranı oluşur. Menüden dersleriniz butonuna basıldığında<br />
şekil 4 deki gibi kullanıcının kayıtlı olduğu derslerin kodlarını gösteren ekran oluşmaktadır.<br />
Bu ekranda ders kodlarına basıldığında şekil 5 deki gibi vize ve final<br />
notunu içeren ekran oluşur. Kullanıcı geri butonlarını kullanarak bir önceki menü<br />
ekranına geri dönüş yapabilir. Kullanıcı ana menüden harç butonuna bastığında<br />
ödediği veya ödemediği harç bilgilerini yıla göre gösteren ekran oluşur. Kullanıcı<br />
çıkış butonuna basarak uygulamadan çıkış yapar.<br />
Şekil 2. Uygulamanın mobil<br />
telefon emülatöründe ki ana<br />
ekranı<br />
Şekil 5. Uygulamanın mobil<br />
telefon emülatöründe ki ders<br />
notu ekranı<br />
Şekil 3. Uygulamanın mobil<br />
telefon emülatöründe ki<br />
giriş menüsü ekranı<br />
Şekil 6. Uygulamanın mobil<br />
telefon emülatöründe ki<br />
harç bilgisi ekranı<br />
Şekil 4. Uygulamanın mobil<br />
telefon emülatöründe ki<br />
ders ekranı
618<br />
5. Sonuçlar ve Planlanan Çalışmalar<br />
Bu makale, mobil telefonlar için J2ME ile geliştirilen öğrenci bilgi sistemi uygulaması<br />
hakkında bilgiler sunmuştur. Bu proje öğrencilerin öğrenci bilgi siteminden<br />
temel gereksinimleri üzerine odaklanmıştır. Projenin planlanan ileri çalışmaları<br />
farklı mobil telefon platformları için uygulamaların geliştirilmesi ve öğrenci bilgi<br />
sisteminin akademik personel işlemlerinin mobil uygulamaya eklenmesidir.<br />
Kaynaklar<br />
[1] Yang Qingshan, Zeng Xianli, Zhang Mingying, Design and implementation of college<br />
student management information system based on .Net three-layer structure, Intelligent<br />
Computing and Integrated Systems (ICISS), 2010<br />
[2] Firdaus bin Haji Sidek, S.,The development of the short messaging service (SMS)<br />
application for the school usage, Information Technology (ITSim), 2010<br />
[3] Dubey, A.K.; Shandilya, S.K.,A comprehensive survey of grid computing mechanism in<br />
J2ME for effective mobile computing techniques, Industrial and Information Systems<br />
(IC<strong>II</strong>S), 2010<br />
[4] Oracle website. [Online]. What is Java for Mobile Devices?. Available:<br />
http://www.oracle.com/technetwork/java/javame/index.html<br />
Tüm Kitap İhtiyaçlarınız için<br />
www.tdk.com.tr<br />
Türkiye’nin İnternet Kitapçısı
Özet<br />
STOK YÖNETİMİ SÜRECİNDE RADYO FREKANSI İLE<br />
TANIMLAMA (RFID) TEKNOLOJİSİNİN KULLANIMI<br />
Mehmet Sıtkı SAYGILI, Cem KARTAL, Elif BAYRAM<br />
Bahçeşehir Üniversitesi, Meslek Yüksekokulu<br />
619<br />
Bilgi teknolojilerinden stok yönetimi sürecinde yararlanılarak; tam zamanlı bilgi<br />
transferi, etkili iletişim, ürün takibi ve süreç kontrolü sağlanmaktadır. Radyo Frekansı<br />
ile Tanımlama Sistemi (RFID) nesneleri radyo frekansı kullanarak tanımlayan<br />
teknolojidir. Stok yönetiminde RFID teknolojisi kullanımının; süreçler arası entegrasyonu<br />
hızlandırarak, stokların kısa zamanda kayıt altına alınmasını sağlayarak,<br />
maliyetleri düşürerek ve hata oranını azaltarak stok takibini kolaylaştırıcı etkileri<br />
bulunmaktadır.<br />
Giriş<br />
Bilim ve teknoloji birbirini destekleyerek gelişmektedir. Bilimsel çalışmaların<br />
sonucunda teknolojik buluşlar yapılmaktadır. Ortaya çıkartılan yeni teknolojiler ise<br />
bilimsel çalışmaları hızlandırmaktadır. Günümüz dünyasında teknolojideki ilerleme<br />
ülkelerin gelişmişlik düzeyini belirleyen faktörlerden birisidir. Teknolojik buluşlara<br />
öncülük eden ülkeler geliştirdikleri teknolojiyi insanların kullanımına sunmalarından<br />
dolayı sosyal fayda yaratmaktadır. Aynı zamanda bu teknolojiyi pazarlayarak<br />
ekonomik fayda elde etmektedir.<br />
Yeni teknolojilerin üretim sektöründe kullanılması kadar hizmet sektörü içinde<br />
kullanılması da önemlidir. RFID teknolojisi de stok yönetiminde üretim işletmeleri<br />
kadar hizmet işletmeleri tarafından kullanılan bir tanımlama sistemidir.<br />
1. İşletmelerde Etkin Stok Yönetimi<br />
Stok yönetimi, ürünün ihtiyaç duyulan zamanda, miktarda ve yerde hazır bulunması<br />
için yapılan düzenlemelerdir. Tedarik zinciri içinde üretimde kullanılmakta olan<br />
hammadde ve yarı mamullerin hazırlanmasından, nihai ürünün tüketiciye sunulmasına<br />
kadar olan tüm süreçlerde stok planlaması mevcuttur. Böylece işletmelerin<br />
fazla stok veya yetersiz stok bulundurması durumu engellenmektedir.<br />
Stok yönetiminde temel amaç hata payını en aza indirmektir, hatta tam zamanında<br />
(JIT) felsefesine uygun hareket ederek sıfır stok düzeyini sağlamaktır. JIT özellikle<br />
malzeme ihtiyaçlarının tespitinden üretime, üretimden ürünün dağıtılmasına ve son<br />
kullanıcıya ulaşmasına kadar olan sürecin sürekli, dengeli ve tam zamanında planlanması<br />
ve uygulamaya konulması olarak tanımlanabilmektedir [1].
620<br />
İşletmelerin hızlı ve sürekli stok takibi yapılabilmesi için süreci yönetmeye imkan<br />
veren bir depo sistemi oluşturulmaktadır. Etkin stok yönetimine imkan tanıyan bir<br />
depo sistemi iki temel bileşenden oluşmaktadır. Birincisi depo operasyonlarında<br />
stokların giriş-çıkış kayıtlarının ve yükleme-boşaltma işlemlerinin yapılması için<br />
uygun ekipmanların kullanılması, ikincisi bu ekipmanları kullanacak bilgi düzeyine<br />
sahip kalifiye personelin çalıştırılması gerekmektedir.<br />
2. RFID Teknolojisi<br />
RFID nesneleri radyo frekanslarını kullanarak tanımlayan teknolojidir. Bu sistemin<br />
uygulanması <strong>II</strong>. Dünya Savaşı’nda dost ve düşman uçaklarını ayırt etmek için kullanılmasına<br />
kadar uzanmaktadır [2].<br />
Tanımlanacak nesneye içinde anten ve mikroçip bulunan bir RFID etiketi takılmaktadır.<br />
Bu etiket içine nesneyle ilgili gerekli bilgiler kaydedilmektedir. Anten<br />
çipin içindeki bilgileri bir okuyucuya iletmektedir. Okuyucu etiketten aldığı radyo<br />
dalgalarını dijital bilgiye dönüştürerek bilgisayar sistemine aktarmaktadır. RFID’ler<br />
düşük (100-500 kHz), yüksek (10-15 mHz) ve çok yüksek (0,9-5 gHz) olmak üzere<br />
3 radyo frekansı bandında yayın gönderebilmektedir [3]. Radyo frekansı bandının<br />
türüne göre veri hızı ve kapasitesi değişmektedir.<br />
RFID sisteminin tedarik zincirinde süreç düzenleyici ve maliyet düşürücü etkileri<br />
vardır [4]. Bu bakımdan pek çok sektörde kullanılmaktadır.<br />
3. Stok Yönetim Sürecinde RFID Kullanımı<br />
İşletmelerin tedarik zinciri sürecinin her aşamasında doğru karar alabilmesi için<br />
etkin bilgi akışı gerekmektedir. Bu nedenle gerekli yatırımlar yapılarak bilişim<br />
teknolojilerinden yararlanılmaktadır.<br />
RFID teknolojilerinin işletmeler tarafından kullanılması aşağıdaki faydaları sağlamaktadır<br />
[5];<br />
• Taşıma maliyetlerini azaltmaktadır.<br />
• Zamanın etkin kullanılmasını sağlamaktadır.<br />
• Birden fazla tedarikçi ve müşteri ile iletişimde bilgi akışı zamanında ve doğru<br />
yapılmaktadır.<br />
• Tedarik zinciri içinde ürünlerin izlenebilirliğini kolaylaştırmaktadır.<br />
• Kayıp, çalıntı vakalarını azaltmaktadır.<br />
• Hasar, hata gibi nedenlerden dolayı katlanılan tamir ve tazminat giderlerini<br />
düşürmektedir.<br />
• Arz-talep dengesinin analiz edilmesinde yardımcı olmaktadır.
621<br />
Stok yönetiminde RFID teknolojilerinin kullanılması; stokların kayıt altına alınmasını<br />
sağlamakta, süreçler arasında entegrasyonu hızlandırmakta, maliyetleri düşürmekte<br />
ve takibi kolaylaştırmaktadır.<br />
Sonuç<br />
Etkin stok yönetimi işletmelerin hem üretim hem de satış maliyetlerinin düşürülmesi<br />
açısından önem arz etmektedir. Bu açıdan işletmeler depolarında stok durumları<br />
ile ilgili detaylı bilgileri sağlamak, verimliliği arttırmak, sipariş sürelerini iyileştirmek,<br />
kaynakları daha verimli kullanmak amacıyla RFID teknolojisine yatırım yapmaktadır.<br />
Kaynakça<br />
[1] Sinan Aytekin, Tam Zamanında Stok Yönetimi (Just In Time) Felsefesinin Hastane<br />
İşletmelerine Uygulanabilirliği ve Bir Üniversite Hastanesi Örneği, Süleyman<br />
Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Y.<strong>2011</strong>, C.16, S.2,<br />
s.281-306.<br />
[2] Ela Sibel BAYRAK MEYDANOĞLU, Perakendeci Piyasalarında RFID Sistemleri,<br />
Ege Akademik Bakış, 9.1.2009, s:141-157.<br />
[3] Ömür Y. Saatçioğlu, RFID Teknolojisinde Fırsatlar Engeller ve Örnek Uygulamalar,<br />
Ege Akademik Yayınları, Cilt 6, Sayı 1, Ocak 2006, s:24-35.<br />
[4] Lee, I. and Lee, C., B., 2010, An Investment Evaluation of Supply Chain RFID<br />
Technologies: A Normative Modelling Approach, Int. J. Production Economics, 125,<br />
313-323.<br />
[5] Charles Poirier, Duncan Mc Collum, RFID Strategic Implementation and ROI<br />
Apratical Roadmap to Success, J. Ross Yayınları, Florida, 2006, s:66.
622
ESTABLISMENT of A WIND & PV DRIVEN REVERSE<br />
OSMOSIS DESALINATION PLANT IN GYTE<br />
623<br />
Fatih AL 1 , Ali Murat SOYDAN 1 , Ali ATA 1 , Nadir DİZGE 2 ,<br />
Bülent KESKİNLER 2 , İsmail KOYUNCU 3<br />
1<br />
Gebze Institute of Technology, Department of Materials Science and Engineering,<br />
2<br />
Gebze Institute of Technology, Department of Enviromental Engineering<br />
3<br />
Istanbul Technical University, Department of Enviromental Engineering<br />
Abstract<br />
Economically usable water resources per capita in Turkey are decreasing due to<br />
excessive population increase. As a result of this, new water resources should be<br />
found in the near future. Seawater or well water is accepted as resources and both of<br />
which needs the removal of salinity. The most promising treatment method for the<br />
removal of salinity is reverse osmosis (RO). An economical issue related to the cost<br />
of reverse osmosis is expected to decrease with the increasing usage. There is still<br />
an uncertainty about the cost and usage of the seawater desalination in Turkey and<br />
the state of the art is still staying as a big gap. The usage of photovoltaic&wind<br />
driven reverse osmosis systems are a trendy research topic all around the world. In<br />
this system, energy obtained by using a hybrid solar&wind power generating<br />
system is combined with reverse osmosis water purification system in order to<br />
obtain well quality water from unfiltered sea water. The goal of this project is to<br />
make a comprehensive cost analysis study of the existing technologies and compare<br />
them with our RO systems in order to understand cost carrying parameters and<br />
reduce high costs for a wide range of usage in our country.<br />
Keywords: Desalination; Reverse osmosis; Cost analysis; Photovoltaic; Wind Energy<br />
* Corresponding Author. Current Address: Material Science and Engineering, Gebze Institute<br />
of Technology, 41400, Gebze, Kocaeli, Turkey. E-mail address: fatih.al@gyte.edu.tr<br />
1. Introduction<br />
Water is an indispensible element for human life. Recent studies represents that<br />
with the increasing water consumption proportionally with world’s population,<br />
today’s water resources are not capable of meeting the needs. In recent years,<br />
researchers have been focused on finding novel systems in order to desalinate sea<br />
and brackish water.<br />
Energy conversion is an another important issue which should be deeply<br />
investigated. When its compared with the other renewable energy sources, solar &<br />
wind energy becomes more preferable due to our countries solar radiation and wind<br />
power capacity. Modular solar panel which consists a bunch of single silicon cells
624<br />
is an electrochemical device, used to transform solar radiation to electricity or<br />
electricity storage. Three well known wind turbine module types Savanius VAWT,<br />
Modern HAWT and Giromill/Darrieus VAWT.<br />
The usage of solar& wind driven reverse osmosis systems are a trendy research<br />
topic all around the world. In this system, energy obtained by using a hybrid Solar<br />
& Wind power generating system was combined with reverse osmosis water<br />
purification system in order to obtain well quality water from unfiltered sea water.<br />
In addition to this, another important approach for this study is to make a<br />
comprehensive cost analysis study of the existing technologies and compare them<br />
with our RO systems in order to understand cost carrying parameters and reduce<br />
high costs for common usage in our country.<br />
2. Literature<br />
Worldwide populations suffer from water scarcity in many arid and desert like<br />
areas. The only source of water available is salty water with conductivity of 1500-<br />
5000 µS/cm.(1) Apart from salinity, other important contaminants like, for instance,<br />
pathogenic microorganisms, can further affect water quality.(2) It is undoubted that<br />
growing water scarcity is one of the world’s most severe problems. It is expected<br />
that in 2025 almost 3.5 billion people, 48% of the world’s population, will have an<br />
insufficient water supply. At the same time, about one third of the world’s<br />
population; 2 billion people are not connected to an electrical grid. (3)<br />
Desalination by means of renewable energy sources is a suitable solution for<br />
providing fresh water to a number of regions so far apart as the Mediterranean,<br />
India, Latin America, Africa and world-wide remote areas.(4) This solution<br />
becomes more competitive, especially for remote and rural areas where small<br />
quantities of water for human consumption are needed.<br />
Among the desalination technologies available, reverse osmosis (RO) is currently<br />
considered as the most attractive process to produce fresh water for both brackish<br />
and seawater. With predicted specific consumption from 30 to 50 kJ/kg (with<br />
pressure recovery), this well established technology is becoming increasingly popular<br />
as a competitive and viable option in several large-scale desalination plants.<br />
(5-6) Several RO plants with production on the order of thousands of cubic meters<br />
per day are being extensively used throughout the world for water desalination.<br />
These systems, using electricity for running the high-pressure pumps, are among<br />
the ones with the low cost per cubic meter of produced water. (7) Nevertheless, in<br />
some cases, e.g., small rural sites or during catastrophes where drinkable water is<br />
not available, small RO systems running on PV & Wind combine systems could<br />
also be used to produce drinkable water for life support. Running just on PV
625<br />
modules from 50 to 150 Wp, they can produce drinkable water from brackish waters<br />
containing salt concentrations of the order of 5000 ppm. (8-9)<br />
The increasing use of desalination due to demographic and industrial growth makes<br />
necessary a parallel increasing of energy sources. Desalination systems driven by<br />
renewable energies are scarce, and they usually have a limited capacity. They only<br />
represent about 0.02% of total desalination capacity. (10)<br />
Renewable energies are found in nature: solar radiation, wind, energy of life beings,<br />
of the sea, or the thermal energy of the earth. Since ancient times humans have used<br />
some of these energy sources, but the main development of renewable energy<br />
systems was due to petroleum crisis of 1973. (11) Besides that, the increasing<br />
preoccupation about the environment has increased the use of renewable energies.<br />
Nevertheless, their main limitations are their space and temporal changes, the high<br />
land requirements and investment costs of renewable energy facilities, in spite of<br />
their low operation costs. To avoid the fluctuations inherent in renewable energies,<br />
different energy storage systems may be used. (12)<br />
With regard to coupling seawater desalination technologies to renewable energy<br />
systems, it is important to take into account different aspects: thermodynamic<br />
considerations, specific characteristics of the system location and economic<br />
evolutions. If the desalination system is going to be installed in a remote area, the<br />
technology selection may be done; simplicity, easy handling, availability, maturity<br />
of the technology, guarantee of fresh water production, suitability of the system to<br />
the characteristics of the location, possibility of the future increase of the system<br />
capacity, efficiency, among others. (13)<br />
2. Results & Expectations<br />
Figure 1: Schematic of a simple reverse osmosis (RO) system
626<br />
Figure 2: Growth of worldwide desalination<br />
Figure 3: Schematic design of our main system<br />
The goal of this project is to make a comprehensive cost analysis study of the<br />
existing technologies and compare them with our RO systems in order to<br />
understand cost carrying parameters and reduce high costs for common usage in<br />
our country. At the end of the project another final scientific target is to make at<br />
least five SCI publications. As a result of the findings manufacturing of pilot and<br />
lab scale systems are expected.
4. References<br />
627<br />
1. E.Mathioulakis, V.Belessiotis,E.Delyannis, Desalination 203 (2007) 346-365<br />
2. A.Mellit, A.Kalogirou, Progress in Energy and Combustion Science 34 (2008) 574-632<br />
3. A.Joyce, D.Loureiro, C.Rodrigues, S.Castro, Desalination 137(2001) 39-44<br />
4. D.Herold, A.Neskakis, Desalination 137(2001) 285-292<br />
5. M.Alahmad, Desalination 261(2010) 131-137<br />
6. D.Riffel, P.Carvalho, Desalination 247(2009) 378-389<br />
7. L.Greenlee, D.Lawler, B.Freeman, B.Marrot, P.Moulin, Water Research 43(2009) 2317-<br />
2348<br />
8. A.Dababneh,M.Al-Nimr, Desalination 153(2002) 265-272<br />
9. A.Santoyo,J.Carrasco,E.Gomez,F.Martin,A.Montesinos,Desalination 155(2003)101-108<br />
10. M.Afonso,J.Jaber,M.Mohsen, Desalination 164(2004) 157-171<br />
11. M.Belkacem,S.Bekhti,K.Bensadok, Desalination 206 (2007)100-106<br />
12. M.Thomson,D.Infield,Desalination 183 (2005) 105-111<br />
13. Z.Suleimani,V.Nair, Applied Energy 65 (2000) 367-380
628
YAZAR DİZİNİ<br />
Abdullah MAT 245<br />
Abdurrahim ÖZGENOĞLU 47<br />
Adem ÇİÇEK 443<br />
Adnan KAVAK 615<br />
Adnan Selçuk ERGİNÖZ 109<br />
Ahmet BAKAL 175, 253<br />
Ali ATA 623<br />
Ali H. ABDULKARİM 157<br />
Ali Murat SOYDAN 623<br />
Atilla SANDIKLI 21<br />
Aylin Çelik TURAN 521<br />
Ayşe Nilgün AKIN 81<br />
Ayşegül ÖZDEMİR 551<br />
Azize GÖKMEN 20<br />
B. Lotfi SADİGH 391<br />
Bahattin ADAM 45<br />
Bekir YELMEN 321, 333, 343, 355<br />
Beycan İBRAHİMOĞLU 23<br />
Bilge ÖZGENER 145<br />
Bilgin KAFTANOĞLU 39<br />
Bora TİMURKUTLUK 183, 195,<br />
245, 261<br />
Bülent KESKİNLER623<br />
Cem KARTAL 619<br />
Cengiz EKİN 369<br />
Çetin BOLCAL 315<br />
Çetin ÇAKANYILDIRIM 89<br />
Çetin KARAKAYA 403<br />
Çiğdem KARADAĞ 225<br />
Çiğdem TİMURKUTLUK 195, 245<br />
Daniel S. HUSSEY 207<br />
David L. JACOBSON 207<br />
Derya MALKOÇ 609<br />
Dilek Nur ÖZEN 157<br />
E. TAŞDEMİRCİ 297<br />
Elif BAYRAM 619<br />
Emin OKUMUŞ 225<br />
Enbiya TÜREDİ 461, 503, 511<br />
Engin BAŞARAN 609<br />
Erdal GAMSIZ 285<br />
Erdoğan KÜÇÜKÖNER 581<br />
Ergün AKALAN 135<br />
Erkan KARACABEY 581<br />
Ersoy ERİŞİR 451, 469<br />
Evren GÜNEN 225<br />
Fatih AL 623<br />
Fatih GENÇ 225<br />
Fatma AYDIN 237<br />
Fatma Gül BOYACI SAN 225<br />
Ferit ARTKIN 279<br />
Figen KADIRGAN 59<br />
Frank KERN 503, 511<br />
G. ŞERİT 297<br />
Gamze BEHMENYAR 225<br />
Gözde GÖK 381<br />
Gülşah AKTAŞ 481<br />
Gürel YILDIZ 615<br />
H. Mehmet ŞAHİN 171<br />
H. Ö. ÜNVER 391<br />
Halil CESUR 39<br />
Hasret ÇOMAK 557<br />
Havva DİNÇ 435<br />
Hayrettin KAĞNICI 291<br />
İsmail BİCAN 225<br />
İsmail KOYUNCU 623<br />
K .S. YİĞİT 297<br />
Kemal ALTINIŞIK 157<br />
Kevser DİNÇER 157<br />
M. Caner ACAR 207, 443<br />
M. Faruk. SERİNCAN 307<br />
M. GÜNDÜZ 297<br />
M. Oktay ALNIAK 16, 163, 521<br />
M. Süha YAZICI 307<br />
629
630<br />
M. Tarık ÇAKIR 321, 333, 343, 355<br />
M. Ural ULUER 381<br />
M. Ünal AZAKLIOĞULLARI 315<br />
Mahmut D. MAT 71, 175, 183, 195,<br />
207, 237, 245, 253, 261, 443<br />
Mehmet Sıtkı SAYGILI 619<br />
Mehmet YÜKSEL 369<br />
Metin GÜRÜ 89<br />
Meysun İBRAHİM 195<br />
Muhammed ŞAHİN 49<br />
Murat YILDIRIM 557<br />
Mustafa İlhan GÖKLER 37<br />
Mustafa KARAMAN 435<br />
Mustafa. HATİPOGLU 307<br />
Muzaffer ZEREN 461<br />
Nadir DİZGE 623<br />
Nazlı ÖZTÜRK 545<br />
Nihan DÖKMETAŞ 39<br />
Onur BİRBAŞAR 461<br />
Orhan ÖZCAN 81<br />
Osman OKUR 225<br />
Ö. Faruk SELAMET 207, 443<br />
Özcan KOYSUREN 435<br />
Özgür ÜNVER 381<br />
Pelin BOLAT 521<br />
Rainer GADOW 503, 511<br />
Ramiz Gültekin AKAY 81<br />
S. Engin KILIÇ 117, 381, 391<br />
S. Seda ERCAN 529<br />
Seda Gökçe TURAN 595<br />
Selahattin ÇELİK 175, 261<br />
Serap GÜMÜŞ 469<br />
Serdar ÖZTEKİN 321, 333, 343, 355<br />
Sinem SİPAHİOĞLU 609<br />
Sümer ŞAHİN 41<br />
Ş. Hakan ATAPEK 461, 469, 481, 491<br />
Şenay YALÇIN 25, 53<br />
Şeyda POLAT 469, 481<br />
Tansel ŞENER 225<br />
Tuba Eylül ALTUNAY 545<br />
Tuğrul Y. ERTUĞRUL 175<br />
Tuna ARIN 419<br />
Tunay ALKAN 123<br />
Turgut TURUNÇ 533<br />
Uğur PAŞAOĞULLARI 207<br />
Yüksel KAPLAN 71, 207, 245<br />
Zühtü BAKIR 31