06.01.2013 Views

kurt isyanları

kurt isyanları

kurt isyanları

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

-vn^i;<br />

o<br />

o<br />

o<br />

^<br />

uı<br />

><br />

<<br />

te.<br />

o<br />

KURT İSYANLARI<br />

Tedip ve Tenkil<br />

I ı<br />

\^' I<br />

V> 1^<br />

' ■:i«p.-,.-4-jr.-v,'<br />

AHMET KAHRAMAN<br />

EVRENSEL<br />

BASIM<br />

YAYIN


^<br />

EVRENSEL<br />

BASIM YAYIN


AhmetKahraman<br />

Kürt<br />

<strong>isyanları</strong><br />

(Tedip ve Tenkil)


Doğa Basın Yayın<br />

Dağıtım Ticaret Limited Şirketi<br />

Tariabaşı Bulvarı<br />

Kamer Hatun Mah.<br />

Alhatun Sk. No: 27<br />

Beyoğlu / İstanbul<br />

Tel: 0212 361 09 07 (pbx)<br />

Faks: 0212 361 09 04<br />

web: www.evrenselbasim.com<br />

e.posta: bilgi@evrenselbasim.com<br />

Evrensel Basım Yayın - 237<br />

Kürt Tarihi ve Kültürü Dizisi - 4<br />

Kürt İsyanlari<br />

(Tedip ve Tenkil)<br />

Ahmet Kahraman<br />

Kapak Tasarım<br />

Savaş Çekiç<br />

Birinci Basım<br />

Ekim 2003<br />

İkinci Basım<br />

Eylül 2004<br />

ISBN 975-6525-48-7<br />

Baskı<br />

Ayhan Matbaası<br />

lYûzyıl Mah. MaıSil. S, CaJ. No: 47 Bağcılar 02I2.Iİ29 01 65)


Kürt '<br />

<strong>isyanları</strong><br />

(Tedip ve Tenkil)


İÇİNDEKİLER<br />

önsöz ^^<br />

birinci Bölüm<br />

TC resmi tarihi ve Kürtler 15<br />

Kürtler ve <strong>isyanları</strong> 22<br />

ikinci Bölüm<br />

Hizbe Azadiya Kurdistan ve Albay Halit Bey ...... 58<br />

Şeyh Said Efendi 69<br />

Şeyh Said ve Seid Rıza 76<br />

Şeyh Said halka karışıyor 81<br />

Piran'da silah sesleri 84<br />

Diyarbakır muhasarası ve isyanm kaderi 86<br />

Türk basını isyanı gizliyor 93<br />

Bir ajanın portresi ^^<br />

Yenilgi ve dış destek dedikleri .102<br />

Başbakan, "amaç Kürtçülüktür" diyor 108<br />

Okyar gidiyor, İnönü geliyor 112<br />

Şeyh Said yakalanıyor H^<br />

Binbaşı Kasım anlatıyor 123<br />

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM<br />

Seid Abdülkadir ve davası 130<br />

Diyarbakır'daki zafer şenliği 138<br />

istiklal Mahkemeleri 141<br />

Şeyh Said davası 1'*^<br />

Toplu idam karan 1^°<br />

idam töreni ve yan yana 47 sehpa 165<br />

Babalar, oğullar ve torunlar 177


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM<br />

Islahat planı ya da tedip ile tenkil 186<br />

Tanıklar ve resmi belgeler 191<br />

Babamı diri diri yaktılar 198<br />

Hayali isyanlar ve sürgün yollan 203<br />

BEŞİNCİ BÖLÜM<br />

Hoybun ve isyancılar 212<br />

ibrahim Paşa 218<br />

Bildiri savaşları 224<br />

Ruslar ve Iran da savaşa giriyor 228<br />

Ateş çemberi 233<br />

Resmi tarih ve Yaşar Kemal 238<br />

Katliamcı asker anlatıyor 242<br />

ALTINCI BÖLÜM<br />

Dersim sırasını bekliyordu 249<br />

Rızo 250<br />

Osmanh'nın son dönemlerinde Dersim 256<br />

Seid Rıza şerefine bando-mızıka ve<br />

"koşun yiğitler vatan imdadına..." 258<br />

Erzincan'ın <strong>kurt</strong>uluşu ve Dersim Generali 262<br />

Koçgiri isyanı ve Dersim 267<br />

Seid Rıza ve Dersim kıskacı 275<br />

Tehlike çanları ve ismet Paşa'nm raporu 281<br />

Tunceli yasası, göbek havaları ve şapkaya hücum . . . 286<br />

Müfreze kolları Dersim'i sarıyor . 289<br />

Kadına tecavüz ve Seid Rıza'nın yeniden çıkışı 293<br />

Halbori gözeleri 297


yedinci bölüm<br />

Bomba yağmuru 303<br />

Bombacı Amazon Sabiha 307<br />

Dersim dağlan yanıyor 312<br />

Alişer ve Baytar Nuri 319<br />

Dış destek ve Bese'nin ölümü 325<br />

Seid Rıza barış görüşmelerine gidiyordu 328<br />

Bir garip yargılama 332<br />

infaz görevlisi Çağlayangil anlatıyor 340<br />

Sehpadaki babalarla oğullar 349<br />

sekizinci Bölüm<br />

Dersimliler <strong>kurt</strong>ulduk diye sevinirken 353<br />

Kan sesi 357<br />

Ölüm kafilesinin 6 yaşındaki yolcusu 360<br />

Resmi söylem ve Pülümürlü Ele 365<br />

General'in utancı 370<br />

Mağaralarda ölüm 375<br />

Bebekleri de yakarlar 380<br />

Zeynel Çavuş'un madalyası 382<br />

Kurtarıcısını arayan Paşa 385<br />

Adı da yok olan tetikçi 388<br />

Kırım istatistikleri ve sürgün 393<br />

DOKUZUNCU BÖLÜM<br />

29. isyan 398<br />

KAYNAKLAR 414<br />

ISIM indeksi 417


ÖNSÖZ<br />

Soykınm, sürgün ve asimilasyon fırtınalanyla savrulmalanna,<br />

yurtlarının parçalanıp bölünmesine rağmen, varlıklarını koruya¬<br />

bilen Kürtler, Ortadoğu'nun en eski halklarından biridir. Bölge¬<br />

nin yerlileri olarak, aynı zamanda, burada yaratılan kültürün mi¬<br />

rasçıları, ama, Rus sosyal bilimci N. Y. Marr'ın deyimiyle, "tarihin<br />

üvey evlatlan"dır.<br />

Başka bir deyişle Kürtlerin tarihi, "anne ve babaların kayıp ev-<br />

latlannı, kardeşlerin birbirini aradığı bir tarih''tir...<br />

Bu pencereden bakıldığında Kürtlerin tarihi, "var olma" mü¬<br />

cadelesi olarak çıkıyor karşımıza. Bu mücadelenin yarattığı so¬<br />

runlar ve trajedilerin bir kanlı harmanı...<br />

Fakat, bu kitap, Kürtlerin bütün bir siyasal tarihi değildir. Sı¬<br />

nırlı kapsamı içinde, kitabın böyle bir iddiası yok, olamaz da...<br />

Kitap, ağırlıklı olarak Kuzeyli Kürtlerin, 20. yüzyıla sarkan<br />

trajedik mücadelelerine genel bakıştır.<br />

1980'lerin başında, altüst edilmiş, adeta sipariş üzerine, ma¬<br />

sa başında yemden üretilerek, TC tarihine serpilmiş "siyasi<br />

amaçh idanılar"ı yazarken, gerçeklerin biryana, "rejim doğrula-<br />

rı"nın öte yana savrulduğunu gördüm.<br />

Asılmış Kürt liderlerle "Kürt <strong>isyanları</strong>"nın dosyasını, bu ne¬<br />

denle daha derinliğine bir bakış için ayırdım.<br />

Örneğin resmi tarihin rakamlandınldığı sayıda Kürt isyanı<br />

yok, hayali <strong>isyanları</strong>n gölgesinde, "tedip ile tenkil" vardı. Şeyh<br />

Said İsyanının gerekçesi çarpıtılmış, "kendisi" olmaktan çıkarıl¬<br />

mıştı.<br />

Şeyh Said'in hikâyesi ise şaşırtıcıydı.<br />

Sokrates'ten Spartaküs'e, Robespierre'den Babeuf e kadar,<br />

pek çok kişi, yenilmiş olmasına rağmen, davasına inanma ve üs-<br />

II


tüne düşeni yapmanın huzuru içinde, başı dik olarak celladın<br />

önüne yürümüştü.<br />

Şeyh Said, ölüme yürürken, cellatlarıyla şakalaşıyordu.<br />

Seid Rıza trajedisinin dokusu ise ayrıydı. Resmi tarih, onun<br />

sonunu noktalayan nedenlere "Dersim İsyanı" diyordu. Ama,<br />

gerçeklerin tarihinde isyan yoktu.<br />

*<br />

* *<br />

"Kürt <strong>isyanları</strong>" hakkında, bugüne kadar, sayısız makale, röpor¬<br />

taj, araştırma yazısı ve pek çok da kitap yayımlandı. Yazdıklarına<br />

karşılık hayatınınyansım cezaevinde geçirerek bedelini ödeyen İs¬<br />

mail Beşikçi, Mehmet Bayrak ve benzeri birkaç kalemi hariç tutar¬<br />

sak, öteki çalışmalar birbirinin tekrarı, benzeriydi.<br />

Bir yönüyle, "resmi tarihi" yaratanları gözeten, muhafızları¬<br />

nın görüş ve bakışını pekiştiren, ama ezilenleri bir kez daha mah¬<br />

kûm eden, tek yanlı, tek sesli, tek bakışlı çalışmalardı.<br />

2001 yılında Almanya'da yayımlanan, altı ay sonra ikinci baskı<br />

yapan bu kitapta, resmi tarih ve devlet raporlarından alıntının ya¬<br />

nında, "altta kalanların" sesine de yer verilerek, tek yanlılık ve tek<br />

pencereden bakış açısı aşıldı.<br />

Bu kitabı, farklı kılan özellik buydu.<br />

Özel araştırma ve tanıklardan edindiğim bilgilerin dışında,<br />

elbette pek çok kaynaktan da yararlandım. Ama alıntı yaparken,<br />

bilimsel formülasyon adına, sayfa altlarını, bölüm sonlarını "dip¬<br />

notlar" ormanına dönüştürerek okura eziyet edip, güçlük çıkar¬<br />

maktan özellikle kaçındım. Okura kolaylık olsun diye bütün ki¬<br />

taplarımın genel tarzı olan ve çağdaş pek çok yazarın da tercihi<br />

olan "röportaj" tekniğini kullandım. Bu teknikle kaynakları met¬<br />

nin içinde vurgulayıp, bütünlük içinde eriterek işledim...<br />

Kitabın ilk baskılarını okuyanlardan, "içine duygu sinmiş" di¬<br />

yenler çıktı. Başka bir deyişle "duygusal" bulanlar...<br />

Ama ben ne yapayım ki, yazarın taş duyarsızlığında olması<br />

mümkün değildir. Ayrıca, olay ve durumların kendisi baştan başa<br />

iz


irer acı nehriyse, bu yazarın kusuru değildir. Ben yaratmadım<br />

acıları. Sadece olanları aktardım.<br />

İstanbul baskısı için kitabı gözden geçireyim derken, tekrar<br />

yazılmasa bile, ilk içeriğe bağlı kalınmak koşuluyla yeniden göz¬<br />

den geçirilip düzeltmeler, ekler yapıldı.<br />

Tanıklığına başvurduğum bazı kişiler, kendilerinin ve ailele¬<br />

rinin güvenliği için adlarının açıklanmasını istemiyorlardı. İn¬<br />

san hayatına saygım nedeniyle, "resmi tarihin maskını aralar¬<br />

ken", korku çemberindekilerin isteğine uymayı, yazarlık ödevi ve<br />

insanlık görevi saydım.<br />

"On söze", bir "son söz" ekleyecek olursak eğer, bu kitap, bir<br />

halkın çektiği acılar, yüzbinlerce kilometre karelik alana yayılmış<br />

kan golleriyle, insanlık yangınları bütünü değildir.<br />

Sadece, bütünün algılanıp, anlaşılması için somut olaylar ve<br />

tarihe tanıklık edenlerin ayrıntılı anlatımlarıyla örneklenmiştir,<br />

kitap...<br />

Yazar açısından da amaç, çağına tanıklığın gereğini yerine ge¬<br />

tirmek ve insanlığın evrensel vicdanına karşı borcunu ödemek¬<br />

ten ibarettir. Başka bir amacı yoktur. . .<br />

Ahmet Kahraman<br />

Haziran 2003, Hamburg<br />

13


BİRİNCİ BÖ LÜM<br />

TC RESMÎ TARİHÎ VE KÜRTLER<br />

Genel bir söylemle, bütün ulusların resmi tarihi, "abartılarla"<br />

doludur. TC tarihi ise "masa başı üretim tarzı"nın koku ile ses¬<br />

lerini yaya yaya karşımıza çıkıyordu.<br />

Mitos haline getirilen kişilerin savunması niteliğindeki metin¬<br />

lerde, Türk propagandasının fokurdamaları arasında, gerçekler<br />

eriyor, başka kimlik ve şekil alıyor, bazen "masa başındaki keşif<br />

ve icatlar"ın gölgesinde, yaşanmışlıkların kınntdan bile seçilemi-<br />

yordu.<br />

Kimi resmi tarihçiler, beyzadeden sipariş alan kunduracı yakla¬<br />

şımıyla tarih üretiyorlardı. Onlar için gerçeklerin dinamiğinde, "ela-<br />

lem ne der?" kaygısı yok, "siparişi veren müşteriyi memnun etmek"<br />

vardı.<br />

TC'nin en saygın tarihçilerinden biri, hâlâ Sultan Mehmet'in tek¬<br />

nelerini karadan kaydırarak bir koydan ötekine aktarıyordu.<br />

Gerçekleri ters yüz eden "kaşif tarihçiler", 1920'lerden sonra<br />

masa başı buluşlarını, sınır tanımaz boyutlara vardırıyorlardı.<br />

Çin masal ve efsaneleri, Türk tarihinin "başlangıcı", Türkler ise<br />

evrensel uygarlığın tek yaratıcısı oluyordu. Ateşi, buğdayı keşfe¬<br />

den, hayvanları evcilleştiren, kağıdı, yazıyı bulan Türklerdi.<br />

Zaten, yeryüzündeki halkların çoğu da Türklerin soyundandı.<br />

Amerika'nın yerlileri olan Kızılderililer, Macarlar, ilk uygarlığın<br />

yaratıcılarından Sümerler, Asurlar, Etiler, daha sonra tarih sah¬<br />

nesine çıkan Selçuklular, Osmanlılar bile "Türk"tü.<br />

Resmi tarihçilere göre, Selçuklular ve Osmanlılar, neresi olduğu<br />

kimse tarafından bilinmeyen "Orta Asya"da, varlık içinde yaşar¬<br />

ken, yine hangi tarihte meydana geldiği meçhul, bir "kuraklık ve<br />

kıthk"tan yurtlarını terk eden Türklerin soyundandı. Okul kitapla¬<br />

rında, Türklerin Orta Asya'dan çıkıp, kafileler halinde yeryüzüne<br />

15


dağılıp medeniyet ışıklan saçması, oklarla gösteriliyordu. Fakat,<br />

yaydıkları medeniyetin içeriği, niteliği her nedense açıklanmıyordu.<br />

*<br />

Afgancanın "Peştun" diliyle konuşan Osmanlılar, gerçek hayat¬<br />

larında o kadar Türk'tü ki, "Türk" sözünden bile hoşlanmıyor,<br />

kendilerine "Türk" diyenleri, hakarette bulunmuş kabul ediyor,<br />

Türkleri eşiklerinden içeri sokmuyor, askerlikte, sivil bürokraside<br />

yer vermiyor, aşağılamak istediklerine "Türk" diyorlardı.<br />

Osmanlıları meydana getiren 300 çadırlık aşiretin Afganis¬<br />

tan'dan göç nedeni, "kuraklık ile kıtlık" değil, olsa olsa kabileler<br />

arası çatışma olabilirdi. Nedeni ne olursa olsun, Afganistan dağ¬<br />

larından koptuktan sonra, tıpkı daha önce aynı coğrafyadan yo¬<br />

la çıkan Selçuklular gibi Hazar Denizinin kuzeyinden Bizans ül¬<br />

kesine geliyor, çobanlık ve askeri hizmete karşılık bugünkü Söğüt<br />

yöresine yerleşiyor, burada Osmanlı devletini kuruyorlardı.<br />

Orijini ne olursa olsun, Osmanlı devleti, etnik homojenitesi<br />

bulunmayan, çok halklı bir imparatorluktu. Altında farklı dil ve<br />

dinleri barındıran bir kabuk, çatı yapıydı.<br />

imparatorluk, hırpalana hırpalana 1800'lerde iyice yorgun<br />

düşmüş, çağın gelişmelerine ayak uyduramadığı için geri kalmış¬<br />

tı. Halkların ayrışma, bağımsızlaşma istemiyle başlattıkları is¬<br />

yanların dipten gelen dalgalarıyla sarsılıyor, gür ateş üzerinde<br />

kaynayan bulgur kazanının fokur fokur yüzeyini andırıyordu.<br />

Kabuk yönetim, kılıç zoruyla halkları bir arada tutmaya, top¬<br />

lumsal fokurdamanın önüne geçmeye çalışıyor, isyancıların üstü¬<br />

ne, yankıları günümüze kadar gelen terörle yürüyordu. Mora ya¬<br />

rımadasında kırım yapıyor, aynı kıyımı Bulgaristan ve Bosna ile<br />

Sırbistan'da tekrarlıyor, Kürdistan'a ardı arkası kesilmeyen "te¬<br />

dip ile tenkil" seferleri düzenliyordu. Huzuru kılıcın keskin ağ¬<br />

zında arayanlar, tam "huzur buldum" dedikleri sırada Arabistan<br />

ayaklanıyordu.<br />

ı6


Saray yönetimini şaşkına çeviren <strong>isyanları</strong>n hızını koruduğu<br />

bir sırada Birinci Dünya Savaşı patlak veriyordu. İngiltere, Fran¬<br />

sa ve daha sonra da Almanya'nın himayesinde ayakta kalan im¬<br />

paratorluk parçaları üzerinde, 24 ayrı devlet kuruluyordu. Türki¬<br />

ye Cumhuriyeti (TC), galip devletler tarafından kurdurulan bu<br />

devletlerden bir tanesiydi.<br />

Türkiye Cumhuriyetine (TC) kadar, yeryüzü haritasında, "Tür¬<br />

kiye" adını taşıyan bir toprak parçası yoktu, olmamıştı. TC'nin, üs¬<br />

tünde inşa edildiği toprakların tarihsel adı, Anadolu, Trakya ve<br />

Kürdistan'dı.<br />

»<br />

TC'nin kurucuları, imparatorluğun sonunu hazırlayan ittihat<br />

ve Terakki Partisi okulunun mezunları ya da kadro adamlarıydı.<br />

Kuruculardan her biri, farklı kök ve kökenden, imparatorluğun<br />

ayrı parçasından geliyordu. Ama, kendilerini ittihatçıların "Türk¬<br />

lük" ideolojisinin mirasçısı olarak görüyor ve Türkiye Cumhuri¬<br />

yetini bu temel üzerinde inşa ediyorlardı.<br />

Yeni ideolojiye uygun tarih tezleri ise bu süreçte geliştiriliyor,<br />

icat ve keşiflerle tarih üretiliyor, kökleriyle bu topraklara ait olan<br />

halklar, aniden buharlaşmış, havaya karışıp yok olmuş sayılıyor¬<br />

du. Bu bakış açısıyla, "tek ırk" ideolojisi egemen kılınıyor, Osman¬<br />

lı ailesi dahil bütün Müslüman halklar "Türk", zorunlu resmi dil<br />

de Türkçe oluyordu.<br />

Oysa, resmi Türk tarihçiler bile, "buharlaşmayı" yadırgıyor,<br />

insanların "topyekûn Türk" olmadığını söylüyorlardı. Bunlar¬<br />

dan Prof. Dr. Halil inalcık, 10 Ağustos 1995 tarihli "Yeni Yüz¬<br />

yıl" gazetesinde yayınlanan röportajda, birçok halkı "Türk" yap¬<br />

makla birlikte, Türkiye Gumhuriyed'ni oluşturan mozaiği şöyle<br />

açıklıyordu:<br />

"Türkiye bir göçmenler memleketidir. Son yüzyıl içinde, ken¬<br />

dini Osmanlı Türk kültürüne bağlı hisseden insanlar. Kırımlı<br />

Türk, Tatar, Kafkaslı Türk, Çerkez, Abaza, Gürcü, Balkanlı<br />

Türk, Arnavut, Bosnalı, Pomak, Giritli Müslüman Türk, yüz<br />

binlerce insan ana vatana gelip sığınmışlardı. Amerika milledni<br />

17


meydana getiren göçmenlere bir bakıma benzetilebilir. Fakat<br />

onlardan farklı olarak beş yüz yıl imparatorluk içinde yaşamış,<br />

kaynaşmış insanlardır."<br />

Yine resmi tarihe göre, ingiltere, Fransa, Rusya ve italya'dan<br />

oluşan "emperyalist batı ittifakı", 1914 yılında durup dururken<br />

Osmanlı devletine saldırmış, imparatorluk topraklarım işgal edip<br />

parçalamıştı.<br />

letiydi.<br />

Oysa, "emperyal" niyetle saldırıp savaş ilan eden Osmanlı dev¬<br />

Biraz daha geriden alırsak, 1908 yılında, bir darbeyle ikddan<br />

ele geçirip Sultan Abdülhamit'i deviren, yerine oturttukları Sultanı<br />

da, "adı var, kendisi yok" hale getiren Itdhat ve Terakki Cemiye-<br />

d'nin (Partisi) üçlü diktatörü (Triumvira), Talat, Enver ve Cemal<br />

Paşa'lar, Sultan'dan habersiz, 5 milyon ingiliz altını karşılığında,<br />

Almanya ile anlaşmış, Osmanlı ordusunu "kiralık asker" misali<br />

dünya savaşı cephesine sürmüş, iki Alman savaş gemisi Goeben ve<br />

Breslau'ya da Osmanlı bayrağı çektirip, Fransa ve ingiltere'nin<br />

müttefiği Rusya'nın kıyılarını topa tutmuş, savaş ilan etmişti.<br />

Resmi tarih, bunları atlayarak "yok" saymıyor ama iki Al¬<br />

man savaş gemisinin, Enver Paşa'nm emriyle toplarını ateşlediği¬<br />

ni de inkâr ediyordu. Enver Paşa'nm Alman komutana yazdığı<br />

emirname ortada olduğu halde, Almanları "korsan" yerine koyu¬<br />

yorlardı. Resmi tarihçilere göre. Almanlar, "habersizce" gemile¬<br />

rine Osmanlı bayrağı kondurup Rus kıyılarını bombalamışlardı.<br />

Bütün bunların altındaki "emperyal" niyet de şuydu:<br />

Itdhat ve Terakki adıyla Sultanlığın iktidarını ele geçirmiş ırk¬<br />

çılık, Alman imparatorluğunun yanında yer almakla genişleme ha¬<br />

yallerini gerçekleştirecekti. Bu amaçla, 120 bin kişilik bir orduyu<br />

yazlık elbise, yırtık postalla Rusya cephesine sürmüş, Sarıkamış'a<br />

yığmıştı. Ordu, "ileri" komutuyla hamle edecek, Rus toprakların¬<br />

da ilerleyerek "anayurt" Orta Asya'yı "fethedecek" ve bu toprak¬<br />

lar üzerinde, "Büyük Turan Türk imparatorluğu" kuracaktı.<br />

Fakat, istanbul'da kurulan hayaller Sarıkamış dağlarında bo-<br />

ı8


zuluyor, 120 bin kişilik ordu yerinden kımıldayamadan kar, kış,<br />

bit ve salgın hastalığa teslim oluyor, 90 bin asker donarak, has¬<br />

talıktan kırılarak saf dışı kalıyordu.<br />

Engelsiz kalan Rus orduları, bundan sonra ellerini kollarını<br />

sallaya sallaya Kürdistan'a girip diledikleri kadar ilerliyordu.<br />

*<br />

Yenilgilerin "zafer" şeklinde gösterilmesi resmi tarihin bir di¬<br />

ğer sayfasıydı. 1915 yılında, Çanakkale boğazında yaşanan savaş,<br />

çarpıcı bir örnekti, ingiltere'ye karşı verilen savaşta. Alman Mare¬<br />

şali Liman von Sarders Osmanlı ordusuna komuta ediyordu. Ma¬<br />

reşalin savaş taktiği basitti: Elinin altındaki asker kalabalığını,<br />

toplu halde düşman mevzilerine saldırtıyor, vurulan düşüyor, sağ<br />

kalan varsa, "zafer" kazanmış oluyordu...<br />

Mareşal, Filistin cephesinde uyguladığı bu savaş taktiğini Ça¬<br />

nakkale boğazında da tekrarlıyor ve boğazın yamaçları 250 bin as¬<br />

kere mezar olduktan sonra ingiltere donanması istanbul'a ilerliyor¬<br />

du. Kimi Cumhuriyetçiler de savaşta yer aldıkları için mi, bilinmez,<br />

bu yenilginin yıl dönümleri, "şanlı zafer" şenlikleriyle kudanıyordu.<br />

"Zafer" kutlamaları sırasında, ingiltere donanmasının Çanakka¬<br />

le boğazını geçip istanbul limanında demirleyerek şehri işgal ettiği<br />

söylenmiyordu.<br />

Resmi tarihin, Türkiye Cumhuriyeti'nin (TC) kuruluşuna ilişkin<br />

sayfaları da bir tuhaftı. Kuruluş, "yedi düvele karşı verilen savaştan<br />

sonra" diye anlatılıyordu. Oysa, "yedi düvelle savaş" yoktu; sade¬<br />

ce geride kalmış ve müttefikleri Fransa, ingiltere ile italya tarafın¬<br />

dan terk edilen Yunan birliklerini kovalamak ve yer yer çatışmala¬<br />

ra girmek vardı.<br />

Cumhuriyet tarihinin "iç isyanlar" sayfası da, gerçeklerin di¬<br />

linden uzaktı. Örneğin, 1930 yılında meydana gelmiş bir "Mene¬<br />

men Isyanı"ndan söz ediliyordu. Biliyoruz ki, "isyanın" öteki<br />

adı, halkın, taraftarlarının katıldığı ayaklanmadır. Menemen'de<br />

ise böyle bir ayaklanma olmamış, rüyası bile görülmemişti.<br />

19


1930 baharının "bağ budama" zamanında, bir sabah, budama<br />

işi arayan beş esrarkeş kasabaya gelmiş, kafaları dumanlı bir halde<br />

kahvede dini konuşmalar yapıp, naralar atan esrarkeşler kendileri¬<br />

ni tutuklamaya gelen askeri birliğin başındaki teğmeni öldürüp ba¬<br />

şını kesmişlerdi. Menemenliler, kasabada kimsenin tanımadığı beş<br />

kafadarın yaptıklarım tiyatro sahnesi gibi uzaktan seyretmişti.<br />

Fakat, Ankara olayı "isyan" olarak adlandırıyor, olup biten¬<br />

lerden habersiz muhalifleri, ta istanbul'dan, Sarıkamış'tan Mene-<br />

me'e getirip idam ediyordu.<br />

Gerçeklerin böylesine tırpanlandığı sistemin tarihinde, tarihin<br />

oluşumundan beri kendi yurtlarında yaşayan ve bölgenin en eski<br />

halkı Kürtlerin tarihteki yerini almasını, onlara ilişkin olaylarla<br />

durumların doğru, gerçeklere uygun biçimde not edilmesini bek¬<br />

lemek, herhalde safdillik olurdu.<br />

1925 yılında yürürlüğe giren "Şark Islahat Planı" ile Kürtle¬<br />

rin dili, kültürü yasaklanıyor, varlıkları inkâr ediliyor, onlara,<br />

"sen, hiç olmadın" denilerek, "Türk" kimliği boyunlarından<br />

aşağı asılıyordu, ismail Beşikçi'nin deyimiyle Kürt coğrafyası,<br />

artık "sömürge bile değil, alt sömürge" oluyordu.<br />

Kürtler resmen "yok"tu. "Var" olduklarını söylemek suçtu.<br />

Ama resmen "olmayan" Kürtlerin <strong>isyanları</strong> "var"dı. 1921-40<br />

yılları arasında, "Kürt <strong>isyanları</strong>"nın bastırılması amacıyla, bir¬<br />

birine bağlı, birbirini tamamlayan sayısız "tedip ve tenkil hare¬<br />

kâtı" tazelendi.<br />

Bunların tümü, neredeyse "Kürtlerin iyiliği için"di. Onları<br />

"medenileştirmek", iç ile dış etkilenmelerden arındırmak için...<br />

"Tedip" ve "tenkil" Arapça deyimlerdir. Osmanlı dönemin¬<br />

de, Kürtler üzerine düzenlenen "yok etme ve bastırma" seferle¬<br />

ri bu deyimlerle adlandırılıyordu. Cumhuriyetçiler, "miras" gi¬<br />

bi kabullenip kullandılar.<br />

Türk Dil Kurumu'nun sözlüğüne göre Tedip, "yola getir¬<br />

mek, terbiye etmek, uslandırmak" demektir.


"Tenkir'in sözlük anlamı ise şöyle açıklanıyor:<br />

"Kamuya zararlı kişi ya da topluluğu, başkasına korku ve<br />

ibret verecek biçimde cezalandırma, ortadan kaldırma."<br />

"Kürt yok" TC'nin birinci sınıf vatandaşları vardı.<br />

12 Eylül darbesini yapan generaller, basit yoldan giderek<br />

Kürderin hiç olmadığını, "birinci sınıf vatandaşları"nın Türk ol¬<br />

duğunu kanıtlıyorlardı. Generaller rejiminin "keşfine" göre, es¬<br />

ki zamanların birinde, (zamanı kendileri de bilmiyorlardı) kar<br />

üzerinde yürüyen Türklerden bazıları, ayaklarından çıkan "kart,<br />

<strong>kurt</strong>" sesine kulak verip, "kart, <strong>kurt</strong>" anlamında, kendilerine<br />

"Kürt" demişlerdi. Bu kanı ve tanımlama yanlıştı. Türk düş¬<br />

manlarının uydurduğu gibi "Kürt" diye bir halk var olmamıştı.<br />

"Var olduklarını" söylemek yalandı, TC'yi bölme çabasıydı.<br />

Çünkü, "ne mudu Türküm diyene" diyen herkes, TC'de<br />

Türk'tü. Zaten, kimi "kart <strong>kurt</strong>çular" da, rahadıkla bu sözleri<br />

bağırıyor ve huzur içinde yaşayıp gidiyorlardı...<br />

Fakat, dünya "Türk düşmanlarıyla doluydu. TC, fırdolayı<br />

düşmanlarla çevriliydi. Türkleri kıskandıkları, dünyadaki güç¬<br />

lü mevkilere çıkmasını istemedikleri için "Türk oğlu Türk"<br />

olan ve "kart <strong>kurt</strong>" sesine kanmış saf vatandaşları, "sen aslın¬<br />

da Kurtsun" diye kandırıyor, "çağdaş medeniyeti yakalamış<br />

Türk devletine karşı kışkırtıyorlar"dı.<br />

Bütün kışkırtmalarına rağmen, Türk devleti, bu vatandaşla¬<br />

rını şefkade bağrına basıyor, medeniyetin bütün nimetlerinden<br />

yararlanmaları için çalışıyor, o arada aralarına sızmış "vatan<br />

haini terörisderle mücadele ediyor"du. Her şey gibi bu da, on¬<br />

ların iyiliği içindi.<br />

Resmi söyleme bakılırsa, "hiçbir sorunlan bulunmayan"<br />

Kürder, "spor olsun", ya da rahat ve huzurdan bıktıkları için<br />

evleri, köyleri yok olsun, evlatları kırılsın diye ikide bir isyan<br />

ediyorlardı.


1920'lerden, 1940'a kadar, hemen hemen her baharda, "ol¬<br />

mayan" Kürtlerin "<strong>isyanları</strong>nı bastırma" gerekçesiyle, Osman¬<br />

lı'dan miras üzerine "tedip ve tenkil" seferleri düzenlendi.<br />

Resmi tarih <strong>isyanları</strong>, "1, 2, 3... 10... 20... 28" diye sıralıyor,<br />

sayıyı, 1984 yılında Partiya Karkeran Kurdistan (PKK) öncülü¬<br />

ğündeki hareketle "29" rakamına ulaştırıyordu.<br />

Halbuki, gerçeklerin tarihi, bu sayılan doğrulamıyor, tekzip<br />

ediyordu. Numaralandırılan "<strong>isyanları</strong>n" izini sürüp, analizci<br />

bir gözle değerlendirebilenler, bunların büyük bir bölümünün<br />

"hayali" sayılar olduğunu görüyordu.<br />

"Tedip ve tenkiP'in kırım ile kan sesi arasında, "kaçışı kur¬<br />

tuluş" sananlarla kovalayanlar arasında zaman zaman yaşanan<br />

çatışmalar "isyan" ise bu rakamlar doğru olabilirdi. Onun dışın¬<br />

da isyan yoktu.<br />

Halk isyanından söz edebilmek için planlı programlı örgüt¬<br />

lenme ve örgütlü eylem gerekiyordu. Bilimsel bir açıyla bakıldı¬<br />

ğında, sayılar düzmece kalıyor, ancak yarım yamalak üç isyanm<br />

varlığından söz edilebiliniyordu. Bunlar, Şeyh Said'in adıyla öz¬<br />

deşleşen 1925 olayları, Ağrı direnişi ve PKK hareketiydi. Geride<br />

kalan 25 "isyan", kağıt üzerinde tersine çevrilmiş "tedip ve ten-<br />

kiP'di.<br />

Örneğin, tarihin en kanlı sayfalarından biri olan "Dersim<br />

olayları" resmi tarihte "isyan"dı. Oysa, aynı tarihin sayfalarını<br />

dikkadice karıştıranlar, "Dersim isyanı yok, tedip ile tenkil var"<br />

gerçeğiyle karşılaşıyordu.<br />

KÜRTLER VE İSYANLARI<br />

Evrensel tarih, Kürtlerin köklerini ve insanlık sahnesine çıkış<br />

dönemlerini milattan binlerce yıl öncesine dayandırıyor. Rus ta¬<br />

rihçi M. S. Lazarev; "Kürderin etnik ataları olarak kabul edilen<br />

halklar, özellikle 3-4. bin yılların sonlarında. Ön Asya'da tarih<br />

sahnesine çıkmışlardır. Bunlar Hurriler, Lulubeler, Kassiler, Kar-<br />

duklar ve öteki bazı boylardır" diye yazıyor.


Yazara göre, "Kurd" adı bu dönemde ortaya çıkmıştı.<br />

Lazarev, şöyle diyor:<br />

"M.Ö. 1. bin yılın ortalarından itibaren, Kürtlerin dolaysız<br />

atalarından söz edebiliyoruz. Kürt etnik sentezinin ilk kaynağı.<br />

Kuzey Mezopotamya'da, yani çağdaş Kürdistan'ın tam merke¬<br />

zinde bulunmaktadır. Kürderin etnik sentez sürecinin kesin ola¬<br />

rak saptandığı kadim başlangıç merkezini de içine alan bu böl¬<br />

ge, dünya uygarlığının en kadim merkezlerinin filizlendiği top¬<br />

raklardır. 8 bin yıl önce, varlığını 600 yıl sürdüren Halaf kültü¬<br />

rü, bu topraklar (çağdaş Kürdistan'ın Suriye'de kalan toprakla¬<br />

rı) üzerinde ortaya çıkmıştır. Halaf kültürünün yerini daha son¬<br />

ra Ubeyd kültürü almıştır."<br />

Mezopotamya coğrafyasını gezen Yunanh komutan Ksenefon<br />

da, M.Ö. 5. yüzyılda yazdığı Anabasis adındaki kitabında Kürt¬<br />

lerin varlığından, yaşama biçimlerinden söz etmektedir.<br />

Bu saptama ve hak teslimine göre, Kürtler sayısız soykırıma,<br />

"tehcir" (toplu sürgün) ve savrulmalara rağmen, direnerek, etnik<br />

yüzünü, yapısını koruyup, eski çağlardan günümüze akmış nadir<br />

halklardan biriydi.<br />

Başka bir anlatımla, Ortadoğu'nun "otokton" (yerii) halkla-<br />

nndan başlıcası, yurtlannın, dağları kadar "bınge" (doğal derin¬<br />

liklerinde), kendi topraklarında hayat bulan bir halktı.<br />

Kürtlere ilişkin bilgiler, daha çok Arap ve Pers kaynaklarıyla<br />

ve yazadarının kalemlerinden günümüze gelebilmiştir. Rus tarih¬<br />

çi E. I. Vasilyeva'ya göre, Kurdistan adı oldukça geç dönemlerde<br />

ortaya çıkmıştır.<br />

Iran kaynaklarına göre Kurdistan adı, ilk kez Selçuklu Sulta¬<br />

nı Sencer zamanında kullanıldı.<br />

Batılı tarihçiler ise Kürderi, yalnız Batı Asya'da değil, dünya¬<br />

da kendi etnik yüzünü koruyabilmiş nadir halklardan biri olarak<br />

belirliyorlar. Batılı kaynaklar; iç içe yaşadıklan, komşuluk ettik¬<br />

leri birçok etnik variık, soykırımlar, sürgün ve asimilasyonlar so¬<br />

nucu eriyip yok oldukları halde, "devletsiz halk" Kürtlerin, çev¬<br />

rilmiş, kuşatılmış hallerine, yok edici darbelere rağmen, etnik ya¬<br />

pılarını koruyabilmelerini mucizevi başarı olarak niteliyorlar.<br />

23


Lazarev'e göre Kürder, sahip oldukları doğal koşullar (coğra-<br />

fik yapı) ve ulusal sentez sayesinde, yüzyıllara yayılmış kesintisiz<br />

savaş ile soykırımlardan korunarak geliyorlardı. Aşiretsel ve güç¬<br />

lü aile bağları, ortak dil, kültür ve dört bucakta paylaşılan yaşa¬<br />

ma biçimleri, onları koruyan bir başka etmendi.<br />

Kendi kültür ve medeniyetlerini de yaratan Kürtler, Islamiyet-<br />

ten önce Zerdüşt dinine inanıyor, hayatı var eden aydınlığı, ayı,<br />

güneşi kutsal biliyorlardı.<br />

Müslümanlığı kabul etmelerine rağmen, Kürtlerin bazı kesimle¬<br />

rinde, aydınlığın kutsiyeti, 2000'lerde de hâlâ sürmekte, yaşamak¬<br />

taydı. Güneş, ay ve aydınlık üzerinde yemin edilen kutsallıktı...<br />

Kürder, Islamiyeti gönüllü olarak kabul etmediler. Müslü¬<br />

manlığı, aynı zamanda Arap egemenliğini kabul, ona biat ve tes¬<br />

limiyet olarak algıladıkları için direndiler.<br />

Araplar, dini yayma adı altında sınırlarına dayanınca, kılıçlar<br />

çekiliyor, yüzydlara yayılan savaşlar başlıyordu. Bu savaşlarda<br />

Kurdistan şehir ve eyalederi büyük zarar gördü. 642 yılındaki Ne-<br />

havend savaşı ve onu izleyen Musul, Tikrit ve Cezire direnişleri,<br />

Arapları geriletmiştir. V. P. Nikitin, Şarezor savaşını Kürt tarihinin<br />

en önemli olayı olarak nitelendiriyor.<br />

Uzun muhasaradan sonra, Şorezor şehri ele geçiriliyor, fakat<br />

Kürtler, Halifenin yönetimini kabullenmiyor, isyanlar birbirini<br />

izliyordu. Cafer Faracis'in liderliğindeki isyancı Musul Kürderi<br />

835 yılında Azerbaycan ile Ermenistan arasında kalan toprakla¬<br />

rın büyük bir bölümünü ele geçiriyor, Dasin dağlarında Halife¬<br />

nin ordularını bozguna uğratıyorlardı.<br />

Avrupalılar, Atilla dahil doğudan gelen barbarlara, daha son¬<br />

ra da genel olarak Müslümanlara "Türk" diyorlardı. Araplar ise<br />

kuzeyden gelen Müslüman göçmenlere "Türk" adınr veriyorlar¬<br />

dı. O nedenle Selçuklulara da "Türk" diyorlardı.<br />

2-4


Araplar, Selçukluları "Hassa Ordusu", günümüzün deyimiyle<br />

bir tür "kiralık asker" niyetine kullanıyordu. Kürtlerle savaşta ye¬<br />

tersiz kalınca, Selçuklulardan oluşan "Hassa Ordusu"nu öne sür¬<br />

düler. Selçuklular acımasızhklanyla tanınıyorlardı. Vasıf adında¬<br />

ki Selçuklu komutan daha da acımasızdı. Vasıf Paşa, ihtiyar, ço¬<br />

cuk, kadın ayırımı yapmadan önüne çıkan Kürtleri kılıçtan geçi¬<br />

rerek Isfahan, Cebel ve Fars'ta yenilgiye uğrattı.<br />

Ama bu yenilgi Arap-Kürt savaşlarının sonuncusu olmuyor,<br />

kanlı boğuşma yüzyıllara yayılıyor, 10 ve 11. yüzyıllara sarkıyor,<br />

bütün çabalara rağmen Kürtlerin Araplaşması akim kalıyor, ama<br />

Selçuklu akınları ve kanlı baskıları devam ediyordu.<br />

Ta ki, Kürt Usıf e Selahaddin e Eyyub (Eyüb'ün oğlu Yusuf<br />

Selahaddin, Arapça deyimle Selahaddini Eyyubi) bütün Müslü¬<br />

manların Sultanı olana kadar...<br />

Yusuf Selahaddin, Islamiyetin iktidarını ele geçirince, Kürder<br />

rahat bir nefes alıyordu. Fakat, aynı Kürtler, bu gücü ulusal<br />

amaçlar için kullanamıyor, "ümmetçi kalıpların içinde" kalıyor¬<br />

lardı. Rus Kürdolog V. P. Nikitin'in deyimiyle Kürtler, "Selahad-<br />

din'in sağladığı imkanları, uluslaşma yolunda kullanmayı kaçın-<br />

yor"lardı.<br />

Yusuf Selahaddin'in kökleri, Türkçede, "beğenilen", ya da<br />

"hayran kalınan" anlamına gelen "Hüsne Keyf"liydi. "Hınsı<br />

Keyf" diye de telaffuz edilen isim, daha sonra TC tarafından de¬<br />

ğiştiriliyor, "Hasankeyf" yapılıyordu.<br />

Selahaddin, varlıklı, bilim ve kültürel alanla tanınmış bir aile¬<br />

den geliyordu. Nitekim, kendisi de islam alemine Sultan olduk¬<br />

tan sonra, kültür ve bilime büyük önem vermiş, çevresine döne¬<br />

min bilginlerini toplamış, daha sonra Moğollar tarafından yakı¬<br />

lıp yıkılacak olan dünyanın en zengin kütüphanesini kurmuştu.<br />

Ailesi, koyun sürüleriyle, yaz aylarında ta Erivan ve Dovin<br />

yaylalarına kadar giden, Revandi (Ravadi) aşiretindendi. Revan-<br />

di, Kürdistan'ın en güçlü aşiretlerinden biri olan Hazbanilere<br />

mensuptu.<br />

^


Selahaddin'in amcası Şerkux (Dağ Aslanı), büyük bir askeri<br />

komutan, babası Eyub ise Saddam Hüseyin'in de doğum yeri<br />

olan Tikrit'in valisiydi. Selahaddin Tikrit'te doğdu.<br />

Selahaddin çok zeki, atak ve akıllıydı. Çok iyi bir öğrenim<br />

görmüştü. Kürtlerin de yer aldığı Arap ordularına komuta edi¬<br />

yordu. 1169 yılında, Arap dünyasına hükümdar oldu.<br />

Kürtler açısından iktidarına baktığımızda, onları esirgeyip<br />

koruduğunu, Selçukluların baskısına son verdiğini, ama "ulusal¬<br />

cılığı" da yadsıdığını görüyoruz. Selahaddin'in imparatorluğu<br />

Kürt devleti değildi.<br />

Bu dönemde, "ümmetçiliğin evrensel" açılımı, bütün değerlerin<br />

önünde duruyordu. Nitekim, Avrupa da, ekonomik ve siyasal<br />

amaçlarını "din mihveri" etrafında birleştirmiş, tümüyle ekonomik,<br />

siyasal boyutlu olan Ortadoğu hamlesini, "Haçla" kamufle etmişti.<br />

Verimli toprakların ele geçirilmesini amaçlayan birleşik Avrupa ta¬<br />

arruzlarına din örtüsünü çekmiş, "Haçlı Seferleri" adını vermişti.<br />

Kavmiyet yerine din savaşlarının verildiği böyle bir atmosfer¬<br />

de, Kürtlük bilincinin üste çıkması, dönemin ön genel örgüsüne<br />

aykırıydı.<br />

Sultan Selahaddin'in komuta ettiği ordular karmaydı. Araplar¬<br />

dan, Kürt ve Selçuklulardan oluşuyordu. Komutan Selahaddin,<br />

bu ordularla Mısır'a girip Kahire'yi başkent yapıyor. Haçlı ordu¬<br />

larını Suriye'den Filistin ve kutsal Kudüs'ten söküp atıyor, kadim<br />

şehir Şam'ı ikinci merkez yapıyordu. Adaleti, hak ve hukuk göze¬<br />

ten tutumuyla islam dünyasının tartışmasız lideri oluyordu.<br />

Savaş ortamına rağmen, "Aslan Yürekli Richard" diye bili¬<br />

nen ingiltere Kralı Richard başta olmak üzere, Haçlı komutanla¬<br />

rı yenildikleri bu karizmatik lideri derin bir saygı ve hayranlıkla<br />

anıyorlardı. Richard'la olan ilişkileri, bazı ayrıntıların eklenme¬<br />

siyle film konusu oluyor, batılı yazarlar, hakkında sayısız maka¬<br />

le ve pek çok kitap yazıyorlardı.<br />

Eyyubi imparatorluğu Kürt değildi ama, çok sayıda Kürt, aske¬<br />

ri ve sivil organlarm üst düzeyinde görevler almıştı. Selahaddin de,<br />

en seçkin ordusunu Kürtlerden oluşturmuştu. Hakkari Kürtlerin-<br />

den olan Ebul Hayca, Haçhlara karşı Akka kalesini savunmuş, da¬<br />

ha sonra Kudüs valisi ve Eyyubi ordularının başkomutanı olmuştu.<br />

26


Selahaddin ve Eyyub ailesinin adı, Kürder için bir onurlan¬<br />

maydı. Yüzyıllar sonra bile, aile köklerinden gelmek bir yana,<br />

Eyyubilerle ilişkide bulunmuş, emrinde çalışmış, onlara hizmet<br />

etmişlerin kökünden geldiğini söylemek bile Kürder için gurur¬<br />

lanma payıydı.<br />

18. yüzyıldaki Kilis valileri, dedelerinin Eyyubilere hizmet et¬<br />

miş Mand'ın soyundan geldiğini söylemekle övünüyorlardı. O<br />

dönemin Şirvan valileri de, dedelerinin Eyyubilerin vezirleri so¬<br />

yundan geldiğini söyleyerek kıvançlanıyordu.<br />

Günümüz dünyasında da Selahaddin'in soyundan olmak<br />

onurlanmaydı. Musa Anter'in yazdığına göre, Hasankeyf'den<br />

Trabzon'a sürgün edilmiş aileden olan şair ve ressam Bedri Rah¬<br />

mi Eyyuboğlu'nun babası, Selahaddin'in soyundan geldikleri için<br />

"Eyuboğlu"nu soyadı olarak aldıklarını söylüyordu.<br />

Selahaddini Eyyubi'den sonra, Selçukluların Kürtler üzerindeki<br />

baskısı artıyordu. Uzun savaşlardan sonra "saldırmazhk anlaşma¬<br />

sı "yla uzlaşmaya varılıyor, Kurdistan Mirlikleri barış ve sükûna ka¬<br />

vuşuyordu. Fakat çok geçmeden, ufukta Moğollar görünüyordu.<br />

Moğollar, 1219 yılında Harzemşah devletine saldınyor, Sultan<br />

Celaleddin kaçıp Kürdistan'a sığınıyordu. Moğol, bunu bahane<br />

edip Kürdistan'a yöneliyor. Cengiz ve komutanları yakıp yıkma¬<br />

yı, katliamları sıradan uğraş haline getiriyordu. 1231 yılında ele<br />

geçirdikleri Amed'te (Diyarbakır), Ahlat ve Şarezor eyaletlerinde<br />

taş üstünde taş bırakmıyorlardı.<br />

Kürtler, dağlara sığınarak katliamlardan <strong>kurt</strong>ulmaya çalışıyor,<br />

Kürdistan'ın başkenti de Bahar'dan, Sultanabad'a taşınıyordu.<br />

Tarihçilerin belirttiğine göre, Moğol Hanı Hulagü, 1258 yı¬<br />

lında Bağdat seferine çıkarken, Kirmenşah'ta kadiam yapıyor ve<br />

şehri talan ediyordu. Erbil valisi Taceddin, Kirmenşah'ın kaderi¬<br />

ni yaşamamak için kaleden çıkıp teslim oluyordu.<br />

Rus tarihçi Lazarev'in aktardığına göre, Kürt savaşçılar, valiye<br />

rağmen kaleyi teslim etmiyor, ve "dünyanın dörtte birinde eşi<br />

benzeri bulunmayan" diye anlattıklan Erbil kalesini terk etmiyor-<br />

2-7


lardı. Savaşçılar, gece kaleden çıkıp, Moğol karargâhına baskın<br />

yapıyor, ordusuna büyük zarar veriyor, mancınıklarını da yakı¬<br />

yorlardı.<br />

Fakat Erbil kalesi, daha sonra Musul'daki komutanın işbirlik-<br />

çiliğiyle, Moğollar tarafından ele geçiriliyordu.<br />

Hulagü, ertesi yd (1259), Suriye üzerine yürürken, yolunun<br />

üzerindeki Hakyari aşiretini, toplu kırıma tabi tutuyor, sonra<br />

Cizre ve Mardin'e saldırıp bu şehirleri ele geçiriyor, fakat bir baş¬<br />

ka Kürt şehri olan Musul'da beklenmedik bir direnişle durduru¬<br />

luyordu.<br />

*<br />

s- *<br />

Moğol istilalarında büyük kayıplara uğrayan Kürtler, Ti¬<br />

mur'a karşı hazırlıklı davranıyorlardı. Timur'un saldırmasını<br />

beklemek yerine, ondan önce harekete geçiyor, ordusunu yol<br />

boylarında "vur ve kaç" yöntemiyle hırpalıyorlardı. Fakat, bazı<br />

işbirlikçi Kürtlerin saf değiştirip, kendi halkına hançer çekmesi<br />

üzerine, Timur'la savaşın seyri değişiyordu.<br />

Kürt tarihçi Şerefhan'ın, "Şerefname" adındaki kitabında an¬<br />

lattığına göre, Bidis valisi Hacı Şeref, Timur'a biat etmiş, müca¬<br />

deleyi zayıflatmıştı. Ama bu Timur'a kesin zafer sağlamamıştı.<br />

Rus tarihçi Minorsky, Timur'un 1400 yılında, Bağdat'tan Azer¬<br />

baycan'a dönüşü sırasında Kürderden ağır darbeler aldığını yazı¬<br />

yordu.<br />

Kürt Beylikleri, daha sonraki yıllarda Akkoyunlular ve Kara-<br />

koyunlulara karşı da yurdarını savunup, bağımsızlıklarını koru¬<br />

yacak, ama bu arada Roma-Bizans topraklarında oluşan Osman¬<br />

lı devletiyle yüz yüze geleceklerdi.<br />

"Şerefname"ye göre, Kürt ülkesinin Mirlikleri, 15. yüzyılda iç<br />

açıcı bir durumdaydı. Mirlikler (Beylikler) Bizans, Arap ve Acem¬<br />

lerle barış içinde komşuluk ediyor, refah düzeyi yüksek bir hayat<br />

sürüyorlardı.<br />

28


Kürt Mirlikleri arasında, en gözdesi ve güçlüsü Avdalan (Ev-<br />

dalan) hanedanıydı. Egemenlik sınırlan İran Kürdistam'nın batı<br />

bölgelerini de içine alan, bugünkü Güney Kürdistan'ın tümünü<br />

kapsıyordu.<br />

Şerefhan, Evdalan'dan sonra, öteki aşiretleri savaş gücü bakı¬<br />

mından Hakkari emiriiği, Behdinan, Bohti, Hasankeyf, Erbil, So¬<br />

ran ve ötekiler diye sıralıyordu.<br />

Güçlü aşirederin ayağı üzerinde durup "Miriikler" (Beylik) ha¬<br />

linde yaşayan Kürtler, 16. yüzyılda, kendilerini Pers (Iran) ile Os¬<br />

manlı imparatoriuklanmn dişlileri arasında buluyor, iki gücün<br />

farklı zoriamasıyla "din, mezhep" görünüşlü çıkar savaşlannın<br />

ortasında kalıyor, zaiyata uğruyor, kısmen özgüriüklerini kaybe¬<br />

diyorlardı.<br />

Afganistan göçmeni bir aşiret olan Osmanlı yönetimiyle, Kürde¬<br />

rin siyasal ve sosyal ilişkileri 15. yüzyılda başlıyordu. Kürtler, Doğu<br />

Roma (Bizans) toprakları üzerinde kurulan Osmanlı devletine,<br />

"Romalı" niyetine "Rom", Osmanlılara "Romi", yerieştikleri top¬<br />

raklara da, "Romalıların ülkesi" anlamına gelen "Diyare Rome"<br />

diyor, Bizans'la oluşturdukları iyi komşuluk ilişkilerini onlaria da<br />

sürdürmeye çalışıyorlardı.<br />

Fakat, 1500'lü yıllann başında doğudaki komşulan Perslerie<br />

(Iran), batıda giderek yayılan Osmanlılar arasında baş gösteren<br />

çekişmenin sıkıntısını yaşıyorlardı. Komşulan birer imparator¬<br />

luktu. Hayatta kalma şanslarını büyüme ve yayılmakta anyoriar-<br />

dı. Günümüzün deyimiyle emperyalist ve birbirine diş biliyoHar-<br />

dı. Mezheplerinin mensubiyetini, karşılıklı düşmanlık nedeni ola¬<br />

rak kullanıyorlardı.<br />

Ara topraklan Kurdistan, ikisi için de önemli stratejik ko¬<br />

numdu. Her biri, ayrı ayrı mezhebinin cazibesini öne sürüp Kürt¬<br />

leri kazanmaya çalışıyordu. Kürder ise iki devi de üstüne saldırt-<br />

mamaya özen gösteren yansız bir politika izliyordu.<br />

Aynı dönemde, Sefaviler Pers iktidanm ele geçiriyor ve Birinci<br />

ismail olarak da bilinen Şah ismail 1501 tarihinde taç giyiyordu.<br />

29


Şerefhan'ın yazdığına göre, aralarında Hasankeyf, Cizre ve<br />

Bitlis valilerinin de bulunduğu on bir Kürt emiri, iyi dileklerini<br />

bildirmek üzere, 1511 yılında Hoy'a gidip Pers Kralı Şah ismail'i<br />

ziyaret ediyorlardı. Fakat, Şah ismail, asla bir hükümdarın onu¬<br />

runa yakışmayacak, tuhaf bir davranışta bulunuyor ve konukla¬<br />

rının tümünü tutuklatıp sorguya çekiyordu.<br />

Tutuklu Mirlere, "ziyaret için kimin öncülük ettiğini" soru¬<br />

yor, Hasankeyf valisi Melik Halid ile Bitlis Miri Şerefin adını öğ¬<br />

renince, hepsini serbest bırakıp, eğlence sofrasına davet ediyordu.<br />

Tuhaflık bununla da bitmiyor. Şah ismail, Kürtleri yanına<br />

çekme entrikasıyla, tutuklattığı Hasankeyf valisi Melik Halid'i<br />

görkemli bir düğünle kız kardeşiyle evlendiriyordu.<br />

Şah Ismal'in kurduğu akrabalık ilişkisi üzerine, Osmanlı sara¬<br />

yı da boş durmuyor, Kürt Mirlerini hoşnut tutan jesderde bulunu¬<br />

yor, yerli yersiz zamanlarda armağanlar göndermeye başlıyor, di¬<br />

yalogu derinleştiriyordu.<br />

Kurdistan Mirleri iki taraftan da gelebilecek tehlikeye karşı ha¬<br />

zırlık yapıyor, Kurdistan 16. yüzyıldan itibaren merkeziliğe yöneli¬<br />

yordu. Şerefname'de belirtildiğine göre, 16. yüzyılın başlannda<br />

Kürdistan'ın tek merkezden yönetilmesi kısmen de olsa başanlıyor,<br />

Amediye Emiri, bütün Kürdistan'ın emir ve valileri tarafından ka¬<br />

bul edilen önder haline geliyordu.<br />

Şah ismail, bu arada yayılmak üzere, batıya yönelip, Kürdista-<br />

n'ı işgal etmeye başlıyordu. Hazırlıksız yakalanan Kürt Mirleri,<br />

Pers ordularının karşısında bir varlık gösteremiyor, kimi yan tes¬<br />

lim halde yanına geçiyor, kimi de çatışarak direnmeye çalışıyordu.<br />

Şah ismail, ele geçirdiği topraklarda, Siirt'ten Cebakçur'a, Pa¬<br />

lu'dan Maraş'a kadar, bütün Kürt illerine kendi adamlarını vali<br />

olarak atıyordu. Fakat Bohtan ile Çemişkezek'de zorlu bir direniş¬<br />

le karşılaşıyor, Pers-Kürt savaşı birkaç yıl sürüyordu.<br />

*<br />

Bu sırada, Osmanlı Hanedanlığının başında, "Korkunç" laka¬<br />

bıyla da anılan Yavuz Selim bulunuyordu. Yavuz Selim Kürdis-<br />

tan'dan sonra, sıranın kendi egemenliğine geleceğini düşünerek.<br />

30


Perslere savaş ilan ediyor ve iki ordu, 23 Ağustos 1514 tarihin¬<br />

de, Van Gölünün kuzeydoğusundaki Çaldıran vadisinde karşıla¬<br />

şıyordu.<br />

Saldırganlığı nedeniyle Şah ismail'e tepkili olan pek çok Kürt<br />

Miri, "düşmanımın düşmanı, dostumdur" düşüncesiyle, Yavuz<br />

Selim'in yanında yer aldılar. Osmanlılar, bu sayede kolay bir za¬<br />

fer kazandılar. Şah ismail, haremini, tahtı ve hazinesini savaş ala¬<br />

nında bırakıp kaçmıştı.<br />

Tarihçilere göre. Çaldıran Savaşı, Kurdistan tarihinin bir "mi-<br />

ladı"ydı. Başka bir deyişle Kürdistan'ın Osmanlı ile Iran arasın¬<br />

da bölüşülmesinin başlangıcı...<br />

Kürt Mirlerinin Osmanlı ve Perslere karşı saptanmış ortak bir<br />

politikaları yoktu. Mirlerden her biri kendi doğrulanm uygulu¬<br />

yordu. Bu nedenle büyük çoğunluk Yavuz Selim'in yanında yer<br />

alsa da Şah ismail'i destekleyenler de vardı. Kimileri ise şaşkınlık<br />

içinde her gün karar değiştiriyordu.<br />

Tutarsız biri olan Pazuki aşiretinin önderi Halit Bey, bunlar¬<br />

dan biriydi. Perslerin yanında yer alan Halit Bey, bir çarpışmada<br />

kolunu kaybedince Şah ismail ona som altından takma kol yap¬<br />

tırmış, aynca Muş'un bir bölümüyle Malazgirt, Hınıs eyaletleri¬<br />

nin yönetimini de kendisine bağışlamıştı.<br />

Halit Bey, bir süre sonra, Şah'm himayesini kendi gücü sanmış,<br />

söz dinlemez hale gelmiş. Sultanlığını ilan edip, adına para bastır¬<br />

mış, bununla da kalmayarak Yavuz Selim'in yanına geçmiş, Çaldı-<br />

ran'da, Perslere karşı savaşmıştı. Fakat, zemine oturamayan karar¬<br />

sızlığı, sonunda başının belası olacak, savaşın dönüş yolunda, Ya¬<br />

vuz Selim taraflnda öldürülecekti.<br />

Tarihçilere göre Kurdistan yöneticileri, Şah ismail ile Yavuz<br />

Selim arasındaki çekişmeden yararianmayı bilemediler. Ulusal<br />

birliklerini pekiştirmek yerine, ikiye bölündüler. Bu yüzden birbi¬<br />

rine kılıç çekecek hale geldiler. V. F. Minorsky'nin deyimiyle<br />

Kürtler, iki imparatorun çatışmasından yararlanacaklanna, bölü¬<br />

nerek tampon olmuş, sonra da ayakları, kollan budanmıştı.<br />

31


Rus tarihçi E. I. Vasilyeva'nın yazdığına göre, Korkunç Yavuz,<br />

Kürt vali ve Mirleri yanına çekmek için kimilerine baskı, kimileri¬<br />

ne karşı da yoğun bir diplomasi yürütmüştü. Kürtlere karşı diplo¬<br />

masi ayağını yürüten Yavuz'un kadim hizmetkârı Betlisi, bu sü¬<br />

reçte tarih sahnesinde beliriyor, durumdan görev çıkararak, hey¬<br />

beler dolusu altın karşılığında, rolünü oynayıp hizmet veriyordu.<br />

O, Bitlish bir Kürt'tü. Kürtler arasındaki adı, Edrise Betlise<br />

(Bitlisli Idris) idi. Idris Hakim de diyorlardı.<br />

Idris, çok iyi bir eğitimden geçmişti. Din adamı, Melle'ydi. Ki¬<br />

mi çevrelerde "Sofi" (bütün saflığı, temizliğiyle kendini dine ada¬<br />

mış kişi) diye tanınıyor, biliniyordu. Diplomatik manevralarının<br />

kandırmacalarmda bu yanını sıkça kullanıyor, avını dinsel pusu¬<br />

larda yakalıyordu.<br />

Farsçayı da çok iyi bilen Idris, ilk Osmanlı sultanlarının tarihi¬<br />

ni anlatan, "Heşt Beheşt" adındaki kitabını, Farsça şiir diliyle yaz¬<br />

mıştı.<br />

Hayatını ise bölge sultanlarına hizmede kazanıyordu. Önce Ak-<br />

koyunlu Sultanı Yakup Bey'e katiplik yapmış, sonra Osmanlı sul¬<br />

tanları Yıldırım Beyazıt ve Yavuz Selim'e aynı hizmederi vermişti.<br />

Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde yazdığına göre, Kürt<br />

Mirleri çoğunluğunun, Şah ismail'e karşı Yavuz Selim'in yanında<br />

yer alması kulislerini o yürüttü. Bu amaçlarla düzenlenen ikili gö¬<br />

rüşmelere "yansız kişi" ve hakem olarak katıldı.<br />

Tarihçi Muhammed Amin Zeki, her şeye rağmen, ikili görüş¬<br />

melerde Kürderi gözettiğini, yanlarını tuttuğunu yazıyor. Osman¬<br />

lılarla Kürt Mirleri arasındaki anlaşmalara, Kürtlerin bağımsız ve<br />

özgür kalacaklarına ilişkin maddeyi o koydu. Buna karşılık, Kürt¬<br />

lerin Osmanlıya askeri destek vermesini öngören maddeyi de...<br />

Ama, tarihçiler genel bir kabulle Idris'i, Kürt beyliklerini Osman¬<br />

lıya bağlayan, Kürtlerin kaderini satan kişi olarak nitelendiriyorlar.<br />

TC Kültür Bakanlığı tarafından, 1989 yılında yayınlanan So-<br />

lakzade Tarihi adındaki kitapta, Betlisi'nin Kürdistan'ı pazarla¬<br />

ma konusundaki çabalan uzun uzun anlatılıyor.<br />

32


Solakzade, Yavuz Selim'in, 1514 yılında Iran seferine çıkar¬<br />

ken, Bedisi'yi kullanarak, pek çok Kürt Mirinin gücünü yedeği¬<br />

ne aldığını, bu sayede savaşı kazandığını yazıyor.<br />

Osmanlı Sultanı, savaş alanından sağ <strong>kurt</strong>ulmayı başaran Şa-<br />

h'ın intikam seferierinden korunmak için Kürdistan'ı, tampon<br />

bölge yapmaya karar veriyordu. Yardım etmeye yanaşmayan ya<br />

da Şah ismail'den yana olan Mirleri, bu süreçte tasfiye ediyor,<br />

halkı kılıçtan geçiriyordu.<br />

Bir yandan da geri kalan Kürt beylerini ikna etmesi için Bet-<br />

lisi'yi kullanıyordu.<br />

Betlisi, Çaldıran dönüşünde, başanlanna "duacı" olmak<br />

amacıyla Yavuz Selim'i Tebriz yolunda karşılıyor, övgüler dizi¬<br />

yor, bağlılığını bildiriyordu. Sultan onu armağanlarla ödüllendi¬<br />

riyor, o arada, Kurdistan beylerini, Osmanlıya itaate almakla gö¬<br />

revlendiriyordu. Bedisi görevi kabul edince, cömerdiğinin nişa¬<br />

nesi olarak da, atının terkisindeki heybeyi altınla dolduruyordu.<br />

Yavuz ve Bedisi Kürt beylerini "onuriandırma" yoluyla avla¬<br />

maya karar veriyor ve ortak imzayla birer davet mektubu yazı¬<br />

yorlardı.<br />

Mektupta, Şah'la giriştiği savaşta yaptıklan katkıdan ötürü<br />

şükranlanm sunan Sultan, kendilerini kabul edip ağıriamak istedi¬<br />

ğini, "lütfedip davete icabet ettikleri takdirde mudu olacağını" bil¬<br />

diriyordu.<br />

Kürt beyleri, Sultan'm "nazik" davetine icabet ediyor, kafile¬<br />

ler halinde karargâhına gidiyorlardı.<br />

Solakzade sonrasını şöyle anlatıyor:<br />

"İdrisi Bedisi, görevi dolayısıyla bu işin gerçekleşmesi için bü¬<br />

yük çaba harcadı. Tadı dille Ermi, Aşti, Savran, Sason, Bidis,<br />

İmadiye ve Hasankeyf beyleri dahil, toplam 25 ilin ünlü komu-<br />

tanlannm gönlünü Padişahtan yana çevirmeyi başardı."<br />

Fakat bazı Kürt beyleri anlaşmaya yanaşmak istemiyordu. Ör¬<br />

neğin, Diyarbakır ve Mardin Mirleri işbiriiğine "hayır" demekte<br />

direniyorlardı.<br />

Solakzade tarihine göre Bedisi, Mirieri tehdit ediyor, sonuç<br />

alamayınca bizzat başında bulunduğu Osmanlı ordularıyla taar-<br />

33


uza geçiyordu. Diyarbakır kalesi muhasara altına alınıyor, uzun<br />

bir direnişten sonra. Eylül 1515 tarihinde ele geçiriliyordu.<br />

Solakzade, bu emeğinin Sultan tarafından ödüllendirilmesini,<br />

"idrisi Betlisi'ye gerçek ayarh bin florin irsal eyledi" diye yazıyor.<br />

Idris, Diyarbakır olayından sonra "ikna edici" olarak Kürt<br />

beylerini tek tek dolaşıyor, Osmanlı'ya yardım konusunda teslim<br />

olmayanları, Osmanlı ordusunun kılıcıyla tasfiye ediyor, hizmet¬<br />

lerinin karşılığında da heybelerini altınla doldurmaya devam edi¬<br />

yordu.<br />

Kurdistan Mirleri, imzalanan anlaşma gereğince, savaşlarda<br />

Osmanlı'nın yanında yer alıp yardım ediyor, ama iç işlerinde ba¬<br />

ğımsız, özgür ve özerk kalıyorlardı. 1800'lere kadar Kürdistan'ın<br />

özerkliğine el uzatılmıyordu. 1800'de, Osmanlıların müdahalesi<br />

başlayınca, tümüyle kopma, bağımsızlaşma yolunda isyanlar süre¬<br />

cine giriliyordu.<br />

18 ve 19. yüzyıllar, dünyanın sarsılarak değiştiği dönemdi.<br />

Halkların ulusal bilincini ateşleyen Fransız ihtilalinin etkileri, ev¬<br />

rensel devinimlerle yayılıyordu. Batı Asya halkları ve Kurdistan<br />

da etkilenme alanındaydı.<br />

Batıdaki komşusu ve dolaylı olarak bağlı bulunduğu Osman¬<br />

lı imparatorluğu Fransız ihtilalinin getirdiği aydınlanmadan da¬<br />

ha farklı biçimde etkileniyordu. Kabuğun altındaki halklar ho¬<br />

murdanarak uyanıyor, bağımsızlaşma atılımları yapıyordu.<br />

içten içe çürümüş, güçten düşüp tükenmiş olan imparatorluk<br />

var olanı korumak, ayakta kalmak derdiyle Fransa ve İngilte¬<br />

re'nin himayesine girmişti. Rusya ise himayedeki topraklardan<br />

pay kapma savaşındaydı.<br />

Osmanlı'yı himayeye alarak bölgedeki değerlere sahip olma<br />

savaşlarına daha sonra Almanya ve Avusturya da katılmıştı.<br />

"Hasta adam" adı verilmiş Osmanlı Devleri, batının büyük dev¬<br />

letleri tarafindan içten paylaşılmıştı. Kürdistan'ın bağımsızlaşıp kop¬<br />

ması zararlarınaydı. O nedenle Kürt bağımsızlık ve özgürlük hare¬<br />

ketleri her defasında, Osmanlı'dan çok ingiltere, Fransa, Almanya<br />

34


ve Rusya'yı karşısında buluyor, onlarla savaşmak zorunda kalıyor¬<br />

du. Doğuda ise iran'ın kişiliğinde, onu himaye altına alan Rusya ile...<br />

Rusya, ötekilerden farklı olarak bölge devletiydi, doğrudan iliş¬<br />

kiliydi. Amacı salt değerleri sömürmek değil, bütün olarak parçala¬<br />

rını koparıp el koymak, ilhak etmek, kendi topraklarına katmaktı.<br />

Kürdistan'ın bağımsızlaşması; çıkariarının zedelenmesi, en azından<br />

azalması demekti. Osmanlı ile savaş halinde olmasına rağmen, Kür¬<br />

distan'ın bağımsızlığı söz konusu olduğunda, düşmanının yanında<br />

yer alıyor, doğrudan ya da Iran üzerinden müdahil oluyor, bastır¬<br />

mada rol oynuyordu. Çünkü, bağımsız Kurdistan, Rusya'nın ko¬<br />

parmayı tasarladığı payı küçültüyordu. 19. yüzyıl boyunca Osman¬<br />

lı'yla kesintisiz sürdürdüğü savaşlar boyunca, sık sık Kuzey Kürdis¬<br />

tan'a girmiş, her defasında, daha derinleri ele geçirmeye çalışmış, bir<br />

yandan da işine yarayacak biçimde tahrip etmişti.<br />

Kürtler, Osmanlı egemenliğine karşı isyanda, bir bakıma öteki<br />

halklara öncülük etmişlerdi. Mora ve Girit isyanlan, Kürt isyanın¬<br />

dan yirmi yıl sonra baş gösterdi. Bulgar, Sırp, Arnavut ve Araplar,<br />

Kürtlerden çok sonra isyan edeceklerdi.<br />

Fakat, Kürtler onlardan farklı şartların kurbanıydı. Yunanis¬<br />

tan, Bulgaristan ve Sırbistan'a destek veren sınır ötesi batı, Kürt¬<br />

lerin karşısında, Osmanlı adına birer engeldi.<br />

Öte yandan, çekemezliklerin yarattığı iç bölünmeler ve kardeş<br />

kavgaları yüzünden Kürtler birlikteliklerini kuramıyorlardı. En azın¬<br />

dan, düşmanlarının körüklediği din ve mezhep ayrılıklannı kavga<br />

nedeni yapıyorlardı. Mirler, şeyh, bey ve aşiret reisleri birbiriyle üs¬<br />

tünlük kavgasındaydı. Ulusal <strong>kurt</strong>uluş hareketleri sırasında, kardeş<br />

kardeşin yenilgisinde mutluluk arıyor, onu arkadan vuruyordu.<br />

Bu olumsuzluklar, Osmanlı'nın işine geliyor, zayıf düşeni saf<br />

dışı ettikten sonra diğerine yöneliyordu.<br />

1800'ün başındaki ilk Kürt bağımsızlık hareketi, Behdinan,<br />

Soran ve Babanların bulunduğu Güney Kürdistan'da doğdu.<br />

35


Abdurrahman Paşa, 1803 yılında, merkezi Süleymaniye olan<br />

Baban Mirliğinin başına geçince, Osmanlı'ya karşı bağımsızlıkçı<br />

siyaseti izlemeye başlamış, bu amaçla öteki Kürt önderleriyle itti¬<br />

faklar kurmuştu.<br />

Abdurrahman Paşa girişimi, bir bakıma dış koşulların da el¬<br />

verişli olduğu bir zamana rasdamışri. Osmanlılar Rusya ile savaş<br />

halindeydi, o sırada. Abdurrahman Paşa'nm üstüne büyük güç<br />

gönderecek durumda değildi. Küçük Süleyman Paşa komutasın¬<br />

da küçük bir orduyla saldırıya geçti. Osmanlı ordusu bozguna<br />

uğradı. Abdurrahman Paşa Erbil'i ele geçirip Kerkük'e dayandı.<br />

Bölgeye yerleşip Osmanlı devletini vesayeti altına almış olan<br />

ingiltere, olayı kendi sorunu sayıyordu. Osmanlı'nın yanında doğ¬<br />

rudan müdahale ediyor ve Abdurrahman Paşa yönetimini yıkıyor¬<br />

lardı.<br />

Fakat, Abdurrahman Paşa isyanı bir son değil, başlangıçtı.<br />

Ayaklanmalar birbirini doğuruyor, Osmanlı'nın yaptığı insan kı¬<br />

rımı, şehir ve doğa yangınları Kürdistan'ı ayağa kaldırıyor, dört<br />

bir yanda isyan ateşleri yanıyordu.<br />

Abdurrahman Paşa'nm isyancı mirasını Behdinan ve Soran<br />

Mirleri omuzluyor, onları ötekiler izliyordu. Hakkari Mirliği,<br />

1800'lerin başında egemenliğini Iran içlerine kadar götürüyordu.<br />

Merkezi Cizre olan Bothan Mirliği kendi bölgesinin egeme¬<br />

niydi. Rusya'ya, İran ve batıya giden yolları kontrol ettiği için ay¬<br />

rıca stratejik öneme sahipti. Yine 1800'lerin başında. Merkezi<br />

Mardin'de bulunan Milli (Milli) Mirliği ayrı bir etkinlikteydi.<br />

1813 yılında Revanduz sancağına bağlı Soran Emirliği Kur¬<br />

distan hareketinin merkezlerinden biri haline geldi. Soran Miri<br />

Muhammed, işgalci Osmanlıları kovduktan sonra, bağımsızlığını<br />

da ilan edip kendi adına para çıkardı. Cuma hutbelerinden Os¬<br />

manlı Sultanının adını çıkardı. Yerine kendi adını koydu.<br />

Mir Muhammed, 1833 yılında da, Mardin ve Diyarbakır'da¬<br />

ki Osmanlı egemenliğine son verdi.<br />

36


Osmanlı Sultanı ikinci Mahmut, 1833 yılında ordularına<br />

Kürdistan'ı "tepeleme" ve "fethetme" emrini verdi.<br />

Sultan'm orduları iki ayrı koldan Kürdistan'a saldırmaya başla¬<br />

dı. Semih Paşa komutasındaki ordu Trabzon ve Erzincan yoluyla<br />

Van'a yöneldi.<br />

Merkez güce komuta eden Reşit Paşa, 1834 baharında, 40 bin<br />

kişilik bir orduyla Sivas ve Malatya'dan, iki kol halinde ilerlemeye<br />

başladı. Çok hırslı ve Kürtlere kinli olan Reşit Paşa'nm nihai hede¬<br />

fi. Mir Muhammed'e ulaşmak ve karargâhını ele geçirmekti. He¬<br />

define giderken, yoluna çıkan silahsız, savunmasız sivil Kürtleri kı¬<br />

lıçtan geçiriyor; köyleri, kasaba ve şehirleri yakıyor, yıkıyordu.<br />

Paşanın zulmü arttıkça, Kürder bileniyor, daha bir öflceyle di¬<br />

reniyor, gerilla taktikleriyle Osmanlı ordusuna darbeler indiriyor¬<br />

lardı.<br />

Zulüm, Kürleri birleştirmişti. Aşiretler ilk kez ulusal ruhla or¬<br />

taya çıkıp, örgütlenerek direniyor. Reşit Paşa ordusuna büyük<br />

kayıplar verdiriyorlardı. Bitlis Ermenileri ve Yezidiler de Kürtler¬<br />

le direnişe kanlınca, Osmanlıların ilerlemesi imkansız hale geldi.<br />

Reşit Paşa'nm ordusu çakılıp kalmış, hareket etme yeteneğini<br />

kaybetmişti. Paşa, bunun üzerine saldırıdan vazgeçip, elindekile-<br />

ri korumak amacıyla savunma haline geçti. Karargâhına kapa¬<br />

nıp, iki sene takviye birliklerinin gelmesini bekledi.<br />

Reşit Paşa, iki yıl sonra, 1836 yılında, Irak ve Suriye'deki or-<br />

dulannın da desteğiyle hem güneyden, hem de kuzeyden genel<br />

saldırıya geçti. Sivil katliamlar yaptı. Güney Kürdistan'ın isyancı<br />

aşireti Babanlar üzerinde soykırım denedi.<br />

Fakat genç yaşlı ayırımı yapılmayan sivil kırım. Paşaya istedi¬<br />

ği zaferi getirmiyordu.<br />

Reşit Paşa, bundan sonra entrikacılığı seçiyor, ingiliz ajanlan-<br />

nı kullanıp, bazı Kürt beyleriyle ilişki kuruyor, onlan satın alıyor¬<br />

du, ingiliz takviyeli Reşit Paşa'nm orduları, bundan sonra ilerie-<br />

meye başlıyordu. Paşa, Botan Miri Bedirhan Bey'in başşehri Ciz¬<br />

re'yi yerie bir ediyor, Soran bölgesinde büyük kayıplar vermesine<br />

rağmen Zaho, Duhok ve Akra Osmanlılann eline geçiyordu.<br />

Dört yandan kuşatılan Mir Muhammed, nihai savaşa hazırla-<br />

37


mrken, beklenmedik bir olayla daha karşılaştı. Bu kez, Kürt ha¬<br />

reketinin karşısına "ümmetçilik" unsuru dikilivermişti. Mir yö¬<br />

netiminin etkin isimlerinden Melle Hadi, aldığı yüklü altın kese¬<br />

lerini "dini fetva"ya çeviriyordu. Hadi, Osmanlı Sultanı'nın Ha¬<br />

life (Peygamber vekili), dolayısıyla ona kılıç çekmenin günah sa¬<br />

yılacağını söylüyor ve görüşlerini yayıyordu.<br />

Melle Hadi'nin fetvası savaşçıların elini kolunu bağlamışken,<br />

Revanduz yolunu tutan aşireder, saf değiştiriyor, Osmanlı ordu¬<br />

suna geçit veriyorlardı.<br />

Mir Muhammed yalnız kalmıştı. Revanduz kalesi 1836 Ağus¬<br />

tosunda kuşatıldı. Mir, halka dokunulmayacağı sözüne karşılık<br />

teslim oldu. Ona saygılı davrandılar, istanbul'a götürdüler. Bir<br />

süre sonra, ülkesine dönmesine izin verdiler. Fakat, dönüş izni bir<br />

tuzaktı. Yolda öldürüldü.<br />

Kürtlerin, Osmanlıları tanımlayan "Bexte Rome tuneye",<br />

(Osmanlı'nın onur sözü yoktur) sözünün tekerrürü de yaşanıyor¬<br />

du. Sivil halka dokunulmayacağına dair. Mir Muhammed'e veri¬<br />

len söz tutulmuyor, "tedip ve tenkil" (kırım) yapılıyordu.<br />

Rus tarihçi M. S. Lazarev, bu konuda şunları yazıyor:<br />

"Revanduz'un düşüşü, Osmanlı ordusunun Kürdistan'da yü- ,<br />

tüttüğü 'tedip ve tenkile' son vermedi. Osmanlılara koşulsuz ita¬<br />

at etmeyen ve direnen herkesin acımasızca öldürülmesi devam<br />

etti. Reşit Paşa, 1837 yılında koleradan öldü. Yerine, en az onun<br />

kadar acımasız olan Hafız Paşa geçti. Hafız Paşa, 1837 yılında<br />

bağımsızlıklarını korumaya çalışan Botan Kürtlerine karşı saldı¬<br />

rıya geçti. Sincar Yezidilerin! acımasızca kırdı. Güz aylarında,<br />

cezalandırma saldırıları kuzeye yöneldi. Kürtler umutsuzca dire¬<br />

niyorlardı. Ama Avrupalı danışmanlar (Avusturyalı Feld Mare¬<br />

şal Helmut von Moltke de bunlar arasındaydı) tarafından eğitil¬<br />

miş ve güçlü topçu desteğiyle donanlmış orduya karşı fazla di¬<br />

renemediler. Osmanlılar saldırı üstüne saldırı yaparak kaleleri,<br />

direnme noktalarını ele geçiriyor, direnen herkesi öldürüyorlar¬<br />

dı. Kış başlayınca saldırılar durdu."<br />

38


» *<br />

Osmanlı ordusunun insan kırımı. Güney Kürdistan'la sınırlı<br />

kalmadı. Ertesi yıl bahada biriikte, biri Akçadağ, öteki Torosla-<br />

ra olmak üzere iki koldan kuzeye karşı saldırıya geçtiler. Malat¬<br />

ya yöresi Mirlerinden Said Bey, Osmanlı ordusuna büyük kayıp¬<br />

lar verdiriyordu.<br />

Fakat, Hafiz Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Muş ve<br />

Hazro yörelerinde, Kürderie Ermenileri arada kadederek ilerii-<br />

yor, Van Gölünün batı ve kuzeybatısı ateş içinde kalıyordu.<br />

Lazarev, Osmanlı'nın giriştiği soykırımı şöyle yazıyor:<br />

"Cezacılar (Osmanlılar) inanılmaz bir vahşet sergiledi. Ne ka¬<br />

dınlar, ne de çocuklar bağışlandı."<br />

Mısır Paşası Mehmed Ali Paşa'nm (Kavaklı) Mısır, Suriye,<br />

Filistin ve Lübnan üzerinde hak iddia ederek Osmanlı Imparator-<br />

luğu'nu tehdit eden ileriemesi üzerine, Sultan ikinci Mahmut,<br />

Hafiz Paşa'yı Kürdistan'dan çekiyordu. Kurdistan yeniden nefes-<br />

lenip, yaralannı sarmaya başlıyor, Paşa'nm ordusu ise 1839 yı¬<br />

lında Mısıriılar tarafindan darmadağın ediliyordu. Böylece Kürt¬<br />

lere karşı kazanılan zafer sıfira iniyordu.<br />

Kürt sorunu, 1840'a doğru kendi coğrafyasını aşmış, dünya me¬<br />

selelerinden biri haline gelmiş, Avrupa da ilgilenmeye başlamıştı, il¬<br />

gi üzerine, Osmanlı yönetimi, daha sonra cumhuriyetçilerin de tek¬<br />

rarladığı "ıslahat" pohtikasına yöneliyordu. İstanbul yönetimi, Av¬<br />

rupa'ya karşı kendini "medeni" Kürdistan'ı da "geri" gösteriyor,<br />

onlara "iyilik" için "medenileştirme" hamlesine geçiyordu. "Kür¬<br />

distan'ın uygariaştmlması", feodal anarşinin ortadan kaldınlıp,<br />

asayişin sağlaması adıyla devlet terörünü dağlara yayıyordu.<br />

Rus tarihçi Lazarev, Osmanlı'nın bu taktiğinin sonuçlannı<br />

şöyle anlatıyordu:<br />

"Yönetimin tümüyle rüşvete bulanması, rüşvetle satın alınır<br />

hale gelmesi bir yana, keyfilik, zoria el koyma, yağma, Türk si¬<br />

vil ve askeri yönetiminin günlük rutin işleri haline gelmişti. Do-<br />

39


ğu Anadolu ve İrak'taki Kürt halkına daha büyük baskı ve terör<br />

uygulanıyordu. Özellikle Bağdat'taki Mehmed Paşa, halka yap¬<br />

tığı hayvanca muameleyle ün kazandı. Kürtler, yeniden aktif<br />

protesto biçimlerine döndüler."<br />

Merkezi Cizre'de bulunan Botan Mirliğinin önderi Bedirhan Bey,<br />

yeni terör ve talana isyan ediyor, Kürdistan'ın genel ayaklanması için<br />

Muş, Hakkari, Hizan, Kars, Mukus Mirleriyle ittifak kuruyor, itti¬<br />

faka daha sonra Doğu Kürdistan'ın (Iran) Erdelan valisini katmayı<br />

da başarıyordu. Bu arada Kürtlerle iç içe yaşayan Hırisriyanlarla da<br />

(Ermeni ve Süryani) ilişkiler kuruluyor, fakat, bütün çabalara rağ¬<br />

men Dersim dışarda kalıyor, genel ittifaka katılmıyordu.<br />

Ama, Kürdistan'da genel seferberlik başlamıştı. Gençler silah<br />

altına alınıp eğitiliyor, toplar, tüfekler üretiliyordu. Bu arada Be¬<br />

dirhan Bey adına Kürt parası basılıyor, yerinden yurdundan edil¬<br />

miş Kürtlerin hayatı düzeltiliyor, ticaret genişletiliyor, vergi ada¬<br />

leti sağlanıyor, Van Gölünde gemi ulaşımı başlıyordu.<br />

Kürdistan'ın bağımsızlığı yalnız Sultanlığı değil, Osmanlı'nın<br />

güçsüzlüğünden yararlanarak yeni ekonomik ve politik kazanım¬<br />

lar elde etmiş Fransa ile ingiltere'yi de rahatsız ediyordu.<br />

istanbul yönetimi ise ekonomik olarak Kürdistan'a savaş aça¬<br />

cak durumda değildi. Yardım için ingilizlere sığınmışlardı, ingi¬<br />

lizler, Kürtleri birbirine karşı kışkırtmak, bu arada Süryanileri<br />

kullanıp çatışmalar çıkarmak üzere kışkırtıcı ajan ordularıyla<br />

Kürdistan'a doluştular.<br />

ingilizler hesabına çalışan Amerikalı misyonerler de iş başın¬<br />

daydı. Süryanileri, "Hıristiyan dünya, Kürtleri değil sizi destekli¬<br />

yor" diye kışkırtmaya başladılar. Kürtlere karşı ayaklanmaları<br />

için yardım sundular. Süryanilerin dini lideri Mar Şamun, kışkırt¬<br />

malardan fazlasıyla etkilenmişti. 1843 yılında, himayenin doku¬<br />

nulmazlığını göstermek amacıyla, evinin üstündeki direğe ingiliz<br />

bayrağı çekince olaylar patlak verdi. Aralarında provokatörlerin<br />

de bulunduğu kimi Kürt din adamları Hıristiyan karşıtı propa¬<br />

gandaya, Süryani köylerine saldırılara başladı.<br />

Yumurta çadamış, Bedirhan Bey'in binbir çabayla oluşturduğu<br />

ittifak bozulmuştu. Süryaniler, Osmanlı, ingiliz ve Rus yönetimine<br />

40


ayrı ayn başvurup yardım istediler. Osmanlı'nın, arayıp da bulama¬<br />

dığı bir firsattı bu.<br />

Osmanlı orduları 1847 yılının baharında, Osman Paşa'nm<br />

komutasında, Kürdistan'da birkaç koldan ilerleyerek, Bedirhan<br />

Bey, bağımsız Kurdistan fikrinin öteki iki önemli önderi Nurul-<br />

lah Bey ve Han Mahmut'a saldırıyordu.<br />

Bedirhan Bey, Osmanlı saldırılanm püskürtmeye çalışırken,<br />

yeğeni Yezdişer, vaadlere kanıp cepheden çekiliyor, arkadan ku¬<br />

şatılmasını sağlıyordu. Eruh kalesine çekilen Bedirhan Bey, uzun<br />

bir direnişten sonra 20 Temmuz 1847 günü teslim olmak zorun¬<br />

da kalıyordu.<br />

Bedirhan Bey, istanbul'a götürüldü. Sonra, Girit adasına sü¬<br />

rüldü. Oradan Halep'e...<br />

Bedirhan Bey, 1868 yılında öldü.<br />

*<br />

Bedirhan Bey tutsak düşmüş ama Han Mahmut ve Nurullah<br />

beyler henüz yenilmemişlerdi. Nurullah Bey iki yıl daha direnip sa¬<br />

vaştığı için Osman Paşa, adeta öflcesini halktan çıkanyordu. "Tedip<br />

ve tenkil" kural tanımıyor, savunmasız halka yapılan zulmün şidde¬<br />

ti her gün artıyordu. Ölümünden sonra yerine atanan Gözlüklü Re¬<br />

şit Paşa da onu aratmıyordu.<br />

Kürder buna rağmen direniyorlardı. Direnişi kıran faktör,<br />

1849 yılında bütün Kürdistan'ı saran kolera salgını oldu.<br />

ingiltere, Kürdere karşı Osmanlı'yı koruyor, öte yandan, "ki¬<br />

ralık asker" niyetine, rakipleri Rusya ile çarpıştırıyordu.<br />

ingiltere ve Fransa Osmanlı'yı kışkırtıp Kırım Savaşını başlat-<br />

mışti-<br />

Osmanlı yönetimi, savaşa hazırlanırken, Kürtlerin "dm kar¬<br />

deşi" olduğunu hatırlıyor ve Kürdistan'dan asker toplatdması<br />

için seferberlik başlatıyordu. Fakat, güleryüzlü bütün çabalara<br />

rağmen Kürtler destek vermiyor, askerliğe çağnlan gençler dağ¬<br />

lara saklanıyordu. Zorla götürülenler, ordudan firar ediyordu.<br />

Tehditle Osmanlı safina katılan Zilan, Sıpki ve Hayderan aşiret¬<br />

leri de bir süre sonra cepheden çekiliyordu.<br />

41


Öte yandan Ruslar, Kürtleri yanına çekme çabasındaydı. Dost¬<br />

ça yaklaşıyor, yardımda bulunuyordu. Kars yöresinin önemli Kürt<br />

önderlerinden Kasım Han, Ruslardan aldığı yan destekle ayaklanı¬<br />

yor, 1854 yılında Osmanlı'ya öldürücü darbeler vuruyordu.<br />

Botan Beyi Yezdişer'i, amcası Bedirhan Paşa'ya ihanet etmesi<br />

için ikna eden Osmanlı verdiği sözde durmamış, onu Kürdistan'a<br />

genel vali yapmamıştı. Yezdişer, hayal kınklığı içinde istan¬<br />

bul'dan ülkesine dönmüş, uğradığı "ihanete" isyanla karşılık ver¬<br />

me hazıriığına girişmişti. Kürdistan'da yeni ittifaklar kurduktan<br />

sonra, 1854 yılında ayaklanma başlattı. Ayaklanma şaşırtıcı bi¬<br />

çimde büyüdü. 1855 yılında Kürdistan'ın tamamına yakın bölge¬<br />

lerine yayıldı. Yezidi Kürderinin yanı sıra Ermeniler, Süryaniler,<br />

bölge Rumlan da Kürderin yanında yer aldılar. Kürder, güney¬<br />

den yayılarak Erzurum ve Van üzerine yürüdüler.<br />

Fakat silah kıtlığı çekiyor, askeri güç olarak da yetersiz kalıyor¬<br />

lardı. Ruslardan yardım istediler. Ama beklediklerini alamadılar.<br />

Osmanh yönetimi, bu aşamada, ingilizler aracılığıyla "banş gö¬<br />

rüşmeleri" isteğinde bulunuyordu. Kimi tarihçilerin saf ve dengesiz<br />

diye niteledikleri Yezdişer, "barış görüşmesini" kabul ediyordu.<br />

Oysa ingilizler, yoluna tuzak kurmuşlardı. Yezdişer, görüşmeye gi¬<br />

derken tutuklanıp istanbul'a götürülüyor, hapse konuyordu. Ön-<br />

dersiz kalan Kürderin özgüriük koşusu bir kez daha kesiliyordu.<br />

s-<br />

Fakat bu da "son isyan" olmuyordu. Osmanlılann, tam "sin¬<br />

dirdik" diye sevindikleri anda, bir başka köşede, yeni bir insanın<br />

ateşi alevleniyordu.<br />

Yezdişer olayından sonra, küçük gruplann direniş ve çatışma-<br />

larıyla isyan bütün Kürdistan'da sürüyordu. Yalnız, Dersim'i<br />

Kürdistan'ın bir parçası olarak değil, "ayn bir ada" olarak gören<br />

Dersimliler sessiz kalıyordu. Ama Osmanlı yönetimi, fark gözet¬<br />

miyor, üstüne yürüyordu.<br />

42-


Erzurum valisi Semih Paşa, 1870'lerde Dersim'in "tedip ve<br />

tenkili" ile görevlendirildi. Ama Dersim dağlık bölgeydi, insanla¬<br />

rıyla birlikte yok edilmesi gereken köylere ulaşım zordu. Çaresiz<br />

kalan Semih Paşa, güler yüzle yaklaşmaya başladı. Zaten vergi<br />

ödemeyen Dersimlilere, "devletin bir iyiliği" olarak vergiden mu¬<br />

af olduklannı açıkladı. Ama bu "iyiliğe" karşılık, "sarp köylere<br />

medeniyet götürecek yol yapımında çalışmalarını" istiyordu.<br />

Ne var ki, Semih Paşa'nm planı tutmuyor, DersimHIer oyunu<br />

seziyor ve yol yapımında çalışmayı reddediyorlardı. Halk, işbirli¬<br />

ği yapan bazı ağaları tecrit ediyordu, bunlardan Gulabi Ağa,<br />

1875'te öldürülüyordu.<br />

Osmanlılar, "iyiliklerine iyilikle karşılık vermeyen" Dersim'e,<br />

1877 yılında, 4 bin kişilik bir orduyla saldırıyor, Tujik ve Hut<br />

dağlarında çetin savaşlar oluyordu. Ermeniler de Dersimlilere<br />

yardım edince, Osmanlı ordusu sonuç alamadan geri çekiÜyordu.<br />

* *<br />

Iran yanlısı Rusya'nın Sultana dayatmasıyla, Osmanlı-Iran sı¬<br />

nın 1869 yılında yeniden belirleniyor, bu arada Kürt topraklan<br />

bir kez daha bölünüp, stratejik önemi olan Kontur şehri İran'a<br />

veriliyordu. Osmanlı devleti, son anda yeni sınıra karşı çıkıyor,<br />

Kontur'u ele geçirmek amacıyla, bir ingiliz binbaşısının komuta¬<br />

sındaki ordusuyla saldırıya geçiyor, şehri zapt ediyordu.<br />

Rusya, Kürderin kaybını dikkate almıyor, ama şehrin İran'a ia¬<br />

desi için Osmanlı'ya baskı yapıyordu. Rus yazar M. I. Menyu-<br />

kov'un deyimiyle "sınır çizilirken, en az başvurulan, kaybı düşünü¬<br />

len taraf Kürtler oluyor"du.<br />

Rus yazar N. A. Halfin, Kürtlerin devre dışı bırakılmasını,<br />

"ingilizlerin amacı, Kürt topraklarını bölmekti" diye açıklıyor¬<br />

du.<br />

Sınır düzenlemesi adıyla Kürt topraklarının bölünmesi, Kür¬<br />

distan'da yeni huzursuzluklara neden olmuş, kaynaşmalar başla¬<br />

mıştı.<br />

43


Öte yanda Osmanlılar, Kırım Savaşı'yla "sıfırı tüketmiş",<br />

ekonomik olarak çökmüştü. Borçlarını ödeyemediği için İngilte¬<br />

re ve Fransa mal varlığına el koymuş, yönetim ekonomik bağım¬<br />

sızlığını bütünüyle kaybetmişti. Osmanlı yönetimi, gelir bulmak<br />

için Hıristiyanlarla Kürdere yönelmiş, vergileri artırmış, haraç<br />

toplayıp, doğrudan soyguna geçmişti. Kurdistan direnişe geçince,<br />

bir kere daha orduyu devreye sokup terör estirmeye başlamıştı.<br />

İsmail Hakkı Paşa, Botan ve Hakkari yöresinde katliama gi¬<br />

rişmiş, Kürtler hayatta kalmak amacıyla dağlara çekilmiş, yer yer<br />

isyanlar alevlenmişti. Kendini Osmanlıların efendisi olarak gören<br />

İngiltere bir kez daha devredeydi. İstihbarat sağlıyor. Kuzey Kür¬<br />

distan'da "güvene layık" aşiretlerin listesini düzenliyor, Osmanlı<br />

orduları da kırım yapıyordu.<br />

"Tedip ve tenkil", 1877 yılında başlayan Osmanlı-Rus sava¬<br />

şına kadar aralıksız sürdü. Savaşla birlikte, Osmanlı yönetimi kı¬<br />

rıma ve toplu sürgünlere ara verdi. Ayrıca, Sultan Abdülhamit,<br />

Kürtlere şirin görünmek ve desteklerini kazanmak amacıyla, "din<br />

kardeşliğini" keşfediyor, yeşil bayrak açarak Kürdistan'ı Osman¬<br />

lı'ya yardıma çağırıyordu.<br />

Osmanlı'nın din propagandası çok az sayıda Kürt tarafindan<br />

ilgi görüyor, çoğunluk arkasını dönüyordu. Savaş ise Kurdistan<br />

topraklarında geçiyordu. Erzurum Rusların eline geçmişti. Buna<br />

rağmen Kürtler, Osmanlı'ya yardım etmiyor, iaşe sağlamıyor, sa¬<br />

vaşa seyirci kalıp sonucu bekliyorlardı.<br />

Bu savaş Osmanlı çöküşünün dönüm noktası olmuştu. 1879<br />

yılında resmen ekonomik iflas ilan ediyor, içerde de İngiltere ve<br />

Fransa başta olmak üzere Avrupa'nın egemenliği altına giriyordu.<br />

Çöküş, Kürtlerin ulusal <strong>kurt</strong>uluş heyecanını besliyor, alevlendi¬<br />

riyordu.<br />

1878 yılı ilkbaharında Muş, Bidis ve Van bölgelerinde aynı<br />

anda isyan patlak verdi. Ayaklanma kısa sürede yayılarak büyü¬<br />

yor, Botan ve Hakkari yöresine de yayılıyordu.<br />

44


Başlangıçta kendiliğinden oluşan, başında tanınmış bir önder<br />

de bulunmayan ayaklanma, Bedirhan Bey'in oğullan Osman ve<br />

Hüseyin beylerin ortaya çıkmasıyla nitelik kazanıyor; Kürtler, gü¬<br />

neye sarkıyor, Nizip, Mardin, Amediye'yi de ele geçirerek toprak¬<br />

larının büyük bir bölümüne sahip oluyorlardı. Bedirhani Osman<br />

Bey bağımsızlık ilan ediyordu.<br />

Sultan, bir kez daha bütün ordularını seferber ediyor, ama ilk<br />

hamleler boşa çıkınca, "topyekûn savaş"la, Kürder yenilgiye uğ¬<br />

ratılıyordu.<br />

Fakat, özgüriüğe aç ve susuz Kürtler geri durmuyor, isyan bay¬<br />

rağını indirmiyorlardı. Daha öteki isyanm dumanları tüterken,<br />

1879 yılında, Şemdinan'da (Şemdinli) Şeyh Ubeydullah başını kal¬<br />

dırıyordu.<br />

Şeyh Ubeydullah, Nakşibendi Şeyhi Seid Taha'nın oğluydu.<br />

Seid Taba, Şeyh Said'in dedesi Şeyh Ali ile okul arkadaşı ve dost¬<br />

tu.<br />

Kadere bakın, iki dostun torunlan Seid Abdülkadir ile Şeyh<br />

Said daha sonra aynı isyanda (1925) birleşecek ve kısa arahklar-<br />

la idam edileceklerdi.<br />

Şeyh Ubeydullah, dini bilgin olarak ve saygın kişiliğiyle Kür¬<br />

distan'ın önde gelen liderlerindendi. Variıklıydı. Bütün Kürdis¬<br />

tan'da, adı tartışılmaz saygı ve sevgiyi ifade ediyordu.<br />

Celile Celil'in yazdığına göre. Şeyh Ubeydullah'ı tanıyan bir<br />

Ermeni, onu şöyle anlatıyordu:<br />

"O, mükemmel bir insandı. Faal, çalışkan, efendi ve bilgiliy¬<br />

di. Yetim ve dul kadınları, babaca bir ilgi ve himaye ile kollar¬<br />

dı. Kürtler, dertlerini ve uğradıkları haksızlıkları anlatmak, din<br />

ile ahlak konusunda fikrini almak için dört bir taraftan Şemdi-<br />

nan'a gelirlerdi. Kürtler onu adil ve insancıl bir lider olarak se¬<br />

ver, sayarlardı."<br />

Şeyh, 1879 yılı güzünde, İran ve batıdaki Kürt liderlerie,<br />

ayaklanma için temasa geçtiğinde 50 yaşlarındaydı.<br />

ingiltere'nin bütün çabalanna rağmen, saygın kişiliği sayesin¬<br />

de Kürt liderlerin büyük çoğunluğunun desteğini ahyordu. Şeyh<br />

bu arada. Ermeni Gregoryan kilisesi ve Süryanilerin lideri Mar<br />

45


Şamun ile işbirliği için temasa geçiyor, Iran Kürdistam'ndaki Ma-<br />

habad, Urmiye, Uşnuye merkezlerini üs olarak seçiyordu.<br />

Kurdistan tarihinde, ilk genel birlik ve dayanışma Kurultayı,<br />

1880 yılında Şeyh Ubeydullah'ın liderliğinde Şemdinan'da toplan¬<br />

dı. Toplantıya Kürdistan'ın dört bir yanından liderler katılıyordu.<br />

Ubeydullah, toplantıda Ermenilere karşı herhangi bir harekette bu¬<br />

lunulmamasını ve işbirliği yapılmasını kabul ettiriyordu. İran'ın,<br />

askeri açıdan daha zayıf olduğunu söyleyerek, isyanın bu cephede<br />

başlatılacağım söylüyor ve önerisini Kurultay kararı haline getiri¬<br />

yordu. Şeyhin amacı, daha ilk aşamada <strong>kurt</strong>arılmış bir merkeze sa¬<br />

hip olmaktı.<br />

İsyan, 1880 yılının Ağustos ayında Mangur Hamza Ağa ko¬<br />

mutasındaki bir Kürt birliğinin Mahabada taarruzuyla başladı.<br />

Ubeydullah'ın genç oğlu Seid Abdülkadir'in başında bulunduğu<br />

birliğin katılmasıyla şehir ele geçirildi. İngiltere Osmanlı'nın ya¬<br />

nındaydı. Osmanlı ile İran ise saf halinde...<br />

Rusya İran'a askeri yardım göndermişti. Çünkü, hepsinin ay¬<br />

rı ayrı çıkarları söz konusuydu.<br />

İsyancılar, birleşen güçler karşısında. Iran içlerinde daha fazla<br />

ilerleyemediler. Ama onlan durduran etken dörtlü ittifak değil, ba¬<br />

zı Kürt önderlerin zaafiydı. İngiliz-Osmanlı entrikacılığı bir kez da¬<br />

ha Kürtlerin önüne çıkmış, kimi Kürt liderlerini, Kurdistan ittifa¬<br />

kından çekmeyi başarmıştı.<br />

Şeyh Ubeydullah, Kürtlerin parçalanıp birbirini arkadan vur¬<br />

maya başladığını görünce, hüzün içinde isyan bayrağını indirmiş,<br />

memleketi Şemdinan'a geri dönmüştü.<br />

Şeyh Ubeydullah, 1881 yılında tutuklanıp İstanbul'a götürü¬<br />

ldü. 1882 yılının Temmuz ayında kaçıp Kürdistan'a döndü. Oğul¬<br />

lan Sadık ve Seid Abdülkadir'le birlikte, beş bin kişilik bir güçle<br />

yeniden ayaklandı.<br />

İran ve Osmanlılar ortak düşmanlarına karşı ortak bir cep¬<br />

heyle taarruza geçtiler. Şeyh, savunmaya geçtiği Oramar kalesin¬<br />

de tutsak düştü. Onu, önce Musul'a götürdüler. Kürtlerle yeni¬<br />

den ilişkiye geçmesi üzerine Mekke'ye sürgün edildi.<br />

46


Kürdistan'da sönmüş, köz olmuş her ateş, adeta yeni alevlen¬<br />

melerin habercisiydi. Ulusal ruh bütünlüğünü kıran iç çelişkilere<br />

rağmen, ataklar durmuyordu.<br />

O arada, başta Yunanlılar ve Bulgarlarla Sırplar olmak üzere,<br />

Osmanlı imparatorluğu ayrışa ufala küçülmüş, sultanlık haline<br />

gelmişti. 1800'lerin sonlarında "Kızıl Sultan" adıyla da bilinen İ-<br />

kinci Abdülhamit, sultanlığın başında bulunuyordu. Abdülha¬<br />

mit, kurnazlığıyla ünlüydü. Kürtleri bölmek, aşireder arası daya¬<br />

nışmayı kırmak ve onları, mücadeleleri yaygınlaşarak Avrupa'da<br />

da destek bulmaya başlayan Ermenilere karşı kışkırtmak üzere<br />

harekete geçiyordu. Sultan, Kürtlere hoş görünmek için harca¬<br />

malar yapıyor, bazı Kürt ağalarını istanbul'a davet edip, zengin<br />

sofralarda ağırlıyor, eğlendiriyor, para ve nişanlarla ödüllendiri¬<br />

yordu.<br />

Sultan, tıpkı bir zamanlar "devşirilen Hıristiyan çocuklar"a<br />

yapıldığı gibi Kürt ve Arap çocuklara el uzatıyordu. Onlan eği¬<br />

tip "Osmanlı'nın savunma eri" yapmak üzere "Aşiret Mekteple¬<br />

ri" kuruluyordu.<br />

Bağdat ve İstanbul merkezli bu okulların askeri ve sivil bö¬<br />

lümlerinden mezun olan gençler, branşlarına göre değişik görev¬<br />

ler üstleniyorlardı. Fakat, okullar "bekleneni" vermiyordu. Kürt<br />

ve Arap bazı mezunlar, daha sonra kendi halklarının ulusal kur¬<br />

tuluş mücadelesinde öncülük ediyorlardı. Okulda, "Kürt Halit"<br />

lakabıyla tanınan Cıbranlı Halit Bey ve İhsan Nuri bunlardan<br />

ikisiydi. Binbaşı Kasım (Ataç) ve Revanduzlu Ali Saib gibi bazı<br />

Kürtler de yetiştirenlere sonuna kadar "sadık" kalıyordu.<br />

Araplar arasında da benzerleri çıktı. Eğitilip devşirilmiş bazı<br />

Araplar, bağımsızlık savaşında kendi halklarına kılıç çektiler. Ki¬<br />

mileri, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasından sonra, kendi<br />

yurtlarında tutunamadılar. TC saflarında yer alıp "tedip ve ten¬<br />

kil" yıllannda Kürdistan'da görev yaprilar. Bazdan milletvekili.<br />

İstiklal Mahkemesi üyesi oldu. Torunları ise 2000'lerde Türk ırk¬<br />

çılığının öncülüğünü yapıyorlardı.<br />

47


Ermeni sorunu, 1878 yılında yapılan Berlin konferansıyla, ev¬<br />

rensel boyut kazanıyordu. Abdülhamit, resmi devlet gücünü kulla¬<br />

narak Ermenileri kırmaya cesaret edemediği için, bu aşamada<br />

Kürtler arasında, 1980'lerdeki "koruculuk" sistemine benzer bir<br />

örgütlenmeye gitti. Ermenilerle Kürtlerin iç içe yaşadığı bölgelerde,<br />

"Hamidiye" diye adlandırılan gayri nizami, hafif süvari alayları<br />

kurmaya başladı. Alayların insan gücü Kürlerden oluşuyor, silah¬<br />

ları devlet sağlıyor, Osmanlı subayları eğitim veriyor, komuta ise<br />

Kürdere bırakılıyordu.<br />

Hamidiye Alayları için politik ve askeri amaçlar bir arada dü¬<br />

şünülmüştü. Hamidiye Alaylan'nın amaçlarından biri, Kürtleri<br />

Osmanlı'nın yanına çekmekti. Kürtler, gönüllü yandaşlıkla hem<br />

Osmanlı'ya güç katacak, hem de Osmanlı karşıtları tepelenerek,<br />

birlik ile dayanışma ruhu dağıtılacaktı. Öte yandan Rus sınırlan<br />

boyunca Ermeniler bastırılacaktı.<br />

Yüzyıllardan beri Ermenilerle iç içe yaşayan, aralarında derin<br />

sosyal, kültürel ve ekonomik bağlar bulunan Kürtler, artık Ha¬<br />

midiye Alaylan'yla, Ermenilere karşı göz dağıydı.<br />

du.<br />

Din faktörü, düşmanlığı fokurdatan körük olarak kullanılıyor¬<br />

Osmanlı yönetimi, 1890'ların ortalarında, sistematik olarak<br />

Ermeni kırımını başlattı. Rus kaynaklarına göre, sadece 1894 ve<br />

1896 yılları arasında, 300 binden fazla Ermeni öldürüldü. Pek<br />

çok Ermeni yurtdışına kaçarak hayatını <strong>kurt</strong>ardı.<br />

Bu süreçte, Hamidiye Alayları da kullanıldı.<br />

Fakat, Hamidiye Alaylan'nın oluşumu, sanıldığı ve beklendiği<br />

gibi Kürtler tarafindan coşkuyla karşılanmadı. Kuşaklar boyunca<br />

Osmanlı'nın saldırısına uğramış, talanlar, katliamlar yaşamış olan<br />

Kürtler, Hamidiye Alaylan'nı Osmanlı'nın kılıcı, düşman gücü ola¬<br />

rak görüyor, uzak duruyor, kaynaşmıyor, istenilen oranda katılım<br />

olmuyordu. 53 büyük aşiretten, sadece 13'ü katılmayı kabul et¬<br />

mişti. Çoğunluk, baskılara rağmen katılmıyordu. Baskılar, yer yer<br />

48


silahlı çatışmalara neden oluyordu. Bu yüzden alaylar, hiçbir za¬<br />

man istenilen kadroya ulaşamadı, planlandığı halde, tugay ve tü¬<br />

menler kurulamadı.<br />

Bir Rus yazannın deyimiyle, "Sultan'm, Ermeni sorununu<br />

Kürtler eliyle çözme niyeti, sonunda bütünüyle iflas ediyor"du.<br />

Osmanlı'nın birbirine kırdırma, çabalarına rağmen, Kürder,<br />

1903 ve 1904 yıllannda, Sason'da yapılan Ermeni kırimına katıl¬<br />

mıyor, Ermenilere destek veriyorlardı. Lazarev, bu olay için<br />

"Kürtler artık dostlarıyla düşmanlanm ayırt edebilmişti" diye ya¬<br />

zıyordu.<br />

Abdülhamit yönetimi, Kürtleri din kardeşliği ile okşayıp Er¬<br />

menilere karşı kullanıyor, öte yandan, "kardeşleri"nin kınm ile<br />

toplu sürgünlerine devam ediyordu.<br />

Bunun üzerine Kürtler, 1905 yılında yeniden ayaklandılar.<br />

Dersim, Bitlis ve Beyazıt'ta Ermenilerle birleşerek, "tedip ile ten¬<br />

kil" birliklerini püskürttüler.<br />

. 1906 yılında Erzurum'da isyan başladı. Bışare Çeto'nun 1906<br />

yılında Siirt'te başlattığı isyanın dalgalan Diyarbakır'a ulaşıyor,<br />

1907 ve 1908 yıllan arasında çatışmalar yayılıyordu.<br />

Sultan Hamit, bu arada Kürderi, Kürtlere karşı kullanmak<br />

üzere Hamidiye Alaylan'nı İran Kürdistanı'na saldırtıyordu. Fa¬<br />

kat, Kürtler birbirine silah çekmiyor, tersine isyancılara katılım<br />

ve firadar artınca Hamidiye Alaylan geri çekiliyordu.<br />

Abdülhamit, bütün çabalanna rağmen Kürtleri sindiremiyor,<br />

aksine kendisi saf dışı oluyordu. Başlangıçta, Kürt milliyetçileri¬<br />

nin de desteklediği İttihat ve Terakki Partisi (Cemiyeti), 23 Tem¬<br />

muz 1908 tarihinde düzenlediği "Jön Türk" darbesiyle Sultanı<br />

etkisizleştiriyor, bir yıl sonra da tahttan indiriyordu.<br />

Jön Türklerie Kürder arasındaki ilişkiler ilk aşamada oldukça<br />

sıcaktı. Şeyh Ubeydullah'ın oğlu Seid Abdülkadir, Bedirhan aile-<br />

49


sinden Emin Ali Bedirhan, Kürt önderlerden Şerif Paşa ve pek ço¬<br />

ğu Kürtlerin haklarına kavuşacağı umuduyla İttihatçılara destek<br />

veriyordu.<br />

Çünkü ilişkiler sıcak, İttihatçıların verdiği umut diriydi.<br />

Öyle ki, Seid Abdülkadir, Senatonun karşılığı olan "Ayan<br />

Meclisi" başkanlığına bile seçilmişti. Ardı ardına Kürt dernek¬<br />

leri, kültür kurumlan kurulmuş, gazeteler yayınlanmaya başla¬<br />

mıştı.<br />

Fakat, 1909 yılından itibaren, beklenmedik bir dönüşüm<br />

oldu. İttihatçıların ırkçı yüzü berraklaşmaya başladı. Kürdista¬<br />

n'a gönderilen ajanlar, Kürtleri birbirine ve Ermenilere karşı<br />

kışkırtıyorlardı. 1911 yılında ise Kürt kurum ve derneklerini<br />

yasaklayıp kapatmaya başladılar.<br />

Baskılar üzerine, ilkin, iki Hamidiye Alayı'na birden komu¬<br />

ta eden ve batılılar tarafından, "Kürdistan'ın taçsız kralı" diye<br />

adlandırılan Mdli aşiretinin önderi ibrahim Paşa, isyan ediyor¬<br />

du. Paşa Erzindan'dan Halep'e kadarki topraklar üzerinde ege¬<br />

men oldu.<br />

Ama bir süre sonra, elindeki güç ve halk desteğini kişisel çı¬<br />

kar ile bireysel egemenliği için kullanmaya, kendi halkına zul¬<br />

metmeye başladı. Paşa, halk desteğinden yoksun kalınca,<br />

Araplarla takviyeli Osmanlı ordusu tarafından kuşatılıp sığın¬<br />

dığı Sincar dağlarında öldürüldü.<br />

ibrahim Paşa isyanı sürerken. Dersim ayaklandı. Bunu, Gü¬<br />

ney Kürdistan'da Barzan ve Zibar aşiretlerinin destek verdiği<br />

Hemavvendi isyanı izledi. 1909 yılında, Süleymaniye, Kürt ulu¬<br />

sal <strong>kurt</strong>uluş hareketinin merkezi haline geldi.<br />

isyanı başlatan Süleymaniyeli Şeyh Said ölünce, ayaklanma¬<br />

yı tarih sahnesine çıkan ve daha sonra Kürt ulusal hareketinin<br />

önde gelenlerinden biri olan oğlu Şeyh Muhammed Berzenci<br />

yönetmeye başladı.<br />

Aynı yıl. Şeyh Said İsyanı sırasında da adını duyuran Hay¬<br />

deran aşiretinin lideri, Hamidiye komutanlarından Kör Hüse¬<br />

yin Paşa, Ağrı'da isyan başlatıyor, etkin liderlerden Musa Bey'-<br />

le birleşerek, Bitlis ve Beyazıt yönetimlerini ele geçiriyordu.<br />


Müdahalelerini kuşaktan kuşağa aktararak günümüze ulaş¬<br />

tıran Barzani ailesi, bu süreçte tarih sahnesine çıkıyordu. Şeyh<br />

Abdüselam Barzani, 1910 yılında, Osmanlı'ya karşı isyan baş¬<br />

latıyordu.<br />

Bütün Kürdistan'da, <strong>isyanları</strong>n pınrak gibi baş göstermesi<br />

ittihatçı yönetimi şaşkına çevirmişti. Abdülhamit yöntemiyle<br />

Kürtleri parçalama planları da tutmuyordu artık.<br />

Bütün Kürdistan'a yayılacak askeri güce de sahip değildi.<br />

Sultanlık. İstanbul yönetimi bütünüyle gücünü kaybetmiş, da¬<br />

ğılma sürecine girmişti. 1912 yılının sonuna gelindiğinde, Afri-<br />

ka'daki toprak egemenliği de bütünüyle ortadan kalkmıştı.<br />

Kürt önderierden Abdürezak Bey, 1912 Şubatında genel<br />

ayaklanma hazırlığına başladı. Kürdistan'ın bütün şehirlerin¬<br />

de, yönetimi devralacak komitelerin kurulduğu 1913 yılında,<br />

Enver, Talat ve Cemal Paşa'dan oluşan truimvira, bir iç dar¬<br />

beyle, Osmanlı yönetimine bütüpnüyle egemen oldular. Kür¬<br />

distan'ın kuzeyine asker sevkiyatına başladılar.<br />

Arnk Birinci Dünya Savaşı'nın ayak sesleri de duyulmaya<br />

başlamıştı.<br />

Osmanlı yönetimi, asker toplamak için "İslam uğruna ci¬<br />

hat" çağrısıyla Kürtlere gittiler. Fakat, bekleneni bulamadılar.<br />

Baskıyla silah altına alınan Kürtler ilk firsatta firar ediyor,<br />

dönemin etkin liderleri Abdürezak ve Yusuf Kamil Bedirhan<br />

beyler bir yandan Ermenilerle ittifak imkanı anyor, öte yandan<br />

askerliğe alınmış Kürtlere, silahlarını Osmanlı'ya çevirmeleri<br />

çağrısında bulunuyorlardı.<br />

İttihatçılar, bu aşamada "birinci tehlike" olarak Ermenileri<br />

görüyorlardı. "İti ite boğdurma" yöntemiyle Kürt-Ermeni ça¬<br />

tışması yaratmaya çabalıyorlardı. Çaba tutmayınca, "iş başa"<br />

düşüyor ve 1915 yılında devlet eliyle, "etnik arındırma harekâ¬<br />

tı" başlatılıyordu.<br />

Barih kaynaklara göre, 1915 yılında başlanlan ve birkaç yd<br />

süren Ermeni kırımı boyunca, topluca sürülen ve kaçarak canı¬<br />

nı <strong>kurt</strong>arabilenlerin dışında, 1,5 milyon kişi katledildi.<br />

Kimi Rus kaynakları, aynı süreçte kılıcın öteki ağzının, baş-<br />

51


ka bir yoldan Kürtlere çevrildiğini, kırılanların dışında, 700<br />

bin Kürt'ün topraklarından koparılıp batıya sürüldüğünü be¬<br />

lirtiyor.<br />

*<br />

Resmi tarihe göre, Kürtler 1803'ten 1914 yıhna kadar 12 de¬<br />

fa ayaklandılar.<br />

İsyanları bastırmakla görevlendirilen paşalardan her biri, ken¬<br />

di hayal gücünün yaratıcılığıyla yok etme yöntemleri keşfediyor¬<br />

du. Halka karşı uyguladığı yöntemlerle "kuyucu" lakabı alan<br />

Murat Paşa, kurbanlarının başlarını kestirip kuyulara dolduru¬<br />

yordu.<br />

Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Osmanlı'yla savaş ha¬<br />

linde olduğu halde, elini Kürt kanına buluyordu. Paşa, Kürt so¬<br />

rununu kökünden çözmek amacıyla, Nizip, Urfa çevresinde, ço¬<br />

ğu kadın, ihtiyar ve çocuk 60 bin kişiyi kılıçtan geçirdi.<br />

Kürt <strong>isyanları</strong>nı bastırmada İngiliz subayları danışmanlık ya¬<br />

pıyordu. Daha sonra Osmanlı üniforması giydirilmiş. Paşa rütbe¬<br />

siyle ordunun başına getirilmiş Alman ve Avusturyalı generaller,<br />

başrole geçtiler. Alman-Avusturyalı "Goltz Paşa" ve "General<br />

Moltke" Kürdere karşı izlenen zulmün mimarlarından ikisiydi...<br />

Kürt sorununun kırım ve yangınlarla çözülebileceğine inanan<br />

General Moltke, anılarında ihtiyar, kadın ve çocuklara karşı ka¬<br />

zanılan "kılıç zaferleri"ni anlatırken, Kürderi hayvan gibi birbir¬<br />

lerine bağlayarak sürüklediklerini, daha sonra yol boylarındaki<br />

dere yataklarında topluca kırdıklarını yazıyor.<br />

Soykırımcı bu yöntem, çok beğenilmiş ve bütün sorunların çö¬<br />

züm formülü olarak kabul görmüş olmalı ki, daha sonra Ermeni¬<br />

lere uygulandı.<br />

İttihatçıların bazı kılavuzları, daha sonra, Almanya'da Hit-<br />

ler'in ırkçı politikalarına hizmet verdiler.<br />

*<br />

İttihatçılar içerde Kürtlerle uğraşırken bir yandan da fetih ve<br />

"büyük Turan Türk İmparatorluğu" hayalleri kuruyorlardı.<br />

5^


Hayallerini gerçekleştirmek amacıyla. Birinci Dünya Savaşı'¬<br />

nın başında, Sultan'dan habersiz, Almanya ile ittifak kurup an¬<br />

laşma yaptılar. Beş milyon İngiliz altım karşılığında, orduyu "ki¬<br />

ralık asker" gibi Almanya'nın emrine verdiler.<br />

Osmanlı bayrağını çekmiş iki Alman savaş gemisinin Rus sa¬<br />

hillerini bombalamasıyla, Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı'-<br />

na katılmış oldu. Ordu ise Orta Asya'yı işgal edip Anadolu'ya<br />

bağlamak ve "Büyük Turan Türk imparatorluğu" nu kurmayı<br />

sağlamak üzere Sarıkamış'a yığıldı. Fakat, askerler kar ve don'a<br />

karşı dayanıklı kışlık giyecek ve donanımdan yoksundu. Kimi ça¬<br />

rıklı, kimi yazlık ayakkabılı, çoğu paltosuzdu.<br />

İlk soğuklarla karşılaşır karşılaşmaz, hastalıklar başladı; ısı¬<br />

nın -30 dereceye indiği kış günlerinde ise kırım...<br />

120 bin kişilik ordu, Ruslarla karşılaşıp tüfek bile padatama-<br />

dan Sankamış'ın Allahuekber dağlannda kar, don, bit ve salgın<br />

hastalığa yenildi. 90 bin asker açlıktan, hastalıktan ve donarak öl¬<br />

dü. Ordusu saf dışı kalmıştı.<br />

İngiltere, İstanbul'u işgal etti. Ruslar Kürdistan'a girdiler. Gü¬<br />

neyi İngilizler ve Fransızlar işgal ettiler.<br />

Savaşı başlatan ittihatçılar aradan çekilmiş, yok olmuş, yerie-<br />

rini B ve C takımlarına bırakmışlardı. Kendi kaderleriyle baş ba¬<br />

şa kalan Kürtler kendi olanaklanyla işgalcilere karşı durmaya,<br />

direnmeye çalıştılar. Antep direnişiyle efsaneleşen Karayılan, bir<br />

Kürt aşiret önderiydi. Benzer mücadele Urfa ve Maraş'ta verildi.<br />

Rus işgali üzerine, Kürtlerin büyük bir bölümü yurtlarını terk<br />

edip muhacirleşmek zorunda kaldı. Göç yollarında salgın hasta¬<br />

lığa, açlık ve sefalete yakalandı, işgalden sonra, bunların pek azı<br />

hayatta kalmış, yurduna dönebilmişti.<br />

Savaş sonrasında Ortadoğu'nun siyasi haritası değişmişti. Bu<br />

yeni bir zamandı ve bu zamanda yeni devletler ortaya çıkıyor,<br />

Osmanlı'nın enkazı üzerinde 24 ayrı devlet kuruluyordu.<br />

Kürtlerin muhatabı ise yüz yılı aşkın zamandan beri bağımsızhk<br />

savaşlannı bastırmaya çalışan ingiltere ve Fransa'ydı. Çıkarlan de-<br />

53


ğişmemişti onların. Tıpkı yüz yıl önce olduğu gibi bağımsız Kurdis¬<br />

tan, yine çıkarlarına aykırıydı. Kürtler, bir kez daha "tarihin üvey ev¬<br />

latları" olarak arkasız, desteksiz ve emperyal himayeden yoksundu.<br />

Öte yandan, Kürtlerin başlıca engellerinden biri olan Çarlık<br />

Rusyası 1917 yılında yıkılmış, yerine Sovyeder Birliği kurulmuştu.<br />

Sovyetleri kuran Lenin ve arkadaşları, ezilen halkların yeni "esin<br />

kaynağı "ydı. Hatta ezilenlerin evrensel sesi iddiasındaydı. Mosko¬<br />

va, Ankara'yı "ilerici" sayıp dostluk ve işbirliği anlaşmaları imza¬<br />

lıyor, yardımlar yapıyor, "gerici" Kürtlere sırtını çeviriyordu.<br />

Kuşkulanan ingiltere ve Fransa, karşı hamle ile Kürtlerin hak¬<br />

larından söz ediyor, ancak konjonktürel bu söylem, daha sonra<br />

kesiliyordu.<br />

Yeni Ortadoğu haritasında Kürtlere yer verilmemekle birlik¬<br />

te, arayışlar sürüyordu. Bu süreçte. Şeyh Ubeydullah'ın oğlu Seid<br />

Abdülkadir'in başında bulunduğu "Kürt Teali Cemiyeti" Kürdis¬<br />

tan'ın temsilcisi olarak ortaya çıkmıştı. Örgüt, "Kürdistan'ın<br />

özerkliği" için Avrupa nezdinde girişimlerde bulunuyordu.<br />

"Kürt Teali Cemiyeti", yenik Osmanlı devletiyle galipler arasın¬<br />

da, 1919 yılında başlayan banş görüşmelerine Şerif Paşa'yı Kurdis¬<br />

tan temsilcisi olarak atadı. Paşa, konferansa ilişkin bir rapor ve<br />

Kurdistan haritası sundu. Bu arada, ortak hareket için Ermeni Daş-<br />

nak Partisiyle işbirliği yaptı.<br />

Barış anlaşması 10 Ağustos 1920 tarihinde, Paris yakınların¬<br />

daki "Sevr" kasabasında imzalandı. 13 bölüm ve 433 maddeden<br />

oluşan anlaşma, Kürdistan'ı ilk kez uluslararası arenaya oturtan,<br />

onu tanıyan hukuksal bir belge olması nedeniyle, Kürtler açısın¬<br />

dan önemliydi. Anlaşma ayrıca, Kürderin din, dil ve kültürleri<br />

konusunda, öteki halklarla eşit haklara sahip olduğunu vurgulu¬<br />

yor, kendi kaderini tayin ilkesini tanıyor, 62. madde de "Kürdis¬<br />

tan'ın özerkliği"ni güvence altına alıyordu.<br />

Fakat galipler, anlaşmaya rağmen, Kürtlerin hakları konusun¬<br />

da ısrarcı olmadılar. Tersine Kemalist yönetime açıkça destek ve¬<br />

rerek, Kürtleri görmezlikten geldiler. 1922 yılında ise artık, Kürt<br />

sorununu dillerine bile almıyorlardı.<br />

54


*<br />

* *<br />

Osmanlı Sultam Vahdeddin yönetimi, galiplerle banş görüş¬<br />

meleri öncesinde, Osmanlı'nın sınırlan konusunda, "Misak-ı<br />

Milli" hakkım öne sürüyor, görüşmelerin bu esas üzerinde yapü-<br />

masında ısrar ediyordu. "Misak-ı Milli" ise Arabistan'ı da bann-<br />

dıran 5 milyon kilometre karelik alam kapsıyordu. Sultan istem¬<br />

leri yüzünden devre dışı bırakılıyordu.<br />

"Halk desteği" ise 1919 yılında Erzurum, Sivas ve Amasya'da<br />

yapılan toplantılaria ortaya konmuştu. Destek, Mustafa Kemal ve<br />

arkadaşlarına idi.<br />

Oysa bu toplantılar, Osmanlı yönetiminden sadece baskı gör¬<br />

müş, acılar çekmiş, kınmlardan, sürgünlerden, yangınlardan geç¬<br />

miş Kürderin katılımı ve desteğiyle gerçekleşmişti. O nedenle,<br />

Kemalistler tarafindan "hoş" tutuluyor, ikifat görüyoriardı. Ni¬<br />

tekim Erzurum ve Amasya toplanrilanmn ardında yayınlanan<br />

bildirilerde, Kürtlere haklannın teslim edileceği açıklanmıştı.<br />

1920'de parlamentoda Kürder kendi kimlikleriyle yer alıyor¬<br />

lardı. Milletvekilleri "Kurdistan Mebusu" diye adlandırılıyor, bu<br />

deyim tutanaklara da geçiyordu.<br />

Yeniden yapılanma aşamasında, Atatürk dahil yeni sözcüler,<br />

Kürtlerin hak ile özgürlüklerine kavuşacaklarım, "namus sözü"<br />

olarak sık sık tekrarlıyorlardı.<br />

Kemalisder, İngiltere ve Fransa'nın tam desteğini aldıktan sonra<br />

1922 Ekiminden itibaren Kürt sorunundan söz etmez oldular. Rus<br />

tarihçi M. A. Gasratyan'ın deyimiyle, "canlanan Kemalistler, Kürt<br />

sorununun Lozan Konferansı gündemine alınmasına da karşı çık-<br />

tı"lar.<br />

Gasratyan devamla, Türk milliyetçilerinin, bu süreçten ıriba-<br />

ren, Sevr Anlaşması hükümlerini yerine getirmemek için çeşidi<br />

yöntemlere başvurmaya başladıklarını yazıyordu.<br />

"Memleket ve millet menfaaderi için biriik" sloganı, bu yön¬<br />

temlerden biriydi. Bu söylemle Kürtler, kendi sorunlanndan uzak-<br />

laştınlmaya çalışılıyor, bir yandan da, "Türklerle aynı haklara sa¬<br />

hip" oldukları tekrarlanıyordu. Yeni oluşumun Türkler ve Kürtle¬<br />

rin ortak devleti olacağı, liderlerin ağzıyla sıkça tekrarianıyor,<br />

55


"Türklerin ve Kürtlerin ortak Meclisi" sözü parlamento tutanak¬<br />

larına geçiyordu.<br />

Kemalisderi Lozan'da temsil eden İsmet Paşa (inönü), Kürtle¬<br />

rin de temsilcisi olduğunu söylüyordu.<br />

M. A. Gasratyan, "Mustafa Kemal'in ve onun çevresinin ön¬<br />

cülüğünde, Kürtlerin hak eşidiği teşvik edilip öne çıkarıldı. Bütün<br />

bunlar, Kemalistlerin Sevr Anlaşması şartlarını yerine getirmeme<br />

konusunda başarılı olmasını amaçlıyordu" diye yazıyor.<br />

Yeni yapılanmanın tek söz sahibi ve karar yetkilisi Atatürk,<br />

16 ve 17 Ocak 1923 tarihlerinde İzmit'te gazetecilerle yaptığı<br />

uzun görüşmede, Kürderin bölgelerinde özerk yönetimler kurabi¬<br />

leceklerini açıklayarak umut vermeye devam ediyordu.<br />

Lozan görüşmeleri sırasında, Musul sorunu gündeme geldi¬<br />

ğinde Türk heyeti başkanı İsmet Paşa söz alarak şöyle diyordu:<br />

"Devlet, hükümet nezdinde eşit haklara sahip ve ulusal hak¬<br />

lardan yararlanan iki halka, Kürtlere ve Türklere aittir."<br />

Bütün bu manevralar boşuna değildi. Kürtler, "haklarımızı<br />

alıp <strong>kurt</strong>ulduk" diye seviniyor, sevindikçe Kemalist yönetime<br />

destek veriyordu. Kısa süre için de olsa onları umut küpü haline<br />

getirip sevindiren ve dişlerini sıkarak sevinç gösterilerine katla¬<br />

nanlar ise emeklerinin meyvasım, Lozan Anlaşmasıyla topladılar.<br />

Anlaşma metninde, "bütün hak va özgürlüklerine sahip" Kürt¬<br />

lerden, tek kelimeyle de olsa söz edilmedi.<br />

Galipler de artık Kemalistler yanlısı tutumlarını gizleme gere¬<br />

ğini duymuyor, Kürt karşıtı senaryolar bu rahat ortamda, tek tek<br />

kitabına uydurulup gerçekleştiriliyordu.<br />

Öyle ki, konferans sırasında Kürt sorunu gündeme geldiğin¬<br />

de, böyle bir sorunun olup olmadığının tesbiti telgrafla Türk<br />

meclisine sorularak yapılıyordu. Tabii ki cevap çok önceden ha¬<br />

zırdı ve "böyle bir sorun yoktur" şeklindeydi.<br />

Atatürk, bu sorunun en özlü ve inandırıcı biçimde cevaplan¬<br />

ması için "Kürt" olduğu söylenen mebuslara görev ve söz veri¬<br />

yordu. Daha sonra gözden düşecek ve Atatürk tarafindan ceza¬<br />

landırılarak dışlanacak olan Erzurum Mebusu Hüseyin Avni<br />

(Ulaş) parlamentoda yaptığı konuşmada şöyle diyordu:<br />

"Bu memleket Kürtlere ve Türklere aittir. Bu kürsüden konuş-<br />

56


ma hakkına, yalnız iki millet sahiptir: Kürt milleti ve Türk milleri."<br />

Kürt-Türk kardeşhğini savunup, parlamentoda "ayrılmazlık¬<br />

larını" bağıranlardan biri de emekli bir subay olan Dersimli Ha¬<br />

san Hayri'ydi.<br />

Bedir Han, 1959 yılında Paris'te yayınlanan Kürt Sorunu<br />

adındaki kitabında, bu konuda şöyle diyor:<br />

"Mustafa Kemal ve diğer Türk milliyetçileri, Kürt mebuslan-<br />

nın bu konuşmalarından çok memnun kalmışlardı. Mustafa Ke¬<br />

mal'in önerisi üzerine, Kürt mebusları meclise ulusal giysileriyle<br />

gelmeye başladılar."<br />

Ulusal giysileriyle meclise gelenlerden biri de Hasan Hay¬<br />

ri'ydi. Hasan Hayri, 1926 yılında Şeyh Said'le ilişki kurduğu ve<br />

Kürt giysileriyle meclise gelerek bölücülük yaptığı gerekçesiyle<br />

asılarak idam edilecekti.<br />

Bütün bu manevralann meyvası, Lozan Anlaşmasıyla toplan¬<br />

dı. Anlaşma metninde, "bütün hak ve özgüriüklerine sahip"<br />

Kürderden, tek kelimeyle de olsa söz edilmedi.<br />

Çünkü, galipler Kemalistleri destekliyor, manevralara onay,<br />

senaryolara geçit veriyorlardı. Öyle ki, konferans sırasında Kürt<br />

sorunu gündeme geldiğinde, Türk meclisine soru soruluyor ve<br />

"böyle bir sorun yoktur" cevabıyla, mesele kapatılıyordu.<br />

Fakat, 1923 yılında, Lozan'da imzalanan anlaşmayla TC'nin<br />

sınırları belirlenip, devletin varlığı tescil edildikten hemen sonra,<br />

söylem ve tutumlar aniden değişiyor, her şey tersine dönüyordu.<br />

1924 yılında yürürlüğe konan Anayasa ile Kürtler; dili, kültü¬<br />

rü, kişiliği ve bütün varlığıyla, artık "yok"tu. Bir sabah aniden<br />

"Kürtlerin var olmadığına" karar verilmişti. "Kurdistan" adı,<br />

Kürtlerin dili, insan isimleri yasaklandı. Kürtlerin "resmen" bu¬<br />

lunmadığına ilişkin kararın uygulamaları, daha sonra giderek<br />

ağırlaştınlıyor, cendere gittikçe sıkıştırılıyordu. 1925 yılında Ata¬<br />

türk tarafindan imzalanan "Şark Islahat Planı" ile sokakta, çarşı<br />

pazarda, Kürtçe konuşma yasağı uygulanıyor, yasağı çiğneyenle¬<br />

re ağır cezalar getiriliyordu.<br />

Artık Kürtler, "resmen" yoktu. Ama "olmayan" ve "olma¬<br />

mış" Kürtlerin <strong>isyanları</strong> "var"dı, resmi tarihe göre...<br />

57


İKİNCİ Bölüm<br />

HİZBE AZADİYA KURDİSTAN VE<br />

ALBAY HALİT BEY<br />

Bingöl dağlarının adı, Kürtçe "kokulu göl" anlamında, "Bin<br />

GoP'dur. Dağların doğu ucu Hıms'dan başlıyor, Varto'nun kuze¬<br />

yi ile Erzurum'un güneyi boyunca, kilometrelerce uzunlukta bir<br />

yay çizerek batıda, Qertalıx (Kartalık) dağlannda düğümleniyor.<br />

Bingöl'ün tam karşısında Şerevdin (Şerafetdn) dağlan...<br />

Ve iki dağ duvarının arasındaki vadilere, ovalara kurulmuş sa¬<br />

yısız köy, birkaç kasaba. Şeyh Said İsyanının yangın alanlarıydı...<br />

İsyan tohumları, buralarda yeşerdi...<br />

*<br />

Bingöl dağlarının inip çıkarak birbiriyle düğümlenen tepeleri¬<br />

nin yamaçlarında, kaynayan pınarların, gümüşi sularının arkları<br />

düzlüklerin içinde yeşil birer yılan gibi kıvrılıyor. Ağaçtan arındı¬<br />

rılmış, çıplak edilrniş tepelerin kıvrımlarında bitiyormuş gibi gö¬<br />

rünen, ama aynı yerde bir başkasıyla birleşen "mesiP'ler bir baş¬<br />

ka yükseltinin başlangıcı oluyor.<br />

Bingöl'ün "Qox" (Kohğ) tepesi, Kürtlerin tanımına göre,<br />

"dünyanın taştan ve topraktan orta direği"dir. Yıl dört mevsim,<br />

"mıj u duman" (sis ve duman) içinde yıkanır.<br />

Qox'dan bakıldığında, bütün Kurdistan göz önünde, ayak altın¬<br />

dadır. Efsanevi "Sipari u Xelat" dağları bir sigara içimi mesafedey-<br />

miş gibi görünür...<br />

Qox'dan seyre çıkanlar, güneşi ağlıyormuş gibi buğulanarak,<br />

hüzün içindeymişçesine yedi renge ayrışıp, dağların ardında kay¬<br />

bolurken görür.<br />

Sabah güneşi doğmaz, sessizHk içinde kızıl bir devinim olur.<br />

İşık patlamalarıdır, Qox'tan seyredilen. Güneş, rengarenk çatla¬<br />

yarak, ışıltılar sağanağı olarak yağar...<br />

58


Tan zamanı, dağların göğe yakın ulu tepeleri aydınlıktır. Dip¬<br />

te, aşağılarda kalan çayıriıklann sonsuzluğuyla, alabildiğine ge¬<br />

niş düzlükler, kolik tepeler, Kürderin tanımıyla "mıj u duman"<br />

içinde büyülü bir denizdir. Bu deniz, bütün o dünyayı, her sabah<br />

yeniden sarar, kutsarcasına kucaklar, dört bucağını bir araya ge¬<br />

tirir. Denizin rengi gri, yüzeyi kırışıksız, mutlu gelinlerin yüzü gi¬<br />

bi "zelal", pürüzsüzdür.<br />

Sonra dağların doğu ucunun doruklannda, yavaş yavaş bir kı¬<br />

zıllık peydahlanır. Yavaştan yavaşa, usul usul büyüyerek yayılır.<br />

Yayıldıkça, yedi kardeş renk aynşarak, ışıktan yol olur. Qox'un<br />

doğuya bakan yamaçlarındaki pınar kaynaklarına dolar ışıklar.<br />

Oraya harelenip göz kamaştırarak, rengarenk bir çiğ aydınlık<br />

olarak üşüşür...<br />

Güneşin taze ışığı birkaç dakika, sularda sarı, kırmızı, yeşil,<br />

mavi, mor renklerle şavklanır.<br />

Sonra, şavklaşma yayılır, dağ eteklerine iner yavaş yavaş. Ça-<br />

yıriar, uçsuz bucaksız odaklar hâlâ "mıj u duman" denizinin al¬<br />

tında, hüzünlü kaybolmuşluğunu yaşar.<br />

Sabahın sessizliğine, pınarların şınltısı sağılır. Pınarlann, de¬<br />

rinden gelen destanımsı şınltısı olmasa, sisler arasındaki dünya<br />

ölüdür sanılır.<br />

Ardından güneş, bir ateş topu olarak padar. Önce, sis denizi¬<br />

nin üstünü aydınlatır. Sis denizi ışıktan bir Örtü olur, ışıldar. Ça¬<br />

yır ve otlaklar, yaz boyunca arkları "kevcır" yeşih, pınariann su¬<br />

ları, güneş vurgunu ayna olup parlar...<br />

Aynı anda, uzak karşılardaki Şerevdin'in (Şerafeddin) "Qur"<br />

tepesi şavklanıp yangına dönüşür. Güneş yağar oraya..<br />

Şerevdin doğu ucuyla Muş ovasına, batıdaki boynuyla da Ca-<br />

bakcura (Bingöl) etek olur...<br />

Kürtlerin ülkesinde dağlar yer yer kınlıyor, derinlere iniyor.<br />

Kürtlerin "geli" dedikleri kanyonlar, uçurumlarla hevenkleşiyor,<br />

verimli düzlükler ortaya seriliveriyor.<br />

iki dağın sırtındaki geniş düzlükler; soğuk pınarlarla sulanan<br />

59


engin çayırlıklanyla birkaç il ve ilçeyi kapsayan yöredeki yayla¬<br />

lar, sürüler için otlaktı.<br />

1910 isyanı da bu yörede patlak verdi.<br />

*<br />

* *<br />

Varto, iki dağın birbirine yaklaşarak çukurlaştıgı, geniş düzlük¬<br />

ler meydana getirdiği yörenin genel adıdır. Bingöl dağlarının güney<br />

eteğinde, geniş ovanın kuzeyinde kurulu Varto'nun kadim adı,<br />

Gımgım'dı. Kürtçede dağların gürültüsü, yankısı anlamına gelen<br />

Gımgım'ı, sonraları bütün bir yöreye isim olan "Varto" yaptılar.<br />

Halit Bey Cıbran aşiretinin "Mala Süvvar" (Atlı ailesi) kolun¬<br />

dan. Kulan köyünden ayrılıp daha sonra Varto'nun mahallesi ha¬<br />

line gelen Alagoz köyüne yerleşen Mahmut Bey'in oğluydu. Mah¬<br />

mut Bey, tarım ve ticaretle uğraşıyor, Gımgım'da (Varto) da han<br />

işletiyordu.<br />

Halit Bey'in yeğeni Doktor Mehmet Emin Sever, amcasını an¬<br />

latırken şöyle diyordu:<br />

"Babam ve diğer akrabaların anlatnğına göre, amcam 1925<br />

yılında tutuklanıp öldürüldüğünde 41 yaşındaydı. Bu hesaba<br />

göre, 1884 yılında doğmuştu. Çocukluğumda, fotoğrafları ya-<br />

sakn. Esmer tenli, uzun boyluymuş. Mülayim, halim selim, ama<br />

cesur. Onu yakından tanıyan, savaşlarda emrinde bulunan in¬<br />

sanlardan, tevekküllü cesareti hakkında çok şey dinledim. Ha¬<br />

yatını umursamayan bir rahatlıkta cesurmuş. Sarıkamış bozgu¬<br />

nundan sonra ilerleyen Ruslarla savaşırken, cephede askerlerine<br />

moral vermek için etrafına yağan kurşunlara aldırmadan namaz<br />

kılıyormuş. Erzurum ovasındaki çarpışmalarda, gerilerde değil,<br />

en önde yer alması, efsane gibi anlatılıyordu."<br />

Halit Bey, Hıristiyanların isyanlarla ayrışıp ayrılmasından son¬<br />

ra Sultan Abdülhamit'in, Osmanh devletini Arap, Kürt, Arnavut ve<br />

Türklerden oluşan bir "İslami imparatorluğa" dönüştürme hayali¬<br />

ni hayata geçirecek kadrolarını yetiştirmek amacıyla, 1892 ydında<br />

hizmete soktuğu "Aşiret Mektepleri"nin ilk mezunlarındandı.<br />

6o


Sınıf arkadaşlan arasında yedi Kürt genci daha vardı. Akra¬<br />

ba ve köylüsü Kasım (Ataç) ile Bitlisli Yusuf Ziya Bey bunlardan<br />

ikisiydi. Dersimli Hasan Hayri ise okul arkadaşlarından...<br />

Bu dördünün hayatı, zaman zaman birbirine yaklaşıp uzakla¬<br />

şarak farklı biçimde gelişecek, ama birbiriyle bağlantıh olarak<br />

noktalanacaktı. Yusuf Ziya, aynı ideal uğrunda onunla aynı gün<br />

ve yerde idam edilecekti. Hasan Hayri Bey ise bir yıl sonra dara¬<br />

ğacında hayatını noktalayacaktı...<br />

Kasım (Ataç) ise Binbaşı rütbesindeyken emekli olmuş, Var¬<br />

to'ya yerieşmiş, sivil olarak devlet hesabına çalışmaya başlamış,<br />

hısım ve akrabaları Şeyh Said ve Halit Bey'i ele vererek, "ihanet¬<br />

lerin evrensel tarihine" adını yazdırmıştı.<br />

Alişan Akpınar, Osmanh Devletinde Aşiret Mektebi adındaki<br />

kitabında beşinci sınıf öğrencilerinin notlarını yayınlıyor. 36<br />

künye numaralı Halit Bey derslerindeki başarısıyla sınıf üçüncü-<br />

süydü; not ortalaması 150 üzerinden 148'di. Kasım ise sınıfta,<br />

not ortalaması en düşük olanlardan...<br />

Halit Bey, Abdülhamit'in propaganda için kartpostal haline<br />

getirdiği başarılı öğrenci fotoğraflarında yer alan seçkinlerden bi¬<br />

ri olmuştu.<br />

Öğrenciler, ilk aşamadan sonra askeri ve sivil okullara aynlı-<br />

yordu. Halit Bey, Harp Okulu'nu bitirip subay oldu. Değişik bir¬<br />

liklerde çalışıp, savaşlarda komutanlık yaptı.<br />

Halkm Emek Partisi'nden (HEP), 1991 yılında Muş'tan Mil¬<br />

letvekili seçilen Mehmet Emin Sever anlatıyor:<br />

"Bastırıp susturmak ve yanlarına çekmek için amcamın kim¬<br />

liğinden yararianmayı düşünmüş olmalılar ki, onu daha çok<br />

Kürt yörelerinde görevlendirmiş, isyan eden Dersim'e de gön¬<br />

dermişlerdi. Fakat, kendi inisiyatifini kullanıyor ve Dersim'i si¬<br />

lahla ezmiyor. Dersim'in lideri Seid Rıza'yla dostça görüşmeler<br />

yapıyor. Onunla anlaşıp uzlaşıyor. İlk defa, onun sayesinde bir<br />

Kürt isyanı, kan dökülmeden, barış içinde sonuca ulaşıyor."<br />


Halit Bey'in İstanbul'daki öğrencilik yılları, Kürdistan'ın ba¬<br />

ğımsızhk hayalleriyle ayaklanma halinde olduğu, dört bir yanında<br />

çatışmaların yaşandığı harekedi bir döneme rastlıyordu. İstan¬<br />

bul'da, Kürder henüz dağımkri. Organize bir Kürt cemaati yoktu.<br />

İstanbul'daki Kürtlerin ulusal bilinçle örgütlenmesi daha son¬<br />

ra başlıyordu. Nitekim Şemdinanlı isyancı Şeyh Ubeydullah'ın<br />

oğlu Seid Abdülkadir, 1908 yılında, sürgünden başkent İstan¬<br />

bul'a döndüğünde, sokaklara dökülen Kürtler tarafından sevgi<br />

gösterileriyle karşılanıyor ve daha sonra onları örgütleyen lider<br />

olarak ortaya çıkıyordu. Aynı yıl Kürt Teavün ve Terakki Cemi-<br />

yed'nin başına getiriliyordu. 1918 yılında da "Kürt Teali Cemi-<br />

yeti"nin başına geçiyordu.<br />

Halit Bey, kendini Kürtlerin <strong>kurt</strong>uluşuna adamış bu liderle,<br />

dolaylı yoldan ilişki kurmuştu. 1914'ten sonra ise ilişkilerini sıkı-<br />

laştırmış, 1918'de kurulan Seid Abdülkadir'in liderliğindeki<br />

"Kürt Teali Cemiyeti"nin en aktif gizli üyelerinden biri olmuştu.<br />

Kurmay Albay Reşat Halli imzasını taşıyan ve Genelkurmay<br />

Başkanlığınca yayınlanan Cumhuriyet Döneminde Ayaklanma¬<br />

lar adındaki kitapta, Kürt Teali Cemiyeti şöyle anlatılıyor:<br />

"Birinci Dünya Savaşı Osmanlı imparatorluğu'nun dağılmasıy¬<br />

la sonuçlanıp Anadolu'da yeni bir Ermeni devleti kurulması ihti¬<br />

mali ortaya çıktığı zaman, Kürt aydınları fiilen bağımsızlık peşine<br />

düştüler. Bu amaçlarının gerçekleştirilmesi için, vaktiyle kurulmuş<br />

olan Kürt Teali Cemiyeti adındaki siyasi birliğe dört elle sarıldılar.<br />

Birliğin merkezi İstanbul'da, şubeleri özellikle Diyarbakır, Elazığ<br />

ve Bidis illerinde bulunuyordu. Bununla beraber teşkilann Van,<br />

Muş, Tunceli ve Kürderin bulunduğu diğer illerde yayıldığına şüp¬<br />

he yoktu. Cemiyetin amacı İngilizlerin himayesi akında bağımsız<br />

bir Kürt devleri kurmaktı. Cemiyetin başkanı Vanlı Seid Abdülka¬<br />

dir, yardımcılar da Mustafa Zihni Paşa ve tanınmış ailelerden Be-<br />

dirhanlılara mensup Emin Avni idi. Kürt Teali Cemiyeti, Damat<br />

Ferit Paşa hükümetinin büyük Ermenistan projesine şiddetle mu¬<br />

halefet eden İtilaf ve Hürriyet Partisi'yle özerk bir Kurdistan kurul¬<br />

ması konusunda sözleşme yapmaktan geri durmuyordu. Bu Cemi¬<br />

yet, Cumhuriyetin ilanından az önce kapatılmıştı."<br />

62


1918 yılında her türiü legal faaliyetleri yasaklanınca, Kürt ay¬<br />

dınları "yeraltına" indiler. Lozanda "barış anlaşması"nın imza¬<br />

lanması arifesinde, biçimlenen gelecekte, Kürdistan'a yer bulun¬<br />

madığını görünce, isyankâr bir örgütlenmeye başladılar.<br />

1923 yılında, Kürtçesi, "Hizbe Azadiya Kurdistan" olan<br />

"Kurdistan Özgürlük Cemiyeti"ni kurup, geleceğin inşası için ör¬<br />

gütlü çalışma başlattılar.<br />

Genelkurmay'ın kitabında bu konuda şöyle deniliyor:<br />

"Bu cemiyet (Kürt Teali) Cumhuriyetin ilanından az önce ka-<br />

panlmıştı. Fakat buna karşılık, 1923'te Cumhuriyetin ilan sene¬<br />

sinde Seid Abdülkadir, Hasenanlı Halit, Hacı Musa, eski millet¬<br />

vekillerinden Yusuf Ziya ve ailelerinden müteşekkil olmak üzere<br />

gizli bir komite teşkil edildi. Bu komitenin de gayesi Kürdistan'ın<br />

bağımsızlığını sağlamakn."<br />

*<br />

"Azadi" (Özgüriük) hareketi, örgütlenme biçimi ve siyasetiy¬<br />

le, daha ılımlı bir örgüt olan "Kürt Teali"den farklıydı. "Kürt<br />

Teali Cemiyeti" silahlı mücadeleyi öngörmüyordu.<br />

"Azadi" ise barışçı yoldan çözümün imkansızlığı görüşü üze¬<br />

rinde, silahlı mücadele inancıyla kurulmuştu.<br />

"Hizbe Azadiya Kurdistan"ın kesin kuruluş tarihi hakkında,<br />

bazı Kürt aydınlannın anlattıklarının dışında fazla bilgi ve belge<br />

yoktu.<br />

Melle Selim (Taş), dinlediklerini aktaranlardan bınydı. Var¬<br />

to'nun Diyadin köyünden Melle Selim, Kürt medreselerinde öğ¬<br />

renim görmüş, çevresinde dürüstlüğüyle tanınan bir din adamıy¬<br />

dı. Albay Halit Bey'in uzaktan hışmıydı.<br />

Aile çevresiyle yakınlığı nedeniyle, aynı zamanda gerçeklere<br />

yakın biri...<br />

Şeyh Said ailesiyle de bağlan bulunan Melle Selim, daha çok<br />

bu çevrelerden dinledikleriyle tarihe tanıklık ediyordu.<br />

Melle Selim, Şeyh Said İsyanına ilişkin olarak, banda alınmış<br />

anlanmlannda, "Hizbe Azadiya Kurdistan, 1923 yılımn Haziran<br />

63


ayında Erzurum'da, Halit Bey'in konağında yapılan bir toplantı¬<br />

da kuruldu," diyor ve devam ediyordu:<br />

"Yolun başlangıcında, Halit Bey'in en yakın fikir arkadaşı<br />

Bidis milletvekili Yusuf Ziya Bey'di. İkisi de Kürderin sevip say¬<br />

dığı birer kişilik oldukları için Kürt din ve aşiret çevrelerinin ka¬<br />

tılmasıyla, hareketin taraftarları kısa zamanda artn. Bütün Kür¬<br />

distan'ı temsil edecek kurucular listesi tespit edildi. Bildiğim ka¬<br />

darıyla, Türklerin casusu olduğu sonra ortaya çıkan Binbaşı Ka¬<br />

sım da cemiyetin kuruculanndandı. Ağrı yöresinin ünlü Hami¬<br />

diye Paşası Patnoslu Kör Hüseyin Paşa, Kürdistan'ın önemli<br />

isimlerinden Mutkili Hacı Musa ve Fevzi beyler de kurucular<br />

arasındaydı. Kürdistan'ın her yerinde, önde gelen aşiret reisleri,<br />

ağa ve şeyhler cemiyetin üyesi, ya da taraftarıydı. Miralay Halit<br />

Bey tutuklandıktan sonra, Cemiyetin üye kayıt defteri ve evrak-<br />

1, amcası İsmail Ağa tarafından Erzurum'daki evinden alındı,<br />

Varto'ya getirildi. Devletin eline geçmesin diye Qerqerut köyün¬<br />

de tandıra atılıp yakıldı. Onun için kimlerin cemiyete üye olduk¬<br />

ları karanlıkta kaldı."<br />

1925 isyanının lideri Şeyh Said ve Seid Abdülkadir ilk düşün¬<br />

ce tohumlarından itibaren, "Azadi içinde", ama sahnede görün¬<br />

meyen liderlerden başlıcasıydı.<br />

Azadi'ye merkezlik eden Erzurum, o dönemde, Kürderin baş¬<br />

lıca alışveriş merkezlerinden biriydi. Kürtler, kervanlarla Bingöl,<br />

Bidis, Muş, Ağrı, Van ve daha uzak yerlerden, alışveriş için Trab¬<br />

zon limanına en yakın kapı olan Erzurum'a geliyorlardı.<br />

Aşiret önderleri, şeyh ve ağalar alışveriş bahanesiyle Erzurum'a<br />

gidiyor, görüşmeler yapıyor, görevler alıyorlardı. Melle Selim,<br />

"aşiret önde gelenleri, örgüte destek için ta Diyarbakır'dan Erzu¬<br />

rum'a akıyor ve üye oluyorlardı" diyor.<br />

Yine anlatılanlara göre, HaUt Bey'in açıkladığı program kısa<br />

ve özdü:<br />

"Bağımsız Kürdistan'ın kurulması..."<br />

Melle Selim anlatıyor:<br />

64


"Her Kürdün birer dava neferi olduğu bu dönemde, Şeyh Sa¬<br />

id Efendi ve Osmanlı'nın eski Devlet Şurası (Sayıştay) Başkanı<br />

Seid Abdülkadir Efendi de kendilerine düşen görev neyse onu<br />

yapıyorlardı. Onların lideHik gibi bir iddiaları yoktu. Birer ne¬<br />

fer gibi çalışıyorlardı. Seid Abdülkadir, istanbul'da oturuyordu.<br />

Onunla, merkez arasında irtiban Şeyh Said Efendi'nin oğlu Şeyh<br />

Ali Rıza Efendi yürütüyordu. Şeyh Said Efendi de hareketin için¬<br />

de, ama gündelik işlerin dışındaydı. Teşkilatla doğrudan bağı<br />

olan oğlu Şeyh Ali Rıza Efendi'ydi. O, teşkilatın merkezinde, ça¬<br />

lışmaları düzenleyen komitenin içindeydi."<br />

Melle Selim, Şeyh Ali Rıza'dan olayların ayrıntısını dinleyen¬<br />

lerden biriydi. Melle şöyle devam ediyordu:<br />

"Şeyh Ali Rıza Efendi'den dinlediğime göre, çalışmaların ilk<br />

hedefi, halkı aydınlatıp kazanmak, öte yandan silahlı harekete<br />

hazırianmaktı. Bir yandan da, ordu içindeki Kürt subaylarla ir¬<br />

tibat kurulmuştu, ilk etapta Erzurum ve Bidis tarahndaki su¬<br />

baylara ulaşılmış, harekete katılmaları temin edilmişti. Fakat<br />

Diyarbakır, Urfa ile öteki taraflarda bulunan subaylaria irtibat<br />

kurulmaya çalışılırken, başından beri hazırhklardan haberdar<br />

olan Türkler harekete geçti."<br />

*<br />

» *<br />

1924 yılı baharında yapılan geniş katılımlı bir toplantıda, ha-<br />

zıriıklann 1926 bahannda başlayacak ayaklanmaya göre ta¬<br />

mamlanması karariaştınlıyordu. Ankara ise örgüt içindeki kay-<br />

naklanndan doğrudan haber alıyor, gelişme ve hazırlıklan günü<br />

gününe izliyordu.<br />

Buna karşın, Genelkurmay Başkanlığı tarafindan yayınlanan<br />

resmi tarihte Ankara'nın isyan hazırlığını tesadüfen öğrendiği<br />

öne sürülüyordu. Kitaba göre, Ankara, devletin variığını Kürtlere<br />

gösterip kanıtlamak için bazı bölgelere askeri biriikler göndermiş,<br />

fakat Hakkari yöresindeki Nasturiler buna tepki gösterip isyan et¬<br />

mişlerdi. Bunun üzerine devlet, "isyan bastırmak" üzere, bölgeye<br />

askeri güç göndermiş ve çatışmalar başlamıştı.<br />

Hakkari'ye gönderilen ordu birliklerinin içinde "Azadi" üye-<br />

65


si dört Kürt subay da vardı. Bunlardan biri, Ağrı İsyanı'nda İh¬<br />

san Nuri Paşa adıyla ünlenecek olan Yüzbaşı İhsan Nuri'ydi; bir<br />

diğeri "Azadi"nin kurucularından Bitlis eski milletvekili Yusuf<br />

Ziya'nm kardeşi teğmen Ali Rıza, öteki ikisi ise Vanlı Rasim ve<br />

Tevfik Celal'di.<br />

Bu subaylar, "Azadi"nin merkeziyle şifreli telgraflarla haber¬<br />

leşmiş, telgraflardan biri tesadüfen ele geçirilmiş ve bu sayede is¬<br />

yan hazırlığı öğrenilmişti.<br />

Yine resmi tarihin iddiasına göre, Yusuf Ziya Bey, 1924 Eylü¬<br />

lü başında kardeşi Ali Rıza'ya çektiği telgrafta, ordudan ayrılma<br />

konusunda "beklenmesi" talimatını vermişti. Fakat, Ali Rıza Bey<br />

ve arkadaşlan şifreyi çözerken, "ayrılmayın" sözünü, "ayrılın" di¬<br />

ye anlamışlardı. Dört subay, 3 Eylülü 4 Eylül 1924'e bağlayan ge¬<br />

ce, birliklerindeki 351 Kürt eriyle birlikte, yanlarına lO'u makine¬<br />

li olmak üzere 380 tüfek alıp firar etmişlerdi.<br />

Başbakan İsmet Paşa (İnönü), toplu firarın "isyan" olduğunu<br />

derhal sezinleyip, "Azadi"nin en öndeki üç lideri Halit Bey, Yu¬<br />

suf Ziya ve Mutkili Hacı Musa başta olmak üzere örgütün bir¬<br />

çok beynini tutuklatmıştı.<br />

Aynı resmi tarih, Azadi hareketinin eylemi olan Şeyh Said "is-<br />

yan"ının nedenini dine, Osmanlı Sultanlığı'nı ihya amacına bağlı¬<br />

yordu. Oysa Kürderin, 1800'den beri savaş halinde oldukları Os¬<br />

manlı Sultanlığı'mn kaderi diye bir dertleri yoktu. Onlar eski ya<br />

da yeni sisteme entegre olmak istemiyor, kopmak, "bağımsız Kür-<br />

distan"ı kurmak istiyorlardı.<br />

Hazırlıkların öğrenilmesine ilişkin resmi söylem, resmi ajanlar<br />

tarafindan da yalanlanıyordu.<br />

Halit Bey'in eniştesi Binbaşı Kasım (Ataç), devletin resmi ajan¬<br />

larından biriydi. 1919 Erzurum kongresi sırasında Atatürk'le görü¬<br />

şerek, Kürtlerin "kötü niyetlerini" aktardığını söylüyordu. Kasım<br />

"aileden biri" olarak, "Azadi"nin liderine sırdaştı. Hatta, Melle<br />

Selim'in dediğine göre örgüte üyeydi. Görüşülüp konuşulanlar bir<br />

yana liderlerin beyninden geçenleri bile anında aktarıyordu.<br />

66


Resmi ajan, mahkemede Atatürk'ün 1924 yılında Erzurum'a<br />

gelişi sırasında, gelişmeleri bizzat kendisine anlattığım söylüyordu.<br />

Varto'nun Kaşıman köyünden olan Mehmet Şerif Fırat olay¬<br />

ları, günü gününe izleyip Ankara'ya rapor yağdırdığını açıklayan<br />

bir başka resmi ajandı.<br />

Mehmet Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi adındaki ki¬<br />

tabında, ajanlık yarışında adeta Kasım'ı geri plana itip kendini<br />

öne çıkarmaya çalışıyordu. Daha sonra eziyet ve işkence yapriğı<br />

öz amcası Veli tarafindan vurularak öldürülen Mehmet Şerif Fı¬<br />

rat, kitabında. Şeyh Said'in 4 Ocak 1924 tarihinde, amcası Halil<br />

ile akrabaları Veli ve Ali Haydar ağalara birer mektup yazarak,<br />

bir Kürt ihtilali hazırlığında olduklarını, yandaşlarının gün geç¬<br />

tikçe çoğaldığını anlattığını ve kardeş olarak kendilerinin de ka¬<br />

tılması çağrısında bulunduğunu yazıyor. Fırat, isyancılara katıl¬<br />

madıklarını, ama yakın durarak edindiği bütün bilgileri doğru¬<br />

dan Mustafa Kemal'e bildirdiğini belirtiyor.<br />

Mehmet Şerif, ihbar konusunda. Binbaşı Kasım'dan önce dav¬<br />

randığının kanıtı olarak da Genç eski milletvekili ile Vali Hamdi<br />

Bey'e yazdığı raporları gösteriyordu.<br />

Binbaşı Kasım ise mahkemede söylediklerinden başka, isyan¬<br />

dan yirmi yıl sonra, 1945'te bulunduğu Söke'de Kaymakam Ka¬<br />

zım Atakul'a verdiği ifadede hizmetleri konusunda şunları anla¬<br />

tıyordu:<br />

"24 Ekim 1924 tarihinde Atatürk Erzurum'a geldi. Halkın<br />

saygılarını sunmak için, Muşlularia biriikte Erzurum'a gelmiş¬<br />

tim. Kabulden sonra, Atatürk'le özel görüşme istedim. Kabul<br />

edildim. 9. Kolordu Komutanı Ali Said Paşa da hazırdı. Bulun¬<br />

duğum çevre ve bölgede bir Kürt bağımsızlığı ve Türkiye'den ay¬<br />

rılmayı amaçlayan akımlar bulunduğunu, bu akımın halkın yüz¬<br />

de 85'ini etkilediğini, ruhlanm bildiğim için ayrıca kanıt gerek¬<br />

mediğini, hükümetçe bir an önce önlem alınması gerektiğini, aşi¬<br />

ret reislerinin batıya sürülmelerini, karşı koyanlann örnek ola¬<br />

cak şekilde cezalandırılmalarını, yoksa büyük bir felaketin gel¬<br />

mekte olduğunu gözümle görür gibi olduğumu, söylediklerimin<br />

hiçbirinin soruşturulmasına gerek olmadığını ayrıntılı olarak arz<br />

etmiş ve teşekkür yanıtlarını almıştım."<br />

67


Kasım, Mustafa Kemal Ankara'ya döner dönmez, yaptığı ih¬<br />

barların ışığında tutuklamaların başladığım söylüyordu.<br />

Hareketin tutuklanan ilk lideri Yusuf Ziya Bey'di.<br />

Kasım'la aynı köyden (Kulan) olan Melle Şafii'nin (Ballı) an¬<br />

lattığına göre Yusuf Ziya, Erzurum'da Halit Bey'in evindeyken,<br />

gece sarıldığını anlıyor ve evden çıkıyor, izini kaybettirmek üze¬<br />

re mezarlıkta saklanıyor, fakat yakalanıyordu.<br />

Halit Bey, Yusuf Ziya olayı ile yakın takip, kuşatma altında<br />

olduğunu bildiği halde Erzurum'daki evinden ayrılmıyordu.<br />

Yeğeni Mehmet Emin Sever anlatıyor:<br />

"Dört subayın firarından sonra amcamı, evinde göz hapsine<br />

alıyorlar. Bir ay kadar sonra, 1924 Ekiminde evine geliyorlar.<br />

Diyorlar ki, Sarıkamış'ta ordu için at sann alan Kasım adında¬<br />

ki bir yarbay, devletin parasını çalmış. Olayı soruşturmak ve<br />

araştırmak için Sarıkamış'a gitmeniz gerekiyor diyorlar. Am¬<br />

cam, bunun bir tuzak olduğunu anlıyor. Amaç, halkın içinden<br />

çekip almak ve sessizce tutuklamak. Ama yapabileceği bir şey<br />

olmadığından emre uyuyor. Giderken çocuklarına, 'eğer size çe¬<br />

keceğim telgrafta, sıhhatim berkemal dersem, bilin ki beni Sarı¬<br />

kamış'a değil, tutuklayıp başka bir yere götürüyorlar. Ama sıh¬<br />

hatim yerindedir dersem, bu tutuklanmadığım anlamındadır' di¬<br />

yor. İki gün sonra, amcamın ailesine gelen telgrafta 'Sıhhatim<br />

berkemaldir' diye yazılı. Sarıkamış'a gitmediği, yolda tutuklan¬<br />

dığı böyle anlaşılıyor."<br />

Halit Bey, askeri bir müfreze eşliğinde Erzurum'un dışına çı¬<br />

kınca yön değiştiriliyor, Sarıkamış yolundan, Yusuf Ziya Bey ve<br />

Hacı Musa'nın tutuklu bulunduğu Bidis yoluna sapılıyordu.<br />

Halit Bey, Ağrı'nın Patnos ilçesi yakınlarındaki konaklama<br />

yerinde, bir yolunu bulup, Hamidiye Alaylan'nın komutanı Pat¬<br />

noslu Kör Hüseyin Paşa'ya bir not göndererek "yolculuğunu"<br />

haber veriyor ve "bana kırk altın gönder" diyordu.<br />

"Kırk altın"m, "40 kişilik bir grupla beni <strong>kurt</strong>ar" anlamına<br />

geldiği açıktı. Fakat, isyan hazırlıklarının da önemli liderlerinden<br />

68


iri olan Kör Hüseyin Paşa, "belayı üstüne sıçratmamak" adına<br />

Halit Bey'i cevapsız bırakıyordu.<br />

Aynı Kör Hüseyin, 1925 isyanı başlayınca önce sessiz kala¬<br />

cak, sonra devlet safina geçecek, buna rağmen sürgüne gönderi¬<br />

lecekti.<br />

Halit Bey'in tutuklanması, henüz hazırlıkların başlangıcında<br />

olan Kürt isyan hareketini başsız bırakmış, moral bozukluğu ve<br />

korku yaratmıştı. Hareketin belirlenmiş, etkin ikinci adamı ise<br />

yoktu. Kimse ne yapacağını bilmiyordu.<br />

Gözler, Şeyh Said'e çevrilmişti. Onun ne yapacağı ve nasd<br />

davranacağı merakla bekleniyordu.<br />

Halit Bey'in yeğeni Mehmet Emin Sever anlattı:<br />

"Amcam cezaevine konduktan sonra, aileden kimseyle görüş¬<br />

türülmedi. Yargılandığına dair de herhangi bir kayıt ve belge<br />

yok. Şeyh Said Efendi ele geçene kadar içerde tutuldu. Şeyhin<br />

yakalandığı gün arkadaşlarıyla birlikte idam edildi. Genelde<br />

idam edilenlere ilişkin tutanak ve belgeler pariamentoya gönde¬<br />

rilirdi. Meclis belgelerini taradım. Yargılandığına dair bir ize<br />

rastiamadım. Bir başka bilinmeyen de nasıl idam edildiğidir.<br />

Asıldı mı, kurşuna mı dizildi, o da bilinmiyor."<br />

ŞEYH SAİD EFENDİ<br />

Kürder, kısaca ona "Şex" (Şeyh) ya da "Efendi" diyorlardı.<br />

Daha mesafeli ananlarsa "Şeyh Said Efendi..."<br />

Türkçe söylemle adı, Şeyh Mehmed Said'di.<br />

Adı ve karizmatik kişiliğiyle saygındı. "Kaderim" dediği<br />

idamdan sonra, adıyla halk arasında, adeta kutsanmış Kürt ulu¬<br />

lar arasına kanştı. Adı, "yemin" kavramı oldu. İnsanlar, "Efen¬<br />

dinin başı için" diye isteklerde bulunuyor, ya da "Efendinin adı<br />

üstüne yemin ederim ki" diyerek inandırıcılıklarını kanıtlamaya<br />

çalışıyorlardı.<br />

Kürt dervişler bölge bölge dolaşarak, teflerin eşliğinde, kala-<br />

69


alıklara kişiliğini, mücadele ve ölüme yürüyüşünü destanlaştıra-<br />

rak anlatıyorlardı.<br />

Dengbejler, onun üstüne düzenlenmiş "kılam"lar (şarkı) söylü¬<br />

yor, "mes'el" dedikleri hikâyesini anlatıyorlardı, yeni kuşaklara...<br />

Mehmet Bayrak, Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri<br />

adındaki kitabında. Şeyh Said'e ilişkin bu ağıdardan, kılam ve<br />

kasidelerden geniş örnekler veriyor.<br />

» *<br />

Şeyh Said'in kökleri, üç kuşak ötede, dedesi Şeyh Ali ile Kür¬<br />

distan'da din sahnesine çıkıyordu.<br />

Şeyh Ali, Mevlana Halid'in öğrencilerindendi.<br />

"Bağdai" (Bağdadi) lakabıyla da tanınan Mevlana Halid,<br />

1776- 1827 yıllan arasında yaşadı. Nakşibendi şeyhi ve Nakşi¬<br />

bendi tarikatını Kürdistan'a aşılayan kişiydi.<br />

Şam'da oturuyordu. Ama Kürdistan'da ve Osmanlı'nın baş¬<br />

kenti İstanbul'da, etkin bir taraftan vardı.<br />

Mevlana HaÜd, şairdi. Şiirlerinden derlenen Divanı, ölümün¬<br />

den sonra 1844 yılında İstanbul'da yayınlandı.<br />

Şeyh Ali, Mevlana Halid'in Şam'daki dergâhında eğitim gören<br />

öğrenciler arasında, özel olarak ilgilendiği 118 gençten biriydi.<br />

Bir öteki Seid Abdülkadir'in dedesi Seid Taha idi. Bunlar daha<br />

sonra mantık, felsefe, matematik ile din bilgisi konularında özel<br />

eğitime tabi tutulup, üst düzeyde bir programla yetiştirilen Nak¬<br />

şibendi Halifesi oldular. Değişik bölgelerde görevlendirildiler.<br />

Mevlana Halid, Şeyh Ali'yi, Diyarbakır'ın Lice ilçesine gönder¬<br />

di. Genç şeyh orada imamlığa başladı. Birkaç yıl sonra ayrılıp kuze¬<br />

ye geçti. Palu'nun Kelhasi ve Ekrek köylerinde imamlık yaptı. Şeyh<br />

Ali Palu'da evlendi, aile hayatına karıştı.<br />

Şeyhin; Mahmut, Hasan, Hüseyin ve Şeyh Mehmet adında dört<br />

oğlu dünyaya geldi. Şeyh Ali oğullannı da aile geleneğine göre der¬<br />

gâh ve medreselerde okuttu. Mezuniyetten sonra, her biri imam ola¬<br />

rak bir yana dağıldı.<br />

Şeyh Mahmut Erzurum'un Hınıs ilçesine bağlı, zamanla büyü¬<br />

yen kasabanın mahallesi haline gelen Kolhisar köyüne yerleşip<br />

70


imamlığa başladı. Kolhisar'da evlendi ve burada yedi erkek evlat<br />

büyüttü: Şeyh Mehmed Said, Bahaddin, Diyaeddin, Necmeddin,<br />

Tahir, Mehdi ve Abdürrahim.<br />

Dini dergâh ve medreselerde eğitim gören yedi kardeş arasın¬<br />

da Mehmet Said öne çıkacaktı.<br />

Kürtlerin, doğumları kayıtlara geçirme alışkanlığı yoktu. Bu<br />

yüzden Şeyh Said'in doğum tarihi de belirsizlik taşıyordu. Bari<br />

kaynakları 80 yaşındayken idam edildiğini belirtiyor, Kürt yazar<br />

Musa Anter de bu görüşe katılıyor ve 80 yaşında idam edildiğini<br />

yazıyordu.<br />

Fakat yakın akrabalarından Şeyh Abdülmelik Fırat, bir yazı¬<br />

sında, 61 yaşında idam edildiğini söylüyordu.<br />

Şeyh uzun boylu, esmer tenli, narin yapılıydı.<br />

Temizlik ve şıklığa özen gösteriyor, gabardin şalvarın üstüne,<br />

önü ibrişim işlemeli "Halep işi kırk düğme" yelek ve onun üstü¬<br />

ne de pelerin giymeyi seviyordu.<br />

Ağarmış, apak olmuş sakalım kınalıyor, kızıl parıltı veriyor¬<br />

du. İslamiyet'te kına ve erkeklerin göz altına sürme çekmesi, sün¬<br />

netti. O da Kürt erkekleri arasında yaygın olan modaya uyarak,<br />

ağarmış sakalını kınalıyor, kirpiklerinin altına sürme çekiyordu.<br />

Şeyh, Kürt medreselerinde eğitim görmüş, dönemin en iyi din<br />

tedrisinden geçmiş, Arap-Islam felsefesinin yanında, eski Yunan<br />

felsefesiyle mantık derslerini okumuştu. Arapçayı, Kürtçe kadar<br />

iyi konuşuyor, okuyor ve yazıyordu.<br />

1925'te Diyarbakır'daki sorgusu sırasında eğitimi konusunda<br />

şöyle diyordu:<br />

"Muş, Malazgirt, Hınıs ve Palu'da eğitim gördüm. Palu'da<br />

amcam Şeyh Hasan'm yanında, Muş'ta Mehmed Efendi, Malaz¬<br />

girt'te Dev Abdülhalim ve Hınıs'ta da Musa Efendi'nin yanında<br />

medresede okudum."<br />

Yazdıkları gün ışığına çıkmamakla biriikte. Şeyh Said şairdi.<br />

Genç yaşta çevresinde sivrilmiş, tanınmış bir kişilik olmuş, ol¬<br />

gunluk çağında ise Kürdistan'ın dört bir yanında, tartışmasız ka-<br />

71


ul gören saygınlığına, Nakşibendiliğin "Postnişinliği"ni ekle¬<br />

nmişti.<br />

Kürdistan'da, aşiret ya da aileler arasında yaşanan sorunlarla<br />

kan davalarının pek azı Osmanlı devleti makamlarına yansıyor¬<br />

du. Olaylar genellikle, saygın kişiliklerin hakemliğiyle sonuçlan¬<br />

dırılıyor, toplumsal barış, bu yoldan sağlanıyordu.<br />

Şeyh Said, adil tutumuyla kararları itiraz götürmeyen başlıca<br />

"aracılardan" (hakem) biriydi.<br />

Kürtlerde, sahip olunan koyun sayısı, zenginlik ölçüşüydü. Bu<br />

açıdan bakıldığında Şeyh Said, varlıklıydı. O, sürüye değil sürülere<br />

sahipti. Koyun üreticiliğinin yanında, Kürtlerin "Peze ner" dedikle¬<br />

ri "kısır koyun" ticareti yapıyordu. Satın aldığı toklu ve Kürtçe de¬<br />

yimle "hogeç"leri (koç), yaz aylan boyunca Bingöl yaylalannda ot¬<br />

latıyor; sonbaharda, "aşağı memleket" denilen Musul, Kerkük,<br />

Şam ve Halep pazarlarına götürüp satıyordu.<br />

Ticaret nedeniyle Güney Kürdistan'a yaptığı seyahader, bir<br />

bakıma kendisi için dostlukları pekiştirme vesilesi oluyordu. Sü¬<br />

rünün ardından, Kürt önde gelenlerini ziyaret edip konaklaya ko-<br />

naklaya, pazar şehre gidiyordu. Dönüşte, başka bir yol izleyerek,<br />

görüşmeler yapıyor, dosdanyla buluşuyordu.<br />

İlerleyen yaşlarında, ticareti büyük oğlu Şeyh Ali Rıza'ya bı¬<br />

rakıyor, bu sayede okuma ve toplumsal olaylara daha çok zaman<br />

ayırma imkanı buluyordu.<br />

1914 savaşının hemen başında Osmanlı devletinin saf dışı kal¬<br />

ması üzerine, Ruslar, Hınıs ve yöresini işgal ettiler. Şeyh Said ve ai¬<br />

lesi de, kış ortasında işgalci güçlerden kaçan Kürt kafilelerine ka¬<br />

tıldı. Daha sonra, adı "Dicle" olarak değiştirilip Diyarbakır'ın ilçe¬<br />

si yapılan Piran köyündeki kardeşi Abdürrahim'in yanına yerieşti.<br />

Piran, Kürtçede "Pirlerin yurdu" anlamına gelir. Köy ve çevre¬<br />

si dağlıktı. Halkı yoksul, ama yardımsever, dar günde yardıma<br />

koşma geleneğine bağlıydı. Şeyh'in gelişini onuriandırma olarak<br />

7i


kabul ettiler. Elbirliği ile ona bir ev yaptırıp yerleştirdiler. Rus iş¬<br />

gali sona erene kadar Piran'da kaldı. Zamanını okuyarak geçirdi.<br />

Sonra köyüne döndü.<br />

Şeyh Said, Cibranlı Halit Bey ve Binbaşı Kasım'ı birbirine bağ¬<br />

layan "kader" bir bakıma "hısımlık" bağlarıydı. Kürtçe deyimle<br />

"xınami"lik...<br />

Şeyh Said ile Binbaşı Kasım bacanak, Halit Bey ise kayınbira¬<br />

derleriydi. Şeyh Said, Halit Bey'in büyük kız kardeşi "Hewa"<br />

(Havva) hanımla. Kasım da onun küçüğü Güle ile evliydi.<br />

İsyan hazırlayıcısı iki lider, muhbirleri olan Kasım'la, aile için¬<br />

de ayrısı gayrisi, gizlisi saklısı bulunmayan iç içelikteydiler.<br />

ICasım'ın oynadığı rolün acısını ise daha sonra eşi Güle çekti.<br />

Anlatılanlara göre Güle, yaşadığı sürece, idam edilen kardeşi ve<br />

eniştesinin matemini tuttu. Ama, töresel bağlar nedeniyle, Ka¬<br />

sım'dan da aynlamadı.<br />

Yeğeni Mehmet Emin Sever'in deyimiyle Güle, "evliliğini kötü<br />

kader" olarak kabul etti ve acılar çekerek sonuna kadar sürükledi.<br />

Şeyh Said, Diyarbakır'da yargılanırken, isyandaki rolünü,<br />

"olayların ne başında, ne sonundaydım; içindeydim" diye açıkla¬<br />

mıştı.<br />

Bu şairane sözler, doğruyu, gerçeği anlatıyordu. Çünkü o,<br />

Kürt Teali Cemiyeti'nden önce Kürt sorununun içindeydi. O ne¬<br />

denle ne geride, ne de en öndeydi...<br />

Yakınlarının anlattığı, devletin resmi kayıdannın da doğrula¬<br />

dığına göre, Kürdistan'ın isyanlaria yeniden alevlendiği 1910'lar-<br />

dan beri ruhu ve beyni ile Kürt sorunuyla meşguldü. O yüzden,<br />

koyun ticaretini bahane ederek, at sırtında ta Şam ve Halep'e<br />

uzanan uzun yolculuklara çıkıyor, konakladığı yerlerde Kürt so¬<br />

rununu tartışmaya açıyordu.<br />

Oğlu Ali Rıza Efendi'nin damadı da olan torunlanndan Me¬<br />

lik Fırat şöyle diyordu:<br />

73


"Kürt sorunu hakkındaki düşüncelerini, kardeşi Şeyh Bahad-<br />

din'den dinlemiştim. Şeyh Bahaddin'in anlattığına göre, kafası<br />

1910'lardan itibaren Kürt meselesiyle meşguldü. Daha Birinci<br />

Dünya Savaşı'ndan önce kardeşiyle Kürt davası konusunda soh¬<br />

bet ederken, çok zaman kaybettiklerini, artık sorunun çaresine<br />

bakma zamanının geldiğini söylüyor. Şeyh Bahaddin, Şeyh Said<br />

Efendi'ye Kürtlerin genel yapısını ve durumunu özetliyor. Aşi-<br />

retçilik yüzünden paramparça olmuş bir halkı birleştirmenin,<br />

ortak mücadeleye yöneltmenin zor olduğunu söylüyor. Bunun<br />

üzerine Şeyh Said Efendi gayet kararlı bir şekilde şöyle diyor:<br />

Zorlukları biliyorum, fakat zoru başarmak imkansız değildir.<br />

Tek başıma da kalsam bunun için mücadele edeceğim. Hiçbir<br />

zorluk, sonunda ölüm de olsa, hiçbir engel beni yolumdan alı-<br />

koyamayacaktır."<br />

Uğur Mumcu, Kürt-îslam Ayaklanması adındaki kitabında,<br />

resmi tarihi dayanak yaparak. Şeyh Said'in, 1924 yılında Erzu¬<br />

rum'da yapılan ilk kongrede "Azadi" örgütüne üye olduğunu,<br />

aynı yılın Ağustos ayında ise genel başkanlığa seçildiğini yazıyor.<br />

Oysa Şeyh Said'le birlikte çalışanlarla, yakınları bu iddiayı<br />

doğrulamıyordu. Şeyh Said'in, üyeük temelinde de olsa örgütsel<br />

bağları yoktu. Dolayısıyla genel toplantılarda bulunup seçime<br />

katılması söz konusu değildi Yakın ilişkide olanların anlatımla¬<br />

rına göre, o, hareketin manevi lideriydi, ama hiçbir örgütsel, res¬<br />

mi görevi yoktu. Fakat bir militandan da çok çalışıyor, Kürt ön¬<br />

de gelenlerini ortak dava etrafında birleştirmek için toplantıdan<br />

toplantıya at sürüyor, yüz yüze görüşme olanağı bulamadığı Kürt<br />

önde gelenlerine mektuplar yazıyordu.<br />

Şeyh Said, hazırlık aşamasında yazdığı mektupların birinde,<br />

şöyle diyordu:<br />

"Bizim Türklerle müşterekimiz din, şeriata dayalı devlet ve Ha¬<br />

lifeydi. Fakat Türkler, tek taraflı bir kararla Halifeliğe son verdi¬<br />

ler. Ortak noktamız ortadan kalktı. Bu durumda biz Kürdere,<br />

kendi yolumuza gitme, özgürlüğümüzü kazanıp kendi geleceğimi¬<br />

zi kurma hakkı doğdu."<br />

74


Mektuptan da açıkça anlaşıldığı gibi Şeyh Said'in amacı,<br />

1800'den beri süre gelen Kürt <strong>isyanları</strong>yla aynı ve onların deva¬<br />

mıydı: Bağımsız Kurdistan...<br />

Rejimin ajanlarından Mehmet Şerif Fırat, Do^m İlleri ve Var¬<br />

to Tarihi adındaki kitabında, isyanm "bağımsız Kurdistan amaç¬<br />

lı" olduğunu anlatıyor. Binbaşı Kasım da, tamklığıyla Fırat'ı doğ¬<br />

ruluyordu.<br />

Oysa Ankara, ayaklanmanın gerekçesi olarak, din öğesini bi¬<br />

linçli biçimde öne çıkarıyordu. Çünkü, Lozan'da TC'nin sınırla¬<br />

rı daha yeni tescil edilmiş ve tapusu verilmişti. Lozan sürecinde<br />

ise devletin, Kürtlerle Türklerin ortak devleti olduğu vurgulan¬<br />

mış, iki halkın eşit olacağı belirtilmişti. Ankara, Kürt sorununun<br />

bulunduğunun dünyaca bilinmesini istemiyor, bunu sakmcah ka¬<br />

bul ediyordu.<br />

O nedenle. Şeyh Said'in, dini kişiliğini ve isyan sürecinde dini<br />

motifleri kullanarak "isyanın dinci" olduğunu öne sürüyordu. Os¬<br />

manlı Sultanlığıyla çok sorun yaşayan Avrupa, İslam konusunda<br />

oldukça tedirgindi. Avrupa'nın Kürtlere sempatisini önleyip kır¬<br />

mak, "ilerici" Türkiye Cumhuriyeti'ne destek vermelerini sağla¬<br />

mak için isyan batı karşıtı Islamist ve Padişahçı gösteriliyordu.<br />

Dönemin Başbakanı İsmet İnönü'nün çabası da, bu savları doğ¬<br />

ruluyordu. Başbakan İnönü, Bakanlar Kurulunun kararıyla, basına<br />

"gizli" kaydıyla gönderdiği genelgede, isyanın "irticai" (dinci) oldu¬<br />

ğunu işlemenin, dış dünya açısından "memleket menfaatine olaca-<br />

ğı"nı belirtiyordu.<br />

Genelgede şöyle deniliyordu:<br />

"Yüce Genelkurmay Başkanlığı'ndan gelen 30 Nisan 1341<br />

(1925) tarih ve 1835-2270 numaralı teskerede son isyan ve irti¬<br />

ca olayının basınımızda ve özellikle İstanbul basınının büyük bir<br />

kısmında bir Kürt ayaklanması şeklinde gösterilmesi, iç ve dış<br />

düşmanlara propaganda zemini teşkil etmekte olduğundan ve<br />

esasen smırh bir sahada, çeşidi amaçlar ve aldatmalar neticesi<br />

oluşan olayın büyütülmesi uygun olmadığından; isyanın ayrım¬<br />

cılıktan ziyade, irticai cehalet ve aldatma neticesi olduğu zemi-<br />

75


ninde yayın yapılması için gereğinin yerine getirilmesi teklif<br />

olunmuştur.<br />

Keyfiyet, Bakanlar Kurulu'nun 3 Mayıs 1341 (1925) tarihli top¬<br />

lantısında görüşülmesi esnasında genel ve tertip olunmuş bir irtica-<br />

nın görünümü olduğu tespit ve malum olan hadisenin, basında<br />

'Kürt sorunu' şeklinde yansımasının gerçekte mutabık olmadığı<br />

kadar siyaseten de sakıncalı olduğundan, keyfiyetin bu açıdan ya¬<br />

yılması için Dışişleri Bakanlığı'na tevdii münasip görülmüştür."<br />

Basın, bu genelgeden sonra, olayların neden ve amaçlarını hü¬<br />

kümetin isteği doğrultusunda işleyecek, "irtica"yı öne çıkaracak,<br />

Kürt sorununu asla dillendirmeyecekti.<br />

ŞEYH SAlD VE SEİD RIZA<br />

Şeyh Said, Azadi'nin yönetiminde değildi, ama yükünü taşıyor,<br />

tek kişilik örgüt gibi çalışıyor, dini inanç ve mezhep, sınıf ve katman<br />

farkı gözetmeden, bütün Kürtleri tek amaç etrafinda birleştirmek<br />

üzere yöre yöre geziyor, yetişemediklerine mektuplar yazıyordu.<br />

Osmanlı, Sultan Mahmut'tan beri, Kürtlere karşı, "böl, birbi¬<br />

rine düşür ve yönet" politikası izlemişti. Abdülhamit döneminde<br />

kurulan Hamidiye Alaylan'yla, bazı aşiretler silahsızlandırılmış<br />

ve bu politika ile Kürdü Kürde düşman kılmıştı.<br />

Cahil, gün görmemiş birtakım insanlar, "sen ağasın" ya da<br />

"beysin" diyerek silahlandırılıp güç haline getirilmişti, Hamidiye<br />

Alaylan'yla.<br />

Bunlar, özel çıkarları ve üstünlük duygularını tatmin için elle¬<br />

rindeki silahı halka yöneltiyor, terör estiriyorlardı.<br />

Kürtlerle iç içe yaşayan Ermenilere karşı da Osmanlı'nın terör<br />

kılıcı yapılmak istenen Hamidiye Alayları, Kürtler arasında din<br />

ve mezhep ayırımının körüğü olarak kullanılmıştı. Genellikle<br />

Sünni Kürtler silahlandırılmış. Alevi Kürtlere karşı da kullanıl¬<br />

mış, ayrılıklar derinleştirilmeye çalışılmıştı.<br />

Erzurum, Hınıs, Bingöl, Varto yöresindeki Alevi ve Sünni<br />

Kürtler de ta Sultan Mahmut'tan beri "böl, birbirine düşür ve yö¬<br />

net" politikalarıyla karşılıklı bilenmişti. Bölge Alevileri, o neden¬<br />

le Azadi hareketine sıcak bakmıyorlardı.<br />

76


Osmanlı'nın "Sünnileri Alevilere karşı kullanma" politikası, TC<br />

döneminde tersine çevrilerek yürürlüğe konuyordu. Onlar da, Ale¬<br />

vileri öne alıyorlardı.<br />

Özellikle Şeyh Said İsyanı ve daha sonraki süreçte, kimi Alevi<br />

önde gelenleri adeta "terörün kol başı" niyetine kullanılıyordu.<br />

Örneğin, Varto'nun Kaşıman köyünde oturan, "resmi ajanlığım"<br />

da yapan Mehmet Şerif Fırat'ın özel çeteleri köyleri basıp soygun,<br />

talan yapıyor, kan davasına neden olan cinayetler işliyoriardı.<br />

* *<br />

Şeyh Said, ayrılığı ortadan kaldırmak amacıyla Alevi liderleri<br />

ziyaret ediyordu. Şeyh, kimilerine de mektuplar yazarak Kurdis¬<br />

tan hayallerini anlatıyor, ulusalcılığın mezhep ile din farkından<br />

önde geldiğini, bu nedenle dargınlıkların unutulması gerektiğini<br />

işliyor, herkesi "ortak davada" birleşmeye çağınyordu.<br />

Ali Haydar Dikmen ile Mehmet Şerif Fırat, Varto yöresinin<br />

etkin Alevi liderlerindendi. Bunlar, Osmanlı yönerimince dışlan¬<br />

mış, adeta Hamidiye ağalannm önüne atılmışlardı.<br />

Şeyh Said, Kürderin birliği için bunlarla görüşerek çalışmala¬<br />

rına başlıyordu. Mehmet Şerif Fırat, Şeyh Said'in güç biriiği için<br />

kendisiyle yaptığı görüşmeyi kitabında uzun uzun anlariyor.<br />

Büyük çoğunluğuyla Alevi olan Dersim, Osmanlı'nın Sünni<br />

Kürtlere oranla daha farklı bir düşmanlıkla baktığı bir diyardı.<br />

Şeyh Said, 1924 yazında, Dersim'e uzanıyor, efsanevi lider Se¬<br />

id Rıza'yla da buluşuyordu.<br />

Buluşmaya aracılık eden ve 1938 kadiamından rastlantıyla<br />

<strong>kurt</strong>ulan Nazimiye ilçesine bağlı Civarek (Sanyayla) köyünden<br />

Seid Bertal Tanrıverdi, buluşma tarihini, "sıcak yaz aylarıydı ve<br />

evler yayladaydı. Temmuz veya ağustos ayı olabilir" diye anlatı¬<br />

yordu.<br />

Şeyh Said, Dersim'i ziyaret etmek istediğini. Şeyh Şerife bil¬<br />

dirmiş, gerekli ortamın hazırlanması için Bertal'ı, Çarekanlı<br />

Mustafa Paşa'ya gönderiyordu.<br />

Mustafa Paşa, Dersim'in variıklı ve en etkin liderlerinden biriy¬<br />

di. Pülümür'ün "Ağuyasini" köyünde oturuyordu. Abdülhamit,<br />

77


"Kürt aşiret birlikleri" de denilen Hamidiye Alaylan'nı kurarken.<br />

Alevi Kürtleri gözardı etmesine rağmen, onu gözetmiş, askeri birlik<br />

kurmasına izin vermemiş, ama paşalık rütbesi, kaftan ve kılıçla<br />

onurlandırmıştı.<br />

Mustafa Paşa, Seid Rıza ile de yakın dosttu. Dersim'in büyük<br />

aşiret liderlerinden Yusufanlı Kamer, Hayderan aşiretinin lideri<br />

Kamer, Areyanlı Yusuf Ağa ile de hısım-akrabaydı.<br />

Mustafa Paşa, Şeyh Said'in ziyaret isteğini Seid Rıza'ya ileti¬<br />

yor ve istek olumlu karşılanıyordu.<br />

Dersim kaynaklarına göre. Şeyh Said, kırk kadar atlıyla Der¬<br />

sim'e gelmiş, büyük saygı görmüş, Kürt geleneklerine uygun yol<br />

boylarında karşılanmıştı. Şeyh'i karşılayanlar arasında Seid Rıza<br />

da vardı. Karşılaşma anında, atlarından inip kucaklaşıyorlardı.<br />

Aynı idealler uğruna, farklı tarihlerde asılarak idam edilen iki li¬<br />

derin bu ilk ve son karşılaşmasıydı.<br />

Bertal'ın anlatımına göre, toplantı, Dersim'in önde gelen bü¬<br />

tün liderlerinin de katılımıyla, Ağuyasini yaylasında, Mustafa Pa¬<br />

şa'nm çadırında gerçekleşiyordu.<br />

Toplantıya katılanlardan biri de, 1937'de Seid Rıza'yla birlik¬<br />

te asılarak idam edilen Kureyşanlı Seid Hüseyin'di. Seid Hüse¬<br />

yin'in yeğeni Avukat Kahraman Aytaç, Seid Rıza'nın, amcası ile<br />

yakın arkadaşları Baytar Nuri ve Alişer beyleri yanına alarak<br />

toplantıya katıldığını söylüyordu.<br />

Kahraman Aytaç, babasından dinlediklerine dayanarak, top¬<br />

lantıyı anlatırken, Alevilik, Sünnilik nedeniyle daha başında so¬<br />

ğukluk yaşandığını, işbirliği ve dayanışma havasının dağıldığını<br />

belirtiyordu.<br />

Dersim aşiret reislerinden kimileri, Sünnilerin geçmişte Os¬<br />

manlı ile işbirliği yaptığını, Hamidiye Alaylan'nın Dersim'e zul¬<br />

mettiğini söyleyerek, destek ve işbirliğine soğuk baktıklarım belli<br />

etmişlerdi. Bazı aşiret liderleri de, Dersim'in özerkliği garanti edil¬<br />

diği takdirde ayaklanmaya destek verebileceklerini söylemişti.<br />

Seid Hüseyin'in yeğeni Kahraman Aytaç, toplantıda amcası¬<br />

nın da bir konuşma yaptığını söylüyor ve devam ediyordu:<br />

"Babamdan dinledim. Toplantıda, amcam da bir konuşma<br />

yapıyor. Sünnilerin Osmanhlar tarafından yaratılan kardeş kav-<br />

78


gasına alet olduklarını söylüyor. Hamidiye komutanlarından<br />

Kör Hüseyin Paşa'nm Ağrı'dan Dersim'e, Koçgiri'ye yürüyüp.<br />

Topal Osman çetesi ile Sakallı Nurettin Paşa'ya yardım ettiğini,<br />

Dersim'de Hıran, İzol ve Şadan aşiretlerine büyük kayıplar ver¬<br />

dirdiğini, yine Hamidiye beylerinden Palulu Haşim Bey'in de<br />

ikide bir Dersim'e sefer düzenlediğini naklediyor. Amcam sözle¬<br />

rinin sonunda, 'Dersim olarak, Kürdistan'ı kurma mücadelesine<br />

varız, hazırız. Fakat bir şarda: Dersim'in ayrı bir statüsü olacak.<br />

Dersim özerk kalacak, kendi kendini idare edecek' diyor."<br />

Yine aktarılanlara göre, sözün burasında ev sahibi Mustafa<br />

Paşa, Seid Hüseyin'in sözünü kesiyor, "ortada at yok, siz yular pe¬<br />

şindesiniz. Kurdistan içinde Dersim'in statüsünü tartışacak zaman<br />

değil. Hele önce Kurdistan kurulsun, bunu sonra ele alırız. Geçe¬<br />

lim bu konuyu," diyordu.<br />

Aktarılanlara göre, ortaya konan tavır karşısında. Şeyh Said açı¬<br />

sından Dersim'in tutumu aydınlanmış olmalı ki, "bir ricam var" di¬<br />

yerek söz alıyor ve şöyle diyordu:<br />

"Girişeceğimiz harekâtta. Dersim hareketsiz kalmalıdır. Bize<br />

karşı çıkmamalıdır."<br />

Şeyh'in bu isteği kabul görüyor ve Dersimli ağalar, arkadan<br />

vurmayacaklarına ilişkin namus sözü veriyorlardı.<br />

Dersim'in "Hizbe Azadiya Kurdistan"a destek vermemesi hak¬<br />

kında, daha sonra değişik söylentiler yayılıyordu. En yaygın söy¬<br />

lentiye göre, Çarekanlı Mustafa Bey'in konuklannı ağırlamak için<br />

koç ve koyun kestireceği sırada. Şeyh Said müdahale etmişti. Mus¬<br />

tafa Bey'e, "Miro, (Miro, Kürtçede beylerin beyi anlamında bir<br />

onurlandırma deyimidir) kasap ve aşçımı beraberimde getirdim.<br />

İzin verirsen, bizimkiler hayvanları kesip yemek hazırlasınlar" de¬<br />

miş ve bu sözleriyle Alevi olan Dersimlileri kırıp ayırmış, "onlann<br />

kestiği bile yenmez" anlamında aşağılamıştı. Buna öflcelenen Der¬<br />

simliler de, "kestiğimizi yemeyenlerle kardeşlik olmaz" diyerek,<br />

son anda destek vermekten caymışlardı.<br />

Şeyh Said'i tanıyan ve amacını bilenler, bu söylentiyi "gerçek-<br />

79


le bağdaşır değil" diye niteliyorlardı. Şeyhin çevresine göre, o ne¬<br />

reye, kime, niçin gittiğini biliyordu. Kardeşçe dayanışma amacıy¬<br />

la gittiği bir yerde, onları aşağılaması, ziyaret amacını peşinen<br />

yok etmesi demekti. Şeyh, bunu yapacak yapı ve kişilikte değildi.<br />

Nitekim, görüşmeden önce, önüne konan yemeği yemiş, çay<br />

kahve içmişti. Buna itiraz etmeyen kişi daha sonra neden kendi¬<br />

ni küçültüp müdahale etsindi?<br />

Aynca, böyle bir tavır Kürt geleneğine göre de büyük bir ayıp¬<br />

tı. Bile bile bir yere misafir olan kişi, o evin kurallarına tabiydi.<br />

Misafirin, hele hele bir aristokratın, önüne konacak yemekle ilgi¬<br />

lenmesi, ne yiyeceğini sorması görülmemiş, duyulmamıştı. O,<br />

önüne ne konursa, kabul görendi.<br />

Sünni, Alevi, Dürzi ve Yezidi, Musevi ve Kürtler ile Ermeniler<br />

iç içe yaşar, birlikte yer içerlerdi; misafirliklerde, ortak sahana,<br />

tasa kaşıklarını batırırlardı. Bir misafirin gittiği yerde, "senin<br />

elinden çıkan ekmeği, eti, yemeği yemem" demesi görülmemiş,<br />

duyulmamıştı. Böylesi bir davranış, bağışlanması mümkün olma¬<br />

yan bir kabalık, çiğÜk ve hakaretti.<br />

Kürt aydın çevreleri, o nedenle, yayılan söylentiler için "asıl¬<br />

sız", daha da ileriye gidenler, "ulusal dayanışmaya karşı olanla¬<br />

rın yarattıkları zoraki bahane" diyorlardı.<br />

Anlatılanlara göre. Şeyh sık sık gezilere çıkan bir kişiydi. Alevi,<br />

Yezidi, Dürzi kesimlerde, Hıristiyanlar arasında konaklayan ve<br />

bunlar tarafindan önüne konan yemeği yiyen Şeyhin, yanında aşçı<br />

ve kasap dolaştırdığına kimsenin tanık olmadığını söylüyorlardı.<br />

Ayrıca Kürtleri ortak amaçta birleştirmek için ortaya çıkmış<br />

bir liderin, dinsel ayrılığı ortaya koyan böyle bir hareketin içinde<br />

bulunmasının imkansızlığım belirtiyor, "önüne konan öteki yiye¬<br />

ceklere, yemeklerin yapıldığı kap kaçağa itiraz etmeyen kişi, etin<br />

kimin tarafindan kesileceğine neden karar versin?" diyorlardı.<br />

Şeyh Said'in torunlarından Abdülmelik Fırat ise şöyle diyordu:<br />

"Dedemin böyle bir şey yapması mümkün değildir. Bence bu ba¬<br />

zılarının uydurmasıdır. Birleşme ve işbirliği için çabalayan, aklı ba¬<br />

şında bir insan böyle bir ayırımın içine girer mi? Şeyh Said Efendi<br />

gibi birinin, böyle bir davranışta bulunması mümkün mü? Onun<br />

80


kişiliğini bilen biri buna inanır mı? Bizde, karşı mezhepteki insan¬<br />

ları dışlayan bağnazlık yoktur. Çünkü dinde de yeri yok. Biz Hı¬<br />

nıs'ta Alevi kardeşlerimizle hep iç içe olduk. Birlikte yedik, içtik.<br />

Bugün de aynı sofrayı, aynı kaşığı paylaşıyoruz. Hatta bağnazlık¬<br />

ların ayıbını bildiğimiz için, yeri geldiğinde, eğer ortak cemaat için<br />

hayvan kesilecekse, orada bulunan Alevi kardeşimize özellikle kes¬<br />

tiririz ki, bağnazlar bundan ders alsınlar. Onun için, Dersim'de an¬<br />

latıldığı biçimde bir olayın meydana geldiğine ihtimal vermiyo¬<br />

rum. Şeyh Said Efendi gibi, halkı bir dava etrafında toplamak için<br />

yola çıkmış birinin, böyle bir tutum takınması zaten mümkün de¬<br />

ğildir. Bence bu söylentiler, bahane yaratmaya yöneliktir."<br />

ŞEYH SAİD HALKA KARIŞIYOR<br />

Kürtlerin niyetini yakından, ama sessizce izleyen Ankara, da¬<br />

ha hazıriık aşamasındayken bastırmak üzere, 1924 sonbaharında<br />

hareketin liderleri Halit Bey ve Bitlis eski Milletvekili Yusuf Ziya<br />

Bey'i tutuklamıştı. Sıra, etkin liderler Şeyh Said ile Seid Abdülka-<br />

dir'e gelmişti.<br />

Ankara, bu işi de gürültü çıkarıp halkı uyandırmadan, sessiz¬<br />

ce yapmak istiyordu.<br />

Nitekim, Halit Bey'in tutuklanmasından bir süre sonra. Şeyh<br />

Said'in Kolhisar'daki evinin kapısını çalıyorlardı. Gelen askerler,<br />

Bitlis'te bulunan Halit Bey'in bazı açıklamalannın bulunduğunu,<br />

bunların doğruluğunu araştırmak için ifadesine başvurma gereği¬<br />

nin duyulduğunu söyleyerek, "tanık olarak ifadesinin alınması<br />

için" Bitlis'e davet ediyorlardı.<br />

Mevsim kıştı. Kar kalınlığı yer yer metreleri buluyordu. Hı¬<br />

nıs'tan Bitlis'e işleyen araç yoktu. Tek yolculuk aracı attı. Ada-<br />

rınsa, kar denizinde adım atma imkanları yoktu.<br />

Bu durumda Şeyh Said'in yürüyerek gitmesi gerekiyordu.<br />

Şeyh, kar ve kış koşullarını hatıriatarak, üstelik grip olduğu¬<br />

nu bildirerek, eğer amaç "ifadeye başvurmaksa" bunu Hınıs'ta<br />

da yapabileceğini, dolayısıyla Bitlis'e gitmesinin gereksiz olduğu¬<br />

nu söylüyordu.<br />

Yasaya göre, uzaktaki dava tanıklan, en yakın mahkemede ifa-<br />


de verebiliyorlardı. Şeyhin yasayı hatırlatması, zorunluluk kapısını<br />

kapatmıştı. "Tanıklık etmesi için" kapısına gelenler, Ankara ile te¬<br />

mastan sonra, Hınıs'ta ifadesinin alınmasına karar veriyorlardı.<br />

Şeyh, Hınıs'taki mahkemede ifade verdikten sonra serbest bı¬<br />

rakıldı. Ama göz hapsinde tutuluyordu. Köyü, evi, yolu, denetim<br />

altına alınmıştı. Evinin çevresi ajan kaynıyordu.<br />

Yakınlarının anlattığına göre Şeyh, her an tutuklanabileceği<br />

ihtimali ile kuşatma altında yaşamaktan rahatsızdı. Evinde, eli<br />

kolu bağlı biçimde oturup, kaderini bekleyerek, Halit Bey'in akı¬<br />

betine uğramak da vardı.<br />

Daha birkaç ay önce, Halit Bey Erzurum'daki evinde göz hap¬<br />

sine alındığında, "Orada oturup Kürtlerle sohbet edeceğine, hal¬<br />

ka karış" diye uyaran, Erzurum'dan ayrılmasını isteyen oydu.<br />

Şimdi aynı hataya düşmek istemiyordu.<br />

Şeyh Said, kolay av olmaktansa halka karışmaya karar veri¬<br />

yor ve kararım uyguluyordu.<br />

Mehmet Şerif Fırat'ın Doğu İlleri ve Varto Tarihi adındaki ki¬<br />

tabında yazdığına göre, Halit Bey de, cezaevinden gönderdiği bir<br />

mesajla aynı akıbeti yaşamaması için Şeyh'i uyarmıştı.<br />

*<br />

Melle Selim (Taş) da, bu konuda Fırat'ı doğruluyor ve şunla¬<br />

rı anlatıyor:<br />

"Halit Bey cezaevindeyken, bir yolunu buluyor, Şeyh Said'e<br />

bir mektup yazıp ulaştırıyor. Mektup Kürtçe. Mektubunda; Bit¬<br />

lis'e gelmemesini, çünkü ifadesini alma bahanesiyle, halktan ko¬<br />

parıp tutuklamak istediklerini, ele geçmemesi için, bir an önce<br />

Hınıs'tan ayrılıp izini kaybettirmesini öneriyor. Ama mektubun<br />

sonraki bölümünde bir başka öneride bulunuyor ve şöyle diyor:<br />

'Kış vaktinde harekete geçmeyin. Baharı, dağların misafir ka¬<br />

bul zamanını bekleyin. O zaman yiğitleri dağa çıkarın."<br />

Şeyh Said'in torunu Abdülmelik Fırat anlatıyor:<br />

"Şeyh Said Efendi, evinde göz hapsinde. Tutuklayacakları kesin.<br />

Her an kapısını çalabilirler. Bunun üzerine, Kolhisar'dan ayrılma-<br />

82


ya karar veriyor. Günlerden cuma. Her zaman cuma namazını kıl¬<br />

dığı Kolhisar camisine gitmiyor o gün. Hınıs'a iniyor. Cemaate na¬<br />

maz kıldırıyor ve hemen ardından atına binip yola çıkıyor."<br />

Melle Selim devam ediyor:<br />

"Şeyh Said Efendi, Hınıs'tan ayrılınca, yönünü Şuşar tarafına<br />

veriyor. Yola çıktığını duyan Kürder, onu tehlikede sanarak pe¬<br />

şine düşüyor. Halk adeta onu çember içine alıp, canını siper edi¬<br />

yor. Şeyh, bu vaziyette konaklaya konaklaya ileriiyor. Kırıkan<br />

köyüne geliyor. Oğlu Ali Rıza Efendi, o sırada yolculukta. Son¬<br />

baharda Halep'e koyun götürüp satmış. Ama parasını alama¬<br />

mış. Gidip parasını aldıktan sonra vapurla istanbul'a geçiyor.<br />

Seid Abdülkadir'le görüşüyor. Ondan sonra dönüyor. Yolday¬<br />

ken, babasının köyden aynldığını duyuyor. Yolunu değiştiriyor.<br />

Kınkan'da babasıyla buluşuyor. Seid Abdülkadir'le görüşmele¬<br />

rini, ona naklediyor."<br />

Mehmet Şerif Fırat'ın yazdığına göre, Seid Abdülkadir, Şeyh<br />

Said'e oğlu Ali Rıza aracılığıyla "bahara kadar beklemesini, bahar¬<br />

da dağlar yol verir vermez, kendisinin de İstanbul'dan ayrılıp Hak¬<br />

kari yöresine geçeceğini ve o bölgede de bir cephe açacağını" bildi¬<br />

riyordu.<br />

Melle Selim devam ediyor:<br />

"Şeyh Said Efendi, Kınkan'da birkaç gün kalıyor. Türk devle¬<br />

tinin. Şeyhin peşine düştüğünü duyan Kürtler de, Kırıkan köyüne<br />

akıyor. Şeyh, ziyaretine gelen ağa ve şeyhlerle görüşmeler yapıyor,<br />

bir yandan da öteki aşiret reislerine, şeyhlere mektuplar yazıp<br />

gönderiyor. Mektuplarında, Halit Bey ve Seid Abdülkadir'in öne¬<br />

rilerine uyarak, şimdilik sükûnetlerini korumalarını ve kar eriye¬<br />

ne kadar beklemelerini söylüyor.<br />

Kınkan'da birkaç gün kaldıktan sonra ayrılıyor. Kargapazar<br />

köyüne geçiyor. Mehmed Ağa ve Helile Çeto'ya misafir oluyor.<br />

Burada da çevreden gelenlerie bir toplantı yapıyor. Ardından,<br />

sonra adı Karlıova diye değiştirilerek ilçe merkezi yapılan Kani-<br />

reş köyüne geçiyor. Kamil ve kardeşi Baba Bey'e misafir oluyor.<br />

Gelen insanları kabul ediyor. Konuşmalar yapıyor.<br />

Kanireş'ten sonraki konağı Azizan köyü. Orada, Sadiye Tel-<br />

he'nin evinde misafir kalıyor (Sadiye Telhe, 1927 yılında yaka-<br />

83


lanıp idam ediliyor). Yakın çevre ileri gelenleriyle bir toplantı<br />

yaptıktan sonra Melekan köyüne geçiyor. Melekanlılar yakın<br />

akrabaları. Kızı orada, Şeyh Abdullah ile evli. Melekan'da bir¬<br />

kaç gün kalıyor. Temas ve çalışmalarını, toplantılarını sürdürü¬<br />

yor. Oradan Çan köyüne geçip şeyhlerie yapnğı toplanndan<br />

sonra, 'Bingöl' adıyla il merkezi yapılan "Çevlik"e geçiyor. Va-<br />

lerli Sadık Bey dahil, etrafın bütün şeyh ve ağalan yanına koşu¬<br />

yor. Birkaç gün kaldıktan sonra Diyarbakır tarafına gidiyor,<br />

'Hani ve Lice ağalarıyla buluşuyor. Sonra Piran'a geçiyor."<br />

*<br />

# «<br />

Şeyh Said'in köyünden çıkıp halka kanşmasıyla biriikte, isyan<br />

hazıriıklanmn gizhsi sakhsı kalmamıştı. Çalışmalar açıklık içinde<br />

yürütülüyordu. Şeyh, toplantılarda Türk devletinin hazıriık ve ni¬<br />

yetlerinden haberli olduğunu söylüyor, ilkbaharda ayaklanmak<br />

üzere, eli silah tutan herkesin silah ve at temin edip beklemesini is¬<br />

tiyordu.<br />

Şeyh'in ayağa kalkması, Kürder arasında, "Hewar" (imdat)<br />

günü havalannı estiriyordu. Genel heyecan kaynaşma başlatmış¬<br />

tı. Ath gruplar. Şeyh Said'den ağa, bey ve şeyhlere haber ulaştın-<br />

yor, kimileri köyleri dolaşarak, silahlanıp Şeyh'in emrini bekle¬<br />

melerini bildiriyordu.<br />

Türk devletinin ajanlan ise Şeyh'i yakın plandan izliyoriardı.<br />

PİRAN'DA SİLAH SESLERİ<br />

Piran, Şeyh'in de ikinci köyü sayılıyordu. Kardeşi Abdürra¬<br />

him Piran'da oturuyordu. Kendisi de büyük savaş yıllarının mu-<br />

haceratını Piran'da geçirmişti.<br />

Uğur Mumcu, Kürt-lslam Ayaklanması adındaki kitabında<br />

"Piran Olayı "nın başlangıcım şöyle yazıyor:<br />

"13 Şubat günü, yanında üç yüz atiı ile Şeyh Said, kardeşi Ab¬<br />

dürrahim'in evindedir. Şeyh Said'in kardeşi, Piran'da, Mahmut<br />

Çeleyan Mahallesi'nde, caminin arkasında, kayalıklann karşı¬<br />

sındaki evde oturuyordu. O zamanlar Piran, Eğil bucağına bağ¬<br />

lı bir köydü. Eğil bucağı da Genç iline bağlıydı. Genç de, şimdi-<br />

84


ki gibi Bingöl ilinin bir ilçesi değildi; bir ilin adıydı. Altı asker<br />

kaçağını yakalamak için görevlendirilen jandarma birliği komu¬<br />

tanları Teğmen Mustafa ve Teğmen Hasan Hüsnü, 13 Şubat<br />

1925 günü Şeyh Abdürrahim'in köyünü sardıklarından, hem<br />

Nakşi Kürtlerin, hem Cumhuriyet tarihinin en büyük olayların¬<br />

dan birinin başlamak üzere olduğunu elbette bilmiyorlardı.<br />

Evin sarıldığını gören Şeyh Said jandarma teğmenlerine haber<br />

göndermişti: 'İstediğiniz adamlar benim yanımdadır. Şimdi bun¬<br />

ları yakalarsanız, benim şeref ve haysiyetimi çiğnemiş olursu¬<br />

nuz. Hükümetin kolu uzundur. Bu suçluları istediği zaman ya¬<br />

kalayabilir.' Teğmenler şöyle karşılık vermişlerdi: 'Bizim görevi¬<br />

miz bunları yakalamaknr. Bu iş için buraya geldik. Yakalayıp<br />

götürmek zorundayız.'"<br />

*<br />

* *<br />

Kürt geleneklerinde, kişinin yanındaki kim olursa olsun do¬<br />

kunulmazdı. Onu, düşmanına teslim etmemek, Kürt aristokrasi¬<br />

sinde onursallığın gereğiydi.<br />

Şeyh Said, bu yüzden subaylara, "ben köyden çıkıncaya ka¬<br />

dar, aradıklarınıza dokunmayın. Ben ayrıldıktan sonra yakalarsı¬<br />

nız" demekle bir bakıma yakasını, dolayısıyla onurunu <strong>kurt</strong>ar¬<br />

maya çalışıyordu.<br />

Behçet Cemal'in de Şeyh Sait adındaki kitabında aktardığına<br />

göre, subayların amacı, "kaçakları yakalamak" değil, Şeyh'i tah¬<br />

rik edip tutuklama gerekçesi yaratmaktı. O nedenle ricasını din¬<br />

lemiyor, tutuklamada ısrarcı davranıyorlardı.<br />

Şeyh Said, kapısına dayanan provokasyonu görmüş ve tuzak¬<br />

tan <strong>kurt</strong>ulmak için çırpınmış, kaldığı evin sarıldığını görünce, ya¬<br />

kın adamlarını uyarmıştı:<br />

"Onların istedikleri mesele çıkarmaktır. Sakin durun. Ne ya¬<br />

parlarsa yapsınlar, karşılık vermeyin."<br />

Köyde ortam gerginleşmişti. Şeyh Said, tansiyonu düşürmek<br />

umuduyla subaylara, yeni bir öneride bulunuyordu:<br />

"Mesele çıkarıp olayı büyütmeyin. Yola çıkmak üzereyim. Ben<br />

köyden ayrılana kadar herhangi bir davranışta bulunmayın. Ben ay-<br />

85


ıldıktan sonra ne isterseniz yapın, aradıklarınızı o zaman tutukla-<br />

yın."<br />

Dönemin Başbakanı İsmet İnönü'nün damadı Metin Toker'in<br />

Şeyh Said İsyanı adındaki kitabında anlattığına göre, bu teklif<br />

olumlu bir karşılık bulmuyor, subayların "hemen" ısrarıyla or¬<br />

tam daha da gerginleşiyordu. Metin Toker'e göre Şeyh'in karde¬<br />

şi Şeyh Abdürrahim, o gerginlik içinde jandarmaya silah çekiyor,<br />

Piran'da kurşunlar namludan çıkıyor ve silah sesleri, bir anda er¬<br />

ken isyan ateşine dönüşüp yayılıyordu.<br />

Kürt asıllı gazeteci Cevat Oktay'ın babası, o dönemde, yöre¬<br />

de "Nahiye Müdürü"ydü. Cevat Oktay, babasının anlatımına<br />

dayanarak, "ilk kurşun" olayım şöyle anlatıyordu:<br />

"Babam, olayın patlak vermesinin iç yüzünü en iyi bilenler¬<br />

dendi. Babamın anlattığına göre. Şeyh Said teğmenlerin olay çı¬<br />

karmak için kararlı olduğunu görünce, 'ben gideyim, sonra ara¬<br />

dıklarınızı tutuklarsınız' diyor. Fakat jandarma teğmenlerinden<br />

biri sinirlenip, 'sen kim oluyorsun da, bana emir veriyorsun!' di¬<br />

ye bagınyor, hakaret ediyor. Teğmen bununla da kalmıyor,<br />

Şeyh'in sakalını yakalıyor ve sarsmaya başlıyor. Orada hazır<br />

bulunanlar, adeta donup kalıyoriar. Ama Şeyh, olay çıkmasın<br />

diye soğukkanlı davranıyor. Teğmene karşılık vermiyor. Yanın¬<br />

dakilere dönüp, Kürtçe olarak, 'kuro rabın' (kalkın çocuklar),<br />

diyor. 'Rabın' sözü, o heyecan ve şaşkınlık ortamında, 'gereke¬<br />

ni yapın, ayaklanın' anlamında anlaşılıyor. Silahlar patlıyor."<br />

Gerekçe ve olayın şekli ne olursa olsun, silahlar erken patla¬<br />

mış, Türk devleti açısından amaca varılmıştı.<br />

Şeyh'in yakasını tutan teğmen dahil birkaç jandarma vurulu¬<br />

yor, kalanlarsa tutsak ediliyor. Şeyh Said de atına binip Piran'dan<br />

ayrılıyor, ilk kurşun, böylece erken isyanın başlangıcı oluyordu.<br />

DİYARBAKIR MUHASARASI<br />

VE İSYANIN KADERİ<br />

Olaylar, Şeyh Said'in iradesi dışında ve vaktinden önce patla¬<br />

mış, artık dönüş imkanı yok olmuştu.<br />

Şeyh Said 13 Şubat 1925 günü, öğle vakti, arkasında yüzü aş¬<br />

kın atlıyla, Piran'dan Darahini (Genç) yönüne doğru yola çıkı-<br />

86


yor, adılar bölgeden bölgeye, köyden köye dört bir yana dağıla¬<br />

rak, "Şeyh Said Efendi ayağa kalktı!" haberini yayıyordu.<br />

Kürder ayaklanmış, kimi ath, kimi yaya, bazısı silahlı, çoğu<br />

silahsız, yollara dökülmüşlerdi. Şeyh Said'in yanına ulaşma koşu¬<br />

su başlamıştı.<br />

"Şeyh ayağa kalktı" haberini alan köylü kalabalığı büyük,<br />

ama organizeden uzaktı. Bu yüzden işlevsiz kalıyorlardı. Kimin<br />

nerede, ne yapacağı, kimin kime komuta edeceği belli değildi.<br />

Piran köyünden, üç yüz dolayında atlıyla yola çıkan Şeyh Sa¬<br />

id'in çevresindeki silahh adam sayısı, kısa zaman içinde kadana-<br />

rak artmış, binleri bulmuştu.<br />

İsyancılar, yol boylarındaki telefon ve telgraf tellerini kesip bağ-<br />

lanriları kopararak, bölgenin merkezi durumundaki Genc'e doğru<br />

ilerliyorlardı.<br />

Şeyh Said'in askeriik ve savaş deneyimi yoktu. Fakat, iş başa<br />

düşmüş, savaş stratejisini de kendisi çizmeye başlamış, hayatında<br />

eÜne silah almamış bazı kişileri de komutan olarak atamıştı.<br />

Şeyh Said, ertesi gün yayınladığı ilk bildiriyle, tüm Kürderi<br />

biriiktelik içinde ayaklanmaya katılmaya çağınyordu. Bildirinin<br />

altında, "Emir ül Mücahidin Muhammed Said Nakşibendi" im¬<br />

zası bulunuyordu.<br />

Daraheni (Genç) il merkezi, ardından da Hani bucağı isyancı-<br />

lann eline geçmiş, Kürt yönetimler kurulmuş, direklere Kürt bay¬<br />

rakları çekilmişti.<br />

Bu arada katılım büyüyor, cepheler genişliyordu. Doğu Cephe¬<br />

si Komutanlığına, kendi deyimiyle hayatında eline silah almamış<br />

Şeyh Abdullah atanmıştı. Şeyh Said'in damadı olan Şeyh Abdul¬<br />

lah, Varto'yu aldıktan sonra kuzeye yönelerek, Erzurum, ardın¬<br />

dan da Bitlis'e yürüyecek, tutuklu bulunan Halit Bey, Yusuf Ziya<br />

ve Hacı Musa beyleri <strong>kurt</strong>aracaktı.<br />

Şeyh Şerif ise savaş deneyimi olan başlıca komutanlardan biriy¬<br />

di. Daha önce Rus işgalcilere karşı gerilla savaşı venniş olan Şeyh<br />

87


Şerif, batı cephesinin komutanıydı. Onun hedefi Elazığ, ardından<br />

Malatya ve Dersim'di...<br />

Şeyh Said ise merkez güce komuta ediyordu. Onun hedefi Di¬<br />

yarbakır'dı. Şehir ele geçirildikten sonra, Kürdistan'ın başkenti<br />

olarak ilan edilecekti.<br />

Yayılma "göz açıp kapayıncaya kadar" denilebilecek bir hız¬<br />

daydı. İsyancılar, zorluk çekmeden hedeflerine varıyor, şehirleri,<br />

kasabaları ele geçiriyorlardı. Şeyh Said'in başında bulunduğu<br />

güçler, Diyarbakır'a açılan kapıyı, yani Lice'yi de almışlardı.<br />

yordu:<br />

Şeyh Said, Lice'de halka hitaben yaptığı konuşmada şöyle di¬<br />

"Artık bu işi durdurmak elimde değildir. Ne sonuç verirse<br />

versin devam edeceğiz. Kürt topraklarım Türklerin elinden alaca¬<br />

ğız. Topraklanmız verimlidir. Madenlerimiz çoktur. Bunlardan<br />

yararlanacağız."<br />

Lice'nin alındığı gün, Diyarbakır yolunu kesmek üzere Fis ova¬<br />

sında mevzilenmiş Türk Piyade Alayı yenilgiye uğratılıp dağıtılıyor.<br />

Şeyh Şerifin yönettiği isyancılar Bingöl il merkezi olan "Çevlik"i<br />

aldıktan sonra, Gazik ve Kiğı boğazlarını denetim altına alarak<br />

Elazığ üzerine yürümeye başlıyordu. Birkaç gün sonra, önemli bir<br />

direnişle karşılaşılmadan Elazığ da ele geçiriliyor, Malatya için ha¬<br />

zırlıklara girişiliyordu.<br />

Öte yandan Şeyh Abdullah önderliğindeki güçler de Varto il¬<br />

çe merkezini denetim altına alarak Erzurum'a yöneliyordu.<br />

Merkez gücü Lice'de toplayan Şeyh Said, Diyarbakır üzerine<br />

yürüme hazırlığındaydı. Türk resmi tarihine de kaynaklık eden<br />

Behçet Cemal'in yazdığına göre, Piran olayından dört gün sonra,<br />

Kürt öncü gruplan Diyarbakır'a doğru akmaya başlamışlardı. Pi¬<br />

yade alayından sonra, önlerine çıkan bir süvari birliğini de yenil¬<br />

giye uğratarak kenti kuşatmışlardı.<br />

Ağır silah ve toplarla takviyeli Türk birlikleri surların içine çe¬<br />

kilmiş, savunma konumuna geçmişlerdi. İsyancılar, surları delip<br />

içeriye girmek üzere gedik açmaya çalışıyorlardı. Kuşatmanın<br />

88


üçüncü gününde, Türk güçleri kaleden çıkıp taarruza geçtiler. Fa¬<br />

kat tutunamadılar. Önemli bir basan gösteremeden geri çekilip,<br />

yeniden surların gerisine kapandılar.<br />

Bu arada Ankara yönetimi, isyancıları halk desteğinden yok¬<br />

sun kılmak, onları karşı karşıya getirmek için de her türiü yönte¬<br />

mi kullanıyordu. Bu amaçla para dağıtılıyor, mevki ve makamlar<br />

veriliyordu. Siverek ve çevredeki bazı ağa ve aşireder, bu yöntem¬<br />

le devletin yanına alınmıştı.<br />

Para gücüyle sayısız ajan ve provokatör de iş başı yapmışri.<br />

Dönemin istiklal Mahkemesi üyelerinden. Vali Avni Doğan, anı¬<br />

larında ajanların Şeyh Said'in yanına kadar sokulduklanm belir¬<br />

tiyor ve şöyle diyordu:<br />

"Bu arada Mürsel Paşa (kale komutanı) boş durmuyor, Diyar¬<br />

bakırlı Şeyh Ahmet ve Şeyh Ömer'i Şeyh Said ile görüşmeye gön¬<br />

deriyordu. Paşa, Sadi ve Aziz'i de gizlice Şeyh Said'in yanına sok¬<br />

muştu. Diyarbakır Valisi Ahmet Mithat Bey de, Pirinççizadelerin<br />

çevresinden Derikli Necim, Nakipzade Bekir, Derikli llyas, Bah¬<br />

çeli Hacı Hamdi Bey'i Diyarbakır için görevlendirmişti."<br />

Kürtlere en büyük zaran "Diyarbakır için görevlendirilenler"<br />

veriyordu. Bunlar parayla tutulmuş insanları, isyancı kimliğiyle<br />

şehir sokaklanna salıp, çapulculuk, talan, hırsızhk yaptırıyor, ka¬<br />

dınları taciz ettiriyorlardı. Bu olaylara tanık olan ya da muhatap<br />

olanlar, "Şeyh Said bunun için mi ayaklandı?" diyerek cephe alı¬<br />

yordu.<br />

Diyarbakır'ı muhasara altına alan Kürder, 7 Mart 1925 günü<br />

savunma burçlarını aralamayı başardılar. Kürt öncüler açdan ge¬<br />

diklerden içeri girmeye başlamıştı. Fakat, bu sırada takviye bir¬<br />

likleri yetişmiş, kuşatmacılan arkadan top ve mitralyöz ateşine<br />

tutmuşlardı. Kürtler, beklenmeyen bu darbe karşısında paniğe<br />

kapıldılar. Muhasara safları bozuldu. Geri çekilmeye başladılar<br />

Diyarbakır muhasarası isyanın "kaderi"ni tayin eden dönüm<br />

noktasıydı. Bu konuda sayısız yazı, pek çok kitap kaleme alınması¬<br />

na rağmen, genel olarak yararlanılan tek kaynak, Behçet Cemal'in<br />

89


Şeyh Said İsyanı adındaki kitabıdır. Genelkurmay, Uğur Mumcu ve<br />

Metin Toker de daha sonra geniş ölçüde bu kitaptan yararlandılar.<br />

Behçet Cemal, ilk baskısı 1955 yılında yapılan kitabında,<br />

Kürtlerin çok kısa zamanda önemli ilerlemeler elde ettiklerini an¬<br />

lattıktan sonra, Diyarbakır muhasarası için şunları yazıyor:<br />

"... Hükümet hâlâ kıpırdamamakta ve isyan karşısında şaşkına<br />

dönmüş gibi susmaktaydı. Arnk (Şeyh Said) Diyarbakır'ı ele geçi¬<br />

rip Kürdistan'ın özgürlüğünü ilan etmekten başka yapacak şey<br />

kalmamıştı. Şeyh Said, emrindeki asilerin büyük bir kısmını doğ¬<br />

ru Diyarbakır üzerine gönderirken, kendisi de Ergani ve Eğil ta¬<br />

raflarına gidiyor ve buradaki şeyhlerle ağaları ayaklandırıyordu.<br />

Nihayet Samaki'deki genel karargâha dönebilen Şeyh Said, 7<br />

Mart 1925 gece yarısına doğru, Diyarbakır'ın dört kapısına bir¬<br />

den genel taarruza geçilmesini emrediyor ve şehrin içindeki taraf¬<br />

tarlarına bu yolda talimat gönderiyordu. Şehre hücum edecek asi<br />

miktarı. Şeyh Said'e göre 3 bin, hükümetin tahminine göre 5 bin<br />

kadardır. 7 Mart akşamına doğru şehrin okul ve kışlalarının bu¬<br />

lunduğu kuzey tarafindan şiddetli bir ateş başladı. Şeyh Said, ana<br />

gücünü buradan hücuma kaldırmışn. Diyarbakır'ın kuzeyinde sa¬<br />

vaş bütün şiddetiyle devam ederken, şehir güneyden de saldırıya<br />

uğradı. Ordu birlikleri, kuzeyde asileri surlar dışında, güneyde ise<br />

surları siper alarak karşıladıkları halde, güney cephesinde bir ara¬<br />

lık asilerin başarılı oldukları gibi bir durum meydana geldi. Bun¬<br />

da asilere içerden yardım eden unsurların da tesiri olmuştu. Bun¬<br />

lar güneydeki sudarda bazı gedikler ve özellikle lağım yollarını<br />

açmışlar ve asiler buralardan şehre girebilmişlerdi.<br />

Asilerin içeriye girmesiyle, güney cephesini tutan ordu birlik¬<br />

leri iki ateş arasında kalmış, durum tehlikeli olmaya başlamışn.<br />

Fakat şehrin savunmasını yöneten İzmir kahramanı General<br />

Mürsel, soğukkanlılığını bozmadı. Derhal elindeki süvari yede¬<br />

ğini kuzey cephesine çekerek dört nala güneye sevk etti ve içeri<br />

giren asileri baskına uğrattı."<br />

Behçet Cemal devam ediyor:<br />

"Nihayet 8 Mart 1925 Pazar sabahı güneş doğarken, asi güç¬<br />

ler ilk defa karşılaştıkları bu teşkilatlı ve azimkar direnme karşı¬<br />

sında dayanamayarak panik halinde kaçmaya başladılar."<br />

90


Dönemin Başbakanı İsmet İnönü'nün damadı Metin Toker<br />

de, 1968'de yayınlanan Şeyh Said ve İsyanı adındaki kitabında,<br />

bağımsız Kürdistan'ın ilanının Diyarbakır'ın alınmasına bağlı<br />

olarak planlandığım, yenilginin bu planı bozduğunu yazıyor ve<br />

Diyarbakır muhasarası hakkında şöyle diyor:<br />

"Diyarbakır önlerine geldiğinde Şeyh Said ve kurmayı, Sama-<br />

hir'deki karargâhlarında toplandılar. Verilen karar, taarruzun 7<br />

Mart günü, alaturka saatle sekizde, yani gece yarısından sonra<br />

başlamasıydı. Diyarbakır'ın dört kapısına birden hücum edilerek<br />

şehir işgal olunacakn. Bu arada Diyarbakır'a da haber uçurul¬<br />

muş, buradaki Şeyh taraftariarı, yani beşinci kol durumdan ha¬<br />

berdar edilmiş, ne şekilde hareket edecekleri, Şeyh'in kuvvetleri¬<br />

ni nasıl destekleyecekleri kendilerine bildirilmişti. Plan, tam Sa¬<br />

id'in istediği gibi uygulanamadı. Alaturka saatle ikide, yani ka-<br />

rariaşnnlandan akı saat önce ateş başladı. Akşam karanlığından<br />

faydalanan asiler, Dicle'yi geçerek Diyarbakır'ı çevreleyen surla¬<br />

ra doğru ileriemeye başladılar. Sayıları bin ile 3 bin arasındaydı.<br />

Av tüfekleri, mavzerler ve bir kısmı da sadece sopalarla silahlan¬<br />

mıştı. Asiler, önce Mardin, sonra da Dağ kapısına yüklendiler.<br />

'Sallallah' naralarıyla suriara yaklaşmaya çalışıyorlardı."<br />

Metin Toker, Mürsel Paşa'nm iyi bir savunma hattı oluştur¬<br />

duğunu anlattıktan sonra şöyle devam ediyor:<br />

"Halk sokağa bırakılmıyor, silah isteyenlerin talepleri, her ih¬<br />

timale karşı geri çevriliyordu. Savunmayı muntazam asker yapı¬<br />

yordu. Akşamdan başlayan yağmur aralıksız devam ediyordu.<br />

Asiler içerden aldıklan istihbarata dayanarak en çok Dağ kapı¬<br />

sını zoriuyoriardı. Çünkü surlann eskimesi yüzünden, burada<br />

birtakım tabii gedikler açılmıştı. Buradan içeriye girmek daha<br />

kolay olacaktı. Fakat bu bilindiğinden, buralar barikatlaria tah¬<br />

kim edilmiş, eldeki kuvvetlerin önemli bir kısmı buralarda mev-<br />

zilendirilmişti. İç kalenin üzerine toplar konulmuştu. Karanlık<br />

bir gece olmasına rağmen, topçular sabaha kadar "kör atışı"<br />

kesmediler. Asileri en çok yıldıran da bu oldu. O güne kadar top<br />

sesi duymamış ve top nedir bilmeyen isyancılar, ağzında ateş sa¬<br />

çan ve gök güriemesine benzer sesler çıkaran bu silahtan çok<br />

91


korktular. Savunma başanyla yapılıyordu. Fakat gece yansına<br />

yakın kötü bir haber duyuldu: Mardin kapısından saldıran is¬<br />

yancılar şehre girmişlerdi. Aslında bu doğruydu. Fakat buradan<br />

içeriye giren asiler, kapıdan değil lağım deliklerinden sızmışlar¬<br />

dı. Sayılan 120'yi geçmiyordu. Buna rağmen bu asiler, surlara<br />

yakın karargâh kuran bir nakliye kolunu dağıtmayı başardılar<br />

ve bir kısım askerle bir subayı şehit ettiler."<br />

Metin Toker, içeriye giren bu kolun yok edildiğini anlatıyor<br />

ve devam ediyor:<br />

"Asiler şehri dört yönden sarmışlardı. Top atışlan ve suriar<br />

şehre girmelerini önlüyordu. İçerden gelecek yardımı da alama-<br />

dıklan için, gelecek emri bekliyoriardı. Sabaha karşı bu emir gel¬<br />

di: Şeyh Said yenildiğini anlamış ve asilere en kısa zamanda geri<br />

çekilme emrini vermişti."<br />

Öte yandan Şeyh Said, Diyarbakır İstiklal Mahkemesi'nde mu¬<br />

hasarayı anlatırken, savunma karşısında fazla kayıp vermedikleri¬<br />

ni, yorgun düşen savaşçılann dinlenmeleri ve insan zayiatını en aza<br />

indirecek yeni bir stratejinin saptanması amacıyla geri çekilme<br />

buyruğu verdiğini söylüyordu.<br />

Dönemin Cumhuriyet Gazetesi, Diyarbakır muhasarasını şöy¬<br />

le aktarıyordu:<br />

"Bir söylenti çıktı: Şeyh geliyormuş. Şehirde birden bir karış¬<br />

ma meydana geldi. Derhal bir emir verilerek halkın sokağa çık¬<br />

ması yasak edildi. Akşam oluyordu. Sokaklarda hiç kimse kal¬<br />

mamıştı. Saat yedide ilk ateş başladı. Toplarımızın sesini duyu¬<br />

yorduk. Subaylar koşuşuyor, gökyüzü kıpkızıl kesiliyordu. Top¬<br />

larımız durmadan gürlüyor, piyademiz mevzilerinde güç zapt<br />

ediliyordu. Cephede sesler fazlalaşmaya başladı. General Mürsel<br />

hiç istifini bozmadan emirler veriyordu, ilk hücum dalgası, keşif<br />

topçu ve piyade ateşimiz karşısında bu surede kırıldı. Gece yarı¬<br />

sına doğru ikinci hücum dalgası da püskürtüldü. Gece yarısından<br />

sonra sokağa çıktık. Yollarda yüzlerce asi cesedi yanyordu."<br />

Diyarbakır muhasarasının sonucu, isyanm kaderini de belirle¬<br />

miş, geri çekilme başlamıştı. Şeyh Said'e yakın çevreler, geri çe¬<br />

kilmede en önemli etkenin, provokatörlerin halkın tepkisine ne¬<br />

den olan davranışları olduğunu söylüyorlardı.<br />

92


TÜRK BASINI İSYANI GİZLİYOR<br />

Dönemin tek kitle haberleşme aracı gazetelerdi. Ankara reji¬<br />

mi, basını denetim altına almış, ışık sızdırmayacak biçimde, ko¬<br />

yu bir "sansür" uygulamaya başlamıştı. Kanlı olaylar sürerken,<br />

Türk kamuoyu isyandan habersizdi.<br />

Olaylara ilişkin ilk haber, 16 Şubat 1925 tarihinde, basında<br />

görülmeye başladı. Fakat, isyanı duyuran, haber veren değil,<br />

olayları çarpıtarak, küçük, basit bir "zabıta vak'ası" gibi göste¬<br />

ren propaganda niteliğindeydi, bu da.<br />

16 Şubat 1925 tarihinde, yarı resmi Cumhuriyet gazetesinde<br />

yayınlanan haberde şöyle deniliyordu:<br />

"Şubat'ın 13. günü Ergani'nin Piran köyündeki jandarma müf¬<br />

rezesi ile civara gelen Şeyh Said Bediüzzaman ve avanesi arasın¬<br />

da bir çanşma olmuş, telefon ve telgraf hadarı tahrip edilmiştir.<br />

Yetişen kuvvetler üzerine Şeyh ve avanesi kaçmışlardır. Telefon<br />

ve telgraf tamir edilmiştir."<br />

Haberden anlaşıldığı gibi isyan liderinin adı bile yanlıştı. Is-<br />

yan'ın lideri olarak haberde Bediüzzaman (Saidi Nursi) gösterili¬<br />

yordu.<br />

Aynı gazete ertesi günkü haberinde, "tenkil" (yok etme) hare¬<br />

kâtının başladığını, bu amaçla uçakların bölgeye gönderildiğini ya¬<br />

zıyordu. Gazete, "tenkiP'in başladığını duyuruyor, ama "ne olmuş<br />

da tenkile geçilmiş?" sorusuna cevap vermiyordu.<br />

Bu arada Ankara, Abdülhamit döneminde İngiltere'nin vesa¬<br />

yetinden, Almanya'nın himayesine geçildiğinden beri, süre gelen<br />

geleneksel alışkanlıkla, bu olayın da sorumlusu olarak İngilte¬<br />

re'yi işaret etmeye başlamıştı. Cumhuriyet gazetesi, bu yüzden<br />

"ne olduğunu" açıklamadığı olaylardan söz ettikten sonra, "An¬<br />

kara, bu işte İngiliz parmağı olduğu fikrindedir" diye yazıyordu.<br />

Rejimin resmi yayın organı Hakimiyet-i Milliye gazetesi 16<br />

Şubat 1925 günkü sayısında, şu haberi veriyordu:<br />

"Şubatın 13'ünde, Ergani'nin Piran köyünde bulunan jandar¬<br />

ma birliği ile, o yörede bulunan Hınıslı Şeyh Said'in adamları<br />

arasında çarişma çıkmış ve iki jandarma ölmüştür. Saldırganlar<br />

şiddetle takip ediliyor."<br />

93


Aynı gazete, iki gün sonra, "kuvvetlerimizin takibinden kaçan<br />

Şeyh Said'in, 150 kadar yandaşıyla birlikte Genç'te olduğu" habe¬<br />

rini yayınlıyordu.<br />

Gazetenin haberi devam ediyordu:<br />

"Genç, birkaç yüz haneli küçük bir vilayetimizdir. Birkaç gün<br />

içinde bu eşkıyaya hak ettiği cezanın verileceği muhakkaktır."<br />

Gazete, "Eşkıyaya hak ettiği cezanın verileceği"ni yazıyordu<br />

ama, Genç'te ne olduğunu saklı tutuyor, okurunu merak içinde<br />

bırakıyordu.<br />

*<br />

Gazeteler, olaylardan yaklaşık on gün sonra, ilk kez "isyan"<br />

deyimini kullanıyorlardı. Fakat, gerçeğin özüne dokunmadan, ne<br />

olduğu bilinmeyen "Piran olayı"nın etrafinda dönüp dolaşmaya<br />

devam ediyorlardı.<br />

Hakimiyet-i Milliye gazetesi 23 Şubat 1925 tarihli sayısında<br />

şu haberi veriyordu:<br />

"Piran'da Şeyh Said adında birinin, başında topladığı birkaç<br />

avanesi (yandaşı) ile beraber jandarmamıza karşı giriştiği saldı¬<br />

rıdan sonra meydana gelen olaylar üzerine hükümet, yörede bu¬<br />

lunan güçleri isyanın tenkili (yok edilmesi) için olay yerine gön¬<br />

dermiştir. Tamamlayıcı bilgilere göre, asilere kumanda eden<br />

Öğretmen Fahri öldürülmüş ve 'ussat' perişan edilmiştir."<br />

Egemen güç, isyanı kamuoyundan gizliyordu. Ama gazeteler<br />

24 Şubat 1925 tarihinde bölgede sıkıyönerim ilan edildiğini bil¬<br />

diriyordu.<br />

Tekrar Diyarbakır muhasarasının başarısızlığına dönecek<br />

olursak. Şeyh Said, mahkemede, bir soru üzerine şöyle diyordu:<br />

"Diyarbakır'a hücum, kararımızın dışında, acele hareket edile¬<br />

rek erken başladı. Çeşidi silahların ateşi sabaha karşı direnişimizi<br />

kırınca çekilmeye karar verdik. Olay sırasında kente girmeyi başa¬<br />

ran 120 kadar askerimin akıbeti meçhul kalmıştır. Askerlerime al-<br />

94


ti gün evlerinde kalmak üzere izin vererek Kazkar bölgesine gel¬<br />

dim. Orada beş-akı gün kaldım. İzin verdiklerim sekiz gün sonra<br />

geldiler. Geldiklerinde ben batı yönündeki Tılham köyündeydim.<br />

Gece Siverek yollannı tutmuştuk. Yalnız Mardin yolu açıkü. Ora¬<br />

dan hükümet askerleri Diyarbakır'a geliyordu. Bu yolu tutmak<br />

üzere Dengecük, Cabar, Sakiri, Hacı Leylek, Gevzalan ve Kara Ki¬<br />

lise köylerine gittik. Burada Siverek'ten milis askerleri ve 100 adı<br />

kadar hükümet askerinin geldiğini haber aldım. Bu cepheye 100<br />

kadar adam gönderdim. Bunlar, hükümet askerlerini mağlup edip,<br />

milislerden 80 esir alarak geri döndüler. Ben o sırada Çaksor kö¬<br />

yündeydim."<br />

Behçet Cemal'in yazdığına göre Diyarbakır muhasarasının<br />

başarısızlıkla sonuçlanması, ihtilalcilerin moralini bozmuş, o ana<br />

kadar sessiz kalmış bazı Kürt aşiretleri, Türk devletinin şiddetin¬<br />

den korunmak için karşı tutum takınmıştı.<br />

Kürtlerin ele geçirdiği kent ve kasabalar, başta Genç, Hani,<br />

Lice, Bingöl, Varto ve Elazığ olmak üzere tümü el değiştiriyordu.<br />

Şeyh Said, moral çöküntüsünün yarattığı rüzgâra kapılıp, da¬<br />

ğılmaya başlayanları savaşmaya zorlamadı. Gönüllü olarak aya¬<br />

ğa kalkanları, gönülleriyle baş başa bıraktı.<br />

Bu arada, yeniden toparlanıp gerilla savaşını başlatmak üze¬<br />

re, dağlara çekilmeye, gerekirse İran'a çekilmeye karar verdi.<br />

Tuttuğu yeni yolun yansında, bacanağı Binbaşı Kasım'ın kurdu¬<br />

ğu tuzakta kaldı.<br />

BlR AJANIN PORTRESİ<br />

Binbaşı Kasım, Varto'nun Kulan köyündendi.<br />

"Aşiret Mektebi" mezunu bir subaydı. Süvari olarak orduda<br />

çalıştı. 1918 yılında Binbaşı rütbesindeyken, erken yaşta emekli<br />

edildi. Varto'ya yerleşti. Soyadı yasasından sonra, "Kasım Ataç"<br />

oldu.<br />

Şeyh Said'le bacanaktı. Albay HaÜt Bey'in de eniştesi...<br />

Beden yapısı, ruh haline uygun denebilecek bir anormallikteydi.<br />

Normal halleri aşan uzunluktaydı.<br />

Kasım, emekliye ayrılmamış, ayırmışlardı. Şehir özlemini gı-<br />

95


dermek için sıkça Erzurum'a seyahat ediyor, kayınbiraderi Albay<br />

Halit Bey'in evinde kalıyor, yemeğini yiyor, aileden biri olarak<br />

sırlarına giriyor, sonra gidip onu ihbar ediyordu.<br />

Şeyh Said'e de bacanağı ve "aileden biri" olarak yaklaşıyor,<br />

edindiği bilgileri, TC'ye aktarıyordu.<br />

*<br />

O, 1925'te muhbir, iz sürücü, tuzakçı ve "tanık" olarak gö¬<br />

rev yapıyordu.<br />

Kürder için "Hewar" günleriydi. Kıyametin ateş yağmurları...<br />

O, "güvenli", hatta kendince "itibariı" günler yaşıyordu.<br />

O sırada, babası Ahmet, dağdan köyüne iniyor, indiği bir gün<br />

yakalanıyor, yerlerde sürüklenerek götürülüyor, bir daha geri<br />

gelmiyordu. Akıbeti kuru, anlamsız, soğuk bir kelimeyle "öldü"<br />

diye açıklanıyordu.<br />

Köylülerinin aktardığına göre, babasına sahip çıkma bir yana,<br />

nerede ve nasıl öldüğü ya da öldürüldüğü, nereye gömüldüğüyle<br />

de ilgilenmiyordu.<br />

İlerleyen yaşlannda, Elazığ'da, Nail Bey mahallesinde. Erme¬<br />

ni yapımı eski bir evde oturuyordu.<br />

Gelen ve gidenleri yok değildi. Eski yandaşlan. Şeyh Said'e si¬<br />

lah uzatırken yanında olanlarla, onların "sulbünden" gelenlerdi.<br />

Kürt eliti ondan uzak ve o tecritti...<br />

Kazara onunla bir araya gelen elit, "kardeşim" diyerek sarıl¬<br />

dığı, yemeğini yeyip, yatağında yattığı insanlara ihanetini hatıria¬<br />

tarak aşağılıyor, eziyordu. Varto'nun Hormek liderierinden Ali<br />

Haydar Dikmen, gözünü kırpmadan onu ezip suçluluğunu yüzü¬<br />

ne vuranlardandı. Ali Haydar Dikmen, Varto'ya geldiğinde, onu<br />

görmeye gitmiş, kalabalık cemaatin içinde, "dikkatli konuşun.<br />

Kasım Bey burada" diye aşağılamıştı.<br />

Onun tepkisi başını öne eğmek olmuştu.<br />

Esmer teni, upuzun boyuyla bazen Elazığ sokaklannda yürür¬<br />

ken görülüyordu. Güzergâhı, yürüyüş yolu hep aynıydı.<br />

Evinden çıkıyor, melul, derin düşünceli lıalleriyle yürüyor,<br />

kardeşi Ali ve oğlunun işlettiği dükkâna gidiyor, orada oturuyor,<br />

gelip geçenlere öylece bakıyordu.<br />

96


Bir tuhaf adamdı o.<br />

*<br />

* *<br />

Kardeşini ihbar edip ölüme yolladığı, bu yüzden kin, öfke ile<br />

dolu yüreğinin öteki tarafiyla kendisine nefrede bakan bir kadın¬<br />

la birlikte yaşayacak kadar tuhafi..<br />

Yaklaşık 30 yıl ayn kaldıktan sonra, Varto'ya döndü. Yanında,<br />

kendisine hiç çocuk vermemiş Güle de vardı.<br />

İhbar edip ipe gönderdiği adamın kardeşi ve oğullarına aile¬<br />

den biri gibi konuk oldu.<br />

Bu tuhaf adam. Onlann elinden su içti. İkram ettikleri yemeği<br />

yiyebildi.<br />

HaÜt Bey'in yeğeni Mehmet Emin Sever, anlatıyor:<br />

"Kasım, 1950'lerde Söke'den Elazığ'a taşınınca, Varto'ya bi¬<br />

zim eve geldi. Çok uzun boylu, siyah bir ihtiyardı. Hastalıklı gi¬<br />

bi görünüyordu. Yüzü ve ellerinin derisi pul pul dökülmüş gibi,<br />

benek benekti. Amcamı, eniştemizi asnran kişiydi, o. Ailenin<br />

bütün fertieri, eve alınmamasını, kapıdan kovulmasını istedik.<br />

Fakat babam, 'kardeşimin katili de olsa, kapımıza geleni kova-<br />

mam. Bunu yaparsak lekelenmiş oluruz' dedi. Babamın hatırı<br />

için sesimizi çıkarmadık. Halam Güle de gelmişti. Hâlâ hüzün¬<br />

lü ve matemliydi. Aradan 30 yıla yakın zaman geçtiği halde,<br />

kardeşi ve eniştesi için ağlıyordu. Annem bir gün ona, 'kardeşi¬<br />

nin ve eniştenin başına bunca iş getiren bu adamla nasıl yaşıyor¬<br />

sun?' diye sordu. Halam ağlamaya başladı. Sonra şöyle dedi: 'O<br />

olaydan hemen sonra yatağımı ayırdım. Bir daha birleştirme-<br />

dim. Yüzüne de bakmadım. Ama ne yapayım ki, kocam diye<br />

elaleme karşı katlandım."<br />

Kasım'ı aile çevresinde en erken teşhis eden, bacanağı Şeyh Sa¬<br />

id'di. Onu yakın çevresinden, sırdaşlıktan uzaklaştırmışri.<br />

Fakat, Şeyh'in damadı Şeyh Abdullah'ı kullanarak, son anda<br />

yaklaşmış, kafilesine katılmış ve onu tuzağa çekip düşmanlarına<br />

teslim etmişti.<br />

Diyarbakır'daki mahkemede, "devlet tanığı" sıfariyla, "geçen<br />

97


sene (1924), Kemal Paşa geldiklerinde" diyerek, Muş heyetinin<br />

içinde Erzurum'a gittiğini, Halit Bey'in evinde kaldığını söylüyor¬<br />

du. Kasım, Şeyh Said'in, Halit Bey'le ayaklanmayı konuştuğunu bu<br />

sırada öğrendiğini açıklıyor ve değişik sorulara cevaben şunları<br />

söylüyordu:<br />

"Şeyh Said'le evinde görüştük. 'Bu hazırlığınız doğru değil' de¬<br />

dim. 'Benim üzerime vacip oldu. Çıkacağım, kıyam (isyan) edece¬<br />

ğim' dedi."<br />

Kasım, isyanın din meselesi yüzünden çıktığı iddialarını geri çe¬<br />

viriyor ve "asıl sebep Kürdistan'ın istiklali (özgürlüğü) idi" diyordu.<br />

Kasım tanıklığı sırasında kayınbirader, bacanak, akraba ayı¬<br />

rımı yapmadan suçluyor ve şöyle diyordu:<br />

"Kürtler (isyancılar) iki gruptur: Siyasiler ve Dinciler. Mesela<br />

Halit Bey filan siyasiydi. Onlar komiteler kuruyorlardı. Şeyh Said<br />

Efendi diniydi."<br />

*<br />

* s<br />

Mehmet Emin Sever anlatıyordu:<br />

"Babamdan dinlediğime göre, Şeyh Said, şüphelendiği için<br />

onu, yanına yanaşnrmıyordu. Fakat, Varto ele geçirildikten son¬<br />

ra. Şeyh Said'in damadı Şeyh Abdullah'a adam gönderiyor.<br />

Yanlış anlaşıldığını, Kürder ve isyanın emrinde olduğunu bildi¬<br />

riyor. 'Size kanlıp hizmet etmeme, hizmetlerime ihtiyacınız yok¬<br />

sa bile, sizi ziyaret etmeme izin verin' diye adeta yalvarıyor.<br />

Bunun üzerine Şeyh Abdullah, görüşmeyi kabul ediyor. Kasım,<br />

yanına geldiğinde eğilip ayağına kapanıyor, eline sarılıyor. 'Beni<br />

dışlamayın. Ben hain değilim. Namusum ve şerefim üzerine ye¬<br />

min ederim ki, arnk emrinizdeyim. Bana bir fırsat verin. Hizmet¬<br />

lerimi kanıtlayayım' diyor.<br />

Şeyh Abdullah, onun düştüğü duruma üzülüyor. Adamlarına,<br />

'bırakın yanımızda kalsın' diyor.<br />

Bölge liderleri Kasım'a karşı şüphe içinde. Kimsenin güveni<br />

yok. Çünkü, ajan olduğu yaygın düşünce. Hatta, bazı kişiler öl¬<br />

dürülmesini bile istiyor. Fakat Şeyh Abdullah'tan çekindikleri<br />

için dokunmuyorlar."<br />

98


*<br />

* *<br />

Melle Selim, isyana karilmış, önder kadrolarda yer almış bü¬<br />

tün ailelerle iç içeydi. Melle, banda alınmış tanıklığında. Kasım<br />

olayını şöyle anlatıyordu:<br />

"Bizim Varto tarahnın Alevi liderlerinden Mehmet Halit Fu-at,<br />

devletin adamlarındandı. Aramızda ahbaplık vardı. Bizzat ondan<br />

dinledim. Şeyh Said'in ilk sorgusu Varto'da yapılırken, Mehmet<br />

Halit Fırat da hazır bulunuyor. Sorguyu yapan Osman Nuri Paşa,<br />

Şeyh Said Efendi'ye soruyor:<br />

Kasım için ne dersin?<br />

Şeyh şu cevabı veriyor:<br />

Kasım, hükümetin sadık adamı, bizim hainimizdi.<br />

Siz bu sözlerinizle onu arkadaşlığınızdan kopanyorsunuz,<br />

diyor Osman Nuri.<br />

Şeyh Said cevap veriyor:<br />

Zaten arkadaşım değildi ki koparayım. Bizim hainimizdi!"<br />

Melle Selim, kimliği bilindiği halde, Şeyh'in en yakınına nasıl<br />

sokulduğu hakkında da şunları anlanyordu:<br />

"Kasım, Şeyh Said tarafından itilmişti. Melekanlı Şeyh Abdul¬<br />

lah, onu hareketin içine aldı. Şeyh Abdullah, hareketin önemli<br />

adamlarından biriydi. Şeyh Said Efendi'nin de damadıydı. Şeyh<br />

Abdullah, Piran olayı padak verir vermez, harekete geçiyor. Gırvas<br />

köyünde büyük bir toplantı yapıyor. ToplanUya çevreden gelen 3<br />

bin kişi katılıyor. Harekete geçmek için Şeyh Abdullah'ın emrini<br />

bekliyor. Şeyh Abdullah bir konuşma yapıp diyor ki:<br />

içimizde askerliği ve savaşı bilen yok. Askeri komutan Ha¬<br />

lit Bey'di; o da Bitiis'te cezaevinde. Bize Halit Bey gibi biri lazım.<br />

Toplantıya katılanlar heyecanlı. Bidis'e doğru yola çıkmaya ka¬<br />

rar veriliyor. Bu sırada Kasım'm kardeşi Reşit ortaya çıkıyor. Gi¬<br />

dip Şeyh Abdullah'ın elini öpüyor. Emrinde olduğunu söylüyor:<br />

Varto hazır. Kasım, bizzat Varto'yu teslim edecek. Sizi gö¬<br />

türmeye geldim, diyor.<br />

Şeyh Abdullah Bey şaşırıyor:<br />

İyi ama, diyor. Kasım bizimle beraber değil. Bildiğimiz ka¬<br />

darıyla o devlete çalışıyor.<br />

Reşit, Kasım'a iftira edildiğini, ajan olmadığını, hareketi des¬<br />

teklediğini söylüyor. Kasım'ın kendisini kanıtiaması için fırsat<br />

99


verilmesini istiyor, yalvarıyor. Şeyh Abdullah, bunun üzerine yu¬<br />

muşuyor. Askeri bilgiye sahip kişiye ihtiyaç nedeniyle de Ka¬<br />

sım'ın katılma isteğine rıza gösteriyor.<br />

Kürt ileri gelenlerden kimsenin Kasım'a güveni yoktu. Ama<br />

olayların sıcaklığı içinde, Şeyh'e karşı çıkıp itiraz etmiyorlar.<br />

Gırvas'tan Varto'ya doğru yola çıkılıyor. Yolda, köylerden ko¬<br />

pup gelen adılar da kanlıyor. Kafile büyüyor. Bağlu, Başka, Da-<br />

dina ve Rindalya köylerinden Varto'ya gidiliyor. Varto kansız<br />

teslim alınıyor.<br />

Bu sırada Kasım, korkular içinde. Adı ajana çıktığı için vuru¬<br />

lup öldürüleceğinden korkuyor. Bir adamını gönderiyor Şeyh<br />

Abdullah'a,<br />

Eğer hayatım garanti akındaysa ve kabul ederse, gelip eli¬<br />

ni öpmek istiyorum, diyor.<br />

Gelsin, diyor Şeyh.<br />

Kasım çıkıp geliyor. Eğiliyor. Şeyh'in ayağını ağzına koyup<br />

öpüyor. Sonra ellerine sarılıyor. Ağlamaya başlıyor.<br />

Hata ettim, diyor. Hareketin başarılı olacağını düşünme¬<br />

miştim. Pişmanım. Beni affedin. Size biad ettim. Canım başım<br />

ve bütün sadakatimle davanın yolundayım, diyor.<br />

Şeyh Abdullah, ağlayan koskocaman adamı ayağa kaldırıyor.<br />

Tamam, diyor. Arnk mesele kalmadı. Bizimlesin...<br />

Şeyh Abdullah, onu da yanına alarak Hükümet Konağı'na gi¬<br />

diyor. Konağı teslim alıyor, Kürt bayrağı çekiliyor.<br />

Hükümet Konağı'nm önünde büyük bir kalabalık toplanmış.<br />

Binlerce kişi var. İnsanlar heyecanlı. Kimi heyecandan ağlıyor,<br />

kimi dua ediyor.<br />

Şeyh Abdullah, kalabalığa bir konuşma yapıyor. Halkın, Ka¬<br />

sım'a güvensizliğini ve öfkesini bildiği için olmalı ki, soruyor:<br />

Davamızda beni önder olarak kabul ediyor musunuz?<br />

Kalabalık bir ağızdan,<br />

Evet, diye bağırıyor.<br />

Bunun üzerine Şeyh Abdullah şöyle diyor:<br />

Siz beni kabul ettiniz. Fakat ben hayaum boyunca silah bile<br />

patlatmadım. Savaştan, askerlikten anlamam. Mademki bana gü¬<br />

veniniz var, ben de, cephemizin askeri sorumlusu olarak Kasım<br />

Bey'i tayin ediyorum. Sizin bana güvendiğiniz gibi, ben de ona gü¬<br />

veniyorum.<br />

loo


Şeyh Abdullah'ın bu sözleri soğukluk yaratıyor. İnsanların<br />

yüzü buruşsa da, o anda kimse açıktan 'hayır' diye bağıramıyor<br />

ama, kimi küsüyor, kimi mırıldanıp arkasını dönüyor, oradan<br />

ayrılıyor."<br />

Şeyh Abdullah, Kasım'ın isyana kanldığını ve komutanlığa getiril¬<br />

diğini bildirdiğinde; Şeyh Said, "Olan olmuş" diyerek memnuniyetsiz¬<br />

liğini belirtiyordu.<br />

Melle Selim anlatıyor:<br />

*<br />

"Kasım, yıllar sonra Varto'ya döndüğünde, oturup uzun uzun<br />

konuştuk. Ona Şeyh Said Efendi'yi sordum. Bana dedi ki:<br />

Şeyh Said öyle cesur bir adamdı ki, ne korktu, ne de kim¬<br />

seyi ele verdi. Yalan da söylemedi. Hiçbir şeyi inkâr etmedi.<br />

Hatta mahkeme reisi sordu:<br />

Neden isyan ettin?<br />

Şeyh cevap verdi:<br />

Ben dini vecibemi yerine getirdim.<br />

Reis tekrar sordu:<br />

Senden başka Müslüman yok muydu?<br />

Şeyh Said anında verdi cevabını:<br />

Herkesin göreviydi...<br />

Kasım, bazı Kürderin gösterdiği cesarete şaşırmışn. Bana, Da-<br />

dinanlı Temo'yu da övdü ve şunları söyledi:<br />

Dadina köyünden Devreş Ağa'nın torunu Temo'ya, mahke¬<br />

me sırasında, 'Hakime akrabam olduğunu söyle, ben de kabul<br />

edeyim. Benim koruduklarım asılmıyor. Seni <strong>kurt</strong>arayım' dedim.<br />

Hayır, dedi. Davamdan vazgeçmem. Beni <strong>kurt</strong>armanı da<br />

istemiyorum.<br />

Evrakta, bazı insanlann baba adlan, köyleri yanlış yazılmıştı.<br />

Bazen biri çıkıp köyüne itiraz ediyor, 'Ben oralı değilim' diyor¬<br />

du. Böylece olaylarla ilişkisi olmadığı anlaşılıyor ve ceza almak¬<br />

tan <strong>kurt</strong>uluyordu. Sahaglı Melle Emin'e dedim ki:<br />

Mahkemede kalk, ben Sahaglı değil, Bongılanlıyım de, kur¬<br />

tulursun, dedim. 'Olmaz' dedi. 'Davamdan vazgeçip can derdi¬<br />

ne düşmem.' Temo gibi, o da asıldı."<br />

lOI


YENİLGİ VE DIŞ DESTEK DEDİKLERİ<br />

Şeyh Said'in isyanı, hazırlıksız, zamansız, erken başlamış<br />

ayaklanma; dışardan zorlanarak padatılmış bir öfke birikimiydi.<br />

İsyancıların çoğu silahsızdı. Sopasını kapanın ayaklanıp katıldığı<br />

bir isyan...<br />

İsyan ateşinin yakıldığı asıl bölge, aşiret ve aile ilişkilerinin iç<br />

içe olduğu Erzurum'un güneyine düşen dağlar yayıydı. Hınıs,<br />

Varto, eski adı "Gonik" olan Karlıova yöresi...<br />

Aradan geçen ydlara rağmen, 2000'lerde hâlâ, babadan oğu-<br />

la geçen söylemle aile ve bireylerin hikâyesi söyleniyordu. Darbe<br />

yemeyen aile ve aile bireyi yoktu.<br />

Varto'nun İnalı köyünden Melle Şafii (Ballı), okumuş, düşün¬<br />

me sistematiğini kurmuş Şeyhler sülalesinden, bir Kürt aydınıydı.<br />

1951 ve 1952 yılları arasında Şeyh Said'in oğlu Şeyh Ali Rı¬<br />

za'nın yanında, Kolhisar köyünde Medrese öğrenimi görmüş ve<br />

Melle olmuştu.<br />

Melle Şafii anlattı:<br />

"Bizzat, Ali Rıza Efendi'den dinledim. Şeyh Said Efendi, isyan<br />

etmek fikrinde, ama Kolhisar'dan çıkarken, hemen başlatma gibi<br />

bir niyeti yoktu. Şeyh Ali Rıza'nın anlattığına göre niyeti, Kürdis¬<br />

tan'ı dolaşmak, ileri gelenlerle görüşüp görüş ve düşüncelerini al¬<br />

mak, kimin ne düşündüğünü anlamakü. Bundan sonra ittifaklar<br />

kurulacak, silahlı mücadele için hazırlıklar yapılıp, silah tedarik<br />

edilecek, iki sene sonra da harekât başlanlacaktı. Ali Rıza Efendi,<br />

Türk devletinin bilinçli ve hesaplı olarak Piran'da Şeyh'in yoluna<br />

çıktığını söylüyordu. Amaç, daha işin başındayken, hareketi bas¬<br />

tırmak, Şeyh Said Efendi'yi tutuklamaya gerekçe yaratmaktı."<br />

Halk isyan etmeye hazır, ama isyancıların hazırlığı, örgütlen¬<br />

me ağı ve kidelerin birbiriyle koordineÜ ilişkisi yoktu. Silahlan¬<br />

madan komuta kademesinin oluşturulmasına, savaşçıların eğiti¬<br />

mine kadar hazırlıksız başlayan bir isyandı bu.<br />

Organize olmamış, nerede ne zaman ne yapacağını, kimden<br />

emir alacağını da bilmeyen köylü kalabalığının ani isyanı...<br />

I02


Asıl önemlisi iletişim kopukluğu yüzünden, Kürdistan'ın bazı<br />

bölgeleri, isyandan haberii bile değildi. İsyan genel destekten<br />

yoksundu.<br />

Birkaç ili kapsayan bölgede çarpışmalar sürürken, "isyancı<br />

Botan" bunlardan habersiz gibi sessizdi.<br />

Aynca, isyancıların karşı karşıya bulunduğu ordu disiplinÜ,<br />

düzenliydi. Ordu geleneği, tek başına bir güçtü. Silah üstünlüğü<br />

de tarrişılmazdı. Kürderin pek çoğu silah yerine tırpan, kama, so¬<br />

pa kullanıyordu.<br />

İsyancılar, silahlarını önemli oranda Türk ordusundan elde<br />

ediyoriardı. Şeyh Said'in ifadelerinde anlattığına göre, Türk or¬<br />

dusundan top ve başka ağır silahlar ele geçiriyor, fakat bunlan<br />

kullanabilecek eleman bulamadıkları için tahrip ediyoriardı.<br />

Savaş görmemiş köylüler, Türk ordusunun toplan gürieyince<br />

paniğe kapılıyordu, "demir kuş" dedikleri uçaklar morallerini al¬<br />

tüst ediyordu.<br />

Melik Fırat, "yenilginin bir değil, birçok nedeni" olduğunu söy¬<br />

lüyordu.<br />

Bazı Kürt kesimlerinin saf değiştirip Kürderi arkadan vurması<br />

da etkenlerden bir başkasıydı. Bu durum en azından moralleri<br />

bozmuştu.<br />

Ağn yöresinin etkin kişiliklerinden Kör Hüseyin Paşa başlı<br />

başına bir faktördü. Bu Hamidiye Paşası, isyan fikrinin öncülerin-<br />

dendi. Fakat, ilk darbe olan Yusuf Ziya ve Halit beylerin tutuklan¬<br />

masından hemen sonra, korkmuş, kabuğuna çekilmiş, ardından<br />

saf değiştirmişti.<br />

Dersimliler, Karakocan bölgesinin etkin liderlerinden Necip<br />

Aga'ya tepkiliydiler. Çünkü o, Osmanlılar döneminde, Hamidiye<br />

Alaylan'nın başında, Dersim'e girmiş, halka zarar vermişti. Şeyh<br />

Said, Dersim tepkili diye Necip Ağa'yı isyana katmamış, o da önce<br />

yansızlığım ilan etmiş, sonrasında, arkadan vurmaya başlamıştı.<br />

Dersim ise en azından yansız kalacağını bizzat Şeyh Said'e taah¬<br />

hüt etmişti. Şeyh Said ise son ana kadar, Dersim'in imdada gelece-<br />

103


ğine inanıyordu. Bu beklentiyle, batı cephesi komutanı Şeyh Şerife<br />

sık sık nodar yazıyor ve "Dersim'de lehimize bir gelişme var mı?"<br />

diye soruyordu.<br />

Fakat bazı Dersim aşiretleri, o sırada eski hasımları Necip<br />

Ağa ile birleşmiş, isyancıları arkadan vurup köyleri talana başla¬<br />

mışlardı.<br />

Şeyh, bunun üzerine bari cephesi komutanına, Dersim'e tarafsız<br />

kalacaklanna ilişkin olarak verilen söze bağlı kalmalarını hatıriat-<br />

ması talimatım veriyordu. Şeyh Şerif bu amaçla, Elazığ'da, Dersim<br />

eski mebusu Hasan Hayri Bey'le buluşuyor ve Hasan Hayri, aşiret<br />

önderlerine, "tarafsızlığınızı koruyun" diye telgraf çekiyordu. Ha¬<br />

san Hayri, 1926 yılında, bu yüzden idam edilerek öldürülüyordu.<br />

Siverek ve Diyarbakır yöresinin bazı aşiretleri de, "arkadan<br />

vurma" hareketine kattlmışlardı. İsyan bölgesinde yaşanan man¬<br />

zaralardı, bunlar.<br />

İsyanm adeta engelsiz, hızla yayılması, Kürt önderlerini umut¬<br />

landırmış, nihai zaferin yakınlığına inandırmıştı. Fakat, asıl hedef<br />

olan Diyarbakır'ın zaptının başarısızlıkla sonuçlanması sonun<br />

başlangıcı olmuştu.<br />

Abdülmelik Fırat, "Yenilginin nedenleri" arasında, Halit Bey<br />

faktörünü öne çıkarıyor ve şöyle devam ediyordu:<br />

"Bu konuda kendi görüşlerimi değil, Şeyh Said Efendi'nin oğ¬<br />

lu ve kayınpederim olan Şeyh Ali Rıza Efendi'den bizzat dinle¬<br />

diklerimi nakledeceğim. O, olaylann içinde, sıcak ortamında<br />

bulunmuştu. Ali Rıza Efendi, sonucu birçok sebebe bağlıyordu.<br />

Sebeplerden birincisi; hazıriıklar erken açığa çıkmış, karşı ted¬<br />

birler alınmaya başlamıştı. Fakat erken haber almanın tahriban<br />

tamir edilmeyecek gibi değildi. Zaten böyle geniş ve genel halk<br />

yığınlanna dayanan hareketleri gizli tutmak da mümkün değil.<br />

Bu işe baş koyup çalışmaya girişenler, her şeyi hesaplamışlardı.<br />

Asıl tahribat Albay Halit Bey'in yavaş hareket etmesinden kay¬<br />

naklanıyor. Halit Bey, bütün askeri hazıriıklardan sorumlu kişiy¬<br />

di. İsyanın hareket noktası, politik çalışmadan çok, halkın silah-<br />

104


h güç olarak hazırlanmasına bağlanmışn. Fakat bütün bunlardan<br />

sorumlu rahmetli Halit Bey, sanki gelip tutuklamalarını bekler<br />

gibi, Erzurum'da evinde oturuyor. Hem örgütleme ve organizas¬<br />

yonda yavaş hareket ediyor, hem de bir türlü Erzurum'dan ayn-<br />

hp el akından uzaklaşmıyor. Organizasyon eksikliği de büyük.<br />

Kendisinden sonra gelecek ikinci bir askeri kişiyi bile tespit edip<br />

görevlendirmiyor. Kimseye görev ve sorumluluk vermiyor. Ken¬<br />

disi tutuklanınca her şey başsız kaldı. Halk ne yapacağını bile¬<br />

mez oldu. Yeni baştan yapılan organizasyon da zaman darlığı<br />

yüzünden yetiştirilemedi. Halbuki Şeyh Said Efendi, onun gör¬<br />

mesi gereken olayları uzaktan bakarak görüyor; 1924 yazında,<br />

karşı tedbirleri, hazıriıklan ve ortalıkta dolaşan ajanları sezinli¬<br />

yor, Halit Bey'i ikaz ediyor. Erzurum'dan aynlmasını istiyor.<br />

Ama Halit Bey çok rahat bir insandı. Şeyh Said Efendi'nin<br />

uyanlanna da aldırmıyor. Çok geçmeden Bidis eski Mebusu<br />

Yusuf Ziya Bey tutuklanıyor.<br />

Artık tehlike ortada açık olduğu halde, Halit Bey Erzurum'da¬<br />

ki konağında oturmaya devam ediyor. Şeyh Said Efendi, onun<br />

bu korkusuz rahadığına sinirieniyor. Bir kere daha ikaz ediyor.<br />

Bir pusula yazıp gönderijor. Diyor ki:<br />

'Etrafinda dolaşıyorlar. Erzurum'daki konağında oturup Kürt<br />

köylülerle sohbete dalacağına, komutan olarak işinin başına geç.<br />

Erzurum'dan ayni. Halkın arasına karış. Askeri hazıriıklar yap.'<br />

Fakat rahmetli Halit Bey çok geniş, çok rahat bir kişiydi.<br />

'Efendi fazla büyütüyor. Bir şey olmaz' diyerek, Erzurum'da<br />

kalmaya devam ediyor. Adeta tutuklanmasını bekliyor. Çok<br />

geçmeden de, gelip onu konağından alıyorlar.<br />

Bu olay çok şeyi etkiledi. Hareket başsız kaldı. Geride kalan¬<br />

lardan kimsenin askeri ve savaş tecrübesi yoktu. Bu haliyle, za¬<br />

ten askeri nosyondan yoksun olan hareket, Şeyh Said Efendi'nin<br />

kişiliğiyle yürüyordu. Şeyh Said Efendi de Kasım'ın tuzağında<br />

esir düşünce, halkı sürükleyen lider kalmadı."<br />

Şeyh Said'in oğlu Şeyh Ali Rıza, isyan günleri boyunca baba¬<br />

sının yanındaydı. Babasının tutsak düşmesinden sonra, bir süre<br />

105


kaçak yaşamış, ardından yurtdışına çıkmış, yeniden isyan için<br />

"Hoybun "un kuruluşuna katılmış, genel af ilan edilince dönmüş,<br />

cezaevine girip çıkmış, sürgünde kalmıştı. Şeyh Ali Rıza, daha<br />

sonra köyü Kolhisar'a dönmüş ve atalannın Medrese geleneğini<br />

sürdürüp dini eğitim vermeye başlamışn.<br />

Melle Şafii anlatıyor:<br />

"Diyarbakır başansızlığının nedenini Ali Rıza Efendi'nin ağ¬<br />

zından dinledim. Türkler, kendi askerierini Kürder gibi giydiri-<br />

yoriar. 'Şal u sapık' içinde Diyarbakır sokaklanna dökülüyor,<br />

Kürtçe 'yaşasın Şeyh Said!' diye bağırarak, kadınlara el anyor,<br />

boyunlarındaki altınları çekip alıyor, evleri, mağazalan yağma-<br />

hyoriar. Halk bunlan gerçekten Kürt sanıyor. 'Şeyh Said bunun<br />

için mi ayaklandı?' diye tepki duyuyor. Desteğini esirgiyor, kimi<br />

karşı cephede yer alıyor, kimi de kapısını kilitleyip içeriye kapa¬<br />

nıyor. Şeyh Said, bu olaylara çok üzülüyor. Gerçeği anlatmak<br />

için çırpınıyor. Muhasarayı kaldırmasının tek nedeni bu değil<br />

tabii. Ama bunun da etkisi oluyor."<br />

Asıl neden olmasa bile, "isyanın kırılmasında" provokasyonla-<br />

nn etkisi vardı. Cephe gerisinde, halkı isyancılara karşı kışkırtmak,<br />

tepkici kılmak üzere, parayla tutulmuş ajan, provokatör biriikleri<br />

oluşturulmuştu. Bunlar, köylere kadar yayılmış, şehir sokaklanm<br />

ise kontrolleri altına almışlardı.<br />

Kışkırtıcı ajanlar ordusunun bireylerinden biri de, Liceli bir<br />

gençti. Dönemin bu genci, 1980'ler Diyarbakır'ının "dede" diye<br />

hitap edilen "rengi"ydi. "Dede" gündüzleri, şehrin merkezindeki<br />

köşede oturuyor, "o günleri anlatır mısın?" diyenlere, "hele yüzü¬<br />

me tükür, sonra anlatayım" cevabını veriyor, sonra anlatıyordu:<br />

"O zaman, çocuklukla delikanlılık arasında bir yaştaydım.<br />

Şeyh Said'in askerieri Diyarbakır surianm sarmışlardı. Türk as-<br />

kerieri, surlann içinde mahsurdu. Biz de içerdeydik, Silahlar pat¬<br />

lıyor, surların tepesinde toplar gürlüyordu. Ortalık gürültü patır¬<br />

tı içindeydi. Şeyh Said'in askerlerinden surları aşıp içeriye giren¬<br />

ler vardı. Kimdi şimdi hanrlamıyorum ama, bir adam biz çocuk-<br />

lan, delikanhlan topladı. Bize para verdi. Evleri, dükkânlan ta¬<br />

lan etmemizi istedi. Dükkânlardan alacaklanmız bizim olacakn.<br />

ıo6


Bir de dönüşte ayrıca para alacaktık. Ortalıkta bir sürü işsiz güç¬<br />

süz vardı, benim gibi. Söylenenleri yaptık. Dükkânlann kapılan-<br />

nı, camlarını kınp içindekileri aldık. Evleri taşladık. Kırdık dök¬<br />

tük. Bunu yaparken de, bize söylendiği gibi 'Yaşasın Şeyh Said!'<br />

diye bağırdık. Bizim yaptığımızı görenler ve zarara uğrayanlar,<br />

'Şeyh Said bunun için mi savaşıyor?' diyerek soğudu, geri çekil¬<br />

di. Kızgmhktan karşı cephede yer alanlar oldu."<br />

Elazığ'da da benzer olaylar yaşanıyordu. Elazığ olaylarını ya¬<br />

şayanlardan biri anlatıyordu:<br />

"Elazığlılar, Şeyh Said'in askerleri geliyor diye sokaklara dökül¬<br />

düler. Sevinç ve alkışlaria karşıladılar. Fakat görülen manzara ve<br />

şehirde yaşananlar, coşkulu desteği bir anda tepkiye dönüştürdü.<br />

Çünkü Şeyh Said'in askerieri diye karşılanan köylü kalabalığından<br />

bazıları şehre dalmış, kırıp geçiriyor, çapulculuk yapıyordu. Bu<br />

manzarayı gören halk, evine kapanıp kapılanm kapam. Şeyh Şerif<br />

ve adamları bütün çabalarına rağmen çapulculukları engelleyeme-<br />

diler. Çapulculann yapnklan. Şeyh Said'in askerlerine mal edildi.<br />

Halk desteğinden mahrum, orta yerde kalakaldılar. Onun için.<br />

Şeyh Şerif Malatya'ya yürüme konusunda emir veremedi. Başı bo¬<br />

zukluğu disipline etmeye çalışırken bozgun başladı."<br />

Şeyh Said İsyanı, 1800 yılında başlayıp gelen isyanlar zinciri¬<br />

nin bir halkasıydı. Bu yönüyle yeni değildi. Var olan sorunlann<br />

silah gücüyle giderilmesi çabası...<br />

Fakat, Türk devleti "sorunlann varlığını" kabul etmiyordu. Os¬<br />

manlı'dan kalma gelenekle sorunları şiddet yoluyla "yok" saymaya<br />

çalışıyor, o arada "sorun olmadığı halde" yaşanan ayaklanmayı, yi¬<br />

ne eski kolaycı, kestirmeden gelenekle "dış güçlerin kışkırtmasına"<br />

bağlıyordu.<br />

Ankara'ya göre, bu isyan "dış güçlerin", özellikle de, "emper¬<br />

yalizm" diye tanımladığı İngiltere ile Fransa'nın "tahriki" sonucu<br />

patlak vermişti.<br />

Oysa, tarih gerçeklerinin dokusu öyle değildi. Gerçekler söy¬<br />

lemleri tekzip ediyordu.<br />

107


1923 yılında, Lozan'da imzalanan anlaşmayla TC'nin sınırla¬<br />

rını çizen, tapusunu veren Fransa ile İngiltere idi. Kürt sorununu<br />

yadsıyan da...<br />

İki yıl önce çizdikleri sınırlardan pişmanlık duymaları için bir<br />

neden yoktu.<br />

Aynca, Türkçeye de çevrilmiş belge, bilgi ve kitaplar da, "em¬<br />

peryalizmin oyunu" söylemini yalanlıyordu. Çünkü, suçlananlar<br />

Türkiye Cumhuriyeti'ne yardımda bulunmuştu.<br />

Ermeni yazar Garo Sasuni, "Kürt Ulusal Harekederi ve Erme-<br />

ni-Kürt İlişkileri" adındaki kitabında Şeyh Said İsyanının bastınl-<br />

ması için İngiltere ve Fransa'nın yaptığı yardımları uzun uzun an¬<br />

latıyor.<br />

Sasuni'nin yazdığına göre, İngiltere, o dönemde egemen olduğu<br />

İrak sınırını tutarak, Barzani'nin güneyden yardıma gelmesini önle¬<br />

di. Fransa da Suriye sınırını tutmakla kalmadı, Türk biriiklerinin ar¬<br />

kadan kuşatması için Suriye'den geçen demir yolunu emrine verdi.<br />

O nedenle Kürt çevreleri, İngiltere ve Fransa'nın tutumlannı<br />

da yenilginin nedenleri arasında sayıyorlar.<br />

BAŞBAKAN, "AMAÇ KÜRTÇÜLÜKTÜR" DİYOR<br />

Makedonyalı Fethi Okyar, Atatürk'ün hemşehrisi ve gençlik<br />

yıllanndan beri yakın arkadaşıydı. Atatürk'ün adını duyurmasın¬<br />

da da etkin rol oynamıştı.<br />

Çanakkale yenilgisinden sonra, Atatürk bakan olmak istedi¬<br />

ğinde, en azından anımsatmak için bir gazete yayınlamış ve bu ga¬<br />

zetenin sahipliğini Fethi Bey üstlenmişri. Gazete Atatürk'ü tanıtı¬<br />

yor, bu arada Saray nezdindeki görüşmelerini haber veriyordu.<br />

Fethi Bey, daha sonraki süreçte, Atatürk'ün yakın çevresinde<br />

yer alıyor ve Başbakanlığa atanıyordu.<br />

Fethi Bey Hükümeti, isyanı bastırmak için askeri birlikler<br />

sevk etmiş, bu arada sıkıyönetim ilan etmiş, isyan bölgesinde as¬<br />

keri rejimi yürüdüğe koymuştu. Başbakan, 25 Şubat 1925 günü,<br />

parlamentoda sıkıyönetimin gerekçelerini anlatırken, ilk kez<br />

ayaklanma hakkında ayrıntılı bilgi veriyordu.<br />

Uygulanan sansür yüzünden, kamuoyunun önemli bir bölümü<br />

ıo8


ir Kürt isyanının varlığından bile doğru dürüst haberli değildi.<br />

Kamuoyu ilk kez Başbakan'ın bu konuşmasıyla "isyanın var" ol¬<br />

duğunu öğreniyordu.<br />

Başbakan, "isyanm ayırımcı nitelikli ve Kürdistan'ı kurma<br />

amaçlı" olduğunu söylüyordu.<br />

Fakat, daha sonra "Kürt sorunu" bulunduğunun dünyaca bilin¬<br />

mesi "milli menfaatlere aykırı" bulunduğu için, İsmet İnönü Başba¬<br />

kan olur olmaz, basına bir genelge göndererek, "dinsel amaçların<br />

öne çıkarılmasının memleket menfaatine" olacağını bildirmiş ve bu<br />

isteği yerine getirilerek, bağımsızlık amacı "yok" sayılmıştı.<br />

Başbakan Fethi Okyar parlamentoda yaptığı konuşmada şöyle<br />

diyordu:<br />

"Bilindiği üzere, geçen yaz ortalarında Nasturi Harekâtı ya¬<br />

pılmış ve bu harekât sırasında bazı subaylar (Yüzbaşı İhsan Nu¬<br />

ri ve arkadaşları) yabancıların propagandasına kapılarak sınırın<br />

güneyine gitmişlerdir. Vatan ihanetine işaret eden bu harekâtın<br />

içerdeki teşvikçileri hakkında elde ettiğimiz delil ve belirtiler<br />

üzerine bazı kişiler, Bitlis Askeri Mahkemesi'nde yargılanmak<br />

üzere (Albay Halit Bey ve Yusuf Ziya Bey) tutuklanmışlardır.<br />

Tutuklananlarla uzak ya da yakından ilişkisi olan ve askeri<br />

mahkemece tanıklığına gerek görülen Nakşibendi şeyhlerinden<br />

Şeyh Said adında bir kişi vardı. Bu zat, bundan bir süre önce ya¬<br />

nına mürit ve taraftarlarını alarak Genç ilinde bir geziye çıkmış,<br />

uğradığı yerlerde bazı kişilerle, özellikle hükümete muhalif olan<br />

unsurlarla sıkı ve gizli görüşmelere girişmiştir. Bu arada Piran'a<br />

uğramıştır. Şeyh Said'in yanında bulunan iki kişinin firari oldu¬<br />

ğunu fark eden jandarmanın bu kişileri tutuklamaya kalkışması<br />

üzerine. Şeyh Said jandarmalara silah çekilmesi konusunda emir<br />

vermiş ve çatışmalardan sonra jandarmaları esir etmişlerdir. Bu<br />

suretle isyan başlamışnr.<br />

Yalnız, isyanda harekâta başlamadan önce, biri Halep'te, di¬<br />

ğeri İstanbul'da bulunan iki oğlunun Hınıs'a gelmesini istemiş<br />

ve onlarla görüştükten, Halep'te ve İstanbul'da ilişkide bulun¬<br />

duğu olası kişilerden haberler aldıktan sonra harekâta başlamış¬<br />

nr. Söylediğim olay (isyan), Piran'da 13 Şubat'ta meydana gel¬<br />

miştir. Olayı başlatmakla birlikte derhal telgraf hadarmı kesmiş<br />

ve hükümete isyan ettiğini ilan etmiştir.<br />

109


Aynı günün gecesinde. Hacı Talat adında bir kişi, Genç hapis¬<br />

hanesine ve jandarma birliğine saldırmış, baskın şeklinde mey¬<br />

dana gelen bu olayda jandarmalarımız esir düşmüş, silahlarına<br />

el konulmuştur.<br />

Çabakçur'da (Bingöl) da hükümet konağına aynı biçimde<br />

baskın olmuş ve hükümet konağı ele geçirilmiştir. Bu surede<br />

Genç, Çabakçur, Hani, Lice ve Palu ilçeleri de daha sonra buna<br />

katılmak üzere, bu yöreler isyan mıntıkası haline gelmiştir. Bu¬<br />

nun üzerine yöredeki en büyük askeri kumandan, yakındaki bir¬<br />

liklerin müdahalesini emretmiştir, isyan birkaç ili kapsadığı için,<br />

isyan mıntıkasını tedip etmek (temizlemek) üzere, Üçüncü Ordu<br />

Müfettişi Kazım Paşa'ya görev verilmiştir. Kazım Paşa'nm em¬<br />

rindeki müfrezelerden biri Hınıs boğazından geçerek Lice'ye git¬<br />

mek üzere hareket etmiş, diğeri de Piran köyüne uğrayarak Ha¬<br />

ni üzerinden Lice istikametine doğru yürümek emrini almıştır.<br />

Hınıs boğazından hareket eden müfreze, boğazın işgal edilmiş<br />

bulunduğunu ve hareket halinde bulunan müfrezeye ateş edil¬<br />

mekte olduğunu ve boğazın set edilmiş bulunduğunu görünce,<br />

müfreze boğazı sökmeye muvaffak olamamış ve boğazın güne¬<br />

yinde bir köyde kalmaya mecbur olmuştur.<br />

Yine Piran köyü üzerinden Hani yoluyla Lice'ye hareket eden di¬<br />

ğer müfreze Piran'a varmış ve orada bulunan tüfek (tüfekli adam¬<br />

lar) ile karşılaşmış, meydana gelen çatışmada onları tenkil (yok et¬<br />

miş) ve kaçmaya mecbur etmiştir. Ondan sonra Hani yönüne ha¬<br />

reket etmiş, keza 'ussatı tenkil' eylemiş ve Hani'de karargâh kur¬<br />

muştur. Bu tenkil (yok edilme) neticesinde, Hani'deki müfreze bir<br />

gece, günbatımmdan yarım saat sonra, ansızın 'teslim, teslim, salli<br />

âlâ Muhammed' sedalan ile her taraftan gelen köylülerin baskını¬<br />

na uğramıştır. Baskına yazık ki halk da katılmıştır. Savunma ya¬<br />

pan askerlere içerden ve dışardan ateş edilmiş, askeri birlik ateş al-<br />

Unda kalınca geri çekilmek zorunda kalmış ve Hani'nin güneyinde<br />

bir köye kadar gelmiştir. Bu surede olayın önem ve ciddiyeti orta¬<br />

ya çıktığına ve çevrede bulunan askeri birliklerle yetinemeyeceği<br />

kadar önem taşıdığına inanan hükümet, daha önemli askeri kuv¬<br />

vet seferber edip gönderilmesine karar vermiş ve bunun için gerek¬<br />

li önlemleri almıştır. Bu amaçla oluşturulacak askeri birlikler, ya¬<br />

kında isyan bölgesine hareket edecektir. Umarım bu isyan, hükü¬<br />

metimizin terbiye tokadına vesile teşkil edecektir.<br />

no


Efendiler, bu ussat (isyancılar) Palu bölgesini ele geçirdikten<br />

sonra, dün de Elazığ il merkezine saldırmışlardı. Orada bulunan<br />

birliklerimiz, dün gece yarısından öğleye kadar şehri kahraman¬<br />

ca savunmuşlardır. Metince savunmadan sonra, her taraftan hü¬<br />

cum eden asilere dayanamadıklarından, maalesef şehri terk ede¬<br />

rek, güneydeki Izoli köprüsüne çekilmek zorunda kalmışlardır.<br />

Şimdiye kadar anlatnklarım, isyanın askeri yönünden ibaret¬<br />

tir. Bu isyan hareketi ne amaçla meydana gelmiştir. Ne gibi ge¬<br />

rekçelerle zavallı saf halk kandırılarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin<br />

gücüne karşı kıyama sevk edilmiştir? Bu konuda heyetinize bilgi<br />

vermek için, ussat yerinde bulunmuş bir mektuba nazaran; güya<br />

Türkiye Cumhuriyeti hükümeti o yörede 800 kişinin katline ka¬<br />

rar vermiş ve katlolunacak kişiler arasında Şeyh Said de bulun¬<br />

makta imiş. Bu maluman para karşılığında elde etmiş ve bundan<br />

<strong>kurt</strong>ulmak için zaten muzmerri olan isyanı şimdi yapmaya mec¬<br />

bur olmuştur. Bu isyandan maksadı da şeriatın temininden iba¬<br />

ret bulunuyormuş.<br />

Diğer bir belgede, alınan raporların birinde deniliyor ki: Hadi¬<br />

se padişahlık, hilafet, şeriat, Abdülmecit'in oğullarından birinin<br />

saltanatını temin gibi irticai bir propaganda puşidesi akında Kürt¬<br />

çülüktür. Bu genel olarak kabul edilebilir. Ancak bu umumiyet<br />

içinde, eylem Piran'da zamansız patiadığı için, güçsüz olan Piran,<br />

Lice, Genç bölgesine mahsur kalmıştır. Halen Lice ve Piran hattı¬<br />

nın az güneyi ve Genc'e kadarı ve kuzeyi, arz ettiğim propaganda<br />

levisine fiilen kapanmış gibidir. Fakat, ötede beride dolaştıkları<br />

işitilen ve ele geçirilemeyen tanınmış Kürtçü kişilerin eyleme teş¬<br />

vikleri vardır.<br />

Bu rapor 17 Şubat tarihinde gelmiştir. Bundan başka Diyar¬<br />

bakır'da, isyanla ilgili olduğu anlaşılan bazı unsurlar tarafından,<br />

19 Şubat günü hükümet konağı civarına ve askeri karargâh ci¬<br />

varına, el yazısı ile yazılmış iki adet bildiri yapışnrılmıştır. Bu<br />

bildirilerde. Gazi Paşa aleyhinde, ordu aleyhinde ve özellikle su¬<br />

baylar aleyhinde ve paşalar aleyhinde, devlet memurları aleyhin¬<br />

de birtakım kötü ve ağza alınmayacak sözler sarf edilmiştir.<br />

Öldürülen birinin üzerinden çıkan bir mektup dikkat çekici¬<br />

dir. Mektupta, 'Kürdistan'da bir hükümetin kurulması için do¬<br />

laşarak Piran'a gelen Şeyh Said Efendi'nin beraberindeki iki<br />

III


mahkiîmun tutuklanması üzerine olayın meydana geldiği ve iki<br />

yıldan beri cereyan eden fikir ile sözlerin bugün hayata geçiril¬<br />

mek istendiği ve Şeyh Said'in Hani'ye taarruz ve oradan Genc'e,<br />

Lice'ye hücum ile Piran'a geri dönüş ve Piran'm merkez yapıla¬<br />

cağını, aynı zamanda Muş, Bitlis, Erzurum'da ve Hınıs'ta hare¬<br />

kât başlayacağı ve Türk memurlarının hapis, güven veren Kürt<br />

memurlarının serbest bırakılacağı, güven vermeyenlerin tutukla¬<br />

nacağı, halkın canına malına kesinlikle müdahale edilmemesi,<br />

islamiyet mahvedildiği için ihyasına çalışılmasına, Cenab-ı<br />

Hakk'ın Şeyh Said Efendi'yi aracı yaptığı yazılmaktadır."<br />

OKYAR GİDİYOR İNÖNÜ GELlYOR<br />

Atatürk, isyanın şiddetle bastırılmasını istiyor. Başbakan Fet¬<br />

hi Okyar'ı yumuşak buluyordu. İsmet Paşa (İnönü) şiddet için<br />

aranan adamdı.<br />

İnönü, tatilini kesip Ankara'ya dönüyor, evinden önce, doğru¬<br />

ca Atatürk'e gidiyor ve "elimi masum insanların kanına bula¬<br />

mam" dediği öne sürülen Fethi Bey'i görevden alma süreci başlı¬<br />

yordu.<br />

"Azil" işlemi, "demokratik" yöntemlerle yapılıyordu.<br />

Parlamentonun yapısı tek parti diktatörlüğüne dayanıyordu.<br />

CHP hem diktatörlüğü, hem de parlamentoyu temsil ediyordu. 2<br />

Mart 1925 tarihinde, aynı zamanda CHP meclis grubunda olan<br />

parlamentoya verilen bir güvensizlik önergesiyle. Başbakan düşü¬<br />

rülüyor, aynı gün yerine İsmet Paşa (İnönü) atanıyordu.<br />

Başbakan değişikliğine neden olan "iç çatlama", basında, "de¬<br />

mokratik bir işleyiş" varmış havasında, ama tek kalemden çıkmış<br />

gibi haberlerle yer alıyordu. Tek parti iktidarının resmi yayın or¬<br />

ganı Hakimiyet-i Milliye gazetesi, 2 Mart 1925 tarihli sayısında,<br />

meclisin on saat süren gizli toplantısında hükümetin düşürüldüğü¬<br />

nü haber veriyordu. Gazetenin haberinde şöyle deniliyordu:<br />

"CHP'de on saat devam eden toplantıda meydana gelen gö¬<br />

rüşme ve taruşmalar gizli olduğundan, ayrmnları bizce bilinme¬<br />

mektedir. Ancak görüşme ve tarnşmaların, isyanın şiddede bas-<br />

nnlmasım isteyen çoğunlukla, normal önlem ve harekâdarla<br />

112


asnrılacağmı sanan ve yumuşaklık taraftarı olan Fethi Bey<br />

(Okyar) ve onunla aynı fikirde olan doğu illeri milletvekilleri<br />

arasında geçtiği sanılıyor. Yumuşama ve şefkat taraftarı olan<br />

Fethi Bey'in azınlıkta kaldığı, İstiklal Mahkemelerinin oluşturu¬<br />

larak isyanm şiddetle 'tedip' (terbiye) ve 'tenkihne' (susturulma¬<br />

sı) taraftar olanların çoğunluğu kazandıkları tahmin ediliyor."<br />

Yeni Başbakan ismet Paşa, zaman geçirmeden beklentileri<br />

gerçekleştirmeye koyuluyor, şiddet yasaları ardı ardına yürürlü¬<br />

ğe giriyordu.<br />

İlk aşamada, olağanüstü yetkilerle donatılmış İstiklal Mahkeme¬<br />

leri görev başı yapıyordu. Bu mahkemelerde, yargı görevini yerine<br />

getirecek personelde, hukuk öğrenimi aranmıyordu. Asker ya da si¬<br />

vil olmaları da önemli değildi. Önemli olan rejime bağlılıklarıydı.<br />

O nedenle birçok sivil politikacı ile asker yan yana oturup insan¬<br />

ları yargılıyor, idam kararlan üretiyorlardı. Mahkemelerin kararla¬<br />

rı her türlü denetimin dışında bırakılıyordu. Kimsenin hakkındaki<br />

karar için üst makam ya da mahkemede itiraz hakkı yoktu.<br />

İdam kararlarının parlamento onayına sunulma. geleneği de<br />

ortadan kalkıyor, infazların gecikmeksizin, derhal yerine getiril¬<br />

mesi yetkisi de bu mahkemelere veriliyordu.<br />

*<br />

İçişleri Bakanhğı'nın 25 Mart 1925 tarihinde bütün valiliklere<br />

gönderdiği genelgede, Kürtlüğün din perdesinin ardına gizlendiği<br />

belirtiliyor, olaylar karşısında sıkıyönetim ilan edildiği hatırlatdı-<br />

yor ve sıkıyönetimin verdiği yetkiler kullanılarak, isyancılarla yan¬<br />

daşlan hakkında gerekenin yapılması isteniyor, şöyle deniliyordu:<br />

"Kürtlük cereyanının başında bulunmasından dolayı, hiyanet-<br />

i harbiye (savaşa ihanet) ve vataniye suçu ile Bidis Divan-ı Har-<br />

bi'ne çağnlmışken firar eden ve Harb-i Umumi (büyük savaş) es¬<br />

nasında dahi, Ruslaria aleyhimizde teşriki mesai eyleyen (işbirii-<br />

ği yapan) Hınıslı Şeyh Said, son zamanlarda dış düşmanlarımızın<br />

teşviki ile halkın cehaletinden yararianarak, 'mintarafillah gön¬<br />

derilmiş peygamber' kisvesi akında Kürdük ve saltanat ve hilafet<br />

lehinde ve Cumhuriyet aleyhinde irticai propaganda yapmak<br />

113


üzere, çoğunluğu sabıkalı ve mahkûmlardan oluşan yandaşlarıy-<br />

la Hınıs'tan, Genç ve Palu üzerinden Ergani Maden ili dahiline<br />

girmiş ve Piran köyünde, yanında bulunanlardan bazı suçluların<br />

tutuklanması sırasında müfrezeye silah çekmiş, isyan etmiştir.<br />

Alınan önlemler ve gönderilen kuvvederle köy ve jandarmalar<br />

<strong>kurt</strong>arılmış ise de, din perdesi akında bir Kurdistan kurmaya ve<br />

Cumhuriyet aleyhine gelişmeye giden isyan Genç ili, Diyarba¬<br />

kır'ın Lice ve Elazığ'ın Palu ilçelerine yayılmış, Elazığ il merkezi<br />

bile işgal edilmiştir."<br />

Bildirinin ikinci maddesinde, Musul ve Yunanistan sorunu<br />

nedeniyle Türkiye Cumhuriyeri aleyhine bazı dış tertiplerin bu¬<br />

lunduğu şu sıralarda, isyanın basrirılması için, mevcut gücün ya¬<br />

nma ek olarak, yeni birliklerin oluşturulması için seferberlik ilan<br />

edildiği de hatırlatılıyordu.<br />

Bundan sonra, güç, yer yer mahkeme yerine geçiyor, birinin<br />

kararı dağlarda, yol ve köylerde hayat karartıyordu. Kürt köyle¬<br />

ri yakılıp yıkılıyor, toplu cinayetler işleniyordu.<br />

Terör devleri iş başındaydı, arrik...<br />

Korku yalnız isyan bölgesine değil, genele yayılmışri. Kork¬<br />

mak için muhalefet etmiş olmak gerekmiyor, iktidar şeflerini öv¬<br />

memek de yeterli oluyordu.<br />

Başbakan İsmet İnönü, 7 Nisan 1925 tarihinde mecliste yaptı¬<br />

ğı konuşmada, benzer olayların bir daha tekrarlanmaması için is¬<br />

yan bölgesinde gerekli önlemlerin alınacağını, alınacak adÜ ve ida¬<br />

ri önlemlerin meclise sunulacağını söylüyor, "ümit ederim ki, ala¬<br />

cağımız tedbirler, memleketin her yerinde, bilhassa, o bölgesinde<br />

tesirini gösterecektir" diyordu.<br />

İnönü, yapacaklarını "şiddetle, asla müsamaha etmeksizin,<br />

derhal fesadı bastırmaktan ibarettir" diye açıklıyordu.<br />

Hemen ardından genel seferberlik ilan ediliyor, yedek asker¬<br />

ler silah altına alınarak, genel taarruz için ordu büyütülüyordu.<br />

Bu arada, isyan, ilgisi olmayan kesimlerin, dikta rejimine kar¬<br />

şı çıkan Türklerin tasfiyesi, ayıklanması için de firsat olarak de-<br />

114


ğerlendiriliyordu. Basını susturmak üzere sansür yasallaştınlıyor,<br />

dehşeti ydlar süren "Takriri Sükûn Yasası" yürürlüğe konuyordu.<br />

Yalnız Kürtler için değil, bütün muhalifler için korku dönemi<br />

başlamıştı.<br />

"Takriri Sükûn Yasası"nın hedefleri alabildiğine geniş ve uy¬<br />

gulayıcıların her türlü yorumuna açıktı. Sistemin istediği gibi<br />

"adam olmayıp", emrine girmeyen basın başlıca hedefti. Parla¬<br />

mentoda şu ya da bu şekilde muhalif davranmış poÜtikacılar da...<br />

İsyan bahane edilerek, "Takriri Sükûn Yasası" Demoklesin<br />

kılıcı gibi bütün muhalefetin başı üstünde sallandırılıyor, "tek<br />

sesli" bir toplum yaratılıyordu.<br />

Dönemin iki ünlü gazeteci ve yazarı Ahmet Emin Yalman ve<br />

Hüseyin Cahit Yalçın rejime açıktan muhalefet etmiyor, ama bü¬<br />

tün yapılanları da övmüyorlardı. Ahmet Emin ve Hüseyin Cahit, ,.<br />

"Kürt isyanını özendirdikleri" gerekçesiyle tutuklanıp Elazığ İs¬<br />

tiklal Mahkemesi'nde idam cezası istemiyle yargılanarak tutum¬<br />

larının bedelini ödüyorlardı.<br />

İki yazar, Atatürk'e birer telgraf gönderip pişmanlık ve bağlı¬<br />

lık bildiriminden sonra idamdan <strong>kurt</strong>uluyorlardı. Ancak Ahmet<br />

Emin, emirle meslekten men cezasına çarptırılıyor, yıllar sonra A-<br />

tatürk tarafından affedildikten sonra mesleğine dönüyordu.<br />

*<br />

Öte yandan isyan, siyasal, sosyal ve ekonomik alandaki bütün<br />

hayallerin gerçekleştirilmesi için araçtı. "İsyan" gerekçe gösterilerek,<br />

diktatörlüğün demirden duvarları inşa ediliyor, ırkçı politikalar yü¬<br />

rürlüğe konuyordu.<br />

Kürtlerin inkârı ve dillerinin yasaklanması bu dönemin ürü¬<br />

nüydü. Bu, hayali kurulan "ulus devlet" (tek halklı devlet) mode¬<br />

li için ilk adımdı.<br />

1925 yıhnda, gizlice yürürlüğe konan "Şark Islahat Planı" ile,<br />

daha bir yd öncesine kadar "kardeş" ve devletin ortağı gösterilen<br />

Kürtlerin "var olmadığına" karar veriliyor, dilleri yasaklanıyor¬<br />

du. Şark Islahat Plam'nın 41. maddesinde şöyle deniliyordu:<br />

115


"Malatya, Elazığ, Diyarbakır, Bidis, Van, Muş, Urfa, Ergani,<br />

Hozat, Erciş, Ahlat, Palu, Çarsancak, Çemişgezek, Ovacık, Adı¬<br />

yaman, Besni, Arga, Hekimhan, Birecik, Çermik vilayet ve kaza<br />

merkezlerinde, hükümet ve belediye dairelerinde ve diğer kuru¬<br />

luşlarda, okullarda, çarşı ve pazarlarda, Türkçeden başka dil<br />

kullananlar, hükümet ve belediyenin emrine aykırı davranmak¬<br />

la suçlanacak ve cezalandırılacaktır."<br />

Bu karardan sonra, sokakta Kürtçe konuşmak suç, suçun kar-<br />

şdığı dayak ve para cezasıydı. Pazara ürün getiren köylüler, da¬<br />

yak ve para cezasından <strong>kurt</strong>ulmak için müşterileriyle el ve kol ha¬<br />

reketleriyle diyalog kurmak zorunda kalıyorlardı.<br />

Benzer bir uygulama, henüz yeryüzünde yoktu. Evrensel tari¬<br />

he "Türklerin yeni buluşu" olarak geçti mi, bilmiyorum...<br />

ŞEYH SAİD YAKALANIYOR<br />

Melle Şafii (Aydın) anlatıyor:<br />

"Şeyh Said Efendi, Diyarbakır'dan ayrıldıktan sonra, konakla¬<br />

ya konaklaya bir adı grubuyla birlikte Solhan tarafina, "Exi"<br />

(Eği) köyüne geliyor. Binbaşı Kasım'ın da köylüsü olan, sonra bi¬<br />

tişiğindeki Baskan'a yerleşen Melle Yadin (Aydın), o sırada Sil¬<br />

van tarafinda (Farkin'de) Melle Yahya'nın yanında okuyor. İs¬<br />

yan haberini alınca, Varto'ya dönmek üzere ayrılıyor. Eği'ye var¬<br />

dığı gün tesadüfen, Şeyh Said de oraya geliyor. Babası Şeyh Mu¬<br />

hammed de Şeyhle birlikte. Babasını buluyor.<br />

Şeyh'in orada olduğunu duyan çevre köyler, Eği'ye akıyor.<br />

Büyük bir kalabalık meydana geliyor. Şeyh, bazı ileri gelenlerle<br />

görüştükten sonra kalabalık cemaate namaz kıldırıyor. Bir de<br />

hutbe veriyor. Melle Yadin de namaza kanlanlardan. Bizzat<br />

Melle Yadin'den dinledim. Diyor ki Melle Yadin;<br />

'Şeyh Said Efendi, hutbede Allah için, halkımızı zulümden<br />

<strong>kurt</strong>armak üzere ayağa kalktık. Niyetimizin sonunu getireme¬<br />

dik, iyi sonuç alamadık. Ama, Allah nezdinde müsterihim. Eğer,<br />

kıyamet günü Allahu Taala bana neden ayağa kalktın diye so¬<br />

rarsa, ona sorumluluğum vardı. Halkıma karşı sorumluluğumu<br />

yerine getirmek için ayağa kalktım diyeceğim. Eğer zulüm kar¬<br />

şısında ayağa kalkmasaydım, Allah nezdinde bu halkın hakkı<br />

ıı6


nedeniyle sorumlu olurdum. Yükün altından kalkamazdım. Al-<br />

lahın önünde, sorumluluktan <strong>kurt</strong>ulmak gerektiğine inandığım<br />

için ayağa kalktım diyeceğim. Biz kaybettik ve zafere ulaşama¬<br />

dık. Fakat bu, haksız olduğumuz anlamına gelmez. Şimdilik ba¬<br />

şaramadık, ama mazlum ve haklıydık. Tam tedbirH, hazırlıklı,<br />

örgütlü, organize olmadığımız için başaramadık. Şimdi dönebi¬<br />

lenler, köyüne, evine gitsin. Kurtulma gücü olanlar kendilerini<br />

<strong>kurt</strong>arsınlar. Biz de çalışmalarımıza devam edeceğiz. Dünya ile<br />

bağlantı kurmamız, sesimizi duyurmamız gerekiyor. Gerekirse<br />

bunun için iran'a geçeceğiz. Ama haklı davamızın takipçisi ola¬<br />

cağız dedi.'<br />

Şeyh Abdullah da o gün Eği'ye geldi. Yanında Kasım vardı.<br />

Kasım Varto'da ona kanlmış. Emrinizdeyim demiş."<br />

*<br />

İlk tohumlar süreci, başlangıç ve gelişmeler zamanında isyana<br />

karşı olan, bu yüzden Şeyh Said ve Halit Bey'le bağlarım kopa¬<br />

ran Kasım, "yenilgi anında" isyancıydı.<br />

Şeyh Said'in ayrılmaz parçası olarak, onunla buluşmak için<br />

damadı Şeyh Abdullah ile birlikte. Şeyhin bulunduğu Melekan<br />

köyüne geçiyordu. Şeyh ise burada toplanan liderlerle Muş yöre¬<br />

sindeki Nuh Bey'in bölgesine, orası güvenli olmazsa İran'a geçiş<br />

planlarını tartışıyordu bu sırada. Kasım, askeri bilgi ve becerisiy¬<br />

le plancı olarak baş köşedeydi.<br />

Melle Yadin, isyancıların safindaki babasının yanında, aynı ka¬<br />

filedeydi. Melle Şafii, Melle Yadin'in söylediklerini aktarıyordu: .<br />

"Melle Yadin, 'daha Melekan'dan yola çıkarken, Şeyh Said<br />

Efendi ile Kasım arasında bir gerginlik olduğu anlaşılıyordu.<br />

Şeyh Said Efendi, Muş ovasında Murat nehrini geçmeyi düşün¬<br />

düğü köprüye bir keşif kolu gönderilmesini istediği zaman Ka¬<br />

sım, 'orası geçiş için güvenli değildir' diyerek karşı çıkmışn. Ya¬<br />

nımızda tartışmadıkları için tam anlamıyor, bilemiyorduk ama<br />

bir gerginUk vardı. Konaklaya konaklaya ilerliyorduk. Abdur¬<br />

rahman Paşa köprüsünden Varto suyunu geçip, Çarbühür ve<br />

Hınzor köylerinden Bulanık'a doğru yol aldık. Önümüzdeki tek<br />

117


mesele Murat nehriydi. Murat nehrini geçmek için biri Bulanık<br />

yakınlarında, öteki Muş ovasında iki köprü vardı. Kasım, Muş<br />

ovasındaki köprü için tehlikeli dediği için, biz Murat'ı geçmek<br />

üzere Bulanık yakınlarındaki "Pıra Şeyda "ya (Şeyda köprüsü) gi¬<br />

diyorduk. Uzun sürdü yolculuğumuz ama, köprüye geldik. Şeyh<br />

Said, 'geçelim' deyince Kasım, 'köprüyü Türk askerleri tutmuş'<br />

deyip yine itiraz etti. Tek seçenek, kabarmış Murat nehrini ada<br />

geçmekti. 'Geçilir mi, geçilemez mi?' diye tarnşma başladı. Kala¬<br />

balığın içinde tartışmak istemedikleri için Şeyh Said, Şeyh Abdul¬<br />

lah ve Kasım adarını sürüp bizden koptular. Tepeye çıktılar. Ne<br />

dediklerini duymuyorduk, ama sertçe tartıştıkları belliydi. Bir<br />

anlaşmazlık olduğunu aruk hepimiz biliyorduk. Sonra Şeyh Said<br />

önde, geldiler. Şeyh Said, 'ben gidiyorum, kim gelmiyorsa kalsın'<br />

diyerek atını nehre sürdü. Atlılar arkasından gittiler. Şeyh Abdul¬<br />

lah 'bfen gelmiyorum' dedi. Arkada, Kasım'ın yanında kaldı. Ka¬<br />

sım, "<strong>kurt</strong>uluşumuz yok, ben de gelmiyorum" diye bağırdı. Ne¬<br />

hir suyu çok kabarmıştı. Su atların sırtına geliyordu. Şeyh Said,<br />

tam nehrin ortasına gelmişti ki, karşı tarafa haber gönderilmiş,<br />

Şeyh'in nehri geçip <strong>kurt</strong>ulmasına karşı tedbir alınmış olmalı, tü¬<br />

fek atışları başladı.<br />

Şeyh Said, nehrin ortasından geri döndü. Onu takip eden adı¬<br />

lar da. Şeyh, atını doğruca Kasım ve Şeyh Abdullah'ın yanına<br />

sürdü. Üçü birlikte, yine bizden uzaklaştı. Karşımızdaki bir tepe¬<br />

ye gittiler. Orada uzun uzun tartıştıktan sonra yanımıza geldiler.<br />

Geri döndüklerinde Şeyh Said Efendi, 'hadi' dedi. 'Varto'ya gidip<br />

Osman Nuri Paşa'ya teslim olacağız.' Annı sürdü. Hep beraber<br />

peşinden gittik. Hepimiz, Şeyh'in kendi ayağıyla gidip teslim ola¬<br />

cağını sanıyorduk. Fakat, yeniden Abdurrahman Paşa köprüsü¬<br />

ne geldiğimizde yanıldığımızı gördük. Meğer, Şeyh Said Efendi,<br />

Kasım'ın ısrarlarından <strong>kurt</strong>ulmak için, 'teslim olacağım' demiş.<br />

Çarbühür köyüne geldiğimizde, babasının nereye gönderdiği¬<br />

ni bilmiyorum, ama Şeyh'in oğlu Şeyh Ali Rıza, yanımızda de¬<br />

ğildi. Şeyh Said Efendi, burada Varto'ya giden Kereseid köyü<br />

yoluna sapacağına, atını köprüye doğru sürdü. Kasım telaş için¬<br />

de yanına gitti. Konuşulanları artık hepimiz duyuyor, dinliyor¬<br />

duk. Kasım, 'anlaşmamız böyle değildi, Varto'ya gidip teslim<br />

olacaktık. Ben bunun için söz verdim. Mektup yazdım. Paşa bi-<br />

ıı8


zi bekliyor' dedi. Şeyh Said Efendi, kızgındı. 'Kasım' diye bağır¬<br />

dı. 'Ben teslim olmuyorum. Ölürüm, ama gidip düşmanıma tes¬<br />

lim olmam.'<br />

Kasım, yalvarıyor, 'birlikte teslim olursak <strong>kurt</strong>ulur, çok kimse¬<br />

yi de <strong>kurt</strong>arırız' diyordu. Şeyh, 'nasıl istersen öyle yap, ama ben<br />

teslim olmuyorum' cevabını verip, atını hızla sürdü. Kasım, o za¬<br />

man annı sürdü. Köprünün ortasında önünü kesti. Akrabaları da<br />

Şeyh'in etrafını sardı. Akrabalarından Kalecik köyünden Kol-<br />

lo'nun oğlu Gulo, Şeyh'in atının dizginine yapıştı. (Gulo, daha<br />

sonra köyüne döndü. Bir gün üç atlı indi kapısında. Onu dışarıya<br />

çağırdılar Şeyh'e neden ihanet ettin diyerek ateş edip vurdular)<br />

Şeyh, tüfeğine sarılıp namluyu Kasım'a doğrulttu. Ama tüfeği<br />

ateşlenmedi. Kasım, kardeşi Reşit ve akrabalarının yardımıyla<br />

Şeyh'i esir aldı."<br />

* *<br />

Şeyh'in tutsak düşmesine ilişkin pek çok söylenti vardı. Görgü<br />

tanıklarının anlattıkları da çelişikti.<br />

Şeyh'in yakalanması bir bakıma "tarihi değiştiren olay" oldu¬<br />

ğu için bunu farklı anlatımlarla sunuyoruz.<br />

Torunlarından Abdülmelik Fırat anlatıyor:<br />

"Şeyh Said Efendi, Diyarbakır cephesinden çekilirken amacı,<br />

İran'a geçip kendini <strong>kurt</strong>armak değildi. Düşüncesi, Hakkari dağ¬<br />

larında bir cephe açmakn. Fakat Binbaşı Kasım, Şeyh Abdullah'ı<br />

da kandırıp yanına alarak elbirliğiyle tuzağa çekiyor, hareketi öl¬<br />

dürüyor. Şeyh Said Efendi, Diyarbakır'dan ayrıldıktan sonra,<br />

Genç üzerinden, Bingöl'ün Solhan ilçesine bağlı Melekan köyü¬<br />

ne geliyor. Melekanlılar akrabalarımızdı. Şeyh Abdullah'ın kö¬<br />

yü. Abdullah da Şeyh Said Efendi'nin damadı. Kızının evinde ge¬<br />

ceyi geçiriyor. Dinlenip ertesi gün yola çıkıp, Şerevdin (Şerafet-<br />

tin) dağlarından Muş ovasına inecek, oradan da Bitlis üzerinden<br />

Hakkari tarafına geçecek.<br />

Binbaşı Kasım da orada. Şeyh Abdullah ile birlikte köye gel¬<br />

miş, isyancıların yanında görünüyor. Sabah yola çıkılacağı za¬<br />

man. Binbaşı Kasım, Şeyh'i düşündüğünü göstererek oyalama<br />

taktiklerine başvuruyor. Şeyh Said Efendi, Bongılan geçidini<br />

119


aşıp Muş ovasına inmek kararında. Fakat Kasım, o yoldan gi¬<br />

dildiği takdirde <strong>kurt</strong>ulacağım bildiği için, kış ve kar şardarını<br />

öne sürüyor; devlet güçlerinin Muş ovasındaki stratejik yolları<br />

tuttuğunu, yalanlar uydurup Murat nehrinin kabardığını, ovada<br />

nehri aşmanın zorluklarını anlatıyor. Amacı Şeyh'i oyalayıp hü¬<br />

kümet güçlerine el altından haber ulaştırmak ve bir yandan da,<br />

irtibatlı olduğu Türk güçlerinin bulunduğu Varto mıntıkasına<br />

çekmek. Abdullah da bir bakıma ona arka çıkıyor, destekliyor.<br />

Yol güvenliğini ve nehrin kabardığını öne sürüp, sonunda güzer¬<br />

gâhı değiştirmeyi başarıyor. Şeyh Said Efendi'nin yanında adamlar<br />

var, ama yakınlık bakımından yalnız. Yanında ne çocukları, ne de<br />

kardeşleri var. Orada en yakın olarak, damadı Abdullah ve baca¬<br />

nağı Kasım bulunuyor. Onlara güvenmek zorunda kalıyor.<br />

Kasım ve akrabaları, Abdurrahman köprüsünde etrafını sarıp<br />

namlu doğrultarak teslim olmasını istediklerinde. Şeyh Said<br />

Efendi ona hakaret ederek tüfeğine davranıyor. Fakat ateşleme¬<br />

ye zaman bulamıyor. Kasım onu teslim alıp devlete veriyor."<br />

*<br />

Melle Selim de Şeyh Said'in tutsak edilmesi konusunda, ayrın-<br />

tdar hariç, benzer şeyler anlatıyor ve şöyle diyordu:<br />

"Kasım, Şeyh Abdullah ile birlikte Melekan köyüne geliyor.<br />

Abdullah, Erzurum cephesinde mağlup olmuş, köyüne dönmüştü.<br />

Şeyh Said Efendi onunla burada buluşuyor. Bir toplantı düzenli¬<br />

yor. Efendi, bundan sonra yapılacaklar hakkında herkesin tek tek<br />

görüşünü alıyor. Söz verilen herkes, ona tabi olduğunu söylüyor.<br />

Sıra Kasım'a geldiğinde, 'Benim sözüm ayağınızın akındadır' di¬<br />

yor. Bu, Kürderin büyüğe sadakat bildirimidir. Emrinizdeyim, ne¬<br />

reye yürüseniz arkanızda, ayağınızın altındayım demektir.<br />

Bunun üzerine Şeyh Said Efendi kararını açıklıyor:<br />

Doğu'ya çekileceğiz. Ama halkı serbest bırakalım. İsteyen<br />

bizimle gelir, gelmek istemeyen de köyüne döner.<br />

Ama Kasım planını yapmış. Yolunu kesecek. Bağlılığını bildi¬<br />

rip kafasındaki planı uyguluyor. Şeyh'in kestirmeden Muş ova¬<br />

sından geçip dağlara varma düşüncesini değiştirmeyi başarıyor.<br />

Varto yoluna sapıyor."<br />

i 20


Halit Bey'in yeğeni Mehmet Emin Sever'in anlatriklan bir<br />

başka açıdan tarihe ışık tutacak nitelikte:<br />

"Yola çıkarken Şeyh Said Efendi'nin amacı, Muş ovasında,<br />

Karabegan köyünün yakınındaki köprüden Murat nehrini geçip<br />

dağlara varmak. Fakat Kasım bu fikre karşı çıkıyor. Şeyh Said<br />

Efendi'nin güvenliğini bahane edip,<br />

O köprüyü biliyorum. Başında karakol kurmuşlar. Çatış¬<br />

maya girmeden geçmemiz imkansız. Ayrıca ovada nehri geçme¬<br />

miz de tehlikeli. Çünkü bahar sularıyla kabarmış. Suya düşersek<br />

boğulur veya donarız, diyor.<br />

Kasım, Murat nehrini geçiş için yeni bir öneride bulunuyor.<br />

Şerevdin dağlarından, Varto yakınlarındaki Abdurrahman köp¬<br />

rüsünden geçip, Çaksor köyünden dağlara yönelmeyi... Şeyh Sa-.<br />

id'in aklına Kasım'ın art niyetii olabileceği gelmediği için, öne¬<br />

risini uygun buluyor. Yola çıkıyorlar. Kariı Şerevdin (Şerafettin)<br />

dağlarını aşıp, yorucu bir yolculuktan sonra, 100 kadar adıyla<br />

Abdurrahman köprüsüne geliyorlar. Burada kısa bir mola veri¬<br />

liyor. O sırada Kasım'ın akrabalarından, Bağlu köyünden Tem-<br />

ranh Guloe Kollo, Kasım'ın talimatı üzerine Şeyh Said'e tüfeği¬<br />

ni doğrultuyor."<br />

Şeyh Said, 21 Mayıs 1925 tarihindeki ifadesinde yakalanma¬<br />

sı olayını şöyle anlatıyordu:<br />

"Şeyh Abdullah, Muş'la Meneşgut arasındaki Gırvas gediğin¬<br />

de cephe komutanıydı. Komutası akında 200-250 kişi vardı.<br />

Kasım Bey, o bölgede Şeyh Abdullah'a katdmış. Ne zaman ka¬<br />

tıldığını ben bilmiyorum. Darahini'den Meneşgut'a gittim. Ka¬<br />

sım orada. Şeyh Abdullah'ın yanında idi. Beş gece beraber kal¬<br />

dık. Muş köprüsünden Nuh Bey'in yanına veya Varto'dan Mu¬<br />

rat nehrini geçip Hasenanlı Halit Bey'in yanına geçmeyi düşü¬<br />

nüyorduk. Kasım Bey de öyle söylüyordu. Fakat gizlice Osman<br />

Paşa'ya mektup yazıp göndermiş. Muş tarafına gitmeye teşeb¬<br />

büs ettik. Kılavuz geldi. Geç olmuştu. Çok yağmur yağıyordu.<br />

Gırvas'a geri döndük. O gece orada kaldık. Ertesi gün yola çık-<br />

nk. Çarbühür tarafina vardık. Gece yürüdük. Asker vardı. Lo-<br />

121


lan tarafinda görüldük. Onlar Alevidir. Hükümete çete yazıl¬<br />

mışlardı. Bize ateş açtılar. Uzaklaştık. Takip edemediler. Gece,<br />

terk edilmiş olan Sipyan köyünde kaldık. Gece Melhemli'ye git¬<br />

tik. Köyün karşısındaki tepede gündüzü geçirdik. Orada teslim<br />

olma meselesi açıldı. Şeyh Abdullah teslim olacağını söyledi.<br />

Ben, 'Yapamam' dedim. Kasım Bey teslim olma fikrindeydi.<br />

Sonra ben de 'Teslim olurum' dedim.<br />

Akşam namazından sonra Varto'ya doğru yola çıktık. Ka¬<br />

ranlıkta birbirimizi kaybettik. Abdurrahman Paşa köprüsüne<br />

geldiğimde, henüz şafak ağarmamıştı. Orada, 'gidip teslim ola¬<br />

yım' diye geldi kalbime. Askerler her tarafi tutmuşlardı. Kasım<br />

Bey orada bana ulaştı. Fikrimi anlayınca, 'Efendi, olmaz. Ben<br />

Osman Paşa'ya mektup yazdım ki, müfreze göndersin. Gelip<br />

bizi teslim alsın' dedi. Ben ona, 'Askerlerini öldürürsün' diyor¬<br />

dum. O da 'Olmaz' diyor, beni teslime iknaya çalışıyordu. Ba¬<br />

na, 'Olur ki affederler, sürgün ederler. Belki çıkış yolu bulunur.<br />

Bu yolda ise beş dakika geçmeden telef olursun. Neredeysen,<br />

müfreze gelir ateş eder' diyordu. Beni kandırdı. Döndük. Müf¬<br />

rezeler geldi. Bizi ilk bulanlar Çarbühür askeriydi. Çarbühür'e<br />

döndürdüler. Bizi orada bir odaya indirdiler. O sırada Paşa bi¬<br />

zi telefona istedi. Görüşüldü."<br />

Binbaşı Kasım, Diyarbakır İstiklal Mahkemesi'nde Şeyh Said'in<br />

savaşı sürdürmek üzere Nuh Bey'in yanına gitmek istediğini, bu<br />

gerçekleşmediği takdirde İran'a gitmeyi planladığını, onu yakala¬<br />

mak için oyalamaya, yolunu değiştirmeye, bir yandan da teslime ik¬<br />

na etmeye çahştığım, bir ara teslim olmayı kabul etmişken yeniden<br />

caydığını söylüyor ve devam ediyordu:<br />

"Şeyh Said'in, gece teslim olmaktan caydığını duydum. Ken¬<br />

disiyle görüştüm ve bir saat boyunca konuştuk. Çarbühür'ü ge¬<br />

çince, ilerde artık asker olmadığını, dolayısıyla <strong>kurt</strong>ulduğunu,<br />

teslim olmayacağını söyledi. Tam Abdurrahman Paşa köprüsü<br />

üzerine gelmiştik. Şeyh Said atından inmişti. Adılar nehirden ge¬<br />

çiyorlardı. Geçmemelerini söyledim. Dinlemediler.<br />

Kardeşim Reşit, akrabamdan Timur, Ahmet, Kargapazarlı<br />

122


Mehmet Reşit ve Şerifoğlu ile Halil'e hemen ateş açtırdım. Yüze<br />

yakın mermi atıldı. Atlıların hepsi kaçtı. Şeyh Said'in kısrağı da<br />

kaçmıştı. Şeyh Said'i, köprünün ayağı yanında yakaladık. Şafak<br />

yeni açmıştı. Varto'ya gelmeyeceğini, istersem kendisini öldüre¬<br />

bileceğimi söyledi. Gideceği cevabını verdim. Osman Paşa'ya tez¬<br />

kere yazarak ufak bir müfreze istedim."<br />

BİNBAŞI KASIM ANLATIYOR<br />

Kasım, Şeyh Said'in idamından sonra, Varto'ya dönemedi.<br />

Şeyh Said'e silah doğrultan kardeşi Reşit ve öteki kardeşi Ali ile<br />

birlikte Söke'ye yerleştirildi. Ev ve arazi verildi.<br />

Neden gerek görüldüğü bilinmez, ama devlet tam 20 yıl son¬<br />

ra, Şeyh'in nasıl yakalandığını yeniden derleme ve dosyalama ih¬<br />

tiyacını duydu. Bunun için en yakın tanık Kasım'dı.<br />

Kasım, bu kez mahkemeye değil. Söke Kaymakamı Kazım<br />

Atakul'a ifade veriyor, bitirdikten sonra altını imzalıyordu.<br />

Kasım'ın, 13 Ocak 1945 tarihinde Söke Kaymakamı Kazım<br />

Atakul'a verdiği ifadenin tutunaklan, ilk kez 1991'de Cumhuri¬<br />

yet gazetesinde yayınlandı. Aynı ifadeler, daha sonra Mum-<br />

cu'nun Kürt-lslam Ayaklanması adındaki kitabında da yer aldı.<br />

Kasım, 1945'teki ifadesinde. Şeyh Said'le Bongılan'ın (Sol¬<br />

han) (Exi) Eğig köyünde buluştuğunu, savaşın vardığı noktayı<br />

biriikte irdelediklerini belirttikten sonra, devam ediyordu:<br />

"Şeyh Said, buradaki 400 kişilik kuvvetimizle Muş ovasına<br />

inelim, Murat nehrini köprüden geçip Huvit Reisi Nuh ve Ha¬<br />

senanlı HaUt'le birleşelim, oradan İran'a geçelim, dedi. Hemen<br />

hazırlık yapılmasını emretti. Bir saat sonra hareket edildi. Gır¬<br />

vas köyünde akşam namazı kılındı. Şu öneride bulundum:<br />

Akşam karanlığında kuvvederimizin Bongılan gediğinde<br />

bir pusuya düşmemesi için, ileriye bir silahlı biriik gönderilme¬<br />

si uygundur.<br />

Şeyh, bu öneriyi uygun buldu. Oğnut beylerine,' 'Biriniz beş-<br />

on atlı ile ileride yürüyünüz' dedi.<br />

Yanıt veren olmadı. Benim de aradığım buydu.<br />

123


Bu akşam nöbeti ben devralayım. Başka zaman diğerleri<br />

alırlar, dedim.<br />

ilerledim. Arkamdan kardeşimle beş-on adı geliyordu. Bongı¬<br />

lan gediği denilen boğazı geçtik. Muş ovasına indik. Addan<br />

durdurttum. Biraz sonra şeyhler geldiler. Şeyh Said:<br />

Haydi yürüyelim, dedi.<br />

Evet ama, buradan köprüye akı saadik mesafe var. Saba¬<br />

ha da dört saat var. Köprüden nasıl geçersiniz, dedim ben.<br />

Uygun, dediler.<br />

Bazıları, 'Murat'ı geçitten geçelim. Gündüzün adı geçtiğini<br />

gördüklerini söylediler.<br />

Şu memlekette, nisan ayı taşkınında, gece yarısı Murat'ı<br />

geçmek mucize sahibi olmak demektir. Gündüzün sular azalı¬<br />

yor, geceleyin son derece kabarıyor. Bunu herkes bilir, dedim.<br />

Şeyh Abdullah:<br />

Hepiniz geçseniz de, ben bu suya girmem, ölümüme ken¬<br />

dim sebep olacağıma, başkası beni öldürsün, dedi.<br />

Şeyh Said:<br />

Şu halde ne yapalım, diye sordu.<br />

Gırvas köyüne döneHm. Orada sabahlayalım. Sabah görü¬<br />

şürüz, dedim.<br />

Geriye dönüldü. Gırvas'a geldik. Sabah şeyhlerle görüştük.<br />

Şeyhlere, Şerafettin dağını aşıp Varto'ya inmemizin vaziyeti bi¬<br />

raz daha kolaylaştıracağını söyledim.<br />

Tartışmalardan sonra. Şeyh Abdullah'ın da yardımıyla öneri¬<br />

mi benimsediler.<br />

Öğleyin Şerafettin dağına tırmandık. Birkaç yüz metre yükse¬<br />

ğe çıkınca, karların üzerinde yürüyoruz. Bata çıka dağın üstü¬<br />

ne çıktık. Şerafettin 2500 rakımında, hafif tipi ile karışık kar<br />

yağışı başladı.<br />

Ovaya inip de bir yere kaçmaya fırsat bulmasınlar diye, he¬<br />

men kuzey yıldızını yön vererek, öncülere tembih ettim. Ve<br />

bunları izledik, iki saat sonra Varto yüzünü aşnk. Habiban kö¬<br />

yüne vardık. Köyde kimse yok. Yerleştik. Herkes yorgun, yatı¬<br />

yor.<br />

Ben bir mektup yazdım. Fırka komutanına gönderdim. Beni<br />

gözlüyorlardı. Şeyh Said'e haber vermişler.<br />

124


Şeyh çağırdı:<br />

Atlıyı geri al. Burada bulunduğumuzu etraf ve hükümet<br />

hissetmesin. Ben birini göndereyim, geri getirteyim, dedi.<br />

Şimdi geri çağırırım, dedim. Biraderi gönderdim. Mektu¬<br />

bu yırtıp atlıyı geri getirdi.<br />

İkindi vakti, köyün kenannda akan incecik suyun başında<br />

toplanan şeyhlerle beyler beni çağırdılar. Şeyh Said görüşümü<br />

sordu. Ben başka yollar gösterdim.<br />

Beylerden biri:<br />

Sen göz göre göre bizi Türklere öldürteceksin. Senin gös¬<br />

terdiğin yolda müfrezeler vardır. Bizle ne düşmanlığın var, de¬<br />

di.<br />

Ben işi gürültüye boğmak için bağırdım:<br />

Sen bu ağzınla mı 600 yıllık hükümetie uğraşmaya kalk¬<br />

tın? O müfrezeyle değilse bile, başka müfrezelerie karşüaşacak-<br />

sın, dedim.<br />

Oradan ayrıldım. Akşam namazı vakti, hepsi ata binmiş ola¬<br />

rak bulunduğum yere geldiler. Bizi de ister istemez atlara bin¬<br />

dirdiler. Şeyh Said'in fikri, Varto suyunu geçip Hınıs'a doğru<br />

gitmekti. Beraberimdeki bir miktar adı ile Şeyh Abdullah, baş¬<br />

ka geçide indik.<br />

Biz onlan bekliyorduk. Onlar da bizi bekliyoriardı. Nihayet<br />

bizi buldular.<br />

Geçitten geçtik, bir yokuştan sonra Baltaş köyü tepesine çık¬<br />

tık. Tugay karargâhı yirmi dakika sağımızda, firka karargâhı<br />

bir saat solumuzda. Hiçbir tertibat, posta, hatta gözcü bile yok.<br />

Güneş doğmuştu. Dürbün elimden düşmüyor. Hep bir takip<br />

müfrezesi ve kuvvetin hareketini gözlüyorum. Gelen yok. Çev¬<br />

re köy halkı, işaret attşları yaptı. Hiçbir engel ile karşılaşma¬<br />

dan, o gün akşam üzeri Ispahan köyüne indik. Akşam namazın¬<br />

dan sonra Melhemli köyüne geldik.<br />

Melhemli köyü, şeyhlerin köyüdür. Ancak yerinde yeller esi¬<br />

yor. Ne bir şey var, ne bir kimse...<br />

Geceledik. Sabahleyin köyün güneyinde, Murat nehri üzerin¬<br />

de bir tepede toplandık. Şeyh Said, orada bir yolcuya bir akın<br />

verdi. Murat'ı yüzüp geçerek, karşıdaki köyün adamlanndan,<br />

kendilerini geçirmek üzere geçidin başına gelmelerini istedi.<br />

125


Bir aralık, yolcuyu bir kenara çektim. Kendimi tanıttım. Ve<br />

askeri kuvvet beklediğimi, karşı köydekilerin şeyhlerin geçişle¬<br />

rine engel olmalarını ve aksi takdirde, akşama kalmaz, bütün<br />

çoluk çocuklarıyla köylerinin yakılacağını söylemesini tembih<br />

ettim.<br />

Yolcu yüzerek Murat'ı geçti. Bir saat sonra beş-on atlı geçit<br />

başına geldiler.<br />

Şeyh Said:<br />

İşte, bizi geçirmek için atlılar geldi, dedi. Murat'ı geçersek,<br />

selamete vardık demektir. Nuh ile Halil'i bulur, birlikte iran'a<br />

geçeriz.<br />

Ben, buradan itibaren hareketlerine katılamayacağımı, bu ya¬<br />

şa kadar Türk vatanına karşı nankörlük yapmak tenezzülünde<br />

bulunmadığımı ve geçit geçilirse kendilerine açık olduğunu söy¬<br />

ledim.<br />

Şeyh Abdullah:<br />

Ben İngilizlerin ve Acemlerin ekmeğini yemeyeceğim. Ve<br />

sizinle de gelmeyeceğim. Ölüm nerede olursa bizi bulacaktır,<br />

dedi.<br />

Şeyh Said:<br />

Zaten ikinizin gizli gizli görüştüğünü biliyordum, dedi.<br />

Ve yürüdü. Büyük bir kütle ile geçidin başına vardılar. Kar¬<br />

şıdan yaylım ateşi gibi silah sesleri duyuldu. Şeyhler dönüp bi¬<br />

ze geldiler. Bir iki saat sonra, bir askeri birliğin dağdan indiği¬<br />

ni haber verdiler.<br />

Dürbünle baktım:<br />

Herhalde bir fırka geliyor. Bu süvariler öncüdür. 100 adı,<br />

30 kadar yaya tahmin ediyorum, dedim. Beş kilometre karşı¬<br />

mızdaki Darabi köyüne indiler. Orada, bir müfreze sağa, bir<br />

müfreze sola çıkardılar. Diğer kısmı köyde kaldı.<br />

Murat'ı geçeceklerini söyledi. Şeyh Said'e yetiştim. Köyün ke¬<br />

narına vardık. Yolu yukarıdan geçeceğimizi söyledim.<br />

Aşağı caddeden çıkalım, dedi.<br />

Köyün içinden geçtik. Köyü geçince, teslimden vazgeçtiğini,<br />

kanını boş yere neden heder edeceğini söyledi. Beş çeyrek uzak¬<br />

lıktaki Abdurrahman Paşa köprüsüne gelinceye kadar, cevapla¬<br />

rımla idare ediyordum. Önde Oğnut beyleri, 90 adı ile inmek<br />

126


için atından indi. Ben de indim. Geçmemesini ve bırakmayaca¬<br />

ğımı söyledim. Elini şöyle havaya sallayarak köprüye doğruldu.<br />

Ben silahımı beylere çevirdim. Birkaç söz söyleyerek ateş ettim.<br />

Ateşe karşılık gelmedi. Çayın öbür yakasında atlıların karartısı<br />

da kalmadı. Kaçtılar. Şeyh Said köprüyü geçtikten sonra, akra¬<br />

balarımdan bir ikisi önünü kestiler. Ve beni çağırdılar. Köprü¬<br />

yü geçtiğim zaman. Şeyh Said üç arkadaşı ile kayaya arkasını<br />

dayamış ve eUnde mavzer... Akrabalarımdan ikisi de, yolun<br />

üzerinde, silaha davranmış durumda bekliyorlar.<br />

Ben Şeyh Said ile karşılaşüm. Elindeki mavzeri kalbimin üze¬<br />

rine çevirerek:<br />

Bak, dedi.<br />

Ben silahı göğsümden uzaklaştırdım. Oradaki akrabalarım¬<br />

dan ikisi silahını almak istedi. Şeyh Said:<br />

Vermem, dedi.<br />

Fakat akrabalanm çekti aldı. Fişek yatakta, silah tetikteydi.<br />

Meğer Şeyh Said silahı göğsüme uzattığı zaman, arkamdaki bi¬<br />

raderim silahı ile Şeyh'e nişan almış...<br />

ihtimal ki, bu nedenle ateş edememişti. Biz altı, onlar dört ki¬<br />

şi... Hepimiz silahlıyız. Varto'ya gitmek için ne kadar ısrar et-<br />

tiysem para etmedi. Sonunda firka komutanına mektup yaz¬<br />

dım:<br />

'12. Fırka Komutanlığı'na! Şeyh Said'i, Abdurrahman Paşa<br />

köprüsünde tutukladım. Küçük bir müfrezenin gönderilmesini<br />

arz ederim. 15 Nisan 1925, Emekli Binbaşı Kasım.'<br />

Pusulayı bir atlı ile gönderdim.<br />

Bir buçuk saat sonra, fırka komutanı telefon almış olmalı ki,<br />

Çarbühür sırdanndan bir bölük asker çıkn. Bize doğru adım<br />

adım geldiler. Kim olduğumuzu sorup anladdar.<br />

Başlarındaki subay Çarbühür'e davet etti. Gittik. Sonra, Os¬<br />

man Paşa beni takdir etti."<br />

* *<br />

Kasım'ın anlatımları, resmi tarihle çelişiyordu. Genelkurmay<br />

Başkanlığı tarafindan yayınlanan Ayaklanmalar kitabında. Şeyh<br />

127


Said'in ordu birlikleri tarafından takibe alınıp, çarpışa çarpışa<br />

teslim ahndığı yazılıyordu. Resmi tarih kitabında şöyle deniliyor:<br />

"Çarpuh'ta (Çarbühür) bulunan müfrezeden bir kısım kuvvet¬<br />

le, 35'inci alayın ikinci taburu, Çarpuh geçidinde bulunan süva¬<br />

ri bölüğü; Raskan geçidini geçerek, Hanşeref dağı güneyinden<br />

doğuya kaçan asileri yakalamak için takiple görevlendirilmişti.<br />

Alınan tamamlayıcı bilgilere göre, yakalanması istenen bu asi ka¬<br />

filesi, Varto cephesi komutanı Şeyh Abdullah, ayaklanma hare¬<br />

ketinin tertipçisi Şeyh Said, Binbaşı Kasım, Şeyh Ali, Ceyranlı İs¬<br />

mail, Reşit, Mahmut, Timur ağalarla, Kargapazarlı Reşit, Şeyh<br />

Galip ve beraberindeki hizmetçilerle ailelerinden mürekkep bu¬<br />

lunmakta idi. Bu asi kafilesi 35'inci alay 2'nci taburun baskısı ve<br />

şiddetli ateşi karşısında <strong>kurt</strong>uluş çaresi kalmadığını anlayarak;<br />

aralarında kısa müzakereden sonra, önce Şeyh Abdullah, arka¬<br />

sından 25 avanesi. Şeyh Said, Kasım teslim oldular."<br />

Görüldüğü gibi resmi tarih Kasım ile akrabalarını da "isyancı"<br />

sayıyor, onları da zorla yakalanıp tutsak edilenler arasında gösteri¬<br />

yordu.<br />

15 Nisan 1925 tarihinde yayınlanan resmi hükümet bildirisin¬<br />

de de, olaylar "başka türlü" gösteriliyor, Kasım'ın adı ise "yaka¬<br />

layan" değil, tutsaklar arasında geçiyordu.<br />

Bildiride şöyle deniliyordu:<br />

"Genç kuzeyinde sıkıştırılan Şeyh Said ve diğer ayaklanma li¬<br />

derleri doğuya doğru kaçmak isterken, Varto güneyinde Çarpuh<br />

(Çarbühür) köprüsü civarında birliklerimiz tarafından sarılarak<br />

yakalanmış ve Varto'ya getirilmiştir. Esir edilen asilerden önem¬<br />

lileri şunlar: Şeyh Said, Şeyh Abdullah, Kasım..."<br />

Varto'daki askeri birliğin komutanı Osman Paşa da Anka¬<br />

ra'ya gönderdiği raporda, Kasım'ı, Şeyh Said'i köprü başında tu¬<br />

zağa düşürüp muhafızlarından koparan, sonra da göğsüne silahı¬<br />

nı dayayıp tutsak düşüren adam olarak değil, çarpışma sırasında<br />

sağ olarak silahıyla birlikte ele geçirilen isyancı diye göstermişti.<br />

Kasım, bu söylem ve resmi rapor yüzünden Diyarbakır mah¬<br />

kemesinde güç anlar yaşamış, hatta adı idam istemiyle yargılanan¬<br />

lar listesine yazılmıştı. Bu yüzden Şeyh Said'i yakalayan kişi oldu-<br />

12»


ğunu kanıdayamama sıkınrisı çekiyor ve mahkemede şöyle yakı¬<br />

nıyordu:<br />

"Şeyh Said'i benim yakaladığıma dair Ankara'ya telgraf çeken<br />

Osman Paşa, sonra da idam edilmem için İstiklal Mahkemesi'ne<br />

yazı yazıyor. Bu bir yanlışlıktır, haksızlıkttr. Şeyh Said'i ben tek<br />

başıma yakaladım. Onun için ceza değil, ödülümü isterim."<br />

Kasım, "yanlışlığı" güç bela düzeltmeyi başarıyor, kendisine<br />

yardım eden kardeşleri ve yakın akrabalarını da <strong>kurt</strong>arıyordu.<br />

129


ÜÇÜNCÜ Bölüm<br />

SEİD ABDÜLKADİR VE DAVASI<br />

Seid Abdülkadir, Nakşibendiliği Kürdistan'a taşıyanlardan<br />

biri olan Nehrili Seid Taha'nın torunu. Şeyh Ubeydullah'ın oğ¬<br />

luydu.<br />

Seid Taha, 1700'lerde yaşayan Mevlana Halid'in öğrencisiy¬<br />

di. Mevlana Halid'in, aynı dönemde Kuzey Kürdistan'da görev¬<br />

lendirdiği öteki öğrencisi ise Şeyh Ali'ydi. Şeyh Ali, Şeyh Said'in<br />

dedesiydi.<br />

Kadere bakın ki. Medresede kaderleri birleşen iki şeyhin to¬<br />

runlan da, aynı davanın yürütücüleri olarak kaderlerini birleşti¬<br />

recek ve hayatları idam sehpasında noktalanacaktı.<br />

Türk resmi raporlarına göre, Seid Abdülkadir'in babası Şeyh<br />

Ubeydullah, Peygamber sülalesinden geldiği iddiasında ve Kürt¬<br />

ler arasında adı yaygın, sevilen, sayılan bir kişilikti. Kürtler, onun<br />

baba ocağını kutsal kabul ediyorlardı.<br />

Şeyh, kendi medresesinde öğrenci yetiştiriyor, başarılı olanları<br />

"Nakşibendi Halifesi" sıfatıyla Kürdistan'ın dört bir yanında gö¬<br />

revlendiriyordu. O nedenle yaygın bir halife ve müritler ağına sa¬<br />

hipti.<br />

Yine resmi raporlara göre. Şeyh Ubeydullah, dini eğitim ver¬<br />

mekten çok, Kürdistan'ın bağımsızlığını gerçekleştirmek için çaba¬<br />

lıyordu.<br />

Mehmet Bayrak'ın Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadelele¬<br />

ri adındaki kitabına da aldığı bir raporda, Şeyh'in, 1880 yılının<br />

Temmuz ayı sonlarında, Kürt ulusal sorununu görüşmek üzere<br />

Kürdistan'ın önde gelen şeyh ve halifelerini Şemdinan'daki dergâ¬<br />

hında topladığı belirtiliyor.<br />

Rus subaylarından Avriyanof, 19. yüzyılda Rusya, İran ve<br />

Osmanh Savaşları adındaki kitabında, bağımsız Kürdistan'ın ku-<br />

130


ulmasını amaçlayan bu toplantıya, bütün Kürdistan'dan 5 şeyh,<br />

21 halife, 42 prens ve 68 beyin katıldığını yazıyor. Kürdistan'ın<br />

bağımsızlığı için girişilecek silahlı mücadelenin stratejisi tartışılı¬<br />

yordu, bu toplantıda.<br />

Avriyanof, aynı toplantıda Ermeni ve Hıristiyanlara karşı iz¬<br />

lenecek politikaların tartışıldığım anlatıyordu. Şeyh Ubeydullah,<br />

Osmanlıların, Kürtleri sistematik olarak Ermenilere karşı kullan¬<br />

ma politikası izlediğini, bu nedenle Kürdere dokunmadıklarını<br />

söylüyor ve "eğer Ermeniler mahvedilirse, Osmanlı nezdinde<br />

Kürtlerin bir önemi kalmaz" diyor, başkaldırı halinde Kürtlerin<br />

de Ermeni ve öteki Hıristiyanlara iyilikle yaklaşması gerektiğini<br />

savunuyor, bu öneri onay buluyordu.<br />

Toplantıda, Kürdistan'ın bağımsızlığı için genel isyan kararı<br />

alınıyor, liderliğe de Şeyh Ubeydullah getiriliyordu.<br />

Şeyh Ubeydullah, toplantıdan kısa süre sonra, ilk aşamada<br />

Kürdistan'ın İran'daki parçasını <strong>kurt</strong>armak üzere harekete geçi¬<br />

yor ve kısa zamanda, İran içlerine kadar ilerliyordu.<br />

Bu harekâtın önemli komutanlarından biri de 1925 yılında ası¬<br />

larak idam edilecek oğlu Seid Abdülkadir'di. Fakat hızla gelişip<br />

başarılarla devam eden isyan, aynı hızla sönmeye yüz tutuyordu.<br />

Çünkü, bazı Avrupa ülkeleri, özellikle ingiltere, çıkarlarına zarar<br />

verileceği endişesiyle İran'ın yanında yer alıyordu. İsyan, bu ne¬<br />

denle uluslararası bir nitelik kazanıyor ve Şeyh Ubeydullah geri çe¬<br />

kilerek Hınıs kalesine yerleşiyor, oğlu Seid Abdülkadir de Hakka¬<br />

ri'ye gidiyordu.<br />

Osmanhlar, 16. yüzyıldan beri İran'la çekişme halindeydi. İki<br />

imparatorluk zaman zaman karşı karşıya geliyor ve savaşıyorlar¬<br />

dı. Ama ikisinin de, ortak endişeleri Kürtlerdi. Nitekim, daha<br />

sonra İran'ın istemi üzerine, Osmanlı devleti, baba-oğulu tutuk¬<br />

latıp İstanbul'a götürüyordu. Ancak, Kürdistan'a kaçış hazırlık¬<br />

ları içinde oldukları sezilince Mekke'ye sürgün ediliyorlardı.<br />

Seid Abdülkadir'in Mekke sürgünlüğü, Meşrutiyet'in ilanıyla<br />

bitiyor ve Seid istanbul'a yerleşiyordu. Bu arada Osmanlı parla-<br />

131


mentosunun "Senatosu" ya da "seçkinler kurulu" sayılan Ayan<br />

Meclisi üyeliğine seçiliyor, Damat Ferit Hükümeti zamanında da<br />

"Şura-yi Devlet" (Danıştay) başkanlığına getiriliyordu.<br />

Ama üsdendiği resmi görevlere rağmen Kürt sorunundan<br />

uzak kalamamıştı. İstanbul'daki Kürt aydınlanyla yakın ilişkiye<br />

girmiş, daha sonra da "Kürdistan'ın özerkliği" için mücadele ve¬<br />

ren "Kürt Teali Cemiyeti"nin başkanlığına seçilmişti.<br />

Cemiyetin varlığı, Lozan görüşmeleri sürecinde "Türk çıkar¬<br />

ları açısından sakıncalı" bulunduğu için kapatılacak, yasal ze¬<br />

minden koparılan Kürder bundan sonra "yeraltına" ineceklerdi.<br />

Seid Abdülkadir ise yakın takibe alınacak, takip Lozan'dan<br />

sonra daha da sıkılaştırılarak, tavır ve düşünceleri, hatta günlük<br />

hayatı bile gizli polisin raporlarına geçirilecekti.<br />

Bu dönemde Seid Abdülkadir hakkında düzenlenen raporda<br />

şöyle deniliyordu:<br />

"Daha sonra tuttuğu yola bakılırsa, tamamen babasının dü¬<br />

şüncesini taşıdığı ve babasının yapamadığı şeyi yapmak, başar¬<br />

mak hevesine düştüğü anlaşdıyor."<br />

"Hizbe Azadiya Kurdistan"ı (Kürdistan'a Özgürlük Cemiye¬<br />

ti) Lozan sürecinde kuruldu.<br />

Seid Abdülkadir, örgütün kurucuları arasında değildi. Görü¬<br />

nür bir görevi yoktu. Ama Kürtler arasındaki saygın konumu ne¬<br />

deniyle, örgütü kuranların da danışıp görüşlerini aldığı liderler¬<br />

den biriydi. Gelişmeleri İstanbul'dan izliyor, bilgilendiriliyor, o<br />

da gerektikçe yönetime düşüncelerini iletiyordu.<br />

Şeyh Said İsyanı, "Azadi"nin hareketinin devamı. Şeyh Said<br />

ise başsızlığı dolduran lider olarak tarih sahnesindeydi.<br />

Şeyh Said'in tutsaklığından hemen sonra Kürt önde gelenleri<br />

ve aydınlara karşı genel taarruz başlıyor, şehir, kasaba ve köyler¬<br />

de toplu tutuklamalara girişiliyordu. Bunların pek çoğu, daha<br />

sonra Isriklal Mahkemeleri kararıyla idam edildi ya da "tenkil"<br />

programı çerçevesinde, "yerinde sonuna kadar susturuldu"lar.<br />

Seid Abdülkadir, oğlu Seid Muhammed ve İstanbul'daki çevresi<br />

132


de hedefler arasındaydı. Onlarla birlikte dönemin önemli Kürt ay¬<br />

dınlan Kürt Teali Cemiyeti'nin genel sekreteri Kürt Sadi lakabıyla<br />

tanınan Palulu Abdullah Sadi, Hacı Ahti, Diyarbakıriı Ahmet Ce¬<br />

mil, Nafiz Bey, Kemal Fevzi ve Dr. Fuad, 12 Nisan 1925 tarihinde<br />

İstanbul'da tutuklandılar.<br />

Seid Abdülkadir ve Kürt aydınları, sorgulamadan sonra, istik¬<br />

lal Mahkemesi'nde yargılanmak üzere Diyarbakır'a gönderildi¬<br />

ler. 14 Mayıs 1925 günü de "özel" yetkilerle donanımlı İstiklal<br />

Mahkemesi'nin önüne çıkarıldılar.<br />

Duruşmalar için Diyarbakır'ın tek sinemasına el konulmuş,<br />

mahkeme salonu haline getirilmişti. Bu sinemada daha sonra<br />

Şeyh Said de "yargılanacak"tı.<br />

Mahkeme heyeti de yine daha sonra Şeyh Said ve arkadaşla¬<br />

rını mahkûm edecek kişilerden oluşuyordu. Mahkeme başkanı,<br />

Denizli Milletvekili Mazhar Müfit Kansu'ydu. Kırşehir Milletve¬<br />

kili Lütfi Müfit Özdeş ve Urfa Milletvekili Kürt Ali Saib Ursavaş<br />

üye, Balıkesir Milletvekili Süreyya Örgeevren de savcıydı.<br />

Mahkeme heyetinde, savcılıkla görevlendirilen Süreyya Örge¬<br />

evren hariç hukuk öğrenimi görmüş kimse yoktu. Heyet, eski as¬<br />

ker ve valilerden seçilmişti.<br />

Seid Abdülkadir davasında yargılanan sanıklar da şunlardı:<br />

Seid Abdülkadir, oğlu Muhammed, Erbilli Nafiz, Hacı Abdul¬<br />

lah, Palulu Abdullah Sadi ve Kürtçe çıkan "Jin" gazetesinin yazar-<br />

lanndan Kemal Fevzi, Dr. Fuad, Diyarbakırh avukat Hacı Ahti,<br />

Mehmet Tevfik, Cemil Paşazade Ekrem, Hoca Askeri, Diyarbakır¬<br />

lı Ahmet, Divriğili llyas, Abdülkadir Sido, Rıfat, Hüseyin ve İlyas...<br />

*<br />

* s-<br />

Seid Abdülkadir'in duruşmasına ilişkin tek kaynak, aydınlatıp<br />

bilgi vermekten çok, propaganda kaygısını önde tutan dönemin<br />

sansürlü basını.<br />

İstanbul'da yayınlanan "Vakit" gazetesinin, bu konuda Hak¬<br />

kı Naşid imzasıyla yayınladığı haber şöyle:<br />

"Şark İstiklal Mahkemesi bugün, vatanı parçalamak ve bir<br />

Kurdistan esareti kurmak emel-i hiyanesiyle senelerden beri ça-<br />

133


lışan ve memleketin en mühim makamlarına geçmek firsatım<br />

bulan birkaç serserinin muhakemesine başlayacaktır. Diyarba¬<br />

kır'daki birçok aile, İstiklal Muhakemesi 'nin kadın ve erkek bü¬<br />

tün Türkleri merak ve ibretle alakadar eden muhakemelerini<br />

dinlemek istiyorlardı. Hükümet konağındaki daire buna müsait<br />

değildi. Onun için milli sinema dairesinde daha evvel tertibat<br />

alındı. Geniş, yeşil örtülü bir kavis yapıldı. Heyet-i hakimenin<br />

oturduğu bu kavisin arkasına, güzel bayrağımız asıldı. Önde,<br />

maznunlar için bir sıra önüne bir masa konuldu.<br />

Halk, Seid Abdülkadir ile arkadaşlarını görmek için yolları,<br />

damları doldurmuştu. Seid ve rüfekası, utançlarından önlerine<br />

bakıyor ve sertçe yürüyoriardı. iki buçukta muhakeme salonu<br />

dinleyicilerie doldu. Üst kadardaki balkonlarda hanımlar, aşağı¬<br />

daki localarda kumandanlar ve bütün memurlar ve birçok dinle¬<br />

yici oturmuşlardı."<br />

Gazetenin haberinde, Seid Abdülkadir'in kimliğini kendi açık¬<br />

lamalarıyla, "adım Abdülkadir. 75 yaşındayım. Vanlıyım. İstan¬<br />

bul'da oturuyorum. Eski Ayan Meclisi üyesi, Danıştay eski başka¬<br />

nıyım" diye veriyordu.<br />

Habere göre, sanık kimliklerinin tutanaklara geçirilmesinden<br />

sonra savcı "suçlamayı" (iddianame) okuyordu. İddianamede,<br />

sanıkların Kürdistan'ı kurmak için aşama aşama ileriedikleri öne<br />

sürülüyor, "suçun ilk aşamasını Kurdistan üzerine düş kurmak"<br />

olarak açıklıyordu.<br />

iddianamede "hayal etme suçu" şöyle anlatılıyordu:<br />

"Huzurunuzda bulunan sanık Seid Abdülkadir, oğlu Mehmet,<br />

Hoşnev aşiret reisi Nafiz ve Abdullah Sadi ile, yargılanması kıs¬<br />

men yapılmış olan Bidisli Kemal Fevzi, Türk vatanının doğu<br />

bölgesinde, zaman zaman meydana gelen ve memleketin ikiye<br />

bölünmesini amaçlayan bir hareketin hazırlayıcıları ve kışkırn-<br />

cılandırlar. Bu haince hareketin ana hatlarını şu basit sözlerle<br />

özetleyeceğim:<br />

Gizli amaçlarına ulaşmak için sanıklar, dört devre geçirmişler¬<br />

dir: Birinci devre hayal kurma, ikinci devre tertip, üçüncü devre<br />

karar ve dördüncü devre de icra... Esasen suç olan hareket de,<br />

dört devrelik bir düşüncenin sonucudur. Bu hazırlık aşamaları,<br />

134


içinde Kemal Fevzi de olmak üzere başlayıp devam edegelen ey¬<br />

lemlerle sabittir."<br />

İddianame devam ediyordu:<br />

"Seid Abdülkadir, Cumhuriyet hükümeti ordusu ayaklanmacı¬<br />

lara şiddetli darbeler indirdiği sıralarda, harta 11 Nisan gününe<br />

kadar bile, bu melun fikrinden vazgeçmemiştir. Hükümet, bütün<br />

hareketini bilir. Cumhuriyet hükümetinin dikkatinden hiçbir şey<br />

kaçmayacağı bilinir. Hükümet, sırf bu adamlan yakalamak için<br />

sabretmesini bilmiştir. Seid Abdülkadir, geçimini sağlamak için<br />

evini ve eşyasını satmak zorunda kaldığını ısrarla itiraf ettiği hal¬<br />

de, Nazif'i günlerce evinde misafir etmiştir."<br />

iddianamenin okunmasından sonra sorgulama başlıyordu.<br />

Seid Abdülkadir, yargıcın sorusu üzerine, İstanbul Suadiye'de<br />

oturduğunu, "İttihat ve Terakki iktidan tarafindan Mısır'a sür¬<br />

gün gönderildiğini" söylüyordu. Bundan sonra Abdülkadir ile<br />

duruşma yargıcı arasında şu diyalog geçiyordu:<br />

"- İttihat ve Terakki hükümetinde görev aldınız mı?<br />

Evet efendim. Ayan Meclisi üyesi oldum.<br />

Ferit Paşa kabinesinde?<br />

Danıştay Başkanı oldum.<br />

Ferit Paşa kabinesinde neden görev aldınız?<br />

Mütarekeden sonra Kürt toprakları üzerinde bir Ermenis¬<br />

tan yapmak istiyoriardı. Biz buna muhalefet ettik. Ermenilere<br />

karşı Kürderin haklannı koruduk. O zaman bir Kürt Teali Ce¬<br />

miyeti vardı. Ben Musul'dan gelmeden önce kurulmuştu. Beni<br />

başkan yapttlar. Birinci reis vekili Mustafa Zihni Paşa, ikinci re¬<br />

is vekili de Bedirhani Emin Avni Bey'di. Amacımız Ermenis¬<br />

tan'ın kurulmasına engel olmaku.<br />

Ferit Paşa, doğuda Ermenistan yapacağım dediği zaman<br />

demek istifa etmediniz?<br />

Ferit Paşa bunu söylediği zaman, kendisiyle boğaz boğaza<br />

geldim. Bunu cümle alem bilir. Ben arkadaşlann ısran üzerine<br />

hükümette kaldım. İçerde daha iyi karşı koyabiliyordum. Hatta<br />

135


ir gün beni İngiliz elçiliğine götürdüler. Orada dediler ki, 'Ca¬<br />

nım, şimdiye kadar Kurdistan yoktu. Bunu nereden çıkardınız?'<br />

Dedim ki, 'Oralar Kurduktur. Oralar Ermenistan olamaz. Kanı¬<br />

mızın son damlasına kadar oraları Ermenilere vermeyiz' dedim.<br />

Amacımız, Ermenistan'ın kurulmasına engel olmakn.<br />

Hem Ermenistan'a karşıyım diyorsunuz, hem de izmir'in<br />

işgahne kadar Ferit Paşa kabinesinde kalıyorsunuz. Bunu nasıl<br />

açıklarsınız?<br />

Biz Ermenistan'a karşıydık.<br />

Kurdistan Teali Cemiyeti'nin başkanıydınız. Bundan başka<br />

bir Kürt cemiyeti var mıydı?<br />

Hayır, bilmiyorum. Herhalde ben dahil değildim.<br />

Evrakınız arasında, ocak ayında imzaladığınız bir sözleşme<br />

meydana çıktı. Bu sözleşme hakkında bizi bilgilendirir misiniz?<br />

Nasıl bir sözleşme? Hürriyet ve İtilaf mı?<br />

Evet...<br />

Bilgim vardır. İnkâr etmem. Hürriyet ve İtilaf Partisi'yle bir<br />

sözleşme yaparak, Ferit Paşa'nm Ermenistan düşüncesini kırmak<br />

istedik. Bu sözleşme gereğince Kürdistan'a özerklik verecektik.<br />

Fakat Osmanlı hükümetiyle islam halifeliğinden de aynlmadık.<br />

Bu imza sahipleri kim?<br />

Molla Said (Said-e Nursi) vardı. Bedirhanilerden Mehmet<br />

Ali vardı. Bir de bendeniz vardım. Hürriyet ve itilaftan Vasfi,<br />

Zeynelabidin ve Sabri Hocalar vardı.<br />

Sözleşmeye imza koydunuz. Olduğu gibi kabul ediyorsu¬<br />

nuz değil mi?<br />

Evet, kabul ediyorum. İmza koydum. Nasıl inkâr ederim?<br />

Fakat o tarihte Osmanlı devleti vardı. Biz Hilafet makamına<br />

bağlı bir özerklik amaçladık."<br />

Sorgulamanın bundan sonraki bölümünde Seid Abdülkadir,<br />

Şeyh Said'i yüz yüze tanımadığını, oğlunun bir iki kez evine gel¬<br />

diğini, bir gece kaldığım söylüyordu.<br />

*<br />

» *<br />

Seid Abdülkadir'in evindeki tüm kitaplara, yazılı olan her şe¬<br />

ye el konmuştu. Evde bulunan bir şiiri de yargı masasındaydı.<br />

Başkan, "Türkler, bütün Türkler utanmaz/Aslanlar durmayı-<br />

136


nız/Hücum ediniz/Müşrikler mebus olmuş..." diye devam eden di¬<br />

zeleri okuduktan sonra, bunu neden yazdığım ve ne anlama geldiği¬<br />

ni soruyordu.<br />

Seid Abdülkadir, bu dizeleri heyecanlı bir anında ifade ettiği,<br />

heyecanının ifadesinden başka bir anlamının bulunmadığı cevabını<br />

veriyordu.<br />

Mahkeme başkanı, alt tarafi yeşil, ortası güneş motifli Kurdis¬<br />

tan Teali Cemiyeti ambleminin ne anlama geldiğini sorması üzeri¬<br />

ne, Seid Abdülkadir "Anlaşılan Kürt bayrağıdır" diyordu.<br />

Daha sonra öteki sanıkların sorguları yapılıyordu. Ardından sa¬<br />

vunmalara yer veriliyor ve sanıklar suçsuz olduklarını anlatıyorlardı.<br />

Mahkeme, karannı 23 Mayıs 1925 günü açıkladı. Seid Abdül¬<br />

kadir, oğlu Muhammed, Kemal Fevzi, Palulu Sadi, Hoca Askeri ve<br />

Avukat Hacı Ahri idam cezasına çarptırıldılar ve 27 Mayıs günü<br />

şafak sökerken idam edildiler.<br />

Ölüm sehpaları Diyarbakır'daki Ulu Cami önündeki alana ku¬<br />

rulmuştu. İdam "ayini" daha önce şehre ilan edilmiş, alanda büyük<br />

bir kalabalık toplanmıştı. Kalabalıkla idam sehpaları arasına, sün¬<br />

gülü askerler sıra sıra dizdirilmişti.<br />

Seid Abdülkadir, idam sehpasına yürümeden önce son isteği sorul¬<br />

duğunda, "Oğlumun idamını görmek istemiyorum. Önce beni asm"<br />

dedi.<br />

Ama, isteği yerine getirilmedi. Önce oğlu Muhammed'i astılar.<br />

Oğlunun sehpadaki son haykırışını dinleyerek ölüm sırasını bekle¬<br />

di, Seid Abdülkadir.<br />

Behçet Cemal'in Şeyh Sait İsyanı adındaki kitabında yazdığına<br />

göre, idam mahkûmları sehpada son sözlerini bağırdılar.<br />

Seid Abdülkadir'in oğlu Muhammed bağırıyordu:<br />

"Peygamber soyundan gelenleri asamazsınız! Ben Peygamber<br />

soyundanım!"<br />

Muhammed'in ağzından dökülen öteki kelimeler anlaşılamamış¬<br />

tı. Çünkü ayağının altındaki sandalye çekilerek sözleri kesilmişti.<br />

Kemal Fevzi, sistemi kınayıp protesto ederken; Hacı Ahti, "Ya-<br />

137


şasin Kürdük düşüncesi, yaşasın Kurdistan!" diye bağırıyordu.<br />

Seid Abdülkadir ise idam ilmiği boynuna geçirilirken, orada<br />

bulunan mahkeme heyeti ve yöneticilere şöyle sesleniyordu:<br />

"Sizler, yakma ve harap etme konusunda büyük şöhrete sa¬<br />

hipsiniz! Burasını da Kerbela'ya çevirdiniz! Şunu bilin ki, insaf¬<br />

sızca dehşet, sömürü ile şan şeref kazanılmaz!"<br />

Seid Abdülkadir, ayağının altındaki sandalye çekilmeden ön¬<br />

ce son olarak şöyle diyordu:<br />

"Beni asmakla Kürtleri gayretlendiriyorsunuz!"<br />

DİYARBAKIR'DAKİ ZAFER ŞENLİĞİ<br />

Şeyh Said 15 Nisan 1925 tarihinde esir alınmış, olay, zafer<br />

bildirileriyle kamuoyuna duyurulmuştu.<br />

Bakanlar kurulu. Şeyh Said'in ifadesi alındıktan sonra yargı¬<br />

lanmak üzere arkadaşlarıyla birlikte Diyarbakır'a gönderildiğini<br />

açıklıyordu. Hükümet bildirisinde, kaçması ya da kaçırılmasının<br />

önlenmesi amacıyla, alınacak askeri önlemler de ayrıntılı olarak<br />

duyuruluyor, şöyle deniliyordu:<br />

"Kuvve-i muhafazanın muhtelik bir alaydan az olmaması ve<br />

merkumanın hiçbir suretle elden çıkarılmalarına meydan bırakıl¬<br />

maması lazımdır."<br />

Şeyh Said, yakalandıktan sonra Varto Askeri Garnizonunda,<br />

komutan Osman Paşa tarafindan değerli bir misafir gibi karşıla¬<br />

nıyor, saygı görüyor, ikramda bulunuluyordu. İlk ifadesinden<br />

sonra, ata bindirilip, bir garnizon asker eşliğinde ve gizlilik için¬<br />

de yola çıkarılıyordu.<br />

Şeyh yirmi günlük bir yolculuktan sonra, 5 Mayıs 1925 tari¬<br />

hinde Diyarbakır'daydı.<br />

Diyarbakır sokakları, "zafer şenliği "nin tören alanına dönüş¬<br />

türülmüştü.<br />

Binalar, direkler Türk bayraklarıyla süslenmişri. Yol boyları,<br />

kavşak ve meydanlar askerler tarafından tutulmuştu.<br />

Tutsaklar, at üstünde sokak ve caddelerden geçirilerek halka<br />

gösteriliyor, sonra devlet temsilcilerinin sıralandıkları asıl tören<br />

alanına götürülüyorlardı.<br />

138


Diyarbakır'daki asker-sivil erkânın, tutsakların geçişini huzur<br />

içinde seyretmeleri için, özel tribün yapılmışri. Generallerle özel<br />

konuklan, Romalı muzaffer Sezar edasıyla önlerinden geçirilecek<br />

tutsakları seyretmek üzere koltuklara oturmuşlardı.<br />

yor:<br />

Behçet Cemal, Diyarbakır'daki zafer gösterisini şöyle anlatı¬<br />

"Şeyh Said, Şeyh Şerif ve 28' kişilik maiyederi, 5 Mayıs 1925 sa¬<br />

lı günü Diyarbakır'a vardılar. Akşamın saat beşine varmasına rağ¬<br />

men. Şeyh ile avanesinin şehre getirildiğini duyan halk, vatan ha¬<br />

inlerini görmek için sokaklara döküldü. Said'i getiren kafile şöyle<br />

oluşmrulmuştu:<br />

En önde bir askeri müfreze, arkada Şeyh Said, damadı Şeyh<br />

Abdullah, Şeyh Şerif, Binbaşı Kasım ve öbür 28 asi geliyordu."<br />

"Muzaffer" ler, tutsaklarını zafer şenliğiyle sokaklarda dolaş¬<br />

tırıp halka gösteriyorlardı. Zafer alayında, tutsakların muhafızlı¬<br />

ğını üstlenmiş, sıra sıra dizilmiş askerler tüfeklerinin namlularına<br />

çiçek takmışlardı.<br />

Tüfeklerin, "bir daha ateşlenmeyeceğinin göstergesi" miydi,<br />

bilmiyorum. Ama çok değil, iki ay sonra gösteri bitecek, her şey<br />

kendi gerçeğine dönecekti. O zaman, Diyarbakır surlarından ba¬<br />

kıldığında, göğe yükselen duman hortumları görülecekti. Tüfek¬<br />

lerinin namlusuna çiçek takarak Diyarbakır sokaklarında "ba¬<br />

nş" gösterisine çıkan askerlerin, "sefer" izleriydi, bu dumanlar.<br />

Köyler yanıyordu...<br />

İngiliz yazar Lord Kinross, devlerin bütün olanak ve arşivleri<br />

sunularak ısmarianan Atatürk adındaki kitabında, zafer şenliğini<br />

anlatıyor:<br />

"Şeyh Said, yanında 30 kadar adı asi, önünde ve arkasında at¬<br />

lı, piyade hükümet kuvvetleriyle Diyarbakır'a getirildi. Halkın<br />

üzerine, uçaklardan havai fişekler anlıyordu. Yetkili memuriar<br />

Şeyh Said'i dikkadi ve nezaketle karşıladılar."<br />

Behçet Cemal anlatıyor:<br />

139


"Sanıkların hepsi hayvanlara bindirilmiş ve ayrı ayrı muhafa-<br />

za altına alınmışlardı. Peşlerinde birer piyade ve süvari müfreze¬<br />

si geliyordu. 19. Alay'a mensup olan askerlerin göğüslerinde ve<br />

tüfeklerinin namlularında, köylülerin yolda taktıkları çiçekler<br />

vardı. Askerler, 'Ankara'nın taşına bak' adındaki zafer türküsü¬<br />

nü söyleyerek, halkın alkışlan arasında caddelerden geçtiler.<br />

Hükümet Konağı önünde, 3. Ordu Müfettişi General Kazım Or-<br />

bay. Kolordu Komutam General Mürsel, Diyarbakır Valisi Mit¬<br />

hat, İstiklal Mahkemesi Başkanı Mazhar Müfit Kansu, üye Ali<br />

Saib Ursavaş ve Lütfi Müfit Özdeş, sivil ve askeri erkân bulunu¬<br />

yordu. Askerler bu heyet önünde bir resmi geçit yaptıktan son¬<br />

ra, iç kale kapısında adarından indirilmiş olan asiler, yaya ola¬<br />

rak hükümet binası önüne kadar yürüdüler."<br />

Hükümet Konağı'nm önündeki meydan, zafer alanı haline ge¬<br />

tirilmişti. Türk seçkinlerinin oturup, tutsakların geçişini seyret¬<br />

meleri için tribün kurulmuş, erkân rütbelerine göre sıralanmıştı.<br />

Diyarbakır garnizon komutam Mürsel Paşa, tutsaklar önünden<br />

geçerken Şeyh Said'e sesleniyordu. Sonrasını yine Behçet Ce-<br />

mal'den okuyalım:<br />

"Hükümet Konağı önüne getirildikleri zaman. Şeyh Said ile<br />

Mürsel Paşa arasında şu konuşma oldu:<br />

Hoş geldiniz. Yolda çok rahatsız oldunuz mu? Seyahatiniz<br />

nasıl geçti?<br />

Güneş altında bakırlaşmış renkli, ince uzun boylu, yaşlıca, fa¬<br />

kat dinç görünen Şeyh Said, Paşa'ya cevap verdi:<br />

Sefer zahmettir.<br />

Hastaydınız, nasıl oldunuz?<br />

Şimdi iyiceyim.<br />

Yemek yemeye başladınız mı?<br />

Hayır, daha korkuyorum.<br />

O halde sizi daha tedavi etsinler. Doktorlar bakıyorlar mı?<br />

Allah hepsinden razı olsun...<br />

Bu cevap üzerine general, müfreze komutanına emir verdi:<br />

Götürün, istirahat etsinler.<br />

Bu konuşma sırasında film ve fotoğraflar çekiliyor, Diyarba¬<br />

kır halkı neşe içinde sokaklarda kaynaşıyor ve hainleri lanedi-<br />

yordu."<br />

140


■r *<br />

Törene çağrılı seçkinlerle aileleri, rütbe ve makam konumlarına<br />

göre sıralandıkları tribünde "resmi geçit" yaptınlırcasına önlerin¬<br />

den geçirilen tutsakları aşağılayan sloganlar eşliğinde bağınyoriar-<br />

dı, bu sırada. Mürsel Paşa, dudaklarında bir gülümsemeyle "gale¬<br />

yana gelmiş seçkinler" in sloganlarını, yürüyüş kolundaki askerierin<br />

haykırdığı zafer marşlarını dinliyordu.<br />

yordu:<br />

Zafer şenliğine tanıklık eden Diyarbakıriı bir ihriyar anlatı¬<br />

"Esir düşmüş Şeyh Said geliyor diye tellal bağırttılar, mahal¬<br />

lelerde, cadde ve sokaklarda. Diyarbakır halkı, kendisine süngü<br />

ve namlu çevirmiş askeri barikatın arkasında, hüzün içinde yo¬<br />

lunu bekledi. Şeyh geçerken insanlar ağlıyor, ona sesini duyur¬<br />

ma çabasıyla 'savaşlarda olur böyle şeyler' diye söylenerek mo¬<br />

ral veriyorlardı. Şeyh Said vakurdu. Başı dikti. Halkını selamlar-<br />

casına bakıyordu etrafina. Gözü uzaklara takılıyor, erguvan<br />

rengi dağlara bakıyordu, bazen."<br />

Şeyh Said, tribündekilerin gösterisi sırasında, sadece gülümse-<br />

miş, o yana hiç bakmamıştı.<br />

İSTİKLAL MAHKEMELERİ<br />

Isyancılan yargılamak üzere kurulan İstiklal Mahkemeleri,<br />

korkunun (terörün) kılıcı gibi işliyordu.<br />

İcraatından anlaşıldığı kadanyla mahkemeler, yalnız kendileri¬<br />

ni meydana getiren güce karşı sorumluydu. "Gücü" memnun et¬<br />

mek koşuluyla, kendi işleyiş kurallarını kendileri beliriiyoriardı.<br />

Bu mahkemelerin hukuk bilmeyen, ama saldığı korkuyla ün¬<br />

lenen "yargıç"lanndan Kılıç Ali, anılarında, "mahkemeler kuru¬<br />

lurken, terör mahkemeleri adını vermeyi düşündük. Fakat sonra<br />

İstiklal Mahkemeleri ismi uygun bulundu," diye yazıyordu.<br />

Mahkemelerin kuruluş amacı, "Türk adaletinin şaşmazlıgmı"<br />

ve çelik yumruğunu kanıtlamaktı.<br />

O nedenle, "isyan" gerekçesiyle yaratılıp sistemin tüm muha¬<br />

liflerine gözdağı verecek biçimde, mahkemeler ağı meydana getiril¬<br />

mişti. Şehirierde, ana gövdesi varsa, kasabalarda da mahkemelenn<br />

kollan iş başındaydı.<br />

141


Örneğin, Diyarbakır'da kurulu "ana mahkeme"nin yöredeki<br />

bütün olaylara ilişkin davalara baktığı sanılıyordu. Oysa öyle de¬<br />

ğildi. Normal mahkemelerin bulunduğu kasabalarda, onlann ya¬<br />

nında siyasi işlev gören İstiklal Mahkemeleri de iş başındaydı.<br />

Diyarbakır eski Milletvekili Tarık Ziya Ekinci, Hasan Ce¬<br />

mal'in Kürtler kitabında yayınlanan açıklamasında, Lice'deki<br />

mahkemenin ilk kurbanının babasının amca oğlu Ömer olduğu¬<br />

nu açıklıyordu. Ekinci şöyle diyordu:<br />

"O yıllar, 1924-1925. Lice'de, Şapka inkılabının sonrası.<br />

Şapka satan tek dükkân var Lice'de: Hikmet Çetin'in amcası<br />

Tahir. Ucuza getirip bayağı pahalıya sanyorlar. Ömer de tel çe¬<br />

kiyor Ankara'ya, Mustafa Kemale: 'Sıkıyönetim komutanı, fa¬<br />

lan zada şapka ticareti yapıyoriar; 50 kuruşa alıp 5 liraya satı¬<br />

yorlar.' Bu ihbar geri dönüyor, isyan sonrası Lice'den ilk idam<br />

edilen babamın amca oğlu Ömer oluyor."<br />

Burada bir parantez açmak gerekiyor: Anlaşılıyor ki. Hikmet<br />

Çetin'in Kemalisdiği, ailesinin "şapka devriminden zengin olma¬<br />

sından" geliyordu.<br />

Hikmet Çetin, 1970'lerde CHP'den milletvekilliği ve Bülent<br />

Ecevit hükümetinde başbakan yardımcılığı yaptı. 199rde Demi¬<br />

rci ve Tansu Çiller hükümederinde Dişişleri Bakanlığı, Başbakan<br />

yardımcılığını yürütürken, kendi köyü de yakılıp yıkıldı. Hikmet<br />

Çerin, o sırada Avrupa'yı dolaşıp "TC'nin terörle mücadelesine<br />

destek" arıyordu.<br />

Daha önceki bölümlerde değinildiği gibi, bu mahkemelerde<br />

evrensel hukuk bir yana, diktatörlüğün kendi yasaları da geçerli<br />

değildi.<br />

Çalışma temposunu bozduğu, karara varma hızını kestiği ve<br />

"boş yere zaman kaybına neden olduğu" gerekçesiyle avukat<br />

"nafile" bulunmuş, fazlalık sayılmış ve varlığına son verilmişri.<br />

Savunmasız mahkemeydi bu...<br />

Pek çoğu Türkçe bilmeyen, okuması ve yazması olmayan, do¬<br />

layısıyla iddianamelerdeki suçlamaları anlamakta güçlük çeken<br />

142


sanıklar, kendi "hukuk bilgileri"yle savunmalanm yapıyoriardı.<br />

Bu savunmasız mahkemeydi.<br />

Mahkemeler son mercii, kararları kesindi. Kararı nasıl ve ne<br />

yoldan olursa olsun, itiraz edilecek bir üst mahkeme, kurum, ma¬<br />

kam yoktu.<br />

Karardan hemen sonra "idamların infaz" yetkisi de mahke¬<br />

meye bırakılmıştı. O nedenle idam ayinleri anında başlıyor, ipin<br />

ucundaki insanlar yan yana asılıyordu.<br />

*<br />

* *<br />

Mahkemelerde görevlendirilen yargıçların hukuk öğrenimi<br />

görmeleri şart değildi. Sistemin beğendiği, yandaşlığına güvendi¬<br />

ği kişiler olmaları yeterliydi. O nedenle mahkeme heyetleri genel¬<br />

likle milletvekilliğine de atanmış kişilerden, asker, sivil bürokrat¬<br />

lardan oluşuyordu.<br />

Örneğin, Seid Abdülkadir ve Şeyh Said ile arkadaşlanm "yar¬<br />

gılayıp" astıran mahkeme heyeri atanmış miUetvekilleriydi. İçle¬<br />

rinde, hukuk diplomasına sahip tek kişi, savcıydı.<br />

* *<br />

Mahkemeler, gücü ele geçirmişlerin muhaliflerini "temizle¬<br />

mekle" görevliydi. Osmanlı döneminde vatan "mülk". Sultan<br />

mülkün sahibi dolayısıyla "vatanın kendisi"ydi. Cumhuriyet dö¬<br />

neminde, aynı sonsuz egemenlik alışkanlığı sürüyordu. Sultan'm<br />

yetkilerini ele geçiren "güç", hem sahip, hem de "vatan"ın ta<br />

kendisiydi. Gücün atadıklarının görevi, "vatanı" savunmak, ko¬<br />

rumaktı.<br />

O nedenle "Kürt İsyanı" gerekçesiyle kurulan "İstiklal Mah¬<br />

kemeleri" dört yana dağıtılmış ve muhalifleri biçmekle görevlen-<br />

dirilmişri. İdamların istatistikleri hiçbir zaman bir araya getiril¬<br />

medi. Mahkemelerin TC genelinde astırdığı insan sayısı bilinmi¬<br />

yor. Resmi kayıtlara göre, idam edilerek öldürülenlerin sayısı bir¬<br />

kaç yüz kişiyi geçmezken gayri resmi rakamlar binlerle ifade edi¬<br />

liyor.<br />

143


istiklal Mahkemeleri'nin hüküm sürüp, aralıksız "karar üret¬<br />

tiği" dönemin Fransız elçisi, Paris'e gönderdiği bir raporunda, sa¬<br />

bahlan uyandığında, Ankara'nın bitpazarı meydanında salkım<br />

salkım asılmış insan manzaralanyla karşılaşıldığını belirtiyordu.<br />

Fransız ihtilalinden sonra başlatılan "terör dönemi"nden<br />

esinlenme ve onun bir tekrarıydı, TC'de yürürlüğe konan korku<br />

rejimi. Lord Kinross'un Atatürk kitabında vurguladığı gibi basın,<br />

korku düzenini, faşizmin temel ilkeleri "kanun", "düzen", "bir¬<br />

lik" ve "hepsinden önemlisi kuvvet"le açıklıyordu.<br />

Lord Kinross, rejimin gösterilerini şöyle anlatıyordu:<br />

"Gösteriler tüyler ürpertici nitelikteydi. Ankara'nın belli baş¬<br />

lı meydanında, hâlâ otel yerini tutan (daha sonra adı İtfaiye<br />

Meydanı olan Hergele Meydanı) yıkık dökük handa kalan Bul¬<br />

gar elçisi Simon Radev bir gece, gürültüyle uyanmıştı. Pencere-<br />

den bakınca meydanın üç tarafimn darağaçlanyla çevrilmiş ol¬<br />

duğunu gördü. Hepsi on bir taneydi. Fenerlerin ve ağarmaya<br />

başlayan günün ışığında asılmış birçok adam görüyordu. Henüz<br />

sırası gelmeyenler ise suçsuz olduklarını söyleyerek ağlaşıyorlar-<br />

dı. Bu sırada askerler öteye beriye koşuşuyor, subaylar yüksek<br />

sesle emirler veriyordu."<br />

Ankara, kayıtlara, istatistiklere geçmeyen idam edilmişler<br />

manzarasıyla "insan mezbahasına" çevrilmişti.<br />

Kinross'a göre. Amerikan elçiliği katiplerinden Howland<br />

Shaw da, sabahın erken saatlerindeki bir Ankara manzarasını<br />

şöyle anlatıyor:<br />

"Sehpalarda sallananların her birinin üstünde, beyaz gömlek<br />

gibi bir şey ve buna iğnelenmiş bir kağıt vardı. Kağıda adları ve<br />

suçlarının ne olduğu karalanmışn. Her sehpanın altında bir se¬<br />

yirci grubu duruyor; bazıları, sanırım daha yakından görmek ni¬<br />

yetiyle, komşu evlerin merdiven basamaklarında bekleşiyorlar-<br />

dı. Çocuklar, sehpaların çevrelerinde oynaşıyor ve hiç kimse pek<br />

üzüntülü görünmüyordu. Bunun, herhangi bir manzaradan far¬<br />

kı yoktu."<br />

144


istiklal Mahkemeleri'nin, bölgesel merkezlerin dışında, il ve<br />

ilçelerde şubeleri, kollan vardı. "Şark İstiklal Mahkemesi"nin<br />

ana "karargâhı" Diyarbakır'daydı. Ama öteki illere, ilçelere da¬<br />

ğılmış kollan da idam kararlan üretiyor, insan asıyordu.<br />

Cizre'de idamların yapıldığı resmi kayıdarda yok. Oysa o dö¬<br />

nemin tanığı Cizreli bir ihriyar şöyle diyordu:<br />

"Sabahlan uyandığımızda, meydanın asılmış insanlarla dolu ol¬<br />

duğunu görüyorduk. Onlar için bir şey yapamıyorduk. Dua et¬<br />

mekten başka..."<br />

Ankara'daki istiklal Mahkemesi, Türk Ocağı salonunda top¬<br />

lanıp kararlarını üretiyordu. Mahkemenin toplanmadığı zaman¬<br />

lar, salon "yüksek Türk kültürünü" yaymak için kullanılıyordu.<br />

Türk büyükleri yan yana sıralanarak konser, toplantı ve özenle<br />

hazırlanmış gösterileri izliyoriardı.<br />

Kinross anlatıyor:<br />

"Mahkeme yargıçları saygıdeğer kişilerdi. Yargı için ülkenin<br />

başka yerlerine gittikleri zaman, istasyonda devlet töreniyle<br />

uğurlanıyorlardı. Onlann çabaları sonucu, TC kuruluşundan<br />

bir buçuk yıl sonra, bütün siyasi muhaliflerini susturmuş olmak¬<br />

la övünecek durumdaydı."<br />

Isriklal Mahkemeleri'nin "adaleti" değişkendi. Hukuk geçerii<br />

olmadığı için, bir idamkaran, emirle "yok" sayılabiliyordu.<br />

Muhsin Örtülü adındaki bir teğmen, biriiğiyle biriikte Anka¬<br />

ra'ya "intikal" emrini alıyor ve yola çıkıyordu. Fakat, Boğazla-<br />

yan'da, haydudarca yolu kesiliyor, çatışma çıkıyor, bazı askerier<br />

ölüyordu. Geride kalan askerierie Ankara'ya varan Örtülü, İstik¬<br />

lal Mahkemesi tarafindan yargılanıyor, askerierini ölümden ko¬<br />

ruyamadığı gerekçesiyle suçlu bulunup ölüm cezasına çarptırılı¬<br />

yordu. Genç teğmen, idam gününü beklemek üzere Ankara kale-<br />

sindeki hapishaneye kaparilıyordu.<br />

Oğlu, gazeteci Erdoğan Örtülü, sonrasını anlatıyor:<br />

145


"Babam idam gününü beklerken, bir gün dönemin Adalet Ba¬<br />

kanı hapishaneyi geziyor. Babama suçunun ne olduğunu soru¬<br />

yor. Bakan, babamı dinledikten sonra, 'böyle saçma şey olmaz'<br />

diyor. Babamı hapishaneden çıkarıyorlar. Rütbesini, üniforma¬<br />

sını geri veriyorlar. Atatürk'e muhafiz yapıyorlar."<br />

Necip Fazıl Kısakürek, "Kürt Feryadı" adındaki yazısında, İs¬<br />

tiklal Mahkemeleri'nin dehşetini, "Beraber mahkûm olmuşsa, ön¬<br />

ce oğulu idam edip babaya seyrettiriyor, sonra babayı asıyorlar¬<br />

dı" diye anlatıyordu.<br />

Diyarbakır'daki "Şark İstiklal Mahkemesi", 12 Nisan 1925<br />

tarihinde iş başı yapmış, ilk icraatı, Seid Abdülkadir, oğlu ve ar¬<br />

kadaşlarını astırmak olmuştu.<br />

Mahkeme Başkam Mazhar Müfit Kansu, eski vali ve Atatürk<br />

tarafından atanmış Denizli milletvekiliydi. Üye Lütfi Müfit Özdeş,<br />

eski asker ve Kırşehir milletvekiliydi. Özdeş 1940 yılında öldü.<br />

Kürtçe bildiği için mi mahkeme heyetine dahil edilmişti bilin¬<br />

mez, Ali Saib Ursavaş, Revanduzlu bir Kürt'tü. Ama, sanıklara<br />

karşı acım3


*<br />

Rejim tarafından beğenilmesi nedeniyle, 1950'ye kadar ara¬<br />

lıksız milletvekili atanan Vanlı ibrahim Arvasi, 1964 yılında ya¬<br />

yınlanan "hatıra"larında, İstiklal Mahkemeleri'nin öteki yüzünü<br />

şöyle anlatıyordu:<br />

"Savcı Süreyya Örgeevren, Şeyh Said İsyanından sonra, ne ka¬<br />

dar baba-oğul varsa, evvela babanın gözü önünde oğlunu, sonra<br />

babayı asardı. Bu hususta feryadı figanlar zerre kadar kan kalbine<br />

tesir etmezdi.<br />

Şark mebuslarından, İsmet Paşa'ya güvenenlerle güvenmeyen¬<br />

ler ve korkudan kaçıp da oy vermeyenlerin hepsinin akraba-ı ta-<br />

lukatı sürgüne gönderilip uzaklaştırıldı. Bir kısmını da İstiklal<br />

Mahkemesi'ne gönderdiler. Yalan ve yakıştırma kampanyası ma¬<br />

kineleri çalıştırılıyor, dünyada görülmemiş kötülükler, fenalıklar<br />

isnat ediliyor, gerçekmiş gibi işleme tabi tutuluyor ve kişiler ceza¬<br />

landırılıyordu. Hele İstiklal Mahkemesi'nde, Elazığ'da kelle mü¬<br />

zayedesi (pazan, açık artırması) yapılıyordu. 500 altına bir kelle<br />

alınıp satılıyordu. Jurnali (ihban) hazıriayan başkomiser ile İstik¬<br />

lal Mahkemesi üyesi Ali Saib'in çete arkadaşı Aşkotanlı Paşo'nun<br />

da, fazla olarak 50 bin ahım vardı. Bu surede Ali Saib, Şark İstik¬<br />

lal Mahkemesi Başkanlığı'ndan Ankara'ya 60 bin altınla geldi. Ve<br />

netice olarak Doğu illerinde kulplu ve kulpsuz altının kökü kesil¬<br />

di. Şark istiklal Mahkemesi Savcısı Süreyya Örgeevren ise, Büyü-<br />

kada'da merhum bir mareşalin muhteşem köşkünü satın almıştı."<br />

Bu heyet. Şeyh Said ve arkadaşlanm yargılamış, haklarında<br />

hüküm vermişti.<br />

ŞEYH SAİD DAVASI<br />

Şeyh Said ve arkadaşlan askeri cezaevinde, aileleri ve dünya¬<br />

dan tecrit ediliyor, kimseyle görüştürülmeden ayrı ayn hücrelerde<br />

tutuluyorlardı.<br />

"İçerdekilerin" dünyaya açılan tek pencereleri, tek ziyaretçile¬<br />

ri, mahkeme heyetinin üyeleriyle, gardiyan askerlerdi.<br />

Savcı Ahmet Süreyya Örgeevren, baş ziyaretçileriydi. Savcı, gün<br />

147


oyu hücreden hücreye geçerek, "dosduk" ziyarederinde bulunu¬<br />

yor, ikili görüşmeler yapıyordu. Örgeevren 15 Nisan-26 Temmuz<br />

1957 tarihleri arasında, "Dünya" gazetesinde tefrika edilen anıla¬<br />

rında, "dostluk ziyaretlerini" ve Şeyh Said'le yaptığı görüşmeleri<br />

uzun uzun anlatıyordu.<br />

Savcı, onların "iyiliğini düşünen" adam olarak, "mahkeme¬<br />

den çıkıp, huzur içinde evlerine gitmeleri için" ne yapmaları ge¬<br />

rektiğini de öğütlüyordu. Savcıya göre, en birinci çıkış yolu siya¬<br />

si savunma yapmamak, Kürt sorununu ağza almamaktı.<br />

Savcı, "Kürt sorunu vardır" deyip bu konuları deştikleri tak¬<br />

dirde, onların iyiliğini düşünen Türk büyüklerinin şefkatlerini<br />

esirgeyebileceklerini ve hiç düşünülmediği halde idam cezasına<br />

çarptırılabileceklerini anlatıyordu.<br />

Zaten kendileri de farkındaydı, Kürtlerin hiçbir sorunu yok¬<br />

tu. İsteyen orucunu tutuyor, istemeyen namazım da kılmıyordu.<br />

Onun için "olmayan Kürt sorunundan" söz etmeleri halinde "yu¬<br />

karıdakiler" kızabilir, dolayısıyla hayatları tehlikeye girebilirdi.<br />

Savcı, böylece ölüm yolcularının savunma ve söylemlerini hü¬<br />

kümet bildirisi paraleline çekmeyi başarıyor, sanıklar, <strong>kurt</strong>uluş<br />

umuduyla, söylemlerinde ulusalcılık bağlarım koparıp, Kürt so¬<br />

rununu isyan nedeni olmaktan çıkarıyor, yerine "dinsel düzen<br />

kurma ve Sultanlığı ihya" amacını monte ediyorlardı.<br />

Şeyh Said bile, Binbaşı Kasım'ın, teslime ikna için "bana na¬<br />

mus sözü verdiler; idam edilmeyeceksin" sözlerini, mahkeme he¬<br />

yeti üyelerinin dost ziyaretlerinde de dinleye dinleye, idam edil¬<br />

meyeceğine inanmaya başlıyordu. Verilen namus sözüne göre<br />

Şeyh, mahkemeden sonra, birkaç ay Edirne'de sürgün yaşayacak,<br />

ardından ülkesine, halkının arasına, köyüne dönebilecekti. Hatta<br />

mahkeme heyeti, baharda onu, Kolhisar köyünde ziyaret edecek<br />

ve vereceği kuzu ziyafetine katılacaktı.<br />

"Söz", Kürtler nezdinde tanrı buyruğu kadar kutsal ve onur-<br />

sallık kadar bağlayıcıydı. Kişinin şerefi, haysiyetiydi.<br />

Verilen sözde durmamak, onursuzluktu.<br />

Kendilerine verilen sözler buharlaştığında artık çok geçti.<br />

Şeyh Said, idam sehpasına yürüyordu. Ölüm yolculuğuna çıkar-<br />

148


ken, söz verenlere nafile yere "kavf'lerini hatırlarip, "Hani ya şe¬<br />

ref, namus sözü vermiştiniz?" diye bağırıyordu.<br />

*<br />

Şeyh Said ve arkadaşlarının davası, 26 Mayıs 1925 Salı günü<br />

Seid Abdülkadir'in "yargılandığı" sinema salonunda başladı. De¬<br />

kor aynıydı. Yukarıda kalan sahne, Türk bayraklarıyla süslen¬<br />

mişti. Mahkeme heyetinin sıralanıp oturması için, yanm ay biçi¬<br />

minde yüksekçe bir kürsü inşa edilmişti, sahnenin ortasına.<br />

Salondaki tek fark, sinema kamerasıydı. Bir alıcı makine, duruş¬<br />

mayı başından sonuna kadar filme alıyordu.<br />

Lord Kinross anlatıyor:<br />

"Şeyh Said ve suç ortaklan, bir ay sonra mahkeme önüne çı¬<br />

karıldılar. Bütün mahkeme üyeleri parlamento üyelerinden ku¬<br />

rulmuştu. Bunlar, Kürderin ve Müslümanların yeşil bayrağına<br />

karşı, açık bir protesto niteliğinde, kırmızı-beyaz Türk bayrağı¬<br />

nın altında yer almışlardı."<br />

Dışarıda, Seid Abdülkadir'in duruşması sırasında alınan ön¬<br />

lemler, birkaç kat artırılmış, sıradan insanlar için ürküntü vere¬<br />

cek boyutta abartılmıştı. Şehir, birkaç kat kuşatılmış, yollar, kav¬<br />

şaklar silahlı askerlerce tutulmuş, "yargılama"nın olduğu sinema<br />

salonu ise etten ve silahların çeliğinden oluşan bir duvarın ardına<br />

alınmıştı. "Durumu şüpheli" görülen insanlar, semte yaklaştırıl¬<br />

mıyor, Kürt köylüler arka sokaklara sürülüyorlardı.<br />

Ama mahkemenin "adil ve usulüne uygun" işlediğine ilişkin<br />

görüntü unutulmamıştı. Yargılamanın halka açık olduğunun<br />

göstergesi olarak, arka sıralara, Diyarbakır'daki devlet görevlile¬<br />

riyle yakınlan arasından özel olarak seçilmiş sivil giyimli "izleyi¬<br />

ciler" yerleştirilmişti.<br />

*<br />

* s<br />

Mahkemelerin "aleniyet" (halka açıklık) göstergesi izleyicile¬<br />

rin salona alınıp yerieştirilmesinden sonra tutuklular getiriliyor¬<br />

du.<br />

149


Mahkemeyi anlatan tek resmi belge niteliğindeki Behçet Ce¬<br />

mal'in Şeyh Said İsyanı kitabına göre. Şeyh Said öliim yolcuları¬<br />

nın başında salona alınıyordu. Etten ve çelik namlu ile askerler¬<br />

den oluşan duvarları aşıp kaçacağından korktukları için mi bilin¬<br />

mez, yaşlı Şeyh'in bilekleri kelepçeli, ayakları prangalıydı. Adım<br />

attıkça, pranganın zinciri beton zeminde şıngırdayarak ses çıka¬<br />

rıyordu.<br />

Şeyh, ileri yaşına rağmen dinç ve huzurlu görünüyordu. Şıktı.<br />

Sarığı apakri. Dalgah, ak sakalı kmah, gözakları sürmeliydi...<br />

Omuzlarını örten harmaniye, şalvarı ve Halep işi kırk düğme¬<br />

li yeleği, renk uyumu içindeydi.<br />

Salona girdiği andan itibaren, film kamerasının ışıkları onu<br />

hedeflemiş, izliyordu. Gösterilen yere geçtiğinde gür ışıklar göz¬<br />

lerinin içine dolmaya başladı. İşıktan rahatsızlanmıştı. Rahatsız¬<br />

lığını belli eden kıpırtılar dalgalandı yüzünde. Gözleri kısıldı,<br />

kaşları çatıldı bir an. Bir süre sonra da gözleri ışığa alıştı.<br />

O arada öteki sanıklar da getirilmiş, iki yanına, arkasına di¬<br />

zilmişlerdi. Mahkeme Başkanı'nm "oturun" demesiyle, salona<br />

doldurulmuş sanıklar sandalyelere oturdular. Askerler, ellerinde¬<br />

ki anahtarlarla koşuştular. Zincir şakırtıları ve kilitte dönen<br />

anahtar sesleri duyulmaya başladı. Prangalar çözülüyordu.<br />

»<br />

Kimliklerin bir kez daha saptanmasından sonra iddianame<br />

okunmaya başlandı. Kalabalık isyancı grubuna ilişkin iddianame<br />

kısaydı. Siyasi içerikten uzak, "kriminal bir suçlama" niteliğin¬<br />

deydi.<br />

İddianamede, bütün dünyanın bildiği bir isyanın çıkriğı anla¬<br />

tılıyor, ama nedeni açıklanmıyordu. İsyanm iç ve dış kışkırtma¬<br />

lar sonucu meydana geldiği de anlatılıyordu. İddianamenin so¬<br />

nunda isyanm amacı "din siperi akında irticai bir bölücülük ha¬<br />

reketi" olarak tanımlanıyordu.<br />

iddianamenin okunmasından sonra sorgu başladı. Şeyh Said,<br />

sorguda ilk sıradaydı. Yargıç, soru sorarken olağanüstü kibardı.<br />

150


"Siz" ya da "Şeyh Efendi" diye hitap ediyor, onu saygın yere<br />

oturtan deyimlerle konuşuyordu.<br />

Öyle ki, bu manzaraya tanık olanlar, rahadıkla "Şeyh biraz<br />

sonra buradan çıkıp köyüne dönecektir" diye düşünebilirdi.<br />

Yargıç nerede, ne zaman ve kimin yanında öğrenim gördüğü¬<br />

nü sorarak işe başladı. Bunu isyana ilişkin sorular izledi. Yargıç¬<br />

la Şeyh Said arasında geçen diyalogu, tutanakların açıklanan kıs¬<br />

mından özetleyerek sunuyoruz:<br />

"_ isyan hareketini nasıl düşündünüz? Size ilham mı geldi?<br />

Haşa, ilham gelmedi. Kitaplarda gördüm ki, imam şeriattan<br />

saparsa isyan vaciptir. Hükümete şeriat sorununu anlatmak iste¬<br />

dik. Hiç olmazsa bir kısmının uygulanmasını isteyecektik. Allahu-<br />

taala'nın kaderi beni bu işe düşürdü, içine bir düştüm, bir daha<br />

çıkamadım.<br />

Buyurdunuz kİ, imam şeriattan saparsa isyan vaciptir. Bu¬<br />

nun şartı yok mu?<br />

Şartım bilmiyorum. Şer'an vaciptir deniliyor.<br />

Bu halin imamdan kaynaklanmasına bir Müslüman isyan<br />

eder mi?<br />

Benim niyetim böyle değildi. Seriye şartlannı uygulamazsa<br />

dedim.<br />

Demek ki siz, şeriattan sapma olduğu için kıyam ettiniz.<br />

Amacınız ne idi?<br />

Kitap, kıyam vaciptir diyor. Kitap, cinayet, zina, müskirat<br />

gibi durumları yasaklıyor. Hepimiz Müslümanız. Türk, Kürt<br />

ayırımı yoktu.<br />

Şeyh Efendi, onları bırakın. Özellikle kıyamın nedenim<br />

söyleyiniz.<br />

Piran'da bir olay oldu. Çanşma çıktı. Bu da bana mal edil¬<br />

di. Halbuki ben teğmene üç defa fica ettim. Adamlar nikahlan<br />

üzerine yemin etmişler, ısrar etmeyin dedim. Sonra sekiz tanesi¬<br />

ni bırakmış, ikisini tutuklamışlar. Olay patlak verince ben köy¬<br />

den çıknm. Sonra işin içine köylüler kanştt; ayaklanma başladı.<br />

Bir daha içinden çıkamadım.<br />

Şeyh Efendi] Piran'a gelmeden önce, din meselesinden do¬<br />

layı kıyamı düşünüyor muydunuz?<br />

151


Kalbimde düşünüyordum. Fakat savaşla değil, broşürler<br />

yazıp meclise göndererek, yasaların şeriata uygun düzenlenme¬<br />

sini istemeyi düşünüyordum.<br />

Niçin yapmadınız?<br />

Bu konuda önce bilimsel tartışmalar yapayım dedim. Fakat,<br />

kader beni Piran'a sürükledi. Piran olayı çıktı; önünü alamadık.<br />

Şeriat uygulanmadığı için isyanı çıkardınız, öyle mi?<br />

İmam eğer şeriatı uygulamazsa dedim, bu, şeriata göre is¬<br />

yanın gerekçesidir, isyan meydana geldikten sonra, hiç olmazsa<br />

günahkâr olmayız dedim.<br />

Müslümanların kardeş olduğunu söylediniz. Müslümamn<br />

Müslüman üzerine 'kıtal' göndermesi caiz mi?<br />

Evet, birbirinin kardeşidir. İmama kıyam etmek, muhare¬<br />

beyi itna etmez mi? Kitap öyle diyor.<br />

Müslümanlar kardeş olduklarına göre, nasıl birbirinin üs¬<br />

tüne sevk ettiniz?<br />

Hazreti Ali'nin savaştıkları da Müslüman değil miydi? Yi¬<br />

ne kardeş kahrlar.<br />

hat nedir?<br />

Bu kıyam vaciptir buyurdunuz. Küfar Kur'anı çiğnerken ci¬<br />

O da cihatur. Beli, farzdır.<br />

Yunanlılar memleketimizi işgal ederken, topladığınız o 4<br />

bin kişi ile üsderine yürümediniz.<br />

O zaman çok perişandık. Zamanımız olsaydı, durmazdık.<br />

Balkan savaşına katılmak istedik, istemediler. Bu savaşta muha¬<br />

cir, fakirdik.<br />

isyanı kimlerle nerede hazırladınız?<br />

Önceden hazırlık yoktu. Piran olayı ile alevlendi. Biz de içi¬<br />

ne düştük ve işe başladık. Ben Lice'ye geldim. Kimseye bir şey<br />

söylememiştim.<br />

oldu?<br />

Oğlunuz Ali Rıza istanbul'dan geldikten kaç gün sonra isyan<br />

Yaklaşık bir ay sonra.<br />

Oğlunuz istanbul'da isyan olayını kimlerle konuştu ve size<br />

ne haberler getirdi?<br />

isyan meselesini istanbul'da işitmemiş. Hatta Halit Bey'in<br />

tutuklandığını Erzurum'da oğlundan duymuş.<br />

152


Oğlunuz İstanbul'dan geldikten sonra, herhalde şeriat şöy¬<br />

le böyle olmuş diye bir şeyler söylemiştir.<br />

istanbul'da Hınıs Kürtlerinden birine misafir olmuş ve Se¬<br />

id Abdülkadir Efendi'yi ziyaret etmiş.<br />

nuz?<br />

yorsunuz.<br />

istanbul'a ne amaçla gitmişti?<br />

Halep tüccarlarına mal satmıştı.<br />

Oğlunuz istanbul'dan döndükten sonra nerede buluştu¬<br />

Şuşar'da.<br />

Jandarma geldi, adam vuruldu, bu isyan çıktı dediniz.<br />

Jandarma vurulmasaydı, kitapla görevimi yapacaktım.<br />

Jandarma görevini yapıyor diye bütün halkı ayağa kaldırı¬<br />

Hayır, bence bir şey yoktu. Jandarmaya, bunlar teslim ol¬<br />

mamak için yemin etmiş, siz ısrar ediyorsunuz, yapmayın de¬<br />

dim.<br />

Nasihatinizden sonra bir şey oldu mu?<br />

Vuruştular.<br />

- Vurdular diye, size ne oldu da halkı ayaklandırdınız?<br />

Ben köyden çıktım, gittim. Ayaklanma koptu; olunca da<br />

ben başına geçtim.<br />

Ayaklanma oldu da, ondan sonra mı başına geçtiniz?<br />

Ben Darahini'ye gelmeden önce muhasara başlamıştı.<br />

Şeyh Efendi, isyanın nedeni jandarma değildir. Propagan¬<br />

dalar, açıklamalar yapılıyormuş.<br />

Jandarmalar olmasaydı, kitapla belki bir sene sonra olur¬<br />

du, belki akı ay sonra olurdu. Yahut olmazdı.<br />

Jandarma meseli düşüncelerinizi eyleme dönüştürdü. 01-<br />

ma-saydı, akı ay sonra olurdu değil mi?<br />

Hayır, jandarma olmasaydı, belki olmazdı. Allah kader<br />

saydıysa olurdu.<br />

Her şeyi kaza ve kadere mal ediyorsunuz. Sizin iradeniz yok<br />

muydu?<br />

Hayır, irade de var. Ben boş değilim. Benim de dahlim var.<br />

inkâr edemem.<br />

İsyanı tek başınıza başlatnğınıza inanmıyorum. Herhalde<br />

sizi teşvik edenler vardır.<br />

153


Ne içerden, ne de dışardan teşvik eden yoktur. Hariçten<br />

dediğim ecnebilerdir.<br />

nüz?<br />

Demek ki ayaklanma ve isyanı yalnız zat-ı aliniz düşündü¬<br />

Evet, benim fikrimde vardı. Bilim adamlarını, düşünce sa¬<br />

hiplerini göreyim dedim. Din kalkmış, maneviyat unutulmuştu.<br />

Bunları isteyelim dedim. Öyle ümit ediyorduk.<br />

Bunlarla görüştünüz mü?<br />

Görüşemedim. Zaman kalmadı. Bu olay meydana geldi.<br />

Mektuplarınızda, 'Emirülmücahidin' kullanıyorsunuz. İn¬<br />

san kendi kendine Emirülmücahidin adını alır mı?<br />

Emirlere, 'Emirülmücahidin' yazıyordum. Büyüklüğü ken¬<br />

dime layık görmedim. Sonra Hadimülmücahidin'i kullandım.<br />

ler istedi.<br />

Alacağınıza inanarak mı Diyarbakır'a hücum ettiniz?<br />

Diyarbakır'a hücum taraftarı değildim. Fakat bazı kimse¬<br />

Kimler?<br />

Hanili Halit Bey taraftardı.<br />

Alamayacağınızı bildiğiniz halde neden hücum ettiniz?<br />

Birkaç savaş olmuştu. Başarı Kürderde idi. Yine öyle olur<br />

sandık. Fakat olmadı.<br />

içerden bilgi alıyor muydunuz?<br />

Diyarbakır içi ile bilgi alışverişimiz yoktu. Yalnız halkın<br />

çoğunun dine eğilimli olduğunu biliyorduk.<br />

Yani ümitvardınız?<br />

Ümitvardık. Halktan ümitvardık.<br />

, Cemil Paşazadeler ve Necip Bey neye eğilimliydi?<br />

Ben kimseyi tanımam, işittiğime göre, Nakip Cemil Paşa¬<br />

lar şeriata meyyaldardır diyorlar. Seninle birlik olur diyorlar.<br />

Ama kendisini hiç tanımam.<br />

Böyle önemli bir istihbarat araşnnlmaz mı?<br />

Haddi hesabı olmayan yalanlar da söyleniyordu. Muş, Bit¬<br />

lis işgal olmuş diye haberler geliyordu. Sonra yalan olduğu or¬<br />

taya çıkıyordu. Ne postamız, ne de irtibanmız vardı.<br />

Hiçbir şey yokken, bu kadar ümmet-i Muhammed'in kanı¬<br />

nı dökmek caiz mi?<br />

Zaten olmuştu. Darahini'ye hücum etmişlerdi.<br />

154


Elazığ'a saldıran kuvvetlerin komutanı kimdi?<br />

Şeyh Şerifi tayin etmiştim. Odur.<br />

Başka kimdi kumandanların?<br />

Gazik cephesini de Şeyh Şerife vermiştim. Palu'ya kadar<br />

gidebilirsin dedim. Melekanlı Şeyh Abdullah'ı Gırvas ve Muş<br />

cephelerine tayin ettim. Şeyh Hasan'ı da Kiğı cephesine verdim.<br />

Şeyh Hasan burada yoktur. Kumandanlar; ağalar, muhtarlar,<br />

aşiret mensuplarıydı. Benim düzenli ordum yoktu.<br />

Diyarbakır'ı alma amacınız ne idi?<br />

Rızkımız, nasibimiz p tarafa gelmişti. Diyarbakır'ı aldıktan<br />

sonra ileri gelenlerle toplanıp, hükümetle müzakere yapacaktık.<br />

isyandan önce hükümete başvursaydmız ya!<br />

Vaktimiz olmadı.<br />

Hükümet taleplerinizi kabul etseydi ne olurdu?<br />

Günahtan <strong>kurt</strong>ulurduk. Evimizde otururduk. Hükümet is¬<br />

teklerimizi kabul etmeseydi, hicret isterdik. Hicret izni verme¬<br />

seydi, günah bizden gider, otururduk.<br />

Bir mektubunuzda 'fetih' kelimesini kullanıyorsunuz. An¬<br />

lamı ne bunun?<br />

Her neresi ahnırsa, fetih deriz...<br />

Fetihten sonra bağımsız bir Kurdistan krallığı ilan edecek¬<br />

tiniz, öyle mi?<br />

Krallık bizim niyetimizde yoktu. Şeriat kurallarını uygula¬<br />

ma idi. Ben ne başkanlık kabul ederdim, ne de elimden gelirdi.<br />

Buradaki bildiriyi biliyor musunuz?<br />

Ondan haberim yok. Kim yazmış bilmiyorum.<br />

Diyarbakır'dan sonra hükümet tekliflerinizi kabul etme¬<br />

seydi, çekip gidecektiniz, öyle mi?<br />

Sonucun nasıl olacağını düşünmedim. Milletvekillennm<br />

büyük kısmı dindardır, isteklerimizi kabul eder, medreseleri<br />

açarlar dedik. t u-<br />

Türkiye Cumhuriyeti askerleri, Müslüman askerleri bizi<br />

mahvederler diye düşünmediniz mi? Bu kuvveti size veren nedir?<br />

Kanıtımız yoktu. Bu kadar askerin hızla gönderilebileceği¬<br />

ni sanmıyorduk.<br />

Sonra anladınız, öyle mi?<br />

Beli, şimdi anladım.<br />

155


Bu isyanın esası nedir?<br />

Esasını kime atfedeyim?<br />

Lice'ye yazdığınız mektuba göre önceden düşünmüşsünüz.<br />

O yazı benim değildir, imza da benim değildir. O ifade za¬<br />

ten benim değildir.<br />

İsyana ben karar verdim, dediniz. Bu havalide sizi tanıyan<br />

kimse olmadığına göre, nasıl Diyarbakır'a hücum ettiniz? Her¬<br />

halde bunlar önceden düşünülmüş, karar verilmiş şeyler...<br />

O olay oldu. Ben önce vardım. Allahutaala'nın kaderi ol¬<br />

du. Ben içinde idim. Eğer düşünülmüş, planlanmış bir şey varsa<br />

zaten biliniyor.<br />

isyan ettiğin zaman, Türk askerlerini Müslüman askeri<br />

olarak mı gördün, yoksa kafir askeri mi?<br />

Müslüman askeri olarak telakki ettim.<br />

İslam içinde sizden bilgin yok mu? Varsa neden sadece siz<br />

düşünüyorsunuz?<br />

Alim elbette çoktur.<br />

Bunlar yapılmıyorsa, onlar neden talep etmiyorlar?<br />

Ne kadar ehli şeriat varsa hepsi talep ediyor. Fakat canın¬<br />

dan, malından korkuyorlar.<br />

Bunların içinde alimi ve cesuru sen misin?<br />

En alimi ben değilim, fakat tehlikeye atılan benim.<br />

Memleketinizden hangi ayda çıknnız?<br />

Kununi Evvel'de (Aralık) çıktım.<br />

Sizin durumunuzda olan (yaşlı) biri, kışın en şiddetli zama¬<br />

nında çıkar mı?<br />

Günde üç saatten fazla gitmiyorduk. Yerler müsaitti.<br />

Odun, ateş çoktu.<br />

İlkbahar, yazın ya da sonbaharda çıksaydınız, sizin için da¬<br />

ha iyi olmaz mıydı?<br />

patladı.<br />

Yazın, ziraat ve ticarede meşgulüz. Kışın iş yok.<br />

isyana kadar ne kadar zaman geçti?<br />

İki aydan fazla zaman geçti.<br />

isyandan iki ay önce çıkıyor, sonra isyan ediyorsunuz?<br />

Evet, fikrimde vardı. Padatmak niyetimizde yoktu. Fakat<br />

Oğlunuz Halep'ten geçiyor...<br />

156


Ticaret için Halep'e gitmişti. Parasını İstanbul'a poliçe ver¬<br />

mişlerdi. İstanbul'a gitti, parasını aldı.<br />

Halep ve istanbul'a ticaret için gitti. Oralarda bazı kimse¬<br />

lerle görüştü. Size söyledi. Siz de ayaklandınız...<br />

O geldiğinde ben çıkmıştım. Şuşar'da buluştuk, isyandan<br />

kırk gün önceydi.<br />

Diyarbakır'a neden hücum edildi, diye soruldu. Siz de Di¬<br />

yarbakır yolumuzun üstüne düştü, dediniz. Öyle midir?<br />

Diyarbakır yakın vilayet olduğundan, cephane çok olduğu<br />

için, bilhassa cephane almak için buraya girmek istedik.<br />

Diyarbakır'a girmeyi başaramadınız. Ondan sonra ne gibi<br />

harekâtlarda bulundunuz?<br />

Çabakçur'a, Darahini'ye geldik: Licelilerin karşılamaya<br />

geldiklerini gördüm. Lice'ye gitmeye niyetim yoktu. Ondan son¬<br />

ra Kürtlere izin verdim, evlerine gönderdim. Eğil'e gittim. Ma¬<br />

den ve Ergani'nin işgalini orada duydum.<br />

Türklerle neden ilişki kurmuyordunuz?<br />

Eğil, Ergani taraflarında Türkleri de davet ettim. Dinimize<br />

çalışalım dedim.<br />

Sizinle beraber isyan ettiler mi?<br />

Tutan tutuyor, tutmayan tutmuyordu.<br />

Ergani'de kimler vardı?<br />

Şevket Efendi, Hamit Ağa, Hacı Hüsnü Efendi vardı.<br />

Bunlar Türk mü, Kürt mü?<br />

Türktürler, onlar katıldılar.<br />

Kürt Teali Cemiyeti'nden haberiniz olmadığını söylediniz.<br />

Bidisli Yusuf Ziya Bey geldiği zaman ne görüştünüz?<br />

Yusuf Ziya'yı tanırım. Bana gelmişti. Ramazanda idi. Bit¬<br />

lisli Haydar Efendi, Yusuf Ziya Bey'in Muşlu Reşit Bey'le ziya¬<br />

rete geldiğini söyledi. Kendisinden ders okumuştum. Birkaç sa¬<br />

at kaldılar. Çay içip gittiler. Baharda Hınıs'a gelmişti. Benim<br />

köyüme geldi. Orada meseleyi açn. 'Bir Kurdistan kurmak üze¬<br />

reyiz' dedi. Muhaldir dedim, fikrim bunu kabul edemiyordu."<br />

157


*<br />

Şeyh Said'in sorgusunda, "Kürt sorunu"na dokunulmuyordu.<br />

Oysa, yakalandıktan sonra Varto'daki ilk ifadesinde, Kürtle¬<br />

re en azından özerklik verilmesi amacıyla isyan ettiklerini söylü¬<br />

yordu.<br />

Nitekim mahkemede dinlenen Binbaşı Kasım da. Şeyh Said'in<br />

bağımsız Kurdistan hayaliyle isyana karar verdiğini söylüyordu.<br />

Kasım, Şeyh'le evinde buluşup konuyu tartıştıklarını, kararını<br />

doğru bulmadığını yüzüne karşı söylediğini belirtiyordu.<br />

Binbaşı Kasım, Halit Bey'in tutuklanmasından sonra, Şeyh'in<br />

köyünden ayrılarak halkı isyana hazırlayan toplantılar yaptığını,<br />

ilk destek sözünün Kanireşli (Kariıovalı) Kamil Bey'den geldiğini<br />

beürtiyor ve şu açıklamayı yapıyordu:<br />

"Asıl sebep Kurdistan istiklali (özgürlüğü) idi. Dini alet etti¬<br />

ler. Esas maksadarı istiklal elde etmekti."<br />

Kasım Ataç, Kürdistan'ın bağımsızlık ve özgürlüğü için kuru¬<br />

lan örgüte üye olanların, sırlan saklayacaklarına dair yemin et¬<br />

tiklerini söylüyor ve "yemin o kadar müthiştir ki, yemin edenin<br />

kafasını kesseler, söylemezler" diyordu.<br />

Kasım'ın anlatımına göre, örgüt siyasi ve dini olmak üzere iki<br />

ana kola ayrılıyordu. Albay Halit Bey ve bazı yakın çalışma ar¬<br />

kadaşlan, siyasi cephede komitelerle çalışıyordu. Siyasi cephe<br />

gizliydi ve çahşmalarında daha çok hücre esası geçerliydi. Siyasi<br />

cephenin önemli liderieri Halit Bey, Kerem Bey, Yusuf Ziya Bey<br />

ve Hacı Musa Bey'di. Şeyh Said ise dini cephedeydi.<br />

Şeyh Said'den sonra sorguları yapılan öteki sanıkların hemen<br />

tümü, ayrıntılar hariç, benzer sözlerle, isyanın planlı olmadığını,<br />

dine karşı girişilen kısıdamalar ve medreselerin kapatılmasına<br />

tepki olarak doğduğunu söylediler.<br />

Örneğin hareketin önde gelenlerinden Hanili Salih Bey, isya¬<br />

nın planlama değil, üzüntü sonucu birdenbire doğduğunu söylü¬<br />

yordu. Salih Bey, Kürdük dahil, hiçbir siyasi akımdan haberli ol¬<br />

madığını, din uğruna tepkicilere katıldığını, fakat tepkinin genel<br />

isyana dönüşebileceğini hesaplayamadığını söylüyordu.<br />

158


Salih Bey, olaydan bir ay önce Şeyh Said'i evine davet ettiğini,<br />

bu davetin eski bir dostluktan kaynaklandığını, ancak siyasi bir ko¬<br />

nunun konuşulmadığını, daha sonra da savaşa katılmadığını belir¬<br />

terek beraatini istiyordu.<br />

Şeyh Said'in damadı ve doğu cephesi komutam Şeyh Abdullah,<br />

Şeyh Said'in yakalanmasında yardımcı olduğunu söyleyerek bera¬<br />

atini istiyordu. Şeyh Abdullah, ek olarak geçmişte Ruslara karşı sa¬<br />

vaştığım anlatıyordu.<br />

Fakat söyledikleri dikkate alınmıyor. Şeyh Abdullah, "benim<br />

katkımla yakalandı" dediği Kayınbabasından sonra ikinci sırada¬<br />

ki kişi olarak 47 idam mahkûmu arasında yer alıyordu.<br />

TOPLU İDAM KARARI<br />

Diyarbakır'daki "Şark İstiklal Mahkemesi", acelesi varmış gi¬<br />

bi hızlı çalışıyor, "elindeki iş"i bir an önce bitirmek üzere, toplu<br />

idam kararlan "üretiyor"du.<br />

Seid Abdülkadir, hiçbir eyleme katılmamış, oğlu olaylara ka-<br />

nşmamıştı. Onlarla biriikte ipe çekilenlerden bazdan, son ana<br />

kadar bir Kürt isyanının padadığından bile haberii değildi.<br />

Fakat, "aynntıya" inmeye zaman yoktu. Gerekenin yapılma¬<br />

sı için "teslim edilen" insanlar hakkında, hemencecik karar biçi¬<br />

liyordu.<br />

İlk "temizlikten" sonra, sıradakiler Şeyh Said ve arkadaşlarıy¬<br />

dı. Zamanı durduran hız, yine görev başındaydı. İdamına karar ve¬<br />

rilen 47 kişi hakkındaki araştırma, soruşturma, kanıtların aranıp<br />

bulunması iddianamenin hazırlanıp okunması, sorgulama ve sa-<br />

vunmalaria, idam edilmesi, topu topu bir aylık bir zamana sıkıştı¬<br />

rılıp tamamlanmıştı.<br />

Savcı Ahmet Süreyya Örgeevren, 27 Haziran 1925 tarihinde,<br />

davanın "esası" hakkındaki görüşlerini açıkladı. Savcı, "esası"<br />

anlatırken, Kürt isyanını, yakın tarihte yaşanan ve Osmanlı'dan<br />

kopma başansına erişen Arnavutluk, Bosna-Hersek ile Arap ihti¬<br />

lallerine benzetiyordu, isyancıların, bağımsız Kurdistan kurmayı<br />

amaçladıklarım, ama niyetlerini din perdesiyle örttüklerim söylü¬<br />

yor, sanıklardan her birinin geçmişi ile son yapriklarım uzun<br />

159


uzun sıralıyordu. Savcı, elindeki listede yer alanların "idam ceza¬<br />

sıyla tecziyesine" diyerek sustuğunda öğle olmuştu.<br />

Mahkeme öğle yemeği için duruşmaya ara verdi. Türkçe bil¬<br />

meyen ölüm yolcularından çoğu, savcının ne deyip, haklarında ne<br />

istediğini anlamamışlardı. Anlayanlarsa, savcının takla atan tavrı<br />

karşısında şaşkınlık içindeydi. Çünkü, "kavi ile kasemlerinde"<br />

böyle bir şey yoktu. Hücrelerine dostane ziyaretler yapıp öğütler<br />

veren adam gitmiş, yerine, can almaya adanmış biri gelmişti.<br />

Şimdi, boyunlarına ip geçiren bu adam, daha birkaç gün ön¬<br />

cesine kadar küçük birer cezayla <strong>kurt</strong>ulacaklarını inandırarak<br />

anlatan kişiydi. O yüzden kimileri yakın akrabası aleyhine tanık¬<br />

lık bile etmişti.<br />

Oysa, kaderleri tersine dönmüştü şimdi. Dünkü "dost", bu¬<br />

gün canlarının alınmasını istiyordu.<br />

Bu yüzden şaşkınlık büyüktü. Türkçe bilmeyenler, olağanüs¬<br />

tülüğü sezinlemiş, Türkçe bilenlere, "ne oldu, ne dedi bu adam?"<br />

diye soruyor, "idam edilmemizi istedi" yanıtını alınca onlar da<br />

öfkeyle söylenenlere katılıyordu. Sanıklar bölümü karmakarışık¬<br />

tı. Her ağızdan bir ses çıkıyordu. Kimileri oyuna getirilip tuzağa<br />

düşürüldüklerini söylüyor, kimileri de verilen "namus sözü"nün<br />

yerine getirilmemesinden yakınıyordu.<br />

Karışıklık sürerken, askerler süngülerini doğrultup, "susun,<br />

sükûneti bozmayın!" diye bağırıyor, onları susturuyorlardı.<br />

Ölüm tutsakları içinde, heyecansız, sakin görünen tek kişi<br />

Şeyh Said'di. Telaşsızdı.<br />

Yerinden doğruldu. Süngüler arasında, bitişikteki yemek salo¬<br />

nuna yürüdü.<br />

Her zamanki masaya, yine her zaman olduğu gibi tek başına<br />

oturdu.<br />

Esir düştüğünden beri, yalnızdı. Bir zamanlar, bakışını üstüne<br />

çekmek için bile çırpınan yol arkadaşlarından bazıları, gücün öf¬<br />

kesini üstlerine sıçratmaktan korktukları için mi bilinmez, onu<br />

görmezlikten geliyor, uzak duruyorlardı.<br />

1 60


Şeyh'in son günlerine ilişkin olarak tarihe tanıklık eden Türk<br />

basınının yazdığına göre, tek başına oturduğu masada, herhangi<br />

bir seyahatindeki molada olduğu gibi artık alışılan huzurlu, sakin<br />

haliyle yemeğini yedi.<br />

Hizmet eden askere kahve ısmarladı. Kahvesini, ağır ağır yu¬<br />

dumlayarak içti. Sonra bir tane daha söyledi, ikinci kahvesini bi¬<br />

tirdiği sırada, nöbetçi askerler vaktin geldiğini haber verdiler.<br />

Cebinden kahvelerin parasını çıkardı. Tabağa koydu. Sonra,<br />

yanı başında bekleyen askerlere "ben hazırım" dercesine bakri.<br />

Ayağa kalktı. Evin bir odasından ötekine geçiyormuş gibi yürü¬<br />

meye başladı.<br />

Oturum yeniden açıldığında, başkan tutuklulara tek tek, son<br />

bir diyeceklerinin olup olmadığını sordu.<br />

İlk muhatap Şeyh'ti. Ayağa kalktı. Sinirli görünüyordu. Öfke¬<br />

sinin nedeni, az sonra anlaşdacaktı. Savcı, onu dış güçlerin tahri¬<br />

kiyle isyan etmekle suçlamıştı.<br />

Mahkeme boyunca, "ben bu işin (isyan) ne evvelinde, ne de<br />

arkasmdayım; içindeyim" diyen ve olayların "ortasında" olmayı,<br />

"kaderi" olarak açıklayan Şeyh'in son sözleri, "Allah'a ayandın<br />

Ecnebilerin parmağı yoktur" cümleleriyle geçri tutunaklara.<br />

Mahkeme başkanının "başka?" sorusu üzerine durakladı. Son¬<br />

ra ekledi:<br />

"Cezanın tahaffüfünü (hafifletilmesini) isterim," diye ekledi.<br />

Başkan, ardından öteki sanıklara son sözlerini sordu. Kimi<br />

beraat, af, kimi de adalet istiyordu. Şeyh Abdullah, "Cumhuriyet<br />

Hükümeti'nin bir ferdinden. Gazi Paşa'ya kadar dehalet (rica)<br />

ederim" diyerek beraatini istiyordu.<br />

Karann açıklanması ertesi güne, 28 Haziran 1925 Pazara er¬<br />

telendi. Bu, ölüm yolcuları için bir gün daha yaşamak demekti...<br />

hıydı.<br />

*<br />

* *<br />

28 Haziran 1925. Sıcak, sıcağı yapışkan bir Diyarbakır saba¬<br />

ı6ı


Diyarbakır'da gün erken başlamıştı.<br />

Daha tan ışırken, askerler sokaklara akmış, şehir postal ve<br />

komut sesleriyle uyanmaya başlamış, sabahın bulanıklığına kas¬<br />

vet ve korku sinmişti. İlerleyen dakikalarda, havaya giderek hü¬<br />

zün karışıyordu. Sokaklarda görülmeye başlayan Diyarbakıriılar,<br />

"bugün Şeyh Said'i asacaklar" diye fisıldaşıyoriardı.<br />

Güneş yükseldiğinde, "ölüm töreni"nin dış hazırlıklan ta¬<br />

mamlanmıştı. Adı ve piyade askeri birlikler, şehre dağılmış, so¬<br />

kak başlarını, ana cadde, meydan ve kavşakları tutmuş, tüfekle¬<br />

rinin namlularına süngüleri takmıştı bile...<br />

Türk devleti, idamlan açıklarken, "tepkilerin tehlikesine"<br />

karşı hazırdı.<br />

Şehrin bir başka kesiminde farklı bir heyecan yaşanıyordu, ay¬<br />

nı sabahın erken saatlerinde. Asker, sivil şeflerle, onlann eş ve ye¬<br />

tişkin çocukları, yani devlet nezdindeki "hatıriı" kişiler, düğüne,<br />

bayrama gidiyormuş gibi hazırlanıyorlardı. Sıcakların ortalığı dol¬<br />

durduğu dakikalarda, "sekinelerie", hatıriı davetliler şık giysileri<br />

içinde, süslenmiş halleriyle sokaktaydı. Şehri içerden sarmış, her<br />

yana dağılmış, parmaklan tetikte, gözleri beklenmeyen ve "bilin¬<br />

meyen bir düşman" 1 tarayarak yan yana dizilmiş askerier arasın¬<br />

dan geçerek, Dağkapı'ya, bir zamanlar beyaz perdede film seyret¬<br />

tikleri sinema salonuna gidiyorlardı.<br />

Onların dışındaki insanlann, sinemanın bulunduğu semte<br />

yaklaşması yasaklanmıştı. Bilmeden o yöne sapanlar, arka so¬<br />

kaklara sürülüyor, uzaklaşrinlıyordu.<br />

Ellerinde "davetiyeleriyle" sinema kapısından giren çağrılılar,<br />

görevli askerler eşliğinde salona alınıyor, bir zamanlar sinema se¬<br />

yircisine yapıldığı gibi yerleri gösterilip oturtuluyordu.<br />

*<br />

* *<br />

Vakit gelmiş, saat tamamlanmıştı. Mahkeme heyeti sahnede¬<br />

ki yerini almıştı. Sonra uzaklardan, zincirlerin taş zeminde çıkar¬<br />

dığı ses, derinden derine duyulmaya başladı. Elleri kelepçeli,<br />

ayaklan prangalı isyancılar getiriliyordu.<br />

162


Sesler giderek yaklaştı ve salona doldu. Ölüm tutsakları, bir¬<br />

birine zincirlenmiş olarak yerlerini aldılar.<br />

Tedirgin, heyecanlı görünüyorlardı. Şeyh Said heyecansız ve<br />

durgun görünen tek kişiydi.<br />

Mahkeme Başkanı Denizli Milletvekili Mazhar Müfit Kansu<br />

kararın gerekçesini okumaya başladı.<br />

Başkan, "Ayrıntılarıyla beyan olunduğu üzere, yalan yere din<br />

ve şeriatı araç yaparak, bağımsız bir Kürt-lslam Hükümeti kur¬<br />

mak maksat ve gayesiyle Şeyh Said'in başlattığı silahlı ayaklanma<br />

ve ihtilal hareketine çeşitli şekillerde karışıp karilarak, ayaklan¬<br />

manın devam ettiği haftalar ve aylar boyunca birçok şehir, kasa¬<br />

ba ve köyleri, devlet ve hükümetin zabıta ve askeri kuvvetleriyle<br />

kanlı bir savaş halinde çarpışmak sureriyle zapt ve işgal eden, ih-<br />

rilal bölgesindeki en önemli il merkezlerinden Diyarbakır kentini<br />

de kuşatan ve orada bile inat ve ısrarla savaşıp vuruşmaktan çe¬<br />

kinmeyen..." diyerek elindeki metni okuyordu.<br />

O güne kadar sanıklara karşı mesafeli ve nezakedi olan başka¬<br />

nın üslûbu bugün bir tuhaftı. Önünde eli, kolu, hatta dili bağlı tut¬<br />

saklara hükmeden, ezen, aşağılayan bir roldeydi. Başkan bir hu¬<br />

kuk adamı değildi. Hukuk içinde konuşmuyor, karşısındakderi<br />

bir de konuşmasıyla eziyor, hakareder yağdırıyor, aşağılıyordu.<br />

Dünya yargı tarihinde bir başka benzeri var mıydı bilinmez ama,<br />

Denizli Milletvekili Mazhar Müfit Kansu, yargıç olduğunu ve ta¬<br />

rihe konuştuğunu unutmuşçasına şöyle diyordu:<br />

"Kiminiz hasis, kişisel çıkarlarınıza bir zümreyi alet, kiminiz<br />

yabancı kışkırtmasını ve siyasi hırslannı rehber ederek, hepiniz<br />

bir noktaya, yani bağımsız Kürdistan'ı kurmaya yöneldiniz. Yıl¬<br />

lardan beri düşündüğünüz ve hazırladığınız genel ayaklanmayı<br />

yaparak, bir bölgeyi ateş içinde bıraktınız. Cumhuriyet hüküme¬<br />

tinin azimli ve kesin hareket ve cumhuriyet ordusunun öldürü¬<br />

cü darbeleriyle, ayaklanmanız, gericiliğiniz derhal yok edildi. Ve<br />

hepiniz yakalanarak, hesap vermek üzere adaletin huzuruna çı¬<br />

karıldınız."<br />

Mahkeme başkanı, daha sonra sistemin iyiliklerini sayıyor.<br />

Cumhuriyet rejimiyle Kürtlerin de <strong>kurt</strong>arıldığını söylüyordu. Baş¬<br />

kan, Kürtlerin bundan sonra şeyh ve ağalar tarafindan sömürülme-<br />

163


yeceğini, onlann refaha erişecekleri mutlu günlerin yakın olduğunu<br />

haber veriyor ve şöyle diyordu:<br />

"Zavallı halk (Kürder), Cumhuriyetimizin feyizli ilerleme ve<br />

mutluluk vaat eden yollarından yürüyerek, refah ve mutluluk<br />

içinde yaşayacaktır."<br />

Isyancdarm idamına iüşkin tek bilgi kaynağı, dönemin gazete¬<br />

leriyle resmi belgelerdi. Gazetelerin yazdığına göre, toplu idam ka¬<br />

rarı, kurbanlar arasında, tepkiye dönüşen şaşkınlık yaratmışri. Ki¬<br />

mi, "aldatıldık" diye bağırıyor, verilen şeref ve namus sözüne<br />

kandıkları için kahrediyor, kimi ağlıyordu. Kimileri de açıklanan<br />

karar karşısında şoka girmiş, donmuş gibi hareketsiz, öylece kala-<br />

kalmıştı.<br />

Karar saatinde gözler, isyanın lideri Şeyh Said'e çevrilmişti.<br />

Şeyh sakin, hakkındaki karara şaşmamış, heyecanlanmamış gö¬<br />

rünüyordu. Korku hali de yoktu yüzünde. Dudaklarında, belli<br />

belirsiz kahırlı bir gülümsemeyle mahkeme heyetine bakıyor,<br />

ölüm listesini dinliyordu.<br />

Yargı kulu sahneden çekildikten sonra, askerlerin gelip ellerini<br />

ve ayaklarını zincirlemesini bekledi. Ardından, süngüler arasında,<br />

ayak bileklerindeki prangayı sürükleyerek, ağır adımlarla sinema<br />

salonundan çıktı.<br />

Şeyh Said başta olmak üzere, 47 kişi suçlu bulunmuş ve idam<br />

cezasına çarptınlmışn. Resmi tutanaklara kaydedilen biçimiyle,<br />

ölüm mahkûmları şunlardı:<br />

"Şeyh Said, damadı Melekanlı Şeyh Abdullah, Tokiyanlı Halit<br />

oğlu Kamil, kardeşi Baba Bey, Şeyh Şerif, Fakih Hasan Fehmi,<br />

Valirli Hoca Sadık Bey, Çanh Şeyh ibrahim, Harpudu Şeyh Ali,<br />

Harputlu Şeyh Celal, Şeyh Hasan, Garipli izzet Bey, oğlu Meh¬<br />

met Bey, Hanili Mustafa Bey, Hanili Hacı Salih Bey, Canlı Şeyh<br />

Abdullah, Şeyh Ömer, Hanili Şeyh Adem, Madenli Kadri Bey,<br />

Piranlı Molla Mahmut, Silvanlı Şeyh Şemsettin, Termili Şeyh İs¬<br />

mail, Termili Şeyh Abdullatif, Balkanlı Molla Emin, Hanili Bey<br />

oğlu Hasan, Arap Abdi, Kargapazarlı Halil oğlu Mehmet, Sinik-<br />

164


li Hasan oğlu Süleyman, öğretmen Musyanlı Molla Cemil, Az<br />

aşireti reisi Demiroğlu Ömer oğlu Süleyman, Şerifoğlu Süleyman,<br />

Fakih Hasan'ın katibi Tahir, Hanili Mustafa Bey oğlu Mahmut<br />

Bey, Şeyh Muşu oğlu Şeyh Ali, Balkanlı Hacı Halit, Diyadinli Te-<br />

mur Ağa, Hınıslı Kamil Bey oğlu Abdullatif, Muşlu Mehmet, Sü¬<br />

leyman Bey, Bahri Bey, Zoravalı Şeyh Cemil, Çapakçurlu Süley-<br />

manoğlu Yusuf, Yamak aşiretinden Ali Baban, Kargapazariı Ha¬<br />

lit, Mehmet oğlu Tahir, Bucak Müdürü Tayyip Ali, Çerkeş Jan¬<br />

darma Halit, Salih oğlu Hasan."<br />

*<br />

Mahkeme 49 kişi hakkında ölüm kararı almıştı. Bunlardan<br />

Çabakçur (Bingöl) Kaymakamı Çerkez Hüseyin Hilmi'nin daha<br />

sonraki, vatanseverane hizmetleri hafifletici neden kabul edilmiş<br />

ve hakkındaki idam kararı, on beş yıl kürek cezasına çevrilmişti.<br />

Salih oğlu Hüseyin adındaki sanık, yaşı küçük olduğu için idam¬<br />

dan <strong>kurt</strong>ulmuş, Adana'da on beş yıl kürek cezası çekmeye mah¬<br />

kûm edilmişti.<br />

Beraat edenler de şunlardı:<br />

Yarikanlı Ahmet oğlu Reşit, Çabakçurlu Mehmet oğlu Hüse¬<br />

yin, Sıhhiye katibi Niyazi, jandarma Ali oğlu Hasan, Bidisli<br />

Mehmet Salih Efendi. Kargapazarlı Ahmet oğlu Reşit ve Ahmet<br />

oğlu Süleyman, Ahmet oğlu ismail, emekli Binbaşı Kasım, Ka¬<br />

sım'ın kardeşleri Ali ve Cindi, Darahini müftüsü llyas, Kerkerut-<br />

lu İsmail oğlu Ali, Rutkanlı Nimet, Mehmet oğlu Ahmet, Meh¬<br />

met oğlu Maksut Hacı Sadullah oğlu İbrahim.<br />

İDAM TÖRENİ VE YAN YANA 47 SEHPA<br />

"Ölüm töreni" hazıriıklan, daha mahkeme karan açıklanma¬<br />

dan başlamıştı. Asılacaklann sayısı biliniyormuşçasına, yetecek<br />

kadar sicim, darağacı için kalas, birkaç gün önce satın alınıp de¬<br />

polanmış, cellatlar da tedarik edilmiş, askeri garnizonda misafir<br />

edilmişlerdi.<br />

28 Haziran 1925 Pazar sabahı, mahkeme heyeti, karannı<br />

165


açıklamak üzere daha sahneye çıkmadan, Diyarbakır'ın Dağkapı<br />

meydanında, çekiç, testere ve keser sesleri duyulmaya başlamıştı.<br />

"Darağacı" ayaklarının aynı boyda, başka bir deyişle, askeri<br />

disiplin kurallanna göre "nizami" olması, estetik durması için<br />

kalasların tomurcuklan keser darbeleriyle düzeltiliyor, boyları<br />

testereyle kesilip eşitleniyordu.<br />

Darağaçlarının bulunduğu alanın hemen ötesinde, ta kalkıp<br />

Ankara'dan gelmiş seçkin konuklarla, Diyarbakır'daki asker, si¬<br />

vil yöneticiler, eşleri, çocukları ve davedilerin "idam töreni"ni,<br />

huzur içinde seyretmeleri için tribün inşa ediliyordu.<br />

Mahkeme kararını açıkladığında, "darağaçlan" (sehpa) çok¬<br />

tan kurulmuş, bacakları arasından sicimler sallandırılmıştı bile.<br />

Tribün inşaatı ise henüz sürüyordu.<br />

Fakat, estetik kaygıyla, sehpaların boy hizasına önem verenler,<br />

yasaların gereklerini hesaba katmıyorlardı. Osmanlılardan kalma<br />

yasa maddelerine göre, aynı gün, saat ve zamanda ve aynı yerde<br />

birden fazla kişi asılacaksa eğer, darağaçlan, mahkûmların birbiri¬<br />

ni göremeyecekleri, seslerini duyamayacakları aralıklarla kurul¬<br />

mak zorundaydı.<br />

Yasanın bu maddesi, Seid Abdülkadir ve arkadaşları için uy¬<br />

gulanmamıştı. Şimdi bir kez daha yadsınıyor, unutuluyordu. Da¬<br />

rağaçlan, ayaklar birbirine değecek yakınlıkta kurulmuştu.<br />

s-<br />

Özenle hazırlanmış, bütün aynnrilan programlanmış "idam<br />

töreni" gece yarısından sonra başladı. Törene çağrılı "erkân",<br />

mihmandarlar tarafindan karşılanıp, tribündeki yerlerine otur¬<br />

tuldu.<br />

"Devlet erkânı" ve seçkin konuklar rütbelerine, makamları¬<br />

nın konumlarına uygun düşecek biçimde oturmuşlardı.<br />

Diyarbakır'ı birkaç ay önce Şeyh'e karşı savunmuş olan ko¬<br />

mutan Mürsel Paşa, mahkeme heyeri, töreni görmek için Anka¬<br />

ra'dan kalkıp gelen Diyarbakır milletvekilleri Cavit Ekin ve Şeref<br />

Bey, askeri, sivil şefler ile eşleri, çocuklan önlü arkalı, yan yana<br />

1 66


tiyatro sahnesinin açılmasını, ya da futbol maçının başlamasını<br />

bekleyen seyirci sabırsızlığıyla oturuyorlardı.<br />

Mürsel Paşa, seçilmiş milletvekilleri ve mahkeme heyeti bir<br />

kümeydi. Törenin başlamasını beklerken, aralarında gülüşüp ko¬<br />

nuşarak "memleket ahvalini" değerlendiriyor, gülüşmeleri bazen<br />

kahkahaya dönüşüyor ve sesleri meydanda yankılanıyordu.<br />

Meydanın düzenlenmesi ve dekoru, bir ölüm ayininden çok,<br />

bir şenliği, kudama törenini andırıyordu. "Kudama şenliğinden"<br />

tek eksiği, alanın taklaria, çiçeklerle bezenmemesi, bando-mızıka<br />

takımının eksikliğiydi. Bunun dışında her şey yerii yerindeydi.<br />

Tören, bir gün önce şehre ilan edilmiş, isteyenlerin seyre gele¬<br />

bileceği duyurulmuştu. İdamı görmek isteyen meraklı kalabalığ<br />

saatler öncesinden, "tören alanı" Dağkapı'ya akın etmeye başla¬<br />

mıştı.<br />

Seçkinlerin deyimiyle bu, "kuru kalabalık" olduğu için, sün¬<br />

gülü askerier tarafindan protokol tribününden uzakta tutulmuş¬<br />

tu.<br />

Bu arada kalabalık, suçluların asılması sırasında, "TC'nin<br />

biriik ve bütünlük ruhunu zedeleyecek" herhangi bir davranışta<br />

bulunmaması, merhamet belirtisi içeren herhangi bir ses ya da<br />

söz etmemeleri konusunda uyarılmıştı.<br />

"İdamlann güven, huzur içinde gerçekleştirilmesi" için bütün<br />

alan askerierce kuşarilmıştı. Kuşatma konusunda, şehir dışına<br />

açılan yollar, şehir içindeki sokak başlan, cadde ve meydanlar da<br />

unutulmamış, buralara tam teçhizadı askerier yerleştirilmişti.<br />

Bkbirine kol mesafesinde sıralanan askerler, bakışlanyla etra-<br />

fi tarıyor, güven duymadıklannı "yasak" diyerek geri çeviriyor,<br />

arka sokaklara sürüyor, idam mahkûmlarının bulunduğu semte,<br />

"tören alanına" yaklaştırmıyorlardı.<br />

Behçet Cemal, Şeyh Said'in son anları için "hücresinde hapis¬<br />

hane müdürü Osman'la görüşüyordu. Fakat ahret işleriyle değil,<br />

dünya işleriyle meşguldü" diye yazıyordu.<br />

167<br />

'I


Behçet Cemal'in, "dünya işleri" dediği, Şeyh'in geride bıraka¬<br />

cağı eşya ve parasının çocuklarına iletilmesine ilişkin insani vasi¬<br />

yetiydi.<br />

Şeyh'in son anlarına Fransız, ingiliz ve Amerikalılar dahil,<br />

dünyanın çeşitli köşelerinden gelmiş gazeteciler de tanıklık edi¬<br />

yordu. Daha sonra Fransız ve ingiliz basınında yer alan yorum¬<br />

larda, Şeyh'in son dakikalarında, insan iradesini aşan bir meta¬<br />

net içinde olduğu belirtiliyordu.<br />

Lord Kinross yazıyor:<br />

"Çoğu, cesaretli bir şekilde öldü. Şeyh Said sonuna kadar is¬<br />

tifini bozmadı. Sehpaya çıkarken, mahkeme başkanına gülüm¬<br />

seyerek, 'senden hoşlandım' dedi. 'Ama kıyamet günü hesapla¬<br />

şacağız.' Askeri komutana takılarak, 'Paşa' dedi. "Gel de düş¬<br />

manınla vedalaş.' Gömlek üzerine geçirilirken kımıldamadan<br />

durdu."<br />

Adım küfür, hakaret ve aşağılamayla anan Türk basını bile,<br />

idama giderken korktuğunu, tökezlediğini yazmıyordu.<br />

Yerli ve yabancı gazeteciler, Şeyh'in darağacına hazırlanma<br />

anına tanıklık etmek istemişlerdi. Yönetim, isteklerini uygun bul¬<br />

muştu. Gazeteci ordusu, başlarında hapishane komutam üsteğ¬<br />

men Osman olduğu halde hücresine girdiğinde, ailesine verilmek<br />

üzere vasiyetnamesini bitirmek üzereydi. Yazdıklarının altını im¬<br />

zaladıktan sonra, teğmene döndü ve vasiyetname ile cebindeki<br />

parayı uzatarak, "bunları evlatlarıma verin" dedi.<br />

Bir an durakladı. Yüzünde bir gülümseme belirdi. "Bakın, bu ga¬<br />

zeteciler şahidimdir, inşallah bunları teslim edersiniz" diye ekledi.<br />

Şeyh, az sonra ölüme gidecek olan o değilmiş gibi rahat, hu¬<br />

zurluydu. Üsteğmenle şakalaşıyor, sohbet ediyordu. Bu haliyle,<br />

ister istemez, çevresini saran öğrencileriyle sohbet ede ede baldı¬<br />

ran zehirini içerek, hakkında verilmiş ölüm cezasını kendi eliyle<br />

yerine getiren Sokrates'i anımsatıyor, onu andırıyordu.<br />

Hapishane komutanı, vasiyetname ve paraları evlatlarına ve¬<br />

receğine dair namus sözü verdikten sonra, "kaç evladınız var?"<br />

diye soruyordu. Şeyh, yüzünde bir anlık dalgalanmayla, "on" ce¬<br />

vabını veriyordu. Bir anlık duraklamadan sonra, yeni bir şey ha-<br />

ı68


tıriamış gibi "beşi kız, beşi de erkek" diye ekleyerek, adlannı tek<br />

tek sıralıyordu:<br />

"Ayşe, Hayriye, Azize, Fatma, Fahime, Gıyaseddin, Ali Rıza,<br />

Selahaddin, Ahmet ve Abdülhalik..."<br />

Şeyh'in hücresine doluşmuş gazeteciler, o an akıllarına ne ge¬<br />

lirse soruyoriardı. Biri, "bütün çocuklarınız aynı anneden mi? di¬<br />

ye soruyordu. Gülümseyerek iki eşinin bulunduğunu söylüyordu.<br />

Korkusuzluğu, soğukkanlılığı ve aldırmazlığına şaşmış gazete¬<br />

ciler, isyan başlatmaktan ötürü pişman olup olmadığını, ölüm¬<br />

den korkup korkmadığını soruyorlardı. Şeyh, pişmanlık ve kor¬<br />

kuya ilişkin sorulan bir arada üç kelimelik bir cümleyle, "kade¬<br />

rim olduktan sonra..." diye cevaplıyordu.<br />

Gazetecilerden biri, son sözleri yerine de geçebilecek bir şeyler<br />

yazması ricasıyla not defterini uzatıyordu. Bir başka gazeteci de,<br />

aynı anda ona sigara sunuyordu. Şeyh, önce sigarayı aldı. Yaktı.<br />

Derinden derine birkaç nefes çekti. Sonra sükûnet içinde sigarası¬<br />

nı içerken, deftere şunları yazdı:<br />

"Asıldığıma hiç acıma. Zir.?. Allah ve din uğrunadır."<br />

* *<br />

Şeyh Said, namaz kılıp dua etmek için yalnız kalmak istediği¬<br />

ni söyleyince üsteğmen Osman ve gazeteci ordusu hücresinden çı¬<br />

kıyordu. Şeyh yalnız kaldı. Cep saatini çıkarıp baktı. Gece yan-<br />

lanmıştı.<br />

Yatak yerine de kullandığı, ot doldurulmuş şiltenin senli ol¬<br />

duğu sedire yöneldi. Yönünü Mekke'ye çevirdi. Ellerini bağlayıp<br />

sükûnet ve serinkanlılıkla namaza durdu. Eğilip doğrulurken, du¬<br />

daktan belli belirsiz kımıldıyor, kımıldadıkça kınalı ak sakalı tit¬<br />

reşiyordu.<br />

Namazdan sonra, şilteye diz çöktü. Avuç açıp uzun bir duaya<br />

durdu. Kur'an'dan ayetler okudu. Duasım fatiha ile bitirdi. Son¬<br />

ra avuçlarıyla yüzünü, sakalını sıvazladı. Tanrıya şükredip oturu¬<br />

şunu değiştirdi. Bağdaş kurdu.<br />

99'luk tespihini eline aldı. Dua eşliğinde çekmeye başladı.<br />

Gözleri yumuktu.<br />

169


Şeyh, cellatların gelip "haydi" diyecekleri anı tespih çekip dua<br />

ederek beklemeye başladı.<br />

Askeri doktor, ölüm mahkûmlarının hücrelerini tek tek dola¬<br />

şıyor, sağlık açısından "idamlarına engel bulunup bulunmadığı¬<br />

nı" kontrol ederek, yasaya ilişkin maddenin gereğini yerine geti¬<br />

riyordu. Mahkûmlara, "bir rahatsızlığınız var mı?" diye sorup,<br />

"hayır" cevabını alınca, yandaki hücereye geçiyordu.<br />

Ölüm mahkûmlarından Şeyh Ali, doktorun sorusuna karşıhk<br />

olarak, belini üşüttüğünü, sırt ağrılarından muzdarip olduğunu<br />

söylüyordu. Ertesi günkü gazeteler. Şeyh Ali'nin rahatsızlığını<br />

çarpıtıp alay ve küçük düşürme konusu yapıyor, "mahkûmlar¬<br />

dan Şeyh Ali, muayene sırasında hastalığı sorulunca, utanmadan<br />

iğrenç bir cevapla, bel soğukluğuna yakalandığını söyledi" diye<br />

yazıyorlardı.<br />

Doktor hücresine girdiğinde. Şeyh Said hâlâ dua ediyordu.<br />

Duasını bitirip, yüzünü, sakalını sıvazlayıncaya kadar, doktorun<br />

hücreye girdiğini duymamış, fark etmemiş gibi davrandı. Duası¬<br />

nı bitirdikten sonra, başını kaldırdı. Doktora baktı. Doktorun so¬<br />

rusu üzerine, bir şikayetinin bulunmadığını söyledi.<br />

Şeyh, idama hazırdı.<br />

Ölüm hücreleri, eski çağlardan kalma zindanlardı. Yeraltın¬<br />

da, yarı karanlık ve rutubetli...<br />

Cezaevi Muhafız Bölüğü'nün komutanı Nafiz'in bağırtısı, zin¬<br />

danın koridorlarında çınlıyordu. Komutan, öğrencilerini pikniğe<br />

davet eden öğretmen edasıyla, bağırıyordu:<br />

den..."<br />

"Hadi bakahm! Vakit geldi! Birer birer çıkın hücreleriniz¬<br />

Ölüm mahkûmları, hücre kapılarında beliriyor, ağır adımlar¬<br />

la yarı karanlık koridorda kümeleniyordu. İçlerinde ağlayanlar<br />

vardı. Birbirine sarılarak, "hakkını helal et" diye fısıldaşarak ve-<br />

dalaşıyorlardı.<br />

170


Komutanın sert buyruğu bir kez daha duyuldu. Bu kez emrin¬<br />

deki askerlere komut veriyordu:<br />

"Mahkûmları birbirine zincirieyin!"<br />

Yan karanlık koridorda zincir sesleri duyuldu. Zincirier nere¬<br />

den, nasıl bulunmuşsa, halkalan iri ve kalın olanlanndandı.<br />

Kürtlerin "zincir a çoruz" dedikleri, iki çift öküzle tarialar sürü¬<br />

lürken, sabandan boyunduruğa bağlanan iri, kalın halkah, ağır<br />

ve dayanıklısından...<br />

Mahkûmlar, bu zincirle, el ve ayak bileklerinden birbirine<br />

bağlanıp kilitlendiler.<br />

Duruşmalara, "birinci derecede suçlu" muamelesiyle en önde<br />

getirilip götürülen Şeyh Said, isyandaki konumunu tanımlayan<br />

söylemiyle, bu kez "ne önde, ne de arkada"ydı. Ölüme giderken,<br />

kafilenin ortasındaydı.<br />

Mahkûmlar, cezaevi avlusuna, oradan da bahçeye çıkanldı-<br />

1ar...<br />

İsyanın ideologlarından Fakih Hasan, en öndeydi. Darağacı¬<br />

na önce o gidecekti.<br />

Mahkûm kafilesi, meydana açılan kapı önünde durduruldu.<br />

Çit şıklığıyla çevrelerini sarmış süngülü askerler, teftişten geçecek<br />

biriiğin kılık, kıyafet ve duruşunu son kez gözden geçiren subay<br />

edasıyla mahkûmlan inceleyip, tekrar tekrar saydılar.<br />

Mahkûmlar, son sayım ve denetim duraklamasından yararia¬<br />

narak, vedalaşmak üzere bir kez daha birbirine kanştılar. Elleri<br />

arkadan zincirli olduğu için kucaklaşamıyorlardı. Göğüs göğüse<br />

gelip, boyunlarını birbirine dolamaya çabalıyor, ağlıyor, birbın<br />

için dua ediyorlardı.<br />

Kanireşli (Kariıova) Kamil ve Baba Bey kardeşler, karşılıklı<br />

büyülenmiş gibi kıpırtısız, öylece birbirierine bakıyor, ağlıyorlar¬<br />

dı. ...... ..,..<br />

Hanili Mustafa Bey ve gencecik oğlu Mahmut gogus goğuse<br />

gelmiş, biri yüzünü ötekinin boynuna gömmüş öylece duruyor,<br />

hıçkırarak ağlıyorlardı.<br />

171


Mustafa Bey, hüzün şarkısı gibi bir mırıltı tutturdu. Bu bir ila¬<br />

hiydi. Öteki mahkûmlar, isyan gibi anında ona katıldılar. Mey¬<br />

dan ilahi ve "Allahu ekber!" sesleriyle doldu.<br />

Seçkinler tribününde, aynı anda bir rahatsızlık, el kol hareket¬<br />

leri görüldü. Askerler telaşla koşuşturdular. Mahkûmları dipçik,<br />

süngüyle tehdit edip "susun!" diye bağırdılar.<br />

Ama, isyan etmiş, itaat dinlemez olmuşlardı. Sesleri daha yük¬<br />

selip gürleşti. Mahkûmlar emre itaat etmiyorlardı. Şeyh Said de<br />

arkadaşlarına katılmış, bakışlarını göğe çevirmiş ilahi söylüyor,<br />

sonunu, "Allahu ekber!" diye tamamlıyordu.<br />

Hanili Salih Bey, heyecanlanmış, heyecandan kendinden geç¬<br />

miş gibiydi. İlahiden kopan, ilahileri bastıran, heyecandan çatal-<br />

laşmış sesi duyuldu. Arkadaşlarına sesleniyordu:<br />

"Bugün, erkeklerin yiğitlik günüdür" diye bağırıyordu. "Ölü¬<br />

me nasd gittiğimizi dostlarımıza ve düşmanlarımıza gösterelim!"<br />

Sonra ekliyordu:<br />

"Mert olun! Size yaraşır biçimde dik durun. Tutun gözyaşla-<br />

nnızı!"<br />

Muhafız bölüğü komutanı, şaşkın kalmıştı. Mahkûmlan sus¬<br />

turmak için "susun lan, yürüyün!" diye bağırıyordu.<br />

Türk resmi tarihine kaynaklık eden Behçet Cemal'in yazdığı¬<br />

na göre, Dağkapı meydanında sıra sıra dizilen 47 "sepi" (darağa¬<br />

cı), seyre çağrılanların iyi görmesi için aydınlatılmıştı.<br />

Seçkinlerin tribünü, darağaçlarının hemen karşısında, yakı-<br />

nındaydı. İdam mahkûmları, sıralarını beklemek üzere tribünün<br />

önünde durakladılar.<br />

Bu sırada, Kürtçe aksanlı bir ses duyuldu:<br />

"Said Efendi nerede?"<br />

Şeyh, sesin sahibini tanımıştı. Mahkeme üyelerinden Revan¬<br />

duzlu Kürt Ali Saib'di bu.<br />

Şeyh Said:<br />

"Buradayım Saib Bey" diye karşılık verdi.<br />

Sonra, "idamlar ayininin evrensel tarihinde" eşine nadir rast-<br />

172


lanan bir diyalog başladı, asılanla, asanlar arasında. Tarih, asan-<br />

larıyla söylese söylese asılmaya giden bir başka örneği kaydedi¬<br />

yor muydu?<br />

Şeyh Said, sanki hayadarın iple boğulduğu ölüm alanında de¬<br />

ğil de, sohbet divanındaydı. Laf dokunduran asanlarına filozofça<br />

cevaplar yetiştiriyordu.<br />

Ali Saib, ona seslenirken, yüzünde her anlama çekilebilecek<br />

bir gülümseme vardı.<br />

O, Şeyh'in hücresine "dostane ziyaret" yapanlann başında ge¬<br />

liyordu. Genelde Kürtçe yapdan hücre sohbetlerinde, dini konu¬<br />

lar, dünya ahvali ve Kürderin hali dahil her şey konuşuluyor, tar¬<br />

tışılıyordu. Ali Saib, bu arada "iyiÜk yapan bir dost" olarak,<br />

doğruyu söylemesi, kaide ile kurallara uyması halinde ağır ceza<br />

almayacağını, kısa bir sürgün hayatından sonra serbest bırakıla¬<br />

cağını söylüyor, "gelecek baharda Hınıs'taki evinizde biriikte ku¬<br />

zu eti yiyeceğiz" diyordu.<br />

niz.<br />

Şeyh kahıriı bk gülüşle ona şeref sözünü hatırlatıyordu:<br />

Ali Saib Bey, hani ya, doğruyu söylersem <strong>kurt</strong>aracaktınız?<br />

Ne yapalım Said Efendi, seninle Hınıs'ta kuzu yiyemedik.<br />

Doğruyu söyledim, Saib Bey. Ama siz cezamı hafifletmedi¬<br />

Şeyh Efendi, bundan hafif ceza mı olur?<br />

Şeyh güldü:<br />

Bundan ağırını siz söyleyin...<br />

Ali Saib suskun kalmıştı. Şeyh, ekledi:<br />

Seni severim. Ama seninle mahşer günü mahkeme olacağız.<br />

Ali Saib öfkeyle bağırıyordu:<br />

Bu kadar Türk kanının dökülmesine, ocaklann sönmesine<br />

sebep oldun. Cezanı çekeceksin!<br />

Ali Saib, yakaladığı avla oynayan kedi misali, kurbanıyla oy¬<br />

namanın zevkini çıkarıyordu. Ama kurbanı darbelerin akında<br />

kalmıyor, karşılık veriyordu.<br />

Seninle, mahşer günü mahkeme olacağız!..<br />

Mürsel Paşa ve milletvekilleriyle yan yana oturan mahkeme<br />

başkanı Lütfi Müfit Özdeş de diyaloga katılıyordu:<br />

173


Beni mi çok seversin, Saib'i mi?<br />

Şeyh, kimseye özel düşmanlığı bulunmadığını söyleyince, Di¬<br />

yarbakır Valisi Mithat Bey de söze karışıyor ve bağırıyordu:<br />

Mahşer günü, adil yargıçlarımızla değil, öldürdüğün ma¬<br />

sum insanlarla mahkeme olacaksın!<br />

Şeyh, mahşer günü zulüm yapan güçten hesap sorulacağı an¬<br />

lamına da gelen şu cevabı veriyordu:<br />

Boynuzsuz keçinin ahım, boynuzludan alırlar...<br />

Şeyh'in cevabına sinirlenen Mürsel Paşa da tartışmaya katıl¬<br />

mıştı. Paşa, gereksiz ve haksız yere bir isyan başlatıldığını bağırı¬<br />

yordu. Çünkü Kürtler dahil, memlekette herkesin özgür olduğu¬<br />

nu, devletin kimseye müdahalede bulunmadığını, Kürtlerin bun¬<br />

dan böyle daha özgürce yaşayacağını söylüyordu.<br />

Şeyh, generali dudaklarında alaylı bir gülümsemeyle dinledik¬<br />

ten sonra şöyle diyordu:<br />

Gelecek gecelerin, geçen günlerden farkı yok...<br />

Mazhar Müfit Kansu, bu arada cebinden bir defter çıkarıyor,<br />

Şeyh'e uzatıyordu:<br />

Şeyh Efendi, sen ayrıca şairsin. Rica etsem benim için bir<br />

şeyler yazar mısın?<br />

Hay, hay!<br />

Şeyh deftere şunları yazdı:<br />

"Bu dünyadaki hayatımın sonu geldi. Şu basit ağaç dallarına as¬<br />

manıza perva etmem. Kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duy¬<br />

muyorum. Muhakkak ki yolum, Allah, din ve halkımın yoludur."<br />

*<br />

* *<br />

Bir yandan da "idamların icrası" sürüyordu. Elleri arkadan<br />

bağlı mahkûmlara birer beyaz gömlek geçiriliyor, boyunlarına<br />

mahkeme kararının özeti asılıyor, sonra tek tek darağacına götü¬<br />

rülüyordu.<br />

Mahkûmlar asılmadan önce, "son istekleri"nin sorulması ih¬<br />

mal edilmiyor, ama istekler yerine de getirilmiyordu.<br />

Hanili Mustafa Bey, "son arzusu" sorulduğunda, "önce beni<br />

asın. Oğlumu ipte görmeyeyim" diyordu.<br />

174


Fakat, isteği kabul görmüyor, önce, oğlu Mahmud asılıyordu.<br />

Mustafa Bey, oğlunun darağacına yürüyüşünü, boynuna sicimin ge¬<br />

çirilişini, taburenin çekilmesini seyrediyor, son haykırışını dinledik¬<br />

ten sonra, ipin ucunda sallanmasını görüyordu. Sonra, yarah yüre¬<br />

ğiyle sehpaya yürüyordu.<br />

Sıra, isyanın liderindeydi. Ona, idam gömleği giydirdiler.<br />

"Ferman" denilen mahkeme kararının özetini astılar boynuna.<br />

Şeyh'in yüzü kıpırtısız, aldırışsızdı. Yalnız dudaklan, belli bel-<br />

lirsiz kıpırdıyordu. Şeyh dualar okuyordu.<br />

İdama yürürken, sendelediği görülmedi. Diri ve çevik adım-<br />

laria sehpanın önüne gitti. Kimsenin yardımına izin vermeden<br />

sandalyeye çıkn.<br />

Boynuna ilmik geçirilirken, tören için hazırianan "şerefi!) tri¬<br />

bününe bakri. Sonra, son sözlerini bağırdı ve son kez gülümsedi.<br />

Gülümsemesinde acı vardı.<br />

Değişik kaynaklann aktardığına ve torunlanndan Kasım Fı¬<br />

rat'ın "Dava" dergisinin Haziran-Temmuz 1990 tarihli sayısında<br />

yazdığına göre, şöyle dedi:<br />

"Dünyadaki hayatımın sonuna geldim. Ulusum için kendimi<br />

kurban ettiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki to¬<br />

runlarımız, düşman önünde bizi mahcup etmesinler."<br />

Başka söylemek istedikleri var mıydı, bilinmez. Uyarı üzerine<br />

cellat, ayağının altındaki sandalyeyi çekiyor ve Şeyh'in ince, uzun<br />

bedeni, gecenin içinde dönmeye başlıyordu.<br />

Behçet Cemal'in yazdığına göre, Şeyh asılırken, asker-sivil er¬<br />

kân arasında oturan bir kadın "kahrol!" diye bağırdı. Seyre ça-<br />

ğınlan bazı davediler de Şeyh'in ayağı altındaki tabure çekilir¬<br />

ken, coşkuya kapılıp alkışlamaya başladı.<br />

Tarih, idam sahnelerini seyredenlerin hüznünü kaydediyordu.<br />

Egemenler arasında oturanların alkışa durup, sevinç gösterisine<br />

katılması Engizisyondan sonra seyrek rastlanan olaylardandı.<br />

175


Asanlarla asılanların bir arada olduğu alanın hemen yakının¬<br />

da hüzün de yaşanıyordu. Barikatların gerisinde, karanlıklar için¬<br />

deki kentten, surların burçlarında ilahi sesleri geliyor, bunlara<br />

kadınların "zılgıtı" karışıyordu.<br />

Askerler, sabahın seherine akan sesleri susturup suçluları ya¬<br />

kalamak üzere dört bir yana seğirtiyordu.<br />

*<br />

29 Haziran 1925 sabahı, hava durgun, gökyüzü lekesiz ma¬<br />

viydi. Güneşin yedi rengi ışıltılarla ayrışarak erguvan rengi dağ¬<br />

ların ardından uç veriyor, ışık huzmeleri darağacındaki 47 ölü<br />

bedenin yüzüne düşüyordu.<br />

Diyarbakır hüzünlü bir geceden, şafağın ipiltili aydınlığına çı¬<br />

kıyordu. Diyarbakırlılar, çoğunluğuyla uykusuzdu. Kimi yas tut¬<br />

muş, kimi zikre dua ederek sabahı karşılamış, ufuk henüz ağar¬<br />

madan Dağkapı surlarına akmaya başlamışlardı.<br />

Surlann burçları, ağlayan, Allah'a yakaran, dua eden insan sal¬<br />

kımı olmuştu. Arada bir "Allahu ekber" sesleri nağmeleşiyor, bil¬<br />

lur billur sabahın alacasına karışıyordu. Askerler ses dalgasını duy¬<br />

dukça tehditkâr sesle "bağırmayın, sessiz durun!" diye bağınyor-<br />

lardı. İnsanlar korkuyu yenmiş, tehditleri duymuyor, vecd içinde<br />

ve donmuş kalmış gözlerle bakıyor, ağlıyor, ağıtlar, ilahiler mırıl¬<br />

danıyor, salavat getiriyor, kimileri cezbeye kapılmış dövünüyordu.<br />

Gün doğuyor, güneş mızrak boyu yükseliyor, sonsuz aydınlık<br />

başlıyordu. Diyarbakırlılar hâlâ, surların tepesinde, burçların<br />

gölgesinde, dehşet içinde sicimlerin ucunda, yan yana belli belir¬<br />

siz sallanan 47 ölü cana bakıyorlardı.<br />

İdamlar, korku kolonları arasında yapılmıştı. Gidenlerin ar¬<br />

dından ağlamak, "yazık" demek yasaklanmış». Buna rağmen<br />

surlarda "suç" işleniyor, insanlar ağlıyor, suçlarına onlar için<br />

dua etmeyi de ekliyorlardı.<br />

176


Gözler, darağacındaki Şeyh Said'i arıyordu. Uykusuzluktan<br />

mıdır bilinmez, gözleri kızarmış, yüzü çarpılmış, ağzı eğilmiş gibi<br />

bakan genç bk Diyarbakıriı, "Şeyh Said hangisi?" diye soran mu¬<br />

hatabına sinirieniyor, "görmüyor musun, o uzun boylu olanı. Şu<br />

yüzü, öteki asılanlara dönük, başı onlara bakıyor gibi duran...<br />

Baksana, sabah yeli önünde ak sakalı titriyor, güneşte yüzü pariı-<br />

yor," diyordu.<br />

Şeyh'in ince uzun bedeni, ipin ucunda belli belirsiz sallanıyor¬<br />

du. Başı yana kaymış, yatmıştı. Gözleri, uykudaymışçasına kapa¬<br />

lıydı.<br />

yordu.<br />

Diyarbakır sabahında bahar yeli kınalı, apak sakalını titreti¬<br />

*<br />

Asılarak öldürülmüş 47 isyancı, "ibreti alem için" gün ortası¬<br />

na kadar asılı kaldı, darağacında. İpten indirilen cenazeler, ya¬<br />

kınlarına verilmedi.<br />

Darağaçlannın kurulduğu alanda, toplu mezar kazdılar. 47<br />

asılmışı oraya koyup üstlerine toprak örttüler. "Burada insanlar<br />

yatıyor" dedirten bir taş, işaret konmasına da izin vermediler.<br />

1970'lerde Diyarbakıriı gençlerin çoğu. Şeyh ve arkadaşları¬<br />

nın orada yattığını bilmiyoriardı. 1980'lerde ise "toplu mezar<br />

alanı" yeniden keşfedilerek, "gizli bk ziyaretgâh" haline gelecek<br />

ti<br />

1970'lerde toplu mezariann bir yanı "Yenişehir Sineması",<br />

öteki yanı Astsubay Ordueviydi. Sonra karşısına Subay Ordu-<br />

evi'ni inşa ettiler.<br />

1980'lerde halk, "toplu mezarlan" kendiliğinden keşfetti.<br />

"Gizli ziyaretgâh" haline geldi alan.<br />

BABALAR, OĞULLAR VE TORUNLAR<br />

Şeyh Said'in idamından 78 yıl sonra, 2003 yılında, bir tek en kü¬<br />

çük oğlu Ahmet hayattaydı. Ahmet, babası idam edildiğinde çocuk¬<br />

tu.<br />

177


Sürgünlerde, itilip kakılan, aşağılanıp horlanan bir ortamda<br />

büyüdü. Babasına karşı duyulan kin ve öfkenin yükünü çekti.<br />

Dönüşüne izin verildikten sonra yurduna, bugün artık Hınıs'ın<br />

bir mahallesi haline gelen Kolhisar köyündeki baba evine döndü.<br />

Ezilmişliğin ağırlığı altında siyasetten, dünya olaylarından<br />

uzak, kendi halinde bir hayat kurdu.<br />

Yalnız ona değil, Şeyh'in ailesinden herkese acılar çektirildi.<br />

Oysa, suç ve cezanın bireyselliği, evrensel hukukun gereğiydi.<br />

Başka bir anlatımla, evrensel hukuk, birinin işlediği suç ya da kaba¬<br />

hatten ötürü, yakınlarının cezalandınlamayacağını öngörüyordu.<br />

Fakat, hukukun fazla önemsenmediği, emirlerin bazen yasa<br />

yerine geçtiği toplumlarda, bu kural pek geçerli olmuyordu. Kin<br />

ateşleri her yana sıçratılıyor, suçlanan siyasetçilerin yakınları da<br />

yangınlar arasında kalıyordu.<br />

Şeyh Said'in idamından sonra, bu anlayışla ailesinin üstüne<br />

yürüdüler. Darmadağın edildi, aile. Ailenin erkekleri dağlara,<br />

olanağını bulabilenler kaçıp komşu ülkelere sığındılar.<br />

Ailenin kadın ve çocukları, adeta "ayak altında" kalmıştı.<br />

Korku her yanı sarıp kol gezdiği için kardeşin, öz kardeşine yar¬<br />

dım eli uzatamadığı günlerdi. Herkes, ayrı ayrı kendi başının ça¬<br />

resine bakıyor, ayakta kalma, yaşama savaşı veriyor, birinci de¬<br />

recede "hedef" halindeki aile üyeleri ve onlara yakın olan kişiler¬<br />

den uzak duruyordu.<br />

Bu nedenle Kürtler, ancak gizli gizli aile bireylerine yardım ede¬<br />

biliyordu.<br />

Şeyh Said ailesinin "asılacak" gözüyle bakılan erkekleri, Suri¬<br />

ye, Iran ve Irak Kürtleri arasına karıştılar.<br />

Şeyh Said'in büyük oğlu Şeyh Ali Rıza'nın öğrencilerinden<br />

Melle Şafii (Ballı) "Ali Rıza Efendi, zulmü, açlık ve sıkınrilan hü¬<br />

zünle anlatıyordu" diyor.<br />

Şeyh Ali Rıza, yurtdışına kaçarken, küçük kardeşi Şeyh Sela-<br />

haddin'i de yanına almıştı. Irak Kürdistanı'nm liderlerinden Şeyh<br />

Mahmud Berzenci onlara yardım elini uzattı. Genç Selahaddin'i<br />

Bağdat'taki askeri okula yazdırdı. Selahaddin, Irak'da Harp<br />

Okulunu bitirip, Irak ordusunda subay oldu.<br />

178


Ali Rıza 1930'da, ayrılıp ülkesine döndü. Onu yakalayıp tu-<br />

tukladılar. "Kurdistan Partisi"ni kurduğu gerekçesiyle 12 yıl ağır<br />

hapis cezasına çarptırıldı. 7 yıl cezaevinde kaldıktan sonra tahli¬<br />

ye edildi.<br />

1957'de Menderes-Bayar ikilisinin Demokrat Partisi'nden (DP)<br />

ve 1980 sonrasında sağcı bir politikacı olan Süleyman Demirel'in<br />

Doğru Yol Partisi'nden (DYP) Erzurum'dan iki kez milletvekili se¬<br />

çilen, her askeri darbeden sonra yeniden tutuklanan torunlanndan<br />

Abdülmelik Fırat, 1996 kışında, yeniden tutuklandı. Bu kez, isyan¬<br />

cı "PKK'ye yardım ve yataklık etmek"le suçlanıyordu.<br />

Fırat cezaevindeyken, 11 Mart 1996 tarihinde "Demokrasi"<br />

gazetesinde yayınlanan "Ölüm-yaşam" başlıklı yazısında. Şeyh<br />

Said ailesinin acılarını şöyle anlatıyordu:<br />

"Dedem Şeyx Said Efendi Diyanbekir'de sehpaya çıkanldı-<br />

ğmda 60 yaşındaydı. Gözleri önünde tek tek asılan 46 yakın ar¬<br />

kadaşı, kendisine temaşa ettirildikten sonra, uzanlan bir kağıda<br />

yazıp imzalayıp Cumhuriyet yönetiminin savcı ve hakim cellat-<br />

lanna teslim ettiği belgede şu santiar yazılmıştır:<br />

'Bu değersiz dallarda beni asmanıza pervam (korkum) yoktur.<br />

Hiç şüphe yok ki, mücadelem Allah, din ve milletim içindir.' .<br />

Sehpanın akında Kürtçe olarak söylediği son sözleri ise, 'Fanı<br />

hayatımın sona erdiği şu anda, milletim için kurban edildiğim¬<br />

den dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki, torunlanmız bizi<br />

düşmanlarımızın önünde mahcup bırakmasınlar' olmuştur.<br />

Bu ses ülkemizin bütün dağlarına yansımış, yankılanmış, kazıl¬<br />

mış ve hak edilmiştir. Torunların seni mahcup etmeyeceklerdir.<br />

Dedem Şeyx Bahaeddin Efendi müftü, Şeyx Aliyi Paloyi medre¬<br />

sesinin yöneticisi, ders vereni, Allame bir zat. Şeyx Said'in aln kar¬<br />

deşinin büyüğü. TC silahlı kuvvetleri gözetiminde evi muhasara al¬<br />

tındayken, sabah namazından sonra Kur'an okurken askerler ta¬<br />

rafindan vurularak öldürülmüştür. Şehit olduğunda 57 yaşınday¬<br />

dı. Rahmetlik nenem Şeyx Ahmedi Çani'nin kızı Rabia Hanım,<br />

sürgünlerde 23 yıl boyunca dedemin kanlı gömleği ve yeleğini yas¬<br />

tığı altında kutsal bir emanet olarak sakladı.<br />

Sürgün yıllarında hastalandığımız zaman, imkansızlık ve yoksul¬<br />

luktan ilaç bulamazdık. Rahmetlik nenem hemen imdadımıza ye¬<br />

tişirdi. Büyük bir vecd içinde dedemin kanlı gömleğiyle yeleğinin<br />

179


ulunduğu bohçayı alıp, yanımıza gelerek derdi ki, 'Bu, büyük şe-<br />

hid dedenizin kanlı gömleğidir. Allah kadnda onun büyük bir mer¬<br />

tebesi vardır. Onu saygı ile öpün, Allah size şifa verecektir.' Başı¬<br />

mızın ucuna koyar, yanımızda oturarak Kur'an'dan ayetler okur¬<br />

du. Rahmetli annem de Kürtçe kaside ve gazeller mırıldanır, baba¬<br />

sı Şeyx Said'in ruhundan istimdan niyazında bulunurdu. Mekânı¬<br />

nız cennet olsun Rabia Sultan ve annem Ayşe Hanım.<br />

Şeyx Diyaeddin Efendi, yeğeni Şeyx Ali Rıza Efendi'nin komu¬<br />

tasındaki Hasenan ve Zırkan aşiretlerinin ileri gelen yöneticileri<br />

ile savaşarak iran'a ulaşnklarında, Atatürk'ün yakın dostu olan<br />

Rıza Şah tarafindan alçakça bir tuzakla, kendi askeri kışlalarında<br />

mitralyöz ateşi altında birçok yurtsever kişi ile beraber şehit düş¬<br />

müşlerdir. Şeyx Said Efendi'nin dördüncü kardeşidir. Şehit oldu¬<br />

ğunda 40 yaşma daha ulaşmamışn.<br />

Şeyx Abdürrahim Efendi (Şiri bi guli) yıllarca Kurdistan dağ¬<br />

larında gerilla savaşı verdi. Tartışmasız bir gerilla ustasıydı. Adı<br />

halkının arasında efsaneleşerek saygı ile anılırdı. Hâlâ ülkemin<br />

dağlarında kar, boran ve rüzgâr esince, ismi dağ doruklarından<br />

ovalara yankılanır. Suriye'ye geçti, 1938'de Dersim Kürtlerine<br />

yapılan katliama karşı savaşmak üzere Türkiye'ye dönüş yaptı.<br />

Suriye'de senelerce yanında kalan, beslediği ve koruduğu, ordu¬<br />

dan ihraç edilmiş bir Türk subayı da gruplarına kanldı. Diyar-<br />

bakır-Bismil havalisine ulaştıklarında bu subay, kendilerini ih¬<br />

bar ederek pusuya düşmelerine neden olmuştur. Dersim'e ulaş¬<br />

madan o ve arkadaşları şehadet mertebesine ulaşmışlardır. Şeyx<br />

Said Efendi'nin yedinci kardeşi olan Şeyx Abdürrahim Efen¬<br />

di'nin de yaşı 40'ına ulaşmamıştı.<br />

Şeyx Said Efendi'nin amcazadeleri, büyük alim Ali Rıza (küçü-<br />

kefendi) ve kardeşi Şeyx Şerif Efendi, Palu'da Murat ırmağı kena¬<br />

rında süngülenerek, cesetleri Murat ırmağına atılmıştır. Şehadete<br />

eriştiklerinde 45-50 yaş civarındaydılar. Şeyx Said Efendi'nin yüz<br />

civarında yakın akrabaları; kayınbiraderleri, damadan, yeğenleri,<br />

teyze ve halazadeleri, öldürülmüşler ve şehit olmuşlardır.<br />

Maksadım mazlumların hepsini bu yazıda dercetmek değildir.<br />

Belki zulmün kuş bakışı bir panoramasını genç kuşaklara hanr-<br />

latmak ve çizmektir.<br />

Babam Şeyx Şebabettin Efendi'nin 18 yaşından itibaren bütün<br />

ı8o


hayad sürgün ve sıkıntılar içinde geçti. Annesi, iki kız kardeşi,<br />

yedi çocuğu (dördü kız, üçü erkek) ve memleketten beraber ge¬<br />

tirdiği iki yetim Mehmetler ile, ceman on dört nüfuslu bir aile.<br />

Diğer beş amcazadeleri ile beraber 55 nüfusa ulaşan büyük bir<br />

aile topluluğu. Trakya'daki sürgün yıllarımız, uzun ve meşak-<br />

katii geçti. Babam, onuruna çok düşkün, az konuşan, ısnrabını<br />

içine atan bir seciyeye sahip bir insandı. 13 seneye .yakın ikinci<br />

sürgün hayatı, onu epeyce yormuştu. 1947 senesinde vücudunu<br />

kaplayan çıbanlar, onu bitap düşürmüştü. 1947 senesinin Hazi¬<br />

ran ayında memlekete dönüşünde ancak iki ay yaşayabildikten<br />

sonra fani hayata veda ettiğinde 46 yaşındaydı.<br />

TC bir yasa çıkardı. Bundan böyk herkes 'soyunun adı' ile<br />

anılacaktı. Herkes hard hani kendine 'soyadı' arıyordu. Bazıla-<br />

n ailesiyle, soyu sopuyla ilgisi olmayan adlar seçip alıyordu.<br />

Şeyh Selahaddin babasının adını almak istedi: 'Saidoğlu' olsun<br />

istedi soyunun adı. Fakat buna izin vermediler. Ailenin soyadı<br />

Fırat oldu."<br />

*<br />

* s<br />

Şeyh Said'ten sonra ailenin erişkin erkeklerine erişemediler<br />

ama, kadınlan, çocuklan topluca sürgün ettiler.<br />

Şeyh Melik Fırat, Şeyh Said'in hem yeğeni, hem de torunuy¬<br />

du. Babası, Şeyh'in kardeşi Sebahaddin'in oğlu Şeyh Bahaddin'di.<br />

Annesi ise Şeyh'in kızıydı.<br />

Melik Fırat daha sonra, Şeyh'in büyük oğlu Ali Rıza Efen¬<br />

di'nin kızıyla evlendi.<br />

Sürgünde büyüyen Melik Fırat, bir gazetede yayınlanan söy¬<br />

leşide "aile boyu cezalandırma" konusunda şöyle diyordu:<br />

"İkiye ayınp sürgüne gönderdikleri ailede erkek yoktu. Ka¬<br />

dınlar, çocuklardı. Kadmlanmızdan hiçbiri, o güne kadar kendi<br />

çevresinin dışına çıkmamıştı. Gurbet nedir bilmiyordu. Türkle¬<br />

re yabancıydılar, Türkçe bilmiyorlardı. En önemlisi, hayan sür¬<br />

dürmenin kaplarından habersizdiler. Çalışma, alışveriş bilmi¬<br />

yorlardı. Aile kadınlarının yanındaki en büyük erkek, Şeyh Kut-<br />

beddin'di. O da henüz 14 yaşındaydı."<br />

ı8ı


Şeyh Said'in ailesi dağılıp paramparça olmuştu. Ailenin mal var¬<br />

lığı, zenginliği de yok olmuş, varlıklı insanlar sefalete düşmüşlerdi.<br />

Trakya'da sürgün ise ayrı bir acıydı. Bir yanda devletin jan¬<br />

darması, öte yanda düşman gözüyle bakan, her firsatta aşağıla¬<br />

yan, horlayan yerlilerle göçmenlerin ırkçı kıskacı...<br />

Ailenin bireyleri ırkçı nefret ve düşmanca tutum yüzünden,<br />

bazen kendi paralarıyla alışveriş edemiyor, ihtiyaçlarım karşıla-<br />

yamıyorlardı.<br />

1928 yılında, sürgünler için de af çıktı. Ailenin dönebilen bi¬<br />

reyleri, Hınıs'ın Kolhisar köyünde yeniden bir araya geldiler.<br />

Ama ailenin birlikteliği uzun sürmedi.<br />

Halkın da yardımıyla daha yeni yeni toparlanmaya başlayan<br />

aile, 1935 yılında, bir kere daha sürgün cezasına çarptırıldı.<br />

ikinci sürgünde, Abdülmelik Fırat henüz iki yaşını doldurma¬<br />

mıştı. Sürgün yeri, Trakya'da Vize ilçesiydi. Şeyh A. Melik Fı¬<br />

rat'ın deyimiyle, "burası, açık hava hapishanesi "ydi. Melik Fırat,<br />

Vize'de jandarmanın gözetiminde büyüdü.<br />

Melik Fırat 6 Mart 1994 tarihinde Hürriyet gazetesinde ya¬<br />

yınlanan bir söyleşide, şöyle diyordu:<br />

"Çocukluk yıllarımdan bilincimin akında yer etmiş bir olay<br />

var: 10 yaşındayım. Istranca Ormanları içinde jandarma nezare¬<br />

ti altında bir köyde kalıyoruz. Sıtmaya yakalandım. Vücudumda<br />

yaralar açıldı. Vize ilçesi bize aşağı yukarı üç saat mesafede. Ora¬<br />

ya gitmemiz jandarmanın iznine bağlı. Babam beni, tek varlığı¬<br />

mız olan merkebimize bindirdi. O yaya yürüyor, kolumdan tutu¬<br />

yordu. Çünkü merkebin üstünde duramıyordum. Beş kilometre<br />

gittikten sonra jandarma yolumuzu kesti. Babama hakaret etti¬<br />

ler. Ben o zaman dedim ki; keşke ökeydim de, babam bu haka¬<br />

retlere maruz kalmasaydı."<br />

Daha sonra, bir kez daha af ilan edildi. Sürgünler yurtlarına<br />

döndüler. Kürtler, bir kez daha Şeyh'in ailesini yalnız bırakmadı.<br />

Herkes, gücü ve olanakları oranında yardıma koştu. Kimi koyun,<br />

keçi, sığır, kimi para vererek katkıda bulundu.<br />

182


Bu arada, ikinci Dünya Savaşı olmuş, bitmiş, dünya yeniden<br />

yapılanmaya başlamıştı. TC de, "demokrasi var" desinler terti¬<br />

binden "diktatöriükten çok partili sisteme" geçmiş ve CHP'nin<br />

yanında Demokrat Parti (DP) kurulmuştu.<br />

Melik Fırat, 1957 yılında DP'den milletvekili adayı olduğu<br />

zaman, henüz 23 yaşındaydı. Mahkeme karan ile yaşını büyüte¬<br />

rek listeye girdi. Kürtler, seçilmesi için seferber oldular. Melik Fı¬<br />

rat, parlamentonun en genç üyesi oldu.<br />

1960 darbesinden sonra tutuklandı. Uzun süre cezaevinde<br />

kaldı. Ailenin erkekleri yeniden sürgüne gönderildi.<br />

Melik Bey, daha sonra 1971 ve 1980 tarihlerinde tekrarlanan<br />

açık askeri darbelerden sonra yeniden tutuklandı. 1990'larda da ce¬<br />

zaevinde yattı.<br />

*<br />

Kürt tarihinde, isyanlara önderlik edenlerden kimilerinin to¬<br />

runlan, daha sonra sistemle bütünleştiler, ideoloji ve siyasetin ön¬<br />

cüleri oldular. 19. yüzyılda Kürt isyanlanna önderlik yapan Botan<br />

Miri Bedirhan'ın torunları arasından paşalar, valiler çıktı. Torun¬<br />

larından Vasıf Çınar, Atatürk döneminde Milli Eğitim Bakanıydı.<br />

Aynı aileden tarihçi Cemal Kutay, Türk milliyetçiliğine yönel¬<br />

di. 1960'dan sonra Türk milliyetçiliğinin lideriiğini üstlenen<br />

emekli albay Alpaslan Türkeş'in en yakın fikirdaşı, dostlarından<br />

biri oldu.<br />

1950'de iktidara gelen ve 1960 darbesine kadar iş başında ka¬<br />

lan DP'nin ünlü Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu da Bedir¬<br />

han'ın torunlarındandı.<br />

Zorlu, 1960'da Başbakan Menderes ve Maliye Bakanı Hasan<br />

Polatkan'la biriikte idam edildi.<br />

Yine 19. yüzyılda Kürt <strong>isyanları</strong>na öncülük eden Baban aile¬<br />

sinden yazar Cihat Baban, Kemalizme bağhlığıyla tanınıyordu.<br />

1980'deki askeri darbeden sonra, bu nitelikleri nedeniyle gene¬<br />

raller tarafindan Kültür Bakanlığına getirildi.<br />

Şeyh Said'in bazı yakın akrabaları ve torunlan da sistemle bü¬<br />

tünleşip uygulanan politikaların yürütücüleri oldular.<br />

183


Ali Rıza Septioğlu, Şeyh Said'in amcası Şeyh Hasan'ın torunuy¬<br />

du. Süleyman Demirel, Adalet Partisi ve onun devamı, 1980 son¬<br />

rasının Doğru Yol Partisi'nin değişmez Elazığ milletvekiliydi, Sep¬<br />

tioğlu...<br />

Aynı dönemde. Şeyh Said'in torunlarından Mehmet Fuat Fı¬<br />

rat "dinci" Milli Selamet, onun kapatılmasından sonra sırasıyla<br />

Refah ve Fazilet partilerinde milletvekiliydi. Bu partide zaman<br />

zaman iktidar ve baskıcı politikaların yürütücüsü oldu. Fuat Fı¬<br />

rat da destek verdi.<br />

Fuat Fırat, 1975 ydında, ırkçıları ve dincileriyle bütün Türk<br />

sağının birleştiği "MilÜyetçi Cephe Hükümeti"ne destek verdi.<br />

Fırat'ın yer aldığı parti, daha sonra, Türk milliyetçiliğinin lideri<br />

Türkeş'in MHP'siyle seçim işbirliği yaparak parlamentoya taşın¬<br />

masına da olanak sağladı.<br />

Şeyh Said'in öteki torunlarından Melik Fırat, yıllardan sonra,<br />

199rde Süleyman Demirel'in DYP'sinden, Erzurum'dan yeniden<br />

milletvekili seçildi.<br />

Demirel, aynı yıl CHP ile yapnğı koalisyonla Başbakan oldu.<br />

Bu dönemde binlerce Kürt köyü yakıldı. Milyonlarca Kürt mülte-<br />

cileşti.<br />

Melik Fırat, daha sonra "Atatürk'e suikast" düzenledikleri<br />

gerekçesiyle idam edilen siyasetçilerin itibarlarının iadesine iliş¬<br />

kin bir önergeye imza atınca, partisiyle ilişkileri zedelendi. Parti¬<br />

den ihraç edilmek istenirken, istifa edip ayrıldı.<br />

Şeyh Said'in kardeşi Şeyh Tahir'in kızıyla evli olan Diyarbakır¬<br />

lı Avukat Tahsin Ekinci, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Diyarbakır İl<br />

Başkanlığını yapri. TİP, 1960'larda Kürt sorununu inkâr etmeyen<br />

tek siyasal partiydi.<br />

Şeyh'in öteki kardeşi Abdürrahim'in oğlu Fevzi Bilgin, yine<br />

kardeşi Mehdi'nin oğlu Muhyettin Aygören de TİP'liydi. Şeyh'in<br />

kardeşi Abdürrahim'in oğlu Zülküf Bilgin, 1950-60 arasında,<br />

DP'den ve kopanların kurduğu Hürriyet Partisi'nden, Diyarbakır<br />

Belediye Başkanlığı yaptı.<br />

Şeyh Said'in bir kızı, Bingöl'ün Solhan ilçesine bağh Melekan<br />

köyünden. Şeyh Abdullah ile evliydi. Şeyh Abdullah, Binbaşı Ka-<br />

184


sım'la el birliği yaparak kaymbabasının yakalanmasını sağlamış,<br />

sonra Şeyh'le birlikte asılmıştı. Abdullah'ın çocukları ve torunla-<br />

n, daha sonra Kürt sorununu hararetle inkâr eden sağcı partile¬<br />

rin başarısı için çalışacaklardı.<br />

Şeyh Abdullah'ın torunlarından Mahmut Sönmez, bu doğrul¬<br />

tudaki partilerin Üstesinden milletvekili olacaktı. Partisinin ikti¬<br />

darı döneminde, sayısız seçmeni, köy yakmalar yüzünden göç-<br />

menleşecek, buna rağmen kamuoyunda "hayır" sesi duyulmaya¬<br />

caktı.<br />

185


Dördüncü Bölüm<br />

"İSLAHAT PLANI"<br />

YA DA TEDİP İLE TENKİL<br />

Şeyh Said, Diyarbakır'dan ayrıldıktan sonra, isyancdar işgal<br />

ettikleri şehir ve kasabalardan çekilmiş, silahlar susmuştu. İsyana<br />

katılanlar, köylerine dönmüşlerdi.<br />

Ankara, yalnız isyancı liderlerin peşinde olduğunu. Şeyh Said<br />

ile arkadaşlan teslim oldukları takdirde, kimseye dokunulmaya¬<br />

cağını, isyana katılmamış halkm ise asla zarar görmeyeceğini<br />

açıklıyordu.<br />

Resmi açıklamalara göre, masum halkın hayatı, devletin gü¬<br />

vencesi altındaydı. Herhangi bir endişeye gerek yoktu. "Şeyh Sa¬<br />

id ve avanesi Türk adaletine teslim" olduktan sonra barış, kar¬<br />

deşlik ortamı kurulacak, devlet imar ve kalkınma için olanakla¬<br />

rını seferber edecekti.<br />

Ankara'nın söylemi, korku sislerini dağıtmış, iyimser hava<br />

halk arasında gözle görülür bir rahatlık yaratmıştı.<br />

Fakat, Şeyh Said'in "yargılanmaya" başlandığı gün olan 26<br />

Mayıs 1925 tarihinde, yayınlanan bir hükümet bildirisiyle, "te¬<br />

dip ve tenkif'in ayak sesleri duyulmaya, korku günlerinin haber¬<br />

cisi işareder görülmeye başlıyordu. Bütün Kürt kesimleri şaşkın¬<br />

lık içinde kalıyor, iyimserlik iklimi, bir anda altüst oluyordu.<br />

içişleri Bakanlığı tarafından İstiklal Mahkemeleri Savcıhkla-<br />

nyla Üçüncü Ordu Komutanlığı ve Erzurum, Mardin, Dersim,<br />

Genç, Ergani, Van, Beyazıt, Siverek, Malatya, Diyarbakır, Muş,<br />

Bitlis, Elazığ, Siirt illeri Sıkıyönetim Komutanlıklarına gönderilen<br />

bir emirnamede, isyana katılmamış, hatta karşı çıkmış Kürtlerle,<br />

isyancılar aynı kefeye konuyordu. Emirnamede, "ayaklanmayla<br />

sözlü ya da eylemli olarak ilgilenmiş, fakat ilgi ve izini gizlemiş<br />

olan herkesin elinde ve evindeki silahlarla, yaralayıcı aletlerin<br />

ı86


toplarilması, kaçaklardan sağ yakalanabilenler ile onlara yardım<br />

ve yataklık edenlerin mahkemeye şevkleri" isteniyordu.<br />

"Tedip" (terbiye etme) ve "tenkif'in (yerinde sonuna kadar<br />

susturma) ilk ayak sesleriydi bu. İlk şaşkınlık, çok geçmeden ye¬<br />

rini dehşet günlerinin korkulanna terk edecekti. Uygulanacak<br />

"program"ın adı da konmuştu: Islahat (iyileştirme).<br />

Aynı programla, "Kürderin var olmadığına" da karar verili¬<br />

yordu. "Kürt vardır" demek yasaklanıyor, çarşıda, pazarda, okul¬<br />

da Kürtçe konuştuğu görülenlerin cezalandınlması isteniyordu.<br />

içişleri Bakanlığı 13 Haziran 1925 tarihinde, aynı kurumlara,<br />

26 Mayıs tarihli genelgesine açıklık getiren bir genelge daha gönde¬<br />

riyor, "programın esaslanna" açıklık getiriliyor, şöyle deniliyordu:<br />

"Doğuda esaslı ıslahata azmetmiş olan hükümetin ilk hedefi,<br />

halk üzerindeki silahların toplanmasıdır. Bu iş, bazı neden ve dü-<br />

şüncelerie yavaş yapılsa dahi, kesinlikle savsaklanamaz. Bazı böl¬<br />

gelerde bunun için büyük kuvvetlere lüzum gösterilmekte ise de,<br />

hükümet, bu işi mudaka büyük kuvvetlerle halledilecek sorun ha¬<br />

line getirmeyi uygun bulmamaktadır. Bundan önce, 26 Mayıs<br />

1925'te yayınlanan bildiride hakim olan ruh ve amaç, Doğu'daki<br />

son durumdan faydalanarak, yakında gerçekleşmesi esas olan<br />

amaç için şimdiden hazıriıklı bulunmaktan ibarettir."<br />

Emirname açık ve netti. Kürt sorunu, bir daha uç vermeyecek<br />

biçimde şiddet yoluyla "halledilecek" (ıslah), başka bir deyişle<br />

"çözüme bağlanacak"ri.<br />

Genelge devam ediyordu:<br />

"Ayaklanma sırasında, hükümete çeşidi şekiUerde bağlılık ve<br />

sadakat gösterenlerie, yurtdışında aleyhte etki yaratacak kişilerin<br />

kuşkulandınlmaması, her bölgede takibi gereken kişilerin yavaş<br />

yavaş ve devamh olarak yakalanmaları ve silahlann toplanması<br />

suretiyle kararlaşnnlmış olan ıslahata şimdiden elverişli^bir orta¬<br />

mın hazırlanması için çaba harcanması gerekmektedir."<br />

Dört bir yana dağılmış askeri birlikler, genelgeden hemen<br />

sonra, zaman geçirmeden harekete geçmişlerdi.<br />

187


Köyler basılıyor, silahlar toplanıyor, direndiği gerekçesiyle<br />

bazı köyler ateşe veriliyor, yakalanan köylüler toplanıp götürülü¬<br />

yordu.<br />

O günleri, çocuk gözü ve bilinciyle yaşamış bir Karakoçanlı,<br />

60 yıl sonra şöyle anlatıyordu:<br />

"Amaç, Kürderi sindirmekti. Birlik ve beraberlik halinde hare¬<br />

ket ettikleri takdirde Kürtlerin neler yapabileceklerini, dünya<br />

alem Birinci Dünya Savaşı sırasında gördü. Güneyde İngiliz ve<br />

Fransızları, kuzeyde Ruslarla Gürcüleri önlerine katıp perişan et¬<br />

tiler. Antep ve Urfa destanlarını yazanlar Kürtlerdi. Şahin Bey,<br />

Karayılan Kürt'tü. Şeyh Said'in Batı Cephesi Komutanı Şeyh Şe¬<br />

rif, bizim Karakocan tarafından, milis komutanıydı. Babam da<br />

onun emrinde çarpıştı Ruslarla. Erzincan'ı Rusların elinden alan<br />

Dersimlilerdi. Osmanlı, savaşa giremeden yenilmiş, teslim ol¬<br />

muştu; ama Kürder teslim olmadılar, birleşip işgalcilerle savaştı¬<br />

lar. Silahları da yoktu. Taş ve sopalarla yürüdüler. Bu gücü gös¬<br />

teren Kürder, potansiyel tehlikeydi. Tehlikenin bertaraf edilmesi<br />

için hazırhklar yapılırken. Şeyh Said'in üstüne yürüyüp, halkı<br />

tedbirsiz ayağa kaldırdılar. Şeyh Said yakalandıktan sonra da ge¬<br />

nel temizliğe giriştiler."<br />

Hükümetin "Islahat programı". Başbakan İsmet İnönü'nün<br />

mecliste yaptığı konuşmanın paralelinde yürüyordu. İsmet Paşa,<br />

olayların bir daha tekrarlanmaması için gereken köklü tedbirlerin<br />

alınacağını söylemişti.<br />

1925 Haziranında başlayan silah toplama seferleri, zulüm sa¬<br />

çıyordu. Köyler sarılıyor, insanlar meydanda toplanıyor, "ya si¬<br />

lah ya da canınız" dayatması ortaya konuyordu. Silahı olmayan¬<br />

lar dayak, hakaret ve işkenceden geçiriliyor, kimileri <strong>kurt</strong>ulmak<br />

için silah satın alıp teslim ediyor, kimileri elinde avcunda ne var¬<br />

sa rüşvet olarak verip, ailesini, canını <strong>kurt</strong>armaya çalışıyordu.<br />

Bazı yerlerde, "ıslahat" denilen silah toplama ile "tenkil" pla¬<br />

nı bir arada yürütülüyor, her yaştan ve cinsiyetten insan, kurban<br />

zincirinin halkaları haline geliyordu.<br />

ı88


"Tenkil ve tedip" planında, çocuk, ihtiyar, sakat, cinsiyet ayı¬<br />

rımı yoktu. Gülüşkürlü Kör Mıho "ayrımsızlığa" örnekti. Bir<br />

köylüsü, ona ilişkin "ıslahat" öyküsünü anlatri:<br />

"1925'in yaz aylarında, Palu'nun Gülüşkür köyünü basıp si¬<br />

lah topladılar. Sonra evleri yağmaladılar; yiyeceklere, içeceklere<br />

ve hayvanlara el koydular. Köylülerin üstünde başında neleri<br />

var, neleri yoksa aldılar. Köyü de ateşe verdiler. Birbirine bağla¬<br />

yıp etkisiz, tepkisiz hale getirdikleri 44 kişiyi süngüden geçirdi¬<br />

ler. Süngülenerek kadedilenlerden birinin adı Mıho'ydu. İhtiyar<br />

bir adamdı. Gözleri kördü."<br />

"Islahat programı" yürüriüğe konmadan önce, isyana katıl¬<br />

mayan ya da devlet güçlerine yardımcı olan Kürder, kendilerine<br />

dokunulmayacağına inanıyorlardı.<br />

Fakat, uygulamayla biriikte "ıslahatın" genel ve ayırımsız ol¬<br />

duğu ortaya çıkınca panik başladı. O zaman, savunma refleksi,<br />

"kaçış" olarak ortaya çıktı. Kimi dağa çıkıp gizlenmeye çalıştı, ki¬<br />

mi yerini yurdunu terk etti. İmkanı olanlar yurtdışına kaçri. Her¬<br />

kesin olanaklan oranında başının çaresine baktığı bk korku dö¬<br />

nemiydi.<br />

Dağa çıkanlar, dağınık ve örgütsüzdüler. Üçü, beşi bk arada<br />

olanlar üsderine gelen güce direnmeye başladılar.<br />

Kör Mıho'nun akıbedne uğrama korkusuyla direnenkr "is¬<br />

yancı", eylemleri "isyan" sayılıyordu. "İsyanlan basnrmak" üze¬<br />

re daha büyük güçler seferber ediliyordu.<br />

"İslahat programı", devlet yardımcılarının aüelerini kapsıyor¬<br />

du: Binbaşı Kasım muhbk olarak, isyancılan tutuklatan kişiydi.<br />

Şeyh Said'in ayaklanmasını da, "ben sizdenim" diyerek tuzağa<br />

çekendi. Ayrıca, mahkemelerde devlet tanığıydı.<br />

Buna rağmen, Varto'nun Kulan köyünde oturan ailesi "ısla-<br />

hat"ın şidderinden <strong>kurt</strong>ulamadı. Babası Ahmet Ağa, arandığını<br />

189


öğrenince, bir kaçak gibi yaşadı. Fakat bir gün köyüne dönünce<br />

yakalandı. Köylüleri, akıbetini "yerde sürükleyerek götürdüler.<br />

Bir daha geri gelmedi. Öldüğünü haber verdiler. Fakat nerede,<br />

nasıl öldüğünü kimse öğrenemedi," diye anlatıyorlardı.<br />

*<br />

Dağlarda, yerinde "terbiye" ve "sonuna kadar susturma" olan<br />

"Tedip ile tenkil" harekâtları bütün hızıyla devam ederken, "İs¬<br />

tiklal Mahkemeleri" de yakalanıp önlerine getirilenler için idam<br />

cezalan üretiyordu.<br />

Kürtler açısından hayat genel mahşer, başka bir deyişle "ana<br />

baba günü"ydü.<br />

Merkezi Diyarbakır, Elazığ ve Bitlis olan, dört bir yana şube¬<br />

leri, kasabalara dağılmış kollarıyla İstiklal (Özgürlük) Mahkeme¬<br />

leri eliyle kaç kişinin öldürüldüğü bilinmiyor. Bilinen, mahkeme¬<br />

lerin hemen yanında kurulu duran sabit darağaçlan ve onlann da<br />

hiç boş kalmadıklarıydı.<br />

Diyarbakır'daki idam manzaralarının tanıklarından biri olan<br />

Ali Küçük, Ermeni asıllıydı.<br />

Ermeni "olayları" sırasında, ailesi "kelime-i şahadet" getirip<br />

din değiştirmiş, isimlere takla attırmış, bu sayede <strong>kurt</strong>ulmuşlardı.<br />

"Markar", yeni hayatında "Ali", yasayla herkesin "atası" yeni¬<br />

den belirlenince soyu da "Küçük" adını almıştı.<br />

Ali Küçük, 1950'lerde Diyarbakır'ın Dağkapı semtinde bak¬<br />

kallık yapıyordu. Çevre köy ve ilçelerden okumak için Diyarba¬<br />

kır'a gelmiş birçok lise öğrencisi, ondan "veresiye" alışveriş edi¬<br />

yordu. Müşterilerinden biri de, Muşlu Aydın Saraç'n.<br />

Aydın Saraç anlattı:<br />

"Ali Küçük'ün geniş dükkânı biz taşradan gelmiş, bekar yaşa¬<br />

yan öğrencilerin buluşma yeriydi. Veresiye alışveriş yapıyorduk.<br />

O kimseye borcunu hatırlatmıyor, sıkboğaz etmiyordu. Bizler<br />

de, ailelerimizden geldikçe parasını ödüyorduk. Bazen bize aile¬<br />

sinin dramını, kendi çektiklerini anlatıyordu. Bir gün, Şeyh Said<br />

ve sonraki idamlardan söz açıldı. Tanık olduğu bir manzarayı,<br />

gözleri yaşararak anlattı.<br />

190


'Dağkapı'dan Mardin kapıya kadar, güzergâh boyunca dara¬<br />

ğaçlan kurulmuştu', dedi. 'Darağaçlan sabit, öylece duruyorlar¬<br />

dı. Her sabah uyandığımızda, sehpaların kolları arasında salla¬<br />

nan, yeni asılmış insanlar görüyorduk. Sabahları, 10-15 asılmış<br />

kişi saydığımız oluyordu. Bir gün asılmaya götürülen bir kafile¬<br />

yi gördüm. Elleri bağlı, ayakları zincirliydi insanlann. Süngülü¬<br />

ler arasında yürüyüp gidiyorlardı. Yoksul görünüşlüydüler. Pe¬<br />

rişan...<br />

Belki de nereye götürüldüklerinden habersizdiler. Etrafi seyre¬<br />

de seyrede gidiyorlardı. İçlerinden birinin halini hiç unutamıyo¬<br />

rum. Üstü başı yırtık, yamalıydı. Eskimesin, yıpranmasın diye<br />

mi bilmiyorum; çarıklarını çıkarmış, birbirine bağlayıp omzuna<br />

atmıştı. Yalınayak gidiyordu darağacına. Çarığı bir ara omzun¬<br />

dan sıyrılıp düştü. Eğilip kelepçeli elleriyle aldı. Yeniden omzu¬<br />

na atn. Yoluna devam etti. Sonra darağaçlan bölgesinde asıh<br />

gördüm. Çanklan yerde, ayaklannın dibinde, birbitine bağh<br />

duruyordu.'"<br />

TANIKLAR VE RESMİ BELGELER<br />

İsmet Paşa (İnönü) hükümetinin "ıslahat programı" korku se¬<br />

li olmuş, "tedip ve tenkil" şeklinde yayılıyordu.<br />

Tedip ve Tenkil Arapça deyimlerdi. Türk Dil Kurumu tarafin¬<br />

dan yayınlanan sözlükte tedip, "terbiye etme" diye tanımlanıyor¬<br />

du. "Tenkif'in karşılığı ise şöyleydi:<br />

"Kamuya (halka) zararlı kişi ya da topluluğu, başkalanna<br />

korku ve ibret verecek biçimde cezalandırma, ortadan kaldır¬<br />

ma..."<br />

1925 yılının Haziran ayında başlatılan, daha sonra zincirle¬<br />

me, ikinci Dünya Savaşı'na dek sürdürülen "ıslahat" sürecinde,<br />

kaç kişinin katledildiği, ne kadar insanın yerinden yurdundan ko¬<br />

parılıp sürgüne gönderildiği bilinmiyor.<br />

Kürtlerin bütün yurdu baştan başa savaş alam, kan ve ateş<br />

içindeydi. Suçlu, suçsuz ayırımı da yapılmıyordu. Bk köyden tek<br />

bir kişi bile isyana sempatiyle bakmış ya da silahlı olarak katıl¬<br />

mışsa, bütün köy cezalandırılıyordu.<br />

Örneklersek: isyanla ilgisi, ilintisi, hatta haberi olmayan köyler<br />

191


yanıyordu. Köylerden toplanan insanlar topluca öldürülüyordu.<br />

Doğa da yangın ve kırımdan nasibini alıyordu. Bağ, bahçe ve ekin<br />

tarlalarının yanında, ormanlar da ateşe veriliyordu. "Islahat prog¬<br />

ramı" dehşetin adı olmuştu.<br />

Daha önceki bölümlerde de adı geçen tanıklardan Melle Se¬<br />

lim, sonraları, Türkleştirme programıyla adı "Ölçekli" yapılan<br />

Varto'nun Diyadin köyündendi. Diyadin isyancı değildi. Ama,<br />

"Islahat" darbelerini ondan da esirgemedi.<br />

Melle Selim'in anlattığına göre, 1925 yazında, köy basıldı.<br />

Diyadinliler köyün ortasında toplandılar. Önce paraları, kadınla¬<br />

rın yüzükleri, bilezikleri alındı. Sonra köy ateşe verildi. Köylüler<br />

arasından, biri kadın, 32 kişiyi seçriler. El ve kollarını urganlarla<br />

bağlayıp, giderken yanlarında götürdüler.<br />

du:<br />

Melle Selim anlatıyor:<br />

"Aynı müfreze Diyadin'den sonra Randalin (Buzlugöze) köyüne<br />

geçti. Randalin de isyana kadlmamıştı. Köyü ateşe verdikten sonra,<br />

oradan da 'esir' kafilesine 8 kişi katıyorlar. Askeri karargâh, Karlı¬<br />

ova'nın Selekan köyündeydi. Yakaladıkları insanları oraya götürü¬<br />

yor ve askeri karargâhın arkasındaki derede kurşuna diziyorlar.<br />

Aynı gün, bir başka müfreze kolu, Varto ilçe merkeziyle Karameşe<br />

köyünde 21 kişiyi kurşuna diziyor."<br />

Adının açıklanmasını istemeyen Bingöllü bir ihtiyar anlatıyor¬<br />

"Genc'in Valer ve Şemsan köyleri, 1925 yazında, aynı gün ba-<br />

sddı. Önce yükte hafif, pahada ağır ne varsa alındı. Sonra 22 ki¬<br />

şi bir ahıra dolduruldu. Ahırın kapısına kuru ot yığılıp, kibrit ça¬<br />

kıldı. Aynı müfreze, o gün, Murtezan, Mıstan, Botan ve Tavus<br />

köylerini yakıp yıktı. Ele geçen tutsakları süngüden geçirdi."<br />

İnsanların diri diri yakılması, daha sonra edebiyata da konu ol¬<br />

du. Remzi İnanç, "Şey" adındaki hikâyesinde, Diyarbakırlı bir genç<br />

kızın trajedisini anlatıyor: Genç kız, ateşe verilen samanlıktan fırla¬<br />

yıp dışarıya çıkıyor. Fakat askerlerle yüz yüze gelince, gerisin geri<br />

alevlerin içine dönüyor.<br />

192


Kırım, basında "çatışmada silahlarıyla birlikte ölü olarak ele<br />

geçirilen eşkıya" olarak geçiyordu.<br />

*<br />

* *<br />

Albay Reşat Hallı'nın imzasını taşıyan ve Genelkurmay Baş-<br />

kanlığı'nca yayınlanan Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar<br />

1924-1925 adındaki kitap, Kürt yurdunun genelinde yaşananla¬<br />

rın resmi raporlarla anlatımıdır. Genelkurmayın yayını, kitlesel<br />

kırımları inkâr etmiyor, Kürt genelinde yaşananları teyid ediyor,<br />

tanıkların anlatımları doğrulanıyordu.<br />

Kitapta şöyle deniliyor:<br />

"... Harekâtın cereyan ettiği bu bölgedeki köylerin, asilerin<br />

vatanı olduğu, eşkıyanın aile ve çocuklarının buralarda barın¬<br />

dıkları ve köy halkının çoğunun birbirlerine akraba olması do¬<br />

layısıyla, aile yakınlığının verdiği ve bu kuvvetle bu ahalinin de<br />

manen ve maddeten asilere yardımda bulundukları ve buralarda<br />

asilerin birçok silah ve cephanesi bulunduğu anlaşılmış ve her<br />

an eşkıya ve ahalinin baskın veya pususuna uğramak ihtimaline<br />

karşı, müfrezeler köylere girerken çok esaslı tertibat almak zo¬<br />

runda kalmışlardı.<br />

Bazı köylerin müfrezeler gelmeden boşakıldığı görülmüş, bu¬<br />

nun üzerine köye muhit olan arazi kısımlarının da dikkade araş¬<br />

tırılmasına zorunluluk hasıl olmuş; tarlalar, odun, saman, ot yı¬<br />

ğınları, ormandaki inler, mağaralar, komlar tamamen araştırıla¬<br />

rak perakende bir surette buralara sığınan çoğu erkek, kısmen<br />

de kadın ve çocuklardan ibaret kümeler toplatdrılmışd. Yakala¬<br />

nan bu şahıslar arasında kadınlar tecrit edilerek, silahı ile tutu¬<br />

lan ve eşkıya ile ilişkisi olduğu anlaşılanlar hemen kurşuna dizil¬<br />

mişti. Bunlardan alınan bilgiye göre eşkıyalardan bir kısmının<br />

daha önce buralardan uzaklaştığı, bir kısmının da köyün erkek¬<br />

leri ile öteye beriye dağılmış oldukları görüldü. Bundan sonra'<br />

ahali tarafindan esasen boşaltılmış olan köyler (Botyan, Mürta-<br />

zan, Zergezor bölgesinde miktarı 22'ye yükselen köy) eşkıya ile<br />

tamamen birlikte olduğu kesinlikle anlaşıldıktan sonra yakıldı.<br />

Yanan köylerde birçok fişek ve bombalann infilak ettiği görülü¬<br />

yordu. Kül haline gelen saman yığınları arasında mukadder akı-<br />

193


etine uğrayan birçok eşkıya avanesinin cesetleri teşhis edildiği<br />

gibi, takip müfrezeleri buraya yaklaşdğı sırada, elinden silahını<br />

atarak kendine masum hal ve tavrı veren birçok kimseler dahi<br />

yakalanarak hemen imha edildiler. Tanınmış elebaşlanndan<br />

Hartah Sabri de müfrezeler tarafindan yakalanarak öldürülmüş,<br />

Süpülük dağının taranması sırasında, Ömer Faro çetesine men¬<br />

sup 49, Emin Miko çetesine mensup 6 silahlı ve 39 silahsız,<br />

Kançavare ormanlarında yine Emin Miko'ya mensup 4 silahlı,<br />

12'si silahsız şaki tutularak öldürüldüler. Asilerin terk ettiği<br />

hayvan sürüleri müsadere edilerek, bir kısım erlerin et istihkakı¬<br />

na karşılık biriiklere verilmiş, çoğu Elazığ ve Diyarbakır'a gön¬<br />

derilerek mülki idareye teslim edilmişti."<br />

»<br />

* »<br />

Genelkurmay'ın kitabını okumaya devam edelim:<br />

"Güney birlikleri, bölgesinde yaptıkları taramalar sırasında<br />

meşhur Saki Bicarlı Mustafa'nın avanesinden ormanlıklar içinde<br />

saklanmış 19 kişiye tesadüf ederek imha etmişler ve bunlardan<br />

aldıklan bilgi üzerine, Mustafa'nın da Paro bölgesindeki köyler¬<br />

den birinde saklandığı öğrenilerek, bölgedeki şüpheli yerlere ya¬<br />

pılan baskınlar sonunda, avanesinden 10 kişi ile iki gün önce<br />

Nüveydan bölgesine firar ettiği anlaşılmıştır.<br />

Bu safha harekâdnın sonunda Kuzey ve Güney birlikleri tara¬<br />

fından Çotela dağının en yüksek tepelerine kadar yapılan tara¬<br />

malarla bütün meskun yerler araşdrılmış, asilere yataklık ettik¬<br />

leri kesinlikk anlaşılan 60 kadar köy yakılmış, 450'ye yakın ki¬<br />

şi öldürülmüş, bunlara ait olup güneye kaçmlmak istenen bütün<br />

sürüler ele geçirilmiştir."<br />

Resmi tarih, kurbanların cinsiyeti ve yaşları konusunda ayrın¬<br />

tı vermiyor, insanları birer rakamdan ibaret kabul ediyor, sayı<br />

açıklamakla yetiniyordu.<br />

Bu arada, talan ve ganimetlerin bilançosunun tutanaklara<br />

kaydı da ihmal edilmiyordu.<br />

194


Şeyh Said'in idamından iki yıl sonra, 1927'nin yaz aylarında,<br />

Lice, Hani, Silvan, ve Hazro bölgelerinde olanları, yorumsuz ola¬<br />

rak yine resmi tarihten okuyalım:<br />

"... Bölgenin hemen her kısmında nüfus sayımı sırasında bir<br />

olay olmamış, yalnız Lice'nin kuzeydoğusundaki Harta köyüne<br />

gönderilen müfreze, bu köyden ateşe maruz kalmıştı. Harekâtın<br />

ilk safhasında bu köye ve halka ilişilmemiş, takındıkları masu¬<br />

miyet kisvesi altında melanetlerini gizleyecekleri tahmin edilmiş¬<br />

ti.<br />

Müfreze köye yaklaşırken dört-beş el silah adlmış, derhal mu¬<br />

kabeleye mecbur kalan müfreze erleri tarafindan etraftaki hakim<br />

sırtlar tutulmuş ise de; silah sesine yetişen köylülerin ellerindeki<br />

silahlarla birlikte eşkıyaya katılması ve iki saat içinde sayılarının,<br />

60'a yükselmesi, zayıf bir durumda bulunan müfrezenin savun¬<br />

ması ile devam etmiş, akşama doğru Lice'den gönderilen kuvvet¬<br />

li bir bölüğün yetişmesi üzerine asiler karanlıktan faydalanarak<br />

etrafa dağılmışlardı. Bu müsademede 1 yüzbaşı ile 4 er yaralan¬<br />

mış, eşkıya 10-12 kişi kadar zayiat vermişti. Bu köy ve civarı<br />

sonradan tamamıyla yakıldı.<br />

Önceleri kendilerini hükümete sadık ve bağlı göstererek ha¬<br />

yatlarını <strong>kurt</strong>aran ve medyum oldukları şükran borcunu böyle<br />

nankörce ortaya koymaktan çekinmeyen bu ahalinin yaratdkla-<br />

rı bu olay ve çevre halkının hemen çoğunun hükümete ve ordu¬<br />

ya karşı besledikleri kötü duygu itibariyle bir ibret dersi teşkil<br />

eder.<br />

Hüveydan bölgesinin aranması ve taranmasına memur edilen<br />

63. Alay taburlan ise, harekâta geçtikleri bölgedeki köylerin<br />

ahalisini kamilen iş ve güçleri ile meşgul bulmuşlardı. Hüküme¬<br />

te gerçekten bağlı olduklarından dolayı kendi durumlan ve ge¬<br />

leceklerinden kuşku duymayan ve bunun doğal sonucu olarak<br />

hiçbir korku ve etki akında bulunmayan bu masum halk taba¬<br />

kası, etrafinda cereyan eden olaylara karşı tamamen lakayt bir<br />

halde tarialarını sürüyorlar ve kendilerini topraklarına adamış<br />

bulunuyorlardı.<br />

Tarama harekâd bütün şiddeti ile güneye doğru ileriedikçe,<br />

halk ve köylüler de yavaş yavaş değişmeye başlamış ve öteden<br />

beri Şeyh Fahri ve Fevzi çetelerinin faaliyet sahaları olan bu böl-<br />

195


ge ahalisi de tamamıyla hükümete karşı isyankâr bir durum al-<br />

nıış ve eşkıyaya silah, cephane, yiyecek verecek kadar cesaret<br />

göstermiş ve bazı köyler ahalisinin de, biriiklerin yaklaştığını ha¬<br />

ber alır almaz yiyecekleri tokattan <strong>kurt</strong>ulmak için hemen köyle¬<br />

rini terk ile etrafa dağıldıkları görülerek, bu gibi köyler kamilen<br />

yakılmıştır. Bununla beraber Hüveydan bölgesine özgü riyakâr¬<br />

lık nedeniyle müfrezeler, bir kısım köylülerin birçok dolambaçlı<br />

yollardan çevirdiği bin türlü hile ve desiselerle kandırıldılar.<br />

Harta olayında olduğu gibi burada da ilkin birçok köylere<br />

masum ve kabahatsiz telakkisi ile şeflcat gösterilmişti. Oysa bu<br />

köylülerin çoğu, köye yaklaşan müfrezeyi birkaç kişi ile karşılı¬<br />

yor, köylerinde eşkıya bulunduğu halde, kendilerinin eşkıyadan<br />

birçok zulüm ve işkence gördüklerini ve falan istikamete gittik¬<br />

lerini anlatıyorlar, diğer yandan da köye haber göndererek he¬<br />

men silahlannı alıp dağa çıkmalarını tembih ediyorlardı. Bu su¬<br />

rede hem müfrezelerin kuvvetinden bilgi almış oluyorlar, hem<br />

de müfrezeyi şaşırtarak gafil avlamak istiyorlardı. Pek kısa sü¬<br />

ren bu nazik durum sırasında köyden silahını alıp kaçabilen, eş¬<br />

kıya ile birlikte müfrezeye ateş açıyor, köyde kalanlar ise kendi¬<br />

lerini sadık göstermek için gereken rolü oynamakta devam edi¬<br />

yoriardı. Bununla beraber bu bölgenin araştınlması sırasında<br />

birçok defalar böyle acı imtihanlar karşısında kalmış olan müf¬<br />

rezeler, bu gibi kandırıcı sözlere önem vermeyerek görevlerinin<br />

gerektirdiği tedbiri almakta ihmal göstermediler. Bir yandan kö¬<br />

yü abluka ve köylüyü soruşturma ile meşgul iken, diğer yandan<br />

firar edenleri şiddetle takip etmekten geri durmadılar. Temri or¬<br />

manlarında bu şekilde, daha önce Cıbranlı Albay Halit Bey'in<br />

müfrezelerini kandıran ve sonradan firar edenlerden 38 kişi ya¬<br />

kalanarak öldürüldü. Şüpheli bir durumda yakalanarak mahke¬<br />

me edilmek üzere Lice'ye gönderilen 31 kişi de yolda muhafiz-<br />

ların silahlarını almaya teşebbüs ettiklerinden hepsi öldürüldü.<br />

Ve Hüveydan bölgesindeki bütün köyler kamilen yakıldı.<br />

7. Seyyar Jandarma Alayı müfrezeleri tarafindan araştırma ya¬<br />

pılmakta ve örtülmekte bulunan Sarum suyu güneyindeki bölge¬<br />

de bkçok köy taranarak yakılmış ise de, bu olayın gerek ederin<br />

eğitim noksanı, gerekse subaylann azim ve irade zaafi, tarama si¬<br />

lindirinin önünden kaçarak Sarum suyu geçitkrine (Goderni köp-<br />

196


üsüne) dayanan 3-5 şakiyi yakalamak firsatım kaybettirmiştir.<br />

Bu alayın araştırma yaptığı havalide tutuklanan şahıslardan bir¬<br />

çoğunun on beş gün önce Murat güneyinden inen asi gruplarına<br />

mensup oldukları anlaşıldığından hepsi kurşuna dizildiler.<br />

Finto civarında 40. Süvari Alayı keşif kollan ile Hanili Seyful-<br />

lah çetesi arasında müsademe olmuş, güneye kaçmak isteyen bu<br />

şerir de bu küçük kuvvet karşısında iki kısrak bırakarak tekrar<br />

kuzeye dönmeye mecbur kalmışd.<br />

Tuzla'da bulunan 62. Alay 1. Tabur müfrezekri tarafindan<br />

bu şakinin faaliyet bölgesi olan ve bundan önceki tedip saflıala-<br />

nnın çerçevesi dışında kalan Ashabikeyf dağı ve civarındaki<br />

köylerde araşdrma yapılmış, köylerin çoğunda, özellikk yol bo¬<br />

yunca olanlarda ahalinin durumunu şüpheye düşürecek birçok<br />

emareler görülmüş, hakim sırdan tutan erkr tarafindan bura¬<br />

larda güneye karşı yapılmış bir siper içerisinde ve henüz yeni adl¬<br />

mış birçok boş kovanlar bulunmuş, erzak kafilelerine pusu kur¬<br />

mak, hareket sırasında sık sık tekerrür eden telgraf hadannın ke¬<br />

silmesi gibi eşkıyaya yardımcı bir durumda değil, fiilen eşkıyalık<br />

ettikleri sabit okn bu köykrde erkeklerin bulunmaması da dik¬<br />

kat çekmiş ve çocuklardan yapılan soruşturmada bunlann birkaç<br />

gün önce topluca gittikleri anlaşıldığından, hıyanet ve şekavetle¬<br />

rinden şüphe edilmeyen bu köykr de kamilen yakılmışd.<br />

Köylerine gizlice girebilmek için müfrezelerin hareketini civar<br />

mahallerde saklanarak bekleyen birçok eşkıya döküntüleri de,<br />

birer birer bulundukları yerkrden çıkartılmış ve bunların silah-<br />

h olan 1 12'si öldürülmüştü.<br />

Tedip harekâtının son saftıasına tahsis edilen Hüveydan böl¬<br />

gesi ile Lice ve Hani güneyi bölgekrinin araştırılmasına memur<br />

63. Alay taburlannın taramayı müteakip Hani'de toplanmaları<br />

emredilmişti.<br />

Bu taburlar geniş bir bölgeyi taradıktan ve şüpheli köyleri<br />

yakdktan ve şahıslan kamilen imha ettikten sonra, 3 Kasım<br />

1927 akşamı Hani'ye geldiler.<br />

Takriben bir ay süren tedip (cezalandırma, terbiye etme) ha¬<br />

rekâd sonunda bölge ve müfreze komutanlıklannın raporianna<br />

göre, muhtelif havalide cereyan eden takip ve taramalar sonun¬<br />

da yakılan köy miktan, harekâdn sonucunda 280'e yükselmiş ve<br />

197


u köylerde veya dağlarda, ormanlarda yakalanarak imha edil¬<br />

miş eşkıya ile bunlara mensup şahıs miktarı da 2000'i aşmıştı."<br />

"BABAMI DİRİ DİRİ YAKTILAR"<br />

İsmet Paşa'nm deyimiyle, amacı "isyanın yarattığı şartlardan<br />

faydalanmak" olan "ıslahat programı" 1925 Haziranında Van,<br />

Mardin, Siirt, Diyarbakır, Muş, Bingöl, Erzurum, Elazığ, Hakka¬<br />

ri ve Bitlis bölgelerinde aynı anda yürürlüğe konuyordu. Ayrıntı¬<br />

lar hariç her yerde aynı şiddet ve yöntemle uygulanıyordu.<br />

Yıllar boyu süren "ıslahat"ın tanıklarından biri de Feyzullah<br />

Koç'tu. 2002 yıhnda hâlâ yaşayan Feyzullah Koç, "babamı diri<br />

diri yaktılar" diyor ve devam ediyordu.<br />

Ashnda, Feyzullah Koç'un anlattıkları, genelde Kürtlerin yur¬<br />

dunda yaşananların bir bileşkesiydi. Genelkurmay kitabının, bir<br />

somut ayrıntısı...<br />

Genelde yaşananlara bir örnektir. Feyzullah Koçu'un tarihe<br />

tanıklığını okuyalım:<br />

"Ben, 1912'de doğmuşum. Şeyh Said ayağa kalktığında 13<br />

yaşındaydım.<br />

Biz, Palu'nun Erdürük köyündeniz. Erdürük, büyük bir köy¬<br />

dü. 100 haneden fazlaydı. Sonra daha da büyüdü. Adım Türk-<br />

çeleştirip, 'Gökdere' yaptılar. Sonra ilçe oldu.<br />

Ailemiz, köyün ileri gelenlerindendi. Varlıklı, büyük bir ailey¬<br />

dik. Anne tarafım da öyle.<br />

Babam görmüş geçirmiş, din bilgisi derin bir adamdı. Okuma<br />

imkanlarının son derece kısıtlı olduğu o devirde babam, Rüşti-<br />

ye'de okumuştu.<br />

Dayılarım, Safran köyündeydi. Kışın, köyde kimsenin pek işi,<br />

uğraşı olmazdı. Herkes evine, köyüne kapanıyordu. Biz ailecek,<br />

kışı geçirmek üzere dayılarımın köyü Safran'a gittik. Babam, an¬<br />

nem, kız kardeşim ve ben...<br />

Biz Safran'dayken, ayaklanma başladığı haberi geldi. Şeyh Sa¬<br />

id büyük bir isimdi. Tanımayan, bilmeyen, saygı duymayan<br />

yoktu. Onun liderliğindeki harekât, büyük bir heyecan yarat¬<br />

mıştı.<br />

198


Halk arasında heyecan, hareketlilik büyüktü. Köylerden in¬<br />

sanlar geliyor, gidiyor, yörenin önde gelenleri toplandlar yapı¬<br />

yor, konuşuluyor, Şeyh'e katılmak üzere atlı kafileler geçip gidi¬<br />

yordu. Şevk ve heyecan bir aradaydı...<br />

Babam bölgenin ileri gelenlerinden olduğu için, üzerinde çok<br />

duruluyordu. Tanınmış çok kimse yanına geliyor, uzun uzun<br />

konuşulup tartışılıyor ve 'sen de kadl' diye zoriuyoriardı. Ba¬<br />

bam baskı altında, ama tedirgin ve endişeli olduğu için kadlmı-<br />

yordu. Kafasına, mantığına uymayan durumlar vardı. 'Her şey<br />

erken, hazıriıksız başladı. Bu iyi olmadı' diyordu. Onun için gö¬<br />

nülden isyana taraftar olmasına rağmen, katılmıyor, baskı ve<br />

zorlamalara direniyordu.<br />

Babam plansız, programsız isyanın bu haliyle başarıya ulaşa¬<br />

mayacağını söylüyor, 'Düzensizlikler, eksiklikler, yanlışlıklar<br />

çok' diyor ve üzülüyordu.<br />

Bir yandan da, o zamanki imkanlarla, harekâtı takip etmeye ça¬<br />

lışıyor, telaş ve heyecandan uyku uyuyamıyor, yemiyor, içmiyor,<br />

gün boyu damlarda, yol başlannda, gelip geçenlerden haber al-,<br />

maya çalışıyordu.<br />

Ağa adındaki eniştemiz isyana katılmış, savaşa gitmişd. Bir<br />

gün çıkıp geri geldi. Köyün ileri gelenleri, dayımın evinde topla¬<br />

nıp, heyecanla anlatdklannı dinlediler. Bingöl ve Genç yeni ek<br />

geçirilmişti. Eniştemi dinleyenler sevinç ve heyecan içindeydi.<br />

Bu arada babamın üstündeki baskı büyümüştü. Babamın hatı-<br />

nnı kıramayacağı insanlar geliyor, 'daha ne bekliyorsun?' ya da<br />

'bekknecek gün mü?' diye zoriuyoriardı. Bazdan, silahını alıp<br />

cepheye gitmediği için babamı kınıyor, ayıplıyoriardı. Baskılar<br />

karşısmda bunalmaya başladı. Onun için Safran'da kalamadık.<br />

Kış ortasında köyümüze döndük. Fakat döndük ki, bizim köy<br />

çok daha harekedi. Bir grup ath geliyor, bk grup kalkıyordu.<br />

Şeyh Şerif, Bad Cephesi komutanıydı. Adı gruplar, emnne gir¬<br />

mek üzere köyümüzden geçerek Elazığ tarafina gidiyoriardı.<br />

Gelen haberlere göre Kürtler, bütün cephelerde kazanıyorlar¬<br />

dı. Palu, Elazığ gibi önemli yerier de ahnmışd. Diyarbakır'ın ku-<br />

şadldığı haberi geldi. Hal böyle olunca, babam üzerindeki taz¬<br />

yikler artmaya başladı. 'Bak Kürtler kazanıyor, niye halkının<br />

yanında değilsin?' diyoriardı. Babam, ısrariardan <strong>kurt</strong>ulmak<br />

199


için, annem ve bizi aldı, tekrar dayımların köyü Safran'a geri<br />

döndük.<br />

Mart ayı başlarında devlet, yığınaklarını tamamlayıp karşı ta¬<br />

arruza geçti. Mirahmet köyü Safran'a yakındır. Orada büyük<br />

bir çarpışma oldu. O çarpışmayı biz de uzaktan seyrettik. Akşa¬<br />

ma doğru devlet tarafı bozguna uğradı. Safran'ın hemen altında<br />

Gewran köyüne çekildiler.<br />

Türk ordusunun bozgunu, halk arasında büyük bir korkuya,<br />

paniğe sebebiyet verdi. Bozguna uğrayan askerlerin öç alma ve<br />

hırslarını çıkarmak üzere katliama girişebileceği ihtimali doğdu.<br />

Köyün önde gelenleri toplanıp konuştular. Sonuçta, köyü terk<br />

etmeye karar verdiler.<br />

Safran tarafsız, olayların uzaktan seyircisiydi ama, ne olur ne<br />

olmaz korkusu hakimdi. Göç başladı. Bir saat içinde köy boşal¬<br />

dı. Her şey o kadar aceleyle oldu ki, kimse yatağını, yorganını,<br />

yiyecek ve içeceğini bile alamadı. Her aile bir tarafa dağıldı.<br />

Biz Karakocan bölgesine gittik. Dersim eteklerine, adı büyük,<br />

hükmü geniş Hamidiye beylerinden Necip Ağa'nın bölgesine sı¬<br />

ğındık. Babam Necip Ağa'yı tanıyordu. Ahbaplıkları vardı. Ne¬<br />

cip Ağa devlet gibi bir adamdı. Bölgesinde savaş da yoktu.<br />

Necip Ağa isyanda tarafsızlığını ilan etmiş ama, gönlüyle dev¬<br />

letten yanaydı. Onun himayesinde olduğumuz için kendimizi<br />

güven içinde hissediyorduk.<br />

Birkaç gün sonra savaşın gidişatı tersine dönmeye, Türk ordu¬<br />

su baskın çıkmaya başladı. O zaman büyük bir korku, telaş ve<br />

panik doğdu. Çünkü gelen haberler, köyde konuşulanlar kor¬<br />

kunçtu. 'Türkler, suçlu-suçsuz, kadın, çocuk, ihtiyar ayırımı<br />

yapmadan kıra kıra geliyor' diyorlardı.<br />

Başlangıçta söylenen ve konuşulanlara kimse inanmıyor veya<br />

inanmak istemiyordu. Fakat, yakın köylerde olaylar yaşanma¬<br />

ya, kaçıp <strong>kurt</strong>ulabilenler, olanları anlatmaya başlayınca haber¬<br />

ler doğrulandı. Toplu yok etmeler, ırza geçme, yakıp yıkma,<br />

soygun ve talan olayları artık konuşulan tek konuydu. Korku<br />

hakimdi ama, kimse ne yapacağını, <strong>kurt</strong>ulmak için kaçıp nereye<br />

sığınacağını bilmiyordu. İnsanlar toplanıyor, 'ne yapalım' diye<br />

birbirine soruyor, kimse bir çıkış bulamıyordu.<br />

Korku içinde beklerken, bir olay da yakınımızda patlak verdi.


Askerler, Palu'nun Karaman köyünü basıyor, rastgele 30 kişiyi<br />

katiediyor. Aynı müfreze, aynı gün Bahçacık köyüne geçiyor.<br />

Orada da 40 kadar insanı katiediyor. Neleri var, neleri yoksa<br />

her şeylerine el konuyor; köyleri de ateşe veriyorlar.<br />

Halbuki bu iki köy de ayaklanmaya karışmamış, isyana des¬<br />

tek vermemişti. Tarafsız kalmış ama, gönülleriyle de devleti des¬<br />

teklemişlerdi.<br />

Hatta, Bahçacık'ta şöyle bir olay da yaşanıyor:<br />

Bahçacıkhlar, Karaman'da olanlardan habersizler. Askerlerin<br />

köye doğru geldiğini görünce, susamışlardır diye soğuk su ve ay¬<br />

ran hazırhyoriar. Eüerinde su ve ayran bakraçlanyla askerieri<br />

karşılıyoriar. İkramda bulunuyoriar. Askerler, sunulan su ve ay¬<br />

ranı içtikten sonra harekete geçiyoriar. Köyü yakıp yıkıyor, de-<br />

ğerii eşya ve kesilmek üzere hayvanlara el koyuyor, 40 kadar in¬<br />

sanı da katlediyorlar.<br />

Bu olaylar, 'ayırım yapılmıyor' haberlerini net olarak doğru¬<br />

lamış, korkuları büyütmüştü.<br />

Bahar geçmiş, yaz aylarına giriyorduk. Korku ve ne olacağı¬<br />

nın belirsizliği yüzünden, kimse bir şey ekememiş, yetiştireme-<br />

miş, hatta eldeki hayvanlara bakamamış veya bir an önce elden<br />

çıkarmanın çaresine bakmıştı.<br />

Yaz aylarında kıtlık baş gösterdi. Halk arasında açlık çekili¬<br />

yordu. Bölgede durumu en iyi olan ailelerden biri olmamıza rağ¬<br />

men, bizim durumumuz da kötükşmişti. Köyümüzden aynlır-<br />

ken kilerierimiz doluydu. Hiçbir şey alamadan kaçmıştık.<br />

Kıtlık başlayınca, babam gizlice köye gitmeye, alabileceği ka¬<br />

dar yiyecek getirmeye karar verdi. Fakat her yer askerie doluy¬<br />

du. Annem dahil herkes 'tehlikeli olur, gitme' dediyse de söz<br />

dinletemediler.<br />

Yanına birkaç kişi aldı. Atlara binip, gece karanlığında gitti-<br />

kr. iki gün sonra, eli boş ve harap halde geri geldi.<br />

Kaçış başlayınca, birkaç aile, olaylara karışmamanın da ver¬<br />

diği huzurla köyde kalmışd. Babam ve arkadaşları gitmeden bir<br />

iki gün önce, köy baskına uğruyor. Ateşe veriliyor evler. Taş taş<br />

üstünde bırakılmıyor. Köyde bulabildikleri herkesi süngüden<br />

geçirip öldürüyorlar. Katkdilenkrin cesederi, orada burada aç<br />

köpekler, kurdar, kuşlar tarafindan parçalanmış.<br />

Babam ve arkadaşları, şişip kurdanmış, koku düşmüş, hay-<br />

20I


vanlar tarafından parçalanmış cesetleri gömmeye karar veriyor¬<br />

lar. Fakat gündüz bu işi yapmaları tehlikeli. Onun için köy dışı¬<br />

na çıkıp saklanıyorlar. Akşam karanlığım bekliyorlar. Gece top¬<br />

ladıkları cesetleri gömüp ayrılıyorlar.<br />

Babamın anlatdklan herkesi şoke etmişti. Kimsenin huzuru<br />

kalmamışd. İnsanlar korku ve belirsizliğin yanında, açlıktan, se¬<br />

faletten çıldıracak hale gelmişlerdi.<br />

Ama orada burada, aç, sefalet içinde sürünerek yaşamaktan<br />

bıkmışdk. Bulunduğumuz yer de artık güvenli değildi. Bir müf¬<br />

reze geliyor, öteki gidiyordu. Devamlı tedirginlik...<br />

Babam, açlık ve sefalet içinde ölmektense, köye dönmenin da¬<br />

ha iyi olacağı kararına vardı.<br />

Toparlanıp Erdürük'e (Gökdere) döndük. Köyümüzde henüz<br />

bir şey yoktu. Ama korku hakimdi.<br />

Varışımızdan birkaç gün sonra, 9. Alay köyümüze geldi. Yan¬<br />

larında, hayvan gibi birbirine urganla bağlanmış 100-150 kadar<br />

insan vardı. Hepsi perişan haldeydi. Üsderi başları toz toprak,<br />

çamur içindeydi.<br />

Askerler çok ani gelmişlerdi. Kimsenin saklanacak, kaçacak za¬<br />

manı olmamıştı. Babam ve köyün öteki ileri gelenleri, onları be¬<br />

yaz bayrakla karşılamaya karar vermişlerdi. Bir beyaz bezi, 'tes¬<br />

lim olduk' anlamında sopaya bağlayıp karşılamaya gittiler. Geldi¬<br />

ler, beyaz beze bakmadılar bile. Köye yayılıp evleri sardılar. Silah<br />

istiyorlardı. Kimde ne varsa teslim edildi. Bıçak ve baltalar bile.<br />

Sonra köyün erkeklerini bir araya topladılar, içlerinden bazı¬<br />

larını seçip, urganlarla birbirine bağladılar. Bağladıkları insan<br />

sayısı 50 kadardı. Babam ve amcam da aralanndaydı. Bizimki¬<br />

leri de yanlarında getirdiklerine katdlar. Esirlerin sayısı 200 do¬<br />

layına çıkmışd. Önlerine kadp, köyden ayrıldılar. Geride, ağla¬<br />

yan kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar kaldı.<br />

Ağlayarak arkalarından bakarken, yavaş yavaş cesaredendik.<br />

Onlara ne yapacaklar diye uzaktan uzağa takibe başladık. Biti-<br />

şiğimizdeki Hor köyüne gittiler. Tepelik bir yerde köyü seyret¬<br />

meye başladık. Götürdüklerinden bazılarım, orada serbest bı¬<br />

raktılar. Onlar koşarak köyden ayrıldılar. Geri kalanları büyük<br />

bir ahıra doldurdular. Askerler, tüfeklerinin namlularına süngü<br />

takıp içeriye daldılar. Onca insanı süngülemeye başladılar.


içerden yükselen feryat, figan, yalvarma ve inleme sesleri ta<br />

bize kadar geliyordu. Sonra askerler içerden çıkdlar. Ahırın ka¬<br />

pısına kuru ot ve saman yığıp ateşe verdiler. Bir feryat da o za¬<br />

man başladı.<br />

Süngüleme sırasında, insanlardan bazıları hemen ölmüştü.<br />

Bazıları ise yaralıydı. Ahır tutuşturulduktan sonra, diri diri ya¬<br />

kılan insanlar feryat ediyordu. Olanları uzaktan seyrediyor ve<br />

ağlıyorduk. Askerler, işlerini bitirip herkesin öldüğüne kanaat<br />

getirince gittiler. O zaman köye koştuk.<br />

Köy, yanmış et kokuyordu. Ahıra kapatılan insanların çoğu<br />

yanmış, kömür olmuştu. Bazıları elleri, tırnaklarıyla duvarı del¬<br />

miş, sürünüp dışarıya çıkmıştı. Onların içinde hâlâ nefes alanlar<br />

vardı.<br />

Babam da sürünerek çıkmışd. Ama uzaklaşamamış, duvarın<br />

dibinde ölmüştü.<br />

Ölülerimizi toplayıp köyümüze götürdük, gömdük."<br />

HAYALİ İSYANLAR VE<br />

SÜRGÜN YOLLARI...<br />

1925-1940 yıllan arasında, "hayali isyan"lar gerekçe gösterile¬<br />

rek tedip ve tenkiller yapıldı. "Islahat program"ından kaçış ve ta¬<br />

kip sırasında meydana gelen çatışmalar da "isyan" olarak adlandı¬<br />

rılıyordu.<br />

Bazen, "hayali <strong>isyanları</strong>" bastırmak için birilerinin tüfek pat¬<br />

latması da gerekmiyordu. Bk Kürt'ün ırza tecavüz girişimlerine<br />

tepki göstermesi de "isyan"dı.<br />

Hiçbir şey olmasa, hayali olaylar yaratılıp Ankara'ya rapor<br />

ediliyor, oradan gelen emirie "tedip ve tenkif'e girişiliyordu.<br />

"Ağn İsyanı"ndan sonra en çok adı geçen, 193 5'teki "Sason<br />

İsyanı" bu "hayali isyan"lardan biriydi.<br />

Her yaştan binlerce kişinin öldürülmesi, köylerin yaküıp yıkıl¬<br />

masıyla sonuçlanan bu "isyan"ın nedeni, bk yüzbaşının bk kadı¬<br />

na tecavüz girişimine gösterilen tepkiydi.<br />

Yüzbaşının ırza geçme girişimine tepki, Ankara'ya "isyan<br />

var!" diye bildiriliyor, "tenkil" emri çıkanhyordu.<br />

203


"Sason İsyanf'nı bastırmakla görevli subaylardan biri, o za¬<br />

man yüzbaşı rütbesinde olan Cemal Madanoğlu'ydu. Madanoğ-<br />

lu'nun, "isyanın bastırılmasından dönerken yanına aldığı gani-<br />

meder arasında bir Kürt kadını da vardı. Anlatılanlara göre, genç<br />

ve güzel kadını bir süre yanında alıkoyduktan sonra, dilini bilme¬<br />

diği, yabancısı olduğu İstanbul'da kendi kaderine terk etti.<br />

Madanoğlu, daha sonra "Dersim Harekâtf'na da karildı. Ter¬<br />

fi edip yükseldi. Korgeneral rütbesindeyken, 27 Mayıs 1960 dar-<br />

besindeki subaylar arasında yer aldı. Sonra, ömür boyu senatör<br />

oldu. Darbeci arkadaşlarıyla anlaşmazlığa düşünce tabii senatör¬<br />

lükten istifa etti. 1971 'de hükümet darbesi hazırlamakla suçlan¬<br />

dı. Tutuklanıp işkenceden geçirildi. On yıl sonra ölen general, bu<br />

arada anılarını yazdı.<br />

General'in anıları 1983'te Cumhuriyet gazetesinde yayınlanır¬<br />

ken, iktidarı elde tutan generaller cuntası, "yeterince vatanseve¬<br />

rane" bulmadığı için mi, yoksa "devlet sıriannı" açığa vurduğun¬<br />

dan mı bilinmez, yayın yasağı koydu.<br />

Madanoğlu, "Sason İsyam"nı anlatırken, "isyan" senaryosunun<br />

hayali olduğunu gün ışığına çıkanyor, gerçeğin ürpertici yüzünü, ib¬<br />

ret verici zulüm manzaralanyla ilmikliyordu. Yazdığına göre, Sason<br />

kaymakam vekili, vergi toplamak üzere, yanına bir askeri birlik ala¬<br />

rak Harbak köyüne gidiyor, Teteri Bedik'e konuk oluyor.<br />

General sonrasını şöyle anlatıyordu:<br />

"Teteri Bedik'in evinde erkek yok. Gelin, harıl hani akşam<br />

yemeği hazırlıyor. Tam bu sırada yüzbaşı geline yaklaşmak iste¬<br />

yince olay çıkıyor. Kadın direniyor. Başlıyor bağırmaya. Yüzba¬<br />

şı kaçıyor. Peşinden koşanları korkutmak için de birkaç el ateş<br />

ediyor.<br />

Yüzbaşı, tepeye yerleşmiş biriiğin yardımıyla canını <strong>kurt</strong>an-<br />

yor ama, olaydan habersiz kaymakam vekili ve diğerieri, Har-<br />

bakhlarca öldürülüyor. Jandarma yüzbaşısı, sonra olayı rapor<br />

ediyor. Ama gerçeği yazmıyor, isyan çıkd, diyor."<br />

Ve isyanı bastırmaya koşan devlet Sason'da taş taş üstünde<br />

bırakmıyordu. Tecavüzcü yüzbaşı da "isyan basriran" birlikler¬<br />

den birinin komutanıydı.<br />

204


1980'den sonra, Süleyman Demirel'in Doğru Yol Partisi'nden<br />

Diyarbakır milletvekiÜ olan Mahmut Akunakar, "2000'e Doğ¬<br />

ru" dergisinin 20 Mayıs 1990 tarihli sayısında "Sason İsyanf'nı<br />

anlatırken, yüzbaşının değil, kaymakamın kadına tecavüze kal¬<br />

kıştığını söylüyor ve devam ediyordu:<br />

"Muhtarın evine gidiyorlar. Muhtarın annesi konukları buyur<br />

ediyor. Koyun kesiyor. Ziyafet softası açıyor önlerine, içki içiyor<br />

konuklar. Kaymakam biraz çakır keyif olunca, muhtarın annesi¬<br />

ne, 'Gelinin bize hizmet yapsın' diyor. 'Sen yorulmuşsundur.' Ka¬<br />

dın yorulmadığını, ne istiyorlarsa kendisinin karşılayabileceğini<br />

söylüyor. Oğlunun izni olmadan, gelinin yabancı konuklara hiz¬<br />

met yapamayacağım söylüyor. Kaymakam 'Gelini getireceksin, o<br />

hizmet edecek' diyor. Ve kadının göğsüne bir yumruk atıyor. Jan¬<br />

darmalar, gelini zoria odaya getiriyoriar.<br />

O bölgede, asker kaçağı olan, daha doğrusu nüfus kağıdı ol¬<br />

mayan gençler; köye asker gelince kaçarlar, saklanırlar. Gençler<br />

yine saklanmış. Olay üzerine muhtarın annesi dışanya çıkıp ba¬<br />

ğırıyor:<br />

Hey ümmet! Ne saklanıyorsunuz? Sizde namus yok mu?<br />

Gelinimize saldırıyorlar.<br />

Saklananlar dışarıya çıkıyor. Kadın her şeyi anlatıyor. Köylü¬<br />

ler kaymakamı öldürüyoriar. Jandarma komutanını yaralıyor¬<br />

lar. Askerkrin silahlarını alıyorlar. Doktoru rehin tutuyorlar.<br />

Bunun üzerine Ankara'ya haber veriliyor. 'Halk isyan etti, kay¬<br />

makam öldürüldü' deniyor. Sason isyanı budur."<br />

Kadınlar da "ganimet"ti. Her yere, bütün değeriere uzanan<br />

hoyradık kadınları da hedef ahyordu. Kadınlar, "durumdan<br />

faydalanma" seferieri sırasında, itici görünmek için paçavrala¬<br />

ra bürünüyor, yüzlerine is, çamur, kara boya sürerek "huzura"<br />

çıkıyorlardı.<br />

Sayısız kadın ve genç kız, kendini kayalıklardan azgın sula¬<br />

ra bırakarak <strong>kurt</strong>uluşu intiharda buluyordu.<br />

205


Palu'nun Geylan köyünden Gülbahar'ın 1925'teki "ölüm<br />

yolu seçimi" binlerce örnekten sadece biriydi. Onun trajik hikâ¬<br />

yesini anlattılar:<br />

"Geylan'a baskın yapılıyor, bütün köylüler toplanıyor, bir¬<br />

birine bağlanıp götürülüyor. Kafilenin içinde bir genç kadın da<br />

var. Güzelliğiyle namlı. Ama yiğit ve mert bir kadın. Yolda,<br />

komutan sarkıntılık etmeye çalışıyor. Kadın direniyor ama,<br />

<strong>kurt</strong>uluşunun olmadığını, komutanın onu çekip çalıların arka¬<br />

sına götürmeye kararlı olduğunu anlıyor. Kafile Murat nehri¬<br />

nin üstündeki köprüden geçerken, genç kadın birdenbire fırlı¬<br />

yor, kendini aşağıya, azgın sulara atıyor. Irzını korumak için<br />

ölümü seçen kadının bir oğlu vardı. Adı Keko'ydu. Annesi in¬<br />

tihar ettiğinde bebekti. Sonra yaşadı. Yaşlılığında Hacca da<br />

gitti."<br />

*<br />

* »<br />

Kürtler arasına gönderilen kimi yöneticiler, "hayali isyan"la-<br />

n kişisel kazanç yolu yapıyordu. "Botan İsyanı" bunlardan biri-<br />

dk.<br />

Senaryo oluşturulduktan sonra, Ankara'ya "isyan"ın raporu<br />

yazıhyor ve karşı taraftan gelen "İsyan bastırılsın" buyruğuyla<br />

Botan dağlarına asker yığılıyor, "tenkil harekâtı" başlatılarak,<br />

"devletin gücü", otoritesi, baş edilmezliği kanıtlanmaya çalışdı-<br />

yordu.<br />

Mahmut Altunakar anlatıyordu:<br />

"Yıl 1935... Midyat'ta, zamanın nahiye müdürü, aşiretler ara¬<br />

sı çekişmeleri firsat bilip yükünü tutmuş. Bir aşiret, ya Anka¬<br />

ra'ya şikayet edilecek veya öldürülecek diye karar vermiş. Karar<br />

nahiye müdürünün kulağına gitmiş. Tek çare var. Kendini kur¬<br />

tarmak için Ankara'ya telgraf çekiyor: isyan çıkd..."<br />

Ankara, bunun üzerine "isyanın ibret verici biçimde bastırıl¬<br />

ması" emrini çıkarıyor ve gereken yapılıyordu. Bir kez daha kan<br />

nehirleri akıyor, kelle hasadı yapılıyordu.<br />

206


*<br />

* *<br />

1940'lara kadar, Kürt bölgelerindeki "Genel valikr"e, "Umu¬<br />

mi müfettiş" deniyordu. Kurum, 1980'lerde "Olağanüstü Hal<br />

Bölge Valiliği" adını aldı.<br />

"Umumi müfettiş"ler, birer diktatör yetkisiyle donatılmışlardı.<br />

Kimileri, "derin yetkileri"ni, yine derin çıkarlan için kullanıyor¬<br />

lardı.<br />

1937 ydında, Diyarbakır'ın ünlü ağalanndan Pirinççioğlu ik<br />

Cemiloğlu aileleri arasındaki anlaşmazlık çekişmeye, kavgaya<br />

dönüşüyordu. İki tarafın karşılıklı öç alma baskınları başlayınca,<br />

"ben devletim" diyenler bundan yararianmaya bakıyor, tuzaklar<br />

döşüyorlardı.<br />

Bu "derin tuzak" ve "hayali isyan"ın basrinlmasım da yine<br />

Mahmut Altunakar anlatıyor:<br />

"Olay, bölge müfettişi Abidin Özmen'e yansıyor. O da bunu<br />

firsat biliyor. Olayı dallandırıp budaklandırıyor. Bir askeri hare¬<br />

kâtın gerekli olduğuna Ankara'yı inandınyor. Düşman olduğu ki¬<br />

şileri Ortadan kaldırmaya başlıyor. DP Diyarbakır Milletvekili<br />

Mustafa Ekinci'nin tespitkrine göre 93 kişi, fakat benim araştır¬<br />

malarıma göre 700-800 kişi sorgusuz sualsiz yok ediliyor. Diyar¬<br />

bakır'daki insanları, mahkemede sorun var diye Mardin'e, Mar-<br />

din'dekileri de Diyarbakır'a götürüp yok ediyorlar."<br />

Ermeni " tehciri "ni yaşayarak tanıklık etmiş, hatta kışkırtıla¬<br />

rak, ya da mala tamah ederek, "tehck"de rol almış Kürder,<br />

1925'ten itibaren benzer akıbeti yaşamaya başladılar. Bir zaman¬<br />

lar elkri bağlanarak ya da süngüler arasında titreşerek uzakla-<br />

şanlan seyredenler, şimdi aynı akıbetin kurbanlarıydı.<br />

Oğlu Osmanh subayı olan bk "ağayı" anlatmışlardı. Düne<br />

kadar biriikte yiyip içtiği, ahbaplık ettiği Ermenilerin başına o fe¬<br />

laket gelince, en başta talana koşmuş, eziyetçiler arasında yer al¬<br />

mıştı. Ama çok değil, birkaç yıl sonra aynı akıbete uğramış, oğ¬<br />

lunun arkadaşları, hizmet verdiği devletin güçleri tarafindan yer¬<br />

lerde sürüklenerek öldürülmeye götürülmüştü.<br />

207


Şeyh Said'den sonra bütün Kürtlerin yurdu "suçlu yatağı"<br />

muamelesi görüyordu. Kürtler suçlu, insan kalabalıkları çaresiz,<br />

şaşkındı. Tevekkül içinde "kaderlerini" bekliyorlardı.<br />

Öte yandan, insan ölüleri, akbabalar, <strong>kurt</strong>lar için ziyafetti.<br />

Dağ başlarında, köylerin kıyısındaki derelerde öldürülmüş, ora¬<br />

da bırakılmış insanların etiyle beslenmiş, semirmiş akbabalar sü¬<br />

rüler halinde, öldürülmüşlerden, öldürülmüşler harmanına üşü¬<br />

şüp uçuyordu.<br />

Kan deryasından " sürgün"le <strong>kurt</strong>ulanlar her şeye rağmen,<br />

kendilerini şanslı sayıyorlardı. Çünkü, hayattaydılar.<br />

Babası diri diri yakılmış Feyzullah Koç anlatıyor:<br />

"Bizim Palu-Karakoçan havalisinde gördüğümüz kadarıyla,<br />

isyana katılmamış da olsa, önde gelen Kürt aileleri hedef alın¬<br />

mıştı. Şöyle veya böyle susturma planı uygulanıyordu. Asıp kes¬<br />

mekten geride kalanları da sürgün ediyorlardı.<br />

Palu havalisinde bilinen, tanınan belli başlı sekiz aile vardı. Bu<br />

ailelerin ileri gelenlerinin çoğunu astılar veya yerinde öldürdüler.<br />

Geride kalanlara da sürgün için yol gösterdiler. Aile dediğim de,<br />

her biri en az 7-8 hane.<br />

Babam ve amcamı öldürdükten sonra, ardk yakamızı bırakır¬<br />

lar diye düşünüyorduk. Fakat, öyle olmadı.<br />

Birkaç gün sonra askerler köye geldiler. Bize, 24 saat içinde<br />

köyü terk etmemizi tebliğ ettiler. Sürgün yerimizin Niğde oldu¬<br />

ğunu söyleyip ayrılddar."<br />

Garip, ama 1 990'larda Kürt köylerine benzer tebligatlar yapı¬<br />

lıyordu. Zaman değişse de yöntem aynı kalıyor, 1990'lar tebligat¬<br />

larında da köyü terk için gün ve saat veriliyor, "aksi halde" deni¬<br />

lerek, göz dağının yaptırımları sıralanıyordu. Böylece, "tarih te¬<br />

kerrürden ibarettir" deyimi doğrulanıyor, tehdide rağmen boşaltı-<br />

lamayan köyler, evler, içindeki yiyecek, içecek, giyecek ve her tür¬<br />

lü eşyayla birlikte ateşe veriliyordu.<br />

Koç ailesinin trajedisi, bk bakıma 1925'te yaşanan genelin bir<br />

208


ileşkesiydi. Yaşanmışlıkların bir örneği sadece. Benzerini binlerce<br />

aile yaşadı.<br />

Feyzullah Koç anlatıyor:<br />

"Hemen toparlandık. Akrabalar yardımcı oldular. Beni, an¬<br />

nem ve bacımı Elazığ'a ulaşdrdılar. Canımızı <strong>kurt</strong>armışdk şim¬<br />

dilik. Ama sonra ne olacakd?<br />

Gitmemiz tebliğ edilen yer Niğde'ydi. Niğde adını ilk defa du¬<br />

yuyorduk. Nerede, hangi bölgede olduğunu da bilmiyorduk.<br />

Sorup soruşturduk, hangi bölgede olduğunu öğrendik ama, en<br />

kötüsü, Niğde'den tren yolu geçmiyordu.<br />

O zamanın parasıyla, 100 liraya bir at arabası kiraladık. Ya¬<br />

nımıza alabildiğimiz giyecek ve yiyeceklerimizle bindik. Yola<br />

çıktık. Yol boylarındaki köy, şehir ve kasabalann içinden geçi¬<br />

yor, ihtiyaçlanmızı karşılıyor, dışarıda yadyor, yanımızda gö¬<br />

türdüklerimizi pişirip yiyorduk. Böyle konaklaya konaklaya,<br />

yirmi günde Niğde'.ye vardık.<br />

Sivas'tan sonra her yer, köyler, kasabalar boştu. Rumlar ve<br />

Ermeniler kaçıp gitmiş, evleri, dükkânları boş kalmışd. Niğde<br />

de öyleydi. Bütün Rum ve Ermeni evleri bomboş duruyordu.<br />

Taşlar nakışlanarak duvarlan örülmüş çok güzel evlerdi. Temiz,<br />

badanalı...<br />

Bize de, boş evlerden birini verdiler. Oturmaya başladık.<br />

İlk zamanlar büyük bir yalnızlık yaşadık. Türkler bizden uzak<br />

duruyorlardı. Ürkek gibi bir halleri vardı. Sonradan, terbiyeH,<br />

küküriü, hanedan insanlar olduğumuzu gördüler. Yaklaşmaya<br />

başladılar. Hatta özür dilediler:<br />

Ne güzel insanlarsınız. Halbuki sizi çok kötü anlatmışlar¬<br />

dı bize dediler.<br />

Ne diyelim...<br />

Fakat devlet korkusundan mı, her neyse fazla yaklaşmıyorlardı,<br />

bize mesafeli duruyorlardı. Karşılaştığımızda selam veriyoriardı, o<br />

kadar. Bir iyiliklerini, insanca yakınlık ve yardımlannı görmedik.<br />

Üç sene kaldık Niğde'de. Sonra af çıkn. Dönüş izni verdiler.<br />

20 Temmuz 1928'de yola çıkdk. Tekrar konaklaya konaklaya<br />

memleketimize, köyümüze döndük."<br />

209


*<br />

» »<br />

Yakılıp yıkılan köyler, ateşe verilen ormanlar, bağlar, bahçe¬<br />

lerin dumanlarıyla, sürgün edilen insan sayısı bilinmiyor. Devle¬<br />

tin sürgün ve ölüm istatistiği yoktu.<br />

"2000'e Doğru" dergisinin 20 Mayıs 1990 tarihli sayısında,<br />

"Şeyh Said İsyanında bin 500 ailenin sürgün edildiği" yazılıyor¬<br />

du. Kürtlerde, aile genişliği hesaba katıldığında, sürgün trajedisi¬<br />

ni yaşayan insan sayısı milyonları buluyor demekti.<br />

1991 'de, ANAP'tan Muş milletvekili olan Alaattin Fırat,<br />

Kürtler arasında sürgünü tanımayan aile bulunmadığım söylü¬<br />

yordu. Yine Diyarbakır eski Milletyekili Mahmut Altunakar,<br />

Şeyh Said İsyanından sonra babasının il il dolaştırıldığını. Aydın,<br />

Nazilli, Manisa, İzmir ve Balıkesir'de sürgün günleri yaşadığını,<br />

aynı akıbetin 1936 yılında kendisini de bulduğunu söylüyordu.<br />

Devletin felaketine uğramışların, gittikleri yerlerde halktan<br />

yardım, destek görme beklentileri yoktu, olmadı da. Merhametin<br />

yardım elini uzatan çıkmıyordu. Ama hakaret eden çoktu.<br />

Kürtler, sürgün yollan ve mecburi iskân yerlerinde horlanıp<br />

aşağılanıyor, bu da, ikinci bir ceza, işkence olarak yüreklerini ka¬<br />

natıyordu. En sıradan aşağılama deyimi "kuyruklu Kürt"tü.<br />

Diyarbakır Milletvekili Mahmut Altunakar anlatıyor:<br />

"1936 yılından 1947 yılına kadar Kütahya'da kaldık. 'Hani<br />

kuyruğunuz nerede?' diye soruyorlardı. Okuk gitmemiz mese¬<br />

leydi. Çocuklar rahat bırakmıyorlardı."<br />

Şair Cemal Süreya, küçücük bir çocukken, ailesiyle birlikte<br />

hayvana reva görülmeyecek biçimde trene doldurulanlar arasın¬<br />

da Bilecik'e sürülmüş, Dersimli Kürt bir ailenin oğluydu.<br />

Aşağılanıp horlanmanın acı ve hüznü ruhunu karartmış ola¬<br />

cak ki, <strong>kurt</strong>uluşu kimliğini inkârda aradı. Yaşadığı sürece Kürt<br />

olduğunu gizleyerek korkularından <strong>kurt</strong>ulmaya çalıştı.<br />

Irkçı saldırganlık, insanı kimüksizleşrirecek boyuttaydı.<br />

*<br />

Akunakar, Kütahya'dayken tanık olduğu bir manzarayı anla¬<br />

tıyordu:<br />

2IO


"Bir tren dolusu Sason sürgünü geldi Kütahya'ya. O zaman il¬<br />

kokulda öğrenciydim. 'Burası neresi, memleketimizden çok mu<br />

uzaktayız?' diye soruyoriardı. Kütahya'daydılar ama, Kütah¬<br />

ya'nın nerede olduğunu bilmiyorlardı."<br />

Altunakar, 1938 yılında, başka sürgün kafilesini görüyordu is¬<br />

tasyonda:<br />

"Yd 1938... Bir gün istasyonda geziyoruz. Bir tren geldi. Ka¬<br />

pılar açıldı. Dışarıya insanlar döküldü. Sersemleşmiş şekildeydi¬<br />

ler. Çoğu baygındı. Havasızhk, pislik, açlık ve susuzluktan...<br />

Bazıları feryat ediyor, inliyordu. Kılık kıyaferieri, bizim Diyar¬<br />

bakır yöresi insanlanmnkine benziyordu. Sorduk nereli olduk¬<br />

larını. Siirt'in Sason bölgesinden getirilmişler. Bir tren doluşuy¬<br />

du. Pislik, hastalık, açlık, ölüm, her şey vardı trende..."<br />

Sürgün manzaraları, insanlığı utandıran örneklerie doluydu.<br />

Köylerden toparlanan her yaş ve cinsiyetten insanlar, toplama<br />

kamplarında yazın güneş altında, kışın soğukta, aç, susuz, günler¬<br />

ce bekletiliyordu. Bu koşullar altında hayatta kalabilenkr, eski<br />

çağlarda pazar yerine satılmaya götürülen köleler ya da yabanlaş-<br />

mış hayvanlar gibi birbirine bağlanıyor, kilometrelerce yürütülü¬<br />

yor, sürgün yerlerine nakledilmek üzere, en yakın tren istasyonuna<br />

götürülüyorlardı.<br />

Bu ikinci toplanma yerinde yiyecek, içecek sağlamak dahil her<br />

türlü ihtiyaçları izne bağlanıyor, izin dışı gökyüzüne bakmaları bi¬<br />

le yasaklanıyordu, izinsiz helaya gitmek de yasak olduğu için koca<br />

koca adamlar ıslak haüeriyle muhafizlara alay konusu oluyorlardı.<br />

Bu insanlar, daha sonra oturma yeri, tuvaleti bir yana, pence¬<br />

resi de bulunmayan, hayvan naklinde kullanılan vagonlara dol¬<br />

durularak sürgün yerlerine gönderiliyorlardı.<br />

Dönemin ağır işleyen teknolojisiyle yokuluk günlerce sürüyordu.<br />

Bu süre içinde yük vagonlanmn kapdan kilitli nıttıluyordu. Yanında<br />

gıda, su bulunduranlar şanslıydı. Ama ttıvalet ihtiyacı sorundu.<br />

Mahmut Altunakar'ın Kütahya garında gördüğü manzara,<br />

sürgünlerin genel bir özetiydi.<br />

211


BEŞİNCİ Bölüm<br />

HOYBUN VE İSYANCILAR<br />

İhtiyar bir Kürt'tü. Aüesine, torunlarına ilişkin endişeleri var¬<br />

dı. 1925 ve sonrasına Uişkin belleğini özetlerken, "bunların, ki¬<br />

me ne zaman, ne yapacakları belli olmaz, adımı yazma" diyordu.<br />

"Ben çocuktum, ama Kürtlerin deyimiyle, 'anaların bebekleri¬<br />

ni attığı, dönüp bakamadığı hevvar', Türkçesiyle 'gazap günle-<br />

ri'ydi. Askerlerin bastığı köyler yanıyordu. Köy meydanlarında<br />

topluca dayak, hakaret alışılan olaylardandı. Askerlerin yakala¬<br />

yıp götürdüğü insanlar bir daha geri gelmiyordu. Kimse niçin<br />

arandığını, yakınlarının niçin götürüldüğünü bilmiyordu. Her<br />

yerde korku vardı. Kimse evinde oturamıyor, köyünde kakmı¬<br />

yordu. Çoluğu çocuğuyla dağlara sığınan insanlarımız, yaban<br />

hayvanı gibi avlanıyor, askerlerin geçtiği güzergâhlarda, insan<br />

ölüleri toplanıyordu.<br />

Dağlarda yiyecek yoktu. Ne bulursak ayrımsız yiyorduk. Ken¬<br />

di çarığım yiyeni gördüm. At, eşek dahil, bütün hayvan ölüleri<br />

bizim için ziyafetti. Yediğimiz bazı bitkiler zehirliydi. Bu yüzden<br />

çok insan öldü. Türk askerlerinin geceledikleri yerlerde at dışkı¬<br />

larını topluyor, bunları yıkıyor, içinde diri kalabilmiş buğday ve<br />

arpa tanelerini ayıklıyor, yiyorduk."<br />

Irak, Iran, Lübnan, Ürdün ve Suriye'ye kaçmayı başarmış ay¬<br />

dınlar, geride bıraktıkları "dehşet ormanını" uzaktan izliyor, bir<br />

araya gelenler, "çare" üstüne tartışıyorlardı. Dertleşmeler, mem¬<br />

leketten gelen haberlerin tartışıldığı sohbetler, zaman içinde, pe¬<br />

riyodik toplantdara, o da örgütlenerek mücadele etme düşünce¬<br />

sine dönüşüyordu.<br />

Bazı kaynaklara göre, "Hoybun"un fikk babası. Şeyh Said İs¬<br />

yanından sonra Suriye Kürdistanı'na yerleşen Vali Memduh Se-


lim'di. Memduh Selim; aralannda Şeyh Said'in oğlu Şeyh Ali Rı¬<br />

za, Kürt aydınlarından Şükrü Sekban, İhsan Nuri, Berazi aşireti¬<br />

nin reisi Mustafa Şahin, Haco Ağa, Paris'te yaşayan Şerif Paşa ve<br />

Mısır'da bulunan Celadet ile Kamuran Bedirhan kardeşlerin de<br />

bulunduğu Kürt önderlerle ilişkiye geçiyor, görüşmeler yapıyor¬<br />

du. Görüşmeler, 1926'da amaçlı, programlı toplantdara, giderek<br />

büyüyen, kalabalıklaşan toplanrilar maratonu Kürt Kongresine<br />

dönüşüyordu.<br />

Kürt Kongresi 5 Ekim 1927 tarihinde, Lübnan'ın "Biham-<br />

dun" kasabasında başladı.<br />

Hoybun Kongresi; din, inanç, mezhep ve aşiret farklılıklarını<br />

gözetmeden, bütün Kürtleri, Kürdistan'ın <strong>kurt</strong>uluşu amacı etra¬<br />

fında birleşrirme kararını alıyor, başkanlığa da Bedirhan ailesin¬<br />

den Celadet Bey'i getiriyordu. Kongre, ikinci bir kararla, Kurdis¬<br />

tan mücadelesi için oluşturulacak ordunun başkomutanlığım da<br />

Paşa rütbesine yükseltilen ihsan Nuri'ye veriyordu.<br />

İhsan Nuri, 1893'te Bitiis'te doğmuştu, ilkokuldan sonra Er¬<br />

zincan Askeri Lisesi ve İstanbul'da Harp Okulu'nu bitirerek su¬<br />

bay olmuş, Osmanlı ordusunda çalışmaya başlamıştı. Çeşidi as¬<br />

keri kıtalarda görev yapmış, Birinci Dünya Savaşı'na kanlmış,<br />

1924 yılında, Nasturi isyanını bastırmakla görevli olarak Hakka¬<br />

ri'ye gönderilen birliklerin içinde yer almışri.<br />

İhsan Nuri, Albay Halit Bey'in lideriiğindeki "Azadi" örgütü¬<br />

nün içindeydi. Hakkari'deyken, üç Kürt subay ve çok sayıda as¬<br />

kerie biriikte Türk ordusundan ayrılmış, Şeyh Said İsyanına ka¬<br />

tılmış, daha sonra yurtdışına geçmişti.<br />

Hoybun'un kararıyla, 1926 yılında yeni isyanın askeri kana¬<br />

dının başkomutanlığına getirildikten sonra ülkeye dönmüştü.<br />

İhsan Nuri, Ağrı Dağı yenilgisinden sonra tekrar yurtdışına<br />

kaçri. 1976 yılında, bir trafik kazasında öldü.<br />

Hoybun'un yönerimi ve savaş kadrosu, daha önce adım du¬<br />

yurmuş, arkasında halk desteği bulunan pek çok Kürt önderden<br />

oluşuyordu.<br />

213


Bunlardan biri de, hem siyasi kadroda, hem de askeri yönetim¬<br />

de görev alan, Kürt dengbejlerin pek çok "kdam"ına, "sıtran"lara<br />

konu olmuş komutan Ferzende idi. Rohat Alakom, Hoybun Örgü¬<br />

tü ve Ağrı Ayaklanması kitabında, Ağn ayaklanmasının gerilla li¬<br />

derlerini nitelerken, "Ağn ayaklanmasının efsanevi liderlerinden en<br />

önemlisi, hiç kuşkusuz Ferzende Bey'dir" diye yazıyor.<br />

Ferzende Bey, ağırlığıyla Malazgirt'te olan Hasenan aşirerin-<br />

dendi. Şeyh Said ayaklanmasında, Malazgirt cephesini açan oy¬<br />

du. Ayaklanmadan sonra, 150 kadar arkadaşıyla birlikte İran<br />

Kürdistanı'na doğru çekildi. Yolunu kesen Türk ordusunun çem¬<br />

berini yararak İran'a geçmeyi başardı.<br />

Fakat, burada İran ordusu engeliyle karşılaşıyor ve silahların<br />

teslimi isteniyordu. Ferzende, isteği geri çevirince, çarişma çıkıyor¬<br />

du. Ferzende'nin babası Süleyman Ahmed, Hasenanlı Halid Bey'in<br />

oğlu Şemseddin ve Zirkanlı Kerem Bey bu çatışmada ölüyor, Fer¬<br />

zende ise yaralı olarak Kürt lider Sımko'nun bölgesine geçiyordu.<br />

Ferzende, daha sonra arkadaşlanyla birlikte Ağrı'ya dönüyor<br />

ve yürüttüğü gerilla savaşıyla ayaklanmanın efsanevi lideri hali¬<br />

ne geliyordu.<br />

Sözlü Kürt edebiyatının ustaları denbejlerin "kılam" lan dışın¬<br />

da, Ferzende'nin yürüttüğü savaş hakkında sayısız hikâye anlatı¬<br />

lıyordu.<br />

Rohat Alakom, komutan Ferzende'nin girdiği savaşlardan bi¬<br />

rini şöyle yazıyor:<br />

"Ferzende Bey, bir çarpışmada, kendisi üzerine gönderilen ve iki<br />

alaydan oluşan askeriere karşı, altmış kişilik bir süvari biriiğiyle sa¬<br />

vaşır. Ferzende Bey'in karşısında bozguna uğrayan Türk askerleri¬<br />

nin komutanı, sahte bir rapor yazar. Raporda yöredeki bütün aşi¬<br />

rederin Ferzende Bey'i desteklediği, bu yüzden çarpışmada bazı as¬<br />

kerlerin öldürüldüğü dile getirilir. Bunun üzerine Zilan'da seksen<br />

Kürt köyü yerle bir edilir."<br />

Ağrı isyanının liderlerinden çoğu, aileleriyle bklikte ayaklanma¬<br />

ya katılmıştı. Ayaklanma sırasında bölgede bulunan ingiliz gazeteci<br />

Rosite Forbes, Kürt kadın savaşçılardan uzun uzun söz ediyor.<br />

214


Ferzende Bey'in eşi Besna Hanım ve annesi Ayşe Hanım da sa¬<br />

vaşan kadınlar arasındaydı.<br />

Ağrı isyanının komutanlarından bir başkası Halis Bey (Öz-<br />

türk) idi. Halis Bey, Ağrı'nın Tutak ilçesinden, Sipki aşiretinin ön¬<br />

deri Hamidiye Alaylan'nın komutanlarından Abdülmecit Bey'in<br />

oğluydu. Abdülmecit Bey, Rus işgali sırasında 18 yara almıştı.<br />

Halis Bey, Kurdistan tarihinde, isyancı geleneği sürdüren bir<br />

aileden geliyordu. Dedesinden sonra kendisi üçüncü kuşak isyan¬<br />

cıydı.<br />

1984 yılında başlayan isyanda ise torunlan yer alacaktı.<br />

HaÜs Bey, 1900'lerdeki ayaklanmalarda aktif rol almışri. Da¬<br />

ha sonra Trabzon'a sürgün gönderilmiş, fakat o. yolda kaçıp ül¬<br />

kesine dönmüştü.<br />

Ağrı isyanının öncülerinden olan Halis Bey, tıpkı Ferzende gibi<br />

hem ayaklanmanın yönetim kadrosunda görevliydi, hem de gerilla<br />

lideri olarak sıcak çarişmaların içindeydi. Türk hükümetinin isteği<br />

üzerine, 1928 yılında yapılan banş görüşmelerine İhsan Nuri, Bira<br />

ibrahim ve Ferzende ile bklikte Kürt tarafinı temsil etmişti.<br />

Halis Bey, yenilgiden sonra İran'a geçiyor, genel af ilan edilin¬<br />

ce geri dönüyor, daha sonra Bayar-Menderes ikilisinin partisi De¬<br />

mokrat Parti'den (DP) milletvekili seçiliyordu.<br />

Halis Bey çok zeki ve espiriliydi. Türkçeyi "bilmiyor" görüne¬<br />

rek, Türkçe konuşmalarına Kürtçe kelimeler katıyordu. Bu yüz¬<br />

den Türk parlamentosunun "en renkli" üyesiydi.<br />

DP iktidan 27 Mayıs 1960 tarihindeki askeri darbeyle devri¬<br />

lince, o da tutuklanıp Yassıada'ya kapanlmış ve yargdanmışri.<br />

Yassıada mahkemesi başlı başına bir korkuluktu.<br />

Fakat o, "korkuyla dalgasını geçer gibi" davranıyor, sorulara<br />

kendi üslubuyla Kürtçe-Türkçe kanşımı bk dille cevap veriyordu.<br />

Anayasanın, iktidar tarafindan çiğnenmesi davasında, mahke¬<br />

me başkanı Salim Başol'un sorusu üzerine, "ma va (bu), benişttir<br />

(sakızdır) ben çiğnemişim hakim beg" cevabıyla korku ortamını<br />

"5


gülümsetmiş ve "el kaldırmakla çiğneme ohr mı hakim Beg?" di¬<br />

ye devam etmişti.<br />

* a<br />

Ferzende ve Halis beyden sonra adı, "kılamlara" konu olan<br />

bir başka gerilla lideri Seyithan'dı.<br />

Seyithan motifi, daha sonra sinema ustası Ydmaz Güney'e de<br />

konu olacaktı. Seyithan, Ferzende gibi Hasenan aşiretindendi.<br />

Yılmaz Güney'in annesi de aynı aşiretin kızıydı.<br />

Yılmaz Güney, onun efsanevi öyküsünü annesinden dinlemiş<br />

olmalı ki, 1970'lerde yaptığı ve başrolünü oynadığı "Seyithan"<br />

filminde, koyu sansüre rağmen biyografik öğelerini serpiştirmişti.<br />

Yine Seyithan tıpkı Ferzende gibi "kılamlara" konu olan adı¬<br />

nı Şeyh Said İsyanıyla duyurmuş, daha sonra uzun süre kaçak ya¬<br />

şamıştı. İsyancıların toplanması üzerine Ağrı Dağına geçiyor, ge¬<br />

rilla lideri olarak savaşa giriyordu.<br />

Seyithan, birçok gerilla lideri gibi daha sonra da çatışmaya<br />

devam etti. 1932 yılında Suriye'ye geçmek isterken kurulan tu¬<br />

zakla öldürüldü...<br />

Memo ve Nadir kardeşler, Ağrı isyanında ortaya çıkan öteki<br />

gerilla liderinden ikisiydi.<br />

Nadir ve Memo, Hamidiye Paşası Kör Hüseyin Paşa'nm oğul¬<br />

larıydı. İhsan Nuri, anılarında iki kardeşten söz ederken, "Hüse¬<br />

yin Paşa'nm çocukları Memo ve Nadir, Kürtlerin bağımsızlığı<br />

için büyük fedakârlıklar yaparak, babalarının olumsuzluklarım<br />

giderdiler" diye yazıyor.<br />

Kör Hüseyin Paşa ve Hacı Musa Bey "Azadi" hareketinin ön-<br />

cülerindendi. Fakat, 1925 ydında Şeyh Said İsyanı padak verince,<br />

saf değiştirmiş, yakın çevrelerinin tepkisine rağmen, TC yanlısı bir<br />

tutum takınmışlardı.<br />

İkili, devlet yanlısı tutumlarına karşılık ödül beklerken cezalan¬<br />

dırılarak, Kayseri'ye sürgün gönderiHyordu. Bunun üzerine 1928<br />

2l6


yılında Kayseri'den kaçarak Suriye'ye gidiyor, Hoybun'a katılıyor,<br />

Ağn ayaklanmasında yer almak üzere geri dönüyorlardı.<br />

Mehmet Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi kitabında,<br />

Hüseyin Paşa'nm Hacı Musa ile birlikte yola çıktığını yazıyor ve<br />

şöyle devam ediyor:<br />

"Hacı Musa yolda hastalanıp ölmüş. Hacı Musa'nın oğlu Me¬<br />

deni, Hüseyin Paşa ile Ağrı eteklerine kadar gelmiş. Burada hepsi<br />

bir pınarın başında uykuya dalmışlar. Bu sırada Medeni, silahını<br />

alarak uykuda bulunan Hüseyin Paşa ve oğullarını öldürüp kelle¬<br />

lerini Birinci Müfettiş İbrahim Tali Bey'e getirip affa uğramış."<br />

Ağrı ayaklanmacılarına karşı savaşan Türk ordularını, daha<br />

önceki Kürt "hareket" ve "harekât"larından deneyimli general¬<br />

ler yönetiyordu.<br />

Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak başkomutandı. O, Koç¬<br />

giri olaylarından. Şeyh Said İsyanı ve sonrasındaki "tedip ve ten-<br />

kif'den de deneyimliydi. Orduları yöneten komutan ise Salih<br />

Omurtak'tı. Daha sonra Genelkurmay Başkanı da olacak olan<br />

Omurtak, resmi deyimle "kari" ve tartışmasız disipline sahipri.<br />

Yine 1920'den sonraki bütün Kürt hareketlerine müdahaleci<br />

olarak katılmış, "harekâtlarda" deneyim kazanıp uzmanlaşmıştı.<br />

Aynı uzmanlıkta olan bir başka komutan. General Hüseyin Ab¬<br />

dullah Alpdoğan'dı. Alpdoğan da 1920'deki Koçgiri olaylarından<br />

beri Kürt hareketlerini bastıran ve bu konuda deneyimli bir subay¬<br />

dı. 1920'de Koçgiri'de katiiam ve soygun yapmakla suçlanan Sakal¬<br />

lı Nurettin Paşa'nm da damadı olan generallerden bk başkasıydı.<br />

Alpdoğan, deneyim ve başarıları nedeniyle, daha sonra "tek başı¬<br />

na" Dersim harekâtının başkomutanı olacakd.<br />

İsmet İnönü generallerin arkasındaki ikinci güçtü; Atatürk ise<br />

Ağn isyanının uzamasından rahatsızlık duyuyor, batılı basına gö¬<br />

re "asabı bozuluyor"du.<br />

New York Times gazetesi bir haberinde, Atatürk'ün isyanın<br />

daha fazla uzaması halinde, Kürdistan'a gidip doğrudan ordula¬<br />

rın başına geçmeyi düşündüğünü yazıyordu.<br />

217


İBRAHİM PAŞA<br />

İhsan Nuri, isyancı Kürt silahlı birliklerinin başına getirildi¬<br />

ğinde, Beyazıtlı Bira İbrahim e Hüssık e Telle, Ağrı'ya çıkmış ve<br />

dağda hareketlilik başlamıştı.<br />

Türklerin adını, "Ağrı" diye değiştirdikleri dağ, bilindi bileli<br />

Ermeniler için "Ararat", Kürtler için de "Agiri" idi. Dünyanın en<br />

ulu dağlarından biridir Ağrı. Buzul ve dört mevsim bulutlu ulu¬<br />

lukları, o dönem için erişilmezdi. Geniş yayla ve otlaklarıyla, bir<br />

yanı Ermenistan'a, İran'a, öteki ucu Kürdistan'a uzanıyordu.<br />

Erişümez heybetinin yanında, hayat da sunan Ağrı, bu özel¬<br />

likleriyle gerilla savaşları için doğal korugandı...<br />

Ve Kürtlerin "Bira İvrahim e Hessık e Telle" dedikleri Celali<br />

aşiretinin önderi ibrahim Bey, 1926 yılında isyan edip Ağrı Da¬<br />

ğına yerleşti. İsyancıların orada toparlanmasından sonra "İbra¬<br />

him Paşa" rütbesiyle çatışmalara katıldı.<br />

Kürt sözlü edebiyatının sürdürücüleri dengbejler, savaş, isyan<br />

ve toplumsal olaylarda rol alan halk önderleriyle, trajedileri kı¬<br />

lam, destan ve kasidelerle kuşaktan kuşağa aktararak geliyorlar¬<br />

dı. Şeyh Said'e ilişkin sayısız kılam ve kasideyi onlar, dilden dUe<br />

aktarddar.<br />

"Ivo Bege Pasin e" kılamı da, onların nağmeleşrirdiği ve özve¬<br />

ri, mertlik ile yiğitlik onurunun bir arada harmanlandığı destan,<br />

onurun ölümle dansı hikayesiydi.<br />

Denbejlerin nağmeleştirdiği "Ivo Beg e Pasin e" destanı Kürt-<br />

Rus savaşını konu ediyor. Degnbejlerin söylediği Kürt Beyi, "Ivo<br />

Bege Pasine"nin (Pasin Beyi İbrahim) destanı şöyle:<br />

Ivo Beg, Rus istilacılara karşı savaşa gidiyor. Fakat, düşmanın<br />

gücü karşısında, çaresiz geri çekiliyor. Çarpışarak köyüne, evine<br />

kadar geliyor. Düşman peşinden köye giriyor, kapısına dayanıp,<br />

zorlamaya başlıyor. Ivo Beg eşi, kızı ve geliniyle evde yalnız. Ka¬<br />

pı kırıldı kırılacakken eşi <strong>kurt</strong>uluş umudunun bulunmadığını<br />

söyleyerek, öne çıkıyor:<br />

218


Ivo Beg, diye sesleniyor kocasına. Kapıyı kınp içeriye gir¬<br />

mek üzereler. Bizi düşmana sağ tesÜm etme!..<br />

Ivo Beg, çaresizlik içinde karısına, genç gelini ve kızına bakı¬<br />

yor. Sonra tabancasını çekip kapıya yöneliyor. Çarpışarak öle¬<br />

cek...<br />

Karısı arkasından sesleniyor:<br />

Ivo Beg, Sen Ivo Bege Pasine'sin. Bugün, namus günüdür.<br />

Namusunu geride bırakıp nereye gidiyorsun böyle? Namusunu<br />

düşmana mı teslim edeceksin, Ivo Beg?<br />

me.<br />

Ivo Beg, hüzün içinde geri dönüp soruyor:<br />

Ben ne yapabilirim, ölmekten başka?..<br />

Önce bizi vur, tek tek. Düşmana sağ teslim etme!..<br />

Genç gelini öne çıkıyor:<br />

Vur bizi baba. Önce beni vur. Dirimizi düşmana teslim et<br />

Gencecik, ceylan bakışlı kızı;<br />

Bizi vurup, namusumuzu <strong>kurt</strong>ar baba, diye haykırıyor...<br />

Kadimiz helaldir sana Ivo Beg. Vur bizi, diye ekliyor kansı da.<br />

Kapı tekmeleniyor, demir menteşeler sökülmeye başlıyor. Ge¬<br />

lini ve kızı yalvarmaya devam ediyorlar:<br />

Geliyoriar baba. Vakit yok. Kurtar onurumuzu...<br />

Ivo Beg, kaskatı, kıpırtısız kalıyor. Onur gününde, ölümden<br />

başka seçenek olmadığını biliyor. Fakat onur savaşında da olsa<br />

karısına, genç kızına ve gelinine kıyamıyor. Parmağı teriğe gitmi¬<br />

yor. Uyuşmuş gibi düşüyor parmağı. Kapı kınlırken, kansı bağı¬<br />

rıyor:<br />

Uyan Ivo Beg! Sen ki dağlann şahinisin. Neden öyle derin<br />

uykuda gibi duruyorsun? Namus ve şeref anıdır şimdi. Şerefini<br />

kendi elinle düşmana mı teslim edeceksin? Uyan Ivo Beg, uyan!<br />

Kapı kınlırken Ivo Beg, uykudan uyanır gibi oluyor. Taban¬<br />

casını doğrukuyor. Önce karısını, sonra geÜnini, ardından kızını<br />

vuruyor.<br />

O anda kapı kınlıyor. Düşman askerleri içeri doluşuyor. Ivo<br />

Beg namluyu onlara doğrultuyor...<br />

219


"Ivo Bege Pasine" destanı. Bira İbrahim e Hussek e Telle'nin<br />

değişririlmiş öyküsü, onun destanı mıydı? Bilinmez.<br />

Fakat, Ermeni yazar Garo Sasuni'nin anlattıklarıyla bu destan<br />

pek farkhlaşmıyor. Örtüşüyor, bir oluyor.<br />

Garo Sasuni, 1930 yılında 100 bin askerin uçaklar desteğinde<br />

giriştiği Ağrı Dağı taarruzunun trajedik yüzünü şöyle anlattyor:<br />

"Genel taarruza rağmen, Türk ordusu, Eylülün 2'sinden<br />

(1930) 15'ine kadar, çok zor bir cephe savaşı vermeye mecbur<br />

oldu. Ararat (Ağrı) cesurane bir şekilde 25 Eylül'e kadar diren¬<br />

di. Her türlü irtibattan yoksun olan Ararat liderleri, savaşa de¬<br />

vam için zorunlu olarak iki ayrı sorunu düşünmeye başladılar.<br />

İlki her türlü erzak ve yiyecek darlığıydı. Çünkü savaşçılardan<br />

başka, çok sayıdaki sivil halkı beslemek imkansız hale gelmişti,<br />

ikincisi ise cephane ve teçhizat darlığıydı.<br />

Ararat liderleri, önce sivil halkı <strong>kurt</strong>arma ve sonra da orada¬<br />

ki güçleri başka dağlık bölgelere nakledip savaşı oralarda de¬<br />

vam ettirme çarelerini aramaya başladılar, ihsan Nuri ve bir kı¬<br />

sım liderler bu planı uygulama taraftarıyken, en büyük lider<br />

Araradı Bira Ibrahime Husseke Telle buna karşı çıkd.<br />

Husse Telle şu teklifi sunuyordu:<br />

Bütün kadınlar, güçsüz ihtiyarlar ve çocuklar kılıçtan geçi¬<br />

rilsin ki, arkalarındaki bütün köprüleri yakmış olan devrimci<br />

güçler, son neferinin son nefesine kadar savaşsınlar...<br />

Bu devrimci gaddarlık içinde, Husseke Telle, planı ilk önce<br />

kendi aile ve akrabalarına uygulayarak, Ararat tepelerinde bir<br />

trajedinin manzarasını ortaya serdi.<br />

Bütün nüfuzlu liderler ve şeyhler, yaşlı gözlerle Ararat asla¬<br />

nından bu ümitsiz kırıma son vermesini rica ediyorlardı. Husse¬<br />

ke Telle'yi yumuşatmayı başardıklarında, zaten on kadar gü¬<br />

nahsız Kürt, bağımsızlık ocağının alevlerine kurban gitmişti."<br />

Uzun bir adla anılıyordu: Bira Ibrahime Husseke Telle...<br />

"Bira" Kürtçe erkek kardeş demekti. Bira ibrahim'e halk, İb¬<br />

rahim'in kısalrilmışıyla "Ivo" diyordu. Ninesinin "Telle' olan


adıyla anılıyordu. Babasının adı Hüseyin'di (Hussık): Telle'nin<br />

oğlu Hüseyin'in oğlu Kardeşi ibrahim...<br />

Sanıldığı gibi Kürtlerde, aileler erkeklerin gücü (baba erkü)<br />

üzerinde değildi. Bilge kişiliği, liderlik nitelikleriyle öne çıkan ka¬<br />

dın, erkekleri geride bırakak aileyi simgeleyip temsil ediyordu.<br />

Aile ve çocukları da onun adıyla anılıyordu.<br />

Yine Kürtlerde, geleneksel soyadı, ailenin kökü, ünlü dede, ni¬<br />

nelerden birinin adıydı. Böyle adlandırılıyor, biliniyor, anılıyordu<br />

aileler.<br />

O nedenle ninesinin adı. Bira İbrahim'in lakabıydı. Dağa çık¬<br />

tıktan sonra ise Hoybun tarafından Paşalıkla rütbelendirildi.<br />

Beyazıtlıydı. Ağrı Dağı eteklerindeki Çiftlik köyündendi. Ünü<br />

yaygın Celali aşiretinin önderlerindendi.<br />

Adı, Birinci Dünya Savaşı'nda, Rus işgali sırasında efsaneleşti.<br />

Osmanh ordusu yenilip dağılınca, engelsiz kalan Ruslar, dört<br />

bir yandan ilerlemiş, Beyazıt'a da dayanmıştı. Bira ve dostu Gur<br />

Huso (Kurt Hüseyin) önderliğindeki Kürtler, şehri savunuyor,<br />

Rus işgalini önlüyorlardı. Ruslar, bundan sonra Bira ile ihşki ku¬<br />

ruyor ve anlaşma yapıyorlardı.<br />

Çeşitli kaynakların belirttiğine, İhsan Nuri'nin de anılarında<br />

doğruladığına göre, anlaşma gereğince Ruslar, Beyazıt merkezine<br />

girmeyecekleri gibi, yöredeki Kürtleri de rahatsız etmeyeceklerdi.<br />

Ruslar, halkın normal hayatını sürdürmesi için destek verecek, ihti¬<br />

yaç sahiplerine her ay, şeker, pirinç ve sabun dağıtacak, buna kar¬<br />

şıhk Kürtler de onlara saldırmayacaktı.<br />

İki taraf da anlaşmaya bağlı kalıyordu. Ta ki Ruslar, Sovyet<br />

ihtilali üzerine 1917'de çekilene kadar. Ruslar çekilince Beyazıt,<br />

kendi başına kalıyordu. Osmanlı devleti yarı dağıldığı için hiçbir<br />

kurumu yoktu.<br />

Ermeniler, bu boşluktan yararlanarak Beyazıt'ı işgal ediyor,<br />

köylere giriyor ve o arada kan akıyordu. Bunun üzerine Bira ve<br />

Gur Huso yeniden silaha sarılıyor, Kürtlerle Ermeniler arasında,<br />

aylarca süren kanlı çatışma başlıyordu. Beyazıt'ın Ermenilerden<br />

geri alındığı gün. Bira ibrahim'in dostu, silah yoldaşı Gur Huso şe¬<br />

hit düşüyordu.<br />

221


Bira, Ermenilerin çekilmesinden sonra savunma birlikleri ku¬<br />

ruyor ve şehrin yönetimini üstleniyordu. Aradan aylar geçtikten<br />

sonra, bir gün, birkaç Osmanlı askeri yolunu şaşırmış gibi çıkıp<br />

Beyazıt'a geliyor. Bira, "din kardeşi" Osmanlı üniformalı askerle¬<br />

ri karşılayıp ağırlıyor, kentin yönetimini devrediyor, köşesine çe¬<br />

kiliyordu.<br />

Bıra'mn yönetimi teslim ettiği gün, TC tarihine, "Türk ordu¬<br />

sunun düşmanla çarpışa çarpışa Doğubeyazıt'ı <strong>kurt</strong>ardığı tarih"<br />

olarak geçiyordu.<br />

TC, her yıl aynı tarihte, Beyazıt'ta "<strong>kurt</strong>uluş" şenÜkleri dü¬<br />

zenliyor. Meydan savaşlarını kazanarak Beyazıt'ı <strong>kurt</strong>armış Türk<br />

ordusunu anmak üzere, ordu birlikleri top, tüfek ve tankların eş¬<br />

liğinde şehre giriyor, yeniden "temsili düşman" kuvvetleriyle<br />

temsili çarpışmalar düzenliyor. Bütün düşman askerlerini süngü-<br />

leyip öldürdükten sonra, bir direğe bağlanmış genç kızı "özgür¬<br />

leşmenin simgesi" olarak çözüyor, direğe Türk bayrağı çekiyor¬<br />

lar. Tabii askerlerin kaz adımlı "zafer turu" da ihmal edilmiyor.<br />

İşte, Beyazıt'ın "<strong>kurt</strong>uluşu" her yıl bu müsameresel manza¬<br />

rayla kutlanıyor.<br />

Bira, Beyazıt'ı Türk askerlerine teslim ettikten sonra köyüne<br />

dönmüyordu. Bir dükkân açıp başına geçiyor, o arada Belediye<br />

Başkanı Mahmut Efendi'nin kız kardeşiyle ikinci evliliğini yapı¬<br />

yor, ilk eşi ve çocuklan köyde kalıyordu.<br />

Bira, kendince huzurlu bir hayat kurmuştu. Fakat öyle olma¬<br />

yacaktı. Onca hizmeti, daha sonra yapacağı katkılar da hesaba<br />

alınmayacaktı. Vefa borcu bir yana, hizmetleri öteki yana savru-<br />

lacak. Şeyh Said İsyanından sonra, canını almak üzere peşine dü¬<br />

şeceklerdi.<br />

Oysa Bira bütün istekleri, hatta yalvarmaları geri çevirmiş, is¬<br />

yana katılmamış, destek de vermemiş, tersine TC'nin yanında yer<br />

almıştı.<br />

İhsan Nuri Paşa, anılarında. Bira ibrahim'i anlatıyor:<br />

"Bira, Şeyh Said isyanında devlete sadık kaldı, isyanm yenil-<br />

222


giye uğraması ve Şeyh Said'in yakalanmasından sonra, Şeyh Sa¬<br />

id'in oğlu Ali Rıza ve birkaç Hesenenli lider, adamlarıyla birlik¬<br />

te İran'a geçmek istediler. Devletin isteği üzerine. Kör Hüseyin<br />

Paşa, adamlarıyla ve Celalilerle birlikte bunların yolunu kese¬<br />

rek, geçişlerini engellemeye çalıştılar. Bira, engelleme olayında<br />

bunlarla beraberdi. Fakat geçişi engellemeyi başaramadılar.<br />

Şeyh Said İsyanının bastırılmasından sonra, Türk devleti Kürt<br />

önderlerini, aileleriyle birlikte Bad Anadolu'ya sürgün etmeye<br />

başladı. Bıra'mn dosdan, kendisinin de listede olduğunu, sür¬<br />

gün edileceğini söylüyorlardı. O söylenenlere kulak asmayarak,<br />

'Devlete çok büyük hizmetlerde bulundum. Bugün bir şeye ka-^<br />

nşmıyorum. Rahatsızlık vermiyorum. Dükkânımla uğraşıyo¬<br />

rum. Devletin dostuyum. Beni niçin sürsünler ki!' diyordu. Fa¬<br />

kat düşünemiyordu ki, Türklerin gözünde Kürtler ister hizmet¬<br />

kâr, isterse asi olsun, yine de Kürt'tü."<br />

İhsan Nuri Paşa devam ediyor:<br />

"1926 yılının ilk aylan ve kışın sonlarına doğru, bir gün şa¬<br />

fakla beraber; Bıra'mn Ağn'nm Çiftlik köyünde bulunan karısı<br />

ve çocukları, daha yeni uykudan uyanmış ve sürülerini gönder¬<br />

mekle uğraşırken, 20 Türk süvarisi köye girdi. Bira Husseke'yi<br />

soruyorlardı. Bundan sonraki gelişmeleri Bira bana şöyle anlat-<br />

d:<br />

'Ben Beyazıt'taki evimde çayımı içiyordum ki, Ağrı'dan gelen<br />

küçük oğlum llhami, telaşla bana, 'Şafakla bir subay ve 20 Türk<br />

süvarisi köye geldiler. Seni soruyoriardı. Anam subaya, senin<br />

köyde olmadığını söyledi. Hizmetkârımız, senin atını alacaklan-<br />

nı düşünerek atladığı gibi sürdü. Süvarilerin bir kısmı peşine düş¬<br />

tü. Ben hemen yola çıktım. Bir süre sonra birkaç el tüfek sesi gel¬<br />

di. Fakat ne olduğunu anlayamadım.'<br />

Ona çabuk köye dönmesini söyledim. 'Ben de kısa yoldan ge¬<br />

leceğim. Tüfeğimi ve fişekliğimi çayın kenarına getir' dedim. O<br />

gittikten sonra evden çıktım. Caminin önünde durdum. Yönü¬<br />

mü Kıble'ye çevirdim. 'AUahım, sen biliyorsun ki, ben devlete<br />

hiç kötülük yapmadım. Şimdi beni sürmek istiyorlar. AUahım,<br />

yeter ki tüfeğimi kavuştur bana. Sonra ne olursa olsun...' diye¬<br />

rek Allah'a yalvardım. Dükkânımın önünden geçerek şehirden<br />

ayrıldım. Qotis üzerinden giderek çayın kenanna vardım. Sürü-<br />

223


lerim çayın kenarındaydı. Çobana meseleyi sordum. 'Askerler<br />

köye geldiler, seni bulamayınca adnın peşine düştüler; Çepe Ku-<br />

bent köyü yakınlarında Keskoi'lerden birkaç kaçağa rasdamış-<br />

1ar, aralarında çatışma çıkmış, bir asker yaralanmış' dedi. Çoba¬<br />

nım tüfeğimi getirdi. Askerlerin yaralıyı benim evime bırakıp<br />

gittiklerini söyledi.<br />

Köye giderek, yaralıyı Beyazıt'a gönderdim."<br />

Bira İbrahim'in onca hizmetine rağmen karşılaştığı muamele,<br />

bütün yörede şaşkınlık ve korku yaratmıştı. Pek çok kişi, "kendile¬<br />

rine hizmet eden ve sadık kalan Bıra'ya bunu reva görenler, bize ne¬<br />

ler yapmazlar!" diyordu.<br />

Bira, birkaç adamıyla birlikte, Ağn Dağına sığındı. Çok geç¬<br />

meden, yanına gelenler çoğalmaya başladı.<br />

Onun adını ve dağa sığındığını duyan, tehlikeyi sezenlerle,<br />

aranan, bu yüzden firari bir hayat yaşayan Kürtler, dört bir yan¬<br />

dan, tek tek, gruplar halinde yanıha akmaya başlamıştı.<br />

BİLDİRİ SAVAŞLARI<br />

İhsan Nuri'nin çıkışından sonra, Ağrı Dağı "Kürt Ulusal Mec-<br />

lisi"nin merkezi haline geliyor, yer yer çatışmalar başlıyordu.<br />

Arap asıllı İbrahim Tali Öngören, karşılığı genel valilik, ya da<br />

1980 sonrasının "Olağanüstü Hal Bölge Valiliği" olan "Umum<br />

Müfettişliğe" atanıyor, Türkiye Cumhuriyeri politik ve askeri ta¬<br />

arruza geçiyordu.<br />

İbrahim TaH Öngören, Hoybun'u halk desteğinden soyudamak<br />

amacıyla bir propaganda kampanyası başlatıyor, yanına aldığı ba¬<br />

zı ağalarla köylere gidiyor, halktan biri olduğunu göstermek için,<br />

köylülerle birlikte yer sofrasına oturup yemek yiyor, cebine dol¬<br />

durduğu renkli şekerleri çocuklara dağıtıyor, ezberlediği birkaç ke¬<br />

lime Kürtçeyi yerli yersiz sözleri arasına sıkıştırarak konuşmalar<br />

yapıyor, bu arada "ben de sizdenim" demek adına işi Kürt giysile¬<br />

ri giymeye kadar vardırıyordu.<br />

224


ibrahim Tali'nin propaganda kampanyası karşısında Hoybun<br />

da boş durmuyor, görevlileri karşı atakla köyleri, aşiretieri dola¬<br />

şıyor; yaptıkları konuşmalarda, "unutmayın, yakın geçmişte ya¬<br />

şadıklarımız, gelecekte olacakların aynasıdır. Türk propaganda¬<br />

sına kanmayın!" diyorlardı.<br />

İsmet Paşa hükümeti de bu arada barış taarruzuna geçiyor, ge¬<br />

nel af ilan edildiğini açıklıyordu. Bunun üzerine Hoybun bir bildi¬<br />

riyle "affin tuzak olduğunu" duyuruyordu. Bildiride şöyle denili¬<br />

yordu:<br />

"Türk hükümederi, bundan önce de suikasder ve hileler yo¬<br />

luyla Kürt örgütlerini dağıtmışlardır. Şimdi de Hoybun'u dağıt¬<br />

mak istiyoriar. Halbuki Kürt halkı örgütünün arkasında ve<br />

onun aracılığıyla özgürlüğüne kavuşmak istemektedir. Genel af<br />

çıkarmasının tek nedeni Hoybun'u dağıtmaktır. Fakat Kürt hal¬<br />

kı, Türklerin riyakârlığına inanmayacakdr."<br />

Öte yandan Türk hükümeri firarda bulunan ve aranan Kürt<br />

liderlerine "devletin şefkatli kollarına sığınma" ve genel aftan ya¬<br />

rarlanma çağrıları yapıyordu.<br />

İhsan Nuri Paşa'nm anılarında yazdığına göre, Hoybun, "af" sö¬<br />

zü üzerine, aranan liderleri bir bildiriyle uyarıyor, bunun bir tuzak<br />

olduğunu, Türklerin sözüne inanıp teslim olmamalarını istiyordu.<br />

Genel Müfettiş İbrahim Tali de, karşı bildiride Hoybun'un<br />

gerçekleri saptırdığını, aftan yararlanmak isteyenlerin hiçbir şey¬<br />

den korkup çekinmeden teslim olmalarını isriyordu.<br />

Bundan sonra karşıhklı bildiri savaşları başlıyordu.<br />

Haybon'un 1928 Martında yayınladığı ve "Kürt ulusuna" di¬<br />

ye başlayan bildiride şöyle deniliyordu:<br />

"Ey Kürder! Türklerin affina inanmayın. 'Rome Xayine, bex-<br />

te we tüne!' Atalarımızın bu sözünü unutmayın. Türklerin affi¬<br />

na inanarak teslim olanlar öldürüleceklerdir. Bu affı çıkarmak¬<br />

taki amaç, sınırların dışında ve dağlarda yaşayan Kürt milliyet¬<br />

çilerini hile ile ele geçirmektir. Türklere güven yoktur. Sürgün<br />

edilmiş yüz binlerce Kürt'ten kaç kişi bugün hayatta kalabilmiş¬<br />

tir. Affin bir amacı da sükûn var diyerek Batı'dan yardım al-<br />

makdr. 'Kürt sorunu ve Kurdistan yok' demektir."<br />

2-İ5


Genel Müfettiş İbrahim Tali de karşı bildiride, halktan isyan¬<br />

cılara inanmamasını istiyor, "gelin, devletin şefkatli kollarına sı¬<br />

ğının!" tekrarında bulunuyor, geçmişteki yaraların sarılacağını,<br />

yakılıp yıkılan köylerin yeniden imar edileceğini söylüyor, mudu<br />

bir gelecek vaat ediyordu.<br />

*<br />

Hükümetin propaganda savaşının ilk etabını Türk hükümeti<br />

kazanıyor, ilan edilen af üzerine, bazı Kürt önderler, 1928 yılın¬<br />

da dağdan köylerine, yurtdışındakiler de ülkeye geri dönmeye<br />

başlıyorlardı. Dönenler arasında, yasal zeminden yararlanmak,<br />

bu olanağı değerlendirmek isteyenler de vardı.<br />

Said e Telhe (Talha'nın oğlu Said) Bingöl'ün Azizan köyünden.<br />

Şeyh Said'in çekirdek kadro adamlanndan biriydi. Şeyh Said kö¬<br />

yünden çıktığından beri yanındaydı. Daha sonra Suriye'ye geçmişti.<br />

Şeyh Said'in iki oğlu Ali Rıza ile Selahaddin ve Şeyh Said ha¬<br />

reketinin önemli adamlarından Said e Telhe de aftan yararlan¬<br />

mak isteyenler arasındaydı.<br />

Şeyh Said'in iki oğlu ile birlikte dönen Said e Telhe ve öteki<br />

bazı Kürt liderler tutuklanıp Ankara'da yargılandılar. Mahkeme¬<br />

de, "Kuzey Kurdistan Cemiyeri"ni kurmakla suçlandılar. Şeyh<br />

Selahaddin 12 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Şeyh Ali Rıza uzun<br />

zaman tutulduktan sonra serbest bırakıldı. Ama Saide Telhe<br />

idam edildi.<br />

Saide Telhe'nin idamı. Şeyh Ali Rıza ve Selahaddin'in mahkûm<br />

edilmesi üzerine Hoybun bir bildiri ile gelişmelerin kendilerini<br />

doğruladığını belirterek, Kürtlerden oyuna gelmemelerini istedi.<br />

İhsan Nuri Paşa'nm yazdığına göre, bildiride şöyle deniliyordu:<br />

"Türk hükümeti, sahte afla bazı Kürtlerin dönüşüne izin ver¬<br />

di. Gelenlerin yok edilmesi önceden kararlaştırıldığı için, birer<br />

bahaneyle hapse adldılar, öldürüldüler. 1400 kişi hapsedildi ya<br />

da sürgüne gönderildi. Fakat Hoybun, Kürtleri zamanında uya¬<br />

rarak pek çoğunu tuzaktan <strong>kurt</strong>ardı.<br />

Kürtler yeni büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Türklere<br />

has öldürme ve yok etme devam ediyor. Yakılmış yüzlerce kö-<br />

226


yü, öldürülmüş binlerce Kürdü, kızlarınız ve kadınlarınızın sefa¬<br />

letini gözlerinizin önüne getirerek birbirinizi seviniz, silahlarını¬<br />

zı koruyunuz. Aranızdaki çekişmeleri unutunuz. Türklerin ama¬<br />

cı Kürdü Kürde öldürtmektir. Oyuna gelmeyin!"<br />

*<br />

t *<br />

İbrahim Tali Öngören ise karşı bildiride, verilen sözün tutul-<br />

mamasmın suçunu İhsan Nuri'ye yüklüyor, onun yanlış tutumu<br />

yüzünden başkalarının ceza gördüğünü söylüyordu.<br />

Öte yanda, 1928 yazında, çatışmalar yayılarak büyüyordu.<br />

Türklerin kaybı ise büyüktü. Atatürk'ün yakın kadro adamlarından<br />

biriyken, Lozan Anlaşması sürecinde yolları ayrılan ve gözden düşen<br />

Dr. Rıza Nur, anılarında, bu döneme ilişkin olarak şunları yazıyor:<br />

"istanbul'a yeni gelmiş biriyle görüştüm. Çok şey anladyor. Fe¬<br />

ci şeyler. Kürderi Ağrı Dağında bütünüyle imha ettik diye, ku¬<br />

mandan Salih Paşa bildiri yayınladı. Meğer Kürtler, karlar arasın¬<br />

da iki alayımızı imha etmişler. Müthiş masraf olmuş. Kürtler dağ¬<br />

dan bizim araziye inmişler."<br />

Türk devleti, bütün çabalarına rağmen sonuç alamayınca ve<br />

kayıpları büyük olunca diyalog çabalarına giriyordu.<br />

Genel Vali İbrahim Tali Öngören, doğrudan İhsan Nuri'yle<br />

ilişkiye girerek, dağdan inip teslim olmasına karşılık, önüne<br />

maddi ve manevi olanaklar sermeye başlıyordu. Bu yöntem ba¬<br />

şarılı olamayınca, doğrudan "barış görüşmeleri" önerisi götürü¬<br />

lüyor ve bu Kürt tarafinca da kabul görüyordu.<br />

ihsan Nuri'nin anılarında yazdığına göre, görüşmelerin en<br />

önemlisi, 1928 Mayısında, Ankara'dan gelen bir delegasyonla<br />

gerçekleşti. Türk heyetinde 12 milletvekili yer alıyordu. Ayırca<br />

yöre valileri, kaymakam ve generaller...<br />

İhsan Nuri Paşa, 60 kişilik bir süvari birliğiyle görüşmelerin<br />

yapılacağı Şeyhli köprüsüne gelmiş, toplantıya Bira ibrahim,<br />

Ferzende ve Halis Bey'le birhkte kadlmışd.<br />

Hoybun'dan silah bırakması isteniyordu; karşılığında, ihsan<br />

Nuri'ye çekici armağan ve vaadler sunuluyordu.<br />

İhsan Nuri silahını bıraktığı takdirde, külliyetii miktarda akın<br />

verilecekti kendisine. Ayrıca seçip beğenmesi kendisine ait ol-<br />

227


mak üzere, ister yurtiçinde, ister yurtdışında dilediği makamı,<br />

görevi alabilecekti. Bu arada genel af kapsamı genişletilecek,<br />

tüm Kürtler bundan yararlanacaktı. Sürgünler ve cezaevindeki¬<br />

ler de af kapsamına alınacaktı.<br />

İhsan Nuri, yazdığına göre, sunulanları dinledikten sonra söz<br />

alarak, rüşvet karşılığında halkını satacak kadar küçülmediğini<br />

söylüyor, "Türk askerlerinin kayıtsız koşulsuz Kürdistan'dan çe¬<br />

kilmesini, bağımsız Kürdistan'ın derhal tanınmasını" içeren kar¬<br />

şı görüşleri öne sürüyordu. İhsan Nuri, bu şartların dışında her¬<br />

hangi bir konuda müzakereye oturmayacağını da belirtiyordu.<br />

İhsan Nuri'nin şardarı karşısında pazarlık ortamı yok oluyor,<br />

sonuç almamadan toplantı dağılıyordu.<br />

Fakat, ibrahim Tali vazgeçmek, pes etmek istemiyordu. Top¬<br />

lanndan hemen sonra ihsan Nuri'ye mektup yazarak, vakit var¬<br />

ken, önüne konanları alıp rahatına bakmasını öneriyordu. Mü¬<br />

fettiş, mücadeleden vazgeçmesi halinde, Türk ordusunda müm¬<br />

taz bir yer verileceğini, bunun korgeneral rütbesi ve kolordu ko¬<br />

mutanlığı olacağını vaat ediyor; eski tekliflerini tekrarlayarak,<br />

beğenmiyorsa, dilediği ülkede büyükelçilik göreviyle, istediği<br />

miktarda paranın hazır kendisini beklediğini ekliyordu.<br />

ihsan Nuri, önerilen rüşvete çok öfkelendiğini belirtiyor ve<br />

mektuba mektupla yanıt vererek, "Ben Hoybun askeri lideri ve<br />

Kürt Silahlı Kuvvederi'nin başkomutanıyım" dediğini ve sonra<br />

şöyle devam ettiğini yazıyor:<br />

"Ben bu görevde, Hoybun'un emriyle bulunuyorum. Hoy¬<br />

bun'a mensup olmaktan şeref duyuyorum. Görevim; Türki¬<br />

ye'nin, Kürdistan'ın bağımsızlığını tanımasına ve onun ordula¬<br />

rından boşaldlmasma kadar savaşı yürütmektir. Görevi, ancak<br />

Hoybun emrettiğinde terk ederim. Muhatabınız Hoybun'dur.<br />

Siyasi öneriniz varsa, onlan Hoybun'a iletebilirim. Çünkü sorun<br />

kişisel değil ulusaldır. Bu da ancak ulusumuzun bağımsızlık<br />

haklarının tanınmasıyla çözümlenebilir."<br />

RUSLAR VE İRAN DA SAVAŞA GİRİYOR<br />

Türk ordusu, 1926 baharından beri Ağrı Dağına, nafile genel<br />

taarruzlar düzenliyor, her sonbaharda büyük kayıplar vererek,<br />

ama eli boş kışlasına dönüyordu.<br />

228


Resmi tarih, bu taarruzları "Birinci" ve "İkinci Ağrı İsyanı"<br />

diye adlandırıyordu. Genelkurmayca yapılan "resmi tarih"te,<br />

"Birinci Ağrı İsyanı" için 16 Mayıs 1926 tarihi veriliyordu.<br />

Genelkurmay'ın Kürt İsyanları kitabında yazılanlara göre,<br />

TC, ulusal birlik ve beraberlik ile güvenliği için Ağrı yöresinde<br />

yayla yasağı ilan etmişti. Fakat, Beyazıt'a bağlı Muson kasabası¬<br />

nın Kaleci köyü, "yasağa saygısızlık etmiş" ve 16 Mayıs 1926 ta¬<br />

rihinde, bir sürü koyunla Ağn Dağı yaylalarına çıkmıştı. Bu, dev¬<br />

let otoritesine "bir isyan"di.<br />

Devlet, derhal harekete geçmiş ve 28. Jandarma Alayım isyanı<br />

basrirmakla görevlendirmişti. Jandarma alayı, isyancılarla sürüle¬<br />

rinin peşine düşmüş ve Ağrı Dağı eteğindeki Demirkapı bölgesin¬<br />

de isyancılara yetişmişti. Fakat, "eşkıya" dur ihtarı ve "teslim ol"<br />

çağrılarına aldırmadığı gibi, "ateşle karşılık vermiş", bunun üze¬<br />

rine, Türk askerleri, zorunlu olarak çatışmaya girmişlerdi.<br />

Fakat jandarma alayının şansı yaver gitmediği için bozguna<br />

uğramış, koyun sürüsü ve sahipleri, yamaçlan tırmanıp yaylaya<br />

çıkmış, askerler de ölü ile yaralılarını toplayarak Beyazıt'taki ka¬<br />

rargâha çekilmişti.<br />

Devlet isyancıların peşini bırakmak niyetinde değildi. Otorite¬<br />

sini kanıtlamak için Üçüncü Orduyu, "asilerin tedip ile tenki-<br />

li"yle görevlendirmişti. Bir ay gibi kısa bir zaman içinde hazırlık¬<br />

lar tamamlanmış ve Haziran ayında "büyük taarruz" başlamıştı.<br />

Ama bütün aramalara rağmen, dağda "asilere" rastlanmamış,<br />

"sıcak temas" kurulamamış, o arada havalar soğuduğu için or¬<br />

du, dağı terk edip geri dönmüştü.<br />

Resmi tarihe göre, köylülerin yaylaya çıkışı "Birinci Ağrı İs¬<br />

yanı" ve ordunun koyun sürülerinin peşine düşmesi de "isyanın<br />

bastırılması" oluyordu.<br />

Resmi tarihin kaydettiği "ikinci Ağrı İsyanı" da ilginçti:<br />

Genelkurmay'ın kitabı yazıyor: "Hoybun" denilen "eşkıya<br />

çetesi", 1927 baharında Ağrı Dağını karargâh yapmıştı. Devletin<br />

iyi niyetli bütün ısrarlı çağrılarına rağmen, teslim olmuyor, tersi¬<br />

ne, "eşkıyalığını" her gün biraz daha ileri götürüyor, "kandırdı¬<br />

ğı" Kürtleri yanına çekiyor, büyüyordu.<br />

229


TC yine de insanca davranmış ve asilerin dağdan inmesi için<br />

genel af ilan etmişti. Fakat, "eşkıya insanlıktan anlamamış" ve<br />

affa sırtını çevirmişti. Türk ordusu, bunun üzerine "eşkıyanın kö¬<br />

künü kazımak" üzere, Ağrı Dağının sarp kayalıklarına, dik ya¬<br />

maçlarına yürüyüp tırmanmak zorunda kalmıştı.<br />

Resmi tarih, "eşkıya"nın sayısını vermiyordu. Ama Türk or¬<br />

dusu, iki kolordu ve 10 bin kişiden oluşuyordu. Ordu iki kol ha¬<br />

linde taarruza geçmişti. Birinci kol, Erzurum'dan Eleşkirt ve Ka-<br />

rakilise üzerinden yürümüş, ikinci kol da Kars'tan İğdır'a kaydı¬<br />

rılmış, oradan hücum emri verilmişti.<br />

Kolorduların topları, tankları, arkasında da uçakları vardı.<br />

13 Eylül 1927 tarihinde. Hava Kuvvetlerinin de desteği ve top<br />

atışlarıyla genel taarruz başlamıştı.<br />

Ağn Dağı, iki hafta topa tutuluyor, uçaklar bomba yağdırı¬<br />

yor, kara birlikleri, taarruz üstüne taarruz tazeliyor, ama isteni¬<br />

len sonuca yanlamıyordu. Çünkü, arama çabaları boşa çıkıyor,<br />

"aranan eşkıya, gün ışığında bulunamıyor", sıcak temas kurula-<br />

mıyordu. Ama, gece olunca, nereden peydahlandığı bilinmeyen<br />

eşkıya aniden ortaya çıkıyor, gerilla baskınlarıyla Türk ordusuna<br />

zayiat verdiriyordu.<br />

Zaten bir kere daha havalar soğuduğu için Ankara'dan "ri¬<br />

cat" emri veriliyordu. Bu da, "ikinci Ağrı İsyanı" ve bastırılması<br />

"harekâtı" oluyordu...<br />

Ermeni yazar Garo Sasuni, resmi tarihin "İkinci Ağrı İsyanı"<br />

diye adlandırdığı olayları şöyle özetliyor:<br />

"Türkler, haziran (1927) ayında İğdır ve Beyazıt'a 10 bin ka¬<br />

dar asker yığdılar. Amaç, Ağrı Dağına kesin darbe indirmek ve<br />

olayı sessizce kapatmakd.<br />

Türkler ilk taarruzda mağlup olup dağıldılar. Yüksek askeri<br />

idare birbirine girdi. Hükümetin prestiji kırıldı. Türk basınında<br />

endişeler belirmeye başladı.<br />

Türk ordusu yeni büyük bir savaş için hazırlanırken, sürgün¬<br />

deki Kürtler de kaçıp harekete katıldılar. Ayaklanma serpilme¬<br />

ye başladı."<br />

230


Türk ordusu, gerek savaşçı sayısı gerekse silah bakımından<br />

zayıf olan Kürtlerle başa çıkamıyordu. O nedenle kişilere rüşvet<br />

niteliğinde maddi ve manevi olanaklar sunuyor, teslime iknaya<br />

çalışıyordu. 1928 yılı sonbaharında, bu çabaların nafileliği orta¬<br />

ya çıkıyor, diyalog kesiliyor, taraflar sözü namlulara bırakmak<br />

üzere hazırlıklara girişiyordu.<br />

TC, bir yandan Ağrı eteklerine asker ve silah yığıyor, dağa tır¬<br />

manış yolları ve kışın barınmak üzere, kışlalar inşa ediyor, öte<br />

yandan dış destek arayışlarına hız veriyordu.<br />

TC, Iran ve Sovyetler Birliği'nin (Rusya) desteğini almak için<br />

yoğun bir diplomatik faaliyet yürütüyor, Türk diplomatları, İran<br />

ile Sovyetler Birliği arasında mekik dokuyordu.<br />

1919'da Samsun'a çıkıştan beri Atatürk'ün yanında bulunan<br />

ve çeşitli vesilelerle sadakatini kanıtlamış olan eski asker Hüsrev<br />

Gerede, İran'ı işbirliğine ikna için Tahran elçiliğine atanmıştı.<br />

Stalin yönetimindeki Moskova ile de görüşmeler yürütülüyor¬<br />

du. Sovyetler, Kürdistan'ın kurulma çabalarını, "emperyalizmin<br />

Kafkasları ele geçirme planı" olarak nitelendiriyordu.<br />

Moskova, bu söylemle "ilerici TC'ye destek" veriyor, manevra<br />

yeteneklerini kırmak ve Ermenilerden yardım almasını önlemek için<br />

Kürderi kuzeyden kuşariyor, bu arada Türk birliklerinin geçişine de<br />

imkan veriyordu.<br />

Iran da "kendi Kürtleri" nedeniyle "ortaklığa" sıcak bakıyordu.<br />

Bir yanıyla TC'nin Kürtlerle davası, kendilerini de ilgilendiriyordu.<br />

Çünkü, bitişik Kürtlerin başarıya ulaşmaları halinde, bunu sıçrama<br />

tahtası yaparak, ikinci bir hamle ile İran'a atlayacaklarından korku¬<br />

yorlardı.<br />

Emin Karaca'mn Ağrı Eteklerindeki Ateş kitabında ayrmrila-<br />

rıyla yazdığına göre, Moskova da, Türklere yardım etmesi için<br />

İran'ı sıkışrinyor, hatta tehdit ediyordu. Fakat Iran, sıkışmış Türk¬<br />

lere kendini pahalıya satmaya, karşılığını almaya çalışıyordu. İran<br />

uzun uğraş ve müzakerelerden sonra, aldıklarına karşılık olarak<br />

TC'ye istenilen desteği veriyordu.<br />

İran'ın kazancı büyüktü. Toprak bile kopanyordu. Sınır dü-<br />

231


zeltmeleri adı altında, 1639 yılında imzalanan Kasr-ı Şirin Anlaş¬<br />

masıyla çizilen sınır ilk kez İran lehine değiştiriliyor, Ağrı Dağı¬<br />

nın eteklerindeki bazı verimli alanlar, desteğe karşılık İran'a ve¬<br />

riliyordu.<br />

Bu, aynı zamanda "delinemez" denilen Lozan Anlaşmasının<br />

da delinmesiydi.<br />

Öte yandan, güneyden gelecek yardım kanallarının tıkanması<br />

için Fransa ve İngiltere'den destek alınıyordu. O dönemde Fran¬<br />

sa Suriye'de, ingiltere de Irak'ta yönetimi elinde bulunduruyor¬<br />

du.<br />

Türkiye Cumhuriyeti çağın egemen dünyasını yanına almış,<br />

gücünü gücüne katmıştı. Artık vuruş zamanıydı.<br />

Bundan sonra temas ve görüşmeler kesiliyor, söz namluların<br />

diyaloguna geliyor; taraflar, hesaplaşmak üzere silahlarını çeki¬<br />

yordu.<br />

* »<br />

İhsan Nuri Paşa, anılarında, Kürtlerin mevzilendiği Ağrı Da¬<br />

ğının taarruz öncesi halini şöyle anlatıyor:<br />

"Ağrı Dağında durum geliştirildi. Genç savaşçılar üniforma<br />

giydiler. Erlerin 'kum'lerinin (şapka-kasket) önünde, büyük ve<br />

küçük Ağrı'nın sembolü olan metal bir arma vardı. Subaylarda<br />

ise Ağrı yerine Xoybun'un arması ve onun üstünde de, kendi<br />

rütbelerini belirten armalar bulunuyordu. Xoybun'un (Hoybun)<br />

arması, hançer, buğday başağı, kalem ve güneşti.<br />

Hiçbir yerden destek ve yardım beklemiyordum. Elimizde ye¬<br />

terince silah olmadığı için, başka silahlar ele geçirip savaş cep¬<br />

hesi açamıyordum. Top, tank ve uçaklarla çok iyi teçhiz edilmiş<br />

Türk devletinin ordusu karşısında, düşmandan ele geçirilmiş tü¬<br />

fek ve fişeklerle savaşmanın kolay olmayacağını biliyordum.<br />

Onun için Ağrı'yı teslim etmeden önce, gerilla savaşı ile, Türk¬<br />

lerin Kürtler üzerindeki nüfuzunu kırmak istiyordum. Bunun<br />

için Kürtler arasında bağımsızlık düşüncesini hakim kılarak, on¬<br />

ları genel ayaklanmaya hazırlamaya çalışıyorduk. Bu taktik,<br />

Xoybun merkezi tarafından tespit edilmişti.<br />

232


Kürdistan'da Xoybun'un teşkilatlarını oluşturmak ve genel<br />

ayaklanmayı örgütlemek üzere, Kurdistan içlerine, hem çalışa¬<br />

cak, hem de darbeler indirecek fedai grupları göndermiştim.<br />

Grupların sayısı azdı. Bunlardan biri, Süphan dağında, yemek<br />

için tüccarlardan bir koyun istemişti. Fakat tüccar vermemişti.<br />

Bunun üzerine bir başka grup gönderdik. Fazlasıyla verdiler. Bu<br />

da gösteriyor ki, bağımsızlıkçıların yaktığı ateş, yalnız Ağrı'da<br />

değil, Türklerin hakimiyetindeki Kürdistan'ın diğer yerlerinde<br />

de yanıyordu.<br />

Ağrılılar sayıca çok azdı. Tarıma elverişli toprak kıttı. Üretim<br />

yapılamıyordu. Varolan topraklar da Türklerin devamlı ateşi al¬<br />

tındaydı. Tarımla uğraşacak kimse de yoktu. Onun için kıdık<br />

çekiliyordu. Eli silah tutan herkes, sürekli düşman karşısınday¬<br />

dı. Bu zor ve kötü koşullar altında Kürdistan'ın bağımsızlığı yo¬<br />

luna başlarını koymuşlar, ulusal bayraklarının gölgesi altında,<br />

her türlü tehlike ve eziyete razıydılar. Savaşçılar at, silah ve cep¬<br />

hane konusunda çok zayıftılar. Çok az fişek olduğu için, ele ge¬<br />

çen mitralyözler kuUanılamıyordu. Ama Ağrı savaşçılarında ol¬<br />

mayan tek şey korku ve ümitsizlikti. Kornikork savaşından son¬<br />

ra güven artmıştı. Savaşçılar, Türklerin bir kolordusu bik biri¬<br />

mizin üstüne gelmeye cesaret edemez, diyorlardı."<br />

ATEŞ ÇEMBERİ<br />

Türkiye Cumhuriyeti (TC) Rus ve İran'ın gücünü de yedekle-<br />

dikten sonra 1930 baharında, dağların kan eriyip yollar geçk<br />

vermeye başlar başlamaz, savaş uçaklarıyla desteklenmiş 100 bin<br />

kişilik bir orduyla genel taarruza geçiyordu,<br />

ihsan Nuri şöyle yazıyor:<br />

"1930'un bahanydı. Ağrı'nın kışı daha bitmemişti ki, Türkler<br />

Keskoi aşiretinin bir grubuyla birlikte Şeyh Abdülkadir'in üstü¬<br />

ne saldırdılar. Saldırıyı, süvari alayı komutanı Ferhat Bey yöne¬<br />

tiyordu. Düşman Şeyh'in köyünü sarmışd. Düz bir arazide bu¬<br />

lunan köy, taş ve kayalarla duvar gibi kaplıydı. Bu nedenle çık¬<br />

mak mümkün değildi. Rumiler, gece, köylü uykudayken gelip<br />

köyü sarmışlardı.<br />

133


Şeyh sabah abdeste çıkarken kurşuna tutuluyor. Köylüler<br />

uyanıyor. Köy tüfek ve mitralyöz ateşi akına alınıyor. Köyüler<br />

savunma için dışarıya çıkıyor."<br />

Kürtler direniyor, karşı saldınlaria zayiat veriyor, tüfek atışıyla<br />

uçaklar düşürüyoriardı. Nitekim, 1931 yılında Ağrı şehir merkezin¬<br />

de, düşürülen uçak ve ölen pilodann anısına bk "Hava Şehitieri<br />

Abidesi" dikiliyordu. Abide, düşürülen uçaklardan birinin sağlam<br />

parçalarından oluşuyordu.<br />

İhsan Nuri, 10 Haziran 1930 günü, 100 bin askerin uçak,<br />

tank ve toplann desteğinde başlattığı genel taarruzu da şöyle an¬<br />

latıyor:<br />

"Yazın ilk günleriydi. Ağnlılar çadıriannı alıp dağın doruklan-<br />

na çıkmışlardı. Biz çadır açalı henüz birkaç gün olmuştu ki, kuzey-<br />

bad yönünden silah sesleri geldi. Sesler, dağın kuzeyindeki Miro<br />

yolundan geliyordu. Ardından birkaç düşman uçağı yaylanın üze¬<br />

rinde uçmaya başladı. Cadıdan bombardıman ettiler. Karım Yaşa<br />

Hatun yaralandı. Odamakta olan hayvanlar öldüler. Silah sesleri¬<br />

nin geldiği yöne gittiğimde, Türklerin gece bir piyade taburu ve bir<br />

topla gelip Kabaktepe'yi işgal ettiklerini gördüm. Bu, Türklerin<br />

1930 yılındaki büyük saldınsının başlangıcıydı."<br />

İhsan Nuri Paşa anılannda, aynnnlara yer veriyor ve şunlan<br />

yazıyor:<br />

"Bir gün, Bıra'mn oğlu Davo'nun biriiği, Kabaktepe'nin irtiba-<br />

dnı kesmek için gece harekete geçti. Ömere Besse-Keltanilerin re¬<br />

isi de Kabaktepe'deki hedeflere arkadan saldıracakd. Gittiler. Ge¬<br />

ce 15 asker sığınaklarından çıkıp dağdan aşağıya inerken, Davo<br />

yollarını kesiyor. Bir saadik çarpışmadan sonra askerierin tümü<br />

öldürülüp silahlanna el konuyor. Tepedeki askerier ise aşağıda<br />

arkadaşlannın ölümünü seyrediyorlardı.<br />

Besse de, gecenin karanlığından yararianarak askeriere yak¬<br />

laştı. Birkaçını etkisizleştirip silahlanna el koydu. Fakat öteki<br />

askerierin yeri çok sarp olduğu için onlara ulaşamadılar. Geri<br />

döndüler.<br />

Ama bir başka birlik, Kabaktepe'yi uzaktan kurşun yağmuru¬<br />

na tutmuştu. Çadşma öğleye kadar sürdü.<br />

234


Şunu söylemek istiyorum: Türkler Kabaktepe'yi işgal ettikleri<br />

zaman, karşı tepede Kürt bağımsızlık bayrağı dalgalanıyordu.<br />

Burayı savunacak gücümüz olmadığı için, arada bir birkaç kişi<br />

gidip orada görünüyordu. Türkler bir türlü buraya yaklaşma ce¬<br />

sareti gösteremediler. Bayrak sonuna kadar orada kaldı."<br />

İhsan Nuri, en büyük trajedilerin yaşandığı, kadın ve çocuk¬<br />

ların topluca kadedildikleri Zilan'a da değiniyor ve şöyle diyor:<br />

"Ben, saldınnın yolunda gitmesi için, Kör Hüseyin Paşa'nm<br />

oğulları Memo ve Nadir, Erciş halkından Seid Resule Berzenci<br />

ve Heseni süvari biriiğini Zilan vadisine gönderdim.<br />

Zilanhlar, Ağn süvarilerini büyük bir sevinçle karşıladılar. Bu<br />

sevinç içinde, emirnamede yazılı tarihi anlamadılar. Hasan Ab¬<br />

dal üzerine erken saldırddar. Hasan Abdal'daki ordugâhta 200<br />

asker bulunuyordu. Zilanhlar, zorlu bir savaştan sonra Hasan<br />

Abdal'ı ele geçirdikr. Askerleri esir edip silahlanna el koydular.<br />

Ardından aynı bölgede bulunan Norşad şehrine hücum ettiler.<br />

Şehirde bir piyade taburu ile bir mitralyöz bölüğü vardı. Komu¬<br />

tan, Norşad kalesini savunmak için, her tarafi onarıp muhkem-<br />

leştirmişti. Fakat Kürtlerin kendi davalan ve vatanlan için ken¬<br />

dilerini feda edebileceği, komutanın aklına gelmemişti. Norşad,<br />

24 saat bile dayanamadı. Kale zapt edildi. Komutan çadşmada<br />

ölmüştü. Sağ kalan asker ve subaylar esir alındı.<br />

Kürtler, Norşad'la biriikte Erciş ve Bargeri şehirierine de sal¬<br />

dırmışlardı. Erciş'in bir kısmı, Bargeri'nin tümü hemen alındı.<br />

Türkler, Erciş'in imdadına yetişmek üzere top ve asker gönder¬<br />

diler.<br />

Yardıma gelenlerin yolu kesildi. Kurtulamayacaklannı anlayan<br />

Türkler teslim oldular. Türkleri esir alanlar Hayderi savaşçılany-<br />

dı. Teslim üzerine tepelerden iniyorlar. O sırada, askerier az olduk¬<br />

lannı görünce silahlanna sarılıyorlar. Çanşma çıkıyor. Kürtler<br />

mermileri bitene kadar çadşıyor ve orada ölüyoriar. Böylece Türk<br />

yardım biriiği Erciş'e yetişiyor."<br />

İhsan Nuri savaşan aşiretleri tek tek sayıyordu. Bu arada, sa¬<br />

vaşın kaderini değiştiren nedenleri sıralarken, silah ve cephane kıt-<br />

i35


lığının yanında Kürdün Kürde silah çekip saf değiştirmesini en ba¬<br />

şa koyuyordu.<br />

Keskoi aşireti ve diğer bazı aşiretlerin saf değiştirip Türklerin<br />

yanında yer almasının olayları etkilediğini yazıyordu. Bu arada<br />

Kör Hüseyin Paşa'nm oğlu ve bir diğer aşiretin reisi olan Seid Re-<br />

sul'la çekişme içine girmesinin de zarariar verdiğini naklediyordu.<br />

Dersim'in bir türlü ayağa kalkmamasını da, nedenlerden biri ola¬<br />

rak sayıyordu.<br />

» *<br />

Kürder, ilk çatışmalarda başarı elde etmişlerdi. Fakat ilerle¬<br />

yen zaman içinde gerilemeye başladılar.<br />

İhsan Nuri anılarında şöyle yazıyor:<br />

"Silahımız yoktu. Silah ve kurşunlan savaşarak düşmanın<br />

elinden alıyorduk. Kanikork savaşma kadar benim bile tüfeğim<br />

yoktu. Bu savaşta bir tüfek ele geçirdim."<br />

ihsan Nuri, hiçbir yerden maddi yardım alamadıklannı. Er¬<br />

meni Taşnak Partisi'nin söz verdiği paralarınsa kendilerine ulaş¬<br />

madığını belirtiyordu.<br />

Sovyetler Biriiği ve Iran da savaşın hemen başında, 1930<br />

Temmuzunda Türk devletinin yanında yer alıyordu. Kürtler, üç¬<br />

lü kıskaca alınmıştı.<br />

ihsan Nuri, İran'ın savaşa girmesi konusunda, "Iran sınır ka¬<br />

rakolunun bulunduğu Ayıbey yönünden, önce top, sonra mitral¬<br />

yöz ve tüfek sesleri yükseldi. Bunun bir yanlışlık olduğunu san¬<br />

dım. Gidip kendim baktım. Gerçeği gözlerimle gördüm" diyordu,<br />

ihsan Nuri, Sovyet cephesi için şunlan yazıyordu:<br />

"Sovyeder Birliği kuvvetlerinin, Türk kuvvetlerine yardım<br />

için. Araş nehrini geçerek Küçük Ağrı eteklerine vardığını bana<br />

haber verdiler. Ruslar Türklere yardım ediyordu. Kuvvetlerini<br />

Culfar'a yığmışlardı."<br />

İhsan Nuri ve arkadaşları, 1930 Eylülünde Ağn Dağının do¬<br />

ruklarına sığınıp burada direndiler. Fakat fazla dayanamadılar.<br />

Dağılma başladı. Çemberi yarabilenler İran Kürderine karıştı.<br />

236


Ermeni yazar Garo Sasuni, Ağrı isyanındaki "üçüncü göz"dü.<br />

Olayları tarafsız bir bakışaçısıyla inceliyor ve yorumluyordu.<br />

Garo Sasuni, Ulusal Kürt Hareketi ve Ermeni-Kürt İlişkileri<br />

adındaki kitabında, Ağrı isyanının bütün Kurdistan ve Kürtleri<br />

kapsamadığını söylüyor ve devam ediyor:<br />

"Ağrı hareketinin üç büyük lideri vardı: ihsan Nuri Paşa, Ib¬<br />

rahime Husseke Telle Paşa ve Zilan Bey... Bunların üçü de geniş<br />

siyasi görüşlere sahipti. Ermenistan ve Kürdistan'ın bağımsızlı¬<br />

ğından yanaydı. Güçlü yeteneklere sahip üç liderin çevresinde is¬<br />

yancı aşiretler ve devrimci Kürtler toplanmışlardı. Üç liderden<br />

başka şu .liderleri de sayabiliriz: Ferzende Bey, Adevi Aziz, Ta¬<br />

ceddin, Kamil Mahor, Yusuf Redkini, Mustafa Kelo takma<br />

isimli Dijana Hesse Sori ve diğerleri...<br />

1930'da, Kürder daha hazıriıklarını tamamlamamışken, Türk¬<br />

ler saldırdılar. Bu sırada. Dersim başta olmak üzere birçok Kürt<br />

bölgesi hareketsizdi. Buna rağmen, Abağa, Pergiri, Zilan ve Ma¬<br />

lazgirt'teki Kürt güçleri biriikte hareket ederek, yollan üzerinde<br />

bulunan askeri ve idari merkezleri işgal ettiler. Kanlı çadşmalar-<br />

dan sonra Erciş ve Zilan kasabalarını aldılar. Vanlıların hücu¬<br />

muyla Van şehri de işgal edildi. Fakat şehri uzun zaman elde tu¬<br />

tamadılar. Çarpışmalar yayıldı. Hakkari'nin bir kısmı isyan bay¬<br />

rağını açıp Türk askerlerini kırarak Çölemerik'i aldılar.<br />

Türkler temel güçlerini Zilan ve Erciş bölgelerinde topladılar.<br />

Savaş kızıştı. Kürtler, 7 Türk uçağını düşürdüler. Binlerce kur¬<br />

ban verdirttiler. Savaşçıların silah ve cephaneleri tükendi. Ağn<br />

Dağına çekildiler. Türkler, öçlerini silahsız sivil Kürderden aldı¬<br />

lar. 5 bin kadar kadın, çocuk ve ihtiyarı kadettiler. 200 kadar<br />

köyü talandan sonra yaktılar. Aynı gaddariığı Van bölgesinde<br />

de devam ettirdiler. Yüzlerce Kürdü toplayıp Van Gölüne dök¬<br />

tüler. Çarpışmalar bir yerde sönerken, bir başka yerde padak<br />

veriyordu.<br />

Hükümet, erimiş biriiklerini takviye için kısmi seferberiik ilan<br />

etti. Avrupa basını, 15 Temmuz 1930 tarihinde Ağrı Dağı çev¬<br />

resindeki bölgede 60 bin kişilik ordu ve 100 uçağın toplandığı¬<br />

nı yazıyordu.<br />

Türkler, temmuz ayında Beyazıt, İğdır ve Iran sınınndan taar-<br />

ruza geçtiler. Fakat büyük kayıplar verip yenildiler.<br />

237


Bundan sonra cephe sabitleşti. Savaş kesintisiz bir hal aldı.<br />

Kürtler zaman zaman baskın yapıp panik yaratıyordu.<br />

Taşburun çarpışmaları meşhurdur. Kürtler zaman zaman İğ¬<br />

dır'a hakim oluyor, Türk birliklerini Sovyet Ermenistanına sığın¬<br />

maya mecbur ediyordu. Türkler çaresiz kaldı. Çok sayıda uçak<br />

kaybettiler. Salih Paşa'nm birlikleri Beyazıt yakmlanndaki ba¬<br />

taklıklarda kısmen yok edildi, kısmen de esir alınarak büyük bir<br />

yenilgiye uğradldı. Bunun dışında Van, Çatak, Hakkari, Hınıs ve<br />

Malazgirt bölgelerinde çarpışmalar sürüyordu. Şeyh Barzani, sı¬<br />

nın geçerek Hakkari çarpışmalarına hız verdi.<br />

Ankara-Moskova işbiriiği de uzun zaman gizli kalmadı. Kızıl<br />

Ordu birlikleri Araş nehrini geçip, Kürderi boğmak üzere Türk¬<br />

lere yardıma koştu. Moskova bununla da kalmadı, İran'ı Türki¬<br />

ye'yle işbirliği için zoriadı ve ikna etti.<br />

Buna rağmen Ağrı Dağı 25 Eylül'e kadar çok cesurane biçim¬<br />

de dayandı."<br />

25 Eylül 1930'da düzenli ordu karşısında yaşanan başarısız¬<br />

lık "genel yenilgi" sayıldı. Lider kadrosu dağddı. "Tenkil" ve<br />

"tedip" başladı. Birbirinden kopuk kimi liderierin, "tek kişilik çı-<br />

kış"la uyguladığı gerilla yöntemleri işe yaramıyordu.<br />

Kürder, nereye olduğunu bilmeden, panik içinde kaçıyordu..<br />

Dönemin yarı resmi Cumhuriyet gazetesi, Ağn bozgunundan<br />

sonra, birinci sayfasında yayınlanan bir karikatürde, mezar taşı¬<br />

nın altına, "Muhayyel (hayali) Kurdistan burada gömülüdür"<br />

cümlesini yazarak sonucu ilan ediyordu.<br />

RESMİ TARİH VE YAŞAR KEMAL<br />

Kürder için her türlü muamele "mubah", suç işleme özgürlü¬<br />

ğü ise sonsuzdu.<br />

Günün birinde, biri çıkıp insanlığın evrensel hukuku adına<br />

suçlulardan hesap sormasın diye, hukuka uygun olamasa da, ya¬<br />

salardaki boşluklar sıkı sıkıya kapatılmış, "tedip ile tenkil" için<br />

sonsuz özgüriük getirilmişri. Bu amaçla, 1931 yılında, "isyan<br />

238


ölgesinde işlenen efalın (fiil, eylem, işlem) suç sayılmayacağına<br />

dair kanun" yürürlüğe giriyordu.<br />

Bu yasanın birinci maddesinde şöyle denUiyordu:<br />

"Erciş, Zilan, Ağn Dağı havalisinde meydana gelen isyan böl¬<br />

gesinde, bunu müteakkip Birinci Umum Müfettişlik mındkası ve<br />

Erzincan'ın Pülümür kazası dahilinde yapılan takip ve tedip ha¬<br />

reketleri münasebetiyk 20 Haziran 1930'dan 1 Arahk 1930 ta¬<br />

rihine kadar askeri kuvvetier ve devlet memurları ve bunlar ile<br />

beraber hareket eden bekçi, korucu, milis ve ahaU tarafindan is¬<br />

yanın ve bu isyana alakadar vak'alann tenkiH emrinde gerek<br />

müstakilen ve gerekse müştereken eşlenmiş efal ve hareket suç<br />

sayılamaz."<br />

Böylece, yeryüzünde devletin her personeli ayrı ayrı birer "in¬<br />

faz" elemanı kesiliyor, onlara sonsuz yetki veriliyor, dokunulmaz¬<br />

lık tanınıyordu.<br />

Zilan bölgesinde yürüyen bütün canlılar hedefti. "Kürtler ko¬<br />

yun kılığına bürünüyor" denilerek koyun sürüleri havadan bom¬<br />

balanıyordu. Ortasına bomba düşen koyun göğe fıriadıktan son¬<br />

ra, cansız olarak yere düşüyordu.<br />

İnsanlar arasında ise yaş ve cinsiyet ayırımı yapılmıyordu.<br />

Düşman görüldüğü yerde, "müstahak olduğu akıbete" uğratdı-<br />

yordu.<br />

Ankara'nın Kızılcahamam ilçesine bağlı Etil köyünden İpek Yıl¬<br />

maz, 1990'da 85 yaşındaydı. Pişmanlık ve hüzün içinde anılannı an¬<br />

latırken, "onların da Müslüman olduklarını bilmiyorduk" diyordu.<br />

İpek Yılmaz, askeriik yaparken Zilan bölgesinde sivil katliam¬<br />

larda rol almıştı. Bir yayla baskınına katıldığını, bebek, ihtiyar<br />

kimsenin sağ <strong>kurt</strong>ulamadığını söylüyordu. Birçoğu gibi o da, ih-<br />

tiyariığmda, emir gereği suç işlediğini öne sürerek, ruhunu temiz¬<br />

lemeye, vicdanını yıkamaya çalışıyordu.<br />

Çağımızın ulu yazarlarından Yaşar Kemal, Kürt trajedisini en<br />

iyi biknkrdendi. Trajedinin külleri, hemen hemen bütün roman¬<br />

larının sayfalarına serpilidir.<br />

239


Yaşar Kemal, Ağn kırımının bir sahnesini, Deniz Küstü ro¬<br />

manının 8. baskısının 88. sayfasında şöyle anlatıyor:<br />

"... Ağn Dağında diyordu. Selim Balıkçı. Ben bu yarayı Ağn<br />

Dağında aldım. Ağn Dağında Kürder isyan çıkarmışlardı. Ben o<br />

zaman Erzurum'da askerdim.<br />

Başını kaldırdı, bana bakd.<br />

Sen Ağn Dağını gördün mü? diye sordu.<br />

Gördüm, dedim. Tepesine kadar da çıkdm.<br />

Bana, inanmaz inanmaz bakd.<br />

Tam tepesine kadar mı?<br />

Tam tepesine kadar değil... Ağrı Dağının tepesine vannca<br />

önce bir düzlük görürsün.<br />

Eeeee?<br />

O düzlüğün üstünde de, üç tane başka küçük tepecik var¬<br />

dır. Asıl Ağn Dağının en yüksek yeri, söylediklerine göre bu üç<br />

tepecikten biridir, işte ben o düzlüğe vardım da, o en yüksek te¬<br />

peye çıkamadım. O en yüksek tepenin de yüksekliği altmış met¬<br />

re kadarmış.<br />

Nasıl ölçüyoriar dağlann yüksekliğini?<br />

Bir alet var, gördüm, dedim. Demek sen Ağn Dağında...<br />

Kürderie çarpışdm. Kürder yaman adamlar, çok atıcı...<br />

Karşılıklı çarpışırken, ben asker kasketimi bir değneğe takıp çı-<br />

kanyordum. Çıkar çıkmaz kasketim en az beş kurşunu birden<br />

yiyordu. Bizim bir komutanımız vardı, adı Salih Paşa... Meyme¬<br />

netsiz bir adamdı ya, Atatürk onu severmiş. Beni yanına çağın¬<br />

yordu, hele bir bitsin Selim diyordu, hele bir bitsin, emekli ola¬<br />

cağım, geleceğim senin Menekşe'den bir taria alacağım. Şapka¬<br />

sını yana yıkıyordu. Cemal Gürsel gibi kabadayı paşalar hep<br />

böyle şapkalannı yan yıkariar. Belki de Çekmece'de bir taria alı-<br />

nm. At yetiştireceğim, domates dikeceğim. Seninle balığa çıka¬<br />

cağım. Ta Büyükada'ya kadar kürek çekerek gideceğiz, diyordu.<br />

Sen denizden korkarsın paşam, diye takılıyordum. Ne, diyordu<br />

gülerek, korkmak diyordu. Ama paşanın denizden ödünün kop¬<br />

tuğu belliydi.<br />

Bir Kürt bir askeri öldürürse, bu paşa var ya kuduruyordu.<br />

Ölen her askere karşılık bir Kürt köyü yakıyor, ne kadar erkek<br />

varsa köyde kurşundan geçirtiyordu. Hiç aklı almıyordu, bu dil<br />

240


ilmez köylünün Atatürkümüze başkaldırmalarını. Deli divane<br />

oluyor, elinize geçen her Kürdü kurşundan geçirin, bir tanesini<br />

sağ bırakmayın bu yılanların, diye bağırıyordu. Asker onun de¬<br />

diğini dinleseydi, şimdiye Türkiye'de bir Kürt kalmazdı. Biz as¬<br />

kerler ne yapıyorduk, yakaladığımız Kürtleri serbest bırakıyor¬<br />

duk; din kardeşi değil miydik? Paşa böyle yapdğımızı bir duysa,<br />

alimallah tüm orduyu Kürtler gibi kurşundan geçirirdi.<br />

Bazı askerler zengin oldular, bir altına bir can bağışlayarak.<br />

Kürtlerde çok para, çok altın vardı. Ben bir kuruş almadım bı¬<br />

raktığım Kürtlerden. İnsanlık için... Bizim memlekette can kar-<br />

şdığı para alınmaz. Ben hiç para almadım. Her askerin çantasın¬<br />

da kağıt paralar, birçok altın gerdanlık, bilezik, akın balballar,<br />

altın hızmalar...<br />

Halhal dedikleri, kadınların ayak bileklerine taktıkları bir hoş<br />

bileziklerdir. Hızma dediklerini de, burunlarına takarlar.<br />

Bir bahar, Ağrı Dağını, eteklerini bir bir dolaşarak yaknk,<br />

yıktık, yangın yerine çevirdik. Öldürmedik, sürmedik adam<br />

koymadık. Kürderin kökünü kestik...<br />

Salih Paşa, o gün çarpışma bitip akşam olunca, bize yardım<br />

eden Kürt beylerini de çadırına çağırır, sabaha kadar içer, Kürt<br />

beylerini de oynatır, kendi de, o gün öldürülen Kürtlerin şerefi¬<br />

ne kadeh kaldırır, göbek atardı.<br />

Bir sabahd. Salih Paşa beni çok içirmişti. (...) Gözümü açdm<br />

ki, ne göreyim; bir karyolada, sakız gibi bir yataktayım."<br />

*<br />

* s<br />

Yaşar Kemal'in anlattığı Salih Paşa, gerçek bir isimdi. Salih<br />

Paşa adı, Dersim'de de ortaya çıkacakn. Bu Salih Paşa, daha son¬<br />

ra Genelkurmay Başkanı olan Salih Omurtak'ri.<br />

Ağrı savaşını yöneten Salih Paşa, 15 Temmuz 1930 tarihinde<br />

yayınladığı bildiride şöyle diyordu:<br />

"Eşkıya çeteleri, çok perişan ve münhezin bir halde Zilan ve Ha-<br />

cıdırı derelerine sığınmışlarsa da; ordumuzun, bu dereler etrafinda<br />

tedricen sıkışan çemberi içinde, hiç <strong>kurt</strong>ulmamak şartıyla yok edil¬<br />

miştir."<br />

Hiç <strong>kurt</strong>ulamayanların kaçı bebek, kadın, çocuk ve ihtiyardı?<br />

241


Salih Paşa'nm resmi bildirisi, bu konuda herhangi bir ayrıntt<br />

vermiyordu. Basın da, kaçışı <strong>kurt</strong>uluş sanıp, Zilan'da topluca<br />

yok olan silahsız, savunmasız sivillere ilişkin aynnri yayınlamı¬<br />

yordu.<br />

1930'daki Kürt ayaklanmasına katılanların sayısı, tüm alan¬<br />

da birkaç bin silahlıyı bulmuyordu. İhsan Nuri, anılannda Ağn<br />

Dağında 300 kişiyle direndiklerini söylüyor, "500 kişilik bir ek<br />

gücümüz olsaydı, Türk ordusuna yenilmezdik" diyor.<br />

Ermeni yazar Garo Sosuni, iki tarafin savaş gücünü karşılaş¬<br />

tırıyor ve şöyle diyor:<br />

"Her ne kadar büyük miktardaki Türk biriikleri Van, Hakka¬<br />

ri, Muş, Hınıs ve İran sınırında isyancı aşiretlerie meşgul olduy¬<br />

sa da, savaşın asıl merkezini Ağn Dağı teşkil ediyordu. Ağn'dan<br />

Van Gölünün güneyine kadar, savaşa kanlan Kürt ulusal hare¬<br />

keti savaşçılannm sayısı 10 bin idi. Halbuki Türk ordusunun<br />

toplamı 60 bini buluyordu. Hatta Avrupa ve Amerika'nın<br />

önemli gazeteleri, bu rakamı 100 bin olarak vermekteydi. Ayn¬<br />

ca Türkler 1400 tane de uçak kullanıyordu."<br />

Devlerin yarı resmi yayın organı durumunda olan Cumhuri¬<br />

yet gazetesi, 16 Temmuz 1930 tarihindeki sayısında, Zilan vadi¬<br />

sindeki toplu katüamı şöyle veriyordu:<br />

"Karaköse, 14 (Özel muhabirimiz bildiriyor) - Ağn eteklerinde<br />

eşkıyaya kadlan köyler yakılarak, ahalisi Erciş'e sevk ve orada is¬<br />

kan olunmuştur.<br />

Zilan harekâdnda imha edilen eşkıya miktarı, 15 binden fazladır.<br />

Yalnız, bir müfreze önünde düşüp ölenler 1000 kişi tahmin edi¬<br />

liyor. Zilan deresine sıvışan 5 şaki teslim olmuştur. Buradaki harp,<br />

pek müthiş bir tarzda cereyan etmiştir. Zilan deresi, lebaleb ceset¬<br />

lerle dolmuştur."<br />

Gazetenin yazdığı sayıda silahlı isyancı bulunmadığına göre,<br />

öldürülenler, savaştan kaçan masumlar mıydı?<br />

KATLİAMCI ASKER ANLATIYOR<br />

Merkez üssü Ağrı Dağı olan isyancılar, uçak ve toplarla tak¬<br />

viyeli, 100 bin kişilik Türk ordusu ve yardım eden Ruslar ve Iran-<br />

242


lılarla savaşmak zorunda kalmış ve yenilmiş, cephe dağılmış, si¬<br />

vil, savunmasız halk kırımın hedefi olmuştu.<br />

Kırım kollarını gören halk, köyleri boşaltmış, dört bir yana<br />

dağılıp bebeği, ihtiyarıyla insanlar, <strong>kurt</strong>uluş umudunu dağlarda<br />

aramış, doruklara, vadi ve kanyonlara sığınmışlardı.<br />

Sığınaklardan biri de, Kürtçede "filizler" anlamına gelen "Zi¬<br />

lan" bölgesiydi. Zilan deresi olan kanyondu.<br />

Zilan, Beyazıt'tan başlayarak, yükselen tepeleri, düzlükleri,<br />

yer yer daralan, kilometreler boyu genişleyerek açılan çayırlan,<br />

yayla ve otlaklarıyla, Van'ın Erciş'ine kadar uzanan vadinin adıy¬<br />

dı. ZUan, bahar karlarından hemen sonra başlayan yayla zama-<br />

nıyla birlikte, koyun sürüleri, yan yana konan "el"le (obalar) "şe-<br />

ni"leşiyor. Yıldızların alabildiğine yakın göründüğü Zilan gecele¬<br />

rinde, yayla ateşleri uzaktan uzağa birbirine göz kırpıyordu. Gece<br />

yelleri, ot ve çiçek kokuları taşıyordu.<br />

Zilan zemininin orta yeri, çatlayacak kadar olgunlaşmış, kabu¬<br />

ğunun altı kütür kütür olmuş, bıçaklanmış karpuz gibi, iki kol ha¬<br />

linde yarık...<br />

Bu, Kürderin efsanevi "Geliye Zilan"ıdır. Ingilizcesi "ka¬<br />

nyon" olan Geli'nin Türkçede karşılığı yok. Türkçede, küçük<br />

akarsulara, çukurluklara, "Celilere" de "dere" deniyor. Biz de,<br />

Türkçedeki deyimle "dere" diyelim.<br />

Zilan deresinin uzunluğunu kilometre olarak bilmiyorum,<br />

ama Beyazıt önlerinden Van Gölüne kadar uzanıyor. Derin ya¬<br />

maçları, yer yer bir kıyıdan ötekine adanacak izlenimi verecek<br />

kadar yakın. Bazı noktalarda ise uzak...<br />

Yamaçları yaklaşsa da uzaklaşsa da Zilan deresi, boylu bo¬<br />

yunca uzanan dipsiz manzarasıyla, yer kürenin merkezine inen<br />

bir kuyuyu andırıyor. Yamaçları sarp, kertenkelelerin bile zor tu¬<br />

tunduğu dikliktedir. Dünyanın merkezine varıyormuş izlenimi<br />

veren derinliği, bazı bölgelerde kilometreleri buluyor.<br />

Zilan deresinin zemininde dört mevsim soğuk, duru sular ça-<br />

ğıldar. Pınarlar, yamaçlarından aşağıya cam duruluğunda sular<br />

akıtır. Aşağıda, dipte birleşerek, ağaçlar, otlar arasında çağıldar.<br />

Baharda yaylaları, çayırları, deresiyle Zilan baştan başa çiçek ko-<br />

243


kar. Havada çiçek ve ot kokulan akar. Geçeni sarhoş edercesine...<br />

"Gula Maran" (yılan gülü) mevsiminde Zilan'ın yılanlan sar¬<br />

hoştur. Dibinde yatarak ağır, uslu öyle dururiar.<br />

Yaz Ortalarında, Zilan'da olgunlaşmaya başlayan yaban elma¬<br />

sı, armut ve "hulitırşık" kokulan, otlann, çiçeklerinkine kanşarak<br />

akar...<br />

ZUan vadisi, yalnız yaylalar, odaklar, çayıriar cenneri, Gula<br />

Maran'ın benzersiz kızılhğıyla açtığı tek yeryüzü parçası değil,<br />

dünya kurulduğundan beri, zalimin zulmünden kaçanlann da ba¬<br />

rınağıydı. Hıristiyanlan korudu; Müslümanlığı seçen, ya da kar¬<br />

şı çıkanlan, 1900'Ierin başında da sakladı. En son. Birinci Dün¬<br />

ya Savaşı'nda isrilaya çıkan Ruslardan kaçan Kürdere bannaklık<br />

etti.<br />

Zilan'ın koruyucu, mazlumu esirgeyip saklayan efsanesi<br />

1930'da kırılarak yerle bir edildi.<br />

*<br />

Ağn Dağı bozgunundan sonra Kürder akın akın Geliye (dere)<br />

Zilan'a sığınmışlardı. Toplanan insanların sayısı, hiç kimse tara¬<br />

findan hiçbk zaman bifinmedi. Ama korkudan kaçan Vanlılar,<br />

Bidisli, Ağnh, Beyazıdılar "Türk askerierinin giremeyeceği bir ko¬<br />

runaktır" düşüncesiyle Geliye Zilan'a akın ediyor, derinliklerine<br />

iniyorlardı.<br />

"Ben isyana katılmadım" düşüncesiyle, kendini güven içinde<br />

hissedenler ise yayla ve düzlüklerinde, "kom kom" çadıriannı aç¬<br />

mışlardı.<br />

Fakat, yanılgıları aynı zamanda tarihin en büyük toplu kın-<br />

mmı beraberinde gerirecekti. Zilan dağlan, yamaçları ve Geliye<br />

Zilan tarihte benzeri olmayan bir kadiama tanık oldu.<br />

Giriş ve çıkışlan tutulmuş, on binlerce asker tarafindan baştan<br />

başa sarılmış Zilan deresinde, kınm başlamış, kırım boyunca yer<br />

gök insan feryadanyla dolmuştu. Yeni doğmuş bebekten 90'hk ih¬<br />

tiyara kadar her yaş ve cinsiyetten sayısız insan; mitralyöze tutula¬<br />

rak, süngülenerek, buğday başağı biçilircesine yok edildi. "Zilan<br />

deresi"nde topluca kadedilen insan sayısı hiçbk zaman bilinemedi.<br />

244


Dönemin yarı resmi Cumhuriyet gazetesi, Zilan'daki kınm ve<br />

kan sesini "zafer" olarak duyuruyor ve "Zilan deresi lebaleb, in¬<br />

san ölüleriyle doldu" cümlesini manşete çıkarıyordu.<br />

Zilan yaylaları yanıyordu. Yangınların içinden insanlar firlı-<br />

yor, can derdi ve feryat figan içinde alevlerin arasından çıkanlar,<br />

kurşunlanıyordu.<br />

Kırımın resmi söylemdeki adı, "eşkıya tenkili" idi.<br />

Dursun Çakıroğlu, 1906 yıhnda Trabzon'da doğmuş bir köy¬<br />

lüydü. Dursun Çakıroğlu, askerfiğinde, çavuş rütbesiyle Zilan<br />

katliamına katılmıştı.<br />

1990'da Ankara'nın Söğütözü semtindeki gecekondu mahal¬<br />

lesinde yaşıyordu. Dinç, sağlıklı görünüyordu. Mahallede "Laz<br />

Hoca" lakabıyla tanınıyordu. Kendini, tutku derecesinde İslam<br />

dinine adamış, ibadete vermiş gibi bir hali vardı.<br />

Tek derdi ise hacı olamamaktı.<br />

Çok istediği halde, parasızlık yüzünden, Mekke'ye gidip Ka-<br />

beye yüz sürçmemiş, hacı olmayı Allah nasip etmemişti. Hac pa¬<br />

rasını bir türlü denkleştiremediği için öfkeliydi. Ama yalnız kö¬<br />

tü talihine, yardım etmeyen çocuklarına değil, yürekten bağlı ol¬<br />

duğu devletine de...<br />

Dediğine göre, hacı olamadan ölürse, gözleri açık gidecekti<br />

öbür dünyaya.<br />

Gençliğinde, uzun yıllar askerlik yapıp "memleketi <strong>kurt</strong>ar¬<br />

mak" için canını siper etmiş, kurşun sıkmış, Kürtlerle savaşmıştı.<br />

Ama devlet hizmetlerini görmezlikten gelmiş, onu hacı bile yap¬<br />

mamıştı.<br />

"Sen Müslüman ve dindar olduğunu söylüyorsun, Laz Hoca.<br />

Zilan'da öldürdüğün kadınlar, çocuk ve ihtiyarlar da Müslüman<br />

değil miydi?"<br />

Irkildi Laz Hoca. Uykudan uyanır gibi oldu. Bakışları yere in¬<br />

di. Susup kaldı. Geçmişinden sıkılır, utanır gibi olmuştu.<br />

Benzer soruları o da kendi kendine sormuş muydu? Öldürülen<br />

çocukların, ihtiyar ve savunmasız kadınların çığlıkları rüyasına gi-<br />

2-45


iyor, uykusunu bölüyor muydu? Utancın kahnnı yaşıyor muydu?<br />

Sıkışmış, çaresiz kalmış gibi savunmaya geçti:<br />

"Benim bir suçum yok ki" diyordu. "Ben, hepimiz emir ku¬<br />

luyduk. Bk askerdim. Emir verdiler, yaptım. Komutanımız Deli<br />

Kemal'di. Kürderin vatan haini ve düşman olduğunu söylüyor¬<br />

du. Emk verdi, 'ateş serbest' diye. Emrine uyduk ve vurduk."<br />

Sustu. Sonra kendi kendine konuşur gibi, "Oldu bk kere. O<br />

orada kaldı," dedi.<br />

O, kanlı bir tarihin celladanndan biriydi. Önüne konan teyp<br />

çalışıyor, söylediklerini kaydediyordu. Sonra söyledikleri birieşri-<br />

rildi. Aşağıdaki metin ortaya çıktı:<br />

"Askerlikte çavuştum. Herhalde üstierimi memnun etmiş ol¬<br />

malıyım ki, bu rütbeyi vermişlerdi.<br />

Karaköse'deki (Ağn) harpte Kürderie savaşdm. Karşılıklı<br />

kurşunladık birbirimizi, iki taraftan da çok adam öldü. Vurdu¬<br />

ğum olmuştur belki. Adyordum kurşunu.<br />

1934 senesinde bana tezkere verdiler. O zamana kadar orada<br />

kaldım. Tezkereden önce oldu o mesele. Çok mesele oldu. Çok<br />

kan döküldü.<br />

Yayla meselesi yaz mevsiminde oldu. Ağustos ayı olabilir.<br />

Yerierini önceden keşfetmiştik. Zilan yaylasında, büyük bir<br />

düzlüğü çadıriaria doldurmuşlardı. Yüzden çok çadır vardı. Sü¬<br />

rüleri çoktu. Yaylanın çevresinde yayılıyordu. Adarı, eşekleri de<br />

çoktu. Onlann hepsine el koyduk sonra. Adarı yükte, binekte<br />

kullandık. Koyunlan yanımıza aldık. Yemek için kestik. Koyun<br />

çoktu. Her taraf sahipsiz koyunla doluydu. Asker et yemekten<br />

bıkmışd.<br />

Geceden sardık yaylayı. Sabah erkenden yaylada bir hareket¬<br />

lilik başladı. Her nasılsa fark edip, öğrenmişler bizi. 'Askerier<br />

geliyor' diye göçe, kaçmaya hazıriamyoriardı.<br />

Komutanımız Deli Kemal Paşa, kahvakı için emir verdi. Kah-<br />

vakımızı yapdk. Sonra yaylayı çepeçevre iyice sardık; yavaş ya¬<br />

vaş yaklaştık.<br />

Görünürlerde çok az erkek vardı. Herhalde kaçmışlardı. Ka¬<br />

dınlar, çocuklar, ihtiyarlar vardı ortalıkta. Aralannda birkaç de¬<br />

likanlı...<br />

246


Bizi karşılarında görünce, bir feryatdr koptu. Kadınlar, ço¬<br />

cuklar oradan oraya koşuyor, ağlıyor, figan ediyorlardı.<br />

Deh Kemal Paşa, 'Çök!' diye emir verdi askere. Diz çöktük.<br />

Sonra bağırdı:<br />

'Ateş serbest!' diye.<br />

Rastgele, verdik kurşunu. Yayla ana baba gününe döndü. Fer-<br />

yadar, inleme, ağlamalar, kaçışma, konuşma...<br />

Hiç karşılık veren olmadı. Kadın ve çocuklardı. Çarpışma çık¬<br />

madı. Aniden basdrmışdk. Belki silahlarına davranmaya vakit<br />

bulamadılar. Bilmiyorum. Belki silahları yoktu. Ama çadşma ol¬<br />

madı.<br />

Kötüydü. Her şey çok kötüydü. Kadınların, çocukların ferya¬<br />

dı, kaçarken vurulmaları... İyi bir şey değildi. Ama emir işte...<br />

Çok kanlı oldu. Çok kişi öldü. Sonradan 600 ölü dediler. Ben¬<br />

ce daha çoktu. Küçücük çocuklar da vardı. Her yaşta işte. Bir<br />

evde, köyde hangi yaşta insan varsa...<br />

Dört saat taradık tüfek ve mitralyözlerle. Sağ yakaladığımız<br />

20-30 kişinin dışında <strong>kurt</strong>ulan olmadı. Yaylım ateşinde köpek¬<br />

ler, atlar da vurulmuştu.<br />

O yayladakilerin suçu neydi, bilmiyorum. Kürt diyorlardı.<br />

Devlete isyan etmişlerdi.<br />

Sesler, kıpırdlar kesilince çadırlara girdik. Her taraf ölü...<br />

Çok ölü vardı. Birbirine sarılıp kalmış çocuklar, kadınlar, ihti¬<br />

yarlar orada burada düşüp ölmüşlerdi...<br />

iyi değildi.<br />

Bazı arkadaşlar, ölülerin üstlerini başlarını aradılar. Akınları¬<br />

nı, paralarını aldılar. Benim yüreğim kaldırmadı. Ölülerden bir<br />

şey almadım. Çadırları yakıp ayrıldık oradan."<br />

Dursun Çakıroğlu'nun, Kürt savaşında "insaniyete dair" anı¬<br />

ları da vardı. "Esir aldıklarımız da oluyordu. Ama bunların çoğu<br />

öldürülüyordu," diyordu, Laz Hoca...<br />

İnsanlık da yapıp, bir hayat <strong>kurt</strong>ardığını ise gururlanarak an¬<br />

latıyordu:<br />

"Bir köyü ateşe verdikten sonra, esir aldıklarımızı birbirine<br />

247


ağladık. Yanımızda götürdük. Neden orada öldürülmedikkrini<br />

bilmiyorum. Çünkü esirler de öldürülüyordu. Esir aldığımız bu<br />

kafilede, bir genç vardı. 16-17 yaşlanndaydı. Çok yakışıklı, te¬<br />

miz bir delikanlıydı. Onun ölmesine gönlüm razı olmadı. Kaya¬<br />

lık, çetin bir yamaçta, gizlice ellerini çözdüm.<br />

'Kaç saklan', dedim. Bir sıçrayışta kayalar arasında kayboldu.<br />

Yıllar sonraydı. Bk iş için Polatiı'ya gitmiştim. Otobüs bekler¬<br />

ken biri uzaktan bana bakıyordu. Çok dikkadi bakıyordu. Hu¬<br />

zursuz oldum. Yürüdüm, öteye gittim. Ama yanıma geldi:<br />

Sen Dursun Çavuş değil misin? diye sordu.<br />

Tanıyamadım onu. Kürt şivesiyle konuşuyordu.<br />

Kürder arasında çok kalmışdm. Savaşmışdm. Kinli biri de<br />

olabilir diye adımı gizledim.<br />

ğil, dedim.<br />

Birine benzettin herhalde. Benim adım Dursun mursun de¬<br />

Yüzüme bakıp güldü:<br />

Seni tanıdım, dedi. Sen Dursun Çavuşsun.<br />

Onu o zaman hatırladım. Bu <strong>kurt</strong>ardığım delikanlıydı. Ama<br />

onca yakını öldürülmüş birine tanışıklık veremedim. Yürüdüm,<br />

gittim..."<br />

248


ALTINCI Bölüm<br />

DERSİM SIRASINI BEKLİYORDU<br />

1920'de "kanlı Koçgiri" yaşanmış, 1925'ten itibaren Kürt<br />

yurdunun bütün parçaları, kan ve ateşe boğulmuştu.<br />

1930'ların ortalarında Kürt dağları, köyleri ve insanlarıyla<br />

baştan başa yara bere içindeydi.<br />

Yurduna dönebilen, dağdan inen insanlar yangınları söndürü¬<br />

yor, yıkıntıları inşa ediyor, bir yandan da kayıp kardeşler birbi¬<br />

rini, anneler, babalar evladarım arıyordu.<br />

Osmanlıların bütün akınlarında başarısız kalıp bir türlü gire¬<br />

mediği bölge olan Dersim, yeni dönemde yara almamış, yangın¬<br />

lar yaşamamıştı. Kürtlerin safinda Şeyh Said İsyanına katılma¬<br />

mış, Ağrı'ya karışmamış Dersim, kendi ayaklan üstündeydi.<br />

Cumhuriyetçiler, çoğunluğu Alevi olması nedeniyle, "siz on¬<br />

lardan değilsiniz" söylemiyle Dersim'i adeta ayırmış, böylece sıra-<br />

.51 gelene kadar kırım ve kan sesinden ayrı tutmuş, dokunmamışn.<br />

Dersim, dostça söyleme ve güler yüzlü yaklaşıma kannuşO.<br />

Büyük çoğunluğuyla Dersimliler, kendilerini güven içinde hisse¬<br />

diyordu.<br />

O "güven ve huzur ortamında", yaklaşan tehlikenin ayak ses¬<br />

lerini de duyacak halde değilkrdi. "Sesi" haber verenleri "felaket<br />

tellalı" ilan ediyor, inadına köylerinde oturuyorlardı.<br />

Ama, "girilemeyen tek bölge" olarak Dersim, sırasını bekli¬<br />

yordu. Ziyaretçiler kapıdaydı.<br />

Dersimliler, ayak seslerinden habersizdi. Ama kurmay heyetle¬<br />

ri, "Dersim'in iyiliği için" inceden inceye planlar hajurüyoriardı.<br />

1935'e gelindiğinde, hazıriıklar ileriemiş, "sefer" yollan açılmış,<br />

kışlaların inşaası bitmişti.<br />

"Tedip ve tenkillerin emektan" İsmet Paşa (İnönü) planlarım<br />

hazıriamış, "Sel Seferieri" adıyla vuruşunu yapmaya hazırdı.<br />

İlk hedef, halkının "Rızo" dediği, Seid Rıza'ydı.<br />

2-49


RIZO<br />

Mehmet Aladağ, Elazığ'da beden işçiliği yapıyor, kazancıyla<br />

ailesini zar zor geçindiriyor, ama devlete pay veremediği için,<br />

1937 yıhnda "kazanç vergisi kaçakçılığı" gerekçesiyle, Elazığ ce¬<br />

zaevinde yatıyordu.<br />

Bir süre sonra, Seid Rıza'yı da Elazığ cezaevine gerirdiler.<br />

Mehmet Aladağ, onu görünce şaşıp kaldı. Çünkü, gördüğü Se¬<br />

id Rıza, resmi bildiri ve söylemlerle tanımlanan kişiye hiç benze¬<br />

miyordu. Bildirilerinde o, canavar yapılı, kana susamış biri olarak<br />

tanıtılıyordu.<br />

Karşısındaki kişi ise, nurani yüzlü, ak sakallı, sineği bile ra¬<br />

hatsız etmemeye özen gösteren, mülayim, sevecen bakışlı, filozof<br />

söylemli, kendi halinde bir ihtiyardı.<br />

Mehmet Aladağ anlatıyor:<br />

"Seid Rıza'nın getirileceği haberi, önceden duyulmuştu, ceza¬<br />

evinde. Heyecanla bekliyorduk. Gece yarısı getirdiler. Uzaktan<br />

seyrettik gelişini. Etrafinda, çok süngülü asker vardı. Elleri ke¬<br />

lepçeliydi. Ayak bileklerine zincir vurmuşlardı. Zorlukla yürü¬<br />

yordu.<br />

Herkes gibi ben de onu, dev cüsseli, zapt edilmez biri sanıyor¬<br />

dum. Ortanın üstünde boyda, halim selim bir ihtiyardı, getirdik¬<br />

leri. Gür, uzun, göbeğine doğru sarkan sakalını aklar sarmıştı.<br />

Üstü başı temizdi.<br />

Ziyaretine gitmek için askerlerin çekilmesini bekledik. Etra¬<br />

fında büyük bir kalabalık toplanmışd. Kürder elini öpüyor, geç¬<br />

miş olsun dileğinde bulunuyorlardı.<br />

Yanma gelip saygılarını sunan herkese nereli olduğunu ve ne¬<br />

den cezaevinde yattığını soruyor, 'insanın başına her şey gelir,<br />

bu da geçer' diye teselli ediyordu.<br />

Kürtler saygı gösteriyor, önünde eğiliyorlardı. Hizmet etmek<br />

için yarışıyorlardı. Ama o, çok mütevazı bir adamdı. Kimseden<br />

bir şey istemiyor, ziyarete gelenleri ayakta karşılıyor, oturması<br />

için yerini veriyordu.<br />

Cezaevinde çok az yemek veriliyordu. Ekmek kıtd. 'Siz yeyin,<br />

bize lazımsınız' diyerek ekmeğini gençlere pay ediyordu. Genç¬<br />

ler, ikramı karşısında mahcup oluyor, kızarıyorlardı.<br />

250


Bir gün olsun kırık moralli görmedim. Gülümsüyor, herkese<br />

moral veriyordu. Birkaç gün sonra, bir delikanlı olan oğlu Re-<br />

şik Hüseyin'i ve birkaç Dersimliyi daha getirdiler.<br />

Mahkeme önüne çıkacağı günü bekliyordu. Ama ümitli değil¬<br />

di. Mahkemeden söz edildiğinde gülüyor, 'Testi kırıldı. Su dö¬<br />

küldü. Ne olacaksa bundan sonra, bir an önce olsun' diyordu.<br />

Çok kalmadı cezaevinde. Soğuk bir gecenin yarısında, kalaba¬<br />

lık bir asker grubu gelip aldı onu. Askerlerin arasında, siviller de<br />

vardı. Seid Rıza'nın başına toplandılar.<br />

Giyin, gidiyoruz diyorlardı.<br />

Seyrediyorduk. Seid Rıza yatağında doğrulmuş,<br />

Nereye? diye soruyordu Seid.<br />

Mahkemeye! Cevabını alınca, Seid Rıza güldü:<br />

Gündüzler, gün ışığı bitti mi? Gece yarısından sonra mah¬<br />

keme mi olur? Bu saatte ancak asılacak adam yatağından kaldı¬<br />

rılır. Asmaya götürmeye geldiğinizi neden gizliyorsunuz, dedi.<br />

Cevap vermediler. Giyinmesini beklediler.<br />

Seid'in oğlunu ve öteki Dersimlileri de uyandırmışlardı. Baş¬<br />

larında durmuş, giyinmelerini bekliyorlardı. Oğlu Hüseyin, gen¬<br />

cecikti. Güzel değil, çok güzel bir delikanlıydı.<br />

Hazıriamnca Seid'i, oğlunu ve Dersimlileri alıp götürdükr.<br />

Giderken bize el salladılar. Bir daha geri gelmediler. O gece asıl¬<br />

mışlardı."<br />

*<br />

» *<br />

Seid Rıza'nın doğum tarihi hakkında kesin bilgi yok. 1937<br />

Kasım'ındaki sorguda 83 yaşında olduğunu söylüyordu.<br />

Dr. Nuri Dersimi, Hatıralarım adındaki kitabında soyağacı<br />

için şöyle diyor:<br />

"Seid ibrahim. Batı Dersim'in Hesanan aşiretinin kabile reisle¬<br />

ri, yani Ocak sülalesinden sürüp gelen ve Kürtlerce en asil sayılan<br />

bk ailenin oğludur. Tarikat noktasında da, en yüksek derece ola¬<br />

rak Rehber mertebesine varmış olduğu için kendisine 'Seid' unva¬<br />

nı verilmiş. Bu şekilde gerek asalet yönünden ve gerekse manevi<br />

yönden Dersim'in Şeyh Hesanan aşiretlerinin hepsi, kendisini aşi-<br />

rederinin baş evladı olarak tanımıştır.<br />

İ5I


Dersim'in kuzeydoğu bölgesinde, Dersimlilerin asıl atalan<br />

adına armağan edilen Kaimen Sor ve Lırtik bölgelerinin Deri Ari<br />

köyünü kendisine merkez yapmıştı. Dört erkek çocuğu vardı. En<br />

küçükleri Rıza'ydı. Seid ibrahim, Rıza'da gördüğü zeka ve ka¬<br />

rarlılık nedeniyle onu çok severdi. Bu nedenle ölümünden son¬<br />

ra, aşirederin idari önderliğini Rıza'ya bıraktığını, vasiyetinde<br />

belirtmişti.<br />

Dersimliler, Seid ibrahim'e, baba anlamına gelen 'Babo' unva¬<br />

nı vermişlerdi. Bunda haklı idiler. Çünkü Seid ibrahim, Dersim'i<br />

tamamen bağımsız ve Türk hükümetinin zulüm ve ihtirasların¬<br />

dan uzak bir halde tutmuştu.<br />

Merhum Seid ibrahim, öğrenimini büyük atam Colik oğlu<br />

Mehmet Ali Efendi'den görmüştü. Mehmet Ali Efendi, Seid ib¬<br />

rahim'e Kürdük düşüncesini telkin eden eşsiz bir Kürt bilginiy¬<br />

di. Seid ibrahim, oğlu Rıza'yı aynı düşünce ile eğitmişti."<br />

Nuri Dersimi, Seid Rıza'yı da şöyle anlatıyor:<br />

"Kürder, Seid Rıza'ya 'Rızo' ve Rayber ve 'babasının oğlu'<br />

anlamına gelen, 'Lace Baboyı' unvanıyla seslenirlerdi. Şahsında,<br />

tavır ve hareketlerinde, Kürt karakteristiği, Kürt civanmertiiği<br />

ve Kürt fizyonomisinin bütün özellikleri görülmekteydi.<br />

Babasının ölümünden sonra Lirtik'ten göç ederek, Tujik Dağı<br />

eteklerindeki Ağdat köyüne yerleşmişti."<br />

*<br />

* a<br />

Seid Rıza'yı tanıyanlar onu, mütevazı bir halk lideri olarak ta¬<br />

nımlıyordu. Nuri Dersimi'nin, Kurdistan Tarihinde Dersim kita¬<br />

bındaki anlatımı da bu tanıma uyuyordu. Dersimi şöyle yazıyor:<br />

"Kendisi de zaten fakirdi. 'Ben fakir bir Rızo'yum' derdi. Aşi¬<br />

ret üyeleriyle bir sofraya oturur, güler, ikramda bulunur, yaşlı¬<br />

lara hürmet gösterir, küçüklere bir kardeş gibi davranır ve bü¬<br />

tün Kürderin kardeş olduklarını tekrar ederdi.<br />

Seid Rıza, hem büyük bir Kürt, hem de yüksek ruhlu bir in¬<br />

sandı. Kibir ve azamet gösterenlerden nefret ederdi. Aşiret üye¬<br />

leri gibi giyinir ve onlardan ayrılacak hiçbir işaret taşımazdı. Al¬<br />

çakgönüllülüğü o kadar genişti ki, hırs, kin ve düşmanlık taşı-<br />

252


mazdı. Aşiret içinde, bütün bireylerin yaşayış biçimlerinde mad¬<br />

di ve manevi bir eşidik ve düzen kurulmasına dikkat ederdi. Ge¬<br />

nel toplandlarda, bütün Kürderin sürekli bir aile ve ocak evladı<br />

olduklannı ve kardeşlik bağlarıyla birbirierine bağlı bulunduk¬<br />

larını, saadet ve felakette ortak olduklarını propaganda ederdi.<br />

Kurduğun tutsaklıktan <strong>kurt</strong>ulması, hür ve bağımsız bir vatana<br />

sahip olması için her Kürdün çalışmaya ve gerektiğinde ölmeye<br />

borçlu olduğunu ilan ederdi."<br />

Seid Rıza, bir ağa ailesi geleneğinden geliyordu. Kürderin deyi¬<br />

miyle "hanedan" bk ailenin, üçü kız, yedi çocuğundan en küçü¬<br />

ğüydü. Annesinin adı Kürtçe anlatımla "Xece"ydi (Hece).<br />

Evin en küçüğü olmanın avantajlarını yaşayarak, Kürtçe de¬<br />

yimle "delali" (değerii çocuk) muamelesi görerek büyüdü. Daha<br />

çocukken, ak sakallılar meclislerinde bulunması, büyük muame¬<br />

lesi görmesi, sevgi ve saygı çemberinde olması, onu şımartmamış,<br />

tersine çocuk yaşta olgunlaştırarak "büyütmüş"tü.<br />

Dersim, zenginler ve zenginlik diyarı değildi. Yoksulu çok, zen¬<br />

gini azdı.<br />

Kürder arasında zenginlik, ailenin sahip olduğu bağ, bahçe,<br />

bostan, taria ve çayıria değil, eldeki hayvan sayısıyla ölçülüyor¬<br />

du. Seid Rıza'nın ailesi sürüye sahipti. Bu açıdan, variıklı sayılı¬<br />

yordu.<br />

Kürtlerde kişi adları, bazen söylem takı ve kısaltmalaria deği¬<br />

şikliğe uğruyordu. Erkek adlan kısaltılıp, sonuna "o" harfi eklene¬<br />

rek söyleniyor, örneğin Hesen "Heso", Mehemed "Memo" olu¬<br />

yordu. Kadınlarda ise kısaltmalann sonuna "e" eki geliyordu.<br />

Emine'nin "Eme" olması gibi...<br />

Isimkrin çocuk yaşta uğradığı söylem değişiklikleri, bazen ya¬<br />

şam boyu sürüyordu.<br />

Rıza yerine "Rızo" diye çağnlıyordu. Dersim'in tartışmasız li¬<br />

deri haline geldiğinde bik o halkın "Rızo"suydu. O da bunu be-<br />

i53


nimsertıiş, gerektiğinde, kendini "Rızo" diye tamriyordu.<br />

Nitekim 1937 Eylülünde, köprü başındaki nöbetçinin, kim ol¬<br />

duğunu sorması üzerine, "Rızo'yum ben" diye tanıtacakri kendi-<br />

* *<br />

Seid'in Dersim liderliğine tırmanışında ve zirvede tutunmasın¬<br />

da, zekâ ve yeteneklerinin yanında, aile soy ağacı ile maddi zen¬<br />

ginliğinin rolü de vardı.<br />

Ailesi, Venk Küisesi, Keşiş Kaksi yâ da Keşiş Kilisesi de deni¬<br />

len ve eski çağlardan beri, hem Hıristiyan, hem de Müslümanlar-<br />

ca kutsal sayılan emanederin bulunduğu topraklara sahiplik edi¬<br />

yordu. Keşiş Kilisesi, islamiyet'ten önce, Zerdüşt zamanından be¬<br />

ri kutsal sayılan tavvaf merkeziydi.<br />

Keşiş Kalesi, Munzur vadisiyle Zağderesi'nin birieştiği nokta¬<br />

da Gogan Kalesi denilen yerdeydi. Ulu çınariarla kaplı bu yöre,<br />

Seid'in aile mezarlığıydı.<br />

İki din ve İslamın bütün mezheplerince kutsal sayılan toprakla¬<br />

rı ziyarete gelenler, konaklayıp kurbanlar kesiyor, giderken bakıcı¬<br />

sı, koruyucusu olan aileye armağanlar bırakıyoriardı. Bu kendi ba¬<br />

şına bir gelirdi.<br />

1937 yılında Seid Rıza hakkında düzenlenen iddianamede.<br />

Keşiş Kilisesi konusunda şöyle deniliyordu:<br />

"Seid Rıza'nın, Keşiş Kilisesi'ne yakın Venk isminde bir köyü<br />

vardır. Köydeki kilisede, alt tarafi gümüş savadı, üst tarafi akın<br />

yaldızlı, tahminen iki kilo ağıriığında bir haç vardır. Bu haçın<br />

ortasında muhaddep bir cam içinde de findik tanesi kadar bir<br />

nesne vardır. Bu nesne imam Hüseyin'in baş parmağının kemi-<br />

gidk."<br />

Venk Kilisesi, devlet eliyle aile arasında nifak unsuru olarak<br />

kullanılmış ve başarıya da ulaşılmışa. Seid Rıza'nın kardeşinin<br />

oğlu Rayber, "Kutsal emanederde senin de hakkın var" denilerek<br />

karşı cepheye çekilmiş, amcasının kelle avcısı haline getirilmişri.<br />

254


Seid Rıza, üç evfilik yaptı. İlk eşinin adı Zeyne (Zeynep) idi.<br />

Zeyne, ilk meclise Dersim Mebusu olarak giren, Mustafa Ke¬<br />

mal'in yanma alıp birlikte fotoğraflar çektkdiği Diyap Ağa'nın<br />

kızıydı. Fakat çok yaşamadı. Onun ölümünden sonra. Ele (Elif)<br />

ile evlendi.<br />

Seid Rıza'nın, Ele'den ikisi kız ve Hıdır, Şeyh Hasan, Baba, Bi¬<br />

ra İbrahim ile Reşik Hüseyin adında beşi erkek, yedi çocuğu oldu.<br />

Seid'in üçüncü eşi Bese'ydi. Ele'nin üstüne kuma gelmişti.<br />

Onun çocuğu olmadı.<br />

Beşe, Türk basınının en çok saldırdığı Dersimli kadındı. Onu<br />

ve kişiliğinde Seid Rıza'yı küçük düşürmek için, gazetelerde bk-<br />

mez tükenmez hikâyeler uydurulup tefrika ediliyordu.<br />

Beşe, eşinin yanında savaşarak öldü.<br />

* »<br />

Osmanlı devkri, bütün çabalanna ve düzenkdiği askeri sefer¬<br />

lere rağmen, Dersim'in sosyal yapısının içine sokulamamış, yer<br />

edinememiş, yaşama biçimine müdahale edememişri. Aşiretler<br />

mozaiği olan Dersim bk bakıma kendi kendini yöneriyor, sosyal<br />

ve ekonomik sorunlar, mozaiksel dokunun içinde çözüme bağla¬<br />

narak, birey ya da aşiretkr arası barış ve adalet sağlanıyordu.<br />

Doğal yapısıyla kaleyi andıran Dersim, kendi kendini yöneten<br />

haliyle 1930'lara gelmişti. Seid Rıza, doğal lideriydi. Okuma yaz¬<br />

mayı bilenlerin parmakla gösterildiği Dersim'de evinde kütüpha¬<br />

ne bulunduran bir kişiydi.<br />

Dersim 1937'de "büyük taarruz"a uğradığında, "ele geçirilen<br />

suç alederi"nin başında kitaplar sayılmıştı.<br />

Dersim'deki bütün büyük "davaların" değişmez hakemiydi.<br />

Yansızlığı nedeniyk kararları tartışma götürmeyen, adaktinden<br />

şüphe edilmeyen...<br />

TC bu yapıyı sarsıp yıkarak, kendini hissettirmek ve yasaları¬<br />

nı geçerii kılmak istiyordu. Bunun için de, önce Seid Rıza engeÜ-<br />

ni aşması gerekiyordu.<br />

i55


OSMANLILARIN SON<br />

DÖNEMİNDE DERSİM<br />

Kurdistan, 1800'den beri bağımsızlık istemiyle kaynama ha¬<br />

linde, Osmanlı'ya isyan ediyor, Perslerie savaşıyorlardı.<br />

isyan zincirinin halkaları arasında olmamakla birlikte. Der¬<br />

sim sessiz de değildi. Osmanh'nın "fethetme" çabalanna direni¬<br />

yordu.<br />

1908'de Meşrutiyet ilan eddip, İttihat ve Terakki Cemiyeti ik¬<br />

tidar olunca, "azınlıkları zecri tasfiyeye uğratma" devletin ilkesi<br />

haline geldi. Dersim, "devlet otoritesinin tesis edilecek" azınlık<br />

planına dahildi.<br />

Fakat Dersim, "otorite"nin temsilcisi askeri biriiklere, "ko¬<br />

nuk severiik" göstermedi. Dağların eteğinde silahla karşıladı.<br />

Silahlı Dersimlilerin başında, güler yüzlü, ama kararlı genç bir<br />

lider vardı: Genç adamın adı, Seid Rıza'ydı. Tarih sahnesine,<br />

Dersim'in lideri olarak ilk çıkışıydı.<br />

İstanbul, Neşet Paşa komutasındaki orduyu isyancıları "tepe¬<br />

lemekle" görevlendirdi.<br />

Paşa'nm ordusu, zorlu ve uzun bir yürüyüşten sonra Dersim<br />

yaylalanna varmayı başardı. Fakat, burada beklemediği bir dire¬<br />

nişle karşılaştı. Neşet Paşa, yaz sonlarına doğru, ordusuyla birlik¬<br />

te dağlar arasına sıkışıp kaldı.<br />

Taarruz için dağlara çıkan ordu sarılmış, kıpırrisız kalmış,<br />

kendini savunma derdine düşmüştü. "Vur ve kaç" baskınlarıyla<br />

şaşkına dönüyor, büyük kayıplar veriyordu. Neşet Paşa.<br />

Giderek daralan kuşatma yetmiyormuş gibi, ordu içinde sal¬<br />

gın hastalık yayılıp can almaya başladı. Askerler, tifüsten kınlı¬<br />

yordu.<br />

Neşet Paşa, çaresizlik içinde "mütareke" istedi. Tek şartı, sağ<br />

kalan ordusuyla biriikte çekip gitmesine izin verilmesiydi. Der¬<br />

simliler ablukayı kaldırdılar. Paşa, ordusunu Elazığ'a çekri. Fakat<br />

şansı yaver gitmiyordu. Elazığ'da rifüse yakalanıp öldü.<br />

256


*<br />

Dersim'in coğrafi yapısı, doğal bir kale niteliğindeydi. Dik<br />

dağlar, derin yarlar, geçit vermeyen engel ve ulaşılmaz tepelere<br />

hava koşulları da eklenince. Dersim zaptı imkansız bir kale hali¬<br />

ne geliyordu.<br />

Sonbaharda yağmaya başlayan kar, kış aylarında metreleri<br />

buluyordu. Ordu kışın barınma zorluğu çektiği için, fetih seferi¬<br />

ni, her defasında bahara erteliyor, taarruzlar kısa yaz aylarına<br />

sarkıyor ve istenilen sonuç alınamıyordu.<br />

Nitekim Osmanlı'nın başarısızlıklarından ders çıkaran TC,<br />

1935'te Dersim'in sonuna kadar susturulmasına karar verdiğin¬<br />

de, ilk iş olarak yaz-kış kalmasına olanak veren yollar, köprü ve<br />

kışlalar inşa edecekti.<br />

Neşet Paşa'nm beklenmeyen ölümünden sonra, Boynukara<br />

Kürt Hıdır Paşa, Dersim'i ele geçirmekle görevlendirildi. Paşa, za¬<br />

feri yakalamaya kararlı görünüyordu. Amacına ulaşmak için bir<br />

yanda askeri yığınakları pekiştiriyor, öte yandan da "kaleyi içer¬<br />

den elde etme" planları yapıyordu.<br />

Hıdır Paşa Kürt kimliğini kullanarak Dersimlilere yanaşıyor,<br />

onları düşünen, esirgeyen biri olarak yardıma geldiğini söylüyor;<br />

"gelin, zorluk çıkarmadan, devletin şefkatii kollarına atılın" diyor¬<br />

du. Bir yandan da "adam satın alma pazarı" açıyor, bazı ağaları ya¬<br />

nma çekmeye çalışıyordu.<br />

Hıdır Paşa, hazırlıklarım tamamladıktan sonra. Haziran ayı<br />

sonlarında taarruza geçti. Ama hiçbir şey umduğu gibi olmuyor¬<br />

du. Çünkü, ordusu çarpışacak düşman bulma zorluğu çekiyordu.<br />

Seid Rıza'nın yönettiği Dersimliler, bir görünüp baskın yapı¬<br />

yor, sonra dağlar, kayalar ve ormanlar arasında kayboluyor,<br />

Boynukara Hıdır Paşa şaşa kalıyordu.<br />

Dersimliler, Paşa'yı şaşırtıyor, gücünden parça koparıyor, si¬<br />

lah ve cephanesini ele geçirip onunla savaşıyorlardı.<br />

Hıdır Paşa, askerlerine moral vermek için, bizzat Dersimlile¬<br />

rin peşine düşmek zorunda kaldı. Fakat ilk çatışmada, her şey<br />

tersine gifti. Paşa tutsak düştü.<br />

Dersim tarihinin kaydettiğine göre, Paşa'yı, Seid Rıza'nın ya-<br />

2-57


nına götürdüler. Seid, onu bir konuk gibi karşıladı. Bir daha si¬<br />

lah çekmeme sözünü aldıktan sonra hayatını bağışladı. Paşa sö¬<br />

zünde durdu. Dersim'i terk etti.<br />

*<br />

Osmanlı devleti. Birinci Dünya Savaşı'nın arifesinde, son kez<br />

Dersim'i ele geçirme atağına kalkıştı. Bu kez, orduda "Kürt Ha¬<br />

lit" lakabıyla tanınan Miralay (Albay) Cıbranlı Halit Bey komu¬<br />

tasında, bir askeri alay gönderildi.<br />

Baytar Nuri, anılarında Halit Bey'in Dersim'e gönderilmesini<br />

"hile" olarak niteliyor ve şöyle diyor:<br />

"Dersimhler gerek Alay komutanının şahsına ve gerekse çevre¬<br />

sine saygı gösterdiler. Hiçbir olay çıkmadan alay Ovacık'a yer¬<br />

leşti. Türkler, Kürt komutan sayesinde meydana gelen sessizlik¬<br />

ten faydalanarak, Ovacık'ta Türk kaymakamlığını kurdular.<br />

Kaymakamlık kurulduktan sonra alayın Dersim'e yerleşmesi sa¬<br />

kıncalı görüldüğünden geri çekildi."<br />

Kürt isyanı için hazırlık yaparken 1924 yılında idam edilen<br />

Halit Bey, Dersim'e baskı yapmamış, korumuştu.<br />

İttihatçıların iktidarı altındaki Osmanlı devleti. Birinci Dünya<br />

Savaşı günlerinde, dış fetih hayalleriyle meşgul olduğu için Der¬<br />

sim seferine çıkmadı...<br />

SEİD RIZA ŞEREFİNE BANDO-MIZIKA VE<br />

"KOŞUN YİĞİTLER VATAN İMDADINA..."<br />

Darbeyle iktidara gelen ittihat ve Terakki Partisi'nin şefleri Ta¬<br />

lat ile Enver, Almanya'dan aldıkları 5 milyon altın karşılığında,<br />

ileri karakol olarak Rusya'ya saldırma görevini üstlenmiş, fakat<br />

Sarıkamış bozgunuyla saf dışı kalmıştı. İttihatçı şefler, bozgun ve<br />

Almanya'nın da yenilgisinden sonra yurtdışına kaçmış, içerde ka¬<br />

lanlar yeni duruma uyum sağlamıştı. Bunlar daha sonra "Kema¬<br />

list" kimliğiyle ortaya çıkacaklardı.<br />

Bu süreçte Dersim, belli bir rahadama yaşıyordu. Seid Rıza,<br />

Alişer Bey aracılığıyla Ermeni komutan Murat Paşa ile Rus gene-<br />

258


aU Lahof'la görüşmeler yapmış, "özerk Dersim" konusunda an¬<br />

laşmaya varmış, Nazimiye, Hozat ve Mazgirt'te Kürt yöneticiler<br />

iş başına geçmişlerdi.<br />

Veteriner Dr. Nuri Dersimi'nin anılarında anlattığına göre,<br />

artık Seid Rıza'nın Ağdat köyündeki evinin üstünde de Kürt bay¬<br />

rağı dalgalanıyordu.<br />

Fakat Ermenilerle yapılan anlaşma uzun ömürlü olamıyor, ip¬<br />

ler kopuyor, dostluk düşmanlık haline geliyor, çatışmalar başlı¬<br />

yordu.<br />

Dersim tarihi konusunda başlıca yazılı kaynaklardan bki<br />

olan Nuri Dersimi'nin "Dersim Tarihi" kitabında belkrildiğine<br />

göre, Osmanlılar bu durumdan yararlanıyor, güler yüzlü bir poli¬<br />

tikayla yanaşıyorlardı. Ermeni karşıtı işbirliği yapıldığı takdirde,<br />

hak ve isteklerinin güvence altına alınacağı bildiriliyor, Kürtlerin<br />

saygı duyduğu Diyarbakırlı Cemil Paşa ailesinden Ziya Bey, elçi<br />

olarak Dersim'e gönderiliyordu. Ziya Bey, Dersimlileri Osmanh<br />

ile dayanışma ve işbirliği konusunda ikna ediyordu.<br />

*<br />

Osmanlı'nın ikinci ordusu, o sırada Kafkasya Cephesi'nin ge¬<br />

risini güven altına almak üzere, Bingöl yakınlarındaki Gazik'te<br />

karargâh kurmuştu. Ordu Komutanı Ahmet İzzet Paşa, Kurmay<br />

Başkanı da, "İttihatçıların C" takımından, "sağır" lakaph Albay<br />

İsmet Bey'di. Sağır İsmet daha sonra "İsmet Paşa", ardından "İs¬<br />

met İnönü" olacak ve 1937 yılında "sel seferieri" adıyla Der¬<br />

sim'in "tedip ve tenkil" programının yürütücüsü olacaktı.<br />

Ahmet İzzet Paşa, Ruslara karşı mevzilenmişken, Diyarbakır¬<br />

lı Ziya Bey'in yaptığı "anlaşmayı kutlamak, dosduk ve kardeşli¬<br />

ği pekişrirmek" üzere, Dersimli ağaları Gazik'teki karargâhına<br />

davet ediyordu.<br />

Sonrasını Baytar Nuri şöyle anlatıyor:<br />

"Ahmet izzet Paşa, Dersimlileri okşamak ve genel kaynaşma¬<br />

yı sakinleştirmek amacıyla, aşiret reislerini ordu merkezine da¬<br />

vet etti. Dersimliler bu daveti reddetti. Vali Sabit ve Ziya yeni¬<br />

den girişimlerde bulundular. Aşiretlerden bir heyet seçilerek<br />

259


Elazığ'a, oradan da karargâh merkezi Gazik bölgesine geldiler. Bu<br />

heyetle birlikte ben de Ahmet İzzet Paşa'nm verdiği ziyafette bu¬<br />

lunmuştum. Ordunun Kurmay Başkanı Sağır İsmet (İnönü) idi."<br />

Gazik Boğazına giden Dersim heyetine Seid Rıza başkanlık<br />

ediyordu. Seid Rıza ve arkadaşları bando-mızıka sesleri arasında,<br />

askeri törenle karşılanıyordu. Ahmet İzzet Paşa, Seid Rıza'yı can<br />

dost olarak kucaklayıp yanaklarından öpüyordu.<br />

Konukların onuruna görkemli bir ziyafet sofrası hazırlanmış-<br />

ri. Güç, maddi varlık ve cömerdik gösterisi sofraya da yansıtıl¬<br />

mış, bu konuda elden gelen esirgenmemişti.<br />

Yemeğe oturulduğunda, Ahmet İzzet Paşa kardeşlik üstüne<br />

söylevde bulunuyor, ardından kardeşliğin bir göstergesi olarak<br />

ilk lokmayı kendi eliyle Seid Rıza'nın ağzına koyuyordu.<br />

Paşa bu arada geçmişte Dersimlilere haksızlık yapıldığını, ev¬<br />

lerinin, köylerinin yakıldığını söylüyor, bunun için özür diliyor¬<br />

du. İzzet Paşa, Dersim'in hak ettiğine kavuşma için sabır diliyor<br />

ve "yakında gerçekleşecek büyük zafer"den sonra, devlet olanak¬<br />

larının Dersim'e akacağını müjdeliyordu.<br />

Paşa'ya göre, daha önce yağmalanan Dersimlilere ait malların<br />

bedeli de ödenecekti. İstanbul hükümeti, bu konuda gereken emir¬<br />

leri vermişti bile.<br />

Dersimliler bundan böyle vergi ve askerlikten de muaf tutula¬<br />

caktı. Ama bütün bunların olması için, Dersimlilerin önce, ortak<br />

amaçlara ve memleketin <strong>kurt</strong>arılmasına katkıda bulunması gere¬<br />

kiyordu. Ortak düşman Ruslar ve Ermenilerdi. Ruslar gitmiş, ar¬<br />

ka çıktıkları Ermenileri geride bırakmışlardı. Bunların da "tasfi¬<br />

yesi" gerekiyordu.<br />

Dersim heyeti, daha sonra Sağır İsmet'le ikili bir görüşme da¬<br />

ha yapıyordu. Ertesi gün, yükte hafif, pahada ağır armağanlar,<br />

Ermenilere karşı kullandmak üzere tüfekler ve bando müziğinin<br />

eşliğinde, törensellikle Gazik'ten uğurlanıyorlardı.<br />

1917'de padak veren Sovyet Ihtüali'nden sonıra Rus ordusu,<br />

kendiliğinden Kürdistan'dan çekilmiş. Dersim eteklerinde karar-<br />

260


gâh kuran General Lahof da ayrılmış, Erzincan, Murat Paşa ko¬<br />

mutasındaki Ermenilerin elinde kalmıştı.<br />

Dersim-Ermeni ilişkileri kopunca, Osmanlıların temsilcisi,<br />

"koşun Dersimliler vatan imdadına!" dercesine kapıda görünü¬<br />

yordu. Gelen temsilci, Gazik'te Seid Rıza'yı bando-mızıka ile kar¬<br />

şılayıp ağırlayan Sağır Ismet'ti. İsmet Bey, bu kez Osmanlı ordu¬<br />

ları başkomutanı Enver Paşa'nm yaveri sıfatıyla geliyordu.<br />

İsmet Bey, gönlü bol davranıyor ve Ermenilerin vermeye ya¬<br />

naşmadığı haklann <strong>kurt</strong>uluştan sonra Osmanlılarca verileceğini<br />

vaat ediyor, ziyaretinin asıl amacını ise kardeşliği pekiştirmek<br />

olarak açıklıyordu.<br />

İsmet İnönü'nün "hayatını, sanat ve eserlerini" anlatan resmi<br />

tarih, bu olaya yer vermiyor, ama Dersimliler, baba ve dedelerin¬<br />

den dinlediklerine dayanarak, ziyaretin "1918 yılının bahannda"<br />

yapıldığını söylüyorlardı.<br />

Anlatılanlara göre İsmet Bey, Dersimlileri, 1980'lerde ilçe ya¬<br />

pılan Kovancılar yakınlarındaki Segedek köyünde toplantıya da¬<br />

vet etri. O gün görüşmeye katılanlardan biri de, 1937'de Seid Rı¬<br />

za ile birlikte asılanlardan Seid Hüseyin Cesur'du. Seid Hüse¬<br />

yin'in yeğeni Kahraman Aytaç, babası Seid ibrahim'den dinledik¬<br />

lerini aktarırken, Dersimlilerin Seid Rıza'nın başkanlığında bk<br />

heyetle Segedek köyüne gitriğini anlatıyordu.<br />

Anlatılanlara göre, İsmet Bey toplantıda, kendisinin de Bidis-<br />

h ve aşiret çocuğu olduğunu söyledikten sonra, memleketin işgal<br />

altında olduğunu, buna çok üzüldüklerini, ülkeyi <strong>kurt</strong>armak için<br />

çareler aradıklarını belirtiyordu. Ancak mütareke şartlan gere¬<br />

ğince, Osmanlı ordusunun dağıtıldığını, devletin eli kolu bağh<br />

hale geldiğini söylüyordu. İsmet Bey, devletin, mütareke şartlan-<br />

nm bağlayıcılığı yüzünden karşı koyamadığını, ama halkın ayak¬<br />

lanıp işgalleri kırabileceğini anlattyor. Sultan Halife Hazretleri¬<br />

nin elçisi olarak bu konuyu konuşmaya ve yardım istemeye gel¬<br />

diğini bildiriyordu.<br />

lerdi.<br />

İsmet Bey'e göre, Dersimliler isterlerse Erzincan'ı <strong>kurt</strong>arabilk-<br />

Kahraman Aytaç'ın anlattığına göre, Osmanh devlerinin tem-<br />

261


silcisi İsmet Bey'in muhatabı Seid Rıza idi. Seid Rıza, İsmet Bey'in<br />

"koşun Dersimliler vatan imdadına" yollu isteği üzerine, aşiret<br />

reisleriyle bir toplantı yapıyor, ortaya çıkan olumlu sonucu ken¬<br />

disine bildiriyordu.<br />

* *<br />

Dersimliler Erzincan'ı <strong>kurt</strong>armaya hazırdı, ancak savaşmak<br />

için silah, cephane ve savaşacak gençlerin doğru dürüst giysileri<br />

yoktu.<br />

Sağır İsmet, bu istekleri karşılamaya hazır olduğunu söylüyor,<br />

askeri depoların silah ve porinle dolu olduğunu, ihtiyaçlarının en<br />

kısa zamanda fazlasıyla karşılanacağına dair söz veriyordu. Ay¬<br />

rıca, yalnız porin ve silah vermekle kalınmayacak, savaş taktikle¬<br />

rine katkı amacıyla subay da gönderilecekti.<br />

Dersim ve tarihi konusunda araştırmalar yapan Avukat Kah¬<br />

raman Aytaç anlatıyor:<br />

"İsmet Paşa'yla Segedek köyünde yapılan toplantıyı, bütün<br />

Dersim biliyor. Toplandya, amcam Seid Hüseyin de (Cesur) kadl¬<br />

mışd. Doğrudan amcamdan dinleme olanağım olmadı ama, ba¬<br />

bamdan defalarca aynndlanyla dinledim. İsmet Bey, Enver Pa¬<br />

şa'nm yaveri sıfatıyla geldiğini söylüyor. Osmanlı ordusunun ye¬<br />

nik sayıldığını, mütareke gereğince silah bırakıp dağıldığını, ama<br />

halkın örgütlenerek işgali sona erdirme yolunda çalışabileceğini,<br />

ordunun da el akından gereken yardımı yapacağını söylüyor. İs¬<br />

met Paşa, öncelikle Erzincan'ın <strong>kurt</strong>arılmasını istiyor."<br />

ERZİNCAN'IN KURTULUŞU<br />

VE DERSİM GENERALİ<br />

Seid Rıza, "Segedek Köyü Anlaşması"ndan hemen sonra, aşi¬<br />

ret reisleriyle Ovacık'ta toplanıp hazıriıklara başlıyor, ardından<br />

bütün Dersimli gençlere savaşa katılma çağrısı yapıyor, yüzlerce<br />

kişi toplanıyordu.<br />

Bu arada gerekli planlama yapılıyor, hangi aşiretin kimin ko¬<br />

mutasında birleşeceği karariaştınlıyor, ama Sağır Ismet'in söz<br />

verdiği silah ve ayakkabılar gelmiyor, kendisinden de haber çık-<br />

262


mıyordu. Fakat, Dersimlilere savaş taktiklerini öğretip kurmayhk<br />

yapmak üzere Kör Halil Paşa adında biri çıkıp geliyordu.<br />

Ruslann geride kalan birlikleri, o sıralar Karakocan yakınla¬<br />

rında. Dersim dağlarının eteklerinde bulunuyordu. Dersimlilerin<br />

Erzincan'a saldırması halinde, Rus ordusunun Ermenilerin yardı¬<br />

mına koşacağı kesindi.<br />

Fakat, Karakocan tarafindan Erzincan'a geçmeleri için tek ge¬<br />

çk. Dersim ortalarındaki dağlık ve sarp Sansa deresiydi.<br />

Avukat Kahraman Aytaç anlatıyor:<br />

"Seid Rıza, Sansa geçidinin tutulması görevini. Aşiretinden<br />

Çamurekli Zeynel Ağa'ya (Aldntaş), Dersim'in en savaşkan, en<br />

gözü pek aşiretieri olan Heyderanlar, Alanlılar, Balaban, Deme-<br />

nan ve Kureşanlılan da emrine veriyor.<br />

Zeynel Ağa, Sansa vadisine yerieştikten sonra, Rus ordusu ve<br />

askerlerinin teçhizadm yakından görüyor. Gördükleri karşısın¬<br />

da şaşıyor. Çünkü Rus askerkrinin elinde toplar, makineli tü¬<br />

fekler var. Buna karşılık kendilerinde, ancak beş kişiden birinde<br />

silah var. Onların çoğu da namludan dolan, sopadan farksız es¬<br />

ki tüfekler.<br />

Zeynel Ağa Seid Rıza'ya gidiyor. Gördüklerini anlatıyor. Bu<br />

silahlaria başa çıkmanın imkansız olduğunu söylüyor. Seid Rı¬<br />

za, 'ne yapalım, yani vaz mı geçelim?' deyince, silahlan Ruslar¬<br />

dan alacağını söyleyip ayrılıyor. Rus karargâhı ile ilişki kuru¬<br />

yor. Komutanla görüşmek istediğini bildiriyor, kteği kabul olu¬<br />

yor. Zeynel Ağa komutanın yanına gidince, 'sizinle alıp vereme¬<br />

diğimiz bir şey yok', diyor. 'Biz Kürdüz. Bizim sorunumuz Os¬<br />

manlıyla. Bağımsızlık için yıllardan beri mücadele halindeyiz.<br />

Ama silah bakımından güçsüz olduğumuz için, amacımıza ula¬<br />

şamıyoruz. Eğer silah yardımı yaparsanız, bu kez başarıya ulaş¬<br />

mamız mümkün olacaktır.'<br />

General, Zeynel Ağa'yı dikkat ve ilgiyle dinliyor. Ama ne<br />

'evet', ne de 'hayır' diyor, isteğin kendisini aştığını, durumu üst¬<br />

lerine bildireceğini, ondan sonra bir cevap verebileceğini söylü¬<br />

yor.<br />

Aradan bir ay geçmeden Rus komutan, Zeynel Ağa'yı çağm-<br />

yor. Gereken yardımın yapılacağını bildiriyor. El sıkışıyorlar.<br />

Gerçekten de silah ve cephane veriyoriar. Ama beklenenin çok<br />

263


üstünde bir yardım yapıyoriar. Tam 117 kadr yükü silah, cep¬<br />

hane ve giyim eşyası veriyoriar. Kadrlardan bir mekare oluştu¬<br />

ruluyor. Rus karargâhından Dersim dağlanna günlerce silah ve<br />

cephane taşınıyor. Bu sayede Dersimli silahlanıp, ayağına ayak¬<br />

kabı, üstüne elbise giyiyor. Artan silah ve cephane mağaralara<br />

depo ediliyor.<br />

Dersimliler, bu silahlarla Erzincan'ın üstüne yürüyor. Rus si¬<br />

lahlarıyla Ruslan vuruyoriar."<br />

TC'de, her yıl tekrarlanan aynı müsameresel törenlerie, şehirle¬<br />

rin "<strong>kurt</strong>uluşu", ayn ayn kutlanıyor. Erzincan'ın "<strong>kurt</strong>uluş günü"<br />

26 Şubattır.<br />

Her yıl aynı tarihte Erzincan'ın ana caddesinde kutlama tö¬<br />

renleri düzenleniyor. Vali, belediye başkam askeri komutan tri¬<br />

bünde yerierini aldıktan sonra öğrenciler, asker ve polisler saflar<br />

halinde, kaz adımlanyla önlerinden geçerek, kişiliklerinde "kur¬<br />

tuluşu" sağlayan devkri selamlıyoriar. Ardından "<strong>kurt</strong>uluş" sah¬<br />

nesi canlandınhyor. Askerler, top ve tüfeklerini ateşleyerek, "Al¬<br />

lah Allah" diye bağıra çağıra düşman üstüne taarruza geçiyor,<br />

önlerine çıkan "düşmanı" seskriyle süngükye süngüleye ilerii¬<br />

yor, zafer anını kucaklıyorlar.<br />

"Kurtancıhğın" bir de heyecanlı sonu vardır: Bk Türk suba¬<br />

yı, son düşman askerini yere yıkıp süngüsünü gırdağına sapladık¬<br />

tan sonra, ötede direğe bağlı genç kızın yanına koşuyor. Genç<br />

kız, tutsak düşmüş ülkeyi temsil ediyor. Subay onu bağlanndan<br />

<strong>kurt</strong>arıp özgüriüğe kavuşturuyor. Bu arada tribünleri doldurmuş<br />

olanlar alkışa geçiyor, <strong>kurt</strong>ancı subay da oradaki devlet ululan-<br />

na selama duruyor.<br />

tık.<br />

Erzincan <strong>kurt</strong>anlmış, tutsaklık bitmiş, özgüriük gelmişrir, ar¬<br />

* *<br />

Erzincan 1918'de <strong>kurt</strong>anlmıştı. Bu doğruydu. Ama, "müsa¬<br />

meresel törende" anlarildığı gibi mi?<br />

264


Erzincan'ın <strong>kurt</strong>arılmasında bir tek de olsa Osmanlı askeri<br />

var mıydı? Silahı ve cephane katkısı da...<br />

Nuri Dersimi Kurdistan Tarihinde Dersim adındaki kitabında,<br />

Halit adındaki bir Türk subayının, Ermenilerle savaşmaktan yana<br />

olmayan Seid Rıza'yı, "Erzincan'daki Kürtler imha olma tehlike¬<br />

siyle karşı karşıya" diyerek ikna ettiğini yazıyor ve devam ediyor:<br />

"Seid Rıza, aşiretiyle birlikte Erzincan'ın üzerine harekete<br />

geçti. Seid Rıza Kürtleri korumak amacındaydı. Seid Rıza Mun¬<br />

zur dağlarını aşarak 13 Şubat 1334'te Erzincan'ı işgal etmiştir."<br />

Ailesi de olayların içinde olan Dersimli Kahraman Aytaç an¬<br />

latıyor:<br />

"Hazırlıklar tamamlandıktan sonra, Dersimliler Seid Rıza'nın<br />

önderliğinde Erzincan'ın üstüne yürümeye başlıyor. Kırkmerdi¬<br />

venler bölgesine geldiklerinde, danışman olarak gönderilen Kör<br />

Halit Paşa, kendini başkomutan gibi görüp sağa sola emirler<br />

vermeye başlıyor. Dersimliler, adamdan zaten hoşlanmamışlar.<br />

Komutan edası karşısında Seid Rıza'ya gidiyorlar ve 'bunu ba¬<br />

şımızdan alın' diyorlar.<br />

Seid Rıza, Paşa'yı çağırıyor, görevinin sona erdiğini söyleyip<br />

uzaklaştırıyor. Dersimliler şehri kuşatma akına alıyorlar. Şehir¬<br />

deki komutan, yardım göndermesi için Karakoçan'daki karar¬<br />

gâha haber veriyor. Karakoçan'daki Rus birlikleri harekete ge¬<br />

çiyor. Fakat Sansa deresine geldiklerinde şaşkınlık içinde ateşle<br />

karşılaşıyorlar. Aldadldıklarını anlıyorlar ama, çok geçtir. Ora¬<br />

da büyük çadşmalar oluyor. İki taraftan da binlerce kişi ölüyor.<br />

Dersimliler, kayıplarına rağmen Ruslara geçit vermiyor. Böyle¬<br />

ce Erzincan'a yürüyenlerin arkası güvene alınıyor."<br />

Erzincan muhasaraya alınıyor, ama güçlü bir savunmayla<br />

karşılaşılıyordu. Dersimliler, 12 günlük bir kuşatmadan sonra<br />

Erzincan'a girebiliyorlardı.<br />

Dersimlilerin aldığı tutsaklar arasında, Seid Rıza'nın dostu<br />

Ermeni komutan Bogos Paşa da bulunuyordu ve ağır yaralıydı.<br />

Bogos Paşa, ölmeden önce Seid Rıza'yı görmek istediğini söy-<br />

265


lüyordu. Seid, yaralının yanına gidiyor, moral vermek için şaka¬<br />

laşıyordu. Bunun üzerine Bogos, şöyle diyor:<br />

"Seid Rıza, boşuna bana moral vermeye çalışma. Aldığım ya¬<br />

ra öldürücü. Bunu sen de biliyorsun. Seni yaramı görmen için<br />

çağırmadım. Kirvem, yüzüne söylemek istediğim bir sözüm var:<br />

Yanlış yapdn. Bize yapılanlar yarın siz Kürderin de başına gele¬<br />

cektir. Söylemek istediğim buydu. Sözümü unutma. Siz de sıra¬<br />

nızı bekleyeceksiniz."<br />

Seid Rıza, Bogos Paşa'nm söylediklerini, darağacına giderken<br />

de hatırlayacaktı.<br />

*<br />

* *<br />

Seid Rıza, arnk Osmanlılar nezdinde bir <strong>kurt</strong>arıcıydı. Alkışla¬<br />

nıyor, devletçe kutsanıyordu. Armağan, unvan ve övgülere boğu¬<br />

luyor, bk "fatih" muamelesiyle taltif ediliyordu. Vatan "minnet¬<br />

tardı" ona...<br />

Devletin bölgedeki eli, kolu, varlığı ve simgesi bir ordusu var¬<br />

dı. Ordu komutanı ise Kara Kazım Paşa (Kazım Karabekir) idi.<br />

Kara Kazım, Seid Rıza'nın "vatana üstün hizmederi"ni devlet<br />

adına kudamak, takdir ve teşekkürlerini sunmak üzere yanına<br />

koşuyor, hararede kucaklıyor, şükranlanm sunuyordu. Bununla<br />

da kalmıyor, "Sultan Halife Hazrederi"nin buyruğunu yerine ge¬<br />

tirdiğini söyleyerek, "memlekete hizmederinin karşılığı"nda, lüt¬<br />

fen kabul buyurması ricasıyla, önüne bir üniforma koyuyordu.<br />

Bu bir general üniformasıydı. Kazandığı zafer, memlekete sundu¬<br />

ğu hizmede bunu hak etmişti. Sultanlık onu, "Dersim Generali"<br />

unvanıyla ödüllendirmişti.<br />

Karabekir, Seid'in üniformayı giymesine bizzat yardım edi¬<br />

yor, apolederini kendi elleriyle düzelttikten sonra, yakasına bir<br />

de, "memlekete üstün hizmederinin nişanesi" olarak madalya ta¬<br />

kıyordu. Seid artık, apoledi, nişanlı bir Paşa'ydı...<br />

*<br />

« *<br />

Verilen bu rütbe, giydirilen üniforma ve göğsüne takılan ma¬<br />

dalyadan habersiz olanlar, onun 1937'de, kınm ve kan sesi ara¬<br />

sında bazı Avrupa devletlerine "general" unvanıyla yazdığı mek-<br />

266


tupları yadırgayacak, "kendi kendine unvanlar veren hafif biri"<br />

diye küçümseyeceklerdi.<br />

Oysa, "kendi" uydurması değildi generallik rütbesi. Madalya<br />

ile onaylanmış "Dersim Generali" unvanı Osmanlılar tarafından<br />

ona verilmişti.<br />

Sansa deresi efsanesini yaratan Zeynel Ağa da unutulmamış¬<br />

tı. Ona da çavuşluk rütbesi verilmiş, üniforma armağan edilip<br />

göğsüne madalya takılmıştı.<br />

Devletin minnet ve şükran duygularının anlatımı bu kadarla<br />

da kalmıyor, Kara Kazım Paşa, Seid Rıza ve Zeynel Çavuş'u ma¬<br />

kam arabasına alıp Erzurum'daki karargâhına götürüyor, izzet-i<br />

ikramlarla ağırlıyordu.<br />

Seid Rıza, sonra törenlerle Dersim'e ugurlamyordu. O, şimdi<br />

Dersim Generali unvanıyla bir başka efsaneydi.<br />

KOÇGİRİ İSYANI VE DERSİM<br />

Mustafa Kemal ve arkadaşları Osmanlı Sultanlığını devirip etki¬<br />

siz kılma sürecinde, Sevr Anlaşmasıyla öngörülen özerk Kurdistan<br />

ilkelerine yakın söylemde bulunuyor, Kürderi büyülüyoriardı. Erzu¬<br />

rum Kongresi, Kürtlerin desteği ve katılımıyla gerçekleşiyordu.<br />

1920 Nisanında Ankara'da bir pariamento toplanacaktı. Va-<br />

adere göre bu parlamento seçimle oluşacak ve "Kürtlerle Türkle¬<br />

rin ortak meclisi" olacaktı.<br />

Fakat seçimler yaklaşınca, "halayının büyüsü" bozuluyordu.<br />

Çünkü Ankara, adayları kendisi belirlemeye başlamıştı.<br />

Sivas'ın ilçeleri olan Divriği, Zara, Refahiye, İmranlı ve Hafik<br />

bölgelerini kapsayan "Koçgiri"nin etkin beylerinden, Hamidiye<br />

Paşası Mustafa Bey'in oğullan Haydar ile Alişan Bey, Ankara'ya<br />

çektikleri bir telgrafla, milletvekillerinin atanması usulüne karşı<br />

olduklarını bildiriyoriardı. İki kardeş, atanmak istenenlerin Kur¬<br />

distan fikri ve Sevr Anlaşmasının ilkelerine bağlılıklannm da kuş¬<br />

ku götürdüğünü belirtiyorlardı.<br />

Ankara, itiraz üzerine, Alişan Bey'e milletvekilliği öneriyor, bu¬<br />

nu beğenmiyorsa eğer, memuriyette dilediği makamı seçme hakkı<br />

sunuluyordu.<br />

Alişan Bey cevabi telgrafinda, tepkilerinin kişisel, sen-ben<br />

267


kavgası olmadığını, sorunun Kurdistan davası olduğunu bildiri¬<br />

yor, Sevr Anlaşması gereğince Kürdistan'ın özerkliği ükesine bağ¬<br />

lı kişilerin Kürtleri temsilen seçilmesini istiyordu.<br />

Alişan Bey'le Ankara arasında telgraflar diyalogu sürerken,<br />

Seid Rıza da Dersim'de sesini yükseltiyordu.<br />

Dersim'den meclis üyeliğine Mustafa (Miço) Ağa, Diyap Ağa ile<br />

emekli bir subay olan Hasan Hayri Bey atanmıştı. Seid Rıza atama<br />

yöntemine karşı çıkıyor, akrabası da olan Diyap Ağa ile Mıço'nun<br />

halktan kopuk, yalnız özel çıkarlarını düşünen, özerk Kurdistan fik¬<br />

rinden uzak kişiler olduklarını belirtiyor, temsilcilerini özgürce seç¬<br />

mek istediklerini bildiriyordu.<br />

Karşılıklı zıtlaşma, Koçgiri'de kanlı olaylara varınca, Der¬<br />

sim'in direnci kırılıyor, Ankara'nın seçtikleri, yani Diyap ve Mi¬<br />

ço Ağa ile Hasan Hayri Bey, milletvekili oluyordu.<br />

Hasan Hayri Bey, daha sonra Atatürk'ün çizgisiyle çelişecek ve<br />

idam edüecek. Miço Ağa da, 1938'de Dersim'de kurşunlanarak<br />

öldürülecekti.<br />

Yaşlı biri olan Diyap Ağa ise sistemin Kürt motifi oldu. Ulu¬<br />

sal Kürt giysileri içinde Mustafa Kemal'le gezilere çıkıp fotoğraf¬<br />

lar çektirdi, fotoğraf çektirip, arabasına binerek gezilere çıktı.<br />

Basında eşleri, çocuk ve torunlarının sayısıyla, magazinin de¬<br />

ğişmez konusu oluyordu.<br />

* *<br />

Dersim'in geri adımına karşılık, Koçgiri'nin lideri Alişan Bey,<br />

isteklerinde direniyordu.<br />

1920'nin başlarında, "ikna edici" olarak Binbaşı İzzet Bey'in<br />

komutasında bir askeri birlik gönderildi.<br />

Resmi belgelere göre, Alişan Bey'i "iknaya" giden İzzet Bey<br />

mala, paraya düşkündü. Görevini unutup halktan para, halı, ki¬<br />

lim ve <strong>kurt</strong> postu toplamaya girişti.<br />

Faaliyetleri Ankara'da duyulunca görevden alınıyor, yerine<br />

Şakir Bey atanıyordu.<br />

Fakat, Şakir Bey daha da aç gözlü çıkıyor, sofradan sofraya<br />

268


koşuyor, bir yandan da gördüğü her şeye "benim olsun" diyor.<br />

İzzet Bey gibi açıktan açığa rüşvet topluyordu.<br />

Alişan Bey'in sofrasında yiyip içtiği bir akşam, rüşvet isterken,<br />

bk ara, hazır bulunan herkesin duyabileceği biçimde tehdkler savu¬<br />

ruyordu.<br />

Erzincan milletvekili Emin Bey'in, 3 Ekim 1921 günkü mecHs<br />

gizli oturumunda açıkladığına göre, Şakir Bey sofrada Kürt ağa¬<br />

lara bk kağıt göstererek, "İşte bakın, bu kağıtta idam fermanınız<br />

yazılı. Ben istersem her şey olur. İstemezsem bk şey olmaz. İster¬<br />

sem, sizleri de Ermeniler gibi tamamıyla imha ederim" diyor ve<br />

ortamı gerginleştiriyordu.<br />

Emin Bey, sonrasını şöyle anlatıyor:<br />

"Bunu söylemesinden dolayı Kürtkr galeyana gelmiş. Bizi Er¬<br />

menilere benzetmek ne demektir, demişler. Hacer köyünde as-<br />

kerkrie tardşmışlar. Bunun üzerine (köye) askerier sevk ediU-<br />

yor. Asker köye gelince olay genelleşiyor. (Çadşma çıkıyor) Bu¬<br />

rada halktan da, askerlerden de ölenler oluyor."<br />

Hacer köyünde askerlerle köylüler karşı karşıya getirilip çatış¬<br />

ma başlayınca, olaya isim de bulunuyordu: İsyan...<br />

Ankara, "isyanı bastırmak" üzere, her biri kendi alanında bker<br />

ün olan Topal Osman ve Sakallı Nurettin Paşa ikilisini, Koçgiri'ye<br />

gönderiyordu.<br />

Laz Osman da denilen Topal Osman Giresunluydu. 1918 de<br />

basma geçtiği çetekrk Karadeniz şeridindeki Rumlarm araşma<br />

dalmış, toplu kırım, talan ve ırza geçmelerle terör firtınalan estır-<br />

mişti. Rumlar, Topal Osman çetesinin durdurulmasını sağlamak<br />

üzere İstanbul'daki İngiliz işgal yönetimine başvurmuş, onlar da<br />

Sukana çetelerin önüne geçilmediği takdirde müdahak edecekle¬<br />

rini bildirmişlerdi.<br />

Sultan Vahdeddin, bunun üzerine Mustafa Kemal'i "sulh de<br />

sükûnu temin etmek" üzere Samsun'a göndermişti. Topal Os¬<br />

man'la tanışan Musfata Kemal, onu daha sonra Ankara'ya geti¬<br />

recek ve Binbaşı rütbesiyle kendine "baş muhafiz" yapacaktı.<br />

Topal Osman, Ankara'ya getirdiği adamlarıyla özel bir biriik<br />

kurmuş, Atatürk'ün köşkünün yanma yerleşmişri.<br />

269


Lozan Anlaşmasına karşı çıkan Trabzon milletvekili Ali Şük-<br />

rü'yü öldürünce, "eşkıyanın yaptığı bini asri" tepki sesleri yükse¬<br />

lecek, bunun üzerine öldürülerek, ölüsü meclisin kapısına asıla¬<br />

cak ve dosyası kapatılacaktı.<br />

Sakallı Nurettin'e gelince; Türk-Yunan savaşından sonra, İz¬<br />

mir'e giren ilk komutandı. "İzmir fatihi" diye ünlendi. İzmir'de<br />

katliam yaptığı ve şehrin onun emriyle ateşe verildiği söylentileri<br />

ise kanıtlanmadı.<br />

Koçgiri'de suçsuz, günahsız sivilleri kadettiği gerekçesiyle, Nu¬<br />

rettin Paşa hakkında meclis soruşturması açıldı. Görevden alındı.<br />

Fakat Atatürk tarafindan <strong>kurt</strong>arılıp ordu komutanlığına getirildi.<br />

1921 yıhnda İzmk'te görevliyken, İstanbul'da tutuklanan eski İtri-<br />

hatçılardan gazeteci ve yazar Ali Kemal, Ankara'ya götürülürken<br />

trenden indiriliyor, linç edilerek öldürülüyordu.<br />

Sakallı, daha sonra "en büyük <strong>kurt</strong>arıcı benim" havalarına gi¬<br />

rince gözden düştü. Ordudan atıldı. 1980 askeri darbesinden son¬<br />

ra, iriban yükseltilerek iade edildi. Kemikleri bulunduğu yerden<br />

çıkarıldı. Türk büyüklerinin yattığı "devlet mezarlığına" nakledil¬<br />

di.<br />

Koçgiri'de Sakallı'mn kurmay başkanı damadı Hüseyin Ab¬<br />

dullah Alpdoğan'dı. Alpdoğan, daha sonra "Ağrı İsyanını bastır¬<br />

ma" olan "Zilan katliamını". Korgeneralken de Dersim kırımını<br />

yönetecekti.<br />

Koçgiri'de isyan var mıydı? Hayır...<br />

Erzincan milletvekili Emin Bey, 3 Ekim 1921 tarihinde, mec¬<br />

lisin gizli oturumunda, Koçgiri'deki olayların isyan değil, kırım<br />

olduğunu şöyle anlatıyordu:<br />

"Şimdi rica ederim. Asi, diyoruz. Ve üzerlerine askeri kuvvet<br />

gönderiyoruz. Halbuki onlar, hükümetin teslim ol çağrısını ka¬<br />

bul etmiş bulunuyorlar. Nurettin Paşa'nm tabirince, 'ben bunla¬<br />

rı hükümetin tekliflerini daha teşdit ederim diyerek, çember içi¬<br />

ne aldım' diyor. Tuttuğunu öldürmeye, ırzlara geçmeye, namus¬<br />

lara taarruz etmeye kalkıyor. Rica ederim, hanginiz bu facia<br />

270


karşısında sabredebilirsiniz? Buna üç yaşındaki çocuklar bik ta¬<br />

hammül edemezkr. Böyle bir şeye maruz kaldığınızda, rka ede¬<br />

rim, nasıl karşmıza çıkanlara kurşun atmazsınız? Bu suretk 5<br />

milyon, 18 milyon liralık servet mahvolmuştur."<br />

Emin Bey "18 milyon liralık servet mahvolmuştur" derken,<br />

soygun, çapukuluk ve rüşvetten söz ediyor. Topal Osman'ın tek<br />

başına 30 bin altın götürdüğünü söylüyor ve devam ediyordu:<br />

"Servetine tamah edilerek, karısı cebren ahnmış, mal ve mül¬<br />

kü yağmalandıktan sonra adam öldürülmüştür. Efendiler, dün¬<br />

yanın herhangi bir yerinde görülmüş müdür ki; baba, bir evla-<br />

dımn elinde bir ip, diğer evladın elinde bir iple çekikrek, tam al-<br />

d saat zarfinda, bu suretk feciane öldürülmüştür? Rica ederim<br />

efendi, sen bu vaziyet karşısında asi olmaz mısm? Eğer asilik<br />

varsa ve bu ise, işte Ümraniye hadisesi..."<br />

Emin Bey konuşurken, Mersin milktvekili Selahaddin Bey,<br />

anlarilanlan tam anlayamamış olmalı ki, "Kimin kuvveden?" di¬<br />

ye soruyor ve "Nurettin Paşa'nm emri ile buraya gekn Osman<br />

Ağa kuvvetkridir" karşılığını alıyordu.<br />

Emin Bey, düzmece senaryolarla isyan havası yaratüarak, in¬<br />

san kırımı ve talan yapıldığını, Dersim'in de hedefler arasına alın¬<br />

mak istendiğini söylüyor, devam ediyordu:<br />

«Kurdistan namına gelen gazeteleri doğrudan doğruya Der¬<br />

sim'e tevzi ettirmiş ve o gazeteler de, 'Kürtleri de Ermenilere ben¬<br />

zeteceklerdir' diye yazmıştır. Maalesef bu adam, 'Kürtkrı Erme¬<br />

nilere benzeteceğiz' diyen kaymakam halâ Tortum kaymakamı<br />

olarak terfian gönderilmiştir."<br />

Muş mebusu Hacı Ahmet Efendi'nin oturduğu yerden söyle-<br />

dikkri de gizli tutanaklara geçiyordu:<br />

"Hakikaten buraya gelirken uğradığım yerkrde, 'bizi de Erme-<br />

nikr gibi keseceklerdir' diyerek dalgalanan havadis Dersim e ka¬<br />

dar gitmiştir."<br />

Emin Bey devam ediyordu:<br />

"Ve Ümraniye'de vuku bulan ve tedibat denikn bu şeyin, Af¬<br />

rika barbarlarının bile kabul edemeyecek derecede olduğunu go-<br />

271


ünce, Dersimliler korkmuşlardır. İşte numunesi budur, demiş¬<br />

lerdir. Bu facia Ermenilere bile yapılmamışdr."<br />

Koçgiri olayları, 5 Ekim 1921 tarihinde de meclisin gizli otu¬<br />

rumunda tartışılmaya devam ediyor, bölgede araştırma yapan<br />

milletvekilleri izlenimlerini anlatıyorlardı.<br />

Konya milletvekili Vehbi Efendi, Koçgiri'de isyanla ilgisi ilin¬<br />

tisi olmayan halka zulmedildiğini, çapulculuk, hırsızlık ve talan<br />

yapıldığını anlatıyor ve "Yetmiş, seksen köy mahv ve perişan ol¬<br />

muş" diyordu.<br />

O arada, bazı "etkin ve derin" çevreler, Dersim üzerine "bir<br />

sefer düzenleme"yi başarmak için, Koçgiri olayını "Dersim vaka¬<br />

sı" olarak adlandırıyorlardı. Yörede inceleme yapan milletvekil-<br />

leriyse, aynı kanıda değillerdi. Koçgiri olaylarının Dersim'le bir<br />

ilgisi ilintisi bulunmadığını söyleyerek olacakları önlemeye çalışı¬<br />

yorlardı.<br />

öte yandan, "isyan etti"ği söylenen bölge birkaç köyden ibaret¬<br />

ti. Askeri taarruzda bütün bir Koçgiri hedef alınmış, köyler yakılıp<br />

yıkılmış, yüzlerce cinayet işlenmiş, ırza geçilmiş, hırsızlık ve yağma<br />

yapılmışri.<br />

Bir başka ilginç gelişme de şuydu: Topal Osman çetesi ve Sa¬<br />

kallı Nurettin Paşa'nm yaptıklarını örtmeye çabalayan bazı çev¬<br />

reler de Abdülhamit dönemi alışkanlığıyla, yine "dış mihrakları"<br />

sorumlu gösteriyor, "olaylarda İngiliz parmağı var" diyorlardı.<br />

Nitekim, resmi tarih Koçgirililerin İngiltere'nin parmağı ve teşvi¬<br />

kiyle ayaklandıklarını not edecekti, daha sonra.<br />

Dersim mebusu Mustafa (Miço) Bey'in, 5 Ekim 1921 günkü<br />

meclis gizli oturumunda, anlattıkları da "resmi ağızların teşhisi¬<br />

ni" değiştirmiyordu. Mustafa Bey, Topal Osman'ın savaşını ve<br />

elde ettiği "ganimetler"in nakil kervanını şöyle anlatıyordu:<br />

"Halıları Erzurum'a doğru göndermişlerdir. Eğer yağma ise.<br />

272


sahanın (tabağın) böreğini hep beraber soyalım. Yazık değil mi<br />

bu millete?"<br />

Mustafa Bey, Topal Osman ve çetesinin yaptıklarım anlatma¬<br />

ya devam ediyordu:<br />

"Kadınlann ırzına geçilmiş, herifin oğlu öldürülmüş, kansının<br />

ırzına geçilmiş, beş yaşındaki kızının ırzına geçilmek için kesil¬<br />

miştir."<br />

Mustafa Bey, Topal Osman ve çetesini anlatıyordu:<br />

"Bunlar Havza'ya geliyorlar. Askerier gönderilen yemeği dö¬<br />

küp, 'biz şunu bunu istiyoruz' diyorlar. Çorum'a geliyoriar. Be¬<br />

lediye başkanını sokak sokak dolaştırıyorlar. 'Bize illa et bul, bi¬<br />

ze et bulacaksınız.' Amasya'dan bir mektup vardır: Allah aşkı¬<br />

na bu Topal Osman'ın yapdğı ne haldir? Zara, Ümraniye isyan<br />

etmiş diyelim... Orayı bırakalım... Ne aş kalmış, ne çul..."<br />

İlginçtir, 1990'lar Türkiye Cumhuriyeti'nde de, "PKK ile mü-<br />

cadek" adı altında, eski sabıkalılar, kiralık katilkr, mafya şefle¬<br />

ri ve uyuşturucu kaçakçıları kullanılıyor, ceplerine en üst düzey<br />

devlet görevlilerine mahsus "kırmızı pasaportlar" konuyordu.<br />

*<br />

Topal Osman'ın Koçgki vahşerine tepki gösterenlerden biri,<br />

henüz coğrafi ve sosyolojik adların yasaklanmadığı dönemin de¬<br />

yimiyle "Lazistan mebusu" Ziya Hurşit'ti.<br />

Karadeniz bölgesine sürgün edilmiş bir Kürt aileden geldiği<br />

söylenen Ziya Hurşit'in babası Hurşit Efendi, kadılık ve vali ve¬<br />

killiği yapmış, Erzurum Kongresi sırasında Mustafa Kemal'e yar¬<br />

dım etmiş, katkıları nedeniyle 1920'de mebusluk önerilmişti.<br />

Hurşit Efendi, bu görev için çok yaşlı olduğunu, ama çok isteni¬<br />

yorsa oğlu Ziya Hurşk'in milletvekili yapılabileceğini bildirmişri.<br />

Ziya Hurşit, Almanya'da gemi mühendisliği okumuş bir ay¬<br />

dındı. Eskişehir'de öğretmenlik yaparken milletvekili seçilmişti.<br />

Önceleri Ankara rejiminin gözdeleri arasında, Yozgat'ta kurulan<br />

"Isriklal Mahkemesi"nde görev verilecek kadar güvenilen biriydi.<br />

İ73


Fakat güce karşı çıkmaya başladıktan sonra yol ayrımına geldi.<br />

"Lazistan"ın öteki mebusu Ali Şükrü, Topal Osman tarafindan öl¬<br />

dürülünce. Topal Osman'ı değil, doğrudan doğruya Atatürk'ü he¬<br />

def aldı. Bundan sonra kenara atılmışlar arasına katıldı. Bir daha<br />

milletvekili olamadı. 1926 yılında da, İzmir'de Mustafa Kemal'e<br />

suikast düzenledikleri gerekçesiyle cezalandırılan muhalifler ara¬<br />

sında idam edildi.<br />

Ziya Hurşit, 5 Ekim 1921 tarihinde, Koçgiri kadiam ve çapul¬<br />

culuklarının görüşüldüğü meclisin gizli oturumunda şöyle diyordu:<br />

"Geçen sene merkez ordusu kuruldu ve başına Nurettin Paşa<br />

getirildi. Görevli olduğu bölgenin her tarafinda, o zavallı halkın,<br />

o şehirlerin, o köylerin ızrarını (zarar verme) mucip (sebep, ne¬<br />

den) oldu ve Ümraniye Koçgiri hadisesi oldu. Birçok Müslüman<br />

köyleri yandı. Yalnız Sivas vilayeti dahilinde birçok köyler yan¬<br />

dı, yıkıldı. Nurettin Paşa bu faaliyeti izhar etti (yaptı)."<br />

MecÜsteki tartışma ve suçlamalar bir sonuç vermedi. Topal<br />

Osman ve Sakallı Nurettin'in cinayetleri karşılıksız kaldı.<br />

* *<br />

Ankara yönetimi, olmayan Koçgiri isyanını, toplumsal heyecan<br />

yaratan bir kasırgaya dönüştürüp kendi lehine kullanmaya başla¬<br />

mıştı. Yedek askerleri de silah altına alan genel seferberlik ilan ede¬<br />

rek, olayı büyük göstermiş, "birlik, beraberlik ve bütünlük" bildiri¬<br />

leriyle de ne olduğundan habersizlerin heyecanını tırmandırmıştı.<br />

Kan ve soygun alanına dönüştürülen Koçgiri'nin "iki <strong>kurt</strong>arı¬<br />

cısı" Sakalh Nurettin ve Topal Osman da bildirileriyle heyecana<br />

körük oluyorlardı. İkili, bildiri üstüne bildiri yayınlayarak, halkı<br />

"devletin şefkatli kucağı"na davet ediyor, silahını bırakıp teslim<br />

olanların adaletle ödüllendirileceğini söylüyorlardı.<br />

Topal Osman ve Sakallı Nurettin Paşa'nm söz ile rüşverine<br />

teslim olan bazı aşiretler saf Alişan ve Haydar Bey kardeşleri ar¬<br />

kadan vuruyor, tutunma imkanları yok oluyordu.<br />

Alişan ve Haydar Bey, kadın, çocuk ve ihtiyarları katliamdan<br />

<strong>kurt</strong>armak amacıyla Dersim'e doğru çekiliyor, fakat "ölüm pa¬<br />

hasına da olsa dara düşene yardım"ı öngören Kürt geleneğinin<br />

274


umulmayan bir biçimde çiğnenmesiyle karşüaşıyorlardı. Der¬<br />

sim'in iki ünlü aşireti Kureyşan ve Balabanlılar, elde silah Koçgi-<br />

rilikrin yolunu bekliyorlardı. Dersimlikr, Türklerle karşı karşıya<br />

gelmek istemediklerini bildirerek, başlannın çaresine bakmak<br />

üzere geri dönmelerini istiyorlardı.<br />

Aşiretsel törelere sığmayan, beklenmedik bu tutum karşısında<br />

Alişan ve Haydar beyler şaşıp kalıyor, ateş hattına dönmelerinin<br />

imkansızlığını söyleyerek ilerlemeye kalkışıyor, fakat, Kureyşan<br />

aşirerinin reisi Kör Paso, önlerine mevzilediği adamlarını göstere¬<br />

rek, savaşmak zorunda kalacaklarını söylüyordu.<br />

Kimi kaynaklara göre Haydar Bey, bunun üzerine Paşo'ya<br />

seslenip onu aşağılıyor ve "Kendi halkıma silah çekecek kadar al¬<br />

çak değilim. Halkıma silah çekeceğime geri dönüp savaşacağım<br />

ve kendi dağlarımda öleceğim" diyordu.<br />

Yolu kesikn Haydar Bey, çaresizlik içinde geri dönüp savaş¬<br />

maya devam ediyor, bir süre sonra da tutsak düşüyordu.<br />

Seid Rıza, Koçgiri olayları sırasında, Alişan ve Haydar Bey'e<br />

elinden geldiğince yardım etmeye çalışmış, ama yetersiz kalmış¬<br />

tı. Çünkü, artık gücü sarsılmış, mutlak etkinliği kırılmıştı.<br />

1919 yılında, Ankara'ya kafa tutan tutumundan hemen sonra,<br />

ajan-provokatörler meydana salınmış, "dokunulmaz" olmadığı<br />

kamtlanırcasına didilmiş, etkisi kırılmıştı. O artık bir sözüyle Der¬<br />

sim'i ayağa kaldıran lider değil, sözü fazla dinlenmeyen, etrafma<br />

söz geçiremeyen bir adamdı.<br />

Güçsüzlüğüne rağmen, Alişan ve Haydar Bey kardeşlere sahip<br />

çıkmış, Atatürk'e telgraflar çekerek Haydar Bey'in idam edilmeme¬<br />

sini istemişri. Atatürk verdiği cevapta, "sükûnerin korunmasını is¬<br />

temiş, cezalar konusunda ise adil davranılacağım bildirmişti.<br />

Seid Rıza'nın etkisi bilinmez, ama Haydar Bey idam edilmedi.<br />

Koçgiri'den kaçan Alişer Bey ve Alişan beyleri ise yanına aldı.<br />

SEİD RIZA VE DERSİM KISKACI<br />

Lozan Anlaşması ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanından son¬<br />

ra, Ankara rejimi artık yerleşmiş, yerine oturmuş, Kürderie den¬<br />

ge kurma ihtiyacı kalmamıştı.<br />

İ75


Parlamento, 1924 ydında "atama usulüyle" oluşturuluyor ve<br />

"muhalif" bilinenler tasfiye ediliyordu. Dersim'de yeni milletve¬<br />

kili Feridun Fikri (Düşünsel) idi.<br />

Seid Rıza, bu atamaya karşı çıkarak. Hasan Hayri Bey'in mil¬<br />

letvekili olmasını istiyor, fakat cevap bile alamayınca Hozat'a yü¬<br />

rüyordu.<br />

Nuri Dersimi'nin (Baytar Nuri) Kurdistan Tarihinde Dersim<br />

adındaki kitabında anlattığına göre, askerler yoluna çıkınca ça¬<br />

tışma çıkmışri. Feridun Fikri'nin hafif yaralandığı çatışmada, Se¬<br />

id Rıza askerlerin direncini kırıp kasabayı işgal etmişti.<br />

Seid Rıza daha sonra yapılan görüşmelerde varılan anlaşmay¬<br />

la kasabayı terk ediyor, ama Feridun Fikri de milletvekili olarak<br />

Ankara'ya gidiyordu.<br />

Kürtler, arrik genel bir kaynaşma halindeydi. "Azadi" (Öz¬<br />

gürlük) örgütü kurulmuş, isyan hazırlıkları başlamıştı.<br />

Şeyh Said, bu süreçte "Azadi"ye destek için Dersim'e gidiyor,<br />

fakat aradığı desteği bulamıyor, bir yıl sonra da isyanın fünyesi<br />

ateşleniyordu.<br />

Dersimliler Şeyh Said'e, ayaklanma halinde, tarafsız kalacak¬<br />

larına dair söz vermişlerdi. Fakat, İzol aşireti başta olmak üzere,<br />

bazı gruplar sözlerinde durmamış, karşı cephe açmışlardı.<br />

Şeyh Şerif, Şeyh Said'in istemi üzerine Dersimlilerin yansız<br />

kalmaları için girişimde bulunuyordu. Şeyh Şerif, Elazığ'ın Hü-<br />

seynik köyünde bulunan eski milletvekili Hasan Hayri Bey'i ziya¬<br />

ret ediyor, görüşme sonrasında, "hareketsiz" kalmaları için elçi<br />

gönderiliyordu.<br />

Bu arada Karaballı aşiretinin reisi Celalzade Mehmet Efen¬<br />

di'ye de "hareketsiz durmaları" yolunda, ortak bir telgraf çeki¬<br />

yorlardı.<br />

Hasan Hayri Bey, bu telgraf gerekçe yapılarak bir yıl sonra<br />

idam ediliyordu.<br />

İdam üzerine, Koçuşağı aşireti. Hasan Hayri'nin oğlunun ön¬<br />

derliğinde ayaklanınca Türk ordusu 1926 yılında Pülümür'e giri¬<br />

yor, isyancıları şiddetle cezalandırıyordu.<br />

276


* *<br />

Şeyh Said İsyanını izleyen süreçte, Dersim'de tedirginlik başla¬<br />

mıştı. Seid Rıza ve çevresi sıranın Dersim'e geldiğini söylüyorlardı.<br />

Dr. Nuri Dersimi, yazıyor:<br />

"Gerçekleşen bütün olaylar, 1926 yılında Türk hükümetinin<br />

Dersim'e karşı bir katiiam hazırlamakta olduğunu gösteriyordu.<br />

Çünkü Şeyh Said olaylan nedeniyk merhametsizce uygulanan<br />

ölüm cezalarını durdurtmak için Seid Rıza tarafindan Anka¬<br />

ra'ya yapılan başvurular hiçbir yarar sağlamamış ve bu olaylar<br />

bahane edikrek, sistemli bir şekilde Kürtlerin imhasına devam<br />

edilmişti.<br />

Diyarbakır Valisi Ali Cemal (Bardakçı), Seid Rıza ile görüşme<br />

yapmak üzere (1926) Dersim'e geldi. Görüşme yeri olan Karaca<br />

köyünde, Ali Cemal'i, etrafinda seidleri ve dedekri toplamış ol¬<br />

duğu halde içki masası başında bulduk. Ali Cemal söze başlaya¬<br />

rak, kendisinin Alevi olduğunu, Dersimlilere büyük saygısı bu¬<br />

lunduğunu, Erzincan, Elazığ bölgelerindeki boş Ermeni arazile¬<br />

rinin Dersimlilere verileceğini, Dersim'de okullar açarak Alevi<br />

geleneğine uygun öğrenim yapılacağını ve Koçgirililer için genel<br />

af ilan edileceğini bildirdi.<br />

Ertesi gün, Diyarbakır'dan Genel Müfettiş İzzettin ve Elazığ<br />

Valisi Rıza da Hozat'a gelmişkrdi. Ali Cemal, bizi İzzettin Paşa<br />

ile görüştürmek için ısrar ediyordu, izzettin Paşa'nm ani olarak<br />

Hozat'a gelmesi Seid Rıza'yı kuşkuya düşürmüştü. Bu nedenk gö¬<br />

rüşme istemini kabul etmede müteredditti. Bunu anlayan Cemal,<br />

cebinden tabancasını çıkararak, 'Tabancamı ahnız, arkamdan ge¬<br />

liniz. Size ufak bk yan bakan olursa beni bu tabanca ik öldürü¬<br />

nüz. Size şerefimle söz veriyorum. Beni mahcup etmeyiniz' dedi."<br />

Seid Rıza, valinin ısrarı üzerine genel müfetrişi (genel vali) zi¬<br />

yarete gidiyor, fakat şaşırtıcı bir "gurur okşama"yla karşılanı<br />

yordu. Genel vali, Seid Rıza'yı askeri törenle karşılıyordu.<br />

Seid Rıza, tören kıtasını selamlayarak hükümet konağına gir<br />

diğinde. Umum Müfettiş izzettin Paşa, onu kapıda karşılıyor, eli<br />

ni sıkmak için ilerlerken soruyordu:<br />

i77


"Seid Rıza siz misiniz?"<br />

" Dersim'de her meşe ağacının altında, her dağ başında bir<br />

Rıza vardır. Siz hangisini soruyorsunuz?"<br />

Vali Paşa, bu "başı bozuk", yüzü kıl içindeki sarıklı Kürdün,<br />

karşısında "ukalaca" konuşmasına öfkelenmiş miydi, bilinmez<br />

ama, "Mademki Ağdat köyünde oturuyorsunuz, o halde Seid Rı¬<br />

za sizsiniz" diye gülümsüyor, Seid Rıza da:<br />

"Öyle diyorlar Paşa Hazretleri" diyerek onu onaylıyordu.<br />

Paşa, Atatürk'ün kendisi adına aşiretleri selamlama görevi<br />

verdiğini, bu nedenle davette bulunduğunu söylüyordu.<br />

Bir "Kürt uzmanı" olan Diyarbakır Valisi Ali Cemal Bardak¬<br />

çı, Elazığ valiliğine atanmışri. Vali sık sık Dersim'e uzanıyor, ki¬<br />

mi ağa ve seidlerle içki sofralarında buluşuyor, yiyip içerken Ale¬<br />

vi olduğunu söylüyor, halkın geleceği konusunda mutluluk tab¬<br />

loları çiziyordu. Nuri Dersimi'nin anlarimına göre, vah, Dersim¬<br />

lileri Atatürk ve İsmet Paşa'nm Aleviliğine bile inandırmıştı.<br />

Ama karşılıklı ziyaretler, ziyafetler, ağaların Ankara ve İstanbul<br />

gezileri, armağan alışverişleriyle büyük bir balayı yaşanıyordu.<br />

Kürder için 1927 yılında sınırlı bir af yasası çıkarılıyor, sür¬<br />

günler yurtlarına dönüyor, cezaevleri yarı yarıya boşalıyordu.<br />

Aynı yıl, İzzerin Paşa Genel Müfettişlikten (genel vali) alını¬<br />

yor, yerine Atatürk'le birlikte Samsun'a gidenlerden Albay Arap<br />

ibrahim Tali (Öngören) atanıyordu. Yeni Genel Vali Diyarba¬<br />

kır'daki karargâhına yerleşrikten sonra, Seid Rıza'yı Diyarba¬<br />

kır'a davet edip ağırlıyor, armağanlarla uğurluyordu.<br />

Devletin Dersimlilere ilgisi ve dostça sıcaklığı büyüktü. Der¬<br />

simli ağa ve seidler de devlerin yüksek düzeydeki ilgisinden mut¬<br />

luydular.<br />

Nuri Dersimi, madalyonun arka yüzü için şunları yazıyor:<br />

"Seid Rıza ihtiyadı durumunu koruyor ve Türk hükümetine<br />

278


güvenmiyordu. Çünkü tarih boyunca Türk yönetimi, daima bu<br />

gibi hilekrle Kürdü aldatmış, gafil avlamış ve firsatlar kollaya-<br />

rak Kürdere karşı facialar yaratmışd. Bu gerçeği en iyi takdir<br />

edenlerden biri, büyük Kürt önderi Seid Rıza olmuştu. O, Türk<br />

hükümetine Kürt milli haklarının nelerden oluştuğu hakkında<br />

ısrarlı isteklerde bulunuyor ve isteklerin içeriği Türklerce gizli<br />

tutuluyordu. Bu isteklerden başlıcası, Dersim'de Kürtçe okullar<br />

açmaktı. Bu isteğe, Bad Dersim'in kahraman Koçan aşireti de ıs-<br />

raria kadhyordu. Vali Cemal bu isteklerden ötürü son derece si-<br />

niriiydi. Dersimlilerin dağlı Türk olduklannı söylüyordu."<br />

Dersimi'ye göre bundan sonra, çıban başı olarak görülen Se¬<br />

id Rıza'nın iribarsızlaştınlıp etkinliğinin kınlması ve aşiretlerin<br />

birbirine düşürülmesi süreci başlatılıyor. Vali Cemal Bardakçı,<br />

bazı aşiret önderleriyk Hozat merkezinde bir toplanri yapıyordu.<br />

Toplantıda, Koçan aşirerinin saf dışı bırakılması kararlaşrinlı-<br />

yordu.<br />

Dersimi sonrasını şöyle anlatıyor:<br />

"Reislere boyun eğileceği kararlaştırıldıktan sonra. Cemal<br />

kaynağa yaklaşd ve halka seslenerek, 'Ağalar, ben de sizinle<br />

sadakatle konuşup, sadakatle hareket edeceğime, bu kutsal<br />

Munzur suyundan bir bardak içerek yemin ediyorum' dedi ve<br />

cebinden çıkardığı bir bardakla su içti. Daha sonra, 'Ağala¬<br />

rım, Gazi Paşa'nm size özel selamı var. Beni size o gönderdi.<br />

İçtiğim su ile yemin ederim ki, o da Alevidir. Dünyadaki bü¬<br />

tün Alevileri kalkındıracaktır. Ben de Aleviyim. Bu nedenle si¬<br />

ze söz veriyorum; yollarınız yapılacak, okullar açılacak, top¬<br />

rağı olmayanlara Elazığ ve Erzincan'da toprak verilecek. An¬<br />

cak sizden bir hizmet bekliyorum. Yakında hükümet kuvvet¬<br />

leri gelecek ve öteden beri Dersim'in adını lekeleyen Koçan<br />

aşiretini biraz düzeltecek. Siz de bütün aşiretinizle biriikte bu<br />

harekete katılacağınıza şimdi söz vereceksiniz. Bu şekilde Ko¬<br />

çan aşireti düzeltildikten sonra, Dersim'de her şey yoluna gir¬<br />

miş olacak, hükümet Dersim'den emin olacak ve Dersimlile¬<br />

rin her türiü isteği yerine getirilmiş olacak."<br />

279


*<br />

* *<br />

Koçan aşiretinin karşıtlarıyla varılan anlaşmaya göre, girişi¬<br />

lecek çatışmaya askerler karışmayacak, ama silah ve cephane ve¬<br />

receklerdi.<br />

Nuri Dersimi'nin anlattığına göre, silahlandırılan aşiret ağa¬<br />

lan. Koçanlıları durumdan haberdar ettikleri gibi aldıkları cep¬<br />

hane ve silahların bir kısmını da onlara veriyorlardı. O neden¬<br />

le iç çatışma beklenirken tersi oluyor. Koçanlılar bir gece bas¬<br />

kınıyla Amutka bölgesindeki bir bölüğü basıp saf dışı bırakı¬<br />

yor, silahlarına el koyuyordu.<br />

Koçan aşireti ordu birlikleriyle çatışırken, öteki aşiretler<br />

beklendiği gibi devletin yanında yer almıyor, şaşırtıcı biçimde<br />

sessiz kalıyorlardı. Türk ordusu, bu yüzden ağır kayıplar veri¬<br />

yor, bir savaş uçağı da düşürülüyordu.<br />

Sonbaharda, soğukların başlaması üzerine ordu geri çekili¬<br />

yor. Koçanlılar da köylerine dönüyorlardı.<br />

Ordu, öteki Kürt illeriyle meşgul olduğu için bu dönemde,<br />

Dersim'e karşı yumuşak ve dostane bir politika yürütülüyordu.<br />

"Umum Müfettiş" diye adlandırılan Genel Vali, bu amaçla sık<br />

sık Dersim'e dostluk ziyaretleri yapıyor, ya da liderleri Diyarba¬<br />

kır'a davet ederek, "sükûnet" tavsiye ediyor, "sizin için her şey<br />

iyi olacak" diye umut veriyordu.<br />

Umum Müfettiş ibrahim TaH, 1928 yılında Seid Rıza'yı da<br />

Diyarbakır'da ağırlıyordu.<br />

Vali İbrahim Tali, Seid Rıza'yı birkaç ay sonra yeniden Diyar¬<br />

bakır'a davet ediyordu. Fakat, Seid Rıza gitmiyor, oğlu Şeyh Ha¬<br />

san başkanlığında bir heyet gönderiyordu. Genel Müfettiş, Der¬<br />

sim heyetini ağırlarken ekonomik ve sosyal sorunları bildiğini,<br />

yakın bir zamanda bütün bunların tek tek çözüme bağlanacağını<br />

söylüyor, heyeti yolcu ederken herkese biner lira para veriyor, Se¬<br />

id Rıza'ya da, iki bin lira de birlikte içinde ipeklilerin bulunduğu<br />

bir sandık armağan gönderiyordu.<br />

Fakat, dönemin "derin devleti", aynı günlerde Seid Rıza'nın da-<br />

280


madı Aşağı Abasanlı aşiretinin reisi İbrahim Ağa'yı, Meço Ağa'nın<br />

oğlu Hüseyin'e öldürtüyordu. Katilin, Hozat Kaymakamı Kazım<br />

Bey tarafindan bin lira karşılığında kiralandığı daha sonra ortaya<br />

çıkacaktı.<br />

"Derin ilişkilerden" habersiz Seid Rıza, bu olay üzerine öf-<br />

keyk ayağa kalkıyor, tetikçinin köyü yakılıp yıkılıyordu. Cinayet<br />

amacını bulmuş, Dersim'de, Seid Rıza'nın yakınlanm da hedef<br />

alacak biçimde, birlik ve dayanışma bozulmuştu.<br />

Aynı dönemde, Elazığ Valisi Deli Fahri, kiralık tetikçiler kul¬<br />

lanarak cinayetler işletiyor, sorumlu olarak karşı aile ve aşirede-<br />

re yükleniyordu.<br />

1930'lara gelindiğinde. Dersim kan davalarının kargaşasıyla<br />

çalkalanıyordu. Seid Rıza da, artık Dersim'in tartışmasız lideri,<br />

sözcüsü değildi. Çekişme ve kavgaların içine çekilip etkinliği kı-<br />

nlmış, çaresiz biri haline getirilmişri.<br />

Genel Müfetriş ibrahim Tali Öngören, 1932 yılında Seid Rı¬<br />

za'nın gücünü ve öflcesini sınayıp üstüne çekmek amacıyla, oğlu<br />

Şeyh Hasan'ı tutuklatarak Diyarbakır'a gönderiyor, cezaevine<br />

koyuyordu.<br />

Fakat Seid Rıza sessiz kalınca. Şeyh Hasan serbest bırakılıyor,<br />

ama Dersim'in çeşitli bölgelerine askeri seferler düzenkniyordu.<br />

"TEHLİKE ÇANLARI" VE İSMET PAŞA'NIN RAPORU<br />

Genelkurmay Başkam Mareşal Fevzi Çakmak, 1930 yılında<br />

Kürt iUerinde uzun bir geziye çıkıyor, dönüşünde, "devktı bekk-<br />

yen tehlike" konusunda. Cumhurbaşkanı Atatürk ve Başbakan<br />

İsmet İnönü'ye bk rapor veriyordu.<br />

Paşa, "tehlike çanları" niteliğindeki raporunda. Dersim e dik¬<br />

katleri çekiyor, Kürtlerin hızla çoğalıp Erzincan ovasına yayıldık¬<br />

larını, bu gidişle, Erzincan'ın yakında bir Kürt şehri olma "tehlı-<br />

kesi"yle karşı karşıya kalacağını belirtiyor, vakit varken onkm<br />

alınmasını istiyordu.<br />

Başbakan İsmet İnönü, Genelkurmay Başkanmın raporundan<br />

sonra, bölgeye bir uzmanlar heyeti gönderiyordu. Diyarbakır Va¬<br />

lisi, Cemal Bardakçı'dan da aynca rapor istiyordu.<br />

281


Cemal Bardakçı raporunda, "Dersim'deki Kürt tehlikesi"ni<br />

kabul etmekle birlikte, "isyan" olasılığının bulunmadığını söylü¬<br />

yordu.<br />

İnönü'nün elinde özel uzmanlar heyetinin de bir raporu var¬<br />

dı. Fakat, raporlar yer yer Genelkurmay Başkanı Çakmak'ın gö¬<br />

rüşleriyle çelişiyordu. Çünkü Genelkurmay Başkanı isyandan söz<br />

ediyor, vali ve uzmanlar ise "tehlike yok" diyorlardı.<br />

Paşa, ikilemden <strong>kurt</strong>ulup karara varmak için, bu kez güveni¬<br />

lir adamlarından İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'yı "gerçeği" araştır¬<br />

makla görevlendiriyordu.<br />

Şükrü Kaya, Dersim'e yaptığı geziden sonra Başbakana verdi¬<br />

ği raporda, Dersim aşiretlerinin ayrıntılı bir dökümünü yaparak,<br />

hangisinin dost ve hangisinin düşman unsur olduğunu tek tek sı¬<br />

ralıyordu. Bakan, Dersim'in Türklük için kanayan bir çıban ol¬<br />

duğunu, derhal kesilip arilması gerektiğini öneriyordu.<br />

İçişleri Bakanı, "çıbanın koparılması "nın ivedi olduğunu haber<br />

verdikten sonra, yapılması gerekenleri de sıralıyordu. Bakan'a gö¬<br />

re, birinci aşamada Dersimliler iyilik ve güzellikle silahtan arındı-<br />

nlmah, ikinci aşamada ise başta Seid Rıza olmak üzere 347 ağa ai¬<br />

lesi, bir daha geri gelmemek üzere bariya, Türkler arasına sürgün<br />

edilmeliydi. Bu ailelerin nüfus toplamı 3 bin 470 kişiydi. Bunların<br />

uzaklaştırılmasından sonra, geriye kalanların "tedibi" (terbiyesi)<br />

kolaylaşacakri.<br />

Şükrü Kaya'nm önerileri 1937 ve 1938 yıllarında hayata geçi¬<br />

rilecekti.<br />

*<br />

Başbakan İnönü, raporlardan sonra, "Dersim'in ıslahı" çalış¬<br />

malarını başlatıyor, ama "tehlikeyi" yerinde görmek için de gezi¬<br />

ye çıkıyordu.<br />

İsmet İnönü Van, Bitlis, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Elazığ, Der¬<br />

sim'e yaptığı geziden sonra, "Dersim Fermam" niteliğindeki rapo¬<br />

runu kaleme alıp, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'e veri¬<br />

yordu.<br />

Paşa, 21 Ağustos 1935 tarihini taşıyan 55 sayfalık raporunda,<br />

282


tüm şehk ve bölgeleri Kürtlük açısından irdeliyordu. Paşa, topye¬<br />

kûn Kürdeşmeyi önkmek için, verimli ovalara Türk göçmenlerin<br />

yerkşririlmesini öneriyordu. Paşa'nm bu önerikri daha sonra ha¬<br />

yata geçirilecek ve Kürtler arasına Bulgaristan, Yunanistan ik<br />

Kaflcas göçmenleri yerieştkilecek, fakat "ırk aşısı" tutmayacaktı.<br />

İsmet Paşa, raporunda şöyle diyordu:<br />

"... Van, Muş ve Erzincan ovalan, Kürt yayılmasına açıkdr.<br />

Van ve Erzincan'da acele olarak, Muş ovasına yavaş yavaş, bk<br />

de Elazığ ovasında kuvvetii Türk kitleleri meydana getirmek zo¬<br />

rundayız.<br />

... Erzincan yakmındaki boş köyler, Dersim'in sert ve müte-<br />

hakkim halkı ile hızla dolmaktadır. Erzincan beyleri, arazileri iş¬<br />

lemek için Dersimlileri maraba adı ile kullanmaktadır. Bu, bey¬<br />

lerin bir nevi Dersimli himayesine sığınmasıdır.<br />

... Bu köyler ve meralar. Dersim çapulcu kollannm içeri yayıl¬<br />

ması için menzil ve yataklık rolü yapmaktadır. Az zamanda Er¬<br />

zincan'ın Kürt merkezi olmasıyla asıl korkunç, Kürdistan'm<br />

meydana gelmesinden ciddi olarak kaygılanmak yerindedir.<br />

... Kürtlere okullar yapılıp yapılmayacağı, şimdiye kadar bir po¬<br />

litika olarak mütalaa edilmiştir. Bu politikayı halk biliyor. Biz,<br />

bundan hiç yararlanmadığımız halde zararlarmı çekiyoruz. Daha<br />

Türk köylerindeki okulları yapmamışken ve en nihayet yüzde lO'a<br />

varamayan okutmada bir özel siyaseti halkın diline düşürmede<br />

hiçbir fayda yoktur. Sonra, ilkokulu okutmada çıkanmızm daha<br />

yüksek olduğu kanısındayım. Kürtleşmiş ve kolayca Türklüğe dö¬<br />

necek yerleri okutmak, hana Kürtlere Türkçe öğreterek Türklüğe<br />

çekmek için ilkokul ve onun iyi öğretmeni çok etkin araçdr."<br />

*<br />

s- »<br />

Başbakan İsmet İnönü, daha sonra Dersim'in Kürtlerden arm-<br />

dınlmasımn projesini sunuyordu. Birkaç ay içinde "yasaya dönü¬<br />

şen proje"nin adı, "Dersim'in ıslahı" idi.<br />

Paşa'nm, "ıslah programı" dört aşamayı içeriyordu, ilk admu<br />

hazıriık ve halkın elindeki silahların toplanmasını öngörüyordu.<br />

Bunun için Korgeneral rütbesinde bk genel vali atanacaktı Vah, ka-<br />

rariarı yasa yerine geçen diktatör yetkileriyle donammş olacaktı.<br />

283


ismet Paşa, valiye Almanca, "teftişçi" ya da "müfettiş" anla¬<br />

mına gelen "Inspektör" adını veriyordu. "İnspektör"e bağlı ola¬<br />

rak çalışacak vali ve kaymakamlara da "İlbay" adını veriyor ve<br />

bunların, askerlerden oluşmasını istiyordu.<br />

Bir başka önerisi de, "harekâttan önce", bölgedeki Kürt me¬<br />

murların ayıklanıp temizlenmesiydi.<br />

İsmet Paşa, eylem planını şöyle açıklığa kavuşturuyordu:<br />

"Dersim vilayetini yeni yöntemle yapılandıracağız. Muvazzaf<br />

bir kolordu komutanı, vali ve üniformalı muvazzaf subaylar il¬<br />

çe kaymakamları olacaktır. Memurlardan hiçbiri yerli olmaya¬<br />

caktır. Bulundukça emekli subaylar, tali memuriyetiere tayin<br />

olacakdr.<br />

Ilbaylık (valilik) idaresi, bir kolordu karargâhı gibi, fakat<br />

amaca uygun olarak oluşturulacaktır. Asayiş, yol, maliye, eko¬<br />

nomi, adliye, kültür ve sağlık şubeleri olacaktır. İdama kadar in¬<br />

faz Ilbaylıkta bitecektir. Yargılama usulü basit, özel ve kesin<br />

olacaktır.<br />

Ilbaylığın, yargılamak üzere Dersim haricinden istediği yerli<br />

ilgililer veya işbirlikçileri Ilbaylığa göndermeye, devlet teşkilatı<br />

mecburdur.<br />

Ilbaylığın emrinde, en az 7 seyyar jandarma taburu buluna¬<br />

caktır. Sabit jandarma ayrıdır. Ilbaylığa yardım etmek genel mü¬<br />

fettişlerin görevidir. Ilbaylık bu teşkilat ile idareyi alacaktır.<br />

1935 ve 1936'da kara yolları yapılacaktır. 1937 ilkbaharına<br />

kadar hazır olursa, düzenlenmiş ve seferber iki fırka kuvvet Il¬<br />

baylığın emrine, 1937 ilkbaharında verilecektir. Bütün Dersim<br />

hızla silahtan arındırılacak, Ilbaylığın o zamana kadarki incele¬<br />

meleri sonucunda kuvvetle yapılmasını tasavvur ettiği, hüküme¬<br />

te bildirdiği icraat da yapılacaktır.<br />

Bundan sonra Dersim'e verilecek şeklin safhası başlayacaktır.<br />

Bütün tasavvurlar gizlidir.<br />

Ilbaylık, yol, orman işletme, çabuk ve kesin adalet gibi idare<br />

ile işe başlayacaktır.<br />

Ilbaylığın lüzum göstereceği diğer ihtiyaçları temin etmek ve<br />

eğer Dersimliler bizim düşündüğümüz zamanda harekete kal¬<br />

karlarsa, programı acilen tatbik etmek zaruridir.<br />

Bu tasavvurları. Bakanlar Kurulu, Genelkurmay Başkanı ve<br />

284


Meclis Başkanından başka yalnız ilbay, genel müfettiş ve ordu<br />

müfettişi şahsen bilecektir. Emirkrinde çalışan memuriar bilme¬<br />

yeceklerdir."<br />

*<br />

Milli Şef İnönü'nün raporu, ilk kez 1992 Eylülünde Hürriyet<br />

gazetesinde yayınlanınca, gün ışığına çıktı.<br />

Bu arada bazı kısık, isrisna sesler hariç, basında "bu ne ayıp¬<br />

tır, böyle!" diyen çıkmadı. Şair ve yazar Can Yücel "istisna"larda'n<br />

biriydi. Can Yücel, 20 Eylül 1992 tarihinde Gerçek dergisin¬<br />

de yayınlanan yazısında, şöyle diyordu:<br />

"Zamanın astığı astık, kestiği kestik Başbakanının bu rapo¬<br />

runda öne sürdüğü öneriler harfiyen uygulanıyor elbette. (...)<br />

TC, Lozan'da çizilen esaslar içinde Anadolu'yu Türkleştirmek<br />

karanndadır. (...) Hukuki ve ideolojik planda kaba, kalın çizgi-<br />

lerie çizilmiştir. Türkiye sınırian içinde herkes Türk yurttaşıdır.<br />

Ve Lozan'da azınlık olarak tanınan Ermeniler, Rumlar, Yahudi¬<br />

ler dışında cümle alem Türk'tür, kterse olmasın. Azılısı tenkil<br />

olacak, mülayimi asimile edilecek, yani benzetilecektir."<br />

Ve Can Yücel'den sonra bir parantez de biz açalım:<br />

"Dersim'i ıslah" pkmnı hazıriayıp uygulayan İsmet Paşa, nede¬<br />

ni bilinmez, ama büyük bk tuhaflık örneği olarak kırımdan <strong>kurt</strong>u-<br />

kbilenlerie, çocuklan ve torunlannın "tapındığı adam" haline gel¬<br />

di. Tuncelililer, her vesileyle ona sevgilerini, saygı ve bağlılıklarım<br />

sunuyor, 1950'lerde her yerde seçimleri kaybederken, yalnız Der¬<br />

sim'de kazanıyordu.<br />

Tuncelilikrin bağlılık ve sadakati daha sonra da devam edi¬<br />

yor, İnönü yaşadıkça, partisinin dışında, hiçbir parti milletvekili<br />

çıkaramıyordu. Sonraki aşamalarda da partisi olan CHP'nin yı¬<br />

kılıp sarsılmadığı tek kale oluyordu.<br />

Tuncelililer baba İnönü'ye sunduklan hizmeri, oğlundan da<br />

esirgemiyordu. 1983'te siyaset meydanına çıkan oğlu Erdal İnö-<br />

285


nü'yü, Tuncelililer herkesten önce ve en başta koşar adım omuz-<br />

layıp oylarını veriyorlardı.<br />

Tuncelililerin, Milli Şefe tapınmalannın nedeni, normal insan¬<br />

ların kolayca anlayabilecekleri bir şey değildi, ama bir gerçekti. Yi¬<br />

ne gariptir ama, Tuncelililer İsmet İnönü'ye bağlılıklannı "ilerici¬<br />

lik" diye açıklıyorlardı.<br />

TUNCELİ YASASI, GÖBEK HAVALARI<br />

VE ŞAPKAYA HÜCUM<br />

Emekli öğretmen bir Dersimli, Kültür Bakanlığı'ndan nema-<br />

lanmak ve belediyede iş bulmak amacıyla mı bilmiyorum. Der¬<br />

sim İsyanı adında bir kitap yazıyordu. Kitap, üstüne kendi bulu¬<br />

şu yalanlar kondurulmuş "resmi tarih tezlerinden" ibaretri.<br />

Emekli öğretmene göre, "gerici" Dersimliler, devletin medeniyet<br />

gerirme çabalanna, yol, okul, fabrika yatınmlanna karşı çıkarak is¬<br />

yan etmişlerdi. Yaranma güdüsünün ürünü yalanlar bütünüydü,<br />

bunlar.<br />

Oysa, Dersimliler, "yatınm geliyor" diye seviniyorlardı. Bazı<br />

Dersimliler, "yatınmlann" alt yapı inşaatından yarariandıklan<br />

için daha çok seviniyorlardı.<br />

Bunlar Dersim'in önde gelen isimleri, bazı aşiret reisleriydi.<br />

Hoşnut tutulmak üzere yol, köprü inşaadannda, "müteahhidik"<br />

hizmederi veriliyor, bu yoldan devlete bağlanıyorlardı.<br />

Seid Rıza'nın yakın dostu ve tanınmış kişilerden Kureşanlı Se¬<br />

id Hüseyin Cesur bunlardandı. Ona "sen müteahhitsin" denile¬<br />

rek, yol inşaat işleri vermişlerdi.<br />

Seid Hüseyin, bir müfreze tarafindan "komutanla görüşmeye<br />

çağnldığında", bunun bir tuzak olduğunu sezinlemesine rağmen,<br />

mantığı kabul etmiyordu. Çünkü, o sadakade hizmet veriyordu.<br />

O nedenle kaçıp <strong>kurt</strong>ulma şansı olduğu halde kendi ayağıyla gi¬<br />

dip teslim oluyor, daha sonra Seid Rıza'yla birlikte asılıyordu.<br />

Seid Rıza ile birlikte asılan öteki liderlerin hemen hemen tümü,<br />

dostça görüşme için daveriye almış, sonra darağacına gönderilmiş¬<br />

lerdi.<br />

286


Başbakan İsmet İnönü'nün raporundan hemen sonra, aynı yd<br />

(1935) "Tunceli Yasası" yürürlüğe konuyordu.<br />

İnönü, yasayı parlamentoya getirmeden önce, düzenlenen giz¬<br />

li bir oturumda "tehlikenin boyutlarım" anlatıyor ve onay alıyor¬<br />

du. Yasa önerisi ondan sonra gündeme geliyordu.<br />

1935 yılında çıkarılan yasa, Dersim'deki uygulamaları yasa<br />

maddesi haline getirerek "icracıları" her türlü sorumluluktan<br />

arındırıyordu.<br />

İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, mecliste yasayı açıklamak amacıy¬<br />

la yaptığı konuşmada şöyle diyordu:<br />

"Dersim'de 91 aşiret vardır. 1876'dan bugüne kadar çeşidi<br />

zamanlarda. Dersim üzerine 11 askeri harekât yapılmıştır. As¬<br />

keri harekâtlar belli amacı öngördüğü için, askerler sonra geri<br />

çekilmiştir. Askeri harekâtı asıl gerektiren hastalık, tahlil ve te¬<br />

davi edilememiştir. Cumhuriyet'in amacı, hastalıklan kökünden<br />

tedavi etmek olduğu için, medeni yöntemlerle tedbk düşünüldü.-<br />

Şimdi burada tartışılacak kanun böyle bir kanundur."<br />

Daha sonra yasa gündeme alınıyor, üzerinde doğru dürüst<br />

tartışma yapılmadan meclisten geçkiliyordu.<br />

Yasayla, Korgeneral rütbesindeki "Inspektör"e (genel vah)<br />

meclis, mahkeme ve hükümet yetkileri veriliyordu.<br />

"Inspektör" görevine, daha önce Koçgiri'de adını duyurmuş.<br />

Şeyh Said İsyanı ile sonraki olaylardaki "tedip ile tenkiP'krde de¬<br />

neyimler kazanmış, Ağrı isyanında uzmanlaşmış bir asker olan<br />

Korgeneral Hüseyin Abdullah Alpdoğan atanıyordu.<br />

Sıdıka Avar, "Tunceli Kanunu"nun uygulanması sırasında<br />

anasız, babasız, ortada kalan kız çocuklarını eğitip, Türk kükürü-<br />

ne uygun biçimde asimik ettirmekle görevli Elazığ Kız Sanat Ens-<br />

titüsü'nün müdiresiydi.<br />

Avar, Alpdoğan'la karşılaşmasını "Dağ Çiçekkn" adındaki<br />

kitabında şöyle anlatıyor:<br />

"Elazığ, Tunceli, Bingöl isyan bölgesi emrinin akındaydı. O<br />

Paşa ki. Büyük Millet Meclisi yetkilerini taşıyordu. O bölgede,<br />

ipe çekme, ipe çekilecekleri affetme yetkisi vardı. Paşa teftişe ge-<br />

287


liyordu. Yanlılar korkuyor, heyecanlanıyoriardı. Onlara moral<br />

veriyordum ama ben de korkuyordum. Çünkü Paşa hakkında<br />

çok havadis dinlemiştim.<br />

Saat lO'da Paşa geldi. Yanında yaveri, Elazığ ve Tunceli vaH-<br />

leri. Doğruca müdür odasına girdiler. Tok ve hakim bir sesi var¬<br />

dı. Orta boyluydu. Şişmana yakın, göbeksiz, adaleli bk vücut.<br />

Çekme burnu ve kalınca dudaklı ağzını kuvvetli bir çene çevre¬<br />

liyordu."<br />

Alpdogan'ın ana karargâhı Elazığ'daydı. Görev başı yaptık¬<br />

tan sonra Tunceli, Bingöl ve Elazığ'da sıkıyönetim ilan etmiş, çar¬<br />

kı döndürmeye başlamıştı. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Ata¬<br />

türk, aynı günlerde mecliste yaptığı konuşmada. Dersim konu¬<br />

sunda şunları söylüyordu:<br />

"işlerimizin en önemlisi Dersim meselesidir. Bu yarayı, bu<br />

korkunç çıbanı temizleyip ve kökünden kesmek işi her ne paha¬<br />

sına olursa olsun yapılmalı ve bu hususta en acil karariann alın¬<br />

ması için, hükümete tam ve geniş yetkiler verilmehdir."<br />

Alpdoğan, ardı ardına bildiriler yayınlayarak işe başlamışn.<br />

Komutan, ilk bildirilerinde. Dersim ve Dersimlilerin iyiliğini dü¬<br />

şünen, onların muriuluğu için çırpınan adam portresi çiziyordu.<br />

Komutanın bildirilerine göre, Tunceli şimdiye kadar ihmal<br />

edilmiş, yatınm yapılmamış, bu yüzden ham kalmıştı. Ama, Tun-<br />

ceH'nin temel sorunlan, ilk kez temelden halledilmek üzere ele<br />

alınıyor, çözüm yolunda ciddi yatırımlar yapılıyordu. İlk etapta<br />

yollar, köprüler inşa edilecek, sonra okullar, fabrikalaria Tunce¬<br />

li, kısa zamanda bir "mamure" haline geririlip kalkındınlacak ve<br />

<strong>kurt</strong>arılacaktı.<br />

*<br />

* s<br />

Generalin bildirileri, Dersim'de hedefini bulmuş ve halk ara¬<br />

sında, umulandan da fazla olumlu etki yaratmışü.<br />

Dersimliler, devletin yatırım taarruzu geliyor diye düğün bay-<br />

288


am ediyor, general, kimi ağa ve seidlerle sofralarda bir araya geli¬<br />

yor, kadeh tokuşturup, Atatürk ve İnönü'nün de aslında Alevi ol¬<br />

duklarım Dersknlileri ashnda kardeşten ileri sevdiklerini hayku-ıyor-<br />

du. Yatırımların coşkusuna kapılan Dersimliler, keyifleniyorlardı.<br />

Dersimlileri sevindiren somut veriler de yok değildi. General<br />

valinin sözünü ettiği yatırımlar tek tek hayata geçiriliyor. Dersim<br />

baştan başa bir inşaat şantiyesine dönüşüyordu. Makineler çalı¬<br />

şıyor, dağlar yarılıp yollar yapılıyor, köprüler inşa ediliyordu.<br />

Köy ve kasaba çevrelerinde temeller kazılıyor, "okul" dedik¬<br />

leri, daha sonra kışla oldukları anlaşılacak binalar yükseliyordu.<br />

»<br />

» *<br />

Dersimliler, bir yandan da, yeni rejimin deyimiyle "şapka gi¬<br />

yerek medenileşme" yanşmdaydılar. Çünkü, Ankara, şapka giy¬<br />

meyi, "medeni insan" olmanın ilk şarri olarak açıklamışri. Der¬<br />

simliler, Ankara'nın medeni insan tipolojisini temsil etmek üzere<br />

şapkaya hücum ediyorlardı.<br />

Ankara, erkeklerin "medenileşmesi"nin temel şartı olarak<br />

şapkayı koymuştu ortaya. Yürürlüğe koyduğu bir yasayla "fesi,<br />

sarığı atıp, şapka giyerek medenileşmesi" kararlaştırmış ve bunu<br />

zorunlu lıale getirmişti. Sistemin "iyi aile çocukları" itirazsız şap¬<br />

kalı olmuştu. Bazı yerlerde ise, şapka gavur giysisi diye tepki gör¬<br />

müş, tepkiler "isyan" sayılmış, isyancılar, devlerin demir yumru-<br />

ğuyla terbiye edilmeye çalışdmış, pek çok insan öldürülmüş, ki¬<br />

mileri de mahkeme kararıyla idam edilmişti.<br />

Şapka giyerek bir anda medenileşmek isteyen Dersimli kimi<br />

yoksullar, bu uğurda keçilerini ve ineklerini sattyor, ceplerine<br />

koydukları parayla şapkacı dükkânlarına koşuyorlardı.<br />

Dersimlilerin anlattığına göre, şapkaya hücum o denli hızlanı¬<br />

yordu ki, şapka karaborsaya düşüyor, kapanın elinde kalıyor,<br />

edinemeyenler melul mahzun oluyordu.<br />

MÜFREZE KOLLARI DERSİM'İ SARIYOR<br />

Türkiye Cumhuriyeti, 1935 ve 1936 yıllarında, acelesi var-<br />

mışçasma, bütün imkanlarını seferber ederek, Dersim'de askeri


geçiş yollan, kışlalar inşa ediyor, bir yandan da, müfreze kollan<br />

köyleri tek tek tarayarak, tavuktan keçiye, koyuna, ata, eşeğe ka¬<br />

dar bütün hayvanları ve yaşları, cinsiyetleriyle insanları sayıp ev¬<br />

raka geçiriyor, bıçağa varana kadar bütün silahları topluyorlardı.<br />

Dersimliler, inşası süren "okul", yol ve ne üreteceği bilinme¬<br />

yen "fabrikalar" a karşüık, şükran borçlarını ödercesine devlete<br />

yardımcı oluyor, istenilen bilgileri veriyor, hayvan kesiminde kul¬<br />

landıkları bıçakları da, varsa ateşli silahlarla birlikte teslim edi¬<br />

yordu. Kimileri, devlete mahcup olmamak için, teslim edilmek<br />

üzere silah bile satın alıyordu.<br />

Sivil memurlar ve jandarma kol kol köyleri dolaşıp, insanın¬<br />

dan hayvanına kadar tüm canlıları tek tek sayıp defterlere yazı¬<br />

yordu.<br />

Öte yandan, kendilerini düşünüp yatırıma gelen devlete kat¬<br />

kıda bulunmak için seferber olmuşlardı. Kimileri ücret istemeden<br />

inşaatlarda çalışıyor, taş taşıyıp duvar örüyor, kimileri de çalı¬<br />

şanlarla askerlere yiyecek yardımında bulunuyordu.<br />

Dersim'de hummalı bir faaliyet sürürken, "Inspektörlük" de<br />

faaliyet içindeydi. El altından muhbirlik ağları döşeniyor, rakip<br />

aşiretler bilenip birbirinin aleyhine kışkırtılarak, düşman kardeş¬<br />

ler haline getiriliyordu.<br />

Devlet güçleri bu sayede, kimin elinde tüfek, tabanca, kama<br />

varsa tek tek tespit ediyor, silah toplamaya giden askerler, mar¬<br />

kasını, hatta numarasını da söyleyerek "getir" diye tebligatta bu¬<br />

lunuyordu.<br />

Inspektör Paşa, bir yandan da, Dersim'in önemli aşiret ağala¬<br />

rını Elazığ'daki karargâhına davet edip dostane görüşmeler yapı¬<br />

yordu. "Dost aşiret" reislerinin arkasını okşayıp armağanlar su¬<br />

nuyor, "düşman aşiret" reislerine de gözdağı veriyordu.<br />

Dersim'in sosyal haritası Paşa'nm elindeydi. Hangi köyde kaç<br />

kişinin yaşadığını ve bunların neler düşündüğünü, toplumsal et¬<br />

kinliklerinin ne olduğunu tek tek biliyordu.<br />

290


*<br />

Didilmiş, etkinliği aşındırılarak azaltılmış Seid Rıza, gelişmele¬<br />

ri dikkatle izliyor, inşa edilmekte olan yol ve kışlaların Dersim'in<br />

kalkındırılmasına, iyiliğine olmadığını söylüyor ama, arrik kimi es¬<br />

ki dostları bile onu ciddiye alıp dinlemiyor, "devlet şefkatini kötü¬<br />

lemekle" suçluyorlardı.<br />

Seid Rıza, yol yapımlarının hız kazandığı bir dönemde "Ins¬<br />

pektör Paşa "dan görüşme çağrısı alıyor, çağrıya uyup uymama¬<br />

da kararsız kalıyor, sonra yakın arkadaşlarının "gerçek fikrini<br />

öğrenebihrsin" demelerini dikkate alıp Elazığ'a gidiyordu.<br />

Görüşme, umulandan çok kısa sürüyordu. Paşa, ününü duy¬<br />

duğu adamı görüp tanımak istediğini söylüyor ve görüşmeyi biri-<br />

riyordu.<br />

Seid Rıza, Ağdat köyündeki evine döner dönmez dosdannı<br />

topluyor ve şu uyarıda bulunuyordu:<br />

"Niyederi kötü. Tedbirli olun. Ezmek için, üstümüze yürüye¬<br />

cekler. Hem de yakında."<br />

Seid Rıza, bir yandan da, muhbirleşen aşiret reislerini, "birbi¬<br />

rinizi ihbar etmeyin. Acıyı hepiniz çekeceksiniz" diye uyarıyor,<br />

ama etkiH olamıyordu.<br />

Ortaya dökülen paradan pay kapmak isteyenler, muhbirlik<br />

konusunda birbirleriyle yarış halindeydiler.<br />

Muhbk ağını, halk arasında Binbaşı Şevket ya da "Kurmay<br />

Şevket" diye adlandırılan bir subay döşüyordu. Kurmay Şevket,<br />

pazarda kavun karpuz seçercesine, Kürderin "keklik" diye ad¬<br />

landırdığı muhbirler seçip satın alıyor, bir yandan da insan avcı¬<br />

sı tetikçiler eğitiyordu.<br />

Keklik ve tetikçilerden biri de, Seid Rıza'nın öz yeğeni, karde¬<br />

şinin oğlu Rayber'di.<br />

Inspektör, 1936 bahannda. Dersim aşiret reislerini toplantıya<br />

çağırıyordu. Faik Bulut, Dersim Raporları adındaki kkabında,<br />

adı açıklanmayan bir Dersimlinin anlattıklanna dayanarak, şöy¬<br />

le yazıyordu:<br />

291


"Alpdoğan, her ağaya özel elçi gönderdi. Görüşme yapacağı¬<br />

nı belirtti. Aşiret ağaları ve reisleri, denilen gün ve saatte toplan¬<br />

tıya gittiler. Komutan Alpdoğan şöyle dedi:<br />

: Sizin için özel askerlik kanunu çıkaracağım. Hiç askere<br />

alınmadınız. Belki zor gelir. Dolayısıyla Dersimliler sadece 6 ay<br />

askerlik yapacak. Başka yerlerde bu 24, 36, 48 aydır. Ayrıca<br />

köprü ve yol yapacağız. Siz de silahlarınızı vereceksiniz.<br />

Aşiret reislerinin çoğu kabul ediyor. Yalnız silah teslimi konu¬<br />

sunda tereddütler var. Kimi:<br />

Çok az silahımız var.<br />

Kimi de:<br />

Hiç yok ki, diyor.<br />

Bunun üzerine Alpdoğan:<br />

Hepsinin tüfek olması şart değil. Eski tabanca ve kamaları¬<br />

nız da olsa teslim edin. Önemli olan silah verdi diye raporlar ya¬<br />

zıp tutanaklara geçirmemiz, dedi onlara.<br />

Neyse, anlaşma sağlanıyor. Aşiretler silahlarını, hançer ve kama¬<br />

larını, Ruslar zamanından kalma eski tüfek ve tabancalarını teslim<br />

ediyorlar. Bu arada aşiret liderleri, kendi aşirederini nüfusa kaydet¬<br />

tiriyorlar. Silahlar öyle yığıldı ki, günlerce Elazığ'a taşındı."<br />

O zaman 11 yaşında olan Mehmet Kangotan, 1987'de Nokta<br />

dergisine olaylan anlatırken şunlan söylüyordu:<br />

"Abdullah Paşa, hem adli, hem de idari bütün yetkilere sahip¬<br />

ti. Aşiret reislerine emir çıkardı. Dedem, Karaballı aşiretinin re¬<br />

isiydi. Ona da çıkardı:<br />

Herkes aşiretinin bütün silahlarını göndersin!<br />

Dedem, 100-150 tüfeği, odun yükler gibi kadra yükleyip gön¬<br />

derdi. Paşa fesi yasakladı. Herkes emrine uyup şapka giydi. Tüc¬<br />

carlarda şapka kalmadı. Bütün istedikleri yerine getirildi. Büyük<br />

kariiamı gerektirecek bir şey yoktu."<br />

General, planlı-programh ve tedbirli yürüyordu.<br />

Halkı silahsızlandırırken, Seid Rıza faktörünü de unutmuyor-<br />

292


du. Hayata geçirilen provokatif planlarla ailesi hedef alınıyordu.<br />

Aşiretlerle çatıştırılıyor, onlarla kanlı bıçaklı hale getirilmesi için<br />

gelini hedef seçiliyor, damadından sonra oğlu Bira ibrahim pusu¬<br />

ya düşürülüyor, kurşunlanıp öldürülüyordu.<br />

Nuri Dersimi, Hatıraları'nda. yazıyor:<br />

"Seid Rıza'nın oğlu Bira ibrahim, Hozat'a gekrek Abdullah<br />

Alpdoğan idaresinin ricali ile temasa geçmiş ve yapılmakta olan<br />

askeri harekâtın durdurulmasını, babası adına dilemişti. Bira ib¬<br />

rahim geri dönerken. Kurmay Şevket'in hazırladığı plan gereğin¬<br />

ce, Kırgan aşiretinin dahilinde. Dest köyünde misafir bulundu¬<br />

ğu evde, gece uyurken feci şekilde imha edilmişti. Genç evladı¬<br />

nın kahpece öldürülmesinden müteessir olan Seid Rıza, Kırgan<br />

aşiretinin merkezi olan Sin köyünü kuşatarak katillerin teslimi¬<br />

ni dilemişti. Türk Generali bu haklı isteği yerine getirmediği gi¬<br />

bi. Bira ibrahim'in katilleri. Kurmay Şevket'in himayesine alına¬<br />

rak taltif edilmişlerdi."<br />

Dersimlilerin anlattığına göre, tetikçi, Kırgan aşiretinin ağası<br />

Şatoğlu Mehmed'di. Ama onu kullanan da Binbaşı Şevket'in ada¬<br />

mı Rayber'di. Rayber, olaydan sonra devletin Şatoğlu'nu koru¬<br />

yup güvence altına alacağına dair senet bile imzalayıp vermişti.<br />

Senette hem Rayber'in, hem de Mehmed'in imzası yer almışri.<br />

Mehmed imza kullanmasını bilmediği için, senedin altına par¬<br />

mak basmıştı.<br />

Bira İbrahim olayı ik "derin devlet" hedefine varmış, kurşun<br />

menzilini bulmuştu. Amaç, Seid Rıza ile savaşkan Kırgan aşireti¬<br />

ni kan davalı yapmaktı. Bu gerçekleşmişti. Seid Rıza yanhlan,<br />

Kırgan aşirerinin üstüne yürümüş. Sin köyünü yakıp yıkmışlardı.<br />

Taarruz kapıdayken meydana gekn bu olay, Seid Rıza'yı bk<br />

aşiretten daha koparmış, biraz daha yalnızlaştırmıştı.<br />

KADINA TECAVÜZ VE<br />

SEİD RIZA'NIN YENİDEN ÇIKIŞI<br />

Hıdır Göktaş, Kürtler, İsyan-Tenkil adındaki kitabında şun¬<br />

ları yazıyor:<br />

293


"Dersim'in Kürder için taşıdığı önem, yüzyıllar boyunca bu<br />

bölgenin korunabilmiş olmasında, isyanlara kaynaklık etmesin¬<br />

de, stratejik ve taktik uygulamalara elverişli arazi yapısına sahip<br />

olmasında yatmaktadır. Bütün bu özellikleriyle Dersim, Kürder<br />

için asla vazgeçilmez bir kaledir. Bu kalenin korunması için her<br />

şey yapılmalıdır. (...) TC kurucuları için de aynı derecede önem¬<br />

lidir. Cumhuriyetin kurulmasından sonra geçen 15 yıl içerisinde,<br />

özellikle de Şeyh Said İsyanından sonra ısrarla uygulanan 'tedip<br />

ve tenkil' hareketierinden sonra, Kürderin etkinliği büyük ölçü¬<br />

de kmlmış ve ele geçirilmeyen yalnız Dersim kalmıştır.<br />

Dersim'in de her yol denenerek 'tedip' edilmesi halinde Türki¬<br />

ye Cumhuriyeti rahadayacakdr. (...) Yalnız, Dersim'e gelinceye<br />

kadar, çok ciddi ve ödün verilmeden uygulanan bir 'harekâttan'<br />

söz etmek, aşırı bir yorum olmasa gerek. Kürderin yoğun olarak<br />

yaşadığı bölgeyi denetim altına almak isteyen ve buralarda ken¬<br />

di otoritesini kurmak isteyen Türkiye Cumhuriyeti, bunun için<br />

her yolu denemekten kaçınmamıştır.<br />

Bu yollann içinde, anlaşmak kadar zor kullanmak da vardır.<br />

Nasıl ki, 'milli mücadele' sırasında, özellikle Dersimli bazı ağalar<br />

elde edilmiş ve 'mebus' olarak Meclis'e alınmışsa, anlaşmaya ya¬<br />

naşmayanlara ya da karşı koyanlara, 'tenkil' harekâtına kadar va¬<br />

ran yöntemler uygulanmıştır."<br />

1937 baharında başlanlan büyük taarruzun tek amacı, "ele<br />

geçirilmemiş Dersim'in zaptı" mıydı?<br />

Kırımda bütün ailesini kaybeden, kendisi rasdantı sonucu<br />

<strong>kurt</strong>ulabilen bir Dersimli anlatıyor:<br />

"Dersimliler yol, okul, fabrika yapımına, medeniyetin gelme¬<br />

sine karşı çıkdlar. 'Harekâta mecbur kaldık' demeleri büyük ya¬<br />

lan. Gerçek şuydu: Dersimliler, yoldan sonra okul gelecek, fab¬<br />

rikalar yapılacak diye seviniyoriardı. Tilki tavuğu yemeğe karar<br />

vermişti. Yedikten sonra, kendini savunmak için gerekçeler uy¬<br />

durdu. Kimse yol, köprü yapımına karşı değildi. Kimse karşı<br />

çıkmadı. Tersine herkes yardımcı oldu.<br />

Dersimliler yol yapımını, köprülerin inşasını öylesine benim-<br />

İ94


semişkrdi ki, bu yüzden aralarında kavgalar bile çıkd. Bazı aşi¬<br />

retler gelen ve gelecek hizmetlerden büyük payı almak için bir¬<br />

birleriyle yarıştı.<br />

Mesela, Dersim merkezinde yeni bk kasaba kurulacakd. De-<br />

menan aşireti kendi bölgesinde, Yusufanlılar da kendi toprakla¬<br />

rında olsun istiyoriardı. Onun için, el altından devlet görevlileriy¬<br />

le görüşmeler yapıyor, hatta rüşvet veriyorlardı. Paylaşamadıkla-<br />

n yadrım için, neredeyse birbirine düşeceklerdi. Allahtan, aklı ba¬<br />

şında insanlar araya girdiler de, sorunun çözümü için General<br />

Alpdoğan'la görüşmelerini önerdiler, iki taraf biriikte Elazığ'a gi¬<br />

dip görüştüler. Orada kasabanın, iki aşiretin nimetkrinden eşitçe<br />

yararlanabileceği şekilde, iki tarafa da aynı mesafede olan Kah-<br />

mut'ta kurulmasına karar verildi. Böylece mesele çıkmadı."<br />

Dersim'de "hayali isyana" gerekçe yapılan olaylardan biri de,<br />

tecavüzcü askeriere gösterilen tepkiydi. Öyküyü, adının açıklan¬<br />

masını istemeyen, "kınm"dan <strong>kurt</strong>ulabilmiş bk Dersimlinin an¬<br />

latımıyla okuyalım:<br />

"1937'nin Mart ayı başlannda, birkaç evlik Uhundu köyüne<br />

küçük bir askeri biriik geliyor. Tülük köyünden geliyoriarmış.<br />

Tülük, Uhundu'ya birkaç saat uzaklıkta. Askerkr yol yorgunu<br />

ve aç.<br />

Mehmet Ali (Menteş), başında genç bir subayın bulunduğu<br />

müfrezeyi evine buyur ediyor, kınmalan ve kannknm doyurma¬<br />

ları için iki kardeşi Hasan ve Beko'yu (Yıldız) seferber ediyor.<br />

Kansına da, konuklar için taze ekmek yapmasmı söylüyor. Kan¬<br />

sı genç ve güzel. Adı Fatma.<br />

Aile, onlan yedirip içirmek üzere seferber halindeyken, Meh¬<br />

met Ali misafir odasında, konuklann yanında. Bk ara subay<br />

ayağa kalkıyor. Mehmet Ali, ihtiyacı için dışarıya çıkacağmı sa¬<br />

nıyor. Yol göstermek için önüne düşüyor. Fakat subay onu itip<br />

oturmasını söylüyor ve odadan çıkıyor.<br />

Az sonra genç kansının çığlıkları duyuluyor. Önce anlam ve¬<br />

remiyor. Konuklara karşı ayıp olur diye, yerinden de kalkamı¬<br />

yor. Fakat karısının imdat isterken:<br />

295


Mehmet Ali, bu köpekten <strong>kurt</strong>ar beni, çığlığı ortalığı dol¬<br />

durunca, sesin geldiği bitişikteki mutfak tarafına gidiyor.<br />

Gördüğü manzara karşısında donup kalıyor. Koskocaman su¬<br />

bay, karısını yere yıkmış ve onunla boğuşma halinde. Üstünü<br />

başını paralamaya, çıkarmaya çalışıyor.<br />

Mehmet Ali bir an, kanı donmuş gibi öylece kalıyor. Subay,<br />

heyecandan kendinden geçtiği ve arkası dönük olduğu için içe¬<br />

riye girdiğinin farkında değil. O, kadının vücuduna erişme sava¬<br />

şında. Mehmet Ali genç karısının:<br />

yor.<br />

Ne durup bakıyorsun öyle namussuz herif, sözüyle ayılı-<br />

Subayın orada, duvara dayalı tüfeğini kapıyor. Namlusunu<br />

sırtına dayayıp tetiğe basıyor. Subay yan devriliyor. Genç karısı<br />

da cansız düşüyor. Subayın sırtından giren kurşun, akındaki<br />

genç kadının yüreğine saplanıyor.<br />

Silah sesini duyan öteki askerler koşup geliyorlar. Mehmet<br />

Ali, bu defa namluyu şaşkın askerlere doğrultuyor. Tetiğe bası¬<br />

yor, ikisini yaralıyor. Ötekiler de kaçıyorlar.<br />

Olaydan sonra köylüler toplanıp, 'şimdi ne yapacağız' diye<br />

tardşıyor. Askerlerin köyü basacaklannı biliyorlar. Mehmet Ali<br />

ve kardeşlerinin köyden ayrılıp canlarını <strong>kurt</strong>armalarını karar-<br />

laşdnyoriar. Mehmet Ali ve iki kardeşi köyden çıkıyorlar. Pah<br />

köprüsünden geçerken, birkaç tahtasını söküyoriar. Köprü, ka¬<br />

lasların yan yana getirilmesiyle yapılmış. Peşlerinden gelecek as¬<br />

kerier oyalansın, yavaşlasın diye. Sonra, ahşap köprüden sökü¬<br />

len birkaç tahta da Dersimliler isyan edip köprü yakdlar oldu."<br />

Uhundu köyünde sağ kalan askerlerin olayı nasıl anlattıkları bi¬<br />

linmiyor, fakat Ankara bunu, Dersim'in Seid Rıza önderiiğinde top¬<br />

yekûn ayaklanarak askerieri öldürmeye başladığı, köprükri yakıp<br />

yıktığı biçimine büründürerek "isyan çıktı" şeklinde ilan ediyordu.<br />

*<br />

» *<br />

Mehmet Ali, güçlü ve geniş Yusufan aşirerindendi. Askerier,<br />

Mehmet Ali ile kardeşlerini yakalayamayınca, Yusufan aşiretinin<br />

reisi Kamer Ağa'nın kapısına dayanıyor, "Türk subayını, görev<br />

başında şehk edip, köprü yakan suçluların" teslimini istiyorlardı.<br />

296


1937 Kasımında, Seid Rıza ik birlikte Elazığ'da, "isyanın<br />

elebaşı" olduğu gerekçesiyk asılan Yusufanlı Kamer; "Suçlula-<br />

n teslim et, aksi halde, köyünü ateşe vereceğiz" diyen Albaya şu<br />

cevabı veriyordu:<br />

"Komutan, ırza tecavüz girişimine tepki gösterilmiştir. Bu<br />

devlete isyan değildir. Her insanın gösterebileceği nitelikte bir<br />

tepkidir. Sanıyorum, Mehmet Ali'nin yerinde siz olsaydınız ay¬<br />

nı şeyi yapardınız. Köprüden sökülen tahtaları yerine koymaya,<br />

tahribad onarmaya hazırız. Ama eşini koruyan, şerefini savun¬<br />

mak zorunda kalan birini teslim etmem mümkün değildir."<br />

Tanıkların anlattığına göre. Kamer Ağa, baskıyı tek başına<br />

göğüsleyemeyeceğini anlayınca, öteki aşiretlerden destek istiyor¬<br />

du. Kapısmı çaldıklarından bki de, Demenan aşiretinin liden<br />

Cebrail'di.<br />

Kamer Ağa, bundan sonra Kureşan aşiretinin reisi Yetim Hü¬<br />

seyin'e (Cesur) gidiyordu. Bu üçlü, 18 Kasım 1937 günü, Seid Rı¬<br />

za ile birlikte, bir arada asılacaktı.<br />

Aşiret reisleri, sorunu Seid Rıza ile konuşmaya karar veriyor<br />

ve Dersim'in tüm aşiret liderkrini Halbori gözelerinde toplantıya<br />

çağırıyordu.<br />

Halbori toplanrisı Seid Rıza'nın yeniden ortaya çıkışıydı.<br />

HALBORİ GÖZELERİ<br />

Dersim dağlan, göğe akan ululukları, erguvan rengi kayalık-<br />

lan, dağların yamaçlannda meşe kümeleri, birbirine eklenip ke¬<br />

silen tepekriyk büyülü bir manzara yaratıyor. Kuru, som ulu ka¬<br />

yalıklardan oluşan Halbori büyünün öteki rengi.<br />

Kaya dipkrinden, sular burgaçlanıyor, aniden. Dans edercesi¬<br />

ne, ahenkh, uyumlu fışkırarak padayan sular efsanevi Halbon<br />

gözekridir. Halbori gözekri, Dersimliler kend.lenm bddı bıklı,<br />

ilk babalarından beri büyülü kutsallığın simgesidir.<br />

Halbori toprakları ve Halbori gözeleri, Zerdüşt'ten ve Zerdu-<br />

şüm'den beri Dersimliler için kutsaldı. Keşiş Kalesi bu kutsanmış<br />

topraklardaydı.<br />

297


Yerden, kaya diplerinden fişkırıp kaynayan, gözelerde devi¬<br />

nen sular, çok uzaklarda değil, iki adım ötede çağıldayarak kö-<br />

pürüyor, yeni kollar, damariann eklenmesiyle besleniyor, akınri-<br />

1ar birbirine karışıyor, çağıldayarak ilerde nehre dönüşüyor.<br />

Kurdu, kuşu, böceği, çiyanıyla bütün canhlann hayaridır su.<br />

Halbori, kayalann can bulup, canlılara can, ruh katması nede¬<br />

niyle kutsaldır. Kutsal kayalıkların doğurduğu su değil hayatın<br />

kendisidir. Kayalardan fişkıran, ondan olan, onun çocuğu su, ha¬<br />

yatın kendisi olduğu için kutsaldır.<br />

Halbori gözeleri ilkbaharda çağddayan, kendi ölmüşlüğünden<br />

yeniden dirilen hayatın coşkusunu temsil eder. Eriyen dağ karia-<br />

rı, mesil akıntılarıyla beslenip çoğalıyor, geçit vermez bir coşku<br />

oluyor, Halbori suları.<br />

Dersimli ağalar, Seid Rıza'nın çağnsına uyarak, doğu ve batı<br />

Dersim'den at sürüp gelmiş, Dersim'in orta yeri olan kutsal top¬<br />

raklarda kümelenmişlerdi.<br />

Kutsal Halbori gözelerini görmek, kutsanmış topraklanna yüz<br />

sürmek, her Dersimlinin büyülü rüyası, bir şenlikti. Ama onlar, bu<br />

kez Halbori kayalanna yüz sürmek, kutsal sulardan avuçlamak,<br />

hayatı umudaria doldurup şenlendirmek için gelmemişlerdi.<br />

Zaman dar, hava kasvetliydi.<br />

1937'nin bahar başlan. Mart ayı idi. Hayarin fişkırma zamanı,<br />

ama kutsal Halbori'de henüz şenlik vakti değildi. Sulann saklaya¬<br />

rak, kayalara çarpıp gürieyerek akriğı zamandı. Kariann yumuşadı¬<br />

ğı, dipten erimeye başlayarak, Halbori kayalıklannda akan sulann<br />

çadayıp köpürerek, geçit vermez biçimde çağıldadığı, toprağı dipten<br />

ısıtan cemre, kutsal Newroz bayramının yaklaştığı zamandı.<br />

Halbori gözelerinden fişkıran sular kar erimeleriyle beslen¬<br />

miş, her yıl aynı mevsimde isyan eden Munzur bir kere daha asi-<br />

leşmiş, geçit vermez olmuştu.<br />

*<br />

Dersimliler, Halbori'nin bahar şenliğine saygıh biçimde, sula¬<br />

ra girmeden iki yakasında toplandılar. Doğu Dersim'den gelen<br />

aşiret önderieri, kabaran sulara girip batıya, batıdan gelenler de<br />

298


öte yakaya geçemediler. İki yakada, karşılıklı oturdukr. Söyledik¬<br />

lerini, suyun gürüküsünü alt edip birbkine duyurmak için, karşı-<br />

lıkh bağırarak konuşmaya başladılar.<br />

Sorun, tecavüzcü askerlerin yarattığı olay ve aranan Mehmet<br />

Ali ile kardeşlerinin kaderiydi.<br />

Cemaate çağnlı kimi Dersimlikr öflceliydi. Mehmet Alı'mn<br />

namusunu koruduğunu, dolayısıyla masum olduğunu bağırıyor,<br />

"bir suçlu aranıyorsa eğer, o da tecavüzcülerdir" diyorlardı.<br />

Uzun tarrişmalardan sonra Dersimliler, Mehmet Ali ve kar-<br />

deşkrinin suçlu olmadığı, ama devkt isterse serbest bırakılmak<br />

üzere, tanıkhklanna başvurabileceği kararına vardılar. Onlarm,<br />

suçlu olarak teslim edilemeyeceği karanna...<br />

Kararın Türk yetkililere bildirilmesi görevi, Seid Rıza'ya venl-<br />

Toplantıya katılanlar, dağılmadan önce Mehmet AH ve karde¬<br />

şinin davasında biriikte hareket edecekkrine dair namus sozu<br />

verdiler. Sözlerinden dönüşün imkansızlığının dehlı olarak da,<br />

başlanndaki sanklan, külahları çıkarıp Munzur sularına atarak<br />

vedalaştdar ve geldikleri yöne doğru uzaklaştılar.<br />

Seid Rıza, bir kez daha Dersim'in lideriydi...<br />

*<br />

* *<br />

Halbori gözelerindeki toplantıya katılanlar ve çocuklan anla¬<br />

tıyordu: , .. j<br />

Aşiret reislerinin "Halbori'de buluşup isyan karan uzennde<br />

yemin ettikleri" doğru değil, yalandı. Anlaşma ve yemm, sorunun<br />

barışçıl yoldan halline dairdi. , , , . ı j >. ><br />

Seid Rıza, toplantıdan sonra, Inspektör Abdullah Alpdoğan a<br />

hitaben bir telgraf yazarak, ırza tecavüz olayını ve bunun yarattığı<br />

genel rahatsızlığı anlatıyor, aynca iddia edildiği gibi köprü yakma<br />

diye bir olayın bulunmadığını, yayaların geçişi için yapılan köprü¬<br />

den bkkaç kalasın söküldüğünü, bunun hemen onanlabıleceğını<br />

belirtiyor; barışın sürmesi için, askerierin halka yaklaşımmda dik¬<br />

katli, ırza ve namusa saygılı olması için gereken emırkrm venlme-<br />

sini istiyordu.<br />

299


Telgraf, Hozat postanesine götürülüp çekilmek üzere Elie<br />

Muse'ye (Ali oğlu Musa) teslim eddiyordu. Ali de, telgraf metni¬<br />

ni Hozat posta müdürü Salih Tuncer'e veriyordu.<br />

SaHh Tuncer, eski nahiye müdürü Ahmet Tuncer'in oğluydu.<br />

Babası vurularak öldürülmüştü. Bu yüzden DersimHlere kinliydi.<br />

Anlatılanlara göre Salih Tuncer, telgrafi değiştiriyor, içine tehdit<br />

unsurları katarak gönderiyordu.<br />

Buna rağmen. General Alpdoğan gazaba gelmiyor, tersine<br />

Dersimlilerle toplantı için emir veriyordu. Sorunun barış yoluyla<br />

sonuçlandırılması için düzenlenen toplantıya, askeri yetkililer,<br />

Dersim'den Demenanlı ve Yusufanlı iki reis. Kamer Ağa ile Kure¬<br />

şanlı Seid Hüseyin katılıyordu.<br />

Görüşmelerde, devleri temsil eden subay, Mehmet Ali'nin na¬<br />

mus ve haysiyet uğruna silaha sanldığını kabul ediyor, ama bir<br />

subayın öldürülmesinin de gerçek olduğunu söylüyordu. Askeri<br />

temsilci, olay Ankara'ya bildirildiği için, üstünü kapatmalannın<br />

olanaksız olduğunu, Mehmed AH ile kardeşlerinin teslim olup<br />

ifade vermelerinin şart olduğunu bildiriyordu. Temsiki, sanıkla¬<br />

ra herhangi bk ceza verilmeyeceğini, ifadeleri alındıktan sonra<br />

serbest bırakılacaklarını da belirriyordu.<br />

Dersimlilerin istedikleri de buydu.<br />

*<br />

* a<br />

Fakat, aynı sıralarda beklenmeyen bir gelişme oluyor. Pah köp¬<br />

rüsünün başına bir tabur asker yerleştirilerek, geçişler kontrol altı¬<br />

na ahnıyordu.<br />

Geçişlerde insanlar durdurulup üsrieri aranıyor, hakarederle<br />

aşağılanıyor, itiraz edenler tartaklanıp dövülüyordu.<br />

Dersimliler bir kez daha askeri makamlara gidiyor, bu uygu¬<br />

lamanın kaldırılmasını istiyorlardı. Ancak, uygulamada değişik¬<br />

lik olmayınca, köprü başındaki taburu, tam iki gün iki gece bo¬<br />

yunca muhasara altında tutuyorlardı.<br />

Komutan, köprüden her türiü geçişin serbest olacağına, nö-<br />

300


etçilerin kaldırılacağına dair söz verince, muhasaraya son veri¬<br />

liyordu.<br />

Dersimlikr, yeni bansın şerefine Pah köyünde bk de şölen dü¬<br />

zenliyorlardı.<br />

Tanıkların anlatımına göre, askeri taburun da davetli olduğu<br />

şenlik için 22 tane boğa kesiliyordu.<br />

Yemekler ve kavurma pişerken, Yusufanlı Kamer Ağa'nın oğ¬<br />

lu Fındık, olaylardan habersiz, Seid Rıza'nın köyü Ağdat'tan ge¬<br />

lip köyüne dönüyordu.<br />

(Genç adam daha sonra Seid Rıza ve babası ile birlikte Ela¬<br />

zığ'da idam edilecekri.)<br />

Genç adam, köprüden geçerken durdurulup üstü aranmak is¬<br />

teniyor, karşı çıkınca, İsmail Hakkı adındaki teğmen tarafından<br />

tokatlanıyordu. O da, tabancasını çekip subayi ve silahlanna<br />

davranan iki eri de vurup gidiyordu. (Fındık olayı, daha sonra is¬<br />

yanın başlangıcı olarak resmi tarihe geçecekti.)<br />

Bu olayın meydana geldiği sırada, askeri tabur bkişikteki köy¬<br />

de düzenknen şenlikteydi. Haber üzerine bk anda ortalık karışı¬<br />

yor, tabur köyden çekilip mevzileniyordu.<br />

Uzun görüşmeden sonra, gerginlik yerini yumuşamaya bırakı¬<br />

yor ve askeri biriik Pah'tan çekilip Mazgirt merkezine gidiyordu.<br />

Ankara'ya ulaştınlan raporda ise DersimHIerin isyan edip Pah<br />

köprüsüne saldırdıkları, biri subay, iki nöbetçiyi öldürüp köprü¬<br />

yü ateşe verdikleri ve isyancılann Mazgirt'e doğru ileriediklen<br />

belirtiliyordu.<br />

Bütün bunlar olurken, Seid Rıza misilleme olacağım seziyor<br />

ve olaylann önüne geçmek için General Alpdoğan'a mesaj gön¬<br />

deriyor ve şöyle diyordu:<br />

"Size, Dersimlilerin isyan etmek niyetinde olduğu iletiliyor.<br />

Bu söylentiler doğru değildir. Savaştan yana değiliz. Biz, bir çul,<br />

bir ekmek peşinde koşan yoksul insanlarız. Savaş istemiyoruz.<br />

301


Banş ve devletin Dersim'e elini uzatıp yadnm yapmasını bekli¬<br />

yoruz. Söylentilere kanmayın. Yazıkdr, insanlara kıymayın..."<br />

Fakat, arnk çok geçti.<br />

Ulaşım yolları, askerlerin bannakları tamamlanmış, yığmak¬<br />

lar bitkilmiş, harekete geçme zamanı gelmişri. 21 Mart 1937'de<br />

Newroz Bayramı sabahı, Seid Rıza'nın evi bombalanarak "Der¬<br />

sim ıslahat" programı uygulamaya konuyordu.<br />

302


YEDİNCİ Bölüm<br />

BOMBA YAĞMURU<br />

Türkiye Cumhuriyeti, 1937 yüına girerken, ekonomik ve as¬<br />

keri gücünü Dersim önlerine yığmış, bütçe gelirleri Dersim har-<br />

camalanna aynlmış, genel seferberlik ilan edilmiş, 38 yaşına ka¬<br />

darki yedekler silah akına alınmıştı.<br />

Askeri ana üs Elazığ'dı ve aralıksız yığınak yapdıyor, ardı ar¬<br />

kası kesilmeyen konvoylar asker ve silah yığıyordu.<br />

Hava desteği için, Elazığ'da Vertetil askeri havaalanı inşa<br />

edilmişti. Uçakların biri iniyor, öteki kalkıyordu.<br />

Ankara da taarruz emri vermeye hazırdı. Uygulamaların ayrın¬<br />

tılarını kağıda dökmüş, yürütücü olarak General Alpdoğan'a uy¬<br />

gulama kalmıştı.<br />

Örneğin, "tenkil" ile köylerin yakılma biçimi bile Ankara ta¬<br />

rafindan esaslara, kaide ve kurallara bağlanmıştı.<br />

Başbakan İsmet İnönü, genel taarruza "Sel Seferleri" adını<br />

vermişti.<br />

Bakanlar Kurulu'nun 4 Mayıs 1937 günü aldığı ve uygulan¬<br />

ması için General Abdullah Alpdoğan'a gönderdiği "çok gizli"<br />

damgalı kararda şöyle deniliyordu:<br />

"Son günkrde Tunceli'de vukua gekn hadiselere dair rapor-<br />

kr, 4.5.1937 tarihinde Atatürk'ün ve Mareşal'in huzurları ile<br />

tetkik ve mütaka edikrek aşağıdaki sonuca vanlmıştır:<br />

1- Toplanan kuvvetkrk, Nazimiye, Keçiseken (Aşağı Bor), Sin,<br />

Karaoğlan hattına kadar, şedit ve müessir bir taarruz harekâd ik<br />

varılacakdr.<br />

2- Bu defa isyan etmiş mıntıkadaki halk toplanıp başka yere<br />

nakil olunacaktır. Ve bu toplama ameliyesi de köylere baskın<br />

edilerek hem silah toplanacak, hem de bu suretle elde edilenler<br />

303


nakledilecektir. Şimdilik 2000 kişinin nakli tertiban hükümetçe<br />

ele alınmıştır."<br />

Karann "mülahaza" (düşünceler) tarafi da vardı. "Mülaha¬<br />

za da şöyle deniliyordu.<br />

du:<br />

"Sadece taanuz hareketiyle ilerlemek iktifa ettikçe, isyan<br />

ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur.<br />

Bunun içindk ki, silah kulknmış olanlan ve kullananlan ye¬<br />

rinde ve sonuna kadar zarar vermeyecek hale getirmek, köyleri<br />

kamilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaşdrmak lüzumlu görül¬<br />

müştür."<br />

Emirnamenin akma iki not daha düşülmüştü. Şöyle deniliyor-<br />

"Not: Malatya'dan ve Ankara'dan gönderilen kuvvetlerin<br />

cepheye vasıl olmalan ve cephedeki kuvvederin ufak tefek ta¬<br />

limleri ve ıstirahatian ve bundan başka Diyarbakır'dan gelecek<br />

taburun tazyıfi; bütün bunlar düşünülerek bir hafta sonra, yani<br />

12 Mayıs'ta ileri harekâta başlanabileceği anlaşılmaktadır.<br />

Not: Paraya acımaksızın, içlerinden çok adam kazanıp kul¬<br />

lanmaya çalışmak lazımdır."<br />

» »<br />

Genelkurmay Başkanlığınca yaymlanan Ayaklanmalar kita¬<br />

bında, "Dersim harekâtr'nın gerekçesi bir cümleyle özetleniyor-<br />

"Hemen hemen her gün, eşkıyanın şu veya bu karakola bas¬<br />

kın yapacağı haberleri alınıyordu."<br />

"Dersim harekatı", Kürtlerin bayramı Newroz günü (21 Mart)<br />

başlıyor sabahın erken saaderinde, Seid Rıza'nın Ağdat köyündeki<br />

evi uçaklaria bomba yağmunma tutuluyordu. Bu, "Sel Seferieri"nin<br />

ilk vuruşuydu.<br />

Genelkurmay, "ilk vuruş "u anlatıyor:<br />

"Birkaç kez, Elazığ'da bulunan uçak bölüğünce, eşkıyanın top¬<br />

landığı yerier, özellikle bu ayaklanmayı görünürde perde arka¬<br />

sından yönettiği bilinen Seid Rıza'nın evi ve civarı havadan bom¬<br />

balandı."<br />

304


Evi bombalanan Seid Rıza ailesiyle birlikte dağlara sığınıyor,<br />

bu da "isyan"ın bir başka gerekçesi oluyordu.<br />

yor:<br />

Bir Dersimli, 1937'deki "büyük taarruz"un başlangıcım anlatt-<br />

"Bir sabah aniden dağlar gümbürdemeye başladı. Dağ, taş ya¬<br />

nıyordu. Dağlar gazaba gelmiş gibi yerden şimşekler fişkınyor-<br />

du. Gören mahşer günü koptu sanıyordu. Çocuklar bağırıyor,<br />

kadınlar 'vay başımıza gelenler' diye inleyip saçlarını yoluyor,<br />

hayvanlar sağa sola koşuyor, sığınacak delik arıyordu.<br />

Ben o zaman 10 yaşımda bile değildim. Benden küçük üç kar¬<br />

deşim daha vardı. Babam ailemizi taşların, kayaların arasına<br />

sakladı. Ölüm şimşeklerinin durmasını bekledik orada.<br />

Şimşekleri, 'Kemal'in demir kuşları' dediğimiz uçaklar çakı¬<br />

yordu. Çok ürperticiydi. Köye, evlere düşen bombalar, kulakla¬<br />

rı sağır eden bir gümbürtü çıkarıyor, evler toz bulutu arasında<br />

kayboluyordu. Bulutlar dağılınca, evlerin yerinde olmadığını<br />

görüyorduk."<br />

O tarihte 11 yaşında olan Mehmed Kongotan anlatıyor:<br />

"Bir ara dediler ki, yukarıdan kırıp geliyorlar. Annem beni ve<br />

ağabeyimi köyden çıkardı. Gelmişler köye. Toparlamışlar köy¬<br />

lüleri, bizimkileri... Biz tepenin arkasındaydık. Oradan mitral¬<br />

yöz seslerini duyuyorduk. Bizim köyü ateşe verdiler. Konağımız<br />

büyüktü. Onu ateşe verdikleri zaman beni ağlama tuttu. Köyde¬<br />

kilerin hepsini öldürdüler, insanlar öldürüldükten sonra köyde<br />

kimse kalmadı.<br />

Ama birkaç kişi kaçıp <strong>kurt</strong>ulmuştu. Ben de <strong>kurt</strong>uldum."<br />

*<br />

* *<br />

Bombalara paralel olarak bildiri yağmuru da başlamıştı, Der¬<br />

sim'de. Elden dağıtdan, uçaklaria yağdırılan Kürtçe ve Türkçe ya¬<br />

zılmış bildirilerde, halk "devletin adaletine, şefkatii kollarına tes¬<br />

lim olmaya" çağrılıyordu.<br />

Bildirilerin birinde şöyle deniliyordu:<br />

"Cumhuriyet hükümeti sizi şefkat ve merhametli kucağına al¬<br />

mak, sizi mesut etmek istiyor, içinizde bunu anlamayanlar çok-<br />

305


dır ki, hürmetsizlik ediyor; veyahut içinizde bazıları şahsi men¬<br />

faatleri için sizi kurban etmek istiyor.<br />

Cumhuriyet hükümeti, bu gerçeği bildiği içindir ki, sizlere son<br />

ihtarım yapıyor. Onun size son şartian şudur: Sizi ayaklandır¬<br />

maya çalışan zavalhlan Cumhuriyet hükümetine teslim ediniz.<br />

Veya onlar kendileri teslim olmalıdır. Bu takdirde cümleniz ma¬<br />

sum kalacaksınız. TesHm edilen, kendiliğinden teslim olanlar.<br />

Cumhuriyetin adil muamelesinden başka bir şey görmeyecekler¬<br />

dir. Bu suretle siz kıymetii vatandaşlarımızın hiçbirinin burnu<br />

kanamayacakdr. Aksi takdirde, yani dediklerimizi yapmazsa¬<br />

nız, her tarafinızı sarmış bulunuyoruz. Cumhuriyetin kahredici<br />

orduları tarafindan kahredileceksiniz. Cumhuriyet hükümetinin<br />

bu son şefkat ve merhametini bildiren bu bildirisini 24 saat ço¬<br />

luk ve çocuğunuzla beraber okuyun. Düşünün ve çabuk karar<br />

verin. Yoksa hiç istemediğimiz halde, sizi mahvedecek olan kuv¬<br />

vetler harekete geçeceklerdir. Devlete itaat etmek gerekir."<br />

Seid Rıza ve arkadaşlarını asmak üzere özel olarak görevlendi¬<br />

rilen, daha sonra Senatörlük, uzun zaman Dışişleri Bakanlığı ve<br />

Senato Başkanlığıyla Cumhurbaşkanı vekilliği yapan İhsan Sabri<br />

Çağlayangil, anılarında "isyan"ın başlangıcı konusunda şunlan<br />

yazıyor:<br />

"Fırat üzerindeki Şeytan köprüsünü basan Dersimliler, İsmail<br />

Hakkı adındaki teğmen ile 33 askeri şehit ettiler, isyan böyle<br />

başladı."<br />

İhsan Sabri Çağlayangil'in söyledikleri doğru değildi. Çünkü<br />

ne basılan böyle bir köprü, ne de 33 askerin öldürülmesi vardı.<br />

Çağlayangil'in sözünü ettiği köprü Pah köprüsü olabilirdi. Bir<br />

delikanlı olan Fındık, hakarete uğrayınca, orada üç askeri vuru¬<br />

yordu. Çağlayangil, 3'ü 33 mü yapıyordu? Bilinmez, ama resmi<br />

tarih de Çağlayangil'in söylemi doğrultusunda yazılıyordu.<br />

Genelkurmay'ın kitabı şöyle diyor:<br />

"İlk olay, Pah bucağı ile Kahmut bucağını birbirine bağlayan<br />

Harçik deresi üzerindeki tahta köprünün 20-21 Mart 1937 gece-<br />

306


si Demenan ve Hayderanlılar tarafindan yakılması ve köprü ile<br />

Kahmut arasındaki telefon hatdnın tahrip edilmesiyle başladı."<br />

BOMBACI AMAZON SABİHA<br />

Türk kara ordusu dağları, dereleri, orman ve köyleriyle Der¬<br />

sim'i sarmıştı. İnsanlar tutuklanıp toplanıyor, toplananlar sürgün<br />

edilmek üzere ayrılıyor, direnenler öldürülüyor, köyler yakılıyor;<br />

hava gücü ise "asi" denilen köylere bomba yağdırıyordu.<br />

Havadan bombalamaya kanlanlardan biri de, Atatürk'ün bir<br />

pilot olan "manevi kızı" Sabiha Gökçen'di. İstanbul'da Ermeni¬<br />

ce yayımlanan "Agos" gazetesi 2004 yılında yayınladığı bir rö¬<br />

portajda, Sabiha'nın, ailesi 1915 yılında yok edilmiş bk Ermeni<br />

kızı olduğunu yazıyordu.<br />

Resmi tarihe göre ise Sabiha Gökçen 1913 ydında Bursa'da<br />

doğdu. Makedonya göçmeni, yoksul bir ailenin kızıydı. Ama cin<br />

gibi zeki ve sevimli...<br />

Atatürk'ün, 1925'te, Bursa'ya yaptığı gezisi sırasında, kalabah-<br />

ğın arasından sıynlıp şıp diye elini öpmesiyle hayatı, kaderi değişi¬<br />

yordu. Atatürk, 12 yaşındaki bu sevimli kızın saçlarını okşayıp,<br />

adım, ailesini soruyor, o da bir çırpıda yoksulluklarını anlatıyor,<br />

yardım istiyordu.<br />

Atatürk, "benden ne istersin?" diye sorunca, küçük kız, göz¬<br />

lerinin içine bakarak, "okumak istiyorum" cevabını veriyordu.<br />

Sabiha kızın kaderi o an değişiyordu.<br />

Gülsüm Toker (Bilgehan), ninesi, İsmet inönü'nün eşi Mevhibe<br />

İnönü'nün hayatını derlediği kitapta, Sabiha Gökçen'i şöyle anlad-<br />

yordu:<br />

"Sabiha Gökçen, Atatürk'ün manevi kızlanndan en ilginciydi.<br />

Afet 'abla'sı ile birlikte Mustafa Kemal'in himayesi akına alın¬<br />

dığında henüz ilkokul çağında bir çocuktu. Bursah, kalabalık<br />

bir ailenin dördüncü evladıydı. Babası ölmüş, ağabeyi Kurtuluş.<br />

Savaşı'na katılarak geride kalanları yalnız bırakmışd. Becerikli,<br />

güçlü bir kadın olan anneleri bütün çocuklarına bakabilmek<br />

için uğraşıyordu. Elinde ne varsa sadp evini ayakta tutmaya ça¬<br />

lışıyordu. Küçük Sabiha güzel ve çok zeki bir çocuktu. Aynı za-<br />

307


manda da duygulu ve hassastı. Yokluk yüzünden öğrenimi yarı¬<br />

da kalmışd. En büyük merakı bir kere olsun, hayran olduğu,<br />

ağabeyinin komutanı Mustafa Kemal'le karşdaşmakd.<br />

Dileği yerine geldi. Büyük bir tesadüfle, Bursa'da birkaç gün<br />

geçirmekte olan Gazi'nin yanına yaklaşabildi. Açık sözlü, mert<br />

bk kızdı. Heyecanını kısa sürede yenip, Mustafa Kemal'e oku¬<br />

ma arzusundan, ailesinin durumundan söz açd. Kendini sevdir¬<br />

mişti, nasıl olduğunu anlayamadan hayad değişti; Sabiha, Çan¬<br />

kaya Köşkü'ne taşındı.<br />

Atatürk'ün desteğiyle Üsküdar Amerikan Kız Kokji'ni bitiren<br />

genç kız artık Ankara'daydı. Özellikle spora düşkündü, iyi ata<br />

biniyordu. Kısa süre sonra bir merakı daha gelişti. Türkku-<br />

şu'nun kurulmasıyla biriikte Sabiha uçak kullanmaya başladı.<br />

Tuhafdr, zaten daha pilot olmadan bir yıl önce Atatürk de ken¬<br />

disine 'Gökçen' soyadını vermişti. Genç kız. Afet Hanım gibi<br />

Çankaya sofralarında zaman zaman bulunuyordu, evin en sevi¬<br />

len ve güvenilen sakinlerindendi."<br />

*<br />

Yüksek Türk sosyetesinin bir bireyi olan Sabiha Gökçen, el<br />

bebek, gül bebek hayari yaşıyor, bk dediği iki olmuyordu. Açık<br />

tenli kız, Avrupah prensesler gibi giyiniyor, onlar gibi yaşıyordu.<br />

Ruhu serüven hevesleriyle fokurdayan bir genç kızdı. Heye¬<br />

candan heyecana koşmalar arasında, en çok havacılığı seviyordu.<br />

Oysa havacılık, henüz kadın "zarafetiyk bağdaşık olmayan", da¬<br />

hası "cesaret" isteyen bk erkek uğraşı sayılıyordu. Ama çok iste¬<br />

diği için karşı geHnmedi. Mudu olsun diye sivil havacdık okulu¬<br />

na yazdınldı. Buradan da gereken belgelerie başansı mühürien-<br />

dikten sonra, yüksek planörcülük kursu için Sovyeder Biriiği'ne<br />

gönderildi. Tabii ki, başarıyla döndü.<br />

Bu arada, "soyadı yasası" çıkmışri. Herkese bir "soyadı" ve¬<br />

riliyordu. Havacılık tutkusu soyunun adı oldu. Genç kız, artık<br />

Sabiha Gökçen'di.<br />

Piloriuk belgesi vardı ama, savaş pilotu olmak istiyordu. Mu¬<br />

radı 1936 ydında gerçeğe dönüştürüldü. Askeri Hava Okuluna<br />

308


yazdırıldı. Savaş uçakları ve onlarla gökyüzünde süzülmenin ta¬<br />

dına vardığında 23 yaşındaydı.<br />

Askeri pilot diplomasını aldıktan sonra, Eskişehir'de avcı ve<br />

bombardıman uçaklarıyla uçtu. Ordunun Trakya ve Ege manev¬<br />

ralarına katddı.<br />

Fakat "manevralar" ne de olsa birer gölge oyunuydu. O ise ger¬<br />

çeği, savaşın kendisini yaşayarak vatana hizmet etmek istiyordu.<br />

Sabiha Gökçen, 1937 baharında, devlet töreniyle Dersim'e<br />

yolcu edildi. Resmi tarihin yazdığına göre, uğurlama töreninde,<br />

Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, Başbakan ismet inö¬<br />

nü. Bakanlar Kurulu ve tekmil devlet büyükleri hazır bulundu.<br />

O uçakla havalanırken, Atatürk elini güneşe karşı siper ede¬<br />

rek ardından bakıyordu. O anı gösteren fotoğrafları çekildi. Fa¬<br />

kat, tarihe geçen ünlü "istikbal göklerdedir" sözünü bu sırada mı<br />

söyledi, bilmiyorum.<br />

Sabiha Gökçen, Elazığ'ın "Vertetil" havaalanında, "devletin<br />

kızı" ve "savaş ilahesi"ne yaraşır görkem içinde, törenle karşılan¬<br />

dı. Bando-mızıka eşliğinde ve askeri bir birlik selama durarak...<br />

Inspektör Abdullah Paşa, kendi köşkünde istkahatini sağladı.<br />

Ön hazırlıklardan sonra, törenlerle uğurlanarak, bomba yük¬<br />

lü uçağıyla Dersim'e doğru göklere yükseldi.<br />

*<br />

* *<br />

Basında, Sabiha Gökçen'e ilgi büyüktü. Devletin kızı, dahası<br />

tek kişilik ordu, "Amazon"ların en yenilmezi gibi takdim ediliyor¬<br />

du. Savaş sanatı ve başarıları, gazetelerde sonu gelmeyen tefrika<br />

malzemesiydi.<br />

Gazetelerin her biri, ayrı parlak başlıklarla genç kadını<br />

"Amazon"laştırıyor, övüp kutsuyor ve vatana hizmet tertibinden<br />

kazandığı zaferleri müjdeliyordu.<br />

Akşam gazetesi, 18 Haziran 1937 tarihinde, "Sabiha Gök-<br />

çen'in kahramanlığı" başlığıyla, düşman karşısında kazandığı za¬<br />

ferleri, "Sabiha Gökçen başarılı bombalıyor. Harekât başanh.<br />

Asiler kuşauldı" başlıklarıyla veriyordu.<br />

Ama gazete, Sabiha Gökçen'in bombalarına hedef olanların<br />

309


niteliği hakkında bilgi vermiyordu. Gazeteleri gören bir yabancı,<br />

"Amazon"un silahsız, savunmasız köylerle değil, aynı güçteki bir<br />

düşman ordusuyla savaştığını sanabilirdi.<br />

Sabiha Gökçen için düzenlenen övgüler, tek kalem, tek mer¬<br />

kez tarafindan yazılıp basına dağıtılmış izlenimini yaratacak bi¬<br />

çimdeydi.<br />

Cumhuriyet gazetesi 18 Haziran 1937'de şunlan yazıyordu:<br />

"Türk Amazonu Sabiha Gökçen, Tunceli'de başanh adşlar<br />

yapmaktadır. Yaklaşık 25 bin askerie başladlan Dersim harekâ-<br />

d, kanlı boğuşmalara meydan verilmeden tamamlanacak."<br />

Aynı gazete, 20 Haziran 1937'de, Sabiha Gökçen'in efsanevi<br />

kahramanlıklarını duyurmaya devam ediyordu:<br />

"Sabiha Gökçen Tunceli'de akınlanna başanyla devam et¬<br />

mektedir."<br />

*<br />

Basında, Dersim "tenkiH", Sabiha Gökçen'in kişiliğinde yer<br />

alıyordu. O bir "savaş tanrıçası"ydı. Adı ve bombalamalanyla<br />

fondaydı. Kamuoyu onunla yatıyor, onunla kalkıyordu.<br />

Atatürk, bir süre sonra bölgeye gidiyor, onu görev başında<br />

takdir ve tebrik ediyordu.<br />

Sabiha Gökçen, daha tarih oluşurken tarihe geçmişti. Genel¬<br />

kurmay Başkanlığı, başanlannı, "50 kiloluk bombalaria düşma¬<br />

na nefes aldırmıyordu" cümlesiyle tarihe not ediyordu.<br />

Devlerin resmi yayın organı "Ayın Tarihi" adındaki tutanak<br />

dergisi, 1938 tarihH bk sayısında, "tek kişilik ordu" Amazon Sa¬<br />

biha hakkında şunları yazıyordu:<br />

"1937'de Anadolu'da zuhur eden Kürt isyanında, askeri bir tay¬<br />

yare ile fiilen harekâta kadlan Sabiha Gökçen, burada büyük kah¬<br />

ramanlıklar göstermiş ve en büyük madalyanın sahibi olmuştur."<br />

Sabiha Gökçen'in göğsüne madalya takılması nedeniyle dü¬<br />

zenlenen devlet töreninde, Atatürk de hazır bulunuyordu.<br />

310


Sabiha Gökçen, yıllar sonra, 1992'de devkt televizyonundaki<br />

bir programda hayan, sanatı ve eserleri hakkındaki sorulan ya-<br />

nıdarken, Dersim'de kaç köyü yerle bk ettiği, kaç kişi öldürüldü¬<br />

ğü yolundaki soruyu yanıtsız bırakıyor, "Memleket ve millet için<br />

çalıştık" diyerek tevazu gösteriyordu.<br />

Nokta dergisinin 28 Haziran 1987 tarihli sayısında onunla ya¬<br />

pılmış bk söyleşi yayınlandı. Gökçen, sorulan yanıtlarken, köyle¬<br />

rin üstüne 50 kiloluk bombalar attığını inkâr etmiyordu. Ama ço¬<br />

luk çocuğu, silahsız, savunmasız kadın, ihriyar ile köylerin bom¬<br />

balanmasını da "insanlık dışı" sayıyordu. Dergide yayınlanan<br />

söyleşi şöyleydi:<br />

"Nokta: Harekât görevi size nasıl verildi?<br />

Gökçen: O zaman orduda çalışıyordum. Bulunduğum bölüğü<br />

bu işle görevlendirmişlerdi. Gittik. Havalanmadan önce ne ya¬<br />

pacağımızı biliyorduk. Hedef doğrudan doğruya Dersim idi.<br />

Nokta: Bombalar nasıldı, tahrip güçleri neydi?<br />

Gökçen: Büyük tahrip gücü yoktu. 50 kiloluk bombanın ne şe¬<br />

yi olur.<br />

Nokta: Harekât sırasında halktan ölenler oldu mu?<br />

Gökçen: Yoktu. Keşif yapılıyordu, ordunun da istihbaran var¬<br />

dı. Biliniyordu bu kötü kişilerin nerede olduğu. Çoluk çocuk olan<br />

yerleri doğrudan tahrip etmek insanlık dışı olurdu. Böyk bir şey<br />

olmamışdr.<br />

Nokta: Dersim-Tunceli harekâtına neden gerek duyulmuştu?<br />

Gökçen: Ufak bir azınlığın ayaklanması neticesinde bu harekâ¬<br />

ta gerek duyulmuştur ve kısa zamanda önlendi. Pek mühimseme-<br />

mek lazım aslında bunu. Evvela yerden birtakım harekeder yapıl¬<br />

dı. Sonra havadan.<br />

Nokta: Bu olaylara Atatürk'ün bakış açısı ne idi?<br />

Gökçen: Ufak bir ayaklanmayı basnrmak. Nihayet oradaki<br />

insanlar da bizim insanlanmızdı. Ama her zaman bu gibi haller<br />

olabiliyor her yerde.<br />

Nokta: Atatürk harekât bölgesine ne zaman geldi?<br />

Gökçen: 37 sonlanna doğru. Pertek'te bir köprü yapılmıştı,<br />

onun açılışı dolayısıyla gelmişti. Yani bu mevzular görüşülmü-<br />

311


yordu. Arazide geziler yapıyorduk zaten Atatürk ile. Ben göste-<br />

riyordum yerleri, şurası şudur, burası budur diye.<br />

Nokta: Harekât sonrasında insanlann badya gönderilmesini<br />

nasıl değerlendiriyorsunuz?<br />

Gökçen: Yaşadıkları yerier iptidai idi, konut denecek halleri<br />

yoktu. Onları daha iyi bir yaşama kavuşturmak için başka yer¬<br />

lere yerleştirdiler. Atatürk'ün gayesi buydu. Daha insanca yaşa¬<br />

malarını istiyordu Atatürk."<br />

Sabiha Gökçen, "gaye onlara daha iyi hayat vermekti" de¬<br />

mekle. Dersim olaylarının "insancıl" amacını açıklıyordu.<br />

*<br />

Gazeteci Oktay Verel, Sabiha Gökçen'in hayatını, Atatürk'le<br />

Bir Ömür adı altında kitaplaştırdı. Sabiha Gökçen kitapta, "üç<br />

beş çapukunun başlattığı ayaklanmayı basnrmak üzere Dersim<br />

harekâtına gönüllü olarak katıldığını" anlatıyordu.<br />

Ancak görevin tehlikeli olduğunu Atatürk de anlamıştı. Uça¬<br />

ğının düşürülme olasılığını düşünen Atatürk'ün, gerektiğinde<br />

kendisini koruması ve "eşkıyanın" eHne sağ düşmektense hayatı¬<br />

na son vermesi için özel tabancasını verdiğini anlatıyor.<br />

DERSİM DAĞLARİ YANIYOR<br />

Nokta dergisi, 1987'de Dersim'i kapak yaparken, ulaşabildi¬<br />

ği tanıklann anlattıklarına da yer vermişti. Bunlardan biri de Me-<br />

nez Akkaya idi. Akkaya, şunlan anlatıyordu:<br />

"Ben o zaman genç kızdım. Bizim köye askerier birkaç defa<br />

gelip gittiler. Bize bir şey yapmadılar. Türkçe bilmediğimiz için<br />

ne dedikkrini anlamıyorduk. Daha sonra, bir gün yine geldikr.<br />

Bütün köy halkını topladılar. Hepimizi değirmen taşının oraya<br />

götürdüler. Bize, silahlarınızı toplayıp serbest bırakacağız diyor¬<br />

lardı. Ama bizi çay kıyısına götürüp kurşunladılar. Biz üç kişi<br />

<strong>kurt</strong>ulduk. Ben ağaca yapışdm, öyle <strong>kurt</strong>uldum. Günlerce aç su¬<br />

suz ölülerin yanında kaldık. Öyle olmuştu ki, korku diye bir şey<br />

kalmamışd."<br />

312


Basına koyu bir sansür uygulandığı için, Türk kamuoyu, ger¬<br />

çek anlamda Dersim'de olup bitenlerden habersizdi. Kamuoyuna<br />

sadece propaganda niteliğinde haberler veriliyordu.<br />

Basın; haber, bilgi verme yerine, arada bir cehennem ateşinde-<br />

kileri hedef alıyor, sövüp saymayı, küfretmeyi, hakaret ve aşağı¬<br />

lamaları "haber" diye sunuyordu.<br />

Son Telgraf gazetesi, "Dersim tenkili" bütün hızıyla sürerken,<br />

14 Mayıs 1937 günkü sayısında; sıradan olaylardan söz eder gi¬<br />

bi, "Doğu'da karışıklıkların olduğu yolunda haberlerin geldiği¬<br />

ni" yazıyordu.<br />

Gazete, kanşıkhklar konusunda net haberler alınamadığını<br />

belirtiyor, varsa yaşanan olayların açıklanmasını istiyordu.<br />

Bu masumane haberin yayınlandığı gün, bir buyrukla gazete¬<br />

nin yayını durduruldu. Rejim, kamuoyunun bir şey öğrenmesini,<br />

duymasını istemiyordu. Sessizlik içinde her şey gerçekleştirildikten<br />

sonra, "isyanın bastırıldığını" açıklayacaktı nasıl olsa. Ayrıntıla¬<br />

rın bilinmesi gibi bir durum, vatanın yüksek çıkarlarına aykınydı.<br />

Başbakan İsmet İnönü, ilk kez 14 Hazkan 1937 günü meclis¬<br />

te Dersim hakkında açıklamalarda bulundu. Başbakan, girişüen<br />

genel harekâtı "Dersim özel iyileştirme programı" olarak sunu¬<br />

yor, bazı reislerin götürmek istedikleri medenileştirme programı¬<br />

na karşı çıktıklarını söylüyor ve şöyle diyordu:<br />

"Hükümet, iki seneden beri Tunceli mındkasında özel iyileş¬<br />

tirme programı uyguluyor. Bu program, bu yöreyi medenileştir¬<br />

mek için, bütün vasıtalarla ve özel hükümler içinde, orada geniş<br />

bir çalışma ayrıntısını içermektedir. Bunu, şimdiye kadar, ısrarla<br />

kanuna muhalefetten kuvvet ve zevk almış bazı reisler iyi karşı¬<br />

lamadılar. Islahat programına muhalefet etmek istediler. Bu bi¬<br />

zim özel askeri önlemler almamızı gerektirdi. Orada şunu düşün¬<br />

dük: Mukavemet eden ve hükümet programına muhalefet eden<br />

mıntıkada ne yapmalıyız? Şimdiye kadar olan Dersim tecrübele¬<br />

ri, orada hükümetin emrine karşı muhalefet olunca, önemli bir<br />

kuvvet toplayarak bölgede ciddi bir tedibat yapmak ve bırak-<br />

313


mak... Biz buna 'Sel Seferieri' dedik. Ve memleketin bk tarafin¬<br />

da bir hadise olunca, onun üzerinden kuvvetii bir surette ve sel<br />

halinde gelip geçmekten bir fayda hasıl olmayacağı kanaatinde<br />

bulunduk. Biz, muhalefet edenlerin mukavemetini bertaraf ettik¬<br />

ten sonra, kendi programımızın, hiçbir şey olmamış gibi takip<br />

olunmasını esaslı vazifeden bildik.<br />

Tunceli'de, ıslahat programı olarak düşündüğümüz tedbirier,<br />

aralıksız devam etmektedir. Yol yapıyoruz. Okul yapıyoruz. Ka¬<br />

rakol yapıyoruz."<br />

Ertesi gün İnönü'nün konuşmasını manşetten veren Tan gaze¬<br />

tesi, Tunceli'de "zafere" ulaşıldığım, Türk ordusunun duruma<br />

hakim olduğunu haber veriyor ve kayıplar konusunda, "Yalnız<br />

13 şehit, 18 yaralı verdik" diye yazıyordu.<br />

Cumhuriyet gazetesi aynı gün, "Başbakan inönü Tunceli'yi<br />

teftişe gidiyor" diye haber veriyor ve bir isyanm variığmı üstü ka¬<br />

palı biçimde anlatıyordu:<br />

"Asikr, yabancı bk devletin yardımını bekliyoriarmış."<br />

Cumhuriyet gazetesinin haberine göre, güney sınırianndan giren<br />

casuslar, Dersimlileri kışkırtıp, "medenileşmeye" isyan ettirmişti.<br />

Gazete bununla da kalmıyor, "harekâtın kan dökülmeden devam<br />

ettiğini" yazıyordu.<br />

» »<br />

Faik Bulut, Dersim Raporları adındaki kitabında, Seid Rıza'nın<br />

emireri F. Doğan'm anlattıklarına yer veriyordu. Doğan, yaşadık¬<br />

larına, tanıklığına amcasının söylediklerini de katarak aktarıyor ve<br />

şöyle diyordu:<br />

"Nasıl yenildik? Doğrusu Dersimlilerin hepsi savaşmadı. Bir kıs¬<br />

mı savaşn. Birçoğu da devlede işbiriiği yapıp, milis olarak çalışd.<br />

Silahlar, nasıl mı temin ediliyordu? Bir kısmı kaçakçılardan...<br />

Baskınlarda askerierden elde ediliyordu. Aynca teslimat sırasın¬<br />

da bazdan silahlarını saklamışlardı.<br />

Her aşirette devlet yanlısı olanlar çoğunluktaydı. Kmlıp kökü<br />

kazınan aşiretlerde bile. Yusufan aşireti, gece yansı önüne düş¬<br />

tüğü askerieri, çekemediği Demenanlılann üstüne salıyor. Böl-<br />

314


genin adı Kızıldağ ve Aziz Abdal dağı. Demenanhlar sabah uya¬<br />

nıyorlar ki, askerler en yüksek tepede karargâh kurmuş.<br />

Aşiretin en yiğit elemanları olan Ibişî Seyik Ali, Hese Gene,<br />

Meme Kek'in oğlu Hıdır ve kardeşleri, Kamer Ağa'nın oğlu Hü¬<br />

seyin çadşmaya başlıyorlar. Gözüpek bir delikanlı olan İbiş hem<br />

Kürtçe koçaklama yapıyor, hem de direniyor. Koçaklamasının<br />

esası kısaca şöyle:<br />

Aşiretler bize hiyanet etti/Kimse yardımımıza gelmiyor/Unut-<br />

maym/Bizi ezerlerse/Sizleri de Ermeniler gibi kesecekler/Ge¬<br />

lin/Bu ihanetten vazgeçin.<br />

İbiş sürüne sürüne tepedeki mevzilere ulaşıyor. Bir mitralyözü<br />

ele geçiriyor. Ama kullanmasını bilmediği için, kayalardan aşa¬<br />

ğıya adp tahrip ediyor.<br />

Telefon ve telgraf direkleriyle donanmıştı dağlar. Ama kimse<br />

akıl edip kesmiyordu. Mitralyözü kullanmasını bilmemek gibi...<br />

Makineli tüfek kullanmasını bilen tek kişi, birinci cephede Sü¬<br />

leyman Pıhtoğlu'ydu. Birçok cephe açılmışd. Birinci cephe De¬<br />

menanhlar bölgesiydi. İkinci cephe Kutu deresi, Zel dağı idi.<br />

Üçüncü cephe Kalan aşiretine karşı açıldı. Seid Rıza'nın aşireti<br />

burada topluca kadedildi. Dördüncü cephe Hozat yönündeydi.<br />

Merkezi Dest ve Seid Rıza'nın köyü Ağdat'd. Seid Rıza'nın ça¬<br />

dşma bölgesi, Malatya-Erzincan-Sivas hatd. Seid Rıza, askerieri<br />

Konaklar denilen yerde karşılıyor, ilk çadşmada, Mıstefai Berte<br />

adındaki yiğit vuruluyor. Çadşmamn ikrieyen saatlerinde Seid<br />

Rıza'nın amcası Hüseyin bir uçak düşürüyor."<br />

İlk hedef Seid Rıza'ydı. Evi bombalanarak ilk vuruş yapdmış-<br />

ri. Ama Seid Rıza <strong>kurt</strong>ulmuştu. Bundan sonra, devlerin tek ama¬<br />

cı onu yakalamak olmuş ve peşine düşülmüştü. Onu ölü ya da di¬<br />

ri ele geçirmek için, akla gelebilecek her yola başvurmuşlardı.<br />

Bakanlar Kurulu'nun kararı gereğince, bu uğurda para harca¬<br />

maya acınmıyordu.<br />

Seid Rıza'nın başına büyük ödül konmuştu. Pek çok Dersim-<br />

H, bu ödüle konmak çabasıyla birbiriyle yanşıyordu. En başta da,<br />

Seid'in öz yeğeni Rayber...<br />

315


Seid Rıza'nın yeri hakkında ardı arkası kesilmeyen ihbariar<br />

yapılıyordu. İhbar geldikçe dağlar bombalanıyor, toplar, tanklar<br />

seferber ediliyor, askeri biriikler kaydınlıyordu. Ama çoğu kez<br />

ihbariarın asılsız olduğu anlaşdıyordu.<br />

Birkaç kez, Tujik dağında olduğuna ilişkin haberler alınmış,<br />

uçaklar dağı havadan kalbura çevirirken, yerden de top ve tank<br />

ateşıyk yangına verilmişri. Benzer manzaralar başka alanlarda,<br />

dağlarda da yaşanmıştı.<br />

Askerier, onunla Konaklar bölgesinde yüz yüze geldi. Seid bü¬<br />

tün ailesiyle oradaydı. Küçük eşi Beşe, oğullan, gelinleri, damat<br />

ve torunlanyla çatışmaya girdi. Koşullar çok çerindi. "Kemal'in<br />

demir kuşlan" dedikleri uçaklar göz açtırmıyordu. Yağdırdıklan<br />

bomba ve kopardıklan gürültüyle panik yaratıyoriardı.<br />

Seid Rıza'nın çok değer verdiği Berte'nin oğlu Mustafa, o gün<br />

yanı başında vurulup öldü. Ama çok geçmeden amcası Seid Hü¬<br />

seyin tüfek ateşiyle bk uçak düşürünce, moraller düzelecek, çem¬<br />

ber yanlacak, Seid Rıza ve aiksi <strong>kurt</strong>ulacaktı.<br />

* *<br />

Seid Rıza, devlet tarafindan kan ve ateşin sorumlusu olarak<br />

gösteriliyordu. Ardı ardma yayınlanan bildirilerde, hükümete ka¬<br />

fa tutan, Halbori'de ağalara "isyan yemini" ettiren Seid Rıza tes¬<br />

lim olduğu takdirde, kan göllerinin kuruyacağı, yangmlann söne¬<br />

ceği belirtiliyor, o teslim olmadığı için harekatın devam ettiği tek¬<br />

rarlanıyordu.<br />

Onun teslim olması halinde Dersim'e yalnız huzur değil, kal¬<br />

kınma hamlesinin geleceği de müjdeleniyordu. Bu yüzden,' Seid<br />

Rıza baskı altındaydı. Birçok kesim, <strong>kurt</strong>uluşunu onun tesl'imin-<br />

de görüyor, dolaylı ya da doğrudan bunu telkin ediyordu.<br />

Pek çok aşiret, bildirilerin içeriğine bakarak, 1937 yazında,<br />

Seid Rıza'yı ailesi ve bk avuç dostuyla yalnız bırakmıştı.<br />

Seid Rıza'nın, "bu bir oyun ve tuzaktır, sorun ben değilim"<br />

diye çırpınması fayda vermiyordu. "Sorun ben isem eğer, bunca<br />

kan neden? Niçin masum insanlar kadediliyor? Çocuklann, ka¬<br />

dın ve ihtiyarlann kadi neden? Bunca köy neden yakılıyor.'' Or-<br />

316


manlann, ekinlerin yakılması niçin?" diye nefes tüketiyordu<br />

ama, kimse onu dinlemiyor, inanmıyordu.<br />

* *<br />

1937 yazında, Dersim'deki tüm ormanlar ve ekiH alanları<br />

yangına verilmiş, ama basına göre bunun sorumlusu, isyan ede¬<br />

rek Türk askerinin kanına giren Seid Rıza'ydı.<br />

Tan gazetesi bu konuda şunları yazıyordu:<br />

"Uçaklarımız keşif uçuşları yapıyor. Eşkıyanın yiyecek ve gi¬<br />

yeceği bitmiştir. Ekilmiş topraklar, müfrezelerimizin elindedir.<br />

Açlık, eşkıyayı bitkin bir hale getirmiştir."<br />

Cumhuriyet gazetesinin 26 Hazkan 1937 tarihindeki haber<br />

başlıkları şöyleydi:<br />

"Tunceli'deki eşkıyalık can çekişiyor. Uçaklanmız, eşkıyanın<br />

son barmaklannı da bombaladı. Seid Rıza'nın küçük oğlu yara¬<br />

lı olarak ele geçti. Seid Rıza mağaraya sığındı."<br />

Aynı gazete ertesi gün, "eşkıyanın imha edilmekte" olduğunu<br />

bildiriyor ve devam ediyordu:<br />

"Kahraman kıtalanmız dün sabah iki harekâta başladı. Kutu<br />

deresinde kanlı bir çadşma oldu. Şakilerden 32 kişi öldürüldü.<br />

Mağaralara sığınan eşkıya amansız bir şekilde takip ediliyor."<br />

Haberier daha çok Seid Rıza ile ilgiHydi. İki günde bir, onun<br />

öldürüldüğü ya da teslim olduğu yazılıyordu. Haberin yalan çık¬<br />

ması da tekrarını önlemiyordu.<br />

Cumhuriyet gazetesinin sahibi ve başyazarı Yunus Nadi, 18<br />

Temmuz 1937 tarihindeki yazısında, Dersim'e "baba şefkari" ile<br />

yaklaşıldığını yazıyor ve şöyle devam ediyordu:<br />

"Cumhuriyet hükümetinin iyi düşünceler ve kesin azimle uy¬<br />

gulamaya başladığı 'çelik tedbirler' sayesinde, senelerden beri<br />

adına Dersim denilen mesele, tarihin ummanına katılmış ve<br />

ebediyen ölmüştür. Malûm olduğu üzere iki darbe ile direniş<br />

kmldı. Şimdi hükümet, programını uygulamaya koyuyor. Her<br />

ne olursa olsun, hükümetin hareketierine bir baba şefkati ha¬<br />

kimdir."<br />

317


*<br />

1937'nin yaz ortalannda, bazı aşireder tek hedefin Seid Rıza<br />

olmadığmı anlamaya başlamışlardı. Çünkü, Seid Rıza ile ilgisi ilin¬<br />

tisi bulunmayan aile ve aşireder de budanıyordu. Bahtiyar aşireti<br />

hedef haline geldiğini görünce 1937'de Hozat'ta cephe açmış, Seid<br />

Rıza'nın yanında savaşa girmiş, çatışma alanı genişlemişti. Bir süre<br />

sonra aynı bölgedeki Yukan Abbas, Karabal ve Ferhat aşiretieri sa¬<br />

vaşa katılmış, onlan Nazimiye bölgesindeki Heyderan ve Maz-<br />

gırt'teki Demenan ile Yusufan aşiretleri izlemişti.<br />

Dr. Nuri Dersimi anlatıyor:<br />

"Savaş, bütün şiddetiyk devam ediyor ve ağıriık merkezi Bah¬<br />

tiyar aşiretinin üzerine yüklenmiş bulunuyordu. Seid Rıza bizzat<br />

savaş aknmdaydı. Türk askeri kuvvetieri, Dersim ormanlannı<br />

ateşe verdikleri için, yangın Dersim'in birçok yerini sarmış ve<br />

geceleri dehşet verici yanardağ manzarası oluşturuyordu.<br />

Kureyşan aşireti de Seid Rıza'nın yanına koşarak savaşa kadl¬<br />

mışd. Bahtiyar aşireti reisi Şahin harbi idare ediyordu. Hain<br />

Rayber, Bahtiyar aşiretinin içinde bulunduğu sırada, Pırço'nun<br />

oğlu Hıdır'ı kandırmayı başarmışd. Şahin Ağa, haftalarca uyku¬<br />

suz kaldığından bir iki saat uyumak zorunda olduğunu Hıdır'a<br />

bildirmiş ve nöbet beklemesini istemişti. Şahin uykuya dalar dal¬<br />

maz, Hıdır başına bir kurşun sıkmış, onu öldürmüştü. Sonra başı¬<br />

nı kesip, gecenin karanlığında aşiret bölgesinin dışına çıkmış, Ho¬<br />

zat'a giderek Şahin'in başını kumandana teslim etmiş, kendisinin<br />

affedilmesini istemişti. Ama Hozat'tan döndükten sonra, Şahin'in<br />

kardeşi ve amca çocukları tarafindan mitralyözle imha edilmişti.<br />

Önderini kaybeden Bahtiyar aşireti, bir süre dayandıktan son¬<br />

ra, gücü kınlmış, kısmen yenilmiş, kısmen imha edilmişti. Sağ<br />

kalanlar, Seid Rıza aşiretine kadlmışd.<br />

Seid Rıza'nın küçük oğlu Hüseyin Reşik, uçak şarapneliyle<br />

yaralanmışd. Bunu haber alan Türk istihbaratçısı Şevket, Seid<br />

Rıza'nın büyük eşine haber göndererek, kendisiyle görüşmek is¬<br />

tediğini bildirmişti. Seid Rıza'mn küçük eşine karşı olan büyük<br />

eşi Elif Hatun, Şevket'in görüşme önerisini kabul etmiş ve gö¬<br />

rüşme sonucunda zavallı yaşlı kadın aldadlarak, yaralı oğlu Hü¬<br />

seyin'i Elazığ'a götürüp, tedavisi için Şevket'e emanet etmişti.<br />

318


Şevket, yarah çocuğu Elazığ merkez hastanesine yatırmış, baba¬<br />

sının planlan hakkında bilgi vermesi için hayli işkence yapdr-<br />

mış, istediklerini alamayınca da idam ettirmişti.<br />

Seid Rıza, bölgesini terke mecbur olmuş, tarafsız kalan aşiret¬<br />

ler arasına geçerek, bunlan harekete katmaya ve savaş alanlan-<br />

nı genişletmeye çahşıyordu. Türkler, Tujik dağı eteklerini tama¬<br />

men işgal etmiş ve buralarda ellerine geçen Kürt halkını merha¬<br />

metsizce öldürmüşlerdi. Tujik dağı eteklerinden llksor vadkin-<br />

deki büyük mağaralara sığınmış binlerce çocuk, kadın ve kız,<br />

mağaraların ağzı çimento ile kapadlarak öldürülmüşlerdi. Bu<br />

olayların belgeleri mevcuttur. Mağaralara, haritalarda 1, 2, 3,<br />

şeklinde işaretler konmuştur. Bktakım mağaraların kapılarında<br />

ateş yakılarak, içeriye boğucu duman verilmiş ve içindeki zaval¬<br />

lıların birçoğu dumandan boğularak ölmüş, canlanm dışarıya<br />

atanlar ise süngülenerek imha edilmişlerdir.<br />

Bahtiyar ve Kureyşan aşiretlerinin büyük bir kısmı, şeref ve<br />

namuslannı korumak için, kendilerini uçurumlardan sarp taşlar<br />

üzerine veya Munzur ve Harçik sulannın <strong>kurt</strong>arıcı derinlikleri¬<br />

ne atarak, Kürt kadınına yakışır şekilde ölmüşlerdir.<br />

Seid Rıza'nın, Koçan aşireti bölgesi dahilinde. Uzun Meşe<br />

noktasında bulunduğunu sezen Türk kuvvetleri, bu nokta üzeri¬<br />

ne uçak bombardımanı ve topçu hazırlığından sonra şiddetii bk<br />

hücum yaparak, bölgeyi sarmışlardı. Durumun ciddiyetini gö¬<br />

ren Seid Rıza, bir yarma hareketiyk çemberi kırmayı ve Ovacık<br />

yönüne çekilmeyi başarmışd.<br />

Fakat bu başarı çok pahalıya mal olmuştu. Çünkü Kozluca<br />

muharebesi adıyla anılan bu savaşta, Seid Rıza ik biriikte sava¬<br />

şa katılan küçük eşi Beşe ve büyük oğlu Şeyh Hasan, üç torunu<br />

ve bin kişiye yakın kuvveti şehit düşmüştü."<br />

ALİŞER VE BAYTAR NURİ<br />

Seid Rıza'nın dost ve arkadaşları arasında iki önemli aydın da<br />

vardı: Alişer ve Baytar Nuri.<br />

Alişer, Kürtçe yazan bir şairdi. Sivas'ın İmranlı ilçesinde doğ¬<br />

du. Sivas medreselerinde öğrenim gördü.<br />

Okuldan sonra bir süre devlet memuriyeti yaptı. Sonra me-<br />

319


muriyetten aynlıp Koçgirili Alişan Beyzade Mustafa Paşa'nm ya¬<br />

nında çalışmaya başladı. Onun ölümünden sonra da ailesine va¬<br />

si oldu. Oğullan Alişan ve Haydar beylerin yetişmesinde katkıda<br />

bulundu.<br />

Birinci Dünya Savaşı sırasında, Ruslar Kürdere özerklik vere¬<br />

cekleri vaadinde bulununca, onlaria sıcak ilişkilere girdi. Sivas,<br />

Erzincan ve Dersim'de halkı örgüdeyip, çekirdek de olsa yerel'<br />

Kürt yönetimleri kurdular.<br />

1917'de Rusya'da Çariık devrilince, ordusu geri çekilmeye<br />

başladı. Bunun üzerine Alişer, merkezi istanbul'da bulunan<br />

"Kürt Teali Cemiyeri"yle ilişki kurdu.<br />

Fakat çok geçmeden çalışma ve çabalan haber alınıp takibe<br />

alındı. Dersim'e geçerek, çalışmalannı burada yoğunlaştırdı.<br />

Daha sonra çıkan aftan yararlanarak tekrar Koçgiri'ye dön¬<br />

dü. "Kurdistan TeaH Cemiyeri"yle ilişkilerini pekiştirdi. Ardın¬<br />

dan düşüncelerini yaymak amacıyla "Jepin" adında bk gazete<br />

yayınlamaya başladı.<br />

1920'de bk karakolda meydana gelen çatışma "isyan" sayılarak<br />

Koçgki'ye ordu sevk edildi. Çatışmalar başladı. Alişer, Alişan ve<br />

Haydar beylerin yanında çatışmalan yöneten liderierden biriydi.<br />

Olaylardan sonra Dersim'e geçri. Seid Rıza'nın yanma yerkş-<br />

ri. O günden iribaren Seid Rıza'nın siyasal danışmanı, ölünceye<br />

dek yoldaşı olarak kaldı.<br />

Seid Rıza, onu kaybettiği gün, "Artık bu dünyada yaşanmaz" di¬<br />

yecekti.<br />

Seid Rıza'nın öteki dostu, Dersimli Baytar Nuri idi.<br />

Nuri, "Mil" aşiretindendi. Fakat ailesi, aşirerin etkinliği ve<br />

büyüklüğünden çok "aydın yapısıyla" tanınıyordu.<br />

Nuri, Dersim'de ve çevre illerde orta öğrenimini tamamladık¬<br />

tan sonra, istanbul'a gidip "Baytar" (Veteriner) okulunda öğre¬<br />

nim gördü ve mezun oldu.<br />

Baytar Nuri'nin Kürt sorunuyla alakası İstanbul'daki öğrenci¬<br />

liği sırasında başladı.<br />

320


Kürt öğrenci örgütüne üye oldu. 1919'da "Kürt Teali Cemi-<br />

yeti"ne girdi. Örgütün akrif elemanlarından biri haline geldi.<br />

Okulu bitirdikten sonra Koçgiri'ye atandı. Burada, Alişer<br />

Bey'le tanıştı. Alişan ve Haydar Bey kardeşlerle dostluklar kurdu.<br />

Öte yandan "Kürt Teali Cemiyeti"nin üyesi olarak İstanbul'daki<br />

örgüt merkezi ve cemiyetin başkanı Seid Abdülkadir'le sıcak iliş¬<br />

kilerini sürdürdü.<br />

Koçgiri olaylarından sonra Dersim'de tutuklandı. Anılarında<br />

anlattığına göre, daha sonra bizzat Mustafa Kemal tarafından af¬<br />

fedildi.<br />

Koçgiri olaylarından sonra, Alişer Bey'le Dersim'de yeniden bu¬<br />

luştu, ikisi Seid Rıza'nın en yakın dostu haline geldi. Genel bir anla¬<br />

tımla Alişer Seid Rıza'nın sağ koluysa. Baytar Nuri de sol koluydu.<br />

Anlatdanlara göre, Seid Rıza'yı mezhepsel sınırlılık ve Der- .<br />

simliHk kalıbından çıkarıp daha genele yönelten de Baytar Nuri<br />

ile Alişer idi.<br />

Nuri Desimi, 1937 yazına kadar Seid Rıza'nın yanında bulun¬<br />

du. 1937 yazında Güney sınırından yurtdışına çıktı. Görevi dış<br />

dünyayla ilişki kurmak, Dersim'de olanları duyurmak ve destek<br />

sağlamaktı.<br />

Fakat bir süre sonra, Türk yetkililerle görüşmeye giden Seid<br />

Rıza tutuklandı. Ardından idam edildi. Dersim başsız kalınca<br />

Nuri Dersimi Beyrut'a yerleşti. Yazmaya ağırlık verdi.<br />

Yurtdışında öldü. Geride Hatıralarım ve Kurdistan Tarihinde<br />

Dersim adında iki kitap bıraktı.<br />

Seid Rıza, 1937 Ağustosunda Alişer'le durum değerlendirme¬<br />

si yaparken, onun Sovyetler Biriiği'ne gidip olayları anlatması ha¬<br />

linde yardım sağlayabileceğini söylüyor ve Moskova'ya gitmesini<br />

istiyordu.<br />

Karara göre, Alişer Erzurum'a gidecek, Seid Rıza'nın oradaki<br />

bir dostunun yardımıyla Sovyetler Biriiği'ne geçecekti.<br />

Alişer, Seid Rıza ile vedalaşmış, bir gün sonra da Dersim'den<br />

ayrılacaktı. Dersim dağlarında son günüydü, llksor dağında, kul-<br />

321


landığı mağaranın önünde, "heval" (arkadaş) diye hitap etriği eşi<br />

Zarife'yle oturuyordu.<br />

Alişer dürbünle yollan tararken, bir kafilenin bulundukları<br />

yere doğru gelmekte olduğunu gördü. Gelenlerin başında Rayber<br />

vardı. Rayber, Seid Rıza'nın kardeşinin oğluydu. Alişer'le de kir¬<br />

ve...<br />

Kirvelik, en yakın akrabalıktan, kardeşten de ileri kutsal bir<br />

bağdı Aleviler arasında.<br />

Rayber'in yanında başka tanıdıkları da vardı. Biri Rayber'in<br />

amcazadelerinden Vanklı Efendi'ydi. Yakından tanıdığı öteki at¬<br />

lı Rayber'in kardeşinin oğlu İsmail, öteki Halborili Emir Ali'ydi.<br />

Aynı sırada Seid Rıza da, karşı dağın yamacındaydı. O da<br />

elinde dürbünle yolları gözlüyordu. Rayber'in adamlarıyla birlik¬<br />

te Alişer'in bulunduğu mağaraya doğru gittiğini görünce yerin¬<br />

den firlamış, "eyvah, kardeşim Alişer hainin pençesine düştü" de¬<br />

miş birkaç kişiyi çağırıp, "Alişer'in imdadına yetişin!" diye emir<br />

vermişti.<br />

Seid'in imdada gönderdiği adamlar yola çıkarken, Alişer de<br />

eşine, "Heval, konuklarımız var. Rayber geliyor. Çay ve yemek<br />

için hazırlık yap" demişti.<br />

Rayber, devlet güçleriyle çalışmış, muhbirlik, yol göstericilik<br />

yapmışn. Öz amcası Seid Rıza'nın kellesinin getirilmesi görevi de<br />

ona verilmişri. Fakat bunu başaramamışri.<br />

Daha sonra takrik değiştirilmiş, Rayber'in direnişçilerin safi¬<br />

na geçtiği resmi bildirilerle açıklanmışn. Amaç, avına yaklaşıp<br />

avlanmasını sağlamaktı. Devlet oyunun inandırıcı olması için bil¬<br />

diriler dağıtarak, onun isyancdara katıldığını her tarafa duyur¬<br />

muştu.<br />

Ama Seid Rıza oyunu sezinlemiş, çevresini uyarmış, dahası<br />

Rayber'i yakınına yanaştırmamıştı.<br />

du.<br />

Rayber bildirilerde hâlâ "direnişçilerin safinda" görünüyor¬<br />

322


*<br />

* *<br />

Zarife Hanım, Seid Rıza'nın uyanlarım hatırlatarak, tam<br />

yurtdışına çıkacağı sırada Rayber'in çıkıp gelmesini hayra yor¬<br />

madığını söylüyordu.<br />

Alişer, eşine endişelerinin yersizliğini anlatırken, onun kirve¬<br />

sine zarar verecek kadar düşüp küçülemeyeceğini belirtiyordu.<br />

Rayber bulundukları yere yaklaşmıştı. Alişer, onu mağaranın<br />

bkkaç metre ötesinde karşıladı. Minderini sundu. Oturdular.<br />

Alişer'in eşi Zarife Hanım, konuklara ikramda bulunmak<br />

üzere yanlarından ayrıldı. Hizmetlerine bakan adamlarından bi¬<br />

rini taze su almaya gönderdi. Kendisi de çay yapmak üzere ateşi<br />

harladı. Alişer tütün tabakasını çıkarıp Rayber'e sundu. Kürt ge¬<br />

leneklerine göre, tütün konuğa ilk ikram ve dostluk sunuşuydu.<br />

Rayber, güven vermek istiyor olmalı ki, ziyarerinin nedenini<br />

açıklama gereğini duymuştu:<br />

"Biliyorsun kirve, düşmana karşı savaşıyoruz. Türk ordusu<br />

top, tüfek ve uçaklarıyla bize aman vermiyor. Onun için sıkça yer<br />

değiştiriyoruz. Yolumuz buraya düşmüşken kirvemi bir ziyaret<br />

edeyim dedim. Savaş hali. Ne zaman ne olacağını kimse bilemez."<br />

Alişer'in tütün tabakası elden ele dolaşıyordu. Kağıda bk si¬<br />

garalık tütün alan, tabakayı ötekine uzatıyordu. Rayber ve<br />

adamları birer sigara sarıp yakarken, tütün tabakası tekrar Ali-<br />

şer'e gelmişti.<br />

Fakat tam bu sırada bir silah patlaması ve Zarife Hanım'm<br />

haykırışı yükseldi:<br />

"Yoldaşımı (rehevalım) vurdular!.."<br />

Zarife Hanım, dost görünümlü Rayber'e güvenemediği için,<br />

kendince tetikte ve hazırlıklıydı. Rayber ve adamlan daha görü¬<br />

nür görünmez, tabancasının namlusuna mermi sürüp beline yer¬<br />

leştirmişti.<br />

Baytar Nuri, sonrasını anılarında şöyle anlatıyor:<br />

"Şaşalayan eşi, kendisini eşinin üstüne atarak, 'Ew hevale<br />

min e, m nekujîne!' (arkadaşım o, öldürmeyin) diye feryat et¬<br />

miş, fakat öldüğünü anlayınca tabancasını çekerek hain Ray¬<br />

ber'e ateş etmiş, mermi Vanklı Efendi'nin başına isabet etmiş¬<br />

tir. Vankh Efendi cansız yere düşerken, alçaklığın sonuna ka-<br />

3i3


dar gkmeye karar vermiş olan Rayber, silahını Alişer'in emsal¬<br />

siz eşi, bu emsalsiz Kürt kızına da tevcih ederek, onu kocasının<br />

cesedi üzerine cansız düşürmüştür."<br />

Araştırmacı Kahraman Aytaç anlatıyor:<br />

"O gün Rayber'in yanında bulunanlar arasında Balikan aşi¬<br />

retinden biri de vardı. Dersimliler, Alişer'in nasıl, hangi hileyle<br />

katiedildiğini ondan dinlediler. Onun, Alişer'in hizmetine ba¬<br />

kan adamlann ve olayla yakından ilgili Dersimlilerin anlatnğı¬<br />

na göre gelişmeler şöyle:<br />

Seid Rıza, Rayber ve adamlarının mağaraya doğru gittiklerini<br />

görünce içine sinmiyor, 'Paraya tapan, bu yüzden tüm değerieri<br />

hiçe sayan bu hain bk melenet yapabilir' diyerek adamlar gön¬<br />

deriyor. Fakat Seid Rıza'nın adamları yetişemiyoriar. Mağaraya<br />

vardıklarında Alişer ve eşinin başı kesik cesetieriyle karşılaşıyor¬<br />

lar. Katillerin peşine düşüp ateş ediyoriar. Fakat vuramıyoriar."<br />

Rayber, ödülü Abdullah Alpdogan'ın elinden almak üzere,<br />

Alişer ve eşinin başını Elazığ'a götürüyordu.<br />

İsmail Top'un daha sonra anlattığına göre, Abdullah Paşa<br />

Rayber'i bir kahraman gibi karşılıyor, hizmetlerinden ötürü sır¬<br />

tını sıvazlayıp yanaklarından öpüyor ve şöyle diyordu:<br />

"Vatana büyük bir hizmette bulundun. O hain Alişer'i orta¬<br />

dan kaldırmakla Seid Rıza'nın elini, kolunu kestin. O bundan<br />

sonra Alişer'siz bir şey yapamaz."<br />

General, Rayber'e yiyecekkr, içecekler sunuyor, 5 bin liralık<br />

ödülünü verip yolcu ediyordu:<br />

İsmail Top, Dersim yolunda, "bu işi bklikte yaptık. Biriikte teh¬<br />

likeye attık kendimizi. Kansı silaha davrandı, sonra arkamızdan<br />

ateş açtılar. Vurulabilirdim. Onun için şu 5 bin liradan ben de pa¬<br />

yımı istiyorum" diyordu.<br />

yordu:<br />

Rayber İsmail'in pay istemesine öfkeleniyor, silahına davranı¬<br />

"Eşşoğlu eşşek, ne parası? Ben para mara almadım. Bu işi pa¬<br />

ra ödülü için değil, vatana hizmet için yaptım!"<br />

İsmail Top susuyor, para olduğu gibi Rayber'e kalıyordu.<br />

3İ4


Kirvenin kirveye kötülüğü, o güne dek Dersim'de 'görülme¬<br />

miş, duyulmamış bir olay ve bağışlanmaz en büyük ihanetti.<br />

Ama para hırsıyla bu da olmuş, yaşanmıştı.<br />

Bir Dersimli olan Ali Atik, "Rayber adı bizde çok yaygındı. Fa¬<br />

kat bu olaydan sonra hiçbir Dersimli bu adı vermedi doğan çocu¬<br />

ğuna" diyordu.<br />

DIŞ DESTEK VE BESfi'NlN ÖLÜMÜ<br />

Seid Rıza, halka karşı gkişilen hareketin vahim bk hal alma¬<br />

sı üzerine. Dersim Generali imzasıyla İngiltere, Fransa ve Ameri¬<br />

ka Birkşik Devlerieri başta olmak üzere, dünyanın etkin birçok<br />

devlerinin Dışişleri Bakanlıklarına birer mektup yazarak, insanlık<br />

adına acil müdahalede bulunulmasını istiyordu.<br />

Seid Rıza'nın mektupları, cevapsız kalacak, ancak Ankara ta¬<br />

rafindan, Sovyetler Biriiği, İngiltere ve Fransa'dan aldığı destekk<br />

isyan ettiğinin kanıtı olarak gösterilecekti.<br />

Oysa, sansür duvarı nedeniyle dünya, Dersim'de olanlardan ha¬<br />

berli de değildi. Dünyanın gündemi, Almanya'da yüksekn Hider<br />

rejimiydi. Kürtlerin sorunu kimseyi fazla ilgilendirmiyor, dikkatk-<br />

ri bile çekmiyordu.<br />

Ayrıca, "ilerki dünya kamuoyu" diye nitelenen Sovyetler Bir¬<br />

liği'nin de Dersim'k ilgiknme nedeni yoktu. Sovyetlere göre Kürt¬<br />

kr, "gerki, medeniyete kafa tutan" bk yapıydı. "İlerici Türk dev¬<br />

leti", isyankâr gericileri gemlemek ve medenileştirmek için uğraş<br />

veriyordu.<br />

Böyle bir ortamda, Seid Rıza'nın mektuplan hiç kimse tara¬<br />

findan dikkate bik alınmıyor, İngiltere ise kendisine gekn mek¬<br />

tubu "bakın dikkate bile almıyoruz" anlamında, İstanbul Konso¬<br />

losluğu aracılığıyla Türk hükümetine veriyordu.<br />

*<br />

* *<br />

Seid Rıza'nın, ülkelerin Dışişkri Bakanlıklarına gönderdiği<br />

mektupta şöyle deniliyordu:<br />

3^5


"Yıllard'an beri Türk hükümeti Kürt halkını asimile etmeye<br />

çalışmakta ve Kürt dilinin gazete ve yayınlannı yasaklayarak,<br />

ana dillerini konuşanlara eziyet ederek, Kürdistan'ın bereketi!<br />

topraklarindan gidenlerden büyük bir bölümünün telef olduğu<br />

Anadolu'nun çorak topraklanna zorunlu ve sistemli göçler dü¬<br />

zenleyerek, bu halka zulmetmektedir.<br />

Son olarak Türk hükümeti, kendisiyle yapılan bir anlaşma so¬<br />

nucu bu baskılardan anndınlmış Dersim bölgesine de girmeye<br />

kalkışmışdr.<br />

Bu olay karşısmda Kürder, göçün uzak yollarında can vermek<br />

yerine kendilerini korumak için, 1930'da Ararat tepesinde, Zi¬<br />

lan ve Beyazıt ovasında olduğu gibi silahlara sanldılar.<br />

Üç aydan beri ülkemde tüyler ürpertici bir savaş sürüyor.<br />

Savaş olanaklannın eşitsizliğine ve bombardıman uçaklannın<br />

yangın bombalannın, boğucu gazlann kullanılmasına rağmen,<br />

ben ve yurttaşkrım Türk ordusunu başansızlığa uğratdk.<br />

Direnişimiz karşısında Türk uçaklan kasabalan bombalıyor,<br />

yakıyor.<br />

Zindanlar yumuşak başlı Kürt halkıyla dolup taşıyor. Aydın¬<br />

lar kurşuna diziliyor, asılıyor ya da Türkiye'nin tecrit edilmiş<br />

bölgelerine sürgün ediliyor.<br />

Üç milyon Kürt, benim sesimden ekselanslanna sesleniyor ve<br />

bu hükümetinizin yüksek manevi etkisinden Kün halkını yarar¬<br />

landırmanızı istirham ediyor.<br />

Sayın Bakan, en derin saygılanmın kabulünü rica ederim.<br />

Dersim Generali Seid Rıza"<br />

Seid Rıza, 1937 yılının yaz başlanna kadar ailesiyle Bogır da-<br />

ğmm Sosm yaylasında tutundu. Yaz ortalarında bir sabah, kara<br />

biriikleri uçak filolannm eşliğinde taarruza geçiyor, akşam ka¬<br />

ranlığına kadar bombalama devam ediyordu. Gece sükûnet için¬<br />

de geçiyor, fakat sabahm ilk ışıklanyla biriikte taarruz, günler<br />

boyu sürmek üzere tazeleniyordu.<br />

Sosın yaylalannda, Türk ordusunu durduran kişi, Bahriyar aşi-<br />

rennden Şahin Bey'di. Şahin Bey, kendi buluşu gerilla taktikleriy-<br />

326


le sızmalar yapıyor, kayıplar verdirip silah ve cephane ele geçiri¬<br />

yordu.<br />

Şahin Bey, sabahın seherinde başlayıp akşam karanlığına dek<br />

süren bir çarpışmada yorgun düşmüş, top atışlarının kesilmesin¬<br />

den yararlanarak uyumaya çekilmişti.<br />

Şahin Bey, başına ödül konan bir gerilla lideriydi. Ortahkta<br />

"kelle avcılan" dört dönüyordu. O nedenle, yaklaşan, ama iyi ta¬<br />

nımadığı kişilere ihtiyatlı davranıyordu.<br />

Uyurken, Pırço'nun oğlu Hıdır diye tanınan adamını nöbetçi<br />

bırakmıştı. Hıdır, uzaktan akrabası ve en güvendiği adamların¬<br />

dan biriydi.<br />

Hıdır, onu uykuda vuruyor, başını kesip Hozat'taki askeri ka¬<br />

rargâha götürüyor ve ödülünü alıyordu.<br />

Seid Rıza olayı duyduğunda büyük kedere kapılıyor ve birkaç<br />

gün sonra da Sosın yaylasını terk etmek zorunda kalıyordu.<br />

Seid Rıza ve yakınları, hava ile kara taarruzlarına rağmen<br />

çemberden <strong>kurt</strong>ulmuşlardı.<br />

Ama, Ovacık'ın Senkan bölgesinin, Uzunmeşe yöresinde ça¬<br />

nşma yeniden başlıyordu. Bu Seid Rıza'nın karildığı en büyük<br />

kavgaydı. Seid Rıza, küçük eşi Beşe, oğlu Şeyh Hasan ik torunu¬<br />

nu bu çarpışmada kaybediyordu.<br />

Beşe, Türk basınının da başlıca malzemelerinden biriydi. Ba¬<br />

sında, onunla ilgili haberler eksik olmuyordu. Gazeteler, hakkın¬<br />

da uydurduklannı birinci sayfada yayınlıyorlardı. Örneğin, Cum¬<br />

huriyet gazetesinin bkmez tükenmez malzemesiydi. Onu, duygu¬<br />

dan arınmış bk savaş ve öldürme makinesi olarak gösteriyordu.<br />

Öteki gazetelerden bazıları, onu cepheden cepheye koşarak<br />

asker öldüren biri olarak gösteriyor, bir başkası aşkı, zevk ve se¬<br />

fayı düşünen bir kadın portresi çiziyordu.<br />

Beşe, daha sonra "propaganda edebiyattna" da konu oluyordu.<br />

Gazeteci Barbaros Baykara, devlet raporianna dayanarak<br />

yazdığı Dersim adındaki iki ciklik romanında, Bese'nin gözü pek,<br />

savaşkan portresini çiziyordu.<br />

327


Baykara'ya göre Beşe, Keçisekmez kayalıklannda bir avuç in¬<br />

sanla,, bir ordu ve gökten ölüm yağdıran uçaklara karşı kurşunu<br />

bitene dek çarpışıyor, kurşunları birince taşlar firlatıyor, yakala¬<br />

nacağı an, "bem sağ yakalayamazsınız. Namusuma dokunama-<br />

yacaksmız bemm. Bu zevki tatnrmayacağım size. Ölümü bile bulamayacaksımz!"<br />

diye bağırarak uçuruma adıyordu.<br />

Baykara'nm anlatıklannm gerçeğe uygunluğu bir yana, F.<br />

Doğan m anlattıklan şöyle:<br />

"Aik efradmın ölüm haberi gelince, Seid Rıza'nın dizi dibin-<br />

deydım. Kara haber, Ağdat'taki ikinci mezra olan Gogan'da Se¬<br />

id Rıza'ya ulaşd. Burası Munzur vadisi, Bogır dağı bölgesidir<br />

Baktım (Seid Rıza'mn) mavi gözler büyüdü. Uzun sakalı titredi.<br />

Sert kaşkn dikeldi. Sinir krizleri geçirdi. Sakalım yolmaya has¬<br />

adı. Çocuklan ve torunlannın adlannı teker teker sayıyor, ağ¬<br />

lıyordu. Unutamadığım bk kelimesi vardı:<br />

Dersim'i yok edecekler, çoluk çocuğu kıracaklar, silahsız¬<br />

ların canına kıyacaklar!<br />

Seid Rıza, ölüm haberinden sonra Gogan kalesine sığındı<br />

Kutsal aile kabristanı da buradadır. Kutsal türbeler, yüz-yüz elh<br />

yıllık ulu çınar ağaçlanyk kaplıdır. Her ağacın çapı 7-8 met¬<br />

reyi bulur. Bunlann içi çürük ve boştur. Bu kovuklardan askeri<br />

harekâd izliyordu. Gözleri çok keskindi. 2 bin 200 metreye ula¬<br />

şan uzun menzilli bir Alman tüfeği kullanıyordu. Bir defasında<br />

2 bm metre uzaklıkta, atmm üstünde dimdik yürüyen bir suba¬<br />

yın binek hayvanını vurdu. Yere yıkd."<br />

SEİD RIZA BARİŞ GÖRÜŞMELERİNE<br />

GİDİYORDU...<br />

Dr. Nuri, Seid Rıza'nın, 1937 sonbahanna doğru Ovacık'ın<br />

sarp bolgelenne çekildiğini yazıyor ve devam ediyor:<br />

"Bu bölgede kış mevsiminde savaşmak Türkler için imkansız¬<br />

dı. Bu nedenle çarpışmalara ara vermek zorunluluğu vardı. Ses¬<br />

sizlik mevsiminde hile yoluyla çalışmanın amaca daha çok uy¬<br />

gun olduğunu kararlaştıran ordu kumandam, Munzur dağlann¬<br />

da mevzilenmiş olan Seid Rıza'ya Erzincan valisi aracılığıyla ha¬<br />

ber göndererek, Dersimlilerin isteklerinin kabul edileceğini, şim¬<br />

diden bütün orduya ateşkes emri verilmiş olduğunu, ashnda<br />

328


Dersim'in tek başına bazı aşiretieri dışında diğer aşirederin üze¬<br />

rine henüz askeri harekât yapılmadığını, yapdmasına da gerek<br />

görülmediğini ve oluşan zararları ödemeye hazır olduklarını bil¬<br />

direrek, Seid Rıza'yı Erzincan merkezine getirmeyi başarmış ve<br />

orada yanındakilerk birlikte tutuklamışd. (5 Eylül 1937)"<br />

*<br />

* *<br />

1937 sonbaharına doğru. Dersim baştan başa yangın yeriydi.<br />

Kidesel kırımlarla kan nehirleri akıyordu. Bazı dosdan onu terk<br />

edip, "devletin şefkatli kolları arasına" koşmuştu. Ailesi kırıma<br />

•uğramış, eşi Beşe, oğlu Şeyh Hasan dahil, torunları, kızları, da-<br />

madarıyla aileden 47 kişi öldürülmüş, kavga arkadaşları, kelle<br />

avcıları tarafindan avlanmıştı.<br />

Dersimlilerin bir kısmı "insan avcısı" olmuş, akrabalarının<br />

peşine düşmüştü. Ortaya dökülen ödül yüzünden, babanın oğu-<br />

la, kardeşin kardeşe güveni kalmamıştı.<br />

Dersim'de insanlığın bu denli çürüyüp kokmaya başladığı bir<br />

sırada, Erzincan valisinden, Seid Rıza'ya görüşme ve barış yapma<br />

önerisi geliyordu. Valinin yaptığı çağrıya göre, silahı bırakıp gö¬<br />

rüşme masasına oturduğu takdirde. Dersim harekâri durdurula¬<br />

cak, af ilan edilecek, kimsenin kılına dokunulmayacağı gibi, za¬<br />

rarlar devletçe karşılanacaktı.<br />

Öne sürülen şartlar çekiciydi.<br />

Anlatılanlara göre, Seid Rıza, şartları arkadaşlarıyla görüşüp<br />

tarrişnktan sonra. Ağustos ayı sonlarında, görüşme masasına<br />

oturmayı kabul ettiğini bildiriyordu. Ancak, bir şartı vardı:<br />

"Inspektör" General Abdullah Alpdoğan'la banş anlaşması<br />

imzaladıktan sonra, Ankara'ya gidip Atatürk'le görüşmek ve<br />

Dersim olaylarını doğrudan ona anlatmak istiyordu.<br />

Vali, bu isteğinin de kabul edildiğini, Atatürk'ün kendisini<br />

beklediğini bildiriyordu.<br />

Cumhuriyet gazetesinin 29 Ağustos 1937 tarihindeki başlığı<br />

şöyleydi:<br />

329


"Şaki Seid Rıza yakalanmak üzere."<br />

Gazete bu haberi verirken, Seid Rıza'nın "barış görüşmeleri¬<br />

ne gitme" karan henüz kesin değU, "niyet" niteliğindeydi.<br />

Aynı gazete, 13 Eylül 1937 tarihinde, "eşkıya Seid Rıza'nın<br />

Erzincan hükümet binasına gelip teslim olduğunu" yazıyor ve<br />

ekliyordu:<br />

"İki avanesiyle beraber Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi'ne ve¬<br />

rilecek."<br />

Tan gazetesi, aynı tarihte olayı "Tunceli'de son temizlik" di¬<br />

ye duyuruyor, Seid Rıza'nın "dehalet" ettiğini (sığındığını) yazı¬<br />

yordu. Haberde şöyle deniliyordu:<br />

"Dersim'in son sergedesi Mahut Seid Rıza hükümete dehalet<br />

etti. Suçlu kaçıp gizlenmiş, fakat <strong>kurt</strong>uluş ümitleri sönünce Er¬<br />

zincan'da teslim olmuştur."<br />

Oysa, "teslim" olma yoktu. Devlet, vali aracılığıyla, "banş<br />

görüşmelerine" çağırmış, o da gitmiş, ama "daverin tuzak" oldu¬<br />

ğunu, ellerine kelepçe vurulunca anlamıştı.<br />

Erzincan'a gidişi, resmi söylemle "teslim" tarihi çelişkiliydi.<br />

Yakın dostu Dersimi, "5 Eylül günü Erzincan'a gitri" diye yazı¬<br />

yordu.<br />

Genelkurmayın kitabında ise Seid Rıza'nın "10 Eylül 1937<br />

günü Erzincan'da teslim oldu"ğu yazıyordu.<br />

Gazetelerin yazdığına göre, Seid Rıza Erzincan'da sorgulandı,<br />

ertesi gün de Genel VaHlik karargâhının bulunduğu Elazığ'a gö¬<br />

türüldü.<br />

Sapürmalar bir yana, Seid Rıza Atatürk'le görüşmek ve "banş<br />

anlaşmasını" imzalamak üzere, kendi isteğiyle Erzincan'a gitmiş,<br />

ama ele geçtikten sonra, verilen sözler unutulmuş ve tutuklanmıştı.<br />

"Kurtuluş günleri" şenliklerk, top ve tüfek atışlanyla kuda-<br />

nan şehirlerin Rus, İngiliz ve Fransızlarla çarpışa çarpışa geri<br />

alındığı ne kadar doğruysa, Seid Rıza'nın da kendiliğinden gelip<br />

teslim olduğu da o kadar doğrudur. Doğru olan, Seid Rıza'nın<br />

"gel görüşüp banşalım" denilerek tuzağa çekilmesiydi.<br />

330


Seid Rıza, Erzincan'a giderken, tanınmamak için yüzünü gö¬<br />

zünü kapatmıştı. Görüşme yerine sağlıklı bir biçimde varmak için<br />

bir tedbirdi bu. ilgisiz bir asker tanıyıp ateş etmesin diyeydi.<br />

O nedenle sıradan, yoksul bir köylü gibi giyinmiş, katıra bin¬<br />

miş, yanına da iki adam almıştı.<br />

Yıllar önce Erzincan'ı <strong>kurt</strong>armak üzere aştığı Kırkmerdivenler<br />

geçidinden geçip, Erzincan'la Ovacık arasındaki AHbey köprüsü¬<br />

ne vardığında nöbetçi askerlerce durdurulmuştu.<br />

Nöbetçi askerin, silahını doğrultup "Dur, kimsin?" sorusuna<br />

şu karşılığı veriyordu:<br />

Bir yolcuyum oğlum...<br />

Adın ne?<br />

Rızo...<br />

Nöbetçi uyanık biri miydi, yoksa Seid Rıza'yı bekleyence tem-<br />

bihli mi bilinmez, bu cevap üzerine,<br />

Yüzünü aç da göreyim, diyordu.<br />

Seid Rıza, yüzünü açınca asker, şaşkınlıktan büyüyen gözler¬<br />

le ona bakıyor, yine de emin olmak için "bir dakika bekle" diye¬<br />

rek, nöbetçi kulübesine gidip, bir fotoğrafla geri dönüyordu. As¬<br />

ker bir fotoğrafa, bir de karşısındaki sakallı, yaşlı adama bakıyor,<br />

sonra gözlerinde sevinç pınltılanyla "sen Seid Rıza'sın. İşte bu fo¬<br />

toğrafla tıpkısın," diye bağırıyordu.<br />

Bunun üzerine, Seid Rıza eksik olmayan espirilerinden birini<br />

padatıyor "oğlum" diyordu. "Ben Seid Rıza değilim demedim<br />

ki. Ben Rızo'yum dedim. Ama sen Seid Rıza diyorsun. Her ney¬<br />

se, oyum işte..."<br />

Nöbetçi şaşırmıştı. Ne yapacağını bilemiyordu. Seid Rıza<br />

onun şaşkın haline gülümseyip yol gösteriyor, "burada olduğu¬<br />

mu komutanına haber ver," diyordu.<br />

Nöbetçinin telefonundan birkaç dakika sonra, köprü başı as¬<br />

kerlerle dolmuştu. Kimi görevli, kimi meraklıydı. Yöredeki as¬<br />

kerler efsanevi düşmanı yakından görmeye koşuyorlardı.<br />

Seid Rıza bir araca bindirilip götürülüyor, fakat daha vaHHk<br />

binasından içeriye girerken yüzü asılıyordu.<br />

Çünkü, Seid Rıza, defalarca geldiği bu binayı biliyordu. Vali<br />

331


makamının olduğu üst kata değil, bodruma, nezarethanelerin bu¬<br />

lunduğu alt kata götürülüyordu.<br />

Verilen sözler uçmuş, havaya karışmış, yok olmuştu. Seid Rıza,<br />

boş yere "Atatürk" diyor, "vali ile görüşmekten" söz ediyordu.<br />

Onu bodrum kattna götürenler, bir çocuğu kandırmaya çalı¬<br />

şanların edasıyla söylediklerine, "tamam tamam, görüşeceksin"<br />

diyor ve onu bir hücreye kapatıyorlardı.<br />

O, arnk "ele geçmiş" bir tutsaktı.<br />

BlR GARİP YARGILAMA<br />

Seid Rıza, "yakalandıktan" sonra sorguya çekildi. Ama bilgi<br />

vermek bir yana, konuşmayı da reddetti. Aldanlıp tuzağa düşürül¬<br />

düğünü söyledi.<br />

Seid Rıza'nın konuşmamakta direndiği, savcının, hakkında<br />

hazırladığı "suçlamada" da (iddianame) yer alıyordu. Suçlama¬<br />

da, Seid Rıza'nın konuşmamakta direnerek, Atatürk'le ikili gö¬<br />

rüşme yapmak istediğini tekrariadığı belirriliyordu.<br />

Seid Rıza, ısrarla yönelrilen "neden isyan ettin?" sorusuna da<br />

umursamaz bir tavıria, "kınlan testi, dökülen sudur" karşılığını<br />

yermekle yetiniyordu.<br />

Seid Rıza, başlangıçta, yargılanmak üzere mahkemeye de çı¬<br />

karıldı. Yasaya göre, mahkeme de "Inspektör"e bağlıydı.<br />

Hatta savcı, "usule-adaba uygun" iddianame bile hazıriıyor-<br />

du. Fakat, daha sonra, Ankara açısından "işlem acilleşiyor", o<br />

zaman yargı yolu-yöntemi firlatılıp kenara atılıyor, kesrirmeden<br />

gidilerek, Seid Rıza idam ediHyordu.<br />

iddianameye dönecek olursak. Savcı Hatemi Şahamoğlu'nun<br />

imzasını taşıyordu. "Yüksek Mahkeme'ye" hitabıyla başlayan<br />

suçlamada, Seid Rıza ve arkadaşlarının, bağımsız Kürdistan'ı<br />

kurma hayaliyle isyan etrikleri belirtiliyor, daha sonra Dersim'de<br />

Kürt bulunmadığı öne sürülüyordu. Böylece, suçlamaya göre, ha¬<br />

reket, olmayan Kürrierin, "Kürdistan'ı kurma isyanı" oluyordu.<br />

Savcı, "Kürt yoktur" dedikten sonra, Dersim'in aslında öz be<br />

öz Türk olduğunu söylüyor, dağ bayır ve aşiret adlarını söyledik¬<br />

lerine kanıt yapıyordu.<br />

332


Savcı, daha sonra "Dersim olaylarına" geliyor. Dersim eşkıya<br />

yuvası olarak nitelendiriliyor, ancak söylediklerini bir sonraki<br />

paragrafta yalanlayarak, son iki yılda önemli bir olayın meydana<br />

gelmediği, "asayişin berkemal" olduğu beHrtiliyordu.<br />

İddianameye göre, son bir yılda tüm Dersim'de 1 8 cinayet iş¬<br />

lenmiş ve faillerin tümü yakalanmıştı. Ondan sonraki süreçten<br />

1937'nin ük aylarına kadar ise hiçbir olay olmamışri Dersim'de.<br />

Suçlama, yer yer bazı aşiretlerin, adeta mutluluktan sıkılarak<br />

olay çıkardığı izlenimi veriyordu. Şöyle deniliyordu:<br />

"Mart ayı içinde (1937) birtakım aşireder sükûn ve huzurdan<br />

sapmışlardır. Mazgirt'in Pah nahiyesinde ve Harçik çayı üstün¬<br />

de yeni yapılan ufak Kahmut köprüsü yakılmış ve bazı karakol¬<br />

larımıza silahla taarruz edilmiştir.<br />

Nitekim seid ve reisler, bu defa bütün aşiretlerini arkalarında<br />

sürükkyememişlerdir. "<br />

Suçlama, söyleneni bir cümle ya da bir paragraf sonrasında<br />

kendini yalanlaması, çürütmesiyle ilginçti. "Dersim baskınına",<br />

isyan deniyor, fakat daha sonra "isyan"ın meydana gelmediğini<br />

doğrulayan, teyit eden ifadelere yer veriliyordu.<br />

Savcı devam ediyordu:<br />

"İlin nüfusu da 110 bini geçer, isyana kadlan aşireder ise şun¬<br />

lardır: Mazgirt kazasında Demenanhlar ve kısmen Yusufan ve<br />

Nazimiye kazasında Hayderan ve Hozat kazasından da Abbasu-<br />

şağı aşiretieridir. Bunlara, Bahtiyar aşireti reisi Şahin (Sahan) ile<br />

Kureyşan aşiretinden Şeyhanlı kolu reisi Hüso Seydo (Hüseyin<br />

Cesur-Sey Üse) ve arkalarına takdkları 15'er 20'şer kişilik ça¬<br />

pulcuları ilave etmek lazımdır."<br />

iddianamede, 1937'deki askeri müdahale öncekilerden farkı<br />

anlatılırken şöyle deniliyordu:<br />

"Her zaman olduğu gibi, (Dersimliler) başarı sağlayacakların¬<br />

dan şüpheleri yoktu. Hükümetin işi gücü yoktu da peşlerine as¬<br />

ker salacak değildi ya! Asker gelse de ne olabilirdi? Dersim son<br />

otuz senede 1 1 defa askerle karşılaşmıştı. Başları sıkışınca, yine<br />

Kutu deresine. Kalan deresine, Ali boğazına kaçarlardı. Daha<br />

olmazsa Bakır dağına (Bogır), Tujik Baha'ya çıkılırdı. Asker<br />

333


kırklara kanşsa Kutu deresine inemezdi. Kuş olsa Bakır dağına<br />

çıkamazdı. Bütün hesaplar yanlış çıksa dahi, askerler daha me¬<br />

şe yaprakları dökülmeden çekilip giderdi."<br />

Savcıya göre, DersimHIer, isyan ederken bu kez yanılmışlardı.<br />

Eşkıya yuvalan temizlenmek üzere hazırlıklar yapılmış ve önlem¬<br />

ler alınmıştı.<br />

İddianamede, Alişer üzerinde özellikle duruluyor ve "isyanı<br />

hazırlayanlardan bahsederken, baş tarafa Alişer'in adım geçir¬<br />

mek lazımdır" deniliyordu.<br />

Savcı okumaya devam ediyordu:<br />

"Seid Rıza, Hozat'ın Sin nahiyesine bağh Ağdat köyündendir.<br />

Seid Rıza, Dersim'in seidi ve Yukarı Abbasuşağı'nın reisidir.<br />

Çok defa Viyalık'ta, Sesenkak'deki evinde oturur. Dersim'e ait<br />

işler Viyalık'ta görülür. Otur kalk emri de Sesenkale'de verilir.<br />

Son fişengini sarf ettikten ve yanındaki avanesi de kısmen imha<br />

ve kısmen dağıdlarak, kendisi Sarıoğlan'da tek başına bırakıl¬<br />

dıktan sonra, komşu vilayetlere kaçarken Erzincan köprüsünde<br />

yakalanmış ve yüksek mahkemeye mevcuden sevk edilmiştir.<br />

Suçlunun, kişiliğinde topladığı seidlik ile reislik haleti ruhiyeti-<br />

ni, sorgusunda verdiği ifadede de kolaylıkla okumak mümkün¬<br />

dür. Seid Rıza, Erzincan köprüsünden geçerken, belge aranıp<br />

aranmayacağını inceliyor. Gelip geçmenin serbest olduğunu öğre¬<br />

niyor. Fakat köprüye gelince jandarma nöbetçisi kendisini yakalı¬<br />

yor. Kimliğini özenle saklamasına rağmen, yanındaki dürbünün<br />

üzerinde yazılı isminden şüpheye düşen görev aşığı nöbetçi, sün¬<br />

güsünü çekiyor, kendisini karakola davet ediyor.<br />

Seid Rıza'nın, bu kısma ait ifadesinde ifade ettiği son temen¬<br />

niyi tekrar ediyorum:<br />

Jandarmanın süngü çektiğini, rica ederim yazmayın. Ken¬<br />

disine zarar gelmesin.<br />

Seid Rıza, kendisine sorulan her soruya cevap yerine şu sözle¬<br />

ri tekrarlıyor:<br />

Kırılan testi, dökülen su imiş...<br />

Bir kere teslim olduktan sonra, artık sorguya suale ne gerek<br />

görüldüğünü bir türlü anlayamıyor. Sürekli olarak Ankara'yı<br />

sayıklıyor. Suçlulardan, Yusufan aşireti reisi Kamer ile Şeyhanlı<br />

Hüsso (Hüseyin Cesur) ve Hayderan reisi Kamer de yukarıdaki<br />

334


zihniyeti anlattığımız tiplerdendir. İlk isyan hareketi Yusufan ve<br />

Demenan aşiretieri içinde başlamıştır. Demenan aşireti reisi<br />

Cebrail, isyanda Seid Rıza'dan aşağı kalmayan bir rol oynamış<br />

ve şahsen ve fiilen asileri sevk ve idare etmiştir.<br />

Bahtiyar aşireti reisi Şahin de nihayet kendi yandaşlarının nef¬<br />

ret ve kini arasında can vermiş, birtakım benzerleri gibi hesap<br />

gününe yetişememiştir.<br />

isyanın meydana gelişine gelince; hükümet imar ve reform<br />

programını uygularken, halkın geleceğini iyileştirmeye çalışır¬<br />

ken, başta Seid Rıza, Cebrail ve ölü Alişer ile Şahin olmak üze¬<br />

re suçlular da boş durmuyorlardı."<br />

iddianamede, hâlâ "Dersim'in imar ve reform" programından<br />

söz ediliyordu. Ama "imar ve reform düşmanları" boş durmamış¬<br />

lardı. "Boş durmayanlar", köprülerin askeri amaçh olduğunu<br />

yaymış, halka baskı yapılacağını, kadınlara tecavüz olacağım söy¬<br />

lemişlerdi.<br />

a-<br />

Seid Rıza ve birlikte asılanların tümü entrika, tuzak ile bir<br />

araya getirilip asıldılar. Mahkeme ise evrensel "hukuk" bir yana,<br />

sistemin yasalarını da yadsıyan, kenara atan bir "garipHk"ti. Baş¬<br />

langıçta, yasalara göre bir yol izlenirken, aniden pişman olunu¬<br />

yor ve acele tarafından "idam töreni" düzenleniyordu.<br />

Aceleye geldiği için mi bilinmez, astıkları insanların adları bi¬<br />

le tutanaklara yanlış geçiriliyordu.<br />

İdam tarihi ise başka bir tartışma konusuydu. Gazetelerin<br />

yazdıklanyla, resmi söylem ve idam edilmişlerin yakınları tara¬<br />

fından söylenen tarih uyuşmuyor, birbirini tutmuyordu.<br />

Seid Rıza'nın dostu Nuri Dersimi, idamların 18 Kasım 1937 ta¬<br />

rihinde gerçekleştirildiğini yazıyordu. Türk basınının yazdıkları ise<br />

bu tarihle çelişiyordu. Yine Dersimi'ye göre, Seid Rıza'yla birlikte<br />

10 kişi daha asıldı.<br />

Ankara tarafindan "infazları" yapmakla görevlendirilen Çağ¬<br />

layangil, Seid Rıza dahil, 7 kişinin idam edildiğini yazıyordu. Dö¬<br />

nemin Türk basını da bu rakamı doğruluyordu.<br />

335


Dönemin yarı resmi Cumhuriyet gazetesi, 16 Kasım 1937 ta¬<br />

rihinde, birinci sayfasında "Seid Rıza ve 6 avanesi dün idam edil¬<br />

diler" başlıkh bir haber yayınlıyordu.<br />

Rejimin resmi organı "Kurum" gazetesi, tarih ve gün bakı¬<br />

mından Cumhuriyeti doğruluyordu.<br />

17 Kasım 1937 tarihli Kurum gazetesi, Seid Rıza'nın idam ha¬<br />

berini üç sütunluk başlıkla veriyordu. Gazetenin haber başlığı<br />

şöyleydi:<br />

"Seid Rıza ve arkadaşları asddı."<br />

Hemen altındaki alt başlıklar haberi özeriiyordu:<br />

"İdam edilenler 7 kişidir. Diğer idam mahkûmlarından<br />

4'ünün cezası 30 sene hapse çevrildi. 32 suçlu da muhtelif ceza¬<br />

lara çarptınldı."<br />

Haber dördüncü sayfada devam ediyor ve şöyle denUiyordu:<br />

"7 idam mahkûmu şunlardır: Seid Rıza ve oğlu Hüseyin, Şey¬<br />

hanlı aşiret reisi Haso, Yusufan aşireri reisi Kamer oğlu Fındık,<br />

Demenanlı aşiret reisi Cebrail oğlu Hasan, Kureşanlı Hasan,<br />

Mirza Ali'dk."<br />

Oysa idam edilenler ve adları şöyleydi:<br />

Seid Rıza, oğlu Reşik Hüseyin, Yusufan aşireri reisi Kamer,<br />

Kamerin oğlu Fındık, Kureşanlı Seid Hüseyin, Hayderan aşireti<br />

reisi Kamer ve Demenan aşireti reisi Cebrail.<br />

Kurum gazetesinin idam haberini yayınladığı sayısında man¬<br />

şet Atatürk'ün seyahatine aynlmıştt. Gazete, Atatürk'ün Malat¬<br />

ya'da olduğunu da manşetten bildiriyordu.<br />

Parti ve hükümet yayın organı Ulus gazetesi, idamlann "ta-<br />

rih"i konusunda, hem Cumhuriyet, hem de Kurum gazetesiyle<br />

çelişiyordu. 15 Kasım 1937 tarihli sayısının manşeri "Atatürk<br />

Malatya'da tetkikler yaptı" biçimindeydi. Hemen altında ise<br />

"Makinede" başhğı ile "Seid Rıza, oğlu ve beş avanesi idam edil¬<br />

di" diye, "son dakika" haberi veriliyordu.<br />

Haberin ayrıntıları ise Kurum'da yayınlananların aynısıydı.<br />

Resmi tarih ve resmi söylem idam tarihini karmaşıklaştınyor-<br />

du. Kanşıkhk, Ankara'da alman idam karan tarihinin "infaz" gü¬<br />

nü olarak anlaşılıp, basına verilmiş olmasından da kaynaklanıyor<br />

336


olamaz mı? Bilinmez ama, Atatürk'ün Elazığ'a varışından bir gün<br />

önce idam edilmeleri dikkate alındığında, Seid ve 6 arkadaşının<br />

18 Kasım 1937 tarihinde ipe çekildikleri gerçeği çıkıyor ortaya.<br />

Seid Rıza'nın küçük oğlu Reşik Hüseyin, asıldığında bıyıkları<br />

yeni terlemeye başlamıştı. 17 yaşını bile birirmemişti.<br />

Sosın yaylasındaki çatışmada, babasının yanında, uçakların<br />

taarruzunda yaralanmıştı. Annesi Elif, oğlunu saklamış ve yara¬<br />

larını sarıp kendi olanaklarıyla tedaviye çalışmışri.<br />

Dersim'de "İstihbaratçı Şevket" adıyla tanınan Albay Şevket,<br />

olayı öğreniyor ve anneyle dostane ilişki kuruyor; oğlunun hasta¬<br />

nede tedavi görmemesi halinde yarasının kangren olacağını ve<br />

ölebileceğini söylüyor, sağ salim geri getirmek üzere Reşik Hüse¬<br />

yin'i almayı başarıyordu.<br />

İstihbarat subayı sözünde duruyordu. Reşik Hüseyin gerçek¬<br />

ten hastaneye yatırılıyor, ama iyileşir iyileşmez hapishaneye ka¬<br />

patılıyor, sonra da babasıyla birlikte asılıyordu.<br />

*<br />

Gencecik delikanlıyı da astıran "entrika adaleti" ötekiler için<br />

farklı mı işliyordu? Bilinmez...<br />

Onca kırım ve kan sesine rağmen, neden zahmete katlanıp,<br />

Elâzığ'da mahkeme düzme, düzenleme gereği duyulduğu da bir<br />

başka bilinmeyen ya, Seid Rıza'nın evi bombalandığı sıralar ve<br />

daha sonra, Kureyşanlı Seid (Yetim) Hüseyin, hâlâ "devletin en<br />

güvenilir adamlarından" biriydi.<br />

Yetim Hüseyin, çocukluğundan beri, Seid Rıza'ya bağlılığıyla<br />

bilindiği halde, doğru dürüst Türkçe bilmeyen haliyle, "Dersim'in<br />

iman" programının müteahhiderinden biriydi. Ona yol ve köprü<br />

inşaatları veriliyordu.<br />

Bağışın amacı, onu Seid Rıza'dan koparmak mıydı? Bu da bir<br />

bilinmez, ama Dersim'de insan kırımı sürerken, Seid Hüseyin<br />

hâlâ yol yapımıyla meşguldü. Onu, başında bulunduğu yol inşa-<br />

337


atından "komutan seni isriyor" diyerek götürmüşkrdi. Seid Hü¬<br />

seyin, giderken, bu kez yol ve köprü hallerini konuşmaya çağrıl¬<br />

madığını, götürmeye gelenlerin tavrından sezinlemişri. Götürü¬<br />

lürken, kadınlar kalabalığı tarafindan seyredilmişri. Onların<br />

uyarısına kaçmamışri. Akındaki aria menzili aşıp kaçma olana¬<br />

ğı olduğu halde, "ben bir şey yapmadım" rahadığıyla entrikaya<br />

kanmış, kendi ayağıyla tuzağa gitmişti.<br />

Kamer ve Cebrail ağalar da, tıpkı Seid Hüseyin gibi entrika<br />

kurbanlanydı. Onlar albayların, valilerin sofra arkadaşlarıydı.<br />

"Atatürk de Alevi" denildiğinde en başta "şah" diyenlerdendi.<br />

Tutuklamaya geldiklerinde, tıpkı Seid Hüseyin gibi hâlâ "dosttan<br />

çağrı" aldıklarına inanıyorlardı.<br />

Çünkü, devleti rahatsız, tedirgin edecek bir halleri olmamış,<br />

akıllarından da geçmemişti.<br />

Cumhuriyet gazetesinin yazdığına göre, Seid Rıza'nın sorgu¬<br />

su, 23 Eylül 1937 günü tamamlandı. Savcı Hatemi Şahamoğlu,<br />

daha sonra iddianamesini yazıp, 5 Ekim 1937 günü mahkemede<br />

okudu.<br />

Resmi kayıtlar, bundan sonra, idam formalitesinin tamamlan¬<br />

dığı gece yarısı mahkemesi hariç, duruşma, yargılama olduğunu<br />

kaydetmiyor.<br />

Bazıları Türkçe de bilmeyen sanıkların avukatı yoktu. İlk sor¬<br />

guda söylediklerinin dışında, hele hele savcının suçlamasından<br />

sonra savunmalarına da yer verilmedi.<br />

Gariptir, idamın o kadar acelesi var ki, davanın görülmesine<br />

bile zaman aynlamıyor; infaz görevlisi Çağlayangil'in açıkladığı¬<br />

na göre, idam karan önceden yazılıyor, Inspektör Abdullah Alp¬<br />

doğan Paşa tarafindan onaylanıyor, daha sonra sanıklar yaka pa¬<br />

ça cezaevinden alınıp, uykulu uykulu "gece yansı mahkemesinin<br />

huzuruna" çıkarılıyordu.<br />

Hukuk, diktatörlüğün emrindeydi.<br />

338


* *<br />

Korkunun kol gezip, iktidar sürdüğü günlerdi. Resmi propagan¬<br />

danın etkisiyle Dersim canavar yatağı, her Dersimli birer canavardı.<br />

Dersim'e en yakın şehir Elazığ merkezi ise, eski çağların hüküm¬<br />

darlarının yetkileriyle takviyeli General Vali'nin karargâhı sayesin¬<br />

de şovenleştirilmiş bir şehirdi. Dersimliler, burada "lanetli"ydi.<br />

"Ben Dersimliyim" demek de suçtu. Horlanıp aşağılanıyor, hakaret<br />

görüyorlardı. Dersimliler şehirde, kendi kimliklerinin kaçağıydı.<br />

Kuşarilmışlıklanna rağmen, bazı Dersimlilerin gözü ve kulağı<br />

Seid Rıza davasmdaydı. Halborili Hasan bunlardan biriydi.<br />

Halborili Hasan, "aleni" olan mahkemenin "sorgu" bölümü¬<br />

nü izleyen meraklılar arasındaydı. Onun daha sonra anlattığına<br />

göre, duruşmaya geririlen Seid Rıza rahat ve huzurlu görünüyor¬<br />

du. Mavi gözleri gamlı değil, her zamanki gibi güleç bakıyordu.<br />

Umursamazlık içindeydi. Kendisine soru soran mahkeme başka¬<br />

nına, "bizi asacaksınız. Bu belli. Emir yukardan geldi. Formalite<br />

için neden yoruluyorsunuz?" diyordu.<br />

Mahkeme başkanının, "durup dururken neden isyan edip hu¬<br />

zuru bozdun" sorusuna gülüyor, "Dersim'de nekr olduğunu he¬<br />

piniz biliyorsunuz. Buna rağmen neden isyandan bahsediyorsu¬<br />

nuz? İsyan etmedik. Ölüm baskınına uğradık" cevabını veriyordu.<br />

"Ama Halbori'de isyan yemini ettiniz" suçlamasını sinirli bir<br />

dille yanıtlıyordu:<br />

"Halbori'de isyan yemini ettiğimiz doğru değildir. İsyan etmek<br />

güç ister. Oysa bizler ekmek peşinde koşan yoksullarız. Hangi<br />

güçk, hangi sikhla isyan edebilirdik? Biz Halbori'de, bk şeref ve<br />

namus meselemiz için toplandık. Siz de biliyorsunuz ki, orada is¬<br />

yan karan alınmadı."<br />

Savcı, iddianamede Seid ve arkadaşlarının idamını istiyordu.<br />

Fakat TC yasalanna göre, 65 yaşını aşanlar idam edilemiyordu.<br />

Nuri Dersimi'nin yazdığına göre, Seid Rıza öldürüldüğünde 75<br />

yaşındaydı. Ama, belgelerde 58 yaşında gösterilerek idam edile¬<br />

bilir hale geririliyordu.<br />

339


Seid Rıza'nın Oğlu Reşik Hüseyin 17 yaşında bile değildi. Tu¬<br />

tanaklara yaşı 21 diye geçirilerek idam engeli kaldınlıyordu. TC<br />

yasalanna göre, kişinin idam edilmesi için 18 yaşını aşması gereki¬<br />

yordu.<br />

İNFAZ GÖREVLİSİ<br />

ÇAĞLAYANGİL ANLATİYOR<br />

İhsan Sabri Çağlayangil, Kaflcas göçmeni Çerkez bir ailenin<br />

oğluydu. Üniversite mezunlannm "yok" denilecek sayıda olduğu<br />

bir dönemde Hukuk Fakültesi'ni biririp İçişleri Bakanlığı'na bağ¬<br />

lı polis teşkilatında çalışmaya başlamıştı.<br />

Sistemin, sokulan ve komünisderi "birinci derecede tehlikeli<br />

düşman" saydığı devirdi. Çağlayangil, "komünisderi takiple gö¬<br />

revli" birimin şefiydi.<br />

Hem zeki, hem de kurnazdı. Bu iki yeteneğiyle, genç yaşta, gü¬<br />

cün gözdelerinden biri haline gelmiş, emniyet müdürü olmuştu<br />

Demokrat Parri (DP) 1950'de ikridar olunca, "diktatöriüğün<br />

gözde polisi", saf değişrirmiş, bu kez yeni gelenlerin adamı ol¬<br />

muştu. Yeni ikridann Cumhurbaşkam Celal Bayar'm en güveni¬<br />

lir adamıydı. Bayar, seçim bölgesi Bursa'nın diriik, düzenlik ile<br />

kendisine oy getirecek hizmederin yürütülmesini ona teslim et¬<br />

miş, askeri darbeyle devrilene kadar, orada vali tutmuştu.<br />

Çağlayangil, 27 Mayıs 1960 askeri darbesinde DP kadrolany-<br />

la birlikte tutuklanmış, cezaevinden çıktıktan sonra, DP'nin yerine<br />

kurulan Adalet Parrisi'ne (AP) kanlmış, yıllar boyu valilik yapnğı<br />

Bursa'dan senatör seçilmiş, 1965'te de önce çalışma bakam, daha<br />

sonra Süleyman Demirel'in yıllar boyu değişmeyen Dışişleri Baka¬<br />

nı olmuştu.<br />

12 Eylül 1980 darbesinde Senato Başkanıydı. Boş bulunan<br />

Cumhurbaşkanlığına da vekalet ediyordu. Bu darbede tutuklan¬<br />

madı; makamından indirildi. Daha sonra, generallere rağmen si¬<br />

yaset konuştuğu gerekçesiyle bir süre gözakmda tutuldu.<br />

Sonra evine döndü. Akrif polirikadan çekilip, yatağında "hu¬<br />

zur içinde" öldü.<br />

Çağlayangil'in "hayatı, sanatı ve eserieri" arasında, genç bir<br />

340


polis şefiyken, Seid Rıza'yı astırmak gibi özel bir görev yürütme<br />

de vardı.<br />

Fakat, yaptığı bu iş ve yürüttüğü görevden gurur duymamış<br />

olacak ki, bu olayı, yıllar yılı yakın çevresi hariç pek kimseye aç¬<br />

mamıştı. Ta ki, kendini emekliye ayırana kadar...<br />

Onunla, 1986 yılında, çalışnğım yayın grubunun bir dergisi<br />

için röportaj yapmak üzere buluştum. Geçmişini ve yapriklarım<br />

konuşurken, Seid Rıza'yı astırma olayını da sormuştum.<br />

Çağlayangil, üstlendiği görevi nasıl yerine gerirdiğini uzun<br />

uzun anlatri. Ama yaptığından pişman ve rahatsız görünüyordu.<br />

Hayatının bu bölümünün yayınlanmamasını istedi. Çünkü,<br />

daha derli toplu halde Güneş gazetesinde tefrika olacaktı. Ona<br />

verdiğim sözde durdum ve anlattıklarını yazmadım.<br />

Çağlayangil, olayı ilk kez, gazetede tefrika edilen daha sonra<br />

kitap haline gelen anılarında gün ışığına çıkardı.<br />

Daha sonra, gazeteci Mehmet Ali Birand'ın 1992 ydında ya¬<br />

yınlanan İşte Apo ve PKK adındaki kitabında, başka bir anlatım<br />

biçimi olarak yer aldı.<br />

Bu üç ayrı anlatımının harmanlanmış halini sunuyorum:<br />

"Şükrü Sökmensüer, Atatürk döneminin ünlü Emniyet Genel<br />

Müdürlerinden...<br />

Bir gün beni çağırdı.<br />

Atatürk, Elazığ'a Singeç köprüsünü açmaya gidecek. Duy¬<br />

duk ki, Elazığ'da bir topland olmuş. Aşiret reisleri Seid Rıza'nın<br />

affi için Atatürk'e tavassutta bulunacakmış. Atatürk böyle bir<br />

sahne istemiyor. Ondan önce gidip, bu işi halletmeni istiyoruz.<br />

Asılsın Seid Rıza. Atatürk gitmeden önce bu dava bitsin ki, rahat¬<br />

sız etmesinler. Git ve bu işi bitir, dedi.<br />

O tarihte Seid Rıza, Dersim'in lideri. Aynı zamanda peygamber<br />

sülalesinden geliyor kendisi. Seid Rıza'nın bir de dini vasfi var.<br />

Fırat, Şeytan köprüsü denen mevkide dört metreye kadar da¬<br />

ralır. Derinliği de deniz gibi 17 metre olur. Burada bir köprü<br />

yapmışlar. Köprünün başında bir karakol. Karakolda da 33 as-<br />

341


kerimiz var. Askerierin başında İsmail Hakkı adında bk yedek<br />

teğmen.<br />

Köprüye Dersimliler bir baskın düzenliyoriar. Baskında kara¬<br />

kol yakılıyor ve otuz üç askerimiz de şehit ediliyor,<br />

işte bu olay. Dersim isyanının başlamasıdır.<br />

Atatürk olayla ilgileniyor ve ilgililere kesin talimat veriyor:<br />

Bu meseleyi kökünden hallediniz.<br />

Ben o sırada Malatya'da Emniyet Müdürüydüm. Olaylan ya¬<br />

kından takip ediyordum.<br />

Dersim meselesini kökünden halletmek üzere, Elazığ'da, o ta¬<br />

rihte Dördüncü Müfettişi Umum-i Abdullah Paşa var.<br />

Sonra Malatya Emniyet Müdürlüğü'nden Ankara'ya tayin<br />

edildim. Fakat bölgeden aynlmadan önce Dersim'i görmek isti¬<br />

yordum. Arzumu vali beye ilettim.<br />

Vali ibrahim Etem Akıncı. Şövalye, çeteci bir adam. Demirci<br />

Efe ile birlikte Kurtuluş Savaşı'nda çete kurmuş. Vali, vekalete<br />

şifre çekmiş. 'Emniyet Müdürüm Ankara'ya tayin edildi, biz<br />

Elazığ'a gidip Dersim Harekâd'nı biriikte görmek istiyoruz' di¬<br />

ye. O zaman bu isyan olayı ile ilgili türiü rivayetier var.<br />

Uzatmayalım, biz, Ankara'dan müsaade istihsal edilerek Vali<br />

Akıncı ile biriikte Elazığ'a varıyoruz. Müfettişi Umum-i Abdul¬<br />

lah Paşa'nm misafiri oluyoruz, istediğimizi anladyoruz kendisi¬<br />

ne; 'Dersim Harekâd'nı incelemek istiyoruz.' Paşa bize 'iyi ki gel¬<br />

diniz' diyor. 'Ben de yann orada bir mevkiye gideceğim. On beş<br />

gün önce tercüman aracılığı ile asilerle konuştum. Kendilerine<br />

aşiretierinin başı olan kişileri teslim ederseniz harekâd durdura¬<br />

cağız, banş yapacağız, dedim. Yarın da son gün. Gideceğimiz<br />

mevki biraz tehlikeli. Ne olacağı belli olmaz. Ama yine de ister¬<br />

seniz sizi de alabilirim' dedi.<br />

Yemek yedik. Zeytinyağlı sıcak bir yemek. Ben alışkın deği¬<br />

lim, hastalandım. Ateşim otuz sekiz. Ama olayı da kaçırmak is¬<br />

temiyorum. Hasta hasta önceden belirlenen harekât sahasına<br />

varmak için yola çıktık.<br />

Önümüzde ve arkamızda birer kamyon. Biz ortadayız. Kam¬<br />

yonun birinde askerier var. Diğerinde finndan yeni çıkmış sıcak<br />

ekmekler. Yollar devriye dolu. Devriyeler mevzilenmiş. Bu ara¬<br />

da devriyeler bize yanlışlıkla ateş de açtılar. Önlendi.<br />

342


Geleceğimiz yere geldik. Yüksek bir yerden aşağıya indik. İn¬<br />

diğimiz yere silahlı askerier dizildi. Abdullah Paşa muhtemel bir<br />

pusuya karşı önlemler aldırmıştı. Benim yanımda fotoğraf maki¬<br />

nesi var.<br />

Bir süre bekledik. Ortalarda kimseler yok. Bağırdık, çağırdık,<br />

bir tercüman çıkd ortaya.<br />

Abdullah Paşa:<br />

Geldiniz mi, dedi.<br />

Geldik, dediler.<br />

Ortaya göğsü bağn açık, uzun boylu levent adamlar çıkd.<br />

Abdullah Paşa gelenlere çuvallarla ekmeği dağıttı. Açdlar.<br />

Hemen ekmekleri kırıp yemeye başladılar. Kalanları da koyun¬<br />

larına soktular.<br />

Paşa onlara sordu:<br />

Listede yazılı olanlan getirecek misiniz?<br />

Üç kişi hariç, on iki kişiyi getireceğiz, dediler.<br />

Olmaz, dedi Abdullah Paşa.<br />

Onlar da son derece kararlı bir biçimde:<br />

Paşam nidek, olmazsa olmaz, dediler.<br />

Asiler dağlara sığınmışlar. Bir mavzerli, bir alayı durdurur.<br />

Paşa onlara biraz sert:<br />

Devletle başedemezsiniz, dedi ve ekledi:<br />

Niçin teslim etmiyorsunuz?<br />

içlerinden en uzun boylu olanı öne çıktı:<br />

Bir kadının tek kocası olur. Şimdi siz hükümetsiniz. Askeri¬<br />

niz var. Bugün buradasınız. Bunları size veririz, alır gidersiniz.<br />

Biz yann yine onlann elinde kalırız. Bunlar, bu ağalar bizim kü¬<br />

lümüzü attınriar. Siz Dersim'e giremiyorsunuz. Jandarmanızı so¬<br />

kamıyorsunuz.<br />

ledi:<br />

Abdullah Paşa durdu, düşündü, sonra tercümana şunlan söy¬<br />

Ben Kastamonuluyum. Kastamonu'nun tarihini bilir misi¬<br />

niz? Şehrin ortasından bir dere akar. Ettaf birdenbire dağ gibi<br />

meyillenir. Vaktiyle bir tarafinda Kastlar, öte tarafinda Tuman¬<br />

lar varmış. Kenti bunlar kurmuş. Bunun için 'Kastuman' demiş¬<br />

ler, kelime zamanla 'Kastamonu' olmuş. Ben Tuman tarafinda-<br />

nım. Tuman da zamanla Demenan olmuş. Sizin aşiretiniz de bu-<br />

343


günkü Demenan. Siz benim akrabamsmız. Yapmayın. Atalan-<br />

mız bir yerde buluşurlar. Size on beş gün daha izin vereyim. Gi¬<br />

din ve on beş gün sonra bu listedekikri getirin.<br />

O listede Seid Rıza da var. Ve teslim etmeyecekleri üç kişiden<br />

birisi de Seid Rıza. Ben bu sırada adamların resimlerini çektim.<br />

Dersim'den ayrıldık.<br />

Sonra Malatya'ya, oradan da yeni görevime başlamak üzere<br />

Ankara'ya döndüm.<br />

Aradan aylar geçti. Seid Rıza ve çevresi yakalandı. Mahkeme¬<br />

leri sürüyor. İşte bu sırada Atatürk, Murat suyu üzerinde yeni<br />

yapılan Singeç köprüsünü açmaya Elazığ'a gidecek. Karayoluy¬<br />

la Singeç köprüsüne geçecek. Emniyet Genel Müdürü Şükrü<br />

Sökmensüer Bey bana diyor ki:<br />

Atatürk, Singeç köprüsünü açmaya gidecek. Dersim hare¬<br />

kâd bitti. Beyaz donlu akı bin Doğulu Elazığ'a dolmuş. Ata¬<br />

türk'ten Seid Rıza'nın hayatını bağışlamasını isteyecekler. Beyaz<br />

donlulann Atatürk'ün karşısına çıkmalarına meydan vermeye¬<br />

lim.<br />

Fakat zaman çok dar. Neyle gideyim? Resmi tatil gününde<br />

Elazığ'da olacağım. Resmi tatil günü de yargılama yapıp adamı<br />

aşamayız ki...<br />

Şükrü Sökmensüer:<br />

Sivillerden, Emniyet Genel Müdürlüğü'nün siyasi şubesin¬<br />

den istediklerini al. Atatürk'ün istasyondan halkevine kadar ko¬<br />

ruması da size aittir, dedi.<br />

1937 yılında, resmi tatil günü cumartesi öğlenden sonra. Ata¬<br />

türk pazartesi günü Elazığ'a gelecek. Bizden istenenler 'asılacak¬<br />

lar asılsın' ve Atatürk'ün karşısına, beyaz donlular çıktığı za¬<br />

man iş işten geçmiş olsun.<br />

Zaman dar. Sökmensüer'in yanından ayrılır ayrılmaz, hemen<br />

hazıriıklanmı yapdm. Başta Macar Mustafa olmak üzere, siya¬<br />

si polisten akı kişi alıp trenle yola çıkdm. Cumartesi günü Ela¬<br />

zığ'a yetiştim.<br />

O dönemde Elazığ Valisi Şefik Bey, Savcı Hatemi Senihi Bey,<br />

Emniyet Müdürü Serezli ibrahim Bey, savcı yardımcısı arkadaşım.<br />

Emniyet Müdürü ibrahim Bey'e gittim. Savcı için 'kural dışı<br />

bir şey yapmaz, mümkün değil' dedi.<br />

344


Savcıya gittim. Durumu kendisine anlattım. Bu konuda Ada¬<br />

let Bakanlığı'ndan da şifre aldığını, ama mahkemelerin cumar¬<br />

tesi tatil olduğunu, tatilde ise çalışıp karar almanın mümkün ol¬<br />

madığını bana bildirdi. Ve ekledi:<br />

Ben de mahkemeleri etkileyemem.<br />

Halbuki biz, mahkemenin kararını Atatürk gelmeden evvel<br />

vermesini ve geldiğinde Seid Rıza meselesinin kapanmış olması¬<br />

nı istiyorduk. Ben bunu halletmek için hükümet tarafindan bu¬<br />

raya gönderilmiştim.<br />

Savcı yardımcısı hukuktan sınıf arkadaşım. Bana:<br />

Sen valiye söyle, bu savcı rapor alsın gitsin, ben senin iste¬<br />

diğini yaparım, dedi.<br />

Biz mahkemenin tatil günü işlemesini ve alınacak sonucun in¬<br />

fazını istiyorduk. Savcı rapor aldı. Arkadaşım vekil olarak sav¬<br />

cının yerine geçti. Mahkeme hakimini evinde buldum. Gittiğim¬<br />

de mahkemenin aldığı kararı yazdırıyordu. Hakimle konuştuk.<br />

Kendisi kararı daktiloya çektirmekle meşguldü. Devir CHP dev¬<br />

ri. Herkes çekiniyor.<br />

Hakim bana:<br />

Cumartesi mahkeme toplanmaz, ancak pazartesi günü mah¬<br />

kemeyi toplar, kararı veririz. Salı günü de idam hükümlerini yeri¬<br />

ne getiririz, dedi.<br />

O zamanlar dördüncü bölgede temyiz hakkı yok. Abdullah Pa¬<br />

şa, sıkıyönetim kumandanı olarak kararı tasdik edecek. Paşa bu¬<br />

nun da hazıriığını yapmış. Her şey hızla yürüsün diye, 'Yukarı¬<br />

daki karar tastik olunur' diye yazıp imzalayarak boş kağıdı mah¬<br />

kemeye vermiş. Üstüne 'Abdullah Paşa'nm idamı' diye yazsanız<br />

kendisi asılacak.<br />

ki!<br />

Hakime dedim ki:<br />

Bu dediğiniz gün Atatürk geliyor. Maksat hasıl olmuyor<br />

Başkaca bir şey yapılamaz, diyerek kestirdi attı hakim. Ben<br />

de kendilerine sordum:<br />

mu?<br />

Sizin saat 17:00'dan sonra davaya devam ettiğiniz olmuyor<br />

Ooo, çok oluyor. Gün oluyor, dokuzlara, onlara kadar ça¬<br />

lışıyoruz, cevabını verdi.<br />

345


Eee, sonradan beş saat ihlal ediyorsunuz oluyor da, baştan<br />

beş saat ihlal etseniz, olmuyor mu? Yani pazar akşamı sahurdan<br />

sonra mahkemeyi açarız. Pazartesi günü 24:00'dan başlıyor, de¬<br />

dim ben de.<br />

Hakim:<br />

Elektrikler kesiliyor, dedi.<br />

Ona da çare bulduk.<br />

Otomobil farları ile idamın yapılacağı hapishaneyi aydın-<br />

ladrız. Mahkemenin yapılacağı halkevine lüksler koyarız.<br />

Hakim bu defa:<br />

Samiin (dinleyici) yok, dedi.<br />

Ona da çare bulduk. Samiin de getiririz.<br />

Kaç kişi asılacak?<br />

Onu karardan önce söyleyemem, dedim. Ama ekledim:<br />

Savcı 27 kişinin idamını istedi.<br />

Biz ona göre mi hazırlığımızı yapalım?<br />

Bilemem.<br />

Hiç unutmam, Ramazan ayı idi. Gece saat 02:30'da mahke¬<br />

me başlarsa, sabah erkenden asılacaklar. Bu işi bir an evvel hal¬<br />

letmek lazımdı. Emir böyleydi.<br />

Ceza infaz Kanunu, mahkûmların ayrı bir yerde asılmasını,<br />

asılanların birbirini görmemesini emrediyordu. Bu şartı da yeri¬<br />

ne getirmeye çalışnk. Meydanda birbirinden uzak dört sehpa<br />

kurduk. Vali bir de çingene cellat buldu. Gece 12:00'da hapis¬<br />

haneye gittik. Sanıkları aldık. Mahkemeye götürdük. Çingene<br />

de geldi. Asacağı adam başına 10 lira istiyor. Kabul ettik.<br />

Farlarla çevreyi aydınlattık.<br />

Mahkemenin 72 sanığı var. Mahkeme kararı açıklandı. 7 kişi<br />

ölüm cezasına çarptırılmış; sanıklardan bazıları beraat etmiş,<br />

bazıları da çeşitli hapis cezaları almıştı.<br />

Kararları okununca, hakim ilamda idam lafını kullanmadığı ve<br />

ölüm cezasına çarpnrılmaktan bahsetmediği için verilen hükmü<br />

iyi anlamadılar.<br />

Edam tine (idam yok), diye bir vaveyle koptu.<br />

Seid Rıza sehpaları görünce durumu anladı.<br />

Asacaklar bizi, dedi ve bana döndü:<br />

Sen Ankara'dan beni asmak için mi geldin?<br />

346


Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyorum.<br />

Bana güldü.<br />

Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu, istemedi. Son sözünü<br />

sorduk.<br />

40 liram ve saatim var, oğluma verirsiniz, dedi.<br />

O gece hafizama nakşolmuş bir gecedir. Hiç unutamıyorum.<br />

Seid Rıza'yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimse¬<br />

ler yoktu. Ama Seid Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizli¬<br />

ğe ve boşluğa hitap etti:<br />

tir, dedi.<br />

Evladı Kerbelayıh, bi hatayıh, ayıptır, zulümdür, cinayet¬<br />

Söyleyiş tarzı çok enteresandı. Çok etkiliydi. Hafizalarımız-<br />

dan çıkmaz.<br />

Hitabet tarzı karşısında benim tüylerim diken diken oldu. Bu<br />

yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi.<br />

Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi.<br />

Oğlu yaşında bir subayı öldürecek kadar kad yürekH olan bir<br />

insanın bu mukadder akıbetine acımak zor. Ama ihtiyann bu<br />

cesaretini takdir etmekten kendimi alamadım.<br />

Asabım çok bozuldu. Emniyet Müdürü'ne:<br />

Ben üşüdüm, otele gidiyorum, dedim.<br />

Çok kötü olmuştum. Otek döndüm, iki daktilo sayfası yazı<br />

yazdım. Yazının başına da, 'Bi hatayıh. Evladı kerbelayıh. Ayıp-<br />

dr. Zulümdür. Cinayettir' yazdım.<br />

Biz bu işleri belki zamanında halledemeyeceğiz (idam gecikebi¬<br />

lir ihtimaline karşı) diye, Atatürk bir gün sonra Elazığ'a geldi.<br />

Treni gece kör makasa çekmişler. Atatürk uyuyormuş, kendisini<br />

uyandırmamışlar. Ben sabahleyin Atatürk'ün treninden çıkan<br />

Ulus muhabirine, yazdığım yazıyı okudum. Gazetede yayınlan¬<br />

mak üzere benden istedi.<br />

Basamazlar, dedim.<br />

Sen ver, basılıp basılmayacağım ben bilirim, dedi.<br />

Verdim yazıyı. Sonradan, içişleri Bakanı Şükrü Kaya'ya okut¬<br />

muşlar.<br />

Olmaz, demiş. Böyle bir yazı yayınlanmaz.<br />

Yazı yayınlanmadı.<br />

Atatürk seni çağırıyor, dediler.<br />

347


Gittim, kahvaltı ediyorlardı. Bana bir resim gösterdi. Seid Rı¬<br />

za'nın sehpada sallanırken çekilmiş resmi.<br />

Bu resim ne Emniyet Müdürü, dedi.<br />

Haberim yok, dedim.<br />

Öyleyse maiyetine hakim değilsin, dedi ve ekledi. Çabuk<br />

git, bu resmin negatifini bul, basılanlan imha et.<br />

Gittim, araşdrdım. Bizim sivil polisimiz Macar Mustafa, ben<br />

idam yerinden aynlırken resim çekmiş. Bir yerlerde basdrmış ve<br />

Şükrü Kaya'nın yaverine vermiş. Şükrü Kaya da Atatürk'e ilet¬<br />

miş.<br />

Ben hemen negatifleri, basılanları imha ettim. Resimlerden<br />

ikisini sakladım. Atatürk'e gittim. Resimlerden birini kendisine<br />

uzattım.<br />

Emriniz yerine getirildi, dedim.<br />

Hepsi imha edildi mi?<br />

Edildi efendim. Yalnız iki tanesini sakladım.<br />

Ne olacak onlar?<br />

Müsaade ederseniz birini zat-ı devletlerine vereceğim, biri¬<br />

ni de kendime alıkoyacağım.<br />

Sen bu resimleri ne yapacaksın ki?<br />

Müsaade ederseniz ilerde anılarımı yazacağım.<br />

İkisini de bana ver, dedi Atatürk.<br />

Verdim. Ve Atatürk trenden halkevine hareket etti. Arabasına<br />

da binmedi. Halkevi istasyondan bir hayli uzakd. Cadde boyun¬<br />

ca yürüdü. Pek çok beyaz donlu (Kürt) vardı cadde kenarların¬<br />

da. Çok iyi tertibat almıştık. Beyaz donlulann arasından yürü¬<br />

yerek geçti. Benim ellerim cebimde ve iki elimde de tabanca yü¬<br />

rüyorum. Beyaz donlular hiçbir şey söylemeden bakıyoriar. Biri<br />

adım atsa, hemen önleyeceğiz.<br />

Neyse, Atatürk sağ salim halkevine geldi ve buradan Singeç<br />

köprüsüne hareket etti. Ben de kafiledeyim.<br />

Singeç köprüsünün açılışından akşamüstü dönen Atatürk'ü,<br />

halkevi müsamere salonuna aldılar. Koltuk arkalarındaki boşlu¬<br />

ğa masalar kurulmuş, yenilip içiliyor.<br />

İsmail Müştak Bey de sahneye çıkmış, Güneş Dil Teorisi'ne ait<br />

konuşmalar yapıyor. Ben o sırada Şükrü Sökmensüer'e yolcu tre¬<br />

ni ile dönmek istediğimi söyledim. 'Olur' dedi. Ben tam gitmeye<br />

348


hazırlanırken, Atatürk durumu izlemiş ya da öğrenmiş. Belki de<br />

benim gönlümü alacak:<br />

Hayır, bizim için gelen bizimle gider, demiş, izin vermemiş.<br />

Saat on oldu. Trene bindik. Ankara'ya dönüyoruz. Yollara<br />

bomba konursa diye baştan bir pilot tren gidiyor. Bomba kon-<br />

muşsa pilot tren havaya uçacak.<br />

Atatürk sofrada ve yolda...<br />

Sofrada Sabiha Gökçen de bulunuyor..."<br />

SEHPADAKİ BABALARLA OĞULLAR<br />

idam gecesinin cezaevi sahnesinin tanıklarından Mehmet Ala¬<br />

dağ anlatıyor:<br />

"Gece yarısı cezaevini basdlar. Seid Rıza'yı yatağından kaldır¬<br />

dılar. Oğlu derin uykudaydı. Sarsıp uyandırdılar. Gencecikti.<br />

Gözlerini açıp da kalabalığı görünce ürktü, babası 'telaşlanacak<br />

bir şey yok, mahkemeye gidiyoruz' diye yatışdrdı, onu. Hepsini<br />

birbirine bağlayıp asmaya götürdüler."<br />

Elazığ Cezaevi, şehrin merkezinde, sonraları "bit pazarı" ola¬<br />

rak anılmaya başlayan Buğday meydanındaydı.<br />

Onların asılacağı gece, askerler şehri içerden kuşatma akına<br />

almıştı. Cezaevi ve idam alanı yasak bölgeydi. Askerler, arka so¬<br />

kakları sarmış, meydanda yan yana dizilmişlerdi.<br />

Elektrik verilemediği için, şehir zifiri karanlıktı. Cellat işini<br />

görsün diye darağaçlan, otomobil farlarıyla aydınlatılmıştı.<br />

Asılmak üzere idam alanına getirilen kafilede babalar ve oğul¬<br />

lar birbirine zincirlenmişlerdi.<br />

Seid Rıza ile oğlu Reşik Hüseyin'in kollan birbirine kelepçe-<br />

lenmişti. Yusufan aşiretinin reisi Kamer de oğlu Fındık ile...<br />

Asanlar, yasa ve hukuk gereklerine bağlı görünüyorlardı.<br />

Kurbanlar asılmadan önce, herkese son istekleri soruluyordu.<br />

Babalar, oğullarını darağacında görmek istemiyorlardı.<br />

Seid Rıza, henüz 17 yaşını bitirmemiş Reşik Hüseyin'e ayrıca<br />

düşkündü. Onu darağacında asılı görmek istemiyordu.<br />

Beni oğlumdan önce asın, dedi.<br />

Yusufanlı Kamer de, "beni oğlumdan önce asın" diyordu.<br />

349


Fakat tersini yaptılar. Babalara, son anlarında evlat acısı ya¬<br />

şattılar. Seid Abdülkadir ve Şeyh Said'in idamında olduğu gibi,<br />

önce oğulları asıp babalara seyrettirdiler.<br />

s-<br />

* *<br />

Reşik Hüseyin'i, babasından koparıp darağacına götürdüler.<br />

Seid Rıza, onun gidişini, seyretti. Celladın boynuna ilmiği geçirme¬<br />

sini gördü. Eli kolu bağlı, ayak bilekleri prangalı halde, son haykı¬<br />

rışını dinledi. Ayağının altındaki taburenin çekilişini, gencecik be¬<br />

deninin boşlukta sallanışını, gözyaşlarıyla dolup buğulanan gözler¬<br />

le seyretti.<br />

Aynı kaderi Yusufanlı Kamer de yaşadı.<br />

Nuri Dersimi'nin yazdığına göre, Reşik Hüseyin darağacında<br />

babasına son kez seslendi:<br />

"Baba, Kürt ulusu sağ olsun!"<br />

Yusufan aşireti reisinin oğlu Fındık, Reşik Hüseyin'den bir¬<br />

kaç yaş büyüktü. Köprü başında yolunu kesip hakaret eden teğ¬<br />

meni vurmuştu.<br />

Fındık iri yapılıydı. Asılırken, iki kez ip koptu. Celladar, onu<br />

asarak öldürmek için uğraşmak zorunda kaldılar. Fındık, ölümle<br />

hayat arasındaki kısacık çizgiyi dakikalarca yaşadı.<br />

Babası idam sırasını beklerken, oğlunun çektiği acıları bütün<br />

ayrıntılarıyla seyretti.<br />

ler...<br />

Babalar, idam edilmeden önce, bir kez de evlat acısıyla öldü¬<br />

Seid Rıza'nın ölüme gidişini Çağlayangil, "rap, rap, rap" diye<br />

anlatıyordu. Ayağının altındaki tabure çekilmeden önceki son<br />

haykırışını da...<br />

Celladı yana iterek sehpaya çıkışı ve ipi kendi başına boynu¬<br />

na geçirmeye çabalaması ayrıca etkileyiciydi.<br />

Onu asmak üzere Ankara'dan gönderilmiş Çağlayangil bile,<br />

onun ölümle dansı, son düello çırpınışı karşısında donup kaldığı¬<br />

nı, tanıklık ettiği sahneye şaşarak baktığını söylüyordu.<br />

350


»<br />

* *<br />

Seid Rıza ve arkadaşlarının ölü bedenleri, gün boyu parke taş¬<br />

lı meydanda, ipin ucunda sallandı. Onlar, korkunun seyirlik<br />

manzarası haline getirilmişlerdi.<br />

Gün doğarken, askeri çember aralandı. Şimdi, artık devletin<br />

gücünü sergileme, gösterme zamanıydı. İpteki ölü canlar halka<br />

gösteriliyordu.<br />

Bütün şehir, seyre davetliydi. Seyre davet için mahalle ve mey¬<br />

danlara tellallar çıkarılmış, köylere haberci müfrezeler gönderil¬<br />

mişti.<br />

"Seid Rıza'mn sonunu görme" davetiye'siydi bu...<br />

Buğday meydanı ve çevresi gezgin satıcılar ve farklı düşünce¬<br />

deki seyirci seliyle dolmuştu. Seid Rıza'nın idamı "kudama gü¬<br />

nü"ne çevrilmişri.<br />

İpin ucunda sallanan ölü bedenlere hınçla bakıp öfkeli sözler<br />

söyleyenlerin yanında, gözyaşını içine akıtarak ağlayan, hüzünle<br />

büyülenmiş, donmuş bakışlarla öylece duranlar, gizliden gizliye<br />

dua edenler de vardı.<br />

*<br />

Seyirciler arasına katılanlardan biri de, "gelir vergisini" öde¬<br />

yememekten tutuklu Mehmet Aladağ'ın genç eşi Güle (Güllü<br />

Aladağ) idi. Fakat onun belleğine resimlenen, Reşik Hüseyin'in<br />

son haliydi. Güle, gördüklerini elli yıl sonra şöyle anlariyordu:<br />

"Seid Rıza ile oğlu yan yana asılmışlardı. Seid Rıza çok yaş¬<br />

lıydı. Sakalı apaktı. Yanındaki darağacının kollan arasında sal¬<br />

lanan oğlu gencecikti. Asmaya kıyılamayacak kadar yakışıklı,<br />

güzeldi. Bir bebek gibi... Uzun boyluydu. Asıldığı yerde ayakla-<br />

n yere değiyordu. Uzun, nakışlı yün çoraplan ayağındaydı. Ço¬<br />

raplarını, şalvarının paçaları üstünden dizlerine kadar çekmişti.<br />

Nakış nakış, rengârenk çorapların üstünde, çanklan ayağınday¬<br />

dı. Baldırına dolayarak bağkdığı çank iplerinin ucundaki püs¬<br />

küller sabah yelinde sallanıyordu.<br />

Seid Rıza'nın başı oğluna taraf yanyordu. Genç oğluna bakı¬<br />

yor gibiydi. Gözleri açıktı."<br />

351


*<br />

Seid ve yoldaşlarının ölü bedenlerini, saatlerce sonra ipten in¬<br />

dirdiler. Muhafızların koruması altında kamyona koyup, neresi<br />

olduğu bilinmeyenlere götürdüler.<br />

Mezarları bile belli olsun istemiyorlardı.<br />

Kimine göre, benzin dökülüp yakıldı. Yakıldığına ilişkin mü¬<br />

hürlü, imzalı tutanak, ertesi gün Elazığ'a gelen Atatürk'e elden<br />

verildi.<br />

Kimine göre, dağların ardında, insan ayağının bile değmediği<br />

bir sarplıkta kazılan çukura gömüldüler.<br />

Öldürülmüşlerin sonrası da meçhul kaldı...<br />

35i


SEKİZİNCİ Bölüm<br />

DERSİMLİLER "KURTULDUK"<br />

DİYE SEVİNİRKEN...<br />

Dersimliler, Seid Rıza'dan sonra "yangının duracağına" ina¬<br />

nıyor, ölüm seferlerinin sükûn bulacağına inanıyor, kimileri yan¬<br />

mış, yıkılmış hayatı yeniden inşaya, kurmaya hazırlanıyordu.<br />

Artık endişeye, tedirgin olmaya gerek yoktu. Çünkü Türk<br />

devleti bildirilerle "Seid Rıza ve arkadaşlarının teslim olması ha¬<br />

linde, kimsenin kılına dokunulmayacağını" açıklamış, "barış ge¬<br />

lecek" sözünü defalarca tekrarlamıştı.<br />

Başbakan İsmet İnönü de, Seid'in idamından sonra, "Dersim<br />

meselesinin bittiğini" ilan etmişti.<br />

Dersimliler, inönü'nün kar engeli yüzünden, "Dersim meselesi<br />

bitti" dediğini, bunun "paşasal bir taktik" olduğunu akıllarına bi¬<br />

le getirmiyorlardı. İsmet Paşa, tek başına devletti. Devlet sözü ise<br />

inanılır, güvenilirdi.<br />

Oysa, Dersimlilerin ölülerini gömdüğü, yakılıp yıkılanın üze¬<br />

rinde geleceklerini yeniden inşaya çalıştıkları bu süreçte, Ankara,<br />

"Sel Seferleri"nin yeni aşamasına, bahar taarruzuna hazırlanı¬<br />

yordu.<br />

ismet Paşa'ya söyletilen kinli bir söylemle, "Dersim sonuna<br />

kadar susturulacak"tı.<br />

Seid Rıza'nın idam edildiği sıralarda, Ankara 1938 baharında<br />

uygulanmak üzere, yeni temizlik ve arındırma projeleri hazırla¬<br />

makla meşguldü. Köy ve benzeri toplu yaşama alanlarının nasıl<br />

temizleneceğine ilişkin kılavuz (yol gösterici) talimatname yeni<br />

hazırlıklardan biriydi.<br />

Kitapçık haline getirilerek, 1938'de, uygulayıcı birlik komu-<br />

353


tanlarına dağırilan ve "Tunceli bölgesinde eşkıya takip hareketle¬<br />

ri, köy arama ve silah toplama işleri hakkında kılavuz" adını ta¬<br />

şıyan "talimatname"de, yıkım ile yok etmeler kaideye, kurala<br />

bağlanıyordu.<br />

Örneğin, köylerin basılması ve sonraki işlemlere ilişkin madde<br />

şöyleydi:<br />

"Köy halkı toplanır ve dışarıdaki birlik komutanının yanına<br />

getirilir. Köyün büyüklerinden birkaç kişi rehin olarak tutulur.<br />

Ondan sonra, etraftaki mühim noktalar emniyet kuvvetleri ile<br />

tutulmaya devam edilerek köy aranır. Bu esnada bir iki makine¬<br />

li tüfek, yüksek damlarda mevziye sokulur."<br />

Kılavuzda, toplu imha da şöyle kurala bağlanıyordu:<br />

"Bir dam (ev, ahır, samanlık) içine sığınıp direnen eşkıyayı<br />

imha için, yakından kuşadlmalı, pencere ve bacadan bomba<br />

atılmalıdır.<br />

Müfreze, yanında top varsa, askere ateş eden köy, top ile tahrip<br />

edilir."<br />

"Kılavuz kitapçık", rejisöre fazla iş bırakmayan usta bir yaza¬<br />

rın senaryosunu andırıyordu. Kitapçıkta yakma işi ayrınnlı bi¬<br />

çimde tarif ediliyor ve şöyle deniliyordu:<br />

"Damlar, taş ve topraktan ibaret olup, yalnız tavan ve direk¬<br />

leri ve ağaç dalları vardır. Bunları yakmak güçtür. Ancak dam<br />

üstünden bir kısım toprak adlarak, ağaçlar meydana çıkanlır.<br />

Toplanacak odun ve çalılar burada yakılmak suretiyle bina ate¬<br />

şe verilir. Kapısından içeriye odunlar yığılarak, ateşleme suretiy¬<br />

le genişletilir.<br />

Köy içinde fazla durmak ve alman vazife haricinde bazı eratın<br />

yolsuz işlere dalması yasakdr."<br />

ismet Paşa, 1938 yılı "icra programı"nı da hazırladı ama, uy¬<br />

gulamaya zamanı kalmadan parti içi iktidar mücadelesinde yenik<br />

düşüyor, görevden alınıp yerine Celal Bayar atanıyordu.<br />

Kimi Dersimliler, daha sonra "o bizi kırdı" diyerek Celal Ba-<br />

354


yar'a düşmanlık edip, İsmet Paşa'ya sonuna kadar bağlı kalacak¬<br />

lardı, ama Bayar yeni bir şey yapmamış, planları yürüten hüküme¬<br />

tin başı olmuştu sadece.<br />

Başka bir deyişle, Bayar dönemindeki uygulamaların plan ile<br />

projeleri çok önceden hazırlanmışn. Askeri rejimin yapısı düşü¬<br />

nüldüğünde de, o, inisiyatifi, kendi başına karar alma yetkisi bu¬<br />

lunmayan, emre bağlı sivil bir memur konumundaydı.<br />

Nitekim Celal Bayar, göreve başladıktan sonra yaptığı bir<br />

açıklamada. Dersim poHtikasının değişmediğini, kalınan yerden<br />

harekâta devam edileceğini söylüyor ve şöyle diyordu:<br />

"Bu sene. Dersim denilen işi, kati surette tasfiye etmek kara¬<br />

rındayız."<br />

*<br />

^ *<br />

Bayar'ın dillendirdiği "kari surette tasfiye", dağlardaki karla¬<br />

rın erimesi, dere ve vadilerin kuruyup, geçiş engellerinin ortadan<br />

kalkmasından sonra, haziran ayında başladı.<br />

Tuncelililer, "bitti" bildirilerinden sonra taarruzun daha şid¬<br />

detlenerek başlamasına şaşmışlardı. Üstelik yeni taarruzda, ay¬<br />

rım da yoktu. Kimsenin geçmişteki hizmetine, bağlılık faaliyetle¬<br />

rine de bakılmıyordu. Yeni dalga, önüne çıkanı akma alıyor ve<br />

"sonuna kadar" susturuyordu. Ağlama, sızlama, yalvarma da<br />

boş yereydi.<br />

1938 baharındaki ilk "vuruş" Kalan aşirerine yapılmışri. Oy¬<br />

sa Kalanlılar başından beri devletle işbirliği halindeydiler. İçlerin¬<br />

den sayısız muhbir, kelle avcısı çıkmış, acımasızhklanyla ünlen-<br />

mişti.<br />

Kalanlılar, şimdi hedef olmaktan ötürü şaşkındılar. Fakat Kır¬<br />

gan aşireti iki kere şaşkındı.<br />

Kurdistan Tarihinde Dersim kitabında, devlerin yanında yer alıp<br />

çatışmalara katılan, yaranma adına, Seid Rıza'nın oğlu Bura İbra¬<br />

him'i katleden Kırgan aşiretinin sonu hakkında şunları yazıyor:<br />

"Seid Rıza ve Bahtiyar aşiretinin çekilmesinden sonra yerle¬<br />

rinde kalmış ve imha edilmişlerdir. Reisleri Şatoğlu Salman ile<br />

eşi Hatice, birçok işkenceyle karşılaştıktan sonra Sin köyünde<br />

355


kurşuna dizilmişlerdir. Kırgan aşiretinden orduya sığınanlar da<br />

birer birer toplatılarak, erkekler bulundukları yerde kurşuna di¬<br />

zilmiş, kadın, kız ve çocuklar samanlıklara kapatılarak ateşle<br />

yakılmışlardır. Türkler, Kırganhlann yerlerini askeri karargâh<br />

yapmış, meydanda kalan hayvanlarını orduya vermiş, eşyaları<br />

yağmalanmıştır."<br />

Aynı anda, devlerin "dost kuvvet"leri olarak bilinen Ferhat,<br />

Kureyşan, Pilvenk, Şeyh Memedan, Karaseyid, Mazgirt, Bahriyar<br />

aşiretleri de "Sel Seferleri"nin altında kalıyordu.<br />

Dersim'deki bu aşiretlerin tümü. Şeyh Said İsyanı ve daha<br />

sonraki aşamalarda Türk devletine destek vermiş, aşiret reisleri,<br />

1926 yılında heyet halinde Ankara'ya gidip, Atatürk'e bağlılıkla¬<br />

rını bildirmişlerdi.<br />

Mehmet Bayrak, Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri<br />

adındaki kitabında, bunlann 1938'de öldürüldüğünü yazıyordu.<br />

Dersim'in eski milletvekülerinden Mustafa (Miço) Ağa, Şeyh<br />

Said İsyanı sırasında hükümetin en sadık destekçilerinden biriydi.<br />

Diyap Ağa ile öteki milletvekilleriyle birlikte verdiği ve 27 Mayıs<br />

1925 tarihli Vakit gazetesinde yayınlanan ortak demecinde şöyle<br />

diyordu:<br />

"Mevcut hükümete candan bağlıyız, duacıyız. Hain berhudar<br />

olmaz. Eğer Şeyh Said yahut Şerif buraya gelseydi, vallahi silah<br />

atardık. O zaman bütün ağalar Elazığ'daydık. Kumandan Pa¬<br />

şa'yı gördük. Sadakadmızı söyledik."<br />

Mehmet Bayrak, Miço Ağa dahil, Dersimli ağaların akıbetini<br />

şöyle açıklıyor:<br />

"Abbasan aşireti reisi Mustafa (Miço) Ağa, 1938'de Der¬<br />

sim'de kurşunlanarak öldürüldü. Pergozan aşireti reisi İbrahim<br />

Ağa 1938'de yakılarak öldürüldü. Karabal aşireti reisi Kango-<br />

Zade Mehmet Ali Ağa 1938'de öldürüldü. Ferheden aşireti reisi<br />

Cemşit Ağa, Abbasan aşireti reislerinden ibrahim Ağa, Yusufan<br />

aşireti reisi Kamber, Kırgan aşireti reisi Zeynel, Karabal aşireti<br />

reislerinden Koço, Karabal aşiretinden emekli subay Haydar,<br />

356


Beran aşireti reislerinden Hasan, Pevangan aşireti reisi Cafer,<br />

Albeyan aşireti reislerinden Koço, Bamasoran aşireti reisi Yusuf,<br />

Alan aşireti reisi Ali, Peyavangen aşireti reislerinden Süleyman,<br />

Kırgan aşireti reislerinden Mustafa ve Soran aşireti reislerinden<br />

Hıdır Ağa 1938'de Dersim'de öldürülmüşlerdir."<br />

KAN sesi<br />

Dr. Sait Kırmızıtoprak, Doğu Dersim'den, Nazimiye'nin Ci-<br />

varik köyünden ve Hormekan aşiretindendi.<br />

Aşireti, Osmanlı'dan beri devletle işbirliğini sürdürmüştü.<br />

Aşiretin önde gelenlerinden Mustafa Bey, devlete ilgi ve katkıla¬<br />

rından ötürü. Sultan Abdülhamid tarafindan "Paşalık" kaftanıy-<br />

la ödüllendirilmişri. Aşirerin güce bağlılığı TC'den de eksik olma¬<br />

mıştı.<br />

Dr. Sait Kırmızıtoprak bu ailedendi. Çocukken ailesinin yok<br />

edilmesine tanıklık etti. Tesadüf sonucu <strong>kurt</strong>uldu. Devlete katkı¬<br />

larıyla bilinen ve <strong>kurt</strong>ulmayı başaran amcası Bertal Tanrıverdi ta¬<br />

rafindan büyütülüp, okutuldu. Türkiye'de bir süre doktorluk<br />

yapnktan sonra Irak Kürdistanı'na geçti. Burada öldürüldü.<br />

Dr. Kırmızıtoprak, ailesinin trajedisiyle birlikte, bölgesindeki<br />

olayları da daha sonra yazdı.<br />

Aşiret önde geleni ve Dr. Kırmızıtoprak'ın amcası Bertal Tan¬<br />

rıverdi, 1938 yaz aylarının ortalarında, Inspektör General Abdul¬<br />

lah Alpdoğan'dan bir emirname alıyordu.<br />

Emirnamede şöyle deniliyordu:<br />

"Bütün Civarikliler toplanıp Elazığ'a gelsin. Selametiniz için,<br />

Konya'ya tayininiz çıkmıştır."<br />

Dr. Kırmızıtoprak'ın yazdığına göre haber, köyde tartışmala¬<br />

ra neden oluyor, korku, tedirginlik ve heyecandan, her kafadan bir<br />

ses çıkıyordu. Kimi "daha güzel topraklarımız olacak, gidelim" di¬<br />

yor, kimi "dede toprakları bırakılıp yabancı diyarlara gidilmez"<br />

diyor, kimileri de olaya daha farklı açıdan bakarak "bu bir tuzak¬<br />

tır" diyerek, kendi ayaklarıyla ölüme gitmeye karşı çıkıyordu.<br />

Fakat, "biz başından beri devlete yardımcı olduk, neden kö¬<br />

tülük etsinler bize" diyenler, "tehlike var" diyerek karşı çıkanla-<br />

357


ı bastırıyor, "dede toprakları" diyenlerse, "zaten huzur kalma¬<br />

dı" savunması karşısında etkisiz kalıyordu.<br />

Köy, Konya ovasındaki verimli topraklara kavuşmak umu¬<br />

duyla göç hazırlığına girişiyor ve götürmeye gelen askerlerin önü¬<br />

ne düşüyorlardı.<br />

Fakat Nazimiye ilçesine bağlı Razadan köyünün yakınındaki<br />

dereye geldiklerinde, oyunun rengi ortaya çıkıyordu. Mola verilir¬<br />

ken makineli tüfekler ateş kusmaya başlıyor, Civarikliler orada<br />

topluca öldürülüyorlardı.<br />

Sait Kırmızıtoprak, <strong>kurt</strong>ulabilen çocuklardan biriydi. Kırmızı¬<br />

toprak, Dr. Sıvan imzasıyla yazdığı kitapta, Dersim'de olanları<br />

şöyle yazıyor:<br />

"... Liderlerin birer birer ortadan kaldırılmasından sonra,<br />

Dersim direniş güçleri (özellikle Bad Dersim'de) tamamen baş¬<br />

sız kalmışlardı. 1938 bahannda hükümet, bütün silahlannı tes¬<br />

lim edecek olan asilerin affedileceğini ilan etti. Bu çağn üzerine<br />

hükümet kuvvetierine teslim olan ve silahlannı veren Karabal,<br />

Ferhad, Pilvenk, Şex, Memedan ve Karacaseyitkr hemen tama¬<br />

men imha edildiler. Arkasından Mazgirt, Kureyşan aşireti men-<br />

suplanyla, Yusufan, Baxtiyar aşireti Kürtlerinin çoğunluğu, ka¬<br />

dın, çocuk, emzikli, gebe, ihtiyar farkı gözetilmeksizin, kitiekr<br />

hafinde, çoğu defa da süngülenmek suretiyle imha edildiler.<br />

Yazın sonlarına doğru Nazimiye'nin Hormekan, Kureyşan ve<br />

Alan, Mazgirt'in bir kısmı, Babamansur'un mensupları da aynı şe¬<br />

kilde zehirli gaz bombalan, süngüler ve cesedere dökülerek ateşle¬<br />

nen petrol yangınlarıyla yok edildiler. Binlerce Dersimli genç kız<br />

namusunu <strong>kurt</strong>armak için kendini kayalıklardan aşağı atarak can<br />

veriyor, zulme ve insanlık dışı muameleye karşı çıkıyorlardı.<br />

Dünya tarihinin şahit olduğu en korkunç, en tüyler ürpertici<br />

bir jenosit hareketi idi bu."<br />

Dünyanın haber alması ve olup bitenleri öğrenmesinin önüne<br />

demir perde çekilmişri. Dersim'in çevresine, ışık sızdırmayan ka¬<br />

lın bir perde indirilmişri. Basına sansür uygulanıyordu. Kırım ve<br />

358


kan sesi île insan feryatları, demir perdenin gerisindeki dağlarda<br />

boğuluyor, orada sönüyordu.<br />

Türk basını sadece propaganda niteliğinde yayınlar yapabili¬<br />

yordu. Basın arada bir açıklanan "silahlarıyla biriikte ölü olarak<br />

ele geçirilen eşkıya" rakamlarını yayınlıyor. Dersim dağlarındaki<br />

"Sel Seferleri"ni "askeri manevra" olarak bildiriyordu.<br />

Dönemin yarı resmi yaygın organlarından Cumhuriyet gaze¬<br />

tesinin başyazarı ve milletvekili Yunus Nadi, 30 Ağustos 1938 ta¬<br />

rihinde şunları yazıyordu:<br />

"Bu senenin, dahili işleri nokta-i nazannda, size ehemmiyede<br />

bahsetmeye değer bir mevzu vardır: O da Dersim meselesidir.<br />

Dersim'de bir ıslahat (reform demek istiyor yazar) programımız<br />

vardır. Bu program yürümektedir. Yol, okul, köprü, karakol in¬<br />

şa suretiyle...<br />

Geçen sene askeri harekât yapıldı. Bu bütün aynndlanyla her¬<br />

kesçe biliniyor (oysa nelerin olduğunu yazarın kendisi de bilmi¬<br />

yordu). Bu sene içinde, bu programa göre askeri harekâtın yü¬<br />

rümesi lazımdır. Geçen seneye göre, burada bu sene daha fazla<br />

kuvvetierimiz toplanmışdr. Birkaç yerde de ufak tefek müsade¬<br />

meler olmuştur. Dersim için görev alacak ve genel bir tarama<br />

harekânyla, tedip (terbiye etme) kuvvetierine müzahir olarak¬<br />

tan, bu meseleyi kökünden söküp atacakdr."<br />

Yine etkin gazetelerden Tan, 9 Temmuz 1938 tarihindeki sa¬<br />

yısında, olayları "Dersim manevralan" (tatbikat) başlığıyla ya¬<br />

yınlıyor, "Dersim'de temizlik harekâtı başlıyor" cümlesinden<br />

sonra, şimdiye kadar hiçbir şey olmamış gibi devam ediyordu:<br />

"Dersim'de yapılacak askeri manevralara bugünlerde başlana-<br />

cakdr. Bu manevralar aynı zamanda askeri harekât şeklinde olacak<br />

ve neticede Dersim meselesi kökünden tasfiye edilmiş olacakdr.<br />

Manevrayı yapacak olan kıtalanmız, geçen seneki isyan böl¬<br />

gelerinde sıkı bir tarama yaparak, asayişi bozmaya eğilimli her<br />

türlü hareketi ezecek ve Cumhuriyetin sarsılmaz otoritesini tesis<br />

edecektir."<br />

Gazetelere göre, henüz Dersim'e dokunulmamıştı. Oysa kan<br />

sesi yankılanıyordu, dünyaya kapalı dağların ardında.<br />

359


ilkbaharda başlayan "tedip" ve "tenkil" (terbiye etme ve sus¬<br />

turma) harekâtı, kesintisiz, dağlara kar düşünceye kadar sürecek,<br />

en son sıra muhbirlere, kelle avcılarına, itirafçı ve tetikçilerle iz sü¬<br />

rücülere gelecekti.<br />

Karlar düştüğünde. Dersim artık "temiz"di.<br />

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, 1 Kasım 1938'deki<br />

geleneksel meclis açılışına gidemedi. Ama bir mesaj gönderdi. Me¬<br />

sajını, Başbakan Celal Bayar okudu. Mesajda, Dersim konusunda<br />

şöyle deniliyordu:<br />

"Uzun yıllardan beri süregelen ve zaman zaman gergin bir şe¬<br />

kil alan Tunceli'deki toplu haydutiuk olaylan, belli bir program<br />

içindeki çalışmalar sonucu kısa bir sürede ortadan kaldırılmış,<br />

bölgede bu gibi olaylar, bir daha tekrarlanmamak üzere tarihe<br />

kanşdnlmışdr."<br />

ÖLÜM KAFİLESİNİN 6 YAŞINDAKİ YOLCUSU<br />

1938 yaz aylarında Dersim, baştan başa yangınlar içindeydi.<br />

İnsanlarla doğa bir arada yanıyor; vahşi hayvanlar, süngülenmiş,<br />

kurşundan geçirilmiş, ölü insanların kanı ve etiyle besleniyordu.<br />

Ölüm yolda, dağda, köyde, her yerde pusudaydı.<br />

"Güvenli yerlere nakledilenleri, medeni bir hayata kavuştur¬<br />

mak üzere yola çıkarılanları" da pusuya yatmış ölüm bekliyordu.<br />

Genelkurmay Başkanlığı'nca yayınlanan Ayaklanmalar kitabın¬<br />

da, toplu katiiamlar, "haydudar ölü olarak ele geçirildi" biçiminde<br />

anlatılıyor.<br />

"Haydutlar"ın cinsiyeti ve yaşı genelin içinde, gereksiz ayrın¬<br />

tı olarak kaldığı için açıklanmıyordu.<br />

"Çatışmada ölü olarak ele geçirilen haydut" kafilelerinden<br />

<strong>kurt</strong>ulanlar da oluyordu.<br />

Bunlardan biri, 6 yaşında bir erkek çocuğuydu.<br />

Daha sonra Tunceli'nin mahallesi haline gelen Pirgeç köyün¬<br />

de doğmuştu. Kureyşan aşiretinden, büyük bir ailedendi. 1937'de<br />

Seid Rıza ile birlikte asılanlardan "Yetim" lakaplı Seid Hüseyin<br />

Cesur'un yeğeni, 1938 yazındaki ölüm kafilelerinin birinde yolcu<br />

çocuklardan biriydi.<br />

360


Dizinden aldığı ufak bir yarayla katliamdan <strong>kurt</strong>ulan bu çocuk<br />

büyüdü. Hukuk Fakültesi'ni bitirip avukat oldu. 1960'larda aktif<br />

poHtikaya katıldı. Tunceli'de Türkiye İşçi Partisi (TİP) il başkanlığı<br />

yapa. 1965 seçimlerinde milletvekilliğini çok az bir oyla kaybetti.<br />

Adının açıklanmasını istemeyen 6 yaşındaki "kurban" anlatıyor:<br />

"1937'de Seid Rıza ik yanındaki bazı aşiret reislerinin peşine<br />

düştükr. Çatışma, çarpışmalar, öknler oldu. Yolda, belde, dağ¬<br />

da yakakdıklarını öldürdükr. Toplu sürgünkr de vardı. Aileler,<br />

köyler topluca badya naklediliyordu. Bu da oldu. Ama genel an¬<br />

lamda sivillere karşı toplu harekât yapmadılar.<br />

Kırım, 1938'de geldi.<br />

Uçaklarla bomba yağdırıyorkrdı köykrin üstüne. Herkes kö¬<br />

yünü terk ediyor, dağlarda gizleniyordu. Aikm 1937 yazını dağ¬<br />

larda gizlenerek geçirdi.<br />

1937'nin sonbaharına kadar, Seid Rıza ve arkadaşlan idam<br />

edildi. Peşine düştükleri ağalann çoğu şu ya da bu vaatle ele ge¬<br />

çirildi. Sonra sessizlik geldi. Askerier kışlalara kapandıkr. Bizim¬<br />

kiler köye döndüler.<br />

1938 baharında şiddet geri geldi. Halbuki Seid Rıza'dan son¬<br />

ra savaşan, direnen aşiret de kalmamıştı.<br />

Haberler geliyordu:<br />

Türk ordusu, kıra kıra geliyor, diye.<br />

Birçok kimse, ne olur ne olmaz diyerek, köyleri terk edip dağ¬<br />

lara sığındı. Bizim köy de boşaldı. Geride, dağda yaşayamaya¬<br />

cak hastalar, ihtiyarlar, birkaç çocuk kalmıştı.<br />

Bir bibim (hala) vardı. Adı "Emo" (Emine) idi. Çok yaşlı de¬<br />

ğildi. Ama hastaydı. Halsiz, mecalsizdi. Durmadan öksürüyor¬<br />

du. Dağda yaşamasına imkan yoktu. Onu köyde bırakmışlardı;<br />

götürmemişkrdi. Dağ şartlarına dayanamayacağı için götüre-<br />

memişler, beni de yanında bırakmışlardı.<br />

Annemle babam bazen gece karanlığında gizlice geliyoriardı.<br />

Bizi görüyor, sonra gidiyorlardı.<br />

1938'in yaz ortalarıydı. Bir sabah, bibimin haykınşkrıyla<br />

uyandım. Elini dizine vurup dövünüyor, tanrıya yakarıyor, ka¬<br />

derine kahrediyor, askerkrin köyü sardığını söylüyordu.<br />

Korkudan eve sığındık. Kapıya geldikr. Bizi dışarıya çıkardı-<br />

361


1ar. Köydeki bütün insanlan meydana toplamışlardı. 35-40 kişi<br />

vardı. Her taraf askerle doluydu. Köyü aradılar. İşlerine yarayan<br />

her şeyi, yiyecekleri aldılar. Sonra evleri ateşe verdiler. Köyümüz<br />

yanıyordu. Alev ve duman göğe yükseliyor, dağların tepesinde<br />

kayboluyordu. Ve bizler, yanan evlerimize bakarak ağlıyorduk.<br />

Sonra erkekleri birbirine bağladılar. Hepimiz, askerlerin eşli¬<br />

ğinde yürümeye başladık. Ormanlık bir yere geldiğimizde, yanı¬<br />

mızda yürüyen bir asker kolumdan tuttu. Çekip aldı beni. Kafi¬<br />

leden ayırdı. Ormana doğru götürdü.<br />

Bibim geride bağırıyor, saçını başını yolup ağlıyor ve yalvarı-<br />

yordu:<br />

Onu ayırmayın. O küçük. Tek başına yaşayamaz. Kurda,<br />

ydana yem olacak...<br />

Asker beni serbest bırakd. Ben de bibim de, onun beni ölüm¬<br />

den <strong>kurt</strong>armak istediğini anlayamıyorduk. Çünkü, birbirimizin<br />

dihni bilmiyorduk. Tekrar kafileye yetiştik bibimle. Beni orma¬<br />

na bırakan asker yeniden yanımıza geldi. Kızgın kızgın bir şey¬<br />

ler söyledi.<br />

Sonra beni birkaç kez bibimden koparıp aldı. Geride kalıp,<br />

yol kenarianna, ormana bırakd. Her defasında koşarak kafile¬<br />

ye yetiştim.<br />

Gün ikriiyordu. Sıcak çökmüştü. Susuzluk ve korkudan ağzı¬<br />

mız dilimiz kurumuştu. Bu arada kafilemiz giderek büyüyordu.<br />

Çevre mezra ve köylerden insanlar getiriliyor, bize katılıyordu.<br />

60-70 kişi olmuştuk.<br />

Kayahk ve ormanlıktan sonra bir açıklığa vardık. Kupkuru bir<br />

yerdi.<br />

Askerier yanımızdan aynlıp karşı yamaçta toplandılar. Biz bi¬<br />

ze kaldık. Kimi öldürüleceğimizi söylüyor, kimi serbest bıraka¬<br />

caklarını.<br />

Askerler, biraz sonra gelip hepimizi ayağa kaldırdılar. Yan ya¬<br />

na sıraya dizdiler. Bibim, olacaklan hissetmiş gibi beni kucağı¬<br />

na almış, sıkı sıkıya sanlmışd.<br />

Ne olduğunu anlayamadım. Ama aniden mitralyözün namlu¬<br />

su alevler saçmaya başladı. Makineli tüfek takırdsıyla biriikte<br />

Ortalığı insan haykınşlan kapladı, insanlar biçilmiş başak gibi<br />

yere devrildi.<br />

362


Uyandığımda ortalık sessizdi. Askerler yoktu. Üstümde bir<br />

ağıriık vardı. Gözlerimi açtım bakdm ki, ağırlık bibimdi. Can¬<br />

sızdı.<br />

Bibimin ölü bedeninin akından çıkdm. Dizimde müthiş bk acı<br />

hissettim. Baktım kan içindeydi. Yaralanmışdm.<br />

Ölü tarlası haline gelmişti meydanlık. Ölüler birbirinin üstüne<br />

yığılı ya da dağınık öylece duruyoriardı. O zaman kurşuna dizil¬<br />

diğimizi anladım.<br />

Ateş açdklan zaman bibimin kucağmdaydım. Kurşun yarası<br />

alıp yere düşerken bile, beni kucağından atmamış, üstüme kapa¬<br />

nacak biçimde yere düşmüştü. Düştüğüm yer küçük bir çukur¬<br />

luktu. O da kapaklanır biçimde üstüme düşmüştü.<br />

Onu öldüren kurşun, dizimi sıyınp kalbine saplanmışd.<br />

O gün, o katiiamda benim gibi biri daha <strong>kurt</strong>uldu. Bir kız ço¬<br />

cuğuydu. Onun adı da Emo'ydu.<br />

Askerier kurşuna dizme işleminden sonra kurbanlarının ölüp öl¬<br />

mediğini kontrol için süngülüyorlardı. Her nedense o kafilede sün-<br />

gülenmeyen tek 'ölü' bendim. Kim bilir, belki de ormana bırakan<br />

asker <strong>kurt</strong>ardı beni.<br />

Gözlerimi açıp doğrulduğumda bir sürü köpek gördüm. Belki<br />

de <strong>kurt</strong>tu. Ama bizim oranın köpekkrine benziyoriardı. Ölüle¬<br />

rin başına üşüşmüş çekiştiriyoriardı. İnsan ölüsü yiyoriardı.<br />

Sonra, hayadmda ilk defa bu kadar yılanı bir arada gördüm.<br />

Ortalık yılan kaynıyordu. Kan kokusuna gelmişlerdi. Sanki Der¬<br />

sim'in tüm yılanlan oraya toplanmışd.<br />

Köpeklerin cesetleri yemelerini ve ortalıkta kaynayan yılanla¬<br />

rı görünce aklım başımdan gitmiş gibi oldu. Bibimi, olanlan<br />

unuttum. Dizimdeki yaranın verdiği acıya da aldırmadan, ağla¬<br />

yıp bağıra bağıra, var gücümle koşmaya başladım.<br />

Bir ara sesler duydum. Daha da paniğe kapıldım. Türk asker¬<br />

lerinin peşime düştüğünü sandım. Sesleri seçmeye başlayınca ra¬<br />

hatladım. Kürtçe bağırıyor, üstelik adımla çağırıyoriardı.<br />

Beni çağırankr, ormana sığınan bizim köylülerdi. Katiiamı<br />

uzaktan görmüşkr. Askerkr çekilince, <strong>kurt</strong>ulan var mı diye<br />

bakmaya geliyoriarmış. Beni babamla anneme götürdüler. Akı<br />

ay dağlarda dolaştık.<br />

363


Yiyeceğimiz yoktu. Babam, yenebilecek ne çıkıyorsa önüne,<br />

avlıyordu. Ne bulursak yiyorduk. Otiar, yaban meyveleri ve<br />

hayvanların her türlüsünü.<br />

Dağlarda, askerlerin kolay kolay erişemeyecekleri yerlerde ya¬<br />

şıyorduk. Buralarda su sorunu çıkıyordu.<br />

Bir gün çok susadık, iki günden beri hiç su içmemiştik. Ba¬<br />

bamla amcam su aramaya çıktılar. Fakat boş döndüler.<br />

Suyun tek kaynağı Munzur nehriydi. Askerierin nehir boyun¬<br />

ca pusu kurup suya gelenleri avladığını söylediler. Ertesi gün ba¬<br />

bam, 'böyle ölmektense...' deyip, amcamı da alarak tekrar gitti.<br />

Bir iki saat sonra amcam ağlayarak geri geldi.<br />

Kardeşimi vurdular. Ben hiçbir şey yapamadım, diyordu.<br />

Anlattığına göre, nehir kenanna iniyoriar. Babam meşklere su<br />

doldururken, amcam gözcülük yapıyor. Birden yaylım ateşi baş¬<br />

layınca, amcam kendini nehre adyor. Arazi sarp kayalık. Nehir<br />

azgın. Sularla boğuşuyor, dalıp çıkıyor, sürükleniyor. Nehrin<br />

sakinleştiği bir yerde kıyıya çıkıyor...<br />

Ama babamdan ses seda çıkmıyor. Kaçtığını ya da nehre ada¬<br />

dığını da görmüyor. Vurulup öldüğünü sanarak geri geliyor.<br />

Amcam gece, yeniden Munzur'a gitti. Şafak vakti geri geldi. Ba¬<br />

şarmışd. Yanına alabildiği iki meşki su ile doldurmuştu.<br />

Biz yasını tutarken iki gün sonra babam da çıkıp geldi...<br />

Ben, o zaman 6 yaşımdaydım. Benimle aynı gün ve yerde kur¬<br />

şuna dizilen, ama yaralı olarak <strong>kurt</strong>ulan Emo, beş yaşındaydı.<br />

Kurşun sağ omzuna saplanmışd. Baygınken, kurşuna dizilenle¬<br />

rin ölüp ölmediğinin kontrolü sırasında da, bacağından bir sün¬<br />

gü darbesi almışd.<br />

Emo, odaria tedavi edildi. Kurşun omuzunda kalmıştı. Onu<br />

çıkaramadılar. O kurşunla iyileşti. Genç kız oldu. Ama, hem fi¬<br />

zik, hem de ruhen sakatd.<br />

Sağ kolu bükülmeyecek şekilde sakat kaldı. Bacağı da, süngü<br />

yarası yüzünden yarı tutmaz haldeydi.<br />

Katiiam cuma günü olmuştu. Emo yaşadığı sürece, her cuma,<br />

periyodik olarak sara nöbetine tutuluyordu. Nöbet boyunca,<br />

Kürtçenin Zazaca lehçesiyle, 'beso, beso!' (Yeter, yeter) diye ba¬<br />

ğırıyordu.<br />

Emo, hiç evlenmedi. 1987 yılında öldü. Omzuna saplanan<br />

kurşun onunla birlikte mezara girdi..."<br />

364


RESMİ SÖYLEM VE PÜLÜMÜRLÜ ELE...<br />

6 yaşındaki tanığın anlatnklan, 1938 yılında Dersim'in he¬<br />

men hemen her köy ya da dağ kıvrımında yaşanan trajedilere bk<br />

örnekti.<br />

Genelkurmay Ayaklanmalar kitabında, olanlan inkâr etmiyor¬<br />

du. Ama kuru bk anlattmla, yok edilen insanlan birer rakam ok-<br />

rak veriyordu.<br />

Örneğin, Dersim İsyanı'nm bir sayfasında şöyle deniliyor:<br />

"16 Ağustos 1938. Bir uçak filosu, yanlannda sürüleri bulu¬<br />

nan 500 kişi kadar bir haydut grubunu bombalamış, makineli<br />

tüfek ateşi akına alınmıştır."<br />

Aynı kitabın 464. sayfasında şunlar yazılı:<br />

"19 Ağustos 1938. ikinci safha için yürüyüşe devam eden 7. Ko¬<br />

lordu Biriiklerinden 41. Tümen, Munzur suyu ik Kalason ve Sin bu¬<br />

cağı bölgelerinde 290 haydudu imha etmiş, Mazgirt'te toplanan son<br />

kafileden kaçmak isteyen 52 haydut daha imha edihnişti. 12. Tü¬<br />

men, 12 Ağustos'tan beri yasak bölge içinde ve dışında yaptığı ara¬<br />

ma ve taramada, birçok haydudu imha etmiş, son direnen 170 kişi¬<br />

yi daha imha etmiş, bölgedeki köy ve ekinleri yakmışdr. 14. Süvari<br />

Tümeni bölgede yaptığı temizlik harekâdnda 69 kişiyi daha imha et¬<br />

miş, 15. Tümen de, aynı şekilde yaptığı arama sonunda 150 haydu¬<br />

du daha imha etmiş, köy ve tarialannı yakmışdr."<br />

Kitaptan bir cümlecik daha:<br />

"Tarama bölgesinde, 17 günde 7 bin 954 kişi öldürülmüş ve¬<br />

ya diri diri yakalanmıştır."<br />

t- *<br />

Resmi tarihin rakamlardan ibaret söyleminin yanında, trajedi<br />

tamklanmn anlattıklan ürperticiydi.<br />

Dersim'deki insanlık yangınından ruhu ve yüreği yaralı ola¬<br />

rak <strong>kurt</strong>ulanlardan biri de, Pülümür'ün Şıhan köyünden Ele (Elif)<br />

Polat'tı. Ele anlatıyor:<br />

"1938 senesinin yaz günleriydi. Ekinlerin biçikceği sıralar...<br />

Köyümüze askerler geldiler. Tarlalarımızı, harmanlarımızı<br />

365


ateşe verdiler. Bostanlarımızı çiğnediler. Yiyeceklerimizi yağma¬<br />

ladılar. Uzakta durup emeğimizin, kışlık erzakımızın yanışını<br />

ağlayarak seyrettik.<br />

Askerler çekildikten sonra tarlalarımıza gittik. Yangından ar¬<br />

ta kalan arpa ve buğday başaklarını toplayıp eve taşıdık. Sonba¬<br />

hara doğru, bir sabah uyandığımızda köyümüzün askerler tara¬<br />

fından tekrar sarıldığını gördük.<br />

Büyüklerimiz, ak sakallılarımız:<br />

Korkulacak bir şey yok. Biz Kemal'e (Atatürk) baş kaldır¬<br />

madık. Askerlerine yan bakmadık. İsyan eden aşiretlere katılma¬<br />

dık. Askerlere su taşıdık. Ayran, ekmek ikram ettik. Kimde silah<br />

varsa verilsin denildiğinde, en önde biz koşmk. Götürüp paslı bı¬<br />

çağımızı, odun kestiğimiz baltayı bile teslim ettik, diyor ve bize do¬<br />

kunmayacaklarını söylüyorlardı.<br />

Ben o zaman yeni gelindim. Oğlum Hüseyin akı aylık bile de¬<br />

ğildi. (Burada bir parantez açmak istiyorum. Hüseyin, gazeteci-<br />

hk mesleğine başladığım gazetede çaycı ve ayak işlerine bakan¬<br />

dı. Temizcecik, bir insan güzeliydi, Hüseyin.)<br />

Top ve Kemal'in demir kuşlannın (uçak) sesinden Hüseyin'im<br />

uyuyamıyordu. Benim de korkudan südüm kesilmişti.<br />

Köydeki ak sakallıların moral verip bizi yadştırmaya çalışmaları<br />

boşunaydı. Gazap günleriydi. Dersim'in her yerinde, köylerde yapı-<br />

lanlan hepimiz duyuyor, biliyorduk. Onun için korku büyüktü.<br />

Askerler köye girdiler. Köyde Türkçe anlayanlar vardı. Gidip<br />

konuştular da bize kara haberi getirdiler:<br />

cak...<br />

Köydeki yatalak ihtiyariar dahil, herkes bir araya toplana¬<br />

Meydanda toplandık. Ağlayıp, 'canımıza kıymayın, biz din<br />

kardeşiyiz' diye yalvanyordu, ihtiyarlar.<br />

Kimseyi öldürmeyeceklerini, Pülümür'e götüreceklerini söyle¬<br />

diler. Biraz rahatladık.<br />

Askerler köy içine dağıldılar. Ellerinde gaz ve benzin tenekele¬<br />

ri vardı. Döküp döküp evleri ateşe verdiler. Hiçbir şeyimiz yok¬<br />

tu artık. Yiyeceğimiz, içeceğimiz, giysilerimiz hepsi yakılmıştı.<br />

Köyü ateşe verdikten sonra, bizi yola çıkardılar. Pülümür ke¬<br />

narına vardık. Çevre köylerin tüm insanlarını, kadını, bebeği ve<br />

ihtiyarıyla yüzlerce, belki binlerce kişiyi keçi sürüsü gibi bir de-<br />

366


ede toplamışlardı. Başlarında nöbetçikr vardı. Bizi de onlara<br />

kattılar.<br />

Babam ihtiyardı. Birkaç gün önce köye gelen bir müfreze ta¬<br />

rafindan abim Kamer, dayım ve köyün bazı ileri geknleriyk bir¬<br />

likte götürülmüştü. Babamın öldürüldüğünü, abim Kamer'in ise<br />

yaşadığını o gün, kalabalıktaki tanıdıklardan öğrendim."<br />

"Kamer, en büyük kardeşimizdi. 30 yaşlanndaydı. Babamla<br />

ağabeyimi birbirine bağlayarak, toparkdıklan bir kakbahkk<br />

birlikte götürdükleri gün, ben, annem, kardeşkrim ve bütün<br />

köy, gözden kaybolana kadar arkalarından bakıp ağladık.<br />

Bizim köyden hemen sonra ormanlık uçurumlar başlıyordu.<br />

Yolda babam ağabeyime:<br />

Benim kaçacak halim yok. Bir yolunu bulur bulmaz kaç,<br />

belki <strong>kurt</strong>ulursun, diyor.<br />

Kamer, babamın dedikkrini yapıyor. Bir yerde duraklıyor,<br />

başındaki askere:<br />

Sıkışdm, diyor.<br />

Asker ihtiyacını gidersin diye babamınkine bağlı bileğini çö¬<br />

züyor. Yolun kenanna geçiyor. Kamer, başındaki askerin başka<br />

tarafa baktığından faydalanıyor. Aniden askere saldınyor. İtip<br />

yere yuvariıyor. Asker yerdeyken, uçurumdan aşağıya koşuyor.<br />

Ardından yaylım ateşi açılıyor. Vuramıyoriar. Ormanda izim<br />

kaybettiriyor, <strong>kurt</strong>uluyor.<br />

Babam, o gün birçok insanla biriikte kurşuna diziliyor.<br />

Kamer'i her yerde arıyorlardı. Onu çok önemsiyorkrdı. Başı¬<br />

na büyük ödül konulmuştu.<br />

Askerier bir gün dağda bir fukarayı yakalıyorlar.<br />

Adın, diye soruyorlar.<br />

Dursun oğlu Kamer...<br />

Askerler sevinçten çıldırıyorlar. Şapkalarını havaya atıyorlar.<br />

Ödül alacağız, zengin olduk, diye bağmyorlar.<br />

Adamın isim ve baba adı benzediğinden başka bir ilgisi yok¬<br />

muş bkim Kamer'k. Öldürüyoriar adamı. Başını kesip askeri<br />

garnizona götürüyorlar.<br />

367


işte aranan Dursun oğlu Kamer'in kellesi diyorlar.<br />

Askerlere ödül olarak 5 bin lira ödeniyor. Biz olayı duyduk.<br />

Onu ardk ölü biliyorduk. Yaşadığını çok sonra öğrenebildik.<br />

Kamer, 1943'te af ilan edilene kadar dağda kaldı. Kutu dere¬<br />

si ve çevredeki dağlarda yaşadı.<br />

Kutu deresi, Dersim'e açılan kapılarından biridir. Çok derin,<br />

yamaçları sarp, kayalık bir vadidir. Geçidin tam ortasında bir<br />

tepe var. O tepeyi tutan, bütün geçide hakim olabiliyor.<br />

Kamer, 200-300 kişilik bir grupla bu tepede geçidi tutuyor.<br />

Türk ordusu, tank, top, uçakla taarruz ediyor. Buna rağmen ele<br />

geçiremiyor.<br />

Anlattığına göre, gökte uçup gürültü çıkaran bu demir kuşların<br />

ne olduğunu önce anlayamamışlar. Tıpkı bir kartal gibi geliyor.<br />

Üsderinden uçup giderken bombalar bırakıyor. O zaman tüfekle¬<br />

riyle, 'Kemal'in demir kuşlan' dedikleri uçaklara ateş açıyoriar.<br />

Birkaçını düşürüyorlar. Bundan sonra alçaktan uçup, ortalığı ölü¬<br />

me, yangına boğan bombalar atamıyorlar.<br />

Askerlerle karşılıklı mevziknip beklerken. Kamer bağırıyor-<br />

muş:<br />

Erkeksen yıldızını göster!<br />

Karşıdaki şapkasını namlunun ucuna takıp gösterince. Kamer<br />

yıldızından vuruyormuş.<br />

Kamer büyük ve keskin bir nişancıydı. 200 metre uzaklıktan<br />

yumurtayı vurabiliyordu. Kutu deresinde tam bir buçuk yıl di¬<br />

rendiler. Türk ordusu onları söküp atamadı oradan. Ta ki bir<br />

buçuk sene sonra, cephaneleri bitip tüfekleri sopadan farksız<br />

hale geldiğinde, kendiliğinden çekilinceye kadar...<br />

dü."<br />

Kamer 1943'e kadar kaçak yaşadı. Sonra hayad normale dön¬<br />

"Pülümür deresine binlerce kişi toplanmışd. Sıcakd. Su, yiye¬<br />

cek yoktu. Kadın erkek herkes izinle, tuvalet için askerlerin gö¬<br />

zetiminde kampın kıyıcığına gidebiliyordu.<br />

Ne olacağımızı bilmeden, öylece bekliyorduk.<br />

Geldiğimizden beri, sabahtan akşama kadar, erkek isimleri<br />

368


okunuyordu. Adı okunan erkekler öne çıkıyor, birbirine bağlanıp<br />

götürülüyordu. Gidenler bir daha geri gelmiyordu. Onlar gider¬<br />

ken, geride kadınlar, çocuklar ve yakınları ağlamaya başlıyordu.<br />

Götürülenler derede öldürülüyordu. Çünkü dereye indirildik¬<br />

ten bir zaman sonra silah sesleri geliyordu. Ama yine de emin<br />

değildik. Türkçe bilenler yalvararak soruyoriardı:<br />

O insanları nereye götürüyorsunuz?<br />

Alay ederek cevap veriyorlardı:<br />

Hepsi cennete gidiyor...<br />

Cennete?<br />

Evet, cennete.<br />

Bir gün, susuzluktan dayanamaz hale gelmiştik. Erkekler ken¬<br />

di aralanndan Türkçe bilen bir iki kişiyi seçip komutana gön-<br />

derdder. Temsilcimiz komutana:<br />

Aç ve susuz bekliyoruz. Sizden yiyecek istemiyoruz. Ama<br />

çocuklar susuzluktan inleyip duruyorlar. İzin verin, aşağıdaki<br />

dereden su getirelim, dedi.<br />

Peki, ama giderken ve dönerken başını kaldmp etrafina<br />

bakmayacak. Bakdğı an kurşunu yer.<br />

Baş üstüne...<br />

Bizim kafileden de birinin eline bir bakraç verilip aşağıya de¬<br />

rin dereye gönderildi. Gidenler döndüklerinde şaşkındılar. Tit¬<br />

reyip ağlıyorlardı. Anlattılar:<br />

Adlan okunup götürülenlerin hepsi aşağıda. Orada süngü¬<br />

lenmiş ya da kurşunlanmış. Hepsi ölü. İçlerinde hâlâ can çeki¬<br />

şenler var. Ölüler güneş akında davul gibi şişmişler...<br />

Bu haber üzerine dağları inleten ağıtlar, baladlar başladı. Ba¬<br />

şını taşlara vura vura intihar edenler, kendini yerden yere atarak<br />

öldürmeye kalkışanlar, düşüp kalpten ölenler...<br />

Gece boyunca ağlama, inleme ve yürek paralayıcı ağıtiar ke¬<br />

silmedi. Ertesi gün, artık isim okunmadı. Kimse götürülmedi.<br />

Af çıkd, dediler.<br />

Subaylardan biri bir kayanın üstüne çıkıp konuştu. Türkçe bi¬<br />

lenler tercüme ettiler:<br />

Türk ordusu ve Türk milleti adakdidir, merhamedidir. İs¬<br />

yan edenleri bile, yılan gibi başına taş vura vura ezme yerine,<br />

merhamede, insanlıkla affedebiliyor.<br />

369


Bizi serbest bıraktılar. Yakılmış köyümüze döndük. Her şeyi<br />

yeniden yapmaya başladık."<br />

Derede katledilenler, resmi raporlara "çıkan çatışmada ölü<br />

olarak ele geçen haydutlar" diye mi geçti bilinmez...<br />

GENERAL'İN UTANCI<br />

Muhsin Batur, Dersim'de "görev yapan" generaller kuşağının<br />

son bireylerindendi. Hava Kuvvetleri Komutanlığı yaptı. 12 Mart<br />

1971 tarihindeki askeri darbenin cunta üyelerindendi. Emeklili¬<br />

ğinde Cumhurbaşkanı tarafından Senatör atandı. Sonra CHP'ye<br />

geçti. 1980'de Cumhurbaşkanı adayı oldu. Seçimi, az bir oyla<br />

kaybetti.<br />

1999 Eylülünde ölen general. Anılar ve Görüşler adıyla bir de<br />

kitap yazdı. General Dersim'e ilişkin anılarını "utandırıcı" diye<br />

özetlemekle yetiniyor ve şunları yazıyor:<br />

"Günlerden bir gün alayımıza emir geldi. Tren yoluyla Ela¬<br />

zığ'a intikal edilecek, bir süre orada eğitim gördükten sonra, o<br />

zaman Dersim denilen bölgeye gideceğiz. Tren yolculuğumuz,<br />

40 kişinin paylaştığı kapalı yük vagonlarında, pek ilkel ve zor<br />

koşullar altında gerçekleşti. Elazığ'ın biraz uzağında, Harput<br />

eteklerinde çadırlı ordugâh kurduk ve bir müddet sonra, ilk du¬<br />

rak Pertek olmak üzere harekete geçtik. İki ayı aşkın bir süre<br />

özel görev yaptık.<br />

Okuyucularımızdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü<br />

anlatmaktan kaçınıyorum. Alaya verilen özel görev, Elazığ böl¬<br />

gesinde büyük bir manevra resmi geçidi ile bitti. Bizlere, Atatürk<br />

imzalı birer madalya dagıtdlar."<br />

Muhsin Batur, kitap ve yazı dünyasıyla da tanışmış nadir ge¬<br />

nerallerden biriydi. O bakımdan "utancını" anlıyorum.<br />

Onun, genç yaşta "görev" yaptığı Pertek'te de insanlar, kafi¬<br />

le kafile yok ediliyorlardı. Pertek'in Ağzunik köylüleri gibi...<br />

Ağzunikliler, devletten yanaydılar; bunu hayatlarının garanti-<br />

370


si olarak görüyorlardı. Fakat, sadece yazın başına kadar kendile¬<br />

rini güven içinde hissedebüdiler.<br />

Ama "güven rüyası" bir yaz günü bozuldu.<br />

Ağzunik köyünden sağ <strong>kurt</strong>ulmayı başaranlardan biri de, Sü¬<br />

leyman Köse'nin 7 yaşındaki oğlu Hüseyin Köse'ydi. Bu çocuk,<br />

"kirliliğin evrensel tarihi"nin bir keskinin tanığı olarak yaşadı.<br />

Aşağıdaki bölüm, onun "kara tarih"e tanıklığıdır:<br />

1938 yılının yaz ayları, harman zamanıydı. Gece yansından<br />

sonra, sabah yıldızının doğduğu zaman, Ağzunik köyüne gelen as¬<br />

keri biriiğe Salih Paşa komuta ediyordu. (Salih Paşa, Zilan kın-<br />

mında da tarih sahnesine çıkan, 1946 yılında Genelkurmay Baş¬<br />

kanı olan Salih Omurtak mıydı?)<br />

SaHh Paşa Ağzunik köyüne girdiğinde, kimisi evinde, kimisi<br />

gece serinliğinde hasadın yapıldığı harman yerinde uykudaydı.<br />

Köy uyandırılıp ayağa kaldırıldı.<br />

Salih Paşa'yı, köyün ileri gelenlerinden Süleyman Köse, onur¬<br />

landırıcı ve bağlılık bildiren sözlerle karşıladı.<br />

Köse, Elazığ'da okumuş, Rüştiye'yi bitirmişti. Çok iyi Türkçe<br />

konuşuyordu.<br />

Onu memnun etmek ve konumuna uygun biçimde karşılamak<br />

için, evindeki en değerli halıları getirip dışarıya, toz ve toprakların<br />

üstüne sererek onu buyur ediyor, bir yandan da çocuklarını çeşme¬<br />

den soğuk su getirmek ve ayran yapmak üzere seferber ediyordu.<br />

Ama komutan ikramları kabule ve oturmaya yanaşmıyor,<br />

acelesi olduğunu söyleyerek, Süleyman Köse'den silahlarını bir<br />

an önce getirip teslim etmesini istiyordu.<br />

Süleyman Köse silahı olmadığını anlatmaya çalışırken, önce<br />

soğuk ayran, ardından kahve sunuluyordu generale.<br />

General ayrandan sonra kahvesini içerken, karşısında hazır ol¬<br />

da duran Süleyman Köse'ye silahlarından haberli olduğunu söylü¬<br />

yordu.<br />

Komutanım, diyordu Süleyman Köse. Allahın adıyla söy¬<br />

lüyorum ki, bir şey gizlediğim yok...<br />

Ulan senin altı tane oğlun var. Hepsi silahlı. Beni uğraştır¬<br />

madan getir şu silahları!<br />

371


Komutanım, oğullarımın hepsi çocuk. İşte görüyorsunuz<br />

onları. Bunlar silahtan ne anlar?<br />

Büyük oğlun var, Zeynel. O nerede?<br />

Pertek'e gitti. Öğleye kalmadan döner.<br />

Salih Paşa o gün öğleye kadar Ağzunik köyünde kalarak, Zey¬<br />

nel'in Pertek'ten dönmesini bekledi.<br />

Bu arada, aralarında 7 yaşındaki Hüseyin Köse olmak üzere<br />

bütün köylüler, urganlarla birbirine bağlanıyor, yola çıkılacak<br />

şekilde hazır hale getirilip, güneş altında bekletiliyorlardı.<br />

Süleyman Köse'nin büyük oğlu Zeynel, delikanlılık çağına ye¬<br />

ni yeni adım atıyordu., Köye girer girmez yakalanıyor, kolları<br />

bağlanıyor, ötekilerin yanına konuyordu.<br />

Süleyman Köse'nin dokuz çocuğu vardı; altısı erkek, üçü kız.<br />

Büyük kızı ergin çağdaydı.<br />

General Salih, kafileyi Yüzbaşı Nuri'ye teslim edip, Olukpınar<br />

köyüne geçiyor, Hıdır Ağa'ya konuk oluyordu. Hıdır Ağa, konu¬<br />

ğunu ağıriamak için elinden geleni esirgemiyor, şerefine bir kuzu<br />

kesiyor, kavurma pişirip önüne koyuyordu. General yiyor, içiyor,<br />

giderken kendisini ağırlayan Hıdır Ağa ile ailesini de esir alıyordu.<br />

General, sonra Höşniğ köyüne geçiyor, köyün ileri gelenlerinden<br />

Hüseyin Zengin ile akrabaları Rıza ve İsmail'in ailelerini de bağla¬<br />

yıp kafilesine katıyordu. Generalin komutasındaki kafilenin yolcu¬<br />

luğu köy çıkışındaki derede bitiyor, hayatlar orada sönüyordu.<br />

Yüzbaşı Nuri'nin kafilesi ise büyümeye devam ediyordu. Sü¬<br />

leyman Ağa'nın kardeşi Hasan Köse, Çernik mezrasında oturu¬<br />

yordu. Mezradan geçilip. Hasan Köse, eşi Hatayı, Mustafa, Ali¬<br />

şan, Rıza ve İbrahim adındaki çocukları da birbirine bağlanıp ka¬<br />

fileye alınıyor, sonra Pohteris köyüne geçUiyordu. Doğan ailesi<br />

de tutsak alınıyordu. Giderek büyüyen kafile, geceyi Dere nahi¬<br />

yesinde geçiriyor, sabah tekrar yola çıkıyordu.<br />

Dere nahiyesinden Ali, Abbas, Şahin ve aileleri de katılmıştı<br />

tutsaklara. Çay mezrasından ise Hasan Özer ve ailesi...<br />

Hasan Özer, kendi halini ve her şeyi unutmuş, kafiledeki oğ-<br />

371


lu için gözyaşı döküyordu. Oğlu Yusuf daha ergenlik çağındaydı.<br />

Ortaokul öğrencisiydi. Yusuf elleri arkasında bağlı yürürken, ba¬<br />

bası sayıklar gibi:<br />

O daha çocuk, deyip duruyordu.<br />

Hozat'ın İn köyüne gelindiği zaman, tutsakların sayısı 100 do¬<br />

layına çıkmıştı. İn köyünden sonraki bir derede mola veriliyordu.<br />

Süleyman Köse'nin ellerini birbirine bağlayan sicim bilekleri¬<br />

ne oturmuş, kolu şişmişri. Komutandan mümkünse bağların gev¬<br />

şetilmesini istiyor ve isteği uygun bulunuyordu.<br />

* *<br />

Burada bir açıklama yapma gereğini duyuyorum: Hüseyin<br />

Köse ile yüz yüze görüşme olanağını bulamadım. Ama anlattık¬<br />

ları, yazılı olarak geçti elime. Okuduğum anlatımlarını özerieye-<br />

rek sunuyorum:<br />

"Askerler yüzbaşı için bir çadır kurdular. Yüzbaşı çadmna çe¬<br />

kildi. Sonra bir er yanımıza geldi. Ablamın koluna yapışd. Sü¬<br />

rükleyerek götürmeye çalıştı. Yüzbaşı istiyormuş.<br />

Abim Zeynel deli gibi ayağa firladı. Kendini kaybetmişti.<br />

Ulan şerefsiz, diye bağırdı. Eğer şerefin varsa, çeker vurur¬<br />

sun bizi. Ama sizde o şeref yok. O zaman ananızı, bacınızı siz<br />

gönderin bize, diye bağırdı komutana.<br />

Abim 16-17 yaşlanndaydı. Bir insan güzeliydi.<br />

Yüzbaşı, ahimin çıkışı üzerine eri çadınna çağırdı. Ve asker<br />

sonra geri geldi. Ablamın ellerini çözdü. Onu götürmek için sü¬<br />

rüklemeye çalışırken, abim yerinden firladı.<br />

ğırdı.<br />

Ben yaşadığım sürece kimse bacıma dokunamaz, diye ba¬<br />

Ablam 13-14 yaşlanndaydı. Korkudan büzülmüş, küçülmüş¬<br />

tü. Anneme sokulmuştu.<br />

Abim ablamın üstüne adldı.<br />

- Namusuna dokunduklannı görmektense öldürürüm onu,<br />

diye bağırıyordu.<br />

Bağlı elleriyle ablamın boğazını sıkmağa başladı. Ablam hiç<br />

karşı koymadı. Ona yardım etmek, işini kolaylaştırmak isterce¬<br />

sine hareketsiz duruyordu.<br />

373


Ablam ağlıyordu. Yanaklarından aşağıya yaşlar akıyordu.<br />

Söyledikleri hiç aklımdan çıkmadı bugüne kadar:<br />

Boğ beni kardeşim. Öldür beni Zeynel. Bu namussuza tes-<br />

Hm etme beni, ne olur!<br />

Abim delirmiş gibiydi. Gözleri büyümüş, yüzü çarpılmıştı.<br />

Ablamı boğmak için çırpmıyor, ama elleri bağlı olduğu için bo¬<br />

ğazını kavrayamıyordu.<br />

Sırtüstü yat bacım, diye bağırdı.<br />

Askerler dahil, orada ne kadar insan varsa seyrediyordu. Zeynel,<br />

sırtüstü yatan ablamın ağzının üstüne oturdu. Onu bu şekilde ne¬<br />

fessiz bırakıp öldürmek istiyordu. Fakat annem dayanamadı.<br />

Yapma oğlum, kardeşinin kanına girme, diye yalvardı.<br />

Ahimi kaldırdı.<br />

O sırada yüzbaşı çadırından çıkd. Gülüyordu. Ama hiç de in¬<br />

sanca bir gülümseme değildi. Bir ere seslendi:<br />

Başla!<br />

Bir asker, elinde Kur'an'la öne çıkd. Yüksekçe bir yere otur¬<br />

du. Kur'an okumaya başladı. Bir yandan da karşımıza makine¬<br />

li tüfekler yerleştiriliyordu.<br />

Er Kur'an okurken, kafile içinde fisıldaşmalar başladı:<br />

Kaçahm...<br />

Hepimizi tarayacaklar, <strong>kurt</strong>uluşumuz yok...<br />

Gücü olan kaçsın...<br />

Kur'an okutma, askerlerin dikkatierini dağıtmışd. Kafile bir<br />

anda ayaklandı. Gücüne kuvvetine güvenen insanlardan her bi¬<br />

ri bir yöne dağılıp ormana koşmaya başladı. Meydanda sadece<br />

ihtiyar, hasta, çocuk ve güçsüzler kalmıştı.<br />

Askerler şaşırmışlardı. Kime ateş edeceklerini, ne yapmaları<br />

gerektiğini de bilmiyorlardı. Onlar toparlanıp tüfeklerini, maki¬<br />

nelileri ateşkyinceye kadar, kaçanlar bir hayli mesafe aldılar.<br />

Ablam, ormana yetişmek üzereyken vurulup düştü. Ama ba¬<br />

bam, Zeynel, Ahmet ve Mustafa ahilerim ormana yetişip kay¬<br />

bolmuşlardı.<br />

Onlarla birlikte birçok kişi daha...<br />

Askerler ormana dağıldılar. Kaçanları aradılar. Bir süre sonra<br />

eli boş döndüler. Bize ne olacak diye korku içinde beklerken,<br />

makineli tüfeklerin namluları bize çevrildi. Birden ortalığı bir<br />

374


cayırd kapladı. Çığlıklar arasında namlular üstümüze kurşun<br />

yağdırmaya başladı.<br />

Uyandığımda ortalık sessizdi. Askerler görünmüyordu. Yüz¬<br />

başının çadırı da yoktu. Sırdm sızlıyordu. Elimi götürdüm. Ta¬<br />

ze kan geldi elime. Yaralanmışdm.<br />

Annem yanımda yatıyordu. Uykuda gibiydi. Doğruldum ama,<br />

uykum geliyordu. Gözlerimi bir türlü açamıyordum. Başımı da¬<br />

yadım annemin ölü bedenine. Uyuyakalmışım.<br />

Sonra uyandım. Ormana doğru yürüdüm. Ormandakikr beni<br />

buldular.<br />

Babam ve ormana sığınan ötekiler, ölüleri gömüp yaralılan<br />

götürdüler. Ölü sandığım annem de yaşıyordu. Tam 17 kurşun<br />

yarası vardı vücudunda. Ama her nasılsa ölmemişti.<br />

Babam onu ormana taşıdı. Fakat takip altındaydık. Durma¬<br />

dan yer değiştiriyorduk, in köyünün değirmencisi ahbabımızdı.<br />

Annemi kabul etti. Orada bir hafta yatd. Yaralan biraz kabuk<br />

bağladı. Onu tekrar ormana taşıdık."<br />

MAĞARALARDA ÖLÜM<br />

Dersim, bir dağlar yumağıdır. Yüksekliği 2500 ile 3600 met¬<br />

re arasında değişen sıra ve küme dağlar, yer yer balta Ue kırılmış<br />

izlenimi verecek biçimde parçalanıyor. Kuyu derinliklerden yük¬<br />

selen dik yariar, ulu tepeler haline geliyor. Tepeler giderek bk<br />

eğilim tutturuyor, boylu boyunca uzanıp düzlükler halini alıyor.<br />

Dağ kıvnmlan arasına sıkışan, pmariaria beslenen bu düzlük¬<br />

ler yaylalardır...<br />

Dersim denilince, "geli"ler akla geliyor. Yamaçlan sarp, vah¬<br />

şi derinlikleri bulan...<br />

Bunlann içinde en ünlüsü "Kutu deresi "dir. Kutu deresi, Der¬<br />

sim'i güneyden kuzeye doğru yay biçiminde, yamaçları dik bir<br />

derinlikle ikiye bölüyor. Tepeden dibe inmeye elveren ancak bir¬<br />

kaç geçidi vardır. Kutu deresinin.<br />

Kutu deresinin zemini, insanlarla hayvanların tutunabildiği<br />

yamaçlan, mağaralar ağıdır. Bu mağalarm bazdan, doğanın ken¬<br />

di yapısıdır. Ama bazıları insan eli ve emeğiyle işlenerek genişle¬<br />

tilmiş...<br />

375


AH Boğazı, llksor, Dürüt, Laç vadileriyle, Sarısalrik dağlarının<br />

yamaçlanyla "gelileri" de mağaralar labirentidir, Dersim'de...<br />

Dersim dağları, mağaralarıyla dev bir süngerin kılcal borula¬<br />

rını andırıyor. Vadiler, öylesine delik deşik...<br />

Ovacık-Tunceli il merkezi arasında sıralanan sayısız mağara¬<br />

lar kolonisine, llksor ve Ağpanoz mağaraları deniyor.<br />

Köylüler, bu mağaraları gerektiğinde hayvanları için kışlak<br />

olarak kullanıyor, yaz sıcağından korunacak kışlık yiyeceklerini<br />

depoluyorlardı.<br />

Kırım günlerinde, bu mağaralar, Dersimlilerin diri diri gömül¬<br />

dükleri mezar oldu.<br />

Bir tanık anlatıyor:<br />

"Biz yukarda, ağaçlıklı kayalıklardaydık, llksor mağaraları, ka¬<br />

dın, çocuk ve ihtiyarlarla doluydu. 10 yaşındaydım o zaman. Ba¬<br />

bam ve köyün diğer erkekleriyle yukarda seyrediyorduk. Kadın¬<br />

larla, çocuk ve ihtiyarlar oraya toplanmıştı. Askerler, vadiyi sarıp<br />

mağaralara doğru yayıldılar. Çıkışların karşısında siperlendiler.<br />

Topları mağara kapılarına nişanlayıp gülleler yağdırdılar. Di-<br />

namitier, bombalar atdlar. insanlar can derdiyle toz ve dumanın<br />

arasından dışarıya firlıyorlardı. Arı kovanı boşalıyor gibiydi.<br />

Küçücük çocuklar, ihtiyarlar, kucağındaki bebeğiyle gelinler...<br />

Çıldırmış gibi bağrışıyor, ağlıyor, 'yapmayın, merhamet' diye<br />

yalvarıyor ve sağa sola kaçışıyorlardı. Askerler durmadan kur¬<br />

şun sıkıyorlardı. llksor mağaralarının önündeki meydanlık, ye¬<br />

ni doğmuş bebekten 90'hk ihtiyara kadar her yaştan insan cese¬<br />

diyle doldu.<br />

Annem, biri beş, biri üç yaşındaki iki kardeşimle mağaradaki-<br />

ler arasındaydı. O günkü insan manzarasını, insan haykırışları¬<br />

nı hayatım boyunca hiç unutmadım.<br />

Askerler akşama doğru çekildiler. Aşağıya indik. Ölülerimizi<br />

alıp gömdük. Annem iki kardeşime sarılmıştı. Birbirine dolanıp<br />

kaskatı kesilmişlerdi."<br />

» *<br />

Dersim mağaralarının bazıları alabildiğine geniş ve derindi.<br />

İçlerinde, bir sürü koyunu barındıracak büyüklükte olanları da<br />

376


vardı. İnsanlar, askerlerin taarruzundan korunmak için derinlere,<br />

gerikre sığınmışlardı. Bu mağaraların girişi dinamit padatılarak<br />

yıkılıyor, kapatılıyordu.<br />

Giriş çıkışı beton dökülerek, taş duvar örülerek kapatılanlan da<br />

vardı.<br />

Mağaraların bulunduğu geli ve vadiler kırımdan sonra "yasak<br />

bölge" ilan edildiler. Yasaklar, 1949 yılında gevşemeye başkdı.<br />

İnsanların koştukları ilk yerler mağaralar oldu. Gkişleri aÇip içe¬<br />

riye girdiler. Dehşet görüntüleriyle yüz yüze geldiler. Birbkinin<br />

üstüne yığılmış kemik yığınları buldular.<br />

1990'larda Laç deresi, llksor vadisi ve Kutu deresi ve Ahpa-<br />

nos mağaralarında hâlâ insan kemikkri bulunuyordu. Mağara<br />

girişlerindeki kayalıklarda beton izleri mühür gibi yerindeydi.<br />

Türk Genelkurmayı da "mağaralarda ölümü" inkâr etmiyor,<br />

tersine olanlan "ordunun başarısı" olarak açıklıyordu.<br />

Genelkurmay'ın Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar<br />

1924-1938 adındaki kitabında, "Temmuz 1938, haydutknn 5-6<br />

bin tahmin edilen aile efradı, Iskisor, Ahpanos, Horan bölgelerin¬<br />

deki mağaralarda, dere tabanlannda saklanmaktadır" denildik¬<br />

ten sonra, devam ediyordu:<br />

"21 Temmuz 1938'de, Laç deresi mansabındaki haydutlara<br />

karşı Erzincan tugayı ile kuzeyden, Mameki tugayı ile güneyden,<br />

Laç deresi müfrezesiyle de doğudan yapılan taanuz sonucunda,<br />

haydutiann şimdiye kadar olan inatla direnmeleri kırılmış, şaş¬<br />

kınlık içerisinde mağaralara, kayalıklara, ağaç diplerine sığın¬<br />

mışlardı. Haydutiann sığındığı, ağızları mazgallı taş duvarlaria<br />

kapatılmış mağaralar cesur askerlerimiz tarafindan kuşadlmış,<br />

top ve makineli tüfek ateşinden başka 25. Alaydan gönderilen<br />

istihkâm müfrezesi tarafindan tahrip kalıpları adlmak suretiyk<br />

mağaralar tahrip edilerek içindekiler öldürülmüş, can havliyle<br />

dışanya firlayanlar da ateş ile imha edilmişti. Böylece tarama sa¬<br />

hası içindeki mağaralarda toplam 216 haydut imha edilmiş, ay¬<br />

rıca 12 haydut cesedi Munzur suyu üzerinde görülmüştü. Bu ka¬<br />

dar kanlı boğuşmaya rağmen hâlâ direnmekte olankr vardı."<br />

377


Aynı kitabın 436. sayfasında şöyle deniliyordu:<br />

. "24 Temmuz 1938 günü, muhasara akında tumlmakta olan Kı-<br />

nk mağarasındaki 42 haydut, dinamide imha edilmekten korkarak<br />

teslim oldu."<br />

Kitapta anlarildığına göre, 14 Ağustos günü Dokuzsıra mağara¬<br />

ları kuşatılıyor, fakat "haydudarla başa çıkılamayınca", 34. Alay¬<br />

dan takviye gönderiliyor ve düşmanın imhası tamamlanıyordu.<br />

Genelkurmayın "Dersim tarihini" okumaya devam edelim:<br />

"57. Alay boğazdan içeriye girdi ve iki mağarayı kuşatarak<br />

ateş altına aldı ve bombaladı. Bu müsademede haydudar hayli<br />

zayiat verdiler."<br />

Kitabın 477. sayfası:<br />

"6-7 Eylül 1938 arasında yapılan tarama harekâd, ordu emrine<br />

göre bütün ciddiyeti ve şiddeti ile devam ediyordu. Birlikler bölge¬<br />

lerindeki mağaraları, taş kovuklarını ve bir insanın saklanabilece¬<br />

ği her noktayı adım adım aradılar. İstihkam müfrezesi birçok ma¬<br />

ğarayı tahrip suretiyle, topçu ve piyade ağır silahlannın yakın des¬<br />

teğinde yapılan tarama harekâdnda birçok mağara ve civarında<br />

yapılan müsademelerde yüzlerce haydut imha edildi. Bir o kadar<br />

da kadın ve çocuk grupları yakalandı. Bu arada yine yüzlerce hay¬<br />

van, silah ve cephane ele geçirildi. Haydutiann direndikleri köyler,<br />

münferit evler, komlar ve hatta taria ve meşelikler yakıldı."<br />

Genelkurmay kitabının 437. sayfası:<br />

"14 Ağustos 1938, 8. Kor. Bölgesinde: 12. Tümen bölgesindeki<br />

haydutiann reisleri ile biriikte Dokuzsıra mağaralarında saklan¬<br />

dıklarının haber alınması üzerine, bunlan ele geçirmek maksadı<br />

ile. Seyyar Jandarma Alayından gönderilen bir bölük, haydudarla<br />

müsademeye tutuştu. Ve bu çadşmaya 57. Alay müfrezeleri ve top¬<br />

çusu yardımda bulundular. 2 er şehit, 4 er de yaralı veren 34. Alay¬<br />

dan takviyeli bir bölük de verilmek suretiyle beraberce mağarala¬<br />

rın tekrar kuşadlması ve içindekilerin imhasına memur edildiler.<br />

15. Tümenin 38. Alayı bölgesinde yapılan taramada. Yılan dağın¬<br />

dan Ali Boğazına inen derelerde 65 haydut imha edildi. 57. Alay<br />

boğazdan içeri girdi ve iki mağarayı kuşatarak ateş akına aldı ve<br />

bombaladı. Bu müsademede haydudar bir hayli zayiat veriler."<br />

378


*<br />

* *<br />

Yazar ve şair Musa Anter, "Yeni Divan" dergisinde yazdığı<br />

bir yazıda Dersim'e ilişkin bir anısını anlatıyordu. Anter şunlan<br />

yazıyordu:<br />

"Eskiden lisede üç yıl ve üniversitede iki yıl, ders ydı sonunda<br />

tam teçhizatla yirmi gün boyunca piyade askerlik kampı yapıhr-<br />

dı. 1941 ders yılı, üniversite kampım Pendik'te yaptık. Pendik,<br />

o vakit küçük bir muhacir köyü idi.<br />

Kampta bulunduğumuz bir gün, ağaçların altında istirahat<br />

ediyorduk. Bölük komutanımız üsteğmen Şecaattin, Dersim ola¬<br />

yındaki hadralannı kendisinden geçmiş bir coşku ik anlatmaya<br />

başladı.<br />

Anlattığı birçok olaydan bir tanesini sizlere aktarmak istiyo<br />

rum<br />

Biz Dersim'de temizlik hareketine başlamıştık. Bir mağara¬<br />

da bir aik bulduk. Dede, baba, anne ve 5-6 yaşlannda bir çocuk.<br />

Büyükleri orada süngükyerek temizledik. Çünkü biz Dersimli ye¬<br />

tişkinlerin ağzından bir şey alamıyorduk. Onlan hemen kesiyor¬<br />

duk. Biliyorduk ki, yine de bir şey söylemeyecekler. Çocuk kork¬<br />

masın diye, anasını, babasını ve dedesini keserken onu uzaklaşdr-<br />

mıştık. Çocukla dost olmaya çalışıyorduk. Yemek verdik, şeker<br />

verdik; yemiyordu. Bir ara üzerimizden bir uçağımıza nişan aldı.<br />

Bu hareketine oldukça kızmıştım. Emir verdim 'temizleyin bu pi¬<br />

çi' diye. Askerler süngülediler ve kayalıktan aşağıya attılar.<br />

Yine geniş bir sahada manevra yapıyorduk. Binlerce Kürdü ma¬<br />

ğaralardan, in ve oyuklardan topladık. Komutanımız, bunlan öl¬<br />

dürmek için oldukça çok mermi harcanacağını, bunun yerine hep¬<br />

sini Munzur çayına atıp boğmamızı emretti. Topladığımız Kürtle¬<br />

ri Munzur köprüsünün arkasına götürdük. O noktada Munzur<br />

suyu derinkşip vahşileşiyordu. Bunları götürüp oradan nehre sür¬<br />

dük. Girenler giriyordu, girmeyenleri sürükleyip nehre adyorduk.<br />

Bir aralık can havli ik bkbirkrine öylesine tutundul.ır ki,<br />

köprünün gözlerini dkaddar. Ben oradaki uzun meşe ağaçlann-<br />

dan birkaç sınk kestirdim. Erkre, bunlaria onlara vurmalarmı<br />

ve böylece köprünün gözlerinden aşağıya yuvarlamalarını em¬<br />

rettim. Zaten köprünün akında her ihtimale karşı silahh asker¬<br />

ler yerleştirmiştim. Yüzüp <strong>kurt</strong>ulmak isteyenleri vuruyorlardı."<br />

379


BEBEKLERİ DE YAKARLAR<br />

Tanığımız, Avukatn. Hozat'ın Lolantaneri köyünde doğmuş¬<br />

tu. Ailesi, rüşvetle kırımdan <strong>kurt</strong>ulmuştu.<br />

Hâlâ, sistemin "laneriiler" listesindeydi. Can güvenliği için<br />

adının açıklanmasını istemiyordu.<br />

"Ben üç yaşındaydım" diye anlatıyordu:<br />

"Babam köy muhtarıydı. Bir bakıma, devlete yakınlığı nedeniy¬<br />

le bu görevi vermişlerdi. Onun için de kendimizi güven içinde his¬<br />

sediyorduk.<br />

1938 yaz aylarında, askerler bir gün köyümüze gelerek, köy¬<br />

lülerle biriikte babamı da yakalıyorlar. Babam, bir olanağını bu¬<br />

lup komutanla konuşuyor, annemin boynunda, bileğindekiler<br />

dahil neyi varsa verip <strong>kurt</strong>ulmayı başarıyor. Babam, komutanın<br />

para ve akın hırsını görünce, aynı yoldan bütün köylülerimizi<br />

<strong>kurt</strong>arıyor. Kimse öldürülmüyor.<br />

Müfreze ayrılır ayrılmaz, ne olur ne olmaz düşüncesiyle dağa<br />

çıkıp saklanıyorlar. Köy boşalıyor. Askerler, ertesi gün gelip ya¬<br />

kıyorlar.<br />

Biz <strong>kurt</strong>ulmuştuk, ama bitişiğimizdeki Lolantaneri köyü o ka¬<br />

dar şanslı değildi. O köyde yaşayanların hepsi akrabalarımızdı.<br />

Topluca öldürüldüler."<br />

Avukat devam ediyordu:<br />

"Baskınlar, katiiamlar gizli, saklı değildi. Her şey açık ve her¬<br />

kesçe biliniyordu. Ölümden kaçışın tek yolu dağlara sığınmaktı.<br />

Bitişiğimizdeki Lolantaneri köyünün erkekleri de dağa çıkmıştı.<br />

Dağ hayadna dayanamayacak kadın-erkek ihtiyarlan, hasta ve<br />

dolaşdrmalan, bakımları zor çocukları bırakmışlardı köyde.<br />

Bir gün köyü basıyorlar. İnsanları meydanda topluyorlar. Üst¬<br />

lerinde, evlerinde, yükte hafif pahada ağır neleri varsa alıyorlar.<br />

Sonra çoluk çocuk, hepsini samanlığa dolduruyorlar. Kapısı¬<br />

nı kilitleyip ateşe veriyorlar. İnsanları diri diri yakıyorlar.<br />

O gün Lolantaneri'de 40 kişi yakılarak öldürüldü.<br />

Dağdaki yakınları, tepede çaresizlik içinde olayları seyredi-<br />

380


yor, askerier işlerini bitirip köyden çıkınca koşuyoriar. Saman¬<br />

lıkta yaşayan varsa <strong>kurt</strong>armaya çalışıyorlar.<br />

O günkü kadiamdan bir bebek <strong>kurt</strong>uldu. Adı Eze'ydi. Hala¬<br />

mın oğlu Temo'nun (Teymur) kızıydı...<br />

Köy baskınında Temo, genç karısı Küme ve emzikteki kızı<br />

Eze'yi bırakıp kaçamıyor. Temo'yu yakalıyorlar. Yere yıkıp, el-<br />

krini kollarını bağhyoriar. Onu bağlı bekletirken, kansını be¬<br />

bekle birlikte samanlığa götürüyorlar. Samanlığın ateşe verildi¬<br />

ğini seyrettiriyoriar.<br />

Samanlığa girenkr, Kume'yi yan yanmış, ölmüş buluyoriar.<br />

Ama bebek yaşıyordu. Gelin Küme, büzüldüğü köşede bebeğini<br />

kucağına alıyor, altına gelecek biçimde üstüne kapanıyor. O hal¬<br />

de yanıp ölüyor. Eze'nin de saçlan ve başının sol tarafi, sol gözü<br />

yanmışd. Gözü kör olmuştu. Ama yaşıyordu. Eze o haliyle 12 ya¬<br />

şına kadar yaşadı. Sonra öldü.<br />

Lolantaneri köyü baskınında yakalanan erkekler, bir kuytu¬<br />

lukta topluca süngüden geçiriliyor. Temo, yolda oyalanarak ka-<br />

fiknin arkasından yürüyor. Sonra bir uçurumdan aşağıya atıyor<br />

kendini. Yuvarianıp koşarak ormana sığınıyor. Ardından ateş<br />

ediliyor ama vuramıyorlar.<br />

Temo <strong>kurt</strong>ulduktan sonra, herkes gibi dağlara, ormana sığın¬<br />

dı. Yıllarca sonra, devlet peşini bırakınca köye döndü. Uzun yıl¬<br />

lar yaşadı.<br />

Halamın öteki oğlu Halil de aynı ölüm kafilesindeydı. Kaça¬<br />

rak <strong>kurt</strong>ulmayı denedi. Fakat başaramadı. Arkadan vuruldu."<br />

Hozat'ın Ergen (Geçimli) ve Tavuk köylerinde de, insanlar sa¬<br />

hanlıklara doldurulup ateşe veriliyor, diri diri yakılıyorlardı.<br />

Hozat deresi ise "kan deresi"ydi. Bir Hozatlı anlattı:<br />

"Hozat'ta, jandarma kışlasının yanındaki dere Hozat deresı-<br />

dir; öteki adı Karamuk deresidir. Burası toplu kırımlar için kul¬<br />

lanılıyordu. Derede, Kayışoğlu yarması vardır. Yarmanm altın¬<br />

daki bölge de infaz yeriydi. Bu derenin adı, katliamlardan son¬<br />

ra, halk arasında kan deresi oldu. Yüzlerce, belki binlerce kışı<br />

burada kurşuna dizilerek, süngülenerek kadedildi.<br />

Bu yöreyi, ölü insan çöplüğü olarak kullanmışlardı. Sonra ya¬<br />

sak bölge ilan ettiler.<br />

381


Yasak bölgeleri askerler koruyordu. Kan deresi, askeri mıntı¬<br />

ka içindeydi. Nöbetçiler vardı. Çocukluğumuzda, uzağında du¬<br />

rup dereyi seyrediyorduk. 1940'lardan sonra, hayvan otiatma<br />

bahanesiyle Kan deresine yaklaşmaya, yavaş yavaş girmeye baş¬<br />

ladık. Yarma, her yer insan iskektieriyle doluydu.<br />

Biz çocuklar, bunlar bizim insanlarımız diyerek kemikleri çal¬<br />

maya başladık. Çaldıklarımızı büyüklerimiz alıp gömüyordu.<br />

Yıllarca sonra yasak kalkınca, toplanabikn kemikler topluca<br />

gömüldü. Kemiklerin kime ait oldukları bilinmeden...<br />

Kan deresindeki kemikleri topladık ama, çamaşır, elbise, çorap<br />

parçaları, çürüyene kadar, yıllar boyunca toprağın üstünde kaldı."<br />

ZEYNEL ÇAVUŞ'UN MADALYASI<br />

Zeynel Altıntaş, Kureyşan aşireti ve Çamurek köyündendi.<br />

Cumhuriyet döneminde herkese yeni bir soy, kök adı verildiğin¬<br />

de, "Zeynel Akıntaş" olmuştu.<br />

O, Ruslara karşı "Sansa Deresi" efsanesini yaratan adamdı.<br />

Osmanlı yönetimi, zaferinden sonra, şükran duygularının ifadesi<br />

olarak ona asker üniforması giydirmiş, koluna çavuş rütbesi,<br />

göğsüne de "vatan hizmerierinin terribinden" madalya takmışn.<br />

Çamurekli Zeynel, bir zamanlar devlet tarafindan ödüllendi¬<br />

rilmekten muduydu. Üstünde asker üniforması, kollarında ça¬<br />

vuşluk "pırpır"ları, cebinde maaşıyla Dersim'de "şan ve şerefle"<br />

dolaşıyordu.<br />

"Devlete bağlılığıyla da mutlu Dersimlilerden biri" olan Zey¬<br />

nel Çavuş'a, Osmanlı sultanını deviren Mustafa Kemal Ata¬<br />

türk'ün yönerimi de yeni görevler, payeler vermişti...<br />

Zeynel Altıntaş, hem okuması, hem de yazması olduğu için,<br />

adı sonradan "Dallıbahçe" olarak değiştirilen İresi köyü nahiye<br />

olunca, uzaklardan birinin getirilip oturtulması yerine, "devlete<br />

bağlılığını kanıdamış biri" olarak. Nahiye Müdürü makamına<br />

oturtulmuştu.<br />

Zeynel Çavuş'un, artık muduluğuna diyecek yoktu. Çünkü,<br />

yörede "büyük Türk büyükleri "nden biri sayılıyordu.<br />

O Kürt atna, Kürtlükle, Kürt dünyasıyla ilgisi, yakınlığı yoktu.<br />

382


Devktin bir temsikisi olarak, devkte karşı "kötü niyetlilerin<br />

peşinde" bir görevliydi. Görevlerinin gereğini yerine getirmekten<br />

başka bir düşüncesi yoktu.<br />

1935'te, Başbakan İnönü "Dersim harekâtı" için planlar ya¬<br />

pıp, yerli memuriann görevden uzaklaşünlmasını karariaştırdıktan'<br />

sonra işinden alındı. Ama o "art niyet"e yormadı. "Devleti¬<br />

mizin bir bildiği vardır" diyor, görevsiz kalmış bk devlet âşığı<br />

olarak hizmet yolunda ter döküyor, çaba harcıyordu.<br />

"Dersim'in silahsızlandırılması" buyruğuna en başta o uymuş,<br />

"devlet şeflcatini", Dersim'i düşünen çabalanm anlatarak, silahını<br />

vermek istemeyenleri ikna görüşmelerine başlamıştı. Pek çok kişi¬<br />

nin iknacısıydı o...<br />

Kendisi de, Ruslardan alıp yine Ruslara karşı kullandığı, artık<br />

"antikaya çıkmış" tüfeğini, devkte hizmet ederken ne olur ne ol¬<br />

maz düşüncesiyk satm aldığı tabancasmı, "sikhlanm her zaman¬<br />

ki gibi devkrimin hizmetindedk" diyen bir törensellikk asken<br />

komutana sunmuştu.<br />

Dersim, daha sonra kan sesine boğulduğunda, Zeynel Altın¬<br />

taş, hâlâ "devletin bir bildiği vardır" diye mi düşünüyordu bilin¬<br />

mez, ilgisizdi.<br />

1938 yılının yaz ayları sonlarına doğru artık duman tüten koy<br />

sayısı, parmakla gösterilecek kadar azalmış. Dersim insandan<br />

"anndınlmış", dağı, taşı, kayası ve ormanıyla bir açık hava me¬<br />

zarlığı haline getirilmişti.<br />

*<br />

Zeynel Çavuş, huzur içinde yaşarken, bk gün askeri bk birii¬<br />

ğin geldiğini görüyor, karısı ve çocuklarım, devletin kollarına<br />

hizmet için seferber ediyordu:<br />

"Belki bir muhtaçlıktan vardır. Ben, askerkri karşılamaya gi¬<br />

diyorum. Sizler de, çay, ayran, taze ekmek için hazırlık yapın."<br />

Zeynel Çavuş, tedbiri elden bırakmıyordu. Devleti karşılama¬<br />

ya giderken, belki komutan yeni ve tanımayan bki olabdır dü¬<br />

şüncesiyle, hazırlıklı davranıyordu. Eski de olsa, bir zamanlar<br />

383


devlerine hizmet etmiş bir görevli olarak, en yeni elbisesini giyip,<br />

kravatını bağlayarak, vatana hizmederinin nişanesi olan madal¬<br />

yasını göğsüne asarak, anında gerekebilir tedbiriyle belgesini de<br />

cebine koyarak, "Atatürkümüzün şapkası" dediği fötr şapkasını<br />

da başına geçirerek karşılamaya çıkıyordu.<br />

Çavuş, askerlerin başındaki subayı selamlayıp saygılarını sun¬<br />

duktan sonra, "eve buyur" ediyordu.<br />

Komutan, "sen de kimsin?" diye azarlayınca, gülümsemeye<br />

çalışarak, "ben Zeynel Çavuşum. Atatürkümüzün eski nahiye<br />

müdürü Zeynel Altıntaş yani" cevabını veriyordu:<br />

Komutan, askerlerine emir veriyordu:<br />

Yakalayın şunu!..<br />

Anlanlanlara göre, Zeynel Altıntaş isim benzerliğinden kay¬<br />

naklanan bir yanlış anlama olabileceğini söyleyerek, geçmişini,<br />

hizmederini tek tek anlatıp, tersliğin önüne geçmek için madalya¬<br />

sını gösteriyordu. Ama komutan ödünsüz, sertti:<br />

Bk yanlışlık yok. Gider Abdullah Paşa'ya (Alpdoğan) an¬<br />

latırsın derdini...<br />

Zeynel Çavuş, bir zamanlar nahiye müdürlüğü yapnğı İresi'ye<br />

götürülüyor, yeni müdür Hüsnü Dicleli'yi görünce, sevinçle se¬<br />

lamlıyordu. Ne de olsa halef selef sayılıyoriardı. Sıkça Dicleli'nin<br />

ziyaretine gitmiş, bazen değerli bilgiler bile vermişri.<br />

Fakat, müdür onu görmüyor, sesini duymuyordu. Dahası,<br />

müfreze komutanına, derhal bağlanmasını emrediyordu.<br />

Zeynel Çavuş eli ayağı bağlı halde güneş altında bekletilirken,<br />

bir müfreze köyü Çamurek'e bir başka askeri kol da yakınlarının<br />

bulunduğu Albusan mezrasına gönderiliyor, bütün oğullan, kız¬<br />

ları, eşi ve yakın akrabaları toplanıp getiriliyordu.<br />

Anlatılanlara göre, hepsi toplam 47 kişiydi. Urganlarla birbi¬<br />

rine bağlandıktan sonra yolculuğa çıkarılıyorlardı. Ama yolcu¬<br />

lukları Iresi'nin birişiğindeki derede son buluyordu.<br />

Ailenin sonu, "İresi deresinde çıkan çatışmada, 47 haydut si¬<br />

lahlarıyla birlikte ölü olarak ele geçirildi" şeklinde mi geçti resmi<br />

raporlara bilmiyorum.<br />

384


KURTARICISINI ARAYAN PAŞA<br />

1970'lere kadar ordunun üst kademelerinde görev yapan ge¬<br />

nerallerin büyük çoğunluğu, "Kürt isyanlan"ndan geçmişri. Bun¬<br />

ların içinden Cemal Gürsel ve Cevdet Sunay gibi cumhurb.ışkan-<br />

ları. Genelkurmay başkanları, ordu komutanları da çıkri...<br />

Dersim'den geçen kimi subaylar, askerliğin yanında, daha<br />

sonra politika alanında da etkin rol oynadılar...<br />

Dersimliler, bunlardan bazılarını hiç unutmadı. General Hü¬<br />

seyin Alpdoğan Dersim yangınının kibriti olarak anddı.<br />

Bazdan daha sonra kendi köşelerine çekildi. Zaman yüzlerini<br />

sildi, adlarını unutturdu. Ama, ülkenin kaderinde başrole çıkan¬<br />

lar, "unutulmaz" olarak kaldı. Ali Fethi Esener ve Cevdet Sunay<br />

da unutulamayanlardandı.<br />

Ali Fethi Esener, en gençlerden biri olmasına rağmen, "para¬<br />

sal buluşları"yla unutulamayanlar arasına katılmışri.<br />

DersimHIerin anlatnğına göre o, köy köy dolaşıp, "güvenli<br />

yerlere nakledilmek" üzere bir araya topladığı insanları, yola çı¬<br />

karmadan önce, "iyilikleri için" uyarıyor, "yanınıza alabileceği¬<br />

niz her şeyinizi, özellikle de paranızı almayı, sakın unutmayın.<br />

Gideceğiniz yerde lazım olur" öğütleri veriyordu.<br />

Başlangıçta, yeni bir hayat kurmak üzere. Batı Anadolu'ya<br />

nakledileceklerini sananlar, kaderlerine doğru yola çıkarken, on¬<br />

ları "düşünen iyi yürekli" genç subayın, "iyilik olsun" diye söy¬<br />

lediklerini harfiyen yerine getiriyor, para, altın cinsinden neleri<br />

varsa ceplerine koyuyor, bellerine bağlıyorlardı.<br />

O da, Kürtlerin "iyilikten anlamalarım" takdirle karşdıyor ve<br />

şöyle diyordu:<br />

"Ermeniler göç ederken paralarını, altınlarını yere gömüyor,<br />

bk daha bulunmuyordu. Kürtler daha iyisini yapıyor, neleri var¬<br />

sa yanlarına ahyorlar..."<br />

Fakat, "güvenli bir hayata nakledilmek" üzere toplanan in¬<br />

sanlarla, yanlarına aldıkları paraların akıbeti çok geçmeden ay¬<br />

dınlığa kavuştu.<br />

Genç subay, daha sonra da "ordunun en disiplinli subayı"<br />

385


olarak tanındı. Orgeneralliğe yükseldi. Yıllarca başbakanlık ya¬<br />

pan Süleyman Demirel'in en gözde generallerinden biriydi.<br />

Demirel, onu 1978'de Genelkurmay Başkanı yapmak istedi.<br />

Ancak, ilişkileri şansım tüketti. Kenan Evren Genelkurmay Baş¬<br />

kanlığına getirildi. İki yıl sonra da darbeyle Cumhurbaşkanı oldu..<br />

Esener ke, 1980 darbesinden sonra da Süleyman Demirel'k<br />

sıcak iHşkilerini sürdürdü. Adalet Partki kapatılınca, yerine ku¬<br />

rulan "Büyük Türkiye Partisi" nin başına geçkildi. Fakat eski ar¬<br />

kadaşlan generaUer tarafindan engelknince, köşesine çekildi.<br />

Dersimlilerin unutamadıklarından Cevdet Sunay, Ofluydu.<br />

Birinci Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı'ya karşı ayaklanan<br />

Araplar ve IngiHzlere karşı Filistin Cephesi'nde savaşırken esir<br />

düştü. Babası, askeri imam olarak o bölgedeydi.<br />

Olayı haber alınca, Ingilizlerie ilişkiye geçri. Sunay'ın eşi Atı¬<br />

fet Sunay'm anlattığına göre, elinde avucundaki kıymetii eşyası¬<br />

nı, bu arada değerli pul koleksiyonunu da rüşvet vererek, karşılı¬<br />

ğında oğlunu <strong>kurt</strong>armayı başardı.<br />

Daha sonra Genelkurmay Başkanlığından Cumhurbaşkanlığı<br />

makamına seçikn Sunay, Dersim'de Bahtiyar aşireti bölgesinde<br />

savaşıyordu. Karargâhı Pakire köyündeydi. Dersimliler Sunay<br />

için, "Bahtiyar aşiretinin kökünü kazıyan kişi" diyordu.<br />

Bahtiyar aşireti yöresi insandan anndınlmış, taş taş üstünde<br />

bırakılmamış».<br />

Dersim'den geçerek general olanlardan biri de Ragıp Gümüş-<br />

pala'ydı. Gümüşpala, Erzurum'da 3. Ordu Komutanı'yken, 27<br />

Mayıs 1960 tarihinde askeri darbe oldu. Darbecikr, gecikerek<br />

kendikrine katıldığı için onu emekliye ayırdılar.<br />

O da, kendisini emekli eden darbecikrk hesaplaşmak üzere,<br />

kapatılan DP'nin siyasi mirası üzerinde kurulan Adalet Parti¬<br />

si'nin (AP) başına geçti.<br />

386


Dönemin ünlü politikacılarından ve rakibi Osman Bölükbaşı<br />

ona, "Teneke Paşa" adını takmıştı.<br />

Paşa, iktidara hazırlanırken 1964'te öldü. Yerine, Türkiye'nin<br />

kırk yılına damgasını vuran Süleyman Demirel geçti.<br />

Gümüşpala, yıllar sonra, 1962'de AP genel başkanı olarak,<br />

bu kez sivil kıyafetler içinde yeniden Dersim'deydi.<br />

Dersimlilerin, partisinin adayına oy vermesini istemeye gel¬<br />

mişti. Geceyi orada geçirdi.<br />

Onuruna verilen akşam yemeğinde Paşa, Dersimlileri çok sev¬<br />

diğini, Dersim'e ilişkin derin anıları bulunduğunu söylüyor, ama<br />

bu anıların içeriğini açıklamıyor, "oyunuzu benim parrime ve¬<br />

rin" tekrarı arasında, ikide bir soruyordu:<br />

Hayderanlı Hıdır Ağa sağ mı?<br />

Hıdır Ağa'nın sağ olduğu, Tacim köyünde yaşadığı ama ol¬<br />

dukça yaşlandığı anlatılınca. Paşa, köyüne gidip onu ziyaret et¬<br />

mek istediğini, zaman elvermediğinden üzgün olduğunu, sevgile¬<br />

rinin iletilmesini istiyordu.<br />

Tunceli'den ayrılırken, uğurlayıcıları arasında bulunan Türkiye<br />

İşçi Partisi (TİP) İl Başkanı Kahraman Aytaç'tan tekrar ricada bu¬<br />

lundu:<br />

Benden Hıdır Ağa'ya selam söyleyin...<br />

Aytaç, ona verdiği sözü tuttu. Tacim köyüne gittiğinde, Hıdır<br />

Ağa'ya Paşa'nm selamını iletti. Bu arada, merakını gidermek için,<br />

Paşa'yı nereden tanıdığını sordu.<br />

Hıdır Ağa'nın gözleri yaşarmıştı.<br />

"Kökümüzü gerirenlerden biriydi" diyor ve devam ediyordu:<br />

"1938 senesinin yaz aylarıydı. Dağdaydık. Çocuklar, bir su¬<br />

bayla iki eri yakalamışlardı. Getirdiler bana. İçimizde Türkçe bi¬<br />

len tek kişi Ali'ydi. Ali'ye dedim ki:<br />

Sor bakahm, bu subaya; siz bunca masum insanın, çolugun<br />

çocuğun kanına girdiniz. Ben şimdi sana ne yapayım?<br />

Ali benim söylediklerimi ona, onun cevabını bana tercüme etti.<br />

Sizin merhametinize, insanlığınıza sığındım, diyormuş.<br />

Boynu bükük haldeydi. Korkudan sararmışd. Titriyor, zar zor<br />

ayakta durabiliyordu.<br />

387


Ona söyle dedim Ali'ye. Seni öldürmeyeceğiz, dedim. Biz<br />

katil değiliz. Ben, Sansa deresinde Ruslarla çarpıştım. Onlardan<br />

esir aldık, kimseyi öldürmedik. Ama siz suçsuz, günahsız insan¬<br />

ları öldürüyorsunuz. Çoluğu çocuğu, yerinden kalkamayacak<br />

ihtiyarları katiediyorsunuz...<br />

Söylediklerim ona tercüme edildi. Boynunu büküp kaldı. Sesi¬<br />

ni çıkarmadı. Çocuklara dedim ki:<br />

Soyun bunu!<br />

Çocuklar, onun ve yanındaki askerlerin elbiselerini, potinleri¬<br />

ni, silahlarını aldılar. Bir don ve gömlekle kaldılar.<br />

Sonra dedim ki:<br />

Alın, götürün. Birliklerine yakın yere salın gelin.<br />

Yalınayak, yalpalaya yalpalaya yürümeye başladılar. Arka¬<br />

dan bakıyordum. Subay (Ragıp Gümüşpala) taşlar, diken ve ot¬<br />

lar arasında çıplak ayakla yürüyemiyordu.<br />

Acıdım haline. Çağırdım. Potinlerini geri verdim.<br />

Hadi git, dedim.<br />

Aradan zaman geçti. Bir gün, bir çatışmada o beni yakaladı.<br />

Ama doğrusunu söylemek gerekirse beklemediğim bir şey yaptı.<br />

Öldürmedi beni. Sürgün edilecek insanlara katd. Beni Uşak'a<br />

sürgün ettiler. Can borcunu böyle ödedi."<br />

ADİ DA YOK OLAN TETİKÇİ<br />

Ortaya dökülen para, Dersim'i kirletmiş, kimi vicdanları satı¬<br />

lık meta hafine getirmişti. Pek çok Dersimli, kelle avcısı, tetikçi,<br />

iz sürücü, muhbir ve rehber olarak dağlarda dolaşıyor, "parça<br />

başı hizmetine" göre para alıyordu.<br />

Bunların en ünlüsü, Seid Rıza'nın kardeşi Seid Ali'nin oğlu,<br />

başka bir anlattmla öz yeğeni Rayber'di. Eski yakın dosdan, ak¬<br />

rabaları ve bu arada öz amcasının ruhunu almak için geceli gün¬<br />

düzlü çabalıyor, izini sürüyor, yoluna pusular kuruyor, kendi<br />

adını da "lanetH"ye çıkarıyordu.<br />

Onun "olayına" kadar, "Rayber" adı Dersim'de yaygındı. Der¬<br />

simli Binali Atik, sonrası için "o isim, kara ihaneti temsil ettiği için<br />

Lanetli sayıldı. Rayber'in ihanetinden sonra, kimse çocuğuna o adı<br />

vermedi," diyordu.<br />

388


Rayber, 1937'de 40-45 yaşlanndaydı. Esmer, uzun boyluydu.<br />

Dağhlar arasında bir istisna olarak, o şişmancaydı. Boynu kalın,<br />

değirmi göbeği öne fırlaktı. Uzun boyu ve şişmanca cüssesi bir<br />

araya gelince, heybetH görünüşü "azamete" varıyordu.<br />

Kara, gür, burnunun altım, üst dudaklarını dolduran bıyıkla¬<br />

rının bakımına pek düşkündü. Kırlaşmış bıyıklarını her gün üşen¬<br />

meden karaya boyuyor ve kuru üzümle mıncıklayıp burarak bi¬<br />

çim veriyor, uçlarını dikleştiriyordu.<br />

Giyim kuşamıyla da, hemen göze çarpıyordu. DersimHIer<br />

ayaklarını taştan, topraktan koruyacak çarık bulamıyorlardı, o<br />

dönemde. Kadın ve çocuklar genellikle yalınayaktı.<br />

Yamasız şalvar, gömlek giymek, Dersim'de kişinin "zenginli¬<br />

ği" sayılıyordu.<br />

O ise, bir derebeyi azametiyle uzun konçlu çizmeler giyiyor¬<br />

du. Koyu renk ceket, kilot pantolonunun akında çizme, heybeti¬<br />

nin boyutlarını görkeme ulaştırıyordu.<br />

Dersimlilere göre o, "mesleğini icra" ederek kısa zamanda<br />

varlığa konmuştu. Rayber, insan soyunun "aşağılık uğraş" saydı¬<br />

ğı bir "mesleği icra ediyor"du. Dersimlilerin "pis iş" dedikleri uğ¬<br />

raşı, muhbirlik, kelle avcılığıydı.<br />

Bu "işi", 1925'ten 1938'de öldürülünceye dek sürdürdüğü<br />

söyleniyordu.<br />

Hozat'ın Peyami köyünde oturuyordu. Köyde, dillere destan<br />

köşk yavrusu bir ev yaptırmıştı. Birçok odalı evinde hamam da<br />

eksik değildi.<br />

Duvarlar, ustalar tarafindan kesilip yontularak biçimlendiril¬<br />

miş taşlarla örülmüştü. Nereden bulup getirmişse, zemine mer¬<br />

mer döşetmişti.<br />

Özellikle misafir kabul salonunun süsü ve gösterişi için para<br />

harcamaktan çekinmemiş, belki abartı ama, Dersimlilere göre, ta<br />

Şam'dan ressamlar getirtip iç duvarları süsktmişri.<br />

Anlarilanlar doğruysa eğer, duvarların boydan boya değişik<br />

motiflerle süslenmesi için kök boya kullanılmış, tam 40 bin adet<br />

yumurta akı harcanmıştı.<br />

389


Salonun duvarlarına, ağaç kabukları ve köklerden elde edilen<br />

boyalara yumurta karışrinlarak yapılan karışımla at, geyik, cey¬<br />

lan motifleri ve savaş sahneleri işlenmişti.<br />

Atatürk, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak ile Abdullah Alpdo¬<br />

gan'ın portreleri de unutulmamışri...<br />

Köşkünde sıkça ziyafetler düzenliyor, askeri komutanları, si¬<br />

vil amirleri ağırlıyordu. Rayber, rakı sofralarında heyecanlı söy¬<br />

levler veriyor, öz be öz Türk olduğunu söylüyor, bazen konuş¬<br />

tukça heyecanlanıyor, içini çekerek:<br />

Bu duvarlarda ne eksik biliyor musunuz? diye soruyordu.<br />

Ne eksik Rayber Ağa?<br />

Eksik olan, Abdullah Alpdoğan Paşamızdan dinlediğim ta¬<br />

rihimizdir. Atalarımız Türklerin Ergenekon dağlarım delip, dişi<br />

<strong>kurt</strong> önderliğinde çıkıp dünyaya yayılmasını anlatan tablonun bir<br />

türlü yapılamamasıdır. Bunu yapacak kimseyi bulamadım. Onun<br />

için hayıflanıyor, üzülüyorum...<br />

Dinleyenler onu teskin ediyorlardı:<br />

Üzülme Rayber Ağa. Bir gün o da olur.<br />

Rayber maaşa bağlanmıştı. Bir söylentiye göre, ayda beş bin<br />

lira maaş alıyordu. Bu para o dönemde, yalnız Dersim dağların¬<br />

da değil, İstanbul'da bile servet sayılıyordu. Milletvekillerinin<br />

maaşı o kadar değildi.<br />

Onun geliri bu kadarla kalmıyordu. Ödül ve rüşvetler, geliri¬<br />

nin öteki kalemlerini teşkil ediyordu.<br />

Peşine düşülen insanlar, ona koşuyor, neleri var neleri yoksa<br />

önüne serip, canlarının <strong>kurt</strong>arılması için yalvanyorlardı.<br />

Onun, "mesele değil bu" diyerek parasını aldığı insanların ço¬<br />

ğu, daha sonra öldürülüyordu.<br />

Rayber, ruhunu almak için dağ, bayır peşinde koştuğu Seid<br />

Rıza'nın emeği, ilgi ve himayesiyle büyümüştü. Okuma ve yaz¬<br />

mayı Seid'den öğrenmişti.<br />

Ondan her şeyi bekliyordu, ama günün birinde hayatını al¬<br />

mak için ardına düşebileceğini asla...<br />

390


Rayber, 1920'knle "derin devlet"in gölgesi hafine geliyordu.<br />

Amcasıyla gizliden gizliye giriştiği miras kavgası, bu dönemde<br />

gün ışığına çıkıyor, ihrirası giderek boyunu aşan kine dönüşüyor,<br />

ona karşı lideriik mücadeksine giriyordu. Seid Rıza'yı yıpratma,<br />

güçten arındırma planlannın kolay aktörü haline geliyordu.<br />

Halbori topraklanndaki kutsal Keşiş Kilisesi, öteki adıyla<br />

Venk, aileden kalmaydı. Aile büyüğü olarak Seid Rıza'nın elinde ve<br />

himayesindeydi.<br />

Hazreti Ali'nin parmak kemiği olduğu iddia edikn emanetk-<br />

rin de saklandığı Keşiş Kilisesi, her yıl sayısız kişi tarafindan zi¬<br />

yaret ediliyor, armağanlar bırakılıyordu.<br />

Rayber, kullanılan güç tarafindan kışkırtılmış, hak ortaklığı<br />

istemini sahipliğe vardırmış, bunu daha sonra lideriik sevdasına<br />

dönüştürmüştü. Fakat, her şeye rağmen amcasının otoritesini kı¬<br />

ramamış, halk desteğini alıp yerine geçememişri.<br />

"Sel Seferleri"ne, bu açıdan bakmış, kendisini amaca göriirecek<br />

firsat olarak görmüştü. Rolünü oynarken, halk desteğini de yadsı¬<br />

mamış, Dersim'e bombalar yağmaya başladığında ikili oyun için<br />

"tarafsızlığım" ilan etmişti.<br />

Fakat, inandıncı olamamıştı. Bunun üzerine "Inspektör" Pa¬<br />

şa, yaz ortalarında yayınladığı bk bildiriyle Rayber'in Hozat'tan<br />

kaçıp "haydutlara katıldığım" ve Türk ordusuna karşı savaşma¬<br />

ya başladığını duyurmuştu. Her gün, liderierin aralarında kavga¬<br />

lı ve birbirinden koptuğunu, Seid Rıza'yı terk edip Türk ordusu<br />

saflanna katılan aşiret adlarını tek tek duyuran komutan Alpdo¬<br />

ğan, ilk kez önemli bir güç kanlımı olduğunu resmi bildiriyle<br />

açıklıyor, bildiri uçaklaria tüm Dersim'e yağdırılıyordu.<br />

Bunun bir oyun, amacın Rayber'i direnişçiler arasına katıp on¬<br />

lann avlanmasını kolaylaştırmak olduğu açıktı. Nitekim, Seid Rı¬<br />

za, "bu bir oyundur, Rayber'e güvenip aranıza almayın" deyince,<br />

resmi bildirinin inandıncılığı kırılıyor, ama Seid Rıza'nın çabalan¬<br />

na rağmen, bazı direnişçi gruplarla bir araya gelmeyi başanyordu.<br />

Nuri Dersimi, Rayber'in "savaşa katılması "m şöyle anlariyor:<br />

"Rayber, bir kısım maiyetiyk ilk önce Bahtiyar aşiretiyle bk-<br />

leşmişti. Rayber, bir Türk casusu olarak Kürtkr arasına girmiş-<br />

391


ti. Kürt kuvvetieri hakkında elde ettiği bilgileri günü gününe<br />

Türklere aktardığı anlaşılıyordu.<br />

Rayber, amcası Seid Rıza'ya haber göndererek, Türk hükü¬<br />

metinin planlarını anladığını, bu yüzden nefret ettiğini, onlara<br />

karşı savaşacağım, elini öpüp kendisinden af dilemek istediğini<br />

bildirdiğinde, Seid Rıza bu sözlerine inanmadığını bildirmişti.<br />

Diğerleri Seid Rıza'nın sözlerine rağmen, Rayber'e inanmış ve<br />

batı cephesinde savaşmak üzere gelmesine razı olmuştu.<br />

Rayber, Alişer'in yönetimindeki mıntıkada, amcazadelerinden<br />

olup, aldatmayı başardığı Mısto Sure'nin torunu Vanklı Efen¬<br />

di'yi yanma alarak Türklere karşı harbe başlamışn.<br />

Savaşın ağırlık merkezi Seid Rıza üzerineydi. Savaş planlarını<br />

Alişer hazırlıyordu. Bu nedenle General Alpdogan'ın biricik ama¬<br />

cı Alişer'i yok etmekti. Amacına ulaşmak için de Rayber'i on beş<br />

gün savaşa katmışd. Kahpe ve kurnaz Rayber, Seid Rıza'dan baş¬<br />

ka diğer bütün reislerin, hatta Alişer'in bile güvenini kazanmıştı."<br />

Rayber'in DersimHIer arasındaki inandıncdığı, Alişer'i öldür-<br />

mesiyle yok oluyordu.<br />

1938 sonbaharında. Dersim planlandığı düzeyde insansızlaş¬<br />

tırılmıştı. Bazı ordu birlikleri yavaş yavaş kışlaklara çekiliyordu.<br />

Artık tetikçilere, muhbirlere ihtiyaç kalmamıştı. Güven vere¬<br />

meyen "kullanılmışlar" ise tasfiye ediliyordu.<br />

Rayber, tedirgindi. Sıranın kullanılmışlara geldiğini duyuyor,<br />

görüyordu. Kapısının çalınabileceği ihtimalinden huzursuzdu.<br />

Huzuru General Alpdoğan'a gitmekte aramıştı, sonunda. An¬<br />

latdanlara göre, General'e, intikamcıların varlığı yüzünden hu¬<br />

zurlu olmadığını, batıda uygun bir çiftlik tedarik edilmesi halin¬<br />

de göçüp gidebileceğini söylemiş, bu arada başının üstünde döne-<br />

nen herhangi bir tehlike olup olmadığını dolaylı yoldan konrol<br />

etmiş, aldığı cevaplarla huzur bulup evine dönmüştü.<br />

Çünkü General, isteğini memnuniyetle karşılamış, uygun bir yer<br />

kararlaştınlınca haber verileceğini bildirmiş, birkaç gün sonra kapı¬<br />

sında askerleri görünce, "Paşadan hayırlı haber geldi" sevinciyle<br />

koşmuştu.<br />

392


Gelen askerkrin hal ve tavırlarında, kuşku emaresi yoktu. Ge¬<br />

neral, adı daha sonra Geyiksu diye değiştirilen Dest nahiyesine<br />

gelmesini istiyordu. Rayber sevinçliydi. Demek ki, devlet hizmet¬<br />

lerini düşünüp değerkndirmiş, aranan "münasip" çiftlik bulun¬<br />

muştu. , , 1 . 11<br />

O sevinçk, oğlu Hüseyin'i de yanına alarak, askerlerk birlik¬<br />

te yola çıkıyordu. Sonrasını Nuri Dersimi anlatıyor:<br />

"Ordu emrinde hizmet gördürülen, amcasının ve bütün Der¬<br />

sim'in felaketine sebep olan hain Rayber, yaptığı hizmetlerin ödü¬<br />

lü olarak Teştak'ta oğluyla birlikte kurşuna dizilmiştir. Türkler,<br />

Rayber'i kurşuna dizdikten sonra, Peyami köyündeki evini işgal<br />

ederek, Türk istihbaratından alıp biriktirdiği binkrce liraya^ el<br />

koymuş, eşine birçok işkence yaptıktan sonra sürgün etmiştir."<br />

Dersimliler, Rayber'in nahiye müdürüne bağlı, onun emri al¬<br />

tında çahşan biri okrak askeri karargâha götürülünce işin rengim<br />

anladığını, hatta oğlunu, 'bunlarm niyeti kötü' diye uyardığmı<br />

söylüyordu.<br />

Fakat yapabileceği bk şey yoktu.<br />

Rayber karargâha girerken başına un çuvalı geçirilip etkısız-<br />

kşririlerek süngükniyordu. Kaçmaya çalışan oğlu ise kurşunlanı¬<br />

yordu. ..... n<br />

Rayber'in evi yağmalandıktan sonra yakılıyor, aıksı önce Ba¬<br />

lıkesir'in Akınovası'na, sonra Cunda adasına sürülüyordu.<br />

KIRIM İSTATİSTİKLERİ VE SÜRGÜN<br />

"Dersim'in bütün insanlan yok edildi" demek, doğru ve ger¬<br />

çekçi değildir. .<br />

Orada, burada köyler ve köylerde hayatlarını sürdüren insan¬<br />

lar kaldı. Açlık, sussuzluk, bin bir eziyetin ağır koşullarına daya¬<br />

namayarak, yollarda öknlerin dışmdaki sürgünk <strong>kurt</strong>ulanlar...<br />

Köy ve kasabakrda "dokunulmazlar" ve "dokunulmayan¬<br />

lar", bunların arasında yaşayanlar vardı. Dağlara sığınarak, yıl¬<br />

larca kaçak yaşadıktan sonra hayata yeniden başlayanlar...<br />

Sürgünlerin büyük çoğunluğu da, daha sonra yurtlanna, köy¬<br />

lerine, atalarının hayat izlerine geri döndükr...<br />

393


Bütün bunlann yanında, "eşkıya ile çıkan çatışmada, silahla-<br />

nyla biriikte ölü olarak ele geçirilenlere" ilişkin resmi istatistik ve<br />

sağlıklı rakamlar yoktu.<br />

Bazı resmi verilerde, "yerinde sonuna kadar susturulan", ya<br />

da "eşkıya ile çıkan çatışmada ölü olarak" ele geçirilen insan sa¬<br />

yısı 15 bin kişi olarak gösteriliyor.<br />

Kürt kaynakları, yok edilen insan sayısının, resmi makamla-<br />

nn çok üstünde olduğunu bildiriyor. Bazı kaynaklar, topluca ya<br />

da tek tek kadedilen insan sayısını 50 bin, bazıları ise 70 bin ki¬<br />

şi olarak ifade ediyor.<br />

Dersim sürgünlerinin sayısı da bir başka bilinmezlik...<br />

*<br />

Başbakan İsmet inönü, 1935 yılında ilk planı açıklarken, aile¬<br />

leriyle biriikte sürgün edilecek insan sayısı hakkında, "Şimdilik 2<br />

bin kişi kafidir" ifadesini kullanıyordu.<br />

Ama daha sonraki uygulamada bu rakamın çok çok aşıldığı an¬<br />

laşılıyor.<br />

Öte yandan, sürgün, en az ölüme denk acı veren bk insanlık<br />

trajedisiydi. Toprağı ve ikliminin yaşama biçimini, dilini yarat¬<br />

mış insanlar, hayadarmın bütün izlerinden, köklerinden koparı-<br />

lıyordu. Topluca trenlere doldurulup, yaşama biçimine, gelenek<br />

ve göreneklerine, konuşulan diline, hatta iklimine yabancı olduk-<br />

lan diyariara götürülüp, yaban hayvanı misali salmıyorlardı.<br />

Genellikle, götürüldükleri yerierin insanlanndan kabul değil,<br />

ırkçı tepki görüyoriardı. Çünkü, yerli olmuş olanlara göre, onlar<br />

"birer yurt düşmanı, hain", dahası kana susamış karildi. Çoğu<br />

yerde, selam verme bir yana, parasıyla alışveriş bile yapılamıyor¬<br />

du.<br />

Dersimli bir sürgün torunu anlatıyor:<br />

"Ninemkri Erzincan'da tren vagonuna doldurmuşlar. Vagon<br />

kalabalıkmış. insanlar havasız, daracık vagonda, üst üste yığılı<br />

halde, günlerce aç susuz, pis kokular içinde yolculuk etmişler.<br />

Balıkesir'de trenden indirip bir köye götürmüşler. Fakat köy¬<br />

lüler bizimkileri istememişler. 'Defolup gidin' diye karşılamışlar.<br />

394


Sonra askerierin yanında taş ve sopalarla saldırmışlar. Dedemi,<br />

köy meydanında böyk linç edip öldürmüşler. Köylüler, kalma¬<br />

larına izin vermeyince oradan aynlıp bir başka yere gidiyorlar."<br />

Sürgün çocuklan, içine salındıklan toplumda, yer yer "kuy¬<br />

ruklu Kürt, kuyruğunu göster" diye aşağılanıyorlardı. Bundan an¬<br />

neleri babaları da nasiplerini alıyor, çocukların gözlen onunde<br />

saldırıya uğruyorlardı. Çocuklar aşağılanıp horlanma korkusun¬<br />

dan sokağa çıkamıyor, okula yazdınlanlar, bırakıp kaçıyoriardı.<br />

Kimileri de kimliğini gizleyerek, ailesini yadsıyarak tutunma¬<br />

ya çahşıyoriardı. Şak Cemal Süreya, bunlardan biriydi. ^^<br />

Cemal Süreya'nın ailesi Bilecik'e sürgün edilmışü. Şair, arka-<br />

daşlanndan kimliğini gizleyerek okula devam etriğini" söylüyor¬<br />

du. Onun kimlik gizkme trajedisi daha sonraki memuriyet yılla¬<br />

rında da sürecekti.<br />

Bu kez, kimliğiyle ortaya çıktığı takdirde ışmı, konumunu<br />

kaybetme korkusu önüne dikiliyordu.<br />

Sürgünlerin nakli, ayrı bir trajediydi. İnsanlar, ilk çağlann sa¬<br />

vaş esirieri gibi urgan ve zincirierk birbirine bağknarak, önce<br />

toplama merkezlerinde toplanıyor, sonra kafileler halinde en ya¬<br />

kındaki tren istasyonuna naklediliyoriardı.<br />

O dönemde çekilen ve daha sonra kitap ve dergderde yayınla¬<br />

nan fotoğraflar, sefaletin öteki boyunu sergiliyordu. Birbirine<br />

zincirknmiş olarak fotoğraflarda görülen insankr, kendi çağları¬<br />

nın yoksulluk manzarasmı temsil ediyoriardı. Yalınayak ve üstle¬<br />

rindeki giysiler yamalı... , . ı<br />

Tren garianndakiler dahil, bütün toplama merkezlen, te ör¬<br />

gülerle çevriliydi. Tel örgülerin dışında nöbetçi askerier dolaşı¬<br />

yordu, insanlar, yazın sıcakta, kışın soğukta, buralarda nakil<br />

günlerini bekliyoriardı.<br />

1970'lerde, CHP'den Tunceli milletvekilliği yapan Nihat Sal¬<br />

tık, tanıklık etriği nakil manzaralarmı şöyk anlatıyordu:<br />

"Biz olaylar başlamadan Erzincan'a taşınmıştık. Yakınlan-<br />

mız, akrabalarımız orda (Dersim) kaldığı için babam, yakm-<br />

395


dan ilgileniyordu. Kulağı oradaydı. Kötü haberler geliyordu.<br />

Savaş haberleri, kırım sözleri...<br />

insanları yaban hayvanları gibi birbirine bağlayıp Erzincan'a<br />

getiriyorlardı. Kadını vardı aralarında, çocuğu, ihtiyarı...<br />

Erzincan'da trene bindirip baûya naklediyorlardı. Onlan görmek için<br />

istasyona gidiyorduk. Getirilenler, tren istasyonunun orakrda, başların¬<br />

da silahlı askerler olduğu halde günlerce bekletiliyorlardı, insanlar çok pe¬<br />

rişan haldeydiler. Ne üsderinde vardı, ne de başlannda. Çoğu yalınayak¬<br />

tı. Yaz sıcağında, 'su' diyorlardı. Askerler yaklaşıp su vermemize izin ver¬<br />

miyorlardı.<br />

insanlar, sürü halinde, yük ve hayvan vagonlarına dolduru-<br />

luyorlardı. Vagonların penceresi, oturacak yeri, tuvaleti yok¬<br />

tu. Hayvan taşımada kullanılan vagonlardı. O insanlar, o ka-<br />

pah yerde günlerce süren yokuluklaria badya taşınıyorlardı."<br />

Dönemin teknolojisiyle trenlerin hızı düşüktü. Erzincan'dan<br />

Ankara'ya iki günde gidiyordu, yolcu trenleri. Hayvan ve yük va¬<br />

gonları katarının hızı, daha da düşüktü.<br />

İnsanların dolduruldukları vagonların kapıları dışardan kapa¬<br />

tılıp kiHdeniyor, en az dört gün kapalı kalıyor, yanlannda var<br />

olan yiyecek ve suyla ayakta kalmaya bakıyoriardı. Anne, baba,<br />

evlat, torun ve gelinlerle, orada tanıştıklan insanlar bir arada, sırt<br />

sırta yolculuk ediyor, doğal ihtiyaçlannı, orada herkesin gözü<br />

önünde gideriyorlardı.<br />

Daha önceki bölümlerde anlatıldığı zaman, son duraklarda<br />

kapı açıldığında sidik ve pislik kokulan fışkırıyordu, vagonlar¬<br />

dan havaya...<br />

Ölenler, yakınlarının bilmedikleri yerlerde indirilip toprağa<br />

gömülüyorlardı.<br />

"İsyan" bölgesiydi. Dersim. "Isyancdar"ın mallarına da el ko¬<br />

nuyor, yağmalanıyordu.<br />

Genelkurmayın kitabında, "el konan hayvanlann" aynntılı<br />

396


dökümüne yer veriliyor, örneğin "ele geçirilen sürülerin askerle¬<br />

rin yiyeceği olarak kullanıldığı" belirtiliyordu.<br />

Canını ve ailesini <strong>kurt</strong>arma umuduyla sahip olduğu bütün<br />

variığını "<strong>kurt</strong>arıcılara vermesini saymıyoruz, ama köyü, evi ya¬<br />

kılmış, öldürülmüş insanların paralan, ziynet eşyalan, özellikk<br />

altınları da vardı. Resmi rapor ve tutanaklarda bunların izine<br />

rasdanmıyor, "resmi tarihte" de sözü edilmiyordu. Sadece Gene¬<br />

ral Ali Fethi Esener'in, "Ermeniler altınlannı yere gömüyorlardı,<br />

bunlar yanlanna alıyor" diyerek yükte hafif pahada ağır maüa-<br />

rın da ele geçirildiğinden söz ettiğini biliyoruz.<br />

Fakat, "gayri resmi tarih"in kaydettiğine göre, pek çok kışı,<br />

"kaderi değişmiş" ve "varlıklı hale gelmiş" olarak döndü isyan<br />

bölgelerinden.<br />

397


Dokuzuncu Bolü M<br />

"29. İSYAN"<br />

Vanh Ferit Melen, Maliye Bakanlıgı'nda bürokrasinin en üst<br />

düzeyine kadar yükseldikten sonra ismet inönü tarafindan Mil¬<br />

letvekili, Bakan yapıldı. 1971 darbesinden sonra da Başbakanlık<br />

yaptı.<br />

Mekn, Mehmet Ali Birand'ın Apo ve PKK adındaki kitabın¬<br />

da, Türkiye Cumhuriyeri'nin Kürt polirikasını şöyle anlatıyordu:<br />

"isyanlar çok kanlı basdnldı. Ardından da, 1950'lere kadar<br />

büyük bir baskı dönemi yaşandı. Jandarma kimseye gözünü aç¬<br />

tırmazdı. Oralann her şeyi jandarma onbaşısıydı. Zaten Güney¬<br />

doğu Anadolu yasak bölge durumuna düşmüştü. Kimseler gire¬<br />

mez, kimseler geçemezdi.<br />

Kürder, sırdan Anadolu'ya dönük yaşariardı. Doğu geri plan¬<br />

da kalıyordu. Özellikle eğitim konusunda büyük hata yapıldı.<br />

Hiç unutmam, Fevzi Çakmak (Genelkurmay Başkanı) 'Ne oku¬<br />

lu?' demiş. 'Biz cahiHyk başa çıkamıyoruz. Okumuşuyla hiç baş<br />

edemeyiz.'<br />

Zaten Türkiye'nin genelinde eğitim zayıfd. Bu bölgeye hiç gel¬<br />

medi. Devletin söylenmeyen politikası, 'zenginleşmesinkr, oku¬<br />

masınlar' şeklindeydi. Örneğin, askerde yüksek rütbeye pek çı¬<br />

kartılmazlar, devlet dairelerinde belirii bir düzeyin üstüne kati¬<br />

yen çıkardlmazlardı. Zira devlet korkardı.<br />

Yine en büyük hatamız, Kürderi sadece susturmak için çaba<br />

harcamamızdı. Sürgünler, hapisler, dayak ve baskı...<br />

Siyasi partiler, askerin baskısını pek sevmemekle biriikte, göz<br />

yumuyorlardı. Zira kendilerinin hiçbir politikalan yoktu. Dev¬<br />

letin de bir politikası yoktu. Sadece askerierin politikalan vardı.<br />

O da baskı ve gerektikçe dayak..."<br />

398


*<br />

* *<br />

Partiya Karkeran Kürdistan'a (PKK) bağlı geriUakrm 15<br />

Ağustos 1984 tarihinde Eruh ve Şemdinli'de aynı anda silah pat¬<br />

latmasından sonra, Kürtler bir kez daha ayağa kalkıyor; bunu iz¬<br />

leyen süreçte, Ferk Mekn'in özetlediği şiddet politikası yemden<br />

doruğa çıkıyor, dağları, taşlan, köy ve kasabalan savaş yangınla¬<br />

rı sarıyor, sosyal yangın, çalışma, yerieşim, barmma dahd, Kurt-<br />

krin bütün hayatım altına alıp altüst ediyordu.<br />

Ankara, daha önceki olaylarda olduğu gibi olaylan, olay ya¬<br />

ratan sorunları bir kez daha gözardı ediyor, Osmanhdan ben tek¬<br />

rarlanan gekneksel söykm ve alışkanlıkla hareken, "iç ve dış<br />

düşmanların oyunu" diye nitelendiriyor, çözümü yine şiddette<br />

arıyordu.<br />

Ankara'nın bu dille konuştuğu süreçte, Ferit Mekn, Mehmet<br />

Ali Birand'a şöyle diyordu:<br />

"İşte bugünlere, bu hatalar sonucunda geldik. Kürderin istek-<br />

kri- adam yerine konmak, insan muamelesi görmek, dayak ye¬<br />

memek, küçük düşürülmemek ve pastadan pay alabilmek. Kurt<br />

sorunu, bizim doğurduğumuz ve şimdi altından kalkamayacak<br />

duruma getirdiğimiz bir sorundur."<br />

Melen'in Kürt sorununu "akından kalkamayacak durum" ola¬<br />

rak nitelediği bu dönemde Süleyman Demirel CumhurbaşkamydL<br />

Demirel, PKK hareketini, "Cumhuriyet tarihınm 29. Kurt Isyam<br />

diye tanımhyor, devlet "isyanı" basnrmak içm tank, top, hıze<br />

uçak ve helikopter kullanıyor; polis, özel kuvvetkrk takviyeli 300<br />

bin kişilik bir askeri güçk savaşıyordu.<br />

Ankara, isyanı yaratıp besleyen, büyüten sorunlan ağzına al¬<br />

mıyor, dilkndirenleri cezalandırarak susturuyor; donemin Genel¬<br />

kurmay Başkam Doğan Güreş'in "düşük yoğunluklu dediği sa¬<br />

vaş için bütün olanakları seferber ediyor, ama kestirmeden gide¬<br />

rek olayları "terörizm" diye niteliyordu.<br />

Bu Osmanlı'dan kalma bk tanımlamaydı. Ama tanımın ıçın-<br />

399


de "nedenler" yoktu. Osmanlı ve devamının dilinde Kürt hare¬<br />

kederi "eşkıyalık"tı. Şimdi, "eşkıya" dünyadaki genel tanıma uy¬<br />

gun hale geririlmiş ve "terörist" olmuştu. Olaylar da, dış kaynak¬<br />

lı "terörizm" olmuştu. "Terörü bastırma "nın dışında ise teşhis ve<br />

sorunların tedavisi diye bir resmi görüş, plan, program yoktu.<br />

Oysa sorunu yaratan ve birbirinin devamı nedenler vardı.<br />

1938 yılında Atatürk'ün ölümünden sonra İsmet inönü Cum¬<br />

hurbaşkanı olmuş, 1920'lerde başlayan "Kürt harekâdan", dağ¬<br />

ları saran akvler sönmeye başlamış, bk yıl sonra da İkinci Dün¬<br />

ya Savaşı padak vermişri. Bütün dikkat, enerji ve güç dış savaşa<br />

yöneldiği için de olsa Kürrier rahat bir nefes almışlardı.<br />

Savaş boyunca, Hitler Almanyasıyla ilişkilerini pekiştirip rica-<br />

rerini artıran TC, yenilgi üzerine Almanya'ya savaş ilan etmiş.<br />

Amerikan (ABD) blokunun yanında yer almıştı.<br />

İsmet Paşa, bu arada ABD'den ekonomik yardım alabilmek<br />

için batı ittifakında yer alıyor, batı kriterlerine uyum amacıyla,<br />

1946 yılında çok partdi sisteme geçildiğini açıklıyordu.<br />

Aynı yıl. Demokrat Parri (DP) kuruluyor, 1950'de de seçimi<br />

kazanıp tek başına iktidar oluyordu.<br />

DP'nin ilk zamanlarında Kürtler üzerindeki baskılar kısmen de<br />

olsa hafifliyor, yakıp yıkmalar duruyor, jandarma dayağı azalı¬<br />

yor, hatta İsmet Paşa diktatöriüğü günlerinde, Van'ın Özalp ilçe¬<br />

sinde 33 kişinin topluca kadedilmesi emrini veren General Musta¬<br />

fa Muğlalı yargılanıp mahkûm ediliyordu. Bu, TC tarihinde,<br />

Kürtlere karşı işlenen bk suçun ilk mahkûmiyetiydi. Kemalist çiz¬<br />

giye aykırı bu tutum, Kürt tarafindan sempatiyle karşılanıyordu.<br />

Fakat, iktidarın 195 5 'ten sonraki genel serdeşmesinden Kürt¬<br />

ler de paylanna düşeni alıyoriardı. Kürdere ilişkin Kemalist poli-<br />

rika yeniden yürürlüğe konuyor, silah toplama adıyla köylere<br />

baskınlar düzenleniyor, aydınlar tutuklanıyordu.<br />

1960'daki askeri darbe, Kürtler açısından, 1930'lann daha<br />

yumuşak şekliyle geri dönüşü oluyordu. Kürder, "potansiyel teh¬<br />

like" ilan ediliyor, sistematik olarak köylere "silah toplama sefer¬<br />

leri" düzenleniyor, baskı ve korku genelleştiriliyordu. Adı duyul-<br />

400


muş, tanınmış 55 Kürt önde geleni, "ağa" oldukları gerekçesiyle<br />

tutuklanıp sürgüne gönderiliyordu.<br />

Adını koruyabilmiş köy isimleri Türkçeleştiriliyor, 1930'larda-<br />

ki gibi "vatandaş Türkçe konuş" kampanyası açılıyor, Kürtçe ko¬<br />

nuşanlar aşağılanıyor, kendisi de bk Kürt olan darbenin askeri H-<br />

deri General Cemal Gürsel, "Kürt yok, hiçbir zaman olmamıştır"<br />

tezini savunuyor, memleketi Erzurum'a yaptığı gezide, "size Kürt<br />

diyenlerin yüzüne tükürün, hepiniz Türksünüz" diyordu.<br />

» »<br />

1961 Anayasası, kısmen de olsa demir perdeyi aralıyor, bas¬<br />

kıcı sistemi yumuşariyor, militer sisteme aykın düşmemek koşu¬<br />

luyla sosyal hayata ilişkin düşüncelerin ifadesiyle örgütienmeye<br />

izin veriliyordu. Kürt sözcüğü, bu dönemde telaffuz edilmeye<br />

başlanıyor, Kürtler örgütlenip sorunları tartışıyoriardı.<br />

Kürt aydınlan, Kemalist partilerinden uzaklaşarak, Kürtlere<br />

daha sempatiyle bakan Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) yöneliyor,<br />

üniversiteli gençler, "Devrimci Doğu Kültür Ocaklan"nı kuru¬<br />

yorlardı.<br />

1960'lann sonlannda, TlP'in şemsiyesi altında, Kürtlere uygu¬<br />

lanan baskılan kınayan, demokratik hak isteklerini dik getiren<br />

"Doğu Mitingleri" düzenleniyordu. Bazı aydınlar, cezayı da göze<br />

alarak, ilk kez kitlelerin önünde Kürtçe konuşmalar yapıyoriardı.<br />

"Derin devlet" de denilen sistemin gizli çekirdeği, sosyal uya¬<br />

nış ve örgürienmeden telaşlanıyor, Kemalist basında, "tehlike<br />

çanları" başlıklı yazılar kendini göstermeye başlıyordu. Kürt kı¬<br />

pırdaması, "TC'yi tehdit eden tehlikeler" sıralamasında ilk sıra¬<br />

da yer alıyor, Süleyman Demirel hükümeti, 1969 yılı bahannda,<br />

"tehlikeyi bertaraf" etmek üzere orduya "silah toplama" emri<br />

veriyor, "Komando harekâri" başlatılıyordu.<br />

"Silah toplama" adıyla yürütülen "Komando Harekâtı''nın<br />

ürpertici kesitleri de vardı. Bazı köyler ablukaya alınıyor, toplu<br />

işkence uygulanıyordu. Erzurum'un Tekman ilçesine bağlı Ali-<br />

beyköy'de olduğu gibi, ihtiyan, genci, çocuğu ve kadınıyla insan-<br />

401


lara, köy meydanlarında, topluca yat-kalk talimleri yaptırılıyor,<br />

saygın ihtiyarlar çırılçıplak soyularak, erkeklik organlarına ip<br />

bağlanıp kadınlara çektiriliyor, yine köy meydanlarında insanla¬<br />

ra hayvan pisliği yediriliyordu. Dayak ise sıradan muameleden<br />

sayılıyordu.<br />

TİP, kongre bildirisinde "Kürt vardır" ibaresine yer verdiği<br />

için kapatılıyor. Sosyolog İsmail Beşikçi, Kürt varlığından söz et¬<br />

tiği için üniversiteden atılıyor, daha sonra tutuklanıp ağır hapis<br />

cezalarına çarptırılıyor, kitapları yasaklanıyordu.<br />

12 Mart 197rdeki askeri darbe sonrası, köylüsü, kendisi, öğ¬<br />

rencisi, iş adamı, işçisi, memuru ve aydınıyla yüzlerce Kürt tutuk¬<br />

lanıp, cezaevine dönüştürülen kışlalara dolduruluyor, dayanıl¬<br />

maz işkencelerden sonra pek çoğu ağır hapis cezalarına çarptırı¬<br />

lıyordu.<br />

Fakat baskılar ters tepiyor, Kürtler arasında kaynaşma ve ör¬<br />

gütlenme çalışmaları giderek yoğunlaşıyordu.<br />

12 Eylül 1980 darbesi bir yıkım gibi geliyor, gençler vurula¬<br />

rak öldürülüyor, Diyarbakır'daki özel askeri cezaevi, her yaş ve<br />

görüşten Kürtlerle dolduruluyor, tutuklananlar arasında, Kema¬<br />

list CHP'den, Türk milliyetçiliğinin savunucusu Demirel'in parti¬<br />

sinden milletvekilleri, eski bakanları, belediye başkanları da yer<br />

alıyordu.<br />

Diyarbakır askeri cezaevinde, ilkel çağlarda savaş tutsakları¬<br />

na bile reva görülmeyen işkenceler yapılıyor, eski bakan, millet¬<br />

vekilleri dahil, "ele düşmüşlere" pislik yediriliyordu.<br />

İşkencehanelerde can verenlere, insanlık arayışında, kendini<br />

yakan dört gencin ölüsü da katılıyordu.<br />

1970'lerde, legal zeminlerin dışında yeraltında faaliyet göste¬<br />

ren Kürt örgütleri de vardı. Bütün bunların arasında en radikali,<br />

Ankara'da Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi Abdullah Öcalan<br />

önderliğindeki, Türkçesi Kurdistan Emekçiler Partisi olan "Parti¬<br />

ya Karkeran Kurdktan" (PKK) idi.<br />

402


Öcalan, 1949 yılında, Urfa'nın Halfeti ilçesine bağh Ame-<br />

ran (Ömerli) köyünde doğmuştu. Sıradan bir köylü olan Üveyş<br />

ile Ömer Öcalan'ın oğluydu. Ailesinin herhangi bk aşiret bağı,<br />

hatta adı sanı duyulmuş kabilesi bile yoktu, akraba çevresi de<br />

sınırlıydı.<br />

Öcalan, ilkokula başladıktan sonra Türkçeyi öğrenmeye baş¬<br />

ladı. Annesiyle babası ise Türkçe konuşmasını bilmiyoriardı.<br />

Zor koşullar içinde ortaokulu bitirdikten sonra, sınav kaza¬<br />

narak Tapu ve Kadastro Meslek Lisesi'ni yanlı öğrenci olarak bi¬<br />

tirdi. Tapu Kadastro kurumunda çalışırken üniversiteye başladı.<br />

Öcalan, ilk gençliğinde Kürt sorunuyla fazla ilgili değildi. Da¬<br />

ha çok Türk sağının dinci çevrelerine yakın durmuştu. Fakat, li¬<br />

se ikinci sınıftayken, Hulusi Turgut'un Irak Kürdistanı'nda ba¬<br />

ğımsızlık savaşı veren Kürt lider Mustafa Barzani'yk yaptığı ve<br />

Akşam gazetesinde yayınlanan bir röportajı okuyunca, dünyasın¬<br />

da değişim rüzgârları esmeye başlamış ve Kürt sorununa eğilme¬<br />

ye başlamıştı.<br />

Ankara'da Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde öğrenciyken, gençli¬<br />

ğin sol kesimi içinde adı anılanlardan bki haline gelmiş, fakat<br />

Kürtleri ve sorunlannı dillendirmeye başlayınca şaşırtıcı tepkikr<br />

almış, bunun üzerine, "Türk solunun gündeminde Kürt sorunu<br />

yok" diyerek yolunu ayırmıştı.<br />

Bundan sonra Kürt sorunu üzerinde yoğunlaşıp çalışmaya yö¬<br />

nelmiş, ama ilk başlarda üniversiteli Kürt gençleri çevrelerinde de<br />

aradığı ilgiyi bulamamıştı. Mevcut legal ya da illegal Kürt örgüt¬<br />

lenmelerini pasif ve yetersiz buluyor ve sayıları çok sınıriı bir ar¬<br />

kadaş grubuyk, 1973'te "arayış" toplantıları düzenliyordu.<br />

1974 yılında, Türk-Kürt karışımı ve 5-6 kişiden oluşan küçük bir<br />

grupla ilk toplantısını yapıyor, bu toplantıda Kürt tabanında ör¬<br />

gütlenmeye yönelik çalışma konusunda kararlar alınıyordu.<br />

Ancak grubun bir adı yoktu. Uzun zaman da olmadı. Grup,<br />

ydlar sonra basında "Apocular" diye isimlendirilecek ve bk süre<br />

böyle anılacaktı.<br />

403


^ »<br />

Yavaş bir tempoyla büyüyen, sınırlı da olsa bir kitle tabanı<br />

edinen grup, dört yıl sonra, 27 Kasım 1978 tarihinde, Diyarba¬<br />

kır'ın FİS köyünde yapılan kongrede, "Partiya Karkeran Kurdis¬<br />

tan" (PKK) adıyla partileşip kurucular kurulunu, yönetim organ¬<br />

larını seçiyor ve Abdullah Öcalan liderliğinde tarih sahnesine çı¬<br />

kıyordu.<br />

PKK, radikal bir çizgi izliyor, bazen devlet güçleri, bazen de<br />

karşıt Kürt grup ya da aşiretlerle çatışarak adını duyuruyordu.<br />

1980'deki askeri darbe sürecinde PKK, devlet güçlerince kuşatı¬<br />

lıyor, birçok militam ve kadro adamlan tutuklanıyor, Öcalan, ülke¬<br />

yi terk edip Suriye, oradan da Lübnan'a geçerek <strong>kurt</strong>uluyordu. Kur¬<br />

tulabilen öteki yöneticiler de ona karilmca, gerilla savaşını başlatma<br />

hazırlıklanna girişiliyordu.<br />

* *<br />

PKK, 15 Ağustos 1984 gecesi, 50-60 kişilik bir gerilla grubuy¬<br />

la Şemdinli ve Eruh ilçelerini aynı anda basıp ortaya çıkarak, si¬<br />

lahlı mücadele dönemini başlatıyordu.<br />

Kasabaları işgal edip, bir süreliğine de olsa elde tutmak, An¬<br />

kara'da şaşkınlık yaratmıştı.<br />

Cumhurbaşkanı General Kenan Evren, "devlete silah çekme<br />

cesareti gösteren teröristlerin, derhal yakalanarak, Türk adaleti¬<br />

nin demir pençesine teslim edilmesini" emrediyordu.<br />

Muhalefet partileri, önce davranıp önlem almadığı ve "terö¬<br />

ristlere gereken ders verilmediği için", Başbakan Turgut Özal'ın<br />

istifasını istiyorlardı. Başbakan Özal ise olayı Türk sol hareketle¬<br />

ri penceresinden gördüğü için önemsemiyor, büyütülecek nitelik¬<br />

te olmadığını söylüyordu.<br />

Sol gençlik grupları zaman zaman radikal çıkışlar yapmış, fa¬<br />

kat halk tabanında destek bulamadığı için tasfiye olmuştu. So¬<br />

runları irdeleme, nedenlerle sonuçlar arasında bağ kurma alış¬<br />

kanlığı bulunmayan çevreler, PKK'nin de kullanılacak şiddet<br />

yöntemleriyle aynı akıbete uğrayacağını sanıyorlardı.<br />

404


Oysa, PKK'nin dayandığı gerçekler farklıydı. Geride duygula-<br />

n yarah bir kitk vardı. PKK bu tabandan destek alıyor, lojistik ih¬<br />

tiyaçlarını karşılıyor; bannma, yer edinme olanağı buluyor, kari-<br />

lımlarla büyüyordu.<br />

50-60 kişilik bir grupla ortaya çıkan PKK'nin silahlı insan gü¬<br />

cü, göz açıp kapanıncaya kadar diye tabir edilebilecek kısa bk<br />

zaman diliminde katlanarak büyüyor, hareket ise bkkaç yıl için¬<br />

de. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in deyimiyk "Cumhuri¬<br />

yet tarihinin 29. Kürt İsyanı" haline geliyordu.<br />

Demirel'in "29. Kürt İsyanı", rakamı hayali, ama isyan nite-<br />

lemi doğruydu. Çünkü olay, PKK hareketi olmaktan çıkmış, hal¬<br />

kın destek tabanına oturmuştu. 17 bin 500 "faili meçhul" cina¬<br />

yet ile yakılıp yıkılmış 4 bin köy bunun göstergesi, kanıtıydı.<br />

TC, isyanı bastırmak için bütün olanaklarını seferber etmişti.<br />

Basın ve televizyon, "terörist" diye adlandırılan gerillayı yıpratıp<br />

gözden düşürme ve propaganda aracı olarak kullanılıyordu.<br />

1991 yılında, ordunun insan gücü ve savaş teknolojisini isyan<br />

bölgesine yığdıktan sonra, tank, top, uçak, helikopter ve çağın di¬<br />

ğer savaş araçlarıyla "topyekûn mücadek" stratejisini uygulama¬<br />

ya başlamıştı. "Özel Tim" adı verikn polis birlikkri de ordunun<br />

yan destek gücü görevini görüyordu.<br />

Ayrıca, Osmanlı'nın "Kürdü Kürde vurdurma" yöntemi de<br />

devreye sokulmuş, Hamidiye Alaylan'nın benzeri olan "Korucu¬<br />

luk" sistemi yürürlüğe konmuştu. "Ücretli askeriiği" andıran bu<br />

sistemin korucuları arasında eski sabıkalılar yer alıyordu. Evleri,<br />

köyleri ateşe veriknkr ise, bunun nedenini, "koruculuğu kabul et¬<br />

mediğimiz için" diye açıklıyorlardı.<br />

2000 yılma gelindiğinde yakılıp yıkılmış köy sayısı 4 bini bul¬<br />

muştu. Köy yakıp yıkmanın yanında, şehirlerin ortasında, gün ışı¬<br />

ğında işlenen "faili meçhul cİnayetler"e ilişkin 17 bin 500 dosya,<br />

savaşın kirli yüzüydü.<br />

Savaşın en büyük acısını, her yaş ve cinsiyetteki sivilleri kap¬<br />

sayan cinayetler, tecavüz, işkence, insanlarm kaybedilmesiyle;<br />

köylerin, dağların, ormanların, ekinlerin, bağ, bahçe ve tarlalann<br />

405


yakılmasıyla, hayvan sürülerinin yok edilmesiyle Kürtler yaşıyor¬<br />

du, ama "topyekûn mücadele" ilan eden devlerin kayıplan da bü¬<br />

yüktü. Mafya çeteleri ve kiralık terikçilerin de kullanılmak zo¬<br />

runda kalınması, ekonomik, siyasal ve sosyal hayatı kabusa dö¬<br />

nüştürüyordu.<br />

Bir bütün olarak, Kürdere verilen bunca zarara, çektirilen acı¬<br />

lara rağmen, gerüla Türk devletinin alt yapısına yönelmiyor, ha¬<br />

yati önemde ve can daman sayılan yollara, köprü ve barajlara<br />

ilişmiyor, şehirieri felç eden eylemlere başvurmuyordu. Bk yö¬<br />

nüyle genel tahripkârlığa, büyük yıkımlara girişmiyordu.<br />

Türk devleti, başa çıkma olanaklan yetersiz kalınca, dış yar¬<br />

dım arayışlanna hız vermiş, NATO'nun üyesi olması nedeniyle<br />

Avrupa ve Amerika'nın desteğini sağlamıştı. Avrupa ülkeleri,<br />

yardım çerçevesinde TC'ye silah satıyor, PKK'yi yasa dışı ilan<br />

ediyor, militaniannı tutuklayarak, dolaylı yoldan katkı yapıyor¬<br />

du. ABD ise teknoloji, istihbarat, uzman yetişrirme ve yürütülen<br />

stratejilere destek vererek, doğrudan savaşan taraf pozisyonunda<br />

duruyordu.<br />

Öte yandan TC, 1995 yılında, Ortadoğu'nun en güçlü askeri<br />

yapısı İsrail'le işbiriiği anlaşmalan imzalayarak, onun desteğini de<br />

yedekliyordu.<br />

TC, 1998 yılında, Amerika'nın askeri gücünü de arkasına ala¬<br />

rak yeni bir taktik uyguluyor, PKK lideri Abdullah Öcalan'ı ba-<br />

nndıran Suriye'yi savaş tehdidiyk hedef alarak, Öcalan'ın teslim<br />

edilmesi isteniyordu.<br />

Suriye, ilk hamlede direnince, Türkiye ve Amerika, 1998 Eki¬<br />

minde, savaşmaya hazır olduklarını ortaya, koyarcasına, Suriye<br />

sınınndaki İskenderun körfezine yığınak yapıyorlardı.<br />

Türk askeri ve sivil yöneticileri, açıktan açığa savaş sözcüğü¬<br />

nü telaffuz ediyor; basın, askeri güçler arasında karşılaştırma<br />

yaptıktan sonra, Şam'ın kısa zamanda ele geçirilebileceğini yazı¬<br />

yordu.<br />

406


Suriye açısmdan durum ciddiydi. Amerika ve İsrad destekh<br />

Türk devletiyle savaşı göze alacak güçte değildi.<br />

Mısır Devkt Başkanı Hüsnü Mübarek, savaşı önkmek için<br />

Ankara ile Şam arasmda arabuluculuğa başlıyor, birkaç görüş¬<br />

meden sonra Türkiye açısmdan sonuç alınıyor, Abdullah öcalan,<br />

9 Ekim 1998 tarihinde Suriye'yi terk etmek zorunda kalıyordu.<br />

Öcalan, gizlice Rusya'ya geçiyordu.<br />

Fakat ABD, peşini bırakmak niyetinde değildi. Amerika nın<br />

Kaflcas petrollerini Akdeniz'e akıtma projesi için Kürtkrm soz ve<br />

karar sahibi olması gerektiğini açıklamış olan Öcalan adım adım<br />

izleniyordu. Rusya ise ağır bir ekonomik kriz içindeydi. Amenka,<br />

bu açıdan Rusya'nın yumuşak karnını yakalayıp tehdit ediyor yar¬<br />

dım vaadinde bulunarak, Öcalan'ın sınır dışı edilmesini sağlıyor-,<br />

du. Başlangıçta destek veren, hatta parlamentonun alt kanadı Du-<br />

ma"da sığınma hakkım onaylayan Rusya'nın tutumu, para karşılı¬<br />

ğında değişiyordu. . ,<br />

Öcalan Yunanistan'a geçiyordu. Yunanistan, Türkiye ile Kıb-<br />

ns ve Ege sorunları yüzünden yıllardan beri, resmen dan edilme¬<br />

miş savaş halindeydi. Amerika faktörü burada da ortaya çıkınca,<br />

siyasi sığınma istemiyle Italya'nm başkenti Roma ya gidiyordu.<br />

Kürtkr, destek için, beş kıtadan Roma'ya akıyor, onbmlerce<br />

kişi, günlerce sokak ve meydanlarda yatıp kalkıyordu.<br />

Türkiye'de ise italya'ya karşı resmen ilan edilmemiş bir savaş<br />

haH hakim oluyordu. Ankara'daki elçilik binası sarılıyor, sokak<br />

gösterilerinde İtalyan sebze ve meyveleri çiğneniyor, giyim eşyalan<br />

^^^Türkte'de, Öcalan'ı destekleyen Kürtlerden yüzlercesi gözakı-<br />

na alınıyor, bazıları meydan dayağından geçiriliyor, linç manzara¬<br />

ları yaşanıyor, iki Kürt linç edilerek öldürülüyor; evler, iş yerlen<br />

saldırıya uğruyordu. .. » ı > .<br />

italya Başbakam Massimo D'Alema, uzun sure Amerikanın<br />

basküanna karşı direndikten sonra, sonunda Ocalan'dan u^eyı<br />

terk etmesini istiyordu. Amerika'nm baskıları yüzünden Oc^<br />

lan'ı kabul edecek ülke de bulunamıyordu. Öcalan, İtalya dan<br />

aynldıktan sonra tekrar Yunanistan'a gidiyordu.<br />

407


Bu aşamada Türkiye, Yunanistan ve ABD arasında yürütülen<br />

gizli pazarlıklarda sonuç alınıyordu. Türkiye'nin, Ege'deki ada¬<br />

ların silahlandınlmasından vazgeçme dahil, birçok anlaşmazlık<br />

konusunda verdiği tavizlerden sonra anlaşmaya vanlıyordu.<br />

Simitis başkanlığındaki Yunanistan hükümeri, Öcalan'a,<br />

"Amerika'nın baskısı yüzünden ülkede tutamayacaklarını, gü¬<br />

venli bir ülke aradıklanm" söylüyor ve bindirildiği uçağı Ameri¬<br />

ka'nın kontrolündeki Kenya'ya uçuruyor, sonra elçiliklerinde tu¬<br />

tuyordu.<br />

Ankara'da, "onu alma" hazırlıkları başlıyordu.<br />

Türkiye'den gönderilen özel uçağın Kenya'ya hareket ettiği<br />

gün ise, Yunanistan elçisi, Öcalan'a kendisini saklayamayacakla-<br />

nnı bildiriyor ve başının çaresine bakmasını istiyordu. Öcalan'ın<br />

güvenli bir yer bulununcaya kadar elçilik konutunu terk etmeye¬<br />

ceğini bildirmesi üzerine, elçi kalabileceğini söylüyordu.<br />

Elçilik görevlikri, 15 Şubat 1999 tarihinde, aranan güvenli ül¬<br />

kenin bulunduğunu, bu ülkenin Hollanda olduğunu bildiriyor,<br />

uçağa bindireceklerini söyleyerek elçilikten çıkanyor, dışarda<br />

bekkyen Amerikan ajanlarına teslim ediyorlardı. Onlar da, hava¬<br />

alanındaki özel uçakta bekleyen Türk ajanlarına...<br />

*<br />

* *<br />

Ustaca kamufle edilip havaalanında beklemeye alınan Türk<br />

uçağına binen Öcalan'ın koUanna yapışıp ilaçla bayıltmışlar,<br />

gözlerini de bağlamışlardı.<br />

Bu görüntüleri daha sonra, önce Türk, ardından dünya tele¬<br />

vizyonlarında yayınlandı.<br />

Kürt liderin yakalanması, Ankara'da zafer şenlikleriyle kuda-<br />

nıyor; sokaklarda davullar çalınıp göbek atılıyor; binalara, yolla¬<br />

ra bayraklar asılıyordu.<br />

Beş kıtaya yayılmış Kürtler ise elem, öflce, hüzün ve düş kınk-<br />

hğıyla adeta ayaklanıp sokaklara dökülüyoriardı. "Biji Kurdis¬<br />

tan-Yaşasın Kurdistan, Biji Serok Apo-Yaşasın Başkan Apo" slo-<br />

ganlanyla Amerika, İsrail, Türkiye ve Yunanistan karşın gösteri¬<br />

ler düzenliyor, temsikiliklerine saldınyorlardı.<br />

408


Kürtler, katı, otoriter sisteme rağmen Türkiye'de bile gösteri¬<br />

ler düzenliyor, göstericilerden yüzlercesi gözaltına alınıp işkence¬<br />

den geçiriliyordu.<br />

Türkiye dahil, dünyanın çeşkli yerlerinde 70 Kürt, uluslarara¬<br />

sı ittifakın gazabını protesto için bedenini ateşe vererek intihara<br />

kalkışıyordu.<br />

İmrah, Marmara Denizi'nde gözden uzak, yaklaşılması yasak,<br />

mahkûmlar ve siyasi idamlar adaşıydı. 27 Mayıs 1960 darbesinden<br />

sonra idama mahkûm edilen Başbakan Adnan Menderes ik iki ba¬<br />

kanı Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu, gözden uzak bu adaya<br />

götürülüp asılmışlardı.<br />

Ada, o günden sonra yarı açık cezaevi olarak kullanılıyordu.<br />

Öcalan yakalandıktan sonra, Imralı boşakıhyor, askeri yasak<br />

bölge ilan ediliyor, burada tek kişilik hücreye kapatılıyordu.<br />

Bu arada hükümet, gazetekrle televizyonların Öcalan ve Kürt<br />

isyancılar için kullanacakları sıfatlan, deyimleri bir genelge hali¬<br />

ne getiriyordu. Genelgeye göre, "Kürt" ve "Kurdistan" deyimk-<br />

ri asla kullanılmayacak, isyancılar için "terörist", Öcalan içinse<br />

"terörist başı" ya da "bebek katili" denilecekti.<br />

Medya, emre sadakatle uyuyordu...<br />

Arkası kesilmeyen sorgulamalar sürerken, bir yandan da<br />

"yargılama" hazırlıkları yapılıyor, Öcalan'ı yargılamakla görev-<br />

kndirilen Ankara iki Numaralı Devkt Güvenlik Mahkemesi Im-<br />

rah'ya taşınıyordu.<br />

Mahkeme asker-sivil karmasıydı. TC'nin aday adayı olmaya<br />

çabaladığı Avrupa Birliği, asker karışımı mahkemekri meşru bul¬<br />

muyordu. Tepkikri dindirmek ve daha sonra Avrupa insan Hak¬<br />

lan Mahkemesi'nde TC'nin mahkûmiyetini önlemek için, mah¬<br />

kemenin yapısını değiştirdiler. Askerkri geri çekip, yerine siville¬<br />

ri atadılar.<br />

Mahkeme, duruşmalara alınacak izkyici ve medya görevlile¬<br />

rinin sayısını sınıriandırmıştı. Karara göre Öcalan'ın yakın akra-<br />

409


alarından 12 kişi duruşmaları izleyecek, 12 avukat da savunma¬<br />

sını üsdenebilecekri. Savaşta yakınlarını kaybedenlerle avukada-<br />

n da "müdahil" olarak duruşmaya katılabilecekti. Yakınlarını<br />

kaybeden Kürder için böyle bir kontenjan yoktu.<br />

Duruşmalardaki görüntüleri yerli ve yabancı medyaya sunma<br />

yetkisi ise, devlet kurumları olan Anadolu Ajansı'yla TRT'ye veril¬<br />

mişti.<br />

Öcalan, mahkemeden önce televizyonlar ve basın tarafından<br />

kamuoyu önünde yargılanıp mahkûm edilmişri bile. Her gün, her<br />

an aşağılanıp küçük düşürülmeye çalışılıyor; bakanlar, milletve¬<br />

killeri, hukukçu ve eski askerlerin karildığı televizyon tartışmala¬<br />

rında idamın kendisi değil, zamanlaması ve biçimi tartışılıyordu.<br />

Öcalan'ın duruşması, 31 Mayıs 1999 günü Imralı adasında<br />

başladı. Aynı gün, Bursa'nın Mudanya ilçesinde, duruşmalar bo¬<br />

yunca sürecek "idam şenliği" başlatılıyordu.<br />

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanh imparatorluğu'nun<br />

teslim anlaşmasını imzaladığı tarihi Mudanya, bayram yeri hali¬<br />

ne getirilmişti. Binalara dev Türk bayrakları asılmış, bazı yollara<br />

zafer takları kurulmuş, liman, zafer sloganlarıyla donarilmışri.<br />

İlçenin iskele meydanında davuHar, zurnalar çalınıyor, "Apo'ya<br />

ölüm" naraları arasında halay çekiliyor, göbek atılıyordu.<br />

Organize kalabalıklar, ellerinde Türk bayraklarıyla, "şenlik ve<br />

zafer gösterileri"nde yer almak üzere otobüslerle, otomobillerle<br />

Mudanya'ya akıyor, "Apo'ya ölüm" naralan ata ata meydandaki<br />

şenliğe kanlıyor, kimileri idam sicimini havada döndürüyordu.<br />

Şenlikçiler, "şehk yakınları" sıfariyla "devlerin misafirle¬<br />

ri "ydi. Devlet, misafirlerin rahan için fedakârlıktan kaçınmamış,<br />

her türlü hazırlığı yapmıştı. Yanp kalkma yerleri hazırlanmış, ye¬<br />

meleri, içmeleri için de gazinolar, lokantalar organize edilmişri.<br />

Televizyon yayınlarının aynntdan da ihmal edilmemiş, kasa-<br />

410


anın sahilinde özel bk platform ayrılmıştı. Televizyon kanalla-<br />

n, elinde skimle ölüm naraları atarak sokaklarda gösteri yapan-<br />

lan, "Türk halkının duygulanmn temsilcisi" olarak ekrana geti¬<br />

riyor, bunlann, "yargılamayla zaman kaybetmeye gerek yok, he¬<br />

men asalım," sözkrini yayınlıyor, bando mızıka ve davul zurna<br />

önünde göbek atanlann, "bu günleri gösterdiği için Allah'a^ şü¬<br />

kürler olsun" bağnşlannı yayınlıyor, araya giren spikerier, "be¬<br />

bek karili" diyerek söze başlıyordu.<br />

Öcalan, bu "tarafsız hava" içinde ve gösterilerin gölgesinde<br />

" yargılanıyor" du.<br />

Öte yandan, Öcalan'ın yakınlarıyla avukatian dahil, Kürtler üze¬<br />

rinde terörün gölgesi dolaşdrılıyordu. Kasabanın girişinde kimlik<br />

kontrolü yapılıyor, doğum yeri güvenli bulunmayanlar ya da Kürt ol¬<br />

duğuna karar verilenler geri çevriliyor, kasabaya sokulmuyordu.<br />

İstanbul ve Ankara başta olmak üzere, bazı kentlerde Kürtler,<br />

"galeyana gelmiş Türkler"in gazabma uğruyordu. Öcalan'm akra-<br />

balanyk avukatian, Mudanya'da "galeyana gelmiş"lerin hakare¬<br />

tine, sözlü ve eylemli saldırılarına hedef oluyor, linç edilmek isteni¬<br />

yorlardı. Öcalan'ın yakınlarıyla avukatları, gizH güçkrin işletmeci¬<br />

leri tehdk etmesi sonucu kaldıklan otelden çıkardıyor, Mudan¬<br />

ya'da kalacak, barınacak yer bulamıyoriardı.<br />

Öcalan için kurşun geçirmez camdan özel bk bölme yapılmış-<br />

n. Bölmede, küçük bir masa, bir sandalye ve mikrofon vardı.<br />

Bulunduğu hücre, mahkeme salonunun bitişiğindeydı. İki oda<br />

arasındaki uzaklık kadar bir mesafeden duruşma salonuna geri¬<br />

rilen Öcalan'ın bilekleri kelepçeleniyordu.<br />

Öcalan, savunmasını yaparken ayrıntı olarak Kürt sorunu<br />

üzerinde durmuyor, ama banş ık demokrasi kavramlarını işli-<br />

yordu. - .,<br />

Davamn sonuçlanıp, karann açıklanması ıçm saptanan tarih<br />

ilginçti. Mahkemenin idam karannı açıkladığı 29 Haziran 1999<br />

günü, çağ ve gün farkıyla ilginçti. 29 Haziran, isyancı Kürt lider<br />

Şeyh Said'in 1925 yılında asılarak idam edildiği gundu...<br />

Karar günü, Imralı adasına geçiş noktası yapılmış Mudanya, bir<br />

411


kez daha şenlik alanına çevriHyor, davullar, zurnalar, bandolar ça¬<br />

lınıyor, "devlet konuğu" kalabalıklar sokaklarda göbek atarak, he¬<br />

nüz açıklanmamış ve "bilinmeyen" kararı kudamaya başlıyorlardı.<br />

İdam kararı açıklandığında şenliklerin coşkulu havası her yanı<br />

sarıyor; marşlar, şarkılar söyleniyor, bayraklar sallanıyor, elinde<br />

iple sokağa dökülenlerin görüntüleri doluyordu televizyon ekran¬<br />

larına.<br />

Tarih şimdiye kadar bu boy bir şenliğe tanıklık etmiş miydi,<br />

bilmiyorum...<br />

Hürriyet gazetesi, ertesi günkü sayısında, Türk ırkçılarının<br />

avukadığıyla ünlenen ve eski bir gizli istihbaratçı olduğu söyle¬<br />

nen müdahil avukatlarından Can Özbey'den yola çıkarak, birin¬<br />

ci sayfadan, 29 Haziran'ın şehitler günü olarak ilan edilmesini<br />

öneriyordu.<br />

Bundan sonraki süreçte, televizyon ve gazetelerde, "hiçbir za¬<br />

man gerçekleşmeyeceği" biline biline, sanki "Türke Türk propa¬<br />

gandası" rüzgârları estirilircesine, idam kararının ne zaman ve<br />

nasıl yerine getirileceği tartışmaları başlıyordu. "İdam kararı"<br />

yerine getirilemiyordu. Çünkü, Amerika "öldürülmemesi" koşu¬<br />

luyla Öcalan'ı teslim etmişti.<br />

Öte yandan, Öcalan'ın avukatları, idam kararının bozulması<br />

için Yargıtay'da dava açıyor, "şehit yakınları", ise onay için An¬<br />

kara'da gösteriler düzenliyordu.<br />

Duruşma günü Yargıtay binasının önündeki ağaçlar "ölüm<br />

sehpası" niyetine kullanılarak, dallanna Öcalan'ın fotoğraf ve<br />

makederi asılıyordu. Mahkemenin onay kararı açıklandıktan son¬<br />

ra göstericiler, ellerinde idam ipiyle sokaklarda dolaşıp sevinç gös¬<br />

terilerine başlıyor, idama karşı çıkan İnsan Haklan Derneği'nin<br />

genel merkezmi basıp, genel başkan Hüsnü Öndül'ü dövüyor, bil¬<br />

gisayar, evrak ve eşyalan tahrip ediyorlardı.<br />

Bu arada PKK cephesinde de gelişmeler oluyordu. Öcalan Ge¬<br />

nel Başkan sıfatını sürdürüyor, PKK Merkez Komitesi, Öcalan'ın<br />

bütün görüş ve isteklerine uyacağını açıklıyordu.<br />

Öcalan, ilk duruşmada söylediği "PKK'nin silahları bırakabi-<br />

412


leceği" sözünü hayata geçiriyor, "savaş durumuna son verildiği¬<br />

ni" açıklıyordu. Hemen ardından gerilla güçleri sınır ötesine çe¬<br />

kiliyor, silahlar susuyordu. Öcalan, 2003 yılında, "genel af koşu¬<br />

luyla" silahlan bırakıp dağdan inebileceklerini açıklıyordu.<br />

413


Kitaplar<br />

1- Mehmet Bayrak Kürtler ve Ulusal-<br />

Demokratik Mücadeleleri<br />

2- Demirtaş Ceyhun Ah Şu Biz Kara<br />

Bıyıklı Türkler<br />

3- E. Kemgin Osmanlı-Sefavi<br />

Döneminde Kurdistan Tarihi<br />

4- M. S. Lazarev, Ş. X. Mıhoyan, E. 1.<br />

Vasilyeva, M. A. Gasratyan, O. 1.<br />

Jigalina Kurdistan Tarihi<br />

5- Amin Maalouf Arapların Gözüyle<br />

Haçlı Seferleri<br />

6- Tarık Ali Selahaddin<br />

7- Ş. Süreyya Aydemir Tek Adam<br />

8- Ziya Gökalp Türkçülüğün Esasları<br />

9- Ksenefon Anabasis<br />

10- Ehmede Kanî Mem u Zin<br />

1 1- Şerefhan Şerefname<br />

12- Solakzade Solakzade Tarihi<br />

13- Vecihi Timuroğlu Dersim isyanı<br />

14- İsmail Beşikçi îskan Kanunu,<br />

Uluslararası Sömürge Kurdistan<br />

15- Alişan Akpınar, Eugene L. Rogan<br />

Aşiret Mektep Devlet<br />

16- Bedir Han Kürt Sorunu<br />

17- Kemal Uzun Türkiye'nin Avrupa<br />

Yolundaki Engeli: Kürt Sorunu<br />

18- Albay Reşat Halh Cumhuriyet<br />

Tarihinde Ayaklanmalar<br />

19- Uğur Mumcu Kürt-lslam<br />

Ayaklanması<br />

20- Mehmet Şerif Fırat Doğu İlleri ve<br />

Varto Tarihi<br />

KAYNAKLAR<br />

414<br />

21- Behçet Cemal Şeyfe 5a/f /yyam<br />

22- Metin Toker Şeyh Sait İsyanı<br />

23- Garo Sosuni Kürt Ulusal<br />

Hareketleri ve Kürt-Ermeni<br />

İlişkileri<br />

24- Kılıç Ali Hatıralarını anlatıyor<br />

15- Hüseyin Cahit Yalçın Siyasal<br />

Anılar<br />

26- Lord Kinross Atatürk<br />

27- Hasan Cemal Kürtler<br />

28- Necip Fazıl Kısakürek Din<br />

Mazlumları<br />

29- İbrahim Arvasi Hatıralarım<br />

30- Hıdır Göktaş Kürtler isyan Tenkil<br />

31- Cemal Madanoğlu Anılarım<br />

32- Dr. Rıza Nur Hayat ve<br />

Hatıralarım<br />

33- Remzi inanç Şey<br />

34- ihsan Nuri Paşa Hatıralarım<br />

35- Sıdıka Avar Dağ Çiçekleri<br />

36- Yaşar Kemal Deniz Küstü<br />

37- Dr. Nuri Dersimi Hatıralarım,<br />

Kurdistan Tarihinde Dersim<br />

38- Faik Bulut Dersim Raporları<br />

39- Halide E. Adıvar Mor Salkımlı Ev<br />

40- Feroz Ahmed, ittihat ve Terakki<br />

41- Sina Aksin, /ö'« Türkler, ittihat ve<br />

Terakki<br />

42- Falih Rıfkı Atay Çankaya<br />

43- Doğan Avcıoğlu Türkiye'nin<br />

Düzeni


44- İhsan Sabri Çağlayangil Anılarım<br />

45- Kazım Karabekir istiklal<br />

Harbimiz<br />

46- Ahmet Emin Yalman Yakın<br />

Tarihte Gördüklerim ve<br />

Geçirdiklerim<br />

47- Gülsüm Toker Mevhibe<br />

48- Oktay Verel Atatürk'le Bir Ömür<br />

49- Barbaros Baykara Dersim 1938<br />

50- Dr. Sıvan Dersim<br />

51- Muhsin Batur Anılar Görüşler<br />

52- Musa Anter Hatıralarım<br />

53- Mehmet Ali Birand Apo ve PKK<br />

54- Hulusi Turgut Barzani Dosyası<br />

55- Ahmet Kahraman Cici Basın,<br />

Darağacı<br />

Gazeteler<br />

1- Radikal<br />

2- Cumhuriyet<br />

3- Kurum<br />

4- Hakimiyeti Milliye<br />

5- Hürriyet<br />

6- Milliyet<br />

7- Ulus<br />

8- Vatan<br />

9- Tan<br />

10- Dünya<br />

11- Demokrasi<br />

Dergiler<br />

1- TBMM Gizli Tutanaklar Dergisi<br />

2- Nokta<br />

3- 2000'e Doğru<br />

4- Ayın Tarihi<br />

5- Dava<br />

6- Gerçek<br />

Kaynak Kişiler<br />

1- Melik Fırat<br />

2- Melle Selim Taş<br />

3- Melle Şafii Ballı<br />

4- Dr. Mehmet Emin Sever<br />

5- Kahraman Aytaç<br />

6- Cevat Oktay<br />

415<br />

7- Feyzullah Koç<br />

8- Aydın Saraç<br />

9- Dursun Çakıroğlu<br />

10- M. Aladağ<br />

11-ElifPolat<br />

Diğer Kaynaklar<br />

1- Özel arşivim<br />

2- Avni Doğan'm yaymlanmamış<br />

anılan<br />

3- Resmi bildiriler<br />

4- Resmi raporlar<br />

5- Adım açıklamak istemeyen kurban<br />

ve tanıklar


Abdullah Alpdoğan Paşa 338, 390<br />

Abdullah Öcalan 402, 404, 406<br />

Abdullah Sadi 134<br />

Abdurrahman Paşa 36<br />

Abdülhamit 48, 49, 51, 61, 76, 77,<br />

93, 272<br />

Abdülkadir Sido 133<br />

Abdülmelik Fırat 71, 80, 82, 104,<br />

119, 179, 182<br />

Abdürezak Bey 51<br />

Adevi Aziz 237<br />

Ahmet Emin Yalman 115<br />

Ahmet İzzet Paşa 259<br />

Ahmet Mithat Bey 89<br />

Alaattin Fırat 210<br />

Ali Baban 165<br />

Ali Cemal Bardakçı 278<br />

Ali Fethi Esener 385, 397<br />

Ali Haydar Dikmen 77, 96<br />

Ali Rıza 152, 169,223,226<br />

Ali Rıza Septioğlu 184<br />

Ali Said Paşa 67<br />

Ali Saip Ursavaş 133, 140, 146<br />

Ali Şükrü 270, 274<br />

Alişan 274, 320, 321<br />

Alişan Bey 267, 268<br />

Alişan Beyzade Mustafa Paşa 320<br />

ÎSÎM İNDEKSİ<br />

Alişer 78, 258, 275, 319, 320, 321,<br />

322,323,324,334,335,392<br />

Alpaslan Türkeş 183<br />

Arap Abdi 164<br />

Aşkotanlı Paso 147<br />

Atatürk 55, 56, 57, 66, 67, 68,<br />

108,112,115,142,146,180,183,<br />

184,217,227,231,240,241,255,<br />

267,268,269,270,273,275,278,<br />

281,282,288,289,303,307,308,<br />

309, 310, 311, 312, 321, 329, 330,<br />

332,336,338,341,344,345,347,<br />

348,352,356,360,370,382,390,<br />

400<br />

417<br />

Atilla 24<br />

Avni Doğan 89<br />

Aydın Saraç 190<br />

Babeuf 11<br />

B<br />

Bahçeli Hacı Hamdi Bey 89<br />

Bahri Bey 165<br />

Balikanh Hacı Halit 165<br />

Balkanlı MoUa Emin 164<br />

Barzani 51, 108<br />

Bedir Han 57<br />

Bedirhan Bey 37, 40, 41, 45, 51<br />

Bediüzzaman (Saidi Nursi) 93<br />

Behçet Cemal 85, 88, 89, 90, 95,<br />

137, 139, 140, 150, 167, 172, 175


Bertal Tanrıverdi 357<br />

Beşe 255, 316, 319, 327, 329<br />

Bira İbrahim 215, 218, 220, 221,<br />

222, 224, 227, 255, 293, 355<br />

Binbaşı Kasım 64, 67, 73, 75, 95,<br />

116, 119, 122, 127, 139, 148, 158,<br />

165, 184, 189<br />

Bitlisli Idris 32<br />

Botan Miri Bedirhan 183<br />

Boynukara Hıdır Paşa 257<br />

Bülent Ecevit 142<br />

Can özbey 412<br />

Can Yücel 285<br />

Cavit Ekin 166<br />

Ç:Sl<br />

Cebrail 297, 335, 336, 338<br />

Cekdet Bey 213<br />

Celal Bayar 340, 354, 355, 360<br />

Cemal Bardakçı 279, 281<br />

Cemal Gürsel 240, 385, 401<br />

Cemal Kutay 183<br />

Cemal Madanoğlu 204<br />

Cemal Paşa 18,51<br />

Cemal Süreya 210, 395<br />

Cemil Paşa 259<br />

Cemil Paşazade Ekrem 133<br />

Cevat Oktay 86<br />

Cevdet Sunay 385, 386<br />

Çamurekli Zeynel Ağa 263<br />

Çanh Şeyh Abdullah 164<br />

Canlı Şeyh İbrahim 164<br />

Çapakçuriu Süleymanoğlu Yusuf<br />

165<br />

418<br />

D<br />

Dadinanlı Temo 101<br />

Damat Ferit Paşa 62<br />

Demirel 142, 179, 184, 205, 340,<br />

386, 387, 399, 401, 402, 405<br />

Derikli llyas 89<br />

Derikli Necim 89<br />

Dijana Hesse Sori 237<br />

Divriğili llyas 133<br />

Diyadinli Temur Ağa 165<br />

Diyap Ağa 255, 268, 356<br />

Diyarbakır Valisi Mithat 140, 174<br />

Diyarbakırlı Ahmet Cemil 133<br />

Dr. Fuad 133<br />

Dr. Nuri Dersimi 251, 259, 277,<br />

318<br />

Dr. Rıza Nur 227<br />

Dr. Sait Kırmızıtoprak 357<br />

Ebul Hayca 26<br />

Edrise Betlise 32<br />

Elif Hatun 318<br />

E-F<br />

Emin Avni 62, 135<br />

Enver 18, 51,258,261,262<br />

Erbilli Nafiz 133<br />

Erdoğan Örtülü 145<br />

Faik Bulut 291, 314<br />

Fakih Hasan Fehmi 164, 171<br />

Fatin Rüştü Zoriu 183, 409<br />

Ferhat Bey 233<br />

Feridun Fikri (Düşünsel) 276


Ferit Mekn 135, 136, 398, 399<br />

Ferzende Bey 214, 215, 216, 227,<br />

237<br />

FethiOkyarl08, 109, 112<br />

Fevzi Bilgin 184<br />

Fevzi Çakmak 217, 281, 390, 398<br />

G-H<br />

Garipli izzet Bey 164<br />

Garo Sasuni 108, 220, 230, 237<br />

General Alpdoğan 295, 300, 302,<br />

303, 392<br />

General Moltke 52<br />

General Mustafa Muğlalı 400<br />

General Mürsel 90, 92, 140<br />

Goltz Paşa 52<br />

Gulabi Ağa 43<br />

Güle (Güllü Aladağ) 351<br />

Guloe Kollo 121<br />

Gur Huso (Kurt Hüseyin) 221<br />

Hacı Abdullah 133<br />

Hacı Ahti 133, 137<br />

Hacı Musa Bey 63, 68, 87, 158,<br />

216, 217<br />

Hacı Talat 110<br />

Hafız Paşa 38, 39<br />

Halborili Hasan 339<br />

Halis Bey 215, 216, 227<br />

Halit Bey 31, 47, 60, 61, 62, 63,<br />

64, 66, 68, 69, 73, 81, 82, 83, 87,<br />

95, 96, 98, 99, 103, 104, 105, 109,<br />

117,121,152,154,158,196,213,<br />

258<br />

Han Mahmut 41<br />

Hanili Hacı Salih Bey 164<br />

Hanili Mustafa Bey 164, 171, 174<br />

Hanili Salih Bey 158, 172<br />

Hanili Şeyh Adem 164<br />

Harputlu Şeyh Celal 164<br />

Hasan Cemal 142<br />

Hasan Hayri Bey 57, 61, 104, 268,<br />

276<br />

Hasenanlı Halid Bey 63, 123, 214<br />

Haydar Bey 274, 275, 320, 321<br />

Helmut von Moltke 38<br />

Hese Gene 315<br />

Hıdır Göktaş 293<br />

Hıdır Paşa 257<br />

419<br />

Hikmet Çetin 142<br />

Hoca Askeri 133, 137<br />

Hovvland Shaw 144<br />

Hulusi Turgut 403<br />

Husse Telle 220<br />

Huvit Reisi Nuh 123<br />

Hüseyin Avni 56<br />

Hüseyin Cahit Yalçın 115<br />

Hüseyin Reşik 318<br />

Hüsnü Mübarek 407<br />

1<br />

Ibişî Seyik Ali 315<br />

ibrahim Arvasi 147<br />

ibrahim Bey 344<br />

ibrahim Paşa 50, 218<br />

ibrahim Tali (Öngören) 217, 224,


225, 226, 227, 228, 278, 280, 281<br />

Ibrahime Husseke Telle Paşa 237<br />

Idris 32, 33<br />

idrisi Bedisi 34<br />

ihsan Nuri 47, 66, 109, 213, 215,<br />

216, 218, 220, 221, 222, 223, 224,<br />

225, 226, 227, 228, 232, 233, 234,<br />

235, 236, 237, 242<br />

ihsan Sabri Çağlayangil 306, 340<br />

ikinci Abdülhamit 47<br />

İkinci Mahmut 37, 39<br />

ismail Hakkı Paşa 44<br />

ismail Müştak Bey 348<br />

ismail Top 324<br />

ismet Paşa (inönü) 56, 66, 75, 86,<br />

91, 109, 112, 113, 114, 147, 188,<br />

191, 198, 217, 225, 259, 261, 262,<br />

278, 281, 282, 283, 249, 284,<br />

285, 286, 287, 303, 307, 309, 313,<br />

353, 354, 390, 394, 398, 400<br />

Ivo Beg 219, 220<br />

izzettin Paşa 277<br />

K<br />

Kahraman Aytaç 78, 261, 262,<br />

263, 265, 324, 387<br />

Kamer Ağa 296, 297, 300, 301,<br />

315<br />

Kamer oğlu Fındık 336<br />

Kamil Mahor 237<br />

Kamuran Bedirhan 213<br />

Kara Kazım Paşa 267<br />

Kargapazarlı Halit 165<br />

Kasım 42, 61, 68, 73, 96, 97, 98,<br />

4ZO<br />

99, 100, 101, 105, 117, 118, 119,<br />

120, 121, 123, 127, 128, 158<br />

Kasım (Ataç) 47, 61, 66, 158<br />

Kasım Fırat 175<br />

Kavalalı Mehmet Ali Paşa 52<br />

Kazım Paşa (Orbay) 110, 140, 266<br />

Kemal Fevzi 133, 134, 137<br />

Kenan Evren 386, 404<br />

Kerem Bey 158, 214<br />

Kılıç Ali 141<br />

Kör Halil Paşa 263<br />

Kör Hüseyin Paşa 50, 64, 68, 69,<br />

79, 103, 216, 223, 235, 236<br />

Ksenefon 23<br />

Kürt tarihçi Şerefhan 28<br />

L:M<br />

Lazarev 22, 23, 24, 27, 38, 39, 49<br />

Lord Kinross 139, 144, 149, 168<br />

Lütfi Müfit Özdeş 133, 140, 146,<br />

173<br />

M. A. Gasratyan 55, 56<br />

M. 1. Menyukov 43<br />

Madenli Kadri Bey 164<br />

Mahmut Altunakar 205, 206, 207,<br />

210,211<br />

Mahmut Bey 60, 165<br />

Mangur Hamza Ağa 46<br />

Mar Şamun 40, 45<br />

Massimo D'Alema 407<br />

Mazhar Müfit Kansu 133, 140,<br />

146, 163<br />

Mehmed Ali Paşa 39, 40<br />

Mehmet Akdağ 250, 349, 351


Mehmet Ali (Menteş) 295<br />

Mehmet Ali Birand 341, 398, 399<br />

Mehmet Ali Efendi 252<br />

Mehmet Bayrak 70, 130, 356<br />

Mehmet Emin Sever 60, 61, 68, 69,<br />

73, 97, 98, 121<br />

Mehmet Fuat Fırat 184<br />

Mehmet Halit Fırat 99<br />

Mehmet Şerif Fırat 67, 75, 77, 82,<br />

83,217<br />

Mehmet Tevfik 133<br />

Melik Fırat 73, 103, 181, 182, 183,<br />

184<br />

Melle Hadi 38<br />

Melle Selim 63, 64, 65, 66, 82, 83,<br />

99, 101, 120, 192<br />

Melle Şafii (Ballı) 68, 102, 106,<br />

116,117,178<br />

Melle Yadin 116, 117<br />

Meme Kek 315<br />

Memo ve Nadir 216, 235<br />

Metin Toker 86, 90, 91, 92<br />

Mevhibe İnönü 307<br />

Mevlana Halid 70, 130<br />

Minorsky 28, 31<br />

Mir Muhammed 36, 37, 38<br />

Mirza Ali 336<br />

Moğol Hanı Hulagü 27<br />

Muhsin Batur 370<br />

Muhsin örtülü 145<br />

Muhyettin Aygören 184<br />

Murat Paşa 52, 258, 261<br />

Musa Anter 27, 71, 379<br />

Mustafa (Miço) Ağa 268, 356<br />

Mustafa Barzani 403<br />

Mustafa Kelo 237<br />

Mustafa Şahin 213'<br />

Mustafa Zihni 62, 135<br />

Musyanlı Molla Cemil 165<br />

Muşlu Mehmet 165<br />

Mutkili Hacı Musa 64, 66<br />

Mürsel Paşa 89, 91, 140, 141, 166,<br />

173<br />

4ZI<br />

N. A. Halfin 43<br />

N. Y. Marr 11<br />

Nafiz Bey 133<br />

N-O<br />

Nakipzade Bekir 89<br />

Necip Ağa 103, 104, 200<br />

Necip Fazıl Kısakürek 146<br />

Neşet Paşa 256, 257<br />

Nihat Saltık 395<br />

Nikitin 24, 25<br />

Nuri Dersimi 252, 259, 265, 276,<br />

278, 280, 293, 321, 335, 339, 350,<br />

391, 393<br />

Nurullah Bey 41<br />

Oktay Verel 312<br />

Osman Bölükbaşı 387<br />

Osman Nuri Paşa 99, 118<br />

Osman Paşa 41, 121, 123, 127,<br />

128, 129, 138<br />

P-R-S-1.<br />

Palulu Abdullah Sadi 133<br />

Piranh Molla Mahmut 164


Prof. Dr. Halil inalcık 17<br />

Ragıp Gümüşpala 386, 388<br />

Rayber 252, 254, 291, 293, 315,<br />

318, 322, 323, 324, 388, 390, 391,<br />

392, 393<br />

Reşat Halh 62, 193<br />

Reşik Hüseyin 251, 255, 336, 337,<br />

340, 349, 350, 351<br />

Reşit Paşa 37, 38, 41<br />

Revanduzlu Ali Saib 47, 172<br />

Rıfat 133<br />

Richard 26<br />

Robespierre 11<br />

Rohat Alakom 214<br />

Sabiha Gökçen 307, 308, 309, 310,<br />

312, 349<br />

Saddam Hüseyin 26<br />

Sadiye Telhe 83<br />

Said Bey 39<br />

Sakallı Nurettin 79, 217, 269, 270,<br />

272, 274<br />

Salih Paşa (Omurtak) 217, 227,<br />

238, 240, 241, 371, 372<br />

Salim Başol 215<br />

Seid Abdülkadir 45, 46, 49, 62, 63,<br />

65, 70, 81, 83, 130, 131, 132, 133,<br />

134, 135, 136, 138, 143, 146, 149,<br />

153, 159, 166, 321, 350<br />

Seid Bertal Tanrıverdi 77<br />

Seid Hüseyin 78, 79, 261, 262,<br />

286, 300, 316, 336, 337, 338, 360<br />

Seid İbrahim 251, 252, 261<br />

Seid Muhammed 132<br />

Seid Resul 236<br />

4Z2<br />

Seid Resule Berzenci 235<br />

Seid Rıza 11, 61, 77, 78, 249, 250,<br />

251, 252, 253, 254, 255, 257, 258,<br />

260, 261, 262, 263, 265, 266, 267,<br />

268, 275, 276, 277, 278, 279, 280,<br />

281, 282, 286, 291, 292, 293, 296,<br />

297, 298, 299, 301, 302, 304, 306,<br />

314,315,316,317,318,319,320,<br />

321, 322, 324, 325, 326, 327, 328,<br />

329, 330, 331, 332, 334, 335, 336,<br />

337, 338, 339, 341, 344, 345, 346,<br />

348, 349, 350, 351, 353, 355, 360,<br />

361,388,390,391,392<br />

Seid Taha 45, 70, 130<br />

Selahaddini Eyyubi 25, 27<br />

Semih Paşa 37, 43<br />

Silvanlı Şeyh Şemsettin 164<br />

Simon Radev 144<br />

Sokrates 11, 168<br />

Solakzade 32, 33<br />

Spartaküs 11<br />

Sultan Abdülhamit 18, 44, 60<br />

Sultan Celaleddin 27<br />

Sultan Mehmet 15<br />

Süleyman Bey 165<br />

Süreyya Örgeevren 133, 146, 147,<br />

159<br />

Şah ismail 29, 30, 31, 32, 33<br />

Şahin Bey 188, 326<br />

Şatoğlu Mehmed 293<br />

Şatoğlu Salman 355<br />

Şerefhan 30<br />

Şerif Paşa 50, 54,213<br />

Şeyh Abdullah 84, 87, 88, 97, 98,<br />

99, 100, 117, 118,119, 120, 121,


124, 125, 126, 128, 139, 155, 159,<br />

161, 164, 184<br />

Şeyh Abdülkadir 233<br />

Şeyh Abdüselam Barzani 51<br />

Şeyh Ahmet 89<br />

Şeyh Ah 45, 70, 128, 130, 164,<br />

165, 170<br />

Şeyh Ali Rıza 65, 72, 73, 83, 102,<br />

104,105,106,118,178,180,213,<br />

181,226<br />

Şeyh Barzani 238<br />

Şeyh Hasan 71, 155, 164, 184,<br />

255, 280, 281, 319, 327, 329<br />

Şeyh Muhammed Berzenci 50<br />

Şeyh Ömer 89, 164<br />

Şeyh Said 11, 12, 20, 22, 45, 50,<br />

57, 61, 63, 64, 65, 66, 67, 69, 70,<br />

71, 72, 73, 74, 75, 76, 77, 78, 79,<br />

80, 81, 82, 83, 84, 85, 86, 87, 88,<br />

89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 96, 97,<br />

98, 99, lûl, 102, 103, 104, 105,<br />

106,107,109,111,112,113,116,<br />

117, 118, 119, 120, 121, 122, 123,<br />

124.125,126,127,128,130,132,<br />

136, 138, 139, 140, 141, 143, 147,<br />

148,149,150,151,158,159,160,<br />

162, 163, 164, 167, 169, 170, 171,<br />

172,177,178,179,181,183,184,<br />

186,188,189,190,195,198,208,<br />

216,218,226,276,350,402,411<br />

Şeyh Selahaddin 178, 181, 226<br />

Şeyh Şerif 77, 87, 88, 104, 107,<br />

139,155,164,188,199,276<br />

Şeyh Tahir 184<br />

Şeyh Ubeydullah 45, 46, 49, 54,<br />

62, 130, 131<br />

Şeyhanlı Hüsso 334<br />

Şeyx Abdürrahim Efendi 180<br />

Şeyx Ahmedi Cani 179<br />

Şeyx Bahaeddin Efendi 179<br />

4^3<br />

Şeyx Diyaeddin Efendi 180<br />

Şeyx Şebabettin Efendi 180<br />

Şükrü Kaya 282, 287, 347<br />

Şükrü Sekban 213<br />

Şükrü Sökmensüer 341, 344, 348<br />

T-U<br />

Taceddin 27, 237<br />

Tahsin Ekinci 184<br />

Talat 18, 51, 258<br />

Tansu Çiller 142<br />

Tank Ziya Ekinci 142<br />

Termili Şeyh Abdullatif 164<br />

Termili Şeyh İsmail 164<br />

Tevfik Celal 66<br />

Timur 28, 122, 128<br />

Tokiyanlı Halit oğlu Kamil 164<br />

Topal Osman 79, 269, 271, 272,<br />

273, 274<br />

Uğur Mumcu 74, 84, 90<br />

V-Y-Z<br />

Vahdeddin 55, 269<br />

Vali Memduh Selim 212<br />

Valirii Hoca Sadık Bey 164<br />

Vanlı Rasim 66<br />

Vasıf Çınar 183<br />

Vasıf Paşa 25


Vasilyeva 23, 32<br />

Yaşar Kemal 240, 241<br />

Yavuz Selim 30, 32, 33<br />

Yetim Hüseyin 297, 337<br />

Yezdişer 41, 42<br />

Yılmaz Güney 216<br />

Yunus Nadi 317, 359<br />

Yusuf Redkini 237<br />

Yusuf Selahaddin 25<br />

4Z4<br />

Yusuf Ziya Bey 61, 63, 64, 66, 68,<br />

77, 78, 79, 81, 87, 103, 105, 109,<br />

130, 131, 157, 158, 320<br />

Yusufanlı Kamer 78, 297, 349, 350<br />

Zeynel Altıntaş 382, 383, 384<br />

Zilan Bey 237<br />

Ziya Bey 259<br />

Ziya Hurşit 273, 274<br />

Zoravalı Şeyh Cemil 165<br />

Zülküf Bilgin 184


Ahmet Kahraman, değişik okullarda ilk, orta ve lise öğrenimini tamamladı.<br />

İktisadi ve Ticari ilimler Akademisini bitirdi. 21 yaşında öğrenciyken, Ankara'da,<br />

nnuhabir olarak gazeteciliğe başladı. Mesleğin her kadennesinde çalıştı. Değişik<br />

gazele ve yayın kurunnlarmın Ankara temsilciliği, dergilerde röportaj yazarlığı,<br />

günlük gazetelerde köşe yazarlığı, Anadolu Ajanşı'nda yönetim kurulu üyeliği,<br />

genel yayın yönetmenliği ve genel müdür yardımcılığı yaptı. Gazetecilik<br />

çalışmaları arasında, çocuk edebiyatıyla kitap dünyasına girdi. 1976 yılında<br />

Yodıdcn Yetmişe Masallar, ertesi yıl Banş Toprağı yayımlandı. Masal öykü<br />

karışımı Kınalı Keklik işe 1981 yılında... Gazetecilik araştırmasına dayalı ilk<br />

çalışmasını, 1977 yılında yayınlanan Boğulan Başkan kitabıyla yaptı. 1984<br />

yılında, dergilerde yayınlanmış röportajları işle Biz adıyla kitaplaştı. Bunu,<br />

1985 yılında Darağacı ve 1986'da da Sanık Ayağa Kalk! izledi. Yazarın<br />

kitaplarından bazıları ise şunlar: Bize Özgürlük Verdiler, Hanedan, Kurtarıcılar,<br />

Hayaletler Prensi. Bana Paya Deyin, Yılmaz Güney Elsanesi, Üç Asılmışların<br />

Hikayesi. Islamköylü Sulu ve Bir Dönemin Türk Büyükleri.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!