You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Aziziye Vizyonu
Avşar Ağızı Sözlük
İ ç i n d e k i l e r
(Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU)
(Necip TOPUZ )
(Aslan AVŞARBEY )
(İhsan YALÇINKAYA)
(Memduh YAĞMUR)
(Abdulkadir ÖNDER)
(Battal KORKMAZ)
(Buket BULAK)
(Gülseren AVŞARKOCAOĞLU)
(Halil DAYLAK)
(Hatice KORKMAZ)
(Mehtap EROL)
(Mustafa KORKMAZ)
(Nihat ALTINDİŞ)
(Okan AVŞARKOCAOĞLU)
(Özcan KARABUĞA)
(Özkan DUMAN)
(Şerife MUCUK)
(Avşarelleri Derneği)
(Avşarelleri Derneği)
1
3
5
7
9
11
13
15
17
19
21
23
25
27
29
31
34
Saygıdeğer okurlarımız;
Bildiğiniz üzere dergimizi 2016 yılı
Ocak ayından itibaren çıkarmaya başlamıştık.
Ne yazık ki 2019 yılı Ağustos ayıdan
sonra ara verdik. Ne mutlu bizlere ki çok nitelikli
bir derği komisyonu oluşturarak 2021
yılı Ocak ayı birinci sayısı ile tekrar sizlerle
birlikte olmaktan onur duymaktayım.
zur ve mutlu yarınlar getirmesi dileklerimle.
Tüm halkımızın yeni yılını kutluyorum.
Hoşça kalın...
http://www.avsarelleri.com/
O K U N T U
AVŞARELLERİ E-KÜLTÜR DERGİSİ
SAYI: 1
OCAK -2021
Bu vesile ile tüm Avşarelleri Camiasına
ve tüm Ulusumuza Yüce Allah’tan birlik
ve beraberlik için de nice mutlu yeni yıllar
diliyorum.
Bizleri yalnız bırakmayıp, takip ettiğiniz
için hepinize çok teşekkür ediyor, sonsuz
saygılar sunuyorum.
Kültürümüzle ilgili tüm araç, gereç ve
bilgi birikiminizi bizlerle paylaşmanızı bekliyoruz.
Bunlar bir yemek tarifi, bir orta oyun
metni, bir halay, bir kilim dokuması, bir düğün,
nişan, kına, ağıt, türkü videosu, eski giyim
kuşam, tarihi bir resim vb. olabilir. İlginize
şimdiden çok teşekkür ediyorum.
Geleceğin ülkemize, dünyamıza hu-
WEB ADRESİ: http://www.avsarelleri.com
E-POSTA: avsarelleri@hotmail.com
Yazılar yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir.
Hukuki sorumluluk yazarlara aittir.
Avşarelleri Derneği
Okuntu E-Dergi
http://www.avsarelleri.com/
http://www.avsarelleri.com/
1 2
Avşarelleri Derneği
Okuntu E-Dergi
http://www.avsarelleri.com/
http://www.avsarelleri.com/
3 4
Avşarelleri Derneği
Okuntu E-Dergi
http://www.avsarelleri.com/
http://www.avsarelleri.com/
5 6
Avşarelleri Derneği
Okuntu E-Dergi
http://www.avsarelleri.com/
http://www.avsarelleri.com/
7 8
Avşarelleri Derneği
Okuntu E-Dergi
http://www.avsarelleri.com/
http://www.avsarelleri.com/
9 10
Avşarelleri Derneği
Okuntu E-Dergi
http://www.avsarelleri.com/
http://www.avsarelleri.com/
11 12
Avşarelleri Derneği
Okuntu E-Dergi
http://www.avsarelleri.com/
http://www.avsarelleri.com/
13 14
Avşarelleri Derneği
Okuntu E-Dergi
http://www.avsarelleri.com/
http://www.avsarelleri.com/
15 16
Avşarelleri Derneği
Okuntu E-Dergi
http://www.avsarelleri.com/
http://www.avsarelleri.com/
17 18
Avşarelleri Derneği
Okuntu E-Dergi
http://www.avsarelleri.com/
http://www.avsarelleri.com/
19 20
Avşarelleri Derneği
Okuntu E-Dergi
http://www.avsarelleri.com/
http://www.avsarelleri.com/
21 22
Avşarelleri Derneği
Okuntu E-Dergi
http://www.avsarelleri.com/
http://www.avsarelleri.com/
23 24
Avşarelleri Derneği
Okuntu E-Dergi
http://www.avsarelleri.com/
http://www.avsarelleri.com/
25 26
Avşarelleri Derneği
Okuntu E-Dergi
http://www.avsarelleri.com/
http://www.avsarelleri.com/
27 28
Avşarelleri Derneği
Okuntu E-Dergi
http://www.avsarelleri.com/
http://www.avsarelleri.com/
29 30
Avşarelleri Derneği
Okuntu E-Dergi
http://www.avsarelleri.com/
http://www.avsarelleri.com/
31 32
Avşarelleri Derneği
Okuntu E-Dergi
http://www.avsarelleri.com/
http://www.avsarelleri.com/
33 34
Avşarelleri Derneği
Okuntu E-Dergi
http://www.avsarelleri.com/
http://www.avsarelleri.com/
35 36
Avşarelleri Derneği
8- Bahçelik barajında Sol Sahil uygulaması
yoktur. Mutlaka hayata geçirilmelidir.
Zamantı ırmağı sol sahilinde
Dörttaş, Kızılhan, Yarımtepe (Gülabi),
Oğuzlar (Sıradan), Saçlı: Öğretmen okulu
Çiftliğinden sonra sağlı-sollu cazibe ile
sulanabilir olmasına rağmen Adana'ya
kadar hiçbir proje yoktur. Traji komik bir
durum, barajın altı ve ırmağın kenarı sulanmamaktadır.
Okuntu E-Dergi
dolu Lisesi, tarihinde ilk defa Kayseri ile
birlikte, Kahramanmaraş, Sivas, Adana,
Konya, Yozgat, Nevşehir, Ağrı, Erzurum,
Şanlıurfa, Osmaniye, Niğde, Erzincan,
Elazığ ve Van'dan Öğrenci alarak, okula
tanınan 170 kontenjanın tamamını dolmuştur.
15- Pazarören’deki “Köy Enstitüsü Binaları
Müze” olarak restore edilmelidir."
http://www.avsarelleri.com/
"Aziziye Vizyonu" 2020 yılının Nisan ayında
Avşarelleri Derneği yönetim kurulu
üyelerinin öncülük yaptığı bir kalkınma
hareketidir. Oluşturduğumuz bu metin
nihai bir rapor olmayıp, yeni gelişmeler
ve bilgiler ışığında güncellenecektir.
1- Amacımız, tarihi Aziziye sınırlarını
içine alan, Pınarbaşı merkezli, Aziziye
şehrinin fikir öncülüğünü yapmaktır.
Gelin, sizlerin destekleriyle, hep birlikte
Türkiye'nin tam ortasında “Aziziye” Şehrini
kuralım.
2- Emiruşağı ve Dadaloğlu beldeleri
birleşerek Avşarobası İlçesi kurulmalıdır.
Ayrıca; Pazarören, Kaynar, Toklar, Sarız,
Yeşilkent (Yalak) beldelerinin refahı artırılarak
ve nüfus artışı sağlanarak "ilçe"
olabilecekleri ortam hazırlanmalıdır.
3- Pınarbaşı’nın “Nüfus Artışı” sağlanmalıdır.
Bunun için öncelikle Fen Lisesi,
Turizm, Arıcılık, Balıkçılık, Hayvancılık,
Sulu Tarım, OSB, Un-Cips-Bisküvi-Kimyon
Fabrikaları, Et Entegre Tesisi ve Sosyal
alanlar vs. yapılmalıdır.
4- Tarım Bakanının Örenşehir de kurulacağını
açıkladığı ""Süt Ürünleri Mandırası
ve Çerkez Peyniri Üretim Kompleksi""
sevindirici bir gelişmedir.
5- “Atıl Durumdaki Yatırımlar” tespit
edilip, ıslah edildikten sonra kullanıma
açılmalıdır. Böylece istihdam sağlanacak,
kamu kaynaklarındaki israf önlenecek,
bölge ekonomisine ve nüfus artışına katkı
sağlanacaktır.
6- Bahçelik barajı sulaması, Pınarbaşı
- Kayseri istikametinde Zamantı ırmağının
sağ sahili olarak planlanmıştır. Kızıldere,
Kılıçkışla, Kızılhan, Yarımtepe, Sıradan,
Pazarören, Tokmak, Toybuk ve Samağar
cazibe ile sulanmaktadır. Köprübaşı,
Ekinciler, Elbaşı ve Ağcalı trapez kanalla
ırmak ters akıtılarak cazibe ile sulanmaktadır.
Cazibe ile sulanabilir olmasına rağmen
sağ sahilde olan Çördüklü, Ayvacık
(Cabe), Tokmak (Araplar), Toybuk, Kavlak
ve Samağır köylerinin arazileri proje
dışıdır.
7- Bahçelik Barajından Karahacılı köyüne
2,3 Km mesafe ""Pompajla sulama
verimli değildir."" diyerek, uygun bulunmamış;
Fakat Zamantı ırmağı trapez
Beton kanalla ters akıtılarak Bünyan'ın
Ağcalı köyüne 6 Km mesafe Pompajla
sulama hayata geçilmektedir. Bahçelik
Barajının sulama alanı bölgeniz lehine
genişletilmelidir.
9- Seyhan havzasına dâhil olan Zamantı
ırmağının suyu Kızılırmak havzasına
verilerek Karadeniz’e döküleceği algısı
vardır. Yani Zamantı ırmağından bölgemiz
lehine yeni yatırımlar yapılmayacaktır.
Eko denge ve bölge çıkarları için bu
tutumdan biran önce vazgeçilmelidir.
10- İl adayı Develi, mahalleye dönüştü.
Asil Deri, Frentli, DevTeks, AyGiyim, Gazi
Keçe, Delikan, Saray Halı, Terminal, Ağır
Ceza, Cezaevi kapandı veya Kapanmak
üzere. Kamu çalışanları günlük Kayseri'ye
gidiyor. Kayseri Kırsalının ortak kaderi
olan bu gidişe dur denmelidir.
11- Kayseri Gelişmiş Yöreler listesinde
yer almaktadır. Bu durum Kayserinin
bütün ilçelerine yapılacak teşvikleri ve
girişimcileri engellemektedir. Göksun,
Darende, Gemerek, Kalaba vs. komşu ilçelere
bakıp bir an önce istisnalar geliştirilmelidir.
12- Göksun-Sarız, Darende-Pınarbaşı,
Şarkışla-Gemerek-Akkışla-Sarıoğlan, Boğazlıyan-Felahiye,
Kalaba-Topaklı-Himmetdede
vb. kıyaslamalar iyi yapılmalıdır.
Kayseri'ye bağlı olduğumuz için fakirleşme
ve gerileme bizim kaderimiz olmamalıdır.
13- En kısa zamanda Türk Mimarisine
ve faaliyet amaçlarına uygun “Avşarelleri
Kültür Merkezi” yapılmalıdır.
14- Proje Okulu olan Pazarören Ana-
16- “Ticaret Yol Kenarına” taşınmalıdır.
Tüm Yöre esnafını kucaklayarak bir
ticaret merkezi oluşturulmalıdır. Yaklaşık
olarak Pınarbaşı’ndan günde 7000 araç
geçmektedir. Bu araçların Pınarbaşı’ndan
alışveriş yapmaları için fiziksel imkân
sağlanmalıdır.
17- Tarihî kadim değerler de barındıran
bölgemizde Yayla Turizmi yapılmalıdır.
18- Belediyenin alt yapısını yapacağı
“Bölgesel Toplu Mahalleler” oluşturulmalıdır.
19- “Besi Üretim Merkezi” ve “Damızlık
Üretim Merkezi” kurulmalıdır.
20- Avşar tarhanası için “Coğrafi İşaret
Tescili” yapılmalıdır.
21- “Yufka Üretim merkezi” kurularak,
yöremiz kadınlarına istihdam sağlanmalıdır.
22- Kırmızı et ve ürünlerini üreten kombina,
mezbaha, soğuk depo, parçalama
tesisi, mamul madde üretim tesisleri kurulmalıdır.
23- Boğazköprüdeki pastırmacılar Parkı
örnek alınarak, 5 bölgeyi birbirine bağlayan
bölgemizde, Kendi markamız ile Pastırma,
Sucuk, Kavurma vb. mamuller ile
piyasaya girilmelidir.
24- Eğimden dolayı tahıl ekimi yapılamayan
arazilerde “Meyvecilik” teşvik
http://www.avsarelleri.com/
37 38
Avşarelleri Derneği
edilmelidir.
25- Özel sektör yatırımlarının yönlendirilmesi
veya mevcut yatırımların desteklenerek
teşvik edilmesi için parasal ve fiziksel
teşviklerin yöremize aktarılabilmesi
için “Organize Sanayi Bölgesi” kurulmalıdır.
yen ve verimli bir mantar türüdür. Tarım
ve Kredi Kooperatifleri zaman zaman
destek vererek “Kültür Mantarcılığı”
özendirilmelidir.
31- Pınarbaşı ilçesine bir an önce “Sıcak
Para Girişi” sağlanmalıdır.
Okuntu E-Dergi
http://www.avsarelleri.com/
26- Yeşilhisar tren istasyonu gibi Pınarbaşı,
Sarız, İskenderun güzergâhlı bir
tren hattı yapılarak “Madencilik” desteklenmelidir.
Dedeman Madencilik, Maalesef
faaliyetlerini durdurma kararı almışlardır.
27- “Kayseri – Pınarbaşı – Darende –
Malatya Hatlı Hızlı Tren Projesi” ve “Kayseri
– Sarız – Göksun – Kahramanmaraş
Hatlı Hızlı Tren Projesi” hazırlanıp, Yerköy-Kayseri
arası Hızlı Tren Projesinin
devamlılığı sağlanmalıdır.
28- “Kayseri – Pınarbaşı – Darende –
Malatya Otoban Projesi” ve “Kayseri –
Akmescit - Sarız – Göksun – Kahramanmaraş
Otoban Projesi” hazırlanıp, Ankara
– Niğde Otoban Projesinin devamlılığı
sağlanmalıdır.
29- Salma (Gezen) ve Yumurta Tavukçuluğu
desteklenerek “Tavukçuluk”
özendirilmelidir.
30- Kültür mantarı işçilik gerektirme-
32- “Arıcılık” ve “Lavanta Ekimi” desteklenerek
teşvik edilmelidir.
33- Atıl durumdaki “Alabalık İşleme
Fabrikası, Yem Fabrikası, Alabalık Tütsü
Tesisleri ve Yavru Üretim Merkezi” tam
kapasite çalıştırılmalı.
34- “Tıbbi ve Aromatik Bitkilerin tespiti”
yapılmalıdır.
35- “Pınarbaşı Yöresi Avşar Ağzı Etimoloji
Sözlüğü” yapılmalıdır.
36- Köylerin imar planları tamamlanmalı
ve arsa üretimi yapılmalıdır.
37- Dedebeli üzerinden “Maraş – Kayseri”
yolu yapımına bir an önce başlanmalıdır.
38- Küçük ahırlardan ziyade “büyük
çiftlik” sistemine geçilmelidir.
39- Daha fazla ürün alabilmek için “Seracılık”
teşvik edilmelidir.
A: 1. Ağ, ak, beyaz: A gelin de indi m'ola
Yayladan.
A: Şaşma, hatırlama, sevinme, acıma,
üzülme, kızma vb. duyguların anlatımına
güç kazandıran söz: A, ne güzel! A, sen
burada mıydın?
Aal: Ağıl. Evcil küçükbaş hayvanların barındığı
çit veya duvarla çevrili yer: Bir
keçi kokusu sarmış aal da çobanlarla arkadaş
oldum.
Aaz: 1.Ağız. 2.Yavrulayan hayvanların ilk
sütü.
Aba: 1. Yünün dövülmesiyle yapılan kalın
ve kaba kumaş. 2. Çoban kepeneği.
3.Şaşma ve korku ünlemi.
Abari: 1. Şaşkınlık ve üzüntü bildiren bir
ünlem. 2. Şaşma ve korku ünlemi.
Abdülmecit: Padişah Abdülmecit (1839-
1861)
Ablak: Güzel, yuvarlak, parlak, yakışıklı
yüz.
Abo: Şaşma ve korku ünlemi. Abov.
Abov: Şaşma ve korku ünlemi. Abo, abô.
Acar akça: Katkısız, saf gümüş para.
Acar: Yeni, taze, acer.
Acarlamak: 1. Tazelemek. 2.Yenilemek.
Acem: 1.İran, İranlı. 2. Davul zurna ile
oynanan bir oyun.
Acep: Acaba. Bakın çantasında acep nesi
var / Bir çift kundurayla bir de fesi var.
-Halk türküsü.
Acer: Yeni, taze, acar.
Acı soğan kendi kabuğunu acıtır: Kişinin
olumsuz durumlarının yine kendisine/
yakınlarına zarar vereceği anlamında bir
deyimi. “Keskin sirke küpüne zarar“
Acısu: Yozgat Alaca arasında yer adı.
Ad isti: Ad sahibi, büyük birinin adı verilmiş
çocuk.
Adı batasıca: Domuz.
Adı silinecise: Ölesice.
Adı Söönesice: Ölesice.
Adın Bebeğe Vurula: Öl de ismini yeni
doğan bir bebeğe koysunlar.
Adın Go Daşlara Vurula: Öl de ismini yeni
doğan bir bebeğe koysunlar.
Adilemek: Bir şeyi reddedilmesine rağmen
ısrarla, üsteleyerek sözlü istemek.
Ağ parmaklar ilik gibi: Ak parmaklar beyaz
düğme gibi. beyaz düğme gibi. (Parmak,
beyazlık ve parlaklık bakımından
iliğe/ düğmeye benzetilmiş.)
Ağ sıyırma: Uçları dikenli, rengi beyaz,
kesildiğinde beyaz sütü akan dikenli bir
bitki.
Ağ: 1. A, ak, beyaz: Ağ gelin de indi m'ola
Yayladan.
Ağaç yaşken eğilir: Çocuklara zamanında
belli eğitimin verilmesi ve yaşlarına uygun
davranış sergilemelerinin beklendiğini
anlatan deyimdir.
Ağar: Ağır, yavaş.
Ağartı: Yoğurt, ayran, süt ve benzeri
ürünlerin genel adı.
http://www.avsarelleri.com/
39 40
http://www.avsarelleri.com/
Avşarelleri Derneği
Ağartısı olmak: Koyunu, kuzusu, ineği,
danası olmak.
Ağartısı olmayanın damağı kuru kalır:
Ağcabannak: Ağcabannak (Ağcaparmak):
Pınarbaşı ilçesine bağlı Pazarören,
Yeregeçen, Oruçoğlu istikametinden Tözgün,
Panlı köyleri istikametine giden yol
üzerindeki bir küçük boğaz veya gedik.
Ağcalıoğlu: Kozan'ın Akçalı köyünü kuranlardan
ünlü biri.
Ağdam: Kadirliye bağlı köy.
Ağı: Zehir, ağu. Bir Avşar ağıtında şöyle
denir: “Ne tutuyum, ne tutuyum; Bir ağı
verin yutuyum.”
Ağıl: Ağıl. Evcil küçükbaş hayvanların barındığı
çit veya duvarla çevrili yer: Bir
keçi kokusu sarmış ağıllarda çobanlarla
arkadaş oldum.
Ağır devlet: Gösterişli yaşam.
Ağır sohbet: Koyu, derin, ustaca söyleşi.
Ağırlık: Kalın, galın, başlık parası.
Ağırşak: Yün veya iplik eğrilen iği ağırlaştırmak
için alt ucuna geçirilen yarım küre
biçiminde, ortası delik ağaç veya kemik
parça.
Ağlık: 1. Pudra, düzgün, aklık.ağlık
Ağnamak: Hayvanlar için: toprakta yatıp
yuvarlanmak.
Ağu ağacı: Zakkum ağacı.
Ağyar: Sevgili.
Ağzı Kitlenesice: Ölesice.
Ağzı yumulasıca: Ölesice.
Ağzına Ökenmek: Birinin yaptıklarını,
söylediklerini yineleyerek alay etmek.
Ah İlenme, beddua.
Ah ü zar: Ah çekmek ve ağlamak.
Ahayyi Bre Tüh: Üzüntülü bir haber alınca
şaşırmak.
Ahdetmek: Bir şeyi yapmak için kendi
kendine söz vermek: Daha İstanbul'da
iken buna ahdetmiş, bu yolda ölümü
göze alarak Anadolu'ya çıkmıştı. -E. C.
Güney.
Ahır Dağı: Kahramanmaraş'ın kuzeyindeki
dağ.
Ahir zaman: 1. Son zaman 2. Dünyanın
son günleri, kıyametin kopmak üzere bulunduğu
günler veya yıllar.
Ahlat: Yaban armudu.
Ahmet Bey: Padişah fermanıyla İstanbul'a
sürgün edilen Elbeylioğlu Ahmet
Bey.
Ahval: Haller, durumlar.
Akaba: 1. İniş, meyilli yer. 2. İki dağ arasındaki
geçit. 3. Eğimli, yokuş.
Akdağ: Yozgat ilinin Akdağmadeni ilçesi.
Akıllı düşünene kadar deli oğlunu everir.
Bazen fazla itidalli olmanın fırsatların
kaçmasına sebep olduğunu, karar alma
sürecinde hızlı olmayı anlatan bir deyim.
Akkale: Kozlu - Andırın - Göksun arasında
yer adı.
Akköprü: Kozan - Kadirli arasındaki Çukur
Köprü.
Akmaşat: Kadirliye bağlı bir köy.
Aksaya: Üç etekli Türkmen kadın entarisi,
fistan.
Al basması: Al veya al karısı diye tanınan
kötü ruhun lohusa kadınlara musallat
olup onların ölümüne sebep olması.
Al: Hile.
Ala göo (gök): Tam olgunlaşmamış, henüz
asıl rengini almamış domates vb.
sebze veya erik vb. meyveler için kullanılan
sıfat. “Ala-göo demeyin toplayın;
samanın üstüne serince olgunlaşır tometisler.”
Alâ küllü (alâ küll-i hâl): Şöyle veya böyle,
ne şekilde olursa olsun.
Alabaş: Bir tür küçük, çizgili motifli kavun
türü.
Alaç: 1. Siyahla beyaz karışık renk, siyahlı
beyazlı. 2. Siyah ve beyaz renk tonlarının
özellikle kafa kısmında keskin olmayan
geçişleri olan, ala renkli köpekler için
kullanılan isim.
Alaf çalmak: Alev çalmak. Sıcak ve nemli
havanın etkisiyle oluşan etki.
Alağbak: Siyahlı beyazlı, güvercin büyüklüğünde
bir kuş.
Alamaç: Hızlı yanan alev.
Alasevseriye: Boşuboşuna
Alay: Cirit oynayan takımlardan her biri;
gelin almaya giden topluluk; düğünden
sonra gelinle birlikte giden kız tarafına
mensup kadın ve kızlar.
Alay: Herhangi bir törende veya gösteride
yer alan topluluk. Genellikle üç tabur
ve bunlara bağlı birliklerden oluşan asker
topluluğu.
Alayı: Hepsi .
Alayı: Hepsi, bütünü, toptan.
Alemençik: Bir kuş türü.
Alenmek: Dalga geçmek, durmak.
Alevçik: Sağı solu kapalı, etrafına kilim
gerilerek yapılan basit kulübe, kabin.
Alınışın: Alınınca.
Alim Allah: Allah bilir.
Alkış almak: Dua almak.
Alkış vermek: Birisi için iyi dilekte bulunma,
iyi olmasını istemek, gıyabında duada
etmek veya övmek.
Alkış: Hayır dua; birisi için iyi dilekte bulunma,
iyi olmasını isteme. (Bir atasözünde
şöyle denir: “Tut evinin işini, al
elin alkışını.”)
Allah abatlar veresi: Allah temiz,açık
bahtlar versin.
Allah eviştirir kavuşturur: Müşkül bir durumda
insanın umutsuzluğa düşmemesi
gerektiğini, üzerine düşeni yapıp teslimiyetle
gerisini Allah’a havale etmesini,
sonunun hayırlı olacağını ifade eden bir
deyim. “Nasıl ederiz diye düşünme; hele
siz bir başlayın da işe, Allah eviştirir kavuşturur,
tamamlanır inşallah.”
Alsaane: Alsana
Altınbulak: Kars ili, Sarıkamış ilçesine
bağlı bir köy.
Amanat: Emanet.
Amber Ağanın Pınarı: Kayseri İli, Pınarbaşı
İlçesi, Kızılören Köyünde sulak bir
mevkiidir.
Anaç: Yaşı ilerlemiş, gözü açılmış
Anadut: Harmanda sap ve saman atmak
için yapılmış, uzun saplı, üç parmaklı ahşap
büyük dirgen.
Analı oğlak yarda, anasız oğlak yerde oynar:
Sahipsizlerin, kimsesizlerin durumunu
anlatan Avşar deyimidir.
Anarıya gitmek: Daha çok taşıtların geri
geri gitmesi demektir.
Anca: Ancak
Andaç: Hatırlanmak için verilen hediye;
Okuntu E-Dergi
ölen kişinin geride kalan tek evlâdı; ölmüş
aile büyüklerinin hatırası sayılan kişi
veya eşya; damızlık koyun veya keçi.
Aneen: Ananın
Angara: Ankara
Angıt: Kuşlar (Aves) sınıfının, kazlar (Anseriformes)
takımının, ördekgiller (Anatidae)
familyasından, 35 cm kadar uzunlukta,
pas kırmızısı renkte, Orta Asya'dan
Avrupa'ya yayılmış, yurdumuzun büyük
çoğunluğunda yerli olup yalnız Trakya
için göçmen olan, göl ve nehir kenarlarında
yaşayan bir tür. Angut, kazarka.
Anşa: Ayşe
Apalak: Babayiğit, iri yarı adam yarması.
Aptılla: Abdullah
Aralı: Aralıklı, uzak.
Arısili: Tertemiz.
Arıya gitmek: Tüketim malzemelerinin
kullanılmaz hale gelmesi, bozulması.
Ark altından tarla bağışlamak: Aslında
kendisine ait olmayan bir şeyi başkasına
vermeyi vaat etmek, bir şeyi olduğundan
değerli göstermek anlamlarında bir deyim.
Arka: 1. Art, peş. 2. Kayıran, destekleyen.
“Yörü Omar Osman uşağı, Kuşağın
gayret kuşağı, Benim arkam çok diyordun,
Gelmedi Avşar uşağı.”
Arnac: Karşılık.
Asbap: Giysi .
Asi Suyu: Hatay ilinden geçen Asi ırmağı.
Aslantaş: Kayseri İli Tomarza İlçesine
bağlı bir köy ve yaylanın adı. Savaşçılar
Cadıoğlu'nu Aslantaş'a kadar kovalamışlar
ve orada öldürmüşler.
Assiye: Asiye
Aşam: Akşam
Aşam: Akşam. Ay aşamda ışıkdır. Yaylalar
yaylalar.
Aşılak: Aşılanmış.
Aşılık: Kayseri ili, Pınarbaşı İlçesine Kadılı
köyünde bir dağ.
Aşkar: Battal Gazinin ünlü atı.
Aşlanık Etme: Şaka yapma.
Aşlanık: Şaka.
Aşma: Ağıllardan geçen yol, yolak.
Aşşa mahlede bir yalan söyledim; Yokarı
http://www.avsarelleri.com/
41 42
http://www.avsarelleri.com/
Avşarelleri Derneği
mahlede ben de inandım: Dedikodunun
ne kadar hızlı yayıldığını, yalan olduğunu
bildiği bir şeye, herkes doğru dediği
için kişinin kendisinin de inanmasını ifade
eden bir deyim.
Aşşa: Aşağı.
Aştan Çıkmaz Kel Çomça: Her şeye karışan,
her yere girip çıkan, “her taşın altından
çıkan” kişileri tarif etmek için kullanılan
bir deyim.
At alırsan yazın,deve alırsan güzün, kız
alırsan gezin.:
Ata binmek bir ayıp inmek iki ayıp: Başladığın
bir işi, pişman olsan bile, yarım
bırakmamak, devam ettirmek anlamında
bir deyim.
Atlas: Yüzü parlak, sık dokunmuş bir tür
ipekli kumaş, saten.
Atlı misafir sığmış da itli misafir sığmamış:
Bazen kontrol edilemeyen, kötü
nitelikli çok küçük şeylerin, görüntüde
daha büyük şeylere göre daha ciddi sorunlara,
huzursuzluklara sebep olacağını
ifade eden bir deyim.
Avara palta yülek istemez: Bir işe yaramayan,
boş duran kişi veya eşyalara
emek harcamanın gereksiz olduğunu ifade
eden bir deyimi.
Avara: Boş gezen, işi gücü olmayan kimse.
Avarlık: Biber, patlıcan vs. ekilen yere denir.
Avrat: Kadın, hanım.
Avsın: Efsun
Avşar öldür: Avşar Ağıdı söyle.
Avşarın Atlısını Kavağa Çıkarken Gördüm:
"Ay Ekmeği (Ayı Ekmeği): Yaylalarda
yetişen, sonbaharda toplanarak yenen,
alıca benzer bir yabani bitki meyvesi.
(Adının “ayı ekmeği” olması da muhtemel)."
Ayakyolu: Tuvalet.
Ayampur: Aşırı nemli hava. İnciri olgunlaştıran
hava olarak bilinir.
Ayaz: 1. Duru, sakin havada çıkan kuru
soğuk. 2. Çok soğuk hava.
"Ayı Ekmeği (Ay Ekmeği): Yaylalarda
yetişen, sonbaharda toplanarak yenen,
alıca benzer bir yabani bitki meyvesi.
(Adının “ayı ekmeği” olması da muhtemel)."
Ayı ışgını: Işgın, Doğuda uçkun da denilen,
yaylalarda,baharda yetişen, kekremsi-ekşi,
etli, odunsu bitki.
Ayın esgisi: Eski ay. Bu zamanda kesilen
ağaç daha uzun süre dayanır.
Ayrık: Bir tür ot.
Ayuucu: Ayak Ucu.
Ayvak: Eyvah.
Azık: Yiyecek, yol yiyeceği, erzak.
Aziye (Aziziye): Kayseri ili Pınarbaşı ilçesinin
eski adı.
Bab: Giriş, kapı.
Babal: Vebal, günah.
Babamoğlu: Erkek Kardeş
Babeen: Babanın.
Bacı: 1. Büyük kız kardeş, abla. 2. Kız
kardeş.
Baç: Haraç.
Bağır: Göğüs kafesi.
Bağırsılık: Bağırsak
Bahadır - Bahadırlı: Kırıkhan yöresinde
oturan bir Türkmen oymağı.
Bahta bakan: Bukelamun.
Baksaane: Baksana
Bal Batman: Çok Tatlı, ağır başlı.
Bambıl: 1. Nemden dolayı oluşan küf. 2.
Tohuma düşen böcek. Pirecik.
Baş kayısı olmak: Kendi derdine düşmek.
Başı esik: Başı eksik anlamında kullanılır.
Tam dolu olmayan.
"Başı Gayısı Olmak: Aynı anda birden çok
problemle karşı karşıya kalıp kendi derdinden
başkasıyla uğraşamamak anlamında
bir deyimi. Sarızlı Aslan’ın ağıdında geçer:
Oğlum oğlanlar eyisi
Ben oldum başı gayısı
Yok anadan bir gardaşım
Bedelin versin dayısı."
Başına gelmeyenin hoşuna gelirmiş
Olumsuz bir durumla karşılaşmamış birinin
başkalarının çektiği zorlukları anlayamayacağını
ifade eden bir deyim.
Başlık: Galın, kalın, ağırlık. Evlenecek
erkeğin kız tarafına verdiği para. Başlık
parası.
Batasıca: Ölesice anlamında ilenç.
Batçı: Ucu sivri deynek.
Batman: Sekiz kiloluk eski bir ağırlık ölçüsü
Bay: Varlıklı, zengin.
Bayak: Demin, az önce, şimdi.
Bayır: Yokuş.
Bayramcalık: Bayramlık. Bayramda giyilmek
için alınan giyecekler.
Bazlama: Kalın pişirilen saç ekmeği.
Bea (Beğ): Bey.
Bedel: Askerlik yapmamak veya yapılacak
süreyi kısaltmak isteyenlerin devlete
ödedikleri para.
Begci: Bekçi
Beğ (Bea): Bey
Bekere: Çıkrıklarda eğrilecek ipin dolandığı
yer.
Belcen: Kuru incir
Belen: İskenderun-Antakya arasında,
Gavurdağı üzerinde bir ilçe.
Belik: Saç örgüsü.
Bellemek: Öğrenmek .
Ben ariyom bir binecek, hoşgeldin götürecek:
İş yapmaktan kaçan, tembel kişileri
iğnelemek için söylenen sitem, kınama
sözü. Bunu daha çok o iş kendisine
kalan kişi söyler.
Bensinmez: Önemsemez.
Berillek gel: Beri gel.
Beylanlı: Belenli
Bezirgân: 1. Tüccar. 2. Alışverişte çok kâr
amacı güden kimse. 3. Yahudi 4. Mesleğini
sadece kazanç için kullanan kimse.
Bıçgı: Testere.
Bıldır: Geçen sene, geçen yıl, bir yıl önce.
Bılız: Yaramaz çocuk. Ermeni çocuğu.
Bıyık erkeğin nişanıdır: Bıyık erkekliğin
belirtisidir.
Bibi: Hala, babanın kız kardeşi.
Bider: Tohum.
Bidon: Plastik kavanoz.
Bilenzik vurma: Harman yerine getirilen
eritilmemiş (yumuşatılmamış) saplar, düzenli
bir şekilde halka biçiminde harmanın
etrafına kayılmasıdır.
Bilmediğim köye varsam da bildiğim kadar
övünsem: Hiçbir özelliği olmayan,
Okuntu E-Dergi
çapsız kimselerin işin aslını bilmeyenlere
karşı kendilerini olduklarından daha iyi
ve üstün gösterme, övünme durumlarını
anlatan bir deyim.
Binboğa: Binboğa dağı.
Binek taşı: Ata binmek için üstüne çıkılan
yüksekçe taş.
Bir bonak yamır: Yağmurun birden başlayıp
durması.
Bir çıkımlık can: Dayanıksız, sağlıksız ve
yaşlı kişiler için söylenir. Dadaloğlu'nun
son yıllarıdır.
Bir kımık boyu var, yüz tevir huyu var:
Beklenenden daha çok olaya sebep olan,
şaşırtıcı davranışları olan, sorun çıkaran
kimse için kullanılan bir deyim.
Bir koyunun doyamayacağı yerden kırk
kağnı ot yoldurmak:
Bir Solukluk Olasıca: Bir anda ölüp git.
Bir teneden töhmelemek: İnsanın ince,
onuruna düşkün olup adaletsizliği, kötü
şeyleri kabul edememesi, hassas olması
anlamında bir deyim.
Bire: Bir çeşit hitap şekli.
Birine şişmek: Birinin hoşuna gitmesini
istediği davranışlarda bulunmak.
Bisseel: Az sonra, biraz sonra, daha sonra
Bişme: Güveç.
Bişşek: Yayıktaki ayranı karıştırmaya yarayan
çubuk.
Bitirmek: Kız vermeye razı etmek, gelin
etmek, evlendirmek. Türkmen Ali’nin kızı
İnci’yi Tecilli Beylerinden Açacak Ömer’in
oğlu Necib’e bitirdiler.
Biyaktan: Az önce.
Bocit: Sürahi.
Bor: Ekin tarlaları arasında ekilip sürülmemiş
otu bol olan yer.
Boran: 1. Sis, duman. 2. Şiddetli kar, fırtına,
kasırga. 3. Şiddetli yağmur, sağanak.
Rüzgâr, şimşek ve gök gürültüsü ile
ortaya çıkan sağanak yağışlı hava olayı.
Boru: Borazan
Bostan: Küçük bahçe.
Boşandırmak: Bir delikten geçirmek.
Boyu boz tahtaya gelesice.: Ölesice.
Boyumca buldum da huyumca bulama-
http://www.avsarelleri.com/
43 44
http://www.avsarelleri.com/
Avşarelleri Derneği
dım: Esas olarak eş seçimindeki zorluğu
ifade etmekle birlikte insanların farklı
huy ve özellikleri olduğunu anlatan ve bu
farklı huy/karaktere sahip insanlarla birlikte
yaşamanın, çalışmanın, geçinmenin
zorluklarına vurgu yapan bir deyim.
Boyun Devrile: Öl.
Boyun tahdiye gele.: Ölesice.
Boyun Tahtalara Gele: Öl de ölünü teneşire
koysunlar.
Boyuna Boz İpler Ölçüle: Ölesice. Mezar
veya tabut için boyunun ölçüsünün alınması.
Boyunduruk: Çift süren veya arabaya koşulan
hayvanların birlikte yürümelerini
sağlamak için boyunlarına geçirilen bir
tür ağaç çember.
Boz Gıranı: Bozaran otların üzerine düşen
kırağı.
Boz: 1. Açık toprak rengi. 2. Kül rengi,
gri. 3. Sarışın
Bozoklu: Oğuz Han’ın oğullarından üç
büyük kardeşin soyundan gelenler.
Böbürlenmek: Öğünerek kubarmak, kurulmak.
Böğür: Vücudunun kaburga ile kalça arasındaki
yan bölümü.
Böö: Örümcek.
Böök: Büyük
Böön: Bugün.
Börk: Takke.
Börkenek: Kapşon.
Börtlenmek: Haşlanmak, yanmak, ısınmak,
kızarmak.
Bre: 1. Ey, hey anlamında kullanılan bir
seslenme sözü. 2. Be yerine kullanılan bir
seslenme sözü. 3. Vay anlamında şaşma
bildiren bir seslenme sözü: Bre, bu ne
büyük gemi! 4. Şaşkınlık, coşku anlatan
bir seslenme sözü. 5. Erkekler için kullanılan
samimi ifade.
Bu ne şaal iş: Bu ne biçim,çeşit iş.
Bucak: Ekinin sararmadan önceki hali.
Buhur: Erkek deve.
Buncaaz: Bu kadar, Bu kadarcık.
Buncalış: Bu sefer.
Bunsukmak: Dumandan, isten bunalmak.
Buruk: Adana-Kozan yolu üzerinde, 'Sarıçam
yöresinde bir köy adı.
Buzaa: Buzağı
Bük: İçine girilemeyen çalılık.
Bük: Yokuşta kıvrımlı yoldan kıvrımın
son görülen ucu.
Büvelek: Bir çeşit hayvanlara iğne batıran
sinek.
Büvet: Küçük havuz. Kısıtlı imkanlarla
yapılan havuzcuk.
Caa: Banyo lavabo.
Caalak: Mutfak, banyo gibi yerlerin atık
su gideri.
Cadıoğlu: Gemerek dolaylarında yaşayan
Bozoklu Türkmenlerinin beyi.
Calak: Olmamış Küçük karpuz.
Calba Öküz kuyruğu, Sığır kuyruğu, Sarı
çiçekli, 1 metre kadar boylu, tozları gözü
çok yakan, sap kısmı yakacak olarak kullanılan
odunsu bitki.
Caldırtı: Ses, herhangi bir şeyin etrafını
etkileyerek ses yapması.
Camız: Manda.
Camlatmak: Çerçeveletmek.
Canavar: Kurt.
Cangama: Çekişmek, tartışmak, gürültü
etmek, etrafı rahatsız etmek.
Cangama: Laf kalabalığı
Caniin Derdine Düşesin: Ölümcül hastalağa
yakalanıp bütün amacının canını
kurtarmak olsun.
Carbık: Çok konuşan, tartışan kişi (bayanlar
için kullanılır)
Cardın: Farenin büyüğü
Carı: Çabuk, hızlı, tez.
Carsa: Bir kumaş türü
Cascavlak: Üzerinde hiçbir şey olmayan,
kel.
Cazı: Cadı. Yaşlı, huysuz, geçimsiz kadınlar
ve kaynanalar için kullanılan söz.
Cehdetmek: Çalışıp çabalamak.
Celfin: Piliç
Celse: Oturum.
Cemkirmek: Gereksizce bağırmak.
Cenderme: Jandarma.
Cere: Turşu küpü.
Cerek: Çadır kurmada kullanılan uzun
ağaç.
Ceren: Ceylan.
Cerit: Ceyhan bölgesinde bir Türk oymağının
adı.
Cescevlek: Biçimsiz
Ceyran: Elektrik
Cıba: Domuz yavrusu
Cıda: Kargı, sopa gibi savaş aracı, savut.
Cıkıl: Madeni para
Cılbak: Çıplak.
Cılk: Bozulmuş yumurta
Cıllıcı: Kavgacı, oyun bozan
Cıllımak: Yan çizmek, oyun bozanlık yapmak.
Cıncık: Cam parçası.
Cıngar çıkarmak: Kavga çıkarmak, anlaşmazlık
çıkarmak, cıllımak
Cırcır: Fermuar, patos.
Cırlavuk: Kayseri Kocasinan İlçesinin Mahallesi
(Eskiden Köydü).
Cırnavık: Ağustos böceği
Cırtık: Tırnak, diken çiziği
Ciğerinin sapından vurulasıca.: Çaresiz
bir derde yakalanasın.
Cihan: Ceyhan Irmağı.
Cilkes: Tamamen
Cinini uydurmak: Kafayı bir şeye takmak,
ısrarla bir şeyi istemek, peşinden koşmak.
Cip: Büsbütün, çok, bütün, hep, tamamen,
pek, pek çok.
Cirpinti: Maki türü
Ciyeriyin sapından vurulasın: Ciğerinden
hastalanasın, ölümcül hastalığa yakalanasın
Coruk: Küçük, yumurtlamayan tavuk
Cöb: Cep
Cuvara: Sigara
Cübür: Cüprenti, suyun yüzeyinde bulunan
kurumuş yaprak, gazel.
Cücüğ: Cücük,Civciv, Kuş yavrusu.
Cüllük: Hartlap ağacının meyvesi.
Cümea: Cuma
Cünun: Delilik.
Cüprenti: Cübür, suyun yüzeyinde bulunan
kurumuş yaprak, gazel.
Çaal: Genellikle tarlaların kullanılmayan
yerindeki toplanan taş yığını.
Çaardek: Ayçiçeği.
Okuntu E-Dergi
Çakıldak: Koyunların kuyruklarının altına
yapışıp kuruyan pislik.
Çakmak çalmak: Çakmaklı silahı sıkmak
anlamındadır.
Çakmaklı: Sarız, Pınarbaşı, Gürün üçgeni
içinde ki Gövdel dağlarındaki yurtlar.
Çala: 1. Eski, kullanılmış. 2. Az kullanılmış.
3. Eskimiş, elden düşme, yırtık, yokluk
sebebiyle mecburen giyilen giysi. "Ellerin
çalasıyla okuyup bir meslek sahibi
oldu da kurtuldu irezillikten"
Çalkama: Çalkamaç, çalkambaç, ayran.
Çalkamaç: Çalkama, çalkambaç, ayran.
Çalkambaç: Çalkama, çalkamaç,ayran.
Çandır: 1.Gelişmemiş 2. Karışık durum.
Çapa: 1.Tarlada ürünlerin arasını süren
tarım aleti 2. Büyük kazma.
Çapanoğlu: Yozgat'ta hüküm süren bir
Türkmen beyi, bu adda ünlü bir ailedir.
Çapıt: Bez parçası.
Çardak: Evin dışında oturmak için kullanılan
"kamelya"
Çarık: Topuğu bükülmüş ayakkabı.
Çark evi: Değirmen.
Çarpana: Kuş avlamak için kullanılan lastiklerde
(sapan) içine taş konulan deri
bölüm.
Çarpı: Bazı evlerde tavanı örten mertekleri
(yuvarlamaları) kapatmak için kullanılan
ve tahta yerine döşenen sağlam
ardıç odunları. Bu odunlara "yartmaç"
denir. Avşarlar, düzgün, sağlıklı kadınlara
"yartmaç gibi avrat" derler.
Çatal oda: İki odalı.
Çatalavrat: Bir böcek türü
Çatırtı: Herhangi bir şeyin ani veya hızlı
ses çıkarması
Çavış: Çavuş
Çaygara: Su içmek için su kaynağının
önüne yapılmış küçük havuzcuk.
Çebiç: Oğlağın büyüğü
Çeç: Çeş. Savrularak samanından ayrılmış
tahıl yığını.
Çek: Yün atacağının kirişini gerdirip bırakmaya
yarayan el aleti.
Çekişmek: Ağız kavgası.
"Çelpeşik: 1-Karışık, yönü-durumu
belirsiz, bozuk anlamlarında sıfat.
http://www.avsarelleri.com/
45 46
http://www.avsarelleri.com/
Avşarelleri Derneği
2-Yağmur, kar, kırcı vb.’nin karışık şekilde
veya birbiri ardına aniden değişerek ve
özellikle rüzgârın etkisiyle yandan vurarak
yağan yağış şekli. “O gün yayla yolunda
öyle çelpeşik yağdı ki göç yerinden
kımıldayamadı.”(Muhittin Mucuk ‘un anlattığı
bir hikâyeden.)"
Çeltik: Kabuğu ayıklanmamış pirinç. Pirincin
tarladaki hali
Çen: Ceviz içi.
Çen: Parça, yarım, diğer yarısı
Çeneciği Çekilesice: Sus. Ölüm sonrası
çenenin donması, geriye çekilip kalması.
Genelde fazla konuşana denir.
Çenedini ayırmak: Bacaklarından ayırmak.
Çepel: Bulaşık
Çepelce: İmamoğlu deresinin kaynağıdır.
Çer çepel: Bulaşık ve benzeri yeyler.
Çerçi: Seyyar satıcı.
Çerçilerle Haberin Gele: Çok uzak yere
gidip, oraya yerleşesin. Durumuyun ne
olduğunu çerçilerden haber alalım. Eskiden
telefon ve hızlı araçlar olmadığı için
geçtikleri yerlerdeki durumu çerçiler taşırmış.
Genlede kızına sinirlenen anlar
söyler.
Çeş: Çeç. Savrularak samanından ayrılmış
tahıl yığını.
Çeşmi: Göz.
Çeten: Traktörde römorkun üzerine tahtalarla
ilave yapılmış şekli.
Çetil: Fide
Çevrengeç: Suyun döndüğü yer. Kıvrımlı
akıntı.
Çezmek: Çözmek.
Çığ: Tarhananın kurutması için üzerine
konulduğu uzun ince kamışların yan yana
konulması ile yapılan örgü.
Çığın: Bir çeşit alıcı kuş.
Çığır (Çiir): Büyüklerin önden giderek
karda açtıkları iz.
Çıırmak: Seslenmek.
Çıkı: 1. Bohça, çıkın.
Çıkılamak: Bohça haline getirmek, çıkın
yapmak.
Çıkılı: Sarız, Pınarbaşı, Gürün üçgeni içinde
ki Gövdel dağlarındaki yurtlar.
Okuntu E-Dergi
Çıkın: İçine yiyecek veya diğer eşyaların
konulduğu bez parçası.
Çıkla Tüm, tamamen, hep, bütün.
Çıkmak: Bulunduğu yeri bırakıp başka
yere geçmek, taşınmak, ayrılmak, ilgisini
kesmek.
Çıkmak: Kocası ölen gelinin baba evine
dönmesi.
Çıkrık: Yün eğirmek için yapılmış; kasnak,
bekere ve ayaktan oluşan mekanizma.
Çıngıl: Küçük dal.
Çınkı: Parça
Çıtımık: Menengiç ağacı
Çıtırtı: Herhangi bir şeyin etkisiyle çıkan
küçük ses.
Çift sürmek: Öküz/atla tarla sürmek.
Çiir (Çığır): Büyüklerin önden giderek
karda açtıkları iz.
Çili: Pamuğun çiğ yağdıktan sonra kabuğuyla
beraber toplanması.
Çilingir: Buğday elenen iri gözlü kalbur.
Çilpik Küçük parça: Küçük parça
Çimmek: Banyo yapmak, Yıkanmak.
Çinçik: Kuş
Çinke: Küçük parça (saydam taş için de
kullanılır)
Çiril çiril dânemek: Gözünü ayırarak bakmak.
Çiriş: Karların kalkması ile çıkan, yaprakları
sebze olarak kullanılan bir bitki, dağ
pırasası.
Çisemek: Çiğ gibi, çiğe yakın.
Çit 1. Tülbent başörtüsü. 2. Basma, patiska
ve ketenin ortak adı. 3. Çiçekli basma.
Çoban güttüğü koyunun huyunu bilir
Çocuktan al habarı;Verir gubarı gubarı.:
Çocuğun bir bilgiyi, haberi vb.başka birisine
anlatırken kendiyle gurur duyarak,iyi
bir şey yapıyormuş gibi anlatması.
Çomaç: Yufka ekmeğinin içine katık
(peynir veya kıyma) konularak yapılan
dürüm. Yufka ekmek dürümü.
Çomça: Kepçe .
Çomu: Küçük kulaklı koyun veya keçi.
Çotul: Ağacın kollarının ilk ayrıldığı yer
Çömçe: Büyük tahta kaşık.
Çubuk iken çıtılamayan, ağaç iken kütülemez:
Çocuklara zamanında belli eğitimin
verilmesi ve yaşlarına uygun davranış
sergilemelerinin beklendiğini anlatan
deyimdir.
Çukur: Kozan - Kadirli karayolunun Adana
yol ayrımında bir köy. Çukurköy de denir.
Şimdiki adı Naşidiye, Kadirli'ye bağlı.
Çul: Keçi kılından dokunan yaygı olarak
kullanılan düz desensiz dokuma.
Çüven: Davul tokmağı.
Daarmen: Değirmen.
Dabaka: Tütün tabakası.
Dabanca: Tabanca.
Dağ başında pöhrenk aranmaz.: Herhangi
birşeyi olmayacak bir yerde aramak.
Dalamak: 1. Köpek, kurt vb. hayvanların
dişlemesi, ısırması.
Dalkılıçlı: Türkmenlerde bir oba adı. Kadirli'nin
Mehmetli ve Azaplı (Avşarlı) köylerinde
otururlar.
Dalle: Taş dizilerek oynanan bir oyun.
Damah: Cimri (tenezzül etmek)
Damın duluğu: Evin köşesi.
Damızlık: Herhangi bir şeyin çoğalması
için saklanan numune, örnek
Danacıoğlu: Tecirli Obasından bir savaşçı.
Dânemek: Bakmak, gözlemek.
Dâneyip durmak: Bakıp durmak.
Dar ikindin: İkindinin akşama yakın bölümü.
Darbız: Toprağın nemi.
Dartmak: Tartmak.
Daş: Taş.
Datlı: Tatlı.
Davar, kırklık sesi duyacağıma kurdun diş
sesini duyayım dermiş: Hoşlanmadığı bir
duruma düşmektense ölüme razı olunduğunu
ifade eden bir deyim.
Davıl: Davul.
Davış: Ses, herhangi bir şeyin hareket
ettiğini belirten ses.
Davıt: Davut
Davlumbaz: Büyük cenk davulu.
Daylak: 1. Dişi deve. 2. Damızlık erkek
deve. 3. Boynunda tüy olmayan pehlivan
deve. 4. Deve yavrusu. 5. At, eşek yavrusu.
6. İki yaşında hayvan. 7. Sakalı, bıyığı
çıkmamış delikanlı. 8. İnce uzun boylu
kimse
Dayramak: Aşırı gerilmek.
Deal: Değil
Dedeen: Dedenin
Değişin: Değince, değdiği zaman.
Delaa: Delikanlı.
Deli Hacı: Torunları Kayseri İli Sarız İlçesine
bağlı Kuşçu köyünde otururlar. Atasoy,
Akpınar soyadlı kişiler.
Deller Avşar obası.
Demirçi: Demirci
Demlik: Sürekli
Dene: Tane .
Depegolu: Traktörle pulluk, çapa, gaster
gibi tarım aletlerinin yukardan da bağlantısını
sağlayan alet.
Depgi: Genellikle tarhanayı pişirirken karıştırmak
için kullanılan araç.
Depik: Tekme.
Depmek: 1. Tekme atmak, tekmelemek.
2. Tepmek, çifte atmak. 3. Çiğnemek, ezmek.
Derdim seni ,derdim seni ,anam olsa
derdim seni:
Dericiğine Çekile: Derine konulsun. Küçük
baş hayvanın derisi yüzülüp, kurutularak
tulum yayılır. Bu tuluma peynir
basılır. Yani derisine peynir çekilir. Kimseye
bir şey vermeyeni kısmık kişiler için
kullanılır.
Derimevi: Oba önde gelenlerinin toplanıp
görüştükleri, yuvarlak kubbeli büyük
çadır.
Dert sahibi olmak: Hayırsız evlat, borç,
huzursuzluk vb. sebepler ile düşünmekten,
kahırlanmaktan hastalanmak.
Dertsiz başı bostanlara korkuluk yapmışlar:
İnsan olanın mutlaka derdinin, kaygısının
olacağını anlatan bir ifade.
Derviş Paşa: Fırka-i İslahiyye komutanı,
müşir (mareşal).
Deşirmek: Dilenmek .
Deşirmek: Toplamak
Devlikisüün: Ertesi gün, Öbür Gün
Deyi: Diye
Dezze: Teyze.
Dıdısının dıdısı: Sisileli, dolambaçlı du-
http://www.avsarelleri.com/
47 48
http://www.avsarelleri.com/
Avşarelleri Derneği
rumlar için kullanılan bir söz.
Dıkılmak: Girmek, katılmak.
Dıkız: Az nemli.
Dıngırcını avlamak: Bir olayın ayrıntısını
öğrenmeye çalışmak
Dıngıt: Saçın traş makinasıyla sıfır numaraya
kesilmesi
Dışlığım Gelmiyor: Keyfim gelmiyor, neşesizim.
Dışlık: Keyif.
Dik: Meyili çok olan yer
Dil: Anahtar
Dilber: Genç kız. Alımlı, güzel kadın. Gönlü
alıp götüren güzel.
Dilki: Tilki
Dinelmek: Ayakta durmak.
Dingil: Tepe, uç nokta.
Dink: Tahılın kabuğunu yumuşatmaya
ve ayırmaya yarayan , hayvanın çevirdiği
büyük taş silindir.
Diremince: Herhangi bir şeyin tam oturması.
Dirgen Dağı: Binboğa dağlarının içinde,
Afşin ilçesinin batısındaki dağ.
Dirgen: Ekin sapını patosa vermede veya
bir yere taşımada kullanılan alet.
Diyarmen: Değirmen.
Doğ: Küçük kulaklı davar.
Dokanmak: Dokunmak.
Dokurcun Dokuztaş oyunu.
Dolukmak: Duygusal yoğunluk, hatıra
gelen anılar, duyulan bir acı veya azar
işitme, aşağılanma gibi sebeplerle gözleri
dolmak, gözü yaşarmak, ağlayacak
duruma gelmek.
Dombalak: Takla
Don Yumak: Çamaşır yıkamak.
Doru: Gövdesi kızıl, ayakları ve yelesi
koyu renkli olan, yağız at.
Dost sekiz, düşman dokuz: İnsanın konuşurken
çok dikkatli olması gerektiğini,
ulu orta konuşmaması gerektiğini ifade
eden bir deyim.
Döğme: Döğülüp kabuğu çıkartılmış buğday,
yarma.
Dökkü: Köylerde ocakların arkasına yakmak
için dökülen hayvan gübresi ile karışık
saman.
Döl almak: Koyunun toplu halde kuzulamasına
denir.
Dölek durmak: Akıllı uslu durmak, yaramazlık
yapmamak. Çocukları uyarmak
için kullanılır.
Dölek: 1. Düz, engebesiz arazi, tepenin
eteği. 2. Kıvrıntısız, düz yol. 3. Tarlanın
düz ve verimli kısmı.
Döoomek: Dövmek
Dört diyon dokuz diyon topluyon otuz diyon:
Tutarsız sözler söyleyen veya tutarsız
davranış gösteren, birbiriyle bağlantısı
olmayan hususları bir arada anlatan
kişilerin durumunu anlatan bir deyim.
Döş: Göğüs, bağır.
Döşek: 1. Yatak. 2. Gemi gövdesinde, su
basıncı, çarpma, karaya oturma vb. durumlarda
darbeleri karşılayabilecek, yük
ve makinelerin ağırlığına dayanabilecek
dirençteki yapı gereci. 3. Dövülmek üzere
harman yerine serilen ekin sapları.
Döşek: 1. Yatak. 2. Kağnıda üzerine eşya
konulan kalın ağaç direk. 3. Kağnının yük
konulan tahta kısmı.
Döven: Düven. Harmanda ekinlerin sapı
ve tanelerini ayırmak için kullanılan, önüne
koşulan hayvanlarla çekilen, alt yüzünde
keskin çakmak taşları dikine çakılı
bulunan, kızak biçiminde araç.
Dövme : Buğday, arpa, mısır, bezelye vb.
nin iri çekilmişi, yarma.
Döyüsün: Deyyusun.
Dulda: Yağmur, güneş ve rüzgann etki
etmediği kuytu, ulaşamadığı yer.
Duluk: Şakak üzerinde saç ile sakalın birleşimi
olan kısım. Surat, yanak.
Dumulamak: Dumulamak: Ötmek.
Dursaane: Dursana.
Durucu: Duracak.
Duşak 1. Çocukların düzenli koşmasını
engellediğine inanılan görülmez bir bağ.
2. Hayvanın iki ayağını iple bağlayarak
yapılan köstek
Duşka: Çene.
Dutmaç: Eriştenin ekşili mercimek veya
pirinçle pişirildiği bir tür yemek türü.
Duvar: Düvel, devlet.
Düldül: Hz. Ali'ye Hz. Muhammed tarafından
armağan edilen katırın adı.
Dünaa Dağılasıca: Evi barkı dağılsın.
Dündar: 1. Dindar. 2. Eski ordu düzeninde
artçı birlik.
Dünek: 1. Ev. 2. Geceleyecek, yatacak
yer. 3. Yatak. 4. Kümes.
Dünyada olmadık yok da duyulmadık
çok: Duyduğumuz ve şaşırdığımız olayların
gerçekte olanların çok azı olduğunu
ifade eden deyimdir.
Düşek: 1. Vurulan bir kimsenin düşüp öldüğü
yer. 2. Vurulan bir kimsenin vurulduğu
yerde taş yığınlariyle yapılmış, 1-2
metre çapında, 50-60 cm. yüksekliğindeki
mezarı.
Düşürdüler al vurdu ya: Hile, pusu.
Düven: Döven. Harmanda ekinlerin sapı
ve tanelerini ayırmak için kullanılan, önüne
koşulan hayvanlarla çekilen, alt yüzünde
keskin çakmak taşları dikine çakılı
bulunan, kızak biçiminde araç.
Düzülmek: Dizilmek.
E mi: Tamam mı?
Eartmen: Eğitmen.
Ebeen: Ebenin.
Ebeş: Çirkin sarışın.
Ecelini Ağzına Almak: Ölümü göze almak.
eee! eee!: Arka arkaya yapılan hatadan
sonra söylenen bir ünlemdir.
Eerelti: Meşe.
Efe: 1. Kadın erkek arasında kullanılan
çağırma ünlemi. 2. Gelinin kayınbiraderini
çağırmak için kullandığı sözcük. Yiğit.
Eferim: Aferim.
Eke: 1. Büyük, yetişkin, yaşlı, kart. 2.
Yaşı küçük olduğu halde sözleri ve işleri
büyük olan (çocuk). 3. Çok konuşan, geveze,
ukala.
Ekelik etme: Bilgiçlik taslama.
Ekmeği ile acından ölmek: Beceriksizlik,
tembellik vb. sebeplerle sahip olduğu
imkanlardan faydalanamamak, varlık
içinde yokluk çekmek, elindekileri kullanamamak,
kıymetini bilmemek. O kadar
ki elindeki ekmeği yese karnı doyacak
ama onu da beceremiyor anlamında bir
deyim.
Ekmeğin yanığı başa kakıç: En küçük
Okuntu E-Dergi
hatanın bile insanların aleyhinde kullanılabileceğini,
tandırda pişerken ucundan
kenarından yanması tabii olan (yufka)
ekmekteki yanığın bile insanın başına
kakılacağını, eleştirmek isteyenin her zaman
bir sebep bulacağını; İşi iyi ve düzgün
yapmanın önemini, başkalarına fırsat
vermemek gerektiğini anlatan bir deyimi.
Ekmek evirmek: Tandırda yufka ekmek
yaparken,sac üzerindeki ekmeği yakmadan,
“evreaç”le her iki yüzünü de pişirmek.
El elin tartısı: İnsanın kendisi için söylediklerinden
ziyade toplumun bakış açısı,
kişiye yaklaşımı o kişinin değerini ortaya
koyduğunu belirten bir deyimi.
El lehençesi: El ve ayak yıkamak için kullanılan
araç. Seyyar lavabo.
El soluğu ile yaşamak: Aşırı derecede zayıflamış,
zor nefes alıp veren, cılız insanları
tanımlamak için kullanılan bir deyim.
“Onun ne halı var çalışacak, zatı el soluğuyunan
yaşıyor.”
Elbeyli: Avşar Türkmenleri içinde bir oymak.
Elbir: 1. Dargın olan iki kişinin arasını
bulan. 2. Casus. 3. İki sevgilinin arasını
bulan. 4. Bir işi birlikte yapanlar için kullanılır:
Bu işte onlar elbirdiler.
Elçi: İki kişi arasında söz getirip götüren,
bunu iş ve huy edinen (kimse). Kız istemeye
gönderilen kimse, görücü, dünür.
Elefetsiz: Manasız.
Elek istemenin de bir yolağı var: Bir işi
usulüne uygun yapma, tutarlı ve geçerli
bir sebebe dayandırma gereğini ifade
eden Avşar deyimi. Kaba saba, yersiz,
saygısız tavırları eleştirmek için de kullanılır.
Eletmek: İletmek, ulaştırmak.
Eli belinde: Genellikle çardak ve hayma
yaparken kullanılan, direkle tavanı oluşturan
ağacı bir birine bağlayan ağaç.
Eli kuşlu olmak: Avlanmak için alıcı kuş
beslemek.
Elkızı: 1. Gelin. 2. Kadın, eş.
Ellam: Her halde.
Elleem: Her halde anlamındadır. Yanlış
http://www.avsarelleri.com/
49 50
http://www.avsarelleri.com/
Avşarelleri Derneği
bilinen bir durum sonrası da söylenir.
Ellengeç: Yengeç
Ellice: Tava.
Ellik: Ekin biçerken parmaklara takılan
elçek.
Elyazı: Dadaloğlu (Özler - Taf) kasabasından
Zelfin (Üçkonak) arasında kalan
ve Toklar bucağına doğru uzanan düzlüğün
adıdır.
Emeğim çobana döndü: Emeklerim boşa
gitti.
Emilik: Keçinin yeni doğmuş yavrusu.
Emme: Ama.
Emmi: Amca.
Endirmek: İndirmek.
Enek: 1. En iyisi. 2. Bilye oynarken, dikilen
madeni para. 3. Aşık, misket, taş
ile lodak,sayı vb oynarken oyuncunun
kendine ait olan ve onunla diğer taşları,
bilyeleri vb vurduğu, diğerlerinden farklı,
esas taş, bilye vb.
Enik it ürmeye havas: Küçük çocukların
hoşlarına giden bazı şeyleri sürekli ve heyecanla
yapmasını anlatan bir deyim.
Enik: Hayvan yavrusu.
Erinik yağ: Bekleme süresini uzatmak
için tereyağın eritilmiş ve tuzlanmış hali.
Erinmek: Üşenmek.
Eriş: Evlerde hamurdan elle yapılan ince
makarna. Erişte.
Erkeç: 1. Üç ya da dört yaşlarında olan
enenmiş erkek keçi. 2. Keçi sürüsünün
başından giden iri ve güzel yapılı, erkek
keçi.
Esah Mı: Sahi Mi
Esah Mı: Sahi Mi
Esbap: Giysi
Ese: İsa
Ese: İsa
Eseri mıkı: Büyük çivi.
Esik: Çukur yer.
Esker: Asker.
Esse mi?: Essah mı? Sahi mi? Gerçekten
mi?
Eşe: Anşa, Ayşe.
Eşep: Eşarp
Eşgere: Aşikar, apaçık, herkes tarafından
fark edilebilen.
Eşiklik: Evin giriş kısmı.
Eşki: Ekşi
Eşşeğin anıra anıra kurda karşı vardığı
gibi: Sanki bulaşsın istermiş gibi belaya
yaklaşmak.
Eşşek: Eşek
Evlensek: Evlenmeye aday, evlenmek isteyen
kişi.
Evmek: Acele etmek.
Evreaç Kılıca benzer, tahtadan yapılmış,
saç üzerinde pişirilen yufka ekmekleri
çevirmeye yarayan uzun ve yassı tahta
araç.
Evsin: Efsun, Avsın, Kuş avlarken, kuştan
gizlenmek için yapılan çalılardan yapılan
evcik.
Eye ekiştirmek: Zaman geçirmek, ayak
sürümek.
Fadime: Fatma
Fadime: Fatma
Fak: Tuzak.
Fakı: Hoca.
Fakih: Fakı, hoca.
Farsak: Dağ köylüsü.
Fedik: Kaynamış mısır, buğday tanesi,
hedik.
Felek: 1. Gök, gökyüzü, sema2. Dünya,
âlem. 3. Talih, baht, şans.
Felfellemek: Sendelemek.
Feriştah: En iyi, en üstün.
Ferman: Padişah buyruğu.
Fılcırtmak: Düzensiz bir şekilde atmak.
Fırfırı: Küçük yağmurlama.
Fırgat: Firkat, Ayrılış, ayrılık.
Fırıştak: Fırıldak, topaç.
Fırka-i İslahiye: 1864 sonlarında Fırka-i
Islahiye adı altında bir kuvvet oluşturulmasına
karar verildi. Kurulan Fırkanın
kumandanlığına Dördüncü Ordu Müşürü
Derviş Paşa ve fevkalade memuriyet-i
mahsusa sıfatıyla da Ahmet Cevdet
Paşa tayin edildi. 1865-1866 yıllarında
Çukurova, Cebel-i Bereket (Gavur Dağı)
ve Kozan dağlarında devlet idaresini yeniden
kurmak üzere oluşturulmuş askeri
kuvvet.
Fırkat: Firgat, Ayrılış, ayrılık.
Fışgırık: İlaçlamada kullanılan motorsuz,
elle çalışan zirai mücadele aracı.
Filor fes: Fesin etrafını ipek mendille sararak
şekil verile fes. (Eskiden erkeklerin
fes giydiği anımsanmalı).
Filteke: Çatal iğne.
Filtik filtik: Paramparça.
Firez: 1. Ekin. 2. Yeni çıkmağa başlamış
ekin. 3. Biçilmiş tarlada kalan tahıl kökleri,
anız. 4. Harman süpürgesi yapılan
ot. 5. Ocakta odunları tutuşturmak için
kullanılan kuru ot, ve ince dallar.
Firik: Buğday başaklarının olgunlaşmamış
hâli.
Firtik: Uyanık gözü açık (bayanlar için).
Fiske: Eski aydınlatma aracı
Fistan: Entari.
Fiyd: Küçük bir kuş türü.
Folluk (Holluk): Tavukların yumurtlaması
için hazırlanmış özel yer. Tavukların yumurtladıkları
yer.
Frenk: 1. Anglosakson, Cermen veya Latin
ırklarının birinden olan kimse. 2. Osmanlıların
Avrupalılara, özellikle Fransızlara
verdikleri ad.
Fuzulİ masraf: Fuzulİ masraf, Gereksiz
yapılan harcama
Gaanı: Kağnı
Gaanı: Kağnı
Gabırlık: Mezarlık.
Gabıt: Pardüso kaban.
Gaco: Hoyratça hareket eden genç.
Gaçmak: Kaçmak
Gaçmak: Kaçmak
Gada: Dert, hastalık, belâ.
Gadasını almak: Tasasını, kazasını, derdini,
belasını, kaygısını, kederini almak,
üstlenmek.
Gadef: Kulplu bardak, kadeh.
Gafası firirek: Anormal davranışlarda bulunanlar
için söylenir.
Gahrimen: Kahraman
Gahrimen: Kahraman
Gala: Kale
Gala: Kale
Galan: Kalan, bundan sonra, artık, gayrı.
Galın: Kalın, ağırlık, başlık. Evlenecek
erkeğin kız tarafına verdiği para. Başlık
parası.
Okuntu E-Dergi
Galice potin: Bir cins topuklu potin, ayakkabı.
Galiç: Orağın küçüğü.
Gallep: Güvercin.
Galli: Sincap.
Galp: Ağır hareket eden. Kanı ağır.
Gamgı: Odunun kesmenin etkisiyle oluşan
parçası.
Gamiş: Kamış.
Gandak: Büyük çukur.
Ganlar Gaşana: Kaşındığı yerden kan
çıka.
Gannı gupur gusacısa: Kanlı balgam kusasıca.
Verem belirtisi, eskiden çaresiz
dert.
Gapıt: Kaban
Gaplık: Raf.
Gapsalık: Hayvanların konulduğu avlu,
çit gibi kapalı alanların kapısı olarak görev
ifa eden ağaçtan parmaklık, bahçe
kapısı. Genelde bir yere bağlı olmayıp
kapıyı kapatmak ya da açmak için elle
kaldırılarak taşınır.
Gara Çıkından Gidesice: Kara çıkın hastalığından
ölesin. Koyunlarda öldürücü bir
karaciğer hastalığıdır.
Gara erk: Siyah renkli deve.
Gara guş: Kara Kuş, Kartal cinsindan kuşlara
verilen genel ad.
Gara guvan: Fenni olmayan, uzun, el yapımı
kovan.
Gara: Kara
Gara: Kara
Gara: Kara.
Garaa: Kargı.
Garaböcük: Salyangoz.
Garaçalı: Dikenleri uzun ve çok olan bir
maki türü. Karaçalı
Garakış: Zemheri, Karakış, Kışın ilk ayları.
Garaltı: 1. Gölge. 2. Tam seçilemeyen, ne
olduğu anlaşılamayan görüntü. Karartı.
Garaltıcığın Kalka: Gölgen yeryüzünden
kalka, ölesin.
Garaltısı kalkasıca: Gölgen yeryüzünden
kalka, ölesin.
Garamak: Kızarak suçlayıcı sözler söylemek.
Garanışmak: Karanlık olmak
http://www.avsarelleri.com/
51 52
http://www.avsarelleri.com/
Avşarelleri Derneği
bilinen bir durum sonrası da söylenir.
Ellengeç: Yengeç
Ellice: Tava.
Ellik: Ekin biçerken parmaklara takılan
elçek.
Elyazı: Dadaloğlu (Özler - Taf) kasabasından
Zelfin (Üçkonak) arasında kalan
ve Toklar bucağına doğru uzanan düzlüğün
adıdır.
Emeğim çobana döndü: Emeklerim boşa
gitti.
Emilik: Keçinin yeni doğmuş yavrusu.
Emme: Ama.
Emmi: Amca.
Endirmek: İndirmek.
Enek: 1. En iyisi. 2. Bilye oynarken, dikilen
madeni para. 3. Aşık, misket, taş
ile lodak,sayı vb oynarken oyuncunun
kendine ait olan ve onunla diğer taşları,
bilyeleri vb vurduğu, diğerlerinden farklı,
esas taş, bilye vb.
Enik it ürmeye havas: Küçük çocukların
hoşlarına giden bazı şeyleri sürekli ve heyecanla
yapmasını anlatan bir deyim.
Enik: Hayvan yavrusu.
Erinik yağ: Bekleme süresini uzatmak
için tereyağın eritilmiş ve tuzlanmış hali.
Erinmek: Üşenmek.
Eriş: Evlerde hamurdan elle yapılan ince
makarna. Erişte.
Erkeç: 1. Üç ya da dört yaşlarında olan
enenmiş erkek keçi. 2. Keçi sürüsünün
başından giden iri ve güzel yapılı, erkek
keçi.
Esah Mı: Sahi Mi
Esah Mı: Sahi Mi
Esbap: Giysi
Ese: İsa
Ese: İsa
Eseri mıkı: Büyük çivi.
Esik: Çukur yer.
Esker: Asker.
Esse mi?: Essah mı? Sahi mi? Gerçekten
mi?
Eşe: Anşa, Ayşe.
Eşep: Eşarp
Eşgere: Aşikar, apaçık, herkes tarafından
fark edilebilen.
Eşiklik: Evin giriş kısmı.
Eşki: Ekşi
Eşşeğin anıra anıra kurda karşı vardığı
gibi: Sanki bulaşsın istermiş gibi belaya
yaklaşmak.
Eşşek: Eşek
Evlensek: Evlenmeye aday, evlenmek isteyen
kişi.
Evmek: Acele etmek.
Evreaç Kılıca benzer, tahtadan yapılmış,
saç üzerinde pişirilen yufka ekmekleri
çevirmeye yarayan uzun ve yassı tahta
araç.
Evsin: Efsun, Avsın, Kuş avlarken, kuştan
gizlenmek için yapılan çalılardan yapılan
evcik.
Eye ekiştirmek: Zaman geçirmek, ayak
sürümek.
Fadime: Fatma
Fadime: Fatma
Fak: Tuzak.
Fakı: Hoca.
Fakih: Fakı, hoca.
Farsak: Dağ köylüsü.
Fedik: Kaynamış mısır, buğday tanesi,
hedik.
Felek: 1. Gök, gökyüzü, sema2. Dünya,
âlem. 3. Talih, baht, şans.
Felfellemek: Sendelemek.
Feriştah: En iyi, en üstün.
Ferman: Padişah buyruğu.
Fılcırtmak: Düzensiz bir şekilde atmak.
Fırfırı: Küçük yağmurlama.
Fırgat: Firkat, Ayrılış, ayrılık.
Fırıştak: Fırıldak, topaç.
Fırka-i İslahiye: 1864 sonlarında Fırka-i
Islahiye adı altında bir kuvvet oluşturulmasına
karar verildi. Kurulan Fırkanın
kumandanlığına Dördüncü Ordu Müşürü
Derviş Paşa ve fevkalade memuriyet-i
mahsusa sıfatıyla da Ahmet Cevdet
Paşa tayin edildi. 1865-1866 yıllarında
Çukurova, Cebel-i Bereket (Gavur Dağı)
ve Kozan dağlarında devlet idaresini yeniden
kurmak üzere oluşturulmuş askeri
kuvvet.
Fırkat: Firgat, Ayrılış, ayrılık.
Fışgırık: İlaçlamada kullanılan motorsuz,
elle çalışan zirai mücadele aracı.
Filor fes: Fesin etrafını ipek mendille sararak
şekil verile fes. (Eskiden erkeklerin
fes giydiği anımsanmalı).
Filteke: Çatal iğne.
Filtik filtik: Paramparça.
Firez: 1. Ekin. 2. Yeni çıkmağa başlamış
ekin. 3. Biçilmiş tarlada kalan tahıl kökleri,
anız. 4. Harman süpürgesi yapılan
ot. 5. Ocakta odunları tutuşturmak için
kullanılan kuru ot, ve ince dallar.
Firik: Buğday başaklarının olgunlaşmamış
hâli.
Firtik: Uyanık gözü açık (bayanlar için).
Fiske: Eski aydınlatma aracı
Fistan: Entari.
Fiyd: Küçük bir kuş türü.
Folluk (Holluk): Tavukların yumurtlaması
için hazırlanmış özel yer. Tavukların yumurtladıkları
yer.
Frenk: 1. Anglosakson, Cermen veya Latin
ırklarının birinden olan kimse. 2. Osmanlıların
Avrupalılara, özellikle Fransızlara
verdikleri ad.
Fuzulİ masraf: Fuzulİ masraf, Gereksiz
yapılan harcama
Gaanı: Kağnı
Gaanı: Kağnı
Gabırlık: Mezarlık.
Gabıt: Pardüso kaban.
Gaco: Hoyratça hareket eden genç.
Gaçmak: Kaçmak
Gaçmak: Kaçmak
Gada: Dert, hastalık, belâ.
Gadasını almak: Tasasını, kazasını, derdini,
belasını, kaygısını, kederini almak,
üstlenmek.
Gadef: Kulplu bardak, kadeh.
Gafası firirek: Anormal davranışlarda bulunanlar
için söylenir.
Gahrimen: Kahraman
Gahrimen: Kahraman
Gala: Kale
Gala: Kale
Galan: Kalan, bundan sonra, artık, gayrı.
Galın: Kalın, ağırlık, başlık. Evlenecek
erkeğin kız tarafına verdiği para. Başlık
parası.
Okuntu E-Dergi
Galice potin: Bir cins topuklu potin, ayakkabı.
Galiç: Orağın küçüğü.
Gallep: Güvercin.
Galli: Sincap.
Galp: Ağır hareket eden. Kanı ağır.
Gamgı: Odunun kesmenin etkisiyle oluşan
parçası.
Gamiş: Kamış.
Gandak: Büyük çukur.
Ganlar Gaşana: Kaşındığı yerden kan
çıka.
Gannı gupur gusacısa: Kanlı balgam kusasıca.
Verem belirtisi, eskiden çaresiz
dert.
Gapıt: Kaban
Gaplık: Raf.
Gapsalık: Hayvanların konulduğu avlu,
çit gibi kapalı alanların kapısı olarak görev
ifa eden ağaçtan parmaklık, bahçe
kapısı. Genelde bir yere bağlı olmayıp
kapıyı kapatmak ya da açmak için elle
kaldırılarak taşınır.
Gara Çıkından Gidesice: Kara çıkın hastalığından
ölesin. Koyunlarda öldürücü bir
karaciğer hastalığıdır.
Gara erk: Siyah renkli deve.
Gara guş: Kara Kuş, Kartal cinsindan kuşlara
verilen genel ad.
Gara guvan: Fenni olmayan, uzun, el yapımı
kovan.
Gara: Kara
Gara: Kara
Gara: Kara.
Garaa: Kargı.
Garaböcük: Salyangoz.
Garaçalı: Dikenleri uzun ve çok olan bir
maki türü. Karaçalı
Garakış: Zemheri, Karakış, Kışın ilk ayları.
Garaltı: 1. Gölge. 2. Tam seçilemeyen, ne
olduğu anlaşılamayan görüntü. Karartı.
Garaltıcığın Kalka: Gölgen yeryüzünden
kalka, ölesin.
Garaltısı kalkasıca: Gölgen yeryüzünden
kalka, ölesin.
Garamak: Kızarak suçlayıcı sözler söylemek.
Garanışmak: Karanlık olmak
http://www.avsarelleri.com/
53 54
http://www.avsarelleri.com/
Avşarelleri Derneği
Gar'ardıç: Karaardıç, ardıç ağacının en
iyisi.
Garbi: Batı rüzgârı. Batıdan esen ılık yel.
Gardaş: Kardeş
Gardaş: Kardeş
Gareen: Hoş kokulu bir ot türü.
Garerlemek: Kararlamak
Garerlemek: Kararlamak
Garez etmek: İnadına yapmak.
Garı: Karı
Garı: Karı
Garışma: Karışma
Garışma: Karışma
Garsambaç: Kar pekmez karışımı yiyecek.
Garşı: Karşı
Garşı: Karşı
Gasbalık: Avlunun tahtadan yapılmış kapısı.
Gasıl: Arpanın yeşil, başak çıkarmamış
hali.
Gaster: Modern ilaçlama makinesi.
Gaşşak: Keçi, koyun gibi küçükbaş hayvanlar
için yapılan korunak. Koyun ve
keçi konulan ağaçlarla çevrilen, üzeri
açık veya kapalı yer.
Gatık: Ayran (Torba gatığının özenerek
ayran haline getirilmesi.)
Gavırga: Patlamış mısır
Gavıt: Kavrulmuş buğday yada mısır öğütülerek
yapılan yiyecek.
Gavlak: Kavlak
Gavlak: Kavlak
Gavur dedengil: Ot türü
Gâvur: 1. Dinsiz kimse. 2. Müslüman olmayan
kimse. 3. Merhametsiz, acımasız.
4. İnatçı. 5. Kâfir.
Gavurma: Kavurma
Gavurma: Kavurma
Gaydasına böyle geldi: Kafiyesine uydurmak.
Gayfelti: Kahvaltı
Gayfelti: Kahvaltı
Gayretini Çekmek: Kavgada yardım etmek,
desteklemek.
Gazel: Kurumuş yaprak.
Gece otu Gecenin ilerlemiş saatlerinde,
gecenin karanlığında anlamında kullanılan
ifade.
Geçeli: Karşılıklı
Geçgere: 1. Yük taşımakta kullanılan,
H harfine benzeyen, sedye şeklinde, iki
ağaç kol uzerine çakılan, dört kollu, iki
kişi tarafından taşınan, bir tarafı açık,
kasa şeklindeki kısmında taş, toprak,
kum, ahırdan hayvan atıkları vb. taşımaya
yarayan bir çeşit araç, teskere.
Geçi: Keçi
Geçi: Keçi
Geddi: Gitti
Geddi: Gitti
Geliç: Ot türü
Gelin Bacı: Yenge.
Gelsaane: Gelsene
Gelsaane: Gelsene
Gem: Düven. Buğdayı harmanda öğütmek
için kullanılan altında sivri taşların
çakılı olduğu, öküzlerin çektiği bir araç.
Gemini gevmek: Bir olayı yapmak için istekli
bir şekilde beklemek
Genden ağlamak: İçten ağlamak.
Germeç: Çamaşır ipi.
Gezbeli Kayseri İli Pınarbaşı İlçesine bağlı
Taf (Dadaloğlu) köyünün yaylası.
Gıb gırmızı: Kıpkırmızı
Gıcı: Kırcı, Dolu ile kar arasında, küçük
taneli yağış.
Gıcık: Hoş olmayan.
Gıcır: Yeni, taze.
Gıcilo: Tohum.
Gıçıırık: Kıçı kırık, beğenilmeyen
Gıfrıcan Giresice: İçlerine feryad ve figan
gire topluca yok olasıca. Örn. Allah gıfrıcan
gire bu ne kadar çocuk.
Gılibik: Kılıbık
Gılibik: Kılıbık
Gılik tomatis: Küçük domates.
Gımçıtmak : Koparmak.
Gınamak: Kınamak.
Gır kişmir: Sarışın birinin güneşin etkisiyle
daha da sarışınlaşması.
Gıralaaç: Kıral Ağacı.(zomzalak)
Gıran dıgılasıca.: Öldürücü salgın hastalık
girsin. Toplu ölüm. ( kümes hayvanlarının
ani ölümü : kuş gribi ) Örn. Gidin
lan başka yerde oynayın gıran giresiceler.
Gıran dıkıla: Öldürücü salgın hastalık girsin.
Toplu ölüm. ( kümes hayvanlarının
ani ölümü : kuş gribi ) Örn. Gidin lan
başka yerde oynayın gıran giresiceler.
Gıran Giresice: Öldürücü salgın hastalık
girsin. Toplu ölüm. ( kümes hayvanlarının
ani ölümü : kuş gribi ) Örn. Gidin lan
başka yerde oynayın gıran giresiceler.
Gıran: Öldürücü salgın hastalık.
Gırcı: Kırcı. Dolu.
Gırçarmak: Niyetinin kötü olduğunu belli
etmek
Gırıflamak: Küçük parçalara ayırmak.
Gırıldı: Kırıldı
Gırıldı: Kırıldı
Gırızet: Eski bir kumaş çeşidi
Gırklık: Koyun, keçi gibi küçükbaş hayvanların
yününü kesmek için kullanılan
ilkel makas.
Gırmızı: Kırmızı
Gırmızı: Kırmızı
Gırrıbak Goptu: Ortalık karıştı.
Gırtgırtı: Gagası uzun bir kuş türü.
Gısga: Küçük soğan tohumu.
Gısıkmak: Herhangi bir şeyin sıkışması.
Gısır gısır torba: Dokuma olmayan hazır,
naylon karışımı(naylondan) olan torba.
Gısmık: Kısmık, Cimri, pinti, eli sıkı.
Gıstırmak: Kıstırmak
Gıstırmak: Kıstırmak
Gıvramak: 1. Kıvramak, Harekete geçmek.
2. Hızlı yürümek, hızlı hareket etmek.
Gıvratmalı: Burmalı (bilezik)
Gıyamat gımı: Herhangi bir şeyin çok olduğunu
belirtmek için kullanılan bir söz.
Gıyılgan: Maddesi ağaç olan her maddeden
batıcı, delici küçük parça.
Gıymık: Odun parçası.
Gıyrak: Küçük kum veya toprak parçası.
Gız: Kız.
Gızılbacak: Ot türü
Gızınmak: Isınmak
Gidek: Gidelim.
Gimi: Gibi.
Go Daş: Yeşilimsi taş
Gocunmak: Alınmak
Goddik: Ukala
Okuntu E-Dergi
Goğsuk: Oyuk, delik, boşluk.
Gompile: Komple. Hepsi, tamamı.
Gongulu gook: Boş, kovuk
Gontak: Araba anahtarı.
Gonuşma: Konuşma
Gonuşma: Konuşma
Goo etmek: Dedi kodu etmek.
Goode: Vücut.
Gopli: Sürülmüş tarladaki kesekleri ezmek
ufalamak için kullanılan tarım aleti.
Goynek: Fanila.
Goyun: Koyun
Goyun: Koyun
Goyur: Koyur
Goyur: Koyur
Goyurmak: Salıvermek, bırakmak, koyvermek.
Goza çıbıı: Pamuğun yapraksız çubuğu.
Gö Oğlan (Gök Oğlan - Cin Yusuf): Pınarbaşı
Ak İn köyünden ünlü Cin Yusuf.
Torunları bu köye yerleşmişlerdir.
Gö: Mavi, masmavi. Gök, gökyüzü.
Göbelek: Şapkalı mantar.
Göcek güpre: Buğdayların göceklemesi
(çoğalması) için atılan gübre.
Göde: Şişman
Göğ: Açık mavi.
Göğ: Gök.
Gökcek: Güzel, alımlı, yakışıklı.
Gökgülü sarı: Göğüs kısmı sarı olan küçük
bir kuş türü
Gön: Deri
Gönülsüz üren it sürüye kurt getirir.: İsteksiz
yapılan işin sonunun iyi olmayacağını
ifade eden bir deyim.
Göo (Gök): Bitkilerde yeşil renk.
Göönmek: Göyünmek. Ateş veya ısının
etkisiyle, yanmaya yaklaşmak. (Neredeyse
yanmak.)
Göööm gö: Olgunlaşmamış
Göp: 1. Kağnının arkasındaki tahta. 2.
Kağnının önündeki tahta. 3. Kağnının ön
ve arka tarafındaki tahta.
Görestim: Bir kimseyi veya bir şeyi görmeyi,
kavuşmayı istemek, göreceği gelmek,
özlemek
Görrük: Görürüz.
Görset: Göster
http://www.avsarelleri.com/
55 56
http://www.avsarelleri.com/
Avşarelleri Derneği
Görücüyüm: Göreceğim.
Göstere: Kayseri ilinin Tomarza ilçesinin
eski adı.
Götün götün gitmek: Geri geri gitmek.
Gövden delinsin.: Vücudunda yaralar,
bereler çıksın anlamında bir beddua.
Göverip bostan olmamak: Zamanı geçti,
geç oldu
Göynek: Gömlek
Gözer: Arpa elenen iri gözlü kalbur.
Gözünü çalmak: Ölen kişinin açık kalan
göz kapaklarını elle yukarıdan aşağıya
doğru sıvazlayıp kapatmak.
Gubarmak: Şişmek, gururlanmak, böbürlenmek,
kibirlenmek.
Gubur Gusasıca: Balgam kusasıca. Verem
belirtisi, eskiden çaresiz dert.
Gulunç: Kulunç, Omuz.
Gumbilis: Kominist
Gunnacı: Gebe
Gurban Oluyum.: 1) Aşırı sevgi ve hayranlık
anlatan bir söz. 2) Yalvarma sözü.
Gurhana: Mezarlık.
Gurk tavuk: Civciv çıkarma zamanı gelen,
çıkarmak isteyen tavuk.
Gurmut: Ahlat türü.
Gurt: Kurt
Gurttan gulaa aasik: Kurttan kulağı eksik.
Bir kişinin çok çirkin görünümlü olduğunu
ifade etmek için kullanılan tasvir sözü.
“Onun nesine vurulmuş ola; çirkinin biri,
gurttan gulaa aasik.”
Guruyer gunduzu: Gayış kanat
Guş: Kuş
Guşana: Küçük leğen.
Guşana: Süt kabı
Guvan: Kovan
Guyruu tıpılatmak: Can vermek (guyru
titiretmek)
Guzu: Kuzu
Gücücüğ: Küçücük.
Gücük: Kısa.
Gülgülü: Kırmızı.
Gülgün: Gül rengi, kırmızı.
Gülle: Bilye.
Gülsaane: Gülsene
Gümbür: Ağaç yayık.
Gün gediğe dikilirken : Güneş batmak
üzere iken
Gün: Güneş.
Güvermek: Yeşermek.
Güz: Sonbahar.
Ha deyince: Haydi deyince.
Habar: Haber
Habba: Fatma, Habibe.
Habe: heybe.
Hacca: Hatice
Haceli: Hacı Ali
Haçan: Ne çabuk, ne zaman.
Hag(k)ı bog(k)unu ödemez: Geliri giderini
ödemez.
Hak(k)ını avucuna koymak: 1. Gereğini
yapmak, dersini vermek. 2. Lüzumsuz,
yersiz bir iş yapan, patavatsızlık eden
birine hak ettiği cevabı vermek anlamında
kullanılan bir deyimi. Hak: Çoban,köy
bekçisi gibi mevsimlik tutulan kişilerin
ayni olarak (buğday, hayvan vb.) ödenen
ücreti. Hak iş bittikten sonra ödenir ve
tarafların ilişkileri biter. Bu anlamda hakkı
avucuna konulan kişinin söyleyecek sözü
kalmaz. Bitmiştir konu.
Hakına: Yavrulamamış keçi.
Hakını avcuna koymak: Gereğini yapmak,
dersini vermek
Halaka: Gezmek.
Halbır: Kalbur.
Halep garası: Yeşil karpuz türü.
Halil Ağa: Pazarörenli, ünlü Gedik Ahmet'in
dedesi.
Hall’uşağı: Hall’oğlu sülalesi.
Hallea: Halil Ağa
Hallirbihem: Halil İbrahim
Hama değecekken, hasa değmek: Kötüyü,
olumsuz olanı eleştirirken iyi olana
zarar vermemek için dikkatli olmayı öneren
bir deyim. “Kaş yaparken göz çıkarmak
“ deyimi ile aynı anlamda.
Hambalis: Aşılı mersin.(Maki türü)
Hamut: Koşum hayvanlarının boynuna
geçirilen ve araba kollarına tespit edilen
koşum takımıdır.
Hamzan: Tereyağı saklanan kap.
Handevir: Ev, çadır vb. yerleri çok karıştırmak,
her şeyin altını üstüne getirmek.
Daha çok çocukların odaları dağıtması
veya bir şeyi aramak için her yere bakmayı
ifade etmede kullanılır. “Anam bu
nasıl çocuk; evi handevir etti!”
Hangısı: Hangisi
Han'oldu: Hani nerde kaldı?
Hapa hap olmak: Hiç beklenmeyen bir
anda birisi ile, bir şey ile burun buruna
gelmek anlamında bir deyimi. “İki üç
adım atmış atmamış, danadan böyük
attan güççük boz tüylü bir canavarınan
hapa hap olmuş.”
Hapban gımı: Bir parçanın tamamıyla istenilen
yere düşmesi.
Hapban: Kuş tutmak için yapılan kapan.
Haral: Kıldan ya da ketenden yapılmış
büyük çuval.
Harap: Ören
Harar: Haral. Kıldan dokunmuş, Ketenden
yapılmış büyük çuval.
Hardalatsız: Biçimsiz
Hartlap : Kocayemiş.
Hasıla: Bir yazı veya sözün anlamını daha
kısa ve özlü biçimde veren yazı veya söz,
hülasa, fezleke, ekspoze, özet.
Hasır: Saz, kabuk, yaprak vb. bir bitki
maddesiyle örülmüş taban veya tavan
örtüsü.
Hasta yatan değil, vadesi yeten ölür: İnsanları
her zaman umutlu olmaya teşvik
eden, her şeyin ilahi takdire bağlı olduğunu
vurgulayan bir atasözü.
Hasta yoklamak: Hasta ziyaret etmek
Haşventi: Küçük çalı, yaprak karışımı kırıntı.
Havıs: Hafız
Havla: Helva.
Havrana: Yakası ve yenleri geniş kürk.
Hayf almak: Öç almak, intikam almak.
Hayf: İntikam, öç.
Hayıf: Öç, intikam.
Hayıflanmak: Acınmak, üzülmek, yerinmek,
esef etmek.
Hayla: 1. Şimdiye dek. 2. Hem de. 3. Gerçekten.
4. Nasıl. 5. Çok. 6. Evvel, önce.
Hayma: Genellikle güneşten korunmak
için dört direk üzerine yapılır, üzeri ağaç
dallarıyla kapatılır.
Hayma: Kışın hayvanlara yedirmek için
Okuntu E-Dergi
dam üstüne yığılan ot.
Hazele: Geveze, afacan.
Hazzetmek:: Hoşlanmak.
Hebil: Yabani sarmaşık
Heebe: Heybe. İki cebi olan, dokunmuş,
eskiden eşya taşımak, gübre atmak için
kullanılan bir eşya.
Heelece: Nasıl.
Hekili: Gamlı, üzgün.
Helik: Küçük taş parçası.
Helke: Satır, su kabı.
Hellen hellen etmek: Emaneten duran,
sallanan, her an yıkılabilir.
Hellenmek: Sallanmak.
Hengi: Hengâme, patırtı, gürültü.
Hergetmek: Tarlayı sürülerek nadasa bırakmak.
Herif: Bey, Erkek.
Heril: Çiçekli kumaş.
Herkesin kazanı kapa(k)lı kaynar: Her
insanın, ailenin dışarıdan göründüğünden
farklı, kendine has derdi olduğunu,
görüntüye aldanmamak gerektiğini ifade
eden bir deyim.
Herkeş: Herkes
Hers: Hırs, kızgınlık, öfke.
Hetif: Üzüm döküntüsü
Hevtiklenmek: Bir durumdan, olaydan
şüphelenmek, bir şeylerin ters gittiği hissine
kapılmak, kaygılanmak.
Heyle: Nasıl
Hıllangaç: Salıncak
Hımbıl: Eskiden, kağıtlara yazılan kelimeleri
bulmayla ilgili bir oyun.
Hıncırık: Hayvanların tekmesi.
Hıntıbığım Kesildi: Nefesi kesildi.
Hırpıt: 1. Hırpıç. 2. Hırtış 3. Çok eski yamalı
giysi. 4. Elde örülerek yapılan yün
ceket ya da palto. 5. Zayıf, hastalıklı. 6.
Düzensiz, dağınık giyinen kimse. 7. Üstü
başı yırtık, perişan kılıklı kimse.
Hırtık: Eklem yerlerinin kayması, zedelenmesi.
Hısda: Hisse
Hışgımı: Epeyce.
Hışım çıktı: Yoruldum.
Hışırlı: Pamuğun kabuğuyla toplanmış
hali.
http://www.avsarelleri.com/
57 58
http://www.avsarelleri.com/
Avşarelleri Derneği
Hıta: Acur.
Himi tahrından böyle: Yaradılışı böyle,
oldu bitti böyle, oluşatı böyle.
Himi: Temel
Ho demek: Gayret etmek; gayrete getirmek.
Ho ha var öküz eğlendirir, ho ha var zelve
kırdırır:
Ho: Öküzleri harekete getirmek için kullanılan
ünlem.
Hobak: Çocuk oyuncağı, topaç.
Hoğlamak: Üstüne yürümek, saldırmak,
nara atarak öne atılmak.
Holluğu inmek: Hevesinin gitmesi, isteğinin
bitmesi.
Holluk (Folluk): Tavukların yumurtlaması
için hazırlanmış özel yer. Tavukların yumurtladıkları
yer.
Holungu: Büyük sopa.
Hombuluna almak: Omuzlarına almak.
Hopilik: Tohum.
Hopuna almak: Sırtına almak.
Hopurunu çıkarmak: Dağıtmak, perişan
etmek.
Horanta: Evdeki nüfus. Ev halkı.
Horasan: İran Horasan'ı. Avşarların, Selçuklular
zamanında Horasan'dan on bir
oymak halinde geldikleri söylenir.
Hortlak Yaşlı kadın (mecazi anlamda).
Horum: Susamın sapıyla beraber kurutulması
için belinden bağlanmış ve bir
birine yaslanmış koni hali.
Horuz: Horoz
Horuzlanmak: Diklenmek.
Hoşarlanmak: Hoşuna gitmek.
Hota: Fiyaka, Gösteriş, övgü, alkış.
Hotacı: Cömert, yüce gönüllü.
Hoza: Boyun atkısı.
Hozak: Olgunlaşmamış incir.
Hozu: Kanı soğuk.
Höbek: Öbek
Hökeççe: Adana İline bağlı Tufanbeyli ilçesinin
eski adı. Mağara
Hölümek: Tohumu su ile karıştırarak, tohumun
nemlenmesini sağlamak.
Höpürdetmek: Ses çıkararak, kahve veya
çay içmek.
Hörrük: Övüngen kimse.
Hörtük Sokasıca: Ölümcül bir şeyin zehirlemesi.
Hörtük: İşe yaramaz.
Höykürmek: Yüksek sesle ağlamak.
Hu: 1. Ahırda hayvan yiyeceği konulan
yer, yemlik. 2. Saptan yapılan korunak.
Humar: Kumar
Hûn: Kan.
Hunu: Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesine
bağlı köy. Şimdiki adı Antaş.
Huysukmak: Tehlikeden haberdar olmak,
bir yere gitmek istememek.
Huzulu masraf: Huzulu masraf, Gereksiz
yapılan harcama
Hümürdetmek: Höpürdetmek
Hümzünmek : Yeltenmek.
Hüs: Sus.
Hüseyin Ovası: Çorum ilinin Alaca ilçesinin
ve köylerinin bulunduğu geniş ova.
Ihmak: Devenin çöküp oturmasıdır.
Ihtıyar: İhtiyar
Ilgar: 1. Dizginleri koyuverilmiş atın dörtnala
koşması. 2. Atla ansızın yapılan doludizgin
saldırı.
Ilgara: Hayvanın yürümeyle koşma arası
yürüyüşünü anlatır.
Irabiya: Rabia
Irahma: Rahma
Irak: Uzak.
Iralanmak: Sallanmak, bir binanın sallanması
Iramazan: Ramazan
Irbık: İbrik
Irgalamak Irgalamak: 1. Yerinden oynatıp
sallamak, sarsmak. 2. İlgilendirmek.
Irgat: 1. Tarım işçisi, rençber 2. Yapı işçisi.
3. Amele, işçi.
Irgıırılasıca: Irkı kırılasıca, soyu tükenesice
( kırılmak: tamamen yok olmak )
Irkıl: Bir şeyi kendine çekmek, ulu, büyük.
Irzı kırık çocuğu: Irzıırın çocuğu. Irkı bozuk,
soyu belirsiz.
Irzıırın çocuğu: Irzı kırık çocuğu. Irkı bozuk,
soyu belirsiz.
Ismarıç : Sipariş.
Ismarlamak: Bir şeyin yapılmasını veya
getirilmesini, bu işlerle uğraşan birine
söylemek, sipariş etmek.
Istar: Halı, kilim tezgahı.
Işgın: Sürgün, filiz.
Işgıya: Eşkiya
Işımadan: Şafak sökmeden
Işkın (Uçkun - Ay Işkını): Baharın, dağlarda,
yüksek yaylalarda yetişen, yenen
yabani bir bitki.
Işkıya: Eşkiya
Izıcık: Az, biraz.
İbili: İbibik kuşu.
İçlik: İşlik, gömlek.
İçlik: İşlik, Yelek altına giyilen mintan.
İdirolluk: Traktörlerin arka kısmındaki
hidrolik kollar .
İki analı oğlak ya sütten ölür ya bitten
ölür: Bir kimsenin çok koruyanı varsa ya
aşırı ilgiden olumsuz etkileneceğini ya da
"diğerleri bakar nasıl olsa” diye ilgisizlikten
ortada kalacağını anlatan bir deyimdir.
İkindin: İkindi
İkirciklenmek: Huylanmak, şüphelenmek,
kötü bir durum sezmek.
İl: 1. Ülkenin vali yönetimindeki bölümü,
vilayet. 2. Şehrin niteliklerini taşıyan büyük
yerleşim yeri. 3. Ülke, yurt. 4. Eski
Türklerde devlet. 5. Aşiret, oymak.
İlahane: Lahana.
İlançe: Büyük leğen.
İleek: Layık
İlfan: İrfan
İliksiz: Yaramaz
İlvan: Gösteriş, çalım, süs, fiyaka, kibir.
İmanı gevremek: Çok çalışmak, yorulmak.
İneemen: Kertenkele benzeri bir sürüngen.
İrasim: Rasim
İrbihem: İbrahim
İrecep: Recep
İrecepli: Recepli Avşarları.
İreşit: Reşit
İs: Sahip.
İskân: Yerleşme, yurtlanma, habitat.
İskele: İskenderun iskelesi.
İsmarıç: Sipariş.
İsmieal: İsmail
Okuntu E-Dergi
İstikan: Çay bardağı, fincan.
İşlik: İçlik, gömlek, yakasız gömlek.
İt gılı postal bağı: Başı dibi olmayan, gereksiz,
kayda değer bir şey olmayan.
İtaa: Ekmek yapılırken yere serilen bez.
İte daş atma, sahibine değar: Görünürde,
önde olan bazı kişileri muhatap alıp
söz söylendiğinde, asıl olarak o kişileri
öne süren, perde arkasındaki kişilerin rahatsız
olacağını ifade eden bir deyimi.
İti gönülsüz davara salmışlar da uluyu
uluyu kurt getirmiş: İsteksiz yapılan işin
sonunun iyi olmayacağını ifade eden bir
deyim.
İtinin hatırı yoksa, istinin de mi hatiri
yok?: Bir kişiye saygı duyulup hatırı sayılmıyorsa
da, onun büyüklerinin hatırına
ona da kıymet verilmesi gerektiğini ifade
eden bir deyim.
İvini civini cikariyosun işin: Çok araştırmak,
irdelemek.
İzah: Açıklama.
Kabak asmak: Çukurova’da kabak kurutulur,
içi oyulur, buraya barut konurdu.
Kabağı bir yere asmak karşı tarafa meydan
okumak demektir.
Kabak Hasan: Dönemin ünlü kavgacı yiğitleri.
Bunlar Tecirli savaşçılarıdır. Kavgaya
girmeden önce karşı taraf: "Bu gelenler
bizim Kabak Hasan'a, Kodaz Ali'ye
yetmez" demişlerdi.
Kabaktepe: Kayseri ili, Sarız İlçesine bağlı
bir köy.
Kabıt Kaput, Palto.
Kaçar Hüyüğü: Çukurova’da şimdiki
Kara Hüyük. Kimilerine göre ise Elbistan
Til Köyünde bulunan hüyük.
Kadıoğlu: Kahramanmaraş'ta ünlü bir
aile.
Kafam Çevrindi: Başım Döndü
Kakılı: Pek çok, yığılı, dolu.
Kalıcından (orağından) ateş çıkarmak:
Yolma yolan kadın veya erkeğin hızlı ve
sert kalıç sallaması sonucu çok iş yaptığını
ifade eden bir deyim.
Kalıç: Orak, küçük orak.
Kalın: Galın, ağırlık, başlık. Evlenecek
erkeğin kız tarafına verdiği para. Başlık
http://www.avsarelleri.com/
59 60
http://www.avsarelleri.com/
Avşarelleri Derneği
parası.
Kamalak: Katran cinsinden bir çam çeşidi,
sedir.
Kaman: Pınarbaşı İlçesinin bir köyü.
Kanı garrah olmak: Yağma etmek, ganimete
doymak.
Kanlı Melek: Azrail
Kanlı melek: Azrail
Kapısı kapanmak Kişinin neslinin kuruması,
soyundan kimse kalmaması. Beddua
olarak "kapısı kapanasıca" şeklinde
kullanılır.
Kaput Kabıt, Palto.
Kara çıkın derdin ola.: Bilinmeyen hastalığın
olsun anlamında bir beddua.
Kara vurgundan gidesice:
Kara yadırgı: Daha fazla yabancı.
Karaardıç: Ardıç ağacının en iyisi.
Karacanavar: Domuz
Karakaya: Toklar nahiyesin de bir bölge.
Karakış: Zemheri, Garakış, Kışın ilk ayları.
Karartı: Beden, varlık.
Karbeyaz: Payas'ın doğusunda bir kasaba.
Karı: Yaşlı, ihtiyar kadın.
Kasavet Üzüntü, tasa, kaygı, sıkıntı.
Katık: Yağı alınmış yoğurt, ayran
Kavim Kardeş: Boy ve soy bakımından
birbirine bağlı insan topluluğu.
Kaypak: Sözünde durmayan, dönek.
Kea: Kahya
Keçik: 1. Başörtüsünün ensede saçların
altından geçirilip tepede bağlanmış durumu.
2. Başörtüsünün uçlarını çene altından
geçirip tepede bağlama biçimi. 3.
Başörtüsünün başın kulaktan üst kısmını
sararak alında bağlanmış durumu. 4. Kadınların
kullandığı uzun başörtüsü.
Kehni: Küçük çapa.
Kekil: Alına dökülen kısa saç, perçem,
kakül.
Kekre: Tadı acımtırak, ekşimsi ve buruk
olan.
Kele: Daha çok kadınların kullandığı
“Ayol, hey, yahu” anlamında bir hitap
sözü.
Kelekesten: Kertenkele.
Keli: 1. Taş ve toprak yığarak yapılan bağ,
bahçe ve tarlaların sınırı. 2. Dağ ve tepelerin
eteği. 3. Dağ ve tepenin en yüksek
noktası. 4. Taşlı, verimsiz tarla.
Kelik: Naylondan (plastikten) yapılan
hava alacağı şekilde üstü delikli ve yanı
kilteli bayramlık, yazlık çocuk ayakkabısı.
Kelle: Koparılmış kafa.
Kemha: Bir çeşit ipekli kumaş.
Kendine mukayet olma: Kendine iyi bak,
kendini sakın, başına bir iş gelmesin anlamında
bir deyim.
Kepmek: Bina, duvar vb. Yıkılmak, çökmek.
Kerçine: İnadına, aksine.
Keri: 1. Sonra, geri. 2. ötürü, dolayı.
Kertiş: Kertenkele.
Keskenmek: Vurur gibi yapmak, vurmaya
davranmak (el, sopa ile).
Kesme: Meşe çeşidi
Keşkere: Yük taşımada kullanılan bir alet.
Kevek: İçi delikli, hafif, çabuk kırılabilen,
yumuşak (taş vb. için).
Keyfe maaş: Canının istediği gibi, herhangi
bir kurala ve kısıtlamaya tabi olmaksızın
konuşma, davranma.
Kıkırdamak : 1. Kıkır kıkır diye ses
çıkararak gülmek. 2. Donacak kadar üşümek.
3. Soğuktan donmak.
Kıkırdaşmak: Kıkırdamak eylemini gizlemeye
çalışarak en az iki kişin kıkır kıkır
ses çıkararak gülüşmesi.
Kılavuz: Herhangi bir alanda ve konuda
bilgi veren, yol yöntem gösteren.
Kımık Küçücük, kısacık, ufacık.
Kına yakmak: Sevinmek, neşelenmek.
Avşarlar üzüntülü, yaslı günlerde kına
yakmazlardı.
Kırçıl : 1. Kırlaşmaya başlamış, kır renkli.
2. Bu renkte saçı olan.
Kırklık basması: Yününü kesmek için
bağlanan koyunun uzun süre yatmasından
dolayı rahatsızlanıp hastalanması.
Kırklık: Koyun tüylerini kesmekte kullanılan
makas. Davar kırkılan makas.
Kırkmak: Koyunun yününü traş etmek.
Kısık: 1. İki dağ ve tepe arasındaki dar
geçit, boğaz. 2. Dağların kuytu yeri. 3.
Uçurum. 4. Dar yer, iki kayanın arası. 5.
Dar ve uzun sokak, yol. 6. Köşe, bucak,
ara. 7. Çıkmaz sokak, eğri büğrü yol. 8.
Yol dönemeci. 9. Sıralanmış tepelerin küçük
vadileri. 10. Yüksek kayalıkların üstündeki
aralıklar, yarıklar.
Kıska: Soğan Tohumu.
Kısrak: Dişi at.
Kızışma: Girişme, saldırma.
Kiğılı: Maraş altında yer adı. Gövdelide
de Kiğılı adlı yer adı vardır.
Kilden: 1. Su tası. 2. Bardak. 3. Hamamtası.
Kildirmek: Fırlatmak
kilim şakı: Birleştiğinde motifleri ile bir
kilimi tamamlayan simetrik iki eşit parçadan
her biri.
Kiravuzlanmak: Erkeğin bir hanımı almayı
çok istemesi, heveslenmesi, elde etmeye
çalışması, dolanması.
Kirkit: Halı kilim dokumak için kullanılan
demir alet.
Kirmani: Kirman kentinde yapılmış eğri
kılıç. İran'da bulunan bu kentin ustaları
en iyi kılıç yapmalarıyla ünlüydü.
Kirmen: Elde yün eğirmeye yarayan tahtadan
yapılmış araç.
Kirtik: Ufalanmış sabun parçası,
Kirtilini çıkarmak: İliklerini sökmek
Koç Dağı: Sarız- Pınarbaşı yolu üzerinde,
Tahtalı dağları içinde bir dağ.
Kodaz Ali: Dönemin ünlü kavgacı yiğitleri.
Bunlar Tecirli savaşçılarıdır. Kavgaya
girmeden önce karşı taraf: "Bu gelenler
bizim Kabak Hasan'a, Kodaz Ali'ye yetmez"
demişlerdi.
Kokar Canını Ala: Kokar; işe yaramaz
berbat hayatını alsın (Allah ) Örn: Kokar
canını ala sendemi kendini adam yerinden
koyuyon.
Konmak Yerleşmek.
Konu komşu: Etraf, komşular.
Koraf koraf: Öbek öbek, küme küme.
Koyağa mazı yağması: Her şeyin bir zamanı
var demek. "Demir tavında dövülür"
gibi.
Kozan: Adana ilinin bir ilçesi.
Kozanoğlu: Kozanoğlu Ahmet Bey.
Kökgüç: Ucu sivri sopa.
Okuntu E-Dergi
Kömeç: Ebegümeci. Yaprakları yemek
yapmada kullanılan bitki.
Könçek: Bezden yapılmış bayan giyeceği.
Könes: Küçük, yaramaz köpek.
Köpük Gusasıca:
Kör Pınar: Kurumuş, ağlayamayan göz.
Kör püsük: Nankör insan.
Köre: 1. Karınca yuvası. 2. Demirci körüğünün,
kömürlerin yandığı bölüme açılan
deliği.
Köryapalak: Baykuş.
Köstü: Köstebek.
Köşt: Üç ayaklı, sehpa biçiminde sandalye,
tabure.
Kötü herif gırağıyı gıştan, kötü avrat bulaşığı
işten sayarmış: Beceriksiz ve işe
yaramaz, yeteneksiz kimselerin çok basit
şeyleri çok büyük sorunlarmış gibi gördükleri
anlamında bir deyim.
Köy yerinde dövüş ya çocuk yüzünden ya
it yüzünden çıkar: Büyük sonuçları olan
olayların basit sebeplerden kaynaklandığını
ifade eder.
Köynek: 1. Eskiden gömlek yerine geçen
bir giyecek. 2. Elde biçilip dikilen iç gömleği.
Kulun: Altı aylığa kadar olan at veya eşek
yavrusu.
Kurttan kulağı eksik Bir kişinin çok çirkin
görünümlü olduğunu ifade etmek
için kullanılan tasvir sözü. “Onun nesine
vurulmuş ola; çirkinin biri, gurttan gulaa
aasik.”
Kuru yerde koyun gütmüşe dönmek:
Emeğinin karşılığını alamamayı ifade
eden bir deim.
Kuruntunun sonu sürüntüdür: Kuruntulanıp
belli şeylere tenezzül etmeyenlerin,
sonunda o tenezzül etmedikleri şeylere
de muhtaç kalacaklarını, kendini büyük
görmenin ağır sonuçları olacağını anlatan
bir deyim.
Kuş kemiğinden saraylar yaptırmak: Çok
değerli, çok süslü saraylar yaptırmak.
Kuşa süt nasip olsaydı anasından olurdu:
1. İnsan, en yakınından elde edemediği
yararı başkasından hiç elde edemez. 2.
Yaradılış olarak bir şeyden yararlanması-
http://www.avsarelleri.com/
61 62
http://www.avsarelleri.com/
Avşarelleri Derneği
na imkan olmayan, ne denli çabalasa o
şeyden yararlanamaz.
Kuşene: Saplı yayvan tencere.
Kutmu: Kutnu, Pamuk veya ipekle karışık
pamuktan dokunmuş kalın, ensiz kumaş
çeşidi.
Kutnu: Kutmu, Pamuk veya ipekle karışık
pamuktan dokunmuş kalın, ensiz kumaş
çeşidi.
Kuyruk: Güzün doğan bir yıldız.
Kuzgun: Bir cins iri karga.
Kuzu Gütmek Kuzu otlatmak.
Kuzugüdenli: Bir Türkmen oymağı.
Kücü: Halı ve kilim dokumak için kurulan
tezgahta ipleri tutan kalın sopa.
Küçük Alioğlu: Kozanoğulları'ndan bir
bey. Payas sancağının yönetimi bu ailenin
elindeydi,
Küçükken ne ise büyünce de öyle olur:
Çocuklara zamanında belli eğitimin verilmesi
ve yaşlarına uygun davranış sergilemelerinin
beklendiğini anlatan deyimdir.
Küküm: İyice, büsbütün yaşlı, kocamış.
Külek: Bal, yağ, yoğurt vb. şeyler koymaya
yarar tahta kova.
Küllüğe kar yağınca kendini dağ sanarmış.:
Aslında hiçbir özelliği olmayan, basit
kimselerin kendilerini büyük görmelerinin
acıklı durumunu anlatan bir deyimi.
Küllük: Köylerde tezek küllerinin,ahır
atıklarının atıldığı yer.
Küncü Baalası: Susamları sapıyla beraber
kurutmak için bağlanmış hali.
Küncü: Susam
Künde: Günde, her gün, günlük tekrarlanan
eylemler için kullanılan kelime.
Küşne: Burçak
Kütüklü: Sarız, Pınarbaşı, Gürün üçgeni
içinde ki Gövdel dağlarındaki yurtlar.
Labıt: Labıt demir parçası
Lafı Başını Yesin: Sözü ölümüne sebep
olsun. Genelde istemediği kişinin sözünü
duymak istemeyenlerin kullandığı söz.
(Örn: Boş ver onun sözünü etme, lafı başını
yesin.)
Lahuri şal: Lahur kentinde yapılan bir çeşit
şal.
Lalenpe: Yassı taş.
Okuntu E-Dergi
Laylon: Römork
Lemerme: Nemlenme.
Lepe: 1.Bulgur veya pirinçten yapılan bir
tür yemek. (ölgünürek lepe) 2.Nohutun
ıslatılıp kurutulduktan sonra dövülmesinden
elde edilen yemek.
Lo: Toprak dama çekilen taştan silindir.
Loda: Üstü toprak ve otla örtülmüş koni
biçimindeki saman yığını.
Lodak 1. Yumurta büyüklüğünde yuvarlak
taş. 2. lodağın yan tarafına enek denilen
yassı bir taşla uzaktan atarak vurmak
suretiyle kale götürülmesi oyunu.
Lorşun: Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesine
bağlı köy. Şimdiki adı Altınelma.
Loş: Düğün yemeği.
Löküs: Lüks (lambası).
Maa: Uzun ağaç.
Maarse: Meğerse.
Maavin: Muavin
Mağara: Adana İline bağlı Tufanbeyli ilçesinin
eski adı. Hökeççe
Mağrıp: Garp, batı.
Mahana: Bahane.
Makat: Demir veya tahtadan yapılmış
oturak, somya.
Malağma: Dövülmüş, savrulmamış tahıl
ve saman karışımı.
Malama: 1. Karışım. 2. Taneleri ayrılmamış,
samanla karışık tahıl.
Malamat olmak: Rezil olmak
Malamat: Şamatacı
Manca: Domates salatası.
Mangılı batmak: Adı geçmez olmak, adı
anılmamak.
Mangır: Akçenin dörtte biri değerinde
eski bir Osmanlı parası.
Manifille: Boş hayal.
Mart dokuzu: Bahar mevsiminin başlangıcı.
Gregoryen takvimine göre martın
üçüncü haftasında görülen bir fırtına.
Massık Massık Yürümek: Ağır ağır, kaygısızca
yürümek.
Maşrık: Şark, doğu.
Mavı: Mavi
Mavra Kesmek: Sohbet etmek.
Maya: 1. Damızlık dişi hayvan. 2. Dişi
deve. 3. Buhur deveyle adi devenin birleşmesinden
doğan uzun tüylü dişi deve.
4. 4-5 yaşındaki deve. 5. Yük devesi. 6.
Dişi. 7. Genel olarak damızlık dişi hayvan.
8. Dişi katır. 9. Dişi at. 10. Dişi eşek.
Maytab: Şakacı.
Meerem: Meryem
Mehenk: 1. Mihenk taşı. 2. Birinin değerini,
ahlakını anlamaya yarayan ölçüt.
Mehmet Ali: Beylerden birisi, Torunları
Pınarbaşı ilçesinin Karamuklu köyünde
otururlar. Özocak ve Yıldırım soyadlı kişiler.
Mehter: Kavgaya yöneltmek için çalınan
çalgıdır.
Meke Patlaa: Patlamış mısır
Meke Pürçüğü: Mısır püskülü.
Meke Sokalaa: Mısır koçanı
Meke: Mısır.
Melefe: 1.Yatak ve yorgan çarşafı. 2. Yastık
yüzü. 3. Tandırda ısınmak için kullanılan
çok büyük yorgan. 4. Yüzü olmayan
eski yorgan, mitil. 5. Yorganın astarı. 6.
Yatak ve minderin iç yüzü. 7. Çok eskimiş
giyim eşyası. 8. Yorgan yüzü.
Memili: Mehmet Ali
Memmet: Mehmet
Mencilis adamı: Sohbet meclislerinde
aranan kişi.
Mencilis: Meclis.
Menemenci: Melemenci, melemenli de
denir. Karaisalı Yöresinde oturan bir
Türkmen Oymağıdır.
Meses: Üvendire. İnek ve öküzleri dürtmek
için kullanılan ucu sivri demirli deynek.
Mesirek: Damızlık deve.
Meyit: Beyit, şiir, ağıt bölümleri.
Mezada dökülmek: Artırma ile satışa çıkarmak,
ucuza satmak.
Mık: Çivi.
Mıkıs: Cimri
Mınasıp: Münaasip
Mısa: Musa
Midesi Cıkramak: Midesi ekşimesi.
Midit: Mesesin ucundaki çivi.
Mihenk: 1. Mihenk taşı. 2. Birinin değerini,
ahlakını anlamaya yarayan ölçüt.
Miktat Paşa: Bekir Ağa'nın kardeşlerinden
biri.
Miltan: Gömlek.
Mintan: Gömlek
Misis: Adana ilinin doğusunda, Ceyhan
ırmağı kenarında bir kasaba. Eski adı:
Havraniye, Yeni adı: Yaka Pınar.
Mistik Paşa: Küçük Alioğulları'ndan Halil
Paşanın oğludur.
Mitil: Eskimiş, parçalanmış
Motur: Motor
Motur: Traktör.
Muallim: Öğretmen.
Mucuk: Küçük sinek
Mudara: Boyun eğme, minnet, İşi düşme
durumu.
Muhamber: Muammer
Muhannet: Vefasız, değersiz kimselere el
açmak.
Mullara: Çizgi çizilerek oynanan bir oyun.
Murat Suyu: İskenderun körfezine dökülen
bir dere.
Murt: Mersin
Murtlu: Ceyhan yakınlarında köy.
Mustiy'emmi: Mustafa Emmi
Muşamba: Bir tarafına kauçuk veya yağlı
boya sürülerek su geçirmeyecek duruma
getirilen kalın bez
Muşamba: Naylon
Mühengi Aşmak: Mihengi Aşmak, Ölçüyü
aşmak.
Mürdün: 1. Kapı arkasına dayanan ağaç.
2.Kesilmiş kullanılmak üzere uzun ve kalın
ağaç.
Mürseloğlu: Reyhanlı oymağının beyi.
Müşdere olmak: Müşderi olmak, almayı
istemek.
Müşir: Mareşal.
Naakıt: Ne zaman
Naatlak: Ne Kadar
Nahır: Büyükbaş hayvan sürüsü
Namtı: Sapı olmayan bıçak.
Narman: Erzurum iline bağlı ilçelerden
biri.
Navıtıyon: Ne tutuyorsun, ne yapıyorsun?
Ne Dii: Ne Diye
Ne Dutuyum: Ne Yapayım.
Ne gabahatim varda duşgama duşgama
http://www.avsarelleri.com/
63 64
http://www.avsarelleri.com/
Avşarelleri Derneği
vuruyorsun: Ne suçum varda yüzüme
vuruyorsun.
Ne gezersin damdan dama,otur da şalvarın
yama: İnsanın kendi sorunları varken,
işsiz-güçsüz, bomboş avare gezmeyip,
sorunlarını çözmesi gerektiğini ifade
eden bir deyim.
Ne mevki, ne para nede pul, insanı insan
eden huydur huy: İnsanın sosyal statüsünün
karekterine bir şey katmayacağını
ve asıl önemli olanın insandaki güzel meziyetlerin
olması gerektiğini ifade eden
bir deyim.
Ne Tevir: Ne çeşit
Ne umuyon bacından, bacın da ölüyor
acından: Umut bağlanan kişinin de durumunun
iyi olmadığı manasında kullanılır.
Ne umuyon bacından; bacın da ölüyor
acından: Umut bağlanan kişinin de durumunun
iyi olmadığına dair deyim.
Neciymiş: Ne imiş, küçümsemek için kullanılır.
Nedii: Ne Diye
Neler çektim felekten, un elerken deve
geçti elekten: Çok dertler yaşadığnı, küçük
işlerle uğraşıken başa büyük dertlerin
geldiğini ifade eden bir deyim.
Nicettin: Ne Yaptın
Ninemeli: Ne yapmalı, ne gerek var, boşver
anlamlarında kullanılır.
Nineycin: Ne yapacaksın.
Niriye Gidiyon: Nereye Gidiyorsun.
Nişe: Buğdayın bekletilerek suyunun kurutulmasıyla
elde edilen özü.
Nola: Ne Ola
N'ola: Ne Ola
Oba: 1. Beş, on çadırlı aşiret. 2. Yaylada
çadır kurulan bölge. 3. Çuldan yapılan
çadır. 4. Mahalle. 5. Bir soydan kimselerin
oluşturduğu topluluk, kalabalık. 6.
Yabancı. 7. Komşu. 8. El, başkaları.
Obalar ne der: Başkaları ne söyler. Bu işi
yapıyorsun ama konu-komşu, elalem ne
der anlamında bir deyim.
Obaya karşı: Başkaları ne söyler. Bu işi
yapıyorsun ama konu-komşu, elalem ne
der anlamında bir deyim.
Ocağı sönesice:
Ocak: Ev, aile, soy.
Ocan Bata:
Oda: Evlerin dışında, konukları ağırlamak
için özel olarak yapılmış küçük ev. Eskiden
beylerin, ağaların herkese açık olan
konuk odaları vardı. Buralarda sohbet
edilir, saz çalınır ve türkü söylenirdi.
Oğlan evinde bir şey yok kız evi dambul
dumbul.: Bir olayda asıl etkilenmesi
gereken tataftan çok başkalarının heyecanlanması,
tepki vermesi; aynı olayın
taraflarda farklı sonuçlar doğurmasına
dair bir deyim.
Oğuz: 1. Ogur, otağda doğan. 2. İyi huylu
kimse. 3. XI. yüzyılda Harezm bölgesinde
toplu olarak yaşayan ve daha sonra batıya
doğru göç ederek bugünkü Türkmen,
Azeri, Gagavuz ve Türkiye Türklerinin aslını
oluşturan büyük bir Türk kavmi.
Okundu oğlağı gimi: Düğüne götürülen
küçük oğlak.
Okuntu: Davetiye.
Olucu: Olacak.
Oluk: Çeşme.
Oluşatı böyle: Yaradılışı böyle, oldu bitti
böyle, himi tahrından böyle.
Omanı Pıttırmak: Belini ağrıtmak
Omar: Ömer.
Omisilli: Şu misilli, o güzelim, mis gibi.
Omusilli: Güzelim, ne güzel.
Omuzla: Omzuna alıp getirecek kadar
ağır olmayan kesilmiş ağaç.
On yedi Bey: Çukurova'da yaşayan Türkmen
oymaklarının beyleri kastediliyor.
Ondan Kerli: Ondan sonra.
Oolak: Oğlak
Orakçı: Ücret karşılığı ekin biçen kimse.
Osanmak: Usanmak.
Oş oş: Köpek kovalama ünlemi, hoşt.
Ota biçmek: Ekilen buğday, arpa gibi tahılların
kuraklık vb sebeplerle başak tutmayıp
hayvanlar için ot olarak kullanılmak
üzere biçilmesi.
Otebis: Otobüs
Otluğa çıkmak: Hayvanlarını otlatmak
için gitmek.
Oturduğu ahır sekisi, çıırdı İstanbul türküsü:
Burumuna bakmadan büyük sözler
Okuntu E-Dergi
söylediğini ifade eden bir deyim.
Oynaş: Aralarında toplumca hoş karşılanmayan
ilişkiler bulunan kadın veya erkekten
her biri.
Oynum hos: Oynamıyorum, oyundan
çıktım, mola
Ödünç oğlak gibi:
Öğün: 1. Kez, defa. 2. Yemek vakti.
Öküz olmadan göpe ediyor: Belirli bir
tercübesi olmadan, bilmediği işleri yapacağını
sanan, palavra atan kişileri ifade
eden bir deyim.
Öküzden uğrun ev göçürmek: Bir işte konunun
muhatabının haberi olmadan birşeyler
yapılmaya çalışıldığını ifade eden
bir deyim. Eskiden evler yaylaya göçerken
eşyalar kağnıya yüklenir, yükü öküzler
çekerdi. Bu sebeple öküzden habersiz
göç imkansızdı.
Öküzü aldatmasında ne var, okunu ağır
eder göpüne binersin, göpünü ağır eder
okuna binersin: Saf kişileri aldatmanın
çok kolay olduğunu ifade eden bir deyim.
Öküzün Altında Buzağı Aramak: olmayacak
sebeplerle suç ve suçlu bulma çabasında
olmak.
Ölgünürek Lepe: Az pişmiş lapa.
Öllüğün Körü: Aslı "ölünün goru"dur.
"Ölünün mezarı" anlamına gelir ama "elinin
körü"ye evrilmiştir.
Ölük: Ölmüş, cansız.
Ölümsek: Çok zayıf, cılız.
Öndüç: Ödünç
Öndüç: Ödünç
Öndünc: İleride geri verilmek veya alınmak
şartıyla alınan veya verilen şey.
Ödünç.
Örklemek: Hayvanları otlamaları için
uzun bir iple çayıra bağlamak.
Örme: Örgü, örülmüş ip, hayvan bağlamaya
yarayan ip.
Örtme: Evlerde dış kapıdan ilk girilen,
genelde diğer odaların kapılarının açıldığı
boşluk, antre, hol.
Öşek: Derisinden kürk yapılan tilki cinsinden
bir hayvan, vaşak.
Öşekci: Kayseri ili Pınarbaşı ilçesine bağlı
Demircili Köyünde bir dağ. Adını derisinden
kürk yapılan tilki cinsinden bir hayvan,
öşekten (vaşak) almıştır.
Ötaan: Dün , önceki gün, geçen gün.
Öteberi: İhtiyaç malzemeleri.
Ötürmek: İshal olmak.
Övünme hörrük, seni de görrük!: Bol keseden
atan, yerli yersiz övünen kimseler
için söylenir. “iş ciddiye binince; senin de
başına bu iş gelince göreceğiz ne yapacağını”
anlamında bir deyim.
Öylen: Öğle vakti.
Özmü candan: Bir şeyi çok arzulayarak,
bağırarak istemek, söylemek.
Özne övme: Avşarlarda damat övme türküsü.
Özne: Damat, güvey.
Pahil: 1. Kıskanç. 2. Kinci. 3. Kötü yürekli.
4. Aksi, ters. 5. Engel. 6. Tembel,
üşengeç. 7. Cimri.
Paldın: Atların semerini vücuduna bağlayan
kuşak.
Palıt: Pelit, palamut, meşegiller tohumu.
Pambık: Pamuk.
Pampal: Gelincik.
Pança: Avuç.
Pangonut: Lira.
Parke: Kaban.
Partutuş olmak: Saygı ve sevgiyle misafire
hürmet göstermek.
Paşa Bey'in Oğlu Del ‘Osman Ali: Pınarbaşı
ilçesinin Pazarören bucağında torunları
Yaşar, Akı ve Özhan soyadlı kişiler.
Patacını Ayırmak: Bacaklarını açmak
Pataç: Bacak arası.
Patos Biçilip demet haline getirilen başakların
buğday ve samanı ayırmak için
kullanılan tarım makinesi. Harman dövme
makinesi.
Pavkırmak: Hayvan sesi.
Payas: Hatay'a bağlı bir ilçe. Yüz yıl kadar
önce Dörtyol, Payas'a bağlı bir köydü. O
za manlar Payas sancak merkeziydi, şimdi
Dörtyol ilçesine bağlı kasaba.
Pece: Penek, pencere .
Pempe: Pembe.
Penek: Pece, pencere .
Penekden ne daniyon: Penekten ne bakmak.
http://www.avsarelleri.com/
65 66
http://www.avsarelleri.com/
Avşarelleri Derneği
Perpil: Bir tür yabani siyah üzüm.
Peşgir: Havlu
Peşkir: Havlu.
Peştemal Dönmek: Birinin üzerine saldırmak.
Peten: Bir tür kumaş.
Pınara: Kantarma denilen çıkıntı ile ocağın
oluşturduğu. Şömine.
Pırnal: Yeşil meşe kategorisinden bir
ağaç türü.
Pırtı: Giysi, giyecek.
Pırtmak: Yuvasından çıkmak.
Pıslan Patır: Saklambaç oyunu.
Pısmak: Saklanmak.
Pıtık: 1.Yumurta 2. Bacak arası 3. Ardıç
ağacının meyvesi
Pinlik: Pinnik, Kümes .
Pinnik: Pinlik, Kümes
Pisiklet (Püsüklet): Bisiklet.
Piskevit: Bisküvi
Polüs: Polis.
Pontil: Pantolon.
Porsumak: Herhangi bir şeyin nemden
dolayı kokması, pörsümek.
Potpotu: Motosiklet.
Potturmak: Bir delikten geçirmek, boşandırmak.
Potuk: Deve yavrusu demektir.
Potuklu: Pınarbaşı İlçesinde üç tane Potuklu
adında köy vardır. Bunlar; Avşar
Potuklu, Büyük Potuklu, Küçük Potuklu.
Burada adı geçen Avşar Potuklu’dur.
Kazım’ın kabilesinin bu köyde akrabaları
vardır. Soyadları Kandemir’dir. Kaçak olduğu
sırada bazen bu köye gelip saklanır.
Pöhrenk: Topraktan yapılmış su borusu.
Pölüşmek: Bölüşmek.
Pölüşmet: Paylaşmak.
Pörez: Selin yolu bozmaması için, yolun
altından geçen beton boru.
Pul: Para.
Punar: Pınar.
Punara: Baca.
Pusat: Araç, savaş aracı.
Puşt: Dönek.
Pür: 1. Çamın kurumuş yaprağı. 2. Soğan,
pancar, şalgam, turp, patates vb.
sebzelerin yaprakları. Püren.
Pürçek: 1. Kadınların şakaklarından sarkan
saç, saç buklesi, zülüf. 2. Bitkilerin
saçaklı kökü veya püskülü. 3. At vb. hayvanların
topuğunun üstünde çıkan kıllar.
Pürçük: Tohumun ucu.
Pürçüklü: Havuç .
Püren Yaymak: Özellikle koyunları tarlaya
bırakmak suretiyle hayvanlarca Soğan,
pancar, şalgam, turp, patates vb.
sebzelerin yapraklarının üzerindeyken
yenilmesi.
Püsük: Pisi, püsü, kedi.
Püsüklet, Pisiklet: Bisiklet.
Rüsva olmak: Ayıpları meydana çıkmak.
Sabahaça: Sabaha kadar.
Saban: Öküzlerle tarla sürmede kullanılan
ilkel pulluk.
"Sabındırlık: Kağnının tekerlerinin,
daha rahat bir şekilde kayarak
dönmesi için yuvarlak mazı ile okluk
arasına, beziryağı, sabun ve
yumurta akından yapılmış karışım
sürülürdü. Bu karışımın
konulduğu kaba yağdanlık
veya sabındırlık denir ve camız
boynuzundan yapılırdı. En iyi yağdanlık
camız boynuzundan
yapılan, yassı ve büyük olanıdır."
Sacaa: Sacayağı. Üzerine tencere, tava
vb. koymaya yarayan, ateş üzerine oturtulan,
üç ayaklı çember veya üçgen biçiminde
demir destek, sacayak.
Saçını başını yolasın: Başına iş gelsin,
pişmanlığından saçını-başını yolasın anlamında
bir deyim.
Sağdıç: Düğünde gelin veya damada kılavuzluk
eden kimse.
Sağmal: Sağılır koyun, inek.
Sahal: Bedellilik, birinin yerine askere
gönderilen kişi, vessek.
Sakadıırak: Dengesiz kişi.
Sakga: Kene.
Sakna: Kabuklu tohum.
Sal: 1. Hasta, yaralı ya da ölü taşınan
sedye. 2.Tabut.
Salavat Destesi Gibi Yapma: Ekin biçilir,
son deste toplanırken söylenir.
Salavatlamak: Hz. Muhammed ( S.A.V.)’
e salavat getirerek saygı ile anmak.
Salıncak: İki ucundan iki iple veya zincirle
yüksek bir yere asılan ve üzerine oturulup
sallanılan eğlence aracı.
Samı: Boyunduruk deliğinden geçen çubuk.
Samur kürk: Samur adında bir hayvan
derisinden yapılmış kürk.
Sananey: Sana ne.
Sanasın: Sanki, gûya.
Sankim: Sanki.
Santraviç: Santrifüj, sulama aracı.
Saplıcan: Zatürre, Ateş, öksürük ve balgamla
beliren, tehlikeli bir akciğer hastalığı,
batar.
Saptırma: Mezar içersin de ölü konulduktan
sonra, ölü üzerine açılı olarak dizilen
tahtalar.
Sarat: Büyük delikli kalbur.
Sariyecek: Kayseri ili Pınarbaşı İlçesine
bağlı Kadılı Köyünün yaylası.
Satmak: Kız evladı evlendirmek
Savan: Günlük kullanım için pamuk ipliğinden
dokunmuş kalınca kilim, yaygı,
örtü.
Savışmak Savuşmak. Bulunduğu yerden
acele ile gizlice veya dikkati çekmeden
ayrılmak.
Savuşmak: Savışmak. Bulunduğu yerden
acele ile gizlice veya dikkati çekmeden
ayrılmak.
Sayrı: Hasta, yatalak.
Sehen: Bakır tabak, sahan.
Sehil: Sahil.
Sehlik: Vurdumduymaz, aldırmaz, aptal.
Yerli, yersiz konuşan kimse.
Seklavi: Araplar tarafından kabul edilen,
adını Arap kabilelerinden alan Arap atı
ırkı içerisindeki dişiliğin, güzelliğin ve inceliğin
sembolü olan bir tip at cinsi.
Seklem: 1.Yarım, yarıya yakın. 2.Az, azıcık.
Sektesinden: Denginden.
Selamet: 1. Esenlik. 2.Her türlü korku,
tasa ve tehlikeden uzak, güvenlik içinde
olma. 3. Kurtulma, kurtuluş.
Selvi: Servigillerden, Akdeniz bölgesinde
çok yetişen, kışın yapraklarını dökmeyen,
Okuntu E-Dergi
25 metre boyunda, ince, uzun, piramit
biçiminde, çok koyu yeşil yapraklı bir
ağaç, andız, selvi, servi ağacı.
Sen ağa, ben ağa; Bu ineği kim sağa?:
İş bölümüne ve hiyerarşiye vurgu yapan
deyimimiz.
Sen de cip ariye gitmişsin: Sen de çok
bozulmuşsun.
Seni eşşeğin yağırına(yaarına) mı ekeceğim?:
Bir kişinin ortada yapılmayı bekleyen
bir işe yardım etmesi, işe yaraması,
boş durmaması için kullanılan bir deyim.
Sepedi Seyrek: Dikkat etmeden, gereksiz,
hoyratça, olur olmaz konuşan.
Sepet: Saz, kamış veya ince dallardan
örülerek yapılan, genellikle sapı olan, yiyecek
ve eşya taşımak için kullanılan kap.
Ser: Baş, kafa.
Servi: Servigillerden, Akdeniz bölgesinde
çok yetişen, kışın yapraklarını dökmeyen,
25 metre boyunda, ince, uzun, piramit
biçiminde, çok koyu yeşil yapraklı bir
ağaç, andız, selvi, servi ağacı.
sesin soğula:
Seslendirmek: Hissedilen bir duyguyu,
düşünülen bir fikri dile getirmek, duyurmak,
Seten: 1.Bulgur, yarma dövülen dibek
taşı. 2.Tahılın kepeğini ayırmaya yarayan,
hayvan ya da suyla döndürülen dikey konulmuş
değirmen taşı. 2. Satin, saten,
atlas benzeri bir kumaş. 3. Beziryağı çıkarılan
yer, bezirhane.
Setirikli: Serpikliği ve dağınıklığı huy
edinmiş kişi.
Sevindirik olma: Sevinmek.
Seyf'Ali (Seyfi Ali): Kimilerine göre Pınarbaşı
ilçesinin Toybuk köyünde oturanların
dedesi, kimilerine göre ise; Sarız ilçesi
Damızlık köyünde oturanların dedesi
(Sarı Velilerin dedesi, Kaygusuz soyadlı
kişiler) Hassa beylerinden olduğunu söyleyenler
de vardır.
Seyfi: Gözleri güzel Şahine benzer bir çeşit
avcı kuş.
Seyirsiz: 1. Görmek istenilmeyen kimse.
2. Gereksiz işler yapan. Lüzümsüz.
Seyit Battal: Battal Gazi.
http://www.avsarelleri.com/
67 68
http://www.avsarelleri.com/
Avşarelleri Derneği
Sıçandan doğan çuval dibi keser: Özellikle
kötü huylu, zararlı kişilerin çocuklarında
da aynı olumsuzlukların görüleceğini
anlatan bir deyim.
Sıçıratma: Ağırlaması ile yavaştan başlayan
davul zurnalı Avşar halaylarının sonunda
oynanan Hoş Bilezik vb. gibi hareketli,
zıplamalı oyunlar.
Sıçmak: 1. Dışkıyı vücuttan dışarı atmak.
2. Bozmak, berbat etmek.
Sığırcı: Sığır çobanı.
Sığırcının Avradı, Sığır Geldi Gıvradı.: Bir
işi zamanında yapmayıp erteleyen ve
aceleyle, telaşla son anda işi bitirmeye
çalışanlar için kullanılan bir deyim.
Sıklat: Sıcak, bunaltıcı hava.
Sıla: Gurbetteki bir kimse için doğup büyüdüğü
ve özlediği yer.
Sırgat Sırkat: 1.Hayvan sayımı yapan
kimse. 2. Kaçırma, gizleme. 3. Sayımdan
kaçırılan hayvan. 4. Sayımı yapılmayan
insan ya da hayvan.
Sırıtmak: Dişlerini göstererek aptallık,
şaşkınlık, kurnazlık veya alay belirtir biçimde
gülmek, sırtarmak.
Sırkat Sırgat: 1.Hayvan sayımı yapan
kimse. 2. Kaçırma, gizleme. 3. Sayımdan
kaçırılan hayvan. 4. Sayımı yapılmayan
insan ya da hayvan.
Sırtın Gılıç: Bukalemun, 20-30 santimetre
boyunda, renk değiştirmesiyle ünlü bir
tür sürüngen, kaya keleri.
Sırtında sırlan yürüsün.:
Sıykal: Kaygan, aşırı kaygan.
Siftah: İlk.
Sikke: Zikke, Hayvanları bağlamak için
yere çakılan demir veya ağaç kazık.
Sille: Elin iç yüzüyle vurulan tokat.
Simir Simir Yağmak: Yağmurun yavaş yavaş
yağması
Simsar: Aarabulucu, Komisyoncu, Bir ticari
işlemin gerçekleştirilmesine yüzdelik
karşılığı aracılık eden gerçek veya tüzel
kişi.
Sinilemek: Sinek için vızıldamak.
Sinmek: Kendini göstermemek için büzülmek,
saklanmak, pusmak.
Sinsin: Geceleyin, ateş çevresinde, genç
erkeklerin davul, zurna eşliğinde oynadıkları
bir halk oyunu.
Sivtimek: Ayıklamak.
Soğanlı: Artvin ili, Ardanuç ilçesine bağlı
bir köy.
Soğukluk Gatmacı: Semiz otundan yapılan
yoğurtlu yiyecek.
Soğukluk: Semiz otu.
Sokum: 1. Lokma. 2. Yufka ekmeğinden
yapılan dürüm.
Soluk Derilirken: Son nefesini verirken
Somak: Sumak
Son güz: Sonbaharın son günleri.
Soya : 1. Yufka.Toprağa derin batmayan
saban. Toprağı üstten, derin olmadan
sürmek. 2. Kuzulama mevsiminde, köylülerin
ev ev dolaşıp, bulgur, yağ vb. toplayıp
pişen yemeği birlikte yiyerek yaptıkları
bir tören.
Soyka: l. Ölen kişinin giysileri. 2. Ölünün
üzerinden çıkan giysi. 3. Soyuntu, sırttan
çıkan elbise; elbise.
Soykana Gala: Öldükten sonra başkasına
kala. ( Soyka ölen kişinin eşyası veya işe
yaramaz şey )
Soyuntu: 1. Soyulup atılan şey. 2. Bir yer
soyularak alınan para veya eşya.
Sökmek: Gelmeye başlamak, çıkagelmek.
Sömelek: 1.Kundağa sarılmış bebek.
2.Bebek kundağı.
Söykenmek: Dayanmak, yaslanmak
Sufra: Sofra.
Sultani: Mısır, Trablus ve Cezayir darphanelerinde
basılan Osmanlı altını.
Susa: Yol, şose.
Suvar Atlısı Süvari; kılıç vs. ile silâhlanmış
atlı.
Suy: Su.
Südüğü Düülenesice: Sidiklik kanalları
kapanasıca.
Südük: Sidik.
Sülemen: Süleyman.
Sülük: Salyangoz.
Sündürüm: Bir yandan öbür yana uzatılmış
sırık.
Sünedir Olasın: Elin ayağın tutmaz ola.
Felç olasın. Elleri ile başkasına zararı dokunan
kişi için kullanılır. Örn: hayvanını
döven meçhul kişi için mal sahibi. ' Allah
sünedir olasın hayvan böyle dövülürmü'
der.
Süngüç: El gergin durumdaki başparmakla
işaret (gösterme) parmağı arasındaki
açıklık, uzaklık.
Süreaç: Süreaç:Kar kürümek, ahırı temizlemek
vb. amaçla ağaçtan yapılı,enine
yere paralel bir tahtanın ortasına çakılı,
sapından itilen "T" şeklinde gereç.
Sürek: Sürülmüş tarla.
Süven: Sopa, sırık, ince uzun ağaç.
Süyük: Dam saçağı.
Şaal: Şekil.
Şad Olasıca: Ağır yaralanasıca. Mahfolasıca.
Şad: Mutlu, sevinçli.
Şahan: Şahin.
Şahbaz: 1. Bir cins iri ve beyaz doğan. 2.
Yiğit, cesur, kahraman kimse. 3. Atılgan,
becerikli kimse.
Şahre : Çehre.
Şapcak: Süs kabağının oyularak, su kabı
olarak kullanılması.
Şaplak: Tokat.
Şar: Kent, şehir.
Şarmıta: Yaramaz.
Şaşmak: Eli ayağına dolaşmak, koşturmak.
Şavşırı: Ters, eğri, düzgün olmayan.
Şayak: Canlı pembe.
Şebeden: Hoş kokulu kavun.
Şefre: Kadın adı. Aslı Şerife’dir.
Şefre: Şerife
Şek şek gonuşmak: Ters ters konuşmak
Şelek: Yük
Şenelmek: Boş bir yer, insanların yerleşmesiyle
yurt durumuna gelmek, meskûn
olmak.
Şer Atmak Laf dokundurmak.
Şer Kötülük, fenalık; sataşmayı huy edinmiş
kötü tabiatlı kimse; şerli' de denir.
Şerefli: Maraş’ta bir köy adı.
Şıfan: Yulaf
Şibik: Gözdeki çapak.
Şif: Pamuk kabuğu
Şimşir: Parlak.
Okuntu E-Dergi
Şinik: 1. Sekiz kiloluk Tahıl ölçeği.
Şire: Tatlı.
Şişirik: Balon.
Şişmek: 1.Onurlanmak, kibirlenmek.
2.Şımarmak, nazlanmak.
Şitil: Küçük kova.
Şitil: Sitil.
Şivan: Ağıt, yas, kıya, üzüntü; ağlama,
feryat, figan.
Şivşirmek: Kışkırtmak
Şor: Söz, lâf.
Şöför: Şoför
Şube: Askerlik şubesi.
Şuvara: Ozan.
Tabya: Bir bölgeyi savunmak için yapılan
ve silahlarla güçlendirilen yapı.
Tahra: 1.Ağaç budamaya, kesmeye, odun
kırmaya yarayan, satırdan biraz büyük,
demir saplı araç. 2.Orak. 3.Et kıymaya
yarayan demir araç. 4.Kemik vb. şeyler
kırmaya yarayan demir araç.
"Tahrana tar tar
Garnımı
yırtar
Bazlama
çörea
Gel beni gurtar: "
Tahrana: Kabuğu soyulmuş buğdayın
(dövme) kaynatılıp ekşi yoğurtla (katık)
karıştırıldıktan sonra elle sıkılıp damlarda
hasırdan sergiler (çiğ) üzerinde kurutulan,
kaynatılarak özellikle kışın çorbası
yapılan yiyecek.
Tahtalı: Tahtadan yapılmış oturak, somya.
Taka: 1. Duvara açılmış kapaksız, küçük
dolap. 2.Eski evlerde tavana yakın açılan
küçük pencere. 3.Kapı. 4.bk.tağ (II)-
1. 5.Ahırdaki yemlik. 6.Folluk. 7.Yüklük :
Yatakları takaya koydum.
Takaklı: Beyaz kumaş.
Takda Delen: Serçegillerden, gagasıyla
ağaçları oyabilen ve ağaç kurtlarını yiyerek
beslenen, uzun gagalı kuş.
Takım: Sınır.
Talas: Kayseri İline bağlı ilçe.
Tama: Hani
Taman: İşte, az önce, hani, hani ya, ya,
tabii ki.
Tamaş etmek: Temaşa etmek, seyret-
http://www.avsarelleri.com/
69 70
http://www.avsarelleri.com/
Avşarelleri Derneği
mek, bakmak.
Tandır: Yere çukur kazılarak yapılan bir
ocak türü.
Tangazak Kuru, kurumuş.
Tangrı canını ala Allah canını alsın.
Tangrı Tanrı
Tanır: Afşin ilçesine bağlı Kasaba.
Tanrı Seyirsiz canını ala:
Tantana Boş laf.
Tapan: Adana İlinin Feke ilçesine bağlı
bir kasaba.
Tapandan Gelik Öküz Gibi Genellikle yorgun
olmayıp da, yorgunmuş gibi davranan
veya yersizce uzanan kimseler için
kullanılan bir deyim..
Taplak: 1.Tepe ya da dağ üstündeki düzlükler.
2.Düz, dümdüz yer
Tapur: Dağların oyuk kısmında yeşillik
olan yer.
Tarana Firii Tarhananın tam kurumamış,
yarı kurumuş hali.
Tarhana: Döğme ve yoğurdun karıştırılarak,
güneşte kurutulmasıyla elde edilir.
Tarkan Tarkan Yarılmak Toprağın kuruyarak
büyük büyük yarılması.
Tarlanın belini kırmak: Tarladaki ekinlerin
büyük kısmının biçilerek işin kolaylaştırılması.
Tarlanın kalbine oyuklanmak: Elci başının
ele başladığı noktadan tarlanın ortasına
doğru derinleşerek dalıp gitmesidir.
Tarpadan Aniden
Taşgala Alay, dalga.
Taşgalaya Almak Alaya almak, dalga geçmek.
Tavatır: Çok iyi, çok yararlı, çok güzel.
Tavık: Tavuk
Tavık: Tavuk
Tavla: At ahırı.
Tavlak: Soyulmuş taze ceviz.
Tavlısına: 1. İşlenecek bir nesnede bulunması
gereken ısının, nemin yeterli olması
durumu. 2. Hayvanlarda besili olma
durumu. 3. En uygun durum ve zaman.
4. Güç, kuvvet. 5. İşin, ürünün olgunlaşma,
erginleşme zamanı. 6. Kıvam. 7. Döğülebilecek
duruma gelmiş kızgın demir.
Tavsır: Resim, fotograf.
Tay: Üç yaşına kadar at yavrusu.
Tebelleş olmak: Bir kimsenin veya şeyin
başına dert olmak, musallat olmak.
“Adam tebelleş oldu köye, illallah dedik
elinden.”
Tebelleş: İstenmediği halde birinden
veya bir yerden ayrılmayan, gitmeyen,
musallat olan kimse, canlı, şey.
Teberik: 1.Ölen kimsenin çocuğu. 2.Tek
çocuk. 3.Armağan, andaç, anmalık.
4.Korunmak üzere birine ya da bir yere
bırakılan şey, emanet.
Teccel: 1. Sakar. 2. Deccal.
Teccel: Deccal
Tecik: Tanecik
Teh Güzel olmuş anlamında kullanılan bir
söz.
Tehem: Ara.
Tekerim daşa dayandı: İşlerin yolunda
gitmemesi, bozulması.
Tel: Telgraf.
Teleme Keçi, koyun, inek gibi hayvanların
çiğ sütünden incir sütüyle mayalanan
yiyecek.
Televizon: Televizyon
Televizon: Televizyon
Telkin etmek: Arapçası kavrama anlamına
gelen "lakn" sözcüğünden türemiştir.
İslamiyet de gömülenlere imam tarafından
söylenen dinsel sözler anlamında
kullanılır.
Teltik Bir Adı Var Söylemesi zor ismi olan
bir kişi.
Temiz arktan temiz su gelir: Düzgün, temiz,
iyi insanların çocuklarının da iyi olacaklarını;
kişinin atalarına benzeyeceğini
ifade eden bir deyim.
Temren: Mızrak ucundaki sivri demir.
Tencere tava, hep aynı hava: Yapılan bir
işin, bir sohbetin sürekli aynı hususu tekrar
etmesinin, bir sonuca ulaşmayacağını,
boşuna uğraşıldığını veya boş boş
konuşulduğunu anlatan bir deyim.
Tene: Hububat tanesi
TengiTerezi Düzenli Ucu ucuna.
Tepsermek: Hamur, çamur gibi cıvık karışımların
hafiften kurumaya yüz tutması;
kurumaya, katılaşmaya başlaması.
Terbiye Tarlasından Geçmemiş Uyumsuz,
ukala, toplum kurallarına ve adetlerine
uymayan kimse.
Terki: 1. Eyerin arka bölümü. 2. Binek
hayvanının sağrısı. 3.Atın arkası. 4.At vb.
hayvanlara yüklenen eşya, yük. 5. Atın
eyerine takılan küçük heybe.
Tesbek: Tesbih
Tesbek: Tesbih
Tesbi Bir maki türü.
Tesbi Gılii Tesbi ağacının tohumu.
Teserleme Örnek vermek.
Teşt Leğen.
Tetiri Maki türü tohumu, sumak.
Tevek: Asma, kavun, karpuz, kabak vb.
bitkilerin dal ve yaprakları.
Tevir Tür, çeşit,
Teyara (Teyyare): Uçak.
Tez günlerde boy ipin ölçülür inşallah.:
Tığ: Dövülmüş ve rüzgâr doğrultusuna
dik ve uzun bir şekilde yığılmış harman.
Tılısımı Kırılmak İştahının kaçması, isteğinin
gitmesi.
Tıngırık Ortası delik, metal altlık.
Tınsırık Hapşırmak
Tırıp Çok var anlamında kullanılır.
Tırpan Tahradan ucu daha uzun kesme
aleti.
Tiken: Diken
Tiken: Diken
Tinkmek Sekmek
Tintirik Parmak uçlarıyla yapılan hafif vuruş,
fiske
Tirşik Yabani pancarI.
Tog(k)lu zili gibi:
Tohdur: Doktor
Tokaç Çamaşır yıkarken çamaşırlara vurmak
için kullanılan biçimli sopa.
Tokanma: Dokunma
Tokanma: Dokunma
Tolu: Dolu.
Tomatis Mancası Domates Salatası
Tomus Temmuz
Topak: Yuvarlak .
Torun: Avşarlar'da bir oba adı.
Toscu Değirmen işleten, değirmenci.
Tozluk: Pantolonun paçasını tozdan korumak
için ayakkabının üzerine geçirilip
Okuntu E-Dergi
düğmelenen veya dizden aşağı uzanarak
ayağın üstünü örten dar paçalık, getr.
Töde Fidanların çevresinin çalılarla örülmesi.
Töhmelemek: Buğday, arpa vb. tanelerini
çok yiyen hayvanın hazımsızlıktan ölmesi…
Töremeden gidesice: Soyu tükenesice,
üremiyesin, türeyemesin anlamına bir
deyim.
Töremeyesice Soyu tükenesice, üremiyesin,
türeyemesin anlamına bir deyim.
Tuğ: 1. Bazı kuşların tepelerinde bulunan
uzunca tüy, sorguç.2. Padişahların ve vezirlerin
başlarına taktıkları başlıkların ön
tarafında bulunan tüy veya püskül biçimindeki
süs.
Tumdurmak Bir kişiyi suya batırmak.
Tummak:: Suya batmak, dalmak.
Tusbaa Baarsılığı Yabani olarak yetişen,
çiçekleri olan bir ot.
Tusbaa Kaplumbağa
Tusmuk Küçük odun kökü, parçası
Tut evinin işini, al elin alkışını: Kişinin
kendi sorumluluğunu yerine getirdiğinde
başkalarından da övgü alacağını, takdir
edileceğini anlatan bir deyim
Tutmalık: Aylık veya yıllık anlaşmalı işçi.
Tuulu (Tülü) Saçı karışık, daha çok sevgi
maksadıyla küçük çocuklar için kullanılır
Tük Soğan tohumluğu.
Tükürük Köftesi: Ekşili Köfte - Dökme
Köfte – Tuvallamaç - Höllük - Gildiz.
Tülü (Tuulu) Saçı karışık, daha çok sevgi
maksadıyla küçük çocuklar için kullanılır
Tülü: 1.Uzun tüylü, güreşçi erkek deve.
2.Buhur ve adi devenin çiftleşmesinden
doğan erkek deve.
Uflak: Büyük bıçak.
Ufra Ekmek yapılırken hamurun tahtaya
yapışmaması için kullanılan kalın un.
Uğru: Ön.
Uğrun: Gizli saklı .
Uğunmak 1. Büyük bir üzüntü veya acıdan
kıvranmak. 2. Ağlaya ağlaya bayılmak.
3. Soluğu tıkanmak. 4. İsteksiz
davranmak, savsaklamak. 5. katıla katıla
aralıksız gülmek.
http://www.avsarelleri.com/
71 72
http://www.avsarelleri.com/
Avşarelleri Derneği
Ulam ulam olmak: Sıra sıra, Renk renk,
çeşit çeşit olmak.
Ulama Bezden dokunmuş yolluk.
Ulu sözü dinlemeyen ulurmuş: Tecrübenin
önemini vurgulayan; büyük sözü dinlemeyenin
sonunda çok üzüleceğini anlatan
bizim deyimdir.
Umcuğunu Avuçlamak:
Umsuluk Bunalmak, çok sıkılmak.
Unnuk Unluk. Un öğütmek için hazırlanmış
buğday.
Unsuz evin oklavasını almak: Fırsatçılığın
son noktası; evde un yoksa oklavasını almak,
çıkarı için her şeyi yapmak, her şeyi
almaya çalışmak anlamında bir deyim.
Uruk Kuşu Arı Kuşu,
Urum: Anadolu
Urup 1. Arşının sekizde biri uzunluğundaki
ölçü. 2. Bir şeyin dörtte biri, çeyrek.
Usul: Yavaş, sessiz, sakin.
Uygur: 1. İzinden giden, uyan. 2. Orta
Asya'da büyük bir devlet ve uygarlık kurmuş,
yazılı anıtlarla sanat eserleri bırakmış
olan bir Türk kolu ve bu koldan olan
kimse.
Uylamak: Çocukların belli bir konuya takıp
mızmızlanmaları, huysuzluk etmeleri
ve ağlamaları. Bir konuda üstelemek, ısrarcı
olmak
Uyluk Kalçadan dize kadar olan bacak
bölümü.
Uzunyayla: Mancılık ile Gürün arasına
Uzunyayla denir.
Üççeşme: Kayseri ili Tomarza ilçesi Dadaloğlu
beldesine bağlı bir yayladır. Torosların
tepesindeki bu yaylanın rakımı 2600
m civarındadır. İçme suyu ile meşhurdur.
Tahtalı Dağlarının en yüksek tepesi Aygörmez
bu yayldadır.
Üçgül Yonca
Üfelemeç Yufka ekmeğin ufalanıp, yağda
kızartılmasıyla yapılan bir yemek.
Üfelemek: 1. Bir nesneyi iki el arasında
veya Başparmakla göstermeparmağı
arasında ezmek, ufalamak, öfelemek. 2.
Ovmak. 3. Ağrıyan bir bölgeye el ile masaj
yapmak. "Sırtını üfeletmek".
Üfürümüssün Mere Boşumuşsun meğer,
kofmuşsun meğer.
Üleş: Hayvan ölüsü, leş.
Ümmuusü: Ümmügülsüm
Ümmuusü: Ümmügülsüm
Ürmesini bilmeyen it; Sürüye getirir kurt:
Ölçülü, yerinde ve hesaplı konuşmasını
bilmeyen kimse, durup dururken başına
dert açar ve çevresindekiler için tehlikeli
bir durum meydana getirir.
Üssüyen: Hüseyin
Üssüyen: Hüseyin
Ütmek 1. Bir şeyi, tüylerini yakmak için
alevden geçirmek. 2. Taze buğday veya
mısırı ateşe tutup pişirmek. 3. Oyunda,
kumarda yenerek bir şey kazanmak, utmak.
Üvendire: Meses. İnek ve öküzleri dürtmek
için kullanılan ucu sivri demirli deynek.
Varan Gelen Istar, cuîfa adlari verilen dokuma
tezgahlarin da gerili iplerin arasinda
bulunan ince, uzun ve yuvarlak sopa.
Vareste: 1. Kurtulmuş. 2. Uzak.
Varık: Varmış.
Varışın Varınca.
Varmak: 1. Gitmek. 2. Gelmek. 3. Yetişmek,
ulaşmak, yanaşmak.
Velvele Gürültü patırtı.
Vetsiz: Gereksiz, yersiz ve sürekli konuşanlara
denir.
Vıcık Bir kuş çeşidi.
Vırtgel Dokurcun oyununda (dokuztaş
oyunu) her oynamada taş alma durumu.
Vıttırıvızzık Kişiliksiz, değersiz, yeğni kişi.
Vıykırmak Haykırmak, çığlık koparmak.
Vızzık Sigara artığı, izmarit.
Vizzik: Pim. Kara sabanın saban kısmının
altından saplanıp, üstünden çıkan; aynı
istikamette oka saplanan kılıcın oktan
çıktığı noktaya bir delik delinir. Bu delik
vizzik deliğidir. Buraya takılan parçayada
vizzik denir.
Vurgun Vurasıca: Ölümcül hastalığa yakalanasıca
Vuruk: Vurmak
Ya fes: Hz. Nuh'un üçüncü oğlu. Türklere
göre Olcayto Han'dır.
Yaalık (Yağlık): Baş örtüsü, eşarp,mendil,
çevre.
Yaar (Yağır): At ve eşeğin sırt, arka, iki
kürek arası ve omuzları arasındaki yerde
eyer ve semerin açtığı yara, kel.
Yaarına(yağırına) dokunmak: Birini iğnelemek
amacıyla söylenen bir söze karşı
o kişinin tepki vermesi üzerine söylenen
daha fazla iğneleyici söz. “Battı mı? Rahatsız
mı oldun?” anlamında.
Yaba: Harman savurmakta kullanılan,
çatal biçiminde, tahtadan tarım aracı.
Yabgu: Orta Asya'da kurulan ilk Türk devletlerinde
kağandan sonra gelen en üst
düzeydeki yöneticinin unvanı, Hükümdar.
Yadırgı: Yabancı.
Yağlık: Büyükçe mendil
Yağlık: Mendil-eşarp.
Yalak: Sarız ilçesinin kasabası, şimdiki
adı Yeşilkent.
Yalbırdak: 1. Çıplak, yarı çıplak, don
gömlek. 2. Kınsız, yalın, kapsız. 3. Yalnız.
4. Yaya (yayan, sözcüğüyle birlikte kullanılır).
Yalı: Koyunların sağıldığı yer.
Yalpalamak: 1. Dengesi bozularak bir
sağa, bir sola eğilmek.
Yamaç: 1. Karşı, annaç, mukabil. 2. Yan,
yakın. 3. Bedel, karşılık. 4. Yanıt.
Yamıktırmak: Çökertmek
Yan çelik İki taş üzerine konan kısa"çelik"in
altından "değnek"le havaya atılıp
yere düşmeden yana doğru vurularak
oynanan çelik-çomak oyunu
Yanarım olsun da yanmazsa yanmasın:
İnsanın başı dara düştüğünde onun için
gerçekten üzülüp bir şeyler yapmaya çalışan,
ama elinden de fazla bir şey gelemeyen
yakınlarının, akrabalarının var
olduğunu anlatan bir deyim. Burada manevi
destek, onun için üzülüyor olması
yeterli görülüyor.
Yanaz: 1. Ters, huysuz, inatçı, kavgacı.
2. Şımarık. 3. Geveze.
Yanın Yerale:
Yannık: Deri ya da tahtadan yapılmış yayık.
Yar yetimi kalmak: Sevgilisini kaybetmek.
Yar: Uçurum, yâr, sevgili
Okuntu E-Dergi
Yarma: Buğday, arpa, mısır, bezelye vb.
nin iri çekilmişi, dövmesi.
Yarsuvat, (Yarsufat): Ceyhan Irmağı.
Yarsuvat: Ceyhanın ilk kurulduğu yerin
adı.
Yasdı (Yassı): Yatsı
Yaslandırdı: Yasa boğdu
Yassı (Yasdı): Yatsı
Yassı, Yasdı: Yatsı
Yaşın Garale.:
Yaşın Yerde Sayıla: Ölesin ve bundan
sonra yaşın mezarda devam etsin
Yaşın yılın gara gele:
Yaylon: Römork.
Yazıcıoğlu: Maraş’ta tanınmış aile adı.
Yazlak: Yazın göçülen ya da gezmeye gidilen
yüksek, serin yer, yayla.
Yazmak: Sermek, açmak, yaymak (halı,
örtü, yatak vb. için). Anam yataklarımızı
yere yazmıştı.
Yeelmek: Şimarmak .
Yeğilmek: Durmamak, Şımarmak.
Yeğin: 1. Yığın. 2. Çok bol, bereketli. 3.
Güçlü. 4. Yegin. 5. Ağır, yüklü.
Yekinmek: Davranmak, olduğu yerden
fırlamak, ayağa kalkmak, kalkmak için
hareket etmek, kımıldamak. Yerinden
kalkmak, Kalkmaya davranmak.
Yel essin, kokusu gelsin: Gurbette, uzakta
olan çocuklarının, yakınlarının özlemiyle,
bayramda bile gelememelerini
kabullenip, “yeter ki canları sağ olsun”
şeklinde bir deyim.
Yel: Rüzgar.
Yele yele: Koşa koşa.
Yelmek 1. Bir işin, bir şeyin, birinin peşinde
koşmak, koşturmak: Bu işin peşinde
bir aydır yeliyorum. 2. Çabuk yürümek 3.
Amaçsız gezip dolaşmak. 4. Boş işlerin
peşinde gereksizce koşturmak, gücünü,
emeğini boşa harcamak. “Senelerce yeldi
durdu, bir baltaya sap olamadı.”
Yemi burda yiyor, elin holluğuna yumurtluyor:
Yardımı, desteği gördüğü yere değil
de başkasına faydası olan; hayırsız
kimseler için kullanılan bir deyimi.
Yemlik: Tarlalarda doğal olarak biten,
toplanarak çiğ ve yufkaya dürülerek ye-
http://www.avsarelleri.com/
73 74
http://www.avsarelleri.com/
Avşarelleri Derneği
nilen bitki.
Yemşen: Alıç ağacına benzer meyveleri
kırmızı ve küçük bir ağaç türü.
Yeni İl: Sivas’ın güneyinde Mancılık, Gürün
arasındaki Hekimhan’a kadar olan
alandır.
Yer yatak bulamayasıca:
Yergin: Bitkin, üzgün.
Yernik: 1. Mutlu olmamış kimse. 2. İstediğini
alamayan, arzularına kavuşamayan
kimse.
Yesir: Esir, tutsak.
Yetelik: Yetecek Kadar
Yetelik: Yetecek Kadar
Yetik: Yetişmiş, erişmiş, büyümüş.
Yıllıcak: Yıllık.
Yırak: Irak, uzak.
Yıramak: Uzaklaşmak.
Yitik: 1. Kayıp olan şey. 2. Kaybedilmiş,
yitirilmiş.
Yiyen: Yeğen
Yog(k) Bre: Şaşkınlık ünlemi.
Yol gözlemek: Bir kimsenin gelmesini
beklemek.
Yonmak: Yontmak, düzeltmek..
Yoonüs: Yunus
Yoonüs: Yunus
Yorgan: Yatakta örtünmeye yarayan, içi
pamuk, yün vb. şeylerle doldurularak dikilmiş
geniş örtü.
Yoymak: Yorumlamak.
Yoz: Kısır, süt vermeyen koyun,
Yöklü: Yüklü.
Yörebi Aamak: Yokuşu aşmak.
Yörep: 1. Yokuş. 2. Patika.
Yörü: Yürü
Yufka: İnce.
Yumak: Yıkamak.
Yumuş: İstek.
Yumuşatma: Harmanda ekinin düvenle
dövülerek savrulacak hale getirilmesi.
Yun: Yün
Yun: Yün
Yunak : Çamaşır.
Yurtlak: Yaylamak için konup göçülen
yer.
Yusup: Yusuf
Yusup: Yusuf
Yüklük: Evlerde yatak, yorgan gibi şeyleri
koymaya yarayan yer veya büyük dolap.
Yülek: 1. Ağzı kütleşmiş kesici aracın ağzını
açtırma, biletme işlemi. 2. Tıraş edilmiş,
kılları kesilmiş, koparılmış.
Yülemek: 1. Balta, keser, çapa gibi gereçlerin
ağzını düzeltmek, inceltmek, bilemek.
2. Tıraş etmek, kazımak.
Yün atacağı: Yıkanıp top top olmuş yünün
tellerine ayrılması ve ip olarak eğirilmeye
hazır hale gelmesi için yaya gerili
kirişle hızla çırpılmasını sağlayan gereç.
Yün tarağı: Yıkanan ve bir birine yapışık
yün toplarının elle iki yanından tutularak
dişlerinden geçirildiği ve daha sonra
"kelep" yapılıp eğirilmeye hazır hale getirilmesinin
ilk aşamasındaki, düz bir tahtanın
ucuna çakılı uzun demir dişlerden
oluşan gereç.
Yünde de var, çekte de var, yün atan
hortlakta da var: Suçun tek taraflı olmadığı
manasında kullanılır.
Zabit: Subay
Zağar: 1. Küçük köpek. 2. Köpek yavrusu.
3. Tazı. 4. Çoban köpeği.
Zahar: Galiba, sanırım.
Zahmarı: Kara kış .
Zala: Zeliha
Zala: Zeliha
Zangır Zangır: Zıngır Zıngır
Zangır Zangır: Zıngır Zıngır
Zatıdan: Zaten, eskiden, esasen.
Zavar 1. Hayvanlara yedirilmek için hazırlanan
tahıl kırması vb. yem.. 2. İri öğütülmüş
un. 3. Tahılın, özellikle arpanın un
haline getirilmeden, hayvanların yiyeceği
şekilde değirmende kaba öğütülmüş,
ezilmiş hali, kırma.
Zavara: 1. Hayvanlara yedirilmek için
hazırlanan tahıl kırması vb. yem.. 2. İri
öğütülmüş un. 3. Tahılın, özellikle arpanın
un haline getirilmeden, hayvanların
yiyeceği şekilde değirmende kaba öğütülmüş,
ezilmiş hali, kırma.
Zavır: Çıkışma, paylama, azar.
Zavırlamak: 1. Paylamak, çıkışmak. 2.
Gözdağı vererek bir yere, bir işe salmak.
Zehmeri: 3 aralıkta başlayıp 50 gün kadar
süren kış günleri. Zemheri, karakış.
Zehre: Zahire, zehra, yemeklik tahıl.
Zeledin: Selahattin
Zeledin: Selahattin
Zemheri: 3 aralıkta başlayıp 50 gün kadar
süren kış günleri. Zehmeri, karakış.
Zıbarmak: 1. Ölmek, gebermek. 2. Ölü
gibi yatmak. 3. Uyumak, çok içip sızmak.
Zıbın: 1. Kadınların giydikleri kolsuz dış
gömleği. 2. İç yeleği. 3. El tezgâhlarında
dokunan kalın bezlerden yapılan, astarsız
ceket. 4. Yelek. 5. Kadın giysisi. 6. Kadınların
giydiği üçetek giysi. 7. Mintan. 8.
Önü açık çocuk giysisi. 9. İki etekli uzun
giysi. 10. Kısa kollu iç gömleği. 11. Kısa
ceket. 12. Paçaları dar erkek donu. 13.
Şalvar. 14. Zubun.
Zıkım: Zakkum
Zıkımın Dibi: Kızgınlık anında söylenen
bir söz.
Zıkımın dibini yiyesice:
Zıkkımın Kökünü (Pekini, Dibini) Ye!: Sunulan
yiyeceği beğenmeyenlere söylenen
bir söz.
Zılgıt: Kadınların ellerini ağızlarına götürerek
ses çıkarmaları.
Zıllıcı: Oyun bozan.
Zıllımak: Oyun bozanlık.
Zıncarlık: Zıngarlık. Ceyhan yakınlarında
yer adı.
Zırnık: Herhangi bir şeyin en küçük,
önemsiz ve işe yaramaz parçası.
Zıypınmak: Kaymak: Ağacın başından
zıypındım.
Zibidi: zibidi Boşu boşuna gezen.
Zibil: Hayvan gübres
Zibillik: Gübrelik
Zikke: Ucunda ip geçirmek için halka bulunan,
yere çakılan hayvan bağlamakta
ve çadır gerdirmede kullanılan demir kazık.
Zillemek: Filizlemek
zincar Dikenlik: zincar Dikenlik
Zindan: Hapishane.
Ziv ziv gezmek: Boşu boşuna gezmek.
Ziyakıl Getmek: Aşırı yorgunluktan (yarı
baygın şekilde) uyuyakalmak.
Zobu: İşe yaramaz
Okuntu E-Dergi
Zomp: Kullanılmak üzere kesilmiş düzgün,
biçimli kalın ağaç.
Zomzalak: Ağaç türü
Zopur: Aniden gelip geçen yağmur.
Zopzopu: Gaco, hoyratça hareket eden
genç
Zorlu olmuş: Güzel olmuş.
Zorlu: Güzel.
Zorsunmak: Erinmek.
Zoruna gitmek: Alınmak
Zubun (Zıbın): 1. Kadınların giydikleri
kolsuz dış gömleği. 2. İç yeleği. 3. El tezgâhlarında
dokunan kalın bezlerden yapılan,
astarsız ceket. 4. Yelek. 5. Kadın
giysisi. 6. Kadınların giydiği üçetek giysi.
7. Mintan. 8. Önü açık çocuk giysisi.
9. İki etekli uzun giysi. 10. Kısa kollu iç
gömleği. 11. Kısa ceket. 12. Paçaları dar
erkek donu. 13. Şalvar. 14. Zıbın.
Zubun: Şalvara benzer giyecek
Zumzuk: Yumruk
Zupban: Kuş türü.
Zurba: Küme, grup.
Zükmenen cibime cibime vuruyon: Yumrunan
enseme enseme vuruyon.
Zülüf: Şakaklardan sarkan saç lülesi.
Züpbe: Geveze, soytarı.
http://www.avsarelleri.com/
75 76
http://www.avsarelleri.com/
Avşarelleri Derneği
77