29.10.2020 Views

1 - OKUNTU AVŞARELLERİ E-DERGİ OCAK - 2021

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.


Aziziye Vizyonu

Avşar Ağızı Sözlük

İ ç i n d e k i l e r

(Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU)

(Necip TOPUZ )

(Aslan AVŞARBEY )

(İhsan YALÇINKAYA)

(Memduh YAĞMUR)

(Abdulkadir ÖNDER)

(Battal KORKMAZ)

(Buket BULAK)

(Gülseren AVŞARKOCAOĞLU)

(Halil DAYLAK)

(Hatice KORKMAZ)

(Mehtap EROL)

(Mustafa KORKMAZ)

(Nihat ALTINDİŞ)

(Okan AVŞARKOCAOĞLU)

(Özcan KARABUĞA)

(Özkan DUMAN)

(Şerife MUCUK)

(Avşarelleri Derneği)

(Avşarelleri Derneği)

1

3

5

7

9

11

13

15

17

19

21

23

25

27

29

31

34

Saygıdeğer okurlarımız;

Bildiğiniz üzere dergimizi 2016 yılı

Ocak ayından itibaren çıkarmaya başlamıştık.

Ne yazık ki 2019 yılı Ağustos ayıdan

sonra ara verdik. Ne mutlu bizlere ki çok nitelikli

bir derği komisyonu oluşturarak 2021

yılı Ocak ayı birinci sayısı ile tekrar sizlerle

birlikte olmaktan onur duymaktayım.

zur ve mutlu yarınlar getirmesi dileklerimle.

Tüm halkımızın yeni yılını kutluyorum.

Hoşça kalın...

http://www.avsarelleri.com/

O K U N T U

AVŞARELLERİ E-KÜLTÜR DERGİSİ

SAYI: 1

OCAK -2021

Bu vesile ile tüm Avşarelleri Camiasına

ve tüm Ulusumuza Yüce Allah’tan birlik

ve beraberlik için de nice mutlu yeni yıllar

diliyorum.

Bizleri yalnız bırakmayıp, takip ettiğiniz

için hepinize çok teşekkür ediyor, sonsuz

saygılar sunuyorum.

Kültürümüzle ilgili tüm araç, gereç ve

bilgi birikiminizi bizlerle paylaşmanızı bekliyoruz.

Bunlar bir yemek tarifi, bir orta oyun

metni, bir halay, bir kilim dokuması, bir düğün,

nişan, kına, ağıt, türkü videosu, eski giyim

kuşam, tarihi bir resim vb. olabilir. İlginize

şimdiden çok teşekkür ediyorum.

Geleceğin ülkemize, dünyamıza hu-

WEB ADRESİ: http://www.avsarelleri.com

E-POSTA: avsarelleri@hotmail.com

Yazılar yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir.

Hukuki sorumluluk yazarlara aittir.



Avşarelleri Derneği

Okuntu E-Dergi

http://www.avsarelleri.com/

http://www.avsarelleri.com/

1 2



Avşarelleri Derneği

Okuntu E-Dergi

http://www.avsarelleri.com/

http://www.avsarelleri.com/

3 4



Avşarelleri Derneği

Okuntu E-Dergi

http://www.avsarelleri.com/

http://www.avsarelleri.com/

5 6



Avşarelleri Derneği

Okuntu E-Dergi

http://www.avsarelleri.com/

http://www.avsarelleri.com/

7 8



Avşarelleri Derneği

Okuntu E-Dergi

http://www.avsarelleri.com/

http://www.avsarelleri.com/

9 10



Avşarelleri Derneği

Okuntu E-Dergi

http://www.avsarelleri.com/

http://www.avsarelleri.com/

11 12



Avşarelleri Derneği

Okuntu E-Dergi

http://www.avsarelleri.com/

http://www.avsarelleri.com/

13 14



Avşarelleri Derneği

Okuntu E-Dergi

http://www.avsarelleri.com/

http://www.avsarelleri.com/

15 16



Avşarelleri Derneği

Okuntu E-Dergi

http://www.avsarelleri.com/

http://www.avsarelleri.com/

17 18



Avşarelleri Derneği

Okuntu E-Dergi

http://www.avsarelleri.com/

http://www.avsarelleri.com/

19 20



Avşarelleri Derneği

Okuntu E-Dergi

http://www.avsarelleri.com/

http://www.avsarelleri.com/

21 22



Avşarelleri Derneği

Okuntu E-Dergi

http://www.avsarelleri.com/

http://www.avsarelleri.com/

23 24



Avşarelleri Derneği

Okuntu E-Dergi

http://www.avsarelleri.com/

http://www.avsarelleri.com/

25 26



Avşarelleri Derneği

Okuntu E-Dergi

http://www.avsarelleri.com/

http://www.avsarelleri.com/

27 28



Avşarelleri Derneği

Okuntu E-Dergi

http://www.avsarelleri.com/

http://www.avsarelleri.com/

29 30



Avşarelleri Derneği

Okuntu E-Dergi

http://www.avsarelleri.com/

http://www.avsarelleri.com/

31 32



Avşarelleri Derneği

Okuntu E-Dergi

http://www.avsarelleri.com/

http://www.avsarelleri.com/

33 34



Avşarelleri Derneği

Okuntu E-Dergi

http://www.avsarelleri.com/

http://www.avsarelleri.com/

35 36



Avşarelleri Derneği

8- Bahçelik barajında Sol Sahil uygulaması

yoktur. Mutlaka hayata geçirilmelidir.

Zamantı ırmağı sol sahilinde

Dörttaş, Kızılhan, Yarımtepe (Gülabi),

Oğuzlar (Sıradan), Saçlı: Öğretmen okulu

Çiftliğinden sonra sağlı-sollu cazibe ile

sulanabilir olmasına rağmen Adana'ya

kadar hiçbir proje yoktur. Traji komik bir

durum, barajın altı ve ırmağın kenarı sulanmamaktadır.

Okuntu E-Dergi

dolu Lisesi, tarihinde ilk defa Kayseri ile

birlikte, Kahramanmaraş, Sivas, Adana,

Konya, Yozgat, Nevşehir, Ağrı, Erzurum,

Şanlıurfa, Osmaniye, Niğde, Erzincan,

Elazığ ve Van'dan Öğrenci alarak, okula

tanınan 170 kontenjanın tamamını dolmuştur.

15- Pazarören’deki “Köy Enstitüsü Binaları

Müze” olarak restore edilmelidir."

http://www.avsarelleri.com/

"Aziziye Vizyonu" 2020 yılının Nisan ayında

Avşarelleri Derneği yönetim kurulu

üyelerinin öncülük yaptığı bir kalkınma

hareketidir. Oluşturduğumuz bu metin

nihai bir rapor olmayıp, yeni gelişmeler

ve bilgiler ışığında güncellenecektir.

1- Amacımız, tarihi Aziziye sınırlarını

içine alan, Pınarbaşı merkezli, Aziziye

şehrinin fikir öncülüğünü yapmaktır.

Gelin, sizlerin destekleriyle, hep birlikte

Türkiye'nin tam ortasında “Aziziye” Şehrini

kuralım.

2- Emiruşağı ve Dadaloğlu beldeleri

birleşerek Avşarobası İlçesi kurulmalıdır.

Ayrıca; Pazarören, Kaynar, Toklar, Sarız,

Yeşilkent (Yalak) beldelerinin refahı artırılarak

ve nüfus artışı sağlanarak "ilçe"

olabilecekleri ortam hazırlanmalıdır.

3- Pınarbaşı’nın “Nüfus Artışı” sağlanmalıdır.

Bunun için öncelikle Fen Lisesi,

Turizm, Arıcılık, Balıkçılık, Hayvancılık,

Sulu Tarım, OSB, Un-Cips-Bisküvi-Kimyon

Fabrikaları, Et Entegre Tesisi ve Sosyal

alanlar vs. yapılmalıdır.

4- Tarım Bakanının Örenşehir de kurulacağını

açıkladığı ""Süt Ürünleri Mandırası

ve Çerkez Peyniri Üretim Kompleksi""

sevindirici bir gelişmedir.

5- “Atıl Durumdaki Yatırımlar” tespit

edilip, ıslah edildikten sonra kullanıma

açılmalıdır. Böylece istihdam sağlanacak,

kamu kaynaklarındaki israf önlenecek,

bölge ekonomisine ve nüfus artışına katkı

sağlanacaktır.

6- Bahçelik barajı sulaması, Pınarbaşı

- Kayseri istikametinde Zamantı ırmağının

sağ sahili olarak planlanmıştır. Kızıldere,

Kılıçkışla, Kızılhan, Yarımtepe, Sıradan,

Pazarören, Tokmak, Toybuk ve Samağar

cazibe ile sulanmaktadır. Köprübaşı,

Ekinciler, Elbaşı ve Ağcalı trapez kanalla

ırmak ters akıtılarak cazibe ile sulanmaktadır.

Cazibe ile sulanabilir olmasına rağmen

sağ sahilde olan Çördüklü, Ayvacık

(Cabe), Tokmak (Araplar), Toybuk, Kavlak

ve Samağır köylerinin arazileri proje

dışıdır.

7- Bahçelik Barajından Karahacılı köyüne

2,3 Km mesafe ""Pompajla sulama

verimli değildir."" diyerek, uygun bulunmamış;

Fakat Zamantı ırmağı trapez

Beton kanalla ters akıtılarak Bünyan'ın

Ağcalı köyüne 6 Km mesafe Pompajla

sulama hayata geçilmektedir. Bahçelik

Barajının sulama alanı bölgeniz lehine

genişletilmelidir.

9- Seyhan havzasına dâhil olan Zamantı

ırmağının suyu Kızılırmak havzasına

verilerek Karadeniz’e döküleceği algısı

vardır. Yani Zamantı ırmağından bölgemiz

lehine yeni yatırımlar yapılmayacaktır.

Eko denge ve bölge çıkarları için bu

tutumdan biran önce vazgeçilmelidir.

10- İl adayı Develi, mahalleye dönüştü.

Asil Deri, Frentli, DevTeks, AyGiyim, Gazi

Keçe, Delikan, Saray Halı, Terminal, Ağır

Ceza, Cezaevi kapandı veya Kapanmak

üzere. Kamu çalışanları günlük Kayseri'ye

gidiyor. Kayseri Kırsalının ortak kaderi

olan bu gidişe dur denmelidir.

11- Kayseri Gelişmiş Yöreler listesinde

yer almaktadır. Bu durum Kayserinin

bütün ilçelerine yapılacak teşvikleri ve

girişimcileri engellemektedir. Göksun,

Darende, Gemerek, Kalaba vs. komşu ilçelere

bakıp bir an önce istisnalar geliştirilmelidir.

12- Göksun-Sarız, Darende-Pınarbaşı,

Şarkışla-Gemerek-Akkışla-Sarıoğlan, Boğazlıyan-Felahiye,

Kalaba-Topaklı-Himmetdede

vb. kıyaslamalar iyi yapılmalıdır.

Kayseri'ye bağlı olduğumuz için fakirleşme

ve gerileme bizim kaderimiz olmamalıdır.

13- En kısa zamanda Türk Mimarisine

ve faaliyet amaçlarına uygun “Avşarelleri

Kültür Merkezi” yapılmalıdır.

14- Proje Okulu olan Pazarören Ana-

16- “Ticaret Yol Kenarına” taşınmalıdır.

Tüm Yöre esnafını kucaklayarak bir

ticaret merkezi oluşturulmalıdır. Yaklaşık

olarak Pınarbaşı’ndan günde 7000 araç

geçmektedir. Bu araçların Pınarbaşı’ndan

alışveriş yapmaları için fiziksel imkân

sağlanmalıdır.

17- Tarihî kadim değerler de barındıran

bölgemizde Yayla Turizmi yapılmalıdır.

18- Belediyenin alt yapısını yapacağı

“Bölgesel Toplu Mahalleler” oluşturulmalıdır.

19- “Besi Üretim Merkezi” ve “Damızlık

Üretim Merkezi” kurulmalıdır.

20- Avşar tarhanası için “Coğrafi İşaret

Tescili” yapılmalıdır.

21- “Yufka Üretim merkezi” kurularak,

yöremiz kadınlarına istihdam sağlanmalıdır.

22- Kırmızı et ve ürünlerini üreten kombina,

mezbaha, soğuk depo, parçalama

tesisi, mamul madde üretim tesisleri kurulmalıdır.

23- Boğazköprüdeki pastırmacılar Parkı

örnek alınarak, 5 bölgeyi birbirine bağlayan

bölgemizde, Kendi markamız ile Pastırma,

Sucuk, Kavurma vb. mamuller ile

piyasaya girilmelidir.

24- Eğimden dolayı tahıl ekimi yapılamayan

arazilerde “Meyvecilik” teşvik

http://www.avsarelleri.com/

37 38



Avşarelleri Derneği

edilmelidir.

25- Özel sektör yatırımlarının yönlendirilmesi

veya mevcut yatırımların desteklenerek

teşvik edilmesi için parasal ve fiziksel

teşviklerin yöremize aktarılabilmesi

için “Organize Sanayi Bölgesi” kurulmalıdır.

yen ve verimli bir mantar türüdür. Tarım

ve Kredi Kooperatifleri zaman zaman

destek vererek “Kültür Mantarcılığı”

özendirilmelidir.

31- Pınarbaşı ilçesine bir an önce “Sıcak

Para Girişi” sağlanmalıdır.

Okuntu E-Dergi

http://www.avsarelleri.com/

26- Yeşilhisar tren istasyonu gibi Pınarbaşı,

Sarız, İskenderun güzergâhlı bir

tren hattı yapılarak “Madencilik” desteklenmelidir.

Dedeman Madencilik, Maalesef

faaliyetlerini durdurma kararı almışlardır.

27- “Kayseri – Pınarbaşı – Darende –

Malatya Hatlı Hızlı Tren Projesi” ve “Kayseri

– Sarız – Göksun – Kahramanmaraş

Hatlı Hızlı Tren Projesi” hazırlanıp, Yerköy-Kayseri

arası Hızlı Tren Projesinin

devamlılığı sağlanmalıdır.

28- “Kayseri – Pınarbaşı – Darende –

Malatya Otoban Projesi” ve “Kayseri –

Akmescit - Sarız – Göksun – Kahramanmaraş

Otoban Projesi” hazırlanıp, Ankara

– Niğde Otoban Projesinin devamlılığı

sağlanmalıdır.

29- Salma (Gezen) ve Yumurta Tavukçuluğu

desteklenerek “Tavukçuluk”

özendirilmelidir.

30- Kültür mantarı işçilik gerektirme-

32- “Arıcılık” ve “Lavanta Ekimi” desteklenerek

teşvik edilmelidir.

33- Atıl durumdaki “Alabalık İşleme

Fabrikası, Yem Fabrikası, Alabalık Tütsü

Tesisleri ve Yavru Üretim Merkezi” tam

kapasite çalıştırılmalı.

34- “Tıbbi ve Aromatik Bitkilerin tespiti”

yapılmalıdır.

35- “Pınarbaşı Yöresi Avşar Ağzı Etimoloji

Sözlüğü” yapılmalıdır.

36- Köylerin imar planları tamamlanmalı

ve arsa üretimi yapılmalıdır.

37- Dedebeli üzerinden “Maraş – Kayseri”

yolu yapımına bir an önce başlanmalıdır.

38- Küçük ahırlardan ziyade “büyük

çiftlik” sistemine geçilmelidir.

39- Daha fazla ürün alabilmek için “Seracılık”

teşvik edilmelidir.

A: 1. Ağ, ak, beyaz: A gelin de indi m'ola

Yayladan.

A: Şaşma, hatırlama, sevinme, acıma,

üzülme, kızma vb. duyguların anlatımına

güç kazandıran söz: A, ne güzel! A, sen

burada mıydın?

Aal: Ağıl. Evcil küçükbaş hayvanların barındığı

çit veya duvarla çevrili yer: Bir

keçi kokusu sarmış aal da çobanlarla arkadaş

oldum.

Aaz: 1.Ağız. 2.Yavrulayan hayvanların ilk

sütü.

Aba: 1. Yünün dövülmesiyle yapılan kalın

ve kaba kumaş. 2. Çoban kepeneği.

3.Şaşma ve korku ünlemi.

Abari: 1. Şaşkınlık ve üzüntü bildiren bir

ünlem. 2. Şaşma ve korku ünlemi.

Abdülmecit: Padişah Abdülmecit (1839-

1861)

Ablak: Güzel, yuvarlak, parlak, yakışıklı

yüz.

Abo: Şaşma ve korku ünlemi. Abov.

Abov: Şaşma ve korku ünlemi. Abo, abô.

Acar akça: Katkısız, saf gümüş para.

Acar: Yeni, taze, acer.

Acarlamak: 1. Tazelemek. 2.Yenilemek.

Acem: 1.İran, İranlı. 2. Davul zurna ile

oynanan bir oyun.

Acep: Acaba. Bakın çantasında acep nesi

var / Bir çift kundurayla bir de fesi var.

-Halk türküsü.

Acer: Yeni, taze, acar.

‪Acı soğan kendi kabuğunu acıtır: ‪Kişinin

olumsuz durumlarının yine kendisine/

yakınlarına zarar vereceği anlamında bir

deyimi. “Keskin sirke küpüne zarar“

Acısu: Yozgat Alaca arasında yer adı.

Ad isti: Ad sahibi, büyük birinin adı verilmiş

çocuk.

Adı batasıca: Domuz.

Adı silinecise: Ölesice.

Adı Söönesice: Ölesice.

Adın Bebeğe Vurula: Öl de ismini yeni

doğan bir bebeğe koysunlar.

Adın Go Daşlara Vurula: Öl de ismini yeni

doğan bir bebeğe koysunlar.

Adilemek: Bir şeyi reddedilmesine rağmen

ısrarla, üsteleyerek sözlü istemek.

Ağ parmaklar ilik gibi: Ak parmaklar beyaz

düğme gibi. beyaz düğme gibi. (Parmak,

beyazlık ve parlaklık bakımından

iliğe/ düğmeye benzetilmiş.)

Ağ sıyırma: Uçları dikenli, rengi beyaz,

kesildiğinde beyaz sütü akan dikenli bir

bitki.

Ağ: 1. A, ak, beyaz: Ağ gelin de indi m'ola

Yayladan.

Ağaç yaşken eğilir: Çocuklara zamanında

belli eğitimin verilmesi ve yaşlarına uygun

davranış sergilemelerinin beklendiğini

anlatan deyimdir.

Ağar: Ağır, yavaş.

Ağartı: Yoğurt, ayran, süt ve benzeri

ürünlerin genel adı.

http://www.avsarelleri.com/

39 40



http://www.avsarelleri.com/

Avşarelleri Derneği

Ağartısı olmak: Koyunu, kuzusu, ineği,

danası olmak.

Ağartısı olmayanın damağı kuru kalır:

Ağcabannak: Ağcabannak (Ağcaparmak):

Pınarbaşı ilçesine bağlı Pazarören,

Yeregeçen, Oruçoğlu istikametinden Tözgün,

Panlı köyleri istikametine giden yol

üzerindeki bir küçük boğaz veya gedik.

Ağcalıoğlu: Kozan'ın Akçalı köyünü kuranlardan

ünlü biri.

Ağdam: Kadirliye bağlı köy.

Ağı: Zehir, ağu. Bir Avşar ağıtında şöyle

denir: “Ne tutuyum, ne tutuyum; Bir ağı

verin yutuyum.”

Ağıl: Ağıl. Evcil küçükbaş hayvanların barındığı

çit veya duvarla çevrili yer: Bir

keçi kokusu sarmış ağıllarda çobanlarla

arkadaş oldum.

Ağır devlet: Gösterişli yaşam.

Ağır sohbet: Koyu, derin, ustaca söyleşi.

Ağırlık: Kalın, galın, başlık parası.

Ağırşak: Yün veya iplik eğrilen iği ağırlaştırmak

için alt ucuna geçirilen yarım küre

biçiminde, ortası delik ağaç veya kemik

parça.

Ağlık: 1. Pudra, düzgün, aklık.ağlık

Ağnamak: Hayvanlar için: toprakta yatıp

yuvarlanmak.

Ağu ağacı: Zakkum ağacı.

Ağyar: Sevgili.

Ağzı Kitlenesice: Ölesice.

Ağzı yumulasıca: Ölesice.

Ağzına Ökenmek: Birinin yaptıklarını,

söylediklerini yineleyerek alay etmek.

Ah İlenme, beddua.

Ah ü zar: Ah çekmek ve ağlamak.

Ahayyi Bre Tüh: Üzüntülü bir haber alınca

şaşırmak.

Ahdetmek: Bir şeyi yapmak için kendi

kendine söz vermek: Daha İstanbul'da

iken buna ahdetmiş, bu yolda ölümü

göze alarak Anadolu'ya çıkmıştı. -E. C.

Güney.

Ahır Dağı: Kahramanmaraş'ın kuzeyindeki

dağ.

Ahir zaman: 1. Son zaman 2. Dünyanın

son günleri, kıyametin kopmak üzere bulunduğu

günler veya yıllar.

Ahlat: Yaban armudu.

Ahmet Bey: Padişah fermanıyla İstanbul'a

sürgün edilen Elbeylioğlu Ahmet

Bey.

Ahval: Haller, durumlar.

Akaba: 1. İniş, meyilli yer. 2. İki dağ arasındaki

geçit. 3. Eğimli, yokuş.

Akdağ: Yozgat ilinin Akdağmadeni ilçesi.

Akıllı düşünene kadar deli oğlunu everir.

Bazen fazla itidalli olmanın fırsatların

kaçmasına sebep olduğunu, karar alma

sürecinde hızlı olmayı anlatan bir deyim.

Akkale: Kozlu - Andırın - Göksun arasında

yer adı.

Akköprü: Kozan - Kadirli arasındaki Çukur

Köprü.

Akmaşat: Kadirliye bağlı bir köy.

Aksaya: Üç etekli Türkmen kadın entarisi,

fistan.

Al basması: Al veya al karısı diye tanınan

kötü ruhun lohusa kadınlara musallat

olup onların ölümüne sebep olması.

Al: Hile.

Ala göo (gök): Tam olgunlaşmamış, henüz

asıl rengini almamış domates vb.

sebze veya erik vb. meyveler için kullanılan

sıfat. ‪“Ala-göo demeyin toplayın;

samanın üstüne serince olgunlaşır tometisler.”‬

Alâ küllü (alâ küll-i hâl): Şöyle veya böyle,

ne şekilde olursa olsun.

Alabaş: Bir tür küçük, çizgili motifli kavun

türü.

Alaç: 1. Siyahla beyaz karışık renk, siyahlı

beyazlı. 2. Siyah ve beyaz renk tonlarının

özellikle kafa kısmında keskin olmayan

geçişleri olan, ala renkli köpekler için

kullanılan isim.

Alaf çalmak: Alev çalmak. Sıcak ve nemli

havanın etkisiyle oluşan etki.

Alağbak: Siyahlı beyazlı, güvercin büyüklüğünde

bir kuş.

Alamaç: Hızlı yanan alev.

Alasevseriye: Boşuboşuna

Alay: Cirit oynayan takımlardan her biri;

gelin almaya giden topluluk; düğünden

sonra gelinle birlikte giden kız tarafına

mensup kadın ve kızlar.

Alay: Herhangi bir törende veya gösteride

yer alan topluluk. Genellikle üç tabur

ve bunlara bağlı birliklerden oluşan asker

topluluğu.

Alayı: Hepsi .

Alayı: Hepsi, bütünü, toptan.

Alemençik: Bir kuş türü.

Alenmek: Dalga geçmek, durmak.

Alevçik: Sağı solu kapalı, etrafına kilim

gerilerek yapılan basit kulübe, kabin.

Alınışın: Alınınca.

Alim Allah: Allah bilir.

Alkış almak: Dua almak.

Alkış vermek: Birisi için iyi dilekte bulunma,

iyi olmasını istemek, gıyabında duada

etmek veya övmek.

Alkış: Hayır dua; birisi için iyi dilekte bulunma,

iyi olmasını isteme. (Bir atasözünde

şöyle denir: “Tut evinin işini, al

elin alkışını.”)

Allah abatlar veresi: Allah temiz,açık

bahtlar versin.

Allah eviştirir kavuşturur: Müşkül bir durumda

insanın umutsuzluğa düşmemesi

gerektiğini, üzerine düşeni yapıp teslimiyetle

gerisini Allah’a havale etmesini,

sonunun hayırlı olacağını ifade eden bir

deyim. “Nasıl ederiz diye düşünme; hele

siz bir başlayın da işe, Allah eviştirir kavuşturur,

tamamlanır inşallah.”

Alsaane: Alsana

Altınbulak: Kars ili, Sarıkamış ilçesine

bağlı bir köy.

Amanat: Emanet.

Amber Ağanın Pınarı: Kayseri İli, Pınarbaşı

İlçesi, Kızılören Köyünde sulak bir

mevkiidir.

Anaç: Yaşı ilerlemiş, gözü açılmış

Anadut: Harmanda sap ve saman atmak

için yapılmış, uzun saplı, üç parmaklı ahşap

büyük dirgen.

Analı oğlak yarda, anasız oğlak yerde oynar:

Sahipsizlerin, kimsesizlerin durumunu

anlatan Avşar deyimidir.

Anarıya gitmek: Daha çok taşıtların geri

geri gitmesi demektir.

Anca: Ancak

Andaç: Hatırlanmak için verilen hediye;

Okuntu E-Dergi

ölen kişinin geride kalan tek evlâdı; ölmüş

aile büyüklerinin hatırası sayılan kişi

veya eşya; damızlık koyun veya keçi.

Aneen: Ananın

Angara: Ankara

Angıt: Kuşlar (Aves) sınıfının, kazlar (Anseriformes)

takımının, ördekgiller (Anatidae)

familyasından, 35 cm kadar uzunlukta,

pas kırmızısı renkte, Orta Asya'dan

Avrupa'ya yayılmış, yurdumuzun büyük

çoğunluğunda yerli olup yalnız Trakya

için göçmen olan, göl ve nehir kenarlarında

yaşayan bir tür. Angut, kazarka.

Anşa: Ayşe

Apalak: Babayiğit, iri yarı adam yarması.

Aptılla: Abdullah

Aralı: Aralıklı, uzak.

Arısili: Tertemiz.

Arıya gitmek: Tüketim malzemelerinin

kullanılmaz hale gelmesi, bozulması.

Ark altından tarla bağışlamak: Aslında

kendisine ait olmayan bir şeyi başkasına

vermeyi vaat etmek, bir şeyi olduğundan

değerli göstermek anlamlarında bir deyim.

Arka: 1. Art, peş. 2. Kayıran, destekleyen.

“Yörü Omar Osman uşağı, Kuşağın

gayret kuşağı, Benim arkam çok diyordun,

Gelmedi Avşar uşağı.”

Arnac: Karşılık.

Asbap: Giysi .

Asi Suyu: Hatay ilinden geçen Asi ırmağı.

Aslantaş: Kayseri İli Tomarza İlçesine

bağlı bir köy ve yaylanın adı. Savaşçılar

Cadıoğlu'nu Aslantaş'a kadar kovalamışlar

ve orada öldürmüşler.

Assiye: Asiye

Aşam: Akşam

Aşam: Akşam. Ay aşamda ışıkdır. Yaylalar

yaylalar.

Aşılak: Aşılanmış.

Aşılık: Kayseri ili, Pınarbaşı İlçesine Kadılı

köyünde bir dağ.

Aşkar: Battal Gazinin ünlü atı.

Aşlanık Etme: Şaka yapma.

Aşlanık: Şaka.

Aşma: Ağıllardan geçen yol, yolak.

Aşşa mahlede bir yalan söyledim; Yokarı

http://www.avsarelleri.com/

41 42



http://www.avsarelleri.com/

Avşarelleri Derneği

mahlede ben de inandım: Dedikodunun

ne kadar hızlı yayıldığını, yalan olduğunu

bildiği bir şeye, herkes doğru dediği

için kişinin kendisinin de inanmasını ifade

eden bir deyim.

Aşşa: Aşağı.

Aştan Çıkmaz Kel Çomça: Her şeye karışan,

her yere girip çıkan, “her taşın altından

çıkan” kişileri tarif etmek için kullanılan

bir deyim.

At alırsan yazın,deve alırsan güzün, kız

alırsan gezin.:

Ata binmek bir ayıp inmek iki ayıp: Başladığın

bir işi, pişman olsan bile, yarım

bırakmamak, devam ettirmek anlamında

bir deyim.

Atlas: Yüzü parlak, sık dokunmuş bir tür

ipekli kumaş, saten.

Atlı misafir sığmış da itli misafir sığmamış:

Bazen kontrol edilemeyen, kötü

nitelikli çok küçük şeylerin, görüntüde

daha büyük şeylere göre daha ciddi sorunlara,

huzursuzluklara sebep olacağını

ifade eden bir deyim.

Avara palta yülek istemez: Bir işe yaramayan,

boş duran kişi veya eşyalara

emek harcamanın gereksiz olduğunu ifade

eden bir deyimi.

Avara: Boş gezen, işi gücü olmayan kimse.

Avarlık: Biber, patlıcan vs. ekilen yere denir.

Avrat: Kadın, hanım.

Avsın: Efsun

Avşar öldür: Avşar Ağıdı söyle.

Avşarın Atlısını Kavağa Çıkarken Gördüm:

"Ay Ekmeği (Ayı Ekmeği): Yaylalarda

yetişen, sonbaharda toplanarak yenen,

alıca benzer bir yabani bitki meyvesi.

(Adının “ayı ekmeği” olması da muhtemel)."

Ayakyolu: Tuvalet.

Ayampur: Aşırı nemli hava. İnciri olgunlaştıran

hava olarak bilinir.

Ayaz: 1. Duru, sakin havada çıkan kuru

soğuk. 2. Çok soğuk hava.

"Ayı Ekmeği (Ay Ekmeği): Yaylalarda

yetişen, sonbaharda toplanarak yenen,

alıca benzer bir yabani bitki meyvesi.

(Adının “ayı ekmeği” olması da muhtemel)."

Ayı ışgını: Işgın, Doğuda uçkun da denilen,

yaylalarda,baharda yetişen, kekremsi-ekşi,

etli, odunsu bitki.

Ayın esgisi: Eski ay. Bu zamanda kesilen

ağaç daha uzun süre dayanır.

Ayrık: Bir tür ot.

Ayuucu: Ayak Ucu.

Ayvak: Eyvah.

Azık: Yiyecek, yol yiyeceği, erzak.

Aziye (Aziziye): Kayseri ili Pınarbaşı ilçesinin

eski adı.

Bab: Giriş, kapı.

Babal: Vebal, günah.

Babamoğlu: Erkek Kardeş

Babeen: Babanın.

Bacı: 1. Büyük kız kardeş, abla. 2. Kız

kardeş.

Baç: Haraç.

Bağır: Göğüs kafesi.

Bağırsılık: Bağırsak

Bahadır - Bahadırlı: Kırıkhan yöresinde

oturan bir Türkmen oymağı.

Bahta bakan: Bukelamun.

Baksaane: Baksana

Bal Batman: Çok Tatlı, ağır başlı.

Bambıl: 1. Nemden dolayı oluşan küf. 2.

Tohuma düşen böcek. Pirecik.

Baş kayısı olmak: Kendi derdine düşmek.

Başı esik: Başı eksik anlamında kullanılır.

Tam dolu olmayan.

"Başı Gayısı Olmak: Aynı anda birden çok

problemle karşı karşıya kalıp kendi derdinden

başkasıyla uğraşamamak anlamında

bir deyimi. Sarızlı Aslan’ın ağıdında geçer:

Oğlum oğlanlar eyisi

Ben oldum başı gayısı

Yok anadan bir gardaşım

Bedelin versin dayısı."

Başına gelmeyenin hoşuna gelirmiş

Olumsuz bir durumla karşılaşmamış birinin

başkalarının çektiği zorlukları anlayamayacağını

ifade eden bir deyim.

Başlık: Galın, kalın, ağırlık. Evlenecek

erkeğin kız tarafına verdiği para. Başlık

parası.

Batasıca: Ölesice anlamında ilenç.

Batçı: Ucu sivri deynek.

Batman: Sekiz kiloluk eski bir ağırlık ölçüsü

Bay: Varlıklı, zengin.

Bayak: Demin, az önce, şimdi.

Bayır: Yokuş.

Bayramcalık: Bayramlık. Bayramda giyilmek

için alınan giyecekler.

Bazlama: Kalın pişirilen saç ekmeği.

Bea (Beğ): Bey.

Bedel: Askerlik yapmamak veya yapılacak

süreyi kısaltmak isteyenlerin devlete

ödedikleri para.

Begci: Bekçi

Beğ (Bea): Bey

Bekere: Çıkrıklarda eğrilecek ipin dolandığı

yer.

Belcen: Kuru incir

Belen: İskenderun-Antakya arasında,

Gavurdağı üzerinde bir ilçe.

Belik: Saç örgüsü.

Bellemek: Öğrenmek .

Ben ariyom bir binecek, hoşgeldin götürecek:

İş yapmaktan kaçan, tembel kişileri

iğnelemek için söylenen sitem, kınama

sözü. Bunu daha çok o iş kendisine

kalan kişi söyler.

Bensinmez: Önemsemez.

Berillek gel: Beri gel.

Beylanlı: Belenli

Bezirgân: 1. Tüccar. 2. Alışverişte çok kâr

amacı güden kimse. 3. Yahudi 4. Mesleğini

sadece kazanç için kullanan kimse.

Bıçgı: Testere.

Bıldır: Geçen sene, geçen yıl, bir yıl önce.

Bılız: Yaramaz çocuk. Ermeni çocuğu.

Bıyık erkeğin nişanıdır: Bıyık erkekliğin

belirtisidir.

Bibi: Hala, babanın kız kardeşi.

Bider: Tohum.

Bidon: Plastik kavanoz.

Bilenzik vurma: Harman yerine getirilen

eritilmemiş (yumuşatılmamış) saplar, düzenli

bir şekilde halka biçiminde harmanın

etrafına kayılmasıdır.

Bilmediğim köye varsam da bildiğim kadar

övünsem: Hiçbir özelliği olmayan,

Okuntu E-Dergi

çapsız kimselerin işin aslını bilmeyenlere

karşı kendilerini olduklarından daha iyi

ve üstün gösterme, övünme durumlarını

anlatan bir deyim.

Binboğa: Binboğa dağı.

Binek taşı: Ata binmek için üstüne çıkılan

yüksekçe taş.

Bir bonak yamır: Yağmurun birden başlayıp

durması.

Bir çıkımlık can: Dayanıksız, sağlıksız ve

yaşlı kişiler için söylenir. Dadaloğlu'nun

son yıllarıdır.

Bir kımık boyu var, yüz tevir huyu var:

Beklenenden daha çok olaya sebep olan,

şaşırtıcı davranışları olan, sorun çıkaran

kimse için kullanılan bir deyim.

Bir koyunun doyamayacağı yerden kırk

kağnı ot yoldurmak:

Bir Solukluk Olasıca: Bir anda ölüp git.

Bir teneden töhmelemek: İnsanın ince,

onuruna düşkün olup adaletsizliği, kötü

şeyleri kabul edememesi, hassas olması

anlamında bir deyim.

Bire: Bir çeşit hitap şekli.

Birine şişmek: Birinin hoşuna gitmesini

istediği davranışlarda bulunmak.

Bisseel: Az sonra, biraz sonra, daha sonra

Bişme: Güveç.

Bişşek: Yayıktaki ayranı karıştırmaya yarayan

çubuk.

Bitirmek: Kız vermeye razı etmek, gelin

etmek, evlendirmek. Türkmen Ali’nin kızı

İnci’yi Tecilli Beylerinden Açacak Ömer’in

oğlu Necib’e bitirdiler.

Biyaktan: Az önce.

Bocit: Sürahi.

Bor: Ekin tarlaları arasında ekilip sürülmemiş

otu bol olan yer.

Boran: 1. Sis, duman. 2. Şiddetli kar, fırtına,

kasırga. 3. Şiddetli yağmur, sağanak.

Rüzgâr, şimşek ve gök gürültüsü ile

ortaya çıkan sağanak yağışlı hava olayı.

Boru: Borazan

Bostan: Küçük bahçe.

Boşandırmak: Bir delikten geçirmek.

Boyu boz tahtaya gelesice.: Ölesice.

Boyumca buldum da huyumca bulama-

http://www.avsarelleri.com/

43 44



http://www.avsarelleri.com/

Avşarelleri Derneği

dım: Esas olarak eş seçimindeki zorluğu

ifade etmekle birlikte insanların farklı

huy ve özellikleri olduğunu anlatan ve bu

farklı huy/karaktere sahip insanlarla birlikte

yaşamanın, çalışmanın, geçinmenin

zorluklarına vurgu yapan bir deyim.

Boyun Devrile: Öl.

Boyun tahdiye gele.: Ölesice.

Boyun Tahtalara Gele: Öl de ölünü teneşire

koysunlar.

Boyuna Boz İpler Ölçüle: Ölesice. Mezar

veya tabut için boyunun ölçüsünün alınması.

Boyunduruk: Çift süren veya arabaya koşulan

hayvanların birlikte yürümelerini

sağlamak için boyunlarına geçirilen bir

tür ağaç çember.

Boz Gıranı: Bozaran otların üzerine düşen

kırağı.

Boz: 1. Açık toprak rengi. 2. Kül rengi,

gri. 3. Sarışın

Bozoklu: Oğuz Han’ın oğullarından üç

büyük kardeşin soyundan gelenler.

Böbürlenmek: Öğünerek kubarmak, kurulmak.

Böğür: Vücudunun kaburga ile kalça arasındaki

yan bölümü.

Böö: Örümcek.

Böök: Büyük

Böön: Bugün.

Börk: Takke.

Börkenek: Kapşon.

Börtlenmek: Haşlanmak, yanmak, ısınmak,

kızarmak.

Bre: 1. Ey, hey anlamında kullanılan bir

seslenme sözü. 2. Be yerine kullanılan bir

seslenme sözü. 3. Vay anlamında şaşma

bildiren bir seslenme sözü: Bre, bu ne

büyük gemi! 4. Şaşkınlık, coşku anlatan

bir seslenme sözü. 5. Erkekler için kullanılan

samimi ifade.

Bu ne şaal iş: Bu ne biçim,çeşit iş.

Bucak: Ekinin sararmadan önceki hali.

Buhur: Erkek deve.

Buncaaz: Bu kadar, Bu kadarcık.

Buncalış: Bu sefer.

Bunsukmak: Dumandan, isten bunalmak.

Buruk: Adana-Kozan yolu üzerinde, 'Sarıçam

yöresinde bir köy adı.

Buzaa: Buzağı

Bük: İçine girilemeyen çalılık.

Bük: Yokuşta kıvrımlı yoldan kıvrımın

son görülen ucu.

Büvelek: Bir çeşit hayvanlara iğne batıran

sinek.

Büvet: Küçük havuz. Kısıtlı imkanlarla

yapılan havuzcuk.

Caa: Banyo lavabo.

Caalak: Mutfak, banyo gibi yerlerin atık

su gideri.

Cadıoğlu: Gemerek dolaylarında yaşayan

Bozoklu Türkmenlerinin beyi.

Calak: Olmamış Küçük karpuz.

Calba Öküz kuyruğu, Sığır kuyruğu, Sarı

çiçekli, 1 metre kadar boylu, tozları gözü

çok yakan, sap kısmı yakacak olarak kullanılan

odunsu bitki.

Caldırtı: Ses, herhangi bir şeyin etrafını

etkileyerek ses yapması.

Camız: Manda.

Camlatmak: Çerçeveletmek.

Canavar: Kurt.

Cangama: Çekişmek, tartışmak, gürültü

etmek, etrafı rahatsız etmek.

Cangama: Laf kalabalığı

Caniin Derdine Düşesin: Ölümcül hastalağa

yakalanıp bütün amacının canını

kurtarmak olsun.

Carbık: Çok konuşan, tartışan kişi (bayanlar

için kullanılır)

Cardın: Farenin büyüğü

Carı: Çabuk, hızlı, tez.

Carsa: Bir kumaş türü

Cascavlak: Üzerinde hiçbir şey olmayan,

kel.

Cazı: Cadı. Yaşlı, huysuz, geçimsiz kadınlar

ve kaynanalar için kullanılan söz.

Cehdetmek: Çalışıp çabalamak.

Celfin: Piliç

Celse: Oturum.

Cemkirmek: Gereksizce bağırmak.

Cenderme: Jandarma.

Cere: Turşu küpü.

Cerek: Çadır kurmada kullanılan uzun

ağaç.

Ceren: Ceylan.

Cerit: Ceyhan bölgesinde bir Türk oymağının

adı.

Cescevlek: Biçimsiz

Ceyran: Elektrik

Cıba: Domuz yavrusu

Cıda: Kargı, sopa gibi savaş aracı, savut.

Cıkıl: Madeni para

Cılbak: Çıplak.

Cılk: Bozulmuş yumurta

Cıllıcı: Kavgacı, oyun bozan

Cıllımak: Yan çizmek, oyun bozanlık yapmak.

Cıncık: Cam parçası.

Cıngar çıkarmak: Kavga çıkarmak, anlaşmazlık

çıkarmak, cıllımak

Cırcır: Fermuar, patos.

Cırlavuk: Kayseri Kocasinan İlçesinin Mahallesi

(Eskiden Köydü).

Cırnavık: Ağustos böceği

Cırtık: Tırnak, diken çiziği

Ciğerinin sapından vurulasıca.: Çaresiz

bir derde yakalanasın.

Cihan: Ceyhan Irmağı.

Cilkes: Tamamen

Cinini uydurmak: Kafayı bir şeye takmak,

ısrarla bir şeyi istemek, peşinden koşmak.

Cip: Büsbütün, çok, bütün, hep, tamamen,

pek, pek çok.

Cirpinti: Maki türü

Ciyeriyin sapından vurulasın: Ciğerinden

hastalanasın, ölümcül hastalığa yakalanasın

Coruk: Küçük, yumurtlamayan tavuk

Cöb: Cep

Cuvara: Sigara

Cübür: Cüprenti, suyun yüzeyinde bulunan

kurumuş yaprak, gazel.

Cücüğ: Cücük,Civciv, Kuş yavrusu.

Cüllük: Hartlap ağacının meyvesi.

Cümea: Cuma

Cünun: Delilik.

Cüprenti: Cübür, suyun yüzeyinde bulunan

kurumuş yaprak, gazel.

Çaal: Genellikle tarlaların kullanılmayan

yerindeki toplanan taş yığını.

Çaardek: Ayçiçeği.

Okuntu E-Dergi

Çakıldak: Koyunların kuyruklarının altına

yapışıp kuruyan pislik.

Çakmak çalmak: Çakmaklı silahı sıkmak

anlamındadır.

Çakmaklı: Sarız, Pınarbaşı, Gürün üçgeni

içinde ki Gövdel dağlarındaki yurtlar.

Çala: 1. Eski, kullanılmış. 2. Az kullanılmış.

3. Eskimiş, elden düşme, yırtık, yokluk

sebebiyle mecburen giyilen giysi. "Ellerin

çalasıyla okuyup bir meslek sahibi

oldu da kurtuldu irezillikten"

Çalkama: Çalkamaç, çalkambaç, ayran.

Çalkamaç: Çalkama, çalkambaç, ayran.

Çalkambaç: Çalkama, çalkamaç,ayran.

Çandır: 1.Gelişmemiş 2. Karışık durum.

Çapa: 1.Tarlada ürünlerin arasını süren

tarım aleti 2. Büyük kazma.

Çapanoğlu: Yozgat'ta hüküm süren bir

Türkmen beyi, bu adda ünlü bir ailedir.

Çapıt: Bez parçası.

Çardak: Evin dışında oturmak için kullanılan

"kamelya"

Çarık: Topuğu bükülmüş ayakkabı.

Çark evi: Değirmen.

Çarpana: Kuş avlamak için kullanılan lastiklerde

(sapan) içine taş konulan deri

bölüm.

Çarpı: Bazı evlerde tavanı örten mertekleri

(yuvarlamaları) kapatmak için kullanılan

ve tahta yerine döşenen sağlam

ardıç odunları. Bu odunlara "yartmaç"

denir. Avşarlar, düzgün, sağlıklı kadınlara

"yartmaç gibi avrat" derler.

Çatal oda: İki odalı.

Çatalavrat: Bir böcek türü

Çatırtı: Herhangi bir şeyin ani veya hızlı

ses çıkarması

Çavış: Çavuş

Çaygara: Su içmek için su kaynağının

önüne yapılmış küçük havuzcuk.

Çebiç: Oğlağın büyüğü

Çeç: Çeş. Savrularak samanından ayrılmış

tahıl yığını.

Çek: Yün atacağının kirişini gerdirip bırakmaya

yarayan el aleti.

Çekişmek: Ağız kavgası.

"Çelpeşik: 1-Karışık, yönü-durumu

belirsiz, bozuk anlamlarında sıfat.

http://www.avsarelleri.com/

45 46



http://www.avsarelleri.com/

Avşarelleri Derneği

2-Yağmur, kar, kırcı vb.’nin karışık şekilde

veya birbiri ardına aniden değişerek ve

özellikle rüzgârın etkisiyle yandan vurarak

yağan yağış şekli. “O gün yayla yolunda

öyle çelpeşik yağdı ki göç yerinden

kımıldayamadı.”(Muhittin Mucuk ‘un anlattığı

bir hikâyeden.)"

Çeltik: Kabuğu ayıklanmamış pirinç. Pirincin

tarladaki hali

Çen: Ceviz içi.

Çen: Parça, yarım, diğer yarısı

Çeneciği Çekilesice: Sus. Ölüm sonrası

çenenin donması, geriye çekilip kalması.

Genelde fazla konuşana denir.

Çenedini ayırmak: Bacaklarından ayırmak.

Çepel: Bulaşık

Çepelce: İmamoğlu deresinin kaynağıdır.

Çer çepel: Bulaşık ve benzeri yeyler.

Çerçi: Seyyar satıcı.

Çerçilerle Haberin Gele: Çok uzak yere

gidip, oraya yerleşesin. Durumuyun ne

olduğunu çerçilerden haber alalım. Eskiden

telefon ve hızlı araçlar olmadığı için

geçtikleri yerlerdeki durumu çerçiler taşırmış.

Genlede kızına sinirlenen anlar

söyler.

Çeş: Çeç. Savrularak samanından ayrılmış

tahıl yığını.

Çeşmi: Göz.

Çeten: Traktörde römorkun üzerine tahtalarla

ilave yapılmış şekli.

Çetil: Fide

Çevrengeç: Suyun döndüğü yer. Kıvrımlı

akıntı.

Çezmek: Çözmek.

Çığ: Tarhananın kurutması için üzerine

konulduğu uzun ince kamışların yan yana

konulması ile yapılan örgü.

Çığın: Bir çeşit alıcı kuş.

Çığır (Çiir): Büyüklerin önden giderek

karda açtıkları iz.

Çıırmak: Seslenmek.

Çıkı: 1. Bohça, çıkın.

Çıkılamak: Bohça haline getirmek, çıkın

yapmak.

Çıkılı: Sarız, Pınarbaşı, Gürün üçgeni içinde

ki Gövdel dağlarındaki yurtlar.

Okuntu E-Dergi

Çıkın: İçine yiyecek veya diğer eşyaların

konulduğu bez parçası.

Çıkla Tüm, tamamen, hep, bütün.

Çıkmak: Bulunduğu yeri bırakıp başka

yere geçmek, taşınmak, ayrılmak, ilgisini

kesmek.

Çıkmak: Kocası ölen gelinin baba evine

dönmesi.

Çıkrık: Yün eğirmek için yapılmış; kasnak,

bekere ve ayaktan oluşan mekanizma.

Çıngıl: Küçük dal.

Çınkı: Parça

Çıtımık: Menengiç ağacı

Çıtırtı: Herhangi bir şeyin etkisiyle çıkan

küçük ses.

Çift sürmek: Öküz/atla tarla sürmek.

Çiir (Çığır): Büyüklerin önden giderek

karda açtıkları iz.

Çili: Pamuğun çiğ yağdıktan sonra kabuğuyla

beraber toplanması.

Çilingir: Buğday elenen iri gözlü kalbur.

Çilpik Küçük parça: Küçük parça

Çimmek: Banyo yapmak, Yıkanmak.

Çinçik: Kuş

Çinke: Küçük parça (saydam taş için de

kullanılır)

Çiril çiril dânemek: Gözünü ayırarak bakmak.

Çiriş: Karların kalkması ile çıkan, yaprakları

sebze olarak kullanılan bir bitki, dağ

pırasası.

Çisemek: Çiğ gibi, çiğe yakın.

Çit 1. Tülbent başörtüsü. 2. Basma, patiska

ve ketenin ortak adı. 3. Çiçekli basma.

Çoban güttüğü koyunun huyunu bilir

Çocuktan al habarı;Verir gubarı gubarı.:

Çocuğun bir bilgiyi, haberi vb.başka birisine

anlatırken kendiyle gurur duyarak,iyi

bir şey yapıyormuş gibi anlatması.

Çomaç: Yufka ekmeğinin içine katık

(peynir veya kıyma) konularak yapılan

dürüm. Yufka ekmek dürümü.

Çomça: Kepçe .

Çomu: Küçük kulaklı koyun veya keçi.

Çotul: Ağacın kollarının ilk ayrıldığı yer

Çömçe: Büyük tahta kaşık.

Çubuk iken çıtılamayan, ağaç iken kütülemez:

Çocuklara zamanında belli eğitimin

verilmesi ve yaşlarına uygun davranış

sergilemelerinin beklendiğini anlatan

deyimdir.

Çukur: Kozan - Kadirli karayolunun Adana

yol ayrımında bir köy. Çukurköy de denir.

Şimdiki adı Naşidiye, Kadirli'ye bağlı.

Çul: Keçi kılından dokunan yaygı olarak

kullanılan düz desensiz dokuma.

Çüven: Davul tokmağı.

Daarmen: Değirmen.

Dabaka: Tütün tabakası.

Dabanca: Tabanca.

Dağ başında pöhrenk aranmaz.: Herhangi

birşeyi olmayacak bir yerde aramak.

Dalamak: 1. Köpek, kurt vb. hayvanların

dişlemesi, ısırması.

Dalkılıçlı: Türkmenlerde bir oba adı. Kadirli'nin

Mehmetli ve Azaplı (Avşarlı) köylerinde

otururlar.

Dalle: Taş dizilerek oynanan bir oyun.

Damah: Cimri (tenezzül etmek)

Damın duluğu: Evin köşesi.

Damızlık: Herhangi bir şeyin çoğalması

için saklanan numune, örnek

Danacıoğlu: Tecirli Obasından bir savaşçı.

Dânemek: Bakmak, gözlemek.

Dâneyip durmak: Bakıp durmak.

Dar ikindin: İkindinin akşama yakın bölümü.

Darbız: Toprağın nemi.

Dartmak: Tartmak.

Daş: Taş.

Datlı: Tatlı.

Davar, kırklık sesi duyacağıma kurdun diş

sesini duyayım dermiş: Hoşlanmadığı bir

duruma düşmektense ölüme razı olunduğunu

ifade eden bir deyim.

Davıl: Davul.

Davış: Ses, herhangi bir şeyin hareket

ettiğini belirten ses.

Davıt: Davut

Davlumbaz: Büyük cenk davulu.

Daylak: 1. Dişi deve. 2. Damızlık erkek

deve. 3. Boynunda tüy olmayan pehlivan

deve. 4. Deve yavrusu. 5. At, eşek yavrusu.

6. İki yaşında hayvan. 7. Sakalı, bıyığı

çıkmamış delikanlı. 8. İnce uzun boylu

kimse

Dayramak: Aşırı gerilmek.

Deal: Değil

Dedeen: Dedenin

Değişin: Değince, değdiği zaman.

Delaa: Delikanlı.

Deli Hacı: Torunları Kayseri İli Sarız İlçesine

bağlı Kuşçu köyünde otururlar. Atasoy,

Akpınar soyadlı kişiler.

Deller Avşar obası.

Demirçi: Demirci

Demlik: Sürekli

Dene: Tane .

Depegolu: Traktörle pulluk, çapa, gaster

gibi tarım aletlerinin yukardan da bağlantısını

sağlayan alet.

Depgi: Genellikle tarhanayı pişirirken karıştırmak

için kullanılan araç.

Depik: Tekme.

Depmek: 1. Tekme atmak, tekmelemek.

2. Tepmek, çifte atmak. 3. Çiğnemek, ezmek.

Derdim seni ,derdim seni ,anam olsa

derdim seni:

Dericiğine Çekile: Derine konulsun. Küçük

baş hayvanın derisi yüzülüp, kurutularak

tulum yayılır. Bu tuluma peynir

basılır. Yani derisine peynir çekilir. Kimseye

bir şey vermeyeni kısmık kişiler için

kullanılır.

Derimevi: Oba önde gelenlerinin toplanıp

görüştükleri, yuvarlak kubbeli büyük

çadır.

Dert sahibi olmak: Hayırsız evlat, borç,

huzursuzluk vb. sebepler ile düşünmekten,

kahırlanmaktan hastalanmak.

Dertsiz başı bostanlara korkuluk yapmışlar:

İnsan olanın mutlaka derdinin, kaygısının

olacağını anlatan bir ifade.

Derviş Paşa: Fırka-i İslahiyye komutanı,

müşir (mareşal).

Deşirmek: Dilenmek .

Deşirmek: Toplamak

Devlikisüün: Ertesi gün, Öbür Gün

Deyi: Diye

Dezze: Teyze.

Dıdısının dıdısı: Sisileli, dolambaçlı du-

http://www.avsarelleri.com/

47 48



http://www.avsarelleri.com/

Avşarelleri Derneği

rumlar için kullanılan bir söz.

Dıkılmak: Girmek, katılmak.

Dıkız: Az nemli.

Dıngırcını avlamak: Bir olayın ayrıntısını

öğrenmeye çalışmak

Dıngıt: Saçın traş makinasıyla sıfır numaraya

kesilmesi

Dışlığım Gelmiyor: Keyfim gelmiyor, neşesizim.

Dışlık: Keyif.

Dik: Meyili çok olan yer

Dil: Anahtar

Dilber: Genç kız. Alımlı, güzel kadın. Gönlü

alıp götüren güzel.

Dilki: Tilki

Dinelmek: Ayakta durmak.

Dingil: Tepe, uç nokta.

Dink: Tahılın kabuğunu yumuşatmaya

ve ayırmaya yarayan , hayvanın çevirdiği

büyük taş silindir.

Diremince: Herhangi bir şeyin tam oturması.

Dirgen Dağı: Binboğa dağlarının içinde,

Afşin ilçesinin batısındaki dağ.

Dirgen: Ekin sapını patosa vermede veya

bir yere taşımada kullanılan alet.

Diyarmen: Değirmen.

Doğ: Küçük kulaklı davar.

Dokanmak: Dokunmak.

Dokurcun Dokuztaş oyunu.

Dolukmak: Duygusal yoğunluk, hatıra

gelen anılar, duyulan bir acı veya azar

işitme, aşağılanma gibi sebeplerle gözleri

dolmak, gözü yaşarmak, ağlayacak

duruma gelmek.

Dombalak: Takla

Don Yumak: Çamaşır yıkamak.

Doru: Gövdesi kızıl, ayakları ve yelesi

koyu renkli olan, yağız at.

Dost sekiz, düşman dokuz: İnsanın konuşurken

çok dikkatli olması gerektiğini,

ulu orta konuşmaması gerektiğini ifade

eden bir deyim.

Döğme: Döğülüp kabuğu çıkartılmış buğday,

yarma.

Dökkü: Köylerde ocakların arkasına yakmak

için dökülen hayvan gübresi ile karışık

saman.

Döl almak: Koyunun toplu halde kuzulamasına

denir.

Dölek durmak: Akıllı uslu durmak, yaramazlık

yapmamak. Çocukları uyarmak

için kullanılır.

Dölek: 1. Düz, engebesiz arazi, tepenin

eteği. 2. Kıvrıntısız, düz yol. 3. Tarlanın

düz ve verimli kısmı.

Döoomek: Dövmek

Dört diyon dokuz diyon topluyon otuz diyon:

Tutarsız sözler söyleyen veya tutarsız

davranış gösteren, birbiriyle bağlantısı

olmayan hususları bir arada anlatan

kişilerin durumunu anlatan bir deyim.

Döş: Göğüs, bağır.

Döşek: 1. Yatak. 2. Gemi gövdesinde, su

basıncı, çarpma, karaya oturma vb. durumlarda

darbeleri karşılayabilecek, yük

ve makinelerin ağırlığına dayanabilecek

dirençteki yapı gereci. 3. Dövülmek üzere

harman yerine serilen ekin sapları.

Döşek: 1. Yatak. 2. Kağnıda üzerine eşya

konulan kalın ağaç direk. 3. Kağnının yük

konulan tahta kısmı.

Döven: Düven. Harmanda ekinlerin sapı

ve tanelerini ayırmak için kullanılan, önüne

koşulan hayvanlarla çekilen, alt yüzünde

keskin çakmak taşları dikine çakılı

bulunan, kızak biçiminde araç.

Dövme : Buğday, arpa, mısır, bezelye vb.

nin iri çekilmişi, yarma.

Döyüsün: Deyyusun.

Dulda: Yağmur, güneş ve rüzgann etki

etmediği kuytu, ulaşamadığı yer.

Duluk: Şakak üzerinde saç ile sakalın birleşimi

olan kısım. Surat, yanak.

Dumulamak: Dumulamak: Ötmek.

Dursaane: Dursana.

Durucu: Duracak.

Duşak 1. Çocukların düzenli koşmasını

engellediğine inanılan görülmez bir bağ.

2. Hayvanın iki ayağını iple bağlayarak

yapılan köstek

Duşka: Çene.

Dutmaç: Eriştenin ekşili mercimek veya

pirinçle pişirildiği bir tür yemek türü.

Duvar: Düvel, devlet.

Düldül: Hz. Ali'ye Hz. Muhammed tarafından

armağan edilen katırın adı.

Dünaa Dağılasıca: Evi barkı dağılsın.

Dündar: 1. Dindar. 2. Eski ordu düzeninde

artçı birlik.

Dünek: 1. Ev. 2. Geceleyecek, yatacak

yer. 3. Yatak. 4. Kümes.

Dünyada olmadık yok da duyulmadık

çok: Duyduğumuz ve şaşırdığımız olayların

gerçekte olanların çok azı olduğunu

ifade eden deyimdir.

Düşek: 1. Vurulan bir kimsenin düşüp öldüğü

yer. 2. Vurulan bir kimsenin vurulduğu

yerde taş yığınlariyle yapılmış, 1-2

metre çapında, 50-60 cm. yüksekliğindeki

mezarı.

Düşürdüler al vurdu ya: Hile, pusu.

Düven: Döven. Harmanda ekinlerin sapı

ve tanelerini ayırmak için kullanılan, önüne

koşulan hayvanlarla çekilen, alt yüzünde

keskin çakmak taşları dikine çakılı

bulunan, kızak biçiminde araç.

Düzülmek: Dizilmek.

E mi: Tamam mı?

Eartmen: Eğitmen.

Ebeen: Ebenin.

Ebeş: Çirkin sarışın.

Ecelini Ağzına Almak: Ölümü göze almak.

eee! eee!: Arka arkaya yapılan hatadan

sonra söylenen bir ünlemdir.

Eerelti: Meşe.

Efe: 1. Kadın erkek arasında kullanılan

çağırma ünlemi. 2. Gelinin kayınbiraderini

çağırmak için kullandığı sözcük. Yiğit.

Eferim: Aferim.

Eke: 1. Büyük, yetişkin, yaşlı, kart. 2.

Yaşı küçük olduğu halde sözleri ve işleri

büyük olan (çocuk). 3. Çok konuşan, geveze,

ukala.

Ekelik etme: Bilgiçlik taslama.

Ekmeği ile acından ölmek: Beceriksizlik,

tembellik vb. sebeplerle sahip olduğu

imkanlardan faydalanamamak, varlık

içinde yokluk çekmek, elindekileri kullanamamak,

kıymetini bilmemek. O kadar

ki elindeki ekmeği yese karnı doyacak

ama onu da beceremiyor anlamında bir

deyim.

Ekmeğin yanığı başa kakıç: En küçük

Okuntu E-Dergi

hatanın bile insanların aleyhinde kullanılabileceğini,

tandırda pişerken ucundan

kenarından yanması tabii olan (yufka)

ekmekteki yanığın bile insanın başına

kakılacağını, eleştirmek isteyenin her zaman

bir sebep bulacağını; İşi iyi ve düzgün

yapmanın önemini, başkalarına fırsat

vermemek gerektiğini anlatan bir deyimi.

Ekmek evirmek: Tandırda yufka ekmek

yaparken,sac üzerindeki ekmeği yakmadan,

“evreaç”le her iki yüzünü de pişirmek.

El elin tartısı: İnsanın kendisi için söylediklerinden

ziyade toplumun bakış açısı,

kişiye yaklaşımı o kişinin değerini ortaya

koyduğunu belirten bir deyimi.

El lehençesi: El ve ayak yıkamak için kullanılan

araç. Seyyar lavabo.

El soluğu ile yaşamak: Aşırı derecede zayıflamış,

zor nefes alıp veren, cılız insanları

tanımlamak için kullanılan bir deyim.

“Onun ne halı var çalışacak, zatı el soluğuyunan

yaşıyor.”

Elbeyli: Avşar Türkmenleri içinde bir oymak.

Elbir: 1. Dargın olan iki kişinin arasını

bulan. 2. Casus. 3. İki sevgilinin arasını

bulan. 4. Bir işi birlikte yapanlar için kullanılır:

Bu işte onlar elbirdiler.

Elçi: İki kişi arasında söz getirip götüren,

bunu iş ve huy edinen (kimse). Kız istemeye

gönderilen kimse, görücü, dünür.

Elefetsiz: Manasız.

Elek istemenin de bir yolağı var: Bir işi

usulüne uygun yapma, tutarlı ve geçerli

bir sebebe dayandırma gereğini ifade

eden Avşar deyimi. Kaba saba, yersiz,

saygısız tavırları eleştirmek için de kullanılır.

Eletmek: İletmek, ulaştırmak.

Eli belinde: Genellikle çardak ve hayma

yaparken kullanılan, direkle tavanı oluşturan

ağacı bir birine bağlayan ağaç.

Eli kuşlu olmak: Avlanmak için alıcı kuş

beslemek.

Elkızı: 1. Gelin. 2. Kadın, eş.

Ellam: Her halde.

Elleem: Her halde anlamındadır. Yanlış

http://www.avsarelleri.com/

49 50



http://www.avsarelleri.com/

Avşarelleri Derneği

bilinen bir durum sonrası da söylenir.

Ellengeç: Yengeç

Ellice: Tava.

Ellik: Ekin biçerken parmaklara takılan

elçek.

Elyazı: Dadaloğlu (Özler - Taf) kasabasından

Zelfin (Üçkonak) arasında kalan

ve Toklar bucağına doğru uzanan düzlüğün

adıdır.

Emeğim çobana döndü: Emeklerim boşa

gitti.

Emilik: Keçinin yeni doğmuş yavrusu.

Emme: Ama.

Emmi: Amca.

Endirmek: İndirmek.

Enek: 1. En iyisi. 2. Bilye oynarken, dikilen

madeni para. 3. Aşık, misket, taş

ile lodak,sayı vb oynarken oyuncunun

kendine ait olan ve onunla diğer taşları,

bilyeleri vb vurduğu, diğerlerinden farklı,

esas taş, bilye vb.

Enik it ürmeye havas: Küçük çocukların

hoşlarına giden bazı şeyleri sürekli ve heyecanla

yapmasını anlatan bir deyim.

Enik: Hayvan yavrusu.

Erinik yağ: Bekleme süresini uzatmak

için tereyağın eritilmiş ve tuzlanmış hali.

Erinmek: Üşenmek.

Eriş: Evlerde hamurdan elle yapılan ince

makarna. Erişte.

Erkeç: 1. Üç ya da dört yaşlarında olan

enenmiş erkek keçi. 2. Keçi sürüsünün

başından giden iri ve güzel yapılı, erkek

keçi.

Esah Mı: Sahi Mi

Esah Mı: Sahi Mi

Esbap: Giysi

Ese: İsa

Ese: İsa

Eseri mıkı: Büyük çivi.

Esik: Çukur yer.

Esker: Asker.

Esse mi?: Essah mı? Sahi mi? Gerçekten

mi?

Eşe: Anşa, Ayşe.

Eşep: Eşarp

Eşgere: Aşikar, apaçık, herkes tarafından

fark edilebilen.

Eşiklik: Evin giriş kısmı.

Eşki: Ekşi

Eşşeğin anıra anıra kurda karşı vardığı

gibi: Sanki bulaşsın istermiş gibi belaya

yaklaşmak.

Eşşek: Eşek

Evlensek: Evlenmeye aday, evlenmek isteyen

kişi.

Evmek: Acele etmek.

Evreaç Kılıca benzer, tahtadan yapılmış,

saç üzerinde pişirilen yufka ekmekleri

çevirmeye yarayan uzun ve yassı tahta

araç.

Evsin: Efsun, Avsın, Kuş avlarken, kuştan

gizlenmek için yapılan çalılardan yapılan

evcik.

Eye ekiştirmek: Zaman geçirmek, ayak

sürümek.

Fadime: Fatma

Fadime: Fatma

Fak: Tuzak.

Fakı: Hoca.

Fakih: Fakı, hoca.

Farsak: Dağ köylüsü.

Fedik: Kaynamış mısır, buğday tanesi,

hedik.

Felek: 1. Gök, gökyüzü, sema2. Dünya,

âlem. 3. Talih, baht, şans.

Felfellemek: Sendelemek.

Feriştah: En iyi, en üstün.

Ferman: Padişah buyruğu.

Fılcırtmak: Düzensiz bir şekilde atmak.

Fırfırı: Küçük yağmurlama.

Fırgat: Firkat, Ayrılış, ayrılık.

Fırıştak: Fırıldak, topaç.

Fırka-i İslahiye: 1864 sonlarında Fırka-i

Islahiye adı altında bir kuvvet oluşturulmasına

karar verildi. Kurulan Fırkanın

kumandanlığına Dördüncü Ordu Müşürü

Derviş Paşa ve fevkalade memuriyet-i

mahsusa sıfatıyla da Ahmet Cevdet

Paşa tayin edildi. 1865-1866 yıllarında

Çukurova, Cebel-i Bereket (Gavur Dağı)

ve Kozan dağlarında devlet idaresini yeniden

kurmak üzere oluşturulmuş askeri

kuvvet.

Fırkat: Firgat, Ayrılış, ayrılık.

Fışgırık: İlaçlamada kullanılan motorsuz,

elle çalışan zirai mücadele aracı.

Filor fes: Fesin etrafını ipek mendille sararak

şekil verile fes. (Eskiden erkeklerin

fes giydiği anımsanmalı).

Filteke: Çatal iğne.

Filtik filtik: Paramparça.

Firez: 1. Ekin. 2. Yeni çıkmağa başlamış

ekin. 3. Biçilmiş tarlada kalan tahıl kökleri,

anız. 4. Harman süpürgesi yapılan

ot. 5. Ocakta odunları tutuşturmak için

kullanılan kuru ot, ve ince dallar.

Firik: Buğday başaklarının olgunlaşmamış

hâli.

Firtik: Uyanık gözü açık (bayanlar için).

Fiske: Eski aydınlatma aracı

Fistan: Entari.

Fiyd: Küçük bir kuş türü.

Folluk (Holluk): Tavukların yumurtlaması

için hazırlanmış özel yer. Tavukların yumurtladıkları

yer.

Frenk: 1. Anglosakson, Cermen veya Latin

ırklarının birinden olan kimse. 2. Osmanlıların

Avrupalılara, özellikle Fransızlara

verdikleri ad.

Fuzulİ masraf: Fuzulİ masraf, Gereksiz

yapılan harcama

Gaanı: Kağnı

Gaanı: Kağnı

Gabırlık: Mezarlık.

Gabıt: Pardüso kaban.

Gaco: Hoyratça hareket eden genç.

Gaçmak: Kaçmak

Gaçmak: Kaçmak

Gada: Dert, hastalık, belâ.

Gadasını almak: Tasasını, kazasını, derdini,

belasını, kaygısını, kederini almak,

üstlenmek.

Gadef: Kulplu bardak, kadeh.

Gafası firirek: Anormal davranışlarda bulunanlar

için söylenir.

Gahrimen: Kahraman

Gahrimen: Kahraman

Gala: Kale

Gala: Kale

Galan: Kalan, bundan sonra, artık, gayrı.

Galın: Kalın, ağırlık, başlık. Evlenecek

erkeğin kız tarafına verdiği para. Başlık

parası.

Okuntu E-Dergi

Galice potin: Bir cins topuklu potin, ayakkabı.

Galiç: Orağın küçüğü.

Gallep: Güvercin.

Galli: Sincap.

Galp: Ağır hareket eden. Kanı ağır.

Gamgı: Odunun kesmenin etkisiyle oluşan

parçası.

Gamiş: Kamış.

Gandak: Büyük çukur.

Ganlar Gaşana: Kaşındığı yerden kan

çıka.

Gannı gupur gusacısa: Kanlı balgam kusasıca.

Verem belirtisi, eskiden çaresiz

dert.

Gapıt: Kaban

Gaplık: Raf.

Gapsalık: Hayvanların konulduğu avlu,

çit gibi kapalı alanların kapısı olarak görev

ifa eden ağaçtan parmaklık, bahçe

kapısı. Genelde bir yere bağlı olmayıp

kapıyı kapatmak ya da açmak için elle

kaldırılarak taşınır.

Gara Çıkından Gidesice: Kara çıkın hastalığından

ölesin. Koyunlarda öldürücü bir

karaciğer hastalığıdır.

Gara erk: Siyah renkli deve.

Gara guş: Kara Kuş, Kartal cinsindan kuşlara

verilen genel ad.

Gara guvan: Fenni olmayan, uzun, el yapımı

kovan.

Gara: Kara

Gara: Kara

Gara: Kara.

Garaa: Kargı.

Garaböcük: Salyangoz.

Garaçalı: Dikenleri uzun ve çok olan bir

maki türü. Karaçalı

Garakış: Zemheri, Karakış, Kışın ilk ayları.

Garaltı: 1. Gölge. 2. Tam seçilemeyen, ne

olduğu anlaşılamayan görüntü. Karartı.

Garaltıcığın Kalka: Gölgen yeryüzünden

kalka, ölesin.

Garaltısı kalkasıca: Gölgen yeryüzünden

kalka, ölesin.

Garamak: Kızarak suçlayıcı sözler söylemek.

Garanışmak: Karanlık olmak

http://www.avsarelleri.com/

51 52



http://www.avsarelleri.com/

Avşarelleri Derneği

bilinen bir durum sonrası da söylenir.

Ellengeç: Yengeç

Ellice: Tava.

Ellik: Ekin biçerken parmaklara takılan

elçek.

Elyazı: Dadaloğlu (Özler - Taf) kasabasından

Zelfin (Üçkonak) arasında kalan

ve Toklar bucağına doğru uzanan düzlüğün

adıdır.

Emeğim çobana döndü: Emeklerim boşa

gitti.

Emilik: Keçinin yeni doğmuş yavrusu.

Emme: Ama.

Emmi: Amca.

Endirmek: İndirmek.

Enek: 1. En iyisi. 2. Bilye oynarken, dikilen

madeni para. 3. Aşık, misket, taş

ile lodak,sayı vb oynarken oyuncunun

kendine ait olan ve onunla diğer taşları,

bilyeleri vb vurduğu, diğerlerinden farklı,

esas taş, bilye vb.

Enik it ürmeye havas: Küçük çocukların

hoşlarına giden bazı şeyleri sürekli ve heyecanla

yapmasını anlatan bir deyim.

Enik: Hayvan yavrusu.

Erinik yağ: Bekleme süresini uzatmak

için tereyağın eritilmiş ve tuzlanmış hali.

Erinmek: Üşenmek.

Eriş: Evlerde hamurdan elle yapılan ince

makarna. Erişte.

Erkeç: 1. Üç ya da dört yaşlarında olan

enenmiş erkek keçi. 2. Keçi sürüsünün

başından giden iri ve güzel yapılı, erkek

keçi.

Esah Mı: Sahi Mi

Esah Mı: Sahi Mi

Esbap: Giysi

Ese: İsa

Ese: İsa

Eseri mıkı: Büyük çivi.

Esik: Çukur yer.

Esker: Asker.

Esse mi?: Essah mı? Sahi mi? Gerçekten

mi?

Eşe: Anşa, Ayşe.

Eşep: Eşarp

Eşgere: Aşikar, apaçık, herkes tarafından

fark edilebilen.

Eşiklik: Evin giriş kısmı.

Eşki: Ekşi

Eşşeğin anıra anıra kurda karşı vardığı

gibi: Sanki bulaşsın istermiş gibi belaya

yaklaşmak.

Eşşek: Eşek

Evlensek: Evlenmeye aday, evlenmek isteyen

kişi.

Evmek: Acele etmek.

Evreaç Kılıca benzer, tahtadan yapılmış,

saç üzerinde pişirilen yufka ekmekleri

çevirmeye yarayan uzun ve yassı tahta

araç.

Evsin: Efsun, Avsın, Kuş avlarken, kuştan

gizlenmek için yapılan çalılardan yapılan

evcik.

Eye ekiştirmek: Zaman geçirmek, ayak

sürümek.

Fadime: Fatma

Fadime: Fatma

Fak: Tuzak.

Fakı: Hoca.

Fakih: Fakı, hoca.

Farsak: Dağ köylüsü.

Fedik: Kaynamış mısır, buğday tanesi,

hedik.

Felek: 1. Gök, gökyüzü, sema2. Dünya,

âlem. 3. Talih, baht, şans.

Felfellemek: Sendelemek.

Feriştah: En iyi, en üstün.

Ferman: Padişah buyruğu.

Fılcırtmak: Düzensiz bir şekilde atmak.

Fırfırı: Küçük yağmurlama.

Fırgat: Firkat, Ayrılış, ayrılık.

Fırıştak: Fırıldak, topaç.

Fırka-i İslahiye: 1864 sonlarında Fırka-i

Islahiye adı altında bir kuvvet oluşturulmasına

karar verildi. Kurulan Fırkanın

kumandanlığına Dördüncü Ordu Müşürü

Derviş Paşa ve fevkalade memuriyet-i

mahsusa sıfatıyla da Ahmet Cevdet

Paşa tayin edildi. 1865-1866 yıllarında

Çukurova, Cebel-i Bereket (Gavur Dağı)

ve Kozan dağlarında devlet idaresini yeniden

kurmak üzere oluşturulmuş askeri

kuvvet.

Fırkat: Firgat, Ayrılış, ayrılık.

Fışgırık: İlaçlamada kullanılan motorsuz,

elle çalışan zirai mücadele aracı.

Filor fes: Fesin etrafını ipek mendille sararak

şekil verile fes. (Eskiden erkeklerin

fes giydiği anımsanmalı).

Filteke: Çatal iğne.

Filtik filtik: Paramparça.

Firez: 1. Ekin. 2. Yeni çıkmağa başlamış

ekin. 3. Biçilmiş tarlada kalan tahıl kökleri,

anız. 4. Harman süpürgesi yapılan

ot. 5. Ocakta odunları tutuşturmak için

kullanılan kuru ot, ve ince dallar.

Firik: Buğday başaklarının olgunlaşmamış

hâli.

Firtik: Uyanık gözü açık (bayanlar için).

Fiske: Eski aydınlatma aracı

Fistan: Entari.

Fiyd: Küçük bir kuş türü.

Folluk (Holluk): Tavukların yumurtlaması

için hazırlanmış özel yer. Tavukların yumurtladıkları

yer.

Frenk: 1. Anglosakson, Cermen veya Latin

ırklarının birinden olan kimse. 2. Osmanlıların

Avrupalılara, özellikle Fransızlara

verdikleri ad.

Fuzulİ masraf: Fuzulİ masraf, Gereksiz

yapılan harcama

Gaanı: Kağnı

Gaanı: Kağnı

Gabırlık: Mezarlık.

Gabıt: Pardüso kaban.

Gaco: Hoyratça hareket eden genç.

Gaçmak: Kaçmak

Gaçmak: Kaçmak

Gada: Dert, hastalık, belâ.

Gadasını almak: Tasasını, kazasını, derdini,

belasını, kaygısını, kederini almak,

üstlenmek.

Gadef: Kulplu bardak, kadeh.

Gafası firirek: Anormal davranışlarda bulunanlar

için söylenir.

Gahrimen: Kahraman

Gahrimen: Kahraman

Gala: Kale

Gala: Kale

Galan: Kalan, bundan sonra, artık, gayrı.

Galın: Kalın, ağırlık, başlık. Evlenecek

erkeğin kız tarafına verdiği para. Başlık

parası.

Okuntu E-Dergi

Galice potin: Bir cins topuklu potin, ayakkabı.

Galiç: Orağın küçüğü.

Gallep: Güvercin.

Galli: Sincap.

Galp: Ağır hareket eden. Kanı ağır.

Gamgı: Odunun kesmenin etkisiyle oluşan

parçası.

Gamiş: Kamış.

Gandak: Büyük çukur.

Ganlar Gaşana: Kaşındığı yerden kan

çıka.

Gannı gupur gusacısa: Kanlı balgam kusasıca.

Verem belirtisi, eskiden çaresiz

dert.

Gapıt: Kaban

Gaplık: Raf.

Gapsalık: Hayvanların konulduğu avlu,

çit gibi kapalı alanların kapısı olarak görev

ifa eden ağaçtan parmaklık, bahçe

kapısı. Genelde bir yere bağlı olmayıp

kapıyı kapatmak ya da açmak için elle

kaldırılarak taşınır.

Gara Çıkından Gidesice: Kara çıkın hastalığından

ölesin. Koyunlarda öldürücü bir

karaciğer hastalığıdır.

Gara erk: Siyah renkli deve.

Gara guş: Kara Kuş, Kartal cinsindan kuşlara

verilen genel ad.

Gara guvan: Fenni olmayan, uzun, el yapımı

kovan.

Gara: Kara

Gara: Kara

Gara: Kara.

Garaa: Kargı.

Garaböcük: Salyangoz.

Garaçalı: Dikenleri uzun ve çok olan bir

maki türü. Karaçalı

Garakış: Zemheri, Karakış, Kışın ilk ayları.

Garaltı: 1. Gölge. 2. Tam seçilemeyen, ne

olduğu anlaşılamayan görüntü. Karartı.

Garaltıcığın Kalka: Gölgen yeryüzünden

kalka, ölesin.

Garaltısı kalkasıca: Gölgen yeryüzünden

kalka, ölesin.

Garamak: Kızarak suçlayıcı sözler söylemek.

Garanışmak: Karanlık olmak

http://www.avsarelleri.com/

53 54



http://www.avsarelleri.com/

Avşarelleri Derneği

Gar'ardıç: Karaardıç, ardıç ağacının en

iyisi.

Garbi: Batı rüzgârı. Batıdan esen ılık yel.

Gardaş: Kardeş

Gardaş: Kardeş

Gareen: Hoş kokulu bir ot türü.

Garerlemek: Kararlamak

Garerlemek: Kararlamak

Garez etmek: İnadına yapmak.

Garı: Karı

Garı: Karı

Garışma: Karışma

Garışma: Karışma

Garsambaç: Kar pekmez karışımı yiyecek.

Garşı: Karşı

Garşı: Karşı

Gasbalık: Avlunun tahtadan yapılmış kapısı.

Gasıl: Arpanın yeşil, başak çıkarmamış

hali.

Gaster: Modern ilaçlama makinesi.

Gaşşak: Keçi, koyun gibi küçükbaş hayvanlar

için yapılan korunak. Koyun ve

keçi konulan ağaçlarla çevrilen, üzeri

açık veya kapalı yer.

Gatık: Ayran (Torba gatığının özenerek

ayran haline getirilmesi.)

Gavırga: Patlamış mısır

Gavıt: Kavrulmuş buğday yada mısır öğütülerek

yapılan yiyecek.

Gavlak: Kavlak

Gavlak: Kavlak

Gavur dedengil: Ot türü

Gâvur: 1. Dinsiz kimse. 2. Müslüman olmayan

kimse. 3. Merhametsiz, acımasız.

4. İnatçı. 5. Kâfir.

Gavurma: Kavurma

Gavurma: Kavurma

Gaydasına böyle geldi: Kafiyesine uydurmak.

Gayfelti: Kahvaltı

Gayfelti: Kahvaltı

Gayretini Çekmek: Kavgada yardım etmek,

desteklemek.

Gazel: Kurumuş yaprak.

Gece otu Gecenin ilerlemiş saatlerinde,

gecenin karanlığında anlamında kullanılan

ifade.

Geçeli: Karşılıklı

Geçgere: 1. Yük taşımakta kullanılan,

H harfine benzeyen, sedye şeklinde, iki

ağaç kol uzerine çakılan, dört kollu, iki

kişi tarafından taşınan, bir tarafı açık,

kasa şeklindeki kısmında taş, toprak,

kum, ahırdan hayvan atıkları vb. taşımaya

yarayan bir çeşit araç, teskere.

Geçi: Keçi

Geçi: Keçi

Geddi: Gitti

Geddi: Gitti

Geliç: Ot türü

Gelin Bacı: Yenge.

Gelsaane: Gelsene

Gelsaane: Gelsene

Gem: Düven. Buğdayı harmanda öğütmek

için kullanılan altında sivri taşların

çakılı olduğu, öküzlerin çektiği bir araç.

Gemini gevmek: Bir olayı yapmak için istekli

bir şekilde beklemek

Genden ağlamak: İçten ağlamak.

Germeç: Çamaşır ipi.

Gezbeli Kayseri İli Pınarbaşı İlçesine bağlı

Taf (Dadaloğlu) köyünün yaylası.

Gıb gırmızı: Kıpkırmızı

Gıcı: Kırcı, Dolu ile kar arasında, küçük

taneli yağış.

Gıcık: Hoş olmayan.

Gıcır: Yeni, taze.

Gıcilo: Tohum.

Gıçıırık: Kıçı kırık, beğenilmeyen

Gıfrıcan Giresice: İçlerine feryad ve figan

gire topluca yok olasıca. Örn. Allah gıfrıcan

gire bu ne kadar çocuk.

Gılibik: Kılıbık

Gılibik: Kılıbık

Gılik tomatis: Küçük domates.

Gımçıtmak : Koparmak.

Gınamak: Kınamak.

Gır kişmir: Sarışın birinin güneşin etkisiyle

daha da sarışınlaşması.

Gıralaaç: Kıral Ağacı.(zomzalak)

Gıran dıgılasıca.: Öldürücü salgın hastalık

girsin. Toplu ölüm. ( kümes hayvanlarının

ani ölümü : kuş gribi ) Örn. Gidin

lan başka yerde oynayın gıran giresiceler.

Gıran dıkıla: Öldürücü salgın hastalık girsin.

Toplu ölüm. ( kümes hayvanlarının

ani ölümü : kuş gribi ) Örn. Gidin lan

başka yerde oynayın gıran giresiceler.

Gıran Giresice: Öldürücü salgın hastalık

girsin. Toplu ölüm. ( kümes hayvanlarının

ani ölümü : kuş gribi ) Örn. Gidin lan

başka yerde oynayın gıran giresiceler.

Gıran: Öldürücü salgın hastalık.

Gırcı: Kırcı. Dolu.

Gırçarmak: Niyetinin kötü olduğunu belli

etmek

Gırıflamak: Küçük parçalara ayırmak.

Gırıldı: Kırıldı

Gırıldı: Kırıldı

Gırızet: Eski bir kumaş çeşidi

Gırklık: Koyun, keçi gibi küçükbaş hayvanların

yününü kesmek için kullanılan

ilkel makas.

Gırmızı: Kırmızı

Gırmızı: Kırmızı

Gırrıbak Goptu: Ortalık karıştı.

Gırtgırtı: Gagası uzun bir kuş türü.

Gısga: Küçük soğan tohumu.

Gısıkmak: Herhangi bir şeyin sıkışması.

Gısır gısır torba: Dokuma olmayan hazır,

naylon karışımı(naylondan) olan torba.

Gısmık: Kısmık, Cimri, pinti, eli sıkı.

Gıstırmak: Kıstırmak

Gıstırmak: Kıstırmak

Gıvramak: 1. Kıvramak, Harekete geçmek.

2. Hızlı yürümek, hızlı hareket etmek.

Gıvratmalı: Burmalı (bilezik)

Gıyamat gımı: Herhangi bir şeyin çok olduğunu

belirtmek için kullanılan bir söz.

Gıyılgan: Maddesi ağaç olan her maddeden

batıcı, delici küçük parça.

Gıymık: Odun parçası.

Gıyrak: Küçük kum veya toprak parçası.

Gız: Kız.

Gızılbacak: Ot türü

Gızınmak: Isınmak

Gidek: Gidelim.

Gimi: Gibi.

Go Daş: Yeşilimsi taş

Gocunmak: Alınmak

Goddik: Ukala

Okuntu E-Dergi

Goğsuk: Oyuk, delik, boşluk.

Gompile: Komple. Hepsi, tamamı.

Gongulu gook: Boş, kovuk

Gontak: Araba anahtarı.

Gonuşma: Konuşma

Gonuşma: Konuşma

Goo etmek: Dedi kodu etmek.

Goode: Vücut.

Gopli: Sürülmüş tarladaki kesekleri ezmek

ufalamak için kullanılan tarım aleti.

Goynek: Fanila.

Goyun: Koyun

Goyun: Koyun

Goyur: Koyur

Goyur: Koyur

Goyurmak: Salıvermek, bırakmak, koyvermek.

Goza çıbıı: Pamuğun yapraksız çubuğu.

Gö Oğlan (Gök Oğlan - Cin Yusuf): Pınarbaşı

Ak İn köyünden ünlü Cin Yusuf.

Torunları bu köye yerleşmişlerdir.

Gö: Mavi, masmavi. Gök, gökyüzü.

Göbelek: Şapkalı mantar.

Göcek güpre: Buğdayların göceklemesi

(çoğalması) için atılan gübre.

Göde: Şişman

Göğ: Açık mavi.

Göğ: Gök.

Gökcek: Güzel, alımlı, yakışıklı.

Gökgülü sarı: Göğüs kısmı sarı olan küçük

bir kuş türü

Gön: Deri

Gönülsüz üren it sürüye kurt getirir.: İsteksiz

yapılan işin sonunun iyi olmayacağını

ifade eden bir deyim.

Göo (Gök): Bitkilerde yeşil renk.

Göönmek: Göyünmek. Ateş veya ısının

etkisiyle, yanmaya yaklaşmak. (Neredeyse

yanmak.)

Göööm gö: Olgunlaşmamış

Göp: 1. Kağnının arkasındaki tahta. 2.

Kağnının önündeki tahta. 3. Kağnının ön

ve arka tarafındaki tahta.

Görestim: Bir kimseyi veya bir şeyi görmeyi,

kavuşmayı istemek, göreceği gelmek,

özlemek

Görrük: Görürüz.

Görset: Göster

http://www.avsarelleri.com/

55 56



http://www.avsarelleri.com/

Avşarelleri Derneği

Görücüyüm: Göreceğim.

Göstere: Kayseri ilinin Tomarza ilçesinin

eski adı.

Götün götün gitmek: Geri geri gitmek.

Gövden delinsin.: Vücudunda yaralar,

bereler çıksın anlamında bir beddua.

Göverip bostan olmamak: Zamanı geçti,

geç oldu

Göynek: Gömlek

Gözer: Arpa elenen iri gözlü kalbur.

Gözünü çalmak: Ölen kişinin açık kalan

göz kapaklarını elle yukarıdan aşağıya

doğru sıvazlayıp kapatmak.

Gubarmak: Şişmek, gururlanmak, böbürlenmek,

kibirlenmek.

Gubur Gusasıca: Balgam kusasıca. Verem

belirtisi, eskiden çaresiz dert.

Gulunç: Kulunç, Omuz.

Gumbilis: Kominist

Gunnacı: Gebe

Gurban Oluyum.: 1) Aşırı sevgi ve hayranlık

anlatan bir söz. 2) Yalvarma sözü.

Gurhana: Mezarlık.

Gurk tavuk: Civciv çıkarma zamanı gelen,

çıkarmak isteyen tavuk.

Gurmut: Ahlat türü.

Gurt: Kurt

Gurttan gulaa aasik: Kurttan kulağı eksik.

Bir kişinin çok çirkin görünümlü olduğunu

ifade etmek için kullanılan tasvir sözü.

“Onun nesine vurulmuş ola; çirkinin biri,

gurttan gulaa aasik.”

Guruyer gunduzu: Gayış kanat

Guş: Kuş

Guşana: Küçük leğen.

Guşana: Süt kabı

Guvan: Kovan

Guyruu tıpılatmak: Can vermek (guyru

titiretmek)

Guzu: Kuzu

Gücücüğ: Küçücük.

Gücük: Kısa.

Gülgülü: Kırmızı.

Gülgün: Gül rengi, kırmızı.

Gülle: Bilye.

Gülsaane: Gülsene

Gümbür: Ağaç yayık.

Gün gediğe dikilirken : Güneş batmak

üzere iken

Gün: Güneş.

Güvermek: Yeşermek.

Güz: Sonbahar.

Ha deyince: Haydi deyince.

Habar: Haber

Habba: Fatma, Habibe.

Habe: heybe.

Hacca: Hatice

Haceli: Hacı Ali

Haçan: Ne çabuk, ne zaman.

Hag(k)ı bog(k)unu ödemez: Geliri giderini

ödemez.

Hak(k)ını avucuna koymak: 1. Gereğini

yapmak, dersini vermek. 2. Lüzumsuz,

yersiz bir iş yapan, patavatsızlık eden

birine hak ettiği cevabı vermek anlamında

kullanılan bir deyimi. Hak: Çoban,köy

bekçisi gibi mevsimlik tutulan kişilerin

ayni olarak (buğday, hayvan vb.) ödenen

ücreti. Hak iş bittikten sonra ödenir ve

tarafların ilişkileri biter. Bu anlamda hakkı

avucuna konulan kişinin söyleyecek sözü

kalmaz. Bitmiştir konu.

Hakına: Yavrulamamış keçi.

Hakını avcuna koymak: Gereğini yapmak,

dersini vermek

Halaka: Gezmek.

Halbır: Kalbur.

Halep garası: Yeşil karpuz türü.

Halil Ağa: Pazarörenli, ünlü Gedik Ahmet'in

dedesi.

Hall’uşağı: Hall’oğlu sülalesi.

Hallea: Halil Ağa

Hallirbihem: Halil İbrahim

Hama değecekken, hasa değmek: Kötüyü,

olumsuz olanı eleştirirken iyi olana

zarar vermemek için dikkatli olmayı öneren

bir deyim. “Kaş yaparken göz çıkarmak

“ deyimi ile aynı anlamda.

Hambalis: Aşılı mersin.(Maki türü)

Hamut: Koşum hayvanlarının boynuna

geçirilen ve araba kollarına tespit edilen

koşum takımıdır.

Hamzan: Tereyağı saklanan kap.

Handevir: Ev, çadır vb. yerleri çok karıştırmak,

her şeyin altını üstüne getirmek.

Daha çok çocukların odaları dağıtması

veya bir şeyi aramak için her yere bakmayı

ifade etmede kullanılır. “Anam bu

nasıl çocuk; evi handevir etti!”

Hangısı: Hangisi

Han'oldu: Hani nerde kaldı?

Hapa hap olmak: Hiç beklenmeyen bir

anda birisi ile, bir şey ile burun buruna

gelmek anlamında bir deyimi. “İki üç

adım atmış atmamış, danadan böyük

attan güççük boz tüylü bir canavarınan

hapa hap olmuş.”

Hapban gımı: Bir parçanın tamamıyla istenilen

yere düşmesi.

Hapban: Kuş tutmak için yapılan kapan.

Haral: Kıldan ya da ketenden yapılmış

büyük çuval.

Harap: Ören

Harar: Haral. Kıldan dokunmuş, Ketenden

yapılmış büyük çuval.

Hardalatsız: Biçimsiz

Hartlap : Kocayemiş.

Hasıla: Bir yazı veya sözün anlamını daha

kısa ve özlü biçimde veren yazı veya söz,

hülasa, fezleke, ekspoze, özet.

Hasır: Saz, kabuk, yaprak vb. bir bitki

maddesiyle örülmüş taban veya tavan

örtüsü.

Hasta yatan değil, vadesi yeten ölür: İnsanları

her zaman umutlu olmaya teşvik

eden, her şeyin ilahi takdire bağlı olduğunu

vurgulayan bir atasözü.

Hasta yoklamak: Hasta ziyaret etmek

Haşventi: Küçük çalı, yaprak karışımı kırıntı.

Havıs: Hafız

Havla: Helva.

Havrana: Yakası ve yenleri geniş kürk.

Hayf almak: Öç almak, intikam almak.

Hayf: İntikam, öç.

Hayıf: Öç, intikam.

Hayıflanmak: Acınmak, üzülmek, yerinmek,

esef etmek.

Hayla: 1. Şimdiye dek. 2. Hem de. 3. Gerçekten.

4. Nasıl. 5. Çok. 6. Evvel, önce.

Hayma: Genellikle güneşten korunmak

için dört direk üzerine yapılır, üzeri ağaç

dallarıyla kapatılır.

Hayma: Kışın hayvanlara yedirmek için

Okuntu E-Dergi

dam üstüne yığılan ot.

Hazele: Geveze, afacan.

Hazzetmek:: Hoşlanmak.

Hebil: Yabani sarmaşık

Heebe: Heybe. İki cebi olan, dokunmuş,

eskiden eşya taşımak, gübre atmak için

kullanılan bir eşya.

Heelece: Nasıl.

Hekili: Gamlı, üzgün.

Helik: Küçük taş parçası.

Helke: Satır, su kabı.

Hellen hellen etmek: Emaneten duran,

sallanan, her an yıkılabilir.

Hellenmek: Sallanmak.

Hengi: Hengâme, patırtı, gürültü.

Hergetmek: Tarlayı sürülerek nadasa bırakmak.

Herif: Bey, Erkek.

Heril: Çiçekli kumaş.

Herkesin kazanı kapa(k)lı kaynar: Her

insanın, ailenin dışarıdan göründüğünden

farklı, kendine has derdi olduğunu,

görüntüye aldanmamak gerektiğini ifade

eden bir deyim.

Herkeş: Herkes

Hers: Hırs, kızgınlık, öfke.

Hetif: Üzüm döküntüsü

Hevtiklenmek: Bir durumdan, olaydan

şüphelenmek, bir şeylerin ters gittiği hissine

kapılmak, kaygılanmak.

Heyle: Nasıl

Hıllangaç: Salıncak

Hımbıl: Eskiden, kağıtlara yazılan kelimeleri

bulmayla ilgili bir oyun.

Hıncırık: Hayvanların tekmesi.

Hıntıbığım Kesildi: Nefesi kesildi.

Hırpıt: 1. Hırpıç. 2. Hırtış 3. Çok eski yamalı

giysi. 4. Elde örülerek yapılan yün

ceket ya da palto. 5. Zayıf, hastalıklı. 6.

Düzensiz, dağınık giyinen kimse. 7. Üstü

başı yırtık, perişan kılıklı kimse.

Hırtık: Eklem yerlerinin kayması, zedelenmesi.

Hısda: Hisse

Hışgımı: Epeyce.

Hışım çıktı: Yoruldum.

Hışırlı: Pamuğun kabuğuyla toplanmış

hali.

http://www.avsarelleri.com/

57 58



http://www.avsarelleri.com/

Avşarelleri Derneği

Hıta: Acur.

Himi tahrından böyle: Yaradılışı böyle,

oldu bitti böyle, oluşatı böyle.

Himi: Temel

Ho demek: Gayret etmek; gayrete getirmek.

Ho ha var öküz eğlendirir, ho ha var zelve

kırdırır:

Ho: Öküzleri harekete getirmek için kullanılan

ünlem.

Hobak: Çocuk oyuncağı, topaç.

Hoğlamak: Üstüne yürümek, saldırmak,

nara atarak öne atılmak.

Holluğu inmek: Hevesinin gitmesi, isteğinin

bitmesi.

Holluk (Folluk): Tavukların yumurtlaması

için hazırlanmış özel yer. Tavukların yumurtladıkları

yer.

Holungu: Büyük sopa.

Hombuluna almak: Omuzlarına almak.

Hopilik: Tohum.

Hopuna almak: Sırtına almak.

Hopurunu çıkarmak: Dağıtmak, perişan

etmek.

Horanta: Evdeki nüfus. Ev halkı.

Horasan: İran Horasan'ı. Avşarların, Selçuklular

zamanında Horasan'dan on bir

oymak halinde geldikleri söylenir.

Hortlak Yaşlı kadın (mecazi anlamda).

Horum: Susamın sapıyla beraber kurutulması

için belinden bağlanmış ve bir

birine yaslanmış koni hali.

Horuz: Horoz

Horuzlanmak: Diklenmek.

Hoşarlanmak: Hoşuna gitmek.

Hota: Fiyaka, Gösteriş, övgü, alkış.

Hotacı: Cömert, yüce gönüllü.

Hoza: Boyun atkısı.

Hozak: Olgunlaşmamış incir.

Hozu: Kanı soğuk.

Höbek: Öbek

Hökeççe: Adana İline bağlı Tufanbeyli ilçesinin

eski adı. Mağara

Hölümek: Tohumu su ile karıştırarak, tohumun

nemlenmesini sağlamak.

Höpürdetmek: Ses çıkararak, kahve veya

çay içmek.

Hörrük: Övüngen kimse.

Hörtük Sokasıca: Ölümcül bir şeyin zehirlemesi.

Hörtük: İşe yaramaz.

Höykürmek: Yüksek sesle ağlamak.

Hu: 1. Ahırda hayvan yiyeceği konulan

yer, yemlik. 2. Saptan yapılan korunak.

Humar: Kumar

Hûn: Kan.

Hunu: Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesine

bağlı köy. Şimdiki adı Antaş.

Huysukmak: Tehlikeden haberdar olmak,

bir yere gitmek istememek.

Huzulu masraf: Huzulu masraf, Gereksiz

yapılan harcama

Hümürdetmek: Höpürdetmek

Hümzünmek : Yeltenmek.

Hüs: Sus.

Hüseyin Ovası: Çorum ilinin Alaca ilçesinin

ve köylerinin bulunduğu geniş ova.

Ihmak: Devenin çöküp oturmasıdır.

Ihtıyar: İhtiyar

Ilgar: 1. Dizginleri koyuverilmiş atın dörtnala

koşması. 2. Atla ansızın yapılan doludizgin

saldırı.

Ilgara: Hayvanın yürümeyle koşma arası

yürüyüşünü anlatır.

Irabiya: Rabia

Irahma: Rahma

Irak: Uzak.

Iralanmak: Sallanmak, bir binanın sallanması

Iramazan: Ramazan

Irbık: İbrik

Irgalamak Irgalamak: 1. Yerinden oynatıp

sallamak, sarsmak. 2. İlgilendirmek.

Irgat: 1. Tarım işçisi, rençber 2. Yapı işçisi.

3. Amele, işçi.

Irgıırılasıca: Irkı kırılasıca, soyu tükenesice

( kırılmak: tamamen yok olmak )

Irkıl: Bir şeyi kendine çekmek, ulu, büyük.

Irzı kırık çocuğu: Irzıırın çocuğu. Irkı bozuk,

soyu belirsiz.

Irzıırın çocuğu: Irzı kırık çocuğu. Irkı bozuk,

soyu belirsiz.

Ismarıç : Sipariş.

Ismarlamak: Bir şeyin yapılmasını veya

getirilmesini, bu işlerle uğraşan birine

söylemek, sipariş etmek.

Istar: Halı, kilim tezgahı.

Işgın: Sürgün, filiz.

Işgıya: Eşkiya

Işımadan: Şafak sökmeden

Işkın (Uçkun - Ay Işkını): ‪Baharın, dağlarda,

yüksek yaylalarda yetişen, yenen

yabani bir bitki.

Işkıya: Eşkiya

Izıcık: Az, biraz.

İbili: İbibik kuşu.

İçlik: İşlik, gömlek.

İçlik: İşlik, Yelek altına giyilen mintan.

İdirolluk: Traktörlerin arka kısmındaki

hidrolik kollar .

İki analı oğlak ya sütten ölür ya bitten

ölür: Bir kimsenin çok koruyanı varsa ya

aşırı ilgiden olumsuz etkileneceğini ya da

"diğerleri bakar nasıl olsa” diye ilgisizlikten

ortada kalacağını anlatan bir deyimdir.

İkindin: İkindi

İkirciklenmek: Huylanmak, şüphelenmek,

kötü bir durum sezmek.

İl: 1. Ülkenin vali yönetimindeki bölümü,

vilayet. 2. Şehrin niteliklerini taşıyan büyük

yerleşim yeri. 3. Ülke, yurt. 4. Eski

Türklerde devlet. 5. Aşiret, oymak.

İlahane: Lahana.

İlançe: Büyük leğen.

İleek: Layık

İlfan: İrfan

İliksiz: Yaramaz

İlvan: Gösteriş, çalım, süs, fiyaka, kibir.

İmanı gevremek: Çok çalışmak, yorulmak.

İneemen: Kertenkele benzeri bir sürüngen.

İrasim: Rasim

İrbihem: İbrahim

İrecep: Recep

İrecepli: Recepli Avşarları.

İreşit: Reşit

İs: Sahip.

İskân: Yerleşme, yurtlanma, habitat.

İskele: İskenderun iskelesi.

İsmarıç: Sipariş.

İsmieal: İsmail

Okuntu E-Dergi

İstikan: Çay bardağı, fincan.

İşlik: İçlik, gömlek, yakasız gömlek.

İt gılı postal bağı: Başı dibi olmayan, gereksiz,

kayda değer bir şey olmayan.

İtaa: Ekmek yapılırken yere serilen bez.

İte daş atma, sahibine değar: Görünürde,

önde olan bazı kişileri muhatap alıp

söz söylendiğinde, asıl olarak o kişileri

öne süren, perde arkasındaki kişilerin rahatsız

olacağını ifade eden bir deyimi.

İti gönülsüz davara salmışlar da uluyu

uluyu kurt getirmiş: İsteksiz yapılan işin

sonunun iyi olmayacağını ifade eden bir

deyim.

İtinin hatırı yoksa, istinin de mi hatiri

yok?: Bir kişiye saygı duyulup hatırı sayılmıyorsa

da, onun büyüklerinin hatırına

ona da kıymet verilmesi gerektiğini ifade

eden bir deyim.

İvini civini cikariyosun işin: Çok araştırmak,

irdelemek.

İzah: Açıklama.

Kabak asmak: Çukurova’da kabak kurutulur,

içi oyulur, buraya barut konurdu.

Kabağı bir yere asmak karşı tarafa meydan

okumak demektir.

Kabak Hasan: Dönemin ünlü kavgacı yiğitleri.

Bunlar Tecirli savaşçılarıdır. Kavgaya

girmeden önce karşı taraf: "Bu gelenler

bizim Kabak Hasan'a, Kodaz Ali'ye

yetmez" demişlerdi.

Kabaktepe: Kayseri ili, Sarız İlçesine bağlı

bir köy.

Kabıt Kaput, Palto.

Kaçar Hüyüğü: Çukurova’da şimdiki

Kara Hüyük. Kimilerine göre ise Elbistan

Til Köyünde bulunan hüyük.

Kadıoğlu: Kahramanmaraş'ta ünlü bir

aile.

Kafam Çevrindi: Başım Döndü

Kakılı: Pek çok, yığılı, dolu.

Kalıcından (orağından) ateş çıkarmak:

Yolma yolan kadın veya erkeğin hızlı ve

sert kalıç sallaması sonucu çok iş yaptığını

ifade eden bir deyim.

Kalıç: Orak, küçük orak.

Kalın: Galın, ağırlık, başlık. Evlenecek

erkeğin kız tarafına verdiği para. Başlık

http://www.avsarelleri.com/

59 60



http://www.avsarelleri.com/

Avşarelleri Derneği

parası.

Kamalak: Katran cinsinden bir çam çeşidi,

sedir.

Kaman: Pınarbaşı İlçesinin bir köyü.

Kanı garrah olmak: Yağma etmek, ganimete

doymak.

Kanlı Melek: Azrail

Kanlı melek: Azrail

Kapısı kapanmak Kişinin neslinin kuruması,

soyundan kimse kalmaması. Beddua

olarak "kapısı kapanasıca" şeklinde

kullanılır.

Kaput Kabıt, Palto.

Kara çıkın derdin ola.: Bilinmeyen hastalığın

olsun anlamında bir beddua.

Kara vurgundan gidesice:

Kara yadırgı: Daha fazla yabancı.

Karaardıç: Ardıç ağacının en iyisi.

Karacanavar: Domuz

Karakaya: Toklar nahiyesin de bir bölge.

Karakış: Zemheri, Garakış, Kışın ilk ayları.

Karartı: Beden, varlık.

Karbeyaz: Payas'ın doğusunda bir kasaba.

Karı: Yaşlı, ihtiyar kadın.

Kasavet Üzüntü, tasa, kaygı, sıkıntı.

Katık: Yağı alınmış yoğurt, ayran

Kavim Kardeş: Boy ve soy bakımından

birbirine bağlı insan topluluğu.

Kaypak: Sözünde durmayan, dönek.

Kea: Kahya

Keçik: 1. Başörtüsünün ensede saçların

altından geçirilip tepede bağlanmış durumu.

2. Başörtüsünün uçlarını çene altından

geçirip tepede bağlama biçimi. 3.

Başörtüsünün başın kulaktan üst kısmını

sararak alında bağlanmış durumu. 4. Kadınların

kullandığı uzun başörtüsü.

Kehni: Küçük çapa.

Kekil: Alına dökülen kısa saç, perçem,

kakül.

Kekre: Tadı acımtırak, ekşimsi ve buruk

olan.

Kele: Daha çok kadınların kullandığı

“Ayol, hey, yahu” anlamında bir hitap

sözü.

Kelekesten: Kertenkele.

Keli: 1. Taş ve toprak yığarak yapılan bağ,

bahçe ve tarlaların sınırı. 2. Dağ ve tepelerin

eteği. 3. Dağ ve tepenin en yüksek

noktası. 4. Taşlı, verimsiz tarla.

Kelik: Naylondan (plastikten) yapılan

hava alacağı şekilde üstü delikli ve yanı

kilteli bayramlık, yazlık çocuk ayakkabısı.

Kelle: Koparılmış kafa.

Kemha: Bir çeşit ipekli kumaş.

Kendine mukayet olma: Kendine iyi bak,

kendini sakın, başına bir iş gelmesin anlamında

bir deyim.

Kepmek: Bina, duvar vb. Yıkılmak, çökmek.

Kerçine: İnadına, aksine.

Keri: 1. Sonra, geri. 2. ötürü, dolayı.

Kertiş: Kertenkele.

Keskenmek: Vurur gibi yapmak, vurmaya

davranmak (el, sopa ile).

Kesme: Meşe çeşidi

Keşkere: Yük taşımada kullanılan bir alet.

Kevek: İçi delikli, hafif, çabuk kırılabilen,

yumuşak (taş vb. için).

Keyfe maaş: Canının istediği gibi, herhangi

bir kurala ve kısıtlamaya tabi olmaksızın

konuşma, davranma.

Kıkırdamak : 1. Kıkır kıkır diye ses

çıkararak gülmek. 2. Donacak kadar üşümek.

3. Soğuktan donmak.

Kıkırdaşmak: Kıkırdamak eylemini gizlemeye

çalışarak en az iki kişin kıkır kıkır

ses çıkararak gülüşmesi.

Kılavuz: Herhangi bir alanda ve konuda

bilgi veren, yol yöntem gösteren.

Kımık Küçücük, kısacık, ufacık.

Kına yakmak: Sevinmek, neşelenmek.

Avşarlar üzüntülü, yaslı günlerde kına

yakmazlardı.

Kırçıl : 1. Kırlaşmaya başlamış, kır renkli.

2. Bu renkte saçı olan.

Kırklık basması: Yününü kesmek için

bağlanan koyunun uzun süre yatmasından

dolayı rahatsızlanıp hastalanması.

Kırklık: Koyun tüylerini kesmekte kullanılan

makas. Davar kırkılan makas.

Kırkmak: Koyunun yününü traş etmek.

Kısık: 1. İki dağ ve tepe arasındaki dar

geçit, boğaz. 2. Dağların kuytu yeri. 3.

Uçurum. 4. Dar yer, iki kayanın arası. 5.

Dar ve uzun sokak, yol. 6. Köşe, bucak,

ara. 7. Çıkmaz sokak, eğri büğrü yol. 8.

Yol dönemeci. 9. Sıralanmış tepelerin küçük

vadileri. 10. Yüksek kayalıkların üstündeki

aralıklar, yarıklar.

Kıska: Soğan Tohumu.

Kısrak: Dişi at.

Kızışma: Girişme, saldırma.

Kiğılı: Maraş altında yer adı. Gövdelide

de Kiğılı adlı yer adı vardır.

Kilden: 1. Su tası. 2. Bardak. 3. Hamamtası.

Kildirmek: Fırlatmak

kilim şakı: Birleştiğinde motifleri ile bir

kilimi tamamlayan simetrik iki eşit parçadan

her biri.

Kiravuzlanmak: Erkeğin bir hanımı almayı

çok istemesi, heveslenmesi, elde etmeye

çalışması, dolanması.

Kirkit: Halı kilim dokumak için kullanılan

demir alet.

Kirmani: Kirman kentinde yapılmış eğri

kılıç. İran'da bulunan bu kentin ustaları

en iyi kılıç yapmalarıyla ünlüydü.

Kirmen: Elde yün eğirmeye yarayan tahtadan

yapılmış araç.

Kirtik: Ufalanmış sabun parçası,

Kirtilini çıkarmak: İliklerini sökmek

Koç Dağı: Sarız- Pınarbaşı yolu üzerinde,

Tahtalı dağları içinde bir dağ.

Kodaz Ali: Dönemin ünlü kavgacı yiğitleri.

Bunlar Tecirli savaşçılarıdır. Kavgaya

girmeden önce karşı taraf: "Bu gelenler

bizim Kabak Hasan'a, Kodaz Ali'ye yetmez"

demişlerdi.

Kokar Canını Ala: Kokar; işe yaramaz

berbat hayatını alsın (Allah ) Örn: Kokar

canını ala sendemi kendini adam yerinden

koyuyon.

Konmak Yerleşmek.

Konu komşu: Etraf, komşular.

Koraf koraf: Öbek öbek, küme küme.

Koyağa mazı yağması: Her şeyin bir zamanı

var demek. "Demir tavında dövülür"

gibi.

Kozan: Adana ilinin bir ilçesi.

Kozanoğlu: Kozanoğlu Ahmet Bey.

Kökgüç: Ucu sivri sopa.

Okuntu E-Dergi

Kömeç: Ebegümeci. Yaprakları yemek

yapmada kullanılan bitki.

Könçek: Bezden yapılmış bayan giyeceği.

Könes: Küçük, yaramaz köpek.

Köpük Gusasıca:

Kör Pınar: Kurumuş, ağlayamayan göz.

Kör püsük: Nankör insan.

Köre: 1. Karınca yuvası. 2. Demirci körüğünün,

kömürlerin yandığı bölüme açılan

deliği.

Köryapalak: Baykuş.

Köstü: Köstebek.

Köşt: Üç ayaklı, sehpa biçiminde sandalye,

tabure.

Kötü herif gırağıyı gıştan, kötü avrat bulaşığı

işten sayarmış: Beceriksiz ve işe

yaramaz, yeteneksiz kimselerin çok basit

şeyleri çok büyük sorunlarmış gibi gördükleri

anlamında bir deyim.

Köy yerinde dövüş ya çocuk yüzünden ya

it yüzünden çıkar: Büyük sonuçları olan

olayların basit sebeplerden kaynaklandığını

ifade eder.

Köynek: 1. Eskiden gömlek yerine geçen

bir giyecek. 2. Elde biçilip dikilen iç gömleği.

Kulun: Altı aylığa kadar olan at veya eşek

yavrusu.

Kurttan kulağı eksik Bir kişinin çok çirkin

görünümlü olduğunu ifade etmek

için kullanılan tasvir sözü. “Onun nesine

vurulmuş ola; çirkinin biri, gurttan gulaa

aasik.”

Kuru yerde koyun gütmüşe dönmek:

Emeğinin karşılığını alamamayı ifade

eden bir deim.

Kuruntunun sonu sürüntüdür: Kuruntulanıp

belli şeylere tenezzül etmeyenlerin,

sonunda o tenezzül etmedikleri şeylere

de muhtaç kalacaklarını, kendini büyük

görmenin ağır sonuçları olacağını anlatan

bir deyim.

Kuş kemiğinden saraylar yaptırmak: Çok

değerli, çok süslü saraylar yaptırmak.

Kuşa süt nasip olsaydı anasından olurdu:

1. İnsan, en yakınından elde edemediği

yararı başkasından hiç elde edemez. 2.

Yaradılış olarak bir şeyden yararlanması-

http://www.avsarelleri.com/

61 62



http://www.avsarelleri.com/

Avşarelleri Derneği

na imkan olmayan, ne denli çabalasa o

şeyden yararlanamaz.

Kuşene: Saplı yayvan tencere.

Kutmu: Kutnu, Pamuk veya ipekle karışık

pamuktan dokunmuş kalın, ensiz kumaş

çeşidi.

Kutnu: Kutmu, Pamuk veya ipekle karışık

pamuktan dokunmuş kalın, ensiz kumaş

çeşidi.

Kuyruk: Güzün doğan bir yıldız.

Kuzgun: Bir cins iri karga.

Kuzu Gütmek Kuzu otlatmak.

Kuzugüdenli: Bir Türkmen oymağı.

Kücü: Halı ve kilim dokumak için kurulan

tezgahta ipleri tutan kalın sopa.

Küçük Alioğlu: Kozanoğulları'ndan bir

bey. Payas sancağının yönetimi bu ailenin

elindeydi,

Küçükken ne ise büyünce de öyle olur:

Çocuklara zamanında belli eğitimin verilmesi

ve yaşlarına uygun davranış sergilemelerinin

beklendiğini anlatan deyimdir.

Küküm: İyice, büsbütün yaşlı, kocamış.

Külek: Bal, yağ, yoğurt vb. şeyler koymaya

yarar tahta kova.

Küllüğe kar yağınca kendini dağ sanarmış.:

Aslında hiçbir özelliği olmayan, basit

kimselerin kendilerini büyük görmelerinin

acıklı durumunu anlatan bir deyimi.

Küllük: Köylerde tezek küllerinin,ahır

atıklarının atıldığı yer.

Küncü Baalası: Susamları sapıyla beraber

kurutmak için bağlanmış hali.

Küncü: Susam

Künde: Günde, her gün, günlük tekrarlanan

eylemler için kullanılan kelime.

Küşne: Burçak

Kütüklü: Sarız, Pınarbaşı, Gürün üçgeni

içinde ki Gövdel dağlarındaki yurtlar.

Labıt: Labıt demir parçası

Lafı Başını Yesin: Sözü ölümüne sebep

olsun. Genelde istemediği kişinin sözünü

duymak istemeyenlerin kullandığı söz.

(Örn: Boş ver onun sözünü etme, lafı başını

yesin.)

Lahuri şal: Lahur kentinde yapılan bir çeşit

şal.

Lalenpe: Yassı taş.

Okuntu E-Dergi

Laylon: Römork

Lemerme: Nemlenme.

Lepe: 1.Bulgur veya pirinçten yapılan bir

tür yemek. (ölgünürek lepe) 2.Nohutun

ıslatılıp kurutulduktan sonra dövülmesinden

elde edilen yemek.

Lo: Toprak dama çekilen taştan silindir.

Loda: Üstü toprak ve otla örtülmüş koni

biçimindeki saman yığını.

Lodak 1. Yumurta büyüklüğünde yuvarlak

taş. 2. lodağın yan tarafına enek denilen

yassı bir taşla uzaktan atarak vurmak

suretiyle kale götürülmesi oyunu.

Lorşun: Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesine

bağlı köy. Şimdiki adı Altınelma.

Loş: Düğün yemeği.

Löküs: Lüks (lambası).

Maa: Uzun ağaç.

Maarse: Meğerse.

Maavin: Muavin

Mağara: Adana İline bağlı Tufanbeyli ilçesinin

eski adı. Hökeççe

Mağrıp: Garp, batı.

Mahana: Bahane.

Makat: Demir veya tahtadan yapılmış

oturak, somya.

Malağma: Dövülmüş, savrulmamış tahıl

ve saman karışımı.

Malama: 1. Karışım. 2. Taneleri ayrılmamış,

samanla karışık tahıl.

Malamat olmak: Rezil olmak

Malamat: Şamatacı

Manca: Domates salatası.

Mangılı batmak: Adı geçmez olmak, adı

anılmamak.

Mangır: Akçenin dörtte biri değerinde

eski bir Osmanlı parası.

Manifille: Boş hayal.

Mart dokuzu: Bahar mevsiminin başlangıcı.

Gregoryen takvimine göre martın

üçüncü haftasında görülen bir fırtına.

Massık Massık Yürümek: Ağır ağır, kaygısızca

yürümek.

Maşrık: Şark, doğu.

Mavı: Mavi

Mavra Kesmek: Sohbet etmek.

Maya: 1. Damızlık dişi hayvan. 2. Dişi

deve. 3. Buhur deveyle adi devenin birleşmesinden

doğan uzun tüylü dişi deve.

4. 4-5 yaşındaki deve. 5. Yük devesi. 6.

Dişi. 7. Genel olarak damızlık dişi hayvan.

8. Dişi katır. 9. Dişi at. 10. Dişi eşek.

Maytab: Şakacı.

Meerem: Meryem

Mehenk: 1. Mihenk taşı. 2. Birinin değerini,

ahlakını anlamaya yarayan ölçüt.

Mehmet Ali: Beylerden birisi, Torunları

Pınarbaşı ilçesinin Karamuklu köyünde

otururlar. Özocak ve Yıldırım soyadlı kişiler.

Mehter: Kavgaya yöneltmek için çalınan

çalgıdır.

Meke Patlaa: Patlamış mısır

Meke Pürçüğü: Mısır püskülü.

Meke Sokalaa: Mısır koçanı

Meke: Mısır.

Melefe: 1.Yatak ve yorgan çarşafı. 2. Yastık

yüzü. 3. Tandırda ısınmak için kullanılan

çok büyük yorgan. 4. Yüzü olmayan

eski yorgan, mitil. 5. Yorganın astarı. 6.

Yatak ve minderin iç yüzü. 7. Çok eskimiş

giyim eşyası. 8. Yorgan yüzü.

Memili: Mehmet Ali

Memmet: Mehmet

Mencilis adamı: Sohbet meclislerinde

aranan kişi.

Mencilis: Meclis.

Menemenci: Melemenci, melemenli de

denir. Karaisalı Yöresinde oturan bir

Türkmen Oymağıdır.

Meses: Üvendire. İnek ve öküzleri dürtmek

için kullanılan ucu sivri demirli deynek.

Mesirek: Damızlık deve.

Meyit: Beyit, şiir, ağıt bölümleri.

Mezada dökülmek: Artırma ile satışa çıkarmak,

ucuza satmak.

Mık: Çivi.

Mıkıs: Cimri

Mınasıp: Münaasip

Mısa: Musa

Midesi Cıkramak: Midesi ekşimesi.

Midit: Mesesin ucundaki çivi.

Mihenk: 1. Mihenk taşı. 2. Birinin değerini,

ahlakını anlamaya yarayan ölçüt.

Miktat Paşa: Bekir Ağa'nın kardeşlerinden

biri.

Miltan: Gömlek.

Mintan: Gömlek

Misis: Adana ilinin doğusunda, Ceyhan

ırmağı kenarında bir kasaba. Eski adı:

Havraniye, Yeni adı: Yaka Pınar.

Mistik Paşa: Küçük Alioğulları'ndan Halil

Paşanın oğludur.

Mitil: Eskimiş, parçalanmış

Motur: Motor

Motur: Traktör.

Muallim: Öğretmen.

Mucuk: Küçük sinek

Mudara: Boyun eğme, minnet, İşi düşme

durumu.

Muhamber: Muammer

Muhannet: Vefasız, değersiz kimselere el

açmak.

Mullara: Çizgi çizilerek oynanan bir oyun.

Murat Suyu: İskenderun körfezine dökülen

bir dere.

Murt: Mersin

Murtlu: Ceyhan yakınlarında köy.

Mustiy'emmi: Mustafa Emmi

Muşamba: Bir tarafına kauçuk veya yağlı

boya sürülerek su geçirmeyecek duruma

getirilen kalın bez

Muşamba: Naylon

Mühengi Aşmak: Mihengi Aşmak, Ölçüyü

aşmak.

Mürdün: 1. Kapı arkasına dayanan ağaç.

2.Kesilmiş kullanılmak üzere uzun ve kalın

ağaç.

Mürseloğlu: Reyhanlı oymağının beyi.

Müşdere olmak: Müşderi olmak, almayı

istemek.

Müşir: Mareşal.

Naakıt: Ne zaman

Naatlak: Ne Kadar

Nahır: Büyükbaş hayvan sürüsü

Namtı: Sapı olmayan bıçak.

Narman: Erzurum iline bağlı ilçelerden

biri.

Navıtıyon: Ne tutuyorsun, ne yapıyorsun?

Ne Dii: Ne Diye

Ne Dutuyum: Ne Yapayım.

Ne gabahatim varda duşgama duşgama

http://www.avsarelleri.com/

63 64



http://www.avsarelleri.com/

Avşarelleri Derneği

vuruyorsun: Ne suçum varda yüzüme

vuruyorsun.

Ne gezersin damdan dama,otur da şalvarın

yama: İnsanın kendi sorunları varken,

işsiz-güçsüz, bomboş avare gezmeyip,

sorunlarını çözmesi gerektiğini ifade

eden bir deyim.

Ne mevki, ne para nede pul, insanı insan

eden huydur huy: İnsanın sosyal statüsünün

karekterine bir şey katmayacağını

ve asıl önemli olanın insandaki güzel meziyetlerin

olması gerektiğini ifade eden

bir deyim.

Ne Tevir: Ne çeşit

Ne umuyon bacından, bacın da ölüyor

acından: Umut bağlanan kişinin de durumunun

iyi olmadığı manasında kullanılır.

Ne umuyon bacından; bacın da ölüyor

acından: Umut bağlanan kişinin de durumunun

iyi olmadığına dair deyim.

Neciymiş: Ne imiş, küçümsemek için kullanılır.

Nedii: Ne Diye

Neler çektim felekten, un elerken deve

geçti elekten: Çok dertler yaşadığnı, küçük

işlerle uğraşıken başa büyük dertlerin

geldiğini ifade eden bir deyim.

Nicettin: Ne Yaptın

Ninemeli: Ne yapmalı, ne gerek var, boşver

anlamlarında kullanılır.

Nineycin: Ne yapacaksın.

Niriye Gidiyon: Nereye Gidiyorsun.

Nişe: Buğdayın bekletilerek suyunun kurutulmasıyla

elde edilen özü.

Nola: Ne Ola

N'ola: Ne Ola

Oba: 1. Beş, on çadırlı aşiret. 2. Yaylada

çadır kurulan bölge. 3. Çuldan yapılan

çadır. 4. Mahalle. 5. Bir soydan kimselerin

oluşturduğu topluluk, kalabalık. 6.

Yabancı. 7. Komşu. 8. El, başkaları.

Obalar ne der: Başkaları ne söyler. Bu işi

yapıyorsun ama konu-komşu, elalem ne

der anlamında bir deyim.

Obaya karşı: Başkaları ne söyler. Bu işi

yapıyorsun ama konu-komşu, elalem ne

der anlamında bir deyim.

Ocağı sönesice:

Ocak: Ev, aile, soy.

Ocan Bata:

Oda: Evlerin dışında, konukları ağırlamak

için özel olarak yapılmış küçük ev. Eskiden

beylerin, ağaların herkese açık olan

konuk odaları vardı. Buralarda sohbet

edilir, saz çalınır ve türkü söylenirdi.

Oğlan evinde bir şey yok kız evi dambul

dumbul.: Bir olayda asıl etkilenmesi

gereken tataftan çok başkalarının heyecanlanması,

tepki vermesi; aynı olayın

taraflarda farklı sonuçlar doğurmasına

dair bir deyim.

Oğuz: 1. Ogur, otağda doğan. 2. İyi huylu

kimse. 3. XI. yüzyılda Harezm bölgesinde

toplu olarak yaşayan ve daha sonra batıya

doğru göç ederek bugünkü Türkmen,

Azeri, Gagavuz ve Türkiye Türklerinin aslını

oluşturan büyük bir Türk kavmi.

Okundu oğlağı gimi: Düğüne götürülen

küçük oğlak.

Okuntu: Davetiye.

Olucu: Olacak.

Oluk: Çeşme.

Oluşatı böyle: Yaradılışı böyle, oldu bitti

böyle, himi tahrından böyle.

Omanı Pıttırmak: Belini ağrıtmak

Omar: Ömer.

Omisilli: Şu misilli, o güzelim, mis gibi.

Omusilli: Güzelim, ne güzel.

Omuzla: Omzuna alıp getirecek kadar

ağır olmayan kesilmiş ağaç.

On yedi Bey: Çukurova'da yaşayan Türkmen

oymaklarının beyleri kastediliyor.

Ondan Kerli: Ondan sonra.

Oolak: Oğlak

Orakçı: Ücret karşılığı ekin biçen kimse.

Osanmak: Usanmak.

Oş oş: Köpek kovalama ünlemi, hoşt.

Ota biçmek: Ekilen buğday, arpa gibi tahılların

kuraklık vb sebeplerle başak tutmayıp

hayvanlar için ot olarak kullanılmak

üzere biçilmesi.

Otebis: Otobüs

Otluğa çıkmak: Hayvanlarını otlatmak

için gitmek.

Oturduğu ahır sekisi, çıırdı İstanbul türküsü:

Burumuna bakmadan büyük sözler

Okuntu E-Dergi

söylediğini ifade eden bir deyim.

Oynaş: Aralarında toplumca hoş karşılanmayan

ilişkiler bulunan kadın veya erkekten

her biri.

Oynum hos: Oynamıyorum, oyundan

çıktım, mola

Ödünç oğlak gibi:

Öğün: 1. Kez, defa. 2. Yemek vakti.

Öküz olmadan göpe ediyor: Belirli bir

tercübesi olmadan, bilmediği işleri yapacağını

sanan, palavra atan kişileri ifade

eden bir deyim.

Öküzden uğrun ev göçürmek: Bir işte konunun

muhatabının haberi olmadan birşeyler

yapılmaya çalışıldığını ifade eden

bir deyim. Eskiden evler yaylaya göçerken

eşyalar kağnıya yüklenir, yükü öküzler

çekerdi. Bu sebeple öküzden habersiz

göç imkansızdı.

Öküzü aldatmasında ne var, okunu ağır

eder göpüne binersin, göpünü ağır eder

okuna binersin: Saf kişileri aldatmanın

çok kolay olduğunu ifade eden bir deyim.

Öküzün Altında Buzağı Aramak: olmayacak

sebeplerle suç ve suçlu bulma çabasında

olmak.

Ölgünürek Lepe: Az pişmiş lapa.

Öllüğün Körü: Aslı "ölünün goru"dur.

"Ölünün mezarı" anlamına gelir ama "elinin

körü"ye evrilmiştir.

Ölük: Ölmüş, cansız.

Ölümsek: Çok zayıf, cılız.

Öndüç: Ödünç

Öndüç: Ödünç

Öndünc: İleride geri verilmek veya alınmak

şartıyla alınan veya verilen şey.

Ödünç.

Örklemek: Hayvanları otlamaları için

uzun bir iple çayıra bağlamak.

Örme: Örgü, örülmüş ip, hayvan bağlamaya

yarayan ip.

Örtme: Evlerde dış kapıdan ilk girilen,

genelde diğer odaların kapılarının açıldığı

boşluk, antre, hol.

Öşek: Derisinden kürk yapılan tilki cinsinden

bir hayvan, vaşak.

Öşekci: Kayseri ili Pınarbaşı ilçesine bağlı

Demircili Köyünde bir dağ. Adını derisinden

kürk yapılan tilki cinsinden bir hayvan,

öşekten (vaşak) almıştır.

Ötaan: Dün , önceki gün, geçen gün.

Öteberi: İhtiyaç malzemeleri.

Ötürmek: İshal olmak.

Övünme hörrük, seni de görrük!: Bol keseden

atan, yerli yersiz övünen kimseler

için söylenir. “iş ciddiye binince; senin de

başına bu iş gelince göreceğiz ne yapacağını”

anlamında bir deyim.

Öylen: Öğle vakti.

Özmü candan: Bir şeyi çok arzulayarak,

bağırarak istemek, söylemek.

Özne övme: Avşarlarda damat övme türküsü.

Özne: Damat, güvey.

Pahil: 1. Kıskanç. 2. Kinci. 3. Kötü yürekli.

4. Aksi, ters. 5. Engel. 6. Tembel,

üşengeç. 7. Cimri.

Paldın: Atların semerini vücuduna bağlayan

kuşak.

Palıt: Pelit, palamut, meşegiller tohumu.

Pambık: Pamuk.

Pampal: Gelincik.

Pança: Avuç.

Pangonut: Lira.

Parke: Kaban.

Partutuş olmak: Saygı ve sevgiyle misafire

hürmet göstermek.

Paşa Bey'in Oğlu Del ‘Osman Ali: Pınarbaşı

ilçesinin Pazarören bucağında torunları

Yaşar, Akı ve Özhan soyadlı kişiler.

Patacını Ayırmak: Bacaklarını açmak

Pataç: Bacak arası.

Patos Biçilip demet haline getirilen başakların

buğday ve samanı ayırmak için

kullanılan tarım makinesi. Harman dövme

makinesi.

Pavkırmak: Hayvan sesi.

Payas: Hatay'a bağlı bir ilçe. Yüz yıl kadar

önce Dörtyol, Payas'a bağlı bir köydü. O

za manlar Payas sancak merkeziydi, şimdi

Dörtyol ilçesine bağlı kasaba.

Pece: Penek, pencere .

Pempe: Pembe.

Penek: Pece, pencere .

Penekden ne daniyon: Penekten ne bakmak.

http://www.avsarelleri.com/

65 66



http://www.avsarelleri.com/

Avşarelleri Derneği

Perpil: Bir tür yabani siyah üzüm.

Peşgir: Havlu

Peşkir: Havlu.

Peştemal Dönmek: Birinin üzerine saldırmak.

Peten: Bir tür kumaş.

Pınara: Kantarma denilen çıkıntı ile ocağın

oluşturduğu. Şömine.

Pırnal: Yeşil meşe kategorisinden bir

ağaç türü.

Pırtı: Giysi, giyecek.

Pırtmak: Yuvasından çıkmak.

Pıslan Patır: Saklambaç oyunu.

Pısmak: Saklanmak.

Pıtık: 1.Yumurta 2. Bacak arası 3. Ardıç

ağacının meyvesi

Pinlik: Pinnik, Kümes .

Pinnik: Pinlik, Kümes

Pisiklet (Püsüklet): Bisiklet.

Piskevit: Bisküvi

Polüs: Polis.

Pontil: Pantolon.

Porsumak: Herhangi bir şeyin nemden

dolayı kokması, pörsümek.

Potpotu: Motosiklet.

Potturmak: Bir delikten geçirmek, boşandırmak.

Potuk: Deve yavrusu demektir.

Potuklu: Pınarbaşı İlçesinde üç tane Potuklu

adında köy vardır. Bunlar; Avşar

Potuklu, Büyük Potuklu, Küçük Potuklu.

Burada adı geçen Avşar Potuklu’dur.

Kazım’ın kabilesinin bu köyde akrabaları

vardır. Soyadları Kandemir’dir. Kaçak olduğu

sırada bazen bu köye gelip saklanır.

Pöhrenk: Topraktan yapılmış su borusu.

Pölüşmek: Bölüşmek.

Pölüşmet: Paylaşmak.

Pörez: Selin yolu bozmaması için, yolun

altından geçen beton boru.

Pul: Para.

Punar: Pınar.

Punara: Baca.

Pusat: Araç, savaş aracı.

Puşt: Dönek.

Pür: 1. Çamın kurumuş yaprağı. 2. Soğan,

pancar, şalgam, turp, patates vb.

sebzelerin yaprakları. Püren.

Pürçek: 1. Kadınların şakaklarından sarkan

saç, saç buklesi, zülüf. 2. Bitkilerin

saçaklı kökü veya püskülü. 3. At vb. hayvanların

topuğunun üstünde çıkan kıllar.

Pürçük: Tohumun ucu.

Pürçüklü: Havuç .

Püren Yaymak: Özellikle koyunları tarlaya

bırakmak suretiyle hayvanlarca Soğan,

pancar, şalgam, turp, patates vb.

sebzelerin yapraklarının üzerindeyken

yenilmesi.

Püsük: Pisi, püsü, kedi.

Püsüklet, Pisiklet: Bisiklet.

Rüsva olmak: Ayıpları meydana çıkmak.

Sabahaça: Sabaha kadar.

Saban: Öküzlerle tarla sürmede kullanılan

ilkel pulluk.

"Sabındırlık: Kağnının tekerlerinin,

daha rahat bir şekilde kayarak

dönmesi için yuvarlak mazı ile okluk

arasına, beziryağı, sabun ve

yumurta akından yapılmış karışım

sürülürdü. Bu karışımın

konulduğu kaba yağdanlık

veya sabındırlık denir ve camız

boynuzundan yapılırdı. En iyi yağdanlık

camız boynuzundan

yapılan, yassı ve büyük olanıdır."

Sacaa: Sacayağı. Üzerine tencere, tava

vb. koymaya yarayan, ateş üzerine oturtulan,

üç ayaklı çember veya üçgen biçiminde

demir destek, sacayak.

Saçını başını yolasın: Başına iş gelsin,

pişmanlığından saçını-başını yolasın anlamında

bir deyim.

Sağdıç: Düğünde gelin veya damada kılavuzluk

eden kimse.

Sağmal: Sağılır koyun, inek.

Sahal: Bedellilik, birinin yerine askere

gönderilen kişi, vessek.

Sakadıırak: Dengesiz kişi.

Sakga: Kene.

Sakna: Kabuklu tohum.

Sal: 1. Hasta, yaralı ya da ölü taşınan

sedye. 2.Tabut.

Salavat Destesi Gibi Yapma: Ekin biçilir,

son deste toplanırken söylenir.

Salavatlamak: Hz. Muhammed ( S.A.V.)’

e salavat getirerek saygı ile anmak.

Salıncak: İki ucundan iki iple veya zincirle

yüksek bir yere asılan ve üzerine oturulup

sallanılan eğlence aracı.

Samı: Boyunduruk deliğinden geçen çubuk.

Samur kürk: Samur adında bir hayvan

derisinden yapılmış kürk.

Sananey: Sana ne.

Sanasın: Sanki, gûya.

Sankim: Sanki.

Santraviç: Santrifüj, sulama aracı.

Saplıcan: Zatürre, Ateş, öksürük ve balgamla

beliren, tehlikeli bir akciğer hastalığı,

batar.

Saptırma: Mezar içersin de ölü konulduktan

sonra, ölü üzerine açılı olarak dizilen

tahtalar.

Sarat: Büyük delikli kalbur.

Sariyecek: Kayseri ili Pınarbaşı İlçesine

bağlı Kadılı Köyünün yaylası.

Satmak: Kız evladı evlendirmek

Savan: Günlük kullanım için pamuk ipliğinden

dokunmuş kalınca kilim, yaygı,

örtü.

Savışmak Savuşmak. Bulunduğu yerden

acele ile gizlice veya dikkati çekmeden

ayrılmak.

Savuşmak: Savışmak. Bulunduğu yerden

acele ile gizlice veya dikkati çekmeden

ayrılmak.

Sayrı: Hasta, yatalak.

Sehen: Bakır tabak, sahan.

Sehil: Sahil.

Sehlik: Vurdumduymaz, aldırmaz, aptal.

Yerli, yersiz konuşan kimse.

Seklavi: Araplar tarafından kabul edilen,

adını Arap kabilelerinden alan Arap atı

ırkı içerisindeki dişiliğin, güzelliğin ve inceliğin

sembolü olan bir tip at cinsi.

Seklem: 1.Yarım, yarıya yakın. 2.Az, azıcık.

Sektesinden: Denginden.

Selamet: 1. Esenlik. 2.Her türlü korku,

tasa ve tehlikeden uzak, güvenlik içinde

olma. 3. Kurtulma, kurtuluş.

Selvi: Servigillerden, Akdeniz bölgesinde

çok yetişen, kışın yapraklarını dökmeyen,

Okuntu E-Dergi

25 metre boyunda, ince, uzun, piramit

biçiminde, çok koyu yeşil yapraklı bir

ağaç, andız, selvi, servi ağacı.

Sen ağa, ben ağa; Bu ineği kim sağa?:

İş bölümüne ve hiyerarşiye vurgu yapan

deyimimiz.

Sen de cip ariye gitmişsin: Sen de çok

bozulmuşsun.

Seni eşşeğin yağırına(yaarına) mı ekeceğim?:

Bir kişinin ortada yapılmayı bekleyen

bir işe yardım etmesi, işe yaraması,

boş durmaması için kullanılan bir deyim.

Sepedi Seyrek: Dikkat etmeden, gereksiz,

hoyratça, olur olmaz konuşan.

Sepet: Saz, kamış veya ince dallardan

örülerek yapılan, genellikle sapı olan, yiyecek

ve eşya taşımak için kullanılan kap.

Ser: Baş, kafa.

Servi: Servigillerden, Akdeniz bölgesinde

çok yetişen, kışın yapraklarını dökmeyen,

25 metre boyunda, ince, uzun, piramit

biçiminde, çok koyu yeşil yapraklı bir

ağaç, andız, selvi, servi ağacı.

sesin soğula:

Seslendirmek: Hissedilen bir duyguyu,

düşünülen bir fikri dile getirmek, duyurmak,

Seten: 1.Bulgur, yarma dövülen dibek

taşı. 2.Tahılın kepeğini ayırmaya yarayan,

hayvan ya da suyla döndürülen dikey konulmuş

değirmen taşı. 2. Satin, saten,

atlas benzeri bir kumaş. 3. Beziryağı çıkarılan

yer, bezirhane.

Setirikli: Serpikliği ve dağınıklığı huy

edinmiş kişi.

Sevindirik olma: Sevinmek.

Seyf'Ali (Seyfi Ali): Kimilerine göre Pınarbaşı

ilçesinin Toybuk köyünde oturanların

dedesi, kimilerine göre ise; Sarız ilçesi

Damızlık köyünde oturanların dedesi

(Sarı Velilerin dedesi, Kaygusuz soyadlı

kişiler) Hassa beylerinden olduğunu söyleyenler

de vardır.

Seyfi: Gözleri güzel Şahine benzer bir çeşit

avcı kuş.

Seyirsiz: 1. Görmek istenilmeyen kimse.

2. Gereksiz işler yapan. Lüzümsüz.

Seyit Battal: Battal Gazi.

http://www.avsarelleri.com/

67 68



http://www.avsarelleri.com/

Avşarelleri Derneği

Sıçandan doğan çuval dibi keser: Özellikle

kötü huylu, zararlı kişilerin çocuklarında

da aynı olumsuzlukların görüleceğini

anlatan bir deyim.

Sıçıratma: Ağırlaması ile yavaştan başlayan

davul zurnalı Avşar halaylarının sonunda

oynanan Hoş Bilezik vb. gibi hareketli,

zıplamalı oyunlar.

Sıçmak: 1. Dışkıyı vücuttan dışarı atmak.

2. Bozmak, berbat etmek.

Sığırcı: Sığır çobanı.

Sığırcının Avradı, Sığır Geldi Gıvradı.: Bir

işi zamanında yapmayıp erteleyen ve

aceleyle, telaşla son anda işi bitirmeye

çalışanlar için kullanılan bir deyim.

Sıklat: Sıcak, bunaltıcı hava.

Sıla: Gurbetteki bir kimse için doğup büyüdüğü

ve özlediği yer.

Sırgat Sırkat: 1.Hayvan sayımı yapan

kimse. 2. Kaçırma, gizleme. 3. Sayımdan

kaçırılan hayvan. 4. Sayımı yapılmayan

insan ya da hayvan.

Sırıtmak: Dişlerini göstererek aptallık,

şaşkınlık, kurnazlık veya alay belirtir biçimde

gülmek, sırtarmak.

Sırkat Sırgat: 1.Hayvan sayımı yapan

kimse. 2. Kaçırma, gizleme. 3. Sayımdan

kaçırılan hayvan. 4. Sayımı yapılmayan

insan ya da hayvan.

Sırtın Gılıç: Bukalemun, 20-30 santimetre

boyunda, renk değiştirmesiyle ünlü bir

tür sürüngen, kaya keleri.

Sırtında sırlan yürüsün.:

Sıykal: Kaygan, aşırı kaygan.

Siftah: İlk.

Sikke: Zikke, Hayvanları bağlamak için

yere çakılan demir veya ağaç kazık.

Sille: Elin iç yüzüyle vurulan tokat.

Simir Simir Yağmak: Yağmurun yavaş yavaş

yağması

Simsar: Aarabulucu, Komisyoncu, Bir ticari

işlemin gerçekleştirilmesine yüzdelik

karşılığı aracılık eden gerçek veya tüzel

kişi.

Sinilemek: Sinek için vızıldamak.

Sinmek: Kendini göstermemek için büzülmek,

saklanmak, pusmak.

Sinsin: Geceleyin, ateş çevresinde, genç

erkeklerin davul, zurna eşliğinde oynadıkları

bir halk oyunu.

Sivtimek: Ayıklamak.

Soğanlı: Artvin ili, Ardanuç ilçesine bağlı

bir köy.

Soğukluk Gatmacı: Semiz otundan yapılan

yoğurtlu yiyecek.

Soğukluk: Semiz otu.

Sokum: 1. Lokma. 2. Yufka ekmeğinden

yapılan dürüm.

Soluk Derilirken: Son nefesini verirken

Somak: Sumak

Son güz: Sonbaharın son günleri.

Soya : 1. Yufka.Toprağa derin batmayan

saban. Toprağı üstten, derin olmadan

sürmek. 2. Kuzulama mevsiminde, köylülerin

ev ev dolaşıp, bulgur, yağ vb. toplayıp

pişen yemeği birlikte yiyerek yaptıkları

bir tören.

Soyka: l. Ölen kişinin giysileri. 2. Ölünün

üzerinden çıkan giysi. 3. Soyuntu, sırttan

çıkan elbise; elbise.

Soykana Gala: Öldükten sonra başkasına

kala. ( Soyka ölen kişinin eşyası veya işe

yaramaz şey )

Soyuntu: 1. Soyulup atılan şey. 2. Bir yer

soyularak alınan para veya eşya.

Sökmek: Gelmeye başlamak, çıkagelmek.

Sömelek: 1.Kundağa sarılmış bebek.

2.Bebek kundağı.

Söykenmek: Dayanmak, yaslanmak

Sufra: Sofra.

Sultani: Mısır, Trablus ve Cezayir darphanelerinde

basılan Osmanlı altını.

Susa: Yol, şose.

Suvar Atlısı Süvari; kılıç vs. ile silâhlanmış

atlı.

Suy: Su.

Südüğü Düülenesice: Sidiklik kanalları

kapanasıca.

Südük: Sidik.

Sülemen: Süleyman.

Sülük: Salyangoz.

Sündürüm: Bir yandan öbür yana uzatılmış

sırık.

Sünedir Olasın: Elin ayağın tutmaz ola.

Felç olasın. Elleri ile başkasına zararı dokunan

kişi için kullanılır. Örn: hayvanını

döven meçhul kişi için mal sahibi. ' Allah

sünedir olasın hayvan böyle dövülürmü'

der.

Süngüç: El gergin durumdaki başparmakla

işaret (gösterme) parmağı arasındaki

açıklık, uzaklık.

Süreaç: Süreaç:Kar kürümek, ahırı temizlemek

vb. amaçla ağaçtan yapılı,enine

yere paralel bir tahtanın ortasına çakılı,

sapından itilen "T" şeklinde gereç.

Sürek: Sürülmüş tarla.

Süven: Sopa, sırık, ince uzun ağaç.

Süyük: Dam saçağı.

Şaal: Şekil.

Şad Olasıca: Ağır yaralanasıca. Mahfolasıca.

Şad: Mutlu, sevinçli.

Şahan: Şahin.

Şahbaz: 1. Bir cins iri ve beyaz doğan. 2.

Yiğit, cesur, kahraman kimse. 3. Atılgan,

becerikli kimse.

Şahre : Çehre.

Şapcak: Süs kabağının oyularak, su kabı

olarak kullanılması.

Şaplak: Tokat.

Şar: Kent, şehir.

Şarmıta: Yaramaz.

Şaşmak: Eli ayağına dolaşmak, koşturmak.

Şavşırı: Ters, eğri, düzgün olmayan.

Şayak: Canlı pembe.

Şebeden: Hoş kokulu kavun.

Şefre: Kadın adı. Aslı Şerife’dir.

Şefre: Şerife

Şek şek gonuşmak: Ters ters konuşmak

Şelek: Yük

Şenelmek: Boş bir yer, insanların yerleşmesiyle

yurt durumuna gelmek, meskûn

olmak.

Şer Atmak Laf dokundurmak.

Şer Kötülük, fenalık; sataşmayı huy edinmiş

kötü tabiatlı kimse; şerli' de denir.

Şerefli: Maraş’ta bir köy adı.

Şıfan: Yulaf

Şibik: Gözdeki çapak.

Şif: Pamuk kabuğu

Şimşir: Parlak.

Okuntu E-Dergi

Şinik: 1. Sekiz kiloluk Tahıl ölçeği.

Şire: Tatlı.

Şişirik: Balon.

Şişmek: 1.Onurlanmak, kibirlenmek.

2.Şımarmak, nazlanmak.

Şitil: Küçük kova.

Şitil: Sitil.

Şivan: Ağıt, yas, kıya, üzüntü; ağlama,

feryat, figan.

Şivşirmek: Kışkırtmak

Şor: Söz, lâf.

Şöför: Şoför

Şube: Askerlik şubesi.

Şuvara: Ozan.

Tabya: Bir bölgeyi savunmak için yapılan

ve silahlarla güçlendirilen yapı.

Tahra: 1.Ağaç budamaya, kesmeye, odun

kırmaya yarayan, satırdan biraz büyük,

demir saplı araç. 2.Orak. 3.Et kıymaya

yarayan demir araç. 4.Kemik vb. şeyler

kırmaya yarayan demir araç.

"Tahrana tar tar

Garnımı

yırtar

Bazlama

çörea

Gel beni gurtar: "

Tahrana: Kabuğu soyulmuş buğdayın

(dövme) kaynatılıp ekşi yoğurtla (katık)

karıştırıldıktan sonra elle sıkılıp damlarda

hasırdan sergiler (çiğ) üzerinde kurutulan,

kaynatılarak özellikle kışın çorbası

yapılan yiyecek.

Tahtalı: Tahtadan yapılmış oturak, somya.

Taka: 1. Duvara açılmış kapaksız, küçük

dolap. 2.Eski evlerde tavana yakın açılan

küçük pencere. 3.Kapı. 4.bk.tağ (II)-

1. 5.Ahırdaki yemlik. 6.Folluk. 7.Yüklük :

Yatakları takaya koydum.

Takaklı: Beyaz kumaş.

Takda Delen: Serçegillerden, gagasıyla

ağaçları oyabilen ve ağaç kurtlarını yiyerek

beslenen, uzun gagalı kuş.

Takım: Sınır.

Talas: Kayseri İline bağlı ilçe.

Tama: Hani

Taman: İşte, az önce, hani, hani ya, ya,

tabii ki.

Tamaş etmek: Temaşa etmek, seyret-

http://www.avsarelleri.com/

69 70



http://www.avsarelleri.com/

Avşarelleri Derneği

mek, bakmak.

Tandır: Yere çukur kazılarak yapılan bir

ocak türü.

Tangazak Kuru, kurumuş.

Tangrı canını ala Allah canını alsın.

Tangrı Tanrı

Tanır: Afşin ilçesine bağlı Kasaba.

Tanrı Seyirsiz canını ala:

Tantana Boş laf.

Tapan: Adana İlinin Feke ilçesine bağlı

bir kasaba.

Tapandan Gelik Öküz Gibi Genellikle yorgun

olmayıp da, yorgunmuş gibi davranan

veya yersizce uzanan kimseler için

kullanılan bir deyim..

Taplak: 1.Tepe ya da dağ üstündeki düzlükler.

2.Düz, dümdüz yer

Tapur: Dağların oyuk kısmında yeşillik

olan yer.

Tarana Firii Tarhananın tam kurumamış,

yarı kurumuş hali.

Tarhana: Döğme ve yoğurdun karıştırılarak,

güneşte kurutulmasıyla elde edilir.

Tarkan Tarkan Yarılmak Toprağın kuruyarak

büyük büyük yarılması.

Tarlanın belini kırmak: Tarladaki ekinlerin

büyük kısmının biçilerek işin kolaylaştırılması.

Tarlanın kalbine oyuklanmak: Elci başının

ele başladığı noktadan tarlanın ortasına

doğru derinleşerek dalıp gitmesidir.

Tarpadan Aniden

Taşgala Alay, dalga.

Taşgalaya Almak Alaya almak, dalga geçmek.

Tavatır: Çok iyi, çok yararlı, çok güzel.

Tavık: Tavuk

Tavık: Tavuk

Tavla: At ahırı.

Tavlak: Soyulmuş taze ceviz.

Tavlısına: 1. İşlenecek bir nesnede bulunması

gereken ısının, nemin yeterli olması

durumu. 2. Hayvanlarda besili olma

durumu. 3. En uygun durum ve zaman.

4. Güç, kuvvet. 5. İşin, ürünün olgunlaşma,

erginleşme zamanı. 6. Kıvam. 7. Döğülebilecek

duruma gelmiş kızgın demir.

Tavsır: Resim, fotograf.

Tay: Üç yaşına kadar at yavrusu.

Tebelleş olmak: Bir kimsenin veya şeyin

başına dert olmak, musallat olmak.

“Adam tebelleş oldu köye, illallah dedik

elinden.”

Tebelleş: İstenmediği halde birinden

veya bir yerden ayrılmayan, gitmeyen,

musallat olan kimse, canlı, şey.

Teberik: 1.Ölen kimsenin çocuğu. 2.Tek

çocuk. 3.Armağan, andaç, anmalık.

4.Korunmak üzere birine ya da bir yere

bırakılan şey, emanet.

Teccel: 1. Sakar. 2. Deccal.

Teccel: Deccal

Tecik: Tanecik

Teh Güzel olmuş anlamında kullanılan bir

söz.

Tehem: Ara.

Tekerim daşa dayandı: İşlerin yolunda

gitmemesi, bozulması.

Tel: Telgraf.

Teleme Keçi, koyun, inek gibi hayvanların

çiğ sütünden incir sütüyle mayalanan

yiyecek.

Televizon: Televizyon

Televizon: Televizyon

Telkin etmek: Arapçası kavrama anlamına

gelen "lakn" sözcüğünden türemiştir.

İslamiyet de gömülenlere imam tarafından

söylenen dinsel sözler anlamında

kullanılır.

Teltik Bir Adı Var Söylemesi zor ismi olan

bir kişi.

Temiz arktan temiz su gelir: Düzgün, temiz,

iyi insanların çocuklarının da iyi olacaklarını;

kişinin atalarına benzeyeceğini

ifade eden bir deyim.

Temren: Mızrak ucundaki sivri demir.

Tencere tava, hep aynı hava: Yapılan bir

işin, bir sohbetin sürekli aynı hususu tekrar

etmesinin, bir sonuca ulaşmayacağını,

boşuna uğraşıldığını veya boş boş

konuşulduğunu anlatan bir deyim.

Tene: Hububat tanesi

TengiTerezi Düzenli Ucu ucuna.

Tepsermek: Hamur, çamur gibi cıvık karışımların

hafiften kurumaya yüz tutması;

kurumaya, katılaşmaya başlaması.

Terbiye Tarlasından Geçmemiş Uyumsuz,

ukala, toplum kurallarına ve adetlerine

uymayan kimse.

Terki: 1. Eyerin arka bölümü. 2. Binek

hayvanının sağrısı. 3.Atın arkası. 4.At vb.

hayvanlara yüklenen eşya, yük. 5. Atın

eyerine takılan küçük heybe.

Tesbek: Tesbih

Tesbek: Tesbih

Tesbi Bir maki türü.

Tesbi Gılii Tesbi ağacının tohumu.

Teserleme Örnek vermek.

Teşt Leğen.

Tetiri Maki türü tohumu, sumak.

Tevek: Asma, kavun, karpuz, kabak vb.

bitkilerin dal ve yaprakları.

Tevir Tür, çeşit,

Teyara (Teyyare): Uçak.

Tez günlerde boy ipin ölçülür inşallah.:

Tığ: Dövülmüş ve rüzgâr doğrultusuna

dik ve uzun bir şekilde yığılmış harman.

Tılısımı Kırılmak İştahının kaçması, isteğinin

gitmesi.

Tıngırık Ortası delik, metal altlık.

Tınsırık Hapşırmak

Tırıp Çok var anlamında kullanılır.

Tırpan Tahradan ucu daha uzun kesme

aleti.

Tiken: Diken

Tiken: Diken

Tinkmek Sekmek

Tintirik Parmak uçlarıyla yapılan hafif vuruş,

fiske

Tirşik Yabani pancarI.

Tog(k)lu zili gibi:

Tohdur: Doktor

Tokaç Çamaşır yıkarken çamaşırlara vurmak

için kullanılan biçimli sopa.

Tokanma: Dokunma

Tokanma: Dokunma

Tolu: Dolu.

Tomatis Mancası Domates Salatası

Tomus Temmuz

Topak: Yuvarlak .

Torun: Avşarlar'da bir oba adı.

Toscu Değirmen işleten, değirmenci.

Tozluk: Pantolonun paçasını tozdan korumak

için ayakkabının üzerine geçirilip

Okuntu E-Dergi

düğmelenen veya dizden aşağı uzanarak

ayağın üstünü örten dar paçalık, getr.

Töde Fidanların çevresinin çalılarla örülmesi.

Töhmelemek: Buğday, arpa vb. tanelerini

çok yiyen hayvanın hazımsızlıktan ölmesi…

Töremeden gidesice: Soyu tükenesice,

üremiyesin, türeyemesin anlamına bir

deyim.

Töremeyesice Soyu tükenesice, üremiyesin,

türeyemesin anlamına bir deyim.

Tuğ: 1. Bazı kuşların tepelerinde bulunan

uzunca tüy, sorguç.2. Padişahların ve vezirlerin

başlarına taktıkları başlıkların ön

tarafında bulunan tüy veya püskül biçimindeki

süs.

Tumdurmak Bir kişiyi suya batırmak.

Tummak:: Suya batmak, dalmak.

Tusbaa Baarsılığı Yabani olarak yetişen,

çiçekleri olan bir ot.

Tusbaa Kaplumbağa

Tusmuk Küçük odun kökü, parçası

Tut evinin işini, al elin alkışını: Kişinin

kendi sorumluluğunu yerine getirdiğinde

başkalarından da övgü alacağını, takdir

edileceğini anlatan bir deyim

Tutmalık: Aylık veya yıllık anlaşmalı işçi.

Tuulu (Tülü) Saçı karışık, daha çok sevgi

maksadıyla küçük çocuklar için kullanılır

Tük Soğan tohumluğu.

Tükürük Köftesi: Ekşili Köfte - Dökme

Köfte – Tuvallamaç - Höllük - Gildiz.

Tülü (Tuulu) Saçı karışık, daha çok sevgi

maksadıyla küçük çocuklar için kullanılır

Tülü: 1.Uzun tüylü, güreşçi erkek deve.

2.Buhur ve adi devenin çiftleşmesinden

doğan erkek deve.

Uflak: Büyük bıçak.

Ufra Ekmek yapılırken hamurun tahtaya

yapışmaması için kullanılan kalın un.

Uğru: Ön.

Uğrun: Gizli saklı .

Uğunmak 1. Büyük bir üzüntü veya acıdan

kıvranmak. 2. Ağlaya ağlaya bayılmak.

3. Soluğu tıkanmak. 4. İsteksiz

davranmak, savsaklamak. 5. katıla katıla

aralıksız gülmek.

http://www.avsarelleri.com/

71 72



http://www.avsarelleri.com/

Avşarelleri Derneği

Ulam ulam olmak: Sıra sıra, Renk renk,

çeşit çeşit olmak.

Ulama Bezden dokunmuş yolluk.

Ulu sözü dinlemeyen ulurmuş: Tecrübenin

önemini vurgulayan; büyük sözü dinlemeyenin

sonunda çok üzüleceğini anlatan

bizim deyimdir.

Umcuğunu Avuçlamak:

Umsuluk Bunalmak, çok sıkılmak.

Unnuk Unluk. Un öğütmek için hazırlanmış

buğday.

Unsuz evin oklavasını almak: Fırsatçılığın

son noktası; evde un yoksa oklavasını almak,

çıkarı için her şeyi yapmak, her şeyi

almaya çalışmak anlamında bir deyim.

Uruk Kuşu Arı Kuşu,

Urum: Anadolu

Urup 1. Arşının sekizde biri uzunluğundaki

ölçü. 2. Bir şeyin dörtte biri, çeyrek.

Usul: Yavaş, sessiz, sakin.

Uygur: 1. İzinden giden, uyan. 2. Orta

Asya'da büyük bir devlet ve uygarlık kurmuş,

yazılı anıtlarla sanat eserleri bırakmış

olan bir Türk kolu ve bu koldan olan

kimse.

Uylamak: Çocukların belli bir konuya takıp

mızmızlanmaları, huysuzluk etmeleri

ve ağlamaları. Bir konuda üstelemek, ısrarcı

olmak

Uyluk Kalçadan dize kadar olan bacak

bölümü.

Uzunyayla: Mancılık ile Gürün arasına

Uzunyayla denir.

Üççeşme: Kayseri ili Tomarza ilçesi Dadaloğlu

beldesine bağlı bir yayladır. Torosların

tepesindeki bu yaylanın rakımı 2600

m civarındadır. İçme suyu ile meşhurdur.

Tahtalı Dağlarının en yüksek tepesi Aygörmez

bu yayldadır.

Üçgül Yonca

Üfelemeç Yufka ekmeğin ufalanıp, yağda

kızartılmasıyla yapılan bir yemek.

Üfelemek: 1. Bir nesneyi iki el arasında

veya Başparmakla göstermeparmağı

arasında ezmek, ufalamak, öfelemek. 2.

Ovmak. 3. Ağrıyan bir bölgeye el ile masaj

yapmak. "Sırtını üfeletmek".

Üfürümüssün Mere Boşumuşsun meğer,

kofmuşsun meğer.

Üleş: Hayvan ölüsü, leş.

Ümmuusü: Ümmügülsüm

Ümmuusü: Ümmügülsüm

Ürmesini bilmeyen it; Sürüye getirir kurt:

Ölçülü, yerinde ve hesaplı konuşmasını

bilmeyen kimse, durup dururken başına

dert açar ve çevresindekiler için tehlikeli

bir durum meydana getirir.

Üssüyen: Hüseyin

Üssüyen: Hüseyin

Ütmek 1. Bir şeyi, tüylerini yakmak için

alevden geçirmek. 2. Taze buğday veya

mısırı ateşe tutup pişirmek. 3. Oyunda,

kumarda yenerek bir şey kazanmak, utmak.

Üvendire: Meses. İnek ve öküzleri dürtmek

için kullanılan ucu sivri demirli deynek.

Varan Gelen Istar, cuîfa adlari verilen dokuma

tezgahlarin da gerili iplerin arasinda

bulunan ince, uzun ve yuvarlak sopa.

Vareste: 1. Kurtulmuş. 2. Uzak.

Varık: Varmış.

Varışın Varınca.

Varmak: 1. Gitmek. 2. Gelmek. 3. Yetişmek,

ulaşmak, yanaşmak.

Velvele Gürültü patırtı.

Vetsiz: Gereksiz, yersiz ve sürekli konuşanlara

denir.

Vıcık Bir kuş çeşidi.

Vırtgel Dokurcun oyununda (dokuztaş

oyunu) her oynamada taş alma durumu.

Vıttırıvızzık Kişiliksiz, değersiz, yeğni kişi.

Vıykırmak Haykırmak, çığlık koparmak.

Vızzık Sigara artığı, izmarit.

Vizzik: Pim. Kara sabanın saban kısmının

altından saplanıp, üstünden çıkan; aynı

istikamette oka saplanan kılıcın oktan

çıktığı noktaya bir delik delinir. Bu delik

vizzik deliğidir. Buraya takılan parçayada

vizzik denir.

Vurgun Vurasıca: Ölümcül hastalığa yakalanasıca

Vuruk: Vurmak

Ya fes: Hz. Nuh'un üçüncü oğlu. Türklere

göre Olcayto Han'dır.

Yaalık (Yağlık): Baş örtüsü, eşarp,mendil,

çevre.

Yaar (Yağır): At ve eşeğin sırt, arka, iki

kürek arası ve omuzları arasındaki yerde

eyer ve semerin açtığı yara, kel.

Yaarına(yağırına) dokunmak: Birini iğnelemek

amacıyla söylenen bir söze karşı

o kişinin tepki vermesi üzerine söylenen

daha fazla iğneleyici söz. “Battı mı? Rahatsız

mı oldun?” anlamında.

Yaba: Harman savurmakta kullanılan,

çatal biçiminde, tahtadan tarım aracı.

Yabgu: Orta Asya'da kurulan ilk Türk devletlerinde

kağandan sonra gelen en üst

düzeydeki yöneticinin unvanı, Hükümdar.

Yadırgı: Yabancı.

Yağlık: Büyükçe mendil

Yağlık: Mendil-eşarp.

Yalak: Sarız ilçesinin kasabası, şimdiki

adı Yeşilkent.

Yalbırdak: 1. Çıplak, yarı çıplak, don

gömlek. 2. Kınsız, yalın, kapsız. 3. Yalnız.

4. Yaya (yayan, sözcüğüyle birlikte kullanılır).

Yalı: Koyunların sağıldığı yer.

Yalpalamak: 1. Dengesi bozularak bir

sağa, bir sola eğilmek.

Yamaç: 1. Karşı, annaç, mukabil. 2. Yan,

yakın. 3. Bedel, karşılık. 4. Yanıt.

Yamıktırmak: Çökertmek

Yan çelik İki taş üzerine konan kısa"çelik"in

altından "değnek"le havaya atılıp

yere düşmeden yana doğru vurularak

oynanan çelik-çomak oyunu

Yanarım olsun da yanmazsa yanmasın:

İnsanın başı dara düştüğünde onun için

gerçekten üzülüp bir şeyler yapmaya çalışan,

ama elinden de fazla bir şey gelemeyen

yakınlarının, akrabalarının var

olduğunu anlatan bir deyim. Burada manevi

destek, onun için üzülüyor olması

yeterli görülüyor.

Yanaz: 1. Ters, huysuz, inatçı, kavgacı.

2. Şımarık. 3. Geveze.

Yanın Yerale:

Yannık: Deri ya da tahtadan yapılmış yayık.

Yar yetimi kalmak: Sevgilisini kaybetmek.

Yar: Uçurum, yâr, sevgili

Okuntu E-Dergi

Yarma: Buğday, arpa, mısır, bezelye vb.

nin iri çekilmişi, dövmesi.

Yarsuvat, (Yarsufat): Ceyhan Irmağı.

Yarsuvat: Ceyhanın ilk kurulduğu yerin

adı.

Yasdı (Yassı): Yatsı

Yaslandırdı: Yasa boğdu

Yassı (Yasdı): Yatsı

Yassı, Yasdı: Yatsı

Yaşın Garale.:

Yaşın Yerde Sayıla: Ölesin ve bundan

sonra yaşın mezarda devam etsin

Yaşın yılın gara gele:

Yaylon: Römork.

Yazıcıoğlu: Maraş’ta tanınmış aile adı.

Yazlak: Yazın göçülen ya da gezmeye gidilen

yüksek, serin yer, yayla.

Yazmak: Sermek, açmak, yaymak (halı,

örtü, yatak vb. için). Anam yataklarımızı

yere yazmıştı.

Yeelmek: Şimarmak .

Yeğilmek: Durmamak, Şımarmak.

Yeğin: 1. Yığın. 2. Çok bol, bereketli. 3.

Güçlü. 4. Yegin. 5. Ağır, yüklü.

Yekinmek: Davranmak, olduğu yerden

fırlamak, ayağa kalkmak, kalkmak için

hareket etmek, kımıldamak. Yerinden

kalkmak, Kalkmaya davranmak.

Yel essin, kokusu gelsin: Gurbette, uzakta

olan çocuklarının, yakınlarının özlemiyle,

bayramda bile gelememelerini

kabullenip, “yeter ki canları sağ olsun”

şeklinde bir deyim.

Yel: Rüzgar.

Yele yele: Koşa koşa.

Yelmek 1. Bir işin, bir şeyin, birinin peşinde

koşmak, koşturmak: Bu işin peşinde

bir aydır yeliyorum. 2. Çabuk yürümek 3.

Amaçsız gezip dolaşmak. 4. Boş işlerin

peşinde gereksizce koşturmak, gücünü,

emeğini boşa harcamak. “Senelerce yeldi

durdu, bir baltaya sap olamadı.”

Yemi burda yiyor, elin holluğuna yumurtluyor:

Yardımı, desteği gördüğü yere değil

de başkasına faydası olan; hayırsız

kimseler için kullanılan bir deyimi.

Yemlik: Tarlalarda doğal olarak biten,

toplanarak çiğ ve yufkaya dürülerek ye-

http://www.avsarelleri.com/

73 74



http://www.avsarelleri.com/

Avşarelleri Derneği

nilen bitki.

Yemşen: Alıç ağacına benzer meyveleri

kırmızı ve küçük bir ağaç türü.

Yeni İl: Sivas’ın güneyinde Mancılık, Gürün

arasındaki Hekimhan’a kadar olan

alandır.

Yer yatak bulamayasıca:

Yergin: Bitkin, üzgün.

Yernik: 1. Mutlu olmamış kimse. 2. İstediğini

alamayan, arzularına kavuşamayan

kimse.

Yesir: Esir, tutsak.

Yetelik: Yetecek Kadar

Yetelik: Yetecek Kadar

Yetik: Yetişmiş, erişmiş, büyümüş.

Yıllıcak: Yıllık.

Yırak: Irak, uzak.

Yıramak: Uzaklaşmak.

Yitik: 1. Kayıp olan şey. 2. Kaybedilmiş,

yitirilmiş.

Yiyen: Yeğen

Yog(k) Bre: Şaşkınlık ünlemi.

Yol gözlemek: Bir kimsenin gelmesini

beklemek.

Yonmak: Yontmak, düzeltmek..

Yoonüs: Yunus

Yoonüs: Yunus

Yorgan: Yatakta örtünmeye yarayan, içi

pamuk, yün vb. şeylerle doldurularak dikilmiş

geniş örtü.

Yoymak: Yorumlamak.

Yoz: Kısır, süt vermeyen koyun,

Yöklü: Yüklü.

Yörebi Aamak: Yokuşu aşmak.

Yörep: 1. Yokuş. 2. Patika.

Yörü: Yürü

Yufka: İnce.

Yumak: Yıkamak.

Yumuş: İstek.

Yumuşatma: Harmanda ekinin düvenle

dövülerek savrulacak hale getirilmesi.

Yun: Yün

Yun: Yün

Yunak : Çamaşır.

Yurtlak: Yaylamak için konup göçülen

yer.

Yusup: Yusuf

Yusup: Yusuf

Yüklük: Evlerde yatak, yorgan gibi şeyleri

koymaya yarayan yer veya büyük dolap.

Yülek: 1. Ağzı kütleşmiş kesici aracın ağzını

açtırma, biletme işlemi. 2. Tıraş edilmiş,

kılları kesilmiş, koparılmış.

Yülemek: 1. Balta, keser, çapa gibi gereçlerin

ağzını düzeltmek, inceltmek, bilemek.

2. Tıraş etmek, kazımak.

Yün atacağı: Yıkanıp top top olmuş yünün

tellerine ayrılması ve ip olarak eğirilmeye

hazır hale gelmesi için yaya gerili

kirişle hızla çırpılmasını sağlayan gereç.

Yün tarağı: Yıkanan ve bir birine yapışık

yün toplarının elle iki yanından tutularak

dişlerinden geçirildiği ve daha sonra

"kelep" yapılıp eğirilmeye hazır hale getirilmesinin

ilk aşamasındaki, düz bir tahtanın

ucuna çakılı uzun demir dişlerden

oluşan gereç.

Yünde de var, çekte de var, yün atan

hortlakta da var: Suçun tek taraflı olmadığı

manasında kullanılır.

Zabit: Subay

Zağar: 1. Küçük köpek. 2. Köpek yavrusu.

3. Tazı. 4. Çoban köpeği.

Zahar: Galiba, sanırım.

Zahmarı: Kara kış .

Zala: Zeliha

Zala: Zeliha

Zangır Zangır: Zıngır Zıngır

Zangır Zangır: Zıngır Zıngır

Zatıdan: Zaten, eskiden, esasen.

Zavar 1. Hayvanlara yedirilmek için hazırlanan

tahıl kırması vb. yem.. 2. İri öğütülmüş

un. 3. Tahılın, özellikle arpanın un

haline getirilmeden, hayvanların yiyeceği

şekilde değirmende kaba öğütülmüş,

ezilmiş hali, kırma.

Zavara: 1. Hayvanlara yedirilmek için

hazırlanan tahıl kırması vb. yem.. 2. İri

öğütülmüş un. 3. Tahılın, özellikle arpanın

un haline getirilmeden, hayvanların

yiyeceği şekilde değirmende kaba öğütülmüş,

ezilmiş hali, kırma.

Zavır: Çıkışma, paylama, azar.

Zavırlamak: 1. Paylamak, çıkışmak. 2.

Gözdağı vererek bir yere, bir işe salmak.

Zehmeri: 3 aralıkta başlayıp 50 gün kadar

süren kış günleri. Zemheri, karakış.

Zehre: Zahire, zehra, yemeklik tahıl.

Zeledin: Selahattin

Zeledin: Selahattin

Zemheri: 3 aralıkta başlayıp 50 gün kadar

süren kış günleri. Zehmeri, karakış.

Zıbarmak: 1. Ölmek, gebermek. 2. Ölü

gibi yatmak. 3. Uyumak, çok içip sızmak.

Zıbın: 1. Kadınların giydikleri kolsuz dış

gömleği. 2. İç yeleği. 3. El tezgâhlarında

dokunan kalın bezlerden yapılan, astarsız

ceket. 4. Yelek. 5. Kadın giysisi. 6. Kadınların

giydiği üçetek giysi. 7. Mintan. 8.

Önü açık çocuk giysisi. 9. İki etekli uzun

giysi. 10. Kısa kollu iç gömleği. 11. Kısa

ceket. 12. Paçaları dar erkek donu. 13.

Şalvar. 14. Zubun.

Zıkım: Zakkum

Zıkımın Dibi: Kızgınlık anında söylenen

bir söz.

Zıkımın dibini yiyesice:

Zıkkımın Kökünü (Pekini, Dibini) Ye!: Sunulan

yiyeceği beğenmeyenlere söylenen

bir söz.

Zılgıt: Kadınların ellerini ağızlarına götürerek

ses çıkarmaları.

Zıllıcı: Oyun bozan.

Zıllımak: Oyun bozanlık.

Zıncarlık: Zıngarlık. Ceyhan yakınlarında

yer adı.

Zırnık: Herhangi bir şeyin en küçük,

önemsiz ve işe yaramaz parçası.

Zıypınmak: Kaymak: Ağacın başından

zıypındım.

Zibidi: zibidi Boşu boşuna gezen.

Zibil: Hayvan gübres

Zibillik: Gübrelik

Zikke: Ucunda ip geçirmek için halka bulunan,

yere çakılan hayvan bağlamakta

ve çadır gerdirmede kullanılan demir kazık.

Zillemek: Filizlemek

zincar Dikenlik: zincar Dikenlik

Zindan: Hapishane.

Ziv ziv gezmek: Boşu boşuna gezmek.

Ziyakıl Getmek: Aşırı yorgunluktan (yarı

baygın şekilde) uyuyakalmak.

Zobu: İşe yaramaz

Okuntu E-Dergi

Zomp: Kullanılmak üzere kesilmiş düzgün,

biçimli kalın ağaç.

Zomzalak: Ağaç türü

Zopur: Aniden gelip geçen yağmur.

Zopzopu: Gaco, hoyratça hareket eden

genç

Zorlu olmuş: Güzel olmuş.

Zorlu: Güzel.

Zorsunmak: Erinmek.

Zoruna gitmek: Alınmak

Zubun (Zıbın): 1. Kadınların giydikleri

kolsuz dış gömleği. 2. İç yeleği. 3. El tezgâhlarında

dokunan kalın bezlerden yapılan,

astarsız ceket. 4. Yelek. 5. Kadın

giysisi. 6. Kadınların giydiği üçetek giysi.

7. Mintan. 8. Önü açık çocuk giysisi.

9. İki etekli uzun giysi. 10. Kısa kollu iç

gömleği. 11. Kısa ceket. 12. Paçaları dar

erkek donu. 13. Şalvar. 14. Zıbın.

Zubun: Şalvara benzer giyecek

Zumzuk: Yumruk

Zupban: Kuş türü.

Zurba: Küme, grup.

Zükmenen cibime cibime vuruyon: Yumrunan

enseme enseme vuruyon.

Zülüf: Şakaklardan sarkan saç lülesi.

Züpbe: Geveze, soytarı.

http://www.avsarelleri.com/

75 76



http://www.avsarelleri.com/

Avşarelleri Derneği

77

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!