13.03.2017 Views

Androloji Bülteni Cilt: 2014 - Sayı: 56

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

ANDROLOJİ<br />

BÜLTENİ<br />

TÜRK ANDROLOJİ DERNEĞİ<br />

YAYIN ORGANIDIR<br />

Türk <strong>Androloji</strong> Derneği<br />

Cemil Aslan Güder Sok. İdil Ap.<br />

B Blok D.1 Gayrettepe 34349 Beşiktaş, İstanbul<br />

Tel: 0212 288 50 99<br />

Faks: 0212 288 50 98<br />

E-posta: androloji@androloji.org.tr<br />

Web: www.androloji.org.tr<br />

TÜRK ANDROLOJİ DERNEĞİ<br />

ADINA SAHİBİ<br />

Prof. Dr. Selahittin Çayan<br />

YÖNETİM KURULU ADINA<br />

BÜLTEN SORUMLUSU<br />

Prof. Dr. İrfan Orhan<br />

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ VE<br />

GENEL YAYIN YÖNETMENİ<br />

Prof. Dr. Bar›ş Altay<br />

YÖNETMEN YARDIMCILARI<br />

Doç. Dr. Cüneyt Adayener<br />

Doç. Dr. Memduh Ayd›n<br />

YÖNETİM KURULU<br />

Selahittin Çayan<br />

Mustafa F. Usta<br />

Sefa Resim<br />

Ramazan Aşcı<br />

Önder Yaman<br />

Bilal Gümüş<br />

Murad Başar<br />

(Başkan)<br />

(Genel Sekreter)<br />

(Sayman)<br />

(Üye)<br />

(Üye)<br />

(Üye)<br />

(Üye)<br />

Mart <strong>2014</strong> Yay›n Türü: Yerel Süreli<br />

<strong>Sayı</strong> <strong>56</strong><br />

3 Ayda Bir Yayınlanır Yay›nlan›r


YÖNETİM KURULU ADINA BÜLTEN SORUMLUSU<br />

Prof. Dr. İrfan ORHAN<br />

F›rat Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Elaz›ğ<br />

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ VE<br />

GENEL YAYIN YÖNETMENİ<br />

Prof. Dr. Bar›ş ALTAY<br />

YÖNETMEN YARDIMCILARI<br />

Doç. Dr. Cüneyt ADAYENER<br />

Doç. Dr. Memduh AYDIN<br />

Ege Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, İzmir<br />

Özel Hekimler Cerrahi Tıp Merkezi, İstanbul<br />

Gaziosmanpaşa Eğitim ve Araşt›rma Hastanesi Üroloji Kliniği, İstanbul<br />

BİLİMSEL KURUL<br />

ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Prof. Dr. Ramazan AŞCI<br />

Prof. Dr. Ali ATAN<br />

Doç. Dr. Önder CANGÜVEN<br />

Prof. Dr. Murat ÇAKAN<br />

Prof. Dr. Melih ÇULHA<br />

Prof. Dr. Oğuz EKMEKÇİOĞLU<br />

Doç. Dr. Fikret ERDEMİR<br />

Prof. Dr. Haluk EROL<br />

Prof. Dr. Bilal GÜMÜŞ<br />

Prof. Dr. Ateş KADIOĞLU<br />

Doç. Dr. Muammer KENDİRCİ<br />

Prof. Dr. Hakan KILIÇARSLAN<br />

Prof. Dr. Ahmet METİN A.İ.B.Ü.<br />

Doç. Dr. Bekir Süha PARLAKTAŞ<br />

Prof. Dr. Bülent SEMERCİ<br />

Doç. Dr. Altuğ TUNCEL<br />

Prof. Dr. Tahir TURAN<br />

Prof. Dr. Mustafa Faruk USTA<br />

Prof. Dr. M. Önder YAMAN<br />

Ondokuz May›s Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Samsun<br />

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji AD, Ankara<br />

Dr. Lütfi K›rdar Kartal Eğitim ve Araşt›rma Hastanesi Üroloji Kliniği, İstanbul<br />

SB Ankara D›şkap› Y›ld›r›m Beyaz›t Eğitim ve Araşt›rma Hastanesi Üroloji Kliniği, Ankara<br />

Kocaeli Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, İzmit<br />

Erciyes Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Kayseri<br />

Gaziosmanpaşa Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Tokat<br />

Adnan Menderes Üniversitesİ T›p Fakültesİ Ürolojİ AD, <strong>Androloji</strong> Bilim Dal› Başkan›, Ayd›n<br />

Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji AD, Manisa<br />

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Üroloji AD / <strong>Androloji</strong> BD, İstanbul<br />

Liv Hospital-Üroloji Kliniği, İstanbul<br />

Uludağ Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Bursa<br />

İzzet Baysal T›p Fakültesİ Üroloji AD, Ankara<br />

Gaziosmanpaşa Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Tokat<br />

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji AD, İzmir<br />

Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği, Ankara<br />

Pamukkale Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Denizli<br />

Akdeniz Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, <strong>Androloji</strong> Bilim Dal›, Antalya<br />

Ankara Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Ankara<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Prof. Dr. Barış ALTAY<br />

Prof. Dr. İ. Atilla ARIDOĞAN<br />

Prof. Dr. Kaan AYDOS<br />

Prof. Dr. Selahittin ÇAYAN<br />

Doç. Dr. Sadık GÖRÜR<br />

Doç. Dr. Engin KANDIRALI S.B.<br />

Prof. Dr. Ayhan KARABULUT<br />

Prof. Dr. A. Kenan KARADEMİR<br />

Prof. Dr. İrfan ORHAN<br />

Prof. Dr. İsa ÖZBEY<br />

Uzm. Dr. A. Arman ÖZDEMİR<br />

Prof. Dr. Sefa RESİM<br />

Prof. Dr. Tarkan SOYGÜR<br />

Prof. Dr. Nihan Erginel-UNALTUNA<br />

Ege Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, İzmir<br />

Çukurova Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Adana<br />

Ankara Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD ve K›s›rl›k Araşt›rma ve Uygulama Merkezi, Ankara<br />

Mersin Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Mersin<br />

Mustafa Kemal Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Hatay<br />

Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği, İstanbul<br />

Ahi Evran Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji AD, Kırşehir<br />

Gata Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Üroloji Kliniği, İstanbul<br />

Fırat Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Elaz›ğ<br />

Atatürk Üniversitesi Aziziye Araşt›rma Hastanesi Üroloji AD, Erzurum<br />

Zeynep Kamil Kadın - Çocuk Hastal›klar› Hastanesi Üroloji Kliniği, İstanbul<br />

Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji AD, Kahramanmaraş<br />

Ankara Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Çocuk Ürolojisi Bilim Dal›, Ankara<br />

İstanbul Üniversitesi Deneysel T›p Araşt›rma Enstitüsü Genetik AD, İstanbul<br />

II


KADIN CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Doç. Dr. Abdullah ARMAĞAN<br />

Doç. Dr. Sezgin GÜVEL<br />

Yrd. Doç. Dr. Esat KORGALI<br />

Yrd. Doç. Dr. Kaan ÖZDEDELI<br />

Prof. Dr. Ercan YENİ<br />

Bezm-i Alem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Üroloji AD, İstanbul<br />

Başkent Üniversitesi Adana Uygulama ve Araşt›rma Hastanesi Üroloji AD, Adana<br />

Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji AD, Sivas<br />

Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji AD, Edirne<br />

Harran Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Şanl›urfa<br />

Kad›n - Erkek Cinsel Sağl›ğ› ve Erkek İnfertilitesi Hemşire Çal›şma Grubu<br />

Doç. Dr. Dilek AYGİN<br />

Prof. Dr. Sevim BUZLU<br />

Yrd. Doç. Dr. Gülbeyaz CAN<br />

Prof. Dr. Nezihe KIZILKAYA BEJİ<br />

Prof. Dr. Nuran KÖMÜRCÜ<br />

Yrd. Dr. Leyla KÜÇÜK<br />

Prof. Dr. Rukiye PINAR BÖLÜKTAŞ<br />

Doç. Dr. Hicran YILDIZ<br />

Sakarya Üniversitesi Sağl›k Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu, Sakarya<br />

İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, İstanbul<br />

İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, İstanbul<br />

İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, İstanbul<br />

Marmara Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu, İstanbul<br />

İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, İstanbul<br />

Yeditepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik ve Sağlık Hizmetleri, İstanbul<br />

Uludağ Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulu, Bursa<br />

TÜRK CUMHURİYETLERİNDE ANDROLOJİ<br />

Uzm. Dr. İlham AHMEDOV<br />

Uzm. Dr. Firdovsi MEMMEDOV<br />

Uzm. Dr. Zarifcan MURODOV<br />

Uzm. Dr. Shavkat SHAVAKHABOV<br />

Uzm. Dr. Erol UÇANER<br />

Bakixanov.23 Azerbaycan Tiib Universiteteti Baku-370022, Azerbaycan<br />

Azerbaycan Merkezi Klinik Hastanesi Üroloji Kliniği, Azerbaycan<br />

Taşkent Diploma Sonras› Eğitim Enstitüsü - Taşkent Üroloji Merkezi, Özbekistan<br />

State Specialized Center Of Urulogy (Uzbekistan) Chief Of Andrology Department, Özbekistan<br />

Lefkoşa Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi Üroloji Kliniği, Kıbrıs<br />

TÜRKİYE’DEKİ ANDROLOJİ YAYINLARI VE KONGRE TAKVİMİ<br />

Prof. Dr. M. Murad BAŞAR<br />

Memorial Şişli Hastanesi Üroloji - <strong>Androloji</strong> Kliniği, İstanbul<br />

KARE<br />

Yayıncı<br />

Kare Yayıncılık ve İletişim Hiz. Tic. Ltd. Şti.<br />

Söğütlüçeşme Cad., No: 76 / 103, 34714 Kadıköy, İstanbul<br />

Tel: (0216) 550 61 11<br />

Faks: (0216) 550 61 12<br />

http://www.kareyayincilik.com<br />

Baskı: Birmat Matbaacılık<br />

100. Yıl Mah., Massit Matbaacılar Sitesi<br />

1. Cad., No 131, Bağcılar, İstanbul<br />

Basım tarihi: Mart <strong>2014</strong><br />

Baskı adedi: 250<br />

Yayın türü: Süreli yayın<br />

Dergide yayımlanan tüm yazıların tam metinlerine İnternet ulaşımı ücretsizdir (http://www.androloji.org.tr).<br />

Bu dergide kullanılan kağıt ISO 9706: 1994 standardına uygundur.<br />

National Library of Medicine biyomedikal yayın organlarında asitsiz kağıt kullanılmasını önermektedir.<br />

III


S U N U Ş<br />

Değerli Meslektaşlarım,<br />

Türk <strong>Androloji</strong> Derneği ulusal bir dernek olarak kurulmuş olmasına rağmen, hem bilimsel hem de<br />

idari olarak uluslararası platformlarda faaliyetlerine azami gayret ve hassasiyet göstermektedir. Bu<br />

doğrultuda 2005 tarihinde ESSM’ye afiliye olarak Avrupa ile, Türkçe Konuşan Ülkeler <strong>Androloji</strong> İşbirliği<br />

ve Avrasya <strong>Androloji</strong> Zirvesi yapılanmalarıyla da Doğu Avrupa ve Asya ülkeleriyle ilişkilerini<br />

her geçen gün ilerletmektedir. Özellikle uluslararası kongrelere katılım ve organizasyonlarda etkin<br />

rol oynamayı amaçlayan Türk <strong>Androloji</strong> Derneği, <strong>2014</strong> yılında 16. ESSM kongresinin İstanbul’da<br />

yapılmasını sağlamıştır. Bu kongre yaklaşık 1500 katılımcıyla 29 Ocak -1 Şubat <strong>2014</strong> tarihleri arasında<br />

İstanbul Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde başarıyla gerçekleştirilmiştir. Aynı zamanda 341<br />

Türk meslektaşımızın da katılımı sağlanan bu kongrede, ESSM’nin idari yapılanmasında da önemli<br />

kazanımlar sağlanmıştır. Daha önce ESSM yönetim kurulunda tek üye ile temsil edilen Türk <strong>Androloji</strong><br />

Derneği, üyelerin teveccühüyle Prof. Dr. Önder Yaman’ın da yönetim kuruluna seçilmesi<br />

sonucu, daha fazla temsil hakkı elde etmiş bulunmaktadır.<br />

Ayrıca Türk <strong>Androloji</strong> Derneği, Doğu Avrupa ve Asya ülkelerindeki <strong>Androloji</strong> Dernekleriyle de işbirliği<br />

yaparak, bu büyük coğrafyada etkinliğini her geçen gün artırmaktadır. Özellikle geleneksel<br />

olarak düzenlenen Avrasya <strong>Androloji</strong> Zirvesi toplantılarına, her yıl artan sayıda ülkenin katılması<br />

bunun en önemli göstergesidir. Bu yıl 25-26 Nisan <strong>2014</strong>’de St. Petersburg / Rusya’da yapılacak<br />

olan 9. Avrasya <strong>Androloji</strong> Zirvesi’ne özellikle Türk meslektaşlarımızın yoğun ilgisi, bu gayretlerin<br />

haklı bir amaca hizmet ettiğini açıkça ortaya koymaktadır.<br />

Bütün bu gayret ve emeklerin geldiği son noktayı görmek için öncelikle 25-26 Nisan <strong>2014</strong>’te<br />

Rusya’da ve daha sonraki zamanlarda <strong>Androloji</strong> kongrelerinde görüşmek dileğiyle…<br />

Prof. Dr. Selahittin Çayan<br />

Türk <strong>Androloji</strong> Derneği Başkanı<br />

IV


EDİTÖR KÖŞESİ<br />

Değerli Meslektaşlarım,<br />

Bu yılki ilk sayımızda oldukça zengin konularla yeniden birlikteyiz. Erkek cinsel sağlığı bölümünde<br />

prematür ejakülasyon Dr. Şimşek tarafından ele alınıyor. Farklı disiplinler açısından önem arz<br />

etmesi adına, Dr. Yıldız ve ark. bize erektil disfonksiyon-epilepsi ilişkisi ve melatoninin ereksiyon<br />

açısından önemini iki farklı derleme ile kaleme aldılar. Dr. Telli ve ark., yine oldukça popüler bir<br />

başlık olan gen tedavisinin ereksiyon bozukluklarındaki önemini vurguluyor. Bu alanda yine güncel<br />

makale özetleri de derlemeler ile konular örtüşecek şekilde sizlerin beğenisine sunulmaktadır.<br />

Prematür ejakülasyon tedavisinde hyaluronik asit, erken başlangıçlı ereksiyon bozukluklarında kavernozal<br />

akımın önemi, radikal prostatektomi sonrası penil protez ve 5PDEİ hasta memnuniyeti<br />

açısından karşılaştırması, sildenafilin diabetik ratlarda fibrozisi iyileştirmesi, allerjik rinit-erektil disfonksiyon<br />

birlikteliği ve son olarak hayvanlarla cinsel ilişki sonrası penis kanseri riski bu sayımızda<br />

yer alan konu başlıklarıdır.<br />

Erkek infertilitesi bölümünde ise Dr. Görür, gençler arasında yaygın kullanılan anabolizan ilaçlar<br />

ve spermatogenez konusunu inceliyor. Erkek infertilitesinde genetik bilgilendirme Dr. Şamlı ve<br />

Klinefelter sendromu oldukça ayrıntılı olarak Dr. Başar tarafından güncellendi. Yine aromataz inhibitörlerinin<br />

bu alanda kullanımı Dr. Karaköse ve ark. tarafından kaleme alındı. Testiküler sperm<br />

ekstraksiyonunda başarıyı belirleyen faktörler Dr. Turunç tarafından sunulmaktadır. Güncel makale<br />

özetleri de sperm DNA fragmantasyon bozukluklarının embriyo kalitesine etkisi, yine uygulamada<br />

sıkça gördüğümüz kriyoprezervasyona bağlı başarıyı belirleyen faktörler, genç yaştaki malignitelere<br />

bağlı sperm parametrelerindeki bozukluklar, infertilitede popüler bir başlık olan aquaporinler<br />

diabetik rat modellerinde olarak sıralanıyor. Son olarak vazo-epididimostomi ile azospermik erkeklerde<br />

klinik başarı konu başlıkları arasında yer alıyor.<br />

Kadın cinsel sağlığı bölümünde ise Dr. Kızılkaya, bize farklı açıdan çok önemli bir konuyu inceledi:<br />

cinsel fonksiyonları değerlendirmede hemşirenin rolü. Güncel bir konu, metabolik sendrom ve<br />

kadın cinselliği Dr. Öztürk ve ark. tarafından değerlendirildi. Bu sayıdaki son yazımızda diabetes<br />

mellitusa bağlı kadın cinsel fonksiyonlarındaki olumsuzlukları Dr. Çiftçi ve Dr. Yeni bizlere sunmaktadır.<br />

Bu yıl dokuzuncusu yapılacak olan Avrasya <strong>Androloji</strong> Zirvesinde buluşmak ümidiyle.<br />

Saygılarımızla,<br />

Prof. Dr. Barış Altay<br />

Genel Yayın Yönetmeni<br />

V


İÇİNDEKİLER<br />

Sunuş............................................................................................................................................................................. IV<br />

Editör Köşesi................................................................................................................................................................. V<br />

İçindekiler...................................................................................................................................................................... VI<br />

Yazım Kuralları.............................................................................................................................................................. VIII<br />

ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Prematür ejakülasyona güncel bakış ve tedavisindeki yenilikler [Derleme]<br />

Şimşek A, Kandemir E.................................................................................................................................................... 1<br />

Prematür ejakülasyon tedavisinde hyaluronik asidin etkinliğini değerlendiren bir klinik çalışma<br />

Çeviri: Selvi İ, Hızlı F....................................................................................................................................................... 8<br />

Erektil disfonksiyon risk faktörü olarak epilepsi [Derleme]<br />

Şahin Yıldız B, Gürsoy MO, Yıldız M............................................................................................................................... 10<br />

Epilepsili ratlarda cinsel işlev bozukluğu<br />

Çeviri: Adayener C, Malkoç E......................................................................................................................................... 12<br />

Erektil işlev bozukluğunda pineal hormon melatoninin rolü [Derleme]<br />

Şahin Yıldız B, Yıldız M................................................................................................................................................... 13<br />

Erektil disfonksiyonda gen tedavisi [Derleme]<br />

Özgür BC, Sarıcı H, Telli O............................................................................................................................................. 15<br />

Erken başlangıçlı erektil disfonksiyon genellikle anormal kavernozal arteriyel akımla ilişkili değildir<br />

Çeviri: Selvi İ, Başar H.................................................................................................................................................... 20<br />

Sinir koruyucu radikal prostatektomili erektil disfonksiyonu olan erkeklerde, penil protez implantasyonu ve<br />

oral pde-5 inhibitörü tadalafil tedavisi arasındaki etkinlik ve memnuniyet profilinin karşılaştırılması<br />

Çeviri: Başer A, Eskiçorapçı S.......................................................................................................................................... 22<br />

Prostat kanseri nedeni ile tedavi edilen erkeklerde radyoterapi ile cerrahinin üriner, sindirim ve<br />

cinsel fonksiyon sonuçlarının uzun dönem farkları<br />

Çeviri: Özgün S, Hızlı F................................................................................................................................................... 25<br />

Bir transforming growth factor-β1 antagonist peptid olarak p144’ün sildenafil ile sinerjisi ve<br />

diyabetik ratlardaki kavernozal fibrozisin iyileşmesi yolu ile erektil cevabın artışı<br />

Çeviri: Göktuğ HNG, İmamoğlu MA............................................................................................................................... 27<br />

Alerjik rinit ve erektil disfonksiyon riski - Ülke çapında toplum temelli bir çalışma<br />

Çeviri: Sert H, Aygin D.................................................................................................................................................... 28<br />

Hayvanlarla cinsel ilişki (SWA) - Davranışsal özellikler ve penil kanser ile olan olası ilişki: Çok merkezli çalışma<br />

Çeviri: Gençten Y, Erdemir F........................................................................................................................................... 29<br />

VI


İÇİNDEKİLER<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Ejakülator kanal obstrüksiyonlarında tanı ve cerrahi yöntemler [Derleme]<br />

Karakeçi A, Fırdolaş F, Orhan İ........................................................................................................................................ 31<br />

Anabolizan ilaçlar ve spermatogeneze etkileri [Derleme]<br />

Görür S, Çekiç Ç............................................................................................................................................................. 38<br />

Erkek infertilitesinde genetik bilgilendirme [Derleme]<br />

Şamlı M.......................................................................................................................................................................... 44<br />

Çocukluktan erişkinliğe Klinefelter sendromlu erkeğe sistemik bakış [Derleme]<br />

Başar MM, Alkan E........................................................................................................................................................ 52<br />

Erkek infertilitesinde aromataz inhibitörleri [Derleme]<br />

Karaköse A, Aydoğdu Ö, Ateşçi YZ, Gümüş B................................................................................................................. <strong>56</strong><br />

TESE’de başarıyı belirleyen faktörler [Derleme]<br />

Turunç T......................................................................................................................................................................... 59<br />

Sperm DNA fragmantasyonu, hiperaktivasyonu ve hyalüronan bağlama yeteneği in vitro fertilizasyon ve<br />

intrasitoplazmik sperm enjeksiyonunda fertilizasyon ve embriyo gelişimi için tahmin ettirici faktörler midir?<br />

Çeviri: Efe E, Resim S..................................................................................................................................................... 65<br />

Kriyoprezervasyon başarısının belirleyicileri olarak; spermatozoa ve seminal plazma yağ asitleri<br />

Çeviri: Çavuşoğlu T......................................................................................................................................................... 67<br />

Testiküler neoplazi veya lenfoproliferatif bozukluğu olan hastalarda semen kalitesi üzerine<br />

onkolojik tedavilerin etkileri<br />

Çeviri: Özgün S, Baş O, Hızlı F....................................................................................................................................... 68<br />

Diyabetik ratların prostat ve seminal veziküllerinde aquaporinlerin ekspresyonu<br />

Çeviri: Dinçer M, Şerefoğlu EC........................................................................................................................................ 70<br />

Mikrocerrahi vazoepididimostomi, gebelik elde etmede başarısız olmuş epididimal obstrüksiyonlu<br />

azospermik hastalarda etkin bir tedavidir<br />

Çeviri: Kalemci S, Altay AB............................................................................................................................................. 71<br />

KADIN CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Cinsel fonksiyonun değerlendirilmesi ve hemşirenin rolü [Derleme]<br />

Fışkın G, Kızılkaya Beji N...............................................................................................................................................73<br />

Metabolik sendrom ve kadınlarda seksüel disfonksiyon [Derleme]<br />

Öztürk H, Gümüş B.......................................................................................................................................................77<br />

Diyabetes mellitus’un kadın cinsel fonksiyonlarına etkisi [Derleme]<br />

Çiftçi H, Yeni E...............................................................................................................................................................83<br />

TÜRKİYEDEKİ ANDROLOJİ YAYINLARI.................................................................................................................88<br />

KONGRE TAKVİMİ.....................................................................................................................................................90<br />

VII


YAZIM KURALLARI<br />

1. And ro lo ji Bül te ni, Türk And ro lo ji Der ne ği’nin res mi ya y›n or ga n› olup, üç ay da bir ya y›n la n›r.<br />

2. Bül te nin ama c›, er kek ve ka d›n cin sel sağ l› ğ›, er kek in fer til te sin de sü rek li bil gi ak› ş› n› sağ la mak t›r. Bül ten de kong re ve<br />

kon fe rans bil di ri özet le ri, li te ra tür özet le ri ve der le me ler ya y›n la n›r. Der le me ler 4 say fa y›, li te ra tür özet le ri 1 say fa y›<br />

aş ma ya cak şe kil de ha z›r lan ma l› d›r.<br />

3. Ya y›n için ya z› gön de ren ya zar lar, ya z› la r›n çe vi ri içe ri ğin den so rum lu dur lar.<br />

4. Bül te ne gön de ri len ya z› lar, an lam ve ya z›m ku ral la r› yö nün den in ce le ne cek tir. Ya y›n ku ru lu ya z› lar da dü zen le me ler<br />

ya pa bi le cek tir.<br />

5. Bül te ne gön de ri le cek gün cel ma ka le özet le ri nin ak› c› bir çe vi ri ile Türk Dil Ku ru mu Türk çe söz lü ğü ve ya z›m ku ral la r›-<br />

na uy gun ola rak ya z›l ma s› ge rek li dir. Ya z› lar da bi lim sel içe ri ği boz ma ya cak şe kil de k› salt ma lar ve dü zelt me ler yap ma<br />

hak k› ya y›n ku ru lu na ait tir.<br />

6. Ya z› da kul la n› lan tab lo lar nu ma ra lan d› r›l ma l›, baş l›k içer me li, tab lo al t›n da ge rek li aç›k la ma ya p›l ma l›, ya z› için de ki<br />

yer le ri be lir til me li dir.<br />

7. Sa de ce stan dart k› salt ma lar kul la n›l ma l› d›r. Baş l›k ta k› salt ma kul la n›l ma ma l› d›r. K› salt ma stan dart bir öl çüm bi ri mi ne<br />

ait de ğil se, me tin de ilk kul la n›l d› ğ› ye rin önün de k› salt ma n›n ait ol du ğu tam te rim bu lun ma l› d›r.<br />

8. Der le me ler de kay nak lar, me tin de ge çiş s› ra s› na gö re nu ma ra lan d› r›l ma l› d›r ve NLM nin ‘In dex Me di cus’ta kul lan d› ğ›<br />

for mat esas al› na rak ha z›r lan m›ş aşa ğ› da ki ör nek stil ler kul la n›l ma l› d›r.<br />

1. Der gi ler: 1) Ya za r›n so ya d› ve isim le ri nin baş harf le ri (nok ta); 2) Ya z› n›n baş l› ğ› (ilk harf d› ş›n da ta ma men kü çük<br />

harf le) (nok ta); 3) Der gi nin ad› ve ya In dex Me di cu sa’a gö re k› sal t›l m›ş şek li; 4) Ya y›n lan d› ğ› y›l (nok ta l› vir gül); <strong>Cilt</strong><br />

nu ma ra s› (ara bik) (iki nok ta üst üs te ve boş luk); İlk say fa (ti re) son say fa (nok ta). Ör nek: Le vi ne LA, Est ra da CR,<br />

Storm DW, Mat kov TG. Pey ro nie di se ase in yo un ger men: cha rac te ris tics and tre at ment re sults.; J And rol. 2003 Jan-<br />

Feb;24(1):27-32.<br />

2. Ki tap lar: 1) Ya za r›n ad› (nok ta); 2) Ki ta b›n ad› (nok ta); 3) (Var sa) ka ç›n c› bas k› ol du ğu (nok ta); 4) Ya y›n lan d› ğ› şe hir<br />

(Bir kaç ta ney se yal n›z ca il ki) (vir gül); 5) Ya y› ne vi (vir gül); 6) Ya y›n lan d› ğ› y›l (nok ta l› vir gül ve boş luk); 7) İlk say fa (ti re)<br />

son say fa (nok ta). Ör nek: Cul ley Car son, Ro ger Kirby, Ir win Golds te in.; Text bo ok of Erec ti le Dysfunc ti on Ox fort, Isis<br />

Me di cal Me dia, 1999; 133-140.<br />

3. Kong re bil di le ri: 1) Ya za r›n so ya d› ve isim le ri nin baş harf le ri (nok ta); 2) Ya z› n›n baş l› ğ› (ilk harf d› ş›n da ta ma men<br />

kü çük harf le) (nok ta); (3) Ya y›n lan d› ğ› bi lim sel kon fe rans; 4) Ya y›n lan d› ğ› y›l (nok ta l› vir gül); <strong>Cilt</strong> nu ma ra s› (iki nok ta<br />

üst üs te ve boş luk); İlk say fa (ti re) son say fa (nok ta). Ör nek: Cul ley Car son. Ame ri can cont ributions to the treat ment<br />

of erec tile dysfunc tion. IS SIR 2002 / Mont real 26th Sep tem ber 2002;145<br />

9. Gün cel makale özet lerin de makale baş l›ğ›n›n al t›na orijinal literatürün yazar›, yay›n lan d›ğ› der gi y›l› ve der gideki<br />

say fa numaras›; makale sonuna ise özet leyenin ad› - soyad›, çal›ş t›ğ› kurum belir til melidir. Orjinal literatürün kaynak<br />

format›, Medline ile birebir olmal›d›r.<br />

10. Editöre mek tup lar, kay nak lar la bir lik te 1 say fay› aş mayacak şekil de yaz›l mal›d›r.<br />

11. Yaz›lar Word for Win dows for mat›n da, e-mail olarak and roloji@and roloji.org.tr ad resine gön deril melidir.<br />

VIII VIII


Derleme<br />

ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Prematür ejakülasyona güncel bakış ve<br />

tedavisindeki yenilikler<br />

Dr. Abdulmuttalip Şimşek, Dr. Emre Kandemir<br />

Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği, Fatih, İstanbul<br />

Giriş<br />

Prematür ejakülasyon (PE) en sık görülen erkek cinsel<br />

işlev bozukluğu olarak bilinse de; gerek tanımlaması ve<br />

gerekse de tedavisi geçmişten günümüze hala kesinlik<br />

kazanabilmiş değildir. Bu konuda yapılan birden fazla PE<br />

tanımı olması, yapılan prevelans çalışmalarında tutarsız<br />

sonuçların olmasına yol açmaktadır. Ayrıca PE salt objektif<br />

kriterlerle belirlenmiş bir hastalık olmadığı için, PE tanımı<br />

içerisine giren bütün hastalar birbirinden çok farklı özellikler<br />

göstermektedir. Bu durum; hastalığın kendi içerinde<br />

bazı subgruplara ayrılmasını kaçınılmaz kılmaktadır.<br />

Modern dünyada insanlar tarafında cinselliğin kalitesinin<br />

sorgulanmaya başlanması nedeniyle PE giderek daha fazla<br />

önem kazanmaktadır. Tanımdaki bu belirsizlik, tedavide<br />

de aynı şekilde sürmekte ve PE tedavisinde birbirinden<br />

farklı tedavi modaliteleri gündeme gelmektedir. Antidepresan<br />

ve topikal anestezik kremler en sık kullanılan tedavi<br />

yöntemleri olarak bilinse de; bütün hastalarda aynı etkinin<br />

görülmemesi hasta bazlı değerlendirmeyi zorunlu kılmaktadır.<br />

Ülkemizde hekime ulaşımın kolaylaşması sonucu PE<br />

prevelansında gözlenen artış, ilaç endüstrisinin PE tedavisi<br />

ile yakından ilgilenmesi ve dapoksetin gibi yeni tedavi alternatiflerinin<br />

oluşması biz hekimlerin PE tanısı ve tedavisi<br />

konusunda güncel kalmamız gerektiğini göstermektedir.<br />

Prematür ejakülasyon tüm memeli grupları içerisinde<br />

sadece insanı ilgilendiren bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

Şempanzelerde ortalama 6 sn. olan ejakülasyon<br />

zamanı ‘coitus citus’ olarak sadece üreme amacına<br />

yöneliktir. İnsanlarda ise 1960’larda kadın orgazmının<br />

keşfedilmesiyle beraber PE bir bozukluk olarak görülmeye<br />

başlanmış, kadın orgazmının sağlanabilmesi için erkeğin<br />

‘prematür ejakülasyon’u engellenmeye çalışılmıştır. PE<br />

İlk defa 1887’de Gros tarafından olgu bildirimi şeklinde<br />

belirtilmiştir (1). Günümüze kadar geçen zamanda patofizyoloji<br />

hala tam anlaşılabilmiş değildir. Ancak hastalığın<br />

tanımı, tedavisi ve sınıflamasında özellikle son 20-25 yılda<br />

önemli değişiklikler yaşanmıştır. PDE-5 inhibitörlerinin tedavide<br />

kullanılmaya başlanması, Dapoksetin molekülünün<br />

birçok Avrupa ülkesi gibi Türkiye’de de ruhsat alması ile<br />

beraber, tedavi algoritmalarının yeniden gözden geçirileceği<br />

açıktır.<br />

Tanı<br />

PE, tıp tarihi boyunca birçok kişi ve kurum tarafından<br />

farklı şekillerde tanımlanmıştır (Tablo 1). Tanımlamaların<br />

büyük bir kısmı kanıta dayalı olmak yerine otoritelerin kabulüne<br />

dayanmaktadır (2-7). Bu durumun üstesinden gelmek<br />

için güncel tanımlamalar geliştirilmiş ve özgün kriterler<br />

oluşturulmaya çalışılmıştır.<br />

International Society for Sexual Medicine (ISSM) 2008<br />

yılında geliştirdiği yeni tanımlamaya göre PE ‘Hemen her<br />

zaman ejakülasyonun vajinal penetrasyondan önce ya da<br />

penetrasyon sonrası 1 dakika içinde olması, bu durumu<br />

erteleyebilmedeki yetersizlik ve bunun doğurduğu stres,<br />

kaygı ve seksüel temasdan kaçınma gibi negatif psikolojik<br />

sonuçlar yaşama’ şeklinde tanımlanmıştır.<br />

Bu tanımlama diğerleri ile kıyaslandığında objektif değerlendirmeye<br />

daha uygun olsa da, PE şikayeti olan tüm<br />

hastaları kapsayamamaktadır. Vajen içi ejakulasyon gecikme<br />

zamanı (intravaginal ejaculatory latency time – IELT)<br />

genellikle 1 dakikadan fazla olan ancak bazen erken ejaküle<br />

olan hastalar, IELT’si hemen her zaman 1 dakikadan<br />

fazla olup negatif psikolojik sonuçlar yaşayan hastalar ve<br />

homoseksüel erkekler bu tanımlamanın dışında kalmaktadır.<br />

Bu durum PE’nin tek bir hastalık değil, bazı alt gruplardan<br />

oluşan hastalıklar bütünü olduğunu göstermektedir<br />

(8,9).<br />

PE kendi içinde dört alt gruba ayrılmaktadır. Yaşam<br />

boyu PE, edinsel PE, Doğal-değişken PE ve PE benzeri bozukluk<br />

(10-12), (Tablo 2). Edinsel PE ile ilgili tanımlar hala<br />

yetersiz görünmektedir. Son kılavuzlar ISSM’nin ‘yaşam<br />

1


ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

Tablo 1. Prematür ejakülasyon tanımlamaları.<br />

Yıl<br />

1970<br />

1980<br />

1994<br />

2000<br />

2001<br />

2003<br />

2004<br />

2004<br />

2005<br />

2008<br />

Kaynak<br />

Masters ve Johson<br />

DSM-3 1<br />

ICD 2<br />

DSM - 4<br />

EAU 3<br />

Metz ve McCarthy<br />

AUA 4<br />

ICUD 5<br />

Waldinger ve ark.<br />

ISSM 6<br />

Tanım<br />

Cinsel birlikteliklerin en az yarısında partnerinin cinsel tatmine ulaşmasını sağlayacak olan<br />

ejakülasyon süresini sağlayamama durumudur.<br />

Ejakülasyon ve orgazmın, kişinin kendi isteğinden önce olması ve kişinin bu durumu engellemede<br />

geçici veya kalıcı yetersizliği durumudur.<br />

Ejakülasyonun vajinal temastan önce ve hemen sonra meydana gelmesi (15 sn. veya daha az)<br />

veya yeterli ereksiyon sağlanamadan meydana gelmesi sonucu çiftlerin seksüel tatminden yoksun<br />

kalması ve bunu engellemede yetersiz kalma durumudur.<br />

Az bir cinsel uyarım sonucu ejakülasyonun, penetrasyondan önce yada hemen sonra veya kişinin<br />

istemediği bir zamanda meydana gelmesi ve bu durumun kişinin üzerinde stres ya da çiftler arası<br />

problem yaratma durumudur.<br />

Vajinal temastan önce ereksiyonu yeterli sürede sağlayamama durumu ve bunu kontrolde yetersizliktir.<br />

(Fertilitede yetersizliği kapsamaz)<br />

Ejakülasyonu bilinçli ve istemli olarak kontrol etmede yetersiz kalma durumudur.<br />

Ejakülasyonun vajinal temastan önce ya da hemen sonra kişinin isteğinden daha erken olması, bu<br />

durumun partnerlerin birinde ya da her ikisinde stres yaratmasıdır.<br />

Ejakülasyonun kalıcı veya geçici olarak, vajinal temastan önce ya da hemen sonra kişinin isteğinden<br />

daha erken olması, kişinin bu durumu engellemede çok az yeterli olması ya da hiç yeterli olamaması<br />

ve bu durumun kişide vaya partnerinde stres yaratmasıdır.<br />

IELT’nin 1 dakikadan daha az olması (kesin) veya 1 – 1,5 dakika arasında olması(muhtemel)<br />

durumudur. Bu durum kişinin üzerinde yarattığı olumsuz etkinin şiddetine göre de tsınıflandırılabilir.<br />

Ejakülasyonun hemen her zaman ya da genellikle vajinal temastan sonra 1 dakika içinde olması,<br />

cinsel temasların tamamına yakınında bu durumu ertelemede yetersiz kalınması ve bunun kişide<br />

stres, kaygı ya da seksüel temasdan kaçınma gibi olumsuz sonuçlar doğurması ile karakterize bir<br />

erkek seksüel bozukluğudur.<br />

McMahon 3 ve EC Serefoglu’dan 54 yararlanılmıştır. 1 DSM, Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders; 2 ICD, International Statistical Classification of Disease;<br />

3<br />

EAU, European Association of Urology; 4 AUA, American Urological Association; 5 ICUD, International Consultation of Urological Diseases; 6 ISSM, International Society<br />

of Sexual Medicine.<br />

boyu’ tanımlamasının ‘edinsel’ PE için de kullanılabileceğini<br />

önerseler de bu durum kanıta dayanmamaktadır<br />

(13). Edinsel PE grubundaki hastaların daha yaşlı olması<br />

ve şikayetlerinin daha fazla olması bu altgruba önem kazandırmaktadır<br />

(14-17). PE tanımlamasında ve sınıflandırmasında<br />

intravajinal ejakülasyon zamanı (IELT, Intravaginal<br />

ejaculatory latency time) vajinal temasdan sonra ejakülasyona<br />

kadar geçen süreyi göstermektedir. Her hasta için<br />

ortak bir ‘erken’ zaman olmadığı için IELT’nin iyi tanımlanması<br />

ve belirtilmesi gerekmektedir.<br />

Doğal değişken PE, tesadüfi ve durumsal olarak ani<br />

ejakülasyon tarifler. Bu hastalar IELT normal veya normalden<br />

uzun olmasına rağmen PE benzeri şikayetler tanımlarlar.<br />

Bu alt grup kanıta dayalı olmayıp otoritelerin kabulüne<br />

Tablo 2. PE şikayeti ile başvuran hastaların sınıflamasında kullanılan semptomların karşılaştırılması.<br />

Yaşam boyu PE<br />

IELT* 30- 60 sn. arasında<br />

(%80), 1-2 dk. arasında (%20)<br />

İlk seksüel temastan itibaren<br />

Hemen her kadınla<br />

Hemen her temastan önce<br />

Nörobiyolojik - genetik<br />

nedenler<br />

Edinsel PE<br />

IELT kısa (2 dk. altında)<br />

Bazı dönemlerde<br />

Daha önce normal<br />

ejakülasyon tarifleme<br />

Oluşması aniden ya da<br />

kademeli olarak meydana<br />

gelmiş olan<br />

Ürolojik -tiroidal problemler<br />

veya psikolojik- partnerler<br />

arası problemler<br />

Doğal değişken PE<br />

IELT kısa ya da normal<br />

Değişken ve düzensiz olarak<br />

meydana gelen<br />

Ejakülasyonu erteleyebilmede<br />

kısmen veya tamamen<br />

yetersizlik<br />

Giderek azalan ejakülasyon<br />

kontrolü tarifleme<br />

Psikoterapi birinci basamak<br />

tedavi olarak düşünülebilir.<br />

EC Serefoğlu’dan (54) yararlanılmıştır; *IELT: Intravaginal ejeculatory latency time, İntravajinal ejakülasyon gecikme zamanı.<br />

PE benzeri bozukluk<br />

IELT normal veya daha uzun<br />

Sürekli ya da ara ara hızlı<br />

ejakülasyon algısı<br />

Ejakülasyonu erteleyebilmede<br />

kısmen veya tamamen<br />

yetersizlik<br />

Erken ejekule olduğu veya<br />

ejakülasyonu kontrol<br />

edemediği düşüncesinde olma<br />

Oluşan kaygısal durum başka<br />

bir psikolojik problemle<br />

ilişkilendirilemez.<br />

2


Derleme<br />

ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

dayansa da hastaların sınıflandırılması için yararlı olmuştur.<br />

PE’nin alt grupları arasında şikayetlerin şiddeti ve tedavi<br />

arayışı konusunda farklılıklar olduğu gözlendi (12). Yapılan<br />

çalışmalarda medikal tedavi alan hastaların büyük çoğunluğunu<br />

edinsel PE ve yaşam boyu PE olan hasta grupları<br />

oluşturmaktaydı ve bu durum yeni yapılan çalışmalarla<br />

da desteklendi (16,17). Sonuçlar göz önüne alındığında<br />

yaşam boyu PE ve edinsel PE hastalarının şikayetlerinin<br />

daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Şerefoğlu ve ark. (17)<br />

tarafından yapılan bir çalışmada PE altgrupları arasında<br />

PEP (Prematür Ejakülasyon Hasta Profili) kullanılarak değerlendirme<br />

yapılmış ve dört büyük gözlemsel çalışmadan<br />

ve ilaç çalışmalarından yararlanılmıştır. Gruplar arası<br />

aralarında anlamlı fark bulunmasa da şikayeti fazla olandan<br />

aza göre sıralandığında edinsel PE birinci, yaşam boyu<br />

PE ikinci, doğal-değişken PE üçüncü, PE benzeri bozukluk<br />

dördüncü sırada gelmektedir.<br />

PE prevelansının belirlenmesi amacı ile birçok çalışma<br />

yapılmıştır. Ancak tanımlama konusundaki yetersizlik<br />

nedeniyle doğru bir prevelans çalışması mümkün görünmüyor.<br />

Evrensel bir tanımlamanın olmaması nedeniyle bir<br />

çok çalışma çelişkili sonuçlara dayanmaktadır (13,19,20).<br />

Hepsi birlikte değerlendirildiğinde ortalama %20 prevelans<br />

değeri öngörülmektedir (19,20).<br />

DSM-IV tanımlamasını kullanan çalışmalarda PE, %20<br />

-30 bulunmuştur. Bu veriye dayanarak PE en sık görülen<br />

erkek seksüel disfonksiyonu olarak tanımlanmıştır<br />

(21,22,23). Bu tanımlamadaki muğlak ifadeler nedeniyle<br />

(şikayet, belirgin stres) elde edilen veriler tartışmaya yol<br />

açmış ve gerçek prevelansı yansıtmada yetersiz kalmıştır<br />

(12,19). ISSM tanımlamasına göre yaşam boyu PE prevelansı<br />

%1-5 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Diğer<br />

epidemiyolojik çalışmalardan daha düşük olan bu oran,<br />

diğer alt grupların dahil edilmemesinden kaynaklanabilir<br />

(12).<br />

McMahon ve ark. yaptığı 4997 hasta üzerinde yaptıkları<br />

çalışmada, Asya-Pasifik ülkerinde PE prevelansının<br />

erektil disfonksiyondan (ED, erectile disfonction) daha<br />

yüksek olduğunu buldular (24). Ancak katılımcıların dağılımına<br />

bakıldığında yarıya yakınının 18-35 yaş arası olması<br />

sonucu çelişkili kılmaktadır.<br />

Malezya da yapılan birinci basamak güncel kesitsel bir<br />

çalışmada, PEDT (Prematür Ejeculation Diagnostic Tool)<br />

kullanılmış ve %40,6 oranında yüksek bir oran saptanmıştır<br />

(25). Bu prevelans gerçek dağılımı tam yansıtamaz bu<br />

yüzden bu çalışmaya ihtiyatla yaklaşılır çünkü; PEDT’nin<br />

PE’yi yansıtmada duyarlılığı yüksek ancak özgüllüğü düşüktür<br />

(15,24).<br />

Türkiye’de yapılan bir epidemiyolojik çalışmada, PE taramasında<br />

ejakülasyon zamanından tatmin olmayan hastalar<br />

çalışmaya dahil edildi (16). Bunlar özelliklerine göre<br />

alt gruplara ayrıldı. Ayrıca diğer çalışmalarda yapılan isteğe<br />

bağlı katılımdan farklı olarak posta koduna göre randomize<br />

dağılım sağlandı. Bu çalışmada PE şikayeti belirten<br />

hastaların oranı %20 bulundu (16). Ayrıca prevelans oranları<br />

alt gruplara göre ayrı ayrı değerlendirildiğinde yaşam<br />

boyu PE %2.3, edinsel PE %3.9, doğal değişken %8.5 ve<br />

PE benzeri bozukluk %5.1 olarak bulunmuştur. Bu çalışma<br />

alt grupların prevelansı açısından yapılmış olan ilk çalışmadır.<br />

Ayrıca PE hastalarının birçoğunun ‘doğal değişken’ ve<br />

‘prematür benzeri bozukluk’ olduğu varsayımını da doğrulamaktadır<br />

(12). Edinsel ve yaşam boyu PE’deki düşük<br />

oranlar göstermektedir ki; gerçek PE hastaları %8’den fazla<br />

değildir. PE çalışmalarındaki çok düşük tedavi isteme oranı,<br />

hekime başvurunun gerçek prevelanstan düşük olduğunu<br />

gösterir (16). Başka bir çalışmada da PE hastalarının<br />

sadece %10’u hekime başvurmakta ve bunların çoğunu<br />

edinsel PE olan hastalar oluşturmaktalar. Bu aynı zamanda<br />

hekime başvuran hastaların çoğunun edinsel ve yaşam<br />

boyu PE’den muzdarip olanlar olduğunu göstermektedir<br />

(17).<br />

PE tanımları içinde ‘vajinal penetrasyon’ bulunduğundan<br />

homoseksüel erkekler çalışma dışı kalmaktadır. PEDT<br />

kullanılarak 2640 erkek üzerinde Kuzey Amerikada yapılan<br />

kohort çalışmasında prevelans oranlarının tüm yaş<br />

grupları içerisinde tutarlı olduğu ve %10 seviyelerinde<br />

seyrettiği görülmüştür. Genç yaşta olanların, AÜSS düşük<br />

olanların ve genç partneri olanların PE ‘den daha muzdarip<br />

olduğu görülmüştür (26).<br />

Tedavi<br />

Ürologlarla ilgili yapılan güncel bir çalışmada PE kliniği<br />

ile başvuran hastaların yaklaşık %15’inin, güncel kılavuzlara<br />

göre değerlendirildiğinde yanlış tedavi ve tavsiye aldıkları<br />

gösterilmiştir (27). Bu durum üroloji uzmanlık eğitiminde<br />

PE tecrübesinin yetersizliğinden kaynaklanmış olabilir.<br />

PE tedavisinde birçok tedavi alternatifi bulunmaktadır. Topikal<br />

anestezik kremler, SSRI’lar, PDE-5 inh.’leri, tramadol,<br />

aerosol ihtiva eden kremler bunlar içinde sayılabilir. Davranış<br />

tedavileri, psikolojik tedavi, akapunktur ve cerrahi te-<br />

3


ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

daviler de diğer seçenekler arasındadır (13,20,28).<br />

Psikolojik tedavi, doğal-değişken PE ve PE benzeri bozukluk<br />

olan hastalarda birinci basamak tedavi olarak düşünülebilir<br />

(12). Daha önce bildirilen yüksek başarı oranlarına<br />

rağmen, psikolojik terapi ile ilgili yapılan çalışmaların<br />

çoğunun randomize kontrollü çalışma olmadığı ve uzun<br />

dönem takiplerinin yetersiz olduğu görülmüştür (29). Bu<br />

tedavinin farmakoterapi ve seksüel danışmanlık ile desteklenmesi<br />

gerektiği belirtimiştir (30,31). Örneğin PE ve<br />

buna eşlik eden ED şikayeti olan bir hastada kombinasyon<br />

tedavisi ED’nin stres faktörünü azaltmaya da yardımcı olabilir<br />

(32-34). İki fazlı ve randomize yapılan bir çalışmada<br />

paroksetin ve lidokain bazlı krem tedavisi ile davranış tedavisi<br />

kıyaslanmış. Her iki gruba yapılan 2 aylık tedavilerin<br />

kesilmesinin ardından, medikal tedavi alan grupta IELT’nin<br />

8 kat artışına karşın, davranış tedavisi alanlarda 1,7 kat artış<br />

görülmüştür (35). Bu sonuç, medikal tedavinin bir adım<br />

önde olduğunu ancak kombine tedavi alternatiflerinden<br />

de yararlanılması gerektiğini vurgular.<br />

Davranış tedavileri incelendiğinde Semans tarafından<br />

tarif edilen ‘Dur-Başla’ programı (36) ve Masters ve Johnson<br />

tarafından tarif edilen ‘sıkma’ tekniği2 gösterilebilir.<br />

Bu uygulamalar kısaca hastanın coitus sırasında ejakülasyondan<br />

hemen önce vaginal penetrasyonu sonlandırması<br />

veya kendi kontrolü ile ejakülasyonu ertelemesi prensibine<br />

dayanmaktadır. İlişki öncesi mastürbasyon uygulanmasının<br />

da benzer etkisi olduğu görülmüştür (37). Bütün bu<br />

tedaviler farmakolojik tedaviler ile güçlendirilerek yararlı<br />

olunabilir.<br />

Topikal ajanlar üzerinde en çok bilgi sahibi olduğumuz<br />

tedavi alternatifleri arasındadır. Kullanımının kolay olması<br />

ve hasta tarafından iyi tolere edilmesi avantajlarındandır.<br />

Randomize, çift kör ve plasebo kontrollü bir çalışmada<br />

%5 lidokain-prilokain krem ilişkiden 20 dakika önce uygulandığında<br />

IELT’yi önemli ölçüde arttırdığı görülmüştür<br />

(39,54). Toplam 84 PE’li erkeği kapsayan bir başka plasebo<br />

kontrollü bir çalışmada sildenafil ve lidokain-prilokain<br />

krem kombinasyon tedavilerinin plaseboya ve diğer<br />

monoterapilere göre anlamlı olarak başarılı olduğu görülmüştür<br />

(40,54). TEMPE adı altında geliştirilen lidokain ve<br />

prilokain içeren spreyin ise IELT’de 6,3 kat artış sağladığı<br />

görülmüştür. SS-krem ise 9 farklı bitki ekstresinden yapılan<br />

yeni bir topikal anestetik ajandır (41). SS-krem ile yapılan<br />

randomize, çift kör ve plasebo kontrollü bir çalışmada IELT<br />

ortalamasını 1,37’den 10,92’ye çıkarmış ve %82 oranında<br />

artmış seksüel tatmin rapor edilmiştir (42). Sonuç olarak<br />

topikal tedaviler önemli tedavi alternatifleri arasında yer<br />

almaktadır.<br />

SSRI’larla yapılan oral farmakolojik tedavi, PE tedavisinin<br />

temelini oluşturmaktadır. Seratonin hormonu, ejakülasyonda<br />

santral sinir sisteminde inhibitör rol oynamakta<br />

ve bu etkinin SSRI’larla güçlendiği görülmektedir (43).<br />

SSRI alımından birkaç gün sonra etki başlamakta ve maksimum<br />

etki 1-2 haftayı bulmaktadır. Yaşam boyu PE tedavisinde<br />

SSRI’lar birinci basamak tedavi olarak öne çıkmaktadır<br />

(13,20).<br />

SSRI’lar arasında paroksetin’in, fluoksetin, klomipramin<br />

ve sertralin’e göre daha önde olduğu görülmüştür<br />

(44,45). Paroksetin’in yapılmış birçok çalışmada yan etkilerinin<br />

birçoğu anlaşılmış ve fertiliteye olan olumsuz etkileri<br />

gösterilmiştir (45-49). Yapılan çalışmalar kronik SSRI<br />

kullanımının spermatogenez, sperm transportu ve sperm<br />

hücre zarına olumsuz etkileri olduğunu kanıtlamıştır (45-<br />

49). Kronik SSRI kullanımının sperm hasarına yol açma<br />

mekanizması henüz anlaşılamamış olup, isteğe bağlı SSRI<br />

kullanımının (dapoksetin) etkisi ile ilgili yeni çalışmalara ihtiyaç<br />

vardır.<br />

SSRI kullanımında infertilite riskinde artışın yanı sıra,<br />

bazı hayvan çalışmaları SSRI’ların erektil fonksiyonu bozabileceğini<br />

göstermiştir. Angulo ve ark. (50) paroksetinin,<br />

NO ve nöronal NO sentaz düzeyini azaltarak ED’ye yol açtığını<br />

göstermiştir. Kadıoğlu ve ark. (51) sertralin ve fluoksetinin<br />

vazodilatatör ajanları azaltarak özellikle NO sentaz<br />

ve endoteliyal NO sentaz düzeylerini etkileyip ED’ye yol<br />

açtığını ispatlamışlardır. Diğer birçok çalışmada da ilacın<br />

kesilmesinden sonra da devam edebilen olumsuz seksüel<br />

yan etkiler (libido azalması, anorgazmi) bildirilmiştir<br />

(52,53).<br />

Yeni geliştirilen bir SSRI olan dapoksetin hızlı emilen<br />

ve çabuk elimine edilen yönüyle öne çıkmaktadır (54). Bu<br />

tedavi alternatifi IELT’de 2,5 - 3 dakika artış sağlamakta,<br />

kısıtlı yan etkilerine rağmen isteğe bağlı kullanım olanağı<br />

sunmaktadır (55). Dapoksetin ile ilgili yapılan faz 3 çalışmasının<br />

sonucunda IELT’yi 12.haftanın sonunda taban değer<br />

olan 0,9 dakikadan; 30mg (3,1 dk.) 60 mg (3,6 dk.)<br />

ve plasebo (1,9 dk.) ile anlamlı oranda artış sağlamıştır<br />

(<strong>56</strong>,57). PDE-5 inh. ile ilaç-ilaç etkileşimi bildirilmemiştir.<br />

Bazı durumlarda vazovagal senkop görüldüğü bildirilmiştir<br />

(58). İsteğe bağlı kullanım söz konusu olduğu için günlük<br />

alınan SSRI’lara göre infertilite ve ED gelişmesi konusunda<br />

4


Derleme<br />

ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

daha avantajlı konumda olduğu düşünülebilir. Ayrıca günlük<br />

SSRI kullanmak istemeyen hasta popülasyonu için de<br />

uygun bir alternatif olarak gözükmektedir. Ancak bu konuda<br />

yapılacak yeni çalışmalara ihtiyaç vardır. Dapoksetin<br />

ile ilgili öngörülebilen tek dezavantaj spontan cinsel ilişki<br />

isteyen genç hasta grubundaki kullanımıdır. İlişki öncesi<br />

alınma zorunluğu, planlı cinsel ilişki gerektirmektedir.<br />

PDE-5 inhibitörleri, PE tedavi potansiyeli olan ilaçlardır.<br />

Randomize, çift kör ve plasebo kontrollü bir çalışmada<br />

PDE-5 inhibitörleri IELT’yi anlamlı olarak değiştirmemişse<br />

de; ejakülasyon kontrol yeteneğinde artış, seksüel tatminde<br />

artış ve ikinci ejakülasyona ulaşmak için gereken<br />

refraktör zamanda azalma sağlamıştır (59). Yine bir randomize,<br />

çift kör, paralel grup çalışmasında PDE-5 inh.’leri<br />

IELT ve seksüel tatminde anlamlı düzelmelere yol açmış,<br />

SSRI’lar ve Dur-başla tekniğine kıyasla seksüel anksiyetede<br />

azalmaya yol açmıştır (60,61). Sildenafil, vardenafil ve<br />

tadalafili karşılaştıran bir başka çalışmada; sadece vardenafil<br />

plaseboya göre ejakülasyonda anlamlı gecikmeye yol<br />

açmıştır (62). PE’nin erektil disfonksiyon ile birlikte olduğu<br />

durumlarda PDE-5 inh.’leri her iki durumun düzeltilmesinde<br />

yararlı olmaktadır (54,63,64). Sonuç olarak PDE-5<br />

inh.’lerinin PE’de kullanımı halen tartışmalı olsa da; ED eşlik<br />

eden hastalar için iyi bir alternatif olduğu açıktır.<br />

Alfa-1 adrenerjik tedavi PE tedavisi için önerilen yeni<br />

bir tedavi yöntemi olarak öne çıksa da, PE’yi tedavi ettiğine<br />

dair kısıtlı bilgiler mevcuttur. Alfa1 adrenerjik antagonistler<br />

olan terazosin ve alfuzosin’in bazı çalışmalarda<br />

IELT’de anlamlı artış sağladığı gösterilmiştir (65-67).<br />

Tramadol opioid grubu bir analjeziktir. PE tedavisinde<br />

isteğe bağlı kullanımda 50 mg tramadol plaseboya göre<br />

IELT’yi anlamlı olarak uzatmış, seksüel tatminde ve ejekulatuar<br />

kontrolde artış sağlamıştır (68,69). On bir farklı ülkeden<br />

600 hasta ile yapılan bir başka çalışmada 62 mg tramadol<br />

içeren oral preperat kullanılmış ve IELT’de anlamlı<br />

artış saptanmıştır (70). Tolere edilebilen yan etkiler dışında<br />

etkileşim görülmemiştir. Ancak bir opioid olan tramadolün<br />

uzun dönem etkileri, ilaç bağımlılığı ve seksüel disfonksiyon<br />

riski ile ilgili yapılacak çalışmalara ihtiyaç vardır.<br />

Sunay ve ark. yaptıkları bir çalışmada; günlük paroksetin<br />

kullanımının sınırlı etkisine karşın akupunktur, ejakülasyon<br />

gecikmesinde plaseboya göre güçlü bir etkiye sahiptir<br />

(71). Akapunkturu destekleyen başka çalışmalar da mevcuttur<br />

(72).<br />

Cerrahi tedavi de bir diğer seçenek olarak gözükmektedir.<br />

Dorsal sinir nörotomi ile penil hipoanestezi, glans<br />

penise hyaluronik asit jel augmentasyonu yaşam boyu<br />

PE’lerde uzun dönem ilaç kullanımının önüne geçmek için<br />

düşünülebilir (73,74). Bir diğer çalışmada, sünnet derisi<br />

üzerinde yapılan düzeltme cerrahisi ile IELT 64,25 sn.’den<br />

731,49’a çıkarak PE’de anlamlı iyileşme sağladığı kaydedilmiştir<br />

(75). Ancak bu konudaki çalışmalar kısıtlıdır.<br />

PE tedavi yönetimi oldukça karmaşıktır ve içinde çok<br />

farklı tedavi alternatifleri barındırır. Hekim PE tedavisine<br />

başlamadan önce hastanın hangi PE altgrubuna ait olduğuna<br />

karar vermelidir. Hastanın semptomlarının ciddiyeti, ilaç<br />

yan etkileri, hastanın yaşı, eşlik eden diğer hastalıkları göz<br />

önünde bulundurulmalıdır. Monoterapiye yanıt alınamayan<br />

hastalarda psikolojik, davranışsal ve farmakolojik tedaviler<br />

kombine edilmelidir. Partner tedavisi de yararlı olabilir.<br />

Sonuç<br />

PE, gerek teşhisi ve kategorize edilmesi gerek tedavisi<br />

açısından ele alındığında oldukça karmaşık bir hastalık<br />

olarak gözükmektedir. ISSM’nin yaşam boyu PE ile ilgili<br />

tanımlaması kanıta dayalı tek tanımlama olarak öne çıkmaktadır.<br />

Diğer alt gruplar için yeni yapılacak çalışmalara<br />

ihtiyaç olduğu açıktır. PE tedavisinde kullanılacak tedavi<br />

yöntemlerinin her hasta için ayrı ayrı değerlendirilmesi<br />

gerekmektedir. PE tedavisinde yakın zamanda kullanıma<br />

giren dapoksetin bu çalışmada söz edilen avantajları ile<br />

geleceğe dair yeni umutlar doğurmaktadır.<br />

Kaynaklar<br />

1. Gross S.; Practical Treatise on Impotence and Sterility and Allied<br />

Disorders of the Male Sexual Organs. Edinburg, YJ Pentland, 1887.<br />

2. Masters WH, Johnson VE.; Human Sexual Inadequacy, Boston, MA,<br />

Little & Brown, 1970.<br />

3. McMahon CG, Althof S, Waldinger MD, Porst H, Dean J, et al. An<br />

evidence-based definition of lifelong premature ejaculation: report of<br />

the International Society for Sexual Medicine Ad Hoc Committee for<br />

the Definition of Premature Ejaculation.; BJU Int. 2008;102:338–50.<br />

4. Waldinger MD, Quinn P, Dilleen M, Mundayat R, Schweitzer DH, et al.<br />

A multinational population survey of intravaginal ejaculation latency<br />

time.; J Sex Med. 2005;2:492–7.<br />

5. American Psychiatric Association .; Diagnostic and Statistical Manual<br />

of Mental Disorders, Text Revision, 4th edition. Washington, DC,<br />

American Psychiatric Publishing, Inc.; 2000.<br />

6. World Health Organization.; International Classification of Diseases<br />

and Related Health Problems, 10th edition, Geneva, World Health<br />

Organization, 1994.<br />

7. American Psychiatric Association.; Diagnostic and Statistical Manual<br />

of Mental Disorders, Text Revision, Washington, DC; American<br />

Psychiatric Publishing, Inc. 1980.<br />

8. Shapiro B. Premature ejaculation: a review of 1130 cases.;J Urol.<br />

1943;50:6.<br />

5


ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

9. Godpodinoff ML. Premature ejaculation: clinical subgroups and<br />

etiology.; J Sex Marital Ther. 1989;15:130–4.<br />

10. Waldinger MD, Schweitzer DH. Changing paradigms from a historical<br />

DSM-III and DSM-IV view toward an evidence-based definition of<br />

premature ejaculation. Part I—validity of DSM-IV-TR.; J Sex Med.<br />

2006;3:682–92<br />

11. Waldinger MD, Schweitzer DH. Changing paradigms from a historical<br />

DSM-III and DSM-IV view toward an evidence-based definition of<br />

premature ejaculation. Part II—proposals for DSM-V and ICD-11.; J Sex<br />

Med. 2006;3:693–705.<br />

12. Waldinger MD. Recent advances in the classification, neurobiology and<br />

treatment of premature ejaculation.; Adv Psychosom Med. 2008;29:50–<br />

69.<br />

13. Althof SE, Abdo CH, Dean J, Hackett G, McCabe M, et al. International<br />

Society for Sexual Medicine's guidelines for the diagnosis and<br />

treatment of premature ejaculation.;J Sex Med. 2010;7:2947–69.<br />

14. Basile Fasolo C, Mirone V, Gentile V, Parazzini F, Ricci E. Premature<br />

ejaculation: prevalence and associated conditions in a sample of<br />

12,558 men attending the andrology prevention week 2001—a study of<br />

the Italian Society of Andrology (SIA).; J Sex Med. 2005;2:376–82.<br />

15. Serefoglu EC, Yaman O, Cayan S, Asci R, Orhan I, et al. The comparison of<br />

premature ejaculation assessment questionnaires and their sensitivity<br />

for the four premature ejaculation syndromes: results from the Turkish<br />

society of andrology sexual health survey.; J Sex Med. 2011;8:1177–85.<br />

16. Serefoglu EC, Yaman O, Cayan S, Asci R, Orhan I, et al. Prevalence<br />

of the complaint of ejaculating prematurely and the four premature<br />

ejaculation syndromes: results from the Turkish Society of Andrology<br />

Sexual Health Survey.; J Sex Med.2011;8:540–8.<br />

17. Serefoglu EC, Cimen HI, Atmaca AF, Balbay MD. The distribution<br />

of patients who seek treatment for the complaint of ejaculating<br />

prematurely according to the four premature ejaculation syndromes.;J<br />

Sex Med. 2010;7:810–5.<br />

18. Porst H, McMahon CG, Althof SE, Sharlip I, Bull S, et al. Baseline<br />

characteristics and treatment outcomes for men with acquired or<br />

lifelong premature ejaculation with mild or no erectile dysfunction:<br />

integrated analyses of two phase 3 dapoxetine trials.; J Sex Med.<br />

2010;7:2231–42.<br />

19. Waldinger MD. The neurobiological approach to premature ejaculation.;<br />

J Urol.2002;168:2359–67<br />

20. Hatzimouratidis K, Amar E, Eardley I, Giuliano F, Hatzichristou D, et<br />

al. Guidelines on male sexual dysfunction: erectile dysfunction and<br />

premature ejaculation.; Eur Urol. 2010;57:804–14.<br />

21. Laumann EO, Paik A, Rosen RC. Sexual dysfunction in the United States:<br />

prevalence and predictors.; JAMA. 1999;281:537–44.<br />

22. Laumann EO, Nicolosi A, Glasser DB, Paik A, Gingell C, et al. Sexual<br />

problems among women and men aged 40–80 y: prevalence and<br />

correlates identified in the Global Study of Sexual Attitudes and<br />

Behaviors.; Int J Impot Res. 2005;17:39–57.<br />

23. Porst H, Montorsi F, Rosen RC, Gaynor L, Grupe S, et al. The Premature<br />

Ejaculation Prevalence and Attitudes (PEPA) survey: prevalence,<br />

comorbidities, and professional help-seeking.; Eur Urol 2007.<br />

51816–23.23discussion 824.<br />

24. McMahon CG, Lee G, Park JK, Adaikan PG. Premature ejaculation<br />

and erectile dysfunction prevalence and attitudes in the Asia-Pacific<br />

region.; J Sex Med.2012;9:454–65.<br />

25. Tang WS, Khoo EM. Prevalence and correlates of premature ejaculation<br />

in a primary care setting: a preliminary cross-sectional study.; J Sex<br />

Med. 2011;8:2071–8.<br />

26. Shindel AW, Vittinghoff E, Breyer BN. Erectile dysfunction and<br />

premature ejaculation in men who have sex with men.; J Sex Med.<br />

2012;9:576–84.<br />

27. Lujan S, Garcia-Fadrique G, Morales G, Morera J, Broseta E, et al. Are<br />

urology residents ready to treat premature ejaculation after their<br />

training.; J Sex Med.2012;9:404–10.<br />

28. Giuliano F, Clement P. Pharmacology for the treatment of premature<br />

ejaculation.Pharmacol Rev.; 2012;64:621–44.<br />

29. Melnik T, Althof S, Atallah AN, Puga ME, Glina S, et al. Psychosocial<br />

interventions for premature ejaculation.; Cochrane Database Syst Rev.<br />

2011. p. CD008195.<br />

30. Rowland D, Cooper S. Practical tips for sexual counseling and<br />

psychotherapy in premature ejaculation.; J Sex Med. 2011;8 Suppl<br />

4:342–52.<br />

31. Lee J. Potential Risks for the off-label use of SSRIs in premature<br />

ejaculation (CME).; J Sex Med 2010. 72622–4.4 quiz 2625.<br />

32. Abdo CH, Afif-Abdo J, Otani F, Machado AC. Sexual satisfaction among<br />

patients with erectile dysfunction treated with counseling, sildenafil,<br />

or both.; J Sex Med.2008;5:1720–6.<br />

33. Aubin S, Heiman JR, Berger RE, Murallo AV, Yung-Wen L. Comparing<br />

Sildenafil alone vs. Sildenafil plus brief couple sex therapy on erectile<br />

dysfunction and couples' sexual and marital quality of life: a pilot<br />

study.; J Sex Marital Ther. 2009;35:122–43.<br />

34. Melnik T, Abdo CH. Psychogenic erectile dysfunction: comparative study<br />

of three therapeutic approaches.; J Sex Marital Ther. 2005;31:243–55.<br />

35. Steggall MJ, Flower CG, Pryce A. Combination therapy for premature<br />

ejaculation: results of a small-scale study.; Sex Rel Ther. 2008;23:365–<br />

76<br />

36. Semans JH. Premature ejaculation: a new approach. South Med<br />

J.;19<strong>56</strong>;49:353-8<br />

37. de Carufel F, Trudel G. Effects of a new functional–sexological treatment<br />

for premature ejaculation.; J Sex Marital Ther. 2006;32:97–114.<br />

38. Pastore AL, Palleschi G, Leto A, Pacini L, Iori F, et al. A prospective<br />

randomized study to compare pelvic floor rehabilitation and<br />

dapoxetine for treatment of lifelong premature ejaculation.; Int J<br />

Androl. 2012;35:528–33.<br />

39. Atikeler MK, Gecit I, Senol FA. Optimum usage of prilocaine-lidocaine<br />

cream in premature ejaculation.; Andrologia. 2002;34:3<strong>56</strong>–9.<br />

40. Atan A, Basar MM, Tuncel A, Ferhat M, Agras K, et al. Comparison of<br />

efficacy of sildenafil-only, sildenafil plus topical EMLA cream, and<br />

topical EMLA-cream-only in treatment of premature ejaculation.;<br />

Urology. 2006;67:388–91.<br />

41. Morales A, Barada J, Wyllie MG. A review of the current status of topical<br />

treatments for premature ejaculation.; BJU Int. 2007;100:493–501.<br />

42. Choi HK, Jung GW, Moon KH, Xin ZC, Choi YD, et al. Clinical study of<br />

SS-cream in patients with lifelong premature ejaculation.; Urology.<br />

2000;55:257–61.<br />

43. Giuliano F, Clement P. Serotonin and premature ejaculation: from<br />

physiology to patient management.; Eur Urol. 2006;50:454–66.<br />

44. Waldinger MD, Hengeveld MW, Zwinderman AH, Olivier B. Effect of<br />

SSRI antidepressants on ejaculation: a double-blind, randomized,<br />

placebo-controlled study with fluoxetine, fluvoxamine, paroxetine, and<br />

sertraline.; J Clin Psychopharmacol.1998;18:274–81.<br />

45. Koyuncu H, Serefoglu EC, Ozdemir AT, Hellstrom WJ. Deleterious<br />

effects of selective serotonin reuptake inhibitor treatment on semen<br />

parameters in patients with lifelong premature ejaculation.; Int J Impot<br />

Res. 2012;24:171–3.<br />

46. Koyuncu H, Serefoglu EC, Yencilek E, Atalay H, Akbas NB, et al.<br />

Escitalopram treatment for premature ejaculation has a negative<br />

effect on semen parameters.; Int J Impot Res. 2011;23:257–61.<br />

47. Tanrikut C, Feldman AS, Altemus M, Paduch DA, Schlegel PN. Adverse<br />

effect of paroxetine on sperm.; Fertil Steril. 2010;94:1021–6.<br />

48. Tanrikut C, Schlegel PN. Antidepressant-associated changes in semen<br />

parameters.Urology.; 2007;69:185–7.<br />

49. Safarinejad MR. Sperm DNA damage and semen quality impairment<br />

after treatment with selective serotonin reuptake inhibitors detected<br />

using semen analysis and sperm chromatin structure assay.; J Urol.<br />

2008;180:2124–8.<br />

50. Angulo J, Peiro C, Sanchez-Ferrer CF, Gabancho S, Cuevas P, et al.<br />

Differential effects of serotonin reuptake inhibitors on erectile<br />

responses, NO-production, and neuronal NO synthase expression in rat<br />

corpus cavernosum tissue.; Br J Pharmacol. 2001;134:1190–4.<br />

51. Angulo J, Peiro C, Sanchez-Ferrer CF, Gabancho S, Cuevas P, et al.<br />

Differential effects of serotonin reuptake inhibitors on erectile<br />

responses, NO-production, and neuronal NO synthase expression in rat<br />

corpus cavernosum tissue.; Br J Pharmacol. 2001;134:1190–4.<br />

52. Bolton JM, Sareen J, Reiss JP. Genital anaesthesia persisting six years<br />

after sertraline discontinuation.; J Sex Marital Ther. 2006;32:327–30.<br />

53. Csoka AB, Bahrick A, Mehtonen OP. Persistent sexual dysfunction after<br />

discontinuation of selective serotonin reuptake inhibitors.; J Sex Med.<br />

2008;5:227–33.<br />

54. Serefoglu EC, Saitz TR. New insights on premature ejaculation: a<br />

rewiew of definition, classification, prevalance and treatment.; Asian<br />

J Androl. 2012 Nov;14(6):822-9.<br />

6


Derleme<br />

ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

55. Mohee A, Eardley I. Medical therapy for premature ejaculation.; Ther<br />

Adv Urol. 2011;3:211–22.<br />

<strong>56</strong>. McMahon CG, Althof SE, Kaufman JM, Buvat J, Levine SB, et al. Efficacy<br />

and safety of dapoxetine for the treatment of premature ejaculation:<br />

integrated analysis of results from five phase 3 trials.; J Sex Med.<br />

2011;8:524–39.<br />

57. Buvat J, Tesfaye F, Rothman M, Rivas DA, Giuliano F. Dapoxetine for<br />

the treatment of premature ejaculation: results from a randomized,<br />

double-blind, placebo-controlled phase 3 trial in 22 countries.; Eur<br />

Urol. 2009;55:957–67.<br />

58. Hutchinson K, Cruickshank K, Wylie K. A benefit-risk assessment of<br />

dapoxetine in the treatment of premature ejaculation.; Drug Saf.<br />

2012;35:359–72.<br />

59. McMahon CG, Stuckey BG, Andersen M, Purvis K, Koppiker N, et<br />

al. Efficacy of sildenafil citrate (Viagra) in men with premature<br />

ejaculation.; J Sex Med. 2005;2:368–75.<br />

60. McMahon CG, McMahon CN, Leow LJ, Winestock CG. Efficacy of type-<br />

5 phosphodiesterase inhibitors in the drug treatment of premature<br />

ejaculation: a systematic review.; BJU Int. 2006;98:259–72.<br />

61. Wang WF, Minhas S, Ralph DJ. Phosphodiesterase 5 inhibitors in the<br />

treatment of premature ejaculation.; Int J Androl. 2006;29:503–9.<br />

62. Gokce A, Halis F, Demirtas A, Ekmekcioglu O. The effects of three<br />

phosphodiesterase type 5 inhibitors on ejaculation latency time in<br />

lifelong premature ejaculators: a double-blind laboratory setting<br />

study.; BJU Int. 2011;107:1274–7.<br />

63. F Sommer TK, Mathers MJ. Treatment of premature ejaculation: a<br />

comparative vardenafil and SSRI crossover study.; J Urol. 2005;173:1.<br />

64. Asimakopoulos AD, Miano R, Agro EF, Vespasiani G, Spera E. Does current<br />

scientific and clinical evidence support the use of phosphodiesterase<br />

type 5 inhibitors for the treatment of premature ejaculation? A<br />

systematic review and meta-analysis.; J Sex Med. 2012;9:2404–16.<br />

65. Basar MM, Yilmaz E, Ferhat M, Basar H, Batislam E. Terazosin in the<br />

treatment of premature ejaculation: a short-term follow-up.; Int Urol<br />

Nephrol. 2005;37:773–7.<br />

66. Cavallini G. Alpha-1 blockade pharmacotherapy in primitive<br />

psychogenic premature ejaculation resistant to psychotherapy.; Eur<br />

Urol. 1995;28:126–30.<br />

67. Sato Y, Tanda H, Nakajima H, Nitta T, Akagashi K, et al. Silodosin and<br />

its potential for treating premature ejaculation: a preliminary report.;<br />

Int J Urol. 2012;19:268–72.<br />

68. Safarinejad MR, Hosseini SY. Safety and efficacy of tramadol in<br />

the treatment of premature ejaculation: a double-blind, placebocontrolled,<br />

fixed-dose, randomized study. J Clin Psychopharmacol.;<br />

2006;26:27–31.<br />

69. Salem EA, Wilson SK, Bissada NK, Delk JR, Hellstrom WJ, et al. Tramadol<br />

HCL has promise in on-demand use to treat premature ejaculation.; J<br />

Sex Med. 2008;5:188–93.<br />

70. Bar-Or D, Salottolo KM, Orlando A, Winkler JV. A randomized doubleblind,<br />

placebo-controlled multicenter study to evaluate the efficacy<br />

and safety of two doses of the tramadol orally disintegrating tablet for<br />

the treatment of premature ejaculation within less than 2 minutes.;<br />

Eur Urol. 2012;61:736–43.<br />

71. Sunay D, Sunay M, Aydogmus Y, Bagbanci S, Arslan H, et al. Acupuncture<br />

versus paroxetine for the treatment of premature ejaculation: a<br />

randomized, placebo-controlled clinical trial.; Eur Urol. 2011;59:765–<br />

71.<br />

72. Wu X, Zhou Z. Re: Didem Sunay, Melih Sunay, Yasin Aydogmus, et<br />

al. Acupuncture versus paroxetine for the treatment of premature<br />

ejaculation: a randomized, placebo-controlled clinical trial.; Eur Urol<br />

2011. 59765–71.71Eur Urol 2011; 60: e27.<br />

73. Kwak TI, Jin MH, Kim JJ, Moon DG. Long-term effects of glans penis<br />

augmentation using injectable hyaluronic acid gel for premature<br />

ejaculation.; Int J Impot Res.2008;20:425–8.<br />

74. Abdallah H, Abdelnasser T, Hosny H, Selim O, Al-Ahwany A, et al.<br />

Treatment of premature ejaculation by glans penis augmentation<br />

using hyaluronic acid gel: a pilot study.; Andrologia. 2012;44 Suppl<br />

1:650–3.<br />

75. Namavar MR, Robati B. Removal of foreskin remnants in circumcised<br />

adults for treatment of premature ejaculation.; Urol Ann. 2011;3:87–<br />

92.<br />

7


ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Güncel Makale Özeti<br />

Prematür ejakülasyon tedavisinde hyaluronik asidin<br />

etkinliğini değerlendiren bir klinik çalışma<br />

Littara A, Palmieri B, Rottigni V, Iannitti T.<br />

Int J Impot Res 2013; 25: 117–120.<br />

Prematür Ejakülasyon (PE), dünya genelinde tüm erkeklerin<br />

%20-30’unu etkileyen seksüel gücünü düşüren<br />

yaygın bir cinsel disfonksiyondur. PE tanımı bu konuyla ilgili<br />

tartışmalardan ötürü henüz standardize edilememiştir.<br />

Yine de, tıbbi pratikte, PE tanımı; seksüel aktiviteyi sürdürememe,<br />

vajinal penetrasyon sonrası olması gereken ejakülasyonu<br />

sağlayamama durumudur. Kesin tanıyı koymak<br />

için, doktor sıklıkla daha ileri laboratuar ve fizyolojik testler<br />

olmaksızın hastanın anamnezine güvenir. PE farmakolojik<br />

tedavisi antidepresan, lokal anestezik ajanlar ve fosfodiesteraz<br />

5 inhibitörleri kullanımını içerir. Şimdilerde dapoksetin<br />

kısa etkili selektif serotonin reseptör inhibitörü olarak<br />

lisans almıştır. Dolgu maddeleri estetik cerrahide yumuşak<br />

doku augmentasyonu amaçlı yaygın olarak kullanılmaktadır,<br />

fakat son zamanlarda, PE yi önlemek ve volüm desteği<br />

sağlayarak glans penis augmentasyonunda geniş bir uygulama<br />

alanı bulmuştur. Abdallah ve ark. PE olan 60 erkekte<br />

hyaluronik asidin etkisini değerlendirdiler. İntravajinal<br />

ejakülasyon latent zamanının (IELT) penise enjeksiyondan<br />

1 ay sonra arttığı görüldü. 2008’de bir başka çalışma, 38<br />

erkeğe yapılan hyaluronik asit jel enjeksiyonunun 5 yıllık<br />

uzun dönem çalışmasında pozitif sonuçları raporladı. IELT,<br />

6 aylık takip sonuçlarına göre değerlendirildiğinde azalmakta,<br />

ancak yine de tedavi öncesi periyoda göre yüksek<br />

olduğu belirtilmektedir. Hastalar ve partnerleri sırasıyla<br />

%76 ve %63 oranında yüksek memnuniyet belirtmişlerdir.<br />

Bu çalışmanın hedefi, PE’yi önlemek, hasta ve partnerin<br />

cinsel memnuniyetini artırmak için penis volüm ve<br />

çapını artırmaya yönelik, glans penisin içine hyaluronik<br />

asit enjeksiyonu uygulamasının etkinliğini araştırmaktır.<br />

Bu uygulamanın gerekçesi, penil refleks duyarlılığını azaltmak<br />

için hyaluronik asidi sinir lifleri içine gömerek glansın<br />

dermiş kalınlığını artırmaktır.<br />

Haziran 2009 ve Mart 2011 arasında 171 erkek hasta<br />

tarandı. 25 ve 42 yaşları arasında PE den etkilenen 110<br />

hasta bu çalışmaya alındı. PE, ön sevişme esnasında veya<br />

penetrasyondan sonra 1 dakika içerisinde olan istemsiz<br />

ejakülasyon olarak tanımlandı. Çalışmaya dahil olma kriterleri<br />

en az 12 ay boyunca sabit, tek partnerli ve heteroseksüel<br />

ilişki içinde olmaktı. Kriter dışında tutulanlar, çalışmadan<br />

en az 6 ay önce ejakülasyonu etkileyen tedavi<br />

öyküsü, 2 yıl süre içinde ilaç kötüye kullanım öyküsü olma,<br />

mevcut majör psikiyatrik hastalık öyküsü (anksiyete, şizofreni,<br />

alkolizm, erektil disfonksiyon, hasta ve partnerlerinin<br />

libido kaybı vs.) idi. Çalışma boyunca hiçbir medikal psikoterapiye<br />

izin verilmedi.<br />

Her hastaya, rahatça oturtularak, lokal anestezi olarak<br />

1 ml %1 lidokain ve prilokain içeren 28 G iğne enjekte<br />

edildi. Glans penisin çevresi (korpus spongiosumun derin<br />

konnektif dokusu) 3 daireye bölündü. (glansın tabanından<br />

her biri 1 cm uzaklıkta) Daireler sonra çeyrek daireye<br />

bölündü. 1 ml hyaluronik asit içeren bir enjeksiyon, herbir<br />

çeyrek daireye derin dermiş içine 27 G iğne ile toplam<br />

12 enjeksiyon tek seansta yapıldı. Hasta ve partnerlerinin<br />

memnuniyeti 1-10 arası skalada oranlandı. (1: tatmin değil<br />

ve 10:memnun) IELT, vajinal giriş ile intravaginal ejakülasyon<br />

başlaması arasındaki süre olarak belirlendi ve her<br />

çift değerlendirildi. Glans çapının artışı ve hasta ve partnerlerinin<br />

memnuniyeti de değerlendirildi.<br />

Hastaların kendi memnuniyeti 1.2±0.04 partnerlerinin<br />

memnuniyeti 1.3±0.05 olarak saptandı. Tedavi iyi<br />

tolere edildi. Çalışmadan ayrılma veya tamamlanmamış<br />

uygulama rapor edilmedi. Lokal anestezi ile ağrı gözlemlenmedi.<br />

İnflamasyon bulguları ve diğer yan etkiler<br />

oluşmadı. IELT belirgin olarak 6 ay içinde, 88.34±3.14<br />

saniye olan bazal değerden 293.12±8.16 saniyeye kadar<br />

arttı. Maksimal glandular çap 6 ay içinde 98.51±0.71 mm<br />

den 114.35±0.66 mm ye arttı. Hastaların memnuniyeti<br />

5.3±0.07, partnerlerinin memnuniyeti 5.1±0.09 olarak<br />

saptandı (p


Güncel Makale Özeti<br />

ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

ladığını göstermektedir. Altı aylık takipte IELT, maksimal<br />

glandular çap, hastaların ve partnerlerinin memnuniyeti<br />

artış göstermektedir. Bu çalışmanın tavşan ve köpeklerle<br />

yapılan deneysel çalışmalarda önceden raporlanan sonuçlarla<br />

uygunluğu doğrulandı. Histolojik analiz gösterdi<br />

ki hyaluronik asit 6 ay sonra halen glans penisin lamina<br />

propiasında bulunmakta. Benzer araştırma gruplarında<br />

yapılan başka 2 çalışma da glans penis augmentasyonu<br />

ve PE tedavisinde, hyaluronik asidin benzer güvenlik ve etkinliğini<br />

göstermektedir. Altı aydan daha uzun süre takipli<br />

çalışmalar, bu tedavinin uzun dönem terapötik etkinliğini<br />

doğrulamak için gereklidir. Hyaluronik asit ayrıca estetik<br />

cerrahide yaygın olarak kullanılmaktadır ve komplikasyonlar<br />

nadirdir. Bu nedenle bu çalışma estetik cerrahi klinikleri<br />

ile entegre edilip rutin olarak uygulanabilir.<br />

Prematür ejakülasyon (PE) dünya genelinde birçok erkeği<br />

etkileyerek seksüel gücünü düşüren bir durumdur ve<br />

çiftlerin duygusal hayatını etkileyen önemli disfonksiyonlara<br />

yol açar. Hyaluronik asit doğal ve güvenli bir içeriktir,<br />

sadece estetik tıpta değil ayrıca osteoartrit tedavisinde<br />

de kullanılır. Bu çalışma prematür ejakülasyon tedavisinde<br />

hyaluronik asidin etkinliğini göstermektedir. Bu klinik<br />

çalışma hyaluronik asit enjeksiyonunu PE tedavisinde öngörmektedir.<br />

Prosedürün uzun dönemdeki etkisinin açığa<br />

kavuşmasına ihtiyaç duyulmaktadır.<br />

Çeviri<br />

Dr. İsmail Selvi, Uzm. Dr. Fatih Hızlı<br />

Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği<br />

9


ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

Erektil disfonksiyon risk faktörü olarak epilepsi<br />

Uzm. Dr. Banu Şahin Yıldız 1 , Uzm. Dr. Mustafa Ozan Gürsoy 2 , Prof. Dr. Mustafa Yıldız 3<br />

1<br />

Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, İstanbul<br />

2<br />

Gazi Emir Nevvar Salih Işgören Devlet Hastanesi, Kardiyoloji Kliniği, İzmir<br />

3<br />

İstanbul Üniversitesi, Kardiyoloji Enstitüsü, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İstanbul<br />

Cinsel ilişki için gerekli olan penil ereksiyona ulaşmada<br />

ve sürdürmede, en az 6 ay süre ile gözlenen yetersizlik<br />

erektil disfonksiyon (ED) olarak tanımlanır. Santral sinir<br />

sistemine gelen uyarılarla ereksiyon başlar. Penisteki duysal<br />

sinirlerden gelen uyarılar bir refleks arkı oluşturarak<br />

ereksiyonu idame ettirir. Parasempatik yol endotel hücrelerinden<br />

nitrik oksit salınımına neden olur. Nitrik oksit<br />

trabeküler kasları gevşetip laküner boşlukları genişletir ve<br />

vazodilatasyon yapar. Genişleyen laküner boşlukların kan<br />

ile dolması ve venlerin sert bir tabaka olan tunica albuginea<br />

tarafından sıkıştırılarak venöz akımın azalması sonucu<br />

ereksiyon gerçekleşir. Penisin vasküler yapısındaki β-2<br />

reseptörlerin stimülasyonu vazodilatasyon ve ereksiyona<br />

neden olur. Yaşlanma başta olmak üzere endokrin ve hormonal<br />

bozukluklar, diyabetes mellitus, koroner arter hastalığı,<br />

hipertansiyon, sigara, cerrahi travma, üriner sistem<br />

hastalıkları, ilaçlar, obezite ve sedanter yaşam ile nörolojik<br />

hastalıklar gibi pek çok neden cinsel işlev bozukluğu ve<br />

ED için önemli risk oluşturur (1). Nörolojik hastalık olarak<br />

cinsel bozukluk yapanlar arasından en bilinenleri multiple<br />

skleroz, lumbar cerrahi işlemleri ve epilepsidir. Epileptik<br />

nöbet santral sinir sistemindeki bir nöron grubunda, ani<br />

olarak meydana gelen anormal elektriksel deşarj ile karakterize<br />

geçici bir bozukluktur (2).<br />

Epilepsi insidansı toplumdan topluma değişmekle birlikte<br />

20-70/100.000 arasında değişmektedir (3). Bu hastalarda<br />

cinsel işlev bozukluğunun artmış sıklıkta olduğu<br />

bilinmektedir. Bu durum hastalarda psikolojik ve sosyal bir<br />

takım bozukluklara da yol açabilir. Epilepsisi olan erkeklerde<br />

ED prevalansı sıktır; 80 erkek hasta (yaş sınırları 22-50<br />

yıl)’da yapılan bir çalışmada ED sıklığı %42.5 saptanmıştır<br />

(4). Epilepsi ile hem erkek hem de kadında, cinsel fonksiyon<br />

bozukluğu ilişkisi çoktan beri bilinmesine rağmen<br />

(5) bu konu ile ilgili çalışmalar devam etmektedir. Keller<br />

ve arkadaşları (6) bu iki durumun birlikteliğini ortaya koymak<br />

amaçlı çalışma yapmış ve 2012’de yayınlamışlardır.<br />

Çalışmada 6427 ED hastanın geçmişte epilepsi tanısı olup<br />

olmadığı araştırılmış ve 32.135 ED olmayan kontrol grubu<br />

ile karşılaştırılmıştır. Toplam 38.000 üzerindeki kişinin (ortalama<br />

yaş 58 yıl) değerlendirilmesinde 584’ünün (%1.51)<br />

geçmiş yıllarda epilepsi tanılarının olduğu görülmüştür. Bu<br />

oranın ED tanısı olan hasta grubunda %2.44 (157 kişi) ve<br />

kontrol grubunda %1.33 (427 kişi) olduğu tespit edilmiştir.<br />

Logistik regresyon analizinde, ED grubunda epilepsi varlığının<br />

kontrol grubuna göre 1.83 kat daha fazla olduğu<br />

saptanmış ve bu fark 30-39 yaş aralığında 3.04 kat olarak<br />

bildirilmiştir. Tayvan’da yapılan bu çalışma epilepsi ve ED<br />

arasında daha önce de bilinen yakın ilişkinin ilk defa ulusal,<br />

toplum bazlı bir çalışmada ortaya konması açısından<br />

oldukça değer taşımaktadır.<br />

Etiyolojide nörolojik, hormonal, endokrin, iyatrojenik<br />

(idyopatik), psikiyatrik ve psikososyal faktörler suçlanmıştır.<br />

Ayrıca hastalığın başlangıç yaşı, süresi, nöbet tipi ve nöbet<br />

odağı da ED’u etkileyebilir. Seks hormon bağlayıcı globulin<br />

ve serbest testosteron değişiklikleri epileptik erkek<br />

hastalarda rapor edilmiştir. Bu hastaların çoğunda enzim<br />

indükleyici özelliği olan ilaçlar kullanılması, serum testosteron<br />

miktarının azaltılması gibi hormonal değişikliklere<br />

neden olabilir (7,8). Patofizyolojide bazı mekanizmalar<br />

öne sürülmüştür. Temporal lobdan yayılan epileptiform<br />

uyarılar amigdala-hipotalamik yolakla iletilerek gonadotropiklerin<br />

normal salınımını ve dopamin salgısının bazal<br />

seviyesini bozarlar. Bu durum hipogonadizme ve hiperprolaktinemiye<br />

yol açar (9).<br />

Bazı çalışmalarda ise epileptik hastalarda hormon düzeylerinin<br />

etkilenmediği bulunmuştur. Erkek epileptik hasta,<br />

tedavisiz epileptik hasta ve kontrol grubunun alındığı<br />

bir çalışmada kontrol grubu ve tedavisiz epileptik hastalar<br />

10


Derleme<br />

ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

arasında hormon düzeyleri açısından anlamlı fark bulunmamıştır.<br />

Antiepileptik ilaç kullananlarla kontrol grubu arasında<br />

ise FSH (folikül uyarıcı hormon) ve LH (luteinize hormon)<br />

düzeyleri açısından farklılık bulunmazken; serbest<br />

testosteron ve prolaktin düzeyleri açısından anlamlılık<br />

saptanmıştır (10). Talbot ve arkadaşları (11) 60 epilepsi be<br />

60 kontrol grubunu içeren çalışmalarında, erkek epileptik<br />

hasta ve kontrol grubu arasında total testosteron, serbest<br />

testosteron ve biyoaktif testosteron seviyeleri açısından<br />

anlamlı fark saptamamıştır. Bu hastalarda gözlenen cinsel<br />

işlev bozukluğunun sadece hormon seviyeleri ile ilgili<br />

olmayabileceği, daha basite indirgenerek yaşam kalitesi,<br />

anksiyete ve depresyon yönünde araştırma yapılması gerektiği<br />

vurgulanmıştır.<br />

Epileptik hastalar daha az oranda çalışmakta, evlilik<br />

oranları düşük olmakta ve diğer yetişkinlere göre daha<br />

fazla sosyal izolasyona maruz kalmaktadırlar (12). Psikososyal<br />

sorunlar, cinsel stres ve epilepsi tanısının kendisi de<br />

bu hastalarda cinsel hayatı etkilemektedir (13). Duncan ve<br />

arkadaşları (14) yaşları 18-65 yıl arasında değişen, antiepileptik<br />

ilaç kullanan 118 ve antiepileptik ilaç kullanmayan<br />

32 epileptik erkek hasta ile 34 kontrol vakasını kapsayan<br />

çalışmalarında, cinsel işlev bozukluğunun kontrol grubuna<br />

göre daha sık görüldüğünü, özellikle libido kaybı ve impotansın<br />

daha sık olduğunu ve hastaların %20’sinde antiepileptik<br />

ilaçtan bağımsız olarak cinsel istekte azalma<br />

olduğunu bildirmişlerdir. Nöbet tipinin, cinsel işlev üzerine<br />

etkisinin olmadığı da ifade edilmiştir (14). Murialdo<br />

ve arkadaşları (15) antiepileptik ilaç kullanan 37 erişkin<br />

erkek epilepsi hastasında LH salgılatıcı hormon (LHRH)<br />

ve trotropin salgılatıcı hormon (TRH)’a cevap olarak LH,<br />

gonadotropin ve prolaktin salgılanmasını araştırdılar. Çalışmalarında<br />

azalmış cinsel isteği %20 oranında bulup; bu<br />

durumun antiepileptik ilaçtan ve epilepsi tipinden bağımsız<br />

olduğunu bildirdiler.<br />

Sonuç olarak epileptik hastalar, yaşam kalitelerinin etkilendiği<br />

ED gibi pek çok sorunla mücadele etmektedirler.<br />

Son yıllarda yapılan yüksek hasta sayılı çalışmalarda, epilepsi<br />

ve ED arasındaki yakın ilişki net olarak gösterilse de<br />

altta yatan patofizyolojik mekanizmalar açısından yeni çalışmalara<br />

ihtiyaç duyulmaktadır. Epilepsi varlığında ED’nun<br />

sadece hormonal değişikliklere bağlı değil, psikososyal<br />

faktörlere de bağlı olduğu unutulmamalıdır ve hastalar bu<br />

yönüyle de değerlendirilmelidir.<br />

Kaynaklar<br />

1. Ludwig W, Phillips M. Organic Causes of Erectile Dysfunction in Men<br />

Under 40. Urol Int 2013 Nov 21 [Epub ahead of print].<br />

2. Engel J Jr; ILAE Commission Report. A proposed diagnostic scheme for<br />

people with epileptic seizures and with epilepsy: report of the ILAE<br />

Task Force on Classification and Terminology. Epilepsia 2001;42:796-<br />

803.<br />

3. MacDonald BK, Cockerell OC, Sander JW, Shorvon SD. The incidence<br />

and lifetime prevalence of neurological disorders in a prospective<br />

community-based study in the UK. Brain 2000;123( Pt 4):665-676.<br />

4. Nikoobakht M, Motamedi M, Orandi A, Meysamie A, Emamzadeh A:<br />

Sexual dysfunction in epileptic men. Urol J 2007;4:111-117.<br />

5. Calabrò RS. Erectile dysfunction and epilepsy: what is the link? J Sex<br />

Med 2013;10(2):615-6.<br />

6. Keller J, Chen YK, Lin HC: Association between epilepsy and erectile<br />

dysfunction: evidence from a population-based study. J Sex Med<br />

2012;9:2248-2255.<br />

7. Lambert MV. Seizures, hormones and sexuality Seizure. 2001;10:319-<br />

340.<br />

8. Rattya J, Turkka J, Pakarinen AJ, Knip M, Kotila MA, Lukkarinen O, Myllyla<br />

VV, Isojarvi JI. Reproductive effects of valproate, carbamazepine, and<br />

oxcarbazepine in men with epilepsy. Neurology 2001;<strong>56</strong>:31-36.<br />

9. Spark RF, Wills CA, Royal H. Hypogonadism, hyperprolactinaemia, and<br />

temporal lobe epilepsy in hyposexual men. Lancet 1984;1:413-417.<br />

10. Macphee GJ, Larkin JG, Butler E, Beastall GH, Brodie MJ. Circulating<br />

hormones and pituitary responsiveness in young epileptic men<br />

receiving long-term antiepileptic medication. Epilepsia 1988;29:468-<br />

475.<br />

11. Talbot JA, Sheldrick R, Caswell H, Duncan S. Sexual function in men with<br />

epilepsy: how important is testosterone? Neurology 2008;70:1346-<br />

1352.<br />

12. Arnston P, Drodge D, Norton R and Murray E. The perceived psychosocial<br />

consequences of having epilepsy. In: S. Whitman and B. Hermann (eds.).<br />

Psychopathology in Epilepsy: Social Dimensions, Open Universty Pres.<br />

Buchingham, 1986, pp. 144-161.<br />

13. Harden CL. Sexuality in men and women with epilepsy. CNS Spectr<br />

2006;11(8 Suppl 9):13-18.<br />

14. Duncan S, Blacklaw J, Beastall GH, Brodie MJ. Antiepileptic drug therapy<br />

and sexual function in men with epilepsy. Epilepsia 1999;40:197-204.<br />

15. Murialdo G, Galimberti CA, Fonzi S, Manni R, Costelli P, Parodi C,<br />

Solinas GP, Amoretti G, Tartara A. Sex hormones and pituitary function<br />

in male epileptic patients with altered or normal sexuality. Epilepsia<br />

1995;36:360-365.<br />

11


ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Güncel Makale Özeti<br />

Epilepsili ratlarda cinsel işlev bozukluğu<br />

Andersen ML, Alvarenga TA, Scorza FA, Matos G, Sonoda EY, Hirotsu C, et al.<br />

J Sex Med 2012;9:2266-2272.<br />

Epilepsi her yaş ve cinsiyetten bağımsız olarak farklı<br />

yoğunluklarda olmak üzere toplumun yaklaşık %1-3’ünü<br />

etkilemektedir. Bu hastalarda hem hastalık hem de kullanılan<br />

Epilepsinin her yaş ve cinste hastada cinsel işlev bozukluğu<br />

yaptığı bilinmekle birlikte bu bozulmanın hastalığın<br />

kendisi mi yoksa kullanılan ilaçların etkisi ile mi olduğu<br />

tartışmalıdır. Bunun ayırımını yapmak amaçlı tasarlanan<br />

mevcut çalışmada kronik pilokarpin uygulaması ile epilepsi<br />

oluşturulmuş erişkin erkek ratlarda cinsel davranışlar<br />

gözlenmiş ve aynı ratlarda ilaç uygulaması öncesi kaydedilen<br />

cinsel davranışlar ile karşılaştırılmıştır. Bu amaçla<br />

erişkin cinsel olgunluğa ulaşmış erkek Wistar Hannover<br />

ratlar kullanılmış ve erkek ratların daha önce estradiol ve<br />

sonrasında progesteron uygulaması yapılarak hazırlanmış<br />

dişi ratlarla 30 dk aynı ortamda kalmaları sağlanara cinsel<br />

davranışları gözlemlenmiştir.<br />

Pilokarpin uygulaması yapılan tüm ratlarda spontan<br />

tekrar eden epileptik ataklar olduğu gözlenmiş ve epileptik<br />

ratların cinsel davranışları daha önceki durumları ile<br />

karşılaştırıldığında ilk mounting (dişi ratın üstüne çıkma)<br />

ve penil giriş öncesi zamanın belirgin olarak uzadığı, ejakülasyona<br />

kadar geçen zamanın uzadığı, cinsel davranış<br />

(mounting, penil giriş ve ejakülasyon) sayısının azaldığı<br />

görülmüştür. İlginç olarak epileptik ratların %23’ünün ilk<br />

cinsel davranış sonrası epileptik atak geçirdiği görülmüş<br />

ancak bu ratların cinsel davranış verilerinin atak geçirmeyen<br />

diğer epileptik ratlardan farklı olmadığı görülmüştür.<br />

Epilepsinin cinsel davranışlar üzerine etkisini araştırmak<br />

için bu şekilde dizayn edilen ilk çalışma olan bu araştırmada<br />

epilepsi tedavisinde kullanılan ilaçların veya kötüleşen<br />

yaşam kalitesinin etkisi ile değil hastalığın kendisinin<br />

cinsel fonksiyon bozukluğuna yol açtığı görülmüştür. Bu<br />

hastalığın oluş mekanizması ve merkezi sinir sisteminde<br />

olası ortak histopatolojik değişikliklerin araştırılması gerekliliği<br />

bir kez daha ortaya konmuştur.<br />

Çeviri<br />

Doç. Dr. Cüneyt Adayener 1 , Yrd. Doç. Dr. Ercan Malkoç 2<br />

1<br />

Özel Hekimler Cerrahi Tıp Merkezi;<br />

2<br />

GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Üroloji Kliniği<br />

12


Derleme<br />

ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Erektil işlev bozukluğunda<br />

pineal hormon melatoninin rolü<br />

Uzm. Dr. Banu Şahin Yıldız 1 , Prof. Dr. Mustafa Yıldız 2<br />

1<br />

Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, İstanbul<br />

2<br />

İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İstanbul<br />

Erektil disfonksiyon, cinsel ilişki için gerekli olan penil<br />

ereksiyona ulaşmada ve sürdürmede, en az 6 ay süre ile<br />

gözlenen yetersizlik olarak tanımlanır (1). Nöral ve vasküler<br />

fonksiyonların koordineli hareketi penil ereksiyon için<br />

gereklidir. Yetersiz fiziksel aktivite ve obezite, sigara, diyabetes<br />

mellitus, hipertansiyon, depresyon ve antidepressif<br />

ilaçlar erektil disfonksiyonda rol oynayabilir (2).<br />

Melatonin (5-methoxy-N-acetyltryptamine), pineal<br />

bezden (epiphysis cerebri) salgılanan bir nörohormondur<br />

(3,4). Hipotalamusun suprakiazmatik nükleusunda bulunan<br />

bir sirkadyen biyolojik saat tarafından salınımı düzenlenir.<br />

Plazmadan pineal beze aktif mekanizmalarla geçen<br />

triptofan, triptofan hidroksilaz enzimi ile 5-hidroksitriptofana,<br />

o da dekarboksilasyona uğrayarak serotonine dönüştürülür.<br />

Serotonin’den, aril alkilamin N-asetil transferaz ve<br />

hidroksi indol O-metil transferaz enzimleri ile 5-methoxy-<br />

N-acetyltryptamine (melatonin) oluşur. Melatonin sentez<br />

ve salınımı karanlık ile uyarılırken aydınlık ortamda baskılanır<br />

(3,4). İnsanlarda melatonin düzeyindeki artış karanlık<br />

çökmesinden hemen sonra başlar (saat 20.00-23.00),<br />

gecenin ortasında (saat 01.00 ile 05.00 arası) zirve düzeyine<br />

ulaşır ve gecenin ikinci yarısında giderek azalır. Serum<br />

melatonin düzeyleri yaşa göre büyük değişiklikler<br />

gösterip en yüksek melatonin düzeyine yaşamın üç ile<br />

beşinci yılları arasında ulaşılır. Genç erişkinlerde ortalama<br />

gündüz ve gece zirve değerleri 10-60 pg/ml’dir. Melatonin<br />

sirkadiyen salınım profili her bireyde sabit olup cinsiyet<br />

farklılığının melatonin salınımı üzerine etkisi yoktur; ancak<br />

bireyler arasında melatonin düzeyleri çok farklılık gösterir.<br />

Gece zirve düzeyi 30-200 pg/ml arasında değişmektedir.<br />

Melatonin kardiyovasküler sistem (kardiyak ritim, kan basıncı,<br />

kalp hızı, vasküler tonus gibi), bağışıklık sistemi, uyku<br />

düzeni, oksidan-antioksidan sistem gibi pek çok fizyolojik<br />

fonksiyonun regülasyonunda rol oynar (3-7).<br />

Başka moleküllerle kolay bir şekilde elektron alışverişine<br />

giren maddelere oksidan moleküller adı verilir (8). Ok-<br />

sidan moleküller, organizmada en sık lipid yapılarla oluşur.<br />

Lipid radikaller malondialdehid gibi yüksek derecede sitotoksik<br />

ürünlere de dönüşebilir. Antioksidanlar, hedef moleküldeki<br />

oksidatif hasarı engelleyen, geciktiren ve oluşan<br />

hasarı da tamir edebilen maddelerdir. Endojen ya da ekzojen<br />

kaynaklı antioksidanlar oksidatif bir tepkimenin değişik<br />

basamaklarında etkili olabilirler. Endojen antioksidanların<br />

en önemlisi süperoksit dismutazdır. Süperoksit dismutaz,<br />

süperoksit radikalini hidrojen peroksit ve oksijene dönüştürür.<br />

Melatonin süperoksid dismutaz, glutatyon peroksidaz<br />

gibi antioksidatif enzimlerin gen ekspresyonunu ve<br />

aktivitelerini stimüle eder (9). Oldukça zararlı radikal olan<br />

hidroksil radikalini (OH) ortadan kaldırır (9,10). Lipofilik<br />

özelliğinden dolayı kan beyin bariyerini kolaylıkla geçer,<br />

bütün hücresel yapılara kolaylıkla diffüze olur ve oksidanların<br />

zararsız hale getirilmesini sağlar.<br />

Diyabetes mellituslu hastalar erektil disfonksiyon açısından<br />

risk altındadır (2). Diyabet aracılı oksidatif stres kemik<br />

iliğinden dolaşıma endoteliyal progenitör hücrelerin<br />

mobilizasyonunda kritik rol oynar. Melatonin kemik iliğinde<br />

süperoksid dismutaz seviyesini artırıken malondialdehid<br />

seviyesini azaltır. Bu etki diyabetik ratlarda dolaşan<br />

endoteliyal progenitör hücrelerin artmış seviyesine eşlik<br />

eder. Histolojik analiz, melatonin verilmesinden sonra<br />

korpus kavernozumun endoteliyal dansitesinde artış gösterir.<br />

Bununla birlikte, melatonin tedavisi diyabetik ratlarda<br />

korpus kavernozumda kollajen ve düz kas oranlarını<br />

değiştirmez. Sonuç olarak, kronik melatonin tedavisi, tip<br />

I diyabetik ratlarda erektil disfonksiyonun önlenmesinde<br />

yararlı etkilere sahiptir (11).<br />

Santral sinir sistemi stimülasyonu ve seksüel fonksiyonların<br />

kontrolü primer olarak hipotalamus, mediyal<br />

preoptik alan ve paraventriküler nukleustan orijin alır. Melatonin,<br />

seratonin, dopamin ve oksitosin gibi seksüel fonksiyonlardan<br />

sorumlu nörotransmitterler kadın ve erkeklerde<br />

seksüel fonksiyon bozukluklarının iyileştirilmesinde<br />

13


ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

kullanılabilir (12). Akut, düşük doz (10-100 microg/kg)<br />

melatoninin impotent Wistar erkek cinsi ratlarda seksüel<br />

aktiviteyi iyileştirebildiği gösterilmiştir (13).<br />

Sonuç olarak, bir nörohormon olan melatonin seksüel<br />

disfonksiyonun iyileştirilmesinde önemli bir role sahip<br />

olabilir. Bu tip bozuklukların önlenmesinde rutin tedavi<br />

protokolleri içerisine girebilmesi için daha geniş ölçekli<br />

kontrollü çalışmalara gereksinim vardır.<br />

Kaynaklar<br />

1. NIH Consensus Conference. Impotence. NIH Consensus Development<br />

Panel on Impotence. JAMA 1993;270:83-90.<br />

2. Tuncel A, Güzel Ö, Atan A. Erektil disfonksiyonda rol oynayan risk<br />

faktörlerini belirleme. <strong>Androloji</strong> <strong>Bülteni</strong> 2013;54:158-163.<br />

3. Borjigin J, Zhang LS, Calinescu AA. Circadian regulation of pineal gland<br />

rhythmicity. Mol Cell Endocrinol 2012;349:13-19.<br />

4. Morris CJ, Aeschbach D, Scheer FA. Circadian system, sleep and<br />

endocrinology. Mol Cell Endocrinol 2012;349:91-104.<br />

5. Yıldız M, Sahin Yıldız B, Sahin A. Characterization of the day-night<br />

fluctuations of serum melatonin in young boys and girls with different<br />

body mass indexes within normal range according to World Health<br />

Organization classification. Anadolu Kardiyol Derg 2013;13:385-387.<br />

6. Yıldız M, Akdemir O. Assessment of the effects of physiological release<br />

of melatonin on arterial distensibility and blood pressure. Cardiol<br />

Young 2009;19:198-203.<br />

7. Yildiz M, Sahin B, Sahin A. Acute effects of oral melatonin administration<br />

on arterial distensibility, as determined by carotid-femoral pulse wave<br />

velocity, in healthy young men. Exp Clin Cardiol 2006;11:311-313.<br />

8. Blokhina O, Virolainen E, Fagerstedt KV. Antioxidants, oxidative damage<br />

and oxygen deprivation stress: a review. Ann Bot 2003;91 Spec No:179-<br />

94.<br />

9. Reiter RJ, Tan DX, Osuna C, Gitto E. Actions of melatonin in the<br />

reduction of oxidative stress. A review. J Biomed Sci 2000;7:444-458.<br />

10. Pieri C, Marra M, Moroni F, Recchioni R, Marcheselli F: Melatonin: a<br />

peroxyl free radical scavenger more effective than vitamin E. Life Sci<br />

1994;55:271-276.<br />

11. Qiu XF, Li XX, Chen Y, Lin HC, Yu W, Wang R, Dai YT. Mobilisation of<br />

endothelial progenitor cells: one of the possible mechanisms involved<br />

in the chronic administration of melatonin preventing erectile<br />

dysfunction in diabetic rats. Asian J Androl 2012;14:481-486.<br />

12. Carson CC 3rd. Central nervous system-acting agents and the treatment<br />

of erectile and sexual dysfunction. Curr Urol Rep 2007;8:472-6.<br />

13. Drago F, Busa' L. Acute low doses of melatonin restore full sexual<br />

activity in impotent male rats. Brain Res 2000;878:98-104.<br />

14


Derleme<br />

ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Erektil disfonksiyonda gen tedavisi<br />

Uzm. Dr. B. Cem Özgür, Uzm. Dr. Haşmet Sarıcı, Uzm. Dr. Onur Telli<br />

Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği, Ankara<br />

Başarılı bir cinsel ilişki için gerekli olan penil ereksiyonun<br />

sağlanamaması ya da devam ettirilememesi erektil<br />

disfonksiyon (ED) olarak tanımlanmaktadır (1). ED son<br />

yıllarda yapılan sayısız araştırmalar ve bunlara bağlı gelişmeler<br />

sonucunda oldukça başarılı şekilde tedavi edilmeye<br />

başlanmıştır. Günümüzde uygulanan gerek oral, gerek<br />

intrakavernozal ve intraüretral medikal ajanlar gerekse<br />

penil protez implantasyonları sayesinde en ağır formda<br />

ereksiyon problemleri çözüme kavuşturulur olmuştur. Ancak<br />

kullanılmakta olan tüm yöntemlerin farklı yan etkileri<br />

mevcuttur ve her biri kendine göre maliyet problemleri<br />

ve uygulama güçlükleri içermektedir. Ayrıca oral ajanlarla<br />

cevap alamayan ancak daha invaziv tedavileri de istemeyen<br />

bir grup hasta da bulunmaktadır. Dolayısı ile bu<br />

çok sık rastlanan sağlık probleminin çözümünde de diğer<br />

birçok kronik hastalıkta olduğu gibi, genetik araştırmalar<br />

önem taşımaya devam etmektedir. Bu bilgiler ışığında ED<br />

çözümünde gen tedavisinin yeri önemli literatür bilgileri<br />

eşliğinde özetlenmeye çalışılacaktır. Doğal olarak yapılan<br />

araştırmaların tamamına yakınının hayvan çalışmaları olduğu<br />

görülecektir.<br />

ED tedavisinde gen terapisinin hedefini ve rolünü anlayabilmek<br />

aslında normal ereksiyon fizyolojisini kavrayarak<br />

mümkündür. Normal erektil fonksiyon için hepimizin bildiği<br />

gibi; nörolojik yolla uyarılan artmış arteriyel kan akımı,<br />

kavernozal düz kas relaksasyonu, kısıtlanmış venöz dönüş<br />

gereklidir.<br />

ED bu yollardan herhangi birinde oluşan yetersizliğe<br />

bağlı olarak ortaya çıkmaktadır (2). Korpus spongiozum<br />

penisin ventral yüzü boyunca üretrayı desteklerken dorsalde<br />

yer alan ve birbirine komşu iki bölümden oluşan korpus<br />

kavernozum kan ile dolarak penil ereksiyonu sağlamaktadır.<br />

Penis flask haldeyken vasküler sinusleri destekleyen<br />

düz kas hücreleri tonik olarak kontrakte durumdadır ve bu<br />

durum düşük düzeyde kan dolaşımına izin vermektedir.<br />

Buna karşılık, seksüel stimulasyonlara yanıt olarak ortaya<br />

cıkan ve kavernozal sinir terminalleri ile endotelyumdan<br />

oluşan nöromediyatör salınımı, kavernozal düz kasların<br />

relaksasyonuna ve venöz dönüşü kısıtlayarak ereksiyona<br />

neden olmaktadır.<br />

Erkek genital organı hem otonomik hem de somatik<br />

sinirler tarafindan innerve edilmistir. Kolinerjik sinirler, nonadrenerjik/nonkolinerjik<br />

sinirler (nitrik oksit yolu ile), Vazo-Intestinal<br />

Polipeptid (VIP) ve Calsitonin Gene Related<br />

Peptid (CGRP) gibi diğer bazı faktörler düz kas relaksasyonuna<br />

neden olmaktadır. Trabeküler endotelyumda yer<br />

alan muskarinik reseptörler de NO üretimini arttırır. Nitrik<br />

oksit (NO) düz kas hücrelerine diffüze olmakta ve guanilat<br />

siklaz ile etkileşime geçerek hücre içi cGMP düzeylerini<br />

arttırmaktadır. cGMP düzeylerinin yükselmesi de düz kas<br />

relaksasyonu ile sonuçlanan ve cGMP ye bağlı protein kinaz<br />

ve iyon kanalları yoluyla etki eden hücresel olaylarla<br />

devam eder. Bu mekanizma, hücre içi kalsiyum düzeylerinin<br />

azalması ve düz kas hücre hiperpolarizasyonuna<br />

neden olan potasyum iyon kanallarının açılmasına neden<br />

olmaktadır (3,4). Benzer şekilde; VIP, CGRP ve prostaglandin<br />

aracılığı ile olan yollar da hücre içi cAMP düzeylerini<br />

arttırmak yoluyla düz kas hücre relaksasyonuna sebep<br />

olmaktadır (5). Gap junction olarak bilinen ve kavernozal<br />

düz kas hücre membranında yer alan iyon kanalları ise sıkı<br />

bir iletişim sağlarlar ve erektil fizyolojide çok önemli bir<br />

rolü olan sinsisyal relaksasyon ve kontraksiyon oluşur (6).<br />

Erkek genital organının gen tedavisinin birkaç açıdan<br />

uygun olduğunu bilmekteyiz. Öncelikle dolaşımını istediğimiz<br />

zaman bloke edebildiğimiz ve mevcut gen ürününü<br />

rahatlıkla uygulayabildiğimiz bir organdır. Uygulanan ürün<br />

sistemik dolaşıma katılmadan hedef hücreye ulaşabilmektedir.<br />

Detümesans halinde penil akımın ortamla 5 ml/sn<br />

gibi düşük düzeylerde seyretmesi de başarıyı olumlu etkileyebilecek<br />

bir durumdur. Bunların yanı sıra hedef düz kas<br />

hücreleri düşük yıkım oranına sahiptir. Bu da uygulanacak<br />

gen tedavisinin uzun süreli (haftalar hatta aylar boyu) etkili<br />

15


ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

olmasını sağlayacaktır.<br />

Uygulanacak gen tedavisi şu esasları içermelidir. Defektli<br />

bir gen nedeni ile ortama yeterince verilemeyen<br />

ürünler oluşturulabilir. Ortama hücreleri sitotoksik etkili<br />

ajanlardan koruyabilecek ajanlar salınabilir. Ayrıca normal<br />

hücrelerde suprafizyolojik etkiler yaratabilecek ajanların<br />

(farklı büyüme faktörleri gibi) salınımı sağlanabilir. Gen tedavisini<br />

temelde rekombinant DNA teknolojisi oluşturur.<br />

Bu yöntem, doğada kendiliğinden oluşması mümkün olmayan,<br />

farklı DNA moleküllerinin, oluşturulması ve elde<br />

edilen farklı DNA parçalarının yeniden birleştirilmesi işlemlerini<br />

kapsar. Oluşan DNA’ lar farklı şekillerde vücuda<br />

verilerek tedavi amaçlı uygulanır. Uygulama şekilleri ise<br />

plasmid denilen vektörler aracılığı ile olur. Bu vektörler viral<br />

veya non viral kökenli yapılardır. Bundaki amaç hedef<br />

hücrenin sitoplazmasına girişi kolaylaştırmaktır. Gen tedavisinin<br />

başarı ile sonuçlanması için proteini kodlayan genin<br />

belirlenmesi ve izole edilebilmesi, hedef genin uygun bir<br />

vektör ile konak hücreye nakledilmesi ve nakledilen genetik<br />

materyel ile negatif etkileşime girilmemesi gereklidir<br />

(7).<br />

Önemli noktalardan biri de uygulanacak tedavinin geniş<br />

etki alanı bulup bulamayacağıdır. Yaklaşık iki dekad<br />

önceki çalışmalar penisin yapısında bulunan gap aralıkları<br />

(gap junctions) koordineli kasılmada etkili olduğunu<br />

kesin kanıtlarla ortaya koymuştur. Bu aralıklar verilen genetik<br />

materyalin de uygun miktarda hücrelere alınmasını<br />

ve tutulmasını sağlar. Belli bir hücrede gen nakli sonrasi<br />

saglanan etki bu aralıklar vasıtası ile, tüm hücreler transfekte<br />

edilmiş gibi penis boyunca yayılabilmektedir. Bunun<br />

avantajı ise çok düşük dozlarda dahi bu tedavinin etkili<br />

olabilmesidir. Vücutta birçok organda kısıtlı etkisi olabilen<br />

gen terapisi bu yolla ED tedavisinde hedef organda daha<br />

etkili olabilmektedir.<br />

ED tedavisinde farklı yollardan hedefe ulaşmak amaçlanmıştır.<br />

Bunlar nitrerjik sisteme yönelik tedaviler, farklı<br />

büyüme hormonlarının arttırılmasına yönelik tedaviler ve<br />

potasyum kanallarına yönelik tedaviler olarak sıralanabilir.<br />

Nitrerjik sistemin modulasyonu (nitrik oksit sentetaz<br />

genleri)<br />

NO yapımını arttıracak mekanizmalar yıllardan beri tedavinin<br />

temelini oluşturmaktadır. Bu konuda adenovirüsler<br />

eşliğinde endotelyal nitrik oksit sentetaz (eNOS) oluşturacak<br />

genlerin transferi ile ilgili araştırmalar mevcuttur.<br />

Ratlara bu gen transfer edildiğinde cGMP düzeyinde artış<br />

ve kavernöz sinir stimülasyonu ile artmış intrakavernozal<br />

basınç saptanmıştır (8,9). Takiben ülkemizden Dr. Usta’nın<br />

da dahil olduğu bir çalışmada e NOS gen tedavisi yapılan<br />

diabetik ratlardaki kaverozal uyarının sonuçlarının normal<br />

ratlarla benzer seviyeye geldiği gösterildi. Aynı çalışmanın<br />

sonraki aşamasında; diabetik ratlara eNOS gen nakli ile<br />

birlikte sildenafil sitrat tedavisi yapılarak intrakavernozal<br />

basınç artışları ile birlikte, ereksiyon sürelerinin de uzatılabildiği<br />

gösterilmiştir (10). Benzer birçok çalışma ışığında<br />

NOS geninin transfeksiyonunun ereksiyona olumlu katkısı<br />

olduğu ispatlandı ve kombine NOS geni ve fosfodiesteraz<br />

inhibitörlerinin tedavisinin gelecekte, tek başına PDE5<br />

inhibitörlerine yanıt alınamayan çok sayıdaki diabetik ED<br />

hastasının tedavisinde önemli bir alternatif tedavi seçeneği<br />

olabileceği düşünülmüştür.<br />

NOS enzimlerinin yanı sıra arginazın da ereksiyonda<br />

rolü gösterilmiştir. Arginazın ereksiyon için inhibisyonu ve<br />

ortamda daha fazla arjinin gereklidir (11). Yıkılmayan arginin<br />

NO yolağına katılır ve ereksiyon fizyolojisindeki basamaklar<br />

devreye girer. Anti arginazın adenovirüs vektörleri<br />

ile transferi arginaz artışı ile NO ve cGMP miktarını yükseltir<br />

ve kavernöz sinir uyarımına artmış cevap sağlar (12).<br />

Arginazın ekstraselüler bazı enzimlerle inhibe edilmesi de<br />

diyabetik ratlarda ereksiyon üzerine olumlu etkide bulunmuştur<br />

(13).<br />

Büyüme hormonları modulasyonu<br />

Vasküler patolojiler ED patogenezinde yer alır, buna<br />

yönelik olarak yeni damar oluşumunu arttıran genetik çalışmalar<br />

mevcuttur. Ayrıca diabetik hastalar başta olmak<br />

üzere otonomik nöropatinin ED etyolojisinde primer faktörden<br />

biri olduğu olduğu çeşitli araştırmacılarca gösterildi<br />

(14,15). Bu nedenle yeni sinir fiberleri ve sinapsların oluşumunu<br />

arttırmaya yönelik terapiler ED’da yer bulmuştur.<br />

Nörotropin-3(NT-3)<br />

Nörotropin-3 (NT-3) nörotropin ailesinin önemli üyelerinden<br />

biridir. NT-3 santral ve periferal sinir sistemine<br />

yeni nöronlar, sinapslar oluşumuna katkı sağlayarak etkir.<br />

Farklı yayınlarda ED’da bu genin verilmesinin olumlu etkisi<br />

olduğu ispatlandı (16). Yaklaşık on yıl önce bu genin pelvik<br />

gangliona verilmesi ile sinir uçlarında fiber sayısında artış<br />

olduğu gösterildi (17). Takiben yapılan çalışmalarda NT3’<br />

ün peniste duyusal nöronlarda artışa sebep olarak ereksiyona<br />

pozitif etkide bulunduğu da ispatlanmıştır (18).<br />

16


Derleme<br />

ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Glial hücre kaynaklı nörotropik faktör (GDNF)<br />

GDNF’ nin transforming growth factor-beta (TGF-β)<br />

ailesinden bir üye olduğunu ve hem sempatik hem de<br />

parasempatik axonların sağkalımı ve yayılımında etkili olduğunu<br />

biliyoruz. Ratlarda HSV vektörü ile verilen GDNF<br />

kavernöz sinir hasarı ile oluşan ED tedavisinde başarı ile<br />

denenmiştir.<br />

Literatüre yeni giren çalışmasında May ve ark. kavernöz<br />

sinir hasarı sonrası hasarlı segmente silikon tüp yerleştirdiklei<br />

ve takiben schwan hücre kaynaklı GDNF verdikleri<br />

ratlarda 2-10 haftalık takiplerle ereksiyon düzeyi ölçmüşler<br />

ve kontrol grubuna göre hem uyarım sonrası kavernöz<br />

cisim içindeki basınçta artış izlemişler hem de elektron<br />

mikroskobisinde preganglionik myelinize liflerde ve postganglionik<br />

myelinize olmayan axonlarda artış rapor etmişlerdir<br />

(19).<br />

GDNF’nin alt üyesi olarak kabul edilen neurturin<br />

(NTN)’in de ereksiyonda önemli rolü olduğu gösterildi.<br />

2007 yılında Bela bu genin verilmesi ile kavernöz ve pelvik<br />

otonomik sinirlerde hasar sonrası iyileşmede artış bildirdi<br />

(20).<br />

Beyin Kaynaklı Nörotropik Faktörü (BDNF)<br />

Bu faktörün de sinir gelişimine katkısı olduğu bilinmektedir.<br />

Ayrıca bu faktörün diyabetik ratlarda kontrol grubuna<br />

göre anlamlı düzeyde düşük seyrettiği ve bunun da diyabetik<br />

ED ile ilişkili olabileceği savunulmaktadır (21). Gholami<br />

ve ark. yüksek yağ içerikli diet ile hiperkolesterolemi<br />

ve erektil disfonksiyon oluşturulmuş ratlarda BDNF gen<br />

transferi ile artmış kavernozal yanıt gözlediklerini bildirdiler<br />

(22). Udenafil ile birlikte verilen BDNF’ nin prostatektomi<br />

yapılmış ve kavernöz sinir hasarı yaratılmış ratlarda<br />

anjiyogenezi arttırarak uzun dönemde ereksiyonda artış<br />

sağlandığı bildirilmiştir (21).<br />

Vasküler Endotelyal Büyüme Faktörü (VEGF)<br />

VEGF anjiyogenezi sağlayan çok fonksiyonlu bir proteindir.<br />

Farklı rat deneylerinde diğer büyüme faktörleri gibi<br />

VEGF kodlayacak DNA verilmesi intrakavernozal basınçlarda<br />

artışa sebep olmuştur. Liu ve ark. Ağustos 2013’de<br />

yayınlanan makalelerinde de VEGF geni içeren kök hücrelerin<br />

intrakavernozal verilmesi ile endotel fonksiyonlarında<br />

iyileşme ve ereksiyon kapasitesinde artış gösterdiler<br />

(23).<br />

İnsülin Benzeri Büyüme Faktörü (ILGF-1)<br />

Bu faktör somatomedin C olarak da adlandırılır ve aynı<br />

isimli (ILGF-1) geni tarafından üretilir. İnsüline benzer yapısı<br />

nedeni ile bu ismi almıştır. Anabolik ve büyüme üzerine<br />

etkilidir. Çeşitli nöropatilerde düzeyinin düştüğüne dair<br />

yayınlar bulunmakla birlikte eksikliğinin erektil disfonksiyona<br />

da neden olabileceği savunulmaktadır. Bu konuda<br />

ILGF-1 bağlayıcı proteinin düzeyinin de etkili olabileceği<br />

bilinmektedir (24). ILGF-1 geninin adenovirüs aracılı korpus<br />

kavernozumlara verilmesi de diğer büyüme faktörlerine<br />

benzer etki gösterir ve ereksiyon üzerine pozitif etkide<br />

bulunur (25).<br />

Potasyum kanallarının modulasyonu<br />

Başlangıç kısmında özetlendiği gibi potasyum kanalları<br />

membran potansiyelini sabit tutarak sinir ve penil düz<br />

kasların uyarılırlığını düzenlerler. Bu nedenle bu kanalların<br />

yapılanmasını sağlayan aşağıda belirtilen genler ED tedavisinde<br />

önem taşır.<br />

Maksi-K kanalları: (hSlo)<br />

Kalsiyum ile aktive edilen potasyum kanalları yedi<br />

önemli transmembran potasyum selektif kanaldan biridir.<br />

Membranda potansiyel depolarizasyon olursa bu kanallar<br />

hücre içi kalsiyum girişini azaltır ve penil korporeal kas relaksasyonuna<br />

sebep olurlar Christ ve arkadaslari, maksi-K<br />

kanallarını kodlayan hSlo cDNA naklinin yaşlı ve diabetik<br />

ratlarda erektil disfonksiyon üzerine olan terapotik etkisini<br />

bildirmişlerdir (26). Aynı araştırmacının maymunlar üzeride<br />

yaptığı intrakoporal hSlo gen transferi ise gerek seksüel<br />

davranışlarda gerekse ereksiyonda dramatik artış olarak<br />

sonuçlanmıştır (27). Daha yakın zamanda intrakavernoz<br />

olarak pSMAA-hSlo adlı vektör ile transfer edilen genin<br />

kavernoz basınç cevabında artışa sebep olduğunu bildirildi<br />

(28).<br />

Bu konuda Melman ve arkadaşlarının Faz1 çalışmaları<br />

insanda yapılan ilk ED tedavisi amaçlı gen terapisi olması<br />

nedeni ile önemidir. Her ne kadar kontrol grubu bulunmayan<br />

ve sadece 11 hastayı içeren bir çalışma olsa da, sonuçta;<br />

semende plasmid bulguları olmaması, hastalarda<br />

fiziksel muayenede herhangi bir yan etki saptanmaması,<br />

iki hastada görülen ereksiyon kalitesindeki artışın preklinik<br />

deneylerdekine benzer şekilde 24 hafta kadar sürmesi<br />

yüz güldüren sonuçlardır (29). Bu konuda yapılabilecek<br />

insan çalışmalarının önünü açmıştır.<br />

Bunlara ek olarak farklı genlerin ED tedavisindeki yeri<br />

tartışılmaktadır. Örneğin siklooksijenaz yolu üzerinden<br />

etki eden ve araşidonik asidi prostasiklin (PGI2) ye çeviren<br />

COX-2-10aa-PGIS geni fareler üzerinde antifibrotik and<br />

17


ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

anti-apoptotik mekanizmalarla başarılı olmuştur (30).<br />

Benzer şekilde Vazo İntestinal Polipeptid (VIP) ve Calsitonin<br />

Gene Related Peptid (CGRP) gibi ereksiyon mekanizmasında<br />

rol oynadığı bilinen bazı faktörler ile ilgili yeni<br />

araştırmalara gerek vardır (31).<br />

Sonuç<br />

Özellikle mevcut PDE5 inhibitörlerine cevap vermeyen<br />

erektil disfonksiyon tedavisinde gen terapisi umut vaad<br />

eden bir konumdadır. Ancak gerek viral gerekse non viral<br />

gen terapilerinin uzun dönem sonuçları ve güvenilirlikleri<br />

hakkında daha fazla bilgiye ihtiyaç vardır. Günümüzde<br />

bahsedilen tek çalışma dışlandığında literatürde FDA<br />

onaylı gen çalışmasının bulunmadığını belirtmek isteriz.<br />

İleride çalışmalar plazmid vektörlerin etkinliğini arttırmak<br />

ve cevap zamanını uzatmak yönünde olacaktır. Gen tedavisine<br />

alternatifin ise kök hücre nakli olacağını düşünüyoruz.Günümüzde<br />

özellikle endotel üzerine yoğunlaşan kök<br />

hücre araştırmaları mevcuttur ancak nöron, arter vs. nin<br />

de potansiyel hedef olduğu bilinmelidir. Ayrı bir derleme<br />

konusu olabilecek kök hücre tedavisi üzerine kısıtlı hasta<br />

grupları ile başarılı sonuçlar bildirilmeye başlanmıştır (32).<br />

Kaynaklar<br />

1. Rosen RC, Riley A, Wagner G, Osterloh IH, Kirkpatrick J, Mishra A. The<br />

international index of erectile function (IIEF): a multidimensional scale<br />

for assessment of erectile dysfunction.; Urology. 1997 Jun;49(6):822-<br />

30.<br />

2. Lue TF. Erectile dysfunction.; N Engl J Med. 2000 Jun 15;342(24):1802-<br />

13.<br />

3. Burnett AL, Lowenstein CJ, Breedt DS, Chang TSK, Synder SH: Nitric<br />

oxide: physiologic mediator of penile erection.; Science. 1992 Jul<br />

17;257(5068):401-3.<br />

4. Rajfer J, Aronson WJ, Bush PA, Dorey FJ, Ignarro LJ. Nitric oxide as<br />

a mediator of relaxation of the corpus cavernosum in response to<br />

nonadrenergic, noncholinergic neurotransmission.; N Engl J Med. 1992<br />

Jan 9;326(2):90-4.<br />

5. Bivalacqua TJ, Champion HC, Rajasekaran M, Sikka SC, Kadowitz PJ,<br />

Doherty PC, Hellstrom WJG. Potentiation of erectile response and<br />

cAMP accumulation by combination of prostaglandin E1 and rolipram,<br />

a selective inhibitor of the type 4 phosphodiesterase (PDE 4).; J Urol.<br />

1999 Nov;162(5):1848-55.<br />

6. Christ GJ. The "syncytial tissue triad": a model for understanding how<br />

gap junctions participate in local control of penile erection. World J<br />

Urol 1997;15(1)36-44.<br />

7. Bivalacqua TJ, Hellstrom WJG. Potential application of gene therapy<br />

for the treatment of erectile dysfunction.; J Androl. 2001 Mar-<br />

Apr;22(2):183-90.<br />

8. Schlenker B, Matiasek K, Saur D, Gratzke C, Bauer RM, Herouy Y, Arndt<br />

C, Blesch A, Hartung R, Stief CG, Weidner N, May F. Effects of cavernous<br />

nerve reconstruction on expression of nitric oxide synthase isoforms in<br />

rats.; BJU Int. 2010 Dec;106(11):1726-31.<br />

9. Champion HC, Bivalacqua TJ, Hyman AL, Ignarro LJ, Hellstrom WJ,<br />

Kadowitz PJ. Gene transfer of endothelial nitric oxide synthase to the<br />

penis augments erectile responses in the aged rat.; Proc Natl Acad Sci<br />

U S A. 1999 Sep 28;96(20):11648-52.<br />

10. Bivalacqua TJ, Usta MF, Champion HC, Adams D, Namara DB, Abdel-<br />

Mageed AB, Kadowitz PJ, Hellstrom WJ. Gene transfer of endothelial<br />

nitric oxide synthase partially restores nitric oxide synthesis and erectile<br />

function in streptozotocin diabetic rats. J Urol. 2003 May;169(5):1911-<br />

7.<br />

11. Bivalacqua TJ, Burnett AL, Hellstrom WJ, Champion HC. Overexpression<br />

of arginase in the aged mouse penis impairs erectile function and<br />

decreases eNOS activity: influence of in vivo gene therapy of antiarginase.;<br />

Am J Physiol Heart Circ Physiol. 2007 Mar;292(3):H1340-51.<br />

12. Masuda H. Significance of nitric oxide and its modulation mechanisms<br />

by endogenous nitric oxide synthase inhibitors and arginase in<br />

the micturition disorders and erectile dysfunction.; Int J Urol. 2008<br />

Feb;15(2):128-34.<br />

13. Nunes KP, Toque HA, Caldwell RB, Caldwell RW, Webb RC. Extracellular<br />

signal-regulated kinase (ERK) inhibition decreases arginase activity<br />

and improves corpora cavernosal relaxation in streptozotocin (STZ)-<br />

induced diabetic mice.; J Sex Med. 2011 Dec;8(12):3335-44.<br />

14. Melman A, Gingell JC. The epidemiology and pathophysiology of erectile<br />

dysfunction.; J Urol. 1999 Jan;161(1):5-11.<br />

15. Bemelmans BL, Meuleman EJ, Doesburg WH, Notermans SL, Debruyne<br />

FM. Erectile dysfunction in diabetic men: the neurological factor<br />

revisited.; J Urol. 1994 Apr;151(4):884-9.<br />

16. Hiltunen JO, Laurikainen A, Klinge E, Saarma M. Neurotrophin-3 is<br />

a target-derived neurotrophic factor for penile erection-inducing<br />

neurons. Neuroscience. 2005;133(1):51-8.<br />

17. Lin G, Chen KC, Hsieh PS, Yeh CH, Lue TF, Lin CS. Neurotrophic effects<br />

of vascular endothelial growth factor and neurotrophins on cultured<br />

major pelvic ganglia.; BJU Int. 2003 Oct;92(6):631-5.<br />

18. Bennett NE, Kim JH, Wolfe DP, Sasaki K, Yoshimura N, Goins WF, Huang<br />

S, Nelson JB, de Groat WC, Glorioso JC, Chancellor MB. Improvement in<br />

erectile dysfunction after neurotrophic factor gene therapy in diabetic<br />

rats.; J Urol. 2005 May;173(5):1820-4.<br />

19. May F, Buchner A, Schlenker B, Gratzke C, Arndt C, Stief C, Weidner N,<br />

Matiasek K. Schwann cell-mediated delivery of glial cell line-derived<br />

neurotrophic factor restores erectile function after cavernous nerve<br />

injury. Int J Urol. 2013 Mar;20(3):344-8.<br />

20. Bella AJ, Fandel TM, Tantiwongse K, Brant WO, Klein RD, Garcia CA,<br />

Lue TF. Neurturin enhances the recovery of erectile function following<br />

bilateral cavernous nerve crush injury in the rat.; J Brachial Plex<br />

Peripher Nerve Inj. 2007 Mar 6;2:5.<br />

21. Jeong HH, Piao S, Ha JN, Kim IG, Oh SH, Lee JH, Cho HJ, Hong SH, Kim<br />

SW, Lee JY. Combined therapeutic effect of udenafil and adiposederived<br />

stem cell (ADSC)/brain-derived neurotrophic factor (BDNF)-<br />

membrane system in a rat model of cavernous nerve injury.; Urology.<br />

2013 May;81(5):1108.<br />

22. Gholami SS, Rogers R, Chang J, Ho HC, Grazziottin T, Lin CS, Lue TF.<br />

The effect of vascular endothelial growth factor and adeno-associated<br />

virus mediated brain derived neurotrophic factor on neurogenic and<br />

vasculogenic erectile dysfunction induced by hyperlipidemia.; J Urol.<br />

2003 Apr;169(4):1577-81.<br />

23. Liu G, Sun X, Bian J, Wu R, Guan X, Ouyang B, Huang Y, Xiao H, Luo<br />

D, Atala A, Zhang Y, Deng C. PLoS One Correction of diabetic erectile<br />

dysfunction with adipose derived stem cells modified with the vascular<br />

endothelial growth factor gene in a rodent diabetic model.; PLoS One<br />

2013; 30: 72790.<br />

24. Pu XY, Wen AM, Zheng XG, Liu JM, Zhou XX, Xu ZP, Wang HP, Zhang<br />

RL, Xiao HJ, Situ J. Insulin-like growth factor-1 gene therapy improves<br />

the levels of mRNA and protein of endothelial nitric oxide synthase<br />

in aging related erectile dysfunction in rats.; Zhonghua Yi Xue Za Zhi.<br />

2012 Jan;92(2):128-30.<br />

25. Pu XY, Zheng XG, Zhang Y, Xiao HJ, Xu ZP, Liu JM, Wang HP, Wen AM,<br />

Zhou XX, Wu YL. Higher expression of mRNA and protein of insulin-like<br />

growth factor binding protein-3 in old rat penile tissues: implications<br />

for erectile dysfunction.; J Sex Med. 2011 Aug;8(8):2181-90.<br />

26. Christ GJ, Rehman J, Day N, Salkoff L, Valcic M, Melman A, Geliebter J.<br />

Intracorporal injection of hSlo cDNA in rats produces physiologically<br />

relevant alterations in penile function.; Am J Physiol. 1998 Aug;275:600-<br />

8.<br />

18


Derleme<br />

ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

27. Christ GJ, Andersson KE, Williams K, Zhao W, D'Agostino R Jr, Kaplan<br />

J, Aboushwareb T, Yoo J, Calenda G, Davies KP, Sellers RS, Melman<br />

A. Smooth-muscle-specific gene transfer with the human maxi-k<br />

channel improves erectile function and enhances sexual behavior in<br />

atherosclerotic cynomolgus monkeys.; Eur Urol. 2009 Dec;<strong>56</strong>(6):1055-<br />

66.<br />

28. Melman A, Biggs G, Davies K, Zhao W, Tar MT, Christ GJ. Gene transfer<br />

with a vector expressing Maxi-K from a smooth muscle-specific<br />

promoter restores erectile function in the aging rat.; Gene Ther. 2008<br />

Mar;15(5):364-70.<br />

29. Melman A, Bar-Chama N, McCullough A, Davies K, Christ G hMaxi-K<br />

gene transfer in males with erectile dysfunction: results of the first<br />

human trial.; Hum Gene Ther. 2006 Dec;17(12):1165-76.<br />

30. Lin H, Yuan J, Ruan KH, Yang W, Zhang J, Dai Y, Wang R. COX-2-10aa-<br />

PGIS gene therapy improves erectile function in rats after cavernous<br />

nerve injury.; J Sex Med. 2013 Jun;10(6):1476-87.<br />

31. He SH, Wei AY, Ye TY, Yang Y, Luo XG, Liu Y, Zhang T. Calcitonin<br />

gene-related peptide induces phenotypic transformation of corpus<br />

cavernosum smooth muscle cells in diabetic rats with erectile<br />

dysfunction.; Zhonghua Nan Ke Xue. 2011 Oct;17(10):913-7.<br />

32. Bahk JY. Jung JH, Han H, Min SK, Lee YS. Treatment of diabetic<br />

impotence with umbilical cord blood stem cell intracavernosal<br />

transplant: preliminary report of 7 cases.; Exp Clin Transplant. 2010<br />

Jun;8(2):150-60.<br />

19


ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Güncel Makale Özeti<br />

Erken başlangıçlı erektil disfonksiyon genellikle<br />

anormal kavernozal arteriyel akımla ilişkili değildir<br />

Rajfer J, Valeriano J, Sinow R.<br />

Int J Impot Res 2013: 25, 217–220.<br />

Kaçınılmaz olarak, çoğu erkekte, uzun yaşarlarsa<br />

ED’nin (Erektil Disfonksiyon) bazı formları gelişecektir.<br />

Bu durumun geçerliliği Massachusetts Male Aging Study<br />

(MMAS)’den kaynaklanmaktadır. Bu çalışmada erkeklerin<br />

%40’ında 40’lı yaşlarda bazı ED formları görülmekte,<br />

bu prevalans 60’lı 70’li yaşlara dek her dekadda %10 artmaktadır.<br />

40 yaş altındaki erkekler bu çalışmada yer almamasına<br />

rağmen, mantık olarak 40’lı yaşlarında ED gelişen<br />

erkeklerin bazılarında, 40 yaşından daha önce bu durum<br />

gelişmektedir. ED’de başlangıçta ve en yaygın tanınan değişiklik,<br />

çoğu erkekte ereksiyonu sağlamayı ve sürdürmeyi<br />

daha önce olduğu kadar uzun süreli başaramamaktır. ED<br />

etiyolojisini kesinleştirmek için karmaşık testler yapıldığında<br />

bu erkeklerde ana neden olarak psikolojik nedenler<br />

bulunmaktadır. Daha özel olarak, ED’li erkeklerin çoğunda<br />

ana kusur olarak vasküler sistem bulunmuştur. Penisin<br />

vasküler sistemi, kanı korporal sinuzoidlere dağıtan<br />

arteriyel damarlar ile korporal sinüzoidler içinde arteriyel<br />

sistemden kaynaklanan kanı yakalayan ve böylece penisten<br />

dışarı korporal kan kaybını önleyen, veno-oklüzyonu<br />

sağlayan korporal düz kas kitlesinden oluşmaktadır. 30 yıl<br />

önceki çalışmalardan gelen veriler göstermektedir ki ED’li<br />

erkeklerde vasküler sistemle ilgili en yaygın problem arteriyel<br />

akıma değil, kavernozal veno-oklüziv disfonksiyon<br />

(CVOD) veya venöz sızıntıya bağlıdır. Penisin veno-oklüziv<br />

mekanizması korporal kas kitlesinin bütünlüğüne dayandığından,<br />

CVOD varlığı bu düz kas kitlesi ile ilgili anomalileri<br />

öngörmektedir. Son zamanlarda ise endoteliyal disfonksiyona<br />

bağlı birçok rapor ateroskleroz ve zemininde<br />

gelişen arteriyel hastalıkları ED’nin majör nedeni olarak<br />

göstermektedir. Bu çalışmalar ED başlangıcında ateroskleroz<br />

başlangıcını, özellikle koroner arter hastalıklarını<br />

öngörmektedir. Bunun sonucu olarak da ED’li hastalar kardiyovasküler<br />

sistemlerini subklinik koroner arter hastalığı<br />

açısından değerlendirmelidir. Endoteliyal disfonksiyon,<br />

arteriyel hastalık, ED arasındaki bu olası ilişki doğrulanırsa,<br />

erken yaşta ED olan hastalarda, anormal kavernozal arter<br />

dilatasyonu ve /veya azalmış kavernozal kan akımı gibi<br />

penil arteriyel disfonksiyon kanıtlarının olması beklenecektir.<br />

Erken başlangıçlı ED’de penil arteriyel disfonksiyon<br />

ilişkisini göstermek için, retrospektif olarak 18 - 49 yaşları<br />

arasında 23 hasta, ED’yi değerlendirmek için penis duplex<br />

scan USG ile gözlemlendi.<br />

Ocak 2010 ile Temmuz 2012 arasında; rutin ED değerlendirilmesi<br />

için 50 yaş altındaki, penil duplex scan USG ile<br />

taranan hastalar seçildi. Düşük testosteron veya Peyronie<br />

hastalığı olanlar bu çalışmadan dışlandı ve araştırma için<br />

uygun olan 23 hasta ise çalışmaya dahil edildi. Bu hastalarda<br />

standart prosedür olarak, oral fosfodiesteraz inhibitörü<br />

ve vazoaktif maddelerin intrakorporal enjeksiyonundan<br />

yanıt alamayanlara duplex scan USG yapıldı. İntrakorporal<br />

enjeksiyonu vermeden önce, hastalar supin pozisyona<br />

yerleştirildi. Kavernozal arterler tanımlandı ve her birinin<br />

antero-posterior çapı ölçüldü. İntrakorporal enjeksiyonla<br />

vazoaktif madde uygulandı ve sonra maksimum tümesansı<br />

sağlamak için 5-10 dakikalık bir periyotta hasta ayakta<br />

durdu. Sonrasında hasta yeniden supin pozisyona getirildi<br />

ve kavernozal arterlerin çapı ölçüldü. Renkli doppler kavernosal<br />

arterlerin durumunu tanımlamak için kullanıldı.<br />

Spektral doppler 60 dereceden daha küçük açıda uygulandı.<br />

Sonrasında peak sistolik velosite (PSV) saptandı. Her<br />

kavernosal arterde 2-3 örnek saptandı. Velosite piklerine<br />

ek olarak, arteryel stenozun belirteci olan akselerasyon<br />

zamanı (sistol başlangıcından velosite pikine kadar olan<br />

zaman) ölçüldü. İleri diastolik akım varlığı olası venöz sızıntının<br />

göstergeci olarak değerlendirildi. Hastalara verilen<br />

intrakorporal enjeksiyonlar yalnızca 30-45 mcg prostoglandin<br />

E1 veya prostoglandin E1, papaverin, fentolamin<br />

ve/veya atropin kombinasyonundan oluşturuldu. Bilateral<br />

arteryel akım hastalığı, PSV ≤25 cm s-1 olarak tanımlandı.<br />

Bu 23 hastanın 15’ine venöz sızıntı oranını belirlemek için<br />

dinamik infüzyon kavernozometri (DIC) yapıldı.<br />

23 hastanın ortalama yaşı bu vaka serilerinde 33 idi ve<br />

hepsinde ED şikayeti 6 aydan fazlaydı. Arteriyel hastalık<br />

her iki kavernozal arterde PSV ≤25 cm s-1 olarak tanımlanırsa,<br />

23 hastanın sadece 1’i (%4) cut-off değerindeydi ve<br />

20


Güncel Makale Özeti<br />

ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

bu hasta 46 yaşındaydı. 32 yaşındaki 1 hasta iki kavernozal<br />

arterde birinde 23 cm s-1 değerinde, kontralateralinde 33<br />

cm s-1 PSV’ye sahipti. Arteriyel hastalık her iki kavernosal<br />

arterdePSV ≤35 cm s-1 olarak tanımlansaydı, 23 hastadan<br />

3’ü (%13) bu arteryel hastalık kriterine sahip olacaktı. Vazoaktif<br />

maddenin intrakavernozal enjeksiyonunu takiben, 23<br />

hastadan 2’sinde her iki kavernozal arterde%50’den fazla<br />

dilatasyon saptandı. Bunların birinde damarlarda normal<br />

akım vardı, diğerinde kavernozal arterlerinde PSV: 30 ile<br />

27 cm s-1saptandı. 3 hastada %50’den daha az dilatasyon<br />

vardı ve bunlarda normal bilateral PSV bulundu. Tüm<br />

hastalarda PSV den bağımsız olarak akselerasyon zamanı<br />

normal saptandı. 15 hastaya DIC yapıldı,9’unda venöz<br />

sızıntı saptandı, bunların sadece 1’inde duplex scan’da<br />

ileri diyastolik akım saptandı. Bu 9 hastadan başka 1’inde<br />

CVOD varlığındaki gibi defektif arteriyel akımı içeren penil<br />

vaskülopatiye uygun olarak, pik akım velosite değeri


ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Güncel Makale Özeti<br />

Sinir koruyucu radikal prostatektomili erektil disfonksiyonu<br />

olan erkeklerde, penil protez implantasyonu ve oral pde-5<br />

inhibitörü tadalafil tedavisi arasındaki etkinlik ve<br />

memnuniyet profilinin karşılaştırılması<br />

Megas G, Papadopoulos G, Stathouros G, Moschonas D, Gkialas I, Ntoumas K.<br />

BJU Int. 2013 Jul;112(2):E169-76.<br />

Cinsel sağlık ve cinsel fonksiyon, lokalize prostat kanserinden<br />

dolayı tedavi gören erkeler için önemli bir yaşam<br />

kalitesi belirleyicisidir, Günümüzde klinik lokalize prostat<br />

kanserinin tedavisinde retropubik radikal prostatektomi<br />

(RRP) cerrahi standart tedavidir. Cerrahi anatominin (dorsal<br />

venöz kompleks ve nörovasküler demet) daha iyi tariflenmesi<br />

ile RP de birçok etkin modifiye yöntem geliştirilmiştir.<br />

PSA öncesi dönemde prostat kanserlilerin sadece<br />

%27’si klinik olarak lokalize dönemde tespit ediliyor iken,<br />

PSA döneminde bu oran %97-98 olmaktadır. Sinir koruyucu<br />

RP erektil fonksiyonu korumak amacıyla yapılmakla<br />

birlikte, operasyon sonrası potens oranları yetersiz olup,<br />

bir çalışmada %<strong>56</strong> olarak rapor edilmiştir.<br />

Genellikle RRP sonrası erektil disfonksiyon oluştugunda<br />

fosfodiesteraz tip5 (PDE5) inhibitörleri ile tedaviye<br />

başlanmakta, ayrıca gereklilik halinde intraüretral prostaglandin,<br />

intrakavernöz enjeksiyon tedavisi ve vakum<br />

kontraksiyon cihazları gibi ikinci basamak tedaviler önerilmektedir.<br />

Hasta veya partneri tarafından ikinci basamak<br />

tedaviler kabul edilmediği veya etkin olmadığı zaman penil<br />

protez implantasyonu tedavi seçimi olmaktadır.<br />

Çalışmanın amacı, sinir koruyuculu radikal prostatektomi<br />

sonrası erektil disfonksiyonlu erkeklerde, oral PDE5<br />

inhibitörleri ile penil protez cerrahisinin karşılaştırarak sonuçlarını<br />

değerlendirmektir.<br />

Ocak 2006 ila Eylül 2009 yılları arasında klinik lokalize<br />

prostat kanseri için bilateral sinir koruyucu RRP cerrahisi<br />

uygulanmış totalde 174 hasta çalışmaya dahil edildi. PDE5<br />

inhibitörü veya penil protez implantasyonu dışında başka<br />

tedavi yöntemi seçen hastalar bu çalışmanın dışında tutuldu.<br />

Çalışmaya katılan toplam 174 hastadan, kriterlere<br />

uyan 153’ünden 69’u (%45) RRP sonrası 6. ayda ED si olan<br />

hastalardı ve bu hastalar erken penil müdahale tedavisine<br />

alınmak için planlandı. Biyokimyasal nüks gösterenler ile<br />

PDE5 inhibitörü ve penil protez implantasyonu dışında bir<br />

tedaviyi seçenler çalışma dışı bırakıldı. Sonuçta 54 hasta<br />

tedavi modalitesine göre iki kola bölündü (Tablo 1), 25<br />

hasta penil protez implantasyonunu (grup A), 29 hasta ise<br />

haftada 3 kez 20 mg PDE5 inhibitörü yani tadalafil almayı<br />

seçti (grup B). Tüm hastalar preoperatif ve postoperatif 6,<br />

12. ve 24. aylarında Uluslararası Erektil İşlev sorgulaması<br />

indeksi (İEFF) kullanılarak değerlendirildi. Ayrıca tüm erkeklerin<br />

olası androjen eksikliği sendromu açısından preoperatif<br />

total serum testosteron ölçümleri yapıldı. Sonuç<br />

ortalamaları 590 ng / dl idi ve hiçbirinde androjen eksikliği<br />

saptanmadı. A grubundaki olgularda protez implantasyonu<br />

tek bir cerrah tarafından gerçekleştirdi. Tüm hastalara<br />

3 parçalı AMS 700 CX serisi implantlar genel anestezi altında<br />

takıldı ve postoperatif üçüncü günde taburcu edildi.<br />

Sürekli değişkenler±SD ortalaması ile sunuldu. ANOVA<br />

tekrarlayan ölçümleri total IEFF skoru üzerine zaman ve<br />

grup (tadalafil ve penil protez karşılaştırma grupları) etkisini<br />

değerlendirmek amacıyla yapıldı. İstatistiksel anlamlılık<br />

0.05 olarak belirlendi ve analizler SPSS istatistik progra-<br />

Tablo 1. Hastaların karakteristik özellikleri, komorbiditeleri.<br />

Cerrahi grup Cerrahi olmayan<br />

(n=25) grup (n=29)<br />

Yaş (yıl) 59–67 59–66<br />

Operasyon sonrası<br />

takip süresi (RRP) 30 ay 30 ay<br />

Penil müdahale tedavisi<br />

sonrası takip süresi 24 ay 24 ay<br />

Organik impotansın nedeni RRP RRP<br />

Penil müdahale tedavisine<br />

kadar geçen süre<br />

(tıbbi veya cerrahi) 6 ay 6 ay<br />

Eşlik eden tıbbı hastalıklar<br />

Hipertansiyon 7 4<br />

Obezite 4 5<br />

Hiperkolesterolomi 3 2<br />

Hiprelidipemi 3 3<br />

* *<br />

*Öncesinde PDE-5 inh kullanımı yok.<br />

22


Güncel Makale Özeti<br />

ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

mı kullanılarak yapıldı (sürüm 17.0, SPSS Inc, Chicago, IL,<br />

USA).<br />

Hastaların takip süresi boyunca IIEF toplam puanındaki<br />

değişimler Şekil 1’de gösterilmiştir. Her iki tedavi grubundaki<br />

IIEF skorları RP sonrası preoperatif değerlerine göre<br />

anlamlı olarak azalmaktaydı. Cerrahi sonrası 12. aydaki<br />

IIEF skorları her iki grupta da artmıştı ve 12 ile 18 aylık IIEF<br />

skorları karşılaştırıldığında ise değişmeden kaldığı görüldü.<br />

İki yıllık ile 18 aylık sonuçları karşılaştırıldığında IIEF<br />

skoru ile ilgili değişiklikler benzerdir. Genel olarak, cerrahiden<br />

hemen sonra ilk ölçüm noktasından 2 yıla kadarki<br />

(Şekil 1) ortalama değişim her iki grup içinde anlamlı ve<br />

penil protez grubunda daha fazla idi (20.4±1.3 karşı 8.1±<br />

2.4, p 1000 olgu) uyguladığı RP sonrası<br />

ED oranları %40 ila %86 arasında değişmektedir. RP yapıldıktan<br />

sonraki 12-18 aylık erken nöropraksi döneminde,<br />

erektil aktivite mümkün değildir ve penil hipoksi sonucu<br />

küçük damarlarda oluşan fibrozis, ereksiyon kapasitesinde<br />

düşüşe yol açar. Sinir koruyucu RP sonrası erektil disfonksiyonlu<br />

hastaların %20 ila 80‘nin de penetrasyon için<br />

yeterli sertlik elde edilemez. Sinir koruyucu RP sonrası ED<br />

için mevcut birinci basamak tedavi, ağızdan PDE5 inhibitörleri<br />

(sildenafil, tadalafil) gibi farmakolojik ajanlardır.<br />

İkinci basamak tedavide ise, prostaglandin E1 (alprostadil),<br />

düşük doz Trimix (alprostadil, papaverin), Bimix ile genellikle<br />

haftada 3 kez yapılan intrakavernöz enjeksiyonlar<br />

ve halkasız 5-10 dakika süreyle günlük vakum cihazı (VCD)<br />

gibi metodlar bulunmaktadır. Penil protez implantasyonu<br />

diğer tüm tedaviler başarısız olduğu zaman ve genellikle<br />

erektil disfonksiyon tanımlandıktan 1 yıl sonra 3. basamak<br />

tedavi olarak sunulmaktadır. Geciken tedavilerin bildirilen<br />

oranlarına bakıldığında, erken müdahalenin potansiyel bir<br />

Şekil 1. Tadalafil ve penil protez grubunda izlem süresince<br />

Erektil Disfonksiyon (İEFF) toplam puanındaki değişimler.<br />

Şekil 2. Sertlik ortalama değişimi.<br />

Şekil 3. Penetrasyon yeteneği ortalama değişimi.<br />

avantajı olduğu görülür. İster IC enjeksiyon, ister vakum,<br />

intraüretral alprostadil veya oral PDE5 inhibitörü olsun,<br />

konservatif ertelenmiş tedavilerin en önemli dezavantajları<br />

uzun dönem tedavi başarılarının belirsizliğidir. Hastaların<br />

tedaviye bağlı kalamama oranları 1. yıl sonunda oldukça<br />

yüksektir ve 5 yıllık takiplerinde de oldukça az veri elde<br />

edildiği görülmektedir.<br />

Bu nedenle, önünde 10-15 yıllık cinsel aktif dönemi<br />

bulunan genç hastalarda RP sonrası ED için kalıcı çözüm<br />

yoktur. Mükemmel uygulanmış bilateral sinir koruyucu RP<br />

23


ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Güncel Makale Özeti<br />

teorik olarak gerçek çözümü sunmakla beraber halen bunun<br />

çok uzağındayız. Ayrıca, erken PDE5 inhibitörü tedaviler<br />

minimal ile orta derece arasında fayda sağlamaktadır.<br />

Bu fayda vajinal penetrasyon göz önüne alındığında %20<br />

derecesindedir. IC enjeksiyon ile sildenafil kombinasyonu<br />

erken seksüel birleşme, hasta memnuniyeti, spontan<br />

ereksiyonların daha erken dönüşü ve potansiyel olarak vajinal<br />

penetrasyon için yeterli doğal ereksiyonları kolaylaştırır.<br />

Bununla beraber 9 aylık sonuçlar vajinal penetrasyon<br />

açısından halen marjinaldir. Tedavi motivasyonu yüksek<br />

hastalar bile, 6 ay sonrasında %50 enjeksiyon tedavisine<br />

devam etmek istememektedir.<br />

Bu çalışmada uzun yarı ömrü ve tedaviye bağlı kalma<br />

oranlarının yüksekliği nedeni ile tadalafil tercih edilmiştir.<br />

RP sonrası optimal dozu belli olmamakla beraber günlük<br />

kullanımın gerekliliği sorgulanmaktadır. Sonuç olarak bu<br />

çalışmada haftada üç kez tadalafil verilmiş ve bu maliyet<br />

ve yan etkileri düşürmüştür.<br />

Bu çalışmada cerrahi sonrası PDE5 inhibitörünü 6.ayda<br />

kullanmamız, “kullanılmayan organlar kaybedilir” argumanı<br />

nedeni ile tartışılabilir. Ancak, deneysel çalışmalarda<br />

PDE5 inhibitörlerinin düz kas apopitozu ve fibrozisini<br />

önlediği gösterilse de, penil rehabilitasyonun insanlardaki<br />

yararlılığı standart protokollerin (tedavi tipi, başlangıç zamanı,<br />

tedavi süresi ve doz) olmaması nedeni ile ispat edilememiştir.<br />

RP sonrası nöropraksi periyodunda, tedaviye<br />

kısmi veya tam yanıtsızlığa sebep olan kavernozal fibrozis,<br />

penil küçülme ve venöz kaçak oluşabilir. Ancak, çalışmanın<br />

amacı tadalafil ve penil protezi karşılaştırmaktır. PDE5<br />

inhibitörlerini erken başlayarak IIEF skorlarında tadalafil<br />

grubunda biraz yükselme olacağı fakat protez grubunda<br />

düşük kalacağı speküle edilmiştir.<br />

Günümüzde penil protezin kendisi ile ilgili komplikasyonlar<br />

azalmıştır. Protezler arasında 3 parçalı şişirilebilir<br />

protezler en yüksek hasta memnuniyeti (%90) ve en düşük<br />

mekanik revizyon oranları (5 yılda %90, 15 yılda %60)<br />

sağlamaktadır.<br />

Protez implantasyonu sonrası enfeksiyon oranları %1,7<br />

ile %1,8 arasında değişmektedir ve yerleştirme yönteminden<br />

etkilenmemektedir. Bu çalışmada enfeksiyon görülmemiştir<br />

ve muhtemel nedenleri erken implantasyon ve<br />

kısıtlı hasta sayısıdır. Bununla beraber AMS inhibizon’un<br />

minosiklin ve rifampisin içeren yüzeyi bakteriyel üremeyi<br />

azaltarak enfeksiyon oranını düşürmüş olabilir. Carson ve<br />

ark. inhibizonla kaplı protezlerde 2261 hastada %0,28 enfeksiyon<br />

oranı bildirmişlerdir. Bu nedenle bu grupta bu tip<br />

protez kullanmak mantıklı görülmektedir.<br />

Erken tedavinin bir diğer olası avantajı ise hastaya olabilecek<br />

psikolojik etkisidir. Genç hastalarda seksüel bozukluklar<br />

daha fazla olumsuz etkiye sahiptir. Bu olumsuz<br />

etkiler anksiyete, depresyon ve yaşam kalitesinde ciddi<br />

düşüştür. Ayrıca seksüel partnerin stresi yaşam kalitesinin<br />

düşüşüne sebep olabilir. Gecikmiş tedavilerde, birçok<br />

hasta sekse olan ilgilerini kaybetmekte ve 3. basamak tedavilere<br />

başlamamaktadır. Bir çok aşamadan geçip protez<br />

önerilen hastalar ortalama 2-4 yıllık cinsel yaşam kaybı<br />

yaşamaktadır.<br />

Sonuç olarak, ED için bilinen tedavilerin çoğu uzun<br />

dönem etkinliğe sahip değildir. Hastalar ilk yıl içinde yüksek<br />

oranda bu tedavilere bağlı kalamamaktadır ve 5 yıllık<br />

data çok azdır. Her iki tedavi yönteminin etkinlik ve tatmin<br />

oranları kabul edilebilir düzeydedir. Fakat, ereksiyon sıklığı,<br />

sertliği, penetrasyon yapabilme, devam ettirebilme ve<br />

ereksiyon güveni açısından protezler oral tedaviye üstündür.<br />

RP Sonrası ED için erken penil girişim tüm hastalar için<br />

gelecekte umut vaat eden bir yöntemdir.<br />

Çeviri<br />

Dr. Aykut Başer, Prof. Dr. Sadettin Eskiçorapçı<br />

Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji AD, Denizli<br />

24


Güncel Makale Özeti<br />

ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Prostat kanseri nedeni ile tedavi edilen erkeklerde<br />

radyoterapi ile cerrahinin üriner, sindirim ve cinsel<br />

fonksiyon sonuçlarının uzun dönem farkları<br />

Ellet JD, Rosoff JS, Prasad SM.<br />

Asian J Androl 2013; 15: 443–444.<br />

Klinik olarak sınırlı prostat kanserinde hem cerrahi hem<br />

de radyoterapi, uzun dönem kanser bağımlı sağkalımda<br />

artış göstermişlerdir. Her ikisi de kanser tedavisinde uygun<br />

tedaviler olduklarını göstermişlerdir. Bu noktada soru<br />

yaşam kalitesi ve fonksiyonel sonuçlar üzerindedir.<br />

Bugün için bu iki yöntemi uzun dönem fonksiyonel sonuçları<br />

açısından tavsiye ya da karar konusunda karşılaştıran<br />

randomize prospektif bir çalışma yoktur. Resnick ve<br />

ark.’nın radikal prostatektomi (RP) ve radyoterapinin (RT)<br />

kontinans, erektil fonksiyonlar, sindirim fonksiyonlarını<br />

karşılaştıran çalışması bu konudaki sınırlı sayıdaki çalışmalardan<br />

biridir.<br />

PSA ile prostat kanseri tanısı konulan hastaların 2, 5,<br />

15 yıllık erektil disfonksiyon, inkontinans, barsak fonksiyon<br />

bozukluğu oranları karşılaştırıldı. RP olan hastalarda 2<br />

ve 5. yıllarda inkontinans ve erektil disfonksiyon oranları<br />

radyoterapiye oranla daha fazla olmakla birlikte 15. yılda<br />

RT ile benzer sonuçlara sahiptir. Daha spesifik yaklaşırsak,<br />

RP’de inkontinans RT’ ye göre aşağı yukarı 5 kat daha fazla<br />

gelişiyor ve ilk aşama tedavide kısa ve orta dönem tedavide<br />

erektil disfonksiyon 3 ve ½ kat daha fazla gelişiyor.<br />

Barsak fonksiyon bozukluğu RT’ de 2. ve 5. yıllarda daha<br />

fazla olmakla beraber, 15. yılda RP’ den farkı yoktur.<br />

Bununla birlikte yazarlar, inkontinans ve erektil fonksiyonun<br />

primer tedaviden bağımsız olarak zamanla kötüleştiğini<br />

belirtmektedirler. 15 yıllık takipte erektil disfonksiyon<br />

(ED), RP grubunda %87 ve RT grubunda %94 olmakla beraber<br />

toplamda %40 hastada bu sıkıntıya neden olmuştur.<br />

Kontrol grubu ayırmak mümkün olmadığı için seksüel<br />

fonksiyonların yaşa bağımlı mı yoksa tedavi bağımlı mı<br />

azaldığını araştırmak zordur. Kısa dönem çalışmalarda RP<br />

uygulanan hastalarda seksüel ve üriner fonksiyonlarda<br />

aynı yaş grubu ile karşılaştırıldığında büyük düşüş izlenmiştir,<br />

fakat tedavisiz kontrol grubu mevcut değildir.<br />

Hastalara tedavi tavsiyesinde bulunurken seksüel, üriner<br />

ve barsak fonksiyonlarını da göz önünde bulundurmalıyız.<br />

Bu nedenle, 15 yıllık genel oranlar benzer olmakla<br />

beraber, erektil ve üriner fonksiyonların eğri altında kalan<br />

kümülatif farkları karşılaştırılmalıdır. Her bir alan için göreceli<br />

risk hesaplanıp bu değerlerle hastalara tavsiyede<br />

bulunmak gerekir ancak bunlar sağlanamamaktadır. Robot<br />

yardımlı laparoskopik RP, prostat kanserinde primer<br />

tedavidir. Robot yardımlı laparoskopik RP’yi az uygulanan<br />

merkezler bu açıdan önermezken çok uygulanan merkezler<br />

seçenekler arasında bulunması gerektiğini, kısa dönem<br />

kontinans ve seksüel fonksiyona etkisini tahmini olarak tarif<br />

etmektedirler. Ek olarak RT görüntü modülasyonunun<br />

eklenmesi, RT tedavi seçeneğinde toksisiteyi azaltmakta<br />

ve erektil, üriner ve barsak fonksiyonları üzerine daha az<br />

negatif etkisi olmaktadır.<br />

Prostat kanseri tedavisini takiben herhangi bir yaşam<br />

kalitesinin değerlendirilmesinde, klinik önemsiz kanserlerin<br />

aşırı tanı ve tedavisinin tartışılması yararlıdır. Yüzde<br />

10’un altında hastada Gleason ≥ 8 ya da 1/3 hastada<br />

PSA>10 ng/ml üzerinde tespit edilmiştir. Gleason Skoru 6<br />

olan bazı hastalarda metastaz potansiyeli azaldığı yönünde<br />

artmış görüş vardır. Bu çalışmayı göz önüne aldığımızda<br />

aktif izlem, düşük tümörlü hastalarda uygun seçenektir<br />

ve tedaviye bağlı yaşam kalitesi gibi sorunları minimalize<br />

etmektedir. Tedaviden en fazla fayda görecek hastaların<br />

seçimi tedavi bağımlı seksüel, üriner, barsak sorunlarını<br />

anlamlı olarak azaltacaktır. Prostat kanseri uluslararası aktif<br />

izlem proje araştırması (PCAIASP), aktif izlem için en geniş<br />

hasta gözlem grubuna sahiptir. Sonuçları, izlemin kanser<br />

tedavisinden ödün vermemek şartıyla uygulanabilir bir tedavi<br />

stratejisi olduğu yönündedir. Takipte PSA kullanılarak<br />

progresyon riski gelişenlerde tedavi değiştirilmektedir.<br />

Bu yayını sınırlayan birçok nokta bulunmaktadır. Bütün<br />

prostat kanseri çalışma sonuçlarında kritik nokta tedavi<br />

sonrası 6 ayda hastalara bazal seksüel, üriner ve barsak<br />

fonksiyonlarının hatırlatılmasıdır. Veriler tahminlerin zaman<br />

içinde olası değişimini gösterirken cerrahi geçirenlerde<br />

kontinans ve erektil fonksiyon gibi yaşam kalitesi<br />

sorunları radyoterapi alanlara göre daha sıktır. Çalışma<br />

grupları hastalığın şiddetine göre ayarlanırken, sonuçlar<br />

25


ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Güncel Makale Özeti<br />

bu parametrelere göre sınıflanamıyor. Bununla beraber, bu<br />

çalışmanın sonuçlarından biri geçen zamanla erkeklerde<br />

seksüel ve üriner fonksiyon gerilememektedir. Bu durum<br />

tedavi edilmeyen kontrol grubu ihtiyacını vurgulamaktadır.<br />

Sonuç olarak takip seçeneğinde kayıplar ve tamamlanmamış<br />

veriler bir başka eksik taraftır. Yazarlar, sonuçlara<br />

ulaşmak için kompleks tahmin modelleri oluşturmakta<br />

fakat randomize olmayan hasta kayıpları tahmin edilememektedir.<br />

Ölümler ve takip esnasındaki kayıplar örneklerin<br />

yeterliliğini azaltmaktadır.<br />

Bu çalışma, prostat kanserinde uzun dönem takipte RP<br />

ve RT tedavisi sonrası erektil, üriner ve barsak fonksiyonları<br />

hakkında önemli bakış açıları sağlamaktadır.<br />

Çeviri<br />

Dr. Serhat Özgün, Uzm. Dr. Fatih Hızlı<br />

Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği<br />

26


Güncel Makale Özeti<br />

ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Bir transforming growth factor-β1 antagonist peptid<br />

olarak p144’ün sildenafil ile sinerjisi ve diyabetik<br />

ratlardaki kavernozal fibrozisin iyileşmesi yolu ile erektil<br />

cevabın artışı<br />

Wen J L, Hao W, Juan Z, Bao L, Jun Z.<br />

J Sex Med 2013; 10: 2942–2951.<br />

Diyabetli hastalar, ciddi erektil disfonksiyon (ED) sergilerler<br />

ve oral fosfodiesteraz tedavisine cevapları yetersizdir.<br />

Korpus kavernozumdaki kollajen artışının ve düz kas<br />

miktarındaki azalışın diyabete bağlı ED mekanizmasındaki<br />

önemi ve transforming growth faktör-β1 (TGF-β1) in korpus<br />

kavernozumdaki yapısal değişikliklerden sorumlu etkin<br />

fibrotik bir faktör olduğu ileri sürülmüştür.<br />

Bu çalışmada diyabetik ED de TGF-β1’in ve alt yolaklarının<br />

aktive olup olmadığını, TGF-β1 ve alt yolaklarının<br />

aktivasyonu ile kavernozal yapılardaki anormalliklerden<br />

dolayı PDE5 in azalmış etkisinden sorumlu olup olmadığını<br />

ve erektil cevapta sildenafil ile P144’ün sinerjik etkilerini<br />

araştırmak amaçlanmıştır.<br />

Sekiz haftalık 250-290 gr ağırlığındaki erkek Sprague-Dawley<br />

ratları beş deneysel gruba randomize edildiler.<br />

1-Normal kontrol grubu, 2-Diyabetik grup, 3-P144 ile<br />

tedavi edilen diyabetik grup, 4-Sildenafil ile tedavi edilen<br />

grup ve 5-Sildenafil ve P144 kombinasyonu ile tedavi edilen<br />

diyabetik grup.<br />

Diyabet intraperitoneal tek doz 50 mg/kg streptozotocin<br />

ile uyarılırken kontrol grubuna 0.1 mol/L, pH 4.5<br />

citrate buffer solüsyonu verildi. Altı hafta diyabet indüksiyonundan<br />

sonra her bir grup sırasıyla 4 hafta boyunca<br />

tedavi aldı. Bundan sonra bütün sıçanlara erektil fonksiyon<br />

değerlendirmesi yapıldı.<br />

Kavernöz sinir uyarılmasına cevaben intrakavernozal<br />

basınç (ICP) ve ortalama arteriyel kan basıncı (MAP) erektil<br />

fonksiyon değerlendirilmesinde kullanıldı. Erektil cevabın<br />

değerlendirilmesinden sonra kavernozometri uygulandı.<br />

Histolojik ve immunohistokimyasal analiz düz kas/<br />

kollajen oranının ve korpus kavernozumdaki düz kas içeriğinin<br />

kontrol grubuna göre tedavi edilmemiş ratlarda<br />

önemli ölçüde azaldığını göstermiştir. P144 ile tedavi edilen<br />

diyabetik ratlardaki düz kas/ kollajen oranı ve düz kas<br />

içeriği kontrol grubu seviyelerine ulaşamamasına rağmen<br />

anlamlı farklılık gözlenmemiştir. Sildenafil ayrıca bu değişikliklerde<br />

önemli ilerlemeler sağlamış fakat bu etki P144<br />

dekinden düşük kalmıştır. Kombine tedavi bu histolojik<br />

değişikliklerde sinerjik etki sağlamıştır.<br />

Bu çalışmanın asıl bulgusu diyabete bağlı ED de sildenafilin<br />

düşük etkisinin en azından kısmen korpus kavernozumdaki<br />

yapısal anormallikten kaynaklanan venöz<br />

kaçakta sildenafilin zayıf supressif etkisinden kaynaklandığıdır.<br />

Sildenafil ya da P144 tek başına, diyabete bağlı ED<br />

tedavisinde yetersizdir ve bu ikisinin kombinasyonu yapısal<br />

bütünlük için en iyi tedavi etkisini sağlar. Kombinasyon<br />

tedavisinde amaç kan girişini arttırmak ve kavernoz düz<br />

kasları gevşeterek venöz kaçağın azaltılması ve eş zamanlı<br />

yapısal bütünlüğü devam ettirmek olmalıdır.<br />

Sonuç olarak; korpus kavernozumdaki TGF-β1 in ve<br />

onun Smad ve non-Smad sinyal yolağı aşırı aktivasyonu<br />

kavernozal fibrozis ve CVOD nedeni ile diyabete bağlı ED<br />

nin patogenezinde rol alır. Sildenafil bu moleküler ve histolojik<br />

olayları bastırmak için düşük etkili kalmıştır ve P144<br />

ile kombinasyon tedavisi bu değişimleri etkili bir şekilde<br />

düzeltmiştir. Bu sonuçlar diyabet ile uyarılmış ED ve patofizyolojiyi<br />

anlamamıza sağladığı katkının yanı sıra ileri tedavilerin<br />

geliştirilmesine yeni bir bakış açısı sağlayacaktır.<br />

Çeviri<br />

Uzm. Dr. H. N. Göksel Göktuğ,<br />

Prof. Dr. M. Abdurrahim İmamoğlu<br />

SB Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi,<br />

Üroloji Kliniği, Dışkapı, Ankara<br />

27


ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Güncel Makale Özeti<br />

Alerjik rinit ve erektil disfonksiyon riski -<br />

Ülke çapında toplum temelli bir çalışma<br />

Su VY, Liu CJ, Lan MY, Chen YM, Su KC, Lee YC, Chen TJ, Chou KT.<br />

Allergy. 2013 Apr; 68(4): 440-5.<br />

Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) ve astım<br />

başta olmak üzere kronik inflamatuar hava yolu hastalıklarının<br />

erektil disfonksiyon (ED) ile ilişkili olduğu bildirilmektedir.<br />

Kronik inflamatuar hava yolu bozukluklarından<br />

biri olan Alerjik rinit (AR) öncelikle burun ile ilgilidir. AR’in<br />

sadece local bir hastalık değil aynı zamanda ürettiği inflamasyonun<br />

sistemik olarak da yayıldığını gösteren kanıtlar<br />

giderek artmaktadır. Buna ek olarak, AR’te de görülen lökotrien,<br />

imünoglobulin E (IgE) ve mast hücreleri gibi inflamatuar<br />

mediatörler ve hücrelerin ED oluşumu için uygun<br />

olan ateroskleroz sürecinde rol aldığı bildirilmiştir. AR’li<br />

hastaların seksüel aktivitelerinin araştırıldığı iki çalışma<br />

olup bu çalışmalar örneklem büyüklüğünün küçük olması,<br />

kontrol grubunun olmaması, eşlik eden hastalıklar ve ilaçlar<br />

hakkında bilgi eksikliği nedeniyle eleştirilmiş ve AR ile<br />

ED arasındaki ilişkiyi göstermede zayıf kalmışlardır. Bu çalışma<br />

da AR’in ED gelişiminde rol oynayabileceği hipotezi<br />

kurulmuştur ve AR ile ED arasındaki ilişkinin araştırılması<br />

için ülke genelinde toplum temelli bir çalışma yapılmıştır.<br />

Çalışma 1 Ocak 2000 - 31 Aralık 2008 tarihleri arasında<br />

18-55 yaş arası yeni AR tanısı almış 64.059 erkek<br />

hasta ve AR tanısı olmayan (kontrol grubu) 64.059 kişi<br />

olmak üzere toplam 128.118 kişiyle yapılmıştır. Deney<br />

grubu ve kontrol grubu arasında yaş, eşlik eden hastalıklar<br />

ve ilaç kullanımı açısından fark bulunmamıştır. 2000 yılından<br />

önce AR öyküsü olanlar çalışmaya alınmamıştır. Hem<br />

deney hem kontrol grubunda çalışma öncesi ED olanlar,<br />

çalışma öncesi ve süresince spinal kord yaralanması veya<br />

kanser hastalığı geçirenler çalışma dışı bırakılmıştır. Çalış-<br />

ma öncesi hem AR’i olan grup hem de kontrol grubu ED<br />

gelişimine neden olan risk faktörleri açısından değerlendirilmiştir.<br />

Her iki grup da hipertansiyon, diyabet, koroner<br />

arter hastalığı aritmi, astım, KOAH, kronik böbrek hastalığı,<br />

iskemik inme ve hiperlipidemi gibi hastalıkların varlığı, anjiyotensin-converting<br />

enzim (ACE) inhibitörleri, beta-adrenerjik<br />

blokerler ve statin kullanımı açısından incelenmiştir.<br />

Üroloji kliniğine gitme sıklığı ED’nin tanılanma oranını arttırdığı<br />

için değerlendirme kapsamına alınmıştır.<br />

Deney ve kontrol grubu yaş ortalamaları 34.25 ±10.62<br />

yıldır. AR grubunun üroloğa gitme sıklığı AR olmayanlara<br />

anlamlı düzeyde daha fazla bulunmuştur. Ortalama<br />

5.82±2.55 yıl takip edilen olgulardan AR grubunda kontrol<br />

grubuna göre ED daha fazla görülmüş ve gelecekte de<br />

AR olanların ED açısında daha fazla risk taşıdığı saptanmıştır.<br />

Çalışmada çok değişkenli analiz sonucunda AR ile<br />

ED gelişimi ilişkili bulunmuştur. AR’in ED gelişimini 2.37<br />

kat arttırdığı belirlenmiştir. AR için kliniğe gidilme sayısı<br />

ile ED gelişme riskinin arttığı görülmüştür. Dört haftadan<br />

daha uzun süre ilaç tedavisine ihtiyacı olan AR’li hastalarda<br />

risk daha yüksek bulunmuştur.<br />

Sonuç olarak AR, ED gelişimi için potansiyel bir risk faktörü<br />

olabilir ve bu risk AR şiddetiyle doğru orantılı olarak<br />

artış gösterebilir.<br />

Çeviri<br />

Yrd. Doç. Dr. Havva Sert, Doç. Dr. Dilek Aygin<br />

Sakarya Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulu<br />

28


Güncel Makale Özeti<br />

ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Hayvanlarla cinsel ilişki (SWA) - Davranışsal özellikler<br />

ve penil kanser ile olan olası ilişki:<br />

Çok merkezli çalışma<br />

Zequi SC, Guimaraes GC, Fonseca FP, Ferreira U, Matheus WE, Reis LO.<br />

J Sex Med. 2012; 9: 1860-7.<br />

Penil kanser (PC) gelişmiş ülkelerde nadir olmakla birlikte<br />

yoksul bölgelerde sık karşılaşılan bir malignitedir. PC<br />

için risk faktörleri kötü hijyen, yoksulluk, kronik balanoprepisyum<br />

irritasyonu, premalign penil lezyonlar ve sigara<br />

kullanımı olarak bilinmektedir. HPV (Human Papilloma<br />

Virüs) enfeksiyonu PC vakalarının yaklaşık yarısına eşlik<br />

etse de PC’deki rolü açıkça belirlenememiştir. PC‘de çok<br />

eşliliğin ve diğer cinsel yolla bulaşıcı hastalıkların rolü de<br />

tam olarak anlaşılamamıştır. Uzun zamandır bilinen fakat<br />

tıbbi literatürde yer almayan hayvanlarla cinsel ilişki (SWA)<br />

insan ürolojik hastalıkları için bir risk faktörü olarak düşünülmektedir.<br />

Sunulan bu çalışmada hayvanlarla cinsel ilişkinin<br />

(SWA) klinik ve demografik verilerle karakteristikleri<br />

ve PC’deki rolü incelenmiştir. Buna göre 2009 ve 2010<br />

yılları arasında 16 üroloji ve onkoloji merkezinde yapılan<br />

görüşmelerde 118 PC hastası ve 374 sağlıklı kontrol grubunun<br />

kişisel ve seksüel alışkanlıkları değerlendirilmiştir.<br />

Kontrol grubu ile PC grubunun yaşları homojen olarak<br />

saptanmıştır. Çalışmaya dahil edilen olguların yaş, cinsel<br />

yolla bulaşan hastalık (CYBH) öyküsü, penil premalign lezyonlar<br />

(Queyrat’s eritrolplazisi, Bowen hastalığı, liken skleroz,<br />

balanitis kserotika obliterans, kronik balanit), fimozis,<br />

sünnet, seksüel partnerlerin sayısı, sigara alışkanlıkları ile<br />

hayat kadınlarıyla cinsel ilişki hikayesi ve SWA durumları<br />

karşılaştırılmıştır.<br />

Değerlendirilen olgular içinde toplam 171 bireyde<br />

(%34.8) SWA tespit edilmiştir. SWA, PC hastalarında<br />

(%44.9) kontrol grubuna göre (%31.6) ve CYBH öyküsü<br />

olan bireylerde olmayanlara göre (%<strong>56</strong>.7 ve %43.3) daha<br />

yaygın olarak saptanmıştır. Çalışmaya alınan olguların<br />

%80.1’i sünnetsizdi. Sigara içme oranı (%70.3 ve %45.7),<br />

fimozis varlığı (%67.8 ve %14.4), hayat kadınlarıyla cinsel<br />

ilişki oranı (%73.7 ve %63,9) ile premalign lezyon varlığı<br />

ve SWA oranının PC grubunda daha yüksek olduğu tespit<br />

edilmiştir. PC grubunda, premalign lezyonların oranı %30.1<br />

iken bu oran kontrol grubunda %4.7 olarak tespit edilmiştir<br />

(p


ERKEK CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Güncel Makale Özeti<br />

mevcuttu. SWA davranışının penil kanserin histolojik tipi,<br />

derecesi, tedavi şekli, evresi ya da klinik durumla anlamlı<br />

ilişkisi yoktu. Tek değişkenli analiz sonucunda PC için risk<br />

faktörleri fimozis, premalign lezyonlar, sigara kullanımı,<br />

SWA (p=0,008), ırk ve hayat kadınlarıyla cinsel ilişki olarak<br />

ortaya konulmuştur. Çok değişkenli analizlerde ise fimozis,<br />

premalign lezyonlar, sigara kullanımı ve SWA PC için<br />

risk faktörleri olarak tespit edilmiştir.<br />

SWA eski çağlardan beri bilinen bir durum olup bir çalışmada<br />

Amerika’lıların %8’inin SWA deneyimine sahip olduğu<br />

ve düşük entellektüel seviyesi olan genç çiftçiler arasında<br />

yaygın olduğu bildirilmiştir. Çalışmalarda SWA’nın<br />

basit bir fenomenden ziyade nevroz yada psikozun bir<br />

yansıması olduğu da belirtilmiştir. Kırsal alanlarda erkek<br />

çocuklar hayvanlarla birlikte yaşadıkları için, cinsel temas<br />

imkanını kolay bulduğundan çalışmadaki her iki grup da<br />

kırsal alanda yaşayan bireylerlerden oluşturulmuştur. Buna<br />

karşın son bir kaç dekattır erken yaşlarda artan cinsel serbestlik<br />

nedeniyle hayvanlarla cinsel teması oranının giderek<br />

azaldığı belirtilmektedir.<br />

Bu çalışmanın sonucunda kurulan hipoteze göre<br />

SWA’nın bir mikrotravma sonucunda yabancı genital mukoza<br />

ile penil dokuların temasına neden olduğu ve insanlar<br />

için antijenik ve karsinojenik olabilen hayvanların anogenital<br />

sekresyonlarına maruz kalındığı düşünülmüştür. Bu<br />

durum kronik irritasyon süreci ve takiben displaziye neden<br />

olmaktadır. Penil yaralanmalar, yırtıklar, abrazyonlar ve balanitin<br />

PC riskini artırdığı bilinmektedir. SWA katılımcılarının<br />

%14’ü premalignitelere sahipti ve kişilerin çoğunluğu<br />

sünnetsizdi ya da yaşamlarında sonradan sünnet olmuştu.<br />

Bu durum kötü hijyen, fakirlik ve HPV enfeksiyonu gibi PC<br />

gelişimi için potansiyel oluşturabilen diğer çevresel PC risk<br />

faktörleriyle ilişkilidir. SWA’nın PC ile CYBH arasında ilişkisi<br />

SWA uygulayıcısının yaşam şeklini yansıtmaktadır. SWA<br />

bildirilen kişilerde hayat kadınlarıyla cinsel ilişki, seksüel<br />

partner sayısı ve CYBH SWA bildirilmeyen kişilerden daha<br />

fazla idi.<br />

Bu çalışmadaki populasyonda uzun süreli ve devamlı<br />

SWA maruziyeti, penil mikro travmaları artırarak dış çevredeki<br />

infeksiyöz ajanlara maruziyeti kolaylaştırmaktadır.<br />

Çalışmalar tümör hücrelerinin aynı türlerle birlikte memeli<br />

konaktan bir diğerine aktarılabildiğini gösterirken,<br />

kanserin de bulaşıcı hastalık gibi aktarılabileceği tahmin<br />

edilmektedir. PC atlarda sık olsa da hayvanlar ve insanlar<br />

arasında malignensi göçü bildirilmemiştir.<br />

SWA, PC için risk faktörüdür ve seksüel hastalıklarla<br />

ilişkilendirilebilir. SWA ile diğer mümkün olan nozolojik<br />

bağlantıları test etmek için farklı populasyonlarda yeni çalışmalara<br />

ihtiyaç duyulmaktadır. Yüksek prevelansı ile PC<br />

ve belki de CYBH için risk oluşturması nedeniyle SWA ile<br />

ilgili ciddi bilimsel yaklaşımlara ihtiyaç vardır. SWA’yı ortadan<br />

kaldırmak için girişimler dikkate alınmalıdır. Sağlık<br />

kampanyaları düzenlenerek hedef nüfustaki SWA’nın azaltılması<br />

teşvik edilebilir. Etik açıdan uygunluğu tartışmalı olmasına<br />

rağmen aşırı dirençli durumlarda, prezervatif kullanımı<br />

ya da diğer bariyer yöntemleri bu cinsel seçeneğin<br />

risklerini en aza indirmek için önerilebilir.<br />

Çeviri<br />

Dr. Yusuf Gençten, Doç. Dr. Fikret Erdemir<br />

Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi,<br />

Üroloji Anabilim Dalı<br />

30


Derleme<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Ejakülator kanal obstrüksiyonlarında tanı ve<br />

cerrahi yöntemler<br />

Op. Dr. Ahmet Karakeçi 1 , Doç. Dr. Fatih Fırdolaş, 2 Prof. Dr. İrfan Orhan 2<br />

1<br />

Elazığ Harput Devlet Hastanesi Üroloji Kliniği, Elazığ<br />

2<br />

Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı, Elazığ<br />

Özet<br />

Obstrüktif infertil erkeklerin yaklaşık %5’inde belirlenen<br />

ejakülator kanal patolojileri, doğumsal ve edinsel patolojiler<br />

olarak iki şekilde incelenebilmektedir. Doğumsal patolojiler<br />

orta hat ve lateral yerleşimli kistleri, ejakülator kanal<br />

atrezisi ve stenozunu içerirken, edinsel patolojiler enfeksiyon<br />

sonrası taş veya kalsifikasyonlara, cerrahi ve üretral<br />

girişimlere bağlı olarak gelişir. Son yıllarda kullanılan yeni<br />

tanı teknikleriyle birlikte, özellikle distal ejakülator kanal<br />

patolojilerinin beklenenden daha sık olduğu ortaya konulmuştur.<br />

Patognomonik bir fizik muayene bulgusu olmayan<br />

ejakülator kanal obstrüksiyonlarının tanısında semen<br />

analizi önemli yer tutmaktadır. Özellikle komplet obstrüksiyonlarda<br />

düşük volümlü, asidik azoospermi tipiktir. Parsiyel<br />

ve fonksiyonel ejakülator kanal obstrüksiyonlarında<br />

semen parametreleri azoospermiden normospermiye kadar<br />

geniş bir profil gösterebilmektedir. Tarihsel olarak ejakülator<br />

kanal obstrüksiyonu tanısında vazografi altın standart<br />

tanı yöntemi olarak kullanılmıştır. Ancak günümüzde,<br />

kolay uygulanması ve sağladığı avantajlar nedeniyle tanıda<br />

ilk tercih edilen görüntüleme yöntemi transrektal ultrasonografidir<br />

(TRUS). Buna rağmen, erkek infertilitesinin<br />

düzeltilebilir patolojilerinden olan ejakülator kanal patolojilerinin<br />

altın standart tanı yöntemi halen belirlenmemiştir.<br />

Bu nedenle yeni tanı yöntemleri ve daha az invazif tedavi<br />

modellerinin geliştirilmesi, güncel ürolojinin araştırma konularındandır.<br />

Ejakülator kanalın obstrüktif patolojilerinde<br />

standart tedavi, transüretral ejakülator kanal rezeksiyonudur<br />

(TURED). Erkek reprodüktif boşaltım kanallarında<br />

peristaltizmi bozarak ve atonik obstrüksiyonlara neden<br />

olarak, parsiyel veya fonksiyonel ejakülator kanal obstrüksiyonuna<br />

yol açabilecek patolojilerin tedavisi için etkili bir<br />

tedavi yöntemi henüz belirlenmemiştir. Bu tür patolojiler<br />

için ortaya konulacak yeni ve etkili tedavi yöntemleri ile<br />

birçok idiyopatik infertilite patolojisi tedavi edilebilecektir.<br />

Giriş<br />

Azospermik infertil erkeklerin yaklaşık %40’ında belirlenen<br />

obstrüktif infertilite, erkek reprodüktif traktın<br />

herhangi bir yerindeki obstrüksiyon sonucu ortaya çıkmaktadır<br />

(1). Reprodüktif traktın proksimal kısmında belirlenecek<br />

obstrüksiyonların tanısı ve mikro cerrahi tekniklerle<br />

tedavisi, erkek İnfertilitesinin iyi tanımlanmış patolojileri<br />

arasındadır. Ancak reprodüktif traktın distal kısmındaki<br />

patolojilerin tanı ve tedavisi yeni araştırma konularıdır.<br />

Komplet ejakülator kanal obstrüksiyonları erkek infertilitesinde<br />

%1’den daha az oranlarda saptanmaktadır. Ancak<br />

transrektal ultrasonografi (TRUS), manyetik rezonans görüntüleme<br />

(MRG) ve sintigrafi gibi güncel, minimal invazif<br />

tanı yöntemlerinin kullanılmasıyla, parsiyel ejakülator kanal<br />

obstrüksiyonlarının infertil erkeklerin yaklaşık %5’inde<br />

belirleneceği bildirilmektedir (2-4). Erkek infertilitesinde<br />

beklenenden daha sık saptanan bu patolojilerin halen altın<br />

standart tanı yöntemi belirlenmemiştir. Ayrıca güncel<br />

olarak transüretral ejakülator kanal rezeksiyonu (TUR-ED)<br />

ile tedavi edilen bu mekanik obstrüktif patolojilerin yanında,<br />

olası fonksiyonel obstrüksiyonların tedavi modelleri de<br />

deneysel olarak değerlendirilen konulardır. Sonuçta distal<br />

obstrüktif patolojilerin yeni tanı yöntemleri ve daha az invazif<br />

tedavi modellerinin geliştirilmesiyle, idiyopatik olarak<br />

tanımlanan büyük bir infertil hasta grubunda fertilite<br />

sağlanmış olacaktır.<br />

Anatomi ve embriyoloji<br />

Ejakülator kanallar, veziküla seminalislerin medialde<br />

vaz deferens ampullası ile dik açılı bir şekilde birleşmesiyle<br />

oluşurlar. Vaz deferensin ampullası ile birleşim yerindeki<br />

ejakülator kanal çapı 0.1-1 mm’dir. Ejakülator kanallar,<br />

prostat posterior yüzünde 10-15 mm kadar yüzeyel seyrettikten<br />

sonra, öne doğru 75 derecelik açıyla ilerleyip<br />

prostata girerler. Daha sonra prostat santral bölgesinde<br />

31


ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

Tablo 1. Ejakülator kanalların yerleşim yerine göre histolojik yapısı (6, 8).<br />

Histolojik yapı Uzunluk Çap (ort. ± ss)<br />

Proksimal Longitudinal 10-15 mm 1.7±0.3 mm<br />

düz kas, kolajen,<br />

kolumnar epitelyum<br />

Orta Longitudinal 5-8 mm 0.6±0.1 mm<br />

düz kas, kolajen,<br />

kolumnar epitelyum<br />

Distal Kolajen, 2-5 mm 0.3±0.1 mm<br />

kolumnar epitel<br />

5-8 mm’lik oblik bir açıyla ilerledikten sonra, her iki yanda<br />

verumontanum lateralinde, idrar akım yönünde üretraya<br />

açılırlar (5, 6).<br />

Embriyolojik olarak ejakülator kanallar Wolf kanalından<br />

gelişir. Sekiz ile on ikinci haftada testosteron üretimi ile birlikte<br />

rezidüel Wolf kanalı vaz deferens’e dönüşür. Kabaca<br />

10. haftada, Wolf kanalı ile prostatik üretranın birleşim yerinde<br />

veziküla seminalisler gelişir (7).<br />

Veziküla seminalislerin duvar yapısının %80’i dışta longitudinal,<br />

içte sirküler kas tabakasından oluşmaktadır. Ejakülator<br />

kanallar histolojik olarak veziküla seminalislerin devamı<br />

gibidirler. Ancak proksimalden distale doğru gittikçe<br />

lümen çapı daralıp, yapısal özellikleri de değişmektedir.<br />

Veziküla seminalislerden uzanım gösteren longitudinal<br />

kas tabakası ejakülator kanal proksimalinde yoğun olarak<br />

bulunmasına rağmen, distalde bu kas yapısının yerini kollajen<br />

bir yapı almaktadır. Sonuç olarak, ejakülator kanallar<br />

başlıca üç histolojik tabaka içerirler. Bunlar; en içte bazal<br />

hücre üzerine oturmuş psödostratifiye kolumnar epitel,<br />

kanal distalinde daha yoğun bulunan kolajen doku ve en<br />

dışta sadece kanal proksimalinde bulunan longitudinal kas<br />

tabakasıdır (6, 8) (Tablo 1).<br />

Ejakülator kanal patolojileri<br />

İnfertiliteye sebep olacak distal obstrüktif patolojiler,<br />

doğumsal ve edinsel patolojiler olarak iki grupta değerlendirilebilmektedir<br />

(2, 8). Doğumsal patolojiler orta hat<br />

ve lateral yerleşimli kistler, ejakülator kanal atrezisi ve<br />

stenozudur. Bu patolojiler içerisinde klinik önemi en fazla<br />

olan ve sık saptananlar, kistik yapılardır. Tarihsel olarak<br />

retrovezikal kistik kitlelerin klinik sınıflaması Mayersak tarafından<br />

1989 yılında yapılmıştır (9). Bu kistik yapılar, içeriklerinde<br />

sperm olup olmamasına ve yerleşimlerine göre<br />

çeşitli şekillerde sınıflandırılmıştır. Ancak TRUS ve MRG<br />

gibi yeni görüntüleme yöntemlerinin rutin olarak kullanılmasıyla<br />

bu kistik yapıların hem sınıflandırılmaları hem de<br />

klinik özellikleri yeniden tanımlanmıştır.<br />

Otopsilerde %1 oranında saptandığı bildirilen orta hat<br />

kistlerinin yeni tanı yöntemleri ile %5-8 gibi yüksek oranlarda<br />

belirleneceği bildirilmektedir (10-12). Furuya ve ark.<br />

orta hat kistlerini prostatik utrikülün konumuna göre üç<br />

şekilde sınıflamışlardır (13). Bu sınıflamaya göre özellikle<br />

Tip 1 kategorisindeki kistler, Müller kanal kisti ve utrikül<br />

kisti olarak sınıflandırılmaktadır. Tip 2 kistler seminal traktla<br />

bağlantısı olup olmamasına göre iki alt grupta değerlendirilmiştir.<br />

Tip 2a’da kistik yapının reprodüktif traktla<br />

bağlantısı olmamasına rağmen, Tip 2b’de kist ile seminal<br />

trakt arasında bir bağlantı bulunmaktadır. Dolayısıyla Tip<br />

2b yapısındaki kistler, ejakülator kanal kisti olmamalarına<br />

rağmen sperm içermektedir. Bu sınıflamada ejakülator<br />

kanal kistleri de Tip 3 kategorisinde sınıflandırılmaktadır.<br />

Bu kistlerin klinik sınıflandırılması, uygulanacak tedavi şeklinde<br />

bir değişikliğe sebep olmamakla birlikte, bu sınıflandırmanın<br />

tedavi prognozunu öngörmede etkin olabileceği<br />

bildirilmektedir. Özellikle orta hat kistleri sonucu ortaya<br />

çıkan infertilitede, TUR-ED tedavisinin daha etkin olduğu<br />

bildirilmektedir (13).<br />

Ejakülator kanalın edinsel patolojileri, enfeksiyon sonrası<br />

taş veya kalsifikasyonların oluşumu, cerrahi ve üretral<br />

girişimler gibi iatrojenik işlemlere bağlı sekonder olarak<br />

gelişen ejakülator kanal obstrüksiyonlarıdır (14). Prostat<br />

içerisinde ejakülator kanal ve verumontanum seviyesindeki<br />

kalsifikasyonların obstrüksiyon sebebi olup olmayacağı<br />

konusunda halen tartışmalar olmasına rağmen, ejakülator<br />

kanal obstrüksiyonunu düşündürecek semen parametrelerine<br />

sahip olan olgularda, bu patolojilerin obstrüktif patolojiler<br />

olarak değerlendirilmesi önerilmektedir (15, 16).<br />

32


Derleme<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Tanı ve görüntüleme yöntemleri<br />

Ejakülator kanal obstrüksiyonlarının patognomonik bir<br />

semptomatik bulgusu olmamakla birlikte, klinikte infertilite,<br />

hematospermi, perineal ve testiküler ağrı, sırt ağrısı,<br />

disüri, üriner obstrüksiyon, düşük volümlü ejakülat, ağrılı<br />

ejakülasyon, non-projektil ejakülasyon, orgazm duyusunda<br />

azalma gibi semptomlarla belirlenebilirler. Dik ve ark.<br />

ejakülator kanal obstrüksiyonlarının klinik olarak %77 oranında<br />

prostatit benzeri semptomlarla, %11 oranında da infertilite<br />

ile ortaya çıkabileceğini bildirmişlerdir (17). Ayrıca<br />

Johnson ve ark. ejakülator kanal obstrüksiyonlarının daha<br />

ziyade düşük volümlü ejakülasyon, projeksiyonu azalmış<br />

ve ağrılı ejakülasyon gibi direkt ejakülatla ilgili semptomlarla<br />

belirlenebileceğini bildirmişlerdir (18).<br />

Ejakülator kanal obstrüksiyonlarında patognomonik bir<br />

fizik muayene bulgusu da bulunmamaktadır. Ancak nadir<br />

de olsa bazı olgularda seminal vezikül dilatasyonu, prostat<br />

ve epididimal hassasiyet, rektal kitle gibi bulgular belirlenebilmektedir.<br />

Ejakülator kanal obstrüksiyonlarının tanısında en<br />

önemli parametre semen analizidir. Özellikle komplet<br />

obstrüksiyonlarda, fruktoz yokluğu, düşük volüm, asidik<br />

azoospermi kuraldır (5, 16). Ancak parsiyel veya fonksiyonel<br />

ejakülator kanal obstrüksiyonu olan olguların semen<br />

parametreleri, azoospermiden normospermiye kadar çok<br />

geniş bir yelpazede saptanabilmektedir. Ayrıca bu infertil<br />

hastalarda hormon profili de (serum gonadotropin gonadotropin<br />

ve testosteron düzeyleri) normal sınırlarda belirlenmektedir.<br />

Ejakülator kanal obstrüksiyonu tanısında asıl amaç,<br />

obstrüksiyona sebep olan patolojinin görüntülenmesidir.<br />

Tarihsel olarak vazografi, ejakülator kanal obstrüksiyonu<br />

tanısında altın standart olarak kullanılan tek yöntem olmuştur.<br />

Ancak vaz deferensin skar ve sekonder obstrüksiyon<br />

riskinden dolayı ve kolay uygulanması nedeniyle<br />

TRUS tanıda ilk tercih edilen görüntüleme yöntemidir (19).<br />

TRUS ilk olarak 1985 yılında subfertil erkeklerin değerlendirilmesinde<br />

kullanılmış ve teknik ilerlemeler sonucu<br />

distal obstrüktif patolojilerin tanısında, ucuz ve non-invazif<br />

bir yöntem olarak rutin klinik kullanıma girmiştir (14, 20).<br />

TRUS’ta orta hat kisti, paramedyan prostatik kist, dilate vazal<br />

ampulla (>6 mm), dilate seminal veziküller (transvers<br />

çap >15 mm), dilate ejakülator kanallar (çap >2.3 mm),<br />

ejakülator kanal taş ve kalsifikasyonları saptanabilecek<br />

başlıca patolojilerdir (21, 22, 23). Ancak kolay uygulanabilir<br />

ve non-invazif olmasına rağmen, TRUS distal obstrüktif<br />

patolojilerin tanısında %52 oranında belirleyici değildir<br />

(24). Ayrıca parsiyel ve fonksiyonel obstrüksiyonların<br />

belirlenmesinde TRUS’un duyarlılığı oldukça düşüktür. Bu<br />

nedenle TRUS’un ejakülator kanal obstrüksiyonlarının tanısındaki<br />

belirleyiciliğini arttırmak için, ek bazı yöntemler<br />

geliştirilmiştir. TRUS eşliğinde seminal vezikül aspirasyonu<br />

ilk geliştirilen yöntemdir. Normalde ejakülasyondan iki<br />

saat sonra veziküla seminalislerde hareketli sperm bulunmaması<br />

gerekmektedir (24). Ejakülasyondan iki saat sonra<br />

TRUS eşliğinde 25 cm uzunluğunda 20G Chiba iğne ile<br />

veziküla seminalislerden aspirasyon yapılması ve elde edilecek<br />

pelletin muayenesinde, her büyük büyütme alanında<br />

üçten fazla hareketli sperm saptanmasının, ejakülator<br />

kanal obstrüksiyon tanısında kullanılabileceği bildirilmiştir<br />

(24). Engin ve ark. TRUS’un belirleyici olmadığı hastaların<br />

%15’inde veziküla seminalis aspirasyonu ile obstrüksiyon<br />

tanısı konulabileceğini belirlemişlerdir (25). Veziküla seminalis<br />

aspirasyonu ile elde edilecek canlı spermlerin yardımcı<br />

üreme tekniklerinde kullanılma imkanı, bu yöntemin<br />

tanı yanında tedavi sürecinde de kullanılabileceğini gündeme<br />

getirmiştir (26).<br />

Diğer bir tanı yöntemi TRUS eşliğinde veziküla seminalislere<br />

opak madde verilerek, distal reprodüktiftraktın<br />

görüntülenmesidir. Bu yöntemle dinamik olarak veziküla<br />

seminalis ve ejakülatör kanalların değerlendirilebileceği<br />

bildirilmektedir (27).<br />

Kromotubasyon, özellikle dinamik değerlendirme için<br />

geliştirilen diğer bir tanısal yöntemdir (24). Bu yöntem,<br />

TRUS eşliğinde opak madde yerine metilen mavisi veya<br />

indigokarmin gibi boyalı maddelerin verilerek, sistoskopi<br />

ile ejakülator kanal orifislerinden bu boyalı maddelerin gelişinin<br />

değerlendirilmesi şeklinde uygulanmaktadır.<br />

Purohit ve ark TRUS ve TRUS eşliğinde veziküla seminalis<br />

aspirasyonu, vezikülografi ve kromotubasyon yöntemlerinin<br />

tanısal etkinliğini karşılaştırmalı olarak değerlendirip,<br />

bu teknikleri dinamik ve statik yöntemler olarak<br />

iki grupta incelemişlerdir (24). Buna göre TRUS ve veziküla<br />

seminalis aspirasyonu anatomik bütünlüğü tanımlayan<br />

statik yöntemler, vezikülografi ve kromotubasyon fonksiyonel<br />

değerlendirme yapan dinamik yöntemler olarak tanımlanmıştır.<br />

TRUS’un tek başına ejakülator kanal patolojilerini<br />

belirlemede %48 oranında belirleyici olduğu, ancak<br />

vezikülografi ve kromotubasyon gibi dinamik yöntemlerle<br />

33


ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

tanısal etkinliğin %83 oranına kadar yükseltilebileceği bildirilmektedir<br />

(24). Ancak yine de bu yöntemlerin hiçbiri altın<br />

standart tanı yöntemi olarak kabul görmemiştir. Çünkü,<br />

hem kromotubasyon hem de vezikülografi yöntemlerinde<br />

kullanılan boyalı veya kontrast maddelerin partikül çapları<br />

sperm boyutundan küçüktür (24). Dolayısıyla bu maddelerin<br />

geçtiği ve obstrüksiyon belirlenmeyen olgularda,<br />

boyutu daha büyük olan spermlerin geçemeyeceği ve<br />

obstrüksiyon olabileceği bildirilmektedir. Ayrıca ejakülator<br />

kanal obstrüksiyonlarının tedavisi sonucu %30-35 hastada<br />

semen parametrelerinde düzelme saptanmaması ve<br />

parsiyel/fonksiyonel obstrüksiyonların tanısında TRUS’un<br />

tam belirleyici olmaması, yeni dinamik tanı yöntemlerinin<br />

araştırılmasına ve geliştirilmesine neden olmuştur. Bu<br />

amaçla Orhan ve ark. TRUS eşliğinde veziküla seminalis<br />

sintigrafisini yeni bir tanı yöntemi olarak tanımlamışlardır<br />

(28). Bu teknikte çapı sperm çapına yakın büyüklükte<br />

olan Teknesyum (Tc) 99m sülfür kolloid, TRUS eşliğinde<br />

veziküla seminalislere Chiba iğne ile enjekte edilmiştir.<br />

Ardından ejakülasyondan önce ve ejakülasyondan 2 saat<br />

sonra, gamma kamerada veziküla seminalis radyonüklid<br />

oranları karşılaştırılmıştır. Sonuçta TRUS’un belirleyici olmadığı<br />

%30 olguda Tc 99m sülfür kolloid sintigrafisinin<br />

tanısal olduğu belirlenmiş ve bu yöntem özellikle parsiyel<br />

ve fonksiyonel obstrüksiyon düşünülen hastalarda ek bir<br />

tanı yöntemi olarak önerilmiştir.<br />

Diğer bir güncel tanı yöntemi veziküla seminalis manometresidir<br />

(27). Fizyolojik olarak ejakülasyon, duvar yapısı<br />

yoğun kastan oluşan veziküla seminalislerin aktif kasılması<br />

sonucu, ejakülatın posterior üretraya drenajı ile başlamaktadır.<br />

Dolayısıyla ejakülasyonun emisyon safhası mesane<br />

kontraksiyonu sonucu ortaya çıkan, miksiyon benzeri dinamik<br />

bir süreçtir. Bu fizyolojik süreci değerlendirmede<br />

ürodinami gibi dinamik yöntemlerin kullanılması düşüncesiyle,<br />

veziküla seminalis manometresi yeni geliştirilen bir<br />

tanı yöntemidir (27). Eisenberg ve ark (27) ejakülator kanal<br />

obstrüksiyonu tanısında ejakülator kanal manometresinin<br />

teknik olarak uygulanmasını tanımlamışlardır. Bu teknikte,<br />

TRUS eşliğinde veziküla seminalisler kanüle edilerek ejakülator<br />

kanal açılma basınçları kontrol grubunda 33.2 cm<br />

H2O, obstrüksiyon grubunda ise 116 cm H2O olarak belirlenmiştir.<br />

Dolayısıyla yüksek açılma basıncının belirlenmesi,<br />

hastalara uygulanacak TUR-ED tedavisinin başarılı olup<br />

olmayacağı konusunda bir parametredir (27).<br />

Ejakülatör kanal patolojilerinin belirlenmesinde TRUS<br />

bulguları şüpheli oluğunda MRG yöntemi ek bir statik tanı<br />

yöntemi olarak önerilebilir. Bununla birlikte, pahalı olması<br />

ve kolay uygulanamaması dezavantajlı yönleridir. MRG ile<br />

prostattaki kistik lezyonlar, T2 ağırlıklı görüntülerde parlak<br />

bir görüntü vermekte ve kistin prostat, veziküla seminalis,<br />

ejakülator kanallarla ilişkisi daha iyi belirlenmektedir.<br />

Ayrıca MRG yöntemi ile veziküla seminalis dilatasyonu<br />

(transvers çap >15 mm), veziküla seminalis hipoplazisi<br />

(transvers çap


Derleme<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

rilir (19, 32). Eğer seminal veziküller peroperatif TRUS rehberliğinde<br />

görüntülenebilirse rezeksiyona yardımcı olması<br />

amacıyla indigo carmine veziküla seminalislere enjekte<br />

edilebilir. Yeni açılmış ejakülasyon kanalının boşluklarından<br />

gelen boyanın gözlenmesi, rezeksiyonun derinliğini<br />

değerlendirme ve obstrüksiyonun düzeldiğini teyit etme<br />

açısından önemlidir (33). Yine alternatif olarak, standart<br />

bir retrograd vazografi cerrahi bitiminde kanalların açıklığının<br />

ispatı için uygulanabilir (34). Eğer bu masaj sırasında<br />

orifislerden efflüks görülmüyorsa, verumontanum zemini<br />

yeniden az miktarda rezeke edilerek işlem tekrarlanabilir.<br />

Daha sonra hastaya üretral kateter takılıp işlem sonlandırılır.<br />

Üretranın prostattaki seyri sırasında yaptığı açıdan dolayı<br />

kateterizasyon tercihen ‘Tiemann’ sonda ile yapılmalıdır.<br />

Üretral kateter, rezeksiyondan 24 saat sonra alınır. Hastaların<br />

işlemden 7-10 gün sonra normal cinsel aktivitelerine<br />

dönmeleri ve ilk sperm analizinin de işlemden 1 ay sonra<br />

yapılması önerilmektedir (19, 35).<br />

TURED standart bir tedavi olarak tanımlanmış olmasına<br />

rağmen sonuçları hala net olarak ortaya konmamıştır.<br />

Hastaların belli bir grubunda cerrahi tedavide umulan bir<br />

sonuç alınamamıştır. Güncel retrospektif çalışmalarda, TU-<br />

RED sonrası spontan gebelik oranı %13-30 arasında değişik<br />

oranlarda belirlenmiştir (18, 31, 33, 34).<br />

TURED’nin prognozunu belirlemede, preoperatif semen<br />

parametrelerinin ve etiyolojik patolojilerin etkin<br />

olabileceği bildirilmiştir. Özellikle parsiyel obstrüksiyonların<br />

ve kistik yapıların tedaviye daha iyi cevap verdiği<br />

bildirilmiştir. Parsiyel obstrüksiyonlu hastaların %94’ünde,<br />

komplet obstrüksiyonlu hastaların ise %59’unda semen<br />

parametrelerinde düzelme olduğu belirlenmiş olup orta<br />

hat yada eksantrik kistlerin tedaviye daha iyi cevap verdiği<br />

saptanmıştır (31).<br />

Aynı zamanda TURED yardımcı üreme tekniklerinin<br />

uygulanmasında da çeşitli endikasyon değişikliğine yol<br />

açmaktadır. Kadıoğlu ve ark. obstrüktif infertilite nedeniyle<br />

başlangıçta IVF-ICSI planlanan 22 azospermili ve<br />

16 oligospermili hastanın TURED ile tedavileri sonrasında<br />

azospermili hastalarda % 9, oligospermili hastalarda ise<br />

%19 oranında spontan gebelik oluştuğu bildirilmiştir. Yine<br />

bu çalışmada TURED sonrasında azospermili hastalarda %<br />

23, oligospermili hastalarda ise %10 oranında intra uterin<br />

inseminasyon (IUI) sonucu gebelik oluştuğu belirtilmiştir<br />

(31).<br />

Yakın zamanlı serilerde TURED sonrası komplikasyon<br />

oranı %13-26 olarak bildirilmiştir. Bu komplikasyonlar sekonder<br />

ve iatrojenik ejakülator kanal obstrüksiyonu, retrograd<br />

ejakülasyon, inkontinans, tekrarlayan epididimit,<br />

rektal yaralanma gibi komplikasyonlardır. Bu komplikasyonlardan<br />

sekonder veya iyatrojenik ejakülator kanal obstrüksiyonu,<br />

işlem sırasında koter kullanılması nedeniyle<br />

ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayı işlem sırasında koter<br />

kullanılması önerilmemektedir. Ayrıca rezeksiyonun proksimal<br />

ve distal sınırlarının iyi belirlenmesi ve derinliğinin<br />

uygun yapılması, olası retrograd ejakülasyon, inkontinans<br />

ve rektum perforasyonunu önleyebilecektir (2, 31, 33, 18,<br />

36). Erken postoperatif dönemde hastalarda epididimorşit<br />

veya kateterizasyon gerektiren gros hematüriler gelişebilmekle<br />

beraber bu tür erken olayların insidansı düşük<br />

olmaktadır. Meacham ve arkadaşları, 24 hastalarından sadece<br />

2 tanesinde TURED sonrası kateterizasyon gerektiren<br />

gros hematüri geliştiğini bildirmişlerdir (21). El- Assmy<br />

ise 23 hastayı kapsayan retrospektif çalışmasında TURED<br />

sonrası 2 hastasında postoperatif epididimorşit geliştiğini<br />

belirtmiştir (34). Terminal damlama ile sonuçlanan veziküla<br />

seminalise idrar reflüsü ve idrar ile ejekülatın kontaminasyonu<br />

sonucu ortaya çıkan yüksek volümlü semen,<br />

diğer komplikasyonlar olarak bildirilmiştir (21, 33, 37).<br />

Ejakülator kanal obstrüksiyonlarının tedavisinde transüretral<br />

olarak parsiyel verumontanum rezeksiyonu önerilen<br />

diğer bir tedavi yöntemidir. Bu teknikte, verumontanuma<br />

parsiyel rezeksiyon yapıldıktan sonra, 4 mm<br />

genişliğinde ve 2 cm uzunluğunda, ucunda teflon/silikon<br />

bulunan balonla dilatasyon yapılması etkin bir tedavi olarak<br />

önerilmiştir. Ancak klinik uygulamada yaygınlık kazanmamıştır<br />

(34).<br />

TUR-ED’nin olası komplikasyonlarını azaltmak için<br />

çeşitli modifiye teknikler geliştirilmiştir. Manohar ve ark.<br />

TRUS ve floroskopi eşliğinde ejakülator kanalın transüretral<br />

insizyonu (TUIED) tekniğini tanımlamışlardır. Bu teknikte<br />

TRUS eşliğinde nefroskopla girilip (24F/20F), ejakülator<br />

kanallar hook elektrot ve endoskopik bıçaklarla kaviteye<br />

kadar insize edilmektedir. Uygulanan bu teknikle semptomatik<br />

ejakülator kanal obstrüksiyonu olan hastalarda %96<br />

oranında düzelme olduğu bildirilmektedir (38).<br />

TURED yapmadan ejakülator kanal obstrüksiyonlarının<br />

tedavisi için değişik bazı yöntemler tanımlanmıştır. Jarow<br />

ve Zagoria, ejakülator kanalın kanülasyon ve balon ile dilatasyonu<br />

tekniğini tanımlamışlardır. Balon dilatasyon için 2<br />

teknik kullanılmıştır (39, 40). İlk yöntem, sistoskopi eşliğin-<br />

35


ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

de seminal yolların retrograd transüretral kateterizasyonunu<br />

içermektedir. Bu yöntem ejakülator kanal orifislerinin<br />

lokalizasyonunu ve orifislere girişi zorlaştıran, normal anatomiyi<br />

bozan patolojilerde zor uygulanabilecektir. Dolayısı<br />

ile bu hasta grubunda kateterizasyon için kanalların parsiyel<br />

rezeksiyonu önerilmektedir (39). İkinci yöntem ise<br />

TRUS eşliğinde transrektal yolla seminal veziküllerin ponksiyonu<br />

ve kateterizasyonudur. Lawler ve arkadaşları pelvik<br />

ağrı ile başvuran ve bilateral obstrüksiyon şüphesi bulunan<br />

bir hastanın ejakülator kanallarını transrektal kanalizasyon<br />

ile başarılı bir şekilde tedavi ettiklerini bildirmişlerdir. Bu işlem<br />

primer semptomatik amaçlı yapıldığı için başta semen<br />

örneği elde edilememiş ancak bir ay sonraki takipte pelvik<br />

ağrı şikayetinin kaybolduğu saptanmıştır (40).<br />

Veziküla seminalis disfonksiyonlarını değerlendirmek<br />

için transüretral endoskopik yöntemler yeni araştırma konularıdır.<br />

Liu ve arkadaşları retrospektif olarak hematospermili<br />

72 hastayı 7/8 Fr üreteroskop ile retrograd olarak<br />

veziküloskopi yapıp değerlendirmiş ve %93’ünde (72 hastanın<br />

67’sinde ) ejakülator kanalları başarı ile görüntülemişlerdir<br />

(41). Bu yöntemde 0.032-inch Zebra guidewire<br />

eşliğinde 7/8 Fr üreteroskop ile verumontanum orifislerinden<br />

giriş yapılmış, verumontanum lümenine girdikten<br />

sonra bilateral ejakülator kanal orifisleri ince membranöz<br />

duvarın arkasında şeffaf olarak gözlenmiştir. Kılavuz guide<br />

ile bu duvarda ponksiyon yapılmış ve üreteroskobun<br />

bu guide eşliğinde seminal veziküllere girişi sağlanmıştır.<br />

Hastaların hemen hemen tamamında ejakülator kanallardaki<br />

darlık veya obstrüksiyon görüntülenmiş ve olguların<br />

%97’sinde semptomlarda düzelme olmuştur. Yine Wang<br />

ve arkadaşları ejakülator kanal obstrüksiyonu belirledikleri<br />

hastalarını 6 Fr endoskop ile ve benzer teknik kullanarak<br />

başarıyla tedavi etmişlerdir (42).<br />

Sonuç<br />

Erkek boşaltım kanallarında peristaltizmi bozan, hipotoni/<br />

atoni nedeniyle özellikle parsiyel ejakülator kanal<br />

obstrüksiyonuna yol açabilecek nöromiyojenik (fonksiyonel)<br />

patolojiler halen araştırılması gereken konulardır. Bu<br />

patolojileri değerlendirecek dinamik tetkikler ve tedavide<br />

nöromodülasyon yöntemleri ve yeni tedavi modelleri, deneysel<br />

modeller olarak araştırılmaktadır.<br />

Kaynaklar<br />

1. Jarow JP, Espeland MA, Lipshultz LI. Evaluation of the azoospermic<br />

patient. J Urol 1989;142:162-5.<br />

2. Pryor JP, Hendry WF. Ejaculatory duct obstruction in subfertile males:<br />

analysis of 87 patients. Fertil Steril 1991;<strong>56</strong>:725-30.<br />

3. Carter SS, Shinohara K, Liphultz LI. Transrectal ultrasonography in<br />

disorders of the seminal vesicles and ejaculatory ducts. Urol Clin North<br />

Am 1989;16:773-90.<br />

4. Hellerstein DK, Meacham RB, Liphultz LI. Transrectal ultrasound<br />

and partial ejaculatory duct obstruction in male infertility. Urology<br />

1992;39:449-52.<br />

5. Fisch H. Transurethral resection of the ejaculatory ducts. Curr Surg<br />

Techn Urol 1992;5:2-7.<br />

6. McCarthy JF, Ritter S, Klemperer P. Anatomical and histological study<br />

of the verumontanum with especial reference to the ejaculatory ducts.<br />

J Urol 1924;17:1-16.<br />

7. Schoenwolf GC, Larsen WJ, Bleyl SB, et al. Larsen's human embryology.<br />

4th ed. Philadelphia: Churchill Livingstone/Elsevier;2009. p. 511.<br />

8. Nguyen HT, Etzell J, Turek PJ. Normal human ejaculatory duct anatomy:<br />

a study of cadaveric and surgical specimens. J Urol 1996;155:1639-42.<br />

9. Mayersak JS. Urogenital sinus-ejaculatory duct cyst: a case report<br />

with proposed clinical classification and review of the literature. J Urol<br />

1989;142:1330-2.<br />

10. Moore RA. Pathology of the prostatic utricle. Arch Pathol 1937;23:517-<br />

24.<br />

11. Hamper UM, Epstein JI, Sheth S, Walsh PC, Sanders RC. Cystic lesions of<br />

the prostate gland: a sonographicpathologic correlation. J Ultrasound<br />

Med 1990;9:395-402.<br />

12. Higashi TS, Takizawa K, Suzuki S. Müllerian duct cyst: ultrasonographic<br />

and computed tomographic spectrum. Urol Radiol 1990;12:39-44.<br />

13. Furuya R, Furuya S, Kato H, Saitoh N, Takahash S, Tsukamoto T. New<br />

classification of midline cysts of prostate in adults via a transrectal<br />

ultrasonographyguided opacification and dye-injection study. BJU Int<br />

2008;102:475-8.<br />

14. Fisch, H, Kang YM, Johnson CW, Goluboff ET. Ejaculatory duct<br />

obstruction. Curr Opin Urol 2002;12:509-15.<br />

15. Schlegel PN. Management of ejaculatory duct obstruction. In: Lipshultz<br />

LI, Howards SS, editors. Infertility in male. 3rd ed. St Louis: Mosby-Year<br />

Book; 1997. p. 385-94.<br />

16. Turek PJ, Magana JO, Lipshultz LI. Semen parameters before and<br />

after transurethral surgery for ejaculatory duct obstruction. J Urol<br />

1996;155:1291-6.<br />

17. Dik P, Lock TM, Schrier BP, Zeijlemaker BY, Boon TA. Transurethral<br />

marsupialization of a medial prostatic cyst with prostatitis-like<br />

symptoms. J Urol 1996;155:1301-4.<br />

18. Johnson CW, Bingham JB, Goluboff ET, Fisch H. Transurethral resection<br />

of the ejaculatory ducts for treating ejaculatory symptoms. BJU Int<br />

2005;95:117-9.<br />

19. Fisch H, Lambert SM, Goluboff ET. Management of ejaculatory<br />

duct obstruction: etiology, diagnosis and treatment. World J Urol<br />

2006;24:604-10.<br />

20. Kuligowska E, Baker CE, Oates RD. Male infertility: role of transrectal<br />

US in diagnosis and management. Radiology 1992;185:353-7.<br />

21. Meacham RB, Hellerstein DK, Lipshultz LI. Evaluation and treatment<br />

of ejaculatory duct obstruction in the infertile male. Fertil Steril<br />

1993;59:393-7.<br />

22. Weintraub MP, De Mouy E, Hellstrom WJ. Newer modalities in the<br />

diagnosis and treatment of ejaculatory duct obstruction. J Urol<br />

1993;150:1150-4.<br />

23. Engin G, Kadıoğlu A, Orhan I, Akdol S, Rozanes I. Transrectal US and<br />

endorectal MR imaging in partial and complete obstruction of the<br />

seminal duct system: a comparative study. Acta Radiol 2000;41:288-95.<br />

24. Purohit RS, Wu DS, Shinohara K, Turek PJ. A prospective comparison of<br />

3 diagnostic methods to evaluate ejaculatory duct obstruction. J Urol<br />

2004;171:232-5.<br />

25. Engin G, Çeltik M, Şanlı O, Aytaç O, Muradov Z, Kadıoğlu A. Comparison<br />

of transrectal ultrasonography and transrectal ultrasonographyguided<br />

seminal vesicle aspiration in the diagnosis of ejaculatory duct<br />

obstruction. Fertil Steril 2009;92:964-70.<br />

36


Derleme<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

26. Orhan I, Onur R, Cayan S, Köksal I, Kadıoğlu A. Seminal vesicle sperm<br />

aspiration in the diagnosis of ejaculatory duct obstruction. BJU<br />

1999;84:1050-3.<br />

27. Katz D, Mieza M, Nagler HM. Ultrasound guided transrectal seminal<br />

vesiculography: a new approach to the diagnosis of male reproductive<br />

tract abnormalities J Urol 1994;151:310-6.<br />

28. Orhan I, Duksal I, Onur R, Balcı TA, Poyraz K, Firdolas F, et al.<br />

Technetium (Tc) 99m sulphur colloid seminal vesicle scintigraphy: a<br />

novel approach for the diagnosis of the ejaculatory duct obstruction.<br />

Urology 2008;71:672-6.<br />

29. Eisenberg ML, Walsh TJ, Garcia MM, Shinohara K, Turek PJ. Ejaculatory<br />

duct manometry in normal men and in patients with ejaculatory duct<br />

obstruction. J Urol 2008;180:255-60.<br />

30. Farley S, Barnes R. Stenosis of ejaculatory ducts treated by endoscopic<br />

resection. J Urol 1973;109:664-6.<br />

31. Kadıoğlu A, Cayan S, Tefekli A, Orhan I, Engin G, Türek PJ. Does response<br />

to treatment of ejaculatory duct obstruction in infertile men vary with<br />

pathology. Fertil Steril 2001;76:138-47.<br />

32. Smith JF, Walsh TJ, Turek PJ. Ejaculatory duct obstruction. Urol Clin N<br />

Am 2008;35(2):221–7.<br />

33. Yurdakul T, Gokce G, Kilic O, et al. Transurethral resection of ejaculatory<br />

ducts in the treatment of complete ejaculatory duct obstruction. Int<br />

Urol Nephrol 2008;40(2):369–72.<br />

34. El-Assmy A, El-Tholoth H, Abouelkheir RT, et al. Transurethral resection<br />

of ejaculatory duct in infertile men: outcome and predictors of success.<br />

Int Urol Nephrol 2012;44(6):1623–30.<br />

35. Fırdolaş F, Orhan İ. Ejakülatör kanal obstrüksiyonlarının tanı ve tedavisi.<br />

Türk Ürol Derg 2010;36(1):55-60.<br />

36. Kadıoğlu A, Orhan İ, Ergin G, Tellaloğlu S. Distal ejakülatör kanal<br />

obstrüksiyonunun tanı ve tedavisi. Türk Ürol Derg 1998;24:1-6.<br />

37. Goluboff ET, Stifelman MD, Fisch H. Ejaculatory duct obstruction in the<br />

infertile male. Urology 1995;45(6):925–31.<br />

38. Manohar T, Ganpule A, Desai M. Transrectal ultrasoundand<br />

fluoroscopic-assisted transurethral incision of ejaculatory ducts: a<br />

problem-solving approach to nonmalignant hematospermia due to<br />

ejaculatory duct obstruction. J Endourol 2008;22:1531-5.<br />

39. Jarow JP, Zagoria RJ. Antegrade ejaculatory duct recanalization and<br />

dilation. Urology 1995;46(5):743–6.<br />

40. Lawler LP, Cosin O, Jarow JP, Kim HS. Transrectal USguided seminal<br />

vesiculography and ejaculatory duct recanalization and balloon<br />

dilation for treatment of chronic pelvic pain. J Vasc Interv Radiol<br />

2006;17:169–173.<br />

41. Liu ZY, Sun YH, Xu CL, et al. Transurethral seminal vesiculoscopy in<br />

the diagnosis and treatment of persistent or recurrent hemospermia: a<br />

single-institution experience. Asian J Androl 2009;11(5):<strong>56</strong>6–70.<br />

42. Wang H, Ye H, Xu C, et al. Transurethral seminal vesiculoscopy using a<br />

6F vesiculoscope for ejaculatory duct obstruction: initial experience. J<br />

Androl 2012;33(4):637–43.<br />

37


ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

Anabolizan ilaçlar ve spermatogeneze etkileri<br />

Doç. Dr. Sadık Görür, Op. Dr. Çağdaş Çekiç<br />

Mustafa Kemal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Hatay<br />

Testosteron, androjenik aktiviteye sahip steroid yapıda<br />

bir molekül olup, 1935 yılında izole ve karakterize edildikten<br />

sonra kimyasal olarak testosteronun çeşitli özelliklerine<br />

sahip olan türevleri sentezlenmiştir. Testosteron ile<br />

birlikte bu türevlerin hepsine birden kısaca “Anabolik Androjenik<br />

Steroidler” (AAS) adı verilmektedir (1). Bu moleküllerin<br />

ergojenik (performans artırıcı) etkisi keşfedildikten<br />

sonra profesyonel sporcular ve atletler tarafından sıklıkla<br />

suprafizyolojik dozlarda kullanılmaya başlanmış, fakat<br />

daha sonra doping etkisi nedeniyle Dünya Anti-Doping<br />

Ajansı tarafından olimpiyatlar dahil olmak üzere birçok<br />

uluslararası ciddi spor karşılaşmalarında profesyonel atletler<br />

tarafından kullanımı yasaklanmıştır (2). Günümüzde,<br />

genellikle amatör sporcular ve vücut geliştirme sporu ile<br />

ilgilenenler dışında gençleşmeyi veya genç kalmayı arzulayan<br />

erkekler tarafından da kullanılmaktadır (3). Amerika<br />

Birleşik Devletleri’nde yaklaşık üç milyon kişinin AAS kullandığı<br />

ve bu sayının giderek arttığı, uluslararası yapılan<br />

anket çalışmalarında ise ülkeden ülkeye değişmekle birlikte<br />

steroid ile kontaminasyon oranının %15-25 arasında<br />

olduğu tahmin edilmektedir (4, 5).<br />

AAS’in bu özelliğinin yanı sıra erkek üreme sistemi<br />

üzerine olumsuz etkilerinin olduğu uzun zamandır bilinmektedir.<br />

Bu moleküller, hipotalamo-hipofizo-testiküler<br />

yolak üzerine negatif feedback etki göstererek sperm oluşumunu,<br />

fonksiyonlarını ve testiküler yapıyı olumsuz yönde<br />

etkilemektedirler. Bu derlemede, önce AAS moleküller<br />

hakkında bilgi verilmiş ve daha sonra klinikte kullanım<br />

yerleri, yan etkileri ve spermatogenez üzerine olan etkileri<br />

güncel literatür bilgisi ışığında irdelenmiştir.<br />

Anabolik androjenik steroidler<br />

Testosteron, insan vücudunda bilinen en önemli androjendir<br />

ve %90 – 95 oranında testislerden salgılanır. Sağlıklı<br />

bir erkekte, testiste bulunan Leydig hücrelerinin mitokondrilerinde<br />

kolesterolün bir takım enzimatik reaksiyona<br />

girmesi sonucu sentezlenir. Bu şekilde günde ortalama 2.1<br />

– 11.0 mg arası testosteron sentez edilir ve normal plazma<br />

düzeyi 300 – 1000 ng/dl arasındadır (1). Testosteron<br />

lipofilik özellikte bir molekül olduğu için difüzyon yoluyla<br />

Leydig hücrelerinden kana geçer. Kandaki testosteronun<br />

%98’i transport proteinlerine (seks hormonu bağlayıcı globülin<br />

ve albümine) bağlı olarak bulunur ve sadece %2’si<br />

serbest yani aktif haldedir. Kanda bulunan serbest testosteron<br />

çevre dokularda 5 – α redüktaz enzimi ile güçlü bir<br />

androjenik metaboliti olan 5 α-dihidrotestosteron’a (DHT)<br />

ve aromatizasyona uğrayarak östradiol’e dönüşür. (6). Testosteron<br />

ve DHT hedef hücrelerde aynı androjen reseptörlerine<br />

bağlanırlar, fakat DHT’un androjen reseptörüne afinitesi<br />

testosterona göre on kat daha fazladır. Testosteron<br />

ve DHT, farmakokinetik olarak karaciğerde oksidasyon,<br />

redüksiyon ve hidroksilasyon yoluyla metabolize olurlar.<br />

Bu işlemin sonucunda meydana gelen 17 – ketosteroidler<br />

ve sülfat içeren inaktif metabolitler (androsteron, epiandrosteron,<br />

epitestosteron ve etiokolanolon gibi) suda çözünebilen<br />

moleküller olup idrar yoluyla vücuttan uzaklaştırılırlar.<br />

Testosteronun farmakodinamisine baktığımızda ise,<br />

bu molekül erkeklerde puberte döneminde sekonder seks<br />

karakterlerinin gelişiminde, kılların uzamasında, spermatogenezisin<br />

başlaması ve sperm maturasyonunda ve ayrıca<br />

libidoda önemli rol oynar. Testosteronun bu androjenik<br />

etkisinin yanı sıra yağsız vücut kitlesinde azot depolanmasına<br />

ve protein sentezine neden olan ve aynı zamanda<br />

protein yıkımını azaltan “anabolizan” etkisi de vardır. Bu<br />

sayede büyümenin tetiklenmesi, protein ve kollajen sentezi<br />

ve kas hacminde artış meydana gelir (7). AAS’ler çeşitli<br />

anabolik ve androjenik etkileri nedeniyle birbirlerinden<br />

ayrılırlar. Testosteron ana AAS olduğunda dolayı anabolik/<br />

androjenik etki oranı 1 olarak kabul edilmektedir ve diğer<br />

AAS’lerin anabolik veya androjenik etkileri bu oran temel<br />

alınarak saptanmaktadır. Bazı AAS androjen reseptörüne<br />

zayıf olarak bağlanarak zayıf androjenik fakat güçlü ana-<br />

38


Derleme<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

bolik etki gösterirken, bazıları ise tam tersi yönde androjen<br />

reseptörüne güçlü bir şekilde bağlanarak güçlü androjenik<br />

ve zayıf anabolik aktivite gösterirler. Testosteronun anabolizan<br />

etkisini güçlendirmek ve androjenik aktivitesini<br />

azaltmak için steran yapısındaki çekirdeğine çeşitli moleküller<br />

eklenerek sentetik türevleri olan AAS’ler üretilmiştir.<br />

Burada amaç her ne kadar testosteronun anabolik etkisini<br />

arttırmak ve androjenik aktivitesini azalmak olsa da, bu<br />

moleküllerin uzun süreli ve yüksek dozlarda kullanımı sonucunda<br />

da androjenik etki meydana gelmektedir (8).<br />

Testosteronun yapısındaki 17 α-hidrojen’ in yerine<br />

metil veya etil grupların bağlanması ile alkil formu elde<br />

edilmektedir. Bu form testosteronun barsaktan emildikten<br />

sonra karaciğerden ilk geçişi esnasında yıkımını önlemekte<br />

ve oral kullanım şansı sağlamaktadır. Bu grubun en iyi<br />

bilinen molekülleri stanozolol, oxandrolone ve metiltestosteron’<br />

dur. Bu AAS’ler çoğunlukla kısa ömürlüdürler ve<br />

bu nedenle yeterli kan konsantrasyonunun sağlanabilmesi<br />

için günde birkaç kez alınması gerekmektedir. Karaciğerde<br />

metabolize oldukları için bu molekülleri kullanan erkeklerin<br />

hepatik fonksiyonlar açısından belirli aralıklarla takibi<br />

gerekmektedir.<br />

Testosteronun yapısında bulunan 17 β-hidroksil grubunun<br />

esterifikasyonu sunucunda ise bu molekülün parenteral<br />

türevleri sentezlenmekte ve bu şekilde yağlı taşıyıcılar<br />

içinde yavaş salınımlı AAS’ler elde edilebilmektedir. Bu<br />

grubun en iyi bilinen molekülleri testosteron undekanoat,<br />

testosteron cypionat, 19-nortestosteron (nandrolone),<br />

boldenone ve trenbolone’ dur. Bu moleküller içinde nandrolone’<br />

un diğerlerine oranla daha yüksek anabolik etkisi<br />

vardır ve bu özelliği nedeniyle de oldukça popülerdir.<br />

AAS’ler anabolik/androjenik etkinlik bakımından üç<br />

ana grupta değerlendirilirler (Tablo 1):<br />

1. Testosteron benzeri etki gösteren moleküller:<br />

Güçlü bir androjenik etkiye sahiplerdir ve anabolik/androjenik<br />

etki oranı 1’e yakındır. Bu nedenle kas güçlendirilmesinde<br />

kullanılırlar. Bu moleküller periferde aromatizasyonla<br />

östradiole dönüştükleri için jinekomasti ve ödem yapıcı<br />

özellikleri vardır.<br />

2. Dihidrotestosteron benzeri etki gösteren moleküller:<br />

Androjenik aktiviteleri oldukça yüksektir. Periferde<br />

aromatizasyona uğramadıkları için östradiole dönüşmezler<br />

ve bu nedenle jinekomasti ve ödem yapıcı özellikleri<br />

yoktur.<br />

3. Nandrolone benzeri etki gösteren moleküller:<br />

Yüksek anabolik ve düşük androjenik aktiviteleri nedeniyle<br />

anabolik/androjenik etki oranı diğer iki gruptaki moleküllere<br />

göre daha yüksektir.<br />

Klinikte kullanım alanları ve yan etkileri<br />

Son yıllarda gerek yeni ürünlerin pazara sunulması, gerek<br />

erkeklerin androjen yetmezliği sendromu konusunda<br />

bilgilerinin artması sonucu eksojen testosteron kullanımında<br />

ciddi bir artış olmuştur (9). Ayrıca, çoğu vücut geliş-<br />

Tablo 1. AAS’lerin anabolik/androjenik etkinlikleri bakımından sınıflandırılmaları.<br />

Testosteron benzeri etki gösterenler<br />

Dihidrotestosteron benzeri etki gösterenler<br />

Nandrolone benzeri etki gösterenler<br />

Testosteron cypionate<br />

Testosteron undekanoat<br />

Metil-testosteron<br />

Metandrostenolone<br />

Kloro-dehidrometiltestosteron<br />

Fluoksimesterone<br />

Boldenone<br />

Stanozolol<br />

Oxandrolone<br />

Oxymetholone<br />

Mesterolone<br />

Methenolone<br />

Nandrolone dekanoat/undekanoat<br />

Nandrolone fenilpropionate<br />

Trenbolone<br />

39


ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

tiriciler ve halter vb. ağır spor dalları ile ilgilenen sporcular<br />

da ergojenik amaçlı eksojen testosteron/AAS kullanmaktadırlar.<br />

AAS ve kas gelişimi arasında doza bağımlı direkt<br />

bir ilişki vardır. Amatör veya profesyonel sporcular<br />

bu molekülleri normal fizyolojik ihtiyaç olan ve testisler<br />

tarafından üretilen 40 – 50 mg/hafta’nın 50 – 100 katı<br />

kadar yüksek dozlarda (600 – 5000 mg/hafta) almaktadırlar<br />

(10-13). Bu amaçla farklı oral ve parenteral AAS’ler<br />

kombine edilerek daha güçlü bir anabolik ve androjenik<br />

etki elde edilmektedir (14). Bu şekilde tek molekülü yüksek<br />

dozda almak yerine çok sayıda AAS’i düşük dozlarda<br />

alarak ortaya çıkabilecek komplikasyonların da önüne<br />

geçilmesi hedeflenmektedir. Ayrıca, daha uzun bir süre<br />

suprafizyolojik seviyede AAS alınması da sağlanmaktadır.<br />

Burada tercih edilecek AAS’lerin farklı etki mekanizmaları<br />

ve yan etkilerinin olmasına dikkat edilmesi gerekmektedir.<br />

Bu amaçla en sık kullanılan kombinasyon testosteron ve<br />

nandrolone’dur. 4 – 12 haftalık sikluslar halinde kullanılan<br />

bu ilaçlar bırakıldıktan sonra anti-östrojen ve hCG gibi<br />

ilaçlar kullanılarak kan testosteron seviyesinin korunması<br />

sağlanmalıdır (1).<br />

Erkeklerde testislerin yetersiz fonksiyon göstermesine<br />

hipogonadizm adı verilmektedir. Eğer bu durum sadece<br />

testis kaynaklı ise primer veya hipergonadotropik hipogonadizm,<br />

hipotalamus veya hipofiz kaynaklı bir hastalığa<br />

bağlı olarak meydana gelmiş ise sekonder veya hipogonadotropik<br />

hipogonadizm olarak adlandırılmaktadır. Sebep<br />

ne olursa olsun her iki durumda da testisin parakrin,<br />

endokrin ve üreme fonksiyonlarında bozulma meydana<br />

gelir. Sonuç olarak, plazma testosteron düzeyi 300 ng/<br />

dl’ in altına iner. Buna bağlı olarak, değişik yaş gruplarında<br />

farklı semptomlar ortaya çıkmakla birlikte, erişkin yaş grubu<br />

erkeklerde libido kaybı, seksüel disfonksiyon, infertilite,<br />

oeteoporoz, anemi ve depresyon gibi bulgular meydana<br />

gelebilir. Eksojen testosteron tedavisi, Amerika Birleşik<br />

Devletleri (ABD) Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından<br />

semptomatik hipogonadizm’in tedavisi için onaylanmıştır<br />

(3). Testosteron preparatları topikal jel, subkutan testosteron<br />

pelletleri ve intramüsküler enjeksiyon şeklinde kullanılabilmektedir.<br />

2012 yılında ABD’de yapılan bir çalışmada,<br />

ürologların %25’inin düşük testosterona bağlı meydana<br />

gelen erkek infertilitesini tedavi etmek için eksojen testosteron<br />

kullandıklarını ortaya koymuştur (15). Ayrıca,<br />

AAS’ler anabolik etkinin istendiği cerrahi sonrası katabolik<br />

durumlarda, kaşekside ve ciddi yanıklar gibi klinik durumlarda<br />

kullanılırlar.<br />

Uzunca bir süre AAS kullanan olguların fizik muayene<br />

bulguları tipiktir ve bu olgularda artmış libido, virilizasyon,<br />

gelişmiş kas kitlesi ile birlikte testis atrofisi gözlenebilir.<br />

AAS kullanımına bağlı bir takım yan etkiler meydana gelebilir.<br />

Bunlar arasında en sık görülenler akne, alopesi ve<br />

prostat büyümesine bağlı alt üriner sistem semptomlarıdır.<br />

İlacı bıraktıktan sonra endojen testosteron yetmezliğine<br />

bağlı olarak libido kaybı ve erektil disfonksiyon görülebilir.<br />

Yine, yüksek dozda testosteronun periferik aromatizasyonuna<br />

bağlı olarak jinekomasti ve oral alkile AAS’lerin kullanımına<br />

bağlı olarak hepatik disfonksiyon, peliosis, kolestatik<br />

sarılık ve fokal nodüler hiperplazi meydana gelebilir.<br />

AAS kullanımı ile prostat kanseri oluşumu veya PSA yükselmesi<br />

arasında ilişki net değildir. Ayrıca hipertansiyon,<br />

aritmi, eritrositoz ve ventriküler disfonksiyon gibi bir takım<br />

kardiyovasküler sistem ile ilişkili yan etkiler de görülebilir.<br />

Kronik AAS kullanımına bağlı mortalite riskinin 4,6 kat arttığı<br />

bilinmektedir. Bunun dışında AAS kullanımı esnasında<br />

saldırgan davranışlar, öfori, şiddet suçlarına eğilim ve hatta<br />

psikoz, bıraktıktan sonra ise depresyon gibi psikiyatrik durumlar<br />

da gözlenebilmektedir (11). Ayrıca, AAS kullanımı<br />

sonucu santral endojen opioid aktivitesinin arttığı ve bu<br />

ilaçların bırakılması sonucu endojen opioid aktivitesindeki<br />

azalmaya bağlı olarak bu olgularda “Akut Hiperadrenerjik<br />

Sendrom” geliştiği bildirilmiştir (16). Bundan dolayı AAS<br />

kullanan olgular opioid bağımlısı olma riski taşımaktadır<br />

(17). Buna ilaveten, gerek psikiyatrik semptomlar gerek se<br />

endojen opioid aktivitesinde sağlamış olduğu artıştan dolayı<br />

AAS kullanımının da bağımlılık yaptığı düşünülmektedir<br />

(18).<br />

Spermatogenez üzerine etkileri<br />

Eksojen testosteron /AAS kullanımının klinik yararları<br />

yanında yanlış veya aşırı doz kullanımı sonucunda libido<br />

kaybı ile birlikte erkek üreme sistemlerinde bir takım<br />

yan etkiler ortaya çıkmaktadır. Kullanılan AAS’in tipi ve<br />

kombinasyonlara bağlı olarak değişiklik göstermekle birlikte<br />

en iyi bilinen ve klinik olarak ortaya konan yan etkisi<br />

spermatogenezisin inhibisyonudur. Bu etkisini hipotalamo-hipofizo<br />

testiküler (HHT) yolak üzerine negatif feedback<br />

olarak etki ederek göstermektedir. Hipotalamustan<br />

gonadotropin salgılatıcı hormon (GnRH) ve dolayısı ile<br />

hipofizden follikül uyarıcı hormon (FSH) ve lüteinize edici<br />

hormon (LH) salınımını inhibe eder (Şekil 1). Bunun sonu-<br />

40


Derleme<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Şekil 1. Eksojen testosteron/AAS kullanımının spermatogenez üzerine etkisi.<br />

cunda Leydig hücrelerinden testosteron salınımı azalır ve<br />

intratestiküler testosteron seviyesi fizyolojik sınırların altına<br />

iner (2). Azalmış intratestiküler testosteron seviyesine<br />

bağlı olarak spermatogenezis yavaşlar ve bir süre sonra<br />

durur. Bunun sonucunda sperm morfolojisi ve motilitesinde<br />

bozulma ile birlikte şiddetli oligozoospermi/ azoospermi<br />

ve hatta testis atrofisi meydana gelebilir (19, 20). Bu<br />

olgularda serum FSH ve LH düzeyleri tipik olarak düşüktür.<br />

Serum androjen seviyeleri de genellikle normal düzeyin<br />

çok üstündedir. Fakat hipogonadotropik durumdan dolayı<br />

intratestiküler testosteron düzeyi düşük olduğu için bu olgularda<br />

spermatogenezis bozulur. Ayrıca, spermlerin baş<br />

ve gövde bölümünde defektler, amorf spermatozoa’lar<br />

veya morfolojik olarak anormal spermler görülür (21-23).<br />

Eksojen testosteron /AAS kullanımının testiste yaratmış<br />

olduğu histolojik hasarlar ile ilgili yapılan deneysel<br />

çalışmalarda, bu ilaçların kullanımına bağlı olarak Leydig<br />

hücrelerinde morfolojik bozulma ve sayılarında azalma<br />

olduğu gösterilmiştir. İlacı bıraktıktan sonra ise Leydig<br />

hücrelerinde proliferasyon olduğu, fakat sayıca eski<br />

hale gelemedikleri de gösterilmiştir (24, 25). Ayrıca son<br />

dönem spermatidlerin oluşumunda yetersizlik olduğu<br />

da saptanmıştır (26). Ayrıca, başka bir çalışmada yüksek<br />

dozda nandrolone kullanımına bağlı intratestiküler apoptozis<br />

hızının arttığı ve egzersiz ile apoptozisin amplifiye<br />

olduğu deneysel bir hayvan modelinde gözlenmiştir. Yine<br />

aynı çalışmada, semen kalitesinde bozulma olduğu da<br />

gösterilmiştir (27). Floresan in situ hibridizasyon tekniği<br />

kullanılarak spermlerin ultrastriktürel yapısını inceleyen bir<br />

başka klinik çalışmada ise, AAS kullanan olguların spermlerinin<br />

XY, 1. ve 9. kromozomlarında disomilerin oluştuğu<br />

ve AAS kullanımının mayotik bölünme esnasında genetik<br />

hasara neden olduğu saptanmıştır (28). Tüm bu deneysel<br />

ve klinik çalışmalar, eskiden düşünülenin aksine AAS kullanımına<br />

bağlı meydana gelen testiküler hasarın tamamen<br />

geri dönüşümlü olmadığını, kısmen de olsa erkek üreme<br />

sistemi ve spermatogenezis üzerine kalıcı bir olumsuz etki<br />

bırakabileceğini düşündürmektedir.<br />

Bu olguların tedavisinde eksojen testosteron/AAS kullanımının<br />

kesilmesi, tek başına spermatogenezisin tekrar<br />

başlaması ve fertilizasyon için yeterli olabilmektedir (20).<br />

Bu şekilde olguların çoğunda ilacı bıraktıktan 4 – 12 ay<br />

sonra sperm parametreleri düzelmektedir (29). Fakat bunun<br />

yetersiz kaldığı durumlarda hipogonadotropik hipogonadizmin<br />

tedavisinde kullanılan hCG, insan menapozal<br />

gonadotropin (hMG) ve hatta rekombinant FSH gibi gonadotropin<br />

veya analoglarının tek başına ya da kombine<br />

olarak kullanılması ile spermatogenezis başarılı bir şekilde<br />

başlatılabilmektedir (30, 31). Östrojen reseptör blokörü<br />

olan tamoksifen’in hCG ile kombine edilerek kullanılması<br />

sonucu endojen testosteron seviyesinin arttığı ve spermatogenezisin<br />

düzeldiği gösterilmiştir (32). Bir nonsteroidal<br />

41


ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

anti-östrojen olan klomifen sitrat’ın bu olgularda kullanılması<br />

ile de normal seks hormonlarının salınımının uyarılabildiği<br />

ve spermatogenezisin başlatılabildiği gösterilmiştir<br />

(33). Ayrıca, son yıllarda anastazol, letrozol gibi aromataz<br />

inhibitörlerinin testosteronun periferde aromatizasyonla<br />

östradiole dönüşümünü engelleyerek hipogonadotropik<br />

hipogonadizmli veya testosteron/östradiol oranı


Derleme<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

menopausal gonadotropin. Fertility and sterility. 2003;79 Suppl<br />

3:1659-61.<br />

32. Damber JE, Abramsson L, Duchek M. Tamoxifen treatment of idiopathic<br />

oligozoospermia: effect on hCG-induced testicular steroidogenesis<br />

and semen variables. Scandinavian journal of urology and nephrology.<br />

1989;23(4):241-6.<br />

33. Tan RS, Vasudevan D. Use of clomiphene citrate to reverse premature<br />

andropause secondary to steroid abuse. Fertility and sterility.<br />

2003;79(1):203-5.<br />

34. Raman JD, Schlegel PN. Aromatase inhibitors for male infertility. The<br />

Journal of urology. 2002;167(2 Pt 1):624-9.<br />

35. Saylam B, Efesoy O, Cayan S. The effect of aromatase inhibitor letrozole<br />

on body mass index, serum hormones, and sperm parameters in<br />

infertile men. Fertility and sterility. 2011;95(2):809-11.<br />

43


ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

Erkek infertilitesinde genetik bilgilendirme<br />

Prof. Dr. Murat Şamlı<br />

Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı<br />

İnfertilite, problem olan kişileri sosyoekonomik açıdan<br />

geniş çapta ilgilendiren, dolayısı ile toplumu da ilgilendiren,<br />

bir sağlık problemidir. Klinik olarak 1 yıl süre ile korunmasız<br />

cinsel ilişkiye rağmen gebelik elde edilememesi<br />

olarak tanımlanmaktadır. Dünya çapında infertilite prevalansı<br />

%10-15 arasında olduğu tahmin edilmektedir (1,2).<br />

İlk olarak, detaylı kişisel hastalık ve aile hikayesi, ayrıntılı<br />

fizik muayene, sonrasında ise yapılacak semen analizi,<br />

sperm fizyolojisi testleri, semen kalitesi ve endokrin değerlendirme<br />

ile hasta hakkında bir fikre ulaşılır. Seçilmiş<br />

hasta grubunda periferik kandan çalışılan karyotip analizi,<br />

Y kromozom mikrodelesyon analizi de çalışılmalıdır (3).<br />

Tiepolo ve Zuffardi (4) ilk kez 1976’deYq mikrodelesyonları<br />

ile spermatogenetik bozukluk arasındaki ilişkiyi öngörmüştür,<br />

sonrasında ise yapılan araştırmalar idiopatik<br />

azoospermik erkeklerin yaklaşık %18’inde bu lezyonların<br />

bulunduğunu göstermiştir (5,6). İnfertilitenin genetik bağlantısını<br />

gösteren bir diğer durum, obstruktif azoospermi<br />

ile klinikte görülen, hastaların yaklaşık %25’inde tespit edilen<br />

konjenital bilateral vaz deferens agenezisi (CBAVD) olgularıdır<br />

(7). Kistik fibrozis transmembran regülatör (CFTR)<br />

gen mutasyonlarında %80 oranında anatomik defektler de<br />

görülmektedir (8). Tüm infertil erkeklerde komplet hastalık<br />

hikayesinin alınması ve fizik muayene infertilite faktörünün<br />

tespit edilmesi için önerilmektedir. Amerikan Üroloji<br />

Derneği (American Urological Association) ve Amerikan<br />

Üreme Tıbbı Uygulama Komitesi (American Society for<br />

Reproductive Medicine Practice Committees) infertil çiftin<br />

eş zamanlı ve birbirine paralel bir şekilde incelenerek<br />

ilerlenilmesini önermektedir (9).<br />

Genetik test yapılmasının androlojideki temel endikasyonu<br />

azoospermi ve ağır oligospermidir. <strong>Androloji</strong> kliniğinde<br />

çalışılan temel genetik testler; 1- Kromozom analizi<br />

ve diğer sitogenetik analizler (örn. FISH; flouresan insitu<br />

hibridizasyon); 2- PCR (polimeraz zincir reaksiyonu) ile Y<br />

kromozom mikrodelesyon analizi; 3- Seçilmiş bazı genlerin<br />

sekanslanmasıdır. İnisyal değerlendirmede ikincil endikasyon<br />

infertil erkekde bulunabilecek genetik durumun<br />

tedavi prognozunu etkileyip etkilemeyeceği ve elde edilecek<br />

çocuğun sağlığı konusunda sorun olup olmayacağıdır.<br />

Aşağıdaki tabloda infertilite tanısına göre saptanabilecek<br />

genetik durumlar ve sıklığı görülmektedir (Tablo 1).<br />

Spermatotoksik kemoterapi veya bilateral kabakulak<br />

orşiti gibi bilinen bir sebep olmayan ciddi oligospermisi<br />

(


Derleme<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

dir. Bu tetkikler sadece genetik etyolojinin ortaya konması<br />

için değil aynı zamanda çiftin konu hakkında karar vermesi<br />

ve bir sonraki aşamaya geçip geçmeyeceklerine karar vermeleri<br />

açısından da önem taşımaktadır.<br />

Üreme tıbbında aşağıdaki durumlarda kromozom analizi<br />

endikedir:<br />

1- Seksüel differansiasyon bozukluğu olguları<br />

2- Spermatogenezin bozulduğu erkek infertilite hastaları<br />

Kromozomal bozukluklar seks kromozomlarındaki sayısal<br />

aberasyonlar (Klinefelter sendromundaki (47,XXY)<br />

olabildiği gibi), translokasyonlar, inversiyonlar, insersiyonlar,<br />

ring kromozomlar veya marker kromozomlarda olduğu<br />

gibi yapısal aberasyonlar da olabilir. Translokasyon<br />

veya inversiyon gibi kromozomal bozukluklar, ICSI sonrası<br />

gelişen gebeliklerde bebeğe ait dengesiz bir kromozomal<br />

kuruluşun gelişme olasılığı nedeni ile önem taşımaktadır.<br />

Y kromozom mikrodelesyon analizi ise sitogenetik olarak<br />

tespit edilmesi olası olmayan, Y kromozom üzerindeki<br />

mikrodelesyon bölgelerini tespit etmektedir (11, 12, 13).<br />

Y kromozom üzerindeki bu bölgelerin komplet veya parsiyel<br />

kaybı durumunda spermatogenez bozulabilmektedir<br />

(14). Klinik terminolojide AZFa, AZb ve AZFc bölgeleri olarak<br />

adlandırılan üç alanın mikrodelesyonu sperm üretiminde<br />

bozulma veya tamamının yokluğu şeklinde tanımlanır<br />

(15, 16). Özellikle ICSI veya TESE/ICSI adayı hastalara Y<br />

kromozom delesyonları açısından inceleme önerilmelidir,<br />

çünkü komplet AZFa delesyonu, komplet AZFb delesyonu<br />

veya AZFb+c bölge delesyonu olan hastalarda TESE<br />

işlemi önerilmemektedir. Ayrıca AZFc bölge delesyonları<br />

yardımcı üreme yöntemi kullanılması ile erkek bebeğe<br />

transmisyonu söz konusudur (17, 18). AUA 2010 yılında<br />

yayınladığı yönergede tüm non-obstruktif azoospermik<br />

hastalar ve


ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

gebelikleri oldukça sık olarak görülebilmektedir. 22 yayına<br />

ait bir değerlendirmede 227 hastadan TESE işlemi yapılmış<br />

ve bunların 125’inde sperm bulunmuş ve bu spermler<br />

64 canlı doğumun elde edilmesini sağlamıştır (32). Daha<br />

genç Klinefelter hastalarında sperm bulunma şansının ileri<br />

yaşlara göre daha yüksek olduğu bulunmuştur, ancak hala<br />

bu bulguya ait sistematik çalışmalar eksiktir. Mozaik form<br />

Klinefelter hastalarında ise sperm elde etme şansı klasik<br />

formlara göre daha yüksektir. Herhangi bir koşulda eğer<br />

çocuk talebi var ise testosterone substitusyon tedavisi<br />

kontrendikedir, çünkü ekzojen testosterone spermatogenezi<br />

suprese edecektir. Eğer başlanmış ise substitusyon<br />

en az 3-6 ay bırakılmalıdır. Bu hasta grubunda normal karyotipte<br />

çocuklar elde edilmiş olmakla birlite, çiftler embriyo<br />

veya çocukta anöploidi riskinin yüksek olduğundan<br />

haberdar edilmelidir, bu risk sadece seks kromozomu için<br />

değil, kromozom 18 ve 21 için de geçerli olmaktadır. Bu<br />

çiftlere preimplantasyon tanı veya prenatal tanı yöntemlerinin<br />

uygulanması önerilmektedir (33).<br />

XX male sendromunda XX erkekler dişi karyotipi gösterirler<br />

(46,XX), ancak fenotipik olarak erkekdir ve internal<br />

veya eksternal dişi genital organ taşımazlar. Bu genetik<br />

bozukluğun prevalansı 1:10,000-1:20,000 arasındadır.<br />

Bu durumu gösterern hastaların %90’ında erkek bireye ait<br />

olan paradoksal durum iki X kromzomundan birinin üzerinde<br />

yer alan Y kromozomuna ait spesifik genetik informasyonun<br />

yer alması ile açıklanmaktadır. Bugüne kadar<br />

bu şekilde 250 kadar olgu bildirilmiştir (34, 35). Klinik anlamada<br />

XX erkekleri Klinefelter hastalarından ayırt etmek<br />

zordur, sadece karyotip analizi bu anlamda tanıyı doğrular.<br />

Semen azoospermiktir ve bugüne kadar TESE/ICSI ile<br />

paternite bildirilmemiştir.<br />

XYY sendromunda ise 47, XYY karyotip bireyler klinik<br />

açıdan dikkat çekici bireyler değildir. Varsayılan insidensi<br />

1: 2,000 ‘dir. 47, XYY tespit edilen hastada sperm parametreleri<br />

problemli ise, idiopatik durumlarda uygulanan<br />

tedavi seçenekleri kullanılabilir. 47, XYY erkeklerin hemen<br />

hemen her zaman normal karyotipli çocukları olmaktadır.<br />

ICSI ile elde edilen gebelikte emin olmak için prenatal tanının<br />

teklif edilmesi uygundur. XYY sendromu eğer prenatal<br />

tanı sırasında belirlendiyse, ailelerin genellikle yarısı<br />

gebelik sonlandırmayı tercih etmektedir.<br />

<strong>Sayı</strong>sal kromozom anomalilere ilave olarak (örneğin,<br />

Klinefelter sendromu), yapısal kromozomal aberasyonlarda<br />

klinikte androloglar için önemli olan bir kategoriyi<br />

oluşturur. Seks kromozomlarına (gonazomlar) ait struktürel<br />

anomaliler otozomal anomalilerden farklıdır. Buna<br />

ek olarak delesyonlar, translokasyonlar, inversionlar da<br />

anomaliyi oluşturan mekanizma içinde yer alır. Yapısal bir<br />

kromozomal anomali klinik amaçlı değerlendirilirken karyotipin<br />

dengeli ya da dengesiz olup olmadığı göz önünde<br />

tutulmalıdır. Eğer dengesiz karyotip söz konusu ise genetik<br />

materyalin hücre içinde eksik veya fazla miktarda olduğu<br />

bir durum söz konusu demektir. Hem dengeli hem de<br />

dengesiz yapısal kromozom anomaliler erkek üreme sisteminde<br />

bozukluklara neden olabilir (36, 37). Yardımlı fertilizasyon<br />

gibi yöntemler bazı kromozomal aberasyonları<br />

olan infertil hastalarda uygulanabilir. Ancak, başarı oranlarının<br />

normal karyotipi olan hastalardan düşük olacağını<br />

da bilmek gereklidir (38). Ayrıca dengeli kromozom anomalisi<br />

olan ebeveynden, dengesiz kromozomal kuruluşlu<br />

embriyonun gelişebileceği de bilinmektedir (39). Genetik<br />

danışmanlığın bu hasta grubunda, potansiyel ve prenatal<br />

tanı seçenekleri ile riski tahmin etmek için zorunlu olması<br />

gerekir.<br />

Y kromozomunda delesyon ve mikrodelesyonlara ek<br />

olarak bir dizi daha yapısal anomali bilinmektedir. İzodisentrik<br />

Y kromozomu, mozaik 45,X-hücre dizisinde hemen<br />

her zaman ortaya çıkan kompleks bir aberasyondur.<br />

Fenotipik olarak erkek, kadın ya da belirlenemeyen bir cinsiyet<br />

olabilir. Erkek fenotipli hastalar genellikle infertildir.<br />

Otozomal kromozomların struktürel anomalileri (1-22<br />

kromozom çiftleri) erkek infertilitesine neden olabilmektedir.<br />

İnfertil erkeklerdeki prevalansı %1-2 arasındadır.<br />

Dengeli otozomal anomaliler kromozomların mayozdaki<br />

eşleşmelerini bozarak spermatogenezi olumsuz etkileyebilirler.<br />

Bazı dengeli otozomal aberasyonların spermatogenez<br />

üzerindeki etkisi bir hastada çok şiddetli olurken,<br />

bir diğerinde çok hafif görülebilmektedir. Bazen fonksiyonel<br />

olarak ilgisiz kromozomal polimorfizmler de uzman<br />

olmayan kişiler tarafından, önemli olabileceği düşünülerek,<br />

rapor edilebilmektedir. Bu tipte sıklıkla rapor edilen<br />

iki bulgu 9. kromozomdaki perisentrik inversiyon ve bu<br />

kromozomdaki perisentromerik heterokromatinin genişlemesidir<br />

(analiz raporlarında 9qh+ ile ifade edilir). Bu ve<br />

benzer bulguların patolojik önemi olmadığı gibi hastaya<br />

da bahsedilmesi gerekli değildir. Öte yandan resiprokal<br />

ve Robertsonian translokasyonlar, peri ve parasentrik inversiyonlar<br />

patolojik önem taşıyabilir. Belirli bir kromozomal<br />

anomalinin spermogram üzerindeki etkisini predikte<br />

46


Derleme<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

etmek mümkün değildir. Ancak translokasyonlar ve inversiyonlar<br />

infertil erkeklerde yenidoğanlara göre daha<br />

sıklıkla görülmektedir, bu nedenle patogenetik bir ilişki<br />

olması kaçınılmazdır. En sık rastlanan klinik durum, patolojik<br />

spermograma sahip erkekte saptanan translokasyon<br />

veya inversiyonun bu durumun sebebi olup olmadığının<br />

ortaya koyduğu sorudur. Bu sorun ancak olası diğer durumlar<br />

gözden geçirildikten sonra pozitif şekilde cevaplanabilir.<br />

Nümerik kromozomal bozukluklar ve gonozomların<br />

struktürel bozukluklarının aksine, otozomal struktürel<br />

aberasyonlar azoospermiden çok oligospermi ile ilişkili<br />

bulunmaktadır. Translokasyonlar ve inversiyonlar genellikle<br />

familial kromozomal aberasyonlar olarak ortaya çıkarlar.<br />

İnfertil birey genellikle ailedeki ilk aberasyonun tespit<br />

edildiği kişi olarak ortaya çıkar. Bu gibi durumlarda ailenin<br />

genetik incelenmesi de teşvik edilmelidir. Translokasyon<br />

veya inversiyonlar genellikle yüksek abortus oranı ile ilişkilidir<br />

ve bazı olgularda ciddi defektlere sahip çocukların<br />

doğması riskini de beraberinde getirmektedir.<br />

Y Kromozom mikrodelesyonları<br />

AZF delesyon tarama endikasyonları sperm sayısı esas<br />

alınarak konulmaktadır ve azoospermik veya şiddetli oligozoospermik<br />

(


ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

Öte yandan başka açılardan normal ve sağlıklı olan babaları<br />

gibi Y kromozom mikrodelesyonunun çocuklarda<br />

major konjenital defekte neden olmayacağını da düşündürmektedir.<br />

Bu sorunun belirgin cevabı çocukların doğumundan<br />

yıllar sonrasında ortaya konulabilecektir.<br />

Yukarıda bildirilen genotip/fenotip ilişkisi Y delesyon<br />

analizi ile testiküler sperm eldesi için bir tanı ve prognostik<br />

değeri olduğu anlamına gelir (47). Amerikan Üroloji<br />

Derneği’nin 2010 yılında yayınladığı azoospermik erkeğin<br />

değerlendirilmesi ile ilgili yönergede Y kromozom<br />

mikrodelesyon çalışması yapmak için minimum marker<br />

bölge sayısının ne olması gerektiğini belirlemeye yetecek<br />

bilginin henüz eksik olduğunu, her ne kadar AZFa veya b<br />

bölgelerini içeren geniş delesyonlarda sperm elde edilme<br />

şansı düşük olsa da, delesyon analizinin kesin olarak<br />

sperm yokluğunu söyleyemiyeceğini rapor etmiştir (19).<br />

Kistik fibrozis ve konjenital bilateral vaz deferens<br />

agenezisi<br />

Obstrüktif azoospermiye (OA) sahip erkekler, mikrocerrahi<br />

ya da yardımcı üreme teknikleri ile sperm elde<br />

etme işlemleri için aday olabilirler. Kistik fibrozis, ölümcül<br />

otozomal-resesif bir hastalıktır. Beyaz ırkta en yaygın<br />

görülen genetik hastalıktır; beyaz ırkın %4’ü kistik fibrosis<br />

transmembran regülatör (CFTR) gen mutasyon taşıyıcısıdır.<br />

Vaz deferensin bilateral kongenital yokluğu (CBAVD) CFTR<br />

gen mutasyonlarıyla ilişkilidir ve oligoastenozoospermi<br />

ile kliniğe başvuran erkeklerin yaklaşık %2’sinde mutasyon<br />

bulunmuştur (48). Ancak bu gruptaki erkeklerdeki insidansı,<br />

ülkelere göre değişkenlik göstermektedir. Vaz deferens<br />

yokluğunun klinik tanısı oldukça zordur ve semen volümü<br />


Derleme<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

- Yardımcı Üreme Teknikleri sonrası oluşan çocuklardaki<br />

risk hakkında genetik danışma<br />

Genetik tanı öncesinde, genetik tanının anlamı ve sınırları<br />

hakkında danışmanlık yer almalıdır.<br />

Özetle eğer non-obstruktif azoospermik (NOA) bir erkeğin<br />

Y kromozom mikrodelesyon analiz testinde AZFa,<br />

AZFb veya AZFb/c mikrodelesyonuna rastlanırsa, bu mikrodelesyonlar<br />

spermatogenezis ile bağlantılı oldukları için<br />

testislerde (TESE) hiç sperme rastlanmayacaktır (26, 25).<br />

Bu yüzden bu mikrodelesyonların tespiti çift için negatif<br />

bir sonuç vermekle birlikte yardımcı bir durumdur. Delesyon<br />

açısından pozitif bir sonuç erkeğe yapılacak invazif<br />

cerrahi işlemlerin sonuçsuz olacağını gösterdiği gibi kadını<br />

da ICSI stimulayon işlemlerinin zahmetinden ve boşa para<br />

harcanmasını önler. Bu mikrodelesyonlardan herhangi biri<br />

NOA erkeklerin %2’sinde görülmektedir (52). AZFa, AZFb,<br />

or AZFb/c mikrodelesyonlarının başka herhangi bir fenotipik<br />

sonucu bulunmamaktadır. Mikrodelesyonların hemen<br />

hepsi denovo gelişir, bu durumun kalıtılmadığını, babasının<br />

tüm Y kromozomlarının normal ve intakt olduğunu, ancak<br />

yumurtayı dölleyen spermatozoadaki Y kromozomunun<br />

mikrodelesyone olduğunu göstermektedir. Eğer NOA bir<br />

erkekte AZFc mikrodelesyonu saptanırsa, TESE’de yaklaşık<br />

%70 oranında sperm bulunduğu konusunda şans verilebilmektedir<br />

(53). Bu spermler tamamiyle fonksiyonel olup,<br />

fertilizasyon, gebelik ve embriyo gelişimini sağlayabildikleri<br />

bilinmektedir (54). AZFc delesyonunun başka fenotipik<br />

veya genel sağlıkla ilgili bir problemi mevcut değildir.<br />

AZFc mikrodelesyonu olan tüm bebekler daha sonra AZFc<br />

mikrodelesyonunu kalıtacaklardır (53). Bu bilgilerden de<br />

anlaşılacağı üzere AZFc mikrodelesyonunu taşıyan tüm<br />

erkeklerde sperm yoğunluğu yüksek oranda bir azalma<br />

göstermekle birlikte, çok düşük sperm sayılarından azoospermiye<br />

kadar varan (TESE’de hiç sperm bulunamayan<br />

olgular) bir yelpazede görülmektedir. Bunun sonucunda<br />

babaların durumu ne olursa olsun oğullarda yine bu aralıkta<br />

bir sonuç beklenmektedir.<br />

Eğer kromozomal kuruluşu 47,XXY gösteriyor ise hasta<br />

Kleinfelter sendromu olarak adlandırılır (55). Testislerin<br />

hem spermatojenik hem de adrojenik fonksiyonları<br />

belirgin şekilde disfonksiyoneldir. 47,XXY bireylerin ortak<br />

en önemli özelliği, testis hacimlerinin küçük olmasıdır (8-<br />

10cc). Bununla birlikte ejekülatta sperm bulunması enderdir<br />

ve tümünde belirgin FSH evelasyonu, LH düzeyinde<br />

kompansasyon amaçlı artış ve değişken testosteron seviyeleri<br />

görülür. İnfertilite değerlendirilmesi sırasında tanı<br />

konulan ve daha önce tedavi almamış 47, XXY erkeklerin<br />

%50’sinde mikrocerrahi ile TESE işleminde sperm bulunması<br />

mümkündür (<strong>56</strong>).<br />

Karyotipi 46,XX şeklinde kromozomal kuruluş gösteren<br />

hastalar 46,XX male sendromu olarak tanımlanırlar<br />

(35). Y kromozomunun uzun kolunda bulunan ve spermatogenezis<br />

için gerekli olan bölgeler de bulunmamaktadır.<br />

Bu durumda TESE’de hiç sperm bulunmaması söz<br />

konusudur ve bu konudaki informasyon çiftlere gereksiz<br />

yere masraf ve cerrahi işlem yapılmasına engel olacaktır.<br />

Eğer hastada isodisentrik Y kromozomu buluyorsa (iki kısa<br />

kol, iki sentromer ve değişken uzunlukta tek bir uzun kol),<br />

hastada spermatogenetik potansiyeli bulunabilir (57). Bu<br />

durum daha önce sözü edilen üç bölgenin bulunup bulunmamasına<br />

göre değişiklik göstermektedir. Y kromozom<br />

mikrodelesyon analizi, anormal Y üzerinde aberran kalıntıların<br />

değerlendirilmesine yardımcı olabilir.<br />

Eğer translokasyon bulunursa hangi iki kromozomun<br />

yer aldığı, seks kromozomlarının dahil olup olmadığı, Robertsonian<br />

translokasyon olup olmadığı genetik danışmanlık<br />

verilme aşamasında faydalı olacak bilgilerdir.<br />

Klinik olarak kistik fibrozis (CF) veya konjenital bilateral<br />

vaz deferens agenesizinde (CBAVD) bir erkekte CF mutasyonuna<br />

rastlanırsa aynı şekilde partnerine de CF mutasyon<br />

analizi yapılmalıdır (25). Çocuklarının hastalık fenotipini<br />

gösterip göstermeyeceğine karar verilmesi için annenin<br />

taşıycı olup olmadığının bilinmesi gerekir. Her çocuk iki<br />

paternal mutasyondan birini taşıyacaktır, ancak maternal<br />

mutasyon kalıtılıyor ise çocuk hastalığı gösterebilir ancak<br />

göstermeyebilir de, özellikle erkek çocuk CBAVD’den kistik<br />

fibrozise kadar değişebilen bağlı olarak klinik bir bulgu<br />

gösterebilir.<br />

Sonuç olarak şiddetli reproduktif problemler büyük<br />

olasılıkla genetik bir temele bağlıdır ancak biz şu anda,<br />

sadece sınırlı miktarda genetik bir bilgiye sahibiz. İnfertilite<br />

problemini aşacak stratejilerden önce, olası sebeplerini<br />

araştırmak, bu etyolojileri identifiye edecek rasyonel ve<br />

kapsamlı tanı planı yürütmek, bireyin ve çiftin kendileri<br />

için en iyi kararı vermelerini sağlamak zorunludur. Bilgimiz<br />

biriktikçe ve genişledikçe, önemli soruları daha fazla<br />

anlamak ve en azından bir cevap vermek mümkün olacaktır.<br />

49


ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

Kaynaklar<br />

1. World Health Organization. Towards more objectivity in diagnosis and<br />

management of male infertility. Int J Androl 1987; 7:1–53<br />

2. Matzuk, M. M. and D. J. Lamb. Genetic dissection of mammalian fertility<br />

pathways. Nat Cell Biol 2002, 4 Suppl: s41-49<br />

3. Turek PJ. Practical approaches to the diagnosis and management of<br />

male infertility. Nat Clin Pract Urol 2005; 2:226–238<br />

4. Tiepolo L, Zuffardi O. Localization of factors controlling spermatogenesis<br />

in the nonfluorescent portion of the human Y chromosome long arm.<br />

Hum Genet 1976; 34:119–124<br />

5. Huynh T, Mollard R, Trounson A. Selected genetic factors associated<br />

with male infertility. Hum Reprod Update 2002; 8:183–198<br />

6. Foresta C, Moro E, Ferlin A. Y chromosome microdeletions and<br />

alterations of spermatogenesis. Endocr Rev 2001; 22:226–239<br />

7. Patrizio P, Leonard DG. Mutations of the cystic fibrosis gene and<br />

congenital absence of the vas deferens. Results Probl Cell Differ 2000;<br />

28:175–186<br />

8. Stuhrmann M, Dork T. CFTR gene mutations and male infertility.<br />

Andrologia 2000; 32:71–83<br />

9. Sharlip ID, Jarow JP, Belker AM, et al. Best practice policies for male<br />

infertility. Fertil Steril 2002; 77:873–882<br />

10. Oates RD, Lamb D. Genetic Aspects of Male Infertility. In: LI Lipshultz, S<br />

Howards, C Niederberger, eds. Infertility in the Male, 4th ed. Cambridge:<br />

Cambridge University Press; 2009.<br />

11. Reijo R, Lee TY, Salo P, et al. Diverse spermatogenic defects in humans<br />

caused by Y chromosome deletions encompassing a novel RNA-binding<br />

protein gene. Nat Genet. 1995; 10(4): 383–393.<br />

12. Tilford CA, Kuroda-Kawaguchi T, Skaletsky H, et al. A physical map of<br />

the human Y chromosome. Nature. 2001; 409(6822): 943–945<br />

13. Skaletsky H, Kuroda-Kawaguchi T, Minx PJ, et al. The malespecific<br />

region of the human Y chromosome is a mosaic of discrete sequence<br />

classes. Nature. 2003; 423(6942): 825–837.<br />

14. Sadeghi-Nejad H, Oates RD. The Y chromosome and male infertility.<br />

Curr Opin Urol. 2008;18(6):628–632.<br />

15. Repping S, Skaletsky H, Lange J, et al. Recombination between<br />

palindromes P5 and P1 on the human Y chromosome causes massive<br />

deletions and spermatogenic failure. Am J Hum Genet. 2002;71(4):906–<br />

922.<br />

16. Hopps CV, Mielnik A, Goldstein M, Palermo GD, Rosenwaks Z, Schlegel<br />

PN. Detection of sperm in men with Y chromosome microdeletions of<br />

the AZFa, AZFb and AZFc regions. Hum Reprod. 2003;18(8):1660–1665.<br />

17. Kamischke A, Gromoll J, Simoni M, Behre HM, Nieschlag E. Transmission<br />

of a Y chromosomal deletion involving the deleted in azoospermia<br />

(DAZ) and chromodomain (CDY1) genes from father to son through<br />

intracytoplasmic sperm injection: case report. Hum Reprod 1999, 14:<br />

2320–2322.<br />

18. Simoni M, Bakker E, Krausz C. EAA/EMQN best practice guidelines for<br />

molecular diagnosis of y-chromosomal microdeletions. State of the art<br />

2004. Int J Androl 2004, 27:240–249.<br />

19. AUA Guidelines 2010, The Evaluation of the Azoospermic Male: AUA<br />

Best Practice Statement, Revised 2010.<br />

20. Claustres M. Molecular pathology of the CFTR locus in male infertility.<br />

Reprod Biomed Online. 2005;10(1):14–41.<br />

21. Samli H, Samli MM, Yilmaz E, Imirzalioglu N. Clinical, andrological and<br />

genetic characteristics of patients with congenital bilateral absence of<br />

vas deferens (CBAVD). Arch Androl. 2006;52(6):471–477.<br />

22. Bareil C, Guittard C, Altieri JP, Templin C, Claustres M, des Georges<br />

M. Comprehensive and rapid genotyping of mutations and haplotypes<br />

in congenital bilateral absence of the vas deferens and other cystic<br />

fibrosis transmembrane conductance regulator-related disorders. J<br />

Mol Diagn. 2007;9(5): 582–588.<br />

23. Strausbaugh SD, Davis PB. Cystic fibrosis: a review of epidemiology and<br />

pathobiology. Clin Chest Med. 2007;28(2):279–288.<br />

24. Chiang HS, Lu JF, Liu CH, Wu YN, Wu CC. CFTR (TG)m(T)n polymorphism<br />

in patients with CBAVD in a population expressing low incidence of<br />

cystic fibrosis. Clin Genet. 2009;76(3):282–286.<br />

25. Tamburino L, Guglielmino A, Venti E, Chamayou S. Molecular analysis<br />

of mutations and polymorphisms in the CFTR gene in male infertility.<br />

Reprod Biomed Online. 2008;17(1): 27–35.<br />

26. Lanfranco F, Kamischke A, Zitzmann M, Nieschlag E. Klinefelter’s<br />

syndrome. Lancet 2004, 364:273–283.<br />

27. Aksglaede L, Wikström AM, Rajpert-De Meyts E, Dunkel L, SkakkebaekNE,<br />

Juul A. Natural history of seminiferous tubule degeneration in<br />

Klinefelter syndrome. Hum Reprod Update 2006, 12:39–48.<br />

28. Ichioka K, Utsunomiya N, Kohei N, Ueda N, Inoue K, Terai A. Adult onset<br />

of declining spermatogenesis in a man with nonmosaic Klinefelter’s<br />

syndrome. Fertil Steril 2006, 85:1511–1512.<br />

29. Terzoli G, Simoni G, Lalatta F, Colucci G, Lobbiani A. Fertility in a 47,XXY<br />

patient: assessment of biological paternity by deoxyribonucleic acid fi<br />

ngerprinting. Fertil Steril 1992, 58:821–825.<br />

30. Meschede D, Lemcke B, Stüssel J, Louwen F, Horst J. Strong<br />

preference for non-invasive prenatal diagnosis in women pregnant<br />

through intracytoplasmic sperm injection (ICSI). Prenat Diagn. 1998<br />

Jul;18(7):700-5.<br />

31. Meschede D, Lemcke B, Exeler JR, De Geyter C, Behre HM, Nieschlag<br />

E, Horst J. Chromosome abnormalities in 447 couples undergoing<br />

intracytoplasmic sperm injection-prevalence, types, sex distribution<br />

and reproductive relevance. Hum Reprod. 1998 Mar;13(3):576-82.<br />

32. Lanfranco F, Kamischke A, Zitzmann M, Nieschlag E (2004) Klinefelter’s<br />

syndrome. Lancet 364:273–283; Schiff JD, Palermo GD, Veeck LL,<br />

Goldstein M, Rosenwaks Z, Schlegel PN. Success of testicular sperm<br />

injection and intracytoplasmic sperm injection in men with Klinefelter<br />

syndrome. J Clin Endocrinol Metab 2005, 90: 6263–6267.<br />

33. Lanfranco F, Kamischke A, Zitzmann M, Nieschlag E. Klinefelter’s<br />

syndrome. Lancet 2004, 364:273–283.<br />

34. Bouayed Abdelmoula N, Portnoi MF, Keskes L, Recan D, Bahloul A,<br />

Boudawara T, Saad A, Rebai T. Skewed X-chromosome inactivation<br />

pattern in SRY positive XX maleness: A case report and review of<br />

literature. Ann Genet 2003, 46:11–18;<br />

35. Vorona E, Zitzmann M, Gromoll J, Schüring AN, Nieschlag E. Clinical,<br />

endocrinological, and epigenetic features of the 46,XX male syndrome,<br />

compared with 47,XXY Klinefelter patients. J Clin Endocrinol Metab<br />

2007, 92: 3458–3465.<br />

36. Van Assche E, Bonduelle M, Tournaye H, Joris H, Verheyen G, Devroey<br />

P, van Steirteghem A, Liebaers I. Cytogenetics of infertile men. Hum<br />

Reprod 1996, 11 (Suppl 4):1–26.<br />

37. Meschede D, Horst J. Indikationen, Möglichkeiten, Grenzen<br />

und Perspektiven cytogenetischer Untersuchungen für die<br />

Reproduktionsmedizin. Med Genetik 1999, 11:365–368.<br />

38. Montag M, van der Ven K, Ved S, Schmutzler A, Prietl G, Krebs D,<br />

Peschka B, Schwanitz G, Albers P, Haidl G, van der Ven H. Success of<br />

intracytoplasmic sperm injection in couples with male and/or female<br />

chromosome aberrations. Hum Reprod 1997, 12:2635- 2640.<br />

39. Meschede D, Louwen F, Eiben B, Horst J. Intracytoplasmic sperm<br />

injection pregnancy with fetal trisomy 9p resulting from a balanced<br />

paternal translocation. Hum Reprod 1997, 12:1913–1914.<br />

40. Vogt PH, Edelmann A, Kirsch S, et al. Human Y chromosome azoospermia<br />

factors (AZF) mapped to different subregions in Yq11. Hum Mol Genet<br />

1996;5:933–943.<br />

41. Noordam MJ, Repping S. The human Y chromosome: a masculine<br />

chromosome. Curr Opin Genet Dev 2006, 16:225–232.<br />

42. Repping S, Skaletsky H, Brown L, et al. Polymorphism for a 1.6-Mb<br />

deletion of the human Y chromosome persists through balance<br />

between recurrent mutation and haploid selection. Nat Genet 2003<br />

Nov;35(3):247-51.<br />

43. Hucklenbroich K, Gromoll J, Heinrich M, Hohoff C, Nieshlag E, Simoni M.<br />

Partial deletions in the AZFc region of the Y chromosome occur in men<br />

with impaired as well as normal spermatogenesis. Hum Reprod 2005,<br />

20:191–197.<br />

44. Kühnert B, Gromoll J, Kostova E, Tschanter P, Luetjens CM, Simoni<br />

M, Nieschlag E. Case report: natural transmission of an AZFc<br />

Y-chromosomal microdeletion from father to his sons. Hum Reprod<br />

2004, 19:886–888.<br />

45. Kamischke A, Gromoll J, Simoni M, Behre HM, Nieschlag E. Transmission<br />

of a Y chromosomal deletion involving the deleted in azoospermia<br />

(DAZ) and chromodomain (CDY1) genes from father to son through<br />

intracytoplasmic sperm injection: case report. Hum Reprod 1999,<br />

14:2320–2322.<br />

45. Brandell RA, Mielnik A, Liotta D, et al. AZFb deletions predict the<br />

50


Derleme<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

absence of sperm with testicular sperm extraction: Preliminary report<br />

of a prognostic genetic test. Hum Reprod 1998;13:2812–2815<br />

46. Kent-First MG, Kol S, Muallem A, et al. Infertility in intracytoplasmic<br />

sperminjection-derived sons. Lancet 1996;348:332–333.<br />

47. Krausz C, Degl’Innocenti S. Y chromosome and male infertility: update,<br />

2006. Front Biosci 2006 Sep;11:3049-61.<br />

48. Donat R, McNeill AS, Fitzpatrick DR, et al. The incidence of cystic<br />

fibrosis gene mutations in patients with congenital bilateral absence<br />

of the vas deferens in Scotland. Br J Urol 1997 Jan;79(1):74-7. http://<br />

www.genet.sickkids.on.ca/cftr/.<br />

49. Chillon M, Casals T, Mercier B, et al. Mutations in cystic fibrosis gene in<br />

patients with congenital absence of the vas deferens. New Engl J Med<br />

1995 Jun;332(22):1475-80.<br />

50. Oates RD, Amos JA. The genetic basis of congenital absence of the vas<br />

deferens and cystic fibrosis. J Androl 1994;15:1.<br />

51. Drake MJ, Quinn FM. Absent vas deferens and ipsilateral multicystic<br />

dysplastic kidney in a child. Br J Urol 1996 May;77(5):7<strong>56</strong>-7.<br />

52. Stahl PJ, Masson P, Mielnik A, Marean MB, Schlegel PN, Paduch DA.<br />

A decade of experience emphasizes that testing for Y microdeletions<br />

is essential in American men with azoospermia and severe<br />

oligozoospermia. Fertil Steril. 2008; 90(1):319).<br />

53. Oates RD, Silber S, Brown LG, Page DC. Clinical characterization of<br />

42 oligospermic or azoospermic men with microdeletion of the AZFc<br />

region of the Y chromosome, and of 18 children conceived via ICSI.<br />

Hum Reprod. 2002;17(11):2813–2824.<br />

54. Mulhall JP, Reijo R, Alagappan R, et al. Azoospermic men with deletion<br />

of the DAZ gene cluster are capable of completing spermatogenesis:<br />

fertilization, normal embryonic development and pregnancy occur<br />

when retrieved testicular spermatozoa are used for intracytoplasmic<br />

sperm injection. Hum Reprod 1997 Mar;12(3):503-8.<br />

55. Bojesen A, Gravholt CH. Klinefelter syndrome in clinical practice. Nat<br />

Clin Pract Urol. 2007;4(4):192–204<br />

<strong>56</strong>. Yarali H, Polat M, Bozdag G, et al. TESE-ICSI in patients with nonmosaic<br />

Klinefelter syndrome: a comparative study. Reprod Biomed<br />

Online. 2009;18(6):7<strong>56</strong>–760.<br />

57. Lange J, Skaletsky H, van Daalen SK, et al. Isodicentric Y chromosomes<br />

and sex disorders as byproducts of homologous recombination that<br />

maintains palindromes. Cell. 2009;138(5): 855–869.<br />

51


ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

Çocukluktan erişkinliğe Klinefelter sendromlu erkeğe<br />

sistemik bakış<br />

Prof. Dr. M. Murad Başar, Dr. Erdal Alkan<br />

Memorial Şişli Hastanesi Üroloji/<strong>Androloji</strong> Bölümü<br />

Klinefelter sendromu uzun boy, jinekomasti, küçük ve<br />

sert testislerin varlığı ve yüksek FSH düzeyi ile klinik olarak<br />

ilk defa 1942 yılında tanımlanmıştır (1). Hastalığın fazla<br />

bir X kromozomu varlığı ile olan genetik yapısı ise 1959<br />

yılında Jacobs ve Strong tarafından ortaya konulmuştur<br />

(2). Fazla X kromozomu olguların %50-60’ında paternal,<br />

%40-50’sinde ise maternal kaynaklıdır (3). Klinefelter<br />

sendromu yeni doğanda 1/600 izlenme oranı ile erkeklerde<br />

en sık gözlenen kromozomal anomalidir. Yapılan<br />

epidemiyolojik çalışmalar günümüzde izlenme oranının<br />

giderek yükseldiğini ortaya koymaktadır ve bu durumun<br />

artan baba olma yaşı ile ilişkili olduğu düşünülmektedir.<br />

Genetik olarak olguların %80’i 47XXY şeklinde klasik yapı<br />

saptanırken, geri kalan %20’sinde mozaik genetik yapı<br />

izlenmektedir. Klinefelter sendromlu vakalar tüm infertil<br />

olguların yaklaşık %3-4’ünü, tüm azoospermi saptanan<br />

olgularının ise %11’ini oluşturmaktadır (3-5). Bununla birlikte,<br />

klinik olarak değerlendirildiğinde tüm Klinefelter<br />

sendromlu olgularının sadece %25’ine tanı konulup takip<br />

edilmekte ve bunların da hemen hemen tamamını infertilite<br />

nedeni ile başvuran hastalar oluşturmaktadır. Ancak,<br />

son yıllarda Klinefelter sendromlu olguların sadece infertilite<br />

sorunu ile değil yüksek morbidite (%70) ve mortaliteye<br />

(%50) yol açan önemli sağlık sorunlarına sahip oldukları<br />

gösterilmiştir (6-9).<br />

İntrauterin 5-6. haftalarda primordial germ hücrelerinin<br />

kemotaktik kontrol altında mobilize olarak paramezonefrik<br />

kanalın yanındaki primitif seks kodlarına ulaşmasını<br />

takiben Sertoli hücrelerinden salınan Anti-Müllerien<br />

Hormon (AMH) ve Leydig hücrelerinden salınan İnsülin<br />

Benzeri Peptid 3 (INSL3) ve testosteron etkisi altında gerçekleşen<br />

reprodüktif sistem farklılaşması ve gelişimi Klinefelter<br />

sendromlu fötuslarda normal kontrol grubu fötüslardan<br />

farklı değildir. Yapılan çalışmalarda 16-20. haftalarda<br />

amniyon sıvısı testosteron düzeyi normal kontrol grubundan<br />

farklı bulunmamıştır (10,11).<br />

Yeni doğan döneminde de kaydedilen demografik<br />

veriler sağlıklı kontrollerden farklı değildir. Ortalama boy<br />

50,5±1,9 cm, ortalama kilo 3,4±0,4 kg olarak saptanmıştır<br />

(12). Bu dönemde kriptorşidizm ve mikro penis gibi konjenital<br />

anomaliler riskinde artış görülür (Klinefelter sendromlu<br />

ve normal olgularında sırasıyla kriptorşidizm sıklığı<br />

olgularda sırası ile %6,3 vs. %4,5; mikro penis %4,5 vs %1).<br />

Buna karşın ambigius genitalya nadirdir. Hastalığın klasik<br />

bulgusu olan atrofik testis varlığı da yeni doğan döneminde<br />

son derece nadirdir ve genelde puberte sonrası ortaya<br />

çıkar (13,14).<br />

Doğumdan sonraki 3-6 ay içinde izlenen testosteron<br />

artışı ile karakterize mini puberte dönemi Klinefelter sendromlu<br />

olgularda sağlıklı kontrollerle benzer özellikler gösterir.<br />

İki ile 750 günlük 68 Klinefelter sendromu olgusunda<br />

Sertoli ve Leydig hücresi fonksiyonlarının değerlendirildiği<br />

bir çalışmada gonadotropin ve testosteron düzeylerinde<br />

normal sağlıklı yeni doğanlardan farklılık saptanmamıştır<br />

(12). Bu dönemde FSH ve LH düzeyleri kontrol grubundan<br />

bir miktar yüksek olmakla birlikte aradaki fark istatistiksel<br />

olarak anlamlı bulunmamıştır. Mini puberte döneminde<br />

olması gereken testosteron artışı Klinefelter sendromlu<br />

infantlarda da izlenmektedir. Ancak, testosteron düzeyi<br />

sağlıklı infantlardakinin yarısı kadar artış göstermektedir.<br />

Pubertenin başlangıcı maternal X kromozomu olan olgularda<br />

daha erkendir. Buna karşın paternal X kromozomu<br />

olan olgular puberteye 1-1,5 yıl daha geç girmekte ve bu<br />

vakalarda hastalığın progresyonu daha yavaş olmaktadır<br />

(2). Penis büyümesi, pubik kıllanma ve cinsel fonksiyonlar<br />

normal olarak gözlenir. Ancak, sakalların çıkması<br />

ve kas gelişimi daha sonra ortaya çıkmakta ve hatta pek<br />

çok olguda sakalların çıkması erişkin yaşlarda dahi izlenmemektedir.<br />

Testiküler volüm puberte başlangıcında artmaya<br />

başlar ve puberte ortasında maksimum olur; daha<br />

sonra testis volüm artışı durur (15). Puberte başlangıcında<br />

FSH, LH ve Inhibin B düzeylerindeki değişimler normaldir.<br />

52


Derleme<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Puberte sonuna doğru ise FSH ve LH düzeyleri artarken,<br />

inhibin B düzeyleri azalır. AMH düzeyi bozulmuş spermatozgeneze<br />

rağmen puberte başlangıcından itibaren düşük<br />

seviyededir. Testosteron ve Leydig hücre fonksiyonunun<br />

en önemli göstergesi olan INSL3 düzeyi normal olgulara<br />

benzer değişim gösterir. Ancak, puberte ortasından itibaren<br />

yüksek LH stimülasyonuna rağmen her iki hormon seviyesinde<br />

de azalma olur (16-19).<br />

Testiküler histoloji değerlendirildiğinde yaygın hiyalinize<br />

seminifer tubüller ve hiperplazik Leydig hücreleri<br />

izlenirken nadiren komplet spermatogenezin olduğu seminifer<br />

tubüller de gözlenir. Ortaya çıkan bu değişiklikler<br />

yaşla birlikte artış göstermektedir. Abortus materyalleri<br />

üzerinde yapılan sınırlı sayıdaki çalışmalarda, bu dönemde<br />

de seminifer tubüllerde germ hücre sayısında azalma<br />

olduğunu belirten görüşler vardır. Diğer taraftan farklı çalışmalarda<br />

germ hücre sayısındaki azalmanın 2 yaşından<br />

sonra başladığı ileri sürülmektedir (16,20,21).<br />

Klinefelter sendromu olgularında genel olarak azoospermi<br />

izlenmektedir. Bu durumun ekstra X kromozomu<br />

reaktivasyonuna bağlı germ hücre kaybı veya Sertoli-germ<br />

hücresi bağlantısı sorunlarından kaynaklandığı ileri sürülmektedir<br />

(20). Ancak, ilk olarak 1970’lerde Foss ve arkadaşları<br />

klasik olguların ejakülatında da mozaik vakalarda<br />

olduğu gibi motil sperm varlığını göstermişlerdir (22).<br />

Daha sonraki yıllarda, intrasitoplazmik sperm enjeksiyonu<br />

(ICSI) ve testiküler sperm ekstraksiyonunun (TESE) tanımlanması<br />

sonrasında ise Tournaye ve arkadaşları Klinefelter<br />

sendromlu olgularda TESE spermleri ile ICSI uygulamasını<br />

gerçekleştirmişlerdir (23).<br />

Daha önce de belirtildiği gibi klinik olarak tanı konulan<br />

ve takip edilen Klinefeler sendromlu olgular genelde infertilite<br />

nedeni ile tanı konulan olgulardır. Hâlbuki dikkatli<br />

ve sistemik değerlendirme ile Klinefelter sendromlu olgulara<br />

hayatın farklı dönemlerinde farklı bulgular ile tanı konulabilmektedir.<br />

Prenatal dönemde amniyosentez kesin<br />

tanı yöntemidir. Ancak, bu olgular tüm vakaların sadece<br />

%10’unu oluşturmaktadır. Yeni doğan döneminde kriptorşidizm<br />

ve mikropenis olan olgularında daha yakından<br />

takip edilmesi; erken çocukluk ve okul çağında ise çeşitli<br />

nöral/motor gelişim bozukluklarının varlığı Klinefelter<br />

sendromunun belirtileri olabilir. Pacenza ve arkadaşları<br />

yaptıkları bir çalışmada Klinefelter sendromlu erkek çocukların<br />

%55,5’inde prepubertal dönemde kriptorşidizm<br />

saptarlarken, %44,4 oranında da nöral/motor gelişim bozuklukları<br />

olduğunu belirtmişlerdir (24). Aynı çalışmada,<br />

postpubertal dönemde ise küçük testis (%76,2) ve jinekomastinin<br />

(%42) yanı sıra %50’den fazla olguda yine nöral/<br />

motor gelişim bozukluklarının olduğu ortaya konulmuştur.<br />

Yeni yapılan epidemiyolojik çalışmalar Klinefelter<br />

sendromlu olgularda önemli morbidite ve mortaliteye yol<br />

açan sağlık sorunlarının var olduğunu göstermektedir (3).<br />

Danimarka’da yapılan 823 Klinefelter olgusunun 4022<br />

aynı yaş grubu kontrol olgusu ile karşılaştırıldığı bir değerlendirmede<br />

diyabetes mellitus, osteoporoz, malignite<br />

riski, kardiyovasküler hastalık oranları gibi önemli sağlık<br />

sorunları Klinefelter sendromlu bireylerde artmış olarak<br />

izlenmiştir (7,8). Bu durumun nedenleri genel olarak hastalığın<br />

patofizyolojisi ile ilişkili olarak hiperplazik Leydig<br />

hücrelerinden üretilen yetersiz testosteron düzeyi ve buna<br />

eşlik eden androjen reseptör polimorfizmi ve/veya hastalarda<br />

yapısal olarak ortaya çıkan santral obezite ve artan<br />

insülin direnci ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Ayrıca,<br />

azalmış arteriyel çap sonucu kan akımında bozulma ve<br />

sonuçta ortaya çıkan organ atrofisi de sistemik sorunların<br />

gelişmesinde rol oynamaktadır. Diğer taraftan, tanı konulan<br />

hastaların takip amacı ile daha sık sağlık merkezlerine<br />

başvurmaları da eşlik eden sağlık sorunlarının daha sık<br />

saptanmasının bir diğer nedeni olmaktadır.<br />

Çocukların bir kısmında prepubertal dönemde dikkatli<br />

ebeveynler tarafından yapısal farklılıklar saptanabilir. Erken<br />

çocukluk döneminde motor yeteneklerde kısıtlılık ve davranış<br />

problemleri; konuşma bozuklukları; okul çağında ise<br />

öğrenme güçlüğü Klinefelter sendromunun nöral gelişim<br />

bozukluğu ile ilişkili klinik belirtileri olabilir. Bu bulgulara<br />

rağmen yapılan değerlendirmelerde Klinefelter sendromlu<br />

olguların IQ düzeyleri normal sınırlarda saptanmıştır.<br />

İleri yaşlara yönelik yapılan değerlendirmelerde bipolar<br />

hastalık, şizofreni, depresyon gibi psikolojik sorunlar Klinefelterli<br />

olgularda biraz daha sık görülebilmektedir. Yine<br />

okul çağı çocuklarda kas dokusunun gelişim bozukluğu<br />

nedeniyle zayıf atletik yapı izlenir (25-27).<br />

Nöral gelişim bozukluklarının nedenleri konusunda<br />

farklı görüşler ileri sürülmüştür. Magnetik rezonans görüntüleme<br />

çalışmalarında sol temporal lob bölgesinin<br />

özellikle öğrenme güçlüğü olanlarda daha belirgin olmak<br />

üzere Klinefelterli olgularında kontrollere göre daha küçük<br />

olduğu belirtilmiştir (28-30). Bunun yanında total serebral<br />

volümün azaldığı, lateral ventrikül hacminin arttığını ileri<br />

süren çalışmalar da vardır (31). Perfüzyon çalışmalarında<br />

53


ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

ise kontrol olgularında sol hemisfer lehine olan perfüzyonun<br />

Klinefelter sendromu olgularında simetrik özellik<br />

gösterdiği belirtilmiştir (32). Nöro-psikolojik sorunların<br />

testosteron düzeyi ile ilişkisi net olarak açıklanamamıştır.<br />

Ancak, reseptör düzeyinde yapılan çalışmalarda özellikle<br />

beceri gerektiren davranışlardaki bozuklukları olanlarda<br />

androjen reseptör uzunluğu daha kısa bulunmuştur (33).<br />

Son yıllarda yapılan çalışmalarda ise androjen aktivasyonunda<br />

rol oynayan serabral lipitlerin etkisinden bahsedilmektedir<br />

(34).<br />

Klinefelter sendromlu olgularda malignite risklerinde<br />

de artış olduğu belirtilmektedir. Mediastinal tümörler,<br />

özellikle mediastinal germ hücreli tümör normal<br />

popülâsyona göre 50 kat daha fazla saptanmaktadır (35).<br />

Maternal X kromozu nedeniyle pubertenin daha erken<br />

başladığı genç yaş grubunda veya öksürük, göğüs ağrısı<br />

ve nefes darlığı gibi mediastinal yakınması olan ileri yaş<br />

olgularda bu konuda daha dikkatli olunmalıdır. Meme<br />

kanseri erkeklerde son dönemde sıklığı artan bir tümördür<br />

ve Klinefelter sendromlu olgularda %3,5-7,5 oranında<br />

gözlenmektedir (36,37). Bozulmuş testosteron/östrojen<br />

oranı, jinekomasti varlığı ve ailede meme kanseri öyküsü<br />

varlığı risk faktörü olarak ele alınmaktadır. İnfertilite ve testis<br />

tümörü arası ilişki net olarak bilinmesine rağmen, testis<br />

tümörü ile Klinefelter sendromu arasında net bir birliktelik<br />

halen daha ortaya konulamamıştır (7,8).<br />

Hipostatik bacak ülserleri, derin ven trombozu (DVT),<br />

pulmoner emboli ve aterosklerotik kalp hastalığı görünme<br />

riski de kontrol grubuna göre artmıştır. Örneğin, DVT<br />

saptanma olasılığı kontrol grubunda yılda 1/10.000 iken<br />

bu oran Klinefelter sendromlu erkeklerde 22,8/10.000’dir.<br />

Yine pulmoner emboli riski kontrol grubunda yılda<br />

10.000’de 3 iken, Klinefelter sendromlu olgularda<br />

10.000’de 16 olarak belirtilmektedir (6,36,38). Vasküler<br />

sorunların temelinde bozulmuş pıhtılaşma ve plazminojen<br />

1 aktivatör anomalileri, santral obezite ve buna bağlı<br />

gelişen metabolik sendrom varlığı, konjenital kardiyak<br />

anomali riskinde artış ve buna bağlı bozulmuş sol ventrikül<br />

fonksiyonları yer almaktadır (39,40).<br />

Çeşitli endokrin ve otoimmün hastalıklar da Klinefelter<br />

sendromlu bireylerde sıktır. Hipotroidi, romatoid artrit,<br />

Sjögren sendromu bu patolojilerden bazılarıdır (7,9,41).<br />

Ancak, fizyopatolojisi en net olarak ortaya konulan durumlar<br />

osteoporoz gelişimi ve artmış diyabetes mellitus/<br />

metabolik sendrom varlığıdır. Hastalığın doğal seyri sonucu<br />

ortaya çıkan hipogonadizm, androjen reseptör anomalisi,<br />

insülin benzeri peptid 3 aktivitesi bozukluğu ve X<br />

kromozom inaktivasyonu osteoporozun gelişiminde rol<br />

oynamaktadır (18,42). Diğer taraftan santral obezite ve<br />

insulin direncinde düşüklük ve kronik östrojen stimülasyonu<br />

ise diyabet ve metabolik sendrom gelişimde etkilidir<br />

(41,43).<br />

Sonuç olarak, Klinefelter sendromu erkeklerde en sık<br />

izlenilen kromozomal bozukluklardan birisidir. Hastalığın<br />

tanısı son derece kolay olmasına rağmen hastaların sadece<br />

%25’i saptanabilmektedir. Sistemik bir sorun olmasına<br />

rağmen, tanı konulan olguların büyük bir kısmını infertilite<br />

nedeni ile başvuran olgular oluşturmaktadır. Erken çocukluk<br />

ve gelişme çağındaki erkek çocuklarda davranış ve<br />

gelişim bozuklukları Klinefelter sendromu tanısında dikkat<br />

edilmesi gereken önemli olgularıdır. İleri yaşlarda Klinefelter<br />

sendromu sadece infertilite değil önemli morbidite ve<br />

mortaliteye de neden olan ciddi sağlık sorunlarına neden<br />

olabilmektedir. Bu nedenle Klinefelter sendromlu erkeklerin<br />

multidisipliner izlemi hasta sağlığı açısından önemlidir.<br />

Ek Bilgi:<br />

Bu derleme 4. Üreme Tıbbı Kongresi’nde konferans<br />

olarak sunulmuştur.<br />

Kaynaklar<br />

1. Klinefelter HF, Reifenstein EC, Albright F. Syndrome characterized by<br />

gynecomastia, aspermatogenesisi without A- Leydigism and increased<br />

excretion of folicle-stimulating hormone. J Clin Endocrinol 1942; 2:<br />

615-627<br />

2. Jacobs PA, Strong JA. A case of human intersexuality having a possible<br />

XXY sex-determining mechanism. Nature. 1959 Jan 31;183(4657):302-<br />

3.<br />

3. Wattendorf DJ, Muenke M. Klinefelter syndrome. Am Fam Physician.<br />

2005 Dec 1;72(11):2259-62<br />

4. Morris JK, Alberman E, Scott C, Jacobs P. Is the prevalence of Klinefelter<br />

syndrome increasing? Eur J Hum Genet. 2008 Feb;16(2):163-70.<br />

5. Tüttelmann F, Gromoll J. Novel genetic aspects of Klinefelter's<br />

syndrome. Mol Hum Reprod. 2010 Jun;16(6):386-95.<br />

6. Bojesen A, Juul S, Gravholt CH. Prenatal and postnatal prevalence<br />

of Klinefelter syndrome: a national registry study. J Clin Endocrinol<br />

Metab. 2003 Feb;88(2):622-6.<br />

7. Bojesen A, Juul S, Birkebaek NH, Gravholt CH.Morbidity in Klinefelter<br />

syndrome: a Danish register study based on hospital discharge<br />

diagnoses.J Clin Endocrinol Metab. 2006 Apr;91(4):1254-60.<br />

8. Bojesen A, Juul S, Birkebaek N, Gravholt CH. Increased mortality in<br />

Klinefelter syndrome.J Clin Endocrinol Metab. 2004 Aug;89(8):3830-4.<br />

9. Swerdlow AJ, Higgins CD, Schoemaker MJ, Wright AF, Jacobs PA;<br />

United Kingdom Clinical Cytogenetics Group. Mortality in patients with<br />

Klinefelter syndrome in Britain: a cohort study. J Clin Endocrinol Metab.<br />

2005 Dec;90(12):6516-22.<br />

10. Ratcliffe SG, Read G, Pan H, Fear C, Lindenbaum R, Crossley J. Prenatal<br />

testosterone levels in XXY and XYY males. Horm Res. 1994;42(3):106-9.<br />

11. Aksglaede L, Juul A. Testicular function and fertility in men<br />

54


Derleme<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

with Klinefelter syndrome: a review. Eur J Endocrinol. 2013 Mar<br />

15;168(4):R67-76.<br />

12. Cabrol S, Ross JL, Fennoy I, Bouvattier C, Roger M, Lahlou N. Assessment<br />

of Leydig and Sertoli cell functions in infants with nonmosaic<br />

Klinefelter syndrome: insulin-like peptide 3 levels are normal and<br />

positively correlated with LH levels. J Clin Endocrinol Metab. 2011<br />

Apr;96(4):E746-53.<br />

13. Ratcliffe SG. The sexual development of boys with the chromosome<br />

constitution 47,XXY (Klinefelter's syndrome). Clin Endocrinol Metab.<br />

1982 Nov;11(3):703-16.<br />

14. Ross JL, Samango-Sprouse C, Lahlou N, Kowal K, Elder FF, Zinn A. Early<br />

androgen deficiency in infants and young boys with 47,XXY Klinefelter<br />

syndrome. Horm Res. 2005;64(1):39-45. Epub 2005 Aug 3.<br />

15. Wikström AM, Raivio T, Hadziselimovic F, Wikström S, Tuuri T, Dunkel<br />

L.Klinefelter syndrome in adolescence: onset of puberty is associated<br />

with accelerated germ cell depletion. J Clin Endocrinol Metab. 2004<br />

May;89(5):2263-70.<br />

16. Wikström AM, Dunkel L. Testicular function in Klinefelter syndrome.<br />

Horm Res. 2008;69(6):317-26.<br />

17. Lahlou N, Fennoy I, Ross JL, Bouvattier C, Roger M.Clinical and hormonal<br />

status of infants with nonmosaic XXY karyotype.Acta Paediatr. 2011<br />

Jun;100(6):824-9.<br />

18. Wikström AM, Bay K, Hero M, Andersson AM, Dunkel L.Serum insulinlike<br />

factor 3 levels during puberty in healthy boys and boys with<br />

Klinefelter syndrome. J Clin Endocrinol Metab. 2006 Nov;91(11):4705-<br />

8. Epub 2006 Aug 22.<br />

19. Lahlou N, Fennoy I, Carel JC, Roger M.Inhibin B and anti-Müllerian<br />

hormone, but not testosterone levels, are normal in infants with<br />

nonmosaic Klinefelter syndrome.J Clin Endocrinol Metab. 2004<br />

Apr;89(4):1864-8.<br />

20. Aksglaede L, Wikström AM, Rajpert-De Meyts E, Dunkel L, Skakkebaek<br />

NE, Juul A.Natural history of seminiferous tubule degeneration in<br />

Klinefelter syndrome.Hum Reprod Update. 2006 Jan-Feb;12(1):39-48.<br />

21. Aksglaede L, Juul A. Testicular function and fertility in men<br />

with Klinefelter syndrome: a review. Eur J Endocrinol. 2013 Mar<br />

15;168(4):R67-76.<br />

22. Foss GL, Lewis FJ.A study of four cases with Klinefelter's syndrome,<br />

showing motile spermatozoa in their ejaculates.J Reprod Fertil. 1971<br />

Jun;25(3):401-8.<br />

23. Tournaye H, Staessen C, Liebaers I, Van Assche E, Devroey P, Bonduelle<br />

M, Van Steirteghem A. Testicular sperm recovery in nine 47,XXY<br />

Klinefelter patients. Hum Reprod. 1996 Aug;11(8):1644-9.<br />

24. Pacenza N, Pasqualini T, Gottlieb S, Knoblovits P, Costanzo PR, Stewart<br />

Usher J, Rey RA, Martínez MP, Aszpis S. Clinical Presentation of<br />

Klinefelter's Syndrome: Differences According to Age. Int J Endocrinol.<br />

2012;2012:324835. doi: 10.1155/2012/324835. Epub 2012 Jan 12.<br />

25. Sokol RZ. It’s not all about the testes: medical issues in Klinefelter<br />

patients. Fertil Steril 2012;98:261-265.<br />

26. Rovet J, Netley C, Keenan M, Bailey J, Stewart D.The psychoeducational<br />

profile of boys with Klinefelter syndrome.J Learn Disabil. 1996<br />

Mar;29(2):180-96.<br />

27. Samango-Sprouse C. Expansion of the phenotypic profile of the young<br />

child with XXY.Pediatr Endocrinol Rev. 2010 Dec;8 Suppl 1:160-8.<br />

28. Itti E, Gaw Gonzalo IT, Pawlikowska-Haddal A, Boone KB, Mlikotic A, Itti<br />

L, Mishkin FS, Swerdloff RS. The structural brain correlates of cognitive<br />

deficits in adults with Klinefelter's syndrome.J Clin Endocrinol Metab.<br />

2006 Apr;91(4):1423-7.<br />

29. Ross JL, Roeltgen DP, Stefanatos G, Benecke R, Zeger MP, Kushner H,<br />

Ramos P, Elder FF, Zinn AR. Cognitive and motor development during<br />

childhood in boys with Klinefelter syndrome. Am J Med Genet A. 2008<br />

Mar 15;146A(6):708-19.<br />

30. Tartaglia NR, Ayari N, Hutaff-Lee C, Boada R. Attention-deficit<br />

hyperactivity disorder symptoms in children and adolescents with sex<br />

chromosome aneuploidy: XXY, XXX, XYY, and XXYY. J Dev Behav Pediatr.<br />

2012 May;33(4):309-18.<br />

31. Giedd JN, Clasen LS, Wallace GL, Lenroot RK, Lerch JP, Wells EM,<br />

Blumenthal JD, Nelson JE, Tossell JW, Stayer C, Evans AC, Samango-<br />

Sprouse CA. XXY (Klinefelter syndrome): a pediatric quantitative brain<br />

magnetic resonance imaging case-control study. Pediatrics. 2007<br />

Jan;119(1):e232-40.<br />

32. Itti E, Gaw Gonzalo IT, Boone KB, Geschwind DH, Berman N,<br />

Pawlikowska-Haddal A, Itti L, Mishkin FS, Swerdloff RS. Functional<br />

neuroimaging provides evidence of anomalous cerebral laterality in<br />

adults with Klinefelter's syndrome. Ann Neurol. 2003 Nov;54(5):669-<br />

73.<br />

33. Zitzmann M, Depenbusch M, Gromoll J, Nieschlag E. X-chromosome<br />

inactivation patterns and androgen receptor functionality influence<br />

phenotype and social characteristics as well as pharmacogenetics of<br />

testosterone therapy in Klinefelter patients. J Clin Endocrinol Metab.<br />

2004 Dec;89(12):6208-17.<br />

34. Liu PY, Erkkila K, Lue Y, Jentsch JD, Schwarcz MD, Abuyounes D, Hikim<br />

AS, Wang C, Lee PW, Swerdloff RS. Genetic, hormonal, and metabolomic<br />

influences on social behavior and sex preference of XXY mice. Am J<br />

Physiol Endocrinol Metab. 2010 Sep;299(3):E446-55.<br />

35. Hasle H, Jacobsen BB, Asschenfeldt P, Andersen K. Mediastinal germ<br />

cell tumour associated with Klinefelter syndrome. A report of case and<br />

review of the literature. Eur J Pediatr. 1992 Oct;151(10):735-9.<br />

36. Bojesen A, Gravholt CH. Morbidity and mortality in Klinefelter syndrome<br />

(47,XXY).Acta Paediatr. 2011 Jun;100(6):807-13.<br />

37. Brinton LA. Breast cancer risk among patients with Klinefelter<br />

syndrome. Acta Paediatr. 2011 Jun;100(6):814-8.<br />

38. Campbell WA, Price WH. Venous thromboembolic disease in Klinefelter's<br />

syndrome. Clin Genet. 1981 Apr;19(4):275-80.<br />

39. Gattringer C, Scheurecker C, Höpfl R, Müller H. Association between<br />

venous leg ulcers and sex chromosome anomalies in men. Acta Derm<br />

Venereol. 2010 Nov;90(6):612-5.<br />

40. Andersen NH, Bojesen A, Kristensen K, Birkebaek NH, Fedder J, Bennett P,<br />

Christiansen JS, Gravholt CH. Left ventricular dysfunction in Klinefelter<br />

syndrome is associated to insulin resistance, abdominal adiposity and<br />

hypogonadism. Clin Endocrinol (Oxf). 2008 Nov;69(5):785-91.<br />

41. Simpson JL, de la Cruz F, Swerdloff RS, Samango-Sprouse C, Skakkebaek<br />

NE, Graham JM Jr, Hassold T, Aylstock M, Meyer-Bahlburg HF, Willard<br />

HF, Hall JG, Salameh W, Boone K, Staessen C, Geschwind D, Giedd<br />

J, Dobs AS, Rogol A, Brinton B, Paulsen CA. Klinefelter syndrome:<br />

expanding the phenotype and identifying new research directions.<br />

Genet Med. 2003 Nov-Dec;5(6):460-8.<br />

42. Ferlin A, Schipilliti M, Di Mambro A, Vinanzi C, Foresta C. Osteoporosis<br />

in Klinefelter's syndrome. Mol Hum Reprod. 2010 Jun;16(6):402-10.<br />

43. Bojesen A, Høst C, Gravholt CH. Klinefelter's syndrome, type 2 diabetes<br />

and the metabolic syndrome: the impact of body composition. Mol<br />

Hum Reprod. 2010 Jun;16(6):396-401.<br />

55


ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

Erkek infertilitesinde aromataz inhibitörleri<br />

Yrd. Doç. Dr. Ayhan Karaköse 1 , Yrd. Doç. Dr Özgü Aydoğdu 1 , Prof. Dr. Yusuf Ziya Ateşçi 1 , Prof. Dr. Bilal Gümüş 2<br />

1<br />

İzmir Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, İzmir<br />

2<br />

Celal Bayar Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Manisa<br />

Korunmasız cinsel ilişkiye rağmen bir yılın sonunda gebelik<br />

sağlanamaması olarak tarif edilen infertilite tarih boyunca<br />

önemli bir problem oluşturmuştur. Erkek infertilitesi<br />

infertilite tedavisi gören çiftlerin %30-40’ında mevcuttur.<br />

Aromataz inhibitörleri infertilite tedavisinde artan sıklıkla<br />

kullanılmaktadır. Aromataz, androjenlerin östrojenlere<br />

dönüştürülmesinden sorumlu bir sitokrom P450 enzimdir.<br />

Kadınlarda üreme sisteminde, yağ dokusunda, karaciğer,<br />

beyin ve testislerde bulunur. Aromataz enzimi aynı zamanda<br />

testiste Leydig ve Sertoli hücreleri ile birlikte germ<br />

hücrelerinde de bulunur (1). Aromataz inhibitörleri ile<br />

enzim bloke edildiğinde serum testosteron düzeylerinde<br />

artış, azalan estradiol konsantrasyonundan dolayı hipotalamik<br />

ve hipofizer inhibisyonun azalması sonucunda daha<br />

fazla gonadotropin salınımı elde edilmektedir.<br />

Spermatogenez hormonal faktörlere bağlıdır. Nonobstruktif<br />

azospermik hastalarda artmış FSH seviyesi ile birlikte<br />

normal ya da düşük testosteron seviyesi bulunmaktadır.<br />

Ciddi erkek infertilitesi olan oligospermik ve azospermik<br />

hastaların bir bölümünde testosteron seviyesi normal<br />

veya düşük seviyerlerde iken östrodiol seviyesinde artış<br />

mevcuttur. Düşük testosteron ve yüksek estradiol seviyesi<br />

beraberliği spermatogenezi olumsuz yönde etkileyebilmektedir<br />

(2).<br />

Erkeklerde östrojen metabolizması<br />

Östrojen sentetaz olarak bilinen Aromataz, östrojen<br />

biyosentezinin anahtar bir enzimidir. Estradiol vücutta<br />

üretilen en güçlü östrojendir. Testosterondan, aromataz<br />

ile estrondan veya 17b-hidroksisteroid dehidrojenazdan<br />

sırasıyla sentezlenir. Erkeklerde toplam estradiol üretim<br />

hızı günde 35-45 mikrogramdır (0,130-0,165 mol) ve<br />

bunun yaklaşık %20 si doğrudan testisler tarafından üretilmektedir<br />

(3,4). Estradiol, kemik kütlesi kazanılmasında ve<br />

korunmasında, epifizlerin kapanmasında ve gonadotropin<br />

salgılanmasının kontrolünde önemli rol oynamaktadır. Er-<br />

kek infertilite tedavisinde kullanılan aromataz inhibitörleri<br />

hakkındaki en büyük endişe kemik mineralizasyonu üzerindeki<br />

olası zararlı etkisidir.<br />

Aromataz inhibitörleri<br />

Aromataz inhibitörleri steroid veya nonsteroid, ya da<br />

birinci, ikinci veya üçüncü nesil olarak sınıflandırılır. Formestane<br />

ve exemestane gibi steroidal inhibitörleri androstenedionu<br />

taklit ederek aromataz aktivitesini inhibe<br />

ederler. Anastrozol ve letrozol gibi steroid olmayan enzim<br />

inhibitörleri, enzim heme demir ile bağlanarak enzim aktivitesini<br />

inhibe etmektedir. Aminoglutethimide gibi birinci<br />

kuşak aromataz inhibitörleri nispeten zayıf ve nonspesifiktir.<br />

Aynı zamanda adrenal steroid takviyesi gerektiren<br />

diğer steroidojenik enzimleri de inhibe ederler. Letrozol<br />

ve anastrozol gibi üçüncü nesil aromataz inhibitörleri diğer<br />

enzimleri inhibe etmezler (5). Erkeklerde üçüncü nesil<br />

aromataz inhibitörleri ortalama % 77 oranında plazma<br />

estradiol/testosteron oranını azaltırlar (6,7). Bu bulgu<br />

muhtemelen yetişkin erkeklerde yüksek plazma testosteron<br />

konsantrasyonunun estradiol sentezi için önemli bir<br />

prekürsör olmasındandır.<br />

Aromataz inhibitörlerinin luteinizan hormon salınımı<br />

ve testosteron üretimi üzerine etkileri<br />

Estradiolün erkeklerde gonadotropin salınımı üzerine<br />

çok güçlü etkisi vardır. Aromataz inhibitörleri ile estradiol<br />

seviyelerinin düşürülmesi, luteinizan hormon (LH), folikül<br />

stimulan hormon (FSH) ve testosteron seviyelerini arttırır<br />

(5,6). Aromataz inhibitörleri düşük testosteron düzeylerine<br />

sahip erkeklerde testosteron düzeylerini artırmak için<br />

önerilmiştir. Erkeklerde yaşlanma ile serbest ve total testosteron<br />

düzeyleri hipotalamik ve testiküler disfonksiyon<br />

nedeniyle kademeli olarak düşmektedir (8). Testosteron<br />

düzeylerindeki düşüş yaşlı erkeklerde fiziksel zayıflığın<br />

patogenezinde sorumlu tutulmuştur. Bu nedenle andro-<br />

<strong>56</strong>


Derleme<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

jen eksikliği belirtileri ve semptomları olan yaşlı erkeklerde<br />

androjen tedavisi savunulmaktadır (9,10). Aromataz inhibitörleri<br />

yaşlı erkeklerde geleneksel androjen tedavisine<br />

alternatif olarak kullanılabilir. Yakın zamanda yapılan bir<br />

çalışmada yaşlı erkeklerde aromataz inhibitörlerinin estradiol<br />

ve testosteron seviyeleri üzerine anlamlı düzeyde etki<br />

göstermiştir (11).<br />

Aromataz inhibitörlerinin folikül stimülan hormon ve<br />

spermatogenez üzerine etkileri<br />

FSH öncelikle inhibin kontrolü altında olmasına rağmen<br />

dolaşımdaki estradiolün erkeklerde ki FSH seviyesi<br />

üzerine önemli etkisi vardır (6). Aromataz inhibitörleri FSH<br />

seviyesini arttırarak ögonadal erkeklerde potansiyel olarak<br />

sperm üretimini uyarabilir (6,7).<br />

Pavlovich ve arkadaşları yaptıkları çalışmalarında infertil<br />

vakalarının yüksek estradiol ve düşük testosteron<br />

seviyesine sahip olduğunu ve bunun sonucu olarak testosteron/estradiol<br />

oranının fertil bireylerden daha düşük<br />

olduğunu, fertil vakalarda testosteron/estradiol oranının<br />

14.5 infertil vakalarda ise bu oranın 6.9 olduğunu belirtmişlerdir.<br />

Aynı çalışmada araştırmacılar 45 hastaya 5 ay<br />

süreyle aromataz inhibitörü vermiş ve tedaviden önce 5.0<br />

olan testosteron/estradiol oranının tedaviden sonra 12.7’<br />

ye yükseldiğini ifade etmişlerdir. Seminal parametreler<br />

incelendiğinde nonobstruktif azospermili vakalarda herhangi<br />

bir değişim gözlenmezken, oligoastenoteratozoospermili<br />

vakalarda sperm konsantrasyonu ve motilitesinde<br />

artış olduğu belirtilmiştir (12).<br />

Raman ve arkadaşlarıda non obstruktif azospermide<br />

steroidal ve nonsteroidal aromataz inhibitörlerini karşılaştırdıkları<br />

bir çalışmada testosteron/estradiol oranındaki<br />

artışı benzer bulmuşlar, ancak Klinefelter sendromu olan<br />

vakaların steroidal aromataz inhibitörlerine daha iyi yanıt<br />

verdiğini belirtmişlerdir (13). Konuyla ilgili yapılan başka<br />

bir çalışmada Clark ve arkadaşları obstruktif olmayan<br />

azospermili vakalarda aromataz inhibitörleri ile gerek serum<br />

hormon seviyelerinde gerekse de seminal parametrelerde<br />

değişim olmadığını raporlamışlardır (14).<br />

Bazı erkeklerde ciddi kusurlu sperm üretimi ile birlikte<br />

düşük serum testosteron ve yüksek estradiol düzeyi ile<br />

seyreden aşırı aromataz aktivitesi vardır. Aromataz inhibitörleri<br />

endojen testosteron üretimi ve serum testosteron<br />

düzeylerini artırabilir. Testolakton, anastrazol ve letrozol<br />

gibi aromataz inhibitörleri obstruktif olmayan azospermide<br />

sperm üretimini arttırmaktadır. Fazla aromataz aktivitesi<br />

olan erkeklerde bozulmuş spermatogenez (anormal<br />

testosteron/estradiol oranları) için anastrazol (1 mg/gün)<br />

ve letrozol (2,5 mg/ gün) kullanılabilir. Yan etkiler nadir<br />

olarak bildirilmiştir. İnfertil erkeklerde aromataz inhibitörlerinin<br />

yararını belirtmek için randomize kontrollü çalışmalara<br />

ihtiyaç vardır (16).<br />

Obez erkeklerde aromataz inhibitörlerinin etkileri<br />

Periferik androjen aromatizasyonu vücut kütle indeksi<br />

yüksek bireylerde artmıştır (15). Aşırı obez erkeklerde<br />

plazma estradiol seviyesinde belirgin bir artış ve testosteron<br />

konsantrasyonlarında azalma görülmüştür. Aromataz<br />

inhibitörlerini obez hastalarda serum testosteron düzeyini<br />

düzeltme amacı ile kullanan çalışmalar (17-19) mevcut<br />

olsa da kilo vermenin serum testosteron seviyesini düzelttiğini<br />

gösteren çalışmalar da mevcuttur (20).<br />

Sonuç olarak aromataz inhibitörleri serum estradiol<br />

seviyesi yüksek, testosteron/estradiol oranı düşük infertil<br />

erkeklerde potansiyel tedavi yöntemi olarak kullanılabilir.<br />

Aromataz inhibitörlerinin kullanımı ile ilgili en büyük<br />

çekince kemik metabolizması üzerine olan olası olumsuz<br />

etkileridir.<br />

Kaynaklar<br />

1. Inkster S,Yue W, Brodie A. Human testicular aromatase:<br />

immunocytochemical and biochemical studies. J Clin Endocrinol Metab.<br />

1995;80:1941-7.<br />

2. de Ronde W: Therapeutic uses of aromatase inhibitors in men. Curr<br />

Opin Endocrinol Diabetes Obes 2007;14:235-240.<br />

3. Baird DT, Horton R, Longcope C, Tait JF. Steroid dynamics under<br />

steadystate conditions. Recent Prog Horm Res 1969;25:611-664.<br />

4. MacDonald PC, Madden JD, Brenner PF, Wilson JD, Siiteri PK. Origin of<br />

estrogen in normal men and in women with testicular feminization. J<br />

Clin Endocrinol Metab 1979;49:905-916.<br />

5. Thürlimann B, Keshaviah A, Coates AS, Mouridsen H, Mauriac L, Forbes<br />

JF, Paridaens R, Castiglione-Gertsch M, Gelber RD, Rabaglio M, Smith<br />

I, Wardley A, Price KN, Goldhirsch A. A comparison of letrozole and<br />

tamoxifen in postmenopausal women with early breast cancer. N Engl<br />

J Med 2005; 353:2747-2757.<br />

6. Raven G, de Jong FH, Kaufman JM, de Ronde W. In men, peripheral<br />

estradiol levels directly reflect the action of estrogens at the<br />

hypothalamo-pituitary level to inhibit gonadotropin secretion. J Clin<br />

Endocrinol Metab 2006;91:3324-3328.<br />

7. T’sjoen GG, Giagulli VA, Delva H, Crabbe P, De Bacquer D, Kaufman<br />

JM. Comparative assessment in young and elderly men of the<br />

gonadotropin response to aromatase inhibition. J Clin Endocrinol<br />

Metab 2005;90:5717-5722.<br />

8. Kaufman JM, Vermeulen A. The decline of androgen levels in elderly men<br />

and its clinical and therapeutic implications. Endocr Rev 2005;26:833-<br />

876.<br />

9. Bhasin S, Cunningham GR, Hayes FJ, Matsumoto AM, Snyder PJ,<br />

Swerdloff RS, Montori VM. Testosterone therapy in adult men with<br />

57


ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

androgen deficiency syndromes: an endocrine society clinical practice<br />

guideline. J Clin Endocrinol Metab 2006;91:1995-2010<br />

10. Nieschlag E, Swerdloff R, Behre HM, Gooren LJ, Kaufman JM, Legros<br />

JJ, Lunenfeld B, Morley JE, Schulman C, Wang C, Weidner W, Wu FC.<br />

Investigation, treatment and monitoring of late-onset hypogonadism<br />

in males: ISA, ISSAM, and EAU recommendations. Int J Androl<br />

2005;28:125-127.<br />

11. Muller M, van den Beld AW, van der Schouw YT, Grobbee DE,<br />

Lamberts SW. Effects of dehydroepiandrosterone and atamestane<br />

supplementation on frailty in elderly men. J Clin Endocrinol Metab<br />

2006;91:3988-3991.<br />

12. Pavlovich CP, King P, Goldstein M, Schlegel PN. Evidence of a treatable<br />

endocrinopaty in infertile men. J Urol.2001;165:837-41<br />

13. Raman JD, Schlegel PN. Aromatase inhibitors for male infertility. J Urol.<br />

2002;167:624-9.<br />

14. Clark RV, Sherins RJ. Treatment of men with idiopathic oligozoospermic<br />

infertility using the aromatase inhibitör, testolactone. result of a<br />

double-blinded, randomized, placebo-controlled trial with crossover. J<br />

Androl. 1989;10:240-7.<br />

15. Kley HK, Deselaers T, Peerenboom H, Kruskemper HL. Enhanced<br />

conversion of androstenedione to estrogens in obese males. J Clin<br />

Endocrinol Metab 1980; 51:1128-1132.<br />

16. Schlegel PN. Aromatase inhibitors for male infertility. Fertil Steril.<br />

2012;98(6):1359-62.<br />

17. de Boer H, Verschoor L, Ruinemans-Koerts J, Jansen M. Letrozole<br />

normalizes serum testosterone in severely obese men with<br />

hypogonadotropic hypogonadism. Diabetes Obes Metab 2005;7:211-<br />

215.<br />

18. Zumoff B, Miller LK, Strain GW: Reversal of the hypogonadotropic<br />

hypogonadism of obese men by administration of the aromatase<br />

inhibitor testolactone. Metabolism 2003;52:1126-1128.<br />

19. Loves S, Ruinemans-Koerts J, de Boer H. Letrozole once a week<br />

normalizes serum testosterone in obesity-related male hypogonadism.<br />

Eur J Endocrinol 2008;158:741-747.<br />

20. Vermeulen A, Kaufman JM, Giagulli VA. Influence of some biological<br />

indexes on sex hormone-binding globulin and androgen levels in aging<br />

or obese males. J Clin Endocrinol Metab 1996;81:1821-1826.<br />

58


Derleme<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

TESE’de başarıyı belirleyen faktörler<br />

Doç. Dr. Tahsin Turunç<br />

Başkent Üniversitesi, Adana Uygulama ve Araştırma Merkezi, Üroloji Kliniği<br />

Azoospermi, ejakulatta hiç sperm bulunmaması anlamına<br />

gelir ve erkeklerin %1’inde, infertilite yakınması olanların<br />

ise %10-15’inde bulunur (1,2). Nonobstrüktif azoospermi<br />

(NOA), testislerde tam olarak gelişmiş spermin<br />

minimal olması ya da üretilememesi nedeniyle ejakulatta<br />

spermatozoa yokluğu olarak tanımlanır. NOA olgularında<br />

günümüzde kabul gören tedavi testiküler sperm ekstraksiyonu<br />

(TESE) yöntemidir. TESE’de elde edilen spermatozoalar<br />

intrasitoplazmik sperm enjeksiyonunda (ICSI)<br />

kullanılarak sağlıklı gebelikler sağlanabilmektedir. ICSI,<br />

1992 yılında Palermo tarafından uygulanmış ve ilk gebelik<br />

gerçekleşmiştir (3). Konvansiyonel yöntemle yapılan TESE<br />

operasyonlarında alınan biyopsi sayısının arttırılmasının<br />

sperm bulma ihtimalini arttırdığı gösterilmiştir (4). Fakat,<br />

fazla sayıda doku alınmasının intratestiküler hematom ve<br />

fibrozis olasılığını arttırdığı, aynı zamanda düşük volümlü<br />

testislerin serum testosteronunda düşmeye yol açabileceği<br />

bilinmektedir (5,6). TESE, önce konvansiyonel çoklu<br />

biyopsilerle yapılmaktayken günümüzde mikrodiseksiyon<br />

yöntemi ile (mikro TESE) uygulanmaktadır. Mikro TESE ilk<br />

defa Schlegel tarafından 1999 yılında tanımlanmıştır (7).<br />

NOA tanılı hastalarda mikroTESE operasyonunda spermatozoa<br />

bulma oranı %60 olarak verilmektedir (8).<br />

Günümüzde NOA hastalarında TESE öncesi testislerde<br />

spermatozoa olup olmadığını kesin olarak gösterecek<br />

herhangi bir klinik parametre bulunmamaktadır. Buna rağmen,<br />

NOA tanısıyla TESE operasyonu yapılmadan önce<br />

bazı klinik ve laboratuvar verilerine bakılarak TESE’de<br />

sperm bulma ihtimalini öngörecek çeşitli parametreler<br />

geliştirilmiş ve halen geliştirilmeye çalışılmaktadır. Daha<br />

önce geliştirilen parametreleri ve sperm bulma olasılığı<br />

üzerine etkisi olabileceği düşünülen yöntemleri kısaca hatırlayalım;<br />

Testis biyopsisi<br />

Çoklu testis biyopsisinin TESE operasyonunun sonuç-<br />

ları ile uyumlu olduğu birçok çalışmada gösterilmiş olmakla<br />

beraber günümüzde testis biyopsisi bir tanı aracı olarak<br />

değil, TESE’nin bir parçası olarak tedavi amaçlı kullanılmaktadır.<br />

Testiküler histoloji, TESE’de sperm bulunup bulunmayacağının<br />

belirlenmesinde iyi bir prediktif faktör olarak<br />

bilinmektedir (9,10,11). Bunun aksine, testis biyopsisinde<br />

sertoli cell only sendromu saptanan hastalarda bile daha<br />

sonra yapılacak TESE operasyonlarında azımsanmayacak<br />

oranlarda sperm bulunabildiği ve testiküler histolojinin<br />

TESE başarısını göstermede yeterli olmayabileceğini öne<br />

süren çalışmalar da yapılmıştır (12,13). EAU 2013 kılavuzuna<br />

göre ise tanısal testis biyopsisi histolojisi ile TESE’de<br />

alınan biyopsinin histolojisi arasında yüksek bir korelasyon<br />

bulunduğu bildirilmektedir.<br />

Testis boyutu<br />

Testis boyutu ile TESE’de sperm bulma olasılığı arasında<br />

ilişki olup olmadığını inceleyen çalışmalarda daha çok<br />

kabul gören sonuç, testis boyutu ile TESE sonucu arasında<br />

herhangi bir ilişki olmadığıdır. Yapılan bir çalışmada normal<br />

volümlü testislerin %44’ünde, küçük volümlü testislerin de<br />

%25’inde spermatozoa bulunmuş ve testis volümleri 5<br />

ml’den az olan olgularda bile spermatozoa bulunabileceği<br />

gösterilmiştir (14). Bir başka çalışmada ise testis volümü<br />

5ml ve daha düşük olan hastalarda sperm elde etme oranı<br />

%20.8, 6-15 ml arasında olan hastalarda %40 ve 16 ml ve<br />

daha üstü olan hastalarda ise %58.2 olarak bulunmuştur<br />

(15). Bu çalışmaya rağmen günümüzde testis boyutu çok<br />

düşük olan hastalarda bile TESE uygulanması gerektiği<br />

görüşü kabul görmüştür (16). EAU 2013 kılavuzuna göre<br />

testis boyutu ile sperm bulma olasılığı arasında herhangi<br />

bir ilişki bulunmamaktadır.<br />

Serum FSH düzeyi<br />

FSH düzeyi seminifer tubüllerdeki spermatogonium<br />

miktarını yansıtır, fakat spermatozoa üretimiyle bir ilişkisi<br />

59


ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

yoktur (17). Buna rağmen FSH düzeyinin yüksek olmasının<br />

TESE’de sperm bulma olasılığını istatistiksel olarak anlamlı<br />

olmasa da arttırdığını gösteren çalışmalar vardır (15).<br />

Yapılan bir başka çalışmada ise NOA tanılı hastalar TESE<br />

operasyonu öncesi kan FSH düzeyleri 45 IU/mL olmak üzere 4 ayrı gruba ayrılmış ve TESE<br />

sonrasında gruplar arasında sperm bulma oranları açısından<br />

anlamlı bir farklılık olmadığı görülmüştür (18). Dolayısıyla<br />

serum FSH düzeyinin normal olması spermatozoa<br />

bulma ihtimalini arttırmayacağı gibi yüksek FSH düzeyi<br />

de spermatozoa bulunmayacağı anlamına gelmemektedir<br />

(9). EAU 2013 kılavuzuna göre serum FSH düzeyi ile<br />

sperm bulma olasılığı arasında herhangi bir ilişki bulunmamaktadır.<br />

Serum inhibin B düzeyi<br />

Hipofizden salgılanan FSH hormonu sertoli hücreleri<br />

tarafından yapılan inhibin B hormonu ile kontrol edilir.<br />

NOA hastalarında inhibin B’nin belirli bir seviyenin altında<br />

(40 pg/ml altı) olmasının TESE’de spermatozoa bulma<br />

şansını azalttığı gösterilmiştir (19,20,21). Yapılan bazı<br />

çalışmalarda ise bu çalışmaların aksine, serum inhibin B<br />

düzeyindeki düşme ile sperm bulma ihtimali arasında<br />

herhangi bir ilişki bulunamamıştır (22,23). Buna rağmen<br />

inhibin B’nin TESE’de sperm bulma ihtimalini göstermede<br />

FSH’dan daha duyarlı olabileceği ileri sürülmektedir<br />

(24). EAU 2012 kılavuzuna göre serum inhibin B düzeyi<br />

ile sperm bulma olasılığı arasında herhangi bir ilişki bulunmamaktadır.<br />

Y Kromozomu mikrodelesyonu<br />

Azoospermiye neden olan delesyonların en sık görüldüğü<br />

bölge Y kromozomunun uzun kolu üzerinde lokalizedir<br />

(Yq11). Y kromozomu mikrodelesyonu azoospermik<br />

hastaların %10-15’inde görülür (25). AZFa, AZFb ve AZFc<br />

olmak üzere üç farklı mikrodelesyon bölgesi vardır. AZFc<br />

delesyonları en sık görülen delesyonlardır ve ejakulatta<br />

spermatozoa bulunabilir. Fakat, AZFb ve AZFa delesyonlarının<br />

prognozu daha kötüdür (26). EAU 2013 kılavuzuna<br />

göre AZFa, AZFb ve bu bölgelerin içinde bulunduğu kombine<br />

delesyonlarda TESE’de sperm bulunamayacağı kabul<br />

edilmektedir.<br />

Klinefelter sendromu<br />

Klinefelter sendromu olan hastalarda sperm bulma ihtimali<br />

normal bireylerden daha düşüktür (15). Fakat, literatürde<br />

Klinefelter sendromu olan hastalarda TESE sonuçlarına<br />

bakıldığı zaman sperm bulma ihtimalinin KS olmayan<br />

hastalar ile hemen hemen aynı olduğunu gösteren çalışmalar<br />

da vardır (27). Hatta yapılan bir çalışmada Klinefelter<br />

sendromlu hastalarda TESE’de sperm bulma ihtimali %69<br />

olarak bulunmuştur (28). Bu oran, genel olarak kabul gören<br />

NOA hastalarındaki sperm bulma oranından bile çok<br />

yüksektir. Bu çalışmalara rağmen günümüzde Klinefelter<br />

sendromlu hastalarda TESE’de sperm bulma ihtimalinin<br />

daha düşük olduğu kabul edilmektedir.<br />

MikroTESE<br />

TESE’de başarıyı belirleyen faktörlerden önemli bir tanesinin<br />

de TESE operasyonunun şekli olduğu bilinmektedir.<br />

Yapılan birçok çalışmada sperm bulma olasılığı<br />

mikroTESE operasyonunda konvansiyonel yönteme göre<br />

istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek bulunmuştur<br />

(15,29,30,31,32).<br />

Doku ayrıştırma yöntemleri<br />

TESE yapıldıktan sonra dokular sıklıkla mekanik yöntemle<br />

birbirlerinden ayrıştırılmaktadır. Mekanik ayrıştırma<br />

ile yeterli hücre elde edilemeyen olgularda ise enzimatik<br />

ayrıştırma yöntemleri kullanılmaktadır. Bu enzimler arasında<br />

kollagenaz ön plana çıkmaktadır. Yapılan bir çalışmada<br />

mekanik ayrıştırma yöntemleriyle sperm bulma<br />

olasılığı %36 iken kollagenaz tip IV ve DNA’az enzimatik<br />

ayrıştırma işlemlerinin eklenmesiyle bu oranın %57’ye çıktığı<br />

gösterilmiştir (33). Öte yandan, çok merkezli verilerin<br />

retrospektif olarak değerlendirildiği bir çalışma, mekanik<br />

ayrıştırma veya enzimatik ayrıştırma yöntemlerinin motil<br />

sperm eldesinde fertilizasyon ve gebelik oranları üzerinde<br />

birbirlerine anlamlı bir üstünlük göstermediğini ortaya<br />

koymuştur (34).<br />

TESE öncesi hormonal tedavi<br />

Oligoastenoteratospermili hastalarda spermatogenezi<br />

indüklemek için ampirik olarak hormonal tedaviler uygulanmaktadır.<br />

Bunlar arasında en popüler olanları Klomifen<br />

sitrat ve insan koriyonik gonadotropini (hCG)’dir. Hormonal<br />

tedaviler NOA hastalarında TESE operasyonu öncesinde<br />

de uygulanmıştır. Bu çalışmalar arasında şüphesiz en<br />

ilgi çekici olanlardan birisi daha önceki mikroTESE operasyonu<br />

başarısız olan ve ikinci mikroTESE öncesinde hCG te-<br />

60


Derleme<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

davisinin uygulandığı çalışmadır. Bu çalışmada daha önce<br />

başarısız mikroTESE uygulaması olan 48 hastanın 20’sine<br />

herhangi bir tedavi uygulanmamış ve 28 hastaya ise 4-5<br />

ay boyunca günlük subkütan hCG tedavisi uygulanmıştır.<br />

hCG stimülasyonu yapılırken gonadotropin seviyesi<br />

düşen 15 hastaya da ek olarak rekombinan FSH tedavisi<br />

verilmiştir. Tedavi verilmeyen grupta ikinci mikroTESE’de<br />

hiç sperm bulunamazken tedavi verilen hastaların 6’sında<br />

(%21) sperm bulunmuştur (35). Bir başka çalışmada ise<br />

NOA tanısı alan 496 hastaya TESE öncesi uygulanan bir<br />

protokol ile Klomifen sitrat, hCG ve hMG tedavisi verilmiş<br />

ve TESE öncesi tedavi verilmeyen gruba göre çalışma grubunda<br />

TESE’de sperm bulunma ihtimali anlamlı derecede<br />

daha yüksek bulunmuş (%33.6’ya karşı %57), hatta hastaların<br />

%10.9’unun ejakulatında sperm hücresine rastlanmıştır<br />

(36).<br />

Bu çalışmaların dışında ejakulatta spermatidin bulunması<br />

ve skrotal doppler profüzyonunun kullanımının da<br />

pozitif TESE için predikte faktörler olabilecekleri ileri sürülmüş<br />

olmakla beraber bu uygulamalar yaygın kabul görmemişlerdir<br />

(37,38).<br />

TESE’de sperm bulma başarısını olumlu yönde etkileyebileceği<br />

düşünülen yeni parametre ve faktörlerden bazıları<br />

aşağıda verilmiştir;<br />

Kombine trifokal mikroTESE operasyonu<br />

MikroTESE operasyonunun standart TESE operasyonundan<br />

daha üstün olduğunu gösteren çok sayıda çalışma<br />

yapılmıştır. Bu çalışmalardan birisinde 335 NOA hastasının<br />

testislerinin üst, orta ve alt kesimlerine 5 mm’lik insizyonlar<br />

yapılarak konvansiyonel TESE operasyonu yapılmış ve<br />

eğer sperm bulunursa TESE operasyonu sonlandırılmıştır.<br />

Eğer sperm bulunamazsa testisin üst ve alt kutbundaki insizyonlar<br />

sütüre edilmiş ve orta kesimdeki insizyon genişletilerek<br />

mikroTESE operasyonu yapılmıştır. Konvansiyonel<br />

yöntemde sperm bulunma oranı %33.7 iken kombine<br />

yöntemde bu oran %50.8’e çıkmıştır (15). Son zamanlarda<br />

metodolojisi bu çalışmaya benzeyen bir başka çalışmada<br />

sperm bulma ihtimalinin düşük olduğu düşünülen (testis<br />

volümü 12.4 IU/L) 65 NOA hastası<br />

alınmış ve testisin 3 ayrı bölgesi insize edilerek konvansiyonel<br />

TESE operasyonu yapıldığında sperm bulma oranı<br />

%53.8 iken testisin orta kısmına yapılan insizyonun genişletilmesi<br />

ile yapılan mikroTESE operasyonunda sperm<br />

bulunma oranı %66.2’ye çıkmıştır. Çalışmada bu grup hastalarda<br />

sperm elde edilmesi için en iyi tekniğin kendi yaptıkları<br />

kombine trifokal mikroTESE olduğu ifade edilmiştir<br />

(39).<br />

Skorlama sistemi<br />

NOA hastalarında TESE öncesi mevcut olan parametrelere<br />

bakılarak bir skorlama sistemi geliştirilmiştir. Bu<br />

çalışmada 280 NOA hastası alınmış ve TESE operasyonu<br />

öncesi hastaların testis volümleri ölçülmüş, serum FSH düzeyi<br />

ve serum inhibin B düzeyine bakılmıştır. Bu üç parametre<br />

ile bir skorlama sistemi geliştirilmiştir (915 x FSH /<br />

Testis volümü x inhibin B). Skor 3700<br />

olunca sperm bulma oranı %37.8’e ve canlı doğum oranı<br />

ise %7.7’ye düşmüştür (40).<br />

Yapay nöral ağ ve leptin<br />

Leptin, obezite geni tarafından sentezlenen, spermatogenez,<br />

gonadotropin kontrolü ve spermatosit matürasyonunda<br />

etkili olan bir proteindir. Yapılan çalışmada yapay<br />

nöral ağ (ANN=yeni bir multivariate istatistiksel metod)<br />

aracılığıyla sperm bulma olasılığını tahmin etmek amaçlanmış<br />

ve 12 farklı değişken kullanılmıştır (ANN1= Testis<br />

volümü; ANN 2= Semen volümü, seminal ph, seminal<br />

α-glukozidaz ve fruktoz; ANN 3= Serum FSH, LH, Testosteron,<br />

Prolaktin, Estradiol düzeyi; ANN 4= Serum ve semende<br />

Leptin düzeyi). Çalışma sonucunda NOA hastalarına<br />

yapılan TESE’de sperm bulunamayan hastaların serum<br />

ve semeninde bu parametreler arasında Leptin düzeyi<br />

yüksek olarak bulunmuştur. Dolayısıyla NOA hastalarında<br />

TESE öncesinde sperm elde oranını tahmin etmede yapay<br />

nöral ağ modelinin kullanılabileceği ve Leptin’in sperm<br />

elde etmede iyi bir yardımcı belirteç olabileceği öne sürülmüştür<br />

(41).<br />

1H Magnetik rezonans spektroskopi<br />

Testisin 1H Magnetik rezonans spektroskopisi, testiste<br />

lokal spermatogenez odağını gösterebilen noninvaziv bir<br />

görüntüleme yöntemidir. Yapılan çalışmada NOA ve obstrüktif<br />

azoospermi nedeniyle testis biyopsisi yapılan ve<br />

biyopsi materyalleri dondurulan 27 hasta değerlendirilmiş<br />

ve testisin 1H magnetik rezonans spektroskopisi yapılmıştır.<br />

Magnetik rezonans spektroskopi aynı zamanda testisteki<br />

metabolik aktiviteyi de göstermektedir. Spektroskopi<br />

yapılırken 19 farklı doku metaboliti verilmiş ve normal<br />

61


ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

spermatogenez saptanan testis dokularında bu metabolitlerden<br />

fosfokolin konsantrasyonu belirgin derecede daha<br />

yüksek bulunmuştur. Araştırmacılar çalışma sonucunda<br />

NOA hastalarında spermatogenez olup olmadığının gösterilmesi<br />

için metabolit olarak fosfokolin kullanılan 1H<br />

magnetik rezonans spektroskopi yönteminin yapılmasını<br />

önermişlerdir (42).<br />

Multifoton tomografi<br />

Multifoton tomografi mikroskobisi (MPM), infrared<br />

lazer yardımı ile işlenmemiş dokularda eşzamanlı otomatik<br />

floresan görüntüleme sağlayan bir yöntemdir. Yapılan<br />

çalışmada normal ve anormal spermatogenez saptanan<br />

7 testis biyopsisi MPM ve hematoksilen-eozin (H&E) boyama<br />

ile 3 farklı patolog tarafından incelenmiş ve testis biyopsisi<br />

sonuçları açısından BT eşliğinde yapılan multifoton<br />

mikroskobi ve H&E boyama arasında %86 oranında uyum<br />

olduğu görülmüştür. Çalışmacılar, MPM yöntemindeki<br />

seminifer tübül yapısının karakterizasyonunun H&E boyama<br />

sonuçlarıyla benzer olduğunu ve MPM’nin normal ve<br />

anormal spermatogenezin ayırımında kullanılabileceğini<br />

öne sürmüşlerdir (43).<br />

Decorin<br />

Decorin, insan testisinin interstisyumunda ve peritübüler<br />

alanında yer alan bir ekstraselüler matriks bileşenidir.<br />

Bu proteinin insandaki fibrozise yol açan çeşitli hastalıklarda<br />

overeksprese olduğu gösterilmiştir. İnfertil erkeklerde<br />

ve inflamasyonla ilişkili infertilite oluşturulmuş fare modellerinde<br />

testislerdeki fibrotik değişiklikler ve TNF-α artışı<br />

ile beraber decorin üretiminde de belirgin derecede artış<br />

olduğu görülmüştür. Dolayısıyla infertil erkeklerde decorin<br />

spermatogenezdeki bozulma ile ilişkili olarak bulunmuştur<br />

(44).<br />

ESX1 Geni<br />

ESX1 geni testis, plasenta, akciğer ve beyinde bulunan<br />

bir gendir. İn vitro ortamda mitotik siklinlerin parçalanmasını<br />

önler. Yapılan çalışmada spermatogenezin olduğu ve<br />

olmadığı azoospermik hastalarda ESX1 geni dizilimi ve<br />

ekspresyonu değerlendirilmiştir. Normal spermatogenezli<br />

hastaların %95’inde (62/65) ve spermatogenez saptanmayan<br />

sertoli cell only sendromu olan hastaların sadece<br />

%18’inde ESX1 gen transkripsiyonu saptanmıştır. ESX1<br />

gen transkripsiyonunun testislerde spermatogenezin olduğunu<br />

öngörmede önemli bir belirleyici gen olabileceği<br />

düşünülmüştür (45).<br />

VASA mRNA<br />

mRNA ekspresyonunun spermatogenezde önemli<br />

role sahip olduğu bilinmektedir. Yapılan bir çalışmada<br />

mRNA deriveleri 52 NOA hastasında mikroTESE’de sperm<br />

bulma başarısı açısından değerlendirilmiş ve multivariate<br />

analize göre sadece VASA mRNA expresyonu olan infertil<br />

hastalarda mikroTESE’de sperm bulma oranının belirgin<br />

derecede daha yüksek olduğu bulunmuştur. Dolayısıyla,<br />

NOA hastalarında -sperm bulma ihtimali üzerine olan<br />

pozitif etkisinden dolayı- TESE öncesinde testiste VASA<br />

mRNA expresyonu olup olmadığının değerlendirilmesi<br />

önerilmektedir (46).<br />

Genetik değişiklikler<br />

CATSPER2, PLSCR2 ve SYT6 genlerinde ortaya çıkan<br />

duplikasyon ve delesyonlar, spermatosit düzeyinde mayotik<br />

arrest ve infertilite ile sonuçlanmıştır (47)<br />

Survivin<br />

Survivin, bir apopitozis inhibitör proteinidir ve hücre<br />

düzeyinde apoptozisi düzenler. TESE’de sperm bulunan<br />

NOA hastalarının semenlerinde survivin proteininin bulunduğu,<br />

sperm bulunmayanların semeninde ise bulunmadığı<br />

gözlemlenmiştir. Seminal survivinin spermatogenezin<br />

göstergesi olabileceği öne sürülmüştür (48).<br />

Sonuç olarak, TESE’de başarıyı belirleyen faktörler değerlendirildiği<br />

zaman testis biyopsisi ve mikroTESE yönteminin<br />

ön plana çıktığı görülmektedir. Son yıllarda TESE<br />

öncesinde sperm bulma ihtimali ile ilişkili olabileceği düşünülen<br />

çok sayıda parametre değerlendirilmiş ve yeni<br />

parametreler ile ilgili çalışmalar halen devam edilmektedir.<br />

Bu çalışmalar neticesinde daha güçlü prediktif markırlar<br />

bulunabilir. Yapılan çalışmaların geniş serili ve prospektif<br />

randomize çalışmalar olması, elde edilecek pozitif sonuçların<br />

umut verici ve rutinde kullanılabilir olmasına zemin<br />

hazırlayacaktır.<br />

62


Derleme<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Kaynaklar<br />

1. Willott GM: Frequency of azoospermia. Forensic Sci Int 1982; 20: 9-13.<br />

2. Jarow JP, Espeland MA, Lipshultz LI. Evaluation of the azoospermic<br />

patient. J Urol 1989; 142: 62-7.<br />

3. Palermo G, Joris H, Devroey P, Van Steirteghem AC. Pregnancies after<br />

intracytoplasmic injection of a single spermatozoon into an oocyte.<br />

Lancet 1992; 340(8810): 17-8.<br />

4. Amer M, Haggar SE, Moustafa T, Abd El-Naser T, Zohdy W. Testicular<br />

sperm extraction: impact of testicular histology on outcome, number<br />

of biopsies to be performed and optimal time for repetition. Hum<br />

Reprod 1999; 14(12): 3030-4.<br />

5. Schlegel PN, Su LM. Physiological consequences of testicular sperm<br />

extraction. Hum Reprod 1997; 1 2: 1688-92.<br />

6. Takada S, Tsujimura A, Ueda T. Matsuoka Y, Takao T, Miyagawa Y,<br />

Koga M, Takeyama M, Okamoto Y, Matsumiya K, Fujioka H, Nonomura<br />

N, Okuyama A. Androgen decline in patients with nonobstructive<br />

azoospermia after microdissection testicular sperm extraction. Urology<br />

2008; 72: 114-8.<br />

7. Schlegel PN. Testicular sperm extraction: microdissection improves<br />

sperm yield with minimal tissue excision. Hum Reprod 1999; 14(1):<br />

131-5.<br />

8. Schlegel PN. Nonobstructive azoospermia: a revolutionary surgical<br />

approach and results. Sem Reprod Med 2009; 27: 165-170.<br />

9. Jezek D, Knuth UA, Schulze W. Successful testicular sperm extraction<br />

(TESE) in spite of high serum follicle stimulating hormone and<br />

azoospermia: correlation between testicular morphology, TESE results,<br />

semen analysis and serum hormone values in 103 infertile men. Hum<br />

Reprod 1998; 13: 1230-4.<br />

10. Su LM, Palermo GD, Goldstein M, Veeck LL, Rosenwaks Z, Schlegel PN.<br />

Testicular sperm extraction with intracytoplasmatic sperm injection for<br />

nonobstructive azoospermia: testicular histology can predict success<br />

of sperm retrieval. J Urol 1999; 161: 112-6.<br />

11. Abdel Raheem A, Garaffa G, Rushwan N, De Luca F, Zacharakis E,<br />

Raheem TA, Freeman A, Serhal P, Harper JC, Ralph D. Testicular<br />

histopathology as a predictor of a positive sperm retrieval in men with<br />

non-obstructive azoospermia. BJU Int 2012 [Basımda]<br />

12. Donoso P, Tournaye H, Devroey P. Which is the best sperm retrieval<br />

technique for non- bstructive azoospermia? A systematic review. Hum<br />

Reprod Update 2007; 13: 539-49.<br />

13. Kalsi J, Thum MY, Muneer A, Abdullah H, Minhas S. In the era of<br />

micro-dissection sperm retrieval (m-TESE) is an isolated testicular<br />

biopsy necessary in the management of men with non-obstructive<br />

azoospermia? BJU Int 2011; 109: 418-24.<br />

14. Krausz C, Quintana-Murci L, McElreavey K. Prognostic value of Y<br />

deletion analysis: what is the clinical prognostic value of Y chromosome<br />

microdeletion analysis? Hum Reprod 2000; 15(7): 1431-4.<br />

15. Turunc T, Gul U, Haydardedeoglu B, Bal N, Kuzgunbay B, Peskircioglu L,<br />

Ozkardes H. Conventional testicular sperm extraction combined with<br />

the microdissection technique in nonobstructive azoospermic patients:<br />

a prospective comparative study. Fertil Steril 2010 Nov; 94(6): 2157-60.<br />

16. Gil-Salom M, Romero J, Minguez Y, Molero MD, Remohi J, Pellicer A.<br />

Testicular sperm extraction and intracytoplasmic sperm injection: a<br />

chance of fertility in nonobstructive azoospermia. J Urol 1998; 160(6):<br />

2063-7.<br />

17. DeKretser DM, Burger HG, Hudson B. The relationship between germinal<br />

cells and serum FSH levels in males with infertility. J Clin Endocrinol<br />

Metab 1974; 38: 787-93.<br />

18. Ramasamy R, Lin K, Gosden LV, Rosenwaks Z, Palermo GD, Schlegel PN.<br />

High serum FSH levels in men with nonobstructive azoospermia does<br />

not affect success of microdissection testicular sperm extraction. Fertil<br />

Steril 2009 Aug; 92(2): 590-3.<br />

19. Ballesca JL, Balasch J, Calafell JM, Alvarez R, Fabregues F, de Osaba<br />

MJ, Ascaso C, Vanrell JA. Serum inhibin B determination is predictive<br />

of successful testicular sperm extraction in men with non-obstructive<br />

azoospermia. Hum Reprod 2000; 15: 1734-8.<br />

20. Brugo-Olmedo S, De Vincentiis S, Calamera JC, Urrutia F, Nodar F,<br />

Acosta AA. Serum inhibin B may be a reliable marker of the presence of<br />

testicular spermatozoa in patients with nonobstructive azoospermia.<br />

Fertil Steril 2001; 76: 1124-9.<br />

21. Bailly M, Guthauser B, Bergere M, Wainer R, Lombroso P, Ville Y, Selva<br />

J. Effects of low concentrations of inhibin B on the outcomes of<br />

testicular sperm extraction and intracytoplasmic sperm injection. Fertil<br />

Steril 2003; 79(4): 905-8.<br />

22. Garem YF, Arini AF, Beheiry AH, Zeid SA, Comhaire FH. Possible<br />

relationship between seminal plasma inhibin B and spermatogenesis<br />

in patients with azoospermia. J Androl 2002; 23: 825-9.<br />

23. Guthauser B, Bailly M, Bergere M, Wainer R, Ville Y, Selva J. Successful<br />

pregnancy and delivery after testicular sperm extraction despite an<br />

undetectable concentration of serum inhibin B in a patient with<br />

nonobstructive azoospermia. Fertil Steril 2002; 77: 1077-8.<br />

24. Vernaeve V, Tournaye H, Schiettacatte J, Verheyen G, Van Steirteghem<br />

A, Devroey P. Serum inhibin B cannot predict testicular sperm retrieval<br />

in patients with nonobstructive azoospermia. Hum Reprod 2002; 17:<br />

971-6.<br />

25. Pryor JL, Kent-First M, Muallem A, Van Bergen AH, Nolten WE, Meisner<br />

L, Roberts KP. Microdeletions in the Y chromosome of infertile men. N<br />

Engl J Med 1997; 336: 534-9.<br />

26. Krausz C, Quintana-Murci L, McElreavey K. Prognostic value of Y<br />

deletion analysis: what is the clinical prognostic value of Y chromosome<br />

microdeletion analysis? Hum Reprod 2000; 15(7): 1431-4.<br />

27. Emre Bakircioglu M, Erden HF, Kaplancan T, Ciray N, Bener F, Bahceci M.<br />

Aging may adversely affect testicular sperm recovery in patients with<br />

Klinefelter syndrome Urology 2006; 68: 1082-6.<br />

28. Schiff JD, Palermo GD, Veeck LL, Goldstein M, Rosenwaks Z, Schlegel<br />

PN. Success of testicular sperm extraction and intracytoplasmic sperm<br />

injection in men with Klinefelter syndrome. J Clin Endocrinol Metab<br />

2005; 90: 6263-7.<br />

29. Okada H, Dobashi M, Yamazaki T, Hara I, Fujisawa M, Arakawa S,<br />

Kamidono S. Conventional versus microdissection testicular sperm<br />

extraction for nonobstructive azoospermia. J Urol 2002; 168: 1063-7.<br />

30. Okubo K, Ogura K, Ichioka K, Terada N, Matsuta Y, Yoshimura K, Arai<br />

Y, Honda T, Umeoka K, Nakahori T, Takahashi A, Umaoka Y. Testicular<br />

sperm extraction for non-obstructive azoospermia: results with<br />

conventional and microsurgical techniques. Hinyokika Kiyo 2002; 48:<br />

275-80.<br />

31. Amer M, Ateyah A, Hany R, Zohdy W. Prospective comparative study<br />

between microsurgical and conventional testicular sperm extraction<br />

in non-obstructive azoospermia: follow-up by serial ultrasound<br />

examinations. Hum Reprod 2000; 15: 653-6.<br />

32. Ramasamy R, Yagan N, Schlegel PN. Structural and functional changes<br />

to the testis after conventional versus microdissection testicular sperm<br />

extraction. Urology 2005; 65: 1190–1194.<br />

33. Aydos K, Demirel LC, Baltaci V, Unlu C. Enzymatic digestion plus<br />

mechanical searching improves testicular sperm retrieval in nonobstructive<br />

azoospermia cases. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 2005;<br />

120(1): 80-6.<br />

34. Baukloh V. Retrospective multicentre study on mechanical and<br />

enzymatic preparation of fresh and cryopreserved testicular biopsies.<br />

Hum Reprod 2002; 17: 1788-94.<br />

35. Shiraishi K, Ohmi C, Shimabukuro T, Matsuyama H. Human chorionic<br />

gonadotrophin treatment prior to microdissection testicular sperm<br />

extraction in non-obstructive azoospermia. Hum Reprod 2012 Feb;<br />

27(2): 331-9.<br />

36. Hussein A, Ozgok Y, Ross L, Rao P, Niederberger C. Optimization of<br />

spermatogenesis-regulating hormones in patients with non-obstructive<br />

azoospermia and its impact on sperm retrieval: a multicentre study.<br />

BJU Int 2012 Sep 7 [Basımda].<br />

37. Tesarik J, Sousa M, Greco E, Mendoza C. Spermatids as gametes:<br />

indications and limitations. Hum Reprod 1998; 13 (Suppl. 3): 89 – 107.<br />

38. Har-Toov J, Eytan O, Hauser R, Yavetz H, Elad D, Jaffa AJ. A new power<br />

Doppler ultrasound guiding technique for improved testicular sperm<br />

extraction . Fertil Steril 2004; 81: 430-4.<br />

39. Marconi M, Keudel A, Diemer T, Bergmann M, Steger K, Schuppe HC,<br />

Weidner W. Combined trifocal and microsurgical testicular sperm<br />

extraction is the best technique for testicular sperm retrieval in "lowchance"<br />

nonobstructive azoospermia. Eur Urol 2012 Oct; 62(4): 713-9.<br />

40. Boitrelle F, Robin G, Marcelli F, Albert M, Leroy-Martin B, Dewailly D,<br />

Rigot JM, Mitchell V. A predictive score for testicular sperm extraction<br />

quality and surgical ICSI outcome in non-obstructive azoospermia: a<br />

63


ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

retrospective study. Hum Reprod 2011 Dec; 26(12): 3215-21.<br />

41. Ma Y, Chen B, Wang H, Hu K, Huang Y. Prediction of sperm retrieval<br />

in men with non-obstructive azoospermia using artificial neural<br />

networks: leptin is a good assistant diagnostic marker. Hum Reprod<br />

2011 Feb; 26(2): 294-8.<br />

42. Aaronson DS, Iman R, Walsh TJ, Kurhanewicz J, Turek PJ. A novel<br />

application of 1H magnetic resonance spectroscopy: non-invasive<br />

identification of spermatogenesis in men with non-obstructive<br />

azoospermia. Hum Reprod 2010 Apr; 25(4): 847-52.<br />

43. Najari BB, Ramasamy R, Sterling J, Aggarwal A, Sheth S, Li PS, Dubin<br />

JM, Goldenberg S, Jain M, Robinson BD, Shevchuk M, Scherr DS,<br />

Goldstein M, Mukherjee S, Schlegel PN. Pilot study of the correlation of<br />

multiphoton tomography of ex vivo human testis with histology. J Urol<br />

2012 Aug; 188(2): 538-43.<br />

44. Adam M, Urbanski HF, Garyfallou VT, Welsch U, Köhn FM, Ullrich<br />

Schwarzer J, Strauss L, Poutanen M, Mayerhofer A. High levels of<br />

the extracellular matrix proteoglycan decorin are associated with<br />

inhibition of testicular function. Int J Androl 2012 Aug; 35(4): 550-61.<br />

45. Bonaparte E, Moretti M, Colpi GM, Nerva F, Contalbi G, Vaccalluzzo<br />

L, Tabano S, Grati FR, Gazzano G, Sirchia SM, Simoni G, Gallina A,<br />

Miozzo M. ESX1 gene expression as a robust marker of residual<br />

spermatogenesis in azoospermic men. Hum Reprod 2010 Jun; 25(6):<br />

1398-403.<br />

46. Ando M, Yamaguchi K, Chiba K, Miyake H, Fujisawa M. Expression<br />

of VASA mRNA in testis as a significant predictor of sperm recovery<br />

by microdissection testicular sperm extraction in patient with<br />

nonobstructive azoospermia. J Androl 2012 Jul-Aug; 33(4): 711-6.<br />

47. Stouffs K, Vandermaelen D, Massart A, Menten B, Vergult S, Tournaye H,<br />

Lissens W. Array comparative genomic hybridization in male infertility.<br />

Hum Reprod 2012 Mar; 27(3): 921-9.<br />

48. Roshdy N, Mostafa T. Seminal plasma survivin in fertile and infertile<br />

males. J Urol 2009 Mar; 181(3): 1269-72.<br />

64


Güncel Makale Özeti<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Sperm DNA fragmantasyonu, hiperaktivasyonu ve hyalüronan<br />

bağlama yeteneği in vitro fertilizasyon ve intrasitoplazmik sperm<br />

enjeksiyonunda fertilizasyon ve embriyo gelişimi için tahmin ettirici<br />

faktörler midir?<br />

Pregl Breznik B, Kovacič B, Vlaisavljevic V.<br />

Fertil Steril. 2013 Apr; 99(5): 1233-41.<br />

Konvansiyonel in vitro fertilizasyon (IVF) yöntemiyle<br />

karşılaştırıldığında intrasitoplazmik sperm enjeksiyonu<br />

(ICSI) özellikle kötü semen örnekleri olan hastalarda daha<br />

yüksek bir fertilizasyon oranı sağlar. Ayrıca ICSI total fertilizasyon<br />

başarısızlığından (TFF) korur. Buna rağmen ICSI,<br />

konvansiyonel IVF’den daha invaziv bir inseminasyon<br />

yöntemidir ve spermatozoanın doğal seleksiyonunu atlar.<br />

Çoğu infertilite kliniğinde oosit inseminasyonunda IVF<br />

yönteminin mi ICSI yönteminin mi kullanılacağının kararı<br />

spermatozoa konsantrasyonu, motilitesi ve morfolojisinin<br />

göz önünde bulundurulduğu klasik semen analizine dayanır.<br />

Buna rağmen bu değerlendirmenin tanısal duyarlılığı<br />

düşüktür ve sadece bu üç parametrenin değerlendirilmesiyle<br />

sıklıkla infertilitede erkek faktörü taranmamış olur.<br />

İspatlanmış erkek kaynaklı infertilitenin olduğu erkeklerin<br />

yaklaşık %15’inin spermiyogramları normaldir. Spermatozoanın<br />

fonksiyonelliğini değerlendirmek için çeşitli ilave<br />

laboratuar testleri geliştirilmiştir. Bunların arasında sadece<br />

hyaluronan bağlama yeteneği (HBA), sperm DNA fragmantasyonu<br />

(Halosperm) ve spermatozoa hiperaktivasyonu<br />

testleri basit ve aynı semen örneğinin oosit inseminasyonu<br />

için kullanılabileceği şekilde yeterince hızlıdır.<br />

Bu çalışmanın amacı bahsedilen sperm fonksiyon testlerinin<br />

konvansiyonel IVF ve ICSI’da sperm fertilizasyon<br />

yeteneğinin öngörülmesinde, tanısal değerinin değerlendirilmesidir.<br />

Bu amaçla, IVF-ICSI ile ilk ya da ikinci kez infertilite tedavisi<br />

olan 133 çift çalışmaya dahil edilmiştir. Kadınlar 37<br />

yaşının altında olup hiçbirinde endometriosis, polikistik<br />

over veya polikistik over sendromu yoktu. Daha önce hafif<br />

erkek faktörlü infertilitesi olan (doğal ejekulattaki sperm<br />

konsantrasyonunun 5x10 6 /ml’den yüksek 15x10 6 /ml’den<br />

düşük olduğu ve motil sperm oranının %25’den yüksek<br />

%40’dan düşük olduğu) çiftler çalışmaya dahil edildi. Stimülasyon<br />

protokolü GnRH agonist/GnRH antagonist ve<br />

rekombinan folikül stimülan hormon/human menopozal<br />

gonadotropin kombinasyonu şeklindeydi. Ortalama folikül<br />

çapı 18 mm’nin üstünde olan hastalara hCG uygulandı.<br />

hCG enjeksiyonundan 35-36 saat sonra foliküler puncture<br />

ve oosit toplanması işlemi uygulandı. Sperm motilitesi<br />

doğal ve yıkanmış semen örneklerinde Sperm Class<br />

Analyzer ile SCA 5.0 software versiyon kullanılarak değerlendirildi.<br />

Doğal semenden sperm morfolojisi Tygerberg’s<br />

strict kriterleriyle değerlendirildi ve kesitler Papanicolaou<br />

tekniğiyle boyandı. Yıkanmış spermlerin morfolojik özellikleri<br />

Cell-vu prestained kesitleriyle değerlendirildi. Motil<br />

sperm kolloidal dansite gradiyenti kullanılarak %80’in 2<br />

ml’si ve %40’ın 2 ml’si tabakalarıyla seçildi. Semen volümü<br />

gradiyentin üst tabakasına eklendi ve tüpler 20 dakika<br />

600 xg de santrifüge edildi. Supernatan ayrıldı ve pellet<br />

3ml sperm hazırlama ortamıyla tekrar suspanse edildi ve<br />

600 xg de 10 dakika santrifüj yapıldı. Supernatan tekrar<br />

uzaklaştırıldı ve pellet 0.5 ml taze medyuma yerleştirildi<br />

(37 C ve 30 dakika). Üst tabaka ayrıldı ve hazırlana semen<br />

örneği IVF ve ICSI metotlarında oosit inseminasyonu için<br />

veileri analizler için kullanıldı. DNA fragmantasyonunun<br />

değerlendirilmesi Halosperm kit kullanılarak yapıldı. Düşük<br />

erime noktalı agarozun Epandorf tüpteki jelleşmiş sıvı<br />

kısmı 4 dk mikrodalgada bekletildi, sonra 37 C su banyosuna<br />

alındı. 5 dk inkübasyondan sonra semen örneğinin<br />

25 ml’si Epandorf tüpe eklendi ve agarozla karıştırıldı.<br />

Bu karışımın 25 µL’si kesitlerin üzerine pipetle verildi ve<br />

22x22 mm lamelle kaplandı. Kesitler 4 C soğuk plaklara<br />

5 dk yerleştirildi. Lamel kaldırılıp asit solüsyonda 7 dk<br />

bekletildi. Kesitler 25 dk 10 ml lizin solüsyonuna daldırıldı.<br />

Distile suyla 5 dk boyunca yıkandıktan sonra etanol artan<br />

konsantrasyonlarında dehidrate edildi, havada kurutuldu<br />

ve opak kapalı kutularda oda sıcaklığında saklandı. Parlak<br />

alan mikroskopisi için kesitler Wright boyama solüsyonu ve<br />

fosfat tampon solüsyonu karışımıyla kaplandı (20-25 dk).<br />

Daha sonra kesitler suyla yıkandı ve kurutuldu. Mikroskobun<br />

200 objektifinde her örnekte en az 500 sperm skor-<br />

65


ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Güncel Makale Özeti<br />

landı. Çok küçük halkalı, halkasız spermler degrade sperm<br />

hücreleri gibi fragmante DNA içeriyor olarak değerlendirildi.<br />

Hiperaktivasyon analizi, SCA kullanılarak yapıldı. SCA<br />

ile aşağıdaki hareket parametreleri ölçüldü ve istatistiksel<br />

analizde kullanıldı. Lateral baş yerleşim bozukluğu (ALH),<br />

çapraz çarpma sıklığı (BCF), kurvilineer hız (VCL), düz hat<br />

hızı (VSL), ortalama yol hızı (VAP), doğrusallık (LIN). Hiperaktif<br />

spermatozoa şu parametrelerle tanımlanmıştır: ALH<br />

≥ 5µm, LIN ≤ %60, VCL ≥ 100µm/s. Yıkanmış semendeki<br />

spontan ve indüklenmiş hiperaktif sperm yüzdesi hesaplandı.<br />

Hiperaktivasyon HAmax reagent ile indüklendi.<br />

Hyaluronan bağlama yeteneği olan sperm yüzdesi şöyle<br />

belirlendi: 10 µl semen HBA çemberine eklendi. Cell-Vu<br />

ızgara lamel eklendi. 15 dakika inkübasyon sonrası bağlanmamış<br />

ve bağlanmış hareketli spermler sayıldı. Aynı karedeki<br />

enaz 200 sperm yada 100 kare sayıldı. Motil hareketli<br />

spermin toplam bağlanmış ve bağlanmamış hareketli<br />

sperm sayısına bölünmesiyle yüzde elde edilmiştir.<br />

IVF sikluslarında fertilizasyon oranı ve embriyo kalitesi<br />

ile sperm DNA fragmantasyonu arasında negatif korelasyon<br />

saptanmıştır. Fertilizasyon oranı ile hyaluronan bağlama<br />

yeteneği veya indüklenmiş hiperaktivite arasında pozitif<br />

korelasyon bulunmuştur. Düşük fertilizasyon oranlı IVF<br />

sikluslarındaki semen örnekleri (grup 1) yüksek fertilizasyon<br />

seviyesi olan grupla (grup 2) karşılaştırıldığında istatistiksel<br />

olarak belirgin yüksek sperm DNA fragmantasyonu<br />

ve düşük hyaluronan bağlama yeteneği ile karakterize<br />

bulunmuştur. ICSI sikluslarında sperm fonksiyon testleriyle<br />

fertilizasyon oranı ve embriyo kalitesi arasında ilişki<br />

bulunamamıştır. Halosperm test, HBA test ve indüklenmiş<br />

hiperaktivite IVF’de oosit fertilizasyonunda sperm yeteneğinin<br />

öngörülmesinde kullanışlıdır ve IVF ve ICSI için uygun<br />

semen örneklerinin belirlenmesinde yardımcıdır.<br />

Sonuç olarak her üç fonksiyon testi, konvansiyonel<br />

IVF sonrası fertilizasyon oranı tahmin etmek için yararlı<br />

araçlardır. Bu testler, sperm fonksiyonalitesinin analizi için<br />

oldukça basit ve güvenilir yöntemlerdir. Ayrıca, tüm üç<br />

fonksiyon testin sonuçları 2 saatten kısa süre içinde elde<br />

edilebilir. Bu testler IVF için semen analizinin rutin bir parçası<br />

olabilir. Çünkü oosit inseminasyonu için IVF ya da ICSI<br />

kararı verilmesi aşamasında yardımcı olacaklardır. Halosperm<br />

testi, embriyo gelişimi sonuçlarının öngörülmesinde<br />

yararlıdır.<br />

Çeviri<br />

Dr. Erkan Efe, Prof. Dr. Sefa Resim<br />

Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji AD<br />

66


Güncel Makale Özeti<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Kriyoprezervasyon başarısının belirleyicileri olarak;<br />

spermatozoa ve seminal plazma yağ asitleri<br />

Martínez-Soto JC, Landeras J, Gadea J.<br />

Andrology. 2013 May; 1(3): 365-75.<br />

Kriyoprezervasyon sırasında spermin fiziksel ve kimyasal<br />

strese maruz kalması sonucu akrozomda, membran<br />

lipid kompozisyonunda, sperm canlılığı ve hareketliliğinde<br />

olumsuz değişiklikler meydana gelir. Bu değişiklikler<br />

kriyoprezervasyon sonrası spermin fertilizasyon yeteneğini<br />

azaltır. İnsan spermindeki donma hasarı mekanizmalarının<br />

çok faktörlü olduğu düşünülmektedir. Bazı yazarlar<br />

dondurma işleminde sperm yapısındaki değişikliklerin<br />

doğrudan fiziksel hasara veya donma sırasında oluşan buz<br />

oluşumu ve yüksek ozmotik basınçla ilgili olduğunu bildirmişlerdir.<br />

Öte yandan, sperm kriyoprezervasyonu oksidatif<br />

stres ve reaktif oksijen türlerinin (ROS) üretimi ile<br />

ilişkilidir ve ROS kaynaklı hasara yol açar. Sperm fosfolipid<br />

bağlı çoklu doymamış yağ asitlerinin bis-allylic metilen<br />

grupları (PUFAs), lipid peroksidasyonu ve indükleyici DNA<br />

hasarına yol açarak oksidatif atağa aracılık eder. Sperm ve<br />

seminal plazma ROS’un zararlı etkilerini ortadan kaldırmak<br />

ve hücre içi hasarı önlemek için bir dizi antioksidan<br />

sistemlere sahiptir. Seminal plazmada oksidatif strese karşı<br />

çok etkili bir koruma sağlamak için farklı antioksidanlar<br />

mevcuttur. Bu sistem, katalaz, glutatyon peroksidaz<br />

(GPx) veya süperoksit dismutaz (SOD) gibi enzimleri ve<br />

glutatyon (GSH/GSSG), ürik asit, askorbik asit, E vitamini,<br />

karotenoidler, ubiquinones, taurin, hypotaurine gibi enzimatik<br />

olmayan bileşenleri içerir. Seminal plazmanın total<br />

antioksidan kapasite (TAC)’si antioksidanların toplamı olarak<br />

tanımlanmıştır. TAC’nin erkek fertilitesinin bir biyokimyasal<br />

belirleyicisi olduğu ileri sürülmüş ve düşük seminal<br />

TAC’nin erkek infertilitesi ile ilişkili olduğu gösterilmiştir.<br />

Seminal plazma ve sperm membranındaki yağ asidi (FA)<br />

bileşiminin kriyoprezervasyon prosedüründeki önemi ile<br />

ilgili bilgi eksikliği vardır. Bu çalışma insan sperm veya seminal<br />

sıvı yağ asidi bileşenlerinin çözünme sonrası sperm<br />

kalitesi, canlılığı ve hareketliliği açısından anlamlı bir ilişkinin<br />

olduğunu rapor eden ilk çalışmadır. Çalışmanın amaçlarından<br />

biri dondurma öncesi seminal sıvı veya insan<br />

spermlerindeki yağ asidi bileşiminin, donma-çözünme<br />

öncesi ve sonrası spermin kalitesi, canlılığı ve hareketliliği<br />

yönünden olası ilişkisini incelemekti. Bir başka amacı ise<br />

seminal plazmanın TAC’sinin, FA bileşimine bağlı olup olmadığını<br />

belirlemek ve kriyoprezevasyon başarısıyla ilgili<br />

olup olmadığını araştırmaktı. Elde edilen sonuçlar değerlendirildiğinde;<br />

spermlerdeki çoklu doymamış yağ asitleri<br />

(PUFA) olan, ω3 PUFA ve docosahexaenoic acid (DHA)’in<br />

dondurma öncesi ve sonrası sperm canlılık ve hareketlilik<br />

parametreleri ile pozitif ilişkili olduğu gösterildi. Tekli doymamış<br />

yağ asitleri (MUFA), ω6/ω3 oranı ve doymuş yağ<br />

asitleri (SFA) / PUFA oranının seminal parametrelerle ters<br />

ilişkili olduğu bulunmuştur. Seminal plazma FA bileşimi<br />

canlılıkla ilişkili değildir. Bununla birlikte dondurma öncesi<br />

ve sonrası hareketlilik parametreleri, stearik asit (C18:0) ve<br />

DHA ile ilişkilidir. Seminal plazmanın TAC’si direk olarak<br />

PUFA, ω3 ve DHA ile ilişkilidir. Diğer bir yandan seminal<br />

plazmadaki SFA, C22:0, C24:0 ve MUFA, TAC ile ters ilişkilidir.<br />

TAC, direk olarak çözünme sonrası hareketlilik parametreleri<br />

ile korelasyon göstermiştir. İnsan spermi veya<br />

seminal plazmanın FA bileşimi ile çözünme sonrası örneklerin<br />

sperm parametreleri arasında önemli bağlanlantılar<br />

saptanmıştır. PUFA, ω3 ve özellikle DHA, donma-çözünme<br />

sonrası canlılık ve hareketlilik ile direk ilişkili, MUFA ise<br />

ters ilişkilidir. Bunun anlamı; gelecekte FA bileşiminin, kriyoprezevasyon<br />

kapasitesinin birer göstergesi olarak kullanılabilecek<br />

olmasıdır. Kryoprezevasyon işlemine daha<br />

dayanakılı prosedürleri gelecekte lipid bileşimi ve/veya<br />

ejakulatın TAC’sini değiştirerek düzenleyebiliriz. Ancak<br />

genetik faktörlere bağlı olan lipid bileşenlerindeki farklılıkların<br />

diğer sperm parametreleri ile birlikte kriyotoleransın<br />

iyi bir göstergesi olarak kullanılabilmesi için daha ileri çalışmaların<br />

gerçekleştirilmesi gerekmektedir.<br />

Çeviri<br />

Uzm. Dr. Türker Çavuşoğlu<br />

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji AD.<br />

67


ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Güncel Makale Özeti<br />

Testiküler neoplazi veya lenfoproliferatif bozukluğu<br />

olan hastalarda semen kalitesi üzerine onkolojik<br />

tedavilerin etkileri<br />

Di Bisceglie C, Bertagna A, Composto ER, et al.<br />

Asian J Androl. 2013 May 6; 15(3): 425–429.<br />

Son 10 yılda kanser tedavisinde anlamlı bir gelişme<br />

olmakla birlikte kemo ve radyoterapinin gonodotoksik etkileri<br />

nedeni ile geçici veya kalıcı olarak fertiliteye etkileri<br />

olmaktadır.<br />

İtalyada her yıl yaklaşık 15-39 yaş arasında 6500 erkekte<br />

kanser gelişmektedir. En sık %16 testis kanseri<br />

(10.2/100000) ve bunu Hodgkin ve nonhodgkin lenfoma<br />

izlemektedir. (5/100000 ve 6.2/100000). Yeni kanser tedavileri<br />

sayesinde kanser prognozları iyi yönde gelişmektedir.<br />

Platinyum ve derivesi kemoterapiler, RT (Radyoterapi)<br />

ve cerrahi tedaviler sayesinde 5 yıllık sağkalım TN<br />

(Testiküler Neoplazi)’de %90-95, Hodgkin lenfomada %92<br />

ve Non-Hodgkin lenfomada %71 oranındadır.<br />

Bununla birlikte germinal hematolojik kanserlerin<br />

kemo ve radyoterapi ile tedavi edilmesi ile birlikte artan<br />

sağkalıma infertilite artışı eşlik etmiştir. Doğrusu onkolojik<br />

tedavilerin hem germ hücreleri hem de Leydig hücreleri<br />

üzerine gonodotoksik etkileri bulunmaktadır. Ek bilgi<br />

olarak muhtemelen kanserin etkisine bağlı olarak anlamlı<br />

sayıda hastada (%20-50) tedavi öncesi spermatogenezis<br />

bozulmaktadır. Üç nedene bağlı olarak (başlangıç sperm<br />

sayısı, onkolojik tedavinin dozu ve şekli, hastanın yaşı)<br />

spermatogenezis düzelmesi uzun zaman almaktadır.<br />

Bu bilgiler genç erkek hastalarda kansere bağlı üreme<br />

fonksiyon kaybını engelleme ve tedavi etme stratejilerini<br />

artırmıştır. Birçok ülkede sperm dondurma gonadotoksik<br />

tedaviler öncesi pratik bir uygulama olarak kullanılmaktadır.<br />

Bu çalışmanın amacı testiküler ve lenfoproliferatif kanserlerde<br />

kemo ve radyoterapinin seminal ve üreme hormonları<br />

üzerine etkisini araştırmaktır.<br />

Bu çalışmada Ekim 2000 ile Nisan 2008 arasında Turin<br />

İtalyadaki San Giovanni Battista hastanesinde sperm dondurma<br />

merkezine başvuran 480 hasta 36 ay takipte tutulmuştur.<br />

261 olgu testis kanseri (ort yaş+s.e.m.:27.9±0.6<br />

yıl) orşiektomi sonrası evrelemede (pT1:%51, pT2:%44,<br />

pT3:%5), 154 hasta (%59) testiküler neoplazi cerrahi tedavi<br />

grubu (TNCT) non seminomatöz grupta ve sadece KT<br />

(kemoterapi) ile tedavi edilmiştir (2-4 kür bleomisin, etoposit<br />

ve sisplatin). Diğer 107 hasta (%41) testiküler neoplazi<br />

radyoterapi (TNRT) grubu ise seminomdur ve RT ile tedavi<br />

edilmiştir (20-30 Gy dozundan doğrudan paraaortik<br />

/parakaval lenf nodları); 219 hasta lenfoproliferatif kanser<br />

(LD, ort.yaş±s.e.m.29,1±1.2 yıl). Bunların 125’i (%57) lenfoproliferatif<br />

kanser cerrahi (LDCT) tedavi grubu Hodgkin<br />

lenfoma ve sadece KT ile tedavi edilmiştir (4-6 kür doxorubicin,<br />

bleomisin, vinblastin ve dakarbazin); 94’ü (%43)<br />

lenfoproliferatif kanser radyoterapi (LDRT) grubu non<br />

hodgkin grubu ve KT (3-6 kür siklofosfamid, doxorubicin,<br />

vincristin, prednizolon/prednizolon + B hücreli lenfomada<br />

ritucimab) ile RT (30-36 Gy dozunda doğrudan toraks<br />

veya abdomene) ile tedavi edilmişlerdir. Hastalarda tedavi<br />

sonucu ejakulasyon üzerine zararlı bir etki izlenmedi.<br />

Çalışmaya benzer hastalıktaki hastaları ve karşılaştırılabilir<br />

tedavileri (sadece KT/RT veya ikisi beraber) alan<br />

hastalar dahil edildi. Testis kanseri olanlarda RPLND (retroperitoneal<br />

lenf nodu diseksiyonu) yapılan veya izleme<br />

alınanlar veya testis kanseri ve lenfoproliferatif kanserde<br />

nüks nedeni ile ikinci basamak tedavi alanlar çalışma dışı<br />

bırakıldı.<br />

Bütün hastalarda semen parametreleri (sperm konsantrasyonu,<br />

hızlı hareketlilik ve sperm morfolojisi) birlikte<br />

hormon düzeyleri (FSH, LH, Testosteron, inhibin B) semen<br />

dondurmadan önce ve kanser tedavisinin 6, 12, 18, 24 ve<br />

36 aylarında ve tedavi sonrası ölçüldü.<br />

Seminal ve hormonal parametreler takipte her grup<br />

için ve gruplar arası karşılaştırıldı. İstatistiksel analizle karşılaştırılamayan<br />

örnekler arasında Mann-Whitney nonparametrik<br />

testi, karşılaştırılabilenlerde Wilcoxon testi kullanıldı.<br />

Dört grup karşılaştırıldığında TNCT grubu en az sperm<br />

68


Güncel Makale Özeti<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

konsantrasyonuna sahiptir. LDCT ve LDRT benzer seviyelerde<br />

ve diğer ikisinden daha yüksek değerlere sahiptir.<br />

TNRT en yüksek FSH seviyesine sahiptir. Diğer üç grupta<br />

FSH seviyeleri eşit izlenmiştir. Bazal inhibin B seviyeleri<br />

LDCT ve LDRT gruplarında diğer iki gruba göre daha yüksek<br />

izlenmiştir.<br />

TNRT grubunda da 36 haftalık takip boyunca sperm<br />

konsantrasyonunda değişiklik olmamaktadır. FSH 6 ayda<br />

yükselmekte ve 12. ayda bazal seviyeye dönmektedir. İnhibin<br />

B de 12. ayda anlamlı azalma izlenmektedir.<br />

LDCT grubunda 6 ve 12. ayda sperm konsantrasyonunda<br />

azalma olmakta, 18, 24 ve 36 aylarda iyileşme<br />

gerçekleşmektedir. FSH seviyeleri 6, 12 ve 24. aylarda artmaktadır.<br />

İnhibin B 6 ayda azalmakla birlikte diğer aylarda<br />

istatistiksel bir değişim izlenmemektedir.<br />

LDRT grubunda sperm konsantrasyonunda 6 ve 12.<br />

aylarda azalma izlenmekte, 18, 24 ve 36 aylarda bazal seviyeye<br />

dönmektedir. FSH 6 ayda artmakta ve 18, 36 aylarda<br />

bazal seviyeye düşmektedir. İnhibin B 6 ayda azalmakta<br />

ve18 ayda bazal seviyeye dönmektedir.<br />

Dört gruptaki hormonal ve seminal parametreler karşılaştırıldığında<br />

TNCT grubunda en az sperm konsantrasyonu<br />

6 ve 12. aylarda izlenmiştir.<br />

TNCT ve LDCT gruplarında 24 ay öncesinde FSH yükselmektedir.<br />

TNRT ve LDRT gruplarında 12 ve 18-36. aylarda<br />

FSH bazal seviyeye dönmektedir. İnhibin B 4 grupta<br />

da 6, 12, 18, 24. aylarda benzerdir, 36. ayda TNCT de<br />

TNRT ye göre daha fazla düşüş izlenmiştir.<br />

Kanser veya kanser tedavisi kalıcı veya geçici olarak<br />

fertiliteyi etkilemektedir. Bu çalışmada bazal FSH seviyeleri<br />

ve sperm parametrelerinde testiküler kanserlerde<br />

lenfoproliferatif kanserlere göre daha fazla bir bozulma<br />

izlenmiştir. En az sperm konsantrasyonu TNCT grubunda<br />

izlenmiştir. TNRT grubunda TNCT grubuna göre daha yüksek<br />

FSH seviyesi izlenmiştir çünkü TNCT grubunda nonseminomatöz<br />

germ hücreli tümörlerde b-HCG nin FSH<br />

inhibisyonu artmıştır. Diğer taraftan bazal inhibin B seviyeleri<br />

LDCT ve LDRT de diğer iki gruba göre yüksektir.<br />

Yatay ve dikey çalışmalarda, bazı yazarlar germ hücreli<br />

tümörlü hastalarda KT sonrası hormonal dalgalanmayı değerlendirmiştir.<br />

KT sonrası Leydig hücreleri fonksiyonlarını<br />

60. ayda düzeltebilmektedir. Bu arada %68 hastada FSH<br />

yükselmesi, spermatogenezisteki bozulmanın steroidogenezistekinden<br />

fazla olduğunu göstermektedir. Gandini<br />

ve ark. 166 testis tümörlü hastada tedavi öncesi sperm<br />

parametreleri, tümör histotipleri, tedavi ve tedavi sonrası<br />

spermatogenezis üzerine etkilerini araştırmışlardır. KT<br />

alan 71 hastada sperm parametrelerinde anlamlı bozulma<br />

izlenmiştir. En önemli bozulma tedavi sonrası 3. ayda izlenmiştir.<br />

RT alan 95 hastada tedavi sonrası 6. haftada en<br />

fazla düşüş izlendi.<br />

Bu çalışmada; TNCT, LDCT ve LDRT gruplarında 6 ve<br />

12. ayda sperm konsantrasyonunda anlamlı azalma izlendi.<br />

TNRT grubunda anlamlı değişim izlenmedi. Sperm<br />

motilite ve morfolojisinde 4 grupta fark izlenmedi. Kanser<br />

tedavisi alan hastalarda 18. ayda sperm konsantrasyonunda<br />

düzelme izlendi.<br />

Bu çalışmada KT ve RT’nin, semen kalitesi ve seks hormon<br />

profili üzerine etkisi olduğu doğrulanmıştır. Sperm<br />

konsantrasyonu tedavi sonrası 18. ayda düzelmekle beraber,<br />

vaka bazlı öngörü imkanı yoktur.<br />

Çeviri<br />

Dr. Serhat Özgün, Uzm. Dr. Okan Baş, Uzm. Dr. Fatih Hızlı<br />

Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği<br />

69


ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Güncel Makale Özeti<br />

Diyabetik ratların prostat ve seminal veziküllerinde<br />

aquaporinlerin ekspresyonu<br />

Pei L, Yang G, Jiang J, et al.<br />

J Sex Med. 2013; 10: 2975–2985.<br />

Toplum bazlı çalışma sonuçlarına göre infertilite oranı<br />

%15-20 düzeyindedir. İnfertil çiftlerin %30’unda erkek faktörü,<br />

%20’sinde ise hem erkek hem de kadına ait faktörler<br />

sorumlu tutulmaktadır. İnfertilite prevalansı diyabetik<br />

erkeklerde daha yüksektir. Bu hastalardaki semen hacmi<br />

normal erkeklere göre belirgin olarak düşüktür ancak<br />

sperm konsantrasyonu, hareketli sperm yüzdesi ya da<br />

normal morfolojili sperm yüzdesi oranlarında belirgin bir<br />

faklılık yoktur. Diyabetik erkeklerdeki düşük semen hacmi,<br />

diyabetik nöropatiye bağlı retrograd ejakülasyona veya<br />

aksesuar seks glandlarındaki ağırlık kaybına bağlı olabilir.<br />

Aquaporinler (AQP) su ve birçok küçük solütlerin biyolojik<br />

membranlar arasındaki hareketini kolaylaştıran<br />

membran proteinleridir. AQP’lerin 13 izoformu vardır ve<br />

bu proteinlerden 11 tanesi hem erkek hem de kadın üreme<br />

sisteminde eksprese edilir. Birçok çalışmada AQP’lerin<br />

su-tuz dengesi, epidermal hidrasyon ve ekzokrin sıvı sekresyonunda<br />

önemli fizyolojik rolleri olduğu gösterilmiş,<br />

ayrıca hipergliseminin bazı dokularda AQP ekpresyonunu<br />

azalttığı kaydedilmiştir. Prostat glandı ve seminal vezikül<br />

oldukça aktif su transportu yapan bir epitele sahiptir. AQP<br />

1-4 ve 9, prostat ve seminal vezikülde önemli oranda bulunur.<br />

Bu çalışmada hipergliseminin ratlarda prostat ve seminal<br />

vezikül AQP 1-4 ekspresyonuna etkisi incelenmiştir.<br />

Bu çalışmada 20 adet, 8 haftalık, erkek Sprague-Dawley<br />

türü rat, 4 ve 6 haftalık diyabet ve kontrol gruplarına<br />

ayrılmıştır. Diyabetik grupta Streptozosin verilmesinden 4<br />

ve 6 hafta sonra penise direkt elektrik stimülasyonu yapılmış<br />

ve prostatik sekresyon toplanmıştır. Seminal vezikül<br />

sekresyonları ise mikro pipetler kullanılarak örneklenmiştir.<br />

Ratlar sakrifiye edildikten sonra prostatik ve seminal<br />

vezikül dokuları immünohistokimyasal olarak incelenmiş<br />

ve AQP 1-4 miktarları bilgisayarlı densitometrik analiz<br />

yöntemi ile ölçülmüştür.<br />

AQP ekspresyonunun glisemi ile ilişkisi çoklu lineer<br />

regresyon testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Plazma<br />

glukoz seviyesi diabetik ratlarda, kontrol gruplarına göre<br />

belirgin olarak yüksek, prostat ağırlığı ve seminal vezikül<br />

sekresyonları ise belirgin olarak düşük bulunmuştur. Çalışma<br />

öncesinde gruplar arasında vücut ağırlığı ve plazma<br />

glukoz seviyeleri arasında belirgin bir fark saptanmamıştır.<br />

İmmünohistokimyasal incelemede AQP 2, diyabetik<br />

ve kontrol grubu ratların prostat ve seminal vezikülünde<br />

saptanmamıştır. Prostattaki AQP 1, 3 ve 4 ekspresyonunun<br />

ve seminal veziküllerdeki AQP 1 ve 4 ekspresyonunun<br />

diyabetik ratlarda kontrol grubuna göre anlamlı olarak<br />

düşük olduğu görülmüştür. Seminal veziküldeki AQP 3<br />

ekspresyonunda gruplar arasında farklılık saptanmamıştır.<br />

Diyabetik ratlarda azalmış olan prostatik sekresyon<br />

miktarının nedeni, prostat dokusunda azalmış AQP 1, 3 ve<br />

4 seviyeleri olabilir. Yine bu grupta azalmış seminal vezikül<br />

sekresyonuna, bu yapılardaki AQP 1 ve 4 seviyelerindeki<br />

azalma yol açmış olabilir. AQP 1-4 ve hastalık süresi<br />

arasında ilişki bulunmamaktadır.<br />

Seminal plazma, spermetazoanın taşınması, yaşamı,<br />

depolanması ve matürasyonu için anahtar rol oynamaktadır.<br />

Yeterli miktarda seminal sıvı kadın genital yolunda<br />

sperm taşınması için gereklidir. Düşük semen hacmi varlığında,<br />

tüm diğer semen parametreleri normal olmasına<br />

rağmen infertilite görülebilir. Bu çalışma diabetik ve diabetik<br />

olmayan ratlarda prostat ve seminal vezikülde AQP<br />

ekspresyonu ile sperm volümü arasındaki ilişkiyi araştıran<br />

ilk çalışma olmuştur.<br />

Çeviri<br />

Uzm. Dr. Murat Dinçer, Uzm. Dr. Ege Can Şerefoğlu<br />

Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği<br />

70


Güncel Makale Özeti<br />

ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Mikrocerrahi vazoepididimostomi, gebelik elde etmede<br />

başarısız olmuş epididimal obstrüksiyonlu azospermik<br />

hastalarda etkin bir tedavidir<br />

Peng J, Yuan Y, Zhang Z, et al.<br />

Human Reproduction. <strong>2014</strong>; Vol 29(1): 1-7.<br />

Azospermi, yaklaşık olarak tüm erkeklerin %1’i, infertil<br />

erkeklerin ise %10-15’inde görülmektedir. Azosperminin<br />

birçok nedeni olabildiği gibi yaklaşık %40 erkekte duktal<br />

sistem obstüksiyonu buna neden olmaktadır.Epididimal<br />

obstrüksiyon, obstrüktif azosperminin en sık görülen nedeni<br />

olup, vazektomi olmamış azospermik erkeklerin<br />

%30-67’sini etkilemektedir.<br />

Epididimal obstüksiyon obstrüktif azoosperminin sık<br />

nedenlerinden biri olmasına rağmen üreme merkezlerinde<br />

çok fazla görülmemektedir. Bunun nedeni birçok merkezde<br />

obstrüktif azospermili hastaların obstrüktif neden<br />

ne olursa olsun direkt olarak ICSI için yönlendirilmesidir.<br />

Epididimal obstrüksiyonlu hastalarda da mikrocerrahi rekonstrüksiyon<br />

ihmal edilebilmektedir ve bu hastalarda genellikle<br />

ICSI ilk tedavi seçeneği olmaktadır.<br />

Yardımcı üreme tetkikleri son yıllarda gittikçe daha<br />

da gelişmekte ve klinik gebelik elde etme oranları da artmaktadır.<br />

Çoğu merkezde azoospermik hastalarda cerrahi<br />

olarak elde edilmiş epididimal veya testiküler sperm ile<br />

yapılan ICSI ile %30-40 gebelik elde etme oranları ve %25-<br />

30 gibi bebek elde etme oranı kabul edilebilir bir orandır.<br />

Halbuki her ICSI siklusu için başarı oranı yüksek değildir,<br />

çiftlerin yarısından fazlası iki ya da daha fazla ICSI siklusuna<br />

ihtiyaç duymaktadır ki bu da ICSI nedenli maddi yükü<br />

ve sorunları daha artırmaktadır.<br />

Obstrüktif azospermili hastalarda mikrocerrahi rekonstrüksiyon<br />

ile yüksek gebelik ve obstrüksiyonda açılma<br />

oranları elde edilmektedir. Yapılan çalışmalarda %48’den<br />

92’ye açılma oranı ve %33.3’den %40’a gebelik oranları<br />

bildirilmiştir. Yine yapılan çalışmalarda mikrocerrahinin<br />

maliyetinin ICSI’den rölatif olarak az olduğu ve doğal yoldan<br />

gebelik elde edildiği için doğum defekti riskinin daha<br />

az olduğu görülmüştür. Bu nedenle epididimal obstrüksiyonlarda<br />

mikrocerrahi rekonstrüksiyonun ICSI’den daha<br />

etkili olarak değerlendirilebilir. Ancak mikrocerrahi rekons-<br />

trüksiyonun zor bir teknik olması ve yıllardır süregelen yardımcı<br />

üreme tekniklerine aşırı bağımlılık bu tedavi şeklinin<br />

üreme merkezlerinde epididimal obstrüksiyonlu hastaların<br />

tedavisinde sık olarak kullanılmamasına neden olmaktadır.<br />

Bu çalışmada mikrocerrahi vazoepididimostominin<br />

(MVE) daha önce ICSI ile gebelik elde etmede başarısız<br />

olmuş epididimal obstrüksiyonlu hastalardaki etkinliğinin<br />

araştırılması amaçlanmıştır.<br />

Ocak 2009 ile Haziran 2012 tarihleri arasında epididimal<br />

obstrüksiyon tanısı ile MVE yapılmış 268 erkek hasta<br />

değerlendirmeye alınmıştır. Daha önce vazektomi geçiren<br />

hastalar çalışma dışı bırakılmıştır. En az bir başarısız ICSI<br />

siklusu olan 68 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Primer<br />

infertilite süreleri 1-15 olan hastaların ortalama yaşı 30.4<br />

iken partnerlerin ortalama yaşı 27.3 olduğu görülmüştür.<br />

Hastaların %95’i (65/68) üreme merkezlerinde mikrocerrahi<br />

önerilmeksizin direk olarak ICSI tedavisine yönlendirilmişlerdir.<br />

Çiftlerin 22’sinin bir, 38’inin iki, 6’sının üç,<br />

2’sinin ise dört başarısız ICSI siklus öyküsü bulunmaktadır.<br />

ICSI başarısızlığın en sık nedenlerinin; düşük, uterusta<br />

maturasyon arresti ve embriyo transfer başarısızlığı olduğu<br />

görülmüştür. Hastaların 28’inde sperm perkütan epididimal<br />

sperm aspirasyonu (PESA), 40’ında ise testiküler<br />

sperm aspirasyonu (TESE) ile elde edilmiş. Partnerlerin<br />

normal fertilite özellikleri gösterdiği jinekolog tarafından<br />

teyit edilmiştir. Operayon sonrası en az bir kere semen örneği<br />

vermiş ya da analizi yaptırmış hastaların kanal açıklığı,<br />

gebelik ve canlı doğum oranları hesaplanmıştır. Semen<br />

analizi ilk olarak 3. ayda, daha sonra da gebelik elde edilinceye<br />

kadar her 3 ayda bir yapılması istenmiştir.<br />

Epididimal obstüksiyondan şüphelenilen 68 hastaya<br />

skrotal eksplorasyon yapılmış. 62 hastada epididimal, 2<br />

hastada intratestiküler ve 4 hastada ise vazal obstrüksiyon<br />

olduğu görülmüştür. Daha önce 26’sı PESA, 36’sı TESE olmuş<br />

olan 62 hastaya MVE yapılmıştır.<br />

71


ERKEK ÜREME SAĞLIĞI<br />

Güncel Makale Özeti<br />

En az bir semen analiz raporu ya da spesmeni getiren<br />

53 hasta takip edilmiştir. Ortalama takip süresi 19.8 (6-43)<br />

ay olarak hesaplanmıştır. Opeasyon sonrası ortalama 3.6<br />

(3-7) ayda 42 hastanın (%79.2) ejakülatında sperm saptanmıştır.<br />

Bu hastalarda semen analizinde ortalama sperm<br />

sayısının 38.6 milyon/ml (5-120), ileri motil sperm oranının<br />

ise %6-64 arasında olduğu görülmüştür. Takipteki 53<br />

hastanın 19’unda (%35.8) spontan gebelik izlenirken bunların<br />

15’inde yenidoğan elde edilmiştir. Genel olarak canlı<br />

yenidoğan oranı %28.3 olarak hesaplanmıştır. PESA ve<br />

TESE olan hastalar arasında açıklık, gebelik ve canlı doğum<br />

oranlarının benzer olduğu izlenmiş. Aynı şekilde sperm<br />

konsantrasyonu ve ileri motil sperm açısından da her iki<br />

grup arasında anlamlı fark izlenmemiştir.<br />

Sonuç olarak; MVE ile başarısız ICSI öyküsü olan epididimal<br />

obstrüksiyona sahip azospermik hastalarda yüksek<br />

oranda gebelik ve kanal açıklığı oranları yakalanabilmektedir.<br />

MVE ile hastalar ICSI’nin risklerinden ve maddi yükten<br />

kurtulabilmektedir. Bu nedenle epididimal obstrüksiyonlu<br />

hastalarda etkin bir tedavi olması nedeniyle mikrocerrahi<br />

ile rekonstrüksiyon ilk tedavi seçeneği olmalıdır. Üreme<br />

merkezlerinde sperm elde edilmeden önce obstrüktif<br />

azospermiden şüphelenilen hastaların obstrüktif nedenlerinin<br />

daha iyi aydınlatılması ve buna göre tedavinin planlanması<br />

önem taşımaktadır.<br />

Çeviri<br />

Dr. Serdar Kalemci, Prof. Dr. A. Barış Altay<br />

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı<br />

72


Derleme<br />

KADIN CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Cinsel fonksiyonun değerlendirilmesi ve<br />

hemşirenin rolü<br />

Arş. Gör. Msc. Gamze Fışkın, Prof. Dr. Nezihe Kızılkaya Beji<br />

İ.Ü. Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı<br />

Cinsellik; cinsel bir varlık olarak insanın sadece bedensel<br />

değil; duygusal, düşünsel ve toplumsal bütünlüğünü<br />

sağlayan, kişilik gelişimi, iletişim ve sevginin paylaşımını<br />

olumlu yönde zenginleştiren ve arttıran sağlıklılık halidir<br />

(1). Dünya Sağlık Örgütü cinsel sağlığı; cinsellikle ilişkili<br />

olarak fiziksel, duygusal, zihinsel ve sosyal yönlerden iyi<br />

olma halidir şeklinde tanımlar (1). Tanımlardan da anlaşılacağı<br />

gibi sağlıklı yaşamın önemli parçalarından biri olan<br />

cinsel sağlığın değerlendirilmesi de son derece önem arz<br />

etmektedir. Çünkü cinsel sağlık, genel sağlığın önemli bir<br />

bileşenidir ve cinsel fonksiyon bozuklukları (CFB) toplumda<br />

sıklıkla karşılaşılan önemli sağlık sorunları arasındadır.<br />

Cinsel aktivite ile ilişkili mortalite ve morbiditelerin olması<br />

bunun en büyük kanıtlarındandır. Bununla birlikte CFB bazı<br />

hastalıkların ilk habercisi olabileceği gibi başka hastalık ve<br />

tedavilerin sonucu da olabilmektedir. Ayrıca travmaya maruz<br />

kalmak ve cerrahi girişim geçirmekte cinsel fonksiyonları<br />

da olumsuz yönde etkileyebilir (2).<br />

Cinsel fonksiyonun değerlendirilmesi<br />

Cinsel fonksiyon değerlendirilmesi 5 aşamadan oluşur.<br />

Bunlar;<br />

1. Cinsel Öykü Alma<br />

Cinsel fonksiyonun değerlendirilmesinde ilk adım ayrıntılı<br />

ve sistematik bir cinsel ve tıbbi öykünün alınmasıdır.<br />

İyi bir cinsel öykü, tanıya götüren en önemli araçlardan biridir.<br />

Ayrıca görüşme sırasındaki danışmanlık/bilgilendirme<br />

ile birçok sorunun çözümü de sağlanabilir (3).<br />

Genel sağlık taraması amacıyla alınan cinsel öyküdeki<br />

amaç, kişinin fonksiyonlarının şimdiki durumunu, zaman<br />

içindeki değişikliklerini ve her iki eşin doyum düzeyini saptamaktır.<br />

Cinsel öykü alınırken şu örnek sorular sorulabilir:<br />

Cinsel ilişkide bulunuyor musunuz? Haftada kaç kez?<br />

En son ne zaman cinsel ilişkide bulundunuz?<br />

Düzenli bir eşiniz var mı?<br />

Başka cinsel eşiniz var mı? Herhangi bir zamanda, aynı<br />

anda birden fazla cinsel eşiniz oldu mu?<br />

İlk kez cinsel ilişkide bulunduğunuzda kaç yaşındaydınız?<br />

Cinsel ilişki sırasında ya da sonrasında ağrınız olur mu?<br />

Cinsel ilişkiden zevk alıyor musunuz?<br />

Orgazm olabiliyor musunuz? Kabaca ne oranda orgazm<br />

oluyorsunuz?<br />

Genellikle penis-vajina ilişkisiyle mi yoksa daha önce<br />

mi orgazm olursunuz?<br />

Son zamanlarda cinsel ilişkilerinizde herhangi bir değişiklik<br />

oldu mu?<br />

Bu değişikliğin ne olduğunu anlatabilir misiniz?<br />

Şimdiki cinsel yaşamınızdan memnun musunuz?<br />

Sizce eşiniz şimdiki durumunuzdan memnun mu? (4)<br />

Görüşmede cinsel öykü alırken ilk olarak birey/çiftin<br />

gerçekten bir cinsel fonksiyon bozukluğuna sahip olup<br />

olmadığı belirlenmeye çalışılır. Her cinsel yakınmayla başvuran<br />

kişide sorun cinsel fonksiyon bozukluğu düzeyinde<br />

olmayabilir. Bazen bu başvurular genellikle cinsellikle ilgili<br />

yanlış inançlardan, gerçekçi olmayan beklentilerden, cinsel<br />

eğitimsizlikten ya da deneyimsizlikten kaynaklanabilmektedir.<br />

Bu tür olgularda, bir ya da birkaç görüşmeyle<br />

verilebilecek cinsel eğitim ile sorun kısa sürede çözülebilir<br />

(3-5). Detaylı bir öykü hastanın daha önceki cinsel<br />

deneyimlerini, geçirdiği ameliyatları, var olan hastalıklarını,<br />

kullandığı ilaçları, disfonksiyona neden olabilecek risk<br />

faktörlerini, toplumsal değer yargılarını, cinsiyete özgü rol<br />

ve beklentilerini ve cinsel inançlarını içermelidir (6). Yapılan<br />

görüşmede ortada bir cinsel fonksiyon bozukluğu olduğu<br />

sonucuna varılırsa sonraki adım, tanının ne olduğu<br />

sorusunun yanıtlanmasıdır. Bu ise ancak, sorunun cinsel<br />

fonksiyonun öncelikli olarak hangi aşamasından etkilendiğinin<br />

saptanmasıyla yapılabilir. Belirlenen sorunun ortaya<br />

çıkmasına katkıda bulunan faktörler araştırılır ve cinsel<br />

fonksiyon bozukluğunun organik mi, yoksa psikolojik kökenli<br />

mi olduğu? Ya da ikisinin karışımı bir etiyolojiye mi<br />

73


KADIN CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

sahip olduğu belirlenir.<br />

2. Cinsel sorgulama formlarının uygulanması<br />

Cinsellik soru formları kadın ve erkek cinsel disfonksiyonlarının<br />

tanı ve tedavisinde tamamlayıcı bir rol oynar<br />

(7-10). Bu tür soru formları özellikle, disfonksiyonlu kişilerin<br />

belirlenmesinde, disfonksiyon şiddetini, tedavi sonrası<br />

memnuniyeti ya da ilerlemeyi, disfonksiyonun kişilerin yaşam<br />

kalitesi üzerine olan etkisini ve disfonksiyonun birey/<br />

çiftin yaşam kalitesi üzerine olan etkisini değerlendirmede<br />

kullanılır. Literatür incelendiğinde en yaygın kullanılan<br />

cinsel fonksiyon değerlendirme soru formlarından bazıları<br />

Tablo 1’de gösterilmiştir.<br />

3. Fizik muayene<br />

Cinsel fonksiyon bozukluğu bazen fiziksel nedenlerden<br />

dolayı da kaynaklanabilmektedir. Bu nedenle doğru<br />

bir fizik muayene ilk değerlendirmenin bir parçası olarak<br />

önemlidir. Fizik muayene bireylere cinsellik hakkında eğitim<br />

yapmak için de iyi bir fırsat olabilir (7,10,18). Muayenede;<br />

nörolojik ve vasküler sistem muayenesinin yanı sıra<br />

iç ve dış genital organların inspeksiyon ve palpasyonunu<br />

içermelidir (19).<br />

Kadına yönelik yapılan fizik muayene: Dikkatli bir<br />

vajinal ve pelvik muayene gereklidir. Vajinal muayene de<br />

labiumlar, cilt turgoru, kalınlığı, klitoris, vajinal giriş gözlenmelidir.<br />

Bartholin bezi enfeksiyonu gibi labial bezlerin akut<br />

veya kronik enfeksiyonları, ciltte hassasiyet, renk ve yapı<br />

değişikliklerine yol açabilir. Parmakla bastırarak hassasiyet<br />

kontrol edilir. Vajinal akıntı olup olmadığına bakılır. Tekrarlayan<br />

vajinitler sonucu klitoral prepisyumda daralmaya<br />

neden olur. Klitorisin büyüyerek uyarılamaması, cinsel<br />

döngüde uyarılma fazının oluşmamasına ve orgazmın engellenmesine<br />

neden olur. Hormonal değişikliklerine bağlı<br />

olarak labium cildinde ve vajen mukozasında incelme, fissürler,<br />

atrofi göze çarpabilir. Vajinal tuşe sırasında üretra,<br />

rektum, uterus, adneksler ve pelvik taban adele tonusu,<br />

prolapsusu değerlendirilir. Vajinal derinlik ve hassasiyetler,<br />

mukoza ve prolapsus kontrol edilmelidir (20).<br />

Erkeğe yönelik yapılan fizik muayene: Tansiyon ölçümü<br />

ve periferal nabızlar mutlaka kontrol edilmelidir. Hirsutizm<br />

durumu ve beden ekstremite oranı, hipotalamohipofizer-gonadal<br />

aks hakkında belirgin fikir verir. Boyun<br />

muayenesi ile tiroid bezi kontrolü yapılmalıdır. Testislerin<br />

boyutları ve kıvamları ise hormonal açıdan fikir verici olacaktır.<br />

Batın muayenesi ile karaciğer palpasyonu, nörolojik<br />

muayene ile his kusuru ya da periferik nöropati düşündüren<br />

olgularda bulbokavernoz refleks muayenesi yapılmalıdır.<br />

Dış genital sistemde penis Peyronie plağı varlığı açısından<br />

muayene edilmelidir. Özellikle öyküde üretrit veya<br />

prostatit kuşkusu bulunduğunda, rektal tuşe ve laboratuar<br />

tetkiklerine gerek olabilir (20).<br />

4. Laboratuvar testleri<br />

Cinsel fonksiyonun değerlendirilmesinde bir sonra-<br />

Tablo 1. En yaygın kullanılan sorgulama formları.<br />

Sorgulama formunun orijinal ismi Sorgulama formunun Türkçe’ye uyarlanma Geçerlilik-güvenirliğini<br />

Türkçe ismi tarihi yapanlar<br />

Female Sexual Function Index (FSFI) Kadın Cinsel İşlev Ölçeği 2005 Aygin ve Eti-Aslan (11)<br />

Index of Female Sexual Function (IFSF) Kadın Cinsel Fonksiyon 2004 Yılmaz ve Eryılmaz (12)<br />

Sorgulama İndeksi<br />

The Golombok- Rust Inventory of Golombok Rust 1993<br />

Sexual Satisfaction (GRISS) Cinsel Doyum Ölçeği Tuğrul ve ark. (13)<br />

The Change in Sexual Functioning Cinsel Fonksiyonda Ulaşılamadı Ulaşılamadı<br />

Questionnaire (CSFQ)<br />

Değişim Anketi<br />

The Arizona Sexual Experience Scale Arizona Cinsel 2004 Soykan (14)<br />

(ASEX)<br />

Yaşantılar Ölçeği<br />

International Index of Erectil Function Uluslararası Cinsel İşlev İndeksi 2007 Turunç ve ark. (15)<br />

(IIEF-5)<br />

Brief Index of Sexual Function for Kısaltılmış Kadın Seksüel Ulaşılamadı Ulaşılamadı<br />

Women (BISF-W)<br />

Fonksiyon İndeksi Formu<br />

The Derogatis Interview for Derogatis Cinsel Fonksiyon Ulaşılamadı Ulaşılamadı<br />

Sexual Functioning (DISF)<br />

Kişisel Görüşme Formu<br />

Sexual Function Questionnaire (SFQ) Seksüel Fonksiyon Anketi Ulaşılamadı Ulaşılamadı<br />

The Florida Sexual History Qestionnaire Florida Cinsel Öykü Ölçeği 2005 Öksüz ve Malhan (16)<br />

74


Derleme<br />

KADIN CİNSEL SAĞLIĞI<br />

ki aşama laboratuvar testlerinin incelenmesidir. Başlıca<br />

testler; Plazma östrodiol, total testesteron, serbest testesteron,<br />

seks hormonu bağlayıcı globulin (SHBG), tiroid<br />

fonksiyon testleri, prolaktin, lipid profil (total kolesterol,<br />

trigliserid) DHEA, FSH, glikoz testi, HBA1C bunun yanı sıra<br />

serotonin, dopamin, epinefrin, norepinefrin, histamin, opioidler,<br />

gama aminobutirikasit (GABA) gibi nörotransmitterler<br />

ve nöropeptidler (17), tam kan sayımı ve kreatindir<br />

(10,18,21,22,23).<br />

5. Özellik gerektiren tanılayıcı testler<br />

Bazı özel tanılama testleri cinsel disfonksiyonunu daha<br />

iyi tanılamak ve patofizyolojik mekanizmanın (vasküler,<br />

hormonal, ve nörolojik komponentleri) daha iyi anlaşılması<br />

açısından kullanılmaktadır. Bu testler:<br />

Genital kan akımı ölçümü (klitoris, vajinanın, penis<br />

kan akımı) vasküler değerlendirme: Yapılan çalışmalar<br />

cinsel cevabının genital kan akışındaki artmayla karakterize<br />

olduğunu göstermiştir. Özellikle vasküler patolojilerin<br />

saptanmasında genital kan akımının değerlendirilmesi çok<br />

önemlidir. Vajinal pH ölçümü: Vajinal pH ölçümü, kadın<br />

cinsel fonksiyon döngüsünde uyarılma fazına ait kayganlaşmanın<br />

dolaylı olarak değerlendirilmesi amacıyla uygulanması<br />

kolay bir tanı yöntemidir. Hormonal veya vajinal<br />

sekresyon azalmasında pH yüksek bulunabilir. Dolayısıyla<br />

vajinal enfeksiyon ve hormonal denge bozukluklarından<br />

etkilenir (10,23,24).<br />

Vajinal komplians ölçümü: Vajinal düz kas gevşemesi,<br />

vajinal komplians ölçümü yapılarak değerlendirilebilir.<br />

Vajinal komplians ölçümü, özel bir komplians ölçüm balonu<br />

kullanılarak yapılmaktadır. Cinsel uyarı ile vajinal çapın<br />

artması ve intra vajinal basıncın düşmesi beklenmektedir.<br />

Genital duyarlılık testi-biothesiometri testi: Genital<br />

duyarlılık testleri biyothesiometri ile yapılır. Genital (klitoris,<br />

labiumlar, vajina) ve ekstragenital bölgelerin (meme<br />

areolası, kulak memesi) bir biyothesiometri cihazı kullanılarak<br />

vibrasyon ısı ve basınç gibi derin duyu duyarlılıkları<br />

ölçülür (10,18,23,24,25).<br />

Vajinal ısı ölçümü: Kan akımı ile artan ısı, kan akımının<br />

dolaylı bir göstergesi olarak kabul edilir.<br />

Fonksiyonel MRI ve PET (positron emission tomography):<br />

Çalışmaları günümüzde daha çok araştırma amaçlı<br />

kullanılan inceleme yöntemleridir. Cinsel fonksiyon<br />

bozukluğu tanısında nörofizyolojik değerlendirme yöntemlerinden<br />

de faydalanılabilir.<br />

Nokturnal penil tümesans ve sertlik testi (NPT): Bu<br />

test uyku sırasında doğal olarak ereksiyon izlemek için<br />

kullanılır. Ereksiyon sorunlarının fiziksel ya da psikolojik<br />

nedenlere bağlı olup olmadığını belirlemenize yardımcı<br />

olabilir. Basit plastik ve halka benzeri olan cihaz penise takılır.<br />

Uyku esnasında penisin kaç kere, ne kadar süre ve ne<br />

sertlikte ereksiyona uğradığını kaydetmektedir. Genellikle<br />

iki gece üst üste bu test uygulanır. Uyku sırasında gerçekleşen<br />

ereksiyon istenilen şekilde ise ereksiyon sorununun<br />

fiziksel olmadığı kanısına vardırır (26).<br />

Intrakavernozal enjeksiyon testi: Bu test sırasında,<br />

doktor ereksiyon yapmak için penis tabanına bir ilaç (genellikle<br />

alprostadil) enjekte eder. Bu intrakavernozal enjeksiyon<br />

olarak adlandırılır. Benzer bir ilaç üretraya yerleştirilebilir.<br />

Bu, intraüretral bir enjeksiyon olarak adlandırılır.<br />

Bu enjeksiyonla ereksiyonun dolgunluğu ve süresi ölçülür<br />

(26).<br />

Cinsel fonksiyon değerlendirmesinde hemşirenin rolü<br />

Cinsel öykü almada ve diğer uygulamalarda hemşirenin<br />

rolü oldukça önemlidir. Cinsel öykü alınırken; bireyin<br />

hem cinslerinin bulunduğu ortamda bu konuda yetişmiş<br />

bir uzman hemşire yer almalıdır. Hemşire hekimin bulunduğu<br />

ortamda birey/çiftle konuşup, ilk öyküyü almalı, gerekli<br />

formları doldurmalı ve daha sonra öyküye göre fizik<br />

muayene ve gerekirse tanımlayıcı testler uygulanmalıdır<br />

(27). Cinsel öykü alınırken; rahat bir ortam sağlanmalı,<br />

mahremiyet korunmalı, başvuran birey/çiftlerin kendilerini<br />

rahatça ifade edebilmeleri ve güvende hissetmeleri<br />

için gereken olanaklar sağlanmalıdır. Mümkün olduğunca<br />

cinsel eş de görüşmeye dahil edilmeli, birey/çiftlere karşı<br />

açık olunmalı, soruların ne amaçla sorulduğu açıklanmalıdır.<br />

Anlaşılır bir dil kullanılmalı, Açık uçlu sorular sorulmalı,<br />

etkin dinleme yöntemleri kullanılmalıdır (28). Hemşireler<br />

bireye özgü cinselliği tanımlayabilmeli, cinsel konularda<br />

rahat olmalı, iyi bir dinleyici olmalı, yargılayıcı bir tutum<br />

içinde olmamalı, danışmanlık yapabilme becerisi gelişmiş<br />

olmalı, kadınlarla cinsel konularda konuşurken iletişim yeteneklerini<br />

geliştirmeli, cinsellik konusunda kendini rahat<br />

hissetmeli, cinsellik ve cinsel fonksiyon konusunda bilgi<br />

sahibi olmalı, cinsellik konusunda kendinin ve kadınların<br />

inanç, değer ve tutumlarının farkına varmalıdır (29).<br />

Cinsel fonksiyon değişikliklerini veya cinsel fonksiyon<br />

bozukluklarını ele alan hemşirelik müdahaleleri birey/çiftin<br />

bilinç seviyesini artıracak, konuya ilişkin durum veya<br />

endişelerinin açıklığa kavuşturulmasına yardımcı olacak<br />

75


KADIN CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

gerekli bilgiyi sağlamasına yardımcı olacaktır (29). İletişimi<br />

başlatmada ve sürdürmede uygun modellerin kullanılması<br />

birey/çiftlerin sorunlarının tanımlamasına katkı sağlayacak<br />

ve tanımlanan sorunlar ile ilgili eğitim planlanması ve uygulanması,<br />

gerektiğinde birey/çiftlerin danışmanlık hizmetlerine<br />

yönlendirilmesi cinsel sağlığın sürdürülmesine<br />

katkı sağlayacaktır.<br />

Sonuç olarak; fiziksel, psikolojik, sosyal ve kültürel bileşenleri<br />

ile genel sağlığın ayrılmaz parçalarından birini<br />

oluşturan cinsel yaşam pek çok faktörden olumsuz yönde<br />

etkilenebilmekte ve cinsel fonksiyon bozukluğu gelişebilmektedir.<br />

Bu nedenle bütüncül hemşirelik yaklaşımı<br />

çerçevesinde birey/çiftlerin cinsel sorunlarını rahatlıkla<br />

ifade edebilmelerini sağlayacak uygun ortamların oluşturulması,<br />

cinsel fonksiyonlarının değerlendirilmesi ve hasta<br />

bakım planında ele alınması, hasta eğitimlerinde cinsel<br />

sağlığın korunmasına yönelik eğitimlere daha geniş yer<br />

verilmesi önerilmektedir. Bu da cinsel sağlığının korunması,<br />

gelişimi ve yaşam kalitesinin yükseltilmesinde önemli<br />

bir unsur olarak görülmektedir (30).<br />

Kaynaklar<br />

1. World Health Organization. Education and treatment in human<br />

sexuality: the training of health proffessionals. Tecnical Report Series.<br />

1975; 572. Geneva.<br />

2. Akan H, Doğan S. Birinci basamak sağlık hizmetinde cinsel işlev<br />

bozukluklarına yaklaşım.; Türk Aile Hekimliği Dergisi. 2011; 15(2):69-<br />

76.<br />

3. Çelik Bilgiç, D. Kadında cinsel fonksiyon değerlendirmesi.; Türk<br />

<strong>Androloji</strong> Dergisi. 2012;211-215. www.androloji.org.tr/wp-content/<br />

uploads/2012/12/50-k2.pdf. Erişim Tarihi: 23.03.2013<br />

4. T.C. Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel<br />

Müdürlüğü.; Üreme Sağlığına Giriş Katılımcı el Kitabı. Ankara, 2005.<br />

5. İncesu, C. Cinsel fonksiyon bozukluklarında ilk basamak değerlendirme<br />

ve ayırıcı tanı.; Psikiyatri Dünyası. 1999; 2:39–48.<br />

6. Yılmaz H. Anamnez alma ve cinsel fonksiyon değerlendirme formları.<br />

8.Ulusal İç Hastalıkları Kongresi Özet Kitabı. Antalya 13-17 Eylül 2006;<br />

290-292.<br />

7. Küçük L. Cinsel disfonksiyonda psikiyatrik değerlendirme. 2. Uluslar<br />

arası–9.Ulusal Hemşirelik Kongresi, Kadın Erkek Cinsel Sağlık Kursu<br />

Kitabı, <strong>Androloji</strong> Derneği İşbirliği. Antalya 7-11 Eylül 2003 124–131.<br />

8. Daker-White G. Reliable and valid self-report outcome measures<br />

in sexual (dys)function: a systematic review.; Archives of Sexual<br />

Behaviour. 2002; 31(2): 197–209.<br />

9. Cindy M M, Derogatis L R. Valitadion instruments assessing female<br />

sexual function.; Journal of Sex and Marital Therapy. 2002; 28:155-<br />

194.<br />

10. Bülent Alıcı.; Değerlendirme ve Tanı: Kadın Seksüel Fonksiyonu ve<br />

Disfonksiyonu. Erkek ve Kadın Cinsel Sağlığı, İstanbul, Kadıoğlu at all<br />

editors, GSF Reklam ve İletişim Hizmetleri Ltd.Şti, 2004; 631-633.<br />

11. Aygin D, Eti-Aslan F. Kadın cinsel işlev ölçeğinin Türkçe’ye uyarlaması.<br />

Türkiye Klinikleri J Med Sci. 2005; 25(3):393-399.<br />

12. Yılmaz CA, Eryılmaz HY. Kadın cinsel fonksiyon sorgulama indeksinin<br />

(IFSF) geçerlik- güvenirlik çalışması. <strong>Androloji</strong> <strong>Bülteni</strong>. 2004;18:275-<br />

276.<br />

13. Tuğrul C, Öztan N, Kabakçı E. Golombok-rust cinsel doyum ölçeğinin<br />

standardizasyon çalışması. Türk Psikiyatri Dergisi. 1993; 4:83-88.<br />

14. Soykan A. The reliability and validity of arizona sexual experiences scale<br />

in Turkish ESRD patients undergoing hemodialysis. Int J Impotance<br />

Research. 2004:16; 531-534.<br />

15. Turunç T, Deveci S, Güvel S, Peşkircioğlu L. Uluslar arası cinsel işlev<br />

indeksinin 5 soruluk versiyonunun (IIEF-5) Türkçe geçerlilik çalışmasının<br />

değerlendirilmesi. Türk Üroloji Dergisi. 2007; 33(1): 45-49.<br />

16. Öksüz E, Malhan S. Florida Cinsel Öykü Ölçeği Türkçe uyarlamasının<br />

güvenilirlik ve geçerlilik analizi. Turkiye Klinikleri J Med Sci.<br />

2005;25(2):204-12.<br />

17. Güllü BE. Prediyaliz kronik böbrek yetmezlikli seksüel aktif bireylerde<br />

seksüel fonksiyonun değerlendirilmesi, depresyon, yaşam kalitesi ve<br />

hormonal durumun seksüel disfonksiyon üzerine etkilerinin belirlenmesi<br />

yan dal uzmanlık tezi. Şevket Yılmaz Eğitim ve Araştırma Hastanesi.<br />

Bursa. 2012.<br />

18. Salonia A, Munarriz RM, Naspro R, Nappi RE, Briganti A, Chionna R at<br />

all. Women’s sexual dysfunction: a pathophysiological review.; BJU Int.<br />

2004;93(8):11<strong>56</strong>-1164.<br />

19. Kerri Durnell Schuiling, Frances E. Likis.; Women’s Gynecologic Health,<br />

USA, J.and Bartlett Publishers, 2006; 343-359.<br />

20. Ateş Kadıoğlu, Murat Başar , Bülent Semerci, İrfan Orhan , Ramazan<br />

Aşçı, Önder Yaman, Selahattin Çayan , Mustafa Usta, Muammer<br />

Kendirci.; Erkek ve Kadın Cinsel Sağlığı, İstanbul, Türk <strong>Androloji</strong> Derneği<br />

Acar Matbaacılık, 2004; 137-143.<br />

21. Berman J R, Goldstein I. Females sexual dysfunction.; Urol Clin North<br />

Am. 2001;28(2): 404-416.<br />

22. Tangürek SA. Birinci basamakta cinsel işlev bozukluklarına yaklaşım.<br />

2013. http://www.turkiyeesru.org/images/SENEM_TUNGUREK.pdf<br />

Erişim Tarihi: 11. 05. 2013<br />

23. Armağan A, Ergün O. Kadın cinsel fonksiyon bozukluğu tanı ve<br />

tedavisinde yenilikler.; <strong>Androloji</strong> <strong>Bülteni</strong>. 2011; 44:82-87.<br />

24. Woodard T L, Diamond M P. Physiologic measures of sexual function in<br />

women: a review.; Fertil Steril. 2009;92(1):19-34.<br />

25. Lawrence S. Hakim.; Practical Guide to Female Pelvic Medicine.; Female<br />

Sexual Dysfunction: Current Management, Ghontem G at all (Ed).<br />

London, Thomson PublishingServices.; 2006; 205-215.<br />

26. Erectile Dysfunction Health Center. http://www.webmd.com/erectiledysfunction/tests-for-erection-problems.<br />

Erişim Tarihi: 11.05.2013<br />

27. Albaugh J A, Kellogg-Spadt S. Sexuality and sexual health: the<br />

nurse’srole and initial approach to patient.; Urologic Nursing.<br />

2003;23(3): 227–228.<br />

28. Açıkgöz F. Cinsel sağlığa yönelik hemşirelik yaklaşım modelleri.;<br />

<strong>Androloji</strong> <strong>Bülteni</strong>. 2011; 47: 305-307.<br />

29. Karakoyunlu FB, Öncel S. Cinsel fonksiyon bozukluklarında kadına<br />

ait hemşirelik bakım süreci örneği.; Atatürk Üniversitesi Hemşirelik<br />

Yüksekokulu Dergisi. 2009;12(3): 82-92.<br />

30. Kütmeç C. Kadınlarda cinsel fonksiyon bozukluğu ve hemşirelik bakımı.;<br />

Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi. 2009;4(12):111-136.<br />

76


Derleme<br />

KADIN CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Metabolik sendrom ve<br />

kadınlarda seksüel disfonksiyon<br />

Yrd. Doç. Hakan Öztürk 1 , Prof. Dr. Bilal Gümüş 2<br />

1<br />

Şifa Üniversitesi, Üroloji Anabilim Dalı, İzmir<br />

2<br />

Celal Bayar Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Manisa<br />

Giriş<br />

Kadında cinsel fonksiyon bozukluğu (FSD) yaşa bağlı,<br />

progresif ve kadınların %30 ile 50’sini etkileyen seksüel arzu<br />

veya cevapta persistan ya da rekürren bir bozukluk olarak<br />

tanımlanır (1, 2). Çoğu zaman kültürel ve sosyal etkenlere<br />

bağlı olarak hasta bu durumdan şikayet bile edemezken<br />

bazı durumlarda doktorun yeterli bilgiye sahip olmaması<br />

sonucu hastalık tedavi edilemez durumdadır. Kadının<br />

cinsel fonksiyonu ruhsal ve emosyonel durumla yakın ilişkilidir.<br />

Ancak altta yatan organik bozukluklar seksüel disfonksiyona<br />

sebep olabilir. Erkeklerde erektil disfonksiyona<br />

sebep olan risk faktörlerinin çoğunun kadın için de geçerli<br />

olduğu konuyla ilgili son yıllarda yapılan deneysel ve klinik<br />

çalışmalarla ortaya konulmaya çalışılmıştır. Örneğin sigara,<br />

yaş, yüksek tansiyon, diyabet ve yüksek kolesterol gibi altta<br />

yatan nedenler tam da konumuzun merkezini oluşturan<br />

metabolik sendromu işaret etmektedir.<br />

Kadın genital uyarılma cevabı; genital engorjman, şişme<br />

ve lubrikasyonu içine alan nörovasküler bir olaydır (1).<br />

Genital vazokonjesyona bağlı vajinal lubrikasyon klitoral,<br />

vajinal ve labial kan akımının artması sonucu oluşur. Vajinal<br />

engorjmanın hemodinamik durumu, lamina propria<br />

içindeki musküler ve vasküler yatağın düz kaslarının tonusu<br />

ile sağlanmaktadır. Lokal regülatuar mekanizmalarla<br />

düzenlenen klitoral-vajinal düz kas fonksiyonunu yeterince<br />

anlamak için mevcut bilgiler halen kısıtlıdır. Bu mekanizmaların<br />

hormonal ortam ve hastalık durumlarında nasıl<br />

değiştirildikleri de merak konusudur. Cinsel uyarılma bozukluğu<br />

olan kadınlar vajinal lubrikasyonda azalma, uyarıl-<br />

FSD<br />

Seksüel disfonksiyon kısaca, seksüel arzu veya cevapta<br />

persistan veya rekürren bir bozukluk olarak tanımlanır;<br />

ancak normal seksüel döngünün ve normal cevabının da<br />

ne olduğu bilinmelidir. Dolayısı ile kadınlardaki normal<br />

seksüel fonksiyondan ne kastedildiği ve disfonksiyonu<br />

tanımlarken neyin bozulduğu bilinmelidir. Yani fizyolojik<br />

olanla patolojik olan ayrı ayrı tanımlanmalıdır.<br />

Normal seksüel cevap Şekil 1 ve 2’deki modellerle tanımlanmıştır.<br />

Kadının cinsel yanıtını ilk olarak Master ve<br />

Johnson 1960’lı yıllarda heyecanlanma, plato, orgazm ve<br />

çözülme olarak dört kısma ayırarak tanımladılar (3). Sonrasında<br />

1974 yılında Kaplan seksüel cevap modelinin 3 aşamalı<br />

lineer bir modelle açıkladı (Şekil 1) (4). Kadınlardaki<br />

seksüel cevap modelinin lineer bir durum olmadığı Basson<br />

tarafından non-lineer bir döngü ile 2001 yılında tekrar<br />

tanımlanmıştır (Şekil 2) (5).<br />

Şekil 1. Geleneksel lineer Kaplan modeli.<br />

Şekil 2. Non-lineeer subjektif Basson modeli.<br />

77


KADIN CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

ma zamanında gecikme, vajinal ve klitoral duyuda azalma<br />

ve orgazm güçlüğünü içeren cinsel şikayetlerle başvururlar.<br />

Bütün bu durumlar, ilio-hipogastrik arteriyel yataktaki<br />

vasküler yetmezlikten kaynaklanabilmektedir (1).<br />

Kadın cinsel fonksiyon bozukluğu; cinsel istek bozuklukları,<br />

Cinsel uyarılma bozuklukları, orgazm bozukluğu,<br />

disparoni, vajinismus, cinsel aversiyon (tiksinti) bozuklukları<br />

ve non-koital genital ağrı bozukluklarını içerir. Prevalans<br />

çalışmalarında kadınlarda; cinsel istek bozuklukları<br />

(%16-75), orgazm bozukluğu (%16-48), uyarılma bozukluğu<br />

(%12-64) ve ağrı bozukluğu (%7-58) oranlarında görülmektedir<br />

(6). Kadınlarda seksüel fonksiyonları değerlendiren<br />

birçok skorlama indeksi mevcuttur. Ancak genel<br />

anlamda kabul gören ve uygulama kolaylığı nedeniyle<br />

kadın seksüel fonksiyon indeksi (FSFI) kullanılmaktadır.<br />

Toplam 19 soruluk bu indekste 30 puan ve üzeri iyi, 23-<br />

29 puan arası orta ve 23’ün altında puan kötü olarak sınıflandırılır.<br />

FSD nedenleri<br />

Kadınlarda seksüel disfonksiyon nedenleri arasında;<br />

Hormonal nedenler, vaskülojenik nedenler (Diyabetes<br />

Mellitus, periferik arter hastalığı, sigara), nörojenik nedenler<br />

(spinal kord yaralanmaları, multiple skleroz, disk hernisi,<br />

periferik nöropati) müskülojenik nedenler, pelvik cerrahi,<br />

ilaçlar ve psikojenik nedenler sayılır (Şekil 3).<br />

Metabolik sendrom<br />

Metabolik sendrom, insülin direnciyle başlayan abdominal<br />

obezite, glukoz intoleransı veya diyabetes mellitus,<br />

dislipidemi, hipertansiyon ve koroner arter hastalığı (KAH)<br />

gibi sistemik bozuklukların birbirine eklendiği ölümcül bir<br />

endokrinopatidir. Metabolik sendrom etiyopatogenezi<br />

tam olarak bilinmeyen progresif bir hastalıklar ve risk faktörleri<br />

topluluğudur (7).<br />

Metabolik sendromun tanı kriterleri:<br />

• Abdominal obezite: Bel çevresi erkeklerde >94<br />

(veya >102) cm, kadınlarda >80 (veya >88) cm,<br />

• Trigliserid yüksekliği (≥150 mg/dl),<br />

• HDL kolesterol düşüklüğü (erkeklerde


Derleme<br />

KADIN CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Şekil 4.<br />

lansı %40 olarak saptanmıştır. ABD ulusal sağlık ve sosyal<br />

yaşam anketine göre seksüel disfonksiyon kadınlarda %43<br />

(erkelerde %31) oranında saptanmıştır (9). Prevalans çalışmaları<br />

göstermektedir ki; metabolik sendrom ile ilişkili<br />

seksüel disfonksiyon görüldüğü yada tahmin edildiğinin<br />

ötesinde kadınların yaklaşık yarısını ilgilendiren temel sağlık<br />

problemleri arasında yer almaktadır.<br />

Seksüel döngü fazların herhangi birinde komplet yada<br />

inkomplet kayıp olduğunda fizyolojik cinsel aktivite tamamlanamaz<br />

ve çeşitli evrelerde karşımıza kadın seksüel<br />

disfonksiyonu olarak çıkar.<br />

Metabolik sendrom ile FSD arasındaki ilişki<br />

FSD kompleks ve anlaşılması başlıbaşına zor bir durumdur.<br />

Dolayısıyla metabolik sendrom ile ilişkisi daha da<br />

karmaşıktır (Şekil 4).<br />

Metabolik sendrom bu karmaşık fizyolojide nasıl seksüel<br />

disfonksiyona neden olmaktadır?<br />

Kadın seksüel disfonksiyonu ile metabolik sendrom<br />

arasındaki patofizyolojik ilişki 5 gruba ayrılarak incelenebilir.<br />

1-Nörojenik: Erkeklerde ED’ye neden olan norojenik<br />

sebepler kadın seksüel disfonksiyonu içinde geçerlidir.<br />

Diyabete bağlı otonomik noropati, spinal kord zedelenmesi<br />

başta olmak üzere kontrolsüz kan glukozunun neden<br />

olduğu santral veya periferik noropatilerde nörojenik kökenin<br />

temelini oluştururlar. Diyabete bağlı otonomik noropatide<br />

nitroz oksit (NO) salgılayan otonomik sinirlerin<br />

apopotik harabiyeti ve bunun nedeniyle NO miktarının<br />

azaldığı gösterilmiştir. Spinal kord zedelenmesi sonucu<br />

vajinal lubrikasyonun ve orgazma ulaşma sıklığı veya kolaylığının<br />

azaldığı yapılan çalışmalarla gösterilmiştir. Santral<br />

sinir sistemi hastalıklarından multiple sklerozda ( MS)<br />

kadın seksüel bozukluğu %72 gibi yüksek bir oranda saptanmıştır.<br />

MS’li kadınlarda libido, lubrikasyon ve orgazmik<br />

kapasitede azalma olduğu rapor edilmiştir.<br />

2-Vaskülojenik: İliohipogastrik ve pudendal damarların<br />

aterosklerozuna bağlı olarak gelişen klitoral ve vajinal<br />

vasküler yetersizlik sendromu genital kan akımının azalmasına<br />

sebep olmaktadır. Bu kan akımındaki azalma düz<br />

kasların gevşemesini azaltarak genital organların cinsel<br />

uyarıya verdiği cevabı azalttığı gibi düz kasların fibrozuna<br />

da yol açmaktadır.<br />

3-Hormonal: Hipotalamik-pituiter aksisinin disfonksiyonu,<br />

cerrahi veya medikal kastrasyon, menapoz, prematür<br />

over yetersizliği ve kronik doğum kontrol hapı kullanımı<br />

östrojen ve testosteron seviyelerini azaltarak kadında<br />

seksüel disfonksiyona neden olmaktadır. Bu duruma sekonder<br />

olarak istek ve libidoda azalma, vajinal kuruluk ve<br />

cinsel uyarılma bozukluğu görülür. Östrojen eksikliği damarlarda,<br />

klitorisde ve vajende düz kas hücrelerinin azalmasına<br />

ve fibroza yol açmaktadır. Testosteron eksikliği<br />

dolaylı olarak östrojen yetersizliğine yol açar ve libidoyu<br />

azaltır.<br />

4-Muskulojenik: Pelvik taban kasları özellikle levator<br />

ani ve perineal kaslar kadın seksüel fonksiyonunda önemli<br />

bir yer işgal ederler. Bu kasların hipotonik olması vajinal hipoanesteziye,<br />

anorgazmiye, koitus veya orgazm sırasında<br />

üriner inkontinansa sebep olabilir. Bu kasların hipertonik<br />

olması ise vaginismus ve/veya disparoniye sebep olabilir.<br />

5-Psikojenik: Altta yatan organik hastalığa bağlı olsun<br />

veya olmasın, emosyonel ve/veya ilişkiye bağlı sorunlar<br />

79


KADIN CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

kadın cinsel fonksiyonunu çok belirgin olarak etkileyebilir.<br />

Kendi kendine itibar veya beden imajı ilgili sorunlar<br />

ve eşleriyle olan ilişkinin kalitesinin düşük olması, kadının<br />

cinsel uyarıya cevabını anlamlı olarak azaltabilir. Ayrıca<br />

depresyon ve diğer ruh durumu bozuklukları ve psikolojik<br />

bozukluklar kadın seksüel disfonksiyonuna yol açabilir.<br />

Bazı anti-depresanlar (ozellikle SSRI grubu) bu duruma yol<br />

açarlar (10, 11).<br />

Metabolik sendromun komponentlerinden en önemlisi<br />

DM veya bozulmuş kan glukozudur. Ancak metabolik<br />

sendromun olmazsa olmaz tanı kriteri obezitedir (12).<br />

Obezite ile kadın cinsel fonksiyon bozukluğu arasındaki<br />

ilişki kesin değildir. Bu anlamda yapılan bilimsel çalışmaların<br />

sonuçlarıda çelişkilidir. Esposito’ nun çalışmasında FSFI<br />

skoru ile vücut kitle indeksi (VKİ) arasında anlamlı derecede<br />

negatif korelasyon saptanırken, aynı çalışmanın diğer<br />

parameretlerinde cinsel istek ve ağrının VKİ ile korele olmadığı<br />

saptanmıştır. Cinsel fonksiyon fizyolojisinin diğer<br />

komponentleri olan uyarılma, vajinal kuruluk, orgazm ve<br />

cinsel tatmin ile VKİ korele olduğu bu çalışmanın diğer verileridir.<br />

Obez kadınlarda trigliserid ve kolesterol düzeyinin<br />

kontrol grubundan daha yüksek olması ve bu gruptakilerde<br />

FSFI skoru daha düşük bulunmuştur (13).<br />

Rand ve ark, Kinzi ve ark ve Larse’nin çalışmalarında<br />

VKİ ile cinsel hayatlarından memnuniyet arasında negatif<br />

korelasyon saptanmıştır. Bu 3 çalışmanında ortak özelliği<br />

hastaların hepsinin morbid obez olması ve gastrik banding<br />

yöntemi ile tedavi edilmiş olmalarıdır. Bu çalışmaların ortak<br />

verisi; obezite tedavisi öncesine göre anlamlı derecede<br />

cinsel hayat memnuniyetinin arttığıdır. Buradan çıkan<br />

sonuçta yaşam tarzı değişikliği de obezitenin tedavisi kadar<br />

cinsel fonksiyonlar üzerinde etkili olduğudur (14,15).<br />

Obezitenin kadın cinsel fonksiyon bozukluğu ile olan<br />

ilişkili çalışmaların yanında obezitenin bu durumu bozmadığına<br />

dair literatürde veriler de mevcuttur.<br />

Kadıoğlu ve ark, Bajons ve ark, Bliss ve ark, Adolfsson<br />

ve ark yaptıkları çalışmaların ortak verisi; VKİ ile kadın cinsel<br />

fonksiyon bozukluğu arasında ilişki olmadığıdır. Ayrıca<br />

Kadıoğlu ve ark yaptığı çalışmada obez grupta depresyonun<br />

daha çok görüldüğü ve depresyon ile FSFI skoru arasında<br />

negatif korelasyon saptanmıştır (16,17).<br />

Bu çalışmaların hepsinde VKİ ile kadın seksüel disfonksiyonu<br />

arasındaki ilişki çelişkili veriler içeriyor gibi görünse<br />

de obezitenin seksüel döngünün bazı aşamalarını inkomplet<br />

ya da komplet bozduğunu, bazı aşamalarını da<br />

etkilemediği düşünülmektedir (13).<br />

Obezite bozulmuş kan glukozu ve insülin cevabı, dislipidemi,<br />

depresyon, HT ile yakın ilişkilidir. Obezite aynı<br />

zamanda kendi kendine itibar, beden imajı, beğenilmeme<br />

ve çözümlenmemiş seksüel oryantasyon gibi depresyon<br />

ve anksiyeteye neden olarak seksüel işlevi bozmaktadır.<br />

Ancak bu alanda daha çok bilimsel çalışma ve veriye ihtiyaç<br />

vardır.<br />

Metabolik sendrom komponentlerinden DM ile kadın<br />

seksüel fonksiyon bozukluğu arasındaki ilişki obeziteye<br />

oranla daha nettir ve kadın cinsel işlev bozukluğu için risk<br />

faktörüdür.<br />

DM bağlı olarak gelişen kadın seksüel disfonksiyonu<br />

literatürde uzun dönem sonuçları da içerecek şekilde<br />

ortalama %35-%54 oranında görülmektedir (18,19). DM<br />

kadın seksüel disfonksiyonunda Erol ve ark, Enzlin ve ark<br />

yaptıkları çalışmaların ortak özelliği diabetik kadınlarda en<br />

çok libido azalmaktadır (%57-77), bunu orgazmik disfonksiyon<br />

(%49-51) ve vajinal kuruluk (%37-47) takip etmektedir.<br />

Ancak literatürde libidonun etkilenmediğini söyleyen<br />

çalışmalar da mevcuttur (20). Disparoni açısından Basson<br />

yaptığı çalışmada diabetiklerin olmayanlara göre daha<br />

çok vajinal kuruluk ve ağrı saptandığını ve diabetin tipi<br />

açısındanda tip II diabetlilerde daha çok görüldüğünü ortaya<br />

koymuştur. Bu durum DM komplikasyanlarının daha<br />

çok tip I de görülmesi ve altta yatan mekanizmaları daha<br />

kolay tetiklemesi teorisine karşıt bir veri olarak karşımıza<br />

çıkmaktadır. Bu durumu destekleyen bir çalışmada da diabetik<br />

kadınlarda seksüel disfonksiyon ile kardiovasküler<br />

risk faktörleri arasında bir ilişki saptanamamış olmasıdır<br />

(19,21). Oysa ki erkeklerde ED kan şekeri regülasyonu,<br />

kardiovasküler hastalık ve mikroanjiopatik ateroskleroz<br />

endotel harabiyeti ve diabete sekonder nöropati ile yakın<br />

ilişkilidir. Hatta penil vasküler yataktaki mikroanjiopatik<br />

değişiklikler 2-5 yıl sonraki kardovasküler hastalığın habercisi<br />

olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

Hipertansiyon kadın seksüel disfonksiyonu yapan temel<br />

metabolik sendrom bileşenlerinden biridir. Esansiyel<br />

HT tanısı alan hastaların hipertansif olmayanlara göre FSFI<br />

indeksi anlamlı olarak düşük bulunmuştur. Hatta esansiyel<br />

HT nedeniyle tedavi alanlarda kontrolsüz HT olanlara söre<br />

FSFI skorları daha düşük bulunmuştur (22).<br />

İlaçlar arasında her iki cinste de seksüel disfonksiyona<br />

yol açan en önemlisi SSRI grubu ilaçlardır. SSRI lar kadınlarda<br />

orgazm ve uyarılma bozukluklarına neden olurlar.<br />

80


Derleme<br />

KADIN CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Kadınlarda tamoksifen de seksüel disfonksiyona yol açan<br />

ajanlar arasındadır. Antihipertansiflerden thiazid diüretikleri<br />

seksüel disfonksiyona yol açarlar. Ancak bu durum değerlendilirken<br />

altta yatan hastalığın da ilaçlar gibi bu klinik<br />

tablonun bir parçası olduğu akıldan çıkarılmamalıdır (23).<br />

Ancak son dönemde sıklıkla kullanılan irbesertan, felodipin<br />

ve metoprolol de seksüel disfonksiyona yol açabileceği<br />

düşünülmektedir (24).<br />

Metabolik sendrom tanısı ve seksüel fonksiyon bozukluğu<br />

arasındaki ilişkiyi tanımlayan Epsosito ve ark yaptığı<br />

çalışmada hastaların post menopozal dönemde olması ile<br />

premenopozal dönemde olması arasında anlamlı farklılık<br />

saptanmıştır. Hastalarda ortak bozulan FSFI skoru, cinsel<br />

tatmin, uyarılma, lubrikasyon ve orgazm skorları anlamlı<br />

derecede düşük bulunmuştur. Hastanın premenopozal<br />

dönemde olması ile de orgazm ve uyarılma bozukluğunda<br />

artma ve metabolik sendrom tanı kriterlerinde artış ve<br />

FSFI skorunda düşme saptanmıştır (25). Başka bir metabolik<br />

sendrom ve seksüel disfonksiyon çalışmasında premenopozal<br />

kadınlarda istek azalması ve orgazm bozukluğu<br />

dışında diğer alanlardan değişiklik yapmadığı gösterilmiştir.<br />

Post-menopozal dönemde ise metabolik sendromun<br />

seksüel disfonksiyon ile ilişkisi gösterilememiştir (26).<br />

Konuyu irdeleyen ve konsensus raporu hazırlayan Princeton<br />

uzlaşma grubunun verileri incelendiğinde;<br />

Konsensüs raporunda kardiovasküler risk ile kadın cinsel<br />

fonksiyon bozukluğu arasındaki ilişki gözden geçirilmiştir.<br />

İlk kez kadın cinsel işlev bozukluğu ile sistemik vasküler<br />

endoteliyal disfonksiyon tanımlanmaya çalışılmıştır.<br />

Kadınlardaki kardiyometabolik risk (hipertansiyon, dislipidemi<br />

ve / veya hiperlipidemi, sigara, diyabet ve metabolik<br />

sendrom / obezite) olarak saptandı. Bu hastalarla kadın<br />

seksüel disfonksiyon arasındaki ilişki değerlendirilmiştir.<br />

Bu raporun sonuçlarına göre;<br />

• Metabolik sendrom / obesite olanlarda olmayanlara<br />

göre daha çok FSD var.<br />

• HT olanlarda normotansiflere göre daha çok FSD<br />

var. KAH ve hiperlipidemi ile KAH olanlarda sadece<br />

hiperlipidemi olanlara göre daha çok FSD var.<br />

• Kardiometabolik risk faktörlerinden DM ve Koroner<br />

kalp hastalığı seksüel disfonksiyon ile yakın ilişki<br />

bulunmuştur.<br />

• FSD ile metabolik sendrom / obezite tedavisinin<br />

ilişkili olduğunu desteklemektedir.<br />

• Şu anda, FSD gelecekteki kardiyovasküler olayların<br />

bir belirleyicisi olduğunu destekleyen veri yoktur<br />

(27).<br />

Sonuç<br />

Kadın cinsel sağlığı fizyolojisi ve patofizyolojisi karmaşıktır.<br />

Katkıda bulunan faktörlerin çok sayıda olması (hormonal,<br />

psikolojik, kişiler arası ve sosyal ilişki vs.) ile uyarılma<br />

ve arzunun öznel ve nesnel yönleri arasında göreceli<br />

bağımsızlık vardır. Sınırlı mevcut verilere göre, kadın cinsel<br />

sağlığı ve vasküler risk faktörleri (hipertansiyon, hiperlipidemi,<br />

metabolik sendrom / obezite, diyabet ve koroner<br />

kalp hastalığı) arasında bir ilişki görünmektedir. Daha fazla<br />

araştırmaya ihtiyaç olduğu kesindir.<br />

Kaynaklar<br />

1. Traish A.M, Kim N.N, Munarriz R, Goldstein I. Female sexual genital<br />

arousal: biochemical mediators and potential mechanisms of<br />

dysfunction. Drug Discovery Today 2004 Vol.1, No.1: 91-7<br />

2. Kadıoğlu A, Usta MF, Cangüven O, Semerci B, Aşcı R, Yaman Ö ,<br />

Orhan I, Çayan S. Seksüel tıp ( erkek ve kadınlarda seksüel fonksiyon<br />

bozukluklar,( Eds.) Lue TF ve ark., Türk androloji derneği, İstanbul<br />

medikal yayıncılık, 2006.<br />

3. Masters WH & Johnson VE (1970) Human Sexual Inadequacy. Little<br />

Brown, Boston.<br />

4. Kaplan HS. The New Sex Therapy: Active Treatment of Sexual<br />

Dysfunctions. New York, NY: Brunner/Mazel; 1974.<br />

5. Basson R. Female sexual response: the role of drugs in the management<br />

of sexual dysfunction. Obstet Gynecol. 2001 Aug;98(2):350-3.<br />

6. Hayes RD, Bennett CM, Fairley CK, Dennerstein L. What can prevalence<br />

studies tell us about female sexual difficulty and dysfunction? J Sex<br />

Med. 2006 Jul;3(4):589-95.<br />

7. Eckel RH, Grundy SM, Zimmet PZ. The metabolic syndrome. Lancet<br />

2005;365: 1415–1422.<br />

8. Ford ES, Giles WH, Dietz WH. Prevalence of the metabolic syndrome<br />

among US adults: findings from the Third National Health and<br />

Nutrition Examination Survey. JAMA 2002;287:3<strong>56</strong>–359.<br />

9. Laumann E, Paik A, Rosen R: Sexual dysfunction in the United<br />

States:Prevalence and predictors. JAMA. 281:537-544, 1999<br />

10. Berman JR & Bassuk J Physiology and pathophysiology of female<br />

sexual function and dysfunction. World J Urol 2002:20: 111-118.<br />

11. Min K, O’Connell L, Munarriz R, Huang YH, Choi S, Kim N, Goldstein I &<br />

Traish A Experimental models for the investigation of female sexual<br />

function and dysfunction. Int J Impot Res 2001: 13, 151-1<strong>56</strong>.<br />

12. Eckel RH, Grundy SM, Zimmet PZ. The metabolic syndrome. Lancet<br />

2005;365: 1415–1422.<br />

13. Esposito K, Ciotola M, Giugliano F, Bisogni C, Schisano B, Autorino<br />

R, Cobellis L, De Sio M, Colacurci N, Giugliano D. Association of body<br />

weight with sexual function in women. Int J Impot Res. 2007 Jul-<br />

Aug;19(4):353-7. Epub 2007 Feb 8.<br />

14. Kinzl JF, Trefalt E, Fiala M, Hotter A, Biebl W, Aigner F.Partnership,<br />

sexuality and sexual disorders in morbidly obese women: consequences<br />

of weight loss after gastric banding. Obes Surg 2001; 11: 455–458.<br />

15. Imbimbo C, Gentile V, Palmieri A, Longo N, Fusco F, Granata AM et<br />

al.Female sexual dysfunction: an update on physiopathology. J<br />

Endocrinol Invest 2003; 26(3 Suppl.): 102–104. 205.<br />

16. Bajos N, Wellings K, Laborde C, Moreau C; CSF Group .Sexuality and<br />

obesity, gender perspective: results from French national random<br />

probability survey of sexualbehaviour. BMJ. 2010 Jun 15;340:c2573.<br />

doi: 10.1136/bmj.c2573.<br />

81


KADIN CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

17. Adolfsson B, Elofsson S, Rossner S, Unden AL. Are sexual dissatisfaction<br />

and sexual abuse associated with obesity? A population-based study.<br />

Obes Res 2004; 12: 1702–1709.<br />

18. Esposito K, Maiorino MI, Bellastella G, Giugliano F, Romano M,<br />

Giugliano D. Determinants of female sexual dysfunction in type 2<br />

diabetes. Int J Impot Res. 2010;22(3):179-84.<br />

19. Enzlin P, Mathieu C, Van Den Bruel A, Bosteels J, Vanderschueren D,<br />

Demyttenaere K. Sexual dysfunction in women type 1 diabetes.Diabetes<br />

Care 2002; 25:672-677.<br />

20. Salonia A, Lanzi R, Scavini M, Pontillo M, Gatti E, Petrella G, Licata<br />

G,Nappi RE, Bosi E, Briganti A, Rigatti P, Montorsi F. Sexual function<br />

and endocrine profile in fertile women with type 1 diabetes. Diabetes<br />

Care 2006; 29:312–316.<br />

21. Erol B, Tefekli A, Sanli O, Ziylan O, Armagan A, Kendirci M et al. Does<br />

sexual dysfunction correlate with deterioration of somatic sensory<br />

system in diabetic women? Int J Impot Res 2003; 15: 198–202.<br />

22. De Franciscis P, Mainini G, Messalli EM, Trotta C, Luisi A, Laudando E,<br />

Marino G, Della Puca G, Cerreto FV, Torella M. Arterial hypertension and<br />

female sexual dysfunction in postmenopausal women. Clin Exp Obstet<br />

Gynecol. 2013;40(1):58-60.<br />

23. Giuliano F, Droupy S. Sexual side effects of pharmacological treatments<br />

Prog Urol. 2013 Jul;23(9):804-10.<br />

24. Doumas M, Anyfanti P, Lazaridis N. Effects of antihypertensive therapy<br />

on female sexual dysfunction: clinically meaningful? J. Hypertens. 2012<br />

Jun; 30(6):1263-4<br />

25. Esposito K, Ciotola M, Marfella R, Tommaso DD, Cobellis L, Giugliano D.<br />

The metabolic syndrome: a cause of sexual dysfunction in women. Int J<br />

Impot Res 2005; 17: 224–226.<br />

26. Ponholzer A, Temml C, Rauchenwald M, Marszalek M, Madersbacher S.<br />

Is the metabolic syndrome a risk factor for female sexual dysfunction<br />

in sexually active women? Int J Impot Res. 2008 Jan-Feb; 20(1):100-4.<br />

27. Miner M, Esposito K, Guay A, Montorsi P, Goldstein I. Cardiometabolic<br />

risk and female sexual health: the Princeton III summary. J Sex Med.<br />

2012 Mar; 9(3):641-51.<br />

82


Derleme<br />

KADIN CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Diyabetes mellitus’un kadın cinsel fonksiyonlarına<br />

etkisi<br />

Doç. Dr. Halil Çiftçi, Prof. Dr. Ercan Yeni<br />

Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı<br />

Diyabetes mellitus (DM) dünyada yaygın bir hastalık<br />

olup, özellikle artan yaşlı populasyon, obezite ve fiziksel<br />

inaktivite gibi nedenlere bağlı olarak artmaya devam etmektedir<br />

(1). Diyabetin artan prevalansıyla birlikte artan<br />

komplikasyonları da kaçınılmaz hale gelmiş olup psikolojik,<br />

psikososyal ve cinsel fonksiyon bozukluğu gibi birçok<br />

sağlık sorunlarına neden olabilmektedir (2,3). Çünkü DM,<br />

kronik fiziksel bir hastalık olmanın yanı sıra hasta açısından<br />

ruhsal, duygusal, sosyal ve psikoseksüel bir dizi sorun<br />

ve çatışmanın gündeme gelmesine yol açabilen bir<br />

durumdur. Diyabete bağlı erkeklerdeki cinsel fonksiyon<br />

bozuklukları iyi bilinmektedir. Bununla ilgili ilk açıklamalar<br />

10.yüzyılda İbn-i Sina tarafından bildirilmiş olup diyabetli<br />

hastalarda cinsel fonksiyonların negatif yönde etkileneceği<br />

konusunda bildiriler yayınlanmıştır (4,5).Yukarıda belirtilen<br />

erkek hasta çalışmalarının aksine diyabetli kadınlarda<br />

cinsel fonksiyon bozukluğu erkekler kadar yeterince ilgi<br />

bulamamış, bu nedenle bu konudaki bilgilerimizde yeterli<br />

değildir (6,7,8). Bu konuyla ilgili ilk çalışma 1971’de Kolodny<br />

tarafından yapılmasına rağmen birçok nedene bağlı<br />

olarak günümüze kadar DM’un kadın cinsel sağlığıyla ilgili<br />

yönünü ele alan geniş çalışmalar pek olmamıştır (9).<br />

Bununla birlikte diyabete bağlı gelişen komplikasyonlar ve<br />

cinsel fonksiyon bozukluğu erkek ve kadında benzerdir.<br />

Son dönem diyabetin kadın cinselliği üzerine etkisiyle ilgili<br />

yapılan çalışmalarda diyabetli kadınlarda cinsel fonksiyon<br />

bozukluğu açısından diyabetli olmayanlara göre artan bir<br />

risk faktörüne sahip oldukları bildirilmektedir (3,10). Bazı<br />

araştırmacılar DM tipinin ve depresyonun cinsel istek ve<br />

tatminle ilişkili olduğunu rapor etmelerine karşın, DM’lu<br />

kadınlarda cinsel fonksiyon bozukluğu ile ilgili muhtemel<br />

patofizyolojik mekanizmalar halen net değildir (9).<br />

Tanım<br />

Kadın cinsel fonksiyonu fiziksel ve duyusal olayları<br />

içeren ve kişinin kendini iyi hissetmesini sağlayan karma-<br />

şık olaylar zincirini içermektedir. Kökleşmiş kültürel gelenekler,<br />

dinsel inanışlar, kadın cinsel fonksiyonunu değerlendirmek<br />

için standartlaştırılmış tanımların eksikliği ve<br />

bilemediğimiz birçok nedenden dolayı kadın cinsel sağlığıyla<br />

ilgili geniş serileri içeren çalışmalar pek olmamıştır<br />

(9). Bu alanda 1950’lerin başında Masters and Johnson ve<br />

1970’lerde Kaplan ve arkadaşları fizyolojik ve psikolojik<br />

çalışmalara dayalı olarak kadın cinsel yanıtın döngüsünü<br />

tanımladılar (11,12). Sınıflama birçok kez gözden geçirilmesiyle<br />

birlikte en son DSM-5’in 2010 yılı Ekim ayında yayımlanan<br />

taslağında cinsel işlev bozuklukları alanında ciddi<br />

değişikliklerin yapıldığı dikkati çekmektedir (13). Cinsel<br />

fonksiyon bozukluğu (CFB); farklı nedenlere bağlı cinsel<br />

uyarıya karşı oluşan arzu, uyarılma, orgazm fazlarından biri<br />

veya bir kaçının oluşmaması ve cinsel ilişki sırasında ağrı<br />

olması olarak tanımlanır. Bu durum kadının kendine olan<br />

güvenini, kişiler arası ilişkilerini, evlilik ilişkisini, psikolojisini<br />

ve yaşam kalitesini etkileyen çok boyutlu bir sağlık sorunudur<br />

(14,15). Genel olarak kadın cinsel fonksiyon bozukluğunun<br />

prevalansı farklı tanım kriterlerine, ülkelerin farklı<br />

kültürlerine, dinsel inanışlarına bağlı olarak birçok çalışmada<br />

farklılık göstermekte ve muhtemelen çalışmalarda<br />

bildirilen oranlardan daha yüksek olduğu yönündedir. Bu<br />

bağlamda yapılan çalışmalarda oran %40-60 arasında değişmektedir<br />

(16,17,18). Cinsel istek bozukluğu ve uyarılma<br />

bozuklukları en sık görülen cinsel işlev bozukluklarıdır. Her<br />

3 kadından 1’inde cinsel istek ve uyarılma bozukluğu görülebilmektedir<br />

(19). Yirmi dokuz ülkede 40- 80 yaşlarında<br />

13.882 kadınla yapılan çalışmaya göre kadınların %27’sinde<br />

cinselliğe olan ilgide azalma, %21’inde orgazm bozuklukları,<br />

%17’sinde lubrikasyon problemleri ve %10’unda<br />

disparoni saptanmıştır (20).<br />

Etiyoloji<br />

Kadın cinsel fonksiyon bozukluğu, fizyolojik, biyolojik,<br />

psikolojik sosyal ve kültürel bileşenleri olan çok boyutlu bir<br />

83


KADIN CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

sağlık sorunudur (21). Bir çok faktör etkili olmasına rağmen<br />

yapılan çalışmalar özelikle depresyon, anksiyete, geçmişinde<br />

seksüel travma, cinsel taciz gibi psikolojik sorunların<br />

daha etkili olduğu öne sürülmektedir (22). İkinci planda<br />

önemli neden ürogenital, nörolojik, endokrin bozukluklar,<br />

pelvik ağrı sendromları, menopoz, hamilelik, obezite,<br />

sosyal statü, sosyoekonomik ve çevresel faktörler, diyabet<br />

ve hipertansiyon, kronik hastalıklar gibi yaşam kalitesiyle<br />

ilgili sorunlar gelmektedir. Bunun yanında antineoplastik,<br />

antidepressanlar ve antihipertansif gibi farmakoterapiler,<br />

majör cerrahi operasyonlar ve radyoterapiler de etyolojide<br />

rol alabilmektedir (23,24).<br />

Diyabetes mellitus ve kadın cinsel fonksiyon bozukluğu<br />

Cinsel işlev bozukluğu DM’lu hastalarda DM olmayanlara<br />

göre 10-20 yıl erken başlamakta ve daha sık görülmektedir<br />

(25). DM’a bağlı kadın cinsel fonksiyon bozukluğunun<br />

belirtileri karışık olsa da genelde cinsel arzu ve<br />

ilgide azalma veya kaybolma, uyarılma ve lubrikasyonda<br />

azalma ve buna bağlı ağrılı cinsel ilişki, orgazma ulaşma<br />

yeteneğinde azalma ya da kayıp gibi belirtiler olabilmektedir<br />

(9). Çalışmalarda çelişkili açıklamalar olmasına rağmen<br />

DM’un kadın cinsel fonksiyonlarına etkisi değişken olup<br />

bütün evrelerini etkileyebilmektedir. Ziaei-Rad ve ark. Tarafından<br />

yapılan bir çalışmada DM’lu kadınların %88’inde<br />

(26); Esposito ve ark. tarafından yapılan bir çalışmada ise<br />

DM’lu kadınların %53.4’ünde cinsel işlev bozukluğunun<br />

var olduğu saptanmıştır. Diyabetli kadınlarda diyabetli olmayanlara<br />

göre vajinal kuruluk hissi fazla ve cinsel istek<br />

daha azdır (27) . Enzlin ve ark. tarafından yapılan bir başka<br />

çalışmada diyabetli kadınların %35’inde cinsel işlev bozukluğu<br />

olduğu; bunların %57’inde libido kaybı, %51’inde<br />

orgazm sorunu, %47’sinde lubrikasyon sorunu, %38’inde<br />

uyarılma bozukluğu ve %21’inde cinsel ilişki sırasında ağrı<br />

varlığı tespit edilmiştir (28). Erol ve ark. tarafından yapılan<br />

bir çalışmada diyabetli kadınlarda saptanan cinsel fonksiyon<br />

bozuklukları sırasıyla libidoda azalma (%77.7), klitoral<br />

duyarlılıkta azalma (%62.5), orgazm bozukluğu (%49), vajinal<br />

rahatsızlık hissi (%41.6), vajinal kuruluk (%37.5) olduğu<br />

saptanmış ve en yaygın semptomun libido azlığı (%77.7)<br />

olduğu rapor edilmektedir (29).<br />

DM’un tipiyle ilgili çalışmalarda literatürdeki birçok ülkeden<br />

birçok çalışma gerek Tip 1 gerek Tip 2 DM’lu kadınlarda<br />

cinsel fonksiyon bozukluğunun prevalansı normal<br />

hastalara göre yüksek olduğunu rapor etmektedirler (30-<br />

38). Yapılan çalışmalarda Tip1 ve Tip 2 DM’un cinsel fonksiyonlara<br />

etkileri farklı olarak rapor edilirken, çalışmaların<br />

çoğu Tip2 DM’lu kadınların Tip 1’göre cinsel fonksiyon bozukluğu<br />

açısından daha çok etkilendikleri bildirilmektedir.<br />

Bu özellikle yaşla ilgili faktörler, menopoz, artmış depresyon,<br />

komplikasyonlar ve kronik hastalıklar oranın Tip2’de<br />

daha yüksek olması nedenine bağlanmaktadır (39). Schiel<br />

ve ark.’nın diyabetli kadınlar üzerinde yaptıkları çalışmada<br />

cinsel işlev bozukluğu prevalansı Tip 1 DM için %18, Tip 2<br />

diyabet için %42 olarak saptanmıştır (40). Doruk ve ark.’nın<br />

çalışmasında cinsel işlev bozukluğu prevalansı Tip 1 DM’lu<br />

kadınlarda %71, Tip 2 DM’lu kadınlarda %42 olarak saptanmıştır<br />

(41). Maiorino Ke ve arkadaşlarının çalışmalarında<br />

ise tip 2 DM’lu kadınlarda %54, tip 1 DM’lu kadınlarda ise<br />

%35 olarak rapor etmişlerdir (42).<br />

Diyabetes mellituslu kadınlarda seksüel<br />

disfonksiyonun patogenezi<br />

Kadındaki cinsel fonksiyon, vajinal hemodinamikler<br />

ve lubrikasyon, klitoral hemodinami, pelvik ve genital<br />

kas aktivitesi, pelvik organların inervasyonu ve nörojenik<br />

uyarının organizasyonu gibi fizyolojik olayların kombinasyonunun<br />

etkisi altındadır. Diyabetli kadınlarda, seksuel<br />

disfonksiyonun patogenezi tartışmalı olmakla beraber hiperglisemi,<br />

enfeksiyon, vasküler, nöronal ve psikososyal<br />

bozukluklar temelinde ele alınmaktadır (43,44). Hiperglisemiyle<br />

ilgili hipotezlerde, müköz membranlarda hidrasyonun<br />

azalmasına, artmış ürogenital enfeksiyon insidansı<br />

nedeniyle azalmış vajinal kayganlık, ağrılı cinsel ilişki,<br />

yanma, kaşıntı, sıkışma hissi, vajinal kuruluk veya akıntıyla<br />

sonuçlanabilmektedir ve bunun sonucu pelvik bölgede<br />

ağrı ve huzursuzluk hissi oluşmaktadır (45). Normal bir<br />

cinsel fonksiyonda görsel ve duyusal erotik uyaranlara<br />

cevap vermek için normal bir duyu ve normal bir otonomik<br />

sinir sistemin olması gerekmektedir. Çünkü seksüel<br />

uyarılma çoğunlukla sağlam bir sempatik sinir sistemine<br />

bağlıdır. Bunun ötesinde vazoaktif intestinal polip (VİP),<br />

nitrik oksid (NO), nonadrenerjik/nonkolinerjik nörotransmitörlerin<br />

düz kas gevşemesinde ve buna bağlı genital<br />

bölgede kan akımın artmasına neden olmakta olup cinsel<br />

fonksiyonları etkileyebilmektedir. DM’un kronik komplikasyonu<br />

olarak vasküler ve nöronal yapı etkilenmekte ve<br />

bunun sonucunda genital bölgede yapısal ve fonksiyonel<br />

bozukluklar olmakta bu da cinsel fonksiyonları olumsuz<br />

yönde etkileyebilmektedir. kadın cinsel fonksiyon<br />

84


Derleme<br />

KADIN CİNSEL SAĞLIĞI<br />

ve disfonksiyonunda rol alan hemodinamik ve nöronal<br />

düzenleyicilerin rollerini açıklayıcı bir çok insan ve hayvan<br />

çalışması yapılmıştır. Hayvan deneylerde diyabetin<br />

genital trakta yapısal ve fonksiyonel değişikliklere neden<br />

olup sonuçta uyarılma ve orgazmik bozukluklara neden<br />

olduğu rapor edilmektedir (46-48). Bir başka hayvan çalışmasında<br />

DM’un azalmış sinir ileti sistemi, azalmış klitoral<br />

ve vajinal kan akımı, vajina ve klitoral dokuda artmış<br />

fibrozis, vajende azalmış müsküler ve epitelyal kalınlığa<br />

bağlı bozulmuş seksüel cevapla sonuçlanabilmektedir<br />

(49). Fizyolojik uyarılmayı ölçmek için vajinal pletismografi<br />

kullanılarak yapılan insan çalışmalarında diyabetin genital<br />

bölgede duyuyu azalttığı ama bunun seksüel cevabı<br />

etkileyip etkilemediği konusu halen net değildir (49) Yapılan<br />

çalışmalarda diyabetin vasküler hasarı sonucu, lokal<br />

kan akımındaki değişikliklere bağlı olarak klitoral uyarılmada<br />

ve vajinal kayganlıkta azalma sonucu ağrılı cinsel<br />

ilişki yada cinsel ilişki sırasında azalmış uyarılmaya neden<br />

olabilmektedir (49). Diyabetik nöropatinin varlığı vajinal<br />

duvarda değişiklik, pelvik taban disfonksiyonu, kas tonusunda<br />

zayıflama sonucu olarak, orgazm, uyarılma, cinsel<br />

ilişkide ağrı gibi seksüel cevabı olumsuz yönde etki yapabilmektedir<br />

(50).<br />

Bununla birlikte yapılan çalışmalarda DM’un değişen<br />

hormon (androjen, östrojen, progesterone ve seks hormon<br />

bağlıyan globulinle(SHBG) aktivitesiyle birlikte olduğu rapor<br />

edilmektedir (51). Östrojen mukozal epitelin devamlılığında,<br />

duyu eşiğinde ve genital kan akımında önemli<br />

rol oynamakta olup cinsel arzu için önemli parametredir<br />

(29). Androjenler primer olarak seksüel arzuyu, uyarılmayı,<br />

orgazmı ve genel iyililik halini etkilerken, progesteron<br />

organlarda reseptör artışına sebep olabilmektedir (29,51).<br />

Ayrıca diyebetle birlikte görülen birçok endokrinopatilerin<br />

örneğin tiroid bozuklukları, hipotalamo-hipofizer bozukluklar<br />

ve polikistik over sendromuda kadınlarda seksüel<br />

bozukluklara neden olabilmektedir.<br />

DM’lu kadınlarda seksüel disfonksiyonun önemli nedenlerinden<br />

biride depresyondur (52). Birçok çalışmada<br />

diyabetli bir kadında cinsel fonksiyon bozukluğu daha<br />

çok psikolojik faktörlerle ilişkilendirilmektedir (53). Yapılan<br />

çalışmalar diyabet ve cinsel disfonksiyonu olan kadınların<br />

cinsel disfonksiyonu olmayan kadınlara göre iki kat<br />

daha depresif semptomlara sahip olduğu bildirilmektedir.<br />

Bu kadınların depresyonla ilgili olarak cinsel disfonksiyonlarında<br />

sadece istekle ilgili olmayıp aynı zamanda<br />

uyarılma bozukluğunu da etkileyebilmektedir (53). Daha<br />

da önemlisi DM ve komplikasyonları, kadında özgüvenin<br />

yitirilmesine, sağlıklı durumun bozulmasına ve bununla<br />

ilişkili sosyal yaşamın bozulması sonucu kadında cinsel<br />

performansı etkileyebilmektedir (54). DM’lu kadınlarda<br />

seksüel disfonksiyonu üzerine yapılan çalışmalar, basit,<br />

az örneklemli, iyi standandartize edilmemiş seksüel disfonksiyon<br />

tanımı, önemli metodolojik hataların olmasına<br />

bağlı olarak sorunludur. Bununla birlikte mevcut çalışmaların<br />

sonucunda diyabetli kadınlarda cinsel bozuklukların<br />

kompleks bir durum olduğu; nörolojik, vasküler, hormonal<br />

ve psikososyal durumları içerdiği sonucuna varılmaktadır.<br />

Erkeklerin tersine diyabetli kadınlarda cinsel fonksiyon<br />

bozukluğuna neden olabilen yaş, BMI, menopoz,<br />

DM’un süresi ve glisemik kontrol gibi sebeplerlerin cinsel<br />

fonksiyon bozukluğu arasında bir ilişkinin zayıf ya da olmadığı,<br />

daha çok psikolojik faktörlerle ilişkili olduğu rapor<br />

edilmektedir (55).<br />

Seksüel disfonksiyonu olan diyabetes mellituslu<br />

kadınlara diyagnostik yaklaşım<br />

Kadınların seksuel fonksiyonu ve disfonksiyonunu<br />

değerlendirmek hem hasta hem de hekim için oldukça<br />

zordur. Seks ile ilgili kişisel tabular, gizlilik sorunları, aşağılanmayla<br />

ilgili sorunlar, doktor açısından zamanın kısıtlı<br />

olması ve kadın seksüel fonksiyonları hakkında sınırlı deneyimin<br />

olması, seksüel problemlerin ortaya konulmasını<br />

zora sokan durumlardır. Başlangıçta cinsel fonksiyon bozukluğun<br />

nedenleri olan psikojenik ve organik ayırımını<br />

iyi yapmak lazım. DM’li bir kadının seksüel disfonksiyona<br />

sahip olup olmadığı, uygun bir tedavi için hastanın psikososyal<br />

durumu, seksüel ve medikal hikayesi, komorbiditeleri<br />

ve hastalık durumu, aldığı ilaçlar ve hastanın ruhsal<br />

durumu hakkında bilgi sahibi olunmalıdır (<strong>56</strong>,53,57). DM’li<br />

hastalarda zayıf diyabetik kontrol ya da diyabetik komplikasyonların<br />

varlığı depresyona neden olabilmekte, minor<br />

depressif bir atağın varlığı bile cinsel arzu ve isteği etkileyebilmektedir.<br />

Kadın seksüel fonksiyon indeksi (FSFI), kısa<br />

seksüel fonksiyon indeksi (BISF-W), Derogatis Interview<br />

for Sexual Function (DISF/DISF – SR), kadın seksüel distress<br />

skalası (FSDS) gibi valide edilmiş sorgulama formlarıyla<br />

bu konuda uzman sağlık çalışanları tarafından kadın<br />

cinsel fonksiyonu ve disfonksiyonu hakkında bilgi edinilmelidir<br />

(58,59).<br />

85


KADIN CİNSEL SAĞLIĞI<br />

Derleme<br />

Seksüel disfonksiyonu olan diyabetes mellitus’lu<br />

kadınlara tedavi yaklaşımı<br />

Maalesef seksüel fonksiyonu bozuk DM’lu kadınlar için<br />

özel bir tedavi stratejisi yoktur. Çünkü birçok faktör DM’lu<br />

hastalarda cinsel fonksiyonlara negatif yönde etki yapabilmektedir.<br />

Tedavide bu konuda eğitimli ürolog, endokrinolog,<br />

jinekolog ve psikiyatrın katıldığı mültidisipliner bir<br />

yaklaşım gereklidir. Tek yönlü tedavinin başarılı olmadığı<br />

yapılan çalışmalarda rapor edilmektedir (59). Psikolojik<br />

sorunlar, önceki cinsel eğitim ve deneyimleri, ilişki sorunları,<br />

anksiyete ve depresyon, diyabet ve buna bağlı yaşam<br />

stili ile başarılı bir şekilde başa çıkmak önemli adımlardın<br />

biridir. Glikozemik kontrol için yapılan yaşam tarzı değişiklikleri<br />

örneğin sağlıklı ve dengeli beslenme, düzenli egzersiz,<br />

kilo kontrolü gibi durumlar sadece glikoz kontrolünü<br />

sağlamamakta aynı zamanda diyabetin komplikasyonlarını<br />

ve depresif semptomları tedavi edebilmekte ve bunun<br />

sonucunda cinsel fonksiyonları da düzeltebilmektedir<br />

(59,60). Özellikle istek, arzu, vajinismus bozukluklarında<br />

bilişsel davranışçı psikoterapi önerilmelidir (61). Uyarılma<br />

ve orgazm bozukluğu olan kadınlarda ise FDA onayı almış<br />

olan Eros klitoral terapi cihazından faydalanılabilinir (29).<br />

Cinsel işlev bozukluğu olan diyabetik kadınlar için depresyon<br />

tedavisi de önemlidir. Çünkü yapılan çalışmalarda<br />

uygun antidepresan tedavisi bu hastalarda uygun sonuç<br />

veren tedavi olabilmektedir. Yine bu hastalar için farmakolojik<br />

tedavi de mevcut olup güncel tedavi seçenekleri<br />

merkezi ve periferik etkili olan hormonal tedavilere dayanmaktadır.<br />

Hormon replasman tedavisi özellikle menopozal<br />

kadınlarda seksüel fonksiyonları düzeltmektedir.<br />

Özellikle östrojen bu hasta grubunda vajinal mukozanın<br />

yüzeyel tabakasını uyararak, vajinal Ph ve elastikiyeti artırarak,<br />

vajinal kayganlaşmayı ve kan akışını arttırarak cinsel<br />

fonksiyonları iyileştirmektedir (60). Birçok çalışmada<br />

testosteronun kadın cinsel uyarılma, genital hassasiyet ve<br />

orgazm üzerine etkisini göstermiştir (60). Bu konuda diğer<br />

tedavi önerilerinden biriside Tibolone olup androjenik,<br />

ösrtrojenik, ve progesteron aktivitesi ile, arzu uyarılma ve<br />

lubrikasyonu sağlamaktadır (62). Fentolamin’in uyarılma<br />

ve lubrikasyonu düzeltiği, bunun yanında Apomorfin, Larginin,<br />

alprostadil, gingko biloba gibi bitkisel tedaviler ve<br />

fosfo diesteraz tıp 5 enzim inhibitörleri cinsel fonksiyon<br />

bozukluklarında önerilmektedir (63).<br />

Sonuç<br />

Çalışmalarda DM’lu kadınların cinsel disfonksiyon açısından<br />

diyabetli olmayanlara göre daha yüksek risk faktörüne<br />

sahip olduğu bildirilmektedir. Çalışmaların sonuçları<br />

çelişkili olmakla beraber Tip2 diyabetin Tip1 diyabete göre<br />

cinsel fonksiyon açısından daha negative etkiye sahip olduğu<br />

bilinen bir gerçektir. Ama ne yazık ki seksüel siklusun<br />

hangi evresinin DM’ten daha çok etkilendiği, kesin altta<br />

yatan fizyopatolojisi ile ilgili verilerimiz halen sınırlıdır.<br />

Bununla birlikte geçerli kanıtlar bize göstermiştir ki DM’lu<br />

kadınlarda cinsel fonksiyonlar organik patolojiden ziyade<br />

psikososyal faktörlerden etkilenmektedir. Kadın cinselliği<br />

konusunda uzman eğitilmiş bir grup tarafından bu hastalar<br />

uygun bir şekilde değerlendirilmeli , uygun tanı ve tedavi<br />

stratejilerini belirlemeleridir. Tedavisi yaşam tarzı değişiklikleri,<br />

optimal diyabetin kontrolü, psikoterapi ve uygun<br />

farmakoterapidir (64).<br />

Kaynaklar<br />

1. Wild S, Roglic G, Green A, Sicree R, King H. Global prevalence of diabetes:<br />

estimates for the year 2000 and projections for 2030. ; Diabetes Care.<br />

2004; 27: 1047-1053.<br />

2. Anon. The effect of intensive treatment of diabetes on the<br />

development and progression of long-term complications in insulindependent<br />

diabetes mellitus. The Diabetes Control and Complications<br />

Trial Research Group.; N Engl J Med. 1993; 329: 977-986.<br />

3. Thomas AM, Lo Piccolo J. Sexual functioning in persons with diabetes:<br />

Issues in research, treatment, and education.; Clinical Psychology<br />

Review. 1994; 14: 61-86.<br />

4. Giraldi A, Kristensen E. Sexual dysfunction in women with diabetes<br />

mellitus.; J Sex Res. 2010; 47: 199-211.<br />

5. Özkan S. Psikiyatrik Tıp: Konsultasyon-Liyezon Psikiyatrisi, 1. baskı,<br />

İstanbul. 1993; s.94-99.<br />

6. Veves A, Webster L, Chen TF, Payne S, Boulton AJ. Aetiopathogenesis<br />

and management of impotence in diabetic males: four years experience<br />

from a combined clinic.; Diabet Med. 1995; 12: 77-82.<br />

7. Close CF, Ryder RE. Impotence in diabetes mellitus.; Diabetes Metab<br />

Rev. 1995 ;11: 279-285.<br />

8. Bhasin S, Enzlin P, Coviello A, Basson R. Sexual dysfunction in men and<br />

women with endocrine disorders.; Lancet. 2007; 369: 597-611.<br />

9. Ogbera AO, Chinenye S, Akinlade A, Eregie A, Awobusuyi. ;J J Sex Med.<br />

2009; 6: 3401–340<br />

10. Anzlin P, Mathieu C, Vanderschueren D, Demyttenaere K. Diabetes<br />

mellitus and female sexuality: a review of 25 years’ research.; Diabet<br />

Med. 1998; 15: 809-815.<br />

11. Masters WH, Johnson VE (eds). Human Sexual Response. 1st ed.<br />

Lippincott Williams & Wilkins.; Boston, 1966; 1-366.<br />

12. Kaplan HS (ed) Disorders of Sexual Desire And Other New Concepts and<br />

Techniques in Sex Therapy.; Brunner-Mazel Inc, New York: 1979; 1-237.<br />

13. İncesu C. DSM-5 ve cinsel işlev bozuklukları.; Nöropsikiyatri Arşivi.<br />

2011;48 Özel <strong>Sayı</strong> 1:1-6.<br />

14. Salonia A, Zanni G, Briganti A, Fabri F, Rigatti P. The role of the<br />

urologist in the management of female sexual dysfunction.;Curr opin<br />

Urol. 2004;14:389-393.<br />

15. Spector I, Carey M. Incidence of the sexual dysfunction: a critical<br />

rewiew of the empirical literature.; Arch Sex Behav. 1990;19:389-408.<br />

16. Laumann EO, Paik A, Rosen RC. Sexual dysfunction in the United<br />

86


Derleme<br />

KADIN CİNSEL SAĞLIĞI<br />

States: prevalence and predictors. JAMA . 1999 ; 281: 537-544.<br />

17. Lewis RW, Fugl-Meyer KS, Bosch R, et al. Epidemiology/risk factors of<br />

sexual dysfunction.; J Sex Med. 2004; 1: 35-39.<br />

18. Nazareth I, Boynton P, King M. Problems with sexual function in people<br />

attending London general practitioners: cross sectional study.; BMJ.<br />

2003; 327: 423.<br />

19. Oksuz E. Malhan S. Prevalence and risk factors for female sexual<br />

dysfunction in Turkish women.; Journal of Urology. 2006;175:654- 658.<br />

20. Laumann EO, Nicolosi A, Glasse DB, Paik A, Gingell C, Moreira. Sexual<br />

problems among women and men aged 40-80 y: prevalence and<br />

correlates identified in the Global Study of Sexual Attitudes and<br />

Behaviors.; Int J Impot Res. 2005; 17:39-57<br />

21. Berman JR. Physiology of female sexual function and dysfunction.; Int<br />

J Impot Res. 2005;17 :44-51.<br />

22. Bancroft J, Loftus J, Long JS. Distress about sex: a national survey of<br />

women in heterosexual relationships.; Arch Sex Behav. 2003;32: 193-<br />

208.<br />

23. Woodard TL, Diamond MP. Physiologic measures of sexual function in<br />

women: a review.; Fertil Steril. 2009; 92: 19-34.<br />

24. Basson R, Berman J, Burnett A, et al. Report of the international<br />

consensus development conference on female sexual dysfunction:<br />

definitions and classifications. J Urol. 2000; 163: 888-893.<br />

25. Beysel M, Şengör F. Diyabet ve erektil disfonksiyon İçinde: Erkek ve<br />

Kadın Cinsel Sağlığı. Ed: Kadıoğlu A, Başar M, Semerci B, Orhan İ,<br />

Aşçı R, Yaman MÖ, Çayan S, Usta MF, Kendirci M, Acar Matbaacılık,<br />

İstanbul,2004; 431-450<br />

26. Ziaei-Rad M, Vahdaninia M, Montazeri A. Sexual dysfunctions in<br />

patients with diabetes: a study from Iran.; Reprod Biol Endocrinol.<br />

2010; 18: 8 -50.<br />

27. Esposito K, Maiorino MI, Bellastella G, Giugliano F, Romano M,<br />

Giugliano D. Determinants of female sexual dysfunction in type 2<br />

diabetes.; Int J Impot Res. 2010;22:179-84.<br />

28. Enzlin P, Rosen R, Wiegel M, Brown J, Wessells H, Gatcomb P, Rutledge B,<br />

Chan KL, Cleary PA. Sexual dysfunction in women with type 1 diabetes:<br />

long-term findings from the DCCT/ EDIC study cohort.; Diabetes Care.<br />

2009; 32:780-5.<br />

29. Erol B, Tefekli A, Özbey I, Salman F, Dinçağ N, Kadıoğlu A, Tellaloğlu S.<br />

Sexual dysfunction in tip 2 diyabetic females: A comparative study.; J<br />

Sex Marital Ther. 2002; 28: 55-62.<br />

30. Enzlin P, Mathieu C, Van den Bruel A, et al, Sexual dysfunction in<br />

women with type 1 diabetes: a controlled study. Diabetes Care. 2002;<br />

25: 672-677<br />

31. Erol B, Tefekli A, Ozbey I, et al, Sexual dysfunction in type II diabetic<br />

females: a comparative study. J Sex Marital Ther. 2002; 28: 55-62.<br />

32. Olarinoye J, Olarinoye A. Determinants of sexual function among<br />

women with type 2 diabetes in a Nigerian population. J Sex Med .2008;<br />

5: 878-886.<br />

33. Doruk H, Akbay E, Cayan S, et al. Effect of diabetes mellitus on female<br />

sexual function and risk factors.; Arch Androl. 2005; 51: 1-6<br />

34. Enzlin P, Rosen R, Wiegel M, et al. Sexual dysfunction in women with<br />

type 1 diabetes: long-term findings from the DCCT/ EDIC study cohort.;<br />

Diabetes Care. 2009 32: 780-785.<br />

35. Wallner LP, Sarma AV, Kim C. Sexual Functioning among Women with<br />

and without Diabetes in the Boston Area Community Health Study.; J<br />

Sex Med 2009; 7: 881-887.<br />

36. Ogbera AO, Chinenye S, Akinlade A, Eregie A, Awobusuyi J. Frequency<br />

and correlates of sexual dysfunction in women with diabetes mellitus.;<br />

J Sex Med. 2009; 6: 3401-3406.<br />

37. Nowosielski K, Drosdzol A, Sipinski A, Kowalczyk R, Skrzypulec V.<br />

Diabetes mellitus and sexuality–does it really matter?; J Sex Med.<br />

2010; 7: 723-735.<br />

38. Esposito K, Maiorino MI, Bellastella G, et al. Determinants of female<br />

sexual dysfunction in type 2 diabetes.; Int J Impot Res. 2010; 22: 179-<br />

184.<br />

39. Basson R, Human sex-response cycles. J Sex Marital Ther. 2001: 27:<br />

33-43.<br />

40. Schiel R, Muller UA. Prevalence of sexual disorders in a selection free<br />

diabetic population (JEVIN).; Diabetes Res Clin Pract. 1999; 44:115-121.<br />

41. Doruk H, Akbay E, Cayan S, Akbay E, Bozlu M, Acar D. Effect of diabetes<br />

mellitus on female sexual function and risk factors.; Arch Androl.<br />

2005; 51(1):1-6.<br />

42. Maiorino MI, Esposito K, Bellastella G, Giugliano F, Romano M,<br />

Giugliano D. Determinants of female sexual dysfunction in type 2<br />

diabetes.; J Impot Res. 2010;22:179-84<br />

43. Erol B, Tefekli A, Sanli O, et al. Does sexual dysfunction correlate with<br />

deterioration of somatic sensory system in diabetic women?; Int J<br />

Impot Res. 2003; 15: 198-202.<br />

44. Duby JJ, Campbell RK, Setter SM, White JR, Rasmussen KA. Diabetic<br />

neuropathy: an intensive review.; Am J Health Syst Pharm. 2004; 61:<br />

160-173.<br />

45. Rockliffe-Fidler C, Kiemle G. Sexual function in diabetic women: A<br />

psychological perspective.; Sexual and Relationship Therapy. 2003; 18:<br />

143.<br />

46. Park K, Ahn K, Chang JS, et al. Diabetes induced alteration of clitoral<br />

hemodynamics and structure in the rabbit.; J Urol. 2002168: 1269-<br />

1272.<br />

47. Park K, Ryu SB, Park YI, et al. Diabetes mellitus induces vaginal tissue<br />

fibrosis by TGF-beta 1 expression in the rat model.; J Sex Marital Ther.<br />

2001; 27: 577-587.<br />

48. . Giraldi A, Persson K, Werkstrom V, et al. Effects of diabetes on<br />

neurotransmission in rat vaginal smooth muscle.; Int J Impot Res.<br />

2001; 13: 58-66.<br />

49. Kim NN, Stankovic M, Cushman TT, et al. Streptozotocin-induced<br />

diabetes in the rat is associated with changes in vaginal hemodynamics,<br />

morphology and biochemical markers.; BMC Physiol. 2006; 6: 4.<br />

50. Brown JS, Wessells H, Chancellor MB, et al. Urologic complications of<br />

diabetes.; Diabetes Care. 2005; 28: 177-185<br />

51. Labrie F, Belanger A, Belanger P, et al. Androgen glucuronides, instead<br />

of testosterone, as the new markers of androgenic activity in women.;<br />

J Steroid Biochem Mol Biol. 2006; 99: 182-188.<br />

52. .Schram MT, Baan CA, Pouwer F. Depression and quality of life in<br />

patients with diabetes: a systematic review from the European<br />

depression in diabetes (EDID) research consortium.; Curr Diabetes Rev.<br />

2009; 5: 112-119<br />

53. Leedom L, Feldman M, Procci W, Zeidler A. Symptoms of sexual<br />

dysfunction and depression in diabetic women.; J Diabet Complications.<br />

1991; 5: 38-41.<br />

54. Schreiner-Engel P, Schiavi RC, Vietorisz D, Smith H, The differential<br />

impact of diabetes type on female sexuality.; J Psychosom Res.1987;<br />

31: 23-33.<br />

55. Tyrer G, Steel JM, Ewing DJ, et al. Sexual responsiveness in diabetic<br />

women. Diabetologia .1983; 24: 166-171.<br />

<strong>56</strong>. Basson R, Women’s sexual dysfunction: revised and expanded<br />

definitions. CMAJ.2005; 172: 1327-1333.<br />

57. Fugl-Meyer AR, Fugl-Meyer K, 2006 Sexual disabilities, problems and<br />

satisfaction in 18-74 year old Swedes. Scand J Sexology 2: 79-105.<br />

58. Jones LR. The use of validated questionnaires to assess female sexual<br />

dysfunction.; World J Urol. 2002; 2: 89-92.<br />

59. Aslan E, Fynes M, Female sexual dysfunction.; Int Urogynecol J Pelvic<br />

Floor Dysfunct. 2008; 19: 293-305.<br />

60. Suschinsky KD, Lalumiere ML, Chivers ML. Sex differences in patterns<br />

of genital sexual arousal: measurement artifacts or true phenomena?<br />

Arch Sex Behav. 2009; 38: 559-573.<br />

61. Al-Azzawi F, Bitzer J, Brandenburg U, et al. Therapeutic options for<br />

postmenopausal female sexual dysfunction.; Climacteric. 2010; 13:<br />

103-120.<br />

62. Nijland EA, Weijmar Schultz WCM, Nathorst-Boos J, et al. Tibolone and<br />

transdermal E2/NETA for the treatment of female sexual dysfunction<br />

in naturally menopausal women: results of a randomized activecontrolled<br />

trial. J Sex Med. 2008; 5:646-6<strong>56</strong>.<br />

63. Sarkadi A, Rosenqvist U. Intimacy and women with type 2 diabetes: an<br />

exploratory study using focus group interviews. Diabetes Educ. 2003;<br />

29: 641-652.<br />

64. Bargiota A, Dimitropoulos K, Tzortzis V, Koukoulis GN. Sexual<br />

dysfunction in diabetic women. Hormones (Athens). 2011; 10:196-206.<br />

87


TÜRKİYE’DEKİ ANDROLOJİ YAYINLARI<br />

Uluslararası dergilerde Türk araştırmacılar tarafından yapılan “Erkek ve Kadın Cinsel Sağlığı”, “Erkek İnfertiltesi”, “Prostat hastalıkları” ve “Erkek Genital<br />

Sistemi Sorunları” ile ilgili yayınlar listesi. Bu liste 16.12.2013-31.03.<strong>2014</strong> tarihleri arasında PubMed ve Ulakbim veri tabanı temel alınarak hazırlanmıştır.<br />

Bu listede yayını olmayan ve bu tarihten sonra uluslararası dergilerde yayını basılan araştırmacıların Türk <strong>Androloji</strong> Derneği sekreterliğine yayın<br />

künyelerini iletmeleri rica olunur.<br />

1. Alp BF, Uguz S, Malkoc E, Ates F, Dursun F, Okcelik S, Kocoglu H, Karademir AK. Does circumcision have a relationship with ejaculation time?<br />

Premature ejaculation evaluated using new diagnostic tools. Int J Impot Res. <strong>2014</strong> Jan 2. doi: 10.1038/ijir.2013.47. [Epub ahead of print]<br />

2. Aslan Y, Guzel O, Balci M, Tuncel A, Yildiz M, Atan A. The impact of metabolic syndrome on serum total testosterone level in patients with<br />

erectile dysfunction. Aging Male. <strong>2014</strong> Feb 27. [Epub ahead of print]<br />

3. Ataman MB, Bucak MN, Coyan K. Esterified glucomannan improves aflatoxin-induced damage of sperm parameters during liquid storage of<br />

ram semen at 5°C. Cryobiology. <strong>2014</strong> Mar 22. pii: S0011-2240(14)00069-8. doi: 10.1016/j.cryobiol.<strong>2014</strong>.03.007. [Epub ahead of print]<br />

4. Ataman MB, Dönmez HH, Dönmez N, Sur E, Bucak MN, Coyan K. Protective effect of esterified glucomannan on aflatoxin-induced changes in<br />

testicular function, sperm quality, and seminal plasma biochemistry in rams. Theriogenology. <strong>2014</strong>;81(3):373-80.<br />

5. Ayhan O, Balkan M, Guven A, Hazan R, Atar M, Tok A, Tolun A. Truncating mutations in TAF4B and ZMYND15 causing recessive azoospermia.<br />

J Med Genet. <strong>2014</strong>;51(4):239-44.<br />

6. Balkan M, Atar M, Erdal ME, Rustemoğlu A, Yildiz I, Gunesacar R, Hatipoğlu NK, Bodakçi MN, Ay OI, Cevik K. Possible Association of FAS and<br />

FASLG Polymorphisms with the Risk of Idiopathic Azoospermia in Southeast Turkey. Genet Test Mol Biomarkers. <strong>2014</strong> Mar 25. [Epub ahead of<br />

print]<br />

7. Bozkurt M, Gocmez C, Soylemez H, Daggulli M, Em S, Yildiz M, Atar M, Bozkurt Y, Ozbey I. Association Between Neuropathic Pain, Pregabalin<br />

Treatment, and Erectile Dysfunction. J Sex Med. <strong>2014</strong> Feb 25. doi: 10.1111/jsm.12458. [Epub ahead of print]<br />

8. Cander S, Coban S, Altuner S, Oz Gul O, Yetgin ZA, Akkurt A, Ucar H, Tuncel E. Prevalence and Correlates of Erectile Dysfunction in Type 2 Diabetes<br />

Mellitus: A Cross-Sectional Single-Center Study Among Turkish Patients. Metab Syndr Relat Disord. <strong>2014</strong> Mar 25. [Epub ahead of print]<br />

9. Celik EC, Akman Y, Kose P, Arioglu P, Karatas M, Erhan B. Sexual problems of women with spinal cord injury in Turkey. Spinal Cord. <strong>2014</strong> Jan 14.<br />

doi: 10.1038/sc.2013.161. [Epub ahead of print]<br />

10. Cetin M, Ozturk U, Cakici M, Yildiz E. Acute inferior myocardial infarction in a young male patient associated with Behcet’s disease and sildenafil.<br />

BMJ Case Rep. <strong>2014</strong> Jan 21;<strong>2014</strong>. pii: bcr2013201189. doi: 10.1136/bcr-2013-201189.<br />

11. Cetin Z, Altiok-Clark O, Sevuk M, Berker Karauzum S. Ring chromosome 21 and monosomy 21 mosaicism in a patient with azoospermia. Andrologia.<br />

<strong>2014</strong> Jan 28. doi: 10.1111/and.12232. [Epub ahead of print]<br />

12. Ciftci H, Yeni E, Demir M, Yagmur I, Gümüş K, Celik H, Savas M, Gulum M. Can the mean platelet volume be a risk factor for vasculogenic erectile<br />

dysfunction? World J Mens Health. 2013;31(3):215-9.<br />

13. Coskun B, Coskun BN, Atis G, Ergenekon E, Dilek K. Evaluation of sexual function in women with rheumatoid arthritis. Urol J. <strong>2014</strong>;10(4):1081-7.<br />

14. Demirci D, Mutlu O, Akar F, Komsuoglu Celikyurt I, Ulak G. Sildenafil enhances locomotor activity in young mice and exerts anxiogenic effects<br />

in both young and aged mice. Med Sci Monit Basic Res. <strong>2014</strong>;20:15-21.<br />

15. Demirkol S, Balta S, Kucuk U, Celik T, Arslan Z, Olgun Kucuk H, Unlu M, Cagdas Yuksel U, Samedli S, Yokusoglu M, Iyisoy A, Kursaklioglu H.<br />

Association between microvascular angina and erectile dsyfunction. Int J Impot Res. 2013 Dec 19. doi: 10.1038/ijir.2013.49. [Epub ahead of<br />

print]<br />

16. Erdemir F, Atilgan D, Firat F, Markoc F, Parlaktas BS, Sogut E. The effect of Sertraline, Paroxetine, Fluoxetine and Escitalopram on testicular tissue<br />

and oxidative stress parameters in rats. Int Braz J Urol. <strong>2014</strong>;40(1):100-8.<br />

17. Eren E, Edgunlu T, Korkmaz HA, Cakir ED, Demir K, Cetin ES, Celik SK. Genetic variants of estrogen beta and leptin receptors may cause gynecomastia<br />

in adolescent. Gene. <strong>2014</strong> Mar 10. pii: S0378-1119(14)00291-1. doi: 10.1016/j.gene.<strong>2014</strong>.03.013. [Epub ahead of print]<br />

18. Goksu C, Deveer M, Sivrioglu AK, Goksu P, Cucen B, Parlak S, Cetinkaya M, Altin L. Peripheral atherosclerosis in patients with arterial erectile<br />

dysfunction. Int J Impot Res. <strong>2014</strong>;26(2):55-60.<br />

19. Gorgel SN, Gorgel A, Sefik E. Sexual function in male patients with metabolic syndrome and effective parameters on erectile dysfunction. Int<br />

Braz J Urol. <strong>2014</strong>;40(1):<strong>56</strong>-61.<br />

20. Gumus H, Akpinar Z, Yilmaz H. Effects of multiple sclerosis on female sexuality: a controlled study. J Sex Med. <strong>2014</strong>;11(2):481-6.<br />

21. Gungor AN, Uludag A, Sahin M, Gencer M, Uysal A. Effects of vaginal discharge on female sexual function. Int J Gynaecol Obstet. <strong>2014</strong>;124(1):27-<br />

9.<br />

22. Güngör S, Delgado-Charro MB, Masini-Etévé V, Potts RO, Guy RH. Transdermal flux predictions for selected selective oestrogen receptor<br />

modulators (SERMs): comparison with experimental results. J Control Release. 2013;172(3):601-6.<br />

23. Haliloglu AH, Tangal S, Gulpinar O, Onal K, Pabuccu R. Should repeated TESE be performed following a failed TESE in men with Klinefelter<br />

Syndrome? Andrology. <strong>2014</strong>;2(1):42-4.<br />

24. Karadag A, Kavala M, Demir F, Turkoglu Z, Kartal I, Zemheri E. A case of hyperpigmentation and acanthosis nigricans by testosterone injections.<br />

Hum Exp Toxicol. <strong>2014</strong> Feb 6. [Epub ahead of print]<br />

25. Kendirci M, Asci R, Yaman O, Cayan S, Orhan I, Usta MF, Ekmekcioglu O, Kadioglu A. Prevalence of male pelvic dysfunction: results from the<br />

Turkish society of andrology male sexual health study group. Andrology. <strong>2014</strong>;2(2):219-24.<br />

26. Kirecci SL, Simsek A, Yuksel A, Gurdal H, Gurbuz ZG, Usanmaz S. Relevance of seminal plasma nitric oxide levels and the efficacy of SSRI treatment<br />

on lifelong premature ejaculation. Andrologia. 2013 Dec 20. doi: 10.1111/and.12210. [Epub ahead of print]<br />

27. Kumsar Ş, Kumsar NA, Sağlam HS, Köse O, Budak S, Adsan Ö. Testosterone levels and sexual function disorders in depressive female patients:<br />

effects of antidepressant treatment. J Sex Med. <strong>2014</strong>;11(2):529-35.<br />

28. Lasker GF, Halis F, Gokce A. Selective Serotonin Reuptake Inhibitors for Premature Ejaculation: Review of Erectile and Ejaculatory Side Effects.<br />

Curr Drug Saf. <strong>2014</strong> Jan 19. [Epub ahead of print]<br />

29. Nurkalem Z, Yildirimtürk O, Ozcan KS, Kul S, Canga Y, Satılmış S, Bozbeyoğlu E, Kaya C.[ The effect of rosuvastatin and atorvastatin on erectile<br />

dysfunction in hypercholesterolaemic patients]. Kardiol Pol. <strong>2014</strong>;72(3):275-9<br />

88


TÜRKİYE’DEKİ ANDROLOJİ YAYINLARI<br />

30. Oğretmen F, Inanan BE, Oztürk M. Protective effects of propolis on cryopreservation of common carp (Cyprinus carpio) sperm. Cryobiology.<br />

<strong>2014</strong>;68(1):107-12.<br />

31. Oznur T, Akarsu S, Karaahmetoğlu B, Doruk A. A rare symptom in posttraumatic stress disorder: Spontaneous ejaculation.Am J Case Rep.<br />

<strong>2014</strong>;15:69-73.<br />

32. Ozorak A, Hoşcan MB, Oksay T, Güzel A, Koşar A. Management and outcomes of penile fracture: 10 years’ experience from a tertiary care<br />

center. Int Urol Nephrol. <strong>2014</strong>;46(3):519-22.<br />

33. Parlaktas BS, Atilgan D, Ozyurt H, Gencten Y, Akbas A, Erdemir F, Uluocak N. The biochemical effects of ischemia-reperfusion injury in the<br />

ipsilateral and contralateral testes of rats and the protective role of melatonin. Asian J Androl. <strong>2014</strong>;16(2):314-8.<br />

34. Sarıözkan S, Tuncer PB, Büyükleblebici S, Bucak MN, Cantürk F, Eken A. Antioxidative effects of cysteamine, hyaluronan and fetuin on post-thaw<br />

semen quality, DNA integrity and oxidative stress parameters in the Brown Swiss bull. Andrologia. <strong>2014</strong> Feb 6. doi: 10.1111/and.12236. [Epub<br />

ahead of print]<br />

35. Sendur MA, Aksoy S, Ozdemir NY, Yaman S, Yazici O, Bulent Akinci M, Uncu D, Zengin N, Altundag K. Evaluation of erectile dysfunction risk<br />

factors in young male survivors of colorectal cancer. J BUON. <strong>2014</strong>;19(1):115-23.<br />

36. Solak Y, Akilli H, Kayrak M, Aribas A, Gaipov A, Turk S, Perez-Pozo SE, Covic A, McFann K, Johnson RJ, Kanbay M. Uric acid level and erectile<br />

dysfunction in patients with coronary artery disease. J Sex Med. <strong>2014</strong>;11(1):165-72.<br />

37. Tanik S, Sarikaya S, Zengin K, Albayrak S, Yilmaz YK, Akyol L. Cardiometabolic risk factors in patients with erectile dysfunction. Scientific World<br />

Journal. <strong>2014</strong> Jan 22;<strong>2014</strong>:892091. doi: 10.1155/<strong>2014</strong>/892091. eCollection <strong>2014</strong>.<br />

38. Tasliyurt T, Bilir Y, Sahin S, Seckin HY, Kaya SU, Sivgin H, Demir AK, Erdemir F. Erectile dysfunction in patients with psoriasis: potential impact of<br />

the metabolic syndrome. Eur Rev Med Pharmacol Sci. <strong>2014</strong>;18(4):581-6.<br />

39. Tuncel A, Toprak U, Balci M, Koseoglu E, Aksoy Y, Karademir A, Atan A. Impact of transrectal prostate needle biopsy on erectile function: Results<br />

of power Doppler of the prostate. Kaohsiung J Med Sci. <strong>2014</strong>;30(4):194-9.<br />

40. Tutoglu A, Boyaci A, Koca I, Celen E, Korkmaz N. Quality of life, depression, and sexual dysfunction in spouses of female patients with fibromyalgia.<br />

Rheumatol Int. <strong>2014</strong> Jan 9. [Epub ahead of print]<br />

41. Ucar VB, Nami B, Acar H, Kılınç M. Is methylenetetrahydrofolate reductase (MTHFR) gene A1298C polymorphism related with varicocele risk?<br />

Andrologia. <strong>2014</strong> Jan 23. doi:<br />

42. Uzunaslan D, Saygin C, Hatemi G, Tascilar K, Yazici H. No appreciable decrease in fertility in Behcet’s syndrome. Rheumatology (Oxford). 2013<br />

Dec 24. [Epub ahead of print]<br />

43. Yetik-Anacak G, Sorrentino R, Linder AE, Murat N. Gas what: NO is not the only answer to sexual function. Br J Pharmacol. <strong>2014</strong> Mar 24. doi:<br />

10.1111/bph.12700. [Epub ahead of print]<br />

44. Yilmaz D, Bayatli N, Un O, Kadowitz PJ, Sikka SC, Gur S. The effect of intracavernosal avanafil, a newer phosphodiesterase-5 inhibitor, on neonatal<br />

type 2 diabetic rats with erectile dysfunction. Urology. <strong>2014</strong>;83(2):508.e7-12.<br />

89


KONGRE TAKVİMİ<br />

2-4 Mayıs <strong>2014</strong> 34th Athenian Days of Urology www.athenianurologydays.gr<br />

Atina, Yunanistan<br />

17 Mayıs <strong>2014</strong> SMSNA Annual Spring Meeting www.smsna.org<br />

Orlando, ABD<br />

17-21 Mayıs <strong>2014</strong> Annual Meeting of the American Urological Association (AUA) www.aua<strong>2014</strong>.org<br />

Orlando, ABD<br />

23-25 Mayıs <strong>2014</strong> EAU Baltic Meeting www.uroweb.org<br />

Vilnius, Litvanya<br />

24-26 Mayıs <strong>2014</strong> 1st Russian-Asian Uro-Andrology Congress uroandropetersburg<strong>2014</strong>.com<br />

St.Petersburg, Rusya<br />

1-4 Haziran <strong>2014</strong> 34th Annual Meeting of the American Society for http://theasri.org<br />

Long Beach, ABD<br />

Reproductive Immunology<br />

4-6 Haziran <strong>2014</strong> National congress of the Slovak Urological Association kliment@jmed.uniba.sk<br />

Nitra, Slovakya<br />

4-6 Haziran <strong>2014</strong> 21st National Congress of the Italian Urology Association www.auro.it<br />

Roma, İtalya<br />

11-14 Haziran <strong>2014</strong> Spanish National Congress of Urology <strong>2014</strong> (AEU <strong>2014</strong>) www.aeu.es/<br />

Costa Adeje, İspanya<br />

18-21 Haziran <strong>2014</strong> 12th Annual Meeting of the International Society for http://www.isscr.org/<br />

Vancouver, Kanada Stem Cell Research home/<strong>2014</strong>annualmeeting<br />

21-24 Haziran <strong>2014</strong> 69th Annual meeting of the Canadian Urological Association www.cua.org<br />

St Johns, Kanada<br />

23-26 Haziran <strong>2014</strong> Annual Meeting of The British Association of Urological Surgeons www.baus.org.uk<br />

Liverpol, İngiltere<br />

(BAUS)<br />

29 Haziran-2 Temmuz <strong>2014</strong> ESHRE <strong>2014</strong> http://www.eshre.eu/<br />

Münih, Almanya<br />

19-23 Temmuz <strong>2014</strong> SSR <strong>2014</strong>: Society for the Study of Reproduction essm.org<br />

Grand Rapids, ABD<br />

8-14 Ağustos <strong>2014</strong> ANDROFEST androfest@newcastle.edu.au<br />

Newcastle, Avustralya<br />

10-14 Ağustos <strong>2014</strong> The 12th International Symposium on Spermatology androfest@newcastle.edu.au<br />

Newcastle, Avustralya<br />

3-7 Eylül <strong>2014</strong> 36th Annual Congress of the Taiwan Urological Association (TUA) www.tua.org.tw<br />

Taipe, Taiwan<br />

4-6 Eylül <strong>2014</strong> 44th National Congress of the Polish Urological Association www.pturol.org.pl<br />

Varşova, Polonya<br />

11-14 Eylül <strong>2014</strong> Canadian Fertility and Andrology Society Annual Meeting www.essm.org<br />

Quebec, Kanada<br />

17 Eylül <strong>2014</strong> ERUS-ESU courses at the time of the 11th ERUS Meeting www.uroweb.org<br />

Amsterdam, Hollanda<br />

18-21 Eylül <strong>2014</strong> South African Urological Association (SAUA) Congress www.saua.co.za/<br />

Cape Town<br />

18-20 Eylül <strong>2014</strong> 26th Annual Meeting of the German Society of Andrology www.dga-jahrestagung.de<br />

Geiβen, Almanya<br />

90

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!