13.07.2015 Views

TANRILAR OKULU - E-Kitap İndir - E-Kitap Oku

TANRILAR OKULU - E-Kitap İndir - E-Kitap Oku

TANRILAR OKULU - E-Kitap İndir - E-Kitap Oku

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Bölüm IVAntagonist Yasası1 Koşu 2 Ana caddenin bekçileri 3 Duvarlar 4 Antagonist yasası5 Düşmanını sev 6 İçinde gülümsemeyi öğren 7 St. James'teki suit8 Horoz ötmeden önce 9 Dreamer ile akşam yemeğinde10 Dürüst olmayan yönetici 11 Kurban daima suçludur 12 Biletler13 Dreamer ile tiyatroda 14 SefillerBölüm VElveda New York1 Manhattan sokaklarında 2 Düş'ün araçları 3 Yalan 4 Elveda New York5 Sevgi bağımlı değildir 6 Hem düşleyip hem bağımlı olamazsın7 İkinci el bir gelecek 8 Şeyh ile akşam yemeğinde 9 Hastalığa kaçış10 Örümcek ve avı 11 Yaşamın sobesi 12 Şişe 13 Gerçek yoksullar14 Korku çürümüş sevgidir 15 Çözüm yukarıdan gelirBölüm VIKuveyt Şehrinde1 "Ekonomi budur!" 2 'Düş'ü unutmak3 Endişelenmek hayvan içgüdüsüdür 4 Kaçış pek az sayıdaki insan içindir5 İnanmadan program yapmak 6 Ajanda/Günlük 7 "Alo, ben kimim?"8 Mekanikliğe takılan çelmeler 9 Kendimizi yenmek10 Düş, var olan en gerçek şeydir 11 Heleonore 12 Evlat edinmeBölüm VIIİtalya'ya Geri Dönüş1 Anlaşmadaki özel madde 2 Keyifsiz bir uyanış3 Cehalet her zaman elini tutacak kadar yakındır 4 Geçmişe dönüş5 Psikolojik kirlenme 6 Balinanın karnında 7 Kaza8 Mektup, Tepetaklak olmuş bir Kral Midas9 "Dans et, Tanrı aşkına, dans!!!"10 "Yalnızca tehdit edildiğin zaman canlı ve içten oluyorsun!"11 İyileşme sadece içerden gerçekleşebilir 12 Adaletsizliğe övgü13 Dünya düşüncelerimizle yaratılır 14 Geçmiş tozdur15 İrade ve olasılık


Stefano E. D'AnnaGörünmeyen; metafizik, şiirsel yada mitolojik bir olgu olmadığı gibi,gizemli yada olağanüstü bir şey de değildir. Ancak "görünmeyen" için,fenomenler veya olaylar dünyasındaki, ya da gerçeğin tabiatı içinde durağanbir oluşum demek de doğru olmayacaktır. İnsanlığın her döneminde, tarihidönüm noktasının, entelektüel iklimin değişime uğraması, görünmeyeninsınırlarının devamlı olarak genişlemesine yol açmaktadır. Ve "görünmeyen",sofistike araçların kullanılması sonucunda günümüz bilimsel araştırmakonularının arasında daha kapsamlı yer almaktadır.Bu kitap, bozguna uğratılmış, çöküşe geçmiş bir insanlığın içinde, sıkçarastlanan türde bir insanın yeniden doğuşunun hikâyesidir. Onun özüne geridönüş yolculuğu, kayıp bütünlüğünün arayışında top yekûn bir göçhareketidir.Bu yolculuğa çıkmanın ilk şartı ise, kişinin içine düştüğü kölelikdurumunu fark etmesi ve kabullenmesidir.Dünyanın her köşesine yayılmış sefaletten, her tür suçu işlemeye vesavaşmaya kadar dünyada var olan tüm sorunların asıl nedeni, insanlığınduygu ve düşüncelerindeki olumsuzluk halidir.Yaşadığımız dünyayı ne yazık ki olumsuz duygular yönetmektedir.Bunlar gerçek dışı duygulardır, üstelik hayatımızın her noktasını elegeçirmiş durumdadırlar. İnsanın kendi yazgısını değiştirebilmesi içinpsikolojisini ve doğru kabul ettiği inanç sistemini değiştirmesigerekmektedir. Kavgacı, kırılgan ve fani bir zihniyetin yarattığı zorbalığıkökünden çıkarıp atması şarttır. Yaşadığımız gezegeni yok etmekle tehditeden, kanser ya da Aids değil, insanın kavgacı düşüncesidir. Dünyamızınolağan görüntüsünün arkasındaki gerçek sebep de budur.Dreamer'ın işaret ettiği yol ise, tıpkı akıntıya karşı yüzen somon balığınınnehirde izlediği yol gibi korkutucu ve hayret verici, yorucu vekeyifli, tuhaf ve gerekli bir yoldur.Dreamer'ın bu felsefesini, başlarda bütün insanlığa en baştan beridayatılan genel yaşam kurallarına karşı çıkmak gibi algılamıştım; oysagerçek, bu kuralların evrensel bir düzen tarafından öngörülmüş ve istenmişolduğudur ve bu da yine bu felsefenin en yüce görüntüsüdür.12


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBu kitap 'sıra dışı bir varlığın' rehberliğinde çalışmak ve hazırlanmaklageçen yılların öyküsüdür; O'nun bana verdiği ödevlerin en imkânsızgörünenini ,ben bir ödül olarak kabul ettim: Bu, Evrensel bir '<strong>Oku</strong>l'unkurulması göreviydi, yani sınırlan evrene uzanan bir Üniversite.Bireysel bir Devrim düşledimgeçmişteki insanlığın zihinsel paradigmalarını altüst etmeyemuktedir ve onu içinde taşıdığı kargaşa, şüphe, korku veıstıraplarından sonsuza dek özgürleştirecek bir devrim...Bir <strong>Oku</strong>l düşledimEkonomi ve ahlaki değerler, eylem ve düş, fmansal güç vesevgi gibi daimi çatışma halindeki karşıtlıkları uzlaştırmakonusunda yeni nesil liderler yetiştirecek bir okul...'Tanrılar <strong>Oku</strong>lu' her geçen gün gözlerimin önünde büyüyüp gelişirken,ben de kendimi yeniden oluşturduğumu hissediyordum. Ve burada yazarıgibi görünüyor olsam da, aslında kitabın yazılış tarihinin insanlık tarihikadar eski olduğunu biliyordum.Dreamer'ın yasaları, O'nun düşünceleri sürekli aklımı kurcalıyor vebirçok kısmı hâlâ anlaşılmayı bekliyor.Prometheus'un aklını kullanması gibi, ben de Dreamer'ın dünyasındankurnazca bir parıltı yakaladım ve tıpkı benim gibi bayağılık cehennemininkatlarını terk etmeye gönüllü, kadın erkek, tüm insanlara armağan olarakgünün birinde bağışlamak üzere ona sıkı sıkıya sahip çıktım.Bir zamanlar yazmanın, özellikle de öğretmenin gerçek anlamda vermekolduğuna inanırdım. Oysa şimdi biliyorum ki, öğretmek yalnızca kişininkendini bilmesi, ne denli tam olmadığını keşfetmesi ve bu eksikliğiniiyileştirmesi için başvurduğu bir hiledir."Kişi ancak bilmiyorsa, öğretebilir," demişti Dreamer, "gerçekten bilenöğretemez! 'Anladığımız' şeyi, 'gerçekten' bizim olanı bir başkasınaaktaramayız. Mutluluk, zenginlik, bilgi, istek ve sevgi dışarıdan edinilecekşeyler olmadıkları gibi, başkaları tarafından da verilemezler; onlar sadecehatirladıklarımızdır ve özümüzün demirbaşlarıdır; her insanın sahip olduğu birtür doğal mirastır.13


Stefano E. D'AnnaHiçbir politika, din ya da felsefe sistemi toplumu dışarıdan değiştiremez.Ancak ve ancak bireysel bir devrim, yeni bir psikolojik doğuş, her insanıntek tek, hücre hücre Oluşundaki yaralarının sarılması bizi daha refah birgezegene, daha zeki, daha doğru, daha mutlu bir medeniyete taşıyabilir."Dreamer'ın yanında öğrendiklerimi aktarırken, 'devrimsel' özelliktaşımalarına rağmen sadece insanlığın, bana göre bugünkü durumunuilgilendiren konularına değindiğimi ve okuyucunun algılama ve kabullenmeyetisini aşabileceğine inandığım bazı olayları ve yaşadığım durumlarıkitabın bölümlerine dahil etmekten bilinçli olarak kaçındığımı bilmeniziisterim.14


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBölüm IDreamer ileKarşılaşma1 Dreamer ile karşılaşmaO sıralar New York'ta, Manhattan ile Queens arasında, East River'inortasındaki küçük bir ada olan Roosevelt Island'da, bir apartman dairesindeyaşıyordum. Bu adacık, demir atmış bir gemi gibi, sanki palamarlarınıçözmüş, okyanusun özgürlüğüne doğru akıntıya kapılıp gidiverecekmiş gibigörünse de, üzerinden günler ve geceler geçmesine rağmen, o gece dekaranlık nehrin dalgalarında öylece yerinde durmaktaydı.Çocuklarıma iyi geceler demek için yatak odasına girdiğimde onlarçoktan uyumuşlardı. Parmaklarımın ucuna basarak oturma odasına döndüm.Gecenin sessizliği beni sarıp sarmalıyor, içine çekiyordu. Tiksinmeye varanbir yabancılaşma duygusu, kendimi bir yabancınm yaşamına sinsice girmişbir hırsız gibi hissetmemi sağlıyordu. Karşımda uzanan, ışıklı noktacıklarlabezenmiş Queensborough Köprüsü'nün görüntüsünü izlemeye koyuldum.Köprü, metal atomlarını saran boşlukta öylece asılı duruyordu. Havada asılıkalmış bir tehdit gibi soğuk ve ürkütücüydü.Jennifer'm Amerikalılara özgü tarzıyla bir tartışmayı sonlandırmak üzereodasına çekilmesinin üstünden az bir zaman geçmişti.O akşam eve geç gelmiştim. Uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımıkarşılamak üzere J.F. Kennedy Havaalanı'na gitmiştim. Onu görür görmez,yaşantısının benimkinden daha rahat ve mutlu olduğu izlenimine kapıldım.Bir tür imrenme, kıskanma, anlamsız bir çekişme ve sanki sonuçlanmamışbir hesabın geçmişten çıkıp gelmesi gibi karmaşık duygular bende,şuursuzca ve nefes almadan konuşma dürtüsünü harekete geçirdiler.15


Tanrılar <strong>Oku</strong>luO geceden soma eski dostumu bir daha hiç görmedim.Asansörde sürekli kendi kendine mırıldanan, iri yarı, zekâ engelli birzenciyle birlikte 16. kata çıktım. O sıralarda, Roosevelt Island'da sosyalkaynaşma çabalarına önem verildiğinden, adada yakınlarıyla birlikte pek çokengelli kişi yaşamaktaydı.Jennifer'ın, beni Medusa'nm başındaki yılanlar gibi saçlarında sallananbigudileri ve parmakları arasına sıkıştırdığı sigarasıyla, bağırıp çağırarakodayı sinirli sinirli bir ileri bir geri adımlarken karşılaması, yaşantımınaynasına ondan yansıyan son görüntülerdi. Yıllardır uyutularakkabullenmeye zorlandığım durumun, anestezi etkisinin aniden dağılmayabaşlamasıyla ilişkimizin ne denli anlamsız olduğunu ve ruhumun yıllarcanasıl bir acıya maruz kaldığını fark ettim. Bu apartman dairesi, bu kadınlailişkim ve gördüğüm her şey artık onulmaz bir bayağılık taşıyordu.Kişiliğimi yansıtan ifadelerimin, sadece kendime ait olduğunu düşündüğümbütün bu seçimlerimin aman vermez tuzaklar olduğu artık açıkçagörülüyordu.Yaşantım için düşlemiş olduğum şey bu değildi! Elimin kolumun bağlıolduğu gerçeğini tiksintiyle kabul ettim. Üzerime sessiz bir ümitsizlik çöktü.Taşkın bir ırmağın çivi gibi soğuk suları, önümde uzanan bütün engelleri,yalanları ve ödünleri yok etti ve ben, tıpkı bir kazazede gibi, varoluşun ıssızve tenha kıyısına kendimi dar attım. Başımı kollarımın üstüne dayadım.İçimdeki hüzünle uykuya teslim oldum.Sökmekte olan şafağın çok az renginin vurduğu villa, karanlığagömülüydü. Büyük odanın arka duvarım eski bir yağlıboya tablo kaplıyordu.Odanın solgun ışığında, gümüş rengi bir manzaranın tam ortasında, düşlegerçek arasındaki insan siluetini 'gördüm'. Mimarisinden mobilyasına kadarbu ortamın her ayrıntısı tablo gibi kusursuz bir güzelliğin mesajınıveriyordu. Geceyle şafak arasındaki bu belirsiz zamanda, kendimi bu villadabulmam çok tuhaftı, ama şaşırmamıştım. Daha önce buraya hiçgelmediğimden emin olduğum halde, orada bulunan her şey bana tanıdıkgeliyordu.Villa sanki derin düşüncelere dalmışçasına sessizlik içindeydi. Bir odanınmasif kapısına uzanan eski taş merdivenleri çıktım.Hiç tanımadığım önemli bir kişiyle buluşmaya gelir gibi giyimime özengöstermiş olduğumu fark ettim.17


Stefano E. D'AnnaCanımı sıkan şeyin ne olduğunu anımsamıyorum, ama endişeli vemutsuzdum. İnce dalların ateşte yanışına benzer bir duygu keşmekeşi, içkonuşmamı besliyordu.Ayakkabılarımı, bağcıklarını çözüp çıkarttım ve eşiğin önüne bıraktım. Buyaptığım şey de bana çok doğal gelmişti. Yapılması gereken ve bilindikgelen bu hareketler, başka zaman dilimlerinde önceden uygulanmış birritüelin parçalan gibiydi. Dahası, en ufak bir fikrimin olmamasına rağmen,kapının ardında beni neyin beklediğini de bildiğim kanısındaydım. Kapıyıçaldığım sırada, düşüncelerimin akışını aniden alt eden, saygıdankaynaklanan bir tür korku dalgasına, beklemediğim bir huzursuzluğakapıldım. İçimdeki bir şey neler olduğunu biliyordu. Kapıya hafifçevuruşlanma herhangi bir yanıt gelmesini beklemeden, kapının demir kolunayüklendim, içinden geçebileceğim bir açıklık yaratana kadar kapıyı ittim.Şömineye bir göz attım.Yalazların parlaklığı gözlerimi öylesinekamaştırdı ki, başımı çevirmek ve yaşarmasını önlemek için gözlerimikapatmak zorunda kaldım. 'O' şöminenin yanındaydı. Sırtı bana dönüktü.Profilinin duvara yansıyan gölgesini gördüm. Uzak ateşin ışığıyla çok azaydınlanan odanın her iki yan duvarında yükselen pencerelerin antikaçerçeveleri, karanlığa dikilmiş gözler gibimuhteşem taş kemerlerleçevrelenmişti. Doğu yönündekilerden, az soma sökecek şafaklarenklenmekte olan göğün bir kısmını 'gördüm'.Bir göl gibi gözüken beyaz döşemenin üzerinde tam da çekinerek birkaçadım atmaya yeltendiğim sırada, tüm hareketlerimi ve düşüncelerimi biranda donduran, dehşet veren, gür sesini işittim.Arkasına dönmeden, "Berbat bir yaşantın var!" dedi. "Daha içerigirişinden, yürüyüşünden, hatta duygularının ağır kokusundananlayabiliyorum bunu. Bir yığından, bir düşünceler kalabalığından farkınyok. Bu şekilde nereye varacağını sanıyorsun? Öyle karışıksın ki, bu binparçaya bölünmüş halinle, memur olarak bile varlığını zorluklasürdürebilirsin."Ani bir saldırıdan kendimi sakınmak istercesine, "Ben memur değilim,"diye sertçe yanıtladım. Karşımdaki kim olursa olsun, onunla aramda bir mesafekoymak uygun olacaktı. Ancak sözlerimin bütün gücü, duvarların yalıtımkaplamalannda sönüp gitti. İçine düştüğüm korkunun pençesinde, karşılıkvermek için sesim pek hafif çıktı: "Ben bir yöneticiyim!"18


Tanrılar <strong>Oku</strong>luArdından, Oluş'tımun tam özüne işleyen upuzun bir sessizlik yaşandı;alaycı bir kahkaha, sonu gelmeyen bir süreyle içimde yankılandı. Can sıkıcı birkararsızlıkta kalmıştım, çünkü hangi parçamın neresiyle alay ettiğinden emindeğildim. Sonra aynı ses, bu sonsuzluğun içinden bir daha yükseldi.Yüzümün tamamına indirilen kuvvetli bir tokat gibi, aşağılayan birifadeyle, "Ne cüretle 'ben' dersin?" dedi. "Benim dünyamda 'ben'bir küfürdür.'Ben' içinde taşıdığın ayrılıktır; 'ben' senin yalanlar ordundur.Kendi 'küçük ben 'terinden birini her söyleyişinde yalan söylüyorsun.Ancak kim olduğunu biliyorsan 'ben' diyebilirsin; yaşamının efendisiysenve bir iraden varsa."Bir suskunluk oldu. Yeniden konuşmaya başladığında, sözleri daha dagöz korkutucuydu. "Bundan böyle sakın 'ben' deme, yoksa buraya bir dahaasla dönemezsin!Kendini gözle. Kim olduğunu bul!Kalabalık içinde bir 'ben' olmak, gerçek dışı, kaçışı olmayan, kendikendine yarattığın sahte inançlar ve yalanlar sisteminin tuzağına düşmekdemektir.Lack of unity leaves man in the prison of ignorance, fear and selfdestruction,and causes illness, degradation, violence, cruelty and wars inthe outer world.Bir bütün içinde olmamanın eksikliği, insanı cehalet, korku ve kendikendini imha etmeye mahkûm eder ve onu hastalıklara, çöküşe,saldırganlığa, acımasızlığa ve dış dünyada savaşmaya kadar götürür.Dünya, senin onu düşlediğin gibidir; o bir aynadır. Dışarıda kendidünyanı bulursun, yarattığın, düşlediğin dünyayı.Dışarıda kendini bul! Git ve kim olduğunu gör...Diğerlerinin, senin içinde taşıdığın yalanın, uzlaşmanın, cehaletininyansıyan görüntüleri olduğunu keşfedeceksin...Değiş... ki dünya değişsin.Beter bir dünya yaratıyorsun, sonra da kendi yarattığın şeyden, kendieserinden dehşete düşüyorsun. Dünyanın nesnel olduğunu düşünüyorsun...oysa dünya senin onu düşlediğin gibidir. Git, dünyaya gir ve bunlarıkabullen... Kendi içindeki yoksullarla, zorbalarla, toplum dışına atılmışlarlatanış. Onları kabullen! Sakın onları görmezden gelme ve sakın suçlama.Dünyana teslim ol. Git ve yarattığın şeyi bilinçli olarak kabullen: bir dünya,sabit, cahil bir dünya... ölü.19


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBu sözleri içime işlemişti. Utançtan yandığımı hissettim. Artıkyumuşaması umurumda değildi. Sadece buradan uzaklaşmak istiyordum;arkama bakmadan çıkıp gitmek için yeterli güce ihtiyacım vardı.Keşke bir telefon veya bir saat alarmı çalsa ve beni bu ortamdan çekipalıverseydi.Ancak hiçbir kasımı oynatamıyor, hareket edemiyordum.Dreamer'ın dünyasındaki amansız bir yasa, ne bir parmağımı kaldırmama,ne de haysiyetsizce bir iç çekişe izin veriyordu.'"Düş'ten ayrılmak istediğini biliyorum, ama bil ki gerçek olan benim.Yaşantın ve kendi seçimlerini yapıp, kararlarını verdiğine inandığın dünyangerçek değil... onlar korkunç birer kâbus. Evlenmen, çocuklarının olması,kariyer yapman, bir ev satın alman, başkaları tarafından takdir edilmen, belbağladığın diğer bütün bu şeyler, inandığın ve diğer yeğlediklerin, birer idolsaydığın her şey aslında anlamsız totemlerdir.Bir tek 'düş' gerçektir," diye onayladı. " 'Düş', var olabilecek en gerçekşeydir. Gerçek olanın dünyasında sen hareket etmeyi öğren. Burada artıkalışkanlıkların, inançların ve eski kalıpların, anlamlarını bütünüyleyitirirler. Senin gerçeklik diye nitelediğin yalnızca bir görüntüden ibarettir,bu bütünüyle baş aşağı edilmeli ki, sen yanında eski bir şey taşıma... Nasıldüşüneceğini, hissedeceğini, nefes alacağını ve besleneceğini, eskisindenbütünüyle farklı bir biçimde yeni baştan öğrenmelisin...Varlığın amaçsız... acılarla dolu bir yaşam sürdü. Bir işin, bir maaşınyanıltıcı güvenliği ardına saklandığından, bu dünyanın yoksulluk veacılarının kalıcı olmasına yol açıyorsun." Bu son saptamayı tatlılıkla, amayine de oldukça ciddi bir ses tonuyla, çok vahim bir hasarı gözdengeçiriyormuşçasına yapmıştı. "Yaşam ona bağımlı olunamayacak kadardeğerli, gözden çıkarılamayacak kadar zengindir! Artık değişmezamanıdır!" Bir parça suskunluk, bundan sonraki sözlerini daha dakuvvetlendirdi."Sahip olduğun bu çatışmacı dünya vizyonunu terk etmenin zamanıdır.Yaşamayan her şeyi yok etmenin zamanıdır. Yeniden doğma zamanıdır.Kölelikten çıkışın ve özgürlüğe yeniden kavuşmanın zamanıdır. Zaman, birinsanın hayal edebileceği en büyük serüveni yani öz bütünlüğünü yenidenele geçirme zamanıdır." Dışarıda ağarmakta olan gün gecenin karanlığınısilmeye başladığında, gözlerim nihayet alacakaranlığa alışmıştı. Odayadolan güneş ışığı, üzerinde şöminenin taştan çekeri olan büyük maun kirişevurdu. İri Gotik harflerle oyulmuş ve altın rengine boyanmış yazıyı okudum:Visibilia ex Invisibilibus.21


Stefano E. D'Anna2 Çalışmak esarettirGücümü zorla topladım ve sordum. "Siz kimsiniz?""Ben Dreamer 'ım," dedi. "Ben düşleyenim ve sen de düşlenen. Kendinleolan o bir anlık samimiyetin yüzünden bana geldin."Odaya bir su damlası gibi düşen sessizlik halkaları sonsuzluğa yayıldı.Sesi bir hışırtıya dönüştü.Kararlı bir ifadeyle, "Ben özgürlüğüm!" dedi. "Artık beni tanıdın;bundan böyle 'değersiz' bir yaşam sürdüremeyeceksin." O'nun şu sözleri oandan itibaren sonsuza dek hafızama kazınmış olarak kalacaktı: "Bağımlıolmak, istem dışı bile olsa, her zaman kişisel bir seçimdir. Hiç kimse veyahiçbir şey, seni bağımlı olmaya zorlayamaz; bunu ancak sen yaparsın."Doğrudan gözlerimin içine bakarak, dünyayı suçlamanın ve şikâyet etmeeğiliminin, bu ilkelerin insanoğlu tarafından anlaşılmadığının en kesin kanıtıolduğunu söyledi. İnsan, bir şirkete bağımlı değildir, onu bağımlı kılan biryönetim kademesi veya bir patron değil, kendi korkularıdır. Bağımlılıkkorkudur."Bağımlı olmak, bir sözleşmenin sonucu değildir. Bir rolle ilişkiliolmadığı gibi, bir sosyal sınıfa ait olmakla da oluşmaz... Bağımlılık, birkişinin saygınlığının düşmesi sonucunda oluşur. İçte yaşanan bir dağılmanınsonucudur. Bu içsel durum, bu çürüme hali, bir iş sorumluluğu biçimini alırve işyerinde ast konumundaki bir görev kimliğine bürünür. Bağımlı olmak,kendi korkularına ve hayali kuruntularına esir düşmüş hasta bir aklıneseridir... Bağımlılık hali, 'düş un terk edilmesinin görünür sonucudur."Bu sonuç, O'nun 'bağımlı' sözcüğünü her söyleyişindeki biçimi veheceleri yavaşça vurgulaması, bu sözcüğün genel kullanımının sıradanlığınagizlenmiş gerçek anlamını açıkça ortaya koyuyordu.Dreamer beni suçlarcasına, "Bağımlılık, varlığın bir hastalığıdır!..."dedi. "Kişinin bütünlüğe erişememesinden kaynaklanır. Bağımlı olmak,kişinin kendisine inanmayı bıraktığının ve düşlemekten vazgeçtiğinin birgöstergesidir." Sözlerini düşündükçe, her bir sözcüğün içime ayrı ayrıişlediğini hissediyordum. O'na duyduğum kırgınlık, derinleşerek kızgınlığadönüştü. Bu denli geniş bir insan kitlesini bu şekilde yargılıyor olması kabuledilir bir şey değildi. Bir insanın hayatı ve iş yaşamı ile, onun duyguları vekorkularıyla O'nun ne gibi bir bağıntısı olabilirdi?22


Tanrılar <strong>Oku</strong>luOysa bana göre, içteki ve dıştaki bu iki dünya birbirinden ayrıydı ve öylede kalmaları gerekiyordu. Ben her zaman kişinin dışarıda bağımlı, amakendi içinde özgür olabileceğine inanmıştım. Bu inancım, kızgınlığımıkörüklüyordu.Beni suçlarcasma, "Milyonlarca kişi gibi sen de bütün yaşantını, içindeyaşam olmayan kuruluşların katmanları arasında saklanarak geçirdin,"dedi. "Özgürlüğünü bir avuç uydurma gerçekliğin içine hapsettin.Sana dayatılan sahte uykundan uyanmanın, cehennem misali bir yaşamgörüşünü bırakmanın artık zamanı geldi!"Şimdiye dek kimse bana böyle davranmamıştı.Sonunda, meydan okurcasına, "Benimle böyle konuşma yetkisini sanakim veriyor?" diyerek patladım."Sen."Bu beklenmedik yanıtıyla iktidarsızlık haline teslim edilmiştim. Üzerimeçöken suçluluk duygusu altında eziliyordum. Saklanmayı ne çok isterdim. Hâlâkim olduğu belli olmayan bu varlık karşısında anlatılması olanaksız bir utançbana çırılçıplak kalmışım hissi veriyordu. İçimde kaçıp gitmek dürtüsünühissettim. Beni dünyanın sınırlarının dışına fırlatan bu durumu kurtarmak içinkalan son gücümle çabaladım. Konuşmayı yeniden tutarlılık ve mantıkçerçevesine sokabilmeye uğraşarak alçak sesle, "Fakat organizasyonlarçalışanları olmadan nasıl sürdürülebilir?" dedim. Dreamer susuyordu.Sorduğum soru karşısındaki sessizliğini O'nun şaşırmış olmasına, ya da yanıtverememesine yorarak ve bu suskunluğundan cesaret alarak bir hamle dahayaptım. "Onlar olmasaydı dünya dururdu," dedim."Tam tersi!" diye sertçe yanıtladı. "Dünya yerinde saymaktadır, çünkübağımlı, korkudan ödü kopmuş insanlar mevcuttur. İnsanlık bu haliyle,bağımlılıktan kurtulup özgürleşmiş bir topluma can veremez." Şaşkınlığımıgördü. Algılama sınırlarıma ulaşıp hatta aştığımın farkına varınca, sestonunu neredeyse beni yüreklendirecek kadar yumuşattı.Alaycı bir ifadeyle çabucak, "Korkma!" dedi. "Senin gibi insanlar varoldukları sürece, bağımlılık dünyası da hep var olacak ve dünya aşırınüfuslu olmayı sürdürecektir."Ardından gelen suskunluk yüzünden aramızdaki hava buz kesti. Alaycıve yumuşak tavrı birden çelik gibi sertleşti."Sen! Senin, bundan böyle bunda bir payın olmayacak; çünkü sen Benitanıdın!"23


Stefano E. D'AnnaSanki ışıktan bir bisturi, taşlaşmış düşünce tabakalarını ve duygumolozlarını zorla yarmıştı."Bağımlılık, düşün reddedilmesidir," dedi. "Bağımlılık, özgürlüktenyoksunluğu ve yaşamdan vazgeçişi gizlemek için insanların taktıklarımaskedir."Bu 'bağımlılık' sözcüğünü birçok kez duymuş ve kullanmıştım, ancakDreamer'la bu ilk görüşmemizden sonra acı dolu anlamının farkına vardım.Günümüzdeki çalışanların içinde bulundukları koşulların, eski dönemlerdekiköleliğin çağdaş bir uyarlamasından başka bir şey olmadığı anlaşılıyordu.Bir tür içsel hamlık ve tedirginlik. Bilincimde açılan bir yarıktan, kendiseçmedikleri ve yaratıcılığı bulunmayan, yorucu bir işin sonsuzyinelenmesine bağlanmış, Sisyphos'un kaderine mahkûm olmuş kitlelerhalindeki insanları gördüm.Sonra, yine geçmişten bir anımsamayla, Milano'da, Sarca Bulvarı'ndakiRusconi binasının, çalışanlarına ayrılmış uzun giriş kapıları dizisininüzerinde, yüksekçe bir yere asılmış "Personel Girişi" yazılı levhanınbulunduğu ön cephesini gördüm. Yenilip esir edilmiş Romalıların,Sannio'da, derin ve sarp Caudine Çatal Vadisi'nden çıkışları gibi, eğilmiş veyenik düşmüş bir ordu dolusu insanın, bu binanın dar kapılarından girişlerinive kendi eşsizliklerine inanmaktan vazgeçmiş bu insanların, kuyruklarda biruydu gibi ilerleyişlerini gördüm. Bireyin yok oluşuna dair bir önsezi üzerimekara bulutlar gibi üşüştü ve bu kaderin hüznü yüreğimi dağladı. Dreamer,ölümcül bir yaraya müdahale etmek için yaklaşan birinin titizliğiyle aynıgörüntüye dahil Mdu. Konuşmasında ağırbaşlı bir tonlama vardı:"Bir gün, artık çalışması gerekmeyen, düşlemeyi bilen bir toplum olacak;sevgi dolu, düşlemeye yetecek kadar zengin ve düşlediği için ebediyenzengin kalacak bir insanlık.Evren bolluk içindedir. Bir kişinin içten isteyeceği her şeyi fazlasıylaveren 'Bereket Boynuzu'dur... Böyle bir evrende kıtlıktan korkmanın gereğiyoktur. Sadece senin gibi korku ve şüphe dolu insanlar yoksul olabilir,dünyada bağımlılığı ve yoksulluğu sürekli kalıcı kılabilirler."Öfkeden kısılmış bir sesle, "Fakat ben yoksul değilim ki!" diyehaykırdım. "Neden böyle söylüyorsun?" Bu suçlamasının ne denli saçmaolduğunu O'na gösterebilmek için mümkün olan tüm gerekçelerimi ve karşıtgörüşlerimi içimden bir bir sıralamaktaydım.Dreamer suskunluğunda ısrarcıydı. "Ben yoksul değilim!" diye yenidenhaykırdım.24


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Giizel bir evim, bir yöneticilik makamım, beni sayan dostlarım var. Hembabalık, hem annelik yaptığım iki de çocuğum..." Bu dayanılmazadaletsizliğin ve haksız saldırının baskısıyla sözlerimin bu noktasındasustum.Dreamer, "Yoksulluk, kişinin kendi sınırlarını görememesi demektir,"diye açıkladı. "Yoksul olmak, kişinin hoşlanmadığı ve yapmayı seçmediğibir iş karşılığında kendi yaratıcılık hakkından vazgeçmesidir."Tam sözünü bitirmiş olmasını umarken, "Sen!" diye ekledi. "Senyoksulların en yoksulusun. Çünkü hâlâ kim olduğunu bilmiyorsun. Senunutmuşsun! Bugüne dek hiç kimseye, sana verdiğim kadar başarılı olmafırsatı vermedim.Bu son fırsatın olacak."Birdenbire, Varlığımın her santimini kaplayan saldırıya ve haksızlığauğramışlık duygusu yok oldu ve tüm savunmalarım, O'nun bu baskılarına karşıkoyamayıp boyun eğdiler. Yaşantımın sıkıca tutturulduğu tüm eskimenteşelerinin zorlanıp gıcırdadıklarını işittim. Kökleri en derinlerde olaninanışlarım, temelinden sarsılan mabetler gibi birer birer yıkılıyordu."Gözlerini aç ve kendine dikkatlice bir bak; insanın kendiegemenliğinden ne denli uzaklaştığını o zaman anlayacaksın.Görünüşe göre burada aynı odadayız, ama biz çağlarla ölçülebilenzaman dilimleriyle birbirimizden ayrılıyoruz."Gecenin karanlığını yırtan bir şimşeğin çakışma benzeyen bu sözler, banabu varlıktan ne kadar uzak olduğumu gösterdi. Saygınlığıma saldırınınyalnızca bir tahmin olduğunu ve Dreamer'ın huzurunda söylediğim 'ben'sözcüğünün, koskoca evrende bir vızıltı kadar önemsiz kaldığını anladım.Karar mercii olan insanlar sınıfı; sorumlu insanlardan oluşan elit tabaka;irade sahibi, bağımsız ve kendi yaşamlarının efendisi olanlar içinden biriolduğum yanılsaması, sanki bir komik opera gösterisinde perdenin inmesigibi düştü ve kayboldu. Gözlerim parlamıştı. Farkına varmadan doğruca,kendi kendine acıma halinin insanı yutan kumlarına doğru kaymaktaydım.Neyse ki Dreamer, Oluşuma yönelik sert bir mesajla araya girdi. "Uyanartık! Kendine baş kaldır ve kendi devrimini gerçekleştir!"Bu buyruğuyla, bir yandan beni sarsarken, diğer yandan da bana kendimisıkıştırmış olduğum köşeden kurtulabileceğim bir çıkış yolu sundu.25


Stefano E. D'Anna"Özgür olmayı, her türlü kısıtlamadan uzak bir özgürlüğü diişle.İstediğin her şeyi elde edebilmekten kendim alıkoyan tek kişi sensin! Düşle...Düşle... Hiç durmadan düşle.'Düş', var olan en gerçek şeydir."3 "Ben bir kadınım..."Ardından sesinin tınısı değişti; öncesinde derin ve kararlı olan sesi, birkadının sesine dönüştü. Bu değişim, damarlarımdaki kanı dondurdu. Buolanaksızdı! Bu ses... Kimdi?... Kimdi?... Düşüncelerim bir girdabakapılmıştı. Sözleri artık önceki kadar şiddetli olmamasına rağmen,dayanılmaz bir hale gelmişti.O ses, "Ben ölüm döşeğindeki bir kadınım," dedi. Bunu izleyensuskunluk, bana hiç tanımadığım bir korkunun tuhaf, mide bulandırıcı tadınısonuna kadar hissetmemi sağladı. Felç olmuş gibiydim, gücüm tükenmiş,elim kolum kıpırdamaz olmuştu. Bakışlarımı yerden kaldıracak gücümyoktu. Tüm ufku kaplayacak denli büyük, acımasız bir göz, geçmişiminüzerine açılıyordu. O'nu görmeye katlanabileceğimi hiç sanmıyordum."Ben kanser hastası bir kadınım; bırakıp gittiğin ve ölüm döşeğindeolmama katlanamadığın için seni lanetleyen o kadınım." O'nun sözlerinekulak kabarttığımda bedenimi ürperti kaplıyor ve işittiğim her sözcük benibiraz daha dipsi: bir karanlığa doğru çekiyordu. Benimle konuşmakta olanLuisella'dan başkası değildi; tatlı sesi tüm çaresizliği içinde, bana yaşamınınsınırlarının ardından, zamanın ötesinden gelmekteydi. Henüz 27yaşındayken ölüşünün korkunç ayrıntıları, bilincime yeniden düşüyordu.Birlikteliğimizde yaşanmış pek çok olayın bana göre sıradanlığı, bir parçagüvenlik sağlamak uğruna her şeyden ve herkesten beni uzaklaştıranbencilliğim, kariyer ve kazançla ilgili tüm endişelerim, onu sevmektekiyetersizliğim beraberce derin bir ıstırap halinde içimden taştı. Ruhumu,nefret edercesine, sonsuz bir utanç duygusu kapladı. O dönüştüğümadamdan kendimi koparmaya çalıştım."Bu 'senin' ölümündür," dedi. "Bu, seni sen yapan her şeyin ölümüdür,içinde taşıdığın tüm döküntülerin ölümüdür... Ölümden kaçma. Onu bir kezve sonsuza dek olmak üzere göğüslemekten çekinme! Her insan yenidendoğmadan önce mutlaka ölmelidir."26


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBu sözleri, uzun süre soluksuz kaldıktan sonra bir nefes gibi içimeçektim. Ancak bana olanları mantıksal bir çerçeveye oturtmaya kalkışmam,aklımı başıma getiren o anın yok olmasına neden oldu ve yerini boğucu birsıkıntıya bıraktı."Ölmek ne demektir?" diye sordum. Bu basit soruyu sorarken sesiminbelli belirsiz tonu, şu andaki tutumumun ne denli farklı olduğunu anlamamaneden oldu.Gizemli bir ifadeyle, "'Ölmek', kişinin vizyonunu bütünüyle altüstetmesidir. 'Ölmek' hüzünlerin yönettiği kaba saba bir dünyadan yok olmakve daha üst bir düzeyde ortaya çıkmaktır," dedi. Hâlâ anlamaktazorlanıyordum. Bir parçam, buna bir şekilde karşı çıkmak istiyordu. Şimdiyedek hiç işitmediğim bu sözler ve fikirler beni paramparça ediyordu. Sonra,taşkın bir ırmak, öııüne kattığı her şeyi yıkıp geçti; anılarımı, arkadaşlarımıve en köklü inanışlarımı çamurlu taş toprak yığını gibi alıp götürerekvarlığıma egemen oldu. En iyi olmak için, yıllarca okullarda canımı dişimetakarak dirsek çürütmüştüm. Kendimi ispatlamak ve bir yerlere gelebilmekhırsıyla yorulmak bilmeden çalışmıştım. Yenmek, yenmek... Benimlehedefim arasına girecek her engeli aşmak. Dünyada rekabet etmek veyenmek ama her şeyin üstesinden gelmek; işte benim hayatımı yönlendirenve inandığım tek gerçek bu idi... ve şimdi de bütün bunlardan vazgeçmemve hepsini geçersiz kılmam mı gerekiyordu? Tüm bu çabalarımı kötülemekteDreamer'ın haksız olduğu kanısındaydım. Azgın dalgalarla boğuşuyorolmama rağmen, benim en sağlıklı ve en yaşamsal inancım olan suyunüstünde kalma isteğime, irademin dev bir gemi gibi sulara gömülmekte olandemir yığınına hâlâ sıkı sıkıya tutunuyordum.'Senin dışında gerçekleşen her şey, açığa çıkabilmek için senin içselonayını almak zorundadır. Bu, hayatında meydana gelen herhangibirşeyin, senin niyetinin sadık bir yansıması olduğu anlamına gelir.' dedive ben bu sözleri, uzun bir dalışın ardından, büyük oksijen lokmalarıymışgibi yuttum. Az önce duyduklarımın ima ettiği şeyi mantıksal olarakanlama çabalarım konsantrasyonumu kaybetmeme sebep oldu ve bunuölümcül bir acı takip etti.'Öyleyse Luisella'nın ölümünden ben mi sorumluydum, bunu ben miistemiştim?'27


Stefano E. D'Anna"Etrafındaki dünya ölüyor çünkü sen içinde ölüyorsun....Çok değerli birinsan, tüm dertlerinin mutlak sebebinin kendi ölümcül varoluş vizyonunolduğunu fark etmeni sağlamak için ölüyor. Onun bu fedakarlığının,kendi kendine acıman ve anlayışsızlığın yüzünden heba olmasına izinverme. Katlanılmaz olsa da, kendinle ilgili bir gerçeği anlamana sebepolan bir şey her zaman iyidir. '"Bunu nasıl düzeltebilirim?' diye sordum.'Bu trajediyi şu anda değiştirmek için hayatımı veririm.'"Sen bir yalancısın, geçmişin ise, iki yüzlülüğünün ve hastalıklıtasavvurunun bir yansıması. Oluş 'undaki en ufak bir değişim tamamenfarklı bir geçmiş yansıtırdı. Bu an, geçmiş hikayeni değiştirebileceğinyegane fiziksel deneyim noktasıdır ve Oluş'undaki her bir değişimleberaber, farklı bir dünyada yaşayan farklı bir insan olursun. İçseldurumlarındaki en ufak bir değişimle, eş zamanlı olarak, geçmişin,geleceğin ve bütün evren değişecektir. Gerçekten yaşamış olduğunainandığın ve kendine çok yakın hissettiğin geçmiş hikayen, sadece bukusursuz anda ürettiğin hayali bir tecrübedir. ""Hatırla! Tüm olasılıklar Şimdi 'nin içinde bulunur.4 Ölmekte olan bir türDreamer, bir hurda yığınını andıran düşüncelerimi okumuş olmalı ki,bana, "Hiç kimse kimseden üstün değildir!" dedi. "Başkalarına üstüngelmek fikri, bir yanılsamadır... Kavgacı, yağmacı... kaybetmeye mahkûmgeçmişteki insanlığın boş bir inanışından başka bir şey değildir." Sözlerinikesercesine sonlandırması, bana rahat bir nefes alabileceğim hissini vermiştiki, bu duraksamanın birazdan, "Sen, ölmekte olan bu türü simgeliyorsun,daha gelişmiş bir varlığa yer açan bir tür," diyen sözleriyle üzerimeindireceği daha güçlü bir darbe için elindeki çekici havaya kaldırırkengeçirdiği sessizlik süreci olduğunu anladım.Sözleri hurda ve döküntü katmanlarının arasından bir tünel açıyordu.Doğmak için var gücüyle içimden çıkmaya çalışan bir varlığın kasılmalarınıhissediyor ve bunu başaramayacağımdan korkuyordum. Derken evren,kaskatı halden yumuşak bir hamur kıvamına, ondan da eriyerek tamamensıvı hale geçti. Şimdi derin sularda yüzüyordum.28


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Sana ölüm duygusu veren bu durum, artık bir işe yaramayan boşinanışlarını ve eski hilelerini terk etmeye zorlanmış, dipsiz karanlığınkıyısındaki bir türün, kabuk değiştiren bir insanlığın, oksijensiz kalarakboğuluşudur." Bu sözler, insanlık durumunun evrensel bir yazıtı gibi havayakazındı. Kendimi, boğulmak ve ölmek üzere olduklarını kabullenmiş,akıntıyla sürüklenen bedenler ve sallanan başlardan oluşan, uçsuz bucaksızbir enginlikte debelenirken buldum."Tüm insanlara, var oldukları ilk yıllarından itibaren, akılcoğrafyalarının en ıssız alanlarında yaşamaları öğretildi... Onlar, kapsamlıbir düşünceyle veya hayal güçlerini zorlayan herhangi bir durumla karşıkarşıya kaldıklarında önce karşı çıkar, sonra da söz konusu durumu küçükparçalara ayırmak suretiyle bilinçlerinin küçük odac.ıklarında anlamayaçalışırlar." Bu sözleri söylediği sırada aklımdan, güçlerini çıkartmakamacıyla düşmanlarının kafasını kurutan vahşi Bomeo yerlileriningörüntüleri geçti. Dreamer'ın sesi, beni bu düşüncelerimden çekip aldı.Bir babanın ağırlığıyla, "Senin için 'yolculuğu' göğüsleme zamanıgeldi," dedi. Sözlerinde, şefkat, üzüntü ve 'bilen' bir kişinin otoritesi vardı.Kullandığı ses tonunun benim O'ııu dinlerken takındığım tavra mükemmelbir şekilde yakıştığını fark ettim; sanki kendimi bir ses aynasında görürgibiydim. Benim karşı çıkışlarıma dayanmak zorunda kaldığında, sesimerhametsiz ve korkunç oluyordu; karşı çıkışım kadar haşin, boyun eğişimkadar nazik ve yumuşak olan sesi, şimdi de daha değişik bir ton aldı. Banagizlice bir şey söylemek istercesine, ellerini teatral bir edayla ağzınınkenarına götürerek kulağıma şunları fısıldadı: "Şu ana kadar önüne çıkanyaşam sınavlarında sen, kendini işine kaptırmaktan, sekse sığınmayaçalışmaktan, uykudan ya da bir şekilde hastane yatağında zamangeçirmekten daha iyi bir şey yapmadın." İçine düştüğüm kendime acımahalinden, beni kasıtlı bir zorbalıkla sarsmak suretiyle çıkartıp, "Hoşolmayan durumların veya felaketlerin ağırlığı altında iki büklüm olmak veolan biteni son derece ciddiye almak, dünyanın hüzünlü betimlenmesinigüçlendirerek bu sıkıcı olaylara süreklilik icat inaktır," dedi.Umutsuzluğa kapılan birinin yorgun sesiyle, "O halde ne yapmalıyım?"diye sordum."Kişi, başına gelen durumlara karşı tavrını değiştirdiğinde, başınagelecek olayların doğası da zamanla değişecektir."29


Stefano E. D'AnnaYanıma biraz daha yaklaştı ve,"Our being creates our life.Oluşumuz yaşamımızı yaratır," diyerek cümlesini tamamladı. Yalnızcabirkaç santim yaklaşmıştı, ama bu hareketi beni endişelendirmeye yetti.Tetikte ve rahatsız olmuş gibi uyanık duruyordum. Aslında ne beklediğimiben de bilmiyordum. Şimdiye dek hiç bu denli dikkat kesilmemiştim; sankibütün hücrelerim yüzlerce yıllık bir uykudan birdenbire uyanıvermiş veşimdi tümüyle dinlemeye odaklanmıştı. Dreamer, dikkatimin en yoğunolduğu ana ulaşmasını bekleyip ardından o dayanılması güç sözcüklerinisıraladı."Karının ölümü, başından beri içinde taşıdığın ıstırap ezgisinin sendekidramatik bir tezahürü, acının maddeye dönüşmüş halidir. Durumlar veolaylar, bir gerçeklik madalyonunun iki yüzü gibidir."Kendimden geçmek üzereydim.Dayanılmaz bir suçluluk duygusumidemi bulandırıyordu. Önümde beni yutmaya hazırlanan dipsiz bir kuyuaçıldı. Gerçeğin en yalın ve beraberinde en katlanılmaz olan yüzüne bütüngücümle karşı durmaya çalışıyordum, çünkü ben, hayatımdaki olayların teksorumlusuydum, yaşadığım her ıstırabın ve felaketin tek nedeniydim.Dünyanın ışıkları solmuş, neredeyse tümüyle sönmek üzereydi. Osırada sırat köprüsünün önünde duruyordum. Karşı koyamadığım birteslimiyet beni ağır çekimle oraya doğru sürüklemekteydi.5 UyanışUyanır uyanmaz, olanlara kafa yormaktan kendimi alamadım. Dışarıdahâlâ geceydi. Manhattan trafiği, ince ırmaklar halinde, görünmez biryanardağın ağzından çıkan parlak lavlar gibi akıyordu. Birkaç dakika dahakıpırdamadan, bilincimde yüzen ve bir hayalet kadar solgun 'dünya'yabaktım. Yeni bir ışık demeti, yaşantımın ve bu apartman dairesinin içindekiher şeyi acımasız gözlerle bir bir inceliyordu. Böylesi bir hızda, mobilyalar,kitaplar ve döşemelikler, sıradan ve mutsuz bir yaşantının ıstıraplarındanbaşka bir şey değillerdi. Sahipsiz eşyaların yaydığı yeni hüzün dalgasıyüreğimi burktu. Var olmak için gösterdiğim olağanüstü çabayı veberaberinde değişimimin olanaksızlığını hissettim.30


Tanrılar <strong>Oku</strong>luÇocuklarımla karşılaşacağım ve onların gözlerinde de buradaki her şeyeişlemiş olan ölüm duygusunu göreceğim düşüncesi bedenimde şiddetli birsatıcıya yol açtı. Onların da diğer her şeyle birlikte solup yok olmalarındankorkuyordum.Drearııer'la buluşmam süresince olanları ve o gizemli villada, beyaz yerdöşemeli dairede söylediği her sözü kaydetmek saatlerimi aldı.Dreamer artık yaşamımın bir parçasıydı. Sözlerini ve buluşmamızın tümayrıntılarım, olduğu gibi, titizlikle not ettim. Bu hiç de zor olmadı. Bütünayrıntıların zihnimde kusursuz belirginlikte ortaya çıktığını görmek içinsadece gözlerimi bir anlığına kısmam yetiyordu. Bilincim, onunlageçirdiğim ve hiçbir zaman diliminde yeri olmayan o süresiz zamandakikadar açık olmamıştı. Artık iyice biliyordum ki ben, bütününden ayrılmış vebilinçsizliği seçmiş bir insanlığın karanlık denizinin bir parçasıydım vebiliyordum ki, sevmekten ve sevilmekten yoksun, uyurgezer gibi yaşayankalabalık bir gezegene aittim. Artık bu gerçeği yok sayamayacak ya da tamaksini savunamayacak kadar uyanmıştım.Sonraki haftalarda, beni tekrar O'na ve O'nun dünyasına götürecek bir izbulmak için, tuttuğum tüm notları defalarca tekrar tekrar okudum..Cafe de la France'ın terasından, Batılı turistlerin çarşı içine doğruilerleyişlerini izliyordum. Tıpkı, El Fna'nın damarlarındaki akyuvarlar gibibu sokak labirentinde dolanıp duruyorlardı. Bağırıp çağıran seyyar satıcılar,güneşten kavrulmuş ellerini turistlere uzatan dilenciler ve hayvan postunasarınmış soğuk su satan esmer tenli adamların kuşattığı yollarda adım atmakzordu. Kolye, küpe satan genç kızlar, etrafına bakınarak gezinenyabancıların gözünü alıyor, kendilerinden bir dirhem sihir dilenen büyücülergibi adamların sırtlarını sıvazlıyorlardı. Onların bu ateşli, keskin bakışlarınıve yüzlerine yayılmış, âşıkların cilveleşmesini andıran yakarantebessümlerini iyi tanırdım.Üç gündür, Marakeş'in canlı yaşamını dört koldan çevreleyen aynıkaleye gidiyordum hep. Beklerken hem çayımı yudumluyor hem deokuyordum. Buraya geldiğimde aldığım bir çift bukalemun da bana eşlikediyordu. Bazen okumayı bırakıp sokak yaşamının durmaksızın değişenrenkli gösterisini, alışveriş yapmak için satıcıların başına üşüşen insanları veyerli halkın yoğun çalışma hayatını yakından izliyordum. Sonra yinemasama dönüyordum. Artık ümitlerim tükenmeye başlamıştı! Her şeyiunutup ilk uçağa atlayarak New Yoık'a dönme düşüncesi, günler ve saatlergeçtikçe aklımdan daha sık geçer olmuştu.31


Stefano E. D'AnnaHâlâ bana ne olduğunun yanıtını bulmaya ve anlamaya çalışıyordum.Kalkıp, birkaç palmiye ile Sahra'nın ateş saçan dudakları arasına sıkışmışbir avuç evden başka bir şey olmayan ve adından başka hakkında hiçbir şeybilmediğim bu şehre, O'nunla buluşmaya gelmiştim.O'nun mesajını aldığımda, yola çıkmadan önce uzun süre duraksamıştım.Adını bile bilmediğim bir fantastik varlıkla buluşmaya gitmek için kocaokyanusun ötesine geçmek bana çılgınlık gibi geliyordu. Bu yolculuğuengelleyecek birçok aksilik üst üste gelmişti. Hepsi bir yana, Jennifer'a buyolculuğu haklı gösterecek geçerli bir neden de bulamamıştım. Bu kararımıher gün bir sonraki güne erteliyordum. Fakat yalnızca O'nun yanındahissettiğim iyileşme duygusunu, yeniden yaşama ihtiyacını ve O'nu tekrargörebilme şansını yitirme korkusu üstün gelince, ne olursa olsun yolaçıkmaya karar verdim. Dreamer'dan ve O'nunla olan karşılaşmamızdan sözettiğim, güvendiğim, tek sırdaşım saydığım kişi Giuseppona idi; zaten kararvermeme de o yardımcı olmuştu.Bu konuda konuşmak üzere odasına gittiğimde, beni yüreklendirmiş,kendine özgü Napoli aksanıyla bana, "Git oğlum," demişti. "Bul onu!Sanırım bu Dreamer iyi bir adam."Giuseppona beni doğduğum günden beri tanıyordu. Her zaman ailemizinvazgeçilmez bir parçası olmuş, hatta beni doğururken Carmela'ya yardımetmişti. İlk adımlarımı onun yanında atmış, ilkokuldaki ilk günleriminsıkıntısını onunla aşmıştım. Beni okula götürürken, Napoli halkı ve şehrindaracık sokakları üstüne, her sabah yeni bir öykü anlatırdı. Tıpkı Napolituluat tiyatrosunun vazgeçilmez giysileri Pulcinella gibi üst üste, kabarık vekat kat yükselmiş birçok uygarlıktan oluşan Napoli şehrine dairGiuseppona'nın anlattığı kahramanları, destanları ve onların ruh hallerihakkında her şeyi dikkatlice dinlerdim, öğrendiklerim iliklerime kadarişlerdi. Giuseppona bana sanki onlar hâlâ yaşıyorlarmış hissi verirdi;yamaların ve paçavraların arasından parıldayan altınların ve paha biçilmezipek kumaşların bir görünüp bir kaybolduklarını görebiliyordum. Yağmurlugünlerde, kuşluk vakti, okul bekçilerinin ve hademelerin engellemelerinealdırmadan damdan düşercesine sınıfa girerek, ıslanmış çoraplarımı veayakkabılarımı değiştirdiğinde ne kadar utandığımı hâlâ anımsarım.Biraz daha büyüdüğümde beni okula götürürken elimi tutmasınıistemezdim. O, bir süre daha benimle okula gelmeyi sürdürmüştü, ama artıkyanımda değil, biraz geriden yürüyordu. Delikanlılığımda, tüm duygusalmeselelerimde sırdaşım olmuştu.32


Tanrılar <strong>Oku</strong>luYaşadığım hüzünlü anlarda, "Zaten o senin için doğru kız değildi!" diyenyorumlarını hâlâ anımsarım. Uzun yıllar boyunca, aşk üstüne yanılgılarımıhep bu sözlerle teselli etti. İlk gördüğüm anda tutulduğum Luisella ileevlenip, kızımız doğduğunda da yine Giuseppona gelip bizimle yaşamayabaşlamıştı. O, sınırsız bir sevgi ve adanmışlıkla bağlı olduğu Giorgia veLuca için hayal edebileceğimiz en iyi bakıcıydı.Dış görünümü hiç de narin olmayan, biraz despot tavırlı, kararlı, hırçın,kısa boylu ve tıknaz bir kadındı... Beden yapısı ve yüzünün kararlı ifadesiona sıradan Napolili bir kadınla, bir Kızılderili kabile reisi arasındaAmerinda görüntüsü veriyordu. Bir şefin cesaret ve ağırbaşlılığına sahipti.Yavaş ve ağır hareket ederdi, ama her gittiği yeri derler toparlardı. Oyanında olduğunda hiçbir şey eksik olmazdı. Yaşantını boyunca her fırsattave her durumda başvurduğum görüşleri, sağduyunun ve popüler kültürün birdaha dünyaya gelmeyecek karışımıydı. Nereye gidersem gideyim, yanımdaolduğu her an bana hep neşe ve keyif vermiş, yaşantım boyunca benimdeğişmez akıl hocam olmuştu. Luisa hastalanıp bizi kendinden yoksunbıraktıktan sonra da bir anne gibi çocuklarımın bakımını üstlenmiş, onlarıluk bir gün bile ihmal etmemişti. Onun hakkını ödeyebilmem, ya da bukişinin dört nesildir ailem için taşıdığı önemi ve benim ona olan gönülborcumu sözcüklerle dile getirebilmem asla mümkün olamayacaktır. Sevgili(iiuseppona, sen ebediyen kalbimde, her zaman benimle olacaksın.Marakeş'te bulunduğum sıralar, Dreamer'ı bulmak için tüm çabalarımsonuçsuz kalmıştı. Üçüncü gün geldiğinde, beni buralara dek getiren gizemlimesajı O'nun yazmadığından bile kuşkulanmaya başlamıştım.O'nu beklerken bir yandan da beni O'na götürebilecek herhangi bir ipucubulabilmek umuduyla şehirde saatlerce başıboş gezinmiştim. İki akşamdır,sonuç getirmeyen araştırmalarla geçen günün sonunda otelime döndüğümde,beni O'na götürebilecek hiçbir ayrıntıyı göz ardı etmeksizin zihnimde sonkarşılaşmamıza dair her detayı defalarca yeniden yaşamıştım. O sabah yineçarşı bölgesinin en hareketli yerinden geçiyordum ki, kentin baharat kokulululçük sokaklarının gün ışığı girmeyen labirentinde ilerlerken,f.ıllümsemenin eksik olmadığı yüzleriyle, yüzlerce cin bakışlı esnaf, aklaluyale sığmayacak kadar çok çeşitli malın satıldığı, ağzına kadar doludükkânlarından içeri girmem için bana ısrar ettiler. Mallarının çoğu, sankibir ileniz kazası sonucunda batık bir tekneden geriye kalan birbiriyle ilgisizeşyalar gibi, dağınık bir düzenle raflara yerleştirilmişti.33


Stefano E. D'AnnaGenellikle insana pek sıcak gelmeyen, karanlık arı kovanlarına benzeyenbu sonsuz sayıdaki dükkân silsilesi, sanki akan bir insan selinin önüneçekilmiş setler gibi, her milletten, renkten, ırktan ve dilden insanıbeklenmedik bir anda içlerine çekiverirdi.Üstündeki renkli giysisiyle Disney'in kaleminden çıkmış bir figürüandıran çam yarması Mustafa, komşularının hoşnutsuz ve kıskançbakışlarına rağmen beni dükkânına nasıl sokabileceğini çok iyi biliyordu.Zeki ve dostça görünen bir yüzü olsa da, kurnazlıkla parlayan gözleri onuele veriyordu. Dükkânın içi hiç umulmayacak kadar genişti. İki çalışanınınyardımıyla, bana satabileceği ilgimi çekebilecek bir şey bulabilmek içinbütün mallarını altüst edip önüme serdi. Yüzlerce halı rulosunu önümdeyuvarladı, bir pazarı doldurmaya yetecek kadar çok sayıdaki pirinç vegümüş eşyayı, yenine silerek parlattıktan sonra bana uzattı. Birçokgirişiminden ve buranın âdetlerine göre geri çevirmenin kabalıksayılacağından içmek zorunda kaldığım sayısız bardak çaydan sonra, yine debir şey almadan çıkmaya karar vermiştim. O sırada son rafta duran yığınlamalın arasından ahşap ve fildişi karışımı bir kutu gözüme çarptı. Üzerindekiince kakma işlemesi öylesine kusursuz, boyutları öylesine uyumlu yapılmıştıki, ilgimi fark eden satıcı malın özelliklerini abartıp aklındaki fiyatıyükseltirken, ben gözlerimi ondan alamıyordum.Kutunun kapağında, Gotik harflerle oyulmuş yazıyı okudum:Visibilia ex ,'nvisibilibus. Gördüğümüz ve dokunduğumuz her şey, hergörünen bir görünmeyenden gelir.6 Geçmişi değiştirmekÇarşıdan ayrılarak Cafe de la France'a geri dönmüş, küçük, yeşil, pulluiki dostumu almaya karar vermiştim ve şimdi de terasın demirkorkuluklarına dayanmış, olanları düşünüyordum.Arkamdan birisi, "Çölde yolculuk yapmanın ilk kuralı, beraberinde çokaz şey taşımaktır," dedi. Bu sesi duyduğumda birden irkildim. Her ne kadarbu anın gelmesini beklemiş ve O'nu yeniden görmeyi çok istemiş olsam dabir korku atağına engel olamamıştım.İçimi kaplayan bu korkuyla o bilinmeyeni ve ensemde onun mucizevinefesini hissetmiştim. Binbir güçlükle, yavaşça başımı çevirip O'na bakacakcesareti topladım.34


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDreamer bana giilümsüyordu. Görünüşü geçmiş zamanların varlıklıaristokrat gezginlerine benziyordu. Sıkıntılı halleri ve burnundan kılaldırmayan birinin tembel tavırlarına rağmen, sesi sınırsız bir enerjiyi açığavuruyordu. Konuşmaya başladığında, sesinin hışırtıyı andıran kararlı tonunutanımıştım.Lafı hiç dolaştırmadan, doğrudan konuya girerek bana "Varlığınıhafifletmek ciddi bir * emek ister," dedi. "Bunun için ebeveynlerininöğretmenlerinin, felaket tellallarının ve kıyamet habercilerinin sanadayatma yoluyla öğrettikleri her şeyi arkanda bırakman gerekir.Onlardan, kurbanlık bilincine nasıl düşüleceğini, nasıl sefil, yoksul vehasta olunacağını öğrendik." Ardından, yavaşça yüzünü yüzümeyaklaştırarak ekledi,"Onlardan, ölmek için binlerce yol öğrendik.Uygarlığın doğuşundan beri bilinci perdelenmek suretiyle uykuyayatırılan milyonlarca insana, 'nesilden nesile kirlenme yolu ile',kendilerinin kıt ve sınırlı olduklarına körü körüne inanmaları öğretildi.""Neden?" diye sormuştum. "Neden sınırsız çokluğu seçmeyelim?...Neden yaşamı seçmeyelim?""Çünkü insan artık geri döndürülemeyecek şekilde telkin yoluylauyııtulmuştur. Her felaketinin arkasında kötülerin en kötüsü yatmaktadır:Ölümün kaçınılmazlığına olan sarsılmaz inanç.Özgürlük yolunda atılması gereken ilk ve en zor adım, bu korkununkişinin tüm yaşamına despotça egemen olduğu gerçeğidir."Bana doğru ilerlemesiyle birlikte bu sözleri ve ses tonunun ciddiyeti benifazlasıyla şaşırtmıştı. Antik medeniyetlerin dinlerinde ve kutsal ayinlerindeolduğu gibi, O'nun oyunculuğu en basit bir edimi sihirli bir jeste, yaratıcıgücün eşsiz kozmik bir olayına dönüştürüyordu.Mideme giren bir sancı, sözlerinin kesin bir yargıyla sonuçlanmak üzereolduğunun işaretlerini veriyordu.Dreamer kısık bir sesle, "Geçmişin, sana Tanrı 'nın verdiği bir cezadır!"dedi. Burada sustu. Bu suskunluk, sanki gelmesi geciken bir işaretibekliyormuş gibi, konuşmasına yeniden başlayana dek uzadı.Sonra, "Bedelini ödeyerek onu kurtarmalısın.ödemelisin. Onu değiştirmen gerekiyor!" dedi."Değiştirmek... Geçmişi?" diye sordum.Onun için bir fidye"Geçmişinde hâlâ pek çok açık var; kapatılmamış hesaplar, aslaödenmemiş iç borçlar, suçluluk hisleri, kurban durumuna düşmek vehepsinden öte, kir pas içindeki karanlık köşeler," diye sıralarken, sanki ben35


Stefano E. D'Annaıvır zıvırla dolu bir çekmeceymişim gibi içimi didik didik ediyordu." Varlığın, fiyatları rasgele konulmuş, kötü yönetilen bir dükkândanfarksız," diye gözlemini açıkladı, "incik boncuklar fahiş fiyatlıyken, değerlitaşlar indirimde. Böyle devam etmekle, yakında iflas bayrağım çekeceksindemektir."O'nun, nefes aldırmadan sürekli üstüme gelen bu yıkıcı darbelerine birset çekmek isterdim.Kendimi korumak, beni sorumluluğa boğan bu ırmağın akış yönünüdeğiştirebilmek amacıyla, "Fakat geçmişi ve olup biteni değiştirmek nasılmümkün olabilir?" diye sordum."Tüm düşüncelerin, duyguların, coşkuların, davranışların ve olaylarınebediyen kaydedildiği bir yer var ve yıllar sonra bile, onları tavan arasındabir kenara bırakılmış, korunmasız, dıştan bakışta hiçbir işlevi olmayannesnelermişçesine yeniden bulabiliriz. Aslında onlar, bizim tümvaroluşumuzu etkilemeye ve koşullandırmaya devam ederler. Gerisingeridönmen gereken yer orasıdır!" Sözlerinin bu noktasında, bu geri dönüş içinuzun bir hazırlık sürecinin kaçınılmaz olduğunu da söyledi.Tehlikeli bir serüvene çıkmak üzere olan birisinin hem kabına sığamayanhem de ürkek haliyle, "Ne kadar sürer?" diye sordum.Davranışlarım ve yönelttiğim bu zevzek soru yüzünden beni paylarkenverdiği yanıt aslında çok zarifti. "En azından, beceriksizlikle harcadığınyılların kadar uzun bir zaman alacaktır" İçimde ruhsal bir şartlı refleksgibi, bu gücenme duygusu zembereğinden kurtuldu ve varlığımın herköşesine yayıldı. Ardından, yükseldiği aynı hızla azalarak bir mırıltıyadönüştü ve kaybolup gitti.Dreamer masalardan birinde oturmuştu. Bir işaretiyle oturmam içinyanındaki sandalyeyi gösterdi. Ardından gelen suskunluk bir süre dahasürdü ve akşam giderek bir örtü gibi yayılıp, El Fna'ya yaşam katan yüzbinlerce sesi kıstığı için, daha da derinleşti.7 Kişinin kendisini içinde bağışlamasıGüneş son ışınlarını da yollamıştı. Kobalt mavisi gökyüzünde Orionyıldızı şimdiden seçilebiliyordu. Hava sıcaklığı birden düştü, ama Dreamerbunu ne fark etti, ne de benim gibi içeri geçmek istedi. Bütün göstergeler,benim çıraklık eğitimimde yeni ve önemli bir dönemin başlamakta olduğunu36


Tanrılar <strong>Oku</strong>luişaret ediyordu. Teras sinsice bastıran bir karanlığa gömülüyor olmasınarağmen, ben söyleyeceği hiçbir sözü kaçırmadan yazma kararlılığıyla notdefterimi ve kalemimi önüme koydum. Bu hareketimle rahatlamıştım'.Yanımda her zaman bir kâğıt ve kalem bulundurmanın önemini bir kez dahaanlamıştım. Kâğıt kalem benim için, Dreamer'ın çok uzağındaki bu dünyadaziyan ettiğim değerlerimi anımsamak, yeniden bulmak ve yerine koymakanlamına geliyordu. İşte şimdi O'nun sözlerini not etmek üzere burada,O'nun karşısındaydım ve bu durum tıpkı var olmanın yasak bölgelerineparmak uçlarımda girmek gibiydi. Sesi beni suçüstü yakaladı."Var olmanın özgürlük, bilgi... güçten meydana gelen bu özel durumunaerişmek... kendi üzerinde yıllarca sürecek uygulamalı bir çalışmayı, 'kendiniözünde bağışlamayı' gerektirir," dedi. Farklı bir tonlamayla vurgulandığı busözleri, bana Dreamer'ın savaşçı kimliğine ve acımasız diline yabancıolduğum hissini verdi. Bir bakış atarak, sözlerini aynen yazıp yazmadığımıdenetledi. Bir süre daha yazma işini bitirmemi bekledi, sonra kaldığı yerdensürdürdü. "Kendini içinde bağışlamak, yaşayan bir insanın yapmasıgereken asıl işidir, uzun bir süreçten geçen dikkatinin... kendini mercekaltında incelemesinin sonucudur. Özündeki katmanların hâlâ parça parçaolan kısımlarına ulaşmak demektir... Kapanmamış yaraları temizleyip tedavietmek... yarım kalmış hesapları ödemek demektir..." Ardından teatralbiçimde tedbirli bir tavır takınarak, sanki bir sırrı paylaşırmışçasına sesinialçaktı ve "Kendini içinde bağışlamak, geçmişi, içindeki bütün safralarıylayeni baştan değiştirecek güce sahip olmak demektir" dedi.Bu kavranması olanaksız sözlerin üstüne belli ki zaman zaman akılyoracaktım. "Her şey burada ve andadır! Her insanın yaşamında, geçmiş vegelecek daima birlikte hareket etmektedir."Bu sözleri, içimde anlatılması olanaksız, mantık dışı bir mutluluğadönüştü. Sınırları olmayan bir görüşün önündeydim.Geçmiş ve gelecek, birbirinden ayrı değil, iç içe geçmiş dünyalardı,ayrılmaları olanaksızdı. îşte tek gerçek buydu.Tek çözüm de 'kendini içinde bağışlamaktı.' 'Kendini bağışlamak' birzaman makinesiydi... sıradan bir akılda çoktan silinip gitmiş olan geçmişeve henüz bilinmeyen bir geleceğe yolculuk etmemizi sağlayan bir makine..."Geçmişin yaşantımızda etkili olabileceğini anlıyorum, ama yagelecek?..." dedim.37


Stefano E. D'Anna"Gelecek de, tıpkı geçmiş gibi gözlerinin önüne serilidir, ama sen henüzbunu göremezsin," dedi.Bana, geçmiş ve geleceğin -bu an- içine sıkıştırıldığı 'dikey zaman' ve'zaman-beden' kavramlarından söz etti. Bu 'zamandan bağımsız' zamanagirişi sağlayan ana kapının, içinde bulunduğumuz an olduğunu söyledi. İşinsırrı hiçbir zaman dikkatinin dağılmaması ve 'an'dan hiçbir zamanuzaklaşma riskine girmemekti. 'Zaman-Beden'e erişmek demek, geçmişideğiştirebilmek ve yepyeni bir kader yaratabilmek demekti.Karşı konulamaz bir heyecan dalgasına kapılmıştım.Dreamer'ın beni yapmaya zorladığı şey buydu. Bu serüvenin bir an öncebaşlamasını istedim. Ölesiye istedim...Dreamer'ın bu heyecan dalgasınındaha fazla yükselmesine fırsat vermeyen, "Ancak, senin gibilerin kendileriniyüreklerinde bağışlamaları olanaksızdır!" diyen acımasız sözleri karşısındaiçimdeki heyecan da uçup gitti. Ses tonu, herhangi bir suçlama yapmaktançok, salt bir yargıda bulunur gibiydi. "Geçmiş yaşamına dönmek ve onuiyileştirmek çok uzun bir hazırlık süreci gerektirir.Bu, sadece kendi üzerinde çalışmayla mümkün olabilir."Dreamer, sözlerini bitirdiğini gösteren bir tonlamayla, "Kendimiziözümüzde bağışlamak, özümüze bir geri dönüştür ve bu dünyaya gelişimizinasıl nedenidir. İnsanlar bu iyileşme sürecini asla yanda kesmemelidirler,"dedi.Bunun için çok fazla çaba gerektiği doğruydu, ama O, her şeyden öte,kendimi yargıdan uzak bir gözlemleme ile mercek altına yatırmamgerektiği konusunda beni bir kez daha uyardı.8 Kendini gözlemleme kendini düzeltmedir"Self-observation is self-correction"...Kendini gözlem, kendini düzeltmedir... Bir kişi 'kendini gözlemleyebilirse'geçmişindeki her şeyi düzeltebilir," dedi Dreamer. Ardından sözlerini,insanın içinde bulunduğu koşulların, kendini bilmemesinin ve daha daönemlisi, kendisini gözlemlemekteki yetersizliğinin bir sonucu olduğununaltını çizerek sürdürdü.38


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDıeamer, "Öz gözlemleme, yaşantına yukarıdan bakmaktır!" diyetanımladı ve sonra, "Bu, sanki olayları, durumları ve geçmiş ilişkileri birışık demetinin altına koymaya benzer," diye açıkladı.Anlayabildiğim kadarıyla, kendini gözlemlemenin vazgeçilmez önkoşulu, bunu yargıdan uzak, etik ve tarafsız olarak yapabilme yeteneğiydi.Dreameı'a göre 'kendini gözlemlemek', bir yargı mahkemesininöııündeymiş gibi değil; dıştan bakan bir insan zekâsının X-ışınları altında,hiçbir şekilde yargılamadan ya da eleştirmeden, yalnızca gözlemleyebilentarafsız bir tanığın önünde, yaşanmış hayatı başa sarmaktı. Bu, LondonBusiness School'a devam ettiğim yıllarda öğrendiğim, bir kuruluşbünyesinde yapılmış bazı psikolojik deneyleri anımsamama neden oldu.Bazı büyük şirketler, (araştırmacıların söylemiyle) wandering management -gezinerek yönetim- yönteminden yararlanarak üretimlerini önemli ölçüdeartırmışlardı. Bu sonuca ulaşmanın temelinde, 'wandering management 'mdikkate alınması ve işe yaradığının destek görmesi yatıyordu. Bir'wandering' yöneticisinin görevi, tam anlamıyla şirket içinde 'gezinmek' veetrafta olduğunun şirketin her köşesinde, hatta en ücra yerlerde bilehissedilmesini sağlamaktı.Sesi, düşüncelerimi ve aklımdan geçenleri birdenbire böldü ve beniLondra'daki Business School ortamından uzaklaştırdı.Dreamer, "self-observation is self-correction; kendini gözlemleme, kendinidüzeltmedir," diye tekrarladı. "Kendini gözlemleme bir iyileşmedir...gözlemci ile gözlenen arasındaki ayrılığın doğal bir sonucudur.Kendini gözlemleme, insanın, dünyanın yürüyen bantlarına kendisininelerin bağladığını görmesini sağlar; eskimiş fikirler, suçluluk duygusu,önyargılar, gerginlikler, felaket beklentileri... Bu bir kopma, sahte uykudançıkma ve yeniden uyanış eylemidir...""Dünyanın insanı uyutma yoluyla dayatma etkisinin en ufak birmiktarının kaldırılması bile inandığın her şeyi darmadağın edecektir ve budurum yaşantın boyunca oluşturduğun görünür dengelerin ve yanılsatıcıkesinliklerin çözülüp dağılmasına neden olacaktır.İşte bu nedenle, insanların çoğu kendini gözlemlemeye yanaşmayacaktır.Bir anlığına bile olsa kişinin kendisini dünyanın betimlenmesindenuzaklaştırması, alışılmış sınırların ötesinde muazzam bir girişimdir."Uzunca bir süre ciddi gözlerle bana baktı. Konuşmasını doğrudan banabakarak yapıyordu.39


Stefano E. D'AnnaMideme giren bir sancı, biraz sonra olacakların bana çektireceğieziyetleri önceden haber veriyordu."İçindeki gözlemciyi harekete geçir! Kendini gözlemleme, hayatını enbaşından beri yöneten düşünce kalabalığının ve olumsuz duygularınınölümü demektir.Eğer özüne döner, kendini gözlemlersen hayırlı olan her şeyin olduğunu,olmayanınsa çözülüp gittiğini göreceksin."Bir bakışta benim dehşete düşmüş ifademi yakaladı ve ekledi. "Hiç kimsebunu tek başına başaramaz. Mükemmel bir hazırlık evresinden geçmeksizin,kendinle, yalanlarınla buluşman ve varlığının dar ve karmaşık sokaklarındabir maceraya atılman seni anda öldürebilir."O'nun bu sözleri bir mahkûmiyet kararı gibi gelmişti. Benim yararımaolacak her tür işi ve olumsuz halimi yargılamasından, beni bırakıpgitmesinden korkmuştum. İçimde ümitsiz, kahramanca bir kararlılıkyükseldi. Benim böylesine gönüllü olmam üzerine düşünmeye koyuldu.Yavaşça, ilk görüştüğümüzdeki duruş pozisyonlarından birine geçti. Sağelinin, bitiştirdiği işaret ve orta parmaklarını yanağına bastırdı. Ardındanbaşını hafifçe eğerek, çenesini küçük parmağının oluşturduğu kavise dayadı.Düşüncelere dalıp böylece uzun süre kaldı. Bana bakmıyor gibiydi, amadüşündüklerimin hiçbirinin kendisinden kaçmadığına emindim. Sonkarşılaşmanın final oyununu oynuyordum, belki de en sonuncusunu. Her şeybana bağlıydı. Bekledim.Sonunda Dreamer sessizliği bozdu.Çenesinin ucuyla gökyüzünü işaret ederek "Bak, dolunay çıktı," dedi."İnsana ömründe en fazla bin defa dolunayı izleme fırsatı verilir, ama büyükbir olasılıkla bu insan, yaşamının sonunda onu bir kez bile izleme fırsatınıbulamayacaktır...Ay'ın insanın dışında olduğunu düşünürsen, bir insanın kendinigözlemlemesinin, dikkatinin yönünü kendisine çevirmesinin ne denli zorolacağını düşün. Kendini gözlemleme, düşleme sanatının sadece ilkadımıdır."Uzun süre sessiz kaldık. Karanlığa uzanan Cafe de la France'ın terası,sanki yıldızlı gökyüzüne çıkmaya hazır bir yıldız gemisinin başı gibiydi.Gemide sadece biz vardık; Varoluşun yalnız Argonaut'ları.Bir eylemcinin kararlı sesiyle, "Hazırlan," dedi. "Bu bir kır gezintisiolmayacak."40


Tanrılar <strong>Oku</strong>luSon önerilerini dikkatle dinledim. Dreamer hemen yanı başımda olacaktı.Bir tür zihinsel ara bölgede, yani geçmişin tam olarak kapsanmadığı, terkedildiği ve geleceğin düzeninin henüz oluşmamış olduğu bir bölgede, tuzağadüşerek takılıp kalma riskini bana serinkanlılıkla söyledi. Böylelikle buuzay-zaman diliminden Dreamer'ın dünyasına geri dönmek için bir dahaşansım olmayacaktı. Bunun son buluşmamız olabileceğini vurguladı."Sıradan bir insanın geçmişi... varoluşun bütünlüğüne doğru henüz ilkadımlarını bile atmamış bir insanın geçmişi kancalara tutturulmuş gibidir.Geçmişine geri dönmek için yaptığı her hamlede ve onu değiştirmek içinattığı her adımda bu kancalar bir pençe gibi etine saplanırlar."Bunlar duyabildiğim son sözleri oldu. Palamarlarını çözen bir tekne gibiben de terasın sarsılmaya başladığını, etrafımdaki nesnelerin benden giderekuzaklaşmaya başladığını hissettim.Cesaretimi toplayarak, "Ben varım," diye düşündüm.Dreamer'ın sesini, görünmeyen motorların homurtuları arasındakayboluyormuşçasına, çok zor duyabiliyordum. Teras bir zaman makinesinedönüştü. Evren durdu, zaman geriye sarmaya başladı; bilincimde vegeçmişimde geriye doğru yaptığımız bu yolculuktan başka, dünyada hiçbirşeyin önemi kalmadı.Zifiri karanlık bir tünelin içine doğru hızla çekildiğim hissine kapıldım;sanki 'makinemiz' varlığımın taşlaşmış katmanlarını, iç dünyamın yerkabuğunu kat kat geçerek ilerliyordu.Yaşantımın ilk kesiti, karanlık içinden bir ada gibi belirdi. Yaklaşmasınıve giderek büyümesini izlerken, tanıdık olması yanında anlaşılmaz, gizemlive bilinmeyenin hemen kıyısındaki bir dünyaya girdiğim duygusunakapıldım.Dreamer'la beraber, doğrusal zamanda aslında yalnızca birkaç yıl öncekiolaylara gitmemize rağmen, yaşantımın bu kesiti inanılamayacak kadaruzakta görünüyordu.41


Stefano E. D'Anna9 "Ölüm çözüm değildir"Luisella öldüğünde yinni yedi yaşındaydı. Bir cilt kanseri yüzünden,küçük bir çocuğun plajda oyun için kazıp derinleştirdiği bir kuyu gibibacağında derin bir yara oluşmuştu. Dünyamı saran çizgiler giderek dahabulanıklaşmıştı; sanki dünyayı artık bir boksörün aldığı darbeler yüzündenkapanmış gözleriyle görüyordum. Aylardır nefretten başka bir şeyduymuyordum: bu, öfke ve korku arasında sıkışıp kalmış, duyarsız biriçerlemeydi.Baş dönmesi...Acı...Karanlık...Düşüncelerin ve duyguların suç ortaklığı...Varoluşun başıboş parçacıkları...Kesici bir ışık demetinin varlığımın karanlıklarını yarıp geçmesi.Acı...Baş dönmesi...Karanlık...Derin bir kesik...Ardında: karanlık... ve yine., acı!...Ona doğru uçuyorum, yaklaşıyor, giderek büyüyor,geçmiş yıllarımın solgun gezegeni...Yere ineceğim... Ama nereye?Ne bir boşluk, ne bir geçit,düşüncelerimin kayalık bozkırında,ne de bir milimetrekarelik samimiyet.Bir boşluk beni yutuyor...Karanlık...Acı...Baş dönmesi!...Bir kasaba hastanesinin küçük odası... dezenfektan...Hastalık ve çaresizlik kokusu.Kımıldamadan yatan birisinin önünde diz çökmüş,kalbi kırık bir kişi...Ona yaklaşıyorum...dehşet içindeki o adam...o benim!49.


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDreamer'la birlikte izlemekte olduğumuz sahne buydu. Yaşama çoktanyabancılaşmış, mermerden bir heykele benzeyen bu görüntünün sadeliği, bukalbi kırık, ufak tefek adamın üstüne, yanlış zamanda olduğunu acımasız birışık gibi yüzüne vuruyordu. Karmaşık bir kalabalığın, adamın Varlığınahücum edişini dinledim: köpüren düşüncelerin yığını, içinde birbirlerini itipkalkan anlamsız tutkular ve duygular, hepsi bir oluşun aldatıcı görüntüsünüortaya döküyordu. Dreamer'ın gözlerinden, sanki halüsinasyon etkisi yaratanbir maddenin etkisi altındaymış gibi, görünümlerin ötesinde, bu adamınindirgenmiş olduğu bencillik ve korku öbeğini 'görebiliyordum.'Dreamer, çenesiyle onu işaret ederek, merhametsiz bir ifadeyle, "O kendiölümüne ağlayan bir hayalet," diye açıkladı. "Korku, ıstırap ve üzüntü onunbütün sıkıntılarının sonucu değil, asıl nedenidir. "Dreamer, bana bütün kötülüklerin en kötüsünü; toplumsal, bireysel,bölgesel ya da dünyevi felaketlerin kaynağım gösteriyordu!"Her insanın içinde taşıdığı kaos yani kendi cehennemi; dünya üzerine,çatışma ve ayrımcılık ya da ırklar, ideolojiler ve inançlar arasındakisavaşlar formunu alarak yansır."Bunu keşfetmenin heyecanı, bu adamdaki erken yaşlanma belirtilerinifark ettiğimde dehşet, acıma ve utanç duygularıyla karıştı.Dreamer kısaca, "Bu adam, yaşadığı hüzün ve ıstırap yüzünden acıçekmiyor, onun burada çektiği acı kendi doğal seçiminin bir sonucu olduğuiçin ona acı veriyor," dedi.Yaşantımda şimdiye dek başıma gelen ve gelecekte başıma gelecek herşeyin, tıpkı uzun ömürlü bir meşenin ufacık tohumunun içine yerleşmesigibi, zaten orada olduğunu, anda yaşandığını fark ettim. Her ayrıntı, oadamın yaşantısmdaki ihmalciliği, terk edişleri ve hayatındaki eskileri ortayakoyuyordu. Bir şeyler yapmak isterdim. Geçmişte ben olan o adamavarlığımızın geleceğindeki benden söz etmek isterdim. Mümkün olsa onuniçine girip her şeyi yeni baştan düzene koymak isterdim; itibarını ona gerikazandırmak, bükülmüş sırtını düzeltmek ve yüzündeki ıstırap çizgilerinisilmek isterdim...İç sesimi duyan Dreamer, "Müdahale etmek olanaksızdır!" dedi. "Artıkyapabileceğin hiçbir şey yok!" Sesi şimdi biraz daha cana yakındı. "O adamıstırap çekmekten hoşlanıyor! Bunun doğru olmadığına yemin edebilir, amagerçekte, dünyaları bile versen cehennemini asla terk etmeyecektir."Böylesi bir gaddarlığa inanmam olanaksızdı, hayrete düşmüştüm.Dreamer yüzümdeki kuşku belirtisini fark ederek ekledi.43


Stefano E. D'Anna'"Tiryakisi olduğu bu durum, onun dünyaya tırnaklarını geçirerektutunmasını ve kendisini güvende hissetmesini sağlıyor. Bu her ne kadarkederli bir durum olsa da, dışarıdan kendisine gelebilecek bir yardımınninnisiyle uyutuluyor.Kendisini gözlemleyebilseydi, davranışlarında ve tepkilerinde atomzerreciği kadar bile olsa bir değişiklik yapabilseydi, düşüncelerinden ya daduygularından sadece bir tanesini yalnızca bir milimetre yükseltebilseydi, ozaman yaşamı farklı olurdu. "Sözlerinin bu noktasında sesini dramatik biçimde değiştirerek güçlü birfısıltıya dönüştürdü. Ses tonundaki bu ani değişim beni öylesine sarstı ki,O'nu dinlemekte bir an da olsa zorlandım."A man can not change the events of his life but only his way to takethem ".Bir kişi yaşamındaki olayları değil, yalnızca onları göğüsleme biçiminideğiştirebilir."Suçlayıcı bir ses tonuyla O'na karşı çıktım. "Bana geçmişindeğiştirilebileceğini söylemiştin..." İçime ateş düşüren bir hayal kırıklığı, birumutsuzluk dalgası, damlalar halinde gözlerime dek yükseliyordu.Dreamer sertçe karşılık vererek, "Şimdi burada gördüğün, yaşantındadeğiştirmek istediğin bu küçük kesit, senin geçmişin değil. Geleceğin!Yaşantında her şey tekrar ediyor... Aynı olaylar defalarca aynı şekildeyaşanıyor, çünkü onları değiştirmek istemiyorsun. Yine şikâyet ediyor, yinedünyayı suçluyor ve yine dışarıdan birilerinin seni incittiğine ya da sanafelaket getirdiğine inanıyorsun.Zamanın bu döngüsüne sıkışıp kalmış bir kişinin gerçek bir geleceğiolamaz; yalnızca tekrar tekrar yaşadığı bir geçmişi olur.Şimdi benim gözlerimden bakıyorsun! Bir gün sorumluluk sendeolduğunda, kendine acımanın bir sonuç değil, felaketlerinin başlangıcıolduğunu ve... bütün bunların sebebinin sen, yalnızca 'sen' olduğunuanlayacaksın. Ancak o zaman geçmişine ışık tutacak ve onuiyileştirebileceksin."Cenaze odasındaydık. Karımın ölü bedeninin yanında hareketsiz yatanbaşka bedenler de vardı. Hiçbiri Luisa kadar genç değildi. Sessizlikte bazısözcükler yankılandı; bunlar asla unutmayacağım sözcüklerdi."Bu kadının ölümü, senin varlığının ve kendi iç ölümlerinin aynadakigörüntüsüdür."44


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDreamer yaşam öykümün katmanları arasından geçerken karşılaşacağımzorluklar konusunda beni önceden uyardığı halde, onları O'nunla birlikteyeniden yaşarken, varlığının yanımda olmasının bana yüklediğisorumluluğun altında ezildiğimi hissediyordum. Bu katlanılabilir bir şeydeğildi.Adına, 'işte benim hayatım'diyebileceğim bu korku filminin yaratıcısı,yönetmeni bendim, bünu nasıl kabul edebilirdim?Yüksek bir sesle, "Ölüm bir hatadır," dedi. "Ve doğaya aykırıdır.Fiziksel ölüm, her gün içimizde gerçekleşen milyonlarca ölümünmaddeye dönüşen görüntüsüdür; acıya düşkün ve ıstırap çekmeyi seven birinsanlıktan alınıp benimsenmiş bir inancın kristalleşmesidir."Bocalamama rağmen sözlerini ısrarla sürdürdü "İnsanlar ölümü kaçışyolu haline getirdiler. Kendilerini öldürmek için ne yapmaları gerektiğini vebütün yöntemleri kusursuz bir biçimde biliyorlar. Beden yok edilemez! Yinede olanaksız olanı, kaçınılmaz kıldılar... Hiçbir insan ölemez, ancak 'kendikendisini öldürebilir'!" dedi. "Bunu başarabilmek içinse elindeki tümimkânları bu işe koşması, kendine acıma ve kendini baltalamayı tam günlükbir iş haline getirmesi gerekiyor."Sözlerinin burasında; direncimi kırmak ve bu devrimci fikirlerin gizemligücü karşısında uyuşan beynimin istemeden de olsa ördüğü uyku duvarınıdelebilmek için uygun sözcükleri bulmak üzere biraz durdu."Ölüm, her zaman bir intihardır!" Bunu söylerken bu kez sesine birsavaş narası atıyormuşçasına şiddet havası vermişti. "Bu düşünce şeklinikanın, canın gibi benimsediğinde, dünya görüşünle birlikte kendi gerçeğinde tepetaklak olacaktır. "Dreamer, çağlar öncesinden gelen inanışlara, sarsılmaz bir inanca, ölenbir türün genel koşuluna göre bir. araya getirilmiş ve bütün insanlarınpaylaştığı "ölümün doğal ve kaçınılmaz olduğu evrensel gerçeğine"saldırıyordu. Bu sözleri, sanki birisi birdenbire bütün değer verdiğim şeylerikapıp kaçırıyormuşçasına kendimi saldırgan ve aşağılanmış hissetmeme yolaçtı. Bir şey varlığımın en derin yerine bir kesik atmıştı. Nefretin yüksekperdeden çıkan homurtusu gibi, sessiz, denetimsiz bir çığlık içimdeyükselmiş ve arka planda asılı kalmıştı."Şu anda milyarlarca insan da, tıpkı senin gibi aynı içerlemeye takılıpkalarak, olumsuz düşünüyor, kendilerini kötü hissediyorlar," dedi. Ooluşumun gizli ve erişilmez sandığım saklı bölmelerine sızıyordu, benseçaldıklarım elimde yakalanmışçasına utanıyordum.45


Stefano E. D'Anna"Hayatın en acı veren döngüsünden kaçış umudunu insanlıktan esirgeyenbu Oluş halidir."Bunu ifade ederken üzüldüğü belli oluyordu. Sonra benim için unutulmazolan bu dersi sonlandırmak üzere, "İnsanlar ölüme tapıyorlar," dedi. "Veellerinde olsa bile onu asla iptal etmek istemezler, çünkü ölümü bütünsorunlarının çözümü sayıyor, çektikleri ıstıraplara ve kendi kendilerineyarattıkları binlerce ruhsal ölüme son vereceğini düşünüyorlar... oysa ölümbir çözüm değildir!"Uyuşmuş beynimdeki sis bulutu dağıldı ve görüntü açıldı. Dreamer'ınsözleri hayalden gerçeğe dönüşürken, siyah perdelerle çevrili o odadaetrafında mumlar yanan küçük yataklardaki ölülerle birlikte sadece ölümleilgili bir gösterinin figürleri gibi, Luisella'nın ölümü bana gerçek dışıgörünmüştü.10 İyileşme içten gelirGeçmişe uzanan yolculuğumuzu, Luisa'nm yaşamının son aylarınıkapsayan o döneme varana dek sürdürdük. Bu kısımda kendimi yine, böylesibir kara yazgının ağırlığıyla daha otuzuna bile gelmeden iki büklüm olmuşkederli bir koca ve bir aile reisi rolünün kayıtsız kalma bölümünü bilinçsizcesürdürürken gördüm. Bu ufak tefek adamın kendine acımasını izledim;pençesine düştüğü suçluluk hissi ile yürek darlığı arasında çırpınan, hastagörüntüsünün içinde kaybolmuş bir halde içerlemesini, nefret etme eğiliminive kırgınlıklarını gördüm. O'nun ıstırap ezgisinden dünyaya, herkese ve herşeye karşı o bitmez tükenmez tüm suçlamalarını dinledim. Dayanacakgücüm kalmayana dek.Gördüklerimin utancıyla kahrolmuş bir halde, Dreamer'a, yakışıksızkaçan bir biçimde "Neden bütün bunlar? Burada ne işim var?" diyehaykırdım. Arkamı dönüp çıkıp giderdim, ama tek bir kasımı bilekımıldatamıyordum.Dreamer, beklemediğim bir incelikle bana yolculuğumuzun amacınıanımsattı: Geçmişe ışık tutmak ve oraya yeni bir anlayışla geri dönmek. Bu,bir daha asla ele geçmeyecek bir fırsattı.Tatlılıkla, "Her gerçek iyileşmede olduğu gibi, süreç özde başlamalıdır,"derken her an üstüme çökebilecek kendime acıma durumundan beni çekipçıkarttı.46


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Dünyayı yaratan bizim Oluş 'umuzdur; aksi düşünülemez!Diğer bütürı insanlar gibi, sen de seni bu duruma getiren olaylarındışarıdan kaynaklandığını, içine düştüğün mutsuzluk ve güvensizlik halinebaşkalarının yol açtığını sanıyordun. Şimdi bunun aslında gerçekliğintepetaklak edilmiş bir betimlemesi olduğunu öğrendin."Kendimi toparlıyordum. Birkaç saniye daha bekledikten sonra, Dreamer'abaşımla devam etmeye hazır olduğumu işaret ettim.Bir sonraki şaline, Floransa'da Bolognese Caddesi'nde, yöneticieğitimiyle uğraştığım dönemdi. Bütün bu aylar boyunca, iş arkadaşlarımlaaramızda, benim onlara kendi açımdan kederimi anlatıp, onların da banakendilerince verdikleri sözde destekle ortaya çıkan bir tür duygusalpaylaşımımız oluşmuştu. Benim ' kara talihim ', farkında olmadan onlarınkendilerini daha iyi hissetmelerini sağlamıştı. Akıllarını başlarınadevşirmelerini sağlayan bir korku sayesinde, yaşamın ne denli pamukipliğine bağlı olduğunun ayrımına varmış ve bir süreliğine de olsayaşamlarındaki sıradan paylaşımlarına değer vermeyi bilmişlerdi. Bana birhasta, bir yaralı veya yenilmiş bir kişi gibi ilgi ve şefkat gösteriyorlardı. Bu... değiş tokuştaki dehşeti 'gördüm' ve derin bir bunalıma düştüm. Geçmişimine tarafından tutsam, bir kumaş gibi, her köşesinin karanlıkla dokunduğunugörüyordum. Saklamaya değecek bir paçavra parçası bile yoktu.Felaket alanından kurtaracak bir şey bulabilmek amacıyla bakman çaresizbiri gibi aranıp duruyordum; sevilen birisi, bir ilişki, değeri veya yaranolabilecek herhangi bir şey. Boşu boşuna. Dehşete kapılmış, soluksuzkalmıştım. Dreamer orada olmasaydı, devam edecek gücü bulamazdım.Bu duyguların ağırlığı altında sendeleyip yıkılmak üzere olduğumugörünce, "Suçu olaylara yükleme," dedi. "iki küçük çocukla yirmi dokuzyaşında dul kalmak bir lanet değildir."Hiçbir olay ne iyi, ne de kötüdür. Yalnızca bir fırsattır. Bunları öncedenöğrenmiş olsaydın, bu yaşadığın durumu aydınlık bir olayadönüştürebilirdin. Kendini tanıma cesaretin olsaydı, Luisa'nın ölmesi...bunca felaketin başına gelmesi gerekmezdi.Our level of being attracts our life...Oluş düzeyimiz yaşamımızı kendisine çeker. Ve her şey senden kaynaklanır.Gördüğün ve dokunduğun her şey senin varlığının, noksanlığının ve içindekiboşluğun dışa yansıyan görüntüsüdür.47


Stefano E. D'Anna"Yaşamda boşluklar yoktur. Eğer sen, kendini yeni bir biçimde düşünmeye vedavranmaya zorlayarak bunları doldurmazsan, bunu senin adına tiimzalimliğiyle o yapacaktır.Görmezsen, ya da görmeyi istemezsen, hastalık vahimleşir ve yaşamınınkomedisi giderek daha ıstıraplı bir hale gelir. Her şey sana bu trajedininnedenini göstermek ve seni bütün bunların kaynağına gerisingeri götürmeküzere ortaya çıkar... ve bir gün devreye girip, ölümlü yaşam vizyonunudeğiştirmem sağlamaya çalışır."11 Ev sahipleriYaşantımdan diğer parçalar, geçmişten görüntüler, bir filmin karelerigibi,, birbiri ardınca gözümün önünden hızla akıp geçti. Kişilerinyüzlerinden, geçtiğim yollardan, yaşadığım şehirlerden ve oturduğumevlerden yüzlercesini tanımıştım. Ta ki... o gölge gözüme ilişene dek! Yenievimi nerede seçersem seçeyim, beni her taşındığım yerde izleyen o gölgevarlık. Midem demir bir mengeneyle sıkılıyormuşçasına gerildim.Taşındığım her evde karşıma bir barbar çıkmıştı: soğuk ve kavgacı evsahipleri; üstelik bunlar, kaderin garip bir cilvesi, yinelenen bir yazgınınharikulade eğitimi uyarınca hep yan dairede oturup, komşum olmuşlardı.Bana göstermek üzere olduğu şeyin ıstırabını göz önünde tutarak, sesindedeğişmeyen bir tatlılıkla, "Dikkatlice bak, onları iyi gözle!" diye buyurdu."Karşılaştığın bütün ev sahipleri aslında tek bir kişi. Hep aynı kişi. Asladeğişmez. Bir ev sahibi maskesi ardına gizlenerek hep orada duran kişininkim olduğunu 'görmek' istemedin. Oysa her seferinde sen kendinlekarşılaşıyordun!"İçimde bir şeyler dağılmıştı. Ardımdan bir kapı sertçe kapanmış vekilidin çevrilirken çıkarttığı metalik tıkırtıyı işitmiştim. Artık emindim,korkunç derecede emindim, bu sözleri bir kez işittikten sonra bir daha aslahiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. İçimde, gözyaşlarımın dökülmediğiumutsuz bir ağıt yükseldi; benim yaşantım bir hayaletin yaşamıydı; ardındahiçbir iz bırakmadan yok olan ve dünyanın aynasında şimdi gidereksilindiğini gördüğüm bir yansıma. Dreamer'ın sözleri bana bir can simidigibi ulaştığında, sanki dipsiz bir uçurumun kıyısındaydım. "Onlar, kendibağımlılık halini sürekli kalıcı kılabilmek için doğrudan senin tarafından işekoşulan muhafızlar, gardiyanlardır.48


Tanrılar <strong>Oku</strong>luYaşantında hep egemen olan ıstırap ezgini kökünden söküp atmazsan, buhayaletler yemden sana dönecektir."Ardınca gelen suskunluk öylesine uzadı ki, bizi birbirimize bağlayan altınkordon kopuverecek sandım. Beni 'düş'ünden çıkarıp atabileceğidüşüncesiyle yüreğime bir ateş düştü. Bu korkunç bir duyguydu. Buboşluğu, yokluğu hissettiğim o geçmek bilmez süre boyunca adeta varolmayı kesmiştim. Böylece, varlığımın Dreamer'la ne denli bütünleşmişolduğunu anlamıştım. Sanki hayatı içime çektiğim yaşamsal bir organ, safhava soluduğum üçüncü bir akciğer haline gelmiş, çok değerli bir kordon ileO'na bağlanmıştım.Sonra gözlerimin önünden ağır ağır, geçmişimden başka görüntülergeçmeye başladı. Bir anlamda onları yönetmeyi kavramıştım. Artık bugörüntüleri durdurabildiğim gibi, istersem büyütebiliyor, onlara yakındanveya uzaktan bakabiliyor, hatta kendimi sahnenin dışına çıkartabiliyordum.Yeniden Fortini Caddesi'ndeki villayı gördüm. Çok büyüktü ve LuisaMilano'da Venezian Caddesi'ndeki hastanede, Luca'yla Giorgia daPiemonte'de dedelerinde oldukları için villa çok sessizdi. Günlerin birbiriardınca geçişi yine hızlanmıştı, göz açıp kapayana dek bir belirip bir yokoluyorlardı. Günbatımında çam ağaçlarının gölgeleri eski evi ele geçiriyor,sanki varlığımın cn derin kısımlarına sinsice o ince uzun parmaklarınısokuyorlardı.Dreamer'ın beni neden yine buraya getirdiğini bilmiyordum, ama tekbildiğim, engel olamadığım bir titremenin var gücüyle bedenimi tepedentırnağa ele geçirmiş olduğuydu.Beni yüreklendirme çabasıyla, "Yaşantının tavan arasına, yani onun enkaranlık köşelerine girmek üzereyiz," dedi. "Şimdi biraz temizlik veyüklerden kurtulma zamanı."Toplayabildiğim bütün cesaretimle, ana girişin büyük demir kapısınadoğru uzanan bayırı tırmandım. Tepeden bayır aşağı esen rüzgârın tam bunoktada güçlendiğini anımsadım. Rüzgâr, dik yol boyunca kenarlardakiçukurluklardan bir dere gibi akıyor, yaban otlarının beyaz ve yeşilleriylebeneklenmiş, kaba, kuru duvarların etrafında dönüyordu. Küçük demirkapıdan girdiğimde, o günlerde kullandığım Citroen marka arabamın parkhalinde olduğunu gördüm. İç yol öyle kısaydı ki, villa beklemediğim birhızla önümde belirivermişti. Taş ve tuğladan yapılmış bir merdiveninbasamaklarının önüme çıkması da bir o kadar ani olmuştu. Basamaklarıçıkmaya hazırlanırken dönüp öteye, bahçenin bitimine çevirdim başımı.49


Stefano E. D'AnnaOrada duraksayıp küçük ek binanın aydınlık pencerelerine baktım. Tekkomşumuz orada yaşıyordu. Anılar, hepsi bir arada zihnime üşüştüler.Judith'le öykümün ilk karelerine göz atmaya başladığımda soluk alışımınsıklaştığım hissettim.12 Judith, "Sinyorina"Giorgia ve Luca ona 'sinyorina' derlerdi. Benden yalnızca birkaç yaşbüyük, uzun boylu ve hoş bir kadın olan Judith, içine kapanık biriydi. Bizimbahçenin bitimindeki o küçük evde tek başına yaşardı. Hiçbir şey onuşaşırtmazdı ve kitapları ile müziği dışında hiçbir şey ilgisini çekmezdi.Soğukkanlı ve kayıtsız görünüşü, gözlerini heyecanlı bir durumdaymış gibisürekli kırpmasıyla bir parça hareketlenirdi. Dreamer'ın yanı başımdaolduğundan emin olduktan sonra, küçük oturma odasının pencerelerindenbirine yaklaştım. Korku ve başıma gelenleri üstlenmekteki acizliğim içindeona gittiğim ve bedeninde teselli aradığım gecelerdeki gibi, yüreğim çalkantıiçindeydi.Bir kez daha o küçük odayı gördüm; duvarları kitaplarla kaplı, ortayerinde çiçekli kumaşla döşeli bir divan ve uzun parmaklarıyla klavyesininbaşında oturan Judith'i ve ona Luisa'mn hastalığından, onun giderekkötüleşen durumundan bahseden kendimi gördüm. Müziği, her atomunuharekete geçirdiği odayı baştan sona ele geçirdi. Gittikçe yükselen müziğinsesi, bencillik ve karım için duyduğum sahte ilgiyle yüklü o kelimeleribastırdı. Düşüncelerimin dehşetini ve niyetimin mide bulandırıcı kokusunuduyabiliyordum. Beni ikiye ayıran mücadeleyi, ilk kez açıkça fark ettim:Karımın yakında öleceği haberinin verdiği hüzün ve bu bozuk gidenolgunlaşmamış evliliğin yükünden yakında kurtulacağımdan içten içeduyduğum gizli ve tuhaf sevinç arasındaki çatışmayla bölünmüştüm.Mutsuzluklarım ve düş kırıklıklarım için, meslek hayatımdaki kısıtlamalarve engeller için gizliden gizliye bir bakıma onu suçlamıştım."Ölüm hiçbir zaman bir tesadüf değildir" -Dreamer'ın sesi arayagirmişti- "hastalık, mutsuzluk ve yoksullukta da olduğu gibi. Bunun olmasıiçin yıllarca dua ettin...kendine bile itiraf etmeden, şiddetle bunu arzuladmve hatta Tanrı'ya yakardın. Düşler her zaman gerçekleşir, en karanlıklarıbile."50


Tanrılar <strong>Oku</strong>luİkiyüzlülük perdesi kalkmıştı. Bundan böyle artık gizlenemezdim. Bununhiçbir yolu kalmamıştı. Bu ufak tefek adamın gözyaşı ve umutsuzluğununardında, takındığı maskesiyle teninin arasında, suçluluğun verdiği alaycıgülümsemeyi gömüştüm. Dehşetten soluğum kesilmişti. Karşı konulmaz birgüç kaçmamı engelledi, beni Judith'in penceresinin önünde hareketsiz birşekilde tuttu.Judith'le ilk buluştuğum sahneyi yeniden gördüm. Luisa ölüyordu ve bensımsıkı Judith'in yaşamına sarılmış, ondan biraz dostluğunu, bana acımasınıve bedenini istiyordum. Judith niyetimi anladığında ne tutumunudeğiştirmiş, ne de bozulmuştu. Elimden tutup beni yatak odasına götürdü veondan dilenmekte olduğum şeyi bana verdi; her şeyi unutmak, uzaklaşmak,ruhuma azap veren korkuyu dindirmek için tek bir şey: Seks. O gündensonra birçok kez buluştuk. Fazla konuşmuyorduk ve aramızda herhangi birmerasime gerek de olmuyordu. Geceleri endişelerimi gidermek üzere onuarıyordum, fakat yaptığımız seks, bir hapşırık kadar anlamsız orgazmlarlayıpranıp tükeniyordu. Dreamer bütün sahnelere bakmamı istediğinden, oradadurmamı, o sahnelerden birini seyretmemi ve o pisliklerin zehir gibi tadınıbütünüyle tatmamı istemişti.Luisa, bizden biraz ötede, bahçenin diğer tarafındaki evde yatıyordu. O a-dam ben olamazdım. İğrençlik katlanılmaz düzeye çıkmıştı. Kendimi kurtarmakuğruna her türlü rezilliği yapabileceğimin farkına vardığımda fenalaştım.Geçmişimdeki açık yaralar, zalimce de olsa bu yolla kabuk bağlıyordu.Judith seks yapmayı özenle, gayretle ve ciddiyetle yerine getirilmesigereken bir görev sayıyordu, ama varlığımdan tek bir atomun bileyaşantısına takılmasına asla izin vermiyordu. İlişkimiz onun bedenindehiçbir iz bırakmadan sürüyor ve yaşamı en ufak bir şekilde etkilenmiyordu.Ona tam anlamıyla sahip olamamak rahatsız ediciydi, bu bağımsızlığıyüzünden kendimi güvensiz hissediyordum. Judith'in yalnızca kendisi içinyaşadığı sonucuna varmıştım. <strong>Kitap</strong>lara ve müziğe olan düşkünlüğününyalnızca bencilliğinin bir kalkanı olduğundan emindim. Böylece, bu yargıylaonu etiketleyerek, camdan bir sümenin altına koyup anılarımın arasınayollamıştım. Ancak ve ancak şimdi Dreamer'ın gözleriyle baktığımda,Judith'in benim için neyi temsil ettiğini anlamıştım. Onun içe kapanıkdoğasında, her türlü ikiyüzlülükten arınmış içten bir kadının saf sevgisini vebir bilgenin kendine özgü kayıtsız tavrını, ancak şimdi görebiliyordum.Judith benden daha iyiydi. Hayatın haşin dalgalarının arasından güçlüklekendini kıyıya atmış, benim gibi bir zavallıyı alıp kabul etmişti.51


Stefano E. D'AnnaOnsuz ne yapardım düşünemiyorum bile. Kim olduğumu kesinliklegörmüştü! Anlamsız yaşamımın dehşete dönüştüğünün farkındaydı. Benimölüm taşıdığımın farkındaydı! Beni yaşantısının dışında tutmak onunkurtuluşu olmuştu. Onu nasıl böylesine insafsızca yargılayabilmişim?Artık Judith anılarımın tavan arasındaki karanlık bir köşeyi kaplamıyor,parlıyordu. Onun müziği yaşamdı. Yine de eksik olan bir şeyler vardı. Judithneden karşıma çıkmıştı? Neden Judith gibi birisi, tam da ihtiyacım olduğubir sırada, cehennemden farksız hayatıma girivermişti?Dreamer'a döndüm. Bacaklarımın kesildiğini hissediyordum. Saçma birfikir, bir parça delilik, sağduyumdaki bir çatlaktan içeri sızıyordu. Bir şeyinbilincimi zorladığını hissedebiliyordum. Yavaşça ve merhametsizce içimedek işliyordu. Bütün gücümü yerle bir etmeden onu durdurmalıydım. Buolanaksızdı!... Judith... Dreamer'ın bana bir armağanıydı! Judith...Dreamer'dıL. Acaba beni kurtarmak için kaç kez yaşantıma girmişti? Nasılbu kadar kör olabilirdim? Böylesine bir mükemmelliğe karşı nasıl kayıtsızkalabilmiştim? Düşüncelerim dipsiz karanlığın kıyısında fırıl fırıl döndü veiçine düştü. "Her birimize muazzam bir kurtuluş payı verilmiştir." Dreamerbu sözlerle beni kurtarmaya gelmişti. Ses tonu şaşırtıcı biçimde yumuşaktı."Ne var ki sürekli bilgisizliğimiz, işaretlere, uyarılara ve varoluşun trafiklambalarına sorumsuzca uymamamız nedeniyle bunu çabucak tüketir, boşaharcarız; buna rağmen de kendimizi zayıf, her tehlikeye açık ve kaderinelindeki bir oyuncak sayarız."Dreamer'ın sesi yine çekilmez kararlılığına geri döndü ve sözleri beniürpertti. "Yaşam çok güçlü ve beden yok edilemezdir. Ölmek için ancakolanaksızı olanaklı kılabilmemiz gerekir."Sanki bir başkasından söz ediyormuşçasma, eskiden olduğum adamıkastederek, "Onu bağışla! Onu bağışlaman geçmişini iyileştirecek ve yerinibugünün ışığı ile değiştirecek," dedi.İçimde bir şeyler yerinden oynayıp dağılmıştı. Bir çocuk gibi ağladım.Suçluluk duygusu, pişmanlıklar, suçlama ve suçlanma gibi acılardan,düşüncelerden ve hoş olmayan duygulardan oluşan bir lav akıntısı yüzeyeçıkmıştı."insanların hiçbiri senden farklı değil: Olumsuz duygularınyönlendirmesiyle evrende yitip gitmiş parçacıklar gibi. Suçlamak, şikâyetetmek ve bağımlı olmak, hepsinin yaşam öyküsü aynı... her şeye yükledikleriyegâne anlam bu kadar! Kedere batmış bir halde, ölümü ölümle unutmayaçalışıyorlar."52


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu13 Teşekkürler Luisa!Geçmişe yolculuk yeniden başladı. Yavaşça sahne değişti ve Dreamerbeni geriye, Venezian Caddesi'ndeki hastanede yatan Luisa'yı ziyaret etmeküzere Floransa'dan Milano'ya sık sık yaptığım yolculuklara götürdü. Ben dederhal o zamanlar içine düştüğüm aynı zihinsel kafese ve ruhsal duruma geridöndüm. Her yolculuğa çıkışımda giderek daha şiddetlenen aynı sancıylakıvranmaktaydım. Kocası olarak onun yanında olmanın bana yüklediğisorumluluk ile ıstırap çeken insanlarla dolu ortamlara girmek fikrinin verdiğiiğrenme arasında sıkışmış olmaktan acı çekiyordum.Koğuşların arasından geçerken ya da koridorlarda karşılaştığım diğerhastaların durumlarını, bir kitabın solmuş yapraklarını çeviriyormuşçasına,yüzlerinden kolayca okuyabiliyordum. Büyük bir kederle, onlarınöykülerinin satır aralarına giriyor, yüz ifadelerindeki sözcükleri okuyor veıstıraplarının mürekkebini içimde hissediyordum. Bir gün onlarla aynı kaderibedenimle paylaşacağımı düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Sonra,her şeyi unutmak ve onları arkamda bırakarak oradan kaçıp gitmek içindayanılmaz bir istek duyuyordum.Yaşam dediğim şey dışarıda beni bekliyordu: her gün anlamsız birkoşuşturmanın içinde kaybolup giden insanlar, trafik gürültüsünün yanındaboş kahkaha sesleri ve işte tüm bunlar bana göre, insana güven veren yaşambelirtileriydi. Bir sığınak gibi oraya, kalabalığın arasına koşuyordum. Üzgünkoca rolündeki kutsal görevi alelacele tamamladıktan sonra, bu kez deendişeli koca maskesiyle doktoruna durumu hakkında sorular soruyor,suçluluk duygumu biraz olsun hafifletiyordum; sonunda da bir bahanebularak derhal oradan uzaklaşmanın yollarını arıyordum, üstelik arkama bilebakmadan, kaçar gibi. Hüznünü hafifletmeye çalışan bir derbeder gibikendimi şehrin kalabalık sokaklarına atar, trafik keşmekeşinin orta yerindebaşıboş dolaşır dururdum...O anda şehrin renkleri ve ışıkları beni hızla kendine çekerdi; boyalıbakımlı kadınların kahkahaları ve dükkânların göz alıcı vitrinleri başımıdöndürürdü ve tüm bunlar dünyanın, mutlu insanların yaşadığı, son derecesorunsuz ve güvenli bir yer olduğu kanısını içimde güçlendirirdi.Kendimi bu hayali gerçeğin kollarına bırakırdım. Kendi salyasındasoluyan yılanbalığı gibi, ben de bu ruhsal hava kabarcığının içinde solumayaçalışırdım.53


Stefano E. D'AnnaBu sarhoşluk halimi sadece, olur olmadık zamanlarda, beklenmedik biranda aklıma düşüveren Luisa bozardı. Endişeler, korkular ve suçlulukduygusu, bir sinemada, bir sanat sergisinde veya bir kafedeyken, peşimibırakmayan öç tanrıçaları Furies'ler gibi beni her yerde bulurdu. İşte ozaman yaşamın pamuk ipliğine bağlı olduğu gerçeği altında ezilir,güvenilmezliğinden kaynaklanan güçsüzlük ve huzursuzluk bir korkudalgası gibi beni alabora ederdi.Dreamer'la birlikte Luisa'nm hasta yatağına yaklaştım. Gözleri kapalıydı.Tek başınaydı. Dreamer benim işte olduğum veya sokaklarda dolaşıpkendimden kaçtığım bir günü seçmişti. Luisa'nın zorlukla, kesik kesik solukalışı, üstündeki çarşafı bir insanın yapamayacağı, marnlamayacak kadaryüksek bir tempoda havalandırıyordu. Yüreğime bir bıçak saplandı. Bununne anlama geldiğini biliyordum; yaşamı sönmek üzereydi. Ona yaklaşmamiçin Dreamer bir işaretiyle beni yüreklendirdi.Bir sandalyeyi dikkatle yatağın başucundaki metal komodinin yanınaçektim ve uzunca bir süre, hiç konuşmadan onu öylece seyre daldım. Terdendüğüm düğüm olmuş saçları, alnını ve örtünün açıkta bıraktığı yüzünükısmen kaplamıştı. Olaylar ve anılarla dolu evlilik günlerimiz, aylarımızgözümün önünden bir bir akıp geçti. İlk apartman dairemiz... İştendöndüğümde ona anlattığım öyküler ve ilk başarı haberlerimi dinlediğindegözlerinin gururla parlayışı. Giorgia'nın doğumu. Geceleri onun bir türlüdindiremediğimiz bitmez tükenmez ağlamaları. Luca'nın doğumu. Ardındanda bu hastalık.İkimizin de henüz yeterince olgun olmaması kısa zamandaanlaşmazlıklara, kıskançlıklara, kavgalara, pişmanlıklara ve karşılıklısuçlamalara yol açmıştı. Aslında her ikimiz de, birbirine tutunmuş,kendilerini birlikte bir bütün olabileceklerine ve birbirlerinitamamlayabilecekleri düşüncesine inandırmış iki güçsüz kişiydik.Böyle bir birleşmenin sonucu eksikliklerimizi dörde katlamıştı. Budüşünceler ve diğerleri dudaklarımdan Luisa'nın kulağına fısıldadığımsözcükler halinde döküldü.Ona yaşamdan, güzellikten ve mutluluktan söz ettim. Beni işitipişitmediğine aldırmıyordum. Yüreğim henüz olmamış bir acıyla yanıyor,gözlerimden dökülmeyen yaşlar boğazımda düğümleniyordu. Yine desevinçliydim. Şimdiye dek hiç olmadığı kadar büyük bir tutkuyla ona âşıkolduğumu hissediyordum. O güne dek hastalığın ve binlerce diğer yanılsatıcıuğraşın ipnotize edici etkisiyle, Luisa'nın yanında geçirmiş olduğum54


Tanrılar <strong>Oku</strong>luzamanı, sahiden acı çekiyormuşum gibi yaşamıştım.Geçmişi ve geleceği olmayan bu bekleyiş anında zaman durmuştu, herşey anda durmuştu, dünyayı ele geçiren hareketsizlik ve sessizlik içimikorkuyla kaplıyordu. Bu görüntü, bir tırtılın ışıktan rahatsız olması gibidayanılmazdı. Engelleyemediğini tek bir arzu vardı: damarlarımdaki kanıdonduran bir gerçeğin her an saldıracağı korkusuyla buradan kaçıp gitmek.Arkamda duran Dreamer, "Ölmekte olan bu kadın senin geçmişin," dedi.Sözcüklerinin gücü ve bu sözleri söyleyişindeki yumuşaklık, içimde banadokunan bir canlanmayla beni özgür bıraktı. Aylardır Luisa'nm etrafındahissettiğim bu ölüm duygusu benim dışımda değildi. Bu benim ölümümdü.En başından beri içimde taşıdığım ölüm. Luisa bunu görmemi, hissetmemive buna dokunmamı sağlamıştı. Bu yüce anda, bana ölümü yenme şansını daveriyordu. Ben ise, karşılığında onu her türlü suçlama ve kötülüklekirletmiştim. Dreamer bir baba gibi, "Ondan seni bağışlamasını iste!" dedi."Onun yaşantısı çok özeldi., sana içindeki öliimü, varlığına yön verenkendini acındırma, suçluluk duygusu ve yıkıcılığı tanımanı sağladı."Terden sırılsıklam olan alnını ve saçlarını kurulayarak, "TeşekkürlerLuisa!" diye fısıldadım. "Ne derin bir gaflet uykusu... bilmiyordum... Bubizim yeniden dirilişimiz... Artık ebediyen değişeceğim ve çocuklarımız dabenimle birlikte değişecekler!" Saatler geçmesine rağmen hiç yorgundeğildim. Burada, onun yanında olmanın dışında, şu anda dünyada olmayıisleyebileceğim başka bir yer daha yoktu. Bu hastaneye onu ve diğerlerinigörmek için uzunca bir süre gelmiş olduğumu düşündüm, aralarındaki teksağlıklı kişinin ben olduğuma ikna olmuş bir şekilde kendimi onlardan ayrıtutmuştum. Burada haftalarca, Luisa gibi, vermek zorunda oldukları şeyianlamadan bir parça hayata tutunan o insanların yanında yaşamıştım.Bütün bu insanların benim dışımda olmayıp yaşamın hastalıklı birgörüntüsünün sinema perdesine yansıması gibi hastalığımın,bölünmüşlüğümün, sorumsuzluğumun yansıyan kareleri olduğunun bilincinevarmak, benim için o zamanlar imkânsızdı. O dünya, benim içimdetaşıdığım ölümü açığa çıkarıyordu. Onu içinde tutmak, sorumluluğunualmak, daha henüz başlamamış olan bir sürecin, Dreamer'ın "kendiniözünde bağışlamak" olarak nitelediği şeyin bir parçasıydı.Self-observation is self-healing.Kendini gözlemleme, kendini iyileştirmedir.Bütün bunları gözlemlemek, bu dünyadaki her en küçük ayrıntıdan nekadarının benim olduğunun farkına varmak ve bundan şükran duymak,


Stefano E. D'Annasağlığıma yeniden kavuşmamın ilk belirtilerini müjdeliyordu.Geceydi. Hastanenin koridorları sessizdi. Luisa'nın yanı başında nekadardır durduğumu bilmiyordum. Tüketmem gereken her şeyi tüketmiştim;sözcükler, anılar, gözyaşları. Hâlâ yapacak bir şey vardı! Örtüyü çekereküstünü açtım. Geceliğinin altından, vücudundaki büyük şişlikleri gördüm.Özellikle de karnı, doğurmaya hazır bir hamileninki kadar büyüktü. Hoşkokulu ıslak bir mendille göğsünü ve bacaklarını sildim. Gözüm bir kuşyuvası gibi derin ve oyuk bir yaraya takıldı. Asla hiçbir zaman hayaledemeyeceğim derecedeki açıklık, karar, ve soğukkanlı profosyonellikellerimi gerektiği şekilde yönlendiriyordu yarasını temizlerken. .Yarasındakiölü dokuları ve hücrelerini temizleyip, sıyırıp atarken, aynı zamanda yıllarınyanlış anlamalarını, kabuk tutmuş adiliklerini ve ihanetlerini de kaldırıpatıyordum. Yarayı dezenfekte ettim, üzerine biraz gazlı bez koyup bantlasardım. Örtüyü tekrar çenesine kadar çektim ve onu öptüm."Geçmişin kutsanması ve iyileştirilmesi gerekir. Her katmanına gir! Herköşesini aydınlat! Yeni bir anlayışla onu değiştir! .Endişelere, şüphelere ve korkulara kapılmayı bıraktığında geçmişiniyileşecektir. 'Kendini içte bağışlamanın' asıl anlamı budur."Bir kapak açılmışçasına ayaklarımın altındaki zeminin kaydığınıhissettiğimde, Dreamer'ın bu sözleri hâlâ havada çınlamaktaydı. Sırtüstüdüştüm ve görünmez bir kaydırakta, bir renkler uçurumu beni yutana dekbaş döndüren bir hızla aşağı kaydım.Gözlerimi açtığımda, Marakeş'teki otel odasındaydım. Aynı gün NewYork'a dönüş yolculuğumu ayarladım. Olağanüstü bir duygu, Cafe de laFrance'da buluşmamızdan ıstırap dolu geçmişimde Luisa'yla geçirdiğimgeceye dek O'nunla yaşanmış her anın anısı hâlâ benimle birlikteydi.Bavullarım alınmıştı, dışarıda beni havaalanına götürmek üzere bir arababekliyordu, ama ben oyalanmayı sürdürüyordum. Onun varlığını henüzsolumaktayken, buraları terk edip etmemeye karar veremiyordum.Beni geçmişime götürmüş ve bir sürü gereksiz yükümden kurtulmamayardım etmiş olduğu için Dreamer'a bir şükran düşüncesi yolladım.Geçmişimden geriye artık Oluş'uma takılmış yalnızca birkaç parça kalmıştı.Özellikle bir parça vardı ki, bir tek onu iki elimle kavramış, sıkıcatutuyordum. Ne kadar acı veriyor olsa da onu tutmayı sürdürüyor vebırakmak istemiyordum; bu, Luisa'ya son bakışım, varoluşun sınırlarında,geçmişle gelecek arasında birbirimize verdiğimiz aşkın son öpücüğüydü.56


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBölüm IILupelius1 <strong>Oku</strong>lla karşılaşmaKuşluk vaktiydi. Antikacı dükkânlarının sıralandığı, gösterişli bir sokaktayürüyordum. Arkamda gücünü hissettiğim yakıcı bir güneş, yolun sonundaolduğunu sandığım bir meydana doğru sessizce bana eşlik ediyordu. Birrandevuya yetişecekmişim gibi sağlam adımlarla ilerlediğimi fark ettim.Ancak nerede ve kiminle buluşacağımı bilmiyordum. Yürümekte olduğumkaldırım, masalarıyla sokağa açılan tipik bir İtalyan kafenin önünde sonbuldu ve burası benim uzaktan tahmin ettiğimden de büyük ve belki de o anadek gördüğüm en güzel meydanlardan biriydi.Dreamer dışarıdaki masalardan birinde oturuyordu. Etrafı, önerilerinisaygıyla dinleyen küçük bir garson ordusuyla çevriliydi. Ben geldiğimsırada ikinci bir masayı yaklaştırarak, iki büyük tepside getirdikleri oncayiyecek için masada bir düzenleme yapmaya çalışıyorlardı. Dreamer'ın herzamanki zengin görüntüsü uzaktan da olsa göze çarpıyordu. Her aynntıdamükemmellik arıyor ve bolluktan hoşlanıyordu, ama tüm tavırları birMakedon savaşçının sadeliğini yansıtıyordu. Beslenme rejimi ise ölçülüolma sınırlarının da hayli altındaydı.Beni yeniden görmekten mutlu olmuş gibiydi. Başının tek bir hareketiylebeni hem selamlamış, hem de masasına davet etmişti.O andan sonra, Dreamer bütün dikkatini üstünde çeşitli küçük kekler,kurabiyeler ve değişik tatlıların özenle yerleştirildiği masaya yöneltti.Marakeş'teki buluşmamızdan bu yana kendisini ilk görüşümdü. Bu anıngelmesini sabırsızlıkla beklemiştim. Şimdi huzurundaydım ve aklım binlercesoruyla doluydu. Bunlardan bazıları, yüzyıllar boyunca yankılanmış, dünyatarihini bütünüyle içine alan yanıtı bulunamamış sorulardı. Nesiller boyutüm dinler, bilgelik okulları ve peygamberliğe dayalı gelenekler, bilimadamları, araştırmacılar, filozoflar ve ermişler bir sonuca ulaşmak için boşu57


Stefano E. D'Annaboşuna çabalamışlardı. Bu binlerce yıllık arayışın son halkası olan modernçağ insanını düşündüm; Sfenks'in önündeki Oidipus gibi, varlığını kuşatanbilinmezler karşısında hâlâ öylece, çıplak bir halde durmaktaydı.Bize çay servisi yaptılar. Dreamer bu süre içinde her ayrıntıyı titizlikleizledi, garsonların hizmet edişlerini yalnızca kendisinin bildiği bir ritüel gibiadım adım yönetti. Yiyeceklere neredeyse hiç dokunmadı. Sanki kendidikkati, izlenimleri, yapılan her ufacık hareketin uyumu ve ritmiylebesleniyormuş gibiydi.Çaylar içildikten soma çok uzun bir suskunluk oldu. Söze girmesinisabırla bekledim. Bu arada not defterimi açmış ve kalemimi elimdetutuyordum. Sesi yankılandığında tonlaması can alıcıydı. "Benim yanımda,kaderinin değişmez sandığın güzergâhını değiştireceksin," dedi. "Benimyanımda alışkanlıkların ve suçluluk duygusunun sende yarattığı o mekanikdöngüyü kırıp atacaksın... varlığının ölümlü olduğuna seni inandıran yalanıterk edeceksin.Değişmek için seni programlayan düzenle mücadele etmen gerekecek!Tüm bakış açılarını tepetaklak edeceksin. Ancak bu şekilde ve uzun birçalışmayla kaderini değiştirebilirsin. Hiç kimse tek başına bumın üstesindengelemez. Bunun için bir okul gerekiyor."'<strong>Oku</strong>l' sözcüğünü söyleyişindeki vurgu ve sözcüğe yüklediği anlam, banabu sözcüğün bilinenden hayli farklı bir anlam taşıdığını düşündürdü. Sankibu sözcüğü ilk kez duyuyormuş gibiydim. Bu sözcükte, önceden aslatanımadığım bir gücü ve uzun zaman önce yerine getirilmemiş bir vaadinburuk tadını hissettim. Bir ürpertiyle tepeden tırnağa varlığımı etkisi altınaalan bu düşünce, bir soruya dönüşerek dudaklarımdan döküldü. "<strong>Oku</strong>lnedir?" diye sordum. Sesim titriyordu ve bu anlatılmaz heyecanıma kendimde şaşırmıştım.Dreamer, "'<strong>Oku</strong>l', bir geri dönüş yolculuğudur," dedi. Koyu renktekigözleri gizli bir sevinçle parlıyordu.The School is the quantum leap from Multitude to Integrity,from Conflict to Harmony, from Slavery to Freedom.<strong>Oku</strong>l, Çokluktan Bütünlüğe, Karşıtlıktan Uyuma, Kölelikten Özgürlüğedoğru bir kuantum sıçrayışıdır.58


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"<strong>Oku</strong>lu bulmak, 'düş'e çelik bir halatla bağlanmak, sorumluluğun dahayüksek bilinç gerektiren bölgelerine girebilmek demektir. Ancak az sayıdakiinsanın çok az bir kısmı böylesi bir buluşmayı göğüsleyebilir."Sözleri ve bakışı bende giiçlü bir teslimiyet etkisi yarattı. İçimde, nasılişlediğinden habersiz olduğum, ezbere dönen dişli çarklardan birininkırıldığını hissettim. O anda yüreğime bir bıçak gibi saplanan vicdanazabıyla, yıllar yılı 'yuvadan uzak' yaşamış olmanın, düzene ne denli aykırıbir davranış olduğunu anladım ve yine yıllar yılı umutsuzca aradığım bir kişiya da bir şey karşısında kendimi bulmuş olmanın harikuladeliğini yaşadım.Ancak çok az sayıdaki kişinin başına gelebilecek böylesi bir olayınolağanüstü niteliğini duyumsayarak, derin bir saygıyla, "<strong>Oku</strong>l'u nasılbulacağız?" diye fısıltıyla sordum.Dreamer, "Korkma. Sen değil, <strong>Oku</strong>l seni bulacaktır," diye yanıtladı.Bakışlarımdan bu kısacık yanıtın pek de açık olmadığını fark ederek, "Birkişi yaşantısında, içinden çıkamayacağı kadar hayal kırıklığınauğradığında... kendi eksikliğini ve güçsüzlüğünü fark ettiğinde, varoluş onubir mengenede soluğu kesilinceye kadar sıktığında... <strong>Oku</strong>l, ancak o zaman...ortaya çıkacaktır," dedi.2 Dünya bir masaldırBu bilinmeyen şehirde bir kafede oturmuş, sayfalarca not tutarken onudikkatle dinliyordum. O eşsiz villada başlayan ve Marakeş'te devam edençıraklık sürecimin, bir resmin hiç kesilmeyen hatları gibi, gizemli bir eğitimyolu izlediğini sanıyordum.Dreamer, '"<strong>Oku</strong>l'la karşılaşmak, bir insanın hayatında başınagelebilecek en mucizevi olaydır. Senin görmekte olduğun ve çevreni saranher şeyin aslında dünya değil yalnızca bir tasvir olduğunu anlamak ve telkinyoluyla içine düştüğün kitlesel uykudan uyanmak için tek fırsattır," dedi."İyi ama ben seni dinliyorum, bu masaya dokunuyorum ve yoldan geçeninsanları görüyorum. Bu insanların her birinin bir yaşamı, bir işi, bir ailesiolduğunu biliyorum...Bütün bunlar nasıl bir tasvir ya da sadece benim yarattığım bir vizyonolabilir?"Dreamer, "Retina üzerine düşen görüntüler dünya değildir, dünyanınmasalıdır," diye kısaca yanıtladı. "Dünya, sadece sana anlatılandır."59


Stefano E. D'AnnaBu sözlerini dinlerken uğradığım şaşkınlık, ardından fısıltı halinde gelen,"Çevrende var olan şeylerin tümünün asıl yaratıcısı sensin! Ne var ki, senbunu unuttun," sözlerini duyduğumda yerini çok daha büyük bir şaşkınlığabıraktı."Unuttuğum nedir?" diye sordum. Sesimdeki karşı çıkış havası aramızdaoluşmakta olan mesafeyi işaret ediyordu."Sen her şeyin nedenisin ve her şey sensin. Bir gün iyileştiğinde,dünyanın kaynağının sen olduğunu bileceksin. O, var olabilmek için sanagereksinim duyuyor... Onu yaratanın, keşfedenin sen olduğunu unuttun vekendi yarattığın şeyin gölgesi oldun." Ses tonu bende tomurcuklanmaya yüztutan her farklı görüşü kökünden söküp attı ve beni bir okul çocuğu gibiyeniden hizaya soktu."Dünya özneldir, kişiseldir!... Varlığımızın aynadaki yansımasıdır...Görüntü ve gerçeklik aynı şeydir, özdeştir; yalnızca 'zaman faktörü' onlarıbirbirinden ayırır."İçimden evet demek geliyordu. Görüşünü benimsemek istiyordum. Nevar ki, içimde bir şey buna karşı çıkıyordu. Mantığım bocalıyor, ama teslimolmuyordu. Nasıl olur da aynı nesnenin, manzaranın, olayın veya kişininkarşısında, onlar hakkında farklı görüşlere sahip olunabilirdi ki?Ezberime yerleşmiş olan görüşleri desteklercesine, "Fakat nesnel birgerçeklik elbette var!" diye ileri sürdüm. "Ne de olsa sonuçta hiçbir şeykendi olduğundan başka bir şey olamaz..." Hâlâ 'kendi' inançlarımısavunmaya çalışıyordum; ama ne denli kök salmış olursa olsunlar, ayaktakalamayacaklarını biliyordum. Dreamer'ın vizyonu karşısında yıkılmayamahkûmdular. Her zaman olduğu gibi bu kez de, yine öngörülemeyecekkadar şaşırtıcı bir şey, O'nunla birlikteyken apaçık kavranır hale gelecek,zamanını ve nasıl olacağını bilmememe rağmen, kaçınılmaz olarakgerçekleşecekti. Ve bu değişim her ne kadar beni korkutuyor olsa da, onuözlemle bekliyordum. Sonunda bu gerçekleştiğinde, daha net, daha sınırsızve çok daha üstün bir dünya vizyonuna yer açabilmek için, varlığımı kuşatanduvarların her türlü ölçeğin dışına ötelendiğini hissediyordum. Hâlâ kafamınkarışık olduğunu görünce, dünyanın genel geçer betimlemesine bir can alıcıdarbe daha indirerek, "Biz ancak ne olduğumuzu görebiliriz!" diye ekledi.Ardından, kendisine özgü nüktedanlığını bir parça alaycılıkla birleştirerek,"Bir azizle de karşılaşsa, hırsızın gözü daima onun cebinde olacaktır," dedi.60


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBu nüktesi benim için çok aydınlatıcı olmuştu. Aklım bir süre daha bukomik ve öğretici görüşe takılı kaldığında, Dreamer irdelediği konuyaçoktan dönmüş, ne denli önemsiz olursa olsun konudan böylesine sapmışolmamın kendisini engellediğini -buluşmamızın amacının çok dışınaçıktığımızı- söylemek istercesine, biraz da haşin bir bakışla bakıyordubana.."Sıradan bir hayatın derinlere kök salmış vizyonundan uzaklaşmak,ancak <strong>Oku</strong>l ile karşılaşmakla mümkün olacaktır...Aldatmacı tasvirlerinin arkasındaki dünyayı bir gün 'görebilmek' deancak '<strong>Oku</strong>l çalışması' ile mümkün olacaktır.Uyum içindeki bir görüşe, bir bütünleşme haline, bir gün ancak 'kendiüzerinde çalışan kişi" erişebilecektir. Ve dünyayı yine uyum ve bütünlükiçindeki bu görüş iyileştirecektir."3 Altüst etmeyi öğrenmek için bir <strong>Oku</strong>lDreamer bana, üstün nitelikli kişilere özel eğitim veren okulların, herçağda ve her toplumda daima var olduğunu açıkladı. Bu okulları farklıkıldığı sanılan felsefi ve kültürel ayrılıklarının ötesinde, bu 'okullar' aslındatek bir <strong>Oku</strong>l'du. Bunları tekdüze bir sesle anlatırken, düşünceleri tümçağların ve kültürlerin üstünden geçmekteydi.Bu okulu 'Oluş <strong>Oku</strong>lu' olarak adlandırdı...Düşleyenlerin şekillendirildiği,vizyon sahibi, aydınlık ütopyacıların her zaman niyetlerini arındırmışoldukları evrensel bir atölye..Dreamer, ayrıca bunun bir "Dönüşüm <strong>Oku</strong>lu" olduğunu söyleyerek onayeni bir tanım daha getirdi ve sonra sustu.Çaydan yükselen nefis kokulu buğuyu derin derin içine çektikten sonra,kısık bir sesle, "Henüz başkalarına egemen olmadan önce, kendilerineegemen olmayı öğrenecekleri... Tanrılar <strong>Oku</strong>lu..." Dövüşen bir savaşçınınattığı naraya dönüşen sesi, tüylerimin diken diken olmasına neden oldu. "Biraltüst etme okulu, " dedi."Fikirlerin, inanışların ve en önemlisi, ölümün kaçınılmaz olduğudüşüncesinin altüst edileceği yer. Ölüm gerçeğe, uyuma, güzelliğe karşıdirençtir. Ölüm, gerçeğin içinden geçemeyen her şeyi yıkıp döker. Eğervücudumuzun her bir hücresinde biz gerçeksek, o halde asla ölmeyeceğiz. "61


Stefano E. D'Annaİnsanlığı, aralarında sonsuzluk kadar uzaklık bulunan iki ayrı türe ayıranHomeros'un zamanından da önceki klasik çağ düşünce geleneğinianımsadım: Kahramanlar, düşleyen bir insan soyunun ömek şampiyonları,yani olanaksız olanı gerçekleştiren bireyler ile niyeti ve düş'ü olmayan silikve tanınmayan bir çoğunluk. Antikçağ düşüncesine hâkim olan SonsuzlukYasası'nın rehberliğinde yaşam sürenler büyük bir bireysel maceradangeçerken, anlamsız ve sıradan bir yaşama boyun eğen diğerleri iserastlantısallık ve kader yasası ile çizilmiş bir akıbetin peşi sıra ilerliyorlardı.Çok eski çağlardan bize ulaşmış en önemli efsanelerde '<strong>Oku</strong>l'lakarşılaşmış kişilerin başarı öykülerinin anlatıldığı fikri beni oldukça etkiledi.Gezgin ozanlar tarafından dilden dile aktarılarak günümüze taşınmış olan budestanlarda onların başarıları, onların canavarlarla ve dev yaratıklarlamücadeleleri, aslında kişinin kendi yaşamının ve Oluş'unun en karanlık, engizli kıvrımlarının içine yaptığı yolculuğun, yani 'içsel yolculuğunun', enkayda değer evrelerinin anlatıldığı öykülerdir. Dreamer'ın bana anlattığınagöre, yaşamın en saklı alanlarında, yani olumsuz duyguların köpürdüğü veyıkıcı fikirlerin suçluluk duygusuyla çağıldadığı unutturucu Letheırmağında, bu canavarların, bayağılığın, ölümün ve her bir yenilgimizinkaynağını buluruz."En önemlisi, tenimizin altına yerleşmiş olan düşmanı ele geçirmemizdir.Kazıyı bitirir bitirmez onu yine orada bulacaksın, hatta daha göz boyayan,bu kez daha güçlü, daha dik başlı bir halde olacaktır. Antagonist seninlebüyüyor! Binlerce değil, tek bir düşman vardır, tıpkı tek bir zaferin olmasıgibi... bu zafer elbette kendine karşı olandır.'Dönüş yolculuğu' kişinin kendi geçmişini iyileştirmesi için çok büyük birfırsattır," dedi ve bakışlarını meydanda, ikiz kiliselerde, asillerinsaraylarında ve antik dikilitaşın çevresindeki heykellerde gezdirdi; onunetrafında toplanan insan kalabalığını seyretti.En akılda kalıcı özdeyişlerden birini kurgulayarak, "Dünya geçmiştir,"dedi. "Her kimle ve her neyle karşılaşırsan karşılaş, o hep geçmiştir. Şimdigözünün önünde bile olsa, gördüğün ve dokunduğun her ne varsadurumların elle tutulur, gözle görülür halidir.Past is dust. Geçmiş tozdur. Şimdi şu anda gördüğün ve dokunduğundünya, sen olan her şeyin maddeye dönüşmüş halidir. Düşüncelerinin dahaönceden onaylamadığı hiçbir şey yaşamında karşına çıkamaz.Dünya tozdur. Üfle gitsin."Dreamer kalkmak istermişçesine sandalyesini bir parça oynattı.62


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBu hareketiyle yeni düşüncelerine ayak uydurma çabalarımı birdenbirekesmiş oldu. Mideme oturmuş bir yumru vardı. O yerinde duramayan,durduğu yerde çağlayan taze şarabı eski inançlarımın tulumuna boşaltmakistiyordum. Bu engin okyanusu, O'nun her bir darbesiyle kırılıp paramparçaolan mantık sınırlarımın içinde tutmayı istiyordum. Dreamer'ın öğretisininvarlığımın sürekli daha derinlerine işleyerek eski dengelerimin dahatehlikeli, öldürücü hale geldiğinin kanıtlarını görmezlikten gelerek, boş,anlık zihin yormalarımın içinde yitip gidiyordum. Bu arada Dreamer ayağakalkmıştı. Yaptığı bir işaretle, bana sessizce, kendisini izlemem için davetetti. Canım, sözlerinin havayı titrettiği o huzur dolu yerden ayrılmakistemiyordu. Bilginin içinde saklı tutulduğu eski bir tapınağı, taştan kutsalbir mezarı terk ediyor gibiydim. Bu buluşmamızın her ayrıntısı hücrelerimekazılı olarak kalacaktı: kafenin yiyeceklerle donatılmış masaları, garsonlarınhareketleri ve hatta fırından taze çıkmış, pirinç tanecikli kremalı pastalar.Birlikte meydanı geçtik ve O'nun bir kiliseden içeri giren adımlarınıizledim. Ana salonu baştan sona geçtik, sunakla yan holün arasındangeçerek, küçük bir şapele girdik. Gözlerim, loş ışıkta karşılıklı duran ikibüyük yağlıboya tabloyu zorlukla seçebilmişti. îçeri şöyle bir baktım,bulunduğumuz yerden kilise tamamen boş görünüyordu. Dreamer,ışıkmetreye bozuk para atmamı söyledi. Güçlü bir ışık demeti, yağlıboyatablolarının üstüne düştü. Tablolara, şapelin tam orta yerinden, her ikitabloya eşit uzaklıktan bakmamı söyledi. Dediğini yaptım ve bu iki başyapıtıdikkatle inceledim. Soldaki, Aziz Pietro'nun baş aşağı çarmıha gerilişini,diğeri ise Aziz Paolo'nun Şam yollarına düştüğü zamanı gösteriyordu."Bu tablolar rastlantı sonucu birbiriyle karşı karşıya durmuyorlar,"dedi. "Birbirlerine, tek bir mesajla, ayrılmaz bir biçimde bağlanıyorlar."Dreamer sustu ve bir süre ikimiz de sessiz kaldık. Bu suskunluğu, busimgesel sır üzerinde düşünmeye ve onu çözmeye çalışmaya çabagöstermem için bir davet olarak yoıumladım. Epeyce bir zaman geçmesinerağmen tüm çabalarım sonuçsuz kalmıştı ki, Dreamer beni çıkmazdankurtararak, bu iki tablonun, 'altüst etme' düşüncesini yansıtan en güçlüikonografık resimler olduklarını açıkladı."Bu iki şaheser, büyük sorumluluk <strong>Oku</strong>lu'nun engin düşüncesini, solukaldığını göstermektedir," dedi. "Ancak böyle bir <strong>Oku</strong>l binlerce yıllıkönyargılar ve inanışlarla mücadele edebilir, eskiçağ insanına özgü zihinselçekim dizilerini alaşağı edebilir, onun kavgacı yanını tamamen iyileştirebilirve içinde taşıdığı ıstıraplarından onu sonsuza dek özgürleştirebilir."63


Stefano E. D'AnnaVision and reality are one and the same thing.Görüntü ve gerçeklik tektir ve birbirine özdeştir."Dünya senin yansımandır. İnanışlarını altüst et, o zaman dünya birgölge gibi senin peşinden gelecektir. Gerçeklik yeni bir görüntünün biçiminialacaktır."Işıkmetre süresini doldurdu, ışıklar söndü ve tablolar kınına sokulan ikikılıç gibi karanlığa gömüldü. Mum kokulu loş ışıkta, Dreamer'ın anlattığıbin yılı aşkın zamandır sessiz kalmış <strong>Oku</strong>l'un olağanüstü öyküsünüdinledim. Sözleri yerini uzun süren bir sessizliğe bıraktı ve ardından gizemlibir havada, artık <strong>Oku</strong>l'un sesini dinleme zamanının geldiğini söyledi. Ağzımaçık kalmıştı. Yüzyıllar sonra, üstlendiği görevi açıklamak üzere ortayaçıkmış, bin yıldır nefes alan bir okulun varlığını düşününce yıldırımçarpmışa dönmüştüm. îşte o sırada Dreamer bana efsanevi bir savaşçıkeşiştenve kaybolmuş çok değerli bir elyazmasından söz etti. "Gerçeğikitaplarda bulacağına inanan sen ve senin gibiler için bu eski <strong>Oku</strong>l'unizlerini araştırmak yararlı olacaktır," dedi. Sonra sesi buyurgan bir havayabüründü."Bu elyazmasını bul!" dedi.Ses tonunun sertliği ve kesin emreder vurgusu bir tarafa, bana vermekteolduğu görevin önemini iliklerimde hissettim. Bundan dolayı O'naminnettardım. Yemin kadar ciddi, kocaman bir 'evet' derken göğsümkabarıyordu. Kendimi bütünüyle bu araştırmaya verecektim. Bu görevi herdüşünüşümde, yabancısı olmadığım ve son derece dâhiyane bulduğum birdünyaya beni yolculuğa çıkaracak olma coşkusu da içimde o denlibüyüyordu. Dre ımer benim yine eski yollara girdiğimi ve bir akademisyeninkalıbı içine düştüğümü görerek:"Bir gün dışarıdan alınacak hiçbir şeyin olmadığını anlayacaksın;bildiklerine ekleyebileceğin hiçbir şey olmadığını, öğretilerin vedeneyimlerin senin anlama düzeyine herhangi bir şey katmayacağınıgöreceksin. Gerçek bilgi sadece 'hatırlanabilir'.Bir kişinin bilgisi kendisinden ne daha büyük olabilir, ne de daha küçük.Kişi yalnızca ne olduğunu 'bilir'.Her şeyden önemlisi, bilmek var olmak demektir. Var oldukça,'bilirsin!'"Bunların ardından, Dreamer bana zaman dışındaki bir hafızadan; sonsuzbilgiyi içeren, durumlardan ve düzeylerden oluşmuş bir 'dikey hafıza'dan64


Tanrılar <strong>Oku</strong>lubahsedecekti. Bu, her insanın sahibi olduğu bir demirbaştır, her birimiz onasahibiz, ama kaybettik, ona erişecek anahtarlar yine özde saklı.Döşemenin eski mozaikleri uzadı ve aramızdaki mesafe açılmaya başladı;önce azar azar, derken tamamen gözden kaybolana dek sürdü. Söylediği sonsözlerine kulak verirken, O'nu yitirdiğim duygusuyla içime bir ateşdüşmüştü."Bilgi, imanın devretmesi mümkün olmayan, vazgeçilmez malıdır. En azinsan kadar eskidir. Ekleyecek hiçbir şey yoktur, ama bilebilmek içinelenecek çok, çok fazla şey vardır."Çok uzun zamandır beklediğim bu sözleri kana kana içtim; onlarıbiliyordum. Tenimdeki belli belirsiz bir ürperti, aslında her şeyin içimde,özümde saklı olduğu duygusuna eşlik etti. Ben mükemmel ve evrensel birsistemdim. Tek tek ve bütün olan her şeyle aramda bir bütünleşme, algı veilgi hissettim. Yıkılmaz olmanın, Dreamer'ın mükemmelliğininsarhoşluğunu yaşıyordum. Bu bütünlüğü etkileyecek ya da bozacak hiçbirşey yoktu."O elyazmasını bul!" diye yine sıkıca tembihledi. Yüz hatları yok olmayabaşlamıştı bile. "Onu bulduğunda yeniden görüşeceğiz!"4 LupeliusHemen daha o gün, Dreamer'ın sözünü ettiği eski okulu ve elyazmasınıaraştırmaya başladım. Benden bulmamı istediği kitap, bir keşiş-fılozof olanLupelius tarafından 9. yüzyılda yazılmış, 'School for Gods' , 'Tanrılar<strong>Oku</strong>lu' adını taşıyan elyazmasıydı. Karanlık çağlarda özgür bir ruh olanLupelius, o dönemde eğitimli kişilerin sığmağı, kültürlerin ve geleneklerinkavşağı, her türlü savaş ve çekişme altında inleyen İrlanda'da doğmuştu.Lupelius'un yaşantısına dair çok az şey bilinmekte olup, bu bilgilerin dekesinliği konusunda şüpheler vardır. Benim de ulaşabildiğim belgelersayılıydı ve bunlardan bazıları güvenilir bile değildi. Lupelius, ergenlikçağından itibaren, babası tarafından savaş sanatları konusunda eğitilmesiiçin en iyi hocalarla ve onların disiplini altında çalışmıştı.Henüz bir delikanlıyken manastır yaşamını kabul etti ve o dönemde herHıristiyan toplumdan her münzevinin gittiği Bet Huzaye'de (bugünküKuzistan dağlarında) inzivaya çekildi. Dini ve manevi eğitimine ilişkinolarak, daha sonra oraya yakın Şaban Rabbur manastırına girdiğini, buradaki65


Stefano E. D'Annaolağanüstü kütüphanesine kapanarak yutarcasına Kutsal Yazıtları, YunanTanrılarını ve Origen'den Aperaea'lı Yuhanna'ya, çöldeki rahiplere dek herçağın büyük mistik öğretilerini öğrenmeye çalıştığını biliyoruz. Sonrakihaftalarda akademisyenlerden oluşan ortaçağ felsefesi konusunda bilgi vedeneyim sahibi kişilerle yaptığım uzun sohbetler sonucunda Lupelius'un tekeseri olan orijinal elyazmalarına dair tüm izlerin yüzyıllar önce silinipgittiğine bir kez daha emin oldum.Büyük üniversitelerin kütüphanelerini araştırmaya gittim, felsefeokullarıyla bağlantılar kurdum, akademisyen ve araştırmacılarla buluştum,araştırmalarımın çapını Avrupa'ya kadar genişlettim ama sonuç değişmedi.Sonunda, bir başka izin peşinden irlanda'nın Dublin kentindeki Wrighter'sMüzesi'nde, ona dair bilinen tek bir kopyanın bulunduğunu öğrendim. Nevar ki bu kopya da kum saatinin tanecikleri altında, çok uzun bir zaman öncekaybolmuştu.Karşılaştığım engeller ve zorluklar karşısında, sanılanın aksinekararlılığım ve araştırmalarıma olan inancım daha da büyüdü. Bu kayıpöğretinin izinde her ipucu, her yeni karşılaşma varlığımı daha da düzenesokuyordu.Yaşamımda nereye ait olduğunu bilmediğim kırık dökük parçalar, tıpkıbir yapbozun etrafa saçılmış mozaik taşları gibi, bir resmin ana hatlarınıizliyormuşçasma, yaşamımdaki yerlerine ulaşıyor, varlığımı yeniden birbütün haline getiriyordu. Bu elyazmasını bulmak ve Dreamer'a geridönmek, artık tek uğraşım olmuşta. Aslında O'nu yeniden görebilmeminbaşka da bir yolu yoktu. Bana yüklediği araştırma sorumluluğunu sürdürmeenerjim de her seferinde bu düşünceyle tazeleniyordu.Her geçen gün parça parça toplayarak biriktirdiğim bilgi yığınından vebinbir zahmetle bir araya getirdiğim Lupelius felsefesini oluşturanparçacıklardan, yüce bir <strong>Oku</strong>l'un düşüncesi ve onun özgün niteliği, tıpkıölümsüz bir şehrin sağlam surları gibi yükselmekteydi. Binlerce yıl öncesinedayanan bu öğretinin kırıntıları, o çağın toplumsal ve ahlaki değerleriniparçalayan med cezirle çığlık gibi yükselen aynı ışığı bir kez dahafilizlendiriyordu. Dünyanın bir hizmetkârı olan Lupelius karakteri, kısasürede etkilemişti beni. Araştırmalarımın başından beri, bu bilinmeyenfilozofa karşı giderek büyüyen bir hayranlık duyuyordum.66


Tanrılar <strong>Oku</strong>luOna ve onun görevine yaklaştıkça, bu düşünürün tek başına insanların veolayların içinden çölde yükselen bir kule gibi ne denli sivrildiğini daha iyigörüyordum. <strong>Oku</strong>l'u, cehalet ve boş inançlar denizinin orta yerindekikayalık gibi dimdik ayakta duruyordu. Düşüncesi, suçların ve felaketlerinilmek ilmek dokunduğu bir tarihin içinden geçen altın bir ip gibiydi.Yaşantısına dair pek fazla bilgiye ulaşamamıştım; sadece bir dönemFransa'da Kral Dazlak Charles'ın maiyetinde yaşadığını biliyordum.Lupelius kesinlikle eşsiz bir karakter, sadece kendisiyle kıyaslanabilecek birfilozof, bir eylem adamıydı. Belli başlı alışkanlıkları ya da âdetleri yoktu.Söylentiye göre, günlerce uyumadan durabilirdi. Aslında onun uyuduğunugören de yoktu. Öğrencilerine,"Uyku, sizi hem akılca hem de bedence güçsüzleştirir," der veİrlandalılara özgü şakacılığıyla eklerdi, "Uyku yalnızca kötü biralışkanlıktır."Onu diğerlerinden ayıran en tuhaf huyu ise Avrupa şehirlerinin entehlikeli ve her anlamda izbe ve bakımsız pazar alanlarını amaçsızcadolaşmaktı. Buralarda, görünüşe göre en olumsuz koşullarda, öğrencileridüşünmenin ve hissetmenin farklı biçimlerini keşfetmeye, zihinselkalıplarını kırmaya davet ederken, dünyanın onlarda var olan sıradantasvirlerini altüst ederdi. Onun bu göz alıcı çılgın düşüncesi sayesinde,dolandırıcıların, katillerin, kurnazların karanlık dünyası, pusu üstüne pusukurdukları pazaryeri, bir anda mükemmel bir okula dönüşürdü.Öğrencilerinin kök salmış inançlarını kökünden kazımak ve ruhsaldünyalarındaki duygu bataklığını kurutmak için dâhiyane yöntemleruygulardı. Onun okulu, sıradışı kişiler, yenilmez savaşçılar yetiştirirdi.Lupelius, sürekli bulduğu fantastik eğitim yöntemlerini ve saflaştırmatekniklerini kullanırdı. Kendisini bir köle, serseri, politikacı, banker, zenginbir tüccar giysisi altına saklar, rollerinin stratejisini kendi kullanım amacınagöre belirlerdi.Lupelius, bir kralın tacı veya bir keşişin cüppesini giyer, öğrencilerine deaynılarını giydirir ve bunun esiri olmadan, sadece bir oyun olduğunuunutmadan, 'bu rolü' nasıl oynayacaklarını, tüm inceliklerini keşfederek, enince ayrıntısına kadar öğrenmelerini sağlardı. Onları, eşkıya ve suçlularınkol gezdiği korkunç tüccarlarla bir arada olacakları çarşıya götürür;insanlığın en zavallı kesimlerine girmeye yüreklendirir ve neredeyse hiçdönüş olasılığı bulunmayan çok tehlikeli serüvenlere atılmaya zorlardı.67


Stefano E. D'AnnaLupelyanlar nedenlerini bile bilmedikleri, tuhaf çatışmalara, ihtilallere veuzak ülkelerdeki manasız savaşlara birer paralı asker gibi gönüllükatılırlardı.Onlar savaş meydanlarına ne zayıfı ya da mazlumu korumak için, nesoyut ilkeleri ya da ideolojileri savunmak için, ne de düşmanlarınındüşmanlarım yenmek ya da onlann öcünü almak için girerlerdi; onlarkendilerinin efendisi, yazgılarının belirleyicisi olmak için savaşırlardı."Gerçek savaşçılar başkalarının üstünde hâkimiyet kurmak ya da onlarıkontrolleri altına almak için savaşmazlar. Ve onlar asla bir zafer kazanmak,sömürge ya da ganimet sağlamak uğruna da savaşmazlar, onlar kendileriiçin gerçekten önemli olan tek bir şeyi, kendi içsel özgürlüklerini kazanmakuğruna savaşırlar."Lupelius'un öğretisi iradenin geliştirilmesine dayalı bir yıkılmazlıkeğitimiydi. Amacı, bütün kısıtlamalardan kurtulup özgürleşmekti.Free forever from all human conditions and natural limitations.Lupelyanlar İnsanın tüm koşullarından ve doğal kısıtlamalarından ebediyenözgür olmasına dayanan 'kendi kendinin efendisi olma' sanatınıuyguluyorlardı. En yüce zafer 'kişinin kendisini yenmesi' idi; hiçbir dışolayın ya da koşulun kendi içinde yaralar açmasına ya da Oluş'unukaralamasına izin vermemekti. Lupelius öğrencilerini, en zor koşullarda bilesessizliklerini ve dinginliklerini korumak üzere eğitmişti. Kendi içlerinde nedenli bütün olduklarım görmeleri için, onları üzen ve onlara yönelik busaldırının nedenini bulmaya zorlardı. Yollarının kesiştiği salgın ve bulaşıcıhastalıklara yenik düşmüş şehirlerden ve deniz aşırı bölgelerden bile hep sağsalim çıkarlardı. Lupelius,"Dürüstlük ve saflık bir savaşçıyı yıkılmaz kılar ve böylece en büyükkötülükler bile ona işlemez olur," derdi.Stoacılar tarafından savunulan duyumsamazlık (apatheia) ve mistikLupelyanların desteklediği, bireyin tutkular ve dışsal düşüncelere karşıkayıtsızlığı arasındaki farkı irdeleyen sorunun üstüne gitmeye çalıştım.Lupelius'a göre kayıtsızlık, bütünlüğün yeniden kazanımı ile, insanınunuttuğu doğal bir hal olan Oluş'un birliği ile tanımlanmaktaydı.68


Tanrılar <strong>Oku</strong>lııDışsal ve dünyevi maddelerin safrasından kurtulan öz'ün yarattığıboşluktan, kendi dışımızda birşeylerin varolduğu yanılsamasına kapılmadan,doğal bir hareketle sonsuzluğa, ölümsüzlüğe ve sınırsızlığa doğrudurmaksızın ilerleyen bir Oluş durumu doğar."Yaşantımızda kısaca 'dünya' olarak nitelediğimiz, yaşamımızıilgilendiren tüm olaylar ve durumlar kendi yansıttığımız görüntülerdir.Bunun bilincindeysek,'sadece yaşam,Eğer her an uyanık ve dikkatliysek,refah, zafer ve güzellik yansıtabiliriz.özgürlüğü yani engelleri olmayan,sınırsız, yaşlılığın, hastalığın ve ölümün yer almadığı bir dünyayıyansıtabiliriz."Lupelius'un okulu beni büyülemişti. Öğrenmek için dersimi tutkuylaçalışıyor ve seviyordum. Sanki oradaydım ve aynı havayı soluyor gibiydim.Gözlerim açık, onu düşlüyordum. Düşlemeyi bilen tüm bu insanlar:kadınlar, erkekler, savaşçı-öğrenciler, tinsel bir savaşın yalnız kahramanlarıbenim gözümde eşsiz bir cesaretin ve kararlılığın yenilmez örnekleri,sıradışı kişileriydi. Onlann ödün vermez bir şekilde kendilerini ele geçirmeçabalan sırasında gösterdikleri olağanüstü çılgınlıklarını ve coşkuluarayışlarını hayranlıkla inceledim. Araştırmamı hiç ara vermedensürdürürken, Kutsal Roma İmparatorluğu'nun yavaş yavaş katmanlarınaayrıldığı, Büyük Kari sonrasındaki o karışık dönemde paralı askerlik yapanpek çok kahramanın, Lupelius'un kimliklerini gizlemiş öğrencileri olduğunugösteren sağlam kanıtlar buldum. Bu savaşçı-keşişler, kendilerini aslagöstermeyen, yenik savaşları görkemli zaferlere dönüştürebilen, eşsizkahramanlık destanlarının efsanevi önderleri oldular.Araştırmalarım bir noktada kilitlendi. Binbir güçlükle topladığım o çokaz bilgiye, haftalarca tek bir bilgi ekleyemedim. Ve sonunda, bu efsanevielyazmasını bir gün bulabileceğime olan inancımı ve böylece Dreamer'ageri dönebilme umudumu da yitirmiş bulunuyordum. Bir gün, bu kayıpöğretinin izleri üstünde yaptığım kısa bir gezinti sırasında, araştırmamdabana yardımı dokunabilecek, Domenikan tarikatından engin bilgiye sahip birrahibin varlığını öğrendim. Ayrıca bu kişi, Kilisenin ortaçağ tarihine ilişkinolağanüstü bir eserin de yazarıydı.69


Stefano E. D'Anna5 Peder S. ile buluşmaUzun süren araştırmalarım sonunda bana Hristiyan öğretisinin yaşayanrahiplerinden biri olarak önerilen bu kişiyle randevuma birkaç dakika erkengitmiştim.Peder S. eski bir Karmelit manastırında yaşıyordu. Ciddi ve koruyucuufak tefek rahibelerden oluşan bir topluluk, bilimsel çalışmalarla vedüşünmekle geçen yaşlılığında onun bakımını üstlenmişti. İki rahibe beniküçük bir ilkyardım odasına götürdü ve orada onu ayakta bekledim.Yarı açık duran pencereden, büyüleyici avlunun bir köşesinigörebiliyordum. Sütunlu girişin milimetrik geometrisi ile huzur dolusessizliğin arasında uzanan çimenli yolun sonundaki eski giriş kapısındanmanastıra girerken başka bir zaman dilimine açılan özel bir kapıdangeçiyormuşum duygusuna kapıldım. Aklıma hemen Napoli'nin uzak birköşesindeki, Collegio Bianchi'nin avlusu geldi. Sundurmalar arasındakikoşuşturmaların, bağırışların ve kovalamacaların sesleri havada çınlıyordu;yemekhaneden yayılan kokuyu alabiliyordum ve zihnimde çocukluğumunBarnabite'ler arasında geçen o günlerinden binlerce anı canlanmıştı.İçeri giriş iznim tam vaktinde geldi. O büyüleyici adadan ve benigörmeye gelmiş birkaç okul arkadaşımdan güçlükle ayrılmıştım. Gülenyüzleri soldu ve hafızanın gizemli ormanında, nöronların arasındakiyerlerine geri döndüler.Bana yolu gösteren mikroskobik ölçülerdeki muhafız-rahibelerden biri,Peder S. Hristiyan ortaçağı hakkındaki muazzam eserinin yeni bir cildinitamamlamakta," dedi. Ses tonundaki sert ifade, ziyaret ettiğim kişininzamanını ve sabrını özenle kullanmam konusunda bir uyarı niteliğindeydi,bunu çabucak anlamıştım.Etrafım çevreleyen kitaptan duvarlar ile iyice daralmış olan sarmalbiçimdeki merdivenlerden yukarı çıktım. Yukarı çıkarken, basamaklarıtırmanmaktan çok ne olduğunu bilmediğim dik ve mecazi bir yapıdayükseliyormuşum hissine kapıldım. Bu simgesel sahnedeki her ayrıntı, sankibeni uyarmak için oradaymış gibi duruyordu.Birazdan Hristiyanlık dünyasının en önemli düşünürlerinden biriylekarşılaşacaktım. Bu düşünce beni, bir tür korku dalgasının içine sürükledi;daha çok pişmanlık yüzünden ya da beklenmedik bir anda insanı sarıverenbir melankolinin yarattığı az da olsa ıstırapla karışmış, daha çok saygıdankaynaklanan bir korkunun ürpertisiyle kapladı.70


Tanrılar <strong>Oku</strong>lııNe de olsa bu, kendim için her zaman çok istediğim, araştırma veincelemeye adanmış bir yaşantıydı. <strong>Kitap</strong>lara ve öğretmenlere olan körükörüne inancım, içimde birdenbire dolup taşmıştı.Dreamer'ın ciddi ve durumumu tanımlayan sözleri tam da gerekenzamanda zihnimi dolduruverdi: "Bildiklerine ekleyebileceğin hiçbir şey yok.Gerçek bilgi sonradan edinilemez, o yalnızca 'hatırlanabilir'."Hastalığımı biliyordum, öğrenmiştim: Dünyaya bağımlı olmaya veözellikle de kitaplardaki bilgiyi putlaştırmaya yatkınlık. İşte bir kez dahadışarıdakini tanrılaştırıyordum. Henüz o adamı tanımamıştım, ama şimdidenonu patronum olarak ilan edivermiştim, çünkü benim için, bir put bile olsa,kendimi onun karşısında bulmuş olmam yeterliydi.Peder S.'yi, bu kez de entelektüelliğin kapanına sıkışmış ve hattadüş'lemeyi unutmuş bir insanlığın öncüsü olarak gözümde canlandırmıştım.Ilristiyanlığm, unutmuş olduğu kendi tepe noktasına, kitaplarla var olan,okuyan, yazan, adı geçen insanları ve gururunu koymuş bir örneği. Dreamer,"Dünyanın bütün kitapları, varlığın tek bir atomunda saklıdır," demişti."<strong>Kitap</strong>lar sendeki bilgiye hiçbir şey ekleyemezler; sen onlardan hayataulaşamazsın. Bilgi senin varlığından gelir. Varoldukça, bilirsin!"Güçlü bir ses, kitaplar arasında açılmış bir yarıktan yankılanırcasına,"Buyurun," demişti; tonlaması, yüksek perdeden ilahi okur gibiydi. Oysabeni rahat etmem için davet eden ses öyle yakınımdan gelmişti ki, bu dabana birazdan gireceğim odanın mütevazı boyutlarda olduğunun mesajınıveriyordu.Son birkaç basamağı çıkarken, bir savaşçının, gücünü kestirebildiği olasıbir tehlike karşısındaki hali gibi, ben de, bir yumruk gibi, Oluş'umutoparlamak suretiyle duruşuma çekidüzen vermekteydim. Ama Dreamer'ınsöylediği sözler bir kez daha araya girdi:"Herkes insan zekâsında bir aşamayı doldurur ve daha üsttekiaşamaların önündeki bekçidir...Olduğun gibi kalırsan, her karşılaşma senin için bir fırsat, bir adım dahaileriye gidebilmek için ayağını basabileceğin bir basamak olacaktır.Unutursan, kendini yaşamının korkunç karmaşasının içine senigerisingeri fırlatacak senindışındaki sanal bir oyunun kapanına sıkışmışbulursun."Peder S. oluşun bir kapısıydı. Burada aslında karşılaşacağım kişi, banakesinlikle-varoluşun merdivenlerinde hak ettiğim yeri verecek olan birMinos'tu, bir gözlemci-bekçiydi.71


Stefano E. D'AnnaAlçalıp yükselen dalgalarla masayı kaplayan kitap yığınlarının arasındanyaşlı bir adamın usturaya vurulmuş, dazlak, koca kafası çıktı. Uzunca birsüre beni dikkatle süzdü.Kara gözleri gerçek olamayacak kadar genç görünüyordu; onlarınkendisinin olmadığını, ödünç alınıp bu yaşlı yüze yerleştirildiklerinidüşündüm. Sanki olağanüstü bir nedenden dolayı, bedenin geri kalanıtümüyle biyolojik yazgının ellerine bırakılmışken, bu gözler, nasıl olmuşsa,yaşlanma sürecinden kaçmanın bir yolunu bulmuş gibiydiler. Bunu farkettiğimi anlamıştı. Yavaşça gözkapaklarını indirdi. Bir kaplumbağanınkabuğuna çekilmesi gibi onların üstünü örtmüştü. Gözlerini yenidenaçtığında, bu kez yaşlı bir adamın bakışları vardı.Konuğunu törensel bir tarzda karşılayan bu adamın yüzünde yakaladığım,öğretmene özgü ciddi ifade de yine şaşkınlığımı pekiştiren bir başkaçelişkiydi. Bu karmaşık duygular, arka planda, aramızdaki mesafeyianımsatırcasına görüşmemiz boyunca havada asılı kaldı.Ses tonu, giyimi ve hareket tarzı, karşılıklı etkileşimimizin kurallarınıbelirliyordu. Belli ki, Peder S. bir araya gelişimizin amacını ve görüşmeniniçeriğini çevreleyen sınırları saptamak istiyordu.Elini sıktım. Aldığım enerji bakışlarında yakaladığım enerjiden farklıdeğildi. Peder S. beni incelemekteydi. Gülümsemesinin arkasına gizlese de,beni sınıflandırmak üzere, derinlerime saldığı bir sondayla hakkımda bilgitopluyor ve beni değerlendiriyordu. Konuğu, akademik bir canavardan çokgenç bir iş adamına benziyordu. Bu, büyük bir olasılıkla Peder S.'nin pek sıkrastlamadığı bir insan türüydü."Sizin hakkınızda sadece ahlaki felsefe ile ilgilendiğinizi ve bir Amerikanüniversitesinden..., New York'tan geldiğinizi biliyorum... tabiiyanılmıyorsam," dedi. Bunları söylerken, doğası ve profesyonel tutumundanuzaklaşıp, 'sadece' sözcüğünü azarlar gibi söylemişti.Birkaç gün önce Fordham Üniversitesi'nden gönderilen bir mektubunkopyasını uzatırken, "Ben 'İş Yönetimindeki Ahlaki Değerler' konusuylailgileniyorum," diye nazikçe sözlerini düzelttim.Bu belge, benim iş yönetimi branşında bir öğrenci, bir araştırma görevlisiolduğumu doğruluyordu. Zaten bu buluşmayı da referanslarım sayesindesağlayabilmiştim. Bu rolde çok rahat davrandığımı hissediyordum. Sustum.Kendisine hakkımda daha fazla bilgi vermeden, onu bu hafif rahatsıız edicidurumda, merak ve konuya yabancı kalma arasında, işimi pekkolaylaştırmadan bırakmayı yeğlemiştim."77


Tanrılar <strong>Oku</strong>lııMektubu okurken yüzünde giderek artan bir ilgi ifadesi yakalamıştım. Buifade Lupelius üstüne araştırmalarım hakkındaki açıklamalarımı ve bubuluşma sayesinde söz konusu araştırmalarımı ileriye götürebileceğime dairümitlerimi öğrendiğinde açıkça irkildiğini gösterene dek sürdü. îşin aslınıöğrendiğinde, göstermekte olduğu duygusal tepkiyi büyük bir özenlekontrolü altında tuttu ve yalnızca bu konuyu, bilinen tüm bilim çevrelerinindışında kalan, böylesi 'sıradışı bir düşünce okulunu seçmiş olmamınkendisinde yarattığı şaşkınlığı göstermekle yetindi.Kendisine Dreamer'dan hiç söz etmeden, Lupelius'a olan özel ilgimi, işyönetimine çağdaş bakışta ve yeni nesil liderlerin eğitilmesinde onundüşüncesinin önemli bir etkisi olabileceği gerekçesine bağladım. Buyaptığım araştırmalar hakkında yüksek beklentilerim olduğunu belirttim veiş dünyasında, eski düşünce okullarına ait felsefi ilkelerin ve eski değerlersistemine dayalı eğitim yöntemlerinin kullanılması gerektiğinden söz ettim.Beni özellikle ilgilendiren hususun, Lupelius'un öğretileriyle onunyıkılmazlık ve yenilmezlik üstüne araştırmaları olduğunu, çünkü buniteliklerin askeri alanlardakinden daha sert ve tehlikeli olduğunu veçağımızın ekonomik meselelerinin çözümlerinde bugün hâlâ önemliolabileceğini belirttim. Lupelius'un okulunun ölümsüzlük üstünegerçekleştirdiği araştırma ve deneyler pekâlâ günümüzün işletmelerine deuyarlanabilirdi.Ekonomi akademisyenleri, dünya çapında endişe verici bir olaykarşısında, uzun zamandan beri çaresizdi. "Şirketler uzun ömürlüolamıyorlar. Tüm dünyada şirketler, yalnızca bir elin parmakları kadarzamanı ayakta geçiriyorlar," diye anlattım. "En büyük uluslararası şirketler,hatta finansman ve ekonomi sektörünün devleri bile, kırk yıldan sonraayakta kalabilmek için büyük bir uğraş veriyorlar." Dreamer'ın öğrettiklerinikendi görüşlerimmiş gibi kullanarak, uzun yıllar ayakta kalacak bir şirketinyıllara meydan okumuş bir kurucudan doğabileceği gibi, ölümsüz birşirketin de ancak ölümsüz bir kişinin düşlerinden doğabileceği inancımsavundum.Dreamer, bir keresinde sevgi/korku kutuplaşması üstüne konuşurken,sevgi sözcüğünün gerçek anlamım, Latince karşılığı olan a-mors, yani'ölümün olmaması veya ölümsüzlük' etimolojisinde bulabileceğimiziaçıklamıştı. Aslına bakarsanız, ölümsüz şehir Roma'nm adı da 'amor'sözcüğünün tersten yazılmış biçimiydi ve bu bir rastlantı değildi. Roma'ya,kurucusunun ona verdiği adın içine mühürlenerek 'ölümsüz' yazgısı73


Stefano E. D'Annakazınmıştı. Çok yakın geçmişte, sürekli etkin olarak geçen tam 2800. yılınıkutlayan Roma'yı belirtme nedenim, uzun ömürlü bir kuruluşun,kurucusunu ve onun ölümsüz bir varlık olma niteliğini göz önünde tutmadanaçıklanamayacağına bir örnek olması içindi (Roma'nın kurucusu Romulus,Tanrı Quirinus olarak tanrılaştırılıp tapınılmıştır).Peder S.'ye uzun zaman önce kurulmuş başka sıradışı şirketlerden, binyıllık Windsor ve dünyanın en büyük uluslararası kurumu olan KatolikKilisesi'nin kendisi gibi örnekler verdim. Yine Dreamer'ın öğrettiklerinikullanarak, zengin bir ekonominin daima ölümsüz bir düşüncenin ifadesiolduğunu belirttim.Vision and reality are one.Vizyon ve gerçek birdir.Sonsuzluğun bir kırıntısı, bir ülkenin görüşünü açmaya ve ekonomisininsınıtlannı genişletmeye yetecektir. Ölümsüzlük kavramı, bireylerin,kuruluşların ve tüm ülkelerin fınansal kaderini yükseltmeye yeterlidir.Araştırmalarımın ilerlemekte olduğu yön buydu. Bu buluşların çok yakınzamanda, iş dünyasının görüşünü değiştireceğini, bütün üniversitelerinekonomi fakültelerinde eğitim ve bilimsel araştırmalarda devrim yapacağınıiddia ettim.Peder S.'ye ölümsüzlük kavramıyla ilgili ekonomik teorilerden veLupelius'un felsefesinin az da olsa bildiğim kısmından söz ettiğim ölçüde,ilgisi de artıyordu. Global ekonomi arka planda, ülkelerin ve şirketlerin devboyutlardaki askeri birlikler gibi ekonominin yeni sınırlarını kendiyararlarına nasıl oluşturacaklarını belirlemek için her gün karşı karşıyageldikleri geniş bir savaş meydanı gibi durur. Sadece tek galip çıkar bumücadelelerden. Diğerleri, yenik düşenler, üstün gelenin savaş arabasınınarkasına zincirlenerek köleliğe sürüklenirler. Onlar yaşayabilmek uğruna,kendilerini yeni efendilerinin yöntemlerine ve diline uydurmak zorundakalacaklar. Ona hizmet edecekler. Peder S.'nin, devam etmemi istediğinigösteren bir işaretinden cesaret alarak, gizemli keşiş filozof hakkındabildiğim her şeyi ona aktardım. Lupelius ve olağandışı öğretisininüzerimdeki büyüleyici çekim gücünü ondan saklamadım. Çabucakaraştırmamın tıkandığı noktaya geldim. Ayrıca, 'Tanrılar <strong>Oku</strong>lu' isimlielyazmasını bulma çabalarımdan ve her iki nüshanın gizemli bir şekildekayıplara karıştığından söz ettim.74


Tanrılar <strong>Oku</strong>lııGörünüşe göre, Lupelius'un çalışmalarıyla birlikte, onun ölümsüz kişiler<strong>Oku</strong>lunun bütün izlerini silip yok etmek için, ortada kasıtlı bir girişiminolduğuna dair endişelerimi tüle getirdim.6 Lupelius'un öğretisiPeder S., çenesini göğsüne dayayarak, beni büyük bir dikkatle dinledi.Başını kaldırdığında gözlerinin içi parlıyordu. Tanıştığımız o ilk anda beniçok etkileyen olağanüstü genç gözlerini yeniden gördüm. Ve bu kez onlarıgizlemeden, gözlerimin içine doğru bakmayı Sürdürdü. Üstelik yüzü, tanıbeni dercesine beklentisini yansıtan farklı bir ifadeye bürünmüştü.Ben de oyundan geri durmadım ve bu son hamlesine odaklandım.Bilmecenin çözümü, gecenin karanlığını yırtan bir yıldırım gibi birdenbireve göz kamaştırıcı bir biçimde gelmişti. Başım alabildiğine hızla dönüyor,kulaklarım uğulduyoıdu. Bu adam kendisini yaşlı bir kişi görünümündegizliyordu. Elbette yaşlılığı bir maske olarak kullanıyordu, stratejik birmaske. Peder S. gerçekte yaşlı olmayan bir adamdı. Yüreğim hızla çarpmayabaşlamıştı. Peder S.... bir Lupelyandı. Bundan kesinlikle emindim. Bu farkedişim karşısında duygularımı saklayamıyordum. Aramızda kurmayaçalıştığı bu suç ortaklığının bana verdiği gizli hazzın tadını duyumsadım.Bin yıl uzunluğundaki ince bir halat, amaçlarının gerektirdiği şekildeyaşamasını bilen ve kendini gizleme sanatında ustalaşmış o savaşçı neslebizi bağlıyordu. Bir bukalemun gibi kendisini gizleme yeteneği,Hristiyanlığın kalbinde saklı, kendi dinsel öğretisinin katmanları arasındayaşamasına olanak sağlıyordu. Zaman içinde bir tünel açıldı ve beni <strong>Oku</strong>lkapısının önüne götürmek üzere, bin yılı aşkın sürelik bir zaman kısacık biranın içine sıkışıveıdi. Şimdi karşımda oturan, belki de onun son neferiydi.Bir soru, damarlarımla birlikte atmakta olan şakaklarıma darbeler indirdi.Acaba Peder S., Dıeamer'ı tanıyor muydu?Ona 'düş' ile olan buluşmamı ve yaşadığım olağanüstü serüveni anlatmayacan atıyordum.Peder S., heyecanlı düşüncelerimi keserek ve baştaki ketum halini birkenara bırakarak, "Lupelius, kendi irademizle vazgeçip bıraktığımız veyeniden ele geçilmemiz gereken bir hakkın, doğduğu andan itibaren herinsanın hakkı olan fiziksel ölümsüzlüğün peygamberidir," diye açıkladı.75


Stefano E. D'AnnaArdından, sanki görünmeyen bir kitaptan alırcasına, ezberinden söylemekyerine gözlerini kapatıp sözcükleri okudu: "Beden, ruhun ete bürünmüşhalidir. Ruh ne kadar ölümsüzse, beden de o kadar ölümsüzdür."<strong>Oku</strong>l'u anımsamaktan ve yıllardır kendisinin de duymadığını sandığımkendi sözlerini yeniden işitmekten duyduğu sevinci apaçık ortadaydı. Banadüşünceleri nedeniyle Lupelius'un Hristiyanlıktan aforoz edildiğini veyakılmaktan bir mucize sonucu kurtulduğunu anlattı. Onlar için en büyüktehlike, Lupelius'un bir bireyin gerçekleştirebileceklerinin olağanüstüboyutlarda olduğuna ve yaşamın ölüm karşısında son zaferi kazanacağınaolan kesin inancıydı. Esas olarak, cemaatin toplu olarak ibadetine dayalıHristiyan Kilisesi ve diğer bütün dini kurumsal düzenler için, tek tek herbireyi kendi kırılganlığını ve ölümlü yazgısını değiştirmek üzereayaklanmaya çağıran 'Varoluş devrimi' kavramından daha tehlikeli birdüşünce daha olamazdı. Bu düşünce, şeytanlar, ejderhalar ve içteki hilkatgaribelerine karşı, insanların 'şüphe', 'korku' ve 'acı' olarak adlandırdıklarıve Lupelius'a göre de her kötülüğün ve her felaketin asıl nedeni olancanavarlara ve devlere karşı verdikleri mücadeleyi anlatıyordu.Düzen karşıtı böylesi yıkıcı düşünceler yüzünden, insanların onasaldırması ve eziyet etmesi pek şaşırtıcı değildi. Nitekim Lupelius veeserinin bütün izleri yok olmuştu. Fakat şimdiki görüşüme göre bu, amansızbir düşmanlığın sonucundan çok, Lupelius'un kendi planladığı bir stratejigereği gerçekleşmişti.Onun okuluna kabul edilmek, çetin sınavlardan geçmek; Lupelius'unyanında yaşamak ise, uzun süre büyük zorlukları göğüslemeye razı olmakanlamına geliyordu. Lupelius, öğrencilerinin en büyük tehlikelerin arasındansağ salim geçilebileceğini kendilerinin de görmesini sağlayarak, fizikselölümsüzlük ve yıkılmazlık üstüne doğrudan bir deneyim geçirmeleriniistiyordu. Nitekim onun kutsamasını alarak yola koyulan bütünöğrencilerinin, en küçük bir çizik bile almadan döndüklerine tanık oluyordu.Böylesi gerçeküstü durumun neye mal olduğunu sordum.Peder S. gözlerini yarı kapalı tutarak, "Kişinin kalkanı, kendi saflığıdır;hayata ve ustasına olan sevgisidir," diye ezbere okudu. Vereceği yanıtüzerine düşünmekten öte, sanki bir şeyi yeniden hatırlıyormuş gibi göründü."Lupelius'a göre saflık, insanın sahip olması gereken en önemli özellik veinsanlığın en yüce hedefi olan fiziksel ölümsüzlüğe onu götüren yoldur."Sözlerini kesip ara verdiğinde zaman geçmek bilmedi.76


Tanrılar <strong>Oku</strong>lııPeder S.'nin Lupelius'dan söz ederken şimdiki zaman kipi kullanmasıdikkatimi çekmişti; sanki bir çağdaşından ya da hiç ölmemiş birinden sftzeder gibiydi. Konuşmasının devamında beni tutup, kendilerini ulaşılmasıimkânsız sınırların, yani dünyanın bilinen betimlenmesinin HeraklesSütunlarının'' ötesine atmak için her şeyi yapmaya hazır bu insanlarınolağanüstü dünyasına götürdü. Peder S., "Lupelius'un okulunda, ölümünkaçınılmaz ve yenilmez olduğu düşüncesinden aklı özgürleştirmek için hertür çaba verilmekteydi," dedi. "Yaptıkları her şey saflaştırma stratejisininparçasıydı; sıradan bir insanın akıl sır ermez ölme arzusunu alt etmek üzerepsikolojisini çok farklı şekillere sokarak, onun ikinci doğası haline getirmekve yaşamı için bunun kaçınılmaz bir şekle dönüşmesi olarak tasarlanmıştı."Ölümün yenilmez olduğu inancı, insanlar için zararlıdır. Ne kadar uzunyaşayacağınız,içinde bulunduğunuz zihinsel durum ve yaşama isteğinizlebelirlenir.Peder S., yararlanmam için Lupelius'un düşüncesini özetleyerek, "Nekadar uzun yaşayacağınız kendi aklınızca belirlenir. Bu demektir ki, eğerölürsen, sorumlusu yalnızca sensin!" dedi.Ufak tefek bir rahibe, kusursuz bir çay servisiyle sessizce odadan içerigirdi. Fincanları ve demliği masaya yerleştirdikten sonra, buhar yükselençayı fincanlara koyarken bana gizlice, şaşkın bir bakış attı ve buhareketinden, Peder S.'nin biriyle bu kadar uzun bir süre geçirmesinin çoknadir yaşanan bir durum olduğunu anladım. Rahibenin çay servisi yaptığısüre boyunca, Peder S. hiç konuşmadı. Rahibe odadan çıktıktan sonra,kaldığı yerden konuşmasını sürdürdü ve Lupelyanlann, ölümünkaçınılmazlığını ironiyle bile olsa sorgulamanın, onu alt etme gücünü nasılzayıflatacağını bildiklerini açıkladı.Peder S. bir yazıt biçemiyle ve yüksek sesle, "Herkesin ölümsüzlük hakkıolduğunu savunması ve insanın en korkunç ve en haksız önyargısının ölümolduğunu ortaya koyma çalışması nedeniyle, Lupelius fiziksel ölümsüzlüğünen önemli mistiği olarak anılacaktır," dedi.Daha sonra, Lupelius'un bu düşüncesinin, başlangıçta ortaya fiziksel vebedensel bir din halinde çıkan Hristiyanlıkla bağlantılı olduğunu,Lupelius'un, bedenin yok edilemezliği mesajını veren, ruhsal materyalizminve bu düşüncenin bir büyük üstadı olduğunu savundu.Herakles Sütunları, Herakles'in Cebelitarık Boğazı'm geçerken diktiği boğazın ikiyakasındaki kayalıklardır; dünyanın bilinen en uç sınırıdır, (ç.n.)77


Stefano E. D'AnnaPeder S. konuyu bağlarcasına, "Yalan söylemek, gizlenmek, şikâyetetmek ve kendi sorumluluklarından kaçmaya yeltenmek, hataya vebölünmeye düşmüş kişilerin, varoluş nedenini unutan insanların taşıdıklarıyara izleridir," dedi. "İnsanlık, doğuştan kendinin olan haktan bir kezvazgeçince ve bütünlüğünü unutunca, sefaletine bir son verebilmek için, birçare olarak ölümü icat etti. İnsan zor bir iş olan, kendisini, kendieksikliklerini yenmeye çalışmak yerine, ölmeyi yeğliyor. Oysa ölüm birçözüm değildir. İnsan, daima bıraktığı yerden yeniden başlar." Lupelius,parçalanmış insanlara sadeliğe, bütünlüğe ve yitirdiği iradeye geri dönüşyolunu göstermek üzere bir sorumluluk okulu olan Tanrılar <strong>Oku</strong>lu'nukurmuştu.7 "Asklepios'a bir horoz ada"Lupelius'un kayıp eserinden toparlayabildiğim parçalarda ve Peder S.'ninaktardığı deyişlerin arkasında, Dreamer'ın soluğunu ve sesini gitgide dahanet bir şekilde fark eder, işitir olmuştum. Lupelius'unkilerden daha yüksekve eskiydiler. Kendisine minnettardım.Peder S., yanından hiç ayırmadığını sandığım ve elinde saygıyla tuttuğuküçük bir kitaptan şimdi bana bazı cümleler okumaktaydı. Sesi heyecanlatitriyordu. Lupelius'un bazı daha skandal inançları, yani mantıklı bir aklınveya kurumsal bir inancın kesinlikle kabul edemeyeceği gerçekler, açılanfikir tomurcuklarıyla gün ışığına çıktıkça, Peder S.'nin coşkulu ses tonugiderek daha şiddetleniyordu. Bir yandan ona kulak verip, bir yandansöylediklerini yazıyordum. Onun sözlerindeki dayanılmaz farklılığınsürtüşmesini, kabul görmüş evrensel ve köklü inançlarla çarpıcı çelişkisinigörebiliyordum."Yaşlılık, hastalık ve ölüm, insan onuruna hakarettir; bunlar dünyanınyanılsatıcı betimlenmesinin, üstünde yükseldiği bin yıllık sütunlardır.Kötülük iyiliğe hizmet eder. Her zaman!... Her şey bizi iyileştirmek içingelir. Aslında fiziksel ölüm bile bir iyileştirmedir. Son fırsat!"Bu onay ifadesi, Lupelius'un benimsemesi pek de kolay olmayan buaykırı savı, gizli bir düzeneği harekete geçirdi. Baldıran zehri içine giripyaşamına son vermek üzereyken, Sokrates'in ağzından çıkan son sözlerizihnimde yankılandı. Anlamlan gözleri kör eden parlak bir şimşek gibibelleğimde çaktı ve göz açıp kapayana kadar sönüp gitti, ama bu kadarı bile


Tanrılar <strong>Oku</strong>lııbeni uyandırmaya yetmişti. Sokrates'in son dileği, tam iki bin beş yüz yıldır,anlamına akıl sır erdirilemeyen bir gizem olarak duruyordu: En yakınöğrencileri yanı başında beklerken, Sokrates baldıran zehrini yutmuştu,zehrin felç edici etkisi ayaklarından başlayıp kalbine doğru hızlayayılmaktaydı. Artık sona yaklaşıyordu. İşte o anda ağzından şu sözlerdöküldü: "Asklepios'a -bir horoz borcumuz var, bu adağı yerine getirin,unutmayın!"Sokrates, ölümünün kaçınılmaz olduğu, yaşamının parmaklarınınarasından kayarak gittiği o anda, neden arkadaşı Kriton'dan iyileştirmetanrısına sunulmak üzere bir horoz adayarak, onu kesmesini istemişti?İşte bu sözler tam iki bin beş yüz yıldır, nesiller boyu akademisyenler,bilginler, âlimler için bir bilmece olarak kalmıştır.Lupelius'un felsefi önermeleri, geçilmez bir perdeyi yırtıp açtı ve busayede mesajın anlamı şimdi, zamanın dipsiz karanlığının içinden tümgörkemiyle bir güneş gibi yükseldi. Bir kazazedenin mesajını korumak veyerine ulaştırmak üzere bir şişeye koyması gibi, Sokrates de anlayışını bizeulaştırmak üzere onu zaman okyanusuna bırakmıştı. Sözlerininderinliklerinde mühürlenip gizlenen, aralıksız sürdürdüğü araştırmasınınsemeresi durmaktaydı: Ölüm bile bir iyileşme, son çareydi! Ancak başka birçıkar yol kalmayınca gelen son çare!Sokrates, daha önce asla çıkamadığı bir içsel bütünlük derecesine, kendiölüm sürecinin sıradışı koşullarının etkisiyle, en büyük gizem olan;insanoğlunun neden ölmesi gerektiği ve bir gün buna artık gerekkalmayacağı düşüncesiyle, erebileceği bir bütünlük yüksekliğine ulaşmıştı.Sokrates'in son sözlerinin ardında, bir daha asla böylesine aşırı birsaflaştırma gösterisinden geçmeye gereksinim duymayacak, iyileşmiş vebütünleşmiş bir insanlık geleceğinin düşü yükselmekteydi.Dreamer bir gün bana, "Bizi iyileştirmek ve kucaklamak için tümgirişimler boşa çıktığında, varoluşun dönüp gireceği en son sığınakölümdür," diyecekti. "Sokrates, anlamak için ölümü kullanmıştır! Ofevkalade anda, ölümün,iyileştirme yolunda atılan bir adımdan, bütünlükmerdivenindeki uzun bir basamaktan başka bir şey olmadığının farkınavarmıştı. Bu onun son ve en büyük öğretişidir."Sokrates, iki farklı görüşün arasında sıkışıp kalmış insanlığın birörneğidir. O bir araştırmacı, bir kâşifti.Ölümün üstesinden gelememişti, ama en azından ölümü anlamak için yineölümü kullanmıştı. Sokrates bize yolu göstermişti.79


Stefano E. D'Anna8 Kişinin özde kendisini öldürmesi yasaktırPeder S., "Oluş'un bütünlüğü, ebediyen yaşamayı seçen bir insanlığınsadece başlangıcıdır. Benzer, benzerini çeker. Ölüm ölümü çeker ve yaşamasarılmış kişilere dokunamaz," dedi. Öz varlığına sıkıca sarınmış olanLupelyanlar, en tehlikeli serüvenlerden bile hiç yara almadan döndüler.Sanki ölümle bağlantılı her şey onların önünde tamamen etkisiz halegeliyormuşçasma, savaş sırasında hiçbir silah onlara zarar veremezdi.Lupelius'un savaşçı keşişleri, kimsenin fikirlerini değiştirmeyekalkışmadan veya herhangi bir felsefenin çığırtkanlığını yapmadan, varoluşundaha yüksek bir düzeyine nasıl yükseleceklerini biliyorlardı ve busayede çevrelerindeki olaylar ve insanlar da yükseliyordu. Onlar dahabaşlamadan savaşı kazanıyorlardı. Kazanmak demek, kişinin kendisiniyenmesi, şüphelerin, korkuların ve bilgisizliğin üstesinden gelmesi demekti.Dış zafer yalnızca içteki zaferin bir kanıtıydı. Dolayısıyla onlar, kendioluşuna özen gösterip, kusursuzluklarını besleyerek ve kendilerini kötülüğekapatarak olanaksız meydan savaşlarını kazanmış, efsanevi başarılar eldeetmişlerdi.Peder S., "Ölümün birinci nedeni, kendimizi Tanrı'dan ayrı tutmamız,ilahi olanı kendi dışımıza taşımamızdır," derken, bir çekmeceden birkaçkâğıt çıkartıp üstüne bir şeyler yazmaya koyuldu. Sonra devam etti,"Lupelius der ki, hastalandığınızda, acı çektiğinizde ve yoksulluk içinedüştüğünüzde Tanrı'dan nefret edebilirsiniz, ama sizi temin ederim ki,hastalığınızın, acılarınızın ve yoksulluğunuzun nedeni Tanrı'dan kopmuşolmanızdır.İnsanlar bunu unuttu ve bu gezegeni bir ölüm dünyasına dönüştürdü.Ölümü yaşama nedenleri yaptılar. Ölüme adanmamış tek bir düşünceleri, tekbir etkinlikleri yok.Onun mottosu 'Sev ve hizmet et'. İnsanlığa hizmet edebilmek için, kişi ilkönce kendisini ve kendi yaşamını sevmeli."Sözlerinin burasında Peder S. sesini alçalttı. Birazdan onun okuldanalınmış olan tüm öğretilerin en büyük sırrına ve gerçeklerin en gerçeğinedair sır perdesini aralayacağını tahmin ettim."Lupelius öğrencilerine derdi ki," dedi ve hemen ardından geçmekbilmeyen kısa bir süre suskun kaldı. Ustasının sözlerini aktarırken dudaklarıtitriyordu, "Sizler unutmuş olan Tanrılarsınız... belleğini yitirmişTanrılarsınız."80


Tanrılar <strong>Oku</strong>lıı"Yüzlerce asırlık kurumlaşmış dinsel gruplar bile unuttu buıııı," dedi veaklına, seçtiği keşişliğinin bir zamanlar esin kaynağı olan savaşçı ruhugelince, yaşlı adamın gözleri dolu dolu oldu."Unutkanlık her insanın içindeki savaşçıyı zayıflatıyor... BizDomenikanlar, bir zamanlar vejetaryendik ve günde bir öğün yerdik; bedenive ruhu tek bir varlık olarak beslerdik... Mesih İsa'nın bildirisi ve Amacıbizce çok açıktı: yaşamın, fiziksel ölüm karşısındaki zaferi."Kişinin ölümün üstesinden gelebilmesini ancak kendi üzerinde sürekliçalışması sağlayacaktır.Sesinden, eski eğitim sistemine ve <strong>Oku</strong>lun unutulmuş görkemli anısınaduyduğu özlem açıkça belli oluyordu. Buna hayran kalmıştım, mutluolmuştum. Peder S. gibi, dünyanın merkezinde hâlâ kendilerini savaşların enkutsalına, 'ölümü öldürmeye' adamış haçlı savaşçıları sakladığınainanamıyordum.Peder S., "<strong>Oku</strong>llar, kiliseler, üniversiteler, dinsel öğretiler ve devletkurumlan sorumluluk taşıyan bireyler yetiştirmeyi bırakalı uzun yıllaroluyor. Bugün artık hepsi yalnızca kirletilmiş akıllar ve bedenlerüretiyorlar," dedi. Önündeki kâğıdı kargacık burgacık bir el yazısıyladoldurmayı tamamladı. Ardından birkaç kez katladıktan sonra, herhangi birşey söylemeden bana uzattı. Bu davranışı bana, yüzyıllardır hiç sekteyeuğramadan elden ele geçirilmiş korunmasına özen gösterilen bir tanığın,simgesel olarak devir teslimi gibi geldi. Böylece insanlığın, içindebulunduğu zindandan kaçış için bir yol aramakla geçirdiği yüzyıllıkçabalarına ilişkin bir sorumluluğun bana teslim edilmesiydi.Küçük çalışma odasının kapı aralığında birbirimizle vedalaşırken, banagülümseyerek göz kırptı; bu hareketiyle beni, sıladaki mahallemin afacanlarıarasında bulduğum, içimi sevinçle dolduran ve bozulamayacak bir suçortaklığına bulaştırdı. Kendisine, Lupelius'un araştırmasını özetleyen veölümün nasıl alt edileceğinin gizli fomıülünü gösteren en önemlibuyruğundan bana söz etmesini rica ettim.Peder S. hiç duraksamadan, "Kişinin içinde kendisini öldürmesiyasaktır!" dedi. "Fiziksel olarak bizi öldüren, her gün kuyumuzu kazan,içimizdeki binlerce ruhsal ölümdür.Ölümün yenilmez olduğuna inanmak da bizi öldürür. Onun kaçınılmazolduğu inancı ise gerçek bir katildir."81


Stefano E. D'Anna9 Tanrılar <strong>Oku</strong>luYayladaki dik yamaçları, neredeyse görkemli yanardağların zirvelerinedek tırmanmıştım. Kuru, açık bir havada ve göz alabildiğine geniş biralanda, ağaçsız bir manzaranın bozkır bitki örtüsü üzerinde gözlerimidolaştırdım. Erivan'a vardığımda, keşiş Mashtots'un heykelini arkamdabırakarak, çıplak bir tepenin üstünü kaplayan, gri bazaltla yapılmış bir çeşitkorunak yönünde yürüyerek, meydanı boydan boya geçtim. Ermenistan'ınkalbindeydim. Buraya tamamen Peder S.'nin yönlendirmelerine uyarakgelmiştim ve şimdi, eski kütüphaneye ev sahipliği yapan bu gösterişsiz, sadeyapıya yaklaşmaktaydım. Bu eski kütüphane, yüzyıllardır yok olmanınsınırında yaşamış bir halkın belleğini oluşturan binlerce kitabı bünyesindesergiliyor ve saklıyordu. Beşinci yüzyıldan beri eserleri kopyalayan ve tercümeedenlerin ermişlik düzeyinde saygı gördüğü bu yerde Klasik döneme,Hristiyanlığa aynı şekilde paganizme ait binlerce klasik eser orijinal haliylekorunmuş ya da kopyalanmıştı. Bugün dünyanın kaybolduğuna inandığı birçokdeğerli kitap ve şaheser, burada orijinal metinlerinden asıllarına uygun olaraktitizlikle klasik Ermenice'ye tercüme edilmiş ve saklanmış bulunuyordu. İştebu nedenle Erivan, Lupelius'un elyazmasını veya en azından bir kopyasınıbulmak için benim son umudumdu.Kütüphane sorumlularına birçok soru sorarak ve kütüphanenin bütünbölümlerini en ince ayrıntılarına dek araştırarak, günler geçirdim. Duvarlarıkitaplarla ve tozlu kâğıt tomarlarıyla dolu uçsuz bucaksız koridorlarda, sankibir yeraltı şehrinin duvarları arasındaki bir arkeolog gibi ilerlemekteydim.İki genç kütüphaneci, araştırmam boyunca bana yardım ettiler. Kütüphanemüdürü onları bana yardım etmeleri için görevlendirmişti. Bu kişilerinaslında birer yardımcı mı, yoksa birer koruma görevlisi mi olduklarını pekkestiremiyordum. Yardımcılarımla birlikte duvarları kâğıtlarla kaplanmışlabirentlerin içine süzüldüm ve zaman içinde sararmış belge tomarlarıylaparşömenleri incelemek için yüzyıllar sonra onları ilk defa gün ışığınaçıkarıyordum.Olabileceğini düşündüğüm bir raf gördüğümde, ben ciltleri ve tomarlarıbelirtiyordum, yanımdaki iki genç de onları yerinden indirerek ve rulotomarlarını açarak incelemem için bana hazır hale getiriyorlardı.Bu değerli belgelere asla çıplak elleriyle dokunmadılar, neredeyse kutsal birtörene yaraşır nahif tavırlar içinde, işlemelerle süslü değerli kumaşlarlatutuyorlardı.


Tanrılar <strong>Oku</strong>lııBir gün Eski Elyazmaları Kurumu'nun katalogunu incelerken, isimsiz,7722 kayıt numarasıyla orijinal tarihine göre saklanmış bir cilt dikkatimiçekti. 1204 yılında, bir kralı kurtarmaya yetecek kadar ağırlığınca altınkarşılığında Selçuklulardan alınmış ve Karadeniz'e bakan sarp ve karlıdağlarda kurulmuş bir manastırda koruma altına alınıp saklanmıştı. 17. yy.sonlarında, Moskova'da. Slavca bir kopyasını bastıran PaisijVelichovskii'nin sahibi olduğu tinsel ve mistik metinler koleksiyonuna dahilolmuştu. Başından birçok olay geçtikten ve değerini bilmeyen kişilerinelinde yok olmaktan mucizevi bir biçimde bir kez daha kurtarıldıktan sonra,1915'te Erivan'a geri getirilmişti. Çelik bir kasadan çıkartılırken, yazarın elyazılarıyla dolu parşömen ruloları gördüğümde kalbim yerindenfırlayacakmış gibi çarpıyordu. Bunun Lupelius'un eseri olduğunu hemenanlamıştım. Bundan emin olmak için sadece birkaç satır okumam yetmişti.İçeriğini hevesle incelerken sevincimi saklayamıyordum.Lupelius'un dilinin, Latince ve halk arasında kullanılan ingilizcenin birkarışımı, çok çarpıcı bir yaratıcılık sergileyen bir tür Avrupa Esperanto'suolduğunu gördüm. Bu sözler, bin yılı aşkın bir sürenin ardından zamanısilerek, savaşçı keşişler nesline ilham veren değerli enerjiyi mutlak biçimdeiletecek bir güce sahiptiler.Erivan'da kaldığım sürede Galler'den gelmiş akademisyen araştırmacı birçiftle arkadaş oldum. Adam tarihçi, karısı Latince uzmanıydı. Kaldığımızhanın küçük lobisinde, o akşam onlara buluşumdan söz ettim. Geceninbüyük bir kısmını bu konu hakkında yaptığımız heyecanlı konuşmalarlageçirdik. Bana öyle çok yardımları oldu ki, sanki gökten ilahi bir lütuflagelmişlerdi. Böylesine harikulade bir 'rastlantı'yı ancak Dreamerdüzenleyebilirdi.Bu araştırmacıların gözünde en inanılmaz olan şey, bu eseri ortaya çıkarışsürecim ya da yaşadığım diğer şeylerden çok, eserin orijinal başlığınıbildiğim gerçeğiydi. Bu başlık yüzyıllardır kayıp olan ve hiç kimseninbilmediği bir eserin adı idi.Onların yardımıyla hemen bazı bölümlerin yazılı kopyalarını çıkarmayave çevirilerini yapmaya koyuldum. Elyazmasının üstünde haftalarca birlikteçalıştık. <strong>Oku</strong>dukça, Lupelius'un felsefesine daha çok yaklaşıyor, bu kayıpöğreti için duyduğum tutkunun içimde giderek büyüdüğünü hissediyordum.Bir paragrafın açıklanması, bir işaretin yorumlanması, ölümsüzlüksırrının yorulmaz araştırmacıları olan bu insanların, kadınların ve erkeklerin,okulunun kutsal eşiğinden geçmemi sağlıyordu.83


Stefano E. D'Anna'Tanrılar <strong>Oku</strong>lu'nun bir eş kopyasının çıkartılması için uzmankopyacılarla anlaştım. Sonuç gerçekten muhteşemdi: Sayfaları bitkiselparşömenden ve Lupelius'un orijinal eserinin en ince ayrıntısına kadar eşiolan, deri ciltli bir kitap. Bu kopyayı yanımdan asla ayırmadım.Kitabımı, Büyük İskender'in bir zamanlar İlyada'ya yaptığı gibi, ben deher gece yastık yaparak yanağımın altında saklıyordum. Bu, benimDreamer'a hazırladığım bir armağandı ve onu kendisine vermek içinsabırsızlanıyordum. Biliyordum ki, günden güne ilkelerini anlama yolundaattığım her küçük adım beni O'na daha da yaklaştırıyordu. Olanaksızlığınhemen kıyısındaki bu araştırmanın sonucunda elde ettiğim olağanüstü başarıkarşısında sıkça kontrol edemediğim bir coşkuya kapılıyordum, öyle kibazen iyice yükselen bu coşkuyla mest olma durumuna geçiyordum.'Mucizevi' bir şekilde, Peder S.'yi tanımış ve 'Tanrılar <strong>Oku</strong>lu' elyazmasının orijinaline ulaşmış, çeviri çalışmalarımı sınırsız bir özveriylesürdüren araştırmacı çiftle karşılaşmıştım. Ve yakında yine Dreamer'lakarşılaşacağımdan da en ufak bir şüphem yoktu. Şimdilik, elyazmasınıniçine gömülmekten, her gün Kral Süleyman'ın madenlerine inip, kutlugalerilerinde boydan boya geçerek, durmaksızın kazarak, kazarak, 'kıymetlicevheri' çıkartmaktan başka, gözüm hiçbir şeyi görmüyordu.In order to choose life we have to choose the thought that death is notinvincible. And so, we have to fınd the principles of aliveness, longevity andeternity in our being.Yaşamı seçebilmek için ölümün yenilmez olmadığı fikrini seçmemizgerekir. Ve bu yolla kendi varoluşumuzda, canlılığın, uzun ömürlü olmanınve sonsuzluğun ilkelerini bulmak zorundayız.Lupelius'un elyazmasından öğrendiğim bu ve benzeri kurallar, bir günbenim tüm gelecek eylemlerimin mihenk taşları ve uluslararası işdünyasındaki sayısız girişimin dayandığı temel ilkeler olacaktı.Bir girişim, ancak kurucusunun görüş ve ilkeleri kadar canlı, zengin veuzun ömürlü olabilir.Lupelius'a göre, insanlar arasındaki asıl eşitsizlik ve her görünürfarklılığın kaynaklandığı kök, onların farklı içsel sorumluluk düzeylerine aitolmalarıdır.Düşüncelerinin farklı nitelikleri, insanları varoluş merdiveni boyuncadikey olarak farklı düzlemlere yerleştirmektedir.


Tanrılar <strong>Oku</strong>lııHiçbir savaşın ya da devrimin ortadan kaldıramayacağı içsel bir hiyerarşibulunmaktadır, çünkü insanlar arasındaki gerçek farklılığın zenginlikle,inançla veya ırkla bir bağıntısı yoktur. Bu içsel hiyerarşi, oluş durumundakibir farklılıktır, psikolojik, dikey, evrimsel ve aşamalı bir farklılık. Bundandolayı, bu aşamalar arasındaki bir yükseliş, ancak düşünme ve duyumsamabiçiminin kökten değişimi ile gerçekleştirilebilir. Gerçek bir gelişme, özvarlıkta bir değişim olduğunu gösterir. Gerçek bir gelişme, yeni bir düşünüşbiçiminin benimsenmesiyle, eskimiş, ölümcül zihniyetin bırakılmasısonucunda, varoluşun birliğine doğru bir evrimleşme veya büyümedemektir. Yalnızca oluştaki bir değişim, insanı özgürlükte, aydınlanmada vemutlulukta daha yüksek düzeylere taşıyabilir.10 Mea Culpa*Lupelius'a göre yeryüzü, ölümün elinde oyuncak olmuş insanlarınmahkûmlar gibi yaşadıkları bir kozmik hapishane, dünya boyutunda birzindandır. Bu görüşten son ve kesin bir yenilgi oluştuğu sonucunu çıkarmakyerine, akıl almaz çılgınlığıyla çok cesur bir plan tasarlar. Lupelius, insaniçin onu sınırlarının ötesine geçirecek olası bir serüven düşler: insanınkaçınılmaz görünen ölümcül yazgısından ve dünya yasalarındankurtulmasını sağlayacak bir serüven. İnsanın kendi elleriyle ördüğüduvardan sınırlarını, yine insanın yıkmaya gücü vardır. Doğaya kafa tutabilirve Herakles Sütunları gibi, kendisine en uç nokta olarak kabul ettiği veötesine geçmeyi hayal bile edemediği sınırları yerle bir edebilir. Lupelius,etrafına birkaç cesur adam toplar ve ayrıntılı bir kurtuluş planı hazırlar.Hep aynı olaylarla karşılaşıyorsun, çünkü sende hiçbir şey değişmiyorLike attracts like. Benzer benzeri çeker.Cenneti yaşayan cennete, cehennemi yaşayan cehenneme doğru yol alır.Lupelius'un felsefesine göre, bizim varoluş durumlarımız uygun olaylarıkendisine çeker ve bu olaylar, bizim içinde bulunduğumuz aynı durumlarıyeniden yaşamamıza neden olur.* Mea culpa. mea culpa, mea maxima culpa (Lat.): Benim hatalarım yüzünden, benimhatalarım yüzünden, benim hatalarım yüzünden, (ç.n.)85


Stefano E. D'AnnaSadece irade gücü bu kısır döngüyü, hiç sonu gelmeden kendi kendineoynanan bu oyunu durdurabilir ve aynı irade gücü sayesinde insan özvarlığını saran hipnotik çemberi kırabilir.Thought is creative. Thought creates.Düşünce yaratıcıdır. Düşünce yaratır.Olaylar düşüncelerimizin, öz varlık durumlarımızın, elle tutulur, gözlegörünür halidir. Bu sebeple, olaylar ve durumlar aynı şeydir. Durumlar, herkişinin Oluş'nda üretilirken, olaylar da insanın yaşamında, zaman içinde,başına gelen ve sanki insanın iradesinden bağımsız olarak ortaya çıkıyormuşgibi görünen olgulardır. Tek gerçek ise onları yaratanın biz olduğumuzdur,olması için sürekli yakaran ve farkında olmadan olayları hayata geçirenbiz...İster olumlu, ister olumsuz olsun, insanın düşünceleri daima yaratıcıdırve mutlaka ortaya çıkacak uygun bir zamanı bulur.Düşüncelerimiz, elimizle yazdığımız hatta yolladığımızı bileunuttuğumuz, davetiyeler gibi düşüncelere karşılık gelen olayları kendineçeker. Koşullar, buluşmalar, olaylar, sorunlar ve aksilikler, sürtüşmeler vebaşarısızlıklar, yani üstü örtülü bir biçimde kendilerini çağırdığımız tümistenmeyen konuklarımız, artık onları aklımıza bile getirmediğimiz birzamanda kapımızı çalarlar. Onların beklenilmeden ve birdenbire olduğunusanmamızın asıl nedeni, bizim kendi durumlarımıza dikkat etmememizdir.Bekleni'meyen, her zaman uzun bir hazırlık dönemi gereksinir.İster bilinçli, ister bilinçsiz olsun, kişinin başına dışardan gelen hiçbirolay onun rızası olmadan gerçekleşmez. Hiçbir şey insanın düşüncelerininiçinden geçmeden oluşamaz. İşte bu yüzden, düşünce en büyük güçtür.Olgular, olaylar ve deneyimler olarak nitelediğimiz ve yaşamdagerçekleşmesi muhtemel olan her şey, tüm bunlarla aynı frekanstakidurumlarla buluşmaya uygun adım yürüyen Oluş durumlarımızdır.Durumlar, gerçekleşmek için doğru zamanı bekleyen olaylardır.Duygularımızın kalitesi, düşüncelerimizin genişliği, içinde bulunduğumuzandaki ruh halimiz, hayatımızda neyin görünür olacağına, neleringerçekleşeceğine ve kendi yaşamımızda başımıza gelecek olayların doğasınakarar vermektedir.86


Tanrılar <strong>Oku</strong>lııThinking is Destiny.The higher our thoughts, the greater our life.Düşüncelerimiz kaderimizdir.Düşüncelerimizin kalitesi yükseldikçe yaşam kalitemiz de yükselir.Lupelius'un felsefi düşüncesinin ana unsuru, olaylarla durumların bir tekgerçekliğin iki yüzü olduğunun ortaya konmasıdır. Bu saptama, kişininkendi durumlarını bilmesi ve kendi kendisinin efendisi olması yoluyla,kaderini istediği gibi yönelmesine izin vererek içimizdeki ve dışımızdakidünyayı birbirinden ayıran duvarı ortadan kaldırır.Varoluş bizim bir icadımızdır ve bu yüzden sadece bize bağlıdır.Lupelius'un rehberliğinde, Hristiyanlığın mea culpa sözlerinde gizlenen'yapmanın somutluğunu', onun baş döndürücü gücünü ilk kezkeşfediyordum. Bin yıllık insan zekâsının kısacık özeti sanki bir mücevherkutusunda gibi bu iki sözcükte saklanmıştı. Mea culpa, mea culpa, meamaxifıla culpa. Bunun kişisel sorumluluk fikrinin en güçlü ve en özlü ifadesiolduğunu ancak şimdi anlayabiliyordum. Benim suçum. Mea culpa.Gezegenlerin hiyerarşisinden atomların hareketlerine dek, tüm evrene gemvurabilecek bu formül, sınırsız bir enerjinin sırrını içermekteydi.Oluş durumlarını değiştirmek yoluyla, başına gelmesini beklediğinolayları değiştirebilirsin. İşte insan da kendi üstünde çalışarak, düşünme vehissetme biçimlerini değiştirerek, varlığının zamana bağlı yatay çizgisindedeğişimler yaratabilir.Yeryüzündeki varlığımız bizim yüce <strong>Oku</strong>lumuzdur. İnsanlığın gözündebir hapishane gibi görünen, bir Yaşam <strong>Oku</strong>lu.Görüş açımızı altüst etmeyi öğrenmemiz gerekmektedir. İnsanlarıngenellikle zorluk veya felaket olarak gördükleri, beddua ettikleri, her nepahasına olursa olsun kaçındıkları her şey aslındaölüm psikolojileriniyaşam psikolojisine dönüştürmelerini sağlayacak çok değerli malzemelerdir.Life through this world is a School for Gods.Confusion, doubts, caos, crisis, anger, dispair and pain are aliexcellent conditions for growth.Dünyadaki yaşam, bir Tanrılar <strong>Oku</strong>lu'dur.Karışıklık, şüphe, kargaşa, kriz, kızgınlık, umutsuzluk ve acı, tümübüyümek için yararlanılması gereken mükemmel fırsatlardır.87


Stefano E. D'Anna11 Durumlar ve olaylar IBir insanın Oluş'u, durumlar ve yaşamındaki olaylardan meydana gelir.Bu sebeple hayatımız, birbirine paralel iki hat üzerinde ilerler; birincisi'olaylar', hayatlarımız boyunca zaman ve mekanın taşıma bandı üzerindebize doğru akan ve birbiri ardına oluşan şartlar, diğeri ise hislerimizi, ruhhalimizi ve duygularımızı tetikleyen iç dünyamızda, çoğunlukla bilinçsiz birşekilde yükselen 'durumlardır'.Bir insanın kişisel tarihçesi, yatay düzlemde olaylardan ve dikeydüzlemde durumlardan oluşmuştur. Buna rağmen insanlar gözlerini kendiyaşamlarına diker, ısrarla onu anlamaya çalışır ve yaşamı sadece dışardangelen olayların belirlediğine inanıp, öyle de anlatırlar. Gerçekte ise, yaşamdaoluşan olayların türü ve dolayısıyla yaşamın kalitesi, düşüncelerin niteliğineve yaradılış durumlarına bağlıdır.Dolayısı ile yaşam olaylardan oluştuğu kadar, hatta çok daha fazlasıyla,ruhsal durumlardan oluşmuştur. Örneğin, bir konferansa ya da tiyatroyagittiğimizde oturacağımız yeri seçenin biz olduğuna inanırız, ya da bu sabahgiyeceğimiz elbisenin kendi seçimimiz olduğuna yemin edebiliriz. Aslındaoturacak yeri veya giysimizi 'biz' değil, oluş durumumuz seçmiştir.Lupelius, herkesin elbise dolabında sevmediği ve hiç giymediği birelbise, bir gömlek ya da herhangi bir giysinin mutlaka olduğunu gözlemiştir.Ne var ki, hiç kimse bu kullanılmayı bekleyen giysiyi giymediği haldekaldırıp atmayı göze alamadığını söyler çünkü bilir ki, zamanınıkestiremediği bL gelecekte o kıyafeti giymesini gerektirecek uygun bir ruhhali, farklı bir Oluş düzeyi içinde olacaktır. Bunu bilen kendisi değil,Oluş'udur. Kendimizi ne zaman öyle 'hissedersek', o kıyafeti o zaman'seçeriz'.Özgür irade sorgulamasının ve kaderin, rastlantısallıkla mı yoksagereklilikle mi açıklandığı konusundaki asırlık muammanın özündedurumlar ve olaylar, içsel koşullar ve dışsal olaylar arasındaki ilişki, birinsanın psikolojisi ve başına gelen olaylar arasındaki o esrarengiz bağbulunmaktadır. Bu bilmecenin etrafında, insanlar asırlar boyunca bugünbilinmeyen müthiş bir bilim hakkındaki bilgileri biraraya getirdiler.Eski Yunanlılara göre, kişinin içsel durumları ile dışında olanlar arasındabir neden-sonuç ilişkisi vardı. Geçmişte kalan bu uygarlık, bir insanınkaderinin, insanın iç dünyasının, Oluş'unun yansıttığı bir görüntü olduğunaiçten inanıyordu.


Tanrılar <strong>Oku</strong>lııAralarında en büyük öneme sahip olan bu inanışın üstüne bir bilim ve birsanatın temellerini attılar.Homeros öncesi çağda bilge, yalnızca engin deneyimleri veya bilgizenginliği olan biri değildi, aynı zamanda bilinmeyeni açıklayan ve geleceğide bilen kişiydi. Yunanlılara göre, karanlığa bir ışık tutarak bilinmeyenisöylemek, gerçek bilgi ve aynı zamanda da bir sanattı. Geleceği görmek veondan bilgiler vermek başka toplumlarda da yüceltilmişti, ama hiç kimse, buinanışın yaşamın en önemli öğesi olduğuna onlar kadar inanmamıştı.Böylece bütün Helen topraklarında, bilgeliğin, yani insanların yazgısınıbilen ve söyleyen en büyük güç olarak benimsedikleri, Dionysos'a değil,Apollon'a kutsal tapınaklar adıyorlardı ve bunların sayısı her geçen gün çığgibi büyümekteydi.Yunanlıların bu büyük yeteneği olan geleceği bilme sanatı, en yüceifadesine Delphi'de kavuşur. İşte bu nedenle Yunanistan'ı tanımlayan birkısaltma gibi, Delphi tanrısı Apollon, bu uygarlığın birleştirici birsimgesidir.Delphi'ye, genellikle uzun bir yolculuk ve birçok badireden sonra,geleceği üstüne Tanrı'ya soru sormaya gelen bir hac yolcusu, tapmağınönüne geldiğinde, girişteki alınlığa kazılmış şu sözlerle karşılaşırdı:"Kendini bil." Geleceğini bilmek istiyor musun? O halde kendini bil! dergibiydi. İnce bir alayla insanı etkileyen bu aykırı düşünceyle Yunanlılar,insanlığın en eski bulmacasını çözmüş, sırların sırrını, özgür iradenin olupolmadığına dair bin yıllık meseleye çözüm getirmişlerdi.O dönemde, dünyanın tüm felsefelerini temellerinden sarsan bir ikilemle:önceden belirlenmiş ve kaçınılmaz bir gelecek bildiren ölümlü kaderini mi,yoksa korno faber, yani insanın kendi kaderinin mimarı olduğu inancını mıizlemeli sorusu arasında kararsız kalmışlardı.Yunanlılar, Delphi'nin bu özlü sözünü, tüm sanatların en kutsalı vebilimlerin en yücesi olan kehanet için yapılan tapmağın ön cephesinekazıyarak, iç ve dış dünyanın yani durumlarla olayların arasındaki gizliilişkiye dikkat çekmişlerdi. Bu keşiflerini, bize ulaştırmak üzere, şişeyekonmuş bir mesaj gibi zaman okyanusuna bırakmışlardı. Kendisini, varlığınıkendi düşüncelerini, önyargılarını ve duygularını bilen kişi, geleceğini debilmektedir, çünkü düşündüğümüz her şey yaşadığımız dünyaylabağlantılıdır; ruh durumumuz kendi kaderimizdir.Thinkiııg is Destiny. Düşünmek kaderdir.89


Stefano E. D'AnnaApollon, dünyanın simgesi, insanın içselliğinin aynasıdır. Dünya biziyansıtır. Klasik geleneğin aktardığı Kör Peygamber Homeros efsanesi, sonbilge Sokrates'le kapanan o bilgeler çağından gelen bir başka mesajdır.Antik çağın iki büyük kutsal kitabı olan İlyada ve Odysseia'nın yazarınayakıştırılan körlük, Yunanlıların psikolojik dünyaya, kendilerini ve kendiiçsel durumlarını bilmeye gösterdikleri özeni simgeler. Kişinin kendi içinebakması, dünyayı tanımasının anahtarıdır, bu durum aynı zamanda onuolayları anlamaya ve öngörüye götüren yoldur. Beklenmedik birçok olaylaçevrelenmiş farklı yaşamlar süren kimi insanın, inanılmaz çabalargöstermesinin ve ellerindeki sınırlı olanaklarla yaşadıkları olumsuzluklarıaştıklarını, ayrıca çok büyük tehlikelerle burun buruna geldikleri haldeonların özel bir korunma altında olduklarını gözleyen Yunanlılar, böylesikişilerin, özel bir doğaya, parlak bir Oluş'a sahip olduklarını ve buniteliklerinin neredeyse ilahi olduğu sonucuna varmışlardır. İşte bu sebepleiki tür insandan söz ederler: Kahramanlar yani yan tanrı insanlar ve sıradaninsanlar.Homeros'un çağında, yalnızca kahramanlar ya da yarı tanrılar,olağanüstü başarıları sayesinde kendi yazgılarını kendileri yazma hakkını elegeçirebiliyorlardı. Herhangi bir ilahi yargıya bağlı olmayan eşsiz ve özgünyaşantılarında, rastlantıların ve beklenmedik olayların yeri yoktu. Onlarındışında kalan diğer sıradan insanlar ise sürekli tekrarlanan bir yaşantıyamahkûmdular. Onlar, olasılık yasalarının geçerli olduğu, uzun ya da kısafark etmez, tüm yaşamları boyunca yaptıkları her şeyi bir boşluğa yöneltmiş,hiçbir iz bırakmamayı kader olarak seçmiş kişilerdi.Lupelius'a göre, bu iki insan türü ve dolayısıyla insanlar arasındakifarklılık, onların varoluş merdiveninin farklı basamaklarındabulunmalarından kaynaklanır.İnsanlar, yıllarca ya da sadece birkaç dakikalığına bir araya geldikleriher anda, mutlaka bir piramit oluştururlar. Parlaklıkları, kütleleri,yörüngeleri ve güneşe olan uzaklıkları gibi bir hesaplamaya göre sıralanangezegenler gibi, insanlar da kendilerini içlerindeki matematiksel bir hesabagöre, görünmez bir merdivenin basamaklarına yerleştirirler.Bizler bunu belki de farkında olmadan yaparız, ama diğer yandanyazgımız, yaşam kalitemiz ve başımıza gelen olaylar da bu hiyerarşiye saygıgöstermek durumunda kalırlar.90


Tanrılar <strong>Oku</strong>lııHer şeyin nasıl bir varoluştan çıkıp yayıldığını, bütün toplumun vebireylerin yazgılarının, varlığın dışa yansıtılmış görüntüsünden başka bir şeyolmadığını anlayan klasik Yunanlılar, dinden politikaya, bilimden felsefeye vesanattan savaşa kadar ellerindeki her aracı ruhu yükseltmek uğrunakullanmışlardır. Atina gibi bir şehrin harikulade mimarisi ve meydanlarındasergilenen Phthia'mn şaheserleri gibi sanat eserleri, ruhu yükseltmek amacıylagüzellik, gurur ve uyum mesajları taşıyan birer araç olmuştur.Oluş sayesinde yapmanın sırrını, yalnızca Yunan şiirinin etimolojisindebulabiliriz. İzleyicilerinde bir rahatlama sağladığı ve ağırlıklarındanarındırarak ruhlarım hafiflettiği için, Yunan tiyatrosunun uygarlıklarındaiyileştirici ve temizleyici bir işlevi vardı. Yunanlılara göre trajedinin sonhedefi tutkuları arındırmak, oluşu yükseltmekti.12 Durumlar ve olaylar IIDurumlar ve olaylar hakkında öğrendiğim herşey ve edindiğim bubilginin anlamı üzerine derinlemesine düşündüğüm birçok zamanda,ömrümüzün çeyreğini okul ve üniversitede geçirirken tüm yaşamımızın,Oluş hakkında ve içsel durumlarımızın hayatımızda şartları ve olaylarıbelirlemedeki gücü hakkında hiçbir şey bilmeden geçip gitmesinin ne kadaranlamsız olduğunu düşünüyordum.Gördüğümüz ilk eğitim bizlere, neyin iç, neyin dış kaynaklı olduğunuayırt etmemiz bilgisini sağlamayacağı gibi düşüncelerimizi yönetmemiz vehislerimizin farkına varmamız için de bizi donatmaz.Sıradan kültür, herhangi bir kasti amacı olmadan, hisleri, duyguları vedüşünceleri 'gerçek' ten uzaklaştırmış, onları ayrı olaylar diye düşünüpefsanelerin, hayallerin ve masalların geçici ve idrak edilemeyen küresineindirgemiştir.Klasik uygarlığın yolunu takip ederek, -her anlamda tarihten daha faydalıve güvenilir olan- efsanelerini ortaya çıkararak ve Lupelius'un elyazmasmıinceleyerek heyecan verici bir keşifte bulundum; gerçekte, olaylar vedurumlar arasında öncesi - sonrası ya da sebep - sonuç ilişkisi değil, aslındasadece mutlak bir benzerlik vardı.İçimizdeki durumlar ve dışımızda gerçekleşen olaylar, aynı gerçekliğinfarklı varoluş düzeylerine yerleşmiş iki yüzü ya da dikey bir çubuğun ikiucundan başka bir şey değildi.91


Stefano E. D'AnnaDurumlar ve olayların özdeş olduğunu görmemizi engelleyen şey, onlarınbirbirlerinden bir tür seyreltici işlevi gören zaman faktörüyle ayrılmışolmalarıydı. İçsel durumlarımızla, buna karşılık bizim dışımızda oluşanolaylar arasında belli bir zaman geçmektedir ve Oluş'umuzdaki durumlarzaman boşluğunda dışımızdaki olaylara dönüşerek karşımıza çıkmaktadırlar.Ne var ki bir sis perdesi gibi araya giren zaman, bu gerçeği anlamamızıengellemektedir.Düşünceler, duygular, heyecanlar gibi bütün ruhsal durumlarımız, her anyolladığımız davetiyeler gibidir ve biz unutsak bile onlar, davetiyelerinyanıtları gibi karşılık gelen olayları bize çekmekten asla geri durmazlar.Daha açık bir ifadeyle, olaylar zaten ve her koşulda mevcuttur. Başımızagelmeleri yalnızca bir zaman meselesidir. Gerçekleşmesi kısa veya uzunsüre alabilir, orada veya burada olabilir, ama ne olursa olsun daima bizeulaşırlar..A man 's emotional states are in reality events seekingan opportunityto happen and becomevisible.Kişinin duygusal durumları, aslında görünür hale geçmek ve kişininbaşına gelmek için fırsat kollayan olaylardır.Zaman, olayları durumlardan ayırır ve onların kimliğini gizler. Bizişaşırtarak, tam unuttuğumuz, daha doğrusu onları üretmiş olduğumuzuanımsamadığımız bir anda, kara bir ekranın ardında pusuya yatmış olaylarıgörünür hale getirmek üzere fişi prize takar.Nothing hap pens suddenly.The unexpected always requires a lengthy preparation.Hiçbir şey birdenbire olmaz.Beklenilmeyen, her zaman uzun bir hazırlık dönemi gereksinir.Bir kişinin, varlığından ve psikolojisinden bilinçli veya bilinçsiz olarakgeçmeden karşılaşabileceği hiçbir şey, başına gelebilecek hiçbir olay yoktur.Dünya heyecanlarımızla, tutkularımızla ve düşüncelerimizle yakındanalakalıdır. Bunlar iç dünyamız ile dış dünyamız arasındaki aktarımı sağlayanbir hareket kayışıdır. Duygularımızla düşüncelerimizi, ayrıca belirli bir andahissettiklerimizle yaşadıklarımızı denetleyebilirsek, yani duygularımızahâkim olursak, yaşamımızın kontrolünü ele geçirmiş, kaderimize yön vermişoluruz. İşte Romalıların talih ve homo faber anlayışının kaynağı buradadır.


Tanrılar <strong>Oku</strong>lııOnların bu anlayışı, Yunanlıların ve Orta Doğu'nun Talih'i, olaylarıgelişigüzel dağıtıp kendi aklına estiği gibi yönlendiren gözü bağlı bir tanrıçaolarak betimledikleri görüşüyle çelişir.Genellikle, dış olayların davranışlarımızı koşullandırdığı ve ruh halimi/.ibelirlediği ortak bir inanıştır. Bir şey olur, birisiyle karşılaşırız veya birhaber alırız ve hissettiğimiz huzursuzluk, kaygı, şaşkınlık gibi psikolojikdışavurumlarımızın, bu olayların etkisiyle ya da sonucunda oluştuğunainanırız. Fotoğrafın bulunuşundan önce, gözden çok daha hızlı hareket ettiğiiçin, dörtnala koşan bir atın ayak hareketlerinin doğru sırasını belirlemekolanaksızdı. Aynı şekilde düşünceler, heyecanlar, algılamalar ve duygular daelektronik bir şimşek gibi çakarak, nöronlarımızın gizemli ormanındanneredeyse ışık hızıyla geçtiği için, duyguların dış olaylarla zamandüzlemindeki bağlantılarının doğru sıralamasını yapmak olanaksızdır.Kısacası, başımıza bir olay geldiğinde içine düştüğümüz psikolojik durumunbir olayın sonucunda ortaya çıktığını düşiinürüz.Böylece, aslında tam tersiolduğu halde, Oluş durumumuzu dışımızda gerçekleşen olaylar ile haklıçıkartırız. Oysa gerçekte, hayatımız boyunca, dışımızda gerçekleşen olaylarıbelirleyen ve önceden ilan eden bizim Oluş durumumuzdur.. Olumsuzduygularımız, zaman içinde şikâyetçi olduğumuz aksilikler haline gelirler.İster iyi olsun, ister kötü, belli bir olayın başımıza gelebilmesi için öncelikleiçimizde onun gerçekleşeceği koşulları yaratmamız gerekir.İnsanın en büyük yanılgısı, dış koşulları değiştirebileceğine ve dünyayıdüzeltebileceğine inanmaktır. Halbuki ancak kendimizi değiştirebilir,tutumlarımızı farklılaştırabilir, tepkilerimizi düzeltebilir ve hissettiğimizolumsuz duygulan ifade etmemeye çalışabiliriz.The universe is perfect the way it is.The only one who must change is you!Evren olduğu haliyle mükemmeldir. Değişmesi gereken yalnızca sensin!Bir kişinin enerjisiyle iyi niyetinin, hayatın gelişigüzel ve kaçınılmazgörünen olayları karşısında hiç öneminin olmayacağına inanmışızdır. Bizibir sel gibi içine alan bu olaylar, fazla belirsiz, öngörülemeyecek kadarkarışık ve denetleyemeyeceğirniz kadar güçlüdürler.Lupelius, bize olaylarla durumların arkasında daima kendimizinolduğunu 'görmeyi' öğretmektedir.93


Stefano E. D'AnnaHerhangi bir çözümün ortaya çıkması için, öncelikle kendimizideğiştirmemiz gerekmektedir.Varoluşunda en kiiçük bir yükselişi bilinçli olarak gerçekleştirecek kişi,dağları yerinden oynatabilir ve kendisini dış dünyayabir dev görüntüsünde yansıtabilir.Durumlarımıza, düşüncelerimizin kalitesine, hissetme biçimimizemüdahale ederek ve olumsuz duygularımızı nötrleştirerek, diğerlerini degeliştirerek, yalnızca tutumlarımızı, yani dış dünyadan gelmekte olan veaslında sadece bizim verdiğimiz tepkiler olan olaylarla ilişkilerimizidüzeltmekle kalmayıp, günden güne başımıza gelmekte olan olaylarındoğasını da değiştirmiş oluruz. Yapmamız gereken ilk iş gözlemlemedir;düşüncelerimizle ruhumuzu kaplayan durumlarımızın gözlenmesi...Tüm düşüncelerimizi, duygularımızı, davranışlarımızı, tepkilerimizi veolayları ne şekilde 'karşıladığımızı' içine alacak kapsamlı bir çalışmaylakendimizi incelersek, sıradan insanın düşündüğü ve hissettiğiolumsuzlukların neler olduğunu ortaya çıkarabiliriz.Kişi kendisi için açık ve seçik olarak sadece sağlık, zenginlik ve esenlikdiler. Kendisini gözleyebilseydi ve yüreğini duyabilseydi, aslında hiçdurmaksızın bir olumsuzluk ezgisi söylediğini, yani endişelerden, sağlıksızimgelerden ve başına gelebilecek, belki de hiç gelmeyecek korkunç olaylarıbeklemekten ibaret bir felaket duasıyla yakardığını işitebilecekti.Peki, ama Oluş'un içsel durumları, ruh halimiz, duygularımız vedüşünme şeklimize göre nasıl hareket etmeliyiz ? Bir dağı yerindenoynatabilecek enerji, kişiyi kötü ruh halinden ya da olumsuz duygularındançıkarmak şöyle dursun, bir düşünceyi bile değiştirmeye yetmez.Düşünceyi yeniden yönlendirmek için gerekli olan güç ya da bir duyguüzerindeki hakimiyet Oluş'un daha yüksek seviyelerinde oluşturulabilir. Buözel enerjiyi toplayabilmek için sistemimiz içerisindeki tüm çatlaklarıortadan kaldırmak gerekir; çoğunlukla olumsuz duyguların ifadesinden vekaybettiğimiz hatalı içsel tavırlarımızdan meydana gelen binlerce küçükyarık. Eğer dış dünyamızda bir olay meydana geldiyse ve o olayı yaratanOluş durumumuz ile olanı bağdaştıramazsak, değerli bir fırsatı kaçırırızdemektir.Dikkatle bakacak olursak, yaşamımızda birçok olayın aynı şekilde süreklitekrarlandığını görürüz, eğer bu olaylara karşılık gelen Oluş'un özel


Tanrılar <strong>Oku</strong>lııdurumlarım gözlersek, olayların doğasını daha iyi anlama şansımız olur.Örneğin, şu 'geç kalmak' denen olay. 'Geç kalmak' durumu bende kaygıyaratıyor. Zekâ, dışımızda gelişen bu olayın, o anda yaratılmamış olan hangiiç duruma karşılık geldiğini bilmektir. Varlığımın bir kısmı beni bu olaylarabağlamaktadır. Onları yaşantımdan silebilmek için yapabileceğim tek şey,oluştaki bir hastalık, bir kusurdan başka bir şey olmayan endişe, korku vekaygı olarak nitelediğim bu olumsuz iç koşulu düzeltmektir.Onu yaratan psikolojik durumlar içimde devam ettiği sürece, bu türdekiendişe verici olaylar da yaşantımda öyle ya da böyle tekrarlanacaktır.Aslında bu olaylar, bize bir iyileşme sürecinin başladığını gösterenbelirtilerdir, tabii eğer biz onların kaynaklanma nedenlerini kendi içdurumlarımızla ilişkilendirme gücüne sahipsek. Onları görmek, psikolojikdurumlara dikkat etmek, oku kendi üzerimize çevirerek, süreci tersyüzederek, olaydan duruma doğru bir tırmanışa geçmek anlamına gelir. îşteyüksek bir anlama düzeyine erişim olanağını ve kendi yaşamını değiştirmekiçin gerçek bir fırsatı bulacağın yer burasıdır.Kendimizi mazur görmek ve haklı çıkarmak, suçu dışımızdaki bir olayayüklemek, nedenin kendi eksikliklerimizde, durumlarımızda, düşünme,hissetme ve tepki verme şeklimizde olduğunu kabul etmemek, bizimanlamadığımızı gösterir; anlamamak ise, herhangi bir duıumda o olayınbaşımıza tekrar tekrar geleceğinin belirtisidir. Koşullar değişecek, olaylar herseferinde farklı bir maske takarak başımıza gelecek ve biz, her seferinde suçudışımızda gelişen olaylara yüklemeyi sürdüreceğiz; bu tavrımızla da oolaylardan sonsuza kadar kurtulma şansını kaçırmış olacağız.Her şeyde kendinizi suçlayın, başınıza her ne gelirse gelsin kendinizisorumlu tutun. The power of this attitude is compressed in two eternalwords:, Mea culpa'dır. Suç benim...Ülkelerin de Oluş durumlarına uygun gelen olayları kendilerineçektiklerini düşünmekteyim. Örnek olarak ABD'deki ırkçılık durumunu elealırsak, farklı ırk, inanç ve kültürdeki kişilere karşı bir nefret olduğunu kabuletmek ve bunu sona erdirmek üzere gereken koşulların düzenlenmesiyüzlerce değilse de onlarca yıl aldı.Malcolm X, M.L. King, J.F. Kennedy gibi genç yaşlarda öldürülenler,şehit edilen liderler süreyi kısaltarak, bir milletin, bir uygarlığın psikolojikdurumlarını, düşünme ve hissetme biçimlerini baştan sona değiştirmeksuretiyle, ülkelerine yeni olayları ve fırsatları çekerler. Oluş'umuzdakidurumlar yaşamımızda bize kazanmanın ya da kaybetmenin kapılarını95


Stefano E. D'Annaaçabilir, yoksul ya da varlıklı olmamızı sağlayabilir, hastalanmamıza ya dasağlığımıza kavuşmamıza neden olabilir.Öz varlığımızı kendimize çalışma konusu yapmak, kendimizi hiçbiryargıya kapılmadan, olduğumuz halimizle incelemek, bu durumlarımızıtanımamıza yardımcı olacak araçlardır. Bizi daha zeki ve daha bilinçlikılacak şey, sadece kendimizi mercek altına yatırarak gözlemlemektir.Self-observation is self-correction.Kendini gözlemlemek kendini düzeltmektir.13 "İşe Tanrı katın!"Lupelius'un elyazmasını okumak coşku ateşimi körüklemişti. Yüzyıllarıaşarak gelmiş o sayfaları derinlemesine incelerken Tanrılar <strong>Oku</strong>lu'nunsıraları arasında yürüyordum. Onun zamanla sınırlı olmayan sesinikendimden geçercesine dinliyordum. Anlama sınırlarımın ötesine uzananyolculuğum her gün ayrı bir maceraydı ve araştırmalarımın ödülü ise biıölümsüzlük düşüncesinin hazineleriydi.İnsanın dışarıdan alması gereken hiçbir şey yoktur; ne yiyecek, ne bilgi,ne de mutluluk. Kendisi dışımla herhangi bir şeye bağımlı olmamak, onundoğuştan gelen hakkıdır. İnsan aklı,iradesi ve kendi ışığıyla içindenbeslenebilir.Lupelius'a göre, bu düşünce fiziksel ölümsüzlüğün temeli, bütün dinlerinve bütün felsefelerin mihenk taşı idi. İnsanın henüz yazmayı bile bilmediği,dört bin yıl önce, bir çocuğun dudaklarından dökülürcesine, hafızanınderinliklerinden dünyadaki en eski sözler insanın dudaklarından yaşamaaktarıldı: Benden başka Tanrın olmayacak!* Birdenbire, geçmişinkaranlıklarına tutulan bir ışık gibi, bir yandan titrerken, bir yandan da içimdefarklı bir anlayışa büründü. Sonra büyük bir yangın gibi alevleri içimi sardı."Başka Tanrın olmayacak..." Bu sözler, insanın yaratıcı olduğundanhabersiz, dış dünyayı tanrısallığı yaptığı, onu kendi efendisi seçerek kendikendisinin patronu yaptığı anlamına geliyordu. Binlerce yıllık bu uyarı,emirlerin ilkini ve en büyüğünü bildiriyordu: Hiçbir şeye bağımlı olma!..,Bütün bunları yaratanın sen olduğunu anımsa!...* Tevrat'tan; Tanrının Musa'ya verdiği On Emir'in birincisi, (ç.n.)


Tanrılar <strong>Oku</strong>lııKendi dışımızdaki bir dünyaya inanmak ona bağımlı olmak demektir,kendi yansımanın yasaları içinde kapana kısılmak demektir. Arka arkayagelen düşüncelerim, yeni bir şey keşfeden çocukların heyecan dolu seslerigibi, üst üste oturarak beynimde bütünleştiler. " Kendi Tanrını sev. Kendidışında başka Tanrın olmayacak'".. Tüm ve her şeyin tek mimarı, yaratıcısı,efendisi ve patronu sensin. Bütün bunları sen yansıtıyorsun; bunların hepsi'sensin'. Böylesine gerçek ve somut bir tanrının nefesini hiç bu denliyakınımda hissetmemiştim. Bu noktada aklım adeta durdu ve düşünemezoldum.Erivan'da bir araya getirdiğim akademisyenler ve araştırmacılargrubundan her gün bana ulaşan tercümelerden, bir gün Lupelius'la onunsavaşçı keşişlerinden biri olan Amanzio arasında geçen bir diyalog çıktı.Diyalogun satır aralarından, öğrencisinin Lupelius'a sorularını yönelttiğiandaki kadar canlı ve kıpır kıpır olan mesajları çıkıyordu. Ayaklarım sankibana değil de bir uçurumun kenarında asılı kalmış birine aitti. Zaman birtünel gibi daraldı ve ben <strong>Oku</strong>l'un heybetli duvarlarının üstünden mancınıklaiçeriye fırlatıldım.Lupelius:"...Dış dünyaya gerçek bir şeymiş gibi inanırsan, sonunda kendini onateslim etmiş olursun ve her ne yapıyorsan içinde kaybolursun. Sadece onundışından gelen herhangi bir şey sıkıntılarının, sınırlarının ve yoksulluğunungerçek kaynağını hatırlamana yardım eder.Bu nedenle, başkalarıyla olan tüm sürtüşmeleri, durumları ve olayları kendidışında tut ve bir kırıntı zerresini yeni bir cevhere, yeni bir enerjiye ve yenibir yaşama dönüştürebileceğin bir yerde kendinle kal......Siz yaşamı ve dış dünyayı Tanrınız yaptınız. Oysa yaşam gerçek değil,sizin kaynağa dönmeniz ve neyin gerçek olduğunu bulmanız içinhizmet eden bir araçtır. Dışımızda'düş'e'düş' tarafından yönetilmeyen hiçbir şeyyoktur."Amanzio: "Peki öyleyse içinde bulunduğumuz şato ve üç yüz yıllık buodalar nedir?"Lupelius: "Seninyarattıklarından biri; şimdi, tam şu anda!"Amanzio: "Ya annemle babam?"Lupelius: "Onlar da senin yarattığın kişiler; senin dışında senden önceolan hiçbir şey yoktur! Yaşam anne babamızdan gelmiyor, ancak nedoğumu ne ölümü olan, ne başlangıcı ne sonu olan bir şekilde görkemli,sonsuzve gerçek olarak duruyor.."97


Stefano E. D'AnnaAmanzio: "Ama... öyleyse... insan... Tamı mı?"Lupelius: "Hayır!... Çok daha fazlası!... Kendisine hizmet eden birTanrısı var."Amanzio: "Bu da ne demek?"Lupelius: "Dilediğin her şeyi O'ndan isteyebileceğin anlamına gelir... veTanrı, her istediğini yerine getirecektir; sınırsızca... Tanrı iyi birhizmetkârdır, ama iyi bir efendi değildir... Tanrı hizmet etmeyi sever, sevmeyisever... Tanrı tüm teslimiyetiyle senin hizmetindedir... Tanrı vardır;çünkü 'sen' varsın. Sen var olmasaydın, O'nun var olmasının bir nedeniolmayacaktı. Tanrı, senin devinmekte olan iradendir."Amanzio: "Anlamıyorum."Lupelius: "İnsan aklı anlayamaz... yalnızca yalan söyleyebilir. Akılyalan söyler. Yalan söylemeyen akıl kendini yok eder ve varlığınbütünlüğüne yer açar.It's Here that everything happens.... It's Here that everything is touched...It's Here that everyting is moved...Here... where Truth, Innocence, Beauty and Power dwell in... Here... inthis infınite, everlasting indestructible Body.Her şey burada olur... her şeye Burada dokunulur... her şey Buradahareket eder... gerçeklik, masumiyet, güzellik ve güç... Burada... bu kusursuz,ölümsüz, yok edilemez bedende yaşam sürmektedir.14 Uyanık kalma sanatıElyazmasında, The battlefıeld is the Body. Beden savaş alanıdır, diyeokudum. Lupelius'un bu tüm zamanların özeti niteliğindeki sözleri, enbüyük haçlı sef ;rinde yükselen bir savaş nidası gibi bedenimde yankılandı.Beden savaş alanımızdır. Zafer bütünlüktür. Bir insanın yaşamının amacı,hedefi, bütünlüğü, özündeki birliktir. Lupelius'a göre bu eser, insanınbinlerce yıllık araştırmalarının özetidir, varoluşunun gerçek nedenini veyazdığı tarihin içeriğini açıklamaktadır. Lupelius'a göre varılan bu durumfiziksel bir başarı olduğu kanısındadır. Beden varoluşun en görünürkısmıdır. Oluş bütünlüğü ise, hücrelerde gerçekleşen bir zaferdir.Her bir organın, kasların, dokuların ve hücrelerinle tüm bedenin en sonatom parçacığına dek düşlerinin ışığıyla yıkanıncaya kadar, düşlerinigenişlet. Düşlerin harekete geçtiğinde her şey mümkün olacaktır.98


Tanrılar <strong>Oku</strong>lııDüşlerin, yeryüzü cennetindeki krallığını ilan etmen için bütün güçlere,ilkelere ve kurallara sahiptir.'Kendini yenmek' kadar kutsal bir savaşyoktur; kendi sınırlarını aşmak kadar büyük bir zafer yoktur.Bütünlük, varoluşun bir iyileştirme sürecidir. Bin yıllık inanışlarıyıkmayı, olumsuz duyguların ve yıkıcı düşüncelerin dönüşümünü; kendiustalığına ulaşmayı; yiyecekler, uyku ve nefes alma üstüne hâkimiyetkurmayı gerektirir.'Tanrılar <strong>Oku</strong>lu'ndan bu ve diğer parçalar üzerinde çalıştığımda, bin yılönce İrlanda'da bir <strong>Oku</strong>l olan onun muhteşem laboratuvarında, Lupelius'unçevresinde yaptığı deneylerin doğasında yatan nedenleri bulup çıkardım.Onun savaşçı-öğrencileri, orada kendilerini uykuya ve yemek yemeyeegemen olmak üzere eğitir, yıkılmazlığa ve ölüme yenilmezliğehazırlanmaları aşamasında, bugün temel saydığımız bu gereksinimlerinigünden güne azaltırlardı.Lupelius'a göre uyku, solunum için kötü bir ikamedir; bedenin biziyetersiz ve uygun olmayan solunumdan kurtarmak için, sadece birkaçsaatliğine de olsa ayarladığı bir önlemdir. Lupelius'un düşüncesinin daha daderinlerine indikçe, hiçbir şeyin nefes alışımız kadar bize yakın, ama bir okadar da bilinmez ve gizemli olmadığını fark ettim. Biz bir havaokyanusunun dibinde yaşayan yaratıklarız.Bu unsurla tamamen kaplanmamıza ve bedenimizin her santimetrekaresibu hafif okyanusun basıncı altında olmasına rağmen, ciğerlerimize hâlâyetersiz miktarda oksijen çekmekteyiz. Lupelius sıradışı bir şey keşfetmişti;her insan gerçekte gereksinimi olan miktarın ancak onda birini soluyordu.Lupelius, elyazmasında 'underbreathing' yani yetersiz soluma olarakisimlendirdiği, insanın hayatta kalmakta zorlandığı bu solunum durmasınayakın durumunu dikkatle betimliyor ve irdeliyordu.Lupelius'a göre, bu garip olgunun bir sonucu olarak organizmamızdakibazı yaşamsal kısımlar oksijen eksikliği çekiyor ve yetersiz besleniyordu.Lupelius, organik değişim ve katabolizma süreçlerinde solunumun öneminivurgulayan, insanlığın tehlikeli boyutta kirlendiği sonucuna sonyüzyıllardaki buluşlardan çok daha önce varmıştı. Kişinin her gün, saatlerboyu, kendisini dolu dolu, derin ve eksiksiz bir biçimde solumaya vermesigerektiğine inanıyordu. Öngördüğü şey, bir gün her okulun, topluluğun vesosyal kuruluşun, organizmalarımızın ihtiyaç duyduğu miktarda oksijenisoluma egzersizleri konusunda bize nefes almayı öğretecek bir eğitimiverecek olmasıydı.99


Stefano E. D'AnnaBin yıl sonra, üzüntüyle, bu öngörünün hâlâ gerçekleşmekten çok uzaktaolduğunu ve oksijeni sanki evrende en az bulunan, elde edilmesi en pahalımaddeler arasındaymış veya üzerinde çok ağır vergiler olan bir gazmış gibiinsanların 'yetersiz soluma' durumlarını sürdürmekte olduklarınıgörüyordum. Lupelius'a göre, derin soluma kendiliğinden değil, ancakbilerek yapılabilir. İnsan kaderinin doğru solumasına bir değil iki katkordonla bağlı olduğunu ondan öğrendim.Bir insanın nefesi genişledikçe kendi gerçekliği de zenginleşir. Amacınkişisel yazgını değiştirmekse, nefesin üstünde çalış, solunuma yeterincezaman ayır.Lupelius öğretisinin köşe taşlarından biri olarak, kişinin kendi kaderiüzerinde doğrudan kendisinin yazması ve büyük kişisel bir serüveninkahramanı olması için, insanın derin ve bilinçli olarak soluması, yiyecek vecinsellikte azla yetinmesi ve uykuda daha az zaman geçirmesigerekmektedir. Kişi, tüm çabasını bu doğrultuda vermelidir. Elyazmasındabulduğum bir mektupta, Lupelius bildiğimiz içten tarzıyla, bir öğrencisinebu konuda bazı öğütler vermekteydi.İnsanlar nasıl ölmeyi umuyorsa, uykuya da öyle dalmaktadır; bir anda.Sana gelince, sen gününün ne denli uzun sürdüğüne, savaşının ne denli zorlugeçtiğine veya saatin kaç olduğuna bakmaksızın, 'ayık olarak uykuyadaldığından emin ol. Enerjilerini yönetmesini bilmeyenler için gününsonunda tükenmiş olarak uykuya dalmak, canlı olmaktan çok ölü olmaktır.Yine de birkaç dakika bile uyumak gerekiyorsa, ayık olarak uykuya geçmeyeçalış. Bu, cehennemin derinliklerine düşmemene yardım edecektir.Bu sözlerin -o sıralar da sıkça yaptığım gibi- TV karşısında veya birkitap okurken hemen uykuya dalma alışkanlığım yüzünden, dolaylı bir uyarıbiçiminde bana yöneltildiğini düşündüm. Lupelius'un sözlerinin gücü veikna kabiliyeti öylesine yüksekti ki, onları okurken derhal 'ayık olarakuykuya dalmayı' bir alışkanlık olarak kendime uyarlamaya, yaşamımınşifresi ve ilkesi yapmaya karar verdim. Lupelius'a göre, insamn uykuyadalış şekli yaşantısının niteliğini gösteren bir sistem, bir turnusol kâğıdıgibidir. Uyku bastırıp gözlerimizi artık açık tutamadığımızda, Lupelius,irademizi kullanarak ayağa kalkmamızı ve uykuyu yenmek için elimizdengelen her şeyi yapmamızı öğütlemektedir. Lupelius, bir kılıç çekmemizi,yıkanmamızı veya dans etmemizi önerir; bu amaca yönelik olarak yardımcıolabilecek birçok oyun ve hile bulmuştur.100


Tanrılar <strong>Oku</strong>lııLupelius' un görüşüne göre, 'Uyumak ölmektir!' Eşi bulunmaz karamizah yeteneği ve binlerce kılığa girmesine olanak veren şakacı doğasıyla,insanların her gece, sahneden kesin ayrılışlarının kostümlü provasınıyaptıklarını iddia etmekteydi. İnsanlar için 'kötü bir alışkanlık' olan uykuyubırakmamakta ısrar ediyorlar ve böylece gezegenimizin yarı nüfusu,sahneledikleri korkunç' temsilin farkında bile olmadan, birbirlerine iyigeceler dileyip uykuya çekiliyorlar. Yenilmez savaşçılar <strong>Oku</strong>lu'nun başkanı,olanaksızı düşlemeye cesaret eden keşiş-fılozof, uyanık durma sanatı üstünesıradışı bazı önerilerde bulunarak mektubunu bitirmiş."Uykunun ölümün bir temsil edilişi olduğunu kavradığında, ona artıkasla eskisi gibi yaklaşamazsın.Önlemlerin ve araçların ne olursa olsun,kesinlikle hiç kimsenin, hatta kadınının bile seni uyurken görmesine asla izinveremezsin. Uyanık durma sanatında kendini yetiştir! Bir savaşçının,kendisini bir başkasının uyurken görmesine izin vermesinin, aynı zamandaona zayıflığını göstermekle eşdeğer olduğunu bilir; uyku, dünyaya bizesaldırması ve bizi yenip öldürmesi için izin vermektir."15 Kötü alışkanlıklarLupelius, aslında insanda aklın algılayamayacağı bir gizemin varlığınıkeşfetmişti; insanın hücrelerini kirleten duygusal bir bataklığın, bir tür'psikolojik köpüğün' barındığı bir kara delik.Kişi, oruç tutma ve solunum gibi teknikleri kullanarak, yeni bir vizyon,yeni fikirler ve koyacağı olağanüstü çabalan sonucunda çevresindekigerçekliği değiştirebilir; kendisini eksik, çelişik ve ölümlü bir varlıktan,bütünleşmiş, uyumlu ve ölümsüz bir bireye çevirebilir.Azla yetinmeye doğru yaptığımız her diyet ve her çaba, yıllardır birikmişduygusal kabuklarımızı soyarak bizi hafifleteceği için, sıradanlığımızıncehennemlerinden kaçışımıza bir hazırlık olacaktır. Lupelius'a göre,yalnızca arınmış bir öğretmenin rehberliğinde <strong>Oku</strong>l'dan bir kişi böylesinebir iyileştirme sürecine göğüs gererek bu girişimin engellerini vezorluklarını aşabilir.Her insanın içinde, arınmak üzere ilerlerken, bu yolda karşısına çıkan vekendisine eşlik eden işaretleri genel bir anlamama durumu vardır. Sıradanbir kişi, bunları bir iyileşme belirtisi olarak yorumlamak yerine, terstenokuyarak ciddi bir hastalık olarak görür.101


Stefaııo E. D'AnnaKimse bunun gerektirdiği ıstıraplı çabayla yüzleşmek istemez. Lupelius'agöre, bu yüzden işte tam da işe yaramaya başlayacağı sırada her türperhizden vazgeçilir.Lupelius, uzun yolculukları sırasında, yoğun çalışmaları ve yorulmakbilmez araştırmalarıyla saklı din okulları hakkında bilgi topladı; büyük dinive mistik geleneklerden gelen sıradışı insanlarla tanıştı. Her çağda ve bütünuygarlıklarda ottum*, yani hiçbir şey yapmama sanatı, yüksek sorumlulukdüzeylerini ele geçirmeye yönelmiş kişiyi bu büyük maceraya sıkıcabağlayan bir altın kordon gibi, her öğretinin ve insanın içselliğindeki arayışlarınıntemel dayanağı idi.El yazmasının belirlediği yol haritası izlendiğinde, bir ruhbanınperhizinin, bir münzevinin yalnızlığının, bir keşişin azla yetinmesinin, hepbir tek <strong>Oku</strong>l'un farklı ifadeleri, aynı düşüncenin, savaşçı öğretilerin vesavaşçının uyanışına bağlı bin yıllık bir araştırmanın farklı yüzleri olduğuortaya çıkıyordu.İşin bu yönünü daha yakından incelediğimde, Büyük İskender'in yanındakiiki tarihçiden biri olan Arrianus, Anabasis Alexandrou* adlı eserindeİskender'in beslenme alışkanlığını ve enerjisinin sırrını bir cümleyle ifadeettiğini fark ettim:"... azla yetinmek üzere eğitilmişti: kahvaltı olarak şafak sökmeden biryürüyüş ve akşamları hafif bir yemek." Cesaret ve gücün eşsiz örneklerisayılan Makedon savaşçılarının, dillere destan olan azla yetinmeleri deböyleydi. Onlar çıplak toprak üzerinde uyurlardı; en çetin mücadelelerdeenerjilerinin son damlasına kadar tükettiklerinde bile sadece bir avuç zeytinyerlerdi. Yine de asla yorgun düşmezler ve düşman orduları için en tehlikelive en korkutucu kâbus olmayı sürdürürlerdi.Lupelius'a göre, bir gram yiyeceğin bile bilinçli olarak tüketilmesi ve birdakikalık da olsa uykudan kaçınmak öylesine güçlü bir etkiye sahipti ki,kişinin bütün inanç sistemini yerinden oynatabilir ve yanlış kurulmuşdengelerini altüst edebilirdi. Onun <strong>Oku</strong>l'u, hastalığın, yaşlılığın ve ölümünolmamasının, insanın doğuştan gelen bir hakkı ve doğal bir durumuolduğunu savunuyordu.* Olium: dış gerçeklerden kendini ayırıp eylemsizlik halinde içeyönelme. (ç.n.)" Anabasis Alexandrou: Büyük İskender'in Seferleri, (ç.n.)102


Tanrılar <strong>Oku</strong>luA deseaseless, ageless, deathless man.Hastalanmayan, yaşlanmayan ve ölmeyen bir insan.Yüzyıllardır bütün uygarlıklarda görülen özdenetimi ele geçirmearayışında, Lupelius'un 'duygusal atık' diye nitelediği şeyin gün ışığına çıkarılmasınayönelik öğretilerle uygulamaların daima kullanılmasıgerekiyordu. Bu zorunlu işlem, iç yaraların açığa çıkarılmasını ve Oluş'unkatmanları arasından sarkan bütün gölgelerin temizlenmesini amaçlıyordu.Bir gün elyazması üzerinde çalışırken, Lupelius'un bulduğu inanılmaz birsırrı öğrendim. Bir düşünce devriminin bildirisini sunuyor ve sanki kendiçağdaşlarına değil de geleceğin bir bilim konseyine sesleniyordu: "...İnsanlığın geçmişinden miras kalan metafizik bir uykudan uyanmasının artıkzamanı gelmiştir. İnanç sisteminin üstündeki binlerce yıllık tozusilkelemesinin zamanıdır." Bu belge şu kararlı sözlerle son bulmaktaydı:"Yiyecek, uyku, seks, hastalık, yaşlılık ve ölüm, 'zihinsel kötüalışkanlıklardır.' Kişi bunlardan kurtulmalıdır."Ayrıca elyazmasının birçok yerinde, bunlardan "boş inanış" ve "yanılsama"olarak da bahsediyordu.Lupelius, "The battlefıeld is the body... Savaş alanı senin bedenindir,"diye iddia ediyordu. "Reddedilen her yiyecek, uykudan kurtarılan her an,senin için ölüme karşı bir zafer sayılacaktır. Fiziksel ölüm ahlakdışı, doğayaaykırı ve yararsızdır."Lupelius yiyecek, uyku, seks ve çalışmada azla yetinmemenin enerji vecanlılık kaybındaki en önemli neden olduğuna inanıyordu; böylece insaniçin imkânsız olan fiziksel ölüm artık aynı insan tarafından kaçınılmaz birdununa dönüşmüş oldu. Lupelius, tarihteki tüm uygarlıklar boyunca vedinsel geleneklere bağlı çok az sayıdaki insanın hipnotik uykusundanuyanarak, bir öğretiyi izlemeye çalıştığım söylemiştir; onların zengin veuzun ömürlü olmanın kaynağı olarak düşünce sistemlerinin merkezinefiziksel ölümsüzlük fikrini yerleştirdiklerini de eklemiştir.Dreamer bir gün bana, yeni bir insanlığın ve özellikle de yeni liderlerinpsikolojisinde, fiziksel ölümsüzlük fikrinin bir temel öğe olacağınısöyleyecekti. İnsan bu Herakles Sütunlarının ötesine geçmezse, enindesonunda sınırına dayanacak ve gerisingeri dönecektir. Ölümün alt edilmesifikri psikolojimizi belirleyen her sınırlamayı söküp atacak vesorumluluğumuzu yükseltecektir; bu durum hayati önem taşıyan zengin ve103


Stefaııo E. D'Annauzun ömürlü bir yaşam girişiminin gerçekleşmesi için zorunlu birönkoşuldur. Dreamer'a göre, bütün okulların her sınıfında ve her düzeyinde,üniversitelerde ve akademilerde, fiziksel ölümsüzlük felsefesi öğretilmelidir.Ebedi yaşam fikri, yoksulluğa, suç işlemeye ve ölüme karşı en güçlüpanzehirdir.Erivan'dan ve Eski Elyazmaları Enstitüsü'nden ayrıldım, sahip olduğumen kıymetli şeyi, 'Tanrılar <strong>Oku</strong>lu'nun bir kopyasını Dreamer için yanımaalarak New York'a döndüm.Tuttuğum yığınla not arasından, özellikle iki sözcük, yinelenen birözdeyiş ve belki de Lupeliyanların bu özlü sözü, bütün yolculuğum boyuncazihnimi meşgul etti: Daha az öl. Bu sözcükler, <strong>Oku</strong>l'un felsefesinin özlü birformülü ve kısaltılmış haliydi.Die less and live forever.Daha az öl ve ebediyen yaşa.Bu sözcüklerin sade görünürlüğünün arkasında gizli, devasa buluş üstünedüşündüm. İnsan kendi içinde gün boyunca birçok kez ölmektedir. Yıkıcıdurumlar ve düşüncelerle olumsuz duygular varlığımızın içinde hiçdurmaksızın bizi öldüren zehiri ağır ağır salarak zihnimizi karıştırır vesürekli yinelenirler. Belki ebediyen yaşamak için nereden başlayacağımızıbilmiyoruz, ama Lupelius'un bin yıllık özdeyişini izleyerek kesinlikle 'dahaaz ölebiliriz'. Lupelyanlarm şarkısını çok kez söyledim:Eat less and Dream more. Sleep less and Breathe more.Die less and Live forever.Daha az ye, daha çok düşle. Daha az uyu, daha çok nefes alDaha az öl ve ebediyen yaşa.16 "Sen bunun altından kalkamayacaksın!"Sanki bir yeraltı yolculuğundan çıkmış gibiydim. Odayı ve en uzakduvarında asılı duran büyük yağlıboya tabloyu anımsamakta gecikmedim.Bu kez Dreamer'm dünyasında sabahın bir saat daha ilerlemiş zamanıydı vebu gün ışığında ortalığın aydınlığı villanın bu kısmının mimarisini kolaylıklaseçebilmeme imkân veriyordu.104


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBakışlarımı yukarı çevirdim ve duvarın tuğlalarla etkileyici bir kemeroluşturduğu noktaya gelene dek tavam kenar çizgisinden aşağıya doğrugözlerimle takip ettim. İşte tam o noktada bir başkasının varlığını sezinledim.İrkildim. Kemerin iki ucunda kımıldamadan, muhafızlar gibiduran, iki çıplak varlık bana bakıyordu: bir erkek ve bir kadın. Ben neolduklarını anlayana dek sırtımdan aşağı bir ürperti kapladı. Bunlar gerçekboyutta, birbirlerine dönük iki heykeldi. Öylesine güzeldiler ki, onlarınHelenistik döneme ait kopyalar olduklarını düşündüm. Kalkık, düzgün ve birzırh kadar güçlü savaşçı çenesi, bana bir gurur mesajı aktarıyordu. Bir askeriemir almışçasına dikleştirdiğim bedenimi, öne doğru eğdimİçgüdüsel olarak, hiç duraksamadan, Dreamer'ın odasına çıkan parlakvolkanik taştan dik merdivenin yanından geçerek, karşı yöndeki alışılmamışbiçimli, kristal camlı, demir kapıya yöneldim. Bir tablo, boydan boyakapının yanındaki duvarı kaplıyordu. Durup inceledim. Bunun Narcissosefsanesinin göz kamaştırıcı bir yorumu olduğunu gördüm: Narcissos, sularagömülmeden hemen önce, suda kendi yansımasını seyrediyordu.Büyük bir sanat galerisinde XVII. yüzyıl şaheserleri arasında yerinialabilecek bu tabloyu hayranlıkla uzun uzadıya seyrettim. Ardından kristalcamlı kapıyı dikkatle iterek açtım ve birdenbire, bir peri masalım andıranodanın eşiğinde büyülenip, öylece kalakaldım. Gözlerimi görüntüdenayırmaksızın eğildim, ayakkabılarımı çözdüm ve ilk geldiğimde yaptığımgibi, onları çıkartarak odanın eşiğinde bıraktım. Yalınayak, temkinli birşekilde seramik yer döşemesinin geniş karoları üzerinde yürüyerek,adımlarımı büyük ve kapalı bir botanik bahçesine benzeyen bir yere doğruçevirdim. Çoğu tropik olan bitkilerin zengin çeşitliliği ve duvarları oluşturankemerli camlar, botanik bahçesine dair izlenimi güçlendiriyordu. Dışarıdabahçenin koyu yeşili villayı kuşatmış, bir tekneyi çevreleyen bitki denizigibi, ahşap doğramalara dek dayanmaktaydı. Burada gördüğüm herayrıntının göz alıcı zarafeti, sanat eserleri, değerli tablolar ve beyazmermerden yapılmış modern heykeller bu sıradışı mekânın gerçekte neolduğunu anlamamı engellerlercesine beni büyülemişlerdi.Sabahın ilk ışıkları iki geniş çatı penceresinden içeri süzülüyordu. Çatıyıtaşıyan iki devasa kirişe baktım ve onları kaldırıp oraya yerleştirebilenTitanı gözümün önünde canlandırmaya çalıştım. Mekânın her bir köşesinidikkatle inceledim, ama Dreamer'dan herhangi bir ize rastlamadım. Onuyaklaşık bir yıldır görmüyordum. İlerlediğimde, geniş holün ortasında, yerdeayna gibi yansıyan sudan bir yüzeyi gördüm.105


Stefaııo E. D'AnnaBir yüzme havuzundan çok, pişmiş seramik zeminde açılmış mavi renkli sudolu küçük bir çukuru andırıyordu. Suyun yüzeyi hafif bir ürpertiyle tatlıtatlı salınmaktaydı. Yüzeyinde O'nun dalgalanan görüntüsünü görene dekbakışlarımı suyun çevresinde gezdirdim. Yavaşça bakışlarımı kaldırdım.Dreamer gümüş bir flütü dudaklarına yerleştiriyordu. Zarifçe eğildi veparıldayan flütle birlikte yüzünü ışığa doğru çevirerek kaldırdı. Notalar, birkolyede birbiri ardınca dizilmiş inciler gibi bir anda havayı dolduruverdi.Müziğin de tıpkı, o villa gibi, o salon gibi, o an gibi bir dönemi veya zamanıyoktu. Kımıldamadan dinledim. Çocukluğumun neşesini, denizin kokusunuve onun unutulmuş mutluluğunu yeniden yaşadım.Kayalar üstündeki çılgınca yarışlarımız, henüz yakalanmış istiridye veyengeçlerin tadı, delice bir cesaretle büyük kayadan denize atlamadan öncekalbimin atması, Ischia'daki evin serin gölgeleri, marketten kan ter içindedönen Carmela'nın öpücükleri... Bir nota, diğerlerinden daha uzun süreylehavada asılı kaldı, müzikten kendini kurtararak titreşip tek başına tınlayanbir kabarcığa dönüşmeden önce havanın molekülleriyle biraz oynaştı ve onacan veren nefesle çırpındı. Sonra birdenbire sustu. Sonu gelmeyen bir anboyunca flüt alt dudakta kaldı, ardından onu nazikçe yastığın üstüne bırakaneli dikkatle izledi. Anımsadığımdan daha genç ve ince görünüyordu.Gözlerini dikip beni uzun uzun süzdü. O'na yeniden gelebilmek içingösterdiğim çabalardan, elyazmasını arayarak geçirdiğim zamandan,sonunda görevimi başarıyla tamamlayarak beni <strong>Oku</strong>lun düşüncesine daha dayaklaştıran elyazmasına ulaştığımdan ve onun üstünde yaptığım tutkuluçalışmalarımdan elbette haberdardı. Çıraklık dönemimi başlatan fırtınalıbuluşmamızdan ve Marakeş'te beni geçmişime götüren maceralı yolculuktansonra, hiç olmazsa bu defa, beni övmese bile, yüreklendirici birkaç sözsöyleyeceğini umuyordum.O'na doğru birkaç adım attım. Dreamer hiçbir şey söylemeden banabakmayı sürdürdü. Başlangıçtaki huzursuzluk hissim şimdi bir acıyadönüşmüştü. O'nun bakışları altında dikkatim yön değiştiriyordu. İlk kez kendiiçime bakıyordum. Gördüklerim kabul edilir gibi değildi: suçluluk duygusu,düğümlenmiş hisler ve kapkaranlık düşüncelerden oluşmuş bir bulut, bilincimdekarışık bir duygu yumağı gibi kendini göstermekteydi. Bakışları hiçbir zamangörmek ve yüzleşmek istemeyeceğim bir psikolojik çamuru bulandırırcasınaiçimi oyuyordu. Duyduğum acı, dayanma sınırıma gelmeden hemen öncekesildi. Ne var ki tutuşunu gevşetmedi. Sonrası çok daha ıstırap vericiydi.106


Tanrılar <strong>Oku</strong>luİncelemesini tamamladığında, sanki kesin yargıya varmışçasına, son kararınıbildirdi: "Sen bunun altından kalkamayacaksınl"Kararın ardından gelen sessizlik botanik bahçesinin her köşesini hızlakapladı. Melankoli, hayal kırıklığı, keder ve öfke birbirine karışarak hepbirlikte tek bir soğuk acı içinde eridi. Bütün enerjimin boşaldığını hissettim.O anda sadece rahat bırakılmak ve olduğum yere yığılıp kalmaktan başka birşey istemiyordum. Bir sanık gibi nefesimi tutmuş, kararın sonucunubekliyordum. Zaman geçmek bilmiyor, zalimce uzuyordu. Nihayet, deneyinmilyonuncu kez başarısız olduğunu görüp yine başarısızlığa uğrayacağınıbilmesine rağmen, yine de hayal kırıklığına yenik düşmeyen azimli biraraştırmacı edasıyla, "Kimse başaramaz. Başaramayan insandır!" dedi.Benimle, sanki yok olmaya yüz tutmuş bir türün, yenik düşmüş bir ırkıntemsilcisine seslenir gibi konuşuyordu."Seni olduğun gibi kalmaya zorlayan pek çok yasa var. Hatta senigörevlendirdiğim araştırmayı bile kendini beğenmişlik ve ben merkezciliklebesleyen bir olguya dönüştürdün."O'na karşı derin bir kızgınlık duyuyordum; bu, insanın haksızlığauğradığında hissettiği türden kendine acımayla karışık bir nefret duygusuydu.Amerika Birleşik Devletleri'nde ve Avrupa'da, aylar süren seyahatler vearaştırmalar sonrasında Lupelius'un araştırmacılar, akademisyenler vearkeologlarca yok olmuş sayılan elyazmasını bulduktan ve acılarla dolugeçmişimle cesurca yüzleşmemden sonra O'nun tarafından bu şekildedavranılmayı hak etmiyordum. Dreamer'ın sözlerine bir şekilde karşılık vermekistiyordum, ama onurumu ayakta tutacak kaslarım hâlâ çok güçsüzdü. Ayrıcaiçimde onun haklı olduğunu da biliyordum. Ruh halimi yapmacık bir uysallığınardına gizlemeye çalıştım. Bütün söyleyebildiğim, "Değişemiyorum," oldu.Buna rağmen sesim, çaresizliğimin kinine; kendime tutunup kalma vebağımlılık eğilimime ihanet etti.Dreamer, e harfini sonu gelmez biçimde uzatarak korkunç bir sesle"Keeeeesü!" diye bağırdı. Saniyeler, giderek yaklaşan bir işkencenin gerisayımı kadar korkunçtu. Kanlı bir meydan savaşının tam ortasında, silahlarınve savaş borularının gürültüsü arasında, onun kükreyen bir nara gibiyükselen bu olağanüstü bağırması içimde bir boşluk gibi, derin bir sessizlikyarattı. Varlığımda oluşan bir irkilmeyle kendime gelerek, onu can kulağıyladinlemeye başladım.107


Stefaııo E. D'AnnaDreamer sesindeki aynı acımasız tonu sürdürerek şaşırtıcı biçimde alçakbir sesle, "Sesini yitirene dek saatlerce ağladığın zamanları anımsıyormusun?" diye sordu. Uzak geçmişime ait kesitlerden görüntüler, birillüzyonistin elinde maharetle karışan iskambil kartları gibi birbiri ardınca,üst üste binmiş ve karmakarışık halde çabucak zihnimden geçti. Tüm bukesitler birbirine benziyordu; ışık hep aynıydı, Napoli'deki çocukluğumunbüyülü atmosferini, eski evi, Carmela'nın odasını ve kapakları aynalıgardırobu tanımıştım. Sanırım altı yaşlarında bir oğlan, yerde oturmuş feryatfigan, durmaksızın ağlıyordu... o çocuk bendim."Hâlâ oradasın, henüz hiçbir şey değişmedi. Çocukluk kaprislerin hiçdeğişmedi, şimdi sürekli olarak şikâyet etme ve kendine acıma eğilimiyleaynı şekilde devam etmekte." Sustu ve zaman hiç geçmeyecek gibi geldi.Dreamer sonunda, "Kimse değişmiyor... değişmek olanaksızdır," dedi."Yedi yaşında bir çocuk, bir çömez gibi çoktan kederli yetişkinlerordusuna katılmıştır. Dünyanın tepetaklak bir betimlemesiyle tüminançlarını, önyargılarını, boş inanışlarını ve fikirlerini, 'Mutsuz insanlar'kulübüne ebediyen girmesine hak kazandıracak kadar, küçük bir Spartalıgibi daha o yaşta edinmiştir.Bir insanın düşüncesi, duyguları ve bedeni iç içe geçmiş eşmerkezlievrenlerdir, hepsi birbiriyle bağlantılıdır. Kişinin bilerek ses tonunu veyatınısını değiştirmesi, sırtım bir milim dikleştirmesi veya açıkça görünenönemsiz alışkanlığını düzeltmesi bütün yaşamını değiştirmesi demektir. Bu,neredeyse olanaksızdır."Uzun bir süre kılı kırk yararcasına, sert bakışlarla yüzümü inceledi ve bende bu incelemeye sessizce katlandım. Ruhumdaki en ufak bir kıpırtının bileO'nun gözünden kaçmayacağını ve bu karşılaşmada hile yapmanın imkânıolmadığını biliyordum. Bu benim için ya hep ya hiç demekti. Bir yanda birgün kendimi fethetmem, 'düş'e bağlanmam, yaşamımın muhteşem birkişisel maceraya dönüşme olasılığı, öte yanda çaresizce boşluğa düşercesinekendimi ebediyen yitirme olasılığı, hepsi aynı yerde, bir aradaydı. Yaşamımbir pamuk ipliğine bağlanmış, asılı olarak dipsiz bir karanlığın ağzındaöylece sallanıyordu. Tek bir sözcük, ses tonundaki bir değişim veya birparça uzayan sessizlik onu uçurumdan aşağıya, ortak bir yazgının içinedüşürmeye yeterdi.Antrenmanlı birinin bedenindeki esneklik ve çeviklikle, Dreamer daaniden, eğildiği yerden doğruldu; havuzun açık mavi suları bir kelebeğinyansımasını andıran bu hareketi yakalamakta gecikmedi, yüzeyi titremeyle108


Tanrılar <strong>Oku</strong>lusallandı. Ağır adımlarını bana doğru çevirdi. Nefesimi tutmuş, bitmekbilmeyen o birkaç saniyenin geçmesini bekledim. Ardından bu kez canayakın bir sesle, "Ancak beni hatırlarsan, altından kalkabilirsin!" dedi.17 "İnançlarını altüst et!"Bu arada yastıkları bedeninin çevresine özenle yerleştirdi ve rahat birpozisyon alarak oturdu. Yaptığı işi gerektiği gibi yapmaktan sakınmayan birigibi görünüyor ve çoktan sonuçlandığına inandığı uzun sürecek bir işe bileilk adımını mutlaka enerjisini tazeleyerek atıyordu. Sıkı sıkıyatembihlercesine, "inançlarını altüst et!" dedi. Beni, karşılaştığımızdan beridurduğum yerde ayakta bırakmıştı, oturmaya buyur etmek aklınınköşesinden bile geçmedi. Bu davranışım beni önemsemediğine yorduğumiçin gücenmiş ve kırılmıştım. O sıralar, Dreamer gibi bir varlığın her anınıstratejik olarak yaşayabileceğine inanmamın imkânı yoktu. Eğer bilinçliolarak O'nun amacına bir şekilde hizmet etmiyorsa, bilerek tek bir gözünübile kırpmıyordu.O'nun suları titreyen havuzunun hemen yanındaki ilk seramik yerkarosunun sınırları içine hapsedilmiş bir halde duruyor, içerlememe takılıaklımla, onu dinlemeyi sürdürüyordum.Dreamer bana, "İnsanın geçmişi, bugünü ve geleceği... kendi yolundayürürken başından geçen olaylar, koşullar ve deneyimler, kendi inançlarınınyansıttığı gölgelerdir; onun varoluşu ve kaderi, kendi yargılarının vedüşkünlüklerinin elle tutulur, gözle görünür hale gelmesidir," dedi.'"Visibilia ex invisibilibus.' Algıladığın, gördüğün ve dokunduğun her şey,bir görünmeyenden kaynaklanır. Bir insanın yaşamı, 'düşlerinin' gölgesidir,ilkelerinin ve inandığı her şeyin gözler önüne serilmesidir.Herkes kararlılıkla inandığı şeyin, noktasına virgülüne kadar gerçekleştiğinigörmüştür. İnsan daima yaratır. Karşısına çıkan engeller ise insanın kendisınırlarının, çelişen fikirlerinin ve zayıflığının maddeye dönüşmesidir.Kimisi vardır yoksulluğa inanır, kimisi hastalığa tapar, kimisi sürekliolarak kıtlığa ve kısıtlamaya inanır ve kimisi de her şeyini suçlulukduygusuna bağlar...İnsanoğlu varlığının en karanlık durumlarında bile daima yaratır."109


Stefaııo E. D'AnnaDreamer'a göre, kimsenin inancı bir başkasının inancından daha üstündeğildir. Herkes, yönetecek ve yatırım yapacak... inanç pastasında kendipayına sahiptir; inanç herkese eşit olarak pay edilmiştir. "İnsanlar arasındaayrım yaratan... onların farklı kaderlere ait olmalarını sağlayanşey...bilinçli veya bilinçsiz, her birinin inançlarının yönü, niyetlendiğihedeflerinin farklı niteliğidir."Beni altüst eden bu sözlerin etkisi azımsanır gibi değildi. Her zamaninancın değerli bir şey olduğunu ve insanlar arasındaki asıl farkın onlarınsahip oldukları değişik inanç biçimlerinden kaynaklandığını düşünmüştüm.Benim dünya anlayışımı dayandırdığım ideolojik sütunlar, şüphesiz gücübakımından diğerlerinden farklı saydığım, Muhammed'in, İskender'in,Sokrates ve Lao Tzu'nun, Churchill ve Napolyon'un inançlarıydı.Sözlerimi desteklemesi için kutsal yazılardan ve onların otoritesinden güçalarak, "Madem herkes, üstelik de eşit derecede inanç sahibi," dedim, "ohalde 'bir hardal tanesi kadar imanınız olsa...' sözleri ne anlama geliyor?"Bunun ardından yaptığı konuşma varlığıma ebediyen kazındı. Bu durum,söylediği akılda kalıcı sözler kadar, her birinin ardında varlığını hissettirenotoritesi yüzündendi.Dreamer, bana İncil'deki o bölümün bir yorumunu vermiyor, onuyaratıyordu. Bu binlerce yıllık mesajın düşsel özü ve onun her bir atomunasıkıştırılmış bilgisi, o anda açığa çıkıyordu. Dinlemekte olduğum sözler iseyepyeni ve capcanlıydılar. Ve onlar, dünya tarihinde daha önce aslasöylenmemişti."insanoğlu imanının yönünü bir milim dahi oynatacak kapasiteye sahipolabilseydi; inançlarının gücünü ölüm yerine yaşama yönlendirebilseydi,yaşadığı dünyadaki tüm dağlan yerinden oynatabilirdi."Geceyi yırtan bir şimşekle, karanlığın yerini bir anda aydınlığa bırakmasıgibi, zihnimden inanca dair bir atom parçacığının yoğun enerjisi geçti.Anladım ki, cehenneme dair en küçük bir inancın bile yok edilmesiyle, herinsanın körü körüne inandığı en köklü inançlarından biri olan ölüm kavramıyüzde yüz yıkılacaktı. Böyle bir girişimin üstünlüğünün farkına vardım.Bunun sadece düşüncesi bile, dünyanın ve göklerin ağırlığını sırtında taşıyanTitanın gereksindiği kuvvete denkti.Kendime ilk kez neye inandığımı sordum ve Dreamer'la karşılaşana dekneye değer verdiğimi. Bunu düşünürken sesi geldi ve düşüncelerimgeçmişimin karanlık derinliklerine doğru kayarken bana yol gösterdi.110


Tanrılar <strong>Oku</strong>luÇok iyi biliyor olmama rağmen, onun için açık bir kitaptan farksızolduğumun bir kez daha onaylanması, utandırıcıydı."Şimdiye dek, biitün insanlar gibi senin de yaşamının amacı, varlığınınhedefi, kendini içinde öldürmek oldu. Hastalık, Yaşlılık, Ölüm, insanoğlununbinlerce yıldır tapındığı tanrılardır. İşte insanlar yaşamdan, sonsuzdüşlerinden böyle hüzünlü bir biçimde vazgeçtiler."'Bir hardal tanesi kadar inancın olsaydı..' demek, yaşam görüşümüzdekien ufak bir yükselme, en küçük bir dönüşüm, ölümlü kaderimizin yönünüdeğiştirebilirdi anlamına geliyordu.Düş, var olan en gerçek şeydir.Kendi sınırlarını 'görmek', onları çepeçevre sarmak, bu sınırları kendiiçinde boğarak onlardan kurtulmak demektir! İnsanın yaşamını olumsuzduygular yönetmektedir. İçinde taşıdığı sıkıntılar, başına gelen tümfelaketlerin ve mutsuzlukların sebebidir. Dreamer ayağa kalktı. Bulunduğuyerden bana doğru dönerek, dikkatli adımlarla büyük havuzun yanındangeçti, olağanüstü güzellikteki botanik bahçesinin tam karşı köşesine doğrugitti.Sırtı dönük olarak konuşmasına rağmen, sesini kulağımın dibindeymişgibi gür ve net işitiyordum. O konuşurken hiçbir sözünü kaçırmadan notdefterime yazdım."Sadece zaman meselesi... Zamanı gelince hepimiz hedefi tutturacağız...Hepimiz sonunda kazanacağız... Hepimiz inandığımız şeye dönüşeceğiz.Hepimiz neyi bozmadan koruduysak onu elde edeceğiz; sen kendi sefilliğini,hatalarını ve ölümü, ben ise mükemmelliği, sonsuzluğu ve ölümsüzlüğü..."18 Narcissos sendromuDreamer, "Senin en sarsılmaz inancın, en zararlı inanışın, kendin dışındabir dünyanın varlığına, bağımlı olduğun bir şeye veya birisine, sana birşeyler veren veya senden alan, seni seçen veya suçlayan bir şeye veyabirisine inanmalıdır," dedi."Bir savaşçı, bir anlığına bile olsa kendisine dışarıdan gelecek bir yardımainanacak olsa, o anda kendine olan yıkılmaz inancını yitiriverir,"111


Stefaııo E. D'Annadiye devam etti. Ardından sustu ve gözlerini kapadı. Bu arada ben O'nun sonsöylediklerini defterime yazdım. Suskunluk uzadı. Kendimi anideri değersiz,ortada kalmış gibi hissettim ve yaşadığım utancı, bazı notlarımı aklımdan yenibaştan tekrarlayarak yenmeye çalıştım. Sonunda Dreamer sessizliği bozdu vegözleri kapalı şekilde, benim notlarımdan bir bölümü okudu:There is nothing out there...There is no help coming from anywhere at all...Dışarıda hiçbir şey yok... Hiçbir yerden gelecek bir yardım yok.Sert bir sesle, "İnsanın en kötü hastalığı bağımlılıktır," dedi. birdenbiredikkat kesildim. Yanılgıya imkân vermeyen bu ifadenin önemini ve bunuyerleştirmem gereken yeni inanç sistemimin merkezini bedenimde hissettim."Başkalarına ve başkalarının mevcudiyetine ve yargılarına bağımlıolmaktan daha kötüsü yoktur. Tüm bunlardan kendini kurtarabilmek uzunbir hazırlık gerektirir...."Hemen sonra, bu ve buna benzer diğer durumlardaki tutumlarımıgözlediğimde, farkına varacağım üzere, Dreamer doğrudan beni elealdığında veya benden kişisel olarak bahsederken bende ayaklanan çok çetinbir dirençle karşılaşıyordu; oysa genel olarak tüm insanlardan bahsederken,ben kolayca kabul ediyor ve hatta hemen ikna oluyordum.Dreamer sözcüklerin üstüne bastırarak, "Senin gibiler, yaşadıklarınıyalnızca başkalarının arasındayken hissederler; sizler kalabalık yerleritercih edersiniz, devlette veya büyük şirketlerde; yani kalabalığın güvenveren varlığım nerede hissederseniz. Orada iş bulursunuz. Başkalarınınarasında olmak, kendinizden ve yalnızlığın dayanılmaz yükündefl kaçmakşartıyla, bağımlı olmanın bütün törenlerini yerine getirirsiniz ve sinemalar,tiyatrolar, hastaneler, stadyumlar, mahkeme salonları, kiliseler Şİbi onuntapınaklarında toplanırsınız," dedi.Kendimi savunurcasına insana yakışmayacak bir harekette bulundum.Sanki bu sözleri can alıcı bir şeyi tehdit etmiş veya düzenlenmesi uzunzaman almış bir planı bozmuş gibi, boğazımı sıkan bir öfke Oluş'umukararttı. Ona söylemek istediğim öfke dolu itirazlarımı, savrulmayı bekleyenhavan mermileri gibi zihnimde sıraya dizmiştim. Bu rezil yığınağı Kaldırmaküzere zihinsel bakışımı içime çevirdim, ama sessiz saldırı sadece öfkeye dairacı dolu bir ifadenin çizgileri olarak yüzüme yerleşti. Dreamer dirençduvarlarımın gücünü sınıyordu. Onlarda nasıl bir gedik açacağını çok iyibiliyordu.112


Tanrılar <strong>Oku</strong>luGülümsemesinde, sanki bana vuruverecekmiş gibi zalimce bir hava vardı.Alçak sesle, "Senin gibi biri, hastalandığında, dikkatleri üstüne çekmek vedünyaya sımsıkı tutunmak için, cerrahlar, yani hâlâ ilkellikten çıkamamışbilimin şamalıları tarafından parçalara ayrılmaya hemen hazırdır," dedi.Mideme ani bir yumruk yemiş gibi sersemlemiştim. Dreamer aynı ringdehem rakibim hem de bir hakem edasıyla geri sayar gibi, birkaç saniyegeçmesini bekledi.Tavrını ve ses tonunu beklemediğim bir anda bütünüyle değiştirerek,"Tabloyu anımsıyor musun?" diye sordu. Ağzından çıkan her sözü benişaşkına çevirmeye yetiyordu. Şimdiye dek hiç kimsede görmediğim,birdenbire ve ustalıkla yapılan böylesine ani değişimlere aslaalışamayacaktım. Yepyeni bir kişiliğe bürünmesi ve bir saniye sonrasına birsaniye öncekinin tek bir atomunu bile taşımadan geçebilme yeteneği benihayrete düşülüyordu. Birden, sözünü ettiğinin, şu an içinde bulunduğumuzcamdan bahçeye girmeden önce hayranlıkla seyrettiğim tablo olduğunuanladım. Boğulmadan hemen önce, sudaki yansımasına hayranlıkla bakanNarcissos'un görüntüsü zihnimde yeniden canlandı.Dreamer, "Bu. kendi görüntüsüne kapılıp kalmış insanın simgesel biröyküsüdür," derken, O'nun ani konu ve tutum değişimine hâlâ uyarlamayıbaşaramadığım yüz kaslarımın olağanüstü çabası karşısında çok eğlendiğinisaklamaya gerek bile duymamıştı. "Narcissos'un masalı, dünyanın birkurbanı olan insan metaforudur." Ardından konuşmasını sürdürerek, genelinanışın aksine, bana Narcissos'un kendisine değil, onun salt bir yansımaolduğunu fark etmediği sudaki görüntüye âşık olduğunu açıkladı. Kendisidışında bir varlık gördüğüne inanarak ona sevdalandı ve suya düşüp acıklıbir şekilde öldü.Dreamer sözlerini,"Once you realize that the world is the projection of yourself, you arefree of it.Dünyanın kendi yansıman olduğunun farkına vardığında,olursun," diye kesin bir yargıyla tamamladı.ondan özgürÇok şaşırmıştım. Uygarlığın en önemli efsanelerinden birinin binlerceyıldır yanlış anlaşılması nasıl mümkün olabilirdi? Böylesine basit biraçıklama nasıl gözden kaçırılabilirdi?Dreamer'ın yanında, Sokrates'la son bulan bu devler çağının ve tesellimahiyetindeki felsefenin insana rahatlama sunan bulunuşunun sesiniduydum.113


Stefaııo E. D'AnnaBu bilginin yankıları bizlere ulaşmak için zaman okyanusunu aşıp gelmesinerağmen, bizler insanın gerçek durumunu ortaya koyan ezeli masallarınıyanlış anlamayı sürdürüyorduk. Efsanesi aslında, dünyanın sıradanvizyonuna sahip olmanın aptallığına ve tehlikelerine karşı bir çığlıkolmasına rağmen, biz Narcissos'u ısrarla kendini beğenmişliğin temel birörneği olarak kabul ediyoruz. Dreamer'ın birçok kez bana anlatmayaçalıştığı şey şimdi aklıma çok daha derinlemesine giriyordu. Narcissos'unöyküsü, altüst etme okulunun bir bildirişiydi; tıpkı Aziz Pietro'nun çarmıhagerilişini ve Aziz Paolo'nun düşmesini tablolarını yapması içinCaravaggio'ya ilham veren bildiri gibi."Kendimizin dışındaki bir şeye âşık olup kendi varlığımıza olan inancıunutmak, bağımlı olan bir dünyanın karmaşası içinde kendimizi yitirmek,kişisel gerçekliğimizin tek yaratıcısının kendimiz olduğunu unutmakdemektir."Sözlerini vurgularcasma, "Bizim dışımızda başka bir dünya yoktur, herkarşılaştığımız, her gördüğümüz ve her dokunduğumuz şey aslında sadecebizi yansıtmaktadır. İnsanın yaş ant ısındaki diğer kişiler, olaylar vedurumlar, onun koşullarını açığa çıkarır." dedi.Dünyayı suçlamak; ondan yakınmak, kendini haklı göstermek ve saklanmak,düşmüş bir insanlığın göstergeleridir; 'gerçek' bir iradenin yokluğu, bağımlıolmanın kesin belirtileridir.Beni hazırlıksız yakalayarak, "Narcissos da Adem gibi elmayı yedi!"dedi. Önce dört bin yıllık yaratılış öyküsüne yanaşıp, hemen ardından ani birsıçrayışla klasik Yunan döneminin en eski efsanelerinden birine atlayarak,uzak dünyalar arasındaki zaman ve mekân uçurumlarını böyle tek bir adımlageçtiğinde, beni.n O'na ayak uydurmam güçleşiyordu."O da, Adem gibi, bir dış dünyanın var olduğuna inanmıştı."Kültürel açıdan çok farklı olmalarına rağmen, her iki gelenekte de mesajaynıydı: bir dış dünyaya inanmak demek, onun kurbanı olmak ve onuntarafından yutulmak anlamına geliyordu.Dreamer, "Dünyayı her an sen yaratıyorsun!" diye sözlerini sürdürdü."Narcissos 'un kendi yansımasını gördüğü su birikintisi dış dünyadır. Onungerçek olduğuna inanmak, onu ne pahasına olursa olsun benimsemek,kişinin kendi gölgesine bağımlı olması anlamına gelir. Böylece kendiellerinle yarattığın şey seni nefessiz bıraktığı sürece, sen yaratankenyaratılan, düşleyenken düşlenen ve efendiyken köle haline geleceksin."114


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDreamer'ın, bu efsaneleri keşfetmemi sağladığı mesajlarını, hem kutsalkitabın çağlar öncesinden gelen öykülerinde, hem de Frankenstein, AliceHarikalar Diyarında, Blade Runner gibi yeni öykülerde bulunduğunuanımsadım."Adem ve Havva 'nın cennetten kovulması her anda olur. Dünyevi yaşambizi ele geçirdiğinde, biz de onu yaratanın biz olduğumuzu unuttuğumuz heranda, sürekli cennetten kovuluyoruz. Yaratılan ancak bu aşamada karşısaldırıya geçer ve isyan eder. Bu ilk günahtır, sebeple sonucun yerdeğiştirdiği, bağışlanmaz ölümcül günah.İnsan bütün ve gerçek bir varlıktır... bu, onun kendisine egemenolduğundandır; olayların görünür dinamizmi ve konumların çeşitliliğiyerine, insan dünyanın kendisinin aynası olduğunu bilir.İster iyi, ister kötü olsun, güzel veya çirkin, doğru veya yanlış, kişininkarşılaştıklarının hiçbiri, gerçeklik değil, kendi yansımasıdır." Dreamerbunları söylediğinde, ses tonundan buluşmamızın sonuna geldiğimizianlamıştım. Benden ayrılmak üzereydi."Herkes kendinde neyi ekerse daima ve yalnızca onu biçer. Tohum da,harman da sensin. İşte bu nedenle tarihteki bütün devrimler hepbaşarısızlığa uğramıştır. Onlar dünyayı dıştan değiştirmeye kalkıştılar, subirikintisindeki görüntünün gerçek olduğunu sandılar."Do not rely anymore on the world for help. Go beyond it! Only those whohave gone beyond the world can improve the world.Bundan böyle yardım almak için dünyaya bel bağlama. Sen onun ötesinegeç! Dünyayı geliştirenler, ancak dünyanın ötesine geçenlerdir.Sözlerinin burasında bir süre durakladı. Sonra bana bir kez daha,"Ötesine geç!" diye buyurdu ve yine sessizliğe büründü. Aşmak içindünyanın ötesine geç! Bunun anlamı ne olabilirdi acaba?"İnsan yüzyıllardır, kendi yansıttığı filmdeki görüntülerideğiştirebileceğine inanarak ekranı tırnaklarıyla kazıdı. "Sayısız insan neslinin tarihin yönünü neden değiştiremediğinin yanıtıbana bir gümüş tepside sunulmuştu. Acı bir alay içeren bu bakış açısı,işkencelerin, kavgaların ve kahramanlıkların sonsuz öyküsünü tek biryargıyla özetliyordu: devasa, yararsız bir saçmalık.115


Stefaııo E. D'AnnaHiç beklemediğim bir nezaketle bana,"Sen, bu delilikten vazgeç! Savaşları, devrimleri, ekonomik, politik vesosy'al reformları unut. Her olanın ardındaki gerçek nedenle ilgilen.Düşlenenle değil, içindeki düşleyenle ilgilen.En büyük devrim, tüm girişimlerin en büyüğü, hatta tek ve en anlamlıolanı, kendini değiştirmektir," dedi.19 İnsan saklanamazDreamer beni uyararak, "Dünyaya bağımlı kalanlar, varoluşun en altdüzeylerinde ökseye tutulur kalırlar," dedi. "Tüm yaşantın boyunca, hepbağımlı olmanın kökleri olan korku ve umut arasında asılı kalarak, kendindışındaki güvencelerin ve gelip geçici mutlulukların peşinde koştun. "Konuşması sırasında Dreamer, genellikle bendeki engelleri devirip dahaderinlerime girmek istediği zamanlarda yaptığı gibi, bana gözlerini dikereköyle sert bir ifadeyle bakmaya başladı ki, ne gözlerimi kırpabildim, ne nefesalabildim. "Bütün bağımlı olanlar gibi senin yaşantın da çok korkunç.Seninki de bir köle yaşamı...Sıradanlığı ve eksikliği her gün yeni baştan yaşayarak, hayatını içinetapsettiğin ofisini bir an olsun terk etmeyi düşünmeden geçirdiğin uzun'iölelik yılları." Çapraz ateş altında kalmış bir savaş muhabiri gibisöylediklerini yazıyordum. Köklü inançlarımın üstüne bu ifadesinin etkisinigüçlendirmek için Dreamer yine,"Sana bunu tekrarlamaktan asla vazgeçmeyeceğim. Senin dışında olanhiçbir şey yok...dışarıdan gelecek hiç bir yardım yok., senin, adına 'dünya'dediğin yer, bir görüntüden ibaret... Gerçek dediğin şey ise düşlerinin ya dakabuslarının pürüzsüz bir aynaya yansıması, maddeye dönüşmesidir... " diyetekrarladı.Bu vizyon, Dreamer'ın bütün öğretilerinin temelini oluşturacak vegelecekte benim anlama sınırlarım genişleyip, sözlerinin yıkıcı etkisinedayanma gücüm artınca, birçok vesileyle bana bu sözlerinin anlamını dahada derinlemesine açacaktı. O ana dek bütün öğrendiklerimin tepetaklakedilmiş olması nedeniyle bunları ilk kez duyduğumda nasıl beynimdenvurulmuşa döndüğümü çok iyi anımsıyorum.116


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Realize that the world is in you and not vice versa!Dünya senin içinde, aksini düşünme!Dünyada olan ya da ona ait olan hiçbir şey yoktur. Bu dünya seni nekurtarabilir, ne de sana yardım edebilir." Ardından, konuşması öğütvermeye dönüştü; bunlar yalnız bana değil, bütün insanlara bir çağrıniteliğindeydi. Sesi, takdir etmeyi bilmeyen, hatta doğru kullanacağındanbile endişe duyduğu birine çok büyük bir serveti emanet eden birinin sesigibi hüzün yüklüydü."Özgürlüğün peşinden koş, bu sefil insan kalabalığından uzaklaş!...Hissetmeyi yeni biçimiyle hayata geçir. İçindeki sonsuzluğu ele geçir,böylece galaksiler kum taneleri haline gelecektir...Vizyonunu genişlettiğinde dünyanın küçüldüğünü göreceksin... Vizyon vegerçeklik bir ve özdeştir. Bütünlüğü ara. Başkalarına aşılmaz görünensıradağlar senin gözünde küçük tümsek yığınlarından farksız olacaktır."Bu sözlerinden sonraki suskunluğunu, aklımdan geçenleri O'na iletmemiçin bir davet olarak yorumladım ve bazılarını düşüncesizce sıralamayakalkıştım. Yaşantımızdaki her türlü olay ve koşulun bizden kaynaklandığıgörüşünü kabul etmemin zorluğundan söz ettim. Konuşmamda her türlütartışmacı vurgulamadan kaçınmak üzere bütün önlemlerimi aldım ve biryabancıyla genel bir durum değerlendirmesi yaparken takınmayaçalıştığımız, üstün olan tarafa yakışır, bilgece bir ses tonuyla konuştum.Dreamer'ın sözlerini benimkilerden ayıran sorumluluk basamaklarındakiuçurumlarla ölçülecek kadar uzak olan mesafeyi göremeyecek kadar körolduğumu fark ettim.Sözlerimi, "İster soğuk algınlığına yakalanmış olsun, ister bir uçak kazasınakurban gitsin, bir insanın başına gelen olayların, onun psikolojisinin veoluş durumlarının maddeleşmesi sonucuna bağlamak bana göre olanaksız,"diye bağladım. Dreamer'ın vizyonu beni hem hayran bırakmış, hem dekorkutmuştu. Düşüncelerimin izinden gittiğimde, uygarlığımızın, bugünedek dünyayı bölen iki karşıt görüşe kadar uzanan köklerine iniyordum.Klasik Yunan dönemi, lütuflarmı körü körüne bağışlayan bir Talih Tanrıçasıolan Fortuna'ya inanıyordu. Fortuna gözleri bantlı olarak tasvir ediliyordu.117


Stefaııo E. D'AnnaBuna karşuı, Antik Roma ise homo faber 'e inanıyordu.Roma'nın gözleri çok bozuk olan tanrıçası Fortuna ise insanların bireyselerdemlerine saygı göstermekteydi.Aklımca, Dreamer'm Roma'daki dünya görüşünü taraf tuttuğunainanmıştım. Daha bir yargıyı kurgulamaya bile zaman bulamadan, bundanönceki bazı korkunç anlarda da olduğu gibi, sesi damarlarımdaki kanıdonduran bir kükremeyle yükseldi."...Sen burada kendin gibi birkaç iş arkadaşınla toplantı salonundamuhabbet etmek için mi bulunduğunu sanıyorsun?" Tam bu sırada sözünüvurgulamak istercesine işaret parmağıyla orta parmağını bitiştirip sağkulağına hafif hafif vurdu ve "Beni dikkatle dinle..." dedi."Dünya senin oluş durumlarını yansıtır demek, Luisa'nın kanserdenölmediği anlamına gelir. Onun ölümü, senin içinde taşıdığın dramın,ölümcül kederinin sahnelenen temsilidir... Bütün diğer olaylar gibi bu olayda, yalnızca senin Oluş durumlarını gösteren bir işarettir... Durmaksızınkendini suçlayarak ve kendinden yakınarak bu gerçeği gizlemeye çalışsanda, aslında senin hüzün dolu ezgin, bir adak töreni gibi varoluşunun tümsıkıntılarını ve zorluklarını birer birer davet etti."Ani bir sessizlik oldu.İçimde, beni karanlık bir engele doğru bastıran tuhaf bir sıkıntı vardı.İçimde hareketsiz ve sert bir kayaya benzeyen bir yer giderek beni içineçekecek kadar geniş dipsiz, karanlık bir kuyuya dönüştü. Yüreğim 360derecelik göğüs kafesinde delicesine çarpıyor ve ciğerlerimde bir damlahava kalmamışçasına nefes darlığı çekiyordum. Sonsuz bir düşüşün midebulandıran sersemletici etkisini, umutsuzluk ve utanç dolu yardım isteyensessiz bir çığlığın, tek bir noktada toplanmış gibi hayatımın bütün acılarının,varlığımın en uç liflerinde yankılandığım hissettim. Ancak o tekrarkonuşmaya başladığında yeniden soluk alabildim ve soluyabileceğim tümhavayı yutarcasına ciğerlerime çektim."İnsan saklanamaz!" Dreamer sanki gizli bir öğretiyi aktarır gibi bu kezfısıltıyla konuşuyordu.Hiç itiraz göstermeden ve çıt çıkarmadan, tıpkı bir çocuk gibidinliyordum O'nu."En küçük hareketimiz, her görüşümüz, her düşüncemiz ve yüzümüzünaldığı her şekil ve her ifademiz sonsuzlukta kaydedilir."118


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBana bir film karesi gibi, her anı yaşama biçimimizin oluşta meydanagetirdiği iniş veya çıkış hareketleriyle bizi, başımıza gelecek olaylarla nasılaynı dalga boyuna getirdiğini anlattı."A man cannot hide! insan saklanamaz\ Burada, benim yanımda,varlığının önünde tek başına duruyorsun. Burada ortak olmak vesendikalaşmak yok. Bu odaya girdiğin andan itibaren geçmişinden hiçbirşeyi yanında getiremezsin, zaten bir yalan olan adını ve üstlendiği rolünükapının dışında bırakırsın. Burada tutunabileceğin çengeller yok... Buradasenin karşında duran senden başka kimse yok..." Açıkça titrediğimi gördü;ateşim çıkmış gibi dişlerim birbirine vuruyordu. "Korkmayı bırak vesaklanmaktan vazgeç! Sende, anlamsız olduğu için ölmesi gereken bir parçavar. Bu ölüm, senin için büyük bir fırsattır... Bunu ancak sen yapabilirsin..."Fiziksel bir acıyla, Dreamer'ın, yıllardır içimde birikerek artık bir kayagibi sertleşmiş olan bilgisizlik ve psikolojik çöplük katmanlarımın arasındanbirer birer geçtiğini hissettim.Söz verir gibi tatlı bir fısıltıyla konuştu. "Hiç durmaksızın çalışır vekendini yıpratmak için harcadığın yılların kadar zamanı bu işe adarsan, birgün zamanın çökeceğini ve içinde açılacak bir tünelin seni en gerçek ve endoğru parçana, herkesin bir gün yeniden birleşmesi gereken parçasına,kendi düşüne yönelteceğini göreceksin." Dreamer'ın bunları söylediktenhemen sonra bakışlarını benden çekmesiyle, ben de yeniden nefes almayabaşladım. Su üstündeki yansıması gibi bedeninin dalgalandığını gördüm.Anlaşılan beni terk etmeye hazırlanıyordu. Millerce mesafeyi tek bir nefeslekoşmuş biri gibi aniden dayanılmaz bir yorgunluk hissettim. Bacaklarımbeni taşımaz oldu. Günün doğmakta olan ışıklarının uzayan gölgeleriarasında şimdi daha belirgin bir hale gelen halının üzerinde diz çöktüm vebir ölü gibi olduğum yere yığıldım.119


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBölüm IIIBeden1 "Dünya sensin"Dreamer'la son buluşmamızın üzerinden birkaç ay geçmişti. Botanikbahçesinin etkileyici atmosferinde, havuz başında işittiğim sözleri hâlâzihnimi tedirgin ediyordu. Hele korkunç bir sesle "Kes!!!" diye bağırışı sıksık kulaklarımda çınlıyor ve yankısının içimde yarattığı boşluk hissiniunutamıyordum. Uzunca bir süre başka bir şey düşünemedim. Tuttuğumnotları her fırsatta yeni baştan okuyordum ve her okuyuşumda sözlerininkimyası tüm canlılığı ve kuvvetiyle içimde o ilk duyduğum andaki etkiyibana yeniden yaşatıyordu. Diğer yandan, New York yaşamı da beni hergeçen gün biraz daha hızlı bir şekilde içine çekmekteydi.Hayatım, ACO'daki işlerim, çocuklarım ve Jennifer'la kurduğumuz ailehayatının günlük düzeni, tıpkı bir nehrin kendi yatağında akması gibi, eskibiçimini almıştı. Dreamer'la birlikte olduğum zamanlarda depoladığım okıymetli cevher uçup gitmiş, ruhsal durumlarım, düşüncelerim,davranışlarım hatta kullandığım sözcükler bile onunla karşılaşmadan öncekihaline geri dönmüştü.Bir akşam işyerinden birkaç arkadaşımla yorucu iş gününü New Yorkusulü sonlandırmak üzere Madison Sokağı'ndaki bir bara gitmiş, bir kadehbir şey içiyordum. Aramızdan birinin doğum gününü kutluyorduk. Bir andabirileri dünyanın ses ayarıyla oynamış gibi, tüm bar ve müşterileri sessizliğegömülüverdi. Zaman yavaşladı. Gözlerim dostlarımın alkolden şişmişyüzlerine takıldığında, onların sessiz kahkahalarının ardına gizlediklerikederli ifadelerini tüm çıplaklığıyla 'gördüm'. Elimde olmadan, alaycı biryaklaşımla, böylesi kederli bir toplantıyı 'happy hour' diye adlandırmanınne büyük bir tuhaflık olduğunu belki de ilk kez fark ediyordum.Soma, ani bir acıyla bir şeyleri eksik bıraktığım, hayati önem taşıyan birşeyi ihmal ettiğim hissi yüreğime bir bıçak gibi saplandı.121


Stefaııo E. D'AnnaGünün bu saatinde böyle bir yerde bulunuyor olmamın anlamsızlığı, yeriniDreamer'ı yeniden görebilmek için duyduğum derin özleme bıraktığında,tüm varlığımın bu arzuyla kaplanmış olduğunu hissettim. Sessiz, umutsuzbir çığlıkla ona seslendim. Şimdiye dek hiç kimse, canının kurtarılması içinböylesine derinden ve anlamlı bir S.O.S. göndermemiştir.Birkaç gün sonra asistanım Valery, her sabah olduğu gibi bir elinde birfincan sıcak beyaz çikolata, diğer elinde ise gizemli bir zarfla odama girdi.Kocasının ihanet delilini eline geçirmiş bir kadın edasıyla, önce zarfı açtı,sonra içinden çıkardığı uçak biletini gözüme sokmak istercesine bir süreelinde salladı, soma onu kızgın bir ifadeyle önüme bıraktı.Sitem dolu bir sesle, "Demek, Barselona'ya gidiyorsun, öyle mi?" dedi."Bana haber bile vermeden...Teşekkür ederim." Sekreterimin bu sözleri,sesinin tınısı söylerken takındığı tavırla bütünleştiğinde gördüğüm şey, tümyaşantımı berbat eden binlerce tavizin bedenleşmesi gibiydi.O'nunla buluşuncaya kadar birçok salondan geçtim. Sırtı bana dönüktü,taş şöminenin küllenmeye yüz tutan ateşini canlandırmakla meşguldü.Şöminenin metal paravanının üzerinde, titizlikle işlenmiş, büyük bir armagöze çarpıyordu. Çok büyük bir tablo, siyahtan griye uzanan tonlardaresmedilmiş miskin adımlarla yürüyen bir işçi grubunu gösteriyordu.Ortega'nın fırça darbelerini tanır gibi oldum.Yalazların aydınlattığı Dreamer'ın profilinden başka bir şeygöremiyordum. Yüzündeki yansımanın, yalazların aydınlığından değil,kendi esmer teninin ışığından şömineye yayıldığı izlenimine kapılmıştım.Üstünde ince ipekten bir ropdöşambr vardı. Doğuştan soylu ve varlıklı olmaayrıcalığının görkemli bir yaşam sürmek durumunda bıraktığı bir aristokrat,bir asilzade gibi duruyordu. Ruhumun içinde açılan küçük bir kapıdangeçerek ilk karşılaştığımız ana geri döndüm. O zaman da sırtı bana dönüktü.Bu benzerlik beni huzursuz etmeye yetti. O zamanki sözleri hâlâ tenimiyakıyordu; bunu hissedebiliyordum. Ayrıca pek de hoş olmayan benzer birkarşılaşmayı bir kez daha yaşayacak olmanın kaygısı gitgide içimdebüyüyordu. Dreamer'ın suskunluğu uzadıkça uzadı, üstelik oradaki varlığımıfark ettiğine dair her hangi bir işaret de vermiyordu. Birçok oda ve salondanoluşan bu görkemli malikânedeki etkileyici Mas Anglada kütüphanesiniinceliyor, giderek artan bir sıkıntıyla vakit geçirmeye çalışıyordum.Bulunduğumuz salonun duvarları, yerden tavana dek, marnlamayacak kadarçok sayıdaki kitapla hıncahınç doluydu. Odanın yer döşemesi üzerinde,boydan boya sırlı küçük seramik parçaları bir puzzle gibi bir araya122


Tanrılar <strong>Oku</strong>lutoplanmış, canlı renkleriyle bir Chagal tablosu oluşturmaktaydı. Adlarınıseçebilmek için bakışlarımı göz hizamdaki kitaplara yoğunlaştırdığımsırada, O yüzünü bana dönmüş ve gür sesiyle ortamın durağan havasınıbozarak, "Benden uzak kaldığında kendini alçaltıyor, ölüm planına geridönüyorsun," dedi. Çelik kadar keskin bakışlarının bir kılıç darbesi gibibedenimi bir baştan bir başa delip geçtiğini hissettim. "Beni unuttuğunda,kendi kendini tekrarlamanın kör kuyularına düşüyorsun. Yaşantındaolanları bir kısırdöngü gibi yeniden yaşıyorsun ve üstelik sadece bunlarıdeğil, aynı şekilde endişelerini deyeni baştan tekrarlıyorsun."Bu söylemin verdiği dayanılmaz acı ve tehditkâr ses tonunun ötesinde,sözleri insana tazelik veren ölümsüzlük esansını ve sınırsız özgürlüğünhuzur veren parfümünü yayıyordu. Arada geçen zaman sanki donup kalmışda, şimdi, O'nun dönüşüyle yeniden akmaya başlamış gibi, Dreamer, aylaröncesinde bıraktığı yerden söze başladı. Ben de bloknotumu çıkarıp hersözünü kâğıda dökmeye başladım."Notlıing is externall... Dışında olan hiçbir şey yok! Buna rağmen senhâlâ güveni başkalarının gözlerinde, mutluluğunu ve gerekli çözümleri yineseninle aynı hastalığı çeken bir dünyada arıyorsun. Diinya senin tenindir.Dünya sensin! Sen her zaman ve sadece kendinle karşılaşıyorsun."'Ya diğerleri?" dedim."Diğerleri 'senin dışındaki' sendir!... Onlar senin zamana dağılmışparçalarındır. Bütünden ayrılmış Oluşun yansımalarıdır..." Dreamer bukonudaki sözlerini bitirirken, "Bu, tüm günahların üstündeki en büyükgünahtır," dedi. Bu buluşmamız süresince de, yazgımızın bağımlı olduğuirademiz dışında var olan, özellikle dışımızdakine yani bir dış dünyayainanmamızı sağlayan ölümlü bedenlerimiz üstüne sayfalar dolusu nottuttum.2 Psikolojik cücelerDünyanın tarifine ilişkin olarak, Dreamer, gerçeği algılamak konusundabize verilen 'ilk eğitimde' bize dünyanın, karar veren, uygulayan ve kendiiradesini dayatan dışımızdaki bir varlık gibi algılama şeklinin öğretildiğiniaçıkladı. İşte insanın, gerçeklik karşısında kendisini sürekli tehlikede ve birkurban gibi hissetmesinin nedeni de budur dedi...123


Stefaııo E. D'Anna"İşte insanlar, küçük psikolojik cüceler haline böyle geldiler... hattaböcekten bile küçük. Kuyruklarını bacaklarının arasına kıstırarak dünyaüzerinde dolaşıyor, bir tür suçluluk duygusu besliyor ve korkuyorlar.İnsan bir kez bu alçalma düzeyine indiğinde, ihanet etmekten,suçlamaktan, yakınmaktan, kendine acımaktan ve yalan söylemekten,özellikle de, yaşadığı sorunun önemsiz, takıldığı ayrıntıların değersiz, aradabir karşılaştığı sorunların ufak tefek ya da anlık terslikler olmasının dışındayaşantısının aslında mükemmel olduğuna inanarak kendine yalansöylemekten başka bir şey yapamaz hale gelmiştir.Bütünüyle körleşmesi sonucunda, yaşantısında hoşuna gitmeyen birdurumun ve tamamen önemsiz görünen bir ayrıntının arkasında tüminsanlığa bulaşmış aynı hastalığın bulunduğunu görmek dahi istemez.Yaşamının tek bir atomunu değiştirmek için her şeyi değiştirmesi gerekir.Düşünce biçimini, kararlarını ve genel geçer dünya görüşlerini baş aşağıetmesi gerekir!"Dreamer konuşmasını, İsa'nın bedeninde açılan beş yaranın, aslındayatay konumdaki insanı, varlığının en alt kısımlarına mıhlayan beş duyununsembolü olduğunu açıklayarak bitirdi."Dünyayı yaratanın sen olduğunu ve dışındakilerin seni değil, seninonları memnun ettiğini anladığında... gördüğün, işittiğin ve dokunduğun herşeyin senin yarattığın şeylerin sonucu olduğunu anımsadığında, korkularında son bulacak...Dünya çiğnediğin bir sakız parçasıdır, dişlerinin biçimini alır," dedi. Bubenzetmesi çok hoşuma gitmişti., söylemek istediğini öylesine alışılmamışve sade bir biçimde açıklıyordu ki, Dreamer'ın unutulmaz özdeyişlerininarasına hiç vakit kaybetmeden bunları da yazıverdim."Unutma ki, dünya ve diğer insanlar, bizim gerçekte ne olduğumuzunen yalın, en samimi ve en dürüst ifadesidir.Dünya böyledir, çünkü sen böylesin.The world is such becauseyou are such."Bir işaretiyle büyük perde kenara toplandı ve camdan bir duvar açığaçıktı. Ötelerdeki tepelere, asma bağlarının yoğun yeşiline ve toprağınüzerinde yeni sürüldüğünü gösteren yol yol açılmış koyu renkli izlerebaktım. Mas Anglada arazisi sanki sonsuzluğa uzanıyordu. Sesi bir vaadintatlı tınısını taşıyordu. "...Beni anımsa! 'Düş'ü anımsa!" dedi.124


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"işte o zaman has talihiz, kusursuz bir dünyayla buluşman anmeselesidir... yeryüzü cenneti bir Oluş durumunun halinin, 'portatif bircennetin' yansıyan görüntüsüdür... Onun saf halini koruyabilmek, tümatomlarını, bir arada tutabilmek için, sürekli tetikte olmak, daima 'müdahaleetmek' gerekir..."Elimin altındaki defter sayfaları tıka basa dolmaktaydı ve ben O'nuizlemekte zorlanıyordum. Önemini vurgulamak için 'müdahale etmek' fiilinibirçok kez daire içine aldım ve ilk fırsatta da kendisine, bu ifadesiyle neyikastettiğini sordum.Dreamer sorumu, sözlerine hayati önem taşıyan bir sırrı açıklar gibi özelbir derinlik katarak, "Bunun anlamı, bir kişinin kendi karanlıklarına nasılgireceğini bilmesi ve oralara ışık tutması demektir," diye yanıtladı.Uzunca bir süre suskun kaldı ve O'nun bu duraksaması, bana derinanlamlar taşıyan bir şeyler söylemek üzere olduğunu, ama sözlerinin benimanlama eşiğime takılmasından endişe ettiği için kararsızlık yaşıyor gibigelmişti. Nefesimi tuttum ve bana güvenmesini içten ümit ederek bekledim.Elleriyle önce etrafımızdaki yalazlarla aydınlanmış şömineyi, kitaplarlasanat eserlerini, ardından parkın canlı yeşilini ve devasa malikâneyleçevrelenmiş, neredeyse bir göl kadar büyük olan havuzu göstererek, "Eğercennetime tek bir cehennem parçasının bile girmesine izin verecek olursambütiin bunlar ortadan kaybolabilir," dedi."Bir giin bir cennet edinmek ve elinde tutmak istersen, ona bayağılıklar,dikkatsizlikler ve kendi iç ölümlerinin karşısında nasıl siper alacağınıöğrenmen gerekir. Bir ışık işçisi kendi ışıltısını, kendi mutlu ve tam olandünyasını yansıtır ve hiçbir şeyin onu gölgelemesine izin vermez..."İşte bundan soma, Dreamer'ın 'tetikte olmak' sözüyle tam olarak demekistediği şeyin içerdiği anlama içimde yetecek kadar büyük bir yer açmayabaşladım. "...Tek bir cehennem parçasının bile girmesine izin verirsem..."Bu sözler içime, ta en derinlerime dek işledi. Kemiklerime ulaştığındabilincimde bir açılma oldu. Beynimde sanki bir şimşek çakmışçasına, dürüstve hatasız bir önder olmanın ne anlama geldiğini ve varlıklarını en küçük birgölgeden sakınmak isteyenlerin işinin nasıl da zor olduğunu anladım. O'nunaşırı ciddiyetinin altında yatan nedeni, bendeki bir surat asmanın, bir serttepkinin, en küçük bir olumsuzluk işaretinin bile beni neden onun en sertazarlarına manız bıraktığını o anda anladım.Dreamer, düşüncelerin ve duyguların, kendilerini uzaktan bile belli edenrenklerden ve kokulardan oluşan fiziksel bir doğası olduğunu söyledi.125


Stefaııo E. D'AnnaDreamer'ın dünyasına, kaç kez şüphelerimin kokuşmuşluğunu vekorkularımın keskin kokusunu getirdiğimi düşününce, saç diplerime kadaryandığımı hissettim.Bizim durumumuzdaki tam olamamış, eksik kalmış insanları düşündümve ruhsal atıklarımızın, bir gaz kaçağında olduğu gibi, düşüncelerimizden veolumsuz duygularımızdan yayılan o pis kokuyu birilerinin hissedebileceğiniaklımızdan bile geçirmeksizin, etrafa yaydıkları kokuların bizi ele verdiğini,diğer yandan da bizi ciddi bir tehlikeye, çok yakınımızdaki bir felakete karşıuyardığını düşündüm."Dünya, senin içsel durumlarının mükemmel göstergesidir. Dünyaböyledir, çünkü sen böylesin; yani dünya böyle olduğundan sen böyledeğilsin.3 Bir ıstırap ezgisiArtık Mas Anglada'da değildik; havuz, park ve yöre manzarasının kırsalgüzelliği gözümüzün önünden silinip gitmişti. Tanımadığım bir kentin sokaklarındaDreamer'la birlikte yürüyordum. Limandan gelen yoğun denizkokusu, nehir sularının gizlediği görünmeyen yollar gibi dar sokakları dörtkoldan kaplıyordu. Şehrin, denizle iç içe olan bu kesiminde adım adımilerlerken, Dreamer'ın buraları çok iyi bildiği hissine kapıldım ve suyla kaplı buyerde ses yankılanmaları ve ışık yansımaları arasında yol aldıkça, içimi hafiflikduygusu kaplıyordu. Küçük çekmeli bir vagon bizi oflaya poflaya tepeyeçıkardı. Yukanda bizi, kayalık tepeler ile deniz arasında uzanan manzaraseyretmek için yapılmış harika bir teras karşıladı. Burası, insanlığın çocuklukdönemi için çok değerli olan masalların ve efsanelerin beşik gibi amniyossıvısında salland'ğı dünyanın antik bir köşesiydi.Dreamer ciddi bir havada, "Dışarıdan bakıldığında, insan kendisi içinsadece sağlık, zenginlik ve esenlik diler," dedi. İnsanın özüne seslenircesineağır ağır konuşarak, "Oysa kendisini gözlemleyebilseydi...kendi yüreğini veiçindeki ıstırap ezgisini duyabilseydi, başına belki gelecek, belki de hiçgelmeyecek korkunç olayların beklentisiyle yazdığı felaket senaryolarınınrepliklerini bir dua gibi hiç durmadan tekrarlayan sesini de işitebilecekti..."diye devam etti.126


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBiraz ileride, göz kamaştıran bu deniz ve gökyüzü manzarasının ortayerinde, gözünde siyah güneş gözlüğü, üstünde siyah tişörtü bulunan biradam duruyordu. Göbeği dikkat çekecek kadar iriydi ve kolları, daha çokbedeninin üst kısmı şişmanlamış insanlardaki gibi içe dönüktü. Bir yandanmanzarayı seyretmeye devam ediyor, bir eliyle koca bir cips poşeti tutuyor,diğerini ise hiç ara vermediği ritmik bir hareketle her daldırışında hatırısayılır bir miktar çerezi -avuçladıktan sonra, ağzına götüıüyor ve neredeysehiç çiğnemeden yutuyordu.Çenesinin ufak bir hareketiyle onu göstererek, "Gördüğün gibi bu adamkendisini öldürüyor... " dedi. "Eski zamanlardaki bir beyefendi veya farklıtarzda biri olsaydı, bu iş için kesinlikle bir silah seçerdi. Ve biz de şimdionıın silahını ciddiyetle şakağına dayamasına tanık olur, ardından da onunbu olağanüstü manzaraya son bir bakış atarken dünyaya elveda dediğiniişitirdik."Hiç tanımadığı birisi hakkında böylesine bir saptamada bulunması beniçok rahatsız etmişti. Ben O'nun sözlerinde beni altüst eden şeyin neolduğunu anlamaya çalışırken, Dreamer konuşmasını sürdürdü."İnsanın kendini öldürmesi için, silah ile yiyecek arasındaki tek fark,seçilen yöntemin çabukluğudur!"Bu sözler bir başkasının ağzından çıksaydı kesinlikle yersiz bir nükte,kötü tat bırakan, maksadını aşmış bir söylem sayardım. Oysa Dreamer şakayapacak biri değildi. Ne var ki sözlerinin beni bu denli altüst etmesini, içimehuzursuzluk vermesini kendime açıklayamıyordum. Sanırım bu şaşkınlıklagerginlik arasında gidip gelen ruh halim ve o ıstırap duygusu, Dreamer'ınhor gören aşağılaması yüzünden olabilirdi. Huzursuzluğumun asıl nedeninitahmin etmekten çok uzaktım.İçimdeki sıkıntıdan uzaklaşmak ve içimde kontrol edilemez bir biçimdebüyüyen bu açıklayamadığım düşmanca tutumu durdurmak veya en azındansaklayabilmek için aklıma gelen tek yol, esprili bir yorumla ona karşılıkvermek oldu."Her iki seçenekte de polisten müdahale etmesini ve adamın elindensilahını alıp canını kurtarmasını istememiz gerekir," derken dudaklarımdakigülümseme çoktan donmuştu. O anda susabilirdim, ama artık ok yaydançıkmıştı ve sözlerimi aynı alaycılı ifadeyle sürdürerek, "Şu anki durumagöre, polise adamın bir paket patates çereziyle canına kıymakta olduğunuihbar etmeliyiz," dedim.127


Stefaııo E. D'AnnaZaten sert olan yüzü, birden çelik gibi sertleşti ve daha da zalim birifadeye büründü, benim de damarlanmdaki kanı dondurdu. "Sen de intiharetmek istiyorsun," dedi ve alçak sesle fısıldadı. "O adam sensin!"Nakavt olmuş bir boksör gibi düştüğüm yerde, toparlanmam için banabiraz zaman verdi. Derken kesin olarak yenildiğimi ilan ederek, saymayıbıraktı. "Sıradan bir kişinin yaşantısı tek yönlüdür... O sadece sınıra gidenyolu bilir... Onun tek inandığı ve sadık olduğu şey ölümdür... insanın teközgürlüğü, kendisini ne şekilde öldüreceğini seçmektir. Kendiniöldürebilmek için, sen korkularını ve yıkıcı düşüncelerini kullanmayı seçtin.İnsan vücudu çok dayanıklıdır. Bedenlerimizi yok etmek için kendimizeizin verdik. Hastalık, çöküş ve ölüm gibi yaşlanmayı yaratan düşünce veduyguları bedenlerimize yüklüyoruz.Whatever happens in your body, happens to the world. The world is asyou are, and you are this birthless, deathless body.Bedenlerimize ne yaparsak, dünyanın başına da aynı şey gelir. Dünyasen ne isen odur ve sen de bu doğumu, ölümü olmayan bedensin."Bütün söyleyebildiğim, "Ne yapılabilir?" oldu. Bu soruyu aslında intiharetmekte olan tüm insanlık için sormak ve şöyle demek istemiştim: "Neyapmalıyız?" Elbette bunu yapabilmek için enerjiye gereksinimim vardı,ama bende olanın tümü varlığımdaki bilinmez bir çatlaktan boşalıp gitmişti.Zorlukla ayakta durmayı sürdürüyordum.Dreamer, "Onları durdurmayı ve ölümü yansıtmalarını engellemeyi denememiz,onların gözünde bizi bir kurtarıcı veya bir yardımsever gibigöstermeyecektir, tam tersine, bu girişimimiz canlarına kıymalarını sonuçtabiraz erteleyecek, ama onları bizim amansız düşmanlarımız halinegetirecektir," dedi.Alnını kırıştı arak kaşlarını yukarı kaldırdı ve sanki birazdan söyleyeceklerininsorumluluğunu taşımaya yeterli olup olmadığımı anlamaya çalışırgibi beni dikkatle inceledi ve fısıltıyla: "İnsanın 'ilk eğitiminden' mirasolarak aldığı varlığının karanlık bir tarafı vardır ki bu bir yıkımkııcaklaşmasıdır, insanı önce kendisine, sonra diğerlerine zarar veren içselbir dürtüdür." Dreamer, eski çağlardaki insanın, en belirgin özelliği "öncekendisini baltalamak ve ölüme sadakat" olan psikolojisini açıkladı. Bupsikoloji, sıradan insanın neredeyse ikinci bir doğası gibi, intihar etmek içindayanılmaz bir dürtü olarak ortaya çıkıyordu. İnsan, etrafındaki her şeyinsanatçısı, yaratıcısı ve mutlak efendisi olduğunu unuttuğu zaman, dünyanınhüzünlü yüzünün bir kurbanı olup çıkıyordu.128


Tanrılar <strong>Oku</strong>luİnsan, bundan sonra hem suçluluk duygusunun, hem de giderek büyüyenbaşarısızlığının ve yıkıcı düşüncelerinin kurbanı olduğunun algısıyla yüklübir dilencinin yaşantısını yaşamaya koyuluyor."Kendinizi gözlemleyin ! Kendinizi titizlikle irdeleyin! Varlığınızın enkaranlık köşelerine kadar girin! Her türlü şüphe ve korkunuzu, dahayüreğinizde filizlenmeye başladığı o ilk anda kendi ellerinizle boğun.Gerekirse kendinize karşı zor kullanın. Kendinize mutluluk, huzur ve netlikyükleyin. Dışınızdaki dünyanın koşulları sizi mutsuz edemez, ama sizinmutsuzluğunuz dünyadaki tiim sefaletlerin kaynağını yaratır.Yoksulluk aklın bir hastalığıdır!"4 Beden yalan söyleyemezDreamer, birdenbire yeniden konuşmaya başlayıp, "Kendine bir bak!"dedi. "Otuzlu yaşlarının henüz çok başındasın ama vücudun şimdiden biryaşlı adamın vücuduna benziyor." O anda kanın yüzüme hücum ettiğini,sanki manzara izlemeye gelmiş bu insan kalabalığının önünde beniçırılçıplak teşhir etmişçesine utançtan yerin dibine girdiğimi hissettim.Hiç acımadan sözlerini sürdürdü. "Beden, oluşu sergiler. O hep çocuksubir neşe ve zevkle uyum halinde titreşmelidir... ama sen unuttun... Bedenasla yalan söyleyemez!"Sesinde herhangi bir suçlama değil, yalnızca bir felaketi bildiren kişininsoğuk havası vardı. Tek bir darbeyle tenime batan iğnenin acısını hissettim;suçlamaya, kırılmaya izin vermeyen, yoğun ve salt bir acı. Kendimi toparladımve sırtımı doğrultmaya çalıştım ve işte tam o anda kambur yaşamaya ne denlialıştığınım ve bedenimi sevmeyip ona bakmadığım için ne denli suçluolduğumun farkına vardım. Bu noktada, doğal mizacım gereği her zamankikendime acıma alışkanlığıma sürüklenmek üzereydim ki, Dreamer buna izinvermedi. Aslında bana sunduğu çok büyük bir fırsattı. Bunu kaçırmamamgerekirdi, ama henüz hazır değildim.Değişimi bilinçsizce reddedişin bir yansıması olarak doğrudansavunmaya geçtim.Bedenime iyi bakmaktan beni alıkoyan bütün geçerli nedenleri çabucakbir araya getirdim: İşim, bitmek bilmeyen seyahatlerim, şehir hayatı, ailemingereksinimleri, Luisa'nın hastalığı, ki bununla da bitmiyordu, çok küçük129


Stefano E. D'Annayaşlardan beri çektiğim böbrek taşlan da aynı derecede önemli nedenlerimarasındaydı. Sesi, hazırladığım savunmamı kesti ve gerekçelerimi birer birerhavaya savurdu. Ben de onlarla birlikte içinde bulunduğum yerden dışarısavruldum ve kendimi Dreamer'ın gözlerinden gördüm. Oradaki görüntüm,sadece kendini savunmanın derdine düşmüş, kendini aklayacak iyigerekçeler arayan, sorumluluğunu reddederek değişmemekte direnen küçükbir adamın bayağı görüntüsünden başka bir şey değildi. Ne denli acı verirseversin, bu görüntünün gözümün önünde kalmasını isterdim, çünkü bugözlem kendimden çıkarak yine kendimi gözlemlemenin saflaştırıcı etkisini,bütünlüğün iyileştirici berraklığını deneyimlemem anlamına geliyordu. Neyazık ki görüntü çok çabuk kayboldu."Bedenin, solgun yüzün, şişmiş gözlerin ve lapacı formun seninyaşamaktan vazgeçtiğini gösteriyor. Senin fiziksel ölümünle karşılaşmayıhızlandırdığın bilinçsiz planından herkes haberdar, sen hariç!...İnsanın bedenini böyle bir duruma düşürmesi için, önce kendisine olansaygısını yitirmesi gerekir. Tıpkı avlanılması ve yakalanması için ardındakan izi bırakan yaralı bir hayvan gibidir.Varoluşun yasaları balta girmemiş ormanların dışında da farklı değildir.Varlık, beden ve dünya tektir ve aynıdır!"Bu son cümleyle allak bullak olmuştum. Oluş ile bedenin aynı şeyolduğunu, en azından bir olasılık olarak mantığımla kavrayabiliyorken,beden ile dünyanın bir neden-sonuç ilişkisi içinde bulunduğu düşüncesibenim kabul etme sınırlarımı çoktan aşıyordu.Dreamer, "Gördüğün ve dokunduğun ne varsa, hepsi katılaşmış ışıktır,algıladığın her şey ise organlarının yansıttığı görüntüden başka bir şeydeğildir," diye vurguladı. "Organların sadece senin dünyaya en yakınkısımların değildir, onlar dünyanın gerçek kurucuları, yapıcıları veyaratıcılarıdır," dedi.Ardından, bazen yaptığı gibi, gözleri yumuk bir halde, ezberinden bazısatırlar okudu, ben de onları harfi harfine not ettim:The Body is the real Dreamer.The Body dreams and its cells and its organs dream.The Body is the real maker of your personal world.Beden gerçek Düşleyendir.Beden düşler ve onun hücreleri ve organları da onunla düşlerler.Beden senin kişisel dünyanın gerçek yapıcısıdır.130


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDreamer bana, insanın gözleriyle kendisi olarak gördüğü şeyin onunbedeni olduğunu söyledi ve daha yüksek bir frekansta titreştiği içingöremediği şeyin de oluş olarak adlandırıldığını açıkladı. Sanki içindebulunduğum durumu değerlendirircesine beni yeniden dikkatle incelemeyebaşladı. "Aslında beden varoluştur...oluşun göze görünür halidir," dedi.Sesi yeniden sertleşti."Dışımızdaki bir tanrısallığa iman etmek, bedenimizin ötesinde bir varlıkolduğu düşüncesi, dünyadaki en yaygın boş inanıştır ve insanlığın en büyükkatillerinden biridir. Birçok dini gelenekte, insanın dışındaki tanrı, birruhsal rehbere, bir ruha, insanın içindeki görünmez bir varlığa olan inancınyerini tutar. Dreamer'a göre bu inanç şekli de bir katildir. Öyle ya da böyle,bedenlerimizi reddetmeye, yaşam kalitemizi düşürmeye ve bedenlerimiziöldürmek için sürekli ve farklı girişimlerde bulunmaya yönlendirildik. İşte,insanın ölümün pençesine düşmesi ve bayağılığına kapılması böyle oldu."Düşüncelerim, O'ndan öğrenmekte olduğum bu devrimci kavramlarınetrafında fırıl fırıl dönüyordu."Beden yalan söyleyemez," diye tekrarlarken, dikkatimi hementoplamamı sağlayan sert bir ses tonuyla beni dinlemeye davet etti. "Beden,Oluş'un en samimi, en dürüst kısmıdır. Bedenimiz bizi ele verir. İçindebulunduğumuz durumda, bizim bir bütün olmadığımızı ve çatışmacılığımızısergilemektedir." Sessizce boğazımı temizledim ve hafifçe öksürdüm.Dreamer ağır adımlarla aramızdaki mesafeyi birkaç milim kadar kısalttı;gözlerinden vahşi bir varlığın yırtıcılığını ve onun masum acımasızlığınıokuyabiliyordum. Hava karardı. Kendimi amansız bir düşmanla karşıkarşıya kalmışım gibi hissettim. Kontrol edemediğim büyük bir sıkıntıyadoğru yuvarlanıyordum. Korkunç bir sesle, "Öksürmek... senin kendincebana hayır demen... yani karşı koyma ve ayak direme biçimindir," dedi."Ben, senin yaşlanmana, hastalanmana ve ölmene ayak direyen tekengelinim. Ben, seni geçmişindeki müşkülpesentliğine... kendini aynıdöngüde yineleyişine... rastlantısallığına geri dönmene bir engelim.Ben yanında olduğum sürece kendini alçaltamayacaksın. İşte bu yüzden benien kötü düşmanın olarak görüyorsun.Alçalmaya ve ıstıraba giden eski yolunda hipnotize olmıış bir haldeyürümek, tırmanmaktan... akıntıya karşı yüzmekten... ve yoksulluğa, yaşlılıklahastalığın zulmüne, ölümün bayağılığına baş kaldırmaktan çok dahakolaydır..." Benim için sözlerine kısa bir ara verdi ve ben, bir deniz kazazedesininkaraya ilk çıkışında yutarcasına aldığı soluk gibi, bu sessizliğe131


Stefano E. D'Annasıkıca tutundum. Bu sözler, beni koyu bir karamsarlığın içine düşürmüş,bedenimdeki tüm enerjiyi son damlasına kadar boşaltmıştı. Şimdiye dek kimsebenimle böyle konuşmamıştı ve ben kendimi asla böyle hissetmemiştim. Kimdibu varlık? Tenimi bir bisturi gibi deşen, böylesine inatçı ve keskin sevgisi nasılbir şeydi?Dreamer, "Benim yanımda yaşlanmayacaksın, hastalanmayacaksın veölmeyeceksin," derken, duyduğum bu ebedi sözler karşısında donupkalmıştım. Bedeninin titreşimlerini daha üst bir seviyeye nasıl çıkaracağınıöğrenirsen, onun tehdit eden zararlı görüntüsünden ölümcül dünyayı yokedeceksin. Savaş alanı bedenin kendisidir."Ne var ki, ölümü kendisine rehber edinen sizlere, ışık ve yaşam, dehşetveren şeyler olarak görünmektedir. Zaten sizinle Benim aramda var olanhodri meydan mücadele de bu yüzdendir..."Bu olağanüstü mesajını, 'sizler' diyerek dünyadaki tüm insanları içinealacak şekilde kapsamını genişletti. Bu hiç tanımadığım şehrin sözcükleresığamayacak güzellikteki manzarasına kuşbakışı uzanan bu terasta,Dreamer'ın huzurunda ayakta dinleyen artık ben değildim, bunları bütüninsanlık duyuyordu.5 "Azla yetin!"Dreamer sakin, donuk bir ifadeyle, "Aramızdaki bu mücadele ancak senebediyen değiştiğinde son bulacaktır," dedi. "Sana sert, acımasız biri gibigörmüyorsam; sen de buna karşılık acı duyuyorsan ve beni gözlerini kanbürümüş bir canavar olarak görüyorsan, bu senin anlama zorluğunun vedeğişime olan direncinin bir yansımasıdır... Benim yanımda, eğer istersen,kendi kaderinle birlikte, binlerce insanın kaçınılmaz yazgısını dadeğiştirebilirsin "Yumruğunu ağır ağır sıkan bir el gibi, yeni bir kararlılık, bir kesinlik,varoluşa ilerlemesi için yolunu açıyordu; o ana kadar korkunç bir biçimdesüregeldiği gibi, artık dünyaya ve diğer insanlara bağımlı olmakistemiyordum. Unutkanlığın ve rastlantısallığın tüyler ürpertici ipleri ileoynatılan biyokimyasal bir kukla ve bir gölge olmak istemiyordum.Dreamer'ın akla karayı seçerek bana yerleştirmeye çalıştığı bu ilkeleri, aslayolundan saptırmadan, olduğu gibi hayatıma geçirmek için elimden gelenher şeyi yapacağıma dair kendi kendime yemin ettim.132


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Hala zamanın varken kendi kendine gerçekleştirdiğin felaket tellallığınile savaşmak için tüm gücünü kullan. Tüm hayatın boyunca yenilgi vebağımlılık için programlandın. Bu görüşü yık ve hayatın boyuncakarşılaşmış olduğun bozulmuş yetişkinler ve tüm kara talih ustalarıtarafından sana aktarılan dünya tarifinden kurtar kendini!. Hastalığa veyaşlılığa inanmaktan vazgeç... Yalan söylemeyi bırak!... Bütün bunlarabaş kaldır ve sırtında taşıdığın ağırlıkları at gitsin... Sırtını doğrult, boynunuve başını dik tut. Gereksiz kilolarından, yağlardan ve yalanlardan kurtul."Benimle şişman biriymişim gibi konuşuyordu. Beni inciten sözlerininyüreğimi yaktığını hissettim, katlanılması zor bir haksızlık karşısındaduyulan kör bir hınçla dolmuştum. Aslında, kilom seksen beşin birazüzerindeydi ve bana göre, benim boyumdaki biri için hiç de aşırı değildi.Dıeamer'la benim aramda oluşan bu küçük sayılabilecek ayrılık,açıklayamadığım fiziksel bir acıya dönüştü. İnsanlar arasında sadece doğalve kabul edilebilir olmakla beraber, tarafsız bir aydın olmanın ve güçlü birkarakterin belirtisi de sayılan farklı görüş ve düşünce biçimleri, Dreamer'labirlikteyken bağışlanamaz oluyordu, hatta yasadışı gibi geliyordu. Şimdiyekadar, O'na gözle görülemeyecek kadar incecik liflerle nasıl bağlıolduğumun ayırdına çoktan varmıştım. Yıldızlar arası mesafeleri kat ederekbir araya gelen varlıklarımızın, birbiriyle yavaş yavaş nasıl sarmalandığınıgördüm. Görünmeyenden doğan mitolojik bir varlık ortaya çıktı ve zihniminiçinde bir baştan bir başa doludizgin koşan, yarı insan yarı at vücutlu birkentaur biçimini aldı. Bu varlık, gelecekten capcanlı bir belirti gibi, insanıntüm geçmiş nesillerinin ufuk çizgisine doğru bir sıçrama yaptı ve ben buyeni varlığı, yarı insan-yarı düş olan yeni türün özgün örneğini tanımıştım.Nedenini bilmiyorum, ama bu görümü acilen zihnimden uzaklaştırmakihtiyacı duydum. İçimde, onu gizlice çalmışım ya da bir insan görmemesigerekirken Aktaion'un gördüğü şeyi ben istemeden gözetlemişim gibi bir türmahcubiyet, tarifsiz bir suçluluk duygusu uyanmıştı. Suçüstü yakalanmaktankorktum. Ancak Dreamer da sanki imgelemem için beni serbest bırakmışgörünüyordu.Sonrasındaki suskunluk süresi, düşüncelerimi yeniden toparlamama, enazından eski doğrularımın kırık parçacıklarını önceki haline getirmem içinbana zaman verdi.133


Stefano E. D'AnnaAğzından çıkan her sözü yazdığımdan, beni uzun bir bakışla inceleyerekeırfin olduktan sonra, tenimde hançerlenmiş gibi hissetmeme yol açan ocümleyi söyledi: "Yiyecek ölümdür." Ve tıpkı daha önce olduğu gibi, yineişittiğim bu sözler karşısında buz kestiğim sırada, O konuşmasını sürdürdü."Bedenin, yiyeceklerin sana şantaj yaptığının göstergesi.. Erkenyaşlanman, senin azla yetinmekten uzak olduğunu, aklını kullanmadığını vesevgi yoksunluğunu ortaya koyuyor." Bu sözleri söylerken, bir yandan dabakışları beni delip geçiyordu.Benim şaşkınlıktan dehşete kapılan, gülünç derecede acıklı görüntümkarşısında aniden kahkahalarla gülmeye başladı.Alaycı bir ifadeyle, "İnsanoğlu, ölüme sadık olduğu kadar yiyeceğe desadakatle bağlıdır," dedi. Ardından beni ikna olmaya zorlarcasına, "Bu boşinanışları terk et!" dedi.İnsanların, bırakın ölümü, yiyeceklerden boş inanç diye bahsettiğini dahaönce hiç duymamıştım. Lupelius'un elyazmasmda bununla ilgili insanlarınkendi kendisinin cahili olması, olumsuz duygulan ve yiyeceklerin ölüme yolaçan belli başlı unsurlar arasmda olduğunu okumuştum, ama bunu okumaklaDreamer gibi birisinden duymak aynı şey değildi. O'nu sadece dinlemek bileinsanlığın daima inanmış olduğu her şeye meydan okuma ve en sarsılmazinançlara bir saldırı idi. Sanki derin bir uçuruma düşüverecekmişim gibigözlerim karardı. Dahil olduğumu düşündüğüm ne kadar insan topluluğuvarsa, her birinin kapısını açacak anahtarları yitirmekteydim. Sürüdendışlanmış, doğal ortamının dışına fırlatılmış bir varlığın avutulmazümitsizliğine kapıldım. Dreamer ise hâlâ, beni içine düşürdüğü kanşık halimleeğlenir gibiydi. Şüphesiz ki, bunu iyi bir işaret ve ne olursa olsun, yararsız'normal'liğimden çok daha verimli ve gelişmiş bir durum olarak sayıyordu. Birsüre sonra yüz ifadesi daha ciddileşti.Sözlerini tekrarlayarak, "Günde bir kez ye ve azla yetinen biri ol," dedi.Bu isteği öylesine anlamsız, hatta doğanın düzenine öyle ters görünüyorduki, kötü bir cinin veya bizzat şeytanın karşısında olup olmadığımdanşüphelenmeye başladım. Babam Giuseppe, savaş yıllarında uzun süre gündeyalnızca bir kez yemek yediğini bana birçok kez anlatmıştı, ama o günlerdenhep farklı bir dönem olarak söz ederdi. Çoğunun kökenleri geçmiş kültürleredayanan farklı geleneklerde, bir ritüel, bir tür inzivaya çekilme veya dinselbir uygulama içinde oruç tutma dönemleri olduğunu duymuştum,biliyordum. Çağdaş iş ortamının gereklerine ve ritmine kapılmış çalışan birkişinin, böyle bir disiplini uygulayabileceğini asla düşünmemiş, aklımdan134


Tanrılar <strong>Oku</strong>lubile geçirmemiştim. Ayrıca ne niçin? İslara inancında sıkı ve titiz biruygulama ile tutulan Ramazan orucu bile, yalnızca bir ay tutuluyordu.Benden bunu istemesinin, insafsızlık, haksızlık olduğunu, ayrıca bununzalimce ve hatta bir kişinin sağlığı açısından tehlikeli olduğunainanıyordum. Bu isteği, bende hemen ve kesinkes bir karşı çıkma duygusuuyandırmıştı."Bir gün buna hazır.olduğunda, tek bir öğün yemeğin bile aşırı olduğunuanlayacaksın. İnsanın iç organları yemekleri sindirip atmak içinyaratılmadı..."Duyguları kırılmış sesimi güçlükle denetleyerek, "Peki niçin yaratıldı?"diye sordum.Dreamer, hoş bir iddiacı tutumla, "İnsanın organları... bütün organları...düşlemek üzere oluştu! Bu onların doğal işlevidir. Beden besinlerden arındığında,yüz daha zarifleşir, zihin açık, hazır ve hızlıdır. Hücreler bileminnettar kalırlar, kendilerini yenilerler; bir iyileşme süreci, bir yenidendoğuş, yani öncelikle bedende sonra olaylar dünyasında kendini gösterenvaroluşun yenilenmesi işte böyle başlar," dedi.Yiyecekten daha yüce bir besinin sırrını bilen eski yenilmezlikokullarıyla ilgili öykülerini ağzım açık dinledim. Çok eskiden beri, hattaİskender'in fetihlerinden bile yüzyıllar önce, Makedon savaşçıları yemealışkanlıklarını en aza indiren ve bununla yetinmeyi bilenler arasındaydı.Onlar, aynı zamanda cesaretleriyle en çok korku salan ve eşsiz yetenekleriylede ünlü savaşçılardı. Adamlarıyla birlikte aynı zorluklardan, hattaen çetin mücadelelerden geçmiş olan İskender'in kendisi de çok az yemekyerdi, günde tek bir öğünle yetinirdi. Onun yenilmezliği bir efsaneydi; savaşmeydanında yanındakiler bedenlerine saplanan oklarla yere yıkılırken,kendisi ok yağmurunun içinden geçerken hiç yara almadan çıkardı."Bunun sırrı, organlar yiyecekten arındığında, kendi gerçek ve doğalişlevlerine, düşlemeye yeniden dönmeleridir. Düşleme gücüyle, günlükyaşamında bir insan neyi isterse, onu maddeye dönüştürür."Konuşmasının başında varlığımın her bir lifini karartıp tehdit eden gölgegiderek dağılmaya başladı. Sonunda biraz anlayabildiğimin farkına varınca,"Dikkat et!" dedi. "Yiyecekten sakınmak, oruç tutmak demek değildir.Benim sözünü ettiğim şey, yerine başka bir şeyi koymaktır..."135


Stefano E. D'Anna6 Açlık olmayan bir dünya"Yaşam kaynağı olarak dış dünyaya inanmaktan vazgeçtiğinde, artıkolur olmaz yiyecekleri yiyemez, kaba saba şeylerle beslenemezsin. Yükseksorumluluğunun bilincine varmış bir insanlık, hem varoluşun nitelikleriniyükseltmek yoluyla, hem de yeni bir düşünce, hissetme, nefes alma vehareket etme biçimiyle, alternatif bir besin kaynağını keşfedecektir. Gerçekbesinimiz olan bu yiyeceğin menşei bizdendir ve sadece tanımlanmış dünyayerine kendi irademiz hayatlarımızı yönetmeye başladığında yenidenerişilebilir olacaktır."Birdenbire, hatta açıklamasını henüz anlamadan önce, içimdeki karşılıklıkonuşma susuverdi, geriye yalnızca çocukça bir kaprisin uzantısı gibi birmızıldanma kaldı, ardından o da kesildi.Klasik efsaneler ve eski Yunanlıların, Tanrıların sofrasının ölümlülerinyiyecekleriyle değil, cömert bir bollukla, nektar ve ambrosia iledonatıldığına olan inançları hakkındaki bilgiyi yeniden hatırladım. Ayrıcaözgürlüğe doğru esaretten kaçan Yahudi halkının 'cennetten gönderilenyiyecekle' beslendiklerini anımsadım.Gözümün önüne, olmayacak bir şeyi getirdim: Yiyecek bulunmayan biruygarlık. Açlık olmayan bir dünya. O anda, yaşantımızda yiyeceğe ayrılanzamanın ve yerin ne muazzam büyüklükte olduğunu ve ne çok sayıdakaynak tükettiğini fark ettim. Yemeden yaşayamayacağımızainandığımızdan, açlık hayaletinin bizi kovaladığından kesinlikle emindik.Farkında olmasak da yaşantılarımızı yiyecek üstüne kurarak, bu konuyudünya çapında bir saplantıya ve sıkıcı bir etkinliğe dönüştürmüştük.Binlerce imanın azimle besin maddelerini ekmesini, biçmesini,üretmesini, yetiştirmesini, sonra onları pişirmesini, dağıtmasını, tüketmesini,öğütmesini, dışkı yoluyla atmasını düşününce bunaldım. Bakkalların,lokantaların, süpermarketlerin olmadığı şehirlerin neye benzeyeceğinidüşündüm; gözümün önüne yiyecekler ortadan kalktıktan somaki günügetirdim; çöpe atılmış erzak, boş buzdolapları, çıplak masalar, artık olmayaniş yemekleri, babaların sofrada başköşede oturmadığı ve yemek zamanlarınagöre yönetilen ailelerin olmadığı...Ambrosia: Tanrıların yiyeceği. Yunan mitolojisine göre, tanrılar ambrosia yiyerek venektar içerek yaşarlardı. Ölümsüzlüklerini de bu yiyecekle içeceğe borçluydular. EskiYunanlılara göre, Tanrılar insanların yediği ve içtiğiyle beslenecek olsalardı aslaölümsüz olamazlardı, (ç.n.)136


Tanrılar <strong>Oku</strong>luPeki, dünyada bu eksik nedeniyle açılan zaman ve yer kavanozu neyledoldurulabilirdi?Dreamer, "Vizyonunu altüst et, bakış açını değiştir" dedi. "Güzelliklere,sanata, müziğe, eğlenceye, gerçeği aramaya ve kendini bilmeye ne kadarçok kaynak ayrılabileceğini bir düşün. Yiyecekten arınmış bir toplum,hastalıktan, yaşlılıktan ve ölümden kurtulmuş bir toplum olacaktır.Kesimevlerinin ve çiftliklerin olmadığı bir dünyada suç örgütleri veyoksulluk olmayacak, fakir mahalleler, savaşlar ve çekişmeleryaşanmayacaktır. Hatta sosyal hizmet çalışanları bile olmayacaktır.Yiyecekten arınmış bir dünya, ideolojik bölünmelerin, boş inanışların vedinlerin bulunmadığı bir dünya olacaktır. Açlık çeken çocuklar veya bakımevleri olmayacaktır. Mahkemesız, hastanesiz, mezarlıksız bir dünya olurduşüphesiz... Kaynakların, insanlığın en büyük düşünü gerçekleştirmeyeayrıldığı bir dünya...İnsanlık, kendi korkularının gerçeğe dönüşmesi olan ölümü ve felaketdüzenini yenmeyi başardığında, insanlar doğuştan hakları olanı ele geçirip,varoluşlarının üstiin amacı olan fiziksel ölümsüzlüğe erişebilirler."Artık gözlerimi kayırabiliyordum. Dreamer'a baktım. İçimden onunvizyonuyla benimkini karşılaştırırken, sanki tüm gücümle bir şeyi itipuzaklaştırmaya çalışıyormuşum gibi, bedenimin gergin ve başımın eğikdurduğunu fark ettim.Dreamer, "Yiyeceğe inanmayı bırakmış, yani yemek ihtiyacından kurtulmuşbir toplum, nesilden nesle aktarılan açlık saplantısı ve onun insanıdehşete düşüren tüm uzantılarını arkasında bırakınca, çok daha amansız birdüşmanla yüz yüze gelir; yememenin sıkıcılığı," dedi.Bugünkü koşullarında insanlık, yeme alışkanlığının zararlı olduğunuanlasa ve yemekten vazgeçmeye ikna edilse bile, yiyeceklerin ortadankalkmasıyla yaşamında açığa çıkacak sonsuz zamanı göğüslemek zorundakalacaktır. Bütün öğretiler ve diinya zevklerinden elini eteğini çekenleringelenekleri bakımından yiyeceklerle ilgili olan geleneklerine yüz çevirmekteneden her zaman çok zorlandıklarını ve bunu neredeyse imkânsız saydıklarıgerçeğinin kapısını açacak tek anahtar olduğunu düşündüm. Hatta öyle ki,tarihler boyunca yiyeceğe diıenebilenler sadece azizler ve inzivaya çekilenkeşişler olabilmiş ki, bu durum onlar için de genel olarak kısmi ve geçici birzaferden öteye gidememiş. Bu düşüncemi Dreamer'a söyledim.137


Stefano E. D'Anna"Bu uzun bir hazırlık ve yeni bir eğitim gerektirir," dedi. "Hâlâ ölümsaplantısıyla korkan ve ölümün kaçınılmaz olduğundan emin olan içgüdüsel-zoolojik- bir insanlık, yiyeceğe bağımlı kalmaktan başka bir şey yapamazve bu şişmanlatan, ölümcül besinlerle dışarıdan beslenmeden yaşayamaz.İçten beslenme, farklı bir düşünce ve nefes alma yönteminin doğal birsonucudur ve olumsuz duygularla yönetilen çatışmacı kişiden, bütünle uyumiçinde olan dikey kişiye geçiş demektir.""Bu durumun ekonomiye yansıması nasıl olacaktır? Etkinliklerimizin budenli büyük bir kısmını yitirmeyi nasıl dengeleyeceğiz?" diye sordum.Sanki bir kehanette bulunur gibi, "Senin ekonomi olarak adlandırdığınşey, aslında en zengin ülkelerde bile bir hayatta kalma mücadelesindenbaşka bir şey değildir. Ne var ki, artık kabul edilemeyecek bedellerkarşılığında ayakta tutulmaktadır. Bir toplum, düşüncenin yaratıcı gücünüve onun besleme kapasitesini kavrayabilsin diye her bir bireyi için olduğukadar, tüm insanlık için de daha iyi ürünler ve hizmetler üretecektir," dedi."Yüklerinden kurtularak, hafiflemiş, daha esnek ve düşleyen bir toplum,kendisini her bireyinin eğitimine ve onun her bir hücresininmükemmelleşmesine adayacaktır."Zihnimde, geldiği kaynağı ve amacını unutmuş bir insanlığın yenideneğitilmesine kendilerini adamış kadın ve erkeklerden oluşan bir ordu hayalettim. Dreamer,"Böylesi kökten bir değişim kalabalık kitlelerle yapılamaz," dedi."İnsanlığı eğitmek için her bir bireyin ve her bir hücrenin içinde yeni birvizyon açılması gerekir. Kendi yazgısına başkaldırabilmesi ve içimizeişlemiş, dışarıdan alınacak bir şeyle beslenebileceğimize ve biziiyileştirebilecek şeyin de yine dışarıdan sağlanacağına olan inançlarımızgibi, içimizde yer eden her bir kötülüğü kökünden tutup çıkarmak üzeremücadeleye girişmek gerekir."Bu boş inanışlar, anlamlarını en çok ilaç ve gıda endüstrilerindebulmaktaydı. 0} unu unutunca, insan şeytani bir üretim döngüsünün sonhalkası haline gelmekteydi. Tüyler ürperten bir masalda veya bir korkufilminde olduğu gibi, böylesine ağır bir büyünün etkisi altında kalmışinsanlar da, yaşantılarının yarısını yiyerek, diğer yarısını da ilaç tedavilerininkontrolü altında geçirmek zorundadır. İnsanlığın en önemli görevi, düşlemesanatım öğrenerek ve bundan yararlanarak kendisini aşmaktır. Bu nedenlede beslenme gereksinimi ve gerekliliği, mutlak minimuma indirilmekzorundadır.138


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Bu içten dışa uzanan bir süreçtir. Bu denli önemli bir anlaşılmazlığıancak yeni bir eğitim anlaşılır kılabilir." Dreamer'ın vizyonuna göre,yiyeceğin ortadan azar azar kalkmasıyla birlikte hastalıklar, yaşlılık ve ölümde yok olacaktı. Hiçbir yerde duyamayacağım bu dışavurumlarını defterimekaydederken temkinlice duraksadığımı görünce, beni yüreklendirerek,"Bunu duyurmaktan korkma!" dedi. "Bu geçiş aşama aşama olacaktır,üstelik zengin ülkelerde„ çoktan başladı bile. İnsanlık giderek daha azyiyecek!... İnsanoğlu bir gün, plankton dolu bir denizde yüzdüğünü vegereksinim duyduğu anda zahmetsizce ve mücadeleye girmeden, sonsuzkaynağı kendisinde bulunan besinle donatılmış olduğunu keşfedene dek, bugereksinim de azalarak sürecektir.""İnsanın yemeden yaşaması mümkün mü?""Ben yemek yemeden yaşamaktan değil, yiyeceğin yerine başka bir şeyikoymaktan söz ediyorum.insanın bu konudaki görüşü farklı bir şekil kazandığında ve yepyeni birsayfa açarcasına şimdiye kadar inandıklarını alt üst etmeyi başardığında,daha gelişmiş bir insanlık, eski alışılmış yiyeceği daha zekice bir gıda iledeğiştirecektir..Kendisine uyutularak dayatılan bu gereksinimi bir kezortadan kalktığında, insan, diğer yaptığı işlerde olduğu gibi, yemek ya dayememek konusunda da seçim yapacaktır."Dreamer'ın bu sözleri, insana özgü zevk ve ıstıraplar konusunda deneyimkazanmak üzere, kendilerini alçaltmak pahasına, bir hayvan kılığındaOlympos Dağı'ndan canlılar dünyasına inen Homeros'un tanrılarınıanımsattı.Luisella'ya âşık olduğum günlerde ve onun gençliğinin baş döndürücüparfümü varlığımın her zerresine işlediği zamanlarda, tüm günü hiç yemeihtiyacı duymadan geçirebiliyordum. Annem Carmela'nın, benim ensevdiğim yemekleri, hatta bayıldığım lokma tatlısını ve diğer hamur işleriniönüme koyduğunda benim tabağı geri çevirdiğim andaki şaşkın bakışlarınıDreamer'a anlattım."Bu, ölümcül yiyeceklerin, daha narin ve içsel beslenme ile ikameedilmesidir," dedi. "Bu durum,artık insana ezberletilen dünya kurallarınagöre değil; kendi iradeleri, kendileri ve 'düş' tarafından yönetilen tüminsanlar için mümkün olacaktır... ""Ya anoreksi hastaları?"139


Stefano E. D'Anna"Onlar iştah kaybı yaşayanlar hasta değillerdir, onlar daha yüksekseviyedeki daha gelişmiş bir insanlığın öncüleridirler. Onlar ölüm dağıtansektöre başkaldıranlardır.""Peki, iştah kaybı yüzünden ölen insanlar var, onlara ne diyeceksin?""Hiçbir insan iştah kaybından ölmez. Bu insanlar, sadece ilkel ilaçlarınve onların yeni insanlığın öncüleri olduğunu kabul edemeyen ve buna henüzhazır olmayan yakın çevrelerinin birer kurbanıdırlar."Dreamer daha önce birçok kez yaptığı gibi, bana bu gençlerin sorunlarınıanlattı, onların yardım çağırma işaretlerinden ve yetişkinlerce kirletilmiş,artık hiçbir geçerliliği kalmamış insanlığa yeni bir yön, yeni bir çıkış yolusunabilmek için, sonuçsuz kalan umutsuz çabalarından söz etti."Sen, 'kötü alışkanlıklarından' vazgeç artık. Azla yetinen biri ol! Amaunutma, buna hazır olana dek, sakın oruç tutmaya veya gece uyanıkkalmaya çalışma. Yemeğini ne zaman bir lokma ile sınırlayacağını, nezaman bir dakika az uyuyacağını sana ben söyleyeceğim. Bunun üstündeyıllarca, yıllarca çalışmamız gerekir."Aslında, Dreamer'la birlikte olduğum süre boyunca ne benim oruçtutmam ve bir şeyden vazgeçmem gerekti, ne de O herhangi bir zorluğakatlanmam konusunda beni uyardı. Aksine, O'nu hep bolluk ve zenginlikleiç içe gördüm ben. Benim azla yetinmem, yavaş yavaş ilerleyen bir süreç veO'nun huzurunda olmanın doğal bir sonucu oldu. Felsefesine bu denli yakınolmakla birlikte, yiyeceğin Dreamer'ın gözünde yalnızca bir simge gibi,insanın dünyaya bağımlı olduğunu gösteren en belirgin işareti olduğunuanlamam için uzun bir zamanın geçmesi ve benim de çok çaba göstermemgerekmişti."insanı zehirleyen yiyecek değil, ona bağımlı olması, yani onun kendisiiçin zorunlu olduğuna inanmasıdır.Azizler ve dünya nimetlerinden elini eteğini çeken keşişler bile azlayetinme öğretisinin esas amacını kaçırdılar; azla yetinmek, yiyeceği ortadankaldırmak değil, ona olan gereksinimi, bağımlılık halini yok etmektir."Sonuçta kişinin kendi içinden beslenmesi de aslında bir tür bağımlılıktı."İçine ve kendi kendine bağımlı olmak, bağımlı olmak değildir!" dedi."Bu, kendine egemen olmaktır!"Dreamer'a göre, ölümün kaçınılmazlığı fikrini sorgulamayan kişiler,kendi kendilerini baltalama işini, çeşitli kişisel gelişim etkinlikleri, diyetler,oruçlar ve her türlü yüksek performans gerektiren spor programlarınınarkasına gizlerler.140


Tanrılar <strong>Oku</strong>luYiyecek ve uykuyla ilintili dinsel ve ruhsal öğretilerin sis perdesininarkasında, insan genellikle kendine zarar verme ve kendini ortadan kaldırmaarzularını gizler."Bilim tapınaklarının, yardımsever kuruluşların, ilaç laboratuvarlarının,gıda sanayisinin, dinsel yardım ünitelerinin, güzellik enstitülerinin, keşişlikve katı kurallara bağlı din okullarının bilinçsizce ölüme hizmet ettiklerinigörecelisin; onlar da bu ölüm düzenini beslerler, ve bu düzendeki ekonomikfelaket ile de beslenirler.. Onların sağlık ve refah, mutluluk ve uzun yaşammesajlarının altında, bilinçsiz olarak ölüme kayıtsız şartsız bir bağlılık, çokgüçlü bir hizmet anlayışı yatmaktadır."Endişeyle, "İnsanlığa içtenlikle adanmış kurumların bulunması mümkündeğil mi? Her tür bağımlılık biçimine karşı bir başkaldırıya önderlikedebilecek hiç kimse yok mu?" diye sordum. Yaşadığı ortamdan alınarakbirdenbire soğuk, bilinmeyen ve ıssız bir dünyaya terk edilmiş bir insandanfarksızdım. "Eski devirlerde gördüğümüz o kurtarıcılar, azizler, kahramanlarbunu yapamazlar mıydı?"Dreamer sorumu, "Kahramanlar, azizler, kuruluşlar, tüm bu kişilerinsanlığa hizmet etmektedir, aslında onlar, kendi kendini yok eden bugünküinsanlığa hizmet etmektedir," diye yanıtladı. "Daha gelişmiş bir toplumda,yoksulluğun ve hastalığın sürekli var olmasına yarayan çarpıtılmışözgecilikleri ve çürümüş hayırseverlikleri yüzünden bunların hepsi yasadışısayılacaktır.Dünyayı iyileştirmek, kendini iyileştirmektir. Dünyayı senin dünyagörüşün yaratır. Bu sana son derece karmaşık, saçma, hatta tümüylemantıksız gelebilir, ama dünya tam da senin düşlediğin gibidir. Onu senhasta ediyorsun. Onu harap eden tüm çatışmaların, felaketlerin, açlığın veişlenen suçların tek sorumlusu sadece sensin.Sen özünle yeniden bir bütün olduğunda, dünya ebediyen iyileşecektir!"7 Dünyayı düşleyen bedendirDreamer bu andan itibaren, öğreteceği ilkelerle uygulamaları veetkinliklerle teknikleri çok dikkatle yazmamı istedi. Hepsi çok değişik vekarışık görünüyordu, ama birlikte ele alındıklarında tam bir öğreti, bir sistemoluşturuyorlardı. Bilinmeyen bir kıtanın ufuk çizgisi gibi, eşsiz ve141


Stefano E. D'Annabüyüleyici bir evrenin doğumunun dış hatlarıyla belirdiğini gördüm.'Tanrılar <strong>Oku</strong>lu'nu' anlamamda önemli rol oynayan, paha biçilmezkitapların bulunduğu eşsiz Mas Anglada kütüphanesinde sıkı çalışmalar veincelemeler yaparak birkaç gün geçirdim. Elyazmasında karşıma çıkançizimlerle formüllerin anlamlarını Dreamer'a sordum. Lupelius beden veruhu birbirinden ayrılmaz tek bir gerçeklik sayıyordu; bir mikroptanTanrı'ya kadar uzanan çok çeşitlilikte, 'bedeni' dünyada algıladığımız herşeyin yaratıcısı olarak kabul ediyordu. Yeri gelmişken, kullandığım 'ruh'veya kimi zaman da 'öz' gibi terimlerin bana ait olduğunu, anlatılanlarıokuyucuya daha anlaşılır aktarabilmek için bunları kullandığımıbelirtmeliyim. Dreamer bu kelimelerin hiç birini kullanmadı.Lupelius'un yiyecek ve beden üstüne teorilerini öğrendikçe daha daşaşırıyordum ve onun önermelerinin getirdiği en uç sonuçlarının karşısındaçareyi geri adım atmakta buluyordum. Bazı savaşçı keşişlerin, mantıksızlıkkırıntılarına benzeyen en zorlu cümleleri aklıma takılmakla da kalmadı,beynimi oyarcasına beni sürekli rahatsız etti. Bunları Dreamer'la konuşmakistedim.Üçüncü akşam, Dreamer beni muhteşem malikânesinin şarapmahzenlerinde dolaşmaya davet edince, ben de aklımdakileri ona sormaşansını yakalamış oldum. Şaraplarını ülke, kalite ve üretim yılına göreyerleştirme düzenine hayran olmamak elde değildi; tek kelimeylemuhteşemdi. Bu kadar geniş ve eksiksiz bir şarap koleksiyonunun varolabileceği hiç aklıma gelmezdi. Şöminenin başında, en değerlişaraplarından birinin tadına bakarken, çalışmalarımın nasıl gittiğini ve kaydadeğer bir şey bulup bulmadığımı sordu. Ona Lupelius'un beden üstüneteorilerinin en çetin ve kabul edilmesi en zor noktalarından, dahası, beniözellikle rahats z eden, Lupelius'un, öğrencilerinden biriyle beden veorganlarının dünyayı yaratma kapasitesi üstüne yaptıkları söyleşidenbahsettim.Daha bu sözler ağzımdan çıkar çıkmaz, birazdan söyleyeceklerinidinlemeye bile henüz hazır olmadığımı fark ettim.O anda oradan kaçıp gitmeyi ne çok isterdim! Ama artık çok geç olduğunuve kaçamayacağımı anladığımda tutuşmaya başladım, sanki çok ciddi birtehlike içindeymişim gibi yüreğim hızla çarpıyor, demir bir mengeneşakaklarımdan sararak beynimi sıkıyordu. Dreamer'ın büyük bir otoriteylebana gösterdiği harikulade vizyonu ne kabul edebiliyor, ne dereddedebiliyordum; sonuçta bütün bu anlattıkları dikkatimden kaçıyordu.142


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDüşüncelerim dipsiz bir karanlığın kıyısında sendelemekteydi.Dreamer, "Düş ve gerçeklik arasında ne bir mesafe, ne de ayrım vardır.Aynı şekilde, var olmak ve sahip olmak, ya da inanmak ve görmek arasındada hiçbir mesafe yoktur," dedi. "Bir kişi her ne düşlerse, artık o gerçekolmuştur. Sadece, görünür hale gelmesi biraz zaman alır...Dream + Time = RealityDüş + Zaman = GerçeklikDüş, zamanın içinde kendini belli eder, çünkü sınırlı anlama kapasitemiznedeniyle onu görebilmek için zamana ihtiyaç duyarız.Zaman, insan için sihirli bir boya gibidir, aksi halde insan gözündegörünmez olan şeyleri bir anda görünür kılar.Gördüğün ve dokunduğun her şeyin, var olabilmesi için, arkasında düşvardır... mükemmel ya da korkunç bir dünyanın her haliyle gerçekolabilmesi için önceden hayal edilmiş olması gerekir. Düş, var olan engerçek şeydir. Her gerçekliğin ardında, bir düş ve her düşün ardında dabeden vardır.Hücrelerimiz, organlarımız... düşlerler!" diyerek sözlerini bitirdi.Hayal kırıklığımı ve başkalarını suçlama huyumu açığa vurarak, "Eğerbedenin düşlemesi ve dünyayı yaratması mümkünse, neden tek bir atomubile istediğim yönde değiştiremiyorum?" diye sordum.Bakışları, büyük kollu gümüş şamdanlardaki küçük alevlerin içinden MasAnglada'nın yüzlerce yıllık eski duvarlarının çok ötesine uzandı ve oradaasılı kaldı. Çenesini sol avucuna dayayıp uzun süre dalgın dalgın baktı.Sonra, "Herkese göre nesnel, durağan ve aynı olan bir dünya yoktur...Dünya, senin onu düşlediğin gibidir... Olumsuz ve yıkıcı görünen şeyler desenin hayalindeki bir çatışmanın sana geri yansımasıdır," dedi."Peki, ters giden şeyler nasıl değişecek?""Düşlerini değiştir!Düşlerini değiştirmezsen, bir kısırdöngü gibi aynı. olayların sürekliyinelendiği, bir lokomotif gibi üzerinden defalarca geçtiğin demiryolunundışına çıkman da imkânsızlaşır.Düşlemek için izlediğin sana zarar veren yolu terk etmek zorundasın.Yepyeni bir düşü düşle... düşlemek için, her şeyi isteme gücünün kumandaettiği, aşk gücünün yarattığı, kesin ve kararlılık gücünün üstün geldiği yenibir yolu öğrenmek zorundasın.143


Stefano E. D'AnnaKendine daha açık yürekli ve dürüst ol ve dünyayı değiştirmekonusundaki sahte isteğinin arkasında zaten onu nasıl planladıysan öyleolduğunu sana ebedi kılacak gizemli bir resmin olduğunu göreceksin.The world is such because you are such.Dünya böyle çünkü sen böylesin."8 İçte savaş olmazsa dışta da savaş olmaz"Dünya, 'düş un görünür, hissedilir halidir. Düşüncelerin, senin kişiselgerçekliğini yaratır. " Dreamer bir yandan benimle konuşuyor, diğer yandanevinin spor salonundaki karmaşık makinelerin birinden bir diğerine geçerek,bir dizi egzersiz yapıyordu. Burası Mas Anglada'nın uzantısı olan uçsuzbucaksız araziye hâkim olan antik bir kulenin en tepesiydi. Tavandan yerekadar uzanan camdan duvarların ardından, bizi çepeçevre saran uzaktepelerin yüzlerce yıllık yeşillikleri ve asmaları şimdi tam burada aramızakatılıp, bu odanın içinde sessiz ve güçlü duran ağırlıkların, kondisyonaletlerinin metalik bir yansıması olan çeliğin egemenliğine kafa tutuyordu.Tavandan içeriyi aydınlatan geniş bir pencere, ışık ve bulut kümelerini birİtalyan freski gibi çerçevelemekteydi."O halde herkes düşlüyor ve herkes bir dünya yaratıyor.""Kesinlikle! Herkes kendi dünyasını..""Peki, dünyanın kirlilik sorunu? Ya saldırılar, çatışmalar, cinayetler?""Onlar da senin öznel gerçekliğine aittir. Dünya, senin olduğun kadarsağlıklı veya senin olduğun kadar hastadır! Onu ancak kendi organlarınıengelleyip körelterek sen kirletebilirsin.Hatta bedenlerini kirletenler de yaratır!... O, olayları ve koşulları kendifiziksel durumunun, ama ilk önce kendi varoluş durumlarının vedüşüncelerinin yansıması olan bir dünyayı hayal eder.Thoughts are always creative at any level. Thinking belongs to your wayof dreaming and is the basic factor in shaping your destiny ".Düşünceler her düzeyde daima yaratıcıdır. Düşünme senin düşlemeyolunun bir parçasıdır ve kaderini biçimlendirmede en önemli etkendir."Böylesine büyük bir sorumluktan endişe duyarak, "Ya savaşlar veyoksulluk?" diye sordum.144


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Istırap, yoksulluk ve dünyadaki tüm çatışmalar; işkenceler vekatliamlar, hepsi düşlendi. Varlığını ciddi bir biçimde kirleten ve kendigücünden habersiz bir insanlık, gözü kara bir şekilde bunları içten içearzuladı.""Biz konuşurken, dünya genelinde yüzlerce fabrika, çatışmalarıbeslemek ve hatta insanlığı yok etmek üzere silah üretiyor ve depoluyor.Böylesine yıkıcı bir güçten kendimizi nasıl koruyabiliriz?""Kendini her türlü hipnotizma, bağımlılık ve batıl inanıştan uzaklaştır.Kimsenin bilgisine, hayal gücüne ya da kehanetine sırtını dayama. Bil ki,dışarıda seni yok edebilecek bir güç yok. Dışarıda, senin onayın olmadanhiçbir şey gerçekleşemez.Olaylar ve koşullar dünyası tamamen sana bağlıdır..bütünlüğünü sağlar,birliğine erişirsen, o zaman dünya güvende olacaktır.Öyleyse, dünya için değil, sadece kendin için endişelen.Senin içinde savaş olmazsa, dışında da olmaz. Kural budur.'Dreamer, titizlikle katlanmış temiz havlu yığınından bir tane alıp yüzünükuruladıktan sonra, onu değerli bir şal gibi omuzlarına attı ve zarif birhareketle uçlarını göğsünde bağladı."Bir insan, kendi bedenine egemen olmayı öğrenirken, evrene de egemenolabilir," dedi. Bu sırada başını kaldırdı ve gözlerini kırpmadan uzun süredikkatle bana baktı. Düşüncelerim giderek artan bir hızla, zihnimi bütünüyleterk edene dek, birer birer kayboldu.Bana bakmayı sürdürüyordu, "Kaliforniya'yı anımsıyor musun? HaniSan Fransisco 'lu o arkadaşını? " diye sordu.Başka bir şey söylemesine gerek yoktu. Kimden söz ettiğini kesinliklebiliyordum: Corıado. Bu ismin hiç duraksamadan aklıma bu kadar çabukgelmesine şaşırmıştım.San Fransisco'da yaşadığım sıralar çok iyi dost olmuştuk. Çok iyi birmüzisyendi ve henüz çok gençken, bir oryantal dansöze çılgınca âşık olupevlenmişti.Dreamer birazdan bana herkesin kendi dünyasının kâşifi ve yaşantısındabaşına gelen her olayın mutlak yaratıcısı olduğunu söyleyecekti ama buarkadaşımla bağlantılı olabilecek hiçbir şeyi anımsamıyordum.Sonra, uzak bir olayı çevreleyen hatlar giderek belirginleşti ve tuhaf biröykü o yılların anıları arasından zihnimde kendine yer açtı. Corrado,Amerikalı zencilere karşı daima bir hayranlık duymuştu.145


Stefano E. D'AnnaOnların aralarında konuşurken kullandıkları jargonu, tarzlarını, umursamazhallerini ve hatta yürüyüşlerini taklit ederdi. Onların kültürüne bayılırdı vediğer müzik türleri içinde onlannkini en üstünü sayardı. Sık sık onlarıntakıldığı mekânlara, hatta kiliselerine giderdi. Sokakta bir zenciylekarşılaşacak olsa, onlara duyduğu yakınlığı, bir göz kırpma, bir selam veyatatlı bir sözle belli etmeden geçmezdi. Karısını da bu garip takıntısınınardından sürükledi ve zamanla zenci arkadaş grupları oldu; hatta akşamlarıbirlikte ailece restoranlara, San Fransisco'nun zenci barlarına gittikleri zenciçiftler de oldu.Bir akşam, San Francisco'da, karısıyla birlikte evlerine dönerlerken, birgrup zenci tarafından, üstelik hiçbir neden yokken saldırıya uğradılar ve fenaşekilde dövüldüler. Öyle kötü hırpalanmışlardı ki günlerce hastanede kalaraktedavi görmeleri gerekti. Corrado'nun, bu kötü olayı bana anlatırken,hırsından ağladığını anımsıyorum.Dreamer, dikkatle bana bakıyordu ve belli ki yüzümde herhangi biranlama belirtisi olup olmadığını arıyordu; saniyeler birbirini kovaladı ancakzihnimde Corrado'ya dair özel bir ışık yanmadı. Onun genel olarak,müzisyenlerin ve sanatçıların düşük bir sorumluluk düzeyine sahipolduklarını düşündüğünü biliyordum. Dreamer'a göre bohem dünya zayıf vesorumsuzdu. Birçok ünlü, hatta insanların dâhi saydığı sanatçılar bile,aslında kendi sanatlarının bağımlısı, bir bireyin kendi gerçeğinin yaratıcısı,gördüğü, dokunduğu her şeyi yaratan yüce bir sanatçı olduğunukeşfetmekten korkan insanlardı. Birçok sanatçı varoluşunun nedenini bilmezve sayesinde yaşam bulduğu "düş"ün, sadece çok uzak bir ışığı olabilecekbambaşka şeylere kendisini adar. Sanatı, kendilerini tanımak vebayağılıklarının üstesinden gelmek için geçilecek bir köprü gibi kullanmakyerine ona bir ilahmış gibi sarılarak, yaşantılarını felakete sürükleyenbağımlılık durumlarını içinden çıkılmaz bir hale getirirler.Özgürlüğün daha yüksek mertebesine ulaşmış ve adımlarım Oluşbirliğine çevirmiş bir kişi, artık bir sanatçı olamaz. Dünyanın yaratıcısı vesanatçısının sen olduğunu anladığın zaman ne resim yapabilirsin ne de birparça besteleyebilirsin.Dreamer'a göre yaşamın kendi anlamı, her türlü bağımlılık ve köleliktenözgürleşmektir. Roller, tüm roller, aşılması ve terk edilmesi gerekenhapishanelerdir. Ancak, bu düşünceler, yine de beni bir yere götürmüyordu.146


Tanrılar <strong>Oku</strong>luCorrado bir müzisyendi; yaşamını sürdürmek için elbette müziğinebağımlıydı. Dreamer'ın bana böyle bir anıyı hatırlatma nedenini bir türlüanlayamıyordum.Dreamer, benim daha fazla kafa yormamın bir zaman kaybı olduğukanısına varmış olmalı .ki, söze girdi. "Bu kaza hayatın ta kendisidir,Oluş 'unda dokunmak istemediğin yere dokunmanı, görmek istemediğin şeyigörmeni sağlamak için yaşamın hem şiddet, hem de şefkatle üstümüzegeldiğini gösteriyor. Bu olay, dostunun kendi yalanını, üstü örtülüırkçılığını, uzun zamandır içinde taşıdığı şiddeti görmesini ve sonunda daonu özgür bırakması gerektiğini anlattı!"Dreamer, aynı hastalığın farklı yönlerini gösteren ikiyüzlülük ve kendinikandırmak konusunda Corrado'nun yaşantısından bazı önemli kesitler seçti.Aceleyle verdiği evlilik kararını bile, o kadın için duyduğu gerçek sevgidençok, Birleşik Devletler'de kalabilmek ve bir Amerikan vatandaşı olmakisteğiyle vermişti.Durdu. Ardından, biraz daha egzersiz yapmak için makinelerdenbirindeki ağırlıkları değiştirdi, bilgisayarlı sistemde başka bir programageçti. Hayret etmiştim. O'na arkadaşımdan hiç bahsetmediğimden emindim.Bunca yıldır ne gördüğüm ne de haber aldığım bir arkadaşımın yaşantısıylailgili bunca şeyi nasıl bilebilirdi, merak ediyordum. Bu sırada Dreameregzersiz yapmayı bıraktı."İşte!" dedi kimonosunun kuşağını bir savaş hazırlığı yapar gibi gurur vezarafetle bağlamaya çalışırken, "Varoluşun her bir katı arasında saklı duran'şey', egoizmi örten ve gizleyen yalan, önyargı, kibir ve ırkçı nefret,dünyanın tüm kötülüklerinin de gerçek nedenidir." Ses tonu, sanki yaşamınkıyısına kadar takip ettiği bir virüsü sonunda bulduğunu açıklayan bir bilimadamınınki gibiydi."Istırap, yoksulluk ve tüm felaketler hep düştendi, gözü kara bir biçimdeistendi ve bilinçsizce yansıtıldı. Bunlar insanın kendi karanlıklarındabarınmakta olan ve ancak, bir pantografla büyütüldüğünde elle tutulur gözlegörünür hale gelebilen gölgeler ve canavarlardır."Sözlerini, "İnsanlar bugün dersi anlasalar, daha samimi ve daha özgürolacaklar, zamanla yalanlarının farkına varacak ve bir gün onuiyileştirecekler," diye tamamladı.147


Stefano E. D'Annaİnsanoğlunun sürekli söylediği ıstırap ezgisini, Dreamer'ın bana dinlettiğive" içimde ayırt etmemi sağladığı felaket duasını anımsadım. Sonunda,O'nun kendisi üzerinde çalışmaya, kişinin durumlarının farkında olmasınave onlar üstüne insafsızca dikkat kesilmesine, 'öz gözlemlemeye', özelliklebir ışık huzmesini tutar gibi, Oluş'taki canavarlara saklanacakları hiçbirkaranlık yer bırakmamasına dair verdiği hayati önemi anlayıp, özlüdeyişlerini anımsamıştım:Self-observation is self-correction - Öz gözlemleme öz düzeltmedir.Vision and reality are one - Vizyon ve gerçeklik birdir.Thinking is destiny - Düşünüş yazgıdır.The world is such becauseyou are such - Dünya böyle çünkü sen böylesin.Ve en şaşırtıcı olanlardan biri: Dünya bir sakız parçasıdır; dişlerininbiçimini alır. Bütün bunları birbirlerine bağlayan altın ipliğin ayrımınavardım; hepsi aynı mesajın farklı söylemleriydi. Dreamer'ın tüm öğretileriniiçinde barındıran ve aynı zamanda insan akimin gitmeye çekindiği en uçnoktada duran bir mesajdı.Bir ışık parlarcasma, saniyenin binde birinde, her şeye kadir Tanrı'nın birbi'.dirisi gibi, güçlü ve göz kamaştırıcı bir gerçek aklıma düşüverdi: Dünya,insanın varlığının bir aynasıdır! Bir lazer demeti benim dünya tarifiminkatmanlarının çökelti tabakalarını yararak geçti. Her molekülün her şeye,nasıl mükemmel biçimde bağlantılı olduğunu 'gördüm'. Ayrıca bu 'her şey'kişisel ve öznel bir şeydi."Dünyanın değişimini engelleyen tek kişi sensin. Kendini değiştir, ozaman dünyanın da gözlerinin önünde değiştiğini göreceksin! Ölümiçermeyen, berrak ve özgür her atom parçacığı, dünyanın biçimlenmesindeyerini alacak ve onu her türlii kötülükten arındıracaktır." Kendini bilmeninve Oluş'u yükseltmek için durmaksızın çalışmanın önemini, herhangi birahlaksal veya metafıziksel süslemeye girmeden bilimsel olarak kavradım."Bir kişi hangi yolculuğu benimserse benimsesin, ister tarihi, isterefsanevi olsun; ne şekilde özgürleşme mücadelesine girerse girsin, istergerçek olsun, ister imgesel; hepsi tek bir hedefe yönelir: kendini bilmek!Kendini bilmek, seni hem kendinin, hem de dünyanın efendisi yapacaktır."148


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu9 Düşünce kaderdir"insanlar uzun yıllar boyunca kendilerini ıstırap ve yoksulluğaadadıkları kadar kararlı bir şekilde, güzellik ve uyum içinde olmayaadasalardı ve düşüncenin yaratıcı gücünden haberdar olabilselerdi, geçmişive kaderlerini dönüştürebilirlerdi. Dünya bir yeryüzü cenneti olurdu."Bu sözlerin ardında bir yürek gibi çarpan sonsuzluğu hissettim. Vizyonve gerçeklik, durumlar ve olaylar, olmak ve sahip olmak denklemindenzaman çıkarıldığında, zıtlıkların birbirinden ayrılmayan doğasını, açıkçagörülen her bir anlaşmazlığın ardına saklandığı bütünlük halini gösteriyordu.'Eğer insanın düşünceleri kendi evrenini, onun kendi gerçekliğiniyaratıyorsa, onları nasıl değiştirebilir?'"Daha iyi bir hale getirebilirsin ya da düşüncelerinin niteliğini kontroledebilirsin, tabii varoluş kaliteni yükseltmeyi biliyorsan. Bunu yapabilmekiçin özel bir <strong>Oku</strong>l'da eğitim alman, okulun öğretisini ve bilgilerini kendiüzerinde uygulaman gerekiyor.İnsan, muazzam çabalar göstererek kendi içindeki şiddetin üstesindengelmediği sürece, şu anki durumunda 'yapamaz'. İnsan, tüm evrenselkötülüklerin ve bireysel sefaletin kendi yıkıcı içsel durumlarının ve olumsuztutumlarının sonucundan başka bir şey olmadığını anlamadığı sürece'yapamaz'. Dünya senin aynan. Dışarıdan gelen herhangi bir şey seninnefesinle soluk alıyor, her şey senin canlı olduğun kadar canlı.There is nothing in the universe that is notyou.Evrende sen olmayan hiçbir şey yoktur.Thinking is destiny. Düşünmek kaderdir.Bu sözcüklerin vahşi ve şaşırtıcı sesleri, içimde herhangi bir zafermarşından daha yüksek ve yüzlerce devrim şarkısından daha güçlü birhaykırış şeklinde yankılandı. Hiçbir siyasi, ekonomik ya da sosyal değişim,hatta hiçbir devrim ya da savaş, önüme konan bu yeni insanlaşma eşiğininincecik çizgisini aşmak kadar büyük görünmemişti. Bir türün, evrimselgelişimindeki bir kurtuluş çabasına, yani hâlâ içgüdüsel-zoolojik kalmış ilkelbir türden çatışma, şüphe, korku, yaşlılık, hastalık ve son olarak ölümdenkurtulmuş gerçek bir insanoğluna doğru geçiş çabasına kendi gözlerimletanıklık ediyordum."Hani herkesin iyi bildiği, 'Uyuyan Güzel' diye anılan bir masal var,"dedi. Bu ani konu değişikliğiyle şaşırmıştım ve ardından gelen suskunluktadikkatim mideme vuran ani bir spazmla yükseldi.149


Stefano E. D'AnnaSonra fısıltı halinde sözlerini sürdürdü."Onun asıl adı 'Uyuyan Ormandaki Güzel' dir."İlerde bir gün bana, özü bu önemsiz detayda saklı bir görev verecekti.Uyuyan Orman; bize anlatıldığı şekliyle dünyadır; yoksulluk ve çatışmadankırılan, hipnozla uyutulmuş bir dünya. Güzel ise; iradenin ve ben'inyeniden uyanışı, yani 'düş' . Kısa bir zaman sonra kuracağım <strong>Oku</strong>l, yeni birgençliğin, eski değerler dizisini altüst etmesine olanak verecek ve yeni birgerçeklik görüşüne erişmesine izin verecekti.Dreamer, o akşamüstü bana, "Yardım konusunda başkalarınayapabileceğin tek şey, senin o uykudan uyanmandır," dedi. Ses tonugörülmemiş derecede sakin, sözleri güneşe bırakılan hurmalar gibiyumuşaktı. Onların ağızda kalan tahtamsı tadını tüm varlığımda hissettim.Dreamer'la bu birlikteliğim, ummadığım kadar uzun sürmüşse de sonaermek üzereydi. Büyük kollu şamdanlardan birindeki son mum alevi desönmek üzereydi. Mas Anglada'nın bu görkemli salonu, zarif mobilyaları,sanat eserleri ve ışıl ışıl parlayan gümüşlerinin üstü gölgeden bir örtüyle ağırağır örtülmekteydi. Dreamer'la birlikte olduğum günler boyunca, sankikusursuz bir dünya ile insanoğlu arasındaki zayıf da olsa tek bağlantının benolduğunu hissetmiştim. Şu anda O'nu sessizce izliyordum. Uzun süredirhareketsiz duruyordu. Gözleri yarı açık yarı kapalı, bedeni yukarı doğruuzanmış, öylece duruyordu.Konuşmaya başladığında, bir öngörü niteliği taşıyan sözcükleri içimeişledi, "insanoğlu, yavaş yavaş deri değiştirmekte... Bir gün, gölgelerarasında eşelenmeyi bırakacak; yiyeceğe, ilaca, sekse, uykuya ve çalışmayaitibar etmekten vazgeçecektir. Her türlü yoksulluğun, felaketin ve çatışmanınbittiğini gösteren varlığın bütünlüğüne ulaşıncaya dek, insan bilincinde azlayetinmenin değeri artacaktır. Bu, zaman ister çünkü insanlık zamandır.Şimdilik kendi üzerinde çalış, kendini gözlemle ve tanı! Böylece birgün sen de dünyadaki en büyük gösteride 'kendi bütünlüğünde' yerinialacaksın!" Dreamer'dan ayrıldıktan soma beni Barselona'da tutacakhiçbir şey kalmamıştı. O akşam ilk uçakla New York'a döndüm. O'nunlabirlikte geçirdiğim olağanüstü günlerde duyduğum her şeyi, dönüşyolculuğum boyunca gözden geçirdim. Bedenim şimdiye dek hiçhissetmediği bir duyguyla titriyordu: bütünlük, düzen ve kutlama hali.Tüm evren benim nefesimle soluk alıyordu. Her şey bütüne bağlıydı vehiçbir şey bir diğerinden ayrı değildi.150


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBölüm IVAntagonist Yasası1 Koşu"Beden yalan söyleyemez... Bedenin şimdiden yaşlı bir adamın bedeninebenziyor..." Dreamer'ın bu sözleri, kulaklarımda onları ilk duyduğumandaki acıyla çınlıyordu. "Benim yanımda, yaşamdan elini eteğini çekmişinsanların yeri yoktur."Bu acımasız sözler, savunmalarımın kalın kabuğunda kocaman bir delikaçmış, oradan da canlı hücrelerimin içine işliyordu. Patlarcasına yayılan birgücün, inançlarımı, tutumlarımı yerinden oynatarak, her şeyi silerektemizlediğini ve beni değiştirdiğini hissediyordum. Hele Dreamer'ınkarşılaşmamızın sonuna doğru yaptığı açıklamaları; sanki her birinin ucundabirer mahmuz varmışçasına tenime batıyordu. "Organlar düşlemeye yarar,Beden dünyayı yaratır, Bedenini kirletenler bile yaratır ama kirlenmiş birdünya yaratır. Dünya da senin kadar hastadır, her şey birbiriylebağlantılıdır, hiçbir şey bir diğerinden ayrı değildir." Dreamer, bir insanınkaderinin ve sahip olduğu her şeyin, beden sağlığına sıkıca bağlı olduğunuöğretti. îleride bir gün bu açıklamaların ışığı altında, ekonomi ve iş idaresialanlarında yapacağım bir araştırmanın sonucunda, bir kişinin fmansalkaderinin bile kendi fiziksel mükemmelliğine, bedeninin sağlığına bağlıolduğunu ortaya çıkaracaktım. Milletler ve tüm medeniyetler gibi büyükyatırımlar, şirketler, fınans sermayeleri ve sanayi imparatorlukları da kendiliderleriyle veya kurulmasına öncülük eden fikir babalarıyla birlikte yagelişir büyürler, ya da hastalanır ölürler. "Bir organizasyon piramidi,önderinin nefesine bağlıdır. Önderin görünüşü ve kişisel yazgısı, altın biriplikle, kendi kuruluşuyla adamlarının görünüşlerine ve yazgılarınabağlanır. Onun gerçek bedeni, eski krallarda olduğu gibi ekonomisiyle birebir örtüşür. Kral ülkedir ve ülke kraldır. "151


Stefano E. D'AnnaBundan böyle, bu denli doğrudan ve kritik bir mesajı göz ardı edemezdim.O zaman ben de kendi fiziksel çürümemle savaşarak Dreamer'ıngösterdiği yolda ilerlemeye karar verdim.Mas Anglada'daki karşılaşmamızda O'ndan aldığım temel bilgileriizleyerek, beslenme düzeninden nefes almaya, seksten uykuya kadar,bedenimi 360 derecelik bir açıyla, üstünde cesaretle çalışmaya niyetlendim.Elimdeki seçenekleri gözden geçirdikten soma, yaşam biçimime büyükdarbeler indirecek bir form tutma programını uygulamaya koyuldum; fakatkarşıma çıkan zorluklar dayanılmazdı. Alışkanlıklarımı değiştireceğim,fiziksel çaba sarfedeceğim ya da herhangi bir özveride bulunacağım fikri bileiçimdeki farklı derece ve nitelikteki içsel dirençlerimi nefret noktasına kadaryükseltmeye yetmişti. Gerekli görülen katı yaşam tarzını düşünmek, duygusaldurumlarımın tıpkı kırlangıçlar gibi birbiriyle çekişmesine, birbirlerinikovalamasına neden oluyordu.Tepkilerim üzerindeki dikkatim, sıkıntılarımın iç haritasının sanki radarekranında yerleri belirlenmişcesine su yüzüne çıkmasına sebep oldu; dağlarödün vermediklerimi, sarp yamaçlar şüphelerimi, dipsiz uçurumlar korkularımı,çöller ise anlayışsızlığımı ve yalnızlığımı gösteriyordu. Kendimi saltbu şekilde inceleyerek ve gözlemleyerek, içimde değişim fikrine en çokdirenen ve acı veren yönümü tespit edebildim. Ve tam olarak oraya, o düğümühissettiğim yere irademin kılıcını sapladım. O günden itibaren, kendimlearamda yıllar sürecek bir mücadele, amansız bir meydan okuyuş, kutsal birsavaş başladı.O yıl, New York'un meteoroloji tarihindeki en sert kışlardan biri yaşandı.Şehrin üzeri kalın kardan bir battaniye ile örtülmüş, esen kutuprüzgârlarının allak bullak ettiği metropol, sihirli bir değnek dokunmuşçasına,gökdelenlerinin, Titan soyundan çocuklar için buzdan kaydıraklarabüründüğü buzul bir ülkeyi andırıyordu.Sabahları erkenden, henüz apar topar kendimi sokağa atacak cesaretibulmadan önce, panjurların kancasını hafifçe aralar, hava durumu keşfiyapardım. Ben şanslılardan biriydim. 16. kattan, East River'a ve şehretepeden bakarak hava koşullarını hemen öğrenebiliyordum. Halbuki NewYorkluların büyük çoğunluğunun, dışarı bir göz atıp ne giyeceklerine kararvermek istediklerinde, televizyonu açmaktan ve onu elektronik bir penceregibi kullanmaktan başka seçenekleri yoktu.152


Tanrılar <strong>Oku</strong>luManhattan, siluetindeki karla kaplı kuleleriyle sivri uçları görünen beyazgotik bir evren gibi haftalarca bu kristal fanusun içinde hapis kaldı. Bugörüntü karşısında kararlarımı uygulamakta zorlanıyordum. Her sabah, galipçıkacağım amansız bir savaşa uyanıyordum. Çalar saatin sesiyle birlikte, budondurucu kutup koşullarında dışarı çıkma fikri, değişmenin nasıl olacağınıbilmeyen çürümüş, tembel bedenimle aramda destansı bir kavgabaşlatıyordu. Yıllarca kötü muamele görmüş ve her türlü özenden mahrumbırakılması sonucunda hevesini yitiren bedenim, çürümesini durdurmak, hiçdeğilse azaltmak yönündeki her girişimime itiraz ediyordu. Benim dışarıçıkma tehdidime karşılık, o da gerçek durumunu ortaya seriyordu. Buuğraşımın, tıpkı Baron Münchhausen'in bataklıkta batmamak için kendisiniumutsuzca perukasından tutup havaya kaldırması gibi anlamsız olduğunu,ancak bugün geriye dönüp baktığımda görebiliyorum. Sadece Dreamer'ınsesi ve onun sözlerini anımsıyor olmam bu niyetimi destekliyor ve beniyüreklendiriyordu."Yeniden bütünleşmeye doğru bir milim olsun ilerleyebilmek için, dünyavizyonumuzu tersyüz etmemiz gerekir. Bu insan dışı bir çaba gerektirecektir.Ama bundan daha büyük bir mutluluk yoktur. Varoluşunun sonsuzluğundafethedeceğin bu bir milim, olaylar dünyasındaki okyanusları yutar."Kendime koyduğum, adanın çevresini bir tam tur koşmak üzere yaptığımsabah programım, sonra yıkanıp giyinmem ve okula gitmeden önce Giorgiave Luca ile kahvaltıda bir süre laflamam için bana yeterli zamanı bırakacakşekilde idi; ama yataktan çıkmamam ve çocuklarla ilgilenme işini Giuseppona'yabırakmam konusunda bir şey aklımı çeliyordu.Birçok kez kendime, her sabah beni koşudan caydırmaya çalışan bu sesinnereden geldiğini sordum. Derinden bir ses "Böyle bir havada, yataktan çıkmadığıniçin seni kim suçlayabilir ki?" diyordu. "Sen gerekenden fazlasınıyapmadın mı zaten? Bir gün koşmasan ne fark eder?" Bu böyle sürüpgidiyordu. Başka durumlarda, örneğin çok geç yattıysam veya sabah erkensaatteki bir uçağa yetişmem gerekiyorsa, bunlar bu çabadan kaçınmam içingünün bahanesi oluyordu. Sonuç olarak her ayrıntı, kararlılığımın çatlaklarıarasına sızmaya ve kendim için belirlediğim sıkı programı yanda kesmemiçin iyi bir mazeret olmaya çalışıyordu. Kaynağı her ne olursa olsun bu içses beni çileden çıkarıyordu.Beni baltalamak üzere sürekli pusuda bekleyen bu varlığı susturmakisterdim ancak ne var ki, o, suyun üstündeki bir buzdağının yalnızca görünenkısmıydı.153


Stefano E. D'AnnaKoşu programım sayesinde, içimdeki dirençle boğuşup alışkanlıklarıma kafatuttuğumda, varlığımın en bilinmeyen ve en karanlık kısımları ortayaçıkmaya başladı."Remember... Nothing is external... You are the only obstacle to yourevolution!"'"Hatırla... Dışta olan hiçbir şey yok... Kendi evriminin önündeki tek engelsensin!"Dreamer bu sözleri defalarca söylemişti, "kaynağını senden almayanhiçbir zorluk ya da sınırlanma yoktur." Ama bu sözleri 'anlamam',bedenimin can damarı yapabilmem yıllar alacaktı. Binlerce kez sürünmek,yere düşmek ve yeniden doğrulmak zorundaydım... Bu yürüyüşümdekarşıma çıkan her zorluğu kutsamayı öğrenene dek ve antagonistin yalnızcaiçimde olduğunu anlayana kadar, önce ölmek soma yeniden doğmakzorundaydım.İnsan, kendi fani kaderini ve yaşamında başına gelen berbat olayları haklıgöstermek için, önüne çıkan tüm engellerin ve tüm kötülüklerin kendidışındaki olaylardan kaynaklandığına inanır. Dünyanın, kendisinin biryansıması olduğunu aklına bile getirmediğinden ve aynadaki yansımayıdeğiştirmek için kişinin önce kendisini değiştirmesi gerektiği gerçeğinianlamazdan gelerek olayları, dış koşulları ve diğer insanları suçlar, şikâyeteder ve kendini haklı çıkarır.There is no help coming from anywhere at all. You have to make yourown individual revolution which is purely based upon you.Hiçbir yerden herhangi bir şekilde sana gelecek bir yardım yok. Sadecesana dayanan bireysel devrimini gerçekleştirmelisin.Bir gün, Dreamer'ın öğretilerini bir yöntem biçiminde derlemek, birdoktrin veya yeni bir felsefe sistemi olarak betimlemek olanağı olsaydı,mekanik davranışlara çelmeler diye belirttiklerine, başlı başına özel birbölüm ayırmak gerekirdi. Dreamer'a göre, mekanik davranışlara çelmetakmak, bizim kendimizi sürekli tekrarlayışlarımızın, kendimizikandırmalarımızın önüne bir tuzak kurmamız, günlük rutin alışkanlıklarımıziçinde, taşlaşmış eski zihinsel sistemlerimizin ardına gizlediğimiz demirdensavunmaları atlatmak için bir şaşırtmaca yapmamız demektir.Zaman geçip ben çıraklıkta ilerledikçe, sabah koşusunun yalnızcaegzersiz yapmak veya güç harcamak gibi basit bir şey olmadığını, aslındaduyumsamazlık ve sürekli yinelenişi içeren, kendiliğinden yürüyen birdüzeni altüst etmeye yönelik bir 'çalım atma' veya bir savaş hilesi olduğunu154


Tanrılar <strong>Oku</strong>luanlayacaktım. Koşmak, düşüncelerimin kapkara seller gibi akmasını sadecebirkaç saniyeliğine de olsa durdurmama yardımcı oldu. Koşmak, insanlarınasıl gerçek diye nitelediği, dünyanın zavallı ve kederli tarifiyle çarpışarakonu parçaladı. Koşmak, bu hapishane düzeninde bir tünel kazdı. Bir nefesözgürlük, harcanan bu fiziksel güç aracılığıyla zaman hapishanesine girdi veköleliğimin prangalarını gevşetti. Dünya, hiçbir boşluk bırakmamakararlılığıyla her çukuru dolduran bir okyanus gibi, amansız düşmanı vegezegenin doğal yasasına bağışlanamaz bir itaatsizlik gibi bu küçük boşluğukapatmak amacıyla ayaklanarak, üzerime tabur tabur olaylar ordusu saldı.Bana, yalnızca Dreamer'ın anısı ve onun ne yaptığını bilen, varlığı şaşılacakboyutta bir enerji sağlayarak destek oldu.O zamanlar bana, irade değilse bile, ciddi bir inat yardımcı oldu. Bu fizikselgücü harcamamın mutlak gerekliliğine kendimi inandırdım veherhangi mantıklı bir açıklama getirmeden, koşuya her sabah ilk yapılacak işolarak ve yaşamım sanki buna bağlıymışçasına öncelik verdim. Kişininkendisine öncelikler belirleme yeteneğinin ve uygun sırayı unutmadanhedefine sıkı sıkıya sarılmasının önemini belirtmek için Dreamer, "Firstthing fırst, Önemde ilk olan, öncelikte ilk olur," demişti. Şimdi artık günlükişler sırasında özellikle çekilip alınan sabah saatlerinin, benim için bir güçkazanma zamanı, dünyayı değiştirmek üzere kaldırmama yarayacak birdayanak noktası olduğunu biliyorum."Gözünü yükseklere diken ve o yoldaki ilerleyişe kendisini kusursuzcaadayan bir insan, dağları yerinden oynatabilir, görünüşte içinden çıkılmazdurumlara çözüm bulabilir ve kötü olayları kendi lehine döndürebilir."2 Ana caddenin bekçileriO zamanları şimdi yeniden anımsadığımda, başımda berem, boynumdaatkım ve üst üste giyinmekten Michelin lastik adamına benzeyen görüntümle,Roosevelt adasında, oturduğum binanın ana girişindeki güvenlikodasının önünden geçişimi görüyorum.Monitörlerinin önünde başlarını önlerine eğmelerine rağmen yansıyan donukmavi ışıkla aydınlanan yüzlerinde saklamaya çalıştıkları gülümsemeleri,benim aptalca sabah koşularımın onlar tarafından kabul görmediğinin alaycıbelirtisiydi. Onların bu tavırlarının dünyanın bana verdiği ilk tepkisiolduğunu ve benim o zamanki iç direncimle, gönülsüz adanmışlığımın155


Stefano E. D'Annayansımasından başka bir şey olmadığını ancak şimdi görebiliyorum.Dreamer'ın öğrettikleri arasında özellikle bir tanesi inançlarımı kuşatmaaltına alıp doğrularımın savunma güçlerini tokmak darbeleriyle parçalayıpdağıttı.The world is such because you are such.Dünya böyle, çünkü sen böylesin.Dünya, içsel durumlarımızın aslına en sadık görüntüsüdür. O bekçilerbendim, beni yansıtıyorlardı! Onların alaycı gülümsemelerinin altında,Jennifer'ın kuşkuculuğunun, arkadaşlarımın ifadelerinin ve sabahegzersizimden haberi olan herkesin tepkilerinin ardında, benim zayıflığımvardı. Bu tavırların hepsinin arkasında, bir yanda benim kararlılıktan yoksunolmam açıkça görünürken, öte yanda 'diğerlerinin', sanki dünyayı yansıtanaynada kendi yüzümü farklı mimiklerle farklı yüzlere dönüştürüyormuşumgibi bana hemen geri dönen şüphelerim ve yalanlarım bulunuyordu.Bunu hep anımsa! Senin dışında olan hiçbir şey yok... Gördüğün ve dokunduğundünya, yalnızca bir sonuçtur. Senin nefesini paylaşıyor... Senyaşadıkça canlı ve sen öldüğünde ölü...Dreamer'ın öğretileri olmasaydı, onların hâlâ güvenlik bekçileri, ekmekparası kazanmaya çalışan zavallı şeytanlar olduklarını düşünmeyisürdürecektim. Binadan çıkarken, hergün binaya dönerken onlarlaselamlaşır, aklımın ucundan onların, bırakın bekçi olmayı, insan bileolmadıklarını geçirmeden, her gün ironileriyle şüphecilikleri üstüne kafayorardım. Onlar dünyanın veri toplama terminalleri, ışığa, sese en duyarlıalgılama aygıtlarıydılar.A man cannot hide!Bir insan saklanamaz! Dünya bilir! Dünya, seni açığa çıkarır! Bu fikirleriçime işledi ve yıllar geçtikçe beni değiştirdi.Kendini herhangi bir anda geliştirebilir veya alçaltabilirsin. Bu sanabağlıdır. Düşüncelerinin, tutumlarının, sözcüklerinin ve görünüşlerinin herbiri, hatta yüzündeki belli belirsiz bir kasılma bile tüm dünyaya, seninsorumluluk düzeyinin hangi yükseklik derecesinde bulunduğunu ve ne kadarözgiir olduğunu anlatır. Bu, hem seni mucizevî biçimde bulunduğun yereyerleştirir, hem de kaderim, ekonomini, yaşam tiyatrosundaki rolünübelirler.156


Tanrılar <strong>Oku</strong>luHakkımdaki her şeyi bilen bir evren hayal ettim; sayısız sensördenoluşan ve gerçek zamanda, gerek varlığımın en küçük bir devinimiyle,gerekse düşüncelerimin ve durumlarımın kalitesiyle güncellenen bir aygıt.Bu ipuçlarına dikkat etseydik, eski bir temenni kehaneti gibi, kimolduğumuzu, neyi bilmemize izin verildiği, neleri yapıp neleriyapamayacağımızı, nelere sahip olabileceğimizi ve neleri bırakmamızgerektiğini bilebilirdik.Günden güne, sabah koşularıyla ve kendimle randevumu asla atlamadan,niyetimi hatırlayıp pekiştirerek, hayatım boyunca biriken tüm atıklardankendimi arındırıyor, hafifliyordum. Varlığımın ritimleri evrene yeni mesajlaryolluyordu. Onun vuruş ritmi, bir başka adamın daha özgürlüğü içinkaçmaya yeltendiğinin haberini yayıyordu. Onun sıradan yaşamındehşetinden aptalca kaçma girişimi yola koyulmuş bulunuyordu.3 DuvarlarAdanın çevresinde bir tur koşmak için yaptığım ilk girişimlerimkahramanca bir çabayı gerektirdi. Ve sonrasında da günlük koşularıma birazalıştığımda, koşunun özellikle belirli anlarındaki yorgunluğumun üstesindengelebilmek, üzerinde kendimi sürekli geliştirmem gereken bir unsur oldu.Gerekli görülen zorlanma ve gayretin, umduğum gibi doğrusal bir gelişimiçerisinde artış göstermek yerine, dalgalar halinde geriye ve ileriye doğru birsarkaç gibi salındığını fark ettim. Her koşuda, neredeyse hiç çabagöstermeden çok rahat koştuğum zamanlar, dayanılmaz acı çektiğimzamanlarla sürekli yer değiştiriyordu. Bu kritik safhalarda önüme çekilmiş'duvarlar' bariyerler gibi geliyordu; üzerlerinden atlamak için olağanüstügüç gerekiyordu.Dreamer'ın yanındaki çıraklık eğitimimin temel bölümlerinden birinde,kişinin tepkilerini çeken veya tetikleyen her şeye, heyecanlarına, duygularına,düşüncelerine, durumlarına ve zihinsel çerçevelerine dikkat ederekayrıntılı bir öz gözlemlemenin nasıl yapılacağını öğrenmiştim. Kendimiözellikle, enerjisiz kaldığım o anlarda gözlemleyerek fark ettim ki, kritik,anların öncesinde her zaman psikolojik bir duvarın yapısı şeklinde, Oluşumukarartan bir gölge bulunuyordu. Bu zamanlar, kötümserlikle kuşkulanmanındenetimi ele aldığı ve içimdeki Antagonist'in, bu çabadan vazgeçmem içinyeni gerekçeler sıralayan sesinin kendini duyurduğu zamanlardı.157


Stefano E. D'AnnaSabah koşulan sayesinde, nasıl dişlerimi sıkıp biraz daha dayanacağımıöğrendim; bu zor zamanlarda, yeniden rahat bir duruma geçebilmek içinnasıl biraz daha ileri gitmem gerektiğini fark ettim. Aklımın, koşmaktanvazgeçmek veya pes etmek yönündeki ayartmalarının üstesinden geldiğimanda, hemen yepyeni enerji depolan devreye giriyordu. Aşılmazgöründükleri her seferinde o duvarları yıkıp devirmeseydim ve kendimiyenmeseydim, ne yeni enerji depolarına erişebilirdim, ne de varolduklarından haberim olurdu.Bu duvarları ortaya çıkaran işleyiş düzeni üzerinde çalıştıkça, koşmakbenim için dünyayı açıklamaya yarayan değerli bir araca, kavramsal birmodele dönüşüyordu. Koşunun sürekli salınım halindeki bu seyrinde, herfiziksel gerçekliğin temel unsurunu, dinamik ilkesini fark ettim. Atomçekirdeğinden evrenin sınırlarına dek her şey, bedenimde keşfetmekteolduğum bu dalgalı harekete uygun olarak hareket ediyor ve yayılıyordu.Hatta yaşam bile, başı ve sonu olmayan dalga hareketlerine benziyordu.Bazen önüme 'duvarları' diken koşu ve onların üstesinden gelmeyigerektiren olağanüstü bir çaba, yalnızca koşarken değil, yaşamda dayinelenen olaylar dizisini anlamamı sağladı. Onları yere yıkmak, yenilgiyeuğratıp yoluma devam etmek için ne çok kez onlara inatla dayanmamgerekecekti. Ne var ki, bir şey, daima, bırakıp pes etmem için beni iknaetmeye çalışıyordu. Hep dış etkenlerin sonucunda oluştuğuna inandığımyenilginin, aslında içten dışa bir süreç olduğu, yani içten gelen bir buyruğaboyun eğen bir işleyiş düzeni, bir kendini baltalama etkinliği olduğu ortayaçıkmıştı. Bir gölge doğar, oluşa yayılır ve uygun fırsatı yakaladığındakarşılaşmalar, koşullar ve ters giden olaylar biçiminde kendini gösterir. Buişleyiş düzeninin farkındalığı ve kendimdeki, her yenilginin başlangıcı olanbu karanlığın özümde belirmesini saptayan duyarlılık, bana sadecekoşumdan değil, varlığımdan da çıkarıp atan altın fırsatı verdi.Genellikle tek başıma koşuyordum. Tepemde uçan martılar yol arkadaşlarımoluyor veya East River'i içeriye doğru yol alan bir feribot, bir süreyanımda benimle birlikte gittikten soma, hep aynı yerde düdük öttürerekbeni selamlayarak geçip gidiyordu.Koşarken genellikle düş kurardım; er ya da geç diğer serüvencilerle, yanibenim gibi vasat bir hayattan uzaklaşmaya karar veren diğer gözü pekinsanlarla karşılaşacağıma inanmak hoşuma giderdi.158


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBir keresinde, beş erkek ve iki kadın bir grup oluşturduk. Azimlekoşmaya başladık. Sabah gökyüzü açıktı ve Manhattanın silueti gökyüzünemeydan okuyordu. Yan yana bütün adanın çevresinde koştuk. Onları dahaönce hiç görmemiştim, ama onlarla aramda hemen bir bağ kurulduğunuhissetmiştim. Uyumlu bir grup oldukları her hallerinden belliydi. İçlerinde,ipekli gibi parlak kumaştan bir eşofman giymiş, ayaklarında siyahlı grilikoşu ayakkabıları olan bir erkek, başlangıçta ağır adımlarla bize tempoverdi. Derken birdenbire hızlandı. Giderek hızlanan tempoyu sürdürmektezorlandıkça birer birer gruptan koptuk. Hantallaşmış, yorgun bedenlerimizdayanma sınırını gösteriyordu. Biraz sonra onu gözden tümüyle kaybettik.Bu karşılaştırma, hepimizin ne kadar çalışması gerektiğini, acıyla da olsaaçıkça ortaya koydu. Karşımıza çıkan ilk oyun parkının banklarına nefesnefese yığılana kadar koşmayı sürdürdük. Adada yaşayan çok az sayıdakiçocuğun şimdi etrafında ilgiyle oynadığı bir itfaiye aracı bizden biraz öteyepark edilmiş halde duruyordu. Geçmiş kahramanlıkların bir simgesi olan buaracın kaderi, göründüğü kadarıyla tüm bir uygarlığın zayıflamasının vegerilemesinin utanç veren bir anıtı olmaktı. İçimden, kendimi düzenesokmak ve bedenimi bugünkü haline getirdiğim koşullara bir son vermekiçin gereken çabayı elimden geldiğince artırmaya söz verdim. Kimsekonuşmuyordu; buna gerek de yoktu. Harcadığımız eforla arınmış sessizliktesoluk güneşi hamursuz bir ekmek gibi paylaştık ve doğaçlamaarkadaşlığımızın keyfini sürdük. Birkaç saniye arayla, birileri ayağa kalkıpbaşıyla veda ederek sıradan bir New York'lu gibi günlük işlerinebaşlamadan önce sıcak bir duş almak üzere parktan ayrıldı. Hâlâ çok erkendive ben yarı açık göz kapaklarınım arasından bir süzülüp bir kaybolan güneşışınlarıyla bir süre oyun oynadım ve bir yandan da Manhattan ile Queensarasında sürekli sefer yapan küçük kırmızı yolcu vapurlarının görüntüsünüyakalıyordum..4 Antagonist Yasası"Anlagonistten korkma! Onun korkunç maskesinin altında bizim enbüyük yandaşımız ve en sadık hizmetkârımız bulunur."Bu sözleri duyunca irkildim. Bir süre gözlerim kapalı, inanmamaklaumutlanmak arasında gidip geldim. 'Bu olanaksız!' diye düşündüm; bunainanamazdım. Ancak bu sesi nerede olsam tanırdım.. .bu O'nun sesiydi...159


Stefano E. D'Annave bunlar O'nun sözleriydi... Yüzümü sesin geldiği yöne doğru çevirdim vegözlerimi açtım. Dreamer yanımda oturuyordu. Korkunç bir ürperti,sırtımdan boşaldı, tenimin altından saç diplerime kadar dağıldı ve hafif amakalıcı bir titreme halinde buraya çöreklendi. Dikkatimi çekmiş olan o ipeklieşofmanı ve o siyahlı grili koşu ayakkabılarıyla gelecekten gelen biriniandırıyordu. Birlikte adanın çevresini neredeyse tam tur koştuğum adamınDreamer olabileceği aklımın ucuna gelmezdi! Sanırım gruptaki diğer erkekve kadınlar da onun öğrencileriydi. Şaşkınlığım geçtikten soma, O'naaldığım kararlardan söz ettim; son zamanlarda bedenime nasıl dikkatettiğimi anlattım... yiyecek, uyku ve nefes alma üstüne çalışmalarımda eldeettiğim sonuçları açıkladım. Yaptığım sabah koşularından, 'duvarları'keşfetmemden ve bana sürekli bırakmamı, pes etmemi ve hedefimdenvazgeçmemi söyleyen içimdeki o gizemli sesten bahsettim.Dreamer, çıraklık döneminin en zor sınavlarından birinin konusunuortaya çıkaracak olan bir konuşmayı başlatarak, "Duyduğun ses, içindetaşıdığın Antagonisttir," dedi. Bunları söylerken bir yandan dagülümsüyordu. Bu gülümsemesi O'nu olduğundan çok daha gençgösteriyordu. Yüzünde nadiren rastladığım bu sevecen ifade, beni teşviketmek yerine bende tam tersi bir etki yaptı. Endişelendim. Önümde aşmamgereken kritik bir geçit vardı. Sırtımı dikleştirdim ve derin bir nefes aldım:Bu engel her ne olursa olsun onu alt etmek için gücümü son damlasına dekkullanacaktım.Dreamer, tarihimizin simgeleşmiş belli başlı olaylarını, insanın vetoplumların başına yüzyıllarca dert olmuş felaketleri ele aldı. Nedenleriniinceleyerek ve kökenlerine inerek, fizikteki sürtünmenin psikolojidekieşdeğeri olan bir gezegenin gücünü ayrıntılı olarak açıkladı. Harekethalindeki bir cismin karşılaştığı gibi, bir kişinin yaşamında hissettiği herdürtü, aynı güçte ama zıt yönde etki gösteren bir kuvvetle karşılanır.Dreamer, bu vesileyle 'Antagonist Yasası' diye nitelediği, bir önermelersistemiyle bir ilkeler yapısını ortaya koyuyordu. "Her şey, en basitten enkarmaşığa, bir insandan bütün bir uygarlığa kadar, gelişme yolundaki herorganizma, 'görünüşte' zıt bir güçle, kuvvet ve kapasite bakımından, kendiprojesine eşdeğer bir düşman gücüyle karşılaşır."Zaman içinde., araştırma ilerledikçe, bütün o fikirler, yüzyılların tarihiniçözebilen, doğumundan beri insanlığı sıkıntıya sokan sonsuz zorluk vefelaket silsilelerini yorumlayabilen gerçek bir 'genel anlaşmazlık teorisi'ninana hatlarını ortaya çıkaracaktı. |160


Tanrılar <strong>Oku</strong>luİnsanın koşullarına yukarıdan baktığımda, yaşamın ıstırabını 360derecelik bir açıdan gözlemlediğimde, sanki dipsiz bir karanlığınkıyısındaymışım gibi nefesim kesildi.Mucizevi bir şekilde ellerimin arasında bir not defteri buldum.Kurtuluşum için elime geçen son bir şans gibi, ona sıkı sıkıya sarıldım buaçık havada ve büyük bir özenle bu eşsiz dersin her bir detayını not ettim.Oyun parkında oturduğumuz bank, içinde zaman kavramı bulunmayan safbir hava kabarcığı ile sarılmıştı ve sanki tüm Roosevelt Adası, düşüncehızıyla uçup gitmeye hazır bir uzay gemisine dönüşmüştü. Manhattan veonun yoğun iş yaşamı artık çok uzaklardaydı.Dreamer bana herkesin bir 'Dreamer' olduğunu açıkladı. Bir düşleyenolarak iyi ve kötü olan zorlu deneyimlerinin, kendi kişisel gerçeğinin vekaderinin yaratıcısı olur. Zaman içinde herkes her düşünün, her düşüncesininve içinden geçirdiği her şeyin gerçekleştiğini görecektir."Dünya bir sonuçtur... senin 'düş 'lerinin olduğu kadar kâbusu .,ân dabir yansımasıdır. Cennet de olabilir, cehennem de. Nerede ve nasıl yaşamakistediğine sen karar vereceksin."5 Düşmanını sevAçıklamalarını sürdürerek, "Antagonistin maskesinin ardında, yani onundüşman görüntüsünün arkasında, bizim en iyi yandaşımızın yüzü saklıdır,"dedi ve ekledi, "insanın inandığının aksine, hiç kimsenin karşısınakendisinden daha büyük, daha üstün bir güç çıkmaz. Antagonist asla bizdendaha güçlü değildir!" Eşit olmayan karşılaşmalar konusunda en çok bilinenve simgesel bir önem taşıyan öyküyü anımsadım ve "O halde, Davut veGolyat öyküsüne ne demeli?" diye sordum.Aklımda hemen, binlerce yıldır, baştan aşağı silahlı dev Filistin karşısında,cebinde yalnızca bir sapan olan çoban gencin mücadelesini betimleyenfilmin yüzlerce karesi canlandı. Dreamer yığınla görüntünün arasına giripbeni düzelterek, "Bir sapan... ve kral olma 'düş'ül" dedi. "Her mücadele,görünenin ötesinde daima adildir!Hiç kimse, asla ne kendisinden daha büyük ne de onun anlama ve onunlauyum sağlama kapasitesinden daha üstün bir düşmanla karşılaşabilir. Davutve Golyat'ın karşı karşıya geldikleri öykü de, görünüşteki kuvveteşitsizliğinin ötesinde, evrensel düello yasalarına uygundur."161


Stefano E. D'AnnaDreamer'ın vurgusu, matematiksel bir işlemi sonuçlandırır gibiydi."Antagonistin, merhametsizliğinin altında gizlenen tek ve yegâne amaç,senin zaferindir. Antagonist, senin 'düş'ünü gerçekleştirmene yarayacakbütün yöntem ve araçlara sahiptir... O, sana başarıya giden en kestirme yolugösterir." Bu sözler ne denli aykırı görünürse görünsün, inanıyorum ki,aslında Davut'un düşünü ne başka bir müttefik, ne de başka bir stratejibundan daha hızlı bir şekilde taçlandırmaya götürürdü. Dreamer, bu ilkanlama belirtilerimi başının hafif bir hareketiyle yüreklendirerek, sessizceonayladı. Soma, "Yeryüzünde hiç kimse seni düşmanından daha çoksevemez," dedi.Söyleyecek söz bulamadım. Şakaklarımın alev alev yanarak zonkladığınıhissettim. Hristiyanlığın 'düşmanını sev' düşüncesinden yola çıkan insanzekâsının ulaştığı aynı üstün seviyeye, yüzyıllar soma, Dreamer'ın çok dahasade ve devrimci bildirisiyle ulaşılıyordu: Düşmanın seni sever!İnsan, bundan böyle düşmanını sevmek için karşı koymamalıydı (bu artık-olanaksız değilse bile- iki bin yıldır öç alma ve intikam peşinde koştuktansonra insanlık için uygulanabilir olmaktan çoktan çıkmıştı). Yeni insanlıkiçin, seni sevenin senin düşmanın, Antagonist'in olduğunu anlamak yeterliolacaktı.Dreamer'ın verdiği mesaj, üzerinde ne kadar çok düşünürsem, bana odenli büyük görünüyordu. Özellikle Hristiyan öğretisinin mihenk taşı olan,binlerce yıllık 'düşmanını sev' bildirisi, kendi katılığını açığa çıkarmıştı.Kimi dinler gibi, yüzyıllar geçtikçe kiliseler arasındaki bölünmelerlezayıflayan Hristiyan inancı da gerçeğin değişmez olmadığını ve sabitkalamayacağım unutmuştu. Dünün gerçeği aşılamazsa, çürüyüp bugününyalanı olur. Oturduğumuz banktan kalkarak, kaderine terk edilmiş itfaiyearacma sırtımızı verdik ve nehir boyunca uzanan sokaktan kuzeye doğruyürüdük. Dreamer'ın yanında hem yürüyor, hem de O, muhteşem teorisininson parçalarım yerlerine yerleştirirken O'nu can kulağıyla dinliyordum."Dışımızdaki düşmanı bağışlamak, binlerce yıllık bir kibrin ve biranlama yetersizliğinin bildirgesidir. Tek düşmanın senin içindedir. Dışarıda,ne sana zarar verebilecek, ne de bağışlaman gerekecek bir düşman vardır.Antagonist senin en değerli yandaşındır. Kendini geliştirmen,mükemmelleştirmen ve bütünleştirmen için bir araç; Oluşun yüksekbölgelerine erişmek için yegâne anahtardır."Artık bütünüyle bir harabeye dönüşen, gotik stilindeki Good ShepherdŞapelinin yanından geçtik. Istıraplar içindeki İsa'nın taştan bir heykeliharabenin orta yerinde sessizce yükselmekteydi.162


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDreamer, "Bu binlerce yıllık 'okul' da başaramadı," diye vurguladı.Onun sesinde, zamana ait olmayan bir dramın yaşadığı sondan dolayı duyduğukederin belli belirsiz izleri çıkıyordu. "O da hedefi tutturamadı."AntagonistAntagonist, düşman, itici özel bir güçtür.Sorumluluk derecemiz ne denli yüksekse,Antagonistin saldırısı da o denli acımasız olacaktır.Antagonist bizi ölçer, ne olduğumuzu gösterir, bizi tamamlar...Özgürlük derecemiz ne denli yüksekse, onun hareketi de o denli sinsicedir.Antagonistten korkma!Zalimlik maskesinin altında,en büyük yandaşın, en sadık uşağın saklıdır.Antagonistin tek ve yegâne amacısenin zaferindir...Antagonist her aracı, her stratejiyi kullanır,esas hedefi, senin bütünlüğündür.Dünyada kimse seni Antagonistten çok sevemezÇünkü sen onun var olma nedenisin.Antagonistten korkma!Mükemmelliğin onun acımasızlığıyla,Ölümsüzlüğün de onun görünen ölümsüzlüğüyle büyüyecektir.Anlama gücün, onun manevi gücüyleSenin manevi gücün onun anlama gücüyle gelişecektirÇünkü Antagonist, sensin!6 İçinde gülümsemeyi öğrenBu açıklamanın büyüklüğünü merak ettim. Böyle bir gerçek, insanlarınbildiği bir şey olsaydı, bir devrim yapar, düşünce ve hissetme biçimlerimiziebediyen değiştirirdi. İleride bir gün, bu görüşün gücünü ekonomibölümündeki öğrencilerime: Antagonistin saldırısı ne denli acımasız, aşağılamasıne denli ağır olursa, bizim ilerleme fırsatımız da o denli büyük olur,diyecektim.163


Stefano E. D'Anna"Sana yapılan saldırı ve aşağılamalar tüm acımasızlığıyla sürerken,içinde gülümsemeyi öğren. Dışarıda savaşman gereken Antagonist, içindehemen bağışlanmalıdır!Bağışlama yalnızca içinde gerçekleşebilir. Dışında ise en amansız savaşıkusursuz biçimde yapmak zorundasın... ama ona inanmadan!"Sonunda bir yarık açılıyordu., binlerce yıllık açıklanamamış çelişkininüzerine bir parça ışık düşmüştü: Eğer onu seversen o artık senin düşmanındeğildir, yok eğer o, senin düşmanınsa, onu nasıl sevebilirsin?'Düşmanını sev', ancak bütüne ulaşmış bir kişinin anlayıp uygulayabileceğiüstün bir fikirdir.Sadece kendisini çatışmalardan ve bölünmelerden sıyırıp kurtarmış birkişi, Antagonisti olmadan kendi yolunu bulabilecektir. Oysaki dualitemantığıyla hareket eden, hâlâ karşıtlık aracılığıyla anlayıp düşünebilenkişiler için değişim, ancak acımasız maskesiyle kendini gösteren Antagonistsayesinde olacaktır.Zorluklarla karşı karşıya gelen bir liderin tutumu bu olmalıdır," derken,kavramı örneklercesine, sanki uzun süredir beklediği ve istediği bir şeyisonunda bulmuş biri gibi ellerini keyifle ovuşturdu. "Bir lider bilir ki, düşmanıne denli korkunç görünürse görünsün, kavga daima adildir ve zorluklar sadecebirer yanılsamadan ibarettir. Antagonistin maskesinin altında ve görünürdekizalimliğinin gerisinde, sorumluluğun daima en yüksek düzeylerine erişmefırsatı vardır." Dreamer, sanki tüm gezegen onu dinliyormuşçasına, tüminsanlığa seslenir gibi, "Şimdiye dek hiç kimse oyunun ne olduğunu böylesinenet olarak açıklamadı!" dedi. Sözlerini, "insanların çoğu, bu anlayış ve bir<strong>Oku</strong>l olmadan, bedelini ödemeyi reddettiğinden bu geçidin eşiğindekalakalırlar," diye sürdürdü.Arzularımızın gücünü, isteklerimizi, hazırlığımızı ve kararlılığımızı sınayanfiziksel ve psikolojik düşmanlara benzeyen engellerle karşılaşır, daima biziyolumuzdan caydırmaya çalışan iç sesimizi duyarız."İmkânsız olan, her zaman diğer bir imkan kapısını açar..."Dreamer'ın görüşüne derinlemesine girdikçe, özel bir eğitimden geçtiğimduygusuna kapıldım. Dreamer beni, yaşamda bize karşı çıkıyor görünen herşeyi ve bize yapılan her saldırıyı, ileri gidebilmek için bir itme kuvvetineçevirmemi sağlayan bir savaş sanatında eğitiyordu. Engeller ve düşmanlar,şimdi yeni bir ışık altında, eskisinden farklı görünüyorlardı.164


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"İster bir insan, ister bir olay biçiminde görünsün, Antagonist, sendekiher boşluğu, her eksikliği, her zayıflığı veya her korkuyu sana gösterdiğigibi, senin hazırlılcsız yakalandığın her durumu, günahlarını, hatalarını,eksiklerini ve kendine koyduğun sınırları da hiç ödün vermeden yüzünevurmak gibi hoş olmayan bir görevi üstlenmiştir."Dreamer muzip bir ifadeyle, "Antagonist bize tüm bu değerli hizmetlerisunarken biz de kin ve öfke ile ona karşılık veririz," diye vurguladı.Collegio Bianchi'de karşılaştığım çocukluk yıllarımın pek çokAntagonistlerinin oluşturduğu bir kalabalık içinden zihnimde PederNuzzo'ya dair bir yer açıldı. Ona yaptığımız bütün kötülükler içinhissettiğim hafif pişmanlıkla içim sızladı. Acımasızlığının ve sertsaldırılarının arkasında ancak şimdi Dreamer'la birlikteyken, 'oyunun'denetimini elinde tutan birinin sevgisini gülümsemesini 'görebiliyordum'.Dreamer bir özdeyiş gibi, "En nefret ettiğimiz öğretmenlerimiz, bize ençok emek verenlerdir," dedi. O'nun bu sözü düşüncelerimi dağıtmış,gereksiz duyguların zihnime taşıdığı hayaletleri ve gölgeleri anılarımdakiyerlerine geri yollamıştı.Dreamer'ın sözlerinden bir sistemin, bireysel ve sosyal bütün insandavranışlarına uygulanabilir, tekrarlanan kozmik bir modelin oluştuğunufark ediyordum; bu, her düzeyde gözlenebilir türden evrensel bir yasagibiydi.Beni en çok sarsan, Dreamer'ın Antagonist Yasası'ndan kaçma olasılığınadeğinmesi olmuştu. Bu noktada, hiçbir şekilde karşı koyma gereğininolmadığı, yani Antagonist'in acımasız ve değerli yardımlarım kullanmadan,istediğimiz her hedefi seçerek ona ulaşmanın mümkün olduğu bir dünyayızihnimde hayal edemediğimi belirttim.Antagonist'in sonunda giremeyeceği bir yaşamı yeryüzü cennetinedönüştürme olasılığından büyülenerek, "Nasıl?" diye sordum.Dreamer, soruna kesin çözüm getiren birinin sert tonlamasıyla, "Yerçekimiyasası olmadan bu dünya üstünde nasıl yaşanabilir gibi bir soruyu sormaklaeşdeğerdedir," diye yanıtladı. Ardından, gizli tutulacak bir sırrı aktarırcasınaalçak bir sesle,"İnsan hangi etkiler altında yaşamak istediğini seçebilir ve daha yüksektekibir şeyin gücüne teslim olabilir, ama acı içinde yaşar ve bunun bir sonucuolarak Düşleme Sanatı üstüne hiçbir şey bilmez! Acı çeker, çünkü düşlemez."dedi. Esrarengiz bir şekilde sözlerini sürdürerek,165


Stefano E. D'Anna"İnsan, düşleme sanatı sayesinde, ıstırap çekmeye ve ölüme son verebilir.Bir tek kendisini içinde öldürmeye son veren kişi, Antagonistin sözcükleresığmaz gizemlerine sahip olma 'hakkını' elinde tutar." dedi.Roosevelt Adası ve martıların gökyüzünü tırmalayan hareketleriyleilgileniyormuşçasına, sözlerine uzun süre ara verdi. Sonra, "Şu an için,Antagonisti en yakın yandaşın olarak görmeyi öğren ve sana karşı dahagüçlü, daha sert olmasını umut et. Sorumluluk düzeyimiz yükseldikçe,Antagonistin saldırıları daha acımasız olacaktır. Bu olguya bu gözlebakmaya çalış. Zamanla bu bakış açısı senin yaşamını altüst edecek ve hepdilediğin dünyayı yaratacaktır," dedi.Dreamer benim, yaşantımdan saldırı ve tehdidi nasıl yok edeceğimsorusuna bir yanıt beklediğimi anlamıştı."Aslında Antagonist, değiştirmek istediğin şeylerle görmek, dokunmak vehissetmek istemediğin şeyleri sana işaret eden bir sinyaldir..."Söylediklerinden hiçbir şey anlamamış göründüğüm için bu konuyu şuanda kaldıramayacağıma karar verdi. Şimdilik Antagonist Yasası'nı,evrensel ve kaçınılmaz bir yasa olarak almamı söyledi. Sözlerinibitirircesine, "İnsan, karşıt kutupların yönettiği, her şeyin çatışmalar vezıtlaşma oyunuyla yaratıldığı karşıtlıklar dünyasında egemen olan buysadan kaçamaz," dedi. Kendimi, yazgımızın nasıl değişmez olduğunu vebir kişinin kurtuluşunun tüm insanlığa nasıl yayılabileceğini düşünürkenbuldum.Düşüncelerimin arasında korkunç bir sesle gürleyerek,"Dünyanın ihtiyacı olan tek şey senden kurtulmakken,insanlığın kurtuluşunun seninle ne ilgisi var!bütün birŞimdilik, ıstırabına ve çektiğin eziyete katlan!" diye buyurdu. "Ve oradadur. Kaçma. Kendini gözle ve ıstırabının köklerini açığa çıkart. Ancak sanadayatılan dünya tarifini aklından silerek özgürleştiğin zaman dünyayıözgürleştirebilirsin.Tüm dünya bir düşünme ve yapma tarzıdır, onun güvenilmez ve tehlikelikoşulları senin içindeki Evet ve Hayır bölünmesinin tıpatıp bir yansımasıdır.Şimdi ve burada kavramını devamlı olarak yaşayan sen, sadece sen budünyayı karşıtlıklardan kurtarabilirsin. Sadece sen, içindeki ihtilafı terk edipayrılık, şiddet v( savaşları özgür kılabilirsin," dedi ve karşılaşmamızın bukısmına son noktayı koydu.166


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBu konuya geri dönmesi için birkaç ayın geçmesini bekleyecektim;Londra'da unutamayacağım bazı kişilerle birlikte bir akşam yemeğindebana, proaktif olmanın sırrını açıklayacaktı.O'nu yürüyerek dinlediğim bu hareketli dersimizin sonunda, kendimiparkta, kalktığımız bankın hemen yanında buldum. O otururken ben dearamızda yeterli bir mesafe bırakarak yanına iliştim. Güneş bir bulutunarkasından aniden çıktı ve doğrudan gelen bir ışık demetiyle gözlerimi birazkıstım.Çok hoş bir duyguydu ve anın keyfini çıkarmak için bir süre öyle kalmayısürdürdüm. Dreamer'ın huzur veren sözleri, sanki uzak bir dünyadangelir gibiydi."iman, kendi gerçekliğinin yaratıcısı olduğunu unutup yaşamındaki Antagonistinhareketini kaçınılmaz ve yakın kıldı.""Vizyonunu altiist et! Özgür ol!" dedi. Sesi babacan bir tonda, ama biremrin sert ve buyurgan gücündeydi. Bir an için titredim ve içine düştüğümuyuşukluk tüm duyularımı ele geçirdi. Söylediği şu sözleri duyacakzamanım olmuştu: "Düşleyen, yaratan ve seven insana dönüştür kendini!Sadece kendisini yenmeyi kafasına koyan kişi Antagonistle karşılaşır.Düşüşte düşmanlık olmaz, bu acısız ve serbest bir düşüştür."7 St. James'teki suitÇantamı kalın halı döşemeye bırakarak etrafıma bakındım. Süitin lüksü,ağır brokar döşemeliklerin ve mobilyaların etrafa yaydığı zenginlik benihuzursuz etmişti. Böyle lüks bir otele geçmemi isterken Dreamer'ınaklından geçenleri merak ettim. Onunla iken hiçbir şey tesadüfenolmuyordu, zaten hiçbir şey önceden planlanamazdı. Dreamer için küçük birhareket bile stratejiyi oluşturan bir parçaydı.Çıraklık yıllarım boyunca, O'nunla en uzak ülkelerde ve dünyanın belli başlıbaşkentlerinde buluştum. İler karşılaşmamız, çok değerli bir deneyim veyaşamımı sıradışı bir serüvene dönüştüren bir yükselişin aydınlıkbasamakları olmuştu.Bu kez Dreamer'ın mesajını, Londra'ya varır varmaz yerleştiğim küçükoteldeyken almıştım. Veronica's'ta buluşacaktık. O akşam buluşmak için birsaat kararlaştırmanın yanında, Dreamer benden Eaton Palace'tan ayrılıpMayfair'deki St. James'te bir süite geçmemi istemişti.167


Stefano E. D'AnnaVe işte şimdi de kendimi, buluşma saatine dek beni onunlakarşılaşmaktan ayıran, geçmek bilmeyen dakikaları öldürmek için tembeltembel otururken bulmuştum. Çiçekler, görkemli bir meyve tabağı,şampanya, iki ayrı banyo, tarihi bir yazı masasıyla bir çalışma odası,gösterişli bir kanepe. Bunların bana kaça patlayacağı düşüncesi mideminbulanmasına, yüreğimin daralmasına, özetle kendimi kötü hissetmeme yolaçıyordu. Dreamer'ın aklında her ne varsa ve benden her ne yapmamıistiyorsa ki buna Londra'daki en lüks otellerden birine geçmem de dahildi,hiç kuşkusuz hepsi bir stratejik planın parçasıydı. Bununla beraber, bu midebulantısının üstesinden gelemiyordum. Lüks bir otelden benim adımadüzenlenmiş bir faturayla karşılaşınca, yönetimden Mr. Lyford'un yüzününalacağı şekli gözümün önüne getirmemeye çalıştım. Bunu kendi cebimdenödemem gerekecekti. ACO'nun benim kişisel masraflarımı karşılaması sözkonusu değildi. Saint James'te geçireceğim birkaç gecenin sonunda zatenNew York'taki aylık kazancımın tamamını bitirmiş olacaktım. Bu düşünce,psikolojik bir acıdan fiziksel bir acıya dönüştü.O sıralarda koşulların ve olayların yaşamımı her yönüyle eline geçirdiğiköklü inancı yüzünden, huzursuzluğumun ve mutsuzluğumun suçunu dışdünyadaki her şeye ve herkese yüklüyordum. Dreamer daha sonra bana,"Bir kral dairesi yerine, Londra 'nın en fakir bölgesinden bir otele geçmeniisteyecek olsaydım, bana aynı şekilde içerler, aynı öfkeyi duyardın,"diyecekti. "Karşılaştığın şeyin dışarıyla bir bağlantısı olmadığı gibi olaylarveya koşullarla da bir ilgisi yoktur. Seni hiç yalnız bırakmayan, içindetaşıdığın bir şey var ve bu şey her türlü zorluğun ve cehenneme benzeyenhayatının asıl nedenidir."Bu sabahki düşüncelerimin, zihnimde idam edilmiş mahkûmlar gibisallandığını görünce utandım. Bastıramadığım bir mide bulantısı benibütünüyle ele geçirerek tüm hücrelerime yayılmıştı. Toparlanıp yenidennefes alabilmek için oturmak zorunda kalmıştım. Fiyat listesini bulmak içinher yere bakmıştım ama yoktu.Sonunda dayanamayıp telefonu kaldırmış, süitin fiyatını sormuştum.Belki hâlâ iptal etme şansım olabilirdi. Düştüğüm bu durumdan veçaresizlikten sıyrılmak için her şeyi söyleyebilirdim. Ölüm döşeğindeki birinsanın geçmiş yaşamı gözünün önünden nasıl geçerse, benim de zihnimdenkırılgan bir yaşamın rasgele kareleri geçmekteydi. Birkaç saniyeliğine felçolmuşum gibi öylece kalakaldım. Sonra ahizeyi yavaşça yerine bıraktım.Yepyeni parlak bir ışık, beni tuttuğu gibi endişe bataklığından çekip çıkardı.168


Tanrılar <strong>Oku</strong>luO anda hatırladım: Bir zamanlar bana fısıldadığı ve satır arasısayabileceğim sıradışı bir cümleyi ne mutlu ki algılamış ve not defterimekaydetmiştim. Yaşam stili bilinçtir. Elinde ovucunda olan her şeyi, hattaolmayanları bile kendine yatır! Daima! Böylece yaşamının her anlamdazenginleştiğini ve genişlediğini göreceksin. Sen kendine yatırım yaparsan,yaşam ela sana yatırım yapar.Don 't worry about money. Worry about yourself, about your integrity.When money is needed, it will be right there.Trust yourself, trust your dream and you will have all the moneynecessary to match a beautiful life. The masterpiece of your very dreamingis you.Para için endişelenme. Sen kendin için, kendi bütünlüğün için endişe duy.Para ihtiyaç duyulduğu anda sana gelecektir. Sen kendine güven, düşlerineinan, işte o zaman güzel bir hayat için gereken tüm paraya sahip olacaksın.En içten düşlerinin başyapıtı sensin.Dış dünya, senin içindeki yaratıcılığın sadece solmuş bir gölgesi,eşsizliğinin silik bir belirtisidir."8 Horoz ötmeden önceVücut kimyamın değiştiğini hissediyordum. Hücresinin kapısıbeklenmedik bir şekilde açılan bir mahkûmun heyecanını duymuştum. Benikorkutmanın, cesaretimi kırmanın ve iki büklüm etmenin ne denli kolayolduğunu düşündüm. Varlığımın çapı bu kadardı işte ve yaşamımdaki hertürlü zorluğun asıl nedeni de bu idi. Buna rağmen, Dreamer'la bağlantıdaolmak, bakışlarımı O'nun olduğu yöne çevirmek, hatta O'nu düşünmek bilebeni değiştirmeye ve benim için çözümü ortaya çıkarmaya yetiyordu.Önceki diğer birçok karşılaşmamızda O'nun engin eğitim sistemiyleoluşturduğu gibi, St. James'teki bu süit de, Dreamer'ın genellikle 'YapmanınBilimi' diye nitelediği Düşleme Sanatının ilkelerini çalışarak öğrendiğim<strong>Oku</strong>l'un bir sınıfı haline geldi.Ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim olmasa da Dreamer beni sıradışıbir göreve hazırlıyordu. Emindim ki, bir gün bana vereceği görev tümüylebir 'devrim' gerektirecekti; şimdiki halimle parmağımın ucuyla biledokunamayacağım ağır sorumluluk olacaktı.169


Stefano E. D'AnnaMinnettarlığımın yükseldiğini ve aynı zamanda niteliğinin yoğunlaştığınıhissediyordum. Gözlerimi hafifçe kapadım ve bu ortamın her ayrıntısını,zenginliğini, güzelliğini ve lüksünü doyasıya içime çektim. Hiçbir şeyindışımızda olmadığını anladım. Dreamer'ın yanındayken, kesinlikle bilinmeyenbirçok detay netlik kazanıyordu. St. James'teki süitte olağanüstü birşey oldu. Sadece birkaç dakikalığına da olsa, korkak, şüpheci, yenik biradam ve bir kurban olmayı bırakmış, bu oteli tasarlayan bir mimar, birsanatçı haline dönüşmüştüm. Düşleyenle düşlenen, özgür adamla bağımlıadam arasında gidip geldiğim sonsuz mesafeyi yaşayarak kavradım.Dünya, Oluşun bir yansımasıdır. İşte kaynak buydu!İncil aradım. Yatağın başucundaki komodinin çekmecelerinden birindebuldum.Gelişigüzel bir sayfa açtım ve karşıma İsa'nın Petrus'a üç kez "Beniseviyor musun?" diye sorduğu bölüm çıktı, okudum. Petrus, önce şaşırıpsonra biraz utanarak yanıtlar. "Evet, seni seviyorum!""Hayır!" diye yanıtlamalıydı oysa, "henüz değil!"Eğer daha dürüst ve daha içten olsaydı; eğer kendini derinlemesinebilseydi, "Seni sevmeye çalışıyorum!" derdi.Üç kez tekrarladığı bu soruyla, İsa ona aslında şunu soruyordu: Kendinitanıyor musun? Kim olduğunu biliyor musun? Kendini her şeyden fazlaseviyor musun? Kendini içinde öldürmeye son verdin mi? İsa'nın Petrus'tanbeklentisi, ona öğrettiklerini Oluş'un en derin kısımlarına aktarması,vizyonunu altüst etmesi, düşünme biçimini değiştirmesi ve katılığınıyumuşatması idi. Belki de İsa onun bu katılığını bildiğinden ona Petrus(Taş) ismini vermişti. Petrus, değişmeyi reddeden, yalan söyleyebileceğine,saklanabileceğine inanan insanı temsil ediyordu. O insan bendim.<strong>Oku</strong>yordum ve ağlıyordum. Petrus'a ihanetinden kaçınması ve bir günİsa'yı üç kez inkâr etmek durumunda kalmaması için şans verilmişti. İhanetduygusu herkeste olduğu kadar onun içinde de mevcuttu ve çıkması içinsadece uygun ortamın oluşmasını bekliyordu. Zavallı Petrus! Keşke sadecekendini gözlemleyebilseydi o zaman, bu isteğin dışarıdan değil, içinden,kendi varlığından kaynaklandığını anlayacaktı: "Petrus, sen kendini seviyormusun? İçindeki ölüme ve bölünmeye dur diyebildin mi?"Böylece o kendi yalanını, korkusunu ve şüphelerini keşfedecek veevimizde burun buruna geldiğimiz bir hırsıza yapacağımız gibi onlarıiçinden söküp atacaktı.170


Tanrılar <strong>Oku</strong>luKendini sevmek bir irade işidir, kendini tanımak demektir. İçinde kendinisevmek, yaşamı durmaksızın her an, her saniye yeniden, bütünüyle kutsamakdemektir.Dreamer'ın bu sözlerini anımsadım ve anladım ki, Petrus İsa'nın ondanistediği kendini gözlemlemeyi, tanımayı ve sevmeyi kabul etmiş olsaydı,ölümlü yazgısını değiştirebilmeyi başaracaktı. İnançlarını baş aşağıedebilmiş olsaydı, günü.geldiğinde cellatlarından istediği gibi baş aşağıçarmıha gerilmesine gerek kalmayacaktı. O, sadece İsa'nın öğretisinin altüstedici doğasını anlamanın geç ama özgün bir simgesi olarak sundu kendini.<strong>Kitap</strong>taki bu bölümde aktarılan Hristiyanlığın ilkel dönemindeki büyük<strong>Oku</strong>l'dan yayılan bu mesajdan uzaklaşarak, yeniden Dreamer'ın büyüköğretisine dönüyordum. Oluş, olaylar dünyasında karşılaştığımız her şeyinkaynağıdır.Look at yourself inside and you will know your destiny!Kendi içine baktığında kaderim göreceksin!Bu üç 'evet', Petras'un görmek istemediği ve yaşamına son verilmesineneden olan yalandı. Bir şeyleri değiştirmek istiyorsak, bunu ancakvaroluşumuzu yükselterek yapabiliriz. Tıpkı bir kuruluşun, bir ülkenin veyatüm bir uygarlığın olduğu gibi, bir kişinin kaderi ve ekonomisi de kendivaroluş durumlarının, kendi görüşlerinin bir yansımasıdır. Bakış açısıgenişleyen bir kişinin, kendi gerçeği de o denli zenginleşir.Böylesine kapsamlı bir yasayı, hiçbir ekonomi okulunda öğrenemezdim.Tüm bunlar benim için, gerçek ekonomi, yöneticilik, yüksek finans ve eğitimkonularındaki en önemli dersler oldu. Bugün, varoluşa dayalı, insanlığın eneski zihinsel paradigmalarını değiştirebilecek, vizyonunu altüst edebilecek veonu dünyadaki yoksulluğun, suça itmenin asıl nedeni olan çatışmalardan,şüpheden, korkudan ve acıdan ebediyen kurtarıp özgürleştirecek güçtekipsikolojik devrimin, bu öğretideki yeni eğitimin mihenk taşları olduğunu artıkbiliyorum.9 Dreamer ile akşam yemeğindeVeronica's'a çok erken gitmemek için sabırsızlığımı denetlemek zorundakaldım. Salon kalabalıktı. Dreamer, zengin yiyeceklerle donatılmış birmasada oturmuş, çevresi lokantanın sahibi ve heyecanla çalışan garsonlarordusuyla kuşatılmıştı. Dreamer'ın siparişlerini ve ayrıntılı önerilerinisaygıyla dinlemek üzere, bir kuş sürüsü gibi, birlikte duraklıyor, sonra yinehep birlikte işlerinin baş döndürücü dansına dönüyorlardı.171


Stefano E. D'AnnaDreamer'ın üzerinde, modanın hiçbir dönemini çağrıştırmayan siyahtakım elbise vardı ve uzun saçlarını ensesinde toplamıştı. Yakaları satenkaplı ceketinin içindeki, yakası ve kol ağızları siyah kadife bantlarla çevriligömleği göz alıyordu. Yalnız olmadığını görünce şaşırdım. Masada O'nunlabirlikte dört erkek ve üç kadın vardı.Daha sonra yakından tanıyacağım bu kişiler, sırasıyla Zürih'teki öndegelen bir reklam ajansının patronu olan Bruno W. ve eşi; Frankfurt'tan,uluslararası bir vakfın Başkanı olan Klaus E.; bir Britanya üniversitesininöğretim dekanı olan, kıyafetinin oryantal havası ve etkileyici atletik fiziğiylegruptaki en farklı, ama bir aydın rolünün fiziğinden hayret edilecek kadaruzak görünen Ben F.; Londra ve New York'ta iki insan kaynaklan şirketininkurucusu ve sahibi olan bir kadın; çekici ve kararlı havası bakışlarındanokunan bir insan kaynakları uzmanı olan Linda ve son olarak da sessiz,nazik, çekingen görünüşlü ve hemen kanımın ısındığı İrlandalı çift Peter C.ve karısı Susan'dı. Peter katolik olmasına rağmen, karısı Susan bir protestanvaizin kızıydı ve her ikisi de Regent's Park'ta tarihi bir kolejde yürütülen birprojede çalışıyorlardı.Ve ortamın ilgi odağı olan kişi elbette Dreamer'dı. O'na herkes birtanışıklık havasında ama hürmetle hitap ediyordu. Bu kişilerin varlığı, uzunzamandır hissetmediğim, hatta artık içimde kalmadığını düşündüğüm bazıduyguların canlanmasına neden oldu.Bir çeşit davetsiz misafir olarak aldığım bu duruma gücenmiş olmamınyanında, zengin görünüşleri ve onları saran parıltılı başarı haleleri, içimdeaynı zamanda imrenme ve kıskançlık duygularını da uyandırmıştı. Etrafımısaran aydınlık içimdeki karanlığa işlemiyordu. Elbette, Dreamer'ın başka'öğrencileri' de olduğunu hep düşünmüştüm ve birkaç kez onlarlakarşılaşmam üstüne düş kurmuştum; ama onlarla böyle, önceden haberimolmadan karşılaşmak beni hazırlıksız yakalanmıştı. Tepkim ve hissettiğimduygular nedeniyle utanç duydum. Dreamer'la aramda sonsuzluk kadar uzakiki adımlık mesafe beni bambaşka biri yapmıştı. Dikkatimin yönünüdışımdan içime çevirmek şeklinde tamamen değiştirdim. Buna rağmen,bunları gözlediğim anda o duygular da solarak yok oldular. Bu keşiftenartakalan, sadece büyülenmişçesine bir hayranlıktı; benim gibi <strong>Oku</strong>ldüşüncesiyle buluşan başka insanları tanımanın ne denli değerli bir fırsatolduğunu gördüm. Sanki sanal bir olay yaşıyordum ve kendimi teatral birboşluğun içine düşmüş gibi hissediyordum; burası oyuncularla seyircilerinarasındaki belirsiz çizginin sürekli değiştiği ve ihlal edildiği bir yerdi.172


Tanrılar <strong>Oku</strong>luAbsürdlüğün tiyatrosunda perde ağır hareketlerle açıldıkça, ortayabilinmeyen bir gerçeğin ana hatları çıkıyordu. Bizler, bütününügöremeyeceğimiz, bilinmeyen bir senaryonun canlı sayfaları, bir tablonunfırça darbeleriydik. Şimdi ise, kaderimizi öğrenmek üzere 'sanatçı-yazaryaratıcının'huzurunda bekleşiyorduk.O gece orada bulunan her bir davetliyi büyük bir dikkatle gözlemleyerekonları tanımaya çalıştım. Bu insanların her biri, kendi alanlarında isimyapmış, adeta birer otoriteydiler. Bruno W. orta yaşlı bir adamdı; tavırları vekonuşmasındaki sadeliğine rağmen kararlı ve yapıcı olduğu açıkçagörülüyordu. Görünüşüne hoşluk katan kır sakalı ona rahat bir kişi havasıvermekle birlikte, karakterinin diğer yönü olan sade, hatta bir parça çocuksuadamı yansıtıyordu. Karısı Rebecca ince yapılıydı, hatta kırılıverecekmişkadar narin görünüyordu, ama uluslararası alanda başarılı bir iş kadınınınsahip olması gereken enerjinin tümünü bünyesinde taşıyordu. Yılın önemlibir kısmını, büyük bir aile çiftliğinin ve bir şarap üretim işletmesininbulunduğu Toskana'da geçiriyordu.İlk bakışta zarif, kozmopolit tavırları ve parlak kişiliği ile dikkat çekenKlaus E. soylu bir maceraperesti andırıyordu. Havai tavırları ve neşelikonuşmalarına rağmen, kınındaki bir kılıç gibi, içinde güçlü yükselmehırsına hizmet eden keskin bir zekâyı gizliyordu.Peter C., güzel konuşması ve ilginç fikirleriyle adeta canlı bir AndreChenier olduğunu gösterdi. Genç karısı Susan, hayran hayran onun ağzınıniçine bakıyordu.Hepimiz en yalın halimizle Dreamer'ın önündeydik. O bizimyeteneklerimizle sınırlarımızı ve iş ekonomisindeki mükemmelkonumlarımızı biliyordu. Eşsiz ve mükemmel projeyi tek bilen O idi veO'nun zihnindeki büyük mozaiği oluşturan her birimizin nasıl bir düzen vehassasiyetle birbirimize bağlanacağımızı da bir tek O biliyordu.Benim gelişimle kimsenin ilgilenmediği kanısına kapılmıştım. Öyle ki,herhangi bir merasim veya tanıştırılma bile olmamıştı. Onlara sessizcekatıldım ve masada benim için ayrılan yere oturur oturmaz, tüm dikkatimiDreamer'ın anlattıklarına yönelttim. Ben gelmeden önce başladığıkonuşmasının şu bölümünü yakaladım:"Gerçek insan hiçbir felsefeye, ideolojiye veya dine bağlı değildir.Gerçek düşleyenin hiçbir etiketi yoktur. Herhangi bir şeye ait olamaz, birşeye dahil olamaz. O, Antagonistin sadece sınırlarımızı aşabilmemiz içingeldiğini bilir.173


Stefano E. D'AnnaOrtaya çıkan açık seçik her engeli, karşı duran her zorluğu kutsamasınınnedeni de budur.Bir gün bahçede yürürken bir dikene basacak olursanız, teşekkür etmeyisakın unutmayın."10 Dürüst olmayan yöneticiBu nükte ve Antagoniste yapılan bu atıf, bir öyküye ve anlamı pek deaçık olmayan güç bir meseleye, dürüst olmayan yöneticinin öyküsühakkında yorumda bulunmak için bir araç oldu. Dreamer, binlerce yıllıkbilinmezliğiyle birlikte, onu olduğu gibi gözlerimizin önüne seriverdi. Zenginbir adam, işlerinin başına koyduğu yöneticinin, günün birinde servetiniçarçur ettiğini ortaya çıkarır. Onu karşısına alır, bütün gerçekleri yüzünevurduktan sonra, yöneticilik görevine son verir. Yönetici kendi kendine, 'Neyapacağım ben?' diye umutsuzluk içinde sorar. 'Toprak kazmaya gücümyetmez, dilenmekten utanırım.' Sonunda, patronunun alacaklıları kapıyadayanır ve o da hepsini tek tek yanına çağırarak borç senetlerindekirakamları azaltmak yoluyla yeniden düzenler. Yüz varil zeytinyağı elli, yüzdeste tahıl seksen olur ve bu şekilde devam eder. Bunu yaparken, iştenatıldığında başkalarının hoşgörüsünü kazanacağını, onların gözünde iyi birinsan olarak takdir göreceğini hesaplar.Onun bu dürüst olmayan davranışını öğrenen ustasının ilk tepkisi ise onu'övmek' olur...Dreamer,"Ustanın bu davranışı, yüzyıllar boyunca en bilgili akademisyenleri dahihayrete düşürdü; nesillerce sayısız bilgeyi, teoloğu, o döneminyorumcularını zorladı," dedi ve sustu. İçimizden bazıları açıkça meydanokuyan sözlerine bazı açıklama getirmeye yeltendiyse de görüşleri bu kez dediğerlerince çürütüldü. Bu bilmecede anlaşılmayan bir taraf vardı. Sonundahepimiz pes ederek yüzümüzü Dreamer'a çevirdik. Hepimiz biliyorduk,O'nun parmakları arasında Gordian düğümü bile zorlanmadan yavaşçaçözülürdü. Bu bilmeceye öylesine kusursuz bir açıklama getirdi ki, sadecebize doğruyu göstermekle kalmadı, aynı zamanda binlerce yıllık karanlığada ışık tuttu.Dreamer, ustanın görünürdeki bu anlaşılması zor tepkisinin, tıpkıinsanoğlunun evrimsel bir eşikten atlamasının insan ırkı açısından kozmik174


Tanrılar <strong>Oku</strong>lubir olay olması gibi, ciddi ve önemli olduğunu açıkladı. İnsan psikolojisiaçısından bu durum, sadece dik durma becerisi ya da atalarının izinikaybetmesi ile kıyaslanabilecek çok önemli bir kuantum sıçrayışıydı. Bumeselde ustanın verdiği karşılık, 'sapiens sapiens' türünün, insan sonrasıinsanın doğumuna işaret etmektedir. Bu yanıt, insan soyunu, hala ilkel,hayvani koşullara bağlı olan bir psikolojiden çıkışa yönlendiren toplu birgöçün temsilidir."İnsan proaktif olmayı, an 'ı yönetmeyi, yolculuğu için her saldırıyı biravantaja, her aşağılamayı bir itme kuvvetine dönüştürmeyi keşfeder. Buhazinenin yer haritasını da ulaşılamaz derinlikteki küçük bir öykünün içinegömer.""Saldırıyı yüreğinizin derinliklerinde hissedin!" Haykırırcasına yüksekbir sesle ortaya savrulan bu beklenmedik buyurgan ses, beni yerimden sıçratmayayetti ve daha da dikkat kesildim. "Orada, savaş meydanında;zaferin kararlaştırıldığı yer orası. İşin sırrı ise daha savaşmadan öncesavaşı yenmektir."Not defterimi çıkardım ve her sözünü yazdım:"Dürüst olmayan yöneticinin övülmesi, her bir iç yarasının iyileştiği,özde kendini bağışlamış, savaşmak zorunda kalmadan kazanan birinsanlığın feryadıdır...çünkü artık Antagonistin yararlı fakat korkunçmüdahalesine ihtiyacı kalmamıştır."Dreamer, yaşam sahnesinde spot ışıklarının altında, sergilediği görkemliperformansının sonuna ulaşmış, olgun bir insanın, kendisine dostluk vesevgi verenlere teşekkür etmek yerine, ona engel olan, acı çektiren vesaldıran herkese resmi olarak teşekkür etmesi gerektiğini söyledi.Dreamer sözlerinin burasında konuşmasını keserek, yaptığı bir işaretlemasaya ilk yemek servisinin yapılmasına izin verdi. Anlaşılması zor meseliyorumlamaya ara vererek, üzerleri açılmış tabaklarla gelmeye başlayanyemek servisini sade, ama otoriter bir tutum içinde izledi. Dreamer'ın bazıgastronomi ve yemek tarihi konularındaki özlü açıklamalarından sonra,birbiri ardına, İngiliz mutfağına ait daha önce hiç duymadığım, bilmediğimyemekler önümüze gelmeye başladı; tarihi 1600'lere uzanan hardal bazlıözel yemeklerden, daha modern tariflere dayalı, ama hepsi Birinci DünyaSavaşı öncesi dönemin yemekleriydi. Dreamer, her zamanki gibi yemeklerinhiçbirine dokunmadı. Önüne konan tabaklar neredeyse hiç dokunulmadanmutfağa geri gidiyordu. Çok kibar bir sofra arkadaşı, kaliteli yemeklerleşaraplar hakkında çok bilgili, cömert ve ilgili bir ev sahibi olmasına rağmen,175


Stefano E. D'AnnaDreamer azla yetinmenin somutlaşmış bir örneğiydi. Sofra adabında gerekenher ayrıntıyı titizlikle uyguluyordu; farklı servis tabaklarını alıyor vegeçiriyor, kendi tabağına koyuyor, sofraya gelen servisleri ikram ediyor veyemekler hakkında yorumlarda bulunuyordu, ama neredeyse hiç yemiyordu.Arada bir çatal alsa bile yutmuyordu. Görünüşe göre Dreamer ayrıntıyla,sofra düzeninin tüm özelliklerine titizlikle uyarak besleniyordu. Birgarsonun hareketi, bir tabağın süslemesi ve sunuluşu, yemeğin rengi,kokusu, restoranın dekorasyonu ve ortamdaki her şey Dreamer içinduyguların, algıların ve coşkuların zengin bir planktonuna, yalnızca onunbildiği bir beslenmeye dönüşürken, bizim organlarımızın henüz kabul görüpözümseyebildiği bir şey değildi.11 Kurban daima suçludur"Görünüşe göre, bu gezegen üzerindeki herşey 'karşıtlık yasası' iledengede tutuluyor: herşeyin, onun vasıtasıyla varolduğu ve onunladenkleştiği bir karşıtı var. Bir bireyin hayatının, tıpkı bir ulusun ya da bütünbir uygarlığınki gibi, sıkı sıkıya karşıtlık yasası ile yönetildiği 'görünüyor'."Konuşma, bu konu etrafında sanki sihirli bir değnek değmişçesinecanlanmıştı. Dreamer gruptaki herkesi, o anda, kendi antagonistini kim ya dane olarak tanımladığını açıklamaya davet etmişti. Herkesi can kulağıyladinledi. Ben ise, O'nun cümlesine neden 'açıkça görüldüğü gibi' diyebaşlayıp, 'gibi görülmektedir' diye bitirdiğini merak ediyordum. Bu arada Oyeniden konuşmaya başlamıştı. Düşüncelerimi bir kenara bırakarakdinlemeye koyuldum. New York'ta üzerine çok az değindiği proaktifolmanın sırrı, artık sonunda ortaya çıkıyordu.Dreamer, "Her insan, isteği ile bunun gerçekleşmesi arasında karşı çıkanbir gücün varlığını hisseder. Bir tür evrensel sürtünme kuvveti," dedi veardından, tarihe ve insanlığın mücadele etmek zorunda kaldığı tüm zorluklarele alındığında, insanın gelişmesine ivme kazandıran asıl gücün kendisinekarşı koyan Antagonist güçten kaynaklanabileceğini söyledi. "Yaşamınızdabir şey yapmak isterseniz, insanların 'Antagonist' olarak tanımladığı zıt birkuvvetle karşılaşmak zorundasınız." Sözlerine sanki havada doğrusözcükleri ararcasına ara verdi ve sonra, "Ne var ki, Antagoniste ilişkinsadece çok az kişinin bildiği bazı sırlar vardır," dedi. O'nun bu gizemligirişi oradaki herkesin dikkatini üstünde topladı ve bizi dinlemeye hazırladı.176


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Antagonist bizi ölçer dedi. Bizim AIM'imizi, yani amacımızı, 'düş 'ümüzünbüyüklüğünü ölçer. AIM, I AM' in farklı dizilişidir."AIM=I AMAMAÇ=BEN"Hiç kimsenin, kendinden büyük bir amacı olamaz," dedi ve ekledi,"Sıradan bir insan küçük bir apartman dairesine sahip olmayı düşlerken,bir başkası sahilde bir villa düşleyebilir, ama Versailles Sarayı 'nı ancak birkral düşleyebilir."Dreamer'ın, bir kişinin olmak istediği ile olduğu arasında kurduğu budenklem karşısında kendimden geçercesine büyülenmiştim. Bütün bunlar,bir kişinin isteklerinin sınırı olmadığını söyleyen genel geçer inanışla,sağduyudan ayrılmadığı sürece istediği her şeyi, elinin altındakikaynaklarının ve sağduyusunun yeterliliğine bakmaksızın hedefleyebileceğiortak inancına ters düştüğünü düşündüm. Buna göre, kısıtlamalar olmadanherkes en büyük düşleri besleyebilir veya en yüksek emellere demiratabilirdi. Dreamer, bu genel inanışın, temelinden nasıl çürük olduğunu bizegöstermek üzere şöyle söyledi: "Kişinin yaşamdan ne isteyebileceğininmaksimum sınırını varoluş kapasitesinin genişliği belirler; bu, onun tümisteklerinin tepe noktasıdır. Aynı zamanda bu onun bütün sahipolabileceklerinin ve alabileceklerinin de sınırıdır."Bu muhteşem bir keşifti. O'nun öğretisinin şimdiye dek her yanadağılmış parçaları artık bir araya geliyordu. Aldığım görkemli bilgileriaçıkça göremediğimden, anlamaya yoğunlaştım. Zihnimi yoran budüşüncelerden sıyrıldığımda, uzun süre aynı yere takılı kaldığımı anladım.Geçen sürenin farkına varmadan, konuşmaların çok gerisinde kalmıştım.Diğerlerine katılmak için acele ettim. Çocukluğumda da hep böyleyapardım; okulun duvarlarında asılı duran içi doldurulmuş hayvanfigürlerine ya da zevksiz tablolara bakarak hayallere dalmaktan, zamanındasıraya giremezdim, sonra da arkadaşlarıma yetişebilmek için kolejdeki bütünkoridorları koşmak zorunda kalırdım.Dreamer, "Antagonist, düşünce ve duygu boyutlarımızın en hassasölçüsüdür," dedikten sonra kendi sonuçlarımızı çıkartmamız için bizlerebirkaç saniye verdi. Sonra sözlerine devam ederek, "kuvvet açısından bizdenasla üstün olmamasının nedeni de budur.177


Stefano E. D'AnnaZalim, tehdit edici veya yenilmez görünse bile, Antagonistle karşı karşıyagelmek her zaman adil bir savaştır ve bu oyunda her iki tarafın da güçleribirbirine eşittir," diye ekledi.Bu sözlerinden sonra bizleri ürpertecek biçimde, bir savaşta fısıltıylakonuşurcasına sesini öylesine alçalttı ki, hepimiz sanki tek bir kişiymişizgibi etrafına toplandık."Görünüşte, insan yalnızca kendi dışındaki engeller, düşmanlar vezorluklarla yüz yüze geliyor. Antagonist, aslında içimizdeki bir gölgenin,yani bizim tanımadığımız ve tanımayı istemediğimiz karanlık bir tarafımızınmaddeleşmiş halidir. Bir saldırı, bir zorluk veya bir sorun olarak önümüzeçıktığında şaşırıp kalırız. Oysa gerçekte, onu, uzun uzadıya ve farkındaolmadan kendi içimizde, biz yetiştirmişizdir. Bizim dikkatsizliğimiz yüzündenküçücük bir belirti, iz, işaret, kötüleşmek için gereğinden fazla zamanbulmuş ve bizim onu tanımada yetersiz kalarak bir şey yapamamış olmamız,onun büyük bir tehlike halini almasına neden olmuştur. İşte sırf bu nedenle,daha bilinçli bir insanlık, kurban durumuna düşmeyi ve kendi kendineacımayı varlığından bütünüyle sildikten sonra, mahkeme salonlarına büyükharflerle, 'Kurban daima suçludur!' yazacaktır. "Bruno W. samimi bir ifadeyle, "Peki, milyonlarca insanın ölümüylesonuçlanan Yahudi soykırımı için ne diyebiliriz, bunu nasıl açıklarız?" diyesordu. "Bu bilgilerin ışığında, Yahudi katliamındaki bir kurbana kendicelladı olarak nasıl bakılabileceğini algılayamıyorum. Almanlar gibiaşırılıkları ve Ari ırk yaratmak adına sapkın teorileri olan bir millet nasılmilyonlarca masum insanın sorumlusu olabilir?"Tam bu sırada lokantanın sakisi yaklaşarak masanın etrafında dolanıpherkesin kadehine değerli, özel bir şarap koydu. Dreamer sustu ve yenidenkonuşmaya başlamak için adamın işini tamamlamasını bekledi. Bu aradaaniden, sanki sesli düşünürcesine ve yüksek sesle, Klaus E., "Doğrusu,tarihin yüzyıllarca uzun bir dönemine baktığımızda, Yahudi olmak hiçbirzaman kolay olmamıştır. İsa'dan 600 yıl önce Kral Nabukadnessar,Kudüs'teki Yahudi Tapmağını taş taş üstünde bırakmadan yıkıp, tümYahudileri Babil şehrine sürgün etmişti. Sonra Mısırlılar, arkasındanRomalılar. Adları Führer, Sezar, Pharoah veya Satrap, her ne olursa olsun,hiçbir dönemde Yahudi Antagonistleri eksik olmadı," dedi.Dreamer, bir bilek hareketiyle kadehini döndürdü, kadehin iç çeperindeşarabın süzülüşüne dikkatlice baktı, aramasını kokladı, ardından birbakışıyla sakiyi uzaklaştırdı ve yeniden konuşmaya başladı.178


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Karşıt olan, bir kırık parçadır. Bütünden kopmuş ve ayrılmış bir kırıntı.Görünen Antagonist, bir hanımefendinin yitirdiği bir bozuk para gibidir yada çobanın, nerede unutup yitirdiğini bilmediği bir koyuna benzer.Bütünlüğünü yeniden bulamayanlar, varlığından kopan o atom parçasınıgetirip yerine koyamayanlar, kendilerinin dışında o parçayla karşılaşmakzorundadır ama çok daha büyük olarak... büyük bir sınırlayıcı, çok büyükbir engel ve daha büyük bir sıkıntı formunda."Bu sözlerle Linda'nm yüzü parladı, heyecanla, "Evet," dedi, "Çocukyuvaları, okulları, hastaneleri ayrıydı. Kasapları, bakkalları, lokantaları,tatilleri, gelenekleri ve âdetleri diğerlerinden hep ayrıydı.Denilebilir ki, Yahudi dini, felsefesi, yaşam tarzı ve o insanların çalışmaşekli, ağırlıklı olarak hep ayrılıkçı bir dünya görüşüne dayanıyordu. Birtarafta Yahudiler öte yanda diğerleri vardı."Peter söze girerek, "Kudüs tapınağında, Yahudilerle Yahudi olmayanlarıbirbirinden aynan bir duvar bulunmaktaydı; bu duvarı geçen bir paganölümle cezalandırılırdı," dedi.Sonra sanki kendi kendine konuşur gibi alçak bir sesle;"Getto doğduğunda, dikenli tel çoktan Yahudi psikolojisinin içineörülmüştü sadece, korkunç bir gerçekliğe dönüşmek için doğru şartlarbekleniyordu..."Bruno, sanki hiç beklenmeyen bir şey keşfetmenin heyecanıyla veLinda'yla Peter'in de sözlerini desteklercesine, "Şimdiye dek hiçdüşünmemiştim, ama İbranice 'kutsal' sözcüğü etimolojik olarak 'ayrı'anlamına geliyor. Yahudiler kendi din anlayışlarına göre dünyayı ikiyeböldüler: kutsal olanlar, yani kendi inançlarındakiler ile diğerleri, yani dinsizve murdar olanlar," dedikten sonra, bir darbe almışçasına sandalyesineyığıldı. "Öyleyse?" dedi, kafası karışmıştı, devam edemedi.Dreamer, "Öyleyse," diyerek bu anlama belirtisini yakalayıp Bruno'nunsöylemeye cesaret edemediği şeyi dile getirdi. "Bizim bütünleşmektekieksikliğimiz, dış dünyada canavarları yaratmaktadır. Bölünmüşlüğümüz isekarşılaştığımız şiddeti yaratır. Antagonist biziz. Kendini başkalarındanayrılmış hissetmek, içimizdeki suç işleme eğilimini besleyen bütündenkopmuş bir Oluş 'un sonucudur. Bir gün olaylar dünyasında şiddet, saldırı,çatışma ve eziyet biçiminde ortaya çıkacaktır."Hayretten donakalmıştık. Nefeslerimiz kesilmiş, aklımız geçmekte olduğumuzkaranlık uçurumun vahametiyle düşünemez olmuştu.179


Stefano E. D'Anna"Shoah* ne tarihsel bir rastlantı, ne de belli bir rejimin sonucunda, birmilletin ya da daha kötüsü bir adamın, zorba bir yöneticinin etkisiyle oluşmuştu," dedi. "Kendini içinde henüz bağışlayamamış bir toplumun kendivizyonunu hayata geçirmesiyle birlikte ayrılıkçı, çatışmacı düşüncenin biryansıması olarak ortaya toplama kampları, sürgünler, katliamlar ve vahşetçıkmıştır.Tek düşman kendi içimizdedir!... Dışarıda, nefret edilecek ya dabağışlanacak bir düşman veya bize zarar verebilecek herhangi bir kötülükyoktur."Rebeeca, "Şimdi hatırladım," dedi. "Yeremya'nın Ağıtlarında, Babil'esürgüne gönderilen Yahudilerin acıklı ezgisi, acı bir şaşkınlık bildiren 'eckah'yani 'neden'!' sözüyle başlar."Dreamer, "Beklenilmeyen daima uzun bir hazırlık dönemi gerektirir.Varoluşumuzda ve içsel durumlarımızdaki bu hazırlık uzun bir kuluçkadönemi gibidir," dedi. "Dolayısıyla, içinizdeki Antagonisi tanıyın.Onu kendinizle uyumlu bir hale getirin. Bütünleşmenizi sağlayın. Kendinibütünde tutmak, 'içinde kendini bağışlamak' demektir.Her bir parçanın bütüne katılması, 'kaybolan evladın geri dönüşü' gibidir.Böylece, yaşam sana hep 'evet' diyecektir. Size başkalarının 'neşanslısın' diyecekleri, sürekli bir bereket kaynağınız olacaktır," dedi.O akşam Dreamer, evriminin belli bir noktasında, insanlığın onu iki ırka,yani birbirinden tamamen farklı iki psikolojik türe bölen bir yol ayrımınaulaştığını anlattı.Bağımlı olan, şikâyet eden, kendine acıyan ve dış koşulları suçlayan insanlarvardır. Dreamer bunları 'tepki göstermekten yana olanlar' diyenitelendirdi. Bunlar iki kutuplu bilince sahip olan, hayata tersliklerin,aksiliklerin penceresinden bakan insanlardır.Dışındaki dünyaya senden daha gerçek bir şeymiş gibi inanırsan,yaptığın her işte başarısız olur, yok olur gidersin.Bir de; etkin, yaratıcı ve arzuları yönünde atacağı her adımında, kendipsikolojisinden kaynaklanan zıt kuvvetleri yenerek zafer kazanması gerektiğinibilen başka bir insan türü vardır. Bu kişiler, dışımızda, bize inat bir dünyanınveya bize karşı koyan dış bir düşmanın var olmadığını bilirler. Dreamer bunları'proaktif kişiler' olarak tanımlar. Onlar, kutuplaşmanın arkasındaki birliği vedüşman görüntülerinin arkasındaki uyumu görürler.* Shoah: Yahudi Katliamı (ç.n)180


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Bu proaktıf kişilerin, oluşun en karanlık yerlerine girmeye, gölgelerin,hayaletlerin ve korkuların karşısına dikilip yüzleşmeye cesaretleri vardır,çünkü bütün bunların bir gün düşmanları olarak karşılarına çıkmadan öncealt edilmeleri gerektiğini bilirler.Dışarıdan gelen her türlü şeyin dönüştürülmesi gerekir. Olayları,durumları, ilişkileri ve beklenmedik durumları içindeki değersiz fazlalıklarınve atıkların yeni bir hammaddeye, yeni bir enerjiye ve yeni bir yaşamadönüşebileceği aynı yerde toplamalısın."Dreamer, kişinin kendi üzerindeki böylesi zaferlerin, 'yaratıcı zaferler'olduğunu söyledi ve ekledi: "Bunlar, kendi düşlerini somutlaştırmak için tekyoldur. İphigeneia'nın kurban olarak sunuluşu, Odysseus'un yolculuğu,İshak 'ın kurban olarak sunuluşu, Arcuna 'nın savaşı, îsa 'nın ayartılmak içindenenmesi, amaçların gerçekleşmesinin önündeki tek gerçek engeli, yaniiçlerindeki Antagonisti yenebilecek kişilerin ulaştıkları yaratıcı zaferlerinsırrını açıklamaktadır."Soma, sanki hiç kurtuluşu olmayan bir durumu açıklayan üzgün sestonuyla, "İnsanın asıl hastalığı, hep 'yuvadan uzakta'., 'kendisinin dışında'olmasıdır. O, dış dünyayı tapınılacak bir ilaha, korkuyla sayacağı vebağımlı olacağı bir puta çevirdi; onun için bir iç dünya yoktur."Do not ever expect anything from anybody.Hiç kimseden hiçbir şey bekleme.Yemeğin sonunda, ayrılmadan hemen önce, Dreamer bizde kabul edilemeyecekyaşlanma ve çürüme belirtilerini vurguladı; gördüklerinin Oluş<strong>Oku</strong>lu bünyesindeki kişiler için asla kabul edilemeyecek bir durumolduğunu açıklayıp, bireysel 'çalışmaların' yavaş, ilerlemelerin yetersizolduğunu söyledi. Dreamer sert ve akılda kalıcı sözlerle orada bulunanherkesin olağanüstü projeler yürütüp, kendi dünyalannda en yüksekzirvelere erişmeleri için daha sadece birkaç yıl önce verdiği enerji ve gücünartık onların kibirlerini ve gururlarını beslediği için duyduğu memnuniyetsizliğidile getirdi. Dreamer'a göre, O'nun yanında olmalarınıngerçek nedeni olan, yeni insanlığın liderleri ve öncüleri olmak üzere ettikleriyemini unutmuş olan bizler, eski tip liderlerin birer kötü kopyalan gibi, yokolan bir türün cansız kalıplarına dönüşmekteydik.181


Stefano E. D'AnnaÖnce ayakta, sonra dışarıda, Veronica's'ın giriş kapısının önünde, okulçocukları gibi etrafında halka olup bizi azarlamasını dinledik. Bunlar dakötüydü ama asıl darbe bunun sonrasında geldi. "Size ün, para ve güç kazandırdım.Düşlediğiniz her şey gerçek oldu. Şimdi önünüzde yeni birserüven, yeni bir uçuş var. Yeni bir düşü, yeni bir dünyayı düşlemeninzamanı geldi. Sahip olduğunuza inandığınız her şeyi bırakın, yerinizi birbaşkasına bırakın. Kendinizi tümüyle Projenin gerçekleşmesine verin."Burada Dreamer'ın yaptığı konuşmayı aktarmayacağım, çünkü bugünancak çok az kişi bunu anlayıp kabullenebilir, ama söylediği sözlerin hepsibende kayıtlı ve onları en değerli hazinem olarak özenle ve dikkatlesaklıyorum. "Yaşlanan maskenizin altında kendi yalanınızı gizliyorsunuz!"diye gürledi. "İşlerinizi, yönetecek kişilere devredin! Bu rollerinizdenvazgeçin! Bunu kendi kararlılığınızla yapın, yoksa yaşam onu size zorlayaptıracaktır."Burada kadın erkek herkesin gözlerindeki şaşkınlığı ve paniğigörebiliyordum; o sırada zengin gencin öyküsünü anımsadım.O gece Dreamer'ı dinleyip her şeyi bırakmaya karar veren ve zamanlaher biriyle tek tek derin ve samimi dostluklar kuracağım bu kişiler hakkındasize ileride daha çok bilgi aktaracağım.Dreamer'ın o geceki son sözleri korkudan şekli değişmiş endişeliyüzlerimize bir tokat gibi inmişti."Bundan böyle müdahale etmeyeceğim," dedi. "'Gerçek' özgürlükkimseye verilemez..İnsan bunu tüm gücüyle içten istemeli ve bedeli her ne olursa olsun onuhak etmek için çaba gösterip kendisi kazanmalıdır.. Bunu ancak o zamanelinde tutabilir!Benim dünyamda, korkunuzun ve kayıtsızlığınızın tek bir zerresine bileyer yoktur. Daha fazlasına 'sahip olmak' ve daha fazla 'olmak' için, sahipolduğumuz ve bizi biz yapan her şeyden vazgeçmek gerekir."Bundan sonra çok ciddi ve özlü bir uyarıyla sözlerini noktaladı: "Benimsözlerimden anlamadıklarınızı, yaşam size kendi yasaları ve iyileştirmeyöntemleriyle açıklayacaktır. Bu durumda size 'sizin' anladığınız özgürlüğü,ıstırap çekme, yıkılma, hastalanma, yaşlanma ve ölme özgürlüğünüzü gerivereceğim..." Ben bu sözleri varlığımı karartan bir kehanet olarak algıladım.Yıllar sonra yaşamımın en zor koşullarında tenimi dağlarcasına yazılacak osözleri ilk orada işitmiştim.182


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDreamer'la baş başa kalabilmek için, diğerlerinin gitmesini bekledim. Busert sözlerinin anlamını ve her şeyden çok da bu sözlerin neden beni bu denliderinden etkilediğini O'na sormak istiyordum. Aslında içten içe doğrudanbenimle yakından alakalı bir şeye tanık olduğumu, bir gün 'düş' ile'düşlenen' ve gerçek yaşam ile düşün yansıttığı gölgelere bağlılık arasındabir seçim yapmak durumunda kalacağımı biliyordum. Oradaki insanlarınyerinde ben olsaydım, ne yapardım diye kendi kendime sordum.O akşam biraz da benimle ilgilenmesini istiyordum. Dreamer'a sadece,New York'a geri dönmeden önce O'nu bir kez daha görüp göremeyeceğimisormakla yetindim.Ertesi gün akşamüstü için bana bir randevu verdi. Savoy'da buluşacaktık.Soma, sanki geçerken de bir görelim der gibi, Les Miserables - Sefillergösterisine iki bilet almamı istedi. Bu isteği beni şaşırtmıştı, ama herhangibir şey söylemedim. Sabah bununla ilgileneceğime söz verdim.12 BiletlerEn olağanüstü buluşmalarımızdan biri olacağına inandığım bu randevuyatam zamanında gittim. Savoy'un Thames lobisi o saatte çok kalabalıktı.Dreamer oradaydı; elindeki dumanı tüten çay fincanından bir yudum almaküzereydi. Önündeki küçük masa değişik pasta ve keklerle silme doluydu.Keklerin, pastaların ve gümüş servis takımlarının yer aldığı masa kusursuzgörüntüsü ile tam da onun hoşlandığı biçimdeydi. Görünüşe göre daha hiçbirşeye dokunmamıştı. Her zamanki gibi kendisini saygıyla selamladım veyanındaki boş yere sessizce oturdum. İyi bir tavır ve gülen bir yüz ifadesitakınmaya çalıştımsa da, içimde yenilmişliğin beni yakan ateşinihissediyordum. Buranın gösterişli atmosferi ve pek de net duyamadığımpiyanodan yükselen müzikle sakinleşmeye çalıştım, ama diğerlerinden çokdaha can sıkıcı, yinelenen bir düşünce sinirlerimi bozmaya, beni tacizetmeye devam ediyordu. Yol boyunca zihnimi meşgul eden yüzlercegerekçe, şimdi bir tufan gibi esmekte, gürlemekteydi. Çaresizliktenbunalmıştım. Dreamer'ın 'hayır' yanıtını kabul etmeyen biri olduğunu çokiyi biliyordum ve bunu O'na nasıl söyleyeceğimi bilemememin kararsızlığı,içimde dayanılmaz bir gerginliğe dönüşmüştü. Soğuk ve sakin sesidüşüncelerimin arasına girerek beni kendime getirdi.183


Stefano E. D'AnnaDoğrudan, "O biletleri bulamadın!" dedi. Sesindeki haşin tonlama enkorktuğum şeyin başıma geldiğini gösteriyordu; Dreamer bana verdiğigörevi hayati bir mesele olarak görüyordu. Yaşadığım korku veaşağılanmışlık hissi içimde öfkeye dönüşürken yüzümde ise, önünegeçemediğim küstahça bir ifade belirmişti. Yapamayacağımı bildiği haldebana bu görevi neden vermişti? O biletleri bulabilmek için her şeyimi ortayakoymuştum. Bütün günümü o imkânsız iki koltuğun peşinde oradan orayakoşturup durmuştum. Sefiller, West End'in* yakın tarihindeki en başarılıgösteriydi. Dreamer'a araştırmamın sabah erkenden ne şekilde başladığınıve hiçbir şeyden habersiz biçimde St. James'teki resepsiyon görevlisine, buakşamki oyun için iki yer ayırtmak istediğimi söylediğimde, bana nasıl birkahkahayla güldüğünü anlattım. Adam gülerek, "nasıl yani, bilmiyormusunuz?" diye yanıtlamıştı. "O gösteri için üç ay öncesinde bile yerbulabilir misiniz, bilmiyorum..."İşte o andan itibaren, saatler geçtikçe arayışım daha da sıkıntı verici birhale gelmişti. Dreamer'a da itiraf ettiğim gibi, aklımdan birçok kez, banabilerek olanaksız bir görev verdiği düşüncesi geçmişti.Dreamer konuşmuyordu; çenesi hafifçe göğsüne dayalı, öylece duruyordu.Sanırım zihni başıma gelenleri dinlemekle fazlasıyla meşguldü, buduruşu bende, başarısız çabalanma ilişkin tüm öyküyü dinlemek istediğiinancını uyandırdı. Bilet satış gişelerini ve bilet makinelerini yok yeretaramıştım. Gişelerden makinelerin sliplerine dek her şey, otel görevlisininsöylediklerim doğruluyordu: tiyatronun biletleri aylar öncesindentükenmişti. Anlaşıldığı kadarıyla o biletleri bulmak, Londra sınırları içindeolabilecek en zor şeydi. Şaşırtıcı bir biçimde, bulamazsam yitireceğim şeyin,bu görevimin görünürdeki başarısızlığın çok ötesinde olacağını bilen bir içses gibi, bana onları bulmam için altına bakmadık taş bırakmayana dekçabalarımı sürdürmem gerektiğini söylüyordu. Savoy'daki çay saati veberaberinde Dreamer'a sunacağım korkutucu raporu açıklama zamanıyaklaşmaktaydı ve ben Londra' daki sözü geçen bazı arkadaşlarımı bilearamıştım. Bir yardımı olur inancıyla Lady Ellis'e, Westminster'daki biroylama sırasında verilen kahve molasında yaptığım ziyareti de Dreamer'a,anlattım: bu yol da bir işe yaramamıştı. Her an kızgınlığını üzerimeboşaltmasını, ya da daha kötüsü alaylarına hedef olmayı bekleyerek, zamanıdoldurmak amacıyla bu serüvenin başka sahnelerini sıralıyordum ki,* West End: Londra'nın tiyatrolarıyla ünlii, zengin batı bölgesi, (ç.ıı.)184


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDreamer baştaki cümlesini tekrarlayarak sözlerimi kesti."O biletleri 'sen' bulamadın!" dedi. Aynı ses tonuyla söylemişti, ama bukez sanki anlama özürlü birisine söylercesine 'Sen bulamadın' sözcüğünübiraz kışkırtıcı bir havada vurgulamıştı. Yüzünü bir parça yüzümeyaklaştırdı."Onları bulabilmek için kendi yazgının raylarından çıkmış olman gerekirdi.Onları bulmak seni ebediyen değiştirecekti!" dedi. Düşündükleriminaksine, benden o biletleri bulmamı istediği anda, görevimin çoktan yapılmışolduğunu açıkladı. Dreamer'ın bu sözü beni sersemletmişti. Karşılaştığımgüçlüklerin nesnel olmadığına beni kim ikna edebilirdi? Onları bulmakuğruna denediğim tüm yollan benden daha iyi kim bilebilirdi? Şimdi burada,Savoy'da bir masada oturup konuşmak kolaydı. Bu görevi üstlenen birbaşkasının benden daha iyi yapıp yapamayacağını görmek isterdim!"Sen hâlâ dünyanın betimlenmesiyle uyutulmuş durumdasın. Sana göregerçeklik dünyadır!" dedi.Sesindeki belli belirsiz huzursuzluk ifadesi, etkisini kuvvetlendiriyordu."Oteldeki görevli sana bunun için üç ay gerekeceğini söylediği anda senzaten yenilgiyi kabul etmiştin. O andan itibaren sen biletleri aramadın."İkna edebilmek için sözünü kesmeye yeltendim ve Dreamer'ın sert birhareketi, daha ağzımı bile açamadan, kanımın donmasına yetti. "Odakikadan itibaren sen biletleri değil, dünyanın sana dayattığı imkânsızlıktarifini desteklemek için, her şeyin gerçekten öyle olduğu ve başarmanınimkânsız olduğu inancını güçlendirmek için mümkün olan yolları aradın.Teslimiyetin, her girişiminden önce oraya varıyordu ve seni beklediğineinandığın 'hayırlar, sen daha kapıyı çalmadan orada hazır bekliyorlardı.Sanki başarısızlık kehanetini doğrulamak ve kendi kendine bulamayacağınadair verdiğin sözü onurlandırmak için boyun eğdin.""Hangi söz?" diye kekeledim. Korkunç varsayımlarım arasından açılanbir delikten küçücük bir ışığın süzüldüğünü gördüm; bir alçakgönüllülük veböylece bir anlama parıltısı, bana mazeretlerimin uzun öyküsününanlamsızlığını hissettirdi.Dreamer, "Başarmak için her yolu denediğin inancıyla, karşıma yenikgelmeye dair kendine verdiğin söz," dedi. Asla unutmayacağım o sözlerisöylemeden önce bir parça suskun kaldı. "O adama inanmak. Dünyanınsesine körü körüne inancının bir parçasıdır. Onun ifadesini kabul ettiğinandan itibaren, artık başarmak için değil, yenilgini haklı göstermek içinçalıştın. İşte senin yaşam öykün... yenilginin kehaneti."185


Stefano E. D'AnnaÖlmek üzere olan birinin hayatından kesitlerin film kareleri gibi, benimde o gün olanlar bir bir gözümün önünden geçti. Gördüğüm sadece olaylarınzamana göre sıralanışı değil, aynı zamanda biletleri ararken yaşadığım ruhhalim, düşüncelerim ve hissettiğim her şey.Yine yapabileceklerime dair güvensizliğimi, yetersiz kalma duygumu,altında ezilmekten duyduğum korkuyu; o biletleri benden bile bilegizlediklerini düşündüğüm kişiler için sürekli dünyayı suçlamamı,anlaşılmaz derecede düşmanca davranışlarımla daha birçok şeyi ve sonolarak da suçluluk duygumu gördüm. Bütün günümün içine işleyen ve hâlâOluş'umun etrafında kendi keyiflerince dolaşan bu hoş olmayan, işeyaramaz duygular yığınını fark ettim. Dreamer'ın sözleri, beni her zamankieğilimimle yüz yüze getirmekteydi. Bu görev, en derinlerde yatan bendekisıradan yaraları göstermiş ve ben ne denli miskin olduğumu fark ettikçe,açığa çıkan sınırlı olduğum gerçeği bana daha da acı verir olmuştu.Dreamer'ın ustalığı, dünyanın belini bükmüş ve bunları görebilmem,üstesinden gelebilmem için tüm evreni işe katmıştı.Kaçırdığım fırsatın ne kadar önemli ve eşsiz olduğunu kavradığımda,başaramamış olmanın acısı içimde daha da büyüyordu. Gerçeklik veyanılsatıcı yansıma arasındaki halat çekme yarışmasında, Dreamer'ın görüşüve bana dayatma yoluyla öğretilen dünya anlayışı arasındaki çekişmeyi, birkez daha var olmayan yanılsama kazanmıştı. Dünya hâlâ gerçekti ve insanıiçine çeken hipnotik gücü çok yüksekti..Dreamer'ın varlığı ise hâlâ çok silikti."Senin yaşadığın tam bir yenilgi sayılmaz, buna, bir yenilginin sonucu,içinde kırılan direncin çatırdayan sesi, oluşunun bir durumu demek dahayerinde olur.There are no failures in life but only effects.Yaşamda yenilgi diye bir şey yoktur, sadece sonuçların getirdiği etkilervardır."Yeni tutumumu yansıtan bir ses tonuyla Dreamer, "O biletleri bulmakiçin geçmişini tümüyle değiştirmiş olman gerekirdi!" dedi. Aşırı bir abartıolarak görünen şey, şimdi en açık gerçek olarak ortaya çıkmıştı, insanlığınyegâne temsilcisi benmişim gibi, acımasız bir nezaketle, "Eğer 'düş 'e sadıkkalabilmiş olsaydın, yazgım değiştirirdin," dedi. Ardından bir soluktaekledi: "Uyuyan ormandaki güzel, senin içindeki düşleyendir, bilendüşleyen..."186


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBu varlığı dünyadaki her şeyden fazla sevdiğimi hissettim ve şimdiO'nunla birlikteyken bulduğum bu berraklığı seviyordum. O'nukaybetmemek için dişimle tırnağımla O'na sımsıkı tutunacaktım. Bütünlükve çözümler dünyası bana, "Hadi durma... her şey zaten yapıldı!" derken,bölünmüşlük, çatışma ve karmaşa dünyası' bu imkansız!' demişti. Ve ben,evrenin en alçak, en perişan parçasına inanarak ve kendimi onunlaözdeşleştirerek, dünyanın yüzeysel betimlemesine boyun eğmiştim.Düş, var olan en gerçek şeydir. Ama ben bunu sürekli unutuyordum."Kendini çürümekten sakınmak için içinde yetersizlik bilincini,çatışmalarını, kendine acımanı ve seni bağımlı, korkak, şüpheci ve mutsuzkılan hipnoz uykunu kesinlikle yenmen gerekir.""İnsanların, dünya tarifine olan sarsılmaz inançları, onlarınzayıflıklarının kaynağıdır; yaşamlarındaki olayların ve yaşam oyununda herbirine dağıtılan rollerin son açıklamasıdır.Hastalık da bize dünyanın anlattığı bir yalandır! Hastalanırız, çünkü bizehastalık tanımlarıyla anlatılmıştır ki böylece biz onun gerçekliğini bilesorgulamadan, taklidi ile yaşlanırız ve ölürüz." Dreamer'ın yükselen sesive her zamanki konuşma tarzının sözcüklerini çınlatması, artık sözlerinyalnızca bana değil, görünmeyen büyük bir dinleyici kitlesine deyöneltildiğini açıkça gösteriyordu."Sıradan insan düşlemez, o sadece kendisine dayatılan hikâyeye körükörüne itaat eder. Eşsizliğini, yaratıcı doğasını çoktan unutmuştur çünkükendisine erişme imkanı yoktur.. O kendisini tanımaz!..Whateveryou dream, happens.lf you begin to know yourself you will understand why the world is as it is.Now you know why the world is as it is..! Because you dream it so!Düşlediğin her şey gerçekleşir.Kendini tanımaya başlarsan, dünyanın neden bu halde olduğunuanlayacaksın...Sen artık dünyanın neden bu halde olduğunu biliyorsun!Çünkü sen onu böyle düşledin!"Defterimde boş sayfa kalmadığı için, bu sözlerini Savoy'un yemekmönüsünün üzerine yazdım ve dakikalarca listenin üzerindeki her boşluktanyararlanarak onu tamamıyla doldurdum. Şef garsonun dikkatini çekmek içinbir işaret yaptığını gördüğümde ben hâlâ yazıyordum.Ayağa kalktı, başka bir söz söylemeden, "Gidelim," dedi.187


Stefano E. D'Anna13 Dreamer ile tiyatrodaDışarı çıkar çıkmaz hızlı adımlarla yürümeye başladık. Bir taksiyebineceğimizi düşündüm, ama Dreamer adımlarını daha da hızlandırınca, bende O'nu izledim. O'nu ilk kez acele ederken görüyordum. Kendimi oldukçaantrenmanlı saymama rağmen O'na yetişebilmek için birçok kez hızımıartırmam gerekti, ama O her seferinde arayı açmayı başarıyordu. EastRiver'da oturduğum adanın etrafını her sabah koşuyordum. Oakland gibibazı çok zorlu maratonlara ve bisikletle 24 saat hiç durmadan yol kat ettiğimCentral Park'ta, Pepsi Kupası gibi başka ciddi yarışlara da katılmıştım. Yinede hiç çaba harcama belirtisi göstermeyen Dreamer'a yetişmektezorlanıyordum. İyi de nereye gidiyorduk? Dreamer'a böyle acele ettirecekkadar önemli kişi kimdi? Bizi kim bekliyordu? Bunları ona sormak istedim,ama cesaret edemedim; zaten konuşacak nefesim de kalmamıştı. BirdenbireDreamer, koşarak bir delikanlının çevikliğiyle hemen önümüzde kalkan çiftkatlı eski bir otobüse atladı. Ben de koştum, ama kolunu uzatıp beni içeriçekip almasaydı, asla yetişemeyecektim.Gözlerine baktığımda hâlâ elini tutuyordum. Önümde açılan bir zamantüneli beni aniden Napoli'deki çocukluğuma götürüverdi.Benim afacanlar çetesini, Mergellina'daki cesaret sınavlarını, raylarüstündeki koşu yarışlarını ve tramvayın amortisörlü tampon çıkıntılarınınüzerine atlayışlarımızı yeniden gördüm. Bu küçük savaşçılar çetesinekatılabilmek ve onlann heyecan dolu tehlikeli yaşamlarını paylaşabilmekiçin, 10 yaşında bütün bu şeyleri kusursuz bir biçimde yapabilmekgerekiyordu. Ne var ki, o gün bir şeyler ters gitmişti. Soluk kesen bir hızlakoşarken, vagonun kenarındaki büyük çıkıntıyı kavramış, tam üstüneatlayacağım sırada taşıt beklenmedik bir şekilde hızlanmaya başlamıştı.Yakaladığım demir parçasını bırakmak istemediğim gibi, üstüne deatlayamıyordum. Bacaklarım kesilmeye başlarken içimde büyüyençaresizliği hissetmiştim. Vagonun penceresinden uzanan ince, ama güçlü birkol beni bileğimden kavramıştı, yukarı atladığımda kurtulmuştum. O gencinsakince gülümseyen gözleri aynı gözlerdi onlar. Dreamer'ın gözleriydi. Kimbilir kaç kez, kaç durumda Dreamer'la karşılaşmıştım? Yaşantıma acaba kaçkez müdahale etmişti? Bu kez şaşkınlığımı gizleyemedim, nefesimi yenidentoplarken yüz ifadem O'na çok komik görünmüş olmalıydı ki bu ilginçgezinin en azından bir kısmını açıklamak zorunda hissetti.188


Tanrılar <strong>Oku</strong>luYüzünde şimdiye dek hiç görmediğim bir gülümsemeyle, "Tiyatroyagidiyoruz," dedi. "Fe bu akşamki oyunun başını kaçırmak istemem," diyeekledi. Samuel Beckett, Brecht veya Çehov'dan bir oyunu kastettiğinisandım. Bu saatte O'nun iki kişilik yer bulma umudunu karşılayabilecekoyunlar ancak bunlardı. Açıklama, ışıktan bir kılıç gibi gelmişti. Evet, başkabir şey olmazdı. Şimdi emin olmuştum. Uzaktan tiyatro binasını görünce,artık hiç şüphem kalmamıştı. Tam isabet! Kabul etmeliydim. Dreamerbiletler cebindeyken, bana Londra'nın altını üstüne getirtmişti. Ona nedüşündüğümü olduğu gibi söylediğimde, O kahkahalarla gülmekten kendinialamadı. Otobüsün kapısına yaklaşıp inmeye hazırlanırken, "Bilet filanyok!" dedi. Keyfim kaçmıştı. Bana inanmamış olması mümkün müydü?Neden bu gösteri için salonun en dibindeki son koltuğun biletini bilebulmanın olanaksız olduğunu O'na anlatamamış olabilir miydim? Demiretutunup, onunla birlikte inmeye hazırlanırken, "Mümkün değil," dedim."Bilet bulmanın, üstelik de akşamın bu saatinde tek bir yer bulmanın hiçbirihtimali yok," dedim. Dreamer bıkkınlık duyduğunu ifade eden bir işaretlebeni susturdu. Otoriter ses tonuna geri dönerek,"Endişelenmek, şüphelenmek ve ıstırap çekmek, düş yoksulu, sevgiyibilmeyen insanların işidir ki, bu durumlar, mantık ve boş inanışlar dünyasıtarafından hipnotize edilen kişilerin günlük takip ettiği rutin işleridir.,"dedi."Endişelenmek, şüphelenmek, korkmak ve ıstırap çekmek dağılmış birpsikolojinin belirtileridir., aynı zamanda, oluştaki bir çatırdamanıngöstergesi ve olaylar dünyasında bir süre önceden başlayan felaketlerin,başarısızlıkların ve yenilgilerin ilk habercileridir."Bu sözleri işittiğimde, utancımdan kıpkırmızı olup yerin dibine geçtim.Yaşam oyununda karamsar ve heves kaçıran bu rolün içinde tutsakkalmıştım ve uzun zamandır beni tiksindirmesine rağmen hâlâ bir türlü'mantıklı' ve akıllı adam kalıbından çıkmayı başaramamıştım. Otobüstenindi, ben de O'nun peşi sıra indim. Fuayenin parlak ışıklarını birkaç adımönümde görebiliyordum; burada gelmiş geçmiş bütün o büyük gösterilerinbüyülü atmosferini soluyabilirdiniz. 1832'deki Paris ayaklanmasınındestansı sahnesinin önünde, halkın ellerinde devrim bayraklarıdalgalanırken, ön planda ele avuca sığmaz sokak çocuğu Gavroche'unefsanesini çağrıştıran ve eski püskü giysiler içindeki ufak tefek, korkusuz birkadın kahramanın bulunduğu gösteri afişlerinin önünde şimdiden büyük birkalabalık toplanmıştı.189


Stefano E. D'AnnaGösteri başlamak üzereydi. Umudu kalmayan kalabalığın üzgün yüzlerledağılmasına bakarken, birdenbire sanki varlığımdan kapkara bir göktaşıgeçmiş gibi hissettiğim, tıpkı tahminlerinin gerçekleştiğini gören ve bugeçici zaferinden sapıkça haz duyan felaket kahinleri gibi, benimki de aynıtürden aşağılık bir sevinç, tuhaf bir hazdı. Bundan başka, kahramanınmahkûm edildiğini gören fakir halktan bir topluluğun veya serserilerinyaşadığı bayağılığın huzur veren güvenini de hissettim.O anda, yüzyıllardır dünyada işlenmiş bütün korkunç suçların sorumlusununvarlığımın karanlık köşesi olduğundan emin oldum; savaşların, katliamların,yıkımların ve dayanılmaz eziyetlerin kaynaklandığı yer, Oluşumun karanlıkbir kıvrımında barınan o gölgeydi. Tiksinti ve nefret duygulanyla dolup,nefesim tutulmuş olarak, bilincimde açılan bu derin yarıktan Varoluşumungerçek dokusunu gözlemledim.Bu arada Dreamer'ı gözden kaybetmiştim. Onu yeniden buldum ve birdaha yanından ayrılmadım. Girişin önünde kalabalık dağılıp geriyeikimizden başka bir de kısa boylu, düzgün vücutlu bir kadınla, uzun boylu,iri yapılı bir erkek kalıncaya dek birkaç dakika bekledik. Sonrasında,dostlarını bekleyen Amerikalı bir anne-oğul olduğunu öğreneceğimiz bukişilerin giysileri çok şıktı ve aristokrat görünümleri dikkatimdenkaçmamıştı. Genç adam, papyonu ve şık smokininin kendisine verdiğirahatsızlığı asaletiyle saklamaya çalışırken, şehirlerden çok, kırların uçsuzbucaksız özgürlüğüne alışkın olduğu apaçık görülüyordu.Elinde birkaç tane bilet vardı.14 SefillerKalabalık tamamen dağılmış, tiyatronun girişinde bu çiftin ve bizimdışımızda hiç kimse kalmamıştı. Bakışlarımız bir noktada kesişiverdi.Gözlerinden şimşek hızıyla geçen bir saygı sunuşunu, Dreamer'ın önündesaygıyla eğilerek O'nu selamladıklarını fark ettim; bu ruhsal selamlaşmatıpkı bir kadınla bir erkeğin karşılaştıklarında görünmeyen bir hiyerarşiyigözlerinden tanımalarına benziyordu.Dünyanın Dreamer'ı 'tanıyor' olduğuna her tanıklık edişimde, tıpkıvarlığını ortaya koyan bir bitkinin bitkisel zekâsıyla, köklerine özen gösterenve onu besleyen sahibinin varlığını hissederek ona şükranlarını sunması gibi,ben de O'na gösterilen saygının ve önceliğin işaretlerini yeniden düşündüm.190


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBu durum bana, bir seferinde New York'ta Dreamer'la birlikte bir asansörebinişimizi anımsattı. Asansör hareketi boyunca birçok katta durmuş ve içiiyice kalabalıklaşmıştı. Biz dışarı çıkarken Dreamer, bu kadın ve erkeklerarasındaki esas ayrımın, yani farklı oluş seviyelerine ait olmalannın, katlararasında akıp giden o sonsuzluk kesiti boyunca yaşadıkları fazla ya da azseviyedeki utangaçlığın davranışlarında gözlenebileceğine dikkatimi çekti.Sadece birkaç saniyeliğine de olsa ve hiçbiri bilinçli olarak yapmadığı halde,her bir kişinin zemin kattan, binanın son katına kadar hiyerarşibasamaklarındaki kendi konumlarına göre, asansör içinde de aynı hiyerarşikdüzene göre uygun yeri seçtiklerini ve içsel sorumluluklarına göre görünmezbir piramit oluşturduklarını açıklamıştı.Nerede karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, bir kaç saniyeliğine ya da yıllarboyu olsun, insanlar, tıpkı ışıkları, yörüngeleri, kütleleri ve kendigüneşlerine olan uzaklıkları doğrultusunda belirlenen gezegenselhiyerarşiler gibi, içsel, matematiksel bir düzene riayet ederek kendilerinigörünmez bir piramidin farklı seviyeleri üzerine yerleştirirler. Oluşundereceleri ve seviyeleri vardır. Bu evrensel bir yasadır.Amerikalı çiftle birkaç kelime konuştuk. Bize, bu dakikaya kadararkadaşlarının ortalıkta görünmemesinin tuhaflığından söz ettiler. Sohbetsürerken, kadının yüz ifadesinin giderek daha sakin, huzurlu ve neredeysekeyifli bir hal alarak değişmeye başladığını gözledim. Gösteri başlamaküzereydi ve onları daha fazla bekleyemezlerdi. Kadın, programlarının değişmesindenpek de rahatsız olmadığını gösteren bir gülümsemeyle yüzünüDreamer'a çevirdi. Bize, gösteriyi onlarla birlikte izlemeyi teklif etti.Ellerindeki biletleri daha ABD'den hareket etmeden önce ayırtmışlardı veonlar salonun en iyi koltuklarıydı. Tüm ısrarıma rağmen, biletlerin parasınıkararlı bir nezaketle geri çevirdi. Böylece onların davetlisi olarak içerigirecektik.Dreamer'ın etrafını saran o mucizevi haleye hiçbir zamanalışamayacaktım. Şüpheciliğimden dolayı birkaç sözle özür dilemek içinO'na döndüğümde o bana bakmadan, koluna giren bu hanımla hararetli birsohbete dalmış olarak kapıdan içeri giriyordu. Biletlerin burada bizi bekliyorolması nasıl mümkün olabilirdi? Bu Amerikalı çifti, arkadaşlarının gösteriyegelememesi ve hatta onların Avrupa seyahatlerini, tüm bu olanlarıDreamer'ın yarattığı düşüncesi insanın aklını karıştırıyordu, üstelik tümbunları o anda, orada, gözlerimin önünde yaratıvermişti. Ustalığı, benimdünya görüşümü bir daha değişmemek üzere ebediyen tepetaklak ediyordu.191


Stefano E. D'AnnaIşıklar azalırken, ön sıradaki yerlerimize sakin bir şekilde yerleştik ve osırada Dreamer eğilerek kulağıma,"İnanmak ile görmek bir ve aynı şeydir.Zaman içinde, inandığın ve düşlediğin her şeyingerçekleştiğini göreceksin,"diye fısıldadı. Tiyatronun loş ışığında, bana fısıldanan bu sözler, eski birkoronun büyüsünü uyandırdı. Ruhumun yükseldiğini ve özgürlüğün çözümsunuşundaki saflığı, iyileşmeyi duyumsadım; bu iyileşme, yüreklerdeyükselen eski bir trajedinin kefaretini adalet yasalarıyla ödemeninsimyasıydı."İnanmak için, bütün ve kusursuz olman gerekir. Varoluşundaki en ufakbir çatırdama, en ufak bir şüphenin gölgesi, seni inanmak için görmenincehennem tuzağına düşmüş ölümün kucağındaki, yenik düşmüş ve kendi telifhaklarından vazgeçmiş milyarlarca kişinin arasına geri döndürecektir... "Dreamer beni oldukça uzun bir zamandır eğitiyordu, bununla beraber,kendi yarattığımız bir dünyaya ellerimle dokunmak bile beni hâlâ aynıdipsiz karanlığın kıyısında sallandırmaya yetiyordu.Herkes bir yaratıcıdır.Dünya bir parça sakız gibidir.Her düşlediğin gerçekleşir...insanlığın, dünyayı tepetaklak gördüğü için ıstırap çektiğini anladım.İnanmak ve görmek bir ve özdeştir, ama insanlar bunları birbirlerindenzaman faktörünün etkisiyle ayrılmış, bölünmüş farklı şeyler gibi algılarlar veinanmak için görene dek beklerler. Beklenti sırasında oluşan yanılsatıcıboşluğu, var olan ıstırap duyma ve acı çekme duygularıyla doldurmakinsanlık için tek çare olmuştur. Bir kişide görmek ve inanmak bir arayageldiğinde, o kişi yaşamından her türlü acı ve ıstırabı yok etmekle kalmaz,aynı zamanda bunları kendi evreninden de tamamen çıkarır. Gösteribaşlamak üzereydi, sahne perdesi kalkarken,"Görmek için inanmak, yaratıcının, düşleyenin yasasıdır, yöneteninyasasıdır, kralın vazgeçilmez yasasıdır," dedi. "İnanmak düşleme sanatınaaittir ve düşleyenin en derin/erindeki niteliğidir. İnanmanın (cre-do)kökeninde, yaratıcılık( cre-ed, cre-ation) vardır. 'Düş', var olan en gerçekşeydir."192


Tanrılar <strong>Oku</strong>luSesini fısıltı haline gelene dek alçalttı. Sözlerini çok zor anlıyordum, amasamimiyetinin yanılmaz ciddiyetini hissettim. 'Sefiller' oyununa değinerek."Dikkat et! Bu hikâye on sekizinci yüzyıl duygusallığının ötesinde,Antagonistle ilgili çok önemli bir ders içeriyor. Bu, tüm insanlığıilgilendiren, ibret alınacak evrensel bir öyküdür. Bu gösteri 'kendisini içindenasıl bağışlayacağını' bilmeyen bir insanın öyküsüdür, tıpkı senin gibi!"dedi.Sefiller, amansız bir düşmanlık öyküsünün müzikal bir uyarlamasıydı;son derece katı ahlak kuralları olan fanatik bir polis memuru olan JaVert,ekmek çaldığı için, önce 20 yıla ardından müebbet hapse çarptırılan kaçakkürek mahkûmu Jean Valjeanı yakalayıp, onu adil olmayan bir adaletleyargılamak üzere yıllarca peşinden koşar. Öyküde Jean Valjean, cömertliğin,aşağılanmış bir insanın iyi yürekliliğinin, gaddarlaşan bir toplumun veyasalarındaki merhametsizliğin bir simgesi haline gelir. Sahnedeki sadeceışık oyunuyla ortaya çıkan arka plandaki görüntüler, tüm bir halkın, hemşanlı, hem de acıklı destansı olaylarını resmetmektedir: Parisliayak takımının yaşamı, 1832 ayaklanması, Waterloo Savaşı. BabamGiuseppe'nin bana anlatmaktan hoşlandığı bu öyküyü çocukluğumdan beriiyi bilirdim. Anlatırken, Jean Valjeanın, ölüme terk ederek amansız takipçisifanatik Javert.'ten kurtulmak yerine, mantığa sığmayan bir şekilde onunhayatını kurtardığı bölüme her geldiğinde babamın nasıl duygulandığınıbugün gibi anımsarım. Onun bu cömertliği polisin dünya betimlemesiniöylesine yıkar ki, bir zamanlar onu ayakta tutan iyilik ve kötülük anlayışınıntepetaklak olması yüzünden, artık kendi değerleriyle yaşayamaz hale gelenJavert sonunda intihan seçer."Javert/Valjean, isimleri bile ses olarak kulağa yakın geliyor... Onlaraynı kişidir," dedikten soma Dreamer şunları açıkladı: "Sonunda kendisiniiçinde bağışlamıştır. Javert'in yaşamını kurtardıktan sonra, düşmanını kendiiçindeki düşmanla uyumlu bir hale getirdikten sonra, artık daha zeki vedaha güçlü bir düşmanla yüzleşmeye hazırdır. Yenilen yani, ne olduğuanlaşılan eski düşmanın, artık varlığını sürdürmesi için bir nedenkalmamıştır. O yok olur, intihar eder. Aslında o hiç var olmamıştır. Oyalnızca bir gölgenin, varoluşundaki bir eksikliğin bedenleşmiş halidir..."Dreamer'ın, bir zaman biriminde yeri olmayan bu öğretisi yine kuvvetleyankılanıp, varlığımın her zerresinde titreşime yol açtı.193


Stefano E. D'Anna"Tek düşman senin içindedir! Dışarıda ne suçlanacak ya dabağışlanacak bir düşman, ne de bize zarar verebilecek bir kötülük vardır.Antagonistten korkma! 0 senin en büyük müttefikindir. Başarıya giden enkestirme yolu sana o gösterir. Onun tek ve yegâne amacı senin zafereulaşmandır."Işıklar yandığında Dreamer ortada yoktu.. Akşamın geri kalan kısmınıAmerikalı yeni arkadaşlarımla birlikte geçirdim ama aklımda sadeceDreamer ve onun olağanüstü öğretisi vardı.Zamanın karanlık başlangıcından, insanoğlunun bilincinden ilk düşünceparıltısının geçtiği o ilk andan beri araştırmacılar ve Oluş okulları, içselgelişime dönük okullar hep vardı. Pythagoras'ın <strong>Oku</strong>lu, Platon'unAkademisi, Aristoteles'in, Plutarkhos'un, ilk Hristiyanlığm okulu ve ruhunbir demir gibi tavında dövüldüğü antikçağdaki tüm büyük okullar, varolmanedenlerini, öğretilerini ve görevlerinin sürekliliğini Dreamer'da yenidenbuldular.194


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBölüm VElveda New York1 Manhattan sokaklarındaACO'nun genel merkezi, dokuz katlı çok şık bir binadaydı, Park Avenue'dekigökdelenlerin arasında yükselen, alüminyum ve mermerden birmücevher gibiydi. Sallanan bir feribot üstünde East River'ı geçtiğimiz tramvayla,dört dakikada Roosevelt Island'dan 60. caddeye varıyordum.Ardından, Manhattan'ın tam kalbinin attığı yerden geçen birkaç blok yolyürüyordum. Kat ettiğim bu yol boyunca, kendimi muazzam bir kalabalığıniçinde buluyordum. Burası, kaldırımlarında binlerce cam gözlü binanınyükseldiği ve nehir gibi kıvrılarak uzanan sokaklarında adeta sürüklendiğimbir ırmak gibiydi.Dreamer'la son görüşmemizin üzerinden haftalar geçmişti, ama O'nunsözleri, yaşayan değerli bir varlık gibi, bilinmeyen bir kuvvetle beni hâlâetkilemekteydi. Sözlerinin bir dikkat ve uyanıklık kimyasalını süzmeyeyarayan salgı bezlerine, dokulara, organlara dönüştüğünü hissediyordum.Her şey giderek daha da netleşiyordu. O ana kadar bana aralarında bir farkyokmuş gibi görünen, bu karmakarışık insan kitlesi, artık renk, enerji ve sayıbakımından çeşitlenmişti. Etrafımdaki insanları Dreamer'ın gözleriyleincelediğimde, her birimizin Oluş merdiveninde durduğu basamağı ve budünyadaki rolümüzü meydana getiren en küçük ayrıntıları bile fark ederolmuştum.Her şey birbiriyle bağlantılıdır, ayrı hiçbir şey yoktur.Bir yandan yürüyor, bir yandan da sanki tek bir devasa varlıkmışız gibikalabalığın da benimle aynı anda nefes alıp verdiğini hissediyordum. Onlarınkorkularını hissediyor, ruh hallerini soluyabiliyordum. Düşünceleriniokuyabiliyordum. Bütün bunların, insanların giysilerinde, hareketlerinde,tavırlarında, yürüyüşlerinde ve her sabah telaşla gittikleri, kendilerini bekleyenişyerlerinde açıkça hissedildiğini fark ediyordum.195


Stefano E. D'Annaİnsanların görüşleri ve istekleri, yaşamın olağanüstü bir biçimde onlarayüklediği rollerin boyutuyla sınırlıydı.Our level of Being creates our life, not viceversa.Oluş seviyemiz yaşamımızı yaratır, tersi olamaz.Önceden ait olduğumun asla farkına varamadığım bu karmakarışık insankitlesinin arasından şimdi kendime yol açarken, Dreamer'ın sözlerinigöğsümde bir kalkan ya da bir muska gibi taşıyordum. Her birininhücrelerinden yükselen ıstırap ezgisini duyuyordum ve ayrıca ilk kez,kendini tanımayan bu insanlığın hiç kesilmeyen içsel diyaloglarınıdinliyordum. Yanımdan geçerlerken kederli yalnızlıklarını hissettim vemilyonlarca böceğin kanat çırpışına benzeyen fısıltılarını işittim.Dreamer'la karşılaşmadan önce, bu insanların arasında olmaktanhoşlanıyor, bu şehri seviyor ve burada alışılmış bütün yaşam kurallarınıyerine getiriyordum. Kalabalık sokak sergilerinin arasına dalıyor ve engözde gösteriler için bilet kuyruklarına giriyordum. Tanımadığım binlerceinsanla yan yana olmak, bir metropolde, daha milyonlarcasıyla birlikteyaşamak ve büyük bir kuruluşta çalışmak bana daima bir güven, bir aidiyetduygusu vermişti. Şimdi yepyeni bir aydınlık her uzlaşmayı yok ediyordu.Bir cüce aynasına bakar gibi bu insanlara bakıyor, onların yansımalarındankendimi 'görüyordum'. Aynadan yansıyan şekilsiz figürler gibi rollerininiçine hapis olmuş bu insanların benzer yanlarını artık iyice tanır olmuştum;onlar güldükleri zaman bile hiç kaybolmayan kalıcı, kederli çizgilerin,yüzlerinde trajikomik maskelere dönüştüğü görüntüleriyle, derinuykularında acınası fantezileri ve anlamsız istekleriyle hareket ettirilenmakinelerden farksızdılar.Dreamer'dan, diğer kişilerin bizim yansıttığımız görüntüler olduğunuöğrendim. Tüm o kadınlar ve erkekler bendim. Etrafım sonsuz sayıdaaynayla çevrilmişti! Bu aynalar, sonsuzluğa yansıyan binlerce parçayabölünmüş beni daima kederli bir ifadeyle yansıtıyordu. Yürürken, insanlarınadımlarının gerisinde büyük bir salyangozun arkasında bıraktığı sümüklü izgibi, uçuşan düşünce bulutlarını ve duygu salının sudaki izlerinigörüyordum. Yanımdan geçip giderken gördüğüm, endişe ve bencillikbalonunun içinde sıkışıp kalmış, dalgın insanlardan biri de bendim.196


Tanrılar <strong>Oku</strong>luGökdelenlerin arasındaki caddeleri ve sokakları kaplayan ve o sokaklardabilinçsizce akan insan selinin, ölümlü kaderine doğru çağlayarak ilerlediğiStyks* ırmağındaki bir damlaydım ben.Benim onlardan tek bir farkım vardı: ben Dreamer'la karşılaşmıştım.Artık bir devrimin yapılması gerektiğini biliyordum. Dreamer'ınyardımlarıyla bu yönde ilk adımlarımı atıyordum.Gördüğüm binlerce yüzden hiçbiri gökyüzüne dönük değildi. Özgür biryüze, dikkat dolu bir bakışa ya da bu harikulade evrenin bir parçası olarakbu dünyada yaşadığı için ve bu şansından dolayı bir zerre minnet duyacaktürdeki bir insana rastlamak için belli ki daha çok bekleyecektim.Hatta bana bu görüntüleri yansıtan ayna, yaşam belirtisine kanıt olarak,bir ağızdan çıkarak yüzeyini buğulandıracak bir soluk bulmayı umutediyordu, ama boşuna...Bazen aklıma geçmişimden göz alıcı sahneler gelirdi; Giuseppona'nınbacaklarına sıkı sıkıya sarılmış, dünyanın rengârenk kocaman sirkinibüyülenmiş gözlerle seyreden içimdeki çocuğu yeniden bulurdum. Ardındançevremde bu oyunda bana eşlik edecek arkadaşlar arardım. Ne yazık kiManhattan'da, ancak Hirodes'in krallığındaki kadar çocuk vardı.Karlı bir günün sabah saatlerinde, yüzündeki parıltıyla kalabalık içindenhemen fark edilen, Avrupalı görünümlü, düzgün ve iyi giyimli, genç birzenci adam dikkatimi çekti. -Yüzünü çevreleyen kıvırcık saçlarına düşen kartaneleri Central Park'ı çevreleyen karlı çitler gibiydi. Karşılıklı geçerkenbirbirimize bakarak hafifçe gülümsemiştik. Onun da beni 'bildiği', 'tanıdığı'izlenimine kapılmıştım. Çabucak geçen bir duyguydu, fakat bir anlık da olsabu uçsuz bucaksız şehirde yalnız olmadığım, bu kanı çekilmiş insanlığın,uyuşuk bedenlerin, ölü hücreleri arasında hâlâ nabzı atan canlı hücrelerin debulunduğu umutlarımı yeşertmişti.Dreamer, her gün masa başında çalışanların durumuna dair gözleriminönündeki perdeyi araladığı ve bunun, eski köleliğin modern bir uyarlamasıolduğunu söylediğinden beri işe giden bu insan ordusu, bana amaçsızcahareket eden bir böcek sürüsü gibi görünmeye başlamıştı. Onların her sabahgökdelenlerin katlarında bir araya geldiklerini, hava kesecikleri kadar küçükmilyonlarca hücreye yerleşip, oraları vızıltılarıyla doldurduklarını duyar,* Styks ırmağı: Ölüler ülkesinde akan bir ırmak-tanrı. Karanlıkta gürül gürül akan anaırmak-tanrı Okeanos'un bir kolu ve kızı. Olympos'taki Tanrılar Styks üstüne yeminederler ve bu yeminden dönerlerse çok ağır cezalar alırlardı, (ç.n.)197


Stefano E. D'Annagörür olmuştum. Düşüncelerinin karanlık yükü, duygularının ağır şerbetiyleiç organlarındaki yaşamlarını balçığa dönüştürüyorlardı. Ben de kendi küçükhücremi doldurmaya giderken, benim gibi hayatlarının büyük kısmını bellibir maaş karşılığında kuruluşlarda harcamak üzere dünyada yerini almışinsanları düşünürdüm.Kendi kendime tüm bu çabaların ne anlama geldiğini ve hipnoz altındakirollerinin içine tutsak olmuş bunca insanın sıkıntısını, kaygısını nereyeyönelttiğini sorardım, onlarda kendi sıkıntılarımı, kendi mutsuzluklarımıgörürdüm. İncecik mantık zarının hemen altında saklı duran kavgacı zekâyıve önce kendimizi, ardından diğerlerini hiç durmadan yok etmeyeyönlendiren yıkıcı düşünceyi, ölüm dürtüsünü görürdüm.Yüzyıllardır biriken duygusal katmanların altında, gerek canlı gerek ölüolsun, endişeler, şüpheler, güvensizlikler ve sınırsız korkulardan oluşan içselkirliliğ fark ettim. Sonradan bana 'Dreamer olmasaydı ben de yanlış yoldailerleyen bu insan neslinin bir parçası olmayı sürdürürdüm' dedirtecek birkorkunun pençesine düştüm. Bir keresinde O'na insanları tanımlamakta sıkçakullandığı 'sıradan' insan ya da 'yatay' insan terimiyle neyi kastettiğinisordum. "Bunlar, toplumun en alt katmanından en tepesindekilere kadar herdüzeyde okuyan, öğreten, çalışan, çocuk doğuran ve onları büyüten, yollar,gökdelenler tasarlayıp inşa eden, kitap yazan, kilise kuran, özel şirketlerde vekamuda çalışan yetişkinlerdir.." O'nun asla aklımdan çıkmayacak yanıtıbuydu.. Beni merakta bırakmak için bir süre sessiz kaldı, sonra devam etti; "Vehepsi hipnoz halinde.. Bir unutkanlık ve mutsuzluk balonunun içine ebediyenkapatılmış olduklarından, uykularında el yordamıyla hareket ediyorlar."Bu sözleri her anımsayışımda ve kapıma dayanmış beni yutmayı bekleyenkaderimi her hissedişimde, kaçıp kurtulabilmek için duyduğum olağanüstüarzuyla bu zindanların demir parmaklıklarını testereyle kestiğimihayal ederdim.Dreamer, "Bu oyunu bir kez 'gördükten' sonra artık onun bir parçasıolamazsın" diye açıkladı ve ben, dünyanın sıradan vizyonunu tersineçevirmek için gereken çalışma, ne denli ıstıraplı olursa olsun, yaşamımındeğiştiğini ve benim için herhangi bir geri dönüşün artık kesinlikle mümkünolamayacağını hissettim. Kişinin kendi kaderini elinde tuttuğunu artıkbiliyordum. Sonunda yaşamımı denetim altına alıp yönetebileceğimihissediyordum. Beni yaşamın her döneminde acımasız katılığıyla büyülemişolan kurumsal iş dünyası ile yıllardır uğruna çalıştığım kariyer, başarı, aile vepara gibi her şey artık farklı bir anlam kazanmaya başlamıştı.198


Tanrılar <strong>Oku</strong>luHatta her zaman çok sevdiğim ve hayran olduğum New York şehri bile, artıkgözüme bir sirk kadar gürültülü ve anlamsız, yoksullukla derbederliğin okeskin kokusuna sahip, mukavvadan kurulu toz toprak içinde bir evren gibigörünüyordu.Dreamer'a göre, böceklerden galaksilere kadar tüm fiziksel evren, yanigörünür dünya, göremediklerimizle dokunamadıklarımız da dahil olmaküzere dışımızdaki her şey mikrokozmos, buna karşın Oluş dünyası ise makrokozmostu."Mikrokozmosta her şey yavaştır. Uyulması gereken sınırlar, engeller veöncelikler vardır. Zamanın egemen olduğu, insanların tek sıra halinde yolaldığı, birbirlerinden üstiin gelmelerinin imkansız olduğu bir yerdir.Kendini özüne ada. Sadece kendi içinde, gözlerin kapalıyken,,yükselebilir ve düşleyebilirsin..Sıradan yaşam düzleminden kendini yukarıkaldır, öteye geç... Gerçek eylem ' yapmamaktan' gelir.Cehaletten bir milim kaybedecek olursan, iş ve fınans kuruluşlarınınpiramitleri ve tapınakları ile, onların köle orduları ve papazlarıyla birliktetemelinden sallandıklarını hissedeceksin."O dünyanın kıyısında kendimi dengede tutarak, gözlerim faltaşı gibiaçılmış, olacakları ve benim onlar içindeki durumumu hayret içindeizliyordum. 'Görmemi' sağlayan bu fevkalade ve korkunç tarafsızlık halinisürdürebilmek için o görüntüye sımsıkı tutunmuş olmayı isterdim. Bu şansıher an elimden kaçırmaktan ve bir kez daha dünyanın mekanik işleyişitarafından yutularak, girdabının içine çekilmekten korktum.O tarafsızlık halini çok kısa bir süreliğine dahi koruyabilseydim,tümseğinin hipnotik tesirinden iki gün uzaklaştırılmış bir akkarınca gibi odünyaya bir daha geri dönmeyecek kadar yabancılaşacağıma emindim."Olayların doğasını değiştirebilmek için vizyonumuzu değiştirmemizgerekir. Bir gün madde dünyası, dirilen irademizin yansıyan görüntüsü veDüşleme Sanatının kusursuz gerçekleşmesi ile bizim başyapıtımız olacak."Dreamer'ın öğretilerinin zihnimde sürekli yinelenişi, gözlemleme üstüneyaptığım çalışmalar, tuttuğum notlar, yiyecek, uyku ve nefes alma üzerindeyaptığım günlük denemeler, sabah koşuları ile diğer beden egzersizleri veöğrendiğim sessizlik, içine hapis olduğum kozayı çatlatmaktaydılar. Açılanbu çatlaktan içeri artık yeni bir hayatın ışığı süzülüyordu.199


Stefano E. D'Anna2 Düş'ün araçlarıJennifer günlerce hiçbir şeyi fark etmemiş gibi davrandı. Beni sabahkoşusuna uyandıran saatin alarmı çaldığında o yatakta bir süre daha sağasola dönerek yatmayı sürdürdü. Ona göre bu sadece, eski tembelliğimin vemiskin yaşantımın beni bir kere daha ele geçirmesini beklediğim birdurumdu. Onunla konuşmayı denedim. Dreamer'den hiç söz etmeksizin,ona, içimden patlarcasına yükselen yenilikçi hareketleri, ilk, yani insana çokzor gelen ilk adımlarımı attığım o görünmez dünyayı anlatmayaçalıştım.. .Hiçbiri işe yaramadı.Tempomu hızlandırdım. Ben hızlandıkça, zaman da daralıyordu. O saattene kadar çok şeyi yapabildiğime şaşırıyordum ve daha ne çok şey yapabileceğimigördükçe inanamıyordum. Ne denli hızlanırsam, daha fazlasınıyapabildiğimi ve yaşamımın tek ilgi odağı olan bu araştırmamı çok dahaderinleştirmek için enerjimin de o denli yükseldiğini hissediyordum. Koşudahızlanmakla ve hatta sıradan hareketlerimde bile çabuklaşmakla, zamandandaha fazla kazanmaya başlamıştım. Sabahın o saatiyle birlikte, böylecekendi çalışmalarıma ayıracağım süre de olağanüstü şekilde uzadı. Sonundanot defterimin sayfaları arasından seçtiğim Dreamer'ın bazı düşünceleriniyeniden hatırlamak, hem kendime ayırdığım sabah saatlerinin sondakikalarını dolduruyor, hem de beni ona ve öğretisine bağlayarak,önümdeki yeni güne bir yön veriyordu. Dreamer' a göre, 'anda' yaşamak birinsanın yaşamındaki en değerli şeydir. 'Burada ve şimdi ' ilkesini, daimialışkanlıklarımda sürekli uygulayacağım bir disiplin olarakbenimseyebilmek için uğraştım.Step out of the time dimension as much as possible in your everyday life.Self observation is the cure...The moment you realize thatyou are not present, you ar e present.Günlük yaşantında, elinden geldiğince, zaman boyutunun dışına çık.Bunun çaresi öz gözlemlemedir...Var olmadığını fark ettiğin anda var olursun.Her sabah, günün her dakikasının hakkını vermeye çalışıyor ve bu özgündikkati en azından günün bir kısmında sürdürmeye gayret ediyordum.Bunun aklımdan çıkıp gitmesi ve yerini zihnime üşüşen binlerce düşünceyebırakması için ne yazık ki kendimi günlük rutin işlere kaptırmam yetiyordu.200


Tanrılar <strong>Oku</strong>luNehir kıyısındaki setlerin sel sularına dayanamaması gibi, uyanık vetetikte olma halim gevşedikçe, endişe, kaygı ve olumsuz tasavvurlarsaldırıya geçerek beni bir cüce boyutuna indirgiyorlardı. Bazen, sanki birkabustan uyanmış gibi kendimi delik deşik bir kalbur olarak buluyordum.Varlığımda açılan binlerce yara yaşamımı darmadağın ediyordu."İnsan, kendini gözlemleme sayesinde, varlığının en karanlık köşelerineulaşır. Gerçek bir dönüşüm ancak o zaman başlar ve kişi varoluşunun asılanlamını ancak o zaman bulur."Öz gözlem ve koşu sayesinde, beden, duygular ve düşünceler arasında birbağlantı olduğunu keşfettim. Oluşunun fiziksel hareketliliği daha yüksek birhızla hareket ediyorsa, insanın içinde endişeye, olumsuz düşüncelere yervermesi olanaksızdı. En düşük seviyedeki ruh halleri, varlığın sadece, enyavaş hareket ettiği kısımlarına tutunabilirdi.Düşünme şeklimiz ve duygularımızın kalitesi sırasıyla, varlığımızıngörünen bölümü olan bedenimiz üzerinde kaçınılmaz bir etki yapar. Birdüşünceyi hafifletmek veya bir duyguyu değiştirmek için gösterilen bilinçlibir çaba, mevcut durumu değiştirebilir, hatta bedenin dış görünüşünü bileışık hızıyla etkileyebilir.Düşünce, duygu ve beden, eşmerkezli ve birleşik dünyalar içeren birevreni oluştururlar ve her olay, bu dünyaların her birinde tümüyle farklızamanlarda ve hızlarda kendi etkisini üretir. Müdahale etmeye fizikselbedende değil de Oluşun daha hızlı ve daha hassas kısanlarından başlamışolsaydım, anlayış ve değişim açısından bunun ne kadar karmaşık bir işolacağını daha iyi anlardım.Eğer bedeninin titreşimini yükseltirsen, tüm dünya sıkıntının,bölünmüşlüğün,, savaşın kaybolduğu ve sadece uyumun, güzelliğin vegerçeğin var olduğu bir frekansa yükselecektir. Sınırları içinden sil.Kendinin, her şeyin ve tamamının gerçek sebebi olduğunun farkına var.Evreni içindeki hayat ışığın ve gücünle değiştir.Koşmak ayrıca dikkatimi nefes alışıma daha fazla vermemi sağladı. Nefesalmak, hem bize en yakın, hem de beden için en hayati işlev olmasınarağmen, genellikle bunu bilinçli olarak yapmıyoruz. Nefes, düşüncelerimizinritmini izler, duygularımızın yoğunluğuna ve fiziksel gücümüze görekendisini uyarlar, varlığımızın her bir lifini en hayati merkezlerimizebağlayarak yaşantımızdaki her eyleme eşlik eder.201


Stefano E. D'AnnaBiz ise hayatımızı sığ ve yüzeysel bir şekilde nefes alarak geçiriyoruz vene nefes aldığımız için şükrediyoruz, ne de aldığımız ilk nefesten bu yanabiriken borcumuzu kabulleniyoruz.Dreamer, "Bir gün, düşünme ve nefes sayesinde, dünyayı 'düş unaraçlarıyla nasıl değiştireceğini, sorumluluk düzeyini nasıl yükselteceğinibileceksin," dedi.Bir keresinde de Dreamer, öğrendiklerimin baş döndürücü gücüyle biryel değirmenine dönen zihnimde oradan oraya savrulan düşünceleriminarasına süzülerek bana, "Dünya kendisini, senin sorumluluk düzeyine görebiçimlendirir," demişti ve bu keşfin büyüsü beni havalara uçurmuştu. "Birkişinin nefesinin derinliği, bulunduğu sorumluluk derecesine karşılık gelir veyapabilecekleriyle, sahip olabilecekleri herşeyi belirler...Yon can possess only whatyou are responsible for.Ancak sorumlusu olduğun kadarına sahip olabilirsin. "Dreamer'ın sözleriyle, olmak ile sahip olmak arasındaki dengenin,dünyayı yöneten temel bir ilkeyi oluşturduğu gerçeği ortaya çıkıyordu. Buöylesine önemli bir keşifti ki, evrensel gösterisine her şahit olduğumdasoluğum tutuluyordu. Zenginlik ve sorumluluk veya fınansal güç ve Oluşarasında kurulan denklik, kişiye verilebileceklerin, yani emanet edilebileceklerinsınırını ayrıca onun ne kadarına sahip olabileceğini, ne kadarınıkavrayabileceğini ve elinde ne tutabileceğini gösteriyordu. Bir gün, ben debu ilkelerin kuruluşlara, ülkelere ve uygarlıklara nasıl uygulandığınıgöstererek öğrencilerime aktaracaktım.Hayvanlar dünyasında bile, bir tür 'sahip olma etimolojisi' vardır; buradaparçalayıcı çeneler ve öldürücü pençeler en iyi sinir sistemine sahiphayvanlara verilmişken, saldırganlığını kontrol edebilme skalasında daha altseviyelerde yer alanlara çok daha güçsüz donanımlar verilmiştir.Doğa, düşmanının tüylerini onu öldürene dek yolan bir kumruya, hiçbirzaman bir ödev bilinci bakımından avcı hayvanların en dürüstü olaraktanınan bir aslanın sağlam pençelerini veya gücünü bağışlamayacaktır.Hiçbir hayvan, insanoğlu hatta bir kuruluş genel anlamda kontrolkapasitesinin ve sorumluluğunun ötesinde saldırı gücüne ve silahlara sahipolamaz.202


Tanrılar <strong>Oku</strong>'iu3 YalanHer geçen gün hızım ve dayanıklılığım arttı, ve böylece Varlığımınhafifliği belli bir noktaya ulaştı. Artık bu çabalarıma ayrı bir sevgiduyuyordum, öyle ki bana kattıklarından dolayı onu içimde kutsarolmuştum. Mümkün olan her durumda hayatıma uygulamaya çalıştığımDreamer'ın derslerini pek çok zaman yanlış anlayışım ya da onlarıuygulama girişimlerim başarısız olsa da, bana gösterdiği başka alanlardaçalışmayı sürdürüyordum. Özgüvenimi ve cesaretimi güçlendireceğineinanarak bir süre bazı sert sporlarla da ilgilendim. Dreamer bu konuda birgün bana şunları söyleyecekti:"Gerçekleri, ne dışarıda, ne de başkalarının gözlerinde ara. Kendikendine cesaret taslama. Gerçek cesaret, kişinin kendi yalanı üzerindekazandığı bir zaferdir. Bu tür sporlardan ve bu aptalca girişimlerdenvazgeç, onlar korkularını seven ve onlara bağımlı olan kişiler içindir. Busporlar yalnızca bu korkulan güçlendirmeye hizmet eder... Senin gibi yalancıbirisi şu anda, asılsız bir insanlığın trajik sembolü sayılan bir solunumcihazı ile nefes alıyor."Aniden, geçirdiği kazadan bir kaç ay önce tanıştığım İtalyan araştırmacıA.F. aklıma geldi. Dreamer'ın, onun kendi yalanı ile, içindekilerleyüzleşmek yerine, anlamsız meydan okuyuşları karşılamak üzere ortayaatılmış olmasından ötürü öleceğini söylediğini hatırladım.Yaşamım genişletmek istiyorsan, aşırı uğraşlara girişmen gerekmez. Ciddiyetinve samimiyetin gücüyle düşünme biçimini, fikirlerini ve vizyonunugenişlet ki, kazanamayacağın bir savaş kalmasın."Bunca insanın tehlikeli spora ilgi duyuyor olmasının ve canlılığını tehlikelikoşullarda hissetmek istemesinin veya en tehlikeli serüvenlerekalkışmasının asıl nedeni zamandan, sorunlardan ve dünyanın yükündenkaçıp özgürleşebilmek istemesidir. Bir anlık dalgınlığın yaşam ve ölümarasındaki fark anlamına geldiği zaman, artık o anı deneyimlemekten başkaolası yapacak bir şey yoktur. Oysa bu tamamen yapay bir koşuldur, bir türbağımlılık durumu yaratır. Seni bir hipnozun etkisinden kurtarırken, birdiğerine girmeni sağlar.Bir gün, korkularına galip gelmek için okyanuslara meydan okumayaveya gözü kara pilotluk denemelerinde bulunmaya ihtiyaç duymayacaksın.203


Stefaııo E. D'AnnaYalan ortadan kalktığında, basitçe ve kolaylıkla 'Şimdi'de olmanın gücüne'bürüneceksin. Çünkü 'burada ve şimdide' yaşamak, insanın yegane doğal,cesur ve ölümsüz olan halidir.İnsan sadece Şimdi'de ölümsüz olabilir, ve Şimdi sonsuzdur!Hatırla! Herşey burada, bu sonu gelmeyen esnada, bu ebedi beden içindemeydana geliyor. Şimdi, olduğun herşey, mantığa aykırı bir biçimde herzaman olmuş olduklarını ve her zaman olacaklarını yaratır. Tüm dikkatiniŞimdi'ye odakla, senin için hiçbir şey asla imkansız olmayacaktır. Şimdi,evrenin tohumudur.Tüm olasılıklar Şimdi'nin içinde saklıdır.Dreamer'a göre, tüm sorunlarımızın asıl nedeni, geçmiş anılara veya gelecekleilgili fantezilere takılıp kalmaktır. Çabalarımın meyvelerini kısasürede toplamaya başladım. Daha berrak bir zihin, daha keskin ve uyanık birruh, o zamana dek görünmez kalmış dünyaların kapılarını aralıyor... basitfakat yenilikçi keşiflere yollar açıyordu. Bir gün çok şişman kişilerin artansayısına ve bu olgunun yalnızca New York'Uı veya Amerika'da değil, Batıdünyasının büyük bir kısmında her geçen gün artan sayısına bakarak,Dreamer'dan buna bir açıklama getirmesini istedim."Yalan bir çok maskenin arkasında gizlidir, obezite bu maskelerdenbiridir," dedi. "Genellikle şişman kişilerde rastlanan korkunç zevkin vegösterişli cömertliklerinin ardında yaşamdan vazgeçmeleri ve intihar etmeeğilimleri yatar."Vücutlarda yaşanan korkunç değişimler, kötü bir psikolojik beslenmeninağırlaşmış semptomları, en somut yansımasıdır. Değersiz yiyeceklerinçalakaşık yenmesi, besleyici olmayan ya da yüklü miktarda kaloriliyiyecekler tüketmek, yalnızca hastalıklı bir Oluşun sonucudur. Dreamer'eAmerika'daki obez insan sayısının nüfusun yarısını aştığı bilgisiniaktardığımda;"Bütün bir ulusun yetkisi dahilindeki zayıflamanın belirtisidir. Yiyecekbağımlısı bir uygarlık, kendisini yok etme azmindedir. Hatta ekonomisi bile,Oluşunun bir gölgesi gibi bu bağımlılığı ve iradesindeki kararmayıgösterecektir. Yakın bir gelecekte zayıflayıp daha donanımlı yırtıcılartarafından, daha bütünleşmiş medeniyetler tarafından yutulacaktır."204


Tanrılar <strong>Oku</strong>'iu"Your physical destiny is intimately relaled to your mental, emotiorıal,financial destinies.Fiziksel kaderiniz, zihinsel, duygusal ve fınansal kaderinizle yakındanilişkilidir," diye ekledi.Canlılığımla beraber, yanımdaki insanlara yakınlaştığım duygusunu vebir çıkış yolu bulunmayan bir yaşamın içinde tutsak düştüğünü gördüğümbaşkaları için de bir şeyler yapabileceğimi hissetmekteydim. Bu daha öncehiç hissetmediğim bir duyguydu ve sürekli bir hüznün içine düşmüşolduğunu gördüğüm bütün insanlara karşı bir tür şefkatti.Bir keresinde Dreamer bana, ateş yağmurunun altına yürüdüğüm hissiniveren sözleriyle, "Duygularının esiri olmaktan vazgeç" diye bağırmıştı."Arkasına gizlenmen ve varlığını sürdürmen için kendine acıma duygun biraraç gibi insanlığın yaşadığı durumlardan yararlanıyor. Kibrin seni,düzeldiğine ve senin de artık başkalarına yardım etmeye hazır olduğunainandırıyor...Dünyaya yardım için yapabileceğin tek şey kabusundanuyanmak. Dünyanın senin yardımına ihtiyacı olduğu düşüncesinden vazgeç.Dünyanın aciz bir kurban olduğu inancını bırak. Dünyanın senden ayrı birgerçeklik olduğu düşüncesinden vazgeç."Bu sözlerin anlamını ancak uzun bir süre sonra anlayacak ve gözlerimi,önceliği başkalarına veren, yaşamlarını başkalarının suçluluk duygularıylasürdüren kuruluşların vaat ettikleri her türlü yardımın arkasındaki yanlışlığaaçacaktım. Dreamer, "Bunlar sadece kendilerini idame ettirmek için varolan kuruluşlardır," diye kısa kesti. "Ama daha kendilerini ayakta tutmayıbile zar zor becerdikleri halde, sonrasında tüketip çarçur edecekleriparalarını geri almak ve kaynakları verdikleri gibi toplamak üstüneuzmanlaşmışlardır. Hangi biçimde olursa olsun, hayırseverlikgirişimlerinin, gönüllü ve misyoner destek yardımlarının, sağlık hizmeti, ilaçve yiyecek yardımlarının üstündeki sis perdesini kaldırdığında, hepsininaltından aynı şeyin çıktığını görürsün: insana karşı işlenen en vahşi cürümve onun yoğun etkinlikleri...""Merhamet ve dindarlık taslamakla zamanını boşuna harcama. Kimsebaşkası için bir şey yapamaz. Fırsatı yakalamak onlara bağlıdır. Yaşamdaolan her şey, bir nedenle ve bir amaçla gerçekleşmektedir ve tek amacısana hizmet etmektir. Kendi içselliğinde yalanı yenemeyenler, içlerindekisürekli kendini baltalama eyleminin bilincinde olmayanlar, başkaları içinhiçbir şey yapamazlar."205


Stefaııo E. D'Anna"İnsan yalan söylediği için ölür" ..sözlerini bitirirken, tamamen insanınbir dramı olan yalan konusunu özetlercesine, böyle bir özdeyiş eklemişti.İnsan ölür çünkü yalan söyler.. .ve her şeyden önce de kendisine.4 Elveda New YorkBir gün duşun altında kendimi şarkı söylerken buldum ki bu benimölçüsüz bir davranışımdı. Dreamer, kendi iç hapishanemizde bizi gözetleyengardiyanların varlığından söz ettiği sırada, bana bu kişilerin, aslında bize enyakın ve en kıymetli kişiler olup, aynı zamanda da en dikkatli ve enacımasız gardiyanlarımız olduklarını söylemişti. Düşüncesizce açığavurduğum neşeli halimin kaygısızca dışavurumu, kendi özgürlükgirişimimin haftalardır yolunda ilerlediğini fark etmesi için Jennifer'aihtiyacı olan delili sunmuştu. O bunu, yeni beslenme alışkanlıklarıma, esaskiloma kavuşmuş olmama, kas yapımdaki ve cildimdeki düzelmeye ekolarak, kıyafetlerim ve genel görünüşümle de bağdaştırarak bu noktadakarşı eyleme geçti.Beni yine eski sınırlarımın içine sokmak için her yolu denedi, ancakkaçışımla epeyce yol almıştım bile.. Önümde beni bekleyen başka kafesler,başka sinsi tuzakların olacağı kesindi. Ama bunlar olmayacağı kesindi.Haftalardan beri neredeyse hiç tartışmamıştık. Bir zamanlar ilişkimizde,karşılıklı suçlamalar, kızmalar ve surat asmalar, ancak hemen sonra,birbirimizi ne kadar sevdiğimizi yeniden keşfetmişiz gibi davranmalar, ortakyaşantımızla ilişkimizin anlamsızlığını dolduran, yalan ve sıkıcılıkcehenneminde saplanıp kalmış olan bizim gibilerin birbirine tutunmayollarına benzer çeşitli manevralar yaşanırdı. Ama Luisa'nın ölümündensonra Jennifer'la yeniden aile kurma girişimim, büyüyememişliğin kayganzemininde ayakta durabilmek için karşılıklı olarak sürekli bir çabayıgerektiriyordu. Artık bu sahte denge de sonsuza dek bozulmuştu.Artık hiçbir şeyi yürütemiyorduk. Onun Saint Moritz sigarasınınmentollü dumanı ve dudaklarındaki parlak ruju, benim düşlediğim vebiçimlenmeye başlayan dünyama kesinlikle ait değildi. Böylece, KolombGünü'nde tüm eşyalarını kutulara koydu, (aslında doğruyu söylemekgerekirse Amerikan usulü ayrılıklar gereğince evimizde ne var ne yoksayağmalanmıştı), Washington Köprüsü'nün öte yanındaki New Jersey'deoturan anne babasının evine taşındı. Onu bir daha hiç görmeyecektim.Sonunda bu sayfayı kapatıyordum.206


Tanrılar <strong>Oku</strong>'iuGiuseppona çocuklarla birlikte boş bir eve döndüğünde tek bir şey içinendişelendi. Mutfaktaki gizü bir köşeden kendi eski kahve makinesini bulupçıkarttığında, elini şükrederek göğsüne koymuş ve derin bir oh çekmişti. Birgösteri biçimindeki minnettarlıkla kahve makinesini öpmüştü. Bu,kaybetmek istemeyeceği tek şeydi ve onu bilgece gözlerden uzak bir yeresaklamıştı. İçini kahveyle doldurarak ocağın üzerine koydu. Ardından daeski bir patron edasıyla, "Zaten o sana göre değildi!" dedi. Delikanlılığımdakitüm aşklarımda, ilişkilerimin bitişinden sonraki son sözleriolan bu unutulmaz sözcüklerinin seçimi ve söylenişlerindeki ses tonu, onlarıkomik bir mezar yazıtına dönüştürürken ailemi de kahkahadan kırıpgeçirerek yine bir araya getirdi. Bu anın hafifliği ve kokusu, kahveninaromasıyla karıştı. Bundan daha uygun bir başlangıcı ve daha büyük birkutlamayı, ne isteyebilir ne de düşünebilirdim.Jennifer'dan ayrılmak benim için aynı anda gerçekleşen bir ölüm ve biryeniden doğuş oldu. Bu, varlığımdan bir korku zerresinin atılmasınınsonucuydu. O kadını sevdiğime inanıyordum, ama aslında sevdiğim, artıkalıştığım ve bana acı vermeyen ıstırabım ile korkumdu. Tek başıma aslabunun üstesinden gelemezdim.Kimse bunu tek başına başaramaz.Zorbaca benim hayatımı da denetim altında tutmuş olanlar gibi, eskidüşünme biçimlerini, köhne fikirleri, önyargıları, boş inançları veuzlaşmaları terk edebilmek için bir <strong>Oku</strong>la, bir yönteme, bir kaçış planınaihtiyaç vardır. Bunun için insanın kendi hapishanesinin farkına varmış,dünyanın insanı uyutarak dayatma yoluyla anlattığı öyküsünden ve boğucuyasalarından kaçabilmeyi başarmış bir kişiyle karşılaşması gerekiyor.Dreamer'a şükranlarımı sunarken, herkesin O'nunla karşılaşmasınıdiliyorum. Bunları size, Dreamer'ın hem var olduğunu, hem de şimdiye dekkarşılaştığım en gerçek varlık olduğunu söylemek için yazıyorum. O'nundünyası, zamanın olmadığı kusursuzluğun bizimkinden daha canlı, dahasomut ve daha açık olduğu ulaşılabilir bir dünyadır.O dünyaya giden yol taşlarla doludur, ama asla geçilmez değildir,gerçekliğe, güzelliğe ve mutluluğa doğru giden bir geçit, nice ipek yollarınauzanan daha kestirme ve hatta daha zengin bir yol. Aslında herkesinerişebileceği, görünmeyen ama güçlü bir şey mükemmelliğin dişlidüzeneğini harekete geçirmişti.Oluşundaki en ufak bir değişim,olaylar dünyasında dağları yerinden oynatır.207


Stefaııo E. D'AnnaTeknenin ırgatının demiri vira etmek için zorlanıp inlediğini ve demirin,denizin balçık tabanındaki uzun esaretinden kurtulmak için titreyereksilkindiğini hissettim. Bu yolculuğun diğer kıyısında küçük bir adalar takımıdeğil, keşfedilmemiş, koskoca bir psikolojik kıta vardı. Nefesim,lunaparktaki hızla yükselen eğlence trenine binmiş bir çocuğunki gibi, korkuve neşe arasında sıkışıp kalmıştı. Dreamer'a yine bir şükran mesajı yolladımve yakın bir zamanda O'nu yeniden görmeyi yürekten diledim.O gün Giuseppona, çocuklar ve ben, en acil ihtiyaçlarımızı satın aldıktansonra, birbirimize uzun zamandır hiç olmadığımız kadar yakın ve mutlu birşekilde akşam yemeğine Mama Leone's'e gittik.Jennifer'ın gitmesiyle New York da bizden uzaklaşmaya başlamıştı.Birçok belirti, yaşantımdaki değişikliklerin yeni yeni başladığını ve çokdaha fazlasının benimle karşılaşmak üzere yolda olduğunu söylüyordu."Bir işe bağımlı kalmak uğruna bir yandan çürüme ve çaresizliksinyallerini yollarken, öte yandan yıllarca bir ıstırap ezgisi söyleyereközgürlüğünden vazgeçmek zorunda kaldın. Kendini koruduğunu sanıyordun,ama unutkanlığını ve sınırlarını sağlamlaştırdın. Şimdi yüzünü özgürlüğedöndürmenin zamanı geldi. Şimdi Oluşunu temizlemek, sadeleştirmek vehafiflemekle geçireceğin bir sürece giriyorsun. Hiç durmadan dans et, danset, dans et... Varlığını kutla, kendini içinde sev! Kendini gözle!. DikkatiniOluşuna ver! Yaşantından geriye sadece gerçek olanların kaldığını veyanılsama olan her şeyin ortadan ebediyen kalktığını göreceksin." Dreamerbütün bunları Düşleme Sanatı olarak niteliyordu.O'nun öğretisini uygulamak için elimden gelen her çabayıgösteriyordum. Fiziksel olarak mükemmel bir formdaydım. Yiyecekte azlayetinmelerim, uykuyla mücadelem, nefes alma egzersizlerim ve hepsindenöte, tetikte duruşum ve öz gözlemlemelerim bana olağanüstü sonuçlargetirdi. Yeni bir anlama düzeyine erişmem için Dreamer'ı düşünmemyetiyordu. Eğer ofisten vaktinde çıkmışsam, Eastchester koyunda yelkenleaçılmak üzere City Island'a giden trene atlıyordum. Okyanusun sesini veFlying Dutchmanin yelkenlerini dolduran rüzgârın nefesini dinlediğimdekendimi Dreamer'a daha yakın hissediyordum. Öz gözlemleme, Oluşdurumlarıma dürüst bir bakış, daha yüksek bir saygınlık düzeyini hissetmekve olanaklarıma yeniden güvenmek, yaşantımda sadece birkaç haftaöncesinde imkânsız dediğim değişimleri üretmeye başladı.ACO Personel Müdürü Mr. Keenan bir sabah, damdan düşer gibi ofisimegeldi. Karşımdaki koltuğa oturdu, ağzını açmadan, eli şakağında, gözlerini208


Tanrılar <strong>Oku</strong>'iudikip bana uzun süre baktı. Sanki ciddi bir bahse girmiş de şimdi iddianın nekadar geçerli olduğunu anlamaya çalışan biri gibi sinsice yüzüme bakıyordu.Bıı bakışların sonunda, yüzünde sorgular gibi bir gülümseme belirmesibenim lehime olacaktı. Ortadoğu'da ticari bir dağıtım ağı vardı. Bu, iki ya daüç yıl süreyle sıkı bir çalışma gerektirecek bir operasyondu. Operasyonunmerkez ofisi, Dış Ticaret Müdürlüğü'ne bağlı olarak İtalya'nın kuzeybatısındakiküçük bir kasabada yer alacaktı.Mr. Keenan, ilk olarak oraya kök salmamı gerektirecek bir durumolmadığı konusunda beni uyardı. İronik bir kâhin tavrıyla, "Evde çocuklarlageçireceğin zamandan çok daha fazlasını, uçakta ve otellerde geçireceksin,"dedi. Son olarak, hemen birkaç gün içinde gitmem gerektiğini bildirdi.Herhangi bir yorumda bulunmama veya onayladığıma dair herhangi birişaret vermemi beklemeden, imzalamam için önüme bazı belgeler koydu."Bu işi bitirdiğinde seni yine buradaki takımda, bu inatçı keçilerin arasındagöreceğim," dedi.O dönemde, Dreamer'ın öğretisiyle bağlantıda kalabilmek için,bulabildiğim tüm felsefe kitaplarını, klasik ve modern düşüncenin birçokbaşyapıtını yeniden okumaya başlamıştım. Bir zamanlar bunları çok sevmişolmama rağmen şimdi bana korkunç derecede sıkıcı geliyorlardı. Çoğuzaman onları birkaç sayfa okuduktan sonra bırakıyordum. Tümaraştırmalarıma rağmen, gerek ahlaki doktrinler gerek dinsel inançlararasından hiçbir felsefe O'nun somutluğundan ve zekâsından bir kıvılcımüretememişti. Herhangi bir düşünce geleneğinde veya ahlaki bir kuramda,O'nun yanında yaşadıklarımın en uzak bir yankısını bile bulamamıştım.Dreamer'la beraber hep var olan, o her şeyi kıymetli cevhere dönüştürensimyasının kıyısından geçecek tek bir ize ya da O'nun düşüncelerinin tek birgölgesine ulaşabilmek için tüm yaşantım boyunca biriktirdiğim kitaplara,anladım ki boşu boşuna bakmıştım.Nice yıllarım anlamsızca yitip gitmişti! Bir zamanlar taparcasına sevdiğimeserler, okurlarıyla aynı güvensizliklerin ve korkuların içinde dolanan kişilertarafından kaleme alınmış olup, saçmalığın ve sığ düşüncenin başyapıtlarıolarak gözümden düşmüşlerdi. Hiçbir sayfada O'nun sözlerinde hissettiğimetkinin ve gücün en uzak bir ifadesine rastlamamıştım.Bilgi, sen var olduğun andan beri sana aittir ve daima senin içindedir.Tıpkı mutluluk, refah, irade, Oluşun birliği ya da ister Tanrı olsun istersepara, aradığın her şey gibi bilgi de sana dışarıdan gelemez. Kimse sana onuveremez, o sadece ' anımsanabilir.'209


Stefaııo E. D'AnnaDreamer'ın bu sözleri, aklıma, bir hazineyi duyan ve varını yoğunu satıponun gömülü olduğu araziyi satın alan adamın öyküsüne getirdi. Bu, gerçekdeğeri olanı 'anımsayan' ve bunun karşısında tüm acısı, ıstırabı, sınırları vebilgisizliğiyle bu dünyanın ona öğretilen kurallarını takas eden kişilerinöyküsüdür. O ne paslanan, ne çürüyen, ne çalınabilen, ne de başkasınaverilebilen bir zenginliktir, ama o yalnızca gömülerek unutulabilir.5 Sevgi bağımlı değildirTalponia'da, robot teknolojisinin dev cücesi olan ACO'nun genel üssüneiki adım mesafedeki küçük bir tepenin koynuna gizlenmiş bir apartmandairesini kiraladım. O zamana dek, ya tek başıma, ya da küçük bir takımlabirlikte ama her zaman yurtdışında çalışmıştım. Kendimi ilk kez,fabrikalarla laboratuvarlardan oluşan binlerce işçinin çalıştığı devasa birsanayi bölgesinde buluyordum. Şirketin ana binası bir hayvanın canlıbedeniydi. İçine girdiğim anda nefes alışını ve nabzını hissedebiliyordum.Bu varlık da benim onun bünyesine yerleştiğimi hissetmiş, her geçen günbiraz daha alıştığımı, ona uyum sağladığımı gözlüyordu. Metabolizmasınınuzun süreçlerinden geçip, devasa organlarından süzülerek damarlarındakidiğer binlerce hücreyle birlikte akar olmuştum.Ortadoğu ülkelerine yaptığım yoğun seyahatlerim ve oralarda uzun sürekalmama neden olan bu yeni işim, tıpkı Mr. Keenan'ın bana en başındasöylediği gibi beni evimden ve çocuklarımdan uzak tutuyordu. Birseyahatten diğerine koşturduğum süre içinde, kuruluşun katmanları arasındayer alan her bir görevlinin çalışma düzenine katılabilmek ve onlara uyumsağlayabilmek için birçok girişimde bulundum.Onların alışkanlıklarını öğrenmeye, kullandıkları dili. öğrenmeye,simgelerini yorumlamaya ve kendimi her koşula adapte etmeye uğraştımsada tüm bu girişimlerimin beni başarıyla taçlandırdığını söyleyemezdim.Dreamer'dan aldığım tüm öğretiler ve beyaz yakalı çalışanlarındurumuna dair bana kazandırdığı vizyonlar, İtalya'da kaldığım süreyikesintiye uğratan yoğun seyahat programı nedeniyle, zamanın çoğunu şirketortamından uzakta geçirmemi ve böcek sürüsüne benzeyen bu toplu yaşambiçimini bir böcek bilimcisi gibi belirli bir mesafeden gözlememi sağlıyordu.Gözlemlerim sonucunda, ilk olarak Dreamer'dan duyduğum ve ogüne kadar tüm bilimsel araştırmaların gözünden kaçtığını sandığım, insan210


Tanrılar <strong>Oku</strong>'iugücüne dayalı kuruluşlardaki bir 'psikolojik kirlenmenin' kaçınılmazolduğunu anladım. Üstelik herhangi bir yazılı metinde daha önce buna dairen küçük bir ize bile rastlamamıştım. Bu kirlilik, korku, kıskançlık,çekememezlik gibi istenmeyen duyguların, dar görüşlerin ve boşkonuşmaların kaynadığı kazanlardan yükselen duman, kuruluşların havasınızehirleyerek milyonlarca insanın beden ve akıl sağlığına inanılmaz derecedezararlar veriyor, hastalıklara yol açıyordu. Bu fenomeni yıllar sonra, yineACO bünyesinde derinlemesine inceleyecektim. Bu arada, 'psikolojikkirlenme' ile ilgili yaptığım saptamalar, New York'ta Dreamer'la başlayan,şirketler ve memurlarına ilişkin düşüncelerimi derinleştirmeme yaradı."Bir işte çalışmak, sosyal bir tabakayla ya da herhangi bir sözleşmeylesınırlı olmayıp, insanın Oluş merdiveninin alt basamaklarındaki duruşunabağlıdır." Bu, ondan aldığım en şaşırtıcı öğretilerinin ilkiydi. "Sorumlulukdüzeyi alt seviyelerde olduğu için kişi başkalarına bağımlıdır. Birbaşkasının emrinde çalışıyor olmak sadece içteki kölelik halinin dışarıyayansımasıdır." Bir işte çalışmanın, köleliğin modern bir uyarlamasıolduğunu göstermesi, dünya yaşamına dair inançlarımı temelinden, üstelikebediyen sarsmıştı. Kelimeleri bilincimde adeta fiziksel olan bir yerbulmuşlar ve oraya, metabolize olması zor fakat aynı zamanda dışarıatılması imkansız bir madde gibi yerleşip kalmışlardı."Sevgi bağımlı olmaz...Sevmek ve özgür olmak aynı şeydir. Bir gün, yapıt değil sanatçıolduğunu; düşlenen değil, düşleyen olduğunu; yaratılan değil yaratanolduğunu ve her şeyin senin hizmetine verildiğini anlayacaksın.İşle o zaman bir daha asla bağımlı olmayacaksın!...Dünya, sen böyle olduğun için böyledir,dünya böyle olduğu için sen böyle değilsin."İlk gençlik yıllarımdan başlayarak içinde olmayı düşlediğim şirketler veiş dünyası, birdenbire gözüme uçsuz bucaksız bir toplama kampı gibi,yeryüzünü baştan sona kaplayan bir hapishane gibi görünmeye başladı.İnsan için yegâne anlamı olan şey: bir törpü, iyi "bir kaçış planıdır, bunlaronun için tek ve gerçek zenginliktir. Elbette yeni çevreme uyumsağlamamda bu düşüncelerimin bana pek bir yardımı olmadı. Zaten osıralarda, beni yutmaya hazır, gözü dönmüş dipsiz bir karanlığın zihnimdebeliriveren görüntüsü, gelecek korkulanının biçimini almaya başlamıştı bile.Hiçbir şey için karar verecek durumda değildim, ne var ki sabah koşularımıgiderek azaltmış, Dreamer'ın notlarını okumayı da bırakmıştım.211


Stefaııo E. D'Anna6 Hem düşleyip hem bağımlı olamazsınPersonel bölümünden gönderilen dikdörtgen şeklindeki küçük kartparçasını sabah giriş, akşam çıkış saatleri dışında gün içinde ana binadanayrılmam gerektiğinde, kısacası binaya her giriş çıkışımda makineyebasmamı istediklerini öğrendiğimde, ben içimde uzanan kaygan zeminde durdurak bilmeden kayıyordum. Personel bölümünün istediği yeni uygulama,çoktandır bütün beyaz yakalılar için kullanılıyor olmasına rağmen, mesaisaatlerinin çoğunu benim gibi, genellikle yurtdışında çalışarak geçirenleri veo zamana dek mesai saatleri içinde daha esnek olanları, hatta yöneticikonumundakileri de kapsıyordu. Çalışan konumundaki bu rolümde, ne yazıkki son bağımsızlık görüntüsünü de elimden alan bu kurala birçok kezuymaya çalıştım. Birçok kez, giriş holündeki otomatik sayacın önünde,çalışanların oluşturduğu uzun kuyruklardan birine girerek bekledim.Herkesin, bu işlemi sanki çok doğal bir şeymiş gibi uyguladığını gözledim.Sıraları geldiğinde ellerindeki kartlarını makineye basmak için adım adımilerlemeyi sürdürürken, sigara içiyor, gülüyor ve kendi aralarındaşakalaşıyorlardı. Birçok kez bu kişilerle birlikte kuyrukta bekledim.Makinenin önüne her gelişimde, birdenbire, bastıramadığım bir utançduygusuna kapılıyordum. Sonra, kartı basmadan koşarak oradanayrılıyordum. Dreamer'ın sözlerini içimde çok daha canlı ve güçlü birşekilde hissederken bu sözleri beni yeniden etkisi altına aldı ve öz saygınlıkdüzeyimi yeniden güçlendirdi. Ben, birkaç dakikalığına bile olsa, özgür vemutlu bir yaşamı arzularken, başarıyla dolu bir öz varlığın görüntüleri sankigeleceğin bir anısı gibi, yeniden, capcanlı olarak geri dönmüştü.Bağımsız ve özgür ol! Bir asi ol!Bir asi kimseye bağımlı değildir.O kendi eşsizliğine saygı duyar. Onun tek varolma nedeni, 'düş uniigerçekleştirmektir. Yaşamını ve tüm enerjisini bu amacına adar.Hem düşleyip hem de bağımlı olamazsın,Ama hem düşleyip hem de hizmet edebilirsin.Hizmet etmek bağımlı olmak değildir...Hizmet etmek, hem kendi yaşamını,hem de başkalarınınkini yönetmektir...Bu seven kişinin işidir. Yalnızca sevenler hizmet edebilirler.Sevmeyenler ise sadece bağımlı olabilirler!212


Tanrılar <strong>Oku</strong>'iuNe var ki, bu durumum kısa sürüyordu! Olumsuz hayallerim baskınçıkıyordu. İşsiz kalacağım bir geleceğin beni saran korku doludüşünceleriyle, mikroskobik bir varlığa dönüşerek hemen geri adım atmamaneden oluyordu. Korku, bin türlü maskeye büründü ve geleceğe dairendişelerim, sağduyunun, aileme ve çocuklarıma olan sorumluluklarımınardına gizlendi, böylece bir kaç gün sonra, diğer herkes gibi olmaktan başkahiçbir isteğim olmadan, kendimi yeniden çalışma saatlerini kontrol edenmakinenin önünde bulacakta. Oysa hapishanemden kaçabilmek için nelervermezdim, bu kalabalığın bir ferdi olmamak, onlarla görüş alışverişindebulunmamak, onların endişelerini ve hatta ıstıraplarını kabullenmemek veunutmak için neler vermezdim.Bir sabah, ACO'nun en yüksek katlarından birinden binanın boşluğunadoğru bakarken, ana giriş holüne inen beyaz mermerden döner merdivenboyunca uzanan çalışanların yemekhaneye gitmek için kart basmak üzeresıralarını beklediklerini gördüm. Birdenbire, zihnimi kaplayan uçuk birdüşünce nefesimi kesiverdi.Bu insanların her birinin Dreamer'la karşılaşmış olduğundan kesinlikleemindim. Herkes, kısacık bir süreyle de olsa, yaşamının belirli birnoktasında Dreamer'ın dünyasına erişmişti. Bu fırsat herkese sunulmuştu.Bu kalabalığı oluşturan her bir hücre yaşamında <strong>Oku</strong>l'a rastlamış ve onureddetmişti.Bu dipsiz karanlık içinde onların, bir cesedi saran kurtçuklar gibikaynadıklarını gördüm. Onların sıradan tek tip yaşamlarında benim,Dreamer'dan uzaktaki kendi yaşamımın farkına vardım.Benzerliksıradanlıktır.Aşağıya inip onları sorgulamak, her birini tutup sarsmak, onlara'düşlerine' ne olduğunu, Dreamer'a ne olduğunu sormak için içimde karşıkonulmaz bir dürtü hissettim. Benim deli olduğumu düşünürlerdi.. Buinsanlar unutmuşlardı, onlar boyun eğip bağımlı olmayı, ıstırap çekmeyi,yaşlanmayı ve ölmeyi seçmişlerdi. Ve ben de koşar adımlarla aynı dipsizkaranlığa gidiyordum.Hem düşleyip hem bağımlı olamazsın! Dreamer'ın bu sözlerikulaklarımda bir kurtuluş ezgisi gibi çınladı. Bu bilgiden çıkan kıvılcım hâlâbana ulaşabiliyordu.213


Stefaııo E. D'Anna7 İkinci el bir gelecekZihnimin bu açıklık anları giderek azaldı. Beni Dreamer'a bağlayan ışıltılıkordonlar giderek gevşemiş, hatta çoğu kopmuştu ve arkamdan atlıkovalarcasına, sıradan dünyamı en küçük ayrıntısına değin yeni baştanoluşturmaya koyuldum. Muazzam bir buzul fayının dibindeki birkaç gölünarasına sığınmış küçük bir köydeki bir avuç ev arasından, satılık eski birmüstakil ev buldum ve Amerika'daki birikimlerimle onu satın aldım.Talponia'dan ayrılabileceğim ve çocuklarla birlikte oraya taşınacağımzamana dek, evi elden geçirmeye, rahatça yaşanabilir hale getirmeyekoyuldum.Kısa bir süre sonra, New York'taki son haftalarımda tanıştığım, eşindenboşanmış genç bir kadın olan Gretchen ile beş yaşındaki oğlu Tony debizimle birlikte orada yaşamaya geldi. Yeniden huzur bulmuştum. Luisellave Jennifer'la olan öykümün ardından üçüncü kez yeniden bir ailekuruyordum.Oysa farkına varmadan, eski hapishanelerin gizli karanlıklarına kendimiyeniden kapatıyordum. Gretchen, Jennifer'dan tamamen farklı, New York'lukendini beğenmiş, şımarık prenses gibiydi. Bir kayak şampiyonuydu veBatı' da koloniler kuran kadınların gücünü ve ruhunu taşıyordu. Sürekli sporyapıyordu ve kasları çelik gibiydi. Jennifer ne denli yapmacık, kibirli vekozmopolitse, Gretchen da o denli doğal, sade ve taşralıydı. Buna rağmen,birkaç hafta sonra bu ilişki de tıpkı öncekiler gibi aynı kulvarda yüzmeyebaşladı. Görünüşte işimi, eşimi ve yaşadığım kıtayı değiştirmiştim ancakyaşamım kendi dokusunun belleği içine kaydedilen o kalıplaşmış şeklinegeri dönmüştü.Oluş düzeyimiz yaşamımızı yaratır.Günden güne, bir parçanın üstüne diğerini koyarak, bilinmeyen birsonsuzlukta bağlanmış, her zamanki sıradan yaşamımı, hep aynı hareketleriyapmaya mahkûm mekanik bir varlık gibi yeniden kuruyordum. Eskialışkanlıklar, düşünceler ve duygular geçmişte başıma gelmiş aynı koşullarıve aynı olayları çok titiz bir hassasiyetle yeniden oluşturuyorlardı. Yeni biryaşam maskesi altında, gülünç bir makyajın kamuflajına sığman, geleceğimgibi görünen geçmişim daima aynı acımasızlığıyla yeniden gelip benibuluyordu.214


Tanrılar <strong>Oku</strong>'iuA man cannot hide. İnsan saklanamaz! Her düşünce, her duyguya da hareket,varoluşunun kayıtlarında kalıcı bir bilgi gibidir; herkes kendisiningardiyanı ve celladıdır, ondan kaçmak imkânsızdır. Kişinin kaderinibelirleyen de budur.Bir insan yaşamının dışsal koşullarını değiştirerek, kendini kurtulmuşolduğuna ikna edebilir, ancak şartların görünürdeki farklılıklarınınötesinde, o, her zaman, -sahip olduğu sorumluluk, bütünlük ve sevgiderecesine göre, Gluş merdiveninin aynı basamağı üzerine yerleştirilecektir.Bunlar, Dreamer'la ilk karşılaşmamızın unutulmaz sözleriydi. Ozamandan beri bunları defalarca, kim bilir kaç kez okumuştum; ama bukehanetin uyarısı, eski olayların yeniden başıma gelmesini veya bir başkaifadeyle, yaşantımda aynı hatalarla acıların tekrarlanmasını engellememişti.Buna bağlı olarak, Dreamer'la yaptığım ve çıraklık dönemimin mihenktaşlarından biri saydığım bir konuşmayı anımsadım.O konuşmada bana; "İnsanın en büyük yanılgısı, bir geleceğininolduğuna inanmasıdır," demişti. "Oysa sıradan bir insanın aslında birgeleceği yoktur. Görünenlerin ötesinde, o daima ve sadece geçmişiylekarşılaşır. Olaylar, karşılaşmalar ve durumlar onun yaşamında daima aynışekilde tekrar ederler, sadece görünümleri bir öncekinden belli belirsizfarklıdır." O'nun açıklamalarını işittiğimde hissettiğim endişeleri gizlemekiçin inanmayan biri gibi ben de "Bu insanlar kullanılmış bir hayatı yaşıyorlardemeye benziyor, sanki ikinci el bir yaşam," demiştim. Dreamer, "Yine deherkes yaşamında başına gelenlerin, yalnızca onun için özel olarakyaratılmış, daha önce hiç olmamış, yepyeni olaylar olduğunu varsayarakkendini kandırır," diye açıklamalarını sürdürmüştü."O halde, insanın gerçeklik diye nitelediği şey..." demiş ve sorumutamamlayamadan düşüncemin bir saçmalık olduğu duygusuna kapılmıştım.Dreamer cevap vermeden bana baktı ve sanki, tüm muhtemel sonuçlanıl enkötüsüne, hepsinin en akıl almazına, en kabul edilmezine varmış olduğumgerçeğini onaylarcasına yavaşça başını salladı. O'nun beni yönlendirdiği budoğrultuda çekinerek bir adım daha attım. Garip bir şekilde, sözlerini yanlışanladığımı ve onun bir şekilde beni durdurarak konuşmamızı yinemantıklılığın güvenli sınırlarına çekeceğini umut ediyordum."Gerçeklik dediğimiz...yani gördüğümüz ve dokunduğumuz... aslındabir tür...sanal gerçeklik midir?" dedim, onun beni sürekli başıylaonaylamasından güç alarak ağır ağır konuşuyordum. Bekledim. Dreamer,gösterdiğim direncin kırılabileceği zayıf noktayı arar gibi özenli sözcüklerinibir süre düşünerek seçti.215


Stefaııo E. D'AnnaOluşan derin sessizliği bozan, yine sertçe verdiği yanıt oldu."İnsanın kendi etrafında gördüğü şey.. .kendisinin dışındaki gerçek,geçmiştir," dedi. "Senin 'şimdi' olarak nitelediğin şey, aslında sadeceönceden kaydedilmiş bir yayındır." Bu sözleri duyduktan sonra artık dünyaasla eskisi gibi olmayacaktı. Olağandışı bir biçimde, bu sözlerin yalnızbenim için değil, tüm insanlık için dünyayı ebediyen değiştirdiğinekesinlikle emindim.Büyük bir doğallıkla, "Elinle tuttuğun, gözünle gördüğün ve tam şu andaolduğuna dair yemin edebileceğin olaylar, geçmiş bir zamanda kaydedildi.Oluş dünyasında, varoluş hallerinde, başka bir boyutta gerçekleşmeleri içinsenin onayını almak zorundalar., " dedi.Olayların nasıl önceden meydana geldiğini açıkladı."Yaşamdaki olaylar, zaman içinde görünür hale gelen kişinin kendi Oluşhallerinin katılaşmasıdır. Sen onların içindeyken, olaylar olduğu sırada,onların, hemen gözlerinin önünde gerçekleştiklerine inanır, yepyeni ve ilkkez başına gelen şeyler oldukları yanılgısına düşersin. Oysa ki onlar, sadeceçok küçük farklılıklarla kendini tekrarlayan geçmişinin yansımalarıdır."Dreamer'ın bu sözlerinden sonra, Sıradan bir insanın yaşamındakiolayları, maskeli karakterlerden ve en zalim şakaları yapmaya meyillidüzenbazlardan oluşan mecazi bir tören alayı gibi aklımdan geçirdim. İnkâredilemez biçimde birbirlerine benzeyen bu soytarıların, sürekli birbirlerininarkasından koşarak kendilerini tekrarladıklarını ve bu arada takmaburunlarıyla sakallarının altında kahkahalarını bastırmaya çalışırken,körleşmiş insanın onları tanıyamamasıyla eğlendiklerini gördüm.Dreamer, beni hayalimden çekip çıkartarak,"İnsanın gelecek olarak nitelediği, aslında geçmişinin arkadangörüntüsüdür," dedi."Kendi yaşamının sorumluluğunu almanın tek yolu 'burada ve şimdi 'deolmaktır... Bir insan, ancak hiç ve sonsuz zaman arasında asılı duran anıyöneterek 'eylemde bulunabilir', gerçek bir yazgıyı hak ederek onubiçimlendirir ve yüksek düzeydeki olayları yaratabilir."İleride, bunu kendi başıma uygulayıp, bu vizyonun ne denli doğruolabileceğini, tekrarlanan bir yazgının yani yanlış bir yaşamın hipnoziçindeki döngüsüne gerisingeri düşmesinin ve unutmasının ne denli kolayolduğunu görece etim.216


Tanrılar <strong>Oku</strong>'iuO sıralarda Dreamer'ın mesajına nasıl kulak vermem gerektiğini vebugün bana artık son derece doğal, basit ve olmazsa olmaz gelen vizyonunakendimi nasıl açabileceğimi bilseydim, bir çok dertten kendimi sakınabilirve yaşadığım bir çok seneyi kurtarabilirdim..Unuttum, 'düşü inkâr ettim ve aylarca onu bir daha düşünmedim. Eskihapishanenin kapıları beni içeri almak için yeniden açıldı. Gretchen veçocuklarımızla yaşantımın günleri önceden çizilmiş aynı kulvardailerliyordu. İşim nedeniyle Ortadoğu'ya yaptığım seyahatlerle ailesorumluluklarım arasında kendimi yitirmeye ve sonsuza dek unutmayadoğru yönlendirmiş gibiydim.8 Şeyh ile akşam yemeğindeKuveyt şehrindeki Le Meridien otelinin resepsiyonunda, Şeyh Yusuf tarafındanadıma, gönderilmiş bir davetiye buldum. O akşam, BehbehaniSarayı'ndaki yemekte bulunmamı istiyordu. Bir saatten az bir süre içinde biraraba beni almaya gelecekti.Uzun bir yolculuktan sonra buraya henüz varmıştım ve tümseremonisiyle bir Arap akşam yemeğine katılma önerisi, yapılabileceklerarasında hiç de cazip bir alternatif değildi. Fakat reddetmem kesinliklemümkün değildi. Behbehani ailesi Kuveyt'in en güçlü aşiretlerinden ve aynızamanda da en sağlam fınans gruplarından da biriydi. Diğer tüm Ortadoğuülkelerinde olduğu gibi Kuveyt'te de işler, büyük ailelerin güdümündeydi.Ülkenin fınans gücünün dağılım haritası Emir'in, kökleri Ortaçağzamanlarına dek uzanan ve o zamandan beri kazanılan, hanedan soyundangelen haklarını yansıtan soyacağının bir kopyasıydı. Daha önceki aylarda buaileden birçok kişiyle bazı temaslarım olmasına ve grubun şirketlerindenbiriyle iş yapmaya başlamama rağmen, henüz Şeyh Yusuf la tanışmamıştım.Kendisinin Kuveyt dışındaki ülkelerde, özellikle ABD'deki şirketlerleönemli ortaklıkları ve karmaşık çıkar ilişkileri içinde, uluslararası belli başlıürünleri üretme ve satma konusunda temsilcilikleri üstüne kurulu dev birfınans imparatorluğunu yönettiğini biliyordum.Tamamen beyaz Carrara mermeriyle inşa edilmiş, geleneksel kültürüyansıtan kare mimarisi ile Behbehani Sarayı'na, geniş avlusunun zeminkatındaki resepsiyon salonlarından geçilerek giriliyordu ve üst katlarında daaile üyelerine ayrılmış daireler bulunuyordu.217


Tanrılar <strong>Oku</strong>'iuHer ne kadar kendimi olumlu cevap vermeye zorladıysam da, bu teklifbeni ne sevindirmiş, ne de tatmin etmişti. Dönüş yolumda bunun üstündeçok fazla düşündüm, ama bunu ne kadar düşünürsem, Kuveyt'e taşınmafikrine karşı içimdeki direnç de aynı oranda katlanarak büyüyordu. Baştakikısa süreli coşkumun ardından, teklif benim olumsuz hayallerimin vekorkularımın kurbanı olmuştu. Fırsat tohumu, aynı meseldeki gibi, dikenlitoprağa düşerek yaban otlarının arasında boğulmuş ve o akşam yemeğininsonunda mangaldaki alevlerin söndürülmesi gibi yok olmuştu.İnanılmaz derinlikteki mucizevi bir su kuyusunun çevresinde kusursuzbir çember oluşturan yeşil vahaların ara ara kesintiye uğrattığı ve bir filinsonsuzluk kadar uzun sırtını andıran binlerce kilometrelik gri renkteki ve yeryer derin çizgilerin gölgelendirdiği beyaz kum çölü, beni İtalya'ya götürenuçağın dev gövdesinin altında uzayıp gidiyordu. Başıma gelenin neolduğundan emindim; bu Dreamer'a verdiğim bir sözün ve ilk karşılaşmamızdansonra sürdürmeye çalıştığım uygulamaların bir sonucuydu.Yağmur altında dans edercesine, daha özgür, daha zengin ve daha çoksorumluluk gerektiren bir yaşam için duyduğum delicesine bir istek, bana bufırsatı vermişti. Peki, şimdi ne olacaktı?Varlığımızın yükselmek üzere yapacağı en küçük bir atılımla, olaylardünyasında dağlan yerinden oynatabileceğine ve Oluş düzeyimiz yaşamımızıyaratır ilkesine her zamankinden daha fazla ikna olduğum halde, radikal birdeğişimin bu denli çabuk olabileceğini asla düşünemezdim. Chia'da satınaldığım ev daha yeni alçılanıp boyanmış, bahçedeki çimler henüz çıkmayave çevresine dikilen tarhlar ancak büyümeye başlamıştı. New York'tansonraki ilk zamanlarda pek çok kez dayanılmaz ve fazla sakin bulduğum köyhayatı, birdenbire yeniden önem kazanmıştı. Gölün çevresinde çocuklarlayaptığımız yürüyüşler, kıyıları buzla kaplı nehir boyunca Gretchen'la kardakoşuya çıkışlarımız ve hatta tek bir şirketin bulunduğu insanı bezdirenkasaba havası, birkaç ay içinde farkına bile varmadan köklerini içimesalarak bende bir tutkuya dönüşüvermişti. Taş üstüne taş, bir alışkanlıküzerine diğerini yerleştirerek köprü üzerinde başka bir ev inşa etmiştim,düş'ün 'yolculuğa' devam ederek beni tüm bunların ötesine taşımasındanönce, şadece kısa süreli bir dinlenmeye olanak sağladığı sağlam bir ev.Kuveyt şehrini biliyordum. İşim nedeniyle oraya birçok kez gitmiştim,ama bunlar hep kısa süreli gezilerdi. Şehir hakkındaki izlenimlerim, genellikledışarıdaki koşullardan izole edilmiş klimalı ortamda, insan yaşamınauygun olmayan bir gezegenin yanından geçen bir uzay aracından bakar gibi219


Stefano E. D'Annalimuzinin penceresinden, modern otellerin giriş salonları, tozlu yollar vekalabalık çarşılardan ibaretti. Dışarı çıkmaya kalkıştığım birkaç seferinde,yakıcı binlerce silis parçacığının ateş topları gibi çöl rüzgârlarının yerindenkaldırıp getirdiği binlerce iğnenin aynı anda yüzüme battığını hissetmiştim.Çöl, Kuveyt şehrini kalıcı bir ablukaya almış, tepesinde kumdan dev birkılıç gibi, sahip olduğu birkaç kilometrelik uygarlığı inatla savunan bir adayıher an yutmaya hazır bir deniz gibi ona tepeden bakıyordu. Zengin kulelerin,çılgın bir hızla akan ticaretin ve modern yapıların arkasındaki Kuveyt, birşehir devlet gibi değil, insanla çöl arasında aralıksız sürdürülen amansız birmücadele gibi görünüyordu. Kuveyt'in tarihi, eskimiş geleneklerinin veKur'an'a dayalı bir adalet anlayışının altında, modern çağ ile ortaçağarasında bir top gibi sürekli bir ileri, bir geri zıplayıp durmaktadır.Önümde açılan tuhaf ve tozlu bir dünyaydı. Burası, Cadillac'lar vedevelerin, çadırlar ve gökdelenlerin, dinin bir değer gibi sunduğuyoksullukların ve fınans gücünün, mucizevi bir dengeyle yan yana var olmayolunu buldukları bir pazar yeri kadar gürültülü bir dünyaydı.9 Hastalığa kaçışACO'daki işimden ayrılma düşüncesi bendeki en kaygı verici ve en cansıkıcı endişeleri açığa çıkardı. Tam olarak güven duymadığım yeni işiminuğruna eskisinden istifa etmek ve evimi bırakarak bu ülkeye taşınmak benisürekli tedirgin ediyor, kendimi çaresiz hissetmeme neden oluyordu.Görünen gerçeklere rağmen kendimi kandırmayı sürdürerek, kararımda ısrarediyordum. Apaçık görünen zorluklara sinirlendiğimde, samimi olduğumainanıyordum ve önüme çıkan binlerce engeli suçladığımda, onlarıaşılamayacak dağlar haline getirene dek büyütüyordum. Dreamer'ın banagösterdiği, öz gözlemleme, durumlarıma dikkat etme ve Varoluşumusaflaştırma çalışmasının henüz başında bile değildim, ama anladığım birgerçek vardı, üstelik sadece bu mesele sırasında değil en başından beriyaşantımı yönetenin korku olduğunu biliyordum. Bugün, olumlu veolumsuz olanlar üzerinde kafa yorup onları ifade edebildiğini zannederekkendini kandıran, günden güne kendine yalan söylemeye devam ederek,gerçekte korkularının çoktan onun için aldığı kararlan kendisinin vereceğineinanan o adama merhametle bakıyorum. Dreamer'ın bir çok kez benisuçlamış olduğu şeyi kabul etmeyi reddettim:220


Tanrılar <strong>Oku</strong>'iu"Kendini geliştireceğin yolda önünde duran tek ve gerçek olan en büyükdüşman sensin, başarısızlığının arkasındaki tek nedensin sen. Sana, senindışında, nesnel sayabileceğin, iradenden bağımsız görünen karşıt koşullarıtamamen senin yarattığın şeyler olduğunu anlayıncaya kadar çok çabagöstermelisin ve yıllarca sürecek öz gözlemleme yapmalısın. Karşına çıkanengeller, daima senin Oluşunun en karanlık kısımlarından yükselen birıstırap ezgisinin gerçeğe dönüşmesidir."Aslında ben, günün birinde kaderi ve dışındaki olayları suçlayabilmeolasılığını elimde tutarak, sonuçlarına katlanma sorumluluğunuüstlenmeden, bana reddetme olanağı verecek bir mazeretin arayışıiçindeydim. Reddetmemi haklı kılacak çocuklar, onların eğitim durumları veo ülkedeki riskler gibi tüm temel nedenlere sımsıkı sarılıyordum. AyrıcaGretchen'ın da kesinlikle karşı çıkacağını hesaplıyordum. İçimde, budeğişime karşı, kendi eski yollarımdan sapmaya karşı kararlı bir 'hayır'vardı. Heryerde, her şeyde, dönüp dünyayı suçlayabileceğim mazeretisağlayacak, kaçınılmaz engeller aramaya koyuldum. Sonunda aradığımıbuldum. Geçmişte, henüz Dreamer'la karşılaşmadan önce, sağ böbreğimdeoluşan taş yüzünden çok çekmiştim. Kim, tam bir tıbbi check-upyaptırmadan, ailesini de yanına alarak Kuveyt' e taşınmak gibi önemli birkararı hiç düşünmeden verebilirdi ki? Bunun özellikle çocuklara karşısorumlu bir davranış olduğuna inanıyordum. Dreamer'la karşılaşmama veO'nun kader yolumu değiştirmek üzere yapmış olduğu onca şeye karşın,yine geçmişimin başka bir korkunç kanalına düşmek üzereydim. Acil birböbrek röntgeni çektirmek üzere bir randevu aldım. Bu ilk adımdı. İçimdekibir şey, hastalanmaya karar vermişti bir kere. Kişinin ne yarıştığı ne desavaştığı, yalnızca yakındığı, yani kendimizi bağışladığımız ve dünyayı biziteselli etmeye çağırdığımız yer olan yaşamın karanlıktaki kucağına sığındım.O sıralarda kendi yaşam filmimin tasarlayıcısı, yapımcısı, yönetmeni,başoyuncusu ve özellikle de dünyanın ekranına yansıtmak üzere olduğum ogörüntülerin yaratıcısı olduğumu keşfetmiş olsaydım, yaşayacağım sarsıntıile yüreğim bir daha çarpmaz olurdu. Dreamer'ın bir gün bana söyleyeceğigibi "cehalet, her gün temkinli bir biçimde yavaş yavaş ve biz hazırolduğumuzda elimizi bırakan bir annedir." Bu korkunç senaryoyudurduracak bir şey olmasaydı, yaşamımın bir sonraki sahnesinde bir doktor,röntgen filmini ışıklı panoda inceledikten sonra, endişeli bir ifadeyle banayine 'sağ' böbreğimde parmakların hafif dokunuşuna benzer küçük gölgelergördüğünü söyleyecekti. Benim önce betim benzim atacak,221


Stefano E. D'Annabembeyaz kesilerek eve dönecektim ve kendimi ümitsizliğin ellerinebırakacaktım; sonraki yıllarda kaderime veryansın edecek, o fırsatıyakalamama engel olduğu için bozulan sağlığımı suçlayacaktım. Ertesisabah hayatımın ekranına yansıtmak üzere bütün senaryo hazırdı. En kötüsü,bunu yapmak için kurguladığım senaryonun kesinlikle farkında biledeğildim. Soracak olsalar, samimiyetimi son nefesime kadar savunur, benimiçin değeri olan her şey üstüne yemin eder, en çok istediğim şeyin tıbbikontrolden geçmek olduğunu, mükemmel sağlığımı doğrulayan iyi bir sonuçalarak, yeni bir serüvene yelken açmak istediğimi söylerdim. Çok şükür,altın bir kordon beni hâlâ Dreamer'a bağlı tutuyordu. O akşam, Dreamer'ıyeniden görebilmeyi her şeyden çok istedim. Onun yardımı olmadan artıkdaha fazla dayanamayacaktım. Son karşılaşmamızdan bu yana sankisonsuzluk' kadar uzun bir zaman geçmişti. Başka bir yol bulamadığım için,O'na bir mektup yazmaya karar verdim. Verdiğim sözü tekrarlayarak'Yolculuğumu' kaldığım yerden sürdürmek istediğime kendimi adayarak......Bu günlerde aklıma gelen bir sözcük, sürekli tekrarlanıp,ısrarla kendini bilincime sunuyor.Son karşılaşmamızda bana söylediklerine kadar geri dönüyor.Bu sözcük;' Onur.'Ve bu, hayatımın en acı veren kısmı,her koşulda ve her olayda en çok özlemini çektiğim kısım.Ona çok ihtiyacım var. Onu üretmem, onu hissetmem veOnu her yere yaymam gerekiyor.Bir bedeli olduğunu biliyorum. Ödemeye hazırım.Size sadece soruyorum, hâlâ zamanım ve gücüm var mı diye.Bana yardım edin! Kaç kez "Benim yanımda, benim dünyamda iyi yaşar,refahın ve sağlığın zevkini yaşarsın... " diye beni davet ettin.Ama ben de davetinin değerini anlamayan diğer misafirlerden biriydim.ihanet etmeye ve aşağılamaya hazır insanların eseri olan,yalanın hüküm sürdüğü bir dünyada, görüyorum ki bizi koruyan tek kişiSensin! Tıpkı Yaşam Ağacının önünde her yana dönen alevli kılıcı elindeKeruv gibi, tek bekçi sensin...Ben, 'yolculuğa' yeniden başlamayı ve yeni bir atılımlagörevimin başına dönmeyi istiyorum.Yalvarırım bana yardım et. Aylardır 'yuvadan uzak' yaşıyorum.Darmadağın olan yaşamımın tüm parçalarını bir araya toplamamgerektiğini hissediyorum..."222


Tanrılar <strong>Oku</strong>'iuSanki yazmıyor, 'içimi okuyarak' günah çıkarıyordum. Bu samimiçabalarım beni değiştirdi. Çoktan yerine ulaştırılmış olan bu mektup henüztamamlanmamıştı bile.Doğruca kendime ulaşmıştı, içimdeki dik başlı, serseri kalabalığınarasında, bu büyük serüvene atılmaya 'evet' diyen o parçama, bendeki en iyiyere, varlığımın karanlığında hâlâ inatla var olmayı sürdüren, içimde sayıcaaz kalmış o birkaç iyilik, güzellik ve doğruluk zerreciğine yönelmişti.Mektubu sonlandırmak üzereydim ki, içimde aniden beliriverenesrarengiz bir mutlulukla gözyaşlarına boğuldum.10 Örümcek ve AvıKendimi O'nun önünde buluverdim. O'nu yeniden görmeyi çokistemiştim, oysa şimdi tüm hissettiğim sonsuz bir utanç ve dayanılmaz birsuçluluk duygusuydu. Utanç ve suçluluk, beni yerçekimi kuvvetininalıştığımızdan çok daha büyük olduğu, ağır bir dünyada tutuyordu. Burasıbenim iç dünyamdı ve bunlar, farkında olmasam da, yaşamımın her günündebana hükmeden yasalardı. Bunun ağırlığını ve dehşetini yalnızca burada,Dreamer'ın huzurunda hissettim ve şimdi nefesimi tutmuş, gözlerimi odanınyer döşemelerine dikmiş bekliyordum."Her hareketin, her düşüncen ve her sözün, vazgeçme eğilimini açıkçabelli ediyor.. İçten içe başarısız olmayı, hastalanmayı ve 'düşmanca' birdünyaya karşı savaşmaktan vazgeçmeyi umul ediyorsun. Milyonlarca insangibi sen de, mücadeleyi kendinin dışında gibi gördün.. İşte bu nedenle,yenilgiyi kabullenerek yaşlanıp ölmeyi ümid ediyorsun... Bunu zaten birçokkez yaptın önceden.. Şimdi bunu terk etme zamanı... üstelik ebediyen...!"dedi ve gerçeğin buruk tadının hücrelerime kadar işlemesine izin verircesinesustu. Sırtımdan aşağı soğuk bir ter boşaldı."Cahilliğinin karanlığında kalmış senin gibi bir adam, felaketlerinihazırlar, kendisine tuzaklar kurar, hapishanesinin demir parmaklıklarınısağlamlaştırır, tüm acılarını, talihsizliklerini, başına gelen kötü olayları vehastalıklarını büyük bir beceri ite en küçük detayına kadar özenle sarıpsarmalayarak bu hizmetlerini sanatsal bir mertebeye çıkarmayı amaçlar dedi,sanki önüne fırlattığı eldivenleri ile rakibini amansız bir düelloya davet edenbir savaşçı gibi çıkmıştı sesi...223


Stefaııo E. D'Anna"Tıpkı hayvanlar aleminin derinliklerinde ağını ören akıl almaz birböceğin yaptığı gibi bilinçsiz ve karanlık bir sanat." " İnsan, orada trajik birbiçimde hem örümcek, hem de onun avıdır."Sözleri içime pençelendi ve ben, sanki uzun bir uykunun ardından buz gibisuyun içine fırlatılmışcasına titrerken, güçlükle nefes alabildim. Dreamer bana,nasıl sağ böbreğimde bir taşın oluşmasına izin verip onu dilediğim formdahayatıma sokabildiysem, eğer isteseydim, aynı kolaylıkla, uyum ve başarıyı daelde etmiş olacağımı açıklıyordu. Anlamak için başvurduğum her girişim,şüpheciliğimin kayasına çarparak parçalandığından, hayatımın yeganeyaratıcısının kendim olduğu düşüncesini kabul etmem imkansızdı. Dreamer'agöre karşılaştığımız her engel, henüz anlamak için kifayetsiz olduğumuzunsomut bir göstergesiydi.İnsan, anladığı ile sınırlıdır.Bir kişinin gelişmişlik ölçütü onun anlama düzeyidir ki bu onun hak ettiğidünyayı yaratır. Anlamak, sınırların içine almaktır, insanın vizyonunungenişlemesi, döküntülerle ve çökelti tabakalarının ortadan kaldırılmasıdır. Bubir irade işidir. Bu ne dışarıdan gelebilir, ne de zorla yaptırılabilir.Bir insanın cenneti araması gerekmez. Onu hak etmek için herhangi birşey yapması gerekmez. Öğrenmesi gereken tek disiplin, cehennemini, yanianlayışsızlığını yok etmektir.Geçen bu sürede Dreamer beni yeterince hazırlamasaydı ve ben şüphelerleitaatsizlikleri de içine alan o uzun çıraklık dönemini geçirmiş olmasaydım,böyle bir açıklamanın sorumluluğunu üstlenemezdim. Bununla un ufakolurdum. 'Resmi' bilim bu felaketlerin önce insanın içinde oluştuğunu, sonrakendilerini dışarıda gösterdiklerini ve tek yaratıcısının da insanın kendisiolduğu bulgusunu açıklasaydı, neler olurdu diye düşündüm. İster iyi olsun isterkötü, düşüncelerimizin yaratma gücünün ne denli büyük, bedenin ve kişiseldünyamızın bu işte ne denli itaatkâr olduğunu keşfetmek, uygarlık içinKopernik'in yaptığı keşiften daha büyük bir şok yaratırdı. Eğer o astronomikbuluş, insanı kendisinin merkezinde bulunduğuna inandığı ve bir yanılsamaolan dünyasının ötesine, evrenin sınırlarına savurabildiyse, benzer şekildeDreamer'ın vizyonu da, insanın sürekli karşılaştığı yenilgileri için asıl suçlununkendi yaşamından başka bir şey olmadığını, başka birini ya da başka bir şeylerisuçlayacağı bir dış dünyanın var olduğu inancıyla birlikte kökleri en derinlereinen önyargısını yerle bir eder, insanın kaderini kökünden değiştirebilirdi.224


Tanrılar <strong>Oku</strong>'iuDreamer'ın felsefesinin en özlü ifadesi ve onun görüşünün doruk noktasıolan "The world is such because yoıı are such" - "Dünya, sen böyle olduğuniçin böyledir", varoluşun yönünü altüst edecek çok güçlü bir görüşüiçermektedir: "Her türlü iyileştirmede olduğu gibi, bundan böyle artık yöndıştan içe doğru değil, aksine içten dışa doğrudur."Hristiyanlığııı Mea cıdpa ilkesi, Roma'nın homo faber'a inanması,Greklerin 'kendini bil' öğüdü ve üstünde imparatorluklarla binlerce yıllıkuygarlıkların yaratıldığı büyük sorumluluk okullarının sesleri, tümgörkemleriyle bir arada yankılanıyordu. Daha önce bu vizyon bana birçokkez söylendiği halde, binlerce yıllık yerlerinden kazılarak çıkarılan vesonsuza dek eskisi gibi olmayacağını anladığım akıl ile mantığın çöktüğünühissettiğim an, yer ayaklarımın altından kaydı ve binlerce kilometrelikyüksekten boşluğa bırakılmış gibi oldum.Neden sonra, Dreamer'la bu buluşmamızın, malikânesinin hiç bilmediğimbir bölümünde gerçekleştiğini fark ettim. Ne beyaz yer döşemeli odada, nede zarif heykelleri ve orta havuzu olan, devasa kirişli seradaydık; burasıColoniel stilinde döşeli, tavanı çok kaliteli ahşapla kaplı, geniş bir çatıkatıydı. Dreamer, odanın duvarını boydan boya kaplayan, oyma işçiliğininustalıkla yansıtıldığı, üstü beyaz minderli, bambu ağacından yapılmış büyükbir divanın ortasında oturuyordu. Siyah beyaz bir tablo Steinbeck'indünyasını çağrıştırıyordu.Yine sustu. Birazdan söyleyeceklerini kaldırıp kaldıramayacağımı tartargibiydi. Gergin hava, içinde bulunduğum durumun ne denli kritik olduğunufısıldar gibiydi. Yine, bir adımla ötesine geçeceğim ya da geri adımla herşeyi yitireceğim yaşamın kavşaklarından birindeydim. Dipsiz, karanlık biruçurumun tam kıyısındaydım ve aşağıya düşmek, Dreamer'ı bir daha aslagörememek anlamına gelirdi. O konuşmaya başladığında, ben de gücümütoplamak için derin bir nefes aldım."Her geçiş, kişinin kendisini aştığını gösterir! Yaşamın yüksek düzeylerinisaran, tıpkı senin korkuların gibi korkunç görünümlü ve hayal ürünücanavarlar, binlerce yıllık düşmanlar vardır."Sözleri, beni damarlarımda akan bir lav gibi yakıp tüketiyordu. "Onlarlabir gün karşılaşman gerekecek."Bedenim bütünüyle felç olmuş gibiydi, parmağımı bile oynatamıyordum.Uzun süre öylece kalakaldım. Hareket etmemi kısıtlayan bilinmeyen birkuvvetin basıncını bedenimin her santimetrekaresinde hissediyordum.Sonunda, birdenbire görünmez bir komut almışçasına bedenim yumuşayıverdi.225


Stefaııo E. D'Annaİlk yaptığım hareket, şu çaresizlik kılıfının içinden dikkatle sıyrılıp çıkarak,onu bir giysi gibi fırlatıp atmak oldu. Artık boynumu oynatabiliyordum.Yavaşça başımı kaldırdım. Etrafıma rahatça bakmaktan hâlâ kaçınıyordum,ama etrafın aydınlık olduğunu ve ortamın her ayrıntısını rahatlıklagörebildiğimi fark ettim. Işık kaynağının güneş olmadığından emindim. Yenidoğan gün henüz içeriye giremeden, dışarıda doğuya bakan pencerelerde asılıbekliyordu. Odadaki bu aydınlık, bilmediğim bir nedenle, garip bir şekildebana bağlıydı. Zihnimden ışığın derecesini alçaltıp yükseltebileceğimgörünmez bir düğmeyi çevirerek, ışığın şiddetini ayarlayabiliyordum; bunudefalarca denedim.Bir düşünce beni yaman bir gerçeğin gücüyle bütünüyle etkisi altınaaldığında, ben hâlâ bu tuhaf hünerimle denemeler yapıyordum. Evren banabağlıydı! Dünya, bu oda gibi, apaydınlık olabilir, ama onu ışıklandırmayı beceremezsen!alacakaranlıkta da kalabilirdi. Bu keşifle nefesim kesildi. Dreamer'ınsözlerinin gücünü, ancak çok sonraları, bunun üstünde sükûnetledüşündüğümde hissettim:The world is such because you are such - Dünya böyle çünkü sen böylesin.Mükemmellik ve her tür bollukla çevrelenen insan, dünyaya bir kurbağanıngözleriyle bakan ve gördüklerinden yakman mutsuz bir varlıktan başka bir şeydeğildi...11 Yaşamın sobesiGözlerim, onun tatlılıkla bakan ciddi gözleriyle buluştu, onlardanacımayla karışık bir endişe gölgesinin geçtiğini gördüğümü sandım. Bu, benisöylediklerinden çok daha fazla dehşete düşürdü. Kendimi, hasta birarkadaşının gözlerinde durumunun ne denli ciddi olduğunu okuyan biri gibihissettim.Beklemediğim bir anda, " Çocukken saklambaç oynardın.." dediğini işittim.Yaşantımın film kareleri hemen geriye sarılıverdi. Sıvıdan bir altına benzeyengüneş, yolunun üstündeki fesleğen saksısıyla sardunya dolu bir başka saksınınarasında, ağızlan açık, kımıldamadan şaşkın şaşkın duran kertenkeleleriarkasında bırakarak eski taraçanın kabuk kabuk kalkmış verniklerini cilalıyordu.İçimizden biri ebe olur, sıska kolunu duvara dayayıp gözlerini üstüne bastırır vesayar, diğerleri koşarak saklanacak bir yer arardı.226


Tanrılar <strong>Oku</strong>'iuHepimizin hatırladığı gibi, sobe, saklandıkları yerlerde bulunarakyakalananlara, onları korkutup yerlerinden çıkartırken ebenin attığı çığlıktı.Dreamer, "İşte yaşam da böyle yapar: Sobe!" derken anılarımın araşma girip,çocukluğumdan aklımda kalan o çığlığı mükemmel bir şekilde taklit etti. Bugörüntülere tutunup biraz daha sürdürmek ve o pırıl pırıl afacanların yüzlerinebirer isim vermek isterdim, ama çocukluğumun büyülü güzel kokusuyla birlikteçoktan kaybolmuşlardı. "Yaşam, içinde bulunduğun durumu gösteren enkorkunç maskesini takıp, sen her neredeysen oradan seni çıkartmaya gelir.Korktuğun şey nedir? Yoksullaşmak mı? Terk edilmek mi? Sağlığını, evini veyaişini yitirmek mi? İşte yaşamının seni korkutmak için takınacağı maske de oolacaktır. Bir kişi her neden korkuyorsa, yolda önüne çıkacak olaylarda, okorkusu birebir gerçekleşerek kendini gösterecektir.. Geçilmemiş sınavlar gibi,er ya da geç onları yeniden göğüslemek zorunda kalacaktır."Dreamer'ın doğruyu söylediğini anlamak için zihnimden kendi deneyimlerimigeçirmeme gerek yoktu. Buna rağmen, bu düşüncelere karşı çıktım.İnsanlığı devamlı bir tehdidin baskısı altında, sürekli korku ve istikrarsızlıkdurumunda tutan küresel bir düzen bana biraz abartılı gelmişti."Sıradan bir insan, sevimsiz gölgeleri ve çocukluk travmalarını, kendisuçluluk duygularının yarattığı hayaletleri defedecek gücü ancak tehditaltındayken bulabilir. Gerçek bir insanın, bunlara gereksinimi yoktur; çünküsürekli bir kararlılık durumunda 'yaşar."Dreamer bu açıklamaları sırasında, 'doğruluk durumu' ifadesinin öneminivurgulamak için onu özel bir tonlamayla söyledi. Aklım karışmıştı.Dinlediklerim bana sanki küresel bir adaletsizliğin kuramlaştmlması gibigelmişti. İnsanlık iki türe ayrılır: biri mutlu ve tasasız, sarsılmaz birdoğruluk duygusuyla kutsanmış olarak ve rahat yaşayandır diğeri ise; -çokdaha geniş bir alanı kaplayan- korkuyu bekleyen tür..felaketlerin veproblemlerin sürekli beklentisinde titreyen, korkularının kurbanıdır. Bunukendisine söylediğimde beklenmedik bir anlayış gösterdi.Dreamer'ın dünyasında bir soru sormak bile dikkatli ve ihtiyatlı olmayıgerektiriyordu. Onun huzurundayken ne düşündüğüme, ne hissettiğime vehatta en ufak bir hareketimde bile ne yaptığıma dikkat edip tetikteduruyordum; konuşma şeklimi ve bakışlarımı, nasıl olduklarını, neyiyansıttıklarını düşünerek, her an kontrolde tutuyordum ve hep farkındaydım.Bu durum onunla birlikte olduğum her an'ı <strong>Oku</strong>l'un 'disiplinine'çeviriyordu.227


Stefaııo E. D'AnnaBuna karşın, Dreamer'dan uzakta olduğumda, dikkatim binlerce yöneçekiliyor ve bununla birlikte tüm varlığım da dağılıyordu."Sıradan insan bile kendini güvende hisseder; onun doğrularıkorkularıdır, şüpheleri ise gerçekleridir. Onları sever ve dünyada hiçbir şeyiçin onlardan ayrılmaz. Çocukluğundan beri, o hayali korkularla beslendi,olumsuz imgelemelerinin ve tepetaklak yaratıcılığının meyvelerim yedi. Buyüzden gölgeleri gerçek sıkıntılarla takas ederek, kendisini sürekli tehditaltında hisseder ve öyle yaşar."Dreamer, bana bu durumun getirdiği ıstırabın yavaş yavaş azalaraksonunda artık hissedilmez olduğunu, varoluşla tamamen bütünleşip yokolduğunu açıkladı. Istırap ve güvensizlik, çoğu insan için onlardanvazgeçmenin olanaksız bir adım olacağı noktaya ulaşıncaya kadar güvenveren tırabzanlar gibi insanların yaşamlarının doğal bileşenleri haline gelir."Rahat ol! Dışarıda hiç düşman yok... Aslında, her zaman sensin kendinitehdit eden..İnsanlar asla rahat olamıyor. Hatta kişi zengin olsa ve görünürdekorkacak hiçbir şeyi olmasa bile, sürekli bir kararsızlık halinde şüpheduyarak, belirsizlik, ıstırap ve korku içinde yaşıyor... Bu en iyi bildiği iş vetüm yaşamını yöneten etkinliktir.""O halde, bunun çaresi yok..."Dreamer, "Rahat olmanı sağlayacak hiçbir yöntem yoktur. Ne çelikkapılar, ne kasalar, ne yeraltı sığınakları, ne de alınacak başka bir önlemvardır," dedi ve sonra şunları okudu:Ancak gerçek bir düşleyen rahat olabilir.Düş güvenliktir.Şüphe, korku ve ıstırap yanılsamadır ve bunlarsıradan bir insanın tek gerçeğidir.Gözlerimi yumdum, kendimi Dreamer'ın bu ninni gibi tekerlemesiylebeşikte sallanmaya bıraktım... Çevresi, korkan ve endişelenen yetişkinlerledolu olmasına rağmen, ancak bir bebeğin hissedebileceği güvende olma veyıkılmazlık duygusunu tattım... Çok daha gerilere, ta ana rahminin içindekibir cenin haline dönünceye kadar gerilere gitmeyi denedim.Ardından, tek bir çiziği olmayan bütünlükle, en ufak bir ayrılığı olmayansaflığı 'anımsadım' ve mutlak doğrunun engin bir okyanusu olan amniyonsıvısı içinde yüzdüm. Dreamer'ın sesi son mısraları okudu:228


Tanrılar <strong>Oku</strong>'iu"...Güvende olmak için günahsız olman gerekir... ayıpsız..."Birdenbire, insanın ancak içindeki düşmanlarının saldırısınauğrayabileceği gerçeği zihnimde bir ışık yaktı. Yalan söyleyenlerin,olmadıkları bir şeyi taslayanların ve başkalarını kandıranların; günahkâr, kalasıkarışık ve şüpheci olanların..., korkanlara çıkış yollan yoktu. Bunlar,hırsızlara kapıyı açan' kişiyle aynı korkuları yaşıyorlardı... Kendimikaybolmuş hissediyordum... ve kendimle birlikte tüm insanlığın dakaybolduğunu, sürekli güvensizliğe mahkûm edildiğini hissediyordum. Kimbunun içinden çıkabilirdi ki? Çözümsüz bir huzursuzluk durumu o evreniniçini boşalttı ve onun kumlu çoraklığı, hemen içinde yüzdüğüm bu mutlakdoğruluk sıvısının yerini aldı. Oluşun çok daha zorlu ve çok daha uzakmesafedeki koşullarına doğru kaydım.Dreamer araya girdi ve "Sadece, her şeye karşılık ortaya kendisinisürebilen bir kişi, tüm varlığıyla değişmeye çalışan ve bunu 'isteyen' biribaşarabilir," diyerek beni düşerken havada yakaladı. "Sıradan insanlarıngözünde; gözü kara, risk alan ve sorumsuz biri olarak görünse dahi,bütünlük ve sağlam inanç kılavuzluğunda ilerleyen bu kişiye 'kurtuluşbilinci' her zaman eşlik eder. Aslında hiçbir şeyi riske atmadığını bir tek obilir. İş hayatındaki en korkutucu girişimlerde bu doğruluğa sahip olankişiye hiçbir şey saldıramaz ve onu başarısız yapamaz. Dokunduğu her şeygelişir, büyür ve çoğalır. Her koşulda, hatta en umutsuz olanlarda bile herzaman bir çözüm bulur. Olaylarla koşullar onu hep haklı çıkarır, çünküçözüm kendisidir." Beşiğin sallanması devam etti.Feel safe permanentlyBe safe and feel immortal right nowEbediyen rahat olHemen şimdi güvende ol ve kendini ölümsüz hisset!Ardından, bir sırrı açıklayan birinin ses tonuyla,"Sıradan insan, kendini sürekli tehdit altında hissetse ve daimabirisinden veya bir şeyden korksa bile , aslında dışarıda ona zararverebilecek ne bir durum, ne de herhangi bir kimse vardır.Dünya, kendi 'düşlerimizin' hayata geçirilmesidir...ya da kâbuslarımızın.Dünya bir cennet de olabilir, cehennem de. Hangisini seçip neredeyaşayacağın sana bağlı!"229


Stefaııo E. D'AnnaDreamer, sözlerini yanımdan ayırmadığım not defterime yazabilmem içinbiraz ara verdikten sonra sözlerini tamamladı:"Be free from fear!...Fearlessness is the door to certainty and integrityand yet no amount of effort can make you fearless. Fearlessness comes byitself when you realise that there is nothing to be afraid of.""Korkularından kendini kurtar!... Korkusuzluk, mutlak doğruya vebütünlüğe geçilen kapıdır, ama göstereceğin hiçbir çaba seni korkusuzkılamayacaktır. Korkusuzluk, sen korkacak hiçbir şey olmadığını farkettiğinde, kendiliğinden gelecektir."Dreamer'ın dışarıda bir tehlike olmadığı açıklaması, beni dipsiz biruçurumun kıyısına getirdi. Korkusuz yaşama beklentisi ve Oluş'un süreklifarkında ve tetikte olmasını gerektiren bir duruma katlanır olması,cehennemin en küçük bir tohumunu bile ince eleyip sık dokumaya yönelikdikkati, endişeli halimizden daha büyük bir tehdit olduğunu hissettim.Korkmak, şüphe duymak ve yaşamda olaylar yüzünden kendimizi tehlikedehissetmek bizim tek doğrumuzdu ve sonuçta insanın kabul edilen doğaldurumunun özüydü. İnsanın yeni bir türe dönüştüğünü görme beklentisi bunoktada bana göre insandan çok bir uzaylı varlığı andıran, benim insanalgılayışımdan ve benden milyonlarca ışık yılı uzaklığında ise, korkularındanarınmış bir insanlık beklentisi de o denli mide bulandırıcıydı. Ölümsüzlükfikrinin, ölümün mutlak doğruluğundan daha kabul edilemez oluşu gibigüvensizliğimizin tehdit edilmesi de korkunun kendisinden daha dehşetvericiydi. Korkmak ve acı çekmek hakkını, hem kendisi, hem de geleceknesiller adına savunabilmek için kimsenin canını bile vermektenkaçınmayacağına kesinlikle emindim."Her güçlüğün, korkunun, şüphenin, belirsizliğin ardında yıkıcı birdüşünce gizlidir ve bu yıkıcı düşüncenin ardında da hepsinin en büyüknedeni olan ölümün kaçınılmaz olduğu düşüncesi vardır. Bu, insanlığıngerçek katilidir... İnsanın felaketlerinin, kendi yarattığı uygarlıklarındakisavaşların ve işlenen suçların esas kaynağıdır. İnsanda mevcut olan bu ölümtohumunun farkına varılması, varoluşundaki fiziksel ölümü ebediyensilecektir. Sınırları tutan tırabzanlar gibi ölüm de sıradan insanısonsuzluğun şaşkınlığından korumaktadır."230


Tanrılar <strong>Oku</strong>'iuDreamer bana, insanın içinde taşıdığı ölüm duygusunun kaynağınındoğum anı gibi görünmesine rağmen esas başlangıcın çok daha önceleredayandığını açıkladı. İnsanoğlunun dünyaya geldiği andaki ilk duyumu,ezilmek ve yenilmekten ibaretti.Düşünecek olursak, sözde uygar olan toplumlarda yaşam, Dreamer'ın'cehenneme en gerçek ve en uygun merhaba' diye nitelediği en vahşitörenlerden biriyle başlamaktadır. Acılar çekerek doğrulmuş,ameliyathanenin kör edici ışıkları altında, doktorların heyecanlı sesleri veannenin feryatlarıyla karşılanmış, poposuna bir şaplak yedikten sonra buzgibi çelikten bir yüzeye konulmuş olan bu yeni doğan, böylece, ilk olarakkorkuyla tanışır ve ilk izlenimini gerçek annesi sayarak, ıstırabın peşindengider. Dreamer, "İşte o andan itibaren artık hiçbir şey korkunun acımsıtatlımsı tadından daha bildik gelmez," dedi. Sıradan bir insanın tüm yaşamı,suda yaşayan bir canlıdan hava soluyan bir Varlığa dönüştüğü o dehşetverici geçiş sırasında ciğerlerini dolduran sıvı ateşi hissettiği bu ilk anındenetimi altında geçer görülmektedir.12 ŞişeZaman tam bir sessizlik içinde geçti. Büyük bir gayretle tuttuğumnotlarımın içine gömülüp bu süreyi doldurmaya çalıştım. Bu konuda dahafazlasını öğrenmek için karşı konulmaz bir arzu duyuyordum. İçimizdetaşıdığımız korkunun, endişenin sırrı neydi? Benimki gibi milyonlarcayaşam neden özellikle mutsuzdu? Dreamer, benim sorularımı havada yakalamışçasınasessizliğinden çıktı. Ama söyledikleri tamamen beklemediğimsözlerdi. Yüksek sesle ve suçlayıcı bir ses tonuyla, sanki benim arkamdadaha uzaktaki birini bilgilendirirmişçesine yüksek sesle, "New York'ta,daima elinde bir şişe suyla yaşadı," dedi. Duyduğum utanç korkunçtu.Bunları söylediği sırada, sanki görülmeyen bir tanığın dikkatini banayönlendirircesine, ısrarla bana doğrulttuğu iki işaret parmağını garip birhareketle yukarıdan aşağı indirdi. Böyle bir karşılıklı konuşma sırasındaaramıza sanal bir gözlemci koyarak beni doğrudan dışarıda tutma biçimi,bende üzücü bir şaşkınlık yarattı. Tüm bir yaşantım boyunca, katmankatman tabaka halinde oluşmuş, sahte korunmalar, uzlaşmalar ve maskelerbirdenbire ölü deri tabakaları gibi, arka arkaya dökülmeye başladı.231


Stefano E. D'AtınaYüz kaslarımın kontrolünü yitirmiştim ve yüzümün hızlı çekimde,istemdışı tuhaf hareketleriyle binlerce ifadeye girdiğini hissediyordum.Makine, işletim programıyla birlikte adeta çıldırmıştı. İşte Dreamer'ınmantarını çıkartıp açtığı o özgürlük süresince, bütün o yılların anıları tümdiğer duygulardan baskın çıktı ve görüntüler birer birer gözümün önündengeçmeye başladı.Anılar derhal harekete geçerek, sanki bir başkasının yaşantısındanmanzaralar sunar gibi bir izlenimle işe koyuldular. Doktorlar, böbreğimde taşoluşmasını engelleyebilmem için bol bol su içmemi önermişlerdi. Böylece,elimin altında daima bir su şişesi bulundurmak zamanla benim için biralışkanlık haline geldi. Şişe, artık onsuz yapamadığım bir tür protez veyadestek gibiydi. Sabah koşulan ve öğrettiklerini uygulamak gibi Dreamer'lakarşılaştıktan sonra yaşamıma kattıklarının yanında, hayatımdan o sayedeçıkardıklarım da vardı: pek çok psikolojik atıkla beraber su şişesinin yokolması da bunlardan biriydi. "Senin hastalığın böbrek taşlan değildi, bağımlıolmaktı. Böbrek taşları, hastalığın asıl oluşma nedenine ulaşmak,iyileşmenin yolunu bulmak için sadece bir belirti, bir işaretti."O işaretleri dinlemediğimiz ve gerçek sebebine dönmeyi bıraktığımızzaman, hastalık daha şiddetlenir ve sinyaller daha bezdirici daha acı verirhale gelir demiş ve bana, çok değil, az su içmemi önermişti, böylece böbrekağrısı uzak bir anı olacaktı. Zihnimdeki ekranda görüntülerin yenidenaktığını görünce, onun yaşantımdaki bu kesiti neden böylesine irdelediğinimerak ettim. İçimdeki gizli bir mekanizma birdenbire harekete geçti, Oluşdurumlarımdan birinin sonsuzluğunda dikey olarak o anıların düzlemine,zamanın dışı bir hafızanın içine fırlatıldım.. O yılların sıkıntılı anılarınagirdim. O köleliğin kaybolmasını, beni su şişesinden ayrılmaz hale getirenkorkunun zulmunden kurtuluşumu 'hatırladım', bana ne bir mutluluk, ne debir huzur vermişti. Aksine! Zihnimde o geçmişin bir zerresine biledokunduğumda, bu yeni özgürlüğün benim için sanki sevilen birinin kaybıveya geri getirilmesi imkânsız bir maddi zararın insana yaşattığı aynı buruktadı hissettim. Artık, taşınan en zor şeyin, yani iyileştirilmeden geriye kalanboşluğun ne olduğunu çok iyi hatırlamıştım. Geçici olsa da, hastalanmakorkusunun ve kaygısının kaybolmasını, hayati bir korumanın yıkılması yada bildik eski tırabzanları bırakmak gibi hissettim.232


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu13 Gerçek yoksullarDreamer'ın sesi beni olduğum yere geri getirdi ve dikkatimi yeniden nottutma görevime çevirdi. "Hazır olmayan bir kişiden bir sorunu veyahastalığı çekip almak, onun alarm sistemini kapatmaya ya da ondaki ilahibir hız adaptörünü ortadan kaldırmaya benzer. Kişi hazır değilse, bunungetireceği sonuçlar asla tahmin edilemez. Kişi kendisini öncekinden çokdaha kötü koşullarda da bulabilir.""Bu nedenle, kimseye dışarıdan yardım edilemez. Bir hastalık veya birendişe ondan uzaklaştırıldığında, insanoğlu onların yerine, iç düzeninidengede tutan kusursuz bir makine misali hiç zaman kaybetmeden, Oluşunakarşılık gelen koşulları oluşturarak, yerine başka bir hastalık veya yeni birendişe koyar."Dreamer, insan kitlesini yalandan ilgilendiren bu davranışın ne olduğunuanlamam için bana sır perdesini aralamaktaydı. Dünyanın her yerindeyaygınlığı tartışmasız olan bir psikolojik mekanizma başından berigözümüzün önünde olmasına rağmen, kimse onun işleyişini hâlâ net olarakkavrayamamaktadır. İnsanlar acılarını, korkularını ve kararsızlıklarını terketmekte zorlanıyorlar. Onların yegâne zenginliği budur. En kıymetli şeymişgibi sarıldıkları bu mal varlıkları, onların ileri adım atmalarına engelolmaktadır. Dreamer'ın açıklamasına göre bunun sebebi, insanlığın bunlarıkendileri için koruyucu kalkanlar olarak görmesiydi."...neyin varsa sat, parasını yoksullara ver, böylece cennette birmükafatın olacak; sonra gel, beni izle. Bu sözleri işitince genç adamın yüzüasıldı, üzüntü içinde oradan uzaklaştı, çünkü çok malı vardı."Nihayet, zengin gencin öyküsü diye bilinen bu meselin konusunda, birsuyolunu aşarcasına, onu yaratan aklın parıltısını gördüm ve yüzyıllardıralıkoyulan hazine o olağanüstü sözlerde kendisini göz kamaştırangüzelliğiyle gösterdi.Veronica's'ta olanların açıklaması yeniden canlanarak, beni anidenyıldırım gibi çarptı. Dreamer'ın o akşam yemeğinde bir araya gelen kadın veerkeklerden istediği, zenginliklerini değil, yoksulluklarını bırakmalarıydı.Aslında onlara Oluşun daha yüksek seviyesine nasıl erişebileceklerinigösteriyordu. Yerinize bir başkasını atayın, demişti.233


Stefano E. D'AtınaZengin gençle konuşmanın can alıcı yeri şurasıdır: "...neyin varsa sat,parasını yoksullara ver." Bu yoksullar, kutsal kitapta bildirilen yoksullardı.Sahip olduklarınızı, sizin yerinizde olmak isteyenlere verin. O zaman, sahipolduğunuz herşeyin, yaşamınızda en çok bağlı olduğunuz şeylerin, sizibekleyen olacaklara kıyasla sefalet tuzaklarından başka bir şey olmadığınıanlayacaksınız.Dreamer'ın bana örneklerle derinlemesine açıkladığı farklı bir düzenegöre, bizim evrenimizde gelişmeyen her şey çürür. Bizim kendiyaşamlarımızda bile, her an için gidilebilecek yalnızca iki yön vardır; yayukarı, ya da aşağı. Dreamer bunu, 'Evrim Yasası' olarak adlandırırken,evrensel boyutta, bireyler için olduğu kadar, kuruluşlar, uluslar ve tümmedeniyetler için de geçerli bir durum olduğunu açıkladı.Yukarı doğru bir atılım olmadan, daha fazlası olmayı arzulayan özelenerjinin bulunmadığı yaşam kendi üzerinde yere doğru kamburlaşır veçürümeye yüz tutar.Kendi tarihinde, üst bir düzene yükselmek için enerji bulamadığı belirlidönemlerde, olduğu yerde döne döne, en sonunda yüzünü artık çıkışnoktasının tam aksi yönüne çevirmek durumunda kalana kadar adım adımgerileyen kilisenin, başından geçenlerin bu olguyla simgesel olarak bu denlibağdaşıyor olması üstüne düşündüm.Böylece, kendini putlaştırarak özünü inkar etti. Çelişki içinde, 'Hristiyan'olduğuna inanmaya ve kendini bu şekilde adlandırmaya devam ederken,tapınan, batıl inançlı ve hatta kendi icadı olan Engizisyon mahkemelerininuygulamaları ve haçlı seferleri sonucu sabıkalı bir kurum haline geldi.İsa'nın öğretilerinde, Cennet Krallığı'nın dışında, iğne deliğinin butarafında kalmaya mahkum edilen zenginler, çok eski zamanların paralızenginleri değil, fakat, olumsuz duygulardan, bağlılıklardan ve suçlulukduygularından oluşan yıkıntılar ile aşırı yüklenmiş, hem yaşıyor hem de ölmüşolmanın ağır korkusuyla dibe gömülen insanlardı.Yüzyıllar boyunca, milyonlarca insanı yoksulluğa yöneltip, kurbanzihniyetine özendiren bu mesajın anlamının böylesine ters çevrilmişolmasının feci sonucunu şimdi net bir şekilde görebiliyordum. Kilise'nin,yoksulluğu; merhamet göstererek, doğrulayarak ve hatta kimi zaman överekgöklere çıkarması bile farkında olmadan sürekli kıldığı bu tutumunköklerinden sökülerek, insanın bilincinden dolayısı ile de toplumunbilincinden atılmasını zorlaştırdığı kanısındayım.234


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu14 Korku çürümüş sevgidirDreamer, "Korku, başından beri yaşam damarlarında dolaşan biruyuşturucudur. Bu, bir şeyden korkmak değildir. Bu sadece korkudur, okadar" dedi. "Şimdiye kadar da ona alıştın. İnsanın olaylar dünyasındakarşılaştığı durumlar onan hem kaçmaya çalıştığı, hem de içinde görmektenkaçındığı şeyleri ortaya koyması bakımından faydalıdır. <strong>Oku</strong>l'u olmayankişiler için kötülük ve rastlantı, felaketten farksızdır. Oysa bunlar bir <strong>Oku</strong>l'asahip olanlar için yitirilen bütünlüğü, yeniden ele geçirmeye ve anlamayayarayan çalışma araçlarıdır. Aynı zamanda da, insanın gerçek durumunugösteren belirtiler, alarm sinyalleridir.""insanın düşündüğünün aksine, önce korkunun kendisi gelir, sonrakorkulacak şeyi seçeriz."Sıradan bir insanın yaşamının ilk başlarında, şüpheler, korku ve kederonun sınırını belirler: yarı sığınak yarı hapishane olan, sanki büyük bir yeraltı sığınağındaymış gibi kendisini güvende hissettiği bu sınırlı alanındahipnotik bir uykuda ve hayali bir boşluktadır."Korkuyu terk etmek, bütünlüğe, Oluş birliğine doğru atılan ilk adımdır,"diye sözlerini tamamladı, "çünkü korkunun üzerine ne bir şey kurabilir, nede akıl ekleyebilirsin. Korkusuzluk bir savaşçının ilk kuralıdır. Korku, seniişine bağımlı, kılar ve geçmişte yaptığın gibi hastalığa sığınmaya zorlar."O sırada Dreamer'ın, "Korkuyu fırsata dönüştür!..." diyen sert sesi banabir öğüt vermek üzere havada çınladı. "İnsanın sadece iki duygusuvardır...korku ve sevgi. Bunlar kendi içinde birbirine zıt şeyler değildir...Sadece oluşun farklı düzeylerindeki aynı gerçekliktir. Korku çürümüş sevgi,sevgi yücelmiş korkudur."Bu son cümlelerini yazabilmem için bana biraz süre tanıdı ve kelimesikelimesine yazdığımdan emin oluncaya kadar bekledi."Korku, içindeki ölümdür. Kahraman, korkusuz ya da içsel ölümüolmayan bir adamdır. Kahraman sözcüğü; hero, eros, amore, a-mors 'dangelir ve hepsi ölümsüzlük demektir. İçinde ölüm olmayan bir kişi, dışarıdaonunla karşılaşamaz.235


Stefano E. D'AtınaKahramanlık, meydan savaşında değil, yalnızlık içinde, kendine karşıkazanılan, insanlık merdivenindeki bir düzeydir. Savaş yalnızca kahramanıngörünmez bir şekilde ele geçirdiği şeyi görünür kılmaya yarar. Savaşta onunyenilmezliği, yıkılmazlığı, Oluşunda çoktan gerçekleşmiş olan bir şeyinyeniden kanıtlandığı bir deneme, ölüm üzerindeki zaferini gösteren turnusolkağıdındaki, gerçek bir engel sınavıdır. "Dreamer, konuşmasının araşma uzun bir suskunluk girmesine izin verdi.Bu süreyi, notlarımı tamamlamak ve yeniden gözden geçirmek içinkullandım. Bir araya getirilen malzemenin değerini ve Dreamer'ın, işleyenen gizli düzenlere, psikolojinin en karanlık bölgelerine ve bizi korkak,yalancı ve ölümlü yapan her şeye göz kamaştıracak kadar parlak bir ışıktutan açıklamalarındaki görkemi hissettim.Yeniden konuşmaya başladığında, Kuveyt meselesiyle benim işi bırakmave taşınma korkularımı gündeme getirdi."Kuveyt'e gitmek senin için önemli. Dışarıdan bakıldığında, yeni bir işfırsatının başlangıcı olarak görünürken, özünde, çok uzun bir süredir içindedebelendiğin Oluş'unun, sınırlı ve soluksuz haline karşı elde edeceğinzaferin ilk adımı anlamına geliyor. Titreyen bir sesle," Bir 'girişimci' zaten 'düş' e doğru yol alan kişidir," dedi, sesi çokyumuşaktı. "Bahiste itibarını ortaya koymaktan çekinmeyen ve kalıplarlaönceden kurulmuş dengeleri kırıp, çok daha elverişli olanları yaratarakgerçekliği değiştirme gücüne sahip bir isyancıdır... Birkaç adamı bir arayagetirmek, onların sorumluluğunu üstlenmek, onları şevkle yüreklendirmek,kendi düşünü onlara bulaştırmak girişimciliğin belirleyici nitelikleri olarakadlandırılabilir. Aslında bunlar, insanın sorumluluk merdiveninde en üstbasamaklara erişmesini sağlayacak Oluş meziyetleridir."Bir hüznün içimde hızla, kontrolsüzce büyüdüğünü hissettim. İç dünyamkararıp, varlığımı bir gölge gibi kapladığında ani bir böbrek sancısı krizinetutuluyordum. Fiziksel ağrı ile psikolojik ağrının tam orta noktasındaki buhisse benzer, başka bir his daha yoktur. İçgüdüsel olarak elimi sağ böbreğiminüzerine koydum. Dreamer'a, tamamen kurtulduğumu düşündüğümhastalığımın nüksetmesinden korktuğumu belirtmek ve yaptıracağım tıbbikontrolden bahsetmek isterdim.Aniden, "Kes şu yalancılığı!" dedi."Sen yalancıların, kendine yalan söyleyenlerin en kötüsüsün:ikiyüzlüsün...236


Tanrılar <strong>Oku</strong>luHastalık diye bir şey yoktur. Beden asla hastalanmaz. Sadece oluştaneyin eksik olduğunu gösteren sinyaller gönderip belirtiler üretebilir.Hastalıklar yoktur, yalnızca iyileşmeler vardır..."Ağır ağır konuşarak, sözcüklerini çok net söylemeye başladı ve,"Tüm iyileşme, korkudan kurtulmaktır. Asıl nedenden bir kezkurtulduğunda belirtiler de yok olacaktır," dedi.Allak bullak olmuştum. Sağlığın olduğu kadar hastalığın da sadece banabağlı olduğunu ve bedenimde oluşan taşlan üretenin bağımlılıklarım vekorkularım olduğunu söylemesi ile iç içe geçmiş, giderek büyüyen, sonundada beni içine alarak yutuveren düşünce çemberinin içinde kayboldum.Beni kendime acımanın içine yıpratıcı bir dalış yapmaktan son andakurtaran ses tonuyla, "Şimdiye kadar bir parazitin hayatını yaşadın. Seninhastalığının tanısı: sorumsuzluk. Böbreklerinden hastalanan kişininkorkulan vardır ve bu nedenle bağımlıdır. Böbrek hastalığı iletişimsorunlarının olduğu anlamına gelir; önce kendinle, sonra başkalarıyla,"dedi.O sıralar Dreamer'ın bu sözleri bana anlaşılması zor gelmiş ve beni şüpheiçinde bırakmıştı. İçimizdeki gökyüzünde yıldızların ve galaksilerin parlayıpdöndüklerini, güneş sistemini oluşturan gezegenlerin, doğrudan bedeninorganlarıyla bağlantılı olduğunu ve bunların çok eski kültürlerde zatenbilindiğini ancak aylarca sonra öğrenecektim. Eski çağlardaki insanlar,karaciğeri Jüpiter'le, yüreği Mars'la, dalağı Satürn'le ve akciğerleri Venüs'lebağdaştırmışlardır. İşte bu son bağdaştırmada, nefes alışın duyguyla ve a-mors, yani ölümün olmaması anlamına gelen 'sevgi' ile bağlantısınındoğruluğunu keşfetmiştim. Nefes ve nefesin ilişkili olduğu organlar aracılığıile duygularımızı kontrol altına alabilir ve korkuyla savaşabiliriz. Dreamer'ınbana henüz söylediği şeyin doğrulamasına klasik kainat inanışlarında darastlarız: Böbrekler Merkür'le bağlantılıdır; tanrıların kanatlı elçisi, dolayısıile iletişimle ilgisi bulunmaktaydı. Fakat bu keşif çok sonra gelecekti.Şimdilik yaptığım ise, şüphecilik taslamak ve şunu sormak oldu: "Peki ama,o zaman neden iletişim benim için çok basit oldu, her zaman bu işin enyoğun olduğu alanlarda çalışmama sebep olan neydi ?"Dreamer, sözlerimi uzatmama izin vermeden, "Elbette öyle yaptın!" dedi,"çünkü böbreklerinden hasta olanlar iletişimi gerektiren işleri kendilerineçekerler ve bu tür işlerde bu yetenek eksikliğini, bağlantı, anlama vepaylaşma yokluğum dengeleyecek bir araçmış gibi çalışırlar," dedi.237


Stefano E. D'AtınaSonrasında, çok önem taşıyan bir şey söyleyen birinin ses tonuyla,"Korkuların, sana ücret ödeyen bu şirketi, senin bağımlılığını yansıtandev bir put yaptı... 'Düş'ünü' dışına aktardın... kendini bir köle durumunaindirgeyerek, bir maaşla sahte güvenceler karşılığında düşlerini takas ettin.Zaten bağımlı kişiler, şimdiden boyunlarına kadar mezarlarınagirmişlerdir.""Gerçek şu ki, sen de milyonlarca insan gibi kendini yok etmeye kararverdin," dedi ve bu son saldırısı ile sözlerini sonlandırdı.Bu sözleri işittiğimde, içimde öfke dolu bir isyan, nefrete yakın birgücenme duygusu kabardı, öyle ki bu ani yükselen nefret ve şiddet duygusuyüzünden önce kendim korktum. Sözleri deneyimsiz bir sinire dokunmuş,karanlıkta, yaşamıma gözü kapalı yol gösteren en gizli ve en savunmasıztarafımı meydana çıkartmıştı. Sonra, içimde yükselen bu nefret ve isyanduygusu bir hayalet gibi birdenbire yok oldu. Onlar çekildikten sonra isegeriye kalan ve çok daha derin olan minnettarlık ve teslimiyet duygularınıbuldum. İçimde her şeyden daha gerçek ve samimi olan bir şey, Dreamer'lakarşılaşan herkesin iyileştirme bulacağını biliyordu.Beklenmedik bir şefkat, babacan bir tavırla, "Kuveyt'e git," dedi. "İşikabul et ve bir girişimcinin yaşamını yaşa... Daha tatlı bir havayı solumayabaşla. Bu, seni daha üst sorumluluk düzeylerine erişmekten alıkoyanengelleri yerle bir etmene yardım edecektir...Büyümenin önündeki engelleri kaldır; tüm kişisel, sosyal ve ekonomiksorunların çözülüp kaybolacaktır.Korku ve bağımlılık aynı şeydir. Bağımlısın çünkü korkuyorsun vekorkuyorsun çünkü bağımlısın.Bu sınıra saldırmak ve korkuyu alt ederek onu Oluşunda söküpatmak... onunla savaşmaktan daha kutsal bir savaş yoktur."Burada durdu; bana sanki bu sefer için daha fazla bilgi verip vermemeyigözden geçirirmiş gibi geldi. Görüntüsü bulanıklaşmaya başladığında,"Kuveyt'te, Projenin çok değerli hücreleri olan insanlar tanıyacaksın," dedi.15 Çözüm yukarıdan gelirErtesi gün röntgen muayenesini iptal ettirip, Yusuf Behbehani'ninteklifini kabul ettim. ACO Personel Başkanı Dr. L., birkaç formalitecümleden oluşan istifa mektubumu alınca şaşırmış ve beni görmek istemişti.Onunla önceden çeşitli vesilelerle karşılaşmıştım.238


Tanrılar <strong>Oku</strong>luEdindiğim bilgilerin ışığında sert ve çalımlı bir amir olduğunusanıyordum. Ancak bu kez toplantı farklıydı. Tüm geçmişi ve geleceği kısabir an'ın içine sıkıştırılarak, o gün adamın tüm yaşamı meydana seriliverdi.Karısı, çocukları ve yaşamla ilişkisini gördüm. Dr. L, tam yatay kariyerisimgeleyen, görünüşte başarılı bir kişiydi ama onun yaşamı da aynıkorkuların, bağımlılıkların ve mutsuzlukların yönettiği aslında benimyaşantıma benzer bir yaşamdı.Kararımı verdiğim anda, görüntüsü apaçık ve bir bisturi kadar keskin halegeldi. Bir zamanlar amirim olan bu kişide, kendi güvensizliğiminyansımalarını, çalışan pozisyonundaki durumunun yetersizliğini, dünyanıninsana dayattığı tüm boğucu ifadelerini 'gördüm.''Bunu görmek' ve özgürlüğü hissetmek, aynı histi. Özgürdüm çünkü 'onugörebiliyordum' ve 'onu görebiliyordum' çünkü özgürdüm. Bu adamdakendimi fark etmek ve onun her tavrıyla sözündeki yansımayı irdelemek,ayağımı kaldırıp bir basamağa koyup bir diğer basamağa çıkmayabenziyordu. Bundan böyle asla amirim olamazdı. Kendimi bir milimyükseltmem, bu adamın tüm varoluşunu bir anda 'anlayabilmem' içinyetmişti: çalışmaları, kariyeri ve ilişkileri.Onun özel ve profesyonel yaşamı, görünürdeki başarıları ilebaşarısızlıkları olmak üzere, bildiğine ve sahip olduğuna inandığı her şeyonu aniden sınırlandırmıştı. Ve ben özgürdüm. Hayatımın her noktasındangeçen eski prangalardan kurtulduğumu hissettim. Sonra, insanlarınkendilerini yoksulluğa adamaları, kendilerine acı veren her şeyi genel olarakyüceltmeleri, yalana olan düşkünlükleri ve ölümün kaçınılmazlığına olansarsılmaz inançlaıı bana putperestlik kadar anlamsız geldi. Dr. L. ilegörüşmem, içimdeki eskiyle yeninin bir düellosu halini aldı. Sadece bir anlıkbir duraksamam olsa dengemi kaybederdim ve gerisingeri bağımlılıktuzağının içine çekilirdim. Oysa ortaçağdaki dövüşler gibi, galibiyetimgörünmeyen dünyada kaydedildi ve ben amansız bir mücadeleden henüzgalip çıkmış biri gibi, hiddetli ve asabi bir mutlulukla doldum.Ofisinin kapısının önünde ayrıldığımız sırada, benim bu değişikliğimdendolayı Dr. L.'nin bile gözlerinde bir memnuniyet ifadesini yakaladığımısöyleyebilirim. Görüşmemiz onun da bir nefeslik özgürlük solumasını,rolünün hapishanesinden çok kısa bir süre için de olsa çıkmasını sağlamıştı.Anladım ki bir tek hücre bile kendisini iyileştirip yeni görünüşününoluşumunu duyurduğu zaman tüm insanlık ta onunla beraber sevinçduyuyor. Geçen tüm bu yıllar boyunca ACO Grubu'nun, sadece bir işi ve bir239


Stefano E. D'Atınagelir kaynağını değil, bir korunmayı ve bir bağımlılık koşulunu somut olaraktemsil ettiğinin farkına vardım. Artık temiz bir sayfa açma zamanıydı.Birkaç gün içinde evi kapattım, çocukları Giuseppona ile birlikte anneannelerininyanına gönderdim. Artık, kara altınının üstünde yüzen, şimdiden işdünyasının bir ön cephesi ve yeryüzünün fınans merkezlerinden biri olanKuveyt' e taşınmaya hazırdım.Bu koşullarda bile Giuseppona'yı benim tarafımda buldum. Gözleriheyecanla parlıyordu. Bir kez daha hazırdı. Hatta bu değişikliği veOrtadoğu'da yıllarca yaşama olasılığını memnuniyetle karşılayıp bir çocukgibi heyecanlandı. Beni kucaklarken, "Elini çabuk tut, oğlum!" dedi. Busırada araba yerleştirilmiş, Giorgia ve Luca da beni geçirmek üzerebinmişler, hazır bekliyorlardı. "Bize güzel bir ev bul... Çölü görmek içinsabırsızlanıyorum... Zihnimde onu, Licola'dan biraz daha büyük bir kumsalolarak canlandırıyorum. Ayrıca bir Arap prensiyle tanışmaya canatıyorum..."Giuseppona'nın keyfi kolay kolay bozulmayacağı gibi, bulaşıcıydı da.Sayesinde çocuklarla vedalaşmak hüzün yerine neşeli bir havaya büründüğüiçin ona minnettardım. En kısa zamanda yeniden birlikte olma sözü benigüçlendirerek bu önemli değişikliği daha da bir kararlılıkla göğüslememisağladı.Dreamer sürekli olarak bana düş var olan en gerçek şeydir ve düşlemesanatı çözümler dünyasına ulaşma imkanı sağlayan bir Oluş hareketidir diyehatırlatıyordu."Olaylar dünyasında, karşıtlıklar dünyasında çözümle karşılaşmankesinlikle imkânsızdır. Çözüm, sorunla aynı düzlemde değildir.Çözüm yukarıdan gelir, ama senin istediğin zamanda değil! Çözümlerdünyasına girebilmeyi bilmek gerekir. Oluşta yükseldiğinde, sana bulanıkgörünen her şey netlik kazanır, geçit vermez dağlar gibi görünen sorunlarise kolay tümseklere dönüşür..."Bu sözler, gözümüzün önünde olmasına rağmen her türlü inceleme dışındakalmayı sürdüren bir olgunun, hayati önem taşıyan bir sorununüstünde zihnimi yormama neden oldu: Dünyanın tarihi boyunca sorunlarasla çözülmedi! Olsa olsa, zaman veya coğrafya bakımından yer değiştirdi,geleceğe ertelendi veya başka bir ülkeye taşındı. Dolayısıyla, insanlıktarihindeki değişiklikler ve oradaki devasa problemlere bulunan çözümler,hep görünürde kaldı. Bugün bile bu sorunlar binlerce yıl öncesiyle tıpatıpaynı. İnsanlık, dün çıplak elleri ve çakmak taşlarıyla çözemediği sorunları,240


Tanrılar <strong>Oku</strong>lubugün en gelişmiş teknolojileriyle de çözemedi."Yine de kesinlikle bir çok gelişmeler gösterdik ve bugün çok daha iyidurumdayız...""İnsanlığın en derinlere kök salmış ve en zararlı alışkanlıkları içinde,bunun iyileştirilmesi konusunda sürekli konuşmak ve buna inanmak vardır.Günlük konuşma dili 'evrim', 'gelişim', 'ilerleme' gibi bir sürü sözcükle doluolmasına rağmen, her şey yine olduğu gibi kalır. Gelişmek imkansızdır"derken Dreamer'ın sesinde sert bir ton hâkimdi. "Gelişerekilerleyebileceğine inanmak geçmişteki insanlığın boş inanışlarından biridir.Bu, bağnaz ve kör bir inanıştır. "Binlerce yıldır hiçbir şey olmadı. Yoksulluktan suçluluğa, karşıtlıklara vesavaşlara kadar yeryüzündeki problemler, Taş Devri'nde ne ise DijitalÇağ'da da hep aynı kaldı."'Gelişmek', her şeyin olduğu gibi kalmasını isteyenlerin, eskimiş,canlılığını yitirmiş bir düşünme biçiminin bağımlısı olanların parolasıdır."Dünyanın dışarıdan düzeltilebileceğine inanmak, kötülüğün kökleriylemücadele etmeye gücü olmayan insanlığın körü körüne inanışıdır.Düşüncede devrim yapmak gerekir. Bir altüst etme. Gerçeği değiştirmek için'düşü' değiştirmek gereklidir. Bunu ancak birey yapabilir.Zaman döner, böylece insan ve onun yarattığı tüm medeniyetler, geleceğedoğru ilerledikleri yanılsaması içinde dönerek ve her döngüde git gidebozularak, daima geçmişe, başladıkları noktaya geri giderler. Dolayısıyla,medeniyetler tarihinde olduğu gibi, bir insanın yaşamında çözüm asla zamaniçinde değil, 'dikey zamanda', yani bilinen zamanın dışındaki zamandadır,düşüncenin niteliğindeki bir yükselme de ancak böyle bir andagerçekleşebilir.İnsanlık, ancak hiç ile sonsuz zaman arasında asılı duran an 'ı yöneterekkaderini biçimlendirebilir ve olayları üstün bir düzende yaratabilir.Yaşantımın şimdiye kadar Dreamer'ın rehberliğinde geçen her aşamasındaolduğu gibi, sanki bir yapbozun her bir parçasının kendi yerinibulması gibi, o andan itibaren, her şey doğru oranlamada ve zamanlamadaolması gerektiği gibi yerini aldı. Kararımı verir vermez, kapıldığım ve uzunzamandır durağan kaldığım koşullar çözüme kavuştu.First thing first ! - Önemde ilk olan, öncelikte ilk olur!En önemli şey olan 'düşü' yani gelişimini, diğer her şeyin önüneyerleştirince ve beni anımsayınca bir tür ayırt etme duygusu yükselir...böylece neleri yapıp neleri yapmayacağını kesinlikle bilirsin.241


Stefano E. D'AtınaKendini gözlemlemeye, kendini tanımaya başlayınca, doğru olan her şeygerçekleşmeye başlar ve öte yandan, 'düşün' bir parçası olmayan yararsız,boş ve yıkıcı olan her şey de çözülüp yok olmaya başlar."Bu sözlerin doğruluğuyla her an karşı karşıya geliyor ve bu gerçekliğineredeyse elimle tutabiliyordum. Geçmişin parçası olan her ne varsa, bendaha pişmanlık duymadan ve bunları durdurmaya çalışmadan, hiçbir çabagöstermeme gerek kalmadan kendi kendine ufalanıp yok oluyordu.Nuh'un yaptığı gibi, ben de yanımda ancak yeni dünyamın 'tohumlarını'götürebiliyordum.Dışarıdan bakınca, uzak bir ülkedeki bir girişimcilik serüveni uğruna birişin güvencesini, bir aile dengesini ve evimi terk ediyordum. Dreamer'lageçirdiğim yıllar, uyguladığım öz gözlemleme çalışmalarım ve O'nun varlığısayesinde bıraktıklarımın aslında hâlâ beni 'güvenli' bir işin, korunmanın vedış dünyadan gelecek yardımların kesinliğine inanmaya iten yalanlarlabağımlılıklar olduklarını görebiliyordum.Gretchen, dünyanın bu tarifinin tam anlamıyla bedenleşmiş haliydi; yaşamıno şekilde düşünülmesini, hissedilmesini ve anlaşılmasını beslemeye,sürekli kılmaya her durumda hazır bir temsilci, sadık bir bekçiydi. Zamanıgeldiğinde, tahmin ettiğim gibi, Ortadoğu'nun kumlan için Alplerin karınıbırakmak istemedi. Bu kadın ve onun temsil ettikleri, benim ardımdangelemezdi. Jennifer'la başıma gelenlerin yine tıpatıp aynısı tekrarlanıyordu.Dreamer'a evet dediğim her sefer, bir yalanlar, mecburi uzlaşmalar veikiyüzlülükler dünyası yok oluyordu. Dreamer'a göre doğrularım, bana hâlâgörünmeyen çok değerli bir şeyle değiştirilmesi gereken süprüntülerdi.Görünürde ortaya birdenbire çıkan böylesi kökten değişiklikler, yıllardırgösterilen çabaların getirdiği bir milim anlayışın sadece küçük bir kısmınınsonucuydu. Buna rağmen, daha öteye geçip Dreamer'ın sözlerininderinlerime dek işleyebilmesi için daha çok yılların geçmesi ve hatta dahaçok hata yapmam gerekecekti. Dreamer'ın öğretilerine yol açmak için,Gretchen'm da diğer tüm ikiyüzlülükler ve hayaletlerle birlikte, yaşamımdançıkması gerekiyordu. O da New York'a döndü, mektupları giderek seyreldive bir daha birbirimizi hiç görmedik. Taptığım putlar, kesin inandığımşeyler, tümüyle yıkılmaktaydılar. Benim için öncelik olan her şey tepetaklakoldu. Kariyer, aile, para, tüm değer yargılarım yeni biçimlerebürünmekteydiler. Yaşantıma sıradışı bir şey giriyordu, nazik, içten vegerçek bir şey, sade bir şekilde kendisi için yer açıyordu.242


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBölüm VIKuveyt Şehrinde1 "Ekonomi budur!"Sırtımı koltuğa yaslayarak geriye doğru kaykıldım ve bacaklarımı uzunmaun masanın altında ileriye doğru uzattım. Aylardır hep olduğu gibi,bugün de yoğun koşuşturmayla geçen bir iş günüydü. İşleri şenlikli birkargaşayla yürütüyorduk ve ofisler, Avrupa'dan henüz gelen yeni donanımmalzemeleri ve mobilya kolileri ile kaplıydı. Şirketin merkezini taşıdığım ElAbadi Ticaret Merkezi İkiz Kuleleri, akşamın bu saatinde oldukça sessizdi.Klimaların monoton uğultusu, kocaman mekanik bir kedinin mırıltıları gibihuzur vericiydi. Karanlıktaki iç içe geçmiş çevre yollarının ortasında yükselenKuveyt şehri bir avuç elmas gibiydi. Ülkenin tek otoyolu, kuzeybatıyönünde kilometrelerce ötedeki petrol kuyularına doğru ışıl ışıl uzanıyordu.Kuyulardaki devasa petrol tulumbaları durmadan nefes alan, milyonlarcayıllık tuz okyanuslarından çıkmış dev ejderhaların başlarına benziyordu.Akşam olmuştu, ancak o gün, tüm kayıtları aşan dışarıdaki sıcaklık haladayanılmazdı. Emir, sıcaklığın 40 derecenin üzerine çıkması halinde iş ileilgili tüm aktivitelerin durdurulmasına yönelik bir kararname yürürlüğekoymuştu. O günden sonra hiçbir resmi termometrenin 40'ın üzerinde birsıcaklık kaydetmemesi üzerine bu insani meseleye ve iş duraksamasındankaynaklanacak maliyet sorununa getirilen bu akıllıca çözümü düşünerekgülümsedim.Kuveyt'te kurduğum şirket, ofislerle teknik destek birimlerinin El AbadiKuleleri'ndeki ticaret kompleksine taşınmasıyla tam olarak faaliyetegeçmişti ve Behbehani Holding bünyesindeki çok sayıda iş alanlarının enkârlılarından biri olmaya doğru ilerliyordu. Bu iş için, Avrupa'nın herköşesinden ve ABD'den üstün nitelikleri olan yöneticileri ve teknikpersoneli seçtim. Yeni sahaların kazanılmasının ortama getirdiği heyecanlaher geçen gün gelişen iş kapasitesini karşılamak üzere yeni personeller243


Stefano E. D'Atınabünyemize katılmaktaydı. Her biriyle ayrı ayrı imzaladığım işe almasözleşmeleri, Ortadoğu'da en az üç yıl süreyle oturmalarını zorunlukılıyordu. Onları bulmak ve seçmek kolay olmamıştı, özellikle onlarıKuveyt şehrine gelmeye ikna etmek çok daha zor olmuştu. Dünyanın çeşitliyerlerinden gelen bu küçük göçmenler ordusunun, oturma izinlerinden eveşyalarının taşınmasına, ailelerinin ortama ayak uydurmasından,çocuklarının eğitimine kadar birçok sorunları ve bitmez tükenmez ihtiyaçlarıvardı. Kuruluşun düzgün yürümesi ve sorumluluğunu üstlendiğim buinsanların rahatı için, gereken her şeyin düzenlenmesi ve planlanması ilegece gündüz uğraşıyordum. Artık sorumluluk benimdi ve iyi bir patron gibi,bir zamanlar onların pozisyonundayken kendim için istediğim her şeyibeklentilerimi ve gereksinimlerimi düşünerek, onlar için yapmak istiyordum.Ancak ne var ki, tüm uğraşlarıma rağmen onları tatmin etmeyi hiçbir zamanbaşaramadım.Bir araya getirdiğim farklı dillerden, milletlerden ve meslek gruplarındangelen insanlarla, çeşitlilikten mutlu, çok biçimli bir yapıya sahip küçük birBabil Kulesi oluşturmuştum; bu çok renkli kültür mozaiği kusursuz birgelişim süreci planını izleyerek her geçen gün büyümeye devam ediyordu.Kuruluşun bünyesini oluşturan her bir parça ve her çalışan bu sık dokunmuşkumaşın atkısını oluşturan yatay ilmek dizisi boyunca kendi yerleriniularak doğal bir biçimde birbirleriyle kaynaşmışlardı ve ben çok geçmeden,oluşturduğum bu ekibin kendi uzantım olduğu hissine vardım.Bu insanlara hizmet etmen, onların rahatı, huzuru için çalışman demek'düşün' ilkelerini sürekli hatırladığın anlamına gelir. Sendeki değişim onlarıdaha canlı, daha sorumlu ve daha özgür kılacaktır. Çözüm liderinbütünlüğüdür. Ekonomi budur!Şimdi, düşüncelerimle baş başa kalmış, O'nun sözlerini tekrar gözdengeçiriyordum. Havaya çocukluğumun hoş kokuları yayılmıştı adeta ve benkendimi hafif ve neşeli hissediyordum. Benim için çalışan kadın-erkekherkesi bir bir zihnime çağırarak inceledim. Zihnimde, benim için çalışantüm kadın ve erkekleri görebiliyordum. Dreamer'ın ebedi sözlerinidinlerken, yüzleri tekrar gözlerimin önünde belirdi; ."Bir liderin görevi,çalışanlarını kollamak, sevmek ve onlara hizmet etmektir. Bir kuruluşunhızla gelişip ilerleyebilmesi için en uzak hücresinin dahi gözetilmesigerekir."244


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu2 'Düş'ü unutmakYeni yaşamımı yoğun olarak dolduran bu kuruluş aşamasında, Dreamer'ınöğütlerini unuttum, oyunun eşsiz güzelliğini yitirmeye başladım.Giderek daha da uzayan sürelerle O'nun öğretilerinin temiz havasınısolumadan araştırmamı zihnimden tamamen uzaklaştırarak, neredeyse hiçnefes alamaz halde yaşadım. O sıralar sorumluluğumun kaçınılmaz saydığımsonuçlan ve göstergeleri olarak karşıma çıkan endişeler ve sıkıntılar beniöylesine tutsak ettiler ki, her şeyin sadece benim kararlarımdan, stratejiktercihlerimden kaynaklandığına inanıyordum.Dreamer, "Her şey çoktan yapıldı..." diyen sözleriyle, felaket getirecekbu yolda ilk adımlarımı atmadan, önceden olacaklar konusunda benidefalarca uyarmaya çalışmıştı. "Evet, her şey çoktan yapıldı. Senin tek yapmangereken yalnızca ektiğin mahsulü yani sonuçları toplamak..."Ama bu sözler boşluğa düşüyorlardı, daha doğru bir ifadeyle, kibrimintabyaları önünde paramparça oldular. Yönettiğim işlerin başarısının hergeçen gün büyüdüğünden emin olmam, benim zaten sahip olduğum yetenekve becerilerimin doğal sonucuydu. Açıkça belli olan tuzakları ve kurulmuşpusularıyla, iş yaşamındaki binlerce durum ile insanın başarılı olup kendinikanıtlama mücadelesi, beni daha gergin, endişeli ve hüzünlü yapıyordu.Riccardo's'ta bir akşam yemeğine gidişimiz sırasında sahil yolundayürüdüğümüzü anımsıyorum. Yanımızda dünyanın en akıl almaz trafiğiakıyordu, geçit alayındaki develer gibi süslenmiş kamyonetlerin ve eskiMercedes'lerin yanından Bentley ve Ferrari'ler geçmekteydi. Onlarıngürültüsünden, Dreamer'ın söylediklerini güçlükle duyuyordum. Birdenbiretüm sesler kesildi. Görünmez bir komut almışçasına, arabalar ya kaldırımaçıktılar, ya da yolun ortasına park ettiler. Arabasından inen herkes elinealdığı seccadesini kıbleye doğru serdi ve yüzlerce şoför, bir sihirli değnekdeğmişçesine, namaz kılarak ibadet eden kalabalık bir cemaate dönüştü.Yıldızlarla dolu bir gökkubbe altındaki bu deniz kıyısı, devasa bir camihaline geldi. Bu sessizlikte Dreamer'ın sesi, bana anlatamayacağım birşiddetle ulaştı."Bu insanlar da seninle aynı yolu yürümekteler. Senin istediğin amacaulaşmak için onlar günde beş kez diz çöküyorlar. Ama bekledikleri cennetasla gelmeyecek. Cennet sadece bir Oluş durumudur... O yüzden, ötekidünya olarak tanımlanan yer, sınırsız olan bu dünyadır. Kitlelerin yaptığıtoplu ibadet törenleri sadece bir yanılsamadır..."245


Stefano E. D'AtınaAynı akşam, daha geç bir saatte yakaladığım ilk fırsatta, bana bu konuyubiraz daha anlatmasını istedim.Dreamer'ın söylediklerine göre, dinler, ideolojiler ve bilim önce,üzerinden geçmemiz, fakat sonrasında onları aşarak geride bırakmamızgereken köprüler gibiydi. Görevleri tamamlandığında, kendimizi onlardanözgür kılmamız gerekirken, kendimizi bağışlama işine öyle çok kaptırdık ki,sonunda dinler, sorgulanmadan kabul edilen ideolojilere, hurafelere,hapishanelere ve ölümcül tuzaklara dönüştüler. İnsanlığın bu saldırgan veçatışmacı haline müdahale edilmediğinde, kendi kendini mahveden insaniçin mahkemeler, polisler ve hapishanelerle birlikte din, suça eğilimiönlemeye ya da en azından onu belli bir sınırda tutmaya yarayan toplumsalbir denetim aracıdır."Amacını hatırla," dedi. "Eğer kendi kaderini bir büyük serüvene dönüştürmeyigerçekten istiyorsan, 'düşün' ilkelerini anımsa... insanlığın, kendiniolumsuz duygularla, yıkıcı düşüncelere kaptırması başına gelen felaketlerin asılnedenidir. Tetikte ol! Sana acı verebilecek bir atom tanesinin bile içinegirmesine izin verme. Her ne yol izleyeceksen izle ve ölümcül yaralarını an'dakapat!"Dreamer'ın varlığına ve öğütlerine rağmen, kendimi kaçınılmaz olarakmutsuz bir hayalın eski yollarında ilerlerken buluyordum. Dreamer'ın, oakşamki buluşmamızı yine bir tehditle kapattığını anımsıyorum."Kendi devrimini başlat!" diye emretti, "yoksa bir gün, senin dışındakibir tanrısallığı memnun etmek üzere, kendini bu kalabalıkla beraber dizçökerken bulacaksın." Sonra, kocaman bir yırtıcı hayvanın hırlamasınabenzeyen bir sesle fısıldayarak, "Değiş! Aksi halde yerine, senden dahahazır olan bir başkasını koymam gerekecek," dedi.Şirketin büyümesi ve faaliyetlerin genişlemesiyle birlikte işimdeki baskıda günden güne artıyordu. Geceleri yürek çarpıntılarıyla uyanıyordum veuzun süre uyuyamıyordum. Tanrısal bir lütufla arada bir, hapishaneninparmaklıklarından içeri süzülen güneş ışığı gibi, Dreamer aklıma geliyorduda, rahat bir nefes alabiliyordum. Birkaç dakikalığına da olsa unutkanlığınduvarlarında küçük bir delik açılıyordu. Çok kısa bir süre için 'düş'leyeniden bağlantı kurabiliyordum. Oluştaki bu yeri, endişe, belirsizlik ya daüzüntünün olmadığı, zamanın dışındaki bu adayı bir daha terk etmekistemiyordum. Fakat bu durum göz açıp kapayıncaya kadar kısa sürüyordu.Kısa süreliğine benden uzaklaşan korkular, şüpheler öncekinden dahagüçlenmiş bir halde geri geliyorlardı. Boğulduğumu hissediyordum.246


Tanrılar <strong>Oku</strong>luO zaman bir mide bulantısı bedenimi eline geçiriyor ve beraberinde zihnimyine bir ordu dolusu karanlık düşüncenin esiri oluyordu.O akşam, sessizlik ve yalnızlık aklımdan geçenleri biraz yatıştırınca notdefterimden 'rasgele' bir sayfa açtım. Tüm canlılığı ve enerjisiyle önümeDreamer'ın şu sözleri çıktı: "Her insan, yaşaması gereken gerçekliğin tek veyegâne yaratıcısıdır. Dünya, kendi yaşamımızın hayaletlerini üzerineyansıttığımız dev bir ekrandır... Bizden başka, kaderimizi etkileyebilecek,bilinen veya bilinmeyen, doğal veya doğaüstü hiçbir kuvvet yoktur... İsteriyi, ister kötü olsun, yaşamımızdaki her bir olay, ortaya çıkmadan öncemutlaka bizim onayımızı almaktadır. Sakın bu dünyanın senin dışındavarolduğuna inanma. Dışarıda bir yerlerden geldiğine inandığın her şeyinbaşlangıcı, senin içindedir, başka hiçbir yerde değil. Dışarıda olan biten herşeyin içsel bir sebebi olduğunun farkına varman, kötülük, keder ve ölümündünya üzerinden tamamen yok olmasını sağlayacaktır."Gözlerimi kaldırdım ve üç kemerli mermerden Fas stili pencereninçerçevelediği karanlığa büyülenmiş gözlerle baktım. Şimdiki yaşamımıngeçmiş yaşamımdan ne kadar farklı olduğunu hissettim. Bu an, buncaöğrendiğim ve başıma gelen her şey için, varlığımı derin bir şükranduygusuyla kucakladığım bir andı. Dünyanın yüksek bir noktasından düşentek bir damla, yaşamın tüm felaketlerini boğmaya yeterliydi.Bulunduğum ortamı ve oradaki her ayrıntıyı yeni bir ışık altındagözlemledim. Toplantı odasının zengin, gösterişli ve oryantal zarafetiniinceledim. Yarı açık duran kapının aralığından, değerli halıların üzerinegelişigüzel bırakılmış kutulara baktım. Yarından sonra adamlarım malzemeve mobilya kutularım açarak monte edeceklerdi. Zihnimden onlarıngülümseyen yüzlerini geçirdim. İşte tam o anda, odada yalnız olmadığımadair tarif edemeyeceğim bir duygu içimi kapladı. Koltuğumu yavaşça banaeşlik eden bu varlığa doğru çevirirken, kalp atışlarım hızlanmıştı.3 Endişelenmek hayvan içgüdüsüdürBenden birkaç adım ötede, 'O', Dreamer buradaydı; hiçbir dönemiçağrıştırmayan özgün giysisi içinde çok şıktı. Hafifçe diğer yana dönerek,bacak bacak üstüne atmış oturuyordu, yüzünde huzur içindeki birinin ifadesivardı. Özenle ciltlenmiş küçük bir kitabı okumaya dalmıştı. Ne bana baktı,ne de beni fark ettiğini gösterir bir işaret yaptı.247


Stefano E. D'AtınaPeki ama, ne kadar zamandır buradaydı?Ben henüz şaşkınlığımı üzerimden atmaya fırsat bulamamışken, O herzaman yaptığı gibi, sözü hiç dolaştırmadan, konuya yine çoktan girmişti.Gözlerini kitabından ayırmadan, "Dünyanın betimlenmesiyle özdeşleşensenin gibi insanlar endişelenir, çünkü varlıklarının eşsiz güzelliğiniunutmuşlardır," dedi. Ardından gelen sessizlik, sanki söyledikleri hakkındakendi kendine düşünüyormuş gibi geçti. Sonra, bunun düşüncesinden bileduyduğu tiksintiyi saklamaya gerek görmeden,"Endişelenmek hayvanlara özgü bir içgüdüdür!" dedi.O'nu aylardır görmüyordum. Kendimi umulmadık bir şekilde yine O'nunhuzurunda, neredeyse böyle dokunabilecek bir mesafede bulunca yüreğimibirbiriyle çelişen duygular kapladı. İlk şaşkınlığımı üzerimden attıktansonra, çölün ortasında palmiyelerin gölgelendirdiği bir tepeyi fark eden birigibi coşkulu bir sevinçle içim içime sığmaz oldu. Fakat kısa bir süre sonra,bu sevincim pek de hoş olmayan duyguların seline kapılarak bendençabucak uzaklaştı. Uzun zamandır bastırılmış bir pişmanlığın pis kokusuylabirlikte içimden dışarıya dalga dalga yayıldığını hissettim. Ben aylardırgücümü aşan bir görevi göğüslemeye çalışırken, O beni yalnız bırakmıştı.Kim bilir kaç kez, O'nu dinleyip buralara geldiğime pişman olmuştum. Kimbilir kaç kez, ne ileri gitme gücüm, ne de geri dönme imkânım kaldığı içinbir kapana sıkışmışçasına umutsuzluğa düşmüştüm. Bir maaşın sınırlı,zavallı güvencesiyle köleliğin karanlık kucağına yeniden sığınmayıistemiştim. Dreamer'dan önceki yaşantımın bilinçsiz acısını, kör ıstırabınıbile bu yürek tüketen işin basamaklarını tırmanmaya tercih ederdim. Tümbastırma çabalarıma rağmen, neredeyse açık bir meydan okuma havasındasaldırgan bir tepki vermekten kendime engel olamadım.Yüz kaslarım gerilerek ifademin denetimini tümüyle öfkenin eline teslimederken, "Eğer endişelenmek hayvan içgüdüsü ise, peki ne yapmamızıbekliyorsun? Endişelenmezsek, kafa yormazsak, sonra kim yapar bunları?"diye diklendim.Dreamer tepki vermedi. Sol elinde açık tuttuğu küçük kitabını dalgındalgın okumayı sürdürerek, hiçbir şey söylemedi. Daha bu sözcüklerağzımdan çıktığı anda zaman kaydım başa sarmak, o sözcükleri buluphemen silmek istedim. Ama artık çok geçti. Sözcüklerin kabalığı ve sestonumdaki küstahça gurur bana geri döndü ve sanki koca bir kayanın ağırlığıaltında ezildim. Yine de, en azından 'ben' demekten kaçınmıştım, bunu farkettim. Garip gelebilir ama bu bile bana biraz soluk aldırdı.248


Tanrılar <strong>Oku</strong>luSessizlik daha derinden ve daha acı vererek büyümeye devam etti. Buarada O'nun kitabını okumasını izleyerek hiç kımıldamadan bekledim.<strong>Oku</strong>mayı bıraktığında, sanki hemen yakınımda, bilinmeyen bir tehlikeylekarşı karşıya kalmışım gibi endişeye kapıldım. Başparmağı ile ortaparmağını okuduğu sayfaların arasında bir ayraç gibi tutarak, kitabı yavaşçakapattı. Gözlerini kaldırdı ve şiddetle üstüme dikti, katlanamazdurumdaydım. Bir anlığına,' ikimizi ayıran dipsiz karanlığı ve varlıklarımızınarasındaki uzaklığın ancak ışık yıllarıyla ölçülebileceği bir mesafedeolduğunu algılamamla birlikte başım döndü."Sen hâlâ çalışmaya ve seçim yapmaya inanan bir dünyaya aitsin,planların ve programların yapıldığı bir dünya, ve varoluşun nefes aldığınıgörmezden gelen bir dünya." Beni sert bir baba tavrıyla suçladı. Sonra nasılolduğunu anlamadığım bir nezaketle;"Bir insanın yapabileceği tek plan, kendisini geliştirmek, kendi 'düş 'ünübeslemektir. Gerisi kendiliğinden gelecektir. Tek bir korku zerresinin bileterk edilmesi dağları yerinden oynatabilir ve olaylar dünyasının ekranınaseni bir devin görüntüsüyle yansıtabilir," dedi.Tir tir titreyerek, "Gelecek için endişelenmekten nasıl kaçınılabilir ki?"diye sordum. Dreamer'ın yapacağı müdahalenin acı vermesindenkorkuyordum. Sonra yakaladığım bir hoşgörü parıltısından cesaret alarak,"Planlar olmadan, programlar yapmadan nasıl yaşayabiliriz?" dedim.Sesimin tonunda, ilk karşı gelişimin kabalığını bir şekilde düzeltmeçabası vardı.Dreamer, "Planlama, bir tür şeytan çıkarma ayinidir, gerçekliktenkaçıştır," diye yanıtladı. "İnsan gelecek korkusunu, birtakım törenselhareketlerle planlar ve programlar yaparak, beklentilerinin aldatıcıgüvenliğinde hafifletir. Varlığın açıkça, kontrol edilmez ve beklenmedikoluşu ile karşılaşmış senin gibi insanlar, her zaman kurallara ve formülleresığındılar, akılcılıklarının bozuk gösteren merceği altında evreni eğipbükerek yerine daha güven verici bir dünya betimlemesi yerleştiripaldatıldılar.. Fakat bunların hiçbiri, kendi şüphe içindeki durumlarını vetehlike duygularım dindirmeye yetmedi."Sözlerini bu şekilde bitirirken, sanki üzücü bir bilançonun kesindökümünü inceler gibiydi. "Fakat, olacakları talimin etmek için neyapabiliriz; plan yapmadan kendimizi nasıl koruyabiliriz?"249


Stefano E. D'Atına"Planlar yapmak, bir kuyu kazarak içine okyanusun enginliğinisığdırabileceğine inanmaya benzer. Sana korunuyor olduğun hissini verenbu zayıflık kalkanı, bu yanılsatıcı zırh, kendinle gerçeklik arasınayerleştirdiğin bu zayıf zihinsel zar yırtılıverir ve insan kendisini birdenbireuçsuz bucaksız, engin bir okyanusun karşısında, yaşamın ona anlatıldığı gibideğil, gerçekte olduğu halinin içinde buluverir."Şirketlerin, büyük kuruluşların çok uzun zamandan beri sımsıkısarıldıkları teoriler, işletme stratejileri, modellemeler, yönetim becerileri vebilgi ağları; benim İtalya, ABD veya Büyük Britanya'daki ekonomi veişletme eğitimim boyunca öğrendiğim tüm teori ve teknoloji yığınları şimdiüzerime taştan putlar gibi bir bir yıkılıyordu.Bir anda, hiç olmazsa yaşamımı üzerine oturttuğum güvencenin son birkırıntısını ve Kuveyt'teki kendi şirketimi yönetebileceğim yanılsamasınıyitirmemek için ezik bir gayretle, "Fakat yine de, karar verebilmek için biryöneticinin hâlâ hem kendi, hem de takım arkadaşlarının çalışmalarınıplanlaması ve ortaya hedefler koyması gerekmez mi?" diye sordum.Dreamer yine saldırgan bir tavırla gürleyerek, "Bir rol maskesininarkasına saklanma!" dedi. "Sakın bir daha, 'bir yönetici' deme, 'Ben' neyapabilirim diye sor. Buradaki bu küçük 'ben'i bilerek kullan ve bununsorumluluğunu üstlen! Evren seni dinliyor. Her zaman!... Ve sen herhangibir soru yönelttiğinde bile o seni ölçmeyi sürdürür."Sanki bir Barnabite sopasıyla avucumun içine vurulmuş gibi, hempişmanlığın, hem de küçük düşmenin utancıyla, içimdeki eski bir yaranınyeniden açıldığını ve yandığını hissettim. Bir anda yeniden, Napoli'nin içinebeyaz bir inci gibi yerleştirilmiş eski okulumun duvarları arasındaydım veyine o çocuk bilincine bağlandım. İyileşmeyi hissettim. Bu görüntülerortadan kalktığında kendimi yine Dreamer'ın karşısında buldum; ama özgürve masum olarak. Artık sonunda O'nu dinleyebilirdim."Gerçek bir lider de başkalarının yaptığı gibi planlar ve programlaryapar, ama onlara inanmaz. Onun planlaması, görünmez bir tiyatronunsenaryosundaki karakterlere ve onların rollerine ayak uydurmaya benzer bireğilimdedir. Her an onun için yeni bir yaratma hareketidir... Her anyemdir," diyerek sözlerini sürdürdü,250


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Bu andan ne bir an öncesi oldu, ne bir an sonrası olacak! Bütüngördüklerin ve görmediğin her şey, işte tam bu anda yaratıldı.. Her şey,senin Oluşunun sonsuz alanında, sınırsız mutlak gücünde, bu ebedi anda,şimdi gerçekleşir."Bir yandan, gökten işaret ve başparmakları arasında tuttuğu bir ipi aşağıçekercesine, havada dünyaya dik inen bir çizgi çizdi."An, 'düş'ün hâkim olduğu alandır... Sıradan bir insanın yaptığıplanlama, zaman ve boşluk içindedir. Er ya da geç yolundan sapar vebaşarısızlığa uğrar." Onun varlığı karşısında gitgide daha fazlabüyülenerek, teslimiyet gösteren birinin yumuşak başlılığıyla, "Fakat'düşlemek' de bir çeşit planlama değil midir?" diye sordum." 'Düş', içinde zamanın olmadığı, sonsuzlukta, dikey olan zamandaki birplanlamadır. Ben an 'da varım. Bu an, benim zaman içinde karşılaşacağımve bir araya geleceğim her şeyi kapsar...kırıntılarımı, kırık parçalarımı.Bundan dolayı, düşleyen kişi ne plan yapar, ne de endişelenir. O, 'düş u tümözgürlüğüyle ve tiim güzellikleriyle kendisini dile getirmesi için serbestbırakır. Sonuçların, doğal olarak kendisinin kusursuzluk ve bütünlükseviyesine göre ortaya çıkacağını bilir. İçindeki derinliklerinde sınırsız birbirleşik olanaklar alanı vardır, işte burası, senin 'düş 'ünün oluştuğu yerdir.Burada, yaşamında başarıyı ve zenginliği yaratmak için her kim ve her negerekiyorsa karşına çıkar. Burada hayatının amacı, senin içirı çok net halegelir."Ardından sözlerini matematiksel bir sunum havasında sürdürerek,"Her şirkette ve her organizasyon piramidinde, sorumluluk düzeyidüştükçe, daha fazla planlama yapmaya gerek duyulur. Daha önemsizrolleri oynayanlara doğru inildikçe, her dakikayı planlamak, daha kesinhedefleri belirlemek ve icra etmek' daha gerekli bir hal alır. Orada, kararalma sürecindeki tüm ritüeller titizlikle takip edilir ancak bu kadın veerkekler tarafından gerçekleştirilen hiç bir şey yoktur." Bu sözler havadaçınlamayı sürdürürken, bulunduğumuz toplantı odasının ışıkları kararıverdive dev bir ekran yavaş yavaş odanın arka duvarını baştan sona kapladı.Duvarlarla tavanın ortadan kaybolduğunu sandım. Oturduğum koltuk, sanki,şimdi hareket eden bir zeminin ya da görünmeyen, acayip bir aracınüzerindeymiş gibi yer değiştirdiğinde, keskin sarsıntılar hissettim.251


Stefano E. D'Atına4 Kaçış sadece pek az sayıdaki insan içindirEkranda, görüntüler akmaya başladı. Kuruluşların koridorlarındabilinçsizce ilerleyen, 'açık alanlara' doluşan ya da, böcek yuvalan gibi küpbiçimindeki odalara hapsolmuş insan yığınları gördüm.Dreamer, "Bunlar gölgelerdir," dedi. "Bu insanlığı değiştirmek ve,başka bir görünüşe doğru taşımak için şimdiye dek hiçbir şey yapılmadı.""Yalnızca 'Bireysel Devrim', hipnoz uykularına dalmış milyonlarca kadın veerkeğin düşünme ve hissetme biçimlerini altüst edecektir."'Bireysel Devrim'.0 an'da bana hiçbir şey ifade etmeyen bu iki sözcük, bundan böyleyaşamımda mutlak bir önem taşıyacaktı. Üstelik Dreamer, yıllardır benihazırlamakta olduğu bu Projeyi bunlar aracılığıyla bana defalarcaduyurmuştu. Ne var ki, o zamanlar benim bunların ne denli büyükolduklarını anlamam için henüz çok erkendi.Dreamer'la birlikte kuruluşların en alttaki halkalarını ziyaret ettim veOnunla beraber mahkûmlann toplandığı o can sıkıcı ve durgun dünyalarıniçine girdim. Nefesimi tutarak bu görüntülerin geçişini izledim. Ölgün neonışıklarıyla aydınlatılmış devasa bir akvaryumun yeşil renkli sıvısında yüzergibi görünen insanları seyrettim. Ben de oralarda yıllarca yaşamıştım, oysaşimdi daha yeni fark ettim; orada olmanın ne denli acı verdiğini, her günkendilerinin kirlettiği havayı soluyarak yaşamaya mahkûm olan o insanlarınkoşullarının ne denli zor olduğunu yeni anladım.Bu hastalıklı evreni içeren cam birdenbire bir aynaya dönüştü ve üzerindedermanı kalmamış, saçı sakalı ağarmış, beli bükülmüş iki kişininyansımalarını gördüm. Güneş altında kavrulmuş toprağa benzeyen kırışmışciltleri dikkatimi çekti. Yüzlerindeki derin ve kesik çizgiler, bir bıçakyarasının izlerine benziyordu. Bunların görünüşlerindeki bir şey, bana kaygıverecek kadar tanıdık geldi. Bu endişe hissinin nedenini anlamak için tümdikkatimi vererek onları tanımaya çalıştım. Bu sır perdesini araladığım andabir dehşete kapıldım. Bu yaşlı insanlar bizdik... ben ve Dreamer. Dehşetiçinde O'na döndüm. Kusursuz bir kontrol içindeydi ve haşin yüzü herzamankinden daha genç görünüyordu. Cesaret verici gülümsemesiyleneşelendiysem de, varlığım sessiz bir umutsuzluğun içinde hapis kaldı.252


Tanrılar <strong>Oku</strong>luSayamayacağım kadar çok sayıdaki gencin bir kuyrukta beklediklerinigördüm. Onların gözlerinde hâlâ birer ışık parıltısı seçilebiliyordu.Gözlerindeki pırıltının hala fark edildiği sonsuz sayıda gencin sıradabeklediklerini gördüm. Onları teker teker ayıklayan ya da işe koşan öfkelibir denetleyicinin önünde etten bir şerit gibi akıp geçiyorlardı.Sarmal kuyruklu Minös'u andıran bir işveren, her bir adayına içindebolca keder bulunan bir rolü gösteriyor, şirketlerin cehennemi andıranbölümlerinde onlar için birer 'kalıcı bir iş' veriyordu. Gençlerin benizlerininve bakışlarının henüz solmamış olduğunu yüreğim burkularak izliyordum.Hepsinin mutsuzluğa mahkûm edilmiş olduklarını biliyordum.Dreamer, "Seçilmek, insanın saygınlık düzeyinin altında kalır. İnsançalışacağı işi 'düşler', onu kendi niyetine ve beğenisine göre seçer," dedi.Hicranda gördüğüm genç insanların kaderleri yüzünden hüzünlendiğimi farketti. Daha ağzımı açmaya fırsat bulamadan, sormak istediğim soruyu havadayakalayıp, "Kitlelerin gelişmesi olanaksızdır! Ne bir devrim, ne bir ideolojibunu başarabilir. Kaçış, pek az sayıdaki birey içindir. Sadece insanınkendisi bu kaçışı gerçekleştirebilir." dedi. Yüz ifadem ıstıraba bürünereköylece kalakaldı. Kendimi bir grubun temsilcisi olarak, bir yargıcınhuzurunda, onun aleyhte verdiği temyiz edilemez hükmünü dinler gibihissettim.Algılayamadığımı yüzüme vururcasına, "Görmekte olduğun, insanlığınkendisi değil, bu gördüğün kalabalık senin dışında değil!" dedi. SanırımDreamer, benim başkalarını düşünme ve başkaları için bir şeyleryapabileceğim varsayımının maskesini düşürerek beni kendi yalanımlayüzleştiriyordu. Kendimi rezil etmiştim. Ama Dreamer'ın bana verdiğidersin tamamlanmasına henüz çok vardı. O vidayı bir kez dahasıkıştırdığında, beni sınamakta olduğu sınavın acısı daha derinlereinmekteydi. "Baktığın bu biiyük kalabalık; senin çürüyen halindir, heveslerikırılmış, yarışma kaygısıyla ıstırap içindeki bu adamlar, senin Varlığınındağılmış parçaları, içindeki çaresizliğin aynadaki yansımasıdır." Dreamer,benim aracılığımla tapmaktaki iki yüzlü adamı şiddetle kamçılıyordu ve benbiçimsizleşmiş bir parçamın, dünyanın gözlerinin önüne çırılçıplakserildiğini hissediyordum... Duyduğum rezillik daha dürüst bir duyguyadönüşlü. İçimde karşı konulmaz bir utanç duygusu tenimin altında yükselenlav tabakası gibi, tepeden tırnağa, tüm bedenimi yaktı.253


Stefano E. D'Atınaİçine düştüğüm bu durumdan beni silkeleyip çıkarmak için, "Sen ancakkendin için birşeyler yapabilirsin!" dedi. "Onlar sensin!... Senin kendideğişimin, tüm insanlığın başka bir biçime dönüşmesine neden olacaktır.Çektikleri bu ıstırabın sona ermesini ve insanoğlunun değişmesini istiyorsan,kendini iyileştir!" Bu sorumluluğun ortaya böyle, bu şekilde konulmasınınşokuyla sarsıldım. Çelik bir kapı tüm kaçış yollarımla birlikte arkamda sıkısıkıya kapanmaktaydı. Ne ben kimseyi suçlayabilirdim, ne de kimse beniavutabilirdi. Bir mengene tüm gücüyle midemi sıkıyordu. Sığınacak bir limanarayışıyla, not defterimin sayfalan arasına gizlendim. Burnumu notlarımıniçine gömerek, bir yandan kafamdaki düşünce keşmekeşini toparlıyor, öteyandan Dreamer'ın bana söylemekte olduğu sözlere tüm dikkatimleodaklanmaya çalışıyordum. Dreamer'a göre, insanlık için tek çıkış yolu,ilerleyebilmek için tek şansı, her şeyiyle bütün olan bir insanı oluşturmaktı."Kitleler için tek kurtuluş budur,"Sözlerini, insanın, eksik bir psikoloji ile, hala değişimde olan bir Varlıkolduğunu iddia ederek sürdürdü. Türlerin evrimi bütünlüğe giden biryolculuktur; hiçbir zorlamanın etki etmeyeceği bu yolculuk, sadece birbirleşme süreci içinde içten dışa doğru gerçekleştirilmelidir. İşte tüm eskisistemlerin çökme nedeni de budur. Savaşlar ve devrimler bu yolculuğubaşaramadı. Zihnim karmakanşık halde bir yandan notlar alıyor, diğer yandanDreamer'ın ifadelerinin altını defalarca çiziyordum."insanın bundan sonraki evrimsel geçişi, tarih kapsamındaki bir gelecektedeğil, bir 'zamandan bağımsız bir zamanda' yani dikey bir gelecektegerçekleşecektir," dedi. İnsanın içinde yer aldığı şirketlerin evrimselanlamını ve bu ortamlarda görünen tüm gereksiz acıların sebeplerini, birperdenin aniden açılması gibi bir anda kavrayıverdim. İnsanın kendini aşmaözlemi ve varoluşuna bir anlam kazandırabilmesi amacıyla sürdürdüğü binyıllık arayışı, geleneksel dini ve politik zeminlerden, ekonomik girişimlerin,fabrikaların, sanayilerin, laboratuvarların ve işyerlerinin zeminine doğrukayıyordu. Bu kuruluşların bünyelerinde, uzaya fırlatılan uzay gemilerinebenzer biçimde, insanın bütünlüğe doğru göçü gerçekleşiyordu. Artıkkiliselerin ve dini kuruluşların yerini derin hırsların ve gelişim süreçlerininbirer yapı haline dönüştüğü şirketler, organizasyonlar ve iş dünyasının kutsaltapınaklarının sonsuzluğa uzanan zinciri almaktaydı.Dreamer, "Geleceğin şirketleri, birer Oluş <strong>Oku</strong>lları olacaktır," derken,göklerde ebediyen yazılı kalacak bir kehanette bulundu. Ardından, herzaman aklımda mühürlü kalacak şu sözlerini dile getirdi:254


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"İş ortamı, yeryüzünün dini olacaktır; dinlerin dini olacaktır. Şu andakiliseler, camiler veya aşramlarda olan insanlardan çok daha fazla sayıdainsan, iş ortamında, en yüksek sorumluluk düzeylerine ulaşmayı hedefleyenolağanüstü bir çaba içindeler. Özgürlüğe giden yolda insanın önüne çıkanengelleri ve zorlukları, ileriye sevk eden bir kuvvete dönüştürmesi, işortamında her zaman yaşanan bir durumdur.Kaderlerini değiştirmek„ vizyonlarını altüst etmek üzere imkansızıdeneme girişiminde bulunan, uluslararası kuruluşların gökdelenlerinde veonların fınans tapınaklarında çalışan insanlar, sinagoglarda vemanastırlarda toplananlardan çok daha fazladır."Bu vizyonun enginliği karşısında bacaklarım titredi, sadece duymak bilebenim henüz sahip olmadığım bir sorumluluk düzeyini gerektiriyordu. Butasarımın dokusundaki tüm ekonomik sistemin en sağlam mihenk; taşlarınıyerle bir edecek ve eski 'akılcı kapitalizmin' sonunu ilan edecek olandevrim, onlarca yıl öncesinden sezilebiliyordu. Dreamer'ın mesajı <strong>Oku</strong>l'unbaşarısı için gizli bilgi kapsıyordu: Bir gün, gerek büyük, gerek küçükçaptaki tüm şirketler birer düş ve sorumluluk okulları haline gelecek. Tepenoktalarında ise ekonomik başarılarının ve şirketlerinin uzunömürlülüğünün, her bir çalışanının gelişimi ile bir olduğunun bilincinde olanhem filozof hem pragmatik vizyon sahibi kişiler olacak.Bunu diğer üniversitelerden çok önce öğrenmek yenilmez bir rekabetavantajı sağlıyordu.Elbette o sırada bütün bunları bilemezdim. Bu sanki Dreamer'ın, bendenbir otomobil sanayi kurmamı isterken, beraberinde de bana geleceğin motortasarım projesini en ince ayrıntısına kadar vermesine benziyordu. O'nunmesajında, European School of Economics, ESE'nin evrensel felsefesinin,<strong>Oku</strong>lun daha ileriye taşıyacağı çalışmanın eşsizliğini üstlendiği vizyonsahibi kişilerin ve eylem filozoflarının hazırlanmasının yüce misyonu dabulunuyordu."Düşlemek, sadece yaşamsal bir görevin olan görünürdeki dış dünyanınelinde mekanik bir kukla olmana son vererek, iç dünyanın geliştirilmesidir.The object of the School is freedom: freedom from conflicts, suffering,division and death.<strong>Oku</strong>lun amacı özgürlüktür: uyuşmazlıktan, ıstıraptan, bölünmeden veölümden özgürleşmek...255


Stefano E. D'Atına'Düş' kendinle yaşam arasına koyduğun şeydir. Sıradan bir insan, yaşamınsebep, kendisinin sonuç olduğunu düşünür. Bu başarısızlığa uğramışdünya görüşünün tepetaklak edilmesini, yalnızca Oluş için çalışmayıhedefleyen bir altüst etme <strong>Oku</strong>lunun uygulamalı çalışması sağlayabilir.Gerçek bir <strong>Oku</strong>lun işi, bir kazı çalışması gibidir. Bir zamanlar sahipolduğumuz, bizi mutlu eden ve ölümsüz kılan iradenin tekrar aranıpbulunması aşamasında, biriken artıkların, katmanların ve kirliliğinkazınarak temizlenmesi için yapılan bir çalışmadır. <strong>Oku</strong>l ve İrade özdeştir.<strong>Oku</strong>l, dışımızdaki İradedir. İrade, içimizdeki <strong>Oku</strong>ldur. 'Gerçek İrade' ortayaçıktıktan sonra, artık <strong>Oku</strong>la gereksinim kalmayacaktır, irade ortayaçıkarıldığında, bizler kendi kendimizin efendisi olacağız. Kendi kendimizinefendisi olmak, evrenin efendisi olmak demektir.Hepsinin ve her şeyin altında, sahip olmayı hak ettiğimiz, 'kıymetli birşey' bulunur. Bu 'özel şey' ile temas halinde olmamız bizi bütünün ve herşeyin sahibi olmaya götürecektir."5 İnanmadan program yapmakBurada tekrar yükselmeye başladık. O'nunla birlikte, iş dünyasının enzengin ve en parlak sektörlerine giden yolda tırmandık. Dreamer bana, enbüyük uluslararası kuruluşların, dünyanın en büyük fınans ve sanayidevlerinin arkasında ve kazanılan her başarının altında, daima tek bir bireyinve onun düşünün olduğunu gösterdi.Karar alma piramitlerinin zirvelerine doğru tırmandıkça, yukarıda,kuruluşun azami hıza ulaştığı o tepe noktasında, eylemi meydana getirenhareketsizliği ve o dahiyane fikri oluşturan görünmezliğini anlattı. Kurucu,vizyonu olan kişi; zeki çılgın; ütopik eylemci; o, yalnızca o, bu dünyanın varolmasına izin vermişti ve tıpkı bir kraliçe termit gibi onu hâlâ besliyordu."Onun tek işi kendi bütünlüğünü korumaktır," diye açıkladı. "Onu özelkılan şey uyanıklık kabiliyeti; 'düş'ü kirletecek tek bir opak zerrenin,kararlılığını zedeleyecek bir uzlaşma gölgesinin veya herhangi bir şüpheniniçeri girmesine izin vermeyen, her an tetikte bekleyen bir ruhtur. "Programlar ve planlar, bir liderin ruhsal hızının yanında son derece yavaşilerleyen katı araçlardır. Karar verme gerekliliği olan bu noktada altıncı hisolan sezgi ve yedinci his olan 'düş' bulunur, gerçekte ise ortada kararverilecek bir durum yoktur.256


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Gerçek bir lider programlar yapar, ama onlara inanmaz. Buprogramları, en büyük amacı ona rehberlik eder ve o sadece kendinoksansızlığına inanır.Kendisi dışında bir amacı yoktur, çünkü amaç kendisidir... kendiözgürlüğü!"Bir lider, bu bütünlük düzeyine ulaştığında, gideceği yönü tayin edenonun vizyonu, önündeki yolu açan onun adımları olacaktır. Bir yönbelirlemesine gerek yoktur; çünkü yön kendisidir; olaylar dünyasındabiçimlenen ve açılıp görünen düşün mucididir. Dreamer, önemlerinivurgulamak için sözcüklerin üstüne basa basa,"Commit yourself to integrity,Kendini bütünlüğüne ada,"dedi. "İçindeki adanmışlık bir yatırımdır. Her şeyin olmasını sağlayan, iştesenin bu adanmış lığındır! Bütün fırsatlarla, gerekli kaynakları kendisineçeken liderin dürüstlüğüdür, bozuImazlığıdır. Kendi kendine verdiği en yücesöz, oyunu gerektiği gibi sonuna dek sürdürmektir. Dış dünyadakiçalışmalarının her bir başarısı, sadece kendi bütünlüğünün biryansımasıdır."Girişimci şirketlerin, olağanüstü bir servet yaratmak, ekonomikimparatorluklar kurmak gibi, olanaksızlık sınırlarında gerçekleştirdiklerişeyler, yalnızca liderin Oluşunun bir uzantısı olup, iç özgürlük derecesi ilesorumluluk düzeyinin doğrulandığını gösteren bir belgedir. Kişi kendibütünlüğünün adanmışlığına sadık kalırsa, onun doğal bir ürünü olan başarıda kaçınılmazdır."Gerçek bir lider, gerçek işin sadece içte olduğunu bilir! Kendi sözündendönmeyen bekçisi yine kendisidir. Bozulmadan korunması gereken debudur," dedi ve sustu. Finans imparatorluklarının ve sınırsız servetleringörüntüleri birkaç saniye daha peş peşe ekrana yansıdı ve ardındankayboldular; toplantı salonunun her köşesini derin bir sessizlik kapladı. O,bu açıklamaların bendeki etkisini ciddi gözlerle inceden inceye yüzümdenokumaya çalışıyordu. Kelimenin tam anlamıyla allak bullak olduğumuhissediyordum. İç dükkânımda fiyatların ve ürünlerin hepsi havayafırlatılmıştı, şimdi ise yeniden düzenleniyordu. Yeni öncelikler, doğruürünlere doğru fiyatları koyuyor, yeni bir düzen onlara raflarda yeni yerlerveriyor ve eski inanışlarla tozlu ilkeleri depoya atıyordu.257


Stefano E. D'AtınaGözlerimi kapattım ve tüm kalbimle bu işlemin bir an öncesonuçlanmasını istedim.Yeniden konuşmaya başladığında, konu bu kez hareketsizlik üzerineydi.Bir liderin elinin altındaki en büyük güç, 'yapmamak' aracılığıyla yapmak,eylemde bulunmadan iş görmektir. Dreamer bunu 'zahmetsiz bir eylem'olarak tanımladı: şiirsel, düşsel bir durum."Bir lider için tek başınalık ve hareketsizlik, onun güç bataryalarıdır;insanın içinde artık gömülü olan İradesinden gelen değerli mesajları sezdiğive kendisine çektiği bir durumdur.Ciddi ol; samimi ol; böylece bunu kuvvetlice ve net olarakhissedeceksin... ve bileceksin."Bu sözler üzerine, hayalimdeki görüntüler dışarı fırlayarak, bağımlıinsanların sonsuz sayıdaki kalabalığını gözlerimin önüne getirdi. Bir böcekyuvasındaki gibi sürekli gidip gelen binlerce insana kuşbakışı baktım.Görüntüler canlı ve gerçekti. Zihnimi onlara odakladım. Bir sessiz filminkomik sahnelerindeki gibi huzursuz davranışlar ve hızlandırılmış jestlerlehareket eden acınacak varlıklar gördüm. Dreamer o anda gördüğümhayallere müdahale ederek, onları yönlendirdi. Kuruluşların bünyelerindegeçirdiğim bunca yıldan sonra ancak şimdi, O'nun yanındayken farkınavarıyordum: Onlar ne kadar hareket edip, ne kadar endişeli ve meşgulgörünürlerse, aslında o denli önemsiz pozisyonları dolduruyor, en düşüksorumluluk ve cezalandırılma düzeylerinde bulunuyorlardı.Dreamer, '"Hareketsiz boşlukta tüm evrenin çarkını ve onunla beraberçemberinde, teker çubuğunda ve göbeğinde yer alan tüm insanlarıçeviriyorum."' diyerek ciddiyetle ezberinden okudu. "Merkezin ortasındakio boşluk 'çarkın' gerçek yaratıcısıdır... ve çarkı oluşturan varlıklarınhiyerarşik piramidi o görünmezliğin içinde saklıdır."Sözlerini tamamladıktan sonra sustu. Yaşantımı allak bullak eden buvarlık da kimdi?Karmakarışık düşüncelerimin içimde yeniden bir uyum içine girdiğinihissettim. Duygular ve Oluşumun dağılmış parçaları bir araya toplandı. Birenerji seli, tüm setleri yıkıncaya kadar kabardı ve taşarak tüm şüpheleri,endişeleri ve ölü olan her şeyi bir döküntü halinde sürükleyerek götürdü.Dreamer'ın yanında, ekonomi ve iş yaşamı, şiirsel bir bütünlüğün içindengeçerek evrensel bir sanata dönüştü.258


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBu bilgelik durumunu, bu anın berraklığını ve aydınlığını, herkesi ve herşeyi kucaklayabildiğim duygusunu sonsuza dek korumak istedim. İştebundan sonra, bana stratejik olarak nasıl yaşayacağımı gösterdi ve rol yapmasanatından söz etti."Bir lider, bütün rolleri mükemmel şekilde nasıl oynayacağını bilmelidir.Vurdumduymazlık, cahillik ve hatta rolü gerektirirse olumsuzluğu bileoynayabilir ama role inanmak zorunda değildir!" Dreamer bu uyarısınıyaparken kullandığı ses tonuyla, bu önerisinin bir ölüm kalım meselesiniteliğinde olduğunu vurgulamıştı. "Öfkelenebilir ve şiddete başvurabilir,yüzüne bir saldırganlık maskesi takabilir, ama içinde en küçük bir etkilenmehissetmemelidir." Bu olumsuzluk sahnesini, 'doğru olumsuz tavır' diyeadlandırdı.Dreamer ayrıca, rol yapma yoluyla bir liderin program yapabileceğini veplan hazırlayabileceğini ve bunlarla çok uzak bir geleceğe ışık tutarmış gibigörünebileceğini de sözlerine ekledi. "Ama hiçbirine inanmadan!" diyensözlerini aynı kesin tavırla yineledi.Özgür ve gerçek bir insan, her dakikanın bir strateji gerektirdiğini ve heran'ın, kusursuzca oynanacak bir senaryoyu empoze eden kendi yasasıolduğunu bilir. Rol yaptığının bilincindeki bu kişi, kendini özdeşleştirmedenrollerinden kendini ayrı tutması, karşılaştığı olaylara ve koşullara uyacakhangi maskeyi takacağına karar vermesi gibi, doğabilecek farklı rollerin vehareket biçimlerinin içinden en uygun olanını seçme özgürlüğüne sahip olur."Sadece gerçek insan rol yapabilir! Rolüyle özdeşleşen, korkularıncaşartlandırılmış, dünyanın ona öğrettikleriyle gaflet uykusuna dalmış sıradanbir insan rol oynama sanatını ve rol oynamanın gücünü unutmuştur; onuntek bildiği sadece yalandır."Konuşmasının kritik noktalarında birçok kez bu yıkıcı düşüncelerdenkendimi korumaya çalıştım. Bir liderin rol oynayabilme yeteneği bana dahaçok yalancılık, hatta fırsatçılık gibi görünüyordu.Dreamer kükrercesine, "Bilinçli olarak rol yapmak yalancılık demekdeğildir. Rol yapmak, stratejik yaşamak demektir!" dedi.Dreamer her düşünceme serbestçe giriyordu. Bu açıklık karşısındakiteslimiyetim, gölgelerin daha toparlanmalarına bile fırsat vermedendağıtıverdi.259


Stefano E. D'Atına"Stratejik yaşamak, koşulların gerektirdiği şekilde bilerek ve kusursuzcaeylemde bulunan bir savaşçıya göre bir iştir. Dışarıda rolün gereksinimineyanıt verirken, içinde bu maskenin arkasına gizlenen güce ve sorumluluğasahip çıkar. Sadece stratejik yaşayanlar bunun üstesinden gelebilir!"Bir hap bağımlısına panzehirini henüz vermiş bir doktor gibi yüzümüdikkatle inceleyerek, sözleri bende sonuçlarını gösterene dek bekledi.Konuşmasına yeniden başladığında, ses tonu bir uyarı ile bazı hayatibilgilerin duyurulması arasında ciddi bir havadaydı:"Endişelendiğinde, planlar yaptığında, olumsuz düşündüğünde ve seniburaya getiren şeyi unuttuğunda, kendini bir böceğin boyutlarınaindirgiyorsun ve dünya da senin sırtını yere getiriyor. Evrende milyonlarcafotoğraf karesi senin bu yenilgini kaydeder ve sen, daha fazlasına sahipolmak bir yana, sahip olduğuna inandığın her ne varsa tümünü birdenkaybedersin."Dreamer, beni yeniden dünyevi işlerime geri göndermeden önce sonöğütlerini vermekteydi. Sesi bir fısıltı haline gelene dek alçaldı. Birazdanyaşantımda inşa edeceğim her şeyin dayanağı olacak ve her servetin anakaynağını oluşturacak bir şeyi söylemek üzereydi."'Düş', var olan en gerçek şeydir!... 'Düş' zamanın olmadığıgerçekliktir... Sadece düşleyen kişi refah yaratabilir."Dreamer'e göre, 'düş' arıtılmış bir dünyadır, gördüğün ve dokunduğunher şeyin gerçek nedenidir."'Düş' ancak düşleyen bir insanın bilebileceği bir dikey planlamadır.Eğer şimdi hayalinde değilse, 'sonrası' yoktur. Her an içimizde açılan vekapanan bir dükkândır, her an kazanır ya da kaybederiz; her saniye birbaşarı, ya da başarısızlıktır. Her şey şimdide gerçekleşir, bu sonsuz anda.."6 Ajanda/GünlükDreamer bana isimler, saatler ve telefon kayıtlarıyla dopdolu bir sayfayıgöstererek, "Hiç boş yer bırakmamacasına tıka basa randevularla dolu,seninki gibi bir ajanda, bir intihar bildirgesidir," dedi. "Bu, kişinin kendiölümünü onaylaması demektir. Bir insan ne kadar ölüyse, gününü o kadarçok iş ile doldurur." Mideme bir yumruk yemiş gibiydim. Şimdiye kadarçok iyi bildiğim o sancı, Dreamer'ın inanç sistemime gerçekleştireceği yenibir saldırının hareketlendiğinin göstergesiydi.260


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDoğrudan sarf edilen güçlü kelimelerin hızından kaçmaya çalıştım.Nefret duyguları ve öfkeli düşünceler, Dreamer'a karşı birleşerek içimdedizginlenemeyen bir yükelişe geçmişlerdi. Sırf hareketli ve yoğun bir yaşamsürdüğüm için ölü adam kategorisine yerleştirilmiş olmaya isyan ediyordum.Gücenmiş bir ifadeyle; "Fakat 'modern toplum' koşullarında,sorumluluklar, randevular ve görüşmeler olmadan yaşamak mümkündeğildir," dedim. Bunları söylerken, 'modern toplum' ifadesini,dünyalarımız arasındaki ayrımı vurgularcasına biraz da kinayeylesöylemiştim. Dreamer'ın öne sürdüğü tüm bu görüşlerin hiçbir pratik anlamıolamayacağından emindim."Bırak oyun sürsün, komedi açığa çıksın. Bırak işinde yardım edenler,profesyoneller rollerinin gereğini yerine getirsinler. Şirket, bir senaryoyutakip eden karakterlerle ve maskelerin yer aldığı simgesel bir tiyatrogösterisidir. Ona inanma! Orada yönünü kaybetme! Bunun bir oyunolduğunu unutma!" dedi.Dreamer'ın, yüzlerce çalışanıyla birlikte uluslararası bir şirketiyönetmenin ne demek olduğunu ve hissedarların nefesini her gün ensendehissetmenin ne anlama geldiğini anladığından pek de emin değildim.Hiddetle, "Yani ben anlamıyorum, öyle mi?" dedim. "Hem bir ajandanın ölüya da diri olmakla ne ilgisi olabilir?"Bu sözleri ağzımdan çok zor çıkarabildim. Bir gözyaşı düğümü boğazımaoturmuştu. Dreamer -görünüşe göre, saldırganlığımın altında saklananyardım isteyen gizli çığlığıma aldırış etmeden- "Aldığın her randevu,ayarladığın her görüşme, sadece senin 'yaşıyor olduğun' yanılsamasınıpekiştirmene ve anlamsız inançlarını desteklemene hizmet eder. En başta daşu planlama yapabilmeye olan inancını," dedi. "Planlamak ve o planainanmak, ölmektir. Ancak ölmüş şeyler planlanabilir...Gerçek plan, bu an'dadır; 'burada ve şimdide'...Bir liderin emrinde, onun gelecekteki etkinliklerini en ince ayrıntısınakadar planlayıp, programlayacak bir görevli ordusu olacaktır; ama onunkararları, daima anın meyvesi olacaktır. O ana kadar, kendisi bunu ne bilir,ne de bir eylemde bulunur, taaki an sonsuzluğunu gösterene kadar... Ancak ozaman bilmesi gerekeni bilecek.An'ı kendi bütünlüğü içinde yaşamayı öğrendiğinde, her şey seninemrinde olacaktır. Plan yapmaya ve programlara inanmaya son verdiğinde,onlar hiç zahmetsizce, doğallıkla kendiliğinden oluşuverecektir. "Bakışları çelik gibi sert bir görünüm aldı.261


Stefano E. D'AnrıaIsrarla bana bakmayı sürdürürken, diğer yandan da başını bir sağa, birsola döndürerek farklı açılardan profillerimi karşılaştırır gibiydi.Huzursuzlandım. Kanlı emellerini gizlemeye çalışan yırtıcı bir hayvanınhareketleri gibi onun bu davranışında dillendirilmeyen bir tehlikeninnefesini ensemde hissediyordum.Alçak bir sesle, "Ajanda, senin gibi kişiler için unutmaya yarar," dedi.Huzursuzluğum çabucak bir korkuya dönüştü. Ne pahasına olursa olsunbu durumdan kurtulmanın bir yolunu bulmam gerekiyordu. Gerçi gerekenrahatlığa sahip olsaydım, sadece bu tuhaf, hatta utanmasam komikdiyeceğim vizyonun açıklamasını isteyebilirdim ama. Nasıl olur da birajanda unutmamıza yarardı ki? Kendimi, çeperinde hiçbir delik açamadığımruhsal bir kozanın içinde hapis olmuş gibi hissediyordum.Dreamer'la bu görüşmem, içimdeki boyun eğmek istemeyen parçamla,O'nun sözlerini hasretle içmeye susamış parçam arasındaki amansız birdüelloyu ortaya çıkarıyordu. Zorlukla nefesimi toparlayıp, "Neyi unutmak?"diye sordum.Dreamer, bana doğru yavaşça birkaç milim yaklaştı ve fısıltıyla,"Kendini unutmak!" dedi. Endişem, taşkın bir sel gibi varlığımı kaplayananlamsız bir korkuya dönüştü. İleride, Dreamer'ın, sarsılmaz doğrularımınzırhını delerek, çiçeklere polen taşıyan bir arı gibi, kıymetli maddesindenbirazını bırakabildiği böyle anlarda, gelişimimin temel evrelerini farkedebilecektim. Bu da demek oluyordu ki, ben artık 'düş'e yaklaşıyordum."Dünya, düşlediğimiz her şeyin zamanda oluşmasıdır. Bir randevu hepseninledir... ya da daha doğrusu, senin açıkça farkında olmadığın birparçanla beraberdir. Kişiler ve olaylar, Oluşta çoktan yazılmış birsenaryoya göre bir belirir bir kaybolurlar.Plan yapıp ona inandığında 'gerçek dünyadan' uzaklaşırsın.Randevularının ve görüşmelerinin, senin ayarladığın şekildegerçekleştiklerine ne kadar çok inanırsan, içindeki ölüm kavramını da okadar çok pekiştirirsin. Böylece randevularında da, senin gibi plan programyapan, kendi güçsüzlüklerinin farkına asla varmadan, seçtikleri ve kararverdikleri yanılgısı içindeki diğer ölü kişilerle görüşürsün. "Dreamer burada susunca yıkım işlemini bitirdiğini sandım. Biraz nefesalmaya deli gibi ihtiyacım vardı. Ama Dreamer bir işi asla yarıdabırakmazdı. Zamanını çok hassas biçimde ayarlayıp, ardından bu sıradışıdersin en can alıcı sözlerini dile getirdi:262


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Bir gün senin ajandan da özgür insanın, daima kendi içinde bir çözümesahip olduğunu, hatta kendisinin çözüm olduğunu bildiği için gerçek rolyapan bir insanın ajandasına benzeyecek. Görüşmelerle rolleri oynayacakve dünyayı mümkün olan en iyi şekilde serbestçe olacaklara bırakacaksın.Dünya herhangi bir çaba veya kısıtlama olmaksızın senin şaheserin olacak.Ancak o zaman senin ajandan da gerçek bir liderin ajandası gibi olacak... vesadece boş sayfalardan oluşacaktır."7 "Alo, ben kimim?"Gün doludizgin başlamıştı. Samia'daki evin terasında sabahın erkensaatlerine rağmen birçok farklı telefon görüşmesi yapmıştım. Dreamer yanıbaşımda duruyordu ve ben gelen sorunların içeriklerine göre sesimiyükselterek tepkiler veriyor, heyecanla, kimi zaman da öfkeye kapılaraksağa sola emirler yağdırıyordum, O ise beni sessizce izliyordu.Sabahın ilk saatlerinden itibaren işin önemli bir kısmını daha işegitmeden yoluna koymaya çalışmak ve her şeyi defalarca tekrarlamanınkaçınılmaz olduğu bir beceriksizler ordusunu yönetmek gibi nankör birgörev uğruna didinip dururken, arada bir dönüp Dreamer'a bakıyordum;başıyla da olsa bana vereceği bir işaretle beni desteklediğini ya da haklıbulduğunu gösteren bir bakışını yakalamaya çalışıyordum. Nasıl bu kadarkalın kafalı olabiliyorlardı? Son derece basit ve net olan bir talimatı yanlışanlamayı nasıl başarıyorlardı?Ben uzun bir telefon görüşmesinin son diyaloglarını tamamlamaküzereyken, Dreamer beni şaşkınlığa düşürerek, "Telefonda konuştuğunzaman 'Alo, kimsiniz?' diye değil, 'Alo, ben kimim?' diye sormalısın" dedi.Ne demek istediğini tam olarak anladığımı söyleyemezdim. Bu sözleri detıpkı, yaptığım her şeyi olduğu gibi bırakarak O'na kulak kesilmemigerektiren, özellikle öğretilerine önemli bir yenisini ekleyeceği zamanlardayaptığı gibi, çok yumuşakça söylemişti. Anında hazır ola geçtim. Tek bakışıile, Dreamer'ın çoktan acımasız bir yırtıcıya dönüştüğünü anlamıştım. Biryandan damarlarıma yüksek dozda adrenalin pompalandığını hissederken,öte yandan omurgamdan aşağı inen soğuk bir ürperti bedenimi kaplıyordu.Toparlayabildiğim tüm sükûnetimle, az önceki sözlerini tekrarlamasınıistedim; ama sesim büyüyen bir baskıyla çoktan çatlamıştı.263


Stefano E. D'AnrıaKorkunç bir sesle, "Diğerleri SENSİN!" diye bağırdı. Kendi manevidünyamda, suçlamaların ve kendine acımaların beni tepetaklak yuvarladığıkendi cehenneminde, Dreamer artık evimde, masada benimle beraber oturan,sessiz ve nazik bir misafir değil, uçsuz bucaksız, karanlık bir okyanusta,fırtınanın içinde kalıp felaketin kıyısına gelmiş bir geminin, bağırarakemirler veren, etrafına dehşet saçan kaptanıydı. Korkuyla olduğum yerdesıçradım, elimde tuttuğum ahize yaramaz, kaygan bir varlık gibi bir elimdenfırlayarak, daha masaya düşmeden, diğer elime geçmişti. Görüntüm o kadarkomik olmalıydı ki, Dreamer bile gülmekten kendini alamadı.Ayrıca, yeri geldiğinde savurduğu tehditlerinden daha çok, beni şaşkınaçeviren bir başka şey de, O'nun en sert maskesinin ve görünüştekikontrolsüz öfkesinin altında, her zaman aynı sakinlikteki durgun bir okyanusolmasıydı ve bakışlarının sertliği aslında sfenksi andıran bir dinginliğesahipti. Çok kısa da olsa, o halde kaldıktan sonra yüzü yine gözü dönmüşyırtıcı bir hayvanın ifadesine büründü."Diğerleri sensin!" diye tekrarladı. Sesi yine yatışmıştı, ama bana huzurvermeye yetmedi. "Dünya, sen böyle olduğun için böyle; bunun tersi olmaz.Sakın kaçma. Görünen, görünmeyeni tanımana yardım eder. Diğerleri,kendinde görmekten kaçındığın şeyleri ortaya çıkararak görmeni sağlarlar.Bendeki bütün bu şeyleri yansıtan nedir? İşte saygın bir insanın kendisinesoracağı soru bu lur!"Dreamer, masanın üzerinden belli belirsiz yine bana doğru eğilereksözlerini sürdürdü."Konuşmalarını dinliyorum. Kararsızsın ve gereksiz ayrıntılaradalıyorsun. Karışıklık senin içinde, diğerlerinde değil. Dünya, senin neolduğunu, nerede olduğunu saptamak için kendisini şüpheci, kaotik vesorumsuz olarak gösteriyor. Yanıtladığın her telefonda, karşıdaki kim olursaolsun, sana hiç aksatmadan, 'Rahatsız ediyor muyum?' diye soruyor."Dreamer dikkatimi buna çektikten sonra durumun aynen böyle olduğunufark ettim ve aynen böyleydi. İyi de bu ayrıntının ne gibi bir önemi olabilirdiki, hâlâ anlayamamıştım. 'Rahatsız ediyor muyum?' sadece koşullarırahatlatıcı bir soruydu. Bu soruyu her zaman ilgisizce dinler, sıradan birsaygı sözcüğü veya özellikle bir astın üstüne olan mahremiyetine gösterdiğibir incelik ifadesi olarak sayardım.264


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Rahatsız ediyor muyum?' diyorlar, çünkü hazırlıksız olduğumhissediyorlar. Dünya, diğer insanlar, seni yansıtırlar. Onlar, tembel vekendi kendine konuşan bir adamın görüntüsünü yansıtan aynalardır.'Rahatsız ediyor muyum?' senin sorumsuzluğundur! 'Rahatsız ediyormuyum?'; net değilsin demek! 'Rahatsız ediyor muyum?' dünyanın senisuçlama biçimidir."Zırrr! Yine telefon çaldı.Ahizeyi kaldırıp mekanik biçimde, 'Kimsiniz?' dedim.Daha alışılagelmiş bu sözleri tamamlamama fırsat kalmadan, Dreamer'ınöncekinden de korkunç olan sesi havada çınladı. '"Alo, ben kimim?'demelisin. 'Kimsiniz?' değil." Öfkelenmiş, bağırıyordu.'"Ben kimim?' Hattın diğer ucunda daima kendilerini bulacaklarınıanlayan kişiler, böyle sorarlar!"Dreamer'ı dinliyordum ve aynı zamanda da henüz başlayan telefongörüşmesini her şey yolundaymış gibi sürdürmeye çalışıyordum.Dreamer, telefonla konuşmama aldırmaksızın, hattaki kişinin kimolduğuna ve onun Dreamer'ın sözlerini işitebileceğine hiç aldırmadan,'"Alo, ben kimim?' demek, kendi karmakarışık halinle karşılaştığınıhatırladığın anlamına gelir," dedi. Dreamer'ı dinlerken, hattaki kişiye detek heceli yanıtlar vererek, görüşmeyi olabildiğince kısa tutmaya ve bir anönce kapatmaya çalışıyordum."Dünya yönetilmeyi ister! Arayan kim olursa olsun, dahil olmaihtiyaç nidadır.., açıklığa ihtiyacı vardır. Ama senden aldığı birkaç işarettensonra, senin gittiğin bir yönünün olmadığını keşfeder.. ""Sen yaralısın, öyle dolusun ki, neredeyse taşma noktasındasın.İlerlemene izin ver, hafifliğin etkili olmasına ve algının diğer bölgelerinegirmesine izin ver!" -Dreamer, normal ses tonuna dönerek hiçbeklemediğim bir sevecenlikle beni yönlendirdi- "Uyanık ve tetikte olan birkişi, kararlılık ve sahte güvenlik kabuğunun altında, hep aynı yaranın, aynıkederin gizlendiğini bilir ve ayrıca, yara iyileşinceye ve izi kapanıncayakadar müdahale etmekten ve tedavi etmekten başka hiçbir yol olmadığını dabilir. Kaçıp uzaklaşmaya çalışsa, bir münzevi gibi bir mağaraya çekilse, yada bir keşiş gibi bir manastıra kapansa ve her türlü telefondan ya dadünyayla olan bağlantılarından uzaklaşsa bile o yara, koruduğunu sandığıkabuk, oııun hazırlıksız olduğunu yüzüne vurmak için, acı verir biçimde gerigelecektir. Fakat sen, tüm sıradan insanlar gibi, artık o acıyı hissetmiyorsunya da hiçbir şey yokmuş gibi davranıyorsun."265


Stefano E. D'AnrıaSesinde çaresi olmayan bir başarısızlığın yankısı, kozmik bir yenilgininacısı vardı.Telefon yeniden çaldı. Bu noktada artık ne yapacağımı bilemiyordum. NeDreamer'a ters düşmek istiyor, ne de onun oyununun havasına girmişimgibi, telefonu onun söylediği şekilde yanıtlayacak kadar kendimi özgürhissediyordum. Telefon çalmaya devam etti. Dreamer, başının bir işaretiylebeni yüreklendirdi ve bu jestine ek olarak, "Bunun nasıl bir kutsamaolduğunu bir düşün bakalım! Dünya bize kim olduğumuzu ve eksikliklerimizisöylemek için telefon ediyor, tıpkı bir Delphi kâhinine elinle dokunacakkadar yakın olmak ve her istediğinde ona danışmak gibi bir şey," dedi.Sonra yarı ciddi, yarı yapmacık olarak, "Telefona yanıt veren herkes karşıtarafa kim olduğunu sorar gibidir oysa bunu zaten bilir. Sen de karşıdakinirıkim olduğunu biliyorsun... çünkü seni arayan yine sensin," dedi.Bir şey piminden kurtuldu, bir sıkışıklık çözüldü; kayan bir omurunyerine oturmasına benzeyen bir iyileşme duygusu hissettim. Telefon çalmayısürdürüyordu, ama yazmakla meşguldüm ki bu, telefona cevap vermektendaha önemliydi. İçin için yanıyordum. İçinde bir insanın kaderini değiştirmeve yaşamını dönüştürme sırrına sahip olan o sözcüklerini kendi sözcüklerimgibi söylemek için atılmak üzereydim. Dreamer beni yine uyararak,"Dünya senin Oluşunun saf bir yansımasıdır..." dedi. "Bunu unutma!Dünya kim olduğunu söylemek, kendin hakkında bilmekten hep kaçındığınşeyi bilmeni sağlamak için sana telefon ediyor! Hattın öteki ucunda kiminolması gerektiğine karar verecek olan sensin, yalnızca sen. Şimdilik, hattındiğer ucunda senin kırılganlığını yansıtan bir insan var. Yardım isteyen,iyileştirilmeyi bekleyen sensin. "Dreamer'ın söylediklerini, her şeyi, böyle olacağından kesinlikle eminolarak dinledim ve yazdım. Bana göre her şey kusursuz bir berraklığakavuşmuştu. Dreamer'ın öğretilerinin dağınık parçaları harika birkompozisyonla yerlerine oturmaktaydı. O anda ulaştığım kavrama gücüyle,gerek duyduğum anda her şeyi bir bütün olarak bulmayı istiyordum veihtiyacım olduğu zaman bunu hayata geçirebileceğim şekilde uygulamakiçin sözlerini her ayrıntısıyla kaydediyordum. Dreamer, içimde oluşanaçılmadan yararlanarak bastırıp,"Yaşayan insan yaşamı davet eder. Kendine acıman başarısızlığıcesaretlendirir.Like attracts like. Benzer benzerini çeker. Anlayış ise anlayışı..266


Tanrılar <strong>Oku</strong>luHattın diğer ucundaki kişiyi değiştirmek istiyor musun? Onlarınsözcüklerini, seslerinin tonunu, çözümlerini ve taşıdıkları haberlerideğiştirmeyi ister misin?... Kendini değiştir! Çözüm sen ol ve dünya daebediyen değişsin," dedi. Nefes alabilmem için bana birkaç saniye verdi.Konuşmasının bu son bölümünü de tamamen yazabilmem için bekledi vesonra devam etti. "Yanıtlarken, 'Alo, ben kimim?' demek, yaşamında başınagelen her şeyin tek sorumlusunun yalnızca kendisi olduğunu bilen vehatırlayan insana ait bir davranıştır. Bir telefon çağrısı, şimdiye dekgörmekten, dokunmaktan ve göğüslemekten kaçındığın şeyi anlamana izinverir."Tam bu sırada telefon yeniden çaldı. Ahizeyi kaldırmadan önce, Dreamer'ınönerisine kulak verebilmek için birkaç saniye bekledim."Netlik... Dünyaya sadece netlik ver, o zaman hattın öbür ucunda iyi haberolacaktır.""Alo, Ben kimim?" dedim. Bu tuhaf sorumun karşı taraftaki kişinin üstündeyaratacağı etkiyi düşünerek gülümsedim. O andan itibaren, ahizeyikaldırmak artık şuadan bir konuşmayı gerçekleştirmek için değil, tıpkı eskihacıların Delphi'ye yaptığı gibi peygamberlere özgü ve macera dolu birkeşif yolculuğunu başlatacak, tapınağın tabanındaki yarıklardan yavaşçayükselen buhar kadar gizemli ve Pythia* ile görüşmek gibi baştan çıkarıcı birmacera olacaktı...Telefon tekrar çaldı. Dreamer, başıyla ahizeyi kaldırmama izin verirken,"İçinde çöziim ol. Özgür ol! Dışarıda ne çözüm bekleyen bir sorun nekendini koruman gereken kötü bir şey, ne de mücadele etmen gereken birdüşman var. Dünyaya bir yanıt verebilmen için sen kendin çözüm olmalısın.Oluşun parlak ışığı içinde samimiyete, sadeliğe ve hafifliğe ulaş.Eğer yukarıdan 'oyun'a bakabilirsen, hattın diğer ucunda dünyanın sanatüm şükranlarını ve sadakatini sunduğunu keşfedeceksin. Sonra bir gün birinsanın gerçek işinin, hatta tek işinin dünyayı onarmak olduğunubulacaksın. Dünyadaki her deliliğin, her çatışmanın ve her işlenen suçun tekkaynağının sen, yalnızca sen olduğunu anlayacaksın; ve yine sen, eğerkendini içinde nasıl iyileştireceğini, koruyacağını, kurtaracağını ve nasılseveceğini bilirsen, dünyayı da senin, tek senin iyileştirebileceğini,koruyabileceğini, kurtarabileceğini ve sevebileceğini fark edeceksin," dedi.Phtia: Delphi tapınağı'nda hacıların sorulanı yanıtlayan kâhin rahibe, (ç.n.)267


Stefano E. D'AnrıaTelefon hâlâ çalıyordu. Ahizeyi kaldırıp, 'Alo, ben kimim?' diye yanıtladım.Dreamer'a karşı bir şükran duygusunun tüm hücrelerime yayıldığınıhissettiğimde, içimde birdenbire yükselen, ama uygunsuz kaçabilecekdayanılmaz O'nu kucaklama isteğine çok zor karşı koyabildim.8 Mekanikliğe takılan çelmelerMüezzinin sesi, inananları günde beş kez ibadet etmeye davet ediyordu.Ezan, antik şehirlerde şehrin çevresini saran surlar gibi, görülmeyen bir dışduvarın sınırını belirliyordu. Varlığı kurtarmanın bir devlet meselesisayıldığı Suudi Arabistan'daki çarşılarda devriye gezen din polisleri buradayoktu. Ayrıca burada, namaz vaktinde ibadet dışında yapılan her türlü işinbırakılarak camiye gidilmesini sağlamak için dükkânların kepenklerinevurulan copların sesleri de duyulmazdı. Bununla birlikte, yine burada da,ince minarelerden yükselen ezan sesi, her türlü etkinliği bıçak gibi keserekhalkı, namazlarını kılmak üzere yüzlerini Mekke yönüne dönmeye davetediyordu.Müslümanların kendi içsel yönlenişlerini düzenleyebilmeleri için kutsalşehrin bulunduğu yönü gösteren kıbleyi kolayca bulabilmeleri, önemaçısından Kutupyıldızı'nın gökyüzündeki seyriyle eşdeğerdeydi. Her işyerinde, her otel odasında ve her kamu alanında kıbleyi milimetrikhassasiyetle gösteren bir ok bulunurdu. Tüm İslam dünyasında, günde beşkez bu yöne doğru serilen seccadeler, namaz kılan milyonlarca Müslümanıbir araya getirirdi. İbadet saatinin gelmesiyle birlikte tüm diğer işler önemsıralamasında ikinci sıraya düşüverirdi. Bu sırada trafikte olanlar, arabalarınıyol kenarına çekerek yanlarında hazır bulundurdukları seccadelerinioldukları yere yayarak namaza dururlardı.Avrupa'dan bir dönüş yolculuğum sırasında, Cidde üzerinden aktarmayapacak bir Suudi uçağında son dakikada yer bulmuştum. Bunun doğrudanMekke'ye giden bir Hac seferi olduğunu keşfettiğimde iş işten geçmişti:Uçaktaki tek 'kâfir' yolcu bendim. Yolculuğun ortalarında, tüm yolcularkalkışta üstlerinde olan giysilerini çıkartıp, Müslüman hacılara özgü beyazkumaştan kisvelerine sarındıklarında, benim onların arasındaki pozisyonumoldukça rahatsız edici bir hal almıştı. Ardından yerlerine geçmeleri içinyapılan tüm anonslara ve personelin insanüstü gayretlerine rağmen,Tristar'ın orta geçidini işgal edip sırayla namaz kılmışlardı.268


Tanrılar <strong>Oku</strong>luKendi kendime, hangi yöne gittiğimizi acaba nasıl bilebildiklerinidüşünmüştüm. Gözümün önüne gizemli kuşlar geldi; doğaüstü içgüdüleresahip olan bu kuşların karşı koyamadıkları bir güçle Kâbe'nin merkezindekiküçük siyah güneşlerinin çekim alanına doğru kanat çırptıklarını hayal ettim.Bir toplantı sırasında ya da bir pazarlığın tam orta yerinde bulunduğumuzmekâna dolan ezan sesiyle, Müslüman işadamlarının sözlerini havada asılıbırakırcasına ibadete koştuklarına defalarca tanık olmuştum. Gözlemlerimegöre, bu birkaç dakikalık mola onların güçlerini tazelemeye yarıyordu, amabunun nasıl olduğunu bilmiyordum. Bu dini uygulamanın en derinlerdekimantığım, ritüelin ardındaki gizli bilgeliği araştırmaya çalışmıştım; ne varki, kimse bana bu konudaki bağnazlığın ya da hurafelerin ötesine geçecekbir bakış açısıyla açıklama yapamamıştı. Dreamer'la görüşmelerimizinbirinde O'na sormak için bir fırsat yakaladım.Söyledikleri, benim gibi hazırlık dönemindeki biri için gerçekten çokönemliydi. Olduğu gibi defterime kaydettim."...Bin yıldan bu yana süregelen bilgeliğe dayalı gelenekler,insanoğlunun önüne geçilmez bir biçimde eğilim gösterdiği kemikleşmeye vetekrarlamacı yaklaşıma karşı durabilecek her türlü 'hileyi' icat ederek,nesilden nesle aktardı. Mekke yönüne dönerek günde beş kez kılınannamazlar, Islami takvimde dokuzuncu ay olan Ramazan'da Islami 'oruçtutma' geleneği ve tüm dini geleneklerdeki mevcut ritiiellerin hepsi, bu'ınekanikliğe takılan çelmeler' olarak tanımlanabilir. Bunların işlevleri,rutinin kesintiye uğratılması yoluyla, insanları en köklü alışkanlıklarınınkulvarını değiştirerek, artık uyku haline geçen gizli bir aklı beslemektir."Dreamer açıklamasına devam ederek bana bunların, artık asıl çıkışnoktasının unutulduğu dini inanışlar, boş ritüeller veya bazen hurafeleredayalı uygulamalar biçiminde varlığını sürdüren, bedensel, zihinsel veruhsal arınmanın temel ilkeleri olduğunu anlattı. Yaşamımızın ne denlimekaniğe ve gereksiz tekrara dayalı olduğunu keşfetmek için,davranışlarımıza bir parça dikkat etmemiz yeterli olacaktır. Her sabah,birbirinin aynı olan titiz bir gayretle, bir dizi hareketle yeni bir günebaşlıyoruz: yatağımızdan çıkarken yere aynı ayakla basıyoruz; tıraş olmayahep aynı taraftan başlıyoruz; dişlerimizi aynı sayıdaki hareketle, aynı yöndeve hep aynı yüz ifadesiyle fırçalıyoruz.Fark edemediğimiz aynı alışkanlıklarımıza bağlıyız, hep aynı olan jestler,mimikler, sözcükler ve seslenişlerle gündelik düşüncelerimizi ifade269


Stefano E. D'Anrıaediyoruz. Hatta duygulanınız bile, ruhumuzun şartlandırılmış refleksleri gibiönceden tahmin edilebilir. Sıradan bir insanın iradesi gömülüdür. Onundavranışı, yapay anlamların yansımasıdır ve psikolojiden çok robotçulukveya etioloji benzeri bir bilimin kapsamında daha verimli biçimdeincelenebilir."Kişi yapacağı minimum düzeydeki bir öz gözlemleme sonucunda kendisiiçin karar almak, bir tercihte bulunmak, kendi iradesini özgürce ifade etmeküzere ikna olduğunda, başkalarını taklit etmek yoluyla aslında kendi önyargılarıve benzer konumları ile alışkanlıkları tarafından kazılarakoluşturulmuş eski zihinsel kulvarlarında ve mekanik süreçlerine bağlı olarakyönlendirildiğinin farkına hemen varacaktır."Afallamıştım. Ayrıca Dreamer'ın, düşüncelerini insanların içindeyaşadığı en acımasız gerçekleri, kimseyi gücendirmeden böylesine başarılıbir biçimde açıklamakta kullandığı kendine özgü stili karşısındabüyülenmiştim...Onun bu otoritesinin ve bilgeliğinin nereden geldiğinikendime sormadan edemiyordum. Yüzünün ve sözlerinin ciddiyetininarkasında, nıhuna kök salmış yanılsamaları, inanışları ve görüşleri sistemlibir biçimde ve de zalimce altüst edişini bir tüy kadar hafif kılan sonsuz birşefkat, görünmeyen ve sürekli var olan bir gülümseme vardı. mekanikalışkanlıklarımıza takılan çelmeler' konusunda daha fazla bilgi edinmekistiyordum, ama anladığım kadarıyla Dreamer bu konuya son noktayıkoymuştu bile. Israrlarım sonucunda ağzından birkaç sözcük daha alabildimve notlarıma özenle ekledim ve bu sözler Dreamer'ın felsefi kuralını çerçeveiçine almama yardımcı oldular."Tekrara dayalı bir hareketi, mekanik bir tepkiyi düzeltmek veya biralışkanlığı kırmak yönünde çok küçük bile olsa bilerek yapılan her çaba,'ınekanikliğe takılan bir çelmedir'."Dreamer bu konudaki sözlerini, yapılan bu 'uygulamalı çalışmanın'kişinin rastlantısallık yasasından kaçmasına, kazaların olacağı ve hattakendisini felaketlerle, doğal afetlerin içinde bulacağı olasılıkları bile etkisizhale getirmesine yardım edeceğini söyleyerek bitirdi.O günden sonra, bunları kendime olabildiğince sık hatırlatmaya çalıştım.Kendimdeki her türlü katılaşmış otomatik davranışı, paslı ve gıcırdayanmekanik tepkiyi, takıntıyı, alışkanlığı, her çeşit rutini gözlemeye ve kırmayabaşladım. Bunun ne denli güç bir iş olduğunu ve yaşamımızda mekanikdavranışlarla, gereksiz tekrarların zulmünden artakalanın ne denli küçükolduğunu ancak bunu deneyen bir kişi anlayabilir. Tüm zahmete değer.270


Tanrılar <strong>Oku</strong>luTetikte bir ruhun dikkatinin geliştirilmesi, kendi geçerliliğini, rutin biralışkanlığın veya davranışın bilerek düzeltilmesinin ötelerine taşımaktadır.İçimizdeki bu polis ve hırsız oyununda, alışkanlıklarımıza tuzak kurabilmebecerimiz, içimizdeki hükümsüzleşmiş tüm eski tepkilerin acımasız avcısıolabilmemiz; bir Oluş çalışması olan hareketlerimize gösterdiğimiz itina vetepkilerimize olan farkındalığımız, yaşamlarımızda düşüncelerimizin veduygularımızın kalitesi üzerinde eşi benzeri olmayan bir yansımadır.9 Kendimizi yenmekDreamer'la karşılaşmalarımız giderek azaldı ve yaşadığım olaylar, içindebulunduğum koşullar giderek daha boğucu bir hal aldı. Uyumsuzluk vehoşnutsuzluk duygusu beni tepeden tırnağa sarıyordu. Dünya kocamanolmuştu ve başımın üstünde beni tehdit edercesine yükseliyordu. Onun dahada genişleyen 'hipnotik gücü' ve üzerimdeki baskısı ağırlaşırken, her geçengün Kuveyt'teki şirketin önemi büyüyordu. Dreamer birçok kez çaresizliğinbir uçurum gibi önümde uzanan kıyısından beni kurtarmaya geldiğinde,"Olumlu bir ruh halinde kalmaya bak, aptallık ederek kendini fazla ciddiyealma," diyordu. "Kendinle dalga geçmeyi dene. Bu, her türlü takıntıya vekendini özdeşleştirmeye karşı güçlü bir panzehirdir."Dreamer'ın sözlüğünde, insanın dünyayla 'kendini özdeşleştirmesi',özgürlüğümüzün azaldığı bir duruma düştüğümüzü, bizim varlık olarakufalandığımızı gösterir. "Sen sonuç haline geliyorsun, dünya da sebep. Senküçüldükçe, dünya büyüyor ve seni yutuyor." Dreamer'ın bu sözlerigözlerimin önüne, kendi gözyaşları içinde boğulma tehlikesiyle burunburuna gelen Alice'in görüntüsünü getirdi.Dreamer, özdeşleştirmeye karşı ve insanların 'gerçeklik' olarak nitelediğiolayların bir hipnoz damlasıyla beni uyutmasından kendimi kurtarabilmemiçin bana bütünüyle bir dizi hile ve strateji öğretti. Bunlardan biri, belirli birnoktada, özellikle de pek uygun olmayan, en yoğun ve kritik zamanlanaçıkça seçerek, yaptığım işi her ne olursa olsun yanda kesmekti. Bunu, birodanın köşesinde hareketsiz durup zamanın, Oluşumun hersantimetrekaresine uyguladığı baskısıyla boğuşarak denedim.O dakikalarda bedenimde, dünyanın beni yeniden avucunun içine alarak,endişelerle kaygıların girdabından çıktığım aynı yere koymaya çalışanzulmunü hissettim; bu zulüm, bana şantaj yaparak bu kısacık kopma anından271


Stefano E. D'Anrıave yaşamımın mekanik olarak önceden düzenlenmiş olayların aralıksızsürecinde yarattığım küçük bir boşluk yüzünden, zarara uğrayacağıma dairdüşünceler gönderdi. Dreamer'ın bu önerisini uygulamaya koyunca,olayların içinden sıyrılmayı, bağımsızlaşmayı ve kendimi içinde bulduğumkoşulların üstüne çıkarma konusundaki becerilerimin dikkate değer biçimdearttığını gördüm. Hayat ve iş, üzerimdeki ağırlıklarını ve ciddiyetliklerinikaybettiler. Ardından, onların beni uyutan hipnotik etkisinden kurtuluncaoyunun gücünü yeniden anlar oldum.Başka durumlarda, diğer taktiklerinin yanı sıra, kendimi korurkenkullanmak için, aynaya bakarak değişik yüz ifadeleri takınmayı seçtim.Kendi komik yüz ifadelerime bakarken, oyun içinde bana düşen rolüunutmamak için kendimi zorladım. Bu, yaklaşmakta olan, ölümüne birkarşılaşmanın yolda olduğunu söylüyordu.O isteyerek göstermiş olduğum çabalar bir tünel açarak beni ilkçağlarınönemli okullarıyla temasa geçirdi. Tıpkı zamanın ayarladığı, akordundançözülen sesler gibi o okulların öğretileri vücüdumun her bir hücresinde birahenk içinde titreştiler. Bu zamanları berraklığın ve açıklığın nadideışıltıları olarak büyük bir lütufla anımsıyorum.O süreçte, Dreamer sözcük dağarcığıma yeni ve unutamayacağım'kendiniyenmek' terimini katmıştı. Bunu özellikle ilk kullandığı zamanı çokiyi hatırlıyorum. Le Meridien'in çatı katındaki kral dairesinde, terasbahçedekigeniş yüzme havuzunun başında oturuyorduk. Üstünde beyazketenden bir giysiyle, timsah derisinden makosen ayakkabıları vardı ve koyucamlı bir güneş gözlüğü takıyordu. Her küçük ayrıntı ve hareketi O'nu Arapdünyasını derinden bilen, kibar bir Batılı adam gibi tarif ediyordu.Pencereden, B?sra Körfezi'nin koyu mavi sularına, Water Towers'ınkubbeleri gibi sıfır noktasına kadar kademeli olarak alçalan Kuveytşehrindeki tozlu binalara, çevredeki teraslara ve ince minarelere bakarakkonuştuk. Bir girişimci olarak karşılaştığım zorluklarla, sürekli yolumunüstünde çıkan engeller hakkında kendisine bilgi veriyordum. O'na, birkişinin liderlik anahtarlarına nasıl sahip olabileceğini sordum.Korkusuzluğa, yıkılmazlığa, zafere ve şana götüren sihirli formülü bilmekistedim.Dreamer, "Bir lider her şeyden önce bir Oluş yöneticisidir," dedi. "O,kendisindeki olumsuzlukları nasıl tanıyacağını ve onları nasıl çembere alıpkısıtlayacağını bilir. Tüm savaşları kazanmak için önce 'kendisini yenmesi'gerektiğini bilir.272


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu'Kişinin kendisini yenmesi', olumsuz duygularımızın bizi yönetmesine veboyunduruk altına almasına kesinlikle izin vermemek demektir.Düşüncelerimizin yıkıcılığını alt etmek ve kendimizi baltalamaya gözyummamaktır. Tüm sınırlarımızı aşmak, Varlığımızı kaplayan gölgelerin,şüphelerin ve korkuların koyduğu her engeli devirmek demektir."'"Kişinin kendisini yenmesi',bütünlüğe doğru gidilen yolda, iradeyigömülü olduğu yerden çıkartmak, met cezirlere karşı yüzmek demektir.Yaşamda yapılacak başka bir şey yok! İnsanın yaşamında maruz kaldığısınavlar, işindeki sorumluluklar ve yolculuğunda önüne çıkan tüm zorluklar,içinde taşıdığı o gürültülü kalabalığı yatıştırmasını ve kendisini ruhununsadeliğine ve Oluş birliğine doğru taşıyacak fırsatları temsil ederler."Bir süre başka bir şey söylemeden, bunları defterime geçirirken yüzümünaldığı şaşkın ifadeye gülümsedi. Ardından, masanın üzerinden bana doğruhafifçe uzandı. Daha önce de yine onunla birlikteyken birçok kez olduğugibi kalbim yerinden oynamıştı. Birazdan, O'nun felsefesinden, benimanlama düzeyimi hızlandırmaya muktedir hayati önem taşıyan parçalarındanbirinin daiıa aktarılacağını sezmiştim. Ona hazır olduğumu göstermek, amabiraz da bana yavaş yavaş yaklaşmasının içimde yarattığı gerilimi boşaltmaküzere küçük not defterimi açık şekilde dizlerimin üzerine bırakarak, sırtımıdikleştirdim.Dreamer fısıltıyla, "Kişinin kendisini yenmesi', içine sızmaya çalışan enküçük bir olumsuzluk ifadesine bile geçit vermemek, içindeki hiçbiralçalmaya veya hüzün kırıntısına, ne kadar önemsiz olursa olsun, engelolmaktır," dedi.Bekledi. Yüzündeki belli belirsiz bir gülümsemeyle, dikkatle bu açıklamadakitepkimi gözlüyordu. Ardından sesini değiştirerek bu satırlarıokudu:Zaman sana saldırdığında sen zamanı yutIstırap sana saldırdığında sen ıstırabı yutŞüphe sana saldırdığında sen şüpheyi yutKorku sana saldırdığında sen korkuyu yut.Dreanıer'ın bir kavramı açıkladığında veya bir görüntüyü anımsattığındatekrarladığının ve onlardan sık sık yeniden söz ettiğinin farkına vardım.Açık ve seçik olarak O'nun kullandığı bu tekrarların, o zamana dekinandığım gibi sadece bir eğitim yöntemi olmadığını, paralellik üstüne273


Stefano E. D'Anrıakurulan ritmik bir şiir biçimi gibi, kavramın ya da görüntünün farklıaçılardan yeniden sunulduğu görüşüne kapıldım. Benim doğrudandeneyimlediğim bu süre, onun kendi içsel jeolojimdeki psikolojik engelleridevirmesine ve sert yapılanmaları yıkarak geçmesine izin verdi. Dreameryeniden konuşmaya başladığında, aklımdan geçirdiğim bu düşünceleri birsüreliğine de olsa bıraktım."Kendini yenmek', dünyaya bağımlı olmamak, yaratıcı olmak, kendinin,kendi Oluş durumlarının efendisi olmak ve dolayısıyla da dünyanın efendisiolmak demektir." Bağımsız kalabilme yeteneğinin, herkesin doğuştan eldeettiği, tamamen doğal bir hak olduğunu ekledi.Bana dikkatle bakarak, sessizliğe büründü.Bakışlarının altında karanlıktan çıkıp zaman ırmağında akan bir salkonvoyu misali hatıralar geldi aklıma.Çocukluk çağından çıktığım bir olay takılı kalana kadar, görüntülerbirbiri ardınca her seferinde daha da canlı bir şekilde artarak çoğaldı.Kendimi bir kez daha, Carmela'nın odasında, yine her zamankihuysuzluklarından birini sergileyen bir çocuk olarak gördüm. Anlayışlıyetişkin kişilerin arasında, gözyaşlarına kapılarak bağırıp çağırıyordum.Giuseppona bile beni yatıştıramıyordu. Delirmiş gibiydim, ama çocuktum vebir yandan da göz ucuyla onları izliyordum. Başka bir şeyle ilgilendiklerisırada, kimsenin beni görmediğinden emin olduğumda, geniş gardırobunkapağındaki boy aynasında kendi görüntüme bakıyor ve bu gösteriyioynama özgürlüğüyle mutlu, art niyetle gizlice gülüyordum. Çocukluğumun,unuttuğum bu karesine bir kez daha kavuşmuştum. O zamanki gizli zevkintadını yeniden yaşadım: kabiliyetimi fark etmemiş ve bağımsız kalabilmeyeteneğimden hiç şüphelenmemiş kör ebeveynlerim ve yetişkinler olmadan,istediğim zaman o duruma girip çıkabilme gücü. O konumdayken, hiçvicdan azabı duymadan, onları kontrol edip baskı altında tutabileceğimihissettim.Dreamer müdahale ederek o noktada düşüncelerime girdi ve bana, "Nevar ki, bir gün çocuk oynamayı bırakır. Bir zamanlar sadece istediğizamanlarda taktığı bu maske, artık onun yaşamını zalimce yöneten kalıcıyüzü olmuştur ve o çocuk, artık tam anlamıyla kaprisli, alıngan ve zayıf;bütün dünyayı kendisine patron sayarak bir uyuşturucu ya da bir işbağımlısı gibi bir şeye veya birine bağımlı kalmadan yaşayamayan kırılganbir yetişkine dönüşmüştür." dedi.274


Tanrılar <strong>Oku</strong>luTatlılıkla, ama çelik gibi sert bir bakışla bakarak sözlerini tamamladı:"Özgürlük, senin bunca zamandır taktığın bütün bu maskelerine malolacaktır."10 'Düş', var olan en gerçek şeydirOrtadoğu'da ve Kuveyt'te geçirdiğim yıllarda, Dreamer'ın mucizesinekarşı bir tür alışkanlık oluşturmuştum. Huzur, sağlık, başarı ve her sıkıştığımanda onun mucizevi ve bitmez tükenmez bilgeliğinden yararlanmamısağlayan fırsatlar için başlarda duyduğum şükran duygusu yavaş yavaş,onun otoritesiyle alçakça bir rekabete giren içimdeki bastırılmış isyanduygusuyla yer değiştirdi. Dünyanın bende açtığı binlerce yaradan bir sızıntıgibi enerji kaybediyordum ve enerjinin yanında özgüvenim, yaşama isteğimve sevincim de giderek azalıyordu. Hatta Dreamer'la birlikte yaşantımagiren mucize duygusu bile, ağzı açık kalmış değerli bir parfüm gibibuharlaşıp gidiyordu. Tüm dünyam bulanıklaşmaya başlamıştı. Birlikteçalıştığım kişiler de, benim yitirmekte olduğum canlılığın bir dışavurumugibi, bir zamanlar işlerine duydukları enerjiyi ve coşkularını katmadan banageri yansıtıyorlardı. Benim etrafımı kuşatan problemleri sürekli çözmekzorunda kalmam anlamına gelen patronluk rolü sonum olacaktı.He who does not rule himself cannot rule othersKendisini yönetemeyen kişi, başkalarını hiç yönetemez.Artık iyiden iyiye seyrekleşen buluşmalarımızda da eskisi gibi yine Dreamer'ınsözlerini yazıyor ve onların üstünde uzun süre düşünüyordum; amaiçimdeki derin uçurum uzun zamandır 'düş'le, gerçeklik olarak inandığımşeyi birbirinden ayırıyordu. İnsanlığın en eski dramı olan Cennet'tenkovuluşunun, yalnızca zamanın başlangıcında tek bir kereliğinegerçekleşmediğini ve birdenbire olmadığını artık iyi biliyordum.The unexpected always requires a long preparationBeklenilmeyen, hep uzun bir hazırlık dönemine gereksinim duyar.275


Stefano E. D'AnrıaÂdem'in saçmalığa varan anlaşılmaz öyküsü, gözlerimin önündecanlanarak yeniden gerçekleşiyordu. Bilinçli bir varlık, korku ve ıstırapkarşılığında cennetinden vazgeçmişti. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Yaşamlaölümü kim takas ederdi? Ne var ki insan bunu yaptı ve yapmaya da devamediyor. Bunu tenimde hissederek yaşıyordum. Elmayı ısırmak, sebebin dıştaolduğuna, bizi elinde tutan ve bizi denetleyen bir iradenin dışımızdakidünyada bulunduğuna inanmaktır. Absürdlüğün tiyatrosu perdelerini açıyorve bu dramı her ölüm anında, 'burada ve şimdi'yi her erteleyişimizdeyeniden sahneliyordu. Günah işlemek sözcüğü Grekçe, etimolojik olarak'sapmak' anlamına geliyordu, benim günahkâr olmam da kendi yapısıiçinde, en yüksek görevimden sapmak, uzaklaşmak oldu. Unutkanlık,itaatsizlik ve bölünme zerreleri katlanarak çoğaldı ve cennete girerek kirletti.Her defasında azar azar, Dreamer'ın felsefesini geçekleşmesi olanaksızbir dünyaya, kurgu dünyasına sürgüne gönderiyordum. Onun vizyonu vesözleri, beni ilk günkü gibi büyülüyor ve ben tüm bunların gücünü bir solukgibi içimde hissediyor olmama rağmen, inancım bana bunların hâlâ saltteoriden öteye gidemediklerini söylüyordu. Pratikte durum tamamenfarklıydı; yüzlerce insanın bağlandığı, hatta kendi ailemin de geçiminisağlamam için yönetilmeyi bekleyen bir şirketin üzerime aldığımsorumluluğu, her gün göğüslediğim binlerce zorluktan sadece biriydi,Etrafım benimle aynı heyecanı paylaşan çalışanlarla çevriliyken ve Kuveytşehrinin en seçkin bölgesi Samia'da yaşamak için güzel bir villa, emrimdehizmetçiler, şoförler varken, ben iki yıl önce Dreamer'ın beni çekipçıkardığı cehennemi ve o andan sonra bana sunduğu harikaları unuttum.Sonunda, Dreamer'ın ilkelerinin ve düşüncelerinin aslında yaşantımıkasıtlı olarak karıştırmak ve gereksiz yere bana zorluk çıkarmak üzerehazırlandığını düşünmeye başladım.Dreamer bana, " 'Düş', var olan en gerçek şeydir," diye öğretmişti."Kendini çelikten bir halatla düş 'e bağla ve hiç kimsenin, hiçbir şeyin seniondan ayırmasına izin verme. 'Düş 'ten yoksun bir adam, evrende kaybolmuşbir kırıntıdan farksızdır." Ancak aylardan beri, O'nun dünyası ile benimgünlük dünyam arasındaki bölünmeyi beslemekle meşguldüm. Dreamersayesinde elde ettiğim o bir milimlik bütünlüğü, yaşantımda dağlarıyerinden oynatan o belli belirsiz hareketi artık yitirmekteydim.Affedilemeyen yegane günah, bütün yanlışların en yanlışı, dünyanın biziyarattığına inanmaktır. Dünyayı tanrımız yaptığımızda, üstelik de kederli vecahil bir tanrı gibi kabul ettiğimiz her an, bu günahı yüreğimizde yeniden276


Tanrılar <strong>Oku</strong>luişliyoruz. Yaratılış kitabından, Frankenstein öyküsüne, Alice'ninmasalından, Blade Runner'a kadar, insan kendisine sürekli olarak, kendiyarattığı şeyin kurbanı haline gelen yaratıcının ölümsüz öyküsünü anlatır.Bizim öne sürdüğümüz görüşe göre, dünya baskın çıkar, biz onun gerçekolduğuna inanırız ve onu her şeyin üstünde tutarak onu putlaştırırız.Bir keresinde bana, "Sen dünyayı gördüğünde, o çoktan yaratılmıştır,"diyerek, dünyaya 'yaratıldı' denmesinin nedeninin bu olduğunu açıklamıştı.O sonradan gelir. O sonuçtur! Önce gelen ise sebeptir. Ancak pek az kişidünyanın ne bir yönü, ne de kendi iradesi olduğunu anlayabilir."İrade yalnızca bireye aittir... dünyayı yönetir. İradenin olmamasıhalinde, dünya otomatik olarak kontrolü ele alır.."Bu, insana sıkıntı veren bir haberdi! Dünyanın, bir kütlenin bir iradesiolamayacağını anlamak, birisinin uçuş sırasında uçağın pilotu olmadığınınve birkaç dakika içinde tüm kontrolleri öğrenip uçağı kullanmasıgerekliğinin farkına varmasına benziyordu. Kaygılı halimi fark ederek,"Bundan dolayı endişelenmen tamamen yersiz, bu durum sadece senindünyaya olan bağımlılığını sürekli kılar," dedi.İnanmayı çok arzu ediyor olmama rağmen, onun felsefesiyle uyuşmadığımıher zamankinden çok daha fazla hissederek, "Dünyaya bağımlıolmak tam anlamıyla ne demektir?" diye sordum."Bu, 'unuttuğun' zaman, senin küçüleceğin ve dünyanın senin başınapatron kesileceği demektir," diye sorumu ilgisizce yanıtladı. "İradesizinsanlar, psikolojik cüceler haline dönüşerek kendi evreninde kuyruklarıbacaklarının arasında sıkışmış, suçluluk duygularının ağırlığı altında belleribükülmüş ve kendi yarattıkları hayaletlerden ölümüne korkarak dolaşırlar.Bu duruma indirgenen insanın, artık suçlamak, şikâyet etmek ve bahanelerbulup kendisine acımaktan başka yapabileceği hiçbir şey yoktur," diyeekledi. Ve bu, dünya üzerindeki insan olma koşulu olarak devam eder,hafıza reçinesi eriyip minnettarlık kanatları yitirildiğinde, İkarus gibi, benimde tepe taklak içine düşmekte olduğum bir koşuldu bu.Pirandello'nun Enrico IV (Henry IV) karakteri gibi, kendimi sadece oynamamgereken bir rolün içine hapis olmuş buldum. "Bir işadamı olmakveya bir girişimcinin çok kapsamlı rolünü oynamak, özgür bir adam olmakdemek değildir. Kişinin kendisini o rolle özdeşleştirmesi, sadecehapishanesini değiştirdiğini gösterir. Sen sadece yeni bir hücreye girdin.Özgürlük, kendim dünyayla özdeşleştirmekten kurtarmak, tüm yaşantınıyöneten ıstırap ezgisini sonsuza dek susturmak demektir."277


Stefano E. D'Anrıaİçimde öten cırcır böceklerine çoktan tahta bir tokmak fırlatmış, 'O'nunbaşıma dert açan sesini ortadan kaldırmaya karar vermiştim. Aylar geçtikçeDreamer'la olan görüşmelerimiz giderek seyrekleşmiş ve sonunda neredeysetamamen kesilmişti. O sıralarda, her geçen gün kendi gücüme artık dahauzun süreler boyunca önem verir oluyordum. Ben kan ter içinde çözümpeşinde koşarken, farkına bile varmadan zamanla asıl çözümlerin sürekli birkısır döngünün içindeki sorunlara dönüştüğünü fark edemez olmuştum.Dreamer'ın enerjisiyle doldurulan güneş bataryalarım artık zayıflıyordu.Görünürde her şey eskisi gibi yürüyordu, fakat yaşantıma Dreamer'labirlikte giren o enerji, o hayati sıvı Varlığımdaki yüzlerce yaradan, yerinekonması mümkün olmayan değerli bir yaşam pınarı gibi fışkırarak akıpgidiyordu.Artık antrenman da yapmaz olmuştum. Bedenimi ihmal ediyordum.Yorgunluğumu, yüzümde oluşan kırışıklıklarla diğer yaşlanma belirtilerinive bedenimin kötüleşmesini, çalışma koşullarımın ağırlığına ve yeterinceuyuyamıyor olmama bağlayarak kendimi hoş görüyordum. Oysa ben, 'düş'üterk etmemle beraber, Dreamer'la birlikte yürüdüğüm yoldan geridönüyordum.İş ortaklarına güvenmek, sadakat ve hatta bazen birlikte çalıştığın kişilereve yaptıkları işlere hayranlık duymak, hatta kişisel yeteneklerimdenkaynaklandığını saydığım şeyler, Dreamer'la olan ilişkimin yansımasındanbaşka bir şey değilmiş. Bu tür ilişkiler giderek zayıfladı ve bazı durumlardatamamen yok oldu. Bu değişimden dolayı başkalarını suçluyordum.Bana göre herkes açgözlü, nankör ve fırsatçıydı. Bu sürede sorunlar veanlaşmazlıklar her zamankinden daha tehlikeli boyutlara ulaştı vebaşarısızlıklar daha sık yaşanır oldu. Yine de bu olayların çoğunda, enazından başlarınla, işler tatlılıkla, hatta çok zevkli biçimde yürüyordu.Hayatımdan neredeyse tamamen çıkmış olan Dreamer'la karşılaşmalarımınve haberleşmelerimin giderek seyrelmesini, başlarda büyük birumursamazlık ve rahatlıkla karşıladığımın farkına vardım. Giyim tarzımciddiyetten uzaktı ve alışkanlıklarıma dair bir zayıflık söz konusuydu.Sosyal dernek toplantılarını, Büyükelçilik resepsiyonlarını ve villalardakiözel davetleri kabul ediyordum. Kentin en çok rağbet gören restoranlarınınve gece kulüplerinin müdavimi olup çıkmıştım. Dreamer bana her zamanmütevazı davranmamı önermişti; fazla ortalarda görünme, sadece, titizlikleseçeceğin ve sana özel fırsatlar sunacak bazı resmi davetlere stratejik olarakhazırlanarak katıl demişti.278


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDreamer'ın bana verdiği disipline göre, önemli iş toplantılarınınarifesinde yemeğime, sporuma ve okumaya gayret ederek kendim üzerindeyapacağım çalışmayı yoğunlaştırmam gerekiyordu. Bir dikkat ve farkındalıkdurumunu pekiştirmek, dünyaya açık en küçük bir sızıntı çatlağıbırakmamaya ve hiçbir şeyin, aylar boyunca 'uygulamalı çalışma' yaparaksahip olduğum bu zenginliğin, bu değerli servetin mahvolmasına izinvermemeye yönelikti.Kendimi bunların çoğundan özgürleştirdiğimde; aşırı egzersizlerle,katlanılamaz baskılardan oluşan ve tahammül edilemez biçimde sert olan,barış sürecindeki rutinliğe ara vermek için, savaş haberini neşeyle karşılayanbir Spartalı'nın hafifliğini hissettim.Bu sıralarda Kuveyt semalarında bir savaş tehlikesi, kara yağmurbulutlan gibi toplanmaktaydı. İrak sınırında her gün yeni bir çatışma çıkıyor,politika ve uluslararası iş dünyası bu küçük şeyhliğin geleceği hakkındabelirsizlik ve huzursuzluk belirtileri gösteriyordu.Bazı uluslararası tedarikçiler anlaşmalarındaki önlemlerini artırdılar vehatta birlikte çalışmak üzere öneri götürdüğümüz bazı Batılı yöneticiler,önceden bir kabul sözleşmesi imzalamış olmalarına rağmen, son dakikadafikir değiştirip buraya transfer olmaktan vazgeçtiler. Bu belirtileri en azaindirgeyerek, her türlü iş bağlantısını şirketin geleceğini düşünerek yapmayaçalıştım. Bu konudaki çabalarımı yoğunlaştırdım ve DBDO International'ınyerel temsilciliğini aldığım yeni bir ürün grubunu, büyük bir reklamkampanyası başlatarak piyasaya sürmeye karar verdim. Şirketin, Avrupakültürüyle yetişmiş genç bir Libyalı olan genel müdürü, söz konusu proje içinçok uygun olduğunu düşündüğü yeni bir İngiliz yöneticiyi atamaya söz verdi.Düşünce ve görüşlerini paylaşmak üzere bu yeni yönetici adayı birkaçgün içinde El Abadi Kuleleri'ndeki ofisimde benimle görüşmeye gelecekti.Heleonore ile bu şekilde tanışmıştım. O gün reklam kampanyasıyla ilgiliolarak bana ne anlattığını anımsamıyorum, ama o gülümsemesi, canlılığı veEndülüslü atalarından gelme güzelliği bende unutulmaz bir etki yaratmıştı.Dreamer'ın sözlerini hatırladım ve Kuveyt'te tanışacağımı söylediğideğerli hücrelerden birinin Heleonore olmasını ümit ettim. Tüm dileklerimitek bir cümle içinde toplayıp, kalbimden tüm gücümle diledim:'Tamım, bu o kişi olsun.'279


Stefano E. D'Anrıa11 HeleonoreO günden sonra onu hemen her gün görür oldum. Hyatt Club'da beraberyüzmelerimiz ve yaptığımız tenis maçları, Water Towers'ın dev kubbesindebir buluşma ve oradan körfezin ışıklarını birlikte hayranlıkla seyrettiğimizVersailles'daki akşam yemeği, hızlı flört dönemimizden bazı kesitlerdi.Heleonore kısa zamanda benim en büyük destekçim, dostum veçocuklarımın sırdaşı oldu. Büyük bir tatlılık ve yumuşaklıkla girdiğiyaşantımızın her geçen gün yeni bir köşesini doldurdu. Herhalde hiçbir işgalbu kadar dirençsiz karşılanmamıştır.Hiçbir şey söylemediği halde, Giuseppona'nın onaylamadığınıbiliyordum. Onun bu tavnnı Dreamer'den uzaklaşmama, ona olanitaatsizliğime bağlamayıp, bir kıskançlık biçimi olduğunu düşünmüştüm.Kendi rolüne yöneltilmiş bir tehdit olarak algıladığını ve tavrının geçici birtepki olduğu yargısına varmıştım. Gerçek ise, Giuseppona'nın benim birfelaketler denizine girmekte olduğumu seziyor olmasıydı. O, Roma'dan çokdaha eski bir yer olan Neapolis'in beşiğinde, Cuma'da doğmuştu veDNA'smda o uygarlığın kehanet ruhunu ve gizemli lisanını taşıyordu.Başından beri, bilgi ile kirlenmemiş, zihinsel birikimlerden ve zihinseltasarılardan özgür bir anlayışa, öz varlığın berraklığına, içtenliğininkuvvetine ve 'bilmeden bilen' birisinin yalınlığına sahipti.Aynı şeyi bir kez daha deniyordum. Luisa'nın ölümünden beri, yenidenmutlu ve gerçek bir aile kurabileceğime inanmaktan hiç vazgeçmemiştim.Jennifer ve Gretchen ile olan önceki ilişkilerimi bitiren, bildik talihsizolayların hâlâ dış koşullardan kaynaklandığına kesinlikle emindim.Denildiği gibi, aşkta talihim yaver gitmemişti. Hepsi bu! Er ya da geç, doğrukadınla karşılaşacaktım ve o zaman her şey mükemmel olacaktı. Benolduğum gibi kalırsam ancak, değişmeme gerek kalmadan, geçmişteyaşanmış olaylardan ve koşullardan farklı durumların doğacağına inanarak,mutluluk üzerine yazılmış bir kaderin bana ulaşabileceğine, kendimikandırıyordum.The extemal world is the materialization of your psychology...It 's you who have given consent to each of your problems,to each diffıculty in your life...One day, whenyou 've come to know yourself you will understandwhy the world is as it is.280


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDış dünya senin psikolojinin maddeleşmiş halidir.Yaşamında önüne çıkan her soruna, her zorluğa önceden onay veren sensin.Bir gün kendim tanımaya başladığında,dünyanın neden bu halde olduğunu anlayacaksın.Heleonore'nin hayatıma girmesiyle Dreamer'ın sesi benden iyiden iyiyeuzaklaştı. Jamil sabahları kumlu bahçemizdeki ağaçlardan taze hurmalartopluyor, hazırladığı taze beyaz peynir ve küçük siyah zeytinlerin yanında,yoğun nane ve maydanoz aroması içeren tabule ile birlikte her sabahkahvaltı sofrasında bize sunuyordu. Günlerimiz coşkulu, ama açıkça ifadeedilemeyen hafif bir ıstırap dalgasıyla gölgelenen, aslında mutsuz günlerdi.Bu duygu, okulu asma keyfinin, Carmela'nın beslenme çantama koyduğusandviçleri eve dönmeden önce mideme indirme zorunluluğuylagölgelenmesine benziyordu.Bana göre dünya, bizim birlikteliğimize bu şekilde karşı çıkıyordu. Oysagerçekte, yaralı bilincimde yasadışı durumumu dünyaya ilan edişimi vegörünmez bir kuralı ihlal ederek karşı gelişimi bağışlayamayan bendim.Dreamer beni bir kral olmaya hazırlıyordu, oysa ben yeniden sıradanlığıseçmiştim. Yalnızca onun düşüncelerini, sözlerini unutarak, onlarıyaşamımdan uzaklaştırınca, beni bağımlılığın gettolarına, geçmişimincehennemlerine geri götürecek bir kadınla karşılaşabilirdim.İlk aylarda Dreamer'ın öğretilerinin pek de eksikliğini duyduğumusöyleyemem. Kendi inanç bütünlüğüm bu boşluğu fazlasıyla doldurmuştu.Bununla birlikte, bir kehanet gibi çok yakında olacak bir felaketin, batılinanç gibi tuhaf bir önseziye benzeyen karanlık bir huzursuzluğun içimdebüyüdüğünü hissediyordum. Artık çok gerilerde bıraktığımı düşündüğüm,suçluluk duyguları ile hayali olumsuzluk görüntülerinin yarattığı duygusaldöküntüler, yaşamımı yeniden eline geçiriyordu.Bencilliklerimiz dışında hiçbir şeyi umursamadan mutluluğumuzukurabileceğimiz düşüncesi, o akşam, ben ve Heleonore'un artık Kuveytvatandaşı olamayacağımız bu İslami göğün altındaki hilalin batışı gibi yokoldu. Sadece Dreamer'a göre değil, artık Kuveyt yasalarına göre de yasadışıkişilerdik. Yaşamın her yönünde Kur'an'ı mutlak yasası olarak benimseyenbu ülkede aldığımız riskler göz ardı edilemezdi. Burası, kamu yaşamındaolduğu kadar özel yaşamda da çok katı ahlak kuralları olan bir ülkeydi.Bu ülkeyle, işimle ve Yusuf Behbehani'yle olan bağlarım günden günezayıflarken, Alplerin eteğinde...281


Stefano E. D'AnrıaGöllerle çevrili, Piemonte'deki ev ve İtalya'daki yaşam, sürekli ve karşıkonulmaz bir özlemle bizi geri çağırıyordu.Kuveyt'te sahip olduğumuz her şeyi ve tüm koşullarımızı siyahaboyayan, buna karşın, İtalya'da bizi beklediğine inandığımız her şeyinçekiciliğini abartan bir coşkunun etkisi altına girmiştik. Heleonore, gidipChia'daki evde yaşamak fikriyle kendinden geçmişti.Onunla birlikte, evi nasıl daha kullanışlı bir hale getireceğimizi, onarımlarınasıl tamamlayacağımızı ve aile düzenini planlıyorduk. İtalya'ya dönünceher şeyin harika olacağını hayal ediyordum. Çocuklar 'normale'döneceklerdi. İtalya'ya yaptığım son yolculuklarımdan birinde ceketimincebinde saklayıp getirdiğim dişi cocker Soshila bile o zaman gerçek birköpek gibi yaşayabilecekti.12 Evlat edinmeKadınlara karşı hoşgörü beslemeyen bir ülke olan Kuveyt'te,Müslümanlar, murdar hayvanlar saydıkları köpekleri kendilerinden uzaktutmaktaydılar ve aslına bakarsanız, burada hemen hemen hiç köpekgörülmezdi. Dişi cocker'ımız Soshila'nın hizmetçilerden birine hafifçedokunmasıyla, onun zaman geçirmeden abdest almaya ve daha kim bilir negibi temizlik törenlerini yerine getirmek üzere telaş etmesini görmek bileolayın ciddiyetini anlamak için yeterliydi.Küçük köpek yavrusunun burnunu ceketimin cebinden hafifçe dışarıuzatmasına izin verdiğimde Giorgia'yla Luca'nın sevinçlerini görmeninkeyfi her şeye değerdi. Bu olayda Dreamer bana özellikle çok sert davrandı.Çocuklara, o kültürde nefret edilen bir hayvanı hediye olarak vermekararımın, bilinçsizce yapılmış olması kadar, içinde bir ben merkezciliğin degizlendiğini açıkladı.Dreamer bu konuda bana, "Aklı başında bir kişi, bulunduğu kültürortamında, onu aralarına kabul eden kişilerin gelenek, örf, âdet ya da diniinançlarına mutlak suretle saygı gösterir. Öz anlayışı ve zekâsı seçimlerinerehberlik eder. Kendi ahlak ilkeleri, bulunduğu zamanın ve coğrafyanındışında, yasalara ve ahlak kurallarına uyması açısından çaba göstermesinegerek kalmadan kişinin kendisini hep evinde hissetmesini sağlar," dedi. Bukonuşmasını, özellikle son kısmını, anlamca bana kapalı olmasına rağmenolduğu gibi yazmıştım:282


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"O köpeği ülkeye solmak, sendeki gizli bir kibrin ve oluşu yükseltenbasamakları düzenleyen diğer insanlardan seni ayıran bir bölünmeningöstergesidir. Bunu kendinde fark ettiğin zaman, iyileştirebilir olacaksın.Şimdilik, bunun ne demek olduğunu tam olarak kavrayana kadar bir'skandal yaratmaktan' uzak durmaya çalış."Doğrusunu söylemeliyim ki, o sırada bana çok da acımasız gelen budersin anlamını kavrayacağım uygun zaman gelene dek bir süre dahabeklemem gerekecekti. Bir gün elime aldığım İncil'den rasgele açtığımsayfada, İsa'nın, Sezar'dan topladığı haracı, bir 'skandal yaratmaktankaçınmak' için Petras'a ödemesini buyurduğu meseli okudum. Bunuödeyebilmesi için gereken madeni parayı, yeni tuttuğu balıklardan birininağzında bulacaktı. Varlığımın bir sayfasında zaten saklı duran buaçıklamanın sanki üzerini örten perde birdenbire kaldırılmışçasına aydınlığakavuşmuştu. Bu keşfi yaptığımda, sadece küçük cocker yavrusunuilgilendiren bölümü değil, aynı psikolojik düzene bağlı olan uzak olaylar danetlik kazandı. Her şeyin merkezinde olmak isteme ve 'skandal yaratma'arzusu, kibir ve ben merkezcilik kadar açık seçik bir şekilde görünür oldu.Bunlar, birçok kişinin, aşırı sporlara ve tehlikeli serüvenlere olantutkularından, insaniyet veya hayırseverlik gayretleri gibi gösterilen birbaşka ırka ait ya da farklı ten rengindeki çocukları evlat edinmelerine kadar,kişilerin en aykırı ve en akıl ermez davranışlarının arkasındaki gizlidürtülerin ve tutumların derin açıklamasıydı.Bazı insanların okyanuslara bir kanoyla açılabilmesinin, katedralleryaptırmasının veya bir dini mezhep kurmasının asıl nedeni de aynı kibir veben merkezciliktir. Bir 'skandal yaratmanın' tam aksi kutbunun, uygunsuzdedikodular, düşmanlıklar ve yersiz antipatiler yaratmaktan sakınan, sessizkalmayı yeğleyen kişilerin gösterdikleri davranış olduğunu anladım. Busessizliğin içindeki kişi, diğer binlercesinin parmaklarının ucuyla biledokunmayacakları sorumlulukları, gösterişten uzak bir tavırla gözlerinikırpmadan alacak kişilerdir. Arkadaşım olan bir çifti anımsadım, adamçocuk doktoru, kadın da bir üniversitede öğretim görevlisiydi. Bu çift,hayırseverlikleri nedeniyle, Ekvatorlu bir bebeği evlat edinmek istediler.Amaçlarına ulaşabilmek için, o ülkeye defalarca uzun yolculuklar yapmakzorunda kaldılar, birçok zorluğun üstesinden geldiler, aracılara ödemeleryaptılar. Ama sonunda annenin sağlığını da yitirdiler.283


Stefano E. D'AnrıaBu anımı Dreamer'a anlattığımda, "Kendi ülkelerinden bir çocukalsalardı, bu uğraşlarının hiçbirine gerek kalmayacaktı. ""Ancak beyaz bir çocuk kimsenin dikkatini çekmeyecekti ve herkesçocuğun onların gerçek oğulları olduğuna inanacaktı. Bu, kimseyegöstermeden oruç tutmaya veya dua etmeye benzerdi; aksine, kimsenin birşeyi bilmesine asla gerek kalmadan onu büyütebilirlerdi" dedi.Oysa, farklı tende bir çocuk 'skandal yaratacaktı'. Çevrelerindekutuplaşma, bölünme ve kin duygularının oluşmasını sağlayacaktı. Onları,görünüşte dışta kalan, ama aslında içlerindeki, bu Çocuğu evlat edinerekacısının dinmesini bekledikleri, kendilerinden, bir şekilde gizlemeyeçalıştıkları veya bilincinde olmadıkları ırkçılık ve suçluluk duygularıyla,bastırılmış şiddetlerinin hayaletleriyle kavga etmeye zorlayacaktı.Dreamer'a, arkadaşım olan bu çiftle yıllar sonra tekrar karşılaştığımı,onları dünyaya fena halde küsmüş ve aşırı derecede yaşlanmış olarakgördüğümü anlattım. Geri kafalı bir çevrenin ve hoşgörüsüz insanlaryüzünden çocuklarının ve de kendilerinin, her gün ufak tefek de olsabinlerce sıkıntıya ve kaba davranışa katlanmak zorunda kaldıklarınıanlatmışlardı. Bu tepkiler o kadar yaygındı ki, benzer sorunları olanebeveynlerle birlikte, haklarını korumak ve bu 'sevgi işine' ilham verenilkeleri onaylamak için 'savaşan' bir dernek kurmaları gerekmişti. Nihayet,bu çiftin bir süre sonra eskisinden daha kırgın ve mutsuz olarak ayrıyaşamaya ve sonunda da boşanmaya karar verdiklerinden söz ettim."Arkadaşlarının kararlaştırdığı evlat edinme işi, inanmak istedikleri gibibir sevgi işi değil, ilişkilerindeki boşluğu doldurmak için bir girişimdi.Hiçbir şey dışarıdan kaynaklanmaz. Hiçbir şey, bir bebeği evlat edinmekbile onların içindeki ölümü, korkuyu, yalnızlığı ve acıyı yok edemez."Dreamer'e, bu çiftin neden bunca saldırıya uğradığını, onların ve benzerdurumlardaki diğer çiftlerin davranışlarının neden bu kadar çok antipati vedışlanma ile karşılık bulduğunu sordum."Dünyanın saldırıları bir kutsamadır. Onlar daima bizi iyileştirmeküzere gelirler. Dünya, sende olmadığına inandığın bu eksikliği ve hastalığıduyurmak için dıştan müdahale etmek zorunda kalır. "Dreamer'ın anlattığına göre, kendilerine karşı biraz daha samimiolabilselerdi, aslında onların, bebeği değil, bebeğin onları ailesi olarakedindiğini anlarlardı, gerçek insaniyetliği bebek yapmıştı.284


Tanrılar <strong>Oku</strong>luO küçük yavru, onların huzursuzluklarıyla mücadele etmeye,yalnızlıklarını yok etmeye, onların korkularını, suçluluk duygularını vekısırlıklarının ezikliğini iyileştirmeye geldi. Dreamer'e göre bu çiftler tümbunların farkına varabilselerdi, o bebeği evlat edinmelerine gerekkalmayacaktı ve bunca çatışma ve hoşgörüsüzlüğü kendilerineçekmeyeceklerdi.Dreamer sözlerini, "Dünya bilir!" diyerek tamamladı.Dreamer'ı dinlediğimde, bu çifti çok iyi tanıdığım için, onların 'farklı'bir bebeği evlat edinirken, akıllarına hiçbir zaman getiremeyecekleri,kendilerine bile asla itiraf edemeyecekleri motivasyonlarla yönlendirilmişolduklarını şimdi daha iyi 'görüyordum'. Gösterdikleri böylesine olağanüstüyücelikteki gönüllü bir davranış karşısında diğer insanların gözlerindekihayranlığı görmekten başka, onları daha fazla ne memnun edebilirdi ki?Bunları yazarken, böylesine insani bir eylemin arkasına saklanan kendiyalanımızı, bencillik ve kibrimizi keşfedebilmenin uzun sürecek bir özgözlemleme çalışmasını gerektirdiğini biliyorum. Bu ifadenin ne denli ağırolduğunun farkındayım ve bunun tüm sorumluluğunu üstleniyorum.İnsanlığın bir hücresi olarak kendimde, bizi çürüten ve ölüm kadar yaşamkorkusunun da pençesine düşüren olgunun, ilk bakışta ihmal edilebilir veönemsiz görünen cehaletimiz olduğunu keşfettim. Dünyanın ekranınayansıtılan ve tüm bu dehşet, zulüm ve şiddet olarak ortaya çıkan şey,içimizde suç işleme eğilimi taşıdığımızın bilinçsizliği, Oluşumuzdagörmezden geldiğimiz bu gölgedir.Yaklaşan savaşın belirtileri giderek yoğunlaşınca, Kuveyt'ten ayrılmakiçin bahaneler yaratmam gerekmedi, en azından biz öyle olduğuna inandık.Bir kez İtalya'ya dönmeye karar verince, her gün bunu haklı çıkaracak yenibir neden arıyor ve buluyorduk. Uzun süredir üzerinde düşünülen karar,sanki birkaç saat içinde alınıverdi.Şeyh Yusuf Behbehani, ne şaşırdı, ne de fazla hoşnutsuzluk gösterdi.Şirketteki aktif varlıklarımı nakde çevirdim ve görüş birliğine vararakbaşyardımcımı yönetimin başına atadık. Dreamer'ın benim için yarattığı bupozisyona beklenmedik bir biçimde kendisinin atandığını duyan Roger'ınmemnuniyetle parıldayan gözlerinde, benim mahkûmiyet hükmümüokuyabiliyordum. Ne var ki geri dönebilmek için artık çok geçti ve ben buaydınlığın zayıf ışıltısını boğarak söndürmeyi tercih ettim.285


Stefano E. D'AnrıaHeleonore da DBDO International'daki işinden istifa etti. Tüm aile,yanımıza dişi cocker Soshila'yı da alarak Kuveyt şehrinden ayrıldık. Sankibir basınç kabinine girer gibi, önce Kıbrıs'ta kısa bir mola verdik, sonrabirkaç günü Atina'da geçirdik ve nihayet İtalya'ya vardık.286


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBölüm VIIİtalya'ya geri dönüş1 Anlaşmadaki özel maddeKarabasan sandığım bir düşünce beni uykumdan uyandırdı. Gözlerimidefalarca ovuşturdum, fakat kâbus kaybolmadı. İçinde uyandığım bu çıplakoda moloz yığınıyla doluydu. Tavandan sarkan bir ampulün ışığında,duvarlardaki açıklıklarda çıplak taşlar ve hâlâ sıvalanmayı bekleyen tuğlalargörünüyordu. Geçmek bilmeyen upuzun birkaç saniye boyunca, bu evinSamia'daki muhteşem villamızın yerini aldığına inanamadım.Bakışlarım duvar diplerine takılı kaldı ve alçıyla tutturulmuş plastikborulardan çıkan renkli kablo demetleri dikkatimi çekti. Heleonore yanımdauyuyordu. Onun varlığı, karnıma saplanan bir sancıyla birlikte gördüğümher şeyin gerçek olduğuna inanmamı sağladı. Bu Chia'daki evdi, bizim ençok düşlediğimiz evdi burası.Olaylar silsilesini geriye doğru gözden geçirdiğimde ve beni yenidengeçmişin pençeleri arasına alan bu şeyin kökenine indiğimde, Dreamer'aitiraf edebilme cesaretini bulduğum o güne dek yıllarca gizli tuttuğum vekendimi bu nedenle affedemediğim, özellikle, bir düşüncenin etrafındadolanıp duruyorum. Dreamer, Kuveyt'e gitmemden önce bana tavsiyedebulunmuştu;"Temiz bir ara ver kendine! Bütün bağları sonsuza kadar kes at! Eskidünyanın tek zerresini bile yanında götürme. "O bunları söylerken, ben içimde ölümü hissediyordum. ACOCorporation'dan ayrılacağım sırada, tam işimle olan bağlanma son noktayıkoyan belgeyi hazırlarken, bir talepte bulunmuş ve gizli tuttuğum bumaddeyi kabul etmelerini sağlamıştım. Bu özel anlaşma maddesi gereğince,eğer iki yıl içinde şirkete dönmeye karar verirsem, eski işime yenidendönebilecektim.287


Stefano E. D'AnrıaBeni yeniden geçmişe götürecek kapıları açık bırakarak, bana bu tuzağıözenle kuran, istem dışı iradeyi ve bu anlaşma metnini yazdırarak kurnazcakorunma arzusu üstüne ne çok kafa yordum.İskitli kabile reisleri, Avrupa ve Asya steplerinin o gizemli yerlileri,buzda uyuyan o ateşli insanlar, güneye doğru bir göçe koyulmaları mı yoksabatıyı fethetmek için bir savaş başlatmaları mı gerektiğine dair uzun süreateş etrafında düşüncelere dalarlarmış. Günlerce, hatta aylarca sürebilen busürecin sonunda, bir kez karar aldıklarında bir daha asla bundan geridönmezlermiş. Ailelerini ve sahip oldukları şeyleri at arabalarına yükleryüklemez, arkalarında bıraktıkları her şeyi yakarlarmış; köprüleri, evleri,ekinleri ve yanlarında götüremedikleri her şeyi.Oysa benim yeniye doğru yola çıkarken takındığım tavır bundan ne kadarfarklı olmuştu!Bunu kendisine itiraf ettiğimde Dreamer'ın yorumu,"Seni korku yönlendiriyor," oldu. "Sen hayatı, kalabalıklara uyarak,yıllarca bağımlı kalarak harcadın., eşsizliğine ve 'düşüne', saygı göstermecesaretini bulmadan."Sözlerine devam ederek, "Odysseus, verdiği sözden dönmemek, 'düş 'üniiunutmamak için kendisini gemisinin ana direğine bağlatır. Direğebağlandığı halatlar aslında onu verdiği söze, diişiine, kendi ilkelerinebağlar. Bu bir '<strong>Oku</strong>l bünyesindeki kişinin', biitün kahramanlar gibi kendinibilen kusursuz bir kişinin davranış biçimidir!" dedi.Yumuşak bir sesle; "İtaat etmekten korkma. <strong>Oku</strong>l'un ilkeleriyle aynısaflara geç, " dedi. "<strong>Oku</strong>la itaat etmek, bağımlı olmak demek değildir, kendiiçindeki en saf, en gerçek olanı izlemektir. Bir gün daha yüce bir dürüstlükve samimiyet düzeyine yaklaştığında, aslında arada hiçbir ayrılıkolmadığının farkına varacaksın. Açıkça dışında olduğunu sandığın <strong>Oku</strong>l,içindeki <strong>Oku</strong>lla bütünleşecektir: Bunun adı iradedir."ACO'daki iş ve Chia'daki ev, yakmaya cesaret edemediğim köprülerinve hala ezgilerinin çağrısından kurtulamadığım sirenlerin sadece ikisiydi.Onların çağrısı benim için kesinlikle öldürücü olacaktı. Benim dünyamlaDreamer'ınki arasındaki mesafe, aşılması olanaksız bir hale gelene dekaçıldı.288


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu2 Keyifsiz bir uyanışBuraya geldiğimizden beri, evin yaban otlan bürümüş bahçesi ile dışduvarlarından birinde kurulan geometrik bakımından çarpık duran iskeleningörüntüsü bizim için keyifsiz bir uyanış oldu.Büyük bir kuruluşun ve uluslararası bir takımın başı olarak Kuveyt'tegeçirdiğim dönem, ayrılmamızın üzerinden henüz birkaç hafta geçmesinerağmen, bana yıllar kadar uzak geliyordu. Artık Heleonore bile, büyük birgüvenle peşi sıra geldiği adamı tanımakta zorlanıyordu. Dreamer,görüşlerimi cesurca ve zekice bir vizyona getirerek, bedenimle ruhumuiyileştirmiş ve bana refaha uzanan yolu göstererek bendeki, ümitsiz dünyaanlayışını altüst etmişti. O'nunla özgürlüğü tatmıştım: Bu, ıstıraptan,şüpheden ve korkudan kurtulmaktı. O'nun yanında, yaşamımı bütünüyledeğiştirebilecek, önüne geçilmez yazgımı paramparça edecek bir enerjiyekavuşmuştum. Bense O'na borcumu, bana emanet ettiği herşeyi terk edereködemiştim. Heleonore ile olan ilişkimi O'ndan gizlemiştim. Sözleri, çokuzaklardan hâlâ yankılanıyor olsa da, beni O'na bağlayan altın kordon artıkkopmuş gibi görünüyordu.Vision and reality are one and the same thing.Vizyonla gerçeklik bir ve özdeştir.Ancak şimdi, Heleonore'un bende gerçekten neyi sevmiş olduğunuanlıyordum... O, Dreamer'ın felsefesini, O'nun kuvvetini, Rostand'ın zavallıCyrano karakterine benzer şekilde hala bir papağan gibi tekrarladığım vesanki benimmiş gibi sarf ettiğim o sözleri seviyordu.Kendimi beğenmişliğim ve aldıklarıma şükran duymazlığım yüzünden,önce O'ndan uzak düşmüştüm, şimdi de büyük bir güvenle ardımdan gelenbu kadını kaybetmek üzereydim. 'Düş'e verilen görkemli söz unutulunca,yaşamım da yamalı yüzünü gösterir olmuştu.Oluşuma aralar koyarak kendimi yavaşlatmıştım. Geçmişimin tümhayaletleri beni Dreamer'la karşılaşmadan önce, New York'taki hayatımınilk yıllarındaki koşullarına geri götürmek üzere toplanmışlardı. Fizikselolarak bile, bir zamanlar olduğum adamın özelliklerine ve davranışlarınatekrar bürünmüştüm. Psikolojik bir çöküşün sonuçlan, giderek yayılanbedenimden ve yüzümden okunur durumdaydı. Dreamer'ın yarattığı kararlı,zarif, yanında çalışanların sevdiği ve kendine güvenen şirket patronu,289


Stefano E. D'Anrıadinamik adam görüntüsü ne yazık ki her geçen gün biraz daha kendigölgesine dönüşmekteydi. Evin içinde oradan oraya endişeyledolanıyordum. Zamanımın çoğunu ev için hesaplar yaparak, işçilerleşöminenin ya da yer karolarının nasıl yerleştirilmesi gerektiğini tartışarak,bir sınır ihtilafı nedeniyle komşumla dalaşarak veya bir yağmur borusugiderinin bağlantısıyla uğraşarak geçiriyordum.Komşularımla iyi ilişkiler kurmaya çalışmıştım, hatta bu amaçla onlaraKuveyt'ten getirdiğim bazı elektrikli ev aletleri hediye ettim ve onları evimedavet ettim. Fakat tüm bu gayretlerim onların düşmanlıklarını yatıştırmayayetmedi.Heleonore ve ben, bir neozoik kıvrımda gizlenmiş o küçük ülkede suçlusayılıyorduk. Şimdi, daha buraya varır varmaz, sanki buradakiler desuçumuzu duymuştu ve kimsenin bizi hoş karşılamaması için genel bir emirçıkarılmış gibi tüm dünyadan dışlanmıştık. Tüm ülke, hipnotik bir itaatinşaşmazlığı ve çabukluğuyla yaşamımızı zorlaştırmak üzere bu emreuymuştu. Giorgia'yla Luca'nın okula kabul edilmelerinden, evdekionarımları yapabilmek için alınması gereken belediye izinlerine kadar herşey inanılmaz engellerle karşılaşıyordu.Şikâyet ettim, homurdandım, bürokrasiyi, olayları, kişileri, koşullarısuçladım ve değişimin sadece görünüşte olduğunu anlamamıştım. O kapıyıardımda açık bırakarak, başarısızlığıma karar vermiş ve yenilgimi çoktanplanlamıştım."İnsanın en büyük düşmanı yine kendisidir! Bir insanın sıradanlıkhapishanesini terk etmesinin, kendi sınırlarına karşı ayaklanaraksaldırmasının, dünya tarifini altüst etmesinin ne denli zor olduğunun enbelirgin örneği sensin. Hissettiğin şu acı, ıstırap çekmek için duyduğun osarsılmaz bağlılık da bunun en açık kanıtıdır.Yaşamın, sanki köklerinden çürümüşçesine solmuş ve hissizleşmişgörünüyor, ama gerçek şu ki, sen zaten asla bu yoksulluktan, bu acıdan vebu hapis hayatından başka hiçbir şeyi düşlemedin."Giuseppona, kendisiyle özdeşleşen, dünyanın neresine gidersek gidelim,yaşadığımız her evi bir ezgi gibi dolduran neşesini ve konuşkanlığını buradayitirmişti. Artık onun komik fıkralarını, doğaçlama oynadığı,mırıldanmalardan, şarkıları eşliğinde yaptığı danslı gösterilerine kadaruzanan ve sonunda bir destan havasına bürünen teatral piyeslerini ve aileninyaşadığı güncel veya geçmiş tüm olaylara verdiği şiirsel görüşlerini işitmezolmuştum.290


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDünyaya geldiğim andaıı beri, bir eneıjinin ve bir savaşçı cesaretininsembolü olan bu kadın, beni ve çocuklarımı bağrına basıp bakmış, bu cesurKızılderili kabile reisi artık yaşlanmış ve beli bükülmeye başlamıştı. Ona entuhaf, en aykırı giysilerini seçmekte yardımcı olan, sergilediği komikkoketlik hali ve dramatik kibri sönüp gitmişti. Geceleri küçük odasındangelen ıstırap dolu öksürüklerini duyabiliyordum. Onun her öksürüğüyüreğimi parçalıyor ve bir-felaketin önsezisi kanımı donduruyordu. Sonundaasla olmaz dediğim imkânsızı kendi gözlerimle gördüm: Hasta yatağındayatan ve başında da bir doktor bulunan Giuseppona. Buna aslainanamazdım. O, kendi mottosu 'Doktorlardan uzak dur', ile, hayattaçiğnenmesi imkansız olan sert bir kural koymuştu. O aylarda, geceleriışıkların sönmesiyle birlikte, içimde hüzünle Luisella'nın hastalık dönemininanıları canlanarak ruhum kararıyordu. Giorgia ve Luca bile canlılıklarınıyitirdiler. Bu biçare atmosferden olabildiğince uzak kalabilmeleri amacıyladers saatleri sonrasında onları geç saatlere kadar okulda kalmalarınıgerektirecek, etüt derslerine yazdırdım.3 Cehalet her zaman elini tutacak kadar yakındırBu olaydan bir süre önce Dreamer beni şu sözlerle uyardı: "Sengömülmüş iradeni yeniden keşfedip tam olan bir özgürlüğe ve kendibütünlüğüne kavuşana kadar, geçmişin seni eski şeylere geri götürmek içindaima pusuda bekleyecektir.Cehalet her zaman elini tutacak kadar sana yakındır. Tetikte durmayıkeser ve 'düş 'ü unutursan, seni bir anda eline geçirecektir. O zaman,usanmaksızın ardından ne kadar koşmuş olursan ol, elde ettiğin her başarıve anlayış ta seninle birlikte çürüyecektir.Ne kadar iş yaptığının önemi yoktur. Kendi Oluş bütünlüğüneerişmediğin sürece, sen kendi cehaletinin dipsiz karanlığı üzerinde hep asılıkalacaksın.Oluş bütünlüğü, kişinin kendi efendisi olması demektir ve bu, kişininhiçlikle sonsuzluk arasında gerili ipte yürüyen bir cambaz haline geleceğian 'a dek sürecek bir '<strong>Oku</strong>l Çalışmasının' sonucunda olur. "Onun bu iddialarına çok abartılı bir tepki göstermiştim. Bu meseleye dairdüşüncelerimi, 'acımasız adaletsizliği' açısından dile getirdiğimianımsıyorum; hatta evrensel eşitlik ilkelerine bile değinmiştim.291


Stefano E. D'AnrıaAslında sadece yıllar öncesinden kendimi savunuyordum. İtaatsizliğimidaha ortaya çıkmadan haklı çıkarmaya çalışıyordum. İçimi kaplayantedirginlik hissi, seçtiği sözcüklerin bende yarattığı huzursuzluk ve onlarıdaha da etkili kılan tonlaması ve vurgusu, aslında başıma gelecek felaketinhabercileriydi. Benim düşüşüm zaten gözümün önünde, kaydedilmiş ve herdetayı hazır bir şekilde, görünmeyenin karnında duruyordu tıpkı tohumundagizli duran bir bitki gibi.Dreamer hiçbir kanıta gerek duymadan tartışmayı kesti, "Adaletsizlikdiye bir şey yoktur!" dedi. Bu konuda yapılacak herhangi bir açıklamanınyararsız olduğunu biliyordu. Hazır değildim. Bir insanın yaşantısındaadaletsiz saydığı şeyden daha adil ve yararlı bir şey olamayacağı fikrinibenimsemek benim için henüz çok erkendi. Çok yakında adaletsizlikkonusunda çetin bir sınavdan geçecektim, ve ancak o zorlu, dramatikkoşullar altında bunun ne demek olduğunu anlar hale gelecektim.Kendimce 'abartılı bir eğitim' saydığım bu uyarılardan çok uzun yıllarsoma, ne yazık ki sadece unutmak yüzünden pek çok ve de gereksiz acıyıyaşamak zorunda kaldığımı şimdi bir ürperti gibi tenimde hissediyordum.İtalya'ya zamansız dönüşüm, uzaklaştığımı sandığım hayatın Erebos 'unabeni gerisingeri fırlatmıştı. İradenin olmadığı yerde şüphe, korku, sınırlar vedünyanın bize dayattığı tasviri her zaman üstün gelecektir. Şu anda uğursuzbir paralel yaşam gibi yanımda akmayı sürdüren geçmişin bulanık sularındadebeleniyordum.Kuveyt'ten, Dreamer'ın onayım almadan ayrıldığım için, beni 'düş'ebağlayan ışıltılı halatlar son derece incelmişti ve içinden çıktığım hayatıncehennem döngülerine tekrar düşmeye başlamıştım.4 Geçmişe dönüşVarlığım su alıyordu, batmak üzereydim.Kuveyt'teki şirkette sahibi olduğum hisselerden kazandığım para hızlasuyunu çektiğinden, kısa bir süre soma kendime yeni bir iş aramam gerekti.Ortadoğu ezgileri taşıyan bir peri masalında olduğu gibi sihir kaybolunca,Dreamer'ın tanımamı sağladığı dünya da parmaklarımın arasından kayankum tanecikleri gibi yok olup gitmekteydi.Erebos: Yunan mitolojisinde toprak altında, karanlık yer, ölülerin evi. (ç.n.)292


Tanrılar <strong>Oku</strong>luGümüşlerle döşenmiş ışıltılı masalarla verilen davetler, Water Towers'ın gözalıcı silueti, koyu mavi denizin koynuna dolan çöl manzarası, Samia'daki ev,dünyanın dört bir yanına yapılan seyahatler, yatırımcı girişimler, pek çokadayın içinden şirket için seçtiğim kişiler, hepsi ama hepsi kozmik bir rüzgartarafından silip süpürülmüştü. Onları bir daha hiç görmedim. Sanki başka birparalel dünyaya aitlermiş gibi benim dünyamdan onlara uzanan ne bir geçit nede bağlantı olanağı vardı." Dreamer'la birlikte mucizevi bir biçimde içindengeçtiğim, bir iğne deliğinden büyük olmayan o açıklık artık ebediyenkapanmıştı. Proje beni terk etmişti. Esav gibi ben de krallığın ilk oğul olmahakkını bir tabak dolusu sefil mercimekle takas etmiştim.Benim eski işime geri dönebilmemi garanti eden anlaşmadaki özel maddeyesıkı sıkıya tutunarak, iki sene ile sınırlı olan süre dolmadan hemenönce, ACO Corporation'da çalışmaya geri dönmek üzere onlarla bağlantıyageçtim. İkili görüşmelerimin peşi sıra ofisleri gezip, tanıdıklarımı ve eski işarkadaşlarımı ziyaret ettim. Aynı cehennemin girdabında yeniden yokolmaya gidiyordum.ACO Corporation'da her şey, benim Kuveyt'e gidişimden önce olduğuşekliyle duruyordu. Şirket hayaletleri, benim bıraktığım aynı yerde, yineaynı konuşmaları, düşünceleri ve tavırları sürdürerek mikroskobik çalışmamasalarının arkasında, koridorlarda veya otomatik kahve makinesininbaşında takılıyorlardı. Beni yanlarından geçerken gördüklerinde, yagörmezlikten geliyorlardı ya da bir işbirlikçi bakışı ile selamlıyorlardı. Karşıkarşıya geldiğimizde ise yüzlerine yayılan, hüzünlü bir gülümsemeden başkabir şey değildi. Gözlerini doğrudan doğruya üzerime dikmek yerine, yenideniçeri düşecek olmamdan dolayı gizleyemedikleri memnuniyet dolubakışlarıyla, geçilmez çitlerin, görünmez demir kafeslerin arkasından benigözetliyorlardı. Bir astım hastasına bir parça oksijen vermek gibi ben de eskiişime dönmekle onlara suni bir yaşamın soluğunu getiriyordum. Onlarakendilerini bundan başka ne daha iyi hissettirebilirdi ki? Onların en köklüinançlarının bir sağlamasıydım ben; onlar için hayatın kendilerine ait olanhalkalarından kurtulmanın imkânsız ve de çok tehlikeli olduğunun en canlıve son kanıtı gibiydim. Onların hakkımdaki hislerinin istem dışı ve karışmışolduğunu sanıyorum. Kötülük, alaycılık, başarısızlıkla sonuçlanan kaçışımıküçümsemeyle karışık sevinçli halleri duygusal kire karışmıştı. Firarederken enselenen kaçak mahkûm hali, olabilecek en ufak bir kaçma isteğinionlardan alıp götürüyordu.293


Stefano E. D'AnrıaÇaresiz kaldığımız ve önleyemeyeceğimiz bir şeyle karşılaştığımızdateslimiyetin insana sevimli gelmesi gibi, benim dönüşüm de onlara birferahlama getirmiş, bunun yanında baş edemeyecekleri bu durumukabullenmelerini sağlamıştı. Kaçışımdan beri, bir eğenin demirparmaklıklarda çıkardığı törpüleme sesi kesilince, 'hapishane' düzeni veonun huzurlu sessizliği geri dönmüş oldu. Şirkette çalışanlar benim işe geridönmemi, bir tür kayıtsızlıkla karşılayınca, benim için katlanılmaz olanıstırap da biraz hafiflemiş oldu. Bu dünyaya yeniden ayak basmam, sadecebirkaç günlük resmi işlemlerden sonra tamamlanacaktı ve artık geri dönmemsöz konusu bile olmayacaktı.Henüz bu süreç tamamlanmamışken, O'nun ışığından artakalan sonparıltılarla Dreamer'ı bulabilmek için her yolu denedim. Londra'ya gittim,O'nu St. James'te ve Savoy'da aradım. Roosevelt adasındaki banka veMarakeş'teki Cafe de la France'a gittim. O'nunla birlikte olduğum her yeriadım adım aradım, beni onun yanında görmüş tüm sokakları yürüdüm.Hepsi boşunaydı.Dreamer beni terk etmişti.Bir yandan nefesim kesilmişti, öte yandan bu kaybın acısı ile Dreamer'ınhiç var olmadığını ya da sadece benim bir hayal ürünüm olduğunu biledüşündüm.5 Psikolojik kirlenmeİşe dönüş talebim, ACO Corporation yönetiminde şaşkınlıkla karşılandıve hiç ihtiyaçtan olmamasına rağmen anlaşmadaki hükme uymazorunluluğu ile kabul edildi. Üst düzeydeki yöneticiler beni nereyekoyacaklarını bilmedikleri gibi, bana verebilecekleri görev konusunda dazorlanıyorlardı. Ben idari bir görev istiyordum, ama onlar ancak UluslararasıPazarlama Bölümünde bir yer ayarlayabildiler. Bana ne bir makam verilmiş,ne de sorumluluklarım bildirilmişti. Altında elemanı, üstünde amiri olmayanbir pozisyonun boşluğunda asılı kalmıştım. Sekreter de yoktu. Bana verilentek ofis mobilyası, bir çalışma masası ile bir telefondu; o da hiç çalmıyordu.İlk aylar boyunca farkındalık durumunu koruyarak, en küçük birşikâyette ve bir suçlamada bulunmamak için elimden gelen her çabayıgösterdim; ancak yine de, haset, kıskançlık, öfke veya hüsran gibi gizlenmişolan zehirli duygular içimde her geçen gün daha da artıyordu.294


Tanrılar <strong>Oku</strong>luACO, bif olumsuz düşünceler ve duygular fabrikası idi. Bir aksilik veya birpersonel hatası, tüm eski atıkların pisliğini yüzeye çıkarmaya yetiyordu.Her şeye rağmen, Dreamer'ın yaptıkları tümüyle yararsız da değildi. Birdikkat filtresi, varoluşun bu durumlarını gözlememi, etraflarını sarıp,kendilerini göstermelerini denetleyebilmemi sağlıyordu. Bana hayat verentek şey, not defterimden tekrar okuduğum Dreamer'ın sözleriydi. Kendimiherkesten izole etmem, O'nun izlerini yeniden bulmama ve öğretilerinincanlılığını yaşatmama yardımcı oldu.Disobeying the prineiples of the dream means self-sabotage,and killing oneself inside.The external life does nothing other than reflect that inner suicide.Düş ün ilkelerine itaatsizlik etmek, kendini baltalamak vekendini içinde öldürmek demektir. Dışımızdaki yaşam, bize içimizdekiintiharı yansıtmaktan başka bir şey yapmamaktadır.ACO'daki bu atmosferi hücrelerime taşımamak için, nefesimi tutarakyaşıyordum, kendimi belli bir mesafede tutmayı uzun süre başardım; amabu, su dünyasında solungaçlarım olmadan yaşamak gibi, pek de umut vericibir girişim değildi. Yanımda Dreamer olmadan bu duruma daha fazladayanamayacağımı biliyordum.Bu aylar boyunca, beni dört yandan kuşatan bu olumsuzluk ırmağındaboğulmamak için, sürdürdüğüm yorucu öz gözlemleme ve farkındalıkçabalarımı anımsıyorum. Her gün, ruhsal atıklarla diğer zehirli maddelerinbir araya toplandığı bu çamurlu suyun nasıl yükseldiğini gözlüyordum. Binakatlarından ve koridorlarından taşıp dışarı fışkırıyor, dışarıya sızmadan öncefabrikalarla ofis binalarının kıyı kenarlarında toplanıyor, kırlara doğruilerlerken kasabaya kadar yol üzerindeki parklarla, bahçelere dağılarakyayılıyor, derken sokaklarda sel olup akıyor ve nihayet evlere ve insanlarınyaşamlarına sızıyordu.Bu kendimi izole etme dönemi boyunca, Dreamer'ın 'psikolojikkirlenme' olarak tanımladığı kuruluşlardaki bu sorunu kendime minimumdüzeyde bulaştırarak, yakından irdelememe olanak sağladı. ACO'ya geridönüşüm, böyle bir gözlemin yapılabileceği en uygun ve tam donanımlılaboratuvarlarından birinin aylarca benim hizmetimde olması demekti.Endişelerin, düşüncelerin, şüphe ve korkuların ifadesi, genel olarak herçeşit duygusal kargaşanın oluşturulup dışavurumu ile ilgili olaylar üzerineyaptığım çalışma ve ilk analizlerim o zamanlara dayanır.295


Stefano E. D'AnrıaHem bilim adamı hem de denek konumundayken keşfettim ki, yıkıcıdüşünceler ve olumsuz duygular sadece beni kirletmekle kalmıyor, ortayaçıktıkları andan itibaren, görünmeyen ve bizim tıp ilmimize yabancı olan;çevreyi, insanları ve ilişki içinde bulunduğu her şeyi kirletebilen bir maddeyide etrafa yayıyorlardı. Onların bu bulaşıcı niteliklerinin keşfi, insandaninsana çok hızlı bir şekilde yayılmaları ve zaman zaman bir salgınınkarakteristik özelliklerini gösteriyor olmaları merakımı arttırmıştı. Bu,yüzlerce ve binlerce insanın nasıl aynı düşünce ve hayallerle, aynı olumsuzduygularla kirlendiğini, şartlanmış psikolojik refleksler gibi, nasıl mekanik,toplu ve çoğunlukla şiddetli tepkilere sürüklendiğini açıklıyordu.Dreamer'a göre mutluluk, sevgi, neşe, şükran, esenlik ve genel olarakOluş'un daha üstün durumları, şimdiki haliyle insanlığın hissedemeyeceğiduygulardı."Olumlu duyguları üretilebilmek için uzun bir hazırlık evresi ve kendiüstümüzde dikkatli bir çalışma gerekmektedir. Varoluşun bu üstündurumlarını engelleyen bilgisizliği, bayağılığı ve olumsuzluğu yansıtan herşeyi ortadan kaldırmak için 'öz gözlemlemeyle' geçecek uzun yıllar ister."Muhtemelen, her zaman buna inanmıştım, şimdi, ne olursa olsun bukadar önemli bir keşfi gözardı edemezdim: İnsanların oluşturduğu tümkurum ve kuruluşlar son derece acınacak halde ve tam bir keder sanayisidir.Fabrikalar ve işyerleri, ondan da önce, okullar ve üniversiteler, boşu boşunaçekilecek olan ıstırabı üretip, beslemek üzere tasarlanmış ve düzenlenmiştir.Gruplar ve kişiler arasındaki bölünmelerle, yararsızlık ve hoşnutsuzlukiçeren duygularla, büyük acılar ve yoğun arzular hissedilen durumlar,endişe, belirsizlik ve öfke yaratan tüm bu koşullar için yüksek miktardaenerji, boşa harcanmaktadır. Sonuçta, fabrikalarda bir yandan hammadelerinbir takım işlemlerden geçirilerek daha değerli ve daha zenginleştirilmiş halegetirilirken, diğer yandan ortaya ümitleri kırılan ve daha da fakirleşenkadınların ve erkeklerin çıktığı çelişkili gerçeğini doğrulayabilirdim.İçeriden bu gözlemi yapınca, kendi kendime, organizasyonlarda nedenher bilimsel ve girişimsel çabanın ötesinde, orada çalışan herkes için süreklibir anlaşmazlık koşulu, zahmetli, gerilim dolu bir çatışma ortamı yaratan veonu besleyen, adeta inatla varlığını koruyan ters bir mekanizmanın varolduğunu sorgulamaya başladım. Ne gariptir ki, aslında bu ters mekanizmaonların gerçek raison d'etre - varolma sebebi idi... onların esrarengizhedefleri ve gerçek üretimleri idi.296


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu6 Balinanın karnındaYerimde oturmuş, çalışma masamın üstüne özellikle karmakarışıkbıraktığım dokümanların içine gömülüp çalışırmış gibi yaparak bütünbunları düşündüğüm sırada, bünyesine beni kabul eden ACO'da, 'görmek'için yararlandığım son yaşam pırıltısını benden söküp almaya uğraşan vesürekli beni kendilerine benzetmeye ve onlara ait olmaya zorlayan birasimilasyon çabası hissediyordum. Bu durum bir tür yerçekimi kuvvetineveya ruhsal bir yalıtıma benzeyen, gücü ve kaçınılmazlığı dışında pek debilinmeyen sağlam bir yasanın öngördüğü gibi tanık veya gözlemci olmanınpek de önem taşımadığı, anormalliğe uzun süre göz yumulamayacağınıngöstergesiydi. Kendimi korumak için zorladığım dikkat ve her an tetikteolma durumu beni bir yabancıya, bambaşka yasaların hüküm sürdüğü birevrenden gelmiş birine dönüştürüyordu. Çok yakında antikorlar bana karşıharekete geçeceklerdi. Beni bulacaklar ve tıpkı vücudun yabancı birmaddeye gösterdiği tepki gibi ya içlerine kabul edecekler ya da dışarıatacaklardı. Beni izleyici olarak konumlandıran bu üzüntü dolu dünyayabenim de dahil olmamı sağlamak için küçük bir dikkatsizlik, bir surat asmaveya alçak sesle bir yakınma, en ufak bir çekememezlik, bir kıskançlık veyabir düşmanlık göstermem yeterdi.Elbette ki tüm bunları içgüdüsel bir zeka denetlemekteydi. Çok büyük vecanlı bir organizmanın içinde olduğumu hissetim; tıpkı balinanın karnındakiYunus gibi ya da mahkûmların beyinlerini okuyup, kaçma planı yapan biriniönceden bilecek kadar gelişmiş, büyük bir hapishane gibi...Bir gün, koridorda, yemek saatinde ağızlarından salyaları akan aç kurtlargibi kalabalık halinde kantin binasına doğru giden insanları gözlemledim.Tıpkı biz insanlara çok benzeyen kadim ve kör böcekler gibi acımasızcameşgul insan-termitlerin doldurduğu yuvaları andıran hipnoz etkisindeki birkuruluşun tehdit eden hayali gibiydi. İşte o anda, heyecan verici bir şekilde,ACO'nun, bizi içinde kontrol altında tutan, ciddi şekilde örgütlenmiş,yaşayan dişil bir organizma olduğunu keşfettim.Bizler; yöneticiler, memurlar ve işçiler, hepimiz ne kendi iradeleri, ne dekişisel kaderleri olan, yalnızca çeşitli organlar, salgı bezleri veya onundamarlarında akan organik alyuvarlardan ibarettik. Olumsuz duygularınesrarengiz etkisi tarafından yönetilen o dünyaya saplanmış insanları görmekbeni dehşete düşülmüştü. Çabalarımı daha da arttırdım.297


Stefano E. D'AnrıaO organizma beni bulup yutmaması için olası her türlü hileye sığındım.Dreamer'ın cümlelerini sayfalar dolusu yazdım, ve sonra ara vermeden,hepsini bir solukta tekrar tekrar okuyarak, onlarla arama psikolojikbariyerler kurdum. Tüm gücümü tüketme noktasına geldiğimde, kendimiçocukluğumda öğrendiğim duaları okurken buldum. Onları, defalarcamırıldadım. Bu yaptığımın kapıları kapalı tuttuğunu hissetim; en azındangeçici bir süre de olsa, o zehirli düşüncelerin içimden akışını önledi.Savunmalarımın her bir devrilişini hissettiğim en zor anlarda, Dreamer'ınöğretisine sıkı sıkı tutunuyordum: Varlığımın kırık dökük parçalarını tekrarbir araya getirmek için bana seneler önce öğretmiş olduğu odaklanmatekniğini hatırlayıp; bir süre gözümü bir noktaya dikerek duruyordum.Göründüğü kadarıyla ACO'da hiç kimse henüz benim kaçma girişimlerimiya da konsantrasyon durumumu ve tarafsız halimi korumaya çalışmak içinmantık dışı da olsa sürekli icat ettiğim taktikleri fark etmemişti. O an'a dek,direnmeyi becermiştim, bana düşen görevi umduğumdan bile daha iyioynamıştım ama hayallerim yoktu. Diğer tüm bağımlıların dışında kalmagirişimimde alarm çalmadan önce çok az zamanım kaldığını biliyordum;belki de sadece birkaç günüm vardı. Benim 'yasadışı' durumum ortayaçıkacak ve ben de, kraliçenin etkisinden uzakta, çok fazla zaman geçiren otermitin kaderine mahkûm olacaktım.Dreamer'ın yardımı olmadan bu işin üstesinden gelme şansım yoktu.7 KazaO sabah yoldan gelen acı fren sesini işittiğimde, Chia'daki evin onarımınıdenetlemekle meşguldüm. Kapımda bekleyen kapkara bir felaketin önsezisi,pıhtılaşan bir olay gibi havayı dondurdu. Sesin geldiği yöne doğru bahçeyiboydan boya koştum, kapıdan çıkarak yola fırladım. Bu kısacık zamandiliminde bile endişem inanılmaz derecede büyüdü; önce korkuya, ardındansınırsız bir dehşete dönüştü.Luca, Kuveyt'teyken bisiklete binmeyi çok özlemişti. İtalya'ya dönerdönmez, hediye olarak benden bir bisiklet istemişti, ondan hiç ayrılamıyor,köyün daracık sokaklarını küçük bir roket gibi aşındırıyordu. Şimdi onugörüyordum. Yolun öte yanında, atılmış bir beden.. O idi ! Geceyi birhastane odasında, oğlumun başında geçirdim.298


Tanrılar <strong>Oku</strong>luEndişe, korku, ıstırap, fiziksel olarak dayanılmaz bir hal aldı, ta ki her şeyönce son noktasına çıkıp, sonra yok olana dek. Dreamer'ı düşündüm veiçimde bir şeyler çözüldü.'O'nunla aylardır karşılaşmadığım gibi, O'na tekrar nasıl ulaşacağımı dabilemiyordum. Yine de son bir girişimde daha bulunmaya karar verdim.Yıllar önce yaptığım gibi,_ 0'na bir mektup yazdım; bendeki yanlışın yazılıkanıtı olacak bir mektup. Yaşamını o ana dek yönetmiş ikiyüzlülükten,suçlanmaktan ve her şeyden ebediyen vazgeçen bir adamın son hamlesiolacak bir mektup.Suçlanacak başka kimse yoktu. Başıma gelen tüm felaketlerin teksebebinin yalnızca ben olduğumu nihayet anladım.Dünya, bizim onayımız olmadan saçın bir telini bile oynatamaz.Dünya, senin onu düşlediğin gibidir.O akşam, Heleonore hastanede benim yerime kalmaya geldiğinde, bendüşüncelerimle bu dakikalardaki duygularımı bir düzene koymaya başlamış,onları Dreamer'a ithaf edilmiş bir mektup haline getirmiştim. Nasılsonuçlanacağı hakkında herhangi bir öngörüde bulunamadığım bu çabam,günler boyunca beni meşgul etti. Bitirmek üzere olduğumu düşündüğüm herseferinde, mektubu baştan sona tekrar okuduğumda, ne kadar yetersizolduğunu ve istediğim sonuca henüz yaklaşamadığını görüyordum.Dışarıdan bakınca mektubu ben yazıyormuşum gibi görünse de, aslındamektup bana ilham veriyordu. İçinde, suretimin yansımasını görebiliyordumbiraz samimiyetle baktığımda ise, oraya buraya dağılmış bir cümleden açığaçıkan sahte egonun utanç verici ifadeleri olan kibir, yalan ve minnetduymazlığı 'gördüm'. Öyle olunca, yazdıklarımdan vazgeçtim ve en baştantekrar yazmaya koyuldum. Daha biraz öncesine dek doğru gelen cümleler,mektubu okumaya başlayınca, bu kez yetersiz, küstah ya da anlamsızifadelere dönüşüyordu. Hatta yazdıklarımı birkaç dakika sonra yeniden şöylebir gözden geçirdiğimde bile sık sık bir başkasının, bir yabancının sözleriniokuduğum izlenimine kapılıyordum, üstesinden bir türlü gelemediğimanlayış eksikliğimle ya bazı sözcükleri değiştiriyor, ya da bazı cümlelerlekavramları tümüyle çıkarıyordum ama her seferinde direncime meydanokuyarak baştan yazıyordum.İçimde hiç susmayan bir ses, bana sürekli olarak bu çabayı durdurmamısöylüyor, beni eleştiriyor ve hatta benimle eğleniyordu. En sonunda da bana,299


Stefano E. D'Anrıa'Bu mektubu nereye göndereceğini bile bilmiyorsun!' dedi. Bu baltalamalarıiyi ve yararlı bir şey yaptığımı gösteren bir sinyal olarak saydım.Kendime, yani o an'a dek ben olduğuma inandığım şeye güvenmemeyiöğrenmiştim. İşte o zaman, Varlığımın karanlık ve tembel bir kısmının tümyaşamımı yönlendirdiğini anlamaya başladım. Sonunda su yüzüneçıkıyordu.Gece gündüz sarf ettiğim hüsran dolu çabalardan sonra yazdığım, belkibininci versiyonunu okudum ve ne taraftan bakarsam bakıyım mektubunbeni olduğumdan farklı bir şekilde yansıtamayacağını anlayarak hayalkırıklığına uğradım. Eskimiş olan, yeniyi yazamıyordu! Eski saçmalıklarlageçmişin bir çok çirkinliklerini bu mektubun dışında tutabilmemin yoluyoktu. Bu korkunç biçimsizliğimi arkasına gizleyebileceğim bir düşünce,bir yazı türü, bir kurgu, ya da uygun bir sözcük seçimi de yoktu. SürekliLuca ile dolu olan düşüncelerim, kazanın derdi ve yorgunluk benimahvetmişti.Yıllar sonra, ikimizin aynı bedende olduğu o tüylerimi ürperten duyguyutekrar hissettim. Çıkışı olmayan bir belirsizlikte sonsuza dek hapsedildiğimdüşüncesiyle dehşete kapıldım. Bundan böyle bu yabancıyla birlikteyaşamamak ve beni tutsak eden o pıhtılaşmış şüpheleri, korkuları, ödünlerleikiyüzlülüğü arkamda bırakmak için her şeyimi verirdim.O'nunla bağlantıya geçebilmek amacıyla bu son çaresiz girişimimin debaşarısızlıkla sonuçlanması ile Dreamer'ın beni kurtarmaya gelmeyeceği vekendimi daha fazla kontrol edemediğim derin bir depresyona attığı birgerçekti. Mektubun masanın üstünde dağınık durumda yayılmış son halininsayfalarını çabucak topladım ve sayfaları avucumda buruşturarak top halinegetirip hırsla fırlattım. Aczine yenik düşmüş bir zavallının umutsuzluğuylakendimi duvara çarptım ve ellerim kan revan içinde kalana dek duvarıyumrukladım. Sonra gücüm tükendiğinde, ağlayarak yavaşça dizleriminüstüne çöktüm.İşte o anda, yani artık geriye hiçbir savunmanın, ya da korumanınkalmadığı, çaresizliğimin o doruk noktasında, en kıymetli varlığımınuğradığı bu kazanın kesinlikle benim itaatsizliğimin bir bedeli olduğunuanlamıştım. Luca'nın kurtulması için haykırarak yakardım. Onun yerinekendimi sundum. Kederim o kadar derindi ki, hiçbir şey hissedemiyordum.Tekrar kâğıdı ve kalemimi elime aldım ve bu defa tereddütsüzce yazdım.300


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu8 Mektup. Tepetaklak olmuş bir Kral MidasDreamer'a,Bu mektup 'ben'im.Bu boş sayfa, bendeki boşluğun yansımasıdır.Uzun zamandan beri,.kendimde gördüklerim,güçteki alçalmayı ve geçmişe dönüşü gösteren tüm işaretlerartık midemi bulandırıyor.İçimde derin kazılar yapıyorum, ama değerli olacakhiçbir şey bulamıyorum, bir değere sahip olmamanınfarkındalığı bile yok.Bir mutsuzluk, bir güvensizlik, bir korku hali,beni Siz'e ve kendi yaşamıma yabancılaştırıyor.Bu durumdan kurtulmak için uygulamaya çalıştığım her taktiğinetkisi sadece bir an sürüyor.İradem hâlâ çok derinlerde gömülü!Kendimi gözlemleme çalışmalarım isebeni daha da büyük hayal kırıklıklarına uğratıyor.Bakışlarımı çevirdiğim her yerdeaynı yapmacıklıktaki nahoş yüzleri görüyorum.Dünyanın ve diğer insanların aynası,hiç bu kadar net ve berrak olmamıştı.Bazı kısımlar bir 'büyüteç' gibi,bana acımasızlığın her ayrıntısını gösteriyor.Daha karanlıkta, daha yoğun ve daha uzakta olan diğerlerinin isegörüntülerim bana göndermeleri daha uzun zaman alıyordu.Ama bütün dünya biliyor.Kendimi savunuyorum, korumaya çalışıyorum...Cesur olmaya çalışıyorum, fakat artık tükendim.Sırtım duvara dayandı.Varlığımın sınırları beni boğuyor.Bana ne çok fırsatlar verdiğinizi biliyorumoysa ben kırıntılarla uğraştım.Neler olabilirdi, neler yapılabilirdi düşüncesi., beni kahrediyor.."Dünyayı düzeltmek demek kendini iyileştirmek demektir,"Bu sözleriniz hâlâ içime işliyor.Kendi başarısızlığımdan çok,301


Stefano E. D'AnnaSizin planınıza engel olduğum için utanç duyuyorum.Haddimi bilmemem, küstahlığım, bilgili olduğumu zannetmemhedeften sapmama sebep oldu.Sizin düşünüzdeki pek çok insanın vegeçidi aşmayı bekleyen binlerce kadınların ve erkeklerin gelişiminiriske attım.Bütünlüğe giden 'yolculuklarını' tehlikeye soktum.Bu şartlar altında, şimdi bile, bu fırsatınhâlâ büyük olduğunu biliyorum.Ve biliyorum ki, her şeye yeniden başlanabilir ve daha çok yol alınabilir,beni korkutan, bunun bedeli...Gerçek şu ki, bana yıllarca Siz'e yakın olma fırsatı, fikirlerinize vesözlerinize doğrudan ulaşma imkanı verdiğiniz halde,onlar gerçekten benim bir parçam olmadılar..Onları kağıtlara yazıyorum, defalarca aklımdan geçiriyorum,ama yaşamımda uygulamıyorum.Bugün de kim olduğumu, üstelik hiç olmadığı kadar, bilmiyorum.Sizin de söylediğiniz gibi: hiçbir zaman bilmedim!Geçmişte uzun bir dönem,birçok defalar kendimi aldatmayı ve kendimi koruma endişesi ilebencilliğimi ve korkumu birbirine karıştırmayı başarmıştım.Yeteneğim olduğuna inanıyordum.Şimdi ise, çevremdeki her şeyin bir yalan olduğunu biliyorum;Yaşamıma hala hükmeden bir yalan.Kral Midas'ın tepetaklak olmuş haliyim ben.Baktığım, dokunduğum her şey değersizleşiyor.Benim için yaptığınız her şey için,Yaşamımı yol aldığı o korkunç raylarından çıkarttığınız için,bana yeni bir kader sunduğunuz için;bana haysiyete giden yolu gösterdiğiniz için,kendi sınırlarım yüzünden sadece birkaç yudum içebilmiş olsam bilebana özgürlük okyanusunu sunduğunuz için,Siz'e minnet duyduğumu belirtmek istiyorum.Korkudan, şüpheden ve kederden arınmışlığı yaşamamı...Ve ölümün bilinen yıkılmazlığının ötesinde, sonsuzluğun birparıltısını, onun tarifi imkansız ışıltısını görmemi sağladığınız için Siz'eşükranlarımı sunuyorum.302


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu9 "Dans et, Tanrı aşkına, daaans!"Odaya, parmaklarımın ucuna basarak girdim. O'nu, yatakta, gösterişlikaryola başına huzurla yaslanmış, kitap okurken buldum. Uzun saçlarınınkül rengi, kusursuz biçimde ütülenip kolalanmış yastık yüzlerinin beyazlığıüstünde hemen göze çarpıyordu. Bir Rönesans dönemi prensine benziyordu.Tuhaf biçimde, durumumun farkına varmamasını umut ederek nefesimituttum. Sıkıntılıydım, ama yine de dünyada buradan başka hiçbir yerdeolmayı istemezdim.Sıradışı bir şeyler olmuştu ve bir değişiklik beni ona getirmişti bir kezdaha. Minnet duymak ona açılan kapının anahtarıydı. Başımın içinde budüşünceler dönüp dururken, beni ona bağlayan kordonun ne kadar inceolduğunu fark ettim. Sözü uzatmadan, kesin bir ifadeyle, "Sana kestirme biryolu sunmaya geldim," diyerek konuşmaya başladı. "Korkuların, şüphelerinve aksi düşüncelerin seni yönettiği sürece, senin dışında bir başkasına ya daherhangi bir şeye bağımlı olman gerekecek. Kendini bundankurtaramadıkça, bir şeye olan bağımlılığı başka bir şeye olan bağımlılıkladeğiştirip duracaksın.. Ama buna ne özgürlük denir, ne de gelişme."Dikkatle beni inceledi ve karanlık bir gölge yüzünü kapladı."Her şey senin yalanını ortaya koyuyor. Sen sahte bir kişisin. İkiyüzlülükyönetiyor senin yaşamını. Ve şimdi, oğlunun baş ucunda, yaşamın nedensana 'eziyet ettiğini' bilmek istiyorsun."Sözlerinin burasında sustu ve ayağa kalktı. Hiç beklemediğim bir anda vebir biçimde sözü oğlum Luca'ya getirmesi beni sarsmıştı. Birdenhayatımdaki bu zor dönemin bütün acısını hissettim.Bu arada, gittikçe artan bir endişeyle O'nu izliyordum. Dreamer tehditkarbakışları ile bir yere sapmadan, bana doğru geliyordu. Sonra öne doğruuzanıp aramızdaki psikolojik mesafeyi kısaltmak adına, yüzünü belli belirsizyüzüme yaklaştırdı. Havadaki her molekül sanki, hayati bir konuşmayısezmiş gibi titreşiyordu. Rakibinin savunmasında açık arayan bir boksörgibi, başını hızla bir yandan diğer yana birkaç kez hareket ettirdiğinigördüm. Yüzü, birazdan yumruk atacak birinin kararlı ifadesine büründü.Korkudan nefesim kesildi, hava almam gerekiyordu. Sessizlik daha daderinleşirken bir sonsuzluk geçti. Sonra, acımasız bir düşmanın tehdidikadar vahşi bir sesle, "Dünya, onu düşlediğin gibidir," dedi. !Zorlukla yutkundum. Kaçıp gitmek isterdim, ne var ki hiçbir kasımıoynatamıyordum. "Düşünü değiştir, o zaman dünya da değişecektir."303


Stefano E. D'AnnaBeni O'nun mecbur etmiş olduğu, evrenin bu ağır ve yoğun köşesindençekip çıkarabileceğini umarak, O'na anladığımı göstermek üzere başımıhafifçe salladım.İşte tam o anda, O'ndan insanın aklına gelebilecek en inanılmaz buyruğualdım. Öyle beklenmedik ve zamansız görünüyordu ki, önce ciddi olduğunainanamadım. Sonunda güçlü bir haykırış haline gelene dek her seferinde sesinidaha da yükselterek bana defalarca, "Dans et! Dans et!... Dans et!!!" buyurdu.Şaşkınlıktan kasılıp kaldığımı ve kımıldayamadığımı görünce bağırdı: "Danset! Dans et! Tanrı aşkına... DANS ET!!!" Şüpheye yer vermeyen korkunç birnetlikle ve kelimenin tam anlamıyla, hemen o anda dansa başlamamı söylediğiaçıkça anlaşılır hale gelinceye kadar, bağırmayı sürdürdü. Yılların utancındanve sonsuz bir nefretten doğmuş olan korku ve şaşkınlık aniden bastınlamaz birisyana dönüştü. Dreamer'ın bu bariz anlamsız isteği ile her zamankiikiyüzlülüğüm, şimdi babalık hissiyle, oğlum için duyduğum acıyı O'nagösterebilmem için kolay bir fırsat yakalamıştı. İçimde beni ikiye ayıran bumücadelede eski kazandı, böylece pıhtılaşmış haldeki sahte beni açığa vurdum."Dans etmek mi? diye sorarken, tam olarak anladığımdan emin olmakistermiş gibi davranıyor, fakat aynı zamanda bu soruya, bir kez olsuntamamen haklı olduğuna inanan ve tüm dünyayı arkasına almış bir insanınhiddetini yüklüyordum."Meydan okurcasına, "Oğlum yaşam mücadelesi verirken, ben dans mıetmeliyim?" diye sordum. Bir kaplan hızıyla öne doğru atıldığını görecekkadar, ancak zamanım olmuştu. Yüzü bir zalimin ifadesini taşıyan birmaskeyle örtüldü. "Yaşamını kaybetme tehlikesi içinde olan oğlun değil,sensin!" dedi. "Üstelik sadece şimdi değil, ebediyen.."10 "Yalnızca tehdit edildiğin zaman canlı ve içten oluyorsun!"Gözleri yerinden fırlamış ve alnında öfkeden şişmiş, azgın sel suları gibiseğiren damarları ve havada titreyen yumruğuyla üzerime atılarak benisarstı. Kollarımı kaldırarak kendimi korumaya çalıştım, ama hareketitamamlayamadım, yüzüm korunmasız kalmıştı. Korkudan donup kalmıştımve tüm bu zaman içinde, benden sadece birkaç santim ötede, hiç kırpmadanbenimkilere dikilmiş o korkutucu gözlerden bakışlarımı alamıyordum.O'nun kor gibi parıldayan gözlerim gördüğümde hareketsiz ve çaresizdim.304


Tanrılar <strong>Oku</strong>luAncak o zaman, korkuyla ürpererek saklı bir zulmün parıltısınıngözlerinden geçtiğini fark ettim ve nihayet bunu bir gaddarlık olarakyorumlayabildiğimde, dehşete kapılacak zamanım bile kalmamıştı.Sanki bir kum torbasını dövercesine, yumruklarını sağa sola savurarakyüzüme vuracakmış gibi iki kez hamlede bulundu. Sonra tepkimi anlamakiçin gözlerimi yokladı. Dehşete kapılmıştım.İçinde yabancı ve belki de tehlikeli bir cismi arar gibi, gözbebeklerimebakarak, "Kıpırdatma o gözleri!" diye, kükrercesine bağırdı. Bu, insanlararasında daha önce hiç görmediğim bir hareketti."Onları kıpırdatmaaa!" Verdiği komuta riayet etmekte zorlandığımıgördükçe, son kelimeyi korkunç biçimde uzatarak, birkaç defa daha tehditetti. Orada, öylece, bana sonsuzluk kadar uzun gelen bir süre boyunca, gözgöze, tıpkı yırtıcı bir hayvan ve avı gibi karşı karşıya kalakaldık.Bağırmalarından daha beter bir hırlamayla, "Bu ucubeliği sonsuza dekbırakmalısın!" dedi. Kimle ve içimdeki neyle konuştuğunu bilemedim.Bayılmama ramak kala, yüzünü, yerinde bir yavaşlıkla yüzümden geri çekti,ama tehditkâr gözlerini gözlerimden ayırmadı. Yeniden konuşmayabaşladığında sesi normale dönmüştü ve bu nedenle etkisi hafiflemek yerinehatta daha yıkıcı bir hal almıştı.Duygusuz bir ifadeyle, "Ben sınır tanımam!" dedi. " Seni ya sonsuza dekiyileştirmek, ya da kaybetmek için buradayım!"Beklenmedik bir şekilde yüzünde ışık saçan bir gülümsemeyle, zor birsınavdan başarıyla geçmiş ya da imkansız bir bahsi kazanmış bir gibiydi.O'nda insani, daha doğrusu o ana kadar insani olabileceğini düşündüğümhiçbir şey yoktu. Tartışacak bir güç bulamadan, perişan bir halde geriyedoğru sendeledim. Soluğunu ensemde hissettiğim korku ve huzursuzluk iletüm bedenim ürperdi. Öfkeyle haykırışını, bu, adeta insan dışı yersiztebessümüne, bin kez yeğlerdim.Normal zamanlardaki ses tonuyla, "Milyonlarca insan gibi sen de,yalnızca tehdit edildiğinde canlanıyor ve içten oluyorsun. Senden dahaacımasız biriyle veya bir şeyle karşılaştığında sadece, insan görüntüsünebürünüyorsun...Bir an için sana ayna oldum ve sen yansıyan görüntün karşısındairkildin, tıpkı hayatın boyunca yaptığın gibi.. Kendi zorbalığından korktun vedehşete kapıldın, çünkü kendini tanımadın." dedi. Yüzü tekrar durulmuş vebirden sakinleşmişti.305


Stefano E. D'Anna"Senin gibi insanlar, ölünceye kadar barış gönüllülerinin saflarınakatılır, yeryüzündeki tüm Kurtuluş Ordularının her kademesindeki rütbeleridoldururlar ve gerçekte kendilerinin zorba ve çatışmalarla, düşmanlıklarınbilinçsiz propagandacıları olduklarından habersiz, insani hareketlerinliderleri, şiddet karşıtlığının savunucuları haline gelirler.İnsanoğlu, kendi bozulmuşluğu ile yalanının en somut yansıması olarakhayırsever kuruluşları, insaniyetlilik kurumları ve gönüllü yardımhareketleri oluştururlar.... Fedakarlık ve yardımseverlik, insanların kendizorbalıklarını gizlemeleri adına başvurdukları yollar olup, çoğunlukla dakendi ayrımcılıklarının ve ötekiler ile aralarında oluşturdukları mesafeninşeklini alırlar. Yardımseverlik, cömertlik ve sevgi, 'sana nasıldavranılmasını istiyorsan başkalarına da o şekilde davran' anlayışınıntamamen yanlış yorumlanmasında, hayırseverliğin nihai ve en aşırıyozlaşmasında, dilenen bir varlığın içinde somutlaşarak küçülür vebayağılaşır."Dreamer'ın sözleri artık sadece bana yönelik değildi. Diğerleriyle bağlankopmuş ve hatta insan olmanın ne demek olduğunu bilen bir akıldan dahiyoksun, çürümüş bir insanlık da - her zaman olduğu gibi- O'nun bu ağırsövgülerinin hedefi olmuştu. Dinleyici kitlesinin genişlemiş olması,üzerimde hissetmiş olduğum baskıyı hafifletmiş ve nefes almamı sağlamıştı.Ölümcül bir kazadan en ufak bir yara bile almadan mucizevi olarakkurtulmuş birinin mutluluğu ile karışık bir şaşkınlık ve rahatlıkhissediyordum. Hiç bilmediğim bir özgürlük hissi sezilemez bir şekilde,gittikçe daha da güçlenerek tüm ruhumu kapladı. Bu bir doğumdu; ve benimilk soluk alışımdı. Parlayan bir alev, daha henüz yenilenmiş olan,ciğerlerime girdi ve her bir köşesine yayıldı.Ne var ki , bu soluklanma o kadar uzun sürmedi. Dreamer acımasızcabana dişlerini geçirdi ve heyecandan titreyen avını ağzında tutan bir canavargibi durup bir an bekledi."Kötülük, zorba olmak değil, zorba olduğunu bilmemektir. Şiddetgöstermek, çatışmacı bir zihniyetin yansıması ve kişinin kendi içindekiintiharın sonucudur."Yeniden konuşmaya başladığında, söylevi, bir vaazın ciddiyetinitaşıyordu. Modern insanın, insafsız bir samimiyetle, katlanılamayacak kadaraçık ve kabaca sarf edilen sözlerle derinden etkilemesinin ne kadar nadirolduğunu düşündüm. Bunları kim dile getirebilirdi ki?306


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"ilk iş, kendini sağlam temeller üstüne inşa etmendir! İnsanlarınyaşamında gözlemleyebildiğin tüm felaketleri ve zorlukları, kişinin kendinibilmezliği davet eder...kurbandır, saldırganını kendisine çekecek koşullarıbilinçsizce hazırlayan... Uzun zamandır, Varlığının karanlıklarındakicellatım yakalayacak korkunç ağlarını, büyük bir titizlikle örmektedir."11 İyileşme içten gelirKonuşma tutarlı bir çerçeveye girerek Luca'nın kazası üstüne hızlaodaklanmaya başladı. Dreamer'ın yanında, yaşamın neden bana böylesinederin bir nefret gösterdiğini anlamak için, rastlantısallık olgusununkökenlerini keşfediyordum. Zihnimde kendimi Dreamer'la birlikte gizemlibir nehirin yatağı boyunca onun ta uzaklardaki kaynağına doğru çıktığımıhayal ettim. Bu araştırmanın, dönüp dolaşıp yine bende biteceğinibiliyordum. O daha söze başlamadan, ben acıyı hissettim bile.."Bu kaza, çocuğu değil, senin dünyanı ilgilendiriyor... senin işlediğingünahlarının bir sonucu," dedikten sonra, Oluş birliği ve bütünlüğe gittiği yoldaiçten söz veren bir insanın, yolundan çıkışlarının, kusurlarının ve 'günahlarının'bedelini tek tek ödeyeceğini iddia etti.Burada konuşmasına ara verdi ve uzun bir süre dikkatle beni inceledi."İyi bir geçmiş, iyi bir sermayeye sahip olmak gibidir. Senin geçmişin iseİncil'in bir felaketidir," dedi, buruk bir ifadeyle, "bir gemi dolusu borçtanfarksız. Hepsini ödeyene kadar, sayısız ıstırablara ve karşılaşacağın enzalim antagonistlere katlanmak zorundasın..""Bunun bilincinde olduğun zaman, çektiğin tüm ıstıraplar için minnethissedeceksin, her acıyı ve görünürdeki her haksızlığı kutsayacaksın.. .Birgün bunların seni yüceltmek ve geliştirmek için geldiklerini; gelişimin içinne denli gerekli olduklarını bileceksin."Diffıculties and sufferings are tests on your path to integrity. When a manrealizes this, life itself becomes his teacher. Every crisis, fail and difficultyis perfect, irreplaceable.Zorluklar ve acılar, senin bütün olma yolunda geçireceğin sınavlardır.Bunun farkına vardığında, yaşamın kendisi insanın öğretmeni olacaktır. Herkriz, her düşüş ve her zorluk hem kusursuz, hem de eşsizdir.307


Stefano E. D'AnnaYaşamımdaki bütün olayların tüm sorumluluğunu üstlenmem gerektiğiaçıklamasını kabullenmekte zorlandığımı gördüğünde, sert bir uyandabulundu. "Eğer sözlerim seni değiştirmezse, bil ki yaşam değiştirecektir.Benim sözlerimle anlamadıklarım, hayatta yaptığın hatalarlaanlayacaksın." Bana bu iki 'seçenek' arasındaki tek farkın, 'insanın kendihatalarıyla öğrenmesinin' çok daha yavaş ve çok daha acı dolu geçecek zorbir yol olduğunu söyledi. "Benim sözlerimden sonra, yaşam kendi kurallarıve iyileştirme araçlarıyla gelecektir" diye noktaladı.Dreamer bana şu anda ki insanlığı; hipnotik bir rüya içinde mühürlenmişve sadece insafsız antagonistlerin tehditleri altında daimi olarak yaşayabilenbir insanlık olarak açıkladı.Dreamer'ı dinlerken, daha önce de O'nunla bulunduğum bir çok ortamdaolduğu gibi, gözlerimin önünde bir hayal belirdi: Yerküre, anlamamaktaısrar edenleri ve itaat etmeyenleri, taştan dev çarklanyla durmaksızınpresleyen bir yağ fabrikası gibiydi. Dünyanın başına bela olmuş, bitmekbilmeyen dizi halindeki uğursuzlukları gördüm ve onların pres altındakiparçalara ayrılmış ve ezilmiş kemiklerini hissettim; soykırımın gerekliliğini,sonu gelmeyen dehşeti, savaşları, dünyaya ezelden beri eziyet etmiş olanfelaketleri ve insan dışı trajedileri 'gördüm' ve bin yıllık hikayemizin budolambaçlı seyrini, kör bir betimlemenin üzerindeki tabakanın ötesinde,tıpkı tuval üzerindeki bir yarıktan izler gibi, o kara talihin; alçalmış birinsanlığın, iyileşmek için başka çaresi olmayan bireylerin, ulusların ve tümmedeniyetlerin acı ilacı olduğunu görene kadar takip ettim.Dreamer araya girdi ve beni düzelterek, "Yaşam, senin sandığın gibi birdönüşüm makinesi değil, bir gerçeklik makinesidir." dedi. "Olaylarlakoşullar bizi iyileştirmek için gelmezler; onlar kim olduğumuzu bizegöstermeye yarayan semptomplardır."True healing can only happen from inside.Gerçek iyileşme ancak içerden gelir."Hiçbir politika, din ya da ideoloji, toplumu dışarıdan dönüştüremez.Sadece bireysel bir devrim, ruhsal bir yeni doğuş, her bir insanda, her birhücredeki Oluş'un iyileşmesi; bizi daha refah içinde, daha akıllıca, dahagerçek ve daha mutlu bir uygarlığa doğru yönlendirebilir."308


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu12 Adaletsizliğe övgü'Adaletsizliğe övgü' başlığı altındaki notlarımı kaydettiğim sırada, dahaDreamer'ın tezini dinlerken yaşadığım durumların aynısını yaşıyordum. Biryandan O'ndan geri kalmamak için kâğıdın üzerinde elimi kaldırmadan nottutuyor, diğer yandan da. sözlerinin koçbaşlı tokmak darbeleri altındagizlenen kavramlarımın ve zihinsel kalıplarımın parçalandıklarınıhissediyordum. Bir elim yazarken, diğer elimle de bir uçurumun kenarındandışarı uzayan kökler gibi eski düşüncelerime ve iyi bildiğim inançlarıma sıkısıkıya tutunuyordum. Üzerinde sallandığım bu uçurumun varlığını hâlâsürdürebiliyor olmasını ise son mazeretlerimin bugüne dek uzamasınabağlıyordum.Dreamer, "insanlar için böylesine basit bir gerçeğin kanıtını kabul etmekve yenilir yutulur olmayan bu durumu sindirmek daha uzun yıllar mümkünolmayacak," dedi ve sustu. Söze bu şekilde girişi ve akabindeki sessizliğini,birazdan söyleyeceklerine kendimi hazırlamam için bana tanıdığı zamananlamına geldiğini artık biliyordum. Oysa bu durum, sadece endişeminartmasına neden oluyordu. Kendi içimde bir parça sakinlik sağlamayaçalıştım. Birkaç saniye içinde umutsuzca kendimi toparlamaya,darmadağınık olan bir dizi düşüncelerimi bir araya getirmeye uğraştım;ancak bu baştan sağma kurduğum kavram desteklenmiyor ve bu birleşmeher girişimimde çöküyordu. Sonunda hazırlıksız olduğum gerçeğinikabullenerek, tüm dikkatimi O'na yönelttim."Kurban daima suçludur!" dedi.Dreamer'ın bu mantığa aykırı iddiasını daha önce Veronica's'taki akşamyemeğinde de duymuştum, ama onu daha önceden duymak, bu tanımınkatlanılamaz anlamsızlığının şokunu ve insanda yarattığı bomba etkisinihafıtletmeye bir yararı olmadı.Yeniden, "Adaletsizlikten daha adil bir adalet olamaz!" "Adaletsizlikadaletin en yüksek modelidir, en objektif!" dedi. "Sıradan insanın haksızlıkolarak nitelediği durum, onun eksiksizlik halini ve kavrama seviyesini dahayüksek bir düzeye erişmesini sağlayan bir yaşam kaynağıdır. Haksızlık,'merhametin' dışa vurumudur." Bunun böyle olduğuna inanamıyordum.Zihnimde, art arda, hızla geçen bir dizi görüntü patladı: Luca duvarın dibinde ikibüklüm yatıyordu, ambulansın gelişi, hastaneye gidişimiz, doktorların çocuğumhakkındaki endişeleri.. .ve içimdeki bastıramadığım isyan duygusunu hissettim.Dreamer düşüncelerimi okudu.309


Stefano E. D'Anna"Oğlunun kazası bir rastlantı değil... 'Tesadüf diye bir şey yoktur ...Bukaza tam ve gerçek bir irade olayıdır... Bilinçsiz bir iradenin tutumudur....Hoş olmayan olaylar ve felaketler bizi iyileştirmek ve tamamlamak içinbaşımıza gelirler... Haksızlık insanlara, kendi yaşamlarını geliştirmeleri vebir gün özgür olma 'düşünü' her birinin içinde uyandırmak için bir fırsatformunda gelir. Haksızlık, kişinin kendini tanımasına ve kendisini gerçekbütünlüğe götüren yoldur. Hiçbir adalet, adaletsizliğin kendisinden dahaadil olamaz." Dreamer konuşuyordu. Ben ise yanaklarımdan süzülengözyaşlarına rağmen bir yandan yazıyor, diğer yandan başımı sallamayısürdürüyordum. Sesi yumuşaktı.Sabırlı bir anlayışla, "Bunu sana bilimsel olarak açıklamaya hazırım,"dedi. "Herkeste, en bozulmuş insanda bile, iyileştiğinde çığlıklar atan; iradedışı bir irade...bilinçsiz bir bilinç, merhametsiz bir güzellik... yüzeysel birbirlik vardır.Kötülük daima iyiliğin hizmetindedir. Kötü diye bir şey yoktur!Görünürde olumsuz olan her türlü aksilik veya yatay düzlemdeki insanınhaksızlık dediği, aslında gerçekte, bir lütuftur... en haksız olaylar hareketlerve koşullar Oluşu daha yüksek bütünlüğe, birlik ve özgürlük seviyelerineyükseltmek için ortaya çıkarlar."Ayrıca, bir hastalığın semptomları bile, vücudun Oluştaki bozulmayıkavrayış kaybını ele veren vücudun paha biçilmez işaretleri olduğunuaçıkladı. Ne var ki insanlar bunları daha fazla, nasıl yorumlamalarıgerektiğini bilmiyorlar ve sebeple sonucu karıştırıyorlar. İşte böylece, tümtıbbi kurumlarda yapıldığı gibi, belirtileri bastırmak üzere doğrudanuygulanan her türlü müdahale, gerçek hastalığı göz ardı ederek durumu dahada kötüleştiriyor. Böylece semptomla birlikte gerçek ve tam bir iyileşmeningerçekleştirilmesi imkanını da ortadan kaldırmış oluyor..."Bizim dışımızda herhangi bir kötülük yoktur, sadece iyileşmeningörünür işaretleri ile içimizde bulunan gerçek kurtuluşun aydınlıkgöstergeleri vardır.""En ağır hastalıklar da dahil mi?""Görünürde tedavisi olmayan hastalıklar bile yalnızca iyileşmeye gidenyolu gösteren semptomlar veya işaretlerden ibarettir. Her çöküşünarkasında yatan hatayı gösterir, kendini sabote etmeleri ve fiziksel ölümünasıl nedeni olan insanın içinde binlerce kere tekrarlanan iç ölümleri ortayaçıkarırlar. Ve onları teşhis etmek için, gerçek nedene doğru bütün yolu gerigitmek gerekir!..."310


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Bilim bir gün aslında bu kadar çok sayıda hastalığın olmadığımkeşfedecektir. Görünürdeki çokluklarının ve semptomlarının karmaşıklığınınötesinde, sadece tek bir hastalık vardır: Düşünce."Düşünce öldürücü bir tohumdur."O halde tüm hastalıkların sebebi... bizim psikolojik durumumuzmudur?""Hayır! Bizim psikolojimiz bile gerçek nedene, bütün nedenlerin asılnedenine, kötülüğün arkasındaki en kötüye, insanı ölümün kaçınılmazolduğu fikrine götüren bir semptomdur. Bu boş inanışın ortadankaldırılması ve bu kendi başına meydana gelen, 'kendini gerçekleştirenkehanetin' irdelenmesi, psikolojiyi düzeltecek, psikoloji de bütün hastalıklarıiyi edecektir."insan, ölümünü sınırı yaptı ama asıl gerçekte, bu bile sadece bir işaret,bir iyileşme belirtisidir... ve, mantığa aykırı biçimde, ölümsüzlüğümüzün enaçık kanıtıdır. Ölüm, her şeyin üstünde olan mutlak gücümüzün, insanınbedenini yok etmek gibi bir imkânsızı gerçekleştiren kapasitesinin enbelirgin ve en somut işaretidir. İnsanlar arasındaki her eşitsizliğin, heradaletsizliğin ve varolmayan özgürlüğün kökeninde, her birinin kaynağınıoluşturan gerçek farklılık vardır: iç sorumluluk düzeyi. Oluş, kavrayış,sorumluluk ve kader bir ve aynı şeydir."Dreamer, yeniden vurgulayarak, "İnsan, anladığı kadardır." dedi."İnsanlar farklı anlama düzeylerine sahiptirler. Aralarındaki gerçekeşitsizlik de budur!"İnsanlar birbirlerine benzer görünmekle birlikte, bütün olma yolundaaralarındaki mesafe sonsuzluk gibidir. Evrimin farklı evrelerindeki zoolojiktürlerde olduğu gibi, onların da oluşları aralarında genellikle ölçülemeyecekboyutta uzaklık bulunan farklı gelişim dönemlerine aittirler."O halde," dedim, kararsızlık içindeki bir duraksamayla, "insanın yaptığıo en kutsal bildirileri, özgürlük ve adalet adına gerçekleştirdiği tümdevrimleri, savaşları ve mücadeleleri için ne demeli?"Dreamer, düşüncelerimdeki karışıklığı bir düzene koyarak, sözcüklerininüstüne bastırarak, "Hepsi boşunaydı ve her şeyi oldukları gibi bıraktılar!"dedi. "Savaşları, devrimleri ve insanlara eşitlik, adalet ve barış getirmekonusundaki tüm girişimleri başarısızlığa uğradı, çünkü onların mücadelesidışarıda savaşılacak bir kötülük, yok edilecek dış engeller olduğu inancınadayanıyorlardı.311


Stefano E. D'AnnaRefah, ayrıcalık, sosyal farklılıklar sadece sonuçtur ve çok daha derin birfarklılığın yansımasıdır. Her şey Oluşta, nefes alışımızda ve hislerimizdemeydana gelir.Oluş düzeyimiz yaşamımızı yaratır..İnsanlık bir gereksinim gibi kötülük olmadan yapamaz!İnsanoğlu kendini acılarının penceresinden duyumsar. Kendisini yaşayanbir varlık olarak hissedebilmesi için ıstıraba, antagoniste, zamana ihtiyaçduyar.Bu koşullar devam ettiği sürece insanın ıstırapları ve haksızlık saydığıher şey dünyanın tek enerji desteği olmayı sürdürecek ve insanların Oluşdurumlarını daha yüksek seviyelere taşıyacak tek güç kaynağı olarakkalacaktır."13 Dünya düşüncelerimizle yaratılır"Oğlun ölmedi, çünkü hala onu Bana bağlayan bir ip bulunmakta."Giderek büyüyen küçük bir alevin, karanlığı yararak kendisine yer açmasıgibi, Dreamer'ın sonuç niteliğindeki bu açıklaması da, çocuğumun sağlığıile ilgili düşüncelerimi kaplayan sisin içine işleyerek, onu bir anda dağıttı.Gözlerimin önüne serilen bu şeye katlanmak mümkün değildi. Dreamer'ınalaycı bir tonlamayla yüzüme bir tokat gibi inen sert sesi beni kendimegetirmeseydi, oracıkta düşüp bayılabilirdim. "Şimdi, oğlunun baş ucundakendi kendine soruyorsun, neden... Neden bu kaza onun başına geldi diyesoruyorsun... Hayatının neden bu kadar felaketlerle dolu olduğunu bilmekistiyorsun..."Bakışlarından kaçmak için gözlerimi başka yöne çevirdim; şöminedekiyanan kütüklere baktım ve yeleğinin altın renkli dokumasında alevlerinyansımalarını seyre daldım."Yaşantının küçük bir kesitini, varlığının bir milimini ele al. Orada yıkıcıdüşüncelerinin, kirlenmiş duygularının bir haritasını bulacaksın. Bugünekadar yaşantındaki tüm olaylar şüphe ve korku ile belirlendi.Cehennemi yaşayanlar, kendilerine cehennemden başka bir şey yaratamazlar!İçindeki şüpheler korkuya dönüşüyor ve korkuların daböbreklerindeki taşların formunu alıyor... ya da olaylar dünyasındakifelaketleri ve kazaların komplosunu düzenliyor.312


Tanrılar <strong>Oku</strong>luThe world is such because you are such.Dünya böyle, çünkü sen böylesin.Dünya, senin buluşlarından biridir. Bu kaza, senin dikkat ve sevgieksikliğini görmeni sağlamak ve sana doğru yolu göstermek üzere dünyanınbir girişimidir. Oysa sen kendini dinlememekte kararlısın!"Demek ki düşünce yaratıyor... en yıkıcı, en hastalıklı düşünce bile yaratmagücüne sahip."Korku, Tanrıyı dışımıza taşımıştır!" dedi ve insan saygınlığını, iradesini,yaratma hakkını yeniden benimseyecek olduğunda, tüm dinlerin ortadankalkacağını bildirdi."Bir zamanlar insanoğlu dinler olmadan yaşıyordu - diye bildirdi -insanlar inançlarının zayıflaması sonucu bozularak özlerindeki tanrısallığıdışarıya aktardıklarında dinler ortaya çıktı." Bu sorumluluğun dayanılmazağırlığını hissettim. Tüm alışılmış yorumlardan çok farklı olan bir vizyonun,insani koşulların ve onu ebedileştiren düzenin bu acımasız tasviri karşısındaaklım durmuştu. Benimle birlikte tüm insanlık, orada, o suçlu kafesinebağlanmış, kaçışımıza hiçbir surette olanak tanımayan, nedenselliğin genel,demirden kuralını ifşa eden o hükümle yargılanıyordu.Artık şikâyet etmek, suçlamak, haklı çıkarmak ve yalan söylemek,gelişimin henüz başlangıcında olan ve bilinçlerinin karanlığında elyordamıyla ilerlemeye çalışan zoolojik varlıkların geçmişten gelençığlıklarını andırıyordu.Dreamer'ın vizyonunun tam merkezinde, olaylarla durumların arasındavar olduğuna inandığımız ilişkinin altüst edilmesi durumuydu. Dreamer'ınsesi ve Lupelius'un 'Tanrılar <strong>Oku</strong>lu' öğretisi, dünyanın en genel tarifini başaşağı ederek yıkan tek bir kavramda birleşiyorlardı. İnsanoğlunun en köklüinanışlarından biri, dış dünyayı sebep olarak görmeleri. Bu, onun hayalievreninin destek aldığı; durumların olayların bir sonucu olduğuna dair boşbir inanıştır. Gerçeğin retina üzerine düşen ters çevrilmiş ve yatay görüntüsügibi, insan kendi ruh halleri, duygulan ve dış olaylar arasındaki ilişkiyi debu şekilde tersten algılar.En erken yaşlarımızda aldığımız ilk öğreti bizi; korkunun korkunç birşeyle karşılaşmamızın sonucu, ve acının da acı veren bir şeye verdiğimiztepki sonucunda oluştuğuna inandırdı.313


Stefano E. D'AnnaDreamer, verdiği örnekler aracılığıyla bana 'ikinci bir eğitimin'gerekliliğini, insanlık tarihinde, Tartaros'tan*, zoolojinin dipsizuçurumlarından kurtulmayı sağlayacak bir kaçışın devasa boyutlarınıüstlenen ruhsal bir devrimi açıkladı. İnsan son derece kördür. Derinliğialgılayamaz. Bizim doğal görme sistemimiz, iki boyutun ötesini görmekapasitesinden yoksundur. Retinanın üzerine yatay ve baş aşağı görüntülerdüşer, ancak ağır ilerleyen bir gelişim süreci geçiren insan; görüntünün altınıüstüne çevirmeyi, ona derinlik vermeyi, görüntüyü üçüncü bir boyutataşıyarak, görsel bilgiyi özenle işlemeyi ve bütünleştirmeyi öğrendi. İnsan,yine aynı şekilde, ruh haline dikey bir doğru çizip, üçüncü bir boyutekleyerek dünyanın kavramını 180° ters çevirmeyi de öğrenmelidir. Bu ona,yaşamındaki tüm koşulların ve olayların doğasını ve kalitesini belirleyeninve onlara öncülük edenin Oluş durumları olduğunu 'görmesini'sağlayacaktır.Dreamer sözlerini noktalamadan önce, "Durumlar ve Olaylar bir veözdeştir," diyerek, kendi vizyonunun en önemli unsurunu bu formüldetopladı. "Durumlar ve olaylar kesinlikle birdir!...Aralarında geçen zaman,insanda kendi Oluş durumları ile yaşamında başına gelenler arasında birbağlantının olmadığı yanılsamasını yaratır."Dreamer bu noktada sustu ve bekledi. Sözlerine devam etmeden önce bironayın her an havada belirmesini bekler gibi durdu. Ardından, "İnsanzaman perdesini bir kaldırabilse ya da zamanı sıkıştırabilse, durumlarınçoktan olaylar olduklarını fark edecektir. İnsanın duygusal durumları,aslında gerçekleşme fırsatı bekleyen olaylardır." Ayaklarımın altında nezamandır sallanan yerküre O'nun bu sözleriyle, bir deprem oluyormuşçasınaaniden yarılarak açıldı ve dipsiz bir uçurum, 'eski' yi 'yeni' den sonsuzakadar; yani o an ı kadar inanmış olduğum her şeyi, Dreamer'ın bana yavaşyavaş öğrettiği tüm yeni fikirlerden ve ilkelerden ayırarak, kişisel evrenimibaştan aşağı ikiye bölmüş oldu, ve ben şimdi o uçurumun kıyısındayalnızdım.Eski sistem ve onun bin yıldır süregelen tükenmiş fikirleri, parçalanarakun ufak olmaktaydı. İnsanın üstüne yaşamını kurduğu doğrular ve onunbaşından beri mutsuz olmasına yol açan nedenler, onu dünyadan yakınmayave suçlamaya yönelten her şeyin bütünüyle gerçek dışı olduğunu* Tartaros: Homeros'la Hesiodos'a göre dünyanın en derin yeri Tartaros'tur. Yer, göktenne kadar aşağıdaysa, Tartaros da, yerin altındaki ölüler ülkesi Hades'ten o kadaraşağıdadır, (ç.n.)314


Tanrılar <strong>Oku</strong>lugösteriyordu. İnsanı, kontrol edilemeyen olayların insafına kalmışkorunmasız biri olduğuna inanmaya iten kadercilik ile başına gelen herfelaketin sebeplerini her defasında kendisinin dışında aramasını isteyenkendi kendine acıma ve kurban olma olguları, zamanın tozlandırdığı putlargibi bir bir yıkılmaktaydılar. İnsanın kendi Oluş durumları ile yaşamındabaşına gelen olaylar arasında var olan sebep-sonuç ilişkisini algılamasınıengelleyen trajik bir zorluk vardır.14 Geçmiş tozdurDreamer, temyiz edilemez bir hükmü ilan edercesine," Düşünmek kaderdir...İnsanlık olumsuzca düşünür ve hisseder!" dedi. "Bu olgu, insanınTarih diye nitelediği ve nesilden nesle ısrarla aktardığı bitmez tükenmezfelaketler dizisini açıklamak için yeterlidir. Ayrıca yine bu düşünce,uygarlığımızın bin yıldır, hiç kesintisiz, neden böylesine korkunç bir kaderiyaşamaya mahkûm edildiğini de izah etmektedir."Eskiye ait görüşlerin bazı kırık dökük parçalarım kurtarmaya çalışarak,"Peki, ya tarihimizi hatırlamıyorsak, o zaman nasıl öğrenebiliriz ?" diye itirazettim. Gözyaşlarını akmak üzereydi, titreyen sesim, bütün inanışlarımınyenildiğini açık ve seçik olarak ilan ediyordu. Dreamer konuşmuyordu.İçimde kontrolsüzce büyüdüğünü hissettiğim panik duygusunu mantıklı biryaklaşımla gizleyebilmek için, "Geçmişteki hatalarımızı gelecektetekrarlamaktan nasıl kaçınacağız?" dedim.Dreamer benim aptallıklarımı tek bir hareketiyle süpürerek, , "Past isdust, Geçmiş tozdur!" dedi ve zarif bir ifadeyle ekledi, "İnsanlık tarihi,suçlu bir bakış açısının anlatımı, ona dair en aşağılık kısımlarının gerçeğedönüşmesidir. Dünyanın bütün okullarında olduğu gibi, bu bitmek tükenmekbilmeyen suçlar dizisini hatırlamak da bizi kirletmekten başka bir işeyaramayacaktır..."Dreamer, geçmişi bu şekilde hatırlamanın, insanın en alçak yanlarınınhayatta kalmak ve geçmişi tekrarlayarak önümüze sahte bir gelecekkoyabilmek için bin yıldır süregelen bir girişim olduğunu belirtti. İnsanlığınyazgısını ve tarihini baştan sona değiştirecek ve dönüştürebilecek olan şeyne onun deneyimi ne'de onun geçmiş hatalarının anımsanmasıdır. Bunu,kendi dönüşümü aracılığı ile, sadece kişinin kendisi yapabilir.315


Stefano E. D'AnnaÇocuklara, ders çıkarmaları için, istek yerine, tesadüf ve suç dolu korkuhikayeleri anlatmanın ne denli saçma olduğunu anladım. Savaşlar vedevrimler, istilalar ve işkenceler, imparatorlukların yükselişleri veçöküşleri... hepsi, tıpkı kozmik bir süpürgenin gücünden kurtulmuş pisliklergibi duruyordu. Bu suçluluk geçmişini silmemiz gerekiyor ve onunla birlikteeski çağlardaki insanları efsaneleştirerek, tarihin küçük-büyük bütünadamlarını, bizlere iyilik etmiş kahramanlar olarak aktarılan bütün'suçluları' tamamen zihnimizden çıkarmamız gerekiyor.Dreamer'ın mesajının sadece dışarıdan sert görünüşü, aksi bir kaderinkaçınılmazlığını öngörürmüş gibi geliyordu. Aslında yaralarımıza sokulanbu bıçak, ışıktan bir neşterdi. Dreamer'ın, cehennem misali korkunç birdünyanın karanlıklarına, mezar altına, gönderen acımasız çözümlemelerininarkasında, kişinin kendisini suçluluktan, ıstıraptan, cehaletten, ölümden nasılkurtaracağı açığa çıkıyordu. Sözleri, bizi yeniden masum, günahsız, güçlühalimize ve bütünlüğümüze geri getirmek için rehberlik eden ışıltılı bir yolharitası çiziyordu. İşte nihayet kestirme bir yol... bir geçit...Bundan sonraki sözleri beni yatıştırdı. Onların içinde bir çözüm önerisisaklıydı.We should not remember the past, we should remember the above.Geçmişte olanları değil, ileride olanları anımsamalıyız!Dikey hafıza 'nın geliştirilmesi gerekiyor, tarihin düzlemine dikey inen birzihin. İnsanın varlığını yükseltmek gerekiyor...Dünya yaratılmamıştır... dünya düşünülmüştür...Bu otoritenin gücünün bedenimin tüm dokusuna yayıldığını hissettim;aynı güç, bin yıldır tarihin en karanlık evrelerinde, cankurtaran botları ya dacan yelekleri gönderir gibi insanların önüne yasalar, masallar, meseller veparaboller koymuştu. İyileşmesi olanaksız işitme zorluğumuzun trajedisini,bizi uyuşturan uykumuzun derinliğini anladım. Demek meleklerin, gürültücübir bando takımı gibi, daima ellerinde borazanlar ve davullarla resmedilmeside bu yüzdendi."Sana bir zamanlar demiştim: 'Oluşunda ürettiklerine dikkat etseydin,farkında olsaydın ve tetikte dursaydın, karının ölmesi gerekmeyecekti.' Bumsana böylesine zalimce göstermesi için dünyayı zorlamayacaktın. İyileşmekiçin zamanı seçtin, oysa zaman ıstırabın ta kendisidir... Sen orada değilsinve orada olmaman senin dikkat eksikliğin sayesinde programlanan tümfelaketlere yer açıyor."316


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBu vizyonun büyüklüğü ve evrenselliği, yaşamında başına gelen herolayın sorumluluğunu insana vererek, onu bir sahtekârın kaderine bağlayaniplerle hareket ettirilen bir biyokimyasal kukla veya robot durumundankurtarmaktadır. Dreamer'ın bana verdiği bu annağan için minnet duydum.Göz kamaştıran yeni bir gerçek, eski düşüncelerimin yerini alıyordu:"Nothing is external, Dışta olan hiçbir şey yoktur."Her şey sana bağlıdır. Bir insanın dışarıdan alabileceği hiçbir şey yoktur; nebaşarı, ne para, ne de sağlık. Tedavi edilen insanlığın daimabiçimlendirildiği yer, kahramanlarla yarı tanrıların yetiştikleri eskisorumluluk okullarında olduğu gibi bu bin yıllık aynı sesti. "Dünyamız tümolaylarıyla birlikte, bizim düşüncelerimizle yaratılır." En yıkıcı düşüncelerbile yaratma gücünü taşırlar; bizler olumsuzluğun da yaratıcılarıyız. Kendiyarattığımız dünyaya tepki vermek yerine, olayların hâlâ sıcak izlerinisürmeyi, bunları üreten durumlarımıza geri dönmeyi ve sonra da onlarıetkisizleştirerek ortadan kaldırmayı bilmeliyiz.15 İrade ve olasılıkDreamer, "Farkındalık ışıktır," diye konuşmaya devam etti. "İçimizdeolup biteni bilmek bize anında müdahale etme olanağı sağlar ki, bu bizimrastlantıdan arınmış yeni bir dünyayı yansıtabilmemiz için tek gerçekzamandır." Bu farkındalığm olduğu, bu ışığın girdiği yerde tesadüfün varolması için hiçbir neden kalmaz. Kazaların ve hastalıkların yaşamımızagirerek gerçekleşebilmeleıi için bizim onayımızı almaları gerekmektedir;gerçekleşebilmeleıi için bu ışık azalmalıdır.Dreamer, son derece inandırıcı ve kesin bir biçimde rastlantısallığınaslında var olmadığının kanıtlarını bir kez daha önüme koyuyordu.Düşünülmeyen, beklenmeyen, daima uzun bir hazırlık dönemine gereksinimduyar.A man cannot hide, İnsan saklanamaz.Onun yaşamındaki her şey Yasa ve Düzen gereğince ayarlanır," dedi."Ya kazalar için ne denebilir?""Onlar insanın, bugün içinde bulunduğu durum için vardır!"317


Stefano E. D'Anna"İnsanın dönüştüğü bu çürümüş yaratık hali için. Niyetini gömerek, kendikarikatürü haline dönüşen bu varlık için..." diye yanıtladı ve ardındansözlerine devam ederek, amaç sahibi olmayan bir insanlık için yaşamdakiolayların ve koşulların dışarıdan, dünyanın kendisine dayatılan banal tarifinegöre ayarlandığını söyledi.Dreamer'ın sözleri sayesinde, zorlukların ve problemlerin altında ezilenfelaketlerle dolu bir hayatın tesadüfen değil, içimizde olup biten her şeyindikkat ve farkındalık eksikliğinden ortaya çıktığını anladım. Bu durum, tıpkıgözleri bağlı araba kullanmaya benziyordu. İnsan içinde bulunduğu buhaliyle, cadde ve kavşakları derin uykuda geçen bir uyurgezerden farksızdı.Sıradan insanlık için hayatta kalmanın, her gün için bir mucize olduğunugördüm. Bedenim tepeden tırnağa korkuyla ürperdi. Bizimkiler gibi rehberiradedentümüyle yoksun, varlıklarının en karanlık köşelerini el yordamıylageçmeye çalışan yaşamların, ne denli risk altında olduğunu ve bu gerçekkarşısında yüreğimin sızlamasını ve algıladığım dehşeti şu anda nasıl ifadeedebileceğimi bilmiyorum.Sonra evrensel bir yazıtın ağırbaşlı sözleri havada dalgalandı ve onlarıözenle topladım.You are completely in charge of your life. You are completely responsibleof your destiny. You must recognize that pain, sickness and poverty are notaccidents but the products of your inner conflicts. İt is you, and you only,who makes them up.Yaşamın bütünüyle senin yükümlülüğündedir. Kaderinden bütünüyle sensorumlusun. Bu ıstırabın, hastalığın ve yoksulluğun, tesadüf değil, senin iççatışmalarının ürünü olduğunu anlamalısın. Onları tek başına oluşturan da,hayatına taşıyan da yine sensin."Dreamer'e göre, rasgele bir kabul, daima bir iyileşme belirtisidir ve herzaman gönülsüzce ödenen bir karşılıktır. Amacın olmadığı durumda, dünyaüstün gelir ve işte o zaman rastlantılara ve tesadüflere yem oluruz.İradenin yönettiği Oluş durumları, karşılaşılacağımız olayları belirlerler.Bedelin peşinen ödenmesi, iyileşmiş bir insanlığın seçimidir. Ertelenmiş,gönülsüzce ödenen bedel ise, sahip olduğu tek para birimi olan rastlantı,keder ve zamanı kullanan düşkün bir insanlığın seçimidir. Bu zihinselkavrayışın bozulması sürekli olarak ve her koşulda, bir dizi ön ödeme yapmagirişimlerini ve yöntemlerini meydana getirdi. Buradaki ortak payda aslındakişinin kendisini cezalandırmasıdır.318


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBugünden gelecekteki afetleri kendisinden uzaklaştırma çabası, kişininonları kaderinden silme arzusu, tarih boyunca tüm uygarlıklarda kurbankesme ve kendi kendine bilerek eziyetler çektirmesi aracılığıyla, kefaretiniönceden ödeyip günahtan kurtulma eylemlerine eşlik etti.Yapılan fedakarlıkları düşünmeye başladım; pişmanlık duyanlarıntövbeleri, şehitlere adanan kutsal yapıları ve kiliseleri... kendilerinikırbaçlayanları ve çula sarmanları düşündüm. Yine bu yeni bilgeliğinışığında, kabile ayinlerine ve eskiden binlerce yıl boyunca, görünen ya dagörünmeyen tanrılara sunulmak üzere insanların ve hayvanların kurbanedilmelerini yeniden düşündüm. Törensel ayinler ile uygulanan yöntemseçimlerinin arasındaki apaçık görülen farklılıkların arkasında unutulmuş birbilgeliği ne denli azımsadığımı fark ettim. Ve yine ortada görünen buolguların arkasında, özgün bilgeliğin uzaktan yankılanışını, başımıza gelenher şeyin asıl nedeninin içimizde olduğu bilincinin kırıntılarını algılamakhâlâ mümkündü. Dreamer'ın anlattığına göre, bunlar kendisini, içindebağışlamanın başka bir yolunu bilmeyen bir insanlığın, algıladığı biçimiylebelli belirsiz hatırladıklarıydı.Dreamer'a göre ön ödeme, kişinin kendi değişimidir. Dolayısıyla bu, birinsandaki dikkat etme, kendini bilme, olumsuz duyguları dönüştürme,içerdeki fazlalıklardan kurtulma gibi en üstün işlevlerin senteziydi.Bu bilgi, insanlığın düşük seviyelerinde çürümektedir ve önceden ödeme,kişinin içindeki çalışmadan, kendini cezalandırmaya dönüşüyordu.Çocukken izlediğim dini geçitleri, Meryem'in veya bir başka azizinheykelini taşıyanların, onun ağırlığı altında kan ter içinde kalmalarınıanımsadım. Onları fal taşı gibi açılmış çocuk gözlerimle izlerdim. Yeni birşehir merkezine girerlerken, taşıyıcı kalasların ezici ağırlığından kendilerinibir parça da olsa koruyabilmek için yaralı omuzlarındaki kumaş parçalarınıdüzeltirlerdi. Dar sokaklarda ve çevre semtlerde, yolların iki tarafındansıkıştıran, diz çökerek haç çıkartan insan kalabalığını iterek kendilerine yolaçar ve öyle ilerlerlerdi. Taşıyıcıların harcadıkları çabadan morarmışsuratlarım, azizlerin göğe çevrilmiş yüzlerini ve yaldızla parlatılıp enselerinetutturulmuş pirinçten sallanan haleleriyle azizlerin gözlerini yenidengörüyorum. Heyecanlı kalabalıktan beni korumak için Giuseppona,üzerimde heybetle dikilirdi. Bir keresinde bana, "Onlar cennete gidiyorlar"demişti. Bu korkunç suratlı iyilik timsali kişilerin yaşadıkları yere hiçbirzaman gitmek istemeyeceğime dair kendi kendime ant içmiştim.319


Stefano E. D'AnnaMeğer bilmeden izlemekte olduğum şey, önceden ödeme yapmanın canlıbir alegorisiymiş. İleride bir gün, Dreamer bana, kişinin kendi dikkateksikliği yüzünden planlanmış; olaylar dünyasında bizimle karşılaşmak içinçoktan yola koyulmuş felaketler ve musibetleri defetmek için ıstırap çekerekbu acıyı gelecekteki eziyetleri önlemek adına yapılan bir ön ödeme girişimiolduğunu açıklayacaktı. Boş inanışların ağırlığı altında beli bükülen zavallıinsanlık, ödemesini sadece ıstırap ve rastlantı ile fiilen yapabilir..Dreamer, sözlerini yineleyerek, "Kayıtsızlık ve ilgisizlik her zaman birödeme ve bir iyileşme işaretidir, ama gönülsüzce olan bir iyileşme..," dedi.Hemen ardından, birçok kez, bunun bir ödeme olmakla birlikte, iyininhizmetindeki bir kötülük olduğunu, ama asla bir cezalandırma olmadığınıvurguladı. Kendi vizyonunun hiçbir şekilde, 'kısasa kısas'tan karmaya,hattauğradığı felaketler için kendisine bir neden bulmak isteyen insanın buluşusayılan Dante'ye özgü kısas yasasına varana dek sonsuz sayıdaki kurallarlistesine dahil olmasını istemedi. Tam bu sırada görüşlerini doğruyazdığımdan emin olmak için notlarımı inceledi.Dreamer'a göre, iradenin içte işlemediği zaman dıştaki dünyanınsorumluluk almasına izin verilir. Niyeti her seçimimizde uygulamak,gönülsüz ödemeyi ve tesadüfi oluşları ortadan kaldıracaktır. Niyet sayesindekadere yön verebiliriz.Dreamer sözlerini, "Rastlantısallık bir tür çürümüş, unutulmuş,gömülmüş niyettir," diye sürdürdü. "Aykırı bir düşünce olarak rastlantı,gerçek niyetin yerini alan 'gönülsüz bir niyettir. "Kutsal kitapların 'sağlam iradeli' insanlardan bahsettiğini anımsadım veDreamer bana bu ifadeyi taşıyan insanların unutulmuş, gömülmüş iradeyigeri kazanmak için taşlı yollarda yürüyerek kaynağa geri dönmüş kişilerolduğunu onayladı. Bu 'sağlam' irade demekti."İnsanoğlu niyetin yerine rastlantıyı koydu. Bunun farkına varanlar,yitirilen bütünlüğü geri kazanabilmek için bir <strong>Oku</strong>l arayışına girdiler," dedive bu düşüncenin, her gerçek okulun varoluşu için asıl neden olduğunu;Oluşun birliğine, insanın bütünlüğüne dönüşü olması gerektiğini belirtti."Yalnızca çok az kişi özel bir <strong>Oku</strong>lun gerekliliğini fark eder ve bunlarıniçinden de çok azı onunla karşılaşabilecek niteliklere sahip olur."Bir an, benim de bu birkaç kişiden biri olduğumu, bu mutlu azınlığa dahilolduğum düşüncesi geçti aklımdan, fakat en ufak bir parça bile tadınavaramadan Dreamer'ın sesi, içimi didik didik ederek, düşüncelerimesızmasına izin verdiğim hırsızı bulmaya çalışıyordu.320


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Hayır. Sen o birkaç kişiden değilsin!" dedi. Hayal kırıklığı ileküçümseme dolu azarlama arasındaki sesinin tonu oldukça ciddiydi."Seni seçen benim!" Dreamer bir yandan bunları söylüyor, diğer yandanda, miğferinin siperliğini indirerek çarpışmaya hazırlanan bir savaşçı gibi, ensert ifadelerinden birine bürünüyordu. Donup kalmıştım. Bu düşüncemdendolayı binlerce kez pişman olmuştum. Söylemek üzere olduğu sözlerikesmek isterdim, ama artık çok geçti. Hiç affetmeden, "Seni seçtim, çünkübunu herkesin yapabileceğini gösterecek bir örnek olmanı istedim!" dedi."insanlık, kendini yenileyebilir, yeniden oluşabilir ve doğabilir,gömülmüş iradeyi geri kazanabilir. Kitlesel bir devrime gerek yoktur.İnsanlığın gerçek dönüşümü, kendi bütünlüğüne ve kendi birliğine ulaşantek bir bireyin dönüşümüyle gerçekleşir.Bir insan, hâlâ ancak mecbur kaldığında, tesadüfen önceden ödemeyapan insanlar grubunun içinde olduğunu anlaması adına, oğlunun başınagelen kazaya benzer talihsizliklerle kuşatılmıştır.Çektiğin acıyı nasıl yönlendireceğini bilmiyorsan, çocukken sıkçagördüğün o batıl inançlı kalabalığın, sadece hayallerinde kurduğu biryaşamı kontrol eden dışarıdaki bir tanrıyı memnun ederek, olayların yönünüdeğiştirmeye çalışan insanlığın parçası olarak kalacaksın. Bir insankonvoyunda olmasan bile, spor fanatizmiyle bir stadyumda avazı çıktığıkadar bağıran bir kalabalığın parçası olacaksın."Sıkça rastlanan diğer bir ödeme yönteminin roller aracılığıylagerçekleştiğine değindi. Hiç hatasız bir yasa, mucizevi bir şekilde herkesidoğru yere yerleştirmektedir. Hastaneler, mahkemeler, hapishaneler gibinankör işlerde çalışarak diğer insanlara yardım ettiklerini, yaptıkları o işinkendi seçimleri olduğunu, bu rolü ele geçilmek için bir yarış kazandıklarınıdüşünen insanlar vardır; ve bu insanlar bir şekilde seçilmiş kişilerolduklarına ve bundan dolayı da bedelini ödediklerine inanırlar, oysa onlar obedeli hâlâ ödemektedirler.Dreamer, bir yandan espri yaparak, öte yandan da ironi biçimindekiciddiyetini koruyarak, "Bu roller, taksitli ödemeyi gerektirir," dedi. "Birkişinin rolü, onun kefaretidir ve bir gün de tabutu olacaktır.Yeni bir insanlık, gönülsüz ödemenin, gönülsüz arınmanın yerine önödemeyi koyacaktır. Hastalıktan önce iyileşme, sorundan önce çözümügelecektir.321


Stefano E. D'AnnaKendini her koşul ve her durumda var gücünle sev. Olaylar başımızagidişata göre, gereken sonuçlara uygun biçimde gelişerek ve irademiztarafından düzenlenerek gelir."Defterimde sayfalar dolusu tuttuğum notlarımı tamamlayabilmem içinbana birkaç saniyelik bir zaman verdi, sonra, kendisini dinleyen tümKahramanlara bir çağrı yaparcasına, "Sonsuzluktan bir parçayı, sizler gibi,kuruluşların pespaye ofislerinde çalışan kişilere götürmemiz gerekir," dedi.Bu özel görevin bana verilmesini bekledim, ama bununla ilgili bir şeysöylemedi.Birdenbire benim şimdiki durumuma, yine ACO'daki işimde çalışıyorolmama değinerek, "Bıraktığın yerden bir kez daha başlamalısın. Sanasöyleyebileceğim başka bir şey yok!" dedi. "Daha önce aşıp geçemediğinşeyin, üstünden geçmelisin, bunu denemelisin!"Dreamer'ın beni yine gemiye kabul ettiği ve 'yolculuğun' devam edeceğihaberi bende bir enerji patlaması yarattı. Uzun süre soluksuz kalan birinintaze havayı derin bir nefesle ciğerlerine çektiğinde yaşadığı sarhoşluğuyaşadım.Dreamer'la bu karşılaşmamızın ardından oğlum Luca iyiye doğrugitmeye başladı ve kısa süren bir yatak istirahatından sonra tamamen iyileşti.Chia'nın üstünü örten gökyüzü kara bulutlarını dağıttı, göğü saran havaaydınlandı ve açıldı. Sonraki günlerde gelecek adımı bana gösterecekişaretleri dikkatle izlemeye koyuldum. Her ne değişiklik olursa olsun birdaha asla Dreamer'ın bana gösterdiği yoldan çıkmayacağıma ve bu kararımıasla unutmayacağıma dair kendi kendime söz verdim. Yeni işin, bütünailemle birlikte uzak bir ülkeye taşınmamızı gerektireceğini düşünmüştüm.Oysa İtalya'daki işin merkezi sadece birkaç kilometre öteye taşınmasınakarşın, işin faaliyet alanı dünyanın öbür ucunda bulunacaktı. LargaCaddesinde bulunan bir insan kaynaklan şirketinden adıma gelen'beklenmedik' bir mektup beni yeni bir pozisyon için yapılacak elemeyedavet ediyordu. Dreamer'la karşılaşmamdan yalnızca üç hafta sonra,kendimi uluslararası dev bir kuruluşun dış ticaret bölümündeki uzak doğupazarları departmanının başında buldum. Bu kez tüm köprülerimi yıktım,beni geçmişime bağlayacak her yolu ve her geçidi yaktım.322


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBölüm VIIIDreamer'la Şanghay'da1 Mükemmellik kendisini asla tekrarlamazDreamer'la birlikte Bund üzerindeki Plaza Concert'tan, Huangpu'yu biraşağı bir yukarı yarıp geçen teknelerin yoğun trafiğini seyrediyorduk. Buuçsuz bucaksız nehir, tam bu noktada, Şanghay'ın iki ruhunun arasındanakar: biri; anıtsal mimarisiyle Avrupa sömürgeci dönemini, diğeri isePudong'un yeni mahallelerindeki fütürist gökdelenlerle canlanmış yüzünüyansıtır. Buradan bakıldığında, mimari görüntüsüyle geleceğin büyük birmetropolü olarak düşlenen gökdelenlerin yükseldiği bu şehir, gözalabildiğine uzanan dev bir şantiye görünümündeydi.Kuveyt'ten dönüşümden Uzakdoğu'daki yeni görevime başladığımdöneme kadar geçen süre içinde Dreamer ile hiç karşılaşmamıştım. Buaylarda, uzun çıraklık dönemim boyunca tutmuş olduğum tüm notlarıdefalarca okumuş ve yaşamın farklı koşullarında ondan öğrendiğim ilkeleresarsılmaz bir kararlılıkla tutunmaya çalışmıştım. O'nunla buluşmaktan çokkorkuyor olmama rağmen, bu anı delicesine arzulamıştım. Birbirleriyle çokyakından bağlantılı, henüz çözümlenmemiş iki mesele, henüz kapanmamışyaralar gibi açık duruyorlardı: Kuveyt'i terk etme şeklim ve Heleonore ileolan ilişkim. Bunlar daha fazla bertaraf edemeyeceğim çetrefilli konulardı.Öğleden sonramız çok yoğun geçti ve Dreamer, bana, o ana kadar olanbelki de en olağanüstü öğretilerini aktardı. Yanında O'nu dinlerken, asırlıkYu Yuan bahçelerinden geçtim. Sonra eski çarşı bölgesindeki Budisttapınağının çevresinde, dar sokakların örümcek ağına benzeyen labirentindeO'nunla beraber yürüdüm. O'nun yanımdaki varlığı ile, bu muazzam şehrinyoğun kalabalığının ortasında, tıpkı yıllar önce Giuseppona'nın elineyapışarak, Napoli'nin dokusunu, iltihaplı yaraların bıraktığı izler gibi çizen,yolları şaşırtacak derecede karışık sokaklarından geçerken duyduğum aynışaşkınlık ve korunma hissine kapıldım.323


Stefano E. D'AnnaDreamer, Şanghay'ı ve Çin'i sanki uzun süre orada yaşamış gibi iyibiliyor görünüyordu. Bana, buranın tarihini ve düşünce yapısını, günlükyaşamın tüm ayrıntılarını inceleyerek ve en sıradan olayları, üzerindeyorumlarda bulunarak anlatıyordu. İşinin başındaki bir zanaatkâr, yoldangeçen birinin giyimi ya da daracık dükkânların içini kaplayan pazarlıklar,Konfüçyüs bilgeliğinin beşiği olan bu uygarlığın kökenine inmemi sağlayanderin tünelleri oluşturmaktaydı. Dreamer bu bilgeliği yaratmış olan zekânınotoritesiyle bana bir milyardan fazla insanı tutkal gibi bir arada tutan butoplumsal bütünlüğün sırrını ve onun kapsamındaki altı erdemin oluşturduğubilgeliği anlattı.Sanatçı olan genç bir kız, kendini işine kaptırmış, mikroskobik camvazoları dekore etmekle meşguldü. Vazoları iç taraflarından büyük bir sabırve akıllara durgunluk veren bir yetenekle boyuyordu. Tezgâhının başındadurduk ve Dreamer, bir süre hiç yorum yapmadan onu izledi. Sonra kızınellerinden çektiği bakışlarını yavaşça bana çevirdi. Zaman genleşti, ansonsuzluk oldu ve ben kendimi daha önce kimsenin yapmadığı şekilde içimeişleyen o gözlerin içinde kaybettim. Ruhumu kaplayan bu eşsiz bakışta,Carmela'nın şefkati, Giuseppe'nin sertliği, bir dostun sevgisi ve bir ustanınsaygınlığı bir araya toplanmıştı. Cam boyayan sanatçı kız O'ydu. Bu'uygulamalı çalışmayı' göstererek, herkesin özde gerçekleştirmesi gerekendönüşüm sürecini ve dünyada kendisi adına başka hiç kimsenin aslayapamayacağı, kendi yaşamının sanatçısı olmayı açıklıyordu. Aramızdaherhangi bir perde, bir maske olmadan ya da rol yapmadan, göz açıpkapayıncaya kadar geçen kısacık bir zaman diliminde yaratıcısıyla göz gözegelen bir varlıktım ben. O anda, bu varlığın onulmaz yüceliğini tattım,Zaman gibi sınırların, engellerin, kısıtlamaların olmadığı bir yerde O'nunnefes alışını dinledim ve özgürlüğünden bir damla içtim. Düşünceleriminyerini bir baş dönmesi aldı.Bu dakikadan sonra kendime gelir gelmez gördüğüm filmin ilk karesinde,halka açık bir alanın köşesine kurulmuş bir masada oturuyordum. Burasıeski tarz bir çayhaneyi andırıyordu. Bu ahşap yapı, pencereden görebildiğimkadarıyla, küçük bir gölün ortasında yükselen kazıkların üzerindeduruyordu. Düşüncelerim Dreamer'a kaydı. O'nu görebilmek içinbakışlarımı etrafımda gezdirdim. Hemen yanı başımda otururken buldumO'nu. Rahat bir nefes aldıktan sonra, çevreye göz attım ve bu mekânasadece Çinlilerin geldiğini fark ettim.324


Tanrılar <strong>Oku</strong>luMüşterilerinin görünüşleri, giysileri, iç mekânın dekorasyonu ile burası,sanki dünyanın en büyük limanlarından biri olmaya doğru henüzyükselmeye başlamış Şanghay'ın küçük balıkçı köyü olduğu kolonidönemine ait bir kartpostal gibiydi. Dreamer'ın zayıf sesi, bana önce çokuzaktaymış gibi gelirken, müşterilerin uğultuya dönüşen gevezeliklerininarasından bulduğu bir yol sayesinde, giderek bana daha anlaşılır gelmeyebaşladı.ilk sözcüklerinden algılayabildiğim kadarıyla, O hâlâ başlangıçtaki birkonuşmasını sürdürüyordu. "...Bu nedenle, insanoğlunun sorunlarının herbiri...refah içindeki toplumların suç oranlarından, yeryüzünün bütünbölgelerine yayılmış yoksulluğa kadar, sadece zihinsel bir hastalığınbelirtisidir." Dreamer'ın bu kesin görüşü beni içine düştüğüm karmaşanındışına çekti. Bu sözleri, ileride bir gün O'nun düşünce sisteminin köşetaşlarından biri sayacağım bir bildirisinin yalnızca giriş sözleriydi. Sırtımıneredeyse kimsenin fark edemeyeceği kadar belli belirsiz bir biçimdedoğrulttum ve O'nu çok daha büyük bir dikkatle dinlemeye koyuldum.Sonraki açıklamalarından, zamanın en başından beri insanın başına gelentüm felaketlerin aslında onun eksikliklerinin hayatına bir dizi olay olarakgelmesinden ve parçalanmış ruhunun yansıyan görüntülerinden başka bir şeyolmadığını anladım. Psikolojisindeki bu kırılma, insanlığın çok uzakgeçmişindeki çocukluk dönemine dek uzanmaktaydı. Zihnim acı duyacakkadar açık vc bilincim yerindeyken bana:"The world is such because you are such. - Dünya, sen böyle olduğun içinböyledir, "dedi."Kendi dışımızda olduğuna inandığımız gerçeklik, dünya; psikolojimizinve Oluşumuzun fiziksel bir yankısıdır."İleri sürdüğü bu katıksız iddia akıllara durgunluk veriyordu. Bu arada,geleneksel giysileri içindeki iki genç garson kız, çay servisi için soframızıkurmak üzere takımları ellerinde yanımıza geldiler. Bir ayin havasındayapılan bu töreni izlemek üzere susması, Dreamer'ın çok önem verdiğikanısına kapılmama neden oldu. Öyle ki, geçmek bilmeyen dakikalarboyunca bu titiz ritüeli yönetmeye ve onun her adımıyla özenle ilgilenmeyekoyuldu. Gerilmiştim. Bir an önce konuşmasını kaldığı yerden sürdürmesiiçin sabırsızlanıyordum. Tam da insanlığın binlerce yıllık sorunlarının hattabelki de benim mutsuzluğumun temel nedeni olan sır hakkında bir açıklamayapmak üzereydi.325


Stefano E. D'AnnaBöylesine gereksiz bir çay servisi için bu kadar önemli bir konuşmayıkesebilmesi beni serseme çevirmiş, bana hayal kırıklığı yaşatmıştı. Budüşüncelerimi elbette dillendirmedim, ama içimden beslemeyi sürdürdüm.Ben o zamanlar hâlâ düşüncelerin görülemez olduklarını ve insanın onlarıgizleyebileceğini sanıyordum."Çok küçük ya da çok değersiz olan hiçbir şey yoktur!" dedi. Bu kararlıifadesi adeta bir azarlama havasındaydı. Ayrıca benimle konuştuğu haldehâlâ sürmekte olan merasimin ayrıntılarıyla ilgilendiğinden, yüzümebakmıyordu. Çantasını karıştırırken suçüstü yakalanmışım gibi kulaklarımakadar kızardım."Her hareketinin kusursuz olduğundan emin ol!" dedi. "Kusursuzluk, tekbir gereksiz eylemde bile bulunmamak demektir."Sonra, bir yandan liste halinde uzayan çay mönüsünden tadınabakacağımız değişik çayları seçerken, "Bir şey iyi yapıldığında, sonsuza dekyapılmıştır! Tüm evren bundan haberdardır ve yaptığın şeyi tekrar etmenegerek yoktur. Sadece kusurlu olan tekrarlanır. Kusursuzluk asla kendinitekrarlamaz çünkü sürekli olarak kendini aşar. Olgunlaşmış bir koza, birkelebeğe, daha üstün bir düzenin varlığına dönüşmek için görünürde ölerek,olgun halini sona erdirmelidir." dedi.Ardından, farkındalıkları, kendi iç düzenekleri ve makinesindeki enküçük dişlileri düzenlemesi sayesinde, bir insanın tüm dünyayıdüzeltebileceğini ve onun tarihçesini değiştirebileceğini anlatarak devametti."Evrenin gelişimi bireyin gelişimine, onun dönüşümüne bağlıdır.'Bireysel' ve 'evrensel' olan tek ve özdeştir," dedi. "Bu bilgi, uygarlığınve sanatın her dalının kaynağında bulunur... Herkesin eğitiminin temel öğesiolmak üzere geri dönmesi gerekir." Sözlerine ayrıca, insanlığın yarattığıtiyatronun, dinsel dansların ve tüm ayinlerin bir kavramdan kaynaklandığınıbelirtti. Her şey birbirine bağlıdır. Dikeydeki, başka bir deyişle iradedünyasındaki en küçük bir hareket, olaylar dünyasındaki en etkilideğişimleri yaratır.Ezberden okurcasına, "Evren beynimizin içindedir... insanın arzuladığıbiçimde gelişen, özdeki bir tohumdur," dedi. "işte bu yüzden, eğer bir kişi,bilerek en küçük işlere bile özen gösterirse ya da yaptığı en basit şeyleri bilekusursuz olarak yerine getirirse...""...çay hazırlamak gibi mi?" diye sordum. Bu sorumu dile getirirken, azönceki dile getirmediğim sevimsiz düşüncelerimi affettirebilmek arzusuyla,326


Tanrılar <strong>Oku</strong>luolabildiğince kibar olmaya çalıştım.Dreamer, "...ya da sadece kusursuz olarak nasıl sunulacağını öğrenmekgibi," diyerek yarı şaka yarı ciddi olarak aynı oyunu kendi açısından elealarak benim düşüncelerimi tamamladı. O bunları söylerken, iki garson kızınbirbirlerine bakışarak gülümsedikleri gözümden kaçmadı. Ortada benimdışımda herkesin bildiği bir oyunun, Dreamer'a saygı dolu bir boyun eğişinolduğu kanısına kapıldım. Onların da '<strong>Oku</strong>l bünyesindeki kişiler' olduklarıdüşüncesi, beynimde bir şimşek gibi çakarak beni soluksuz bıraktı. "İnsanbu davranışının kusursuzluğuyla, ebediyen kendi kişisel evreninidüzenleyebilir, doğumdan ölüme dek her şeyin bir program içinde yürüdüğürastlantısal bir yaşamın çizgisinden çıkabilir ve kaderini değiştirebilir.Dünya, oluşun bir rezonansı ve yansıttığı görüntüdür..."Defterime, sihirli altın tozlar! gibi bu öğretinin her sözcüğünü titizliklenot ettim ve konuya açıklık getiren özel durumları tanımladım.2 İnsan aklı silahla kuşanmıştırBu arada masamız gösterişli bir biçimde donatılmıştı. Özenle işlenmişkar beyazı keten örtüler incecik Çin porselenlerine kusursuz bir fonoluştururken, üzeri değişik tatlılar ve çöreklerle dolu tepsiler de geldi.Ritüelin bu aşaması da tamamlanıp, verdiği siparişlerin kusursuz bir biçimdemasada yerini aldığını görünce, Dreamer yarıda bıraktığı konuşmasınayeniden döndü.Çenesiyle etrafımızda bulunanlara dikkatimi çektikten sonra bana,"İnsanın gerçek dediği ve senin burada gördüğün, dokunduğun her şey,psikolojisinin maddeye dönüşmüş halidir. İnsanın düşünceleri maddeleşerek'dünyayı' oluşturur. Gerçekler düşüncelerdir." dedi.Sesi derinleşti. Kısık tonu, birazdan yapacağı acı dolu açıklamalarınıönceden açığa vurur gibiydi."İnsanoğlunu pençesine alan en ağır hastalık, onun kişisel ve toplumsaltüm sorunlarının nedeni, içinde yaşadığı bölünmüşlük ve çatışmacıpsikolojisidir.Bu sözlerle birlikte, insanoğlunun oluşturduğu ve sonrasında bin yıllarboyunca kendisine aktardığı efsanelerin ifadesini takman bir kaleydoskopdolusu görüntü içime açıldı. Bu kurgusal zemin karşısında, akıl tanrıçasınıno muhteşem doğum sahnesi diğer hepsinden daha fazla göze çarpıyordu:327


Stefano E. D'AnnaJüpiter'in duvarları yıkılmış kafatasından silahlar içinde parıldayarak ileriatılan, bir Tanrı baş ağrısının ya da kabusunun kızı olan Athena.Benimle birlikte düşüncelerimin girdabına girerek, bu görüntüyükavrayan Dreamer, "Bu bir uyarı efsanesidir, insan aklı silahlanmıştır!"dediBundan sonra gelen suskunluk soluğumu kesti."Bu, bir uygarlığın şimdiye dek kendi hastalığına koyamadığı belki de enkesin teşhisti."Onun bu keşfinden heyecana kapılıp, "Öyleyse Antik Yunan... sonununne olacağını biliyordu!" diye haykırdım.Dreamer'ın yanıtı gelmekte gecikti. Onun bu sözleriyle yaşadığımhuzursuz sevinç dalgası en tepe noktasına ulaştığı aynı hızla aşağı endişeolarak indi. Bu açıklamasındaki derinliğin gitgide daha çok ayrımınavardıkça, üzerimdeki ağırlığının da aynı oranda arttığını hissediyordum.Sonunda gelip sınıra dayanmak ve bu güzelliğe, bu keşifteki aydınlanmayasahip çıkamayıp, onu içimde tutmakta zorlandığımı fark etmek bana acıveriyordu."Hayır! Yunanlılar, bilge adamlarını ya da kahinlerini dinlemeyibilmiyorlardı. İnsanın, içindeki kendi kötülüğünün, kendi kabahatininfarkına varması, çoktan bir iyileşmedir."Dreamer'ın verdiği yanıtı not ettiğim sırada, Jüpiter'in zihinsel doğumsahnesini gözlerimin önüne getirmeye çalışırken, şaşkınlıkla, Athenaefsanesinin, herhangi bir tasvirinin bulunmadığının farkına vardım; sanattarihinin hiçbir alanında, o son derece sembolik doğumun tek bir izinerastlamamıştım.Dreamer, "İnsan kendi aptallığını görmeyi istemez ve kendidüşüncelerinin ne denli yıkıcı olduğunu kabul etmez," diye açıkladı."insanlık bu konuda yüzyıllardan beri uyarılmaktadır ve alınyazısınınüzerine bir gölge gibi düşen bu kehaneti hisseder. Onu kabul edemediği,onunla ne yapacağını hatta ondan kendisini nasıl sakınacağınıbilmediğinden, onu önünden kaldırarak yok saymaya çalıştı.Bir insanın karanlıkta kalan yüzünün anlaşılması demek, durumunçözümlenmesi, iyileştirilmesi ve gerçek kurtuluşu demektir."Dreamer, daha iyi anlamam için bana, eğer insan topluluğu yaşadığıfelaketlerin nedenini bilebilseydi, içine düştüğü kölelik durumundan daçıkabilirdi diye açıkladı. Oysa böyle bir şey mümkün değildir. Çünkü bu türfarkındalığa kitlesel olarak değil, ancak birey olarak erişilebilir.328


Tanrılar <strong>Oku</strong>luKitle, ne kendini bilmeyi ne de böyle bir çaba içine girmeyi ister. Yeni vebilinmedik her şeyden çekinir. İnsanlığın yaşadığı bu kölelik durumu veberaberindeki binlerce felaket, insanı huzursuz ve kör eden o bilinmeyeninkorkusundan kaynaklanır. Politik önderler, yeni olana duyulan fobiyiinsanlığın her döneminde beslediler ve güçlendirdiler. Kalabalıklardüşleyemez. Bir uygarlık, ancak kendisini yaratan 'düş'ü ve aydınlanmışinsanlarını dinlemeyi unuttuğunda, çöküşe geçer. 'Düş'ün ve bilgelerinmesajlarının dinlenmediği bu dönemler, kültürün ve uygarlığın çöküşününhabercisidir; zaten, yüzyıllar boyunca düşleyen bireylerin, düşünceleriyleyön veren şairlerin eserlerini yok edebilecek kolektif bir delilik dönemiyleburun buruna gelinmiştir.Dreamer, "Kitle bir hayalettir; her şeyden etkilenen bir mekanizmadır,inancı yoktur, tam bir iradeye sahip olduğu söylenemez... yaratma gücü deyoktur.. Tek bildiği, her şeyi yerle bir etmektir. Bu, kalabalıkların asılrolüdür. Yalnızca bütünlük ve irade sahibi olan kişiler düşleyebilir veimkânsızı gerçek haline getirebilirler," dedi.Dreamer'ın bütün bu söyledikleri, şirketlere ve modem kuruluşlara dauygulanabilirdi. Oysa bu tür organizasyonların hiç de uzun ömürlüolmadıklarını gözlemledim; onların sorunu mali, teknoloji ya da pazar payıgibi nedenlerden değil, tamamen sorumluluk ve bütünlük duygularındanyoksun, sevmeyi bilmeyen insanlar olmaları yüzündendi.Dreamer'ın bir işaretiyle, tarihi geçmişi neredeyse Çin kadar eski olankoku ve tat alma yasaları uyarınca, sipariş ettiği sayısız çeşitte hazırlanmışçaylar bir bir gelmeye başladı. Porselen demliklerden yükselen değişikaramaların buğusunu keyifle içine çektikten soma küçük fincanlarımızıçayla doldurdu.Yaptığımız uzun yürüyüşün ve heyecanına vardığım- yenilikçidüşüncelerin ardından ben de bu şık sofrayı onurlandırmak üzere; pastacılıksanatının sergilendiği seçkin örneklerinin tadına baktım. Dreamer, hertatlının çıkış efsanesini anlatarak beni büyüledi ve aynı zamanda da Mingmedeniyetine uzanan geleneksel tariflerin hazırlanış yöntemlerinden söz etti.O her zaman olduğu gibi çok nazik bir ev sahibiydi ve yine her zamanolduğu gibi yiyeceklere hiç dokunmadı."İnsan, okyanusları geçmeyi, nice yüksek tepelerin zirvesine tırmanmayıya da tehlikeli işler yaparak yaşamını riske atmayı göze alabileceği gibi,tapınaklara, aşramlara, dergâhlara kapanmayı da kendisine yol olarakseçebilir..."329


Stefano E. D'Anna"Kendini ibadetle rahatlatabileceği gibi, aynı huzuru sekste de bulabilir...ya tövbe eder, ya zamparalık yapar. Başka bir deyişle, bir keşişin kulübesinekarşılık iş hayatının zorluklarını seçebilir. Tüm girişimleri kendisini içindebirleştirmek, kendi bütünlüğünün sonsuz arayışı içindir."Hatta psikanalizden komünizme kadar tüm laik dinler de, aslında aynıarayışın yirminci yüzyıl uyarlamalarıdır.Tüm bunlar insanoğlunun yaptığı sayısız girişimlerinden kaynaklanandenemeler olarak sayılabilir. Öyle ki, tüm uygarlıklarda tanık olunan günahçıkartma benzeri ritüeller de insanın bütünlüğünü, doğduğu andan itibarenhakkı olan ve genlerine aktarıldığı biçimiyle 'yitirilmiş cennet' olarakanımsadığı gerçekliğini, yani bu ayrıcalıklı güven durumunu yenidenkazanmak için gösterdiği çabalardır.Dreamer, "İnsanlık tarihi bir dönüş yolculuğudur... Kayıp Oğul meselibunun eşi bulunmaz bir mecazi anlatımıdır." dedi. "Ne var ki, bütün dinlervaroluş sebeplerini unuttular. Çürüyerek, olmaları gereken durumun tamtersi hale dönüşmüş, ölüm ve onun kaçınılmaz olduğu fikrini yayma vepekiştirme araçları olmuşlardır. Onlar ayrılıkları ve çatışmaları iyileştirmekyerine, prensip savaşları gibi her türlü, boş inanışı, hoşgörüsüzlüğü ektiler,beslediler, büyüttüler ve karşılığında da ayrımcılığı ve savaşları biçtiler..."Dreamer, psikolojisi bölünmüş insanların ellerinde kalan Hristiyanlığın,her defasında biraz biraz olmak üzere, hatta adını bile değiştirmeden,kendisini engizisyona dönüştürdüğünü anımsattı. Ve bugün hâlâ, İncil'dekiaykırı düşüncelerin, insanlığın eskimiş zihinsel kafeslerini un ufakedebilecek güçteki koçbaşlı tokmak darbeleri ne yazık ki boşa gitmiş veöykülerindeki nazik güç, ekonomik yasalarındaki bilgelik, çocuklar içinbirer din dersi malzemesine indirgendi. Kutsal kitapların öğretilmesi,kendilerini eğiten bilinçsiz eğitmenlere bırakılmıştır ve ne yazık ki, İncil'ininsanlığı uyandırmak üzere geldiği hipnotik uykuyu sürekli ve kalıcı kılanlarda yine bu hocalar olmuşlardır. Şimdiye dek tuttuğum notlar defterimdebirçok sayfayı doldurmuştu, ancak Dreamer'ın bana "Çocuklardaölümsüzlük düşüncesinin, fiziksel ölümsüzlüğün yeşertilmesi şarttır," demesiüzerine, O'nun görünüşündeki sakin olan duruşunun ve ses tonununarkasında, dünyayı yerinden oynatacak bir başkaldırıya davet eden çığlığını,kahramanca gürleyişini ve gücünü hissettim. Bir meşale yüzyıllarınkaranlığını yırtarken, bir sancağın, boş inanışlara, hayaletlere veputperestliğe karşı sürdürülen binlerce meydan savaşının kızılca kıyametininüzerinde dalgalandığını gördüm.330


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDreamer, birşeyin önceden haberini veren tavrıyla "Bu görüş, ölümkonusunu irdeleyerek her tür ideoloji ve dini akımla mücadeleye gireceğinibilenlerin öngörüsü çerçevesinde, her kategori ve seviyeden bütün okullarave üniversitelere ulaştırılmalıdır." sözleriyle konuşmasını tamamladı.3 Yalan söyleyen hayvanO anda gözümün önündeki perde kalkmış, her şey gün gibi ortayaçıkmıştı. Öğretisinin her parçası, bir yapbozun yerine yerleşen parçaları gibi,kendi köşesini buluyor ve gözlerime nefes kesen bir düşüncenin mantıklı birgörsel öğesi olarak yansıyordu.Binlerce yıllık felaketin, acımasızlığın ve uğursuzluğun öyküsü nihayetbir açıklama buluyordu. Binlerce çatışmanın saçmalığı, sınırsızzenginliklerle dolup taşan bir evrende bu denli yoksul kalabalığın çelişkilive trajik kaderi, küçük parmağını oynatacak kadar basit bir çabaylakurtarılabilecek milyonlarca çocuğun ölüme terk edilişinin vahameti,zamanın, her coğrafyanın, her inancın ve ahlaki değerin ötesinde nihayetgerçek bir nedene bağlandı. Bu konumdaki insan bir akıl hastasıdır!Dolayısıyla, bu hasta insanın ait olduğu toplumlar ve kurumlar da,parçalanmış ruhların, çatışmacı mantığın gözle görülür hale gelen ölümeinanışının aynadaki yansımasıdır.Kendime bu zihinsel hasarın nasıl ve ne zaman oluştuğunu sordum. Bunuöğrenebilmek için neler vermezdim! Sanırım bu, tarihin belki de en çarpıcıve kesinlikle en yararlı buluşu olurdu. Hayal gücüm kanatlandı. Binlerceyılın izini sürmeye dönerek, insanı içinde bulunduğu koşullara indirgeyenolayın ne olduğunu anlamak için, tıpkı Orlando'nun kayıp sağduyusunuaramak üzere ay yüzeyinde yapılan bir tür yolculuk gibi, bilimsel biraraştırma yaptığımı hayal ettim.Dreamer, sesindeki ince alaycılığının tınısıyla araya girerek, "Musevi-Hristiyan geleneği, bu baş aşağı ölümcül düşüşü 'Cennetten Kovulma' diyenitelendirerek, bunu en büyük günah sayılan 'ilk günah' olarak vurgular veadına bağışlanmaz günah der," dedi.Dreamer'a sorulacak yüzlerce sorum vardı. O'nun engin bilgisindenyararlanmak, yorumlayana ya da taliminde bulunana değil, bilene ait olanO'nun bambaşka otoritesinden yudum yudum içmek harikaydı.331


Stefano E. D'AnnaElmanın ısırılışı, yılanın, incir yaprağının simgeleri her zaman ilgimiçekmişti.Tüm bu simgelerin üzerinde, dört bin yıldır ayakta duran, ama bu denlianlamsız bir olaydan bu kadar büyük bir trajedi yaratmış, otoriter birgeleneğin önünde bir tür aydın olarak huzursuzluk hissetmişimdir. Pekisonra bu neden ölümcül bir günah olarak nitelendirildi?Dreamer bana, "Elmanın ısırılışı anlamsız bir olay değildir," diyeaçıkladı."Kendisini 'yaratıcı' olandan 'yaratılan' olmaya indirgeyen ve özdoğasını terk eden insanın Oluşandaki düşüşün kararlı bir metaforudur. Elmayıdişlemek demek, dışımızda var olan, bizi içine alan ve bizi yöneten birdünya olduğuna inanmak, bir başkasının hayaletini kalıcı kılmak demektir.İnsanın bağımlılık halinin ve tüm trajik tarihinin başlangıcıdır," diyeaçıkladı.Dreamer, Adem'in ilk sözlerini, alçalmış bir varlığın utanç lekesi vekendi kendini ele verişi olarak sonsuza dek yankılanacak olan o kelimelerihatırlattı. "Saklandım...korkmuştum...ben değil... bana verdiğin kadınyaptı..." Kendimi evrensel bir felaketin, çaresi olmayan bir trajedinin tektanığı olarak hissediyordum. Bozuluşumuzun dramı, o anda, oradasahneleniyordu. Dreamer'ın mükemmel bir şekilde 'yalan söyleyen hayvan'olarak tanımladığı varlığın dünya sahnesindeki gösterisini seyreden ilkkişiydim.Dreamer, "Adem 'in bu sözleri bağımlılığın doğuşunu işaretliyor ve bu,sıradan, yalancı ve sorumsuz insanlığın ilk bildirgesi, 'senin' izinisürebileceğin en eski bildirgeydi," dedi.Dreamer'ın, yeri gelmişken ustaca kullandığı 'sen', önümde,Yaradılış'tan daha baş döndürücü olan eski zaman gelenekleriningörüntülerini ortaya seriyordu.Hakkında asla hiçbir şey bilemeyeceğim ve bundan böyle sadeceDreamer'ın ölümsüz muhafızı olduğu erişilemeyecek veya kayıp bilgihazinelerini hayal ettim. Bir kez daha, zamanın ve uygarlıkların ötesinegeçebilen, kayıp okulların sırrını bilen, gömülü mücevherler gibi boş yereparlayan bu varlığın gizemiyle karşı karşıyaydım. Sürekli yeni keşiflerinbaskısı altında, bir yandan Dreamer'ın sözleri içimde patlayarak ruhumdadepremler yaratırken, diğer yandan titreyen ellerimle çılgınca not almayısürdürüyordum. Benzimin fazlasıyla solduğunu görünce, Dreamer birazsoluklanmam için araya girdi, yarı şaka yarı ciddi, iş durumlarıma atıfta332


Tanrılar <strong>Oku</strong>lubulunarak bana hoş bir şekilde takıldı. "Âdem 'in ilk sözlerinde, cennettenkovulmuş perişan haldeki bir adamın, dış dünya ile özdeşleşmeye vebağımlılığa örnek teşkil eden, çalışan zihniyetinin kökeni saklıdır."Dreamer'a göre, insanın düşüncesiyle nefesinin bir sentezi olan konuşmadili, Adem'in sözlerinde bir ruhsal parçalanmanın, Oluştaki bir çatırtınınvarlığını ortaya koyuyordu. Eğer 'Tanrı'yla bir olma' halindeyse, nasıl olurda kendisinin O'ndan daha üstün olabileceğine inanabildi ve bunu arzuedebildi? Yılanın ayartmasından önce, hatta Havva'dan da önce, Âdem'inçoktan bölünmüş olduğu apaçık ortadadır."Yalan söylemek, saklanmak, başkasını suçlamak, kendini haklıçıkarmak, kendine acımak o zamandan beri her zaman, cennetten kovulanbir adamı, öz bütünlüğünü yitirip kendisini inkâr eden bir varlığı gösterenbelirtilerin sözlü, hatta ondan da önce psikolojik bir ifadesi olmuştur vebundan böyle de olmaya devam edecektir."Âdem elmayı ısırmakla, yaşamı ölümle, özgürlüğü bağımlılıkla vebütünlüğü bölünmeyle değiş tokuş etti. Kişinin doğduğu andan itibaren endoğal hakkı olan ölümsüzlük, parçalanmış, bilinçsiz ve ölümlü birsonsuzlukla yer değiştirir. Ölümsüzlük, cinsel birleşme ve doğuraraküremeye dayalı bir zoolojik devamlılığa indirgendi.Dreamer konuşurken, ender yaşanan bir duygu hissettim; bu, tenimde, biranlayışın keşfine eşlik eden bir titreme oldu.Dreamer, "Adem'in işlediği günah ölümcüldür, çünkü bu bir 'zamaniçine düşüştür', hipnotik hale gelen insanın, ölebileceği 'inanışına'düşüşü..." dedi. Katlanılamayacak bir sırrı açığa vuran birisinin göstereceğiözen ve ihtiyatlı tavrıyla "Ama insan ölemez, ancak kendisini öldürebilir!"dedi. Eski tarz mizahi bir yaklaşımla zaten yoğun biçimde dramatik olan bubildirinin arkasına bir de "Ölüm daima bir intihardır!" diye ekledi."Artık insanın eve dönmesinin, uykusundan uyanmasının ve özbeöz hakkıolanı... yitirdiği ölümsüzlüğünü geri almasının zamanıdır."Bu vizyondaki bilginin beni dönüştürdüğünü, kimyasının organlarımdangeçerek hücrelerime, moleküllerime, atomlarıma işlediğini hissettim.Dreamer, kötülerin en kötüsünü, insanın bölünmesinin ve 'günah'ınınsoyundaki başlangıcını anlatırken beni iyileştiriyordu. Eşi benzerigörülmemiş bir minnet duygusu tüm ruhumu kapladı.333


Stefano E. D.'Anna4 "Özgür bir insan ol!"Düşüncelerim, o akşam Dreamer'dan işittiğim tüm bu olağandışı şeyleriiçine katarak dev bir hortum gibi, başımın üstünde dönüp durdu. Boş birçabayla onlara bir düzen vermeye, gem vurmaya hatta onlardan birininüzerine binmeye çalıştım. Kesintisiz bir akış halinde, birbiri ardınca ortayaçıkıyorlardı. Benden koparak, artık bana ait olmadan, sanki bir ağaçtandökülen yapraklar gibi düşüyorlar, Dreamer'ın nefesinin yarattığı hortumuniçine peş peşe giriyor, hep birlikte dönüyorlardı.Bulunduğumuz çayhane sonradan kalabalıklaşmış, yüz farklı sohbetinkanat çırpışları havada hoş bir titreşim yaratmaya başlamıştı. Kulağımafısıldayan sesini işittiğimde aniden irkildim. "Yeryüzünün dini, bölünmedir!İnsanoğlunun her şeyin üzerinde hürmet ettiği ilahi varlık her zaman aynıolmuştır: korku!"Bu sözlerin gücü, ortamdaki seslerin kalabalık uğultusundan kendisinebir yol açarak bana ulaştı. Bu sessizlikte, bu boşlukta, düşüncelerimin herbiri susuverdi ve bir bisturi keskinliğindeki sözleri, bedenimi yararak çokderinlere indi."Bağımlılık korkudur! Sen bile korkunu kendine put yaptın. İşte buyüzden bağımlısın ve hayatını arkasına gizlendiğin memuriyetinlekazanıyorsun." Er ya da geç sözün buraya geleceğini biliyordum ve bununhiç de keyifli bir sohbet olmayacağı düşüncesine kendimi çoktanhazırlamıştım. Ne var ki, Dreamer'ın konuşmasının başında kullandığı sestonu ile seçtiği sözcükleri, bana bu sohbetin beklediğimden daha da fırtınalıgeçeceğine dair bir gizli uyanda bulunmuştu. Defterimi çıkarttım veDreamer'ın sertliği dayanma sınırımı zorladığı zamanlarda yaptığım gibi,başımı sayfaların arasına gömerek, kendimi yazma işine kaptırmış gibiyaptım.Üstüne basa basa, "Ben seni özgürleştirmek için geldim!" dedi."Yaşamına girdim, çünkü geçmişte bir gün özgür olmayı düşledin..."Dreamer'ın sesi, varlığımın her kıvrımında korkularımın saklanabileceğiher köşesini didik didik ederek korku avına çıkan bir titreşime dönüştü.Sonra, "Ama sen," dedi, "yıllar sonra yine aynı kölelik koşullarınadönüyorsun!" Bunu böyle doğrudan doğruya söylemesi ile içimdeki biryaranın yeniden açıldığını hissettim. Ayrıca, sözlerindeki hayal kırıklığıyüklü ifadesi de hiç hak etmediğim bir haksızlığa, insafsızlığa uğramışçasınacanımı sıktı ve beni gücendirdi.334


Tanrılar <strong>Oku</strong>luSandalyesini hafifçe geriye kaydırarak, "İçinde bulunduğun koşulu terketmek, bu roller hapishanesinden çıkmak için vizyonunu altüst etmelisin,"dedi. İşareti anladım. Ayrılma zamanımız yakındı. Yüzüm ister istemezallak bullak bir ifadeye bürünmüş olmalıydı. Dreamer, daha iyi kavramamısağlayacak sözleri seçmek istercesine birkaç saniye durakladıktan sonra,"Özgür demek, dünyadan özgiirleşmiş demektir. " dedi.Kararlı bir şekilde, "Bu durumda nereden başlamak gerekir?" diyesordum."Bu, çok uzun yıllar alacak zorlu bir uğraştır... hemen şimdi başlasanbile buna ömrün yetmeyebilir."Bu sözlerle önümde dayanağı olmayan duvarları gördüm, zihnimdeyıldızlar kadar uzak mesafeleri, çağların gerisinde kalmış hedefleri hayalettim. Cesaretsizliğimin bir girdap gibi beni içine alarak yuttuğunu hissettim.Dreamer, ruh halime aldırmaz görünerek konuşmasını sürdürdü. "Özgürdemek, korkulardan, şüphelerden, endişelerden ve olumsuz duygulardanözgür olmak anlamına gelir... önyargılardan, sabit fikirlerden, dünyanınsefil bir yüzünün anlatıldığı tasvirinden özgürleşmektir... Bütün sınırlarıkaldırmaktır... Senin gibi insanlara, kutsal bir lanetin sonucunda yenidenverilen bir ceza gibi, bir işte çalışmaktan ve yalandan kurtulmaktır.Dünyayı senin dışındaki en büyük gerçeklik sayan anlayışın gereği, onunkölesi oldun, o da senin efendin. Aynadaki yansımanın hipnotize ettiği sen,şimdi de güveni başkalarının gözlerinde arıyorsun. "Bu sözler, Dreamer'ın çalkantılı sularında, ilkel, tamamlanmamış birvarlığın solungaçlanyla yüzme girişimimin saçmalığını gözler önüneseriyordu. Her cümlesi benim geçmişime ve yalancılığıma karşı ölümüne birsaldırıydı. Dreamer'ın şimdi olduğu gibi var gücüyle üzerime geldiği herdefasında, ben de gayet iyi biliyordum ki, yaşantım gelişiyor, içinden birsürü pislik temizlenerek doğruluk, açıklık ve kararlılık gibi durumlara yeraçılıyordu. Yine de her darbesine son olmasını dileyerek dayanıyordum.Bitsin artık!... Hiç olmazsa biraz soluklanmama izin verse... Tanrım lütfen!Bu sözler, yalnızca dinlerken bile, her zaman sahip olmadığım birdayanıklılığı gerektiriyordu. Sorumluluk düzeyimin kontrolü suyun üzerindedalgalanır gibi bir yükselip bir alçalan seyrindeyken, ben onu idare etmebecerisini bile gösterecek durumda değildim.. O sözler canlıydı, nefesalıyordu! Ve dayandıkları sınırlarıma karşı konulmaz bir biçimdeyüklendiklerini hissediyordum; ve nihayet önyargılarım, yersiz inanışlarımve modası geçmiş fikirlerimle birlikte her şeyi yerle bir edip geçtiler.335


Stefano E. D.'AnnaVarlığımın her lifi titreşim halindeydi."Rollerden, korkudan kurtulmak... Dünya ile özdeş olmaktankurtulmak..." Bu sözler, sanki yaşamımın eğik eksenindeki metal kürelergibi göğsümün üzerinde zıplıyordu. Birdenbire, içimde fırıl fırıl dönmekteolan ışık, ses, görüntü cümbüşü halinde infilak ettiler. Başım alevleriçindeydi.Dreamer'dan, geleceğe ait insanın kaderiyle ilgili dayanamayacağım vedahil olamayacağım kadar güçlü ve olağanüstü bir mesaj almak üzereydim.Her türlü gereksiniminden kurtulmuş, doğasının (ya da benim o güne dekdoğası olduğuna inandığım, ama aslında cehennemi olan şeyin) dışınaçıkarılmış bir insanlık fikri, bana delilik gibi geliyordu. Bunu sakince birkenara bırakabilir, hatta tamamen hayatımdan çıkarabilirdim, ama artık çokgeçti. Dreamer'ın vizyonu, içimde kök salmış düşünceleri ve ölü dokuyuçoktan kazımaya başlamıştı bile. Onu ne özümseyebiliyor, ne de içimdensöküp atabiliyordum. İnsanlığın bir hücresi, ölümsüz bedendeki bir atomugibi, ben de Dreamer'ın, 'önden, kahramanlarla yan tanrıların, arkalarındandiğerlerinin', yürümesi gereken ve herkesin, binlerce yıl sürecek olsa bile,tamamlaması gereken yolu göstermekte olduğunu biliyordum. O banabunlardan söz ederken, ben de insanlığın bu inanılmaz çıkışının çoktanbaşladığını biliyordum. Bazı bireylerin ilk adımı hatta ölümün altedilmezliğini tartışma konusu yapmakla, ölümün bir kader olduğunu kabuletmemekle, en cesur adımı çoktan atmış olduğunu biliyordum. BireyselDevrim kapıyı çalıyordu...Hiç durmadan, ellerime kramp girinceye kadar, sayfalar dolusu nottuttum. Defterimin son sayfasının sonuna geldim ve telaşlı bir şekildeçayevinin ikram listesinin arka yüzüne yazmayı sürdürdüm. Söylediklerininmantıklı ya da kabul edilebilir şeyler olmasına hatta anlayıp anlamadığımabile artık aldırmıyordum. Önemli olan yazmaktı, her şeyi kaydetmekti.Bildiğim tek şey, bir sözcüğü, bir vurguyu bile değiştirmememgerektiğiydi... Bir gün yeni baştan okuyacak ve anlayacaktım; ya da belki,Dreamer'ın smıısızca vermekte olduğu ancak benim hazırlıksız yakalanmamnedeniyle almaya hazır olmadığım bu bilgileri ben de yeni nesilaraştırmacılara aktarabilirdim.Dreamer sandalyesini nazikçe geriye çekerek ayağa kalktı ve çıkışa doğruyöneldi. Çayevinden bir parça üzülerek ayrıldım. Bu kısacık zamandaetrafımdaki her şeye bağlandığımı hissediyordum. Öyle ki, içimden yeni biradım atmamakla birlikte burada kalabilir, hatta köklerimi satabilirdim.336


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBu saptamayı üzerime bir gölge gibi çöken garip melankoliyi gözlerken,çoktan ahşap köprüye varmış olan Dreamer'a yetişmek için, adımlarımıhızlandırdığım sırada yapmıştım. Hemen yakınımda bekleyen birçok taksivardı. Başka bir şeyi istememe fırsat kalmadan, kendimi beni otele götürmeküzere gelen eski bir limuzinin içinde oturmuş buldum. Arabanın kapısınıkapatıp penceresinden dışarı baktığımda, O'nu gördüm ve bunun O'nu songörüşüm olmasından korktum. Fakat Dreamer beni yatıştırdı; ertesi gün yineorada ve aynı saatte buluşacağımızı söyledi.Taksi Şanghay sokaklarını kat ederek bu muazzam şehrin üst geçitleriniaşarken, O'nun sözleri hâlâ zihnimi meşgul ediyordu. Otele vardığımdakarmaşık düşüncelerimi bir düzene koymaya çalışıyordum. İnanç saydığımher şey o gün altüst olmuştu. Dreamer'la olan karşılaşmanın ertesindeulaştığım o müthiş sonuçla, yenik düşmüş bir şehrin surları gibi, benim eskizihinsel yapımdan geriye taş üstünde taş kalmıyordu.5 Bııda'nın babasıRandevuya saatler öncesinden geldim. Beyaz yeşim taşından Buda'nmmuhafaza edildiği Yufo Si Tapıııağı'na, birkaç Batılı turist ile dinadamından başka giren çıkan olmamıştı. Dreamer'ın bugünkü buluşma içinbelirlediği yer burasıydı. Ben de eski çarşının sokaklarında gezinerek zamanöldürdüm. Geniş kapının önünden geçerken, her an ortaya çıkacağıumuduyla kalabalık içinde O'nun yüzünü aradım. O'nu fark ettiğimde henüzbenden oldukça uzaktaydı. Yanında ortalamadan daha uzun boylu ve ciddigörünümlü iiç yaşlı kişiyle birlikte bana doğru yürüyordu. İçlerinden biri,ince altın çerçeveli gözlüklü ve seyrek saçlı olanı, başını eğerek iki eliyleDreamer'a bir paket sundu. Sonra her birinin önünde eğildiğini ve O'nusaygıyla selamlayarak yanından ayrıldıklarını gördüm. Yalnız kaldığındayanına gittim. Aramızdaki tek biçim olan hızlı bir bakışmayla selamlaştık.Sur duvarlarına paralel uzanan sokak boyunca yürüdük. Adımlarınıtapmağın girişine doğru çevirdiğinde ve merdivenleri çıkmaya başladığında,O'nun dinler hakkındaki tüm sözlerinden sonra çok şaşırdım; ama peşi sırayürüyerek, O'nunla birlikte içeri girdim. Bir grup keşiş, köşedeki bir masadayemek yiyordu. Alışılmış olduğu üzere, iç avlunun ortasındaki devmangalda tütsü çubuklarını yakarak, tanrının heybetli heykelinin önünde337


Stefano E. D.'Annatoplandık. Çok az ziyaretçi vardı ve kısa bir süre sonra da yalnız kaldık.Tapınağın giriş kapısında yaşamış olduğum tereddüde karşılık,"Long but never belong!iste, ama asla isteklerinin bağımlısı olma!"diye buyurdu ve bu unutulmaz özdeyişle, bana en eksiksiz ve en derinyanıtı vermiş oldu. "Bütün insanların mezheplerine ve dinlerine hürmet et,fakat hiç birine ait olma!" Henüz bu sözleri üzerinde düşündüğüm sırada,alçak sesle bana "Benim yanımda vizyonunu değiştirebileceksin... vebununla birlikte kaderini de değiştireceksin," dediğini işittim. Tanrınınsüslemelerinin içinde derinleşen binlerce mum alevi hep birlikte ışıklarınıtitreştirerek bu sözü onayladılar. Dreamer'm yanında, <strong>Oku</strong>l her an mevcuttu.Çantamdan defterimi kalemimi çıkarıp not tutmaya koyuldum.Kulağıma fısıltıyla, "Yaşlanmak, hastalanmak ve ölmek, dünyanınbetimlenmiş halinin bölümleridir." dedi. "Bunlar şimdiye dek hiç kimseninbaşkaldıramadığı, doğal ve kaçınılmaz olaylar olarak kabul edildi. Bu,inanç ve beklentiler sisteminin evrensel hale gelen sonucudur."Kararlı bir ifadeyle,"Gerçekleşmesini beklediğimiz ne varsa gerçekleşir!" dedi. "Yaşlanmak,hastalanmak ve ölmek, zihinsel olan kötü alışkanlıklardır." Bu sözler, kâğıthamurundan yapılmış ilahlarla çevrili, insanın bütün boş inanışlarıylaönyargılarını simgeleyen bu putun önünde söylendi ve kesin bir yargıiçermeyen karşılıklarıyla varlığımın duvarlarını zorladılar. Lupelius gibi,Dreamer için de hastalanmak, yaşlanmak ve ölmek, insanın kendisinikurtarması gereken, yalnızca 'kötü alışkanlıklar' idi. Yazmaya koyuldum vebir (süre hiç ara vermeden yazdım. Yazma işini bitirmemi bekledi vesözlerini, insana bu kara büyüyü kırmak, yüzyıllardır içine daldığı hipııotikuykudan çıkmak için yegâne fırsatı, ancak bir '<strong>Oku</strong>l Çalışmasının'sağlayacağını belirterek sürdürdü. Yeni bir eğitimin (O'nun deyişiyle 'ikincieğitimin') gelişi, insanın sürekli tekrarlanmanın ölümlü dolambacını terkedebilmeye olanak sağlayacaktır.Ölmenin artık gözden düşeceği zamanın yaklaşmakta olduğunu söyledi;insanoğlu, yakında inançlarını değiştirmeye, ölüm ve onun kaçınılmazolduğu fikrine karşı başkaldırmaya başlayacaktır. Bu savlarını zihnimderahatça evirip çevirebilmem için bana yine biraz zaman tanıdıktan sonra,başının bir işaretiyle buradan ayrılma zamanının geldiğini bildirdi.338


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBuda'ya arkamızı dönerek çıkışa yöneldik. Tam kapıya gelmeküzereyken, sanki bir sır verecekmiş gibi kulağıma doğru hafifçe eğildi.Fısıltıyla konuşması ve O'nun bu hareketi yine beni çocukluğuma ait birsahneye taşıdı, bir pazar gününün kokusunu ve tadını hissettim; suçortaklarımız Elio ve Rosaria ile mum ve tütsü kokan S. Antonio AbateKilisesi'ni, oradaki çocukça zevzekliklerimizi, kıkırdamalarımızıdurmaksızın besleyen o -saygısız ve bastırılamayarı neşemizi hatırlattı.Dıeameı ruhumu açan tüm anahtarları elinde tutuyordu. Gizliliğe büyük birduyarlılık gösteren tutumuyla, "Buda 'nın öyküsünde, gerçekten aydınlanantek kişi O 'nun babasıdır," dedi.Tapmağın dışına çıktığımızda bana o kralın öyküsünü anlatmasınıistedim. Böylece babasının, oğlu Buda'yı, onu alçaltacak her türlü mesajdanve sınırlandıracak kavramdan korumak istediğini öğrendim. Kişisel bir çabaolarak, genç prensin daimi olarak neşe, güzellik ve zenginlikle kuşatılmasınısağlamıştı. Sarayında oğlunun hizmetinde çalışanlar ile hizmetçilerinisürekli olarak değiştiriyordu. Genç Buda'mn vizyonuna hastalık, yaşlılık veölümün girmesini engellemek için kendisi de saçıyla sakalım boyuyor,yüzüne makyaj yapıyordu.Dreamer'ın açıklaması şöyleydi. "Bu, bugün bile hâlâ en eğitici, amaasla bilinmeyen öykülerden biridir. Buda'nın babası, dünyanınbetimlenmesinin ne denli önemli olduğunu biliyor ve inancın gücünütanıyordu."Ölümsüzler için bir <strong>Oku</strong>! ve ölümsüzlük için bir eğitim hayal edebiliyordu.Genç Buda, orada ebediyen yaşamak üzere eğitildi. Dreamer, hastalığın veyaşlılığın yasaklandığı bir dünya düşleyen ve kendisini oğlunu korumayaadayan bu kralın, aslında insanlığın bilgelerinden ve tüm insanlık tarihindekien cesur araştırmacılardan biri olarak tanınması gerektiğini söyleyerek öyküyübilirdi."Geleneğin onu bir kral, bir soylu, gerçek bir insan yapması rastlantıdeğildir. Onun efsanesi Olimpos'un en büyük kahramanları arasında,Prometheus 'un yanında yer almayı hak eder."339


Stefano E. D.'Anna6 Bağımlı olduğun şey gerçek değildirGünbatımıydı. Bund'un nehir kıyısından, Şanghay'ın bir ışık okyanusunadönüşmesini seyrediyorduk. Dreamer, tapınakta şöyle bir değinip bıraktığıen acı veren konulardan birini açıyordu... Bu kez tamamlayacağınıbiliyordum. Derin bir nefes alarak yapacağı müdahalenin acısına kendimihazırladım.İnsanın özünde taşıdığı tamamlanmamış psikoloji, bölünme, çatışma vebütünlüğün eksikliği, O'nun, Şanghay'da dinlediğim öğretilerinin temelparçalarını oluşturuyordu.İnsan zihinsel olarak hastadır ve dünya onun bu rahatsızlığının en canlıyansımasıdır. İlk günah öyküsü, onun çocukluğunda oluşan bir psikolojikbölünmeyi anlatır. Dreamer, beni şimdi de bağımlılığın köklerini bulmayagötürüyordu.Önceki sözlerine nokta koymak istercesine,"Yalnızca bütün olmayı başaran kişi özgür olabilir," dedi.O'nu dinliyordum, ama yüzüne bakmaya cesaret edemiyordum.Gözlerimle, nehrin genişliğini ortaya seren, onu görünür kılan ışıklarıntitreşen yansımalarına dalmışım gibi yapıyordum. "İçinde bölünmüş insanınbağımlı olmaktan başka bir çaresi yoktur!" Bu sözleri, yıllarca önceki ilkbuluşmamız sırasında O'ndan duyduğum harikulade sözleriyle kaynayarakütünleşti. "Bağımlı olmanın en kesin dışavurumu bir işte çalışıyorImaktır. Bu durum bir iş akdinden kaynaklanan sonuç olmadığı gibi birosyal sınıfa ait olmakla da oluşmaz. Bağımlı olmak, irade eksikliğidir,insanın korkıı halini ve Oluşun cehennem misali döngülerine olan aidiyetigözler önüne serer." Dreamer'a göre, her şey zamanın bir eşya gibideğerlendirilmesiyle, yani insanların ürettiği fikirlerin, eşyaların ya dahizmetlerin değil, onların zamanlarının satın alınmasıyla başladı. Kendizamanlarını sabit bir ücret karşılığında, 'saatte veya ayda şu kadara' satmayahazır milyonlarca 'bağımlı' çalışan, işçi veya memurdan oluşan böylesinedev gibi bir orduyu oluşturmanın, tüm uygarlık tarihinde şimdiye dek eşibenzeri görülmemiş bir olay olduğunu vurguladı.Dreamer'ın bu söylemini, Klasik Yunan ve Roma'daki fiziksel ya da zihinselher türlü çalışma biçimine karşı beslenen hoşnutsuzluk, hatta nefret ilebağdaştırdım. Homeros çağında, çiftçi Thetes'in kendi elleriyle yaptığı işlerisatarak geçimini sağlaması, insani şartların en kötüsü olarak kabul görüyordu.Kişisel özgürlüklerine aşırı derecede bağlı olan Yunanlılara göre, günlük340


Tanrılar <strong>Oku</strong>luyaşamı sürdürmek için biline bağımlı olmak, katlanılmaz bir kölelikten başkabir şey değildi. Aristoteles, yaşamak için ücret karşılığı çalışmak zorundaolanlara vatandaşlık hakkı bile verilmemesi gerektiğini savunurdu. Ruhunyükselmesini ve rahat etmesini engelleyen gündelik ücret karşılığı çalışanlarınya da zanaatkârlann, yani yaşamlarını maaşlı bir işte çalışarak sürdürenlerinerdem sayılan politika yapmaları mümkün olmadığı gibi, uygun da değildi.İçimde, hatta önce zihnimde beliren psikolojik engelle, karşı konulmaz birhıncın yükseldiğini hissettim. Bu vizyonun, belki bir dereceye kadar dördüncüyüzyılın Yunan toplumu için tutarlı olabileceğini, ancak üçüncü bin yılınherhangi bir toplumunda bunun mümkün olamayacağmı düşündüm. Bumantığın kırıntısı, duyduğum hıncı kışkırtarak, yakında gelmesini beklediğimve Dreamer'm sözlerinden de onay aldığım bir saldırıya karşı bilenmemeyardımcı oldu. Kendimi daha fazla tutamadım, adeta patlarcasına, "Herkespekâlâ çalışmadan da yaşardı, eğer bir aristokratın keyifli ayrıcalıklarına sahipolabilseydi," dedim.Dreamer, vizyonumu bir eldiven gibi tersyüz etti.Sert bir ifadeyle, "Bu, insanın içinde ulaştığı bir özgürlük düzeyidir,"dedi. "Bu, korkuyu yenerek insanın tanrılar sınıfına girmesini sağlayan,yaşamını sürdürmek için çalışmak zorunda olanların yapmadığını yapan,seven, düşleyen insanın zaferidir."İnsan kendisini sadece yüksek bir Oluş seviyesini, bir sükunet halinielde etmeye adamalıdır ve düşlemekten asla vazgeçmemelidir; sonrasındaherşey kendisine verilecektir." dedi."Sadece güzellik, gerçek ve sağlıklı olma üzerine eğitilmiş bir insanlık,sadece düşleyen, sezgilerini kullanan ve derin düşünen bir insanlık, bir işyapmamanın gücüne, altın değerindeki tembelliğin sorumluluğunakatlanabilir."Dreamer, kozmik bir yenilginin kesin ve üzücü etkilerini gözlercesine,ifadesindeki burukluğu ses tonuna yansıtarak,"Eski zihinli insanlık çalışmaya devam etmek ister... çalışmayı bırakırsa,ne yapacağını bilemez. Bağımlı olmayı ister, korkunun himayesindeyaşamaya çoktan karar vermiştir. Şüpheyi doğal mirası ve efendisi olarakseçmiştir," diye açıkladı."Sürekli çalışarak, endişelenerek, derdine dert ekleyerek, intiharetmekte... zamanın bir kölesi haline gelmektedir..."341


Stefano E. D.'Anna7 Vizyon ve gerçeklik birdir"Vision and reality ar e one. Vizyon ve gerçeklik birdir.Dünya senin vizyonundur. Kendini değiştir, o zaman dünya da sonsuzadek değişecektir! Senin dünyaya yapabileceğin en büyük yardım budur."Teslimiyet içinde, "Ben değişsem bile, dünyanın yaşadığı bütün bukorku, mutsuzluk ve ıstırap ne olacak? Savaşları kim durduracak?" diyesordum.Dreamer, sabrı taşmış bir halde, "Dünya sensin!" diye bağırdı. "Dünyasavaşıyor, çünkü sen savaş halindesin.""Bir düşleyen, ancak kendisine, kendi kusursuzluğuna inanır vearzuladığı dünyayı yansıtır. İçinde yaşadığı gerçeklik, kendi seyyarcennetinin eksiksiz bir temsilidir. ""Fakat gerçeklik...""Gerçeklik sakız gibidir: dişlerinin biçimini alır...""Peki, tüm bu gördüklerim ve dokunduklarım...""Gördüğün ve dokuduğun dünya nesnel değildir ve hiçbir zaman daolmayacak. O seni yansıtıyor. Başarılı olmayı, zarif, muhteşem ve büyükolmayı öğren. Haksızlık ve öfkeyi nasıl doğru biçimde kullanacağını öğren.Koşulların gerektirdiği komik, alaycı, gücendiren, düşleyen ve eğlenceli,ağırbaşlı ve samimi, sakin ve mesafeli rolleri nasıl oynayacağını öğren.Bir özgürlük şampiyonu ol. Tüm işlerini siyasi, dini, toplumsal, ideolojikve duygusal her tür baskıdan ve zorbalıktan kurtararak, çabalarını insanlığıiyileştirmek yönünde kullan... bir yeryüzü cennetinin gözlerinin önündesenin için kurulduğunu göreceksin."Bu konuşmamız ne zaman aklıma gelse ya da onu tekrardan okusam,Abbott'un Flatland (Düz Ülke) romanında , düz geometrik bir şekil ile birküre, yassı bir yaratık ile üç boyutlu bir varlık arasında geçen karşılaşmanıngeometrik hikayesini hatırlarım.Dreamer'ın, katlan ve seviyeleri içeren, mevcut insan sayısı kadarçoklukta evrenlerin ve kişisel gerçekliklerin varlığını öne süren söylevi, ikiboyutlu algıya sahip bir Düz Ülke sakininin yassı vizyonu içinesığdırılamazdı.342


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu8 Ücretli çalışanlarDreamer'a göre, rollerden sıyrılmışlığı ancak oluşun en üst sorumlulukdüzeylerine ulaşan kişiler taşıyabilirlerdi."Bir gün bunları aştığında, o rolleri nasıl kusursuz oynayacağınıöğrendiğinde, özgür olacaksın. Bunu ele geçirmek birkaç dakikanıalabileceği gibi, bütün bir ömür de sürebilir. Bu tamamen sana bağlı!"Ayrıca sıradan bir insanın böyle bir özgürlüğün sorumluluğunutaşıyamayacağını da ekledi."Ancak, sonsuzluğun ufak bir pırıltısının bir an için gözüne iliştiği insanbunu başarabilir - sözleriyle bitirdi - Bütünleşmiş bir insan seviyesininaltındaki yaşam, seni değişmez bir rolün içine hapseder."Dreamer'a göre, yaşamımızda oynadığımız roller, sahip olduğumuzsorumluluk düzeyinin ölçüsü ve göstergesidir.Sanayi devriminin gün doğumunda, 'sapiens' -akıllı insan- türü kendinievrimin kavşağında buldu. Dünya üzerindeki ofislerde ve fabrikalarda,fiziksel, psikolojik ve davranışsal değişimler öyle bir seviyeye ulaşmıştı ki,yeni bir tür ortaya çıktı.Dreamer bu yeni türü, "ücretli çalışan türü" olarak tanımladı. Yarı şakayarı ciddi bir ifadeyle, "Bu türün en belirgin özelliği, bağımlı olmanındayanılmaz acısını soğukkanlı bir şekilde kabullenebilme kapasitesidir,"dedi. Ayrıca, bu türün zamanla çoğalarak insanlığın en baskın grubu,yeryüzünün en yaygın türü haline geldiğim anlattı. Benzer değişimlerin,evcilleştirilen hayvanlarda da görüldüğünü belirtti. Düşüncelere dalmışolmanın verdiği yavaşlıkla sıralamaya başladı: Kasların gevşemesi,yağlanma, mide bölgesinin sarkması, baş, kol ve bacak çeperlerinindaralması, cildin solması, erken yaşlanma, pörsüme... Bir yandan özelliklerlistesini sıralıyor, diğer yandan da benim bedenimdeki belirtileri, 'ücretlilertürü'nde görülenlerle karşılaştırarak onaylıyormuş gibi, giderek artan birhayret ifadesiyle beni baştan aşağıya dikkatle süzüyordu. Büyük birciddiyetle, beni teorisinin canlı bir göstergesi olarak kullanıpkullanamayacağını sorana kadar bu pandomime devam etti.Yüzümdeki gücenmiş ve utanmış ifadeye bakarken, Dreamer daha fazlakendisini tutamayıp kahkahalarla gülmeye başladı. Bana takıldığını ancak ozaman anladım.343


Stefano E. D'AnnaKalıba dökülmüş kazık gibi duruyordum. Yüz kaslarım bir cesedinkikadar gergin ve kaskatı olduğundan, O'nun çok ender tanık olduğumkahkaha nöbetlerinden birinde O'na eşlik edemedim.Dreamer, yaşantımdaki bu kesit ile ilgili olarak, ileride bir gün,"Kendisini gözlemleyen, kendisiyle dalga geçen kişi özgürdür" diyecekti."Eğer aklın karışıksa, içindeki karmaşayı gözlemle, böylece ondankurtulursun! Kendini gözlemleme, kendini düzeltmedir." O gün bana ayrıca,sıradan bir insanın asıl inancının, kendi kendisini dış dünyaylaözdeşleştirmek olduğunu söyledi. İnsanoğlu kendini gözlemlemekapasitesine sahip olmadığından, şu anda içinde bulunduğu koşullardayaşamayı hak ediyordu."Cehennemini gözlemleyebilseydin, cehennem yok olurdu, anındaiyileşirdin ve iyileştiğinin haberi bütün evrene duyurulurdu."Şimdi geriye dönüp o tepkime baktığımda, o zamanlar olduğum adamınkırılganlığını ve bütün olma yolunda adım atmaya henüz başlamış kişilerindüzeyine erişmek için bile, önümde çok uzun bir yolum olduğunu şimdigörebiliyorum. Yeni Ahit'teki hastalar, kör, topal, sağır ve cüzamlı kişiler,psikolojik özürlü bir insanlığın canlı örnekleriydi, ama onlar en azındaneksikliklerinin farkına vararak kendilerini sınırın ötesine, iyileştirmebölgesine girmeye hazırlardı. Onlar ruhlarında bütün olmayı isteyen bir avuçinsandı.Bu duruma henüz ulaşamadığımı, hâlâ Nikodim'in türünden biriolduğumu kabullenmek, görüntüler dünyasına sıkışıp kalmış, kuruluşlara,tozlu tapınaklara ve yararsız ritüellere bağlı, büyük kişisel serüveni uğrunamodası geçmiş doğrularından vazgeçemeyen bir insanlığın üyesi olmak banaacı veriyordu.Kesin olan şu ki, ben iman ile donatılmış, Dreamer'ın ifadesiyle'düşleme' ve irade ile donanmış insanoğullarından değildim. Dreamer, uzunyıllar boyunca benim dünya vizyonuma, inançlarıma ve yaşamımda olmasınıistediğim her şeye karşı bir tehdit oluşturdu.İyileşmenin bu günahkârlığın kökenine inmek anlamına geldiğini ancakşimdi anlıyorum. Bu engelin, insanın tüm sefilliklerinin ve başımıza gelentüm felaketlerin asıl nedeni Oluş'ta saklıdır. "Her olayın başı ve sonusensin. Onu kaynağında ara. Aksilikler ve acılar içindeki dünyayı senyarattın, bunu ancak sen değiştirebilirsin.İyileşme içerden dışarı bir süreçtir, senin içinde başlar, dışarıya doğruilerler. İyileşme ancak sen onu istersen gerçekleşir."1Ad


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDreamer, sözlerinin sonunda, Yeni Ahit mucizelerinin aslında birer'belgeleme' niteliğinde olduklarına işaret etti. İyileşme içimizde öncedenmeydana gelmiş olmasaydı, O bile içimizde olmayan bir iyileştirmeyigerçekleştiremezdi. 'Seni iyileştiren de senin 'irade'ndü'9 "Sadece sevdiğin şeyi yap!""Bir işte çalışmak, eksik bir psikolojinin yansımasıdır. Bir insanın budünyada aldığı rol, ondaki eksikliğin en açık belirtisi ve her derdininnedenine onu götürecek en basit yöntemdir. Sen ne isen, ancak onuyapabilirsin. Bunu iyice anladığında ve o tüm varlığına işlediğinde, nasılmüdahale edeceğini de bileceksin."Kişinin kendisini değiştirmesi demek, kendi düşünme ve hissetmebiçimine her an müdahale etmesi, yaşamına ışık tutması anlamına gelir. Senkendini bildikçe, rollerinin derecesi de yükselir, önem kazanır. İçtekisorumluluğun ne denli yükselirse, dışarda o denli az bağımlı olursun. Bu,kişinin doğasında bulunan ıstırabı söküp atmasını ve yorucu çabalarınıdüş'e dönüştürmesini sağlar.Bir işte çalışmak, binlerce yıldır bir lanetin yansıması, bir düşüşünsouucu oldu. Kişi kendi üzerinde çalışma ve öz gözlemleme yaparak,yansıttığı dünya ile arasındaki mesafeleri kısaltır, böylece kendi Oluşdurumlarıııdaki eksikliklerini ve dolayısıyla kişisel gerçekliğini iyileştirir.Dreamer, bütün zamanlar boyunca tüm kültürlerde çalışmanın, baskı vekısıtlama ile eşanlamlı olarak kullanılmasının öncesinde, sarf edilen çabayıifade etmiş olduğuna dikkatimi çekti. Eski medeniyetlerin kullandığıdillerde, erkeğin çalışması ve kadının doğurganlığında vücut bulmuş olanKutsal Kitabın acı ile ilgili tabirleri birbirlerine karışarak ortak kökenleriniaçığa vururlar. Fransızca travail ( doğum sancısı çekmek, çalışmak) veAnglosakson labour (doğum sancısı, işgücü) kelimelerinin türetilmesindebu anlayış sonsuza dek içlerine kazınmış ve mühürlenmiştir. Bu durumİspanyolca ve Yunan vizyonunun doğrudan mirasçıları ve görünmezdestekçileri olan çok eski diller için de geçerlidir.Dreamer zorlayıcı bir ses tonuyla, "Çalışmayı 'düş'e dönüştürmekgerek!" diye seslendi. Sözleri, muzaffer orduları aynı sancak altındatoplanmaya çağıran ve ruhları coşturmaya yetecek bir savaş çığlığı gibiçınladı.345


Stefano E. D.'Anna"İçten istediğin şeyi gerçekleştirmek için, bütün gücünü, zamanını,enerjini ve sahip olduğun her şeyi harca!"Dreamer'ın bu öğüdü, yeryüzü boyutunda bir dinleyici kitlesine, benimgibi sihirli uçuşu, 'düş'ü unutmuş milyonlarca insana yönelikti."Düşleme Sanatı, kişinin kendisini özünde sevmesidir. Yitirdiğibütünlüğüne yeniden kavuşmak, iradesini yeniden keşfetmek yıllar süreceköz gözlemleme ve farkındahk gerektirir." Gençlerin, gerçekten neistediklerini bulmalarının çok daha kolay olduğunu belirtti. Gençlerde irade,yani 'düş' henüz tam olarak gömülmüş değildir."Gerçek bir okul, düşlemeyi engelleyen her şeyi ortadan kaldırır. Gerçekbir okul, gençlere yanlış ve yararsız kavramları dayatmak yerine, onlarıbağımlı insanların gettosuna kapatan korkularından, boş inanışlarından vehipnotik uykulardan kurtarır."Babam da kendince, benim eğitimimi, varlığımı besleyebilecek bir okulaemanet etmek istemişti, ancak araştırdığı dini kurumlar arasındanBarnabitler o zamanlar çoktan dünyanın betimlemesinin tuzağına düşmüşler,sorumluluk sahibi, karar verebilen soylu insanlar yetiştirmeyi bırakmışlardı.Onlar dahi unutmuştu."Yaptığı işi seven insanlar, bağımlı değildirler. İşini seven kişininsatacak zamanı yoktur. Yalnızca yaptığı işi sevmeyen kişiler ücretkarşılığında bir işte çalışabilirler. Severek çalışan kişiye paha biçilemez.Ücretle çalışanların en büyük yanılgılarından biri, verdiklerininkarşılığında bir bedel alacaklarını sanmalarıdır. Oysa bir gelir sayılan bumaaş, ücret ya da ödenek, aslında bağımlılık durumunun oluşturduğuhasarların ancak kısmi ve çok mütevazı bir tazminatıdır."Bizi inanmaya ve düşünmeye alıştığımız herşeyden birçok ışık yılıuzaklığa fırlattıklarının bilinciyle, defterimde bu kelimelerin altını defalarcaçizdim. Bir yara iyileşirken hissedilen 'faydalı' sızının yanında, insanlarınyaratıcılık ve sevgi olmadan uğradıkları, daha doğrusu psikolojik olarakkirletilmiş ortamlarda çalışarak kendilerine bulaştırdıkları bu fiziksel veahlaki çürümenin farkına vardım.Dreamer'ın vizyonunun etraflı tasarımı, bağımlılıklarından kurtarılmış,kendisini yalnızca sevdiği şeylere adamış daha yüksek sorumluluk sahibi,daha özgür ve ;ok daha mutlu bir insanlığın gelişini öngörüyordu. Budurumun kaçınılmaz olarak daha gelişmiş bir ekonomiyle, harcanançabaların sürekli ve kalıcı olarak azalmasıyla, geleneksel eğitimin düşüşüylegerçekleşeceğini önceden bildirdi.346


Tanrılar <strong>Oku</strong>luEkonomi çalışma üzerine değil, mutluluk üzerine kuruludur. Mutlulukekonomidir. Oysa eski zihniyetteki insanlığın okulları bunun tam tersi birgörüş üzerine kuruludur. Onlar, çalışmayı acı çekmek, mahkûm olmakolarak algılayan tüm uygarlığın zihinsel tutumunu, bir zamanlar kölekullanmakla şimdi de bağımlı olmanın dayanılmaz ıstırabınıkabullenebilecek ezik insanlardan oluşan bir orduyu eğitme gereksinimiduyan bir toplumun kollarıdır."Spartalılar yedi yaşına geldiklerinde bağımlı olmaya son vererek bircesaret okuluna yerleştirilir ve orada birer kahraman, göz kamaştıranyenilmez savaşçılar olarak yetiştirilirlerdi. Oysa bugün aynı yaştakiçocuklar kederli yetişkinler ordusunun saflarına katılıyorlar.Çocuklardaki bu değişim gözle görülebilir. Oyun oynamanın keyfi, yeniyeni duyumsanan heyecanlar, uyum sağlayabilme ve cesaret gösterme,günden güne kıskançlık, haset, kin, nefret, endişe gibi insanlığın yakındantanıdığı duygularla; şikâyet etmek, çene çalmak, saklanmak, yalan söylemekgibi anlamsız alışkanlıkların edinilmesiyle ve bunların yanında, kendi içselçöküşlerinin birer maskesi olan buruşturdukları suratlarla yer değiştirirler.Bir çocuğun özgürlüğüne zarar vermek, onun düşlerine çırptığıkanatlarını kırmak, bugün içine düştüğü durumu göremeyecek kadar kör vebedelini toplumsal binlerce sorunla ve sonunu felaketler ekonomisiyleödeyen günümüz insanının ahlaksız tutumundan başka bir şey değildir... "Uzun bir suskunluk oldu. Dev Huangpu akşam karanlığına gömülmüştüve sadece, o saatte hala yoğıın olan nehir trafiğinin ileri geri uçuşan ışıklarınehrin varlığını fark etmemize olanak sağlıyordu. Bund'un nehir kıyısındakibir sokak lambasının altında, bu unutulmaz dersin notlarını, onu sonlandırankelimeleri de ekleyerek tamamladım."Trenin hareket ederken çıkardığı sesi zamanla farketmeyişimiz gibibağımlılığımızın acısı da bizim için, varlığımızın bir parçası, hayatımızındoğal bir değişmeyeni ve anlamsızca rahatlatıcı bir mevcudiyeti halinegelir. Bundan vazgeçmeye çalışmak, bir yetişkin için olanaksız birgirişimdir."347


Stefano E. D.'Anna10 Korkunç ve harikulade yönBu sırada, Bund'un bu kısmı, uzun sokak lambaları, ahşap ve ferforjedenbankları ve rengârenk kozmopolit bir kalabalığın telaşlı görünüşüyle, biranda başka bir zamana, şık bir bulvarın tatlı aylak havasına bürünüverdi.Peace Otel'e kadar yürüyerek gittik. Otelin restoranı gözümüzün önüne,boylu boyunca uzanan nehri ve Oriental Pearl TV kulesinin muhteşemmanzarasını seriyordu. Yirminci yüzyılın ilk yıllarına özgü mimarisi veortamı ile zemin kattaki caz orkestrasından yükselen notalar, bir zamanmakinesi gibi bizi yüz yıl geriye götürdü. Her şey kusursuz olmasına rağmensuskun ve düşünceliydim. Dreamer'ın o akşamki sert sözleri sadece birbaşlangıçtı. Karşılaşmamızın en zorlu kısmının henüz yaklaşmakta olduğunubiliyordum.Bizi onur konuğu olarak karşılayan otelin işletmecisi, kusursuz ikigarsonun başında hazır beklediği masamıza kadar bize eşlik etti.Başgarson'un Dreamer'ı iyi tanıdığı hissine kapıldım.Davranışları, gecenin akışı, otel ve restoranın gidişatı hakkında verdiğibilgiler ve otelin girişinde yakaladığım bazı işaretler, bana Dreamer'ınburada saygı duyulan bir konuktan çok daha ileri olduğunu düşündürdü.Gergindim. Öyle ki, konuşmalarının sürüp, başgarsonun yanımızdakalmasını, O'nunla tek başıma kalacağım anın olabildiğince ertelenmesiniistiyordum. Konuyu açtığında, Dreamer'ın söyledikleri de, ifadesi de sonderece ciddiydi."İnsan yaşamının her yönü, aldığı her karar ve yaptığı her seçim,içindeki sorumluluk düzeyine karşılık gelir. Bulunduğu düzey, dünyadakirolünü ve hak ettiği kaderi ona verendir.Kuveyt'te, senin daha yüksek bir varoluş düzeyine çıkabilmen içingereken koşullar yaratılmıştı, ancak bu fırsat, hâlâ şüphelerinin vekorkularının esiri olan senin gibi bir adama ölümcül bir tehlike olarakgöründü.Görünürde bunu geri çevirdin. Daha basit bir yolu, daha huzurlu biryaşamı seçtiğim inanıyorsun, oysa gerçek olan, sana sunduğum fırsatıalmaya henüz hazır olmamandı!" dedi. Bakışları daha da ciddileşti. "Seninsorumluluk düzeyin o zenginliği kapsayamaz. Özgürlük senin gibi insanlarıngözünü korkutur. Bağımlılığın dünyası, seni milyonuncu kez yutupgeçmişinin felaketlerini yine tekrarlaman için, yaşamın karanlık katlarınafırlattı."348


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Madem vazgeçeceğimi biliyordunuz, neden..." diyebildim. Sorumutamamlayamarmştım.jBir.gözyaşı düğümü boğazıma oturdu."Sana hiçbir şeyin 'bahşedilmeyeceğini' anlatmanın tek yolu bu idi! Birinsan aldıklarının bedelini ödemelidir. Ödeme insanın Oluşunda gerçekleşir.Bir insan ancak vizyonu dahilinde olanlara, sorumlu olduğu kadarına sahipolabilir.Bunların arkasından gelen ders, çıraklık dönemimin en önemli kilometretaşlarından biri oldu. Bir kez daha,"Nothing is extemal. Dışarıda olan hiçbir şey yoktur," dedi.Sesi katı ve ciddi geliyordu. "Hazır olmayan bir kişinin sahip olduklarıonun varoluş düzeyinin üstündeyse, bir olay ya da dışındaki koşul o gün içinlehine gelişse bile, bir gün mutlaka eski yoksulluğuna geri döner."Bir ülke veya tüm bir uygarlık için olduğu kadar, bir insanın zenginliği,refahı ve yaşam kalitesi de, doğal kaynakların, üretim araçlarınınbulunabilirliğine ya da bolluğuna değil, Varlığının enginliğine bağlıdır. Birkişinin düşünme, hissetme ve davranma şekli, beklentilerinin yüksekliği vedüşüncelerinin derinliği, neye inandığı ve neyi düşlediği kaderini belirler."Bc a kingjirst then kingdom will come!"Önce kral ol, krallık ardından gelecektir!" dedi ve ben bu yasayı her birhücreme kaydettim. "Oluş'un soyluluğu, bir krallığın doğuşundan öncegelir.""Kuveyt, sorumluluk düzeyini ölçmek, insanın içinde taşıdığı korkununolaylar dünyasında nasıl bir cehennem yarattığını ilk elden tecrübe etmenisağlamak için bir sınavdı. Seni bir işe, bir kadına ya da bir uyuşturucuyabağımlı kılan korkudur. Bir maaşın seni koruyabileceğine, sana güvensağladığına inandıran da aynı korkudur.Kendini tanımayanlar, durumlarına hâkim olamayanlar, ne kendileri nede başkaları için bir şey yapabilirler.İnsan ancak kendisini seçebilir! Aşık olman, yine sorumluluktankaçmanın bir yoludur. Sevdiğine inandığın kadın bile, sadece bağımlılığaolan eğiliminin bir yansımasıdır."Şimdiye dek Dreamer'ın fikirlerine karşı duyduğum dolaysız vekesintisiz tiksintinin, onların bendeki zihinsel yapıları altüst etmekteki vemodası geçmiş düşüncelerle yıkıcı programları söküp atmaktaki etkilerininen kesin göstergesi olduğunu öğrenmem gerekirdi. Buna rağmen ben, herseferinde karşı çıkıyor, O'ııun yanında hissettiğim bu dayanılmaz baskıya veVarlığımın her santimetrekaresini ezen güce isyan ediyordum.349


Stefano E. D.'AnnaDreamer daima haklıydı. O'nun peşinden giderken ya da sözlerini heranımsadığımda başarmamak, yanılmak, kendime zarar vermek, yoldançıkmak olanaksızdı. Konuşan Ağustos Böceğinin bilgeliğinin, tahta parçasıolarak kalmaya karar vermiş Pinokyo için ne kadar katlanılmaz olduğunuhayal etmek bile imkânsızdır.O akşam sözleri daha yıkıcı bir hal aldı, ağırlıklarını ve yoğun enerjilerinikaldırabilmem için fazla devrimsel nitelikteydiler, daha da yıkıcıydı,ağırlıkları ve muazzam enerjileri dayanılamayacak kadar yenilikçiydi. Üstdüzey görüşleri kabul etmek ve anlayabilmek, hazır olmayan ve anlamakistemeyenler için daima acı vericidir. Hatta onları sadece dinlemek için bile,psikolojinin gelişmesi, düşüncelerde hızlanma, köklü inançlar vealışkanlıklarda değişim gerekir. Onlan kabul etmek ve benimsemek içinkendimi her defasında tamamen hazırlıksız buluyordum ve her seferindeönüme serilen Dreamer'ın felsefesi, sadece her zaman inanmış olduğumşeylere ters düşmekle kalmayıp, onlarla her karşılaşmamda tarihin ve dininkutsadığı gerçek doğal yasaları tümden ve açıkça çiğneyen bir küfür gibigeliyordu. Dreamer'ın fikirleri, önümde dünyanın vizyonunu altüst edecekbir girdap yaratarak, bundan böyle eski zihinli insanlıkla hiçbir ortak yönüolmayan yeni bir türe giden maceralı geçidi gösterdi. İdrak etmenin nihayetOluşumda bir delik açmayı başardığı şükran duyduğum anlarda Dreamer'ınişaret ettiği yolun, tıpkı akıntıya karşı yüzen somon balığının nehirdeizlediği yol gibi korkutucu ve hayret verici, yorucu ve keyifli, tuhaf vegerekli bir yol olduğunu kavradım. Dreamer'ın çelişkili lisanının arkasında,bir Esodo* gibi göz kamaştıran, Spaıtakus'un yiğit girişimleri kadar düşselve destansı psikolojik bir devrim, bireyin devrimi olarak yükseliyordu.11 Aşık olmakDreamer yeniden konuşmaya başladığında Heleonore ile olan ilişkime vebir aile kurmak için gerçekleştirdiğim sayısız girişime değindi. Seçtiği ilksözcükler ve tonlaması, söylemek üzere olduğu şeyleri dinlemenin pek dehoş olmayacağının yanı sıra, onları kabullenemeyeceğim konusundakiendişelerimi haklı çıkaracağa benziyordu.* Esodo: Hz. Musa'nın yönetimindeki Yahudi halkının vaat edilen topraklara doğruMısır'dan çıkışı, (ç.n.)350


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDreamer'ın felsefesini kabullenmek, onun düşüncelerine yer açmakhiçbir zaman kolay olmamıştı, ama şimdi en sıkıntılı konuya değinmişkeninatçılık kalelerimin güçlendiğini, en eski kalkanlarımın daha da affetmezbir biçimde yükseldiğini hissediyordum. Benden Heleonore'dan ayrılmamıistemesinden korkuyordum. Çıraklığım çok kritik bir noktaya gelmişti.Sonraki sözleri, endişelerimin karanlık ormanında, av borusunun, biryaban hayvanının ininin derinliklerinde yankılanan sesi gibi, olduklarındandaha da vahşi ve saldırgan geldi. "Korku ve senin bağımlı olma eğilimin, bukadınla yaşadıkların gibi, her ne ile karşılaşırsan ona pençelerini geçirmeneneden oluyor. Ayrıca ona âşık olduğunu sanarak kendine de yalansöylüyorsun."Dreamer uzun uzadıya konuştu. Bir şeyler çelik bir zırhı delmiş, tavrımıdeğiştirmişti. Bu değişimle birlikte, başlangıçtaki sert ifadesini korumasınarağmen, O'nun konuşmasının tonlaması da belli belirsiz bir biçimdeyumuşadı.İnsanların aşık olmak olarak adlandırdıkları Oluş'taki bozulmann gerçekanlamına işaret ederken ve onu saklayan ölümcül tuzağın örtüsünükaldırırken, içime işleyen bir şekilde:'Aslında her aşık olduğunda...düşüyorsun.' dedi.Hızla gözünü kırptı ve uyarırcasına "Ve her düşüşün ardında da bireksiklik bulunur," dedi.Dreamer'daıı, her türden hayranlığın arkasında yatan bu tehlike işaretininve düşüş sinyalinin, en farklı kültürlerde bile izlenebilir olduğunu öğrendim.Aşka düşmek, 'to fail in love' ya da 'tomber amoureux' gibi her dilinözelliklerini taşıyan bu ifadeler milyonlarca kadın ve erkek tarafından,çıkardıkları alamı çığlığı duyulmadan kullanılmaktadır. Bu deyimlerburnumuzun dibinde, artık kimsenin dikkatini çekmeyen bir tehlikebayrağını sallamaktadır. Dreamer, bu irdelemesini daha da derinleştirerek,birine ya da bir şeye âşık olmanın bir uyarı değil, sevme haline dair çoktangerçekleşmiş bir düşüş ya da alçalış olduğunu belirtti.Yine, "Dışarıda olan hiçbir şey yoktur," dedi. "Dünya ve diğerleri, seninzaman içinde dağıtılmış hallerindir." Birini sevmek, kendinden bir parçayısevmektir... küçülmek... parçalanmak demektir."Dreamer'a göre, insanın kendisi dışında birini sevmesi, koskoca birokyanusu bir bardağa sığdırmaya benzer ya da denizdeki bütün suyun biravuç kumla örtülmeye çalışılması gibidir.351


Stefano E. D.'Anna"Amore* (a-mors), ölümün yokluğu demektir. Skvmek, kişinin kendisiniözünde sevmesi,.kendisine. verebileceği her türlü zararı ortadan kaldırmasıanlamına gelir." Ardından, bunun ancak kişinin isteyerek, yapmasıylaolabileceğini söyledi. Dreamer'a göre, 'kişinin kendisini özünde sevmesi'ancak tam ve gerçek bir iradenin eylemi olabilir."Sadece bütünlük sevebilir," dedi kesin bir şekilde. " Ve ancak tümgörkemiyle varoluşun bütün olan hali, sevgiyi içine alabilir."Tamamen hazırlıksız olduğumu hissettiğim bir beklenti kaygısıyla, "Bütünlüğeerişen bir kişinin bir eşi, çocukları, bir mesleği, bir sosyal hayatı,ilişkileri ve dostları olamaz mı?" diye sordum."Elbette olabilir," diye yanıtladı. "Ancak unutma ki, senin dışında olanher şey, sadece senin içinde yaşadığın ve varlığının yüceliğini anlatan birsahne gösterisi, ruhundan görsel bir kesittir.Bir başkası, başkaları ve dünya... yalnızca senin yansıttığın görüntülerdir...bir bardak su... bir avııç kum."Dreamer'a göre, mümkün olan tek sevgi, kişinin kendisini sevmesiydi.Kendini sevmek, en yüce sanattır. İnsanın kendisi dışında bir başkasınısevmesi, ifadesinin doruğunu cinsellikte bulan bir putperestliktir.Dreamer, "Bir erkek, yaşamına bir yön vermesi gereken yüzlerce andaolduğu gibi, kendine bir eş seçerken de sürekli cinselliğinin etkisialtındadır," diye düşüncesini açıkladı. Yaptığı bu girişteki ses tonununyumuşaklığı, konuşmasındaki bu sıcaklığa yoğunluk kattı ve dikkatimiıstırap duyacak kadar keskinleştirdi."İnsanoğlu, cinselliği yaşamının merkezine yerleştirerek, onun sadece,unutulmuş bir coşkunun, Oluş'un birliğinin çok uzaktan anlık görünümüolduğunu keşfedemedi."Dreamer konuşmasını sürdürerek, yiyecek ve uyku gibi seksin de dikkatlibir yönetimi, insanların unuttuğu bir yönetme yeteneğini gerektirdiğinisöyledi.Bir öğreti dalı, Varlığın olgunluğa ulaşması için insanoğlunun emrindeki birteknik olarak hizmet etmesi gereken cinsellik anlayışı çarpıtıldı. Oluşundiğer alanlarına erişebilenler, cinselliği, bütün olmanın hizmetindeki bir iticigüç olarak kullanırlar.* Amore: Sevgi, aşk (ç.n.)352


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDreamer, bu zihniyetin unutulduğunu belirterek sözlerine devam etti.Cinsellik işlevi, bizi daha da doyumsuz, daha da eksik, herkesin doğuştanhakkı olan ve feragat ettiği oluşun bütünlük durumundan daha dauzaklaştıran gelip geçici bir aktiviteye dönüşerek sonunda değerini yitirdi.Şimdiye kadar seks konusuna, bir an bile, Dreamer'ın önüme serdiği ve benisoluksuz bırakan bu bakış açısıyla asla bakmamıştım. Görüntüler zihnimdebirbiriyle, sanki film şeridinin hızlı gösterimle oynatılması gibi çabucak yerdeğiştirmeye başladı. İnsanları yatak odalarında hiç ara vermeden, kan teriçinde çiftleşirken gördüm. Bir zoolojik türün seksüel davranışlarınıinceleyen bir hayvan davranışları uzmanının tarafsız bakışıyla insanın buevrensel takıntısını, kur yapma ritüellerini ve üreme tekniklerini gözledim.Bir anda, oluştaki birliğin ışıltılı mesajlarını almak için organlarımızıyaratan ve onlara içimizde işlevselliğe zorlayan bozulmayı ve içinedüştüğümüz bu alçalmayı bu kez kesin olarak kavradım.Dreamer'ın vizyonuna göre seks, yitirdiğimiz bütünlüğün arayışındaizlerini bulmamıza ve bize bu zorlu yolda adım atmamıza izin veren önemlibir bağdır.Parçalanmış bir insanlık partneriyle olan ilişkisini bağımlılığa, cinselliğiise kayıtsızlığı ve daha ileri bağımlılıkları için bahaneye dönüştürerek onunesas işlevini çarpıttı. Kendimi başka dünyadan gelen bir varlık gibi yalnızhissediyordum, çünkü irade ve akıl tarafından yönlendirilmediği içinbaşarısızlığa mahkûm olan bu nefes kesici bütünlük ve birlik arayışınınvizyonuna katlanması kabul gören tek tanık bendim. Bu arayış, içindekendisini sevmeden önce, dışarıda başkasını sevmeye çalışan bir varlığınimkânsız girişimi yüzünden, sonsuza dek her denemesinde sonuçsuzkalacaktı.Her seferinde hapşırıklar kadar anlamsız ve her seferinde bir başka küçükölümle birlikte yeni hayal kırıklıklarıyla sonuçlanan bu cinsel birleşmelerin,göz açıp kapayıncaya kadar hızla tutuştuklarını ve bir anda sona erdiklerinigördüm. Kaderi her seferinde ihanete ve başarısızlığa uğramak olan insanınmutluluk beklentisi, bütün olma çabası sürekli tekrarlanan bir döngüydü.Zihnimin ekranında buzulla kaplı ülkelerin görüntüsü belirdi. Rengeyiklerinin, onları çılgına çeviren, dışarıda boşu boşuna arandıkları miskkokusunun ardında ölüme koştuklarını gördüm.Kaderin kötü bir oyunu yüzünden, onları sarhoş eden bu kokuyu aslında kenditer bezlerinin ürettiğini, onun kendi bedenlerinin kokusu olduğunu aslabilmeyeceklerdi. Dreamer, bu noktada düşüncelerime girdi ve görüntülerin353


Stefano E. D.'Annaakışını durdururken,"İnsan özgürlüğü, mutluluğu ve sevgiyi dışında arar," dedi. "Ama kayıpoğulun yolculuğu dışarıda değil, içerideki bir serüvendir, varoluşun birliğinedoğru çıktığı dönüş yolculuğudur.""Bir erkek, bütünlüğünü yeniden ele geçirmek için sürekli bu girişimdebulunur: yitirdiği cenneti, oluş bütünlüğünü yeniden kazanmak için,kendisinin bir parçası olan ve bir kaburgasından yaratılan kadınla birleşir."Ardından değiştirilemez, kesin bir hükmü okuyan birinin ses tonuyla,"Oluşun aritmetiğinde iki yarım bir bütün etmez! Bu, noksanlığın karesiolur!" dedi. "Gerçek bir düşleyen, kendisini bütünlükte ifade eder. Eksik birdünyada yeri yoktur."12 "Ben senim!""Fakat tüm olan biten benim yarattığım, yansıttığım bir durum ise, ozaman, Sen... Sen kimsin?"Beklenmedik bir biçimde, duyduğum anda, zihnime damgalanacaksözleri söyleyiverdi. "Ben, senim! Ben senin içinde var oluyorum, "dedi.Dünya ayaklarımın altından kayıverdi. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi vebir daha da asla eskisi gibi olmayacaktı.Dreamer bocaladığımın farkına varınca bana yaklaştı,"Beni dışında görüyorsun, çünkü senin içindeyim. Böceklerdengalaksilere dek, gördüğün ve dokunduğun her şey senin içindedir, yoksa neonları görebilir, ne de onlara dokunabilirdin," dedi.Başım döndü. Yüreğimin her atışıyla şakaklarımın zonkladığınıhissediyordum.Tuhaf bir şeyler oluyordu... İçimde bir şey büyüyor, benden yolunubuluyor ve sanki gebelik dönemi süratle hızlandırılmış bir canlı gibi kendiniiçerden dışarıya çıkarmaya zorluyordu."Her şey birbirine bağlıdır. Hiçbir şey ayrı değildir. Eğer kendindeyalnızca bir tek atomu, en ufak bir düşünceyi, alışkanlığı, tutumu, hattasesinin perdesini dönüştürebilseydin, bu dönüşüm tüm varlığında infilakedecek ve evrenin sonsuza dek değişecekti.Fakat varlığın bu atomunu dönüştürmek, olaylar dünyasında dağlarıyerinden oynatmaya ya da okyanusları yutmaya benzer."354


Tanrılar <strong>Oku</strong>luSesinde, insanın mutsuzluğunun nedenine ve içinde bulunduğu koşullarınasıl kökenine dokunan bu konuşmanm verdiği ıstıraptan kaynaklanan birhüzün vardı.Kendimizde bir atomu değiştirmek bile bir dağı yerinden oynatacak gücügerektiriyorsa, insanlığın kendisini dönüştürmesi için gerekecek yıllarındipsiz uçurumu önünde aklım durdu. Bu mesafeyi biraz da insan aklınınerebileceği bir boyuta çekebilmek için, en azından kendi geçmişimde sertvirajların ve çalkantıların eksik olmadığı şeklinde bir itirazda bulundum.O'nunla karşılaştığımdan beri mutlaka birden fazla atomum değişmişti.Nitekim son birkaç yılda, birçok kez işimi, eşimi ve yaşadığım ülkeyideğiştirmiştim, gerek Kuveyt'e gitmeden önce, gerekse kendimi Şanghay'dabulana kadar, birçok kez işimi ve ailemi bir kıtadan diğerine taşımıştım.Dreamer, "Bunlar yalnızca görünüşteki değişikliklerdir," diye yanıtladı."Sıradan bir insanın yaşamında gerçekte değişen hiçbir şey yoktur. Onungeçmişi, geleceği olur. Yaşamındaki her şey kendisindeki eksiklikleri ortayaserer." Sesi yine kararlı ve sert bir ifadeye döndü. "Tekrarlamanın rahat veölümcül kulvarını terk etmeye kendisini zorlayacak her değişiklikten korkar.Bu değişim yanılsamasının ötesinde, senin yaşamında da her şeytekrarlanır; her şey her zaman birbirinin aynısıdır.Aldığın roller, oturduğun evler ve edindiğin arkadaşlar gibi, bir ailekurma girişimin ve seçtiğin kadınlar da hep değişmezliğinin birer yansımasıve dolayısıyla her şeyden öte, yaşamını içine kapattığın varlığının kısıtlıgöstergesidirler.Seninkine paralel ve sadece düşün ulaşabileceği dünyalar vardır.Eğer şu an seni memnun eden hiçbir şey yoksa, bunun sebebi varlığınındurumudur. Varlığın olduğu gibi kaldığı sürece istediğin hiçbir şeye sahipolamayacaksın. Yeni bir anlayışa, yeni bir anlama, yeni bir hayata sahipolmak ve böylelikle daha üstün bir düzenin olaylarını kendine çekmekistiyorsan kendini değiştirmelisin.. Kendini değiştirmek ilk önce 'kendindenkurtulmaktır.' 'Daha üstün bir seviyede' doğabilmen için, 'daha aşağı birseviyede' ölmen gerek."Bocalıyordum. Dreamer zorda olduğumu gördü ve bekledi. Sözleri,dayanılmaz bir acıyla bedenimi delip geçen oklar gibi oluşumun bilinmeyenbölgelerine sızan ışık demetleriydi.İhtiyatsızca hatırladığım geçmişim şimdi beni boğuyordu. Luisa'nınölümü ve bütün ilişkilerimin mutsuzluğu, tüm bir yaşam boyunca sürenkavgalar, anlayışsızlıklar ve ihanetler, kendi burukluklarıyla yüklü olarakyine birer birer su yüzüne çıkıyorlardı.355


Stefano E. D.'AnnaHer iki ucundan yakılmış bir mum gibi hızla yanan, yirmi yaşın en fevrive en bilinçsiz haliydi Luisa. Jennifer'ın ise kibirliliğimin, sahiplenmearzumun ve yaşam korkumun bir kimliğe bürünmesi olduğunu şimdianlıyordum. Gretchen, benim saldırganlığımın, her sözümün, herdavranışımın ve bakışımın arkasında duran, gizli ihanetimi yansıtan birgörüntüydü ve bu çok doğruydu. Bu kadınların hepsi benim içimdebulunduğum durumların birer yansımasıydı. Dreamer bir süre sonra beni budüşünceden de çekip aldı. Ses tonu olağandışı şefkatliydi. "Bu kadınlar,özünde asla keşfetmek istemediğin şeyleri sana göstermeye geldiler." Sonaşkımın, benim aşka son düşüşümün arkasında, neyin gizlendiğinikeşfedeceğimi düşününce içim acıdı.13 Evren Bir' e doğru demektirBirkaç dakika konuşmadık. Masamızdan görülen nehrin sıradışımanzarasının keyfini çıkardık. Oriental Pearl TV Kulesinin çelik silueti,karanlık gecenin ve uzaktaki Pudong'un puslu ışıklarının fonunda birkuyruklu yıldız gibi panldıyordu.Bu arada Peace Hotel'in restoranı kalabalıklaşmıştı. Restoranın demodeatmosferi, müşterilerinin giyimlerinde de göze çarpıyordu, üstelik çoğu,yüzyılın başındaki çekilmiş bir fotoğraftan fırlamış çiftler gibiydi.Dreamer, şimdi bu karşılaşmamızın en önemli konularından biri olan, sonkonuyu açıyordu. Garsonların tabakları toplaması için bir süre sessizcebekledi. Dreamer'ın tabağı sofraya getirildiği haliyle duruyordu. Nefesimikesen sözlerini not almakla meşgul olduğumdan, ben de yiyeceklere pekdokunamamıştım.Dreamer sözlerine başlarken, "Bu proje, 'universe' kelimesinin içineebedi harflerle kazınmıştır" diyerek sözlerine başladı ve çağlar boyuncasayısız insan neslinin 'universe' kelimesini; kendi etimolojisinde, kınındaduran görünmez bir kılıç gibi gizlendiğini ve adını aldığı anlayışınolağanüstü gücünün farkına varmadan nasıl kullandığını açıkladı.Universe: uni-verso, yani 'versus unum' Latince 'Bir'e doğru'anlamındaydı. Geçen zamanlar boyunca, varoluşun anlamı, dünyanınseyrettiği yön, olaylar ve insanlar bizlere gösterilmiş, anlatılmış, herşeygözlerimizin önünde meydana gelmişti.356


Tanrılar <strong>Oku</strong>luYıldızlar kadar eski, milyonlarca güneşin sıkıştırılmış enerjisi kadargüçlü ve gerçek kadar basit olan bu kozmik mesaj çok uzun zamanlanaşmış, ancak yine de çok az insan onu anlayabilmişti. Bütünlüğün bu tekgüçlü mesajı, her dönemden medeniyetin dini ve fikri geleneklerini özündenetkilemişti, öyle ki onlar, Oluş'un birliğine yönelmiş bu bastırılamaz iticigüçle doğmuş ve hala onunla titreşiyorlardı.Dreamer'ın yorumunda, kültürel, ırksal ve coğrafi her tür farklılıklarınötesinde, yer ve zamana aldırmaksızın fikir, felsefe ve vizyonların altındanbir iple ilmek ilmek işlendiği ulusları ve insanları bağlayan dokuyu gördüm."'Monos' sözcüğünden gelen 'monk' (keşiş), 'Bir olana' doğru tekbaşına ilerleyen, kendi bütünlüğünü arayan kişidir," dedi. Yüzünde çoğuzaman peşi sıra gelecek hicvin belirtisi olan bir tebessümün gölgesibelirirken sözlerine devam etti. "O inşa edilmekte olan bir varlıktır. Hattahücresinin dışına, 'Çalışmalar Sürmektedir' levhası bile asılabilir.""Seçtiği cüppesi ile öğretisi, onun bir 'birey' olma niyetine hizmet eder..."Birey HndividuaV sözcüğünün de, indivisibile yani bölünmeyendentürediğini ve insanın bir olmaya doğru giden yönünü gösterdiğini açıkladı.Bu çok ender bir durumdur. Ancak çok az sayıdaki kişi, kendi üzerindeçalışmalar yaparak bu duruma erişir ve gerçek bir birey olur. Benim içinsözündeki yergi, anlamamak ve aleyhimde yaptığı bu karşılaştırmayaüzülmemek için fazla aşikardı. Kendilerini bütün olma yoluna adamış,yorulmak bilmeden çalışan araştınnacılar vardı ve her zaman da olmuştu.Peki ben neredeydim? Zamanın her döneminde, sıradan koşulların dışınaçıkabilmek için insanüstü çaba harcayan, bu yolda araştırma yapan bir avuçaydın çılgının oluşturduğu cesurlar ordusunda kendi yüzümü görmek içinboş yere arandım durdum. Yaşamımın tekdüzeliğini terk etmek, bireysel birkaderi, o muhteşem kişisel serüveni hak etmek için ben ne yapmıştım?Kendimi çabucak bir vicdan sınavından geçirdim ve derhal hayatımınüzerine bir matem örtüsü serdim. O vakit, neredeyse iki bin yıl boyuncafarkedilmeden aktarılmış olan, iki yalın masalın ardına gizlenmiş müthiş sırtüm parlaklığıyla zihnimde bir şimşek gibi çaktı, basit öyküler kılığınaginniş olan bu ölümsüz mecazi anlatımlar, bu olağanüstü güçlü iki hikaye;kayıp bir koyunun peşinden giderken diğer doksan dokuz koyununu fedaeden çobanın öyküsü ile kaybettiği bir gümüş lira için kalan dokuzlirasından olan, buluncaya kadar bıkmadan usanmadan onu köşe bucakarayan kadının öyküsüdür. Bu ilk öğrenilen hikayeler kendilerini, bütünlükmesajının binyıllık koruyucuları olarak gösteriyorlardı.357


Stefano E. D.'Annaİçlerinde hala, 'projenin' belleği ile insanın, evrensel ulaşılmaz halindekiOluş'un birliğine doğru hiç bitmeyen çekimi bulunur. Büyük varış noktası,vurulması gereken hedef ve bu gezegendeki varlığımız bunun asıl sebebidir.Dreamer, otoriter bir havada konuyu özetleyerek, "Cehennemin en ufakbir tohumu bile cennete giremez," dedi. "Dikey bir insan için,bütünlüğünden tek bir zerreyi yitirmek bile, her şeyi yitirmek demektir.Yeniden tam olacağı zamana kadar huzur bulamaz."Hemen ardından, "'aziz' sözcüğü Hristiyanlığın dogmatik felsefesininötesindeki, derin anlamıyla 'sağlıklı, iyileşmiş kişi' demektir," dedi."Aslında aziz, varoluşun birliğini, tam olmayı kendisine amaç olarakbelirlemiş, bütün olmuş, tam kişidir; bütünlüğünden en küçük bir sapmanınkendisini sıradanlığın cehennemine savuracağını bildiği için, kendi oluşdurumlarının ve duygularının farkında olandır... "Anımsayabildiğim tüm kutsal ikonografi eserleri zihnimden geçti veçocukken azizlerin ışıktan birer haleyle taçlandırılan başlarını seyrettiğimdeyaşadığım şaşkınlığı yeniden hissettim. Onları mum kokulu odaların ölgünışığında, yaşam belirtisi olmayan kiliselerde, müzelerin ve sanat galerilerininsteril ortamlarında ve dahası, geçmişin hüzün verici, eskimiş insanları olarakanılarıma kazımıştım. Ancak şimdi, çektiği ıstırapları ve yenilgileriniazizlere yansıtan toplumsal düşüncenin ve anlamsızca 'kendi dışında' oluşanir ıcizelere inanan bir kalabalığın tüm cehaletini ve saçmalığınıg rebiliyordum.'Kendi dışındalık' gerçek bir deliliktir, insanlığın iyileşmesi gereken1 ıstalıkların en kötüsüdür.Aslında, azizler, sadece 'kendilerine inanmaya' cüret eden kadınlar veerkeklerdi; onlar, kendi eksikliklerinin farkına varmış, yitirilen bir bütünlüğedoğru geri dönüş yolculuklarını tamamlamış sıradan insanlardır.14 Kral ülke, ülke kraldırDreamer, anılarla dolu düşüncelerimin melankolik olmasına fırsatvermeden, beklenmedik bir şekilde araya girerek "Ekonomi budur!" dedi.Başlarında haleler ve hurma dallan olmayan muzaffer kadın ve erkeklerdenoluşan bir ordunun görüntüsü, zamanı olmayan bir destanın gerisinde birsüreliğine havada asılı kaldı. Son görüntü de yeni gelen sözcüklerin meltemesintisinde kaybolup gitti.1 (O


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Bireyler ve onların eylem halindeki iradeleri olmadan, bir kazanç ya dailerlemeden, iş ya da refahtan söz edilemez. Onlar toplumun yüksek ilkeleriolan en değerli insanlarıdır. Onlar olmadan, büyük siyasi imparatorluklarve iktisadi servetler dağılır, yok olurlar."Dreamer'ın sözlerinde birdenbire, ekonomi öğrencilerine yılardır azapçektiren, tüm dünyadaki üniversitelerin, işletme okullarının araştırmamerkezlerinin çaresizce çözmeye çalıştıkları bir bilmecenin çözümünübulmuştum. Dünyadaki ticari kuruluşlar erken ölüyorlardı. Varlıkları giderekdaha sallantılı bir hal alıyor ve ortalama ömürleri bir güne düşene dekazalıyordu. Ekonomi ve fmans devleri bile uzun ömürlü olmuyorlardı. Bunugörmek için sadece yirmi yıl önce dünyanın en büyük 500 şirketi listesindeyer aldığı halde artık adı okunmayan şirketlerin yarısını anımsamakyeterliydi.Oysa şimdi bu şirketlerin, tamamlanmamış liderlerin birer yansımasıolduklarını biliyordum. Onların erken yok oluşlarının tek ve gerçek nedeni,bünyelerindeki bütünlüğe ermiş kadın ve erkeklerin eksikliğiydi. Buinsanların tek bir tanesi bile, bilgi, insan ve malvarlıklarından oluşan çokbüyük kalıtsal servetlerin kaybedilmesini ya da medeniyetlerin tümüyledağılmasını engellemek için yeterliydi. Scipione ya da sonra gelen Sezarolmasaydı, Roma bugün nerede olurdu diye düşündüm; ya da Assisi'liFrancesco çapında bir yönetici olmadan, dünyanın en büyük çokuluslukuruluşunun, Katolik Kilisesi'nin başına neler gelirdi? Aklı başında,bütünleşmiş insanlar...onları kim yetiştiriyordu? Neredeydiler?Beni bu düşüncelerimin esaretinden kurtaran Dreamer'ın sesini yenidenduydum. "Kral ülkedir ve ülke de kral," sözünü özel bir tonlamaylasöylerken, aklımı yeniden 'düş' ile birleştirmişti. "Bir organizasyon piramidi,liderinin nefesine bağlıdır. Altından bir kordon, onun görüntüsünü ve kendiyazgısını, organizasyonun ve adamlarının kaderine bağlar. Eskihükümdarlarda olduğu gibi onun bedensel durumu, kendi ekonomisiyleuyum içindedir."Bu durumu klasik Çin gelenekleriyle ilişkilendiren Dreamer bana,fevkalade zor zamanlar olan, İmparatorluğun bir kıtlık veya düşman işgaliile karşı karşıya kaldığı durumlarda, Cennetin Oğlu sıfatını taşıyan Çinİmparatorunun, çıkış kapılarını açmak için Sarayın iç odalarına çekildiğinianlatırken, ben onun her bir kelimesine sıkı sıkıya tutunuyordum.359


Stefano E. D.'AnnaYüzünü güneye çevirmiş, dingin ve insanüstü erdemleriyle CennetinTalimatına göre tüm İmparatorlukla uyum içinde olduğundan emin olanİmparator, karşılaştığı sıkıntıların kendi bütünlüğündeki bir düşüşü açığavurduğunu ve mücadelenin ilk önce içerde kazanılacağını biliyordu.Setler yıkılıp, sel suları yaklaştığında,barbar kavimler ve saldırılar dünyanın her bir köşesinden yağmayabaşladığında,lider'e bahşedilen 'seyyar cennet' kaybedilmiş demektirve sadece onun bütünlüğünün geri kazanılması bu felaketi tersineçevirebilirBöyle bir sorumluluk seviyesine sahip bir insan için, kendi bütünlüğü veimparatorluğun bütünlüğü arasında bir ayrım yoktur. Onun için asıl zafer,kendini yenmek ve Oluş'un birliğini yeniden tamamlamaktı. Ancak o zamankendi kusursuzluk seviyesinin ölçüsünü ve etkisini simgeleyen çözüm; içanlaşmazlıklar, kötü iklim koşulları veya kıtlık yüzünden düşman ordusununçökmesi ya da müttefik bir ordunun gelişi gibi şekillerde kendini açıkçaortaya koyacaktı.Dreamer'ın yanında, iş yaşamının en eski geleneklerinden modern tarihekadar, tüm uygarlıklar tarihi boyunca her daim uygulanmış olan kavrayışıncanlılığını ve kalp atışlarını hissettim. Yüzyıllardır Çin İmparatorluğu'ndanRobert Maxwell'e, Walt Disney'den Kral Arthur'un ülkesine dek aynı vedeğişmez bir yasa yankılanmaktadır:"Kral hastalandığında ülke de hastalanır.Çünkü kral ülkedir ve ülke de kral."XIV. Louis'in nükte dolu sözü bile şimdi bana, yeni bir anlayışın ışığıniçinden beliriyordu. "L'Etat c'est moi - Devlet Ben'im", yüzyıllar boyuinandığımız şekliyle bir zorbanın nidası veya sınırları olmayan birhükümdarın bild'risi gibi değil, kendi kişisel yazgısıyla, milyonlarca insanın,bütün bir imparatorluğun yazgısının kusursuzca birbirine bağlı olduğunainanan bir insanın farkındalığıdır.360


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Bir lider, bir işadamı, sorumluluk sahibi bir insan finansal kaderinin,girişimlerinin başarısının ve uzun ömürlülüğünün, ve hatta beden sağlığının,sahip olduğu bütünlük seviyesi ile doğru orantılı olduğunu bilir. Bölünmüşbir dünyadan, birleşik bir dünyaya geçmenin sadece tek bir yolu vardır!Vazgeçmemiz gereken yalnızca tek birşey var...Birden sustu ve bu kısacık duraksama bana sonsuzluk kadar uzun geldi."Acı çekmek."Hemen atıldım, "Bu çok zor olmasa gerek, bunu kim kabul etmez ki?"dedim.Dreamer,"Buna rağmen, sıradan bir insan için bu ciddi şekilde olanaksızdır,"dedi. "Senin durumunu ele alalım. Elbette ıstırap çekmekten vazgeçmekisterdin, ama bu olgu, beraberinde mücadelelerden, çatışmalardan vebölünmelerden oluşan bir dünyadan da vazgeçmeyi getirecektir; bu seninolan dünyadır, bildiğin tek dünya.Ancak kendini bilen kişi, kendi dışında bir şeyin olmadığını, evrende tekbaşına olduğunu, içinde bulunduğu durumların ve başına gelen her şeyin teksorumlusunun kendisi olduğunu bilir."Dreamer, göğe birkaç milim daha yaklaşmak istercesine sırtını doğrulttuve yavaşça boynunu yukarı doğıu uzattı. Sonra, "Mucizevi bir şeyi çekipalabilmek, herhangi bir şeyi elle tutulur hale getirebilmek için kişi, kendisiniOluş 'ta yükseltmeli, doğuştan hakkı olan bu birlik, bütünlük durumunu, herbirimizin en gerçek, en somut yanımız olan 'düş 'ü hayata geçirmelidir..."Dreamer gözlerini kapattı, defterime titizlikle yazdığım şu sözleriezberinden okudu."Diiş, var olan en gerçek şeydir... Atomlardan en uzak galaksilere kadar,gördüklerimiz, görmediklerimiz, dokunduklarımız, dokunamadıklarımız herbiri düşlerimizin yansımasından başka birşey değildir."15 Gerçeklik, düş + zamandır"Gelecek için amacımız 'bir olmaktır'. Hedef, Oluş'un birliğidir. Bubirleşme içimizde gerçekleştiğinde, biz bütünlük durumuna ulaştığımızda,ancak o zaman 'düş un bize ulaşması' için gereken şartlar oluşur.Gerçeklik = 'Düş'+ ZamanDream + Time = Reality361


Stefano E. D.'AnnaBu özdeyişi notlanma, D + T = R harfleriyle bir denklem biçimindekaydettim. İleride bir gün ESE'deki öğrencilerime, vizyonun ufkunu ve buformülün içine sıkıştırılmış olağanüstü eneğinin sırrını aktararakaçıklayacaktım.Her şey düşten kaynaklanır. Gördüğümüz, dokunduğumuz her şey,görünmeyenden doğar. Zaman, onları görünür kılar. Bu fikir, Dreamer'ınöğretisinin özü, doruk noktası ve gelecekteki üniversitemin köklerinibesleyecek, onun çelik gibi sağlam, tutarlı, evrensel felsefesinin dayandığıtemeli olacak özdeyişini üniversitenin girişine kazıyacaktır:Visibilia ex visibilibusDream... dream... never stop dreaming... Dream!...fly !.. neverstop...Reality will follow.Düşle., düşle... asla düşlemeyi bırakma... Düşle!.. Uç!... Sakın bırakma..Gerçek ardından gelecektir."Dreamer bu öğüdüyle, Şanghay'da benimle birlikte geçirdiği ikinci gününoktalıyordu.Restoranda yalnız kalmıştık, sadece Dreamer ve ben. Fuayedeki cazorkestrası bile müzik yapmayı kesmişti. Penceremizden, Oriental Pearl TVKulesi, uzayı yutmaya hazır, kalkış rampasmdaki ışıl ışıl bir roket gibigörünüyordu.Düşle... Hiç ara vermeden düşle... Gerçek ardından gelecektir! "Nedendüşü olan insanların sayısı dünya tarihinde bu kadar az?"Dreamer sorumu, "Kişinin 'düş'e ulaşması' için, Oluşun bütünlüğüneulaşmış olması gerekir," diye yanıtladı. Bu ifadenin tüm vücudumun içineişlediğini anımsıyorum. "Yalnızca bütün, bölünmez bir birey bilinçli olarakdüşleyebilir ve 'düş 'ün var olan en gerçek şey olduğunun farkına varabilir. "Düşleyenlerin seçkin kulübüne hiçbir şekilde kabul edilmeyecekolanların farkına vardığımda "Peki ya düşlemeyenler ne olacak?" diyesordum."Bütün insanlar düşlerler, hepsi kendi dünyalarını yaratacak gücesahiptir, ancak çok az insan bunun bilincindedir ...ve düş'ün ne denli güçlüolduğunu, etraflarındaki herşeye değer kattığını ya da dünyanın kabusunubeslediğini bilir.Yalnızca çok az insan, iradeleri ve kendi kusursuzlukları sayesindemükemmel bir dünya düşleyebilir ve onu somut kılabilirler. Bu, savaşçıların,kahramanların ve seven kişilerin asıl durumudur. "362


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDreamer'ın vizyonundaki 'düş', hem var olan en gerçek şey, hem desomutluğun temel koşulu olarak, gerçeklik merdiveninin en tepesindebulunur.Zihnimin her taraftan sıkı bir kuşatma altma alındığını hissediyordum.Yüzlerce soru birbirleri ardına yığılmış ve yanıt alabilmek için baskıyapıyorlardı. Henüz ağzımı bile açamadan, Dreamer eliyle bir işaret yaparakbeni durdurdu."İradeyi dünyada bulamazsın," dedi kararlı bir ifadeyle ve ekledi, "İradesadece senin içindedir... ama gömülüdür. Om gömüldüğü yerden çıkarmangerekir!"Başka bir şey söylemeden notlarımı tamamlamam ve son söyledikleriüzerinde düşünebilmem için birkaç dakika ara verdi. Sonrasında,kusursuzluğu, kişinin hiç ödün vermeden, yumuşamadan ve 'günahişlemeden' düş'ü doğrultusunda ilerleme kabiliyeti olarak tanımladı."Düş'ünii sürekli mevcut kılan bir insan yolundan saptırılamaz.Yaşamındaki her şey kusursuz bir biçimde onun büyük serüveni üzerineodaklanır."Bu dutumun oldukça yaygın olduğunu gözledim. O'nu stratejik olarakkışkırtarak, böylesine heyecanlı bir konuda daha fazla konuşmasınıistiyordum. "Herkesin bunun için çabaladığı kesin," diye karşı çıktım."Herkes olmasa bile en azından büyük çoğunluk, yaşamlarını geliştirmeküzere planlar yapar, programlar hazırlar ve bu kişilerin çoğu da belirli birhedefe ulaşmayı kendine iş edinir."Dreamer, planlamakla düşlemek arasındaki farkı açıkça anlattı. Bir'düş'ü besleyen kişilerin şüpheleri yoktur, onlar kararsızlık hissetmez, korkuduymazlar. Zihinlerini 'düş'e her çevirişlerinde, coşkularının tazelendiğinihisseder ve özgürlük haline geçerler.'Düş' iradeyle bağlantılı olduğu için, bu da 'gerçek' iradedir. Öte yandan,plan yapanlar, bir hedefe ulaşmaya karar verenler, onu her düşündüklerindeendişelenip, korkulanna ve şüphelerine yem olurlar.Güçlü ve acımasız kısa deyişlerinden birini daha kurgulayarak, "Korkuve şüphe, düşün kanseridir," dedi. Ara verdiğinde, bu zamandanfaydalanarak, defterimde şimdiden sayfalarca yer tutan notlarımıdüzenledim. Bir süre bunlarla uğraşırken dalmış olmalıyım ki, yenidenkonuşmaya başlayan Dreamer'ın sesiyle irkildim.363


Stefano E. D'Anna/"İnsanlar, azim diye niteleyebileceğiniz bir şekilde, dayanıklılıkla veenerjiyle çalışır, planlar ve biriktirirler. Ne var ki, bu korkudan başka birşey değildir. Adrenalin akışı, elektrik yüklü fırtınalar gibi, hücrelerininkaranlık evreninde oradan oraya ok gibi fırlar. Bu insanlar, çok meşgulgörünmelerine, herkes tarafından birer idealist, kararlı işadamlarısayılmalarına karşın, sadece ölüme sadıktırlar, isimleri de ölümünkadrosunda kayıtlıdır."Yazdıklarım boş sayfaları yutuyordu ve ben, O'nun sözlerinin,mevcudiyetinin meydana getirdiği hakikatin kıymetini hissediyordum.Havayı zenginleştirdiğini hiç yılmadan gezegenin en ücra köşelerine, herinsanın Oluş'undaki en saklı kıvrımlara ulaşıyor, onun yaralarını hafifletiyor,gölgelerini uzaklaştırıyorlardı. Altüst olmuştum.Manasız bir duygu, bir tür ağlama hissi, varlığımın duvarlarına yavaşçayüklenip tüm liflerimin titremesine neden oldu. Başımı notlarımdankaldırdığımda, yüzünün bana hafifçe yaklaştığını gördüm.Dreamer, "Bir amaç uğruna çalış. Kendini; düşleyen, arzulayan veisteyen insanlığın hizmetine ada!" dedi. Takip eden sözlerini unutmam ya daonlardan kaçınmam asla mümkün olmayacaktı."Strive constantly t o perfect yourself. Try always to increase your understanding.Pay in advance for your existence. Help others in their efforts ifthere is a sincere request.Hiç ara vermeden kendini mükemmelleştirmek için çabala. Sürekliufkunu genişletmeye çalış. Varlığının bedeli için ön ödeme yap. Eğeristeklerinde samimilerse, çabalarında başkalarına yardımcı ol.Bu uygulamayı içinde yapması gereken kişi sensin. Bundan böyle, bunusenin yerine ben yapamam. Ben imkânsızı denedim. Sana bir şans vermek,içinde bulunduğun koşullardan çıkabilmeni sağlamak için seni çoktankendisine mahkûm etmiş kaderinin aksi yönünde yürüdüm. Yalnızca sevenkişi özgür olabilir ve yalnızca özgiir kişi sevebilir. Özgürlük ve sevgi aynıgerçekliğin iki yüzüdür."Bağımlı olmak, aşık olmak ve son olarak da varlığın birliği üzerine PeaceHotel'de başlayan unutulmaz dersler, burada Bund'un nehir kıyısında,büyük bir devrim çığlığı gibi içimde yankılanan bu sözler beni kendisonlarına kavuşuyorlardı.364


Tanrılar <strong>Oku</strong>luKararlı bir tatlılıkla bana, "Sen de bir gün Dreamer olmayı iste," diyeönerdi. "O ulaşılabilecek tüm hedeflerin en büyüğüdür. Kendi evrenininkâşifi, yaratıcısı olmayı iste. Sonrasında dünya, yapmasını buyuracağın herşeye boyun eğecek ve arzuladıklarının tümünü sana verecektir."Bu sözlerde gözlerimi kapadım. Bana sanki Şanghay'ın üzerindekigökyüzünden kuyruklu yıldızların en sevileni ve en parlağı geçmiş gibigeldi. Bu dileğin yerine geleceğinden emindim; onu kalpten istemekyeterliydi! Ya şimdi ya da hiçbir zaman diye düşündüm. İkinci bir şansımasla olmayacaktı. Fakat kendimi felce uğramış gibi hissediyordum.Dreamer, ve O'nunla birlikte tüm dünya, sanki niyetimin zayıf zinciriyleaskıya alınmış, bekler görünüyordu. Bundan önce her şeyin bana bağlıolduğuna ve hatta Dreamer'ın da benim için var olduğuna bu denli eminolmamıştım. Yıllar süren uygulamalı çalışmalar, uzun çıraklık dönemim vekendi başıma gösterdiğim tüm özel çabalarım, beni buraya, bu kritikkavşağa getirmişti.Artık nihayet, bunca zamandır beni hazırladığı büyük girişim yabaşlayacak ya da olası dünyaların alacakaranlık kuşağında yok olupgidecekti. Uçuşa geçme zamanıydı. Artık kesinlikle dönüşü olmayan butepenin üzerinden ayaklarımın altında uzanan uçuruma bakıyordum.Dreamer'ın bakışlarını ve gizli kaygısını üzerimde hissediyordum. Sonrakesinlikle, onun şimdiye dek beni bu dünyada gerçekten seven tek varlıkolduğunu anladım. Gözyaşlarını önlenemez biçimde yükseldi ve onlarıyuvalarında tutmaya çalışırken gözlerim şişti. Ardından dünya puslandı veyazmayı bırakmam gerekti.16 'Düş' tarafından dokunulmakTanıştığımdan beri Dreamer, vizyonumu genişletmem, tutumlarımı vebunlarla birlikte kaderimi değiştirmem için beni sürekli olarak zorlamıştı.Davranışlarla olaylar birbirinden ayrılamaz. Davranış olaydır.Dreamer, her fırsatı stratejik biçimde kullanarak, varoluşumun en yükseknoktasma geçişimi hızlandırmak için, olaylar, karşılaşmalar ve uygun koşullaryaratmıştı. Uluslararası bir girişimci ve Kuveyt'teki bir şirketin lideri rolünekendimi kaptırmışken Dreamer, gücünü ve başlangıcını O'na vermiş olduğumsözden alan evrimsel bir tasarıyı devam ettiriyordu.365


Stefano E. D.'AnnaŞimdi bu uçurumun kenarında, uçmaktan vazgeçip geri çekilmem için, her şeybir bahaneye dönüşmüştü; Heleonore, çocuklar, bir hastalık, ev.Ama artık ne bunu gizleyebilir, ne de kendimi kandırabilirdim. Kuveyt'teanlamanın ve sorumluluğun üst düzeylerine geçmekten birçok kezkaçınmıştım! Kendime ihanet etmiştim. Heleonore yalnızca bir bahaneydi.Dreamer yine düşüncelerimin içine sızarak, beni anlayan biri olarak,"Next step is always unknowrı and invisible.Bir sonraki adım her zaman bilinmeyen ve görünmeyendir..Üst seviyelere geçiş, her zaman için bilinmeyene doğru bir sıçramadır.Bunu yapmak için, bugüne kadar olduğun her şeyde 'ölmek' gerekir.Oluşta yolun sadece bir milimetresini kat etmek bile sadece çok az kişininicra edebileceği ölümcül bir sıçrayış, kozmik bir takladır, iki insanarasındaki gerçek ayrım 'düş 'terinin genişliğidir.Sadece kendini düşünen, daha da kötüsü fark etmediği sahte bir kişiliğidüşünen, kendini tanımadığı için her daim kendi kurtuluşu adınaendişelenen bir kişi düş'ün etkisi alanına giremez." dedi.Yalnızca bir yıl sonra, Makedonya'ya Olympos Dağı'na yapacağım biryolculuk sırasında, Eski Yunanların bu durumdaki, bencil kişiler için'idiotes' terimini türettiklerini keşfedecektim. Yunanlar için aptalın anlamı,yaratıcının, liderin, başkaları için çabalayanın karşıtı demekti."Açıkça görülen bir menfaat arayışının, kâr sağlama amacınınarkasında, bir girişimci kendisinin bile anlayamayacağı kadar çok dahaderinlerde, bir projenin hizmetindedir; o zaten başkaları için uğraşır veonların gelişimlerinin kendi başarısı olacağını bilir. Onunki adanmış biryaşamdır. Seçeneği yoktur. Bir yelkenlinin yaşlı kaptanı gibi, gemisiyle yageri döneceğini, ya da onunla birlikte batacağını bilir."Dreamer'ın yanında, bizi yalnızca 'düş'ün özgür kılabileceğini,içimizdeki her bir sınırı yıkabileceğini keşfediyordum.Yalnızca 'düş', yoksulluğu zenginliğe, zorluklan bilgeliğe ve korkuyusevgiye dönüştürebilir. Ve biz sadece 'düş' sayesinde yitirdiğimiz cennetineşiğinden geçebiliriz."Cennet, öteki ya da başka bir dünya değildir. Cennet, sınırsızca budünyadadır. Düş'ün dokunuşuna erişmek demek, o muhteşem kişiselserüvenin bahşzdilmesi, kişinin kendi eşsizliği ile yüz yüze gelmesidemektir."366


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Kıtlık ve korku üzerine kurulmuş bir dünyanın betimlemesine sadık olano insanlar 'düş'ün dokunuşuna erişemezler...çünkü düş özgürlüktür ve onlarçocukluklarından beri, felaket tellalları, bağımlılık rahipleri ve dindarlarıtarafından büyütüldüler. Her biri, mahkumiyet içinde eğitildi. Milyonlarcainsanın, yaşamak için başkalarına bağımlı olmasının nedeni budur. . Onlarıher zaman ayırt edebilirsiniz, çünkü minnettarlıktan yoksun, sevmekten acizinsanlar olarak hemen göze çarparlar.Vermek, içten vermektir. Vermek için, sahip olmak ve sahip olmak için,olmak gerekir."Beni daîıa iyi incelemek için durduğunda, konuşmasına devametmekteydi ve dudakları belki de projeden biraz daha söz etmek üzerearalanmaktaydı. Bakışlarının ruhumun derinliklerine kadar işlediğinihissettim. Yüzünün beni bekleyen görev için yetersiz olduğumu anlatan birifadeye bürünmesi, kendimi bir aristokrat kulübünün kabul kapısındabekleyen bir serseri gibi hissetmeme yol açmıştı.Soğuk ve sert bir ifadeyle, "Aramızdaki farkın ne olduğunu biliyornıusun? " diye sordu.Yıllardır O'na duyduğum çekingenlikten sonra, böylesine samimi birsorunun şaşkınlığıyla nutkum tutuldu. Şimdi de içtenlikle kendi gizemlidoğasına değinecekti. Gerçekten de kimdi bu Dreamer? Benden hiçbir yamtgelmeyeceğinden iyice emin olana kadar bekledi."Aramızdaki fark, benim atomlarım ölümsüzlüğün sarhoşluğuyla dansederken, sen ölümlü olan her şeye çekiliyor, onlar tarafından yönetiliyorsun.Ben ölümü yendim, sen ise herşeyini ölümün kaçınılmaz olduğuna yatırdın."Bocalıyordum. Dreamer yardımıma gelmeseydi ben kendi başıma bununiçinden çıkamazdım. İşte o zaman, tüm sözlerinin içinden en unutulmaz o ikisözcüğü tekrarladığını işittim."Ben senim!" dedi.Bu ifadenin çekiciliği öyle güçlüydü ki, varlıklarımız arasındaki oyıldızlara özgü mesafeleri yutuvermişti. İşte yine kendimi O'na hiçolmadığım kadar yakın hissediyordum. En azından sözlerinin ilk etkisiniatlatmış gibi göründüğümde bana,"Ben 'sen'dim, sen de Ben olacaksın," dedi. "Bizi birbirimizdenyüzyıllar kadar uzun bir zaman ve bilinçlerimizin arasındaki uçurumlarayırmaktadır. Hızlan! Seni Kuveyt'e göndererek sana bir damla verdim vesen onu bir okyanus sandın. Şimdi, sana bir okyanus vermek istiyorum, amasen geri çekiliyorsun."367


Stefano E. D.'AnnaGözlerimi kapattığımda, dayanılmaz bir hızın beni ittiğini hissettim vebunu başaramamaktan korktum. O konuşmasına devam ederken, Varlığımınbir köşesine saklanmış, fırtınanın dinmesini bekliyordum. Acımasızca benioraya kadar takip edip saklandığım yerden çekip çıkardı. Sesinin tonuaniden değişti ve içimde öylesine büyük bir kuvvetle patladı ki, tarifsiz birdehşete düştüm."Son kez kararını ver!!!" diye gürledi. Sesinde bu kez, ödün vermeyenbir kararlılık ve ölümcül bir savaşın ortasında bağırarak emirler savuran birkomutanın yırtıcı kahramanlığı vardı. "Gelişimin için gece gündüz çalış veasla verdiğin sözü unutma.""Unuttuğum söz nedir?""Değişme sözü!" dedi. "Yalnızca kendine değil, bu yolda seninle birlikteyürümek isteyen bütün, diğer göz kamaştıran düşsel varlıklara verdiğinsöz." "Nasıl değişebilirim?"."Yeni bir 'diiş' kur. Yeni bir dünya düşle!The world is as you dream it.Dünya, senin onu düşlediğin gibidir.Dünya senin istediğin gibidir! Sen onun zorba, sahte ve ölümlü olmasınıistedin. Düşlerin değiştiğinde, dünya farklı olacaktır!Sürekli olarak geçmişe duyduğun pişmanlık seni eskiye gerigötürüyor.Bundan vazgeç! Artık kendini 'tam zamanlı' bir çalışmaylaProjeye adama vakti geldi."Tüm samimiyetimle ve ciddiyetimle asla vazgeçmeyeceğime ve hiçbirşeyin gelişimimin önüne geçmesine izin vermeyeceğime söz verdim.Dreamer gözlerimin içine bakarak beni uzun süre inceledi ve ben de busınava boyun eğdim.Sert bakışlarında gördüğüm şefkat pırıltısıyla rahat bir nefes alıncayakadar sonuç endişesinin içimde büyüdüğünü hissettim. "Bu 'çalışmayı'yapmak için 'söz vermenin' bir anlamı yok," dedi. "Sıradan bir kişininverdiği söz zaten yalandır.Davranışım değiştir, hemen, şimdi! Doğru hareket budur. Yaşamındakiolgular, koşullar ve olaylar zamanla değişirler.işinden ayrıl ve Londra 'ya taşırı. Orada seninle çalışmaya hazır kadın veerkeklerle karşılaşacaksın, öyle ki bu insanlar, muazzam bir devrimin,kendisini bekleyen mücadelelere göğüs germe kapasitesine sahip olmayanbir insanlığın, düşünüş ve hissediş biçimlerini temelinden değiştirecek olanbireysel, psikolojik ve evrensel bir devrimin sütunları olacaklar. "368


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBölüm IXOyun1 İnanmak görmektirDreamer'ın üzerimdeki etkisi, hayatımda sürpriz sonuçlarını doğurmayabaşlamıştı. Hiç tereddüt etmeden, birkaç gün içinde Chia'daki evi sattım,ACO Corporation'daki işimden istifa ettim ve ailemi Londra'da,Hampstead'in yeşillikleri içindeki Georgian stili harikulade bir villayataşıdım.Seven Oaks daha önce tanınmış bir işadamının malikanesiymiş.Mimarisi, eşyaları, mobilyaları, tabloları ve antika heykelleri, girişimciaristokrasinin özlü ve güçlü sembolleriydi. Üstelik Seven Oaks eşsiz birsimya laboratuvarı idi. Böyle bir ev, içimde bir tür netlik, cesur bir duruş,büyük işler 'yapmak' ve başarmak için bir kuvvet uyandırarak, beni sadecegeliştirip değiştirebilirdi.O malikânede Dreamer'ın rehberliğinde, yalanı bir daha tekrarlamamaküzere hayatımdan son kez çıkarıp atmak için tüm gücümü ortayakoyacaktım. Orada, endişelerin ve şüphelerin oluşturduğu ıstırap ezgisineson vermeyi öğrenecek ve kendimde Dreamer'ın 'Düşleme Sanatı' diyenitelediği sağlam öğretiyi pekiştirecektim; bu, kişinin kendine inanmasanatıdır; terslikleri dengeleme, tersliklerle karşıt fikirleri ve durumları dahaüstün bir düzenin olaylarına dönüştürme sanatıdır.Dreamer'la birlikteyken kendimi güvende ve güçlü hissediyordum. Obenim yanmadayken en köklü değişiklikler, o günlerde başıma gelenler gibi,görünürde en riskli olanlar bile hayatıma kolayca girip, yumuşak bir biçimdeyaşamımın düzenini değiştirdiler. Bilinmeze yaptığım bu sıçrayış, sanıldığıgibi yaşamımı altüst etmek yerine, kuvvetli bir el onun dağılmış parçalarınıbir araya getirerek sıkıca birbirine bağladı.Heleonoıe ve çocuklar, bütün bu değişimleri sorunsuzca göğüslediler.369


Stefano E. D.'AnnaKendilerini korunmuş hissediyorlardı. Kararlılığım onlara güven veriyordu.Yine de, o kararları bana aldıran kuvvet ve inanca hala tam anlamıylasahip değildim Özgüvenim, Dreamer'ın yanındayken duraksama ve şüphenedir bilmezken, O'nun öğretilerinden bir milim sapacak olsam anındasarsılıyordu. Dreamer'ın dünyası içinde gerçekleşen herşey, olayları,hakikati ve koşulları yöneten, ve dünyayı toprak çamuru gibi itaatkar, uysalve şekillenebilir kılan Varlığın oluşma dönemi, benim için halaanlaşılmazdı.Aylar geçti. Dreamer'dan uzak kalınca, düş parçalanmaya, geçmiş ise birkez daha gücü eline geçirmeye başladı. Dreamer'ın ilkeleri içimde soğumayabaşlayınca, dışarıdaki hava da yoğun bir sise büründü ve buz kesti. Giderekağırlaşan ve yavaşlayan evrenimde, en küçük bir hareket bile son derece zorve ıstıraplı bir hal aldı. Yaşamımın her safhası, gösterdiği belirtilerle, daimigeri düşüşümü, geçmişe yönelmiş şüphe ve pişmanlıklarımı gözler önüneseriyordu. Daha önce Kuveyt'ten dönüşümde olduğu gibi, ben geriçekildikçe, içimde daha çok plan ve program yapma isteği doğuyordu. Bustandardı koruyarak yaşamayı sürdürecek olduğumuzda, yaptığım hesaplarbeni sahip olduğumuz tüm birikimin kısa sürede suyunu çekeceği sonucunagötürdüler. Onun yanmdaki yaşamın hızı sürdürülemez durumdaydı.Onuizlemekte zorlanıyordum. Dreamer'a göre hiç sınırımız yoktu ve hiçbir şeyçok pahalı değildi.Her şey elimizin altında durmaktadır.Sınırlar sadece içimizdedir.Bu yaşam bana çok riskli göründü. Parasız kalma korkusu, bir Londrabankasında yeni bir hesap açmama neden oldu. Chia'daki evin satışındanelime geçen paranın büyük bir kısmını bu hesaba yatırarak, 'zorunluluk hali'dışında bu paraya dokunmayacağıma kendime söz verdim. Dreamer'abundan hiç söz etmedim. İşlerin kötüye gitmesi halinde hesaptaki bu parayagüvenebileceğimden emin olmak bile, endişelerimin yükselip yaşamımı elegeçiren sıkıntılı zamanlarda beni rahatlatıyordu. Bu banka hesabı, öz inancınve cesaretin yerine geçerek psikolojik bir protez halini alırken, bu kararımda tıpkı yıllar önce ACO Corporation ile olan kontratıma geri dönüşmaddesini ekletmem gibi, benim için sorumluluk sahibiymiş gibigörünmenin bir yoluydu.Bu yineleniş, geçmişi tekrarlamanın öldürücü sapağına düşmemin şaşmazbelirtisiydi.370


Tanrılar <strong>Oku</strong>luYaklaşan düşüşümün belirtilerini açıkça hissetmeye başladığımda, geçmişingeri dönüş imkanı olmadan beni tekrar yutmasına izin vermeden, Dreamer'aher şeyi itiraf ettim ve bu hesabı kapattım."Herkes birşeye inanır...inanmak zor değildir...ancak iradeyi yenidenuyandırmak, niyetini belirlemek ve onu yolundan sapmadan izlemek sadeceçok az kişiye nasip olur... Doğrusu, kendini inanmaya zorlamak, öylesineinanmaktan daha üstündür.:."Konuşmasının sonunda Dreamer, en hayranlık duyulan, aynı zamanda daen saklı yanıltmacalarından birini ortaya attı."Bu, 'inanmadan inanmaktır', sadece 'Rol Yapma Sanatı'nı bilen, Oluş'unbirliğine ulaşmış bir insanın erişebileceği bir Oluş hali ve yaratmaeylemidir.""Her çağda, dikkate değer niteliklere sahip insanlar, imkansız gibigörünen girişimlerini gerçekleştirmek için gerekli olan sermayeye oluşlarınıher türlü şüpheden arındırdıktan sonra sahip oldular. Gerçek sermayeöziimüzdedir ve elde ettiğimiz kaynaklar, şartlar ne olursa olsun canlıkılmasını bildiğimiz iç refahımızın maddesel yansımalarıdır.""Sakın kendini 'düş'ün ilkelerinden ayırma. Onları daima canlı tut.İçinde, canlılıklarını kaybetmelerine izin verme, böylece herşeyin seninmenfaatin doğrultusunda geliştiğini göreceksin; varoluşun en sığ ve bayağıparçası olan tarih bile senin haklılığını ispat edecektir. "Fikirleri bana derinden ilham veriyordu, ama onları uygulamak o kadarda kolay değildi! İş uygulamaya gelince Dreamer'ın felsefesi, çok azsayıdaki kişiye ayrılmış bir yolun tüm geçilmezliğini önüme seriyordu. Aynışekilde, O'nun vizyonunun tanımladığı dağ sıraları boyunca bütün bir insanyığını, çok büyük bir jeolojik bölünme gibi iki parçaya ayrılıyordu; birincisi;herkesten ve herşeyden etkilenen, lider olduklarına inandıklarında dahibaşkalarını takip edip onlara bağımlı olan, zayıf ve tamamlanmamışinsanlardan, ikincisi ise; sarsılmaz bir inanç ve kararlılıkla kutsanmış, o çokaz sayıdaki bütünlüğüne erişmiş varlıktan, bir avuç dikey insandanoluşmaktaydı. Dreamer'a göre, bir ülkenin ya da tüm bir ulusun ömrü, onuyönetenler tarafından sürdürülüyor görünse de, aslında kaderleri, bütünolmayı başarmış birkaç kişi tarafından belirleniyordu. Böyle kişilerolmasaydı, yeryüzünün çok büyük bir kısmının, hatta var olan tümuygarlıkların yazgıları çoktan kesinleşmiş olurdu.371


Stefano E. D'AnnaDünyanın büyük kuruluşlarının, insani ve siyasi organizasyonlarının,büyük iş ve fınans imparatorluklarının saygın yöneticilerinin, büyüksanayicilerin, zengin iş adamlarının ve liderlerin, dışardan her şeyi yapargörünen tüm bu insanların arka planında, görünmeden yöneten, 'hiçbir şeyyapmama' yoluyla, her şeyi hareketsiz, sade, samimi bir şekilde idare edenalçak gönüllü kişiler bulunmaktadır."Kendine inanan bir kişi, görünürde, bilinmeyene doğru bir adım attığıanda, sadece o anda, hiç hata payı olmaksızın, sanki kendi göz kamaştırançılgınlığının haklılığı ispat ediliyormıışcasına ayakları altında belirenzemini görür. Görmek için önce inanmalısın, tersi hiçbir zaman mümkündeğildir."Ancak bu özel insanların grubuna dahil olabilmek için gereken nitelikler,o dönemde benim için hâlâ erişilmez bir yükseklikteydi. Artan birkaramsarlık ve şüpheyle sürekli sil baştan hesaplar yapıyordum ve herdefasında Chia'daki evin satışından elime geçen paranın bizi ancak birkaçay daha idare edebileceği sonucuna ulaşıyordum. Gelecekte ne yapacağımkonusunda hiçbir fikrim yoktu. Ne bir planım, ne de bir işim vardı. Eskiyaşantım beni terk etmişti, yenisi ise yüzünü daha yeni göstermeyebaşlamıştı.2 Değiştir şu hayatını!!!Bu yeni serüvenin ilk zamanlarında yaşanan bir olay, özellikle çokönemli ve belirleyiciydi. Henüz taşınmak üzere Londra'da bir ev aradığımgünlerde, çeşitli ev seçeneklerini O'na danışmak için fırsat yakalamıştım.Endişeli bir haldeyken, maddi olanaklarımın yetersiz kalacağı ve gelecektebeni nelerin beklediğini bilememekten kaynaklanan korkuyla, oldukçamütevazı olan evler bile bana çok pahalı geliyordu. O görüşmemizde,Marylebone Caddesi'yle Regent's Park'ın arasındaki küçük bir sokakta, iyidöşeli, büyük olmamasına rağmen bana uygun görünen bir apartmandairesini seçme fikrimi hararetle savunmuştum. Hiç unutmayacağım otepkisi, en değerli öğretileri arasında yerini almıştır. Sözleri bana, hızlapüskürtülen soğuk su gibi isabet etmişti."Sadece kendini, sınırlarını ve sıradanlığını seçebilirsin" diyerek,önerime tepki vermişti. Aşağılayıcı ses tonuyla devam etti: "Yıllar geçiyor,fakat yaşam biçimin değişmiyor."372


Tanrılar <strong>Oku</strong>luThe world is such because you are such.Dünya, sen böyle olduğun için böyle.Dreamer'ın vizyonuna eriş ve zavallı bir varlık olduğuna inanmaktanvazgeç. Bir kişinin yaşamını yöneten şartlar ne olursa olsun, beklentilerinekusursuz bir biçimde karşılık verirler."Savunmaya geçtiğimi anımsıyorum. Seçimlerimin, O'nun beni içinesoktuğu şartları destekleyecek türden olduğunu savundum. Söz konusu buözel durum için, karar alırken ve taahhüt altına girerken gelecekteki olasızorlukları da göz önünde bulundurmanın akıllıca olacağı kanısındaydım.Eğer uygun kaynakları dikkate almayı becerebilseydim, seçimlerim çokdaha farklı olurdu..."Her şeyin kazanılması gerekir. Senin yoluna çıkardığım zorluklar gizlilütuflardır. Aslında onlar, bütünlük ve anlayışa doğru götüren aşamanoktalarıdır."Benimle alay ettiğini sanıyordum. Dreamer'la birlikte çalıştığım buncayıldan sonra, beni şoke edecek her düşünceye katlanmış olduğuma, herhangibir fikrin ya da sıradan bir inancın yıkılmasını kabullenmeye hazırolduğuma, engeller ve hayal kırıklıklarına rağmen direnmeyi bildiğimeinanıyordum. Belli ki yanılmışım. "Artık vurdumduymazlığın ile kaybedecekdaha fazla zamanın kalmadı. Aş bunları, görünürdeki her başarıyı, herzaferi aş. Eski tekdüze yaşantını, eski inançlarını bir an bile düşünmedenterk et. Kendini aş. Kötülük, henüz aşılmamış dünkü iyiliktir."Yüz kaslarım gerilmişti ve artık ne tarz bir ifade takınmam gerektiğinikestiremiyordum.Mazeretlere, suçlamalara veya pişmanlıklara yer vermeyen bu vizyonakarşı tüm nefretimle haykırmak ve isyan etmek istiyordum... Öfke ve acizlikboğazımı sıkan bir yumruya dönüştü.Elimden gelen tek şey, anlaşılmaz bir ses çıkarmak oldu. Kendimitoparlamaya çalıştım, anlamlı bir şeyler söylemek için düşüncelerimi düzenekoymak istedim, ama..."Değiştir şu hayatınııı!!!" diye var gücüyle bana bağırdı. Dreamer'ınşakaklarındaki ve boynundaki damarların deveran eden kanla şiştiklerinigördüm ve korktum. Havada çınlayan haykırışı, sağır edici bir sonsuzlukboyunca aramızda asılı kaldı. Bir an için, savaş borusunu üfleyen birsavaşçının görüntüsü önümde belirdi ve geçti.373


Stefano E. D'AnnaBu görüntüyü kaydetmeye zamanım olmadı, çünkü o sırada Dreamer çoktangürleyerek beni azarlamaya başlamıştı."Hâlâ geçmişini yansıtıyorsun. İçinde taşıdığın kıtlık ve kederdenvazgeçmediğin sürece Chiâ'daki evi satmış olman hiç birşey ifade etmez.Geçmiş yaşantını ve onun her zamanki sefilliklerini yanında taşımamak içindikkatli ol, unutma... Past is dust. Geçmiş tozdur.Sakın kendini dünyaya sunmaya kalkma. Her yerde yeterince kıtlık var.Daha şimdiden çok fazla yoksulluk belirtileri gösteriyorsun...Benimvarlığımı sürdür, Benim sözlerimi hayata geçir...Bana eriş...Banaaa."Daha da dayanılmaz olan bu yeni haykırışıyla birlikte içimdeki korkuyanardağı patladı. Lavlarının varlığımı köşe bucak sardığını ve içimdekisonsuz mesafeleri yutarcasına yok ettiğini hissettim. Hâlâ anlamsızca ısrareden bu çığlığın altında bütün iç bariyerlerim, Joshua'nm borusundan çıkanilahi sesin basıncı altındaki Jericho kentinin duvarları gibi yıkılmaya başladı.Kendimi, hiç olmadığım kadar sağlıklı ve 'birleşmiş' hissettim.Bu kıyamet başladığı gibi aniden dinmiş ve Dreamer hiçbir şey olmamışgibi normal haline dönmüştü. Bir suskunluk oldu ve bir an için, tüm bunlarınsona erdiği hayaline kapıldım. İki işaret parmağını sakince ağzınınkenarlarına dik şekilde yerleştirişini izlerken, kendimi güçlükle, yenidentoparlamaya çalışıyordum. Yaptığı bu hareketi tamamlaması, sanki birfilmin ağır çekimde gösterimi gibi sonsuz bir zaman aldı. Meçhul birsavaşçının ritüelinden bir kesiti andıran bu hareketini, başta tedirginlik vekaygıyla, sonra artan bir endişeyle ve nihayetinde giderek büyüyen birkorkuyla izledim. Halindeki tuhaflık ve hareketi tamamlayışındaki aşırıyavaşlık açıklaması imkansız bir gözdağını bu el hareketine yüklemişti. Zornefes alıyordum ve duygularım tamamen karışmıştı.En sonunda, aslında bir megafonu canlandırmaya çalıştığını anladığımda,öğretilerinin özünü, insanın etine işleyen o kükremelerine karşı kendimihazırladım. Fakat bu kez bağırmadı. Yüzünü bana birkaç milim dahayaklaştırdı ve fısıltıyla;"Londra 'da aradığın o ev senin için değil, Dreamer için! Bunu unutma!Eğer oraya kendini götürürsen, karşına çıkacak olan da senin dünyan kadarkıt ve aciz olacaktır. Endişelerini bir kenara bırak ve bana yaklaş.Engellerin olmadığını, tek engelinin sınırlamalara olan sarsılmaz inancınlasen olduğunu keşfedeceksin."374


Tanrılar <strong>Oku</strong>luO günden soma emlak komisyoncuları bana tamamen farklı bir düzeydeçözümler önermeye başladılar. Dreamer, her zaman olduğu gibi, haklıçıkmıştı. Ben tutumumu düzeltince, dünya da bir gölge gibi peşimdengeliyordu. Artık kendime değil, Dreamer'a ev bakıyordum. Seven Oaks'ıbulduğum zaman, hemen tanımıştım. İşte, bundan böyle 'Çalışmalarımı'sürdüreceğim ev burasıydı. Heleonore birkaç gün içinde eşyalarımızınİtalya'dan taşınmasını ayarladı ve çocuklarla beraber buraya yerleştik.O günlerde, akim alabileceği her şeyin ötesinde, bu malikânenin beniuçurumdan aşağı yuvarlamak için tezgâhlandığını bilmiyordum; fakat bununzamanımı hızlandırmak için Dreamer'ın bir stratejisi olduğu kesindi, yine debu mizansenin nasıl gerçekleştiğine aklım ermiyordu. O'nun yardımıolmasaydı, böyle bir geçiş yapmayı aklımın ucundan bile geçirmezdim.Seven Oaks, bir bariyerin yıkılmasını, yoksulluğun ve cehaletin yıllarboyunca katmanlaşarak oluşturduğu içsel bir jeolojiyi yok eden bir aracıtemsil ediyordu. Fakir, sınırlı ve mutsuz bir hayatla özdeşleşmiş olduğumkabusunu savunan kaleleri yıkmak için kurulmuş bir dinamit saldırışıydı.3 Ödeme"Para gerçek değildir. Gerçek olan, kişinin vizyonu, düşünceleridir.Kaynaklar ve para, yalnızca bunların doğal birer sonucudur. Düş'ün izindengider ve kişinin düşü nispetinde görev üstlenirler."Sevimli bir alaycılıkla, "Probleminin parasızlıktan kaynaklandığınagerçekten inanıyorsan, bankaya git ve kredi iste!" dedi.Ani bir öfkeyle, "Keşke!" diye yalandan söylendim. Yeraltı dünyasınınüç başlı muhafızı Cerberus'a benzeyen zebani bir bankacıyla, geri ödemesiolanaksız bir krediyi alma konusunda görüşme düşüncesi bile midemisımsıkı düğümlemeye yetmişti. Beni tüm bu zorluklara soktuğu için, içteniçe Dreamer'ı suçluyordum. Endişelerim saldırganlığa dönüştü ve kendimitutamayıp patladım: "Ya sonra?", "Neye dayanarak verecekler bana bukrediyi?""Dünya bilir! Banka bilir!" dedi. "Banka da dünya gibi, senin dışındadeğil. Sana sadece hali hazırda 'sahip olduklarını' verebilir."Teatral bir tavırla başını hızla sağa sola çevirdi ve yalnız olduğumuzdan vebirazdan benimle paylaşacağı sırrı kimsenin işitmeyeceğinden eminolduktan sonra, alçak sesle,375


Stefano E. D'Anna"Evrende sana bahşedilebilecek hiçbir şey yoktur. Kişi ancak bedeliniödediği kadarını alır," dedi. Bu pantomimi beni şaşırtmıştı; yüz kaslarımauygun formu vermeye zaman bulamadan, Dreamer her zamanki cidditavrına dönüverdi."'Ödeme', zamanın içinde olabileceği gibi, zamandan bağımsız dagerçekleşebilir!" dedi. Ardından gelen uzun suskunluk sözlerinin içindekianlamı büyüterek, birazdan söyleyeceklerinin şiddetine karşı hazırlıklıolmam için beni uyardı."Eğer insanlar arasında bir farklılık varsa bu, ödemeyi yapmaşekillerinden kaynaklanır. Kendine inanan insan, tüm sahip olduklarınınbedelini çoktan ödemiştir. Onun asıl işi, yegâne meşguliyeti, kendibütünlüğünü korumak, ona zarar verecek hiçbir şeye ve hiç kimseye izinvermemektir. O, refahı yaratanın kendi bölünmezliği olduğunu bilir. Maddidurumuna ilişkin kaderinin kendi bütünlük düzeyine bağlı olduğunu bilir.içinde taşıdığın ıstırap ezgisini yenmek için göstereceğin her çaba, sanamaddi güç olarak dönecektir. Kalabalıkların aksi yönünde her adımatışında, olaylar dünyasında zenginlikler yaratacaksın.Hiçbir şeyin kaynağı senin dışında değildir. Kendini gözlemlemen, birşüpheyi, bir acıyı, olumsuz bir duyguyu kendi sınırları içinde etkisiz kılman,karşılığında sana gelecek para demektir.Olaylar dünyası, görünmeyende, kimin ön ödeme yaptığını, kiminönceden hesaplarını kapattığını anında tespit edemeyecek kadar yavaştır.Alacaklarını kayda geçirmesi zaman alır, ama muhasebesinde yanılma payıyoktur."Burada sustu ve bana dikkatle baktı. Gözlerinde birazdan yapacağıaçıklamanın ciddiyetini okudum ve vereceği ıstırabı hissettim. Buruk birbiçimde, "Bağımlı olmayı seven milyonlarca insan gibi sen de, zamanınpara birimiyle, acıyla, geri ödemeyi seçtin!" dedi."Alacaklar \e borçlar, bir ve aynıdır, yalnızca zaman faktörüylebirbirinden ayrılırlar. Bunu gelecek bilir! Kredi alarak borçlanmak,ödemenin zaten gerçekleştiğini gösteren parlak bir işarettir. Kredi tutarınınonaylanması, onu ödemiş olduğun anlamına gelir."376


Tanrılar <strong>Oku</strong>luŞaşkınlıktan dilim tutulmuştu. Dreamer, şimdiye kadar hiçbirekonomistin göremediği bir sırrı açıklıyordu, bunu görmek bir yana, devletadamlarının, ileri görüşlü iş adamlarının sahip olduğu cesareti, yaratıcılığı vekararlılık duygusunu içeren önemli bir kuralı; sık sık bir çok insanıngeleceği için hayati önem taşıyan, sıradan insanların gözünde ise umursamazya da aptalca görünen seçim ve kararların sahibi olan girişimcilerin, endüstrive politika liderlerinin parlak çılgınlıklarını kapsayan bir teoriyi formüleedememişlerdi.İtiraz ederek, "O halde, neden başlarında cesur insanlar bulunan büyüksanayi ve fınans devleri bir bir çöküyorlar?" diye sordum. Dreamerhızlanmaya başlamıştı ve ben onu takip etmekte zorlanıyordum."İş dünyasında olduğu gibi, yaşamda da kaybetmenin yalnızca tek biryolu vardır: Kendine inanmayı bırakmak!"Düş'ün alanına, insanı canlandıran, ona ilham veren, ekonomide vetoplumda güçlü birlikler oluşturan evrensel fikirlerin bölgesine ilkadımlarımı, Napoli'deki Ekonomi Enstitsünde çok değerli öğretmenimPalomba ve Profesör Amoroso'nun çizdiği yol doğrultusunda atmıştım. Amaşimdi, Dreamer'dan öğrendiklerimin ışığı altında o öğretiler solgunlaşıyordu."Piyasaların gidişatını, borsada işlem gören şirketleri, siyasi iklimi, yasalçerçeveyi ve uluslararası ilişkileri, dünya çapındaki olguları ve olayları insannasıl kontrol edebilir?""Oluş 'u yüksek sorumluluk seviyelerine çıkartarak, yapmanın ve sahipolmanın doğurduğu yeni fikirleri ve daha büyük imkanları kendineçekebilmek için, inanma ve yaratma sanatı anlamına gelen bir 'DüşlemeSanatı' mevcuttur.Ekonomi, siyaset, hatta tarih bile Oluş yasalarına itaat ederler.Sınırlama ve sonlama içinde eğitilmiş bir akıl bunu anlayamaz. Sen sadeceOluşla kıyaslandığında etrafındaki evrenin bir kum tanesi kadar küçükolduğunu bilmelisin.Ne kadar çoksan, o kadar fazlasına sahip olursun. Kendisine inanan birinsan, imkansız görünenler de dahil, her türlü girişimini karşılayacakkaynakları kazanmıştır. Bir kişinin ekonomik durumu kendi bütünlükdüzeyiyle kusursuz bir biçimde tutarlılık gösterir. Ne denli çoksan, o denlifazlasına sahip olursun, sahip olmanın başka yolu yoktur."Verdiği cevap üzerine düşünmem için bir an için duraksadı. Ne kadarçoksan, o kadar fazlasına sahip olursun. Ne kadar çoksan, o kadarfazlasına...377


Stefano E. D'AnnaKendi kendime defalarca tekrarlamama rağmen, bu basit, aynı zamanda dagüçlü kavramı zihnim almıyordu. Onu içime sindirip, parçam halinegetiremiyordum.Sonunda, aklıma gelen bir düşünce bunların içinden kendine bir yol açtı.Nitelik niceliği yaratır. İşte büyük sır! Yüksek nitelikli bir ekonomi,geleceğin insanlığına yön verecek, onun bütün sorunlarına çözüm getiripevrensel iyileşmeyi gerçekleştirecekti.İnsanın düşüncelerinin niteliği, onun ekonomisini, görünürdeki refah vebaşarısını oluşturur. Sadece yüksek nitelikli bir ekonomi kalıcı, gerçek vesahibinin elinden çıkmayacak bir zenginlik üretebilir. Bu muhteşem birşeydi. Dreamer'm felsefesi, ekonomide yepyeni bir modelin müjdesiniveriyordu. Böylece, Dreamer bana iş dünyasında ve ekonomi okullarındakesinlikle bilinmeyen gizemli bir öğretinin formülünü sunmaktaydı.Karmakarışık düşüncelerimin içine sızarak, "Ekonomi asla ekonomistlertarafından yönetilmeyecek," dedi. "Yakın bir gelecekte, ticari en küçükteşebbüsten, çok uluslu devlere kadar her kuruluş, bir ideolojik şirket, birOluş <strong>Oku</strong>lu olacaktır.Şirketlerin başarısı, ömrü ve kaderi, kendi felsefelerine bağlı olacaktır.Her organizasyonun zirvesinde, Oluş'a sızarak, onu kökünden besleyecekeylem filozofları, yaratıcı hayalperestler, şairler ve vizyon sahibi kişilerbulunacaktır. Vizyondaki milimetrik bir genişleme, kavrayıştaki en küçük biryükselme, ekonomi ve fınans dünyasında dağları yerinden oynatacaktır."4 Yay da, ok da, hedef tahtası da bizizSeven Oaks'ta oturmaya başladığımdan beri, yeniden sabah koşularınabaşlamıştım. Parliament Hill'in dar yollarında, çimenlik bayırlarında vegöllerin çevresinde koşabilmek için sadece evimin önünden caddeninkarşısına geçmem ve Hampstead Heath'e ulaşmam yeterliydi. O sabah,büyüyerek üzeri ne gelen ve kökleriyle Varlığımı ele geçirmeye yeltenenşüphelerden ve endişelerden kurtulma arzusuyla, var gücümle, deli gibikoşmuştum. Dreamer'ı aylardan beri görmüyordum. İşimden ayrılmış,Chia'daki evimi satmış ve Londra'ya taşınmıştım, ama geçen bütün bu süreboyunca ondan herhangi bir mesaj almamıştım. Bir rolüm ve işbağlantılarım olmadan, toplantılar ve planlamalar yapmadan, yaşamımanasıl bir anlam katacağımı bilmiyordum.378


Tanrılar <strong>Oku</strong>luO zamana kadar, sürekli değişen görünümleri içinde başkalarıyla olanilişkilerimin ve dış dünyanın, benim için ne denli önemli olduklarının hiç birzaman bu kadar net farkına varmamıştım. Üstelik o sıralarda, sorumlu olmadüşüncesiyle özdeşleştirdiğim endişeler ve şüpheler, başkalarıyla olanilişkilerin doğal, kaçınılmaz sonucu olarak gördüğüm zıtlık ve sürtüşmelerinyokluğu gerçek bir vazgeçmenin etkilerini gösteren bir uyuşturucuyadönüşmüştü.İnsanların biitiin bildiği acı çekmektir. Varoluşlarına bir anlam katar.O zaman yaşadıklarına inanırlar.Bu sözler üzerinde çok düşünmüştüm. Aylarca, doğrudan kendimdeinsanın içinde bulunduğu koşulların mantığa ne denli aykırı olduğunugözlemiştim. İnsan huzur, neşe durumlarında ve her türlü ıstıraptanarınmışken, kendisini bir hiç olarak hissediyordu. Bir keresinde, Dreamer, şuhaliyle insanlığın sevinç durumunu hiç yaşayamayacağından söz ederken,onlar için 'tek bir mutluluk anı bile katlanılmaz olur' demişti. "Neşe,sakinlik, huzur, minnet, sevgi bugünkü haliyle insanlığın hissedemeyeceğiOluş durumlarıdır. Bunlar sıradan bir insanın yaşantısına bir şekildegirebilselerdi, onun kendi cehenneminde yeni bir cehennem gibigörüneceklerdi. Mutluluk, yalnızca Düşleme Sanatını bilenlere aittir. Istırapyokluğunun üreteceği mutluluk enerjisine, sadece seven, düşleyen kişikatlanabilir."Koşumun son kısmında, olanca hızımla Courtney Bulvarı'na girdim. Her zamanyaptığım gibi, son metrelerde tempomu artırdım. Birazdan alacağım sıcakduşun hayali, beni gayrete getiriyor, bacaklarıma taze bir güç katıyordu.Birden O'nun varlığını hissettim ki bu kolay anlaşılır bir histi. Oburadaydı. Dreamer gelmişti! Terden sırılsıklam olmuş eşofmanıma veçamur içindeki ayakkabılarıma şöyle bir göz attım. Evin arkasına doğru birdönüş yaparak, bahçeye açılan arka kapıdan girmeye karar verdim. Oradanyatak odasına geçer, yıkanır, üstümü başımı değiştirir ve O'nun karşısınaelim yüzüm düzgün bir şekilde çıkardım. En azından kendi kendimesöylediklerim bunlardı. Oysa gerçek bundan farklıydı, özellikle buncazamandır görüşmemiş olduğumdan, Dreamer'la karşılaşma fikri bende çokçelişkili duygulan uyandırıyordu. O'nu görmek, sesini duymak, hattasözlerini anımsamak bile, Oluş'um için başlı başına bir ivmeydi ve hevesle'çalışmaya' koyulmamı sağlayan bir zaman sıkıştırıcısıydı.379


Stefano E. D'AnnaDreamer'ın yokluğunda parçalanmış olan bedenimin etrafa saçılmışparçalarını yeniden yapılandırmak için sarf ettiğim umulmadık çabayı hemseviyor hem de nefret ediyordum. Kayıtsızlık sonucu kimliğimizikaybederek kalabalık bir kitle ve topluluk oluşumuzu farketmem için benizorlayan, her zaman acı bir hayat deneyimi olmuştu.Beni olduğum yere çivileyen o aşikar sesi işittiğimde, henüz odama çıkanmerdivenlerin ilk basamağına adımımı bile atacak zamanım olmamıştı.Bu karşılaşmamıza, yüksek sesle ve ani bir girişle başlayarak, "Hâlâgeçmişini özlüyorsun!" dedi. Dreamer, bu birkaç sözcükle hem gerçek ruhhalimi, hem de son aylardaki bütün kaygılarımı özetliyordu. Kendimisuçüstü yakalanmış gibi hissettim. Evet! Aylardır geçmişimi özlüyordum!Göç halindeki Musevilerin özgürlüklerini takas etmeye hazır olmaları gibi,ben de yine o anlamsız yaşantının, o yalnızlığın eski kafesindeki güvenliğiarıyordum. Dünyanın sahte putuna tapınmaya gereksinim duyuyordum.Alışkın olduğum açmazlarıma geri dönmeye gereksinim duyuyordum.Keşke, bağımlı ve sorumsuz olmanın iyi bildiğim kucağına yenidensığınabilmemin bir imkânı olsaydı, o an hiç durmazdım. Kendimi küçücükve gerçekdışı hissettiren, sahip olmaya hazır olmadığım bu şatafatlı Londramalikânesine, Chia'daki o küçük villayı binlerce kez yeğlerdim.Zihnimin berrak anlarında Dreamer'ın beni, asla aşamayacağım sınırlarıaşmaya zorladığını, asla denemeyeceğim koşulların içine sürüklediğinianlıyordum. O'nun yanındayken tıpkı altında güvenlik ağı olmadan ipteyürüyen bir cambaz gibi sürekli uçurumun kenarında yürüyordum. Aşağıdaise yaşamım akıyordu aynı Styks ırmağı gibi; rahatsızlık ve bayağılıklakaplı, suyu leş kokan bir bataklık.İlk karşılaşmamızdan beri Dreamer, bu çölü geçerken karşıma çıkacaktehlikelere, buradaki görünmez yırtıcı hayvanların kuracakları pusulara karşıbeni hep uyarmıştı. Londra'ya hareket edişimden önceki son gecede banasöylediklerini anımsıyorum:"AIM... I AM, AMAÇ... BENÎM... Bizim amacımız yine kendimizdir. Yayda, ok da, hedef tahtası da biziz. Daima kendi dışımızda görünen amaç(AIM), aslında bir anagram, yani ben (I AM) sözcüğünün diğer profilidir.Bu bizi, zamanın sıkıştığı, aramızdaki her türlü mesafenin eridiği ana gerigötürür. En yüce sanat, sadece anda gerçekleşebilecek olan kendideğişimimizdir. "380


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Ne kadar hummalı bir çalışma içinde meşgul görünürse görünsün,sıradan bir kişinin yaşamı, onun yalnızca anlamsız ve sürekli birtekrarlanmaya olan düşkünlüğüdür. Yaşamımızın amacı, bizden birerşaheser yaratmaktır. Bu kaçınılmaz olarak herkesin, şimdi ya da sonra, isterbir ömürde, ister yüzüncü ömründe, eninde sonunda yapmak zorundakalacağı bir yolculuktur. Dünyada bundan başka ne bir amaç, ne de dahaheyecan verici bir şey vardır. "Yavaşça ayakkabılarımı çıkarttım, olduğum yere bıraktım. Yalın ayak,Dıeamer'ın sesinin geldiği yöne doğru yürüdüm ve oturma odasınınkapısından sessizce içeriyi gözetledim.5 "Seni özgürleştirmeye geldim!''Koşu sonrası kapı pervazına yaslarıma ihtiyacıyla sergilediğimyorgunluğum ve zorlukla nefes alışım Dreamer'ı rahatsız etti."Dik dur ve hiçbir yere yaslanma!" diye seslendi. "Kesinlikle kimseninseni yorgun, ya da bitkin görmesine izin verme!"Açıklama yapmak için ağzımı açmaya fırsat vermeyen, buyurgan tavrıylayaptığı el hareketi beni susturdu."Koşuya kabahat bulma. Eğer bütün bir maratonu koşmuş olsaydın bileyorgun ve acı içinde görünmeye hiç hakkın olmazdı. Kendine her zaman,daha da fazla koşabileceğini söyle..."Bu sözler, yorgunlukla ilgili yalanımla düşüncelerimi tek vuruşta yokeden bir kırbaç darbesi gibi üstüme savruldu. Kapı pervazından uzaklaşıpdik durduğumu görünce konuşmaya başladı. "Hâlâ geçmişine özlemduyuyorsun," diye tekrarladı ve sesindeki hor gören o ima beni acımasızcayaraladı. "Özlemek, seni geçmişinin yasalarına geri götüreceği gibi, buncayıldır yaptığın bütün 'çalışmalarını' da boşa çıkaracaktır. Bütünlüğe gidenyolda geçmişi özlemenin hiçbir türlüsüne yer yoktur. 'Yolculuğa' bir kezbaşladın mı, artık geri dönüş yoktur!" Sesinin tonu birden değişiverdi.Ebeveynlerin bir çocukla konuşurken takındığı abartılı sabır gösterisinebenzeyen ifadesiyle, "Sen etiket arayışındasın," dedi. "Tırabzanlarolmadan neye tutunacağını bilmiyorsun. Bu sallantılı durum, senin başındanberi yaşadığın korkudan daha fazla korkutuyor seni."381


Stefano E. D'AnnaDreamer, oturma odasında yanan şöminenin başındaki koltuklarınbirinden konuşuyordu. Ceketindeki yaka iğnesinin gümüş tokası şömineninateşiyle parlıyordu. Varlığımın katmanları arasına süzülerek yayılan ışık,gözlerimi yepyeni bir anlayışa açarak beni şaşkına çevirdi. Tüm sıradaninsanlar gibi, ben de ıstırabı yaşamımdan daha çok seviyordum. Dreamer budurumu bana, insanın gerçek korkusunun, bilmediği bir kapıdan geçecekolmasından değil, aslında kendisine tanıdık gelen acı ve ıstırap çekmeyikaybedecek olmasından kaynaklandığını söyleyerek açıklayacaktı. Bu fobi,iradenin, gerçekten sahip olduklarımızın açığa çıkmasını engelleyen, aynızamanda da bizi hiçliğin karanlık sularına bırakan aşılması olanaksız birengel oluşturur.Fiziksel doğum sonrasında göbek kordonunun kesilmesiyle birliktebebek, iki yeni ebeveyne teslim edilir: şüphe ve ıstırap. Sadece <strong>Oku</strong>llabuluşma yepyeni bir doğumu ve bu korkunç bağın kökünden kesilmesinisağlayacaktır. Bu da gerçek ebeveynlerimize geri dönüştür: düş ve irade.Şüpheyle korkunun yokluğu, ancak bütün olmuş bir insanın katlanabileceğibir coşkunluk, bir özgürlük durumudur. "İşte sana bunu sunuyorum.Özgürlüğün bedeli çok yüksektir, ama bu yükseklik onu elde edilemezkılmaz.Hâlâ geçmişin gölgelerinde kendine takacak bir maske aranıyorsun,"dedi. Sesinde zayıf ve savunmasız bir varlığa duyulan türde bir şefkat vardı.Aynı ses tonuyla, "Rollerinin özlemini çekiyorsun..." dedi."Bir insana, geçmişi ya da hayatındaki deneyimleri yön veremez. Past isdust. Geçmiş tozdur. İnsanın bütünlüğe giden yolda yeni duyulara; sezgiyeve yedinci duyuya, 'düş 'e kendisini teslim etmesi gerekir.Roller zindanlardır... Parmaklıkları görünmezdir ama çelikten dahaserttir."Bekleyişle geçen bütün bu ayların öfkesini patlarcasına dışa vurarak,"Sözlerine kulak verdim. İşimi bıraktım, evimi sattım, daha ne yapmam gerekiyor?"dedim. Bunca zamandır nereden bakarsam bakayım bir anlam veremediğimbu yeni maceranın içinde elim kolum bağlı kaldığım için, içimdekisuçlama, yakınma ve kızgınlıkların su yüzüne çıktığını hissediyordum.Bir an için duygularımı göz ardı ederek tuhaf bir yumuşaklıkla,"Anlamadan yapıldıktan sonra, işini bırakmanın ya da ülkeni terketmenin sana bir yararı olamaz, her ikisi de seni özgür kılmayacaktır..."diye yanıtladı.382


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDreamer'ın bir kez daha tam zamanında beni kurtarmaya gelmişolduğunu ancak yıllar soma anlayacaktım. "Rollerinin hapsindenkurtulabilmesi için, bir insanın, hayatındaki olay ve koşullarının verimsiztekrarından dolayı hayal kırıklığına uğramış olması gerekir."Uzun bir sessizlik oldu. Ayakta duruyordum. Oturma odasının girişindeO'nu dinliyordum. Duyduğum, rahatsızlıktan başka bir şey değildi. Uzunkoşudan sonra hâlâ terli ve kirliydim. Yıkanmak ve temiz bir şeyler giymekistiyordum. Tam zamanıydı, ayrılmak için kendisinden izin istedim.Dıeamer düşüncelere dalmıştı. Başının belli belirsiz bir hareketiyle,önerimin onaylandığını varsayarak yanından ayrıldım. Bir duş ve temiz birgömlek tavrımı değiştirdi.Döndüğümde kedi adımlarıyla yaklaşıp, Dreamer'a karşı hürmetkar biruzaklıkta kalarak şöminenin başındaki diğer koltuğa oturdum. Gelirkenyanıma defterimi de almıştım. Derin bir soluk aldım ve artık başlamayahazırdım. Bunun yoğun bir ders olacağını seziyordum. Konuşmayısürdürmek için Dreamer'ın seçtiği ses tonu bu kez farklıydı."Kimse köprü üzerine ev inşa etmez. Köprü, bir yerleşim yerideğildir, "dedi. "Roller de, tıpkı köprüler gibi üzerinden geçerek seni dahaöteye taşımak, aşılmak için vardır, insanlar köprüler üzerinde çok fazlazaman harcıyor, onları geçip öteye gitmek yerine, kapana kısılmış birvaziyette üzerlerinde kalıyorlar.Bütün olmaya giden yolda, her dakikanın yeni olması ve her anın biröncekini aşmak için köprü görevi görmesi, yani insanın kendisini aşmasınahizmet etmesi gerekir. Alınan her nefes, Oluş 'u özgürlüğün keşfedilmemişalanlarına yükseltmeye adanmış bir minnettarlık hareketi olmalıdır.""İnsan rollerden arınmış bir dünyada nasıl yaşayabilir?" diye sordum."Roller, oyun sırasında kasıtlı olarak takılması gereken maskelerdir. Birrolü 'oynamak', ona inanmamak demektir."Gösterdiği yönde atılacak ilk adımların, bunların işleyiş biçimleriniderinlemesine anlamak olduğunu bana açıkladı. Dreamer'ın vizyonuna göreroller, gerektirdikleri sorumluluk düzeylerine ve güçlük derecelerine görehiyerarşik bir düzende sıralanıyorlardı. Bir konuda çok kesin konuştu: Birkişi Oluşunda, hiyerarşik piramitte kendi altında kalanların tamamınıiçermiyorsa, rolünde bir üst seviyeye çıkması imkânsızdır. Roller üstüneyaptığı açıklamalardan sonra, gözümün önüne, Çin kutuları gibi, birbiri içineyerleştirilen değişik boyutlardaki kapların görüntüsü geldi.383


Stefano E. D'AnnaDreamer, "Bir rolden özgürleşmek, ancak onu mükemmel biçimdeoynamayı öğrendiğin zaman mümkün olur," dedi ve sözlerine açıklıkgetirmek için, bir orkestra şefinin ayrı ayrı her müzik enstrümanınınçıkaracağı sesleri bilmesi gerektiği örneğini verdi."Bir rolü içtenlikle ve kusursuzca oynadığımızda, sadece biziözgürleştirmekle kalmaz, ayrıca dünyayı da bayağılık ve şiddetten özgürkılar," dedi. "Rolünle kendini özdeşleştirdiğinde, ona inandığında, yalnızcadünyanın bir kölesi olmakla kalmaz, sanki hayatındaki tek gerçek, yeganekesinlik oymuş gibi ona sımsıkı bağlanırsın.Rolün ne olursa olsun, ona inanmak, kendine yalan söylemektir. "Ayrıntılı bir hesap yapmaya gerek duymadan, böyle bir düzeye ulaşmakiçin, değil bir zamana, on ömüre sığacak deneyimlerin bile yetmeyeceğindenkesinlikle emindim.Dreamer, "Çok haklısın, " diyerek beni doğruladı. "İşte, herkesin kabulettiği yolda ilerleyen bir insanın rollerinden asla kurtulamamasının vebunun için istek duymamasının nedeni de budur!""Neden hiç kimse kendisini rollerinden özgürleştirmek istemiyor?" diyesordum. "Bir yönetici, bir koca, bir baba olarak davranmanın getirdiği görevve sorumluluklarından kurtulmak kimin hoşuna gitmez ki?" Sonunda da, burolleri terk etmekten, sadece bir sorumluluk hissinin bizi alıkoyduğuinancını dile getirdim.Dreamer, sert bir ifadeyle, "Tam tersi," diyerek tezimi çürüttü,"Sıradan bir insan için rolleri terk etmek, sanki uçsuz bucaksız bir denizdecan yeleğini çıkarmasını istemek gibi, yaşamaktan vazgeçmesini istemeyebenzer, insanlar, rollerine, daha doğrusu, kendileriyle bütünleşmiş olanızdıraplarına kendi nefeslerine olduğundan çok daha fazla bağlıdırlar"Uzun bir suskunluk oldu ve ben sessizce bekledim."Roller, kalkanlardır. İnsanlar, meşgul oldukları gerekçesiyle onlarınardına saklanırlar ancak gerçekte, kendi sorumsuzluklarınısavunmaktadırlar."Kesin bir kanıtla haklı çıkmak üzere olan biri gibi, "Kendi durumunu eleal!" dedi. Doğrudan onun hedef alanına giriyordum. Bu sözü, beni hiçşaşırtmamakla birlikte acımı da hafifletmedi. Dreamer'ın yanında geçenonca yıldan sonra şimdi bir işaret gibi mideme saplanan sancının beni içteniçe uyarmasıyla biliyordum ki, konuşması şimdi genel kapsamından çıkacakve benim üstümde yoğunlaşacaktı.384


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu6 Rolleri oynamakIstırapla buruşmuş yüz ifademi yakaladığında, "İşte değiştirmen gerekenbu... şu anki duyguların!" dedi. "Kendine bir bak! Bunun hâlâ benim vebenim söylediğim sözler yüzünden olduğuna inanmayı sürdürüyorsun. Oysabu ıstırap senin içinde, suları ölü bir bataklık gibi durağan olarak hepvardı! Bu, hala iyileşmemiş bir yaranın belirtisi ve tüm dertlerinin sebebidir.Acını içine al... onu anla... Sev onu... Ondan kaçma!"Hâlâ anlamaya ve son açıklamaları karşısında kendimi toparlamayaçalışıyordum. Dreamer ise onu çoktan başlangıçtaki konuşmasına bağlamış,bıraktığı yerden devam ediyordu. "Rolünle özdeşleştiğinden, Oyunumutlun," dedi. "Ne bir rol var, ne de bir gösteri. Bir fare kapanının kuruluyayı gibi bir olay, bir koşul ya da bir karşılaşma mekanik tepkilerini anidenharekete geçirmene sebep oluyor.Zihinsel görüntüleriniz, düşünceleriniz, heyecanlarınız ve duygularınız,mekanik olarak önceden saptanan modellere uyarlanıyor, duruma göreyüzünüz aynı ifadeye uygun kaslarla kasılıyor, aynı sözler dudaklarınızdandökülüveriyor, ta ki yeni koşullar ve yeni karşılaşmalar sizi bir başka kafesefırlatana kadar bu tutsaklık haliniz sürüp gidiyor..."Rol bize ancak dışarıdan, dünya tarafından yüklendiğinde bu durumungerçekleştiğini açıkladı. Bununla beraber, bir rolü rol olduğunun bilincinevararak oynadığımızda, onun kölesi olmayız, tam tersine ondan özgürleşir,bu yolla dünyayı da özgürleştiririz."Bir rol, ona inanmadan oynanmalıdır. Bunu ancak, kendilerininefendisi olan ve belli bir bilince ulaşmış kişiler yapabilirler: Bu düzen,disiplin ve çok fazla öz gözlemleme gerektiren bir sonuçtur." Bunuyaşamımızın bir parçası haline getirebilmemiz için; jestler, davranışlar,tutumlar ve yüz hareketleriyle, sözlü ifadelerin tüm yelpazesinden oluşanher role özgü dilleri öğrenmemiz gerektiğinin altını çizdi. Bir role sahipolmak, tüm bir düşünce bloğunun, bir kişinin düşünmek ve hissetmek içinkullandığı inanışlar paketinin tamamının kabul edildiğini varsayar. Bir rolüoynamayı öğrenmek çok karmaşık bir iştir. İnsan, genellikle tüm yaşamını,sadece tek bir rolü oynamayı öğrenerek, onu aşıp ötesine geçmesinisağlayacak irade ve sorumluluğun yeterli derecede olgunlaşmasına fırsatkalmadan geçirir.Herkesin, sıradan yaşamının gerektirdiği ölçüde sınırlı sayıdaki, beş,bilemedin en fazla altı rolü öğrenerek oynadığını söyledi.385


Stefano E. D'Annaİnsan kendini ortama uydurmak ve dış koşullardaki değişikliklere ayakuydurmak için amaçsız bir robot gibi, bir rolden diğerine geçer durur.İnandığının aksine, bunda bir karar verme özgürlüğü yoktur."Özgürlük, rolü nasıl olursa olsun, asla tutsağı olmadan, onu 'kasıtlı'oynamaktır," dedi. "Sıradan bir insanda neredeyse hiç olmayan bu yetenek,yaşı ilerledikçe giderek azalır ve sonunda tamamen yok olur. Bununsonucunda, alışık oldukları durumdan sadece çok az farklı bir durumlakarşılaştıklarında, zaten birkaç rolden fazlasını tanımayan insan artıkyüzüne takacağı doğru maskeyi seçemez olur."İşte kendimizi sürekli yabancılaşmış, huzursuz ve tehlikedehissetmemizin nedeni buydu, şimdi daha iyi anlıyordum. Repertuarımızdabulunmadığından hangi maskeyi takacağımızı bilemediğimizde, Pavlov'unbir çemberle bir elips arasında açmazda kalıp çıldıran köpeği gibi, biz desınırlarımızı açığa vururuz. Bu durumda, zihinsel, fiziksel ve duygusal tümyeteneklerimiz kendi adına iş yapmaya başlarlar; düşüncelerimiz,duygularımız ve eylemlerimiz bir dizi istem dışı hareketle bir araya gelerekbizi biyolojik bir kuklaya dönüştürürler. Kendimizi çırılçıplak hissederiz vebundan feci bir utanç duyarız. Kaçıp gitmeyi isteriz. İşte bunlar, tenimizlemaskemiz arasındaki incecik açıklıktan öz gözlemleme yapmamıza olanaksağlayan özümüzü, en gerçek yanımızı tanıdığımız kısacık anlardır."Kısıtlı rol repertuarına sahip olduğunu anlayan ve bu ilişkilerin kendietkinlikleri üzerine koyabileceği tahakkümün farkında olan kişi, böylecebütün olmaya doğru ilk adımlarını çoktan atmış olur."Fakat beşiğinde olumsuzluk ezgisinin ninnisiyle hipnotik uykuyazorlanan sıradan insan, ne denli korkunç olsa da kendine yalan söylemeyisürdürerek ona bağımlı kalacak, kaçmak için gereken enerjiyi asla kendindebulamayacaktır."Roller, tam bir farkındalık ile sergilendiğinde, bu keyifli bir oyun olur.Onunla özdeşleşmek, oyun olduğunu unutmak ise ölümcüldür."Dreamer ayağa kalktı, pencereye gitti. Seven Oaks'ın bahçesine,kusursuz çimine, günün son ışıkları altındaki muhteşem bitkilere bakarakbirkaç dakika suskun kaldı. Yeniden konuşmaya başladığında, bu kez sesialışılmamış derecede yumuşaktı."Roller, bir merdivenin basamaklarıdır. Hiçbirinde oyalanma. Hepsinikullan. Onları üzerine basmak için ve ötesine geçmek için kullan!"386


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDreamer'a göre her rol, belirli bir düşünme biçiminin elle tutulur halegeçmesidir. Bir rolü terk edip bir sonrakine geçiş, kişinin Oluşunda kendiyükselişinin çoktan gerçekleştiğini, arkasında bıraktığı her basamak dakişinin iyileşmeye bir adım daha yaklaştığını gösterir."Varlığının değerlerini yükseltmeyi öğren, o zaman her rolü, üstündençıkarıp attığın eski elbiselerin gibi çabucak ve kolayca terk edebileceksin.Buna, bir rolü 'kullanmak' ve kesin bir biçimde kendini ondanözgürleştirmek denir."Bu son ifadesi beni oldukça etkilemişti. Dreamer şaşkınlığımı gördü vebir rolü 'kullanmak', onun ardında yatan Oluş'a ve sorumluluğa sahipçıkmak ve artık ihtiyaç kalmadığında, ondan ebediyen kurtulmak demektir."diye biraz daha açıkladı."Böylece sen de dünyayı, sana içinde taşıdığın cehennemleri göstermekgibi nankör bir görevden, sendeki tüm eksiklikleri, her ıstırabı ve her ölümüsana yansıtmak gibi çekilmez bir uğraştan kurtarmış olacaksın."7 Dönüş yolu"Dışımızda olan her şey gördüğümüz ve dokunduğumuz dünya, insanlar,karşılaştığımız olaylar ve koşullar, Oluş'un açığa çıkması, düşüncebiçimimizin doğrulanmasıdır. İçinde sıkışıp kaldığımız roller, bize henüziyileştiremediğimiz yaraları gösterir."Konuşmasına uzun bir ara verdi. Bu anı anlamak ve eneıjisine sahipçıkmak yerine, notlarımı yeniden okuyor ve düzeltiyor gibi yaparakdefterimin sayfalan arasına sığındım. Dreamer'ın beni sıkıştırdığı bu köşelerçok acı vericiydi. Yeniden kaçmaya çalıştım. Biraz daha zaman vermesi içinsessizce bir dilekte bulundum.. .biraz daha zaman..Dreamer'ın dikkati biraz dağılmış görünüyordu ve O'nun yanında birkaçdakika gerçek yaşamdan yudumlamış olan ben, dünyadaki gölgelerinarasındaki bir gölge gibi, nihayet rahatlamış olarak odadaki cansız eşyalarınarasındaki yerimi almak üzere geri döndüm."Olaylar, kaynaklandıkları durumları göstermeye yararlar. Onlarınsimgesel dilini yalnızca bir Varoluş <strong>Oku</strong>lu bilebilir ve labirentler, çöller, içcehennemlerin içinden geçerek, en içteki durumlara, her olayın gerçekkaynağına uzanan yolun izini sürebilir."387


Stefano E. D'AnnaHenüz inen akşamın gölgesi, Seven Oaks'ı kuşatıyor ve evin büyükpencerelerinden süzülerek bulunduğumuz oturma odasını ele geçirmeyeçalışıyordu. Korlarının üzerine titizlikle yeni odunlar yerleştirdiği şömineninateşi Dreamer'ın yüzünde parlıyordu. Mükemmel bir andı. Bualacakaranlıkta not tutmak artık çok zordu. Başımı koltuğun arkasınayasladım ve daha iyi konsantre olabilmek için gözlerimi yumdum.Dreamer sert bir edayla, "Bu pozisyondan çık! Doğrul! " dedi."Neredeyse gözümün önünde uyuyakalacaksın... "Beklemediğim bir anda başıma sopayla vurulduğunu hissettim.Acındırma, suçlama, gücenme gibi bir düşünce ve duygu yumağı, tek birduyguyu, her şeyden çok, en yakıcı ve katlanılmaz olanını oluşturana dekşiddetle püskürdü ve varlığıma karıştı; bu duygu, haksızlık idi. İşte o anda,bir böcek gibi ani bir sıçramayla, kendimi Dreamer'ın yerinde buldum.Kendimi izledim. Ölümün ölüşünü gözleyen yaşamı gördüm. Bu korkutucuparlaklık sonsuzluk kadar uzun birkaç saniyede oldu ve ardından kendimiyine bir tetikte bekleme halinde buldum, sırtım dimdik ve gözlerim fal taşıgibi açılmıştı. Hafif titreşimlerle bedenimde yankılanan bir duygu etkisinibirkaç dakika daha sürdürdükten sonra kayboldu. Savunma kalkanımı birdaha asla düşürmeyeceğime söz verdim. Bu yaşadığım olayları sizlere O'nunöğretisinin ve enerjisinin özüme dönüştüğü Oluş bölgelerine beni götürmekiçin Dreamer'ın başvurduğu stratejiler hakkında fikir sahibi olmanız içinanlatıyorum. Oluşumun bu bölgelerine ulaştığım zaman, taze ve kuvvetli birşarabın basıncı altında zorlanan ve dayanmayacakmış gibi görünen meşeağacından fıçımın tahtalarını değiştirmek ve sağlamlaştırmak için sadecebirkaç dakikam kaldığını biliyordum.8 "Hazır değilsin!"Sözlerinin baskısıyla içimdeki direncin şahlandığını ve damarlarımdakikanın aktığını hissediyordum. "Çok uzun zamandır iradenden vazgeçtin,yaşamını kendi ellerinle dünyaya teslim ettin. Dış dünya senin tekgerçekliğin oldu ve varlığının bütünlüğüne zalimce egemen olan taştan birput gibi... onu ilahlaştırdın.""Aslında, dünya yalnızca bir yansımadır. Duyguların, düşüncelerin vetutumların senin dışındaki olaylar dünyasında biçimlenirler ve senin herdileğine yanıt verirler."388


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Pek çok yıldır, dünyanın gerçek olduğuna ve iradesinin bulunduğunainandın. Onu yaşamının sahibi ve efendisi seçtin. Bunca yıldır, kendiyansıttığın bir gölgeye güç verdin."İşte en korktuğum an gelmişti. Yaşamın bugüne dek yol aldığı eskirayları terk etmenin, eskileri ölüme bırakmanın zamanı idi. Tersyüz olmuşbir evrenin ayaklarımın altında dönüştüğü sonsuz uçurumu hissediyordum."Things do not change and cannot change... Only you can change.Hiç birşey değişmez, değişemez... Sadece sen değişebilirsin. "Burada kesildi. Verdiği ara, içimde uzadıkça uzadı. Bir endişenin, sonrabir korku hissinin genişleyen halkaları Varlığımın çeperine değene dekyayıldı. O'nun sözlerinin, özellikle de bu suskunluğunun ardında ortadakorkmamı gerektirecek hiçbir neden yokmuş gibi gözükse de, sezgilerimbana görünmeyen bir şeylerin hazırlandığını söylüyordu. Sakin olmayaçalıştımsa da başaramadım. Nihayet, zor bir karara varmışçasına Dreamerbir adım daha ilerlememe izin verecek 'çalışmanın' bundan somakiaşamasını bildirdi. İşte o dakikadan itibaren benim için yepyeni bir serüvenbaşlıyordu... Bu, yaşamımdaki her anın bir iş sorumluluğu gibi yaşanacağıbir serüvendi. Üzerinde titizlikle düşünülmüş bir kararı açıklayan bir ifadeve ses tonuyla Dreamer," Varlığının parçalanmış olduğunu fark edebilmen için yıllar süren uzunbir hazırlık dönemi gerekti...her insanın yaşamını zorbaca yöneten hipnotikuykunun ayrımına varmanı sağlamak yıllar aldı.Yaşamına bir düzen getirdim... kendini, sıradanlığın cehennemindenkurtulmak için yol gösterecek bir eğitim sisteminin ilkelerini birarayagetirmeye adaman için seni yükümlülüklerden ve programlardankurtardım."Dreamer, uzun süre düşüncelere dalıp kaldı. Sonra kararlı bir seslekonuştu. "Tanışman gereken birçok insan var...""Kim onlar? Neredeler? Neden onlarla tanışmam gerekiyor?" diyesordum, endişe içindeydim.Dreamer, ummadığım bir nezaketle, "Belirli bir nedeni yok," diyeyanıtladı. "Karşılaşma oyununu ilginç, eşsiz ve etkili kılan da budur. Oinsanların her birinde, kendinden bir parça bulmanın dışında başka hiçbiramacın olmadan yüzlerce karşılaşma ve tanışma yaşayacaksın. Eğer beni veverdiğin sözü anımsayacak olursan, her karşılaşma bilinmeyen, henüzçözülmemiş bir parçanla kendini kıyaslayabileceğin bir fırsat halinedönüşecek."389


Stefano E. D'Anna"Yüzlerce karşılaşma mı? İyi de bu yıllar alır!" diye haykırdım."Bunun ne kadar zaman alacağı tamamen sana bağlı... 'Karşılaşmaoyunu' sen anlayıncaya kadar devam edecek ve direndiğin ölçüde zorgeçecektir. 'Karşılaşmalar oyununu' oynayarak, dünyanın senin yarattığınşeylerden biri ve diğer kişilerin de sen olduğunu, senin yansımalarınolduğunu anlayacaksın. Bu sonuca ulaşmak yıllarını alacak olsa da, enazından dünyanın seni yükseltecek veya yere serecek gücü olduğuna,başkalarının seni seveceğine ya da tam tersine seninle savaşacağına...kendin dışında yaşamını kontrol eden ve yöneten düşmanca bir iradeninvarlığına olan eski inançlarını zayıflatacaksın...The world is exist because you are exist,The world is alive because you are alive.Dünya var, çünkü sen varsın,Dünya yaşıyor, çünkü sen yaşıyorsun.diyerek yüksek sesle konuşmasını sürdürdü, "Dünya senin gölgendir. İnsan,kendi içinde hissettiği bilgiyi dünyada bulmak ister... ve böylece hayatını,hayaletler arasında, yaşamı aramakla harcar... Kendi dışındaki birgerçekliğe inanır... Zamanını gölgeleri kazımakla harcar!...Ancak bu boşaharcanan kazı çalışmaları ve kendini onlarla özdeşleştirme hevesinyüzünden, onlar sana daha da gerçek görünmeye başlar ve dış dünya birsaplantı halini alır... taptığın, tövbe ettiğin ve varlığından korktuğun bir putolur...Çünkü sen gerçek amacını unuttun ve kendi yaratıcılığının doğrularındanvazgeçtin..."Sonra üstüne basa basa, "Unutma, diğerleri de sensin... 'senin dışındakidiğer senler'... Onlar, senin kendi içinde görmeyi, hissetmeyi ve dokunmayıistemediğin yansımalarından başka bir şey değildir," dedi."Öyleyse... ben ve Siz'e en yakın olanlar, Siz'e ne ifade ediyoruz?" diyesordum.Bu sözleri telaffuz ettiğim andan itibaren kalbim daha hızlı çarpmayabaşladı ve duyup kabul edebileceğimin de ötesine geçmeye kalkıştığımıanladım. Söyleyeceklerine dayanıp dayanmayacağımı değerlendirmekistercesine, bakışlarını üzerime dikti ve geçmek bilmeyen saniyeler boyuncabeni tepeden tırnağa süzdü.390


Tanrılar <strong>Oku</strong>luSonra şu sözlerini anımsadım: Dışarıda olan hiçbir şey yoktur...Birdenbire ve bu sözlerin gücüyle, tek yaşayanı, tek yaratıcısı, tek efendisive mutlak tek hâkiminin ben olduğum bir evrenin ıssızlığına yuvarlandım.Buz kestim. Mümkün olsa geriye dönüp sorumu hiç sormamış olmak içinher şeyimi verirdim. Bu kritik anın baskısı altında varlığımın duvarlarısarsıldı.Dreamer, "Hepiniz Bensiniz, -dedi-...Benim parçalarımsınız..,görünürdesürgünde olanlar..."9 Kestirme yolUmutsuz bir durumdaydım. Dreamer bana imkansız bir görevhazırlamıştı, öyle ki henüz başlamadan tüm enerjimin boşaldığını hissettim.Öğüt verircesine, "... 'Tanışma oyunu', zamanı sıkıştırmana izin verecektir...ve sen, bu oyunda, sıradan bir insanın on ömür boyunca öğreneceğindendaha fazlasını öğreneceksin kendin hakkında," demesine rağmen, pek çokbilinmeyenle karşılaşma olasılığı ve bu amaçla aylar, yıllar boyu uğraşacakolmak bana yine de anlamsız gelmeye devam ediyordu. Bunun başka biryolunun olmaması mümkün müydü?"Dünya, senin için fazlasıyla gerçek. Yalnızca 'oyun' seni bu taşlaşmış,katı dayatmadan kurtaracaktır ve dünyanın daha esnek, daha akışkan birvizyonuna erişebilmene izin verecektir. Dünya bir 'duygu'dur," dediktensoma, bu sözündeki değerli gerçeğin hücrelerime yayılması için bekledi."Karşılaşmalar, sorumluluk düzeyini ölçmene yardımcı olacaklar vesana kendini tümüyle tanımayı öğretecekler. Karşılaşacağın herkes seninkendinde bilmediğin bir yanını, sende olan ama senin bilmediğin bir yarayıya da gizli bir hastalığı fark etmeni sağlayacak ve onu iyileştirebilmek içinsana bir fırsat sunacaktır."Endişelerimi saklamaya gerek görmeden, sorularımla O'na yüklendim."Onları nasıl seçeceğim? Ne konuşacağım onlarla?"Tüm kalbimle bu görevden sıynlabilmeyi diliyordum.Dreamer, "Onlarla konuşacağın şeyin hiçbir önemi yok," diyerek kısakesti. "Bu soruyu soruyorsun çünkü hala onların senin dışındavarolduklarına inanıyorsun. Aslında, diğerleri olaylar dünyasındasomutlaşan Oluş durumlarından parçalardır... Diğerleri sadece zamandır."391


Stefano E. D'Anna"Peki ama, başkaları için kendi yaşamından vazgeçen kişiler?Diğerlerine yardım edenler, onları iyileştirmeye çalışanlar kimler? Vekimdir bu misyonerler?""Misyoner bile kendisiyle, kendi şüpheleri, korkuları ve bölünmüşlüğüyletanışır.. Kendi batıl inançlarını alt edebilmek için, diğer batıl inançlılararasına karışır. Kendi yaralarını iyileştirmek ve kaynağa ulaşmak, asılsebebe dönmek için ıstırap çekenlerin dünyasına girer. Kendisi bilincindeolmadan bunu tamamen başkaları için yaptığına inanıyor olsa da, gerçektebaşkaları bunu onun için yapar ve yardım ettiğine inandığı kişiler aslındaona yardım ederler. Görevini yerine getirmesini içinde gerekli kılan kendidurumunu anladığı zaman iyileşmiş olacak ve misyoner olmasına artık gerekkalmayacaktır. Yerine bir başkasını getirecek ve kendisi öteye geçecektir."Altüst oldum. Dreamer'ın yanıtı içimi dışıma çıkarmıştı. Dreamer'ın bukonuyu bırakıp, baştaki soruma yanıt vermekte olduğunu fark ettiğimde,hâlâ kendimi toparlamaya çalışıyordum."Kiminle tanışacağın konusuna gelince... şimdilik bütün bilmen gereken,o kişileri benim belirleyip sana göstereceğimdir. Senin için önemli olan'görmeyi' öğrenmektir.Eğer 'görürsen', o kadının ya da adamın geçmişine sahip olacaksın vebir anda yılların deneyimleri, çabaları, fedakarlıkları, başarıları vedüşüşleri ile birlikte bu senelerin faydasını kendine katmış olacaksın.Onları 'görmek' demek, kendi içindeki yaraların kapanması veyaorganlarının iyileşmesi olarak kendinin farkına varmak demek. 'Görmek'kendini özünde bağışlamak demektir. O zaman her karşılaşman, üzerineadımını atıp seni ileriye taşıyacak bir basamak olur."Söylediklerine karşı giderek büyüyen ilgim Dreamer'ın gözündenkaçmamıştı. Bu karşılaşma hikâyesi, bilinmeyen ve gizemli bir savaşsanatının görüntüsünü almaya başlıyordu. Dünya; kıtaları ve şehirleri ilesonsuz ve değişken insan hareketlerini yumuşak bir kil hamurundandefalarca şekil alan görüntüler gibi; sanki içinde sürekli ve görünmezmilyonlarca düellonun yapıldığı çok büyük bir savaş alanı gibi görünüyordu.Bunların neticeleri ise kimin başı çekip yönlendireceği kimin onlarıizleyeceğini belirliyordu."İster birkaç dakikalığına, ister yıllar boyu sürecek bir devamlılıkta, isterbir çölde, ister bir iş yerinde, kısacası her nerede ve ne şekildekarşılaşırlarsa karşılaşsınlar, bu iki kişi kaçınılmaz bir biçimde bir piramit392


Tanrılar <strong>Oku</strong>luoluştururlarken, görünmez bir merdivenin farklı basamaklarına yerleşerekparlaklıkları, yörüngeleri, kütleleri ve güneşten uzaklıklarına görebelirlenen gezegen hiyerarşisine, matematiksel ve içsel bir düzene riayetederler."Kırılan direncimle yeni bir tavır içine girdim ve hiç durmadan satırlardolusu not tuttum. Konuşmanın devamında yaşam, rollerin zorlukderecelerine göre gelişen ve doruk noktasına gelindiğinde her rolün aşıldığıbir roller sistemini boydan boya geçen bir iz olarak karşıma çıktı."İnsanlık, bugünkü durumunda kendini iyileştirmeye çalışmıyor. Bunuistemiyor. Bilinmeyen güçlerin etkisi altında mekanik olarak gelişmeyezorlanıyor. Onun gelişiminin destekçileri acı ve ıstırap çekmektir.Çoğu insan gelişimini, bir kariyerin görüntüden öteye gitmeyen güvenliğiile, bir zenginliğin ya da bir sanatsal başarının boş umuduyla değiş tokuşetmiş gibi görünse de, aslında en sıradan insan bile istem dışı, fark edilmez,mekanik bir iyileştirme sürecinden kaçamaz. Yaşamın hiç eksiksiz olarakkarşısına çıkardığı kuruluşların bünyesinde yapılan işler, rollerin getirdiğisıkıntılar, düşmanlık, çekilen ıstıraplar ve sorunlar bir bütün olarak, insanıyola getirmek ve daha yüksek özgürlük seviyelerine doğru taşımak içingerekli disiplini oluştururlar..."Dreamer, bu sözlerinin sonunda, "Bu ağır işleyen bir sistemdir, öyle ki,Oluşun dikey bütünlüğünde sadece bir milim yol almak için bir ömüryetmeyebilir," dedi.Öte yandan, Dreamer'ın son olarak sözünü ettiği 'oyun', insan rolleripiramidini tırmanmak ve onları ışık hızıyla aşmak için en kısa yoldu.Sonunda, benim için yararlı olabilecek en önemli bilgileri özetleyerekkonuşmasını noktaladı. "Hâlâ kendin olduğuna inandığın şeyin içine sıkışıpkalmış durumdasın. Bu karşılaşmalarda, aslında gerçek seni değil,olmadığın seni yani, kendin olduğuna inandığın adamı göreceksin. Kendiüzerinde çalışmanın ve öz gözlemleme yapmanın bir ışık olduğunusöyleyebilirim sana. Işık geldiğinde gölgeler kaybolur, sende gerçek vedoğru olan ne varsa geriye o kalır; olmadığın veya kendin olduğunainandığın her şey ise ortadan yok olur."Bu karşılaşmamızın da sonuna yaklaşmıştık. Peder Nuzzo'nun benitahtaya kaldırdığı ve sıramdan kalkarken, sınıfın ortak sorumsuzluğu ilesamimi işbirlikçiğinin yanı sıra, kendimden başka kimseye güvenemediğimo zamanlardaki gibi kalbimin sıkıştığını hissettim.393


Stefano E. D'AnnaYeni serüvenim başlamak üzereydi. Karşılaşacağım insanlar, ele alınacakgörüşler hakkında daha fazlasını bilmek istiyordum, ama..." 'Oyun' içinde planlanacak bir şey yoktur. Şimdiye dek hiç yaşamadığınhayatların dillerini ve bilerek oynacağın rollerini anında keşfedeceksin.Karşılaşmayı 'tatminkâr kılmak' için kullanacağın stratejiyi, sözcükleri vebilmen gereken her şeyi 'an' sana söyleyecektir."Dreamer bana, kendi ortamlarında tam anlamıyla gerçek birer usta olanözel kadınları ve erkekleri anlattı. Bu kişiler, son derece uzmanlaşmış,mükemmel işleyen makineler gibi dünyadaki rollerinde mutlak kusursuzluğaulaşmış kişilerdi... Başımı defterden hiç kaldırmadan, sayfalarca notalmıştım. Bunları soma yeniden okumak, şimdi O'nun yanında hissettiğimtüm kararlılığı ve gücü yeniden bulmamı sağlayacaktı.Her karşılaşmanın ardında, bir ilişkinin görünüşteki yüzeyselliğininötesinde, çok özel bir şeyin olduğu gerçeği giderek netlik kazanıyordu: farklıinsan tiplerinden oluşan bir kalabalıkla yaşadığım her karşılaşma,Dreamer'ın 'bütünlük' diye nitelendirdiği bir iyileşmeye giden patikanınyolunu belirliyordu.The others reveal you, measure you and perfectly reflectyour level of responsibility.Diğer kişiler seni ele verir, ölçer ve senin sorumluluk düzeyinikusursuz biçimde yansıtırlar.Dıştan görünüşe göre, insanlar kararlar almak ve iş bağlantılarınıyürütmek üzere karşılaşırlar, ama onlar görünenin ötesinde, ilişkilerintemelinde yatan gerçeğin bilincinde değillerdir. Karşılaşmalar birerbahanedir. Asıl ilişki bir başka düzeyde gerçekleşir. İki kişi karşılaştığında,yüzeyde görünenin ötesinde risk çok daha büyüktür.Dreamer, tehlikeli bir girişimin arifesindeki birine, çok dikkatli olmasınıöğütleyen ses tonuyla, "Karşılaştığın her kişi bir kapıdır. Bu kişiler seningeçişini engelleyebilecekleri gibi, ilerlemen için bir basamağa dadönüşebilirler. Her karşılaşma seni ölçerek, insanlığın sorumlulukmerdiveninde senin yerini belirler," dedi.Remember! The others are you!...In the 'game' you will meet no one but yourself ..Unutma! Diğerleri sensin!...'Oyun 'da karşına çıkacak kişi senden başkası olmayacaktır.1C\A


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"O anda senin hangi yüzünün karşında durduğunu ve karşılaşmanınamacını anlaman gerekecek, ayrıca, hangi maskeyi takacağını, ister erkekister kadın olsun senden neyi yorumlamanı istediğini, hangi rolüngerektiğini birkaç saniye içinde bileceksin.Bu oyun'da ikiniz arasındaki fark, sen nasıl oynayacağını bilirken, onunbilmeden oynamasıdır. Aranızda sonsuzluk kadar bir mesafe, ölümsüzlükkadar bir fark vardır. Öyle ki, yatay dünyada erişebilmenin yıllar, hatta tümnesiller boyu alacağı pozisyonları fethederek, insanlık rollerinin sıralandığıpiramidi senin, baş döndürücü bir hızda dikey olarak çıkmanı sağlayacakbir farklılıktan söz ediyoruz."Bu noktada Dreamer, içimizdeki en gerçek olana bizi çabucak yaklaştıranve zamanı sıkıştıran bir dikey yoldan, bir 'kestirme yol' olan, 'düş'ten sözetti.10 Zamanı sıkıştırmakDreamer'ın öğretisinden anladığım kadarıyla, sürekli meydan okumanınhâkim olduğu ve hiçbir duraksamaya izin vermeyen bir dünya sözkonusuydu. İki kişi herhangi bir işaret ya da cihaz olmadan, birbirleriyleçölde çırılçıplak karşılaşıyorlar. Kaçınılmaz olarak içlerinden biri başıçekerek gidilecek yönü belirliyor, diğeri de onu takip ediyordu. Bunu,yabani bir bölgede karşılaşan iki hayvanın, birbirlerine kendi ırklarını,güçlerini, bölgelerini ve üstünlük derecelerini zoolojik bir dil kullanaraközel sinyallerle anlatmasına benzetebiliriz. Her bir tepki, her bir davranış, enbasitinden bir tik, duygusal bir dışavurum, bir bakış, bir söz, yüzifadesindeki en küçük bir değişim, kişinin gelişim merdiveninde bulunduğukonumu açıklamaya yeter. Bu algı düzeyi evrende kaydedilerek, yaşamdabaşımıza gelecek olayları, neyi bileceğimizi, neyi yapacağımızı, neye sahipolacağımızı ve nihayet finansal kaderimizi belirler.Dreamer, şimdi biraz daha tanıdık bir ses tonuyla, "İki kişikarşılaştığında, kaçınılmaz olarak biri kapsayan, diğeri kapsanandır," dedi."Bir kişiyi 'kapsamak' ne demek?" diye sordum."Bu, onun tüm dünyasından, rollerinden, hayatından ve ona bağlı olantüm hayatlardan sorumlu olması demektir. Onun her zorluğunun çözümünü,her talebinin yanıtını bilmesi demektir.395


Stefano E. D'AnnaEğer başaramazsan, yine sıradan yollardan, zaman ve deneyimdengeçmen gerekecektir. 0 karşılaşmada, anlama ve bütün olma yönündeOluşunu daha yüksek bölgelerine ulaştıracak fırsattan nasıl yararlanacağınıbilemediğin için, aynı fırsatın yeniden karşına çıkması çok uzun yıllaralacaktır. Her koşulda bu sınavı mutlaka yeniden tekrarlaman gerekecektir,tabii yeni bir fırsat yakalayacak kadar şansın varsa..."Vizyonumun fiziksel olarak genişlediğini hissettim. Dreamer yaşamımıdeğiştiren bu öğretiye dair bir başka bağlantı noktasını gösterirken, O'nudaha dikkatle dinlemeye hazırlandım.Beni uyardı, "Bu zor ve tehlikeli bir oyundur," dedi. "Bir bakış, bir söz,en küçük bir hareket ya da düşünce sana ihanet edebilir ve seni ölümcül birtuzağa düşürebilir! <strong>Oku</strong>l bünyesinde olmayan kişinin eli kolu tamamenbağlıdır. Bu kişi, 'karşılaşma oyunu'na katılabilir, ancak bu oyununkurallarını bilemez, aldığı riskin hiçbir şekilde bilincinde olmadığı gibi,bunun bir oyun olduğunu bile bilmez. Bu oyunu 'görenler' oyunuyönlendirirler, görmeyenlerse onun kurbanı olurlar.""Bu sınavdan geçtiğimi nasıl bilebileceğim? Ayrıca, böyle birkarşılaşmanın sonucu ne olacaktır?" diye, sanki şimdiden ufuk çizgisindeO'nun ortadan kayboluşunu görüyormuşum gibi yüksek sesle sordum."Bir insanın yaşamındaki olaylar en eşsiz biçimde bir araya gelirler veonun anlama ve kusursuzluk düzeyini yansıtırlar.Eğer bir başkasını 'kapsıyorsan' yanlış yapmazsın, sadece varlığınınbaşka bir köşesine şifa ve ışık götürdüğün için olağanüstü bir sevinçyaşarsın. Bir insanda bu gerçekleştiğinde, bunu tüm evren bilir. ""Özel olarak ya da tanığı olmadan gerçekleşen bir karşılaşmayı diğerlerinasıl bilecekler?" diye sordum."İnsanlarla nesneler tek bir bağ dokusunun parçalarıdır. Dünyaboyutundaki bir sinir sistemi, insanlığın tüm hücrelerini birbirlerine bağlar.Bir odanın içinde tek başına duran bir insan, tüm evrene kendi durumunu,sorumluluk düzeyini ve niyetini duyurabilir. Ne hile yapmaya ne de yorumdabulunmaya imkân vardır."396


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu11 Diğerleri seni ele verirDreamer, ertesi hafta Hamstead'deki eski bir pub olan Spaniards Inn'deyeniden görüşme sözü vererek ayrıldı. Bu arada geçen günleri ve saatleri,'oyun' halikında anlattıklarını düşünerek geçirdim. Bana en çok saldırandüşünce, ne kadar zaman süreceğini bilemediğim ve var olmadıklarısonucunu keşfedeceğim yüzlerce kişiyle karşılaşmak gibi oldukça tuhaf birgöreve atanmış olmamdı.Karşılaştığımızda, yüzünde beni bir bıçak gibi yaralayan acıma ifadesiyleDreamer yanlışımı sertçe düzeltecek ve bana,"Diğerlerinin var olmadıklarını söylemedim!" diyecekti. Soma, üstünebasa basa, "Diğerleri senin dışında var olmazlar dedim! Bunu net olarakkavradığın zaman, onların ne işe yaradıklarını da anlayacaksın " şeklindeaçıklama yapacaktı.'Bazı benzerlikleri' yüzünden, Dreamer'ın bana eşsiz bir fırsatsunduğunu ve 'karşılaşma oyununun' yeri doldurulamayacak bir gelişimaracı olarak kendini göstereceğini biliyordum. Buna rağmen, kendimi birtürlü kurtaramadığım bir şüphe ve endişe ordusu tarafından kuşatılmıştım.Bunca karşılaşmayı organize etmenin zorluğunun ve gerektirdiği çabanınötesinde, beni çok rahatsız eden bir durum vardı: 'Karşılaşmalar oyunu' tümzamanımı alacaksa, İngiltere'ye ya da dünyanın herhangi bir yerineyapacağım yolculukları ve eğer gerekirse uzun süreli konaklamalarınmasraflarını nasıl karşılayacaktım?Buna ilave olarak, doğrusu çok endişe verici bulduğum bir başka hususda, bu karşılaşmaların, aslında gerçek birer düello oldukları fikri idi. Birseferinde bana, "Yaşamının tehlikede olmadığı hiçbir an yoktur," demişti.Bu sözlerini her hatırlayışımda bu inanç kuvvetleniyordu ve tanımadığımkişilerle üstelik nedensizce, karşı karşıya gelmek fikrinin baskısıyla içimdekirekabet kaygısı da giderek büyüyordu. Bu 'oyun'da, sanki bir filigrandanbakarcasına onu bulanıklaştırıp rengini koyultan bir acımasızlık görüntüsüyakalamıştım. Sonuç olarak, bu oyundan çıkabilecek sonları hayal ettim: yaesaret, dayanıklılık ve saygınlık mesajı göndererek bir somaki aşamaya terfiedecektim, ya da rakibim beni varlığımın yıkıntılarına mahkum edecek veben, yenilmiş bir savaşçıdan arta kalanları geride, yaşamın savaş alanındabırakacaktım.397


Stefano E. D'AnnaBaşlangıçta, Dreamer'a bununla ilgili bir şey söylemeye cesaretedemedim. Bu duygunun, verilen görev için yetersiz olma korkusundan mıyoksa, insani bir bakış açısıyla, karşılaşmada kimin yenileceğinibilememekten mi kaynaklandığını hala kestiremiyordum.Bunlar, eski bir hana doğru yürürken bana eşlik eden düşüncelerdi.İçerinin atmosferi, buranın Shelley, Keats ve Byron gibi ünlü sanatçıların veşairlerin uğrak yeri olduğu dönemden beri fazla değişmemiş olmalıydı.Erken gelmiştim. Dreamer henüz ortalarda görünmüyordu. Etrafa bir gözgezdirerek, O'nun stratejik olarak hangi yeri seçeceğini bulmaya çalıştım.Nihayet, en sakin köşedeki bir masada karar kıldım. Duvarda, efsanevi birhaydutun yakalanışında gösterilen kahramanlığın anısına nişan olarakverilmiş çok eski ayaklı bir silah asılıydı.Hala, rekabet ve yenilgi kuruntularımın içine saplanıp kalmıştım.Dreamer beni hazırlıksız yakaladı ve daha bir şey bile yapmaya fırsatımolmadan, tıpkı farkında olmadıkları bir anda amirleri tarafından yakalanançalışanlar gibi utanç içine hapsolduğumu hissettim. Dreamer'ın görünmesibile, doğru tutumu 'anımsamama' yetiyordu. O masaya yaklaşmadan, bendaha saygın bir havaya bürünmeye ve Varlığımın dağınık parçalarınıtoparlamaya çalıştım. Ancak henüz kapının girişinde, bana başıyla yaptığınazik bir işaretle kendisini izlememi söyledi. Bizim için seçmiş olduğummasadan kalktım ve O'nun peşinden birinci kata çıktım. Buradaki kalabalıksalon, müşterilerin gürültüsü, bira kokusu ve havasının ağırlığıyla benirahatsız etmişti. Bana göre zemin kattaki masa, aklımdaki özel görüşme içinçok daha uygundu, ama Dreamer, salonun tam ortasında, sohbetlerin enyoğun uğultuya dönüştüğü masaya yönelerek otarmam için beni davet etti.Beni gördüğü andaki durumumun gözünden kaçmadığını, sırasıgelmişken vurgulayarak, kibar ancak neredeyse alaycı bir tonla beni uyardı.Bu ılımlı yaklaşımından, tedbiri elden bırakmayarak yararlanmayıdüşündüm. Dreamer'ın ruh halinin çok çabuk değiştiğini biliyordum,özellikle öfkesinin ne korkunç boyutlara ulaşabileceğini şimdiye dek birçokkez yaşayarak öğrenmiştim. Bir sözcük, bir vurgu ya da olağandışı en küçükbir hareket, onun öfke saçmasına yetiyordu. O'na, 'oyunla' ilgili zihnimimeşgul eden ve kendi ruhsal durumumu özetleyen bir soru sormakistiyordum. Oyunda kaybedenlere ne oluyor? Dreamer'a fiziksel olarakyakın duruşum sayesinde her şey kendiliğinden netlik kazandı. Aslındasormak istediğim şeyin, kaybedenlere ne olduğu değil, ilk karşılaşmalardayenilirsem başıma nelerin geleceği olduğunu fark ettim.398


Tanrılar <strong>Oku</strong>luO benden önce davrandı, "Yanlış bir düşünceye kapılma," dedi. "Bunusana daha önce söyledim... Bu 'oyunda' ne yenen, ne de yenilen vardır." Busözler, sanki gürültüler birdenbire kesilmiş ve birahanede ikimizden başkakimse kalmamış gibi, bana çok anlaşılır ve net biçimde ulaşmıştı. Sesi bana,bu kalabalığın arasından ya da uğultu bulutunun üstünden değil, içimdenulaşmıştı. Bu düşüncelerin kökenlerine, kaynaklandıkları inançlara veönyargılara doğru gerisingeri bir yol açarcasına, "Senin vizyonun, hâlâ bir içbölünmenin, yalnızca zıtlıklar ve düşmanlıklar aracılığıyla yöneten birdünya öğretisinin sonucudur. Aslında, düello her zaman ve sadece seniniçinde gerçekleşir. Birinin diğeri ile olan ilişkisi, yalnızca bir karşılaşmadagerçekten olanların en yüzeysel ve görünür olan yüzüdür. Her ne kadardiğerinin senin yıllarını alan hazırlık dönemin boyunca biriktirdiklerinielinden alacağından korkuyor olsan da bil ki, o kişi aslında senin içindedirve olacakların tümüne kararı verecek olan sensindir," dedi.Temel kavramlardan birini ele alarak konuşmasını sürdürdü. Bir kişiyi 'kapsamak',sadece onu kendi sorumluluklarının içine katmak demek değildir, onugörevlendirmektir."Daha yüksek, sorumluluk düzeyindeki birisiyle karşılaşmak, farkındaolmasak da bizim için her zaman bir hızlanmadır," dedi.. "Seni 'kapsayan' bir kişiyle karşılaşmak başına gelecek en güzel şeydir.Bir adım atıp ötesine geçenler, diğerini kendi kaderine terk etmezler., Aksine,o kişiden sorumlu olurlar. Onlar kendi gelişimlerinin aynı zamandadiğerinin de gelişimi olduğunu bilirler. Bir insanın yükselmesi, sadece birhücrenin iyileşmesi bile, tüm insanlığın ilerlemesini hızlandırır.Başarının sınırı yoktur ve senin bunu fark etmen için diğerlerinin sana nekadar çok fırsat ve çalışma konusu sunabileceğini bir düşün. Çünkü gerçekzafer, tam şu anda yüreğimizdeki uyumsuzlukları uyumlu hale getirerek,kendimizi yenmektir. İnsanlar böyle bir anlayışa ve farkındalığa sahipolmadan, birbirleriyle bir uyku halindeyken yani endişeler içinde boğulmuş,korkuları ve şüpheleriyle karanlığa gömülmüş, günlük koşuşturmalarıarasında kendini yitirmiş bir halde karşılaşırlar ve bu karşılaşmalarındaanlamsız, dünyevi boş hedefleri ve çıkarları peşinde koşarlar."Mizahi bir yaklaşımla, her ne kadar kendilerini iş yapmaya, işleritartışmaya ya da görünürde önemli olan kararları almaya adamış olsalar da,gelişmiş bir insanın bakış aşısından onların, incik-boncuk üzerine takasla vepazarlık etmekle meşgul, uygarlaşrnamış bireylerden biraz daha iyi durumdaoian vatlıklar olduğunu vurguladı.399


Stefano E. D'AnnaYine sert ve ciddi bir ifadeye bürünerek, "Onlar asıl hedefi unuttular,"dedi. Onlar 'oyunun' farkında değiller. Artık rollerini oynamak yerine,rolün ta kendisi olmuşlardır!"Bir bakışıyla söylediklerini anlayacağımdan emin olduktan soma,"Mükemmellik yolunda ilerleyen sorumlu bir insanın dünyasında sadecekendini; dünyayla olan vasatlığını, yalanını ve özdeşliğini yenmek için yervardır," yorumunda bulundu.12 Kasıtlı yapılan rol oyunu. Rol yapma sanatı"Her ortam için takılacak doğru bir maske vardır," dedi Dreamer. "Bu'karşılaşmalar oyunu' içinde geliştirmen gereken temel yetenek, kılıkdeğiştirme sanatıdır." Kullandığı ses tonu ve yüz ifadesi, öğretisinin önemlibir bölümünü ele almak üzere olduğunu gösteriyordu.Hem 'Tanrılar <strong>Oku</strong>lu'nun eski elyazmasından, hem de düşüncesi veyaşamı üstüne yaptığım araştırmalardan Lupelius'un efsanevi kılıkdeğiştirme ustalığını öğrenmiştim. O'nun <strong>Oku</strong>lunda kılık değiştirme sanatıbir savaşçı için hazırlanmanın ayrılmaz bir parçasıydı. Lupelius'a göre rollerpsikolojik kostümlerdi. Bu giysileri hem kendisi giyiyor hem deöğrencilerine giydirerek onlara, bunun bir oyun olduğunu asla unutmadanveya oyun tarafından tuzağa düşürülmeden, rollere nasıl bürüneceklerini, orolleri en ince ayrıntılarına ve sırlarına kadar nasıl inceleyip öğreneceklerinianlatıyordu.. Dreamer'ın katı yaklaşımı, bu unsurun, 'oyun'a hazırlanmasürecimdeki önemini çabucak algılamamı sağladı.'"The Art of Acting', 'Rol Yapma Sanatı' bir savaşçının stratejik olarakyaşama becerisidir, " dedi. "Bu beceri, onların gereken yerde daima 'her anhazırda' olmasına ve her koşulda en doğru tutumu takınmalarına izin verenbir yetenektir." Dreamer'ın sözlerinde Lupelius'un öğretisini farketmiştim.Sesleri birbiriyle harmanlanırken, görüntüleri zihnimde birbiri üzerineyerleşerek bir bütün oluyordu."Stratejik olarak yaşamayı ve amacın doğrultusunda rol yapmayı öğren,böylece her durumda hangi görüntüyü sergileyeceğini daima bileceksin.Sadece rol yapanlar, tüm dünya tarihinde daha önce olmuş ve henüz olacakher karşılaşmayı eşsiz ve farklı kılan binlerce özellikleri harekete geçirebilir"Bir ara verdikten soma tekrar başladığında, sesi daha otoriter ve kuvvetliyankılanıyordu:400


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Rol yapmayı öğren," dedi. Yalnızca rol yapanlar, kendilerinin vediğerlerinin yaşamlarını yönetebilir, başarılı ve özgür olurlar."Bu kurallara karşı içimden içgüdüsel bir muhalefet yükseldi. Şu anakadar bana öğretilmiş olan her şey, olaylara bambaşka bir açıdan bakmamızorluyordu. Kişi, 'kendisi olabilirse', başkası gibi görünmek ve rol yapmakzorunda kalmazsa özgür olabilirdi ki bunu O'na da söyledim. Budüşüncelerimin sonunda içimde hala, rol yaparak ve maskelere bürünerekdiğerleriyle görüşmenin, ilişkileri yürütmek için samimiyetsiz ve yanlış biryöntem olduğu inancını barındırıyordum.Birçok insan itirazlarımı yerinde bulurdu. Sıradan insanlar bunları,hayatında çiğnenmez ahlaki ilkelere ve dürüstlük kurallarına sahip vebunları daha üst seviyedeki bir kişinin önünde bile cesurca savunmasınıbilen birinin tavrı olarak görüp uygun bulabilirdi. Ne var ki, sözlerimDreameı'ın dünyasında sanki içeriye hırsız girmiş gibi tüm alarmsistemlerini harekete geçirdi.Ancak, Dreaıner'ın dünyasında bu sözlerim, eve giren hırsız gibi tümalarm sistemlerini harekete geçirdi.Dreamer, sözlerimi tamamlamama fırsat vermeden, ani bir öfkepatlamasıyla beni azarlayarak, "Sessiz ol!" diye bağırdı. Bilgiç tavrımı taklitederek, "Kendisi olmak... kendisi olmak..." diye tekrarladı. "Senin gibihayatı yalanla, rollerin tutsaklığında geçmiş biri, kendisi olmanın neredebaşladığını bile bilemez." Sesindeki tiksintiyi ve belirgin bir küçümsemeyialgılamıştım. Dreamer sözlerimi yanıtlamıyordu, kibrimi, içimdekibölünmeyi yansıtıyordu. Bu tartışmaların ardında ve görebileceğimden çokdaha derinlerde direncim değişmeye başlamıştı.Dreamer, hiçbir şey olmamış gibi normal ses tonunda konuşmasına devametseydi, sanırım hemen ve tamamen pişman olurdum. O'nun bir ruh halindendiğerine çabucak girip çıkmasını, sesini, üslubunu, el kol hareketlerini,mimiklerini ve tepkilerini değiştirme becerisini bir kez daha fark ettim. Bugeçişleri, ardında bir kalıntı ya da iz bırakmadan yapabiliyordu. "Stratejikolarak yaşamak, fırsatçılık demek değildir ve yalan söylemek anlamına dagelmez. Bu bir savaşçının kendi görünüşünü, dünyanın almaya hazır olduğu vekoşulların gerektirdiği şekilde uyarlayarak davranışlarına aktarma becerisidir.Yalnızca stratejik olarak yaşayanlar ayakta kalabilirler. Rol yapmaközgürlüktür."Bir rolü 'mükemmel' oynamak, yaşamda o rolün üstesinden gelmek,'kavramak', sorumluluğun daha yüksek seviyelerine ulaşmak demektir.401


Stefano E. D'Annaİlk zamanlardaki tiyatro, oyunculann-öğrencilerin rol yapmayı ve rollerininötesine geçmeyi öğrendikleri, bu rollerin esiri olmadan bir karakterdendiğerine geçme becerisini kazandıkları bir Oluş, bir özgürlük okuluydu. Busebeple, rol yapmak; kişinin Oluşunu kendi yıkıcı düşüncelerinden veolumsuz duygularından kurtarmayı öğrenmesi demektir. Böylece tiyatronunesas olarak oyuncuları etkisi altına alan temizleyici, anndırıcı etkinliği,koroya, halka, şehre ve tüm ulusa yayılarak, onları birbirlerine bağlayıp,özgürlük ve refah ortamını yaratmanın koşulu olan birlikteliği sağlıyordu.Bu işlevi tiyatroya, tüm kültürlerde her zaman sahip olduğu başrolü vermiş,bugün hala insanı büyülemesine ve sihrine anlam katmasına sebep olmuştur.Klasik Çağ, Yunanistan'da Oluş'un merkeziyetini keşfetti; ekonomikzenginliğin, toplumsal uyumun, kuruluşların olgunlaşmasının ve uzunömürlü olmasının sırrının, herkesin Oluşunda gelişmesinde, şehirdeki herhücrenin zenginleşmesinde bulunduğunu biliyordu. Bu vizyon, zamandanbağımsız, manevi bir medeniyeti, Oluş medeniyetini ortaya çıkardı. Sanat,güzellik, müzik, spor ve gerçeği arayış, şehrin üzerinde yükseldiği sütunlarıve onun yaşamının yüce düzenleyicileri oldular.Hiçbir coğrafyaya ve zamana bağlı olmayan gizemli bir varlık olarakDreamer, kendi doğrudan tanıklığının yetkisiyle, en eski uygarlıklarda,örneğin Roma veya Yunan'da, yeni bir şehir kurulacağı zaman, dahasurların geçeceği yerler bile belirlenmeden önce iki kamu binasınınkurulacağı yerlerin seçildiğini belirtti: duyguları arındıracak tiyatro binası vebedenleri arındıracak hamamlar. Bunlar arınmanın iki hayati organı,toplumun böbrekleriydiler. Canlı bir varlıkta olduğu gibi, bu iki sosyalyapıya da en zorunlu temel işlevlerden biri olan, şehrin lenflerini süzüparındırmak, onun her hücresini temizleyip zenginleştirmek görevi verilmişti."Tiyatro, yalnızca fiziksel bir mekân değil, bir Oluş hali, insanın en yücebecerilerinin uyum içinde sergilendiği, düşünce ve nefesin bir birleşimi olansözün, hareketle birleştiği psikolojik bir alandır."Bir zaman makinasında gibiydim, yok olmuş dünyaların, gömülümedeniyetlerin arayışı içinde seyahat ediyordum ve O'nun huzurundayken,onların kalp atışlarını, nefeslerini hala hissedebiliyordum.402


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu13 'Karşılaşmalar oyunu'Böylece Dreamer ile birlikte çıraklık dönemimin en zorlu dönemlerinegirmiştim. Savaşçı bir baba gibi, bana bir zırh, bir kalkan ve yanımdataşıyacağım silahlan verdi ve bunları emanet ederken şu nasihatte bulundu:"Her düştüğünde ve her an, farkında ol, tetikte ol!""Uyanık ol, her saniyeyi ve her düşüşünü dikkatle izle. Kendini gözlemle.Her bir hücreni, verdiğin sözün bilinciyle doldur. Düş'ü unutmuş olanlar içindünyayı yöneten gerçek, gizemli ve görünmeyen güç, evrende kaybolmuşküçücük bir parçadan ibarettir."Bu 'oyun' iki yıl boyunca tüm zamanımı aldı. Bu sürede, Dreamer'ın,sadece kendisinin bildiği stratejik seçimlere göre belirlediği ya da yolumaçıkardığı insanlarla karşılaşmaktan başka bir şey yapmadım. Bugün artık, bukarşılaşmaların her birinin çok hassas bir seçimin ürünü ve ileri görüşlü,bilinçli ve aydınlık bir tasarının parçası olduklarını biliyorum. Herkarşılaşmayı, hayran kaldığım eğitimsel bir ilerleme takip ediyordu. Bukarşılaşmalar, Varlığımın en gizli yaralarını keşfedip, onları iyileştirmemeyardım etmelerinin yanı sıra, olaylar dünyasında, üzerine yeni üniversiteninkurulup gelişeceği vazgeçilmez önkoşulları oluşturdular.Seven Oaks, unutulmaz karşılaşmaların odak noktası, dünya aydınlarının;kültür, sanat, iş ve politika yaşamının doruklarındaki kadın ve erkeklerinbiraraya geldiği buluşma yeri haline geldi. Seven Oaks, bu muhteşemgirişimi gerçekleştirmede önemli rol oynayacak herkesi çağıran bir zaferşarkısıydı. Aylar boyunca gözüme yüksek miktardaki pahalı fazlalıklar vegereksiz detaylar olarak görünen evin sahip olduğu bu güzellik ve stil, yeridoldurulamaz kişilikleri bütün geçmişine ekleyip mühürleyen bu eşsizsahne, tüm bir tasarımın ilkeleri halini alıyordu.Seven Oaks, üniversitenin yeni kampüsünün doğuşunun ve gelişiminindeğişmez bileşenleri olarak, ona eşlik eden ve onun öğretilerinin peşindengiden girişimci zindeliği, yaşam tarzı, sorumluluk ve liderlik gibi bileşenleriçin bir pusula görevi üstlenmişti. Seven Oaks, bir ev, bir dost, aşinaolduğum tüm mutlulukların üssü, hazine sandığı ve çok kıymetli bekçisioldu. Heleonore'a olan tutkunluğumla birlikte çocuklarımın da büyüdüğü yeroldu. 'Karşılaşmalar oyunu' çıraklık eğitimimin genel gidişatı açısındanönemli bir yer kaplıyordu ve bu iki yıl boyunca, O'nun disiplin ve katılıkanlayışının tahammül edebileceğimden çok daha şiddetli olduğu zamanlardahissettiğim huzursuzluk hiç de alışılmadık değildi.403


Stefano E. D'AnnaDreamer bir suçlama ustasıydı. Oluşumun labirentinden ıstırap ezgisinisöküp çıkarmak için suçlama ve kınama yöntemlerini kullanıyordu. O ağıtyakan keder beni sürekli sarsıyor, içten yok ediyordu. Gözünden hiçbir şeykaçmıyordu ve en küçük bir dalgınlık, ihmalkârlık, Projeden bir milimlik birsapma, korkunç öfkesinin patlamasına yetiyordu. Varlığımın en gizlikıvrımlarından yaralarına nasıl ulaşacağını biliyor ve onları kızgındemirlerle dağlıyordu. Kaderinin eski kulvarlarından çıkmak isteyenherkesin, Dreamer'la karşılaşmasını ve böylesine dikkatli ve acımasız birrehbere sahip olmalarını dilerim. O'nun yanında atılan her adım,ölümsüzlüğün nefesini taşıyordu. Şimdi O'nun hakkında yazdıkça, herhareketinin özellikle ve olağanüstü bir biçimde benim için tasarlandığını,benim aracılığımla da köleliğinin farkına varmış her insana ithaf edildiğinifark ediyorum. Onun yanında, bütün varoluş, değişmek ve hayatlarını kendişaheserlerine dönüştürmek isteyenlere açılan bir 'Oluş <strong>Oku</strong>lu', bir 'Tanrılar<strong>Oku</strong>lu' olarak gözler önüne seriyordu. Üstelik ilk aylarda bu 'karşılaşmalaroyununu', kararlılığımı sınamak için ortaya konmuş bir saçmalık olarakgörmüştüm. Dreamer'ın açıklamalarından önce, 'pratik' bir amaç olmadanasla 'başkalarıyla' karşılaşılabileceğini ve bir araya gelinebileceğini hayalbile edemezdim. "Bir seferinde bana karşılaşacağın insanları nasılseçeceğimi sormuştun," dedi. Önceden bir yanıt vermeyi hiç düşünmediğisoflarımdan birine dönüyordu."Onların en temel özellikleri kusursuz ve acımasız olmalarıdır. Bir gün,hiç bir karşılaşmanın senin dışında gerçekleşemeyeceğini bileceksin.Karşılaşacağın kadın ve erkekler, mozaik taşları gibi senin parçalarınıortaya koyacaklar, sen de onlarla bir araya gelmek zorundasın. Her birisenin olası yaşamlarını temsil ediyor.""insanlığı engin bir okyanus olarak düşünürsen, her bir kişi seninpsikolojik durumunu yansıtan damlalardır. Unutma: Diğerleri sadeceaynadır. Suçlayacak veya kınayacak hiç kimse yoktur. İnsan daima vesadece kendisiyle karşılaşır!"O'nun tavsiyelerine uyarak ve Seven Oaks'ı bir üs olarak kullanarakdurmaksızın seyahat ettim. Çeşitli vesilelerle İngiltere'den ve sık sık daAvrupa'dan ayrılmam gerekmiş, kendimi gözlemleme, kendimi okuma vetanıma gibi özel, tuhaf ve muhteşem bir amaç uğruna en muhtelifdurumların içinde her sosyal konumdan, yaştan, zeka seviyesinden,soyağacından Ve iş kapasitesinden oluşan farklı insanların arasındabulmuştum kendimi.404


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBöylelikle, çok geniş bir insan yelpazesinden önünden geçtim; aktörler,yönetmenler, sanayiciler, danışmanlar, insanlığı iyileştirenler, Kilise'ninPapazları; politikacılar, girişimciler, filozoflar, profesörler, doktorlar, önemliavukatlar, bankacılar, Nobel Ödülü sahipleri, berduşlar; başarılarınınzirvesinde olanlar, itibarını kaybetmiş insanlar; fınans guruları, yoksullaşmışgirişimciler; evlerinde ya da ofislerinde, sokak ortasında veya yatlarında,lüks otellerde veya mütevazı konuk evlerinde, çalışırken ya da tatilde... Herbiriyle ayrı bir tutum, ifade, davranış, giyim ve 'titizlik' gerektiren yüzlercebuluşma yaşadım; her biri mümkün olan her çeşit aynanın önünde,birbirinden çok farklı koşullarda bana kendimi gözlemleme fırsatı verdi;vizyonumun geçit vermeyen sınırlarına, katılıktan kırılganlığa dönüşenzihinsel kafeslerime meydan okudu; her biri gizli bir hastalığı, içimdeki enzayıf noktayı bulmakla kalmadı, ya bozuk olanı düzeltip tedavi etti ya daruhumdaki en küçük yarayı dağladı.Dreamer'ın özellikle çok önemli bir buluşmanın öncesinde en küçükayrıntılara verdiği önemi anımsıyorum. O'nun uyarı ve istekleri, bir filmçekimi öncesinde setteki yönetmenin ya da bir kader maçının öncesinde sahakenarındaki antrenörün söyleyeceklerinden hiç de farklı değildi. Giyimim,değineceğim konular ve hatta kullanacağım anahtar sözcüklerin söylenişbiçimleri gibi her şey onun dikkatinin süzgecinden geçiyordu."Kendine dikkat et; herşeyin tamamen farkında ol! Yaşamının her birköşesini didik didik et - dedi Dreamer - İçine göz at! Benliğinin içine girenve ondan ayrılan herşeyin farkında olan. Oluşumuz Yaşamımızıyaratır...Oluş, dünyayı yaratır....Gerçek dikkate sahip bir insan, en ufak birhareketiyle evreni düzelteceğini bilir."14 Yeni paradigmaBir zamanlar, uzun ve sabırla geçen uğraşlar sonucunda, moda ve lüksürünler endüstrisi alanında lider konumda olan çokuluslu bir şirketinkurucusu ile görüşme ayarlamıştım. Bu toplantı için yaratmak zorundakaldığım bahane, onun mal varlıkları arasından bir gayrimenkulun satınalınmasıydı. Haftalar önce Londra'da başlayan pazarlık, artık son aşamasınagelmiş ve yüz yüze görüşmemiz kaçınılmaz olmuştu. Bu Fransızgirişimcinin ismi, Dreamer'ın benden irtibat kurmamı ve görüşmemi istediğiiş dünyasının 'usta'larının yer aldığı uzun listenin içinde yer almaktaydı.405


Stefano E. D'Anna0 sıralar, parayla olan kötü ilişkime cesurca meydan okuduğum birdönemdi. Dreamer'a göre pazarlık etmeyi, korkmadan ve boyun eğmeden bu'en sıkı' işadamından öğrenmem gerekliydi. Giyim sanayinde dünyanın enmeşhur markalarından biri olan bu kişinin Paris'teki sancta sanctorum'dagerçekleşecek buluşmamız için yola çıkacağım günün öncesinde söyleyeceklerimhakkında en küçük bir düşüncemin bile olmaması yüzünden canımhayli sıkkındı. Kaygılarımla beraber, beni böyle stresli durumlara soktuğuiçin 'suçlu' saydığım Dreamer'a karşı hissettiğim bir çeşit kızgınlık daartıyordu.Gizliden gizliye beni bu yolculuktan mazur göreceğini ve çoktan Rue dela Paix'de ayarlanmış olan bu görüşmeyi iptal edebileceğimi ümit ederekO'ndan bir buluşma talep ettim. Kontrol edemediğim, saldırgan bir soruylapatlamamdan henüz birkaç dakika önce biraraya gelmiştik.Bir bina ya da bir şirket üzerine pazarlık etmekteki amaç ne olabilir ki? -huzursuzluğumu kusur bulunamayacak bir sağduyu ardına gizlemeyeçalışarak aniden konuşmaya başlamıştım - Eğer satın alacak paran yoksa,lüks bir otomobili veya özel bir uçağı elde etme konusunda detaylarıkonuşmanın ne anlamı olabilir? diye sorduğumda, belirli bir noktada artıkboşalmış, sıkıntımı eleştirilemez bir sağduyunun ardına gizlemeyeçalışmıştım.Dreamer takındığım tavrı görmezden gelerek, görüşlerimi alışkınolmadığım bir nezaketle beni yanıtladı. "Eğer nasıl kusursuz oynayacağınıbilirsen.." Dreamer, umulmadık bir nezaketle az önce sergilediğim saldırgantavrı görmezden gelerek cevap verdi - "sorularını yönelttiğinde seniinandırıcı bulursa, o zaman para zaten cebinde demektir."Anlamamıştım. Bana göre 'ciddi biçimde rol yapmak' tamamen farklı biranlama geliyordu. Paris'teki o mülkü satın alacak param gerçekten olsaydı,kesinlikle endişelenmez, ne söyleyip nasıl davranacağımı çok iyi bilirdim.Dreamer, sözlerimi keserek beni azarladı, "Çok yanlış düşünüyorsun," dedi."Aldığın ilk eğitim, seni yeterli paran ve gerekli araçların olursa, dilediğin herşeyi yapabileceğine ve böylece kendini güvenli, zengin, mutlu ve saygınhissedeceğine inanmaya alıştırmış."Sancta Sanctorum (Lat.), Holy of the Holies (îng.): En kutsal yer. Yahudi dininde,ancak Baş kâhinin ve onun da yılda yalnızca bir kez girebildiği, tapınakta Tanrı'nınoturduğu yer. Dinsel anlamının dışında, genellikle önemli kişilerin, gözlerden ırak,rahatsız edilmeden çalıştıkları özel ofislerini belirtmek için kullanılıyor, (ç.n.)406


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Sahip olmak - Yapmak - Olmak sana hâkim olan bir değerler dizilimi;çürümüş bir insanlığın efsanevi değerlerinin tam bir özeti ve başına gelen tümfelaketlerin ve dertlerin kaynağıdır."Bunları söyledikten sonra, başını kaldırdı ve bana dik dik baktı. Sonrabakışlarını ayırmadan sağ işaret ve orta parmaklarını birleştirip sağ kulağınabirkaç kez hafifçe vurdu. Dreamer, anlamaktaki zorluğum konusunda beniuyararak, dikkatimi tam olarak kendisine yöneltmemi istiyordu, sözlerimekulak ver diyordu. Beni rahatsız eden bu tuhaf hareketin normalgörüntüsünün altında kalp atışlarımı hızlandıran ve galeyana düşmemek içinbana derin nefes aldıran trajik bir jestin emir ve otoritesini, teatral bir sihrinipucunu hissettim."Bu, milyonlarca insanın ortak zihniyetidir" dedi "Bunu tersineçevirmen gerekiyor! Yeni insanlığın değerler dizilimi; Olmak-Yapmak-Sahipolmaktır. Ne denli çoksan, o denli çok yaparsın ve o denli çok şeye sahipolursun. Sahip olmak ve olmak, varoluşun farklı düzlemlerinde bulunan aynışeylerdir."Olmanın zaten sahip olmak olduğunu, olmanın sahip olmayı yönettiğinive onun gerçek nedeni olduğunu keşfetmek, yaşantımda o ana dekinandığım tüm düşünceleri ebediyen havaya fırlatan bir patlamaya yol açtı.Bu olay, düşünce biçimimin uğradığı, kaderimi değiştirmeye yetecekgüçteki büyük şoklardan biriydi. Dreamer'ın sözlerinin içeriği giderekyoğun ve derinlemesine irdeleyen bir hal aldı. Defterimi çıkarttım ve orada,caddenin ortasında not tutmaya başladım. Bir yandan döktüğü sözleri biraraya getirerek elimi satırların üzerinde hızla kaydırıyor, diğer yandan dayazmaya zaman bulamadıklarımı zihnimde tekrarlayarak ezberlemeyeçalışıyordum.Bu değerli öğretiyi bir daha bulamayacağım için tek bir atomunu bilekaçırmaktan korkuyordum.Baştaki konuşmasına geri dönerek, Paris'te yapacağım toplantının, ünlübir mücevher dükkânını ya da şık bir giyim mağazasını ziyaret etmekle aynışey olacağını söyledi. Önemli olan üstümüzde denediğimiz giysileri veyabize gösterilen en pahalı mücevherleri satın almamız değil, o mağazanın'oluş' u yani gözle görünmeyen özü tarafından, 'tanınmaktır'. Önemli olanyaşamımızı saran dünyanın bize 'evet' diyor olmasıydı."Elbette bileğinde o pahalı saatle dışarı çıkmayacaksın ve o şapkagardırobundaki diğer giysilerinin arasına girmeyecektir, ama onlara sahipolmak üzere kendi yeteneklerine alıştırma yaptırmış olacaksın.407


Stefano E. D'Anna"Yaşam stili bir bilinçtir. Varlığını çalıştır. Yaşamın daha zenginbölgelerine girmek için göstereceğin her çaba, sendeki yokluk bilinciniyıkmana yardım edecektir. Kendini bolluğa alıştır, vizyonunu yükselt veimkânsızı düşle, tüm zenginliklerin gerçek kaynağı ve onları korumanın önkoşulu olan bir 'refah bilinci'yarat."Dreamer bu vesileyle "Para içsel bir konudur." dedi "Özde yaratılır.Düşle, sürekli olarak uyum ve başarıyı hayalinde canlandır, böylelikle onuelde edeceksin. Para bunun yalnızca doğal sonucu olacaktır.0 zaman zahmetsizce gelir. 0 zaman asla onu yitirmektenkorkmayacaksın. Para kendiliğinden, doğal olarak, senin iç zenginliğindengelmelidir. İşte o zaman onun çoğaldığını, mısır patlağı gibi cebindeçıtırdadığını hissedeceksin."Bu kez karşılaşmam gereken kişi, bir işadamı olmasının ötesinde bir stilustası olduğundan Dreamer, özellikle giyimimin bu duruma ve ortamauygun olması gerektiğini vurguladı.Via del Condotti boyunca yürüdüğümüz sırada Dreamer; "zevk,bilinçtir," dedi. Son derece önemli saydığı bu karşılaşma için uyarılarını veönerilerini can kulağıyla dinledim. Bir takım elbise seçmem gerekiyordu vedünyanın en prestijli modacılarının vitrinlerinin önünden geçerken Dreamer,bu mağazaları, kuruluşları ve onların kurucularını, yaşama sanatının bugezegen üzerindeki somut örnekleri haline getiren güzelliği, zerafeti, tarz veince detayı gözlemlememi istedi.Dreamer, "Bir mağazaya girmenin amacı, bir şey satın almak gibigörünse de bu yalnızca bir bahanedir," dedi. "Oysa asıl satın aldığın şeybilinçtir."En şık butiklere girdik, birlikte çok saygın emlak komisyoncularını, enseçkin mücevhercileri ziyaret ettik. Bize evleri, giysi koleksiyonlarını,mücevherlerin en pahalı parçalarını gösterdiler ve Dreamer her defasındabenden onlan dünyanın en iyisi yapan çabalarını tespit etmemi istedi.Hepsinde ortak özellik, dikkatti. En küçük ayrıntıya, döşemelerinden,çalışanlarının kalitesine, güler yüzüne, ışıltılı görünüşlerine, işlerine olansevgilerine dek, her şeye dikkat ediyor olmalarıydı."Bu sokakta yoğunlaştığını gördüğün şey, belli seviyedeki bir insanfarkındalığının maddeleşmiş halidir - dedi ve sözlerini bir parça nasihat ilebitirdi - çok küçük de olsa, ne zaman bir şey alırsan, bu seviyedeki ilgi,dikkat ve sevginin aşağısında sunulan birşeyi kabul etmemelisin."408


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDaha fazla bir şey beklemediğime dair O'nu temin ettim ve öyle bir güzellikve zenginlikle çevrelenmiş mağazalarda hizmet edilmenin herkesin hoşunagideceğini ekledim. İşte o zaman O'nun en unutulmaz öğütlerinden birinidaha aldım. Dreamer, kesin bir ifadeyle,"Like attracts like... Her şey kendine benzeyeni çeker. İnsan daimakendisiyle karşılaşır ve kendisini çeker. Her şey kusursuz .bir biçimde kişininbilinç düzeyine karşılık gelir," dedi."Ya para?" diye sordum. "Kişinin sahip olabileceğine ve sahipolamayacağına karar veren para değil mi?Dreamer, "Farkındalık paradır!" dedi. "Sahip olacaklarına karar verensadece, 'Oluş 'tur'. Bir insan sadece düşlediği kadar, zihninde canlandırdığıve tasavvur ettiği kadar paraya sahip olabilir. Oluş üzerinde çalıştığında,onun her köşesini sadeleştirdiğin, zenginleştirdiğin ve yücelttiğin zaman,karşılığında sana bolluk, zenginlik ve güzellik gelecektir. Buna 'refahbilinci' denir. Para, tüm bunları alabilmeni sağlamak üzere, seninyükselişinin basit bir sonucu olarak, şans gibi, kendiliğinden gelecektir."Dreamer, "Nesnelerin bir ruhu vardır," diye konuşmasını sürdürdü."Sözde onları seçen bizmişiz gibi görünse de, gerçekte nesneler kendilerinekimin sahip olacağını seçerler. Onlar kime gideceklerine ve kimi terkedeceklerini bilirler. Ancak sorumlu olduğun kadarına sahip olabilirsin.Kıtlığın aklını karıştırmasına izin verme. Bütün dikkatini 'düş 'e ver, herinsanın doğuştan hakkı olan,bütünlük, güzellik, mutluluk, bilgi, sevgi vegerçek gibi elinden alınamayacak değerlere ver. Güzelliği, şıklığı ve zevkikendi özünde tasarla!"Bu arada alışveriş turumuz devam ediyordu ve ben oldukça gevşemiştim.Paris'teki toplantı beni artık endişelendirmiyordu. Büyük lunaparktakiküçük bir çocuktum. O her nereye girerse girsin, önünde dünyanın saygıylaeğildiğine dikkat etmiştim. Bir memnuniyet havası her tarafa yayılıyordu.Dreamer'ın ortamı bolluk ve bereketle zenginleştiren havası herkesçehissediliyordu. O'nun yanında dünya şenlik içindeydi ve sahip olduğunun eniyisini sunuyordu."Kendisinin efendisi olanlar dünyayı yönetirler. Dünya onları tanır veonlara hizmet etmekten mutlu olur."Bir grup satış asistanı onun isteklerini yerine getirmek için etrafadağılırken Dreamer kulağıma eğildi, "Aslında dükkân sahiplerigörünmeyene bekçilik ederler," dedi.409


Stefano E. D'Anna"When you have overcome your limits inner obstacles...when you'veeliminated doubt and fear, the entire world will learn of your passagetowards that zone of existence. The world knows everything abaut you!""Kendi sınırlarını ve içindeki engelleri aştığın zaman, seni ondan ayıranşüphe ve korkuyu ortadan kaldırdığın zaman, tüm dünya senin varoluşun oalanına geçişini öğrenecektir. Dünya senin hakkındaki her şeyi bilir!"İnsanlar, yanımızdan ırmak gibi akıyordu; Gökyüzünün uzun, ince birparçasından, asilzadelere ait binaların saçaklarıyla terasların yeşillikleriaraşma sıkışmış, lazer ışını kadar dar günışığı tüm diğerleri arasından biziseçmişti. Dreamer, onu karşılamak üzere kafasını kaldırırken, ben de onutakip ettim. Birkaç sonsuz saniye boyunca, kanatlan kıvrılmış, üzeri altıniğneyle işlenmiş bir kelebek gibi O'nunla birlikte, gözlerim yan kapalı,orada öylece bekledim.15 Tekrar gösterimKısa süre içinde, 'karşılaşmalar oyununun' en ilginç bölümünün dahayeni başladığını keşfettim.Açıklayayım:Kişi, gerçekleşen bir karşılaşma sonucunda ortaya çıkan sonsuz sayıdakimalzeme üzerinde çalışmak durumundaydı. Dreamer, bunların arasındangörüntü öbeklerini, konuşma kesitlerini titizlikle seçiyordu, sonra da,acımasız bir samimiyetin ışığı altında, bana sanki yaşantımdan klipler gibiher bir filmin karesini tek tek gösteriyordu. O olayla ilgili tüm duygu,düşünce ve tutumlar, en ince ayrıntısına kadar her bir kare sonunda,Dreamer'ın büyüteci altına yatırılıyordu. Yüzümdeki farklı bir ifade,sesimdeki kırıklık, kalp atışlarımdaki hızlanma, ruhumdaki bir irkilme,bedenimdeki bir hareket, mekanik bir tepki, tekrarlanan bir ifade,sözlerimde, tavırlarımda ve duygularımdaki gizli bir yorgunluk; kendidünyamı sergileyişim, nasıl oturduğum, kıyafetimdeki bir detay... Hiçbir şeygözünden kaçmıyordu. Aradan aylar, yıllar geçmiş olsa bile, eğer O'nunkusursuz eğitim felsefesi gerekli görüyorsa, en eski karşılaşmalardan birkesiti bulup ortaya çıkarabilirdi. Daha sonra onu bir mikroskop altındabüyüterek en önemsiz görünen bir detayın ardına gizlenmiş tehlikeyi, bazende bir felaketi görmemi sağlardı. O'nun yanında, bir hareketin ya da birsözün görünürdeki normalliği ve sükûnetinin ardında asılı duran ölüm410


Tanrılar <strong>Oku</strong>lukapanını ve bunların beni yakalayıp tutsak etmeye hazır, zalim düzeneklerinikeşfediyordum. Bu sıradışı çalışma sancısız geçmedi; işin aslı, çoğu zamandayanılmayacak derecede acı veriyordu fakat aynı zamanda da kaderimi,tekrarlanmaların ve dikkatsizliklerin döngüsünden çekip çıkartarak onuebediyen değiştirme gücüne sahipti. Bu çalışmalar sırasında, direnişleriminve içimde kök salan önyargılarımın yıllardır birikmiş ruhsal atıklarla birliktesu yüzüne çıktığını söylemeliyim. Geçmişimden herhangi bir kırpıntıyı, birhayaleti her yakaladığımda, yok olmalarından korkarak korumayaalıyordum. İçimdeki bazı şeyler ise açığa çıkmak istemiyor, saklanıyordu.Ayrıca görmeyi tercih etmediğim daha birçok rezillik vardı. Dreamer herseferinde, Oluş'umdaki bir gölgeyi dışarı çıkarıp ebediyen ortadankaldırıncaya kadar aylarca takip edebilen amansız bir avcıya dönüşüyorduBir seferinde, kendimi Rue de Rivoli'deki Otel Maurice'de bulmuştum.Beni bekleyen işadamı ile buluşmak üzere ana salonu geçtiğim sırada,aramıza giren genç, çekici bir bayan bir an için dikkatimi çekti. Yalnızca biran için. Başımın hareketi, sadece bir saniyeliğine kadının vücudunu okşayanbakışlarım, sonradan bu sahneyi midem bulanana dek pek çok açıdanyüzlerce kez bana izlettiren Dreamer'ın gözlerinden kaçmamıştı.Dreamer, o görüntüleri yüzüncü kez karşıma çıkardığı sırada benikastederek, "Bu adam bu işi başaramaz. Daha başlamadan kaybetti...ohareketiyle kendini çoktan riske attı..." dedi."Mesele güzel bir kadına beğeni göstermenin doğru veya yanlış olmasıdeğil," diyerek gözlemlerini hiçbir zaman ahlaki yargıya, etik değerleredayandırmayan veya geçmişteki belirli bir zamana, mekâna tekrar tekrartaşımayan Dreamer sözlerini sürdürdü, "başının o hareketi, bakışların otakılışı, kararlılıktan yoksun olduğunun göstergeleridir." "Bunlar birçürümenin belirtileridir. Bu hareket, tüm yaşantının bir özetidir ve yüzyıllarboyunca biriken duygusal karmaşaların ve bilinçsizliğin katmanlarıarasından geçerek kendi kökenine kadar iner."Dreamer, gururumu incitmekten, beni utandırmaktan ya da hayalkırıklığına uğratmaktan hiç çekinmiyordu. Bir tırtılın zarafetiyle egomunüzerinden geçti, ama zamanla onun bu acımasızlığının değerini bilmeyiöğrendim.Dreamer'ın yalnızca bir akıl hocası, paha biçilmez bir rehber değil, aynızamanda sıradanlığın katı celladı olduğunu da keşfettim.O, bütün olmayı temsil ediyordu.411


Stefano E. D'Anna"Dikkatini vuracağın hedeften ayırmamayı öğren... Farkında ve kusursuzol, yolundan sapma... Bir noktanın üzerine asla sapmayan bakışlarıyla veyazihinleriyle kenetlenebilen kişiler, her şeyin üstesinden gelebilirler!Onların her zaman vuracakları bir hedefleri vardır.Hedefini kaçırma. Sapmak, tek ve gerçek kusurdur."O olayda, Dreamer'ın alışılmamış heyecanı beni şaşırtmıştı. Tıpkı uzunaraştırmalardan ve sayısız deneylerden sonra, nihayet olumlu sonucu eldeeden bir bilim adamına benziyordu. Bana ellerinin arasında görünür vegözlemlenebilir halde sürünerek ilerleyen bir virüsün olduğunu söyledi...her yenilgimizin gerçek nedeni olan içimizdeki çatlaklardan biri idi.'Düşmanlarımdan' birini, içimde taşıdığım sabotajcılardan, katillerden birinidoğrudan görebiliyordum.Fısıltıyla söylediklerini duydum:"Bunun bir abartı olduğuna inanabilirsin, ama bir kişi yalnızca tek birhareketiyle kendi yaşamını ve kendi yazgısını ortaya koyar.Bu adam kendisine güvenilemeyeceğini ifade ediyor!"Sanki bir başkası hakkında, dönüşümüm sırasında üzerimden çıkarıpatarak geride bıraktığım deri hakkında konuşuyormuş gibiydi. "Varoluş, butürdeki insanlara güvenmez... bu kişiler, hiçbir zaman daha fazlasına sahipolamayacakları gibi, sahip olduklarına inandıklarını da kaybedecek olaninsanlardır.."Sözleri bu noktada havada asılı kaldı ve ben, O'nun görüntüsünün artıkdışımda değil, içimde olduğu hissine kapıldım. O'nun gözlerinden, kendimebakan bendim. Ben aynı anda, hem gözleyen, hem de gözlenendim, hembilim adamı, hem de kobaydım. Düşüncelerim karmakarışıktı. Nasılolduğunu bilmiyorum, ama kesinlikle emin olduğum bir şey vardı;buluşacağım kişi ile aramda aniden beliriveren o kadın, oradan tesadüfengeçmemişti, Dreamer'ın tasarladığı bir sahnenin parçası olmuştu. Dreamer'ınyönetmenliğini yaptığı bir tür filmin sanal gerçekliğinde etrafımda dönüpdolaşan bu düşünce, dehşet içinde bacaklarımı titretti. Yaşam olarakadlandırdığım şey, gerçekte tam bir öğrenme ortamıydı:360 derecelik görüş alanına hakim bir <strong>Oku</strong>l.412


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu16 Dünyadan beklemekDreamer tarafından, aylar boyunca büyük maça hazırlanan bir boksörgibi, bana en sinsi yumruklan indirenlerin, zayıf yönlerimin farkınavarmama yardım edenlerin ve o zamana dek yaşantımı nelerin yönettiğinikeşfetmemi sağlayan yansımalarımın arayışına gönderildim. Herkarşılaşmamı, her cümlesini, her ayrıntısını irdeleyerek dikkatimitoplamama, öz gözlemleme yapmayı geliştirmeme ve kendimi tanımamayardım etti. 'Oyun'un kurallarını benimsedikçe, diğerlerini kendimden ayrıbir gerçeklik olarak görmeyi bıraktım; onları Oluş'un birliğine yükselendikey bir yolun, gözle görünmeyen bir merdivenin üzerindeki, eşsiz veaydınlık basamaklar olarak algılamaya başladım..Bir karşılaşmadan diğerine geçtikçe, Dreamer'ın bana daha öncedenaçıkladığı, ama o günlerde hâlâ sıradan vizyonumla kabul edebileceğiminçok ötesinde bulunan inanılmaz bir olgunun doğruluğunu kavradım."Araştır, bildiğini, söyleyen bir kişiyi araştır" dedi, "kimsenin bir şeybilmediğini keşfedeceksin!"Saygı duyulan insanların, alkışlanan liderlerin, itibarlı makamları veunvanları olan zeki, ciddi görünüşlü beyefendilerin, nereye gittiklerikonusunda hiçbir fikirleri olmadığını keşfetmek beni çok şaşırtmıştı. Bukişiler, Brueghel'in tablosunda ölümsüzleştirdiği kör adam gibi, bir dediğerlerine rehberlik ediyorlardı.Bazı durumlarda, onların mutlu, bilinçli veya özgür olduklarına inanıpyanılgıya düştüm ve ego hastası, rollerinin mahkûmu bu kişilerdenbazılarının imrenilecek bir yaşamları olduğuna inanarak aldandım. Gerçeğiunuttuğumda, görüntüler dünyası beni yoldan çıkarıyor, ele geçiriyordu.Böylece, bu kişilerin güçleri, servetleri ve kapasitelerinin büyüsünekapılıyordum. İşte o zaman, dünyanın ezbere bildiğim betimlenmesi üsteçıkıyor ve ben tüm varlığımla ona tutulup kalıyordum.Bir keresinde, cesaretim kırılmış, tüm enerjim tükenmiş ve yenilmişlikduygusuyla yıkılmış bir durumda, uzun bir yolculuktan döndüm. Okarşılaşmanın sınırlarımı zorladığını anımsıyorum; dikkatsizliğimi ve kolaycayoldan çıkabilir olduğumu gösterdiği gibi, kendimi aşağılanmış, incinmiş,kırılmış hissetmem için de ne kadar az şeyin yeterli olduğunu kanıtlamıştı.413


Stefano E. D'AnnaDreamer, kendimi böyle hissetmiş olmamın, diğerleriyle hâlâ bir beklentiiçinde karşılaşmam yüzünden olduğunu açıkladı; zihnimin bir köşesindehâlâ birisinin bana yardım edebileceği, beni seçebileceği yanılsamasınıbesliyordum. Sık sık hâlâ, özellikle bu 'çalışma'nın başlarında, birisinetutunmaya çalışıyor ve kendimde yokluğunu çektiğim güveni karşılaştığımdiğer kişilerde arıyordum. Dreamer 'a göre, bu, benim incinebilirliğimin veO'nun bana hala güvenemiyor olmasının en açık göstergesiydi.Zaman zaman "Bunlar yenilgi değil," diyerek beni yüreklendiriyordu."Bunlar yalnızca hâlâ yapılacak ne çok şey olduğunun göstergeleridir.Oyun; senin, nefret edilecek ve yardım istenilecek hiç kimse olmadığının,dünyaya bağımlı olanın sen değil, ancak senden açıklık ve talimatbekleyenin dünya olduğunun farkına varabilmene yönelik karşılaşmalardır.Gerçeklik düşün yarattığı bir eserdir...Dreamer'ın beklenti hakkındaki uyarılarını dikkatlice kaydettim ve aylarcaonların üzerinde çalıştım. Bunun ortaya çıktığı anları, aldığı biçimleri ve benimgözlemimden kaçmak için düzenlediği binlerce hileyi gözledim ve inceledim.Dreamer bana hiç bıkmadan usanmadan,"Kendini içinde özgür tut ve koru, iç özgürlüğünü muhafaza et. "diyeöğütledi. "Tepkisel olmaktan vazgeç! Dünyaya tepki vermek, onun kurbanıolmak demektir. Dünyadan 'beklentisi' olanlar çoktan kaybettiler. En büyüksır, dünyanın seni geliştirmek üzere hizmetinde olduğunu bilmektir ve isterolaylar ister koşullar olsun, her şeyin senin yolculuğun için yiyecek, besin ve... olduğunun farkına varmaktır."Olaylar ve insanlar sana engel oluyor, seni ileri gitmektenalıkoyuyormuş gibi görünebilirler. Oysa gören' kişiler bilirler ki dünya;kendi varlıklarının icraatını kusursuz bir biçimde sergileyene kadar,sorumluluk kaslarının onları daha bütün ve özgür kılana dek, sürekli olarakantrenman yaptığı, deneyim sahibi olduğu bir jimnastik salonudur. Er veyageç herkes, kendini dengelemesi ve tamamlaması için gerekli olan herşeyleyüzleşmek zorunda kalacaktır. Herkes, er veya geç, bir gün mutlaka kendinidengelemesine ve tamamlamasına hizmet edecek her şeyle karşılaşmakzorundadır.Daha hızlı ol! - Dreamer ısrarla beni kışkırtıyordu - başka buluşmalarınpeşinden koş, sızıntı yapan yerleri doldurmak, yanlış anlamaları ortadankaldırmak ve geçmişle hesaplarını kapatmak için her fırsatı yarat."414


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu17 "Bu kitap ebedidir!"Dreamer, sert tavrıyla "Yaz!" diye emretti. "Eğer yazarsan, bütün birömrün boşa geçmemiş olacak""Dinle!... Ve yaz!..." - düşüncelerimin arasına dalıp yüzeye çıkmış olanduygusal kirliliği bir çırpıda silip atarak buyruğunu tekrarladı - Tüm zamanlarahitap edecek bir kitap yaz... Yalnızca hazır olanların, iyileşme haline doğru zatenyola çıkmş olanların ve çatışma içindeki ölümcül bir dünyanın eski tanımınıçoktan sorgulamış olanların okuyabileceği bir kitap.Benimle birlikteyken yaşadığın herşeyi gerçeğine sadık kalarak anlatacağıncesur bir kitap yaz. Düş'ün var olan en gerçek şey olduğunu tüm dünyanınanlamasını sağlayacak bir kitap. İnsanoğlunun en derinlerine kök salmışinançlarını temellerinden sarsacak, tüm yüzeysellikleri ve sahtelikleri ortadankaldıracak bir kitap olsun.Her insanın varlığında gömülü bulunan evrensel yasalara ışık tutacak birkitap yaz!"Not defterimi yeniden çıkardım ve görmeme zar zor yeten ışığın altında,Seven Oaks'a yaptığı ziyareti noktalayan sözlerini kendimden geçmiş bir haldeyazmaya koyuldum.Bu kitap, kuruluşların ve halk yığınlarının içindeki en ateşliantagonistlerle karşılaşacaktır. Buna rağmen, aynı zamanda inanmalısın ki,insanlığın, bayağılık ve alışılagelmiş cehenneminden kaçmaya hazır olankesimine de ulaşacaktır.415


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBölümX<strong>Oku</strong>l1 Dikey vizyonDreamer, "Bütünüyle, dönüşmüş bir insan türü sahneye çıkmaküzeredir," dedi... gözlerindeki parlaklık yaşamı tüm doluluğu ileyansıtıyordu. Alışkın olmadığım bir coşku hissettim. O'na ulaşabilmek için,önce Buenos Aires'te, soma Bogota'da mola verdiğim çok uzun bir yolculukyapmıştım. Beni oradan alan küçük bir uçak, 2300 metre yükseklikteki birplatonun ortasında bulunan küçük bir kasabaya götürmüştü.Buluştuğumuz Casa del Pensamiento, alabildiğine koyu yeşilliklerle kaplıyüksek tepelerle çevrili, gözlerden uzak, bambudan yapılmış müstakil biryapıydı. Başka hiçbir yer, yoğunluk belirten sözcükleri böylesine hakkıylabünyesinde taşıyamazdı. Kayıp uygarlıkların gizemli varlıklarıdinlemedeydiler ve havası hala efsaneleri ile titreşmekteydi: Eldoradodestanı; gerillaların, kokain, zümrütlerin hikâyeleri ve Kayıp Şehrin esrarı.Dreamer'ın sesi, beni bu etnografya fantezilerimden çekip çıkardı."Yeni insan kendisini sarıp sarmalayan kundak kıyafetlerini çıkarıp attıve eski insanlığı binlerce yıldır hapseden zihinsel kozasına nüfus etti." Busözleri, üzerinde yıllardır çalıştığı ve yalnızca kendisinin inandığı birvarsayımın doğrulanışına tanık olan bir bilim adamının kanısı ile söylemişti.İnsanda, korkudan ve çatışmadan arınmış psikolojik bir sisteminin doğuşu;yeni gelişmekte olan bu türün ayırt edici unsuru ve gelişim özelliği kozmikdüzeyde ve gezegende görülen nadir bir durumdu.Bu görülmemiş nitelik, bu dönüm noktası hali, Homo Sapiens 'ler içindegerçek bir tür üretiyordu. İnsan türü, gelişim yolunun yön değiştireceği birnoktaya yaklaşmıştı. Çok farklı iki insan türü açıkça beliriyor vebirbirlerinden tamamen ayrı gelişmeye başlıyordu. İnsanlar, kim bilir nekadar süre daha birbirlerini 'insan' olarak adlandırmaya devam edeceklerdi,ama bu keşiften sonra artık birlikte yaşayan, fakat kaderleri ayrı çizilmiş,farklı türler olacaklardı.417


Stefano E. D'AnnaDreamer, ufuk çizgisindeki bir noktaya dönerek, ezberinden okurcasına:"Yatay bir gerçeklik vizyonuna sıkışmış kalmış eski insanlık, sadece zıtlıklaroyunu aracılığıyla görebilir...kutuplaşmalar, hasımlıklar ve çekişmeleraracılığıyla algılar ve hisseder" dedi. Sanki benimle konuşmaktan çok,sadece kendisinin farkında olduğu bir ritüeli yerine getirdiği izleniminekapılmıştım. Bakışlarını takip ettim; gözleri bana göre, diğerlerinden dahabelirgin bir vadiye, uzaktaki dağların keskin biçimde yükseldiği bir noktayadikilmiş gibi geldi. Oralarda doğmuş, Maya'lardan ve Aztek'lerden dahaeski bazı uygarlıklardan gelen göz kamaştırıcı bir bilgelik hâlâ Dreamer'ınsiyah gözlerini parlatıyordu.En simgesel, belki de kendi felsefesinin en özlü ifadesi olan deyişlerindenbirini tekrarladı:"Vision and reality are one and the same thing.Vizyon ve gerçeklik bir ve özdeştir.""Yatay insanın çatışmacı bir dünya vizyonu vardır ve bu onun tümfelaketlerinin nedenidir. Onun uygarlık tarihi, parçalanmış bir psikolojininbire bir yansımasıdır... bir savaşlar ve yıkımlar tarihidir. En övündüğüetkinliği olan bilimi bile, sanki ilkel insanın ellerinde birbirine sürtülen ikiçakmak taşından çıkan kıvılcım gibi, yalnızca çatışan, iyi ve kötü, doğru veyanlış, güzel ve çirkin gibi iki kavram arasındaki sürtüşmenin ürünündenbaşka bir şey değildir..."Dreamer, sıradan insanın hâlâ görsel eskiye ait bir aparat kullandığınıaçıkladı. Eski türün insanları, dünyayı sadece hayal meyal algılayankurbağalar gibi, ancak zıtlıklar aracılığıyla, yani zıt unsurları birbirleriylekarşılaştırarak anlayabilir. Onların mantığı çatışmacıdır, dünya vizyonlarıhâlâ bir zıtlıklar oyununun temel sonucudur.Dreamer, "Yeni insanı belirleyen özelliği, zıtlıkların yanıltıcı doğasınıfark etmiş olmasıdır," dedi. "Eski insanın karşıtlık saydıkları, aslında birsopanın iki ucu gibi aynı gerçekliğin iki yüzüdür. İyi ve kötü, doğru veyanlış, güzel ve çirkin, varoluşun birbirlerine karşıt biçimleri değil,gerçekliğin basamakları ve değişik düzeyleridir. Görünür düşmanlıklarınarkasında onları birleştirebilecek ve daha yüksek bir düzene taşıyabilecekuyumlaştırıcı bir kuvvet bulunur."418


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDreamer'ın bana açıkladığı insan merkezli bu olgu, bu devrimci nitelik,bazı kişilerde 'dünyanın dikey vizyonu' olarak adlandırılan yeni ve altüstedici bir bilincin görünüşüydü. Bu baş döndürücü bir fikirdi. Muiscas'ınrüzgârlarının cilaladığı bambu tırabzana tutundum ve Dreamer'ın buinanılmaz anlatımını yüreğime kazıdım."Gerçeklik, bu ilk örneklere -bu yeni insanlığın şampiyonlarına- artık tekyönlü değil, şaşırtıcı bir biçimde kutuplarla-karşıtlıklarla tanımlanmış veçeşitli düzeylerden oluşmuş biçimde görünür. Evren, onların yenibilinçlerine kendisini artık karşıtlıklarla dilimlenmişlik yerine, çeşitligerçeklik katmanları halinde gösterir. Bir şey sadece 'yanlış' veya 'doğru'değil, aynı zamanda ' yanlış ve doğru; 'ne yanlış, ne doğru'; 'ne yanlışdeğil, ne de doğru değil 'dir."Ne demek istediğini anlamam için çok uzun bir süre gerekmiş olsa da,ben eksiksiz bir şekilde yazmaya çalıştım. Sözlerini anlamama yardımcıolmak için, en klasik karşıtlıklardan biri olan iyi ile kötünün örneğini verdi.Alışılmışın, yatay dünya görüşünün aksine, bizim dışımızda olan, ne nesnelve sürekli ne de 'iyi' ya da 'kötü' hiçbir şey yoktur"Bugünün kötüsü, dünün aşılmamış olan iyisidir," dedi. Bu arada, bensöylediklerini yazarken, hepsini doğru ve eksiksiz kaydettiğimden eminolmak istediği zamanlarda yaptığı gibi yine beni denetledi. Biraz dahabekledikten soma devam etti, "Bir insanın, yaşamında kötü diye gösterdiğişey, onun dünün iyisine olan düşkünlüğüdür. Dünün kusursuzluğu yeni birkusursuzluğa doğru olan bir atlama tahtasından başka bir şey değildir."Bazı yaşam boyu inançlarımın kırıntılarına sarılarak : "Fakat en azındanbir antitezin kesin olduğunu...iki gerçek zıtlık olan yaşam ve ölümünbirbirlerine karşıt gerçeklikler olduğunu kabul etmek gerekir " diye ısrarettim.Dreamer, "Bu yatay insanın görüşüdür," diye doğruladı. Ardından, sankibir sırrı paylaşırcasına bana yaklaşıp, sesini alçaltarak;"Gerçekte, ölüm yoktur. Bizler ebediyen yaşamak için yaratıldık 1 ." dedi."Bir insanın mutlak gücünün en kesin kanıtı, olanaksız olanı gerçekleştirmegücüdür: Ölümünü... Beden yok edilemez. Yalnızca iradenin yokluğu,isteksiz bir niyet, bilinçsiz bir kudret onu yok edebilir.Ölüm, ölümsüzlüğün arkadan görünüşüdür!"Dinledim ve ürktüm. Dipsiz bir uçurumun kenarında asılı kalmış olarak,kendimi ölümüne ve yeniden doğuşuna atlamak üzere olan korkak biryaratık gibi hissettim.419


Stefano E. D'AnnaBundan böyle yaşamımın her anını yönlendirecek ve işgal edecek olansözlerini söylemeye hazırlanıyordu."Yeni insanlığın hücrelerini, tek tek eğitmemiz gerekiyor. Uyum herinsanda vuku bulmalıdır. Politikada olduğu gibi ekonomide de yeni birliderler nesli...karar verici bir asiller birliği... 'düşleme sanatını', inanma veyaratma sanatında eğitim almış kadınlar ver erkekler hazırlamakgerekiyor."2 Pragmatik düşleyenler için bir okulDreamer kesin bir ifadeyle, "Düşleyebilen insan madenlerine ihtiyacımızvar," dedi. Midemdeki kasılmadan, bu sözlerin karşılaşmamıza daha fazlaivme kazandıracağını anladım. Ses tonu, bana değil de tek bir emriyleharekete hazır, görünmez bir orduya yöneltilen karşı gelinmez bir komutuandırıyordu.Dreamer, zamanı gelen büyük olaylara eşlik eden coşku halinde olanheyecanını bana geçirirken,"Yeni okullara ihtiyacımız var," dedi. "Çözüm üretebilme becerisinesahip bireylerin, vizyon sahibi aydınlık insanların ve pragmatikdüşleyenlerin yetiştirilmesi için okullara ihtiyacımız var.Onun bu sözleri incilin çelişki yaratan gücüyle beni etkisi altına aldı.Yeni üniversitenin inşa edildiği yıllardan itibaren gelecekte, bu misyonuherkese duyurmak için konferanslarda ve tüm resmi dokümanlarda busözleri daima hatırlayacak ve hatırlatacaktım. Daha ilk işittiğim anda, onungizemli gücünden kesinlikle emindim..."Pragmatik düşleyenler"...bu ifade,Dreamer'ın bir araya toplamamı istediği bu binlerce gençten, kendi sınırsızdüşlerine âşık özel öğrencilerden oluşan göz kamaştırıcı ordunun en özlü veen güçlü tanımıydı. "Pragmatik Düşleyenler."Uzun bir zaman boyunca bu iki sözcüğe takıldım, zihnimde birbirleriylekarşılaştırdım ve onların görünürdeki zıtlıklarının ardında yatan suçortaklıklarının kaçamak görünümünü izlemenin keyfini yaşadım. O vakit,onların paradoksal akılcılıklarının verdiği o belli belirsiz rahatsızlık sonaerdi ve zamansız bir bütünlükte kaynaşmış oldular. Dreamer, "...Onlar yenibir kaçışa önderlik edecekler, " diye konuşmasını sürdürdü.420


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Bu, tüm dünya çapında bir 'psikolojik kaçış' olacak ve binlerce kişininiç düşmanlıkları uyumlu kılma becerisinin üstünde, dünyanın dikeyvizyonunu yükseltmek için kendi çatışmacı zihinlerinin kölesi olmayı terkedecekler..."Bambu tırabzana dayayarak tuttuğum defterime O'nun tüm sözleriniyazıyordum Casa del Pensamiento, görkemli And kayalıklarının eteklerinde,uzaklara, sonsuzluğa doğru "uzanan bitki okyanusunda kaybolmuş bir teknegibi duruyordu."Sadece düşleyebilen liderler, her türlü ideolojiden ve batıl inanışlardanarınmış kişiler, insanlığı bağnaz, zayıf, çabuk öfkelenen sıradan insanpsikolojisinin kıyısından alarak, onu yeni insan türüne, ilkelerinin esinkaynağı hoşgörü olan yeni bir oluş bütünlüğüne götürebilirler."Burada konuşmasını noktaladı ve ben de bu sayede tuttuğum notlarıyeniden düzene koydum. Sayfanın üzerine eğildiğim sırada, tıpkı çocukkenIschia Adasında denize atladıktan sonra Castello Aragonese'nin yeşil birkola dönüşerek beni kucaklayan sularını ve onun tehlikeli okşayışlarınıanımsatan aynı basıncı şimdi de bedenimin her santimetre karesinde artarakhissediyordum. Yavaşça başımı kaldırdım. Dreamer bana çok yaklaşmıştı,aramızda sadece birkaç santim vardı. İki siyah ayın yörüngesine giren birmeteor gibi, ben de gözlerine esir düşmüştüm. Aramızdaki sessizlik iyicederinleşti... Dreamer bana doğru giderek... biraz daha... yaklaşıyordu.Bütün düşüncelerim dondu. Yüzyıllık bir orgdan yayılan müzikyankılanırken, pek çok gotik mekanın arka arkaya gözümün önündengeçişini izledim. Dreamer'ın yaşamıma anlam katacak sözleri havadaçınlarken, engelleyemediğini bir duygu seliyle boğazım düğüm düğüm oldu."Bir Oluş <strong>Oku</strong>lu kuracaksın - diye bildirdi - gerçekleştirecek düşüolanlar için bir Üniversite...Orada bireyler, Düş'ün var olan en gerçek şeyolduğunu, insanın, gerçeklik olarak adlandırdığı şeyin kendi düşününyansımasından başka bir şey olmadığını öğrenebilecekler."Sanki, darağacının altındaki kapak ayaklarımın altında aniden açılmış veVarlığımın sınırlarını keşfetmem için bir denemeye ihtiyacım varmış gibihissettim, öyle ki bu deneme, Dreamer'ın sözlerinde geçen o görevinbüyüklüğüydü. Daha işe koyulmadan, bu görevin büyüklüğünün altındaeziliyordum. Henüz düşünce aşamasında bu kadarı bile gözleriminkaramasına yetti.421


Stefano E. D'Anna"Bir sorumluluk <strong>Oku</strong>lu oluşturacaksın - diyerek devam etti - uygulamacıdüşleyenler, eylem filozofları için bir <strong>Oku</strong>l ki, orada mutluluğun ekonomiolduğunu... refahın, uyumun ve güzelliğin her insanın doğuştan hakkıolduğunu öğrenecekler. Sonu olmayan bir Okııl oluşturacaksın...BirTanrılar <strong>Oku</strong>lu...Bu <strong>Oku</strong>l, Benim adımlarıma, Benim nefesime sahip olacak.Dış dünyadan gelen her saldırı, gerçekten anlamak ve değişmek isteyenleriçin çok değerli bir armağandır. En acımasız olanı dahil, her zarar verensaldırı, sadece, kendi kendine diişleyip eyleme geçirdiğin bir iyileşme süreciolarak meydana gelebilir."Dreamer sustu ve bekledi. İyi bir müzisyen gibi, kendimi ifadeedebilmem için bana zaman tanıyordu. Bu yalnız düetimizde, performansgösterme sırası artık benimdi. Zaman geçiyordu ve ben hâlâ bu davetineyanıt vermekten kaçabileceğimi umut ederek anlamsızca ağırdan alıyordum.Dreamer'ın uzayan sessizliği daha da boğucu bir hal aldı. Tasarısının akılalmaz boyutları karşısında hissettiğim yetersizlik ve onunla aramdaki kalanuzaklık nedeniyle haykırmak istedim. Cesaretimi bir parça toplamıştımtoplamasına da, sesim hâlâ bir fısıltıdan öteye çıkamıyordu. "Bu bana birfelsefe okulu gibi görünüyor," dedim. Bu sözlerle bunu gerçekleştirmeninbenim kapasitemin dışında olduğunu ima etmeye çalışmıştım.Alışkın olduğum küçümseyici tarzıyla, "Yani?" dedi. Şefkat dolu biralay taşıyan, eğlenceli havadaydı. "Bir ekonomi okulu, bir felsefe okuludur!Bunu bilmen gerekir!"O'nun sözlerinde, gülümsemesinde ve sesinintonunda, gönül birliğinin bir kıpırtısı, masum bir muziplik vardı. Aklımınsınırlarına takılıp kalmış öylece bekleyen önemli bir şey vardı, ama onu birtürlü yakalayamıyordum. Bu arada Dreamer, bana gözlerini kırpmadanbakarak biraz daha yaklaştı. Geçmiş, bir zarın yırtılışında aniden anılarındankurtuldu. Zamanın bağı çözüldü; zihnimin sahnesinde geçmişin sararmışresimleri bir bir geçmeye başladı...Üniversite yıllarıma geri döndüm, Napoli Üniversitesi'nde bana ahlakideğerlerin ve kavramların ekonominin en büyük güç kaynakları olduğunukeşfetmemde ve bunların sona ermesiyle dünyanın geniş bölgelerinde ortayaçıkan az gelişmişlik ve kıtlık sorunlarının esas kaynağı olduklarınıaraştırırken bana yardımcı olan sevgili hocam Giuseppe Palomba'yı veonunla çalıştığım yılları gördüm. Ayrıca Milano'daki Cattolica'da veLondon Business School'da (LBS) geçen yıllarımı gördüm, bunlar belirli birzaman sırasına göre değil, farklı yüzler, duygular, kokular ve ruhsaldurumlar gibi bir tür görüntüler patlaması olarak zihnimden geçti.422


Tanrılar <strong>Oku</strong>luEkonomi Fakültesi binası, Santa Lucia kıyılarından denizde görünen küpşeklindeki traverten kayadan, Regent's Park'taki LBS'nin çimlerinin üzerinetaşıdı beni. O yıllardaki aşırı çalışmalarım, geçmişin bütün okullarını,öğretmenlerini, arkadaşlarını, büyük salonu, takdir belgesini tek bir noktadabirleştirdi. Giuseppe ve Carmela'nın duygulanmalarını, altın kaplama Tissotsaati ve bana Columbia Üniversitesi'nin kapılarını açan Giordani Vakfıbursunun sevincini gördüm. Sonra bu görüntüler çiçek dürbününde, anlıkbelirdiği hızla kayboldu; sahne değişti. Kendimi LBS'de bir ders arasındakiteneffüste gördüm; gencecik bir delikanlıydım. Kampusun çimlerineuzanmış, gökyüzünde bulutların çizdiği fantastik görüntüyü izlerkenhayallere dalmıştım. Unutulmuş bir düş yavaş yavaş yeniden açılmayabaşladı. Şu sınırları olmayan <strong>Oku</strong>l, Dreamer'ın sözünü ettiği kampüsleriŞanghay'dan Roma'ya, New York'tan Paris'e kadar tüm dünyada olacaküniversite... Ve orada okuyan binlerce öğrencinin yüzü... Ben bunu çokönceden düşlemiştim. Dreamer'ın sesi beni böldü. "Gözlerin açıkkenkurduğun o 'düş u anımsayabiliyor musun? Şimdi onu gerçekleştirmezamanı geldi! Ders vermeyi seven Ekonominin dev isimleriyle, Düşleyenler<strong>Oku</strong>lu yaratmanın zamanıdır."Sonraki yıllarda binlerce kez okuyacağım bu sözler, içime işliyor, beniele geçiriyor, sıcacık bir sevgiyle sarıyordu. İşte beni destekleyen ve buserüven boyunca karşılaşacağım çok zor dönemlerde bana güç veren de yinebu sözler olacaktı.Dreamer kesin bir ifadeyle, "Bir insanda değerli ve gerçek olan hiçbirşey gözle görülmez," dedi. "Bu ekonomide de böyledir. Ekonominineksenine dikey olan bir eksen, daha üstün bir düzenin düzlemi vardır; bu,ekonomik olguların bağlı olduğu fikirler ve etik değerler dünyasıdır."Günümüzde, ekonomik durgunluk dönemlerinde geleneksel bir biçimdeaçığa çıkan az gelişmişlik koşullarının, hâlâ eski etik değerler sisteminegömülü olan bir ekonomiyle nasıl bağlantılı olduğunu görmemi sağladı.Bunlar, gelişmiş ekonomilerde patolojik ve toplumsal hastalıklar biçimindeortaya çıkan bir problemin diğer yüzüydü."Bundan dolayı, ekonomi ve iş dünyasında görünür biçimde yansıtılanolguların güç kaynağını fikirlerin, ideolojik ve etik değerlerin, felsefe vedilin görünmez dünyasında buluruz.""Sanayi piramitlerinin ötesinde, fınans gökdelenlerinin dışında, bütüngördüklerinin ve dokunduklarının ötesinde, insanlığın fethettiği yararlı,güzel ve doğru olan her şeyin ötesinde, her kuruluşun ve her bilimselbaşarının kökeninde bir insanın, tek bir kişinin düşü vardır."423


Stefano E. D'Anna"Nefesini bireye ve onun yetiştirilmesine yönelt! Dikkatini verdiğin herşeyin merkezine onu koy! Kitle bir hayalettir. Her şeyden ve her olaydanetkilenen bir düzenektir. Ne inancı, ne iradesi vardır. Bir şey yaratmayıbilmez. Zaten bugüne kadar yarattığı bir şey de yoktur. Onun işlevi, varoluşnedeni, yıkmaktır. Birey ve kitle aynı gerçeğin iki farklı yüzüdür, aynımotorun iki pistonu gibidir. Birey yaratır, kitle yıkar. Bunlardan hangisineait olacağını sen seçeceksin. Birey tek gerçektir, dünyanın tadı tuzudur."Dreamer'a göre, tüm sınırlamalar yalnızca Oluştadır. Yoksulluk ve savaş,çatışmacı bilincin, kıtlık zihniyetinin yansımalarıdır. Bunlar ancak bireydensökülüp atıldıkları zaman, yeryüzünden tamamen silineceklerdir."Bireyler için bir <strong>Oku</strong>l kur, sınırları olmayan bir <strong>Oku</strong>l... Bütün dünyanındüşleyenlerini topla. Hiçbir şekilde ırk, renk, inanç ve varlık farkıgözetmeksizin onları bir araya getir. En önemli dersin kişinin kendiniirdelemesi olduğu ve gerçekleştirme ve rol yapma becerilerinin bireyinkendini özünde seviyor olmasının en somut neticesi sayıldığı bir <strong>Oku</strong>l. Enönemli çalışma konusu olarak kişinin kendi üzerinde çalışması ile etkinolmayı ve rol yapma sanatını bilmenin en somut sonucunda kendisini içindesevme becerisinin işleneceği bir <strong>Oku</strong>l."Sözleri öylesine hızla aktı ki, onları yazmakta zorlandım. Dreamerkonuşmuyor, dikte ettiriyordu. Bunun farkına vardığımda, içimde bir yaraaçıldığını hissettim. Kendimi küçük düşmüş hissediyordum. Bana bir yazmangibi davranıyordu. Biraz kırılmışlık ve bir parça aptallık, sessiz bir şikâyetinmırıltısı olarak ben daha bir şey yapamadan, ruhumun atıklan arasından yüzeyeçıktılar. Her şeyden çok da O'na yetişmek için göstermek zorunda kaldığımaşın çabamı görmezden gelmesine içerliyordum. Sanınm bilerek böyledavranıyordu.Dreamer, korkunç bir sesle, "Kes bu saçmalıkları da yaz hadi!!!" diyebağırdı. Düşüncelerimin akışını ve içine yuvarlandığım inişli çıkışlıdüşüncelerin arasından bir anda sıyrılıverdim. Neyse ki, Dreamer'ın buhaykırışı, beni uçurumun tam kenarında yakalamış... az daha Styksırmağının şikâyet, suçlanma, kendine acıma bataklığına yuvarlanmaküzereydim. O, "Yaz!!!" diye tekrarladı. En dehşet verici bağrışlarından dahaçok tiz bir ıslık gibi yükselmişti."Bu kitap ebedidir! Bir gün, yaşamının yalnızca Benimle karşılaştığıniçin bir anlamı olduğunu bileceksin. Senin bu dünyaya gelmenin tek nedeni,Benim sözlerimi yazmaktır."424


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDreamer'ın bu müdahalesi beni kurtaracak güce sahipti. Bir aııda kendimi,karayelin süpürdüğü bir yaz günündeki gökyüzü gibi pırıl pırıl ve kaygısızhissettim. Hep olduğu gibi, Dreamer'ın azarları şifa vericiydi; onların içimdekisafrayı söktürecek, oluştan her türlü kirliliği silip atacak güçleri vardı.Bu arada yeniden normal bir sesle konuşmasına dönmüştü."ilk eğitim okulları ve üniversiteleri de düşlemeyi öğretir," dedi ve kısabir ara verdi, sonra buruk bir ironiyle devam etti. "Ancak onlarınki kıtlıkyansıtan bir düş 'tür. Öğrettikleri ise, bağımlılık, şüphe, korku ve sınırlardır.Bilgelik sandıkları maskelerinin altında, sürekli bir yenilginin ıstırap yüklüezgisi gizlidir."3 Düşlenen düşKonuşması sürdü; ben ise bu süre boyunca yalnızca birkaç kısa açıklamayapmasını isteyerek sözlerini kesmiştim. Olağanüstü bir yapının köşe taşlarıolan paha biçilmez fikirler, gözlerimin önünde sanki işlenmiş mozaikparçaları gibi, dünya boyutunda bir vizyonu oluşturmaktaydılar.Oluş okullarının ezelden beri var olduklarını, ama daima gizli kaldıklarınıanlattı. Politik ortamlar ve tarihsel dönemler onların kendilerinigöstermelerine hemen hemen hiç izin vermedi. Anlattıkları içinde özellikle,Nötre Dame'ın yapılışının ve bu dünya harikasının meydana getiriliş'bahane'sinin ardında yatan gerçek misyonunun öyküsü beni büyülemişti.Mimarlar, sanatçılar, heykeltıraşlar, ustalar ve hatta inşaatta çalışan işçilerhepsi aynı olağanüstü <strong>Oku</strong>lun öğrencileri idi ve onlardan söz ederkenağzından çıkan her sözcüğü büyük bir dikkatle dinliyordum. Bütün olmayolundaki yolcuları, kendi bölünmezliklerinin araştırmacısı, öğrencisi olaninsanların yaptıkları bu girişimi gözlerimin önünde canlandırmaya çalıştım.Dreamer kısaca, "O inşaattaki her ayrıntı, her taş, <strong>Oku</strong>lu anlatır ve onunyasalarım sergiler," diye açıkladı. Nötre Dame'ın ve tüm çağlarınşaheserlerinin, sonsuzluğun somutlaşması olduğunun farkına vardım. Onlar,ölümsüz <strong>Oku</strong>lların yaptığı 'gerçek' işlerdi ve buzdağının yalnızca görünenkısmıydı.Bu görüntü, yakınlaştıran bir objektifin ard arda gelen klikleri gibiilerleyerek genişledi ve Dreamer'ın bana emanet ettiği bu görevin,muhteşem bir projenin sadece daha başlangıcı olduğunu anladım.425


Stefano E. D'AnnaDünyanın geleneksel eğitim sistemini temellerinden söküp yıkacak birüniversitenin yaratılması, inanılmaz büyüklükteki olağanüstü bir tasarımınsadece bir kırıntısıysa, o halde Dreamer'ın 'düşü' ne olabilirdi, bunu hayalbile edemiyordum. Acaba ne olabilirdi? Hayal gücüm sınırlarına dayanıpKeruv'un dönen kılıcına gelemeden kaldı. Düşlüyorum, öyleyse varım...Eğer 'O'nun öğretmiş olduğu gibiyse, düş bizi ölçüyor; eğer hiç kimsekendisinden daha büyük bir düşü besleyemiyorsa, o zaman Dreamer dekimdi? Eğer dünyayı bir uçtan bir uca yakarak, onun vizyonunu altüstederek bir devrimi getirmek ve 'dikey' insanın haberini duyurmak' O'nunyolculuğunda sadece bir adımsa, bu varlık kimdir? O'nun 'düşü' hangisiydi?Sorumu özetleyerek, "Nedir?" diye sordum.Dreamer, sonu gelmeyen bir süre boyunca bekledi. Kulağımın dibindefısıltıyla konuşmaya başladığında hâlâ soluğumu tutuyordum. '"Duş undüşü' ölümün yenilgiye uğratılmasıdır ve hatta ondan da önce onu geçerlikılan fikrin, ölümün yenilmez olduğu fikrinin fethedilmesidir.Bu sözlerle, tenimde bir ürperti, bir sarhoşluk hissettim. Bu düş, binlerceyıllık sınırlarımın sağlam surlarını alaşağı ederek insanın hayalinde bilegitmeye cesaret edemeyeceği yerlere sürdü beni. Sadece söylenenlere biledayanabilmek için, Dreamer'ın <strong>Oku</strong>lunda geçirdiğim hazırlık yıllarınadönmem ve tüm becerilerimi sonuna dek kullanmam gerekmişti.4 Taşınabilir cennetBu sırada Dreamer duruşunu korudu. Bana öylesine yakındı ki, nefesalışını bile duyuyordum. Birdenbire etrafımdaki havayı kokladığını gördüm.Başta bunu ölçülü biçimde yapıyordu, ama soma giderek daha hoyratça yapmayabaşladı. Açıkça görülen bu davranışını, duyarsız kalamayacağım sonan'a kadar sürdürdü: Dreamer, beni kokluyordu. Yüzünde, sanki bende midebulandırıcı bir kokunun kaynağını keşfetmiş gibi tiksinti ifadesini görünce,utançtan kulaklarıma dek kızardım. Utançtan ölüyordum.Bu ifadesinin yerini yüzünde nihayet hınzırca bir gülümseme aldığında,benimle dalga geçtiğini anlayabilmiştim. Bu, O'nun eğitici buluşlarındanbiriydi. Bu ruhtaki kötü koku pantomimi, benim hâlâ olumsuz duygu vedüşüncelerin tuzağına kabul edilemeyecek bir kolaylıkla nasıl düşebildiğimigöstermişti.426


Tanrılar <strong>Oku</strong>luCennet hakkında yaptığımız konuşmaların arasında ustaca verdiği budersinde, benim taşınabilir bir cennet yerine, cehennem yaratmaktaki ve onubeslemekteki eğilimimi vurguladı. Kim bilir insan daha ne kadar sürealıngan, öfkeli ve kavgacı olarak kalacaktı ve daha ne kadar süre geleceknesillere bu kırılganlığıyla incinebilirliğinin tohumlarını ekerek onuaktaracaktı. Bu düşünceler beni rahatsız etmişti. Dreamer çok dahailerlemişti. Ben önce büyük bir gayretle içimdeki bu pisliği kustum, onudışarı attım, sonra bu ışık denizinde bizi ayıran mesafeyi devasa kürekdarbeleriyle kapatarak ona yetişmeyi başarabildim."Life is as you dream it. We always meet what we dream of.Yaşam düşlediğin gibidir. Her zaman düşlediklerimizle karşılaşırız...Düşlediğimiz birşeyle karşılaşmak kaçınılmazdır, yaşam; kendilerindetaşınabilir bir cennet kuran ve onu sürekli besleyen kişiler için zaten biryeryüzü cennetidir." Uzun bir ara verdi, soma kararlı bir tutumla bukarşılaşmamızın en aydınlatıcı noktasını ele aldı."Yoksulluktan, suçluluktan ve bilmez tükenmez çatışmalardan acı çekeninsanlığın iyileşmesi, ancak hücre hücre olacaktır. Bu, her insandaki eskimoda inançların tamamen alt üst edilmesiyle ve iradenin, ışığın insanaaktarılmasıyla gerçekleşecek simyasal bir dönüşümdür. Sadece kişisel bireğitim bunu başarabilir." Böylesine bir girişimin uygarlığımızın, modernçağın en önemli fetihlerinden biri saydığı kitlelerin eğitimiylegerçekleştirilmesinin mümkün olmadığını ısrarla vurguladı."Kendini her bireyin eşsizliğini keşfetmeye adamış özgür insanlar <strong>Oku</strong>lu,bir sorumluluk <strong>Oku</strong>lu asla kitleler için olamaz. Kitle eğitimi açıkçası birçelişkidir; eğer kitleler için ise o zaman eğitim değildir, eğer eğitim ise ozaman kitleler için değildir.""<strong>Oku</strong>lu; gerçek ve samimi bir 'düş 'ü olan herkes için ulaşılabilir kıl.<strong>Oku</strong>la giriş pasaportu kişinin bütün gücüyle kendi 'düş 'üne inanmasıdır."5 En büyük ekonomik gerçekQuimbaya ve Muisca'nın altın renkli güneşi, ötedeki Cordilleras'ın yeşilve yuvarlak tepelerinde, bir çocuğun çizdiği bir resim gibi yükseliyordu.Dreamer'ın sesi, tanrıların bu kutlu mekânında, sakin ve ağırbaşlılıklaakıyordu.427


Stefano E. D'AnnaBir cenaze evindeki konuşmaların ciddiyetiyle bana, "Sonsuz ilkelerinüstünde yükselen bir <strong>Oku</strong>l yarat," diye buyurdu. "<strong>Kitap</strong> olmayan gerçek vecanlı bir <strong>Oku</strong>l yarat. Öğretisinin merkezinde düşleme sanatı olsun ".Artık ayrılmak üzereydi. Bir şeyleri yitiriyormuşum hissiylehüzünlendim. Bu girişim bana hâlâ çok büyük, boyumu aşacak kadar büyükgörünmeye devam ediyordu. Avutulması imkânsız, çaresiz ve sessiz birağlayışın yükselerek boğazımda düğümlendiğini hissettim. Bana bu görevivererek, en çok sevdiğim şeyin ne olduğunu söylüyordu. Bencillikle geçenbir yaşantıdan soma gerçekten çok özel bir şeyi başarabileceğimigösteriyordu... Bir düşleyenler <strong>Oku</strong>lu...Dreamer, Odysseus'un serüveninin, Dante'nin yolculuğunun, Jason'unkeşif seferinin ve her çağdaki kahramanların zorlu girişimlerinin bir dönüşümokulunun açtığı yollar olduklarını açıkladı. Odysseus, ilkelerinisıkıca korumak uğruna, kendisini <strong>Oku</strong>lun halatıyla geminin direğine bağladı.Dante, Cehennemden Vergilius'u izleyip 'kendisini alt üst ederek' çıktı. Bubile, <strong>Oku</strong>lun bir eylemiydi. "Kendi bütünlüklerini fethetmek, her insanıniçinde taşıdığı ıstıraptan, korkudan ve endişeden kendilerini kurtarmakisteyen kararlı kişileri yetiştirmemiz gerek. İnsanoğlunun tek umudu budur."Dreamer, yakın bir gelecekte, en büyük şirketlerden en küçük işyerlerinedek bütün kuruluşların birer varoluş, bir bütünlük okuluna dönüşeceklerinibildirdi. Oralarda insanlar, oluştaki her bozulmayı, her gölgeyi ve herbölünmeyi yok edip kendilerini sürekli olarak aşmayı öğrenecekler. Buşirketlerin organlarında, bütün hücrelerini aynı perdede titreştirerekbirleştiren bir akorttan çözülen sesler gibi yeniden çınlayacak.Dreamer, bir kâhin gibi, "Binlerce öğrenci görüyorum," dedi. Bu sırada,yavaş yavaş yaptığı, geniş bir kol hareketiyle bana Casa del Pensamientoçevresini baştan sona kaplayan yemyeşil alanı, uçsuz bucaksız ayçiçeğitarlasını ve ortasındaki küçük gölü gösterdi."Onlar, geleceğin ekonomideki dev isimleri, dünya çapındakiiletişimcileri olacaklar. Onların zenginlik yaratma güçleri, sadece içselözgürlük durumunun sonucu olacaktır."Baskıcı şüpheler ordusu tarafından çoktan kuşatma altına alınan tüm iyiniyetlerimi ve endişelerimi nasıl dışa vurabileceğimi bilemediğimden, "Fakatböyle bir girişim çok uzun zaman alacaktır," diye itiraz ettim. Dreamer beniuçmaya çağırıyordu ve her zaman olduğu gibi itirazlarımla karşılaşıyordu."İnsan artık hazır şimdi!" dedi. Bu sözleri, 'düş'ün kanat motorlarını kükrettive değersiz itirazlarımı tek hamlede alıp götürdü.428


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Anlayış ve sevgi insanın içinde çoktan yeşerdi." Bundan böyle, bu sözleriunutmamın imkânı yoktu.Bugün, bunların her öğrencimde varolduğunu görüyorum. Gençleringerçek bilgilerini, uçan varlıklar gibi gerçek yaradılışlarını, kendieşsizliklerinin gücünde ortaya koymaları için dış yüzeylerini nasılkazıyacaklarını göstermekten başka öğretilecek hiçbir şey olmadığınıbiliyorum.Dışarıdan verilen öğretiler sadece bir bahane, bir kılıftır. Bir <strong>Oku</strong>lun esasgörevi, eski eğitim sisteminin ürünleri olan ve kişide çocukluktan beri üstüste yığılıp biriken her tür şüphe, korku, ikiyüzlülük, önyargı, kısıtlama veödünleri yok etmektir. Göründüğü kadarıyla, bu eski eğitimin tek niyeti,yalnızca var olan en gerçek şeyi, yani 'düş'ü bastırmaktır. Gerçek bir okul,öğrencilerine hiçbir şey vermeye çalışmaz. Oluş'ta zaten sahip olduklarınayeni bir şey ekleyemeyeceğini bilir. Tek yapabileceği onu aydınlığa taşımasıgerektiğidir... Bu, akla engel olan her şeyi ortadan kaldırma çalışmasıdır.Gerçek eğitim, kendi eşsizliğini, kendi özgünlüğünü ve 'düş'ü'anımsamaktır'.Economy is a way of thinking.Ekonomi bir düşünme biçimidir.Dreamer sadece, gerçekten yaşayan kişilerin zenginlik yaratabileceklerinibelirtti."Maddi zenginlik, yalnızca gerçek zenginliğin eğreti halidir, bütünlükyüksek anlama düzeyi ve iç huzur durumunun kesin olarak sağlanmasıdır."Ancak bu ilkeler üzerine oturan bir <strong>Oku</strong>l, dünyanın uçsuz bucaksızbölgelerindeki yoksulluğu ortadan kaldıracak ve bir zamanlar, bütün birulusu ve muhteşem medeniyetleri kıtlık ve az gelişmişlik içine sürükleyencehalet katmanlarını Oluş'tan arındırabilecek becerisine sahip ekonomistleryetiştirebilir.Bana Kolombiya'nın fevkalade doğal kaynaklarını anlattı, muhteşemgümüş madenlerini ve zümrüt yataklarından, uçsuz bucaksız ormanlarındanve sınırsız yaylalarından, devasa kahve ve tütün ekim alanlarından söz etti."Fakat bütün bunlara rağmen, Kolombiya dünyadaki en yoksulülkelerden biridir," dedi. "Bu ülkede Oluş, sahip olduklarını elindetutamayacağı düzeylere indirgenmiştir. Bu durum, birden bire kendisinibulunduğu sorumluluk düzeyinin çok daha üstünde büyük bir servete konmuşbuluveren bir insanın durumuna benzemektedir."429


Stefano E. D'AnnaAyrıca Dreamer, ekonomik bakımdan gelişmiş ülkelerin genellikle doğalkaynaklara sahip olmamasına rağmen, bir düşünce, görüş, kültür, tarih vesanat sermayesine sahip olduklarının farkına varmamı sağladı.Economy is a state of being,Ekonomi bir Oluş durumudur,dedikten soma bu yasanın önemini hissettirmek için bir süre suskun kaldı."Bir ülkenin ekonomisi, ve sahip olduğu maddi gelişmişlik seviyesi, otoplumun düşünce ve hissetme biçiminin yansımasıdır. Değerler sistemi vedüşüncelerin niteliği her zaman sebeptir, hiçbir zaman tersi olamaz.Dreamer, "Düş eksilip değerler tüketildiği zaman, zenginlikte de azalmaolur," diye ileri sürdü ve soma, ülkelerini düşe bağlayabilecek, onunköklerini besleyebilecek sorumluluk sahibi, kapasiteli insanları eğitmeningerekliliğini belirtti. Bir uygarlığın tüm yaşamı, doğrudan bu insanlarınvarlığına bağlıdır. Bu kişilerin vizyonlarının genişliği, hiçbir kısıtlamaya yervermeksizin ekonomik evrende yansıtılır ve sınırlarının genişlemesinisağlar. Böyle kişilerin yokluğu, ilerlemenin asla mümkün olamayacağıanlamına gelir. Tutkuyla yürütülen projelerin karşısına çıkıp onları dağıtanbaşlıca engel, doğal ya da fınansal kaynakların yokluğu değil, bu parlak fikribenimseyebilecek, tüm güçleriyle ona inanabilecek ve iç sorumluluklarınıtaşıyabilecek insanların bulunmamasıdır."<strong>Oku</strong>l kendi köklerinde, şimdiye dek ekonomi dünyasında asla ifadeedilmemiş bir gerçeğe dayanacaktır: Visibilia ex Invisibilibus. Ekonomikzenginlik, bir kuruluşun ve bir ülkenin görünmeyeninin yansımasındanbaşka bir şey değildir. Refah ve huzur içerden gelir. Her iyileşmede olduğugibi, bu süreç de içerden dışarıya doğru ilerler."6 Sahip olmak, 'olmak'tır"Sahip olmak ve Olmak tek gerçektir, ne var ki varoluşun farklıdüzlemlerinde yer alırlar. Sahip olmak, olmaktır." Dreamer'ın düşüncesinegöre, sahip olunanlar sınırsız zaman boşluğunda kendisini gösteren bir oluşdüzeyidir. Bu keşif dünyanın sıradan algılanışında sınırsız bir devrimekapılarını açan ve tüm uygarlığın yolunu değiştirecek güçteki düşüncekalıplarına uğratılan şoklardan biridir.430


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDreamer, olağanüstü bir olguya dikkatimi çekerek, insanlık tarihindekiher dönemsel geçişin öncesinde daima bir kişiden başlayarak kitlelere ulaşanideolojilerin bir düşüncenin devrimiyle altüst edildiğini söyledi.Güneşi evrenin merkezine koyan düşünce anlayışı, evrenin merkezindenaldığı insanı sınırlarına yerleştirerek, Modern çağın kapılarını aralayarak,Ortaçağ düşünce sisteminin tüm köşe taşlarını yerinden oynattı. Protestanlıkise iş yerinde çalışma anlayışını kökünden değiştirdi, onu bir cezalandırmayöntemi olmaktan çıkararak, insan gelişiminin aracı kabul eden SanayiDevrimi'nin ve akılcı kapitalizmin psikolojik koşullarını oluşturdu.Dreamer, "Bugün yeni bir devrimle karşı karşıyayız: Sahip olmanın veOlmanın, aynı gerçekliğin iki yüzü oldukları görüşü üzerinde yükselen birpsikolojik devrim," dedi. "Gördüğümüz ve dokunduğumuz her şey, tümalgıladıklarımız, 'gerçek' diye nitelediğimiz her şey, aslında duyularımızıngörmediği bir dünyanın, yaşam düzlemimizi dikey kesen fikirler ve değerlerdünyasının yansımalarından başka bir şey değildir: varoluş dünyasıdır."Olmak, sahip olmanın karşısında olmayıp onunla üst üste gelerek çakışırve sebeptir. Bu olgu, doğal kaynaklar açısından zengin olan ülkelerin nedenaynı zamanda genellikle en yoksul ülkeler olduklarını ve bir insanınzenginleşmesi, onun oluşta yükselmesine karşılık gelmiyorsa, böyle birkaderi değiştirmesi için yeterli koşulların neden olmadığını açıklamaktadır.Aslında, bir devre düzenleyicinin varlığını belirlemek mümkündür; sahipolunanları kaçınılmaz olarak olma düzeyine geri götüren bir tür homeostasis,yani iç denge düzeneği söz konusudur. Bir olay veya bir dış koşul, hazırolmayan bir kişinin geçici olarak lehine gelişse bile, eğer zenginlik kişininvaroluş düzeyini aşıyorsa, o kişi eski yoksulluğuna geri gönderilir. Bu,uluslar için de geçerlidir.Üçüncü Dünya ülkelerine yönelik uluslararası yardım programlarınınbaşarısızlığa düşmelerinden yarım yüzyılı aşkın bir süre sonra, kalkınmayıamaçlayan ekonomistlerin de anlamış olmaları gereken bir gerçek sözkonusudur: ruhunda hazır olmayan, kendi görünmeyeninde, kendidüşüncelerinin (etik, estetik, dini, felsefi, bilimsel) zenginliğinde ve kendideğerler sisteminde yeterli refah düzeyine erişemeyen bir ülkeye dışarıdanyardım ederek, onu kalkındırmak olanaksızdır. Bu ülkelerin birçoğundayaşam koşullarını yükseltmek için, eski bilgeliklerine, kendi kökenlerininözüne dönmeleri ve sahip oldukları en eski değerler sistemini yenidenyeşertmeye çalışmaları yeterli olacaktır.431


Stefano E. D'Anna'Sahip olmak, olmaktır' kavrayışı, insanın en eski ön yargılarınıkökünden yok eder ve kavramsal modellerini tümüyle değiştirir. 'Yapma'yave Olma'ya izin veren 'sahip olma' değildir, yapmaya ve ardından da sahipolmaya izin veren varolmaktır. Bu toplu hipnoz biçimini aşmak, dünyanınyatay bir vizyonunu geride bırakarak dikey bir düşünceye varmak demektir:Gerçeğin içinde katmanlar ve Oluş'ta sonsuz düzeyler vardır. Hangidüzende ya da düzensizlikte olursa olsun, insan yaşamına ve onu düzenleyensistemlere ilişkin en karmaşık ve en yaşamsal sorunlara kapı aralayacakanahtar 'Sahip olmak, olmaktır' ve bu görüş aynı zamanda insanlarınyazgılarının farklı olmasının nedenini de açıklar.İnsanlık tarihi, hiç ara vermeksizin hep daha fazlasını yapmak ve dahafazlasına sahip olmak için sürdürülen bir arayışla doludur. Hayvansal birnostaljinin yankısı olan, asla durulmayan yağmacı içgüdülerle yönlendirilen,sahip olma tutkusuyla uyutulmuş toplumlarda uygarlığın yükselmesi, daimaüretim, iletişim, yolculuk ve hatta yok etme becerilerinin geliştiği dönemlererastlamaktadır. Düşüncelerin görünmeyen boyutları, sebepler dünyası tarihinbu yatay düzlemine dikey olarak koşar.Görünürdeki her fetih, insanlığın yapma ve sahip olma yeteneklerindekiher yükseliş, daima öz varlığında gerçekleşen bir fethin ardı sıra gelmiştir.Bilimsel açılımlar ve teknolojik ilerlemeler zaman içinde, insanın sahipolduğu bilinci ve ulaştığı bilgi düzeyini izlemektedir. Bilim ve bilinçbirlikte, uygun adımla yürürler."Bir bireyin, bir kuruluşun, bir ülkenin ya da bir uygarlığın ele alınanbilme, yapma ve sahip olma yetisi o kişi, kuruluş, ülke ya da uygarlığınulaştığı varoluş düzeyine bağlıdır." Dreamer sözlerini sade ve güçlü birözlü sözle bağladı."Ne denli fazlaysan, o denli bilir, yapar ve sahip olursun."Bir gölgenin kendisini yansıtan nesnenin boyutları ile şekline bağlıolması gibi, yapmak ve sahip olmak da doğrudan varlığın çapma bağlıdır.Dreamer, bir insanı veya kuruluşu gözlemleyen herkesin, onun sahipolduklarının boyutunu algılayabileceğini, ancak Oluş boyum içinde olanfikirlerin, değerlerin ve 'düş'ün derinlik ve hacminin görünmez kalacağınıanlamamı sağladı.Olmakla sahip olmak arasındaki mükemmel dengeyi insanın görmesiniengelleyen şey, bir sis perdesi gibi araya giren ve insanı yanılgıya düşürerekayrı şeylermiş gibi gösteren, zaman etkenidir. Bir insan ömrünü veya biruygarlığın yüzyıllarını kapsayan zamanı mucizevi bir şekilde432


Tanrılar <strong>Oku</strong>lusıkıştırabilmemiz mümkün olsaydı, varolmakla sahip olmanın mükemmelörtüşmesini görebilecektik. Onlar, varoluşun farklı düzeylerindeki özdeş vetek gerçekliktir. Varolmak, maddeleşerek sahip olmaya, sahip olmak dabuharlaşarak varolmaya geçer.Olmak ile 'sahip olmak' arasındaki kimliğin keşfedilmesi, aynı zamandaekonomik düşünceye de derin bir biçimde damgasını vurur. Eğer sahipolmak, dolayısıyla zenginleşmek, varoluşa itaat ediyorsa, Oluş durumlarınıntemel kavramları ve insanın kendini keşfetme ve kendini gözlemlemeçalışmaları, ahlaki ve inanç sistemleri, ahlaki değerlerin tümü ve hepsindeninemlisi 'düş' ve sezgi, kabul edilir bilimsel araştırma konularına dahil olmanakkma sahip olacaklardır. "Bir insanın vizyonu genişledikçe, ekonomisi dezenginleşir. Bu olgu, bir kuruluş, bir ülke ve bir uygarlık için de aynengeçerlidir."7 Üniversite, 'birliğe doğru' demektirDreamer, üniversite sözcüğünün 'birliğe doğru' anlamına geldiğinisöyledi. Bu sözcüğün etimolojisinde, kurumların doğasına ilişkin, şimdiyedek ne bir iş toplantısında, ne de bir ekonomi kitabında rastlamadığım pahabiçilmez bu bilgileri keşfettim: "Üniversitenin misyonu adında saklıdır:İnsanın, 'bütün olma' çalışmasını ilerletmek, ruhun birliğine doğruyolculuğunda ona yol göstermek. "Dreamer'ın vizyonunda geleceğin üniversiteleri, yaşamdan korkan ve busebeple bir türlü görevini tamamlayamayan sorumsuz insanın sığınaklarıhaline gelen sinagogların, manastırların ve dergâhların yüzyıllardırüstlendikleri laik bir yaklaşımı sürdürmeyi üstleneceklerdir.Birçok üniversite ortadan kalkacaktır. Geriye kalacak birkaç üniversite,uygarlığınızın karşılaştığı zorlukları yeni duyularla yani sezgi, irade ve'düş'le çözebilecek kapasitedeki yeni liderleri, birer düşleyen, bir laik keşiş,mükemmel ve yıkılmaz savaşçılar olarak yetiştirmekle görevli olacaklardır.Görünüşte aykırı düşüncelerle 'dengelenmiş' olan bir insanı, yani kendisindekurnazlıkla masumiyeti, mantıkla sezgiyi, maddi güçle sevgiyi uyum içinesokabilen bir insanı eğitine projesi binlerce yıl eskiye dayanır.Üniversite dünyayı yorumlamaya, insanın gerçek durumunu ortayaserme)'e, mümkün olan gelişiminin yolunu ona işaret etmeye yeterli olacakbir çeşit temel fikirler sistemini önermek zorundadır.433


Stefano É. D'AnnaÜniversite insanlığın yeni türünün hücrelerini, gücünü 'düş' ilkelerindenalan bireyleri, dünyada evrensel politikanın ve ekonominin sorumlusu olmadiişünii besleyip büyütebilecek düşleyenleri, pragmatik ütopyacıları veaydınlık insanları yetiştirmelidir.Ayrım gözetmeksizin herkese dışarıdan empoze edilen kitap vari bir bilgiözün boğulmasıdır, sahtedir ve yanıltıcıdır. 'Gerçek' bilgi, zaten her bireyinözündedir. Bilmek, anımsamaktır. Bilmek, 'dikey hafıza'ya giden dönüşyolculuğudur. Dreamer'a göre, bu ikinci eğitim denilen yeni eğitim,geleneksel olancan binlerce ışık yılı uzaktadır. Onun görevi öğrencilerinbilgisine bilgi eklemek değil, onlara doğuştan sahip oldukları eşsizliklerini,özgünlüklerini ve masumluklarını 'hatırlatmaktır'.Dreamer, sanki bir yemin vermemi istercesine ciddi bir ses tonuyla,"Hiçbir kuruma bağlanma," diye öğütte bulundu. "Hiçbir şirketten, kamukuruluşundan ya da sosyal yardım vakfından para alma ve ne şekilde olursaolsun sana ayrıcalık göstermelerini isteme. Geleneksel üniversite sistemisadece eskimiş değil, bağımlı olduğu için son derece kırılgan, hassas ve etkialtında kalmaya elverişlidir.İşte bundan dolayı, sen bir isyancının, bir devrimcinin ruhuyla yepyenibir yol açmalısın. Mevcut egemen güçler, gerçek eğitimi yıkıcı bir faaliyetolarak göreceklerdir. Bu nedenle, gelenekçi otoriteyi kabul etmemeli veherhangi bir mevcut eğitim kavranma sanlmamalısın. Kuracağın üniversiteeğitim dünyasında öyle bir devrim yaratacak ki, eski inanışlar ve zihinselkalıplar ve bunlarla birlikte de eskimiş okullar ve kurumlar sonsuza dek yokolacaktır. Yalnızca top yekûn bir değişime hazır olanlar, bu devrimi kabuledecek olanlar ayakta kalabilecektir.Oluş bütünlüğüne dikkat et! Hiç kimsenin veya hiçbir şeyin ona zararvermesine izin verme. Onu bakir tut ve öyle kal!""Başarı, bütünlüğün doğal sonucudur."Tam bu sırada, 'yaygın üniversite' terimiyle ifade edilebilecek sıradışı birfikri, <strong>Oku</strong>lun başarısında ve eğitim modelinin dünyanın akademik ortamıtarafından kabul edilmesinde çok önemli bir paya sahip olacak düzenleyiciyapıyı örneklerle anlattı.Geleceğin savaşları, dev savaş gemileri kullanılarak değil, hareketkabiliyeti yüksek, küçük teknelerden oluşan filolarla kazanılacaktı. Bukavram, öğrencileri küçük çaplı üniversite birimlerine kabul ederek herbirine tek tek dikkat göstermeye izin vermekle kalmayıp, aynı zamanda hembüyük hem de küçük olan bir kurumun bünyesinde ideal ve paradoksal434


Tanrılar <strong>Oku</strong>lukoşullan da yaratacaktı. Kendisine güvenen, kendi 'düşlerine' inanan vebunu ancak bir 'varoluş okulu'nun bünyesinde gerçekleştirebileceğini bilenaz sayıdaki öğrenciyi kabul edip yetiştirecek olan yeni Üniversite, tümdünyanın başkentlerindeki çeşitli binalara ya da kampüslere dağılmış olarakorganize edilecekti. Dreamer'ın ilkelerinden esinlenen ve artık Aristotelesçiolmayan, ayrıca köklerini belirli bir bölgeye salmayacağı gibi, sabit bir dersprogramına, tek bir milliyete, bir dile veya bir şehre de bağlanmayacak,aksine her kıtada birbirleriyle aynı felsefede sıkıca bütünleşmiş birçokyüksek okuldan oluşacak olan bu yeni <strong>Oku</strong>l, geleceğin üniversite modelineışık tuttu ve sınırları olmayan bir yepyeni üniversitenin doğumunumüjdeledi.Dreamer, "Yunan şehirlerinde duvarlar, bir hatibin sesinin ulaşabileceğiyükseklikte inşa ediliyordu ve yer verilen alan da karşılıklı konuşmayıizleyecek halkı içine alabilecek genişlikte yapılıyordu, işte aynı şekilde sende kuracağın üniversite birimlerini, bünyesinde olmak isteyenlerinemellerine, 'düş 'ü diişleyebilmeye izin verecek boyutta yapmalısın, " dedi.8 <strong>Oku</strong>l'un doğuşuCasa del Pensamiento'da Dreamer'la karşılaştığım ve görevi üstlendiğimgünün üzerinden bir yıldan biraz fazla geçti. O zamandan beri kendimibütünüyle projeye verdim. Üniversite doğdu ve ilk birimi Londra'nınmerkezinde, Belgravia'da açıldı. Kaydolan ilk öğrencileri, ilk akademik yılıkeyifle tamamladılar.<strong>Oku</strong>l, bir yandan kuruluşunu sürdürürken, bir yandan da her günşaşılacak bir biçimde büyüyordu. Gelişim süreci boyunca, zaman vemekanın sıradan bağlarından ve sınırlamalarından kurtulmuş, onları hiçesayıyor görünüyordu. Akademik formülü, geleceğin yapı taşlarına sahipti.Bünyesinde olağanüstü bir biçimde, İngilizlerin enternasyonalizmi ileAmerikalıların katı pragmatizmini, İtalyanların biçim ve kültür anlayışı ileklasik uygarlığın binlerce yıllık kusursuzluk ve güzellik arayışlarınıbuluşturdu. Öğrencilerin daha ilk yıldan itibaren girdikleri yoğun veuygulamalı staj yada pratik kazandırma programı, onların dünyanın enbüyük kuruluşlarında çok genç yaşlarda çalışmalarına olanak sağlıyordu.435


Stefano É. D'Anna<strong>Oku</strong>l'un felsefesiyle güç kazanan öğrenciler, Lupelius'un savaşçı keşişlerigibi, bin yıl önce Tanrılar <strong>Oku</strong>lu'ndan geçen öğrencilerin izinden, yıkılmazve yenilmez olduklarını kendi kendilerini hakkıyla sınayarak görüyorlardı.<strong>Oku</strong>l'un Dreamer'ın felsefesiyle yoğrulan nitelikleri, onlara uçuşta olan biruzay gemisinin bedenini ve Antik Çağların en saygın okullarının eskiyüreğini veriyordu. Bunlar, Klasik Yunan'ın kahramanlarıyla savaşçılarınıtavında şekillendiren demirci ocağındakiyle aynı nitelikteydi.Dreamer beni içerdiği çağdışı kavramlarla yanlış bilgilerin boşluğunugizlemesi her geçen gün daha da zorlaşan lüzumsuz şeylere paha biçilmezbir kürk gibi sarınan, eskimiş, tozlanmış üniversite dünyasının içinden geçenbir uzay aracının idaresine atamıştı. <strong>Oku</strong>lun, hem İngiliz, hem uluslararasıve ondan da önce İtalyan akademik sahnesinde görünmesi Roma'da ilkkampusunu açtıktan sonra Plutakhos'un eğitim üstüne görüşlerini kapsayankitapçığının keşfiyle karşılaştırılabilir. Yok olup gitmiş sayılan bu eserinLatince'ye tercümesi, bir uygarlığın yansıması olan Yunan eğitim modeliyleOrtaçağın dini okullarının dogmatik gericiliğini aynı mercek altında karşıkarşıya getirmişti. Sonra, birbirlerinden yalnızca yüzyıllarca değil, bilinçdüzeyi bakımından ışık yıllarınca uzaklıkta olan iki dünya, aynen şimdiolduğu gibi birbirleriyle ilişki kurmuştu.Kuruluşundan çok kısa bir süre sonra anıldığı adıyla 'Düş Üniversitesi',Klasik Yunanistan'daki eğitim ideallerinin tek mirasçısıydı. İnsanınsorumluluğunu yüklendiği işi ve ruhunu birliğe götüren ve giderek artangerilimiyle gelişeceği görüşü, <strong>Oku</strong>lun kesin inancını ve eğitim felsefesinindayanağını oluşturuyordu. <strong>Oku</strong>lun düşüncesi ile yeni ve eski mesajlarıylakendine çektiği öğrenciler dünyanın dört bir yanından akın ettiler.Dreamer'ın tanıtım malzemesinde yer verilen sözleri, sanki sihirli bir flütünsesinden uzak diyarlara ulaşıyordu. Dünyanın her yerinden düşleyenler busözleri dinleyip yürüyüşe geçtiler.Bir devrim düşledim.Öyle bir <strong>Oku</strong>l düşledim ki,'Düş ün var olan en somut şey olduğunu 'hatırlasın'.Yeni nesil liderler düşledim,Etik ve Ekonominin,Eylem ve Derin düşüncenin,Sevgi ve fınasal gücün, alıştığımız karşıtlıklarınaUyum getirecek liderler düşledim.436


Tanrılar <strong>Oku</strong>luYeni Üniversite'nin o öncüler döneminden beri insanlar, olaylar vekoşullar şaşılacak bir biçimde birbirine bağlandılar. Gerekli kaynakların,sanki bir doğumdaki en karmaşık organlardan en uç nöronlara kadar herşeyin en doğru şekilde ve kusursuz bir zamanlamayla aynı yaşam projesinemucizevi uyumu gibi bir araya geliş biçimleri beni sürekli hayrete düşürdü.9 <strong>Oku</strong>l'un MisyonuO sabah, yaklaşmakta olan günün ağır yükümlülüklerinin bilinciyle gündoğmadan uyandım. Beni bekleyen çetin görevlerin arasında <strong>Oku</strong>l'un tümeğitmenleri ile yapacağım genel toplantı ve hepsinden öte, özellikle zorlugeçeceğini bildiğim, banka müdürleri ile olan randevularım bulunuyordu.Dreamer'ın sözlerinden ilham almak için güçlü bir istek duyuyordum.Güney Amerika'da, o şeffaf, dipsiz yeşil derinliklerin üzerinde hayalmeyal beliren dağların, görkemli zirvelerinin huzurunda bana <strong>Oku</strong>l'u kurmayetkisini verdiği son karşılaşmamızdan bu yana Dreamer'ı tekrargörmemiştim. Rasgele bir defter seçtim ve kendimi çıraklık yıllarımboyunca toparladığım notlarla dolu olan bu sayfaların içine gömdüm.<strong>Oku</strong>rken, O'nun yanında bulunduğum zamanlarda, tenimde oluşan o aşikarürpertiyi hissediyordum ki aniden, hayati olan bir şeyi unutmuş olduğumunfarkına vardım ancak, engellemek için her şeyi yapabilecek olmama rağmen,kendimi çok bitkin ve tükenmiş hissettim.. .Onun özlü sözlerindenbeslenmeyeli çok uzun zaman olmuştu, öyle ki, varolan dünya görüşünü tersyüz eden, saçmalıkları anlamlı kılan o zekasından süzülen ışığındoğrultusundan sapmış, dünyayı alaşağı edip bir atom boyutunaindirgeyebilecek vizyonunun engin gücüne yaklaşmaz olmuştum.Dünya üzerinde, O'nun bu tek başına mücadelesini, ölüm yalanı adınıverdiği ölümün yenilmez olduğu ön yargısına karşı sürdürdüğü bu muazzammeydan okuyuşu, rüzgarla dalgalanan sancaklarda izleyebileceğim ya daborazanların çalarak bu savaşı ilan ettiği herhangi başka bir yer bulamazdım.Dreamer hayatımı aydınlatmıştı, buna rağmen belki de O'nunla karşılaşmışolmanın olağanüstü talihinin ne anlama geldiğini hiçbir zaman tam olarakkavrayamayacaktım.437


Stefano É. D'AnnaŞimdi, European School of Economics'in ( ESE ) öğretim kadrosu ileyapacağım toplantıya giderken, bu ilk karşılaşma için Dreamer'ın bir kaçsözünü işaretlemiş, yanımda götürüyordum.Beni bekleyen tüm bu kadın ve erkekleri şahsen tanıyordum. Hepsi, en iyiakademik özgeçmişlere sahip, saygın İngiliz ve uluslararası üniversitelerdebir çok deneyim sahibi olmuş mükemmel profesörlerdi. Her birini bizzatkendim seçmiştim, ancak göstermiş olduğum tüm çabalara rağmenbiliyordum ki, bu toplantı, onları <strong>Oku</strong>l'un üzerine inşa edildiği ana felsefe veilkelere yaklaştırmanın ne kadar zor olduğunu bir kez daha kanıtlayacaktı.Bütün bu eğitmenler, çoğunlukla devlet bursu alarak, bildiğimiz gelenekselüniversitelerde okumuşlardı. Onları, bu genç üniversite'nin vizyon odaklıeğitim sistemini Kabul edebilmeleri için kalıplaşmış fikirlerini değiştirmeyeyönlendireceğim düşüncesi, ya hayatlarının temeline oturmuş diniinançlarından tamamen dönmelerini, ya da biyolojik bir eşikten atlayarakbaşka bir türün varlıkları haline gelmelerini istemekle aynı anlamageliyordu."ESE'nin kuruluş düş'ü, misyonu; genç liderler ve yeni bir insanlığınhücrelerinden oluşan nesiller yaratmaktır. Bu misyon, iyi programlar ve iyieğitmenlerden çok daha fazlasının varlığını gerektirir. Binlerce eğitimkurumu zaten tüm bunları sağlıyor" diyerek bu zorlu toplantıya başladım.Toplantı odasının geniş pencerelerinin ötesinde uzanan BuckinghamSarayı'nın kraliyet bahçelerinin görüntüsü bana, İngiliz İmparatorluğu gibiiktidar sahibi bir oluşumun bile, onu var eden prensipler unutulduğunda veyönetenleri düşlemeyi bıraktıklarında nasıl çözülüp dağılabileceğinianımsatıyordu. Dreamer'ın Şangay'daki antik çay evinde dile getirdiğikelimeler şimdi açıkça ve kuvvetle dudaklarımdan dökülüyordu:"ESE bir 'Oluş' <strong>Oku</strong>ludur. Ölümün yenilmez olduğu hükmünü yıkaraköğrencilerimizi ölümsüzlük inancıyla beslemeliyiz.Until now all economic systems have dealt with survival,with peoples' basic needs food, shelter, clothing and reproduction.The economics of the coming decades deals not anymore with survival,but with immortality.438


Tanrılar <strong>Oku</strong>luŞu ana kadar bütün ekonomik sistemler, insanların temel ihtiyaçlarıdoğrultusunda hayatta kalabilmek adına yiyecek, barınak, giyecek vevarlığını sürdürebilme ile ilgilendiler. Gelecek onyılların ekonomisi, hayattakalmayı değil, ölümsüzlüğü amaç edinecektir."Ölümsüzlük fikrinin bir Ekonomi <strong>Oku</strong>lu, özellikle de Ekonomi -İşletme ana dalları için neden bu kadar önemli olduğunu bana açıklarmısınız lütfen?" Soru, genç, parlak zekalı ve Uluslararası Strateji Yönetimi(International Stategic Management) konusunda ders veren bir öğretimüyesinden gelmişti. İkna edici bir cevap alabileceğine dair şüpheli yaklaşımı,ses tonuna apaçık yansıyordu. Kibar, ince bir alaycılıkla ekledi:"Belki de <strong>Oku</strong>l kapsamında yeni Felsefe Departmanı'nın açılışınıduyurmayı planlıyorsunuz?""Vizyon ve gerçeklik bir ve aynı şeydir" diye cevapladım. Dreamer'ındeyişleri içinde en gözde söylemim buydu ve o sabah okuduğum notlararasında da aynı netlikte belirivermişti. Bu bayanı ikna etmem gerektiğinedair en ufak bir endişe duymuyordum. Biliyordum ki, <strong>Oku</strong>l devasa birkulaktı ve her bir hücresi, en uzakta olanı dahil...hatta Grosvenor Place'ıntüm bu duvarları bizi dinliyordu. Kelimelerim, okulun köklerini,misyonumuzun tam kalbini hedeflemişti:"Ekonomi, Oluş 'un bir yansımasıdır. Sonsuzluğun en ufak bir kırıntısı bile,muazzam, cesur fikirlerin, tasavvur edilemez çözümlerin bir arayagetirilmesi için yeterlidir. Bizi sınırlayan, yaratıclığımıza zincir vuran ve hertürlü kısıtlamanın kökeninde yatan gerçek sebep, ölümün kaçınılmazolduğuna olan inancımızdır. İhtiyacımız olan tek şey ölümsüzlük fikrini biryaşam prensibi olarak korumak ve bu şekilde kendimizi zamanın esaretindenbağımsız kılmaktır. Onun kurbanı olmaya son verebiliriz; onun daimitehditlerine ya da varlığının doğal sonuçları olan kaygı, kuşku ve yenilmekorkusu ile yaşamaya katlanmak zorunda değiliz.Ölümsüzlük Sevgi demektir, Sevgi: Amore, A-mors, yani ölümünyokluğu demektir. Ölümsüzlük, sunduğu sonsuz imkanlarla sınırsız biryaşam demektir. Öğrencilerimizi besleyeceğimiz en temel fikir bu olmalıdır;kuruluşların bünyelerinde deveran etmesi gereken en kıymetli kaynak budur.İyi bir ekonomist, büyük bir işadamı, iş hayatının hükümdarları, bu insanlarbütünüyle an içinde, geçmişin ve geleceğin hipnotik kavramlarındanbağımsız yaşarlar. Medeniyetimizin, insanın kendi yarattığı zamanhapsinden kaçıp kurtulmuş 'zamandan bağımsız liderlere'; bütünlük sahibi,azimle vizyonlannı genişleten ve böylece varolan gerçekliği değiştirebilecek439


Stefano É. D'Annainsanlara; bireylerin, kuruluşların, bütün bir ulusun finansal kaderinideğiştirip, ilerletme becerisine sahip 'sağlıklı liderlere' ihtiyacı vardır.Konuşmam boyunca Chris H., şaşkınlığını ve gittikçe artan görüşayrılığını belirtircesine kafasını sallarken, dökümlü saçlarının beyazbukleleri de hafifçe dalgalanıyordu. Chris H. en itibarlı eğitmenlerimizdenbiriydi. Bu sessiz, ve şüphesiz tek başına kalmayacak yorumu fark etmemişgibi yaparak sözlerime devam ettim:Gerçeklik olarak adlandırdığımız şey sadece, Oluş durumumuzun aynası,düşlerimizin bir yansımasıdır. İnsan aklı çatışmacıdır, mantığı karşıtkavramlar aracılığıyla çalışır, gerekçeleri her an çatışmaya hazır bir şekildesilahlanmıştır. Bu sebeple biliyoruz ki, sadece hayatta kalma odaklı birekonomi sınırlara inanır ve ölümün; gezegenin önde gelen endüstrisi,ulusların servetlerini ayakta tutan, destekleyen mihenk taşı haline gelmesineizin verebilir. Silah imalatından çevre kirliliğine, tıbbi malzeme üretimindenorganize suçlara kadar, insanlar ve uluslar felaket, yıkım ve çatışmaekonomisine hizmet etmektedir. İnsanlığın tümü, ölümün maaş bordrosundayer almaktadır.Gerçek eğitim her türlü hipnotizmadan, bağımlılıktan ve batıl inançtanbağımsız olmalıdır. Gerçek eğitim, kişinin iç çatışmalarından kurtulmasıanlamına gelir. Bu görüş, dünyayı düşmanlıklardan, çatışmalardan, şiddetve savaşlardan kurtararak özgürleştirecektir.Kendisine işaret ettiğimde, Chris H., birdenbire patlayıverdi: "Siz budünyada yaşadığınıza emin misiniz? Her gün gazeteleri ve medya kanallarınıdolduran ırkçı zulümler ve soykırımlar, terör saldırıları, yüzlerce farklıgerilla çatışma bölgeleri, Irak ve Afganistan'daki savaşlar....peki o zaman,bunlar ne demek oluyor? ESE'de bütün bunlara son verecek herhangi bir şeyveya bir düş olmayacak bizim öğreneceğimiz, bu saçmalık global ekonomiyide değiştirmeyecek..Dreamer'a aynı soruları sorduğumu, iğneleyici bir mizaçla şüpheciliğimisergilediğimi hatırlıyordum. Chris H. kuşkularımın vücut bulmuş haliydi;sarfettiğim düşünceleri kendi yaşamımda gerçekleştirmeye, onları bir bedenhaline dönüştürmeye ve Dreamer'ın görüşlerini güvenilir biçimde aktarmayane kadar kifayetsiz olduğumu açıkça ele veren dünyanın aynadakigörüntüsüydü.Dreamer, "Sen hangi savaştan söz ediyorsun?" diye sormuştu. "Şuandakendi yansıttığın çatışmalar dışında dünyada gerçekleşen herhangi bir savaşyok! Dünyanın içinde bulunduğu koşullar, tam olarak senin içseldurumlarına karşılık geliyor. O yüzden diinya için endişelenmeyi bırak,kendin için endişelen. Dünyaya ancak bıı şekilde yardım edebilirsin."440


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Ama şu anda, tüm dünya genelinde, gezegeni yerle bir edip üzerindekiher türlü yaşam formunu ortadan kaldırabilecek güce sahip silahlanüretmekte olan endüstriler var" diyerek cevap vermiştim. Tüm insanlıkadına, kendimizi böylesine korkunç, yıkıcı bir güçten nasılkoruyabileceğimizi sormak için can atıyordum ki, Dreamer haşince arayagirerek bu vahim görüşümü telaffuz etmeme engel olmuştu;'"Senin dışındaki' hiçbir güç seni yok edemez', derken akıllardansilinmeyecek kelimeler içinde konuşuyordu. 'Kendi rızan olmadan, 'senindışında' herhangi birşey gerçekleşemez. Tetikte ve uyanık ol!İhmalkarlığından ve tüm belirsizliklerden kurtul. Düzeltilmesi gerekeninsanlık değil, senin görüşün. Dünyanın içinde bulunduğu koşullar, tamolarak senin içsel durumlarına karşılık geliyor. Bütünlüğüne kavuşur, birbirlik haline gelebilirsen, işte o zaman dünya güvende olacaktır."Kullandığı her kelimenin, katlanılmaz bir sorumluluğun ağırlığı ilesırtıma yüklendiğini hissediyordum. Onu dinledikten sonra, tüm oyakınmalarıma devam etmek, bilinmeyen güçleri, kontrol edilemeyenkuvvetleri suçlamak ve korkudan titrer bir halde, kaderine boyun eğmiş birçaresizliğin affına sığınmak gittikçe imkansızlaşıyordu. Unutma ! Hiç kimseya da hiç bir şey senin tarafından emredilmeyen ve yönetilmeyen bir şeyigerçekleştiremez. Çatışmalar, yoksulluk, başarısızlık, hastalık, ölüm veyadiğer felaketler nesnel gerçeklikler değillerdir. Senin dışında varolmazlar.Sadece sen onları düşlediğinde gerçekleşirler. Senin içinde savaş yoksadışında da olmaz. Bu bir kuraldır.Kafamı çevirip, onu ararcasına arkamda göz gezdirdim. Yüzünden eksikolmayan o hayranlık dolu bakışları, bana, <strong>Oku</strong>l'a ve 'Düş'e olansöndürülemez inancıyla asistanım Lucia'nın orada olacağını biliyordum.Dünya bugün yıkılsa, yarın sabah o, bitmek tükenmek bilmeyen işininbaşına geçmek için, herkesten önce burada olur, çoğu zaman gözlegöremeyeceğiniz çekingen ilgisini cömertçe sunar ve sanki ben onun endeğerli varlığıymışım gibi, o tatlı sert mizacıyla üzerime kol kanat gererdi.Dreamer hakkında konuştuğum tek insan Lucia'ydı. Sürekli O'nunhakkında sorular sorar, O'nun her bir. kelimesini sevgi ve şefkatle ele alırdı.Müsveddelerimi kontrol eden, onları Kitabın ilk taslağı haline getirmek içingeceler boyu çalışan da yine Lucia'ydı.Yüzünde beliren o belli belirsiz, yüreklendirici gülümsemeyiyakalamıştım ve hazine niteliğindeki o bir kaç saniye süren suç ortaklığı,beni toplantının bu soğuk atmosferinden korumaya yetmişti."Kaderlerimizi değiştirmek olanaklıdır." Cevabımı doğrudan Chris H.'yeyöneltmeden, hissettiğim tüm sağlam inancımı ses tonuma yükleyerek441


Stefano É. D'Annadevam ettim. "Varolan insan psikolojisini, onun tüm inanç sistemi içine köksalmış, hipnotize eden dünya hikayesini değiştirmek mecburiyetindeyiz.Düş'ü değiştirmemiz gerekiyor. Bunu sadece birey başarabilir. Bu sebeplebir <strong>Oku</strong>l'a ihtiyaç var. Bir Oluş <strong>Oku</strong>lu...varolan öğretim programlarını vemetotlarını altüst ederek, vizyonu yücelten eğitim sisteminde evrensel çaptabir devrim gerçekleştirmeye muktedir bir <strong>Oku</strong>l. Bizim inandığımız ve ilerisürdüğümüz bilimsel rota budur.Değişmesi gereken ilk kişilerin, eğitmenlerimiz olduğunu söyledim."Eski insanlık, genç nesillere, kendilerini çatışmacı düşüncelerden,önyargılardan ve geçerliliği kalmamış fikirlerden özgür kılmayıöğretemeyeceği gibi, onları engelleyen ve kısıtlayan oluşumları nasılbozguna uğratacaklarını ve hiç bir zaman boyun eğmeyecek en iyi olmatutkusunu, kendilerinde nasıl geliştireceklerini de öğretemez."Bu uzun toplantıyı şu kelimelerle bitirdim:"Bir ulusun zenginliği, ekonomisinin gücü ve ulaşabileceği maddi refahseviyesi, sahip olduğu değerler sisteminin üstünlüğü ve çok daha önemlisi,sağlam duyarlılıktaki bireyler, vizyon sahipleri ve uygulamacı düşleyenleryetiştirebilirle kapasitesi ile doğru orantılıdır. Bir ulusun ömrü, bütün birmedeniyetin geleceği bu nitelikteki kadın ve erkeklerin varlığına dayanır.Geleceğin kuruluşlarını eylem filozofları yönetecektir. Bu insanlar dünyaüzerindeki girişimlere başarı ve dayanıklılık getirecekler."Dreamer tarafından bana bahşedilmiş olan bu ilhamın ihtişamıyla sesimintitrediğini hissediyordum."Bizim misyonumuz bu insanları yetiştirmektir."Onlara baktım, kafalarının karışmış olmasından çok, hayret içindeydiler.Merkezinde bireyin bulunduğu dünyanın, içeriden dışarıya doğru olanişleyişinin keşfi, Copernicus'un bundan yarım binyıl öncesindeki devrimniteliğindeki bildirisinin yaratmış olduğu şoka kıyasla çok daha iyikarşılanmıştı. Dreamer'ın açıklamaları, sadece ekonominin kurallarını değil,bu insanların o ana kadar inanmış oldukları herşeyi yerle bir etmişti.Onları, ölümlerine kadar sürekli tekrarlanacak olan hazin, Sisyphean*yazgılarından, gençleri korku ve sıkıntı içinde eğitme görevlerinden venihayetinde hayata karşı kendi inkarlarından saptırmaya muktedir olan bufikirlerin tehditkar dirayetini hissetmişlerdi.Hepsiyle teker teker vedalaşırken, bazılarının yüzlerinde, bu aydınlıkserüvene karşı gittikçe derinleşen bir bağlılığın vaadini okuyor, diğerlerindeve belki de çoğunluğunda- ise kararsızlık ve şaşkınlık görüyordum.Ancak, açıklamalarım karşısında bölünmüş öğretim görevlilerimin yanı sırabaşka endişelerim de vardı.442


Tanrılar <strong>Oku</strong>luO öğleden sonra, Grosvenor Place'de, Lucia'nın da desteğini alarak,çalışmakta olduğumuz tüm bankaların müdürleri ile görüştüm.İş dünyasının, dünya üzerindeki tüm büyük başkentlerindemerkezleri bulunan, sınırları olmayan akademik bir alan yaratma fikribaşarılı olmuştu. Dreamer'ın düşlediği <strong>Oku</strong>l, en iyi ve en itibarlı ekonomiokulları ile rekabet ederek bir kaç yıl içerisinde onlardan üstün konumagelmek ve tüm milletlerden öğrencileri, bünyesinde toplamak gibi sağlamtemelli amaçlara sahipti. Bankalar, projeyi beğenmiş, gelişimine şahit olmuşve mümkün olduğu müddetçe kredi sağlayarak desteklemeye devametmişlerdi, fakat <strong>Oku</strong>l'un uluslararası alanda genişlemesinin gerektirdiğiartan miktardaki yatırımları, sadece Avrupa'da değil okyanus aşırı ülkelerdede desteklemeye hazır değildiler. Şimdiye kadar en büyük İngilizüniversiteleri bile bu ölçekte bir girişimi göğüsleyememişti. Sonunda,kredimizin düşürülmesi için yapılan baskılar üstün geldi ve içlerinde bize enderin bağlılığı bulunan M Bank önceden sağlamış olduğu krediyi devamettirmeyeceğini açıkladı.10 İnanmadan inanmakKapıdan çıkarken, Lucia bir yandan yağmurluğumu üzerimegeçirmeme yardımcı oluyor, bir yandan da elime birkaç dokümantutuşturuyordu. <strong>Oku</strong>lun ana girişinin bulunduğu merdivenlerin başında,Grosvenor Place'in yoğun trafiğine akın eden taksilerden biriniyakalayabilmek umuduyla sokak boyunca göz gezdirdim. Avukatlarımlaolan randevuma geç kalıyordum. Gördüğüm ilk müsait taksiyi yakalamakiçin aceleyle merdivenlerden aşağı inerken, şehir otobüslerinden biri tamönümde sağa yanaşarak taksiye ulaşmama engel oldu. Birkaç yolcunun inipdiğerlerinin binmesini bekledim, ancak otobüs insanı çileden çıkartacakderecede uzunca bir süre orada oyalanmaya devam ediyordu. Olancasabırsızlığımla Knightsbridge istikametine doğru yürümeye başlamıştım kiotobüsün yan tarafını boylu boyunca kaplamış olan ilan bir anda gözümeilişti, daha önce fark edebilmiş olmam için hem çok büyük hem de çokyakın mesafedeydi.Kocaman harflerle Tanrı'nın olmadığı beyanında bulunuyordu. 'Büyük birolasılıkla Tanrı yok'. İlan, titiz bir teftiş kurulunun denetiminden geçmişolsa, uzmanlar 'Peki herşeye rağmen ya Tanrı varsa?' diye sormuşolabilirlerdi.443


Stefano É. D'Anna'Olasılık' kelimesini çıkarsanız, o zaman da kelliğe karşı %100 çözümöneren bir saç losyonunun reklamına benzer bir şekilde rahatlıkla abartılıbulunabilir, daha kötüsü, henüz belirsiz sayıda insanlar için bu cümle basitçebir lanetlenme ve cehenneme çıkarttığınız davetiye anlamına gelebilirdi.İçimden, eğer durum böyleyse, şeytanın kendisi bile daha iyisinibaşaramazdı diye geçirdim. Bu ani nüktedanlık, kendimle olan içtenliğim,anlık bir hafiflemeyi, sıkıntı ve kaygılarla meşgul zihnimi rahatlatan ufak birtitreşimi salıvermişti.O 'şey', bir an içinde gerçekleşti. Dipsiz bir tünel, zaman ve mekanıyutarcasına karanlığının içine çekerek, beni ileriye doğru Tanrılar<strong>Oku</strong>lu'nun kutsal duvarları arasına fırlattı. Lupelius ve öğrencisi Amanzioarasında geçen o'ağanüstü söyleşiye şahit olacağım zamana ulaşmıştım:Amanzio: Öyleyse, insan Tanrı mıdır ?Lupelius: Hayır! O 'ndan çok daha fazlası! Kendisine hizmet eden birTanrı 'sı var.Amanzio: Bu ne demek?Lupelius: Bu demektir ki, arzu ettiğin herşeyi O 'ndan talepedebilirsin...sınırsızca sana itaat edecek, her isteğini yerine getirecektir.Tanrı iyi bir hizmetkardır ancak iyi bir efendi değildir.O, hizmet etmeyi sever...O, sevmeyi sever...Lupelius, bu kısa ve öz ifadeleriyle, Tanrı'nın varlığına yönelikçözümsüz sorgulamanın üstesinden gelmiş, çağdaşlarının öfkesini üzerineçeken sapkın bir aydınlığı biçimlendirerek, görüşlerinin, takip eden binlerceyıl ve çok daha sonrasında yaşayacak alim ve münzevi nesillereyansıtılmasına olanak sağlamıştı. Tanrı'nın ötesinde bir varlığınmevcudiyetini açıkça dile getirebilme cesaretini gösteriyordu:Tanrı'nın efendisi: Sensin! Bu sersemletici görüş, darağacındaki biradamın ayaklarının altındaki zemin sürüldüğünde boşlukta asılı kalmış,çırpınan ve tekmeleyen bedeni gibi düşüncenin kendi ölümünün içineçekildiği bir girdaptı.Kendimi, güçlükle bu akıl almaz, olağanüstü hatıralardan , hoş kokulumanastırlardan ve <strong>Oku</strong>l'un derin tesirli ilham pınarından koparabildim vegeriye, ayaklarımın yere sımsıkı tutunduğu durumuma geri döndüm.Düşünmem gereken bir dolu başka önemli konu vardı:New York'ta kurduğum ESE Vakfı'nın kaynaklarının arttırılması, <strong>Oku</strong>l'unuluslararası gelişimi için ihtiyacımız olan yeni sermaye olanaklarınınaraştırılması, kullandığımız teknolojik alt: yapının iyileştirilmesi, yeni eğitim444


Tanrılar <strong>Oku</strong>lugörevlilerinin işe alınma ve yetiştirilme süreçlerinin denetlenmesi,bankaların uyguladığı baskılara göğüs gerilmesi ve son olarak ta aynıderecede önemli olan kendi kişisel zorluklarımın çözümlenmesi.Aslında o öğleden sonra, evliliğimin cenaze töreni kutlamasınıgerçekleştirmek üzere avukatlarım beni bekliyorlardı. Bir süredir neıeonoreile aramız bozulmuş, gittikçe daha uzayan dönemler boyunca birbirimizde"uzak yaşamaya başlamıştık. Annesinin evinde kaldığı günlerden birindtyaptığımız telefon konuşmasında, artık mümkün olabilecek tek sonuç olankesin ayrılık kararma vardık. Ne var ki, hepsinden daha kötüsü, her koşulaltında tarafların karşılıklı rızasıyla gerçekleşmesi beklenen bir ayrılığın,tamamen basit ve kolay yürütülecek bir boşanmanın, gittikçe daha saldırganve doyumsuz bir tavır sergileyen Heleonoıe'un önceden hiç farkınavarmadığım türden bir açgözlülük sergilemesiyle çok daha karmaşık bir halalması oldu. Öyle ki, üstlenmiş olduğu eş rolünü oynamaktan vazgeçmesiyleberaber, ilişkimiz üzerine sürülmüş renklerden oluşan bu ince örtü sıyrılıpkalkmış ve öncesinde hiç şüphelenmeden beraber yaşadığım bir hilkatgaribesi gün yüzüne çıkmıştı.Dreamer, Heleonore'a hala aşık olduğuma inandığım zamanlarda "Onaaşık olduğunu iddia ederek kendine yalan söyledin; ve onu Kuveyt'tenayrılıp tekrar kendi cehennemlerine geri dönmeni sağlayacak mazeretinolarak kullandın." demişti. Bu düşünce beni yaralıyordu, en azından kendihislerime yönelik Dreamer' ın yanıldığını düşünüyordum. O zamanlarHeleonore ve ben yorulmak nedir bilmeden <strong>Oku</strong>l projesi üstünde beraberçalışıyorduk ve evliliğimizin sağlamlığına dair herşeyimle bahsegirebilirdim. "Sizin beraberliğiniz başkaldırı ve yalan içinde, en başındanölü olarak doğdu. Bu şartlar altında sana hiçbir şey bahşedilemez, hattasahip olduğunu düşündüğün ne varsa kaybedeceksin. "Otobüs hareket ettiğinde nihayet yolu tekrar görebildim. Herhangi birineişaret etmeme gerek kalmadan taksilerden bir tanesi aniden önümde durmuş,çoktan kapısını aralamıştı. İçine atlayıp, sürücüye avukatımın adresiniuzattım. Taksinin içerisinde tekrar keder bulutlarımın içine gömüldüm.Ancak bu sefer, özel hayatımın cehennemi andıran bölgelerinin, acılar,dertler ve zorluklardan oluşan kafilem eşliğindeki geçit töreni, zamansal birtutarlılık sergilemeksizin, öncesi ya da sonrası olmadan, bir damla zamanailiştirmiş gibiydi. Aklıma gelen bu düşünceler, ayrı durumlar ya da olaylarolarak değil, kümeleşmiş bir bütün halinde, telafisi olmayan sabit ve tek biryenilgi halinde belirmişti. Baskın bir acizlik hissi çöktü üzerime..445


Stefano É. D'AnnaVarlığımın adeta bastırılmış bir formu ve içine hapsedildiği fiziksel birtuzak olan bu taksi ile kendi yaşamım arasındaki tek fark, benimkinin içindekaçıp kurtulabileceğim bir kapının bulunmamasıydı. Kaygı, yenilmekorkusu ve karşı konulamaz vazgeçme ihtiyacı...hepsini çok iyi tanıyordum;tüm bunlar, etraflarında sadece felaketin mayalanmış olduğu eskiarkadaşlarım gibiydiler. Geçirdiğim yılların ayrılmaz yoldaşları olmuşlardıve sadece Dreamer'ın huzurunda onları teşhis edebiliyor, dönüştürebiliyorve üzerlerinde hakimiyet elde edebiliyordum.Yolumuzun üzerindeki trafik lambalarından bir tanesinde takıldığımızkırmızı ışık, sonsuzluk kadar uzunca bir süre sanki hiç yeşiledönmeyecekmiş gibi yanmaya devam ederken pencereden dışarıya gözgezdirdim. Bir otobüsün yan tarafında, tam göz hizasına denk gelen başkabir ateist kampanyanın sloganı bulunuyordu: "Kötü haber Tanrı'nın ölmüşolması, iyi haber ise ona ihtiyacınızın olmamasıdır." Konu ile ilgilidüşüncelerimi tekrar ele aldığım o anda, Dreamer'ın bir zamanlar söylemişolduğu birşey aklıma geldi:"Kendilerini ateist olarak adlandıran bu insanların Tanrıyı ortadankaldırma girişimleri, aslında kendilerinin bile bilmediği, içlerindeki ölümkorkusunu koparıp atma girişimidir. Öyle bir korku ki, onlara diğerlerindençok daha fazla hakim olup, acı çektiriyor. "Böylelikle Dreamer, ateistleri güçlü, insanlığın geri kalanının yaptığı gibiTanrı'nın yanıltıcı dayanaklarına yaslanmayı reddeden insanlar olarak görenalışılmış önyargıyı tersine çevirmişti, zayıflığı ise bu öğretinin ortak birpaydası ve açıklaması olduğunu ileri sürüyordu."içsel birliğe erişememiş sıradan insanlar için inanmak ve inanmamak aynıyalandır.. Ateist, ilk önce ilahi gücü kendi dışına taşımış, daha sonra daonun varlığını reddetmiştir. Bu sebeple, ateizmin ölümcül günahı Tanrı 'yaolan inançsızlığı, O 'nun varlığını reddetmesi değil, kendine olan inançsızlığıolmuştur. Bu sözler Dreamer'ın daha önce söylemiş olduğu başka bir şeyianımsattı bana, böyle bir enginliği bu kadar uzun bir süre boyunca unutmuşolduğuma inanamıyordum. Onları nerede ya da hangi karşılaşmamızdaişitmiş olduğumu tam olarak gözümde canlandıramasam da, içime çokderinden işlemişlerdi ve şimdi hafızamın yüzeyinde tekrar beliriyorlardı."İnanmak zor değil...herkes birşeylere inanır...Ancak, kendini inanmayazorlamak çok az sayıda kişinin yapabileceği bir iştir" sözleriyle Dreamer,düşünceyi mantık ötesi doruklara hücum ettirebilecek nitelikteki kavramlarıdile getiriyordu.'İnanmadan inanmak'...icat ettiği bu çelişkili söylem, kocaman birkatedralin güçlü gövdesini, bir kelebeğin kanatları ardına gizliyordu.446


Tanrılar <strong>Oku</strong>luO zaman bu mesajın yüceliğini özümseyebilecek durumda değildim, amaşimdi onun amansız ışığı altında, inancın, övgü dolu hitabet sanatı ile nekadar bağlı olduğunu ve her çeşit fanatizmin kökenine nasıl tehlikeli birbiçimde iliştiğini görebiliyordum."Kaynağı senin dışında olan her çeşit ilke ve inanç seni yalancılarordusuna kaydederek yalancılık öğretisinin bir takipçisi yapacaktır."Dreamer' in vizyonunda, inanmak; inançlarını icra eden kitlelerinhayatlarını kimlik ve aidiyet peşinde geçirmeye çalışırken adeta zamansinekliğine yapışmış insan yığınlarına üye olmaya teşvik edicidir. Ateistlerinde iddia ettikleri gibi, Tanrı'ya olan inançsızlık bile, onları, aşırıtutuculardan, hoşgörüsüz, dogmatik insanlardan, her tür mezhebe veideolojiye bağlı kişilerden oluşan büyük denizin dibine -mare magnum- eşitolarak çeken bir inanç şeklidir.Dreamer, kendilerini 'gerçeğin arayışında' ya da ruhani kişiler olaraktanımlayan insanlarla hiçbir zaman ne tanışmak ne de en ufak bir iletişimiçinde olmak istedi. Bir keresinde bana "gerçeği dışarıda aramayı bırakıp,esas yalanı kendi içlerinde bulabilseler daha iyi durumda olabilir, daha fazlafayda sağlayabilirlerdi."demişti. Herhangi bir karşıtlık yaratmadan, inancınyatay ve miskin tekdüzeliğine dikey yaklaşan bir boyutta 'inanmadaninanmak', yani Dreamer'ın, bireyi serbest kılan, hurafe ve kolayinanmışlıkların esaretinden kurtaran özgürlükçü vizyonu bulunuyordu.There is no fault, no sin, no karma or punishment.There is no life beyond and no universal judgment, no heaven and no hell.There is only this instant, sacred, infinite, and omnipotent.Use it well! For this is your only chance.Herhangi bir suç, giinah, kader ya da ceza yok.Yaşadığının ötesinde bir hayat, evrensel yargı, cennet ya da cehennem yok.Sadece bu an var, kutsal, sonsuz ve herşeye kadir olan.Onu iyi kullan! Çünkü o senin tek şansın.'İnanmadan inanmak', kişinin kendi niyetini belirleyip, sarsılmadan sonunakadar onun peşinden gitmesidir. Bu, yalanın ortadan kaldırılmasını talepeden, Oluş'un yüksek seviyeye ulaşmış bir durumudur ve sadece bütünlüksahibi, Art of Acting -rol yapma sanatını-bilen ve uygulayan bireylerinerişebileceği bir Oluş halidir.Şimdi kendime soruyorum, hiç böyle bir özgürlük durumunadokunabilmiş miydim?447


Stefano É. D'AnnaHiç kendimi tamamen özdeşleştirme ihtiyacı duymadan, bir köle gibiboyun eğip teslim olmadan, bir öğretiye, fikre ya da ilkeye inanabilme, ya dabir rolü icra edebilme yetisine sahip olabilmiş miydim? Gerçekte, ateistlerinsloganları kendilerine olan inançlarından çok kusursuz bir biçimde dünyanınanlattığı hipnotik masalın içindeki inancı ilan ediyordu. Ateist olan bendim,sıradanlıktan ve her türlü bağımlılıktan kurtularak Dreamer'ın yanındaolmak isteyen, ama onun yerine sınırlara inanmaya devam eden, yıllardırunutmuş olduğu 'düşe' sadık kalacağına söz veren o adam bendim. Budurum, yutmak zorunda olduğum acı bir yumru gibiydi.Farklı durum ve karşılaşmalarda, bu konu üzerine büyük bir ilgiyletoparladığım bol miktarda notlarımı derleyip bir kitapçık haline getirmeyidüşünmüştüm. Ancak sonunda, okuyucunun kabullenme kapasitesini aşacakaçıklamalarda bulunmak yerine onları kendime saklamaya karar verdim.Ayrıca, bu Kitabın içeriğine yönelik olarak belirtmek isterim ki, bazen bellibölümleri, gerçekleri ve koşulları; Dreamer'ın biraz fazla ileri gittiğini,büyük olasılıkla politik, akademik ve dini kurumların ya da aşırı tutuculuğunher kesiminden yükselecek antagonizmi uyandırabileceğini düşündüğümtürden açıklamalarını, anlatmak konusunda tereddüt ettim. Bu yüzden,aslında her koşul için devrimsel nitelikte olmalarına rağmen, günümüzinsanlığının anlayışına sızabilecek olanları seçmeye çalıştım."Bir gün, kimsenin daha önce kalemine değmemiş öliimsiiz sayfalaryazacaksın. Sözlerimin en kabul edilmez olanlcırı, coşkun bir nehir gibiönüne çıkan her engeli süpürüp ortadan kaldırarak kaleminden fışkırıyorolacak. Ta ki bu sözler, arayışta olanlara ve önceden bilenlere ulaşanadek..."11 Yapmanın sırrıBu derin düşünceler arasında, benimle konuşana kadar taksi şoförüne birkez olsun göz atmamıştım.'Sen İtalyansın değil mi?' diyerek, Cockney aksanı ve yüzünde az öncekendisiyle girmiş olduğu iddiayı kazanmış olmanın verdiği tatminkargülümsemeyle başladığı sözlerini vereceğim cevabı beklemeden sürdürdü:'Babam İtalyan'dı. Bana Fiorello adını veren odur.'448


Tanrılar <strong>Oku</strong>luTaksi şehrin trafiği içinde yavaşça ilerlerken, Fiorello çoktan ailehikayesini anlatmaya başlamıştı bile: okuma yazması olmayan büyükbabasıönce Avusralya'ya daha sonra da İngiltere'ye göç etmiş, kurduğu ayakkabıfabrikası sayesinde çok zengin olmuştu. Babası ise, beraber squash oynadığıüç arkadaşının, sahip olduğu herşeyi borsaya yatırmasına izin vermesindenbirkaç hafta sonra beş parasız kalmıştı. Fiorello, bu olanlardan dolayıbabasına içten içe beslediği kinden, çok genç yaşta geçimini sağlayabilmekiçin şarkı söylemeyi bırakmak zorunda kalışının yarattığı ve hiçbir zamansilinmeyecek o hayal kırıklığından bahsederek benimle sırrını paylaşıyordu.Babasından kalan tek miras olan taksi ruhsatını, bir zamanlar vazgeçmeyezorlandığı düşü, şimdi kendi oğlunun gerçekleştirebileceğine dair olanumudunu, hem okulda hem de evde olağanüstü zeki tavırlar sergileyen vegelecekte muhakkak çok büyük işler başaracak olan birbirinin tıpatıp aynısıikiz torunlarını anlatıyordu. Bu çocuklar, hiç kuşkusuz, fabrikatör atalarınınbir zamanlar kurmuş olduğu imparatorluğu yeniden hayata geçireceklerdi.Fiorello hikayesine devam ederken, sesi gittikçe endişelerimin arkaplanında alçalmaya başlamış ve kendimi çocuk halimle berber Saverio'nunpudra kokulu dükkanında, yaldız çerçeveli tozlu aynanın yanındabuluvermiştim.. Küçük bir çocukken, Saverio'yu işinin başında, anneminkesin talimatları doğrultusunda tıraş edilen ensemin sonsuz tekrarınıngörünümleri arasında izlerdim. Arkamdaki o hafif eğik aynanın içindesadece kendi görünümlerimden oluşan defalarca yinelenen ben, taksişoförünün hikayesindeki nesillerin tekrarı gibi, sanki zaman içindeki biryaradan ileriye fırlatılıyordum.Bu ardışık, babadan oğula aktarılan duyarsız yaşamlar ve parçalarabölünmüş ölümsüzlüğün çaresiz sefaleti midemi bulandırıyordu. Bu koşullaraltında var olmak istemiyordum. O anda, aralıksız tekrar eden, her zamanaynı olan görünümlerin ve olayların, korku ve endişe altında ezilen,programlar ve hesaplamalar arasında hırpalanan sıradan insanlarınyaşamlarının olumsuz duygulara nasıl yem olduğunu ürkütücü birinandırıcılıkta fark ediyordum.İnsanlar birbiri ardına, babadan oğula aktarılarak, yaşlanmaya, hastalanmayave ölmeye amansızca mahkum olmuşlardı.Hayatımın labirentini, kendi eserim olan o sinsi hapishaneyi, mantığaaykırı olarak, hem gardiyanı hem de tutuklusu olduğum ve doğası gereğiiçinden çıkış olmayan bu zindanları tanıyordum. Çözümleyip sonsuza dekgeride bıraktığımı sandığım zorluklar ve problemler hala oldukları yerdeduruyor, görünürde hiçbir çözüme ulaşmadan ve giderek daha acı verici birhalde yineleniyorlardı.449


Stefano É. D'AnnaNe zaman beni zorlayacak durumların acı veren duyumuna kapılsam yada, beni ezmeye hazır ve benden daha büyük mücadelelere ve problemleregöğüs germek zorunda kalsam, kendimde, kaçıp kurtulmak için duyduğum outanç verici güçlü isteğin sürekli tekrarlanışına şahit oluyordum. Dreamer'ınsöylemiş olduğu bir şey, bu derin korku halime aniden parlayan bir ışık gibiçarptı:Only those who are forced to face their own horrorand can bear to contémplate their impotence and incompleteness,can succeed.Sadece kendi korkuları ile yüzleşmeye zorlananlarla vekendi acizlik ve eksiklikleri üzerine düşünmeye katlanabilecek olanlarbaşarılı olabilir.Daha fazla devam edemedim, incelemeye ara vermek zorundaydım. Buiçsel araştırmayı sürdürdükçe, esas gözlemlediğim şeyin, damarlarımda akankanla bana bağlanmış, hiçbir zaman görmek ya da bilmek istemeyeceğimtürden bir denek hayvanı, garip, bir tür hayvansal yaşam formu olduğunugörebiliyordum. Henüz bilmediğim bir yönümün hayat verdiği Fiorello'nunhikayesinin tetiklemesiyle o sabah seçtiğim notlardan birini tekrar okumakiçin ani bir istek duydum:"Zihin kaderi oluşturur, kader de zihni. Hatıralarına inandığın ve içteniçe kendine hayatının gerçek olmayan hikayesini anlatmaya devam ettiğinmüddetçe, onu gözlerinin önünde yansıtmaya devam edecek ve bir geleceğinolduğuna ikna olacaksın, halbuki gördüklerin sadece tekrarlanmakta olangeçmişin! Zihin ve kader, geçmiş ve gelecek...bunlar aldatmacadır. Onlarısadece bu anın eş zamanlı görüntülenmesi, Şimdinin yansıması olarakkabul et, ve böylece serbest olacaksın.In the Now there is no defeat, only victory.Anın içinde yenilgi yoktur, bir tek zafer vardır.Tam bu noktada Fiorello o harika tenor sesiyle Puccini'nin Turandot adlıoperasının son perdesinden, güzel fakat zalim Turandot'ya aşık olan meçhulprens'in kendi zaferini ilan ettiği bölümden "Tramóntate, stelle! All'albavincero...vincerooooo..." bir arya seslendirmeye başladı. Arada sırada,arkaya göz atıyor, bir yandan şaşkınlığımın keyfini çıkarırken, bir yandan daonu takdir etmemi bekliyordu. Ancak, zafer şarkısının seslendirilmesi veDreamer'ın sözlerinin aynı anda ortaya çıkması arasındaki bu eşsiz rastlantı,yenilgiye boyun eğmiş düşüncelerim ile kurduğu zıt fakat ahenkli birliğinparlak ifadesi, beni aniden son derece çalkantılı bir duruma sokmuştu.450


Tanrılar <strong>Oku</strong>luFark ettim ki, bu güzel isimli, iri yarı adam, oturduğu koltuk ve direksiyonarasını, pelteleşmiş vücudunun hacmi ile sımsıkı kaplayarak, sanki taksininbütünleyici bir parçasıymış ve ondan hiçbir zaman aynlmayacakmışcasınadoldurmuştu. Dikiz aynasından daha dikkatlice baktığımda, onun da banabaktığını gördüm ve o anda damarlarımdaki kanın donduğunu hissettim. Ogözlerin, bu şişman surat ile hiçbir ortak yanı olamazdı. Sanki bir uzaylı, busevimli adamın vücudunu ele geçirmiş, şimdi de beni gözlemliyordu. Alnımterden sırılsıklam olmuştu, yutkunmaya çalıştım ama tükürüğüm yapışkanlı,lastiğimsi birşeye dönüşmüş, beni boğuyordu. O gözlerin içinde belli belirsizbir gözdağını, kurnazlık ve sakin bir yırtıcılığın dışavurumunugörebiliyordum. O kaçamadığım gözler...o içime işleyen gözler...Dreamer'ıngözleri. Sanki birden uyandırılmış, atalarımdan kalma uykum yarıdakesilmişti. Ani bir karar verdim:"Unut o adresi..!" dedim, arya söylemeyi ve rahatlamamın ardından beniizlemeyi bırakan Fiorello'ya. Kimseyle, hiç yoktan, boşanmamı tartışmaküzere avukatla buluşmayacaktım. Taksi, herhangi bir istikameti olmadanilerlerken, ben de düşüncelerimin girdabı içinde hararetle, o gün olanolayları, sanki mozaik taşlarını yerleştirir gibi toparlayıp, birarayagetiriyordum.Bunları, şafak vakti yayılan ilk ışığın eşliğinde, Dreamer'ın sözleriniokurken tenimin altında hissettiğim o uyarıcı ürpertiyle beraber anlamış vebu ana kadar, ard arda attığım her adım, her olay, karşılaşma ve düşünce, herince ayrıntı gözle görülemeyecek bir merdivenin, beni O'na çıkaranbasamakları haline gelmişti. Hiç bu kadar şiddetle O'nu görmeyiarzulamamıştım. O'na dünyanın her yerinde ulaşabilirdim, yeter ki neredebulacağımı bileyim. Bir anlık bir göz kamaşması, beklenmedik bir ışıkhuzmesi içinde, Dreamer'la buluştuğum yüzlerce mekanın iç içe geçtiği birkaleydoskopun renk cümbüşü yuvasından fırlayan bir görüntü, adeta içimdeinfilak etti. O güne damgasını vuran sözlerini işittiğim yeri artık biliyordum.Sesimdeki coşkuyu kontrol etmeksizin şoföre seslendim "Beni SpaniardsRoad'a götür". Ansızın parlayan o fikrin, O'nu, Londra'da en sonbuluştuğumuz yerde arama düşüncesinin peşinden koşuyordum. Taksi bu tekve narin ipucunu takip ederek beni hedefime taşırken, o akşam O'nu tamorada, Hampstead'deki Spaniards Inn'de bulacağıma dair garip kesinlik de,gittikçe içimde büyüyordu.Dreamer'dan düşlemenin herkesin doğuştan elde ettiği hakkı olduğunuöğrenmiştim. Ve şimdi, tenimde, eklemlerimde ve nefesimde hissettiğim okesinlik duygusu, uzak bir ihtimal olarak gördüğüm bir görüşmeyi en katirandevuya dönüştürüyor, beni O'na bağlayan zayıf bağ, çelikten bir - halata451


Stefano É. D'Annadönüşüyordu. Bu, Dreamer'ın bana aktarmaya çalıştığı 'eyleme geçmişbütünlük' demekti; yıllar boyunca beni verimsiz bir toprak gibi gören,Düşleme Sanatı'ının canlı tohumuydu. Eğer bu, tamamlanmışlık, canlı olmakanlamına geliyorsa, ben aylar ve yıllar boyunca bir ölüydüm yani, O'nuhiçbir zaman bulamayacağım bir haldeydim. Geçirdiğim günün, bir çeşitoksijen çadırı işlevi gördüğünün farkına varıyordum; muhtelif anlardaüzerimdeki baskıyı hafifleten aşamalar, ta ki sonunda O'na, bütünlüğe,hayata ulaşana dek, gündelik ölümlerin uçurumundan kademe kademeyukarı yükselmemi sağlamıştı. Bu muazzam buluşa tutunabilmek içinnefesimi tuttum. Kişinin kendini o seviyede tutması, ölümün tek biratomunun bile, varlığına nüfuz etmesine izin vermeden, uyanık ve canlıolması Yapmanın Sırrıydı, Secret of Doing.Taksi beni Spaniards Inn'in girişinde bıraktığında, Dreamer'ıngeleceğinden emindim, ya da, yüksek dalgalar hayatıma çarpmak üzeretehditlerini savurmuşken, güçlü niyetime ve büyük bir coşkunlukla O'nunyanımda olmasını talep edişime tam zamanında karşılık vermek üzereçoktan içeride bekliyordu.12 Geçmiş yalandırİçeriye girmeden önce kalp atışlarımı sakinleştirmek için bir süre kapıeşiğinde bekledim. Burası, bira lekeli duvarlarla kaplı, leş gibi bayat jambonkokusu ve birahane müşterilerinin gürültülü, işe yaramaz konuşmalarıylasarmalanmış, Dreamer'dan edindiğim unutulmaz öğretiler eşliğinde'karşılaşmalar oyununun' başladığı mekandı. Yemek servisinin yapıldığıalan beni, yarı karanlık sıcak bir ortamın içine aldı. Hatırladığımdan dahaküçük görünüyordu.Yemek salonunda sadece birkaç müşteri gördüm; bazıları masalardaoturmuş, çoğunluk ise barın kenarında ayakta durarak kendilerini sessizce,tuhaf biçimdeki büyük kupalardan içkilerini içmeye kaptırmışlardı. Çoktanorada olacağı umuduyla hızlıca etrafıma bakındım, odanın her bir köşesinegöz gezdirdim, sonra dosdoğru merdivenlerden yukarı çıktım. Konuşmalarınve ortamdaki genel gürültünün sesinin gittikçe yükseldiğini duyabiliyordum.Bir önceki buluşmamızı ve Dreamer'ın tercihini hatırlayarak bu sefer okattaki sarhoş insanların en gürültülü olduğu, en kalabalık odanınortasındaki bir masayı seçtim. Oradaki yetkiliye ya da garsonlardan birine,O geldiği zaman bana haber vermelerini rica etmem gerektiği aklıma452


Tanrılar <strong>Oku</strong>lugeldiğinde Dreanıer'ı ne şekilde tasvir edeceğime dair hiçbir fikrimolmadığını fark ettim. Ne görünümünü ne de yaşını tahmin edebilijdim. Budüşünceyi bir an önce kafamdan attım.Lupelius, kendisini köle, serseri, politikacı, banker ya da zengin birtüccar gibi çeşitli kılıklara sokarak, bu rolleri stratejik olarak kullanmayıamaçlardı. İster bir kralın tacı, isterse bir rahip elbisesi olsun, Lupeliusbunları öğrencileri ile birlikte üzerine geçirir, onlara nasıl belli biıt kimliğebürüneceklerini öğretirdi. Bu şekilde, o şahsiyeti keşfedip, gizli ki lmiş herköşesini, her sırrını öğrenir fakat hiçbir zaman 'oyun'u unutmaz, rolünmahkumiyetine teslim olmazlardı.Pencereden, sokağı ve Hampstead Heath'in yeşilini görebileceğim biryere oturdum. Ne kadar bekleyeceğime dair hiçbir fikrim yoktu. Bir an içingünün yoğun duygusallığını sakinleştirmek için gözlerimi kapattım vekendimi <strong>Oku</strong>l'un Büyük Salonunda buldum. Dreamer, savaşçı rahiplerineşliğinde salona giriyordu. Keşiş elbisesi ve şövalye gömleği arasındabirşeye benzeyen bir kaftan giymiş, uzun saçları geniş bir şapkanın içinesaklanmıştı. Lupelius'un suretinin ortaya çıkarak O'nun içinde çözüldüğünügördüm. Tanrılar <strong>Oku</strong>lu, bin yıllık bir uzaklığın ötesinden, zamandanbağımsız arayışının kanıtı olan, ölümsüz ilkelerinin asasını uzatmıştı.,.Sanki sadece birkaç dakika geçmiş gibiydi ancak pencereden dışarıyabaktığımda havanın kararmış olduğunu gördüm. İnce uzun, kızıl saçlı birgarson, ayaklarını engebeli döşeme tahtası üzerinde ağır ağır sürüyerekodanın öbür ucundan yaklaştı: bir beyefendi gelmişti ve aşağıda benibekliyordu.O'nu odanın en uzak köşesinde otururken gördüm; kısa ceketi hafif veyumuşak bir malzemeden yapılmış kusursuz kesimiyle hala üzerindeydi.Tereddütlü duygular içinde, kısa adımlarla O'na doğru yürüdüm. Seçmişolduğu masa, bara en uzak mesafedeydi, üzerinde bir zafer hatırası olan,18.yy Kenwood ayaklanmasından kalma harquebuses silahlarınınçaprazlamasına yerleştirildiği bir vitrin bulunuyordu. Onu görmeyi o kadarçok istememe rağmen şimdi, eskiden de birçok kez yaşadığım gibi, O'nugörüyor olmanın sevinci ile ihmalkarlığımı ve tüm sınırlarımı olduğu gibiifşa eden o acımasız ayna ile yüzleşecek olmanın korkusu arasındabölünmüştüm. Görüşmemiz, herhangi bir kelime veya giriş cümlesine gerekkalmadan başladı; sessizlik devam ettikçe, bütün mesafenin azaldığını,zamanın ortadan kaybolana dek uzaklaştığını hissediyordum.Şimdi, O'nun yanında otururken, Güney Amerika'da, Casa delPensamiento'daki buluşmamız, tek bir göz kırpması kadar kısa bir süre öncegerçekleşmiş gibi geliyordu.453


Stefano É. D'AnnaO'na anlatacak çok şeyim vardı ancak Dreamer daha ağzımı bile açamadansessiz olmam için bana işaret verdi."Kuveyt'te olanlar, görevinden vazgeçip, bir krallığı, sıradan bir işinaldatıcı güvenliği ile takas edişin, şimdi kendini tekrarlıyor. Bugiin, bir kezdaha, kendi kurtuluşun için sana emanet edilen herşeyi bırakmayahazırsın". Ses tonu sertti ama aksi değildi, kelimelerinin taş bloklar kadarağırlığını hissediyordum."Hayatındaki durumlar ve olaylar kendilerini tekrar üretiyorlar, sapkınbir mükemmellikle, en küçük detayına kadar aynı, hayali bir yinelenişinmotiflerini, gerçfkte varolmayan fakat senin inandığın ve kendini ondanbağımsız kılamadığın döngiisel bir kaderi takip ediyorlar."O'na, varlığım içindeki sıkıntıların kaynağı olan yüzlerce problemdenbahsetme gereği duymadım. Dreamer biliyordu. Hayatım hala aynıydı çünküiçimde gerçek anlamda değişen hiçbirşey olmamıştı. Buraya, O'ndan bunlarıduyacağım düşüncesiyle geldiğimi sanıyordum fakat onun yerineDreamer'ın sözleri beni serbest kılıyor, herşeyin yinelenmesi Karmahurafesine çok benzeyen düşüncesinin ağırlığıyla beraber Oluşumu çoktankarartmış, pişmanlık ve kendine acıma duygularını silip süpürüyordu."Geçmiş sadece görünürde kendini tekrarlar. Gerçekte, ne burada, ne birinsanın hayatında, ne de medeniyetler tarihinde bir 'geçmiş' vardır. Geçmişyalandır. Ne bir karma, ne önceki yaşam, ne de suç, günah ya dacezalandırılma var. Öteki dünya, evrensel hüküm, cennet ya da cehennemyok.. Sadece bu an var - kutsal, sonsuz ve herşeye kadir olan.. Onu iyi kulan.Onun dışında başka hiçbir şansın olmayacak. Bu anın dışında aciz, zamanabağımlı, sınırlı, kırılgan ve ölümlüyüz.""Geçmiş bir yalandır. Ve hafızaya ait olan her şey de bir kurgu.Geçmişte yaşadığına inandığın ne varsa gerçekte hiç yaşanmadı. Geçmiştemeydana geldiğine inandığın herşey şimdi, tam bu anda oluşmakta. Sonraya da önce olan bir an yok. Her şey 'Şimdi' gerçekleşiyor çiinkii Şimdi 'nindışında hiç bir şey yok. Şimdi; her bir elektrondan Tanrı 'ya kadar, zamanıolmayan başlangıç ve her döngünün sonu gelmeyen sonudur."13 Bulunduğun yer, içinde olduğun durumdurSpaniards Inn'deki görüşmemiz boyunca, boş bulduğum her yere,mönünün arkasına, peçetelere, zamansız sözler karaladım. Onları hala, çokdeğerli kutsal emanetler gibi büyük bir sevgi ve özenle saklarım.454


Tanrılar <strong>Oku</strong>luAra verdiğimiz ve ortamın artık daha rahatlamış olduğu bir andaDreamer'a, bu tuhaf ve alışılmışın dışında mekanı seçmiş olmasından dolayıne kadar şaşırdığımı söyleyebileceğimi düşündüm. Dreamer stratejikyaşıyordu. Yaptığı her seçim, en önemsiz görünenleri bile, amacına hizmetetmekteydi. Sessiz bir kahkaha cevabından önce geldi. Benimle alayedercesine, esas nedenin biranın kalitesi olduğunu söylüyordu; burası en iyisiyah biraya sahip olmanın haklı övüncüyle, son dört yüzyıldan beri halakendi işletmesi dahilindeki zanaatkarların elinden, bira üretimini sürdüren azsayıdaki Londra kuruluşlarından bir tanesiydi. Devam etmeden önce birkaçsaniyeliğine bira bardağını dudaklarına götürdü. Ancak yiyecekte de yaptığıgibi bir yudum bile sayılmayacak miktarda, hafifçe tadına baktı. Sonra bana,Spaniards Inn'in bir zamanlar hırsızların, eşkiyaların ve soyguncularınbuluşup şu anda oturduğumuz bu masalarda yemek yedikleri ünlü birsığınak yeri olduğundan bahsetti. Bu insanlardan bazıları, hukukisayılamayacak yöntemlerle yargılanmış, hüküm giymiş ve mekanın dışında,birkaç adım ileride bulunan bir ağaçta asılmışlardı.Sorduğum soruyla anlatmış olduğu bu hikaye arasındaki ilişkiyi'hırsızlar' kelimesini açıkça vurgulayana kadar tam olarak çözememiştim.Dreamer, bilerek sözlerine ara verdi, sessizlikte bana bakıyordu.Gülümsemesi kaybolmuştu ve bakışlarının sertliğinden zor anlargeçireceğimi anlıyordum. Gözlerinin deliciliği altında, kısa ve sık nefesalmaya başladığımı hissettim. Tekrar konuşmaya başladığında şöyle devametti;"Sen kendi kendinin hırsızısın. İçten içe soyuyorsun kendini. İş ya da özelhayatında sahip olduğun eşlerin ve ortakların, her zaman içinde bulunduğunkoşulların, Oluş durumlarının mükemmel bir yansıması olacaklar. İnsansadece ne ise ona sahip olabilir ve sadece hak ettiği ölçüde seçer ya daseçilir."Hayatımın gidişatına yapılan bu gönderme daha açık ve daha net ifadeedilemezdi. Dreamer daha sert darbelerle tekrar saldırıya geçtiğinde,duyduklarımın acısı artık dayanılmaz bir haldeydi."Dünyadaki en berbat eş bile senin kendi kendini aldatmandan ya dakendinden çalmandan daha kusursuz biçimde seni aldatamaz ya da sendenbirşey çalamaz."Bu çekiç darbelerinin her biri tam yuvasına isabet etse de, Dreamer'ınağzından çıkan her kelimeyi olduğu gibi yazıyordum. Ara verdiğinde,notlarımı tamamlamak ve bu çetin dersi iyice sindirmek için zamanım oldu.Sonra, o anın özündeki üstün kavrayışı ayrıştırdı:455


Stefano E. D'Anna"Bulunduğun yer içinde olduğun durumdur. İnsan, Oluş durumunakarşılık gelen fiziksel bir alanı kaplar. Bulunduğu yer, çevresi, karşılaştığıinsanlar - tüm bunlar, onun Oluş durumları, duygularının ve düşüncelerininkalitesi ile fevkalade bir uygunluk içinde olduklarının göstergesidir."0 ana kadar etrafımızı saran, görüşmemizi ortamdan ayrı bir baloncuğuniçine mühürleyen sessizlik, yarıldığında, birahane yaşamı, sıkışmış birprojektörden yansıyan eski bir filmin görüntüleri gibi umarsız bir gürültüiçinde, aceleyle üzerimizden geçti. Etrafımızdaki insanlara ve eşyalarabaktım, sanki kendi kişisel evrenimde daha henüz belirmişler ve Dreamer,oiıları o anda benim için yaratmış gibi inceleyerek süzüyordum. Oda,Toulouse-Lautrec'in kendi gibi biçimsiz evrenine benzeyen insanlığınolanaksız karışımı ile doluydu. Ürkütücü derecede zayıf ya da abartılıbiçimde şişman yaratıklar, karganınkine benzer sesler çıkartarak gevezelikediyorlar, ya da umutsuzca boşluğa bakıyor, sessizlik ve hiçlik içindekayboluyorlardı. Lime lime olmuş gömlekler, askılık görevi görebilecekcılız omuzlardan gevşekçe sarkarken, bazıları da aşırı şişman vücutlarınüzerinde patlama noktasına varıncaya dek gerilmişlerdi. Yara gibi açılmışparlak kırmızı dudaklar gülümseme taklidi yapıyorlardı. Tüm bunlar,nefesten yoksun genç yaşamlar, kadın ve erkeklerin çoktan bozulmuş sahtegörünümleriydi. Onlar, geçmiş ve gelecek denilen iki keder arasında mekikdokuyarak, kendi cehennemlerinden bir anlık bir ertelenme bekledikleri içinburadaydılar.Tıknaz bir adam, sanki uyuşturucu bir maddenin etkisi altındaymış gibigözleri yarı kapalı, sersemlemiş bir ifadeyle ağır bira bardağını ağzınagötürüp, köpüklü içkisini mideye indirdi. Şişkin karnı bar tezgahı ilearasında belli bir mesafe oluşturmuştu. Hayatlarının akışkanlığı içinde,dalgalanmalarını ve boşa harcanıp dağılmalarını bir cam parçası ardındanizleyerek kendimden ayrı tuttuğum bu karakterlerin, uzaktan kısa süreliğinegözüme ilişmiş, her an unutup geride bırakabileceğime inandığım buvarlıkların, aslında sadece bana ait olduklarım şu an fark ediyordum. Cansızdokuların, vücudumdan başlayarak etrafımdaki her varlığa, bu sahneiçindeki her bir ayrıntıya ve birbirlerine bağlanışlarım, sanki tek birorganizmaymışız gibi bizi besleyen, ayrışmaz ve korkunç bir ortak yaşamakenetleyen bu karmaşık, yoğun atardamar düzenini oluşturmalarını izledim.Dreamer'ın yanımda olmadığı hissine kapıldım. Tek bir kasımı bilehareket ettiremiyor olmama rağmen, O'nun artık görüş alanım içindeolmadığını söyleyebilirdim. Ensemin üzerinde hissettiğim basınç, beşduyumu birbirine karıştırmıştı; artık o dünyayı algılamıyorlardı ama onuoluşturuyorlardı...sanki insanlar, eşyalar ve evrenin tüm atomları bir araya456


Tanrılar <strong>Oku</strong>lugeliyor ve benim her bir bakışımın içinde çözülüyorlardı. Burada,Dreamer'ın yokluğu, nefes, ses ve ifade olmuştu."Burada, içinde taşıdığın o kalabalığı, orduyu görüyorsun. Onlar senin'Oluş' halinin bir görünümü, içinde bulunduğun durumlarının fıziksel birertemsilidir."Bu meçhul kalabalıkta, zamanın ötesindeki yüz buruşturan o acınıniçinde, tüm sosyal ayrımcılıkların, bin yıldır süren savaşların ve katliamlarınmazereti sayılan insanlar arasındaki tüm bölünmelerin, ırksal ve dinifarklılıklarla beraber, bir çok rollerin eriyen maskeler gibi gözümün önündeçözüldüğünü gördüm. Geriye, açık ve samimi bir şekilde, tek amaçlanbenim kendi bilinçsizliğimi tasvir etmek olan erkekler ve kadınlar kalıyordu.Bu alacalı, gürültülü sirk, bu dehşet veren gösteri, tüm bu zaman boyuncakendimde görmek ya da dokunmak istemediğim birşeyi gözlemleyebilmemisağlamak amacıyla düzenlenmişti. 'Bulunduğun yer, içinde olduğundurumdur' diyerek yineledim, benden ayrılmış, dışsal ve yabancı bir dünyayanılsamasını yerle bir eden bu sloganın derin kavrayışının içine işliyordum.Kaybolmuştum.Yeni bir zihin açıklığı doğrultusunda birahanenin teatral sahnelenişini buumutsuzluk deposunu, okullardaki ve üniversitelerdeki sınıflardagözlemleyebildiğim ortamlarla bağdaştırabiliyordum. Kendi çöküşlerini içkiiçinde boğmak üzere buraya gelen bitap düşmüş bu insanlar, bilgiçliktaslayan vehamet ustaları, modası geçmiş otomatik ezberciler, almışoldukları kadim eğitimi devam ettirme konusunda devre dışı kalmış olandiğer kategoridekilerle, eksiksiz bir benzerlik içindeydiler. Genç insanlaraöğrettiklerini zannettikleri, gerçekte kendi bilmedikleri, açıkladıklarını iddiaettikleri, esas kendilerinin anlamadığı ve hiçbir surette hayatlarınauygulayamadıkları şeylerdi. Tüm bunlar, saç çıkarmayı garanti eden saçlosyonu satıcısı kel işportacı ile servet yaratma sanatının yol göstericileri,kıtlık mümini ekonomistlerin biçimsizce yamanmış Oluşları içinde boygösterdiği bir saçmalıklar tiyatrosundan başka birşey değildi.Dreamer, "Sana emanet etliğim <strong>Oku</strong>l, bu başıboşluk ve sıkıntıyuvasından farklı bir yere dönüşmüyor." dedi. "Değiş, yoksa gittiğin heryerde insanlar onu taklit edecekler, çünkü o senin dışında değil.""Bu manevi çürümüşlükten kurtul, böylece, üzerine üflediğinde, dünyanınküller gibi uçuşup yok olduğunu göreceksin. Gördüğün ve dokunduğundünya senin düşünün bir ürünü. Duygu ve düşüncelerin, inanç ve eylemlerin,tarih ve kader, seni saran olaylar ve insanlar, hepsi senin içsel oluşuntarafından yaratılır ve şekillendirilirler.457


Stefano E. D'AnnaKendini olumsuz ruh hallerine kaptırırsan, kendi düşlediğin veyansıttığın bu dünya tarafından yenilgiye uğratılırsın. ""Gereksiz herşeyi temizle. Bu düşüşe şimdi engel olabilirsin, tam buanda... bunu sadece şimdi yapabilirsin.' Dreamer kışkırtıyordu; Şimdi, varolan tek zaman, içinde eylemde bulunacağın tek dünyadır. Bir saniye önce,eğer başka herhangi bir 'Şimdi' olsaydı bundan tamamen farklı bir dünyaolurdu ve bir saniye sonra tamamen unutulurdu.Dreamer'a olan sözümü yeniledim. Yeni üniversite hiçbir zaman derinuçurumlara yuvarlanmayacak, şahit olduğumuz o canlı, yaşayan bir damlatarafından nefessiz bırakılmayacaktı. O, bir Oluş <strong>Oku</strong>lu; çatışma, korku vekederden arınmış bir insanlık için yeni hücreler üretebilme gücüne sahip,Dreamer'ın düşlediği, medeniyetimizin ihtiyacı olan eylem filozoflarını,uygulamacı düşleyenleri ve vizyon sahibi liderleri vücuda getirecekevrensel bir organ olacaktı."Varolan tüm sağ ve sol yönelimli ideolojiler çağdışı ve işeyaramıyorlar. Kitlelerden değil fakat bireyden kaynaklanan iktidar ve güç,hiç durmadan yaşamın temel ilkelerini yeniden yazıyor. Sen de, bir bireyolarak, bütünlüğün vasıtasıyla yeni bir insanlık yaratmak, kendi içinde yenibir ekonominin yeniden tasarımını yapmak, yepyeni bir çağı yansıtmak veyeni bir yazgıyı hatırlamak üzere görevlendirildin."14 Önce Kral ol, Krallık arkasından gelecektir<strong>Oku</strong>l konusunu ortaya atan Dreamer oldu. <strong>Oku</strong>lun yönetimi, gelişimi veihtiyaçlarını farklı açılardan derinlemesine konuşma imkanı yakalamıştım.Anlatırken, olabildiğince somut olaylara bağlı kalmaya, tarafsız, objektifaçıklamalarda bulunmaya çalıştıysam da ister istemez kullandığım kelimelerve ses tonum giderek bir yakınmaya dönüşüyordu. O'na özellikle projeninfınansal durumu ve acil olarak yeni sermaye bulma ihtiyacımızdan sözederken, bankalarla olan ilişkilerimizdeki, zorluklara değindim.Bu noktada Dreamer müdahale ederek, ileri sürdüğüm bu cahier dedoleances'ı, problemler ve engeller hakkındaki nefsime düşkünyakınmalarımı yarıda kesti."<strong>Oku</strong>l çoktan kuruldu. 'Düş'ün' dikte ettirdiği tasarıma itaat etmenindışında yapabileceğin ya da ekleyebileceğin birşey yok!" Öyle yüksek veöfkeli bir sesle bağırmıştı ki diğer tüm müşterilerin dönüp bizebakacağından korktum. Ne var ki, kimse bu haykırışı duymuşabenzemiyordu.458


Tanrılar <strong>Oku</strong>lu"Üniversite 'düşiin' saclece bir parçası. Onun hayata geçirilmesi, seninve iştirak eden diğer herkes için, asıl hedef değil ancak değişmeniz için biraraç ve rehber, sizi daha yüksek bir varoluş vizyonuna çıkartacak biryoldur."Sonra, usanmış bir ifadeyle bana bakarak, sıkıcı bir deneyi gözlemleyenbilim adamı edasıyla sözlerine devam etti;"Seni <strong>Oku</strong>l'un dümenine, düş hızında hareket eden bir uzay gemisininkomutasına yerleştirdim ve sen onu zorba rollerin uygulandığı, alışılmışkorku ve endişeleri tekrardan yarattığın bir hapishaneye çevirdin."Söylediklerinden hiçbir şey anlamadığımı ve bahsettiğim problemlerimeyönelik, hala inatla O'ndan somut çözümler beklediğimi fark ettiğindeşunları söyledi:"Oluş halimiz başımıza gelen her şeyin gerçek Yaratıcısıdır. Sorumlulukseviyeni yükselt, verdiğin sözü yenile, göreceksin ki, ekonomi ve iş dünyasıOluş 'un kanunlarına boyun eğecek. Esas çözüm bu! Kabahati kendi dışındaarayarak dünyayı, koşulları, diğer insanları suçlama. Şimdi, kaybolantemeli geri kazanmak, kaybettiğin bütünlüğünün parçalarını tekrar birarayagetirmek zorundasın. Çözüm budur. Bütünlük, bir Oluş hali; kararlılığın,eksiksizliğin, canlılığın duyumu; korkunun yokluğu durumudur. Onuteninde, bedeninde, kalbinde, nefesinde hissedersin. Bütünlük rehberliğindeyönetilen hükümetler ve milletler, kuruluşlar ve işletmeler refah içinde,mutlu ve uzıın yaşamlar sürerler.""Önce Kral ol, Krallık sonrasında gelecektir," diyerek hem benim, hemde öğrencilerimin hayatının simgesi haline gelecek kelimeleri dilegetiriyordu.Royalty of the Being always precedes the birth of a reign.'To be' comes before 'to have,' never vice versa. Don't ever wish for thekingdom to appear before kingliness - it would crush you into dust.Oluş halindeki Krallık her zaman bir hükümdarlığın doğuşundan önce gelir.'Olmak', 'sahip olmaktan' öncedir, tersi mümkün değildir.Hiçbir zaman bir kral niteliklerine sahip olmadan ballığın oluşmasınıarzulama - bu seni parçalayıp toz haline getirir.Kelimeler, meyhanenin belirsiz loş ortamında, kocaman bir çanın sesigibi açık seçik duyuluyordu ve bana öyle geliyordu ki, her biri, pek yakındagerçekleşmesi muhtemel bir tehlikeye karşı yükselttikleri kalkanlarla benikoruyorlardı.459


Stefano E. D'Anna"Ne zaman, üstesinden gelemeyeceğini, karşı koyamayacağınıdüşündüğün bir durumla karşılaşırsan...Beni hatırla!...sözlerimi, 'Düş'iin'ilkelerini hatırla. Tüm sınırlamaları kendi içsel durumların üzerindesaptayabilirsin. Bunun farkına vardığında, onlar da ortadankaybolacaklardır. Parasızlıktan dolayı endişelenme. Para eksik çünkü sen okonuda endişeleniyorsun. Kendini gözlemle ve an'da durumunu koru.Herşey zaten yapıldı. Tek bir engel var: o da sensin."15 Banka"Adanmışlığın, içten verdiğin söz, ihtiyacın olan tüm kaynakları sanasağlayacaktır," sorduğum soruların en ısrarlı olanına Dreamer'ın verdiğicevap bu olmuştu. "Adanmışlık yatırımdır ...Adanmışlık şanstır... her şeyiniortaya koy... tek bir atomun bile sorumluluklarının yörüngesi dışındakalmasına izin verme...sahip olduğun ve daha heniiz sahip olmadığın herşeyüzerine bahse gir, kendi üzerine, fikirlerin üzerine...böylece tüm dünya dasenin üzerine bahse girecek."Casa del Pensamiento'da söylediklerini hatırladım: en ihtiraslı projelerigölgeleyen başlıca engel finansal desteğin eksikliği değil, aydınlık fikirleribarındıracak, büyük bir düş'ün sorumluluklarını göğüsleyebilecekkapasiteye sahip, imkansız olana inanıp tüm enerjisini onu gerçekleştirmeyeadayacak ve tüm bu süre boyunca, bedeli önceden ödemesi gerektiğinin -kibu oldukça büyük ve erken ödenecek bir bedel demektir- bilincinde olacakinsanların eksikliğidir."Finansal bir problemle karşılaştığında cesaretsizliğe kapılma...sakin vedingin ol...derin nefes al...tüm dikkatini kendi oluşuna odakla, tümtalihsizliklerinin gerçek sebebi olan içindeki ölümlerin farkına var... vekazan! Yardımın ve olağanüstü imkanların, her talep ettiğinde bol miktardave tam zamanında geldiğini göreceksin."Birbirimize veda etmeden önce kısa bir ara vermek üzere O'nu bahçeyedoğru takip ederken, Ağustos sonu akşamlarının o serin havası etrafımızısarmıştı. Gece geç saatti. Ayışığı, meyveleri çoktan toplanmış kiraz ağacınındalları üzerinde ve Dreamer'ın koyu renk ceketinin altından görünen uçukrenkli gömleği üzerinde parlıyordu.Bu an, adeta askıya alınmış, durdurulmuş bu zaman, O'nun varlığısayesinde hissettiğim, bu özgürlük hali ve benim için çok nadir olan tüm buduygular hiç bitmesin istedim. Sesi, içeriden gelen yoğun gürültününüzerinden rahatça süzüldü.460


Tanrılar <strong>Oku</strong>luYumuşak ceketinin önünü kapatırken, "Hadi gidelim, bu bahçe kusmukkokuyor" dedi. Yaptığı yorum, saç diplerime kadar kızarmama sebep oldu.Bu haşin sözler, içinde bulunduğumuz bahçeden çok, varlığım üzerindekiacı hüküm ile ilgiliydi.Görüşmemizin bitiminden önce yanında birkaç metre yürürken, akşamkikonuşmasını, doğrudan anlattıklarının özüne inerek tamamladı."Para gerçek değildir. İnsanın, adanmışlığı ve sorumluluk bilincivasıtasıyla kendi Oluşunda galip geldiklerinin, kendisine karşı kazandığızaferlerin, zaman içinde görünür olmasını sağlar. Aynı şekilde, düşteki enufak bir çatlak, finansal bir imparatorluğun, temelinden sarsılmasına nedenolur."Sonra ekledi: "Bankaya git ve neye ihtiyacın varsa iste." "Masanındiğer tarafında Beni bulacaksın!." Bunlar, bana söylediği son sözlerdi.M Bank'ın merdivenlerini tırmanırken bu kelimelerin, ekranlardakielektronik harfler gibi, aklımda hızla kaydıklarını görebiliyordum. Birnoktadan sonra fark ettim ki, aslında onları bir mantra gibi, başıma üşüşüp'düş'ün içine işlemeye ve bu mucizevi şeyin güçlü fakat hassas motorunuezmeye her daim hazır olan endişe sürüsünü savuşturmak için ezberdenokuyordum. Dreamer banka'dan istemem gereken miktarı önermişti;muazzam ve aşırı oransız bir rakamdı. Başlangıçta verdikleri krediyi bilezorla devam ettiren bu bankanın, <strong>Oku</strong>l'un büyütülmesi adına gerekli olanyeni yatırımları yapabilmemiz için birdenbire on katı fazlasını vermeye iknaolabileceklerini aklım almıyordu. Mantığım, bir kez daha hiç aksatmadangün be gün projenin gelişimine eşlik ederek tüm bu yıllar boyunca hayatımıdönüştüren mucizelere karşı yine mücadele veriyordu.O'nun yanındayken, sadece bir cücenin arkasında bıraktığı, havadauçuşan toz ile koca devlerin yere indirildiğini, dağların yer ya da şekildeğiştirerek bir çocuğun tırmanabileceği tepeciklere dönüştüğünügörmüştüm. Ne çok içinden çıkılması zorluğu, umutsuzca kaybedilmişdurumu, Dreamer'ın, bir dümencinin hünerli parmaklarıyla çözdüğüdüğümler gibi çözdüğüne tanık olmuştum. Ve ne çok imkansız düelloyu Oyanımdayken kazanmıştım.Ve tüm bunlara rağmen hala kuşkuluydum!Dışarıda karşılaştığın engeller senin içindeki sınırlardır.Tam ol, bir bütün!Sahip olduğun herşeyi 'düş' üzerine yatır,tüm bahisleri 'düş' üzerine oyna.O zaman banka 'nın proje 'ye taahutündesınırların olmadığını göreceksin.461


Stefano E. D'AnnaM Bank ile olan zorlu görüşme gitgide yaklaşırken, bu sözlerden aldığımilhamın etkisiyle, içimde güçlü bir kabullenişin geliştiğini hissediyordum.Dreamer bunu 'evet tavrı' olarak adlandırmıştı.Düş 'ün ilkelerini unuttuğun zaman, sadece Benim vizyonumdan vazgeçebilir ve kaybolursun. Bütünlük haline getir kendini!Dreamer'ın bana olan inancına ihanet ederek, fiilen başarısızolabileceğim düşüncesi dayanılmazdı. Tüm cesaretimi topladım ve O'nun şusözlerini hatırlayarak niyetimi kuvvetlendirdim:Görüşmek üzere olduğun bankacı benim.Seni Ben gönderiyorum, Ben karşılayacağım, ben dinleyeceğim seni.Eğer Ben beğenirsem seni, banka da beğenecek.Eğer benim varlığımı ve sözlerimi hatırlarsan, sana 'evet' diyecekler.Gündelik varoluşun ince kabuğu bölünerek açıldı ve birdenbire kaynağı;yaşamlarımızın gölgelerini, insanların gerçeklik olarak adlandırdığı durumve olayları yansıtan sihirli feneri gizlice gözetlemeye başladım.Eşikte hazır bekliyordum, ancak bankanın değil, sadece dünyanınbetimlenmesinden ve onun aldatmacalarından kurtarılmış bir insanlıktarafından geçilebilen, bir devenin bile cehalet, batıl inanç, keder ve korkudolu olan bir adama kıyasla içinden çok daha kolay geçebileceği, İncil'dekiiğne deliğinin, görünmezliğe açılan o dar geçidin eşiğinde bekliyordum...16 Para gerçek değildirBu sefer Dreamer, benden ne beklediğini dile getirirken fazlasıyla hızlıve sert davranmıştı."<strong>Oku</strong>lu İtalya'ya götürmenin zamanı" dedi keskin bir ses tonuyla."Orada, olmasını ümit edebileceğin en acımasız ve sinsi Antagonist ilekarşılaşacaksın. Onun bu, yeri doldurulmaz yardımı sayesinde, sınırlarınlayüzleşmek ve kendini fethetmek için en büyük şansı elde etmiş olacaksın."Dreamer, en başından beri bana <strong>Oku</strong>l'un; sınırları olmayan, iş dünyasınınbüyük başkentlerinde bölümleri bulunan, akademik bir evren olmasıgerektiğini söylemişti. Ama, Londra'nın kalbindeki bu iki Georgian tarzımalikaneye ek olarak, <strong>Oku</strong>l'un bir sonraki merkezinin kuş uçmaz kervangeçmez bir yerdeki şato olabileceği aklımın ucundan bile geçmezdi.462


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDreamer'ın önerdiği mülk muhteşemdi, ancak oldukça ıssız bir yerdeydi.Villa del Ferlaro, aristokratlara ait bir sayfiye konutundan çok bir kraliyetsarayıydı. I.Napoleon bu mülkü, imparatorluğun kadın varisi olan karısıAvusturyalı Marie-Louise'e vermişti. Finansal çöküşle paramparça olmuşbir sınai servetten geriye kalan tek parça olan bu mülk, yıllar boyunca,kimsenin katılmadığı hukuki müzayedelere maruz kalmıştı. Güzelliği vesürekli indirilen satış fiyatına rağmen kimse ona sahip olma cesaretinigösterememişti ki, bunun sebebi kısmen, Villa'nın birbiri ardına gelensahiplerinin talihsiz kaderinden sakınan yerel batıl inanışlar, fakat daha çokşehri yöneten güçlü elit tabakaya ters düşmekten kaçınmak olmuştu.İtalya'daki müzayedeye katılmak üzere hazırlanırken, Villa'nınolabilecek her türlü görüntüsünü biraraya getirerek üzerinde çalıştım.Böylece, enfes duvar resimleri ile iç mekanın tüm detayları, büyük terasları,Barvitius'un iki yüzyıl önce tasarladığı İngiliz bahçesi ve etrafını saranmuazzam park hakkında oldukça bilgi sahibi oldum.Villa, bir yandan beni büyülüyor, diğer yandan düşüncelerim, onun ağıryükü altında eziliyordu. Yeni üniversitenin akademik açılımı, İngiliz katıdisiplini ve enternasyonalliğinin ötesinde, İtalyan kültürü ve güzellikanlayışını içine dahil ediyorsa, kimse bundan daha uygun, aynı zamanda dasahip olması o denli zor bir yer hayal edemezdi. O güzelliğin tasavvuru,harika odalar, tablolar, alçı kaplama dış cephe dekorasyonları...tüm bunlar,birçok kadın ve erkeğin yaşamlarının, tüm o kısa ömürlü hikayelerin,kırılgan hayatların, iki yüzyıl boyunca Villa del Ferlaro ile sarmaş dolaşolmuş bu umutsuz kazazedelerin varisi olabileceğim düşüncesiyle içinesürüklendiğim korku ve endişelerin sis perdesi ardında gölgeleniyordu.Napoleon'un düşüşünden soma Marie-Louise'in burada yaşadığını veColonel Neipperg ile gerçekleştirdiği ikinci evliliğinden olan çocuklarını buvillada yetiştirdiğini öğrendiğimde, müzayedeyi kazanmanın sadece bu binave etrafındaki araziye sahip olmak değil, fakat aynı zamanda, gereklisorumluluk düzeyinde olmayan, dikkatsiz birinin mülkiyetinde, onu ezipyok edebilecek bir asalet ve kendine özgü bir tarzın tarihi içinde rol almakanlamına da geleceğini çok daha derinden kavrıyordum.Villa del Ferlaro, kraliyet konutu kimliğinin ötesinde, şehrin bütüntarihini özetleyen bir sembol gibiydi. Londra'dan gelip burayı ele geçirmek,Dreamer'ın bana verebileceği en çetin görevlerden biri olmuştu; öyle kidaha ilk andan beri kendimi bu işi başarmanın olanaksızlığına kaptırmıştım.463


Stefano E. D'AnnaBunun sebebi, altından kalkması başlı başına büyük gayret gerektirecekfınansal yükümlülüklerin yanı sıra bölgede hala etkili olan, halkını sevmişve karşılığında onlar tarafından sevilmiş bu kraliyet prensesinden yadigarher bir kalıntıya duyulan muazzam hürmeti de dikkate almamdı. Dönemininen büyük bilimsel ve sanatsal açılımlarını bölgeye çekerek, buradakiekonomik ve kültürel aktivitelerin temelini atan Marie-Louise olmuştu.Dreamer, "Olanaksız olan, olanaklı olanın alçaktan görünüşüdür,"diyerek beni yüreklendirmişti. "Daha yükseği hedef al, Oluş seviyeniyükselt. Düşleme sanatının, inanma ve yaratma sanatının tamamıyla,olanaksızı olanaklı hale ve sonunda da kaçınılmaz olana dönüştürebilmekapasitesi olduğunu anlayacaksın. Bu, bütünlüğünü sağlaman için birincikoşul."Dreamer, anlıyışımın sert duvarlarını zorlayarak, iyice derinlere nüfuzetmelerini sağlamak amacıyla bir sonraki kelimelerini yavaşça ve özenle dilegetirdi;"O mülkü satın almak için paraya ihtiyacın yok. Kendini adamaya veoluşunun derinlerinde vereceğin söze ihtiyacın var. Adanmışlığın tamolmalı! İçsel sorumluluğun ve bütünlüğün sahip olacağın fınansal varlığınboyutunu belirler, ve bunun için ihtiyacın olan tüm kaynakları oluşturur.Para gerçek değildir. Gerçek olan, bir insanın adanmışlığı ve inancınınkuvvetidir. Para ve kaynaklar sadece bu meziyetlerin doğal sonucu olarakortaya çıkarlar...kendilerini düzene sokarlar ve dıüşün kendi paylarına düşensorumluğunu üstlenirler."Dreamer'ın bu sözleri benim için, ders kitaplarında bulunmayan,ekonomi okullarında öğretilmeyen olağanüstü bir anlayışı gözler önüneseriyordu. İlk defa sosyal, bilimsel ya da ekonomik kazanımların kiinsanoğlunun bu alanlardaki herhangi bir girişimi bile başarının sembolüolarak kabul görür, para ile elde edilmediğinin farkına varıyordum. Para,sadece doğal bir sonuç olarak ortaya çıkıyordu.Görünürde olanaksız olan tüm zaferlerin ardında her zaman, bir insanın,bir bireyin düş'ii, onun kusursuz kararlılığı, bütünüyle inanma kapasitesivardı. Düşüncelerim bir süre gezindikten sonra, tüm büyük girişimlerin veserüvenlerin, kaynakların varlığıyla değil, bir adamın güçlü vizyonu vesarsılmaz inancı sayesinde başarıya ulaştığı gerçeğine tutunarak soluklandı.Bu derin düşünceler, artık geçerliliği kalmamış görüşlerin yığıldığıbilincimin tavan arasında, ekonomik hesaplamalar ve yatırım getirişi üzerineinşa edilmiş karar kuramları ve rasyonel kapitalizmin prensipleri için yeraçıyordu.464


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDreamer, "Bütün olmuş biri için herşey olanaklıdır. Kendin ve fikirlerinüzerine bahse girersen, tüm dünya da senin üzerine oynayacaktır" diyerekdüşüncelerimin fırtınasında bana ulaştı. "Fikirlerine olan adanmışlığın tamolmalı. Yaşamının niteliği ve başarısı bu adanmışlığın derecesine bağlıdır.""Düşleme sanatı, inanma ve yaratma sanatı, bir özgürlük ve kesinlikhali, kuşkunun tamamıyla yok olma halidir." diye devam etti Dreamer."İçten adanmışlık yatırımdır ve tek gerçek paradır. Olaylarıgerçekleştiren, tüm fırsatları ve gerekli kaynakları ayağına getiren seninadanmışlığındır. Dış dünyada yaptıklarının başarısı, sadece adanmışlığınınbir yansımasıdır."17 İnan, sonra görGörevimi düşünürken mideme dayanılmaz kramplar giriyordu.Dreamer'ın sözlerinden fışkıran berrak ve kayıtsız kararlığının etkisiylekasılmalar diniyor fakat birkaç saniye sonra daha şiddetli olarak tekrar gerigeliyorlardı. Müzayededen önceki gece uyuyamadım. Tanrılar <strong>Oku</strong>lu'nunilkeleri doğrultusunda herhangi birşey yemekten kendimi alıkoydum.Lupelius'un sözleri ezberimdeydi: "Savaş öncesi oruç tutmalısın!"Oluş 'un gıdası niyet.Aklın gıdası sükunet.Bedenin gıdası oruçtur.Kendimi tüm kalbimle adamış olsam bile, bu törensel uygulamalar etkiliolmuyor, müzayedenin sonucunun ne anlama geleceğine dair kaygılarımlaberaber, içimdeki endişenin de giderek büyüdüğünü hissediyordum.Müzayedede teklif verebilmek için garanti olarak temin etmem gerekenmiktar M Bank'tan aldığım kredinin büyük bir kısmını silip süpürmüştü.Bundan daha eziyet verici olan, müzayedeyi kazansam ve mülk benim olsadahi, geriye kalan miktarı bir kaç ay içerisinde nakit olarak ödemek zorundaolmamdı."İnan, sonra Gör' kralların kaçınılmaz kanunudur,ve kendi kendini yönetenlerin kanunudur.İnançlı ol, Düşleme Sanatı 'na iştirak et... bunlar Dreamer 'ın en temelvasıflarıdır.465


Stefano E. D'AnnaBoşluğa, bilinmezliğe adım atan bir kişi tek bir saniye bile kuşku duymadaninanmalıdır ki, ayaklarının altındaki zemin, cesur hareketinin, parlakçılgınlığının doğru olduğunu kanıtlarcasına şekil alacaktır.Bunlar, Londra'dan ayrılmadan önce Dreamer'dan duyduğum olağanüstüsözlerdi. Ve hala, iki baş döndürücü düşünce arasındaki dar yamaçtailerlediğim hissinden kurtulamıyordum. Kazanırsam, çok kısa bir süre içindeparayı bulmak zorundaydım, diğer taraftan hiç denemezsem bir dahakarşıma çıkmayacak bir fırsatı, Dreamer'ın benim için yaratmış olduğu enönemli fırsatlardan birini kaçırmış olacaktım. O'nun yanında geçirdiğim tümbu yıllar boyunca, çözülmeyeceğine inandığım her problemin her zamansüratle ve kolayca çözülmüş olduğunu düşündükçe tekrarcesaretleniyordum.Lupelius'un ve savaşçı keşişlerinin manevi gücünü en tehlikeli veölümcül eylemlerden hiç zarar görmeden çıkmalarını garanti edenkorkusuzluklarını kıskanıyordum. Yıllardan beri Tanrılar <strong>Oku</strong>lu veLupelius'un elyazması üzerine çalışmış, onun kurallarını, içimizdeki kırılganve güvensiz kişiyi bir kahramana, dünyayı kendi eseri olarak gören bir yarıtanrıya dönüştürecek sırrı almıştım. Yükseklerde uçuşan zirveler ve dipsizderinlikler arasındaki gergin bir ip üzerinde yürüyerek yaşıyordum. Birtarafım, Dreamer'ın sesinin, bir savaşçı çığlığının kudretiyle yankılandığıcesaret ve özgürlük dünyasına çekilmiş, diğer tarafım ise korku ve şüphe ilehapsolduğum bir acizlik hali içine sürüklenmiş, ıstırap dolu bir belirsizlikiçinde çürüyordu."Aradığın kararlılığı sadece kendi içinde bulabilirsin" dedi Dreamer."Güvenlik duygusu, kendi içinde kazandığın bir zaferdir ve dışarıdakiherhangi bir durumdan ya da kimseden değil, sadece senden gelir." Sonrakısa bir süre için özgürce uçabileceğimi hissettim ve ani bir ışıltı içindelabirentten çıkış yolunu gördüm.Fakat tüm kararlılığım, avuçlarımda topladığım tüm cesaretim, duruşmasalonuna girdiğim o ilk anda karşılaştığım kalabalık karşısında suyagömüldü, dahası, tek olduğumu düşünürken, bu kalabalık salonda Villa'yateklif vermeye hazırlanan oldukça büyük bir insan topluluğu ilekarşılaşmıştım. Hakimin çağrısıyla teker teker adlarımız anons edilirkenboğazımda müthiş bir tıkanma hissettim.O çok iyi bildiğim yenilme duygusuna karşı savaşmalıydım. Varlığımı tıpkıbir zehir gibi ele geçirdiğini, her bir dokuyu hissizleştirip, her bir hücreyihasta ettiğini ve tüm enerjimi boşalttığını hissediyordum.466


Tanrılar <strong>Oku</strong>luResmi olarak gizli tutulması gerekirken, davetsiz bir misafirin,Londra'dan gelmiş bir yabancının, teklif vermek için gerekli olan parayıyatırmış olduğunu öğrenmek, şehrin hiç zamanını almamıştı. Ve yıllardanberi ilk defa, bu müzayede odasının ıssızlığı, garanti için gerekli olandepozitoyu ödemiş ilgili teklif sahibi tarafından bozuluyordu. Doğalolarak gerçek ilgililer bu kukla adamların ardına gizlenmişlerdi. SanayicilerBirliği, devlet üniversitesi, iki lider banka ve tüm diğer güçlü oyuncularburadaydı; mevcut durumu gözetleyen ve şehrin her nefesini kontrol edentek bir hayvana ait gözleri ve zehirli dişleriyle bu adamların her biriHydra'nın kafalarından birini oluşturmaktaydı ve ben çok yakında dokuzkafalı korkunç bir yaratık ile yüzleşecektim. Kafamda, tüm bu rakiplerimiyenme olasılığımı hesaplamaya çalıştım. Onların sınırsız fınansal olanaklarasahip olduklarını ve her karşı teklifte fiyatı gittikçe yükselterek beni oyunundışına çıkmaya zorlayacaklarını düşündükçe güç kaybediyordum. Oyundançekilme düşüncesi başlı başına kendimi çaresiz hissetmeme nedenoldu...Güvensizlik ve böyle bir başarıyı elde edememe korkusu beni bir cüceboyutuna indirgemiş, ve böylece dış dünya gittikçe büyüyerek dahatehditkar bir hal almıştı.18 MüzayedeSon teklifimi sundum. Bu cüretkar miktar kalabalık salonda yankılanmış,öfkeli mırıldanmalara ve gittikçe hararetlenen yorumlara sebep olmuştu.Yavaş yavaş mırıltılar dindi ve sonunda tamamen kesildi. Zaman askıyaalınmıştı.Zaman ötesindeki evrenin tek bir atomunda, hakimin törensel hareketleriağır bir resmiyet içinde ilerliyordu; önce ilk mumu soma ikincisinisöndürüşünü izledim. Müzayede sonunda bu tarihi mülkün devrini ilanedecek tokmağını indirmeden önceki o biricik an, sonsuzluktan düşen birdamla gibiydi. Tüm hayatım gözlerimin önünde belirdi. Kendi kendimi yokedişimin sarhoşluğu, bütün aşağılanmalarım ardında yatan bilinçsizbaltalamalar, her düşüş ve kaçıp kurtulabileceğim bir çıkış keşfederek, tüminsanlara kaderlerimizi değiştirmenin mümkün olduğunu kanıtlayacakfırtınalı seferleri yıldızlar geçidine dönüştüren o imkansız zaferler...Yaşlanıphastalanmaya ve ölmeye mahkum edilmişliği kabul etmek zorunda değildik.Dreamer'a, beni elimden tutup, zamanın ve ölümün olmadığı, zenginliğin nehırsız ne de yıkım tanıdığı cesaret ve kusursuzluk dünyasına sürüklediği içinsonsuz minnet duyuyordum;467


Stefano E. D'AnnaTeklifimin ardından gelen sessizlikte, rakiplerimin geri çekildiğininanlaşılmaya başlamasıyla beraber, gittikçe belirginleşen zafer ihtimalinin,içimde hızla ilerleyen bir sevinç akınına dönüşmesini hissediyordum. O aniçin, kazanmam kesin görünüyordu; fakat daha bir kaç mutluluk atomunuoluşturmaya fırsat bile bulamadan, üstlendiğim yükümlülüklere dairdüşünceler içimdeki korku girdabını yansıtıyormuşçasına fışkırarak büyüyensevincimi yarıda kesti. Oluşumdaki bir tutulma, o ana kadar devam etmemisağlayan sınırsız bir güce sahip olduğum hissini yok ederek tümkuşkusuzluğumu kararttı. O anın karanlığında, dünya solgunlaşmış, etrafkurşuni bir renge bürünmüşken, sergilediğim davranış, kararlılık ve cesaretdolu hareketlerim, şimdi tamamen düşüncesizce ve sorumsuzca görünmeyebaşlamıştı. Gittikçe kontrolden çıkan tasavvurumda, önerdiğim miktarmuazzam, devasa, akla hayale sığmayacak birşeye dönüşüyordu. Ve şimdi,oldukça şiddetli bir çekişmeye sebep olan Villa del Ferlaro'nun mülkiyetinikazanmaya sadece bir nefes uzaklığındayken dizlerimin çözüldüğünühissediyordum. İçimden yükselen bulantı dalgasını bastırmak zorundaydım.Dreamer ile olan görüşmeye ve bu düşüncesiz yatırıma dahil olmakararma bile sövmeye başlamıştım.Yapışkanımsı bir şey ağzımı kaplıyor, her zaman hayatımı yönetmiş olano aşikar acıyı hissediyordum. Hala aynı tiksindirici sevimliliğe ve kederebulanmış olan kaybetme korkum, kazanma korkusuna dönüşmüştü. Panik,dehşet ve yalnızlık dünyamı tehdit ediyor, uzuvlarımdaki bütün kanın,ölümcül bir hastalık tarafından emilerek çekildiğini hissediyordum,vücudumu terk etmeyi, sıyrılıp atılmış bir deri parçası gibi orada gitmeyiisterdim."Korkunun, seni dışarıdan ürküten ya da tehdit eden bir şeye karşıgeliştirdiğin doğal bir tepki olduğunu düşünebilirsin." demişti Dreamerbaşka koşullar içindeyken, "Gerçekte, seni korkutacak birşeyin kaynağı veasıl sebebi en başından beri senin korkundur."Bir kez daha başa çıkılması imkansız bir görev, aşılacak başka birokyanus ve tırmanılacak başka bir zirve verdiği için Dreamer'ısuçluyordum. Buraya neden gelmiştim? Neden sahip olmadığım birözgüveni gösteriş yaparcasına sergilemiştim?Beni buraya sürükleyen 'düş' dağılıyordu. O sonsuz anın süresinindolduğunu, o ebediliğin parmak uçlarımın arasından kayıp gittiğinihissettim; eriyerek, zaman içindeki Styx ırmağı'na düşen bir zerreyedönüşmüştü.468


Tanrılar <strong>Oku</strong>luDuruşma salonuna, işlemlerin devam ettiği bir somaki sahneye geriçekildim, salonu dolduran gölgelerin arasında adeta bir karartı, kendidramında farkında olmadan oynayan bir aktördüm. Kapıya doğru kaçamakbir bakış attığımda aralık olduğunu görmek kısa bir anlığına da olsa beniumutlandırdı.Bir an için, fırtınalı bir denizin kükremesiyle henüz patlamamış kocamankristal bir piramidin üzerine yansıtılan, korkudan biçimsizleşmiş ve elalemerezil olmuş yüzümü gördüm. Patlamanın üstüne Dreamer'ın bana kendinefesimden daha yakın olan sesini duyduğumda, havadan hala kristalparçacıkları yağmaya devam ediyordu.'"Burada' ne zaman, ne de ölüm var" dedi 'Benim dünyamda geri adımatabileceğin, suçlayabileceğin ya da pişmanlık duyabileceğin bir alan yok.'Burada', Dreamer'ın yakınında, zayıflık, şüphe ve korkuya teslimolabileceğin bir yer bulamazsın.'Geriye kalan rakiplerimden birinin kendinden emin ve yüksek sestonuyla benimkinin çok daha üstünde bir teklifi sunduğunu duyduğumda,Dreamer'ın bu sözleri hala kulaklarımda yankılanıyordu. Gittikçe büyüyenbir umutsuzluğa kapıldım: zafer, gözlerimin önünde kaybolup gidiyordu. İçve dış dünyalar, gerçekte bir ve aynı olduklarını gözler önüne sererek,birbirlerinden ayrı oldukları yanılsamasına neden olan engelleri ortadankaldırıyorlardı. Sürekli yanımda taşıdığım mağlubiyet hissi tekrarsomutlaşıyordu. Saniyeden de kısa bir süre içinde hiç kuşkusuz müzayedeyikaybetmiş olacaktım.Hakimin tokmağını kaldırması sonsuzluk kadar uzun sürdü. Onun havadaasılı, yere inmeye hazır duruşunu izledim. Sona eren müzayede değil, ebediesarete mahkum edildiğim bu amansız yargılama süreciydi.Ani ve tarif edilemez bir acı, çelik pençelerle boynumun sol tarafınıkavradı. Hiç böylesine zalim ve tam bir acı hissetmemiştim. Bayılmaküzereyken tıslarcasına söylediği kelimeleri güçlükle işitebildim."Ben, içinde ölmeye karar vermiş ve ölümden beslenen herşeye karşıölümcül bir tehdidim. Tanrılar <strong>Oku</strong>lunun en yüce hedefi Ölüme karşıkazanılan Zaferdir."Hava giderek karardı. Diğer teklif verenlerin yüzlerindeki vahşi ve alayedercesine küçümseyen ifadelerini görebiliyordum; beni ezip geçmeye hazırdüşman ordusu ilk dalgasını oluşturuyordu. Salonun duvarları yıkıldı vekendimi, silahların ve savaş çağrısı yapan borazanların sesleriyle kuşatılmışaçık bir alanda buldum. Orduların ve binlerce azgın beygir toynağının güçlüayak vuruşları altında yerküre sallanıyordu. Baltayla kesilmiş,' etrafasavrulan kollar ve bacaklar arasındaki bu mezbahanın dehşeti içinde,469


Stefano E. D'Annakendimi Lupelius'un savaşçı keşişlerinin yanında buldum. Kılıçlarınıkuşanmışlardı ancak <strong>Oku</strong>l'un isteği doğrultusunda zırh ve kalkantaşımıyorlardı. Kendi zarar görmezliklerine olan yıkılmaz inançlarınınkoruması altında mevkilenmiş, görünmez milislerin arasından geçiyorlardı.Muhalif düşman ordusu, fırtınalı bir denizin göz alıcı renklere bürünmüşdalgalarıydı. Yaralıların çığlıkları ve pis kan kokusu ile ağırlaşan havadanefes almak olanaksızdı. Muazzam büyüklükte bir ok bulutu, korkunç tizsesler içinde gökyüzünü karartarak yukarıya fırladı.O en kritik esnada Dreamer yanımda belirdi."Geri çekilmek yok" savaş gürültüsünden daha yüksek bir seslebağırmıştı. Sesinde, hiç durmaksızın aradığı, çok uzun zamandır kendinihazırladığı hayatının köklerini tanıyabilmiş birinin coşkusunu ve başdöndürücü sevincini duyabiliyordum."Hamleni yap! İçinde bulunduğun bu ölümcül durumdan kurtul yoksa safdışı edileceksin. Oluşunun bütünlüğüne geri dön, birliğini geri kazan,sadece bu şekilde incitilmez olabilirsin. Bir an bile tereddüt etme çünkü busavaşın sonucu, zafer ya da yenilgi tamamıyla sana bağlı.'Tanrılar <strong>Oku</strong>lu' elyazmasında, dayanıklılık eğitimi ile ilgili okuduklarımıhatırladım: "Lupelyanlar, diğerleri üzerinde üstünlük, kontrol ve güç sahibiolmak amacıyla savaşmazlardı. Lupelius savaşçı keşişlerini, fakir, mazlumya da düşkünler uğruna savaşmak için değil, ölümü fethedenler olarak, içdünyalarında elde etmiş oldukları başarıları savaş alanında tatbiketmelerini sağlayacak basit bir sınav için biraraya toplardı. Lupelius'uneğitimi, insanları kendi hayatlarından vazgeçip herhangi bir ideoloji ya dainanç uğruna şehit ya da kahraman olmaları için hazırlamıyor, yegane biramaç doğrultusunda, önce kalplerinde ve sonra doğal olarak bedenlerinde,ölümsüzlüğe açılacak bir geçit oluşturabilmelerini hedefliyordu."Dreamer, "Bir savaşçı için, kendisinin teşvik etmediği, ona sonsuzluğunkapılarını aralayacak bir savaştan daha fevkalade birşey olamaz." diyereksözlerini tamamladı.Etrafımıza, ölümcül dalgalar halinde yığınla ok yağıyor, yüzlerce askerve atlı şövalye yere yığılıyordu ve ben, mucizevi bir güvenlik içindekihalimizi seyrediyordum. Savaş en kritik noktasına ulaşmıştı. Ordununmerkezinde, uçuşan zafer bayrakları eşliğinde, bozguna uğramış düşmanıtakip ederken Asya kapılarında, Granicus nehrinin telaşla akan sularınıgeçtim. İçimdeki her dokuda, dünya kurulduğundan beri kahramanlarındamarlarında atan cesaret, kararlılık ve zafer hissini duyumsuyordum vesaniyeden çok daha kısa bir süre için, bir ölümsüzün kelimelerle ifadeedilmeyecek sevincini tattım.470


Tanrılar <strong>Oku</strong>luTam o anda rüzgardan daha süratli, jilet gibi keskin bir ok ile vuruldum.Kulak mememi yırtıp geçerek, ardında şiddetli bir acı bırakan bu saldırıyı;savunmasızlığımın hatırlatılması, ölümün bir bildirisi olarak duyumsadım.Birden hava değişti. Diğer tüm seslerin arasında belirmekte olan kocamanbir atlının görüntüsünden önce, dört nala koşan bir savaş atının gürleyensesini duyabiliyordum. Zırhı, alevlerin ışığında parladı. Yaklaşırken atınışaha kaldırmış, atm toynaklarından birinin yüzümü sıyırıp geçmesine ramakkalmıştı. Kendimi korumak için tam zamanında hafifçe geriye çekilmiştim.Yenilginin kaçınılmazlığını ve teslimiyetimi, içimde yükselen dehşetinsessiz çığlığından bile önce hissetmiştim. Ani bir hareketle çıkartıp attığımiğferi mekanik bir kuş gibi havada uçarken, kılıcını çekti. Kül rengi saçlarıserbest kalmış, rüzgarda dalgalanıyordu, O'nu tanıdım. Ölümcül düşmanO'ydu: Dreamer. Vuruşu için kılıcını yükselttiğinde, gözlerindeki pırıltıharicinde yüzü ifadesizdi. Bıçağın etimin derinlerine işlediğini hissettim. Oana kadar hayatımı oluşturan çok sayıda parça birbiriyle kaynaşırken, hurdaolmuş döküntüler de, malum yok oluşlarından önce uyum içindehaykırıyorlardı. Dehşet feryatları atarak ellerimi boynumun etrafına sıkıcadoladım, bu umutsuz teşebbüsle ölümcül yaramın uçlarını biraraya getirerekfışkıran kanı durdurmaya çalışıyordum. Destanlar, ölümler, kahramanlık vetrajedilerle yaşanan bir dünyadan, duruşma salonunun hakikatsizliğine geriyuvarlandım. Herkes beni seyrediyor, bir sonraki hareketimi bekliyordu.Dış dünyada bu müzayedenin sembolize ettiği bir oyunun açılan perdesigibi, ben de dünyanın pinekleyen örtüsünün üzerimden çekildiğinihissediyordum, zira gerçekte bu dram, bütünüyle içsel bir hikayeydi. Esasbahisin ne üzerine olduğunu şimdi anlıyordum. Nihai, kesinlikle yenilmez,tüm korku ve şüphelerimle beraber kalan rakibimi de geride bırakacakteklifimi son anda yetiştirebildim. Villa del Ferlaro ve etrafını saranmuazzam parkın yeni sahibi bundan sonra European School of Economicsidi.Bu zafer aynı zamanda, kraliyet konutunun uzun yıllar maruz kaldığıihmalkarlığın sonu ve yeni kaderinin başlangıcı anlamına geliyordu. Uzunve şiddetli alkış sesleri, oldukça çekişmeli geçen mücadelenin sonunda mülküzerinde varılan hükme eşlik etti.Yüzyıllar boyunca, her nesilden düşünür, münzevi, ezoterik bir düşünceokulu, manastır ve ashram, Düşlerini buraya, <strong>Oku</strong>lu İtalya'ya geri getirmekiçin çabalamışlardı. Şu anda tek önemli olan şey buydu.Kalabalığın arasından yollarını bulup ok gibi fırlayarak haberi tüm şehre veülkeye duyurmak için ilk harekete geçen gazeteciler olmuştu.471


Stefano E. D'AnnaBu olay, mülkün değişken kaderini ve sahiplerinin başına gelentalihsizlikleri yakından takip eden tüm medya kanalları ve gazeteler için başhaber olacak nitelikteydi.Ve sarkaç, tepe noktasına doğru yön değiştirerek salınmaya başladığında,muhalif güçler çoktan silahlarını doldurmuşlardı. Antagonist sadecegörünürde karşıt olan rotasına doğru çoktan yola koyulmuştu. Eylemleri,Dreamer'ın öngördüğü gibi zalim fakat gerekli olacaktı."Herşey senin nihai zaferine hizmet ediyor" demişti Dreamer,müzayedeyi takip eden aylarda O'na karşılaştığım güçlü muhalifleri, dokuzbaşlı Hydra ile olan mücadelemi, yolum üzerinde üreyen engelleri, <strong>Oku</strong>l'unİtalya'daki başarısına karşı ekilmiş siper ve barikatları anlatırken."Sana karşıymış gibi görünenler bile Düş 'ün hayata geçmesi için kasıtlırollerini oynayarak, gelişimin ve kavrayışın için anlamlı bir fırsat sunarlar.Senin dışında var olan ne bir antagonist, ne bir düşman, ne de bir şeytanvar. Oluşunun en derin, en saklı kalmış girintilerine yerleşmiş düşmanıortaya çıkar... ona hakim ol. Binlerce düşmanın yok, sadece bir düşman,kazanacağın tek bir zafer var, o da ölüme karşı olacak! Kendine zararvermeyi bırakıp, çatışan düşünceler, olumsuz duygular ve yıkıcı tavırlarınlaOluşunu kirletmekten vazgeçersen, tüm antagonistler de ortadankaybolacaklar.Bir zaman sonra Dreamer, müzayedenin diğer teklif verenleri hakkındaşu yorumda bulundu: "O adamlar oraya sadece görünen birşeyi almak içingeldiler, ya da gönderildiler. Para, mülkün değeri ve ona sahip olma hırsıile büyülenmişlerdi. Tutku zamandır, ve zamana ait olan herşey hatalı.Zaman içinde ne birşey elde edilebilir, ne de bir çözüm, bir çıkar yolbulunabilir. Bunu sadece kendi içinde 'Şimdi', yani tek gerçek zaman hükümsürdüğünde anlayabilirsin.""Kibir ve tutkuyu Düş'ün yerine geçirdiğinde -Villa için rekabetettiğimiz en can alıcı anda beni zayıflatan ve tüm gücümden sıyıran,Oluşumun tutulma anını hayalimde canlandırmaya zorlayarak- sen deonlardan biri oldun, ve sen de sorumsuzca ona sahip olmak isteyen tümdiğerleri gibi aynı kaderin acısını çekecektin."Un crack economico é sempre precedido da ıın crack nell Essere...Ekonomik bir çatlağın öncesinde her zaman Oluş'ta meydana gelmiş birçatlak bulunur.ah^İ


Tanrılar <strong>Oku</strong>luBir gün, Villa del Ferlaro'nun son sahibi R.Salvi'nin ve sahip olduğusınai imparatorluğun çöküş hikayesini anlatacağım."Düş ile birleş! diye devam etti...Düş, zamanın ve ölümün yokluğudur.Burada olmanın sebebi bir takım arzularını ya da sahip olma ihtiyacınıtatmin etmek, ya da <strong>Oku</strong>l için yeni bir yer bulmak değil, insanın en korkunçbatıl inançlarının, kökleri en derin yalanlarının üstesinden gelmek."Dreamer burada durarak, seıt bakışlarını üzerime dikti, sanki çok güçlübir mesajı iletmeden önce devam etmek için gerekli bir işaret gözlüyordu.Çıraklığımın son aşamasını açığa çıkarmak üzereydi, O'nun ve vizyonununözüne yakın olabilmek için sonsuz çaba sarf edilmesi gerekiyordu. Kalbiminolduğu bölgede bir acı dalgası kabardı. Mesajını, sonsuzluk ve ölümsüzlüknefesini arayan ve onu dinlemeye hazır olanlara aktarabilmek için dikkatlicekaydettim. Tekrar konuşmaya başladığında tonlaması derin ve ağır fakat sesicanlıydı."Kalıplaşmış kaderinin yönünü değiştirmek, imkansız olanı,değiştirilemez seni değiştirmek için hurdasın. İşte sana zamanı fethetmek,fiziksel ölümün başlangıcı ve yegane sebebi olan iç dünyandaki ölümlerekarşı zafer ilan etmen için bir fırsat. Tek bir sebep için buradasın;sonsuzluğa, ölümsüz yaşama uzanan geçidi açmak.İçinde ölmeye son verdiğinde, artık senin dışında bir 'zaman'olmayacak...öyle ki bu dışsal zaman hayatın üzerine bir tempo oluşturuyor,yaşlanıp hastalanmana ve ölmene sebep oluyor. İçinde ölmektenvazgeçtiğinde, gerçek hayat seni aşarak varlığının tüm atomlarını işgaledecek.Yüzlerce problemin çözülmesi değil, sadece senin çözülmen gerekiyor.Gerçek zafer, çözüm bir tane: kendine geri dönmek! Bütün, tam ve eşsizolmaya geri dönüş. Bir savaşçı, bütünlüğünün tek bir atomunu bilekaybetmeyi göze alamaz, o sadece bütiin olabilir. Kendini tüm kuvvetinle içdünyanda sev, böylece dünyadaki herşey kusursuz olacak.Herşey derken, geçmişi de içine alan herşey, senin bakış açını üstlenerekkusursuzca senin tasvirinde yaratılacak.Çok dikkatli ol! Dreamer 'a daha yakın olmayı istedin. Bu durum, alışkınolduğun şekile hareket etmene ve hatta aynı şekilde düşünmene vehissetmene artık izin vermeyecektir... Dreamer 'a yakın yaşamak sadece çokaz kişi için mümkün olabilir. Bu risktir, O'na yakın yaşamak,üstlenebileceğin en zor görevdir. Burada kendini unutursan, anında kenditehlikeli geçmişine atılır ve orada kaybolursun. "473


Stefano E. D'Anna"Burada, Dreamer'ın yakınında en ufak bir zayıflığa, pişmanlık, şüpheve korkuya düşkünlüğün yeri yoktur. Burada güçlü olmalısın. Burada,Dreamer'ın yakınında sadece saf ve bütün olabilirsin.Düş, var olan en gerçek şeydir. Düşlemek, var olan en gerçek şeydir. Onunzamandan bağımsız eylemi, yıllarca arzuladığın fakat sahip olamadığınherşeyi yaratacaktır."Bir daha kesinlikle unutmayacağıma dair kendime söz verdim.Düşle, düşle, düşle...asla düşlemekten vazgeçme.Gerçeklik arkasından gelecektir.474


Tanrılar<strong>Oku</strong>luÖzgün AdıLa Scuola degli DeiBilgi: Nehir@Smedie.infoDüzelti: Nehir ÖtgürAylin GencelBu kitap Elma Basım Yayın ve İletişim Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti.tarafından baskıya sunulmuştur.European School of Economicswww.eselondon.ac.ukwww.theschoolforgods.comEuropean School of EconomicsESE London8/9 Grosvenor Place,London, SW1X7SH (UK)Tel: +44 207 245 6148Fax:+44 207 245 61 64

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!