12.07.2015 Views

TÜRKOLOJİ - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

TÜRKOLOJİ - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

TÜRKOLOJİ - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ DİL VE TARİH-COĞRAFYA FAKÜLTESİTÜRK DİLİ VE E D E B İ Y A T I A R A Ş T I R M A L A R I ENSTİTÜSÜp.b.<strong>TÜRKOLOJİ</strong>D E R G İ S İVI. cilt1. sayıA N K A R A Ü N İ V E R S İ T E S İ B A S I M E V İ . A N K A R A - 1 9 7 4


YÖNETİM KURULUMüdürProf. Dr. Hasibe MAZIOĞLUDoç. Dr. Olcay ÖNERTOYDoç. Dr. Mustafa CANPOLATSekreterAsist. Dr. Tuncer GÜLENSOY


Dr SAADET ÇAĞATAYTürk Lehçeleri Fiofesöru<strong>Ankara</strong> üniversitesiD T. C. FakültesiANKARA ÜNİVERSİTESİ DİLVETARİH-COĞRAFYAPAKÜTÜRK DİLİ VE EDL T E S IEBIYATI A R A Ş T I R M A L A R I ENSTİTÜSÜ<strong>TÜRKOLOJİ</strong>D E R G İ S İVI.CiltA - 19 7 4


Cr. SAADET ÇAĞATAYTürk Lehçeleri Fh&sÖrü•<strong>Ankara</strong> <strong>Üniversitesi</strong>ıD. T. C. FakültesirİÇİNDEKİLERPROF. DR. DOĞAN AKSAN: Eşanlamlılık Sorunu ve Türk Yazı DilininSaptanmasında Eşanlamlılardan yararlanma 1PROF. DR. ZEYNEP KORKMAZ: Eski Türkçedeki Oğuzca Belirtiler 15PROF. DR. HASİBE MAZIOĞLU: Türk Edebiyatında Mevlid Yazan Şairler .. 31PROF. DR. HASAN EREN: Bursalı Âşık Halil 63Doç. DR. SEDİT YÜKSEL: Koca Ragıp Paşa'nın Bilinmeyen Gazelleri ... 77Doç. DR. OLCAY ÖNERTOY: Reşat Nuri Güntekin ve Anadolu 81Asis. DR. MINE MENGJ: Mesîhî'nin Hayatı, Şairliği ve Eserleri 109CAHIT ÖZTELLİ: Osmanlı Tarihine Adı Karışan Saz Şairi: KOROĞLU 121ASİST. ISMAIL PARLATIR : Tanrılar Susamışlardı İle Hüküm Gecesi ArasındaBir Karşılaştırma 137ASİST. DR. HAMZA ZÜLFİKAR: Çağatayca Bir Kuran Tefsiri 153ASİST. ISMAİL ÜNVER: Hâmidi'nin Türkçe Şiirleri 197ASİST. DR. TUNCER GÜLENSOY: Eski ve Orta Türkçede Moğolca Kelimelerve Moğolca - Türkçe Müşterek Kelimeler Üzerine Notlar ... 235tIII


EŞANLAMLILIK SORUNU YE TÜRK YAZI DİLİNİNESKİLİĞİNİN SAPTANMASINDA EŞANLAMLARDANYARARLANMA*DOĞAN AKSANDil çalışmalarında bugüne değin pek çok ele alınmış, işlenmiş olan eşanlamlılık(synonymie) sorunu ve çeşitli dillerdeki belirtileriyle eşanlamlılar,incelememize göre bir yazı dilinin eskiliğini, doğuş tarihini kestirmede önemliipuçları vermekte ve bir ölçü olarak kullanılabilecek nitelik taşımaktadır.Anlambilimi ve Türk anlambilimi üzerindeki çahşmalarımız sırasında ilgimiziçeken bu sorun üzerinde derinleşince, yazılı ürünleri VIII. yüzyıldanöncesine gitmeyen Türk yazı dilinin çok daha eskilere uzandığı konusunda,başka anlambilimi ölçülerinden yararlanarak vardığımız yargının bu açıdanda desteklenebileceğim, eşanlamlıların da bu konuda bize yardımcı olduklarınıgördük 1 . Bu durumu açıklamadan önce, genel olarak eşanlamlıların kiminitelikleri üzerinde kısaca duralım:Bilindiği gibi, eşanlamlı ya da anlamdaş dediğimiz öğeler (îng. synonymsFr. synonymes, Alm. Synonymıvörter), adları her ne kadar eşanlamlı ise debirbirinin tam eşi anlama gelmezler. Her dilde görülen eşanlamlılar arasındakimi zaman oldukça büyük, kimi zaman pek küçük anlam farkları vardır.Bu bakımdan bu gibi öğeleri yakın anlamlı kelimeler olarak tanımlamak dahadoğru olur. Kaldı ki, dilin, başlangıçta bir kavramı bir ses birleşimiyle (birkelimeyle) karşıladığı, tıpatıp aynı anlama gelen iki öğenin bulunamayacağı,benimsenen ve akla en uygun gelen görüştür (N. GOODMAN de bunu mantıkaçısından ispatlamıştır 2 ).* X. Türk Dili Bilimsel Kurultayında (<strong>Ankara</strong>, 27-29.9.1972) okunan bildiridir.1 Öteki semantik ölçüleri için bkz. D. Aksan, Türkçe araştırmalarında yeni yollar:T.A.A.Y.- Belleten 1969; 45-55; Anlambilimi ve Türk Anlambilimi, <strong>Ankara</strong>, 1971, s. 103 veötesi; Kavram alanı -kelime ailesi ilişkileri ve Türk yazı dilinin eskiliği üzerine: T.D.A.Y.Belleten 1971; 253-262.2 Bu sorun üzerinde öteden beri durulmuş, A. CARNOY (La science du mot, trait£ deSemantique, Louvain, 1927; s. 205), her ikisi birlikte yaşayan eşanlamlılar arasında devamlı


2 DOĞAN AKSANAncak, gerek dilimizde, gerekse başka dillerde bugün, yerli kelimelerarasında, birbiriyle aşağı yukarı eş değerli duruma gelmiş öğelere rastlanmaktadır.Yalnız tam eşanlamlı diyebileceğimiz öğeler gerçekten seyrektir.Ünlü anlambilimci St. ULLMANN de (The Principles of Semantics, Oxford,1957, s.108) bu türden öğelerin çok seyrek görüldüğüne değinir x . Bugün dilimizde(Türkiye Türkçesinde) tam eş değerli gibi görününen iki öğeden meydanagelmiş baş-kafa eşanlamlı çifti de kullanıbş yerleri dikkatle incelenirse tameşanlamlı sayılamayacak durumdadır: Burada, daha önce ele aldığımız 2 buörnek üzerinde yeniden duracak değiliz. Bunla birlikte, bütün eş kullanmışlarınakarşın, örneğin başına dert açmak yerine kafasına dert açmak'ın kullanılamayacağını,kafasız yerine başsız, kafalı yerine başlı demlemeyeceğini özellikletekrarlamalıyız. Tıpkı, bir öğesi (kafa) Arapçadan alman baş-kafa çiftigibi, ay ışığı-mehtap, boyunbağı-kravat, güç-kuvvet, değer-kıymet, yürek-kalb,deprem-zelzele... biçiminde kurulmuş olan anlamca birbirlerine yakın ya datıpatıp eş görünen öğeler incelenirse bunların değişik dillerden gelme olduklarıgörülür. Bu gibi öğelerin konumuz dışında tutulması gerekir.Anlambilimi ve Türk Anlambilimi adlı kitabımızdan (s.103-104), TürkiyeTürkçesindeki eşanlamlılar üzerinde dururken istemek-dilemek, bezmek-bıkmak•usanmak, bıkkınlık getirmek, bitmek-tükenmek gibi örnekleri belirttikten sonrabunlar arasında göndermek ve yollamak kelimelerine şöylece dikkati çekmiştik:bir savaş, bir çekişme bulunduğuna dikkati çekerek bunlar arasında çok hafif de olsa, anlamfarkı olduğuna değinmiştir. L.BLOOMFIELD de (Language, New York, 1933, s. 145) dildekiher öğenin belli ve kesin bir anlamı olduğunu belirttikten sonra, eğer bu öğeler biçim yönündenfarklı iseler anlamlarının da farklı olması gerektiği ileri sürer. Her dilde kullanılan eşanlamlılararasmda göze batıcı farklar bulunduğunu söyleyen ve bunları dokuz bölümde toplayan W.E.COLLINSON'un (Comparatıve Synonymics: Some Principles and lllustratons: Transactionsof the Philological Society (1939), 54—77) saptadığı farklar arasmda, bir kelimenin ötekine oranladaha çok genelleşmiş ya da ötekine göre daha duygusal oluşu, birinin ötekinden daha çok, biruzmanlık alanıyle ilgisi bulunması ya da eşanlamlılardan birinin çocuk diline ait olması gibiözellikler vardır, örneğin îngilizcede 'baba' anlamına gelen iki eşanlamlıdan biri (daddy) çocukdiline aittir (öteki de genel dilin kelimesi: father) N.GOODMAN (On Likeness of Meaning: Semanticsand the Philosophy of Language, Urbana, 1952, s. 67) iki adın hangi durumlarda aymanlamı taşıdıkları sorusunu sormakta, bu soruya pek çok ve çok çeşitli cevaplar verildiğini belirttiktensonra bunlardan hiç birinin yeterli olmadığım ileri sürmektedir.1 Azerî Türkçesinin anlambilimi üzerinde durmuş olan A. GURBANOV (Muasir AzerbaycanDilinin Semasiologiyası, Bakı, 1964, s. 34), dildeki eşanlamlıları "mutlak" ve "nisbî"olmak üzere ikiye ayırmakta, Azerî'deki yel-kiüak, gurd-canavar gibi, "tam aym anlamda"kabul ettiği örneklere değinmektedir ki, bunların tam eşanlamlı sayılmayacakları kanısındayız.2 Bkz. Anlambilimi ve Türk Anlambilimi, s. 104.


EŞ ANLAMLILIK SORUNU 3"Yukarıda verdiğimiz örnekler içinde yalnız, her ikisi de Türkçe olan göndermekve yollamak, eşanlamlıların tamamiyle aynı anlamı veremeyeceğiniileri süren bilginlerin ve bunu mantık açısından ispatlayan N. GOODMAN'ingörüşlerinin tersine, bugün Türkiye Türkçesinde "tam eşanlamlı" görünmektedir.:Bir adam yollaym-bir adam gönderin; para göndermiş-para yollamışörneklerine dikkat edilmelidir. Hemen belirtmebyiz ki, bu kelimeler üzerindeadbilimi (onomastik) yönünden girişilecek bir inceleme, tıpkı bugün birbirineçok yakın ya da birbirinin eşi izlemini veren başka eşanlamlılarda olduğu gibibunların da eskiden farkb anlamlarla, değişik kullanılış yerlerinde kullanddıklarınıgösterecektir, kanısındayız".Gerek bu örnek, gerekse buna yakın nitelik taşıyan ötekiler üzerindeyaptığımız inceleme, gerçekten bu kanımızı doğruluyan bir sonuç verdi. Vardığımızyargıyı şöyle özetleyebiliriz: Aynı kavram alanından, yakın kavramlarıntemsilcisi kimi öğeler genellikle uzun bir süre içinde ve doğal olan anlamolayları sonucunda anlamca eşdeğerli duruma gelebilmektedir. Göndermekve yollamak öğelerinin Türkiye Türkçesinde ve ona yakın kimi lehçelerde bugün"tam eşanlamlı" duruma gelmiş olmaları bunun tanığıdır.Şimdi, bugünki yazı dilimizde yollamak''la eş değerli olan göndermek fiilinigeriye doğru izleyelim:Eski Anadolu Türkçesinde XIII .-XIV. yüzyıllardan beri bugünki göndermekbiçimine ve günümüzdeki anlamına rastlıyoruz: "bendeni uçmaka gönderil"(Behcetü'l-Hadâik) Bursa nüshası (88:19); "konukı göre almak kerimlerişi durur, konukı göndermek leyimler içi durur" (a.y.l44:l)'; "bir şahin göndermiş-idi"(Dede K. (Ergin) 272-2; ayrıca 205-5, 238-3, 243-9...); Tezkiretü'lEvliyâ'da (sözlükte verilmiştir; sayfa kaydı yok).Başka lehçelere bakarsak fiil aynı anlamda ve könder- biçiminde görülmektedir(Kit. İdr. 85, Ettuhfet. 38b-8); Karaim, köndar- (Radloff,Wb.).Bu kelimenin yanı sıra, Eski Anadolu Türkçesinde göndür-''in çok yaygınolduğu göze çarpıyor. Tarama Sözlüğü'nde 'uğurlamak' ve "göndermek" anlamlarıve XIV. yz.dan XVIII. yz. a kadar çeşitli tanıkları gösterilen kelime(III. cilt), gönder- fiilinin geçtiği Behcetü'l- Hadâik'ta hemen aynı sayfalardakarşımıza çıkıyor: örn. "sini selâmet uçmaka göndüre" (339/6).1 Bu örnekler için, eseri doktora tezi olarak işleyen sayın Dr. Mustafa Canpolat'a teşekkürborçluyuz.


4 DOĞAN AKSANKumancaya, XIV. yüzyılın başına uzanırsak orada yalnızca gönderfiilininve könderü kelimesinin geçtiğini, fiilin "doğrultmak, düzeltmek" anlamınıtaşıdığını görüyoruz: örn. "egrimizni ol könderir'''' (CC Gr0nbech139/2; "gerade machen, richten, berichtigen" anlamları verilmiştir).Karahanlı Türkçesine kadar uzanalım; Kutadgu Bilig'de "doğrultmak,yöneltmek" anlamında köndür- fiiliyle karşılaşıyoruz:"£>u ay toldı itti kör at ton tolumayur köndüreyin tapuğka yolum'''' (474)"havaka bulun bolma köndür köngülkişige katılgıl yorığıl amuV (3994)Divan'da bir yandan aynı anlamda köndgür- jS" ' H » 19) fiiligeçerken bir yandan da köndgar- 'doğrultmak, düzeltmek, yola kılavuzlamak,ikrar ettirmek' (III, 423-14, 24; II, 199-3; III, 423-7; 423-10; 12, 14) veköngar (II, 197-6; 196-28; 197-1,3) biçimlerine rastlanır 2 . Bunlar içindenköndgar-bizim için önemlidir. Örn. "o/ anı yolka köndgardi" III, 423-10.Bu karışık durumu bir yana bırakıp daha eskiye, Uygurcaya gidecekolursak, orada bu fiillere rastlanmamakta, köni 'wahr, gerade, völlig' (TTVA55, 56; TTVI 191), könilig 'adil, doğru' köntülmek'dürüst yönetilmek' (HüenTsang VII, 1947) öğeleriyle karşılaşılmaktadır.Görüleceği gibi, fiilin kon- 'düzelmek, doğrulmak 5 köküne dayandığı, bununettirgeni olduğu ortadadır 3 . Gösterdiğimiz verilerin yanı sıra kön- fiilinindönüşlü biçimi könül- ile aynı fiilin Eski Anadolu Türkçesindeki kullanılışıda gözden uzak tutulmamalıdır:"Haber oldı l Alemşah bindi ataAlup göniildi ol yirden Hümâya" (Işk-nâme, 3795).1 R.R. Arat bu beytin çevirisini şöyle verir: "Nefis ve havanın esiri olma, gönlünü doğrult,insanlara karış ve huzur içinde yaşa".2 Brockelmann köndgâr-e 'gerade richten', 'zum Gestândnis bringen', 'auf den rechtenWeg leiten' anlamlarım vermiş, bunun yam sıra köngâr- 'richten, zielen', 'führen', 'zum Gestândnisbringen' biçimini göstermiş, köndgür-'ü almamıştır.3 Bu konuya değinen araştırıcılardan Râsânen kelimenin Kutadgu Biligdeki kön- kökündenbu yana çeşitli alanlardaki belirtilerini göstermiş, Clauson ise (s. 730) *könt- kökündenhareket ederek çeşitli alanlardaki karışık durumu uzun uzadıya izlemiş, Türkiye Türkçesindekigönder- biçiminin ayrılığına dikkati çekmiştir.


EŞ ANLAMLILIK SORUNU 5Bütün bu veriler göz önünde bulundurulursa Karahanb Türkçesindegeçen köndür- ve könder- fiillerinin çağlar boyunca değişik alanlarda yaşamınısürdürerek Anadolu Türkçesine değin geldiği, aynı kavram çekirdeğinebağlanan bu iki fiilin gerek yapı, gerek anlam bakımından birbirine karışarakXVIII. yüzyıldan sonra Anadoluda gönder- biçiminin yerleşip kesinleştiğiortaya çıkar.Ancak bizim için burada önemli ve unutulmaması gerekli olan sorun,bugünki göndermek fiilinin daha XI. yüzyılda 'yollamak' anlamını kazanmayabaşlamış olması (yukarıda, Divan'dan aldığımız "oi anı yolka köndgerdiörneği bu açıdan ilgi çekicidir) ve 900 yıldan beri bunu sürdürmesidir.Anlam değişmelerinin ve genellikle anlam olaylarının önemli bir niteliğinigösteren bu durum, dilin bütün öğeleri ve özellikle eşanlamlılar için, üzerindedurulması gereken sorundur.Yollamak fiiline gebnce, Türkçede en eskiden beri çokanlamlı bir öğeolarak görülen yol adının Uygurcada yolun- (TTI, 7,9), yola- 'gitmek' (Hüen-Tsang 282. Alt. Gr.), Karahanlı Türkçesinde yolğur- ('über den Weg kommen',Brockelmann II, 152,8), Kumancada joluq-, jolux-, joluyur- ('begegnen', CCGr0nbech) gibi türevlerine rastlanmaktadır, yolla- mastarıyla ilk olarakİbn. Müh. sözlüğünde karşılaşıyoruz (yola salmak, 112). Değişik lehçelerde,Eski Anadolu Türkçesinde ve daha sonraki evre dil ürünlerinde pek nadirgeçen kelime Evliya Çelebi'de 'uğurlamak' anlamında yine karşımıza çıkıyor(3.127, bkz. Tarama Sözlüğü, IV). Bugün çeşitli lehçelerde, günümüzdekianlamda kullanıldığı görülüyor: Kazan (yulla- Radloff, Wb.), Kırım fyolla-Kırım, a.y.), Kırgız coldo- ('yöneltmek, yollamak' Yudahin).Bu durum, dilimizde anlatımı göndermek fiilinden ayrı bir kavramdan,c yol' kavramından yararlanarak gerçekleştiren bu öğenin yine eski bir öğeolduğunu, her ne kadar pek yaygın bir kullanılış yeri bulunmuyorsa da uzunbir süre sonunda anlamca değişmeye uğradığmı göstermektedir.Bugün eşanlamlı sayılabilecek olan bezmek-bıkmak-usanmak takımıteker teker incelenecek olursa her öğenin Eski Türkçede birbirinden çok farklıanlamlarda kullanıldığı görülür: baz- fiili Uygurcada 'titremek, ürpermek'anlamında geçmekte, kork- fiiliyle birlikte, ikiz kelime olarak da kullanılmaktadır:"qorqdı bazdi" (TTIIA 32; U. 43,31). Aynı öğeye Kâşgarlı Mahmut(soğuktan) 'titremek' anlamını veriyor (Brockelmann'da 'vor Kâlte zittern');ayrıca bezgek, bezik, bezilmek kelimeleri de Divan'da yer alıyor. Kumancada'vazgeçmek', 'el çekmek' demek olan fiil (CC Gr0nbech 45,14-16) başka başka


6 DOĞAN AKSANlehçelerde (örn. Troki Karaimcesinde 'şüphelenmek', Kazakçada 'uzaklaşmak',bkz. Râsânen) değişik anlamlarda gözümüze çarpıyor.Kutb'un Husrev ü Şîrin'inde geçen "bâzârmân bu könüldin" tümcesi(Zaj. 154) ve Kit. İdr. deki anlamı göz önünde buludurulursa 'usanmak'kelimenin aşağı yukarı XIII. yüzyıldan sonra yavaş yavaş bugünki anlamınıaldığı ve 700 yıldan beri anlamca değişmeden kullanıldığı görülüyor.Kökeni konusunda kesin bir şey söyleyecek durumda olmadığımız, Osmanlıcayaözgü olduğu anlaşılan (bkz. Bianchi-Kiefer, T.-Fr. [1835], Lehç.Osm., K. Tür., H. Kâzım) bık- fiilini bir yana bırakarak aynı takımdan usanüzerindeduralım:Genellikle *osa- köküne bağlanan (Râsânen, Clauson) bugünki usanfiilimizKarahanlı Türkçesinde kimi türevleriyle birlikte ve yaygın olarakgörülüyor. Divan'da geçen usayuk 'gafil' (1,160-15) ve usal 1 . 'gafil, iş bilmez'(1,122-20) ile Brockelmann'ın gösterdiği usanarmaq faul sein' (1,243,7) gibiöğeler de aynı köke bağlanmalıdır. Bu kökün 'kayıtsız olmak, gafil olmak,boş bulunmak' anlamlarına geldiği anlaşılmaktadır. Kutadgu Bilig'de 'gafilolmak, boş bulunmak' demek olan usan- oldukça sık geçer (109, 1106, 1141,1237, 1274, 1278, 1449). Daha sonraki metinlerde bugünki anlamına geçtiğinegöre (örn. "olardın usanmak l^açaıı ol manga" Atebe. 32, Dede Korkut'ta[Ergin] 198.6, 160-10, 56-7;, Ettuhfet'te 35 b-11) kelimenin XIII. yüzyıldanönce anlamca değiştiğini ve yeni anlamının bugüne değin süregeldiğinisöyleyebiliriz. 2Burada, 700 yıldan beri yerleşmiş ve değişmeden yaşayan bir anlamlakarşı karşıya bulunmaktayız. Bu durum da anlam olaylarının uzun süredemeydana geldikleri ve yeni anlamların yerleşmesinin uzun bir süreyi gerektirdiğinigöstermekte, en eski belgelerdeki öğeler için de aynı şeyin söz konusuolduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu duruma göre eşanlamlılardan,bir yazı dilinin eskiliğinin saptanması konusunda yararlanma olanağımızvardır, diyebiliriz:Eğer bir dilin en eski belgelerinde anlamları birbirine yakın iki kelime,iki eşanlamlı bulunuyorsa, göndermek- yollamak, bezmek-bırakmak-usanmak1 Uygurcada osal 'gamsız, kedersiz' (Uyg. S.), Kumancada (CC. Gr 0 nbech) yine osal 'faul,nachlâssig'.2 Bugünlerde yayımlanan Tarama Sözlüğü VI. cildinde Anadolu Türkçesinde usan, usangelmek, usan olmak, usan vermek öğelerinin XIV. yüzyıldan XVIII. yüzyıla değin yaşayageldiğinigörüyoruz ki, bunlar eski anlamın belirtileridir.


EŞ ANLAMLILIK SORUNU 7örneklerinde olduğu gibi bunlar başlangıçta ayrı, farklı anlamları karşılayankelimeler oldukları, dolayısıyla aynı anlamı taşır duruma gelinceye değinuzun bir zaman geçmesi gerektiği için dilin yazı dili durumuna gelişi, bu eneski belgelerden de önceye, hem de çok önceye götürülebilir. Hele en eskibelgelerde göndermek-yollamak örneğinde olduğu gibi "tam eşanlamlı" görünümündeolan öğeler göze çarpıyorsa, bunların bu duruma gelmeleri içingerekli zaman - aynı nitelikteki başka öğelerin yardımıyle kestirilebildiğitakdirde dilin o tarihlerden yaklaşık olarak daha ne kadar geriye götürülebileceğikendiliğinden meydana çıkar.Bugün, kullanıbş yeri bakımından bütün bütün ayrı olan iki kelimemizinEski Türkçede aynı anlamda, aynı çağda, aynı yazıtta, hattâ aynı cümle içindekullanıldığını görüyoruz: Bunlardan biri olan ince sıfatı Köktürk ve Uygurdil ürünlerinde göze çarpar: "yinçge erklig üzgeli uçuz (ince olanı kırmasıkolay, Tonyukuk, güney 6), "yinçka savularda" (Hüen Tsang, 127 (metaphoriqueanlamda); Alt. Gr., "it/i yinçke yol bu tapuğçı yolı (Kut. Bil. 3986); inçkci(CC. Gr0nbech); Radloff Wb. da, 'dünn', 'fein', 'subtil', 'delikat' anlamlarınıverir; ayrıca bkz. Râsânen, Clauson. Bu sıfatın yanı sıra, aynı anlamda veyine deyim aktarmasından türemiş mecaz anlamıyle kullanılan yuka (bugünkiyufka) sıfatiyle karşılaşıyoruz: "...yuyka erkli tupulğalı ucuz ermiş"(ince olanın delinmesi kolay imiş, Tonyukuk, I güney 6); Alt. Gr.; XI. yüzyılda,Divan'da kelimenin yuwğa, yuwka ve yufka biçimlerine rastlanmakta, 1çokanlamlı olduğu, C ince, zayıf, ucuz', hattâ 'yufka' anlamına (III, 33-24)kullanıldığı görülmektedir. Başka lehçelerde 'ince' anlamı süregelmiş (örn.Kum. joya 'dünn' (Gr0nbech, CC); Kıpç. yuka (Ettuhfet. 14 a-7) bulunmakta,bugün Türkiye Türkçesinde, yazı dilinde yaygın bulunan c açdmış hamuryaprağı' anlamının yanı sıra 'ince' anlamı yaşamakta, Anadolu ağızlarında'ince' (Trabzon, Kayseri, Kocaeli, Kütahya, SDD), 'nazik' (Tekirdağ, İzmir,a.y.), 'hafif' (Erzurum, a.y), 'derin olmayan su' (Kocaeli, Bursa, Trabzon,a.y.) anlamları yaygın ve yerleşik olarak yaşamını sürdürmektedir.Ayrı köklerin türevi olan bu iki öğenin 1200 yıldan fazla bir zamandanberi anlamca değişmeden yaşamakta olması, üstelik "tam eşanlamlı" durumda,aynı cümle içinde geçmesi, bizce en eski dil ürünlerimizde görülen öğelerin1 B. Atalay çevirisinde yuuığa (II, 6-3; III, 80-21; 156-13); yuwka (III, 33-24); yufka(II, 29-25; III, 204-12; 302-12) biçimleri açıklanmakta, Brockelmann'da yufya 'leicht' (2.anlam), yufqa 'zart, dünn', yuvya, yuvqa 'schwach, elend'; 'schwachsinnig'\ 'weich, dünn',seicht (Wasser)' biçimleri verilmektedir.


8 DOĞAN AKSANbu ürünlerden önceki yaşamlarını aydınlatıcı niteliktedir. Oniki yüzyıldanberi anlamca değişmemiş bulunan bu öğelerin daha önce de birtakım morfolojikve semantik gelişmeleri arkada bırakmış olmaları doğaldır.Soyut ve yazı diline özgü bir kavram olması gereken 'övmek' fiili EskiTürkçede iki ayrı keHmeyle, iki eşanlamlı ile anlatım bulmaktadır. Bunlardanbiri ög-, öteki de alqa- fiilleridir.Bugüne değin anlamını yitirmeyen ög- fiili Orhon yazıtlarında (örn.Bilge K. doğu 41) ve Uygurcada (örn. TTIII, 97, 169) sık geçmekte, Uygurcadaöge, ögdilik gibi türevleriyle birlikte karşımıza çıkmaktadır (Alt. Gr.;ög- için ayrıca bkz. Clauson; Qutb. Zaj. 86 [madh et- ile birlikte]; Kit. Idr.Caf. [ök-]).alqa- fiili ile (örn. Uyg. da TTIII, 97; ayrıca bkz. Râsânen, Clauson),türevi olan alqış da çokanlamlı bir öğe olarak karşımıza çıkmaktadır, ög- vealqa- fiilleri ayrıca ikiz kelime olarak da kullanılıyordu (TTIII, 97). Her iki'öğe eş değerli duruma gelinceye değin uzun bir sürenin geçmiş olması gerekir,sanıyoruz. XII. yüzyıldan beri anlamca ve "biçim bakımından değişmeyen ögfiiliher halde ilk kez VIII. yüzyılda kullanılmış olmamalıdır; öte yandanher iki öğenin de soyut kavramlar oluşları, alqa- fiilinin de çokanlamh durumagelinceye değin zamana gereksinmesi oluşu, bu kelimelerin çok daha eskiyeuzanmalarını zorunlu kılmaktadır.Eski Türkçede "tam eşanlamlı" görünen öğelerden bir çift de erk ve küçkelimeleridir. Bunlardan küç (bugünki güç 'kuvvet') Orhon yazıtlarında sıkgeçer: örn. "terâri küç birtük üçün kanım, kağan süsi böriteg ermiş" (Bilge K.doğu 11). iş kelimesiyle birlikte, hendiadyoin olarak da kullanılan (bkz. Tonyukuk,II, doğu 2, Ongin, sağlo, 11) küç Uygur belgelerinde de aynı anlamdageçmekte (örn. "küçi yidmdsar" (wenn seine Kraft nicht ausreicht) TT VII,25 18 ), günümüze kadar gelmiş bulunmaktadır. Ancak, Arapçadan alınankuvvet ile uzun bir süre çekiştiğini, yazı dilinde kuvvefin geniş kullanılış alanıbulmasına karşın halk dilinde ve ağızlarında güç'ün bütün canlılığıyle yaşayarakdil devrimimizden sonra yeniden güçlendiğini de belirtmemiz gerekir.Divan'da çokanlamlı olarak geçen kelime (Brockelmann 'Gewalt' anlamınıveriyor) bütün lehçelerde ufak tefek biçim ayrımlarıyle ve çokanlamh olarakyaşamış ve yaşamaktadır (Kut. Bil. 1435. Kum. CC. Gr0nbech [ c Kraft','Vermögen c J, Kit. Idr. Caf 'kuvvet, güç'; Türkmen, küyç, Yakut, küs, bkz.Radloff, Wb., Râsânen, Clauson).


EŞANLAMLILIK SORUN 9Orhon harfleriyle yazılı Ahun Köl yazıtında (II., 3. satır; bkz. H.N.Orkun, III, 104) ilk olarak geçen erk, bunun olumsuzluk eki taşıyan sıfatıerksiz (Toyok belgeleri, arka yüzü, bkz. a.y., II, 180) ve çeşitli türevleri Uygurcadageniş bir kullanılış alanı gösterir (örn. TT I, 121). Clauson'm (s. 220)iki temel anlamının bulunduğunu belirttiği ( c authority' ve c free-will, independence')kelimenin kimi lehçelerde erig/erik biçimi vardır (Kut. Bil. 1380).erk Kumancada (CC Gr0nbech) c Kraft' anlamındadır ("bej tenin erkibile" c durch die Kraft Gottes, 122no); Kit. İdr. te (11) de geçer; ötekilehçeler için bkz. Radloff. Wb., Râsanen, Clauson (220).Moğolca (erke) ve Macarcaya da (erkin) geçmiş bulunan kelimenin bizimiçin asıl önemli olan yönü, en eski belgelerimizde göze karpan çokanlamlılığıve özellikle küç öğesiyle "tam eşanlamlı" durumda bulunuşudur. Biryandan çokanlamlı duruma geliıceye değin, bir yandan da böyle, eş değerlibir nitebk kazanabilmek için uzun bir sürenin geçmiş olması gereklidir.Aynı şekilde, Eski Türkçede 'kötü' kavramının temsilcisi yabız (örn.Kültigin doğu 32, Alt. Gr., Uyg. S.) ile bununla aynı kebme ailesinden yablaqkullanılırken (örn. Kültigin güney 7, Alt. Gr., Uyg. S.) bir yandan da ayığ(anığ, anyığ) göze çarpmakta (örn. Bilge K. kuzey 2, TTVB 76, Alt. Gr.,Uyg. S.), yabız aynı zamanda yablaq ile ikiz kelime olarak da kullanılmaktadır(örn. Kültigin doğu, 26). Aşağı yukarı XVI. yüzyıl sonuna kadar c kötü'anlamını koruyan (bkz. T. Tar. S.) ve bugün yavuz biçiminde ilgi çekici biranlam iyilenmesiyle yaşamını sürdüren kelime 1 böylece, oniki yüzyddan beriTürkçede canlılığını korumakta ve aşağı yukarı son dört yüzyıl içinde anlamcadeğişikbk geçirmiş bulunmaktadır. Bu durum, kelimenin Orhon yazıtlarındanönceki yaşamı açısından da bir belirti, bir işaret sayılabilir, daha öncede uzun bir süre eski anlamının canlı olduğuna tanık sayılabilir, kanısındayız.Eski Türkçede 'gece' anlamına tün ve kiçii kelimelerine rastbyoruz. Bunlardantün Orhon yazıtlarında oldukça sık geçmekte (örn. Tonyukuk I güney5; II doğu 1; Kültigin doğu 27), tün ortusı, tün ortu, tünli künli gibi kullanıbşlarkelimenin eskihğini, yerleşikbğini göstermektedir. Uygurcada aynı anlamsürmekte (Uyg. S.) ayrıca tünle- tünlük, tünar- gibi türevlerine rastlanmaktadır.Bugün bir yandan Türkiye Türkçesinde tüne-, tünek gibi türevleri anlamınıkoruyan kelime pek çok lehçede (örn. Türkmen, Yakut, Kırım, bkz.1 Bkz. D. Aksan, Anlambilimi ve Türk Anlambilimi, <strong>Ankara</strong>, 1971, s. 146.


10 DOĞAN AKSANRâsânen, Clauson) aynı anlamda yaşamakta, bir yandan da bir önceki günüanlatmak üzere dün biçiminde birçok lehçede ve Türkiye Türkçesinde canlıdurumda bulunmaktadır.Bugün gece biçiminde kullandığımız öğe Uygur metinlerinden beri gözeçarpmakta 1 (Irk Bitig 34, Şine-Usu, doğu 1), aşağı yukarı on yüzyıldan beriaynı anlamda yaşamaktadır, tün ve kiçe eşanlamlı takımı eldeki en eski dilürünlerinde bugünki anlamlarında kullanıldıklarına göre o tarihlerden herhalde uzun bir süre önce de aynı anlamda kullanılmış olmalıdırlar.Eski Türkçede 'tatlı' kavramı için de iki sıfatla karşılaşıyoruz. Bunlardanbiri bugünki tatlı kelimemiz (tatığlığ) öteki de süçig'dir. Başlangıçta somutkavramlar için kullanılmış olması gereken her iki sıfat da Eski Türkçeninbelgelerinde belirli bir anlam gelişmesi ve deyim aktarması eğilimiyle,soyut kavramlara da yakıştırılmış olarak karşımıza çıkıyor:tatığlığ 2 sıfatı (örn. TTI, 118; Alt. Gr. CC Gr0nbech 75/2; Râsânen, Clauson454) tat- fiilinden türemiş olup anlatım yolu, tatma işlemiyle ilgilidir.Metaphorique kullanılışı (örn. tatlığ öter sanduwaç "Manihaica I, 529, 7; III,178, 16; "tatiyliy boltung"''' [TTI, 118] sıfatın daha Eski Türkçedeki yerleşikliğineve yaygınlığına tanıktır.Eski Türkçede rastladığımız süçig sıfatının da aynı metaphorique kullanılışıvardır: u tabğaç budun sabi süçig ağısı yımşaq" (Bilge K. kuzey 4) 3 .Burada şunu belirtmeliyiz ki, kelimenin kökeni kesinlikle belli değildir; Râsânen'inaçıklamasını (süt-si) özellikle anlambilimi yönünden kabul etmekkolay değildir. Ancak kökeni ne olursa olsun, belli olan şudur ki kelime tatWdan başka bir kökten, başka bir yoldan, aynı kavramı yansıtır duruma gelmiştir;onunla eş değerli ve eşanlamlıdır. Aynı dilin başlangıçta tek bir kavramiçin iki ayrı öğe kullanması olanak dışında olduğuna göre iki ayrı öğe,belirli bir anlam gelişmesi evresini geçirdikten sonra eş değerli duruma gelmişolacaklardır.Aynı kavram alanı içine giren ve c ün, şöhret' anlamına gelen çeşitli öğelerde konumuz bakımından ilgi çekicidir:1 Clauson geç- (keç-) fiilinin ad biçimi olarak gösteriyor.2 Krş. talağlag.3 Altmordu alanının ürünü olan, Kutb'un Husrev ü Şirîn'inde kelime hem temel anlamındahem de metaphorique kullanılışıyle geçmektedir: "süçüg bolmaz tuz" (Zaj. 64); "süçüg til birleajdy" (Zaj. 149).


EŞ ANLAMLILIK SORUNU 111. 'isim' anlamına gelen at, aynı zamanda 'ün' demektir, (bkz. Alt. Gr.['Name, Ruf, Rubm']; "atıng küng yadıldı yıd yıpar tag" (TTI, 146); ayrıcaU.I. 30.5). Husrev ü Şirın'de geçen "bu azun adgü at birla hoş ol bil" (Zaj.224). Bugün Türkiye Türkçesinde geçen adı batmak, adı belirsiz, adı çıkmak,adı kalmak gibi deyimlerle ad-san ikiz kelimesi, normal bir semantique gebşmesayılabilecek olan 'ad' > 'şöhret' gelişmesinin ürünü olaıı bu anlamınoniki yüzyıldan beri yaşamını sürdürdüğünü göstermektedir.2. Kimi yazarların (v. Gabain, TTX Index; Clauson, 719) Çince cft'ükebmesinden gelme olduğunu ileri sürdükleri küg hem Orhon, hem Uygurbelgelerinde geçer. Orhon yazıtlarında 'haber' anlamı görülen kebme (örn.Kültigin, doğu 12) doğrudan doğruya 'şöhret' anlamında da kullandmıştır:"alpın erdemin üçün kü bunça tutdı" (Ihe Hüşotu, batı 12). Uygurcada da(bkz. Alt. Gr., TTX, 440) anlamı süregelen kelime Eski Türkçede çokanlamlıdır(bkz. Uyg. S., Râsânen).3. çav kelimemiz de eskiden beri 'şöhret' aıılamıyle karşımıza çıkar:"bilig eşi çab eşi ben körtim''' (Tonyukuk, batı 7); Uygurcada çawıq- 'ün kazanmak'fiili görülmektedir (Alt. Gr., çawıqmış 'berühmet'); Kut, Bil. de de tambu anlamda görülür: "eşittim yıraktın anınğ çavını" (527); Divan'da çav, çavık-ve çavlan* öğeleri geçer (çawuq-, Husrev ü Şfrln'de de vardır [127]).4. Bunlara ek olarak 'söz, haber' anlamında Eski Türkçeden beri yaşayansav kelimemizin (örn. Tonyukuk 9,33) de aynı zamanda 'şöhret' anlamınıtaşıdığı kimi yazarlarca gösterilmektedir (örn. Alt. Gr., Uyg. S.).Bu dört öğe içinden küg Çince kaynaklı olsa bile hem Orhon, hem Uygurbelgelerinde yaygın ve yerleşik durumdadır; aynı zamanda geniş bir çokanlamblıkgösterir, at kelimesiyle birbkte hendiadyoin olarak kullanıbşı da onunyerleşikliğine bir başka tanıktır.'günah, hata' anlamında Eski Türkçede kullanılan yazuq ve yazınç öğeleriüzerinde, bir araştırmamızda uzun uzadıya durmuştuk (Kavram alanı-kelimeailesi ilişkileri ve Türk yazı dibnin eskiliği üzerine: TDAY Belleten 1971,257-58). Burada konumuz bakımından şunu da eklemek istiyoruz: Uygurbelgelerindeki irinçü de (örn. TTIV. 22, 24; Alt. Gr. ['Sünde'] Uyg. S.) aynıanlamda kullanılmaktadır.Köktürkçede, aynı kavram alanına giren üç öğeden kurulu bir eşanlamlıtakımı vardır: kürlüg-tablig-armaqçı. Kültigin anıtında geçen (doğu 6) ve kür'hiyle, fesat, kandırma' adının sıfatı olduğu anlaşılan kiirlüg Uygur metinlerin-


112 DOĞAN AKSANde de görülmektedir, (örn. U.II, 77, 26). tablig (Kültigin, doğu 6; krş. Divan'dageçen tew 'hiyle', teuıliig 'hiyleci', tewlüglen- 'kendini hiyleci saymak, hiyleciolmak' ile armaqçı' da (Kültigin, a.y) aynı cümlede ve aynı anlamda kullanılıyor.Her biri ayrı köklerden türeyen bu öğelerin Köktürkçede aynı anlamdakullanılmaları için, yine bir gelişme evresini geride bırakmış olmaları gerekir.Eski Türkçede, özellikle Uygur yazı dilinin kelime hazinesinde meydanagelen olağanüstü genişleme sonucunda aynı kelime ailesinden eşanlamlılarınortaya çıktıklarını da burada belirtmeliyiz (Uygur çağı ürünlerinde eşanlamlılarınfazlalığı, daha çok yabancı öğenin dile girmesi olgusu ve yabancı kavramlarıkarşdamak üzere yeni öğelerin türetilmesiyle açıklanabilir. Buradada yabancı, özellikle dinsel metinlerin çevirileri rol oynamıştır). Yukarıdaüzerinde durduğumuz yazuq ve yazınç örneklerinde olduğu gibi, her ikisi de'kör' anlamına gelen közsiz (Manichaica I, 18, 6) ile körmdz (Bilge K. kuzey10; Uyg. S.); 'güzel' anlamında körklüg (Altun Yaruk 608,1) ile körkla ve kortla(TTVA, 187; Altun Yaruk 619,23); Köktürk yazıtlarından Tonyukuk'taher ikisi birlikte, öldürmek' anlamında kullanılan ölür- (örn. Kültigin, doğu10) ve ölüt- fiilleri (Tonyukuk, I, batı 2) gibi öğeler bu arada gösterilebilir.Yukarıdan beri ele aldığımız örneklerin bir bölümünde, bir arada açıkladığımızeşanlamblardan bazılarının aynı zamanda ikiz kelime olarak kullanıldıklarınadeğinmiştik. Çoğunlukla aynı olguların, aynı semantique gelişmelerinürünü olan bu eşanlamlılar araşma, aşağıdakiler de katılmalıdır:arqış ('kervan' örn. Bilge K. doğu 25, Uyg. S.) ile tirkiş (a.a., örn. Küttigin,güney 8). Birlikte iken yine 'kervan' anlamında kullanılan (örn. Kültigingüney 8) bu öğelerin, ayrı köklerin türevleri oldukları apaçıktır (örn. arqış,arga-hn türevidir; bkz. Clauson, 216) yolçı 'kılavuz' ile yine aynı anlamdakiyerçi (hendiadyoin, olarak örn. "azmişlarqa yolçi yirçi boltunguz'''' TTIII, 69)ve bunlar gibi daha niceleri, aynı türden örneklerdir. Aynı zamanda ikiz kelimeolarak kullanılan köz ve qaraq eşanlamlı takımından köz (göz) kelimesininanlamı kesinlikle bellidir. qaraq öğesinin asıl anlamı 'gözbebeği'dir. Uygurçağı ürünlerinde sık geçen (örn. TTIII, 80; TT X, 551) ve Divan'da dagörülen qaraq, köz''le birlikte, ikiz kelime biçimine girince bu birleşim yinec göz' anlamında geçer ("köz qaraq" 'Augen', TTIII. 27., D260. 80.).Sonuç olarak, bütün bu örnekleri ve burada ele alamadığımız daha nicelerinigözden geçirince,1 Uygur metinlerine ar-, 'aldatmak' anlamında göze çarpar (TTIV, 10,5; Uyg. S.).


EŞANLAMLILIK SORUNU 131. Söz konusu ettiğimiz eşanlamlıların, dilimizin en eski ürünlerinde yaygın,yerleşik durumda oldukları;2. Bu tür eşanlamlıların büyük çoğunluğunun 700 ya da 1200 yıldan beribiçim ve anlam yönünden pek az değişmiş durumda bulundukları gerçeği ortayaçıkacaktır.Bu durum göz önünde bulundurulursa eşanlamlıların, özelbkle "tameşanlamlı" görünümünde olan öğelerin başka başka köklerden, belirb birtakımanlam olayları, değişmeleri sonucunda meydana gelebilmeleri için yinebu süre kadar bir zamanın geçmiş olması, dolayısıyle Türk yazı dilinin VIII.yüzyıldan bir o kadar geriye götürülmesi gerektiği görüşü kolaybkla benimsenebilir,kanısındayız.Kısaltmalara.a.Alt. Gr.Altun YarukAtebea.y.Bianchi-KiefferT.-Fr. 1835CC. Gr0nbechClausonDede K. [Ergin]DivanEttuhfetaynı anlamdavon Gabain, Annemarie, Alttürkische Grammatik,2. basım, Leipzig, 1951.Çağatay, Saadet, Altun Yaruk'tan İki Parça, <strong>Ankara</strong>,1945.Edip Ahmet B. Mahmut Yüknekî, Atabetü'l-Hakayık,yayımlayan: R. Rahmeti Arat, İstanbul, 1951.aynı yerKieffer, J.D. -T.X. Bianchi, Dictionnaire turc-français,Paris, 1835, 1837.Gr0nbech, K., Komanisches Wörterbuch, TürkischerWortindex zu Codex Cumanicus, K0benhavn, 1942.Clauson, Sir Gerard, An Etymological Dictionary ofPre-Thirteenth -Century Turkish, Oxford, 1972.Dede Korkut Kitabı, I: Giriş-Metin-Faksimile, hazırlayanMuharrem Ergin, <strong>Ankara</strong>, 1958.Divan ü Lûgat-it Türk Tercümesi, 3 cilt, çeviren:Besim Atalay, <strong>Ankara</strong>, 1939, 1941.Ettuhfet-üz-Zekiyye fil-Lûgat-it-Türkiyye, çeviren:Besim Atalay, İstanbul, 1945.


DOĞANAKSANHüseyin Kâzım Kadri, Türk Lügati, Türk DillerininÎştikakî ve Edebî Lügatleri, 4 cilt, İstanbul, 1927-1945.Orkun, Hüseyin Namık, Eski Türk Yazıtları, 4 cilt,İstanbul, 1936-1941.von Gabain, Annemarie, Die uigurische Übersetzung derBiographie Hüen-Tsangs, Berlin, 1935.Mehmed, Işk-nâme (inceleme-metin), yayımlayan: ŞeditYüksel, <strong>Ankara</strong>, 1965.İbnü-Mühennâ Lügati (istanbul nüshasının Türkçebölüğünün indeksidir), hazırlayan: Aptullah Battal.Ahmet Yefik Paşa, Lehçe-i Osmânî, Tab'-ı cedid istanbul,1306.Şemsettin Sami, Kâmus-i TürkI, İstanbul, 1317Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, yayımlayan: ReşidRahmeti Arat, I: metin, istanbul, 1947.Radloff, W., Versuch eines Wörterbuches der Türk-Dialecte, 4 cilt, St. Petersburg, 1893-1899.Râsânen, Martti, Versuch eines etymologischen Wörterbuchsder Türksprachen, Helsinki, 1969.Türkiyede Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi, 6 cilt,istanbul-<strong>Ankara</strong>, 1939-1957.Müller, F.W.K., Uigurica I-III (ABAW, 1908-1922Berlin).Caferoğlu, A., Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İstanbul,1968.Yudahin. K.K., Kırgız Sözlüğü, çeviren: A. Taymas,2 cilt, <strong>Ankara</strong>-Istanbul, 1945, 1948.Zajaczkowski, A., Najstarsza wersja Turecka Husrâvu Şîrîn Qutba, III. Slownik, Warszawa, 1961.


ESKİ TÜRKÇEDEKİ OĞUZCA BELİRTİLERZEYNEPKORKMAZ1. § Oğuz Türkçesinin doğrudan doğruya kendi lehçe özelliklerine dayalıözgür bir yazı dili olarak kuruluşu XIII. yüzyıla rastlar. Bu nedenleOğuzcanın XIII. yüzyılın ikinci yarısından başlayan tarihsel gelişmesinikolaylıkla izleyebiliyoruz. Bu konuda Türk dili tarihi bakımından üzerindedikkatle durulması gereken ve aydınlatılmağa muhtaç olan dönemi XIII.yüzyıldan önceki dönem veya dönemleridir.Bugün için elde XIII. yüzyıldan daha gerilere giden ve yazıbş alanlarıaçıkça gösterilen Oğuzca metinlerin bulunmaması, Oğuzcanın XIII. yüzyıldanönceki dönemlerini genellikle sisli bir perde altında tutmuştur. Konunungelişmesini daha iyi izleyebilmek için burada XIII. yüzyıldan öncekidönemleri de: 1) XI-XIII. yüzyıllar arası, 2) XI. yüzyıldan önceki dönemolarak ikiye ayırmak gerekir.XI-XIII. yüzyıllar arasında bir yandan Orta-Asya'nın Harezm ve Horasanbölgeleri ile İran ve Irak' tabir yandan da Anadolu bölgesinde çoğunluğuOğuz unsuruna dayalı bir devlet kurmuş olan Büyük Selçuklular ileAnadolu Selçukluları'nın, resmî dil, edebiyat ve ilim dilleri olarak Farsçave Arapçayı benimsemiş olmaları, XI-XIII. yüzyıllar arasında Oğuzcanın yazıdili ürünlerinde yer almadığı kanısını yaygmlaştırmıştır. Oysa XII, XIII.yüzyıllarda yazılmış olan dinî nitelikteki karışık dilli eserlerin bu görüş açısındanyeniden incelenmesi, son yıllarda bunların sayısının biraz daha artmasıve bu eserlerdeki karışık dil özellikleri ile, Kaşgarlı Mahmud'un,Oğuzcanın XI. yüzyılın ikinci yarısındaki dil yapısı üzerine verdiği bilgilerarasında büyük bir uygunluk bulunması, Oğuzcanın XI-XIII. yüzyıllarıarasına ışık tutmuş ve bu dönemdeki sisi oldukça sıyırmış bulunmaktadır.Bu konuda yapılan araştırmalardan elde edilen sonuçlar, Oğuzcanın XI-XIII.yüzydlar arasındaki döneminin eski Türk yazı dilinden, doğrudan doğruyaOğuz lehçe özelliklerine dayab yerli bir Oğuz yazı diline doğru uzanma çabasıiçinde bulunan bir 'geçiş dönemi' niteliğinde olduğunu ortaya koymuş-


16 ZEYNEP KORKMAZtur. Bu 'geçiş dönemi' üzerinde çeşitli yazdarımızla yeterli kadar durduğumuz1 ve burada da konumuz dışı kaldığı için üzerinde daha fazla durmayıgereksiz sayıyoruz. Ancak, bu kısa açıklamamızla belirtmeğe çalıştık ki, Türkçenintarihsel gelişme çizgisi üzerinde, Oğuzcayı Kaşgarlı'nın verdiği bilgilerdenyararlanarak XI. yüzyıla kadar izleyebilmekte ve XII. yüzyıl eserlerindeyazı dili ürünlerinde yer aldığını da görebilmekteyiz.Oğuzcanın tarihsel gelişmesini izlerken üzerinde durulması gereken ö-nemli bir konu da, Oğuzcanın XI. yüzyıldan önceki durumudur. Bunu başkabir deyimle belirtmek gerekirse, Oğuzca XI. yüzyıla kadar Türk dili tarihçileriiçin, hakkında metinlerle hiçbir bilgi alınamaz kapab bir Türk dili koluolarak mı kalmıştır? Yoksa, bir konuşma dili olarak süregelme dışında, yazıdili ürünlerinde de az çok kendi varlığını gösterebilmiş midir?Türkçe, VII-XIII. yüzyıllar arasında yazı dili olarak genellikle tek birkol halinde ilerlediği ve Köktürk, Uygur, Karahanlı gibi yazı dilleri bu tekkolun siyasal bölünmeler ile, zaman, yer ve kültür alanları ayrılıklarına bağlıbirer boğumları sayıldığı için, Oğuzcanın bu yazı dili içindeki durumu onuntarihsel gelişmesine ışık tutacak bir biçimde ele alınmış değildir. Bu nedenlede Türk dillerinin ve Oğuz yazı dilinin sınıflamasında, zaman zaman kimiaraştırıcılar onu Eski Türkçe'nin Köktürk kolu ile birleştirmeğe çalışırkenkimi araştırıcılar da bu görüşü tümü ile reddetmişlerdir. Burada bir makaleçerçevesinde sunmağa çalıştığımız konu, Oğuzcanın VII-XI. yüzyıllar arasındakidurumunu aydınlatabilmek üzere, eldeki kaynak metinlere dayanılarakyapılmş bir denemedir. Asil değerini, Türk dilinin çeşitli alanlarındaçalışan değerli meslektaşlarımızın bu konuya yapacakları katkıda bulacaktır.VII-XI. YÜZYILLAR ARASINDA OĞUZLAR2. §. Dil ve tarih kaynakları Oğuzların yalnız XI. yüzyıldan sonra değil,VII-XI. yüzyıllar arasında da Orta Asya'da önemli bir yer tuttuklarını ortayakoymaktadır. Ne var ki, Oğuzların XI. yüzyıldan sonraki varhkları,büyük siyasal gelişmeler göstermiş ve özgür devletler kurma biçiminde ortayaçıkmıştır. Bunların XI. yüzyıldan önceki varhkları ise öteki siyasal bir-1 Bu konuda bkz. Z. Korkmaz, Selçuklu Türkçesinin Genel Yapısı, TDAY 1972, s. 17-34;Das Oghusische in dem XII. und XIII. Jahrhundert als Schriftsprache, Central Asiatic JournalVol. XVII/2-4, (1973), s. 294-303; Sadrü'd-dln Şeyhoğlu, Marzuban-nüme Tercümesi, <strong>Ankara</strong>Üniv. DTCF yayını: 219 <strong>Ankara</strong> 1973, Giriş bölümü s. 16-53.


ESKİ TÜRKÇEDEKİ OĞUZCA BELİRTİLER 17liklere bağlı, ancak, onların siyasal varlıkları üzerinde zaman zaman önemlietkiler yapmış bir Türk boyu olma durumundadır. Oğuzların bu dönemdeki varlıklarınıbem Köktürk Kağanlığı döneminde hem de Uygur Devleti dönemindegörebilmekteyiz. Gerek Yenisey ve Orhun yazıtları'ndaki kayıtlardan,gerek bu konudaki tarih araştırmalarından, Oğuzların VII. yüzyılın ilk yarısındaBarlık ırmağı yöresinde (Yenisey bölgesi), VII. yüzyılın ikinci yarısındanbaşlayarak da Tula ırmağı boylarında ve muhtemelen Ötüken yöresindeyaşadıkları anlaşılıyor. Yazıtlarda Türk ve öteki etnik unsurlar yanında çeşitlivesilelerle yer yer Oğuzların da adı geçmektedir. Siyasal ve idarî ilişkilerbakımından Köktürk kağanlığının Oğuzlarla olan bağlantısı kimi zamanlardagergin, döğüşlü ve savaşlı ilişkiler biçiminde ortaya çıkmış 2 ; kimizamanlarda da kentii budunum anlatımında belirdiği üzere onların sadık birmetbuu olma biçiminde kendini göstermiştir. Yenisey Yazıtlarında görüldüğüüzere Oğuz beyleri adına diktirilmiş küçük çapta mezar-taşı anıtlarınınbulunması, Orhun Yazuları'nda sık sık Oğuzlara da yer verilmiş olması, onlarlayapılan savaşların anlatılması, Köktürk kağanının Türk budunu ilebirbkte Oğuz budununa ve beylerine de seslenmesi, Oğuzların, Köktürksiyasal birliği içindeki önemli yerlerine işaret eder nitebktedir.Oğuzların, Köktürklerin yerini alan Uygurlar devrinde de Orhunırmağıbölgesinde yaşadıkları ve Uygurlarla, Köktürk döneminde olduğu biçimdekimi zaman savaşlar yaptıkları, kimi zaman da dostluk ilişkileri içinde bulunduklarıgörülüyor 3 . Ancak, aşağıda dil özellikleri bölümünde de görüleceğiüzere Uygur dönemindeki Oğuz etkisi Köktürk dönemindeki gibi belirginolamamıştır.ESKİ TÜRKÇE DÖNEMİNDEKİ LEHÇE AYRILIKLARI3. §. Genel bir sınırlandırma ile VI-XI. yüzyıllar araşma sokabileceğimizEski Türkçe döneminde, dil özellikleri ile ilgili ayrıntdar söz konusu olduğunda,birtakım lehçe ayrılıklarının da varlığı ortaya konmuştur. Nitekimbu konuya dokunan W. R a d 1 o f f, Orhun Yazıtları yanında merkezi Turfanolan geniş bir alanda daha başka edebî bir dil olduğunu ve bu edebî dilin dahasonraki bir sıra Türk lehçelerine temel teşkil ettiğini yazmıştır 4 . Eski Türk2 Bkz. Faruk Sümer, Oğuzlar, (Türkmenler): Tarihleri-Boy Teşkilâtı-Destanlan, <strong>Ankara</strong>Üniv. DTCF. yayını, <strong>Ankara</strong> 1967, s. 13 ve H.N. Orkun, Eski Türk Yazıtları, TDK.yayını îst. 1936 C.I, s. 36, 102, 104.3 Bkz. F. Sümer, Oğuzlar, s. 19-25 ve orada gösterilen bibliyografya.4 Bkz. W. Radloff, Die alttürkischen Inschriften, Neue Folge. St. Petersburg 1897,s. 42; Die vorislamischen Schriftarten der Türken und ihr Verhâltniss zu der Sprachederselben, İzvestia Akademia Nauk 1908, s. 842.


18 ZEYNEP KORKMAZyazıtları üzerinde durmuş olan Rus türkologlarından S. E. Malov da Yeniseyve Orhun yazıtların d aki lehçe ayrılıkları ile, eski kuzey Oğuzcasınınetkisine işaret etmiştir 5 . Bir sıra taş yazıtlarla Uygurca adı verilen metinlerindiline de dayanan Eski Türkçenin gramerini yazmış olan A. von Gabainise, Eski Türkçede bugüne kadar daha hangi kavmî unsurlara ait olduğutesbit edilemeyen beş ayrı lehçenin izleri bulunduğunu yazmıştır. Ona görebu lehçelerden yalnız bir tanesi gerçekten Uygurca olmalıdır 6 . Köktürkçeve Orhonca deyimleri de bu görüş açısından belirgin olmayan deyimlerdir.Gabain, anyığ 'kötü' sözündeki ny birleşik sesinin değişik eser ve sözcüklerdey ile ayığ ve n ile anığ olarak yazılışlarını gözönünde bulundurarak, bu sesdeğişimini bir ayraç olarak kullanmış; bu lehçelerden yalnız ikisini y ve nlehçeleri olarak nitelendirmiştir 7 . Birleşik ny sesi ise, yine değişik bir lehçeözelliği olarak taş yazıtların dilinde yer almıştır. A. von Gabain, ayrıca,Uygur yazmalarında olduğu gibi Orhun ve Yenisey yazıtlarında da lehçeayrılıkları yüzünden bir dil birliğinin bulunmadığına işaret etmiştir. Görülüyorki Köktürk, Uygur siyasal birlikleri içinde çeşitli Türk kavimlerinin yeralmış ve bu dönemin yazı dili ürünlerine, o eserlerin yazıcıları aracılığı iledeğişik Türk unsurlarına ait çeşitli ağız özelliklerinin de girmiş olması, budönemdeki lehçe ayrılıklarının başlıca dayanağı olmuştur. Eski Türkçe döneminegiren siyasal devlet kuruluşlarında, özellikle Köktürk döneminde 0-ğuzlar da önemli bir yer tuttuklarına göre Eski Türkçede Oğuzca ile ilgilibir kısım özelliklerin de belirmesi olağandır. Bu dönem metinleri üzerindeyaptığımız inceleme, bizi Eski Türkçedeki lehçe ayrılıkları bakımından,Oğuzca birtakım özelliklerin de yer aldığı sonucuna ulaştırmıştır. Ancak,gerek Eski Türkçenin genel durumu gerek Oğuzcanın tarihsel gelişme koşullarıbakımından bu özelliklerin, Eski Türkçe içinde özgür bir Oğuz lehçesininvarlığı biçiminde yorumlanamıyacağı kanısındayız. Bizce bunlardan birbölüğü o günün genel yazı dili ile ortaklaşan ve ancak Oğuzcanın sonrakiyüzyıllarda geçirdiği tarihsel gelişmelerle kendine özgü bir biçim alan özelliklerdir.Ogün için bunlardan yalnız bir bölüğü doğrudan doğruya Oğuzcayınitelendiren özellikler sayılabilir. Demek oluyor ki, bu dönem içinde Oğuzcaile ilgili özellikler, öteki lehçelerle ilgili özellikler gibi ancak genel eğilimlerve belirtiler olarak yer almış durumdadır. Konuşma dilinden yazı diline sızmışolan bu eğilimlerin gittikçe yoğunlaşması ve Tükçenin tarihsel gelişme5 Pamyatniki drevnetyurskoy pis'mennosti, Moskva-Leniııgrad 1951, s. 98.6 Alttürkische Grammatik, Leipzig 1950, s. 2. (Kısaltması: Alt. Gr.)1 Alttürkische Grammatik, §§ 3,4.


ESKİ TÜRKÇEDEKİ OĞUZCA BELİRTİLER 19koşullarına bağlı olarak yavaş yavaş kendine özgü bir kişilik kazanması ise,elbette uzunca bir süre içİDde olmuştur.Eski Türkçe döneminde genel eğibmler olarak Oğuzca özelliklerin deyer aldığından söz ederken, bu özelliklerin Yenisey ve Orhun yazıtları ilere lehçesi metinlerinde daha yaygınca olduğunu da belirtmek gerekir. BunlarUygur metinlerinin çoğunda birkaç özellik dışında hemen hemen silinmişgibidir. Ayrıca, belirb kimi özelliklerin belirli yazıtlarda yer almış olmasıbakımından yazıtlar arasında da ayrıbklar göze çarpar. Genel olarak diyebilirizki Oğuzca, Oğuzların tarih sahnesine çıkışından sonra, Eski Türkçedöneminde yalnız konuşma dib olarak kalmamış, çeşitli eser yazarlarınınyer yer kendi lehçe özelliklerini o eserlere aktarmaları yolu ile yazı dili ürünlerinede geçmiştir. Oğuzcanın tarihsel gelişmesine ışık tutabilmesi bakımındanşimdi bu bebrtileri ayrı ayrı özetlemeğe çalışalım.Eski Türkçe'deki Oğuzca belirtileri sıralarken, bunlardan:1. Onseste t->d- dönüşümü: tağ ~>dağ, taş>daş, teıjiz>deıjiz, tiş>diş v.b.2. Onseste k-~>g- dönüşümü: kök~>gök, kirmek> girmek, kelmek^>gelmek v.b.3. İç ve sonseslerde d>y dönüşümü: adak>ayak, adığ>ayu>ayı, bod>boy, kedim>geyim v.b.4. Tek ve çok heceli sözcüklerin sonlarındaki ğ ünsüzleri ile ek başlarmdave ek sonlarında bulunan ğ/g ünsüzlerinin durumu: kapığ>kapu, tapığ~>tapu,kelgen>gelen, yaşlig>yaşlur^yaşlı v.b.5. b->v- dönüşümü: bar->var-, bir->vir, bol->ol- gibi değişimleri, birerkriter olarak kullanamıyacağımızı belirtmek gerekir. Çünkü lehçe sınıflamalarındaayraç olarak kullanılan bu ses değişimleri Oğuzcanın ancak EskiTürkçeden sonraki döneminde ve değişik evrelerde gerçekleşmiş bulunmaktadır.ESKİ TÜRKÇEDEKİ OĞUZCA BELİRTİLER4. §. 1) i,—


20 ZEYNEP KORKMAZişaretin kullanıldığını kaydetmiştir. A. von Gabain de Brahmi metinlerinde,özel imlâ işaretleri kullanılmak suretiyle açık e ile i arasında kapabbir ünlünün daha bulunduğuna işaret ediyor. Metinlerde birçok yerde i ünlüsüile yazılmış olan bu sözcüklerin yer yer i'den ve açık e'den ayrılan böyleözel bir işaretle yazılmış olması, başta V. Thomsen olmak üzere, bu alandaçalışan araştırıcılara 9 Eski Türkçe döneminde yazıda belli edilen kapalı bir eünlüsünün varlığını kabul ettirmiştir. Yukarıda, ilk hecelerde birer i ünlüsüile yazıldıklarını belirttiğimiz sözcükler Kültigin, Bilge Kağan, Tonyukukyazıtları ile Yenisey yazıtlarında ve Brahmi metinlerinde elt-, kerü, kesre,keyik 'geyik', yegirmi, yer, ber- 'vermek', beş, et-, te- 'demek', ter- 'dermek,toplamak', yeti, eş 'arkadaş', yeg 'daha iyi' biçimleri ile ve kapalı e ünlüsü ilede yer almış bulunuyor. Bu duruma göre Eski Türkçede açık e ile i arasındakapalı bir e (e) ünlüsü var demektir.Biz Türkçenin, Eski Türkçeyi izleyen daha sonraki dönemlerinde deilk hecelerdeki i ve kapalı e sorunu ile karşılaşıyoruz. Arap imlâsı açık e ilekapah e arasında bir ayırım yapmadığı ve eski i'li şekiller klişeleşmiş olan yazıda,olduğu gibi devam ettirildiği için, bu sözcüklerin ilk hecelerindeki ünlülerinsöylenişteki ses değerlerini çok kez açık olarak tayin edemiyoruz.Hareke işaretlerinin imlâya ayrıca yardımcı olduğu yerler ise pek azdır.Bu duruma rağmen Türk yazı dilleri ve lehçelerinde, Eski Türkçedekibu ikili durum yine de kendini göstermektedir. Genel bir sınıflama ileDoğu Türk lehçeleri grubuna sokabileceğimiz Türk yazı dilleri ve lehçeleriilk hecede i'li şekilleri benimsedikleri halde, güney-batı Türk lehçelerigenellikle i>e açılması ile kapah e'yi benimsemiştir, el, eş, et-, ye-, ver-,yedi, yetmiş, geyik, geri sözcükleri ile Türkiye Türkçesi bu durumun güzelbir örneğini vermektedir. Azerî ve Türkmen lehçelerinde de bazı ayrıksılarlae'li örnekler ağır basmıştır. Gerçi bu grupta, ve özellikle yazı dili dışında kalanağızlarda iki, yigirmi, yirmi, dimiş, yidi, virdi gibi örneklerle eski i'lerisürdüregelme eğilimi de yok değildir. Ancak bu türlü görünüşler ikili gelişimiyansıtan ve genel durumu taşan özelliklerdir. Eski Türkçe'deki kapab e ünlüsüile bunun Oğuz-Türkmen lehçelerindeki devamı arasmda bir bağlantıkurmak gerekirse, Oğuzların büyük bir çoğunluğunun ilk hecelerde kapalıe'yi benimsediklerini gözönünde bulundurarak, Eski Türkçede rastlanan8 Inscriptions de L'Orkhon dechiffrees, MSFOu V, Helsingfors 1899, pp. 15, 16.9 Bkz. K. Thomsen, The closed e in Turkish, Açta Orıentalia, XXII, 3-4 (Havniae1957) pp. 150-53, T. Tekin, A Grammar of Orkhon Turkic, pp. 25, 53.


ESKİ TÜRKÇEDEKİ OĞUZCA BELİRTİLER 21kapalı c'nin de Oğuzcaya özgü bir belirti olduğunu kabul etmek yanlış olmazkanısındayız.2. Uzun ünlüler: Köktürk ve Uygur metinlerinde uzun ünlülerin bulunduğunubilmekteyiz. Bugün yaşayan lehçelerden Yakut, Özbek v.b. lehçelerdışında, Türkmence de uzun ve ikiz ünlüleri ile tanınmış bir Oğuz lehçesidir.Son yıllardaki araştırmalar ilk hecelerdeki ünlü uzunluklarının EskiAnadolu Türkçesinde de bulunduğunu ve bu uzunlukların, XIII, XIV. yüzyıllarınharekeli metinlerinde, hem hareke işaretleri hem de elif, vav, ye gibiünlü işaretleri yazılmak suretiyle belli edildiğini ortaya koymuştur 10 . Buuzunlukların zamanla Türkiye Türkçesi yazı dilinde kaybolduğu, ancak,Anadolu ağızlarında yine de süregeldiği bilinmektedir 11 . Oğuz-Türkmen lehçelerindekiâç, âç- 'acıkmak', âd, ât 'at, isim', âğu 'ağı, zehir', âl 'al, kırmızı',ârı 'temiz', âş, âz, bâş, iki, il, in 'in, oyuk, mağara', bir, biş, beş, tiş, diş, kiz,giz, vir-, ver-, öd 'ateş', yok, yöh, tün, dün 'gece' gibi birçok sözcüğün ilk hecelerindekiuzunlukların Eski Türkçe dönemi ile paralel olarak bugüne değinsürdürülegelmiş olması, Eski Türkçe dönemindeki bu uzunlukların Oğuzcayıda temsil etmekte olduğunun bir tanığıdır 12 .3. Ünlü incelmeleri: Ünlü uyumu bakımından, Eski Türkçe'de dil benzeşmesininkurallı olarak yürürlükte olduğunu görüyoruz. Ancak, Orhun veYenisey yazıtlarında t,n,s,ş gibi diş ve dişeti ünsüzleri ile y ünsüzü yanındakiı ünlüsünün yer yer >i'ye dönüştüğü görülüyor: aş- /aşig 'aşma', atig 'ad,isim', bayırlfunii], bulmayın 'bulmayarak', buıjsiz 'kedersiz', kağanımin, oğlumin,atimin 'oğlumu', torunlarımı', kahsiz 'tamamiyle, bütünüyle', karjsiz'yetim', kılmtim 'yaratıldım', yağısiz, yaşik 'güneş'; bir) /biıj, ıd-/id- 'göndermek',sı-/si- 'kırmak, bozmak', yış/yiş, yımşak /yimşek u gibi. -ı/-i üçüncüşah. iyelik eki uyuma girdiği halde -sı /-si ekinin de uyum dışı kaldığı görülüyor14 . Bunlara -miş geçmiş zaman ve -çi meslek ekini de ekleyebiüyoruz. Dişve dişeti ünsüzleri ile y ünsüzünün, yanlarındaki ünlüleri inceltme etkileri,yer yer Türkçenin her kolunda görülebilen bir olaydır. Ancak Oğuz-Türkmenlehçelerinde bu etki çok daha yaygın ve bebrgindir. Anadolu ve Rumeli ağız-10 Bkz. Z. Korkmaz, Eski Anadolu Türkçesindeki Asli Ünlü Uzunlukları, DTCF. Derg.C. XXVI /3-4, s. 49-66.11 Bkz. Z. Korkmaz, Güney-Balı Anadolu Ağızları: Ses-Bilgisi. <strong>Ankara</strong> Üniv. DTCF.yayım 1956, s. 16-22, § 20.12 Eski Türkçedeki ilk hece ünlü uzunlukları için bkz. Alt. Gr. § 14.; T. Tekin,A Grammar of Orkhon Turkic (Kısaltması: Orkhon Turkic) s. 50, 52.13 Bkz. Orkhon Turkic s. 71.14 Bkz. not 13'te göst. e., s. 54, 60.


22 ZEYNEP KORKMAZlan söz konusu değişimlerin pek çeşitli ve bol örneklerini vermektedir. Hepsindedeğilse bile Oğuz-Türkmen lehçelerinin bir kısım ağızlarında diş, dişetive y ünsüzlerinin yanlarındaki ünlüleri inceltme etkileri, bu ağızlardaki dilbenzeşmesinin kurallılık gücünü de açmıştır: bure 'buraya', soriyo, ğıyilcım,dümeyoru, çıkaren, oyneş- 'oynaşmak', ğardeş, ğızıymiş, yaşe-, üşahlar, başindan,adi, ğazasi, hasta mi ?, yanima, eslan, geyiş 'kayış', yoldeş, yavaş, çocuk 15 .Öyle ki -mış/-miş ekini sürekli olarak ince kullanan ağızlar da vardır. Oğuz-Türkmen lehçelerindeki bu olay her halde yeni başlamış bir olay değildir. Butürlü incelmeleri yer yer Eski Anadolu Tükçesinde de izleyebildiğimizegöre, başlangıç dönemini Eski Türkçeye kadar götürebiliriz kanısındayım.4. 6->m-: Önsesteki 6->m- dönüşümü akımından, bugün Oğuz-Türkmenlehçelerinin genellikle b- yönünde olduğu bilinmektedir. Eski TürkçeninKöktürk döneminde bu bakımdan 6-li örnekler daha yaygın olmak üzere6-li ve m-'li türlerin yanyana yer aldıkları görülüyor: ben /men, barja/marja,benifjlmenirj, beni, barjaru, bunta, bunı gibi. Uygur metinlerinde, artık, hecesonu genzel bir ünsüzle sonuçlanan bu önses 6-'leri iyiden iyiye m-'ye dönüşmüştür.men, mun, meıjgü gibi. Yazıtlardaki önses b-leri için ben sözcüğü ilebunun çekimli türleri dışında şu örnekleri de verebiliriz: berjgü: berjgü taş;berjigü: berjigii taşıg; begilig 'kutsal': berjilig tağığ (T II W 9); birj : eki birj;birj: eki birj, yeti birj, eki üç biıj; bur): bur\ad-\ bii]-, bif^ip v.b. 16 Görülüyorki Orhun ve Yenisey yazıtları önsesteki 6->m- değişimi bakımından b- ünsüzünükorumakla Oğuzcanın ayraç niteliğindeki özelliklerinden birini yansıtmışoluyor. Kaşgarlı da XI. yüzyılda Oğuzcanın özelliklerinden sözederken, Karahanlı Türkçesindeki 6->m- değişimine karşı Oğuzcanın önseste6-'leri koruduğuna işaret etmiş ve bün 'çorba' (karh. mün) baynak 'hayvanpisliği, gibi 6-'li örnekler göstermiştir 17 . Bu duruma rağmen Oğuz-Türkmenlehçelerinde 6->m- değişimine uğramış m-'li örnekler de vardır. Bunlarya genel kural dışına taşmış ayrıksılar ya da özel sebeplere bağb değişmelerdir5. y ilişmesi (Prothese) : Önseste y- ilişmesi bakımından Eski Türkçedey-'li ve y-'siz örnekler yanyana yer almıştır: em/yem 'ilaç', ığla- jyığla-, ir/yır 'şarkı', ig/yig 'hastalık', ir/yir, yer 'yer'; inçke/yinçke, ıra-/yıra-, idiz/yitiz 'yüksek', il /yil 'iliştirmek, asmak' gibi 18 . Yenisey ve Orhun yazıtlarında15 Bkz. Güney-Batı Anadolu Ağızları, §. 38; Fundamenta I, s. 244, 245, s. 22231.16 Bkz. Orkhon TurUic s. 75 ve 229 ve öt. metin bölümü.17 Bkz. Div. Tere. C. I, s. 31.18 Alt. Gr. §. 27.


ESKİ TÜRKÇEDEKİ OĞUZCA BELİRTİLER 23yılpağut 'bahadır, kahraman, yiğit' örneği dışında alpağu, ı, ığaç, ıd-, 'göndermek',ıdma- ırak •' l rak budunığ, ırak erser gibi y'siz türler daha yaygındır19 . Öte yandan Kaşgarlı Mahmud XI. yüzyıl Oğuzcası için y-'li ve y-'sizsözcükler konusunda açıklama yaparak, Oğuzların sözcük başındaki y-'leri attıklarını bildirmektedir. Ona göre Oğuzlar (ve Kıpçaklar) baş tarafınday- bulunan isim ve fiillerin ilk harfini elife çevirirler. Öbür Türkler yolcuyayetkin, Oğuzlar elkin derler (Div. Tere. C.I, s. 31). Kaşgarlı'nın Oğuzlardaönseslerde y-'siz örneklerin bulunduğu biçimindeki beyanı ilan, in (yin), ılığ(yılığ), ılduz gibi örneklerle daha sonraki Oğuzca metinlerle de tanıklanmaktadır.Eğer Kaşgarlı'nın bu açıklamasını XI. yüzyıl için geçerli sayarsak, EskiTürkçe'deki y-'siz örnekleri, Oğuzcanın yazı diline aktarılmış bir görüntüsüolarak kabul etmek gerekir.6. Eski Türkçede, seyrek olarak, ses düşmesi, ses ve hece kaynaşması(contraktion) olayı ile hece yutulması (haplologie) olayına rastlanıyor: sür•ür-çi >sürçi 'sürücü' (Pf. s. 24), ot-a-daçı>otaçı, barır >bar, er-ürken >erken(belki er-mez-ken kuruluşuna benzetilerek) 20 gibi.ng>y] ile: ertingü>ertirjü, kelingün>kelir)ün, benge>baıja, yaşırjğa> yaşırja,ortasınğaru> ortasırjaru 21 . K aşgarlı, XI. yüzyıl Oğuzcasından söz ederkendillerin en yeğnisi Oğuzların dilidir (C, I, s. 30) diyor. Bu nitelendirme pekbebrgin bir nitelendirme olmamakla birlikte, o bölümde yapılan açıklamalardan,Kaşgarlı'nın, bununla Oğuzcadaki ses düşmesi, ses değişmeleri hecekaynaşması ve hece yutulması olaylarına işaret ettiği anlaşılıyor. Oğuzcadakises kaynaşması olayını anlatırken uwutlandı^>utandı sözcüklerini ele almış,Oğuzların bu değişimde birkaç harfi birden attıklarına işaret etmiştir (C.I,s. 291). Oğuzların geniş zaman kipinde r harfini atıp sözcük kökündeki r harfinibırakarak ben baran 'varırım', men turan 'kalırım' dediklerini bebrterekde haplologie olayını açıklamıştır. Kaşgarlı'ya göre dillerin en yeğnisi olarakOğuzların tuttuğu yol, kural yolu değilse de kolaylık yoludur (C.I.S. 64,65). Kaşgarlı'nın yaptığı açıklamalardan XI. yüzyılda Oğuzcada ünlü, ünsüzdeğişmeleri, ses ve hece kaynaşması olayları ile hece yutulması olaylarının,öteki lehçe ve ağızlara bakarak dikkati çekecek oranda olduğu anlaşıkyor.— 1 »«knUilo/iöSimiu Kiitiin büınalerde ngpllilrlp Anadolu


24 ZEYNEP KORKMAZdoru, öke, durmep, del, başlâp, bıldır, bildir


ESKİ TÜRKÇEDEKİ OĞUZCA BELİRTİLERyılpağut 'bahadır, kahraman, yiğit' örneği dışında alpağu, ı, ığaç, ıd-, 'göndermek',ıdma- ırak : ırak budunığ, ırak erser gibi y'siz türler daha yaygındır19 . Öte yandan Kaşgarlı Mahmud XI. yüzyıl Oğuzcası için y-'li ve y-'sizsözcükler konusunda açıklama yaparak, Oğuzların sözcük başındaki y-'leri attıklarını bildirmektedir. Ona göre Oğuzlar (ve Kıpçaklar) baş tarafınday- bulunan isim ve fiillerin ilk harfini elife çevirirler. Öbür Türkler yolcuyayetkin, Oğuzlar elkin derler (Div. Tere. C.I, s. 31). Kaşgarlı'nın Oğuzlardaönseslerde y-'siz örneklerin bulunduğu biçimindeki beyanı i lan, in (yin), ılığ(yılığ), ılduz gibi örneklerle daha sonraki Oğuzca metinlerle de tanıklanmaktadır.Eğer Kaşgarlı'nın bu açıklamasını XI. yüzyıl için geçerli sayarsak, EskiTürkçe'deki y-'siz örnekleri, Oğuzcanın yazı diline aktarılmış bir görüntüsüolarak kabul etmek gerekir.6. Eski Türkçede, seyrek olarak, ses düşmesi, ses ve hece kaynaşması(contraktion) olayı ile hece yutulması (haplologie) olayına rastlanıyor: sürür-çi>sürçi 'sürücü' (Pf. s. 24), ot-a-daçı>otaçı, barır >bar, er-ürken >erken(belki er-mez-ken kuruluşuna benzetilerek) 20 gibi.ng>y] ile: ertingü~>ertiıjü, kelingün>keliıjün, benge>baıja, yaşıt)ğa> yaşırja,ortasınğaru> ortasırjaru 21 . K aşgarlı, XI. yüzyıl Oğuzcasından söz ederkendillerin en yeğnisi Oğuzların dilidir (C, I, s. 30) diyor. Bu nitelendirme pekbebrgin bir nitelendirme olmamakla birlikte, o bölümde yapılan açıklamalardan,Kaşgarlı'nın, bununla Oğuzcadaki ses düşmesi, ses değişmeleri hecekaynaşması ve hece yutulması olaylarına işaret ettiği anlaşılıyor. Oğuzcadakises kaynaşması olayını anlatırken uwutlandı~>utandı sözcüklerini ele almış,Oğuzların bu değişimde birkaç harfi birden attıklarına işaret etmiştir (C.I,s. 291). Oğuzların geniş zaman kipinde r harfini atıp sözcük kökündeki r harfinibırakarak ben baran 'varırım', men turan 'kalırım' dediklerini belirterekde haplologie olayını açıklamıştır. Kaşgarlı'ya göre dillerin en yeğnisi olarakOğuzların tuttuğu yol, kural yolu değilse de kolaylık yoludur (C.I.S. 64,65). Kaşgarlı'nın yaptığı açıklamalardan XI. yüzyılda Oğuzcada ünlü, ünsüzdeğişmeleri, ses ve hece kaynaşması olayları ile hece yutulması olaylarının,öteki lehçe ve ağızlara bakarak dikkati çekecek oranda olduğu anlaşılıyor.Bizim Oğuz grubuna sokabileceğimiz bütün lehçelerde özellikle Anadoluağızlarında ses düşmesi, ses ve hece kaynaşması ve hece yutulması olaylarınınpek bol ve yoğun olduğu gözönünde bulundurulursa fgemiş, göceksin,19 Bkz. ve krş. Orkhon Turkic s. 101.20 Alt. Gr. §. 40.21 Orkhon Turkic s. 100, 101.


ZEYNEPKORKMAZdoru, öke, durmep, del, başlâp, bıldır, bildir


ESKİ TÜRKÇEDEKİ OĞUZCA BELİRTİLEReriyip kaybolunca -ı/-i ve -o/-e biçimlerinde süregeleceği besaba katılırsa,daha çok, Manisa, Soma, Denizli, Çivril ağızlarında görülen bu -o /-e yüklemedurumu ekinin Eski Türkçe döneminden süregelen bir kalıntı olduğu kanısıda güçlenir.3. Eski bir yönelme-bulunma (dativus-lokativus) eki olarak n lehçesimetinleri ile Orhun ve Yenisey yazıtlarında bir -a/-e ekine rastlamaktayız.Bu ek, -k ünsüzü ile sonuçlanan kelimelerle, yer zarflarına ve 1., 2. şah. iyelikeki almış kelimelere gelmektedir: adak/adaka (M. 1,5-13); suwsamakjsuıvsamaka (TT II); aç/aça (TT II); ög/öge, biri /bina başı 'binbaşı' (Alt. Gr.s. 180); bodunun /bodunuma (BK.S 10, N 12); ebin/ebine (BK.N 14), elin/elinegibi. Oğuzcanın XI. yüzyıldaki kesitine göre, başlamış ve yol almış ve ğünsüzünün erimesi ile sonraki yüzyıllarda -ğa/-ge'den -a/-e'ye dönüşmüşbulunan yönelme durumu eki ile Eski Türkçe'deki bu -o /-e eki arasında dabir bağlantı kurulabileceği kanısındayız. Bugün Anadolu'nun kuzey-doğuKaradeniz bölgesi ağızlarında (Rize ve yöresi), -a/-e yönelme durumu ekinin,ayrıca bulunma durumu görevi ile de kullanıbşı (: yedi yaşuma iken v.b.),bu görev dallanmasının Özbek v.b. lehçelerde de var oluşu 24 , Anadolu ağızlarındakidurumu ses değişmeleri dışına taşırıp 25 , Eski Türkçe ile bağlantılıbir duruma getirmektedir kanısındayız. Kuzey-doğu Karadeniz ağızları arasında(Vakfıkebir v.b.) Eski Türkçe'deki önses t-'leri ile fc-'lerinin aradangeçen bunca zaman, değişme ve gelişmelere rağmen yine de olduğu gibi sürdürülmüşolması, -a /-e yönelme-bulunma ekinin durumuna işaret bakımındanda değer taşır.4. Yenisey-Orhun yazıtlarında ayrılma (ablativus) durumu için özelbir ekin bulunmadığı ve -da /-de, -ta/-te eklerinin aynı zamanda ayrılma durumugörevi ile kullanıldığı bilinmektedir. Bunun yanında, n lehçesi metinlerindeve Yazıtlarda arasıra -dan /-den ayrılma durumu ekine de rastlanmaktadır:taşdın-tan 'dışardan'; Oğuzdın-tan 'Oğuzdan'; baş-tan, ığaç-dan, töpüdengibi 26 .Oğuz - Türkmen lehçelerinde ayrılma durumu ekinin -dan/-den, -tan/-ten biçimlerinde olduğunu bildiğimize göre, Eski Türkçe'deki bu belirtilerinyazı dibne Oğuzcadan geçmiş özellikler olduğu şüphesizdir.24 A. von Gabain, özb. Gr. §. 187.25 Krş. T. Kowalski, Osmanisch.-Türkische Dialekte, El IV s. 991 ve öt. §. 58.26 Bkz. Orkhon Turkic s. 134; Alı. Gr. §. 183.


ZEYNEPKORKMAZ5. Uygur metinlerinde ilgi durumu (genetivus) eki, ünlü ve ünsüzlerlebiten isim köklerinden sonra hep -nıri/-nin biçimlerinde olduğu halde, Yazıtlardave kısmen n lehçesi metinlerinde, ünsüzle biten isimlerden sonra bugünküOğuz lehçelerinde olduğu gibi -ıfi/-ifi biçimindedir: moncuk-un, taşlar-ıfi,at-ın, Kül Tigin-in 27 gibi. -n ilgi durumu ekinin Yazıtlardaki ve birkısım Manimetinlerindeki durumu ile Oğuzca'yı temsil ettiği görülüyor6. Eski Türkçe'deki -n vasıta (instrumentabs), -ça/-çe eşitlik (equativus);-ro /-re, -ru /-rü yön gösterme (direktivus, allativus) eklerinin, türlü kullanmışlarıbakımından aynı zamanda Oğuzca ile ortaklaşan yanları göze çarpar.Çünkü, bu eklerin Eski Anadolu Türkçesindeki kullanılışları yer yer EskiTürkçe ile paralel gider.7. Eski Türkçede emir kipinin 2. şah. teklik şekli, ya fiil kök ve tabanlarınahiçbir ek getirilmeden ya da özel bir -ğıl /-gil eki getirilerek kurulmaktadır:bu süg elt tidi (T I, N 8); basıtma (T I, N 10), sabimin tüketi eşid (BK.N I; KT.S 1); ayağıl 'hürmet et'; eşidgil, edgütü urğıl 1 * gibi.Emir ekinin teklik şekli gibi 2. şah. çokluk şeklide iki türlüdür. Ya fiilkök ve tabanlarına ünlülerden sonra -n, ünsüzlerden sonra -ın /-in ekleri getririlerekyapılır: bar-/bar-ın, olur- /olurun, bil- /bil-ifi, anca sakın-ıii, emgetmen,una-man (Alt. Gr. s. 215) gibi. Ya da fiil kök ve tabanlarına -ıhlar /-inlereki getirilir: katığlanın-lar 'katlanınız', teg-ifiler 'deyiniz', bar-ınlar (Alt. Gr. s.215) gibi. Bunlardan -ın/-in eki ile yapılan çokluk çekimi Yazıtlar''a özgü biremir çekimidir. Yazıtlar''da: tokuz oğuz begleri budunı bu sabimin edgüti eşidkatığdı tınla örneğinde görüldüğü üzere, 2. şah. çokluk çekiminde ek almamışyalın kullanıbşlar da göze çarpar. Teklik ve çokluk çekimlerinde görülen buikili kullanılışlardan hangisinin Oğuzcayı temsil ettiği noktasına gelince:Yaşayan Oğuz lehçeleri dışında Divanu Lügat ü-Tür/c'teki kayıtlar da bizeyardımcı olmaktadır. Kaşgarlı, emir kipinin çekiminde Türklerin yaniKarahanlıların fiil kök ve tabanları üzerine teklik çekiminde -ğıl/-gil,-kıl/-kil (C.I, s. 43-45), çokluk çekiminde -filar/-filer eklerini getirmelerinekarşılık (C. II, s. 45), Oğuzların (Kıpçaklarla birlikte), 2. şah. teklik içinyalnız fiil kök ve tabanlarını kullandıklarını, çokluk için de -ıfi /-in ekinieklediklerini bildiriyor: bar/bar-ıfi gibi. Türkiye Türkçesinde de buna tekabüleden emir şekilleri var\, var-ın'dır. Görülüyor ki, Eski Türkçe'deki ikiliemir şekillerinden yalın ya da -ın/-in ekleri ile kurulmuş olan türler, doğru-27 Bkz. Orkhon Turkic ss. 126, 127.28 Bkz. Alt. Gr. §. 215; Orkh. Tur. s. 187


Dr. SAADET ÇAĞATAYTürk I.ehcelevi PteL: .jrüAnksra Oniversb-'öi'D. i. C. i'ESKİ TÜRKÇEDEKİ OĞUZCA BELİRTİLER 27dan doğruya Oğuzcadan geçmiş olan türlerdir. 1. ve 3. şah. çekimleri ise,Oğuzca ile öteki lehçeler arasında ortaklaşan türlerdir8. -duk/-dük isim-fiil (participium) ekinin çekimli fiil olarak kullanılışı:Kaşgarlı, geçmiş zaman kipinin bütün Türk dillerinde değişmez bir kuralla-dı/-di eki ile kurulduğunu belirttikten sonra (C. II, s. 33), Oğuzca için bazıaçıklamalar yapmıştır. Ona göre, XI. yüzyılın ikinci yarısında, SuvarlarlaKıpçaklardan bir takımı ile Oğuzların, geçmiş zaman kipi bakımındanöteki Türklerden ayrılan yanlarını göstermiştir. Yapılan açıklamalar ve verilenörneklerden anlaşıldığına göre, bu yüzyılda Oğuzcada, geçmiş zamankipinin kuruluşunda -duk/-dük isim-fiil eki de kullanılmakta ve bu kipin 3.şahıs teklik çekimi ile çokluk çekimi araşmda bir ayrılık bulunmamaktadır:men ya kurduk 'ben yay kurdum'; ol ya kurdulf 'o yay kurdu'; ol süt sağduk'o süt sağdı'; olar tağka ağduk 'onlar dağa ağdılar'; olar ewge kirdük'onlar eve girdiler'; men afiar tawar bir dük 'ben ona mal verdim' gibi (Div.Tere. C. II, s. 60). Oğuzlar, 3. şah. için bardı, keldi şekillerini de kullandıklarınagöre (C. II, s. 262), -duk/-dük eki ile yapılan çekimler her halde Oğuzlarınbir bölüğünce benimsenmiş olmalıdır. Biz, yalnız 3. şahıslarda görülenve teklik çekimi ile çokluk çekimi arasında bir ayrılık gözetilmeyen -duk/-dük eki ile kurulmuş geçmiş zaman kipini tek tük Eski Türkçe dönemindeyazıtlarda da bulmaktayız Karlulş. işine kelmedük 'Karluklar müttefiklerinegelmediler'; Sekiz Oğuz Tokuz Tatar kalmaduk 'Sekiz-Oğuz Dokuz-Tatarhiçbiri kalmadı veya kalmadılar' (Alt. Gr. s. 224/3) gibi. Bu durumu da 0-ğuzcanm zayıf bir belirtisi olarak gösterebiliriz. Zayıf bir belirtisi diyoruz.Çünkü, XI. yüzyılı izleyen dönemlerde de -duk, /-dük eki, Güney-Batı lehçeleriningeçmiş zaman kipinde, yalnız I. şah. çokluk çekiminde devam etmiştir.Öteki şekilleri kullanılıştan düşmüştür.9. Eski Türkçede -ğay/-gey gelecek zaman eki yanında seyrek olarakbir de -ğa/-ge ekine rastlanır, ber-ge-men, kutar-ğa-men gibi. Bu ekin -ğay /-gey ve -ğu/-gü eklerine paralel olarak, Kutadgu Bilig'den başlamak üzere,yer yer KısasüH-enbiya v.b. Doğu Türkçesi eserlerine de geçtiği görülür. Ancak,-ğa/-ge eki asıl Oğuzcayı temsil eden, XI-XIII. yüzyıl arasındakikarışık dilli eserlerin belirgin gereklilik ve gelecek zaman eklerinden biridir.Behcetu'l-hadâik ve Kudûrî Tercümesinde çok bol örnekleri vardır. AbûHayyân'ın Kitâbü'l-idrâk'inde de yer almıştır: bar-ğa-m, al-ğa-sen, al-ğa-sın,başla-ğa, kir-ge, gir-ge, kel-ge-biz, kel-ge-miz (Kİdr. 130, 161) gibi.Bu ek, Oğuz lehçeleri grubunda, ek başı ve ek sonu g'lerinin düşmesindensonra -a/-e biçimiyle ve gelecek zaman, geniş zaman, istek emir gösterme


ZEYNEPKORKMAZgörevleri ile Güney-batı Türk lehçelerinin önemli eklerinden biri olmuştur 29 .Ayrıca, Eski Anadolu Türkçesinden Anadolu ağızlarına kadar uzanan biryaygınlık ve bolluktadır da: elden varavam bir gün (CR.); göresen, düşmeyesen(Sul. Vel.); nece bir yataşen 'yatıyorsun' ğaflette (Ah. Fak.); öldürevüz'öldürelim' (Yus. Zel.); bana da bir kız vere 'versin' (DK.); tuta öldüre; gerdilersiz bulasız 'bulursunuz' oddan necat (Mevlid); ere veran kız kalka kolsaluban oynaya, men kopuz çalam (DK.); emretmelisiniz ki gele; gidene geleneyoldaş ola v.b. İşte -a/-e ekinin Güney-batı Türk lehçelerinin önemlive belirgin bir eki olması dolayısiyle, bunun daha eski bir türü olan ve seyrekrastlanan Eski Türkçedeki -ğaj-ge şeklini de Oğuzcanın bir belirtisi olaraksaymakta sakınca görmüyoruz.10. Taş yazıtlarla n lehçesi metinlerinde, gereklilik ve gelecek zamangörevlerinde bir -sığ/-sig (-sık/-sik) isim-fiil eki vardır, açsık 'gelecekte acıkmagereği' (KT.S 8, BK. N 6); tosığ 'gelecekte doyma gereği, (göst. y.); tünudısıkım küntüz olursıkım kelmedi 30 alkansığ törü 'methedilecek türe,methedilmesi gerekli türe'; işlemesig iş 'işlenmemesi gereken iş'; ct'öz kodıkarsığöd 'ölecek zaman' (Alt. Gr. ss. 129, 151, 228; Fundamenta I, s. 36, 37,s. 3222) v.b.Kaşgarlı'dan başlayarak XI. yüzyıl ve daha sonraki metinlerde buekin tek tük -g'Zi ve -g'siz olarak bir süre daha siiregeldiği görülüyor: tansulcnen 'şaşılacak şey' (Div. Tere. C. III, s. 382); kün toğsuğ 'doğu'; kün batsığ'batı' (göst. e. C.I.s. 463-1,2); tutsuğ 'tutulması gerekli şey, vasiyet' (C.I,s.462); Kaşg. tewsi 'tepsi,


ESKİ TÜRKÇEDEKİ OĞUZCA BELİRTİLERyokdur sığması (Şeyhi Div. 79 b-I) v.b 32 . Bu durum dolayısiyle biz, EskiTürkçedeki -sığ/sig isim-fiil ekinin Oğuzcanın izini de taşıdığı kanısındayız.11. Yenisey ve Orhun yazıtlarında gelecek zaman görevi ile, isim-fiil veçekimli fiil olarak kullanılan bir -taçı/-teçi, -daçıj-deçi eki vardır: Türk budunölteçi erti; yablak boltaçı erti; kün boltaçı erti; ölteçi budunuğ tirgürüigittim 'ölecek budunu hayata kavuşturdum (KT E 29); eki üç bin sümizkelteçimiz bar mu ne 'her halde gelecek iki üç bin askerimiz var'; Ötükenyış olur sar befigü il tuta olurtaçısen (KT S 8) 33 . gibi. Kaşgarlı'nın verdiğibilgiye göre -taçı/-teçi, -daçıj-deçi isim-fiil eki XI. yüzyılın ikinci yarısındahem Oğuzlarca hem de Kıpçak, Yimek, Argu, Suvar ve Peçeneklerce kullanılanbir ek türüdür. Kaşgarlı, bu ek için yaptığı açıklamayı eserinin birkaçyerinde tekrarlamıştır. Öbür Türklerin dilinde tapın-ğuçı, yüklen-güçi olanism-i fâil "Oğuzların dilinde tapm-daçı, yükün-deçi" şeklini alır (C. II, s.168) demektedir. Yine eserin başka bir yerinde bu durum suwğar-daçı 'sulayıcı',todğur-daçı 'doyurucu', toğra-daçı 'doğrayıcı' örnekleri ile (C. II, s. 256)açıklanmıştır. İki ayrı yerde de Oğuz - Türkmen ve Kıpçak dilleri için,tut-taçı (C. II, s. 296), bitit-teçi, közet-teçi (C. II, s. 218) gibi, -taçı/-teçi eki ileyapdmış örnekleri sıralamıştır. Görülüyor ki, XI. yüzyılın ikinci yarısındaOğuz cad a bu ek de önemli bir yer tutmaktadır. Ayrıca ekin -daçıj-deçibiçimi ile bir süre Eski Anadolu metinlerinde de var olduğu gözönünde bulundurulursaOrhun ve Yenisey yazıtlarındaki -taçı/-teçi, -daçıj-deçi eklerindeOğuzcanın da payı olduğunu kabul eonek gerekir.12. -panj-pen, -panın/-penin zarf-fiil (gerundium) eki: Taş yazıtlarlan lehçesi ve nadiren de y lehçesi metinlerinde görülen bu ek, -p zarf-fiil ekiningenişletilmiş bir türüdür. Türkiye Türkçesindeki -p ve -arak j-erek eklerinikarşılar. Kullanıbşı oldukça boldur: bunça bodun kelipen sığtamış yoğlamış(BK E 5); sü sülepen tört bulundalş.1 bodunuğ kop almış ltop baz kılmış (KTE 2); yaylığ tağına ağıpan yaylayur tururmen Alt. Gr. s. 231; Orkh. Turkics. 183); kelipenin 'gelerek', tutupanın 'tutarak' (M II, 12-2 ve öt.; Alt. Gr.s 231 N.). Biz bu eki, daha sonraki dönemde önsesi tonlulaşmış -ban/-ben,•banı /-beni, -banın /-benin genişletilmiş türleri ile Eski Anadolu metinlerindebol bol bulabilmekteyiz. Bu nedenle Eski Türkçe'deki -pan j-pen, -panın j-penin ekleri Oğuzcayı yansıtan ilgi çekici bir özellik olarak gösterilebibr.32 Başka örnekler için bkz. not 31'de göst. e.33 Bkz. Orkhon Turkic ss. 180, 192; Alt. Gr. §§. 132, 221, 266, 267, 442.


ZEYNEPKORKMAZ13. -matın/-metin, -madın/-medin zarf-fiil eki: Eski Türkçe'nin Köktürkve Uygur kollarında bol kullanılan bir ektir: igidmiş Çağanının sabin almatınyir sayu bardığ 'seni beslemiş olan kağanının sözünü almadan her yerevardın'; tün sayu öd yazmatın muntağ kılınç kılsar 'her gece vakit geçirmedenbu işi yapsa' (TT YA 109); tilep istep bulmatın yanturu yana kelip '...arayıp bulmadan yine gelip' (Suv. 13/14) v.b. 34 Bu ek Karahanlı, HarezmTürkçelerinde de süregeldikten sonra, Eski Anadolu Türkçesine kadar uzanmışve -madan /-meden biçimi ile Türkiye Türkçesinde -p ve -arak /erek zarffiileklerinin olumsuz türünü geliştirmiştir. Daha Uygur döneminden başlayarakbu ek, bir yandan da y değişimi ile -mayın/-meyin, -may/-mey,-pay /-pey, -bay /-bey, -bin/-pin biçimleri ile Kıpçak ve Doğu Türk lehçelerininbir eki olmuştur 35 .Bu gelişmeyi gözönünde bulundurunca, Eski Türkçedeki -matın /-metin-madın/-medin ekinde Oğuzcanın da payını kabullenmek gerekiyor. Aynıdurumu bir dereceye kadar: atı küsi yolf bolmazun tiyin 'diyerek'; tenri bilgekağanta adrılmalım azmalım teyin (OR 3 ve Orkh. Turkic s. 184; Alt. Gr. s.234) örneklerinde gördüğümüz -ın/-in, -yın j-yin zarf-fiil ekine de uygulayabibriz.Bugün bu ekin Güney-batı lehçelerinde Anadolu ağızlarına kadaruzanmış devamını bulabilmekteyiz: gelecek diyin bekledim gibi.Yukarıdan beri yalnız ana çizgileri ile sıralamağa çalıştığımız özelliklergösteriyor ki VI-XI. yüzyıllar arasında uzanan Eski Türkçe döneminde lehçeayrılıkları söz konusu olunca, önemli oranda olmak üzere Oğuzca da kendivarhğını ortaya koyabilmiştir. Bundan elde edebileceğimiz genel sonuç daşudur: Oğuz Türkçesi, son yıllara kadar sanıldığı gibi Anadolu ve Orta-Asyabölgelerinde yalnız XIII. yüzyıl sonlarından başlayarak ortaya çıkmamıştır.XI-XIII. yüzyıllar arasında "geçiş dönemi" nitehğinde eserler verdiğigibi, lehçe özellikleri ile bundan daha önceki dönemde de yazı dibne kadargirebilmiştir. Bu nedenle, Oğuzcanın tarihî gelişmesi bakımından ortayakoyduğu sonuç da önemlidir.34 Ayrıca bkz. Orkhon Turkic s. 184; Alt. Gr. §§ 235, 434.35 örnekler ve ayrıntılı bilgi için bkz. M. Râsânen, Mater. Morph. s. 193; Fundamentas. 500. Altt.; Z. Korkmaz, Türkiye Türkçesindeki -madan/-meden Zarf-fiil (Gerundium) EkininYapısı Üzerine, Türkoloji Dergisi, C. II, s. 259-269; İkinci baskı, s. 297-307.


TÜRK EDEBİYATINDA MEYLİD YAZAN ŞAİRLER *HASİBEMAZIOĞLUSüleyman Çelebi'nin 812 /1409'da yazdığı "Vesîletü'n-necât" adlı mevbdmanzumesinin edebiyatımızda derin ve sürekli bir etki yarattığını biliyoruz.Özellikle dine ve tasavvufa çok bağlı olup, bu alanda eser yazan şairler, SüleymanÇelebi'nin mevbdinin etkisinden uzak kalamamışlardır. XVI. yüzyılortasında tezkiresini yazmış olan Latifi (yazılışı: 953/1546) SüleymanÇelebi'nin eserinden başka yüz mevlid kitabı gördüğünü söyler 1 . SüleymanÇelebi'nin mevlidinin balk topluluğu üzerindeki etkisi bugüne kadar geldiğineve elimizde XVI. yüzyıldan sonra yazılmış epeyce mevlid bulunduğunagöre mevlid yazarlarının sayısı yüzü çok aşmış olmalıdır. İstanbul <strong>Üniversitesi</strong>Edebiyat Fakültesinde 1950 yılında "Türkçe Mevlid Metinleri" adıylahazırlanmış bir doktora tezinde 2 yalnız İstanbul Kütüphaneleri taranarakSüleyman Çelebi ile birlikte otuz ayrı mevlid metni tesbit edilmiştir. Bu otuzmevbdden on sekizinde yazarlar adlarını bildirmişlerdir 3 . Geri kalan on ikimevlid metininde ise, yazarların adları bulunmadığından kimler tarafındanyazddıkları belirtilememiştir.Tezkireler ve biyografik eserler tarandığında mevbd yazmış olan dahabir çok şairlerin adları ortaya çıkıyor. Kütüphanelerde yapılan araştırmalarda- İstanbul kütüphanelerinde bile- yazarlarının adları bulunan ya da ki-* I. Türk Dili Bilimsel Kurultayında okunan bildiri bu makalenin özetidir.1 Latifi Tezkiresi, s. 57.2 Necla Pekolcay, Türkçe Mevlid Metinleri, 1950, Türkiyat Enstitüsü Doktora Tezi.3 Adı geçen tezde (s. 232-242) mevlid yazarı olarak gösterilen "Nâzım" kanımızca şairinmahlası değildir. Yazar adı olarak gösterilen beyit şöyledir:Nâzım-ı nazmı du'âdan yâd idesin sıdk ileKim Basül ide şefâ'at size dahi sıdk ileBu yazma Topkapı Sarayı Müzesinde No. 400'dedir.


32 HASİBE MAZIOĞLUmin olduğu bilinmeyen yeni mevbd metinleriyle karşdaşıyoruz. Bunlar gösteriyorki, Süleyman Çelebi Mevlidinin edebiyatımızdaki etkisi bibnenden çokdaba derin ve yaygındır. Makalenin sonunda listesini verdiğim mevlid yazarlarından,adları bibnenlerin sayısını bugün için elb dokuz olarak saptamışbulunuyoruz. Bu yazarlardan belki bir ikisinin gerçekte mevlid yazmamış olduğunu,çünkü kaynaklarda eserin varlığının bazan görülerek değil de duyularakyazıldığını, bu yüzden de yanlış bilgi verilmiş olabileceğini hesaba katmakgerekir. Ne var ki verdiğimiz liste mevlid yazarlarının tümünü kapsamışsayılmaz. Yazarı belli mevlidlerdcn başka, çoğu Süleyman Çelebi Mevlidinineski metinlerine yapdan katkılarla değiştirilmiş mevlid metinleri devardır. Bunların çoğunda Süleyman Çelebi'nin adı bulunmadığı gibi katkıyıve eklemeleri yapanların da adları yoktur. Nitekim biz bu araştırmamızdaadı geçen doktora tezindeki yazarı bilinmeyen mevbd metinlerinden başkamevbdler de saptamış bulunuyoruzBu yazıda kütüphanelerde yazmalarını tesbit ettiğim on iki mevlidmetininden söz edeceğim. Bunlar içerisinde İstanbul kütüphanelerinde bulunanlar,yukarıda adı geçen doktora tezinde yoktur. İleride belirteceğimizüzere bu on iki mevlidin yazarlarından birkaçı hakkında kaynaklarda bilgibulamadık. Birkaçının adı ise kaynaklarda vardır. Ancak kaynaklarda bu yazarlarınmevlid yazdıkları verilmediği için, elde dayanacağımız başka debi deyoksa, bu yazarların kimbğini kesinlikle söyleyemedik. Eğer aynı adda birkaçkişi varsa ve eserlerin dibnde de ayrı bir yüzyd özelbği gösterecek durumyoksa bunların kimliğini saptamak daha güç olmaktadır.1- Kerîmî, İrşâd (yazıbş tarihi: 863/1458), Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiKütüphanesi, İ. Saib <strong>Kitaplar</strong>ı No: 4574, İstinsah tarihi H. 985, 555beyit.Yazar mevlidinin adını "İrşâd" koyduğunu şu beyitle belirtir:Hidâyet bulmaya eshâb u evlâdKonıldı bu kitâbun adı İrşâdEserin yazılış tarihi de verilmiştir:Çü didüm mevlid-i nazm-ı MuhammedDile târih geldi hayr-ı Ahmed = 8631 Bursa 11 Genel, Ktp 763, Orhangazi 9987.


TÜRK EDEBİYATINDA MEVLİD YAZAN ŞAİRLER 33Yazar kendi adım da şu beyitte açıklar 1 :Vasiyyetdür du'âdan yâd idesizKerımi'yi gamından şâd idesizîrşâd adındaki bu mevlidin yazarı Latîfî'nin "bu devr evâ'ilinde fevtoldı 2 " dediği yani 953 /1546'da tezkiresini yazarken ölmüş bulunduğunu söylediğiKerîmi olmalıdır. Bu bilgi "îrşâd"ın yazıhş tarihine de uygun düşmektedir.Yine Latîfî Kerimî için bilginler bölüğünden olup Bursalıdır der. Latîfî'dekiKerîmî'nin Bursalı oluşu da "îrşâd"ın bunun tarafından yazılmışolduğu hakkındaki düşüncemizi güçlendirmektedir.Ahmet Ateş yayınladığı "Vesîletü'n-necât"ta Süleyman Çelebi'densonra en eski mevlid olarak Ahmed'in mevlidi (yazılışı: 877 /1469) üzerindedurur. Ahmed'in mevlidinde işlediği temalar incelenerek onun mutasavvıfbir şair olduğu; bilginleri, sanatkârları ve şairleri koruyan Fatih'ten uzakdurduğu belirtilir. Çünkü Ahmed, mevlidinde Süleyman Çelebi'nin kısaca değinmişolduğu "ruhanî mevHd"i tasavvuf açısından ele alarak uzun uzunanlatmıştır. Ahmed'in Mevlid'ine değinmemizin nedeni şudur: Kerimî Mevlid'ininyazıhşı Ahmed'inkinden öncedir. Ahmed'in Mevlid'inde ruhânî doğumageniş yer vermesi, onun mutasavvıf bir şair olduğunu gösterdiği gibibunun yanında Kerîmî'nin Mevlidini okumuş ve ondan da etkilenmiş olmasıkonusundaki düşüncemizi açıklamak içindir. Böylece gerek Ahmed'in Mevlid'indegerekse daha sonra yazılmış mevlidlerden bir kısmında SüleymanÇelebi'nin çok kısa geçtiği "ruhânî doğum"un geniş bir biçimde ele alınmasınaKerîmî'nin Mevlid'i yol açmış olmalıdır."îrşâd"ınbaşı:Kemâlü'l-bed'i bi'smi'llâhi mevcüdVe hamdun hâmidun bel ve huve mahmüdCemî'u'l-hamdu tafsîlun li-cinsinMine'l-emlâki min cinsin ve insin1 Necla Pekolcay doktora tezinde bu mevlidin Velüyyiddin Efendi 1693, Esad Efendi3722 nüshalarım saptamıştır. Bu iki yazmada da yazarın adının bulunduğu beyit:Vasiyyetdür du'âdan yâd idesizBu dünyânun gamından şâd idesizbiçiminde yazılı olduğundan adı geçen doktora tezinde yazan bilinmeyen mevlid yazarı olarakverilmiş, eserin adından da sBz edilmemiştir. No: 24.2 Latîfî, Tezkire, s. 281.


3 HASİBE MAZIOĞLUBaşta üç Arapça, dört Farsça beyitten sonra Türkçe kısma geçilir:İlâhî ma'rifet nürın delil itSirâc-ı 'akla kudretden fetll itKulübun kâlebini rüşen eyleMa'ânî sırrıyile gülşen eyleDemidür bahr-ı rahmetden 'inâyetYetişe nefse tâ bula hidâyetv. 1 b.Yazar mevlid yazmak istediğini şu beyitlerde bebrtir:Diyeyin mevlidini MustafânunOlursa himmeti ehl-i safânunMeşâyıh aslı üzre söyleyeyinTarikat mücebince söyleyeyinHudâyâ sen hatâyile züleldenDilimi saklagıl haşv u haleldenDimişler mevlidin süretde tekrârEyü dimişler ana yokdur inkârŞehâdetde bu mevlid cisminündürHakıkatde ta'ayyün isminündürAnun ma'nîde dahi mevMdi varVelî ne vâbde ne vâlidi varEzelde mevlidin işit 'ıyânıEbedde nicedür anla beyânıv. 3bBu beyitlerden anlaşılacağı üzere yazar manevî mevlidi anlatmak içineserini yazmıştır. Şair eserini bilgili kişiler için yazdığını da söyler:Ma'ârif ehli bilür bu kelâmıNe bilsün ma'rifetsüz değme 'âmîVeli bunlar ki dilden bî-haberdürNe bilsün ma'rifetden bi—hünerdürv. 3aŞair tasavvuf bilgisi ve ilâhî aşk duygusu olmayanların ne demek istediğinianlayamayacaklarına değinerek eserini aydınlar için yazdığını belirtir.


TÜRK EDEBİYATINDA MEVLİD YAZAN ŞAİRLER 3Bu nedenle eserin dilinde Arapça, Farsça kelimeler, tasavvuf terimleri yeralır. Bunun yanında Türkçe bakımından XV. yüzyılın dil özelliklerini taşır.Anlatım yer yer sade ve akıcıdır.Sonuç olarak yalnız manevî doğumun anlatıldığı bu mevlid, SüleymanÇelebi'nin eserinden sonra elimizde bulunan en eski mevlid metnidir, "trşâd"gerek vezni gerekse konusu bakımından Süleyman Çelebi'nin etkisinden uzakkalmıştır. Şair eserinde Süleyman Çelebi'de yetersiz gördüğü manevî mevlidianlatarak yeni bir eser ortaya koymak istemiştir.2- Akşemseddinoğlu Hamdullah Hamdî, Ahmediyye, (Yazılışı: 900/1484)Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi, M. Con 514.Yazar 1 yazılış tarihini de bildirdiği mevlidine "Ahmediyye" adını vermiştir:Ahmediyye oldı bu mevlide nâmNazmını itdüm dokuz yüzde tamâmBum her kim okıyup itmam ideHamdi miskine du'â in'âm ideŞübhe yok kim geliser bu rüzigârBen gidüp bu kalısardur yadigârEylerem ehl-i keremden iltimâsZilletüme ide 'avfından libâsTürkı dildür diyü tahkir itmeyeTürk nadanlar yolına gitmeyeSurete bakmak mukallid cehlidürMa'nî gözler ol ki ma'nı ehlidürEhl-i ma'nîçün düzildi bu kelâmCân u dilden ma'nî ehHne selâmHamdî Türkçe'yi küçük gören anlayışsızlara çatar. Mevlidini manadananlayan bilgili kişiler için yazdığını da buna ekler.1 Hamdî hakkında bütün kaynaklarda bilgi bulunduğundan yazımızı uzatmamak içinşair üzerinde durmuyoruz.


HASİBEMAZIOĞLUCân kulağın ger açasın bu sözeBu ehâdisdür ki nakl idem sizeNice vech üzre dinildi bu kelâmOl Rasülün medhini ey bedr-i tâmBen de yazdum bir iki söz 'acz ile oşKim ki bu 'abdi du'âdan ana hoşHayr ile Hak anları yâd eylesünHazret-i Hak ruhları şâd eylesünDinlen imdi Mustafânun mevlidinNice geldi bu cihâna şâh-ı dinEvvelâ nice yaratdı Hak anı01 Rasülün vasfıdur direm bunıv. 32aİstedi kim kuvvetin izhâr ideBirliğine dü-cihân ikrâr ideGizlü gencin dahi hem kıla zuhürKendü hâsından yaratdı anda nürAhmedün Hak nürın evvel kddı varRühını halk itdi andan âşikârYoğiken bu 'arş u ferş u kâ'inâtEvvelâ virdi Habibine hayâtSonra halk oldı bu varlık ey 'amüYir ile gök hem dahi uçmak tamuÂdemi halk itdi sonra Zü'l-celâlNür-ı Ahmed ana itdi intikâlSonra Havvâ alnına nakl itdi nürHer kime varsa o nür bulur sürürSeyr kıldı çün bu minval üzre nürEnbiyâ alnında hoş itdi zuhürYardı Abdullâh'a sonra nür pesGeldi asla vâsıl oldı sözi kes


TÜRK EDEBİYATINDA MEVLİD YAZAN ŞAİRLERÂmine hatuna nakl itdi hemânCümle 'âlem buldı hoş emn ü emânPür ziyâdur 'âleme nür-ı ResülHem müsâfirdi Elest'den beri olÇün makâmına gelüb buldı karârNür-ı Ahmed oldı sâbık ber-karârCümle zî-rüh kâtib olsaydı 'ıyânHaşre dek evsâf-ı nür olmaz beyânRahmet itsün dir isen Bâr! sanaE's-sâlatü ve's-selâm di sen anaBundan sonra Peygamberin medhinde Arapça dört beyit övgü var. Dahasonraki bölümler: Rivâyet-i Âmine Hatun (v. 33a), Medh-i Resûl Aleyhi' s-selâm (v. 34a), gazel biçiminde yedi beyit olan bu övgünün sonunda şairadını veriyor:Bu bî-çâre hakir ü derd-mend Emir'Özr idüp sen şefî'-i halkdan umar ri'âyeti 1biter:Emîrî Mevlidini yazdığı tarihi vermemiştir. Mevlid şu beyitlerleÇün temam itdük Muhammed mevlidinCem' olup dinlediler ehl-i yakînMustafânun hürmetine ey ilâhKim kapundur kamu miskine penâhBir bölük miskînlerüz hep geldük oşYüzümüz kara elümüz dahi boşBir uğurdan cürmümüz 'afv eylegilRahmetün suyıyile mahv eylegilBu Emîrî 'âsiye kıl rahmetiÇekmeye rüz-ı cezâda zahmetiPes anun hakkı bize eyle 'atâHem şefâ'at ide anda MustafâHem ana yüz bin dil ü cândan selâmDergehinde kıl 'atâ bize tamâm1 Vezin bozuk.


HASİBEMAZIOLUHem dahi evlâdınun ensâbınunÂlinün eshâbınuii ahbâbınunCümlesinden râzî olsun ol mu'InRahmetu'llâhi 'alej him ecma'inEmirî Mevlidi dil ve anlatım bakımından Süleyman Çelebi'nin eserineçok benzer. Kaynaklarda da yazıldığı gibi yazarın iyi bir şair olduğu anlaşılıyor.4- Hevâyî, Mevlid-i Hayr-ı Enbiyâ, Siileymaniye, Lala İsmail K., No:376, v. 1-108.Harekeli nesihle yazılmış olan bu büyük mevlid 2306 beyittir. Şair eserininbir çok yerinde adını verir:Cürmini 'afv it Hevâyî müznibünSüddene yalvarı geldi kılma redv. 6aZenbine olgıl Hevâyînün şefi'Ey şefî'u'l-müznibîn yevmü'l-kasemv. 9bEy Hevâyî yüz sür ol dergâhe kimHer garîb-i bi-kese oldur penâhv. 10bVar ümîdüm gözleye efkendesinYa'nî ben derviş Muhammed bendesinv. 14aSen Hevâyî rüz u şeb meddâhı olGer bulam dirsen cihanda i'tibârv. 12bHem bilür kasdın Hevâyî bendesinKim nedür maksüdı ol dil-bestenünv. 17aEser, Kanunî devrinde Sadrazam İbrahim Paşa adına Tokat'ta yazılmıştır:


TÜRK EDEBİYATINDA MEVLİD YAZAN ŞAİRLERŞehr-i Tokat içre cidd ü cehd ilePerveriş idüp kelâmın şehd ileNazm u inşâya dürüşüp rüz u şebYa'nî kim sa'y-i beliğine sebebBu durur tuta vesile AhmediTa bula yarınhayât-ı sermediv. 17aBaşta Tanrı'nın ve Muhammed'in övgüsünden sonra Kanuni ve İbrahimPaşa ayrı ayrı övülmüştür. Kanuni için:Şükr idüp hamd idelüm Allâha bizKim irişdük buncılayın şâha bizNi'met-i kübrâ durur halka 'ıyânHâkimü'l-vakt ola bir 'adi ıssı cânGer münâsib ola sultâna vezirDahi gökçek dahi şîrîn bî-nazîrBelki sultândan vezîr 'âdil gerekŞeh tîz olursa o deryâ-dil gerekv. İlaİbrahim Paşa için şöyle der:Oldur ol kim gün gibi var şöhretiYa'nî Îbrâhîm Paşa hazretiv. 11bÂşık-ı Ahmeddür ol 'âlî-vücüdHoş göriserdür seni ol kân-ı cüdÇün bana emr oldı bu kavi ü makâlHoş semi'nâ didüm itdüm imtisâlVara Paşa-yı mu'azzam katınaAğısar topum göğün bir katınaNazm u inşânun dürüp terkibiniEyle mevlid-i Nebî tertibini


HASİBEMAZIOĞLUTâze te'llf it düriş itmamınaSöylegil Paşa-yı a'zam nâmınaYar ümıdüm gözleye efkendesinYa'nî ben derviş Muhammed bendesinv. 19aEserin çeşitli yerlerinde yalnız Hevâyî adı geçtiği halde Yukarıdaki parçadanadının Derviş Mehmed Hevâyî olduğu anlaşılıyor.«Riyazî ve Rıza tezkirelerinde 1071'de ölmüş Bursalı Mustafa Heyâyîvarsa da 942 /1537'de ölen İbrahim Paşa devri ile arada epey bir zamanuzaklığı vardır.Eserin başı:îsm-i Hak gelsün lisâna bî-riyâKeşf ola esrâr-ı nür-ı kibriyâİbtidâ kıl dilde Allâh isminiTâ müzeyyen idesin söz resminiIsm-i Haksuz bir kelâma urma demÂhır-ı hâl olmaya hayf u nedemHer iş üzre eyle bi'smi'llâhı yâdHâcetün makbül ide Rabbu'l-'ibâdBaşlıklar Tanrının ya da Peygamberin dediği üzere diye Arapça olarakverilmiştir. Mevbdin içerisinde Tanrı, Muhammed, Kanuni ve ibrahim Paşaiçin kaside biçiminde yazılmış övgüler de vardır. Bu övgülerden sonra mevlidebaşlanır:Gel berü ey sâki-i bezm-i ElestCâm-ı hikmet birle kıl 'uşşâkı mestSun bize ma'nî yüzinden râhlarDevre girsün kâseler kaddâhlarVecde gelsün £ âşıkân-ı ma'nevîRaksa girsün sâdıkân-ı MevleviYakalum dilde mahabbet 'üdınıSöyleyelüm Mustafâ mevlidini


TÜRK EDEBİYATINDA MEVLİD YAZAN ŞAİRLERBu beyitlerden şairin Mevlevi olduğu anlaşılıyor. Mevlid'in içindekibölümlerin başlıkları şunlardır:Der âgâz-ı mevlid-i falır-ı kâ'inât ve beyân-ı fevâ'id-i15a).(v.müstemi'ân (v.Der beyân-ı hilkat-i nür—ı pâk be-zuhûr-i semere-i levlâk (v. 17b)Küntü kenzen mahfiyyen fe-eredtü en u'rife fe-halaktü'l-halka li-u'rife18b).Der beyân-ı keyfiyyet-i nür ve zuhür-ı ervâlı-i cumhür (v. 20a).Der beyân-ı intikâl-i nür-ı İlâh tâ be-cebîn-i hazret-i Abdullah (v. 22a).Der beyân-ı ta'assub-ı a'dâ ber zuhür—ı an nür-ı hüveydâ (v. 25a).Der beyân—ı hâmile şuden-i Âmine (v. 27b)Der zuhür-ı beyân-ı 'alâmet be-nezdîk-i hîn-i velâdet (v. 30a).Der beyân-ı velâdet (v. 32a)Resîden-i Resul be-hazret-i 'izzet (v. 35b)Der beyân-ı zuhür-şuden-i 'alâyim ba'd ez velâdet-i Resül (v. 38a).Der beyân-ı firistâden-i dâye (v. 40b).Der beyân-ı evsâf-ı Resül ve ahlâk-ı erkân-ı usûl (v. 43a).Der beyân-ı mi'râc (v. 45b).Der beyân-ı mu'cizât (v. 50a).Mu'cizât-ı bâkî (v. 54b).I'eâz-ı bâkî (v. 59b).Kâle 'azze'smuhü mâ-kâne Ibrâhîme Yehüdiyyen(v. 62a).Der beyân-ı sebeb-i mirâc-ı Resül ve evsâf-ı Burâk-ı pür- usûl (v. 64a).Der beyân-ı Mi'râc (v. 73b).Terci' der beyân-ı rü'yet-i Hak (v. 78a).Der beyân-ı vefât (v. 88..).Hâtimetü'l-kitâb(v. 10 4b).Hevâyî Mevlidini divan şiiri anlayışıyla yazmıştır. Şairin amacı ötekimevlid yazarları gibi Mulıammed'in mevlidini yazarak onun şefaatini kazanmakve hayır dua ile anılmak isteği yanında, Paşa'nın gözüne girmek, ondanyarar sağlamak içindir. Şair bu amacı güttüğü için eserinde bilgiye ve sanataönem vermiştir. Divan şiiri anlayışıyla yazdığı için hayale dayalı soyut, özentiliövgüler ve tasvirlerle sözü uzatma yolunu tutmuştur. Dil bakımından daağırdır, terkiplidir.


HASİBEMAZIOĞLU5- Visâlî Ali Çelebi Mevlidi, TDK Kütüphanesi, No: 17/99,46 varak.Visâlî'nin Kanuni devri şairlerinden olduğu mevlid içerisinde Kanuniiçin yazdmış uzun övgüden anlaşılıyor. Visâlî Ali Çelebi'nin kimliği saptanamamıştır.Eserin içerisinde şair mahlasını Visâlî olarak verir:Bu Visâlî kulını bi-çâredürBir nahif üftâde vü âvâredürPür 'alil efkendedür hâk içre hörRâfi' ol lutfun eliyle yâ GafürGark olupdur bahr-ı cürme bî-mecâlDest-i lutfunla kerem kıl elin alv. 4aHudâ ol kişiye çok rahmet itsünVisâlîçün diye Hak rahmet itsünYazar başka beyitlerde de mahlasını tekrarlar 1 . Şairin adrnııı Ab Çelebiolduğu mevlidin başına sonradan yazılmıştır. Künhü'l-ahbâr 2 'da HacızadeSefer Visâlî, Rıza Tezkiresinde Visâlî Mehmet Efendi diye iki şair vardır 3 .Bu kaynaklardaki Visâlî'lerin mevlid yazdığı belirtilmez.Visâlî Mevlidinin başı:Evvelâ Allâha ta'vîz ola râhOla şeytân-ı racîm anda tebâhDinse bi'smi'llâhi rahmâni'r-rahîmKeşf olur envâr-ı esrâr-ı 'alîmBaşta mesnevi ve kaside biçimiyle yazılmış Tanrının birliğini öven kısımlardansonra Muhammed için yazdmış uzun bir övgü ile onun bütün peygamberlerdenüstünlüğü anlatılır. Kısaca Dört Halife, Hasan, Hüseyin övülür.Bundan sonra da devrin padişahı Kanuni övülmüştür (v. 7a-7b). Mevlidinyazılış nedeni (v. 7b-8a) anlatıldıktan sonra "Nûr-ı Muhammedi'ninÂdem'e ve öteki peygamberlere geçişi (v. 12b-13b), Abdulmuttabb'den sonraAbdullah'a inişi (v. -18b), Abdullahla Amine'nin evlenmeleri (v. 18b-20a),1 V. 30 a, 31 b, 37b, 40 b, 42 a, 46 b'de yazar mahlasını vermiştir.2 Künhü'l-ahbâr. Türk Tarih Kurumu Ktp., No: 546, 421 b.3 Rıza Tezkiresi, s. 53.


TÜRK EDEBİYATINDA MEVLİD YAZAN ŞAİRLERMuhammed'in doğumu (v. 22a-25b), o gece görülen garip olaylar (v. 27b-30a), Muhammed'e peygamberliğin verilişi (v. 30a-31b), Halime'nin Mekke'ye gelerek Peygamber'e sütanası olması (v. 31b-34a), Peygamber'in üstünnitelikleri ve bu konuda Halime'nin anlattıkları, amcası kızı Atike'nin anlattıkları(v. 40b), Ebû Leheb'in yergisi (v. 42a), Muhammed'in yedi yaşındaöğretmene verilmesi ve sonra geri alınması (v. 44b-46b) anlatılarak eser biter.Muhammed'in hicreti ve ölüm bölümleri yoktur.Visâlî Mevlidi'nin dili sade değildir. Yer yer Arapça beyitler vardır. Herbölümün sonunda:Eyyuhe'l-'uşşâku işrâku'l-cemâlSeUimü salli 'alâ şemsi'l-kemâlbeyitleri tekrarlanır. Mevlid bilgi verilmek için yazılmıştır. Bu bakımdananlatım kurudur, heyecansızdır.6- Şâhidî Mevlidi, Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi, Bitirme tezi, No: 82.823 Beyit olan bu mevlidin XV-XVI. yüzyıllarda yazıldığı dilinden anlaşılmaktadır.Yalnız yazarm kimliği kesinbkle saptanamamıştır. XV. yüzyıldayaşamış Cem Sultan'ın defterdarı olup, Divanı ve Leylâ vü Mecnun'ubulunan Edirneli Şâhidî 1 ile XVI. yüzyıl şairlerinden Muğlalı ibrahim ŞâhidîDede 2 'nin mevhd yazdıkları kaynaklarda verilmiyor. Eğer başka bir Şâhidîyoksa, İbrahim Şâhidî Dede'nin olması daha çok düşünülebilir. Neclâ Pekolcayyukarıda sözü edilen doktora tezinde Şâhidü'n-nâyî adlı bir mevhd yazarınıneserinin dokuz yazmasını saptamıştır. Şâhidü'n-nâyî'nin mevlidininvezni, Süleyman Çelebi mevlidinin veznindedir. Bizim Şahidî ise, "Mefâ'îlünMefâ'îlün Fa'ûlün" vezniyle yazmıştır. Her iki mevlidin başlangıcı ve bölümleride ayrıdır. Yazar eserini bir ayda yazdığını, Rebiülevvelde okunmasıiçin Safer ayının başında başlayıp sonunda tamamladığını söyler:Ki kıldum ibtidâ mâh-ı saferdeKi yazdum rûz u şeb şâm u seherdeTamâm oldı bu ay içinde yineRebı'u'l-evvel ayında okınav. 5b1 Latifi, Tezkire, s. 200; Kınalızade Tezkiresi, DTCF. Fak. Ktp. v. 148, Osmanlı Müellifleri,C. II. s. 161.2 Latifi, Tezkire, s. 203; Aşık çelebi, 229a; Osmanlı Müellifleri C. II, s. 92.


HASİBEMAZIOLYazar eserinin sonunda da:Çıkıp mâh-ı safer görinmedin mâhTamâm oldı kitâb el-hamdü li'llâhv. 25bbeyitiyle bir ayda bittiğinisöyler.Şâhidü'n-nâyî Mevlidi:Başlayalum evvel Allâh adınıUralum andan sözün bünyâdınıEvvel Allah diyelüm biz derd ileAllâh adın ögredelüm her dilebeyitleriyle başlar. Bölümlerin sonunda:beyitleri tekrarlanır.Ger bu 'âlem halkı dirse subb u şâmMedh olunsa haşre dek olmaz tamâmGer dilerisen bula cânun safâVir salavât ber-Resül-i MustafâŞâhidî Mevbdinin ilk yaprağı kopmuştur. Ancak veznin ve bölümlerindeğişik olması, bunun ayrı bir mevlid olduğuna yeter delildir. Ayrıca bazıbölümlerin sonunda:Seversen cân u dilden ol hümâmıGetürgil e's-salâtü ve's-selâmıv. 11bîşidüp febm ideler bu kelâmıDisünler e's-selâtü ve's-selâmıv. 12bBulalar anda yarın her merâmıDiyeler e's-selâtü ve's-selâmıv. 15bUmanlar lutf-ı şâh-ı Lâ-yezâliDisünler e's-selâtü ve's-selâmıv. 18b


TÜRK EDEBİYATINDA MEVLİD YAZAN ŞAİRLERİlede Hak anı dârii's-selâmaDürişe e's-selâtü ve's-selâmav. 5bDilersen ağ ola mahşerde nâmunŞürü' it e's-selâtü ve's-selâmav. 6aSeversen gerçek ol Fahrü'l-enâmıDiyesin e's-selâtü ve's-selâmıv. 11bbeyitleri vardır.Mevbdinbaşı:Mukayyid Muhyl vü Kayyüm u VâcidMümît ü 'Âb vü Tevvâb u YâhidTanrı adları sayılarak övülür. Yazar yedi bentli bir beşli (muhammes)ile yine Tanrıyı över:Pâdişahâ gerçi oldum gark-ı deryâ-yı günâhİzzetün hakkı yine sen lutfun eyle 'özr-hâhŞâhidî bl-çâre 'ısyân ile oldı rü-siyâhLîk kat' itmez ümidin idinen 'afvun penâhAnı mağfur eyle itme lıazretünde şerm*sârBundansonra:Muhammeddür sebeb bu kâ'inâtaAnun rühı durur menşe' hayâtaKamunun aslıdur rüh-ı MuhammedHem oldur cümleden maksüd u maksadDilersiz bulasız yarın sa'âdetMuhammed rühına virün salavâtbeyitleriyle Muhammed'i övmeğe başlar. "Muhammed" kelimesi bir çok beyitlerinbaşında tekrarlanır (v. lb-3a).Bu bölümde yedi bentli bir beşli ile Peygamber'i överken yazar yineadını verir.


HASİBEMAZIOĞLUOl Habîbün hürmetiyçün yâ Gafür u ya ŞekürŞâhidî 'âsî kulundur rahmetimden itme dürv. 3a"Münâcât li-kâdi'l-hâcât" başlığı altında günahkâr olduğundan uzunuzun söz ederek Tanrı'dan bağış diler (v. 2a-5a). Bundan sonra "Sebeb-iNazm-ı Kitâb" bölümü gelir:îşit noldı sebeb bu nazma iy yârKi geldi surete güftâr-ı efkârÇü gördüm mevlidini MustafânunKi yazmış nicesi ehl-i safânunOkındukça olur ana du'âlarYitişür rühına zevk u safâlarDiledüm nazm idem bu hoş kitabıKi kılam ben dahi bî-had sevâbıv. 5aEgerçi 'âcizüm yok bende kudretKi virem lafz ile ma'nâya zînetKi her meclisde bula i'tibârıBula 'âlem içinde iştihârıÖzüm gibi sözüm hör u denîdürHacâletde hemîşe münhanîdürUmarum İlkin ihvân-ı safâdanGeçeler lutf idüp sehv ü hatâdanHem ıslah ideler görüp hatâsınSalâh üzre olur çün cümle mü'minDahi 'özr iderem ehl-i kirâmaKi vüs'at bulmadum nazm-ı kelâmav. 5bbeyitleriyle şair, kusurlarının bağışlanmasını diledikten sonra, Muhammed'inyaratılışının nedeninin "Maksad-ı Mevcudât" olduğunu ve kısaca yaratılışıanlatır (v. 6a). Sonra doğal doğuma geçilir. Bu bölüm Süleyman Çelebi Mev-


TÜRK EDEBİYATINDA MEVLİD YAZAN ŞAİRLERlidinin ölçüsüyle ve kaside biçimiyle yazılmıştır (v. 6a-7a). Muhammed'indoğumuyla ortaya çıkan garip olaylar anlatıbrken yine eserin ilk vezninedönülür (v. 7a). Peygamber'in doğumundan sonraki durumu, babasının anasınınölümü, sonra dedesinin de ölümü üzerine onu amcasının büyütmesi,Peygamberbğin gebşi, Medine'ye göçü anlatılmıştır. Peygamber'in üstünnitelikleri (v. 8b-9a). Miracı (9b-12a) anlatılır. Burak'ın tasviri, diğer mevbdlerdekindenayrıdır. Halkın mi'râca inanmaması, Peygamber'in mucizeleri,Ebû Cehil'in karşı koyması (12b-16b) ve nasihat bölümü (v. 16b-18b) vardır.Ölüm bölümü çok uzun anlatdmıştır (v. 18b-25.). Bazı bölümlerde SüleymanÇelebi Mevlidindeki temalar aynıyla alınmışsa da vezin ayrdığı yüzündensöyleyiş de değişiktir.Şâhidî Mevlidinde de bilgi vermek amacı önde gelir. Şâhidî kolay yazangüçlü bir şairdir. Dili yer yer sade olmakla birlikte özellikle başlarda Arapça'yı, Farsça'yı çok kullandığını ve yabancı tamlamalar yaptığını görüyoruz:Âşiri idi Rebî'u'l-evvelünHem dü—şenbih gicesiydi âşikâbeyti yazarın dilinin sade olmadığını göstermeğe yeter.7- Murâdî Mevlidi, Bursa . Müzesi Kütüphanesi, No: 97/306.Bu mevbdin yazarının kimliği ve eserini ne zaman yazdığı hakkındabilgimiz yoktur. Murâdî Mevlidinin başından sonuna dek bir çok yerleri SüleymanÇelebi'den alınmıştır. Süleyman Çelebi'nin bazı beyitlerinin az çokdeğiştirilmiş olduğunu, bir kısmının da Süleyman Çelebi Mevlidinde bulunmadığınıgörüyoruz. Örneğin:Süleyman ÇelebiMurâdîNür idi başdan ayağa gögdesiBu 'lyândur nurun olmaz gölgesiGölge zulmetden düşerdi her yireNürdan gölgeyi göz kanda göreSüleyman ÇelebiSusadum su diledüm içmekligeSundılar bir kef dolusı şerbeti


HASİBEMAZIOĞLUMurâdîSusadum kıldum taleb su içmeğeSundılar bir câm şerbet içmeğeSüleyman ÇelebiMurâdîSonra gark oldı vücûdum nür ilePes vücûdum oldı ol dem nüra garkSüleymanÇelebiTanrıdan Cibril'e emr oldı ki yapTamu kapusını götür heybetiMurâdîHem dahi Cibrîle emr itdi CelllTamu kapusını yap yâ Cebre'IlAyrıca Murâdî, Muhammed'in doğumunu anlattığı yerlerde de SüleymanÇelebi'den ayrılır:01 hakikat bahrine gavvâs olan01 şerl'at mahfilinde hâs olan01 semâvât üzre seyrân eyleyenSidrede Cibrlli hayrân eyleyen01 Habîb ol sırr-ı cümle kâ'inât01 Resül ol cümle rüh-ı mümkinât01 mücemmel ol mükemmel Mustafa01 mübeccel ol mücellel Mustafâ01 yüzi gül zülfi sünbül mâhitâbDü cihânda ol münevver âfitâbGarka olmışken vücudum nür ileDopdolu olmışken evcim hür ileMurâdî Mevlidinde "Merhaba" bölümü de vardır ve basmalarda bulunandanaz çok değişiktir. Mucizât ve ölüm bölümleri de Ateş'in saptadığımetinden farklıdır. Mucize bölümü şöyle başlar:


TÜRK EDEBİYATINDA MEVLİD YAZAN ŞAİRLERvardır:İşit imdi mu'cizât-ı MustafâKim virlir cân u dile zevk u safâMu'cizâtın dinlenüz şevkile oşTâ ki 'akl u cân kıla cüş u hurüşMi'râc bölümünde de Süleyman Çelebi'ninkinde bulunmayan temalarAnda iken ol Habıb-i kâmileCennete var didi Hak Cebrâ'ileBir murassa' tâc al hülle kemerHem dahi al bir burâk-ı mu'teber01 Hablbüme ilet binsün anı'Arşumı seyr eylesün görsün beniCebre'il çün cennete vardı hemânGördi kim kırk bin burâk otlar i cânKırk bininün dahi alnına i yârNâm-ı Ahmed nakş obnmış aşikârİçlerinde bir burâk ağlar katıYimez içmez kalmamış hiç tâkatıÖlüm bölümü de değişiktir:Mustafâ mevti sözidür buİşidicek âh ile eylen figân'ıyânGözünüz derdine giryân eylenüzCânunuz 'aşkına kurbân eylenüzYazar adım mevlidin sonunda verir. Murâdî Mevlidi şu beyitlerle biter:Hem tâmâm oldı Muhammed mevbdinCem' olup güş itdi bunca ehl-i dînMustafânun hürmetine yâ İlâhKi kapundur kamu miskine penâhKapuna eksüklük ile geldük oşYüzümüz kara elümüz dahi boşYüzümüz karasına kılma nazarNefs ile şeytân bize buldı zafer


HASİBEMAZIOĞLU'Âcizüz biz sen Ganîsin yâKerîmHem Ganîsin hem Gafûrsın hem RahîmBu uğurdan eürmümüz 'afv eylegilRahmetün suyıyile mahv eylegilBir bölük mücrimlerüz geldük umaYâ ilâhı sen bizi mahrüm komaHem tarîkda bize ıslâh eylegil1 Akıbet anı da iflâh eylegilHem Murâdî mücrime kıl rahmetiÇekmeye rüz-ı cezâda zahmetiPes anun hakkı bize eyle 'atâKim şefâ'at ide anda MustafâNüh-felek evrâk ola deryâ midâdRahmetinün zerresin kılmaya yâdGer bi-hâhî baht-ı devlet ber—devamBer Nebiyyi e's-selâtu ve's-selâm 1Murâdî Mevlidi dil bakımından eskidir. En geç XVI. yüzyılda yazılmışolmalıdır. Dil Süleyman Çelebi'nin dilinden ayrılmayacak kadar sade, anlatımıgüçlüdür.8- Necîbî Mevlidi, Bursa II Halk Kütüph anesi, Orhangazi K, No: 622,v. 123b-130b arasmda, istinsah tarihi 1112 /1700, müstensihi El-hac MustafaNesîb.Mevlidin yazarı Bursalı Eşrefzâde Abdülkadir Necib Efendidir. H. 1022'de ölmüştür 2 . Yazarm adının bulunduğu beyit:Bu Necîbî derd-mendi yâ Mu'înEyle cennât-ı na'Imde hem-nişînMevlidin tamamı 219 beyittir. Hazreti Muhammed'in yalnız doğumuanlatılmıştır. Yazarm kendisi de eserini kısa olarak yazdığını açıklar:Ihtisâr üzre budur mevlid-i tâm•Aşk ile virün selât ile selâm1 Bu beyitleri Emîrî Mevlidinin sonu ile karşılaştır, s. 252 Yazarm Mevlidinden başka divam ile Zübdetü'l-beyân adb tefsiri vardır. Bak. OsmanlıMüellifleri, C.I, s. 129.


HASİBEMAZIOĞLUSelâmî ba'd-ez-in terk eyle kâliÇü yok idrâkine 'aklun mecâliSezâ-vâr olmaya bu hâle güftârErişmez çünki 'akl u fehm ü efkârNe 'izzet idügin ol Şâh-ı'ÂlemYine Hakdur bilen va'llâhu a'lemRevân-ı akdesine ber-devâmîErişsin Hazretu'llâhun selâmı.11- Derviş Dede Mevlidi, Türk Dil Kurumu Kütüphanesi, No: A/340.Türk Dil Kurumu Kütüphanesinde Derviş Dede adına kayıtlı bulunanH. 1063 tarihli bu mevlid'in yazarı Derviş Dede değildir. Yazmanın 18bvarağında geçen Derviş Dede adı mevlid tamamlandıktan sonra mevlidtoplantısında okunan hece vezniyle yazılmış bir ilâhinin içinde geçmektedir.Mevlidin içerisinde Derviş Dede hiç geçmez. Bu nedenle Derviş Dede eserinyazarı değildir.Bu mevlidin ilk bölümleri Süleyman Çelebi'nin mevlididir. Bir çok beyitlerVesîletü'n-necât'tan alınmıştır. Bunun yanında Süleyman Çelebi Mevlidinesonradan girmiş parçalar da vardır. Örneğin: "Merhabâ" kısmı gibi.Bölümlerin sonunda Süleyman Çelebi Mevlidindeki:Ger dilersiz bulasız oddan necât'Aşk ile derd ile aydun e's-salâtbeyti tekrarlanır. Süleyman Çelebi Mevlidinin yazmalarında görüldüğü gibiözellikle Mi'râc, Ahlâk-ı Nebî ve Ölüm bölümleri çok değiştirilmiştir. Sankiyeniden yazılmıştır. Bu durumda olanların çoğunun sonunda SüleymanÇelebi'nin adı bulunmadığı gibi kendisinden ya da başkalarının mevlidindenbeyitler katan kişinin adı da yoktur'.Yukarıda da anlatıldığı üzere Türk Dil Kurumu Kütüphanesindeki DervişDede mevlidi diye kayıtlı yazmanın durumu budur. Sonunda "vefât-ıFâtıma" bölümü vardır.12- Deveci Ali Mevlidi, Bursa II Halk Kütüphanesi, Orhagazi Kısmı,No: 987.Bu mevlid bulunduğu kütüphanede Deveci Ali adma kayıtlıdır. EserSüleyman Çelebi Mevlidine geniş ölçüde yapılmış eklerle asıl metinden uzak-1 Karş. Bursa İl Halk Kütüphanesi No: 2523, Ulucami Ebü'l-hayr Mevlidi, bu metin N.Pekolcay'm incelediği Ebü'l-hayr mevlidinden ayrıdır. Genel 763, Orhangazi 987, Vesîletü'nnecâtgenel No: 449.


TÜRK EDEBİYATINDA MEVLİD YAZAN ŞAİRLERlaşmış bir mevbddir. Süleyman Çelebi Mevlidinden geniş ölçüde yapdan alıntılarlameydana getirilen mevlidlerin bir kısmında ekleri yapan yazarın adıvardır. Yukarıda geçen Emîrî Mevlidi, Murâdî Mevlidi gibi. Bir kısmındada Süleyman Çelebi'nin adı çıkarıldığı gibi ekleri yapan şairin de adı yoktur.Yine yukarıda geçen ve Derviş Dedenin gösterilen mevbd gibi. Bursa Kütüphanesindekibu mevlid de böyledir. Deveci Ali adı mevbd metni içerisindebulunmayıp, mevlidin arkasmdaki "vefât-ı Fâtıma" bölümünün sonundadır.Fâtıma'nın ölümünün anlatıldığı bölüm Süleyman Çelebi Mevlidinde yoktur,ayrıca bu bölümün Edirne'de Karabulut Mescidi imamı Halil tarafından yazılmışolduğu da söz konusudur 1 . Bundan başka Fâtıma'nın ölümünün sonundageçen "Bunı yazan Deveci Ali dürür" mısraı başka bir mevlid yazmasınınsonuna eklenmiş "Güvercin Hikâyesi"nin sonunda "Bunı yazan KirdeciAli dürür" biçimindedir. Ayrı bir araştırma konusunu gerektiren bukarışıklık bir yana bırakılırsa, yukarıda tesbit ettiğimiz metin SüleymanÇelebi Mevhdinin bazı beyitleri değiştirilmiş ve bir çok beyitler katılmış birnüshasıdır. Yukarıda açıklandığı üzere yazarı da Deveci Ab değildir.Yazarı belli olan ya da yazarı bilinmeyen mevbd metinlerinin SüleymanÇelebi'nin yolunda sade bir dil ve anlatımla yazılmış olanları dil incelemeleribakımından çok önemlidir. Bunun yanında mevlid yazmalarının sonuna eklenmişbulunan hikâyeler de yine dil bakımından incelenmeye değer eskimetinlerdir. Hikayelerin eski metinleri karşdaştırılarak yazddıkları devirlerinve yazarlarının tesbitine çalışılması edebiyat tarihimiz bakımındanyararlı olacaktır.Mevlid yazarları üzerinde yaptığımız bu araştırma bizi şu sonuca ulaştırmıştır:1- Süleyman Çelebi'nin etkisiyle yazılmış olup dili sade, anlatımı yalınve güçlü olan mevlidlerden bir çok beyitler ve bölümler Süleyman ÇelebiMevlidinin yazmalarına girmiştir. Böyle genişletilmiş mevlidlerin bazdarındanSüleyman Çelebi'nin adı da çıkarılmıştır.2- Yine kimi yazarlar Süleyman Çelebi'nin pek çok etkisinde kaldıkları veonun mevbdinden beyitler aldıkları halde yeni bir mevbd ortaya koymuşlardır.Bu niteliği taşıyan mevlidlerde yazarların dili Süleyman Çelebi'nin dib gibisade ve güzeldir.3- Dil bakımından sade olmayıp Farsça, Arapça sözcük ve tamlamalarlayazılmış mevlidler halk tarafından hiç ilgi görmemiştir. Bunların yazma1 Vesîletü'n-necât, s. 66; îslâm Ansiklopedisi Süleyman Çelebi maddesi.


HASİBEMAZIOLUnüshalarının bir iki taneyi geçmemesi, aydınların bile bu mevlidleri okumadıklarınıgösterir.Buradan çıkan sonuç Süleyman Çelebi Mevlidinin bugüne kadar yaşamasınınhalk toplulukları tarafından sevilip okunmasının nedeni dilinin sadeliğive anlatımının güzelliğidir. Başka mevlidlerde bu niteliği taşıyan beyitlerlebölümler sonradan Süleyman Çelebi Mevlidinin içine alınarak yaşamaolanağını bulmuşlardır.4- Gerek kaynaklar üzerinde gerekse kütüphanelerde yapılacak araştırmalaryeni mevlid yazarlarının adlarmı ve eserlerini ortaya koyacaktır. Biz<strong>Ankara</strong>, İstanbul, Bursa kütüphanelerinde yaptığımız bu araştırmamızlabilinmeyen yeni metinlerle daha önce varlığı bilinen mevlid metinlerinin yeninüshalarını ortaya çıkardığımız gibi, saptayabildiğimiz yazarların adlarınıaşağıda vererek bu konuda araştırma yapacaklara yardımcı olmak istedik.Ne var ki, kaynaklarda Mevlid yazdıkları bildirilen bu yazarlardan eserlerielde bulunmayanların Mevlid yazmış oldukları kesinlikle söyleıenmez. Bunlardanbazıları Mevlid yazdıkları halde eserleri bu güne kadar ele geçmemişolabilir. Bazıları da Mevlid yazmadıkları halde kaynakların yanhş bilgi vermişolmaları mümkündür.1- Abdî, yazması: Üniversite Kütüphanesi, TY 7361; Neclâ Pekolcay,doktora tezi.2- Abdurrahman <strong>Ankara</strong>vî, (öl. H. 1107, vali), Osm. Müel., C. II, s. 222;C. II, s. 480.3- Abdulkadir Necib, yazması: Bursa II Halk Ktp., Orhangazi K., No:622, Osm. Müel., C. II, s. 222.4- Ahmed, yazılışı: H. 873, yazmaları: Selimağa 1642, Şehid Ali Paşa883 ve 1956, Üniversite 2314, Melikşah 320, Bursa Genel Ktp., 502; N. Pekolcay'ındoktora tezi.5- Ahmed Mürşidi (öl. H. 1174, Diyarbekirli), Osm. Müel., C.I, s. 33.6- Akif, (Bursah), Osm. Müel., C. II, s. 222.7- Behiştî, yazması: Üniversite Ktp., TY7398; Sehî, Latîfî, Aşık Çelebi,Beyanî; N. Pekolcay, Türkiyat Enstitüsü T 346; Aygül ipek, Mezuniyettezi, 1971, Türkiyat Enstitüsü No: 19.8- Bekâî, (öl., H. 1200, Darendeli), Osm. Müel., C. II, s. 222, C. II, s. 105.9- Beyzade Mustafa (öl., 1200), baskısı: Matbaa-i Amire, H. 1264; Osm.Müel., C. II, s. 222.10- Cebrî, Aşık Çelebi, (Keşfî ile Hasbî'nin yeğeni).


TÜRK EDEBİYATINDA MEVLİD YAZAN ŞAİRLER 6111- Ebulhayr (İpsalalı), yazılışı: H. 897, yazmaları: Millet 1365, 1366,DTCF Ktp., 1. Saib No: 4791; N. Pekolcay doktora tezi, Osm. Müel., C.II, s. 222.12- Emîrî, yazması: Ayasofya Ktp., 3827.13- Gulâmî, Osm. Müel., C. II. s. 222.14- Gülşenî-i Saruhauî, Osm. Müel., C. II, s. 388.15- Hâfî, İslâm Ansiklopedisi Mevbd maddesi.16- Halil, yazıbşı: H. 907; yazması: Yahya Efendi Dergahı 4464; DTCF.Ktp., No: 698, 1. Saib 5308/1; N. Pekolcay doktora tezi.17- Halil Siirdî, (öl. H. 1257), Osm. Müel., C. II, s. 37.18- Hamdullah Hamdi, Akşemseddinoğlu (öl. 1509). Yazıbşı: H. 900;görülen yazmaları: DTCF. Ktp., M. Çon 514; TDK Ktp., A/289; TDKKütüphanesi No: A/289 British Museum No: Or. 1163.19- Hamdullah bin Hayreddin (Ayasofya Hatibi). Yazması: Fatih 4511,Osm. Müel., C. s. 274 (N. Pekolcay'ın doktora tezinde Akşemseddinoğlu'nunMevbdi ile karıştırdmış.)20- Hasan Bahrî, (öl. H. 994 Karasili), Keşfüzzünun, C. II, s. 1910;Osm. Müel. C. II, s. 222.21- Hasan İlmî, (Kozanb). Yazılışı: H. 1226; (El-Hac Osman Zeki Matbaasındabastırdmıştır, tarihsiz.)22- Hevâyî yazması: Lala İsmail 376.23- Hocaoğlu, (yazıbşı: H. 883, yazması: Edebiyat Fakültesi TürkolojiSeminer Ktp., No: 4018, N. Pekolcay'ın doktora tezi,24- Hüseyin Efendi, Osm. Müel., C. II, s. 222.25- İbrahim Kadem, Osm, Müel., C. II, s. 222.26- İbrahim Nazif Karamanı, Osm. Müel., C. II, s. 222.27- Kâmî, Şaban Âmidî, (öl. H. 1311), yazıbşı: 1279, yazması: SüleymaniyeKadızade 146 /4.28- Kerîmî, yazılışı: H. 863; yazmaları: Veliyyüddin 1693, Esad 3723,DTCF. Ktp., 1. Saib 4574.29- Keşfî-i Saruhanî, Latif!, Osm. Müel., C. II, s. 222.30- Keşfî-i Samatyavî, Osm. Müel., C. II, s. 222.31- Kuloğlu, Osm. Müel., C. II, s. 222.32- Mehmet Feyzî, (Edirne Müftisi), Osm. Müel. C. II. s. 222.33- Mehmet Hasan, Osm. Müel., C. II, s. 222.


62 HASİBE MAZIOĞLU ,534- Muhibbi, yazması: Lâleli 3756; (Şakayık Tercümesi, s. 495-496'da aynıadda iki kişi var. H. 965'te ölen Muhibbi olmalı), N. Pekolcay'ın doktora tezi.35- Muhammed Hamdi El-Hüseynî, yazması Raif yelkncide, N. pekolcay,Doktora Teji.36- Muhammed bin Hamza El-Arab Vaiz, Aşık Çelebi, Millet Ktp.}Pertev Paşa kısmı No: 440, v. 248a. Keşfüzzunun, C. II, s. 1910.37- Murâdî, yazması: Bursa Müze Ktp, No. 37/306.38- Mustafa, (Kitapçı, Bursalı), Osm. Müel. C. II, s. 222.39- Mürîdî-i Aydmî, Osm. Müel. C. II, s. 222; C. II, s. 415.40- Nahîfî, (öl. 1738-39), yazması: Hamidiye 252.41- Nurî (Yasincizade) Osm. Müel., C. II, s. 222.42- Râgıb, yazması: Hüdâî Efendi Ktp., 1453; Neclâ Pekolcay.43- Re'fet, yazması: Bayazıt Umumi Ktp., 5306; Osm. Müel., C. II.s. 222; N. Pekolcay.44- Selâhüddin Uşşakî, Osm. Müel., C. II, s. 222.45- Salih Nihânî, Osm. Müel., C. II, s. 222.46- Selamî Mustafa, yazması: Esad Efendi 444; Osm. Müel. C. II, s. 222.47- Osman Feyzî, Osm. Müel., C. II, s. 222.48- Osman Siracüddin (Erzurumlu), Osm. Müel., C. II, s. 222.49- Rıf'at (Manastırh), Osm. Müel. C. II, s. 222.50- Sinanoğlu, yazıbşı: H. 883, Yazmaları: Kasidecizade 418, DTCF.Ktp., No: 9, Raif Yelkenci, N. Pekolcay.51- Süleyman Çelebi, yazıbşı: H. 812; yazmaları için bak., N. Pekolcay'ın doktora tezi, A. Ateş, Vesiletü'n-Necat Ank. 1954.52- Şâhidünnâyî, yazmaları: Millet 1347, 1349, 1370, Mihrişah 319,Üniversite 7339, Topkapı Hazine 1246, R. Yelkenci'de üç yazma, N. Pekolcay'ındoktora tezi.53- Şâhidî, yazması: Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi,Bitirme Tezi No: 82.54- Şehîdî, yazmaları: Edebiyat Fakültesi Türkoloji Seminer Ktp., 4018DTCF. Ktp., M. Çon 28, 698.55- Şemsî (Şemseddin Sıvasî, öl 1597) görülen yazmaları: Yahya EfendiDergahı 4440, 4467; Millet 1348, 1363, Mihrişah 270, DTCF. Ktp., M.Ozak 1/47, British Museum, Or. 11567; N. Pekolcay. Baskıları: Sivas, Kâmilmatb. 1949; istanbul, Bozkurt Basımevi, 1936.56- Tahir Ağa, Mevlid-i Şerif, Telifi: H. 1279 basılmıştır.57- Visâlî, Yazması: TDK. Ktp., A/99.58- Yahya b. Bahşi (öl. H. 840), yazması: Bayazıt Umumî Ktp., 5308;Osm. Müel., C. I, s. 199; N. Pekolcay'ın doktora tezi.59- Zâtî, Latîfî Tezkiresi, ikdam matb. 1314 s. 157.


BURSALI ÂŞIK HALİLHASAN ERENXVII. yüzyılda yaşayan Âşık Halil adlı bir saz şairimizin bulunduğunubildiren ve eserlerini tanıtan Sadettin Nüzhet Ergun olmuştu. 1 Ergun, onunyaşadığı zamanı tayin ettiği gibi, iki koşma ve iki semaîsini de vermişti. Bukoşma ve semaîlerin ilk dörtlüklerini aşağıya sırasıyle alıyoruz:1.Gine bir padişah âdil oluncaHürmetin etmeğe kul incinir miTaş taşa dokunur aşkın elindenÇıkılıp 2 akmağa sel incinir mi2.Can bülbülüm cüdâ düştüm gülümdenZârımdan bezmedik dağlar mı kaldıÂhu gözlü yârim senin elindenŞ kâyet etmedik beyler mi kaldı 33.Ey efendim hasretindenAh edip ağlar gezerimGece gündüz firkatindenSinemi dağlar gezerimHaktan inayet olunca4.Kulun etmez melil derlerİsmin diline alıncaŞeytan olur zelil derlerM. Fuad Köprülü, Türk Sazşairleri (İstanbul, 1940. 121 - 122 s., 2. bas.<strong>Ankara</strong>, 1962. 174. s.) adlı eserinde, Ergun'un bu yazışma dayanarak, Âşık1 Sadettin Nüzhet Ergun, Bursalı Âşık Halil: Ülkü VIII (1936), 123-124. s.2 F. A. Tansel (T. T. K. Belleten XXXVI, 148) bu kelimeyi çalkanıp diye düzeltmiştir.3 Müjgân Cunbur, Başakların Sesi. Türk Halk Şairleri Eserleri ve Hayatları (<strong>Ankara</strong>, 1968)adlı kitabında (235-237. s.) Âşık Halil'in bu koşmasını XVIII. yüzyılda yetişen Âşık Halil'e isnatetmiştir.


64 HASAN ERENHalil üzerine bilgi vermiş, Ergun'un yaydığı 2 numaralı koşmayı da şiirlerineörnek olarak seçmiştir.Ergun'dan birkaç yıl sonra, Eşref Ertekin 4 Âşık Habl'inGördüm Cezâyirli neler demiştirVermeziz oğluna bilsün ol kâfirBiz anı gönderdik Sultan Ahmed'eKara haberlerin alsun ol kâfirdörtlüğü ile başlayan bir şiirini daha yaymıştır.Fevziye Abdullah Tansel de 1968'de çıkan bir yazısında Bursab ÂşıkHabl üzerinde durmuştur. 5 Tansel, yazısının Bursab Âşık Halil ve bibnmeyenbir şiiri adlı I. bölümünde (281-285. s.), Halil ve eserleri üzerine bilgi verdiktensonra, Kuroğlu, Kâtibî, Üsküdarî, Keşfî, Safaî, Geda Ahmed, Osman,Şahin, Kuloğlu, Kâmil (Kâmili) ve Mustafa gibi saz şairlerinin eserlerini içinealan bir cönkte onun güzel bir türkiVsünü bulduğunu bildirmiştir. Yazar,yazısının sonunda Habl'inŞu fenâ dünyâya geldim geleliGurbetlikte kalduğuma ağlarımSen garibsin deyu kimse bilmez halimiDüşmanların güldüğüne ağlarımdörtlüğü ile başlayan bu yeni şiirini de vermiştir.Son olarak, Tansel, 1972'de çıkan bir yazısında 6 Bursab Âşık Habl üzerindetekrar durmuştur. Yazısının XVII. Asır Sazşairlerinden Bursalı ÂşıkHabl adb I. bölümünde (145-153. s.), yazar, Âşık Halil'in yaşamı ve eserleriüzerine bilgi verdikten sonra, onun yukarıda sözü geçen yeni şiirini de vermiştir.Halil'in bu şiirini olduğu gibi alıyoruz:Şu fenâ dünyâya geldim geleliGurbetlikte kalduğumaağlarımSen garibsin (deyu) kimse bilmez halimiDüşmanların güldüğüne ağlarımİnanman dünyânın sonu virandırZevkin edenlere bu gün bayramdırÇağı geçmişlere o bir devrandırGenç yaşmda ölenlere ağlarım4 Eşref Ertekin, Cönklerden derlemeler: Çorumlu 20. sayı (1940), 23-27. s.5 Fevziye Abdullah Tansel, XVII. asır sazşâirleri hakkmda notlar: Türk Kültürü VI, 281-288. s.6 F. A. Tansel, Halil Adlı İki Sazşâirimiz Hakkında Elde Ettiğimiz Yeni Bilgiler ve YeniŞiirler: T. T. K. Belleten XXXVI, 145-167. s.


BURSALI ÂŞIK HALİL 65Ben kimsenin sevdiğini almadımEngel olub araşma girmedimBen düşmam dilim ile bölmedimDoğruluğ(u)mIa bulduğuma ağlarımBen küheylan ata binüb eştirdimEştirüb de karlı dağlar aştırdımHerca'î güzele gönül düşürdümSararub da solduğuma ağlarımDer ki Hail çağıranım oy vermezDelim(dir) aşk(ın) deryası boy vermezYa suyumdur, ya topraktır koyvermezGurbetlikte kalduğuma ağlarımBursalı Beliğ'in Güldeste'sinin yazmasında, Bursalı Âşık Halil'in ikidizesi ile bir dörtlüğü verilmiştir. Örnek olarak getirilen bu iki dize ile birdörtlüğü saymayacak olursak, Tansel'in elde ettiği bu yeni şiirle Âşık Halil'ineserlerinin sayısı yediyi bulur.Ancak, Tansel'in bulduğu bu güzel şiiri Bursalı Âşık Halil mi, yoksabaşka bir saz şairi mi söylemiştir, kesin olarak bilmeyiz.Bundan yirmi yıl önce, Öksüz Dede, Kuroğlu, Demir (veya Demiroğlu),Şahin (veya Şahinoğlu), Kul Mehmet, Kul Mustafa, Kuloğlu, Karacaoğlangibi saz şairlerinin eserlerini içine alan yazma bir dergide buna benzer birşiire rastlamıştık. Yazmada Demiroğlu adına yazılmış olan bu şiiri Türk sazşairleri hakkmda araştırmalar I (<strong>Ankara</strong>, 1952) adlı kitabımızda yaymıştık(21-22. s.). Şimdi bu şiiri de olduğu gibi veriyoruz:Şu dünyaya geldim geleliGurbetlikte kaldıcağım ağlarımSen garipsin deyu kimse beğenmezDüşmanlan geldüğüne ağlanmBen kimsenin sevdiğini almadımEngel olup araşma girmedimBen düşmam dilim ile bulmadımile bulducağım ağlarımİnanma bu dünya sonu yalandırSeven yiğide demdir devrandırÇağı geçenlere düğün bayramdırGenç yaşmda ölenlere ağlarımBir küheylân ata binUp aşardımkarlı dağlar aşardım


66 HASAN ERENHercai güzele gönül düşürdümSararuben solducağım ağlarımDemiroğlu çağırır .... vermezîndim aşkın deryasına boy vermezYa suyumdur ya toprağım koy vermezGurbetlikte kaldıcağım ağlarımTansel'in verdiği şiire dayanarak şimdi Demiroğlu adına yazılmış olanbu şiiri birkaç bakımdan düzeltmek olanak ve kolaylığını elde etmiş bulunuyoruz.Örneğin Tansel'in yaydığı şiiri göz önüne alarak, Demiroğlu'nunşiirindeki birinci dörtlüğün son dizesiDüşmanların güldüğüne ağlarımbiçiminde düzeltilebilir. Bu şiirin dördüncü dörtlüğünün iki dizesiniBir küheylân ata binüp aşardımkarlı dağlar aşardımdiye okumuştuk. Tansel de 1968'de çıkan yazısında bu dizeleriBen, küheylân ata binüb aşdırdımAşdurub da karlı dağlar eşdirdimbiçiminde okumuştu. Ancak, 1972'de çıkan yazısında, Tansel bu dizeleriBen küheylân ata binüb eştirdimEştirüb de karlı dağlar aştırdımdiye düzeltmiştir. Buna göre, Demiroğlu'nun şiirini deBir küheylân ata binüp eşerdimbiçiminde okumak gerektiği açıktır.Beşinci dörtlüğün birinci dizesinikarh dağlar aşardımDemiroğlu çağırırvermezbiçiminde vermiş, yazmadaI biçiminde yazılmış olan kelimeyi kesinolarak okuyamamıştık. Tansel, 1968'de Halil'in şiirini verirken bu dizeyiDer ki Halil çağırırum uy(u) vermezbiçiminde okumuş, 10. notta uy(u) vermez kelimelerinin Arap harfleriyley J J j'J biçiminde yazıldığını eklemiştir. 1972'de çıkan yazısında yazarbu dizeyiDer ki Halil çağırırum oy vermezdiye düzeltmişse de, oy kelimesinin anlamı üzerinde durmamıştır. Bizim düşüncemizegöre, bu dizenin, Tansel'in 1968'de yazdığı gibi


BURSALI ÂŞIK HALİL 67Der ki Halil çağınrum uy(u) vermezbiçiminde okunması daha doğrudur. Buna göre, Demiroğlu'nun şiirini deDemiroğlu çağırır uy(u) vermezbiçiminde bütünlemek kolaydır.Demiroğlu'nun şiirinde yaptığımız bu düzeltme ve bütünlemelere karşılıkHahl'in türküsünü de düzeltmek gerekir, sanıyoruz. Örneğin üçüncüdörtlüğün üçüncü dizesiniBen düşmam dilim ile bulmadımbiçiminde düzeltmek gerekir. Bu dörtlüğün dördüncü dizesi de düzeltilmeyemuhtaçtır, düşüncesindeyiz.Beşinci dörtlüğe gelince: Bu dörtlüğün ikinci dizesi de üzerinde durulmayadeğer. Tansel bu dizeyi 1968'deDelim aşk deryası boy vermezbiçiminde yazmış, 11. notta bu dizeninDelimdurur aşk deryâsı boy vermezbiçiminde okunabileceğini eklemiştir. 1972'de yazar bu dizeyiDelim(dir) aşk(m) deryası boy vermezdiye bütünlemiştir. Demiroğlu'nun şiirinde bu dizeİndim aşkın deryasına boy vermezbiçiminde yazılmıştır. Halil'in tür/cü'sündeki dizenin de buna göre düzeltilmesigerekir, sanıyoruz.Bu iki şiirin karşılaştırılması sonunda, birtakım düzeltme ve bütünlemelerdaha yapılabilir. Ancak, bu düzeltme ve bütünlemeler pek önemh değildir.Burada asıl önemli olan sorun, bu şiirin hangisinin eseri olduğu sorunudur.Yukarıdan beri yapmış olduğumuz karşılaştırmalara göre, burada birnazire değil, tek bir şiir söz konusudur. Bu şiir Tansel'in dayandığı cönkteHalil, bizim kullandığımız yazmada ise Demiroğlu adına yazılmıştır. Bu durumdabu güzel şiirin hangisinin olduğu kesinbkle söylenemer.Saz şairlerimizin eserlerini içine alan yazma dergilerde buna benzer durumlarasık sık rastlandığını biliyoruz. Bu bakımdan eski saz şairlerimizineserlerini toplarken bu konu üzerinde önemle durmak gerekir.


68 HASAN ERENŞimdilik bu yolda kesin bir hüküm vermek güçtür. Yalnız, saz şairlerimizineserlerini kapsayan yazma dergilerde, daha çok eski birtakım şairlerineserlerinin sonradan tanınmış şairler adına yazıldığına tanık olduğumuzu belirtebm.Aynı yazmada bir şiirin bir yerde bir şair, başka bir yerde debaşka bir şair adına yazdmış olduğunu bile gördük. Eski saz şairlerimizineserlerini toplamak isteyenler için bu örnek her bakımdan düşündürücüdür.Bu bakımdan Âşık Halil'inGine bir padişah âdil oluncaHürmetin etmeğe kul incinir miTaş taşa dokunur aşkın elindenÇıkılıp akmağa sel incinir midörtlüğü ile başlayan şiiri de ilginçtir.Yukarıda bebrttiğimiz gibi, Âşık Habl'in bu şiirini Ergun bulmuştu.Şimdi bu şiiri de bütün olarak veriyoruz:Gine bir padişah âdil oluncaHürmetin etmeğe kul incinir miTaş taşa dokunur aşkın elindenÇıkılıp akmağa sel incinir miKomşumuz da güle güle gelinceİki hasret birbirini buluncaYârim ile bir döşeğe girinceSarılıp yatmağa kol incinir miKudrettendir derler çarhın okunuKangısıdır bu yolların yakımŞunda yüklenmişler hüddam yükünüMeyvasm çekmeğe dal incinir miÂşık olan çıkar bakar yollaraAktı gözüm yaşı döndü sellereGüzel sevdi diye düştü dillereBenim sevdiğime il incinir miöksüz âşık sevdiğimi görünceÇok muhabbet olduğunu bilinceÂşık ah edip te yola girinceÂşıklar ahmdan yol incinir miÂşık Halil eder dünya fanidirBizi yoktan var eyleyen GanidirCennet bahçeleri bülbül kânıdırBülbül ötmesine gül incinir mi 77 Sadettin Nüzhet Ergun: Ülkü VIII, 123-124. s.


BURSALI ÂŞIK HALİL 69XVII. yüzyılda yetişen Gevherî'nin şiirleri arasında da buna benzer birkoşmaya rastlandığını gördük. Karşılaştırmayı kolaylaştırmak üzere bu şiiride buraya abyoruz:Bir padişah böyle âdil oluncaHizmetin itmeğe kul incinür müAşk elinden dağı taşı delinceÇağlayup akmağa sel incinür müBakın şu dilberin kimdir yakımÜzerinde koymaz ahret hakkımHakkın emri ile çeker yükünüMeyvası bol olan dal incinür müBu dünya ezelden fânidir fânîKara yerler altı derya ummamBülbüller efganda güller seyranıBülbül ötmesinden gül incinür müŞu karşıdan gülegüle gelinceİki hasret biribirin buluncaMuhabbet de iki baştan oluncaİnce bel altında kol incinür müGevheri dost eşiğinde kalaydıElâ gözü üzre kaşı olaydıBugün aradığın yarın bulaydıSarılup yatmağa bel incinür mü 88 M. Fuad Köprülü, XVII inci asır Sazşairlerinden Gevheri. İstanbul, 1929. 60. s. Köprülü,bu koşmayı Türk Sazşâirleri (İstanbul, 1940. II, 157-158. s. 2. bas. <strong>Ankara</strong>, 1962. 216-217.s.) antolojisine de almıştır. Bu koşmayı antolojisine alırken yazar birtakım düzeltmeler de yapmıştır.örneğin dördüncü dörtlüğün ikinci dizesiniİki hasret birbirini buluncabiçiminde düzeltmiş, beşinci dörtlüğün üçüncü dizesini deolarak vermiştir.Bugün aradığı yârin bulaydıCemil Yener (Türk Halk Edebiyatı Antolojisi. İstanbul, 1973. 84. s.) Gevherî'nin bu koşmasınıvermişse de, bu sonuncu dizeyiBugün aradığın yarın bulaydıbiçiminde bırakmıştır. Buna karşılık Yener, üçüncü dörtlüğün ikinci dizesiniolarak düzeltmiştir.Kara yerin altı derya ummanıM. Halit Bayrı, Âşık Gevheri (İstanbul, 1958) kitabında bu koşmaya yer vermemiştir.


70 HASAN ERENXVII. yüzyılda yaşayan Karaeaoğlan'ın da buna benzer bir şiiri vardır.Karaeaoğlan'ın bu şiirini de olduğu gibi aktarıyoruz:Âlemde güzeller padişah olsaOna hizmet eden kul incinir miAkça uçan taştan taşa dokunurDalgası çok olan sel incinir miŞunda güzel olan sultan sayılırFidan gibi sevdiğine salınır 9Allı morlu türlü libas geyinirYeşilin üstüne al incinir miZây edüp te akılcığım alıncaMahabbet te iki başh oluncaHasret bitüp vakit saat doluncaSarılup yatmaya kol incinir miKaraca Oğlan hey der ilin nazarıHercai dilberle etme pazarıDünyada sevmeli esmer güzeliKâkülleri yüzde tel incinir mi 10Karaeaoğlan'ın aynı kafiye ve aynı redifli başka bir şiiri de vardır:Sabahtan uğradım ben bir güzeleVasfinı medh eden dil incinir miZülfünü o elâ gözün üstüneTarayup toplayan el incinir miBenim yârim şu dünyada birinciAklımı başımdan aldı görüncüElmayı ayvayı narı turuncuDördünü götüren dal incinir miBenim yârim şu dünyada haramıAttı zâlim" okun açtı yaramıBir kiraz dudaklı emdi şuramıGerdam emen dil incinir mi 129 Cahit Öztelli (Karaca Oğlan, istanbul, 1972. 92. s.) salınır kelimesini sarılır diye düzeltmiştir.Müjgân Cunbur (Karacaoğlan. <strong>Ankara</strong>. 1973. 34. s.) da bu kelimeyi sarılır biçimindevermiştir.10 Sadettin Nüzhet Ergun, Karaca Oğlan. Hayatı ve şiirleri. 11. bas. 1950, 339-340. s.11 öztelli (Karaca Oğlan, 91. s.) zâlim kelimesini zalim biçiminde yazmıştır. Cunbur (Karacaoğlan,184. s.) ise bu kelimeyi zulum diye düzeltmiştir.12 Cunbur (Karacaoğlan, 184. s.) bu dizeyiGerdam emen dil hiç incinir mibiçiminde düzeltmiştir. Mustafa Necati Karaer (Karacaoğlan. 133. s.) iseolarak vermiştir.Hiç gerdanı emen dil incinir mi


BURSALI ÂŞIK HALİL 71Karaca Oğlan der de bir ah derindenCiğer kebab oldu yandı korundanMor bilekte siyah saçın ardındanBoynuna dolanan kol incinir mi 13Karaeaoğlan'ınAlemde güzeller padişah olsadizesiyle başlayan şiiri—önemsiz birtakım ayrılıkları saymayacak olursak-ÂşıkHalil'in şiirinden farksızdır. Bu sebeple, burada bir nazire söz konusu olamaz.Buna karşılık, Karaeaoğlan'ınSabahtan uğradım ben bir güzeleVasfım medh eden dil incinir mibeytiyle başlayan şiirinin bir nazire olduğunu söyleyebiliriz. Karaeaoğlan'ınveyaSabahtan uğradım ben bir güzeleSabahtan uğradım ben bir gelinedizeleriyle başlayan birçok şiirleri vardır:Sabahtan uğradım ben bir güzeleAğlatmadı güzel güldürdü beni...Sabahtan uğradım ben bir güzeleElâ gözlerine sürmeler çekmiş...»Sabahtan uğradım ben bir güzeleDedim güzel uykuların kaçtı mı...veyaSabahtan uğradım ben bir güzeleYüzü de yaylanm kan mı bilmem...Sabahtan uğradım ben bir gelineBal bulaşmış dudağma, diline...Sabahtan uğradım ben bir gelineDedim: Asim, faslm nereli gelin...beyitleriyle başlayan şiirler gibi. Bu bakımdanSabahtan uğradım ben bir güzeleVasfım medh eden dil incinir mi13 Ergun, Karaca Oğlan. 305. s.; Karaer, Karacaoğlan. 132-133. s.; Tahir Kutsi Makal,Karacaoğlaıı. İstanbul, 1973. 114. s.


72 HASAN ERENbeytiyle başlayan şiir de Karaeaoğlan'ın söylemiş olduğu bir nazire sayılabilir.Ancak,Âlemde güzeller padişah olsaOna hizmet eden kul incinir mibeytiyle başlayan ve birtakım yazmalarda Karacaoğlan adına yazılmış olanşiir, muhtemel olarak Âşık Halil'indir ve yanlışlıkla Gevheri ve Karacaoğlan'amal edilmiştir.Birbirine benzeyen bu şiirler üzerinde dururken Karaeaoğlan'ınKalk dilber gidelim bağ araşmadizesiyle başlayan bir koşmasını da göz önünde tutmak gerekir:Kalk dilber gidelim bağ arasınaŞakısın bülbüller gül incinmesinEser bâd-i saba zülfün dağıdırGerdana dökülmüş tel incinmesinGözlerin şemistir, gün yüzün kamerSeni seven yiğit zekâtın umarİnce bel üstüne cevahir kemerŞöyle bir sallan ki bel incinmesinBir iyilik et ki çıkasm başaAk gerdanda benler ola temaşaÂşık maşukla sarılıp sarmaşaYorgan zahmet çeksin kol incinmesinKaraca Oğlan der ki gel görüşelimŞöyle bir tenhada gel buluşalımKaldır nikahım bir öpüşelimDudak zahmet çeksin, dil incinmesin 14Gevheri ve Karacaoğlan XVII. yüzyılda bütün Anadolu'da yaygın birün kazanmışlardır. Onların ününün yayılması eski saz şairlerinin adınınunutulmasına yol açmıştır. Adı unutulan eski saz şairleri tarafından söylenmişolan şiirler de sonradan yetişen ve büyük ün yapan sanatçılara isnatedilmiştir. Buna göre, Âşık Halil'in şiiri de sonradan eski şairlerin ününüunutturan bu şairlere mal edilmiş olabilir.14 Sadettin Nüzhet Ergun, Karaca Oğlan. 144-145. s.; Cahit Öztelli, Karaca Oğlan. 173. s.;Müjgân Cunbur, Karacaoğlan. 224-225 s. - öztelli'nin belirttiği gibi, XVII. yüzyıl âşıklarındanErcişli Emrah'ın da bu ayakta bir koşması vardır.


BURSALI ÂŞIK HALİL 73Bursalı Âşık Halil'in bugüne değin elimize geçen şiirleri pek azdır. Sonolarak, Tansel onun bir türfeü'sünü bulmuştu. Ancak yukarıda anlattığımızgibi, bu şiir eski bir yazmada Demiroğlu adına yazılmıştır. Bu bakımdanTansel'in bulduğu bu şiirin, Halil'in şiirlerine bir katkı olduğu kesinlikle söylenemez.Buna karşılık, XVII. yüzyılda yaşayan saz şairlerinin eserlerini içinealan bir cönkte, Habl adına yazılmış iki şiire daha rastladık. Halil'in eserlerinebir katkı olarak, bu şiirleri de olduğu gibi veriyoruz:1.Azm edüp gidersin Bağdad ellerinKatar katar olup seçersin turnamYol bilinmez sarptır deyü çöllerinKılavuzun öne seçersin turnamÇeküp kanadım gittiğin zamanGök yüzünde şamalı tuttuğun zamanDürlü avaz ile öttüğün zamanPerişan gönlümüaçarsın turnamÇıkup yaylaların yaylamak içünInüp ummanları boylamak içünGüzelleri seyran eylemek içünYüksek havalarda uçarsm turnamSen kalktın gölüne kuğular konarAvcıların vardır şikâra sunarÜstünde şahinler görünce dönerHavf edüp hasmından kaçar[sm] turnamHalil aklım alan sesidir deyüMedheder kuşların hasıdır deyüŞahin doğan bana âsidir deyüAğlayup göz yaşm saçarsm turnamYavru2.güzelliğin bildirEhl-i dilsin eş bulunmazAl ile aklımı aldıBöyle bir ilâç bulunmazGüzeller tutmaz yasağıGezerler bağçeleri bağlarıYalnız aştım şu dağıHiç yanımda eş bulunmaz


74 HASAN ERENMailim yâri görmeğeAdûlarmı sürmeğeDertli dertli döğünmeğeYâr köyünde taş bulunmazHalil'im üryana döndüCiğerim piryana döndüAğlamaktan kanfla] dolduGözlerimde yaş bulunmazYukarıdaki şiirleri Bursalı Âşık Halil'in söylediğini sanıyoruz. Bu yenişiirlere dayanarak, onun başka şiirlerinin de ileride elimize geçeceğini umuyoruz.EkM. Halit Bayrı, 1958 yılında çıkan Âşık Gevheri (İstanbul, 1958) adlıeserinde (126. s.) Gevherî'nin aşağıdaki şiirini yaymıştı:Kâtip dosta giden arzıhalimiMefhumun anlayup yâre böyle yazGörmez misin hali pürmelâlimiTakriri kelâmın yâre böyle yazSalonsun ahımdan ol peri kendinNice bir ağlatır bu derdmendinVermesün ağyara lebleri kandinMeyletmesin gülüm hara böyle yazHâba varmaz oldu çeşmi giryanımHalka rahat vermez ahü efganımEfendim, sultanım, şahı hubanımRahmetsün bu dili zara böyle yazCemalin gördükçe artar cünunumAteşi hicrile yanar derunumLütfedüp şadetsiin kalbi mahzunumYakmasın vücudum nara böyle yazGevherî'nin derdi arttı begayetDostunun çevrine yoktur nihayetŞikâyet değildir kâtip hikâyetLütfeyle ol sitemkâra böyle yazBayrı'nın belirttiği gibi, bu şiir M. Fuad Köprülü'nün Gevheri (İstanbul,1929. 64-65. s.) kitabında da verilmiştir. Ancak, Köprülü'nün yaydığı me-


BURSALI ÂŞIK HALİL 75tinde bu şiirin ikinci dörtlüğü eksiktir. Bayrı, bu şiiri bir dergide Âşık Haliladına yazılmış gördüğünü de eklemiştir.Yazma dergilerde az tanınmış birtakım saz şairlerinin eserlerinin Gevheriadına yazıldığına sık sık tanık oluyoruz. Köprülü, Gevheri kitabında(4-7. s.) bu yolda birçok örnekler vermiştir. Bu örneklere göre, bu şiirin deeski dergilerde yanlış olarak Gevheri adına yazılmış olması ihtimalini gözdenuzak tutmamalıdır.


KOCA RAGIP PAŞA'NINBİLİNMEYEN GAZELLERİŞEDIT YÜKSELXVIII. yüzyıl Divan edebiyatımızın değerli şairlerinden Koca RagıpPaşa, sanatçdığı ile olduğu kadar, çok yönlü kişiliği (bilgin, çevirmen, kütüphaneci)ile de dikkatleri üzerinde toplamış bir Türk büyüğü idi. Çağında,başarılı bir politikacı olarak yaygın bir üne kavuşmuş, gerek yerb gerek yabancıkaynaklarda uzun süre kendinden söz ettirmiştir. Aynı şekilde, şairimizin-manzum, mensur- yazmalarına da kütüphanelerimizde çokça rastlanır.Bu arada onun sanat alanındaki ününü borçlu bulunduğu Divan'ının dapek çok yazması olduğu bibnir. Divan'ın yeni yazılı baskısı henüz yapılmamıştır.Hazırlanacak yeni baskının, her bakımdan kusursuz, yanlışsız, sahibininelde edilebilecek bütün manzumelerini kapsayıcı nitelikte olması gerekir.Böyle bir tenkitli baskı "edition critique"nm düzenlenmesi için gereklikoşullar ve olanaklar şimdiden hazırdır:Paşa'nm; biri ölümü (8 Nisan 1763)'nden 7 ay (Ekim 1763), öbürü beşyıl sonra (1768); ilki pek yakın bir dostu, ikincisi, onun mühürdarı taraflarındanmeydana getirilmiş, güvenilir iki yazma Divan nüshası* mevcut bulunmaktadır.Divan'ın eski yazı ile iki baskısı vardır: İlki 1252/1836'da tekbaşına; ikincisi, bir yıl sonra, 1253 /1837'de Münşeât ile birlikte basılmıştır.Gerek biraz önce andığımız yazma nüshalardaki, gerek bu iki baskıdakimanzume, özellikle, gazel sayılarının değişik oluşu, ayrıca, hacim bakımın-1 Sözü edilen yazmalarına ilki Tuhfetii'l-hattâtin sahibi Müstakim-zade Süleyman Sadettin'in"hatt-ı dest" iyle "olan nüshadır ki İstanbul'da, sayın Gıyasettin Akgül'ün özel kitaplıklanndadir;ikincisi, kütüphanelerimizde-bizim bildiğimiz-iki nüshası (biri İstanbul Ragıp Paşa Kütüphanesi'ndeki1191 /2, öbürü İzmir Millî Kütüphanesindeki 35 /41 numaralı yazmalar) bulunanyazmadır. Bu iki nüsha, Paşa'mn sadrazamlığından önce, muhassıllıklarıyle görevli bulunduğuRakka'da ve Halep (1164-1170)'te devatdarhğını, daha sonra da-şairimizin ölümüne kadar- mühürdarlığımyapmış bulunan Ahmet Nüzhet tarafından düzenlenmiş ve onun kaleminden çıkmıştır.Ahmet Nüzhet, andiğımız İzmir nüshasında, Paşa'nm ağzından (lisân-ı fasîhü'l-beyânlarmdan)geniş bir biyografyasını vermektedir.


78 ŞEDİT YÜKSELdan da eksiksiz, yeni bir baskınm ortaya konulmasını zorunlu kılmaktadır.Şüphesiz, bu baskıya, yazma nüshalarda ve yukarıda andığımız eski yazılıiki baskıda yer almayan, çeşitli şiir mecmuaları (mecmû'a-i eş'âr)'nda varolduğunu kuvvetle tahmin ettiğimiz manzumeler de katılacaktır. Bu arada,bizim, Paşa'nın edebî eserleri üzerinde sürdürdüğümüz çalışmalarımız sırasında,Fakültemiz kütüphanesinde 1403 numarada kayıtlı, basma bir Divan(1252 /1836 baskısı) nüshasının sayfa kenarlarında (30, 45, 47 ve 58. s.lar)rastlayıp bu yazımızla tanıtacağımız 4 gazel de yer alacaktır. Bunlardan ilküçü (30, 45 ve 47. s. kenarları) okunaklı bir "ta'lîk", dördüncüsü (58. s. kenarı)ise yine, dikkatli ve özenli bir "rik'a" ile yazılmıştır. Her iki yazı sahibininde Divan'ı inceden inceye gözden geçirmiş oldukları, noksan beyitlerisayfa kenarlarına ilâve etmelerinden ve yer yer yaptıkları tutarlı düzeltmelerdenbelli olmaktadır. Bu dört gazel, gözden geçirmiş olduğumuz yazmaRagıp divanlarında ve biraz önce andığımız iki basma nüshada yer almamaktadır.İncelediğimiz yazmalardan ikisi Fakültemiz kütüphanesinde bulunmaktadır1 , öbürleri dipnotta sözünü ettiğimiz Müstakim-zade Süleyman Sadettinve Ahmet Nüzhet yazmalarıdır.Ragıp Paşa'nın basma Divan'larına geçmemiş bulunan, Bağdat ValisiAhmet Paşa övgüsündeki "Ramazâniyye" kasidesini 1 de bir başka yazımızlayayımlamak istiyoruz.IO mâhın hatt-i rûyın dil görünce hâle zann eylerRuh-i hoy-kerdesin görse gül-i pür-jâle zann eylerO mîr-i hüsne zahm-i dâğ-i sînem arz idersem gerAnı ol tıfl-i nev-restem ya gül ya lâle zann eylerNigâh-i lûtfını agyâra eylerken o mest-i nâzAnı kec-bîn olanlar bu perîşan-hâle zann eylerRuhin gül gül görüp meclisde yârın bu dil-i şeydâLetâfet bâdeden gelmiş o rûy-i âle zann eylerYeter bîhûde feryâd eyledin Râgıb ferâgat kılKıyâs o gül-ruhsârı anı nâle zann eyler1 Muzaffer Ozak yazmaları, No. 847 ve 917.2 O çağlarda Ragıp, Ahmet Paşa'nın defterdarlığı görevinde bulunuyordu


KOCA RAGIP PAŞA'NIN BİLİNMEYEN GAZELLERİSeyr-i ruhunla çeşm-i adû rûşenâ değilHuffâş-i tîre-dîde ziyâ-âşnâ değilŞâyeste görmedin beni pâmâlin olmağaEy şeh-süvâr-i mülk-i melâhat revâ değilÂhımdan itdi mevce-i çîn-i cebin zuhûrBâdî telâtum-i yem-i hüsne sabâ değilTeng(î-i) ayşımız n'ola her bir nefes beğimDilden hayâl-i fikr-i dehânın cüdâ değilZâhid aceb mi görmez ise câm-i bâdeyiNâ-mahremâna duhter-i rez rû-nümâ değilAgyâra urma itme telef zahm-i tîginiOl hâk-i şûre kâbil-i neşv ü nemâ değilLâ'l ü nebâta lâ'lini teşbih RâgıbâHâyîde bir suhandir o şîrîn-edâ değilIIIIIMiyân-i dil-beri hergiz der-âguş(ı) hayâl itmemKi bîhûde bu hâhiş ile ben fikr-i muhâl itmemDemîde olsa da hatt-i siyeh ger rûy-i dil-berdetab'-i neşât-engîzimi vakf-i melâl itmemŞeb-i deycûr-i hecr içre kalırsa ger dil-i nâ-şâdTahammül eyleyüp hiç hâhiş-i subh-i visâl itmemŞarâb-i lâ'lin ile eyleyüp kesb-i neşât ey şûhDili bâr-i girân-i aşkm ile bî-mecâl itmemGörüp bu şi'r-i pâkin Safvet'in ey Râgıb-i şeydâbir dahi hiç arzu âb-i zülâl itmemIVHatâ eyler düşen sevdâ-yi dâm-i zülf-i pür-çîneOlur hâl-i siyeh murg-i dib sayd itmeye çîne


ŞEDİTYÜKSELNihâni bûse-çîıı-i lâ'l-i yâr ol câm veş ammâ0 sırr-i mübhemi bildirme agyâr-i suhan-çineOlur iklîm-i Fas ceyş-i Habeş'de ser-te-ser mahsûrDağıldıkça o müşîn turralar tarf-i arak-çîneSevâd-i çeşm-i âhû-yi Huten'dir ukde-i zülfünŞebîh itmek anı ayn-i hatâdır nâfe-i Çin'eSevenler fülfül-i hâlin geçer çîn-i cebinindenMetâ'-i Hind'e Râgıb rağbet itmez Çin'e Mâçîn'e


REŞAT NURİ GÜNTEKİN YE ANADOLUOLCAY ÖNERTOY"Efendi Anadolu... Boşuna yorulmasen ahlâksızlığa karar verdiğinzaman da beceremiyeceksin."Edebiyatımız romanlarında ele alman, çevrelere bir göz atacak olursakilk romanlardan başlayarak uzun bir süre çeşitli semtleri ile istanbul'un yansıtıldığıgörülür. Ele alınan çeşitli toplumsal konular da İstanbul sınırlarıiçinde verilmiştir. Bunun nedeni de, Anadolu'nun yıllarca bir sürgün yeriolarak kabul edilişi, romancıların Anadolu'yu gezip göremeyişleri, Anadolu'daki yaşayış ve Anadolu'nun sorunları hakkında bir bilgileri olmayışıdır.Anadolu'nun bir parçasını ilk olarak Nabizade Nazım'm Karabibik 1adb büyük hikâyesinde görüyoruz. Vakası Antalya'nın Kaş ilçesine bağlı birköyde geçen bu hikâyede köy yaşayışı ve köylü psikolojisi verilmiştir. Hikâyesineyazdığı önsözde romancı, Anadolu köylerinden birini konu olarakalışının nedenini şu sözlerle belirtiyor:"Romanımın zeminini Anadolu köylerimizden intihapta bir mütalâamvardır ki bu köylülük, çiftçilik âlemlerinin yabancısı iseniz, size o âlemlerhakkında bir fikir vermiş olmaktır; vukuatıma zemin-i cereyan olan yerlerdeahâbnin sûret-i maişet ve meşguliyeti hakkında kâfi derecede malûmat bulacaksınız;lisanlarına da aşina olacaksınız."Karabibik'ten sonra Ebubekir Hazım Tepeyran'ın Küçük Paşa 2 romanındaAnadolu köyü ele alınmıştır. Yazar önsözünde romanı, "bir köylü çocuğunmuhayyel sergüzeşti" olarak tanımlamış ise de köylünün kentle olanilişkisi ve İstanbul'da bir paşa konağına sütanne olarak gönderilen safAnadolu kadınının oradaki davranışlarının verildiği romanda, romancısık sık konu dışma çıkarak, köylerde eğitim, sağlık, Anadolu'nunyol durumu gibi çeşitli sorunlara değinmiştir. Romancı gene önsözde,1 Karabibik 1890,1944, 19612 Küçük Paşa 1910, 1947


82 OLCAY ÖNERTOYromanı yazmaktaki asıl amacının bu gerçekleri vermek olduğunu, hikâyeyibunları verebilmek için uydurduğunu da şu satırlarla açıklıyor:"Küçük Paşa"da, saded haricindeki sözlerde hikâyenin serrişte-i cereyanı,bid-defeât ve bilâ-ihtiyar elden kaçırılmıştır. Fakat ben, bu muhayyelhikâyeyi o hakikî elvâh-ı fâcianın hatırı için yazdım.Bu kitapta Anadolu fecayiinin kâffesi değil, en evvel söylenmek lâzımgelenlerden bazıları söylenmiş oldu. Anadolu'nun, bütün memâlikimizin bütünahvâl-i fâciasından bahsedilecek olsa lâ-yuad ciltler dolar; yazan da,okuyan da bî-tâb-ı melâl düşer, anlar yine tükenmez."Görülüyor ki, Nabizade Nazım'ın amacı sadece köy yaşayışını vermek,Ebubekir Hazım'ınki ise Anadolu'nun sorunlarını ortaya koymaktır. Anadolu'nunsorunları ile ilgilenmesinde, Orta Anadolu'da (Niğde) doğmuşve öğrenimi ile beraber ilk memurluk yıllarını da orada geçirmiş olmasınınetkisi büyüktür.Bu iki eserden sonra Anadolu ile bilinçli olarak ilgilenmek gerektiği,sadece İstanbul'la devletin kurtulamayacağı düşüncesi Balkan Savaşı yenilgisiyleuyanmaya başlamıştır diyebiliriz. Bu bilinçlenişi Reşat Nuri, aynızamanda kendisini Anadolu ile ilgilenmeye yönelten bir neden olarak belirtiyor."Sene 1013; Büyük Muharebe eli kulağındaO zamanın gençliği Osmanh devletiyle beraber memleketi de bir uçurumadoğru götüren sebeplerden bazılarını yalan yanlış sezinlemeğe başlamıştı.Bunlardan biri Anadolu'ya yapılmakta olan haksızlıktı. Asırlardanberi bütün kuvvet İstanbul'a verilmişti. Devlet Adamları, iş adamları Anadolu'yuyalnız bir asker ve zahire deposu; idealist gençlik, ancak uzaktansevilir, akşamın ve acının karanlık ve esrarlı bir evliyalar diyarı görüyordu.Balkan felâketinden sonra İstanbul'da bir kalkınma hareketi oldu; gazetelerdebazı yazılar yazıldı. Bunlardan biri merhum Şehabettin Süleyman'ın"Gençler Anadolu'ya" başlıklı bir makalesiydi.Gençler, o zaman makale ile, nasihatle pek Anadolu'ya rağbet edeceğebenzemezlerdi. Bazıları kalem kâtipliği filân gibi küçük bir işle İstanbul'datutunamazlarsa ağlaya sızlaya yakın vilâyetlerden birine çıkarlar, orada dünyanınöbür ucunda sürgüne gönderilmiş gibi âhüzâr içinde vakit geçirirlerdi 1 ".3 Anadolu Notları C. X., s. 81, 1968


REŞAT NURİ GÜNTEKİN VE ANADOLU 83Vatanın kurtulmasında önemli rolü oynayan Anadolu'ya geçiş ise dahaçok Kurtuluş Savaşı ve savaşın bitimini izleyen yıllara rastlar. Çeşitb amaçve görevlerle Anadolu'ya giden aydınlar, bunların arasında yazarlar, bihnmeyenAnadolu'yu tanımaya başlamışlardır. Böylece, bir yana bırakılış yüzündençözümlenmesi gereken çeşitb sorunlar ortaya çıkmıştır.ilgisizlik yüzünden Anadolu'nun içine düştüğü durumu " Bu satırlarıheyecanla okuyacak arkadaş, sen ve ben onları (Bu cahil köylüleri) asırlardanberi bu yakm tabiatın göbeğinde herkesten, herşeyden ve her türlüyaşama zevkinden mahrum bir avuç kazazede halinde bırakmışız. Açlık,hastalık ve kimsesizlik bunların etrafını çevirmişti ve cehalet denilen, zifirikaranlık içinde ruhlar, her yanmdan örtülü bir zindanda gibi mahbus kalmıştır.Bu zavalh insanlardan, sevgi, şefkat ve insanlık namına artık ne bekleyebiliriz?Bu iklimin çorakhğı ruhlarını kurutmuştur, bu ıssızlık ve gurbet,onlara müthiş bir egoizm dersi vermiştir, onun için her biri kendi yuvasındabİT kunduza dönmüştür." 4 şeklinde bebrleyen Yakup Kadri ile beraber HalideEdip ve Reşat Nuri Anadolu'nun çeşitb sorunlarına ve özelliklerine eğilenromancıların başmda gebrler.Bu yazımızda, edebiyatımızda "Çalıkuşu romancısı" olarak tanınanReşat Nuri Güntekin'in, romanlarında ele aldığı Anadolu ve sorunlarıüzerinde duracağız:Bilindiği gibi Çabkuşu'nun kazandığı ünün nedeni, henüz kadınlarınsosyal görevlerde yer almadığı yıllarda, Anadolu'ya ilk olarak aydın bir istanbulkızının gönüüü gitmesi ve gittiği yerlerde özelbkle eğitim sorunlarınıelinden geldiğince düzeltmeye çalışmasıdır. Ayrıca yazarın hemen bütün romanlarındadekor olarak Anadolu'nun değişik bölgeleri ele alınmıştır. YazarAnadolu'yu, kendisinin "Çocukluğum bir asker doktoru olan babamın peşindeküçük Anadolu şehirlerinde geçmiştir." 5 ifadesinde bebrttiği gibi çocuklukyıllarında tanımış, daha sonra yaptığı çeşitb gezilerde, özelbkle Milli EğitimBakanlığında müfettişlik görevini yaptığı yıllarda da Anadolu'nun çeşitlisorunlarını yakından görmek olanağını elde etmiştir.Yazar gezilerini şöyle anlatır:"Ben çokça gezerim. Bunlar, diplomat gezileri gibi plânb, programlışeyler değildir; dâima kendi sınırlarımız içindedir; yelken gemileri gibi esecekrüzgâra göre rota değiştirir.4 Yaban, S. 1505 Anadolu Notlan, C. I. s.77


84 OLCAY ÖNERTOYBazı, saatlerce tanha bir istasyonda tren yahut güneşle beraber uyumuşbir küçük kasabanın otelinde uyku beklerim. Fazla bir yağmur, yahut karfırtınasında bir iki gün köyde kapanıp kalırsam arayıp soranım bulunmaz.Gün olur ki bomboş bir ovanın ortasmda otomobil bozulur; şoför yoldangeçen kamyonlardan pompa, tel, meşin ve lâstik parçaları tedarik edip makineveya tekerleğini tamir edinceye kadar etrafta dolaşırım; yahut eski taşbasmasıMuhammediyelerdeki Cennet bağı resimlerini andıran cılız bir ağacınaltında otururum.Bu saatlerde vakit öldürmek için icad ettiğim çarelerden biri de elimegeçen bir kâğıt parçasına yollarda gördüğüm öteberiyi karmakarışık notetmektir." 6işte bu gezilerde "Anadolu Notları" adı ile iki ciltte topladığı, bazılarınıda genişleterek romanlarına konu yaptığı Anadolu gerçeklerinin malzemesitoplanmıştır.Yazarın çeşitli nedenlerle değindiği bir nokta Anadolu'nun geri kalmışlığındaönemli rol oynayan tanmmayışıdır. istanbul dışına çıkmayan istanbulluiçin Anadolu tam bir bilinmezlik içindedir.iik olarak bir Anadolu köyü ile karşılaşan Feride, istanbul'da iken gözününönünde canlandırdığı köyü şöyle anlatıyor."Köy deyince gözümün önüne, yeşillikler arasında eski Boğaziçi yalılarındagüvercinliklere benzeyen sevimli, şen manzaralı kulübeler gelirdi.Halbuki bu evler, çökmeğe yüz tutmuş, simsiyah viraneliklerdi." 7Istanbullu'yu Anadolu'ya gitmekten ürküten önemli bir sorun yoldur.İstanbul'da yağmur yağınca geçilmesi, yürünmesi güçleşen yollardan gözükorkan İstanbullu, tanımadığı Anadolu'dan büsbütün ürker." İstanbullu böyle düşünmekte hem haklıdır, hem haksız.Haklıdır; çünkü Anadolu, onun için büyük bir meçhuldür. YağmurdaEminönü'nün, açık havada meselâ Çakmakçılar, yahut Tophane yokuşununhalini gören kimsenin Konya ovasından, Kop dağından ürkmesini gayet tabiîbulmak lâzımdır." 86 Anadolu Notlan, C. I. s. 57 Çalıkuşu, s. 1448 Anadolu Notlan, C. I. s.25


REŞAT NURİ GÜNTEKİN VE ANADOLU 85Anadolu'yu tanımayan sadece İstanbul halkı değildir. Devletin başındakileriçin de Anadolu aynı derecede bilinmez. Bu yüzden de ilk olarak köygören şehzadeye, hiçbir zarar yapmayan depremi büyük zarara yol açan şiddetlibir sarsıntı olarak kabul ettirmek çok kolay olur."O güne kadar Beykoz'dan uzak yola gitmemiş ve Ortaköy ile Çengelköy'denbaşka köy görmemiş olan Şehzade Şemsettin Efendi, Sarıpmar'ıdaha uzaktan görünce karşısında oturan valiye: "Hakikaten harabe halinegelmiş biçare şehir... Vah, vah Vah, vah " dedi. Biraz sonra heyet şerefineen yeni elbislerini giyerek ilk sokağın iki tarafında selâm vaziyeti almışolan halkı gördüğü zaman ise; "Ne sefalet ya Rabbi, ne sefalet" diye içiniçekti, "zelzele ne kıyafete sokmuş zavalbları." 9Aradan yıllar geçmesine rağmen Anadolu ile bütün ilgilenmenin sözdekaldığını, Kan Davası'nda öğretmen Ömer'den dinliyoruz." Onlara, vergi tahsildarlarından daha başkalarının da tırmamanabilecekleriyolları olanlara asırlardan beri yardım diye, ışık diye götürdüğümüzşey sadece edebiyattır, nutuktur: "Var mı sizin gibi özü, sözü doğruinsanlar bu dünyada?... Akıl sizde, ahlâk sizde, namus, merhamet, temizlik,güzellik sizde Lâkin neden öyle bazılarınız afacanlık ederler; birbirlerinintoprağını, karısını, neyini kapmağa, durup dururken hayatına kıymağa kalkarlar?Neden bazılarınız tembellik edip fakir kalırsınız; pislikten, mikroptankorkmaz, takımınızla ölürsünüz; bereket dolu topraklarınızı işlemezsiniz,ateş diye yakıp ormanlarımızın kökünü kurutursunuz? Vergileri saklar, kaçakçılıkyaparsınız? Neden pensibne inanmaz, kendinizi afsunculara okutursunuz?Bunlar, sinek gibi ufak şeyler ama ne de olsa mide bulandırır.... Söyleyinbakalım dertlerinizi, yazalım birer birer defterlerimizeSizler de bütün tesbmiyetinizle gözlerinizi yumun, ameliyat masasına yatargibi bırakın güzel vücut ve ruhlarınızı, çırılçıplak, sizin iyiliğinizden ve yükselmenizdenbaşka emelleri olmayan fedakâr büyüklerimizin, idealist mektephocaları, profesörler, fen adamları vesiremizin kucaklarına Tanrı'nınüzerlerine ne istenirse yazılması mümkün kaymak kâğıtları gibi yaratmışolduğu o bembeyaz, dupduru sayfalara sizin ve sizinle beraber de memleketinyüce kaderini ve istikbalini yazsınlar." 10Bu bilinmeyen Anadolu'ya herhangi bir görevle gitmek ise sürgüne gitmektenfarksızdır. Bu düşüncenin yaygın oluşu yüzünden de Anadolu'ya9 Değinner, s.14210 Kail Davası, s. 182


86 OLCAY ÖNERTOYhizmet etmek isteyen idealist gençler, karşılarına çıkan herhangi bir güçlüğüfırsat bilerek daha görevlerine başlamadan geri dönerler. Kurtuluş Savaşı sonlarınadoğru gençler arasında yayılmış olan "Gençler Anadolu"ya parolasınauyarak altı arkadaşıyla yola çıkan ve gittiği ilçede onyedi yıldanberi çalışanbir doktorun, ilçeye gidişini anlatan aşağıdaki satırlar gençlerdeki bu yılgınlığıortaya koyuyor."Bahar aylarında olmamıza rağmen geri dönmüş gibi görünen münasebetsizkış yolları kestiğinden beş altı gün Eskişehir'de bir handa oturmayamecbur olmuştuk, idealistlerden birini bir gece kömür çarptı, ertesi gün kendinegeldikten sonra da: "Aman kardeşler, yol yakınken ben geri döneyim.......Perişan oldum....Bakalım biraz kendimi toplarsam arkanızdan gelirim."dedi. istasyona giderken hastalığını biraz mübalâğalan diriyor, ikide bir bacaklarınınkuvveti kesilmiş gibi kollarımıza dayanıyordu. Fakat istasyonunbüfesinde son bir toplantı yaptığımız sırada tren, bir manevra için bir parçakımıldanacak olmuştu. Gidiyor sanarak arkasından öyle bir koştu ki hayretettik.iki gün sonra ikinci bir arkadaşımıza <strong>Ankara</strong>'da Sıhhat Vekâletindebüyücek bir memur dayısından bir telgraf geldi, istanbul hastahanelerindenbirine tayin edildiği için geri dönmesini bildiriyordu. Aşırı bir heyecanla "Nedenböyle yapar bu adam? Sonradan beni böyle bir emrivâki karşısında bırakmanınmânâsı var mı ?" diye söylendi ve fakat ertesi günki postayı beklemedenasker treninin furgonuna kendini dar attı. O akşam arkasından birazsöylendik ama bize de bir dayıdan telgraf gelseydi bilmem ne diyecektik?Anadolu'daki büyük işler için beş kişi kalmıştık. Eskişehir'de birkaçgün fazla kalaydık belki daha da eksilirdik, Fakat ertesi gün yolun açıldığınadâir haber geldi ve hareket ettik." 11Doktor gibi, Anadolu'da kalmak zorunda olanlar ise, ya kendisini çölortasında unutulmuş kabul eden istasyon memuru gibi, gelen geçene İstanbul'aaldırmaları için yalvarmakta, ya da iyi bir görev sahibi olduğu haldekendisini oraya gönderenleri lânetle anmaktadır."Mutasarrıf, Meşrutiyetten sonra, altmışına doğru ilk defa İstanbul'dançıkmış bir Bâbıâli beyi, yıllardan beri ihtiyar dadısı Nâlân kalfanm kendieliyle pişirdiği fosfatin muhallebisiyle yaşayan bir merak hastası idi. Kalamış'takiköşkünden sonra sancak ona eski sürgünlerin gönderildikleri Fizangibi görünmüştü. Dört seneden beri vücutça, ruhça perişan bir halde idi " 1211 Kavak Yelleri, s. 6612 Değirmen, s. 91


REŞAT NURİ GÜNTEKİN VE ANADOLU 87Yazar herkesin kaçtığı Anadolu'ya ilk gönüllüler olarak genç öğretmenlerigönderir. Daha önce de değindiğimiz gibi bunların arasmda "Feride"Anadolu'ya giden ilk genç kız öğretmen olarak dikkati çekmiştir. Dame deSion'u bitiren bu genç kızın ısrarla Anadolu'ya gitmek istemesi ilgililer tarafındançok garip karşılanmıştır. O zamanın MiUî Eğitim Bakanlığı olan MaarifNezareti'nde bir müdür ile aralarında geçen konuşmayı Feride'nin ağzındandinliyoruz."-Kızım, sen İstanbul rüştiyelerinden birinde Fransızca muallimliğiistesene. Bak ben sana yolunu öğreteyim. Doğru İstanbul Maarif Müdürlüğünegidersin....Ben Müdürün sözünü kestim.-İstanbul'da kalmama imkân yok, efendim, dedim, Mutlaka vilâyetlerdenbirine gitmek mecburiyetindeyim.O, şaşırmıştı.-Amma yaptın ha. dedi, gönlünün rızasıyle Anadolu'ya gitmek isteyenmuallimeye ilk defa tesadüf ediyorum. Ayol biz muallimlerimizi İstanbul'dan çıkarıncaya kadar akla karayı seçeriz. Sen ne dersin Naime Hocanım?" 13Bir gönüllü bulununca da elden kaçırmamak için en kötü yerler bile,aşağıda gördüğümüz biçimde övülmektedir." buraya bir iki saat bir mesafede bir "Zeyniler" nahiyesi var.Havası, suyu güzel, menazır-ı tabiiyesi ferahfeza, ahalisi halûk ve müstakim,cennet gibi bir yerMahaza, Zeyniler'i beğenmeyecekolursanız bana iki satır birşey yazarsınız, derhal sizi burada münasip biryere alırım. Hoş siz orayı gördükten sonra merkeze tayin edilseniz de "İstemem"diyeayak direyeceksiniz ya.Hava güzel, manzara güzel, yiyecek, içecek ucuz, ahali iyi, Şöyle böyleİsviçre köyleri gibi birşey, insan Allah'tan ne ister?Gözümün önüne güneşli yollar, gölgeli bahçeler, dereler, ormanlar geliyor,yüreğim şiddetle çarpıyordu." 1413 Çalıkuşu, S.11214 Çalıkuşu, s. 134-135


88 OLCAY ÖNERTOYFeride bu kadar övülen yere gidip de, kapkara, çoğu yıkılmaya yüz tutmuşevler, daracık pis sokaklarla karşılaşınca büyük bir hayâl kırıklığınauğrar.Feride'den sonra Anadolu'ya gönüllü gitmek isteyen, gene öğretmenokulunu yeni bitiren genç bir öğretmendir (Şahin Efendi). Kura çekimindensonra bir arkadaşı ile yer değiştirmeyi tekbf etmek üzere gittiği Maarif Nezaretinde,önce başvurmasının nedeni, İstanbul'da kalmak şeklinde anlaşılarakşube müdürü tarafından azarlanır. Fakat sonradan ısrarının Anadolu'yagitmek için olduğu anlaşılınca aynı şekilde garip karşılanır. 15Acımak romanında Zehra, öğretmen okulunu bitirir bitirmez Anadolu'ya koşan bir genç kız, Kan Davasında Ömer, yedek subaylığını yaptıktansonra kendini bir dağ köyüne adayan öğretmendir. Bu genç öğretmenler gittikleriyerlerde öğretim yapabilmek için çeşitli engellerle karşılaşırlar.Karşılaşılan güçlüklerden biri okul olarak yapılmış bir binanın olmayışıdır.Bu güçlükle ilk olarak Feride karşılaşır ve ders yapacağı sınıfı şöyle tarifeder:"Maarif Müdürünün büyük fedakârlıklarla yenileştirdiği dershaneyi,sabahleyin daha iyi gördüm. Burası herhalde eski bir ahır olacaktı. Yalnızaltına tahta döşemişler, pencerelerini genişleterek cam, çerçeve takmışlardı.Ocak bacaları gibi kapkara görünen duvar kaplamalarında tepe aşağıtakılmış bir harita ile bir iskelet levhası, bir çiftlik ve bir yılan resmi sarkıyordu.Bunlar da herhalde yeni ders aletleri olacaktı.Dershanenin bahçe tarafındaki duvarının dibinde âhir zamandan kalmabirhayvan yemliği vardı ki, kaldırmağa lüzum görmemişler, üstüne bir tahtakapak çakarak bir nevi dolap haline getirmişlerdi." 16Tabiî öğrencilerin oturması için sıra yoktur. Sadece din öğretildiği içinbuna gerek de görülmemiştir. Aynı şekilde Zehra gittiği yerde okul olarak,harap bir binayla karşılaşır ve kendisi binayı onarır, ayrıca yerli zenginlerinbazılarından topladığı paralarla ders araçları alıp, binayı büyütür. Şahinefendi de aynı şekilde okul binasını oturulmayacak kadar harap bulur ve içindebarınılabilir bir duruma getirinceye kadar, oradan oraya koşar. Ayrıcasoftalar da, evkaf tarafından maarife verilmiş olmakla beraber, arsanın için-15 Yeşil Gece16 Çalıkuşu, s. 151-152


REŞAT NURİ GÜNTEKİN VE ANADOLU 89de bulunan harap medresenin yıkılmasına razı olmazlar. Ömer, bir dağ köyüolan Yukarı Sazan'da, okul olarak sadece dış duvarları ve kapısı sağlam kalmışbir yıkıntı ile karşılaşır ve önce çocuklarla beraber, sınıf olarak kullanılabilecekve oturulabilecek birkaç oda bölerler.Yer meselesini hallettikten sonra karşılaşılan en önemli güçlük, cahildin adamları ve softalarla mücadeledir. Yalan yanlış ve cahilce yapılan dinöğretiminin çocuklar üzerindeki olumsuz etkisini, çocukları dünyadan çokahireti düşünür bir duruma getirmesini Feride şöyle anlatıyor:"Mektebe teneffüs usulünü de koyduk, Çocukları yarım saatte, bir saattebir bahçeye çıkarıyorum, eğlenceli, meraklı oyunlar öğretmeğe uğraşıyorum.Nedense, bir türlü bundan tat duymuyorlar. O vakit, çaresiz onlarıkendi hallerinde bırakarak bir köşeye çekiliyorum.Bu mihnet çekmiş yaşlı başlı insanlara benzeyen, yorgun çehreli, donukgözlü kız çocuklarınm en büyük eğlenceleri bahçenin bir köşesine toplanıpölüm, tabut, teneşir, zebani, kabir gibi korkunç kelimelerle dolu ilâhiler okumaktanibaret." 17Anadolu'da medresenin, medrese öğreniminin önemi ve softalarla yapılanmücadeleler geniş ölçüde Yeşil Gece romanında yansıtılmış. Bu romandakigenç öğretmen Şahin Efendi, öğretmen okuluna gitmeden önce medresedeokumuş, softaları yakından tanıyan bir kişidir. Kendi isteğiyle gittiği Sarıova'dasoftalarla mücadele etmek zorunda kalır.Şahin Efendi ilçeye gider gitmez orada softalığın hakim olduğunu anlar:"Sarıova'ya geleli daha üç saat olmadığı halde softabğın bu kasabaya nebüyük bir kudretle hâkim olduğunu anlamıştı.Ahalinin yarısından ziyadesi sarıklıydı. Otuz bir Marttan sonra istanbul'dabirdenbire miskinleşen softalar burada meydan kahvelerinde, medreseönlerinde, çarşı sokaklarında azgın oğul arıları gibi kaynaşıyorlardı." 18Medrese öğrenimine verilen önem de, medreseye gönderilen çocuklarladiğerleri arasındaki ayrdık anlatdarak şöyle belirtilmiş:"Sokaklarda oynayan yalınayak, başı kabak halk çocukları arasındanyakalanarak medreseye gönderilen ve başma sarık sardan çocuklar, ayrı birbayrağın altından geçmiş gibi olurlar ve eski arkadaşlarıyla aralarına bir ya-17 Çalıkuşu, s. 15918 Yeşil Gece, s. 51


90 OLCAY ÖNERTOYhancılık girer. Onları bir daha anlaşmalarına ve birbirlerini sevmelerine imkânolmayan iki düşman fırkaya ayırırdı. Öyle ki her türlü kardeş kavgalarını,aile kinlerini söndüren yabancı düşman karşısında bile artık birleşmezolurlardı." 19Medresede cahil din adamları tarafmdan yetiştirilen softalar batılılaşmayakarşıdırlar, başlarından sarığı çıkarıp, fes giymeyi kabul etmezler, çocuklarınıngereği gibi yetiştirilmediği düşüncesiyle devlet tarafmdan açılanilkokullara karşıdırlar, çocuklarını çok küçük yaştan hafızlığa çalıştırırlar.Büyük oğlunu hafızlığa çalışmak yüzünden kaybettiği halde, küçük oğlu içinde aynı geleceği düşünen imam, Şahin Efendiye bu düşüncelerini açıkça söyler." Zaten doğrusunu isterseniz ben onun maarif mekteplerindetahsil etmesine pek taraftar değilim.... Hatırınız kalmasın amma mekteplerinizdeçocuklar çok avare yetişiyor Evet, Bedri artık yaramazlığı bırakacakGüzel, güzel dersine çalışacak.... Eskiden hafız olmağa hiç hevesiyoktu. Fakat Cenab-ı Allah yavrucuğun yüreğine bir muhabbet sundurdu.." 20Şahin Efendi, imamı, çocuğunu iki yıl daha ilkokula göndermeye razıederse de başından sarığı çıkarması büyük bir tepki yaratır, ilçenin koyusoftalarından olan Hacı Emin'in Şahin Efendiye karşı davranışı, onunlaaynı tutumda olan softaların düşüncelerini açıklar."Hacı Emin, lâkırdı dinlemiyor:-Hafız-ı Kür'an olmağa azmetmiş bir çocuğu Allah'ın yolundan çevirmek,envai hakaretlerle başından sarığı çıkarmak, ahlâksızlıktır, dinsizliktir.Buna cüret eden küstahı lokma lokma doğramak farzdır, diye Şahin Efendi'nin üstüne yürüyordu." 21Huzursuzluk kaynağı olan softalarla, ilçenin yenilik taraftan olan aydınkişileri de mücadele etmektedir. Şahin Efendi, kendisini, çocuklarda din,öğrenim, terbiye, ahlâk bırakmadığı, birtakım zararlı bilgiler verdiği gerekçesiyleşikâyet etmelerine rağmen mücadelede kararhdır ve çevresinde aydınkişiler bulundukça da milleti softaların elinden kurtarmanın sanıldığı kadargüç olmadığını düşünür. Özellikle kendisi gibi düşünenlerle karşılaşması umudunukuvvetlendirir.19 Yeşil Gece, s.20 Yeşl Gece, s. 11021 Yecil Gece, s. 114


V'REŞAT NURİ GÜNTEKİN VE ANADOLU 91Şahin Efendi, softaların azınlıkta olduğunu, onlarla başa çıkabileceğinişu sözlerle anlatıyor."-Yüreğimizin acısı bizi bazen haksız ve bedbin yapıyor, softalığın milletibaştan başa çürüttüğünü, söylüyoruz. Fakat hastalık, sandığımız kadarderin ve geniş değil. Softalar okur yazar takımını ve kendi ordularına aldıklarıbir kısım çocuklarımızı berbad ettiler.... Fakat işi güçü, çoluğu çocuğu,hâsılı kendi kendi dünya gailesiyle meşgul asıl halk üzerinde derin tesirleriolmadı.... "Asırların yaptığı bir zihneyi yıkmak ve yenisini yapmak için yineasırlar lâzım" diyenlere pek hak vermemeli. Milletin asıl büyük bir kısmıbu Komiser Kâzım Efendiye benziyor. Onları yataklarında sayıklatıp terletenkâbuslarından uyardırmak için müşfik bir elle hafifçe silkeleyip sarsmakkâfidir. Gün ışığı, dünya ışığı gözbebeklerine değdiği gibi gönülleri, beyinleride çabucak aydınlanıyor.... Bu memleketin halkı hiçbir zaman - görünüşealdanarak zannettiğimiz gibitam mutaasıp, tam hurafe ve ısrailiyet hastasıolmadı. Softanın pençesinden kendini hiçbir zaman kurtarmamakla beraber,softaya karşı daima emniyetsizbk ve nefret gösterdi " 22Şahin Efendi gibi softalarla mücadele etmek gerektiğine kesinlikle inananaydın bir kişi olarak mühendis Kâzım'ı görüyoruz. Şahin Efendi'nin dikkatlidavranışlarına karşı, aklına geleni söylemekten çekinmeyen bu yüzden de"Deli Kâzım" diye anılan aşırı yenilik taraflısı mühendis memleketin içinedüştüğü kötü durumlardan ve geri kalmasından softaları sorumlu tutmaktave bunu her fırsatta aşağıdaki satırlarda görüleceği gibi açıkça söylemektedir."Deli Kâzım tarihin bütün felâketlerini softalık ve softa kafasıyla izaheden coşkun ve ölçüsüz bir yenilik âşıkıydı, daha bir ay evvel Meşrutiyetgazinosunda:"Medreseleri yakmadıkça, softaların sarığını hayvanların boynuna yularyapmadıkça bu memleket kurtulmaz." diye bağırarak kasaba ahalisinibirbirine düşürmüştü. Deli Kâzım, Meşrutiyet mektebi başmualhmi AhmetMasum'u da kendine uydurmuştu. Nereye gitse onu da -cılız ve mini minivücudu ile- peşinden sürüklerdi." 23Fakat Şahin Efendi'nin softalarla mücadelesi pek kolay olmaz. İlçehalkının pek inandığı bir evliya türbesinin yanması, kendisi gibi düşünen22 Yeşil Gece, s. 87-8823 Değirmen, s. 47-48


REŞAT NURİ GÜNTEKİN VE ANADOLU 93Bazı fakir köylerde ise çocuklar, tarlada hayvanların gördükleri işi yaptıklarıiçin büyükleri onları okula göndermek istemez. Yukarı Sazan köyündeki"Döneaba"nın, torunlarını okula göndermesini isteyen öğretmen Ömer'everdiği cevap köylülerin bu tutumunu ortaya koyuyor."-BizimkUer çocuk mu ki? Hayvan.... Öküz, inek yok bizde Onları çalıştırıpgiderim. Sana verirsem ne iderim ben?" 25Bir güçlük de köylerde küçük yaşta başlatdan cinsiyet ayrıbğı düşüncesindendoğmaktadır. Bununla da Feride karşdaşır. Gittiği köyde on ikionüç yaşmdaki erkek çocuklar, kızlarla beraber okumaları doğru bulunmadığıiçin hergün bir saatbk yol yürümek zorundadırlar. Buna da büyüklerin cahilliğisebeb olmaktadır. Feride ile, ondan önce çocuklara yalan yanbş dinbilgisiveren Hatice Hanım arasındaki konuşma bu yanbş düşünceyi yansıtıyor:"-Garipler köyü nerede ?-Şu karşıda, ağaran kayaların ardında.-Yazık değil mi çocuklara, karda, kışta oraya kadar nasd gidip geliyorlar?-Onlar, yola alışıktır, çamursuz havalarda bir saate bile kalmadan giderler.Sade yağmurlu, çamurlu, karlı havalarda biraz zorluk çekiyorlar.-Peki niçin onları da burada okut muyoruz?-Kadın, erkek bir arada okur mu ?-Onları erkekten mi sayacağız?-Elbette kızım, on ikişer, on üçer yaşında koca debkanblar." 26Bu çeşitli eğitim sorunları karşısında Zehra, Anadolu'nun ihtiyacı olanbir öğretmen tipi olarak tanıtlamıştır."Maarif Müdürü, pencereden uzaklara bakarak gülümsedi:-Keşke bütün mekteplerimizi Zehra gibi bocalara tesbm etsek de bizimhiç işimiz kalmasa... istiklâl alâmeti olarak onlara birer davul ile tuğ gönderir,maarif idarelerinin kapılarını emniyetle kapardık..." 27Bütün güçlüklere rağmen yapdan eğitimin çocukları değiştirebileceğini vebu değişikbkbkten bir öğretmenin duyacağı sevinci de Ömer'den dinliyoruz.25 Kaıı Davası, s. 15726 Çalıkuşu , s. 15227 Zehra, s. 6


94 OLCAY ÖNERTOYÖmer, yol kesip soygunculuk yapmayı göze alan, köylüler tarafından köyealınmak istenmeyen bir gurup çocukta birşeyler öğrenmeye başladıktan sonrameydana gelen değişikliği şöyle anlatıyor." Hep bir arada ağır işlere koştuğum, yahut birbirleriyle boğuşmayabıraktığım zaman onlar gerçi yine vahşi hay kırışmalardan başka sesiolmayan bir sürüdür. Fakat teker teker karşıma aldığım ve hele ufaktanufağa derslere başladığım zaman aralarındaki farklar gitgide çoğalıyor. Karatahtaya renkli tebeşirlerle çizmeye başladığım karışık çizgilerde bir hayvan,bir ağaç, bir derenin üzerine doğan güneşi tanıdıkları zaman yüzlerindekive hareketlerindeki hayret ve sevinç, bana adeta heyecan veriyor." 28Eğitim için gerekli olan öğretmen ve okul ihtiyacı ile beraber Anadolu,yazarm dolaştığı yıllarda genel olarak kültürün artmasında önemli rol oyayangazete ve kitaptan da yoksundur. Bunun nedeni de çoğunlukla, kitapsatanların cahil oluşu, bu yüzden okunmaya değer kitaplarm getirilmeyişi,gazetenin nasıl satılacağını bilmeyişleridir. Bu yoksunluğu çeken sade ilçeve köyler değil, Anadolu'nun belli başh illeridir. "Bizde halk gazete ve kitapokumaz" diye yakınanlara, yazar, gazete ve kitap satışının nasıl yapılmasıgerektiğini de belirtiyor."Kitap ve gazete müşterileri biraz işçi müşterilerine benziyor. Tiryakilervardır ki satıcının peşini kovalarlar, onu iğnenin deliğinde olsa bulup çıkarmayıiş edinirler. Fakat öyleleri de vardır ki, satıcı onları kovalamağa, birerbirer avlamağa ve böylelikle tiryakilerin sayısını artırmağa mecburdur.Bu ise gazete ve kitabı hergün onun gözünün göreceği, elinin erebileceğiyere koymakla olur."Yazar, gazete ve kitaptan yoksun olan Anadolu'da halkın eğitimi içintiyatrodan yararlanılabileceğini düşünüyor. Onu bu düşünceye götüren Anadolu'dahalkın pek rağbet ettiği tulûat tiyatrolarının çokluğudur. Tulûattiyatrolarının çokluğunu ve ne kadar üstün bir biçimde halkı etkileyebilmeyeteneğine sahip olduklarını şu sözlerle açıklıyor:"Evet, Anadolu'daki tulûat tiyatroları orta kültür müesseselerindençok fazladır. Hem de şu farkla ki, mektebin talebesi senelerce aynı, iki yahutüçyüz talebedir, fakat tulûat sahnelerinin seyircileri her gece değişir.Anadolu'da kaç kitap, kaç mecmua okunuyor? Bunu ne siz sorun; ne<strong>Ankara</strong> caddesinin kitapçıları söylesin. Fikir terbiyesi vasıtası olarak radyo-28 Kan Davası, s. 202


REŞAT NURİ GÜNTEKİN VE ANADOLU 95dan istifadeniz Dedir? Şimdiye kadar hiç. O şimdilik bizi kebmesiz, fikirsizbir yeni ahenge alıştırmağa çalışıyor. Bundan sonra dillerin de halk terbiyesiiçin faydalı birşeyler söylerse ne mutlu!Buna mukabil yüzlerce tulûat sahnesi her gece topladığı birçok bin gençinsana durmadan söylüyor. Hem onların söyledikleri saatler ruhların en ziyadeaçıldığı, duygu ve fikir olarak ne duyarsa plâk gibi kapıp, zaptettiğisaatlerdir. Müzikle, dansla gevşemiş insanların sahnedeki boyab kadın gibimücerret fikirlere de vurulmağa müsait bulundukları zaaf saatleriKantolardan sonra başlayan bu oyunların halk üzerinde, izi ölünceyekadar silinmeyen çocukluk masalları kadar tesiri vardır.Onlarda ders ve propaganda kokusu sezilmemesi de tesirlerini artıransebeplerdendir " 29Çoğunlukla kahvelerde kurulan sahnelerde temsiller veren, özelbkle içsıkıntısından bunalmış gençlerin başlıca eğlencesi olan bu topluluklar karşısında,halka gerçek tiyatroyu sevdirmek amacıyla ağırbaşlı eserler sahneyekoyan toplulukların tutunamayışı Son Sığınak adlı romanda ortaya konulmuştur.Halkı tiyatroya alıştırmak için bütün Anadolu'yu dolaşmak amacıylaİstanbul'dan ayrılan bir tiyatro topluluğu gittiği yerlerde seyirci bulamayarakhayâl kırıklığına uğrar. Bir ilde karşılaştıkları, halk tarafından çoktutulan operet oyuncularının patronu; "-Kimbilir, ne güzel şeyler oynadınız,fakat sökmez bu taraflarda" diyerek tutunamayacaklarını açıkça söyler vetopluluk gerçekten dağılır.Yazar, tiyatrodan eğitim yönünde yararlanabilmek için, bu tiyatrolardasahneye konulan eserlerin düzeltilmesi gerektiği düşüncesinde olduğunu açıklıyor."Bence yapdacak şey bu tiyatroların çok eskimiş piyeslerini asıllarmdakitadı ve keyfi bozmadan- yenileştirmek ve yeni hayata uydurmak; bir de repertuaraaynı sadelikte yeni piyesler ilavesine çalışmak olacaktır. Onlar,gene ufak tefek tulûatlarını yapmakla beraber yazılı piyeslerden oynamağaalıştırılır, tekstlerin dil ve fikir itibariyle daha düzgün şeyler olması teminedilirse halk terbiyesi noktasından ehemmiyetli bir iş görülmüş olur." 3029 Anadolu Notlan, C. I. , s. 11830 Anadolu Notları, C. I., s. 120


96 OLCAY ÖNERTOYEğitimden sonra yazarm önemle üzerinde durduğu bir konu Anadoluhalkının büyük bir kısmının yoksul oluşudur. Sık sık bu noktaya da değinenyazar, Anadolu'nun bu durumundan, çoğunlukla gözü kendi yaşayışıdandaha üstün yaşama olanaklarına sahip kişilerde olan aydınları suçlamaktadır.Anadolu'ya yaptığı gezileri sırasında, Anadolu illerinden birinde rastladığıbir mühendis arkadaşının," -kıvırcık pirzolası, taze barbunya yiyemediği,Fransız şarabı yerine tekel şarabı içmek zorunda kaldığı, ve kulübeolarak nitelendirdiği beş odah bir evi olduğu için— sefalet olarak nitelendirdiğiyaşayışını dinlerken, bir küçük kızın seslenmesi üzerine birden bire gerçekyoksullukla karşılaşması yazarı derinden yaralıyor."Bir ara kulağıma "amca, amca" diye bir ses geldi. Yanımdaki parmakbktanaşağıya bakınca sazlar ve kurumuş çamurlar arasında yan çıplak birkız çocuğu gördüm, Lüksün kuvvetli ışığı altında saçları ve yüzü bembeyaz,gözleri kamaşmış bana elini uzatıyor.-Amca bana ekmek atıver.Dikkat edince daha ötelerde, ilerlerde aynı kıyafette daha başka çocuklar,hattâ büyükler görüyorum." 31Arkadaşıyla beraber akşam yemeği yedikleri gazino sahibinin yakınmasındanbu küçük kızın ve grubunun ekmek istemek için her akşam oraya geldikleriniöğrenince artık arkadaşını dinlemeye tahammülü kalmayarak, bugerçek yoksullukla ilgilenmeyen aydınlara şöyle sesleniyor:"Ben artık onu dinlemiyorum, bu bataklık üzerine, birkaç direkle kurulmuş,sabntıb salaş tarasın üstündeki rahat köşemizde, irili ufaklı tabakalarladolu masamız önünde büsbütün başka şeyler düşünüyorum. Karşımdakininmatemi, yalnız yukarıya bakmasını bilen bu gözlerdeki hırs ve kıskançlıkyaşları bana lugatlardaki şenâat kelimesinin tâ kendisi gibi görünüyor. Oarkadaşm şayet bir yerde bu yazılara gözü ilişirse bana darılmasın.... Sözümyalnız onun için değil, içinde kendim de dahil olduğum çok geniş bir münevverlerkafilesi içindir." 32Yoksulluk, Anadolulu'nun oturduğu evde, dış görünüşünde, kılığındakendisini açıkça göstermektedir. Hattâ yazar, bir az daha ileri giderek Anadoludeyince akla yoksulluğun geldiğini açıklamaktan da çekinmiyor. Bunu30 Anadolu Notlan, C. II. s. 4232 Anadolu Notlan, C. II., s. 43


REŞAT NURİ GÜNTEKİN VE ANADOLU 97Şahin Efendi'nin ağzından öğretmenlik yaptığı ilçe olan Sarıova'yı anlattığıaşağıdaki satırlardan öğreniyoruz."Eski bir taş köprü ile dere geçildikten sonra fakir mahallelere giribyorve sefalet bütün dehşeti ve çirkinliğiyle başlıyordu. Ortalarmda akan çirkefsularında yarı çıplak çocuklarla, çamurlu köpekler oynayan eğri, büğrü sokaklarTezekle çamurdan yapdmış yarı yarıya toprağa gömülü penceresizkulübeler... Bir çoğunun aralık kapılarından pis kokulu dumanlar tütüyor.Başları yamalı peştemallarla sarıb, dizlerinden aşağısı çıplak kadınlarEski hasır parçaları üstünde güneşlenen iskelet gibi ihtiyarlar, Küçülmüşihtiyarlara benzeyen yüzündeki yaralara sinekler üşüşmüş, şiş karınlı, çıplakvücutlu çocuklarBunlar Şahin Efendi'nin bilmediği, beklemediği şeyler değildi. Cer hocalığıylaAnadolu'da gezerken daha buna benzemez neler görmüştü. Onagöre kasaba deyince zaten akla başka türlüsü gelmezdi ki." 33Yazar, bu yoksul Anadolulu için para ve servetin ne demek olduğunu dayansıtmıştır. Paraya düşkün olmakla beraber, para ve servet diye kabul edilenmiktarm bize göre ne kadar küçük olduğunu, "O da elbette büyük servetdiye karışık birşeyler tahayyül eder. Fakat bunu rakamla ifade ettirdiğimizzaman işittiğiniz şeye hem acmır, hem gülersiniz." 34 sözleriyle anlatıyor.Bir servet olarak kabul edilebilecek paranın öyküsü de şöyle:"Harman mevsiminde bir akşam üstü bir Orta Anadolu kasabasınıntarlaları arasından geçiyordum, bir bereket senesiydi. Tarlalardan birindebir şenlik seyrettim.Bir köylü oturduğu yerde cura çalıyor, birkaç delikanlı etrafında el çırparak,ayak vurarak türkü söylüyorlardı:"Fidayda yavrum fidaydaOn beş lira yemiş bir ayda"Bu türkü Anadolu sefilinin tasviriydi. Bir ayda içki ile, çalgı ile, kadınve kumarla havaya savrulmuş bir servetin hikâyesi.Bu on beş lira belki böyle bir bereket yılının yahut gurbet ilde çekilmiştürlü mihnetin mahsulüydü. Yahut da ölmüş bir babanın mirası " 3533 Yeşil Gece s. 47-4834 Anadolu Notlan, C. II., s. 4635 Anadolu Notlan, C. II., s. 48


98 OLCAY ÖNERTOYÖnemli bir para olarak sözü geçen on beş lira, o yıllara göre bir değeriolmakla beraber gene de servet kabul edilebilecek bir para değildir. Bu kadarküçük bir parayla yetinebilen köylü, güçlükle kazandığı parayı, yaşantısındabiçbir değişiklik yapmadan, bir parça toprak alabilmek, ya da bazı mutlulukgünlerinde ele güne karşı küçük düşmemek için biriktirir. Bu nedenle de köylüdentek istenmeyecek şey para, yaptığı en küçük bir hizmete karşılık onumemnun edecek tek şey gene paradır. Bu tutumundan ötürü Anadolu'luyucimri olarak nitelendirenlere, onun cimri olmadığını da şu sözlerle belirtiyor." Hasıb Anadolu'lu hasis değil, sadece taş ve kayadan koparırcasınagüçlükle ele geçirdiği birkaç parayı ucu ucuna getirmek gayretiyleyanan bir fakirdir." 36Anadolu, yalnızca para yönünden yoksul değildir. Anadolu, su yoksuludur,yol yoksuludur, doktor yoksuludur. Anadolu'da yol konusuna, Anadolu'nun tanmmayışı nedenlerinden biri olarak değinmiştik. Anadolu'nun çokyerleri içmek ve temizlik için gerekli temiz sudan yoksundur. Sağlık bakımındanönemli bir sorun olan su problemi, yazarın, bir ilin hükümet doktoru ileyaptığı konuşmada ortaya konulmuştur:"Şehirde ilk önce hükümet doktoruyla karşılaştım.—Bugünlerde başımı kaşımağa vakit bulamıyorum, dedi. Tifo, dizanteridehşet-Peki, sebebi?-Sebebi pis su... Birkaç saatlik bir yerde iyi bir su var... Fakat bir türlüpara bulup getirtilemiyor.... Dere suyu tekmil çamur... Halk, kuyu suyu içmekmecburiyetinde.... Kuyuların da çoğuna lâğım karışıyor... Doğrusu ahali,gene iyi dayanıyor. Anlaşılan pis su içe içe mikroba karşı bir nevi muafiyetkazanmışlar. Ben kendi hesabıma evde çoluk çocuğa kaynamış su içiriyorum." 37Hastalıkla uğraşan doktor, bir yandan da, mikroplu suyun zararlarınıbildikleri ve kendilerini göstermek için gereksiz birtakım yapılara rahatçapara harcadıkları halde, birkaç iyi su çeşmesi yaptırmaktan kaçman yetkililerdenyakınmaktadır.Bu hükümet doktoru gibi, Anadolu'ya birşeyler yapabilmek isteğiylegiden genç bir kaymakam da aynı dertle karşılaşır. îlgiblere baş vurduğu hal-36 Anadolu Notları, C. II., s. 5437 Anadolu Notlan, C. I., s. 56


REŞAT NURİ GÜNTEKİN VE ANADOLU 99de bir sonuç alamayışı, çocuklar arasında ölümün gittikçe artması, onu âdetabunalıma sürükler."(M) de ne büyük bir ateşle çalışacaktım. Fakat olmadı. Su yoktu. Ahalikokmuş bir bataklıktan su içiyordu. Beş yaşına kadar olan çocuklar arasmdamüthiş bir dizanteri hüküm sürüyor, her gün hükümet konağının karşısındakicamiin mezarlığına bir iki mâsum cenazisi geliyordu. Belediye doktoru,"Kasabaya içilecek su gelmeyince bu ölümlerin önü alınmayacak" diyordu.Vilâyete, belediyeye, hâsılı dört yana baş vurdum. Beni tasdik etmeyen yoktu.Fakat işler çok ağır yürüyor, mini mini çocuk tabutları pencerenin önündengeçmekte devam ediyordu. Sinirlerim fena halde bozulmuştu. Bu cenazelerigördükçe boğazım tıkanıyor, yumrukla göğsüme vurarak "Katil...Katil...Bunları sen öldürüyorsun...Hani vicdanının sesini dâima dinleyecektin.diye söyleniyor, hattâ bazen hıçkırarak ağlıyordum." 38Susuzluk ve pisbğin zaman zaman yarattığı çeşitb hastahklarm ise,doktorsuzluk yüzünden bugün bile kısa süre içinde çok sayıda ölüme nedenolan salgın durumuna geldiği bir gerçektir. Soğuk ve karb bir kış günündeöğretmen Ömer'i hükümet doktorunu çağırmak için tek başına dağ köyündenilçeye götüren de böyle bir salgın hastalıktır. Öğretmen kendisini doktoratanıtırken bir yandan da salgının korkunçluğunu belirtir:"-Ömer diye bir adam, diyor, bir dağ köyü öğretmeni.... Adını belkiişitmişsinizdir. Yukarı Sazan diye bir köy... Uzun zamandan beri salgm varorada.... Köylüler, büyük, sürü sürü ölüyorlar... Hükümet doktorundanyardım aramağa geldim." 39Ancak bir sorun da doktor olan yerlerde doktorun halkı kendisinebağlayabilmesidir. Çünkü, cahillikten, bazı yerlerde halk doktordan çok,hocalara ve hastalığın okunarak geçeceğine inanmaktadır.Kavak Yelleri romanındaki doktor, Anadolu'nun ihtiyaç duyduğu birdoktor olarak verilmiştir:"Bir kaza hekimi için şöhretten daha kârb bir gelir kaynağı akla gelmez.Fukara babası doktor; görmeden yan cebine konan paraya az, çok demeyen,yol üstündeki fukaranın para almadan diline, nabzına bakan; daha düşkünlerineAvrupa firmalarından gelmiş reklâm ilaçlardan bedava komprimelerdağıtan, iğneler vuran ve hattâ bazılarının yastığı altına usulca birkaç lirabırakan fukara babası doktor " 4038 Acımak, s. 6739 Kan Davası, s. 940 Kavak Yelleri, s. 5


100 OLCAY ÖNERTOYYazarm bir romanına ad olarak verdiği önemli bir problem de, bugünbile çoğunlukla suçsuz kişilerin ölümüne yol açan kan davasıdır. Kan Davasıromanında, Ömer'in öğretmenlik yaptığı Yukarı Sazan ve onun biraz aşağısmdakiAşağı Sazan, kan davası yüzünden birbirine düşman olmuş iki köydür.Bu yüzden aralarında zaman zaman aşağıdaki satırlarda belirtildiği gibisavaşa benzer çarpışmalar olmaktadır." Karabaltalılarm erkekleri uzun zamandanberi devam edenbir kan davası yüzünden Aşağı Sazan'da; Moskof, Balkanlar ve Arabistanmuharebelerinde olduğundan daha az kırılmış değillerdir. Her muharebedeolduğu gibi ayak altında kalan bir çok masum kadın ve kıza yazık olmuştur.Fakat son onbeş yıl içindeki çarpışmalar eskiden de daha şiddetli olmuştur.Bir insansız harb ki Fettah'a göre şehitleri var, fakat gazileri yoktur; onlarnişan ve çiçek yerine ellerinde kelepçelerle Bozova hapishanesine gitmişlerdir."41Bu kan davası nedeniyle bir Yukarı Sazanb'ya Aşağı Sazan'a gitmesinisöylemek hakaret sayılmakta, babası öldükten sonra, annesi bir Aşağı Sazan'bylaevlenmiş çocuğa her iki köyde de yer verilmemektedir. İki köy arasında,Yukarı Sazan'lılar kendilerini mağdur durumda görmektedirler. Birgece, birdenbire yağan şiddetli sağanak, önce iki köy arasındaki düşmanlığı,bir zamanlar, el ele vererek düımana karşı koyan bu insanların birbirlerininuğradıkları felâkete sevinecek kadar vahşileştirdiğini ortaya koyarsa da, sonradanbarışmalarına neden olur.Kuvvetli düşmanlık duygusunun insanları nasıl ilkelleştirdiğini ve vahşileştirdiğini,Ömer'den dinliyoruz. Aşağı Sazan'ın sağanakta uğradığı felâketinYukarı Sazan'ı sevindirdiğini görmek Ömer'in tüylerini ürpertiyor."Her zaman Hacı Rüstem'in oturduğu peykeye uzun sakallı bir ihtiyaroturtmuşlardı.... Düşmemesi için iki koluna iki adam girmişti. Çamurlarabulanmış, yarı çıplak bir adam onun ayakları dibinde yumruklarıyla göğsünüdövüyor, korkunç bir sesle: "Aşağı Sazan takımıyla battı Baba.... Allahöcümüzü aldı. Rahat öl gayri." diye haykırıyordu." 42İki köyün barışmasmda ise Ömer'in büyük rolü olmuştur. Güvenlerinikazandığı birkaç kişiyi Aşağı Sazan'a yardım etmek gerektiğine inandırarak41 Kan Davası, s. 18642 Kan Davası, s. 266


REŞAT NURİ GÜNTEKİN VE ANADOLU 101yola çıkarlar. Aralarına Ömer'in öğrencilerinden birkaçının da katıldığı küçükkafile Aşağı Sazan'lılar tarafından karşılanır. Yağmurdan taşarak köyü selbasmasına neden olan çayın yatağmı değiştirmek isterlerken, iki köyden birerbüyük ve çocuklardan ikisi ölürler, bundan sonra da iki köy barışırlar,yazar bu barışmayı, yıllarca süren savaş sonunda ulaşılan bir barışa benzeterekşöyle anlatıyor:"Ertesi gün Sazan'lar arasındaki hudut açıhyor; Aşağı Sazan'lılardanbir heyet Fettah ile Osman'ın ölümlerini haber vermek için Yukarı Sazan'açıkıyor. Bu defa Fettah'ın cenazesini almak için dağdan bir heyet iniyor.Aynı zamanda da Bozova Valisi, yanında başka bir heyetle Aşağı Sazan'a"geçmiş olsun" demeğe gelmiştir.Meydan kahvesinde yine bir divan kuruluyor.Her muharebenin bir barışı vardır. Yukarı Sazan'dan inen yardım AşağıSazan'ı, Aşağı Sazan'm uğradığı büyük felâket Yukarı Sazan'ı yatıştırmıştır."43Belki de Ömer, bir aydın öğretmen olarak bu köye gelmeseydi, kan davasıdaha yıllarca sürüp gidecekti.Çoğunlukla aydınların çözümlemesi gereken sorunlar olarak ortayakonulan ve yazarı zaman zaman karamsarlığa sürükleyen bu sorunlarla beraberCumhuriyetin ilânından sonra Anadolu'da görülmeye başlanılan yeniliklerede değinilmiş. Bu yenilikler, Anadolu'daki monoton yaşayışı renklendirmeyebaşlayan çoğunlukla memur aileleri tarafından düzenlenen salontoplantıları, bu toplantılarda oynanan salon oyunları, balo, dans, devrimlerinAnadolu'daki etkileri, Cumhuriyetin ilânından sonra din adamlarının düşüncelerindegörülen değişiklikler gibi çeşitlilik gösteriyor.Anadolu'ya sosyetenin girmesi demek olan balo ve salon oyunları, hepaynı günleri yaşamaktan usanmış olan aileler tarafından büyük bir memnuniyetlebenimsenmekle beraber, her yenilikte önce görülen bazı aksaklıklardaolduğu gibi, zaman zaman aileler arasında bazı tatsızlıkların çıkmasınada yol açıyor.Cumhuriyetin ilânmdan sonra görülen en önemli değişiklik devrimlerinAnadolu'daki etkisidir. Bu etki en çok din adamları üzerinde kendini gös-43 Kan Davası, t. 278


102 OLCAY ÖNERTOYtermiş, Şahin Efendi'nin, öğretim yapabilmek için mücadele ettiği sonundada yenildiği softaların haklarından devrimler gelmiştir. Bu tiplerden biriolan Kavak Yelleri romanındaki müftünün davranışlarındaki değişiklikler,devrimlerin etkisine bir örnektir."Evvelce de anlattığım üzere İstiklâl Mahkemesi dönüşü, müftü içinAvrupa dönüşü gibi birşey olmuştu. Eski fetvahane, muvakkithaneye çevriliyor,hattâ yeni dil cereyânı başladığı zaman adı kısa bir müddet KurumEvi oluyor, yeni ruhun ve inkilâp hareketlerinin adetâ bir ileri karakolu,yahut daha doğrusu folluğu haline gelmeye başlıyordu. Meselâ 28 de yeniyazı kanunu çıktığı zaman ilk dershane orada açılmış, Lâtin harflerini karatahtayailk yazan onun titrek elleri olmuş, okumayı pek becerememekle beraber,hattatlığın yardımıyla yazıyı çabucak ilerletmiş, hattâ evvelce de galibasöylediğim gibi hatt-ı sümbülîyi yeni harflere tetbik suretiyle bir de yazıicad etmiştir. Dershaneden birincilikle ilk diplomayı alan odur.Yeni yazılardan sonra yeni dil ve öz Türkçe cereyanı başlayınca müftü,onda da yine kasabaya önayak olmak şerefini kendinden başkasına kaptırmamakistemiş, birçok öz Türkçe kelimeler derleyerek <strong>Ankara</strong>'daki Dil Encümeninegöndermiştir " 44Devrimin getirdiği yeniliklerden biri de Halkevlerinin açdmaya başlamasıdır.Halkevi yapılabilecek binası olmayan yerlerde "Halk Odası" olarakçalışmaya başlayan bu kuruluşun amacı "Kara kuvvet" olarak adlandırılanve her çeşit yeniliğe karşı olan cahil din adamlarıyla mücadele etmektir.Ancak, bu yeniliklerin olduğu yerlerde, bir ilçe doktorunun "Hâsılı kasabanınbir ucu anlattığım iskemle oyunu gibi sosyete oyunlarıyla yeniliğinen son mertebesine ulaştığı halde öteki ucu aşağı yukarı Asr-ı Saadet hudutlarındançok ilerlememiş bulunuyordu ve bu bakımdan benim durumumdabir adamın bu yürüyüşe ayak uydurması son derece nazik bir meseleydi." 45sözleriyle belirttiği gibi, hem düşünüş hem de yaşayış yönünden tam bir gerilikiçindedir.Yazarın eserlerinde, Anadolu'nun toplumsal sorunlarının yanı sıraözelliklerini de yansıttığını görüyoruz. Bu özelliklerden biri Anadolu illerindekioteller ve bu otellerde karşılaşılan güçlüklerdir. Yazar, bunları adetâAnadolu'ya gidecek olanları uyarmak ne beklerken, ne bulabileceklerini belirtmekamacıyla yazmış kanısını uyandırıyor.44 Kavak Yelleri, s. 10645 Kavak Yelleri, s. 47


REŞAT NURİ GÜNTEKİN E ANADOLU 103Örneğin, modern olarak nitelendirilen bir otelin nasd olabileceğini, kendisininkaldığı bu tip otellerden birini anlatarak göstermiş."Kız gibi donanmış asri otel bildiğimiz eski zincirb hanlardan biri....Yan yana iki araba geçecek genişlikte kemerli bir kapı.... Birinci kat dükkân,kahve, depo, ahır gibi şeyler.... Bunlardan bazılarının yüzü sokağa, bazılarınınkiiçeriki toprak avluya çevrilmişKapının yanındaki iki tahta merdivenden hangisini beğenirseniz ondanikinci kata, yani asıl otel dairesine çıkıyorsunuz, Burada uzun ve karanlıkbir koridor.... Koridorun ön tarafına gelen kısmı penceresiz bir kale duvarı,sokak kısmında sıra sıra oda kapıları " 46Çoğunlukla bu yapıda olan otellerde yataklarda temiz çarşaf, kışın soğukgünlerinde sobada yakacak odun, yalnız yatabilecek bir oda, rahatçatemizlenecek bir banyo bulabilmek olanağı hemen hemen yoktur. Bazı illerdeiyi oteller varsa da bunlarda da yer bulunmamaktadır. Bunun nedeni de buotellerin memurlar tarafından işgal edilmiş olmasıdır. Bazılarında el yüz yıkamakkadar basit ihtiyaçlar için bahçeye çıkmak gereken yerli evlerine birçokpara vermektense ucuz fiyatla ponsiyoner olarak otelde kalmayı terciheden memurlar, oda sayısı az olan otelleri kapatmakla; gelip geçen yolcularaçıkta kalmaktadır. Memurlara hak veren yazar, bu durumu yolcular için-"Fakat yolcu gözüyle bakınca bu hal insana bekâr memurların sokakta kalanmisafirlere karşı zalimane bir suikast gibi görünüyor." ifadesinde belirttiğigibi bir suikast olarak nitelendiriyor.Anadolu'nun göze çarpan özelliklerinden biri de köy meydanlarındamuhakkak bulunan, ilçe çarşılarındaki dükkânlardan bir kaçını meydanagetiren kahvelerdir. Çoğunlukla, işsizlerin toplandığı ya da erkekleri tenbelliğealıştıran yerler olarak nitelendirenlere karşı kahvelerin toplumumuzda oynadığırolü şöyle anlatıyor:"Kahve, dünyanın en asîl ve kıdemli demokratı olan bu milletin, uzunzaman, toplantı yeri oldu. Sınıf farkı pek gözetilmeden orada dizdize oturulur,dertleşilirdi. Aile meseleleri, mahalle meseleleri, memleket meseleleri, oradamünakaşa edilirdi. Tarihin "Yabancı elemanlar bir arada yaşamağa başladıklarıvakit kafaca hangisi mütekâmilse, o, ötekileri yutar" diyen ezelî hükmüyerini bulur, kim en çok biliyor, en güzel söylüyorsa o, "mîr-i kelâm"46 Anadolu Notları, s. I. , s. 49


104 OLCAY ÖNERTOYolurdu. Uzaklardan gelen yolcular, seyyahlar, dervişler ilkönce kahveye gelirler,en taze yabancı il havadisleri orada duyulurdu. Karagözün, meddahınsahnesi kahvelerdeydi. Âşıklar, saz şâirlari orada imtihan olurlardı." 47Yazar, kahvelerin zararh yanlarını da kabul etmekle beraber, o yıllardabile kahvelerin uygarlaştırma yönünden görevlerini sürdürdüklerini de belirtiyor.Yazarın birkaç yerde değindiği başka bir özellik ise Anadolu halkındakikuvvetli din inanışı nedeniyle yatırlara verilen önemdir. Anadolu Notları'ndayazarın kendi çocukluk anıları arasmda verdiği İzmir'deki sütninesiyle berabergittiği "Mızraklı Dede", Çalıkuşu'nda Feride'nin öğretim yaptığı ve kaldığıokulun arkasındaki mezarlıkta, Hatice Hanımın her akşam kandiliniyaktığı yatır ve Değirmen'de bir gece çıkan yangında yanması büyük olaylaraneden olan "Kelâmi Baba" türbesi bunlardandır. Yatırların halk için nederece önem taşıdığı "Kelâmi Baba" türbesini anlatan şu satırlarda bebrtilmiş."Kelâmi Baba türbesi bir nevi enbiya tarihi müzesiydi. Orada kocamanbir kemik vardı ki Yunus Peygamberi yutan balığa, bir sopa vardı ki Hazret-iMusa'ya âit olduğu söylenirdi. Yine orada Hazret-i Nuh'un gemisindenkopmuş bir tahta parçasıyla Eyüp Peygamber'in fukaralığı zamanında üstündeyattığı kerevet görülürdü.Miskinlik, uyuz gibi hastalıklara tutulanlar bu kerevetin üstünde birkere yattıkları gibi Allah'ın izniyle bir hatta içinde tertemiz olurdu.Sonra türbede Osmanlı halifeleri tarafından hediye edilmiş bazı kıymetlieşya da vardı " 4SOldukça çok yer gezen yazarın dikkatini çeken bir özellik de Anadolu'dazamanlar ve yerlerin birbirine yakın oluşlarıdır. Bazı yerler, İstanbul'un birkaçsemtinin Meşrutiyetten önceki yıllardaki görünüşünü verdiği gibi, bazende bu benzeyiş yüzünden hep aynı yerlerde dolaşıldığı kanısı uyanıyor. BirAnadolu tablosu diyebileceğimiz bu görüntü aşağıdaki satırlarla canlandırılmış:"Bir sokak daha dönelim. Toprak kulübeler arasmda bir arsa Ortadabir bostan kuyusu ile bir eşek Eşeğin arkasına yirmi, otuz metrelik bir47 Anadolu Notlan, C. I„ s. 12848 Değirmen, t. 151


REŞAT NURİ GÜNTEKİN VE ANADOLU 105ip, ipin ucuna da bir kova bağlanmış... Hayvan kuyu ile kulübelerden biriarasındaki yol üzerinde akşam piyasası yapar gibi ağır ağır gidip gebyor....Onun her geliş gidişinde kova bir kere kuyuya dalıp çıkıyor, böylelikle dekulübelerin su ihtiyacı gideriliyorBu usulün tarihin hangi devrine ait olduğunu pek kestiremiyeceğimamma herhalde çok eski zamanlarda yaşadığımıza şüphe yokturBazı bir ova yolunda saatlerce gidersiniz, Karşınıza bir köy çıkar... Hayretledüşünürsünüz: "Ben bu alçak, toprak kulübeleri, bu sokakları; tekerleğininbiri çıkmış bu öküz arabasını; onun üstünde tünemiş tavukları, yarıçıplak çocukları; biraz ötede omuzunda testi ile su taşıyan yalınayak küçükkızı, sırtında bir çalı demetiyle yokuştan inen peştemallı büyük anayı birsaat evvel bir daha, iki saat evvel bir daha gördüm, sakın araba beni bir daireetrafında dönüp dolaştırdıktan sonra hep aynı yere getirmesin?" 49Anadolu'nun bir özeüiği olarak bu tabloyu tamamlayan diğer yerler de,ilçelerde çoğunlukla birbirine benzeyen, ilçe erkeklerinin toplandıkları yerlerdir.İlçeye herhangi bir görevle gelen memurlar da çabucak bu yaşayışa kendileriniuydurur ve bu toplantılara katılmaya başlarlar. Bu toplantı yerlerinibir ilçe doktorundan dinleyelim:"İlk geldiğim zaman, kasabanın başlıca toplantı yerleri belediye meydanındakibahçeb gazino, Derboyu'ndaki Müslim Bey Eczahanesi ve bir deMüftü Efendi'nin Asmalıçarşı'daki muvakkithanesi idi. Memurların çoğuakşam üstü işlerinden çıktıktan sonra mutlaka bir iki saat üç yerden birineuğrarlardı. En kalabalığı gazino idi. Sonra eczahane gelirdi. Fakat orası dahaziyade bir açık hava kulübüne benzerdi..." 50Yazar, ayrıca küçük yerlerde zengin ailelerin kurdukları üstünlük, Anadolu'dakigeniş ailelerde görülen miras davaları, aralarındaki çekişmelererağmen, dışardan gelecek tehlikelere karşı ailenin bireylerinin nasıl birleştikleri,küçük bir haberin hemen etraftan duyulması, çeşitli konularda çıkarılandedikodular gibi özellikler üzerinde de duruyor.Eserlerinde, bir yandan da bu sorunlar içinde yaşantısını sürdürenAnadolu'Iuyu tanıyoruz. Kendi gözlemlerine dayanarak:"Bu insanların, yine kadın erkek, gözleri pektir. Ufak tefek ağrıya, acıyaaldırış etmezler. Yalmayak gezerken tabanlarına taş batar, odun yararken49 Anadolu Notlan, C. I., s. 5-650 Kavak Yelleri, s. 73


106 OLCAY ÖNERTOYgözlerine yonga sıçrar; hattâ otların arasında bacaklarını yılan sokar Bütünbunlara peygamberler gibi tahammül ederler." 51 şeklinde belirlediği Anadolulutipleri veriyor.Bunlar arasında, yazar kışın soğuk günlerinde birkaç gün kaldığı birotelde, müşterileri üşütmemek için, yorulmak bilmeden etraftan yakacaktoplayan, her çağıran müşterinin hizmetine koşan genç, gözü pek bir Anadolulu'yucanlandırır."Son derece çalışkan becerikli ve ağır başlıdır. Çiftliğe giren serserilerisilâhla kovalamak kadar her iş ellerinden gelir. Birbirinden güç farkedilenkara yağız çehreleri, pek az kadında görülmüş derecede iki vücutları ve işzamanlarında bacaklarına geçirdikleri poturları ile kadından ziyade erkeğebenzerler ki hiçbir yerden bir tâcizlik görmeden koca çiftliği idare edebilmelerininbir sebebi de budur..." 52 ifadesinde tanıtılan üç kız kardeş ise, kendilerineyakın erkeklerini kaybettikleri için sahip oldukları çiftliğin idaresiniüzerlerine almış, âdetâ erkekleşmiş fakat saflığını ve tatlılığını kaybetmemişAnadolu kadınını canlandırıyorlar.Anadolulu'nun özellikle Anadolu köylüsünün en belirgin yanlarından biride acıları tabii karşılaması, kadere boyun eğmesidir. Kan Davası'nda tanıtılanbir ailenin ikisi kız, biri erkek olan üç çocuklarından iki kız sağlıklı, 7-8yaşlarında olan oğlan ise hastadır. Aile bu çocuğu yok saymaktadır. Bir ağacıngölgesine kendi halinde bırakılmış olan çocuğun bir raslantı olarak evemisafir gelenler tarafından görülmesi anne-babanın sadece canım sıkar. Çocuğunölümünü önceden kabullendiklerini, erkeğin karısına söylediği aşağıdakisözler ve kadının davranışı açıkça gösteriyor."-Ne olacakmış sanki!.. Nasip ne zamansa bir yol daha ağlayıp bağıracaksıngeçip gidecek.Garibi şu ki, kadın da onun gibi duygusuzdur. Kocasının bu korkunçsözlerine onun mavi gömleğinde görüp tırnaklarıyla çıkarmağa uğraştığı birçamur lekesinden daha az ehemmiyet veriyor " 53Zaman zaman yüzüne gülünerek aldatılmaktan yılan köylü, dalkavukluktanhoşlanmaz. Öğretmen Ömer'in köylüleri çocuklarını okula göndermeyekandırabilmek için düşündüğü çarelerden biri de aklı başında olan köy-51 Kavak Yelleri, s. 2752 Kavak Yelleri, s. 5253 Kan Davası, s. 154


REŞAT NURİ GÜNTEKİN VE ANADOLU 107lüleri bir araya toplayıp yüzlerine gülmektir. Fakat, uzun süredenberi Anadolu'dabulunan ve Anadolu köylüsünü yakından tanıyan mühendis MuratBey köylünün dalkavukluktan hoşlanmadığını şu sözlerle açıklıyor:" köylüyü ifrit eden zaten bu dalkavukluklardır. Dün yoldaçocuklara yaptığım gibi: "Köylüler kadar mübarek, müslüman insan varmıdır?" diye başladın mı anlar: "Bakalım yine neremizden vurmağa geldi?"diye kuşkulanırlar " 54Anadolu'lu karakterinin verilişi yanında köy ve ilçelerin belli tipleriolan, ebe, muhtar, diri inançları çok kuvvetli olan Anadolu'lu üzerinde hemenhemen hâkimiyet kuran din adamları ve ilçenin ya da köyün her derdinekoşan, halkı kendisine bağlayan becerikli kadınları tanıyoruz. Anadolu'nun günlük yaşantısında önemli rol oynayan bu kadınlardan biri aydın birkişi olan ilçe doktorunu bile kendisine bağlayan "Karabağlı Yenge"dir."Karabağlı Yenge, açıkgözlüğü ve çakırpençeliği sayesinde çabuk belinidoğrultmuş ve kasabanın meşhur simaları arasına girmiştir. Bütün belb başlıailelerin evlerine girip çıkar ve bu evlerdeki insanlardan her birinin ayrı ayrıavucunun içine alır. Hafakanı yahut basurmemesi olan ihtiyar kadına, onunkocakarı ilâçları hekim ilâcından ziyade tesir eder.'Nasıl ki, bir aralık geçirdiğimuzun bir anteritte, kendi ilâçlarımdan ümit kestiğim, tedavinin arkasınıbıraktığım bir zamanda onun zorla içirdiği bir takım ot ve kök suları vehastalığımın taban tabana zıddı olduğunu bildiğim halde dayanamıyarakyediğim bazı karmakarışık, fakat çok lezzetli yemekleri beni iyi etmiştir.Karabağlının genç kadınlar nezdindeki itibarı daha da büyüktür. Kavgalızamanlarında kaynanalarıyla, kocalarıyla aralarını bulur, çocuğu olmayanlaranasihatle ve yine bizce meçhul bir takım ilâçlar verir; çarşıya çıkmayaihtiyacı olanlarm önlerine düşer, dükkân dükkân gezer; kâh tatb dil dökerek,kâh bağırıp çağırarak dükkâncıları serseme çevirip iyi bir mab en ucuza fiyatasatın alır. Gelin çeyizi düzme gibi daha ehemmiyetli işlerde yalnız pazarlığındandeğil, zevkinden de istifade etmek için onu vilâyete kadar götürürler.Evlenecek kızlar ve hele evlatlıklarla kimbilir ne konuşur ki, bu gibilerionu karabağlı yenge diye yere göğe koymazlar."( 55 )Anadolu'nun yerli tipleriyle beraber Anadolu'daki çeşitli memur tipleri,özelbkle yöneticilik görevini yürüten kaymakam, belediye başkanı ve valilertanıtılmış, Bunların bazıları gene, idealist, istediklerini yapamamaktan54 Kan Davası, s. 13955 Kavak Yelleri, s. 147


108 OLCAY ÖNERTOYyakınan, bazıları da bulundukları görevden ayrılma korkusu içinde nabzagöre şerbet vermesini bilen politikacı tiplerdir.Görülüyor ki yazar, Anadoluyu bütünüyle benimsemiş ve eserlerinde gözönüne sermiş. Ancak, bu sergilemede, ilgilenilmeyiş ve cehalet yüzünden ortayaçıkmış olan sorunların daha fazla yer aldığı görülüyor.Yazar, Anadolu Notları'nın birinci cildi yayınlandığı zaman, kalkınmaçabası içinde olan Anadolu'yu halkın ve gençliğin gözüne daha başka göstermekgerekirken bunun aksini yaptığı gerekçesiyle bir dostu tarafındaneleştirildiğini belirterek bu eleştiriye kendisinin nasıl bir vatansever olduğunuaçıklayan aşağıdaki cevabı veriyor."İnsanları sevmek gibi memleketi sevmenin de tek şekli yoktur. Aşkvardır ki cezbeye benzer; insana sevdiğini hiçbir eksiği olmayan bir idealgibi gösterir. Bu belki aşkın en makbul şeklidir. Fakat öylesi de vardırki karanlıkta nöbetçi gibi daima pusuda ve kuşkudadır; en ehemmiyetsiz gölgeve pıtırtıdan evhama düşer.Gene aşkın öylesi vardır ki sevdiğinde kusur görmeye tahammül edemez.İyi giden taraflardan ziyade aksayan ve geri kalan tarafları görmeğe ve bunlardanendişe duymaya meyleder.Bu nihayet bir kabiliyet ve istidat meselesidir ve zannediyorum ki saydığımsevgi çeşitlerinin hepsi bir memleket için ayrı ayrı lâzımdır; faydalıdır.Ben herhalde bu son katagoriden bir insan olacağım ki aşkın bu tarzını,sakat, geri ve tehlikeliye arka çevirmeyen, idealist bir aşkı daima üstün tutuyorum."( 56 )Bu cevabı ile aym zamanda, görmezlikten gelmekle meselelerin çözümlenmeyeceğinide açıklamış oluyor.56 Anadolu Notlan, s. 95


MESÎHÎ'NİN HAYATI, ŞAİRLİĞİ YE ESERLERİMİNEMENGİDivan şiirinin gelişme devriyle ilgili belgelerin bir kısmı son yirmi beşyıl içinde bilim âleminin hizmetine sunulmuştur. Örneğin Şeyhî DivanınıTetkik, Hayâlî, Necâtî, Ahmed Paşa ve Zâtı divanlarının 1 tenkitli metinleriyle,Divan edebiyatının klâsik bir biçime dönüştüğü çağın önde gelen ustalarınıneserleri ortaya çıkmıştır.Şüphesiz geriye yapdması gereken pek çok iş kalmıştır. Özellikle, aynıçağın ikinci sırada yer alan şairlerinin divanlarının da güvenibr metinler halindeortaya konulmaları gerekir. Zira, usta şairlerin tarzları ve şiire getirdikleri,ilk kez ikinci sırada yer alan şairler tarafından tanınmış ve onların taklitleriylegerçek dehaların görülebilmeleri ve takdir toplamaları mümkünolmuştur. Ayrıca, Divan edebiyatında bir devrin anlaşılması ve değerlendirilmesi,tezkirelerde o devirle ilgili olarak adları verilmiş olan yüzlerce şairingözden geçirilip değerlendirilmesini gerektirir. İşte bu nedenle, üzerinde şimdiyekadar ciddî bir çahşma yapılmamış olan 15. yüzyılın ikinci yarısındayaşamış şairlerden Mesîhî'nin şairliği, Divanı ve Şehr-engîzi üzerinde durduk.HAYATITezkirelerden Sehî, Latîfî, Âşık Çelebi, Kınalızade, Riyâzî ve Beyânîşair hakkında eksik ve birbirini tutmaz bilgiler verirler. Esasen son üç tezkire,Sehî, Latîfî ve Âşık Çelebi tezkirelerinde söylenenleri yeni biçime sokaraksunmaktan öteye gidememişlerdir. İslam Ansiklopedisinin Mesîhî maddesinde2 şairin hayatiyle ilgili az bilgi verilmiştir. Hammer 3 ve Gibb'in de 4 Mesîhîhakkında söyledikleri fazla bir şey değildir.1 Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan, Şeyhi Divanını Tedkik, ist., 1934-36Prof. Dr. A. Nihad Tarlan, Hayâlî Bey Divanı, ist., 1945Prof. Dr. A. Nihad Tarlan, Necatî Beg Divanı, ist., 1963Prof. Dr. A. Nihad Tarlan, Ahmed Paşa Divanı, ist., 1966Prof. Dr. A. Nihad Tarlan, Zâtî Divanı, ist., 19682 Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, islâm Ans,. C. VIII, s. 124-1263. Josef von Hammer-Purgstall, Geschichte der Osmanischen Dichtkunst, c. I, s. 2974 E. J. W. Gibb, A History of Ottoman Poetry, c. II, s. 226-228


110 MİNE MENGİKaynaklarda adı İsa ya da Mesih 1 olarak verilen şairin doğum yeri, birSırp şehri olan Priştine'dir. Doğum tarihi, ailesi ve sosyal durumu hakkındakaynaklardan hiç bir bilgi edinemiyoruz. Genç yaşında istanbul'a gelerekmedrese öğrenimine başlıyan Mesîhî'nin, sonraları hattatlığa merak sardığınıve bu sanattaki ustalığı dolayısıyle devrin sadrazamı Hadım Ali Paşa'nındivan katipliğine atandığını öğreniyoruz. Başlangıçta Ali Paşa'nın teveccühünükazanan Mesîhî, sonraları düzensiz yaşayışı ve görevindeki dikkatsizliğinedeniyle Paşa'nın gözünden düşmüştür. Âşık Çelebi'nin dediklerine bakılırsa,Mesîhî sefih bir hayat sürmüş ve mesleğinde ilerlemekten çok dünyadankâm almağa bakmıştır. Hadım Ali Paşa'nın 917 (1511) de çıkan Şiîayaklanmasını bastırmak amacıyle Şah-Kulu'na karşı yaptığı savaşta öldürülmesiüzerine bir süre hamisiz kalan Mesîhî'yi daha sonra Tacizade CaferÇelebi'nin ilgisini çekme çabaları içinde görüyoruz. Mesîhî bu amaçla enbaşarılı kasidelerinden birini Cafer Çelebi'ye sunar 2 . Belki de bu yakarışınınsonucu olarak, şaire Bosna'da ufak bir tımar verilir. Ancak, şair durumdanmemnun değildir.Ben senün bendelerün defterine geçmiş iken 3Ne revâdur bana pâ-bend ola cüz'î tımârEhl-i tımârum velî bimâra döndüm himmet it 4Ey tabîb-i cân u dil bulsun mizâcum i'tidâl918 (1512) de Bosna'da maddî sıkıntı içerisinde ölen Mesîhî, ölümündenkısa bir süre önce Yavuz Sultan Selim'in himayesine girmeğe çalışmıştır.Ancak, Yavuz Selim kardeşi Ahmet'le yaptığı taht kavgası nedeniyle şairleilgilenememiştir.ŞAİRLİĞİÂşık Çelebi, Mesîhî'nin; "Divan şiirinin temeHni atan Ahmed Paşa'dır.İlk temel taşı Necatî, ikincisiyse Mesîhî'dir". diye sözünü eder. Mesîhî, 15.yüzyılın şairleri arasında seçkin bir yer tutmamakla birlikte, onun Bâkî öncesiDivan şiirindeki değeri ve önemi su götürmez bir gerçektir. Aşık ÇelebiX Yalnızca Sehî tezkiresinde şairin adı Mesîh olarak verilmiştir. Sehî, Heşt-behişt, İstanbul,1325, s. 1092 Kaside-i râiyye, Divan 6b, ist. Üniv. Ktp. no 8093 Divan, Kaside 8/494 Divan, Kaside 13/28


MESÎHÎ'NİN HAYATI, ŞAİRLİĞİ VE ESERLERİ 111ve Beyâuî, Mesîhî adı üzerinde oynayarak, onu şiire taze bir ruh vermesindendolayı İsa'ya benzetirler. Âşık Çelebi övgüsünde daha da ileri giderek Mesîhî'yi Zâtî'ye tercih ettiğini söyler. Ona göre Zâtî sanat yönünden ustadır, amaMesîhî de içten, sade ve orijinaldir 1 . Âşık Çelebi'nin bu tarz bir kişisel yargıyaneye dayanarak vardığını bilmek güçtür. Yakın çağdaşların hepsi aynı kanıdamıdır? Yoksa, Âşık Çelebi sadece kişisel beyeninin etkisi altında mı kalmıştır?Çağın diğer şairlerinin divanları da elimizde hazır bulunmadıkça güçlüksürüp gidecektir. Latîfî de Mesîhî ile Zâtî'nin biribirlerini tanıdıklarını ve birseferinde Zâtî'nin Mesîhî'yi tarzını taklitçilikle suçladığım yazar 2 .1450 ile 1600 yılları arası Divan şiirinin gerçek başlama devridir. Budevre edebiyatının özünü, dünyevî zevk, içki ve aşkın verdiği haz ve bunlarınyanısıra az da olsa felsefî düşünce oluşturur. Mesîhî de, çağının bir temsilcisiolarak aynı tutkulardan esinlenmiştir.Yazmadı çünki Hudâ defter-i 'ömri bâkıCâm-ı la'lün berü sun canlanalum ey sâkîOl safâdan pür idüp na're ile âfâkıMest-i lâ-ya'kıl olalum yakalar çâk idelümMesîhî zâhid o dünyâyı medh ider ammaNe hoşça 'âlem olur bu cihânı höş görelümAncak, Mesîhî'de maddî hazların ifadesi yanında, insanoğlunun boş hayatçabasından, kader çizgisinin değişmezliğinden, dünyanın devamsızlığıve geçiciliğinden dem vuran söyleyişlere de rastlanır.Basiret ile gözet kim mahall-i hâdisedürBulur mı kimsene lutf u kılur mı kişi huzür1 Âşık Çelebi, Meşâirü'ş-şu'arâ, Süleymaniye, no. 268, s. 166a-167b2 Latifi, Tezkiretü' ş-şu c arâ, 309-311Ey Mesîhî her biri c ırz uğrusı 'ayyârdurŞehr-i şi'rün şâhısun bir dürlü dahi oldı işMülk-i nazm-ı Zâtînün uğurlanup ma'nâlarıGirüben divânuna tebdil-i süret eylemişMesîhî'nin Zâtî'ye cevabı şöyle olmuştur:Sanman a ma c nâ-yı nâdâna ben el uzadamDegülüm tıflı ki hâyide idinem iftarTendeki rüh bana 'âriyyeti olduğı-çünGünde bin kez iderüm kendi hayatumdan 'ar


112 MİNE MENGİCihân ne kişiye el virdi k'itmedi pâ-mâlZaman ne kimseye lutf itdi k'itmedi makhürDönersin bir yana ey zülf sen deBenüm 'ömrüm gibi muhkem degülsinZamane saltanatından bekâ uman görsünKi kanı Husrev ü Dârâ vü Kayser ü TekfurDivan edebiyatı genellikle, sanat anlayışı belli kurallara dayanan biredebiyattır. Geleneksel yapı, geleneksel biçimler üzerine kurulmuştur. Şairinsanat gücü, geleneksel ölçülere kendisinden bir şey ekleyip eklememesinegöre değişir. Mesîhî'nin de geleneksel biçimlere ve ifadeye bağlı kaldığınıgörüyoruz. Ancak, insanoğlunun sevincini ve kederini yansıtan şiirlerindegerçek bir duygulanma vardır. 0, duygu ve düşüncelerini yaldızlama çabasındadeğil, ama sadelik ve içtenlik yolundadır.Necib Asım, Mesîhî'nin divanında çağının sosyal hayatiyle ilgili izlererastladığını söyler 1 . Ancak, Mesîhî'nin bu bakımdan devrinin diğer şairlerindenhiç de farklı bir yapıda olmadığını görüyoruz.Mesîhî'nin şiir dilinin nasıl olması gerektiği konusunda neler düşündüğünüortaya koyacak ber bangi bir ipucuna Divanında rastlamıyoruz. Ama,Arapça ve Farsça kelimelerin sınırlı kullanılışına bakarak, onun dilde sadeliktaraftarı olduğuna hükmediyoruz. Ancak, bu bir bakıma, Arapça ve Farsçanınşiir ve nesir dilinin hizmetine girmesinin Mesîhî'nin devrinde başlaması,esas gelişmesinin ise takip eden iki yüzyılda olmasıyle ilgilidir. Öte yandan,Mesîhî'nin medrese öğrenimini tamamlayıp tamamlamadığını bilmememizerağmen Farsça ve Arapçayı her iki dilde de şiir yazabilecek güçte bildiğinianlıyoruz.Divanında şair, sık sık sade söyleyişlere halk arasmda yaygın olarakkullanılan deyim ve atasözlerine de yer vermiştir.Gönül gözden kaçup bezmüne vardıKaçup yağmurdan uğradı toluyaSâki şu denlü turdı gice hidmetünde kimİndi surâhînün kara sular ayağına1 Necib Asım, Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası, e. I. s. 300-308


MESÎHÎ'NİN HAYATI, ŞAİRLİĞİ VE ESERLERİ 113Fâş eyleyüben sinedeki âteş-i c aşkıEy eşk Mesihînün ocağına su koymaBir büseni alınca gelür cânum agzumaBir tırün irişince gönülden neler geçerElde mey tutduguma ta'n itme ey zâhid sakınKim olur kendü elinde her kişinün hürmetiSür sem müjemi n'ola itüfi izine sensüzGülzâr-ı cihan içre gül olmaz çu dikensüzIçdügince kızarur ol sanem-i sımın-berMeydürür dirler ise n'ola kişinün mihekiVar ey tamâm dirilen âdem ko da'vâyıEksüklügi gerek kişinün k'ol tamâm olaDivan şiirinde vezin ve kafiye, içinde şairin düşünce, duygu ve hayallerininbiçimlendiği değişmez kalıplardır. Divan şairi, şiirini yaratırken kelimelerini,veznin ve kafiyenin değişmez kalıpları ve kuralları içine, sanat gücününyettiği nispette dökmek zorundadır.Mesîhî aruzun çeşitli kahplarını kullanmıştır. En çok kullandığı remel,muzâri ve hezec bahirleri, çağın diğer şairlerinin de rağbet ettiği bahirlerdir.Divanının kasâid bölümünde bulunan 22 kasidede vezin dağılımı şu şekildedir.Remel; Rl: -.--/-.—/-.--/-.•R2; ..--/..—/..—/.,Muzâri; Mİ: --./-.-./.— •/-•-Müctess: .-.-/..—/.-.-/..-Hezec; H2: --./.— ./.— ./.-7 kaside(—) 5 kaside5 kaside(—) 4 kaside (biri Farsça)1 kasideKasâid bölümünün sonunda yer alan, şairin Hadım Ali Paşa için yazmışolduğu, terkîb-i bend biçimindeki mersiye R5: ..—/ ..—/..-(--) vezniyleyazılmıştır. Bu mersiyenin öz ve biçim yönünden benzerlerine Necatî ve AhmedPaşa Divanlarında da rastlıyoruz. Ancak Mesîhî çağdaşlarından mersiyedekullandığı R4 vezniyle ayrılır. Mersiyenin kısa mısralarla kurulmuş olması,hem Mesîhî'nin şiirine daha lirik bir eda kazandırmış, hem de Divanınbir özelliği olmuştur.Mesîhî, Divanının gazeliyat bölümünde ise 3 ü Farsça ve 3 ü murabbaolmak üzere toplam 287 gazelinde 7 değişik bahirin 15 ayrı vezinini kullanmıştır.


114 MİNE MENGİRemel(R)R1R2R3R4-/-.—/_.__/_._-—/..—/•—/••- (-) 3367 gazel112Muzâri(M)Mİ:--./-.-./.--./-.- 67M2:--./-.--/--./-.— 2Hezec(H)H1H2H3Hafîf(Haf).—/•—/.—/•—69ıo— ./.— ./.— ./.— 27.—/.—/.— 4582Haf:-.—/.-.-/..- (—) 5Müctess(Müc)Müc:.-.-/..—/.-.-/..- (—) 9Recez(Rec)Reci:--.-/.—.-/--.-/—1Rec2:—.--/--.-- 1Mütekarib (Müt)Mütl:--/.--/.--/.-- 1Müt2:.—/.—/ .—/.- 12


MESÎHÎ'NİN HAYATI, ŞAİRLİĞİ VE ESERLERİ 115Genellikle Mesîhî aruzu kullanırken başarılıdır. Birkaç yerde rastladığımızhatalı kullanışlar ise yüzyılın diğer şairlerinde de görülür.Divanında kendini redif bulma zahmetine sokmayan Mesîhî'nin, 22kasidesinden sadece 5i, gazellerinin de üçte biri (162 gazel) rediflidir. Rediflerinde çoğu, hançer, hilâl, aşk, nergis, gönül v.b. gibi Divan şiirinde ahşılagelmişredif kelimelerinden yapılmıştır.Şairin kafiye seçiminde ise Divan şairlerinin çoğu kez dikkat ettiklerikafiye yapılan kelimlerin aynı gramer grubundan olmaları kuralının zamanzaman dışına çıkıldığını görüyoruz.1 . Ger tende zahm-ı tîrün aça ser-be-ser dehenSana du alar eyleye ey dost her dehen2 . Mahbüblarda olmasa dürc-i dürer dehenGöstermez idi söze gelicek güher dehen3. Perkâr gibi küyunı çigzinmez idi dilNokta misâli olmasa sende eger dehen4. Alüde eyleyüp mey-i telh ile la'lüniLutf it acıtma cânumuzı ey şeker-dehen5. Bir büse istesek bize yokdan gelür lebünBenzer ana bu şiveyi ta'lim ider dehen6. Sen gül-ruha ağız haberin dimege şehâAçmış sabâ yeline seher goncalar dehen7. Her beyti gül budağına benzer MesihînünKim uçlarında goncadan ola birer dehenDivan şiirinin kafiye anlayışıyle ilgili olarak sözünü edeceğimiz diğerbir özellik de, kaside gibi uzun bir nazım şekbnde aynı kafiyenin ard ardaolmamak şartıyle, bir kaç kez kullanılabileceği meselesidir. Mesîhî, Divanşairine tanınan bu kolaylıktan sadece kasidelerinde değil gazellerinde de faydalanmıştır.1 . Çarhun sıfatın gömgök idüp sille-i âhumHer gice yüzin kara kılur düd-ı siyâhum2 . Bâr-ı gam-ı hicrân ile itdün çu beni dengBildür bileyin ben de nedür bâri günâhum3. Nâİişlerümi eyleme inkâr kolupdurKüyundaki herbir der ü dıvâr güvâhum


116 MİNE MENGİ4. Ger hasret-i şemşırün ile hâk olur isemSüsen gibi keskin bite kabrümde giyâhum5. Kapunda beni suçlu çıkarma kerem it kimBu bâbda yokdur benüm ey dost günâhum6. Ben kanumı da'vâ ider iken kılıcındanTîri irişüp eyledi mecruh güvâhumESERLERİMesîhî'nin eserleri sayılıdır. Pek hacimli olmayan bir divanı, bir şehrengîzive bir de Latîfî tezkiresinden edindiğimiz bilgiye göre, yüze yakınmektuptan oluşan Gül-i Sad Berg adlı mensur eseri vardır.Divanın görebildiğimiz yazma nüshaları şunlardır: 1A: British Museum, Or, 1152. (Charles Rieu, Catalogue of the TurkishManuscripts in the British Museum, London, 1888, s. 171)B: British Museum, Arundel Or. 18. (Rieu, yukarıda adı geçen katalog,s. 172)C: John Rylands Library, Manchester, Turkish Manuscripts, no 62. 534varakbk bu yazma eserde 15. ve 16. yüzyıl şairlerinden on dördününündivanları bulunmaktaddır. Mesîhî Divanı 2b-92a arasında yer almıştır.D: İstanbul <strong>Üniversitesi</strong>, no. 809. (İstanbul Kitaphkları Türkçe YazmaDivanlar Katalogu, I.c., İstanbul, 1947, s. 87)E: Süleymaniye, Lala İsmail Efendi, no. 483. (Divanlar Katalogu, I.C.,s. 88)Bu nüshalardan sadece B 20 Rebîü'l-âhir 938 tarihini taşımaktadır. Ancak,C nüshası hariç tutulmak şartıyle, diğer üç nüsha 16. yüzyılın başlarındaistinsah edilmiş gibi görünmektedir. Şairin bütün uzun şiirlerini atlayan Bnüshasmdan başka bütün nüshalarda, Mesîhî'nin hayatmın son yıllarındayazdığı kasideler-Sultan Selim ve Cafer Bey için yazdığı (ünlü Bahariyesi)ve Ali Paşa içİD yazdığı mersiye bulunmaktadır. Bu noktadan hareket ede-1 İstanbul Kitaplıkları Türkçe Yazma Divanlar Katalogunda yukarıda verdiklerimizdenbaşka Divanın şu nüshaları da verilmiştir...a İst. tîniver. Ktb. T. 668b Atıf Ef. Ktb. 2054/13


MESÎHÎ'NİN HAYATI, ŞAİRLİĞİ VE ESERLERİ117rek, orijinal nüshanın Mesîhî'nin 917 de ölümünden hemen kısa bir süreönce, kendisine yeni bir hami aradığı tarihlerde, bütün edebî gücünü ortayakoyma çabası içerisinde bulunuşunun bir delili olarak yazddığmı söyleyebiliriz.Ancak yukarıda bildirdiğimiz nüshalardan hiç biri bize orijinal nüshaizlenimini vermedi.Divan ahşa geldiğimiz biçimde düzenlenmiştir. Kasideler tarafındantakip edilen bir münacatla başlar. Divanın kasaid bölümü oldukça uzundur 1 .Mesîhî'nin edebî uğraşısının verimli devri II. Bayezid'in hükümdarlık yıllarınarastlar. Daha sonraları şair, hayatını sürdürme çabası içerisinde, devrinilerigelenlerine ard arda kasideler sunmuştur. Bu nedenle kasidelerinin birkaçıhariç, diğerlerinde Mesîhî'nin başarısı azdır.Genellikle gazel, Divan şairleri tarafından tutulan ve tutulduğu ölçüdede bol kullanılan bir nazım şeklidir. Düşünceden çok duygu ve hayalin yoğunolduğu gazelde, şair tema seçiminde de serbesttir. Çoğunlukla Divanşairinin başarısı ya da başarısızlığı gazellerinden anlaşılır. Divanının en uzunbölümünü meydana getiren Gazeliyat bölümünde Mesîhî, gazellerini biçimlendirirken,çağının şiir anlayışının dışına çıkmamış, ancak, öze, neşeli, duygusal,sade ve içten yaradılışının damgasını vurmayı başarmıştır.Divanında ayrıca bir kaç murabba 2 , bir terkib-i bend, mukattaat vesonda da müfredat vardır.Divanından başka, Mesîhî'nin bilinen en ünlü eseri Şehr-engîzidirBu tür şiire neden şehr-engîz adı verildiği belli olmamakla birlikte, şehrengîzkelimesi bir şehrin halkını öven ya da yeren manzum eser anlamınagelir, Mesîhî'nin kaygusuz, rind ve derbeder yaradılışına ve hayatına bakarak,bazı tenkitçiler Islâmî edebiyatta şehr-engîz türünde ilk eserin Mesîhî'ninki olduğu kanısında birleşirler. Bu düşüncenin sahiplerinden biri olanGibb 3 , Şehr-engîz hakkında içinde mübalağa payının bulunduğu şüphe götürmeyenövgü dolu sözler eder. Oysa E.G. Browne ve Hammer'in bu noktadaki1 Mesîhî kasidelerini aşağıdaki kişilere sunmuştur:II. Bayezid (4)Mir Bedreddin (1)Yavuz Sultan Selim (1)Mehmed Çelebi (1)Hadım Ali Paşa (1)Ahmed Çelebi (1)Tacizade Cafer Çelebi (6)Yunus Beg (1)Hasan Paşa (1)2 Bahar redifli murabbası, Sir William Jones tarafından yapılan Latince çevirisiyle birliktePoeseog Asiaticae Commentariorum= Libri sex, cum appendice'de çıkmıştır. (Leipzig, 1774)3 E. J. W. Gibb, A History of Ottoman Poetry, C. II. s. 226-228


118MİNE MENGİgörüşleri ayrıdır. Browne'a göre, Gibb'in dediği gibi şehr-engîz türünün Türkedebiyatının buluşu olduğu ve İran edebiyatında benzeri bulunmadığı kanısıyanlıştır. Sam Mirza'nın 957 (1550) de çıkan Tuhfe-i Sami'sinde, şehr-engîztürüne benzer eser vermiş Vahidî ve Harfî mahlaslı iki şairden söz edilir.Bunlardan ilkinin eseri Tebriz, ikincisininki ise Gilaıı hakkındadır. E.G.Browne'nin kanısına göre bu iki eser Mesîhî'nin Şehr-engîz'indeıı sonra yazılmışolabibr. Ancak adı geçen Şehr-engîzlerin İran edebiyatı için bir yenilikve buluş oldukları hakkında hiç bir kayıt yoktur 1 . Bu da o tarihlerde Iranedebiyatının bu türe yabancı olmadığını tanıklar. Hammer ise Mesîhî'ninçağdaşlarmdan Fakirî'nin, Türk edebiyatındaki ilk şehr-engîz yazarı olduğunusöyler 2 .Gerçekten şehr-engîz türünün Mesîhî tarafından yaratıldığı konusundakuşkulanmak gerekir. Agâh Sırrı Levend, "Türk Edebiyatında Şehr-engîzlerve Şehr-engizlerde İstanbul" adlı eserinde, Zâtî'nin Mesîhî'ninkiyle aynı tarihlerdeortaya koyduğu Şehr-engîzine dikkati çeker. Ancak Agâh Sırrı LevendŞehr-engîzlerin karşılaştırılmasında derine inmemiştir. Her iki eserin sadecevezinleri- (H3) Mefâîlün / mefâîlün/ feûlün- aynı olmakla kalmayıp, Edirneile ilgili olarak verilen kişiler de aynıdır. Nalbendoğlu Ahmed, Tâlib-i ilm Mahmudv.b. gibi. Bu kişilerin tasvirleri Zâtî'ninkinde de Mesîhî'nin Şehr-engîzindeolduğu tarzda tasvir edilmektedir 3 . Gerçekte her iki eserin de şairlerininaralarında geçen eğlenceli bir sohbet sonunda ortaya konmuş olduğu izleniminiuyandırmaktadır.Gördüğümüz yazma nüshaların hiç birinde esere ad verilmemiştir. Şehrengîzinyazılış tarihi de eserde belirtilmemiştir 4 . Ancak büyük bir ihtimalleŞehr-engizin yazılış yeri Edirne'dir.Eser üç bölüme ayrılır. Münâcât, tasvir ve hâtime. Münâcât alışılagelentarzda olup şairin günahlarını sayıp dökmesine ve suçlarının bağışlanmasıiçin Tanrı'ya yakarışına ayrılmıştır. Daha sonraki beyitlerde de gece ve gün-1 E. G. Browne, A Literary History of Persia, C. IV. S. 2372 J. von Hammer-Purgstall, Geshichte der Osmanischen Dichtkunst, C. I. S. 2973 Lala İsmail Ef. Ktp. 443 numaradaki Zâtî'nin Şehr-engizinin tümünün bulunduğu metinüzerinde çahşmak mümkün olmamıştır. İki eser arasinda yapılan mukayese Bayezid Umumî Ktp.3595 numaradaki eksik metin üzerinden yapılmıştır.4 A. Sırrı Levend, Üniversite Ktp. no. 1532 deki Mesîhî Divanı nüshasında bulduğu "Azimetkerden-i Sultan Selim Han der Şehr-i Edirne" adlı başlığa dayanarak Şehr-engizin yazılıştarihini 918 (1512) olarak verir.


MESÎHÎ'NİN HAYATI, ŞAİRLİĞİ VE ESERLERİ 119düz tasvirine yer verilir. Tasvir bölümünün en sonunda Edirne gençlerinintanıtılması yer alır. Bu kişilerin adları ve meslekleri bildirildikten başka bazılarıhakkında kısa mizahî ifade kullanılmıştır. Bu arada kişi adlarının müslümanolması ve hepsinin toplumun orta tabakasından gelmeleri dikkatiçeken bir noktadır. Gençler dükkânlarda çalışır, ya da dükkân sahiplerininoğullarıdır. Dua bülümünden sonra mesnevi iki gazelle sona erer. Eserin tamamı178 beyittir.Divanındaki manzumelerin çoğuyla mukayese edilirse Mesîhî'nin Şehrengizdeüslûbunun daha sade ve dilinin konuşma diline daha yakın olduğugörülür.Mesîhî'den bahseden tezkire yazarları içerisinde sadece Latîfî, şairinGül-i Sad-Berg adlı mensur eserinin varlığından söz eder. Üstelik Latîfî'nindediğine göre eser devrinde ilgiyle karşılanmış ve rağbet görmüştür. BursalıMehmed Tahir de eserin bir yazma nüshasının Nuruosmaniye Kütüphanesindebulunduğunu yazar. Ancak M. Tahir'in' sözünü ettiği yazmanın gerçektenbu eser mi yoksa aynı ad altındaki başka bir eser mi olduğunu araştırmakfırsatını bulamadık. Ayrıca Prof. Abdülkadir Karahan'ın 2 Üsküdar SelimAğa Ktp. bulunduğunu söylediği eserin yazma nüshasmı da göremedik. KâtipÇelebi'nin 3 Nakşibendî şeyhi Mahmud b. Edhem'in Gülşen-i İnşa adlı eserininbir modeli olduğunu söylediği Gül-i Sad-Berg'in Divan nesrinin ilk ürünleriarasında bir yeri olup olmadığını bu nedenle bilemiyoruz.t1 Bursalı M. Tahir, Osmanlı Müellifleri, C. I. S. 1602 A. Karahan, İslâm Ans. Mesîhî Mad.3 Kâtip Çelebi, Keşfü'z-zünûn , C. II, S. 1505


OSMANLI TARİHÎNE ADI KARIŞAN SAZ ŞAÎRÎKORO&LÜCAHIT ÖZTELLIÜzerinde epeyi araştırma ve tartışma yapılan saz şairlerinden birisi deKOROĞLU'dur. İlk kaynak olarak onu haber veren Evbya Çelebi olmuştur1 . Daha sonra Köprülüzade Mehmet Fuat, Evliya Çelebi'nin " bahsettiğiKoroğlu'nun Köroğlu olacağını ve bir tabı yahut istinsah hatası olarakbu şekilde zikredildiğini zannediyorum" diyerek onu anmıştır 2 . Pertev NailiBoratav da Köprülü'nün ileri sürdüğü "tabı ve istinsah hatası" görüşününündoğru olmadığını, Beşir Ağa nüshasında, Evliya'nın Köroğlu ile Koroğlu'nubirlikte andığını söyler, başka bilgi vermez 3 .Koroğlu'nun varlığı üzerindeki bu küçük tartışmadan sonra FevziyeAbdullah (Tansel), şairin dokuz şiirini yayımladı. Böylece Koroğlu'nun varlığıkesinlikle ortaya çıkmış oldu 4 . Yine de şairin yaşantısı hakkında bilgiverilememişti. Merhum Sadettin Nüzhet de bir vesile ile şairin adını anar 5 .Yine aynı yazar ilk olarak şairin hayatını aydınlatıcı ilk haberi verdi 6 . Bundansonra uzun süre bir araştırma olmadı. 1952'de Koroğlu'nun yedi şiiriyayımlandı 7 . Burada da Sadettin Nüzhet'in Çınaraltı'nda çıkan yazısı görülmediğiiçin yeni bilgi verilmemiştir.Bundan sonra ben bir yazı ile o güne kadarki bibliyografyayı vermiş,ayrıca S. Nüzhet'in Çınaraltı'da çıkan yazısını araştırıcılara haber vermiş-1 Evliya Çelebi Seyahatnamesi, C.I, s. 638; C. 5, s. 282.2 XVI. Asır Sonuna Kadar Türk Sazşairleri, s. 47; 1930. Ve aynı yazar, Kayıkçı KulMustafa ve Genç Osman Hikâyesi, İst. 1930, s.5. Merhum, bu eserinde bir kere daha Koroğlu'nuanar.3 Köroğlu Destanı, s. 120; 1931.4 Ülkü, C. 16. sayı 95; 1941.5 Türk Musikisine Dair Notlar, Türklük, sayı 14-15; 1940.6 Çınaraltı, sayı 8; 1941.7 Hasan Eren, Türk Saz Şairleri Hakkında Araştırmalar I, (Köroğlu), <strong>Ankara</strong> Dil veTarih-Coğrafya Fakültesi Yayını, 1952.


122 CAHİT ÖZTELLİtim 8 . Bu yazımdan sonra yeni bilgilerle yeni şiirlerini yayımladım 9 . Dahasonra bu yazımı görmeden iki yazı çıktı ve eski bilinenleri yeniledi 10 .Bu yazımızda eski bilinenlerle birlikte yeni bulduğumuz belgelerle şiirlerinintümünü vereceğiz. Böylece kırk yıldan beri sürüp gelen araştırmalarlaKoroğlu'nun yaşantısı ve şiirleri topluca ortaya konmuş olacaktır.Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinin birinci cildinde, zamanın ünlü çöğürcülerindensöz ederken andığı saz şairleri arasmda Koroğlu'nu da haberverir. Şöyle sıralar saz şairlerini: Demiroğlu, Molla Hasan, Koroğlu, GedâMuslu, Kara Fazlı, Celeb Kâtibi, Sarı Mukallit, Kayıkçı Mustafa, Celeb Gedâyi,Hâkî, Türabî... Yine Seyahatname'nin beşinci cildinde bir kere dahaKoroğlu'nu iyi çöğür çalanlar arasında anıyor.Koroğlu ve İkinci Sultan Osman Faciası:Sultan Genç Osman'ın öldürülmesi (1622) dayına tanık olan ve SultanOsman'ın yerine Sultan Mustafa'yı geçirmek için Mustafa'nın kapab bulunduğuyerin tavanını delip aşağı inerek ilk "biat" edenlerden birisi olan, Tûgîmahlâsmı kullanan, Yeniçeri Solak Hüseyin, bu olayla ilgili bir eser yazmıştır.Eserin adı bir nüshaya göre "Musîbetnâme" başka bir nüshaya göre de"İbretnümâ"dır. Kâtip Çelebi "Fezleke"sinde bu Tûgî tarihinden çok yararlanmıştır.Naimâ da Fezleke'den alarak kendi tarihine aktarmıştır.Sultan Osman olayları için en sağlam kaynak Tûgî'nin eseridir 11 . Bueserde konu ile ilgili bölümü özetliyorum.Sultan Osman öldürülmüştür. Aradan bir zaman geçer. Yeniçeri ve Sipahilerdivanda toplanırlar. Padişahın katilinin yakalanması ve cezalandırılmasınıisterler. Sadrazam Davut Paşa yakalanır. Kapıcılar odasında o gecehapsolunur. Ertesi sabah başı vurulacak. Padişahın bacısı Davut Paşa'nınkarısı idi. Kocasmı kurtarmak için ondan rica etti. Kabul olunmadı. Bununüzerine Yeniçeri ocağına başvurmayı uygun buldular, para dağıttılar. "Kırküçüncü Ağa Bölüğünde Bokçu Murad'a ve ÇÖĞÜRCÜ KOROĞLU ve AşçıHasan ve Kayıkçı Mustafa ve Çalık Mehmed'e ve Altuncu Oğlu Muslu ve8 Türk Folklor Araştırmaları, C. 2, sayı 40; 1952.9 Türk Dili, C. XIX, sayı 209, 1969; T. Folklor Araştırmaları C. 12, sayı 238; 1969.10 F.A.Tansel, Halil adlı iki saz şairimiz hakkında elde ettiğimiz yeni bilgiler ve yenişiirler (10 sayılı not), Belleten (Türk Tarih Kurumu), C. 36, sayı 142; Nisan 1972; Prof. Dr.Şükrü Elçin, Saz şairlerinden Koroğlu Hakkında, Türk Kültürü, sayı 115, Mayıs 1972.11 Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, Belleten, 1967.


KOROĞLU 123bunlara benzer yüz miktarı Yeniçeri ve Sipahiyandan Cerrah Zade MehmetÇelebi ve Feridun Efendi, bunlara benzer Davut Paşa tevâbiinden nice adamlartedarik olunup ol gece cellada ziyade filori verilip ""Tamam bu tedarik görülüp yarındası gün divan-ı hümâyunda ol denlüadam cem oldu ki, yevm-i haşrden nişan verdi. 01 gece, zikrolunan cumhurunnakit almışları, divan halkının önünde durup..." Davut Paşa'nın boynunasatır ineceği sırada "mahut olan ihsan dîdeler "sakın vurma" diye bağırdılar.Çoğunlukta olan karşı taraf "elbette vur" diye bağırdılar. Büyük kavga oldu.Bu sırada para alanlar Davut Paşa'yı "meydan-ı siyasetten kaptılar"Tûgî'nin eserinden kimi yerleri olduğu gibi aldığımız ve özetlediğimizbölümden şu sonuç çıkıyor. Sultan Osman olayına karışan Çöğürcü Koroğlu,Yeniçeri Ocağı'nın Kırk Üçüncü Ağa Bölüğündedir. Sadrazam Davut Paşa'-nın güvenilir adamlarındandır. Her halde sözü geçen bir .subay olmalıdır. İşbaşarmakta ileridir. Koroğlu, Çöğür çalmakta usta olduğundan "Çöğürcü"lâkabı ile anılmaktadır. Evliya Çelebi usta çöğürcü olduğunu iki yerde söyler.Koroğlu Zindanda:Sultan Mustafa hasta olduğundan tahtan indiriliyor, yerine henüz oniki yaşında olan IV. Murat geçiyor. Ama, çocuk olduğu için yerine anası bakıyorişlere... Bu durumda Yeniçeri zorbaları koca şehri haraca kesiyor, zenginlerisoyuyordu... Sultan Murat yirmi yaşına gelince korkunç bir irade gücüile devlet yönetimini eline aldı. İlk iş olarak da kardeşi Osmanı ve gözleriönünde sadrazamını öldüren zorbaların elebaşılarını ortadan kaldırdı. Tarihlerbunları uzun uzun anlatırlar.Bu arada Sultan Osman'ı öldürten Davut Paşa'nın adamı zorbabaşılardanolan Koroğlu da kendini kurtaramayacaktı. Bunun için önce hapsedilmiş,sonra öldürülmüştür. Bunu yine Koroğlu'nun ilk olarak bizim yayınlamaktaolduğumuz şiirinden anlıyoruz.Tutuklu bulunduğu sırada söylediği şiirde Sultan Murad'a nasıl yalvardığıgörülecektir. Şiir aruz ölçüsü ile yazılmıştır. Bu da şairin aruz ile söylediğiikinci şiiridir.Feryat-nâmePadişahım kıl terahhum hasbeten-lillâh içünAhmed-i Mahmud-i Kasım can içünSon nefesde mümine nasib olan imân içünRahme gel devletlü Hünkâr, sen âzad eyle beni


124 CAHİT ÖZTELLİEbubekr, Ömer, Osman hem Ali, dört yâr içünMansur'um, pervane geldim, kabul eyle dâr içünGökte İsmail'e inen koç-kuzu kurban içünMürvet et hey Padişahım, sen âzad eyle beniKuds, Medine, Arafat, ol üç şehr içünHacıların gözünü çağı ....nur içünKara donlu Kabe'yi yapan Halillullah içünMürvet eyle hey Padişahım, sen âzad eyle beniKOROĞLU ey dür, gaziler, bu işler hak mıdırBen gedâyı Padişahım, bağışlamak çok mudurBir kulun ölmek ile dünyalar Hak mıdırRahme gel hey Padişahım, sen âzad eyle beniŞair, başına geleceği açıkça görmekte ve doğrudan doğruya padişahahitabederek yalvarmakta, onun din duygularına da dokunmaya çalışmaktadır.Ne çare ki, Murad'ın öç alma isteğini hiçbir şey yumuşatamayacaktır.Koroğlu zindanda yalnız değildir. Tûgî'den yukarıda adlarını aldığımız elebaşılardanÇalık Mehmed de onun yanındadır. Çalık Mehmed'in hapisde ikensöylediği iki şiirin ilk dörtlüklerini de alıyorum (bizim cönklerden).Bunca yıldır mahbus olup yatarızDostlar, kurtulacak zaman oldu muHasret döşeğinde hasta yatarızBeyler, Padişahtan aman oldu mu* **Bir dem hasret kıyamete kalmasınYâ Rab sen kurtar bizi buradanDostumuz ağlayıp düşman gülmesinYâ Rab sen kurtar bizi buradanKoroğlu'nun başı isteniyor:Sultan Osman'ın haksız ölümü üzerine Erzurum Beylerbeyi Abaza MehmetPaşa ayaklandı. Osman'ın öcünü alacaktı. Çevre valileri de kendisineuydular, büyük bir ordu toplandı. Anadolu'da ele geçen Yeniçeriler öldürüldü,yakalanmayanlar İstanbul'a kaçtılar. İstanbul büyük bir telâşa kapıldı.Özellikle Yeniçeriler korkuya düştü.Abaza Paşa, Sultan Osman faciasında Yeniçerileri suçlu buluyor, hepsinikıracağını söylüyordu. Bu arada Yeniçeri Kethudâsı Mehmet Ağa, gelentehlikeyi seziyor, hazırlıklar yapıyor, Yeniçerileri birleşmeye ve Abaza'nınüstüne yürümeye teşvik ediyordu. Bu çabaları haber alan Abaza Paşa, Ket-


KOROĞLU 125hudâya bir mektup yazarak, önce azarlayıp korkuttuktan sonra, elebaşılarınöldürülmesini istiyor. Bu arada Koroğlu ile birlikte Tûgî'nin adlarını saydığıkişilerin de kellelerini istiyor. Mektup şöyle bitiyor:" yahut katil Davut Paşa idi, bizim medhalimiz yoktur dersiniz, olmaddede medhali olanlardan Mehmet Ağa ve Hasan Ağa ve neferden AltuncuOğlu ve Aşçı Hasan ve Duacı Mehmet ve Gürcü Ali ve Bokçu Murat ve KOR-OĞLU 12 ve Kayıkçı Mustafa 13 ve Çavuşoğlu ve bunların emsali eşkiyayı katiedesin,cezalarını göreler vesselam," 14Abaza Paşa'nın bu tarihî mektubu da açıkça gösteriyor ki bizim âşıkKoroğlu, Sultan Osman olayına karışmış elebaşılardandır. O denli şöhretivar, ki tâ Erzurum'da bile biliniyor, birinci derecede suçlular arasmda adıgeçiyor. Tûgî'nin Davut Paşa adamlarmdan saydığı suçluların beşini de AbazaPaşa mektubunda sayıyor. Mehmet Ağa ile Hasan Ağa Yeniçeri subaylarıdır.Hemen anlaşılacağı üzere Abaza Paşa'nın ayaklanması ve bu mektubuyazması Sultan Murad'm yönetimi ele abp suçluları cezalandırmasındançok öncedir. Abaza Paşa İstanbul'a girip Osman'ın öcünü alamadı, zorbalardaha sekiz yıl kadar istedikleri gibi at oynattılar. Sonunda Sultan Murathepsinin hakkından geldi.Koroğlu'nunÖlümü:On yedinci yüzyılın ünlü divan şairi Cevrî (öl. 1654) Koroğlu'nun öldürüldüğünühaber veriyor.Merhum Sadettin Nüzhet bir makalasinde Koroğlu'nun ölümü için şunlarısöylüyor (Çınaraltı, sayı 8):"On yedinci asrın mâruf divan şairlerinden Çevri 15 , Dördüncü Murat devrinin meşhurmusiki üstatlarından bahseden Harem-i Hümâyunda olan hânende ve sazendeler vasfıdırserlevhah manzumesinde bir münasebetle Kuroğlu'nu 16 da zikretmektedir. DördüncüMurad'm huzurunda çöğür çalan Mehmed'i sitayişle takdim ederken:12 Basımda, ya dizgi yada okuma yanlışı olarak "Koroğlu" Kuruoğlu çıkmıştır. Tûgî veEvliya Çelebi doğru yazmış.13 Bunun ünlü Yeniçeri saz şairi Kayıkçı Kul Mustafa olduğunu sanıyorum.14 Naimâ Tarihi, C. 2, s. 313.15 Cevrî hakkında geniş bilgi için S.Nüzhet'in "Türk Şairleri, C. 3, s. 1052"ye bakınız.16 Şairin adının "Kuroğlu" yada "Koroğlu" olacağı konusu her yazıda tartışılmıştır.Bizce "Koroğlu" daha doğrudur. Bunun için 9 sayıh notta bildirilen yazımıza bakınız.


126 CAHİT ÖZTELLİÇöğürün böyle kemâlin görıcek şermindenAdem âbâda firar etti Kuroğlu nâçârdiyor. Şu halde Kuroğlu, Dördüncü Murat devrinin iptidalarında,yahut da biraz dahaönce vefat eden bir sazendedir. Cevrî, bu beytinde bir "hüsn-i tâlil" yaparak Mebmed'insanatındaki iktidarım yükseltmekle beraber Kuroğlu'nunşöhret ve ustalığını da inkâr etmemişoluyor. Bu yeni vesikaEvliya Çelebi'nin yanlış malûmat vermediğini ve Köroğlu'ndanbaşka Kuroğlu adıyla tanınmış değerli bir saz şairinin mevcudiyetini de sariholarak göstermekte ve devrini de tayin etmektedir."Dördüncü Murat, Sultan Osman olayından sonra pek havalanan zorbalarıdefter etmiş, intikam sırasını beklemişti. Buna da ancak 1632 yılında,yönetimi anasının elinden alarak başlamıştı. Bütün zorbaları yakalatarakbaşlarını vurdurmuş, cesetlerini denize attırmıştı.İşte, bu temizlik sırasında Koroğlu da padişahın hışmından kurtulamamıştır.Bu sıralarda yaşı en çok kırk olmalıdır. Bu erken ölümü dolayısıylaKoroğlu'nun şiirlerine pek az rastlanmaktadır. Yüzlerce cönk taradığım haldeancak, Sultan Osman ile Avcı Mehmet zamanlarında yazıldıkları kesinolarak bilinen birkaç mecmua ve cönkte şiirlerine rastladım. Bunun nedeniolarak, Sultan Murad'ın korkusundan, gerek halk arasında, gerek asker ocaklarındatürkülerinin söylenmemesini düşünmek yerinde olur. Yalmz, çöğürçalmaktaki ünü sürmüştür. Onun için Çevri onu anmış, daha sonra EvbyaÇelebi (ona yetiştiği sırada yirmi yaşında idi) sürüp gelen çöğür ustalığıdolayısıyla ve Sultan Murad'ın ölümünden sonra kitabına almıştır.Yukarıdan beri gösterilen gerek kendi şiiri (feryatnâmesi), gerek Tûgîve Naimâ tarihlerindeki kayıtlar, gerek Cevrî'nin sözleri, Koroğlu'nun birYeniçeri ve çöğür çalmakta çok usta olduğunu, Genç Osman olayına karıştığınıve ileri derecede işler başardığını, sonunda da kötü davranışları yüzündenöldürüldüğünü anlıyoruz. Böylece, pek az saz şairine nasip olacak derecedehayatı aydınlanmış oluyor. Tanrı günahlarım affetsin.Koroğlu'nun Şiirleri:Koroğlu'nun ebmizde yirmi şiiri var. Bunun dokuzu saym Fevziye AbdullahTansel tarafından Ülkü dergisinde yayımlanmıştır. Yedisi de HasanEren tarafından (7) sayıb notta gösterdiğimiz kitabında çıkmıştır. Biz buyedi şiiri yazılı olduğu asıl kaynağından alarak makalenin sonunda yayınlıyoruz17 . Geri kalan dört şiirin üçünü Ali Ufkî'nin "Mecmua-i Saz-u Söz"17 Bursa Umumî Kütüphanesi, Eski Eserler, no: 2258.


KOROĞLU 127eserinden 18 , daha önce verdiğimiz "feryatnâme"yi yine Bursa yazmasmdanaldık 19 .Şiirlerinin incelenmesinden de görüleceği üzere Koroğlu, çöğür çalmaktakikadar, şiirde de ustadır. Çağdaşları Kâtibi, Gedâyî, Hâki, Gedâ Muslu,Demiroğlu ve benzeri şairlerden sanat bakımından aşağı değildir 20 .On yedinci yüzyılın ikinci yarısından sonra büyük ün kazanan Âşık Ö-mer, Koroğlu'nu tanımamıştır. Bunun için Şairnâme'de Koroğlu'nu anmaz.Bir araştırıcının dediği gibi Şairnâme'deki Koroğlu'nun Koroğlu olması görüşüdoğru olamaz 21 . Bu, hem zaman bakımından uygun değildir, hem de buyüzyılda Koroğlu admda bir saz şairi yaşamamıştır. Ayrıca, Köroğlu "perdesizcesaz" çahyor, Koroğlu ise "çöğür"de çok ustadır. Köroğlu, Koroğluolsa idi, Âşık Ömer, saz yerine çöğürden söz ederdi.ŞİİRLER1Körpe yâri yadlar sarar bağrınaÂhedüp çevrini çekmek göründüMelek yüzlü bîvefânm uğrunaSerimiz meydanda satmak göründüKimse bencileyin yanup yakılmazGüne; gibi mâh yüzüne bakılmazBu yerlerde güzel kahrı çekilmezÇıkıp bir diyara gitmek göründüGönül şimdi kâreyledi akımZaif oldum, çekmem hasret yükünüAşk yayın yasmadan gamzen okunuİrerse menzile atmak göründü.KOROĞLU kulundur, eyleme nizâŞikâyetim çoktur, diyeyim sizeKahbe yâr etmedi iltifat bizeBir gayri güzele çatmak göründü.18 Ali Ufkî'nin mecmuası ve hayatı için bakınız: Türk Folklor Araştırmaları, C. 12, sayı239; 1969'daki yazımız.19 Hasan Eren bu şiiri kitabına almamış. Oysa şairin hayatı bakımından son dereceönemli olduğunu gösterdik.20 Bu şairlerden kimisinin şiirleri ve hayatları hakkında yayım yoktur.Elimizde bulunancönklerde şiirleri vardır. Yayımlayacağız.21 Şükrü Elçin, Türk Kültürü, sayı 115. Saym yazar, bizim daha önce "Mecmua-i Saz-uSüz"den alarak yayımladığımız şiirleri görmediği için ikinci kez yayımlanmıştır.


128 CAHİT ÖZTELLİ2Virdeyleyıp meşgul olaıı ismineGizli sırrı hep âleme şây - olurBir acâyip duâ sinmiş cismineSeni koçan yoksul ise bay olur.Ömrü binler yaşar seni saranınYiyüp içüp böyle demler süreninKirpiği okuyla kana girenintki gözü cellat, kaşı yay olur.Serimi yoluna kıldım fedalarYol üstünde şahı bekler gedâlarSöyledikçe böyle şirin sedâlarBülbül ünü öyle yerde nây olur.Kelâm kılsa dür dökülür sözündenÂlem ibret alur ala gözündenNikabm kaldırsa ol mâh yüzündenGören âşıkların aldı zay-olur.Bâri gülme, bir iltifat sezmeyimAskına uyupta yoldan azmayımKOROĞLU der, nice ağlayup gezmeyimHafta geçer yüzün görmem, ay olur.3Gel sevdiğim bana doğrusun söyleMelek misin, hûri misin, nesin senHudâ sen özenip yarattı böyleMelek misin hûri misin, nesin sen.Şerbettir leblerin, benzemiş kandeYüzünü görenler bend olur bendeHazret-i Yusuf'un sîmâsı sendeMelek misin, hûri misin, nesin sen.Görünce cemâlin, akıl ne şaştınYürekte onulmaz yara ne düştünKanadın sıd(ı) 1ar da yere mi düştünMelek misin hûri misin, nesin sen.KOROĞLU hûblann şâhına kuldurLûtfeyle sevdiğim kendünü bildürSinesi yayladır, yanağı güldürMelek misin, hûrin misin, nesin sen.


KOROĞLU 1294Nice medh etmeyim bir dahi olmazBöyle mahbûp, böyle mahcûp, böyle hûpMeğer gökte ola, zemine gelmezBöyle mahbûp, böyle mahcûp, böyle hûpNe eyleyim, bana oldu olacakDermanım kalmadı asla gülecekNe gelmiştir ne bir dahi gelecekBöyle mahbûp, böyle mahcûp, böyle hûp.Gele kara gözlüm, sensiz olunmaz(okunamadı) güneş yüzlüdür, dolunmazCiham devretse misli bulunmazBöyle mahbûp, böyle mahcûp, böyle hûp(Bu şiirin sonu kopuktur)5Âşık olan yiğit yarsız olamazAşkı baştan aşar, kendin bilemezBuna değme tabip çare bulamazDert onulmaz yâre sarılmayıncaÂşık olmayanın gözü yaş olmazEhl-i aşka Mecnun gibi eş olmazKOROĞLU der, hatırcığım sorulmaz(Orada) murâda erilmeyince(Bu şiirin de başı yoktur)6İnmiş de dökülmüş çevre yanınaTurâbı, kayası, taşı dağlarınKülünklenür gider bir âh eylesemArtar yüreğinin cûşu dağlarınTâ Kalûbelâ'dan yapılmış bünyâtBülbülüm, gülşende eylerim feryâtBir Mecnun gelmiştir, bir dahi FerhâtŞimdi ben olmuşum eşi dağlatın.Kimseler göremez, sarptır yollanSedâ vermez sanki söyler dilleriYağar yağmurlan, eser yelleri.Tükenmez boram, kışı dağların.Mert olan yiğitler gediğin beklerSöylemez sırrım, kalbinde saklarHaramisi çoktur, yolcusun saklarSerilüben yatur leşi dağların.


CAHİTÖZTELLİUlu dağlar a;k elinden mest gibiMecnun'da divâne derdi üst gibiKOROĞLU der, sanki Mecnun dost gibiRevân olup akar yaşı dağların.7Ey melek simah, ey melek donlum,Söyle benim nemden firar eyledinKaşları kemanım, gözleri kanlımGör kendi kendine zarar eyledinŞerbettir sözlerin, sükkerdir sözünCiban şahlığına azm eder gözünKaldırıp nikabın gösterme yüzünCümle halkı bana ağyar eyledinAdaletin şol cihana yürüsünGökte uçan meleklerin birisinBir adalet eyle hükmün yürüsünKendini hûblara serdâr eyledinGarip âşıklara bu mudur elinNice sevmeyeyim, tatlıdır dilinAşkın divanında ben gedâ kulunKâkülün teline berdar eyledinTig-i hicrin ile bağrımı deldinNe inkâr edersin aklımı aldınKOROĞLU kulunu ferdâya saldmVardın yadlar ile karar eyledin.8Gaziler inanıp sırrın açmağaHakikatli dostu gerek yiğidinYoluna baş verip serden geçmeğeBir gözleri mesti gerek yiğidinUymak gerek doğru yola gideneSıtk ile tuz ekmek hakkın güdeneDâim kendisine kemlik edeneEyliğine kasdi gerek yiğidinEl sözüyle kasavete dalmayıpMeydanda hasmından geri kalmayıpHer kanda giderse gafil olmayıpKılıcında desti gerek yiğidin


KOROĞLU 131Hak'tan emrolunca seyreder arşıCihan içre dosta düşmana karşıEğni, başı, üstü gerek yiğidinKOROĞLU der, düşman görücek koçakKarşı varıp sinesine eyler çâkAltında arap at, ardında köçekArkasında postu gerek yiğidin9Kime söyleyeyim ben de derdimiHûn ettin bağrımı yıktın rüzigârTebdil ettin mekânımı, yurdumuBeni tondan tona attın rüzigâr.Ölür oldum, benim kabrim kazılaTarih olur bu sözlerim yazılaGönlüm aldığına iki göz ileBana bir göz ile baktın rüzigâr.Hercâyi olduğun sen de bilirdinÇeşmim kanlı yaşlar ile doldurdunNiceleri şâdeyleyip güldürdünBenim hatırcığım yıktın rüzigâr.Derdini çekmeğe gayet ustayımDertli oldum şimdi gayet mestayımBîçareyim, zayıf kaldım, hastayımHiç bilmezem bana nettin rüzigârKOROĞLU çekmede dert ile kahrıBu dünya fânidir, ölüm âhırıDöktün bentlerimi yıktın rüzigâr.® 210Elim ermezse bir yâreAkar, gözüm yaşı çağlarGeleceğin söyleşelimGeldi geçti, geçen çağlarMedh eder bülbüller seniSensin ömrümün gülşeniGör askın ne etti beniMürde sanur gören sağlar22 Bu dokuz manzume F.A. Tansel'den alındı (Ülkü).


132 CAHİT ÖZTELLİGör mürgüıı hengâmesiniOkur yazar nâmesiniGeydi yeşil câmesiniGülüstana döndü dağlarİrfamn seşildiğineMey koyup içildiğineGoncanın saçıldığınaBülbüller ah edip ağlarGönül yâre çatmak isterSarıluban yatmak isterKOROĞLU seyr etmek isterDonandı bahçeler, bağlar 2311Sunulsun piyâle beylerDağlar donandı donandıAçılmış kırmızı güllerBağlar donandı donandıGelin isteyelim Hak'tanMuradımız vere yoktanFerman geldi âli tak'tanGemi donandı donandıNesne yok âdem halindeKeramet vardır dilindeHastalar kaldı salındaSağlar donandı donandıBindiler de atlandılarKoç yiğide katlandılarGazaya niyetlendilerHaymat donandı donandı 24KOROĞLU yazısm yazarAskın kitabmı çezerNice bir gurbette gezerGönül zahmana özendi.12Behey ala gözlü dilberBenim aklım yerindedirBen severim, sen kaçarsınSenin iman terkindedir23 Bu şiir hem Bursa yazmasmda hem de Ali Ufkî mecmuasmda vardır. İkinci kaynakdaha doğrudur.24 Haymat: Arapça çadır demek olan "hayme"nin çoğulu. Doğrusu hayamât.


KOROĞLUKarşımızda karlı dağlarBağban sözü olur bağlarBenim gönlüm şimdi beylerDoğru menzil sürendedirKaşların kurulu yaydırCemâlin bedr olmuş aydırBahçeye girmek kolaydırHesabı gül derendedirDerviş bellidir tacındanYol incinmez yük bacmdanGidi rakibin ucundanGarip baykuş virandadırKOROĞLU eydür, öğdüğümYavru hayalin koğduğumSuç sende değil sevdiğimSana gönül verendedir.13Söz tutup uludan dinleyin öğütEdepli erkânından belli olurMertliğin bildirir cilasm yiğitGönülceği alçak, ağa yoll-olurFidanı boy verir her bir yurtlarınŞikârı mı eksik olur kurtlarınCenk yüzünde kelle kesen mertlerinSırtı kaplan postu, başı tell-olurSözünde yanılır geri kalanlarTevekküli Hak'tır devlet bulanlarHele sofrasında koçak olanlarKılıcı salmakta bek elli olurGazilik edenin kanlıdır gözüYarar olanların yerderdir yüzüHatır yıkmakta nâ-merdin sözüKoç yiğitler dâim tatlı dill-olurİzzette oturur merdim olanlarDerunun söyler yüzü günlenlerKOROĞLU'uun gönülceğin alanlarServi boylu güzel, ince bell-olur


134 CAHİT ÖZTELLİ14Baka melek yavrusuKıya bakarsın şimdidenSenin bir derdimendin varOda yakarsın şimdidenVarıp yanına vardıkçaHâk-pâye yüzler sürdükçeElin öpüp yalvardıkçaNaza başlarsm şimdidenBoyun servi dalı gibiKokun cennet gülü gibiKızılırmak seli gibiÇağlar akarsın şimdidenYolcu görse yoldan saparKâfir görse dine taparHatır yapan Kâbe yaparHatır yıkarsın şimdidenKOROĞLU sözün bak deyüHakkm hikmeti çok deyüHiç koçulduğum yok deyüİnkâr edersin şimdiden15Gönül verdim bir hercayi zalimeKendiceğin benden sakınır olduRahm eylemez benim şimdi halimeBana yadlar gibi bakmır olduBir saat görmezsem aklım bulamrHalimi arzetsem küser alınırBana karşı yadlar ile salınırSitemden hançerin takınır olduAman hey gamzesi celladım amanKorkar oldum seni gördüğüm zamanKirpiğin ok etmiş, kaşları kemanHer attıkça bana dokunur olduBillâhi meleğim severim seniİnsaf oldu yeter ağlattın beniBir gonca gül gibi kokmağa seniKOROĞLU ey dür, can çekinir oldu


KOROĞLU16Kasavet askeri geldi üstümeGussa yaylasıdır bu güıı konağımCevr-ü cefâ yapışmıştır destimeHicran evindedir yerim, yatağımRüyamda da dört köşeyi yoklarımBildirmezim halka sırrım, saklarımDert günü viranda baykuş beklerimTenha yer oldu mekânım, durağımOl kerime doğru tuttum özümüYürektedir, kimse bilmez ağrımıFirkat nârı yakıp gider bağrımıGünden güne artmaktadır firağımElem tarlasmda ekildim, bittimAşiret illerin terk edip gittimFerah sahrasına bu gün göç ettimGam yurduna doğru gitti otağımKOROĞLU der, sehpa görsem sunarımBir hakiki aşka düştüm yanarımPervâne-veş aşk şem'ine yanarımGönlümüz açıldı, yandı çırağım17Ağalar bir güzel gördümOldum deli divane benGayet ile müştak oldumBir güzel melek cana benBöyle bilsem sevmez idimGussasma yanmaz idim"Çarha böyle demez idimSana geldim amana benKul oldum göğsün ağınaSarsam sinemin dağmaRakip girmeden bağınaGülün derem zamana benKOROĞLU şaşma yolundanKoçan olmaz yar belindenHercayi güzel elindenKul oldum bir han'a ben


136 CAHİT ÖZTELLİ18Mevlâ'yı seversen kaçma kulundanGel benim sevgili yârim İbrahimBen senin uğruna geçmişim candanÂlemde devletim, varım İbrahimMeddahınım, dayim medhin eylerimYüzün görsem deli gönlüm eğlerimSen dururken rızk-u mah neylerimYalancı dünyada varım İbrahimBir dertli bülbülüm, kondum dalmaGâhice nazar kıl şu ben kulunaMansur gibi asılayım telineKâkülün telleri dârım, İbrahimYezit engel tuzağına tutuldumYusuf gibi mezat olup satıldımAşkın ile mancınıktan atıldımGel, beni yandırma, nârım İbrahimKOROĞLU, gönlümü Hakk'a bağlarımCan-u cismim hicr oduna dağlarımBülbül gibi âh eyleyip ağlarımGülşen içre gülizarım İbrahim19Her kaçan seyrana çıksam karşıma Ali'm gelirSağım soluma baksam lebleri balım gelirÇok şükür olsun Hüdâ'ma, bendesin terk eylemezOl adûnun körlüğün benleri lâlim gelirİbrahim, seninle sürelim bir dem safaSüleyman eşimiz olsun, bir de MustafaYusuf'um mürüvvet kâmdır, eylemez cevr-ü cefaBin naz ile aklım alır, sevdiğim Selim gelirAklımız almak için geldi bir yüzü güneşŞöyle bir merdüm zadedir Salih gayet yavaşAdbi 'nin çevri çoktur, götürmez dağ taşBendesin bendetmek içün Zülfikar zalim gelirKurban olayım Halil'in gözüne vü kaşmaMehemmed'im nevrestedir, henüz girmiş yaşmaKOROĞLU kendin şaşırma, devşir akhn başmaBu dünya bâki değildir, âkıbet ölüm gelir 2525 Bu şiir bir divandır. Dört Fâilâtün ile söylenir. Bu şekil, saz şairlerinin divan şiirinitaklit yolunda kendi buluşlarıdır. Makale içinde verilen "Feryat-nâme" de bir divandır.


TANRILAR SUSAMIŞLARDI* İLE HÜKÜM GECESİ**ARASINDA BİR KARŞILAŞTIRMAISMAILPARLATıRBizde, Batı kültür ve medeniyetine karşı yakın ilgi Tanzimat'la başlar.Fransa'ya ve Fransız edebiyatına olan hayranlık, edebiyatımızın bütün türlerindekendini gösterir. Batılı anlamda roman ise 1870'ten sonra yazdır.Önce, Fransız romanlarından yapılan çevirileri — 1859'da başlar — sonradanyerli romanlar izler.Edebiyatımızda ilk roman denemelerine girişildiği sıralarda, Fransa'da"realist" akımın başlamasına karşın önde gelen yazarlarımız, Fransız romantiklerininetkisi altındaydı. Ahmet Mithat ve Namık Kemal, romanlarınıbu etki ile yazdılar. Yalnız, Namık Kemal'in, Ahmet Mithat'a oranla,biraz "realizm"e kaydığı, bu akıma giden yolları ortaya attığı görülür.Bunun yanı sıra Samipaşa-zade Sezai (Sergüzeşt), Recai-zade Mahmut Ekrem(Araba Sevdası), Nabi-zade Nazım (Zehra), "realist" akımı ilk kez işleyenkişiler olarak karşımıza çıkar. Özellikle Nabi-zade Nazım, Tanzimat Edebiyatı'nınson yıllarında kendini göstermeye başlayan "realizm ve naturalizm"eKara Bibik önsözünde değinir. Bu akımların genel kuralları üzerindedurur, aydınlatıcı bilgiler verir. Ne var ki, yazarm, "realizm"i çok güzelişleyen yazılarında, "naturalizm"in izlerini pek göremeyiz.Servet-i Fünun romanı, gene "romantizm"in etkisindedir 1 . İlk örnekleribu yolda verirler. Şu da var ki, bu dönem romancıları, bütün "realistve naturalist"lere karşı derin bir hayranlık duymuşlar, onlar gibi yazmakistemişlerdir. Öyle ki Halit Ziya Uşaklıgil, Balzac, Stendhal, Bourget'ye ben-* Anatole France, Tanrılar Susamışlardı (Türkçeye çeviren Erdoğan Alkan), istanbul1972.** Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Hüküm gecesi, Bilgi Yayınevi, <strong>Ankara</strong> 1966.1 Çünkü, bunları "realizm" açısmdan etkileyecek olan, yukarıda adım verdiğimiz üç yazar,romanlarım ancak, ilki 1888'de, son ikisi de 1896'da yayınlarken Fransız "realist ve naturalist"akımlarının Türk romamna gelişi de yavaşça olur.


138 İSMAİL PARLATIRzeraek istediğini açıkça söyler 2 . Yalnız, bu ustaları tanımaları 1890'dan sonradır.Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun da içinde bulunduğu Millî Edebiyatdönemi, artık bütün bütün Batı'ya dönüktür. Realizm, iyiden iyiye oturmuş,naturabzm ise yeni yeni yerini bulmaya başlamıştır. Bu nedenle çoğu yazarlar,toplum sorunlarını ele almış, onları "realist" açıdan değerlendirme yolunagitmişlerdir. Bunu derken yazarların, tümüyle "romantizm"den kopamadığınıda eklemeliyiz. Balzac ve Flaubert gibi realist yazarların romanlarındagörülen bir tür romantizmle karışık realizm, bu dönem yazarlarıncada benimsenmiştir.Buraya dek Fransız edebî akımlarının edebiyat.ımızdaki yerini bebrlemeyeçalıştık. Ayrıca romanlarımızın, gene Batı'daki romanlardan, konuve işleniş yönünden etkilendiği de bir gerçektir. Bu etki, bir yerde, benzeyişekadar da gider. Böylesine benzeyişleri, romancılarımızın, sık sık Batı romanlarınıve akımlarını yakından izlemelerine, kendilerine öncü olarak bu yazarlarıseçmelerine bağlayabibriz 3 .İşte burada, Tanrılar Susamışlardı (Anatole France) ile Hüküm Gecesi(Yakup Kadri)ni ele aldık. Bu iki roman arasında konu, olayların sıralanışı,entrik unsurun verilişi ve karakterlerin işlenişi yönünden bir yakınlaşmagöze çarpar. Bunlardan öte, her iki yapıtın da "siyasî roman" oluşu vebelirli bir dönemin toplumsal yapısını çizmeleri, bu görüşümüzü daha dagüçlendiriyor.Yalnız, romanların karşdaştırılmasına geçmeden önce, yazarlarca elealınan her iki dönemin (Tanrılar Susamışlardı, Büyük Fransız Devrimindensonraki, Hüküm Gecesi, II. Meşrutiyet dönemi, parti kavgalarını verir) siyasîgelişmelerine bir göz atmak yerinde olacaktır.1789-94 FRANSA'SIBüyük Fransız Devrimi olmuş, ülkede değişik siyasî gruplar ortaya çıkmış,aralarında kıyasıya bir çarpışma başlamıştır. Belli başb siyasî gruplarşunlardır:2 Halit Ziya Uşaklıgil, Kırık Hayatlar, istanbul 1944, Önsöz 7. s.3 Bu konuda Yakup Kadri, şunları söyler: "... Kendime karşı bu müsamahasızlığım, dahadoğrusu bu müşkülpesentliğimin sebebi, belki de ilk gençlik çağlarında pek çok okuduğum Flaubert'le Anatole France'm eserlerindeki göz kamaştırıcı ifade sanatına hamledilebilir. Sanırım, bu parlakörnekler bende bir nevi edebî 'eksiklik duygusu'na yol açmış olacak..."(Edebiyatçılarımız Konuşuyor,Varlık Yayınlan, İstanbul 1953, 22-23. s.).


TANRILAR SUSAMIŞLARDI İLE HÜKÜM GECESİ 139Jacobinler: Devrimin en ateşli grubu olup, prensiplerin tamı tamınauygulanmasını isteyenlerdir.Feuillantlar : İşi pek ileriye götürmek istemeyen bu grup, meşrutiyetçikrallıktan yanaydılar.Girodinler: Devrimin en tanınmış partisi olup sağı tutmuşlar, üstelikkral yargılanırken kurtarmayı da istemişlerdir. Sonradan bunlar kanun dışıgösterilerek ezilmişlerdir.Montagnardlar: Mecliste, devrimi yürütmek için, en şiddetli yollara başvurulmasını istemişlerdir.Bunların takışmalarının bir nedeni de savaşa girip girmeme konusudur.Ülkenin savaşa girmesine, yalnızca sol kanadın şefi olan Robespierre karşıçıkar. Ne var ki mecliste güçlü olan Girondinler''in harpçi siyaseti, Fransa'yı1792 Nisanında savaşa sürükler. Bu da Fransa'nın aleyhine olur; sınırda bozgunlarbirbirini izler; mecliste yeni çatışmalar baş gösterir. Bunların sonundada Robespierre diktatörlüğünü ilân eder. Belediye meclisi ile birleşenMerkez Birhği "Commune" admı alır. Tek dereceli genel bir seçimle "Conventiore"mecbsi kurulur. Ne var ki bu meclis, azınlıkta olan bir topluluğunseçimiyle oluşur. Girondinler ve Montagnardlar gene çekişmeye başlarlar.Kral'ın idamı da işin içine girer. Uzun tartışmalar ve Girondinler , in geciktirmepolitikası da Kralın ölümünü engelleyemez (21 Ocak 1793). Daha sonralarıgüçlü siyasî gruplar, harp politikasına kayar; 19 Kasım 1793'te de "Hürriyetlerinikurtarmak isteyen milletlere kardeşlik ve yardım'''' ilkesini benimserler.Böylece gene savaşa girilmiş olur. Fransa, önceleri Belçika'yı alarak Hollandasınırına dayanır. Ancak İngiltere'nin savaşa katılması, Fransa'yı zordurumda bırakır. Gruplar arasında gene çekişmeler başlar. Ülke bir iç savaşadoğru sürüklenir. Yeniden diktatörlük havası sezinlenir. Devrim mahkemesi,tutuklu bulunan bir çok Girondinler'i giyotine gönderir. Bu arada Conventionve Devrim hükümetini zor duruma düşüren kıtbk baş gösterir. Gruplarınileri gelenlerinin idamı, bir kısmının da komplolara kurban gitmesi, 1794 baharında,Merkez Hükümeti'ne, bir toparlanma ve ülkeye hâkim olma olanağısağlar. Karşı güçler, yavaş yavaş parçalanır. Artık Fransa, ölçüsüz bir devrimhürriyeti yolundan, disipbnb bir hükümet olabilmeye doğru ilk adımı atmışolur.II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ1908'de II. Meşrutiyet ilân edilmiş, toplanma ve parti kurma yasağıkaldırılmış, yüzyıllardır çekilen acıların sonu gelmiştir. Bundan böyle


140 İSMAİL PARLATIRhükümet, seçimle başa gelecektir. Bu nedenle de 1908-19 yılları arasındadört kez seçim yapılır. Çeşitli hükümetler (Bu yıllarda 24 hükümet değişikliğiolur) yönetimi ele geçirir. Değişik görüşleri benimsemelerine karşın, bütünpartilerin amacı, "Bu devlet nasıl kurtulabilir?" sorusuna çözüm yoluaramaktır. Ne var ki bunların içinde "İttihat ve Terakki" yönetimi sürekliolarak ağır basar. Bunun nedeni de, bir türlü kendi dengesini bulamayan bupartinin, iktidarı hukuken sağlayamadığı zaman, seçimlerin düzensiz olduğunuileri sürerek, hükümet darbeleriyle yönetimi ele geçirmesidir. Siyasîhayatı ve hürriyetleri köstekleyen bu partiye karşın, gittikçe büyüyen vegebşen muhalefet, tek tek ya da toplu olarak, meclis dışında ve içinde birleşmiş,"Hürriyet ve İtilaf" partisi adını almıştır. Birbirini yok etmek üzere ikikutup olan ve sürekli çekişmelere giren bu iki parti, ülkeye ağır havanın girmesineöncü olur. Bu arada, İttihat ve Terakki de bunalımlar geçirir. Ülkeninböylesine karışıklığından yararlanmak isteyen iç ve dış düşmanlar dayok değildir. Bir yanda Avrupa devletleri, "Hasta adam"ın iyileşemeyeceğive mirasının şimdiden paylaşılması üzerinde dururlar. Öte yanda da iç isyanlarkendini gösterir. Bulgaristan egemenliğini kazanır. Trablusgarp eldençıkar. Balkan savaşı, İmparatorluğu temebnden sarsar. Bu acılar henüz dinmedende I. Dünya Savaşı'na girilir.Romanlarda ele alınan dönemleri, ana çizgileriyle, bebrledikten sonrakarşılaştırmamıza geçebiliriz. Önce, her iki romanın ayrı ayrı özetlerini verebm.TANRILAR SUSAMIŞLARDIEveriste Gamelin, koyu cumhuriyetçi ve Commune üyesidir. Resmeolan tutkusu, ona, evinin bir odasını resim atelyesi yapmaya kadar götürür;geçimini de bu yoldan sağlar. Kız kardeşi Julie, sevdiği gençle kaçar; Gamelinde annesi ile, babadan kalma evlerinde, birlikte yaşar. Bir yıl önce gerçekleştirilenBüyük Fransız Devrimi, halkı, kralcı ve cumhuriyetçi olarak ikiye ayırır.Cumhuriyetçiler, kralcılara karşı ağır baskılar yapmakta, kurulan ConventiojıMahkemeleri ölüm saçmaktadır. Gamelin de, Rochemaure adlı dul bir kadınınaracıhğıyle, bu mahkemede jüri üyesi olarak görev abr. Öte yanda Gamebn,Elodie ile sevişmektedir. Önceleri çekingenliği nedeniyle kıza yaklaşamaz. O-nun beceriksizbğini sezen Elodie, ilk çıkışı kendisi yapar. Daha sonra da aşırıbir tutkuyle biribirlerine bağlanırlar. Yalnız, Elodie'nin babası koyu kralcdardandır;başlarda Gamebn'i kuşkulandıran bu durum, sonraları genç kızın dadesteğiyle, onu pek tedirğin etmez. Çoğu gecelerini genç kızın odasında geçirir.


TANRILAR SUSAMIŞLARDI İLE HÜKÜM GECESİ 141Ayrıca jüri üyeliğinde de ağırlığını ortaya koyar. Özellikle cumhuriyete karşıolanları, ülke ekonomisini çıkmaza götüren zenginleri giyotine göndermektençekinmez; bu nedenle de halkın sevgisini kazanır. Bu arada arkadaşı gazeteciMarat, öldürülür. Bu olay Gamalin'i çok etkiler. Bir gün kendisinin de aynıyolla öldürüleceğini düşünür. Mahkemedeki ezici tutumu daha da artar; çevresineölüm saçar. Başlarda adaletin şaşmaz örneğini veren Gamelin, sonradanduygularının etkisinde kalmaktan da kendisini kurtaramaz. Önceleri Elodie'ninsevdiği genç sanarak Mabuel'i, kendisinin jüri üyeliğine gelmesinde büyük yardımıolan Rochemaure'u, filozof Broteaux'yu, papaz Longuameri'i ve kızkardeşi Julie'nin birbkte kaçtığı genci, bu duygularla giyotine gönderir.Böyle davranışı onu, halkın gözünden düşürür; istenmeyen kişiler arasınagirer. Ne var ki bu, Gamelin'i etkilemez. Gene cumhuriyet için, vatanı için, kandökmeye kararlıdır. Bu nedenle sık sık ruhî bulanımlara düşer. Böylesine duygulardanuzak kalmak için de sevgilisi Elodie'nin yatağını seçer. Öte yanda,mahkemelerin ağır yargıları karşısında, halkın da tedirginliği artar. Bu yüzdenConvention Devrim Mahkemesi başkanı Robespierre düşürülür. Bunun üzerineCommune belediye binasında toplanır. Gamelin de toplantıya katılacaktır.Sevgilisi Elodie, gitmemesi için çok yalvarırsa da sözünü geçiremez; bütünjacobinler oradadır. Robespierre, son ve ateşli konuşmasını yapar; geceyarısına doğru da karşı güçler, toplantı yerini basar; Commune üyelerinin çoğukaçar. Tutuklananlar, Robespierre ve Gamelin'le birlikte altmış kişidir. Yargıgılanmaları sonucu, hepsi de giyotine gönderilir. Gameliıı'in ölümünden sonra,annesi ve kız kardeşi ayrı bir eve taşınır; Julie kendine iş bulur; Jean Blaise ilesevişmeğe başlar. Elodie ise, Gamelin'den artan kalan acılarını, onun arkadaşıGesmahs'nin kollarında unutmaya çalışır.HÜKÜM GECESİII. Meşrutiyet dönemi, "Sadâ-yı Millet" gazetesi baş yazarı Ahmet Kerim,ittihat ve Terakki partisine karşı olanlardandır. Yaşlı annesiyle babadan kalmaevlerinde oturur; geçimini de kaleminden kazanır. Gene bir muhalefet gazetesi"Nidâ-yı Hakikat" başyazarı Ahmet Samim ile, İttihat ve Terakki'ninkaba kuvvete dayanan yönetimine karşı kalemleriyle savaşa girişen, iki yakınarkadaştır. Ahmet Samim evlidir. 0, bunu önemsemez; inandığı dava peşindekorkusuzca yürür; öyle ki, arkasındaki hafiyelere bile aldırış etmez. Bunedenle de kendi ölümünü, bir yerde, kendi hazırlar. Onun ölümüne en çok üzülende Ahmet Kerim'dir. Hükümet, ölüyü kimseye göstermeden ortadan yokeder. Bu olay Ahmet Kerim'i derinden sarsar, isyana kadar götürür; ne var ki


142 İSMAİL PARLATIRbu çıkış yalnızca düşüncede kalır. Öte yanda, Abmet Kerim, ber gün önündengeçtiği köşe başındaki bir evde, piyono sesiyle karışık şarkı söyleyen kıza âşıkolur. Samiye adlı bu kızdan yakın ilgi görür; bir de, kendisini gece evine çağıran,mektup alır. Ahmet Kerim, bu çağırıya uyarak kızın evine giderse de çözemediğibir oyunla karşı karşıya kabr. Evin erkeklerinin saldırısına uğrar; genedekızm yardımıyle sağ salim evden kurtulur. Artık Samiye'ye karşı derin birkin beslemektedir. Kızın daha sonraki yakınlaşma eğilimine de aldırış etmez.Birkaç kez de, aracı kadın, Şerife Hanım'ı kovar. Samiye, Ahmet Kerim'ininadı karşısında günden güne sararıp solar; kurtuluşu, intihar etmekte bulur.Ahmet Samim'in öldürülmesinden ve işsizlikten derin bir karamsarlığa kapılanAhmet Kerim, pobtikadan iğrenmeye başlar. Bu nedenle de kendini temiz aşkduygularına kaptırır. Ölen sevgibsinin andarına eğilmekle kendini avutma yolunagider. Tek teselli kaynağı da, aracı kadın, Şerife Hanım'dır. Çoğu güngünlerini,Samiye'nin anılarını dinleyerek, onun evinde geçirir. Daha sonrakigünlerde İttihat ve Terakki baskısı gittikçe artar; buna karşın Üniversite gençbği,gösteriler yapmaktan geri kalmaz. Bunun üzerine tutuklamalar olur.Tutuklananlar içinde Ahmet Kerim de vardır. Uzun soruşturmalar sonucuserbest bırakılır. Ali Kemal'le birlikte "Nidâ-yı Hakikat"te çalışmaya başlar.Olaylar henüz yatışmadan, Babıâli'de bir gün, Mahmut Şevket Paşa öldürülür.Yönetimi ele geçiren Cemal Paşa, sıkıyönetim ilân eder. Gene toplu tutuklamalarolur; Ahmet Kerim de bu arada unutulmaz. Artık kurtuluş olmadığını o daanlamıştır. Bir gece bunca olayların değerlendirmesini yapar; ölüm korkusuonu yiyip bitirir; bu nedenle de, bir gecede, saçları bembeyaz kesibr. Yargılanmakiçin Cemal Paşa'nm yanına getirilir; orada bulunan Ziya Gökalp'inaraya girmesiyle ölümden döner; Sinop'a sürgün edibr. Öyle de olsa bu durum,Ahmet Kerim'de bir değişiklik göstermez; artık yıkılmıştır; orada kendini içkiyeverir. Bir gün annesine mektup yazmak için kalemi eline alırsa da ellerinintitrediğini görür. Bunca acıyla tükenmiş, ruhça ölmüş olduğunu anlar."Eyvah, ben bitmişim!" diyerek masanın üstüne kapanır, sessizce ağlar.Buna göre romanların konusunu; Tanrılar Susamışlardı'da: "BüyükFransız Devrimi'nden -sonra (1789-1793) yönetimi ele geçiren cumhuriyetçi anlayışıninsan ruhu üzerindeki etkileri; ülküleri uğruna kardeşlerini, aşklarınınasıl hiçe saydıkları; o dönem kanb Fransa'sında ihtiraslarm, aşkların, karşıgüçlerin çarpışmasıdır" ve Hüküm Gecesi'nde "II. Meşrutiyet Dönemi'nde(1908-1913) yönetimi ele geçiren İttihat ve Terakki ile muhalefetteki Hürriyetve İtilaf partisi arasındaki kıyasıya çarpışma yanında, toplumun yapısı, korku,ydgmbk içinde kişilerin ezibşi; kin ve öç alma tutkusuyle aşkların körleştiril-


TANRILAR SUSAMIŞLARDI İLE HÜKÜM GECESİ 143mesi; kişilerin ruhsuzlaştırılmasıdır" biçiminde belirlersek, aralarındaki konuyakınbğı ortaya çıkmış olur.Ayrıca konunun işlenişi ve olayların sıralanışı, her iki romanda benzerlikgösterir. Giriş, gelişme, sonuç bölümlerinin düzenlenişi, ana düğümün atılışı, entrik unsurların verilişi ortak özellik olarak karşımıza çıkıyor.Giriş bölümünde, her iki dönem uzun uzun anlatıhr. Karakterler tanıtılır;onların ne yolda oldukları, yaşama düzenleri üzerinde durulur. Bubölümün sonunda da "ana düğüm" verilir. Tanrılar Susamışlardı'da "Jüriüyeliğine seçilen Gemebn'in, gazeteci arkadaşı Marat'nm öldürülüşünden sonrakitutumunun, yeni görevi ve sevgilisi Elodie ile yakın ilişkilerinin nasıl birsonuca ulaşacağı?" olan ana düğüm, Hüküm Gecesi'nde ise "Ahmet Samim'inöldürülüşü ile derin bir karamsarhğa düşen Ahmet Kerim'in, yeni yeni gelişecekolaylarda ve Samiye'ye karşı duygularında, tutumunun nasıl bir sonuca ulaşacağı?"biçiminde atılır.Gebşme bölümünde, her iki dönem olaylarının ve ortamının veribşi nedeniyle,ayrılıklar görülür. Sonuca gidirilirken ve ana düğüm çözülürken geneyakınlaşma olur. Tanrılar Susamışlardı'da "Gamalin'in sevgilisi Elodie'yicumhuriyet uğruna feda etmesi, Convention güçlerinin ayaklanması, Gamelin'-in de bulunduğu tutuklamaların olması" Hüküm Gecesi'nde, "Mahmut ŞevketPaşa'nın öldürülmesiyle yönetimi ele geçiren Cemal Paşa'nın sıkıyönetimilân etmesi; geniş çapta, Ahmet Kerim'in de bulunduğu, tutuklamaların olması"biçiminde ana düğüm çözümlenmiş olur.Sonuçta ise gene ayrılırlar. Şöyle ki, Gamabn, ülkeye ihanet suçundangiyotine, Ahmet Kerim, gene aynı suçtan (Bu düşünce ve davranışa göre birsuçlama), biraz da şans eseri ölümden kurtularak Sinop'a sürgün olarak gönderilir.Bu ayrılışı, yaşanılan döneme ve ortama bağlamak yerinde olur sanırım.Çünkü o dönem Fransa'smda düzen değişikbği kanlı olmaktadır. Buna göre Gamelin,döktüğü kanların cezasını kanıyla ödeyecektir, öyle olur. Ahmet Kerimise daha yumuşak ortamda ruhça öldürülür. Bir başka açıdan iki sonuç da aynıdemektir.Sonra, ana karakterin çevresinde geliştirilen olaylarda, o dönemin siyaset,sanat ve düşünce adamlarının çoğu gerçek adlarıyla verilir. Tanrılar Susamışlardı'da"Marat (1743-1793, ünlü demagog, hekim ve gazeteci. Gamalin'in yakınarkadaşı), L. David (1748-1825 ünlü ressam), Custine (1740-94, KuzeyOrduları kumandanı iken suçlanarak öldürülen bir general), Dumouriez ("1739-


144 İSMAİL PARLATIR1823, Convention döneminde kumandanlığı alınınca karşı saflara geçen general),Maxilmiline Robespierre fi 758-94, avukat, Convention meclisinin sözü geçen ü-yesi olup sonraları Dantoncu ve Herbetçi bütün düşmanlarını yok eder, başa geçer,27 Temmuz 1794'te de düşürülerek giyotine gönderilir), Rene-François Dumas('1753-94, Devrim Mahkemesi başkanı, Robespierre'in arkadaşı, giyotindecan verir), Afustin Robespierre f1763-94, M. RobespierreHn kardeşi, Conventionüyesi, giyotinde can verir), Brissot (1754-93, yazar, Covention ve KurucuMeclis üyesi, boynu vurularak öldürülür), George-Jacques Danton (T759-94,Convention üyesidir, 1971 yılına dek Krallık Konseyinde avukattır, daha sonraAdalet Bakanı, devrimin en ateşli hatibidir, Devrim Mahkemesinin ve UlusalEsenlik Komitesinin üyesidir, Terreur , e son verilmesinden yanaydı, bu yüzdenbarışçı yönetime geçilmesi için gizli girişimlerde bulundu, Robespierre, onu ihanetlesuçlayarak başını vurdurdu), v.b." kişiler o dönemin sanat, siyaset vedüşünce adamlarıdır. Romanda bilinen kişilikleriyle görünürler. HükümGecesi'nde de gene böylesine kişiler "Ahmet Samim, Şahabbettin Süleyman,Refik Halit, Ali Kemal, Prens Sabahattin, sanatçı ve düşünür; Ömer Paşa,Salih Paşa, Enver Paşa, Selim Necati, Mahmut Şevket Paşa, Cemal Paşa dadevlet ve siyaset adamı olarak" karşımıza çıkar. Bunların yanı sıra, AnatoleFrance Gamelin'in, Yakup Kadri de Ahmet Kerim'in şahsında o dönemüzerindeki kendi düşünce ve görüşlerini vermeye çakşırlar.Romanda tiplerin işlenişi, ruhsal çözümlemeleri önemli yer tutar; olaylarınakışı içinde kişilikleri belirlenir; tüm dikkatler onların üzerindedir. TanrılarSusamışlardı ve Hüküm Gecesin'de ana karakter olarak çizilen Gamebnve Ahmet Kerim, olayların akışını sürükleyen tipler biçiminde veribr. Kimiyerde birleşen, aynı çizgide gelişen karakterleri yanında, bulundukları ortamında etkisiyle, olaylar karşısında değişik tutum içinde oldukları görülür.Şimdi de olayların akışı içinde bu iki karakterin (Gamebn ve Ahmet Kerim)yazarlarca işlenişini ele alalım.Önce her iki karakter de sanatçıdır; Gamelin ressam, Ahmet Kerim gazegazeteci;geçimlerini bu yoldan kazanırlar. Sanatlarmı uzun uzun eleştirirler;çevrelerindeki kişilerle bu konuda tartışmaya girerler. Bu arada da kendi görüşleriniyansıtmış olurlar. Gamebn, sanat görüşünü şöyle verir"İlkçağ yapıtlarındanve onlardan esinlenerek yapılan tablolardan güzeli yok bence: amaTeniers , inin, SteenHn ya da Ostade'm tablolarının, Watteau , nun, Boucher'nin,ya da Van Loo^nun değersiz süs parçalarından üstün olduğunda fikrinize katılıyorum: gerçi bu, ressamlarca çirkinleştiriliyor, ama yine de Baudoin'de, ya


TANRILAR SUSAMIŞLARDI İLE HÜKÜM GECESİ 145da Fragonard'daki kadar bayağı değil" (66.s.) "Kız kardeşi Electre , in uykudanuyandırdığı Oreste, tamamlayabilseydim, belki tablolarımın içinde en az kusurlusubu olurdu. Konu EuripideHn Oreste adlı yapıtından alınmıştır. Bu yapıtın eskibir çevirisi elime geçti, orada okuduğum bir sahne çok etkiledi beni.... Bu çeviriyibir, bir daha okudum, Yunan biçiminin bir sis gibi tüm benliğimi kapladığını,dağılmak bilmediğini gördüm.... Genellikle yapıtlarından pek az söz eden ressambu yapıtı üstüne konuşmaktan bıkıp usanmıyordu" (79-80.s.). Ahmet Kerim de"Ve şimdi de bu nasihat ve merhamet edasıyle Demoulains faslının tekrar başladığınıhisseden Ahemet Kerim, biricik kurtuluş çaresini artık bütün bütün başka şeyleredalıp gitmekte buldu. Meselâ, o gün gazeteye yazacağı makaleyi düşündü. 0-na bu günlük gazetecilik mesleklerin en gücü, en bayağısı, en şerefsizi gibi geliyordu.Gerçi aslında halkı eğlendirmekten veya kendisini halka beğendirmekten başbirmanası olmayan bu mesleğin güzel ve asil tarafı yalnız sıkıntılarında ve tehlikelerindeidi. Fakat yaz, kış, her gece bir sokağın belli bir yerinde, boyanarak,süslenerek ve tıpkı bir gazeteci gibi kendisini halka beğendirmek için bin türlüyalancı işveler yaparak saatlerce bir aşağı bir yukarı dolaşan bir kaldırım orospusununhayatı da o kadar sıkıntıyla dolu ve o kadar tehlikelerle karşı karşıyadeğil midir?" (6.s.) diyerek sanatının genel eleştirisini yapar.Aile düzenleri de aynıdır. İki genç de anneleriyle birlikte yaşarlar (Gamelin'inkız kardeşi Julie, daha önce sevgilisiyle kaçmıştır). Kimi yerde onları u-nuturlar, kimi yerde de en büyük destekleridir. İki anne de oğulları için Tanrı'-ya yalvarırlar. Gamelin Ana için şöyle deniyor: "Yemekten içmekten kesilmiştiTam durumlarının düzelmeğe başladığı, yiyecek bir şeyler bulabilecekleri bir zazamandaiştahının kapanmasından yakınıyordu. Oğlunu hâlâ çok seviyordu,ama gördüğü korkunç işleri artık düşünmeğe cesaret edemeyip, oğlu hakkındabir değer yargısında bulunamayacak kadar bilgisiz bir kadın olmakla avunuyorduSandığın dibinde eski bir teşbih bulmuştu. Kullanmasını pek iyi bilmiyorama, titreyen parmaklarla bu teşbihleri çekerek oyalanıyordu. Yıllar yılıdinsel görevlere aldırmadan yaşadığı halde, son zamanlarda sofu kesilmişti. Bütüngün ocağın karşısına oturup oğlu ve Brotteaux için dua ediyordu" (200.S.).Ahmet Kerim'in annesi de aynı duygular ve kaygılar içindedir. Oğlu gelinceyedek gözlerine uyku girmez, onun yolunu gözler:"—Anne sen daha uyumadın mı?—Uyudum uyudum oğlum. Şimdi senin patırtınla uyandım ve nedir diyebakmağa çalıştım.Halbuki yalanl Kadıncağız uyumamıştır. Onu bu saate kadar beklemiştir....Öyle ki, yavrucuğu nihayet geldiği vakit, acaba o mudur, değil midir ? O ise, na-


146 İSMAİL PARLATIRsil ve ne hale gelmiştir ? diye bir kere de kendi gözleriyle görüp anlamaktan vazgeçemez"'''(39.s.).Her iki kahramanın da yakın arkadaşları-Marat ve Ahmet Samim-gazezeteeidir;öldürülüşleri aynıdır, suikaste kurban giderler. Halkın yanında o-luşları, halkı savunmaları, pervasızca çıkışları, onları bu acı sona sürükler.Gamebn ve Ahmet Kerim, arkadaşının öldürülüşü karşısında çok üzülür, içlerindeezici bir kin belirir. "Marat, bizi yok etmek isteyen cani ellerce öldürüldü.Bütün yurt severlerin ölüm çanı aldı demektir" (89. s.) diyen Gamebn, budüşünce ve acıyle kıvranır. Onun acısını ileride giyotine gönderdikleriyle,çok çok çıkarır. Ahmet Kerim de, Ahmet Samim'in öldürülmesiyle," SamimBeyi vurdular diyor.Bu sözün Ahmet Kerim üzerindeki tesiri, ne bir dehşet, ne bir hayret, hattâne de manevî bir yürek acısı oldu.Bu Ahmet KerimHn beline, belkemiğine dayanılmaz bir sancı halindesaplandı. 0 kadar dayanılmaz bir sancı ki, genç adam, yere yuvarlanmamakiçin bütün gücüyle kapının tokmağına tutundu' 1 '' (75. s.) yıkılır, o an kendindengeçer, debye döner. Öyke ki, duygularına kapılır, "Masasına oturdu ve başınıiki elinin arasına alıp vicdanının üzerine çöken bu barut kokulu alçaklık ve zorbalıkhavasını uzun uzun, derin derin içine çekti. Her soluk aldıkça, sanki içindetutıışucu bir maddeyi körüklüyordu. O, kapılarını zebaniler bekleyen bir zindanşeklini almış bu cemiyetin içinde yalnız âciz bir kişi değildi. Etrafında nevarsa, bir anda havaya uçurabilecek bir yakıp yıkma gücü haline girmişti. Heryanı kızgınlık ve nefretten tir tir titriyordu''' (81. s.) her yanını hırs bürür; isyanderecesine gelir. Ne var ki bunların hepsi, o anda olur; kısa bir süre sonra güçsüzlüğü,olaylar karşısındaki ezikliği, nedeniyle söner gider. Gamebn gibieyleme geçemez.Ayrıca Marat ve Ahmet Samim'in karşı güçlerce öldürüldüğü herkesçebilinmektedir. Gamebn ve Ahmet Kerim de bir gün aynı yolla öleceklerinidüşünürler. Böylesine düşünceler, Gamelin'e derin bir hırs ve ezici bir güç,Ahmet Kerim'e de politikaya karşı aşırı tiksinti, ölüme karşı da sonsuz birkorku verir. Bu yönleriyle de biribirlerinden ayrılırlar.Gamebn ve Ahmet Kerim, kendilerini uzun uzun tahlil ederler; olaylarkarşısındaki tutumlarını eleştirirler. Bu yolda Gamelin, kendi kendine şunlarısöyler: "Oysa ben bir baba katili de değilim. Tersine yurt düşmanlarınınpis kanını, anayurdunu seven bir oğul sevgi ve bağlılığıyle, döktüm" (243. s.),"Pişman değilim yaptıklarıma. Yapılması gerkenleri yaptım, yine de yaparım


TANRILAR SUSAMIŞLARDI İLE HÜKÜM GECESİ 147aynı şeyleri. Yurt uğruna yaptım ne yaptımsa, yurt yüzünden kargınmış birinsan oldum, insanlığımı bir yana attım: geriye dönemem artık. Hayırl büyükgörev bitmedi heniız\ Ah o acıma denen şey! Ah insanları bağışlamal.. Hainlerbağışlıyor mu ? Fesatçılar acıyor mu ? Onları yok etsen, yerlerini yenilerialıyor hemen... Anlıyorsun değil mi? İşte bütün bunlar yüzünden, aşktan, kıvançtan,yaşamanın tüm mutluluklarından, hattâ yaşamdan bile elimi çekmeliyim"(260. s.). Ahmet Kerim ise bu konuda daha da derine iner. Bunu bir yerde,Yakup Kadri'ye bağlayabiliriz. Çünkü o, karakterlerine, olaylar içindekendi kendilerini eleştirme olanağını verir 4 . Şu bölümlerde olduğu gibi: u Yok,yok. Boşuna nezaket göstermeğe çalışmayınız. Ben gerçekten, alçağın biriyim.Fakat şu farkla ki, alçak olduğumu biliyorum ve itiraf ediyorum. Kendimiherkesten çok kendim lânetlemekteyim. Onun için siz ne derseniz deyin ve banane gözle bakarsanız bakınız, benim kendi kendime biçtiğim cezanın yarısınıveremezsiniz; ne de benden benim kadar nefret edebilirsiniz"''' (192. s.), "Hangiyüksek heyecan, hangi vicdanî zevk pahasına bu elemleri, bu ızdırapları, busefaletleri ve nihayet bu felâketi göze almıştı? Bari muhalefetin zaferinde memleketiçin bir saadet umanlardan biri olsaydı, bari kartal gibi kahhâr bir idealiyuva yapsaydı; bari ölüm dakikasında 'Ben ölüyorum, fakat iman ettiğim fikiryaşayacak,'' diyebilseydi Demek ki ne samimî bir surette muhalefeti benimsemiş,ne de İttihat ve Terakki hükümetlerinin faziletsizliğine yürekten kani olmuştu.Şu halde neyi müdafaa etmiş, neye karşı yürümüştü?... Ne beraber mahkumolduğu arkadaşlarına karşı kalbinde ufak bir muhabbet, ne de kendisine buazabı reva gören düşmanlarına karşı bir gayız ve nefret duyuyordu. Hayata atıldığıilk günden bu müthiş ana kadar nasıl bir şuursuz bir tayıf, bir sâir-fil-menamgibi yaşadıysa, yarın ölüme de aynı kâbusa bürünmüş olarak girecekti"(338-339. s.).Sonuca gidibrken, her iki romanda da, toplu tutuklamalar olur. O döneminsiyasî şefleri, önemli kişileri tutuklanırken, bunların arasmda Gamelinve Ahmet Kerim de vardır. Yalnız Gamelin, "Commune" toplantısma, sevgilisiElodie'nin engel olmasına karşm, isteyerek gider. Bu, bir yerde, kendisinikarşı güçlere bile bile teslim etmedir. Ahmet Kerim ise zorla tutuklanır.4 Dr. Necdet Bingöl de şunları söyler: "Şahısların çoğu en ziyade erkekler, kendilerini incedcninceye tahlil ederler. Yaptıkları kusurları affetmezler ve hayatlarında hiç bir zaman memnun olmazlar.Onlara göre yaşamak çok ızdıraplı, çok azap verici bir şeydir. Fransız realistlerinin romanlarındaolsun, Yakup KadrVnin romanlarında olsun kalbe hüzün veren kasvetli havayı yaratan da buçeşit tiplerdir" (Yakup Kadri'nin Beş Romanında Fransız Realitst ve Naturalistlerinin Tesirleri,D. T. C. F. Dergisi, II. C. 1. S. 1944).


148 İSMAİL PARLATIRGamelin ve Ahmet Kerim, tutuklu bulundukları sırada kendi kendileriniyargılarlar. Kendi ölüm kararını gene kendileri verir. "İşte ölüyorum. Savunmamızgereken Cumhuriyeti yeteriyle savunamadığımıza göre, cumhuriyet adınabizlere yapılan bu sövgiilere hak kazandık. Zayıftık, Kendi hoş görümüzün suçlusuolduk. Cumhuriyeti aldattık. Bu sonucu hakettik. Robespierre bile, temiz,kutsal insan, yumuşaklık göstermekle günah işlemiş oldu; hatalarını yaşamıyleödedi. Onun gibi ben de ihanet ettim Cumhuriyete; Cumhuriyetin sonu geldi.Cumhuriyeti de birlikte götürüyorum. Kan dökmekten çekindim; o halde benimkanım dökülsün! Hak ettim ölümü..." (278. s.) diyen Gamebn, ölüme giderkenbile içi, gene hırs, kin, öfke ve karşı güçlere nefret doludur. Buna karşın"-Senin en büyük hatan bu değil. Senin en büyük hatan ne isen öyle görünmeyişindir,dedi. Şefkatliydin, merhametsizliği şiar edindin! Yumuşak başlı birçocuktun, dik kafalılığı zarifliğe ve asilliğe daha uygun buldun. İttihatçı idinkendini muhalif tanıttın. Sahtekâr, sahtekârl" (343. s.), "-Adam sen de, bizzaten doğarken mahkumdukl diyordu. En iptidaî bir kültürden, en basitbir idealden bile yoksun bırakılan ve devrin karanlıkları, karışıklıkları, kinve hileleri içinde yolunu kendi kendine bulup yürümek zorunda kalan bukimsesiz Türk gençliği, Ahmet KerimHn gözü önünde insanlığın en acılı, ençok gadre uğramış, en çaresiz bir parçası gibi tecessüm ediyordu. Genç adamhayalinde arkasına dönüp sanki kendi arkadaşlarından, kendi çağdaşlarındankurulmuş bir topluluğa sesleniyormuş gibi: 'İşte ben, ben sizin adınıza kurbanediliyorum! Bu, günahlarınızın kefareti olsun' dedi" diyen Ahmet Kerim,ölümün verdiği acı ve korkuyle doludur. Ne olduğunu, üstelik ne olacağınıkendi de kestirememiştir. Bunu, mücadele gücünün, Gamalin'e göre dahazayıf oluşuna verebiliriz.İki kahramanda da kadınlara karşı bir iğrenme duygusu görülür. Bunun,Gamelin'de, kız kardeşinin kralcı bir gençle kaçması ve madam Rochemaure'm çeşitb dolaplar döndürmesi-Öyle ki Gamalin, Rochemaure'ı kendisindenyardım uman bakışları altında giyotine gönderir- ile belirlenmesine karşın,Ahmet Kerim'de, sevgilisi Samiye'nin ağabeyisinin koyu bir İttihatçı olmasıyledoğduğu söylenebilir. Öyle de olsa iki genç -Gamelin, sevgilisi Elodieile, Ahmet Kerim, metres edindiği Rum kızı ile- kadınlardan uzak kalamazlar.Hele Gamebn, çoğu günlerini sevgilisiyle birlikte geçirir. Bu yönüyle de AhmetKerim'den ayrıbr. Ne var ki, bir an gelir onu da çiğner; sevdiğinin bütünısrarlarına karşın "Commune" toplantısına giderek karşı güçlerin saldırısınauğrar; bu nedenle de kendi sonunu hazırlamış olur.Yeri gelmişken iki karakterin aşk karşısındaki tutumlarını da vermeye


TANRILAR SUSAMIŞLARDI İLE HÜKÜM GECESİ 149çalışalım. Önce her ikisi de aşkta çekingendir; sevdikleri halde bu sevgileriniaçığa vuramazlar. Bunun üzerine de ilk çıkış, Elodie ve Samiye'den gelir.Genç kızların, aşk konusunda, erkekler üzerindeki izlenimleri de onların ağızlarındanyansıtılır. Buna göre Anatole France, Elodie'ye şunları söyletir:"Ama her şeye rağmen Elodie, GamelinHn bu kadar çekingenliğini de birazaşırı buluyordu. Hippolyte'e âşık olan Aricie bu genç yiğitin yaban erdeminehayrandı ama, bu hayranlık bir gün bu erdemin karşısında zafer kazanmakumudundan doğuyordu, oysa sonunda kadıncağız, geleneklerine alabildiğinebağlı olan Hippolyte'in katı yüreğini yumuşatamamanın ıstırabını çekmişti.Eline bu olanak geçer geçmez, Hippolyte mecbur kalıp duygularını söylesin diyeönce o davranıp gönlünü açmıştı delikanlıya. Aricie gibi Elodie de aşkta kadınınilk adımı atmasını sakıncalı bulmuyordu. En çok sevenler, en sıkınganlardır,onlara yardımcı olmak, casaret vermek gerek, diyordu. Bir kadın değil ilk adımı,yolun yarısını, hattâ daha da fazlasını aşabilir, böylece erkeğin hamle yapmasıkolaylaşır ve zafer kazanılırdı''' (334. s.). Bir yerde Gamebn'in, Elodie'yi eldeetmesi bundandı. Öyle ki Elodie, ilk kez ona "Size karşı daha neler yapmamıisterdiniz söyleyin, bilin ki sizinle doluyum, yüreğimde ne ararsanız bulursunuz"(49. s.) dediği an Gamelin, şaşkınlıktan kıpkırmızı kesilir, ne söyleyeceğinibilemez. Ahmet Kerim ise Samiye'yi-Gamelin'in Elodie'yi penceredengörerek âşık olduğu gibi-evlerinin önünden geçerken pencerede görür; onu,sesinin güzelliğine kapılarak sevmeye başlar. Gene ilk hareket kızdan-Ondanmektup alır- gelir. Samiye de —Elodie gibi— sevdiği adamın çekingenliğindenyakınır "Kaç zamandır benden çekmiyorsunuz. Fakat benim sizi çok göreceğimgeldi. Birşey söylesem, bilmem, yapar mısınız? Bu gece yarısını bir saat geçebizim merdivenli sokak kapısını -büyüğünü değil- aralık bırakacağım. Bu kapısofaya açılır. Sofanın üstünde dört oda vardır. Bunların sol taraftan birincisindedeğil, ikincisinde sizi bekleyeceğim, odayı karanlık bırakacağım. Sakın evegirerken kibrit falân çakayım demeyinl Yavaş yavaş el yordamıyle yürüyün..."(122. s.). Bu sözler, Elodie'nin, gece odasına aldığı, Gamelin'e söyledikleriniandırıyor. 11 Merdivenden inerken bir gürültü duyarsan hemen üst kata çık vetehlike gecinceye dek inme. Sokak kapısını açmamı istediğin zaman kapıcı penceresineüç kez vurursun" (141. s.).Ne var ki her iki romanda, başlangıçta, böylesine benzerlik gösteren aşk,Samiye'nin Ahmet Kerim'i oyuna getirmesiyle değişik yönde gelişmeye başlar.Elodie- Gamebn ilişkisinin güçlenmesine karşı, Ahmet Kerim, Samiye'den bütün bütün uzaklaşır. Genç kızın bundan sonraki çabaları, aracı sokması,üstelik ayaklarına kapanması bir sonuç vermez. O da kurtuluşu, kendinidenize atarak, boğulmakta bulur. Ahmet Kerim pişman olmuştur; olmuştur


150 İSMAİL PARLATIRama, son pişmanlık da fayda vermez. Sevgilisinin ölümünden sonra ondaalevlenen aşk, bütünüyle romantik bir havaya bürünür.Ayrıca her iki yazarın, aşkı, romanın ağır ve sıkıcı havasını yumuşatmakiçin, yardımcı entrik unsur olarak işlediğini ekleyebiliriz. Bunda da AnatoleFrance, daha başarılı görülür.Olaylarm cephe gerisinde yürütülüşü de bir başka özelliği gösterir. Gamebn,cephe gerisinin ileri uçlarından bir kişisi olarak verilirken, Ahmet Kerimde savaş haberlerini değerlendiren, bunların üzerinde birtakım hükümlerçıkaran, bazen ümit bazen de ümitsizbğe düşen kişi olarak çizibr. Ne var kio ortamada, "Pişman değilim yaptıklarıma, yapılması gerkenleri yaptım, yinede yaparım aynı şeyleri. Yurt uğruna yaptım ne yaptımsa, yurt yüzünden kargınmışbir insan oldum. İnsanlığımı bir yana attım : geriye dönemem artık..."(260. s.) diyen, yer yer daha hırslı, daha güçlü ve ateşli Gamelin'e karşınAhmet Kerim, ezik, zayıf ve güçsüzdür "Ahmet Kerim bu hale gülmek mi,ağlamak mı lâzım geldiğini bilmiyordu. Hep bozgunu yayan, kafasında menfive meşum endişelerden başka hiç bir düşünceye yer vermeyen bu adamın, sonunda,günün birinde o bozgunun böylece kendi halile isbat edişi, Ahmet Kerim'ekendi iddiasında yanılmış bir kimse utancını vermekten de uzak değildi. Onuniçindir ki utanarak önüne baktı" (235. s.). Kendisinin böyle oluşu nedendi?Toplumda neden yerini bulamamıştı? Bu, ne kadar böyle sürüp gidecekti?Neyin peşinde olduğunu o da bilemiyordu. "Ya kendisi bu için için dehşetli,bu için için dehşetliliği yüzünden mübarekleşen gerçeğin ortasında, ya kendisine idi? Neyi temsil ediyordu? Bu cemiyetin içinde bu esmer başın, bu ince vücudunbu kapkara gözlerin meydana getirdiği varlık neye işaretti? Mademki,güzellik, doğruluk ve iyilik adına bağlandığı inançlar, kendi kafasından dışarıyaçıkmıyordu. Şu halde faydası neydi ? Bütün bu topluluğun içinde ne işe yarıyordu?"(244. s.) yollu kendi kendine çıkışlar yapar. Güçsüzlüğü, ezilmişliğiiçinde kaybolur gider. Bu da bize, onun Gamelin'den ayrılan bebrgin biryanını verir.Olaylar, Paris ve istanbul'da yürütülür. Halkın, ezici baskı altındakidurumu, geçim sıkıntısı yansıtılır. Bu nedenle de her iki kentten, başka yerlere,göçler olur, Oralardan şifreli mektuplar gönderilir. Her iki kentin de bakımsızbğıve pisliği anlatıbr.Bir başka benzerlik de, her iki toplumda yer eden, İngiliz düşmanlığıdır."Bu haberlerin bir kısmı pek kesin değil, bir kısmı tümden yanlıştı, amane var ki genel durum korkunçtu. Birleşik ordular bütün yolları tutmuş yürü-


TANRILAR SUSAMIŞLARDI İLE HÜKÜM GECESİ 151yordu. Vendee savaşı kazanmış, Lyon ayaklanmış, Toulon u ele geçiren İngilizlerkaraya on dört bin kişilik asker çıkarmışlardı" (149. s.) biçiminde söylentiler,Gamelin'in de bulunduğu yargıçlar grubunu hayli şaşırtır. Durup dururkenİngilizlerin savaşa katılmaları ve Fransa'ya karşı öbür devletlere yardımetmeleri, onları, tedirgin eder. Bunun yanı sıra Hüküm Gecesi'nde, İngilizdüşmanlığı açık açık verilir. "Bütiin devletler arasında hele ingiltere'nin asilyürekli insanlara her vakitten daha insanlık dışı, daha vahşi, bir görünüşüvardı. Sanki, her İngiliz bir hortlamış Gladstone idi ve o ıslak adanın sisleriarasından bize kırmızı yüzlerinin ortasında beyaz dişlerinin hain pırıltılarıylesırıtıyorlardı. Ve bu dişlek düşmanların Türk milletine karşı açtığı savaş, Bulgarlarınzincirleme cinayetlerinden daha vahşi daha amansızdı. Bu bakımdan,Balkan İttifakının kanlı çemberi Avrupa diplomasisinin tuzağından çok dahaaz korkunç görünüyordu" (247. s.).Böylesine duygular, o dönemde yaygındı. Buraya da yazarından geçerekgelir. Yakup Kadri, bu İngiliz düşmanlığım "Sodom ve Gomore"de desürdürür. Ondaki İngiliz düşmanlığının tohumu, bu romanda atılır.Yukarıdan beri iki roman arasmdaki yakın benzerliği-kimi yerde birleşenkimi yerde de ayrılan yönlerini- belirlemeye çalıştık. Bu, iki romanınbütünüyle benzemesi ya da Hüküm Gecesi, daha önce yazılan Tanrılar susamışlardı'danalınma anlamına gelmez. Bir yazar, sanatının oluşabilmesi için,elbette kendinden önce yazılanları okuyacaktır. Nerde kaldı ki Yakup Kadri,Hüküm Gecesi'ni yazdığında sanatının doruğuna ulaşmıştı. Bu düzeye gelinceyedek, kendisini birtakım sanatçdar etkilemiştir. Özellikle bu etki, Batı'dan gelmektedir 1 . Bunların içinde, realist ve naturalist yazarların yanı sıra,Anatole France da önemli yer tutar 5 . Şu var ki bu, onun sanatına gölgedüşürecek nitelikte değildir. O, bu etkileri kendi sanatçı kişiliğinde oluşturur;romanlarında kendine özgü anlatımı ve işleyişiyle karşımıza çıkar.5 öyle ki, Hüküm Gecesi'nde Ahmet Kerim Anatole France'ın bir başka romam (SylvestreBonnard'ın Cinayeti)raa kahramanı (Sylvestre Bonnardjna benzetmek ister" Ahmet Kerim,buraları hiç bilmiyordu ve Anatole France'ın ünlü romanında Napoli'nin ıssız sokaklarında yolunuşaşırıp dehşete düşen Sylvestre Bonnard gibi bir kaldırım taşına çökerek ağlamak veyadolu dizgin koşarak kaçmak ihtiyacını duyuyordu" (312-313.s.). Bunu da Anatole France'ın,Yakup Kadri'ye olan, etkisine bağlamak yerinde olur sanırım.Yeri gelmişken şunu da belirteyim. Bugüne dek Yakup Kadri üzerine iki doktora çalışmasıyapılmıştır. Biri Dr. Necdet Bingöl'ün "Yakup Kadri'nin Beş Romanında Fransız Rezlistve Naturalistlerinin Tesirleri" (D.T.C.F. Kütüphanesi No: 125) adlı çalışması, öteki Prof.Dr. Niyazi Akı'nın "Yakup Kadri Karaosmanoğlu, İnsan - Eser - Fikir - Üslûp" incelemesidir.Bu çalışmalarda Yakup Kadri'de Anatole France etkisinden söz edilmemiştir.


Dr. SAADETTürk<strong>Ankara</strong> t ^ v c ^D. T. C. FakültesiÇAĞATAYCA BÎR KURAN TEFSİRİHAMZA ZULFıKARTürkçe Din <strong>Kitaplar</strong>ı.Türkler, tarih boyunca girmiş oldukları dinlerin kutsal kitaplarına büyükönem vermişlerdir. Özellikle devlet büyüklerinin ele aldıkları bu konu vebu yolda gösterdikleri çabalar asla küçümsenemez. Uygur hakanı BögüHakan, Mani dinini resmî din olarak kabul ettikten sonra rahiplerle yaptığıkonuşmada kendisinin bile dinî açıdan yargılanabileceğim belirtmiştir. Samanoğulları'nınTürk kumandanı E. Mansur b. Nuh, Kuran'ın Farsça'yaçevirilmesini bir hükümet görevi olarak ele almıştır. Gene Karahanh hükümdarıS. Buğra Han, İslâmiyeti kabul ederek onu ülkesine yaymaya çalışmıştır.S. Buğra Han, hakkında kaynaklarda verilen bilgiler pek az ve çoğuefsanevîdir. İbn Miskavayih ve İbn Al -Asir adlı Arap kaynaklarınınverdikleri bilgilere dayanarak M. 960 yılında 200.000 çadır Türk topluluğununtoptan islâmiyeti kabul ettikleri tarihçilerce belirtilmekteyse de, bu tarihinS. Buğra Han'ın M. 956 yılındaki ölüm tarihinden önce olması gerektir.Bir inançlar manzumesi üzerine kurulan Şamanizm ile Manihaizm, Budizmve Hiristiyanlığa ait dinî hikâyeler, dualar, ilâhiler ve diğer kutsal kitaplarınTürkçeye yapılmış olan çevirileri bugün birer dil ve edebiyat malzemesiolarak korunmaktadır.Şamanizm'in dinî kurallarını ve esaslarını içine alan belli başlı bir kitabıyoktur. Bu dinin esaslarını ve niteliklerini aydınlatan metinler Altaylar'daçalışmalar yapan V.t. Verbitski 1 ve W. Radloff 2 gibi araştırıcıların tespitettikleri dua ve ilâhilerdir. Bu kaynaklardan yararlanan A. İnan 3 Şamanizmadlı kitabında bu dua ve ilâhileri yayınlamıştır.1. Altayskie inorodtsi, Moskova, 19032. Aus Sibirien, Leipzig 1893; Proben 1. c. 1866, 2. c. 1868, 3. c. 1870, 9. c. 1907.3. Tarihte ve Bugün Şamanizm, Mataryaller ve Araştırmalar, TTK. VII. seri No: 24, 1954


154 HAMZA ZÜFKAManihazim M. 762 yılında Uygurlarca devlet dini olarak kabul edilmiştir.M. 750-780 yılları arasında hükümdarlık etmiş olan Bögü Hakan bu dininönderliğini yaparak Mani dinini resmî din olarak halkına kabul ettirmiştir. 4Mani dini bibndiği gibi her şeyin zıt kutuplar altında çalışması ruh-madde,iyi-kötü, geee-gündüz, aydınhk-karanlık gibi esaslara dayanır. Bögü Hakan'ınrahiplerle olan konuşması 5 , A.v. Le Coq'un Mani Metinleri 6 bu dininesaslarını aydınlatan belgelerdir.Manihazim'den şekil itibari ile az ayrılıklar gösteren Budizm'in esaslarınıise aslı Sanskritçe olan Çince'den Uygurca'ya çevirilen Suvarnaprabhasa 7(Altun Yaruk), Huastuanift 8 (Budist Tövbe Duası), Uygurica 9 , Maitrisimit 10gibi eserlerde bulmaktayız. Suvarnaprabhasa'nın Uygurca çevirisi üzerindeR.R. Arat 11 çalışmış. S. Çağatay 12 bu eserden iki parçayı işleyerek yayınlamıştır.Codex Cumanicus'un 13 ikinci bölümündeki dua ve ilahiler Hiristiyan Türklerarasındaki Hiristiyanlık esaslarını aydınlatan eserlere örnek olarak verilebibr.Hiristiyan Türkler geçen yüzyıllardan bu yana inceleme konusu olmuş,bugün Batılı bilginlerce bu konuda çalışmalar sürdürülmektedir 14 .VIII. yüzyıldan itibaren Türk Ulusu, Budist, Manihasit, Hiristiyanlıkhatta Ateşperestlik gibi türlü dinlerin etkisinden çıkarak yavaş yavaş ve kısa4. Ş, Tekin, Mani Dininin Uygurlar Tarafından Devlet Dini Olarak Kabul Edilmesinin1200. Yıldönümü Dolayısiyle TDAY 1962 1-11. s.5. W. Bang ve A. v. Gabain, Türkische Turfan Texte I SBAW, Berlin 1929.6. A.v. Le Coq, Türkische Manichaica aus Chatscho I SBAW Berlin 1912; II 1919; III1922 (çev. M. Köseraif , Türkçe Mani Elyazmalan, İstanbul 1936 TDK.)7. W. Radloff ve Maloff, Suvarnaprabhasa, Petersburg 19138. A. v. Le Coq, Khuastuanift JRAS, 1911, Berlin 277-314. s. (Çev. s. Himran, <strong>Ankara</strong>1941 TDK.)9. F. W.K. Müller, Uygurica I ABAW 1908, II ABAW 1910, III ABAW 1920, IV. SBAW1931 (Çev. S. Himran, Uygurca Üç Hikâye, İstanbul 1946 TDK. ve Çaştani Bey Hikâyesi,İstanbul 1945 <strong>Ankara</strong>, TDK.)10. A.v. Gabain, Maitrisimit, Wiesbaden 1957 69+113 levha (Tan. Ş. Tekin TDAY1958)11. R.K. Arat, Uygur Devrine Ait örnekler Altun Yaruk, İstanbul 193612. Altun Yaraktan İki Parça DTCF. yayını No: 46 <strong>Ankara</strong> 194513. K. Gronbech, Codex Cumanisus cod. Lat. DXLIX: Faksimile, Kopenhagen 1936.14. Gennadios Skholarios'un 1455-1456 yılları arasmda Fatih'in isteği üzerine yazdığıİtikatname Yunan harfleri ile yazılmıştır. Bu eser üzerinde H. Kun çalışmıştır: Genhadiostörük hitvallasa 1936 KCsA. R.H. Özdem, Ülkü X.c 1938


ÇAĞATAYCA BİR KURAN TEFSİRİ 155zamanda dünya üzerinde geniş bir bölgeye yaydan islâmiyete girmeye başlamıştır.Zaten bu tarihlerde islâmiyet Türklerin bulunduğu bölgelere erişmiş,Hz. Ömer zamanında Türkler islâmiyeti benimsemeye başlamışlardır.Islâmiyetin Tesmen devlet dini olarak kabul edilmesi, Doğu Türkistan'daKarahanlılar zamanında X. yüzydda olmuş, buna bağlı olarak bu bölgedeKaşgar, Balasagun gibi kuvvetli islam kültür merkezleri doğmuştur.Kuran'ın çeviri işine gelince, X. yüzyıl ortalarına kadar Kuran herhangibir dile çevirilmemiştir. Türk kumandanlarının idaresi altında bulunan Samanoğullarızamanında (M. 876-999) E. Mansur b. Nuh Maveraünnehr'deki bilginlerden fetva alarak Tebari 15 Tefsiri'ni ve Kuran'ı Türk ve Farslardankurulu bir bilim heyyetine Farsça olarak çevirtmiştir.Kuran'ın Türkçe çevirileri üzerinde çahşan A. İnan 15 , KarahalılarınMaveraünnehr'de hakimiyet kurdukları tarihlerde Buğra Karahan (ölm.M. 956) zamanında Kutadgu Bilig'in tamamlandığından söz açarak Kuran'ınTürkçe'ye çevirisinin bu tarihlerde yapılmış olması gerektiğini ileri sürmektedir.Türkçe tefsirlere kaynakhk eden Tebari Tefsiri'nin Tahran yayınındabelirtildiğine göre bugün dünya üzerinde Tebari'nin birçok yazma nüshalarıvardır 16 . Tahran yayını bu yazma nüshalardan Saltanat Kütüphanesindekinüshaya dayanılarak hazırlanmıştır.Doğu Türkçesinde Yazılmış Kuran ÇevirileriBugün bilinen en eski Kuran çevirisi 1914 yıhnda A.Z. V e 1 i d i 17 tarafmdanKarşi şehrinden bulunmuş yazarı meçhul "Anonim Kuran Tefsiri"dir. Eser Leningrad'da Asya Müzesi yazmaları arasında 2475 numarada kayıtlıydı;şimdi İnstitut Narodav Azii Kitapbğı 332 numaradadır. A. Z. Ve-15. Tercüme-i Tefsir-i Tebari, Ferahem-i Araede der zaman-ı Saltanat-ı Mansur b. NuhSamanî, Tashih ve ihtimam: Habib Yağmai, Tahran (1339) 1920, Kahire baskısı (1321) 1903;Kur'an-ı Kerim'in Türkçe Tercümeleri Üzerine Bir İnceleme, Diyanet İşleri yaymı <strong>Ankara</strong> 196116. Paris Biblioteque National nüshası; Ayasofya nüshası (No: 687) Bursa Orhan Gazinüshası; Meşed, Horasan nüshası; Asitane Revezi Kütüphanesi nüshası; Bursa Genel Kütüphanenüshası (no: 1612) Nafiz Paşa Kütüphanesi nüshası (no: 64) Londra, British Muzeum nüshası;Merhim Azad nüshası; Çeşter Beyti nüshası; Bursa Haraççıoğlu kütüphanesindeki nüsha;Tahran Saltanat Kütüphanesindeki nüsha.17. Yost. rukopisi Ferganskoy oblasti ZVO 1916 T. XXIII, 249 s.


156 HAMZA ZÜFİKARlidî ilk olarak bu yazmayı tanıtmış daha sonra W. Bartold 18 bu çeviriyikısaca tahlil etmiştir. Ayrıca F. Köprülü 19 "Türk Edebiyatı Tarihi" adlıeserinde aşağı yukarı Bartold'un vermiş olduğu bilgilere dayanarak eserinson bölümlerine doğru yazarının Acemce'ye daha sık baş vurduğunu, Türkçemetinler arasına eski Acemce kelimeler koyduğunu söyleyerek yazarının İranlıdeğilse bile İran kültürü ile fazla uğramış bir Türk olduğunu belirtnjektedir.Bize kalırsa eserde geçen ayetlerin Farsça bazı açıklamaları, eserin sonunadoğru sadece Arapça metnin yer alması, ayetlerin Türkçe açıklamalarıyapılırken bazı yerlerde devrik şekiller kullanılması gibi Kuran çevrileriiçin normal sayılan ve pek çok Kuran çeviri ve tefsirlerinde görülen bu özelliklerebakıp "Anonim Kuran Tefsiri"nin yazarını bir İranlı olarak nitelemekpeşin bir hüküm olur. Aşağıya koyduğumuz örnek parçalarda görüldüğügibi yazar, ayetlerin Türkçe açıklamalarını verirken arada bir aynı şeyleribir de Farsça olarak açıklıyor. Kimi yerde ise ayeti doğrudan doğruya Farsçaolarak çeviriyor. Pek âlâ Türkçeye çevirebileceği bu gibi yerlerde sebepsizolarak yer yer Farsçaya baş vurmasına rağmen yazarının Türkçe çevirilerve açıklamalar bölümündeki başarısını göz önüne alarak onu İranlı diye nitelemeyedilimiz varmıyor.(io8b> 'ju^a'ı 'uCr o ı j "JL^G jjçûi j as)İİL-Û» (J takı aytuldı takı kıldı c âyîni anlar birle ya c nîS -- SR ' -yaratdı (16) c âyini kökler birle ol kün kim yaratdı köklerni "Abdü'l-lâhbin c Ömer \ jj'j ailxî j ayıtdılar kim ay takı kün yeti kat kökke nür (17)berür andağ kimnür berür yerde yüzi anlarınıng kökler taba tururarkaları yerler taba turur ve ba c zılar ayturlar kim ay (18) bu dünyâkökinde turur takı anıng nün barça köklerge yeter ber-â-ber vey derâsmâni şikâfı est ki nür-1 ml-tâbed"(110b) Terîgri ta c âlâ yalğan aytur tep (15) gümcin nem-i revlm ki İblisber hudây duruğ güyed"Buna benzer daha birçok yerlerdegörüldüğü gibi Türkçe çevirileryayında aşağı yukarı aynı şeyleri, yazar, bir de Farsça olarak vermektedir.18. Ein Denkmal aus der Zeit der Verbreitung des Islams in Mittelasien, Asia Majör II,Fas I. 1925, 125-127 s. (Çev. TM. II. c.)19. Türk Edebiyatı Tarihi, istanbul 1926, 190-194. s.


ÇAĞATAYCA BİR KURAN TEFSİRİ 157Özellikle hikâyeler bölümündeki sade, akıcı ve kelimelerin uygun şekillerdekullanılması, devrik şekillere rastlanmaması, "Anonim Kuran Tefsiri"yazarının ancak ana dili Türkçe olan ve bunun yanında Arapça ve Farsça'yıda iyi bilen bir Türk olduğu kanısını vermektedir. Aşağıya koyduğumuzşu küçük parçalar bile bu düşünceyi doğrular kanısındayım.süresi evveli Mekkede indi ol vaktda kim müsülmânlıkyengi aşikâre bolu turur Ebu Bekrü'l-Şıddîk c Oşmân c Ali (3) müsülmân bolmışerdiler raziya'l-lâhum ecma c în cümlesi otuz tokuz baş kişiler müsülmân bolmışerdiler dârü'n-nedve (4) atlığ ew içinde yaşru müsülmânlık kılur erdilerdârü'n-nedve kengeşgü sarây erdi yalawaç 'aleyhi's-selâm (5) tengri ta'âlâdınhâcet kılur erdi aytur erdi ilahî sen bu müsülmânlık dînini Ebü-Cehl îbn-iHışâm birle ya ( Ömer İbnü'l-Hattâb (6) birle âşikâre kılu bergil tep anıng üçünkim Ebü-Cehl Mekke içinde beg erdi anıng sözi yorık (7) erdi atı Ebü-Hakemerdi yalawaç 'aleyhi's-selâm Ebü-Cehl atadı c Ömer İbnü'l-Hattâb raziya'llâhuer erdi yüreklig c ayyâr alp erdi (8) kamuğ Mekke birewü... c Ömerdin korkarerdiler anıng alpbkmdın anırig üçün yalawaç c aleyhi's-selâm biregindinbirini hâcet (9) kolu yarlıkadı bildi kim bu ikide biri müsülmân bolsa müsülmânlıkdîni artar âşikâre bolur tengri ta c âlâ müsülmânlıknı (10) c Ömerka berüyarlıkadı Ebü-cehlge yarlıkamadı maşrık mağrib halkı müsülmânlık birleköwenürler yana müsülmânlık c Omer birle (11) köwenür tep c Ömerninğ birsinğili bar erdi küdegülig c Omerdin yaşru müsülmân bolmışlar erdiler Ebü-Cehlge bir kün aydılar kim (12) Muhammed bir yengi dîn çıkarmış turur birança kişiler Muhammedge tep anıng dîninge kirmişler Ebü-Cehl aydı egerMuhammed ataları dînindin (13) adın yengi dîn çıkarmış erse fermânlağay menkim Muhammedning başını yılan başı sokar teg sokkaylar tep aydılar (14) yâEbü-Hakem bu söz çm turur tep ol adındın keltürmiş turur tep ol sâ c atdaEbü-Cehl c aleyhi 5 l-la c ne c Omerni alğalı (15) izdi 'Ömer keldi erse aydı ya c Ömereşitür men kim Muhammed adın dîn çıkarmış bir ança kişiler anga kirtürmişler(16) barğıl eger anlar Hübel atlığ burhandın adıriga tapınur erseler Muhammedningbaşını Muhammedge bütgenlernirîğ başını yılan başını (17) sokar tegsokğıl tep 'Ömer turdı kılıç hama'il kılıp baru başladı yolda singilinning kapuğınğategdi erse (18) kirip kadaşımğa tüşeyin tep sakındı kapuğ üskünge tegdierse ün eşitdi kulak tutup tıngladı (19) Kur'ân ünün eşitdi erse sirigili küdegüsibirle 4» süresini okır erdiler 'Ömer ança turup tıngladı (20) tengri ta c âlânıng yar-


158 HAMZA ZÜIjFİKARlığım eşitip könğli yaru başladı anlar ti» sûresini okır erdiler Cü jJ I L*r^r'ij \\ / ı ^ ( 21 ) 'Ö\J£\ dOGJ bu iki harf turur yalawaç 'aleyhi's-selâmnıng atı tururve sûresi (22) inmesdin burun I l_lı sûresi inmiş erdi yalawaçc aleyhi's-selâm kilim ötünüp başını içgerü tartıp yatmış erdi (23)Cebrâ'il 'aleyhi's-selâm kelip yarhğ yetkürdi kim ° 1 L.J ya ol kişikim başını içkerü tartıp yatmış erdi (24) 'a e * \ *>LJi ^ 1 J_JU II* , • ' ». •'.•(I I " - ' ° "l" ° o - S I l'- ' • ® >.0J"yu! jJ O I j-ÂJI J>J jj «cJLp :>jj I !>U-i "(j-3-J 3'j.r JlîI ya Muhammed biz sanga anrng üçün ıdmadımızkim sen özüngni tapuğ tâ'at içinde emgetip helak (31) kılsasen bu Kur'ân birpend turur ol kişilerge . kim tengridin korkarlar azu yarlıkadı& 0 ^'J^ll j '^^yarlıkadı bu kullar kim bar köklerniyerlerni törütigliniıîğ ızmışmdan turur (32) yarlıkadı üıojj ls'cJL>Z; Gj C. j i J Cj"j'-^l J ,/« SJjCiL (27a-l) 'Ömer singli küdegüsibirle bu âyetlemi bu yerge tegdi okıdılar c Ömer tükel eşitdi erse sabrıkarârı kalmadı takati yetildi(2) singlininnğ kapuğını öwke birle tokıdı könglindeandağ mundağ kim uluğ tengri Muhammedninğ tenğrisi turur yerler (3) köklerıdısı c arş kürs anınğ tahte'ş-şerâ anınğ yer kök arasındaki kamuğ vilâyetleranıng Lât Hübel kim bizninğ (4) but burhanımız turur olarnınğ hiç nersesiyok c Ömer kapuğ tokıdı erse anlar bu sözni kizlediler c Ömer ermişini bilip (5)


ÇAĞATAYCA BİR KURAN TEFSİRİ 159kapuğ açtılar c Ömer kirdi aydı negü okır erdingizler menim katımda ewreokınğlar tep anlar aydılar ya 'Ömer seninğ (6) katında okımaz miz tep aydılaryâ 'Orncr bizke zinhar bergil tep c Omer anlarğa zinhar mühlet berdi anlar andakidin4ssüresini (7) okıdılar aydılar^^^ÜI VLİol^Vl 'O^İa'N f O I ^ 'İ& Ibu câdü tengrisining yer kök anğar bolsa bizninğ (8) tengrilerimizning nerseleribolmasa yok tep anlar aydılar ya c Omer Muhammed câdü ermes tep tengriningçın yalawaçı (9) turur ol bu burhanlarğa kim tapınur sizler anlar hiç nerse ermeslertep c Omer könglinde bu endişe tüşdi(lO) tefekkür tüşdi anlarka aydı menMuhammedni öldürgeli barur men tep anlar aydılar ya c Ömer Muhammed birlesanğa nerse iş yok (11) hak üze turur anınğ idisi kavi turur 'Ömer turdı küdegüsinisinglini alıp dârü'n-ııedveke ilttü bardılar dârü'n-nedvere (12) tegdilererse yalawaç 'aleyh's-selâm yârânları birle kamuğ anda erdiler 'Ömerniriğ katığöwkesi kelmiş erdi dârü 5 n-nedvening(13)kapuğmı berkelep olturur erdiler c Ömeröwkesi birle kapuğını katığ tokıdı erse bildiler kim c Omerning kapuğ tokımasıturur (14) yalawaç c Alîka aydı ve yarlıkadı turğıl kapuğ açğıl tep yalawaç c a-leyhi J s-selâm yârânları korkdı aydılar 'Ömer er turur şulb (15) yüreklig kereksiz kim anınğ birle çoğı tokuş bolsa siz tep C A1I kapuğka tegmes erken yalawaçc aleyhi J s-selâm özi (16) koba yarlıkadı kapuğka yakın tegdi erse C A1I kapuğaçdı yalawaç 'aleyhi's-selâm kapuğdm önğ elgin kapuğdın taşkaru (17) ıdıpc Omerning yakasını tutıp katığ ırğatdı 'Ömer aydı ya Muhammed meni adınemgetmenğ silkmeng tep eğer meni bir (18) adın silkse siz kamuğ endâmım etimsüngükündin adrılır tep yalawaç yarlıkadı yâ c Ömer râst ayğıl nigü (19) işkekeldinğ tep c Omer aydı men anınğ üçün keldim kim dininğizni manga c arzakılsa siz men müsülmân bolsa men (20) tep sizke bütüp îmân keltürse men'Ömerkirdi olturdı takı ötündi süresi okuyu y arhkang tep (21) süresi evvelinmiş erdi okmdı c Ömer aydı uluğ tengri kim anınğ munca vilâyeti bolsa tepLât (22) Hübel c Uzzâka nerse yok ermiş yer kök c arş tahte'ş-şerâ angar bolsa oltörütmiş bolsa tengrining (23) bolsa Lât Hübel 'Uzzânmğ nersesi yok ermişanlar hiç nerse ermes ermişler imdi ne ayğu kerek (24) ne kılğu kerek yarlıkangtep ötündi yalawaç t aleyhi :> s-selâm c Ömerka îmân c arza kıldı müsülmânboldı erse yalawaç c aleyhi > s-selâm yarhkadı(25) yâ c ÖmeriıİJuJ-lkim müsülmânlıkdînini bu ikide biri birle aşikâre kılğıl tep anınğ üçün kim yalawaçc aleyhi 5 s-selâm tengri tapaladın (26) kollar erdi kim müsülmânlık dinini bu ikidebiri birle âşikâre kılğıl tep 'Omerka yarlıkadı sizinğ müsülmânhkıngız (27)manga sewükrek turur Ebü-Cehl müsülmânlıkında köre tep Ebü-Cehl mel'ünyalawaçka telim cefâlar kılmış erdi (28) bî-hıiredhk birle nâ-sezâlar sözlemiş erdi


160 HAMZA ZÜFİKARyana c Ömerdin nerse cefâ tegmişi yok erdi anınğ üçün kim (29) yarlıkadı kimsiziıîg müsülmân bolmışınğız manga sewükrek turur tep c Omer raziyâ'l-lâhuc anhu ötindi yâ Resul'l-lâh emdi bizke ne (30) kılğu kerek turur tep yalawaç'aleyhi's-selâm yarlıkadı biz yenğil Ka c be ewinge barmış kerek namâz andakılmış kerek kılsamız (31) tep c Ömer ötündi nelük barmadıngız baralım tepkâfirlıknı âşikâre kılurlar müsülmânlık hak turur miisülmânlıknı yaşru (32)kılur miz Resul c aleyhi's-selâm yarlıkadı yaranlarıma turunglar c Omer birleKa'bege baralım tep müsülmânhknı namâznı anda âşikâre kılalım tep(27-b-l)'Ömer kılıç tartıp öngdin barur erdi kâfirler c Omerni andağ kördiler erse kim erseningzehresi bolmadı nerse(2) söz aytğuğa Ka c beke tegdiler kirip Ka c be içindenamâz kıldılar ol kün müsülmânlık âşikâre boldı ol künde(3) kidin hiç yaşrubolmağaykıyâmetkategitakıartğay^GG «Ütlîj lEbü-Cehl mel c ün c Ömermüsülmân bolmışm eşitdi(4) erse C âciz mütehayyir kaldı 'Ömer öwkesindeanınğ üçün kim kamuğ c Arab içinde takı c Ömer teg alp er yok erdi hiç kim(5) erseningzehresi takı bolmas erdi kim c Omer üskünde sülese Ebü-Cehl mel c ün kâfirlerkeavdı kayuda erse Muhammedni(6) yalııîğız bolsa sizler öldürünğler anınğcevridin kurtulalum tep yalawaç c aleyhi 5 s-selâm gâh gâh tağ tepesinge yoklap(7)anda namâz kılur erdi yana erdi bir kün yalawaç 'aleyi's-selâm tağ tepesingeyalğuz yoklamış erdi anda Ebü-Cehl bir yârânları(8) birle tuydusız yalawaçğauğradılar yalriğuz bulup öldürgeli kaşd kıldılar yalawaç 'aleyhi^s-selâmyalnguz erdi on beş(9) yigirmiçe kişitirilip yalawaç yanını yerge tegirümedilerdürüst isnâd birle haber kelmiş turur kim tengri ta c âlâ tegme bir yalawaçka(10)kırk er küçiçe küç bermiş erdi tep artukrak tep kâfirler tağ tepesindekamuğı demleşip ne kim kılıp yalawaç(ll) yanını yerge tegrümediler üç yerdebaşmı yardılar kan akıttılar yalawaçnıng yârânları eşitdiler erse(12) yalawaçtabaru bardılar kâfirler müsülmânlarnı kördiler erse kaçtılar müsülmânlaryalawaç üskünğe tegdiler erse kördiler(13) üç yerde başı yarılmış kanğa bulğanmışöksüz bolup yatur yalawaçnı köterüp Hadlcetü'l-kübrâ ewinge ilttiler(14)başmı yudılar em sem kıldılar bu sebebdin yalawaçnıng c ammisi Hamzamüsülmân boldı Hamza İbn c Abdü :> l-Muttalib(15) yalawaç 'aleyhi's-selâmnıngecisi erdi mâdem kim Mekke erdi hiç kayu kim erse kâfirler Hamza haşmetindinyalavvaçka katulmas(16) erdiler Hamzadın korkar erdiler Ebü-TâlibMekke begi erdi Hamzanıng c adeti andağ erdi kim awğa(17) barur erdi birerhafta kelür erdi bu rüziğâr içinde kim yalawaçnınğ başını yardılar HamzaMekkede yok erdi awğa(18) barmış erdi Hamza otrusında bir keyik çıkdı Hamzaok tuşturup ol keyikni kowdı ol keyik ewrülip(19) Hamzağa faşîh til birlesözledi aydı ya Hamza meni nelük andarur sening ewingde bir katığ iş tüş-


ÇAĞATAYCA BİR KURAN TEFSİRİ 161miş(20) turur Hamza ol keyikning sözindin C aceb tutup tangladı ol keyikni kodupewinğe geldi tawratıp ewirige tegdi erse kapuğ tokıdı Hamzanınğ Karneriyyeatlığ karabaşı bar erdi yığlayu otru çıkdı kapıığ açdı(21) Hamza aydı yakarabaş negü hâl tüşdi tep karabaş aydı ya H oca ayutma ol hâlka kim Muhammedtegdi Ebü-Cehl(23) öldürü yazdı başını üç yerde yardılar emdi Hadiceewinde iğlik yatur tep aydı erse H amza mng(24) c âdeti andağ erdi kim awdınkelse erdi negü nerse korlar erdi kaldı erse karabaş hurmâ talkanı otru(25) keltürdikoddı yimediH amza öwkesinde yimedi min ebü-Cehldin Muhammed öcüniöz öcümni almağınca olturmağay men (26) tep ol sâ c atda Hamzanınğ könğlingekeldi kim müsülmân bolsa ol keyik sözindin ol keyikninğ sözlemeki yalawaçnıng(27)uluğ mu'cizâtı erdi H amza y anl ukdı kim keyikke kezgemiş erdi aldı^)Ebü-Cehl kapuğınğa bardı Ebü-Cehl kapuğmda olturmış erdi kâfirler birleyırakdın H amzanl kördiler erse bir ança kâfirler kaçtılar bir ançası(29) Ebü-Cehl birle kaldılar H a m z a y a km teğdi erse aydı muhanniş negü koldung olmenim kadaşımdın tep ol kim(30) elkinde erdi ol yay birle Ebü-Cehlni başraurdı tört yerde başını yardı kişiler mayancılık(31) kılıp Ebü-Cehlni Hamza elgindinaldılar adrıdılar Ebü-Cehl ewinğe kirdi kâfirler Hamzeke hamle kıldılar(28a-l) uruşğa Ebü-Cehl aydı zinhâr Hamzeke katılmanğlar tep egerkatılsariğızlar H amza bu sâ c atde barur Muhammed dîninğa kirür(2) müsülmânbolur anda kidin Muhammed dîni kavî bolur Hamza ewiıîğe yandı bardıewinde bir kesek hurma talkanı içdi turdı(3) Hadîcetü'l-kübrâ ewinge bardıkördi yalawaç töşekde yatur erdi ya Muhammed döstım 'ammim ol cefâ kimsanga tegdi ol(4) Ebü-Cehl hayyizidin hîç kadğurmağıl men barıp anınğ yanutınıkıldım dört yerde başmı yardım mendin kaçtı eger kaçmasa(5) öldürür erdimtep yalawaç c aleyhi's-selâm yarlıkadı yâ 'ammim yâ ecim bu sözni kim sizsözler siz manga asığ kılmas men bu sözke(6) edgü bolmas men H amza a ydı yâdost c amm sanğa negü asığ kılur tep yalavvaç c aleyhi :> s-selâm yarlıkadı manga olasığ kılur kim(7) siz menim dînimke kirşe siz aysa siz '


162 HAMZA ZÜFİKARtürdi aydı (13) \'Sİ^L Vl J 'OjVifl 'j^i'ljj ''s J.„_p tep Hamza müsülmân boldı müsülmânlık küçlendikavi boldı adın kişiler neme müsülmân bolu başladılar meğer Mekke uluğları(14) müsülmân bolmadılar Ebü-Cehl teg Velid îbn Muğayre teg c Utbe veŞeybe teg adın neme uluğlar teg müsülmân bolmadılar (15) yalawaç 'aleyhi's-selâmnınğ bir 'amm ecisi bar erdi Ebü-Leheb atlığ ol yalawaçka barçadındüşmanrak erdi tengri ta c âlâ(16) bu yarlığnı iddi erse kim j jj 1 j 1Oç-jTl '^'d.CCJf 'jU'&C9-CC>- 'tSSjJ^-cbuâyet(17) keldi erse yalawaç c aleyhPs-selâm 'Alıka yarlıkadı kim aş suw etkilkap kadaşımnı mihmân okığayın anlarka pend bireyin yarlığ(18) tegrüp tamuğkıyındın korkıtayın tep c Alî îbn Tâlib raziya'l-lâhu c anhu bir kuzı söklünçikıldı yalawaç c aleylıi 3 s-selâm kamuğ kadaşları(19) Ebü Tâlib ve c Abbâs ve Ebü-Lebeb barçanı mihmânka okıdılar elig altmış baş kabı kadaşmı yetirdi(20) keldilererse körüklüg... urdurdı ötmek azrak urdı ol kuzı söklünçisini bütün(21)üze urdı bir ança süd hurmâ keltürdiler süt Üja* içdiler hurma aş yidilertoyğınça hîç kayusı(22) erse aş eksümedi andağok tükel aş kaldı Ebü-Lehebanı kördi erse adakın koba keldi aydı bilinğler(23) kim Muhammed bizni neüçün okımış turur tep aydılar biz bilmedimiz nelük okıdı tep Ebü-Lehebaydı ey Muhammed(24) öz eâdühknı bizke körkütkü üçün kim bilsemiz Muhammedyawlak ustâd câdü bolmış tep yalawaç c aleyhi J s-selâmka Ebü-Lehebninğ(25)sözi yawlak katığ keldi ol kün kadaşlarınğe hiç nerse sözlemediyarını kün ewre yana aş suw(26) etdürdi kadaşlarını okıdı Ebü-Lehebniokımadı aş yediler erse yalawaç 'aleyhPs-selâm yarlıkadı yâ atamnınğtoğmaları(27) yâ kadaşlarım hiç bilür mü siz kim men ...erse vaktdayalğan sözlemişim bar mu tep aydılar körmemişiz (28) eşitmişimiz yoktep men ayur men kim tenğrining hak yalawaçı men bu âyet yarhğı tururmanğa ıdu yarhkadı(29) iO sfj* j JU'I j tep yarhkadı korkıtğılkadaşlarııîgnı yak yavukunğnı tep manga yarlığ yarlıkamış tur(30)bu müsülmânlık dini kün künge artar kündin künge kavirak bolur kıyâmetkategi eger ol cihân mülkni devleti tiler(31) erse sizler manga bütün imân keltürsesizler men öz halifetim kılur men tep 'Ali ötündi yâ resülu'l-lâh menbarı bütün(32) müsülmân bolmış turur men tep yalawaç c aleyhi 5 s-selâm 'Alikaöküş edgü yarhğlar yarhkadı Ebü-Tâlib aydı ey oğul sen aydınğ(33) biz eşitdimizemdi tedbir kenğeş kılalum negü şavâb körelüm."1 Şuara suresi 214. ayet.


ÇAĞATAYCA BİR KURAN TEFSİRİ 163TDK. kütüphanesinde 20 numarada bulunan "Anonim Kuran Tefsiri"ninfotoğlarınm türlü bölümlerinden, kendi tezimle karşılaştırma yapmak amacıile çeviriyazı olarak hazıladığım metinleri, konunun sınırlı olması bakımından,yararlı olur diye bu kadarını yukarıda verdim.Bu fotoğraflardan anlaşıldığına göre yazma baştan ve ortadan epeyceeksiktir. Metin on sekizinci surenin dördüncü ayeti ile başlıyor. Arapça metninsatırları arasında daha ince bir yazı ile Türkçe karşılıkları verilmiş aralardaTürkçe olarak açıklamalarla bu surenin sonunda peygamberlerin hayatınaait islamî hikâyeler konulmuştur. 40, 41. varaklar arasında bir kısım eksiktir.22. sure (Hacc Suresi)'nin 11. ayetinden sonrası 47. surenin son kısımlarıeksiktir. Gene 75. sure (27. ayetinden sonra) ile 76 ve 77. surelerin son kısımlarındayalnız Arapça metin vardır. Bu kısım Türkçeye çevirilmemiştir. Ayetlerarasında verilen hikâyeler içinde Kuran'ın türlü yerlerinden ayetler delilolarak getirilmiştir. Bu durum diğer Kuran çeviri ve tefsirlerinde de görülmektedir.Bu tefsirin dili üzerinde daha önce birkaç yazı yazan ve metinler verenA. K. Borovkov 1 1963 yılında da bu eserin sözlüğünü yayınlamıştır. Tefsirdegeçen bazı kelimeleri sözlükte bulamamamıza rağmen iyi biryöntemle işe başlamış olan yazar, Rusça olarak kelimelerin anlamlarını,kelimelerin geçtikleri yerlerin, varak ve satır numaralarını belirtip her kelimeyeörnek cümlecikler vererek tanımlamıştır. Sözlükte farklı şekillerdegeçen kelimeler madde başlarına alınmış ve biri birlerine atıflar yapılmıştır.Türlü kelimelerin değişik kullanılışları ve anlamları olabileceği göz önünealınarak metinde geçen bu gibi kelimelerin yerleri belirtilerek örnek cümleciklerletanımlanmış olsaydı iyi olurdu. Yazar, bu eserin başına koyduğu27 sayfahk girişte sözlüğün hazırlanmasında tutulan yolu açıklamakta ve butefsir hakkmda bibliyografik bilgi vermektedir. Daha sonra yazar, XI-XII.yüzyıl eserlerinden olan Kutadgu Bilig, Divatıü Lugat-it-türk, AtabetiVl-hakayıkve MukaddimetWl-edep üzerinde durarak bu devir eserlerinin dil yapısıhakkındaki görüşlerini belirtmiştir. Yazar, bu devirde Orta Asya'da gelişen1 A.K. Borovkov, Çennbiu usmocnuk Dlya usmoruu uzbekskogo yazıka "ÎAN S1SSROLYA" VIII vıp. I yanvan fevralı 1949 str. 67-76. A.K. Borovkov, Ocerku usmoruu uzbekskogoyazıka II "Sovetskoe vostokovedeııie" VI. M-L 1949 Str. 24-51; A.K. Borovkov Izmameraualov Dly usmoruu uzbekskogo yazıka "Turkologiçeskii sbornik" I M-L 1951 str. 73-79.A.K. Borovkov Rukonus u osobennosmu yazıka sredniazuamskogo mefsura XII-XIII bb."Uçenie zopitski Ni-ta vostokovedeniya AN. SSSR" XVI M-L 1952, A.K. Borovkov, Leksikasredniaziatskogo tefsira XII-XIII, bb. Moskova 1963


164 HAMZA ZÜFİKARTürkçe'nin belirli bir yazı dili olarak kesinleşmesinden söz açarak Orta AsyaEdebî Türkçesi'nin bu yüzden tatmin edici olmadığını ileri sürmektedir.d>d>y sesinin gelişmesi üzerinde de duran yazar Maloff'un görüşlerinideğerlendirmiştir. Orta Asya Edebî Türkçesini dil tarihi yönünden inceleyenA. N. Samoiloviç'in vaktiyle ileri sürdüğü görüşlere katılan A. K.Borovkov, Oğuz-Türkmen unsurlarının XI-XIV. yüzyıllar arasında OrtaAsya'da önemli bir rol oynadığını belirtir.A. Caferoğlu 1 "Türk Dili Tarihi Notları" adlı eserinde Anonim Kur'anTefsiri'nden bir parça metin vererek bu tefsirin dili için Rabguzi'ninKısasu'l-enbiya'smdan daha eski bir dille yazıldığı görüşünü ileri sürmüştür.Bueserüzerin de son olarak Z. Korkmaz durmuştur. "Marzubanname" 1adlı eserinin giriş bölümünde eski Anadolu Türkçesi'nin kuruluş ve gelişmedönemlerini incelerken Oğuzca üzerinde geniş bir incelemeye girişmiş, XI-XIII. yüzyıllar arasındaki Orta Asya Oğuzcası üzerinde durarak Anonim Kur'anTefsiri'ndeki Oğuz-Türkmen unsurlarını ve bu konudaki görüşleri elealıp değerlendirmiştir."Anonim Kur'an Tefsiri"nden yaptığımız derlemelerde, 1310 yılındatamamlanmış Rabguzi'nin Kısasu'l-enbiy a'sı ile birçok yerlerde benzerliklergörülmektedir. Bu devir metinlerinde d>d (• 3 ) şeklinde gelişen d sesininher iki metinde de genel olarak5 )şeklinde kullanıldığı görülmektedir.d O) sesi ayrıca Atabetü'l-hakayık'ta ve Nehcü'l-feradis'te kısmen y şeklindekarışık olarak yazılmaktadır.Tarihî devirlerde «;> d> (f)>y şeklinde gelişen 6 sesi Kısasul-enbiya veAnonim Kur'an Tefsiri'nde w dir. Divanü Lugat-it-türk'te daha çok üç noktalı(J>) olarak kullanılırken bu ses, Tefsirde tek noktalı (Js) olarak gösterilmiştir.suw(i-jt-^) 38b-30; sewgey mü siz( jr^jJTİİvi^ )28a-ll; yalawaç 28a-15(Benzer şekilli eklerin, kelime hazinesinin ve birçok arkaik kelimelerin,her iki metinde de müşterek olarak kullanılmış olması Anonim Kur'an Tefsiri'ninKısasü'l-enbiya'nm yazıldığı devre yakın bir tarihte yazıldığı görü-1 A. Caferoğlu, Türk Dili Tarih Notlan İstanbul 1964 II. c.2 Z. Korkmaz, Sadru'd-din Şeyhoğlu, Marzubanname Tercümesi, DTCF. yayını No:219, <strong>Ankara</strong> 1973


ÇAĞATAYCA BİR KURAN TEFSİRİ 165şünü kuvvetlendirmektedir. Ancak kesin bir fikre varabilmek için her ikimetnin çeviriyazılı şekilleri ile gramer ve sözlüklerinin bilimsel ölçüler içindeyapılmış olması gerektir.Gerek kelime zenginliği bakımmdan gerekse Türk dili tarihinin gelişmesineışık tutan, ekler, kökler ve bunların kullanılışları bakımından AnonimKur'an Tefsiri bir çok özellikleri içinde toplayan bir eserdir.Çoğu yerde y bazan da z (j)olarak kullanılmasına rağmen metne genelolarak hakim olan eski d sesinden gelişmiş dsesidir, adrulur men sizlerdin13b-10, ol tayaklar birle koddı 28b-20 Musa kişisini koylar bile kozdı 29a-3,Meryemning kudası bar erdi 18a-22, küdegü birdi 27a-3, küdegülig 26b-ll,anlar kadguluğ boldılar 9b-34, neçe terin kuduğ bolsa 29a-ll, mâllarını aldılarkuyuğ toldırdılar 143b-5, anda kidin 28a-6, yer idisinka birdi 39b-6, bu yalawaçkim sizlerke idilmiş 30a-18, keskey men elleritîğizmi adaklarıngıznı 22a-9,bağladı elin ayaldin 39b-13, edgü boldı 18b-22, eygü 128b-8, yer takı bederlemes127b-3, yana öltürdi anı idisi 25b-l, yatmış uzırnış 9b-10, uyup erken 39b-15Muhammed adın din çıkarmış 26b-13, kim udu birse 25b-3, kodğaylar 25b-7,kodmağıl yer üze 110a-2, anı bederlemezler 127a-13, bederleseler 29b-21.Türlü Türk Lehçelerinde 6> w> v> (f)~> y şeklinde gelişen w (ı—>)sesi Anonim Kur'an Tefsiri'nde korunmaktadır. suw aka başladı 38b-30,yalanda suıvsasa 29a-ll, yalawaç, saıvçı 14a-3, özi kiıviirür erdi 17b-24, yawlakyahşi hükm 39b-2, yawuz lla-15, ew bark 82a-2, sewer anlarını 86b-13,seıvünmek ol kim keldi sizlerke 75a-4, Yusüfnı aıvutmış erdi 38b-33, yawudıkişilerge 31b-34, yüz çiiwürse 112b-2, yel sauıurdı 35b-10.-ğ, -k -g, -k sonsesi genellikle kelime sonunda korunmuştur. Oğuz lehçeve ağızlarının etkisi ile bazı yerlerde bu ses kullanılmamıştır, tatlu hurma18a-10, ulusı birle kiçisi birle 12a-7, ayru turmakka 143a-24.Metnin bir özelliği de arkaik sayılabilecek kelimelerin oldukça çok kullanılmışolmasıdır, telim 28b-21, tirig 10b-l, aşnu keldi 108b-9, bağırsak 13b-10, yoruk llb-2, yorık 26b-6, tamuğ 108a-19, öküş mâl lllb-14, könilüg yolllb-10, budun 28a-33, bödriik 28a-34, uruk 39b-l, bir yaıîğluk 8b-ll, ilçülllb-14, yalaıvaç 28a-5, saıvçı 14a-3, kiini 99a-5, çın lllb-14, katığ 75a-8,tapuğ 26b-30, küdegü 26b-ll.ok / ök, ma / me tekit kelimeleri yalnız kullanıldıkları gibi bazan da kalıplaşmışolarak kullanılmaktadır, ma 18a-10, ök 38a-ll, mundağuk 25b-6, andağok25b-7, niçük 108a-5.


166 HAMZA ZÜFİKARTefsirin bir başka özelliği de bolca deyim kullanılmış olmasıdır, buyunsununğuz manga 108b-ll, boyun birmezler 109a-2, könglinde endişe tiişti 27a-8.Tefsirde geçen birçok Oğuz-Türkmen lehçe özelliklerine, ermes yerinedegül gibi şekillerin kullanılmış olmasına bakıp Oğuz-Türkmen etkilerindensöz açıp eserin bütünü için kesin bir hüküm veremiyeceğimiz gibi karışıkdilli eserler sınıfına da sokamayız. Orta Asya Edebî Dili metinlerinde bu gibidurumlar pek çok görülmektedir. Halk ağzından ve diğer Türk lehçelerindenkelime ve ekler alınmış olabilir. Orta Asya'da Edebî Türkçe'nin gelişme çağıolan bu devirde ve bir birliği sağlıyacak yazı dilinde bu tabiî bir sonuçtur.Kaldı ki Çağatayca'da bile ara sıra hiç beklenmedik yerlerde eski dil özelliklerineait birçok şekillere, halk ağzından alınma sözlere rastlanmak mümkündür.Bunu, zamandan çok o dili oluşturan etnik grupların kullandıkları lehçe veağızlarda aramak yerinde olur. Eserlerini bir yazı dili olan Çağatayca'da yazmışolan Nevaî, Lütfî gibi şairlerin ediplerin şiirlerinde Oğuz - Türkmen,Kıpçak, Kanklı ve halk ağzına ait şekillere rastlanmaktadır.Sonuç olarak geçiş dönemi eseri olması bakımından Anonim Kur'anTefsiri bilimsel yöntemlerle işlenip ortaya konulduğunda özellikle kapsadığıkelime zenginliği ile Türk diline büyük kazançlar sağlayacaktır.Îslamî hikâyelere kıssalara ve tefsirlere yer vermeyen bu yüzden AnonimKur'an Tefsiri'nden bir ayrıcalık gösteren ikinci Kuran çevirisi Türkîslam Eserleri Müzesinde 73 numarada kayıtlı bulunan ve 1333 yılında ŞirazlıHacı Devletşah oğlu Muhamed tarafından yazılmış olan Kurançevirisidir. Çeviride Anonim Kur'an Tefsiri ile dil yönünden birçok yerlerdebenzerlik gösteren bu eser, aynı kaynağa dayanmaktadır.Bu Çeviri hakkında ilk bilgiyi A. Erdoğan' vermektedir. Yanlış birdeğerlendirme ile yazar, eserin baştan başa Oğuz Türkçesi ile yazıldığını belirtmektedir.Oysa eser baştan sona kadar Karahanlı Türkçesi ile yazılmışarada bir Oğuzca kelimelere ve eklere yer verilmiştir. Çeviriden seçtiği50 kadar kelimeyi yanlış olarak Oğuz lehçesine göre okumuştur, cinsözlü,girtgünmek, gündoğuşuğ, göngül, ezgülük gibi.Bu çeviri üzerinde duran A. İnan 2 , eserden kısaca bahsetmiş, AnonimKur'an Tefsiri ile yaptığı örnek cümlelerin karşılaştırmasında her iki metninbir birine benzer olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca eserin başından 151 Vakıflar D. 1 S. <strong>Ankara</strong> 1939 47. s.2 Kuran-ı Kerim'in Türkçe Tercümeleri Üzerine Bir İneeleme, Diyanet İşleri Başk. yayım,<strong>Ankara</strong> 1961


ÇAĞATAYCA BİR KURAN TEFSİRİ 167varak kadar bir kısmı fotokopi olarak yayınlamıştır. Bu fotokopiden yararlanarakçeviri yazı olarak, ayetleri almadan bir kısmını aşağıda veriyoruz.Bu küçük metin parçasından da anlaşıldığı gibi sade bir dille yazılan bu eserdetoplam olarak ancak 100-150 kadar yabancı kelime bulabiliriz, bustân4a-8, firişte, rüzi 4a-9, endaze 4b-2, f ahd 4b-5, rahmet 5b-l, namâz 2b-3, gibi.Özellikle bu eserde ibadet kelimelerinin Türkçe olması dikkati çekmektedir.idi 4a-2, tengri 4a-5, bütün 5a-6, fayın 3a-4, kirtgünmek 4b-3, yek 5b-2, tezginmek3a-l, boynağuluk, 3a-l, ot 3a-6, tanığ 3a-7, Teıîğri uğan ol 3a-9, köniyol3a-2, siziksiz savlar 2b-5, bitig 2b-2, iktülemek 2b-l, tandı 463"Bakara Suresi (2b-l) başlar min törütgen iktülegen uluğ idi atı birle rüzibirgen kamuğ tebreniglilerge angar kirtgünmişi yarlıkadaçı (2) men tengribilgenerek men ol bitig sizik yok anda köni yolka köndürmek sakınuklarka anlarkim kirtgünürler (3) örtüglükke takı adakın kılurlar namâznı anlardm kimrüzi birdimiz anlarka anlar(4) kirtgünürler angar kim indirüldi sanğa yime angarkim indürüldi sindin önğdün kidinki ajunka anlar (5) siziksiz savlar anlar tururlarköni yol üze i dilerindin anlar tururlar anlar kurtuluğlılar(6) bütünlüğünanlar tandılar tüp tüz tıirurlar anlar üze korkıtu okısa min anlarını azu korkıtuokımas min anlamı kirtigünmesler(7) tamğa urdı tengri könğülleri üze kulaklarıüze közleri üze örtük tutğan ol anlarka (3a-l) kıyın turur uluğ kişilerde kimayur kirtkündü miz tenğrika kidinki künge (2) ermesler anlar kirtküngenlertenğrika yana anlar birle kim kirtkündiler ermesler (3) meğer özlerini bilmesleranlarnınğ köngülleri içinde bir ig turur arturdı anlarka tengri (4) iğini anlarkakıyın turur ağrığlı anın yalğan sözler erdiler kaçan aytılsa anlarka (5) artaklıkkılmanğlar yer içinde ayturlar bütünlüğün biz edgü kılığklar biz bilgil kim anlar(6) artak iş kılığlılar yok kim tutmaslar kaçan aytılsa anlarka kirtününğlernetek kim (7) kirtgündi kişiler ayurlar kirtgünür miz netek kim kirtgündiukuş sözler bilgil anlar tururlar anlar ukuş sözler (8) ançası bar bilmesler kaçankorseler anlamı kim kirtgündiler ayturlar kirtgündü miz kaçan yalanguzkalsalar (9) yekleri birle ayurlar biz sileminğ birle bütünlüğün biz(3b-l) anlarka orun tutarlar anlarnı bu boynağulukları içinde başları tezginiptururlar anlar tururlar anlar satğm aldılar(2) yolsuzluknı köni yol birle asığlığbolmadı satığçılıkları bolmadılar köni yolka könügliler (3) anlarnınğ menğzegianııîg menğzegi teg kim yandurdı otı kaçan yandurtılarsa anınğ tigresi iletti(4jkiterdi tenğri yarukluklarnı kodtı anlamı karanğkuluklar içinde körmezlersağırlar ağınlar (5) karağular anlarça yanmaslar azu koyuğlı yağmur tek kökdinanınğ içinde karanğkuluklar kök itmegi (6) yaşın kdurlar barmaklarını kulaklarıiçinde kök otınlarındın ölümdin saklanur (7) tenğri kapsayu biligli turur


168 HAMZA ZÜFİKARtanığlılarını yaşın kopa yazar körgülerni (8) niçe kim kopsa anlarka yönenürleranınğ içinde kaçan tünerse anlar üze barurlar eger tiledi erse tengri il.etgeyerdi (9) işitgülerni körgülerni bütünlüğün tinğri tegme nerse üze uğan ol ey(4a-l) kişiler tapnunğlar idiriğizge ol kim yaratdı silerni yamanlarnı kim silerdeönğdün erdiler(2) bolğay kim siler sakunukluk kılğay siler ol idi kıldı silergeyerni töşek kökni kötrüm (3) indürdi kökdin suwnı çıkardı anıng birle yemişlerdinrüzi silerge kılmanğlar tenğrika(4) tenğ tüşler siler bilür siler abanğ bolğasiler sizik içinde anınğdın kim indürür miz(5) külumız üze keldüriinğler bir süreanıng menğzerligdin okunğlar tanuklarınğıznı tenğride adın(6) eger erse silerçın sözlügliler eger kılmadınğızlar erse lıergiz kılamağay ok siler korkunğlar olotdın(7) kim anıng tamdukı kişiler taşlar anutıldı tanığlılarka sewünç birgil (8)anlarka kirtgündiler kıldılar edgülügler çın anlarka turur büstanlar akaranınğ üstinde(9) arıklar tegme yolı rüzi birilse anlardın miyvedin rüzi ayğaylarbu ol turur rüzi...(4h-l) munda önğdün keltürgeyler anınğ ohşaşığlı anlarka anınğ içindeçiftler arığ törütülmişler anlar anınğ içinde menğgü kalğaylar(2) bütünlüğüntenğri uwut yığmas kim tokısa mişli çibünçe endâzelığ yana anda üstün yimeanlar kim(3)kirtgündiler bilirler ol kirtü turası içlilerindin yana anlar tandılar a-yurlar(4) negülüg tiledi tenğri mununğ birle meıîğizlik azarlar anınğ birle öküşniköndürür anıng birle öküşni azıtmas anınğ birle(5) meğer yoldın çıkığlılarnı anlarkim bozarlar tenğrininğ 'ahdim kidin keserler(6) anı kim fermâııladı tenğrianınğ birle kim ulaşa artaklık kılur yir içinde anlar tururlar anlar(7) ziyan kılığlılarnetek tan ar siler tenğrika erdingizler ölükler tirgürdi silerni yana öldürdisilerni(8) yana tirgürür silerni yana anınğ taba yandurulur siler ol ol idi kim törüttisiler üçün ne kim yer içindekini... yana oğradı kökke otru tüzdi anlarnıyeti kat kökler(5a-l) ol tekme nerseni bilgen ol ançada kim idi idinğ feriştelerge menkıldaçı men(2) yir içinde halifei aydılar kılur mu sen yer içinde anı kim artaklıkkılur yir içinde töker(3) kanlarnı biz arığlıkm yâd kılur miz sanğa ögdiaymak birle arığlarımız sanğa aydı idi biz bilgen miz(4) anı kim siler bilmes sileröğretti Ademka anlarnı kamuğıııı yana körgütü keçürdi aıılarnı fertiştelerge(5)aydı ukturuıîglar bular aklarını eger erseriğiz çın sözlügliler aydınlar arığsen(6) bilmek yok bizinğge meğer ol kim ögretse sen sen ök sen bilgen bütünişlig idi iy Adem(7) uktırğıl anlarka aklarını kaçan ukturdı erse aklarını aydıimdi mü silerke men bilgen men(8) kökler yerler örtüglügini bilür men anı kimbelgürtür siler anı kim(9) kizledinğizler ol oğurda kim aydımız feriştelergeyükünğünler Ademka yükündiler


ÇAĞATAYCA BİR KURAN TEFSİRİ 169(5b-1) meğer rahmetdin nevmîd bolmış unamadı tekebbürlük kıldı ve kâneboldı tanığlılardın(2) aydımız ey Âdem otrulğıl sen çüftürig birle uşmahdayingler andın(3) kayda tilese siler yakın kelmengler bu yığaçka bolğay siler kiiçkılığldardın tâ yandurdı ol ikegüni(4) yek andın çıkardı ol ikegüni andın kimerdiler anınğ içinde aydı mız iniıîgler bir ançangız(5) bir ançanğızka düşmensilerke yir içinde amrulup turğu yer fâyda almak bir vaktka tegi alıp bezerledi(6)Adem idisindin sözler tövbe birdi anıng üze ol ol turur tövbe bezerlegenyarlıkağan aydı mız(7) iniıîgler andın kamuğı eger kelse sizlerge mindin köni yolkim udu birse köni yolumka yok(8) korkunç anlar üze anı yime anlar kadğurmaslaranlar kim tapdılar yalğan ayıttılar bizninğ belgülerimizni(9) anlartururlar at idileri anlar anıng içinde mengü kalığlılar ey Ya'kubka oğlanıyad kılınglar"Bu nüshanın dili üzerinde çalışan J. Eckmann 1 yazı ve yapıbilgisi özellikleriniincelemiştir.Kelime zenginliği bakımından birçok yerlerde Uygurca ile paralelizmgösteren bu çevride Anonim Kuran Tefsirinde görüldüğü gibi d ve w seslerikorunmaktadır, kidin 4b-5, idinğ 5a-l, adakın 2b-3, udu birse 4b-7, setvünç4a-7, uuıut yığmas 4b-2, suwnı 4a-3.Silert ikinci çoğul şahıs zamiri ile mengü kılığhlar örneğinde görüldüğügibi -ığlı I -igli partisiplerinin pek çok kullanılmış olması eseren kayda değerözelliklerindendir. silerning 3a-9, kim siler önğdün 4a-l, silerge 4a-2, kılğaysiler 4a-2. tebreniglilerge, 2b-l, edgü kılığlılar 3a-5, biligli turur 3b-7.Kuran çevirileri üzerinde duran A. Z. Velidî 2 bu çevirinin Tabari tefsirinedayandığını belirmiştir. Ayrıca bu eserden bir bölümü (Şuara Suresi) F.îz 3 seminer çalışması olarak hazırlanmıştır.Eski Kuran çevirilerinden biri de İstanbul Süleyamiye Kütüphanesinde2 numarda kayıtlı bulunmaktadır. Bu yazma eskiden İstanbul Millet Kütüp- ,hanesi Hekim Ali Paşa 951 numarda kayıtlı idi. Sondan ve baştan birkaçsayfa hırpalanmış olmasına rağmen eser tam bir nüshadır. 589 varak olar buyazma 23 cm. eninde, 32 cm. boyunda, 12 cm. kalınlığında ve yeşil ciltlidir. Kalınâbadî kâğıt üzerine iri harflerle ayetler, altına ayetlerin çevirileri dahaküçük harflerle yazılmıştır. 1363 tarihinde yazılmış olan bu çeviri dil yönün-1 Eine ostmitteltürkische interlireare Koranüberstzung, UAJ XXXI, 19592 The earliest translation of the Qur'an into Türkish, islam Tetkikleri Dergisi III. c. 133-161. s. İstanbul.3 Türkiyat Enstitüsü No: 11.


170 HAMZA ZÜFİKARden yukarıda işaret ettiğimiz Kuran çeviri ve tefsirlerinden daha yenidir:tandı kelimesi burada kâfir, mengü burada cavidân, tamğa burada mührolmuştur. Harezm Türkçesine yakın bir dil olan bu çeviride Oğuzca özelliklerepek çok rastlanmaktadır. Bu çeviride ayetlerin Türkçe karşılıkhklarıöteki çeviri ve tefsirlere nazaran daha kısa tutulmuş, kelime veya küçükcümleciklerle ayetlerin Türkçe çevirileri verilmiştir.Bu çeviride oldukça sade bir dil kullanılmış olmasına rağmen ibadet kelimelerininpek çoğu yabancıdır. Oysa daha önce sözünü ettiğimiz çeviri ve tefsirlerdeibadet kelimelerinin mümkün olduğu kadar Türkçeleri kullanılmıştır.namâznı 2b-4, rüzi 4b-6, zekâtı 7b-3, feriştelerge 6a-2, secde kılınğ 7b-l,rahmet kılğan 7a-2.d (i) sesi ile w (t-sesinin elimizdeki bu metinde yer yer sürüp geldiğigörülmekle birlikte w (< Â) sesinin/( «3)sesine dönüşmüş şekillerinerastlanmaktadır, idisindin 7a-l, idi sening idiıîg 6a-2, lıoddı 4a-4, yauıumanğız6b-6, yauıulf 4a-7, suwnı 4b-5, uftanmas 5a-8, uftanıp 5a-8.Divanü Lugat-it-Türk'te bir şeye inanmak, ikrar etmek anlamlarındakullanılan büt- fiili konumuz olan Kuran çeviri ve tefsirlerinde de kullanılmaktadır.Anonim Kuran Tefsiri'nde mu'min ve inanmak anlamında kullanılmaktaydı.Hübel atlığ burhandın adınge tapınur erseler ... bütgenlerningbaşını yılan başını sollar teg sokğıl 2b-16; sizge bütüp 27a-20.Bu fiil kökü türlü ekler alarak 73 nolu çeviride "muhakkak ki, doğrusu"anlamlarında kullanılmıştır, ayturlar bütünlüğün (üjfjkj^>_)bizge edgii kılığlılar3a-5, bütünlüğün ( ) tengri uwut yığmas 4b-2, bütünlüğün( ) tengri uğan ol. 3b-9.Değişik eklerle ve çekimli birçok şekillerde aşağıdaki örneklerde görüldüğügibi bu fiil (eski 951) 2 nolu çeviride bit- şeklinde pek çok kullamlmaktadır.bitti (^J ) 3b-4, bittiler ) 3a-8, bitünğ ( İİJİJ ) 3a-8,bitiıîğ ( ) 3b-4, bittük 3b-7, biter mü biz 3b-5, anlar bitkenler(jVölSojj) 3a-8. ( İİJJUJ )2 nolu Kuran çevirisinin Bakar Suresinden metnin dili hakkında bir fikirverir düşüncesi ile birkaç sayfanın çeviriyazılı şeklini aşağıda veriyoruz.de


ÇAĞATAYCA BİR KURAN TEFSİRİ 171Bakara Suresi 2b-l, "Tengri atı birle başlayur min öküş rahmetlik rahmetilâzım(2) İPİ


172 HAMZA ZÜFİKARnerse takı kökni binâ ya c nî kökke takı indürdi kökdin suwnı takı çıkardı anıng(6) birle miyvelerdin rüzi sizlerge kılmang tenğriğa(7) mişller ya c nı hılâf kılğanmişller takı siz bilür siz takı eger boldunğuz irse şek içinde ol nirsedin kim (8)indürdük kulumız üze keliriğ ya c nî keldürünğ süre birle anıng mislindin takıündenğ (9) tanuklarıngıznı tengridin yisre eger irdinğiz irse râst ayğanlar (5a-l)takı eger kılmadıngız irse takı her giz kılmağay siz korkung otdın ol kim (2)anıng tamdukı kişiler takı taşlar anuk kıldı kâfirlerğa (3) takı müjde birgil anlarğakim bittiler takı kıldılar edgü c amellerni hakikat üze anlarğa (4) bustâclarakar astındın arıklar tigme bir kez kim rüzi birildiler(5) andın miyvedin rüzi aydılarbu ol kim rüzi birildük (6) aşnudın takı kiltürüldiler anınğ birle ohşağantakı anlarğa anınğ içinde çüftler (7) arığ kılınmış takı anlar anınğ içindecavidânlar hakikat öze tenğri (8) uftanmas kim ursa mişl ya c nî uftanıpkoymaz sınğekni birle mişl urmaknı takı ol nirseni takı ol nirseni kim (9)andın üstün anlar kim bittiler bilürler hakikat üze ol hak turur (5b-l)anlarnınğ idisindin takı anla kim kâfir boldılar ayturlar ne turur ol kim (2)tiledi tenğri mununğ birle mişl azdurur anınğ birle öküşni takı köndürür (3)anınğ birle öküşni takı azdurmas anınğ birle meğer tenğri buyrukmdınçıkğanlarnı anlar kim (4) bozarlar tenğrinirig c ahdını berkitmişdin songratakı (5) keserler anı kim buyurdı tengri anıng birle kim ulansa takı fesâdkılurlar (6) yirde anlar anlar ziyân kılğanlar netek küfr ketürür siz (7) tenğriğatakı irdinğiz ölükler tirgüzdi sizni andın sonğ öldürür sizni (8) andınsonğ tirgüzür sizni andın soriğ anınğ taba kaytarılur siz ol ol turur kimyarattı (9) sizninğ üçün ol nerseni kim yirde turur kamuğnı andın sonğ uğradıkök taba (6a-l) tüz kıldı anlarnı yitti köklerııi takı ol kamuğ nirseni bilgenturur(2) takı ol vaktin kim idi seniriğ idinğ feriştelerge hakikat üze men kılğanmen yirde (3) halîfe ayrılar kılur mu sın anınğ içinde ol kim irseni kim fesâdkılur anıng içinde takı töker (4) kanlarnı takı biz arığlar biz seninğ ögmegiıîğbirle takı arığlayur miz sini (5) aydı hakikat üze miz bilür men ol nerseni kimbilmes siz takı öğretti Âdemğa atlarnı (6) karmığını andın sonğ c arza kıldıanlarğa feriştelerge takı aydı haber biring manğa (7) atları birle munlarnııîğeger irdingiz irse râst ayğanlar aydılar arığlık sanğa (8) hiç bilik yok bizge meğerol kim öğretiıîğ bizge hakikat üze sen sen bigen üstüvâr işlik (9) aydı eyÂdem haber birgil anlarğa atları birle netek kim haber birdi anlarğa(6b-l)atlarıbirle aydı aymadım mu sizge hakikat üze miz bilür miz köklerninğ örtiiklükin(2) takı yirninğ örtiiklükin takı bilür miz anı kim aşikâre kılur siz takı anı kimörter irdinğiz (3) takı ol vaktin kim ayduk feriştelerge secde kılııîğ Âdemğasecde kıldılar (4) meğer İblis unamadı takı uluğsındı takı ayırdı kâfirlerdin (5)takı ayduk ey Âdem karâr kılğıl sen takı çiftünğ uçmakda taki yiyirig (6)


ÇAĞATAYCA BİR KURAN TEFSİRİ 173andın kinrü kayda kim tilesenğ takı yawumanğız bu yağaçka (7) bolğay siz küçkılğanlardın azdurdı ol ikegiini İblis (8) andın takı çıkardı ol ikegüni ol nersedinkim erdiler anıng içinde takı biz ayduk (9) iniıîgler pârengiz pâreğa düşmantakı sizge (7a-l) yirde karâr kılğu yir bar takı menfa'at alğu nirse uzak vaktğategrü takı aldı Âdem (2) idisindin kelimâtlarnı takı tövbesini kabul kıldıhakikat üze ol ol tövbeni kabul kılğan rahmet kılğan (3) ayduk ininğler andınkamuğ takı eger kelse sizge mindin (4) köni yol kim uysa köni yolumğa yokkorkuğ anlar üze takı (5) anlar kadğurmaslar takı anlar kim tandılar takı yalğanğanisbet kıldılar(6) açuk hüccetlerümizni anlar ot ayaları anlar anıng içindecâvidânlar(7) ey Ya'küb oğlanları yâd kılınglar ni c metimni ol kim edgülük kıldımsizninğ üze (8) takı vefâ kılınğ menim c ahdımge vefâ kılayın sizninğ c ahdınğızgetakı mindin ök korkunğ takı bitinğ ol nirsege kim indürdüm râstlağanol nirseni kim sizninğ birle takı bulmanğ evveli (7b-l) küfr ketürgenniriğ anğatakı bedel kılmanğ menim âyetlerim birle c ivaznı az takı mindin önğ(2) korkunğmindin takı karışturmanğ tenğri indürgenni özünizdin ... takı örtmenğ haknı(3) takı bilür siz takı kılınğ namâznı takı siz birinğ zekâtnı (4) takı rükü c kılınğnamâz kılınğ namâz kılğanlar birle buyurur mu siz kişilerge (5) edgülük takıunutur siz özünğüzni takı siz okuyor siz kitâbnı(6) bilmez mü siz takı yâri tilenğşabr birle takı namâz birle (7) takı hakikat üze ol uluğ turur ya'nî ağır kelgenturur meğer hâşiler üze ya c nı korkanlar üze anlar kim sizler (8) hakikat üze anlarsatğaşğanları turur anlarnınğ idisiniriğ takı anlar anınğ taba kaytğanlarey (9) Y'aküb oğlanları yâd kılınğ ni'metimni ol kim edgülük kıldım sizinğ üzetakı hakikat üze miz(8a-l) arturdum sizni zamânınğ c âlemleri üze takı korkunğol kündin kim öter tın (2) tındın nirseni takı kabül kılmas andm şefa'ât takıalmmas andın (3) yuluğ takı yâri birilmesler c âzâbdm men c kıhnmaslar takıol vaktm kim kutğarduk sizni Fir c avnunğ hâslarmdın (4) teklif kılurlar sizgekıyınnınğ katığmı boğazlayurlar oğullarınğıznı takı tirik kodmak tileyürler (5)kişileringizni takı ol nirse içinde sizge sınağ bar idinizdin uluğ takı ol vaktinkim (6) ırduk sizninğ birle tenğizni takı kudkarduk sizni takı bitürduk Fir c avnunğehlini (7) takı sizler bakar siz takı ol vaktm kim va c de kıhştuk Müsî birlekırk tünni (8) andın sonğra tutunğdunuz buzağunı andın sonğ takı siz c ibadetniyersiz kılğan siz andınsonğra(9) c afvkılduk sizdin andın sonğ bolğay kim siz şükrkılğay siz (8b-l) takı ol vaktm kim birdük Müsığa kitâbnı takı ayırt kemişkennibolğay kim sizler könğülgey siz (2) takı cl vaktin kim aydı Müsî kavminğa eykavmum hakikat üze sizler küç kıldınğız özleriıîğizge (3) tutunmakınğız birlebuzağunı kaytıriğ yaratkanınğız taba öldürünğ (4) özlerinğizni ol yahşırak sizgeyaratkanınğız katında kayıttı sizinğ üze (5) ya c nî tevbenğizni kabul kıldı hakikatüze ol tövbeni kabul kılğan rahmet kdğan takı ol vaktm kim aydıngız


174 HAMZA ZÜFİKARey Müsı (6) bitmegey miz sanğa ançağa tigrü kim körse miz tengrini aşikâra tutısizni (7) yışm takı siz bakar siz andm soıîğ kutğarduk sizni ölmişinğizdin (8)sonğ bolğay kim siz şükr kılğay siz takı kölige kılduk sizinğ üze (9) bulutnıtakı indürdük sizinğ üze yandak şükrini takı buldırcmnı yinğA. İnan dördüncü Kuran çevirisi diye adlandırdığı, göremediği ve buyüzden de pek bilgi veremediği bir başka Kuran çevirisi J. Rylands nüshasıdır.Bu nüsha üzerinde duran ve onu öteki Kuran çevirileri ile beraber ele alanJ. Eckmann bu nüshayı etraflı olarak tanıtmıştır' Rylands nüshası Manchester'de(İngiltere) J. Rylands kitaplığı Arabic MSS. 25-38 işareti ile kayıtlıdır.Bu nüshanın her safyasında üçer satırlık (Arapça, Farsça, Türkçe) metinolduğundan hacimli ve bu yüzden aslı 30 cilt, mevcudu ise 14 cilttir. Bu nüshayıilk defa A. Mingana küçük bir yazı ile tanıtmış 3 daha sonra bu nüshadanbir kelime listesi verimiştir 2 .J. Eckmann kaybolan surelerin numaralarını verdikten sonra bu nüshanınnerede ve kim tarafından meydana getirildiği konusunda bir kayıtbulunmadığını, eserin Karahanlı Türkçesi özelliklerini gösterdiğini belirtmektedir.Daha sonra yazar, eserin türlü yerlerinden örnek metinler vermiştir.Kuran Çevirilerinin Sözlükçülük Bakımından Önemi.Kuran çevirilerinin Türkçe karşılıkları verilirken iki yol tutulmuştur.Birincisi satırlar arası kelime kelime yapılan çeviriler ötekisi tefsire benzerparçalar, küçük hikâyeler ve açıklamalarla genişletilmiş tefsir türünde çevirilerdir.Bunlardan satırlar arası kelime kelime yapdan çeviriler özellikle sözlükçülükbakımından Türk dili için değerli birer kaynaktır. Bu gibi çalışmalarhemen her zaman Türkçeyi Arapçayı çok iyi bilen kimselerin elinden çıkmaktadır.Bu yüzden veriler karşılıklar titizlikle seçilmiş her kelimenin verdiğianlamın tam karşdığı aranmıştır. Ayrıca bu çevirilerde dinî tutumunağır basması yapılacak her hatadan dolayı günahkâr olma korkusu yazarıister istemez dikkatli çahşmaya sevketmiştir. aslına zarar getirilmeden yapılanbu tür çeviriler sözlükçülüğün daha gelişmediği çağlarda bazan sözlükyerini de tutmuştur.1 Doğu Türkçesi ile Kuran çevirisi (Rylands nüshası) TDAY 1967, 51-69 s.2 An old Turki Manuscript of the Kuran, The Moslem World V/S 1915, 391-398 s.3 Catalogue of the Arabic Manuscripts in the john Rylands, library Manchester 1934,27-30 s.


ÇAĞATAYCA BİR KURAN TEFSİRİ 175Ne yazık ki, başlangıçta, bir ibadet dili olarak çok sade olan bu çevirilerdekiTürkçe kelimelerin zenginliği zamanla Arapça'nın ve Farsça'nın etkisiile Türkçe ibadet kelimleri unutularak yerini Arapça ve Farsça karşılıklarınavermiştir.Öte yandan bu çevirilerde sık sık rastlanan Oğuz Kıpçak etkilerinin varlığıdaha geniş bir Türk topluluğuna hitap etmesi düşünülerek yapıldığı aklagelmektedir. Bunun yanında bir ayete karşıhk verilirken tekrardan kaçınmakve kelime zenginliği yaratmak için türlü bölgelerde yaşayan Türk lehçelerindenve hatta ağızlarından kelimeler alınmıştır.İşte bu özellikleri bakımından Kuran çevirileri Tarihî Türk Dili Sözlüğüiçin değer biçilmez kaynaklardır.Esas konumuz olan Çağatayca Kuran Tefsirine gelince tefsirin halenbilinen iki yazma nüshası vardır. Biri Konya'da Yusuf Ağa Kitaplığı 6624numarada kayıtlıdır. Katalogunda "Türkçe Uygurca ve Çağatayca Tefsir"diye yazılıdır. Tefsire on yıl önce bu kütüphanede görevli bulunan kütüphanemüdürü bu adı vermiştir. Tefsirin yazarı belli değildir. M. 1544 (H. 951) tarihindetamamlanmıştır. Eserin tamamı 1304 sayfadır. Her sayfasında 29satır vardır. Bu yazmayı ilk defa A. İnan 1 bilim dünyasına tanıtmıştır. Tefsirinbaşlığı altın yaldızh ve tezhipli, sayfa çerçeveleri de altın yaldızlıdır.Tek cilt halinde siyah ciltli, sırtı meşindir.Ayetlerin üstü kırmızı mürekkep ile çizilmiştir. 36 cm. boyunda 25 cm.enindedir. Sayfa başları yağmur yemiş fakat yazıya zarar gelmemiştir. Soniki sayfası da biraz harap olmuştur. Bu yazma daha önce Sadreddin Konevîkütüphanesinde iken 1962 yılında müzeye nakledilmiştir.İkinci nüshası tarafımdan bilinmekle beraber 1967 yılında J. EckmannTDAY'da bu nüshanın varlığından bilim dünyasını haberdar etmiştir. Bunüsha İstanbul Topkapı Sarayı müze kitaplığında (Ahmet III) 16 numaradakayıtlıdır. İstinsah tarihi M. 1543 (H. 950)'dir Eser iki cilt olup her ciltte 308varak vardır. Her iki cilt de 36 cm. boyunda 25 cm. enindedir. Her iki sayfada29 satır bulunmaktadır. Birinci cildin başlığı tezhipli altın yaldızlıdır.Sayfaların çerçeveleri de altın yaldızlıdır. Arapça metin ile Türkçe metin aynıyazı ve aynı harf büyüklüğünde yazılmış ayetlerin üstü kırmızı mürekkepleçizilmiştir. Tefsirin her iki nüshasında da olduğu gibi ayetlere hareke kon-1 Şeybanlı Özbekler Çağına Ait Bir Kuran Tefsiri TDAY 1962, 61-66. s.


176 HAMZA ZÜFİKARmamıştır. Bu nüshanın birinci cildinin ilk sayfasında bir şiir vardır. AhmetYesevî hikmetlerinden ve gazel şeklinde yazdmış olan bu dörtlükler üzerineküçük bir inceleme yaparak Türk Kültürü aylık dergisinde yayınladım'.İki cilt halinde olan Topkapı nüshasının 1. cildi 18. sureyi içine almaktakehf suresinin son ayeti ile bitimektedir ikinci cilt meryem suresi ile başlamaktadır.Eserin sonunda H. 950 tarihinden başka yazıldığı yer ve yazarı hakkındabir kayıt yoktur.Tefsirin Yazıldığı Yer ve Çağ.Elimizdeki yazmanın tamamlandığı 1543 tarihine rastlayan XVI. yüzyılınilk yarısı Maveraünnehr ve HaTezm bölgeleri için türlü hanların amansızmücadelelerini sürdürdüğü bir çağdır. Timur'un oğlu Şahruh'tan alarakbu döneme kadar Maveraünnehr, Horasan, Harezm bölgelerinde olup bitenleriözetlersek metnimizin yazıldığı yer ve zaman az çok aydınlanmış olur.Aral denizinin ve Seyhun ırmağının kuzeyinde oturan Özbekler en güçlühanları olan Ebulhayr Han'ın idaresi altında bir arada yaşamışlardır. Aralarınagirmiş olan ikilik Ebulhayr Han'ın ölümünden sonra daha da artmışve ülke ikiye bölünmüştür. Moğul Hanı Yunus Han bunları yenerekdağıtmış Ebul hayr Han'ın torunu Şeybak Han (Şeybanî Han) babasınınöcünü almak için dağınık hanları iki nehir arasında toplayarak birliğiyeniden kurmuştur.Şeybak Han'ın 10 yıllık idaresi döneminde Semerkant Babur'dan,Herat Timuroğullarından alınmıştır. Şeybak Han daha sonra Şah İsmail'isunnîliğe çağırmış ve onunla yaptığı savaşta şehit olmuştur. (1510)Bu tarihten sonraki Özbek ülkesindeki bütün olaylarda özellikle savaşlardabirinci derecede 1533 yılına kadar Ubeydullah Han'ı görmekteyiz, ondansonrakiler, türlü galibiyet ve türlü yenilgilerle hanedanlığı XVII. yüzyılakadar ayakta tutmuşlardır.Öte yandan Timur'un oğlu Şahruh (ölm. 1447) bilime fenne, edebiyatadüşkün bir kimsedir. Onun döneminde Semarkant bir kültür şehri olmayabaşlamış oğlu Ulug Beg (ölm. 1449) Semerkant'ta yeni medreseler rasathaneleryaptırarak bilimi daha yüksek bir düzeye getirmiştir.Hüseyin Baykara (1438-1506) on altı yıl Horasan'da hakimiyet kurmuş,Herat onun döneminde bir bilim yuvası durumuna gelmiştir. Tabiî ki1 114. sayı.


ÇAĞATAYCA BİR KURAN TEFSİRİ 177veziri Ali Şir Nevai'nin bunda katkıları pek çoktur. Baykara'nın oğluBediüzzaman Mirza (1496-1515) babasının yolunda yürümüştür.Yukarıda belirttiğimiz gibi bu bölgeler Özbeklerin eline geçtikten sonragene bir bilim, edebiyat düşkünlüğü Herat, Semerkant ve Buhara gibi kültürşehirlerinde sürüp gitmiştir.Şeybak Han sunnî, dindar, şair bir kimsedir. Ölümü ile Türkçe eserlerbırakmıştır. Farsçadan yana değildir. Nevai'deki aşk onda da vardır. ŞiirleriniTürkçe yazmış ve şiiliğe karşı durmuştur. Aynı parelelde olan UbeydullahHan ciddî bir din eğitimi yapmış sünnet ehli bilginlerin yanmdayetişmiş gayesi dinî taassub olan savaşlarını Safavilerle sürdürmüştür. OnunÇağatayca bir tefsiri ve fıkıha ait bazı risalaleri ile Ncim-ı Hakk adlı bir eseriÇağataycaya çevirildiğı bilinmektedir. Bundan başka Yar MuhammedSemerkandî'nin yazdığı Tarcama-i Kavâ^id al-Kurbân ve Fevâ'id al-Furkânadlı kıraat kitabını çağataycaya çevirmiştir.Bu bilgilerin ışığı altında Şahruh'tan Özbeklere gelinceye kadar Heratve Semerkant tam anlamıyle birer kültür yuvası durumuna gelmiştir. Buyüzden elimizdeki yazma bu kültür şehirlerinden birinde muhtemelen Herat'takaleme alınmıştır.Yazıldığı devre gelince Timurîlerin egemenliği döneminde Farsça Türkçeyenazaran üstünlük sağlamıştır. Bu durum Hüseyin Baykara dönemindede böyledir. Mecâlisü , n-Nefâyis , de yer alan ve Farsça yazan şairlerinediplerin kalabalığı Nevai'nin tepkileri Herat ve Semerkant'ta Farsça'nınne kadar yaygm olduğunu göstermeye yeter sanırım.XVI. yüzyılın başından itibaren bu bölgelere sahip olan Özbekler iseTürkçeye çok önem vermektedirler. Hanlar, emirler Türkçe konuşmakta üsteliksünnî ve dindar kimselerdir. Bu yüzden elimizdeki Kuran çevirisininÖzbeklerin hakimiyeti sırasında yazdmış olması normal bir durumdur. AncakŞeybak Han'ın şiirlerini metnimizde karşılaştırırken kelime hazinesibakımmdan, kullanılan ekler bakımından birçok ayrıcalıklar göze çarpmaktadır.A. İnan 1 bu yazmayı tanıtırken "Özbekler çağında sadeleşmeye başlayanyazı dilinden ziyade Çağataykların devrinde meydana gelen ağdalıedebî dile bağlı biri tarafından yazıldığını" belirtmektedir. Topkapı nüshasınıgörmediğinden ve Konya nüshasma bağlı kaldığından yazıldığı tarih hak-1 TDAY, 1962 61-66 s.


178 HAMZA ZÜFİKARkında kesin bir bilgi verememiş olan yazar, yerinde bir tahmin yapmıştır.Bir karşılaştırma yapabilmek için Şeybak Han'ın divanından birkaç şiirparçasını aşağıya koyuyoruz. Bir bakışta görüleceği üzere metnimizdeki dil,aşağıdaki metinlerde yoktur.Bırakdın yıkılıb bardım digendeTiriltti ol şanem öldüm digendeAyakdın kan yutar ilgim şikestdurFirâkdın kurdum kandım digendeTurup min döst düşman bilmesün tibKi hicrinünğ kildi oş turdum digendeNice kün oşbu sırnı kizler irdimYakıldı c ışk otı söndüm digendeMini mundağ muhabbet kıldı şâlihBuhara mahmüdm kördüm digendeYine dostlar firakı bir sarıdurFirâkdın yanmadım yandım digendeŞeybânı nâlişi tündin üzübtürNe zülfge tüştüm oş üzdüm digende(3 mefâ'ilün 1 fe'ilün)* *Yüzünğni kördüm ol çâr tağ içindeAçılmış tâze gül yafrak içindeTebessüm kılsanğ ol ğonca lebinğdinDıgeysin bal çalar kaymak içindeNiçe kizledinğ ey re c nâ ğazâlımMini yandurmağıl avlak içindeKerem kılğıl kil imdi ey c azîzimOturğıl dide-i müştâk içindeCihânnınğ közi hergiz körmişi yokNe kıldı leblerinğ sormak içindeKil ey sâkî yükünüb bir ayak tutManğa dilber bile kışlak içinde*


ÇAĞATAYCA BİR KURAN TEFSİRİ 179Manga cevr eyleding ey bağrı başımKörîğülni saklamay dil-tâk içindeMuhâlif vahşini kışlab turur daTürüş birmey turur turmak içindeŞeybânîğa biribtur nüşretin hakkKavub min Huşr çakmak içindeÇirigninğ kirdini körmey kaçubturMeşeldur kul kaçar urmak içinde(2 mefâ'Ilün 1 fe'ülun)* **Ey könğülnünğ bülbülisin sözle bostan barıdaBolmağıl hamüş sin imdi oş bu destan barıdaNe sorarsın belki mindin aytayın ey derd-mend6-onca sarı bakmağay min la c l-handân barıdaBâğ içinde sünbül ü gül esrüküp höş bü irürMüşk u c anber ıslaman ol zülf-i reyhan barıdaServ-i gül bilmen ne-çün ol bâğbândın su tilerEy közüm kıl perveriş bu kevkeb-efşân barıdaEy Şebânı keçeler yârnınğ hayâli höş tururNe kerek tur imdi sanğa oşbu mihmân barıda(3 fâ'ilâtün 1 fâ'ilün)Eserin karanlıkta kalan bir tarafı da çevireyi yapan kimsenin kimliğidir.Bunun da yukarıda söylediğimiz 1533 yıhnda ölen ve Kuran tefsiri yazacakkadar bir din eğitimi görmüş olan Ubeydullah Han olabileceği akla gelmektedir.A. İnan, bu tefsirde geçtiği yerleri göstermeden üç yerde "UbeydullahKaddese'l-lahu sırrehu" sözü geçtiğini belirtmektedir.Ubeydullah Han bugüne kadar hiç bir kaynakta sözü edilmemiş Tarcama-iKavâHd al- Kurbân ve Fevâ'id al-Furkân adli bir eseri olduğunu ve bueserin A. Ateş'm özel kütüphanesindeki nüshasından başka türlü kütüphanelerdeondan fazla nüshası bulunduğunu belirtmiştir. 1 Eseri tavsif eden A.Ateş, 63 yapraklık bu eserin 1524 yılında tamamlandığını ve UbeydullahHan'a ait olduğunu kesinlikle ortaya koymuştur.Elimizdeki tefsir büyük ihtimalle Ubeydullah Han'ın veya onun teşvikiile eski dile bağlı biri tarafından ve bir orijinal nüshaya dayanılarak yazıldığınıbelirtebiliriz.1 TDAY. 1964. 127-139


180 HAMZA ZÜFİKARIİMLİÖZELİKLERİTefsirin her iki nüshasında da yazı nestaliktir. Konya nüshasında ayetlerdışında Türkçe ve yabancı kelimelerin noktalan birçok yerlerde gösterilmiştir.İhtilafa düştüğümüz bazı kelimelerde, daha okunaklı ve noktaları çoğu yerdebelirtilmiş Topkapı nüshası, yardımcı oldu. Örnek olarak Konya nüshasındanbirkaç kelime verelim, saklamaklılf lb-2, barısı lb-3,biring 1İİ0 j-ı 18b-24, üç 27b-27, birdi jj 3a-24, Ifilığ lb-14.4i ^U^-jl lb-8.Ünlülerin imlâsı Karahanlı ve Harezm metinlerinde görüldüğü gibi A-rap ve Fars yazı sistemine uyulmayarak, ünlüler birer harfle gösterilmiştir. Heriki nüshada da ayetler dışında harekeye yer verilmemiştir. Genel durum buolmakla birlikte pek nadir olarak Topkapı nüshasında bazı kelimelere harekeM * ' " *konmuştur. j.) 77b-16, 84b-21, 84b-16. Ayrıca (*) hemzeile yazılan bu sesin y olarak telaffuz edilmesi gereken birçok yerlerde hemzeyerine (ıŞ) harfi kullanılmıştır. ^ 35b-l, ^ 2a-26, Ub 15-b-25,a _/b 30b-16, JLIT 41a-27.A) Ünlülerin Yazılışı:Metinlerimizde Türkçe sözlerin bütün ünlüleri gösterilmiştir. Ancakyahşi 92a-16, karındaş ^İl91b-7, gibi birkaç kelime buhükmün dışında kalır.1. o ünlüsü.a ünlüsü söz başında çoğunlukla medsiz elif (I) ile gösterilmiştir. Arasıra medli örneklere de rastlanır, ataIİ 80b-18, ak Jjl 12a-22, altı ^51 28b-12,atı (J I lb-1, almaş (j*!^ T. 4b-3, astığa 82b-5, arıtkay jlNot: Numaralar Konya nüshasının sayfa ve satır numaralarıdır.


ÇAĞATAYCA BİR KURAN TEFSİRİ 18162b-10, aşlar j^UT 62b-27, aldı ^JT 53b-22, az jT 83a-3, az jl T. 77b-28, azıp «—jjT 2a-14.Ortada a ünlüsü elif ( I ) ile yazılmıştır: arasıda Iju-I jl lb-ll, yaratkanınğızjL 8a-29, alalğan jUJljl 47b-15J korkmadılarj)! jji74a-29, tanukluk


182 HAMZA ZÜFİKAR3) ı, i ünlüleri.ı, i ünlüleri metnimizde söz başında elif (I) y (> ) ile gösterilmiştir.igesi lb-9, ısığ 45a-12, irdiler 27a-7, ilgeri >}57b-9, ilikke IS'ıİ.LLI 57b-26, igri 63b-24, imgek İİlSvCİ 9b-6,ikinıy&>) 66a-18.Söz ortasında ı, i ünlüleri y ( ) ile gösterilmiştir, biz ju27a-15, kiltürüp ^jjj&Ş 30b-7, kirek İİI jS 31a-5, sin57b-12, ikin 66a-18, kızı tS'j 35a-8, kılıç -27b-24, kılğanüUL» T. 57a-5, yığılıngızlar jÛ j&^Şkj T. 60a-15, ağız jİ-\ 66a-29.ı, i, ünlüleri söz sonunda y((^)Üe gösterilmiştir. 6izrci(J_)u23a-9, çirigiStS? 40a-16, katı Ji 25a-10, kişi 25b-17, birdi 67a-18,kolini t^)jî 38b-14.4) u, ü, o, ö, ünlüleri.u, ü, o, ö ünlüleri söz başında elif vav (jl) ile yazılmıştır, öz Jjl 2a-4,ol J2a-l, öliimdin (jO^jîjl 19a-22, oğul JjPjl 18b-17, özge ISjjl25a-5, uzun öjjj\ 3b-2, ün üjl 26b-13, iisti 41b-3, urdı19b-13, uluğ41b-5.Metinimizde u, ü, o, ö, ünlüleri söz ortasında vav (_) )ile gösterilmiştir.yol Jjj 2a-10, okurlar j^/jjî jl 10a-6, öltürgey j\ 66b-19, söz j74a-28, uluğ 64b-5, artuklukuğ 73b-24, korkunğızlar j&jjijji74a-27, yok tur jj^jj 2a-19, tüşürüp ı^ıjjyZıjj 30a-29, üzüm jjl42b-12,


ÇAĞATAYCA BİR KURAN TEFSİRİ 183u, ii ünlüleri söz sonunda vav (j) ile gösterilmiştir, su lb-6, otru40a-28, oşbu j^jİ3b-20, siingii 40a-29, közgü j^jj* 10a-20.B. Üns üzlerin Yazılışı:Daha önce de söylediğimiz gibi metnimizde noktalamalara gereği kadarehemniyet verilmemiştir. Kelime başında ve sonunda bir ünlü olarak kullanılany ((S) sesi ile noktalamalı öteki ünsüzlerin yazılışı daima bir kararsızlıkgöstermektedir.1) b,p ve c,ç ünsüzleri.Metinimizde b,p ve c,ç ünsüzleri genel olarak noktalı bazan da noktasızolarak yazılmıştır. Ayrıca p,ç ünsüzleri çok yerde üç noktalı olarak işaretlenmiştir.barça 4>-jlj 17b-14, yaparlar jNjIjIj 87a-21, pak89&-26,tapınğuçı ıj*y^^89b-15.ng ünsüzü.Bu ses kelimede ve eklerde ( dAj ) şeklinde gösterilmiştir, sonğ ili y»2b-2, yanğlış lb-10, tanğladı 19a-19, meninğ19a-25, alarnıng 23a-25, hudâynınğ 23a-26, korkuıîğızlarjji 74a-27.C) Bitişik yazılan kelimeler.Biri birine bitişik yazılan kelimelere aşağıdaki örnekleri verebiliriz, olkişiler 84a-2, ol kim ^CJjl 22 b-24, oş bu 3b-20, yoktur 2a-19, mununğ dik 56a-15, ol dur jj^Jjl 83a-6.SESÖZELLİKLERİ1) Ünlüler.Metinimizde tesbit ettiğimiz sekiz kısa a,e,ı,i,u,ü,o,ö ünlüleri ile Arapçadanve Farsçadan Türkçeye geçmiş sözlerde bulunan dört uzun â,i,ü,ö ünlülerivardır. Yabancı uzun ünlülere aşağıdaki örnekleri verelim, kabile 5b-ll,ferman 9b-3, süret 10b-17, dost 23a-21, höş 36a-17.


184 HAMZA ZÜFİKARA) Ünlü Değişmeleri.1) e ~ i değişmesi.İlk hecede Divanü Lugat-it-Türk'te e, üstün işareti ile yazdmıştır. eğri(JjS I ; ekin fjS I , teri (Sj-"' > eşik I ; emdi (_£ I , emgekd i I , esdi ıS^ I } eşek dJLA I , er j I ; eski I , eğin ljS" I ,elig dU I , ekdi I ; ellig dJÜ I , ew 1 g ibi daha birçok kelimeÇağataycanm klâsik devrinde ve klâsik devir sonrası metinlerinde olduğu gibimetnimizde de i (^1) ile yazılmıştır, igri ı^^SCl 17a-17, ikin J^jl33b-14,tiri tSjû lla-12, işigi ı^^} 9a-14, imgüçi ı^TJ^^ 35b-25, yil iserJLJI 39b-21, iti (JJI 24a-14, işek LILIJL 42b-13, ir j\ 13b-14, iski(J^jJ 37b-14, ignige I^^jJ 30a-14, iliğinde 43b-10, ikmeseU^l 23a-26, iv 18b-10.J. Eckmann'ın da işaret ettiği gibi XIV. yüzyıl metinlerinde gittikçeartan miktarda bu 'ü şekillere rastlanmaktadır. Kelime başında i(ıS^)ile yazılan bu seslerin bir kapalı e olması ilk anda akla gelebilir. Fakat Çağataycagibi yere ve devreye göre türlü özellikler gösteren bu lehçenin gerekUygur ve gerekse Arap harfli metinlerinde, bu iki yazı çeşidi, sesleri değerlendirmeyeyeterli olmadığından bu konuda kesin bir yargıya şimdilik varamıyoruz.Türkiye Türkçesinde de kapalı e sesini taşıyan etmek, dermek, yemek,yetmek gibi bazı fiiller ile gece, yel el gibi bir kısım isimler metnimizde i ileyazılmıştır. Bu duruma göre başta elif ye) ortada ye((_£ ) ile yazılan iünlülerini bir imlâ özelliği olarak değerlendirmeyi ve bunları imlâya bağlıkalarak i ile transkripsiyon etmeği uygun bulduk. Metnimizden bu sesi taşıyankelimelerden bazı örnekler verelim.Kelime başında: igeleri 29a-22, igreştiler 59b-ll, iksüklük 77a-8, ilgeri47a-16, imçek 36a-10, imdi 9b-17, indürdük 13a-27, inçge 27b-l, irdiler 39a-24, irinleri 40a-15, işitmeğini 4a-13, ivürdük 10b-2.Kelime içinde: bil 68a-2, birmekde 24b-26, birk 41a-10, biş, 2a-26, bişik56a-23, kiçe 23a-5, kinglik 39b-2, kirek 25b-8, kiser 5b-ll, kittiler 9a-24, kizmegi46a-26, tive 9a-3, yili9a-3.


ÇAĞATAYCA BİR KURAN TEFSİRİ 185eö değişmesi.Metnimizde e ~ ö değişmesi ile ilgili pek az örnek vardır. Divanii Lugat-it-Türk'tegeçen esrük kelimesi metnimizde birkaç yerde ösrük, bir yerdede esrük olarak geçmektedir, ösrükler 88b-28. ösrüklügidin 88a-7, esrük 89b-3.B) Ünlü Düşmesi.Metnimizde kelime başında herhangi bir ünlünün düşmesi ile ilgili örnekbulamadık. Kelime içinde dar ve vurgusuz ünlülerin düşüşüne ait pek çokörnek vardır. Bu örneklerde görüldüğü gibi ünlü ile başlayan bir ek, bu türlükelimelere eklendiği zaman orta hecedeki dar-düz ve dar-yuvarlak ünlülerdüşmektedir, ağızlandın 80b-2, ağzı 80b-4, boyun,boyın 39b-7, boynınng itai ^JJ 75 b-7, burun öjjji 2a-18, burnıijjji 80b-4, iğin, ignige ISs^^l 30a-14, karın (jjl» 62b-22, karnııîğdabdJLojlî55a-25, kiyin, kiynidin /rJULf 23a-5, koyun, koynığa69a-8, köküs, kökserigizde\zy^j^fjS" 71b-23, fcöriğü/jS" 32b-15, könğlij? 80a-15, oğul, tJjPjl oğlını 36a-10, orun, ornığa jjl7a-15, yanğlış (jİjJ^oL lb-10, oyun, oynamakdın29a-9, Bununyanında oğul, oğulıjl 80b-15, örneğinde görüldüğü gibi bazı kelimelerdedar ünlü korunmuştur.C) Ünlü uyumları.i. İncelik ve kahnhk bakımından ünlülerin durumu.İncelemekte olduğumuz bu metinde incelik ve kalınlık bakımlarındanuygunluk açıkça görülmektedir. Aşağıda kalın ünlülü kelimeler ve bunlaragetirilen kalın ünlülü eklerle ilgili örnekler verilmiştir, ağağa 80b-18, ağırlığallb-16, '•aklığa 23a-6, ananğızğa 12b-13, aralaşmaknı 32a-29, arığrak 35b-23,arturğay 9a-18, aşaklıkka llb-9, ayuttuk biz 32a-29, bağlağay 27a-18, bağlağıl44a-5, barğanları 12a-13, başığa 68b-20, borçka 38b-2, buyurğanı 16b-2, çınlığ3a-27, dolğasığa 40b-9, karağıl 42b-29, katıkrak 48b-14, Icarındaşlığ 66b-25, kayğusığa 66b-23, kuşka 57a-ll, ulukrak 9a-l, almağığa 79b-26, artuklulfdın22b-8.


186 HAMZA ZÜLFİKARİnce ünlülü kelimelerle bunlara getirilen ince ünlülü ekler için şu örnekleriverelim, bilmekligide 27b-3, birige 17b-4, birklik 71a-9, bitigüçi 48a-27,bizge 49a-3, çirigige 40a-21, digüçi 47a-13, igeç 70b-19, içmekdin 29a-3, igreşmeklik50b-18, igrilikke 60a-5, ilttük 49a-25, iltgey 23b-21, imgüçi 35b-25,imgekke 32a-28, indürmegi 24a-4, irdiik 71b-15, işige 36b-12, itkey 30a-21,ivge 57a-22, ivürdük 10b-2, kirgey 69b-19, kiltürmeklikde 32b-22, körsetkilllb-19, köterdük 14a-19, közlük 12a-20, tüzlük lb-1, ündeşmemeklik 37b-2.Ancak pek seyrek olmakla birlikte, kurala aykırı olarak metnimizde,kalın ünlülü kök ve gövdelere ince ünlülü ekler, ince ünlülü kök ve gövdelerekalın ünlülü ekler getirildiği de görülmektedir. Bu tür kelimeler birçok yerlerdekurallı olarak yazılmış ise de nadir olarak uyuma aykırı olarak kullanılmışşekillere rastlanmaktadır, lfopardük 8b-23, atalarıngızge 7b-14, buyurgey34a-20, kiçilerğa 18a-4, ikinğa lla-6, iriğa 36a-22, kiıîğeşke 72b-2.Öte yandan Konya nüshasında uyuma aykırı düşen şekillerin çoğu, Topkapınüshasında kurallıdır, enegelerğa 36a-16, ikinğa lla-6, işlıklarnı 28a-29,kozluk 12a-22, bilgüçirak 2a-17.Yabancı kelimelerde kalınlık ve incelik uyumu konusuna gelince, metnimizdeArapça ve Farsça kelimelerin son ünlülerine göre getirilen ekler çoğunluklakurallıdır. Fakat birçok yerlerde birtakım aykırılıklar görülmektedir.Metinden taradığımız bin kadar yabancı kelimenin yarısından fazlasıkalınlık ve incelik bakımından uyuma tabidir, âbâdânrak 42b-21, âgâhlığ12a-l, âmânlığ 70a-27, âsânlığ 26b-7, c aşâbka 36b-4, bahâğa 7a-23, dânârak20a-2, dârğa 30a-29, bizârlığ 23b-8, cum c ağa 31a-24, döstrak 62b-26, dürüstlük37a-l fermânsızlık 13a-15, enbiyâğa 31b-6, gedâlıkka 44b-6, günahkârlık 25b-15, hâlğa 6a-ll, hüveydâlığnınğ 60a-26, kavmğa 39a-22, Ka'bege 31a-25,leşkerige 40a-20, dlnige, bedenige 88a-18, cennetke 69b-19, diremge 46b-28.Yabancı kelimelerde kalınlık ve incelik bakımından uyuma uymayankelimeler hakkında J. Eckmann "Son hecesinde i,i bulunan Arapça veFarsça kelimelere hemen her zaman kalın ek eklenir, Son hecesinde i,i bulunduranpek çok kelime kalın ünlülü ekler alır 1 " demektedir. Metnimizdenderlediğimiz örneklerde gerçekten ilk bakışta böyle bir kuralın varlığı görülmektedir.'acizlik 69a-28 âdemiğa 6b-8, âdemilık 25a-4, Halilğa 43a-29 c ameliğa15b-10, c amelleriğa 28b-19, hadişğa 25a-17, Cibrilğa 14b-24, derecelerige 2b-7,efsânesiğa 41b-12, ehligaiSh-Yi, ğâyetiğa 2a-2, dervişlik 9b-22, hükmiğa 23a-12,vilâyetiğa 39b-27 mühimrak 31b-18, îbrâhimğa 59b-ll, kavirak 23a-21, menziliğa49b-4, merâsimiğa 27b-28, va'desiğa 38b-7, c İşmetiğa 47a-5.1. TDED. 10. c. 45. s; Chagatay Manual 37. s.


ÇAĞATAYCA BİR KURAN TEFSİRİ 187Ne var ki, bu kurala uymayan örnekler de yok değildir. Son hecesindei,i ünlülerini bulunduran yabancı kelimelerden bir kısmının hem kalın hemde ince ünlülü şekillerine rastlanmaktadır, dlniğa 10a-5, dlnige 59b-27, fakirlerğa31a-2, feriştelerige 15a-2, ehlige 65b-7, ehliğa 45b-13, leşkerige 40a-20,helâkige 31b-25, helâkiğa 66b-19.Gene aynı konuda J. Eckmann 1 "A; veya g ünsüzlerini içine alan kelimelergenellikle ince ekler alırlar." "Sonsesi k, g olan kelimeler genel olarakince ünlülü ekler alırlar, ince ünlülü ekler, k, g, seslerini içine alan veya sonsestebu ünsüzleri bulunduran kelimelere eklenir" demektedir. Sonseste k,günsüzlerini bulunduran yabancı kelimelerin azlığı sebebiyle metnimizde bukuralın ne durumda bulunduğunu kesin olarak tesbit edemedik. Yalnız şunubelirtelim ki sayın J. Eckmann'ın işaret ettiği gibi sonseste k, g ünsüzleribulunduran yabancı kelimelere eklerin gelişi pek de kurallı görülmemektedir.paklık 6a-14, pâklik 89b-29.Bilindiği gibi, eklerin gerçek ünlülerini tesbit etmekte Arap harfleri yeterlideğildir, k /k,ğ /g tonlu ve tonsuz ünsüzleri bulunduran ve fiillere gelen-mak /-mek, -ğuçı /-güçi, -kuçı / -küçi, -ğunca / -günçe, -kan / -ken, -ğan / -gen,-ğay I -gey, -kay/ -key, -ğu/-gii, -ku/ -kü, -kıl / -kil, -ğıl / -gil gibi eklerle adlara gelen-lık / -lik, -lığ / -lig, -rak / -rek, -ğa / -ge, -ka / -ke, -ğaça / -geçe, -ğı / -gi gibieklerin yardımı ile yukarıdaki görüşler incelenmiştir. Tonsuz ünsüzler bulundurmayanöteki eklerin ünlüleri tabiî ki ancak getirildiği kelimenin son ünlüsünegöre değerlendirilmiştir.2) Düzlük ve yuvarlakhk bakımından ünlülerin durumu.Küçük ünlü uyumu veya dudak benzeşmesi dediğimiz, ilk hecedeki düzbir ünlüden sonra öteki hecelerde de düz ünlülerin bulunması, herhangi birhecede yuvarlak bir ünlü bulunduğu takdirde, bu ünlüden sonraki ünlülerindar-yuvarlak veya geniş -düz olması kurah, metnimizde gelişmiş olarak görülmektedir.acılclfay 26a-29, almağığa 45a-29, üzülmeklik 82a-25, yengil 82a-24, uzun 3b-2, boğuzlamağı 44a-7, boyağçılar 57b-15, bulutda 3b-27, buyruğum74b-23, buyurulğanlarığa 65b-29, çukurluk 64b-9, dolğasığa 40b-9, koltuk18b-13, koşuluşmağıdın 66b-25, koynunğda 56b-25, körkülük ve körlük kişi39b-7, kuruk 25b-5, kümüş 51b-14, kilndüz 8a-16, otrulaştılar 51a-25, ögürürsizler 48a-23, örmekçi 5a-21, soyurğadım 7b-18, sünğülük 40a-29, tofrak 44a-8,tokuğanı 4b-2, tütün 80b-3, unutmak 48b-14, uruşur irdinğiz 64b-6, uyku 8a-3,üstün 69b-6, yaşın 4a-8, yukarı 55b-14, yumurtfca 54a-26, yürümek 63b-16.1. Chagatay Manual 32. s.


188 HAMZA ZÜLFİKARDaha eski metinlerden beri küçük ünlü uyumuna aykırı düşen kelimelerinbazıları metnimizde de düzlük ve yuvarlaklık bakımından kural dışı olarakgörülmektedir, altun 73b-10, avuç 40a-26, azuk 29a-16, aşukmaklığ 62a-ll,kamuğ T 2a Kenar, yaşarmak 45b-25, yaşurun 50a-26, tamur 9a-4, tamik 6a-6,sınuttluk 31b-4, savuk 60a-10, saruğ T. 9b-ll, yazuk 3a-6, artuk 3a-2.Bunlardan başka metinde kural dışı olarak düz ünlüden sonra yuvarlakünlü bulunduran başka kelimeler de vardır, açuk, 21a-14, asru 4b-ll, yasmuğ9b-14, yavuk 82a-8, yabuğ 26b-25, yatkaşuk 24b-21, tamuğ 27b-27, Ifiçkurur24a-3.Düzlük ve yuvarlaklık bakımından eklerin durumuna gelince, bu eklerinünlülleri veya bağlayıcı ünlüleri değişik özellikler göstermektedir, Bunlarıteker teker ele alarak inceleyelim. Bu bölümde ele alacağımız eklerin ünlüleridar-düz veya dar-yuvarlaktır.'a) iyelik ekleri:İyelik eklerinden 1. ve 2. tekil şahısların bağlayıcı ünlüleri kalınlık, incelik,düzlük ve yuvarlaklık bakımlarından eklendikleri kelimeye göre uyumatabidir.1. Tekil şahıs:buyruğum 75b-23, köıîğlüm 43a-27, ivim 18a-28, karındaşlarım 62a-19,oğlumdın 93b-10, düşmanım 88a-12, dostum 86a-12, başımnı 91b-28, kolumğa89a-5, kaşımdın 7a-5.2. tekil şahıs:döstunğ 86a-12, kolunğ 54a-9, köıîğlünğ 14b-27, kitâbınğ 19a-2, vahdâniyetinğ19a-3, zâtıng lb-17.İyelik üçüncü tekil şahsın ünlü uyumuna aykırı olarak yalnız dar-düzünlülü şekilleri kullaıulmaktadır. Aynı durum üçüncü çoğul şahısta da görülür.otı 4a-3, yolı 2a-l, yüzi 39b-19, yükini 55a-29, közgüsi 10a-2, kayğusı 37a-18, karanğusı 37a-18, kıblesi 20a-29, kicesi 3b-22, köngülleri 17b-5, közleri4a-12, sizleri 72a-ll.1. ve 2. çoğul şahıs:1. ve 2. çoğul şahıs iyelik eklerinde bağlama ünlüsü uyuma uyarken bueklerin asıl ünlüleri uyuma aykırı olarak daima düz-dardır. sözümiz 89a-12,azukumız, 28"24, özümiz lb-18, kolungız 7a-28, özünğiz 33b-17, köksünğiz71b-23.


ÇAĞATAYCA BİR KURAN TEFSİRİ 189b) yokluk eki (privativ) -sız,-siz''iu yalnız düz-dar ünlülü şekli kullanılmaktadır.tütünsiz 4a-3, közsiz 41a-l, tiibsiz T. 37b-20, uçsız 41a-3, ölümsiz14b-16.c) Ad durum ekelerinden (kaeus) belirtme durumu ekinin (Akkusativ),ayrdma durum ekinin (ablativ) küçük ünlü uyumuna aykırı olarak daimadüz-dar ünlülü şekilleri kullanılır, bulutnı 8a-27, ölükni lla-25, ölümni69b-23, özini 35a-2, sözni 14b-16, yolnı 4a-9, yükini 55a-29.kökdin 3b-26, uluğdın 23b-24, otdın 13a-24, bulutdın 23a-8, ba c iuhumdın40a-29.Ad durum eklerinden tamlayan eki (genetiv) genel olarak küçük ünlüuyumuna aykırıdır. Sonsesi yuvarlak ünlü olan kelimelere çok yerde bu ek-nıng, -niıîg olarak gelirken, bazı yerlerde uyuma uygun olarak -nung,-nüngşekli kullanılmaktadır, kündüzniıîg 37a-23, hatunnııîg 33b-12, munırîg 28a-8,kulnıng 26a-20, munung dik 56a-15, uylcunıng 41a-25, yiizüngnütîg 20b-13,sunıng 4b-14.d) İlgi eki.Daha çok -ğı şeklinde olan ilgi eki küçük ünlü uyumuna aykırı olarakkullandmaktadır. evvelğı 26b-l, burunğı 55a-l, burunğılar 78a-4, sotîgğı 2b-22,kicegi 90a-3.e) Meslek ekinin dar-düz ünlülü şekli kullanılmaktadır, boyakçılar 57b-15, könçi 39a-24, anaçı 36a-15, işikçiligini 91a-24.f) Daha çok kalıplaşmış olarak kullanılan -ğu,-gü eki düzlük-yuvarlaklıkbakımlarından kural dışı olarak kalmaktadır, bilgü, 64b-4, kayğu 47a-17,karanğu 3b-ll,g) Belirli geçmiş zaman 3. tekil şahıs ekinin ünlüsü küçük ünlü uyumunaaykırı olarak daima -dı/ -di, -ti/ -ti'dir. boldı 28a-15, tuttı 67a-6, tüşti 43a-25,koştı 43b-19 koşuldı 4b-14, koydı 7b-28.Aynı durum belirli geçmiş zamanın 3. çoğul şahsında da görülür.kömdiler 39b-28, kutuldılar 26a-l, öttiler 39a-16, öldiler 38a-13.Gene behrH geçmiş zamanın 1. çoğul şahıs ekinin ünlüsü daima dar-yuvarlakolup küçük ünlü uyumuna aykırıdır, köterdük biz 14a-19, kılduk biz13b-2, katkurduk biz 76b-27, tiledük 86b-l.


190 HAMZA ZÜLFİKARh) Metnimizde yalnız, geçmiş zaman partisibi olarak kullanılır -mış /miş ekinin düz-dar ünlülü şekli kullanılmaktadır, ölmiş bolğaylar 20b-9, toğmışbolğay 83b-17, kirmiş bolğay sizler 83b-18.ı) Geniş -ur,-ür zaman ekinin bütün şahıslarda dar-yuvarlak ünlülü şekillerikullanılmaktadır, kılur sizler 31b-15, bilür 24b-22, igreşür 73a-19, iltürbiz 19a-19.i) İkinci tekil şahıs emir ekinin bağlayıcı ünlüsü düzlük ve yuvarlaklıkbakımından uyuma uyarken, emir 2. çoğul şahısın ünlüsü, uyuma aykırı olupdaima dar-düzdür. turungız 3b-l öldürünğiz 28a-7, olturunğızlar 10b-l, kiltürünğizler42a-20.Eski Türkçede olduğu gibi, düz-dar ünlülü şekli kullanılan emir 2. tekilşahıs eki, metnimizde de bu durumda bulunmaktadır, tutkıl lb-18, öltürgil10b-12, tüggil 40b-5, urğıl 19a-29.j) Ettirgen (kausativum) eklerinden -tur j-tür,-dur/-dür, -ğur/,-kur, -kür/-gür, -ğuz/,-güz eklerinin yalnız dar-yuvarlak ünlülü şekilleri kullanılmaktadır.bildürdi 52a-26, kitürmes 40b-16, indürmeslığdın 2b-10, yığışturğay 53a-26, yedürdiler 14a-25, kıçkurur 24a-3, tirgüzmek 5b-21, körgüzür biz, 85b-9,azğurup tur 96b-12, kirgüzdi 83b-24.k) -ıl/-il-, -ul /-ül edilgen (passivum) eki metnimizde düzlük ve yuvarlaklıkbakımlarından uyuma tabidir. Fakat kaytarulğunğuz 5b-22, kaytarulğusıdur 13a-17 gibi birkaç örnekte edilgen eki küçük ünlü uyumuna aykırıdır.k) Eylemlerden (verb) ad yapan -kuçı /-küçi, -ğuçı/-güçi eklerinin ünlüleriküçük ünlü uyumuna aykırıdır, yaratlfuçı lb-5, bağışlağuçı lb-2, körsetküçi2a-22, singüçi 9a-13, aşukkuçı 30a-4.1) dur 3. tekil şahıs, ekeylem ile birlikte kullanılan -ku /-kü,-ğu / -gü adyapma ekleri iyelik ekilerini alarak gelecek zaman anlamı vermektedir.dur, -ku j-kü. -ğu /-gü ekleri küçük ünlü uyumuna aykırıdır, tanujfluk birgüsidur 87b-16, birgüng dur 97b-3, kiltürmegüsi dur 93a-6, tartkusı dur 90a-l,bolmağunğız dur 94b-28, yarlıkağusı dur 89b-ll.m) Eylemlerden ad yapan ve daha çok sıfat olarak kullanılan -uk/ükekinin dar -yuvarlak ünlüleri kullanılır, artuk 2a-29, sınulfluk 31b-4, açuk21a-24.n) Ekeyleme gelen -ur, -ür geniş zaman ekinin daima dar-yuvarlakşekilleri kullanılmaktadır, vahy irür 2a-25, tanuğı irür 6a-7, inanğuçı irür14a-10.


ÇAĞATAYCA BİR KURAN TEFSİRİ 191o) Eylemin Hikâye 1. çoğul şahısta da durum böyledir, tanur irdük84a-7, öltiirülmes irdük 71b-15, bitip irdük 10a-28, öltürüp irdük 8b-24.o) Soru için kullanılan mu mü kelimesinin dar-yuvarlak şekili kullanılmatadır.körmediıîğ mü 42b-5, dram tapmas mu T. 37a kenar, ol kişi dik mü42b-5.2) Ü nsüzlerMetnimizde kullanılan ünsüzler şunlardır: b,c,ç,d,f,g,ğ,h,h,h,j,k,k,l,m,n,ng,p,r,s,ş,g,ş,t,t,v,y,z,z,?.b ünsüzü.b ünsüzü kelime başında korunmuştur, bar hudâyğa 13b-20, birmek 31b-10, boldura almaş sizler 4b-29, harmanlarını 4a-l, içinde nğ, n geniz ve dişünsüzleri bulunan bir kısım kelimelerin başındaki b ünsüzü m olmaktadır.maıîğlayğa salğay 44b-6, kılıp min 12b-17, manga 36b-2, mengülük T. 37a kenar,ming yıl 12a-27, muna 42a-26, munğan 47b-27, mundak 12b-2, munça38b-16.Karahanh ve Harem Türkçesinde, Rabguzide ve yazımızın başındaöteki kuran tercümelerinde sözünü ettiğimiz w ( J» ) sesi metnimizde v olmuştur.iv 18b-10, tavarlarını 30a-16, tive 30b-10, sivgey 24b-18.yalbarmas min 68b-13, örneğinde görüldüğü gibi -6- ünsüzü kelime ortasındamuhafaza edilmiştir.sub> suw> suv> su şeklinde gelişen bu kelime, metnimizde her ne kadaryalın halde su şeklinde geçiyor ise de iyelik üçüncü tekil şahıs eki alırken,v sesi terkrar ortaya çıkmaktadır, suvı 4b-13, üzüm suvı 42b29, arığ suvıT. 37 kenar.ng ünsüzü.Bu ses Eski Türkçede olduğu gibi metnimizde de kullanılagelmektedir.aıîğa 2a-16, kıldıngızlar 12b-25, manga 6a-22, yanğlış lb-10.p ünsüzü.Türkçe ve yabancı kelimelerde p sesi metnimizde birkaç örnek dışmdatek noktalı olarak yazılmıştır. Bu sesle biten gerundiumlu eylemlere gelen tur,turur kelimelerinin tonsuz şekillerinin kullanılmış olması, bu sesin p olduğunudoğrulamaktadır, sorup tur 13b-13, kılıp tur 27a-17, bolup tur 34b-13,


192 HAMZA ZÜLFİKARyitip tur 34b-12, itip turlar 41b-9. Bunun yanında ara sıra aytıp dur gibi örneklerede rastlanır. Ayrıca p ünsüzü ile biten daha birçok kelimeden sonra getirileneklerin tonsuz ünsüzlü şekiller kullanılmaktadır, taplcay 4a-29, kopkaylar37b-ll, taptı 43a-8, tapkanlar 29b-3, yaptı 42b-19, yapkuçılar 22b-14k,k,g,ğ, ünsüzleri.Kelime başında Eski Türkçeye bağlı olarak bu seslerin tonsuz şekillerikullanılmaktadır. Kaim ünlülü kelimelerde k ( J ) ince ünlülü kelimelerde isek (il)'dir. kaçmaknı 70a-2, kaçurdılar 40b-7, kiser 5b-ll, kirekmes 2b-8,kaldı 37b-17, kiymekni 36b-5.Son seste -k,-ğ ünsüzleri kuralsız olarak bazan -k bazan da ğ dir. sanağ53a-23, sanak 26a-5, sarig 10b-26, sarık T. 9b-ll, katığ 8a-2, katık llb-5,kılık 25b-28, kılığ 52b-19 kulak Hb-22, kulaklarığa 2b-15.Aynı durum -lık / -lığ, -luğ/luk soyud ad yapma ekinde de görülür. Buekin ekli bulunduğu ad, yerine göre sıfat olarak da kullanılır, karılığ 10b-22,karılığ 22a-16, buluttuk 30a-20, kayğuluk lb-20, kayğuluğ 44a-24, berhördârlığ6b-26, berhördârlık 18b-14, faydalığ 4b-13.Öte yandan mastar eklerinde ünlü ile başlayan ek almadıkça bu durumgörülmemektedir. -mak,-mek mastar ekinin son ünsüzleri -k,-k, yalın haldeve ünsüzle başlayan bir ek aldıklarında korunmaktadır, sürmekdin 46b-24,aytmaknı 33b-17 sormağumız , 17b-10, sögmegide 2b-10.Tek heceli kelimelerin sonsesteki -k, ünsüzü korunmuştur. İlk hecedebu sesin h sesine dönüştüğü görülmemektedir, akşam 37a-25, bakar 64b-25,korkunğızlar 46a-17, yokıda 76b-15, yaktılar 2b-23, akar 93a-3.•k-,ğ,g seslerinin erimesi:Aşağıda verilen örneklerde görüldüğü gibi -k-, -ğ-, -g- ünsüzleri eriyipdüşmektedir, kergek/kirek 25b-8, eşgek/ i şek 42b-13, kulğak /kulak lla-22,kıska/kısa 25b-28.-k,-ğrg ünsüzlerinin korunması:Bünyesinde -k-,-ğ-,-g- ünsüzleri bulunan bir kısım ek ve kelimede buünsüzler korunmuştur, yumurtka 54a-26, yigirmi T. 17b-4, tolğadılar 13b-26,yalğan 14b-10, yalğuz 69b-26, sağışı 23b-ll, kıska 50b-2, imgekke salur 32a-28, inçge 27b-l.


ÇAĞATAYCA BİR KURAN TEFSİRİ 193sağınmağay 76b-19, korkkaylar 80a-18, kitgey 4a-8, körgey ilgeri 8b-4,yukkarı 55b-18, korkkaıı 40a-27, körmegen 35b-22, işitkendin 90b-15, kılğanlar22b-27, kintke 9a-ll, tatkururlar 8a-l, kirgüzdi 83b-24, tartlcusı 90a-l,bilgüsi 98a-13, bolğusı 89a-10, işitküçi 88b-26, tilegüçi 24b-23, kılğuçısı lb-1.k>h değişmesi:Kelime başında hatun sözünden başka h değişmesine ait örneğimiz yoktur.Kelime içinde ve kelime sonunda h değişmesi pek nadir olarak görülmektedir.yalaşı/ yahışı lb-1, uçmak/ uçmah 5a-18, okşaş/ ohşaş 28a-21.t>ddeğişesi;Metnimizde t*>d değişmesinden söz açamayız. Çünkü Eski Türkçeyebağlı olarak kelime başında t- ünsüzleri korunmuştur, toğmak 83a-21, ton57b-14, tokkuz 26a-5, toğrı T. 2a kenar, toğurmakda 48a-7, tökti 45b-24, tört36a-20d>ydeğişmesi:Eski Türkçede kelime ortasında bulunan -d- sesi metnimizde tamamen-y- sesine dönüşmüştür. adak> ayale 27b-13, adır-> ayırğay 21a-28, adrıl->ayrıldı 41b-16, bedük/ biyik 37a-27, boduğ/ boyağçılar 57b-15, bod / boy 38a-24, kadğu/ kayğuluk 47a-17, ked- / kiymekni 36a-l, kidin/ kiyinidin 23a-5,kod-/ koymak 64a-18, kuduğ/ kuyuğı 30a-25, kudruk/ kuyrukığa 67b-6, tıd-Itiydi 15b-l, udukla-/ uyuklağan 73b-10, yad-/ yaydı 23a-10, yadağ/ yayan67a-l, ıdı bir-/ yiberdi 27b-3.p>fdeğişmesi:toprak/ tofrak 44a-8b~>w~>v değişmesi:Eski Türkçede iç ve sonseste b, w sesleri metnimizde aşağıdaki örneklerdegörüldüğü gibi v olmuştur. tewe~> tive 62b-27, çaZa6> çalavıııı 39b-10,eıv^ivge 82b-7, Öte yandan yalbarmak eylemindeki -b- sesi korunmuştur, yalbarmasmin 68b-13,-ğ->-v- g>-v- değişmesi:yasağ~^>yasavı 39b-22, yağuk~^>yavukığa 35a-16, buzag~^>buzav 12a-28.,sağuk~^>savuk 60a-16, biregü^>birev 45b-2, ikegü^>ikevni 18b-23.


194 HAMZA ZÜLFİKAR6-> m- değişmesi:İçinde ng, n geniz ve diş ünsüzü bulunan bir kısım kelimelerin ilk sesiolan b, m olmaktadır, min 2a-17, min yaratkuçı min 6a-l, meniıîğ 6a-4, mirîğ12a-27, munğan 47b-27.Bu gösterme zamiri (demonstrative pronoun) çekime girip n adıl re'siniabnca kelime başı b, m olmaktadır, munça 38b-16, mundın 3a-28, mundan6a-13, munung dik 2a-14, muna 42a-26.ÜnsüzbenzeşmesiMetnimizde tonlu ve tonsuz ünsüzler ile kullanılan -kuçı / -ğuçı, -kiiçi /-güçi; -kan! -ğan, -ken/-gen; -ka/-ğa, -ke/-ge; -karıl -garı, -keri / -geri; -tur-1-dur-, -dür-, -tür-; -kur- / -ğur-, -kür- / -gür-; -ğay / -kay,- key / -gey; -tı / -dı,-ti / -di ; -tuk / -duk, -tük /-dük; -ku / -ğu, -kü / -gü ; -kıl / -ğıl, -kil / -gil eklerinebakıp bir ünsüz uyumundan söz açabiliriz. Bu eklerin ilk ünsüzleri eklendiklerikelimenin son ünsüzüne uymaktadır. Birçok müstesnaları olmakla birliktegenel olarak Türkçe ve yabancı kelimelerde sonsesi tonlu olan bir kelimeyetonlu ünsüzle başlayan ekler, sonsesi tonsuz olan bir kelimeye ise tonsuzünsüzle başlayan ekler getirilebilmektedir.-kuçıj -ğuçı; -küçij -güçiişitküçi, 88b-26, sözlegüçi 87b-l, aytlcuçılar 2a-23, çılcarğuçı lla-19, kaytkuçılar7b-16, korkkuçılar 17a-10, aşukkuçı 30a-4, korkutkuçılar 17b-19.•lş,an / -ğan; -ken / -genyaratkanımız 94b-19, tapkanrak 90a-25, ayıtkanı 17b-3, işitkendin sonğ90a-15, sürülgen 87b-l, yaratkandın 5b-25, ant içişkenleritîgiz 97a-l, Bu örnekleryanında ahd kılışğan 97a-27, gibi kuralsız şekiller de rastlanmaktadır.-ka / -ğa; -ke/-gekullakka 4a-4, oğulğa 35b-28, tüzge lla-24, suğa 8a-12, kılmakka 4b-18,tofrakka 4b-14, kimge 31a-19. Bu örnekler yanında sünnetka T. 3a-21, sünnetğa21a-18 ve k l smetka 9b-21, gibi örneklere bilhassa yabancı kelimelerderastlanmaktadır.-karı / -ğan;-keri / -geritaşkarı 45b-4, ilgeri 12b-24.-ku j-ğu;-kü /-gü


ÇAĞATAYCA BİR KURAN TEFSİRİ 195Bu ekler dur, tur kelimeleri ile kullanılırken gelecek zaman anlamıvermektedir, tartkusı 90a-l, yitküsi dur 87a-20, kaytarulğusı dur 13a-17, körküngüzdurlar 33b-20-tur- /-dur- ;-tiir- /-düryığışturğusı96a-28, sindurğuçı 88a-20, alışturdılar 3a-5, ulaşturğay 5b-10,toldurğaylar lla-12, işittiirülmegen 88b-29, köydürülgen 90b-29, Öte yandankiltürgey 5b-19, öldürgey 16a-22, örneklerinde görüldüğü gibi kiltür-, öltürfiillerikural dışı olarak kullanılmaktadır.-kur- /-ğur- ;-kür- /-gürarğuruptur 96b-12, tatkururlar 8a-l, kirgürdi 83b-24.-kay /,-ğay ;-key j-geytutkay 89b-9, toklcay 8a-4, kopkay 37b-ll, kitkey 4a-8, bozğay 20b-10,boşatkaylar 27b-27, solfjfaylar 4a-4, tartkaylar 91-a-4, korklfay 47b-24, alğaymin 38b-16.-tı /-di,-ti /-dikaldı 37b-17, kaçtılar 71b-26, işittük biz 89a-ll, bolduk 84a-9, koymadıng94b-20, kayıttı 82b-8, koptılar 88a-3, ant içtiler 90a-9, ayıttuk 6b-7, ilettük89a-ll, içtiler 40a-15.-kıl j-ğıl ;-kil /-gilbakkıl 89a-12, ayıtkıl 14b-23, urğıl 9a-29, yibergil lb-15.Birçok müstesnaları olmakla birlikte genel olarak tur dur getirildiği kelimeyegöre ünsüz uyumuna tabidir, bolmay durlar 82b-24, yok tur 82b-25,berkitip tur 2b-14, kiltürüp turlar 86a-22, barmas durlar lb-14, bar dur 3a-20,hâlide dur 2b-8, kilmey dur 31b-l.Ünsüz benzeşmesine aykırı olarak hemen daima tonlu şekilleri kullanılan-dm,-din ayrılma (ablativ), -da,-de kalma (lokativ) ekler için şu örnekleriverebiliriz, kiçikdin 23b-24. hairetdin 42a-28, kılmakdın 32b-l, taşdın44b-15, yokdın 4b-7.


HÂMİDÎ'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİISMAILÜNVERFatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı toprakları dışından Anadolu'ya,sonra da İstanbul'a gelerek padişah nedimliği gibi önemli bir görevalmış olan Hâmidî, birçok yerleri dolaştıktan sonra geldiği bu sonuncuülkeye ve onun kadirbilir hükümdarına gönülden bağlanıp, değerli eserlervermiş bir şairdir. Bizde Hâmidî üzerine en geniş çalışmayı rahmetli Profesörİsmail Hikmet Ertaylan yapmıştır 1 .Ertaylan eserinin "Mukaddime ve Tedkik Kısmı"nda şairin hayatı,ailesi, çocukları ve eserleriyle ilgili bilgiler vermektedir. Kitabın 531 sayfalıkmetin bölümünde, eldeki tek yazma nüshanın 2 tıpkıbasımı verilmiştir.Yazar, Hâmidî hattıyla yazılmış başka kitapların yazılarıyla, divanın yazısınıkarşılaştırmış ve tıpkıbasımı yapılan divanın da şair tarafından yazıldığısonucuna varmıştır. Büyük bir kısmı Farsça olan divandaki Türkçe şiirlerdenbazıları, eserin "Mukaddime ve Tedkik Kısmı"nda ele alınmış; fakatbunlar da Farsça şiirler gibi eski harflerle verilmiştir. .Biz, yazımızda divandaki Türkçe şiirlerin tamamını transkripsiyonluolarak vereceğiz. Şiirler okunduğunda görüleceği gibi, Hâmidî'nin şiirlerininçoğu, değer bakımından, o çağın Anadolu Türk şairlerinin şiirleriyle karşılaştırılabilecekgüçtedir. Eldeki yazmanın şairin kaleminden çıkmış olması veimlâ yönünden değişik özellikler göstermesi yüzünden, Türkçe kelimelerinimlâsı üzerinde fazlaca duracağız.Divanda Türkçe şiirler belirli bir bölümde toplanmamıştır. Türkçe kasideler"Kasâ'id ve Tevârîh" bölümündedir. Türkçe gazeller ise, kafiyelerinegöre Farsça gazeller arasında yer almıştır. Bunların dışmda kalan iki beyit,1 Külliyât-1 Divân-1 Mevlânâ Hâmidî, Prof. İ. H. Ertaylan, İstanbul Fethinin beşyüzüncüyıldönümü münasebetiyle yapılan İ.Ü. Edebiyat Fakültesi yayınlarından: Seri: 3- Sayı2, 94+531 s., İstanbul, 1949. (Eser, yazımızda bundan sonraki yerlerde KDMH. kısaltmasıylagösterilecektir.)2 Eldeki tek yazma nüsha, Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi No: 68'de kayıtlıdır.


198 İSMAİL ÜNVEHsayfa kenarında bulunan iki Türkçe gazelden sonra yazılmıştır. Hâmidî'ninTürkçe şiirlerinin sayısı (4'ü kaside, 28'i gazel, 2'si beyit olmak üzere) otuzdörttür. Bu şiirlerin tamamı 240 beyit tutmaktadır.Şiirleri transkripsiyonlu olarak verirken divandaki sıraya uyduk. Yalnız,beyitleri sona aldık, Ertaylan'nm yayımladığı tıpkıbasımda varak numarasıVerine sayfa numarası kullanılmıştır. Transkripsiyon yaparken elyazmasmıesas aldık; ancak okurların güçlük çekmemeleri için, tıpkıbasımdakisayfa numaralarını varak numaraları yanında ayraç içinde gösterdik.Yerdiğimiz örneklerde gösterdiğimiz numaralar, yazımızın "Türkçe Şiirler"bölümündeki şiirleri ve beyit numaralarını karşılar. Tıpkıbasıma ya da yazmayabaşvurmak isteyen okurlarımızın şiirlerin yanlarındaki varak vesayfa numalarını göz önünde bulundurmaları gerekmektedir. Türkçe şiirlerinFarsça şiirler arasında karışık olarak bulunmaları nedeniyle, yazımızdakinumaralar asıl metinle doğrudan doğruya bağlantılı olamamıştır.Hâmidî ve Türkçe ŞiirleriErtaylan, kitabında şairin hayatını eldeki imkânlar ölçüsünde anlatmıştır.Biz burada dikkatimizi çeken bir nokta üzerinde duracağız."Mukaddime ve Tedkik" bölümünde, şairin H. 880-881/M. 1475-1476yrlında Bursa'ya sürüldüğü bildiriliyor 1 . Ertaylan, şairin Hasbıhal-nâme'sinde kendisi hakkında verdiği bilgileri değerlendirerek, sürgün yılında Hâmidî'nin70 yaşlarında olduğu görüşünü ileri sürüyor. Şairin küçük oğlu Celîlî,Bursa'da doğmuştur. Ondan söz eden kaynaklarda doğum tarihi bildirilmiyor.Celîlî'nin doğum tarihini, Hüsrev ü Şirin adlı mesnevisinin sonundaki:Tokuz yüz on sekiz olmışdı hicretKi pâyân buldı bu tümâr-ı mihnetÇü bahr-ı tab'dan bu dürr-i nâdirYigirmi biş yaşumda oldı şâdır 21 KDMH. s. 28.2 Hâmidîzâde Celîlî, Hüsrev ü Şirin, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi,Yazmalar Kısmı, No: 44923, V. 159 b. (A. Rıza Ertan, Celîlî'nin Hüsrev ü Şirin Mesnevisi,Türk Edebiyatı Bitirme Tezi, xxıx+214 s. <strong>Ankara</strong>, 1966-67.)


HÂMİDÎ'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİ 199beyitlerinden H. 893/M. 1487 yılı olarak buluyoruz. Hâmidî H. 880/ M.1475 tarihinde 70 yaşında ise, küçük oğlu Celilî doğduğu zaman 83 yaşındabulunması gerekir. Bu durum Hasbıhal-nâme'ye dayanılarak yapılan tahminekesinlikle güvenemeyeceğimizi gösterir.Şairin Türkçe şiirleri içinde gerçekten içtenlikle söylenmiş, başardı olanlarvardır. Yine bu şiirlerde şairin hayatıyla ilgili az, fakat anlamh beyitlerlekarşılaşıyoruz. Özellikle saraydan uzaklaştırılmasının şair üzerindeki derinizleri, sızlanışlarının özünü teşkil etmektedir.Hâmidî'nin Türkçe şiirleri, sayı bakımından Farsça şiirlerinden çokazdır. Şiirlerinde Türkçeyi şiir dili olarak başarıyla kullanabildiğini göstermişolan şairin, bu dili sonradan öğrendiği düşünülemez. Hele kimi kelimelerinve eklerin kullanılışında Doğu Türkçesi özelliği bulunması, şairin anadilininFarsça değil, Türkçe olduğunu gösterir 1 . Hâmidî'nin Türkçe şiirler yazmasınıönce, Osmanlı topraklarına gelmiş olmasına, sonra da 'Avnî mahlasıylaTürkçe şiirler yazan Fatih'in saraymda, devrin önemli şairleriyle tanışmışolmasına borçluyuz.Külliyât'ı dışında hiç bir yerde Türkçe şiirleriyle karşılaşmadığımızHâmidî'nin, ölümünden önce oğlu Celîlî için Nasihat ve Vasıyyet-nâmeadlı Türkçe manzum bir eser yazdığını Aşık Çelebi haber veriyor. Meşâ iirü'ş-şu'arâ'da eserden iki beyit örnek olarak gösteriliyor 2 . Hâmidî hayattaiken ve daha sonraki yıllarda düzenlenmiş nazire mecmualarında da onunadı yoktur 3 . Bununla birlikte, İstanbul'a geldikten sonra, saray çevresindekiTürk şairleriyle (Melîhî, Ahmet Paşa, Aşkî, Nizâmî vb.) tanışıp, onlarlailişkiler kurmuş olması tabiîdir.Hâmidî'nin Türkçe gazelleriyle Ahmet Paşa'nın kimi gazelleri arasındakibenzerlikler bu düşüncemize tanık olabilecek niteliktedir:1 Bkz. Metnin İmlâ Özellikleri.2 Aşık Çelebi, Meşâ c irü'ş-şu' : arâ, Millet Kütüphanesi, Pertev Paşa Kısmı, No: 440.v. 97b.3 ömeribni Mezîd, Mecmu l alun-nazâ*ir, yazılışı, H. 840/ M. 1436, TDK. Kitaphğı,No: Yazma A/155; Egirdirli Hacı Kemâl, Câmi'u'n-nazâHr, yazılışı, H. 918/M.1512, DTCF. Ktp., î. Saip Ef. <strong>Kitaplar</strong>ı No: 804-805; Köprülüzâde M. Fuad, MilliEdebiyatın İlk Mübeşşirleri ve Divân-1 Türkî-i Basît, İstanbul, 1928. s. 60'taki liste. EdirneliNazmı, Mecma'u'n-nazâ'ir, yazılışı, H. 945/M. 1538'den önce Köprülüzâde M. Fuad, aynıeser, s. 63'te verilen liste.


200 İSMAİL ÜNVEHâmidî'ninYâr eger kılsa beni ijâr eliimden ne gelürVe ger öldürse beni zâr elümden ne gelür 1AhmetPaşa'nınHâmidî'ninÖldürür gözlerüg ey yâr elümden ne gelürMest olupdur iki hün-hâr elümden ne gelür 2Varalım ol şanem-i gül-'ızâra yalvaralımBelâ-yı firkat elinden nigâra yalvaralım 3AhmetPaşa'nınHâmidî'ninFirâk u hasret elinden nigâra yalvaralumBelâ vü mihnet ile rüzigâra yalvaralum 4Râhat olmadı dil ey râhat-ı cân sen gideliGonçe-veş göglüme dar oldı cihan sen gideli 5AhmetPaşa'nınHâmidî'ninKârbân-ı dil ü cân oldı revân sen gideliNe ğarlb olmışam ey müniş-i cân sen gideli 6Ol perı-ruh kandayise bâğ u bustân andadurAnadur cennet kim ol serv-i lıırâmân andadur 7AhmetPaşa'nınAğzı mercan dürcidür kim cevher-i cân andadurZülfî 'akreb bürcidür kim mâh-ı tâbân andadur 8- veCâm-ı la'lin iste kim sermâye-i cân andadurKüfr-i zülfin gözle kim mecmü'-ı îmân andadur 91 Türkçe Şiirler, IX.2 Ahmed Paşa Divanı, Prof. Dr. A.N. Tarlan, istanbul, 1966, s. 160.3, 5, 7- Türkçe Şiirler, XV., XXIV., XI.4 ,6,8, 9- Ahmed Paşa Divanı, Prof. Dr. A.N.Tarlan, istanbul, 1966, s. 247, 323, 151, 152.


HÂMİDÎ'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİ 201matlalı gazellerinde görülen benzerlikler, aynı dönemde, aynı çevrede bulunmuşiki şair için tesadüf sayılamaz.Ertaylan, incelemesinde 1 , "Gazeliyyâtı arasında, bir murabbaı da vardırki Rûşenîlerin, Fatihlerin ve daha bazı Türk şairlerinin yazmış olduklarıVây gögül eyvây gögül vây gögül eyvây göıjiiltercî-i murabba veya tercî-i muhammesleri bundan veya bu onlardan mülhemdirdenilebilir" dedikten sonra bu murabbaın iki bendini vermiştir.Edebiyatımızda "gönül" nakaratlı ilk murabbaın hangi şair tarafındanyazıldığını söylemek güç; Hâmidî'nin Anadolu Türk şairlerini örnek aldığıya da onların Hâmidî'ye uydukları düşünülebilir. Burada akla gelenbir üçüncü ihtimal ise, hepisinin İran edebiyatından başka bir şairi örnekalmış olabilecekleridir. Edebiyatımızda aynı nakaratla yazılmış muhammeslerde vardır. Bundan başka II. Bayezid'in aynı vezinle "gözüm" nakaratlı,Esrar Dede'nin değişik vezinle "dilim" nakaratlı muhammesleri de bunayaklaşırlar. Bu konuyu ayrı bir yazıda ele almak istediğimizden, Türk Edebiyatındabu nakaratla yazan şairleri anmakla yetineceğiz: Melîhî 2 , AhmetPaşa 3 , Hacı Kemâl 4 , Hafî 5 , Yakînî 6 , Halîlî 7 , Avnî (Fatih) 8 , Rûşenî 9 .Hâmidî'nin Türkçe Şiirlerinde KonularŞair kasidelerinde ve gazellerinde, bu türlerin gerektirdiği konuları işlemiştir.Fatih'e yazdığı iki kasideden ilkinde, O'nu göklere çıkartır. İkincisindeise, övgünün yanı sıra, sultandan uzak olmanın ezikliği, O'nun yüzünügörme isteği dile getirilmiştir.Gedik Ahmet Paşa için yazdığı sekiz beyitlik şiir içten övgüleriningüzel bir örneğidir. Şair Yezir-i Azam Mehmet Paşa'ya yazdığı kasidede1 KDMH, s. 64.2 CâmiVn-nazâHr, DTCF. Ktp., İ. Saib Ef. <strong>Kitaplar</strong>ı, No: 805, s. 660 ve Melîhî, M.Ergin, TDED., C. II, s. 1-2, İstanbul, 1948.3 Câmi c u'n-nazâ'ir, (aynı yer) s. 658 ve Ahmed Paşa Divanı, Prof. Dr. A.N. Tarlan,İstanbul, 1966, s. 233.4 Câmi'u'n-nazâ'ir, (aynı yer) s. 659.5 " ' ( " ") s. 659.6 " ' ( " ") s. 673.7 " * ( " ") s. 674.8 Fatih'in Şiirleri, K.E. Ünsel, <strong>Ankara</strong>, 1946, s. 59.9 Divan-1 Dede Ömer Rûşenî, DTCF. Ktp., M. Ozak, 1 1215, v. 74 b ve KDMH.s. 64.


202 İSMAİL ÜNVEövgüyü ikinci plana bırakarak, bahtsızlığından yakınır. Günün birinde birdenbire"devlet kapısından" uzaklaştırılacağını hiç düşünmediğini, bağışlamasıiçin Paşa'nın elini öpmeğe geldiğini söyler, dualar eder.Şair Türkçe gazellerinde aşkı, aşk derdine katlanmanın verdiği zevki,tabiat güzelliklerini dile getirmiştir. Kimi gazellerinde ise, Bursa'ya sürülmeolayının yarattığı üzüntüler yankılanır.Türkçe Şiirlerdeki Edebî SanatlarDivan şiirinde yer yer anlamdan daha çok önem kazanan edebî sanatlarıHâmidî de kullanmıştır. Burada şairin edebî sanatlarla örülmüş beyitlerindenörnekler vermekle yetineceğiz.Hâmidî'nin tenasüp, leff ü neşr, teşbih sanatlarını bir arada kullanarakyazdığıMehi gördüm gice yılduzlar içreBenüm yârum gibi hübân içinde(XXII-6)Göreli hatt u ruhugı çemen-i hüsnügdeDün ü gün seyr iderüz lâle vü reyhân severüz(XIV-2)beyitleriyle, tenasüp ve tezat sanatlarını bir arada kullanarak yazdığıAşikârâ dimezüz kimseye sırr-ı dehenüıjKenz-i mahfıdür anı biz dahi pinhân severüz(XIV-4)'Uşşâkı mey-i la'l-i lebüi) serhoş idüptürBu ortada men ayukam ey gözleri mahmür(IV-4)Çün leşker-i manşûrı diler kesr-i e'âdıKanda ki varur feth ile bir mülki cer eyler(11-15)beyitleri onun edebî sanatlar konusundaki ustalığını gösterir.


HÂMİDÎ'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİ 203Şair,Bu ki ârâm idemez seyr ü sülükinde felekGarazı terbiyet-i hüsn-i bütândur bilürem(XVII-3)örneğinde ise, hüsn-i talil ve tenasüp sanatını birlikte kullanmıştır.Kimi beyitlerde anlam ve söz sanatları yan yana kullanılarak, ifadeyeayrı bir güzellik ve güç katılmıştır.Iksîr-i ğamı derd ile zerd eyledi yüzümGör kim ğam-ı 'ışkı nice toprakı zer eyler(II-3)Devlet virici destüıji öpmek diler ancakÜmmld ki düştür vire lutf ile destür(IV-23)Dönmezem yâr yolmdan ve ger inanmaz iseıjHancerüıj ile cigerüm yar elümden ne gelür(IX-3)beyitlerinde şairin teşbih, tenasüp ve cinas sanatlarını ustalıkla kaynaştırdığınıgörürüz.Gül kulak tutar u bülbül güle karşu her şubhBu vefâsuz çemenüi] vaşfm okur defter ile(XXI-5)beyiti ise, teşhis ve intak, istiare ve tenasüp sanatlarının toplandığı güzel birörnektir.Çün mesned-i ikbâlde zâtuıj ola âmirÇerh ü felek ü encüm ola emrüge me'mûr(IV-12)beyitinde iştikak sanatının,Ne sa'âdetlüyimiş hindü-yı hâl-i siyehür)Ki gül üstinde durur dâyim anuıj hâb-gehi(XXVII-4)beyitinde teşbih ve istiare sanatının başarıh örnekleriyle karşılaşıyoruz.


204 İSMAİL ÜNVEHâmidî,Öldük bu derd-i hicrde hân ey Mesîh-dem'İsi leb ili] durur niçün itmez devâ bize(XX-2)Bu dâr-ı ğurür içre firâkugda dilerdümKim dâra çekem kendüzümi nite ki Manşür(IV-20)gibi beyitlerinde telmih sanatının şiire verdiği anlam ve hayal genişliğindende yararlanmıştır.Şairin,Niçe dil şabr ide hicrân içindeNiçe cân ğam çeke devrân içindeNiçe aka gözümden kanlu yaşlarNiçe bir yüze göqlüm kan içinde(XXIII-1,2)biçimindeki tekrirli beyitleriyle, şiirin anlam gücünü ve ahengini artırdığınıgörüyoruz.Hâmidî'nin şiirlerindeki bütün sanatları uzun uzun anlatmıyoruz. Yalnız,onun mecaz-ı mürsel, kinaye, irsal-i mesel, mübalağa, tariz, istifham venida sanatlarından da yararlandığını belirtmek istiyoruz.Nazım ŞekliHâmidî'nin Türkçe Şiirlerinde Biçim ÖzellikleriŞairin kaside türünde yazdığı dört şiirden üçü, beyit sayısı, bölümlerive konuları bakımından, divan şiirindeki kaside anlayışına uygundur.Yalnız övgü ve duadan oluşan sekiz beyitlik III. şiire kasidecik (kaside-beçe)demek doğru olur.Metinler bölümünde görüleceği gibi şairin gazelleri, bu şiir türünün kurallarınauygundur. Beyit sayıları beş, altı ve yedi arasında değişmektedir.VezinHâmidî'nin yukarıdan beri sözünü ettiğimiz şiirlerde kullandığı kalıplarıve bu kalıplarla yazılmış şiirlerin numaralarını aşağıda veriyoruz:


HÂMİDÎ'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİ 205Bahr-ı remel: Fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün: III, V, VI, VII, X,XI, XIII, XVIII, XXV, XXVI, XXXIV; fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilâtünfe'ilün: VIII, IX, XII, XIV, XVI, XVII, XXI, XXIV, XXVII, XXVIII,XXXI.Bahr-ı muzari: mef'ülü fâ'ilâtü mefâ'îlü fâ'ilün: XX, XXXIII; mef'ülüfâ'ilâtün mef'ülü fâ'ilâtün: I, XIX.Bahr-ı müctes: mefâ'ilün fe'ilâtün mefâ'iliin fe'ilün: XV.Bahr-ı hezec: mef'ülü mefâ'îlü mefâ'îlü fa'ülün: II, IV, XXX; mefâ'îlünmefâ'ilün fa-ülün: XXII, XXIII, XXIX, XXXII.Yukarıdaki sıralamadan anlaşılacağı üzere şair en çok bahr-ı remeli kullanmıştır.Hâmidî'nin aruzla Türkçe şiir yazmada başarılı olduğu söylenebilir.Çağdaşı olan ünlü Türk şairlerinde görülen aksaklıkları ondan beklememekinsafsızlık olur.KafiyeŞair kasidelerinde aynı kafiyeyi birkaç kez kullanmıştır. Uzun kasidelerde,kafiyenin oldukça aralıklı olarak tekrarlanması hoş karşdanabilen birdurumdur. Hâmidî'nin on yedi beyitlik ilk kasidesinde "aya" kelimesiüç kez; yirmi altı beyitlik ikinci kasidesinde "güher", "neler" ve "nazar"kelimeleri ikişer kez; sekiz beyitlik övgüsünde "rah-ber" kelimesi iki kez;yirmi beş beyitlik son kasidesinde ise "nur" kelimesi üç, "mehcur" ve "meşhur"kelimeleri ikişer kez kafiye olarak kullanılmıştır.Benzeri tekrarlar şairin gazellerinde de görülebilir. Örneğin: X. şiirde"yüzidür"; XXIV. şiirde "revan" kelimeleri ikişer kez tekrarlanmıştır. XXV.şiirdeki "şîrîn" kafiyesinin tekrarına "redd-i matla" gözüyle bakılabilir.Şairin Türkçe kelimelerle kafiye yapması, divan şiirinde Türkçeninkullanılışına verilen önem bakımmdan büyük değer taşır. Hâmidî, tamamıiki yüz kırk beyit olan Türkçe şiirlerinin otuz beş beyitinde Türkçe kelimelerdenkafiye yapmıştır. Şair Türkçe eklerden de yararlanmıştır. XXIX. şiir (gazel)deki kafiyelerin tümünün Türkçe kelime oluşu, hem şair hem de Türkdili açısından sevinilecek bir durumdur.Hâmidî'nin otuz dört Türkçe şiirinden otuzunda redif bulunmaktadır.Bu şiirlerin yirmi tanesindeki redifler mısra sonlarında aynen tekrarlanankelimelerden, on tanesindekiler ise, anlamı ve görevi aynı olan eklerden oluşmuştur.Bu durum Hâmidî'nin şiir yazmada kolaylık sağlayan rediftenbol bol yararlandığını gösterir.


206 İSMAİL ÜNVERediflerde kullanılan kelime ve ekler, bir tek VII. şiirdeki, kişi adı "Mustafa"kelimesi dışında, bütünüyle Türkçedir.Dil ve Anlatım ÖzellikleriHâmidî'nin şiirlerindeki dil, büyük ölçüde XV. yüzyıl Osmanlıcasınmözelliklerini taşır. Bunun yanında kimi kelime ve eklerde Doğu Türkçesi özelliklerikendisini gösterir. Örnekler:İksîr-i ğamı derd ile zerd eyledi yüzümGör kim ğam-ı 'ışkı nice toprakı zer eyler(II-3)'Âşıkam 'âşık u benden eger incinür iseŞehrden kava beni yâr elümden ne gelürVaralım ol şanem-i gül-'ızâra yalvara/ımBelâ-yı firkat elinden nigâra yalvaralım(IX-4)(XV-1)Çün cânumıa 'adem tarafından çıkardı baş'IşkuTj senüg o demde didi merhabâ bizeDilüj] yâküt-gün balıka berjzerKim oynar çeşme-i hayvân içinde(XXII-3)Ger 'afv kılsa lutf ile suç u günâhumızÇok yaşasun sa'âdet ile pâdişâhumız(XXXIII)(XX-5)Şair anlatıma güç kazandırmak için deyimlerden yararlanmıştır: "Külahınısemaya atmak" (1-2), "dili uzun eylemek" (11-16), "baş oynamak"(VIII-5), "kapıdan kovulup bacadan girmek" (X-6), "kazanın dolup taşması"(XXIX-4) gibi deyimleri başarıyla kullanmıştır. Hâmidî, divanşiirinin aynı düşünüş ve hayale dayanan mazmunlarına da şiirlerinde yervermiştir.Bu şiirlerde Türkçe, Arapça ve Farsça kelimelerin sayısı, o döneminTürk şairlerinin şiirlerine göre değişiklik göstermez. Genellikle kasi-


HÂMİDÎ'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİ 207delerde Arapça ve Farsça kelimeler ağır basar; fakat gazellerde Türkçe kelimesayısı kasidelerdekinden daha çoktur. Hâmidî'nin Türkçe şiirleri arasındatabiî ve sade Türkçe ile yazılmış beyitler de vardır. Hatta, kimi beyitlerdil yönünden sade oldukları gibi, aruzun kulağa hoş gelmeyen imale vezihaflarından da uzaktır.Hâmidî'nin şiirleri sözdizimi açısından sağlamdır. Aşağı yukarı herbeyitinde bir fiil, en azından, yargı bildiren bir fiilimsi, ya da isimle birleşerekyüklem yapan bildirme eki bulunmaktadır.imlâ ÖzellikleriElimizdeki şiirler, imlâ yönünden XV. yüzydın harekesiz yazdmış eserlerinebenzemektedir. Bütün Türkçe kelimeleri tarayarak saptadığımız imlâözelliklerini aşağıda göstereceğiz:a ve e ünlüleriÜnlülera ünlüsü medli elif ( T ), elif ( I ) ve he ( • ) harfleriyle karşdanmıştır.Harekesiz olarak yazılmış olan metinde bu sesi karşılamak üzere, önsesteçoğunlukla medli elif (T), daha az olarak da elif ( I ) harflerinin kullamldığınıgörüyoruz: açılur ( j_>L»-T: VI-2), ağızlu ( jljiî: X-3), ağlaram (çXIII-4), aka ( : IV-14), toprakı (JljJ.:XXXII-1); bacadan (o^l: X-6), Kablucada ( o^LU : VIII-7), t ut asm( öJ' : IV-22). îçseste yalnız, umar ( I : XVIII-6) kehmesi üstünharekesiyle yazılmıştır. Bunun yanı sıra, hiç bir harf ya da işaretkullanılmayan yerler de vardır: bağlayan (drİAı: XXV-2), bak (JJ:XXVIII-5), dahi ( j-*-. IV-21), kanlu Vl4), kanda ( >Xİ: 11-14),örneklerinde görüldüğü gibi.


208 İSMAİL ÜNVESonseste a sesi genellikle he ( « ) ile karşılanmış olmakla birlikte, birkaçörnekte bunun yerine elif ( I ) kullanıldığı görülür: anda ( »AJ'T : VIII-2),ardınca ( : XII-4), balıka (-ÜJL XXII-3), baksa 11-12). Sonsestehe ( » ) yerine elif (I) kullanılan barja ( IS^j ), saga ( ), aga ( 15"! )kelimeleri hep gösterilen biçimlerde yazılmışlardır.e sesinin, önseste hep elif ( I ) harfiyle karşılanması olağandır: elinden( ö-dl: XI-3), eksildi (esJUİTl: XI-4), epsem (^1: XII-3), er (jl: YIII-5), evi(tfJl: 11-13), eyler (>J: 1-14).Bu ses, içseste kimi yerlerde elif (I ) ve he ( «) harfleriyle karşılanmış,çoğu yerlerde ise, hiç gösterilmemiştir: göreli ( Jljjî : IV-3), idelım ( ^Ijl:XXI-6), neyleyelim ( fLLJ: XII-1), sürelim ( fJljj-: XY-2)'; bilevüz (jjj-L:XV-6), dimeyesin ( II-23), gicede ( : IV-3), kesesin (,y


HÂMİDÎ'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİ 209Sonseste hep ye ( ^ ) ile gösterilen ı sesinin örnekleri şunlardır: ah (Jl:V-5), attı ( "JT : 1-2), bağladı ( jJIİİj: XXV-1), dahi (^a: XXI-4), doluyı( : II-4), kam ( JlS: XXXI-6), oğlı (J*l: XXVI-1), şaşı (^LS: XXX-1),toğrı VIII-4),i, önseste ehf ( I) ya da elif-ye ( J I ) harfleriyle karşılanmıştır: ide ( »al:1-12), it (ol: II-8), iledür (JJJJI: XVII-5), inüpdür (JJ-UM: IV-9), igen('jjTl: XX-3), ir)leyiben ( Juif I: XII-4), irerse (t-jJ: 11-24), ister (jU:XXX—4); itdi (iî-isjI: XVIII-4), içer (^1: X-4), içi ( ^.1: XXV-7),içinde ( XXII-1), içün (öj^l: XIII-5), incinür ise IX-4),incü ( : II-4), işi ( ^iji: X-5), işigine ( «Ü-S^İJI: XI-5), itler (Jc->\\XXIX-3), izi (tsjrl: X-l).içseste ye (t5 ) harfiyle gösterilmiş, ya da hiç gösterilmemiştir: bilin(Lj: XXV-3), biniben ( M-6), birini ( 1-15), degiz (>&a:I-İ6), dilürj (.ikLa: XXII-3), dirilürse ( V I I I - 4 ) , gice (L/i1-5), yüzin ( -j j1-1); bildi (^oL: XXXII-5), bile'( *L: IV-25), bir) ( ib:1-6), biz (_> : XIV-1), dir (ja: 1-5), dişlü (_,İAa: X-3), gice ( 4~T: XIII-2),nice ( II-3), sevindür (jjJjj*: XXIII-7), vir (JJ: IV-6), yimezem( 1-6), yir (j\ 1-11), yürise ( o. XVII-2), yüzin ( 11-22).Sonseste hep ye ) ile karşılanan i sesi, yalnız gördi ( aJ>\ XXV-5).örneğinde harfsiz ve harekesiz olarak karşımıza çıkıyor. Bunun dışındakiörnekler şunlardır: beni ( J;: II-6), beri (^ j \ III—2), didi (ısaa: XXXI-2),dili ( Jja: 11-16), gemi {J-. XXVI-4), gördi {^jjf: 1-11), gözi (jj^T :IV-11), kişi (tSiT: XXI-7), öğrendi (^Jf\: XXXI-2).Şiirlerde Farsça imlâ etkisiyle -1 ve -i yükleme eki, kimi yerlerde e ve iünlüleriyle biten kelimelere koruyucu -y- ünsüzü getirilmeden, son harfüzerine konan ( J_) hemze ile gösterilmiştir. Hâmidî'i ( J5A.U-: XIV-6),sühte'i (VuXXXI-7), bâde'i ('.ab: XXI-1), boyı ( ^ : XVI-1).Biz bu biçimde yazılanları metinde -y- koruyucu ünsüzüyle gösterdik.o, ö, u, ü ünlülerio önseste elif-vav (jl ), ötreli elif ( J \ ) ya da yalnız elif ( I ) harfleriylekarşdanmıştır: ol ( J jl: 1-1), ola ( Vjl: IV-11), ok ( 3jl: XXVIII-5), orada( «aljjl: XV-3), otı ( Jjl: IV-5), oynar (>/l: XXII-6); olmaz (ji V-l),olup II-17), olur (J_,l: III-5), ortada ( .Jiî/l: IV-4); oğlan ( ûîUl:XIV-5), oğlı ( Jfels XXVI-1), olur (j_,JI: 11-13), otur (j>l: XII-3).


210 İSMAİL ÜNVEîçseslerde ise o sesini karşılamak için çoğu vav (j ) harfi kullanılmış,kimi yerlerde ise, harf ya da hareke kullanılmamıştır: boyı ( [sy:XVI-1), çok ( 3jr: XXXIII-1), doldı (jJÜja: XXIX-4), dolaşdı (^-liVja:XXIX-1), doluyı (ı_s j- 5: II-4), komadı ( y : IY-21), konsa ( a—iy:VIII-2), n'ola (*Sy: VII-4), solumdan ( Ö^Jj-: III-6), toğanı (JU>: IV-14),tozı (jjy: X-l), yol ( IV-6); konar ( jS: VII-1), kondı YII-6),toğrı {iij&ı VII-4), toprak ( 3j^> : 11-24).ö ünlüsünün önseslerdeki yazılışı da, o ünlüsü gibi, elif-vav (jl ), ötrelielif (•*! ) ya da yalnız elif ( I ) harfleriyledir: öldük ( iUJ jl: XX-2), öginde( 11-14), öpmek (ilctjl: IV-23), özge (iTjjl: V-6); öldürme ( jyü'l:XXVII-5); öğrendi /\: XXXI-2), öldüresin ( ,j-.j>ül: XXXI-5), ötrü(jJ\:XIV-6).îçseslerde ise, ö ünlüsü ya vav (j )la yazılmış, ya da hiç bir harf ve harekekonulmadan bırakılmıştır. Ancak, görünür (jjjJJS"IV-3) örneğindeötre ( J ) kullanılmıştır: döne (


HÂMİDÎ'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİ 211( J X V - 6 ) , bilürem ( XYI-1), bütün İken ( XV-4),dükenmez ( 1-3), dün ( ö_P: XIY-2), düşdi ( JJ: XIX- 2), içünjIV-5), yüregüm ( ^ jj>: II-4), yürise ( j : XXVII- 2), yüzi ( sjjt:X-l), yüzer ( jjy. XVIII-6).Sonseste ise, hep vav ( j ) la karşılanmıştır: delü ( XXIX-1), dürlüdürlü ( jljj jiJJ: XXV-6), ineü (JI: X-3), kendü ( jxf : IX-5), dişlü(JUJ: X-3), yüzlü (jijy. XIII-2).ÜnsüzlerÜnlülerin imlâsında görüldüğü gibi, metnimizin ünsüzlerinin yazılışlarındada birlik yoktur, b ( y) - p ( y), c ( ^ ) - ç ( £ ), d ( a )-t(i-J»),s ( ^ )"Ş ( ty ) ve q ( *iS-dij ) ünsüzlerinin yazılışları kimi yerlerde Arap veFars, kimi yerlerde ise, Eski Osmanlıca ve Doğu Türkçesi imlâlarının etkisiyledeğişik görünüştedir.b-p ünsüzleriŞiirlerde Türkçe kelimelerin önseslerinde p ( y) ye yalnız par par(jxj,' XVIII-5), örneğinde rastlıyoruz. îçseslerde daha çok p ( y ) ünsüzükullanılmıştır: Kablucada ( »ao-VIII-7); idüptür ( _>_>:yal: IV-4), inüpdür( IV-9), kapudan ( oa: IV-19), kirpügüm ( pSö^f: IX-2), öpmek( dUjl: VI-1), toprak ( 11-24), virüpdür (jj-bjj: XX-6).Sonseslerde hem b ( LJ), hem de p ( ) kullanılmıştır, idüp ( al:XV-2), tutub ( ^j!: XVII1-4); alup ( VJT: : 11-24), olup ( 11-17),sürüp (ujj^: 11-22).c - ç ünsüzleriBu ünsüzlerin içseslerindeki yazılışlarında belirli bir ölçü yoktur: ançaXXXI-5), bunça ( XXXI-2), niçe ( J : IV-6), örnekleriyanında, nice ( II-3), nicesin {XIII-2), yazılışları da görülmektedir.Sonseste ise, avuç ( 11-24) ve suç ( XXXIII-1)yazdışlarıyla karşılaşıyoruz.d - t ünsüzleriBu ünsüzlerin kullanılışları XV. yüzyd Osmanlı metinlerinde görülenşekillere pek uymaz. Kimi yerlerde t (J» )'nm tonlulaşarak: dağda( «ailj: 11-21), doldı ja: XXIX-4) yazdışlarınm ortaya çıktığı görülür.


212 İSMAİL ÜNVEDoğu Türkçesi etkisiyle, Osmanlıcadaki d ( a ) tonlu ünsüzünün tonsuzolarak yazılışına rastlıyoruz: otı ( Jj\: IV-5), attı ("jT: 1-2), begzettümse(XXXII-2), göqül(J0f: XXVIII-3), yolugda ( y. XXII-7), ar)a ( ITI: VII-3); ayuıj( 'dSGT: XXVIII-1), barja ( ISL: II-8), didürj ( il aa: XIV-6); berjzer (jjio:XXII-3), bii) ( ib: 1-6), degiz (>SCa: 1-16), dilür) ( d£Jba: XXII-3), istese^( iLJUİ: XV-7), Tanrıdan ( IV-9), yegi (^L: 1-16).s ünsüzüTürkçe kelimelerde s ( ) ve ş ( ^ ) harfleriyle karşdanmış olan buünsüzün yazılışında da belli bir ölçü yoktur. Kimi yerlerde Doğu Türkçesininetkisiyle ş ( ) yerine s ( ^ ) kullanddığı görülür. Bunun yanı sıra, s(o") y er in e Ş CJ"») h yazılışlara da rastlanır: sağ (^L: III-6), soluıjdan (OAS^JIII-6), su ( y : XXIV-3), savaşdı (^Aily* : XXIX-3), saru - şaru (JJU-JJU,: IV-22 ve IV-6), şanur (XXVIII-3), şataşdı (^xii>U: XXIX-2),şıdı XXXI-3).Başka ÖzelliklerHâmidî'nin Türkçe şiirlerinde şedde () işareti iki kelimede kullanılmıştır("jT : 1-2), begzettümse(


HÂMİDÎ'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİ 213Arapça kelimelerde içsesteki hemzelerin ( _1_ ) yerine hep ye (^ ) kullanılmıştır:fâyiz ( ^U: 1-17), fâyide ( jjy. XVI-4).Şiirlerde birinci tekil kişi zamiri hem men ( j,*: 1-5), hem de ben ( j :V-3), biçiminde kullanılmışsa da, daha çok men ( j,. ) şeklinin kullanıldığıgörülmektedir.Kov- fiilinin kav- olarak kullanılması ise, Doğu Türkçesine özgü birdurumdur: kava ( • jli: IX-4), kavasın ( jü: X-6).Kimi yerlerde k tonsuz ünsüzü, iki ünlü arasında bulunduğu halde tonlulaşmamıştır:balıka ( : XXII-3), çoka ( «>>-: 11-23), toprakı ( jljJ»:II—3, 24), yaraşıkı ( JJSljb : XXVIII-2).-uban, -üben ulaç ekinin -iben biçiminde kullanıldığı yerler de vardır:biniben ( : III-6), igleyiben ( ^uulTI: XII-4). Yine bunun gibi, -alı-eli eki birinci tekil kişi çekim ekiyle birleşince, Osmanlıcada alışılagelmiş-alum, -elüm yerine, küçük ünlü uyumuna bağlı olarak, -alım -elim biçimindeyazdıyor: sürelim ( JljXV-2), yalvaralım ( -JlJ_JJL: XV-5).Sonuç olarak diyebiliriz ki, şairin kaleminden çıkmış olan bu yazmanüsha, kimi kelimelerin iki ayrı biçimde yazılması, kimilerinin Doğu Türkçesiözelliği taşımaları ve Osmanlı imlâsından ayrılan yönleri bulunması gibinedenlerle daha da incelenmeğe değer.


214 İSMAİL ÜNVETÜRKÇE ŞİİRLER141b (s. 279) 1IKAŞÎDE'I Be-ZEBÂN-I TÜRK!, HEM Der-MEDH-I PÂ-DlŞÂH-I İSLÂM HALLEDE 'ÖMREHU ve DEVLETEHUMef'ülü fâ'ilâtün mef'ülü fâ'ilâtün1 01 gül ki begzedürler hüsn ile yüzin ayaGün yüzi muşhafından kadr iledür bir âye2 Tâ aya nisbet itdüm hurşîd-i tal'atınıAttı külâhını ay bu ş âdiden semâya3 Yüzini görmeyince gam zulmeti dükenmezHurşîd eger görünmez alur cihânı sâye4 Kılsa nazar irişür göglüme tîr-i gamzeSultân nazar kılursa devlet irür gedâya5 Men itmezem şikâyet hicr-i ruhugdan ammâHer gice peyk-i ahum ahvâlümi dir aya6 Hicrân eger kılursa cânuma kaşd big kezBir zerre yimezem gam şükr eylerem Hudâya7 Gamdan penâh iderem ol şâh sâyesineKim sâyesi virüpdür fer sâye-i hümâya8 01 hüsrev-i zamâne ol gevher-i yegâneKim Rümdan irişdi âvâzesi Hıtâya9 Sultân Muhammed ibni sultân Murâd-ı GâzîK'elkâbını felek dir hurşid-i çerh-pâye10 Çeşm-i kevâkib içün hurşîd hâk-i râhıBu hâven-i zer içre her gün ider şılâye11 Çün gördi yir yüzinde nakş-ı süm-i semendiTeşbih kıldı hurşîd câm-ı cihân-nümâya1 Okurların hem yazmadan, hem de tıpkıbasımdan yararlanabilmeleri için, önce elyazmasmdakivarak numarasını, sonra da ayraç içinde, tıpkıbasımdaki sayfa numarasını veriyoruz.


HÂMİDÎ'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİ 21512 Şâhâ seni güneşe nisbet şunurj gibidürKim bir kişi güneşi nisbet ide Sühâya13 Hurşıdi zlr-i destüi] eyledi çerh-i atlasTâ devletüg dayansun altunlu müttekâya14 Ay ile gün bilürler kim Hâmidî-i miskinDâyim du'âlar eyler sen şâh-ı meh-likâya142a(s.280) 15'Uşşâkı zinde kıldug cüd ile her biriniLutf ile hem nazar kıl bu rind-i bı-nevâya16 Tâ yeqi ay gemisi yürür bu degiz üzreBahr-ı kefüg eihânı tâ gark ider 'atâya17 Ebr-i kefürj hemişe tâ haşr fâyız olsunŞöyle ki tâze tutsun âfâkı aydan ayaII- KAŞlDE-î DIGER-1 TÜRKl HEM Der-MEDH-İ HAZRET-İPÂDİŞÂH-I İSLAM HALLEDE 'ÖMREHU ve DEVLETEHUMef'ülü mefâ'îlü mefâ'îlü fa'ülün1 Her şubh ki gül yüzine gönlüm nazar eylerCân bülbüline bâğ-ı einândan haber eyler2 Göglümde kaçan zikr iderem kand-i lebiniNey gibi ser-â-pây vücûdum şekker eyler3 Iksîr-i gamı derd ile zerd eyledi yüzümGör kim ğam-ı 'ışkı nice toprakı zer eyler4 Mihri yüregüm kanı kılur incü gözümdeGün pertevi deıjizde doluyı güher eyler5 Her tîr kim ol gamze benüm göglüme atarBî-çâre gögül karşuda sinem siper eyler6 Yağmaladı şabr u lııredüm yakdı beni zârPervâneye gör şem'-i ruhuij kim neler eyler7 Çün yakdı beni gögli sevindürdi raklbürjGör bu güneşüg nürı ki taşa eser eyler


216 İSMAİL ÜNVE8 Rahm it baıja ey şûh ki göglüm gice gündüzYaşf-ı hat u hadd-i şeh-i Cemşîd-fer eyler9 Hurşîd-i zaman şâh-ı cihan hüsrev-i ğâzîKi^elkâbını gerdün şeh-i 'âli-güher eyler10 Sultân-ı selâtın-i zamân Şâh MuhammedKim saltanat-ı memleket-i bahr ü ber eyler142b (s.28l) 1101 lutf u kerem kânı ki bu devr-i zamândaHurşîd felekde gazabından hazer eyler12 'Âlemde kime kim nazar-ı mihr ile baksaYüzini şeref mesnedi üzre kamer eyler13 Gün muhterık olur nazar-ı kahrı dilerseGerdünda evi hışm ile zîr ü zeber eyler14 Baht u hıred ü devlet ile kanda varursaÖıjinde kılavuzluğı feth u zafer eyler15 Çün leşker-i manşürı diler kesr-i e'âdîKanda ki varur feth ile bir mülki cer eyler16 Ger hasm hilâf ile uzun eylese diliNahl-i kadini lâyık-ı tîr ü teber eyler17 Hurşîd-i cihân-gîr seg-i küy ile her günHem-serlik ile râzî olup ser-be-ser eyler18 Şâhâ bu vefâ-dâr kulug Hâmidî ol kimSağa dil ü cân ile du'â-yı seher eylerI19 Bülbül gibi medhüıj dir iken bu felek anıHicrüıjde niçün gül gibi hünîn-ciger eyler20 İnsafını gör bu felek-i sifle-nüvâzugKim ehl-i hüner hakkına her dem neler eyler21 Tâli' çü rücü' itse hüner fâyide virmezBaht olmasa gün dağda la'li lıacer eyler22 Bı-çâre niyâz ile yüzin kapuıja sürüpHâlini dir ey şâh u sözi muhtasar eyler


HÂMİDÎ'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİ23 Makşüdı anuıj yüzügi görmek durur ancakAza vü çoka dimeyesin kim nazar eyler24 Kapuzdan aıja ger bir avuç toprak irerseToprakı alup şevk ile kühl-i başar eyler25 Tâ encümine nür virür şâh-ı kevâkibTâ 'kutb mücâvir olur u meh sefer eyler143a (s.282) 26Yâ Rab ebedi kıl bu şehüıj devlet ü 'ömriZIrâ ki cihânda heme dem hayrlar eylerIIIDer-MEDH-İ HAZRET-İ BEGLERBEGİ AHMED PAŞA BA'DEz-MÜRÂCA'AT Ez-SEFER-İ ŞEHR-İ KEFFEFâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün1 Ey mülâzımlar saıja feth ile ikbâl ü zaferKanda kim varsaıj sağa Hızr nebîdür râh-ber2 Devr-i Âdemden beri dünyâya ey kişver-küşâBir uğurlu sencileyin gelmedi gelmeyiserr3 Pâdişâhug himmetiyle ey şeh-i şâhib-kırânSen alursın kanda kim vardur cihânda kal'alar4 Sancak-ı sultân senügle yaraşur kim dünyâdaNireye varsaıj cihânı feth idersin ser-tâ-ser5 Bir mübârek yüzlü serversin ki devletlü olurPâdişeh katında her kim bulsa senden bir nazar6 Hızr ile İlyâs ikisi sağ u solurjdan yürürÇün semendüge biniben idesin 'azm-i sefer7 Hâmidl-i bî-nevâ cândan du'âcugdur senüıjŞıdk ilen 'ömrüıj uzunlığı diler şâm u seher8 Görmesün hurşid-i ikbâlüi] cihân içre zevâlDevletüg yılduzma olsun sa'âdet râh-ber


218 İSMAİL ÜNVE150a (s.296)IVKAŞlDE-İ TÜRKİYYE HEM Der-MEDHİ ŞÂHİB-İ A'ZAMİFTİHÂRÜ'L- VÜZERÂ MUHAMMED PAŞA MEDDE'ÖMREHU ve DEVLETEHUMef'ülü mefâ'îlü mefâ'îlü fa'ülün1 Ey nergis-i mestüıjle ruhui) "nürun 'alâ nür"'Uşşâk ruhui] görmek ile gül gibi mesrür2 Bu devr-i zamân içre güzeller begi sensinKim ay gibi şehrdesin hüsn ile meşhür3 Hattugla hadüıji göreli halka direm kimGicede görünür gözüme bir tabak-ı nür4 'Uşşâkı mey-i la'l-i lebüq serhoş idüptürBu ortada men ayukam ey gözleri mahmür5 Tâ görjlümi büryân ide hicrügde gam içün'Işkuıj otı kızdurdı tenüm nite ki tündür6 Yol vir ki izüge süreyin şaru yüzümiDevletlü işigügden olam men nice mehcür7 Hicrân gelesi hazret-i Paşaya direm kimEhl-i nazara tal'atıdur lutf ile manzür8 Paşa-yı felek-kadr Muhammed Çelebi kimKıldı kerem ü 'adi ile yir yüzini ma'mür9 Tarjrıdaıı arja rahmet inüpdür bu cihândaKim işigi cennet durur u kullarıdur hür10 Ey fazl ile vü 'adi ile her mülkde ma'rüfVey cüd ile vü bezi ile her şehrde meşhür11 Sen taht-ı vezâretde sa'âdetlü güneşsinKim görimeye devletügi gözi ola kür12 Çün mesned-i ikbâlde zâtuıj ola âmirÇerh ü felek ü encüm ola emrüge me'mür13 Eflâkde medhürji okur şevk ile ZühreHer şubh kim ala eline çeng ile tanbür


HÂMİDÎ'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİ 21914 Zulm ehlini şu resme zebûn eyledi 'adlügKim mashara tutar toğanı yazıda 'uşfür15 Her kim kemer-i kîııügi bağlar ise BehrâmKaşşâb gibi vurur anurj biline sâtür150b (s.297) 16Sen Aşaf-ı şânlsin ü devletlü kapugdaAşaf gibi yüz var ola her gün saga müzdür17 Aşaf-şıfatâ Hâmidî-i sühte-hâtırKim Ijaylî zamandan beri meddah kulundur18 Bu ma'nî anurj fikrine gelmezdi ki bir günNâ-gâh bu devlet kapusından ola mehcür19 Çeşm-i bed-i eyyâm u kazâ 'âkıbetü'l-emrKapudan ırak itdi beni haste vü makhür20 Bu dâr-ı ğurür içre firâkugda dilerdümKim dârâ çekem kendüzümi nite ki Manşür21 Ümmîd-i vişâlüg komadı kim 'adem olsamTâ bir dahi görsem meğer ol tal'at-ı pür-nür22 Saru yüzümi işigürje sürmeğe geldümUmmîd budur kim tutasın lutf ile ma'zür23 Devlet virici destügi öpmek diler ancakUmmîd ki düştür vire lutf ile destür24 Tâ gâh hazân olsa cihân içre vü geh yazMâdâm ki tesbîh ide her dâne-i engür25 Envâ'-ı sa'âdet bile yaşug uzun olsunTaht üstine bahtugdan ola çeşm-i bedân dürV(Gazel)180b (s.355)Fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün1 Niçün ey meh cennet-i küyügde bâr olmaz bagaNiçün evvelki gibi hîç i'tibâr olmaz baga2 Derd ü hicrügde baga yâr olmadı şabr u karârSen baga yâr olmayınca kimse yâr olmaz baga


220 İSMAİL ÜNVE3 Ben kaçan görsem seni kendümi aşlâ bdlmezemBaht yâr olmadığıyçün ihtiyâr olmaz baga4 'Işkuıjuıj yolmda Manşüram veli nâ-pâydârEy dirığâ kim bu devlet pâydâr olmaz baıja5 Ger nigâr itsün alı kamımdan andan dönmezemDimesünler kim meğer mihr-i nigâr olmaz baga6 Hâmidi'den ger kabül olsa dehânug vasfınıBundan özge bu cihânda hîç kâr olmaz bagaVI(Gazel)182a (s.358)Fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün1 Ol mehüg ayağın öpmek nâz u ni'metdür bagaYüzümi izine sürmek 'ızz ü devletdür baga2 Açılur göglüm hevâsı ğamzesinden şansagaGamzesinüg okları bârân-ı rahmetdür baga3 Kanda varur râhat olmaz yâr çevrinden kaçan'Işkugug yolmda bu dahi naşlhatdur baga4 Kanlu yaşumdan şarâb-ı nâb u nâlemden rebâbFirkatügde her biri 'ıyş ile 'işretdür baga5 Şekve kılmaz Hâmidi ol bi-vefâdan kimseyeDöstdan cevr ü cefâ mihr ü mahabbetdür bagaVII(Gazel)182b (s.359)Fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün1 Bâğ-ı cân nailisin ey serv-i hırâmân MustafâRuhları gül lebleri la'l-i Bedahşân Mustafâ2 Serv hayrân kala şimşâd kadinüg lutfmaGer kılursa nâz ile gülşende seyrân MustafâVI/2 sansala: metinde " 4S0-JL« " biçiminde yazılmıştır.


HÂMİDÎ'NİN TÜKÇE ŞİİRLERİ 2213 Sancak-ı devlet gibidür kaddi ol meh-çihrenügOl sebebden dirler aıja şâh-ı hübân Mustafâ4 Şüret ü ma'nîde çün ol dil-rübâ mahbübdur'Âşıka n'ola kılursa lutf u ilısan Mustafâ5 Ehl-i 'irfân içre gülzâr-ı cemâlüıj vasfınaHâmidî gibi bulunmaz bir hoş-elhân MustafâVIII(Gazel)215 b (s.425) Fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün1 Döstuıj kaddi hayâli giceler cânda konarCanda ger konmasa ol serv-i revân handa konar2 Gözde konsa ne 'aceb lj.ayl-i hayâli hatmugHanda kim âb-ı revân olsa çeri anda konar3 Yâ Rab ol hâl-i ruh u la'l-i lebi Hızr mı kimGeh gül üstinde vü geh çeşme-i hayvânda konar4 Kim kadüi] 'ışkıyile bunda dirilürse bu günToğrı bundan çü gide ravia-i rızvânda konar5 Zülfüıjc girdi gögül 'ışk ile baş oynamağaKim bahâdır olan er gicede meydânda konar6 Göglüme kondı ğam-ı 'ışkı pes ez-katl-i rakîbŞeh seferden çü döne feth ile eyvânda konar7 Hicr ile Hâmidî ger Kabluca'da konsa n'olaDerd ile bülbül-i şürîde gülistanda konar216a (s.426)IX(Gazel)Fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün1 Yâr eger kdsa beni Ijâr elümden ne gelürVe ger öldürse beni zâr elümden ne gelür2 Kirpügüm yazdı ciğer kanı^ile saru yüzümeMâcerâ-yı dil-i hün-ljâr elümden ne gelür


222 İSMAİL ÜNVE3 Dönmezem yâr yolmdan ve ger inanmaz isegHaııcerüi] ile cigerüm yar elümden ne gelür4 'Âşıkam 'âşık u benden eger incinür iseŞehrden kava beni yâr elümden ne gelür5 Kendü küyinden eger Hâmidî-i suhteyiGöndere Bursa'ya, Hânkâr elümden ne gelürX(Gazel)216a (s.426)Fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün1 'Âşıkug 'ıydi kamer devrinde yârui] yüzidürÇeşm-i cânug sürmesi dil-dârug izi tozıdur2 Ol perlnüıj kametini ger elif dirsem n'olaÇün hatıdur âyet-i hübı vü muşhaf yüzidür3 Sâğarı 'aks-i lebinden la'l ü yâküt eyleyenOl şeker ağızlu incü dişlü hem kendüzidür4 Hattui] üzre hâlüıj içer câm-ı la'lüıj şanasujKubbe-i flrüze-rengüıj hüsrev-i fırüzıdır5 'Aks-i ruhsârug çerâğı göglümi rüşen tutarDâyimâ şem'uıj işi meclisde cân efrüzıdur6 Ger kapugdan kavasın şevk ile girür bacadanCân-ı mahzunum ki 'ışkuıj murğ-ı dest-âmüzıdur7 Ol ki çeşm-i ebrden her şubh bârân yağdururFirkalüıjde Hâmidî'nüg nâle-i dil-süzıdurXI(Gazel)216b (s.427)Fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün1 Ol perî-ruh kandayise bâğ u bustân andadurAndadur cennet kim ol serv-i hırâmân andadurX/4 şaııasıi): metinde " ıSC^-ol^. " biçiminde yazılmıştır.


HÂMİDÎ'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİ 2232 İster iseg ey göıjül meydân-ı 'ışka girmegeZülf ü hâlin gözlegil kim gü yü çevgân andadur3 Hicr elinden çün teni terk itdüg ey cân var aqaHarmen-i cân andadur kim mâh-ı tâbân andadur4 Ey ki dirsin hicrde derd-i dilüıj eksildi miEksilür mi derd-i dil hergiz çü dermân andadur5 01 cefâcıdan şikâyet ger idersin HâmidîDevletüıj işigine yüz sür ki sultân andadurXII(Gazel)216b (s.427)Fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün1 Didiler şehrden ol mâh-ı vefâ-dâr giderDostlar neyleyelim çâre nedür yâr gider2 Za'f-ı hâlümden eger Jjaste tenüm bunda kalurTerk ider cân tenümi vü dil-efgâr gider3 Şabr kıl epsem otur yâr gelince didilerDil nice şabr ide burada çü dil-dâr gider4 Bu nücüm-ı felekî mahmili ardmca giceHer biri çeng gibi inleyiben zâr gider5 Şehrde Hâmidî-i müflis-i ser-geşte n'iderŞimdi kim kevkebe-i hazret-i hünkâr giderXIII(Gazel)216b ( s.427)Fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün1 Nâz ile her kanda ki^ol serv-i hırâmâruım giderMen eger gitmezsem anutla bile cânum gider2 01 kamer yüzlü temâşâya gidince mensüzinHer gice Keyvâna dek feryâd u efğânum gider3 Ey ki dirsin şehrden gitme cefâya şabr kılNicesin şabr eyleyem şimdi ki sultânum gider


224 İSMAİL ÜNVE4 Yâr gitdi dirler ü men ağlaram taıjlar rakıbAğladuğum der d ile budur ki dermânum gider217a (s.428) 5 Hâmidî gibi yüzi görmeklik içün dururamNeylerem burada çün ol mâh-ı tâbânum giderXIV(Gazel)218a (s.430)Fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün1 Seni çokdan beri ey serv-i hırâmân severüzSen gülistansın u biz tâze gülistân severüz2 Göreli hatt u ruhuıjı çemen-i hüsnümdeDün ü gün seyr iderüz lâle vü reyhan severüz3 Kduruz hayl-i hayâlürj yolına canı fedâZlrâ biz ehl-i dilüz dünyâda mihmân severüz4 Aşikâra dimezüz kimseye sırr-ı dehenüıjKenz-i mahfîdür anı biz dahi pinhân severüz5 Hüsn ü lutfın severüz ol şanemüg 'âlemdeEy rakıb şanma ki biz sen gibi oğlan severüz6 Didür) öldüriserüz Hâmidî'yi güle güleBundan ötrü seni ey ğonçe-i handân severüzXV(Gazel)236b (s.467)Mefâ'ilün fe'ilâtün mefâ'ilün fe'ilün1 Varalım ol şanem-i gül-'ızâra yalvaralımBelâ-yı firkat elinden nigâra yalvaralım2 Niyâz u hasret ile kapusına yüz sürelimŞefi' idüp seg-i küymı yâra yalvaralım3 Müsâ'id olsa eger rüzgâr bizüm ileOrada baş açuban rüzgâra yalvaralım4 Gögül bütün iken eyyâm-ı ğamda şâbir idükBu gün kim oldı gögül pâre pâre yalvaralım


HÂMİDÎ'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİ 225237a (8.468) 65 Bu derd-i hicre ki Hak rüzi kıldı bize bugünEgerçi idimezüz hiç çâre yalvarabmYolına ger bilevüz k'ol şanem ne yolda geçerPiyâde varuban ol şeh-suvârâ yalvaralım7 Ger isteseıj ki yine Hâmidî gibi göresinHat u rubı dün ü gün Kirdgâra yalvaralımXVI(Gazel)237b (s.469)Fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün1 Ol güzel yârı ki cân ile cihândur bilüremÇemen-i cânda boyı serv-i revândur bilürem2 Ruhları âyinedür ehl-i dile rüşen imişAnda ay ile günüıj nürı 'ıyândur bilürem3 Andan ötrü severem zevk ile şîrîn lebiniKi lebi çâşnî-i şîre-i cândur bilürem4 Tâ hevâda vura cân-bâzlarug murğ-ı dilinGamzesi kaşıyile tjr ü kemândur bilürem5 Gösteren Hâmidî-i sühteye câm-ı CemiEhl-i 'irfân katma pîr-i muğandur bilüremXVII(Gazel)237b (s.469)Fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün238a (s.470) 21 Ay yüzüıj âyine-i şüret-i cândur bilüremAnda nakş-ı rujj-ı dil-dâr 'ıyândur bilüremOl 'ıyân nürı ki matlübıdur ehl-i nazarugDili her zerrenüg içinde nihândur bilürem3 Bu ki ârâm idemez seyr ü sülükinde felekGarazı terbiyet-i hüsn-i bütândur bilüremXVI /I boyı: metinde " [^ji "biçiminde yazılmıştır.XVII/2 dili: metinde " Jj " biçiminde yazılmıştır.


226İSMAİL ÜN VERI4 01 kim alur dil ü şabr u h ire d i ğâret iderMazhar-ı şüret-i zibâ-yı fülândur bilürem5 01 şeker-leb iledür Hâmidi'yi meykedeyeGösteren yol baga mehdî-i zamândur bilürem246a (s.486)XVIII(Gazel)Fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün1 Kaçan ol serv kamer yüzlü çıkar har-gâhdanLutf ile alur harâc-ı hüsn mihr ü mâhdan2 Yâ Rab ol dilber ne gördi 'âşık-ı bl-çâredenKim cefâ vü çevrini terk eyledi nâ-gâhdan3 Gerser-i küyinden umdum merhamet 'ayb itmesünRahmet umar dâyimâ derviş şâhib-câhdan4 Baqa cevr itdi cefâ yolın tutup gitdi rakîbBaıja n'itdiyse ağ a dahi gele Allahdan5 Âh kim hicr-i ruhuıjdan her kaçan âh eyleremTutuşur gün harmeni par par yanar ol âhdan6 Hâmidî sensüz ğamuq degizine düşmiş yüzerEl-ğıyâş urur umar 'avn u meded sen şâhdanXIX(Gazel)250b (s.495) Mef'ülü fâ'ilâtün mef'ülü fâ'ilâtün1 01 gün ki yüz sürerem bir dem bu hâk-i pâyaGün gibi ol şerefden başum irer semâya2 Dünyâda Hızr gibi buldum hayât-ı câvîdTâ serv-kâmetüıjden üstüme düşdi sâye3 Cemşîd eger göreydi 'âlemde câm-ı la'lür)'Ömrinde bakmaz idi câm-ı cihân-nümâya4 Tâ gün yüzümden ırak itdi beni sitâremÂhum Ijadengi irdi hicr-i ruhuıjdan aya5 Bî-çâre Hâmidî'nüg âhı Sühâya irdiKim bildürür bu hâli ol şâh-ı meh-likâya


HÂMİDÎ'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİ 227XX(Gazel)251a (s.496)Mef'ülü fâ'ilâtü mefâ'îlü fâ'ilün1 Ger gösterür yüzin bu gün ol dil-rübâ bizeYüz gösterür vişâlde yüz biq şafâ bize2 Öldük bu derd-i bicrde hân ey Mesîh-dem'Is I lebüg durur niçün itmez devâ bize3 Kesdi cefâsı bizden ü kıldı rakibe lutfİi]en de n'ola kıymasa ol bî-vefâ bize4 Çün 'âkıbet bu resm ile bî-gânelik kılurNiçün kılurdı kendüzini âşinâ bize5 Çün cânumız 'adem tarafından çıkardı baş'Işkın] senüg o demde didi merhabâ bize6 Derd ü gamı ki Hâmidî'nüg ni'meti dururŞükr eylerem ki anı virüpdür Hudâ bizeXXI(Gazel)251a (s. 496)Fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün1 Lâle geldi çemene la'l gibi sağar ileGül içer bâdeyi nergis gibi câm-ı zer ile2 Bezm-i bâğui] tarabı vaktidür imdi kim olurLâle envâ'-ı çerâğ ile vü gül micmer ile3 Tâ reyâhln içilür zevk ile şahbâ-yı müdâmDepredür gül def ü bülbül hoş okur mizher ile4 Biz dahi şahn-ı çemende kuralım hayme-i 'ıyşŞimdi kim kondı şüküfe çemene çâder ile251b (s.497) 5Gül kulak tutar u bülbül güle karşu her şubhBu vefâsuz çemenüg vaşfm okur defter ile


228 İSMAİL ÜNVE6 K'ança yaz ola bu dünyâda ki biz olmayalımHâliyâ 'ıyş idelüm lâle gibi sâğar-ile7 Hâmidî şâh-ı cihân-gîr ğazâya varıcakNice kalur kişi bu şehrde pâ-pesler ileXXII(Gazel)251b (s.497)Mefâ'ilün mefâ'ilün fa'ülün1 Zihî mihrüg dil-i vlrân içindeMakâmı derd-i 'ışkuıj cân içinde2 Ne mutludur cihânda hâl-i hâlüıjKi yatur lâle vü reyhân içinde3 Dilüıj yâküt-gün balıka beıjzerKim oynar çeşme-i hayvân içinde4 Gözümde mâlı-ruhsâruıj IjayâliÇü nür-ı H®k durur inşân içinde5 Tenümde dil hayâl-i sünbülügleYatur zencîr ile zindan içinde6 Mehi gördüm gice yılduzlar içreBenüm yârum gibi Ijübân içinde7 Fedâ kıldı yoluıjda Hâmidî cânNice bir şabr ide hicran içindeXXIII(Gazel)251b (s.497)Mefâ'ilün mefâ'ilün fa'ülün1 Niçe dil şabr ide hicran içindeNiçe cân gam çeke devrân içinde2 Niçe aka gözümden kanlu yaşlarNiçe bir yüze göglüm kan içinde3 Niçe bir şu'lelensün bark-ı âhumGiceler günbed-i gerdân içinde


HÂMİDÎ'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİ 229252a (s.498)4 Niçe bir ol perl-rü firkatindeBeni kor nâle vü efğân içinde5 Daljı vakt olmadı ko'l şâh-ı hübânBeni yâd eyleye yârân içinde6 Dahi vakt olmadı kim hayme-i 'ıyşKuralım lâle vü reyhân içinde7 Gel ey meh Hâmidî göıjlin sevindürKi besler derd-i 'ışkug cân içindeXXIV(Gazel)263a (s.520)Fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün1 Râhat olmadı dil el râhat-ı cân sen gideliGonçe-veş gönlüme dar oldı cihân sen gideli2 Sünbül-i zülfüıj ile gül yüzügi yâd ideremGice gündüz kıluram âh u figân sen gideli3 Göreli la'l gibi leblerügi merdüm-i çeşmAkıdur derd ile su yiriae kan sen gideli4 Âb-ı çeşmümde hayâl-i kad-i sîmîn-berügiîsterem dem-be-dem ey serv-i revân sen gideli5 Dehenüg şevkıyile Hâmidî-i sühtenügGitdi şabr u dil ü cân oldı revân sen gideliXXV(Gazel)263a (s.520)Fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün1 Nahl-i kaddüıj ol ki ser-tâ-pây şîrîn bağladıŞüretüg defterini gül gibi rengîn bağladı2 Ruhlaruıj üstinde kaşlaruıj hayâli bağlayanLâle vü gül üstine bir tâk-ı müşgîn bağladı3 Toğrılık ile kişi kim sevdi ol şekker-lebiHidmet içün ney gibi katında bilin bağladı


230 ISMAIL ÜNVER4 Aferin ol nahl-bendüg destine kim lutf ileOl bilürîn servili] üzre sîb-i simin bağladı5 Gördi giil-zâr-ı cemâlin ol peri yüzlü yineHatt-ı 'anber-bârdan hüsn ile pür-çîn bağladı6 Çünki cân mülkine girürdi hayâlüg şevk ileCân gögül şehrini dürlü dürlü âyin bağladı7 Hâmidl'nüg göıjli içi Bursa şehri gibidürKim şehinşâhui] fütüh âyini şîrîn bağladıXXVI(Gazel)263b (s.521)Fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün1 Ol güzel kim dirler ai]a serv-kad oğlı MemiBursa'da yâ Rab bizümle bir zaman yâr ola mı2 Anug içün cân u dilden severüz ol mâhı kimSünbüli dil münisidür lebleri cân hem-demi3 Âferîn serv-i hırâmânına kim yüz nâz ileHer taraf kim salınursa 'âşık eyler 'âlemi4 Merdümi ğark eyledi çeşmümde 'aksi kaşlarui]Gark olur denizde merdüm çünki devrülse gemi5 'Işk ile her kim Memi'nüg la'l-i cân-bahşın severHâmidî gibi cihânda unudur câm-ı CemiXXVII(Gazel)263b (s.521)Fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün1 Kerem it hüsn zekâtı baıja ey serv-i sehîKi işigügde gedâyam men ü sen hüsn şehi2 'Âşıkam serv-i gül-endâmurja kim 'ışveileHer taraf kim yürise tübî olur hâk-i rehi3 Men kiyem kim kul olam sencileyin mâh-ruhaKi ruhug bende kılur hüsn ile hurşîd ü mehi


HÂMİDÎ'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİ 2314 Ne sa'âdetlüyimiş hindü-yı hâl-i siyehüıjKi gül üstinde durur dâyim anui] hâb-gehi5 Hâmidî sevdi seni cevr ile öldürme anı'Afv kıl lutfuıj ile işbu ğaribüıj günehiXXVIII(Gazel)263b (s.521)Fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün1 01 ki hüsn ile durur lıüblaruıj pâdişehiHâk-i pâyı şerefinden durur ayuıj külehi2 Sipehi hüsn-i hatıdur yetieek şâh-ı ruhiYaraşıkı biledür hüsnde şâh u sipehi264a (s.522) 3 Hâk-i küyüıjde gögül itürj ile şöyle şanurKi meğer hür ile cennetdedür ârâm-gehi4 Şebehe hâl-i 'ızârug n'ola beıjzettüm iseÇün mu'ayyendür anuıj hüsnde veeh-i şebehi5 Tutam ok gibi beni hâk-i rehe atar iseıjKüşe-i çeşmüg ile hâlüme bak gâh gehi6 Hâmidî gerçi günâhug çok ise gam yime kimYazımaz kâtib-i sır 'aşık-ı mecnûn günehiXXIX(Gazel)264a (s.522)Mefâ'îlün mefâ'ilün fa'ülün1 Müselsel zülfüge göglüm dolaşdıDelü zencıre bir dahi ulaşdı2 Virür şüret nişân ma'nî yüzindenBu ma'nî baga şüretden şataşdı3 Savaşdılar rakiblerüg benümleGaribe n'ola ger itler savaşdı


232 İSMAİL ÜNVE4 Çü gamdan doldı göıjlüm ağlaram zârMeseldür kim kazan çün doldı taşdı5 Elüıjle Hâmidî'yi öldürürkenNigârîn ellerüg kana bulaşdıXXX(Gazel)264a (s.522)Mef'ülü mefâ'îlü mefâ'îlü fa'ülün1 Ger gamzesi okıyla göre ya gibi kaşıSehminden ola mâh-ı nevüıj gözleri şaşı2 Âh-ı dil ü süz-ı ciğeri terk idemez cânGer hod kesesin şem' gibi tig ile başı3 Zâhid mey-i gül-gün u hab ile dirilimezHak her kişiye virmedi bu 'akl-ı ma'âşı4 Ahumla sirişküm seni ister gice gündüzDâyim seni 'ışk ile sever tâ'ir ü mâşi264b (s.523) 5Şevk ile rakîbi dahi hoş görse kapuıjdaGer Hâmidî-i süfyte-dil olmasa nâşîXXXI(Gazel)264b (s.523)Fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün1 Ger bu resme unuda yâr vefâ - dârlığıGonçe-veş gitmeye hergiz bu gögül darlığı2 Kılmazam cevr ü cefâ vü sitem ayruk didi âhKimden öğrendi yine bunça cefâ-kârlığı3 Geh şıdı gâh dürüst eyledi zülfi dilümiKim görüpdür hele bu vech ile dil-dârhğı4 Pîş-keş kıldı dehânma göıj ül zerrece cânNeylesün 'âşık-ı bî-çâre budur varlığı5 Ger beni öldüresin kapuıjı terk eylemeyemAnça âzâr ola kim olmaya bî-zârlığı


HÂMİDÎ'NİN TÜRKÇE ŞİİRLERİ 2336 Dut ki men hod güneh-i 'ışkuıjı fâş eylemişemKanı ehl-i keremüıj 'âdet-i settârlığı7 Hiç yâd eylemedi Hâmidî-i sühteyiBu m'idi bizüm ile ol şanemüi] yârlığıXXXII(Gazel)264 (s.523) Mefâ'ilün mefâ'ilün fa'ülün1 Zihi mihr-i rulıuıj göıjlüm sirâeıAyağurj toprakı hurşîd tâcı2 Senüg mihrügledür görjlüm münevverBell mişbâh ider rüşen zücâcı3 Güzeller begi sensin ki cihândaGetürür saga şehler hüsn bâcı4 Eger küyügde öldürsem rakibiBu ma'nîden olam hâcl vü nâcî5 Hemîşe baş u cân oynar yolurjdaKişi kim bildi dünyânug mizacı6 Murâdı sensin ey mâh Hâmidl'nügCihânda yokdur özge ihtiyâcıXXXIII(Beyit)180b (s.355)Mef'ülü fâ'ilâtü mefâ'ilü fâ'ilünGer 'afv kılsa lutf ile suç u günâhumızÇok yaşasun sa'âdet ile pâdişâhumızXXXIV(Beyit)182a (s.358)Fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilünSünbül-i zülfüıj nikâb-ı rüy-ı gül-gün eyleme'Âşıkurj göglini her dem hicrden hün eyleme


ESKİ YE ORTA TÜRKÇEDE MOĞOLCA KELİMELERYE MOĞOLCA-TÜRKÇE MÜŞTEREK KELİMELERÜZERİNE NOTLARTUNCERGÜLENSOYTarihî gelişmesi bakımından Moğolca, Türkçe kadar işlenmemiş ve dolayısiylegelişmemiş bir dil olmakla beraber, bugün Batı'da Altaistler tarafındanüzerinde Türkçe kadar titizlikle çalışılan bir dildir.Bazı tarihçi ve türkologların iddia ettiklerinin aksine, Moğolcanın Türkçeyleakrabalığına dair kesin debiler ortadadır.Moğollar Cengiz Han öncesinde de Türklerle komşu idiler ve Orta Asya'-nın bozkır kültürü her iki kavme de hâkimdi.Cengiz'in Moğolları bir bayrak altında toplaması ve Orta Asya'dan MüslümanTürk ve Arap ülkeleri ile Rusya ve Karadeniz'in kuzeyini tehdit etmesindensonra, istilâ ettikleri ülkelere askerî gücün yanında Moğol dili vekültürü de girdi. Yabancı bir ülkenin diğer bir yabancı kavim tarafındanistilâya uğraması neticesinde o ülkede mutlaka büyük değişiklikler meydanagelir. Fakat bu değişiklikler, istilânın kısa veya uzun süreli olmasına paralelolarak sathî veya derinliğine kendisini gösterir. Cengiz'in Moğol yurdundankalkarak Çin'e ve doğu Asya'ya, sonra Türkistan üzerinden diğer Türk veArap ülkelerine yönelen istilâları ölümü ile durmamış, onun varisi olan oğullarıve torunları zamanında da devam etmiştir. İlhanlılar devleti ve AltunOrdu Hanlığı'nın İran ve Türk ülkeleri üzerinde bıraktığı izler derindir. Cengizneslinden Bâbür ve Timur'un zamanında da bu izler yıllarca kalmış, Timur'danönce ve Timur ile beraber Anadolu ve Azerbaycan'da görülen Moğolhâkimiyetinin izleri uzun müddet silinmemiştir.Yukarda da bahsettiğimiz gibi, Cengiz Han'dan önce de Türk ve Moğoldilleri birbirlerinden karşılıklı olarak kelime ahşverişi yapmışlarsa da bualışverişte Türk Dili Moğol Dili'ne nazaran daha aktif rol oynamıştır. Bununneticesinde pek çok Türkçe kelime Moğolcaya doğrudan doğruya girmiştir.Bunun yanında Moğol Dilinin Türkçeye tesiri de az olmamıştır. Türklerin(


236 TUNCER GÜLENSOYBudizm ve Manihaizm dinleri ile karşılaşmaları neticesinde bâzı Sanskritçedinî terim ve kelimeler Türkçeye ya doğrudan doğruya veya Moğolca yoluylagirmiştir.Eski Türkçeye giren Moğol asıllı bir çok kelime, uzun müddet Türkçeile beraber yaşamış, Türk'ün büyük sözlüğü "Divanü Lûgat-it-Türk" e dahigirmiş, sonraları Bâbür, Ebülgazi Bahadır Han ve Ali Şir Nevai'nin eserlerindede hayatiyetlerini sürdürerek Osmanlıca'ya kadar gelmişlerdir.Biz bu araştırmamızda eski Türkçe (eski Uygur Türkçesi) ile Divan(DLT)'da ve Doğu Türkçesi'nde edebî dile kadar giren bazı Moğolca kelimelerüzerinde durduk. Burada verilen kelimelerden bazıları Azerice ve Osmanlıcadada uzun müddet yaşamış olabilirler. Bu bizim konumuzun dışında olduğuiçin, böyle kelimelere temas etmedik.BİBLİYOGRAFYA VE KISALTMALARAlt. Gr.: A. von Gabain, Alttürkische grammatik, Leipzig 1950.Alt. Yar.: S. Çağatay, Altun Yaruk'tan iki parça. <strong>Ankara</strong> 1945.Bob.: Folke Boberg, Mongolian English Dictionary I-III, Copenhagen 1954.Cour. DTO.: Abel Pavet de Courteille, Dictionaire Turc-Oriental, Amsterdam,Philo Press, 1972, 562 s.DLT.: Divanü Lügat-it-Türk.EUTS.: A. Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İstanbul 1970.Kow.: Joseph Etiennc Kowalewski, Dictionnaire Mongol-Russe-FrançaisI (Kasan 1844, 1-594 s.), II (Kasan 1846, 595-1545 s.), III. (Kasan1849, 1547-2690 s.).MGT.: A. Temir, Moğolların Gizli Tarihi, <strong>Ankara</strong> 1948.Poppe Muk.: N.N. Poppe, Mongol'skiy Clovar' Mukaddimât al-adab I-II.Moskva-Leningrad, 1938, 451 s.Manç.: MançucaMoğ.: MoğolcaSkr.: SanskritçeSoğ.: SoğutçaUyg.: UygurcaDiğer kısaltmalar için A. Caferoğlu'nun EUTS'ndeki kısaltmalara bakılması.


ESKİ VE ORTA TÜRKÇEDE MOĞOLCA KELİMELER237acırga "bayır turpu"Cour. DTO. 7: Uj^l(id.)açuğ~açağ "hediye, armağan" (EUTS. 2; Alt. Gr. 292)~ Uyg- açığ:1. öfke, kızma, şiddet (TT.I, 14,180)2. acı, ızdırap (Man. I, 9,6)3. ekşi, acımtırak (H.II. 16, 12)~ DLT. açığ:4. hediye, armağan (TT.VII. 44, 10; EUTS. 2)1. nimet içinde yaşayış (I, 63)2. hanın bahşişi (I, 63)3. acı, acı olan her nesne; ekşi (I, 63, 279; II, 299, 311; III, 272).Cour. DTO. 7: acığ ("öfke, hiddet, gazap, kızma, kızgınlık")"colere; soupir; regret, peine, amer" < Moğ. acuğahta ~ akta Cour. DTO. 8: b».l "tout animal châtre, principalement le cheval"< Moğ. alfdaalaku "öldürmek" (Bob. III, 298); alağaçı "öldürücü"alakdaku: öldürülmek~ Cour. DTO. 29: ^»-"i/l alaçı "qui commet de meurtres"< Moğ. alakçı: öldürücü, kdıçtan geçiren.alban "hizmette ödenen bir vergi adı" (Schm. 12; EUTS. 10)Uyg. alban:1. Özel ad (USp. 76).2. hizmette ödenen bir vergi adı (USp. 261; Rd. I. 433; USTS.10)


238 TUNCER GÜLENSOYamul "usluluk, sükûnet" (Selim. 10)~ Uyg. amullulf (id.) (USp. 262; EUTS. 14); amil (Alt. Yar. 116: ürükamil yatmışın: çoktan rahat yattığını).


ESKİ VE ORTA TÜRKÇEDE MOĞOLCA KELİMELER239~ Poppe. Muk. 113: JPV yti o^jl


240 TUNCER GÜLENSOYLe nom turc du vin dans Odaric de Pordenone, TP. XV. 1914,448-453]; TT. VII. 37, 12; EUTS. 47) = Moğ. borborçıı 1. "Bağçivan" (USp. 269).2. "Üzüm vergisini toplayan memur" (USp. 269; EUTS.47).~ DLT : bor "şarap, süci" (III, 119, 121).bökse "karın" (Kow. 1252)~ MGT. de: bökse (id.)bökse-yin uriyala: elbisenin altı, etek.bökse-yin iikeçeg: kalça, bud.bökse-yin feubçasad: elbisenin altı, etek, pantolon.bökse-yin ltutalkulfçi em-e: namussuz, kötü kadın, fâbişe.bökse-yin kuçilğa: etek, pantalon.bökse-yin bey-e: vücudun altı.bökse-yin tala-yin kündür: sağrı.kökse kütelgekü: arkasını kımıldatmak.~ Uyg. böksik (U.IV. 34, 70; EUTS. 49).


ESKİ VE ORTA TÜRKÇEDE MOĞOLCA KELİMELER 241buyançı: iyiliksever, din adamı (EUTS. 55).Buyançulf: Antroponim (USp. 270).Buyan kar: Erkek adı (EUTS. 55).Buyan Kara: Antroponim (USp. 270).buyanlamaJc: iyilik etmek, hizmet etmek (Kuan. 65).buyanlığ: mesut, mutlu, sevaplı (Suv. 614, 22; TT. III, 8, 54).buyansız: sevapsız (EUTS. 55).Buyan Tamür: Antroponim (gös. yer.)Altun Yaruk'ta: buyan "sevaplı" (21-5), buyanığ "liyakati,bahtı" (609-11), buyanlığ "liyakatli" (614-22), buyanıngız"liyakatiniz" (618-2).~ Poppe. Muk. 126: buyan ögbe tengri tündü duşmanâsa ^JSCM *SJ\ ÜLJJjtiy— Demlet berdi tengri anga düşmanîdîn.buyan tündü bolba: dewlet anda boldî.bügesün "bit, kehle" (Bob. III, 322).ı-»/ Cour. DTO. 171: 0 b ü s ü n"pou" - cidal çite:cida: mızrak, cirit, kargı"çite: tırnak kökü).~ Uyg. çıda "süngü, mızrak, cida" (Uig.-Wb. 20; EUTS.).


242 TUNCER GÜLENSOYdalai "deniz" (Bob. III, 457).~ Uyg. dala, dalâ 1. "deniz" (TT. III, 8, 51 = talay, taloi; EUTS. 222);2. "umman, okyanus" (P.P. 21,6).Altun Yaruk'ta: taluy (634-2: buşuğluğ taluy içinte "kederlideniz içinde"; 639-6: taluy ögüz teg king alkığ "denizler nehirlerkadar geniş"./—< Cour. DTO. 316: ^la dalai "mer, grand lac; perte; fonctionsde ceux qui sont attaches â la solde des troupes"


ESKİ VE ORTA TÜRKÇEDE MOĞOLCA KELİMELER 243eçige "baba" (Kow. 223). kadom eçige "kayınbaba" (Bob. III, 200).eçige eke: baba (ve) anneeçige eke bolgan bariku: hürmet etmek, saymak^ Cour. DTO. 99: içige "pere"


244 TUNCER GÜLENSOY~ DLT.: em "ilaç" (I, 38, 95, 407; II, 363; III, 157), emçi "ilaç yapanadam, eczacı" (I, 38; III, 252).~ Poppe. Muk. 152: em "merhem".155: emlebe tüni jy AJV^I = ilâj qıldi anıng ikdin.emeğe emegen "kadın, zevce, refika, karı, eş "(Kow. 214)~ Cour. DTO. 137: öL£xl imegan "femme"


ESKİ E ORTA TÜRKÇEDE MOĞOLCA KELİMELER 245


246 TUNCER GÜLENSOY"2. sulh, barış" (Hüen. Briefe,42; Alt. Gr. 22 299; EUTS. 76).Altun Yaruk'ta:esen "sağ" (638-14: emti yügerii esen ol = şimdi şu anda sağdırlar).~ DLT.: esen "sağ, salim" (I, 62, 77).gersi "mezarlık; Hanın sarayı"~ Cour. DTO. 418: ^ J ferşi "cimetiere; palais de khan"


ESKİ VE ORTA TÜRKÇEDE MOĞOLCA KELİMELER 247kükesin "ihtiyar adam"~ Cour. DTO. 473: jjjSjf kükeşün "viellard, âge"


248 TUNCER GÜLENSOYmünggün cigasu: gümüş balığımünggüci darkan: kuyumcu~ Cour. DTO. 504: öLİJj* müngdn "argent"


ESKİ VE ORTA TÜRKÇEDE MOĞOLCA KELİMELER 249sula "akciğer"~ Cour. DTO. Ş32: üVjj zulan "mou" —> siregelekü : masa koymakitegen-ü şiregen: yemek masasısudur-un şiregen: kitaplıkşiregetü: saltanat tahtışiregemel: çengel, kanca.~ Uyg. şira "masa" (Uig.-Wb. 21; EUTS. 217)


25ü TUNCER GÜLENSOYtarğun "yağlı; şişman" (Bob. III. 200).tarğulaku: şişmanlamak/—' Cour. DTO. 213: ö ji J targun (id.) "gras, replet"


ESKİ VE ORTA TÜRKÇEDE MOĞOLCA KELİMELER 251'—' Poppe Muk. 355: tusa kibe tündü y = asıq berdi anqa.tusu "yağ" (Bob. III, 366).tusulafcu: yağlamaktusu silaku: sıkıştırarak yağ çıkarmak~ Cour. DTO. 233: o yy tusun "huile, beurre"


TUNCERGÜLENSOYBU YAZIDA GEÇEN KELİMELER İÇİNTÜRKÇE - MOĞOLCA SÖZCÜK—A—acele: tağuuhuahfat: üreakciğer: sulaaksak: doğolangamca: nağaçuara vermeden: edür sayin, bk. edürarkadaş: nükür, nökörarkadaşhk yapmak: nükürleküarkasını kımıldatmak: bökse kütelgekü, bk. böksearmağan: açuğ, açagaydınlık: edürayı: ötegeayırma: suuayna: tuliayna kutusu: tulin-u geraynaya bakmak: tulilakuaysberg: dar müsu, bk. müsu—B—baba: eçigebaba (ve) anne: eçige eke, bk. eçigebâkir: batu ügenbasamak: şiregen-ü şatu, bk. şiregenbayır turbu: acırgabayram günü: bayar-un edür, bk. edürbilek kemikleri: sibanur yasun, bk. yasunbit: bügesünbud: bökse-yin ükeçeg, bökse-yin kubçasad, bk. böksebuz: müsu, müsünbuz baştan başa kırılmak: müsün çümurekübuz dağı, (aysberg): dar müsu, bk. müsubuz erimek: müsün kayilku, bk. müsu


ESKİ VE ORTA TÜRKÇEDE MOĞOLCA KELİMELER 253cehennem hanı: erlik hâncesur: eres—C—çayır: ebesun, ebusunçengel: şiregemel, bk. şiregen- ç -—D—da: basa, basa basadaha, (keza, de, da; henüz, şimdi, yeniden): basa, basa basadaima: edür sayin, bk. edür; turkarudaimî, (fasdasız): batu münğgedayanıklı, (sağlam): batu münğgede: basa, basa basadede: elunçedeniz: dalaiderhal: edür sayin, bk. edürdiken: ürgesüdikenli: ürgesüdüdilenci: ğuirinçidinç: batudoktor: utçi, utuçin, utuçidüşman: daisundüşmanı olan: daisundaidüşünceye dalmak: dayan-i bisilğaku, bk. dayandüşünmek: dayan-i bisilğaku, bk. dayan—E—ebedî: münğkedeiebediyet: münğgeeğlendirmek: tangsuklaku, bk. tanğsukelbisenin altı: bökse-yin uriyalta, bökse-yin kuçilğa, bk. bökseemin: laber, erkek: ererkek çocuk: kübegüneş (refika): emeğe, emegeneşek: elçigen


254 TUNCER GÜLENSOYeşekçi: elçigeçi, bk. elçigeneşek kulağı: elçigen-ü çigietek: bökse-yin uriyalta, bökseyin kuçilğa, bk. bökseevvelki gün: orci edür, bk. edüreyer: emegeleyerini çıkarmak: emegel abkueyer yastığı: emegel-ün olonçoğezel ve ebed: münğge—F—fasılasız: batu münğgefayda: tusafazilet: erdemfena arkadaş: kurumcidu nükür, bk. nükürfevkalâde tangsuk boluğsan—G—geyik: buğugüç, (kuvvet): erkegüçlü: erkeliggüçlü, kuvvetli: begaigüçlü Tanrı: erketü tenğgirigümüş: münğgüngümüş balığı: münğgün eiğasugümüşle kaplamak: münğgülekü, bk. münğgüngün: edürgünahsız: kkir ügei, bk. kirgün dönümü: edür süni teksiungüigündüzün: ediirer, bk. edürgüneş: edür-ün eçeg, bk. edürgün ışığı: edür-ün udun, bk. edürgürbüz: batu—ilhak,hukuk: ünenharf: üsüghasta: ebetçitei, bk. ebetçinhastalık: ebetçinhastalık nöbeti: ebersil, bk. ebetçin


ESKİ VE ORTA TÜRKÇEDE MOĞOLCA KELİMELER 255hayvan derisinde benek: irbis-un ciruk, bk. irbishaz: tangsukhediye, armağan: açuğ, açağhenüz: basa, basa basahergün: edür buri, edür tutum, bk. edürhesaplamak: arılkahuhidroskop (rutubet ölçer âlet): edür-ün tengri-yin kubingHindistan: enetgekhizmetçi kadın: kkir-i arçiğur eke, bk. kirhoş: tangsuk itegen, tanğsuktuhoş kokulu: tangsuk ünürtühürmet etmek, saymak: eçige eke bolğan bariku, bk. eçige—İ—idare: kağan-u törüiğdiş: ahta, aktaiğdiş at: akta moriniğdiş etmek: ağdalaku, bk. ahtaihtiyar adam: kükesinihtiyarlamak: munukuilâç: emil idaresi: ayimağ-un törüince ve gevrek buz: müsün kemker, bk. müsuinci: subutistidat: sidiistiğrak etmek: dayan üyletkü, bk. dayaniyilik: tusaiyi ruhlu: mekei—K—kabiliyet: erdem, sidikadın (=zevçe, eş, karı, refika): emeğe, emegenkalça, (bud): bökse-yin ükeçeg, bökseyin kubçasad, bk. böksekamçı: barkakanca: şiregemel, bk. şiregenkanser: ümenkanun: törükaplan: irbiskargı: cida


TUNCERGÜLENSOYkarın: böksekatı, (sert; kuvvetli, dinç, gürbüz): batukeçe: isigeikeklik: idağukemik: yasunkemikli: yasudu, bk. yasunkemik yapısı kuvvetli: yasulak, bk. yasunkeza: basa, basa basakıranta: buruğçinkısır dişi domuz: akta megeçikızoğlan kız: batu ügenkir, kirlilik: kir, kkirkitaphk: sudur-un şiregen bk. şiregenkoca yapmak: erelesü, bk. erkoca yapmak: erelesü, bk. erkuvvet: erkekuvvetli: batu, begajkuyumcu: münğgüci darkar, bk. münğgünküçük: biçiğankürek kemiği: dalu—L—lâtif: tangsuktuleke: kir, kkirleopar, (panter, kaplan): irbislezzetli, (tatlı): amtatai, amtatu—M—manastır: dayan-ı kuriğ-amasa: şiregen, şiregemasa koymak: şiregelekü, bk. şiregenmasum: kkir ügei, bk. kirmaymun: meçinmeleke: sidimemnuniyet: tangsukmerkep: elçigenmezarlık: gersimeziyet: sidimızrak, (kargı): cida


ESKİ VE ORTA TÜRKÇEDE MOĞOLCA KELİMELER 257miğfer: suu süitemurakabeye varmak: dayan üyletkü, bk. dayanmut: buyanmutlu: bayartaimutluluk: ölceimücevher: erdenimükemmel: tangsuk boluğsanmütemadiyen: edür sayin, bk. edürnefis: tangsuk itegennesil: ürenesne: bereniâyetsizlik: münğge—N——O—okşamak: tanğsuklaku, bk. tanğsukoruçlu: maçaktai, baçağtaıoruca niyetlenme: maçağ-un sadar, bk. maçağoruca riâyet ettirme: maçağ abagğulkuoruç: maçağoruç bozmak: maçağ ebtegüoruç tutmak: maçağ bariku, maçağlakuot: ebusun, ebe sun- Ö -öğretici: ar siölçmek, (hesaplamak): arılkahuöldürmek: alakuöldürücü: alağaçıöldürülmek: alakdaku—P—pantalon: bökse-yin kubçasad, bökse-yin kuçilğapanter: irbispirinç: dudurğapislik: kir, kkirportakal: amtatu, bk. amtatairüçhan: suu—R—


TUNCERGÜLENSOY—S—saadet, (mut, sevap): buyansaadetli, (mutlu): bayartaisağ: esensağlam: batu münğge, labsağ olmak: esen atuhusağrı: bökse-yin tala-yin kündür, bk. böksesaltanat: kağan-u törüsaltanat sürmek: kan törü bariğusaltanat tahtı: şiregetü, bk. şiregensaray: örgügesarkık saçak buzu: soyoğa müsu, bk. müsuseçme: suuseçme kuvvet: erekün, bk. eresefa: tanğsuksert: batusevap: buyansevgili: tanğsuk itegensevinç: tanğsukseyis: aktaçiseyretmek: dayan üyeletkü, bk. dayansıhhatli: esensık sık: edür buri, edür tutum, bk. edürsıra: bandangsu: usu, usunsuçsuz: kkir ügei, bk. kirsu samuru: usun-u irbis, bk. irbissükûnet; amul-Şşarap:borşeytan: matarşimdi: basa, basa basaşişman: tarğunşişmanlamak: tarğulaku, bk. tarğun—T—tabib, (doktor): utçi, utaçin, utuçitadı hoş: amtatu amtan, bk, amtatai


ESKİ VE ORTA TÜRKÇEDE MOĞOLCA KELİMELERtalihli gün: ulcajdu edür, bk. edürtanyeri ağarması: edür-ün ebuden, bk. edürtatlı: amtatai amtatu, tangsuk itegentedavi: emnehe, emnetedavi etmek: utaçilaku, bk. utçitercih: suutopal: doğolangtulga: suu süitetuz: dabusu, dabusun—U—umut: ari-çusluluk, (sükünet): amuluzaktan görünen şey, (nesne): bere- Ü -üçüncü göbekten dede, yahut nine: budanur—V—vergi (hizmette ödenen bir vergi): albanvücudun altı: bökse-yin bey-e, bk. bökse—Y—yabanî vişne: elçigen çige, bk. elçigenyağ: tusuyağlı, (şişman): tarğunyardım: tusayarından sonra: nügüge edür, bk. edüryasa: törüyazmak: bitiküyemek masası: itegen-ü şiregenyeniden: basa, basa basayiğit: ereszürriyet: üre—Z—


Fiyatı: 40,— TL.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!