07.03.2015 Views

oldurulen101sairbaski

oldurulen101sairbaski

oldurulen101sairbaski

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

ÖLDÜRÜLEN 101 ŞAİR<br />

Araştırma - İnceleme<br />

Mustafa CEYLAN<br />

Gelişim Sanat


1. Baskı / Şubat 2013<br />

Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık: Gelişim Sanat Kültür Merkezi<br />

Haşim İşcan Mahallesi 1304 sk. No.34 Antalya // 0 242 247 66 58<br />

Baskı ve Cilt: Sözkesen Matbacılık İvedik Organize Sanayi 1518<br />

Sokak Matbaacılar İş Merkezi No: 2/40 ANKARA<br />

ISBN: 978-975-96050-6-3<br />

*5846 sayılı yasaya göre eserin tüm yayın hakları yazara aittir.<br />

Haberleşme :<br />

0535 622 43 16<br />

ceylanmustafa_07@hotmail.com<br />

Gülce Edebiyat Akımı<br />

2012 Projelerinden<br />

Baskı :1


ÖLDÜRÜLEN 101 ŞAİR<br />

Araştırma -İnceleme<br />

Mustafa CEYLAN<br />

Gelişim Sanat


4<br />

Mustafa CEYLAN


Öldürülen 101 Şair<br />

ÖNSÖZ<br />

“Yeniçağın yeni edebiyat akımı GÜLCE” nin 2012 yılı<br />

projelerinden olan “Öldürülen Şairler”, Türk edebiyatı<br />

için önemli bir çalışmadır. Sahasında büyük bir boşluğu<br />

dolduracağına inandığımız bu eser, bıkmadan-usanmadan<br />

çalışan “Gülce Edebiyat Akımı”nın kurucularından araştırmacı<br />

şair-yazar Mustafa CEYLAN’ın çalışmaları sonucunda<br />

ortaya çıkmıştır.<br />

“Gülce Edebiyat Akımı” projelerinden önce “Türk Dünyası<br />

Efsâneleri” ni başarıyla tamamlayan araştırmacı şairyazar<br />

Mustafa Ceylan, ayrıca, “Divan-ı Lügâti’t Türk” de<br />

bulunan efsâneler ve menkıbeleri şiirleştirmiştir. Ceylan’ın<br />

“Öldürülen 101 Şair” den sonra hangi çalışmayla karşımıza<br />

çıkacağı merak konusu.<br />

Bu çalışmada, öldürülen 101 şairin kısa biyografik tanıtımlarından<br />

sonra, şiirlerinden örnekler verilmiş, bilâhare,<br />

şairin öldürülüş sebebi etraflıca ele alınarak, yazar tarafından<br />

günümüze ve geleceğe göndermeler yapılmış. Ardından,<br />

konuya “Gülce Edebiyat Şiir Türleri” ile şiirin<br />

efsunkâr çiğdem kokusu sürülmeye çalışılmıştır.<br />

Gülce’nin ve Ceylan’ın diğer çalışmalarında buluşmak<br />

umudu ile…<br />

5<br />

Gelişim Sanat


Mustafa CEYLAN<br />

6<br />

“Eşime, evlâtlarıma, torunlarıma<br />

Ve<br />

Yeniçağın yeni edebiyat akımı Gülce’nin mimarlarına”


Öldürülen 101 Şair<br />

ÖLDÜRÜLEN 101 ŞAİR ÜZERİNE BİR ANALİZ<br />

Türk Edebiyatında haklarında bilgi bulabildiğim 101 Şair<br />

üzerine detaylı bir çalışma yapmış ve bunu edebiyat dünyasında<br />

paylaşmıştım.<br />

Tespitlerimize göre;<br />

7<br />

XIV. Yüzyılda 3 Şair<br />

XV. Yüzyılda 15 Şair<br />

XVI. Yüzyılda 29 Şair<br />

XVII. Yüzyılda 26 şair<br />

XVIII. Yüzyılda 26 şair<br />

XIX. Yüzyılda 16 şair<br />

XX. Yüzyılda 22 şair olmak üzere toplam 137 şairimiz çeşitli<br />

sebeplerle öldürülmüştür.<br />

Çalışmamızda bu şairlerimizden, hakkında kaynak bulabildiğim<br />

101 şairi ele aldık.


Mustafa CEYLAN<br />

A-Boğularak Öldürülen Şairler<br />

(1): NEF’Î<br />

İşte boğularak öldürülen şairlerimizden birisi: Nef’î...<br />

Nef’î, 17. yüzyıl Osmanlı şairlerinden. Divan Edebiyatı<br />

şiir türlerinden olan Kaside’nin piri sayılır. Kendi zamanında<br />

ve kendinden sonraki yüzyıllarda kaside yazan bütün şairlere<br />

etki etmiştir. Divan Edebiyatımızın Fuzulî, Bâkî, Nedim, Şeyh<br />

Galip diye devam eden altın zincirinin, önemli bir halkasıdır.<br />

8<br />

Ölümüne kadar Osmanlı Sarayına ve bilhassa Padişahlık<br />

makamına da yakın yaşamış olan şair, 4 ayrı padişah döneminde<br />

hayatını sürdürmüş ki bunlar Bahtî mahlaslı 1. Ahmet,<br />

Farisî mahlaslı 2. Osman ve Muradî mahlaslı 4. Murat’tı ve<br />

şair padişahlardı… Bu üç şair padişah döneminden başka,<br />

hakkında ve dönemine ait hiçbir şiir kaleme almadığı 1. Mustafa<br />

dönemi de O’nun yaşadığı dönemleri kapsar.<br />

Övgülere ve hediyelere gark edildiği, edebî şöhretinin en<br />

yüksek derecesine ulaştığı devir 4. Murad dönemidir. Fakat<br />

taşlamacı dili sebebiyle, sürgün yediği, kıyıma uğradığı, azledildiği,<br />

musibete ve eziyete uğradığı devir de gene 4.Murad<br />

dönemidir. Padişahtan övgü üstüne övgü aldığı bir zaman diliminde,<br />

günlerden bir gün aynı Padişah’a bundan böyle kimseye<br />

hicviye yazmayacağına söz vermek durumunda kalmıştır.<br />

Evet, Osmanlı padişahı 4.Murad, kendisi de ‘şiir’le uğraştığı<br />

için şairleri, bilginleri ve sanatkârları koruyan zeki bir padişahtır.<br />

Nef’i’nin kasidelerini ve Sihamı Kazasındaki hicviyelerini<br />

beğeniyordu. Edebiyat tarihinde şair bir padişahtan<br />

şiirle övgüler alan yegâne şairdir diyebiliriz. Padişah’ın övgüsü<br />

şöyle:


Öldürülen 101 Şair<br />

“Gelin insaf idelüm, fark idelüm mikdârı<br />

Şairüz biz de diyü laf ü güzâfı koyalum.<br />

İdelüm bî-meze söz söylemeden istiğfâr<br />

Dâmen-i Nef’î-i pâkize edayı tutalum.<br />

Biz kelâm nâkiliyüz nerde o sahib-i güftâr?<br />

Ona teslim idelüm emrine münkâd olalum.”<br />

1572 yılında Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğdu. Asıl<br />

adı Ömer... Erzurum, âşıklar ve ozanlar diyarı olan bir Anadolu<br />

şehridir. Bundan dolayı devrin kaynakları Nef’i’den<br />

“Erzenü’r-Rumî” diye söz ederler. Dedesi Mirzâ Ali Paşa’dır.<br />

Babası Kars-Micingird sancak beylerinden Sipahi Mehmed<br />

Bey’dir.<br />

Küçük yaşlardan itibaren güçlü bir eğitim gören şair, ilköğrenimini<br />

Hasankale’de yapmış, sonra Erzurum’a gelerek öğrenimini<br />

devam ettirmiştir. Arapça ve Farsça öğrenmiş, genç<br />

yaşında şiir yazmaya da başlamıştır. İlk mahlası, zararlı anlamına<br />

gelen ( “Zararî “)”Darrî”. O tarihlerde Erzurum defterdarı<br />

olan Gelibolulu Müverrih Ali, şairin şiirlerini görmüş,<br />

beğenmiş ve bu genç şaire, zararlı-Zararî mahlasının aksine<br />

Nef’i “nafi, yararlı” mahlasını vermiştir.<br />

Padişah 1. Ahmet zamanında İstanbul’a geldi ve orada tam<br />

30 yıl, öldürüldüğü ana kadar yaşadı. Saraya yakınlığı şairin<br />

devlet kapısında iş bulmasını sağlamış ve farklı memurluklarda<br />

görev yapmıştır. Saray ve Padişah tarafından çok beğenilen<br />

şair, o dönemde yaşayan şairler; Kaf-zâde, Fâizî, Nev’i-zâde,<br />

Hâtâyî, Gâni-zâde, Nadirî, Veysî ve Riyâzî gibi çoğu yüksek<br />

mevkilerde bulunan devrinin şairleri tarafından hiç sevilmiyordu.<br />

Çünkü şiirlerinin fahriyelerinde kendisini zirvede, ulaşılmaz,<br />

rakipsiz, tek olarak övüyor ve kendisini ulaşılmaz bir<br />

dehası olan söz sultanı olarak görüyor, rakiplerini de aşağılı-<br />

9


Mustafa CEYLAN<br />

yordu. Sadece şairler değil, dönemin diğer idarecileri, âlimleri<br />

bile Nef’î nin kırbaç gibi şaklayan korkusuz dilinden çekinmişler<br />

ve o yüzden de onu hiçbir şekilde sevmemişlerdir. Hayatta<br />

iken, şairlik yönü, şiirleri takdir edilmiş, şöhrete ulaşmış,<br />

ancak sivri dili ve hicviyeci kalemi sebebiyle etrafına kendisine<br />

düşman bir çember yerleştirmiştir.<br />

Hicviye öyle bir taş yığınıdır ki, kendisini kaleme alan şairinin<br />

bile kafasında patlar. Hiciv şairi olmak ayrı bir maharet<br />

ve ayrı bir yürek sahibi olmayı gerektirir. Dili ve edebî sanatları<br />

muhteşem bir şekilde kullanmasını bilmeyen hicviyeci,<br />

kendi attığı taş altında kendisi kalabilir. Öldürülen şairler ve<br />

ozanların geneline bakacak olursanız, hepsinin de dil ve edebî<br />

sanatlarda çok ileri derecede usta olduklarını göreceksiniz.<br />

10<br />

Nef’î yazdığı hicivlerle dönemin birçok isminin nefretini<br />

ve öfkesini üstüne çekti. Dönemin müftüsü Nef’i yi öven, ancak<br />

içerisinde Nef’i ye kâfir diyen bir beyit söylemiştir.<br />

“Şimdi hayli sühanveran içre,<br />

Nef’i mâ’nendi var mı bir şair,<br />

Sözleri Seb’a-i Muallakadır,<br />

İmre-ül Kays kendidür kâfir.”<br />

Nef’i de buna karşılık olarak;<br />

“Müftü efendi bize kâfir demiş<br />

Tutalım ben O’na diyem müselman<br />

Lâkin varıldıktan ruz-ı mahşere<br />

İkimiz de çıkarız orda yalan” diyerek seslenmiştir.<br />

Yine bir başka dörtlüğünde kendisine kelp (köpek) diyen<br />

Tahir Efendi’ye karşılık verir;


Öldürülen 101 Şair<br />

Der ki:<br />

“Tahir Efendi bana kelp demiş<br />

İltifadı bu sözde zahirdir<br />

Maliki mezhebim benim zira<br />

İtikadımca kelp tahirdir”<br />

Yine de uzunca bir süre Padişah IV. Murat tarafından korundu,<br />

daha sonraları Padişah kendisinden hiciv yazmamasını<br />

istedi. Padişah’a bu konuda söz verse de, kalemini durduramayıp<br />

Vezir Bayram Paşa hakkında bir hicviye kaleme aldı. Çarşıda,<br />

pazarda halk arasında bu hicviye dilden dile dolaşmaya<br />

başlayınca Vezir Bayram Paşa, itibarının zedelendiğini<br />

Padişah’a ileterek şairin katli için yalvararak izin istemiştir.<br />

Padişah, hiciv yazmayacağına dair söz vermesine rağmen sözünde<br />

duramayan şairin katli için Vezirine izin vermiştir.<br />

Nef’î, 1635 yılında, Çavuşbaşı Boynu Eğri tarafından 26<br />

Ocak 1635 tarihinde, hicivci dili sebebiyle, sarayın odunluğunda<br />

kementle boğularak öldürüldü. Cesedi İstanbul<br />

Boğazı’ndan denize atıldı. Kimi tarihçiler O’nun ölümüne sebep<br />

olan hicviyesini vezir Bayram Paşa’ya değil de, adeta<br />

dostu olan Padişah’a yazdığını ve o yüzden öldürüldüğünü not<br />

düşerler.<br />

Edebiyat araştırmacılarının tespitine göre Türkçe divanında:<br />

2 adet naat, 1 adet Mevlâna’yı öven Kaside, 60 adet ayrı<br />

devlet büyüğü için kaleme alınmış kaside, terkib-i bend tarzı<br />

bir sâkinâme, 2 adet müseddes, 4. Murad’ı öven kısa bir mesnevi,<br />

4. Murad’ın ok atışı, Kandilli’de yaptırılan kasır ve<br />

Padişah’ın yaptırdığı bir çeşme için düşürülen tarih kıtaları,<br />

Canıbek Girây, Tabibâz, Esat Efendi, Yahya Efendi, İsmail<br />

Ağa, Musa Çelebi ve kendini anlatan fahriye kıtalar, 143 gazel,<br />

2 Genç Osman kıtası, 1 adet Halil Paşa’ya rübai, 13 matla,<br />

5 rübai bulunmaktadır.<br />

11


Mustafa CEYLAN<br />

Nef’î, Siham-ı Kaza isimli eserinde:<br />

Kıt’a ve terkibi bend ile önce babasından başlayarak Gürcü<br />

Mehmet Paşa, Kemankeş Ali Paşa, Ekmekçizâde Ahmet Paşa,<br />

Veysî, Nev-i zâde Atâyî, Kafzâde, Faizî’, Urus-zâde, Baki<br />

Paşa, Fırsatî, Bahşî, Mantıkî, Gani-zâde. Nadirî, Riyazî, Azmizâde<br />

Haletî, Halil paşa gibi pek çok kişiyi hicvetmiştir.<br />

Naima’nın tarihinden:<br />

12<br />

Bir gün padişah Nef’i’nin “Sihamı Kaza” adlı hiciv mecmuasını<br />

okurken fırtına çıkmış ve sarayın civarına bir yıldırım<br />

düşmüş. Bunu uğursuz sayan Sultan, mecmuayı yırtıp attıktan<br />

sonra Nef’i’ye bundan sonra hiciv söylememesi için emretmiş.<br />

Nef’i güya bu yıldırım hadisesinden sonra padişahın gözünden<br />

düşmüştü. Hattâ onu çekemeyen meslektaşlarından<br />

bir şair bu münasebetle:<br />

“Gökten nazire indi Sihamı Kazasına<br />

Nef’i dilile uğradı Hakk’ın belâsına” beytini söylemiştir.<br />

Kendine güven ve cesaret…<br />

İşte bu ikisi arasından yola çıkar katledilen şairler ve ozanlar.<br />

Nef’î de aynı noktadan yola çıkmıştır. Padişah’a yakınlığı<br />

dahi, padişah fermanı ve özel ricası bile onun kalemini susturmaya<br />

yetmemiştir. Vezin ve kafiyeye hâkim olan şair,<br />

Farsça’dan kullanılmamış yeni kelimelerle, temiz ve sağlam<br />

bir Türkçe ile lirik bir şiir dokusu ortaya koymaya çalışmıştır.<br />

Şiirde anlam ve anlaşılır olmak şairin değişmez ilkesi olmuş,<br />

teşbih, telmih, istihare ve mübalâğa’dan azami derecede istifade<br />

etmiştir. Kasidelerde, medhiyeye giriş kısımlarında aliterasyonlardan<br />

faydalanmıştır. Kasidelerin nesib kısımlarında<br />

da baharın güzelliğini, bayram sabahlarının sevincini, at sevgisini,<br />

aşk ve şarap zevkini, savaş tasvirlerini, Boğaz’daki ka-


Öldürülen 101 Şair<br />

sırların güzelliklerini dile getirmiştir. Kasidelerinde anlatılarını<br />

tek beyitte tamamlamamış, anlatısını diğer beyitlere de<br />

taşımıştır. Överken dövme taktiğini en iyi kullanan şairlerimizdendir.<br />

Söylemlerinde günceli yakalamış, günlük olayları<br />

ustalıkla işlemiştir.<br />

Gazellerinde ise, mübalâğa yerine, aşikâne ve tasavvufî derinlikli<br />

ince ve zarif bir söylem tercih etmiştir. Sebk-i Hindi<br />

tesiriyle zincirleme Farsça terkipler kullanmasına rağmen<br />

söylemlerinde açık ve anlaşılır bir ifade görülmektedir.<br />

Baki gibi ilmiye sınıfından değil, kâtipler zümresindendi.<br />

Memuriyette yüksek makamlar görmemişti. Hicivleri yüzünden<br />

ara sıra azledilmiş, sonra tekrar göreve dönmüştü. Bir seferinde<br />

Edirne ye sürülmüş, tekrar İstanbul’a vergi memuru<br />

(Cizre) olarak dönmüştür.<br />

13<br />

Şiir böyledir işte.<br />

Ne makam dinler, ne zaman…<br />

Girdiğinde insan yüreğinde, çeldiğinde akıl denen ışığın<br />

yönünü gönül dehlizlerine, mantığı bile yok eder. Sarar, sarmalar<br />

ruhuna şairini ve paramparça eder, duman eder, yedi kat<br />

göğe çıkarır veya yedi kat yerin dibine sokar. Kelâm marka<br />

silahıyla atomdan ağır kurşunlar sıkar, sıktırır şiir. Yakar, yıkar;<br />

ya yüreğe şekil verir ya yüreğin şeklini alır.<br />

Hele ki hicviyeci–taşlamacı bir şairin tuttuğunda iki yakasından,<br />

şairin vah ki haline…<br />

Pervasız, hırçın, atak, mağrur, cesur ve mücadeleci bir çizgide<br />

yürütür şairi… İdam sehpasına, kılıca, ölüme kadar sürükler…<br />

Zalim- acımasız ve despot idarelerin vezirleri var<br />

oldukça, şiirin Nef’îleri de hep var olacaklardır.


Mustafa CEYLAN<br />

Tevfik Fikret Nef’i için;<br />

Öyle bir nehr-i muazzam gibi cuş etmişsin,<br />

Fakat eyvah! Çorak yerde akıp gitmişsin.<br />

Sana bir başka zemin, başka zaman lâzımdı,<br />

Sana bir âlem-i lâhut, nişan lâzımdı. Demiştir.<br />

Nef’i bugün Türk Sanat müziği olarak okunan bir şiirinde<br />

diyor ki:<br />

14<br />

Tûtî-i mu’cize-gûyem ne desem lâf değil<br />

Çerh ile söyleşemem âyînesi sâf değil.<br />

Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana<br />

Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil.<br />

Yine endîşe bilir kadr-i dürr-i güftârım<br />

Rüzigâr ise denî dehr ise sarrâf değil.<br />

Girdi miftâh-ı der-i genc-i ma’ânî elime<br />

Âleme bezl-i güher eylesem itlâf değil.<br />

Levh-i mahfûz-ı suhandir dil-i pâk-i Nef’î<br />

Tâb’-ı yârân gibi dükkânçe-i sahhâf değil.


Öldürülen 101 Şair<br />

Ve Nef’î’ den bir gazel okuyalım:<br />

Gazel<br />

Ağyâre nigâh etmediğin nâz sanırdım<br />

Çok lutf imiş ol âşıka ben az sanırdım<br />

Gamzen dili rüsvâ-yı cihân eyledi<br />

Billâh ben ol âfeti hem-râz sanırdım<br />

Seyr eylemesem âyînede aks-i cemâlin<br />

Hüsn ile seni meh gibi mümtâz sanırdım<br />

Ma’mûr idügin bilmez idim böyle harâbât<br />

Mestâneleri hâne-ber-endâz sanırdım<br />

Sihr etdiğini senden işitdim yine Nef’î<br />

Yoksa sözünü hep senin i’câz sanırdım.<br />

15


Mustafa CEYLAN<br />

SON SÖZ:<br />

EY NEF’Î (Gülce-Üçgen)<br />

Yerle yeksan hak, hukuk ve adalet<br />

Emrindeymiş bölücünün her alet<br />

Ne kadar ararsan ara, nihayet<br />

Bulamazdın haysiyeti, şerefi<br />

Yaşasaydın bu devirde ey Nef’î!<br />

16<br />

Çözülürdü hile, üç beş arşında<br />

Kelam, kurşundan ağırdı çarşında<br />

Korkusundan titrer idi karşında<br />

Duramazdı yolsuzluğun son şefi.<br />

Yaşasaydın bu devirde ey Nef’î<br />

Nice Bayram Paşa var ki mühür var ellerinde<br />

Gemicikler geçiyor boğazın seherinde<br />

Dağlarım kor ateş, şehirlerimde yangın..<br />

Açılım diye diye tümden açıldık<br />

Kırk parçaya bölündük de saçıldık,<br />

Korkusuzlar şairi sen, nerdesin?<br />

Yankılansın bize doğru sesin<br />

İstanbul Boğazı’ mı nere?<br />

De bilelim son adresin?


Öldürülen 101 Şair<br />

Eğri, doğru birbiriyle karışık<br />

Sermayeyle esrarkeşler barışık<br />

Zindan rahat, caddeler hep sıkışık<br />

Görür idin Silivri’de gergefi<br />

Yaşasaydın bu devirde ey Nef’î<br />

Nice Bayram paşa var ki, ellerinde mühürler<br />

Bu millete dudak büker, eser, yağar, gürler<br />

Çık gel göğsünden Divan Edebiyatının<br />

Acılaştı şarkı, zehroldu türküler…<br />

Korkusuzlar şairi sen, nerdesin?<br />

Yankılansın bize doğru sesin<br />

Halâ Dördüncü Murat mıdır,<br />

De bilelim son adresin?<br />

17<br />

Planları işliyor inceden ince<br />

Saplanır sırtıma kanlı bir pençe<br />

Bölünürken aziz vatan haince<br />

Şerefsizler çalardı yorgun tefi<br />

Yaşasaydın bu devirde ey Nef’î!<br />

Mustafa CEYLAN


Mustafa CEYLAN<br />

( 2 ): ŞEHZADE KORKUD (Harîmî)<br />

“Kondu dil milkine aşkın ey peri cânum gibi<br />

Otur up tahtına hükm itdi Süleymânum gibi<br />

Bağlarum başına gamzen şöyle neşter urdu kim<br />

Ayn-ı çeşmümden bu dem hûnâb akar kanum gibi<br />

Aşkının derdine dil ol hadde mûnîs oldu kim<br />

Almak içün cân virür derdini dermânum gibi<br />

18<br />

Gönlünü târâca virür bu Harîmî’ nin şehâ<br />

Dağıtan aklını ol zülf-i perîşânum gibi”<br />

Şehzdade Korkud, boğularak öldürülen şairlerimizdendir.<br />

Harîmî mahlasıyla şiirler yazan şairin eserleri şunlardır:<br />

1- Türkçe Divan: Çeşitli araştırma ve bitirme tezlerine<br />

konu olan Divanında 52 gazel, 1 Arapça manzume, Türkçe de<br />

2 beyit bulunmaktadır. Eser, Millet Kütüphanesi’ndedir.<br />

2- Kitabü’l Harîmî: Ayasofya Kütüphanesinde bulunan<br />

eser “Kitap fi’t-Tasavvuf” adıyla kayıtlıdır.<br />

3- Hâfızu’l-İnsan an Lafzı’l-İman veya Şerh-i Elfaz-ı<br />

Küfr: Bu eser de Ayasofya Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.<br />

Bir sureti de Millet Kütüphanesi’ndedir.<br />

4- Fetevâ-yı Korkûdiyye: Bu eser henüz gün ışığına çıkmamıştır.<br />

Kâtip Çelebi ve Sehi Bey bu eserden bahsetmişlerse<br />

de eser, bulunamamıştır.


Öldürülen 101 Şair<br />

5- Vesîletü’l-Ahbâb: Ayasofya Kütüphanesi’nde bulunan<br />

bu eser, yedi bölümden meydana gelmiş ve Arapça’dır.<br />

Mısır’da kaleme alınmıştır, ahlâki konuları içermektedir.<br />

6- Hallü Eşkâli’l-Efkâr fi Halli Emvâli’l-Küffar: Arapça<br />

yazılmış, ganimet paylaşımına dair bir fıkıh eseridir ve Ayasofya<br />

Kütüphanesi’ndedir.<br />

Akının deryâsının çün düşmüşem girdâbına<br />

Vaktidir bu teşne-dil ire visâlin âbına<br />

Komadı nâlem rübâbı râhat-ı cân bir nefes<br />

Her yana devrân ider dönüp yaşım seylâbına<br />

Saltanat deyrine âlemde revân ola mı şol<br />

Dil ki bir rek’at namâz ide kaşın mihrâbına<br />

19<br />

Göz ki ol nûr-ı tecelline nazar kılup senün<br />

İltifât ide cihâna gark ola ko hâbına<br />

Bu Harîmî cânına cevrîn bıçağı kâr ide<br />

Nefsini teslîm kıldı aşkınun kassâbına.<br />

Hattat, musikinaş, şair ve bilgin… “Gıday-ı Ruh” isimli bir<br />

sazın mucididir. Bestelerinden bazıları günümüze kadar gelmiştir.<br />

Türkçe’nin dışında Farsça ve Arapça’da bilen şair,<br />

Ebu’l Hayr Mehmed Korkud adıyla anılmıştır.<br />

Osmanlı şehzadelerinin saltanat mücadeleleri tarihin önemli<br />

olaylarından sayılır. İktidardakiler yönettiklerinin düşüncelerini<br />

öğrenebilmek için, inanılmaz bir şekilde taktikler kullanmışlardır<br />

ki gücü elinde bulunduran ötekini hep öldürmüştür.


Mustafa CEYLAN<br />

20<br />

İkinci Bayezid’in Amasya Valisi olduğu günlerde Dünyaya<br />

gelen Korkud, Amasya’da iken hat sanatını, din ilimlerini ve<br />

musikiyi ustalardan öğrenmiş ve kendisini yetiştirmiştir. İkinci<br />

Bayezid’in cülusundan sonra önce Amasya’ya, sonra<br />

Saruhan(Manisa)ya Vali olarak atanır. Bir süre sonra da Antalya<br />

(Teke) sancağına nakli çıkar. Teke sancağına çıkan bu tayinden<br />

Şehzade Korkud memnun değildir. Çünkü İstanbul’dan<br />

uzaklaşmış, uzaklaştırılmıştır. Babası ve amcası Cem arasında<br />

geçen taht mücadelesini çok iyi bilen Şehzade Korkud, amcasına<br />

benzemek istemiyordu. Ancak, babası şehzede Korkud ve<br />

şehzade Selim’e değil de daha çok şehzade Ahmet’e ilgi gösteriyordu.<br />

İstanbul’a yakın olmak, sarayın içinden haberler<br />

almak demekti. Önce Mısır yolculuğuna çıktı. Tahtın I.<br />

Selim’e geçeceğini anlayan bazı kişiler, Korkud’un İstanbul’a<br />

gelmesini istediler. Korkud İstanbul’a geldi ama yeniçerilerin<br />

gönlünün Selim’den yana olduğunu anladı. Yeniçeriler, o’nun<br />

erkek çocuğu yok diye o’na itibar etmiyorlardı.<br />

İkinci Bayezid, Selim lehine tahttan feragat ettiğinde<br />

Korkud’da Manisa sancağına Midilli adasını eklemiş,<br />

İstanbul’da, sarayda bulunmaktaydı. Sultan Selim, iç işlerinde<br />

kendisine karışmayacağına, hattâ masraflarının da saraydan<br />

karşılanacağına dair söz vererek kardeşini Manisa’ya yolcu<br />

etti.<br />

Araya zaman girdiğinde, zamanla beraber kara haberciler,<br />

ayrılıkçılar tüm dedikodularını büyüte büyüte arayı doldurmaya<br />

çalışırlar. İşte Selim ile şehzade Korkud arasına da bu tür<br />

bir kumkuma iklimi girmiş ve acımasız ağını örmekteydi.<br />

Saray, Sultan Selim, yanında bulunan bazı Devlet adamlarına<br />

bizzat kendisi mektup yazdırarak, kardeşinin saltanat ve<br />

taht konusundaki düşüncesini öğrenmeye çalışmıştır. Mektuplarda<br />

İstanbul’a gelmesi ve tahta çıkması için ne gerekiyorsa<br />

yapacaklarını yazıyordu. Bir çeşit kandırmaca, bir çeşit hile<br />

mektuplarıydı…


Öldürülen 101 Şair<br />

Şehzade Korkud’un tahta talip olduğunu anlayan padişah<br />

Sultan Selim, ordusuyla Manisa üstüne yürüdü. Şehzade Korkud<br />

ve nedimi Piyale Bey, Manisa’dan Teke (Antalya)’ya kaçtılar.<br />

Takipden kurtulmak için de kılık değiştirdiler. Yolculuk<br />

sırasında küçük bir mağarada gizlendiler.<br />

Mağarada geçen sıkıntılı günlerin birinde, Piyale bey, yiyecek<br />

temini için bir köylü ile görüştü. Köylüden yardım istedi<br />

ve yanlarında bulunan bir atı da köylüye bu yardımlar karşılığında<br />

hediye etti. Köylünün elinde bulunan bu at, diğer köylüler<br />

tarafından şüphe ve dikkat çekmeye başlamıştı. Durumdan<br />

Teke Sancak Beyi Kazım Bey’e haber iletildi. At sahibi köylü<br />

sorguya alındığında gerçek ortaya çıktı ve şehzade Korkud ve<br />

Piyale Bey yakalandılar. Bunu haber alan Sultan Selim, şehzade<br />

Korkud’un İstanbul’a gelmeden öldürülmesini emretti. Yakalanan<br />

Korkud Bursa’ya getirildi. Bir konuk evine yerleştirildi<br />

ve saygı gösterildi. Günlerden bir gün Piyale Bey’in<br />

bulunmadığı bir anda şehzade Korkud, boğarak öldürüldü.<br />

Tarihler 17 Mart 1513’ü gösteriyordu. Bursa’da Sultan Orhan<br />

Gazi civarına defnedi. Türbedarı da en yakın arkadaşı, sırdaşı,<br />

nedimi Piyale Bey’dir.<br />

21<br />

Tâc ü kabâyı terk idüb uryân olayım bir zaman<br />

Gurbetde seyrân eyleyüb pûyân olayım bir zaman<br />

Çeng ü rebâbın sohbeti mutrib temâm oldı heman<br />

Bezm-i belâda ney gibi nâlân olayım bir zaman<br />

Gâhi düşüp gâhi gülüb gâh ağlayub<br />

Ki kan yutub serhoş olup hayran olayım bir zaman


Mustafa CEYLAN<br />

SON SÖZ:<br />

ÖLDÜREMEZSİN(Gülce-Buluşma)<br />

22<br />

Ey kirli saat, pas tutmuş yelkovan<br />

Ve ey taş yürekli pehlivan<br />

Duy beni, işit beni:<br />

Şairim, şairim dedim ya sana<br />

Gücün yetmez, bilemezsin ozan yüreğimi<br />

Anlamaz, anlayamazsın<br />

Bebeklerin avucundan<br />

Düş uçurtmalarımın iplerini alamazsın<br />

Alamazsın sonsuzluğun türküsünü<br />

Güneşe uzanan bakışlarımın hasret ıslığını<br />

Çalamazsın şiirime hayat veren<br />

Kalemimin ucundan…<br />

“Karadır kaşların ferman yazsa da”<br />

Ben seni yazarım, gülüm ben seni.<br />

Kapkara kaderim ağıt düzse de<br />

Ben seni yazarım ölüm ben seni<br />

Ey kirli saat, kırık akrep<br />

Ve ey güzelliğin katili<br />

Duy beni, işit beni:<br />

Şairim, şairim dedim ya sana


Yok üstümde bir şehzade kaftanı amma<br />

Deli toynaklarım var duyguların harmanında<br />

Ölümün öldüğü, şiirin yaşadığı an bu an<br />

Kafesten uçacak kuştur bilesin bu can,<br />

Bir hicaz bestedir şu dilime dolanan<br />

Notasız, fırtınalı sözdür şiir denen sultan<br />

Tutamazsın…<br />

Söyle de bilelim:<br />

Doruktan en dibe nasıl iner son yılan?<br />

Seninkisi<br />

Heykelin vitrinden konuşmasıdır<br />

Ürkek, yavan…<br />

Öldürülen 101 Şair<br />

“Karadır kaşların ferman yazmıyor”<br />

Üzüm gözlü bağban, bağı bozmuyor<br />

Arılar baharda çiçek gezmiyor<br />

Ben seni yazarım, balım ben seni,<br />

Ben seni yazarım, zalım ben seni.<br />

23<br />

Mustafa CEYLAN


Mustafa CEYLAN<br />

(3): ŞEHZADE MUSTAFA (Muhlisî)<br />

Şair, Cihan İmparatoru Kanuni’ nin oğlu olan Şehzade<br />

Mustafa, Muhlisî mahlası ile şiirler yazardı.<br />

24<br />

28 Ağustos 1553’ de Nahçivan Seferine çıkan Osmanlı Ordusu,<br />

Konya Ereğlisi’nde Aktepe adıyla anılan yere geldiğinde<br />

Şehzade Mustafa’ da babasına yetişir. günlerden Cumadır.<br />

Ezan okunmadan evvel babasının elini öpmek ister. Otağ-ı<br />

hümayuna girdiğinde karşısına yedi dilsiz cellât çıkıverir. Boğuşur<br />

onlarla Şehzade. Babasının bulunduğu bölümün perdesini<br />

aralayacakken saray hademelerinden Azman Mahmut tarafından<br />

yere düşürülür ve boğularak öldürülür. Cenazesi<br />

Bursa’ya gönderilir. II. Murat türbesi yakınına defnedilir.<br />

“Meded meded bu cihânun yıkıldı bir yanı<br />

Ecel celâlîleri aldı Mustafa Hânı.<br />

Tolundı mihr-i cemâli bozuldı divânı<br />

Vebâle koydılar âl ile Âl-i Osmân<br />

Geçerler idi geçende o merd-i meydânı<br />

Felek o cânibe döndürdi şâh-ı devrânı<br />

Yalancınun kurı bühtânı buğz-ı pinhânı<br />

Akıtdı yaşumuzı yakdı nâr-ı hicrânı<br />

Cinâyet itmedi cânı gibi anun cânu<br />

Boğuldı seyl-i belâya tağıldı erkânı<br />

N’olaydı görmeye idi bu mâcerâyı gözüm<br />

Yazuklar ana revâ görmedi bu râyı gözüm”<br />

Taşlıcalı Yahya


Öldürülen 101 Şair<br />

Bir baba, cihan imparatoru bir baba… Eşiğinde öz oğlu<br />

yedi cellat elinde can vermede… Düşünebiliyor musunuz<br />

manzarayı?<br />

Tarihler ve tarihçiler; gelişen olayları ve ekranda görünenleri<br />

resmederler. Bir fotoğrafçı edasıyla anı geleceğe taşırlar.<br />

Asırlardır Turan ve İran kavgası yapılmıştır. Biz Turanîler<br />

koşmaktan, iklim değiştirmekten, göçmekten dinlenmeye, eğlenmeye<br />

fırsat bile bulamamışız. Bilmem kaç yüz yıl İran’ı<br />

dahi bizim Turanîler yönettiği halde, İranlı Firdevsî’nin çoğunu<br />

uydurduğu, hayâl dünyasından çıkardığı Zal, Zaloğlu Rüstem<br />

hikâyeleriyle dolu “Şehnamesi”nden kopyala yapıştır yoluyla<br />

bizim destanlarımıza ulaşmaya çalışan tarihçilere<br />

üzülüyorum. Yazık!!!<br />

Şah İsmail ölmüştür, yerine Şah Tahmasb geçmiştir.<br />

Tahmasb’ın kardeşi Elkas Mirza, ona isyan ederek Osmanlıya<br />

sığınmış, Kanuni’yi İran’a savaş açması için sürekli teşvik etmektedir.<br />

Bu esnada da Erciş Kalesini İranlılar yerle bir etmişlerdir.<br />

25<br />

Bir süre sonra, İran şahından elçiler İstanbul’a gelerek bir<br />

barış anlaşması yapılmasını isteyerek Kanuni’nin İran’a sefere<br />

çıkmasını engellemeye çalışırlar.<br />

Saraya Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa ikilisi hâkimdir. Gelen<br />

İran elçilerine “cevabımızı Halep’te vereceğiz” diye kapıyı<br />

gösterirler.<br />

Kumkuma başlar. Entrika ayyuka çıkar. Bir yandan Şehzade<br />

Mustafa’ya “Baban-padişah çok yaşlı, yeniçeriler seni seviyor.<br />

Rüstem Paşa ve Hürrem yönetiyor koca imparatorluğu”<br />

derler. Öte yandan, üretilen bu sözler, en güvendiği kişiler vasıtası<br />

ile mektuplarla padişaha ulaştırılır. Eklemeler<br />

yapılır.”şehzade Mustafa padişah tahtına göz dikmiş. Yeniçeriler<br />

onu istiyor. Üstelik İran’la Tahmasb ile de anlaşacakmış,


Mustafa CEYLAN<br />

hattâ İran Şahının kızıyla evlenecekmiş, ardından saraya karşı<br />

isyan edecekmiş…”<br />

Olan olur… Hile ve desise ustası bir ekip, şehzadenin mührünün<br />

benzerini kazıtıp, kopya mühürle İran’a Tahmasb’a<br />

mektuplar yazar. Aynı sözler, şahın kızıyla evlenme talebi, isyan<br />

aynı şekilde yazılan mektuba yansıtılır. Şehzadenin böyle<br />

bir talebi karşısında şüphe dahi etmeyen iran Şahı hemen cevabını<br />

verir.<br />

Elbette gelen cevap da, geciktirilmeden Padişah’a sunulur…<br />

Oğlunun isyan edeceği, iran şahının kızını alacağı vb…<br />

Böylece, üretilen dedikodu belgelenmiş de olur.<br />

26<br />

İşte bu… Evlâdı atadan ayıran düşmanca hile ve taktik.<br />

Şehzade Mustafa babasının yerine tahta oturacağına, Hürrem<br />

Sultan’ın oğullarında birisi oturmalıdır. Sırf bu gaye için, otağı<br />

hümayun kapısının önünde evlâdı boğulup öldürülürken,<br />

cihan sultanı bir babanın içerde habersizmiş gibi durmasının<br />

manzarası resmedilmiştir tarihe…<br />

Şehzade Mustafa, şairdi… Şairlerden meydana gelmiş bir<br />

arkadaş grubu da vardı. Onun bu şekilde acımasızca öldürülüşü,<br />

çok sayıda şair arkadaşını acılara gark etmiş ve çok sayıda<br />

tarih düşürülen acılı şiirler kaleme alınmıştır.<br />

Eylül ayının son Cumasında, ezan vaktinde boğularak öldürülmüştür<br />

şair Şehzademiz…<br />

Sonra ne mi olur?<br />

Şehzadeyi öldürten ekip içindekilere bakalım.<br />

Padişaha ihbar mektuplarını getiren Şemsi Ahmet Paşa, sipahi<br />

ağasıyken Rumeli valisi olur. Padişahın en yakını, musahibi<br />

olur. Rüstem Paşa, azledildikten iki yıl sonra yeniden sadrazamlığa<br />

getirilir. Cinayeti işleyen Azman Mahmut Ağa da<br />

hanedan damadı olur ve sonra Anadolu Beylerbeyliği görevine<br />

atanır.


Öldürülen 101 Şair<br />

Şairler, bu ekibe özellikle Rüstem Paşa’ya iğneleyici sözlerle<br />

hicviyelerini yazmaya devam ederler, Rüstem Paşa’ da<br />

şair düşmanı kesilir.<br />

Şehzadenin katli için bir fetva dahi uydurulur, gerekçe hazırlanır.<br />

Kanuni’nin sütkardeşi Mehmed Çelebi, şehzadeyi öldürtmesi<br />

sebebiyle padişahın yüzüne çok ağır sözler söyler ve son<br />

nefesine kadar padişahla görüşmez.<br />

Demiştir ki;<br />

GAZEL<br />

“Rif’at istersen eğer mhr-i cihân-ârâ gibi<br />

Sür yüzün her gün yere eyle tenezzül mâ gibi<br />

27<br />

Hoş kabâildir değil bâkî bu nakş-i rüzigâr<br />

Fi-l-mesel dünyâ misâl-i âlem-i rü’yâ gibi<br />

Sûzen-i müjgânlarında geçmedi dil-rîştesi<br />

Yolda kaldın ey Mesîhâ Hazret-i İsâ gibi<br />

Pehlivân-ı âlem olmuş kalb-i istiğnâ ile<br />

Top-i çerhi dehr elinde oynadır elma gibi<br />

Katreden kemdir vücudun Muhlisî ammâ aceb<br />

Nazm idüb dürler döker tab’ın senin deryâ gibi.”


Mustafa CEYLAN<br />

SON SÖZ:<br />

BİR ŞEHZADE ÖYKÜSÜ (Gülce-Akrostik)<br />

Konya Ereğli’ sinde son Eylülün son Cuması<br />

Yedi dilsiz cellât havasında bağdaş kurmuş<br />

Zamanın göğsüne otağ-ı hümâyun.<br />

Bir çılgın akrepdir yapışmış zembereğine saatin<br />

Sürgülenmiş kapısı sevginin<br />

Kara bahtı eşiklerde besbelli kapatılmış<br />

Bu sebep yüzünden oy Hatun anam oy !<br />

Karalar giyinsin söyleyin<br />

Bir baştan bir başa<br />

Yer, gök<br />

Büsbütün acun…<br />

28<br />

Kıyar mı, deyin hele kıyar mı<br />

Bir baba evlâdına?<br />

Hele ki bu baba cihanın sultanı<br />

Sultan Süleyman Han ise<br />

Ne derler tarihi yazan yazgaçlar<br />

Ne derler acaba?<br />

Deyin hele, susmayın, deyin!<br />

Genç yaşıma doyamadan<br />

Gidiyorum dünyadan<br />

Ey kara zindan ruhlular!<br />

Varın ölümümü, durmayın varın<br />

Haremlere müjdeleyin!..<br />

Şehzadeler şehri Amasya<br />

Ferhad’ ına yanar biliyorum<br />

Bir de bana yansın bundan sonra<br />

Kınalı Şirinler, üzüm gözlüler<br />

Ağlasınlar siyim siyim<br />

Cumbalarında evlerinin..


Öldürülen 101 Şair<br />

(Ş)ok geçirdi askerler, kışlalar da bin öfke<br />

N(E)rde, nasıl ve neden bu anlaşılmaz ölüm?<br />

Şa(H)ın mektubu varmış, öyle diyorlar<br />

Bir (Z)alimin uydurması, bir hainin oyunu<br />

İn de (A)h, hakikatin güneşi ufkumuza<br />

Doğ ve (D)urma bir an evvel ulaştır ruhumuzu sonsuza<br />

Rabbim (E)lem vermesin gene de kahraman ordumuza!..<br />

(Ş)imdi açsın mor lâleler saray bahçelerinde<br />

V(E) salınsın Sadabat’da, Boğaz’da sandal sandal rüzigâr<br />

Ta(H)sis ettim yüreğimi lepiska saçlı Anadolu kızına<br />

Nur (Z)ulmü devirdiği gün giyecekti gelinlik<br />

Bir y(A)nda yedi tepe İstanbul yedi renge bürünürken<br />

Ötede (D)üşlerimizi saklayacaktı Kız kulesi ah annem!<br />

Rabbim (E)lem vermesin, mavi suların ülkesine, tek ben ölem!..<br />

(Ş)u gelen şehzadenin kardeşiyim ben<br />

V(E)rmeyin haberimi, babam öldürdü diye.<br />

Sa(H)i suçum ne, onu da bilmiyorum<br />

Bir (Z)indan karası vakitteyiz ah kardeşim ah!<br />

Mutl(A)ka gelecek beklenen aydınlık gün<br />

Sakın (D)urmasın, bakmasın ardına kardeşim, yürüsün sabahlara<br />

Kabrim(E) gül getirsin ve su; unutmasın bir ara…<br />

29


Mustafa CEYLAN<br />

30<br />

Konya Ereğli’ sinde son Eylülün son Cuması<br />

Yedi dilsiz cellât havasında bağdaş kurmuş<br />

Zamanın göğsüne otağ-ı hümâyun.<br />

Ölüm, sonsuza giden yola açılan kapı<br />

O kapıda son bulmakta bilirim<br />

Hayat denen bu oyun,<br />

Ey dipsiz tarih, ey tuğlar, tuğralar, surlar<br />

Ben çekip giderken bu genç yaşta;<br />

Çözülecek mi sandınız<br />

Çözülecek mi atılan düğüm, bilinecek mi sırlar?<br />

Hazır edin gözyaşlarınızı<br />

Veya yeniden kurun bir saray düğünü<br />

Hem ağlayın, hem gülün<br />

Ağlayın bahtsızlığıma, gülün zamaneye<br />

Ve destanımı okuyun.<br />

Yaklaşın şöyle, usulca gelin yanıma,<br />

Kimsenin bilmediği bir şehzade öyküsünü<br />

Benden duyun…<br />

Mustafa CEYLAN


Öldürülen 101 Şair<br />

(4): SARI MEMİ(Hıfzî)<br />

İstanbul’da mülâzımken, zamanının siyasî sebepleri yüzünden,<br />

gece uykuda iken boğularak öldürülmüş ve hırsızlık<br />

süsü verilmek istenmiş bir şairimizdir. Güya, hırsızlar tarafından<br />

öldürülmüş olduğuna inanılsın diye, evinde ve üstünde ne<br />

varsa çalınmıştır. Kanunî dönemi şairlerimizdendir.<br />

“Nergis ü ruhsâra nakd-i kalbi yandurdum yine<br />

Sînede mihrün çerâğını uyandurdum yine.<br />

Ben ki ateş-bâz-ı aşkum dûd-ı ahum oklarını<br />

Asümâniler gibi göğe boyandurdum yine.”<br />

31<br />

Asıl adı Mehmed. Sarı Memi adıyla tanınmıştır. Şiirlerinde<br />

Hıfzî mahlasını kullanmıştır. Edirne doğumludur. Öğrenimini<br />

müteakip Vardar Yenicesi’nde müderrislik yapmıştır. Kabri İstanbul<br />

Galata’dadır.<br />

Bend-i zülfün olmasun boynunda bâğı kimsenin<br />

La’l-i haddin yakmasun bağrında dâğı kimsenin<br />

Nâr-ı firkat yerim ot itdi behişt-â ârâ iken<br />

Yâ ilâhi olmasun dûzah durağı kimsenin<br />

Ten şu haddile zâîf ü nâle şu denlü nahîf<br />

Ne görür gözü ne işidür kulağı kimsenin<br />

Sâğar-i mey bana geldikde düşüb oldu şikest<br />

Devr elinden sınmasun hergiz ayağı kimsenin


Mustafa CEYLAN<br />

Hıfziyâ sînem ocağı dutdı âteş sû-be-sû<br />

Aşk ile böyle dutuşmasun ocağı kimsenin.”<br />

Kaynaklar, kendisi son derece zarif, şiirleri lâtif, hoş tabiatlı,<br />

gönül ehli bir şair olarak bahsederler. Belagat sanatında<br />

mükemmel olduğu ifade edilir.<br />

Bir Gazel’inde der ki:<br />

“Ey güneş evc-i felek olmazdı yirin senin<br />

Olmasa ol mihr da’vâsında tezvîrin senin<br />

32<br />

Câmi-i hüsnünde zahir oldu çok ruşen-dil<br />

Kâşif-i esrâr-ı Hak oldu meğer yirin senin<br />

Kâbza-i yâyın kodu kavs-i kuzahda şekl-i mâh<br />

Asdı arş üzre duâ-yı seyf-i şimşîrin senin<br />

Nice tîr endâzler sînemde dikdiler nişân<br />

Âkıbet başım ucuna taş diker tîrin senin<br />

Yoğ iken deyyâr olmadın dahi dâr ü diyâr<br />

Deyr-i dilde ey sanem var idi tasvîrin senin<br />

Var tabîbâ sende yokdur hasta gönlüme ilâç<br />

Ey ecel irsün meded var ise tedbîrin senin<br />

Hıfziyâ sûz-i dilinden nâmeler yanar oda<br />

Hâmeler ağzından odlar saçmasa tîrin senin”


Öldürülen 101 Şair<br />

SON SÖZ:<br />

ŞİİR VE SİYASET<br />

Girdiğinde güneş sohbet burcuna<br />

Usuldan ay şafağı bastığında gökyüzünü<br />

Üç ihtilâl, bir isyân yapmak için<br />

İneriz ya sahile<br />

Bizimkilerle;<br />

Buyurun siz de geliniz,<br />

Vaktidir her şeyi düzlemenin,<br />

Çekinmeyin,<br />

Masamızda hazırdır yeriniz.<br />

33<br />

En çok uykudayken biz<br />

Seferberlik ilânı yapılır hırsızlara<br />

Uyandığımızda sabaha<br />

Azalmıştır Pazar filemin içi<br />

Zayıflamıştır yorgun cüzdanım<br />

Ve sofrayı kurarken hanım<br />

Söyleniyordur gelen güne…<br />

Şiir olmasa ne yapardım?<br />

Nasıl yaşardım bilemiyorum.<br />

Okusam yazdıklarımı<br />

Parlamenter olur muyum acaba?<br />

Mustafa CEYLAN


Mustafa CEYLAN<br />

(5): FÂRİSÎ(Osman II-Genç Osman)<br />

“II. Osman ya da Genç Osman, (Divan Edebiyatı’ndaki<br />

adıyla Farisi) (d. 3 Kasım 1604, İstanbul - ö. 20 Mayıs 1622,<br />

İstanbul), 16. Osmanlı padişahı ve 95. İslam halifesidir.<br />

34<br />

Babası I. Ahmed, annesi Mahfiruz Haseki Sultandır. Mahfiruz<br />

Haseki Sultan Rum’dur. Sultan Genç Osman 14 yaşında<br />

iken, amcası Sultan I. Mustafa’nın tahttan indirilmesi üzerine<br />

Osmanlı tahtına oturdu. Annesi onun yetişmesi için çok titiz<br />

davrandı. Sultan Genç Osman iyi bir terbiye ve tahsil gördü.<br />

Arapça, Farsça, Latince, Yunanca ve İtalyanca gibi doğu ve<br />

batı dillerini klasiklerinden tercüme yapabilecek kadar güzel<br />

öğrendi. Genç Osman; zeki, enerjik, atılgan, cesur ve gözüpek<br />

bir padişahtı.<br />

Sultan Genç Osman, Fatih Sultan Mehmed devrine kadar<br />

yapıldığı gibi saray dışından, Şeyhülislam Es’ad Efendinin ve<br />

Pertev Paşa’nın kızları ile evlendi. Yavuz Sultan Selim devrinden<br />

itibaren padişah saray dışından evlenmediği için bu davranış<br />

önemli bir değişiklik oldu. Kendisine planlarını uygulayacak<br />

bir sadrazam bulamadı.<br />

Tarihte eşine az rastlanır bir şekilde tahtan indirilerek, Yedikule<br />

zindanlarında boğularak öldürülen Sultan Genç Osman,<br />

babası Sultan Birinci Ahmed’in Sultanahmet Camii’nin<br />

yanındaki türbesine defnedildi. Tahta çıkar çıkmaz devlet<br />

erkânı içindeki üst düzey yetkilileri değiştiren, müderris ve<br />

kadıların atanma yetkilerini şeyhülislamdan alan Sultan Genç<br />

Osman çok yenilikçi bir padişahtı.


Öldürülen 101 Şair<br />

İRAN İLİŞKİLERİ<br />

Sultan Genç Osman tahta çıktığı sırada Sadrazam Halil<br />

Paşa, İran seferindeydi. Osmanlı ordusu Pul-i Şikeste’de yenilmesine<br />

rağmen, İranlılar, mukaddes saydıkları Erdebil şehrinin<br />

Osmanlılar’ın eline geçme ihtimali üzerine barış istediler.<br />

Serav sahrasında, daha önce iki devlet arasında imzalanan<br />

Nasuh Paşa Antlaşması baz alınarak imzalanan Seray<br />

Antlaşması’yla barış tekrar sağlandı. (26 Eylül 1618).<br />

İTALYA VE AKDENİZ SEFERİ<br />

Halil Paşa komutasındaki Osmanlı donanması 1620 yazında<br />

Akdeniz seferine çıktı. İstanbul’dan ayrıldıktan sonra<br />

Navarin’e gelen donanma, buradan da kuzeye, Adriyatik’e<br />

doğru yöneldi. Dıraç’da iki İtalyan gemisini ele geçirdikten<br />

sonra İtalya’ya asker çıkardı ve İspanyollara ait olan liman<br />

şehri Manfredonia’yı işgal etti.<br />

35<br />

LEHİSTAN SEFERİ<br />

Osmanlı Devleti ile Lehistan arasında bir dostluk mevcuttu.<br />

Dinyester ırmağı iki ülke arasında sınır oluşturuyordu. Osmanlı-Avusturya<br />

savaşlarında Lehistan ilişkileri gerginleştiyse<br />

de barış bozulmamıştı. Fakat askeri birliklerin geçimini<br />

Lehistan’a yaptığı akınlarla sağlayan Kırım Hanı, barışa aykırı<br />

hareket ediyordu. Bunun yanı sıra Lehliler Boğdan işlerine<br />

müdahaleden geri kalmadıkları gibi, Boğdan’a ait Hotin kalesini<br />

işgal etmişlerdi (1617). Ayrıca Eflak ve Erdel’in içişlerine<br />

müdahale etmeye devam ediyorlardı. Bu olaylar üzerine Sultan<br />

Genç Osman, kendisine yapılan muhalefetlere rağmen Lehistan<br />

seferine karar verdi. Bu arada Özi Beylerbeyi İskender<br />

Paşa komutasındaki birlikler, Purut kıyısında bulunan Yaş’ta,


Mustafa CEYLAN<br />

Lehlileri bozguna uğratmıştı (20 Eylül 1620).<br />

36<br />

Sultan Genç Osman, 1621 yılının Nisan ayında Lehistan<br />

Seferine çıktı. Lehler yeni ve daha büyük bir ordu meydana<br />

getirme çabasındaydılar. Avusturya’dan yardım alarak ordularını<br />

takviye ettiler. Osmanlı Ordusu 2 Eylül 1620’de Hotin<br />

önlerine geldi. Kale kuşatıldı ve Hotin kalesi önlerinde yapılan<br />

meydan savaşında, düşman siperlerinin ele geçirilememesi,<br />

askerlerin şevk ve heyecanını oldukça yıprattı. Yeniçerilerin<br />

de kendilerini tam olarak savaşa vermemeleri, bu savaşın<br />

kesin bir netice ile sonuçlanmamasına yol açtı. Lehistan elçilerinin<br />

savaşa kendilerinin neden olduklarını bildirmesi üzerine<br />

Hotin Antlaşması yapılarak sefere son verildi (29 Eylül<br />

1621). Antlaşmaya göre Lehler ve Osmanlılar birbirlerinin<br />

topraklarına saldırmayacak Lehistan eskiden olduğu gibi Kırım<br />

Hanına 40.000 düka altın verecekti.<br />

YENİLİK HAREKETLERİ<br />

Sultan Genç Osman, Lehistan seferindeki başarısızlığının<br />

sebebi olarak askerin gayretsizliğini görüyordu. Askeri alanda<br />

bazı yenilikler yapma fikri böylece gelişti. İşe Kapıkulu Ocakları<br />

ile başladı. Yaptırdığı sayımda, asker sayısının maaş defterindeki<br />

kişi sayısından az olduğunu anlayınca fazladan para<br />

vermeyi kesti. Bu durum da, daha önce fazladan gelen paraları<br />

kendi ceplerine atan zabitlerin, Sultan Genç Osman’a düşman<br />

olmalarına yol açtı.<br />

Sultan Genç Osman; her şeyin farkındaydı, ancak tecrübesiz<br />

olması yüzünden istediği yenilikleri yapamıyordu. Anadolu,<br />

Mısır ve Suriye askerlerinden oluşacak yeni bir ordu kurmak<br />

istiyordu. Aynı zamanda saray, harem ve ilmiye<br />

teşkilatlarını yeniden kurmak, yeni kanunlar çıkarmak gibi<br />

yenilikçi düşünceleri de vardı. Kapıkulu Ocakları bu durumdan<br />

rahatsızdı ve bunu belli etmekten kaçınmıyorlardı. Şeyhü-


Öldürülen 101 Şair<br />

lislam Es’ad Efendi’nin başında bulunduğu ilmiye sınıfı ise<br />

fikir belirtmiyordu.<br />

Sultan Genç Osman’ın Halep, Erzurum, Şam ve Mısır beylerbeylerine<br />

asker yazdırmak için gizli bir irade gönderdiğinin<br />

sarayda adamları olan yeniçeriler tarafından öğrenilmesi, bardağı<br />

taşıran son damla oldu. Sultan Genç Osman asker toplamak<br />

için Anadolu’ya bizzat kendisi gitmek istiyordu. Bu arada<br />

İstanbul’a, Dürzî lider Maanoğlu Fahreddin’in Lübnan’da<br />

bir isyan çıkardığı haberi geldi. Sultan Genç Osman bunu bir<br />

fırsat bilerek, isyanı bastırmak için Anadolu’ya gideceğini<br />

söyledi. Ancak Sadrazam Dilaver Paşa ve Şeyhülislam Es’ad<br />

Efendi, koskoca padişahın küçük bir isyan için Anadolu’ya<br />

gitmesine gerek olmadığını söyleyerek, Sultan Genç Osman’ın<br />

Anadolu’ya geçmesini engellemeye çalıştılar. Başka bir çaresi<br />

kalmayan Sultan Genç Osman, hacca gideceğini ilan etti.<br />

Daha önce hiçbir padişah hacca gitmemişti. Sadrazam Dilaver<br />

Paşa ve Şeyhülislam Es’ad Efendi çok uğraştılarsa da Sultan<br />

Genç Osman fikrinde kararlıydı. Padişahın geçeceği güzergâh<br />

üzerindeki vilayetlerin beylerbeyleri haberdar edildi ve hazırlık<br />

yapmaları istendi. Sultan Genç Osman’ın yanında 500 yeniçeri<br />

ve sipahi olacak, geri kalan asker İstanbul’un korunması<br />

için İstanbul’da kalacaktı. Sadrazam, defterdar, nişancı,<br />

rikab ümerası, gedikliler, 40 müteferrika ve 40 divan kâtibi<br />

hac kafilesinde yer alıyordu.<br />

37<br />

ÖLDÜRÜLMESİ<br />

Padişah otağının Üsküdar’a kurulacağı günden bir gün<br />

önce Yeniçeriler Süleymaniye’de toplandılar. Ayaklanan yeniçeriler<br />

saraya girip bazı devlet adamlarını öldürdüler. Yeniçeri<br />

ve sipahileri ikna etmek isteyen Sultan Genç Osman, yeniçeri<br />

ağalarını merhamete getirmeye çalıştı. Ancak bunda başarılı<br />

olamadı. Yerine amcası Sultan Birinci Mustafa ikinci kez tah-


Mustafa CEYLAN<br />

ta çıkarıldı. İsyancılar o an için Sultan Genç Osman’ı öldürülmesini<br />

düşünmüyorlardı. Ancak Sultan Genç Osman’ın ne<br />

kadar dirayetli bir padişah olduğunu bilen isyanın elebaşları,<br />

padişahın Yedikule zindanlarına götürülüp orada öldürülmesini<br />

istediler. Sultan Genç Osman sekiz tane cellata kahramanca<br />

karşı koymasına rağmen katledilmiştir. (20 Mayıs 1622 Cuma<br />

günü)<br />

38<br />

O gün ikindiden sonra, Sultan Osman’ı bir Pazar arabasına<br />

bindirerek Yedikuleye götürdüler. O gece yatsı vakti, sadrazam,<br />

kethüdası ve cebecibaşı Sultan Osman’ı öldürmek istediler.<br />

Sultan Osman’ı boğmak için kemend attılar. Sultan Osman<br />

bu canilerle uğraşmakta iken Davutpaşa’nın kethüdası<br />

bulunan ve Kilindir Uğrusu adıyla anılan uğursuzun saldırısına<br />

uğrar. Sultan Osman’ın husyelerini tutarak bayıltıncaya kadar<br />

sıkar, sonra kement atarak boğarlar. Bir padişahı öldürmek<br />

için, onun erkeklik organına yapışacak kadar alçalan bu caniler,<br />

işledikleri cinayeti ispatlamak için Sultan Osman’ın bir<br />

kulağını keserek Sultan Mustafa’ nın annesine götürler. Sultan<br />

Genç Osman’ın naaşı, ertesi gün Sultanahmet Camii’nde kılınan<br />

cenaze namazında sonra Sultan Ahmed Camii’nde babasının<br />

türbesine defnedildi. Sultan Genç Osman’ın öldürülmesi<br />

Anadolu’da bazı isyanların çıkmasına sebep oldu. Osmanlı<br />

halkı padişahın öldürülmesini hiçbir zaman hazmedemedi.<br />

Sultan Genç Osman, gençliğinin en güzel günlerinde tahta<br />

çıkmış ve hep milletinin iyiliği için çalışmış, azim ve irade<br />

sahibi bir padişahtı. Ancak gençliği ve tecrübesizliği kendisine<br />

bu hazin sonu hazırladı.<br />

Genç Osman, gerçekten de adı gibi gençti. 26 Şubat 1618<br />

günü, 14 yaşında iken tahta çıkmıştır. Zamanını ve zeminini<br />

iyi kollayamadan ıslahat hareketlerine başladığından canından<br />

olmuştur. Yeniçeriler ve sipahilerin başlarına buyruk hareketlerini<br />

önlemek için onlara karşı çıkmıştır. Kendi ırkından,


Öldürülen 101 Şair<br />

Şeyhülislâm Esad Efendi’nin kızıyla evlenmek istemiştir, hacca<br />

gitmek istemiştir.<br />

Genç Osman, Fârisî mahlasıyla şiirler yazan bir şairimizdi.<br />

Şiirlerinin yer aldığı Divan Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesindedir.”<br />

(Kaynak: http://tr.wikipedia.org)<br />

GAZELLERİNDEN İKİ ÖRNEK<br />

“Nedir bu hatt-ı muanber<br />

Gören der:”Allahü ekber”<br />

Gönlümü aldı bir dilber<br />

Ruhlarıdır verd-i ahmer.<br />

39<br />

Eyleme bana çok cefâ<br />

Eyle figânımdan hazer.<br />

Cemâlin mâh-ı enverdir<br />

Leblerinse şehd ü şeker.<br />

Kimseye etmezsin vefa<br />

Fârisi’ye it bir nazar.”


Mustafa CEYLAN<br />

Ol civânı sevmek ile buldum âlemde şeref<br />

Cân ü başı iderem yolunda bî-minnet telef<br />

Âşık-ı bîçâreye ta’n edici çokdur aceb<br />

Şimdi bana görünen ta’n ü belâdır her taraf<br />

Böyle bir mahbûb-i zibâ yâri kim sevmez bugün<br />

Dişleri dürr-i yetîm ağzı ana olmuş sedef<br />

Bir kadem bassan ne var gam-hâneme ey serv-kad<br />

Ol rakîb-i dîv duymaz sevdiğim sen lâ tehaf<br />

40<br />

Fârisî mâildir ol mecliste kim ola serâ<br />

Sâkisi yârim ola hem çalına nây ile def.


Öldürülen 101 Şair<br />

(6): III. SELİM (İLHÂMÎ)<br />

24 Aralık 1761 günü İstanbul’da doğdu. Babası Sultan III.<br />

Mustafa, annesi Mihrişah Sultan’dır. Enderun’un musiki üstadı<br />

Kırîmî Ahmed efendi’den müzik dersleri aldı ve ney çalmaya<br />

başladı. Ortaköylü İshak’tan da tanbur dersleri aldı. Müziğin<br />

yanı sıra edebiyat, sanat ve tarih dersleri de alarak<br />

kendisini yetiştirdi. Osmanlı’ nın Rusya ve Avusturya ile savaşta<br />

olduğu bir dönemde tahta çıktı.<br />

Alemdar Mustafa Paşa, Babıâliyi basarak, kendisini sevmeyen<br />

sadrazamdan mührü alır. Maksadı III. Selim’i tekrar<br />

tahta çıkarmaktır. Şeyhulislâm’a, bilgin ve devlet adamlarının<br />

ve Anadolu ricâlinin Sultan selim’i istediklerini söyler. Bu durumu<br />

Sultan Mustafa kabullenmez, III. Selim’in ve şehzade<br />

Mahmud’un öldürülmelerini emreder.<br />

41<br />

Gürcü kölesi Abdülfettah, Sırp kölesi Ebe Salim, hazine<br />

vekili Nezir, Başmirahor Kör Mehmed, Bağdatlı Hacı Ali,<br />

Bostancı deli Mustafa peşlerine taktıkları 20 haydutla birlikte<br />

Selim’in bulunduğu yeri basarlar. Selim, elinde bulunan ney<br />

ile kensini savunmaya çalışır. Aldığı darbeler sonucunda 28<br />

Temmuz 1808 günü öldürülür. Kanlı cesedi bir yana, elinde<br />

tuttuğu ney bir yana düşer.


Mustafa CEYLAN<br />

Demiştir ki:<br />

“Ben belâ-yı aşk-ı yâri sevmeyince bilmedim<br />

Dilberin cevr ü cefâsın çekmeyince bilmedim.<br />

Söz işitmek pek mukarrib dosttan müşkil imiş<br />

Ben de ol mehden anı işitmeyince bilmedim.<br />

Azm-i seyr-i sünbülistân-ı safâ eylerdi dil<br />

Gam nedir devr-i felek zulmetmeyince bilmedim.<br />

Rûz u şeb gerçi şitâb ile gelüb geçmektedür<br />

Hâl-i gurbet nidüğün kesbetmeyince bilmedim.<br />

42<br />

İbret al her berg-i nahli sebze irmekde hazân<br />

Der ki İlhâmî cefâsın çekmeyince bilmedim.”<br />

Gene demiştir ki:<br />

“Hevâ-yı aşkı ta’lîm eyleyüb mürğ-i çemenden sor<br />

Vefâsızlık rüsûmun tâze gülden yâsemenden sor.<br />

Ne hâcet gayriden tahsîle fenn-i aşkı ey âşık<br />

O ilmin hâce-i üstâdıyım gel anı benden sor.<br />

Benim külhan gibi nâr-ı gam ile yandığım her şeb<br />

Eğer öğrenmek istersen dil-i sâhib-mihenden sor.<br />

Murâdın zülf-i hoş-bûye nizâm ise eğer ömrüm<br />

O hâli sünbül-i şûride-i bâğ-i Hoten’den sor.


Lehîb-i şem-i aşka yanmanın keyfiyet-i hâlin<br />

Gice bin cân ile suzân olan pervânelerden sor<br />

Öldürülen 101 Şair<br />

Düşersen derd-i aşkına eğer bir âfet-i cânın<br />

İlâcın var anın İlhâmi-i sâhib-suhândan sor.<br />

Tanbur çalmış, ney üflemiş, zaman zaman Galata<br />

Mevlevihânesinde âyinleri izlemiş ve arada bir de mevlevihanenin<br />

şeyhi büyük şair Şeyh Galib ile görüşmüştür. Büyük bir<br />

musikişinas ve bestekârımız olan III. Selim, “Sûz-i dilâra”<br />

makamının da mucididir. Bestelerinin büyük bir bölümü günümüzde<br />

dahi söylenmektedir. Küçük yaşlarda şiir yazmaya<br />

başlamış olup, İstanbul kütüphanelerinde Divanı’ndan çeşitli<br />

nüshalar vardır.<br />

“III. Selim babası ve amcasının eğitimine verdiği önemden<br />

dolayı bilgili ve kültürlü bir şehzade olarak yetişti. Bir yandan<br />

doğu kültürüne ilgisini devam ettirirken batı kültürüne de ilgi<br />

duyuyordu. İlk defa 1797 yılında III. Selim zamanında<br />

İstanbul’a Avrupa’dan gelen bir grup opera gösterisi sergiledi.<br />

Fransız mimar ve ressam Antoine Ignace Melling İstanbul’da<br />

birçok yapılar inşa etti.<br />

[ İstanbul’un çeşitli manzaralarını gösteren gravürler çizdi.<br />

III. Selim’in kızkardeşi Hatice Sultan’ın Melling tarafından<br />

Ortaköy semtinde inşa edilen sarayı İstanbul halkı ve Avrupalılar<br />

arasında çok ün kazandı. Bir yandan da eleştirilere neden<br />

oldu. III. Selim sık sık kızkardeşinin sarayına uğramaktan büyük<br />

zevk alırdı.<br />

III. Selim şiir ve müziğe çok meraklıydı. İlhami mahlasıyla<br />

birçok şiirler yazdı ve çok sayıda şarkı besteledi. Klasik Türk<br />

Müziğindeki suzidilara, şevkefza, şevk-u tarab, Arazbarbûselik<br />

ve nevakürdi makamları III. Selim’in buluşlarıdır. Dini müzik<br />

olarak ayin, durak, nat, ilahi formunda, din dışı müzik olarak<br />

43


Mustafa CEYLAN<br />

Kâr, beste, semai, şarkı, köçekçe, peşrev, saz semaisi formunda<br />

64 civarında eser bestelemiştir “<br />

44<br />

III. Selim, 24 Aralık 1761 tarihinde babası III. Mustafa’nın<br />

saltanatı döneminde dünyaya geldi. Babası 1774 yılında öldüğünde<br />

sadece 13 yaşında olduğu için amcası I. Abdülhamit<br />

tahta çıktı. I. Abdülhamit şehzade Selim’e kendisinden önceki<br />

padişahların tersine, oldukça iyi davrandı. Kafes (oda hapsi)<br />

hayatı yaşamasına rağmen Selim’in iyi bir eğitim almasına<br />

izin verdi. Şehzade Selim müzik ve edebiyatla ilgilendi.<br />

Fransa’nın Fransız Devrimi öncesindeki son kralı olan XVI.<br />

Louis’le mektuplaştı. Daha tahta çıkmadan Osmanlı<br />

Devleti’nde köklü bir yapısal değişikliğe gerek olduğu inancına<br />

vardı. I. Abdülhamit 7 Nisan 1789 yılında ölünce, III. Selim<br />

Avrupa’yı temelinden sarsacak olan Fransız Devriminin<br />

eşiğinde tahta çıktı.<br />

III. Selim tahta çıktığında Osmanlı Devleti hem Avusturya<br />

hem de Rusya’yla savaş halindeydi. Başarısızlıkla sonuçlanan<br />

bu savaşlar 1792 yılında Avusturya’yla yapılan Ziştovi Antlaşması<br />

ve 1792 yılında Rusya’yla yapılan Yaş Antlaşmasıyla<br />

son buldu. Böylece III. Selim Osmanlı ordusunda çoktandır<br />

yapmak istediği yenilikleri yapma fırsatı buldu. 1793 yılında<br />

Nizam-ı Cedid ordusunu kurdu. Bu sırada Napolyon<br />

Bonapart’ın komutası altındaki Fransız orduları bütün<br />

Avrupa’ya üstünlüğünü kabul ettirmiş, Osmanlı Devleti’ne ait<br />

olan Mısır’a saldırmıştı (1798). Osmanlı ordusu Mısır’ı başarıyla<br />

savundu. 1801 yılında yapılan El-Ariş Antlaşmasıyla<br />

Fransa Mısır’daki emellerinden vazgeçti.<br />

1807 yılında Nizam-ı Cedid ordusunun kaldırılmasını isteyen<br />

yeniçeriler Kabakçı Mustafa’nın önderliği altında ayaklandılar.<br />

III. Selim Nizam-ı Cedid ordusunu dağıtmak ve 29<br />

Mayıs 1807 tarihinde de tahttan çekilmek zorunda kaldı. III.<br />

Selim’in yerine geçen amcaoğlu IV. Mustafa III. Selim’i tekrar<br />

kafese geri gönderdi. 28 Temmuz 1808 tarihinde III.


Öldürülen 101 Şair<br />

Selim’i tekrar tahta çıkarmak amacıyla Rusçuk ayanı Alemdar<br />

Mustafa Paşa saraya yaklaşırken III. Selim padişah IV.<br />

Mustafa’nın emriyle boğduruldu. III. Selim’le onu idam etmeye<br />

gelen yeniçeriler arasında büyük bir boğuşma geçtiği bilinmektedir.<br />

III. Selim’in cenazesi Laleli Camii’nin avlusunda<br />

babası III. Mustafa Türbesine defnedildi.<br />

“III. Selim Avusturya ve Rusya’yla Ziştovi ve Yaş Antlaşmalarıyla<br />

barışı sağladıktan sonra çok uzun zamandır planladığı<br />

yenilik hareketlerini 1793 yılında Nizam-ı Cedit ordusunu<br />

kurarak başlattı. Yeni ordu Levent çiftliğinde talimlere<br />

başladı. Fransa ve Prusya’dan getirilen uzman ve danışmanlar<br />

bu yeni ordunun kurulmasında yardımcı oldular. Nizam-ı Cedit<br />

ordusu Mısır’ın savunmasında başarılı oldu. Ancak 1806-<br />

1812 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Ruslara karşı fazla bir başarı<br />

gösteremedi.<br />

Bu arada yeniçeriler arasında Nizam-ı Cedit’e karşı olan<br />

rahatsızlık git gide büyümekteydi. 1807 yılında yeniçeriler<br />

Nizam-ı Cedit ordusunun kaldırılması talebiyle Kabakçı<br />

Mustafa’nın liderliği altında ayaklandılar. III. Selim Nizam-ı<br />

Cedit ordusunu dağıtmak ve 29 Mayıs 1807 tarihinde de kendisi<br />

tahttan çekilmek zorunda kaldı. III. Selim’in yerine tahta<br />

geçen IV. Mustafa’nın döneminde Osmanlı başkentinde büyük<br />

bir kargaşa yaşandı. Yeniçeriler şehirde bir terör ortamı<br />

yarattılar. Eski Nizam-ı Cedid askerlerini kapı kapı dolaşarak<br />

bulup öldürdüler. Padişahın hiçbir otoritesi kalmadı. Eski<br />

Nizam-ı Cedid taraftarlarından Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa<br />

Paşa bu kargaşaya son vermek ve III. Selim’i tekrar tahta<br />

geçirmek amacıyla bir ordu oluşturarak İstanbul’a yürüdü.<br />

Alemdar Mustafa Paşa saray kapısında ordularıyla bekleyerek<br />

IV. Mustafa’yı tahttan inmeye zorlamaktayken IV. Mustafa<br />

kendisi yerine tahta çıkarılabilecek iki Osmanlı hanedanı üyesini<br />

boğdurtmaya karar verdi. Böylece hanedanın tek üyesi<br />

olarak kaldığı için kendisinin tahtta bırakılacağını hesaplamış-<br />

45


Mustafa CEYLAN<br />

46<br />

tı. III. Selim kendisini boğmak için saraydaki odasına gelen<br />

cellâtlarla büyük bir mücadele verdi. Ama sonunda can verdi.<br />

IV. Mustafa’nın adamları padişahın kardeşi şehzade Mahmut’u<br />

da öldürmek istediler ancak Mahmut saklanarak ölümden kurtuldu.<br />

Bu sırada sabrı taşan Alemdar Mustafa Paşa askerleriyle<br />

saraya girdiğinde III. Selim’in naaşıyla karşılaştı. Bu esnada<br />

şehzade Mahmut can güvenliğinin sağlandığını görünce<br />

ortaya çıktı ve IV. Mustafa’nın yerine tahta çıkarıldı. Böylece<br />

III. Selim yapmak istediği yeniliklerin uğruna yaşamını kaybetmiş<br />

oldu. Ancak yerine geçen II. Mahmut III. Selim kadar<br />

yenilik yanlısı olmakla beraber siyasi bakımdan çok daha kurnaz<br />

davrandı. III. Selim’in yapmak istediği yenilikleri yapmakla<br />

kalmadı, III. Selim’in canına mal olan yeniçerileri de<br />

ortadan kaldırmayı başardı” (Kaynak:tr.wikipedia.org/wiki/<br />

III._Selim)


Öldürülen 101 Şair<br />

(7): HÂLET EFENDİ<br />

Asıl adı Mehmed Said, Kırımlı Kadı Hüseyin’in oğlu, Şeyh<br />

Galib izinde mevleviliğie bağlı XIX. Yüzyıl şairlerimizden.<br />

1822’de Bursa’ya, oradan da Konya’ya sürgün edilmiştir.<br />

Konya’da iken Mehmet Arif Ağa, kılıç kaytanı ile şairimizi<br />

boğarak öldürmüştür.<br />

Demiştir ki:<br />

“O tatlı lebleri alsa hayâle dîdelerim<br />

Kumâş-ı ekşimi şerbetler âle dîdelerim.<br />

Şarâb-ı aşkına meyhâne olalı gönlüm<br />

Dolar dolar boşalur çün piyâle dîdelerim.<br />

47<br />

O nev-nihâli arar Gülşen-i temâşâda<br />

Konar hevesle o dala bu dala dîdelerim.<br />

Nigâh-ı hışmile hûn itdi gamzeler bağrım<br />

İder o da’vayı bak bi’l-vekâle dîdelerim.<br />

O kâmetin göremez bir nzîrini Hâlet<br />

İrişse dahi mâh-ı visâle dîdelerim.”<br />

1802’de Paris Büyükelçiliğine atanır. Strazburg’a vardığında<br />

askerî bir heyet tarafından top atışı ile karşılanır. Bir<br />

hafta sonra Paris’e geldiğinde Strazburg’da gösterilen ilgiyi<br />

göremez, onu kimse karşılamaz. Paris’de bulunduğu sırada


Mustafa CEYLAN<br />

parasızlıktan şikâyet eder olmuştur. Ve beraberinde götürdüğü<br />

şalları satar. Bu arada Rusya Elçisi’nden ve Napolyon’dan<br />

borç alır. Paris’ten 1806’da döner dönmez Divan-ı Hümayun<br />

Beylikçisi olur. Ardından Beylikçilikten reisliğe terfi eder.<br />

Fransız Elçisi, Halet Efendi’nin İngilizlerle haberleştiğini saraya<br />

jurnalleyince Kütahya’ya sürgün edilir. Bir yıl sonra affedilir<br />

ve İstanbul’a döner. Dönüşünde Rikab-ı Hümayun Kethüdalığı<br />

görevine atanır. 1813-14’ de Kethudalıktan ayrılır, bir<br />

yıl sonra Nişancı olur. Galata Mevlevihânesine bir sebil ve bir<br />

kütüphane yaptırmıştır.<br />

Demiştir ki:<br />

48<br />

“Bulunmaz bir gühersin hiç bahâ vü kıymetin yokdur<br />

Ve lîkin teşnelerde sîr-âb ü vuslatın yokdur.<br />

Perîsin bî-bedelsin tarz u tavrın hep müsellemdir<br />

Ne çare bî-vefâsın âh insâniyyetin yokdur.<br />

Sen ey tîğ-i tegâfül gamzeden gaddârı kâfirsin<br />

Niçün pek zulm ü bî-dâd ile bilmem şöhretin yokdur.<br />

Terahhum mihribânlık şöyle dursun sevdiğim cânım<br />

Budur zannım hafîce bir nigâha niyetin yokdur.<br />

Tabîb-i cân ü dilsin mihribânsın netleyim amma<br />

Mürüvetsiz dil-i bîmâra asla şefkatin yokdur.<br />

Niçün terk eyleyüp zâr ü perîşân eyledin böyle<br />

Senin Hâlet’le ey bîgâne-hû az ülfetin yokdur. “


(8): AHİZÂDE HÜSEYİN(HÜDÂYÎ)<br />

“İLÂHİ<br />

Cümle eşya uykusundan uyandı,<br />

Uyan, hey gözlerim, gafletten uyan!<br />

Zikr ü tesbihünü kana boyandı…<br />

Uyan, hey gözlerim, gafletten uyan!<br />

Uyan uykusu çok gözlerim, uyan!<br />

Öldürülen 101 Şair<br />

Seller cuş eyleyüp bulanıp çağlar<br />

Cennet misâl olmuş bahçeler bağlar<br />

Seherde bülbüller ah edip ağlar…<br />

Uyan, hey gözlerim, gafletten uyan!<br />

Uyan uykusu çok gözlerim, uyan!<br />

Dosttan gel olduğun haber almışlar,<br />

Şükûfe meclis-i bezme gelmişler,<br />

Güller ele zerrin kadeh almışlar…<br />

Uyan, hey gözlerim, gafletten uyan!<br />

Uyan uykusu çok gözlerim, uyan!<br />

49<br />

Nedir bu şöhret ü nedir bu izzet?<br />

Nedir bu işret ü nedir bu lezzet?<br />

Aç gözünü, kopısardır kıyâmet…<br />

Uyan, hey gözlerim, gafletten uyan!<br />

Uyan uykusu çok gözlerim, uyan!<br />

Hüdâyi! Bilirsin fânî cihânı,<br />

Bâd üzre imiş eşk’âşiyânı,<br />

Erişir her bahârın bir hazânı…<br />

Uyan, hey gözlerim, gafletten uyan!<br />

Uyan uykusu çok gözlerim, uyan!”


Mustafa CEYLAN<br />

Öldürülen üç Osmanl’ı şeyhülislâmından biri (İstanbul<br />

1572-1634). XVII. Yüzyıl şairlerimizden. Fitnenin, fesadın ve<br />

hasedin kurbanı olmuş, padişah fermanıyla boğularak öldürülmüş<br />

bir şairimizdir.<br />

Selim II devri bilginlerinden Ahizade Mehmed bin Nureddin<br />

Efendinin oğlu. Şeyhülislâm Hoca Sadeddin Efendiden<br />

ders gördü. Papazoğlu, Osman Pasa, Ali Paşa, Ismihan Sultan,<br />

lskenderzade, Şehzade gibi önemli medreselerde görev aldı.<br />

Ocak 1605’te Bursa kadılığına gönderildi. Hızla terfi ettirilerek,<br />

buradan İstanbul kadılığına getirildi (1606). Sonra Anadolu<br />

kazaskeri, üç defa İstanbul kadısı, Rumeli kazaskeri tayin<br />

edildi (1623).<br />

50<br />

Nihayet, Hafız Ahmed Paganın katline sebep olan yeniçeri<br />

isyânı sonunda, Yahya Efendinin yerine şeyhülislâmlığa getirildi<br />

(12 Şubat 1632). Fakat İstanbul’da meydana gelen bu<br />

hâdiseler sırasında yeniçeriler, şehzadeleri padişaha emniyet<br />

edemeyerek, hayatlarına dokunulmayacağına dair, Recep Paşa<br />

ile Ahizade’nin kefil olmalarını istediler. Bu istek Murad IV’ü<br />

şüpheye düşürdü. Bu sebeple sefer sırasında ve İznik yolu ile<br />

Bursa’ya giderken İznik kadısını astırdı. Bunun üzerine<br />

Şeyhülislâm Ahizade Hüseyin Efendi, Valide Kösem Sultan’a<br />

bir mektup yazarak, padişahın ilmiye ricaline karşı biraz daha<br />

hürmetkâr davranmasını tavsiye etti. Bu mektup Ahizade’nin<br />

düşmanları tarafından padişaha hemen bildirildi; Murad IV<br />

mektubun mahiyetini öğrenir öğrenmez İstanbul’a döndü,<br />

Ahizade Hüseyin Efendiyi, oğlu İstanbul kadısı Mehmed Çelebi<br />

ile birlikte, Kıbrıs’a sürdürdü. Hüseyin Efendinin bindiği<br />

gemi henüz Marmara’ya çıkmadan, Bostancıbaşı Duçe Mehmed<br />

Ağa vasıtasıyle ikinci bir ferman gönderdi. Bu fermanda,<br />

Şeyhülislâm’ın katli yazılı bulunduğu için, Mehmed Ağa, Hüseyin<br />

Efendiyi, Yedikule açıklarında karaya çıkardı ve<br />

Yeşilköy’ü geçtikten sonra Florya (Kalikratiya) köyünde, bir<br />

yeniçeri menziline indirip, orada boğdurdu (7 Ocak 1634).


Öldürülen 101 Şair<br />

Cenazesi sahilde kumluğa gömüldüğü için, ölüsünü deniz<br />

aldı:<br />

İstanbul’da, evinin civarında yaptırdığı Çukur Medrese bakımsız<br />

ve yanında bulunan türbesi de boş kaldı. Ayrıca Balat<br />

civarında bir kiliseyi cami haline getirmişti. Halk arasında bu<br />

camie sonradan Şüheda mescidi adı verildi. Hüseyin Efendi<br />

şiir yazar ve Hüdâyî mahlasının kullanırdı.<br />

“Zülfünle ârızın göreli dilberâ senin<br />

Bir yerde itmez oldu dil-i mübtelâ karar.<br />

Saldım bu zevrak-ı dili deryâ-yı aşka ben<br />

Girdâb-ı gamda kaldı gönül nice rüzigâr.”<br />

51


Mustafa CEYLAN<br />

SON SÖZ<br />

HÜDÂYÎ ZİNCİRİ<br />

Düşeriz bir kumluğa suların sohbetinde<br />

Sohbetine dalganın vurduğu kıyılarda<br />

Kıyılarda gezinen gölgeler benim değil;<br />

Değil ki; Hüdâyî’nin zincirine tutundum.<br />

Dergâhın kapısında destan olup okundum.<br />

52<br />

Yedikule yedi yerden yedi kere kanasın<br />

Kanasın su kuşlarının kurşun yemiş kanadı<br />

Kanadı göğsümüzde gizli duran acılar<br />

Acılara alıştım, yüzbin kere yutkundum.<br />

Hüdâyî zincirine “imdat deyip” tutundum.<br />

Mustafa CEYLAN


Öldürülen 101 Şair<br />

B-Zehirlenerek öldürülen Şairler<br />

(1):ÇILDIRLI ÂŞIK ŞENLİK<br />

Şairin şairi, ozanın ozanı öldürdüğü; hem de zehirleyerek<br />

öldürdüğünü biliyor musunuz?<br />

Bilmiyorsanız, duymadıysanız; Çıldırlı Âşık Şenlik’i bulacaksınız.<br />

Öldürülen Şairler çalışmamız içerisinde Çıldırlı Âşık<br />

Şenlik’in ayrı bir yeri vardır. Bunun sebebi de, şiir ve söz kudretinden<br />

öteki ozanların korkması sebebiyle Şenlik’i ölsün<br />

diye zehirlemiş olmalarıdır. Nitekim sonunda usta ozan Şenlik,<br />

memleketine-ana yurduna varamadan yolda Hakk’a yürümüş,<br />

zehirlendiği için ölmüştür.<br />

53<br />

Şiir böyledir işte. Biz o’na, şiire feryât figân kelam yağdırıyorsak<br />

işte bu acımasız tavrından, bu sevenini, sevdalısı ozanını<br />

ve şairini koruyamamasından.<br />

Günümüzde de birbirini çekemeyen, kıskanan, hattâ rakibine<br />

çelme atan, iftira atan, kara çalan, elinden gelse rakibini<br />

boğup öldürecek derecede sinirlenenlere ve hicivlerinde edep<br />

sınırlarını aşarak, belden aşağı vuran şair ve ozanlarımızı çoğumuz<br />

okuyoruz değil mi?<br />

Bu rekabet, bu saldırı ve bu hazımsızlık, iyiyi-güzeli-başarılıyı<br />

takdir edememe anlayışı yüzyıllar öncesinden bugünlere<br />

aka aka gelmiş işte…<br />

Çıldırlı Âşık Şenlik, korkusuz, mert, sözünü esirgemeyen


Mustafa CEYLAN<br />

cesur yürek bir ozandır; ama onu atışma meydanında yenemeyenler,<br />

yemeğine zehir katarak yenmeye çalışmışlardır.<br />

Şiirlerini mahallî şive Terekeme/Karapapak ağzıyla söyleyen<br />

Şenlik, Türk Ozanlık geleneğinin altın zincirinin çok<br />

önemli bir halkasıdır. O’nun izinden gidenler, ŞENLİK GE-<br />

LENEĞİ’ ni devam ettirmeye çalışmaktalar. ŞENLİK KOLU,<br />

Anadolu ozanlığı içinde müstesna bir yere sahiptir.<br />

54<br />

Âşık Şenlik döneminin en ünlüsü ve en güçlü ozanıdır.<br />

Âşıkların piriydi, halen de öyledir; çünkü o halk edebiyatındaki<br />

en güzel örnekleri yazmış halk edebiyatına yeni şekiller kazandırmış,<br />

ustalar ustası bir aşığımızdır. “Çıldır divanisi, Çıldır<br />

güzellemesi, şekil sicilleme, hayatı cigali tecnis” Türk<br />

Halk Şiirine kazandırdığı tarzlardan bazılarıdır. Azeri Türkçe’sinin<br />

bütün güzelliklerini eserlerinde ustaca kullanmıştır.<br />

Bugünkü şiir dünyamızın kısırlığı, yeni arayışlara kapalı<br />

ve eskiyi tekrardan ve kötü taklitten öteye adım atamayan büyük<br />

çoğunluğa bakarak; iyi ki Âşık Şenlik gibi yeniliğe koşan<br />

ve onları başarılı bir şekilde eserleriyle ortaya koyan ozanlarımız<br />

yaşamışlar diyesim gelmekte. Çünkü bugün bizlerin<br />

“Gülce Edebiyat Akımı” ile yapmak istediğimiz de âşık Şenlik<br />

gibi, yeni bir nefes alanı, yeni bir çıkış yolu ortaya koymak,<br />

şiirimizi kanat kanat yükseltmektir. Bugün bizi çekemeyenlerin<br />

bize saldırıları neyse, dünkü zamanlarda da Âşık<br />

Şenlik’i zehirleyip öldürmeye kadar varan hazımsızlık da aynıdır.<br />

Âşık Şenlik, koca yüreğini şiirinin ruhuna nakışlamıştır. O<br />

yüzden sade bir ozan değil, aynı zamanda bir okuldur. Yanında<br />

birçok kimse âşıklık öğrenmiştir; usta-çırak geleneğine<br />

bağlı olarak meydana gelen ve “Şenlik Kolu” olarak bilinen<br />

âşık kolunun kurucusu olmuştur. Oğlu Âşık Kasım başta olmak<br />

üzere; Bala Kişi, Âşık Kurban, Âşık Haanbalı, Âşık Mehemmed,<br />

Âşık Asker, Âşık Süleyman, Âşık Demirkaya, Âşık


Öldürülen 101 Şair<br />

Emrah, Âşık Balıbey, Âşık Mevlüt, Calalı Âşık Hüseyin Ural,<br />

Pekreşenli Âşık İbrahim, Revanlı Bala Mehemmed, Revanlı<br />

Âşık Ali, Bayram, Âşık Kasım ve Gülistan Çobanlar onun yetiştirdiği<br />

usta âşıklardandır.<br />

Şiirlerinde halk âşığı olarak Yunus’un, mutasavvıf olarak<br />

ise Hallac-ı Mansur’un adı geçen Şenlik, yaşadığı dönemin ve<br />

coğrafyanın en meşhur söz sultanıdır. Yetiştiği dönem, Anadolu<br />

ve Azerbaycan sahalarında usta âşıkların yetiştiği dönemdir<br />

ve Narmanlı Sümmanî, Posoflu Zülalî, Göyçeli Âşık Elesker,<br />

Feryadi, Mazlumi, Âşık Abbas ve İzanî gibi önemli ozanlar<br />

yaşamaktadır.<br />

Hatta derler ki: “Sümmani ile bütün hayatları boyunca bir<br />

kardeş gibi yaşamışlar. Söylentiye göre bir karşılaşmalarında<br />

uzun boylu çaba sarf edip, yorulunca Şenlik’in annesi içeri<br />

girerek her ikisine de kardeşsiniz anlamına gelmesi için göğüslerini<br />

göstererek ve ozanları ayırmıştır.”<br />

55<br />

“Karabağ’dan Batum’a, Erzurum’dan Tiflis’e kadar nam<br />

salmıştı. İrticali ve hayal gücü kuvvetli bir âşık olan Şenlik,<br />

çağının ünlü âşıklarıyla meydan olmuş, onlarla atışmalar yapmıştır.<br />

“<br />

Kaynaklara göre: “Kuzey Azerbaycan kazak Borça’lı bölgesinde<br />

Şemsettin hanlığına bağlı olarak yaşayan Karapapaklar,<br />

bu bölgenin 1828 yılında yapılan Türkmençay anlaşmasıyla<br />

Rusya’ya bırakılmasıyla göç etmişler ve Çıldır bölgesine<br />

yerleşmişlerdir.”<br />

Kadir Ağa da onbeş aile ile birlikte gelip Çıldır’ın Karasu<br />

denilen bölgesine yerleşmiştir. Karasu daha sonraları (kara susu<br />

kara- Suğara)Yakınsu olarak isim değiştirmiş, şimdi ki adı<br />

Aşık Şenlik Beldesi’dir.<br />

Şenlik, 1850 yılının yaz aylarında bu beldede dünyaya gelmiştir.<br />

Babası, köyün yerli ailelerinden çiftçilikle uğraşan,


Mustafa CEYLAN<br />

orta halli bir köylü olan, Kadir Ağanın torunu, Kadirgillerin<br />

Molla Kadir’dir. Annesi Zeliha, okuma yazma bilen, görgülü<br />

ve bilgili, zeki bir kadındır.<br />

Derler ki: “Sabah namazında evine dönmekte olan Molla<br />

Kadir’i kapıda karşılayan köyün ebe kadını, bir oğlunun olduğunu<br />

müjdeleyerek, “hasene”(hayır) vermesini söyler. Ebe<br />

kadının hasene sözünü heyecandan Hasan şeklinde anlayan<br />

Molla Kadir, çocuğuna “Hasan” diye seslenir. Böylece çocuğun<br />

adı Hasan kalır.”<br />

56<br />

Hasan bir köy çocuğudur. Anadolu köy çocuklarının alın<br />

yazısı onun da değişmez yazgısıdır. Çift-çubuk, dere-bayır,<br />

harman, çamur… Yoksul Anadolu’nun yoksul köy çocukları,<br />

duyguları yaşadıkları coğrafyadan, ufukları özgür dağların ve<br />

bulutların ötesinde, umutları tozlu yollarda, alnı akıtmalı doru<br />

tay yelelerinde; sevdaları ekin tarlası kenarlarında, çayırlarda<br />

kendiliğinden yetişen al-kırmızı-siyah giysili gelincikler kadar<br />

nazik, nezih ve ince… Yiğitlik, bükülmez bileklik, korkusuzluk<br />

ve ataklık; sözünde durma, mertlik vaz geçilmezleri.<br />

Bizim Anadolu köy çocukları böyledir işte. Şenlik de böyleydi.<br />

Şenlik’de, Azerbaycan Borçalı bölgesinden göçüp gelmiş<br />

atalarının dilinden dil, Çıldır yaylalarından hız ve ilham almış<br />

bir köy çocuğudur…<br />

Anlatırlar: Aradan yıllar geçer, küçük Hasan büyür, 11-12<br />

yaşlarına gelir. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber önüne kattığı<br />

koyunlarla köyden çıkar, akşama kadar dağlarda çayırlarda<br />

cümle köy çocuklarının yaptığı gibi koyun otlatır.<br />

Gelelim Çıldır’a…<br />

Çıldır uzun yıllar Sovyet işgalinde kalmış, iki devlet arasında<br />

sınır olmuş bir bölge… Birçok savaşa sahne olmuş. Savaş<br />

ve göç; felâketler, halk dilinde nice yanık destan ve türkülerin<br />

oluşmasına sebep olur elbette. Genç yaşta şehit düşen<br />

yiğitler, muradını alamayan genç kızlar, babalar, analar, dede-


Öldürülen 101 Şair<br />

ler, yetim yavrular, bu deyişlerin hüzünlü nağmeleri ve bitimsiz<br />

konularıdır. Dağlar ve ovalar isimsiz şehit mezarlarıyla;<br />

Çıldırlının yüreği, aklı ve gönlü de nice şehit menkıbesi, nice<br />

sonsuz efsâneyle dopdoludur. Bunlara ilâveten köy imamının<br />

anlattığı, okuduğu Battal Gazi destanları, Hazreti Ali’nin<br />

cenkleri, Yunus Emre ilâhileri, dinî ve millî kahramanlık öyküleri…<br />

İşte bizim Anadolu çocuklarını yoğuran esaslar bunlar…<br />

Bunlara varın siz uzun havaları, ağıtçı kadınların ağıtlarını,<br />

türküleri, yanık havaları ekleyin olmaz mı?<br />

Şenlik, badeli âşıklarımızdandır.<br />

Pir elinden bade içen Şenlik’e rüyasında sevgilisinin suretinin<br />

yanı sıra Hazreti Muhammed’in cemali de gösterilmiştir<br />

derler. Anlatılana göre, Şenlik, hem halk şairi hem de Hak<br />

âşığıdır.<br />

Peki, “Bâde içme” olayı nasıl gerçekleşmiştir diyecek olursanız,<br />

gene kaynaklara kulak vereceğiz.<br />

Buyurun:<br />

Hasan 14 yaşına geldiğinde, babasının av tüfeğini alır,<br />

Karasu’nun geçtiği “Kulaklar” denilen yerde pusuya yatar, saatlerce<br />

yabani ördek bekler. Çünkü av tutkusuna yakalanmıştır.<br />

Yine bir ikindi vakti pusuya yatar. Bir kaç saat sonra, üzerine<br />

bir ağırlık çöker, uyur-uyanık bir halde rüyalar âlemine<br />

dalar. İkinci günün akşamına kadar öylecene kalır. Eve dönmediğini<br />

gören babası, köy halkı ile birlikte aramaya başlar ve<br />

baygın bir halde bulurlar.<br />

57


Mustafa CEYLAN<br />

Derler ki:<br />

Yaşadığı âlemden uyandığına pişman bir halde, etrafına<br />

toplanan halkı süzer. Köyün imamı’nın, “Oğlum Hasan sana<br />

ne oldu, neden böyle duruyorsun, niçin konuşmuyorsun?” demesi<br />

üzerine, Hasan, Şu sözlerle cevap verir;<br />

“Rüya-yı âlemde yattığım yerde<br />

Neçe yüzmin hayal güşuma geldi<br />

Üğbe üç cismine saldı ateş<br />

Sevdiğim salâtın düşuma geldi<br />

58<br />

Aynına geymişti gaflet lüzumu<br />

Kör oluban açmayaydım gözümü<br />

Bir tagayyır keyfte gördüm özümü<br />

O kadar möhübbeti hoşuma geldi<br />

Şenlik’em hakine gettim yüzünen<br />

Bir kelme danıştım şiirin sözünen<br />

Hayıf ki bakmadım kıyar gözünen<br />

Sürahi gameti karşıma geldi.”<br />

Hasan’ın sözleri bitince köy imamı şaşırır kalır. Eskilerin<br />

deyimiyle mektep-medrese görmemiş bu köy delikanlısı,<br />

Arapça-Farsça karışımı ve mahallî şiveyle şiir söyleyivermiştir.<br />

Hani, saz çalmasını bilse, ozan, âşık diyecek; amma, Hasan<br />

onu da, saz çalmasını da bilmiyordu. Bunda ilâhî bir sebep<br />

var diye düşündü imam efendi ve sevinçle gözleri ışıdı.<br />

Kadir Ağa’nın kulağına eğilerek:<br />

-“Gözün aydın, dili çözüldü Hasan’ın” der. Köylüler bundan<br />

bir şey anlamazlar, Hasan’ı eve getirirler.<br />

Bilgili bir zat olan köy imamı Hasan’ı karşısına alarak,


Öldürülen 101 Şair<br />

-“Hasan, biraz önce bize bir türkü söyledin, sevdiğin<br />

Salât’ından bahsettin. Bunu bize anlat bakalım, nasıl gördün,<br />

türkünün sonunda tapşırdığın “Şenlik” kimdir?”” deyince,<br />

evde bulunan köylülerin hayretli bakışları önünde ikinci,<br />

Hasan’ın açılan dili yeni bir türküyü daha söyler:<br />

“Yığılın ahbaplar yaren yoldaşlar<br />

Bir sağalmaz derde düştüm bu gece<br />

Hikmet-i pir ile ab-ı zülâlden<br />

Kevser Bulağından içtim bu gece<br />

Kudret mektebinden verdiler dersi<br />

Zahirde göründü arş ile kürsü<br />

Hıfzımda zapt oldu Arabî Farsi<br />

Lügat-i İmrani seçtim bu gece<br />

59<br />

Sefil Şenlik Hak’tan buldu kemali<br />

Bu fikirle vasf-ı halin demeli<br />

Bedirlenmiş gördüm güzel cemali<br />

Tagayyır hal oluf şaştım bu gece”<br />

Hasan, bu sözlerle pir elinden bade içtiğini, Arapça, Farsça<br />

ve İbranice öğrendiğini, cemâl gördüğünü ve bundan böyle<br />

adının da Âşık Şenlik olduğunu söylemiştir. İşte bu olaydan<br />

sonra, ünü hızla etrafa yayılmaya başlar.


Mustafa CEYLAN<br />

Vurduğu kartalın ciğerlerinin parçalandığını görünce Âşık<br />

Şenlik, çok içlenmiş, üzülmüş ve o acıyla bir deyiş söylemiş:<br />

Ne bakarsın melul melul yüzüme<br />

Yüreğime koydun veremi kartal<br />

Kanat çaldın pervaz ettin uçmağa<br />

Zalim gülle kesti aranı kartal<br />

Zehmin ağır yapın aslan yapısı<br />

Gören kuşlar seni titrer hepisi<br />

Öldürürdün ele geçen hapisi<br />

Atardın karanlık yere mi kartal<br />

60<br />

Yüksek yüksek yığınlara çıkardın<br />

Uzak uzak menzillere bakardın<br />

Yüz sıçanı bir deliğe sokardın<br />

Keserdin ağzını hara mı kartal<br />

Sarıdır gözlerin yekedir başın<br />

Çaynaklıdır pençen keskindir dişin<br />

İnsafsız zulümkar zabit yoldaşın<br />

Öldürmektir seni meramı kartal<br />

Sefil Şenlik zulüm eyledi sana<br />

Çalardın çırpardın batardın kana<br />

Derdin hadden aştı gelmez hesaba<br />

Lokman Hekim sarmaz yaranı kartal<br />

Ve bu deyişten sonra, tüfeği atmış, avı ve avcılığı bırakmış.


Öldürülen 101 Şair<br />

Ve askerliği:<br />

“1873-1875 yılları arasında Kars’ta askerlik yapmış; askerlik<br />

sonrası Arpaçay, Revan, Gümrü, Ardahan, Ahıska, Posof,<br />

Şavşat, Tiflis ve Borçalı ve çevresini dolaşmıştır. “Tarih bin üç<br />

yüz on dört senede/Seyhat etdim gezdim diyar gurbeti...” diye<br />

başlayan ve Ahıska, Posof ve Şavşat seyahatini dile getiren<br />

kırk hanelik seyahat destanı, onun en seçkin eserlerinden birisidir.”<br />

“Önce, 1854’te başlayan Kırım Harbi hercümerci, sonra da<br />

1877’de cereyan eden yeni bir Osmanlı-Rus savaşı… Şenlik’in<br />

memleketini de Türkiye’den koparmıştı. Şenlik’ in yaşı 27 idi.<br />

Esaret yıllarında, halkımızın millî duygularını diri tutarak düşmana<br />

karşı uyanık olmasını sağlayan genç bir önderdi.”<br />

Ve Âşık Şenlik’in Rus generaline söylediği şiir:<br />

Çıldır, Rus işgalindedir ve Kaymakam da Ermeni asıllı Andon<br />

diye birisidir. Kaymakam, Halk aşığı Şenlik’in namını<br />

duyar. Aşığı davet ederek, Rus yetkililer heyeti huzurunda şiir<br />

okumasını ister. Aşık Şenlik başlar okumaya:<br />

61<br />

Hulusi kalbimden bilsen fikrimi<br />

Men Allah’tan Al Osman’ı isterem<br />

Merhamet sahibi rahmani gani<br />

Nesil Mürsel Hükmü hanı isterim<br />

Süleyman mülkünde ber karar duran<br />

Muhammet vekili makamı Nuran<br />

Hıfzının ezberi Ayeti Kuran<br />

Salâvatı ol süphanı isterim.


Mustafa CEYLAN<br />

Emri hak yedinden çekilmiş kalem<br />

Varmış bir ettiğim yetişti belam<br />

Hükmünde saltanat mülkünde âlem<br />

Divanı şevketi şanı isterim.<br />

Sultan Hamit-Şahım şahlar serveri<br />

Dilinde selavat zikiri ezberi<br />

Kaftan kafa zikri zeminden beri<br />

Hüküm etmeye birce onu isterim<br />

62<br />

Gam günüdür bu sefil Şenliği’in şadı<br />

Çıkmıyor gönlümden Al-Osman adı<br />

Gitmiş de dünyanın lezzeti tadı<br />

Mahşer günü bi mekânı isterem<br />

Âşıklığının ilk dönemlerinde yalnızca türkü söyler. Sonra<br />

da ünlü ozan Hasta Hasan’ın çırağı olan Âşık Nuri’den saz<br />

öğrenir. Ve bütün ozanlar gibi, Anadolu ozanları gibi sever<br />

Şenlik de… Gizlice sever. Gizlice sevdiği Huri adlı kızın başka<br />

bir köye gelin gitmesi Şenlik’i çok etkiler, yakar, yıkar duman<br />

eder... Ayrılık acısını yaşamayana şair denmez, ozan denmez;<br />

denemez. İllâki bir ayrılık, bir gurbet ve hasret olacak.<br />

Zira bunlar aşığı yaşatan gıdadır. Âşığı âşık eden ayrılıktır,<br />

içten arıtan, sözünü renklendiren sesine inceden bir hüzün zarı<br />

yükleyen ayrılıktır. Ayrılığın acısı Şenlik’in şiirlerinde açık bir<br />

şekilde görülür. Bir süre sonra aynı köyden Abdullah’ın kızı<br />

Mürüvet’le evlenir. Çocukları olmayınca üç yıl sonra ikinci<br />

defa, yine Suhara’dan eski sevgilisi Huri’ye benzettiği, Kral<br />

Hasan’ın kızı Huri ile evlenir. Fakat âşık gönlü bu ikinci evliliğinde<br />

de huzuru bulamaz. Eşlerinin kavgaları, evde yarattıkları<br />

huzursuzluklar, Şenlik’i canından bezdirir. Devamlı olarak<br />

mutluluğu arar, fakat asla bulamaz. Ve kızının kendi izni


Öldürülen 101 Şair<br />

olmadan bir gençle kaçıp evlenmesini bir türlü içine sindiremez<br />

Şenlik, yirmi üç dörtlükten oluşan bu şiirinde kızını<br />

Allah’a şikâyet ederek ona beddua eder.<br />

Ve zehirlenerek öldürülmesi:<br />

“En ünlü beylerin, ağaların, hanların düğünlerin baş konuğu<br />

olmuş ve dönemin ünlü âşıklarını mat etmiştir. Âşıklıktaki<br />

kudreti onun hayatına mal olmuştur. Hikâye tasnif etme, atışma<br />

ve hele hele âşıklar için çok kolay bir hadise olmayan muamma<br />

asma ve muamma indirme gibi hususiyetleri muhteşem<br />

olan bir âşıktı… Hikâyeler tasnif ediyor ve anlatıyordu. Yusuf,<br />

Kerem, Nergiz ve Salman şiirlerinde adı geçen kahramanlarını<br />

mutlu ediyordu öykülerinde. Kendisi mutlu olamamıştı ama<br />

ele aldığı kahramanlarını mutlu etmeye çalışıyordu. Ayrıca<br />

simya ilminde eşsiz bir usta olan Ebali Sinan da insanları aldatan<br />

oyunlarıyla onun şiirlerinde yerini alıyordu. Ve İranlıların<br />

ünlü destan kahramanı Zaloğlu Rüstem, Köroğlu ve Battal<br />

Gazi de onun dilinde yeniden mesajlar veriyordu mısra mısra…<br />

Biçare Şenlik, Çıldırlı Şenlik, Dertli Şenlik, Fağır Şenlik,<br />

Kul Şenlik, Şenliğ’em, Sefil Şenlik, Sergerdan Şenlik’ti mahlasları…”<br />

63<br />

Revan’da karşılaşıp yendiği âşıklardan onu çekemeyenler,<br />

yemeğine zaman geçtikçe etkisi görülen bir ağu koyarak zehirlemişlerdi.<br />

Olay şöyle anlatılır:<br />

Âşık Şenlik’in erken ölümüne sebep olan Revan yolculuğu<br />

şöyledir; 1913 yılı yaz aylarında, Revan Hanlarından birinin<br />

büyük bir düğünü olur. 40 gün 40 gece derler ya, hah işte o<br />

düğünlerden birisi… Bu düğüne çeşitli yörelerden birçok âşık<br />

katılır.


Mustafa CEYLAN<br />

Töreye göre, Hanlardan birinin “Toy Babası” olması gerekiyordu.<br />

Çok şerefli ve gösterişli bir unvan olan toy babalığı<br />

için Hanlar arasında büyük çekişmeler olur.<br />

Bu hanların her birinin himayesinde bir veya birkaç<br />

hikâyeci usta âşık bulunur. Sonunda, hangi Hanın aşığı hiç duyulup<br />

işitilmemiş yeni bir hikâye anlatırsa, o Hanın toy babası<br />

olmasına karar verilir.<br />

Bala Mehmet, Âşık Şenlik’in çırağıdır. Sıra ona geldiğinde<br />

ustasından öğrendiği “Latif Şah” hikâyesini anlatır. Ve böylece<br />

birinci gelen aşığın hanı da “toy babası” olur.<br />

64<br />

Genç bir aşığın birinci gelmesine şaşıran diğer âşıklar olayı<br />

hazmedemezler ve bu genci sıkıştırırlar. Hikâyenin asıl sahibini<br />

öğrenirler ve Çıldırlı Âşık Şenlik’i Revan’a getirmesi için<br />

kendisine bir aylık süre verirler. Aksi takdirde kendisini öldüreceklerini<br />

söylerler.<br />

Bala Mehmet, Çıldır’a gelir ve ustasına durumu anlatır.<br />

Yalvarır, yakarır ve ikna eder.<br />

Bunun üzerine Âşık Şenlik, çırağı ile birlikte Revan’a gider.<br />

Revan Hanlarının âşıklarından bazıları, Şenlik’in daha<br />

önceleri Gümrü, Tiflis ve Borcalı’da görüşüp, tanıştığı ve yarışıp<br />

üstün geldiği âşıklardır. Bu nedenle Şenlik’ten çekiniyorlardı.<br />

Şenlik Revan’da Hanlar’ın en ünlü âşıklarıyla karşılaşıp,<br />

üstün gelir.<br />

Âşıkları yenilen ve dolayısıyla kendi itibarları da azalan<br />

Hanlar ve perişan olan, yenilen, gelirleri sıfıra inen diğer<br />

âşıklar, bu Osmanlı Aşığının yemeğine zehir katarlar. Revan’da<br />

hastalanan Şenlik, Gümrü’ye kadar trenle, oradan da öküz arabasıyla<br />

Çıldır’a gelirken, Arpaçay’ın Dalaver köyünde eniştesinin<br />

evinde yatağa düşer ve ölür. Cenazesi Suhara’ya(Yakınsu)


Öldürülen 101 Şair<br />

getirilir. Mezarı Suhara-Yakınsu (Aşıkşenlik Beldesi)’ndedir.<br />

Tarih:1912 veya 1913’ tür.<br />

Şiirlerinde çok değişik konuları işleyen Âşık Şenlik, yaşadığı<br />

dönemin toplumsal sorunları ve çalkalanmaların da etkisiyle<br />

özellikle »koçaklama« dalında birçok şiir/türkü söyledi.<br />

Öldürülen ozan-şairlerimizden birisi olan Çıldırlı Âşık<br />

Şenlik, “Salman bey ile Turnatel Hanım Hikâyesi, Sevdakâr<br />

Şah ile Gülenaz Sultan Hikâyesi ve Lâtif Şah Hikâyesi” isimlerinde<br />

üç önemli hikâyeyi edebiyatımıza armağan etmiştir.<br />

Demiş ki:<br />

Gönül her gaflete inme<br />

Ya dalınır ya dalınmaz<br />

Muhabbet bir armağandır<br />

Ya bölünür ya bölünmez.<br />

65<br />

Ad bednam eyleme beter<br />

Töhmeti âlemi tutar<br />

Deftere yazılan gader<br />

Ya silinir ya silinmez.<br />

Şenlik der Sıtkı dost olan<br />

Hoş söyleyip yüze gülen<br />

Daim bir hulüste galan<br />

Ya bulunur ya bulunmaz.


Mustafa CEYLAN<br />

Demiş ki:<br />

Ehli İslâm olan eşitsin bilsin<br />

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana<br />

İsterse Uruset ne ki var gelsin<br />

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana<br />

Guşanın gılıcı giyinin donu<br />

Gavga bulutları sardı her yana<br />

Doğdu koç yiğidin şan alma günü<br />

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana<br />

66<br />

Asker olan bölüh bölüh bölünür<br />

Sandınız mı Gars galesi alınır<br />

Boz atlar üstünde gılıç çalınır<br />

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana<br />

Kavga gönül namert sapa yer arar<br />

Er olan göğsünü düşmana gerer<br />

Cemi Ervah bizle meydana gider<br />

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana<br />

Hele Al-Osmanın görmemiş zoru<br />

Din gavreti olan tedarik görün<br />

At tepin, baş kesin, kazağ’ın kırın<br />

Can sağ iken yurt vermeyiz düşmüna


Öldürülen 101 Şair<br />

Ben esferdir bilin Urus’un asli<br />

Orman yabanisi balıkçı nesli<br />

Hınzır sürüsüne dalıp kurt misli<br />

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana<br />

Şenlik ne durursun atlara minin<br />

Sıyırak gılıç düşman üstüne sürün<br />

Artacaktır şanı bu Al’Osman’ın<br />

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana<br />

Demiş ki:<br />

İster ihtiyar ol ister nevcivan<br />

Bu dünyada bâkî kalan öğünsün<br />

Meraksız fikirsiz gamsız her zaman<br />

Her zaman şâd olup gülen öğünsün<br />

67<br />

Müddet ki Hazret-i Âdem’den beri<br />

Okunmaz defteri bilinmez sırrı<br />

Bu dünyadan gitti nice bin biri<br />

Ahretten dünyaya gelen öğünsün<br />

Sefil Şenlik der ki bu dünya fâni<br />

İskender Ürüstem Süleyman hani<br />

Ecel pazarından kurtaran canı<br />

Azrail’den mühlet alan öğünsün


Mustafa CEYLAN<br />

Demiş ki:<br />

Ol kadir-i kayyum feyyaz-i celal<br />

Salıp vücudumu nara ağlarım<br />

Arş ile kürsüne çalanda kalem<br />

Yazıp yığvalımı kara bağlarım<br />

Hürüyü kılmandı melek misali<br />

Tavuzdan cilveli ibrişim teli<br />

Aklımı yitirip olmuşum deli<br />

Ala gözlü nazlı yâre ağlarım<br />

68<br />

Şenlik’im artıyor efkârım gamım<br />

Bilmem neye varır benim encamım<br />

Deryaya gark olup yelkensiz gemim<br />

Elim yetmez bir kenara ağlarım<br />

Demiş ki:<br />

Mevlayı seversen konak et beni<br />

Bu gece eğlenir yatar giderem<br />

Gözden ırak olup gönülden cüda<br />

Derbeder olurum iter giderem<br />

Çıra yakıp yanımızda oturma<br />

Burda olan sözü köye götürme<br />

Bir parça ekmekle su da getirme<br />

Niyet edip oruç tutar giderem


Öldürülen 101 Şair<br />

Sabahtan kalkan da han pulu iste<br />

Eğer vermez isem sen beni kıtsa<br />

Atı koy mezada müşteri seste<br />

Değere değmeze satar giderem<br />

Mevlayı seversen tan etme bize<br />

Hak kulun ayıbın vurmadı yüze<br />

Bu yıl tahsirliydim göründüm göze<br />

Bıldır yağan kardan beter giderem<br />

Çıldırlı Şenlik’im aşk hevesinde<br />

Üryan gönlüm gezer abdal postunda<br />

Kahve ocağında peyke üstünde<br />

Yorgansız döşeksiz yatar giderem<br />

69<br />

Demiş ki:<br />

Hulus-i kalp ile bil sen fikrimi<br />

Ben mevladan Al’Osman’ı isterim<br />

Merhamet sahibi ol gazi hünkâr<br />

Bize hükmetmeye onu isterim<br />

Sultan Hamit Şahım şahlar serveri<br />

Zikrimde Kurandır dilim ezberi<br />

Kaftan kafa zirr ü zeminden beri<br />

Nefs-i Mürsel hükmü hanı isterim


Mustafa CEYLAN<br />

Süleyman tahtında bey karar duran<br />

Muhammet vekili mekânı nuran<br />

Ezler hıfsı furkan ayet-ül Kuran<br />

Salâvatı ol süphanı isterim<br />

Ezelden alnıma çekilmiş kalem<br />

Ettiğim var idi yetişti belam<br />

Vaktinde saltanat hükmünde âlem<br />

Divanında şevket sanı isterim<br />

70<br />

Gam gündür Şenlik’in gönlünün şadı<br />

Fikrimden çıkmıyor Al’Osman adı<br />

Gidiyor dünyanın lezzeti tadı<br />

Ben ne binde bir mekânı isterim<br />

Demiş ki:<br />

Yığılın ahbaplar yaren yoldaşlar<br />

Gamlı gönlüm vatanından yad olur<br />

Kahpe felek beni sürgün eyledi<br />

Dostlar ağlar düşmanlarım şad olur<br />

Daha geçti devran sürmek sırası<br />

Aşk okunun merhem bulmaz yarası<br />

Hiç kimsenin başa yanmaz çırası<br />

Çoklar bu sevdadan na-murad olur


Öldürülen 101 Şair<br />

Ustasından ders almayan pirsizdi<br />

Bir gül gördüm dört tarafı harsızdı<br />

Koy desinler Kul Şenlik’e arsızdı<br />

El içinde bu iş mana ad olur<br />

Demiş ki:<br />

İçip aşkın badesini vücud-i nar olmuşam<br />

Divane derviş misali feryad-i zar olmuşam<br />

Perişan bülbül kan ağlar ah u nalemden menim<br />

Dil hasta gönül şikeste hem tarumar olmuşam<br />

Bin yıl ömür verdi Âdem’i saldı aha<br />

Yedi yüz elli Şit yaşadı dokuz yüz elli Nuh’a<br />

Erenleri hak edeni fani kılar mı raha<br />

Düşüp de dünya şerrine kara efkâr olmuşam<br />

71<br />

Şenlik’im hizmet etmedim daim bir tarikata<br />

Uyup iblis yığvasına çok ettim cürm ü hata<br />

Şefaat ya resulullah muhtacım marifete<br />

İsyanın hadden aşıptır çok günahkâr olmuşam<br />

Ve Yine Demiş ki:<br />

Düşmüşüm gam deryasına ummanda yüzen benim<br />

Rüyada çark-ı âlemi devredip gezen benim<br />

Dersim aldım pünhandan ayana çıkmaz sırrım<br />

Ehl-i marifet hoş nasihat cevahir lisan benim


Mustafa CEYLAN<br />

Semada mahlûkat gördüm nezmider nur danesi<br />

Çıkmaz arşa inmez hakka müğelladır binası<br />

Yigirmi dört sahat bin dört yüz kırktır manası<br />

Birinde bin kerre hakka şükreder insan benim<br />

Ne layık ki beni deyip arzulayıp gelesin<br />

Divan-ı âlem içinde imtihana salasın<br />

Deseler ki Sefil Şenlik sen bir azim kalasın<br />

Rütbem arşa direk olsa hak ile yeksan benim<br />

72<br />

Ve eklemiş:<br />

Manasız mantıksız sözü bilmenin faydası ne<br />

Az anlayıp çok söyleyip gülmenin faydası ne<br />

İtibar dediğin elde bir muhalif şişedir<br />

Kaldırıp beyhude taşa çalmanın faydası ne<br />

Dipte tekbir kabul olmaz niyaz-ı marifete<br />

Kalpte tasdik eylemektir sıtk ile itikada<br />

Ab-ı umman kenarında baş eğip ibadete<br />

Türaptan teyemmüm alıp kılmanın faydası ne<br />

Biçare pervane bilmez kastı sitem olanı<br />

Garaz-ı gazzap şamına başı candan dolanı<br />

İste seni isteyeni tanı kadir bileni<br />

Hürmetsiz teklifsiz yere gelmenin faydası ne


İlacı na-mümkün olur başa gelen kaderin<br />

Haşre dek acısı gitmek ihtiyacı kederin<br />

El içinde şöhret bulan şerafetli pederin<br />

Mülkünde ne halef evlat kalmanın faydası ne<br />

Öldürülen 101 Şair<br />

Sefil Şenlik aşk ucundan düşüp gaflet habına<br />

Derununda mülhezayı derc eyler hesabına<br />

Reyisi nadan sefine düşer gam girdabına<br />

Dalgası şaşkın deryaya dalmanın faydası ne<br />

Ve devam etmiş:<br />

Dinleyin ağalar size söyleyim<br />

Ürüşan gönlümün intizarı var<br />

Et yiyip at binip dilber sevmiyem<br />

Ne bilir dünyadan ne haberi var<br />

73<br />

Ellerim doymadı elvan kınadan<br />

O beyaz buhaktan billur sineden<br />

İki sevda birbirine binadan<br />

Değmeyin hatırına ikrarı var<br />

Huri-yüi gılmandı salâtın soyu<br />

Selviden seçilmez yücedir boyu<br />

Livane sancağı Sirya’dır köyü<br />

Çıldırlı Şenlik’in yadigârı var


Mustafa CEYLAN<br />

ŞENLİK‘TEN MANZUM BİR ÖYKÜ:<br />

“Rivayet şöyle gelişmektedir. İbrahim peygamber efendimiz<br />

oğlu İsmail’i kurban etmesinden gelmektedir.<br />

74<br />

Musa peygamber kâinattaki bütün canlıların dilini bilen tek<br />

peygamberdi. İbrahim peygamber efendimiz oğlu İsmail’i<br />

kurban etmeye götürürken İsmail’e durumu anlatmış İsmail’de<br />

babasına mademki öyle bir Rabbimize sözün var tamam baba<br />

demiş. Yanlız benim gözümü bağlarsan yeter. Gitmişler bir<br />

çölün ortasına İsmail eğmiş kafasını İbrahim aleyhisselam<br />

elindeki bıçağı çektiğinde bıçağın İsmail’in boynunu kesmediğini<br />

görmüş. O heyecanla taşa bıçağı vurmuş. Taş ikiye ayrılmıştır.<br />

Olduğu yerde İbrahim peygamber donmuş kalmış. Bu sadakatten<br />

dolayı yüce Rabb meleklere emir ederek Musa aleyhisselam<br />

Tur dağında koyun otlatırken 4 kurt geliyor. Çoban<br />

diyor bize kısmetimizi ver. Çoban da diyor ki “bu sürü benim<br />

değil bunun sahibi var.”<br />

Kurtlar diyor ki “biz sürüne bakalım sen git sahibinden izin<br />

al gel.”<br />

Musa (a.s) düşünüyor. Kurda koyun emanet edilir mi?<br />

“Ben size güvenmiyorum” diyor. Kurtlar dile gelip yemin<br />

ediyorlar. Hz. Musa’ nın hakkı için Muhammet Mustafa’nın<br />

dişi hakkı için yemin edince Musa peygamber bakıyor ki kurtlar<br />

benim ismime yemin etti. Tamam diyor siz burda sürüye<br />

bakın ben gidip sahibine söyleyip geleceğim diyor. Musa sürünün<br />

sahibine söylediğinde gök ala koyunu ver diyor.Kurtlar<br />

gök ala koyunu götürüyor.İçindeki kuzuyu çıkarıp İbrahim<br />

peygamber efendimize götürüyorlar.Cebrail (a.s.) Hz.<br />

İbrahim’e geliyor. Kaldır başını diyor gök yüzüne bak İbrahim


Öldürülen 101 Şair<br />

peygamber gök yüzüne baktığında bir koçun geldiğini görüyor.İşte<br />

diyor İsmail’in yerine kurban bu koçu keseceksin.Allah<br />

rızası için kesilen bu kurbanlar bu şiirin Çıldırlı Aşık Şenlik<br />

baba tarafından yazılmasına neden olmuştur.Torunu<br />

Necmettin Şenlik dahi bu hikayeden Şenlik dedesinin esinlendiğini<br />

söylemektedir. “<br />

Tur Dağında Musa (AS.) Hikâyesi<br />

Musa Tur dağında koyun güderken,<br />

Allah için ibadetini ederken,<br />

Cebrail geldi kurtlar şeklinde,<br />

İki cihan serveri hemen dur dedi.<br />

Musa dedi kurtlara, arzunuz neyidi,<br />

Davarları ürkütmeyin, bir kenarda durun dedi,<br />

Bu sürünün bir sahibi var dedi,<br />

75<br />

Sahipsiz sürüden koyun verilmez dedi.<br />

Kurtlar dedi başka çaresi yoktur nidelim,<br />

Başımızı alıp bu diyardan nereye gidelim,<br />

Musa sen git Ağana söyle, biz koyunları güdelim,<br />

Git Ağana selam söle Pir dedi.


Mustafa CEYLAN<br />

Musa dedi ki kurtlara:<br />

Yaradan Mevlanın yolları ince,<br />

Ona turap olan kulları nice,<br />

Ben neylerem, Siz sürüyü kırınca,<br />

Bu hizmet de bana zor, dedi.<br />

Kurtlar başladılar yemin etmeye,<br />

Yusuf(as) ın düşü hakkı için,<br />

Veysel Karani’nin başı hakkı için,<br />

Gel sürünü sal, selamet gör; dedi.<br />

76<br />

Musa vedalaştı, yollara düştü,<br />

Melekler önüne bir bayrak açtı,<br />

Musa varıp Ağasına danıştı,<br />

Ağası dedi: git kurtların kısmetini ver, dedi.<br />

Musa Ağa’sından geri dönünce,<br />

Kurtlar hemen kısmetini alınca,<br />

Koyunu tutup, kurtlara verince,<br />

Allah senden razı olsun Pir, dedi.<br />

O koyuna yeşil bir bayrak gerildi,<br />

Melekler hemen etrafına sarıldı,<br />

Kuzuyu alınca hemen, koyun dirildi,<br />

Hani benim körpe balam nerede: Dedi.


Öldürülen 101 Şair<br />

Cebrail (as) der ki koyuna,<br />

Eğer sen kuzunu sorarsan,<br />

İsmail (as) inen koçu gör, dedi,<br />

Cennet’i alada, onu gör, dedi.<br />

Sefil Şenlik muradına erersen<br />

mihraçtaki o nebiyi sorarsan<br />

Eğer koyun sen kuzunu sorarsan,<br />

Cennet’i alada, onu gör, dedi.<br />

Ve SÖZ ÂŞIK ZÜLALİ DE:<br />

Ağası gedesi cümlesi birlik,<br />

Hürmet muhabbetle ederler dirlik,<br />

Ne zaman ki ölmüş babanız Şenlik,<br />

O zaman bozulmuş ziynetin Çıldır.<br />

…………………………………….<br />

77<br />

Zülâlî, burdadır erenler hâsı,<br />

Ehli dil ocağı pirler ülkesi,<br />

Güzeldir âhengi hoştur şivesi,<br />

Yahşıdır lisanın sohbetin Çıldır.


Mustafa CEYLAN<br />

SON SÖZ:<br />

EY HASRET ŞOFÖRÜ !(Gülce-Buluşma)<br />

Çözdün mü ömrün boyunca bir kere<br />

Tek bir kere muamma, de bana?!<br />

Yoksa askıda mı kaldı hayat bilmecen<br />

Ve sustu mu gönül sazın köy odalarında…<br />

78<br />

Yarım kalan şiirlerin yarım sultanı<br />

Çıldır nerededir bilir misin acaba?<br />

Duydun mu, işittin mi ey ham manzumeci?<br />

Kimdir, ne demiştir Çıldırlı Şenlik Baba?<br />

Ve<br />

Başparmağı niye göğü gösterir?<br />

Beldesinin yol ağzına bağdaş kurup oturanda<br />

Düşündün mü hiç?<br />

Sen ki uyakların tahta bacaklı süvarisi<br />

Yaralı, kırık ve şiş iskeletli manzumelerin<br />

Yorgun kalemli sahibi,<br />

İmgelerin ruhsuz ve şekilsiz,<br />

Duygu mimarına çırak bile olamadın<br />

Baden zehir zıkkım, dilin kilitli<br />

Sürgüde ve sürgündesin<br />

Sözcüklerin en utangaç efendisi…<br />

Haydi, çek arabanı ey hasret şoförü<br />

Çalıştır, bas gaza, yürü doğuya…<br />

Kars’a, Ardahan’a uzan da görelim<br />

Görelim Anadolu yollarında seni de<br />

İçimiz rahat, evlerimize dönelim…


Öldürülen 101 Şair<br />

Yolda bir kaset at dinle<br />

Çıldır divanını<br />

Çıldır koşmasını<br />

Ve<br />

93 koçaklamasını Şenlik Baba’dan…<br />

Unutma, tamam mı?<br />

Ey düzayak koşmanın<br />

Altıbeş onbirlik meftunu dostum,<br />

Bilir misin cigalı tecnis nedir?<br />

Ya tuyuğu, varsağıyı ?...<br />

İşittin mi hiç?<br />

Öldük, öldürüldük<br />

Bin kez öldürdüler, milyon kere dirildik<br />

Şenlik babamızı zehirlediler<br />

Gitti zehirleyenler, yok adları-sanları<br />

Şenlik Baba yaşamakta işte<br />

Daha kaç bin yıl yaşayacak içimizde<br />

Bizde, bizimle…<br />

79<br />

Sazımın sinesinden arşa yükselir içim<br />

Parmaklarım ufukta dolanır hilâl çizer.<br />

Acım, öfkem, hüznüm ve en mükemmel sevincim<br />

Bir anda mısralaşır söz sultanıyla gezer<br />

Coğrafyayı yurt yapan bayram yeri, şenliğim<br />

Halkımın yüreğidir, dilidir ozanlarım.<br />

Ermeni’ye, Moskof’a kafa tutan Şenliğim<br />

Gül açar Ardahan’da, o gün onu anlarım.<br />

Mustafa CEYLAN


Mustafa CEYLAN<br />

(2): CEM SULTAN<br />

Fatih’in en küçük oğludur. 23 Aralık 1459’da Edirne’de sarayda<br />

doğmuş olan Cem Sultan, kardeşi II. Bayezid ile süren<br />

iktidar mücadelesi sonucunda Rodos, Mısır, İtalya ve<br />

Fransa’da sürgün hayatı yaşadıktan sonra, 300.000 altın karşılığında<br />

Papa tarafından etkisini yavaş yavaş gösteren bir zehirle<br />

zehirlenir ve 25 Şubat 1495 tarihinde ölen bir şairimizdir.<br />

Henüz çok küçük yaşlarda iken Arapça ve farsça öğrenen<br />

Cem, aldığı eğitim ve yeteneği sayesinde çocukluk dönemlerinde<br />

şiir yazmaya başlamıştır.<br />

80<br />

Cem Sultan’ın Türkçe ve Farsça iki Divanı bulunmaktadır.<br />

Ayrıca, Fal-ı Reyhan-ı Sultan Cem isimli 48 beyitten oluşan<br />

bir mesnevisi, İran şairlerinden Selman Saveci’nin Cemşid ü<br />

Hurşid isimli eserini şiirleştirilmiş bir şekilde tercüme etmiş<br />

olup, tarihçiler bu esere Hurşid u ferahşad adı da verirler.<br />

Demiştir ki:<br />

“Gitmeğe azm itme şahım gitme gel<br />

Çün yiğitsin alma âhım gitme gel<br />

Sen sefer azmin kılıcak cân ü dil<br />

Çağrışur kim âh şâhum gitme gel<br />

Sînem üzre ger güzer kılsan sana<br />

Dil uzadur her giyâhum gitme gel<br />

Çün yanıldum secde-i sehv ola mı?<br />

Kaşlarındur secde-gâhım gitme gel


Öldürülen 101 Şair<br />

Cem kulun sensiz olamaz rahm kıl<br />

Gel kerem kıl pâdişâhum gitme gel.<br />

Sağlığında, özellikle Konya’da bulunurken, çevresine çok<br />

sayıda şair, sanatçı, kültür ve fikir adamlarından bir halka ören<br />

Cem Sultan, ömrü boyunca kendisini seven ve ona bağlı kalan<br />

şairlerle kader birliği etmiş, onlarla yaşamıştır. Edebiyat tarihçileri<br />

“Cem Şairleri” diye bir edebiyat topluluğundan bahsederler,<br />

işte o topluluk, Fatih’in en küçük oğlu olan ve ömrü<br />

gurbette, yâdellerde sürgünde geçen Cem Sultan’ın sevenlerinden<br />

meydana gelen bir topluluktur.<br />

Divan Edebiyatı’na gurbet temasını ilk olarak sokan ve<br />

onu gayet mahirane bir şekilde işleyen Cem Sultan’dır. Hem<br />

Avrupa’da esarete benzer sürgünde bir hayat yaşaması, hem<br />

çok küçük yaşta oğlu Oğuz Han’ın öldürülmesi Cem’in şiir<br />

dünyasını çok hassas yapmıştır. Ayrıca, Ahmed Paşa, Necatî,<br />

Şeyhî, Hâfız, Nizamî ve Salman’ın da Cem şiirlerinin mayalanışında<br />

etkisi olmuştur.<br />

81<br />

Anlatırlar;<br />

-“Papa’ya karşı dikkatli davranmalısın. Bütün padişahlar,<br />

Papayla karşılaştıklarında Papa’nın ayaklarını öperler. Sadece<br />

Alman bey’i dizini öper. Siz de Papayla karşılaştığınızda mutlaka<br />

ayağını öpünüz veya hiç olmazsa dizini öpünüz.”<br />

-Madem öyle, beyleriniz birbirleriyle buluşunca küçük<br />

beyler, büyüklerin ayaklarını niye öpmezler? Papadan daha<br />

ulu beyleriniz var.”<br />

Cevap verirler:<br />

-“Bu bir saygı işaretidir. Bundan bir mağfiret umulur.”<br />

Kardeşi Osmanlı Sultan’ına bile boyun eğmemiş olan Cem,<br />

bu söz karşısında hiddetlenir


Mustafa CEYLAN<br />

Ve der ki:<br />

-“Ben, mağfireti ancak ve ancak Allah ü Telâlâ’dan umarım.<br />

Bu konuda Papa’ya ihtiyacım yoktur ve olamaz da! Ölümüme<br />

razı gelirim amma, dinime, imanıma ve inancıma ihanet<br />

yapmam, asla yapamam!”<br />

Dahi anlatırlar:<br />

“Cem, eline geçen parayı, din ve milliyet farkı gözetmeksizin<br />

Roma’da fakir ve fuaraya dağıtmaktadır. Bunu gören Papa,<br />

“Mısır’dan oğlunu getir, ona kardinallik verelim, bizim dinimize<br />

dönsün, olmaz mı?” der.<br />

Cem, bu sözlerden incinir ve bunarı çok ağır bulur. Der ki:<br />

82<br />

“Ne günlere kaldık ki, bizi dininize dahi davet eylersiz.<br />

Ben sizden Mısır yolunu isterdim, siz bana batıl yol mu göstersiz?<br />

Bilirsiz hod her kişiye kendi dininden gayrisi batıldır.<br />

İtikadımca şimdi Muhammed dini haktır, siz, kendi dininizden<br />

vaz geçip hak din olan Muhammed dinine geçer misiniz? Kardinallik<br />

değil, papalık değil, bütün Dünyanın imparatorluğunu<br />

da verseniz ben ve oğlum dinimizden dönmeyiz. Bu türlü sözler<br />

bize ezâdır. Eğer bu su-i zan bizim Nasara fukarasına merhametimizden<br />

vaki oldu ise, bizim dinimizde fukaraya sadaka<br />

vardır. İster Müslüman, ister kâfir olsun; kim olursa olsun<br />

yoksula sadaka verilir.”<br />

Ölümünden duyulan üzüntü sebebiyle üç gün yas ilân edilir.<br />

Fakirlere sadaka dağıtılır. Gıyabî cenaze namazı kılınır.<br />

Konuşan bir Papağanı vardır Cem’in. Bu cenaze merasimleri<br />

sırasında papağan<br />

-“Allah’ım Cem Sultan’a rahmet et” deyiverir.


Öldürülen 101 Şair<br />

Cem, Papa tarafından para karşılığı zehirlenerek öldürülmüştür,<br />

ama ölümü de siyasî olaylara konu olmuştur. Bayezid,<br />

kardeşinin cenazesini ülkesine getirmek isterken, çıkar hesapları<br />

peşinde koşmakta olan Papa’ da Cem’in kabrinin kendi<br />

ülkelerinde olmasını istemekteydi. Uzun süren yazışmalar sonunda<br />

1499 yılında Cem’in cenazesi Mudanya yoluyla<br />

Bursa’ya getirilip kardeşi Mustafa’ nın ve Sultan Murad<br />

Han’ın yanına defnedildi.<br />

Bir Şiirinde:<br />

“Cefâların bana bildüm vefâyımış ey dost<br />

Bu fikri kim ben iderdüm hatâyımış ey dost<br />

Irağa salma kapundan beni ki Merve hakı<br />

Tavâf-ı Ka’be-i kûyun safayımış ey dost<br />

83<br />

Düşümde zülfüni gördüm diyu sevinmiş idüm<br />

Gözüme hod görinen ejderhâyımış ey dost<br />

Ümîdi zülfüne tutmuş idüm velî bildüm<br />

O dahî ömr gibi bî-vefâyımış ey dost<br />

İrişmek ister idi hân-ı vasfına lîkin<br />

Hemen nâsib-i Cem âhir duâyımış ey dost.


Mustafa CEYLAN<br />

SON SÖZ CEM SULTAN’DAN OLSUN:<br />

“Dün gice ol mâh-ı mihr-ârâyı mihmân eyledüm<br />

Hüsnini dil mülkinin tahtında sultân eyledüm<br />

Yaşlar akıtdum yüzüme yâr meyl itsün diyu<br />

Sîm ü zer arz eyleyüp tezyîn-i dükkân eyledüm<br />

Şol kadar kan ağladum kim dâr-ı dil dîvârınun<br />

Bir taşın yâkut ü bir taşını mercân eyledüm<br />

84<br />

Alnına sür bâri gel boynuna alma kanımu<br />

Canumı çün kaşların yasına kurbân eyledüm<br />

Sen aziz-i Mısr-ı hüsn olalı ey Yusuf-cemâl<br />

Ben zenehdânun çehin gönlüme zindân eyledüm<br />

Olamaz cevher ayarı hâk-i pâyuna ayâr<br />

Hüsnüne çün kefe-i çeşmümi mîzân eyledüm<br />

Yâr geldi kim göre Cem gönlinün vîrânesin<br />

Bir ciğer kalmışdı anı dahi biryân eyledüm.


Öldürülen 101 Şair<br />

CEM SULTANA (Gülce-Triyolemsi)<br />

Biliyorum sen hâlâ Rodos’tan<br />

Bakıyorsun yaşlı gözlerle cennet Anadolu’ya.<br />

Kardeş kamasıdır sırtındaki<br />

Emirgân bahçelerinde yüzü yanmış güllerin<br />

Hıçkırmasıdır kulaklarındaki.<br />

Manâ kıblede, kıble içinin içinde Cem<br />

Yönel ona, bırakma ve aç avuçlarını semâya<br />

Sıyır kara bulutları mora çalan düşlerinden<br />

Yüzyılın sancısı vurmakta bak şakaklarını<br />

Kopart gönül uçurtmalarının şiirden iplerini<br />

Ölüme dost,<br />

…………Ayrılığa can,<br />

………………Gurbete yâran ol Cem…<br />

85<br />

Biliyorum sen hâlâ Roma’da ya da Nis’tesin<br />

İçi kan kırmızı, dışı simsiyah bir sistesin<br />

Biliyorum şehzâde kaftanın yerlerde sürünmekte<br />

Yâdeller içinde ağlamaklı bir vaziyettesin.<br />

İyi bak Cem, iyi bak çeşmelere<br />

Çeşmelerden dolan testilere iyi bak!<br />

İçlerinde irin mi var, nur mu var?<br />

Mecnun ol es yürek çölünde, Kerem ol yan<br />

Dadaloğlu, Köroğlu ol, çal kılıcı haksıza<br />

Fakat Yunus olmayı unutma asla e mi?<br />

Yunus olmayı Cem?!..


Mustafa CEYLAN<br />

Altın işlenmiş kama, çıkar mı hiç kınından?<br />

Şehzâdeler geçende tarih aralığından<br />

Bu şehr-i İstanbul ki, Yaradan’dan hediye<br />

Serpilmiş pul pul işte, tepelerle vadiye.<br />

Çekilir mi kılıçlar, kardeşlik bitsin diye?<br />

Altın işlenmiş kama, çıkar mı hiç kınından?<br />

Yalı bahçelerine bahar yağdır bakışla<br />

Seferden dönsün gayri, metrisle, yedi kışla<br />

Mahzun bir tebessümle, şiirini nakışla<br />

Şehzâdeler geçende tarih aralığından<br />

86<br />

Çelebiler geçende ufkumun çizgisinden<br />

Sen gelirsin aklıma, melil mahzun, yetim sen<br />

Yaradılmış canlının cümlesi Allah kulu<br />

Dünya gelip geçici, acemiler okulu.<br />

Mehterbaşı yeniden çalıversin davulu<br />

Çelebiler geçende ufkumun çizgisinden<br />

Yeditepe İstanbul, yedi göğe yükselir<br />

Boğazda rüzgârımsın, gönül dağlarıma gir<br />

Bir yâr sevsem Beykoz’dan, menekşe kokar gelir<br />

Sen gelirsin aklıma, melil, mahzun yetim sen.<br />

Biliyorum sen hâlâ konuksun<br />

İstemeden yaban elde<br />

Mecburi konuk.


Öldürülen 101 Şair<br />

Kır aynaların çılgın bakışlı yüzlerini<br />

Parçala İstanbul kokmayan gecelerin<br />

Esaret dolu gündüzlerini…<br />

Çağ açıp çağ kapatan bir sultanın<br />

En küçük oğlusun Cem, balasısın…<br />

Öfke, nefret ve de şüphe<br />

Sardı ise boydan boya sarayı<br />

Kardeş kaması derin açar<br />

Sırtındaki yarayı.<br />

Bükme boynunu Cem, bükme<br />

Mısraların dert ortağın, yâr zülfünde gül kokusu<br />

Topla şairlerini çepeçevre, ör halkayı<br />

Kaç okka yüreği Papaz efendinin?<br />

Ve kaç para alır kefeninin cebi, oy anam?!<br />

Osmanlı sultanına eyvallahın yok iken<br />

Çan sesine değişmezsin ezanı<br />

Değişmezsin biliyorum Cem, değişmezsin…<br />

Adalardan gelen o yosun gözlü kızla<br />

Seni bekliyorum hâlâ seni Cem,<br />

Neden gelmezsin?<br />

87<br />

Mustafa CEYLAN


Mustafa CEYLAN<br />

(3): PÎRÎ MEHMED PAŞA(Remzî)<br />

Sadrazamlıktan emekli edildikten sonra, Padişahla dostluğu<br />

devam eden Piri Mehmet Paşa, Pargalı Damat İbrahim<br />

Paşa’nın kandırdığı oğlu Mehmet Efendi tarafından zehirlenerek<br />

öldürülmüş bir şairimizdir.<br />

Silivri’de yaptırmış olduğu cami yanında bulunan türbede<br />

yatmaktadır.<br />

GAZEL<br />

88<br />

Hüsrevâ didi görenler beni Ferhâd ancak<br />

Aşk işin başa iletmişse bu üstâd ancak<br />

Adını âşık idüb nâm u nişân güzelinin<br />

Sakınun adını anman yaramaz ad ancak<br />

Seni terğîb idüp ey dil güzele mürşid-i aşk<br />

Eteğini koma elden güzel irşâd ancak<br />

Zulm ile gönlüm evin yıkdı sanurdum gam-ı yâr<br />

Nice vîrânedür ol ser-be-ser âbâd ancak<br />

Yine mektûbıla şeh bendesini yad itmiş<br />

Bend-i gamdan dil-i mihmet-zede âzâd ancak<br />

Vasf-ı la’l-i leb-i şîrîn-ter dilber variken<br />

Remzi’yâ dilde şükür namı kuru âd ancak.<br />

Yavuz ve Kanuni döneminde beş yıl beş ay iki gün sadrazamlık<br />

yapmış olan Piri Mehmet Paşa, birçok hayır eseri yaptırmıştır.<br />

İstanbul’da Haliç’de Halıcıoğlu ile Hasköy arasında


Öldürülen 101 Şair<br />

kendi adını taşıyan bir semt bulunmaktadır. Bu semtte yaptırdığı<br />

mescit ve hamamı bulunur. Yine İstanbul’da Zeyrek semtinde<br />

Halvetî Tekkesi, Soğükkuyu Camii ve Medresesi,<br />

Mercan’da Terlikçiler Mescidi, Molla Gürânî Camii civarında<br />

Körüklü Tekkesi olarak anılan Halvetî Zaviyesi ve Camcı Ali<br />

semtinde bir sibyân mektebi vardır. Emekli olup vefat ettiği<br />

Silivri’de cami, imaret, mektep ve medreseden oluşan bir kulliyesi<br />

vardır, türbesi de buradadır. Osmanlı ülkesinin birçok<br />

yerinde de hayır eserleri bulunur. Bunlar arasında Belgrad’da<br />

bir imaret, Konya’da bir mescit, imaret ve tekke, Aksaray’da<br />

bir mektep, Gülek Kalesi yakınlarındaki zaviye ve ribât sayılabilir.<br />

“Aksaray İli’nde Zinciriye Medresesi müderrislerinden<br />

meşhur Cemaleddin Aksarayî torunlarından olup babası<br />

ülemâdan Mehmed Çelâleddin b. Ahmed Çelebi’dir. Ana tarafından<br />

soyu Larende (Karaman)’de medfun Mevlâna<br />

Hamzatüddin’dir. Şehzadeler şehri Amasya’da, yetişmiş,<br />

medrese tahsili görmüş, kadılık etmiş ve daha sonra devlet<br />

hizmetine girip II. Beyazıt zamanında Anadolu defterdarı olmuştur.<br />

89<br />

Pirî Mehmed Çelebi, başdefterdarlıkla Çaldıran seferine<br />

iştirak etti. Bir harp meclisinde beklenmeden hemen hücuma<br />

geçilmesi hususundaki söylemiş olduğu sözler ile Sultan<br />

Selim’in takdirini kazandı. Şah İsmail’e karşı zafer sonrasında<br />

ikinci vezir Dukakinoğlu Ahmed Paşa ile birlikte Tebriz’in<br />

zapt edip muhafazasıyla görevlendirildi. Bu seferden dönüşünde<br />

Nahçıvan’a gelindiği zaman Ekim 1514’te azlolunan<br />

Mustafa Paşa’nın yerine üçüncü vezir yapıldı. Amasya’da<br />

Mart 1515 yeniçeri isyanı sonunda görevinden alındıysa da üç<br />

gün sonra tekrar aynı göreve iade edildi.<br />

Hersekli Ahmed Paşa’nın son defa vezir-i âzamlıktan azlinden<br />

sonra, Mısır seferine karşı geldiği için, Pirî Mehmed<br />

Paşa da azil ve emekli edildi.


Mustafa CEYLAN<br />

Yavuz Sultan Selim’in Osmanlı ordusu ile 1516 (hicri<br />

922’de) Mısır seferine hareketi üzerine İstanbul muhafızı ve<br />

sedaret kaymakamı tayin olundu.<br />

90<br />

Mısır’ın fethedilmesinden sonra Mısır’da bulunan Osmanlı<br />

ordusuna İstanbul’dan iaşe, tedarik ve mühimmat getirmesi<br />

ve Mısır’dan geri dönüşte elde edilen ganimetin İstanbul’a taşınması<br />

için Yavuz Sultan Selim İstanbul’dan bir donanma filosu<br />

istemişti. İstanbul muhafızı olan Piri Mehmed Paşa<br />

İskenderiye’ye sevk edilecek donanmayı büyük bir titizlikle<br />

donattı. Galata ve Gelibolu’da hazırlanan altı yüz parçadan<br />

ziyade ve padişahın istediği sayıdan fazla olan bu donanmadaki<br />

gemiler altısı top ve beşini de at gemisi olarak tanzim edilmişti.<br />

Ama 1517 başındaki çok şiddetli kış dolayısıyla bu donanma<br />

ancak 26 Mart 1517’de İstanbul’dan ayrıldı.<br />

İskenderiye’ye gelen gemilere hazineler ve ganimet yüklendi<br />

ve bu filo 15 Temmuz 1517’de İstanbul’a geldi. Piri Mehmed<br />

Paşa’nın bütün bu çalışma ve gayretleri, Yavuz Sultan Selim<br />

gözünde, onu, veziriazamlığa hazırlamaktaydı.<br />

Mısır Seferi dönüşünde ani bir kararla Yavuz Sultan Selim<br />

sadrazam olan Yunus Paşa’yı 13 Eylül 1517’da idam ettirdi.<br />

Yerine hemen sadrazam tayin edilmedi ve İstanbul’da bulunan<br />

Piri Mehmet Paşa acele Suriye’ye çağrıldı. Piri Mehmed Paşa<br />

24 Ocak 1518’de Şam’daki ordugâha ulaşıp bir gün sonra da<br />

vezir-i azam görevine getirildi. Mısır’dan dönüşte sadrazam<br />

Yunus Paşa’nın îdamı üzerine İstanbul’dan getirtilerek Şam’da<br />

pâdişâhla buluşup vezir-i âzam tayin edildi (924 Muharrem<br />

1518 Ocak) ve Yavuz Sultan Selim’in vefatına kadar mevkiini<br />

muhafaza ettiği gibi oğlu Sultan Süleyman’a da üç sene vezir-i<br />

âzamlık yaptıktan sonra 1523’te vezaret haslarıyla emekli<br />

edildi.<br />

Dönemindeki önemli olaylar:<br />

1521-Belgrad’ın fethi<br />

1522-Rodos’un fethi


Öldürülen 101 Şair<br />

Kişiliği ve cesaretiyle Yavuz Sultan Selim’in gözüne girmiştir.<br />

Hatta Belgrad’ın fethi için Kanunî Sultan Süleyman’ı<br />

ikna etmiş ve Yavuz Sultan Selim döneminden itibaren denizciliği<br />

ve donanmayı geliştirmeye çabalamıştır<br />

İkinci Vezir Ahmet Paşa sadrazam olabilmek için Piri Mehmet<br />

Paşa’nın yaşlılığını bahane edip Kanunî Sultan Süleyman’a<br />

onu görevden almaya ikna etmeye çalışmış ve sonuçta başarılı<br />

olmuştur. Ancak II. Vezirin yerine sadrazamlığa Hasodabaşı<br />

İbrahim Ağa’yı getirtmiştir ve Piri Mehmet Paşa’ya maaş bağlayarak<br />

onu emekli etmiştir.<br />

Padişah Kanuni Sultan Süleyman geleneğe göre ikinci vezir<br />

olan Hain Ahmed Paşayı sadrazamlığa getirmesi gerekirken,<br />

Mısır valiliğine atadı ve sadrazamlığa 4. vezir Pargalı<br />

İbrahim Paşa’yı getirdi. Beylerbeyi olarak Mısır’a vardıktan<br />

sonra Ahmet Paşa Memlüklü devlet adamlarını çevresinde<br />

toplayarak isyan etti. Bağımsızlığını ilan ederek ve yeni bir<br />

devlet kurmak için para bastırarak hutbe okuttu. Sadrazam İbrahim<br />

Paşa isyanı bastırmak ile görevlendirilip Mısır’a gitmişse<br />

de, Hain Ahmed Paşa sarayında kendi adamları tarafından<br />

öldürüldu. Pargalı İbrahim Paşa Mısır eyaletinin idarî ve<br />

malî kurumları ile işlerini büyük bir reforma tabi tuttuktan<br />

sonra İstanbul’a döndü. Sadrazamlıktan emekli edildikten<br />

sonra Silivri’deki çiftliğine çekilen Piri Mehmet Paşa’nın saraya<br />

pek sık gidip geldiği, hatta Kanunî Sultan Süleyman ile<br />

arasının oldukça iyi olduğu rivayet edilir. Buradan hareketle,<br />

Pargalı Damat İbrahim Paşa’nın sadrazamlığının geri alınacağından<br />

korktuğu ve 1532’de Mehmet Paşa’nın oğlu Mehmet<br />

Efendi ile anlaşarak babasını zehirlettiği rivayet edilir.<br />

Silivri’de yaptırmış olduğu cami yanında bulunan türbeye<br />

gömülmuştür.”(kaynak:wikipedia.org)<br />

91


Mustafa CEYLAN<br />

Derler ki:<br />

Oğlu tarafından zehirlendiğini anlayan Pîrî Mehmet Paşa:<br />

-“Beni yakdın oğlum, Allah’da seni yakar inşallah!” demiştir.<br />

Demesine demiş ama baba intizarını alan elbet de yeşermezmiş.<br />

Aradan henüz iki yıl geçmiş, bir kış günü, bir ocak<br />

kenarında uyuklayan oğul Mehmed’in elbisesi tutuşur ve yanarak<br />

ölür…<br />

Lâtifî Tezkiresi’nde hem adıyla, ham de Remzî mahlasıyla<br />

şiirler yazdığı belirtilir. Akıllı, bilgili, sözü dinlenir, vakur bir<br />

kişiliği vardı.<br />

92<br />

Gam-ı zülfünde kalanlar zulumât ile yürür<br />

İrişen leblerüne âb-ı hayat ile yürür.<br />

Hüsn ser-nâmesine kaşları olalı nişân<br />

Hükmi der âşıkına sanki berât ile yürür.<br />

Zâhidi hasret-i mey şöyle zaîf eyledi kim<br />

Elde tesbîh ü asâsı salavât ile yürür.<br />

Yüzlerin Hakk’a dutup nâliş ider hur u melek<br />

Ki göreydin anı yâ Râb ne sıfât ile yürür.<br />

Remzi’yâ kaddüne benzer nice serv ola kim ol<br />

Salınur şiveler eyler harekât ile yürür.


Öldürülen 101 Şair<br />

SON SÖZ:<br />

EVLÂT, BABA KATİLİ<br />

Silivri’de bir cami, cami yanında türbe;<br />

Silivri’de bahar türkü söyleyip gezer<br />

Dal uçlarında tövbekâr dualar<br />

Avuçlasan toprağı<br />

İçinden nursuz bir çağ çıkar<br />

Sen elleri böğründe şaşkın<br />

Ben basarım kahkahayı dipsiz göğe…<br />

Babalık kürsüsü çok kalablık<br />

Kabalık modası müptezel siyah<br />

Mavinin sol yanında kurşun<br />

Eğrinin doğruya galip geldiği<br />

Bir sarı ölüm bestesidir söylenen<br />

Katil su kıyısında,<br />

Mazlum bileğinde kelepçe<br />

Baba mezarda…<br />

93<br />

İbrahim Paşa dirilmiş mi ne?<br />

Figânî’ye yağlı urgan<br />

Bebek katili köpek caniye af<br />

Piri Mehmet Paşa’m korkulu rüyâlarda<br />

Kan, ter içinde sabahlar


Mustafa CEYLAN<br />

Silivri’de bir cami, cami yanında türbe<br />

Gözü sulu bir yavru geçti şimdi burdan<br />

Yaşı yüzyetmiş sanki<br />

İçinde bin bulut söylencesi<br />

Dışında gün ışığı giysiler<br />

Ver elini, tut bırakma beni bende<br />

Küfre dönüşecek yoksa<br />

Dilimdeki türküler…<br />

Mustafa CEYLAN<br />

94


(4): SA’YÎ<br />

Öldürülen 101 Şair<br />

Müsrifliği yüzünden, hizmetkârları tarafından zehirlenerek<br />

öldürülen XVI. Yüzyıl şairlerimizden birisidir.<br />

Yoluna şunlar ki ömrüm hânumânlar dökdüler<br />

Gam meta’ın aldılar nakd-i revânlar dökdüler.<br />

İtlerin meyl eylesün deyu ten-i fersûdeye<br />

Geldiler kûyunda yer yer üstühânlar dökdüler<br />

Sunmanız na’l ü elifler sinemin meydânına<br />

Leşker-i hicrân gelüp tîr ü kemânlar dökdüler<br />

Nûş-i cân anlara kim aşkın meyinden mest olup<br />

Dîde câmından şarâb-ı arguvânlar dökdüler<br />

95<br />

Kâtip Çelebi’ye göre Sa’yî’ nin babasının adı Mehmed, dedesinin<br />

adı Selman’dır. Merhaba Efendinin mülazımı, musahibi,<br />

kâtibi ve danişmendi olarak görev yapmıştır. Ayrıca kadılık<br />

görevi de yapmıştır. Otuz beş akçe ile Eşkinoz kadılığı<br />

yaparken hizmetçileri tarafından öldürülür.<br />

Neden mi?<br />

Anlatalım:<br />

Aldığı bütün maaşını bile eşine-dostuna, aşk-meşk yaptığı<br />

insanlara harcayan, devamlı veren el olan birisi, kaynak bittiğinde,<br />

deniz tükendiğinde, o sürekli alanlar tarafından “cimri”<br />

diye vasıflandırılır, öyle değil mi? Alanlar, hep alışmıştır almaya,<br />

ama bilemezler ki verende de ancak kaynak kadar vericilik<br />

vardır.


Mustafa CEYLAN<br />

Kadı Sa’yî, “mübtelay-ı imsak olduğu cihetten hizmetkârları<br />

elinde şerbet-i şehadetle iftar idüp” , cimriliği sebebiyle öldürülür.<br />

Oysa, şair cimri değildir ve aksine müsriftir. Eline ne<br />

geçerse doatlarıyla yer, içer, paylaşır cinsindendir<br />

Bu vericiliği sebebiyle iki yakası bir araya gelmemiş, saçına<br />

sakalına ak düştüğü halde sırtındaki gömleğini dahi değiştirmeye<br />

vakit bulamamış birisidir. Hangi makamda, hangi ünvan<br />

ve yerde olursa olsun, müsrif olduğu halde, cimri olarak<br />

vasıflandırılmış ve fakirlikten kurtulamamıştır.<br />

Müsrifliği biraz da “işret âlemine düşkün olmasındandır.<br />

En çok da kendisine hizmet etsin diye seçtiği çift cinsiyetli<br />

kişiler yüzündendir.<br />

96<br />

Zira;<br />

Yanında memuriyete başlayan Merhaba Efendi, bu şairimizin<br />

sorumsuzca para harcamasına sinirlenmiştir. Merhaba<br />

efendi, şairin, hamam sefalarında dellak oğlanlarıyla zevk ü<br />

sefa yaparken son derece müsrif davranmasına bir anlam veremez<br />

ve ona kızar. “Bari bir oğlan gönderelim hamama, o<br />

da- kendi hizmetçisi olan Ali’yi işaret ederek- Ali olsun, hiç<br />

olmazsa masraf, ikram edilen akçeler, gerisin geri bize, kendimize<br />

döner” der.<br />

Evet,<br />

Hamam eğlencelerine pek düşkün olan bu şairimiz, gene<br />

hamam eğlencesini yaptığı oğlanlar-çift cinsiyetliler tarafından<br />

öldürülür.<br />

İlim sahibi, Arabî, Farisî ve Türkî dillerine vakıf olan şair,<br />

bir divan teşkil edecek kadar şiire imza atmıştır. Kâtip, hattat<br />

ve hukukçudur. Zevkine düşkün olması yüzünden, dostlarına<br />

ve yakınlarına harcamada sınır tanımadığından, üstelik “cimri”<br />

diye lâkap almış birisidir.


Öldürülen 101 Şair<br />

Böyledir işte hayat… Böyledir insanoğlu… Devamlı verirsen,<br />

verirsin; hiç ses çıkmaz, teşekkür bile etmezler. Ne zaman<br />

ki, vermediniz, veremediniz; ne zaman ki “sırtımdan inin gayri,<br />

yeter” dediniz. İşte o zaman yandınız demektir. Bol kese ve<br />

bol kepçe dağıtırken, çok güzel gözükürsün gözlere. Kaynağın<br />

kuruduğunda da çok kötü.<br />

Hamam oğlanlarına, çift cinsiyetli tellâklara düşkün olan<br />

öldürülen bu şairimize bakalım bizim vatandaş Osman ne diyecek?<br />

Söylediğimde nasıl da güzel ve içten gülmüş, “Ceylan<br />

hoca neler de buluyorsun?” demişti.<br />

Buyursun vatandaş Osman, olayın içinde olay var. Şair,<br />

hem müsrif, hem cimri. Bu nasıl oluyorsa?! Kadı üstelik. İşret<br />

ve saz âlemi onu gördüğü hizmetlerde de elini uzun tutmasına<br />

sebep olur. Sağa sola, zevk âlemlerine, travestilere para yetiştirmek<br />

için her yolu dener. Musluğun, benzin pompasının yanına<br />

çekmek ister aracını. Padişahım, devletlüm sen çok yaşa<br />

diyenlerden olur çıkar. Bir makama gelebilmek için, bol paralı<br />

bir göreve atanabilmek için, şairimiz denemedik çare bırakmaz.<br />

97<br />

“Gördü kim etfal-i eşkim hânesin eyler harâb<br />

Âşiyân-ı dîdemi terk itdi uçdu mürğ-ı hâb<br />

Döne döne inleyüp dolâb-veş döksem nola<br />

Pâyine bir serv-kaddin yaşımı mânend-i âb”<br />

SON SÖZ DE GENE ŞAİRİMİZDEN OLSUN :<br />

“Fenâ gülzârıdır âlem bahârından hazân kalmış<br />

Meh-i nev sanma andelîbi uçmuş âşiyân kalmış.”


Mustafa CEYLAN<br />

(5): TÂİB<br />

“Çeşmimden o meh ta’lat-i dîdâr nihândır<br />

Ağûş-i serâ-perdede ol yâr nihândır.<br />

Firkatle çıkar dûd-i dilim sîneden ammâ,<br />

Sûziş-ger olan dem-be-dem ol nâr nihândır.<br />

Zülfü dökülür ârız-ı pîşânına gâhî<br />

Cevr itmek içün turre-i tarrâr nihândır.<br />

98<br />

Mansûr’uyam ol silsile-i zülfünde ammâ,<br />

Meydân-ı muhabbetde velî dâr nihândır.<br />

İtmektedir ol gûşe-i çeşminde penâhî<br />

Tâib hazer it gamze-i mekkâr nihândır.”<br />

Mısır Valisi’nin nereli olduğunu sorar. Kayserili olduğu<br />

söylenir. Şakacı bir mizaca sahip olan şairimiz, “Eya! Emir<br />

midir, Ermeni midir?” diye takılır. Bu sözden alınan Mısır Valisi,<br />

onun zehirlenerek yok edilmesini ister. Şairimizin kendi<br />

elemanı olan Abdürrahim Ziyaeddin İbn-i Arap eliyle zehirlenerek<br />

öldürülür.<br />

XVIII. Yüzyıl şairlerimizden, asıl adı Ahmed, Osmanzâde<br />

Tâib Ahmed adıyla da bilinir. İstanbul doğumlu. Her önüne<br />

geleni hicveden bir kişiliğe sahip olduğundan sıkça tenzil-i<br />

rütbe edilmiştir. Tâib, tövbe eden anlamına gelir. Şairimiz,<br />

daha önce Hamdî mahlasını kullanırken, sivri dilli oluşunun<br />

cezasını çekmiş, bu nedenle de “tövbe eden” anlamına gelen<br />

Tâib mahlasıyla şiirler yazmaya devam etmiştir. Hattâ bir ara,


Öldürülen 101 Şair<br />

öyle yılmış ki, Kadıköy’deki konağına ve Demirkapı’daki<br />

çiftliğinde inzivaya çekilmiştir. İnzivada iken, sosyal, toplumsal<br />

acılar ve geçirdiğimiz felâketlere, yangınlara değinen eserler<br />

vermiştir. Ekonomik sorunları nüktelerle hicveder. Kahvenin<br />

pahalılaşması üzerine;<br />

“Olalı kahve-i Rumî nümâyân<br />

Nohûdî meşreb oldu cümle yârân.”<br />

Demiştir.<br />

Türkçe Divânı’ndan başka, Münşeât, Hadikatü’l Mülûk,<br />

Hadikatü’l Vüzera, Ahlâk-ı Ahmedî, Hülâsatü’l Ahlâk, hadis-i<br />

Erbain şerhi, Mehâsinü’l-Edep Telhisi, Simârü’l-Esmâr,<br />

Ahmedü’l Âsâr fi Tercüme-i Meşâriku’l Envar isimli eserlerin<br />

de yazarıdır.<br />

99<br />

Müderris olarak birçok medresede görev yapar. Rus seferinin<br />

zaferle sonuçlanması üzerine padişaha kasideler sunar. Padişaha<br />

ve Sadrazam Şehit Ali Paşa’ya sunduğu övgünamelerle<br />

2000 altın ve önemli medreselerde müderris olarak göreve<br />

atanır. 1720’ de Sultan Ahmed’in İbrahim adında bir şehzadesi<br />

dünyaya gelince yazdığı manzume çok beğenilir ve hatt-ı<br />

hümayun ile “Reis-i Şairan” ilan edilir. Halep ve Kahire kadılıkları<br />

görevlerinde bulunur.


Mustafa CEYLAN<br />

Bilmem niçin o şûh niyâzımdan incinür?<br />

Nâz eylesem niyâzda nâzımdan incinür.<br />

Şevk-i cemâle yanmada pervâne-meşrebim,<br />

Ol mâh-rû ki sûz u gudâzımdan incinür.<br />

Vasfında ta’bım eylese men-güdâzlık<br />

Ol hurde-bîn nükte-tırâzımdan incinür.<br />

Arz itme şöyle dursun o ter-tab’a hâlimi<br />

Şâyed nühüfte-i dil-i râzımdan incinür.<br />

100<br />

Nâlân-ı bezm-i işvesi olmak diler gönül<br />

Ammâ o şûh zümre-i sâzımdan incinür.<br />

Tâib niyâza başlasam âzürde-dil olur<br />

Nâz eylesem niyâzda nâzımdan incinür.


Öldürülen 101 Şair<br />

(6): ŞÂKİR<br />

XVIII. Yüzyıl şairlerimizden, İstanbul’da doğmuş, asıl adı<br />

Hüseyin, zulme engel olmak istemesi yüzünden Halep valisi<br />

ile araları açılır ve zehirlenerek öldürülür. Şiirin dışında hüsn-ü<br />

hat sanatıyla da iştigal etmiştir.<br />

Demiştir ki:<br />

“Hevâ hevâ güzelim seyre gel yetiş günüdür,<br />

Çemen çemen salın ey serv kad reviş günüdür.<br />

Kenara doğru salındır o serv-i âzâdı<br />

Gel ey nesîm –i sabâ hizmetin var iş günüdür.<br />

101<br />

Yeridir eyleyelim gâhvâre sînemizi<br />

Tamam o tıfl-ı nev-âmûzu perveriş günüdür.<br />

Mey-i neşât ile sermest iken hemân cânân<br />

Ayağına düşelim sâkiyâ yetiş günüdür.<br />

Zer-i kabûl ile terhîb olur bu hüsn-i edâ,<br />

Kitâb-ı nazmını arz it alış veriş günüdür.<br />

Bu feyz-i vakt-i server ü neşât ol âgâh<br />

Dem-i adâlet-i hâkân Cem-meniş günüdür.”<br />

Sultan III. Mehmed’e, Veziriazam İbrahim Paşa’ ya,<br />

Şeyhülislâm Abdullah Efendi’ ye övgünameler sunar. Sunduğu<br />

bu kasidelerle müderrislikle taltif edilir. Derece ve kademesi<br />

yükseltilir.


Mustafa CEYLAN<br />

1732 yılında Arpa Eminizade Sami Efendi’nin yerine vakanüvis<br />

olarak tayin edilir. 1742-43 yılında Halep’e atanır.<br />

Türkçe Divanı’nın yanı sıra, vakanüvis olarak kaleme aldığı<br />

Tarih isimli bir eseri daha bulunmaktadır.<br />

Demiştir ki:<br />

“Nâz itmekle dilberi meh-veş bahâsına,<br />

Aldı kettân sabrımı âteş bahâsına.<br />

Yağma edince gamze-i tâtâr dilleri,<br />

Verdim o şâha cânımı tirkeş bahâsına.<br />

102<br />

Çıkmazsa alma hatt-ı siyeh rûy-i âline<br />

Değmez metâı sâde munakkaş bahâsına.<br />

Çokdur ümmîd-i visâl ider nakd-i cân be kef<br />

Nâz eylesem o Yûsuf-ı serkeş bahâsına<br />

Sûk-i hünerde bu gazeli penç beyt ile<br />

Şâkir metâ-ı nazmını vir beş bahâsına.”


Öldürülen 101 Şair<br />

(7): SÜRÛRÎ<br />

Padişah huzurunda saz çalarak kendi eserlerini icra eden<br />

Halk ozanımız Sürûrî, kendisini çekemeyen halk ozanı-âşıklar<br />

tarafından zehirlenerek öldürülmüş bir şairimizdir.(1855-56)<br />

“Nice bir yaş döker ağlarsın kanlar<br />

Garip öksüz melil yârsız Süruri<br />

Gönül bahçesinde taze fidanlar<br />

Meyvası tükenmiş narsız Süruri<br />

Ezelden kârımız bizim bu yanmak<br />

Mihnet şarabını nuş edüp kanmak<br />

Ehli aşka göre n’olsun utanmak<br />

Ko desinler bana arsız Süruri”<br />

103<br />

“Süruri, 19 uncu yüzyılının başlarında, Sillenin Karhane<br />

şimdiki «Subaşı» mahallesinde doğmuş; ilk tahsilini Sille<br />

medresesinde yapmış, 19 uncu asrın yarısında İstanbula gitmiş,<br />

Saraya intisap ve yüksek bir mevki işgal etmiştir.<br />

Sururi’nin bu kudretini çekemiyen diğer halk şairleri onu<br />

genç yaşında zehirliyerek ve bu suretle daha önemli eserler<br />

vermesine mani olmuşlardır.<br />

Zehirlendiğini anlayan Süruri :<br />

“Süruriyim vatanım yok,<br />

Eğlenecek mekânım yok,<br />

Ölürsem bir nişanım yok,<br />

Mezarım gurbet illerde…”


Mustafa CEYLAN<br />

Feryadını kopararak 1272 hicri yılında gözlerini ebediyyen<br />

kapamıştır. Süruri’ nin sülalesine Kurt Mehmet Oğulları denmektedir.<br />

Asıl adı Osman’dır. Kör Bekir «Zehri», Haci Musa,<br />

Berber Mustafa adında üç kardaşı vardır. Bu dört kardaştan<br />

Süruri, Zehri, Berber Mustafanın oğlu Nigari şairdirler.<br />

Süruri henüz medrese hayatında iken şiirlerini sazile terennüm<br />

ederdi. İlk eserlerinde üstadlarının, bilhassa Şemi’ nin<br />

takdirini kazanmış ve muhitteki halk şairlerinin alâkasını celbetmeye<br />

muvaffak olmuştu.”<br />

104<br />

-1-<br />

Düşürme sevdiğim beni dillere<br />

Sırrımı âleme ifşadan sakın<br />

Varupda meylini verme ellere<br />

Sevdalı başımı kavğadan sakın<br />

Derdü aşkın gibi bir müşkül beter<br />

Var mıdır dünyada ey kalbi hacer<br />

Hatıra gelmez mi ol havali mahşer?<br />

Huzur-u divanda davadan sakın<br />

Bir âh etsem arşı alaye çıkar<br />

Korkarım ki çarhı gerdunu yıkar<br />

Nar-i aşkım benim dünyayı yakar<br />

A kuzum kendini cefadan sakın<br />

Felekten başıma yağsa gam taşı<br />

Dutarım daima açarım başı<br />

Süruri’dir durmaz gözlerim yaşı<br />

Akar deryalanır dalgadan sakın


Öldürülen 101 Şair<br />

-2-<br />

Yine allar geymiş şahi hubanım<br />

Günde yüzbin türlü elvan gösterir<br />

Mestane bakışlı ahu ceranım<br />

Gözleri bağdadı kalkan gösterir<br />

Geyme güzel geyme telli kumaşlar<br />

Aşıkın görürde fığana başlar<br />

Seyfi acem gibi ol siyah kaşlar<br />

Kalemdir katlime ferman gösterir<br />

Aklımı şaşırdı bir hüsnü melek<br />

Sarsılır yüzünü görse ne felek<br />

Sırmalı sim düğme ilikli yelek<br />

Geçer karşımızda pistan gösterir<br />

105<br />

Süruri derdine nice dayasun<br />

Hicri firakınla game boyansun<br />

Layıkmıdır böyle kül olsun yansın<br />

Her bir edan günde bin kan gösterir<br />

-3-<br />

Selâm eylen varın söylen o dosta<br />

Garip halim gelsin seyran eylesin<br />

Mihnet firaşında yatarım hasta<br />

Çaresiz dertliyim derman eylesin


Mustafa CEYLAN<br />

Feleğin sillesi eyledi sersem<br />

İflah olman derler her kime sorsam<br />

Beni bir ağlar yok eğer ölürsem<br />

Meğer nazlı yârim figan eylesin<br />

Bir nefri gam benim düştü tabrıme<br />

Görse Lokman tahsin eder sabrıma<br />

İhtimaldır bile gider kabrime<br />

Başıma taş deyü nişan eylesin<br />

106<br />

Süruri der dilber konup göştükce<br />

Unutmasın beni gelüp geştikce<br />

Ziyaret etmiye yolu düştükce<br />

Ruhuma Fatiha ihsan eylesin”<br />

“Sürurinin kendi el yazısı ile yazılmış bir cönkünü, Silleli<br />

Abdülcelil efendiden merhum Babalık sahibi Mazhar bey almış<br />

geri vermemiştir. Bu cönk, hali hazırda kimde olduğu malum<br />

olmamakla beraber neşredilmemiş, gizli olarak kalmıştır.<br />

Bu kıymetli şair hakkında değerli Folklorcularımızdan M.<br />

Ferit Uğur, Sadettin Nüzhet Erğun, Konya halk harsiyatında<br />

ve yine Sadettin Nüzhet Erğun «19 uncu asır şairlerinden Silleli<br />

Süruri» eserlerinde kıymetli fikirler, vesikalar, şiirler neşretmekle<br />

beraber; Abdülkadir Erdoğan da Konya mecmuasında<br />

neşretmişlerdir.<br />

Gerek M.Ferit Uğur, Sadettin Nüzhet Erğun ve gerekse<br />

M.Zeki bu kıymetli halk şairini Türk gençliğine tanıtmak için<br />

takdire şayan mesailerde bulunmuşlardır. Bilhassa, M.Ferit ile<br />

M.Zeki Dalboyun arasında (1) bir münakaşa cereyan etmiştir.”


Öldürülen 101 Şair<br />

Ben burada Sürurinin kendi el yazıları ile (1250) hicri yılında<br />

yazdığı divanında mevcut olan Koşma, Divan, Semai,<br />

Kalenderi şiirlerini ve şimdiye kadar müteaddit mecmua ve<br />

kitaplarda neşredilen şiirlerini bir araya toplayarak neşredeceğim.<br />

Bu suretle Türk halk ve hersiyatına ufak bir yardım yapabilirsem<br />

bana ne mutlu...”(Kaynak:A.Kemal Akça, Sillenin<br />

Halk Şairleri, Konya, 1940)<br />

Kadir Mevlam beni düşürdün derde<br />

Bu derdime sen dermanı yetiştir<br />

Beni muhtaç etma olur bir derde<br />

İnayet et şol lokmanı yetiştir<br />

Bahri sevmekten ilacın gönder<br />

Dertli vücudumu sıhhata dönder<br />

Ayni hayat şerbetin sen bana sundur<br />

Hızır elidden şol peymanı gönder<br />

107<br />

Ecel hırhasını egnime aldım<br />

Ömrüm sefinesin engine saldım<br />

Girdabı gam içre firkatte kaldım<br />

Nuh gibi bir keşt-i bani yetiştir<br />

Haşa kudretinden bahsetmek mehal<br />

Bahri himmetinden olurmu süal<br />

Hazreti Eyyub’e olursa misal<br />

Süruri’ye sabrı ihsanı yetiştir


Mustafa CEYLAN<br />

-8-<br />

Dinlen hey ağalar derdimi bugün<br />

Sözü şeker lebi bale vuruldum<br />

Hatırımdan gitmez lalei gülgun<br />

Ruylarında olan ale vuruldum<br />

Eğnine geymiş mücevher diba<br />

Maarif sadelik mahbubi ziba<br />

Yaktı vücudumu kameti tuba<br />

Boyu servi gibi dale vuruldum<br />

108<br />

Mecnun gibi daim gezerim sahra<br />

Cihane gelmemiş böyle Dilara<br />

Kemandır ebruler ruhları hamra<br />

Zenehdinde olan hale vuruldum<br />

Süruri der aşkın bahrı boşandı<br />

Beyaz gerdanına benler döşendi<br />

Kırmızı levharı kuşak kuşandı<br />

İnce belde olan şale vuruldum”<br />

-----------<br />

(Kaynak: http://www.turkuler.com/ozan/sururi.asp)


Öldürülen 101 Şair<br />

(8): ÂŞIK FERKÎ<br />

İşte Prizrenli bir şairimiz daha. Adı İbrahim, soyadı: Sipahi,<br />

mahlası Ferkî… 1867 doğumlu ama 41 yaşında kendisini<br />

çekemeyen şairler tarafından zehirlenerek öldürülmüştür.<br />

Destan-ı Mamuşa eseri pek meşhurdur. Destanları ile tanınmış<br />

bir şairimizdir.<br />

Demiştir ki:<br />

“Bak âlemde esnâf olanlar<br />

Söylemekte nâhak yere yalanlar<br />

Ben tüccârım diye göksün uranlar<br />

Gerdük nice müflisi hasır yakanı.<br />

109<br />

Gitsen dükkânına bir gedâ kemter<br />

On gurş ise malı, otuz gurş ister<br />

Yahudiler gidişi cümlesi gider<br />

Kalktı alışveriş şöhreti, şânı.<br />

Bütün esnaf oldu paraya yangın<br />

Açar dîdelerim misal-i maymun<br />

Şeker sair nevâl alırsın satın<br />

Destin tanır, bilir eksik mizânı.<br />

Yeter çok söyledim geldikçe elden<br />

Kendimde bulundum böyle amelden<br />

Dünya kurulmadan tekrar temelden<br />

Düzülmez çâr köşe menzil meydânı.”


Mustafa CEYLAN<br />

Küçük yaşta yetim kaldı ve üvey anne elinde büyüdü. İlkokuldan<br />

sonra belediye kâtipliği görevine atandı. 80 yaşındaki<br />

babası, diğer memurlar gibi onun da alafranga elbise giyeceğinden<br />

endişe ederek, şairimizi baskı ile belediyedeki kâtiplik<br />

görevinden istifa ettirdi. İşinden ayrılınca, bütün Anadolu<br />

âşıklarının yaptığı gibi, kahvelerde ve düğünlerde çalıp söyledi,<br />

il il dolaştı. 1887’de “Çelebi” adlı bir kızla evlendi.<br />

Kosova şehirleri dışında Üsküb’de, Selânik ve İstanbul’da<br />

çalıp söyledi. Gezileri sırasında çokça şair-ozan-halk aşığı ile<br />

dost oldu.<br />

Başarısını şair-ozan dostları çekemiyordu.<br />

110<br />

Nihayet, kıskanç ozanlardan birisi ona “abdülselat” adı verilen<br />

bir ilâcı yedirdi. Bu ilâç ishal ilâcı idi. Şairimiz bunun<br />

üzerine yataklara düştü. Bu durum, babası tarafından devlete<br />

intikal ettirilince, şairimiz hapsedildi.<br />

Ve içtiği zehirli ilâçlar sebebiyle öldü.


Öldürülen 101 Şair<br />

C-Yakılarak Öldürülen Şairler<br />

(1): NESİMİ ÇİMEN<br />

Nesimi Çimen (d. 1931 - ö. 2 Temmuz 1993), Alevi Bektaşi<br />

halk ozanı.<br />

1931 yılında Adana’nın Saimbeyli ilçesinde doğdu. Daha<br />

sonra tüm ailesiyle birlikte Kayseri’nin Sarız ilçesine yerleşti<br />

ve bir köy ağasının yanında maraba olarak çalışmaya başladı.<br />

Ağanın kızı Dilber’e âşık olunca, birlikte Kayseri’den kaçıp<br />

Elbistan’ın Sevdili Köyü’ne yerleştiler. Anadolu Aleviliği’nin<br />

yoğun yaşandığı bu bölgede uzun süre kaldıktan sonra<br />

İstanbul’a taşındı. İşçi olarak Almanya’ya gitmek için çabaladı,<br />

fakat nefes darlığı olduğu için başaramadı ve ailesiyle beraber<br />

Osmaniye’nin Kadirli ilçesine göç etti. Bu dönemde yazar<br />

Yaşar Kemal ile tanıştı ve onun da yardımıyla bir fabrikada<br />

işe başladı. Greve çıkan işçilerin başına geçince işten altıldı ve<br />

ailesinin geçimini sağlamak için ozanlığa başladı. 1967 yılında<br />

Tunceli’de sergilenen bir Pir Sultan Abdal oyununda oynayan<br />

ve deyişler söyleyen Nesimi, salonda olay çıkınca gözaltına<br />

alındı ve bıyığının yarısı tek tek yolunmuş bir vaziyette<br />

serbest bırakıldı. Ailesiyle birlikte Zeytinburnu’nda bir gecekonduya<br />

yerleşti. Evinde konaklayanlar arasında Yaşar Kemal,<br />

Atıf Yılmaz, İlhan Selçuk, Behice Boran, Mehmet Ali<br />

Aybar, Harun Karadeniz, Yılmaz Güney, Mahzuni Şerif, Âşık<br />

İhsani, Emekçi ve Ali Özgentürk gibi isimler vardı.<br />

111<br />

Küçük yaşta türkü derlemeleri yapan Nesimi, topladığı<br />

folklor değerlerini radyo arşivlerine kazandırdı. Hatayi, Pir<br />

Sultan Abdal ve diğer usta ozanların nefeslerini söyleyerek


Mustafa CEYLAN<br />

kendisini tanıttı. Nefeslerini, türkülerini bağlama ile değil,<br />

göğsünde taşıdığı cura eşliğinde söyledi ve cura çalmada ün<br />

kazandı. Kendi yazdığı deyişlerini de okuyup söylemiştir.<br />

2 Temmuz 1993 günü Sivas’ta, Madımak Oteli’nin yakıldığı<br />

ve 35 kişinin öldürüldüğü Sivas Katliamı’nda hayatını kaybetti.<br />

Cenazesi İstanbul Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi.<br />

Balet ve müzisyen Mazlum Çimen’in babasıdır.<br />

15.Mart.2012 / Hürriyet Gazetesi<br />

Yılmaz ÖZDİL<br />

112<br />

“Halk ozanıdır. Koca yürek... Anadolu’nun bağrından kopar,<br />

yolu Paris’e düşer. Bi başına. Karnı aç. Elleri cebinde dolaşırken,<br />

bakar ki, sokak çalgıcıları var, müzik yapıyorlar, para<br />

topluyorlar. Çöker bi köşeye, cura’sını tıngırdatmaya, yanık<br />

yanık söylemeye başlar:<br />

“Aç kulaklarını dinle sözümü, yalan söz gerçeğe tuzak değil,<br />

insan hakkını hak bilen kişi, özünde nur doğar yalan ateşi,<br />

kâmili taşlamak cahilin işi, cahilden kötülük hiç uzak değil...”<br />

Tesadüfen ordan geçerken, durup, dinleyenler arasında<br />

Abidin Dino da vardır. Çağdaş Türk resminin öncülerinden,<br />

ressam, karikatürist, yazar, yönetmen... Entelektüel çevrede<br />

büyüyen, Robert Kolej mezunu, bizzat Mustafa Kemal tarafından<br />

resim ve sinema eğitimi için Rusya’ya gönderilen...<br />

ABD’de Fransa’da sergiler açan, Fransa Plastik Sanatlar Birliği<br />

Onursal Başkanı olan, Fransa Kültür Bakanlığı’ndan Altın<br />

Şövalye Nişanı alan, New York Dünya Sanat Sergisi Danışmanlığı<br />

yapan... Siyasi görüşleri nedeniyle ordan oraya sürgüne<br />

gönderilen Abidin Dino.


Öldürülen 101 Şair<br />

Tanışırlar... Kasketli, pala bıyıklı, buram buram Anadolu<br />

kokan ozan’ın kalacak yeri olmadığını öğrenir, koluna girer,<br />

evine davet eder. Dilbilimci, yazar, Paris Ulusal Bilim<br />

Merkezi’nde görev yapan, öğretim üyesi doçent eşi Güzin<br />

Dino, sofrayı kurar. Otururlar, sohbete koyulurlar. Laf lafı<br />

açar, ozan der ki, beni yarın çarşıya götürür müsünüz? Hayrola<br />

derler, ne lazımsa biz sana alalım... “Bale ayakkabısı alacağım”<br />

der! Dino’lar şoke olur. Kara yağız ozan, o şahane şivesiyle<br />

devam eder: “Benim oğlan balet de... Ona göndereceğim.”<br />

Çünkü...<br />

Nesimi Çimen’dir o.<br />

Türkü derleyen, ilk plak çalışmasını 1964’te yapan,<br />

Almanya’da Fransa’da İsveç’te albümler çıkaran, dünyanın en<br />

önemli müzikhollerinde sahne alan, Türkiye’de ha bire gözaltına<br />

alınan, işkence gören, sürüm sürüm süründürülen, yılmayan,<br />

ömrünün sonuna kadar hiç sosyal güvencesi olmayan,<br />

yurtdışından gelen teliflerle mütevazı yaşamını sürdürmeye<br />

gayret eden... Sazın sözün, üç telli cura’nın ustası.<br />

113<br />

Aslen Tunceli Hozatlı. Kayseri’de ırgatlık yaparken, aşiret<br />

ağasının kızı Dilber’e âşık olur, Dilber de ona, kaçarlar,<br />

Adana’ya... Evlatları olur. Almanya’ya işçi yazılır, nefes darlığı<br />

olduğu için kabul edilmez. Kalaycılık filan yaparken, Yaşar<br />

Kemal’le tanışır. Onun yardımıyla İstanbul’a göçer, gecekondu<br />

kiralar, mozaik fabrikasında işe girer. Fabrika greve<br />

gider, Nesimi’yi kovarlar. Ayazda kalır. Dokuz yaşından beri<br />

çalıp söylediği cura’sına bakar, ekmeği senden çıkaracağız<br />

der, ozan’lığa başlar. Tek kelimeyle, müthiştir. Anında tanınır.<br />

Efsane haline gelmeye başlayan bu gariban’ın tek göz oda gecekondusuna<br />

gelip gidenler arasında, Yaşar Kemal’in yanısıra,<br />

gazeteci İlhan Selçuk, sosyolog siyasetçi Behice Boran,<br />

caz-pop divası Tülay German, Yılmaz Güney, heykeltıraş


Mustafa CEYLAN<br />

Kuzgun Acar, yönetmen Atıf Yılmaz, Âşık Mahsuni Şerif vardır...<br />

Ve kurban olduğum, Can Yücel.<br />

Yurtdışında eğitim için devlet bursunu bileğinin hakkıyla<br />

kazandığı halde “torpil yaptı dedirtmem, seni<br />

gönderemem”diyen Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in<br />

oğlu... Biriktirdiği harçlıkları, kendi yerine gönderilen ve beyin<br />

cerrahisinde çığır açan, canciğer arkadaşı Ordinaryüs Profesör<br />

Gazi Yaşargil’e veren... Alnı açık yürüyen, Cambridge<br />

Üniversitesi’ne gitmeyi başaran, zırt pırt içeri tıkılan, oralı<br />

bile olmayan, tınmayan... Bana göre, Türkiyemin en heyecan<br />

verici şairi Can Yücel.<br />

Bi gün, Nesimi’nin henüz bebekken eline cura verdiği oğluna<br />

bakar şöyle Can Yücel...<br />

114<br />

“Bu çocuğu Konservatuara göndersene birader” der. Nesimi<br />

de “peki” der.<br />

Girer sınava oğlan, doğuştan kabiliyet, İstanbul Devlet<br />

Konservatuarı’nı birincilikle kazanır. Keman bölümüne yazarlar.<br />

Yazarlar ama keman alacak parası yok. Okul hediye<br />

eder... Hediye kemanla dört sene okur. Öbür masrafları Can<br />

Yücel tarafından karşılanır. Ancak... Ciddi bir sorun vardır.<br />

Akşamları evde ders çalışması mümkün değildir. Tam eline<br />

kemanı aldığında, sofra kurulur, eş dost, türkü başlar, oğlan da<br />

mecburen cura’sına sarılır, babasına eşlik eder. E böyle olmayacak,<br />

sonunda karar verir, ev ödevi olmayan bir bölüme geçmelidir...<br />

14 yaşında giyer taytını, Bale bölümüne geçer. Önceleri<br />

gizler babasından... Sonra öğrenir baba... Dedim ya,<br />

koca yürek, gülümser, evladına şöyle der: “Nerde mutluysan,<br />

orda yaşa!”


Öldürülen 101 Şair<br />

Geceleri pavyonlarda bağlama çalarak cep harçlığını çıkarır,<br />

babasıyla köy köy dolaşır, derleme çalışmalarına katılır,<br />

Orhan Gencebay’ın arkasında çalar, neticede Konservatuar’dan<br />

mezun olup, İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ne girer.<br />

Mazlum Çimen’dir o.<br />

Nesimi’nin, zulüm görmüş, haksızlığa uğramış manasında<br />

“Mazlum” adını koyduğu oğlu...<br />

Adının hakkını verircesine, henüz sekiz yaşındayken babasıyla<br />

birlikte gözaltına alınan, babasının işkence görmesine<br />

şahit olan Mazlum.<br />

20 sene klasik eserlerde, Yedi Kocalı Hürmüz’den Hisseli<br />

Harikalar Kumpanyası’na sayısız müzikalde dans etti. Edip<br />

Akbayram’a Fatih Kısaparmak’a besteler verdi. Film müzikleri<br />

yaptı, Altın Portakal ve Altın Koza’nın yanısıra,<br />

Almanya’dan Fransa’dan İsviçre’den ödüller kazandı. Dizi<br />

film müzikleri yaptı, mesela, Orhan Kemal’in ölümsüz eseri<br />

Hanımın Çiftliği gibi... Kendisinin çalıp söylediği, albümler<br />

çıkardı. Oğluyla birlikte Çimen Müzik’i kurdu.<br />

115<br />

Oğul da, Saki Çimen...<br />

Nesimi’nin torunu.<br />

Piyanist.<br />

Dedesinin türküleriyle büyüdü, 13 yaşındayken ilk bestesine<br />

imza attı. Kendisine ait 11 besteyle Rastgele albümünü çıkardı.<br />

Saki piyano çaldı, Cem Yılmaz bateriyle, Kürşat Başar<br />

saksafonla, Cahit Berkay yaylı tamburla, Nebil Özgentürk<br />

bağlamayla, Erdem Akakçe gitarla, Sırrı Süreyya Önder cümbüşle<br />

eşlik etti.


Mustafa CEYLAN<br />

Bale ayakkabısına dönersek...<br />

Paris’ten geldi Nesimi, bale ayakkabılarını oğluna verdi,<br />

orda biriyle tanıştım dedi, gitar çalıyor, çok önemsiyorlar adamı...<br />

Kim acaba? Bilmiyorum dedi, yağmurlu bi havaydı, curamı<br />

ceketimin içinden çıkardım, adam çok şaşırdı bunu mu<br />

çalıyorum diye, ben çaldım, o adam sanki küçüldü küçüldü<br />

curanın içine girdi, ööyle dinledi.<br />

116<br />

Senelerce bunu anlattı.<br />

Gel zaman git zaman...<br />

Paris bavulunun içinde bir fotoğraf buldu Mazlum... Babası<br />

cura çalıyor, “o adam” adeta büyülenmiş gibi, nefesini tutmuş<br />

dinliyor. Vayyy dedi, koştu babasına, fotoğrafı gösterdi...<br />

-O adam, bu adam mıydı?<br />

-Evet dedi Nesimi...<br />

Peter Gabriel’di.<br />

Progressive rock denince ilk akla gelen, Genesis’in kurucusu...<br />

Grup ve solo albümleri 250 milyon satan, altı<br />

Grammy’si ve Oscar adaylığı bulunan, İngiliz kült müzisyen.<br />

Ve...<br />

Yaktılar o Nesimi’yi!<br />

Sivas’ta yakılanlardan biri.<br />

Ve, değerli gençler...<br />

Ne salt Alevilerdir kıyılan aslında, ne hukuk garabetidir, ne<br />

de güvenlik zafiyeti... Hepsi sığmayacağı için, sadece bir örnek<br />

verdim, yukarda adı geçenleri sıralayın lütfen alt alta.<br />

Anadolu kültürünü muhafaza ederek, müzikle baleyle resimle<br />

sinemayla, akılla bilimle eğitimle, Batı’ya yelken açan<br />

yolculuk’tur asıl önlenmek istenen... Yobazlığı hâkim kılmaktır.


Öldürülen 101 Şair<br />

NE ACAİP BİR HALDEYİZ<br />

Ne acaip bir haldeyiz<br />

Suçlu suçsuzu yargılar<br />

Nice başta kan akarken<br />

Sağlam kafada sargılar<br />

File kafa tuttu atlar bugün atlar<br />

Yolda amir oldu itler aman kurtlar<br />

Devlet çayırında otlar<br />

Kara yüzlü pis kargalar<br />

Bu gidişat ne acı hal<br />

Birliğe fetva verir lal bugün lal<br />

Kör gözlüye gösteriyor<br />

Hastanın emrinde sağlar<br />

Nesimi yesin karalar<br />

Ah bu dert beni yaralar (dost yaralar)<br />

Aslan avlıyor kediler<br />

Meydanda gezer fareler<br />

Söz ve müzik: Nesimi Çimen<br />

117<br />

Demiştir ki:<br />

““Beni fraksiyonlara bölünmüş sol sevmedi bir türlü. Öyle<br />

kendimi beğendirme şirin gösterme derdim de yok... Alevi<br />

dernekleri de... Sol sevmedi, çünkü ben hiç bir fraksiyona girmedim.<br />

Sanatçının fraksiyonu olur mu? Ben halkın ozanıyım,<br />

ezilen biriyim ve elbette ezilenlerden yanayım, ama şu<br />

“Sol’un” ve bu “Sol’un” sazını çalamam Alevilik de öyle. Bizim<br />

kültürümüzün zenginliği oradan geliyor, ama ben Alevili-


Mustafa CEYLAN<br />

cilk de yapamam. Çağı geçti bunların. Hem sınıflardan, emekçiden<br />

söz ediyoruz. Hem de Alevicilik yapıyoruz. Bana bu da<br />

ters geliyor. Ama şu var: Türkiye’de ilk Şah İsmail gecesini<br />

ben düzenledim. Güçlü bir halk ozanı olduğu için, bir kültür<br />

eri olduğu için düzenledim.”<br />

Ankara’daki Can Yücel ve Yaşar Kemal’in katkılarıyla düzenledim.<br />

Alevi kitlesine yaslanarak yapmadım bunu kültür<br />

olayı olduğu için yaptım o’nun içindir ki Alevi derneklerinin<br />

toplantılarına pek çağırmazlar beni, Pir Sultan’a da bu yıl çağırdılar,<br />

yol param da yoktu ama 500 bin lira bir yerden bulup<br />

geldik. Yokluk, yoksulluk içinde bile olsam Türkiye’de yaşamayı<br />

seviyorum…<br />

NESİMİ ÇİMEN”<br />

118<br />

Demiştir ki:<br />

“Dinle beni kulağın aç<br />

Sev insanlığı sev gardaş<br />

İnsan Kâbe insan miraç<br />

Sev insanlığı sev gardaş.<br />

İnsanlar Hakk’ın mekânı<br />

İnanmazsan aç Kuran’ı<br />

Sakın hor görme insanı<br />

Sev insanlığı sev gardaş<br />

Meleklerin secdegahı<br />

Orda gördüler insanı<br />

Bırak kusuru, günahı<br />

Sev insanlığı sev gardaş


Öldürülen 101 Şair<br />

Nesimi der her yaşında<br />

İnsan sevdası başında<br />

Kötü huylunun dışında<br />

Sev insanlığı sev gardaş”<br />

Gene Demiştir ki:<br />

“Dostluklar kurulsun insanlar gülsün<br />

Barış güvercini uçsun Dünya da<br />

Yok olsun kötülük düşmanlık ölsün<br />

Barış güvercini uçsun Dünya da<br />

Dostluklar kurulsun insanlar gülsün<br />

Son bulsun savaşlar kimse ölmesin<br />

Dünya cennet olsun yaşasın insan<br />

Gelin barışalım dökülmesin kan<br />

Son bulsun savaşlar kesilsin figan<br />

Barış güvercini uçsun Dünya da<br />

Dostluklar kurulsun insanlar gülsün<br />

Son bulsun savaşlar kimse ölmesin<br />

119<br />

İnsancıl insanlar barıştan yana<br />

Ancak zalim olan kıyar insana<br />

Barış aşkı yayılmalı cihana<br />

Barış güvercini uçsun Dünya da<br />

Dostluklar kurulsun insanlar gülsün<br />

Son bulsun savaşlar kimse ölmesin<br />

Nesimi der ki ey füze yapanlar<br />

Acımasız zalim cana kıyanlar<br />

Bırak ey yaşasın bütün insanlar<br />

Barış güvercini uçsun Dünya da<br />

Dostluklar kurulsun insanlar gülsün<br />

Son bulsun savaşlar kimse ölmesin”


Mustafa CEYLAN<br />

Nesimi Çimen’den derlenen bazı türküler:<br />

-Ayrılık hasreti kar etti cana<br />

-Bin derdim var idi bin daha oldu<br />

-Daha senden gayrı âşık mı yoktur<br />

-Deli gönül yine ah-ü zar oldu<br />

120


Öldürülen 101 Şair<br />

(2): METİN ALTIOK<br />

Demiştir ki:<br />

“KAR<br />

Kar yağdı durmadan üç gün üç gece,<br />

Tıkandı geçitler yollar kapandı.<br />

Yalnızlığın buzdan çetelesinde<br />

Kimseler umursamadı karı.<br />

Yüzlerinde iğreti bir kibirle<br />

Hep düşürmekten korktukları,<br />

Dalıp gittiler günlük işlerine.<br />

Diz boyu birikmiş kar içinde<br />

Yürürdük uzatarak açtığımız kanalı,<br />

İki kar güvesi gibi sokaklarda seninle<br />

Anardık bütün yitik aşkları<br />

Bu karlı kış gününde.<br />

Güngörmüş dağlara karşı<br />

Sımsıcak öpüşürdük sarılıp birbirimize.<br />

121<br />

-Sevgilim, yanımda olsaydın keşke!<br />

Şölensiz, sevinçsiz yaşıyoruz şimdilerde,<br />

Bir iğdiş ve buruşuk zamanı.<br />

Kimsenin türküsü yok dilinde<br />

Karşılayacak yağan karı<br />

Coşkulu ve sarhoş sesiyle.<br />

Bıçak açmıyor ağızları;<br />

Acı, yalnız acı var yüreklerde.


Mustafa CEYLAN<br />

Kar yağdı durmadan üç gün üç gece,<br />

Yaslandı duvarlara, kapıları zorladı,<br />

Pencerelerden baktı ev içlerine.<br />

Kar hiç böyle kimsesiz kalmadı<br />

Kendi özgül tarihinde.<br />

Çıngırakların, kızakların karı<br />

Yağdı herşeyin üstüne sessiz bir öfkeyle.<br />

122<br />

Birikti bir çamaşır ipine bile.<br />

Saçaklardan sarktı,<br />

Attı kendini gürültüyle yere,<br />

Kimse sahip çıkmadı;<br />

Yığıldı kaldı duvar diplerine.<br />

Yalnız kuş ayakları<br />

Bastılar incelikle göğsüne.<br />

-Sevgilim, yanımda olsaydın keşke!<br />

Kar var yaşadığımız günlerde.<br />

Umutsuzluk çevremizi kuşattı,<br />

Kıtlık kıran gündemde.<br />

Yine de ele güne karşı,<br />

Özenle saklıyorum yüreğimde<br />

Sana duyduğum aşkı,<br />

Dört yanım kar içinde.”


Öldürülen 101 Şair<br />

14 Mart 1940 tarihinde Bergama’da doğdu. Karşıyaka Lisesi<br />

ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi<br />

Felsefe bölümünü bitirdi. Bingöl Lisesi’nde Felsefe Grubu<br />

Öğretmenliği ve daha sonra sürgün olduğu Bingöl’ün Genç<br />

ilçesinde, ayrıca Karaman Lisesi’nde felsefe öğretmenliği<br />

yaptı. İşçi Partisi üyesiydi.[1] [2]<br />

Sivas katliamından (2 Temmuz) ağır yaralı olarak kurtuldu<br />

ancak komadan çıkamayarak 9 Temmuz 1993’te Ankara’da<br />

vefat etti.<br />

Şiirleri 70’li yıllarda yayımlanmasına karşın Metin Altıok,<br />

şiirlerinin kaynakları bakımından 60’lı yılların geç ürün veren<br />

(ya da geç yayınlanan) şairlerinden biri olarak nitelendirilebilir.<br />

Gezginde Servet-i Fünun’dan, Ahmet Haşim’den, Dranas’dan,<br />

İkinci Yeni’ye, ve 60’lı yıllar şiirinin bazı ortak söyleyişlerine kadar<br />

çeşitli etkilenmeler bulunmaktadır. Bu kuşağın en romantik,<br />

duygucu şairleri arasında olan sanatçının dili yalındır. Benzetme<br />

yapmayı, anlaşılması güç olmayan simgeler kullanmayı sevdi.<br />

Bu kitabında halk şiiri biçimlerinden de yararlandı.<br />

123<br />

Yerleşik Yabancı’da tüm şiirleri tek bir şiirmiş izlenimi<br />

uyandırmakta, söyleyişte ve konularda benzerlikler bulunmaktadır.<br />

Buna karşın, Kendinin Avcısında kendine özgü bir<br />

ses, romantik, acılı ve yalın bir söyleyiş gözlenir. Simge, alegori<br />

ve mecazlardan ölçülü bir tutumla yararlandığı bu şiirleriyle<br />

Türk şiirinin lirik geleneklerine bağlanmaktadır.


Mustafa CEYLAN<br />

Demiştir ki.<br />

ÖLÜMDEN KONUŞACAKTIK<br />

124<br />

Evet sırasıdır, ölümden konuşacaktık,<br />

İntiharın ebruli ipliğiyle<br />

Bir düğün gecesinde senin<br />

Yakası işlemeli giysinden.<br />

Kapı kapı dolaşıp, etamin ve goblen<br />

Örtüler satan bohçacı ölümden.<br />

Boynuna taktığın eğri taneli<br />

İki sıra inciden konuşacaktık,<br />

Seni ürküten tren sesinden<br />

Ayı gölgeleyen tekinsiz gecede<br />

Karşımıza apansız çıkıveren<br />

O ihtiyar dilenciden.<br />

Gel ölümden söz etmeden önce<br />

Bir şeyler içelim seninle.<br />

Buğulu bir bardağın içinde,<br />

Buzlu ve limonlu votkayla birlikte<br />

Konuşalım ölümden,<br />

Bir samanyolu olsun masamızın üstünde.<br />

Hadi gel konuşalım,<br />

Sulanmış bir taşlığın serinliğinde.<br />

Akşamsefaları içinde,<br />

Bir masa, birkaç sandalye<br />

Ve ikimiz ölümden konuşalım,<br />

Senin ağzında gül, benimkinde menekşe.


Öldürülen 101 Şair<br />

Yarına var mısın söyle?<br />

Doğacak çocuğa, çığlığa, ishak kuşuna,<br />

Rüzgârın savurduğu tohuma,<br />

Kavağın pamuğuna var mısın,<br />

Bir ağacın kavına,<br />

Deri değiştirmesine yılanın,<br />

Kozadan çıkan kelebeğe,<br />

Hatmiye, atkestanesine?<br />

Hadi gel öyleyse ölümden konuşalım.<br />

Belki de tümüyle aykırıdır gerçeğe,<br />

Ama ne olursa olsun biz yine<br />

Ölümden konuşalım seninle<br />

125<br />

Ölüm de vardır yaşadığımız her şeyde.<br />

Bir bardak çatlarsa durduğu yerde,<br />

Bir aşk ansızın biterse,<br />

Ayna kırılırsa yüzünle birlikte,<br />

Zamanıdır konuşmanın ölümden.<br />

Bir çiçek olağanüstü güzellikte<br />

Açıvermişse bir sabah,<br />

Bir topal aksamadan yürümüşse,<br />

Hadi gel ölümden konuşalım;<br />

Yüzünü al basmış hasetçiden<br />

Ve onun elindeki kuru değnek bile<br />

Filizlenir sevgimizden.”


Mustafa CEYLAN<br />

126<br />

Eserleri:<br />

Yerleşik yabancı (1978)<br />

Kendinin avcısı (1979, Ahmet Telli ile 1980 Ö. F. Toprak<br />

şiir ödülü)<br />

Küçük tragedyalar (1981)<br />

İpek ve klabtan (1987)<br />

Gerçeğin öte yakası (1990, Cemal Süreya şiir ödülü)<br />

Dörtlükler ve desenler (1990)<br />

Süveyda (1991)<br />

Alaturka şiirler (1992)<br />

Şiirin ilk atlası (1992)<br />

Hesap işi şiirler (1993)<br />

Bir acıya kiracı (1998-Bütün Şiirleri)<br />

Demiştir Ki:<br />

“EKSİLEN<br />

Öyle yıpranmış ki<br />

Bir forması eksik içinden,<br />

Sahafa düşmüş bir kitap<br />

Gibi sararmış üzüntüsünden.<br />

Bir ay doğuyor usul usul<br />

Karanlığın göğsüne,<br />

Dünden bugüne kendini<br />

Biraz daha eksilterek getiren<br />

Küsmüş göğüne besbelli<br />

Geleceği göremediğinden<br />

Taşıyor oysa hüzünlü bitişinde<br />

Doğuşunu yeniden”


Öldürülen 101 Şair<br />

(3): BEHÇET AYSAN<br />

Demiştir ki:<br />

“BEYAZ BİR GEMİDİR ÖLÜM<br />

Sen bu şiiri okurken<br />

Ben belki başka bir şehirde olurum<br />

Kötü geçen bir güzü<br />

Ve umutsuz bir aşkı anlatan<br />

Rüzgarla savrulan<br />

Kâğıt parçalarına<br />

Yazılmış<br />

Dağıtılmamış<br />

Bildiriler gibi<br />

Uzun bir yolculuğa hazırlanan<br />

Yalnız bir yolculuğa.<br />

Çünkü beyaz bir gemidir ölüm<br />

Siyah denizlerin hep<br />

Çağırdığı<br />

Batık bir gemi<br />

Sönmüş yıldızlar gibidir<br />

Yitik adreslere benzer<br />

ölüm<br />

Yanık otlar gibi.<br />

Sen bu şiiri okurken<br />

Ben belki başka bir şehirde<br />

Ölürüm.”<br />

127


Mustafa CEYLAN<br />

128<br />

1949 yılında Ankara’da doğan Behçet Aysan ilkokuldan<br />

sonra eğitimine Selimiye Askeri Orta-okulu ve Kuleli Askeri<br />

Lisesi’nde devam etti. 1968 de Ankara Tıp Fakültesine askeri<br />

öğrenci olarak giren şair burada öğrenci olaylarına katıldı,<br />

1973 yılında tutuklandı, ancak 5 ay sonra beraat etti. 1979 yılına<br />

kadar Yankı Dergisi, Türk Haberler Ajansı’nda gece sekreterliği,<br />

Sendika eğitimciliği yapan, zaman zaman da işsiz<br />

kalan Aysan 1979 yılında tıp öğrenimine 4. sınıftan devam<br />

etti. Aynı yıl mart ayında ilk şiiri Türk Dili Mart sayısında<br />

yayınlandı.<br />

1979-1982 yılları arasında Türk Dili, Yusufçuk, Yarın, Tan,<br />

Yazın dergilerine şiirler yazdı.1984 yılında Tıp Fakültesini bitirerek<br />

İzmit ve Ankara’da hekimlik yaptı. Ardından Ankara<br />

Numune Hastanesi’nde psikiyatri ihtisası yapan şair 1991 yılında<br />

ihtisasını tamamlayarak SSK Yenişehir Dispanseri’nde<br />

psikiyatrist olarak hekimlik yapmaya başladı. 2 Temmuz 1993<br />

tarihinde Sivas’ta Madımak Oteli’nin yakılması sonucunda 37<br />

aydınımızla birlikte yanarak yaşama veda etti.<br />

Behçet Aysan’ın şiirleri İngilizce, Çekçe, Almanca, Macarca,<br />

Yunanca ve İsveççe’ye çevrilmiş, bazıları da popüler müzik<br />

grupları tarafından bestelenmiştir.


Öldürülen 101 Şair<br />

Demiştir ki:<br />

“BİR EFLATUN ÖLÜM<br />

Kırgınım, saçılmış<br />

Bir nar gibiyim.<br />

Sessiz akan bir ırmağım<br />

Geceden,<br />

Git dersen giderim,<br />

Kal dersen kalırım.<br />

Git<br />

Dersen,<br />

Kuşlar da dönmez, güz kuşları<br />

Yanıma kiraz hevenkleri alırım.<br />

129<br />

Ve seninle yaşadığım<br />

O iyi günleri,<br />

Kötü<br />

Günleri bırakırım.<br />

Aynı gökyüzü, aynı keder<br />

Değişen bir şey yok ki<br />

Gidip<br />

Yağmurlara durayım.<br />

Söylenmemiş sahipsiz<br />

Bir şarkıyım.<br />

Belki<br />

Sararmış<br />

Eski resimlerde kalırım.<br />

Belki esmer bir çocuğun dilinde..


Mustafa CEYLAN<br />

Bütün derinlikler sığ,<br />

Sözcüklerin hepsi iğreti.<br />

Değişen bir şey yok hiç,<br />

Ölüm hariç.<br />

Aynı gökyüzü, aynı keder...”<br />

130<br />

Eserleri:<br />

Karşı Gece (1983)<br />

Sesler ve Küller (1984)<br />

Eylül (1988)<br />

Deniz Feneri (1987)<br />

Düello (1993- Katledilmesinden sonra yayınlandı)<br />

ÖDÜLLERİ<br />

1984 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü (Sesler ve Küller ile)<br />

1988 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü (Eylül ile)<br />

1987 Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü (Deniz Feneri<br />

ile)


Öldürülen 101 Şair<br />

Demiştir ki:<br />

“AY DÜŞÜNCE<br />

Ay düşünce denize<br />

Seni hatırlarım.<br />

İnce ince yağan yağmur,<br />

İskeleye yanaşan vapur<br />

Haydarpaşa garı<br />

Seni hatırlarım.<br />

Ay düşünce denize<br />

Kalbim çarpar, telaşlı<br />

Bir kuş olur, siyahlar içinde bir kadın<br />

Ve yakasında ipiri kırmızı bir gül<br />

Seni hatırlarım.<br />

Ay düşünce denize<br />

Söylenmemiş sessiz<br />

Bir şarkıydım, tozup<br />

Giden bir ilk kar<br />

Solgun begonya<br />

Kalkmak üzere bir tren<br />

Seni hatırlarım...”<br />

131


Mustafa CEYLAN<br />

(4): UĞUR KAYNAR<br />

Demiştir ki:<br />

“MÜSVETTE AŞKLAR<br />

132<br />

Ah benim yaka cebim<br />

Yaka cebimde kaybettiklerim<br />

Şiir müsvetteleri<br />

Müsvette aşklar<br />

Ve köstekli bir saatin kurma kollarına mecbur edilen<br />

Zamanın arşı endam yüzü<br />

Endamına kurban olup<br />

Yaylı keman diline düşürdüğümün gecesi<br />

Gecesi ayaz sevgili<br />

Ey sevgili<br />

İçimdeki köşelerine kırmızı mumlar dikip<br />

Yakıyorum geceleri<br />

Geceler ateş müsvettesi<br />

Bizim akşamcıya<br />

Ama hiçbir akşamcıya<br />

Kumkapı meyhanelerinde<br />

Balıkla rakı içmedi denilemez<br />

İçti de denilemez tabi<br />

Ama bilseniz<br />

Bir bilseniz<br />

Ekmek arası balık<br />

Balık arası rakıyla<br />

İki tek çatılan çadır aleminin keyfini<br />

Kimler<br />

Ah kimler kaçırdı<br />

Kaçan balık büyüklüğünde kendini


Öldürülen 101 Şair<br />

İşte kumkapıdasın<br />

Meyhanedesin<br />

Ve balıkla rakı içiyorsun<br />

Kapı açık<br />

Kapı azıcık açık<br />

Bir küçük nokta giriyor içeri<br />

Koca bir dizenin sonunda<br />

Ardında büyük bir harf<br />

Bir sıkıntının baş harfi<br />

Sonra çekimser hayat<br />

Ve sıkıntılar<br />

Bizlik<br />

Bize göre<br />

Bizden yana sıkıntılar<br />

Örneğin<br />

Sıkıntıdan öptüğün bir kadın<br />

Bakarsın âşık olur sana<br />

Bakarsın rüya gibi kayar ellerinden<br />

O senin<br />

Sen rüyanın sıkıntısı olursun birden<br />

Ve şaşarsın bu işe<br />

133<br />

Uğur Kaynar<br />

1956 yılında Sivas-Zara’da dünyay geldi. Yer yer ironik şiiri<br />

öne çıkardı. El Yazıları yayıncılık’ın yönetmenliğini yaptı.<br />

“Çiçekler Halaya Durdu, Gizemya, Aşkınam” şiir kitaplarını<br />

yayınladı. Sivas-Madımak Oteli yangınında yakılarak öldürülen<br />

şairlerimizdendir.


Mustafa CEYLAN<br />

Demiştir ki:<br />

“YİNE DE GÜL<br />

134<br />

Gecenin kör vaktidir<br />

Fırtınalar yedeğimde yürürüm<br />

Ayakta ve perişan,<br />

Ocağım,<br />

Köz rengine ısıtır ellerimi.<br />

Tutarım,<br />

Bir acı zeytin yerim,<br />

Tadı damağımda söyleşir durur.<br />

Dilimde onlarca söz aç/açıktır.<br />

Ak kâğıttan yapraklıdır isyânım.<br />

Sağılır gelir mavi uçuşlarıyla martılar,<br />

Sözcükler süzülür de<br />

kanat tutar<br />

Kıraç toprağına dizenin.”<br />

“Öldüğünde / doğduğum yere gidiyorum / yıllarca süren<br />

bir hasret ve bilinmezliği / işte böylesine yeniyorum.”<br />

Uğur Kaynar’dan geriye, askılı deri çantasının kalacağını;<br />

çantadan, üzerinde yukarıdaki dizelerin çiziktirildiği beyaz bir<br />

peçetenin çıkacağını; hayatıyla şiiri arasındaki trajik ilişkinin<br />

Uğur Kaynar’ın ölümünü anlamlandıracağını bilmiyoruz henüz.<br />

“Uğur, hep tek başınaydı. Bilinçli olarak yanlız kalmayı<br />

isteyen, yanlız olmayı seçen bir insandı. Hep yalnızdı. Ve o<br />

yanlızlığını bir oya gibi işledi şiirlerine”


Öldürülen 101 Şair<br />

Uğur çok hüzünlü bir adamdı. Şiirlerinin teması sevmektir,<br />

sevdadır... Sevmeyen insanlara, sevmeyi bilmeyen, daha doğrusu<br />

öğrenemeyen insanlara yönelik, çok ciddi eleştiriler vardır.<br />

Her kitabı, yüklü bir hüzün anlatımıdır. Zorlu ve Kavgalı<br />

yıllar. Ülke, politik bir kaosu yaşıyor, Uğur Kaynar’ı da fazlasıyla<br />

etkileyen ve belirleyen politik mücadeleler dönemi. Sürekli<br />

içeri alınıp bırakılmalar... 12 Eylül döneminde, iki yıla<br />

yakın Mamak’ta yatan Uğur Kaynar, şiir yazmanın, Uğur için<br />

bir yaşama biçimine dönüşmesi de o yıllara rastlıyor. “İlk kitabının<br />

naif, çocuksu havasından Gizemya ile sıyrılmıştır<br />

Uğur... Okuyan, rahatlıkla fark eder. Daha kentli duyarlığa dönüşmüştür<br />

şiiri... Alabildiğine bir hüzün vardır gene de, Hep<br />

bir hüznü yazardı ve bu hüznü şiirlerine yoğun olarak yansıtırdı.”<br />

Edebiyat çevresine rağmen çok yanlız bir adamdı... Duygulu<br />

ve yaralı bir insandı... Çoçuk yaşta annesinin ölümü, ailenin<br />

dağılması ve benzeri olgular, Uğur’u fazlasıyla etkilemişti.<br />

Uğur’da diyor Serap Kaynar; “Hayatı boyunca hep<br />

çekti kendini insanlardan, kendi kabuğunun içine girmeyi tercih<br />

etti... Kendini zorlayan bir insandı Uğur... Uyum sağlamıyordu<br />

ve bunu istemiyordu da... Her zaman kaygılı ve sıkıntılıydı.<br />

Hiçbir ortamda varlığını bütünüyle ifade edemiyordu...<br />

Sivas’taki ölümü de bir tekbaşınalıktık!”<br />

135<br />

Ölümünden sonra, Serap Kaynar’a bir torba içinde teslim<br />

ediliyor Uğur’un kalan eşyaları. Yanından hiç ayırmadığı,<br />

adeta kişiliği ile özdeşleşen askılı deri çantası ise bulunamıyor.<br />

Katliamdan birkaç gün sonra çanta, mucizevî bir biçimde<br />

bulunarak Serap Kaynar’a ulaştırılıyor; sapasağlam, ne bir yanık,<br />

ne bir koku... Peçeteler çıkıyor ortaya... “Dizelerini ilk<br />

olarak peçetelere yazardı, “Öldüğümde / doğduğun yere gidiyorum<br />

/ yıllarca süren bir hasret ve bilinmezliği / İşte böylesine<br />

yeniyorum”.


Mustafa CEYLAN<br />

“Madımak’tan sağ çıkamayacağını biliyordu Uğur... Otelin<br />

merdivenlerinde Behçet ve Metin ağabey ile birlikte çekilen<br />

fotoğraflarından anlıyorum bunu” Uğur Kaynar’ın ölümü bile,<br />

sancılı hayatına karşı elde ettiği bir yengi değil mi?”(kaynak:<br />

http://www.gelincanlar.com/)<br />

2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak Oteli’nde katledilen aydınlardan<br />

biri olan şair Uğur Kaynar’ın kardeşi ağabeyini anlattı.<br />

Uğur Kaynar’ın yaşam ve şairlik serüvenine birinci elden<br />

tanıklık ettiğini söyleyen ve kendisi de şair olan Soner<br />

Kaynar, “36 yıllık kısacık ömrüne beş kitap sığdırdı, çalışkan<br />

bir şairdi” sözleriyle tanımladığı ağabeyini, “günün 24 saatini<br />

şiirle yaşardı. Sivas’a da şairlik misyonu gereği kitaplarını imzalamak<br />

için gitmişti” sözleriyle andı.<br />

136<br />

İşte Sivas katliamının 18. yılında Soner Kaynar’ın tanıklığıyla<br />

2 Temmuz ve sonrası..<br />

3 TEMMUZ SABAHI SİVAS’TAYDIK<br />

“Katliam haberini alır almaz gece yola çıktık. 3 Temmuz<br />

1993 sabahı Eşi Serap Kaynar, Metin Altıok’un eşi Nebahat<br />

Altıok ve Uğur Kaynar’ın bacanağı İrfan Demirkol’la birlikte<br />

Sivas’ taydık. Şehrin girişi ağır silahlarla donatılmış komandolarca<br />

kuşatılmıştı. Valiliğe ulaşana kadar üç kez arama<br />

kontrol noktasında durdurdular, askerlerin başında ki bir yüzbaşı<br />

Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in burada olduğunu<br />

sıkıyönetimden de öte bu durumun bundan kaynaklandığını<br />

açıklama ihtiyacı duymuştu.


Öldürülen 101 Şair<br />

CEBİNDEN ELLİ LİRA VE BAFRA SİGARASI ÇIKTI<br />

Savcı teshiş için beni çağırdı. Üst üste istiflenmiş cesetlerin<br />

arasından çıkardım ağabeyimi. ‘Evet’ dedim, ‘bu Uğur<br />

Kaynar’dır.’ Eşyalarını getirdiler. Otopside parçalanmış giysilerini<br />

ve sağ kolu yanmış gömleğini. Cebinde bugünkü parayla<br />

50 lira, yeni açılmış bir paket Bafra sigarası ve ağızlık hepsi<br />

bu kadar. Acaba gözü dönmüş yobaz katiller yaktıkları<br />

adamın hemşehrileri olduğunu biliyor muydu? Günler sonra<br />

bulduğum meşhur çantası içerisinde bir peçeteye yazılmış son<br />

dörtlüğünde şöyle sesleniyordu: “…öldüğümde / doğduğum<br />

yere gidiyorum / yıllarca süren bir hasret ve bilinmezliği / işte<br />

böyle yeniyorum…”<br />

YAKANLARDAN MISINIZ, YAKILANLARDAN MI?<br />

Uğur Kaynar’ın kardeşi veya ülkemizin demokrasi mücadelesinde<br />

öldürülen diğer aydınların yakını olmak ağır bir<br />

yüktür. Bunu taşıyanlar bilir. Örneğin Sivaslı olduğunuzu bilen<br />

komşunuz “…yakanlardanmısınız? yakılanlardanmısınız?...”<br />

diye sorar size. Dilinizin ucuna çok şey gelir söyleyemezsiniz.<br />

Acınızı saklayarak susmak en iyisidir.<br />

137<br />

KATLİAMDAN BEŞ SAAT ÖNCE ÇEKİLEN<br />

FOTOĞRAF<br />

1979 yılında yattığı Mamak Cezaevine görüşmecisi iki haber<br />

getirdi. Babası ölmüştü birde kızı olmuştu. Cezaevi koşullarında,<br />

insan yaşamındaki önemli bu iki olgunun iç içe geçtiği<br />

bu haber Uğur Kaynar’ın iç dünyasında derin izler<br />

bırakmıştı. Ne zaman Madımak Otelinde merdivende oturan<br />

üç has şairin fotoğrafını görsem, yüzlerindeki derin hüzün<br />

bana bu ölüm acısını ve doğum müjdesini hatırlatır. Madımak


Mustafa CEYLAN<br />

otelinin merdivenlerinde saat 3 sularında çekilen bu fotoğrafta<br />

5 saat sonra yaşanacak katliamı şair sezgisiyle hissettiklerine<br />

inanırım.<br />

ŞAİRLİĞİNİ BESLEYEN DAMAR, KEDERLİ ANA-<br />

DOLU TOPRAKLARIYDI<br />

138<br />

Uğur Kaynar, 1978, 1979 ve 1980 sonrası çeşitli aralıklarla<br />

Mamak Cezaevinde yattı. 12 Eylül öncesi verilen anti-faşist<br />

mücadelenin önemli figürlerindendi. Şentepe direnişinde,<br />

ODTÜ işgalinde, Çorum olaylarında, Tuzluçayır’da,<br />

Piyangotepe’de nerede bir faşist saldırı varsa Uğur Kaynar ve<br />

arkadaşları ordaydı. 1983 yılında cezaevinden çıktı. 1988’den<br />

itibaren kendini şiire adadı. Şiirini ve şairliğini besleyen ana<br />

damar büyük acılara tanıklık etmiş kederli Anadolu topraklarıydı.”<br />

Soner Kaynar’ın, ağabeyi Uğur Kaynar’ın ardından yazdığı<br />

şiir:<br />

KARDEŞİME TÜRKÜ<br />

Buruk bir sessizlik saklardın<br />

Dağıtırdı saçlarını Mayıs<br />

Saklardım geceyi gözlerine<br />

Gelirdin<br />

Geldiğin yerden<br />

Dağ kokulu öpüşler getirirdin<br />

CİNATINA binerdin<br />

Sen ki<br />

Sokağın yangına ateşle koşan şairiydin<br />

Ekmeğin yoktu<br />

Tuzun da<br />

Tütünün de.


Öldürülen 101 Şair<br />

Yürüdük<br />

Bir sevdayı yüreğimize basarak<br />

Ayak izlerimizden<br />

Sokaklarda<br />

Kaygılı yüzler karşılardı bizi<br />

Ben yalnızlık<br />

Derdim adına<br />

Sen hüzün<br />

Sen ki<br />

Sokağın yangına ateşle koşan şairiydin<br />

Ekmeğin yoktu<br />

Tuzun da<br />

Tütünün de.<br />

Sahi biz seninle<br />

Hiç türkü söylemedik mi?<br />

Alınlarımızı güneşe de mi vermedik<br />

Sahi biz seninle<br />

Hiç bahara da mı çıkmadık<br />

“…bahar annemizin yemenisinde solgun bir çiçek miydi?...”<br />

Kent varoşlarında<br />

Fabrika yollarından<br />

Bu ihanet yangınından<br />

Dağlar daha mı yüceydi<br />

Yani dağlar mı ürküttü yüreklerimizi.<br />

139<br />

Sen ki<br />

Sokağın<br />

Menekşe yüzlü çocuklarının<br />

Yüreklerine<br />

Vurgundun<br />

Ve gecesinde<br />

Oynaşan yıldızlarla


Mustafa CEYLAN<br />

Sancıyan<br />

Bir sessizliği kuşanıyordu bedenin<br />

Şiirse<br />

Yaralı bir ceylan gibi<br />

Dolanıp dururdu damarlarında<br />

Ekmeğin yoktu<br />

Tuzun da<br />

Tütünün de.<br />

140<br />

Aşkınam<br />

Aşkınam<br />

Aşkınam<br />

Bir şair ölür<br />

Ekmeksiz<br />

Tuzsuz<br />

Ve tütünsüz<br />

Artık<br />

Yalnızlığıma yürüyorum bu sokaklarda<br />

Acıyla kanıyor<br />

Bastığım kaldırım taşları<br />

Hoşça kal şair dostum<br />

İnsan kardeşim.<br />

Soner KAYNAR<br />

Odatv.com


Öldürülen 101 Şair<br />

(5): HÂLİM EFENDİ<br />

Demiştir ki:<br />

“Bâde-i saf ile aklım nice ünsiyet eder<br />

Tevsen-i serkeşi zabteyleyemez tıfl-ı zaîf.”<br />

Hafız, Mora doğumlu, Mora Müftüsünün oğlu, eğitim ve<br />

öğretimini tamamlayınca babası gibi müftülük görevine atandı.<br />

1821’ de Trapoliçe şehrini isyân eden Rumlar’a teslim etmemek<br />

için kasabanın Müslüman halkıyla direnen şairimiz,<br />

yaralanır ve Rumlar tarafından yakalanır; üzerine gaz ve reçine<br />

dökülerek yakılır, öldürülür; eşi ve baldızının da birer gözleri<br />

çıkartılır.<br />

141<br />

Şairimizin 4 yaşındaki oğlu Yahya Sezai yetim kalır. Yıllar<br />

sonra, bu evlât İstanbul’a taşınır. Ahmet Hikmet Müftüoğlu’<br />

nun dedesi o yetim kalan çocuktur işte…<br />

Demiştir ki:<br />

“Aynı ibretle bak ey cân âleme<br />

Gör neler gördün, irişdin ne deme.<br />

Kimse bilmez gerçi kâr encâmını<br />

Lîk saymak farzdır fercâmını<br />

Akl ü dîn ehli olur ehl-i yâr<br />

Âkibet ahvâlini eyler şumâr


Mustafa CEYLAN<br />

Düzme koşma söz bulup da söyleyen<br />

Kendini herkesle yeksân eyleyen<br />

Gerçi artar rağbetin inde’l-kibâr<br />

Lâkin olur hayme-i dîn rahnedâr<br />

Bir musîbetdir vefât-ı fâzılan<br />

Göçdü bu günlerde nice kâmilân.<br />

Fakr ile şimdi kimi hayrândır<br />

Gaflet ile kimisi şükrândır<br />

Eyleyen aslanları rûbeh mizâç<br />

İhtiyâç oldu cihânda ihtiyâç<br />

142<br />

Didi: Etdim kâre erbâb ihtiyâr<br />

Etmedim mâ-ehle asla îtibâr.<br />

Anın içün var mülkümde nizâm<br />

Söylenür nâmım ile yevmi’l-kıyâm.”


Öldürülen 101 Şair<br />

(6): MACUNCUZÂDE(Bekâyî)<br />

1595 Yılının Ocak ayında karısı ve karısının sevgilisi tarafından<br />

boğazı sıkılarak öldürülür ve “sarhoşlukla yanarak ölmüş”<br />

desinler diye de öldürdükten sonra kasden yangın çıkarılmış<br />

ve yakılmış bir şairimizdir.<br />

XVI. Yüzyıl şairlerimizden olan Macuncuzâde, Cimri Cingan<br />

adında bir İznikli macuncunun oğludur. Kaynaklar esas<br />

adının Abdülbaki veya Mehmet çelebi olduğunu belirtirler.<br />

Babası macuncudur ve babasının mesleğine yönelmez, ilim<br />

öğrenmek için Hocazade Kurt çelebi ve III. Murad’ın hocası<br />

İbrahim efendi’den dersler alır. Manisa medreselerinden birinde<br />

müderris olarak görevlendirilir. Ramazan ayında III.<br />

Murad’ın cülusu sebebiyle ona bir arzuhâl sundu ve kırk akçe<br />

ile İstanbul Merdümiyye Medresesine atandı. Bundan sonra,<br />

saraya yakın olmaya devam eden şairimiz, her yıl ücret artışı<br />

ile bir başka yere makamı yükseltilerek tayin edildi. Galata ve<br />

Üsküdar kadılıklarına getirildi, azledildi ve bir yıl geçmeden<br />

tekrar atandı.<br />

143<br />

Böyledir işte… Şiirin maharetleri bunlar. Ne demiştik?<br />

Yaşa, Varol padişahım diye övgünameler düzüp makama sunduğunda,<br />

yaşadın demektir. Şiir kulağa hoş gelen o söz güzelliği<br />

ile allar pullar seni, ceplerini doldurur, makamdan makama<br />

kelebek gibi yükseltir, kazancını arttırır, hayatın değişir,<br />

süslü kaftanların, şahane konakların, arazilerin, bağların ve<br />

bahçelerin olur. Benzin pompasının ve süslü koltuğun yanında<br />

iken, hak, hukuk, adalet ve garibanlar, ezilen halk dediğinde;<br />

makam sahibin hışımına ve koltuğun öfkesine düçar olursun.<br />

Sürülürsün ilden ile, makamından olur, perişanları oynarsın.<br />

Sonra, aynı sivri dilliliğe devam edersen, ferman çıkartılır<br />

hakkında katli vaciptir deyu.


Mustafa CEYLAN<br />

Demiştir ki:<br />

“Murâdını veren merde Hüdâ’dır<br />

Hüdâ’dan istemek râh-ı Hüdâ’dır.<br />

Hidâyet idicek lûtfundan Allâh<br />

Kişiyi sevk ider maksûda her gâh<br />

Çü bülbül gördi ol ziynetle dehri<br />

Çıkup seyr eyledi etrâf-ı şehri<br />

144<br />

Temâşâ kıldı herkes âleminde<br />

Şarâb-ı nâb ile kendi deminde<br />

Velî kendü kalup tenhâda bî-yâr<br />

Ne gül andan ne ol gülden haberdâr<br />

Belâ vü mihnetini yâd kıldı<br />

Figâna başlayup feryâd kıldı<br />

Meğer ol yerde kim zâr-idi bülbül<br />

Karîb idi ana sohbet-geh-i gül<br />

Gülün kulağına girüp ol efgân<br />

Nesîm-i subha fermân itdi ol ân<br />

Sevindirdi varup ol nâ-tuvânı<br />

Alup gül sohbetine geldi anı


Öldürülen 101 Şair<br />

Çü gördü bezm-i bülbül oldu şâdân<br />

Yakın kaldı ferahdan vermeğe cân<br />

Varup âdâb ile kıldı kıyâmı<br />

Rükû idüp ana verdi selâmı<br />

Zemîn-i hidmeti bûs itdi bî-had<br />

Güle medh ü senâlar kıldı bî-âd”<br />

Böyledir sevda. Ve sevda sınır tanımaz. Ve sevda ölümü<br />

göze alır. Ölür ve öldürür. Hele hele yasak sevda, amansız,<br />

dermansız bir hastalıktır. Sonu hüsrân denizinde yok oluştur.<br />

Şairimizin eşi, bir başka kişiye sevdalanır. Sevgilisiyle beraber<br />

şairi ortadan kaldırma planları yaparlar. Ve o menfur<br />

olay cereyan eder. Şairimiz karısı ve onun sevgilisi tarafından<br />

öldürülür.<br />

145<br />

Mahkeme sorar, derler ki:<br />

-“İçkiye müptelâ idi. Girdi kütüphaneye, kilitledi kapıyı<br />

içeriden. Kütüphanenin tandırı-ocaklığı yanına sarhoş ya sızıvermiş.<br />

Uyuyup kalıvermiş. Tandırdan sıçrayan ateşle tutuşmuş<br />

elbisesi, yanmaya başlamış çevresi. İçeriden sesler gelince<br />

kütüphane kapısını kırıp girdik içeri. Her taraf yangın<br />

yeriydi. Masanın üzerinde şişeler vardı. Su sandık, döktük<br />

şairin üstüne, maksadımız onun yanmasını önlemekti. Meğer<br />

onlar, su değil, içki imiş. Ateşin üstüne gaz dökmüşüz sanki.<br />

Hata eyledik. Yangın arttı ve söndürmemiz imkânsızlaştı.”<br />

Şairimizin “Gül ü Bülbül Mesnevisi” adlı eseri bulunmaktadır.<br />

“Şirvan Şah ve Şemayil Banu” adında bir eserinin daha<br />

bulunduğu söylenirse de, bu eserin varlığı ve ona ait olduğu


Mustafa CEYLAN<br />

doğrulanamaz. 935 beyitten meydana gelen Gül ü Bülbül<br />

Mesnevisi’nin İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunduğunu<br />

kayıtlar zikreder.<br />

ŞAİRİMİZDEN İKİ BEYİT SUNALIM :<br />

“Nola her dem nikâb ile çıkarsa yollara zenler<br />

Ki bağlar yüzlerini kasd-ı gâret itse rehzenler<br />

Eylerse hezâr efgân kulak mı kabardır gül<br />

Ey gonca gülistânda bilmem ne öter bülbül.”<br />

146<br />

SON SÖZ:<br />

MACUNCUZÂDE<br />

Saat kulesi dibindeyim İznik’de<br />

Cimri Cingan oğlu Macuncuzâde<br />

Bal kaymak macun katar şiirine<br />

Kelâm alır dillerden<br />

Kelâm satar gelene geçene<br />

Tel teldir pişmaniyesi gâvurun<br />

Azında çiğ düşmüş gül yaprağıdır sanki<br />

Yetmiş çeşit macun dolar çubuklara<br />

Bedavasına vermez nedense<br />

Boynu bükük çocuklara…<br />

Mustafa CEYLAN


D-İdam edilerek Öldürülen Şairler<br />

Öldürülen 101 Şair<br />

(1): KADI BURHANEDDİN<br />

Şiir, sen çok ciddiye alınacak bir şeysin. Öyle çalakalem<br />

yazılıverecek, lâf olsun diye söyleniverecek bir edebiyat ürünü<br />

değilsin. Devirleri, dönemleri, ulusları, toplulukları olan<br />

büyük bir olaysın. Yoldan geçerken görülüp sevilecek bir güzel<br />

değil, uğrunda, sevdası yolunda bir ömür ve nice ömürler<br />

tüketilecek ve hattâ can verilecek bir hakikatsin.<br />

Yazık, seni ciddiye almayıp; yolda-otobüste yazıverdim diyenlere.<br />

147<br />

Doğar doğmaz çocuğunu çağın azgın dişlilerine bırakan ve<br />

internet denilen ortamda yayınlayan şairlere yazık. Sen, demlenecek<br />

ve üzerinde çok ciddi çalışmalar yapılacak, nakışlanacak<br />

bir sanatsın.<br />

Senden korkmak gerek şiir.<br />

Senden korkmayanı kül edersin, toz edersin, zindanlara<br />

atarsın. Seni ciddiye almayanlar, aslında ÖLÜ ŞİİR DOĞU-<br />

RANLARDIR ki, şiirleri gibi kendi İSİMLERİNİ DE DO-<br />

ĞAR DOĞMAZ ÖLDÜREN ŞAİRLERDİR.<br />

O yüzden,<br />

Seni ciddiye almayana şair mi denilir ki?<br />

Seni sevdiğimiz kadar senden çekinir ve korkarımda ben.<br />

Yüzyıllar ötesine adımızı götürecek-taşıyacak sensin.


Mustafa CEYLAN<br />

Ya da daha şimdiden adımızı silecek, yok sayacak yine<br />

sensin.<br />

Uzat ellerini şiir. Uzat bana!<br />

Hazır ellerim, kalemim, yüreğim sana.<br />

Canevimin en güzel odalarını sana hazır ettim. Dol içime,<br />

bahar misali gir yüreğime ve beni sevdan ile sonsuzluğun göklerine<br />

mısra mısra nakışla.<br />

Ya sev beni şiir, ya da zulmetmeden öldür beni.<br />

Ölüm senin ellerinle, ölüm senin sevdanla güzeldir şiir…<br />

Ey Şiir !...<br />

148<br />

14. Yüzyılda, çok hareketli bir hayat yaşayan Kayseri doğumlu<br />

Kadı Burhanettin’ i yakaladın. Babası Kayseri kadısı<br />

Şemsettin Mehmet’ ten gördüğü özel eğitim sonucu Türkçe,<br />

Arapça, Farsça öğrenen ünlü bilginle beraberdin. Mısır, Hicaz<br />

ve Halep’te çağının ünlü bilginlerinden ders görmesini istedin.<br />

O da ders gördü. Babası ölünce, Kayseri’ ye dönen ve<br />

kadı olan, daha sonra Ertana Beyliği’ ne Kadı olan Burhanettin’<br />

e Azeri Lehçesiyle yazmasını söyledin. “Tuyuğ” adını verdiği<br />

dörtlükleri yazarken, iç karışıklıklardan faydalanıp, kendini<br />

Sivas Emiri ilân etmişti ve adına hutbe okutmuştu.<br />

Sonra ne oldu? Ne oldu? Neden susuyorsun? Sen anlat bakalım!<br />

Susma! Susuyorsun halâ! Bak, ben anlatayım.<br />

Kadı Burhanettin, Akkoyunlularla yaptığı savaşta yenildi<br />

ve şehir surlarında idam edildi.


Öldürülen 101 Şair<br />

Ey Şiir !...<br />

Türk tarihi, hele ki Osmanlı dönemi şair padişahlar, sultanlar,<br />

hakanlar ve şehzadelerle doludur biliyorsun. Ve gene biliyorsun<br />

ki, cihana hükmetmiş hakanlarımız şiir yazdıklarında<br />

kendi isimlerini bile sen değiştirdin.<br />

KADI BURHANETTİN ‘i de kadılığına bakmadan TÜRK<br />

EDEBİYATININ ÖNEMLİ BİR NAZIM TÜRÜ olan TU-<br />

YUĞ ile hemhâl ettin.<br />

Peki TUYUĞ ne ?<br />

TUYUĞ, Türk şairlerinin hattâ HALK ŞAİRLERİ nin Dİ-<br />

VAN EDEBİYATI’na, ARUZ’a kazandırdıkları, TÜRK PA-<br />

TENTLİ bir ŞİİR TÜRÜDÜR. Kafiye yapısının temeli<br />

MANİ’dir.<br />

Bu sebeple;<br />

Maninin Divan edebiyatındaki karşılığı sayılabilir. Klasik<br />

Türk Edebiyatında aruzun fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılan<br />

dört dizelik milli bir nazım biçimidir. Tek dörtlükten oluşur.<br />

Kafiyelenişi rubaiyle aynıdır: (aaxa.) Genellikle lirik tarzda<br />

olan ve (aaaa) şeklinde kafiyelenen tuyuğlara “Musarra<br />

Tuyuğ” denir. Manide olduğu gibi, cinaslı uyak kullanılır.<br />

Halk şiirinde 11′li kalıpla söylenen mani biçimindeki şiirlere<br />

de tuyuğ denir.<br />

Rubaide işlenen konular tuyuğda da işlenir.<br />

14. yüzyıl Azerî şairi Kadı Burhanettin bu türün kurucusu,<br />

TUYUĞ’un mucidi sayılır. Çağdaşı Azerî şairi Nesimi ve 15.<br />

yüzyıl Çağatay şairi Ali Şir Nevai bu türde çokça ürün vermişlerdir.<br />

149


Mustafa CEYLAN<br />

Özellikleri:<br />

1. Divan Edebiyatına Türklerin kazandırdığı bir nazım şeklidir.<br />

2. Kafiye düzeni aaxa ya da aaaa şeklindedir. (manide de<br />

öyle)<br />

3. Dört dizeden oluşur.<br />

4. Tuyuğlarda genellikle cinaslı kafiye kullanılır.<br />

5. Tuyuğda, mani ve rubaide olduğu gibi önemli bir fikir<br />

söylenmeye çalışılır. Bu nedenle zor söylenen şiirlerden sayılır.<br />

150<br />

6. Mahlassız bir şiirdir.<br />

KADI BURHANETTİN( Gülce-Buluşma)<br />

Ağ gülüm<br />

Ah gülüm<br />

Duy beni, işit beni.<br />

Nasıl severim bir bilsen<br />

Nasıl severim seni…<br />

Çevir sayfalarını şu tarihin<br />

Yeniden, yeni baştan gör zamanı<br />

Ve oku, doku olayları usanmadan<br />

Ya sen anlat ben susayım<br />

Ya ben anlatayım sen dinle<br />

Ağ gülüm e mi?<br />

Ah gülüm he mi?


Öldürülen 101 Şair<br />

Bin üç yüz kırk dört de gelmiş dünyaya<br />

Kadıdır babası, oğlu da kadı<br />

Daha dört yaşında bir çocuk iken<br />

Arapça Farsçayı kökten kavradı<br />

Lügat, nahif, beyan, hesap, mantık sarf<br />

Ve aruz içredir ses getiren harf<br />

Öğrendi, öğretti; öğretmen oldu<br />

Madde, mânâ ilmi yüreğe doldu.<br />

Yaş ondört, babası gitti Mısır’a<br />

Oğlu Burhanettin erdi son sır’a<br />

Fıkıh, hadis, tefsir; ferâizle tıp<br />

Mezhep ilmini de içine katıp<br />

Ordan geçti Şam’a devam derslere<br />

Mevlânâ Kutbeddin Râzi’yle yere,<br />

Göğe sığmadı da tuttu Hac yolun<br />

Dönüşte göç etti babası onun<br />

Ve bir yıl Halep’te kaldı ilm’için<br />

Öğrendi her şeyi, nedendir, niçin?<br />

………………………..Yıkılmış gitmişti Büyük Selçuklu<br />

……………….Döndü Kayseri’ye bin üç yüz altmış dörtte<br />

…....Kayseri… Evet Kayseri…<br />

……………….Sivas ve çevresinde kurulmuştu<br />

………………….Eratna Beyliği<br />

…………………….Ve Gıyasettin Mehmed Bey’di<br />

………………………..Beyliğin hükümdarı.<br />

…………………………….Atadı Burhanettin’i<br />

………………………………….Atadı Kayseri kadılığına.<br />

151


Mustafa CEYLAN<br />

Kısa süre sonra<br />

Öldürüldü Giyasettin Mehmed<br />

Geçti Beyliğin başına<br />

Oğlu Alâeddin Ali Bey…<br />

Geçti ki<br />

Eniştesi Kadı Burhanettin’in.<br />

Giderek<br />

Politik güç kazandı bizim Kadı<br />

Ve 1378’ de vezirlik görevin aldı.<br />

Çok haksever tutumu, başarılı hükümleri<br />

Ve adaletli idaresi sayesinde<br />

Kendini sevdirdi halka.<br />

152<br />

Yıl 1381<br />

Hakk’a yürüdü Alâeddin Ali Bey<br />

Kaldı mı taht yedi yaşındaki oğluna?<br />

Emirlerden Kılıç Aslan<br />

Oldu devlet naipi<br />

Başladı siyaset<br />

Başladı iç kargaşa…<br />

……………………Bir devleti yıkan tefrikadır ah gülüm!<br />

…………Nifak tohumlarından büyür boz toprağın sancısı<br />

………Sen bunları biliyorsun değil mi?<br />

……Can gülüm<br />

…Ah gülüm ah !...<br />

Halkın sevdiği,<br />

Güvendiği, göz bebeği<br />

Kadı Burhanettin,


Öldürülen 101 Şair<br />

İstek ve ısrarlar üstüne<br />

Öldürdü naip Kılıç Aslan’ı<br />

Ve<br />

Yerine oldu naip…<br />

………………………………………Aynı yıl<br />

………………………İân etti Sivas’ta istiklâlini<br />

………………….Hutbe okuttu kendi adına<br />

…………….Geçti sultanlık makamına<br />

…………Ve<br />

……..Bir devlet kurdu<br />

“Kadı Burhaneddin Devleti”<br />

……...Bu devletin hükümdarlık makamında<br />

……………Tam 18 yıl oturdu.<br />

Bir yandan<br />

Sağlarken kendi devletinin<br />

İç bütünlüğünü<br />

Diğer taraftan<br />

Komşuları<br />

Akkoyunlular, Osmanlılar ve Memlûklular ile<br />

Uğraşmak zorunda kaldı.<br />

Kastamonu seferinde<br />

Yıldırım Bayezıt’ın eyalet askerleri<br />

Şehzade Ertuğrul komutasında…<br />

Kırkdilim mevkii derler bir yer<br />

Hem de Çorum ili yakınında<br />

Tutuştular savaşa…<br />

Ve yenik düştü Osmanlı<br />

Şehid oldu Şehzade Ertuğrul<br />

153


Mustafa CEYLAN<br />

Yıl 1398<br />

…….Akkoyunlu hükümdarı Kara Yülük<br />

…………Ve Kadı Burhaneddin<br />

………………Bir amansız savaştalar…<br />

…………………….enildi, esir düştü ve öldürüldü<br />

………………………Bizim Kadı<br />

…………………………Ölümünden sonra<br />

………………………………Yıkıldı kurduğu devlet…<br />

Mustafa CEYLAN<br />

154<br />

EDEBÎ KİŞİLİĞİ<br />

“Kadı Burhaneddin, siyasi kişisel özelliklerinin yanı sıra,<br />

edebiyat ve şiirle uğraşmayı da ihmal etmemiştir. 600 sayfa<br />

tutan bir divanı dolduracak kadar şiir yazmıştır. Bu divanında<br />

1500 gazel, 119 tuyuğ ve 20 rubai bulunmaktadır ama hiç kasidesi<br />

bulunmamaktadır. Kadı Burhaneddin gazelleri ve tuyuğları<br />

ile ün kazanmıştır. Tuyuğ şeklini Divan edabiyatına<br />

getiren Kadı Burhaneddin olmuştur. Gazellerinin gayet içten<br />

ve aşkane oldukları görülür. Lirik şiirlerinde cesaret göze çarpar<br />

ve bu yönüyle de klâsik şiirden ayrılır. Aşk şiirlerinin yanı<br />

sıra din ve tasavvuf ile ilgili şiirleri de vardır. Şiirlerinde ne<br />

mahlası ne de adı bulunmaktadır.<br />

İran şiirini çok iyi bilen Kadı Burhaneddin divan şiirinin<br />

öğelerini Türkçe’ye mal etmede emeği geçen baş Türk şairlerdendir.<br />

Divan şiirinin ilk Türkçe örneklerini veren bir şair olarak<br />

Türkçe’yi aruza uydurmakta güçlük çektiği görülür. Bu<br />

aruz vezin eksikliği o kadar önemlidir ki Kadı Burhaneddin’in<br />

şiirlerinin çoğunda kullanılan vezini tayin etmek güç ve hatta


Öldürülen 101 Şair<br />

bazılarında imkânsız olur. Ancak bu eksiklik XIV. yüzyıl Türk<br />

divan edebiyatına katkısı bulunan şairlerin nerede ise hepsinde<br />

görülmektedir. Kadı Burhaneddin bu müşkülatını, canlı ve<br />

samimi edası ile giderir. Günlük konuşma dilini de şiirlerinde<br />

kullanması onun şiirlerine ayrı bir özellik verir. Edebi sanatlara,<br />

özellikle cinasa, düşkündür. Doğup, büyüyüp yaşadığı yerlerde<br />

Azeri lehçesi kullanılmamakla beraber, Kadı<br />

Burhaneddin’in şiir dilinde Azeri lehçesi özellikleri barizce<br />

görüldüğü için, Azeri lehçesi edebiyatında olduğu iddia edilebilmesine<br />

rağmen, Kadı Burhanedin’i bir Anadolu şairi olarak<br />

kabul etmek daha yerinde olur. Bazı şiirlerinde tasavvuf izleri<br />

gayet açıkca görülmekle beraber Kadı Burhaneddin’i bir sûfî<br />

ve mutasavvıf bir şair olarak dünya işlerinden el etek çekmiş<br />

bir kişi saymak doğru olmaz. Kadı Burhaneddin’in gerçek yaşamında<br />

zevk ve safa âlemleri düzenlediği bilinmektedir. Kadı<br />

Burhaneddin esas itibarı ile beşeri, maddi aşkı işlemiş ve maceracı,<br />

döğüşcü, savasçı hayatının ve ruhunun izleri çok bariz<br />

olarak şiirlerinde yansımıştır. Genellikle hayatını anlatmıştır.<br />

155<br />

Eserlerinden bazı örnekler<br />

Beyit;<br />

Er odur Hak yoluna baş oynaya<br />

‘Döşekte ölen insan senin babandır


Mustafa CEYLAN<br />

Tuyuğ ;<br />

Hakka şükür koçlarun devrânıdur.<br />

Cümle âlem bu demün hayrânıdur.<br />

Gün batardan gün toğan yire değün.<br />

Işk erinün bir nefes seyrânidur.<br />

156<br />

Gazel ;<br />

Gönülüme ben didüm ki kandesin,<br />

Gamzesinün oklarıyla kandesin<br />

Gisusiyle bende düşdüm dir gönül,<br />

Didüm ana nola çünki bendesin<br />

N’ola öpdüm gözüme sürdüm seni,<br />

Sen dahi âlemde bir turvendesin<br />

Bendesin sen bendeyim ben tapuna,<br />

Bendeyim ben nice ki sen bendesin<br />

Gözlerüm giryan ü biryândur gönül,<br />

Leblerüm şekker özün pür-handesin<br />

Bir Mısra<br />

“Bunca ki yandım yanarım, billah ki usanmamışım.<br />

(Kaynak: http://tr.wikipedia.org)


Öldürülen 101 Şair<br />

SON SÖZ :<br />

AÇIL EY KÖHNE KİLİT<br />

Korkut Ata çıka geldi tarihten<br />

Kopuzunu konuşturdu<br />

Dinledi yer gök<br />

İnledi eşya, doğa, insan<br />

O söyledi, biz dinledik<br />

Görelim neler söyledi :<br />

İlk tuyuğdur Burhanettin Kays eri<br />

Koç yürektir surlarda şehr-î Kayseri<br />

Şimdi mevsimlerden kaygan takvime<br />

Kayma hiç tek tek diyorlar: kay, seri…<br />

Varsınlar ne derlerse desinler,<br />

Halep, Bağdat yok şimdi, üzgünüm.<br />

Mühr-ü kadı bilinmez eldedir<br />

Bu yüzden işkencede her günüm.<br />

157<br />

Açıl ey köhne kilit!<br />

Kop ey sürgü!<br />

Yıkıl ey örümcek tutmuş duvar!<br />

Çekil ufkumdan kara bulut,<br />

Kan kusan dağlar, yerle yeksan ol!<br />

Anamın ak sütü kadar<br />

Helâl ve berrak dilim<br />

Sen çık ortaya gül kokulu kalemlerle<br />

Yeniden<br />

Yeniden yaz alınların şiirini, olur mu?


Mustafa CEYLAN<br />

Ve de ki:<br />

El ele tutuşup ayağa kalkın<br />

Bölünmesin aman bu güzelim yurt<br />

Muştulu seherler o kadar yakın<br />

Erisin demir dağ, yol göstersin kurt.<br />

Kadı, âlim, şair; bir dudak üç dil<br />

Azerî lehçesi bal damlatan dut.<br />

Tuyuğlu, tuğralı ipekli mendil<br />

Koklasam dost kokar gönüldür hudut.<br />

158<br />

Hutbeler okunsun, dua edilsin<br />

Ay yıldız var iken niye o çaput?<br />

Diyor ki analar: Bu tarih bilsin<br />

Şehit taşımaktan yoruldu tabut.<br />

Yoruldu<br />

Yorulduk<br />

Güneşi tam ortasından vurdular bugün<br />

Biz de vurulduk…<br />

Mustafa CEYLAN


Öldürülen 101 Şair<br />

(2):PİR SULTAN ABDAL<br />

O, öldükten sonra da yaşayanlardan… Tarihin belirli bir<br />

zaman diliminden başladığı yolculuğu sonsuzlara doğru çoğala<br />

çoğala devam ettiren bir yolcu. Bizde gelenektir zaten, sağlığında<br />

elimizden geleni ardımıza koymayız, ne kadar zulüm,<br />

işkence, eziyet, kıyım ve sürgün varsa ışık adamlarımıza, düşünce<br />

adamlarımıza, başta ozanlarımıza uygularız. Kaçını zindanlara<br />

attık, kaçını sürdük ilden ile ve kaçını ipde sallandırdık?<br />

Derisini yüzdüklerimiz bile var, öyle değil mi? Biz,<br />

onları sağlığında değil, öldükten sonra kahraman yapmakta<br />

pek maharetliyiz. Sağlığında değerini bilmeyiz. Sağlığında<br />

biz onlara hiçbir şey vermediğimiz gibi elinde ne varsa onları<br />

da almaya çalışırız. Onları, yeri geldiğinde sosyal güvenceden<br />

bile yoksul bırakırız ki, çoluk çocuğu ve kendisi hasta olduğunda<br />

ilâç bile alamasın. Biz böyleyiz işte. İçimizdeki pırlantanın<br />

ışığından istifade etmeyiz de, farkına bile varmayız da,<br />

yadın-yabanın mumunu güneş sanırız.<br />

159<br />

Evet,<br />

Pir Sultan Abdal, halkın içinden, halk için çıkmış bir sonsuzluk<br />

yolcusu. İdam edilmesinin üzerinden 400 küsur yıl<br />

geçmiş olmasına rağmen halkın belleğinde, dilinde, yüreğinde<br />

halâ canlı ve diri. Hem etkisini de gün geçtikçe arttırmaya devam<br />

etmektedir.<br />

Pir Sultan, sade bir ozan olsaydı, belki etkisi bu kadar uzun<br />

sürmez veya sadece edebiyatın efsunkâr bahçesinde kalırdı.<br />

Ama, o, başkaldırının, “yeter, ne hakkın var deyip isyânın ve<br />

derin tasavvufî düşünceleriyle bütün ezilen ve inananların yol<br />

göstericisidir”. Anadolu’yu yoğuran ve Anadolu’ yu nice yüzyıllar<br />

ötesine taşıyan ışık adamlarından birisi olması nedeniyle,<br />

edebiyat dışındaki diğer alanlarda; özellikle toplumsal di-


Mustafa CEYLAN<br />

renç ve baş kaldırı alanlarında da oldukça etkindir.<br />

Güç karşısında eğilip, bayrağı teslim etmeyen; doğru bildiğini,<br />

sevdiği ve inandığını idam sehpasında bile söyleyen bir<br />

korkusuz ozandır.<br />

160<br />

Göz radarlarımızı mâzinin söz sultanlarına, ışık kervanlarına<br />

çevirecek olursak; iki türlü hareket görürüz… Birisi “aşağıdan<br />

yukarıya” doğru yapılan hareket, ötekisi de “yukarıdan<br />

aşağı” doğru” yapılan hareket. Aşağıdan yukarı doğru hareket,<br />

halktan-tabandan tavana doğru yürür. Halkın dili, gözü, kulağı,<br />

eli, yüreği olan bir harekettir. Yukarıdan aşağı hareket se,<br />

sarayın, otağın, yönetenlerin kontrol ve güdümündeki hareket<br />

olup; çeşmeye yakın olması nedeniyle bir eli yağda olan ve<br />

tabandakilere hüküm-emir ve kararlar altında tutabilmek için,<br />

yukarıyı öven, aşağıya emir veren bir harekettir. Yukarıdan<br />

aşağıya hareketin dili ve yapısı saraylıdır, onu tabandakiler<br />

pek anlamaz; anlasalar da sevmediklerinden es geçerler, kayda<br />

değer bulmazlar.<br />

Bizim Pir Sultan aşağıdan yukarıya hareketin korkusuz bir<br />

ozanı ve lideridir.<br />

Öldürülen ozan ve şairlerimizin hepsi de aşağıdan yukarıya<br />

hareket eden, tavanı eleştiren, tavanın dipsiz ve karanlık dehlizlerine<br />

halkça ve Hakça ışık tutanlardır.<br />

Pirsultan’ın, yaşadığı 1500’lü yıllardan günümüze 345 deyişi<br />

kalmışsa da, halkın gücü onu menkıbelere dönüştürmüş,<br />

onu mukaddes yapmış, onu yüreğinde dilediğince şekillendirmiştir.<br />

Zaten halkın gücü böyledir. Halk özlerse kahramanını, aradan<br />

geçen yüzyılları bir çırpıda siler de kahramanını diriltiverir.<br />

Sıkıntıya düştüğünde, ufkunu kaplayan kara zindan geceleri,<br />

gökleri dolduran kara bulutları, dirilttiği o kahramanının<br />

mânevî ışığı ile siler süpürür. Güneşe, ışığa ve esenliğe getirir


Öldürülen 101 Şair<br />

ulusu, toplumu, memleketi.<br />

Acımasızlaşan şiirin rüzgârı Azrail’ le sırdaş, içli dışlı, dost<br />

gibidir sanki. Şiir rüzgârının ve zalim idarelerin öldürdüğü<br />

ozan ve şairlerin hayatları etrafında, halkımız efsâneler, menkıbeler<br />

üretmiştir hep.<br />

Siz bakmayın ve asla umutsuzluğa düşmeyiniz ki, bugün<br />

yaşananlar, bu anlaşılmaz hukuk, yönetim, asker, siyaset çemberinde<br />

meydana gelen olaylara. Halk neden sessiz diye şaşırmayınız<br />

da. Yeri ve zamanı geldiğinde, sinesinden nice ışık<br />

adamlar çıkarır bu halk. Zaten, günümüzde iftiralar ve düzmece<br />

sanıklarla idam sehpasına dipçikle yürütülmeye çalışılanlar<br />

da günümüzün Pir Sultanları değil mi?<br />

Pir Sultan Hızır Paşa tarafından idam edildikten sonra,<br />

göğe mi uçtu, yere mi geçti bilinmez; ama, zulümden korkan<br />

halk, onun ipe çekilen bedenine sahip çıkamamış,<br />

161<br />

-Çok sayıda Pirsultan kabri yaratmış<br />

-Çok sayıda yeni Pirsultanlar-ozanlar doğurmuş<br />

-Kâh Horosan’da, Kâh Merzifon’da, kâh Erdebil’de, kâh<br />

Sivas’ da kanlı Pazar yanındaki tümülüste ona mekân yakıştırmaya<br />

çalışmış ve bunda da başarılı olmuştur.<br />

Bugün, Pirsultan bir gelenek olmuştur.<br />

Türkü olmuştur, deyiş olmuştur. Dilden dile, gönülden gönüle<br />

akan ırmak, gönül kalelerinde dalgalanan bayrak olmuştur.<br />

16’ ncı yüzyıldan bugüne, her geçen gün biz, Pirsultan’ı<br />

yeniden keşfetmekteyiz.<br />

Adil yargılama özlemimiz, hak arayan ve konuşan toplum<br />

yapısı arzumuz, inandığını ve sevdiğini söyleyen, yaşayan bireyler<br />

talebimiz, baskı, zulüm ve tepeden inmeciliğin sona ermesi<br />

isteğimiz; bütün bunların özünde, usaresinde Pirsultan


Mustafa CEYLAN<br />

hareketi vardır.<br />

Bu özlemlerimizi taşıyan Pirsultan kimdir, esas adı nedir<br />

diye soracak olursanız, deyişlerinde:<br />

“Pir Sultanım Haydar diye anıldı”, “İsmim Koca Haydar<br />

aslım Yemen’de”, “O ruh girdi bana Haydar dost dedi” gibi<br />

mısralarına başvurmak zorundayız. Çünkü Pir Sultan hakkında<br />

bugüne kadar detaylı bir bilgi-belge ve kaynak bulunamadığı<br />

gibi, araştırmacılar da Pir Sultan’a ulaşmak için, onu idam<br />

eden Hızır Paşa’ ya ulaşıp oradan Pir Sultan belgeleri elde etmeye<br />

çalışmışlar, gene de pek başarılı olamamışlardır.<br />

162<br />

Deyişlerinden asıl adının “Haydar” olduğu, “Koca Haydar”<br />

diye anıldığı anlaşılmaktadır. Yine bir deyişinde bu adı da<br />

ona Hacı Bektaş-ı Veli’ nin verdiğini söyler. Haydar, aslan yürekli,<br />

yiğit anlamına gelmekte olup; Hazreti Ali’ nin adlarından<br />

biridir de… Bir deyişinde: “Pir Sultan Abdalım destim<br />

damanda/İsmim Koca Haydar aslım Yemen’de” diyerek soyunu<br />

Yemen’e bağlamıştır. Söylentilere göre de Hz Ali’ nin torunlarından<br />

Zeynel Abidin soyundan gelen ağu içip ölmediği<br />

için “ağuçen” diye anılan Karadonlu Can Baba koluna mensuptur.<br />

Der ki:<br />

“Sultan Ağuçen serçeşme gözü<br />

Elimde kalemim dilimde yazı”<br />

Der ki:<br />

“Benim aslım Horasan’dan Hoy’dandır.”<br />

Horasan, İran’ın doğusunda Türklerin yoğun olarak yaşadığı<br />

bir bölge, Hoy ise İran Azerbaycanında br kasaba. Muh-


Öldürülen 101 Şair<br />

temeldr ki, ataları Horasan’dan Hoy’a, oradan da Anadolu’ya<br />

geçip Sivas’a yerleşmişlerdir.<br />

Pir Sultan’ın soy kökü, bana göre de Horasan’a dayanmaktadır.<br />

Anadolu erenlerinin çoğunluğunun kökü de Horosan’dır.<br />

Horosan ve Hoy’dan Sivas Yıldızeli İlçesinin Banaz<br />

Köyü’ne uzanan ve<br />

“Uzundu uzundu dedemin boyu/Yıldızdır yaylası Banazdır<br />

köyü” veya “Bize de Banaz’da Pir Sultan derler/Banaz’dan<br />

sürdüler bizi Sivas’a” diyerek adresini vermektedir…<br />

Pir Sultan’ın halk söylentilerine göre 3 oğlu ve 1 kızı vardır.<br />

Oğullarından Seyit Ali Sultan’ın makamı köye 15-20 dakika<br />

mesafede Çamlık tepede bulunmaktadır. Pir Mehmet<br />

Tokat’ı Daduk Köyünde, Er Gayıp ise Dersim’ de yatmaktadır.<br />

Kızının adı Senem’dir. Kızı Senem, babasının idamı üzerine<br />

“Pir Sultan kızıydım ben de Banaz’da” diyen deyişini<br />

söylemiştir.<br />

163<br />

Deyişlerinden Pir Sultan’ın okuma-yazma bildiğini ve alevi-bektaşi<br />

eğitimi olan “yol eğitimi” aldığını bilmekteyiz. Onu<br />

yoğurup pişiren cem isimli “halk okulu” dur.<br />

Diyor ki:<br />

“Pir Sultan’ım okuyaban yazarım<br />

Turab oldum ayaklarda tozarım”<br />

Diyor ki:<br />

“Ben bend oldum şu meydana atıldım<br />

İkrar verdim ikrarıma tutuldum.”


Mustafa CEYLAN<br />

Diyor ki:<br />

“Enel Hak dedik de çekildik dara<br />

Adap erkan bize doğru yol oldu.”<br />

Diyor ki:<br />

“İrehber pişirir tâlibin çiğin<br />

Ahiri bu imiş pişmeğe geldim.”<br />

“Halk isterse ağustosta yağar kar”, “Halk isterse olmaz<br />

olur, Beydağları Palandöken’i kucaklar ve halk isterse taş kesilir<br />

düşmanlar, çiçekler dile gelir, bulutlar saçın çözüp yaşın<br />

yaşın ağlar.”<br />

164<br />

Halk, kendi söyleyeceğini Pir Sultan’a söyletir. O halde,<br />

Pir’imizin menkıbevi hayatını bir kenara bırakmadan, ondan<br />

istifade ederek hayata, olaylara, dünyaya, kurulu düzene, yönetene,<br />

yönetilenlere, paşalara, beylere bakışını anlatmaya ve<br />

şiirlerinin ruh köküne inerek, oradan çıkarabildiğimiz inci danelerini<br />

sunmaya çalışalım.<br />

Hafik İlçesinin Sofular Köyünden Hızır adında bir gençin<br />

Banaz’a gelip Pir’imize talebe oluşuna ne diyelim? Yedi yıl<br />

boyunca o kapıda eğitim almasına ve sonra da “Sen herkese<br />

himmet veriyorsun, verdiklerin çeşitli makamlara yükseliyor.<br />

Ne olur bana da himmet eyle ben de bir makama yükseleyim”<br />

sözlerine karşılık, “Ben dua ederim Hızır. Ederim etmesine de<br />

ya duamız tutar, sen paşa olur gelir çekersen ipimizi? ”deyişine<br />

ne diyelim?<br />

Ne diyelim, adalet dağıtacakken, adalet yerine zulüm dağıtan,<br />

haklıyı haksız, haksızı da haklı çıkaran, nice ocaklar söndüren<br />

Sarı Kadı’ya, Kara Kadı’ya? ... Haramı yemeyen köpeklerine,<br />

hattâ halkın anlatımında haksızlık yapanı, haram<br />

yiyeni köpekten aşağı dereceye düşüren menkıbeye ne diyelim?


Öldürülen 101 Şair<br />

“İyi köpek kötü kadıdan efdâldir” diyen Pir Sultanımız alır<br />

sazını ele ve der ki:<br />

“Koca başlı koca kadı<br />

Sen de hiç din iman var mı?<br />

Haramı helâli yedi<br />

Sende hiç din iman var mı?<br />

Fetva verir yalan yulan<br />

Domuz gibi dağı dolan<br />

Sırtına vururum palan<br />

Senin gibi hayvan var mı?<br />

İman eder amel etmez<br />

Hakkın buyruğuna gitmez<br />

Kadılar yaş yere yatmaz<br />

Hiç böyle kör şeytan var mı?<br />

165<br />

Pir Sultan’ım zatlarınız<br />

Gerçektir şöhretleriniz<br />

Haram yemez itlerimiz<br />

Bu sözümde yalan var mı? ”<br />

Kadılar böyledir de ya paşaların emir ve görüşlerine göre<br />

fetva veren müftüler nasıl? Sivas’a saraydan vali olarak dönen<br />

Hızır Paşa çağırır Kör Müftüyü yanına ve dikte ettirir fetvayı:<br />

“Şah adını anmak yasaktır. Her kim ki Şah adını anar, dili kesilip<br />

öldürüle…”<br />

Susar mı ozan dili? Fetva değil, hangi emri verirlerse versinler,<br />

hangi kuralı koyarlarsa koysunlar susmaz elbet… Bildiğini,<br />

inandığını, sevdiğini “söyleme” diyecekler de o da<br />

“emredersiniz efendim, baş üstüne diyecek ha? ”


Mustafa CEYLAN<br />

Demiş:<br />

“Fetva vermiş koca başlı Kör Müftü<br />

Şah diyen din keseyim deyü.<br />

Satır yaptırmış, Allah’ın lâneti<br />

Ali’yi seveni keseyim deyu<br />

Şer kulların örükünü uzatmış<br />

Müminlerin baharını güz etmiş<br />

Onikiler bir arada söz etmiş<br />

Âşıkların yayın yasayım deyu.<br />

166<br />

Hakk’ı seven âşık geçmez mi candan?<br />

Korkarım Hak’tan, korkum yok senden<br />

Ferman almış Hızır Paşa sultandan<br />

Pir Sultan Abdal’ı asayım deyu. ’<br />

Evet;<br />

Tarih güç olgusunu işlerken, tozlanmış sinesinde, halka<br />

rağmen halkı yönetim olayında, askerle-paşayla din adamını,<br />

müftü veya şeyhülislâmı hep yan yana sunmuştur. Omuzlarındaki<br />

rütbelerden güç alanların hâkimiyetlerini sürdürebilmek<br />

için, öncelikle dn-diyanet işlerine hükmettiklerini ve sonra<br />

oradan aldığı destek ile halkın tepesinde kılıç salladıklarını<br />

anlatmıştır. Hızır Paşa ve Kör Müftü olayımızın iki önemli<br />

kahramanı. Bir de bu ikisinin arasında kadılık kurumunu temsilen<br />

Sarı ve Kara kadılar… Ne zaman ki, bir ülkede, yönetim,<br />

askeriye, hukuk ve diyanet tek elde toplanmıştır, o ülkede özgürlük<br />

ve özgür düşünceden bahsedilmesi mümkün değildir.<br />

Siyasi otorite askeriye, hukuk ve diyaneti çürütür, güçsüz kılar,<br />

artık elinde oyuncak gibi oynatmaya kalkışırsa, o ülkeyi<br />

karanlık çağlar bekliyor demektir. Yöneten, sırf kendi şahsi<br />

çıkarı için, kendi ve yandaşlarının menfaati için veya emir al-


Öldürülen 101 Şair<br />

dığı güç ve odakların çıkarları doğrultusunda hukuk-ordu ve<br />

diyaneti kullanmaya başladıysa yandınız demektir.<br />

Pir Sultanımızın karşısında Vali Paşa, kadı-mahkeme ve<br />

kör müftü vardır. Sistemin dişli çarkları kurulmuş ve Pirimizin<br />

canından çok sevdiği Şah sözcüğünü deyinde söylememesi<br />

emrolunmuştur. Çağırılır huzura ve içinde Şah sözcüğü geçmeyen<br />

üç deyiş söylemesi emrolunur.<br />

Anadolu Ozanı emir almaz. Anadolu ozanı emir de vermez.<br />

Gönüldür makamı bizim ozanlarımızın. Adaleti ehil hukukçuların,<br />

din ve diyaneti de ehil hoca ve aydın dedelerin<br />

yürütmesini ister. Hattâ dinle devlet işlerin, hukukla siyasetin,<br />

kışla ile particiliğin asla karıştırılmasını istemez.<br />

Ama, Hızır Paşa istemiştir isteyeceğini. İçinde ŞAH sözcüğü<br />

geçmeyen üç deyiş. Pir Sultan sazının telleri arasına koyar<br />

yüreğini seslenir:<br />

167<br />

“Hızır Paşa biz berdar etmeden<br />

Açılın kapılar Şah’a gidelim.<br />

Siyaset günleri gelip yetmeden<br />

Açılın kapılar Şah’a gidelim.<br />

Gönül çıkmak ister Şah’ın köşküne<br />

Can boyunmak ister Ali müşküne<br />

Piri, On iki imam aşkına<br />

Açılın kapılar Şah’a gidelim.<br />

Her nereye gitsem yolum dumandır<br />

Bizi böyle kılan ahd ü amandır<br />

Zincir boynum sıktı halim yamandır<br />

Açılın kapılar Şah’a gidelim.


Mustafa CEYLAN<br />

Yaz selleri gibi akar çağlarım<br />

Hançer aldım ciğerciğim dağlarım<br />

Garp kaldım şu arada ağlarım<br />

Açılın kapılar Şah’a gidelim.<br />

168<br />

Ilgın ılgın eser seher yelleri<br />

Yâre selâm eylen Urum erleri<br />

Bize peyik geldi Şah bülbülleri<br />

Açılın kapılar Şah’a gidelim.<br />

Çıkarım bakarım kale başına<br />

Mümin Müslümanlar gider işine<br />

Bir ben mi düşmüşüm can telaşına?<br />

Açılın kapılar Şah’a gidelim.<br />

Pir Sultan’ım eydür, Mürvetli Şah’ım<br />

Yaram baş verdi sızlar cigergâhım<br />

Arşa direk direk olmuştur âhım<br />

Açılın kapılar Şah’a gidelim.<br />

Hızır Paşa şaşkındır. Zaman donup kalmış buz kalıbıdır<br />

sanki. Pir Sultan ikinci deyişine geçer:<br />

“Kul olayım kalem tutan eline<br />

Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz.<br />

Şekerler ezeyim şirin dine<br />

Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz.


Öldürülen 101 Şair<br />

Allah’ı seversen kâtip böyle yaz<br />

Dün ü gün ol Şah’a eylerim niyaz<br />

Umarım yıkılsın şu kanlı Sivas<br />

Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz.<br />

Sivas illerinde zilim çalınır<br />

Çamlı beller bölük bölük bölünür<br />

Ben dosttan ayrıldım bağrım delinir<br />

Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz.<br />

Münafıkın her dediği oluyor<br />

Gül benzimiz sararuban soluyor<br />

Gidi mervan şad oluban gülüyor<br />

Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz.<br />

169<br />

Pir Sultan Abdal’ım ey Hızır Paşa<br />

Gör ki neler gelir sağ olan başa<br />

Hasret koydu bizi kavim kardaşa<br />

Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz.”<br />

Sıra üçüncü deyişe gelmiştir. Dokunur sazına, yine Şah<br />

vardır telinde;<br />

“Karşıdan görünen ne güzel yayla<br />

Bir dem süremedim giderim böyle<br />

Ala gözlü pirim sen himmet eyle<br />

Ben de bu yayladan Şah’a giderim.


Mustafa CEYLAN<br />

Eğer göğerüben bostan olursam<br />

Şu halkın dinle destan olursam<br />

Kara toprak senden üstün olursam<br />

Ben de bu yayladan Şah’a giderim.<br />

Bir bölük turnaya sökün dediler<br />

Yürekteki derdi dökün dediler<br />

Yayladan ötesi yakın dediler<br />

Ben de bu yayladan Şah’a giderim.<br />

170<br />

Dost elinden dolu içmiş deliyim<br />

Üstün kan köpüklü meşe seliyim<br />

Ben bir yol oğluyum, yol sefiliyim<br />

Ben de bu yayladan Şah’a giderim.<br />

Alınmış abdestim aldırırlarsa<br />

Kılınmış namazım kıldırırlarsa<br />

Sizde Şah diyeni öldürürlerse<br />

Ben de bu yayladan Şah’a giderim.<br />

Pir Sultan Abdal’ım dünya durulmaz<br />

Gitti giden ömür, geri dönülmez<br />

Gözlerim de Şah yolundan ayrılmaz<br />

Ben de bu yayladan Şah’a giderim.<br />

Pir Sultan her deyişinde adeta meydan okur Hızır Paşa’ya.<br />

Her deyişinde şahtır geçen dilinden, telinden. Hızır’ın tüm uzlaşma<br />

umutları suya düşmüştür. Piri yolundan döndürme ikna<br />

etme hayalleri toz olmuştur. Kızgınlığı had safhaya varır.<br />

“Atın zindana” diye emir verir.


Öldürülen 101 Şair<br />

Başlar zindan günleri…Toprakkale zindanı Pirsultan’ın<br />

mekânıdır gayri. Davasından dönmesi, pişman olduğunu söylemesi<br />

istenir. Ama elbette inanan davasından asla vaz geçmez.<br />

“Kadılar müftüler fetva yazarsa<br />

İşte kement işte boynum asarsa<br />

İşte hançer işte kellem keserse<br />

Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.”<br />

Dönmez yolundan. O sebeple ölülerin konulduğu mahzene<br />

atılır. Kale surlarından atacağız denir.<br />

“Çıkardılar ağ bedenden atmaya<br />

Şimdi indirdiler yine dahmaya<br />

Kanrıldım çevrildim baktım zahmaya<br />

Duysun canlar diye bizi asarlar.”<br />

171<br />

Kış, kar… Baskı, işkence… Kelepçe, zindan…<br />

“Bizi böyle kılan ahd u zamandır<br />

Zincir boynum sıktı halim yamandır.”<br />

“Kalenin kapısı taştan demirden<br />

Yanlarım çürüdü yaştan yağmurdan.”<br />

Beklenen ferman nice zaman sonra gelmiştir Saraydan.<br />

İdama giderken zerre kadar ölümden korkmadığı, çekinmediği<br />

bir hakikattir. Dostlara, yoldaşlara, evdekilere, müsahip Ali<br />

Baba’ ya selamlar yollamaktadır. Üzülmemelerini, al çıkarıp<br />

kara giymemelerini, karalar bağlamamalarını, ele güne karşı<br />

ağlamamalarını söyler.<br />

İdam edilirken ellerinin bağlanmamasını dilemekte, Ali<br />

Babadan da darağacında cesedinin eğlenmemesini istemektedir…


Mustafa CEYLAN<br />

“Bize de Banaz’ da Pir Sultan derler<br />

Bizi kem kişi bellemesinler.<br />

Paşa hademine tembih eylesin<br />

Kolum çekip elim bağlamasınlar.<br />

Ala gözlüm zülfün kement eylesin<br />

Döksün mâh yüzüne nikâb eylesin<br />

Ali baba haktan dilek dilesin<br />

Biben de bu yayladan Şah’a giderim.<br />

Ben de bu yayladan Şah’a giderim.<br />

Bizi dâr dibinde eğlemesinler.<br />

172<br />

Ali baba eğer söze uyarsa<br />

Emidır beyler kıyarsa<br />

Ala gözlü yavrularım duyarsa<br />

Al’ın çözüp kara bağlamasınlar”<br />

Evet…<br />

İdam sehpasına yürümekte Pir Sultan…<br />

Hızır Paşa onun sehpada halk tarafından taşlanmasını ister.<br />

Emir serttir, kesindir. K i taşlamayan öldürülecektir. Pir<br />

Sultan’ın musahibi Ali Baba kalabalığın arasındadır. O da<br />

buyruğa uymak zorunda kalır. Ne var ki yol kardeşine taş atmaya<br />

eli varmaz. Tutup bir gül atar. Başına yağan taşlardan<br />

canı yanmaz da dostu, yol kardeşi Ali Baba’ nın gülü incitir<br />

Pirimizi… Hemen oracıkta, darağacının dibinde der ki;


Öldürülen 101 Şair<br />

Şu kanlı zalimin ettiği işler<br />

Garip bülbül gibi zareler beni<br />

Yağmur gibi yağar başıma taşlar<br />

Dostun bir fiskesi yareler beni<br />

Pir Sultan Abdal’ım can göğe ağmaz<br />

Haktan emr’olunmazsa irahmet yağmaz<br />

Şu ellerin taşı hiç bana değmez<br />

İlle dostun gülü yareler beni.<br />

Özetle:<br />

Öldürülen şairlerin çoğu öldükten sonra da yaşayan şairlerdir.<br />

Hele ki, halkın ozanı olursa bu öldürülen, halk onu kendisiyle<br />

beraber mahşere kadar yaşatır da yaşatır…<br />

Pir Sultan Abdal, halk arasında “Yedi Ulular” olarak bilinen<br />

Yedi Ulu Ozan’dan biridir.<br />

Alevi gelenekleri ile dergâh ortamında yetişti. Hak, Muhammed,<br />

Ali izinde yürüdü.<br />

Ana konuları, : Deyişler, nefesler, Hakk sevgisi, Ehl-i Beyt<br />

sevgisi, duazimam, ilahi aşk, tasavvuf ve sosyal uyarı niteliğindedir.<br />

Dolayısıyla bir derviş olarak toplumu (İlmiyle ve<br />

aklıyla bilgilendirmiştir).<br />

Tekke ve tasavvufun kalıplarını aşıp geniş bir halk kesimine<br />

seslenebilmiştir. Medrese öğrenimini Erdebil’de görmesine<br />

rağmen, diğer bazı halk şairlerinin tersine, Divan<br />

Edebiyatı’ndan hiç etkilenmemiştir.<br />

Klasik Anadolu Alevîliğinin ideasını eserlerinde işleyen<br />

Pir Sultan Abdal, 16. yüzyıl Türk edebiyatının en önemli şairlerindendir.<br />

173


Mustafa CEYLAN<br />

174<br />

Yazmış olduğu sözler bugün, bir çok sanatçı tarafından hâlâ<br />

şarkı ve türkülerle icra edilmektedir. Pir Sultan Abdal hem yaşamı,<br />

hem de şiirleriyle bir okul ve misyon sahibi olmuştur. İdamıyla<br />

da insanlardaki haksızlığa ve zulme karşı adalet duygularını<br />

harekete geçirmiştir16. Yüzyılda Osmanlı’da baş gösteren birçok<br />

ayaklanmayı desteklemiş, sosyal hareketlenmeler ile ilgili fikirlerini<br />

şiirlerine yansıtmıştır. Bazı tarihçiler şiirlerinde geçen “Şah”<br />

kelimesinin İran Şahı’nı değil Anadolu Bektaşi Postnişinini temsil<br />

ettiğini belirtirler. Pir Sultan, ağır idari uygulamalar altında<br />

ezildiğini düşündüğü Türk Toplumunun yeni bir yönetime de ihtiyaç<br />

duyduğunu çoğu kez şiirlerinde dile getirmiştir. Bu nedenle<br />

dönemin Sivas Valisi Hızır Paşa tarafından pek sevilmemiş, eskiden<br />

dost olan bu iki insan arasındaki ilişki zamanla husumete<br />

dönerek, Pir Sultan Abdal’ın Hızır Paşa tarafından idam edilmesiyle<br />

sonuçlanmıştır.<br />

SON SÖZ:<br />

ÖLDÜRSELER ÖLMEYİZ<br />

Biziz biz, ışıklarla karanlığı kürüyen…<br />

Biziz biz, Pir Sultan’la sehpalara yürüyen<br />

Korku nedir bilmeyiz, Köroğluyuz meydanda<br />

Öldürseler ölmeyiz, namımız var her yanda<br />

Ahdımız, hiç bir zaman kalmaz şahta, sultanda<br />

Biziz biz, ışıklarla karanlığı kürüyen…<br />

Halk için yerden göğe, semah döner bu canım<br />

Taht kurduk gönüllere, susmaz, dilde destanım<br />

Yakılan biz, yanan biz; ölmek ne ki fidanım?<br />

Biziz biz, Pir Sultan’la sehpalara yürüyen<br />

Mustafa CEYLAN


(3): FİGÂNÎ<br />

Ey Şiir!!!<br />

Öldürülen 101 Şair<br />

Biliyorsun ki, eşeğe ters bindirip sokak sokak gezdirdiğin<br />

ve sonra öldürdüğün Figâni, son kurbanın değildi. O, Osmanlı<br />

döneminin ilk kurbanıydı...<br />

Figânilerin bitip tükeneceğini mi sanıyorsun? Figâniler bitmez,<br />

tükenmez elbette... Vezirler, krallar, despot idareler, halkın<br />

rızasının hilâfına karar vericiler, düzen-intizam dağıtmak<br />

adına zulüm, işkence ve eziyet dağıtıcılar yaşadıkça, Figâniler<br />

de yaşayacaktır. İbrahim Paşaların icraatları ayyuka çıktıkça,<br />

Figânilerin söylemleri de çoğalacak. Çoğaldıkça da gündemin<br />

birinci sırasına oturacaktır. Çünkü, arada sen varsın.<br />

Figâni’ yi ölüme sürükleyensin.<br />

Alnına silinmez yazıyla mıhlanmışsın.<br />

Ne yaptı Figani? Söyler misin? Suçu ne idi?..<br />

175<br />

Figâni…<br />

1505 yılında Trabzon da doğdu. Kendi gayretiyle Arapça<br />

ve Farsçayı öğrendi. Genç yaşta seninle tanıştı. Seni yazmaya<br />

başladı. Ona Hüseynî mahlasını taktın. Ama bir süre sonra o<br />

mahlastan vaz geçti. Yine Figâni adını kullandı.<br />

İstanbul ve sen… Şiir ve İstanbul yani… Ayrılmaz ikilisiniz.<br />

Ayığı sarhoş edersiniz, başını döndürürsünüz bütün insanlığın<br />

ve kendinize âşık edersiniz. Boğazıyla İstanbul, Boğaz<br />

suyu ışıltısına uzanan kasırların, servilerin, köşklerin serin<br />

gölgeleriyle, yedi tepesinde yedi minaresiyle, tarihiyle bir<br />

efsunkâr güzel olan İstanbul ve sen şiir, kaç şairin kanına girdiniz…<br />

Sayısını siz dahi bilemezsiniz…


Mustafa CEYLAN<br />

Ulu hakan Kanuni Sultan Sultan Süleyman döneminde yaşayan<br />

Figâni, İstanbul’un baygın gözlerinin içinde seninle sarhoş<br />

oldu hep ve sonunda içkiye müptelâ oldu. Toplumun kurallarına<br />

ters düştü. Saraya ve Osmanlı paşalarına yakındı. Sen<br />

yakın ettin ey şiir onu saraya, sen!! Seninle senin dilinle bazan<br />

methiyeler düzdü ihsanlar aldı. Bazan hicvetti sağı solu!..<br />

Genç yaşta şöhrete ulaştı… Edebiyat sohbetlerinin en parlak<br />

yıldızıydı.<br />

176<br />

Kanuninin şehzadeleri, MUSTAFA, MEHMET ve<br />

SELİM’İN 1530 yılındaki sünnet düğününde yazdığı “SÜ-<br />

RİYYE” kasidesiyle ününü daha da artırdı. Ne oldu artırdı<br />

da?... Kıskançlıklar arttı. Kavgacı mizacı insanların düşmanlığını<br />

kazanmasına sebep oldu. Şairin, ozanın kavgacısını seversin<br />

sen, korkusuzunu. Gözünü budaktan sözünü makamdan<br />

esirgemeyeni; Hakk’ı ve hakikatı sonunda ölüm bile olsa<br />

haykıranı seversin… Öldürülen şairler-ozanlar hep bu haykırıştan<br />

hep feryat-figân oluşlarından can verdiler. Susmadılar,<br />

susturmak için öldürüldüler…<br />

Bu sırada Kanuni’nin Veziri Azam’ı Pargalı İbrahim paşa,<br />

Mohaç zaferinden dönüşünde Budin’den getirdiği heykelleri,<br />

kendi sarayının karşısına, At Meydanına diktirmişti. Bu heykellere,<br />

halk tepki göstermiş, eskiden beri gelen İslâm ve putheykel<br />

anlayışını, bu heykellere getirtip oturtmuştu. Elbette<br />

ki, toplumsal düzeni bozmak isteyenler de bu durumu tahrik<br />

etmişler, bunu fırsat bilip içten içe ayrık otlarını insanlar içine<br />

atmaya başlamışlardı.<br />

Sarayda, çarşıda güncel konuydu Pargalı’ nın heykelleri…<br />

Şair, ozan günceli yakalamalı. Yaşamak ve gelecek çağlara<br />

adını taşımak istiyorsa bir şair günü ve günceli yaşamalı, yakalamalı.<br />

Şair, liderdir; düşünce adamıdır. Şairlerdir devrimlerin<br />

önderi. Şairi olmayan devrime devrim denemez. Şair devrimin<br />

motor gücüdür. Bugünü yaşamayan, bugünü şiir dilinde<br />

çağdaş bir anlayışla ve orijinal yepyeni imgelerle nakışlaya-


Öldürülen 101 Şair<br />

mayan şair, ölü doğmuş şairlerin anasıdır. Bu bakımdan şairle<br />

tarihçi arasında bir benzerlik vardır. Şu kadarla ki, tarihçi taş<br />

gibidir, karton dillidir; tadı-tuzu yoktur yazdıklarının; anın soğuk<br />

resmini yazıp geleceğe aktarırken; şair-ozan onun içine<br />

ruhunu, yüreğini ve halkın ortak aklını, nabzını, halkın can<br />

evini nakışlamıştır. Şairin geleceğe taşıdığı olaylar mısraların<br />

süslü kaftanı arasındadır. Şairin tarihçiliği daha bir hoş ve<br />

daha bir güzel ve gizemlidir.<br />

Pargalının heykelleri…<br />

Resime, heykele ve şiire İslâm’ı karşı imiş gibi gösterenlere<br />

yazıklar olsun.<br />

İslâm güzelliği tercih eder, en güzel ve en mütekâmil din<br />

oluşunda sanata ve sanatçıya evliyâlar mertebesine yakın bir<br />

makam verişindendir. Ona, art niyetli “yobaz” ve “karanlık<br />

kafalar” sanatı ve sanatçıyı yaklaştırmamak için asırlarca cahil<br />

toplumlarda ellerinden geleni yaptılar. Sanata “gâvurluk”,<br />

sanatçıya “gâvur” diyen anlayış İslâmî anlayış olamaz.<br />

177<br />

“Taş, mermer, bronz, ağaç vb. gibi malzemeler kullanılarak<br />

yapılan üç boyutlu düzenlemelere heykel deniyorsa, yani heykelin<br />

figüratif olması bir zorunluluk değilse, Osmanlı dünyasında<br />

da mezar taşlarından dikilitaşlara, çeşmelerden sebillere,<br />

selsebillere kadar aynı zamanda heykel niteliği taşıyan<br />

binlerce düzenleme -üstelik fonksiyonel- göstermek mümkündür.<br />

Bir ressama poz vererek portresini yaptıran ilk Osmanlı padişahı<br />

Fatih’tir. İstanbul’a davet ettiği sanatçılar arasında heykeltıraşların<br />

da bulunduğu biliniyorsa da, heykelini yaptırıp<br />

yaptırmadığı hakkında bir bilgimiz yok.<br />

Bildiğimiz, heykelini yaptıran ilk padişahın Abdülaziz olduğudur.<br />

Fransa seyahati sırasında bir büstünü, İstanbul’da da<br />

at üzerinde bir heykelini yaptırarak Beylerbeyi Sarayı’na koy-


Mustafa CEYLAN<br />

durmuştur. Bu heykel oradan Topkapı Sarayı’na, daha sonra<br />

son halife Abdülmecid’in Bağlarbaşı’ndaki köşküne götürülür.<br />

Bir süre sonra tekrar Beylerbeyi Sarayı’na taşınan heykel,<br />

Cumhuriyet’ten sonra Topkapı Sarayı Müzesi’nde karar kılacaktır.<br />

Heykel sanatı bizde Sanayi-i Nefise Mektebi açıldıktan<br />

sonra yaygınlaştı. Bu mektebin heykeltıraşlık hocası Yervant<br />

Oskan Efendi adında, Roma ve Paris’te eğitim görmüş Ermeni<br />

bir sanatçıydı. Sanayi-i Nefise’nin Heykeltıraşlık Şubesi’ne<br />

kaydını yaptıran ilk Müslüman öğrenci, dolayısıyla ilk Müslüman<br />

heykeltıraş İhsan Bey’dir.<br />

178<br />

Bir gün Barbaros Parkı’na yolunuz düşerse orada bir heykel<br />

göreceksiniz: Yahya Kemal heykeli... Hüseyin Gezer’in<br />

eseri olan bu heykel bir zamanlar Maçka Parkı’nın kuytu bir<br />

köşesindeymiş, fakat başına olmadık işler geldiği için buraya<br />

nakledilmiş.<br />

Hüseyin Gezer’in “Yahya Kemal Anıtı” başlıklı yazısında<br />

anlattığına göre, Maçka Parkı’ndaki kaidesine oturtulmak<br />

üzere heykelin ceraskal’la kaldırıldığı sırada civardaki apartmanlardan<br />

birinde oturan bir “muhbir” vatandaş durumdan<br />

vazife çıkararak telefona sarılıp “Atatürk heykelini ipe çekiyorlar!”<br />

diye polisi arar. Derhal olay yerine intikal eden polisler<br />

işin aslını öğrenince ihbarcı vatandaşa söylene söylene çekip<br />

giderler. Aradan zaman geçer; heykeli gören bazı dostları,<br />

şairin bir harekette bulunacakmış gibi boşlukta duran sol elinin<br />

ne anlama geldiğini Hüseyin Gezer’e sormaya başlarlar.<br />

Bundan bir şey anlamayan sanatçı, gidip eserini görünce hayretler<br />

içinde kalır: Hırsızlar şairin bastonunu demir testeresiyle<br />

kesip götürdükleri için sol el anlamsız bir şekilde boşlukta<br />

kalmıştır. Yerine önce bakırdan, sonra ağaçtan bastonlar yapılarak<br />

konur, fakat hepsi çalınır. Sonunda çare heykeli Barbaros<br />

Parkı’na nakletmekte bulunur. “(1)


Öldürülen 101 Şair<br />

İbrahim Paşa’nın heykelleri, koskoca İstanbul’un, İstanbulluların<br />

dilindeydi…<br />

Figâni durur mu?<br />

Günü ve günceli yakalayıp, halkın ortak nabzı olmalıydı.<br />

Dedi ki :<br />

“Dü İbrâhîm âmed be-dâr-ı cihân<br />

Yekî büt şiken şûd yekî büt nişân.”<br />

Yani: İki İbrahim geldi cihana, biri putları kırdı, Öbürü put<br />

dikti.<br />

Bu mısralar dilden dile dolaşmaya başladı.<br />

Herkes Figâni’ye atfediyor ve bu iki mısraı Figânî yazmıştır<br />

diyordu. Figanî ise, bunu kendisinin yazmadığını, ancak,<br />

“beyitteki dar-ı cihan terkibindeki dar kelimesi yerine ikinci<br />

mısrada put kelimesi geçtiği için “deyr” dense daha iyi olur”<br />

diyordu.<br />

Hattâ, bu beytin Gazneli Mahmut zamanında söylendiğine<br />

dair de rivayetler vardı.<br />

Her ne ise, halk böyle istemişti. Figânî’ ye yakıştırmıştı. Bu<br />

yüzden, Pargalı İbrahim paşaya gammazlanan Figâni’yi İstanbul<br />

Subaşısı Tahtakale’de tutuklatmış, eşeğe ters bindirip, ibret<br />

olsun diye, sokaklarda dolaştırılmış sonunda iskeleye götürüp<br />

dövülmüş ve 1532 baharında asılarak öldürülmüştü.<br />

179


Mustafa CEYLAN<br />

SON SÖZ:<br />

İKİ HEYKEL DİKTİM<br />

İki heykel diktim, tam iki heykel<br />

Yüreğimin ortasına; gel de yık.<br />

Toz et, parçala, savur küllerini<br />

Olmaz olsun Itırbanu ayrılık…<br />

Aramıza okyanuslar dizmişsin<br />

180<br />

Giyin gel, karanlığın ışığını<br />

Gayri türkülerde yak âşığını<br />

Koyma önüme sultan eşiğini<br />

Olmaz olsun Itırbanu ayrılık.<br />

Belli, sen de bu hayattan bezmişsin.<br />

Yaralıyım biliyorsun kuş misal<br />

Son bulmasın şom dağlarda bu masal<br />

Çek kılıcın işte boynum gel de çal<br />

Olmaz olsun Itırbanu ayrılık.<br />

Gurbetleri alnına mı çizmişsin?..


İbrahim ol,<br />

Ver kararın,<br />

Derimi yüz.<br />

……Nasıl olsa her ikimiz zeytin dalı bülbülüyüz.<br />

Öldürülen 101 Şair<br />

İki heykel diktim, tam iki heykel<br />

Yüreğimin ortasına; gel de yık.<br />

Tut ellerimi tut, bırakma sakın<br />

Sokul bana Itırbanu birazcık.<br />

Canını da boş yere sen üzmüşsün.<br />

Bak ki Figâniler kanımda yürür<br />

Durağan mendilde su bile çürür<br />

Biliyorsun âşık, gözsüzken görür<br />

Sokul bana Itırbanu birazcık.<br />

181<br />

Sere serpe saraylarda gezmişsin…<br />

Mustafa CEYLAN<br />

----------------------------------------------------------------------<br />

(1)AYVAZOĞLU, Beşir; Zaman Gazetesi, Heykel Hikâyeleri.


Mustafa CEYLAN<br />

(4): HAYÂTÎ<br />

182<br />

15.Yüzyılda yaşayan ve vezir Mahmut Paşa’ nın divan<br />

kâtibi Yazıcı Tursun’a söylediği bir beyit sebebiyle öldürülen<br />

şairimizdir.<br />

Yazıcı Tursun ki “Tevârih-i Âli Osman” adlı eserin yazarı.<br />

Peki, nasıl olmuş da, bir şair, bir yazara kendisini ölüme<br />

götürecek mısralarla seslenmiştir?<br />

Evet, şiirin efsunkâr yanı bu işte… Bilinmezin bilinmezi<br />

olan şiir bu… Sözün kılıçtan keskin yanı şiirle parlar… Şiirde<br />

söz, şairin ağzından veya kaleminden döküldüğü anda, şairin<br />

imzasını taşısa da şairin değil, umumundur; okuyucunundur.<br />

Bu yüzden Bizim Yunus “Söz ola kese savaşı/Söz ola kestire<br />

başı” demiştir. İşte, öldürülen şairlerin sözleri, baş kestiren<br />

sözlerdir.<br />

Gelelim Hayâtî’ye…<br />

Mevlâna Ulvî, o dönemin ünlü şairidir. Yaşlıdır ve geçimini,<br />

yazdığı kasidelerden temin etmektedir. Devlet erkanını,<br />

padişahı öven sözlerle dokuduğu şiirlerini, talebesi olan<br />

Hayâtî ile saraya göndermekte ve sarayın ihsanlarından yararlanmaktadır.<br />

Mahmud Paşa sarayda Padişahtan sonra gelen kişidir. Zaman<br />

zaman topladığı şairlerle sarayda sohbetli toplantılar düzenlemekte<br />

ve şairlerin lâtife olması kabilinden söylediği beyitleri<br />

dinledikçe kahkahalar savurmaktadır. Mevlâna Ulvî’<br />

nin talebesi olan Hayâtî’yi de sohbet kadrosuna dahil etmiştir.<br />

Dikkat ettiniz mi bilmiyorum?<br />

Osmanlı döneminde Padişahların birçoğu şairdir. Saray ve<br />

çevresinde, padişah’ın en yakınında sürekli şairler ve bilginler<br />

yer almaktadırlar. Yönetim kademesinde bulunanlar söz sultanlarına,<br />

gönül sultanlarına gereken önemi vermişlerdir.


Öldürülen 101 Şair<br />

Ya bugün nasıl?<br />

Bugün, maalesef sanata ve sanatçıya gereken değer verilmemektedir.<br />

Yönetenler gündelik meşgaleler ve meselelerle<br />

haşır neşir olmaktan, kültür ve sanata zaman ayıramamaktadırlar.<br />

Sanat ve sanatçının değeri bilinmemekte, meselâ halk<br />

ozanlarımızın sosyal güvenceden yoksun olmalarına çare<br />

aranmamakta, sanat ve sanatçı gündemin en alt sıralarında<br />

bile kendine yer bulamamaktadır.<br />

1470’li yıllar…<br />

Vezir Mahmut Paşa, sarayda şairleri ve devleti yönetenleri<br />

toplamıştır. Şairlere yöneticiler hakkında eleştirel beyitler<br />

söyletmektedir.<br />

Mahmud Paşa; Sırbistan seferinde nazır olan, 1461’ de ki<br />

Trabzon seferinde divan kâtibi olan, kendisi de aynı zamanda<br />

bir yazar olan, “Tevârih-i Âli Osman”ı yazan Yazıcı Tursun’u<br />

işaret ederek, Hayâtî’ye şiirle eleştirmesini ister. Hayâtî o<br />

anda doğaçlama olarak:<br />

183<br />

“Kuşkunun kılıcıdır Yazıcı Tursun<br />

Gerek tursun, gerek ise otursun” deyivermiştir.<br />

Bu söz, Yazıcı Tursun’un çok ağrına gider. Mahmud<br />

Paşa’dan bu sözü söyleyen şairin cezalandırılmasını ister.<br />

Hattâ günlerce, Paşa’ nın etrafında dolanır, gereğinin mutlaka<br />

yapılmasını talep eder.<br />

Bir hafta sonra, sarayda yapılan şairler buluşmasında, vezir<br />

Mahmud Paşa, Hayâlî’ ye geçen hafta Yazıcı Tursun hakkında<br />

söylediği sözü tekrar etmesini ister. Korkusuz, gözü pek bir<br />

şair olan ve o güne kadar enfes gazelleriyle göz dolduran<br />

Hayâtî, bir hafta önce söylediği beyiti tekrar eder. Eder etmesine<br />

ama, Mahmud Paşa, bir anda döner Yazıcı Tursun’a ve


Mustafa CEYLAN<br />

“bu söz için istediğin izini veriyorum” der. Bunun anlamı, şairin<br />

öldürülmesidir. Ve Hayâtî, bu iki dize için saray duvarları<br />

arasında katledilir.<br />

Saray koridorlarının loş ışıklarında anadan üryan dolaşan<br />

şiir, konuk edilen şair dilinde kırbaç ve bıçak sivrisi olup çıkıverir.<br />

Kelam bıçağının keskinliğini saraya ve saraya yakın kişilerde<br />

denemeye kalkarsan, ipi göze alman lâzım. Ağız zindanından<br />

çıkan taş ve kaya saray pençerelerinde ses çıkardıysa,<br />

buyruk çabuk gelir. Taşlamanın cevabı teşekkür olmaz. İdam<br />

sehpası, cellat, zindan ve boğulma olur, kılıç olur…<br />

Hayâtî’nin öldürülmesine imza koyan Vezir Mahmud Paşa’<br />

da fazla uzun yaşamaz. 1474 yılında onun da öldürüldüğünü<br />

tarihçiler yazmakta.<br />

184<br />

Der ki :<br />

BEYİTLER<br />

Kulağı midye ve kuyruğu ahtapot balığı<br />

Çapak yerine gözünden müdâm akar havyar.<br />

Biz ki cisim içre senün mihrüni cân eylemişüz<br />

Yoluna terk-i dil ü cân ü cihân eylemişüz.<br />

Yine rindâne mey-i sâfiyi nûş itmek içün<br />

Yüzimüz hâk-i der –i pîr-i mügân eylemişüz.


Öldürülen 101 Şair<br />

SON SÖZ:<br />

FİKRET’İN SİSİ VAR ZİRVELERDE (Gülce-Buluşma)<br />

....................................Dün,<br />

....................................Övgülere altın yağarken kese kese<br />

....................................Ayırdımsız eleştirel herkese<br />

....................................İki mısracık kelama ip...<br />

....................................Ah bu dünya yalan dünya<br />

....................................Garipler içinde garip...<br />

Hani nerde, bul bulabilirsen o sultanları,<br />

Sarayda baş köşede konuğudur sanatçı.<br />

Şimdi öyle mi ya?<br />

.....................................Bugün<br />

.....................................Evet bugün:<br />

Demoklesin kılıcında parça parça demokrasi<br />

Gündelik alkışlarda, al gülüm ver gülüm medya<br />

Heccav global sermayenin esiri sanki<br />

Oh ya, oh ya…!<br />

185<br />

Fikretin sisi var zirvedeki koltuklarda<br />

Su yürütülür saman altından sessiz<br />

Halkın musluğundan akmaz damlası<br />

Hukuk almış başını özgür havalarda<br />

Başlar ayak, ayaklar başa dönmüş neyleyim<br />

Füze kalkanı taşlamacı şiire<br />

Kafiyeler kimsesiz,<br />

Baklavanın en hası Padişahım çok yaşaya


Mustafa CEYLAN<br />

Oh ya, Oh ya….!<br />

Bu, şu, o… O o o o !<br />

Yandan yırtmaçlı ekonomi<br />

Ne güzelsin diloylo…!<br />

Sen, öteki, başkası, aynısı, ben, o, siz<br />

Karşılıksız senetlere kefiliz;<br />

Derdim derdin değil,<br />

Gündemin de yok ya,<br />

Oh ya, oh ya…!<br />

186<br />

Hayatînin hayatı söz konusu<br />

Hay atına binemeyen süvari hay,<br />

Hayatiyi ne bilsin, öyle değil mi?<br />

Nasıl olsa karnı tok ya...!<br />

Mustafa CEYLAN


Öldürülen 101 Şair<br />

(5):KEMAL ÜMMÎ<br />

15.Yüzyıl tasavvuf şairlerimizden Kemal Ümmî’ de öldürülen<br />

şairlerimizden birisidir. Asıl adı İsmail’dir. Muhammed<br />

Bahaeddin Erzincanî’ nin halifelerindendir. Lâtifî tezkiresinde<br />

askerlik yaparken, asılarak öldürüldüğü belirtilir.<br />

Derler ki:<br />

“Nesimî ile Kemal Ümmî, Şüca Sultan Tekkesi’nde iken<br />

Baba Sultan’ın bir koçunu gereksiz yere kurban ederler. Baba<br />

Sultan buna incinir. Nesimî’ nin önüne bir ustura, Kemal<br />

Ümmî’nin önüne bir urgan bırakır. Böylece, ölümlerinin ne<br />

şekilde olacağını işaret etmiştir.<br />

Böyle der halkın muhayyilesi.<br />

Halk isterse Ağustos’ta kar yağdırır. Halk isterse Toroslar<br />

yürür, gök yere iner, yer göğe çıkar. Halk isterse olmazlar olur.<br />

Halkın yüreği böyledir, sınırsız ve sonsuz işte.<br />

Halkın gönlü 1475 yılında idam edilen Kemal Ümmî’yi<br />

kendisinden 60-70 yıl önce yaşamış ve derisi yüzülerek öldürülmüş<br />

Nesimî ile aynı dergâhta talebe yapar...<br />

Halk gönlü, çok sevdiği kişilerin doğum ve ölüm tarihlerini<br />

sisler, bulutlar arasına gizler. Kişiyi efsâneleştirdikce, dilden<br />

dile aktardıkça çoğaltır, damıtır, değiştirir; o’nu arzuladığı yapıya<br />

kavuşturur. Kemal Ümmî’nin doğum yeri olarak kimisi<br />

Karaman(Lârende) derken, kimisi de Niğde der. Hattâ seyyahlar,<br />

gezginci veliler veya tezkireciler de çoğunlukla halkın bu<br />

belleğinden ilhamla notlarını alırlar. (1)<br />

Yine derler ki :<br />

“Anadolu’da yasayan ilk mutasavvıf Türk sairlerinden biridir.<br />

Şiirde muhteva yönünden Yunus takipçilerinden olmuş,<br />

az sayıda hece veznini kullanmakla birlikte, XV. yüzyılda ge-<br />

187


Mustafa CEYLAN<br />

nellikle aruz vezniyle kaside, gazel, mesnevi gibi klâsik nazım<br />

şekilleri ile şiirler söylemiş; tekke şiirinde kendinden sonraki<br />

bazı sairlere örnek teşkil etmiş şöhretli bir şahsiyettir. Hayatı<br />

tıpkı Yunus Emre’de olduğu gibi menkıbelerle süslüdür. Şiirlerinde<br />

sade bir Türkçe kullanmış, aruz vezniyle yazmış olmasına<br />

rağmen halkın dilinden uzaklaşmamış, usta bir şairdir.<br />

İlâhî tarzındaki şiirleri ile şöhreti Anadolu sınırlarını aşmış<br />

Kırım, Kazan, Taşkent ve Özbek Türkleri arasında da tanınmıştır(2).<br />

Kemal Ümmî’nin altı eseri vardır, bunlardan biri de Divan’ıdır.<br />

Bugüne kadar yapılmış çeşitli araştırmalardan anlaşıldığına<br />

göre Kemal Ümmî’nin Divan’ına ait ellibir değişik<br />

yazma belirlenmiştir.(3)<br />

188<br />

Bir şiirinde:<br />

“Bakın ey cân u dil gözün açanlar<br />

Bakâ mülki fenâ evden geçenler<br />

Kani şol dünyeye mağrur olanlar?<br />

Kani şol menzile konup göçenler?<br />

Kani şol illere bizim diyenler?<br />

Kani şol yollara gelüp geçenler?<br />

Kani şol bağları diküp gidenler?<br />

Kani şol yerleri eküp biçenler?


Öldürülen 101 Şair<br />

Kani şol kal’alar burçlar yapanlar?<br />

Kani anda durub yiyüp içenler?<br />

Kani şol baylara hürmet kılanlar?<br />

Kani yoksulları yırup yiçenler?<br />

Kani şol cem’olup tez dağılanlar?<br />

Kani şol şem’olup yanıp uçanlar?<br />

Kani şol işret idüp raks uranlar?<br />

Kani şu başlara saçu saçanlar?<br />

Kani şol biş oluban kem satanlar?<br />

Kamu halkın hakkın bilüp biçenler?<br />

189<br />

Kemal Ümmî sen ol Hak’dan yana kaç<br />

Kaçan kurtulur ölümden kaçanlar.<br />

Bu dûzahda dutulmaz dâne içün<br />

Safâ şevkıyle uçmağa uçanlar.<br />

Hacı Bayram-ı Veli hakkında uzun yıllar yaptığım araştırmalardan;<br />

Kema Ümmî’ nin bir Hacı Bayram sevdalısı olduğunu,<br />

hattâ büyük Veli’nin talebelerinden birisi olduğunu burada<br />

ifade etmeliyim.<br />

Divanı’nda Hacı Bayram-ı Veli’ nin hocası Somuncu<br />

Baba(Şeyh Hamidüddin Aksarayî)’ye ve onunda hocası Şey<br />

Ali Erdebilî’ye mersiyeleri de bu sufî şairimizin Hacı Bayram<br />

erenlerinin altın halkasından bir zincir halkası olduğunu orta-


Mustafa CEYLAN<br />

ya koyar.<br />

Hayatı hakkında menakıbnameler yazılan şair, aruzla yazmıştır<br />

şiirlerini. Aşk, vecd ve heyecan dolu ifadelerle nakışlamıştır<br />

şiirlerini.<br />

190<br />

“Kemal Ümmî’nin manzumelerini iki grupta toplamak<br />

mümkündür. Birinci grupta tevhid, münâcaat ve naatlar, ikinci<br />

grupta ise nutuk tarzı dinî ve tasavvufî telkinlerde bulunan şiirler<br />

yer alır. İkinci gruptaki şiirlerde temel düşünce mutlak<br />

yaratıcıya kavuşmaktır. Bunun yolu olarak da “ölümden önce<br />

ölmek” prensibi göste¬rilir. Kemal Ümmî’nin şiirlerindeki dil<br />

ve ifade tarzında da yine bu iki grup şiirine göre farklılık vardır.<br />

Birincilerde Arapça ve Farsça sözlerle yüklü ağır bir dil<br />

kulla¬nılmışken, ikinci grup manzumelerde Türkçe kelimeler<br />

ve sade bir söyleyiş hâ¬kimdir. Onun bazı beyitleri hikmetler<br />

ve özdeyişler, bazıları da nazma çekilmiş atalar sözü halindedir.(4)”<br />

Anlatırlar:<br />

Ümmî Kemal’in şöhretini duyan II. Mehmet, şehzadeliği<br />

döneminde onu denemek ister. Canlı bir askeri öldü diyerek<br />

tabuta koyarlar, Ümmî Kemal’e “Cenazemiz var, bunun namazını<br />

kıldırır mısın?” diye ricada bulunurlar. Ümmî Kemal<br />

namaza başlayacağı zaman,<br />

-“Sultanım cenazenin niyetini canlı diye mi, ölü niyetine<br />

mi yapayım?” der,<br />

- “Ölü niyetine” cevabını alır.<br />

Namazdan sonra tabut açıldığında askerin ölmüş olduğu<br />

görülür.<br />

Derviş Ahmed, oğlu Sinan ile ilgili Millet Kütüphanesi’nde<br />

bulunan “Menâkıbnâme-i Kemâl Ümmî; Ali Emirî (Millet)<br />

Kütüphânesi, Manzûm; No: 1323” de, Kemal Ümmî’ nin me-


Öldürülen 101 Şair<br />

nakıbnamelerinden birisini nakletmiştir.(5)<br />

Der ki:<br />

“Ne kim hakdan gelür el-hükmü lillâh<br />

Niderse ol bilür el-hükmü lillâh<br />

Ne kimseden utanır o ne korkar<br />

Ne dilerse kılur el-hükmü lillâh<br />

Ölümden kimse ne kurtuldu kaçup<br />

Dahi ne kurtulur el hükmü lillâh<br />

Bilürüz cân emânetdir gümânsuz<br />

Girü viren alur el-hükmü lillâh<br />

191<br />

Çü topraktan yaradıldı tenümüz<br />

Girü toprak olur el-hükmü lillâh<br />

Bu dünyâ kimseye kalmadı her giz<br />

Ne hod bize kalur el-hükmü lillâh<br />

Bu köprü üzre bünyâd olmaz âhir<br />

Yapılan yıkılur el-hükmü lillâh<br />

Cihânda mâl u mülk ü mansıb ile<br />

Hezâr ten eksilür el-hükmü lillâh<br />

Yaşaran yaşayan solar kocalur<br />

Düzilen bozulur el-hükmü lillâh


Mustafa CEYLAN<br />

Ecel rencine her giz kimse dermân<br />

Ne buldu, ne bulur el-hükmü lillâh<br />

Kemal Ümmî bu dede çâre sabret<br />

Çü her toğan ölür el-hükmü lillâh<br />

Ezelden ta kıyâmet kamu dilde<br />

Denildi denilür el-hükmü lillâh.<br />

192


Öldürülen 101 Şair<br />

SON SÖZ:<br />

BİR ANTALYA EFSÂNESİNDEN(Gülce-Buluşma)<br />

Dinleyin ağalar, dinleyin beyler<br />

Eritir zamanı bu halkın gücü.<br />

Özlem duyuyorsa kahramanına<br />

Diriltir mezardan bu halkın gücü.<br />

Dilsize söyletir, gösterir köre<br />

Aminle, duayla dertlere çare<br />

İsterse indirir doruktan yere<br />

Çürütür tahtları bu halkın gücü.<br />

193<br />

Haydutlar kayadır, gelinler ırmak<br />

Suları ortadan ayırır parmak<br />

Kâh Dicle-Fırat’tır, kâh Kızılırmak<br />

Arıtır çağları bu halkın gücü.<br />

Arıtır da nazlı yârim, taa kudretten arıtır<br />

Gönül imbiğinden geçer gider seneler<br />

……Geyikli Baba, Tavus Hatun ya da Eyüp Sultan’ı<br />

……Sarıkızı, Sarı Saltuk veya Merkez efendiyi<br />

……Efsunkâr zamanın aralığından<br />

……Efsâne efsâne getirir bize<br />

……Çoğaltır umut umut bu halkın gücü.


Mustafa CEYLAN<br />

Olmazı oldurur, yakar ateşi<br />

Çevirir gülşene kızgın güneşi<br />

İsterse on eder yedi kardeşi<br />

Kurutur neslini bu halkın gücü<br />

194<br />

Bağlar çaputunu bağlar türbeye<br />

Hızırı uğratır şehire, köye<br />

Girer destanlara, girer öyküye<br />

Yürütür orduyu bu halkın gücü.<br />

……Yürütür de can gülüm, ta kudretten yürütür<br />

……Gönül sultanıyla geçer gider mevsimler<br />

……Mevlâna, Yunus ve de Pir Sultan’ı<br />

……Bardaklı Baba, Sarıca Kız ve Emir Sultan’ı<br />

……Devr-i devranın tam ortasından<br />

……Öylesine şahane getirir bize<br />

……Sağaltır hikmet hikmet bu halkın gücü<br />

Hoca Nasrettin’le düşün düşün gül,<br />

Karagöz, Hacivat başında püskül<br />

Kül atar haksıza ocağından kül<br />

Sırıtır yüzüne bu halkın gücü<br />

Seması, semahı, halayı, sazı<br />

Çilekeş anası, gül yüzlü kızı<br />

Karanlık gecenin iri yıldızı<br />

Kırıtır, salınır bu halkın gücü


Öldürülen 101 Şair<br />

Evliyâsı, enbiyâsı, ereni<br />

Kaz Dağında, Kop Dağında cereni<br />

Seğmeni, efesi, dadaş, yâreni<br />

Farıtır birliği bu halkın gücü<br />

……Farıtır da ay balam, taa kudretten farıtır<br />

……Gönül dergâhından geçer gider takvimler<br />

……Battal Gazi, Hüdai sonra Şeyh Galip’i<br />

……Zincir Bozan Mehmet Bey’i, sonra da Abdal Musa’yı<br />

……Akreple yelkovanın dünyasından<br />

……Bir Yivli Minare, bir tekke, bir kubbe getirir bize<br />

……Kısaltır ayrılıkları, anlatır dil olup dilime,<br />

……Anlatır ay kızım, can oğulum işitin hele<br />

Mustafa CEYLAN<br />

195<br />

ÜMMÎ KİM, ÂLİM KİM, İLİM NE?(Gülce-Buluşma)<br />

Hele ki hele,<br />

İçim dışım zelzele…<br />

Bir türkü çığırıp geçem<br />

Şu takvimden yere düşen gazele…<br />

Bu nasıl iş, bu nasıl hakikat?<br />

Ümmî derler aruz bilir, naat yazar, gazel, mersiye<br />

Sonra ışık olur cümle ozanlara,<br />

Bilgi ham kişide ham yüktür derler<br />

Bu olsa gerek…


Mustafa CEYLAN<br />

Koca Yunus, Bizim Yunus ne demiş:<br />

“İlim ilim bilmektir/ İlim kendin bilmektir<br />

Sen kendini bilmezsen / Ya nice okumaktır?<br />

Hele ki hele<br />

İçim dışım düştü sele…<br />

Bir türkü çığırıp geçem<br />

Şu bitimsiz güzel olan zamanın<br />

Saçlarından yakalayıp mesele…<br />

Sonra, sarıçiğdem, kara toprak olup<br />

Gözlerine sürülem bir sarı tel sesiyle<br />

Aşık Veysel’e…<br />

196<br />

Oğul oğul can oğul<br />

Gönüllere han oğul<br />

Halden bilmektir ilim<br />

Ölmeden evvelce ölmektir.<br />

Diploman boyunu aşmış<br />

Mühürler üst üste maşallah<br />

Kaybolmuşsun arasında bir kâğıdın<br />

Hayat akvaryumunda<br />

Bir balık solungacında<br />

Feryâdın, figânın, ağıdın<br />

Hele ki hele<br />

Duy beni, can evinden işit oğul<br />

Ve yaz bunu bir kenara e mi?<br />

“Kendini bilenlerden olsun<br />

Oğul adın…”<br />

Mustafa CEYLAN


Öldürülen 101 Şair<br />

(1)Kemal Ümmî’nin yaşadığı ve öldüğü yer hakkındaki<br />

bilgiler birbirini tutmamaktadır. Latîfî ve Âlî Mustafa Efendi<br />

onun Karaman’ın Lârende kasabasından olduğunu, müritlerinden<br />

menakıbını yazan Âşık Ahmet ise Horasan’dan geldiğini<br />

söyler. Bu kaynağa göre Kemal Ümmî, Anadolu’ya gelince<br />

Bolu çevresindeki Aladağ ve Bozarmut civarında yaşamış,<br />

Bolu halkını irşada çalışmış, Hacı Bayram-ı Veli’nin sevgi ve<br />

ilgisine mazhar olmuştur.<br />

Âşık Ahmet, Kemal Ümmî’nin Bolu’da medfun bulunduğunu<br />

ve üç oğlu olduğunu bildirerek bunlardan Cemal ve Sinan<br />

ile ilgili<br />

hikâyeler de anlatmıştır (Ünver, 2002: TDVİA, C 25, 229).<br />

Sinan’ın medrese tahsili gördüğü, diğer oğlu Cemal’in ise<br />

kendi halinde meczup bir halde yaşadığı belirtilmektedir.<br />

Diğer taraftan Ümmî Kemal’in soyunun Oğuz boyuna dayandığı<br />

ve<br />

Kemal Ümmî’nin Şeyh Şehriban adında bir kız kardeşinin<br />

bulunduğu da belirtilmektedir (Kaya, 2008: 6). Öldüğü yer ve<br />

mezarı hakkında başka rivayetler de vardır (Ünver, 2002:<br />

TDVİA, C 25, 229). Kaynaklarda Karaman’da vefat ettiği<br />

kaydedilmektedir (Uçman, 1986: BTK, C 3, 39).<br />

Türbesi Niğde’nin Yenice mahallesinde olup kesme taştan<br />

yapılmış kare planlı ve tek kubbeli bir binadır (TDEA, 1982:<br />

C 5, 272). Adına Karaman’dan başka Manisa, Mudurnu ve<br />

Niğde Mevlevihanesi’nde birer makam bulunması, Anadolu<br />

halkı tarafından ne kadar benimsendiğini gösterir (Uçman,<br />

1986: BTK, C 3, 39). İsmail Çifcioğlu da “Orta Asya-Anadolu<br />

İlim ve Kültür Köprüsü (XI-XVI. Yüzyıllar)” başlıklı makalesinde<br />

Kemal Ümmî’nin Karaman’daki ikametinden sonra<br />

Bolu’ya yerleştiğinin ve ömrünü burada tamamladığının tahmin<br />

edildiği de belirtilmektedir (Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi,<br />

13.04.2009).<br />

197


Mustafa CEYLAN<br />

Bolu’nun Sazak Bölgesi’ndeki Tekke köyünde de bir türbesi<br />

bulunan Kemal Ümmî adına geleneksel anma günü de<br />

düzenlenmektedir (18.04.2009).<br />

(2 )Abdurrahman Güzel, Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı,<br />

Ankara 2004, 2. bs., s. 434-435.<br />

198<br />

(3)W. C. Hickman, Kemal Ümmî Dîvânı’na ait 19 degisik<br />

yazmayı tanıtırken “On The Manuscripts of The Divan of<br />

Ümmi Kemal”, Journal of Turkish Studies, Harward 1979, c.<br />

III, s. 197-207), Hayati Yavuzer 42, (Kemal Ümmî Hayatı, Sanatı<br />

ve Dîvânı: İnceleme-Metin, [doktora tezi, 1997], Gazi Ü.,<br />

Sos. Bil. Ens., Ankara, s. 50-63), Ramazan Sarıçiçek ise (Kemal<br />

Ümmî Hayatı Sanatı, Eserleri ve Divanı - İnceleme Metin,<br />

[doktora tezi, 1997], 6nönü Ü., Sos. Bil. Ens., Malatya, s.<br />

319-336) 40 adet Divan yazmasından söz etmektedir. Bu üç<br />

araştırmacının tanıttığı yazmalar karşılaştırıldığında, toplam<br />

51 değişik Divan yazmasının bulunduğu anlaşılmaktadır. (<br />

AKTAN, Bilal, Türkiyat Araştırmaları Dergisi-Kemal Ümmî<br />

Dîvânı’nın Makâlât Adlı Yazması ve Dil Özellikleri.)<br />

(4) Kemal Ünver, “Kemal Ümmî”, DİA, c.25.<br />

Ayrıca;<br />

Kütahya’nın Tavşanlı ilçesi Zeytinoğlu Halk<br />

Kütüphanesi’nde 1089 numarada Makâlât adı ile kayıtlı bulunmaktadır.<br />

Atasözü örnekleri bu eserde mevcuttur.<br />

(5): “Kemâl Ümmî hazretlerinin Sinan adında bir oğlu vardı.<br />

Bu oğlu ilim tahsîli yapmış, zâhirî ilimlerde çok yükselmişti.<br />

Ancak babasının büyük velî olduğunu bir türlü kabûl<br />

etmiyordu. Tasavvufta yükselmek, kemâle ermek istiyordu ve<br />

kendine rehberlik edecek yol gösterici bir mürşid arıyordu.<br />

Kuvvetli bir ilim tahsîli yapmış olduğundan hep kitaplarla<br />

meşgûl olurdu. Nihâyet bir gün babasına; “Herkes seni sevip<br />

sayıyor. Eğer beni önceden yetiştirseydiniz, size itâat ederdim.


Öldürülen 101 Şair<br />

Fakat zâhir ilimlerde bilginiz yok. Benimse çok müşkülüm<br />

var.” dedi. Bunun üzerine babası; “Oğlum sen de murâdına<br />

erersin. Benim sözümü dinle, bu yolda gayret göster, Mekke’ye<br />

git, Kâbe’yi tavâf et. Safâ ve Merve arasında sa’y edip,<br />

Makâm-ı İbrâhim’e varınca, Allahü Teâlâya yalvarıp duâ et.<br />

İki rekat namaz kıl. Selâm verip duâ ettikten sonra yanında<br />

ihtiyar bir zât görürsün. O zât senin gönlünün derdine çâre<br />

olur. O gönül sırlarından haberdârdır. Nice sırları ondan öğrenirsin.”<br />

dedi.<br />

Babasından böyle bir işâret alınca, Kâbe’ye gitmek üzere<br />

yola çıktı. Mekke’ye gitmek için bir gemiye bindi. Hava gâyet<br />

sâkin ve gemi yolcu ile doluydu. Yolculukları sırasında hava<br />

değişip rüzgâr esmeye ve deniz dalgaları coşmaya başladı. Sonunda<br />

gemi battı. Yolculardan kimi boğuldu, kimi kurtuldu.<br />

Kemâl Ümmî hazretlerinin oğlu Sinân ise boğulmak üzere<br />

olup dalgalar arasında çırpınıyordu. Bu sırada babası âniden<br />

gözüküp onu boğulmaktan kurtardı ve gözden kayboldu. Boğulmaktan<br />

kurtulduğu için Allahü Teâlâya şükretti.<br />

199<br />

Kurtulan diğer yolcularla birlikte karadan yürüyerek yola<br />

devâm ettiler. Ancak hallerinin ne olacağını bilmeden yolculukları<br />

sıkıntılı geçiyordu. Bir müddet gittikten sonra çölde<br />

eşkıyâ yollarını kesip hepsini esir aldı. Sinan bu sefer de tuzağa<br />

düşmüş bir yabancı kuş gibi esir oldu. Allahü Teâlâya tevekkül<br />

edip sabırla beklemeye başladı. Onu bir zindana kapattılar.<br />

Geceleri gözüne uyku girmiyordu. Çok halsiz ve zayıf<br />

düşmüş, ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüştü. Ayrıca<br />

çok da işkence görüyordu. Bu ızdırap ve zindandan kurtulmak<br />

için hiçbir çârenin olmadığını anladı. O zaman Allahü Teâlâya<br />

duâ edip, şöyle dedi:<br />

“Yâ Rabbî! Bana lutfeyle, çok günâhkârım. Senin velî kullarından<br />

olan babama değer vermez ve inanmazdım. İnadım<br />

sebebiyle içinde bulunduğum bu sıkıntıya düştüm. Babama<br />

hiç teslim olmazdım. Onun sözlerini hiç tutmazdım. Kimsenin


Mustafa CEYLAN<br />

sözünü beğenmez ve yüzünü görmek istemezdim. Babama hiç<br />

baş eğmezdim. Yâ Rabbî! Benim çektiğim hep bu yaptıklarımdandır.<br />

Bana ihsân eyle kurtar beni. Şimdi kabahatimi anladım.”<br />

diyerek gece-gündüz ağlardı.<br />

200<br />

Günlerce böyle çâresiz gam ve dert çekip kurtulacağı günü<br />

bekledi. Bir gün ellerini ve ayaklarını da bağladılar ve; “Şimdi<br />

senin gözlerine de mil çekip seni kör edeceğiz, artık dünyâyı<br />

görmez olursun ve bir yere gidemeyip, buralarda kalırsın.” dediler.<br />

Bu sözleri işitince, çâresizlik ve dehşet içinde çok ağladı.<br />

Artık tam çâresizlik içine düşüp gözlerini de kaybetme korkusu<br />

içindeyken birdenbire babası Kemâl Ümmî hazretleri<br />

karşısına çıkıverdi. Elini uzatıp; “Gözünü yum beri gel. Allahü<br />

Teâlânın kudretini göresin. Hep âh edip inlersin.” dedi.<br />

Sonra onu anlamadığı bir şekilde tutup Kâbe’ye bıraktı. Gözlerini<br />

açtığında Kâbe’nin yanında idi. Bu hallere çok şaşırıp,<br />

günahlarına ve kabâhatlerine pek ziyâde pişman oldu. Tam bir<br />

ihlâs ile cânu gönülden Kâbe’yi tavâf etti. Sonra Makâm-ı<br />

İbrâhim’e geçip iki rekât namaz kıldı.<br />

Bu hâlini kendisi şöyle anlatmıştır: Makâm-ı İbrâhim’de<br />

iki rekat namaz kıldım. Selâm verdikten sonra; “Yâ Rabbî bu<br />

yolda nice sıkıntılar çektim. Şimdi beni murâdıma erdir.” diye<br />

duâ edip ellerimi yüzüme sürdüm. Bu sırada yanımda oturan<br />

yüzü örtülü bir ihtiyâr gördüm. Elini öptüm ve; “Efendim şimdi<br />

sizden ricâm, beni murâdıma kavuşturmak için himmet eylemenizdir.<br />

Derdime bir çâre ihsân edin.” dedim. Bana;<br />

“Evliyâya karşı inadı terkeyle, onlara îtimât göster. Görünüşlerine<br />

bakma! Onların bâtınlarına iç alemlerine bak. Neden<br />

gördüğünü ilimden habersiz zannedersin. Zâhir ilimle Allahü<br />

Teâlâya kavuşmayı mı murâd edersin! Zâhir ilmi olmayanı<br />

Hak’tan uzak mı sanırsın? Gerçi ilim kişiye faydalıdır. Fakat<br />

bu ilimle amel edilmeyince, faydası olmaz. Dünyaya düşkün<br />

olmayan, haramlardan sakınan Mevlâ’sına kavuşur. Eğer bu<br />

sözleri anlayıp idrak ettiysen, mürşidine yol göstericine teslim


olman gerekir.” buyurdu ve bir hayli nasîhat etti.<br />

Öldürülen 101 Şair<br />

Sinan Efendi bu nasîhatları dikkatle dinleyip çok göz yaşı<br />

döktü. Kendisine nasîhat eden zât yüzündeki örtüyü kaldırıp<br />

ona yüzünü gösterdi. Baktığında onun babası olduğunu gördü.<br />

“Derdime yine babam çâre oldu.” diyerek elini öpüp ayaklarına<br />

kapandı. Artık babasının büyük bir velî olduğunu açıkça<br />

görüp anladı. Ona teslim oldu ve duâsını aldı. Kâbe’deki hizmetçiler<br />

Sinan’ın yanına yaklaşıp; “Bu zât neden sana bu kadar<br />

yakın alâka gösterdi. Senin de ona karşı muhabbetin nedendir?”<br />

dediler. “Bu zât benim babamdır.” deyince,<br />

hizmetçiler; “Bu zât elli seneden beri beş vakit namazını<br />

Kâbe’de kılar. Biz onu hep burada görürüz.” dediler. Kemâl<br />

Ümmî hazretlerinin oğlu Sinan, daha sonra babasının terbiyesinde<br />

tasavvufta yetişip mârifet sâhibi fazîletli bir zât oldu.<br />

Bir defâsında da oğlu Sinan’a; “Oğul eğer ihlâsın varsa, gel<br />

şu ayağımın üstüne bas. Göresin sen dahi vakit nicedir, demeyesin<br />

bu vakit gecedir.” dedi. Oğlu ayağına basınca, ayağını<br />

oynattı. Oğlu Sinan’ın gözünden perde kalkıp arşı seyretmeye<br />

başladı. Melekleri semâyı doldurmuş namaz kılıyor halde gördü.<br />

Babasının bu kerâmetini görünce, onun büyük bir veli olduğunu<br />

anlayıp ayaklarına kapandı. Ondan feyz alıp saâdete<br />

kavuştu.”<br />

201


Mustafa CEYLAN<br />

(6): SARI LÜTFÎ<br />

Asıl adı Lütfullah. Kaynaklarda Molla Lütfî, Sarı Lütfî,<br />

Mevlânâ Lütfî, Deli Lütfî adıyla anılır. Namaz konusunda<br />

yaptığı bir açıklamadan dolayı, 19 gün zindanda tutulur ve II.<br />

Bayezid’in onayıyla idam edilen şairlerimizden birisidir.<br />

Babasının adı Kutbiddin Hasan olup Tokat’da doğmuştur.<br />

202<br />

Hızır Bey oğlu Sinan Dar’ül hadis müderrisliği, Padişah<br />

hocalığı yani Hace-i Sultani; Sahn Müderrisliği görevlerinde<br />

bulunur. 31 yaşında iken de Hoca Paşa ünvanı ile vezirlik rütbesi<br />

alır. Bizim Sarı Lütfî, Sinan Paşa ile Sahn-ı Seman Medresesinde<br />

karşılaşır ve bir daha ayrılmayacak şekilde ona bağlanır.<br />

Fatih, sarayda bulunan kitapların korunması için Sinan<br />

Paşa’dan ricada bulunduğunda, Sinan Paşa Hafız-ı Kütüplük<br />

görevine Sarı Lütfî’yi önerir. Lütfî, kütüphanede görevde<br />

iken, su gibi içer bütün kitapları, okur, okur… Akranları arasında<br />

bilgi bakımından en öne çıkar. Gedik Ahmet Paşa’ nın<br />

görevden azledilmesi üzerine Vezir-i azam olan Sinan Paşa,<br />

bu görevde fazla duramaz. Padişah tarafından bu görevden<br />

alınır, hattâ işkenceye tabi tutulur. Çevresindeki öğrencileri ve<br />

ilim adamlarının Sinan Paşa’yı desteklemeleri, topluca, bir ve<br />

beraber hareket etmeleri , “kitaplarımızı yakar, ülkeyi terk<br />

ederiz” şeklinde direnmeleri üzerine, Sinan Paşa Sivrihisar<br />

kadılığına atanır. Bizim Molla Sarı Lütfî’ de hocasının yanından<br />

ayrılmaz, o da onunla Sivrihisar’a gider.<br />

İşte hoca ve talebesi…<br />

Hocası neredeyse, talebesi de orada.


Öldürülen 101 Şair<br />

Ya günümüzde nasıl?<br />

Günümüzde, sanal şiir dünyasında hoca talebe ilişkileri<br />

yok denecek kadar az. Sanallık, dostluklara da yansımış. Öyle<br />

çile ve yol arkadaşlığı dostluklara rastlamak mümkün değil.<br />

İnsanlar maddî bağlarla bağlanmışlar birbirlerine, mânevî değil<br />

bağ. Bu yüzden en küçük bir sarsıntıda dostluklar bitiveriyor.<br />

Der ki :<br />

“Dilimiz sâgar-ı sabûh ister<br />

Cism elbetde taze ruh ister.<br />

Kerem et câna feth-i bâb eyle<br />

Nice demdir ki dil fütûh ister.<br />

203<br />

Zâhidâ mezheb-i muhabbetde<br />

Tevbeye tevbe-i nasûh ister.<br />

Nusha-i gamla şugl eden dil ü cân<br />

Ne mütûn u ne hod şurûh ister.<br />

Vuslat-ı yâra ermele Lutfî<br />

Sabr-ı Eyyûb u ömr-i Nûh ister.<br />

Deli dolu, sözünü asla esirgemeyen, lâtifelerle ve hazır cevaplığıyla<br />

insanları iğneleyen bir yapıya sahip olan şairimiz,<br />

Fatih Sultan Mehmet’e bile lâtife yapmıştır.<br />

Anlatırlar:<br />

Molla Lütfî kütüphanede görevlidir. Padişah Fatih kütüphaneye<br />

gelir. “Bana şu kitabı getiriver” diye Lütfî’ye emir ve-


Mustafa CEYLAN<br />

rir. Lütfî, kitap biraz yüksekçe yerde bulunması sebebiyle,<br />

ayağının altına bir mermer parçası alır ve kitabı padişaha uzatır.<br />

Padişah: “Ne yapıyorsun? İsa Peygamber o taşın üzerinde<br />

doğmuştur” der. Kütüphane görevlisi Molla sarı Lütfî görevine<br />

devam eder. Biraz sonra da güveler tarafından parça parça<br />

edilmiş kirli bir bez parçasını orada bulunan Padişahın dizi<br />

üzerine bırakır. Padişah: “ Bunu benim dizim üzerine niye bıraktın<br />

ey Molla?” diye sorar. Lütfî bu, sözünü esirgeyecek değil<br />

ya, “Devletlü padişahım, huzursuz olmayınız, bu bez İsa<br />

Peygamber’in beşik bezidir.” Der.<br />

204<br />

Rahatça konuşan, korkusuz, kendisine güvenen, iğneleyici<br />

bir dili vardı şairin. O dönemin saraya yakın ulemaları Molla<br />

Arap, Germiyanlı izârî, Leysî Çelebi, Hatipzade, Fahrettin<br />

Acem gibi kişiler o’ nun kırbaç diline düşmekten korkar olmuşlardı.<br />

Padişaha hakkında bazı olumsuz olayları abartarak<br />

götürmek için fırsat kolluyorlardı.<br />

Nihayet, aradıkları fırsatı yakalar rakipleri ve onu zındıklıkla<br />

suçlarlar. 19 gün hapis yattıktan sonra Padişah’ın bir zındığı<br />

koruyor olması gibi bir dedikodu çıkmasın diye, ferman<br />

verilir ve idamı onaylanır. At meydanında başı kesilerek idam<br />

edilir. Başı kesilirken bile kelime-i şehadet getirdiği nakledilir.<br />

Tarih 23 Ocak 1495’tir. Eyüp Sultan semtinde Yavedut iskelesi<br />

yakınında bulunan Mahmud çelebi mescidi civarına<br />

defnedilir.<br />

Zındıklık suçlamasına gelince:<br />

Anlatılır:<br />

Lütfî şöyle konuşmuş:<br />

“Hazreti Ali’nin vücuduna savaş sırasında bir ok isabet<br />

eder. Ok kırılır, ama temreni vücutta kalır. Öylesine acı verir


Öldürülen 101 Şair<br />

ki, sanki ciğerlerine saplanmıştır ok. Hazreti Ali acıdan kıvranırken<br />

doktorlara başvurur. Doktorlar, Hazreti Ali’ nin duyduğu<br />

bu acı sebebiyle temreni çıkaramazlar. Namaza durmasını<br />

beklerler. Hazreti Ali sırtında ok temreni namaza durduğu<br />

anda, doktorlar temreni sırtından çekip alırlar. Hazreti Ali olayın<br />

farkına bile varamaz.<br />

Yani diyeceğim şu ki, kişioğlu namaza durduğunda dünya<br />

ile irtibatını kesmeli. Yüce Yaradan ile baş başa olmalıdır. İşte<br />

asıl namaz budur. Bizim yaptıklarımız ise kuru kalkıp eğilmedir<br />

ki bizim eğilip kalkmamızda yarar yoktur.”<br />

İşte bu sözler sebebiyle, “namazı hafife alıyor, fayda yok<br />

diyor, namazın farzıyetini inkâr ediyor, bu adam dinden çıkmış,<br />

zındık bu adam” şeklinde suçlanır. Müderrislerden oluşan<br />

bir heyet marifetiyle yargılanır. Bu yargılama sırasında<br />

200 tanık dinlenir.<br />

205<br />

Sarı Lütfî, tıpkı Sokrates gibi, muhteşem bir savunma yapar<br />

ama, heyet yalancı şahidlere itibar ederek, onu suçlarlar.<br />

Lütfî, Müslüman olduğunu, sözlerinin ne anlama geldiğini anlatır.<br />

Heyet önce, kararını onun suçsuzluğu yönünde bir oy<br />

farkıyla verdiği halde, sonradan bir üye karar değiştirip, idamı<br />

yönünde oy kullandığından, idamı şeklinde karar çıkar.<br />

Der ki:<br />

“Nûr-i cemâl irelden sen serv-i mâhlikâya<br />

Vardı güneş zevâle noksan erişdi aya<br />

Cân gülşeninde kaddin bir serv dikdi dil-cû<br />

Dil levhasında hattın hat yazdı her belâya


Mustafa CEYLAN<br />

Sînem nişâne kıldı sihr oklarına gamzen<br />

Kaşın gözün idelden talîm ok u yâya<br />

Âyine-i cemâlin şevkinde cân virürsem<br />

Fer vere her gubârum cam-ı cihân-nümâya<br />

Benzer güneş diyeydüm bir yüzden ol cemâle<br />

Zülfün hüması gibi verse güneş de sâye<br />

Lûtf ile toyularsan Lutfî’yi n’ola şâhâ<br />

Kim çok âtâlar eyler sultan olan gedâya.<br />

206<br />

SON SÖZ:<br />

NİYE ? (Gülce-Buluşma)<br />

Uzatın başınızı pencereden dışarı<br />

Tarih sizden bekliyor, mutlulukla başarı<br />

Şaşırtın yeni baştan, uyuklayan beşeri<br />

…………Cansınız, canımızdan süzebilmek ne güzel<br />

…………Yarınları türküyle dizebilmek ne güzel…<br />

Duvar diplerinde yaban gülü çocuklar<br />

Ne çabuk indiler beşiklerden yollara?<br />

Karanfil kokusu ağızlarda, sevginin sözcükleri<br />

Ellerde nevruz çiçekleri olmalı derken<br />

Taş atmak niye?


Ey gece, ey zifir kara, ey köhne zaman !<br />

Yıkanda gel, arın, amberler sürün<br />

Kızarsın ve ışısın zindan yüzün<br />

Topla bütün çocukları şarkıların meclisinde<br />

Muştulu seherlere ulaştır olmaz mı?<br />

Sabah yelinde duası varken anaların<br />

Şimdi üç beş yabanıl hempanın<br />

Güdümüyle bu anaları<br />

Ağlatmak niye?<br />

Öldürülen 101 Şair<br />

Hey hey !...<br />

Hey ki hey!!<br />

Defne dallarının türküsü var kavalımda<br />

Bin kapının açılışı çocuk elleriyle hey!...<br />

Ay vurmuş suların yorganı var üstümde<br />

Bitirmişim geceyi dibine kadar<br />

Gece kuşlarının kanat sesleri<br />

Şafak güvercinlerinin şadırvan yelinden uçup gittiler<br />

Şimdi siz, şimdi sizler çocuklar<br />

Goncalaşmış umut çiçeklerini toplayın<br />

Toplayın varoşların bahçelerinden haydi<br />

Ve döndürün yorgun, yalın ayak yolcuları<br />

Yalan yanlış yollardan çevirin ıslığınızla…<br />

207<br />

Ak alınlarınızın şavkı vursun takvimlerime<br />

Ülkemin dağlarında gezinmesin eşkiyâ<br />

Ve siz yurdumun köy kokulu çocukları<br />

Kalem tutsun, ışık dokusun elleriniz olur mu?


Mustafa CEYLAN<br />

208<br />

Hoş sohbet gerçeklerle, türlü şakalarla<br />

Çıkagelsin tarihin sinesinden<br />

Kutbiddin Hasan oğlu Tokatlı Lutfi<br />

Korkusuzca anlatsın olanı, olacağı<br />

Kaldırsın örtüyü olayların üstünden<br />

Ve siz, siz özümün özü yarınlarım ey !<br />

Siz ki siz hey!<br />

Duvar diplerinden, kaldırım taşlarından değil<br />

İçi ateş dolu molotoflardan değil,<br />

Kurşundan, silahtan, ölümden hiç değil,<br />

Anadolu türkülerinden el ele tutuşup çıkın meydanlara,<br />

Seslenin şiirleriyle ölen şehirlere<br />

Yarası iy’olmaz dağları yıkayın, arıtın silâhlardan<br />

Bağ, bostan olsun; şenlensin eşya, doğa<br />

Ve birliğin, kardeşliğin mevsimini getirin vara yoğa<br />

Olur mu, can parçalarım olur mu?<br />

Karanfil kokusu ağızlarda, sevginin sözcükleri<br />

Ellerde nevruz çiçekleri olmalı derken<br />

Birliği, dirliği ateşe atmak niye?<br />

Niye be can fidanım, can kokulum, bir tanem niye?<br />

Ülkemin yarınını yoğuracak canlarım<br />

Ufuklardan bin güneş doğuracak canlarım<br />

Atatürk’ü yeniden çağıracak canlarım<br />

…………Sizin destanınızı yazabilmek ne güzel<br />

…………Düşmanın oyununu bozabilmek ne güzel.<br />

Mustafa CEYLAN


Öldürülen 101 Şair<br />

(7): HÂLÎMÎ<br />

“Hâlimi yâre berîd-i rüzigârım söylesün<br />

Eşk-i rîzânım dü çeşm-i girye-dârım söylesün.<br />

Gâhî dîdemle zebânım ki dil bîmâr ile,<br />

Sîne-i mecrûh u zâr-ı dâğ-dârım söylesün.<br />

Nergis iğmâz eylesün arz eyleyüb zerrîn kadeh<br />

Sünbül-i zülfün dağıtsun lâle-zârım söylesün.<br />

Kaldı kâkülde dil-i âzâdemiz çünki şehâ,<br />

Kûyuna itdim vedîa yâdigârım söylesün.<br />

209<br />

Bezm-i vuslatda Halîmî neş’e-dâr oldukda sen<br />

Bu dil-i âvâre bir de şîvekârım söylesün.”<br />

XVIII. Yüzyıl şairlerimizden, İstanbul’da doğmuş, Halîmî<br />

Mustafa Paşa adıyla da bilinir. Senelerce Defterdâr ve<br />

Başdefterdârlık görevinde bulunduktan sonra, Limni’ye sürgün<br />

edilmiş. İdam edilerek öldürülen şairlerimizdendir.<br />

(1759-60) Musul’a Vali olarak atandı. Bu esnada İzmir mutasarrıfından<br />

senetle 1000 altın borç alır. Bu borcu ödeyemeden<br />

kendisine bağlı olan kişilerin ihanetine uğrar.<br />

Ve borç olarak aldığı altınları çalınır. Bu olay saraya intikal<br />

edince Bozcaada’ya sürgün edilir.<br />

Tezkirelere göre Halîmî, Bozcaada’da idam edilerek öldürülür.<br />

Türkçe Divanı vardır.


Mustafa CEYLAN<br />

Demiştir ki:<br />

Nice dîde-i feri gül gibi nem-nâk idelüm<br />

Bülbül-âsâ turalım sînemizi çâk idelüm.<br />

Görmedim rûy-i nüvâziş reh-i kûyunda senin<br />

Tâbiş-i hicr ile biz yerimizi hâk idelüm.<br />

Bilmeziz n’oldu sebep böyle itâb-ı dosta<br />

Cürm ü isyânımızı biz dahi idrâk idelüm.<br />

210<br />

Ey dil efgânım o gonca femi bîzâr itmiş<br />

Niçin ol gül bedeni böyle elem-nâk idelüm.<br />

Kû-yi dildâre Hâlîmî idelüm arz u şitâb<br />

Semt-i vasla revişi çabuk-i çâlâk idelüm.”


Öldürülen 101 Şair<br />

(8): BÂHİR<br />

XVIII. Yüzyıl şairlerimizden. Lâkabı “Köse”, asıl adı Mustafa,<br />

devlet adamı, vali, sadrazam, Midilli’de idam edilelerek<br />

öldürülmüş, kesik başı İstanbul’a getirilmiş, cesedi Midilli’de<br />

kalmıştır.<br />

Demiştir ki:<br />

“Sipihre gönderelim nâle-i bülendimizi,<br />

Cihana bildirelim bâri kendi kendimizi.<br />

Bu nazm ile varalım hâk-i pây-ı devlete biz<br />

Çok oldı görmiyeli Bâhirâ efendimizi.<br />

211<br />

Silahşör, kapucubaşı, sadrazam. III. Osman’ın cülusundan<br />

iki ay sonra azl edilir ve Midilli’ye sürgün edilir. Bir süre sonra<br />

Mora Valisi olarak atanır. 1755 yılında ikinci kez sadrazamlık<br />

görevine getirilir. 1756’ da tekrar görevden uzaklaştırılır ve<br />

Balıkhane’ye hapsedilir.<br />

Balıkhaneden’ de Rodos Adası’na sürgün edilir. Ve hayatı<br />

önemli iniş-çıkışlarla geçen Paşa, ardından Kahire Valiliği’ne<br />

atanır. Sonra da Kahire’den Cidde Valiliği’ne tayin edilir. Bir<br />

süre de Halep Valiliğinde görev yaptıktan sonra, üçüncü kez<br />

sadrazam olur. Bu sırada, Sultan III. Mustafa’nın kızı ile evlenecekken,<br />

Midilli Adası’na sürgünü çıkar.<br />

Saray ve yakın çevresine hilekâr ve hıyânet içindedir diye<br />

jurnallenir.


Mustafa CEYLAN<br />

Tarihlerden 1 Nisan 1765’dir. Mustafa Paşa’ nın huzuruna<br />

silahtarağa çıkmış ve mührün teslimini istemiştir. Paşa’ da<br />

mührü üç kere öpüp teslim etmişse de, Kapıcılar Kethüdası<br />

Halil Ağa Paşa’yı yakalamış ve Topkapıda hapsetmiştir.<br />

I.Mahmud, III.Osman ve III. Mustafa dönemlerinde 4 yıl 9<br />

ay 27 gün sadrazmlık görevini yürütmüştür. Bu görevi eda<br />

ederken, Nakşibendiler için bir zaviye ve bir de camii inşa ettirmiştir.<br />

Ömrünün büyük çoüunluğu sürgünlerde geçen şair, kâh<br />

devletin en zirvesinde, kâh halk arasında en aşağı tabakada<br />

bulunmuştur. Bu bakımdan her türlü çileyi çektiği gibi, en büyük<br />

makamların huzur ve mutluluğunu da tadmıştır diyebiliriz.<br />

212<br />

Babası da kendisi gibi Nakşibendi sufilerinden olup, babasının<br />

adı Sufî Abdurahman’dır. Babası devlet hizmetinde vezirlik<br />

rütbesine kadar yükselmiştir.


Öldürülen 101 Şair<br />

(9): İZZET BEY<br />

Demiştir ki:<br />

“Üftâdeyim o şûha dilâ tâbı bilmezem<br />

Yanmış bir âteşim saded-i âbı bilmezem.<br />

Bağlanmışım müsebbih-i esbâba ez-derûn<br />

Besdir tevekkülüm hele esbâbı bilmezem.<br />

Bu nev-çerağ-ı aşkı muhabbet yeter bana<br />

Gayri cihânda cünbüş-i mehtâbı bilmezem.<br />

Her matlabımda sâil-i dergâh-ı Hak olup<br />

Minnet Hudâ’ya sâir-i ebvâbı bilmezem<br />

213<br />

İzzet perestişim ham-ı ebrûyadır benim<br />

Ma’bedde tâk-ı kûşe-i mihrâbı bilmezem.”<br />

Asıl adı Mehmed, Defteremini vekili Benli Arif beyin oğlu,<br />

İstanbul’da doğmuş, Nusret ve Neşet Efendilerden ders almış,<br />

padişah Sultan Mahmud’un halkı cihada davet için hadisleri<br />

içeren hümayunlarına karşı çıktığı için, padişah buyruğu üzerine<br />

6 Ekim 1809 günü Kadıköy’de idam edilerek öldürülür. Şairimizin<br />

kabri Ayrılık Çeşmesi’ndedir. Resayi Efendi, Hocası<br />

İzzet bey’in şiirlerini toplayarak 1842 yılında yayınlatmıştır.


Mustafa CEYLAN<br />

Demiştir Ki:<br />

“Hâl-i dil-i âşüftemi senden haber aldım<br />

Ey şûh ben esrârı bilenden haber aldım.<br />

Bulur sıkılan bast ü küşayişle mükâfât<br />

Bu müjde-i sahbâyı kühenden haber aldım.<br />

Cehl-i enâniyetde imiş ilm-i hakîkat<br />

Bilmezlik ile ben bunu benden haber aldım.<br />

Zülfün tarayup sînesin açmış o semen-ber<br />

Gülşende sabâ ile semenden haber aldım.<br />

214<br />

Kadr-i niamın elde iken cehlini İzzet<br />

Gurbetde olan şevk-ı vatandan haber aldım.”


Öldürülen 101 Şair<br />

(10): TÂLİB<br />

Asıl adı Ali Galib. 1884 Yılında Erzurum’da dünyaya gelmiş.<br />

1928 yılında şapka kanununa tepki koymak ve halkı<br />

isyâna teşvik etmek suçundan asılarak idam edilmiştir.<br />

Demiştir Ki:<br />

“Bu dil-siyah bahtım yine başka hale düşdü<br />

Tâlim-i hâl ederken bir nokta hâle düşdü<br />

Erbâb-ı hâl buldu bu noktada kemâli<br />

Şerhinde ehl-i zâhir bin kîl ü kâle düşdü<br />

215<br />

Kim oldu lâl ü hayrân vardı sücud u Hakk’a<br />

Kim gâib etti aklın deşt ü cibâle düşdü<br />

Zincir-i zülf-i yâre bağlandı pây-ı âşık<br />

Buldu belâyı tâ ki çıkmaz hayâle düşdü<br />

Ebrû-yı yâri gördüm okudum Bârek-Allâh<br />

Hayırlıdır İnşâ-Allah nazarım hilâle düşdü<br />

Tâlib de geçti artık efsâne-i hevâdan<br />

Yüz kâre dest hâli der-i zü’l-Celâl’e düşdü.”<br />

Küçük yaşlarda annesini ve babasını kaybedince eniştesi<br />

kaymakam Maksud bey’in yardımıyla öğrenimini tamamladı.<br />

Kadiri Şeyhi Hacı İbrahim Ruhi Efendi’ nin talebesi iken, şeyhi<br />

bir öğrenci grubuyla birlikte Tâlib’i de Hac’ca götürmüştür.


Mustafa CEYLAN<br />

Mekke ve Medine’de kalıp eğitimini sürdürdükten sonra<br />

Bağdat’a gider. Orada da eğitim görür ve nihayet İstanbul’a<br />

döner. İstanbu’da da Ayasofya Medresesinde okur. Memleketi<br />

olan Erzurum’a döner.<br />

Erzurum, önce Ruslar, seonra da Ermeniler tarafından işgal<br />

edilince millî kuvvetlerin içinde yer alır ve düşmanlarla çarpışır.<br />

Ermenilerin çekip gitmesinden sonra hat sanatı öğretmeni<br />

olarak Muallim mektebi’nde göreve başlarsa da, devlet dairelerinde<br />

sarık giyme yasağı getirilince, şapka kanununa tepki<br />

gösterir, yargılanır ve 1928 Yılında idam edilir.<br />

216<br />

Demiştir ki:<br />

“Ehl-i dil rızkını Mevlâ-yı Ganî’den ister<br />

Ehl-i dünya ise dünyayı denîden ister.<br />

Mâlûmdur âlemlere Tâlib senin halin<br />

Hal-i dilini eyleme tasvîre teşebbüs”


Öldürülen 101 Şair<br />

(11): ANTEPLİ NURİ PAŞA<br />

XVIII. Yüzyılda yaşamış, Antep’de doğmuş bir şairimizdir.<br />

Asıl adı Mehmed Nurettin olup mahlası Nurî’ dir. Kıskançlığa<br />

kurban gitmiş ve 28 yaşında idam edilerek öldürülmüştür.<br />

Demiştir ki:<br />

Dilimde dâğ-ı aşkın dilberâ tamga-yı izzetdir<br />

Serimde kâkülün sevdâsı cânâ kayd-ı rif’atdir.<br />

Nigehdür diyiser ser-i zânûya gerden-i zülf-i hoş-bûya<br />

Dehen kand-i leb-i dildâre çok demdir ki hesretdir.<br />

217<br />

Bilgin, şair… Antep hanedanından olup “Battalzade” adıyla<br />

anılmış. Çok genç yaşta, eğitimini babasının yanında tamamlayıp,<br />

Mirimiranlık göreviyle Antep Mutasarrıflığına atanınca<br />

çevrede bulunanlar tarafından kıskanılır. Çevre<br />

vilayetlerin valileri ve devlet adamlarının iftiraları sebebiyle<br />

idam edilir.(1786-87)<br />

Şarkılarıyla ünlü olan Nuri’ nin bir de Divan’ı bulunduğunu<br />

kaynaklar zikreder.


Mustafa CEYLAN<br />

Devamla demiştir ki :<br />

Hevâ-yı istivâ-yı kâmetinle kavs olup kadim<br />

Sirişkim katre-i yâ gözlerim şâkûl-i hayretdir.<br />

Nigâh-ı râgıbânen Râşid’â kal’â-yı Nûrî’ye,<br />

Sipihr-i atlasa sûz-efken-i reşk-i melâmetdir.”<br />

218


E-Kurşunlanarak Öldürülen Şairler<br />

Öldürülen 101 Şair<br />

(1): İSMAİL GERÇEKSÖZ<br />

Demiştir ki:<br />

“YALVARIŞ<br />

Gün ışığıyla yetindik bunca<br />

Toprağı suladık terimizden,<br />

Halılara dokuduk çilemizi<br />

Kınalı ellerimizden…<br />

Cansa can, kansa kan dedik<br />

Açtık lâlelerce her tepede<br />

Kağnılara kendimizi koştuk sırasında<br />

Tozlu yollarımızdan…<br />

219<br />

Bizi dağlarca, denizlerce yaratmıştın Ulu,<br />

Koma bizi dağılırız, mahvoluruz…<br />

Koma bizi Tanrı’m<br />

Çağımızdaki hızdan…<br />

Avcılar vurmadan son kuşları dağlarda<br />

Baltalar kesmeden son ağaçları<br />

Çek gayri bulutlarını<br />

Karanlık ufuklarımızdan…”


Mustafa CEYLAN<br />

İsmail Gerçeksöz, 1925’te İzmir’de doğdu. 4 Nisan 1980<br />

tarihinde Ortadoğu Gazetesi’nin başyazarlığını yaparken arkadan<br />

vurularak şehit edildi.<br />

Ortaöğreniminden sonra okumayıp Bursa’da gazetecilik<br />

yaptı. Bursa Hakimiyet gazetesinin beş yıl yazıişleri müdürlüğünü,<br />

sahibi olduğu Bursa Ekspres gazetesinin 7 yıl başyazarlığını<br />

yaptı. Uzun yıllar Tanin, Vatan, Yeni İstanbul ve Tercüman<br />

gazetelerinin Bursa muhabirliklerini yürüttü.<br />

1961’de Batı Almanya’da gitti bu ülkede memur ve mütercim<br />

olarak çalıştı. 1976 yılında yurda döndü.<br />

220<br />

Şiir ve yazıları 1944’ten itibaren Demet, Uludağ, Sanat ve<br />

Edebiyat, Şadırvan, Bizim Türkiye, Çatı, Kaynak, İstanbul,<br />

Hisar, Devlet, Ortadoğu, Millet gibi gazete ve dergilerde çıktı.<br />

Milli ve tarihi konuları işleyen İsmail Gerçeksöz, serbest vezinle<br />

yazdığı şiirlerinde müzikaliteyi yakaladı.<br />

ESERLERİ<br />

Eserlerinin isimleri ve yayınlanış tarihleri şöyle:<br />

Aşık Sazından Şiirler (1944),<br />

Bursa’nın Destanı (1951),<br />

Yaşayan Ağaç (1952),<br />

Gökbayrak (1954) ve<br />

İkinci Dönüş (1972).


Öldürülen 101 Şair<br />

Demiştir ki:<br />

“Elbe kıyısında<br />

Elbe’nin kıyısında bir köy,<br />

Bize değil bu çan sesleri.<br />

Uzak bir hâtıradır şimdi.<br />

Pırıl pırıl ezan sesleri.<br />

Elbe’nin kıyısında bir köy,<br />

Damlaları sivri-külâh<br />

Uzanır ta nehre kadar,<br />

Cıvıl cıvıl insan sesleri.<br />

Durgundur, kirli sarıdır Elbe<br />

Adına ne türkü yakılmıştır, ne kurban<br />

Alır götürür sessizce uzaklara<br />

Sularında kaybolan sesleri.”<br />

221<br />

HAKKINDA YAZILANLARDAN<br />

Türkiye sevdalısı<br />

Mehmet Nuri Yardım<br />

Türkiye 9 Mayıs 2001<br />

İnsanları severdi<br />

İsmail Gerçeksöz’ün biyografisinden kısaca bahseden Gültekin<br />

Samanoğlu, “O, şair, yazar, idealist bir insandı. Şiirden<br />

hiç kopmadı. Yiğit bir şekilde şehit oldu” dedi. Gerçeksöz’ün<br />

yazdığı dergi ve gazeteleri sıralayan Samanoğlu, “Şairin beş


Mustafa CEYLAN<br />

şiir kitabı vardır. Yetişmesinde şair Haşim Nezihi Okay ile gazeteci<br />

yazar İsmet Bozdağ’ın büyük tesiri vardır. Memleket<br />

sevdalısı Gerçeksöz vatan uğruna şehit düştü” diye konuştu.<br />

222<br />

Gazeteci yazar Ahmet Özdemir de konuşmasında İsmail<br />

Gerçeksöz’ün şiirlerindeki ‘vatan sevgisi’ temasını ele aldı.<br />

Şiirlerinden verdiği örneklerle konuşmasına devam eden Özdemir,<br />

Gerçeksöz’ün Yahya Kemal, Orhan Şaik Gökyay ve<br />

Ahmet Hamdi Tanpınar’dan etkilendiğini belirterek, “Şiirlerinde<br />

mazi hasreti, Balkan sevgisi büyük bir yer işgal eder. O<br />

eserlerinde Türkiye’ye ve Türk insanına olan sevdasını terennüm<br />

etti” dedi. Özdemir konuşmasında şu hususlara dikkat<br />

çekti:“Gerçeksöz Ortadoğu’nun başyazarı İlhan<br />

Darendelioğlu’nun başyazarlık bayrağını devraldı. Orta<br />

Doğu’nun Genel Yayın Müdürü Tahir Kutsi Makal, Yazıişleri<br />

Müdürü ise bendim. Vefatından önce yazdığı şiirlerde adeta<br />

öldürüleceğini hissetmiş ve bunu mısralarına yansıtmıştı.”<br />

Kitapları basılacak<br />

Türk Edebiyatı Vakfı Başkanı Servet Kabaklı ise, İsmail<br />

Gerçeksöz’ün kendisini vatan uğruna ve Allah ve millet yoluna<br />

adadığını belirterek, “O duruşuyla, tavrıyla bir edep abidesiydi”<br />

diye konuştu. Kabaklı, İlhan Darendelioğlu, İsmail<br />

Gerçeksöz ve Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gibi değerli<br />

şairlerimizin unutulmaması ve genç nesiller tarafından okunmasını<br />

sağlamak üzere kitaplarının yayınlanması için ellerinden<br />

gelen gayreti göstereceklerini söyledi.<br />

Toplantıya iştirak eden şairin eşi Nusret hanım, kızı Nilüfer<br />

hanım ve damadı Özcan Genç de İsmail Gerçeksöz’ün ‘adam<br />

gibi adam’ olduğunu vurguladılar ve hatıralarından bahsettiler.


Öldürülen 101 Şair<br />

Demiştir ki:<br />

“GELİNCİK ÇARŞISINDA<br />

Gelincik çarşısında üç derviş<br />

Dünyaya bakıp gülermiş.<br />

Gelincik çarşısında üç derviş<br />

İnsanlara gönül vermiş.<br />

Rüzgârından mı kuşların?<br />

Kanat çırpışından mı hürriyetin ne?<br />

Hep aynı sevgiye akarmış çeşmeler<br />

İnançları vururmuş insanların yüzlerine…<br />

223<br />

Bir ressamı çıldırtan renkler düşermiş<br />

Kilimden taş duvarlara<br />

Sabah ezanları okunadursun<br />

Yosunlar yeşeredursun eski yapılarda…<br />

Taze parmak izleri kalırmış<br />

Çalınmayan kapılarda…<br />

Geincik çarşısında üç derviş<br />

İnsanlara bakıp gülermiş<br />

Büyük boşluklarda sallanan yıldızlar gibi<br />

Gelincik çarşısında üç derviş<br />

Her biri kendi yörüngesinde dönermiş…”


Mustafa CEYLAN<br />

(2):KEMAL FEDAİ COŞKUNER<br />

Demiştir ki:<br />

DOĞU’DAN<br />

Bir rüzgâr esti Doğu’dan<br />

Üfledi Bizans surlarını<br />

Kuruldu üç kıtada<br />

Ehl-i iman saltanatı.<br />

224<br />

Bir rüzgâr esti Doğu’dan<br />

Çekiverdi bir hamlede<br />

Arzın sırtındaki kâbusu.<br />

Dokuz asır geçti hâlâ<br />

Sahillerimizde uğultusu.<br />

Bir rüzgâr esti Doğu’dan<br />

Tanrı katından geliyordu.<br />

Tekbirle yücelmiş, hamasetti yolu<br />

Yazdı ön Asya’ya adını:<br />

Anadolu…”<br />

1927 yılında Antalya’nın Akseki ilçesi Mahmutlu köyünde<br />

doğdu. 1945 yılında Antalya Aksu Öğretmen Okulu’ndan mezun<br />

oldu. Antalya, İzmir ve Muğla’da öğretmenlik yaptı.<br />

Emekli olduktan sonra bir süre İzmir Halk Eğitim Merkezi<br />

Müdürlüğü’nde bulundu.


Öldürülen 101 Şair<br />

Coşkuner, hayatı boyunca pek çok dernek ve kuruluşlarda<br />

çalıştı ve yöneticilik yaptı. İlk olarak 1951-52’ de Türkiye<br />

Milliyetçiler Derneği’nin Tire Şubesinde bulundu. 1961-65<br />

arası İzmir Türk Ocağı Başkanlığı yaptı. 1978 de tekrar İzmir<br />

Türk Ocağında görev yaptı. Türkiye Siyonizmle Mücadele<br />

Derneği’nin kurucusu oldu ve 1969 yılında genel başkanlığına<br />

getirildi. Bu dernek daha sonra İzmir Ülkü Ocakları Derneği’ne<br />

katıldı. Kemal Fedai Coşkuner ayrıca İzmir Ülkü-Bir<br />

Derneği’nin kurucuları ve yöneticileri arasında yer aldı.<br />

1965 seçimlerinde Adalet Partisi Manisa milletvekili adayı<br />

oldu. Daha sonra bu partiden istifa ederek Milliyetçi Hareket<br />

Partisi’ne katıldı. MHP’den 1973’de Aydın, 1977’de Antalya<br />

milletvekili adayı oldu.<br />

Gazeteci, yazar ve eğitimci olup, FEDAİ Dergisi’nin de sahibiydi.<br />

Yazılarını Fedai, Toprak, Serdengeçti, İleri, Anadolu,<br />

Türk Yolu, Bizim Anadolu, Hergün, Komünizmle Savaş, Orkun<br />

gazete ve dergilerinde yayınladı.<br />

225<br />

Coşkuner, 3 Aralık 1979 günü alışveriş yaptığı pazar yerinden<br />

dönerken Agora semtinde komünist militanlar tarafından<br />

kurşunlanarak şehit edildi.<br />

ESERİ:<br />

Vatan’da Gurbet (1970).


Mustafa CEYLAN<br />

HAKKINDA YAZILANLAR<br />

HAKKINI HELAL ET YAVRUM...<br />

KEMAL FEDAİ COŞKUNER<br />

3.12.1979 Antalya’nın Akseki ilçesinden olup 55 yaşındaydı.<br />

Ailece, İzmir’de oturuyordu. Gazeteci, yazar ve eğitimci<br />

olup Fedai Dergisi’nin de sahibiydi. Gençlik yıllarında, Komünizmle<br />

ve Siyonizmle Mücadele Dernekleri’nde yöneticilik<br />

yapmıştı. Son olarak, MHP.’nin Antalya Bölge Müfettişi olarak<br />

görev yapıyordu. Olay günü, alışveriş yapmak için gittiği<br />

pazardan dönerken, Agora semtinde komünist militanların silahlı<br />

saldırısına uğrayarak sırtından vurulmak suretiyle şehit<br />

edildi. Cenazesi, İzmir’de toprağa verildi.<br />

226<br />

Bir dergi ki, yüklendiği mefkure yüzünden, Türklük düşmanlarının<br />

hedefi olmuş ve 28 senede ancak 19 sayı basılabilmişti.<br />

Akseki’nin yetiştirdiği yüce bir insan olan eğitimci ve<br />

edebiyatçı Kemal Fedai Coşkuner çıkarıyordu bu dergiyi.<br />

Derginin ismi kapağın üzerine büyük puntolarla işlenirdi:<br />

Allah’a, Vatana ve Bayrağa FEDAİ Dergisi.<br />

Her zaman fütursuzca Ülkü Davasını açıklayan, vurucu yazılarıyla<br />

KGB uşaklarını çileden çıkaran, en radikal Ülkücü<br />

dergiydi. Kemal Amca tek başına bütün yazıları hazırlar, bütün<br />

dergi işlerini kendi yapar basıma hazır hale getirdiği dergiyi<br />

bastırmak için emekli aylığının bankaya gelmesini beklerdi.<br />

Aylığı gelince de o parayla dergiyi bastırmaya koşardı.<br />

Epeyce yaşlandığı için bize de derginin paketlerini postahaneye<br />

taşımak kalırdı. Kemal Amca, mükemmel bir basın mensubuydu.<br />

Ama suçluydu çünkü Türkçüydü, Ülkücüydü. Siyonist<br />

ve komünist tehlikeye karşı İzmir’in dayanağıydı.<br />

Onu, İzmir Halk Eğitim Merkezi’nde tanımıştım. O kurumun<br />

müdürlüğünü yapıyordu. Birgün Hatay Ülkü Ocağı’na<br />

gelerek bir folklor takımı kurmamı istemiş, ben de hemen ka-


Öldürülen 101 Şair<br />

bul etmiştim. Görevimi en güzel bir şekilde yaptıktan sonra<br />

(bir buçuk ay sürmüştü) bunu kendisine bildirdiğim zaman<br />

bana:<br />

-Murat, sen bana lazımsın. Bundan sonra Başdurak İş Hanı’ndaki<br />

dergi idarehanesine geleceksin ve beraber çalışacağız,<br />

diyerek beni taltif etmişti.<br />

Günler günleri kovalamış, Akseki’nin yetiştirdiği bu ele<br />

avuca sığmaz büyük dava adamını ortadan kaldırmak, Fedai<br />

Dergisi’ni susturmak için bütün komünist franksiyonlar bir<br />

birleri ile yarışa başlamışlardı. Bir gün Çankaya teşkilatında<br />

nöbetteyken telefon gelmişti. Arayan Kemal Amca idi. Bir<br />

müddet konuştuktan sonra bana:<br />

-Oğlum Murat, çalışmalarımı durdurmak, dergiyi yok etmek<br />

isteyen komünistlerin takibindeyim. Gözümde en küçük<br />

dünyalık ve de bir korku yok, ama Mehmet Ali Başkanıma<br />

bildirin arada sırada bana arkadaş yollasın. Beni şehit edeceklerini<br />

biliyorum!!!<br />

-Ama Fedai Amca...<br />

-Sen de hakkını helal et yavrum.<br />

Bu görüşmeyi başkana anlattığım zaman başkan bana<br />

-Haberimiz var ama arkadaşlarımızın tamamı bir şekilde<br />

görevdeler. Yarın bir ara biz beraber gidip ziyaret edelim, demişti.<br />

Kısa bir süre sonra, bir akşamüzeri Agora pazarında elinde<br />

çarşı filesiyle evine dönerken, bembeyaz saçlarına adeta kına<br />

sürülmüşçesine kanlar içinde kalarak yere uzatmışlardı onu.<br />

Çevrenin korkulu bakışlarına meydan okuyan bir edayla cevap<br />

verir ve kurtarılmış bölgenin yasalarını çiğner gibi, 55<br />

sene taşıdığı dik başını yine eğmemişti. Anarşiyi ihaleye veren<br />

Amerikancıları da ihaleyi kazanan Marksist tetikçileri de se-<br />

227


Mustafa CEYLAN<br />

vindirmemişti. Büyük dava adamı, yılmaz mücahitin son<br />

cümlesi “kelime i şahadet” olmuştu. Bu mümtaz büyüğümüzün<br />

şehadetini ideoloji fahişelerinin elindeki medya duyurmamıştı<br />

bile... 25 sene sonra da olsa o satılmışları buradan bir<br />

daha kınıyorum.<br />

Himmetin üzerimize olsun Kemal Amca... Beni yazmaya<br />

teşvik ettiğin o senelerde söylediğin ve hala kulaklarımda çınlayan<br />

sözlerin bize hep ışık olacaktır: HER ÜLKÜCÜ BİRER<br />

YAZAR OLMALIDIR.<br />

Murat Yalçın<br />

http://www.yusufiye.net/modules<br />

php?name=News&file=print&sid=60<br />

228<br />

16.11.2004<br />

Demiştir Ki:<br />

AĞACIN TAHASSÜRÜ<br />

Her Mayıs sonu<br />

Yalnızlığa terk edilen dallarımda<br />

Filizlenirdi bahar yeniden<br />

Bu ayda!..<br />

Bu ayda açar çiçeklerim…<br />

Nerede kaldı o giden sevgililer!<br />

Kara gözlü, elâ gözlü, yeşil gözlü<br />

Böceklerim…


Öldürülen 101 Şair<br />

Bu ayda sevgiyle dolardı ruhum<br />

Yudum yudum!..<br />

Yapraklarıma renk, damarlarıma su..<br />

Veda bal arılarından buseler aldığım günler!..<br />

Tomurcuklarımın şafakta vurulduğu uykusu!..”<br />

BİR DAVA ADAMI: KEMAL FEDAİ<br />

Akkoca Hafız Mehmet’in oğlu olan ve 1927 yılında köyümüzde<br />

doğan Kemal Fedai Coşkuner ilkokul üçüncü sınıfa<br />

kadar köyümüzde, dört ve beşinci sınıfları Güzelsu’da okumuştur.<br />

Sabit Ünal Hocanın isteği ve ısrarı sonucunda Aksu<br />

Köy Enstitüsü’ne kaydedilmiş ve buradan 1945 yılında mezun<br />

olmuştur. O yıllarda “Yoldaş” olan soyadını Coşkuner olarak<br />

ve Kemal olan adını da Kemal Fedai olarak değiştiren Akkoca<br />

Abbasoğlu Kemal Fedai Coşkuner, öğretmen olduktan sonra<br />

Antalya ve Muğla illerinde, Akseki’de ve köyümüzde öğretmenlik<br />

yapmıştır.<br />

229<br />

Kore Savaşı çıktığında, daha askerlik çağı gelmediği halde<br />

Genelkurmay Başkanlığına müracaat edip gönüllü olarak savaşa<br />

katılma isteğinde bulunmuş ama askerliğe çağrılmamıştır.<br />

Daha sonra askerliğini Gölcük’te yedek subay olarak tamamlamış<br />

ve İzmir’in Ödemiş ilçesinin Kaymakçı beldesinde<br />

öğretmenlik mesleğine devam etmiştir. 9 Temmuz 1961 tarihinde<br />

kapalı olan Türk Ocakları İzmir Şubesini açıp faaliyete<br />

geçirmiş, 1963 yılının Ağustos ayında Fedai gazetesini<br />

“Allah’a, Vatana, Hürriyete Fedai” sloganı ile yayın hayatına<br />

sokmuştur. Bir yıl sonra Van iline sürgün edilmiş, ama gitmediği<br />

için açığa alınmıştır. Mahkeme kararı ile görevine iade<br />

edildikten sonra İzmir’in Gültepe Mustafa Kemal, Topaltı ve<br />

Yıldırım Kemal Bey ilkokullarında öğretmenlik mesleğine


Mustafa CEYLAN<br />

devam eden Kemal Fedai’nin son görevi İzmir Halk Eğitim<br />

Merkezi Müdürlüğü olmuştur. 14 Mayıs 1978 tarihinde -soruşturma<br />

yapılmaksızın- bu görevinden uzaklaştırılmış ve<br />

uzun süren mahkemelerden sonra mücadelesini kazanıp tekrar<br />

görevine dönmüştür.<br />

3 Aralık 1979 Pazartesi gününün akşamüzeri daha elli iki<br />

yaşında, köylülerimize ve insanlığa hizmet yolunun belki henüz<br />

başlarında ve asıl verimli çağında çevresi için bir ışık olmaya<br />

başlayacak iken, İzmir’in Agora semtinde, pazar alış<br />

verişinden evine dönerken teröristlerce şehit edilen Kemal<br />

Fedai’nin şairlik, yazarlık ve gazetecilik yönü her zaman öğretmenlik<br />

mesleğinden daha güçlü olmuştur:<br />

230<br />

Köyümüzün tanınmış simalarından olan Fedai’nin yazıları<br />

Serdengeçti, Toprak, İleri, Anadolu, Türk Yolu, Bizim Anadolu,<br />

Komünizmle Savaş, Orkun, Hergün isimli dergi ve gazetelerde<br />

yayımlanmış, Hüryol ve Sonsöz gazetelerinde köşe yazarlığı<br />

yapmıştır.<br />

Vatanda Gurbet (şiir), Kara Sevda (şiir), Kader Çizgileri,<br />

Bu da Benim Köyüm, Mektuplar gibi kitapları da bulunan Kemal<br />

Fedai, İstanbul’da Fedai isimli gazetesini, İzmir’de Siyonizmle<br />

Mücadele ve Fedai isimli dergilerini yayımlamıştır.<br />

Bir toplum insanı olan Kemal Fedai, hayatı boyunca pek<br />

çok dernek, kuruluş ve organizasyonda çalışmış ve yöneticilik<br />

yapmıştır:<br />

1951-1952 Türkiye Milliyetçileri Derneği İzmir Tire Şubesi<br />

Kuruculuğu<br />

1961-1965 İzmir Türk Ocağı Başkanlığı<br />

1965 Adalet Partisi Manisa Milletvekili Adaylığı<br />

1969 Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği Genel Başkanlığı


Öldürülen 101 Şair<br />

1973 Milliyetçi Hareket Partisi Aydın Milletvekili Adaylığı<br />

1977 Milliyetçi Hareket Partisi Antalya Milletvekili Adaylığı<br />

1978 İzmir Türk Ocağı Yöneticiliği<br />

İzmir Ülkü-Bir Derneği Kuruculuğu ve Yöneticiliği<br />

İzmir Ülkü Ocakları Derneği Yöneticiliği<br />

Milliyetçi Hareket Partisi Antalya Bölgesi Müfettişliği<br />

Kemal Fedai’nin Çanakkale Savaşı’nda yer alıp çarpışan<br />

babası için yazdığı üç sayfalık şiirin ilk kıtası:<br />

AKKOCA ABBASOĞLU DESTANI<br />

231<br />

Kurulmuş Anafartalar’da harp divanı,<br />

Her taraf mahşer…<br />

Dilinde tevhit kahraman bir er…<br />

Atılmış siperlere dolu dizgin.<br />

Versin ona Allah selamet;<br />

Akkoca Abbasoğlu Mehmet!<br />

Kemal Fedai’nin Akseki için yazdığı bir şiir:<br />

Bir yurt ki benzemez başka ellere<br />

Yedi dağ üstünden bakar Aksekim<br />

Buzdan pınarlara, karlı bellere<br />

Gönülden sevgiler akar Aksekim


Mustafa CEYLAN<br />

Yer çetin orada, insanlar çetin<br />

Hasmıdır tembellik denen illetin<br />

Olamaz esiri asla zilletin<br />

Ekmeğini taştan söker Aksekim<br />

Yurt kalkınmasında şanımız vardır<br />

Ticari ahlakta namımız vardır<br />

Vatan için coşan kanımız vardır<br />

Sinesinden adam çıkar Aksekim<br />

Yaz gelince dönüş başlar sılaya<br />

Kurulur düğünler, bak sen halaya<br />

Ağustos’ta bütün gözler oraya<br />

Cümle hemşeriyi çeker Aksekim<br />

232<br />

Davullar vurulur, kaşık şakırdar<br />

Dokuzlu beşliler durmaz, takırdar<br />

Ateşler yakılır, dallar çatırdar<br />

Gönlünce muhabbet çöker Aksekim<br />

Baharlar fışkırır yörelerinden<br />

Keklikler ötüşür tepelerinden<br />

Çağıl çağıl akan derelerinden<br />

Hasretin bağrımı yakar Aksekim<br />

Dağ içine hele bir yol varanda<br />

Nergis, çam kokusu her yer saranda<br />

Yaylalar yaylası ulu Geyran’da<br />

Başına çelengi takar Aksekim<br />

Geyran yaylasından haydi geçelim<br />

Doruklardan soğuk sular içelim<br />

Mümkün mü o yere değer biçelim<br />

Dağ, taş sümbül, kekik kokar Aksekim


Öldürülen 101 Şair<br />

Der Fedai, buralar seni eylemez<br />

Ben dağlıyım, gönül ferman dinlemez<br />

Ne kadar coşsam da dağlar inlemez<br />

Sensizlik ruhumu sıkar Aksekim<br />

Sürgün yıllarında yazdığı şiirlerden olan<br />

GÜZ RENGİ HATIRALAR adlı eserinden bir dörtlük:<br />

Teselli diye diye bu yaya yollarında<br />

Saçlarımdaki aklar kovalarken akları<br />

Ağlayan milyonların vefalı kollarında<br />

Ümitsiz seyre daldım güz rengi ufukları<br />

KARGALI ŞİİR<br />

233<br />

80 hanecik garip köyüm.<br />

95 kişi salmış seferberliğe…<br />

Hey gidi koca seferberlik hey!<br />

4 kişi dönmüş geriye…<br />

Helal olsun,<br />

Helal olsun amma<br />

Ah amma!<br />

Göğe baktım karga gak dedi.<br />

Yere baktım,<br />

Tilki girmiş kümesime<br />

Yavrucuklar vak dedi…


Mustafa CEYLAN<br />

(3):SABAHATTİN ALİ<br />

Demiştir ki:<br />

“KÖPRÜDE SABAH<br />

Gece, yavaşça siyah mantosunu sürükler<br />

Vapurlar, şimdi suya bırakılmış kütükler,<br />

Ufuk, banyo edilen bir fotoğraf camıdır..<br />

Dağlar dudaklarını boyar pembe bir tüyle<br />

Köprüde fersiz gözler açılır üzüntüyle<br />

Sabah, ızdırap çeken kalplerin akşamıdır..<br />

234<br />

Kollarını gererken iş bekleyen bir sandal,<br />

İlk ışıklar açılır esmer sularda dal dal;<br />

Rüya görür kıyılar bir uyanık uykuda..<br />

Gecenin bir mehtabı andırırken sonları,<br />

Gemi fenerlerinin ziyadan bastonları<br />

Kaybolur ağır ağır kurşunileşen suda..<br />

Paslı mızraklar gibi uyuklayan direkler<br />

Bir gün yapacakları muhayyel cengi bekler,<br />

Uçuşur beyaz deniz kuşları alay alay..<br />

Buruşuk bir deriyi andırır titreyen su,<br />

İner merdivenlerden ilk vapurun yolcusu,<br />

Uyandırır ihtiyar köprüyü bir tramvay…”


Öldürülen 101 Şair<br />

“25 Şubat 1907’de Edirne Vilayeti’nin Gümülcine<br />

Sancağı’na bağlı Eğridere kazasında doğmuştur. Babası piyade<br />

yüzbaşısı (Cihangirli) Selahattin Ali Bey’in görev yerlerinin<br />

sık sık değişmesi dolayısiyla, ilköğrenimini İstanbul, Çanakkale<br />

ve Edremit’in çeşitli okullarında tamamlamıştır<br />

(1921) Edremit’e göçtüklerinde bölge Yunan işgalinde olduğu<br />

için emekli olan babası aylığını alamamış ve aile çok zor günler<br />

geçirmiştir. İlkokulu bitirdikten sonra parasız yatılı olarak<br />

Balıkesir Öğretmen Okulu’na giren Sabahattin Ali, beş yıl burada<br />

okumuş, daha sonra İstanbul Öğretmen Okulu’nda mezun<br />

olmuştur (1926). Bir yıl kadar Yozgat’ta ilkokul öğretmenliği<br />

yapmış, Millî Eğitim Bakanlığı’nın açtığı sınavı<br />

kazanarak Almanya’ya giderek iki yıl orada okumuştur (1928<br />

- 1930). Yurda döndükten sonra Sabahattin Ali, Orhaneli’nde<br />

ilkokul öğretmenliğine atandı.Aydın ve sonra Konya ortaokullarında<br />

Almanca öğretmenliği yapmıştır.<br />

Konya’da bulunduğu sırada, bir arkadaş toplantısında<br />

Atatürk’ü yeren bir şiir okuduğu iddiasıyla tutuklanmış<br />

(1932), bir yıla mahkûm olarak Konya ve Sinop cezaevlerinde<br />

yatmış, Cumhuriyetin onuncu yıldönümü dolayısıyla çıkarılan<br />

af yasasıyla özgürlüğüne kavuşmuştur (1933). Cezaevinden<br />

çıktıktan sonra Ankara’ya giden Sabahattin Ali Millî Eğitim<br />

Bakanlığı’na başvurarak yeniden göreve alınmasını istemiştir.<br />

Dönemin bakanı Hikmet Bayur’un “eski düşüncelerinden<br />

vazgeçtiğini ispat etmesini” istemesi üzerine Varlık dergisinde<br />

“Benim Aşkım” adlı şiirini yayımlayarak (15 Ocak 1934)<br />

Atatürk’e bağlılığını göstermeye çalışmıştır. Aynı yıl Bakanlık<br />

Neşriyat Müdürlüğü’ne alınmış, Ankara II. Ortaokul’da öğretmenlik<br />

yapmıştır. 16 Mayıs 1935 günü Aliye Hanım ile evlenmiş,<br />

1936’da askere alınmış, 1937 Eylülünde kızı Filiz Ali<br />

dünyaya gelmiştir. Yedek Subay olarak askerliğini Eskişehir’de<br />

tamamlamış, 10 Aralık 1938 de Musiki Muallim Mektebi’nde<br />

Türkçe öğretmeni olarak göreve başlamıştır. 1940 yılında tekrar<br />

askere alınmış, askerliğini yaptıktan sonra Ankara Devlet<br />

235


Mustafa CEYLAN<br />

Konservatuarı’nda Almanca öğretmenliği yapmıştır (1941 -<br />

1945).<br />

236<br />

“İçimizdeki Şeytan” romanı milliyetçi kesimde büyük tepki<br />

toplamıştır. Nihal Atsız’ın hakkında yazdığı hakaret dolu<br />

bir yazıya karşılık dava açmış, dava sırasında çok sıkıntı çekmiştir.<br />

1944 yılında davayı kazanmasına rağmen tepkilerden<br />

kurtulamamıştır. Olaylı duruşmalar sonunda bakanlıkça görevinden<br />

alınmış, İstanbul’a giderek gazetecilik yapmaya başlamıştır<br />

(1945). Ancak fıkra yazdığı La Turquie ve Yeni Dünya<br />

gazeteleri, Tan olayları sırasında tahrip edilince işsiz kalmış,<br />

Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’la Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum<br />

Paşa, Öküz Paşa gibi siyasal mizah dergilerini çıkarmıştır<br />

(1946 - 1947). Ancak, bu gazeteler tek parti iktidarının baskılarıyla<br />

karşılaşmış, dergilerin isimlerindeki Paşa ifadesiyle<br />

“Milli Şef” İsmet Paşa ile alay edildiği iddiası ile kapatılmış,<br />

yazılar ve yazarları hakkında kovuşturmalar açılmıştır. Sabahattin<br />

Ali dergilerde çıkan yazılarından dolayı üç ay hapis yatmış,<br />

karşılaştığı baskılardan bunalmıştır. Ali Baba dergisinde<br />

yayımladığı “Ne Zor Şeymiş” başlıklı yazıda, içinde bulunduğu<br />

durumu şöyle anlatmaktadır: “Çalmadan, çırpmadan bize<br />

ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan<br />

yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu<br />

kadar tehlikeli mi olmalı idi”.<br />

Bir başka dava nedeni ile 1948’de Paşakapısı cezaevinde<br />

üç ay yatmıştır. Çıktıktan sonra zor günler geçirmeye başlamış,<br />

işsiz kalıp, yazacak yer bulamamıştır. Yurt dışına gidebilmek<br />

için pasaport almak istemiş, alamamıştır. Yasal yollardan<br />

yurt dışına çıkma olanağı da bulamayınca Bulgaristan’a kaçmaya<br />

karar vermiş fakat para karşılığı anlaştığı Ali Ertekin<br />

adlı kaçakçı tarafından Jandarma karakolunda katledilmiş,<br />

daha sonra da cesedi 2 Nisan 1948 tarihinde Bulgaristan sınırında<br />

şaibeli bir şekilde bulunmuştur. Sabahattin Ali’yi öldürdüğünü<br />

itiraf eden ve Milli Emniyet mensubu olduğu iddia


Öldürülen 101 Şair<br />

edilen Ali Ertekin, dört yıla hüküm giymiş; fakat birkaç hafta<br />

sonra çıkartılan aftan yararlanarak serbest kalmıştır.<br />

Bulgaristan’ın Eğridere (Ardino) kentinde, Sabahattin<br />

Ali’nin 100. doğum yılı kutlandı. 31 Mart 2007 günü gerçekleşen<br />

toplantıya, başta Bulgaristan Yazarlar Birliği Başkanı<br />

olmak üzere Sofya ve Bulgaristan’ın çeşitli kentlerinden Türk<br />

ve Bulgar yazarlar, şairler, okurlar ve Sabahattin Ali’nin kızı<br />

Filiz Ali katıldı. Bütün eserleri 1950’li yıllardan beri Bulgaristan’daki<br />

tüm okullarda okutulduğundan, Sabahattin Ali bu ülkede<br />

çok tanınan bir yazardır.<br />

Sabahattin Ali yazı yaşamına şiirle başlamış, hece vezniyle<br />

yazdığı ve halk şiirinin açık izleri görülen bu ürünlerini<br />

Balıkesir’de çıkan ve Orhan Şaik Gökyay tarafından yönetilen<br />

Çağlayan dergisinde yayımlamıştır (1926). Servet-i Fünun,<br />

Güneş, Hayat, Meşale gibi dergilerde de yazan (1926 -<br />

1928) Sabahattin Ali, bu arada öykü de yazmaya başlamış, ilk<br />

öyküsü “Bir Orman Hikâyesi” Resimli Ay’da yayımlanmıştır<br />

(30 Eylül 1930). Toplumsal eğilimli bu öyküyü Nazım Hikmet,<br />

şu sözlerle okurlara sunmuştur: “Bu yazı bizde örneğine<br />

az tesadüf edilen cinsten bir eserdir. Köylü ruhiyatının bütün<br />

muhafazekâr ve ileri taraflarını, iptidaî sermaye terakümünü<br />

yapan sermayedarlığın inkişaf yolunda köylülüğü nasıl dağıttığını<br />

ve en nihayet, tabiatın deniz kadar muazzam bir unsuru<br />

olan ormanın muğlâk, ihtiraslı hayatını, kımıldanışların zeki<br />

bir aydınlık içinde görüyoruz”.<br />

237<br />

Sabahattin Ali, af yasasından yararlanarak hapisten çıktıktan<br />

sonra, özellikle Varlık dergisinde yayımladığı “Kanal”,<br />

“Kırlangıçlar”, “Arap Hayri”, “Pazarcı”, “Kağnı” (1934 -<br />

1936) gibi öyküleriyle dikkati çekmiştir. Sabahattin Ali Anadolu<br />

insanına yaklaşımıyla edebiyata yeni bir boyut kazandırmıştır.<br />

Ezilen insanların acılarını, sömürülmelerini dile<br />

getirmiş, aydınlar ve kentlilerin Anadolu insanına karşı takındıkları<br />

küçümseyici tavrı eleştirmiştir. 1937’de yayınlanan


Mustafa CEYLAN<br />

Kuyucaklı Yusuf romanı, gerçekçi Türk romanının en özgün<br />

örneklerinden biridir.”<br />

Demiştir ki:<br />

“DAĞLAR<br />

Başım dağ, saçlarım kardır<br />

Deli rüzgârlarım vardır.<br />

Ovalar bana çok dardır,<br />

Benim meskenim dağlardır.<br />

238<br />

Şehirler bana bir tuzak;<br />

İnsan sohbetleri yasak;<br />

Uzak olun benden, uzak<br />

Benim meskenim dağlardır.<br />

Kalbime benzer taşları,<br />

Heybetli öter kuşları,<br />

Göğe yakındır başları<br />

Benim meskenim dağlardır.<br />

Yârimi ellere verin;<br />

Sevdamı yellere verin;<br />

Yelleri bana gönderin<br />

Benim meskenim dağlardır.<br />

Bir gün kadrim bilinirse<br />

İsmim ağza alınırsa<br />

Yerim soran bulunursa<br />

Benim meskenim dağlardır.


Öldürülen 101 Şair<br />

Sabahattin Ali’nin halk şiirinden esinlenerek yazılmış şiirlerini<br />

içeren Dağlar ve Rüzgâr (1934) adlı kitabı yazın çevrelerinde<br />

ilgi uyandırmış, örneğin Yaşar Nabi, Hakimiyet-i<br />

Milliye’de şu övücü satırları yazmıştır: “Bu kitabın mümeyyiz<br />

vasfı halk edebiyatı tarzında bir deneme teşkil etmesidir. Sabahattin<br />

Ali’nin tecrübeli muvaffak neticeler vermiş. Ve bize,<br />

şiirleri doğrudan doğruya bir halk şairi elinden çıkmamış olduklarını<br />

hissetirmekle beraber, o tanıdığımız ve sevdiğimiz<br />

samimi edayı tattırabiliyor. Komplike imajlardan kaçınılmış<br />

olması, bu şiirlere büyük bir sadelik vermiş.” Ancak, Sabahattin<br />

Ali, bu kitabından sonra şiirle ilgilenmemiş, sadece öykü<br />

ve roman yazmıştır. ‘Leylim Ley’, ‘Aldırma Gönül’ gibi halk<br />

dilinden yararlanarak yazdığı şiirler herkes tarafından bilinir.<br />

Sabahattin Ali, Varlık’ta Esirler adlı üç perdelik bir oyun da<br />

yazmış (1936), ancak bu türü de bir daha denememiştir.<br />

239<br />

Şiir Kitapları:<br />

1934: Dağlar ve Rüzgâr<br />

1937: Kurbağanın Serenadı ve Öteki Şiirler’le birlikte<br />

Bestelenen şiirleri :<br />

“Hapishane Şarkısı V” (Aldırma Gönül - Kerem Güney,<br />

Edip Akbayram)<br />

“Eşkiya Dünyaya” (Zülfü Livaneli)<br />

“Leylim Ley” (Zülfü Livaneli)<br />

“Hapishane Şarkısı I” (Göklerde Kartal Gibiydim / Nazlı<br />

Yarim - Deniz Akyürek)<br />

“Hapishane Şarkısı III” (Geçmiyor Günler - Ahmet Kaya)<br />

“Hapishane Şarkısı 2” (Bir Yürek Kaldı Avucumunda)<br />

(Grup Çağrı)<br />

“Çocuklar Gibi” (Sezen Aksu)


Mustafa CEYLAN<br />

“Kız Kaçıran” (Ahmet Kaya)<br />

“Kara Yazı” (Ahmet Kaya)<br />

“Melankoli” (Ali Kocatepe, Nükhet Duru)<br />

“Eskisi Gibi” (Ben Yine Sana Vurgunum - Ali Kocatepe,<br />

Nükhet Duru)<br />

“Dağlar” (Benim Meskenim Dağlardır-Sadık Gürbüz-<br />

Dağlardır Dağlar-Sezen Aksu)<br />

“Göklerde Kartal Gibiydim” - Grup Çağrı, Volkan Konak<br />

240<br />

Öyküleri :<br />

Değirmen (1935)<br />

Kağnı (1936)<br />

Hanende Melek (1937)<br />

Ses (1937)<br />

Kağnı – Ses (1943 - İki kitap birlikte)<br />

Yeni Dünya (1943)<br />

Sırça Köşk (1947)<br />

Kamyon<br />

Bütün Öyküleri 1 (Aralık 1997, Değirmen, Kağnı ve Ses<br />

kitapları ile birlikte)<br />

Bir Orman Hikayesi<br />

Oyun<br />

Zanaatkarlar (1936)<br />

Romanları :<br />

Kuyucaklı Yusuf (1937)<br />

İçimizdeki Şeytan (1940)<br />

Kürk Mantolu Madonna (1942)


Öldürülen 101 Şair<br />

Derlemeleri :<br />

Markopaşa Yazıları ve Ötekiler (1998)<br />

Çakıcı’nın İlk kurşunu (2002)<br />

Mahkemelerde (2004)<br />

Hep Genç Kalacağım (2008)<br />

Çevirileri :<br />

Tarihte Garip Vakalar, Max Memmerich (1941)<br />

Antigone, Sofokles (1942)<br />

Minna Von Barnhelm, Lessing (1943)<br />

Üç Romantik Hikaye, H. Von Kleist - A.V. Chamisso -<br />

E.T.A. Hoffmann (1944)<br />

Fontamara, Ignazio Silone (1944)<br />

Gyges Ve Yüzüğü, Fr. Hebbel (1944)<br />

Yüzbaşının Kızı, A.S. Puşkin (1944) (Erol Güney ile birlikte)(Kaynak:wikipedia.org)<br />

241


Mustafa CEYLAN<br />

(88): ŞEVKİ<br />

Prizrenli Şevki… 1852 Yılında, bugün Balkanlarda en güzide<br />

Türk şehirlerinden birisi olan Prizren’de doğdu. Asıl adı<br />

Hüseyin. Babası Cafer Sipahî, annesi bir prenses olup Karadağ<br />

Prenslerinden Nikola’ nın kızı Prenses Panayota… Şairimiz<br />

Muhammet Nur’un talebelerinden. 1907’ de Bulgar komitacıları<br />

tarafından vurularak şehid edilmiştir.<br />

Demiştir ki:<br />

242<br />

“Bâde-i “kün”le bizi mest eyledi Allâh’ımız<br />

Ol meyin zevkiyle uğradı bu dâre râhımız<br />

“Küntü kenz”in sırrını anlar mı her dervîş olan<br />

Biz “elest” dervîşiyiz ıtlakdadır dergâhımız<br />

Cübbe vü destâr-ı âriyetden el çektik veli<br />

Âlem-i ma’nîde vardır tâc ile külâhımız<br />

İştibâh-ı zulmet-i şebden bugün âzâdeyiz<br />

Âsümân-ı dilde doğdu devletimiz mâhımız<br />

Ber-murâd olsun derim her iki âlemde bugün<br />

Kim ki olmadı ya oldu Şevki-i hayr-hânımız”


Öldürülen 101 Şair<br />

Divanı iki kez basılmıştır. Ayrıca torunu Turgut Koca’ da<br />

“Şevki-Şiirleri ve Hayatı” adıyla bir eser de yayınlanmıştır.<br />

Bektaşî şairleri arasında önemli bir yere sahiptir. Manastır Askeri<br />

İdadisi’nden mezun olmuş, Piyade subayı olarak orduya<br />

katılmıştır. 1897’de yapılan Yunan harbine katılmıştır. Başpınar<br />

kalesinin fethinde bulunmuştur. Edirne’de 78. Alay Komutanlığı<br />

görevinde bulunmuştur.<br />

Demiştir Ki:<br />

“Yek nazarla gönlümü sayd etdi şahin gözlerin<br />

Âdetince eyledi icrâ-yı âyîn gözlerin<br />

Ta’lim-i ders-i şuhûd eyler nazar erbâbına<br />

Pîşvâ-yı mürşidân-ı mezheb-i dîn gözlerin<br />

243<br />

Şânın ol râh-ı Huda’ya eylese atf-ı nigâh<br />

Gözterir her zerrede Allâh’ı hak-bîn gözlerin<br />

Âdeme pîrâyesin burhân yeter bu zâtına<br />

Vahdet-i hakkı eder tefsîr ü tebyîn gözlerin<br />

Şevkî tahlîs-i girîbân mı ederdi küfreden<br />

Lutf idüp ger itmese îmânı telkîn gözlerin.”


Mustafa CEYLAN<br />

(5): ESAD<br />

Demiştir Ki:<br />

“Bırakmış Ka’bei gönlüm ruh-i dil-dâre yüz tutmuş<br />

Beni ta’n eyleyen zâhid der ü dîvâre yüz dutmuş<br />

Hükümeyler ser-i kuyinde diller dâd-hâhâne<br />

Reâyâ cevrden san kim der-i hünkâra yüz dutmuş<br />

244<br />

Gönül zülfüne düşmek niyetiyle cüst-cû eyler<br />

Kemende düşmeğe ol âhû-yı bîçâre yüz dutmuş<br />

Gönül meyleylemiş müjgânına ol şûh-ı Azra’nun<br />

Halâs olmaz müselmân leşker-i küffâra yüz dutmuş<br />

Müşerref eylemiş Es’ad bugün kâşânemi cânân<br />

Tabîb derd-mendân külbe-i ahrara yüz dutmuş.”<br />

Asıl adı Mehmed Esad, mahlası Esad; Kerkük’te naiblik<br />

görevi yapan babası sebebiyle Naiboğlu Esad adıyla da tanınmıştır.<br />

1821 yılında Davut paşa’ nın sır kâtibidir. Yaşadığı dönemde<br />

bir çok problemli konuyu çözmekle barış elçisi olarak<br />

görevlendirilmiş, çoğunda da başarılı olmuştur. Arap aşiretleri<br />

arasında çıkan isyanda ihtilâfı çözmekle görevlendirilen kuvvetlerin<br />

komutanlığını da yapmıştır. Kethüdalık görevine getirilmiş,<br />

valilik yetkilerini de kullanmıştır. Vali, Bağdat halkını<br />

dinlemez ve şairimize kulak verir. Bunun üzerine halkın isya-


Öldürülen 101 Şair<br />

nı çoğalır ve Bağdat Kadısı Takı Çelebi’ nin başkanlığında<br />

gösteriler tertip edilir. 1833 yılında ramazan ayında teravih<br />

namazından çıkıp Valiliğe giderken, tabanca ile kurşunlanarak<br />

öldürülmüştür. Kerkük şairleri arasında önemli bir yere sahiptir.<br />

Arapça ve Farsça’ya hakimdir.<br />

Demiştir ki:<br />

“Hâk-pây-i yâre geldim şâdumân oldum bugün<br />

Mazhar oldum iltifâta kâmurân oldum bugün<br />

Hadd-i zâtımda gedâ-yı bî-ser ü sâmân isem<br />

Ve lâkin hüsnünle ben şâh-ı cihân oldum bugün.<br />

Ol Mesîhâ-dem sıfatla ey dil oldum hem-zemân<br />

Buldu feyz-i sohbet ile merdüm-i cism tâze cân<br />

Teşne-i hüsrân iken emdim leb-i la’lin hemân<br />

Pir idim âb-ı hayât içdim civân oldum bugün<br />

245<br />

Hamdülillâh tâli’-ı mesûd-bahş-ı yâr ile<br />

Gülşen-i işretde bülbül-veş o gül-i ruhsâr ile<br />

Fırsat el verdi görüşmek kısmet oldu yâr ile<br />

Rû-be-rû zânû-be-zânû nağme-hân oldum bugün<br />

Bir kemân ebrû kemân-keş yâre oldum mübtelâ<br />

Kabza-i cevrinde kadim yâ gibi oldu düta<br />

Dest-i nâzından gelen tîr-i cefâ itmez hatâ<br />

Nêvek-i dil-dûz-ı müjgâne nişân oldum bugün


Mustafa CEYLAN<br />

Rahm idüb insâfa geldi ol civân-ı dil-rübâ<br />

Hânemi sûrî beşaşetle idüb arz-ı vefâ<br />

Kandedir andı beni adımla ol şeyh Es’ad’a<br />

Müjdeler kim sâhib-i nâm ü nişân oldum bugün.”<br />

Demiştir ki:<br />

246<br />

“Bir zaman kim sen idin Yûsuf-i Ken’an güzelim<br />

Nihr ü mâh olmuş idi hüsnüne hayrân güzelim<br />

Reşk iderdi lebine gonca-i handân güzelim<br />

Bâğ-ı hüsnünde bitüb hâr-ı mugaylân güzelim<br />

Bir hayâl eyle ki evvel ne idin şimdi nesin.”


Öldürülen 101 Şair<br />

(6): HÂMÎDÎ<br />

Demiştir ki:<br />

“Başıma düşmüş bir belâ-yı nâgehândır perçemin<br />

Ya’ni zincîr-i cünûn-ı âşıkândır perçemin”<br />

Diyarbakırlı, asıl adı Abdulhamid, hocalarının rahle-i tedrisinde<br />

yetiştikten sonra, sabahları Zinciriye, akşamları da Ulu<br />

Cami medresesinde ders vermiştir. Ve Diyarbakır müftüsü olmuştur.<br />

Ancak, Diyarbakır Valisi ile arası açıktı, sürgünü çıktı.<br />

Şehir dışına çıktıklarında abdest alıp iki rekât namaz kıldı. Bu<br />

esnada Valinin adamlarının saldırısına uğradılar. Şairimiz ve<br />

arkadaşları taş, sopa, ellerine ne geçerse kendilerini savunup<br />

karşı koydular. Ancak, Valinin adamları silâhlı idi. Oracıkta<br />

şairimizi Abdülhamid Hamîdî’yi öldürdüler, oraya defnettilerse<br />

de üç gün sonra defnedilen yerden cesedi çıkarıldı ve şehrin<br />

içine defnedildi.<br />

247<br />

Bu duruma üzülen Bağdat Valisi Davud Paşa, halkın da<br />

şikâyetlerini dikkate alarak, Diyarbakır valisini idam ettirir ve<br />

kesik başını İstanbul’a gönderir.


Mustafa CEYLAN<br />

Demiştir ki:<br />

“Âkıbet eğmedi baş ol bağrı taş kâküllerin<br />

Eyledi esrârımı dünyâya fâş kâküllerin.<br />

Bulmaya sıhhat cihânda dâima bîmâr ola<br />

Yaslanır ol gerdene sâhib-firâş kâküllerin.<br />

Kara giymiş firkate batmış hele benden beter<br />

Zâr ü giryân olduğum itmiş tırâş kâküllerin.<br />

248<br />

Firkat-i hicrin çekerken düşdü dil sevdâlara<br />

Zîr-fesde te kırup gösterdi baş kâküllerin.<br />

El çeküp kat’-ı ümîd itmez Hamîdî haşre dek<br />

Genc-i nakd-i ömrüne olmuş maâş kâküllerin.”


Öldürülen 101 Şair<br />

(7): RÂMİZ PAŞA<br />

Demiştir ki:<br />

“Urılursam n’olur ey âfet-i tannâz sana<br />

Harbe vü nîze sunar gamze-i gammâz sana.<br />

Merd-i meydân-ı vefâ şûh-ı levendâne edâ<br />

Dil-rübâ fitne-i dünyâ der isem âz sana.<br />

Yine sürgün avına çıkdı meğer gamzelerin<br />

Sürüsüyle tutulur âşık-ı ser-bâz sana.<br />

Esb-i nâzı sola vü sağa sürer elde cirîd<br />

Rast geldi gönül ey şuh-ı çep-endâz sana.<br />

249<br />

Yürü var murğ-ı dl-i zârını pek tut Râmîz<br />

Yohsa sayda süzülür gamze-i şehbâz sana.”<br />

Asıl adı Abdullah, Kırım bilginlerinden Abdi Veli paşazade’nin<br />

torunu, Kırım Kadıaskerlerinden Feyzullah Bey’in oğludur ve 9<br />

yaşında öksüz kalmıştır. Öldürülen şairlerimizden Halet Efendi<br />

ile Hurşid Paşa’ nın oluştırduğu ve pusuda bekleyen kuvvetlerin<br />

saldırısı sırasında vücuduna isabet eden üç kurşunla öldürülmüş<br />

bir şairimizdir. Yerköy kalesi önüne defnedilmiştir.<br />

1846-47 yılında yayınlanan 16 sayfalık bir Divançesi bulunmaktadır.<br />

Eğitimini tamamladıktan sonra müderris olur.<br />

Daha sonra Kudüs molla yardımcılığına atanır. Birkaç yıl Kudüste<br />

kalır ve tarikatlere ilgi duyar. İstanbul’a döndüğünde<br />

Mahmud Paşa mahkemesinde Naiblik görevine başlar. Bir yıl<br />

sonra da Ordu-yı Hümayun kadılığı görevi ile Mısır’a gider.


Mustafa CEYLAN<br />

Küçük Ruznamçe ve Mısır Ruznamçeliği görevlerini yapar.<br />

İstanbul’a döndüğünde Kumbarhane, Mühendishane nazırlığı<br />

ile Başmuhasebecilik görevlerini yapmaya başlar. Ve III. Selim<br />

olaylarında, Selim taraftarı diye Kavala’ya sürgün edilir.<br />

Alemdar Mustafa Paşa’nın yardımıyla sürgünden kurtulur.<br />

1808’ de Silistre Valiliğine tayin edilir. Alemdar Mustafa Paşa,<br />

İstanbul’a hakim olunca, şair paşamızı Kaptan-ı derya’lık görevine<br />

yükseltir.<br />

250<br />

Olan olur ve tarih kendi makarasnı çevirmeye başlamıştır.<br />

Durdurulamaz olan bu dönüş de Yeniçeriler isyan bayrağını<br />

açmışlardır. Ramiz Paşa’mız yeniçerilere karşı Alemdar Mustafa<br />

Paşa’yı ve sarayı korumaya çalışırsa da başarılı olamaz.<br />

Kaçar. Sonunda Rusya’ya, oradan da asıl yurdu olan Kırım’a<br />

döner. Kırımda iken, 120 hane halkının tamamını İstanbul’a<br />

gönderir ve Rus seferinde esir düşen Yeniçerilerin kurtulmasını<br />

sağlar. Bu arada saraya ve yetkililere çok sayıda mektup<br />

yazmıştır. Bunlar üzerine affedilir ve Belgrad muhafızlığına<br />

atanır. İstanbul’a dönüşü sırasında çevresinde tatarlardan kurulu<br />

kuvvetler oluşmaya başlar. Bu kuvvetlerle İstanbul’a gelişinden<br />

rahatsız olan Hurşid Paşa ve Halet Efendi, kurdukları<br />

planla onu Bükreş yakınlarında bir pusu kurarark beklemeye<br />

başlarlar. Ve o pusuda öldürülür.


Öldürülen 101 Şair<br />

(8): FERRÎ<br />

Filibe’de,1756-57’de doğmuştur, asıl adı Muhammed’dir.<br />

Vurularak öldürülen, XVIII. Yüzyıl şairlerimizdendir.<br />

Demiştir Ki:<br />

“Mecliste sürâhî ile sâgar öpüşürler<br />

Birbirine meftûn iki dilber öpüşürler.<br />

Gülşende sabâ eyledi tahrîk-i dırahtın<br />

Sarıldı hemân serv ü sanevber öpüşürler.<br />

251<br />

Seyr it de beni eyleme mahrûm-i visâlin<br />

Âşıkları cânân ile bir bir öpüşürler.<br />

Sad gıbta o bezm-i meye dildâde vü dildâr<br />

İster sarılır nâz ile ister öpüşürler.<br />

Ferrî helâk etmeğe ruhsâr ile gamze<br />

Her demde hemân mushaf ü hançer öpüşürler.”<br />

Henüz 30 yaşında iken Divan tertip ettiğini kaynaklar bildirmektedir.<br />

Şehrin şairi (şair-i şehr) adıyla nam zalmış bir<br />

şairimizdir. Beylik Odasına, Defter-i Hakânî’ye devam etmiş,<br />

vezirlerin Divan Kâtiplikleri görevlerinde bulunmuştur.


Mustafa CEYLAN<br />

Demiştir Ki:<br />

“Esrâr-ı dil-i dilber-i tannâz ile söyleş<br />

Var tûtî gibi âyine-i râz ile söyleş.<br />

Sayd-ı dile çeşmin yeter ağyâre duyurma<br />

Ey şûh o sözü şahin ü şahbaz ile söyleş.<br />

Yüz virme nigâhım âzürde iderse<br />

Geh vaz’-ı tegâfül ile gehî nâz ile söyleş.<br />

252<br />

Ebruları vasfında koyup kîl ile kâli<br />

Tenhâda anı hâme-i i’câz ile söyleş.<br />

Râz-ı dil ü aşkı garazın fehm ise ey büt<br />

Ferrî gibi bir mu’cize-perdâz ile söyleş.”


Öldürülen 101 Şair<br />

(9): ŞEMÎMÎ<br />

“Demiştir ki:<br />

Bu divane gönlüm yollarda kaldı<br />

Yârdan ayrılalı bir haber bekler.<br />

Herkese sorar kim yâri gördün mü?<br />

Ağlaya ağlaya bir kamer bekler.<br />

Dilediği dâim giryân olmağa<br />

Kisvetin çıkarup üryân olmağa<br />

Aşkın âteşinde biryân olmağa<br />

Tennure-i tende can ciğer bekler.<br />

İlk yaz baharının eyyâmı geldi<br />

Hasret günlerinin akşamı geldi<br />

Gönül bülbülünün bayrâmı geldi<br />

Yâr ile vasl içün bir seher bekler.<br />

253<br />

Bir kadd-i bâlânın server aşkına<br />

Dünyada misli yok gevher aşkına<br />

Ol serv-i kametli dilber aşkına<br />

Bu divane gönlüm sanevber bekler.<br />

Ol çeşme-i âb-ı hayât aşkına<br />

Zinde eder cümle memât aşkına<br />

Gönlüm bir lebleri nebât aşkına<br />

Vücûdu Mısr’ında bir şeker bekler.”<br />

XVIII. Yüzyıl şairlerimizden. Asıl adı Kemaleddin. İstanbul<br />

camilerinde vaizlik yapar. İstanbul’da dersiam iken Köprülü<br />

Derg ile uzun süren mektuplaşmaları olur. Ve Akçahisar’a<br />

gider. Orada kurşunlanarak öldürülür.


Mustafa CEYLAN<br />

Mezarı İşkodra’ nın Akçahisar Kasabası’nda bulunan Bektaşi<br />

dergâhındadır.<br />

Demiştir ki:<br />

Bizdedir Seb’ul-Mesânî arş-ı Rahmân bizdedir<br />

Mazhar-ı zü’l-Kibriyâyız ulu Sübhân bizdedir.<br />

Nokta-i vâhidde bulduk dört kitâbın mânisin<br />

Âyet-i Kur’ân biziz Şerh ile Tıbyân bizdedir.<br />

Küntü kenzin mânisin hem fehm edüp esrârını<br />

Vâsıl-ı ilm-i ledün ü sırr-ı pinhân bizdedir.<br />

254<br />

Men aref hükmüyle bildik uş vücûdun şehrini<br />

Ârif-i billâh biziz kim asl-ı irfân bizdedir.<br />

Ey Şemîmi teşnedir rencûr olan bitmiş ola<br />

Bizdedir âb-ı hayât ü derde dermân bizdedir.<br />

SON SÖZ:<br />

KABRİMİZ KALIR<br />

Dağların ardına iniyorsa gün<br />

Gölge uzar, hakikatler kısalır;<br />

Nişanlıyım ufuklara, gizliye sürgün<br />

Belki çok uzaklarda kabrimiz kalır.<br />

Mustafa CEYLAN


Öldürülen 101 Şair<br />

(10): MEHMED SUBHİ ÇELEBİ(Ta’likîzade)<br />

1609 Yılında Denizli iline saldıran eşkıya tarafından yakalanıp,<br />

idam edilerek öldürülmüş bir şairimizdir. III Murad ve<br />

III. Mehmed dönemlerinde yaşamıştır. Denizli doğumludur ve<br />

Denizli’ nin eşkiyâlar tarafından ele geçirilmesini önlemek<br />

maksadıyla kurulan halk savunma birimini teşkilâtlandırmış,<br />

halkla beraber eşkiyâya karşı koymuştur. Doğduğu ilin insanlarını<br />

çok seven Mehmed Subhi Çelebizade, Ta’libi Mehmed<br />

Çelebi’nin oğludur.<br />

Demiştir ki:<br />

“Al ele câm-ı safâyı kahve fincânın gider<br />

Bu mesel meşhurdur “huz mâ safâ da’ mâ keder.”<br />

Eserleri:<br />

1- Şehname veya Şemâilname-i Âl-i Osman: Bu eser, Selçuklu<br />

sultanlarından bahseder ve Sultan I. Osman’dan Sultan<br />

III. Murad’a kadar padişaharı ve özelliklerini ele alır.<br />

2-Muradname veya Tebriziye : Özdemiroğlu Osman<br />

Paşa’nın Tebriz seferini anlatan bu eser Sultan III.Murad’a sunulmuştur.<br />

3-Gazavât-ı Osman Paşa: Revaniye adıyla da bilinir. Revan<br />

seferini anlatan bir eserdir. Padişah III. Murad’a sunulmuştur.<br />

255<br />

Demiştir ki:<br />

“Emîrân-ı sancak bî-hükm-i zamân<br />

Dilenci alemdâra döndü hemân.


Mustafa CEYLAN<br />

Şehzadeliği döneminde III.Murad’a bağlanan şairimiz, tam<br />

on iki yıl bu hizmette bulunur. Arada bir padişahın huzuruna<br />

çıkar ve görev ister. Padişah, onu vilayet tahririnde görevlendirir.<br />

Hakkının yenildiğinden bahsederek arada bir padişahın<br />

huzuruna çıkar ve bu sebeple ilerleyemez, makamlarda yükselemez;<br />

en iyisi İstanbul dışında görev yapmak diyerek gurbeti<br />

tercih eder. Özdemiroğlu Osman Paşa ve Ferhat Paşa ile İran<br />

seferine katılır. Hattâ Osman Paşa’ nın kâtipliğini yapar.<br />

Yazdığı eserleri padişaha sunar. Ancak, padişah’tan beklediği<br />

takdir ve iltifatı göremez. Bunun üzerine kırılır, içine kapanır,<br />

kahreder ve Veziriazam Sinan Paşa ile Yanık Seferine<br />

gider. Seferden dönüşte araya hatırı sayılan kişiler girer ve<br />

şairimizi sonunda “Şehnamecilik ve Müteferrikalık görevi” ne<br />

atarlar.<br />

256<br />

Böyledir işte. Şiir bu… Akıl, sır erdiremezsiniz ona. Makam<br />

sahiplerini iyi bilir. Makam sahiplerinin gözünden yüreğine<br />

ve yüreğinden diline düştüğünde kılıktan kılığa girer, şairi<br />

isterse vezir eder, isterse rezil eder. Şairin amacı, makam<br />

sahibinden teşvik ve destek almak ise; şiirin oynak ve kaygan<br />

yapısı hiç belli olmaz, esas amacı şiir olmayan şairi sırt üstü<br />

getirebilir.<br />

Kaderini çizer şairin şiir ve o kaderi Padişah sarayından,<br />

saray koridorlarından memleket sokaklarına kadar uzatır, getirir.<br />

Getirir ve şairin doğduğu evin önünden geçen sokakta eşkıya<br />

kurşunuyla alır canını.<br />

ŞAİRİMİZDEN BİR BEYİT SUNALIM:<br />

Minâre gibi ser-i bülend-i cihân<br />

Dışı doğru ve içi eğri olan.


Öldürülen 101 Şair<br />

SON SÖZ:<br />

URGANA(Gülce-Triyolemsi)<br />

Boynu bükük bir şairim destan yazıp gönderirim can cana<br />

Selam olsun, tavanlardan sallanarak gülümseyen urgana<br />

Kapı duvar, kilit bozuk, hava sisli, umut kendin kaybetmiş<br />

Makinist yok, perde yırtık, sahne çökmüş, seyirciler harbetmiş<br />

Halk olmazsa, koltuk olmaz, masa olmaz; kalem kırık, yaş<br />

yetmiş,<br />

Boynu bükük bir şairim destan yazıp gönderirim can<br />

cana…<br />

257<br />

Mazgallarda, ranzalarda, loş ışıkta, nice yiğit yatıyor<br />

Zindan soğuk, hücre tabut, memleketim gözlerimde tütüyor<br />

Okyanusun ötesinden bir kumarcı vallah bizi ütüyor<br />

Selam olsun, tavanlardan sallanarak gülümseyen urgana…<br />

Mustafa CEYLAN


Mustafa CEYLAN<br />

F-Yolu Kesilerek veya Eşkiyalar Tarafından<br />

Öldürülen Şairler<br />

(1): HAMİDLİ ŞABAN(Selîkî)<br />

258<br />

Asıl adı Şaban olup, Hamidli Şaban olarak bilinen ve şiirlerinde<br />

Selîkî mahlasını kullanan şairimiz, haydutlar tarafından<br />

yolu kesilerek öldürülen şairlerimizdendir. Tepedelen kadılığından<br />

sonra Mankub kadılığına atanmış, kısa bir süre<br />

sonra da bu görevden azledilmiştir. Bunun üzerine ailecek<br />

İstanbul’a yola çıkmış, yolda eşkiyalar tarafından yolu kesilmiş,<br />

ailesi, çocukları ve yanında bulunan bütün yakınlarıyla<br />

birlikte öldürülmüştür.<br />

Hamidli Şaban denmesinin sebebi de, Ispartalı oluşundandır.<br />

Zira, Isparta tarih sinesinde Hamitoğulları Beyliği sınırları<br />

içerisinde idi.<br />

Saçlı Emir’in talebelerindendir. Ayrıca Medine kadısı<br />

Hakimzde’ye de mülazimlik yapmıştır. İlmî derinliğinin iki<br />

kaynağı bunlardır. Kanuni yönetiminin son çeyreğinde yaşamıştır.<br />

O yüzyılda yaşayan Hayalî Bey’in sevmediği ve adını<br />

verdiği birkaç şairin arasında adı geçer.


Öldürülen 101 Şair<br />

Demiştir ki:<br />

“Turrede alnın nihân olsa gözüm giryân olur<br />

Kim kamer gelseydi akrep burcuna bârân olur<br />

Sâkiyâ yağmur gibi yağar dolular meclise<br />

Gülşen-i işretle gönlüm goncası handân olur<br />

Hane-i dilde gamın mihmânım oldukçe benim<br />

Sine tennurunda murğ-i cân u dil biryân olur<br />

Sâkî-i devran ki sağar eyleye sır kâsesin<br />

Bezm-i mihnetde mey-i aşkınla ser-gerdân olur<br />

Zâhire bakma Selîkî bâtının ta’mîr kıl<br />

Bâtını ma’mûr olanın zâhiri virân olur.”<br />

259<br />

Selîkî’ nin eli kalem tutar, bütün eş-dost ve tanıdıkların hatıra<br />

defterlerine süslü harflerle şiirler yazarmış. Hat sanatını<br />

şahane bir şekilde kullanan şaire, zamanın dost meclislerinde,<br />

ellerinde getirdikleri defter ve kâğıtlara, mecmualara şiir yazdırabilmek,<br />

anı bıraktırabilmek için insanlar kuyruğa girerlermiş.<br />

Hattâ, çok yakın dostları ona şaka mahiyetinde takılarak;<br />

“herkes şiirin için değil, hüsn ü hat sanatın için kuyrukta..”<br />

derlermiş.


Mustafa CEYLAN<br />

Demiştir ki :<br />

MÜSEDDES<br />

Gah firkat bir yanedan gönlüme verir elem<br />

Gâh hasret bir yanedan cânıma eyler sitem<br />

Gâh mihnet bir yanedan gösterir râh-ı adem<br />

Gâh gam bir yana canım almak ister neyleyem<br />

Dört yanedan bana olurlar havâle dem-be-dem<br />

Gâh firkat gâh hasret gâh mihnet gâh gam<br />

260<br />

Tîr-i firkat geh delüp bağrım deruna kâr eder<br />

Hançer-i hasret geh dem olur sînemi efgâr eder<br />

Derd-i mihnet kim beni künc-i belâda zâr eder<br />

Gam gam gönlüme geldikçe beni bîmâr eder<br />

Her biri bir yana cânımdan beni bîzâr eder<br />

Gâh firkat gâh hasret gâh mihnet gâh gam<br />

Olmuş iken ol perî aşkında şeydâ bir yana<br />

Kâkülünden var iken başımda sevdâ bir yana<br />

Cevr ederler câna ol yâr-i dil-ârâ bir yana<br />

Dil çekerken cevri ağyâr ile kavgâ bir yana<br />

Cânımı almak için eyler tekazâ bir yana<br />

Gâh firkat gâh hasret gâh mihnet gâh gam


Dil belâ bezminde her dem ney gibi nâlân olur<br />

Gözlerim yaşı şarâb olup ciğer biryân olur<br />

Şem’olup ol bezme cânım rişte-i sûzân olur<br />

Zerd olup benzim dem-â-dem gözlerim giryân olur<br />

Avş içün ben bî-kes ile hem-dem-i yârân olur<br />

Gâh firkat gâh hasret gâh mihnet gâh gam<br />

Öldürülen 101 Şair<br />

Ey Selîkî gâh firkatten nola kılsam figân<br />

Gâh hasretden yeridir yaşın olursa revân<br />

Gâh mihnetden nola olsan za’îf-i nâ-tüvân<br />

Gâh gamdan tan mı olursa vücûdun bî-nişân<br />

Râh-ı aşka girenin yolunda olur her zamân<br />

Gâh firkat gâh hasret gâh mihnet gâh gam”<br />

261


Mustafa CEYLAN<br />

(2): NİKÂBÎ<br />

Keşan kadısı iken, 1540 yılında, yolu kesilerek, eşkiyâlar<br />

tarafından öldürülen bir şairimizdir.<br />

Hat-ı yâkut bulmuşken kemâli<br />

Olımaz la’linin hattı misâli<br />

Kamer ruhsârına mihr öykünürmüş<br />

Yakındır öyle olursa zevali<br />

262<br />

Ayağın toprağıdır nûr u dîdem<br />

Başım tacı seg-i kûyin sifâli<br />

Ne bulursa siler elde avuçta<br />

Geçer nakş ol nigârın destmâli<br />

Dehânının vücûdu mümteni’dir<br />

Dilâ fikr eyleme emr-i muhâli<br />

Cemâlinde hatun mehdî-i kâzib<br />

Belürdi Rûm’da gûyâ Celâlî<br />

Saçın zincîrine dil bağlayaldan<br />

Nikâbî bir delidir bağlamalı<br />

Nikâbî, İznik doğumludur. XVI. Yüzyılın şairleri ve ilim<br />

adamları arasında yer alır. Tezkirelere göre, asıl adı Muhyiddin<br />

Çelebi’dir.


Öldürülen 101 Şair<br />

Derler ki:<br />

Nikâbî, seyyiddir ve dolayısıyla Peygamber soyundan gelir.<br />

İlim ve marifet sahibi bir insandır, amma, İznikli arkadaşı<br />

Kurbî içki ve afyon müptelâsıdır ki onunla nasıl arkadaş olabilir?<br />

Seyyid’in dostu böyle bir kişi ise, Seyyid’ in seyyidliği<br />

de yalandır.<br />

Halk böyle der.<br />

Halk gözden akıllıdır. Gördüğünce boyutlandırır, renk verir<br />

kişi oğluna.<br />

Nitekim, içki ve afyon düşkünü çevrede bir hatuna meftun<br />

olmuş, ona intisab etmiştir ve Nikâbî mahlasını da bu sebeple<br />

almıştır.<br />

Yine derler ki:<br />

263<br />

“Şiiri güzel, gazelleri eşsiz, muhayyel, atasözü ve deyimlerle<br />

örtülü, edası temiz, nazmı yakıcıdır.”<br />

“Şanına muvafık eş’arı ve mahlasına mutabık güftarı vardır.(Lâtifî)<br />

Kanlu yaşunda saçun aksi bu ben mahzûnun<br />

Cime benzer yazılan üstüne ol Ceyhûn’un<br />

Sana âşık deseler yüzüne bakma anın<br />

Benizi öyledir ey sîm-beden altunun<br />

Sen güzellik ile ben aşk ile meşhûr olalı<br />

Halk içinde adı var Leylâ ile Mecnûn’un<br />

Sanma kevkeb görünen dün gece ey mâh sensin<br />

Yerin od eyledi âhım şereri gerdûnun<br />

Kıldı divâne Nikâbî’yi senin bûy-i saçın<br />

Ey yüzü gül saçı sünbül nedir aslı bunun?


Mustafa CEYLAN<br />

SON SÖZ:<br />

KONUMUZ ÖLÜM VE ÖLDÜRÜLEN ŞAİRER OLDU-<br />

ĞUNA GÖRE ÜSTAD NECİP FAZIL KISAKÜREK VE<br />

NAZIM HİKMET’TEN OLSUN<br />

ANNESİZ ÖLÜ<br />

Dün bir cenaze gömdüm bağrıma gizli gizli,<br />

Bu küçük bir çocuktu, sarışın saz benizli:<br />

Taş kesildi yüreğim mezarının başında.<br />

264<br />

Saz benizli bir öksüz, sarışın bir yetimdi,<br />

Bu gömdüğüm cenaze benim muhabbetimdi,<br />

Veda etti hayata doymadan üç yaşına.<br />

Dünden beri gençliğim yarım, kalbim yarımdır.<br />

Bu talihsiz mezarı benim damarlarımdır<br />

Sinirli dallarıyla kucaklayan sarmaşık.<br />

Neşeye hasret giden sevdamın arkasından<br />

Ağlasın istiyorum, bir genç kadın yasından,<br />

Ömrünü damla damla terk ederken bir âşık…<br />

Bir genç kadın ki duysa bu vakitsiz ölümü<br />

Matemini tutmaya kâfi görür gönlümü,<br />

Yine hayata sevda ufuklarından güler.<br />

Hiç can vermiş var mıdır bundan daha elemli;<br />

Yaşarken gözü nemli, ölürken gözü nemli?<br />

Ah annesiz ölüler, sevgilisiz ölüler!<br />

NECİP FAZIL KISAKÜREK


Öldürülen 101 Şair<br />

TABUT<br />

Tahtadan yapılmış bir uzun kutu;<br />

Baş tarafı geniş, ayakucu dar.<br />

Çakanlar bilir ki, bu boş tabutu<br />

Yarın kendileri dolduracaklar.<br />

Her yandan küçülen bir oda gibi,<br />

Duvarlar yanaşmış, tavan alçalmış,<br />

Sanki bir taş bebek kutuda gibi,<br />

Hayalim içinde uzanmış kalmış.<br />

Cılız vücuduma tam görünse de,<br />

İçim, bu dar yere sığılmaz diyor.<br />

Geride kalanlar hep dövünse de<br />

İnsan birer birer yine giriyor.<br />

265<br />

Ölenler yeniden doğarmış; gerçek!<br />

Tabut değildir bu, bir tahta kundak.<br />

Bu ağır hediye kime gidecek,<br />

Çakılır çakılmaz üstüne kapak?<br />

NÂZIM HİKMET


Mustafa CEYLAN<br />

(3): BAHRÎ<br />

1586 Yılının Haziran’ında Kudüs kadılığına atanınca,<br />

Kudüs’e gitmek için yola çıkan, asıl adı Hasan olan şairimiz<br />

Bahrî, yolculuk sırasında bir grup Dürzî eşkiyâsı tarafından<br />

yolu kesilerek öldürülür. Mezarı Trablusşam’dadır.<br />

NA’T<br />

Hâdi-i vâdî –i Hudâ talebî<br />

Fahr-i âlem Muhammed-i Arabî<br />

266<br />

Nakş-i ser-levha –i kitâb-i vücûd<br />

Nakş-bend-i kitâbe-i der-i cûd<br />

Ser-i dil-cûy-i ravza-i ezelî<br />

Şem-i halvet-serây-i lem yezelî<br />

Sun’-ı pîşîn-i kâr-kâhı vücûd<br />

Hâce-i sad-bâr-gâh-i vücûd<br />

Hatem ü pîşvây-ı her mürsel<br />

Evvel-i âhır, âhır-ı evvel<br />

Şâhid-i nâzenîn-i bezm-i şühûd<br />

Şâhid ammâ hakîkaten meşhûd.


Öldürülen 101 Şair<br />

Onu;<br />

Dervişler dervişi, egosunu yenmiş, övünmesini hiç sevmeyen,<br />

ilmî derecelerin üstün noktasına erişmiş, kemalât mertebesinde<br />

bir zat diye tarif ederler.<br />

Kınalızade, “şiir ve inşada denize olan dalgıç gibiydi” ifadesini<br />

kullanır.<br />

Son derece konuksever, misafirlerine izzet ve ikramda bulunmaya<br />

bayılan bir kişiliği varmış.<br />

Üç dil bildiğini ve üç dille de şiirlerini kaleme aldığı belirtilir.<br />

Onu yakınen bilenler, dost-ahbap-yârân meclislerinin müdavimi<br />

ve afyon müptelâsı olduğunu da söylerler.<br />

Balıkesir’in Kızılcatuzla kasabasında dünyaya gelmiştir.<br />

Ailesi hakkında fazla bir bilgi yoktur. Dayısı İbrahim Efendi,<br />

Sultan III. Murad’ın ilk hocasıdır. Şair ve bilgin olan Dürri<br />

Abdülbakî Efendi de şairimizin oğludur. II. Selim’in hocası<br />

Ataullah Efendi’den icazet almıştır. Saraya yakınlığı sebebiyle<br />

de, kısa zamanda önemli görevle atanmıştır. Müderrislik,<br />

kadılık görevleri bunların başında gelmektedir.<br />

267


Mustafa CEYLAN<br />

ŞEM’İYYE KASİDESİNDEN BİR KAÇ BEYİT<br />

“Kâşâne-i vücûdda bir encümen cihân<br />

Ruhsâr-ı âteşîn ile her mâh-pâre şem’<br />

Serkeşlik itme âhı derunumdan it hazer<br />

Serkeşlikle kaldı mı gör rüzgâre şem’<br />

Berbâd olduğun ser-i Hüsrev külâhı Key<br />

Söyler zebânı hâl ile her tâcdâre şem’<br />

268<br />

Zâtın gibi senin yedi meş’alfürûz-i sun<br />

Yakmadı bu sirâce-i zengâr-kâre şem’<br />

Tab’ından itdi rûzede nûr-i istifade şems<br />

Zihninden itdi gice ziyâ istiâre şem’<br />

Meh-rütbetâ sipihr-cenâbâ ki tal’atin<br />

Kasr-i zücâci dîde-i ümmîd-vâre şem’<br />

Tab’ım fürûğ- rûşen ide arş-ı tâkını<br />

Dil hücresinde lûtfûn eli çün edyâre şem’


Öldürülen 101 Şair<br />

SON SÖZ:<br />

DELİRECEĞİM !(Gülce-Buluşma)<br />

Kudüs Kadısı’nın yolu kesilmiş<br />

Yol kesen elinde kurulu düzen<br />

Vurup öldürmüşler<br />

Eşkiyâ Dürzîler<br />

Bir kul eksilmiş…<br />

Ağalar, beyler, işitin, bilin:<br />

Oynamış zikkesi çadırın<br />

Düşen adalet bayrağının<br />

Yüzünü yerden kaldırın…<br />

269<br />

Kaldırın kayalara kapaklanmış kara bulutu<br />

Gitsin, yerleşsin yüce dağlar başına<br />

İğde çiçeklerinin kokusu olan umudu<br />

Tüketmesin ıslanmış kara geceler…<br />

Camekânlar kırılsın,<br />

Kopsun veznelerin hortumları<br />

Ve<br />

Temizlensin eşkiyâlardan yol boyu, dağ yamaçları<br />

Doyurun, giyindirin bayram sabahıdır bu<br />

Yoksulları, yetimleri, açları…<br />

Saat kulesine söyleyin çıkarsın kirlenen gölgeyi üstünden<br />

Yola düzülsün hoşgörü kervanları<br />

Kudüs nere, Musul, Bağdat neresi?


Mustafa CEYLAN<br />

Yemen çöllerinde kaldı Mehmed’im<br />

Çirkin bir oyundur çevremizde oynanan<br />

Ovalar yalan, ırmaklarca gözyaşı<br />

Bayrağa sarılıvermiş gene kaç yiğit<br />

Gelip giderler<br />

Şu feleğin bak işine<br />

Dizin dizin, can can…<br />

270<br />

Kudüs Kadısı’nın yolu kesilmiş<br />

Yol kesen elinde kurulu düzen<br />

İçerden de içerde paslı bir hançer<br />

Oy yanarım,<br />

Oy ağlarım,<br />

Sen duymaz, uyanmazsın be gülüm<br />

Çaresizim, kimsesizim<br />

Yerle bir edilsin Kandil, İmralı yera batsın!<br />

Gül kokulu sabunla yıkansın kürsüler, mikrofonlar<br />

Askerime diş bileyen bu kahpe de kim?<br />

Şu feleğin işine bak<br />

Haksız haklı, masa kırık, hasta hekim<br />

Delireceğim, delireceğim…<br />

Mustafa CEYLAN


Öldürülen 101 Şair<br />

(4): DUHÂNÎ<br />

Kimyager şairlerimizdendir. Günlerden bir gün, dostları O’<br />

nun yanına geldiklerinde dumanlı bir ateşle karşılaşırlar. Bu<br />

yüzden kendisine, dumanlı anlamına gelsin diye “Duhânî”<br />

mahlasını takarlar.<br />

Derler ki:<br />

Sözünü yönetimden, komutandan esirgemediği için yolda<br />

pusu kurularak 1520 yılında öldürülmüş bir şairimizdir.<br />

Asıl adı Ahmed… Kuloğullarından… Babası silâhdar…<br />

Kendisi de önce silâhdar kâtibi, sonra defterdar olur ve daha<br />

sonra da silâhdarlık görevine getirilmiştir. Fatih dönemi sonlarında<br />

İran’a giderek ilim tahsil etmiştir. Bayezid’ın ilk döneminde<br />

yurda dönmüştür.<br />

271<br />

Diyarbakır’ın fethi sırasında, fetihin defterdarı olarak atanmıştır.<br />

İki bin akçelik Beylerbeyi Mehmet Bey tımarına, iki<br />

yüz bin akçelik Hasankeyf sancağının da eklenmesini ister. Bu<br />

teklife Mehmet Paşa olumlu bakmaz. Ve sinirlenerek der ki:<br />

-“Herze söyleme, yaz sen defterdar bey!”<br />

Duhânî, defterdar görevindedir, ama aynı zamanda şairdir.<br />

Şair, şiir yazan demektir.<br />

Şiir, isyankâr; şiir susmaz, şiiri durduramazsınız.<br />

Dumanlar içinde kalan Duhânî’ye bu kadar ağır söz söylenir<br />

de şiir ona “ sus, konuşma, sessiz ol!” der mi hiç?<br />

Demez elbette.<br />

Cevabını anında vermelisin. Susma, durma!<br />

İşte şiirin tahriki, şiirin isyankâr, şiirin hak arama sözcük-


Mustafa CEYLAN<br />

272<br />

leri bunlar.<br />

Duhânî de:<br />

-“Herze söyleyen söyledi zaten!” diye cevabını yapıştırıverir…<br />

Evet, ağır söze, aynı ağırlıkta bir cevaptır bu.<br />

Bir süre sonra, defterdar Duhânî, kırk arkadaşıyla birlikte,<br />

durumu saraya bizzat bildirmek için İstanbul’a yola koyulurlar.<br />

Olan olur…<br />

Şiir devrimcidir demiştik, durmaz örgüsünü örer şiir ve<br />

karşı devrimini dahi kendisi hazırlar.<br />

Aynen öyle de, Duhânî yola çıkacak, Bıyıklı Mehmet Paşa’<br />

yı Padişaha şikâyet edecek ha?<br />

Yüz harami, yola düşer ve Mardin yakınlarında pusuya düşürürler<br />

Duhânî ve arkadaşlarını. Duhânî, orada, çarpışma sırasında<br />

öldürülür.<br />

Osmanlı döneminde, çok sayıda şairimiz öldürülmüştür.<br />

Bunların çoğu taht-saltanat-hakimiyet ve güç kavgalarından<br />

meydana gelmiştir. Tek adam saltanatının devamının sağlanabilmesi<br />

için, saray, kendi karşısında kuvvetli kişiler ve<br />

teşkilâtlanmaları istememiştir. Mesele o kadar ileri taşınmıştır<br />

ki, kardeşler birbirini, hattâ babalar oğullarının canını almak<br />

durumunda kalmışlardır.<br />

Tek adam, sultan yönetimin genel kuralı bu.<br />

Şairler, gözlerini budaktan, sözlerini sutandan esirgemeyenlerdir.<br />

Ağız frenini en zor kullanan, hattâ kimi zaman frensizliği<br />

kendisine yakıştıran şairler; söyledikleri, kısa, anlamlı,<br />

iz bırakan, sarsan, titreten ve korkutan sözlerle canlarından<br />

olmuşlardır.


Öldürülen 101 Şair<br />

Duhânî de “Herze söyleme!” sözüne,<br />

-“Herzeyi söyleyen söyledi” diyerek, canından olmuştur.<br />

Söz, şiirin taa kendisidir. Sözün en etkilisi, en duygulusu<br />

en iyi şiirdir denebilir. O yüzden kalıcı şiir, has şiir en etkili<br />

şiirdir. İz bırakan, unutulmazlar arasına giren şiirker etkili sözlerden<br />

meydana gelen şiirlerdir. Duhânî kimyagermiş, işte,<br />

sözün kimyası da önemli ve can alıvermekte. Pusu kuruvermekte<br />

önüne insanın.<br />

Mesleğin, meşrebin ve mezhebin ne olursa olsun; her kim<br />

olursan ol; şiir, mutlaka ve mutlaka senin yüreğinde ise, yüreğine<br />

şekil verir, dilinin yayına kendince, şiirce ayar çeker. Farkına<br />

bile varamazsın. Hiç ayırdımsız koşan şiir, yüreğindeyse,<br />

dilin senin için çok önemlidir. Dikkatli olasın! Bak, dili yüzünden,<br />

şiirin dili yönlendirmesi yüzünden ne kadar çok öldürülen<br />

şairimiz var, görmüyor musun?<br />

273<br />

Bizim Hüsnü’ye bir soru sorayım dedim.<br />

-“Bu kadar komutan, bey, paşa var dalga dalga dalgalanıp<br />

Silivri’de mecburi tatile çıkan. İçlerinde şair var mı ki acaba?<br />

Varsa kimler? Yoksa, neden şair yok?”<br />

Hüsnü, umarım en kısa sürede cevap verir bu soruma…<br />

Kimyager Duhânî’yi yazan mühendis Ceylan’dan selâmlar<br />

olsun Bizim Hüsnü’ye…


Mustafa CEYLAN<br />

SON SÖZ :<br />

DUMANLI DAĞLAR BAŞINDA<br />

Dumanlı dağlar başında<br />

Açar mı hiç sultan çiçek?<br />

Bin canım olsa verirdim<br />

Ben yalanım, o gerçek…<br />

274<br />

Söz vardır yâre gider<br />

Söz vardır sözü n’ider?<br />

Kimyası düzgün dilden<br />

Çıkan söz zikir eder.<br />

Dudaktan öte boşluk<br />

Ses teli değil taşlık<br />

Gül kopar diken kalır<br />

Yıkılır arkadaşlık.<br />

Mardin yakınlarında ihanet gecesinde<br />

Kesilir kervan yolu gene<br />

Duhanîler düşer toprağa<br />

Gelincik kırmızısı boz tarlada ipeksi<br />

Masumların kanıdır giyindiği çiçeğin<br />

Tutmayın buralarda beni gayri<br />

Hesap sormaya dar geçitlere<br />

Ve sağır tepelere gideceğim.


Öldürülen 101 Şair<br />

Ey ekran, mikrofon, eğri duvar ey!<br />

Mürekkebi kan diye içen defter<br />

Petrol boru hattı yarılmış ortasından<br />

Orada petrol, burada gözyaşı ve ter<br />

Söz söyle kes savaşı Sultanım<br />

Yeter!<br />

………Yeter!<br />

Mustafa CEYLAN<br />

275


Mustafa CEYLAN<br />

(5): ÜMNÎ<br />

XVII. Yüzyılın son yarısında yaşamış, Diyarbakır’da doğmuş,<br />

asıl adı Mehmed olan şairimiz, Bağdat civarında nehir<br />

kenarındaki –bir bataklıkta pusu kuran şakiler tarafından şehid<br />

edilmiştir.(1692-93)<br />

Demiştir Ki:<br />

“Nergisleri o gonca-femin fitne-cû gerek,<br />

Ra’nâ yı hüsn olanlara elbette bû gerek.<br />

276<br />

Dâmen-keş olan girye-i âşıkdan ey sanem,<br />

Bilmez misin ki servin ayağına cû gerek.<br />

İtme zülâl-i valsını uşşâkdan diriğ,<br />

Dil-haste-gânı hicre ki hem vâre su gerek.<br />

Küstâhî-i nigâhıma incinme a dilber,<br />

Mümtâz-ı dehr olmağa da reng ü rû gerek.<br />

Ümnî bu nazma peyrev olan ehl-i meşrebin<br />

Tab’-ı selîm dikkat-i hod hem-çü mû gerek.”<br />

Savaşçı, silâhşör, attığını vuran, gözüpek ve korkusuz bir<br />

kişiliği bulunan şairimiz, av törenlerini okuduğu şiirlerle adetâ<br />

mahşer yerine çevirirmiş. Av değil, edebiyat meclisi sanki…<br />

Mehmet Ağa adıyla da tanınmıştır. Valilerin hizmetinde çeşitli<br />

görevlerde bulunur. Özellikle Şam Valisi Ahmet Paşa’ nın<br />

yanından ve hizmetinden ayrılmaz, onun kethüdası olur. Ah-


Öldürülen 101 Şair<br />

met Paşa, Şam’dan Bağdat’a veya Basra’ya tayin edildiğinde<br />

yanında kethüdasını da götürmüştür. Zamanında şairliği ile<br />

çok ünlü olmuş ve asrının şairi sıfatıyla adı söylenir olmuştur.<br />

Demiştir Ki:<br />

“Esbâb-ı hüsnden leb-i cânâne kâni’ol<br />

Bu gülşen içre bir gül-i handâna kâni’ol<br />

Çekme şarâb-ı bezm-i safânın humârını,<br />

Ser-çeşme-i ciğerden akan kana kâni’ol.<br />

Olmaz şarâb-ı Lem-yezelî herkese nasîb,<br />

Ey Hızr-ı teşne çeşme-i hayvâna kâni’ol.<br />

277<br />

Elbette âh-ı râm ider ol serv-i serkeşi,<br />

Sen ey şirişk bûse-i dâmâne kâni’ol.<br />

Hurşîd-i subh-i vuslat ümidiyle Ümnî’yâ,<br />

Hem-vâre zulmet-i şeb-i hicrâna kâni’ol.”


Mustafa CEYLAN<br />

(6): BÜLENDÎ<br />

Asıl adı İbrahim. XVII. Yüzyıl şairlerimizden. Evini basan<br />

eşkiyâlar şairi yaralamış, aldığı yaralar iyi olmayınca birkaç<br />

gün sonra ölmüştür.(1629-30)<br />

RÜBAİLER<br />

Kâşâne-i şâh-ı dehre mihmân olmam<br />

Mahlûk mürüvvetiyle şâdân olmam<br />

Üftâde-i ka’r-ı çâh-ı Bâbil olsam<br />

Minnetkeşi-i rîsmân-ı nâdân olmam<br />

278<br />

Hayfâ ki sevüb Bülendî’ya o şâhı<br />

Arturdı dil-i belâkeş âh ü vâhı<br />

Tarîk-i şeb anlama yaşım tuğyânı<br />

Söndürdü çıkub semâya şem-i mâhı.<br />

Edirne’de eğitim ve öğretim görmüştür. Kaynaklarda hakkında<br />

az bilgi vardır. Edirne yakınlarındaki Timurtaş Köyü’nün<br />

hatipliği görevini yürütmüştür. Gülşenî tarikatına intisap etmiştir.<br />

Boyu kısa olduğundan önceleri “Kütehî” mahlasını<br />

kullanmıştır. Sonradan Bülendî mahlasını almıştır.<br />

BEYİTLER<br />

Bak benim mir’ât-ı ruhsârım safâsına dime<br />

Söyledirsin şimdi ben tûtî makâli dilberâ.<br />

Teng oldı o denlü gözüme giryeden âlem<br />

Mihr-i ruhını görmeğe kalmadı mecâlim


Öldürülen 101 Şair<br />

(7): MÜŞTAK BABA<br />

Demiştir ki:<br />

“Candan geçerem her dem cânânımı gördükçe<br />

Ebkem olurum billâh sultânımı gördükçe.<br />

Bu hasret ile varsam gül-zârı temennâya<br />

Bülbüller olur hayrân efgânımı gördükçe.<br />

Dâire-i aşk içre devrân iderem giryân<br />

Gâfiller olur handân devrânımı gördükçe.<br />

Bir görmek ile ey dost oldum sana efkende<br />

Bâri meded it çeşm-i giryânımı gördükçe.<br />

Takrîr idemem Müştâk efsâne-i hicrânı<br />

Erbâbı bilür ancak dîvanımı gördükçe.”<br />

279<br />

“Anadolu’da yetişen evliyânın büyüklerinden. İsmi, Muhammed<br />

Mustafa Müştak Efendidir. Babası Seyyid Süleyman<br />

Efendi olup, anneleri tarafından soyu Seyyid Abdülkâdir<br />

Geylânî hazretlerine ulaşır. 1758 (H.1172) senesi Bitlis’te<br />

doğdu. 1831 (H.1247) senesi Muş’ta bozuk itikatlı kişiler tarafından<br />

şehîd edildi. Kabr-i şerîfi Muş Kabristanlığının orta yerinde<br />

olup, ziyâret yeridir.<br />

Müştâk Efendi, tahsîlini Bitlis ve civârında yaptı. Amcası<br />

Hacı Mahmûd Hocadan okudu. Kur’ân-ı kerîmi ezberledi.<br />

Kırâat ilminde üstün bir dereceye yükseldi. Hattat olup, çok<br />

güzel yazı yazardı.<br />

Önceleri Hakkârî beylerinden olan Müştak Kadîrî’nin<br />

idâresinde yirmi iki köy vardı. Diğer amcası Hasan Şirvânî’nin<br />

sohbetlerinde kalb gözü açıldı. İlâhî aşka tutuldu. Beyliğini ve


Mustafa CEYLAN<br />

malını görmez oldu. Hocası Şirvânî’den hiç ayrılmadı. Onun<br />

ileri gelen talebelerinden oldu. Yetişip kemâle geldi. İcâzet,<br />

diploma ile şereflendi. Her İslâm âlimi gibi hocasını çok sever<br />

ve;<br />

“Pîrimiz, sultânımız Hâcı HasanŞirvânî’dir.<br />

Ahseni takvîme hayrân olmuşuz, hayrânıyız.”<br />

beytini çok okurdu.<br />

Tasavvuf yolunun basamaklarından seyr ve sülûku tamamlayınca<br />

Bağdât’a gitti. Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin<br />

kabr-i şerîfini ziyâret etti. Bu ziyârette mânevî iltifâtlara<br />

kavuştu.<br />

280<br />

Müştâk Efendi, Bağdât’a gidişinin mânevî bir dâvetle olduğunu<br />

bildirmektedir.<br />

“Bağdât şeyhinden bir nidâ işittim.<br />

O yüksek şâh evliyâlar pâdişâhından<br />

Hazret-i şeyh bana dedi ki: Gel ey Mustafa!”<br />

Müştâk Efendi Bağdât’ta, Nakîb-ül-eşrâftan (Seyyid ve<br />

şerîflerin işleriyle ilgilenen makâm) icâzet aldı. Müştâk Kâdirî,<br />

Bağdât’tan Hindistan’a Serendib’e gitti. Orada Âdem<br />

aleyhisselâmın makâmını ziyâret etti. Sonra Hicaz’a gelerek,<br />

hac vazîfesini yerine getirdi ve Peygamber efendimizin<br />

mübârek kabr-i şerîfini ziyâret etti. Dîvân’ında bu ziyâreti<br />

esnâsındaki hudutsuz sevincini şöyle bildirdi:<br />

“Ser-i Livây-i Enbiyâsın, hiç sana olmaz misâl,<br />

Şevkle Müştâk’ınım etmekteyim azmi Hicâz.<br />

Saray-ı devletin dar-ül-emândır yâ Resûlallah.”


Öldürülen 101 Şair<br />

Müştâk Kâdirî hazretleri, önce İstanbul’a sonra da<br />

Trabzon’a geldi. Halkın pek ziyâde hürmet ve saygısıyla karşılaştı.<br />

Sultan Üçüncü Selîm Hanın sadrâzamlarından Yûsuf<br />

Ziyâ Paşanın yanında orduyla birlikte gazâya katıldı. Kudüs<br />

ve Şam’a uğradı. Kudüs-i şerîfte şu güzel kıt’ayı terennüm<br />

eyledi:<br />

Sahrâtullaha bi-ayn-ı ibret,<br />

Kim bakarsa olur ehl-i rikkat,<br />

Kara taş olsa çü kalb-i Müştâk,<br />

Nerm olur bu ne acâib hikmet!”<br />

Müştâk Kâdirî hazretleri 1790-1814 senelerinde İstanbul’a<br />

geldi. İstanbul’da iken, Eyyûb Sultan’da Selâmi Efendi<br />

Dergâhında ikâmet etti. Müştâk Efendi Bitlis’e döndüklerinde<br />

İbrâhim-i Edhem ismini verdikleri bir oğlu oldu. Bu oğlu Edhem<br />

Baba adıyla meşhûr oldu. Müştâk Efendi, iki kızından<br />

birini saraydan Ahmed Beye, diğerini Ahmed Muhlis Paşaya<br />

nikâhladı. İstanbul’da iken, âlimlerin meşhurlarından Hoca<br />

Neş’et Efendi ile görüştü. Onunla Mesnevî ve hadîs-i şerîf<br />

üzerinde sohbette bulundu. Müştâk Efendi, Dîvân’ında bu konuda;<br />

“Hazret-i Neş’et gibi üstâda hemdem olmuşum.” diye<br />

yazmaktadır.<br />

281<br />

Müştâk Efendi, Konya’ya hazret-i Mevlânâ’yı ziyârete gitti.<br />

Orada bereketlenmek için Mesnevî-i Şerîf okuttu. Konya<br />

eşrâfından çok yakınlık ve sevgi gördü. Müştâk Efendi,<br />

İstanbul’a oradan da Muş’a giderek insanlara ilim öğretmeye<br />

devâm etti. Ayrıca, Erzurum’a da uğradı. Orada bir çilehânesi<br />

vardı. Çok talebe yetiştirdi. Kendilerine icâzet, diploma verdiği<br />

talebelerinin en meşhûrları şunlardır: Oğlu Hacı İbrâhim<br />

Edhem Bâbâ Efendi, İstanbul’da Etyemez’de Gümüş Baba<br />

Dergâhı şeyhi Seyyid Sa’dullah Efendi, Erzurum’da İbrâhim-i<br />

Edhem Efendi, İstanbul Haseki’de Başmak Şerif Dergâhı şeyhi<br />

Musullu Baba Efendi, Mehmed Celâl Paşa, Ahmed Cemâl


Mustafa CEYLAN<br />

Paşa ve başkalarıdır.<br />

Müştâk Efendi; uzun boylu, geniş göğüslü, nûrânî yüzlü,<br />

elâ gözlü, çekme burunlu, heybetli, sohbeti hoş, fakir ve<br />

fukâraya yardımı çok seven bir zâttı.<br />

Müştâk Efendi, Hakkârî beylerinden olduğu halde dünyâ<br />

malı ve rütbelerinden yüz çevirmişti. Babalarından kendilerinin<br />

idâresine giren yirmi yedi köydeki ne kadar mal varlığı ve<br />

geliri varsa, hepsini terk etmişti. Mânevî saltanat ona, dünyânın<br />

yanında üstün ve kıymetli olmuştu. Kâdirî yolu önde gelenleri<br />

arasına girmişti.<br />

Müştâk Efendi elini ne zaman cebine soksa avuç avuç altın<br />

çıkarırdı.<br />

282<br />

Müştâk Efendinin ömrü, insanlara hizmetle geçti. Muş’ta<br />

iken bozuk îtikâd sâhibi kimselerin hücûmuna uğradı. Evinde<br />

seccâdesi üzerinde ibâdetle meşgûl iken boğularak şehîd edildi.<br />

Seccâdesinin altından bir kâğıda yazılı şu na’t-ı şerîf çıktı.<br />

“Yâ Resûlallah! Ulüvv ü şân senin,<br />

Server-i kevneynsin, fermân senin,<br />

Dest-i hükmünde şehâ çevgân senin<br />

Top senin, cevlân senin, meydân senin,<br />

Söz senin, sohbet senin, devrân senin.”<br />

Müştâk Efendi, şehâdetini önceden dostlarına haber vermişti.<br />

Kendisi bu ilâhî takdîre boyun eğdi. Şehîd edildiğinde<br />

yetmiş beş yaşındaydı. Bir gün kırk kurban kestirip, etini fakir<br />

fukarâya dağıttırdı. Sonra da dergâhında el açıp; “Yâ Rabbî!<br />

Bu âciz kuluna şehîdlik rütbesini ihsân et. Ancak o zaman sevgili<br />

kulun Hasan’ına kavuşurum.” diye duâ ve niyâzda bulundu.<br />

Duâsı kabûl edildi.


Öldürülen 101 Şair<br />

Cânânı buldu hasta gönül, cânı istemez,<br />

Bir hastadır ki çâre-i Lokmânı istemez.<br />

Zencîr-i zülf ile Pâbend olan gönül,<br />

Bâğ-ı cinânda sünbül ü reyhânı istemez.<br />

Ehl-i kemâle nazîm bildirdi kendini,<br />

Müştâk, eğerçi şöhret ile şânı istemez.”<br />

Müştâk Efendinin Fârisî dilinde çok kıymetli şiirleri vardır.<br />

Eserlerinden bâzıları şunlardır: 1) Dîvân, 2) Âsâr-ı Müştâk<br />

Esrâr-ı Uşşâk, 3) Mektûbât-ı Müştâk, 4) Bahârnâme.<br />

UNUTULAN ÇAKI<br />

Müştâk Kâdirî hazretlerinin Erzurum’da konağı ve meyve<br />

bahçeleri vardı. Müştâk Efendi burada dinlenirdi. Bir zaman<br />

Müştâk Kâdirî hazretleri İstanbul’a gittiler. O sırada Erzurum’daki<br />

evinin bahçesinde meyveler ve sebzeler yetişmiş,<br />

olgunlaşmıştı. Bahçıvan bunları toplarken; “Âh Müştâk Efendi<br />

hazretleri burada olsaydı tâzece bunlardan ona takdim eder,<br />

o da bana bahşiş verirdi.” diye gönlünden geçirdi. O sırada<br />

Müştâk Efendi evden çıkıp yanına geldi ve bahçıvana selâm<br />

verdi. Oradaki çimenlerin üzerine oturdu. Bahçıvan ile konuşup<br />

hal hatır sordu. Bahçıvan bu hâle şaşırdı. Hemen meyvelerden<br />

toplayıp getirdi. Müştâk Efendi de cebinden sedef çakısını<br />

çıkarıp, bir iki tane meyve soyup yedi. Koynundan bir<br />

avuç altın çıkarıp bahçıvana bahşiş verdi. Sonra da geldiği<br />

gibi eve girdi. Fakat çakısını unuttu. Bunu gören bahçıvan çakıyı<br />

alarak arkasından koştu ve evinin kapısını çaldı. Kapıya<br />

evin hanımı çıktı. Ona; “Efendi hazretleri az önce çakıyı bahçede<br />

unutmuşlar. Onu getirdim.” dedi. Evin hanımı ve hizmetçiler<br />

bu işe şaşıp; “Efendi hazretleri burada değil, İstanbul’da<br />

biliyorsun.” dediler. Hanımı çakıya baktığında onun Müştâk<br />

Efendiye âid olduğunu anladı ve çakıyı alıp sakladı. Üç ay<br />

283


Mustafa CEYLAN<br />

sonra Müştâk Efendi İstanbul’dan geri döndü. Durumu hanımı<br />

kendilerine anlattığında, Müştâk Efendi; “Bunlar olan şeylerdir.<br />

Bahçıvan bizi çağırmıştı. Biz de gönlü hoş olsun diyerek<br />

geliverdik. Sonra da gittik.” buyurdu. Çakıyı ise bahçıvana<br />

hediye ettiler.(Kaynak: http://www.biriz.biz/evliyalar/ea1060.<br />

htm)<br />

Eserleri :<br />

Türkçe Divanı, Âsâr-ı Müştâk Esrâr-ı Uşşâk, Mektûbât-ı<br />

Kimyâ-yı Müştâk, Bahârname.<br />

284<br />

Demiştir ki:<br />

“Cânânı buldu hasta gönül cânı istemez<br />

Bir hastadır ki çâre-i Lokmân’ı istemez.<br />

Devrinde buldu derdine dârû-yi sıhhatı<br />

Oldur sebep ki bir dahi dermânı istemez.<br />

Zincîr-i zülf-i yâr ile pâ-bend olan gönül<br />

Bâğ-ı cinânda sünbül ü reyhânı istemez.<br />

Ruhsar-ı dil-şikârına her kim nazar kılur<br />

Mâh-ı münîri mihr-i dırahşânı istemez.<br />

Ehl-i kemâle nazm ile bildirirdi kendin,<br />

Müştâk eğerçi şöhret ile şânı istemez.”


Öldürülen 101 Şair<br />

G-Savaşta Şehid Düşenler veya<br />

Savaşta Öldürülen Şairler<br />

(1): KAĞIZMANLI HIFZI<br />

1893 Yılında Kağızman’da doğdu. Asıl adı Recep’tir. 4 yaşında<br />

medrese eğitimi görmeye başladı ve sonraki 5 yıl içinde<br />

Kur’an’ı ezberleyerek hafız oldu. 15 yaşından itibaren de çevredeki<br />

çocuklara Kur’an dersleri verdi.<br />

Küçük yaşlarda şiire ilgi duyan Hıfzi, kendi adından çok<br />

Hafız adıyla bilinir. Kendisi de zamanla bunu Hıfzi biçimine<br />

dönüştürerek mahlas olarak kullandı.<br />

Dönemin bilinen âşıklarından Kağızmanlı Yusuf Sezai’den<br />

bağlama çalmayı öğrenen Hıfzi, ayrıca alışılagelmiş bu geleneğin<br />

dışında def ve kaval çalmasıyla da bilinir. Önceleri ezberleyip<br />

söylediği eski usta malı şiirlerin yanında kendi şiirlerini<br />

de yazmaya başladı.<br />

Suna adlı bir kızla evlenen Hıfzi, birgün bahçede beliren<br />

ışık içindeki bir kızı gördükten sonra bayıldı. Ertesi sabah<br />

Hıfzi’yi orada bulanlar eve getirdiler. Bir süre sonra kendisini<br />

ziyarete gelenlerin arasında gördüğü bir kızı bahçede gördüğü<br />

ışık içindeki kıza benzetti. Bu olayı ve sonrasındaki gelişmeler<br />

Hıfzi’nin bâde içmesi olarak kabul edildi.<br />

Şairimiz 18 yaşına geldiğinde kendisinden üç yaş küçük<br />

olan Suna ile evlenmesine evlenmiştir amma, bir süre sonra karısının<br />

kız kardeşine yani baldızına âşık olur ve Anşa adlı baldızını<br />

kaçırır. Kendi kardeşi Dursun usta tarafından yakalanır ve<br />

Anşa ailesine teslim edilir. Bu olaydan sonra Şaban Köyü’ne<br />

giden şairimiz, orada bir yıl imamlık yaptıktan sonra tekrar<br />

Kağızman’a döner.1918 Mart’ında eşi Suna vefat ednce üç çocuğuna<br />

hem annelik, hem de babalık yapmak zorunda kalır.<br />

285


Mustafa CEYLAN<br />

Demiştir ki:<br />

MEVLA BİLİR<br />

Benim derd-i derunumu<br />

Ben bilirim Mevla bilir<br />

Bir canımda kaç yaram var<br />

Ben bilirim Mevla bilir<br />

286<br />

Çünkü var aşkın emrazı<br />

Âşıkların inkırazı<br />

Takdirde razıyım razı<br />

Ben bilirim Mevla bilir<br />

Girdik on beş yaşımıza<br />

Ağu düştü aşımıza<br />

Neler geldi başımıza<br />

Ben bilirim Mevla bilir<br />

Bu aşk beni paraladı<br />

El içinde karaladı<br />

Kaç yerimden yaraladı<br />

Ben bilirim Mevla bilir<br />

Hıfzi’nindir hakka virdi<br />

Hak diyenler hakka erdi<br />

Bende yığılan bu derdi<br />

Ben bilirim Mevla bilir


Öldürülen 101 Şair<br />

Enver Paşa’ nın Sarıkamış harekâtından sonra Ruslar, Kars<br />

ve çevresinde birçok katliam yaparlar. 3 Mart 1918’de yapılan<br />

anlaşma ile Kars ve Batum Türkiye sınırları içinde kalır. Bu<br />

olayı bahane eden Ermeniler, köylere ve kasabalara saldırırlar.<br />

Hatta Kağızman hapishanesine girerek bütün mahkûmları da<br />

katlederler. Henüz 25 yaşında olan şairimiz, kafasından ve<br />

karnından aldığı süngü darbeleri sonucu şehid olur.<br />

Demiştir ki:<br />

Uyan Ey Gözlerim<br />

Uyan ey gözlerim hab-ı gafletten<br />

Alem ür’şan oldu vakit şafaktır<br />

Günde yüz bin katar gelip de geçer<br />

Faniden bakiye geçmesi haktır<br />

287<br />

Ömrüm bir bahardır cismim bir yaprak<br />

Birgün gazel olur döker el firak<br />

Ayağın altında bastığın toprak<br />

Akıbet serinden üst olacaktır<br />

Hıfzi çok salınma kaddin eğersin<br />

Felek koymaz dal budağın göversin<br />

Gönül yücelenme kabre değersin<br />

Asıl hakkın senin kara topraktır


Mustafa CEYLAN<br />

Gene demiştir ki:<br />

Sefîl baykuş ne gezersin bu yerde<br />

Yok mudur vatanın, ellerin hani?<br />

Küsmüş müsün selâmımı almadn?<br />

Şeydâ bülbül şirin dillerin hani?<br />

Ecel tuzağını açamaz mısın?<br />

Açıp da içinden kaçamaz mısın?<br />

Âzâd eyleseler uçamaz mısın?<br />

Kırık mı kanadın kolların hani?<br />

288<br />

Bir kuzu koyundan ayrı ki durdu,<br />

Yemez mi dağların kuşuyla kurdu?<br />

Katardan ayrıldın şahin mi vurdu?<br />

Turnam teleklerin, tellerin hani?<br />

Aç mısın, yok muudr ekmeğin, aşın?<br />

Odan ne karanlık yok mu ataşın?<br />

Hanidir güveyin, hani yoldaşın?<br />

Hani kapın, bacan; yolların hani?<br />

Kara yerde mor menevşe biter mi?<br />

Yaz baharda İshak kuşu öter mi?<br />

Bahçede alışan çölde yatar mı?<br />

Uyan garip bülbül güllerin hani?


Öldürülen 101 Şair<br />

Orda yorgan, döşek, yastık var mıdır?<br />

Bu geniş dünyada yerin dar mıdır?<br />

Arkan tahta duvar, önün yar mıdır?<br />

Hani kapın, bacan; yolların hani?<br />

Dolanlrdın sol ve sağlarımızda,<br />

Körpe maral idin dağlarımızda,<br />

Taze fidan idin bağlarımızda,<br />

Felek mi budadı, dalların hani?<br />

Düğününde acı şerbet içildi,<br />

Gelinlik esvabın dar mı biçildi?<br />

İlikle düğmeni göğsün açıldı<br />

N’oldu kemer beste bellerin hani?<br />

289<br />

Alışmış kaşları var mı kınası?<br />

Ela idi o gözlerin binası,<br />

Kocaldı mı onbeş yılın Suna’sı?<br />

Yok mudur takatin hallerin hani?<br />

Emmim kızı aç kapıyı gireyim,<br />

Hasta mısın hal hatırın sorayım?<br />

Susuz değil misin bir su vereyim?<br />

Çaylarda çalkanan sellerin hani?<br />

Civan da canına böyle kıyar mı?<br />

Hasta başın taş yastığa koyar mı?<br />

Ergen kıza beyaz bezler uyar mı?<br />

Al giy allı balam, şalların hani?


Mustafa CEYLAN<br />

Her gelip geçtikçe selâm vereyim,<br />

Nişangâh taşına yüzüm süreyim,<br />

Kaldır nikabını yüzün göreyim<br />

Ver bana tutayım ellerin hani?<br />

Yatarsın gaflette gamsız kaygısız,<br />

Neni balam neni kalma uykusuz<br />

Hem garip, hem çıplak, hem aç, hem susuz<br />

Felek fukarası malların hani?<br />

290<br />

Daha seyrangâha çıkamaz mısın?<br />

Çıkıp da dağlara bakamaz mısın?<br />

Kaldırsam, ayağa kalkamaz mısın?<br />

Ver bana tutayım ellerin hani?<br />

Sen de Hıfzî gibi tezden uyandın,<br />

Uyandın da taş yastığa dayandın,<br />

Aslı hanım gibi kavruldun, yandın<br />

Yeller mi savurdu, küllerin hani?”


(2): DURAK<br />

Öldürülen 101 Şair<br />

Mollazade Hacı Süleyman Efendi’ nin oğlu, Urfa Dabakhane<br />

Mahallesi doğumlu(1860), asıl adı Muhammed Durak…<br />

Şiirlerinde çoğunlukla Durak veya Fâik mahlaslarını kullanmıştır.<br />

Ticaret ve ziraatle meşgul olmuştur. Süvari alayları<br />

alay kâtipliği görevine atanmıştır. Birinci Cihan, Çanakkale,<br />

Süveyş ve Irak cephelerinde savaşmıştır. Kûtü’l-Ammâre savaşlarında<br />

iki defa göğsünden yaralanmışsa da ölmemiş,<br />

üçüncüsünde kalbine isabet eden bir kurşun şairimizi şehid<br />

etmiştir.(2.06.1916)<br />

Demiştir Ki:<br />

“Mey safânın rûhudur câm ise melbûsâtıdır<br />

Reng-i şîrînindeki revnâk da tezyinâtıdır<br />

Bendeki aşk ü muhabbet ey peri lâmianın<br />

Katreye te’sir-i envâr-ı ledünniyâtıdır<br />

291<br />

Rûh-ı pâkim sâni’in bir sırr-ı lâhûtîsidir<br />

Çişm-i çâlâkım onun misbâhıdır müşkâtıdır<br />

Ol kadar hoşsun o rütbe şâhsın ki dil-rübâ<br />

Hüsn ü endâmın Cemâl-i Mutlakın mir’âtıdır<br />

Sen kitâb-ı kâinâtın zübde-i eczâsısın<br />

Gül yüzün bir sûresi gonce lebin âyâtıdır<br />

“Len terânî” cilvesinden geç görün ey mehlikâ<br />

Dağ-ı sînem rü’yetin Tûr-ı tecelliyâtıdır<br />

Dest-i nermînindeki lebrîz-i mey sağlarla gül<br />

Bir daha sun ki Durak meshûr ü te’sirâtıdır.”


Mustafa CEYLAN<br />

(3): ŞÜKRÜ<br />

Urfa 1881 doğumlu, asıl adı Muhammed, mahlası Şükrü.<br />

Nacarzade Hacı Abbas Efendi’ nin oğlu.<br />

Halilü’r-Rahman ve Sakıbıye medreselerine devam etti.<br />

Adliye mukayyet memuru oldu. Birinci cihan savaşı çıkınca<br />

askere alındı ve 1915 yılında Erzurum cephesinde şehid olan<br />

bir şairimizdir.<br />

Demiştir Ki:<br />

292<br />

“Hayâl-i aşk ile her dem ebed mevcûdumuz birdir<br />

Gönülde genc-i lâ-yefnâ heman maksûdumuz birdir<br />

Hitâb –ı izzet-i bezm-i elest’i çün edip ikrâr<br />

Hitâm-ı ömr-i rıhletde yine meşhûdumuz birdir<br />

Çevirmem kıblegâh-ı aşkdan yem cihete rûyum<br />

Bu tarz encâm-ı ahvâlim gider mescûdumuz birdir<br />

Ne gamdır mübtelâ olsam yolunda derd ile gamla<br />

Geçer devr-i fenâ bâkî gelir mes’ûdumuz birdir<br />

Visâl-i yâr için Şükrü nola dahi canın gitse<br />

Bulursun anda cânânı Ehad ma’bûdumuz birdir.”


Öldürülen 101 Şair<br />

(4): MEHMED RIFAT BEY<br />

Demiştir Ki:<br />

“Vücûd-i kâinâtın mekremisin yâ Resûlallah<br />

Hitab-ı “len terânî” mahremisin yâ Resûlallah”<br />

1877-78 yılında boğazına ve alnına iki kurşun sıkılarak öldürülen<br />

şairimizdir. Üsküdar Ayazma Camii Hatibi Mehmet<br />

Emin Efendi’ nin torunu ve Mehmet Tahir Paşa’ nın oğludur.<br />

İlk tahsilini Taşmektepte yaptı. Hattat öğretmen Hoca Sadettin<br />

Efendi’den dersler aldı. Ailesi Bursa’ ya taşınınca bir süre<br />

Bursa’da kalırsa da tekrar İstanbul’a döner ve asker yazılır ve<br />

Başçavuş olur. Selimiye Kışlası’nda görev yapan Alman Generalinin<br />

beğenisini kazanır. Babasının ölümü sebebiyle<br />

Bursa’ya döner. Nakşî tarikatına intisap eder. 1293 harbi patladığında<br />

Bursa Belediyesi’nde kâtiptir. 48 yaşındayken Belediye’deki<br />

görevinden ayrılır, er maaşıyla askere gönüllü zabit<br />

yazılır ve Osmanlı-Rus Savaşı’na katılır. Plevne yakınlarında<br />

Teliç Köyü’nde şehid düşer.<br />

293<br />

Demiştir Ki:<br />

“İlme sa’y it yürü ey tab’-ı selîm<br />

Seni âlim ide Allah’-ı alîm<br />

Ehl-i ilmin yeri bâlâ-ter olur<br />

Şems-veş evc-i muallâyı bulur.<br />

Sanma kim câhil olan insândır<br />

Bâr-ı cehli taşıyan hayvândır.


Mustafa CEYLAN<br />

Vâris-i Ahmed olan âlimdir<br />

Vuslat-ı hakkı bulan âlimdir.<br />

İlmi ta’rîf idemem el-hâsıl<br />

Bu nükâta yine âlim vâsıl<br />

Kârın olsun hem-dem-i ilm ü kemâl<br />

Hüner ehli bulur elbette kemâl<br />

Her zamân abde ibâdet lâzım<br />

Evc-i tâatda uç ey şehbâzım<br />

Pederâne sana pendim açdım<br />

Dürc kıl gevher ü inci saçdım.<br />

294<br />

Bu nasîhat seni eyler irşâd<br />

Beyt-i tab’ın ola dâim âbâd<br />

Gerçi kim cümle sözüm nâ-mevzun<br />

Elde yoktur ki gönül pek mahzûn<br />

Tâhir’im yavrucuğum pend etdim<br />

Seni ben Hâlık’ıma bend etdim.”


Öldürülen 101 Şair<br />

(5): VUSLATÎ<br />

Öziceli Ali Bey adıyla tanınmıştır. Şiirlerinde Vuslatî mahlasını<br />

kullanmıştır. Safâyî’ nin “Şairler Tezkiresi”nde “Fazilette,<br />

marifette mahir, şiir ve inşaya kadir, akranı arasında nadir<br />

olan Ali Bey, Paşazadelerdendi.” Denmektedir.<br />

Öziceli Ebubekir Ağa, hemşehrisi olduğu için, Vuslatî<br />

mahlasını kullanan bu şairimize öğretmenlik ve rehberlik yapmıştır.<br />

Belgrad’ın Macarlar tarafından istila edilişi sırasında<br />

şehid düşer(1688).<br />

Demiştir Ki:<br />

“İtse hüsn içre civânân nola cânâne hased<br />

İtdi ihvân- zamân Yusuf-i Ken’ân’a hased.<br />

295<br />

Hased itdi beni ağyara mukârin göricek,<br />

Hased ey şûh-i cihânım hased ammâ ne hased.<br />

Vuslatî eyler idim şi’rimi mahsûd-i cihân<br />

Olmasa resm-i felek tab’-ı sühandâne hased.<br />

Yaşadığı dönemin Veziriazamı ünlü Merzifonlu Kara Mustafa<br />

Paşa’dır. 5.000 beyitlik “Gazavatname” yi yazar ve<br />

Paşa’ya sunar. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Vuslatî’ nin<br />

“gazavatnamesi” nden sonsuz mutlu olur ve şairi hediyelerle<br />

taltif ve takdir eder.<br />

Ardından şairimiz, Sultan IV. Mehmed’in 1681 yılında<br />

Beşiktaş’ta yaptırdığı saray için tarih nazmeder. Bu manzume<br />

de Padişah tarafında çok beğenilir ve şairimiz, Semendire<br />

Sancağı Alay Beyliği ile ödüllendirilir. İşte bu görevde iken


Mustafa CEYLAN<br />

Belgrad’ın Macarlar tarafından istilâ edildiği günlerde şehid<br />

düşer.<br />

Vuslatî var, Vuslatî’ den tam 324 yıl sonra gönlümüze taht<br />

kurmuş, Gülce edebiyat Akımı’ nın kurucularından birisi.<br />

Türk şiirine kalıcı eserler bırakabilmek için gecesini gündüzüne<br />

katan, Dünya şiiri içinde bizim şiirimizin hak ettiği<br />

yeri alması için çırpınan bizim Vuslatî’ mizin de nazma hakimiyeti<br />

çoğu şairde yoktur. Nazmın fizikî özellikleri yanında,<br />

imge, sanatsal yapı ve tefekkür, derinlik ve âhenk gibi unsurlarında<br />

da bir kelime kuyumcusudur bizim Vuslatî’ miz.<br />

296<br />

Antalya’ da bzim şair arkadaşlarımızın arasında Ozan<br />

İrşadî mahlası ile şiirler yazan Ali İrşi kardeşime, “Şimdi<br />

n’olacak? Edebiyat tarihinde birkaç tane daha İrşadî var.<br />

Bundan asırlar sonra araştırma yapacaklar, senin şiirlerini<br />

senden önceki İrşadîlere yazmasınlar, bir karışıklık meydana<br />

gelmez mi?” diye hep sordum durdum da, bizimkisinden bu<br />

“mahlas” ile ilgili bir atılım, bir yeni yapılanma ve gayret göremedim.<br />

Şahsen ben, “Karacoğlan”, “Dadaloğlu”, “Âşık Veysel”<br />

gibi isimlere bayılıyorum. Çok hoşuma gidiyor, ama gelin görün<br />

ki, hani şu aidiyet (î)si var ya, şapkalı i, hah işte onunla,<br />

günümüz şairlerinin kendilerine mahlas almalarına bir anlam<br />

veremiyorum. Osman Öcal hocamız, “Vuslatî” adını nerde,<br />

nasıl almış bilemiyorum. Ama bu aidiyet i’li, (şapkalı i’li)<br />

mahlaslara alışamadım bir türlü.<br />

Bugün kendilerine veya birbirlerine şapkalı i ile isim veren<br />

şairlerimize diyeceğim şu ki, Köroğlu’ nun şapkalı i’si niye<br />

yoktu?<br />

Ya Dadaloğlu’nun, Ya “Abdurrahim Karakoç”un veya “Attila<br />

ilhan’ın var mıydı şapkalı i ile adı?


Öldürülen 101 Şair<br />

Neyse;<br />

Bu konu oldkça derin ve başlıbaşına ayrı bir analiz konusudur.<br />

Şimdilik bu kadar söyleyelim.<br />

Demiştir ki:<br />

“Gâhî hayâl –i zülfi ham-ender-ham eylesen<br />

Mecnûn-i ışk bendini müstahkem eylesen.<br />

Gülşende bâdeyi gül-i ter yerine tutup,<br />

Ol bezme sâğar-i arakı şebnem eylesen.<br />

Olmaz mı ey tabîb-i Mesihâ nazîr kim?<br />

Ol sîneyi bu zahm-ı dile merhem eylesen.”<br />

297


Mustafa CEYLAN<br />

(6): MİSÂLÎ(Gül Baba)<br />

Budin kalesinin önünde şehid düşen şairimiz “Misâlî”<br />

mahlasıyla şiirlerini yazmış olan Gülbaba’dır. Macaristan’da<br />

Tuna Nehri’ne yakın “Gül tepesi” adıyla anılan bir tepede yatmaktadır.<br />

“Gazel<br />

Sıfatın mushaf-ı Yezdân’a benzer<br />

Dudağın çeşme-i hayvâna benzer.<br />

298<br />

Cemâlin Kâ’be’sine ey perî-ruh<br />

Sücûda gelmeyen şeytâna benzer.<br />

Kaşınla kirpiğin ruhsârın üzre<br />

Yazılmış âyet-i Kur’ân’a benzer.<br />

Senin hamir-ham olmuş hindi zülfün<br />

Ruhunda akreb ü sü’bâna benzer.<br />

Berât-ı ehl-i cennetdür cemalün<br />

Ki anda sünbülün ünvâna benzer.<br />

Sedef ağzun lebün la’l-i Bedehşân<br />

Dişün düre sözün ummâna benzer.<br />

Dimekden nice can bulmaz Misâlî<br />

Ki her nutkun rahîk-ı câna benzer.”


Öldürülen 101 Şair<br />

Anadolu eren ve evliyâlarının çoğu şairdir, ozandır. Ozan<br />

ki, şimdinin “muamma” çözmesini, “atışma yapmasını” dahi<br />

bilmeyen, sazının tezenesi tek yürek yaprağı kımıldatmayan,<br />

soğuk ve materyalist ozan anlayışı gibi değil. Millî ve dinî<br />

değerlerle sağlam köklere dayanan eski dönemin ozanları,<br />

aynı zamanda tababet ehli, astroloji bilir, pratisyen hekim, psikolog,<br />

önder, alperen, savaşçıdır… Korkak, sünepe, koltuğundan<br />

ve elindeki imkânların uçmasından korkan zavallı yaradılışta<br />

birisi değil, söz kırbacını esirgemeyip, en büyük<br />

makamlara bile korkusuzca haykırandır. Bu yüzden de, eskinin<br />

ozanları halk tarafından çok seviliyordu. Şimdiye bakın<br />

hele, bir kaç derme çatma tıngırtı, birkaç türkü nağmesinden<br />

aşırmasyon ve Köroğlu – Karacoğlan uyak ve kafiyelerinden<br />

hırsızlama… Sevsinler böyle ozanı. O yüzden, bu halk, bu<br />

millet günümüz ozanlarının çoğuna ısınamadı. O yüzden günümüzde<br />

çok az sayıda bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar<br />

hakiki ozan bulunmaktadır.<br />

299<br />

Kaynaklar Fatih, II. Bayezid ve Kanunî döneminde olmak<br />

üzere üç değişik Gülbaba’dan bahseder. Hattâ bizim milletimiz,<br />

adını-sanını bilemediği bazı yatırlara dahi Gülbaba yatırı,<br />

Gülbaba kabri adını vermiştir.<br />

Bizim, öldürülen şairler dizimizde size bu yazı ile sunmaya<br />

çalıştığımız Gülbaba, Kanuni döneminde yaşayan Gülbaba’dır.<br />

Evliya Çelebi’mize göre de Gülbabamız, bir Bektaşi dervişidir<br />

ve savaşlara katılmış, önemli kahramanlıklar göstermiş,<br />

Budin kalesinin fethi sırasında şehid düşmüş, cenazesini<br />

Ebussuud Efendi kıldırmış, cenaze namazına Kanuni’ de katılmıştır.<br />

Gülbaba Merzifonludur der Evliya Çelebi’ miz…<br />

Evliya Çelebimiz, halkın muhayyilesini birleştirir. Her üç<br />

Padişah dönemini, anlatılarında bir araya getirir.<br />

Tahir Erdem, Uluborlu İlçesi’ nin İllegüp Köyündeki Veli<br />

Baba dergâhının kayıtlarını araştırırken, Gülbaba’ya ait bilgi-


Mustafa CEYLAN<br />

lere ulaşır.<br />

Buna göre;<br />

Yalınkılıç Hüseyin Gazi’ nin Veliyüddin adında bir oğlu<br />

vardır. Veliyüddün Bağdat’a gittiği sırada oniki imamlardan<br />

Mehmet Taki Musa’ nın torunlarından Abdülvahid Çelebi’nin<br />

kızı Fatımatü’z Zehra ile evlenir. Bu kız, “Gelincik Ana” diye<br />

daha sonra nam salar. Ve gelincik ananın iki oğlu olur. Bunardan<br />

birisi Seyyid Cafer olup Güldede adıyla anılır, ötekisi de<br />

Seyyid Hüseyin Gazi’dir ki Sünbüldede adıyla anılır.<br />

300<br />

Evet,<br />

Güldede ve Sünbüldede…<br />

Bu milletin kutlu hafızası, yüce gönlü böyledir işte.<br />

Gelincik ana 1538’de Hakk’a yürür.<br />

Sünbüldede Romanya’nın Ulubey İlçesi’nde, Güldede ise<br />

Macaristan’ın Budin kentinde şehid olurlar. Tarihlerden 1541’<br />

dedir zaman… Şimdi Vagner adıyla anılan bir mimarın varislerinin<br />

elinde bulunan köşkün avlusunda “Gül Tepesi” denilen<br />

yerde, türbesinde yatmaktadır.<br />

Budin kentine Türklük ve Müslümanlık bayrağını diken,<br />

Osmanlının tuğrasını vuran Gülbaba hakkında birçok efsâne<br />

anlatılır.<br />

Savaşta, gülleleri eliyle alıp, daha patlamadan düşman üstüne<br />

geri fırlattığından “gülle baba” derken adı “gül baba”<br />

oluvermiştir mesela…<br />

Gülbaba türbesi, Yahya Paşazade Mehmet paşa tarafından<br />

1543-48 yılları arasında yaptırılmıştır.


Öldürülen 101 Şair<br />

Süleymaniye Kütüphanesinde “Divan-ı Gülbaba” adıyla<br />

bir de yazma eser bulunmaktadır. Ayrıca, Miftâhu’l Gayb<br />

adıyla bilinen bir eserinin bulunduğu da kaydedilir.<br />

Geçdi ömrüm irmedi valsına ol meh-pârenün<br />

Veh ne düşvâr oldı hâli men dil-i sad-pârenün<br />

Zahm-ı gamzen vuslatından dûr olaldan dostum<br />

Subha dek feryâd olubdur kârı men âvârenün<br />

Baş u cân u dil nedir şükrâne verirdim eğer<br />

Vuslat-ı kûyuna irsem sen güneş ruhsârenün<br />

301<br />

Bunca kim hicrinde nây-veş inlerem efgân idüp<br />

Lûtf ile rahm itmedin hâline men gam-hârenün<br />

Hasred ü derd ile kaldın ey Misâlî âkıbet<br />

İrmedin vaslına bir dem ol büt-i ayyârenün…


Mustafa CEYLAN<br />

SON SÖZ<br />

SELÂM OLSUN BALKANLARA(Gülce-Buluşma)<br />

302<br />

……………………………….Goralı Bizim Yahya’ya<br />

Kaleler kaleler yorgun kaleler<br />

Suskun dilinizi duyanlar neyler?<br />

İstanbul’dan bir ordu çıkmış derler sefere<br />

Vursun mehter davulu, çalınsın kösler<br />

“Ceddin Deden” diye Bismillâhla<br />

Demir bilek leventler, yalın kılıç…<br />

“Ak tolgalı bin atlı beyler”<br />

Size gelirler dua dua,<br />

Gelirler aman ey!..<br />

Ak topuklu yağız atlar<br />

Ne de yaman hey!...<br />

Yaman olur efem Osmanlının yiğidi<br />

Peygamberin övdüğü Türktür bunlar<br />

İçlerinde evliyâlar, erenler…<br />

Ölüm, geçişin kapısıdır esas âleme<br />

Cenk yeri düğün yeri hey anam hey !<br />

Geçtikleri yerde<br />

Kubbe kubbe camiler<br />

Kalem kalem minareler<br />

Köprüler, yollar;<br />

Ve yol boylarınca şırıl şırıl akan sebiller…


Öldürülen 101 Şair<br />

Nice tepe, nice dağ, nice yol var<br />

İsimsiz şehidlerini saklar sinesinde<br />

Bu gelen şanlı ordunun…<br />

Tuna’dan Nil’e<br />

Fırat’tan Sakarya’ya<br />

Ne kadar su varsa çağıldayıp akan<br />

Türküsünü söyler tarihe<br />

Bu gaziler ordusunun<br />

Bıkmadan, usanmadan...<br />

Varın Macar ovalarına<br />

Bir nefes alın, bir gül bahçesinin duvar dibinde<br />

Çalınacaktır bizim sesimziden bir Balkan havası<br />

Kulaklarınıza,<br />

Günün birinde…<br />

303<br />

Fatımat’üz Zehra kızı Gelincik Ana<br />

Ülkemin haritasınca damar damar elleri<br />

Bakışlarında Yemen havalarının sıcaklığı<br />

Oğlu Sümbül ve oğlu Gül Dedeyle<br />

Kuşluk vakti bahar tebessümüyle<br />

“Hoş geldiniz” diyerek<br />

Karşılayacaktır sizi.<br />

Ve<br />

Bir testi ayran sunacatır,<br />

İçiniz, çekinmeden…<br />

Hey ki hey!..<br />

Aç kulağını ey köhne takvim


Mustafa CEYLAN<br />

Yalan söyleyen tarih,<br />

Kır kalemi yalanların kâtibi, kır!..<br />

Doğrult başını eğilen yerden<br />

Ak alınla çık ve haykır!...<br />

304<br />

Gözler, bizim yiğidi gözler<br />

Balkan şehirlerinin caddelerinde<br />

Üç tel örgü, beş sürgülü kapı<br />

Bunlar mı engel olacak bize<br />

Deyin ha? Deyin!<br />

İstanbul’dan bir ordu çıkmış şimdi<br />

Geliyor, ilimle, bilimle; kültür, sanatla<br />

Haber verin buzlu camlar ardına,<br />

Bebek beşiklerine<br />

Müjdeleyin…<br />

Kuzum hey, canım hey, cananım hey!<br />

Her sabah her seher, karşı tepeden<br />

Budin Kalesine bakar Gül Baba<br />

Gelincik ananın yemenisinden<br />

Burcu burcu Türklük kokar Gül Baba.<br />

Gecelere efkâr yağsa yeniden<br />

Gökyüzüne yıldız çakar Gül Baba


Öldürülen 101 Şair<br />

Oğlum hey, narinim hey, yiğidim hey!<br />

Evliyâsı, ereni<br />

Kartalı, şahini, Bozkurtu ve cereni<br />

Nicesi varsa düşmüş yollara<br />

Akın akın gelmekte şarktan garba<br />

Hazırlansın Selânik, Viyana, Prizren ve Gora<br />

Al giyinsin kızlarımız al bayrağa benzesin<br />

Sırma çepken efelerim<br />

Kursunlar seğmen alayını haydi bre heyyy!<br />

Bilgisayarla, kimyayla, fenle<br />

Dostlukla, kardeşlikle, umutla<br />

Hoşgörü bahçelerinde<br />

Bal damlatsın kelâm üzümleri,<br />

Bu gelen Gülbaba erenleri,<br />

Bu gelen Peygamberin sevenleri<br />

305<br />

Gelinim hey, kızanım hey, sağdıçım hey!<br />

Mustafa CEYLAN


Mustafa CEYLAN<br />

(7): GAVRÎ<br />

“Çün likâ mihrinden oldu zerrece ilkâ bize<br />

Ta’n mı dûzah görinürse Cennetü’l-Me’va bize<br />

Sûret-i Hak’dır görinen çünkü her şeyde belî<br />

Bakıcak Hak görinür her sûret-i zîbâ bize<br />

Devlet-i dünyâ nedür ya rü’yet-i ukbâ nedür<br />

Görinen dîdâr-ı Hak’dür cümle her eşyâ bize<br />

Rûh-i pâk idün hulul itmezden öndin kalıba<br />

Âlem-i unsurda görünmezdi şey aslâ bize<br />

306<br />

İden Oldur itdiren Ol çün kamu takdîr Anun<br />

Sen ey Gavrî sözi kes bunca nedür gavgâ bize.”<br />

Doğumu 1440. Öldürülüşü 25 Ağustos 1516 tarihinde yapılan<br />

Merc-i Dabık savaşında…<br />

Eserleri:<br />

1)Kevkebü’d-Dürrî fi Evcibeti’l-Gavrî : Tefsirle ilgili bir<br />

çalışması.<br />

2)Münakkahu’z-Zarif ala Muvaşşahi’ş-Şerif : İki adet<br />

manzumeden oluşan bir eseri.<br />

3)Arapça Divanı : Millet Kütüphanesinde bulunmaktadır.<br />

4)Kasaidü’r Rabbaniye ve’l-Muvaşşahâtü’s Sultâniyeti’l-<br />

Gavrîyye : 17 Arapça, 2 Arapça Türkçe ve bir de Türkçe şiiri<br />

bulunan bu eseri Rıfkı Melul Meriç, 1939 yılında kamu oyuna<br />

tanıtmıştır. Devlet adamı, savaşçı. İlimle ve sanatla da uğraşmıştır.


Öldürülen 101 Şair<br />

Bazı kaynaklar da ölümüne dair denir ki:<br />

Merc-i Dabık Savaşında yanına düşen bir top güllesi ile<br />

morali bozulmuş, yenileceğini anlayınca da kendisini zehirlemiştir.<br />

Aslında savaş sonucunda başından ve kulağından yaralandığı<br />

görülür ve ölü olarak bulunur ve Mısır ordusu da dağılır.<br />

Kaynaklar onu Mısırlı Gûrîlere mensup olduğunu belirtirler.<br />

Halep’te Başhacip iken çıkan bir isyânı bastırmış ve Osmanlı<br />

sarayının, II Bayezid’in gözüne girmiştir. Daha sonra,<br />

Osmanlı sarayında tahta geçen I.Selim ile Gavrî arasında birbirlerine<br />

“oğlum sultan hazretleri” ve cevaben de “babam sultan<br />

hazretleri” şeklinde mektuplaşmaların cereyan ettiğini de<br />

yazarlar. Şah İsmail’i yenip İran’dan zaferle dönen I.Selim,<br />

Gavrî’ye bir elçi göndererek, Mısır’da sürdürmekte olduğu<br />

yönetimi beğenmediğini, şedid hareketleri bırakması gerektiğini<br />

ve Şah İsmail’den yana olmaması gerektiğini ihtar eder<br />

ve ordusunun yönünü güneye çevirir. Merc-i Dabık Ovası’nda<br />

iki ordu amansız bir savaşa tutuşur. Ve bizim şair, sanatçı<br />

Gavrî’ de bir komutan olarak, orada, ordusunun başında ölür,<br />

öldürülür.<br />

307<br />

Demiştir Ki:<br />

Müstedâm olgıl hemîşe ey güzel cânum benüm<br />

Gözleri nergis yüzü gül zülf-i reyhanum benüm<br />

Ay yüzün gördükçe vallâh haste gönlüm şad olur<br />

Hak seni var eylesün devletli sultânum benüm<br />

Sen ferağat şad ü hurrem ben kıluram nâleler<br />

Hoş mı gelir sana yâ Râb zâr ü giryânum benüm


Mustafa CEYLAN<br />

Hasretinden hasta oldum derdimi bilmez tabîb<br />

Dilberâ valsındadır var ise dermanum benüm<br />

Ey habîbüm üşte Gavrî mehdini tekrâr ider<br />

Bülbül-i şûrideyim sensin gülistânum benüm.<br />

SON SÖZ:<br />

TARİH BEBEĞİ (Gülce-Buluşma)<br />

308<br />

Şimdilerde uzun kulaklı tarih şaşkın mı şaşkın<br />

Mısır kaynar, Yemen ağlar nedendir?<br />

Bilmez, bilemez; yüzüme bakar aval aval<br />

Bir bebek çıkar apak zamanların içinden<br />

Elinde kâğıt kalem<br />

Yazar, kör tarihin inadına yazar<br />

Yeniçağın hakikatini<br />

Ve gülümser geleceğe<br />

Eli ay çiçeği, gözü menekşe<br />

Dudağı lâle…<br />

Der ki:<br />

Ulubatlı surlara, ha çıktı ha çıkacak<br />

Az kaldı, bekleyin ki, kesin göreceksiniz.<br />

Su, zaman, ülkü, amaç; hepisi de akacak<br />

Bu akış nedir diye, mutlak soracaksınız…


Öldürülen 101 Şair<br />

Sonra da İstanbul’dan, Karadeniz’e doğru<br />

Bir vapur çıkar dertli, yorgun bileceksiniz.<br />

Şu Samsun’un evleri bakar denize doğru<br />

Siz de evet siz de hey, birgün geleceksiniz…<br />

Tarih bebeği derler buna<br />

Her yüzyılda bir gelir,<br />

Çizer yeniden kaderleri<br />

Ve çeker alınları yukarı…<br />

Savaş şimdi meydanlarda değil be gülüm<br />

Evde, masada, meciste, medyada<br />

Kılıç, bomba, tüfek; ne varsa daha daha<br />

Hepsi boş, hepsi sıfır<br />

Dil yayından, akıl tarlasından ne çıkarsa o<br />

Gerisi mi; vallahi boş,<br />

Hepten bomboş…<br />

Bilgi ve para<br />

Evet bu ikisi her şeyin sebebi<br />

Her olayın sonucu be gülüm…<br />

309<br />

Çağırın Gavri’ yi uyansın, gelsin<br />

Tahrir meydanında buluşalım onunla<br />

Sabah yelinin elleri tarasın saçımızı<br />

Ve<br />

Işığın ıslığı alsın kulaklardan, vicdanlardan<br />

Ah’ımızı, alacaklarımızı…<br />

Mustafa CEYLAN


Mustafa CEYLAN<br />

310<br />

(8): GERMİYANLI CENÂNÎ<br />

XV. Yüzyıl şairlerimizdendir. II.Bayezid dönemi müderrislerinden<br />

Germiyanlı Molla İzârî’ nin kardeşidir. Asker kökenli<br />

akıncı bir şairimizdir. 1498 yılında yapılan Lehistan seferi sırasında<br />

düşmanlar tarafından öldürülerek şehid edilmiştir.<br />

Türk şiir tarihinde Hasan Dede başta olmak üzere, çok sayıda<br />

asker kökenli şair bulunmaktadır. Türk’ün fetih ruhunu<br />

kamçılayan şiirler, destanlar, efsânelerle; içinde bulunduğu<br />

ordunun cesaretini arttıran, yiğitleri aşka getiren şairlerimizin<br />

çoğu da çarpışmalar sırasında şehid olmuşlardır. Germiyanlı<br />

Celâlî onlardan birisidir.<br />

Öldürülen şairlerimiz arasında gene asker kökenli bir<br />

Cenânî daha vardır ki, o Cenânî, XVI. Yüzyılda yaşamıştır ve<br />

“Semendereli Cenânî” dir. Her ikisini karıştırmamak gerekir.<br />

Demiştir ki:<br />

Şeb-i gamda yalınuz kaldum ayâ mâh mebed<br />

Sana irüşmez elüm nideyin eyvâh meded<br />

Gel esirge beni devletlü güzel başun için<br />

Senden ayırma beni kulunum ey şâh meded.<br />

Kimi edebiyat tarihçileri ve araştırmacıları Cenanî’ye<br />

Cenâbî adını da vermişlerdir.<br />

Cenânî, tımar sahibi akıncı bir şairdi. II Bayezid, Leh kralının<br />

çıkarmış olduğu fitne ve fesatları gidermek ve ona dur demek<br />

için, Lehistan üzerine bir sefer düzenlenmesini ister ve bu iş için<br />

de Malkaçoğlu Bâlî Bey’i görevlendirir. Şair Germiyanlı Cenânî,<br />

komutan Malkoçoğlu Bâlî Bey’in en yakınındadır. Seferde ve<br />

düşmanla karşılaşma esnasında büyük kahramanlıklar gösterir.


Öldürülen 101 Şair<br />

SON SÖZ:<br />

SEN CENÂNÎ BEN CEYLÂNÎ (Gülce-Serbest Zincir)<br />

Mehterbaşı vur davula köhne çağı uyutma<br />

Bu gelen aşk ordusudur, başındadır Cenânî<br />

Balkan havalarından kınalanmış zamanı<br />

Alıp avuçlarından saza döksün Ceylânî<br />

Ateşin yapıştığı gül goncası yüreğin<br />

Yüreğin iklimini yağmur etsin hele ney<br />

Ney ne etsin kabuğu, özü yangın yeridir<br />

Yeridir Balkanların cemre düşen sinesi<br />

Sinesinden Tuna’dır acılarla kıvranıp<br />

Kıvranıp da vay gülüm, yağız atın nal sesini özleyen<br />

Özleyen ben, gözleyen sen Cenânî<br />

Cenânî’yle Rumelidir Ceylânî…<br />

311<br />

Ceylânîyle Cenânî bir şiire yaslanmış<br />

Yaslanmış akıyorlar, mısra mısra Meriç’ten<br />

Meriç’ten akıp giden sınıra gönül koyup<br />

Koyup da başlarını gölgesine bayrağın<br />

Bayrağın ayyıldızı ağartır geceleri<br />

Geceleri dost sanır, aldanır cüceleri<br />

Cüceleri bırak dost, çürüsün orta yerde<br />

Yerde ırmağın yüzü, topukları bulutta<br />

Bulutta sancılı bir çağ yatar vay gülüm, sarmalanmış umutta…


Mustafa CEYLAN<br />

Umutta bebeklerin gülücükler saçan her dudağı<br />

Dudağında duadır, Besmeledir elleri anaların<br />

Anaların sabrıdır Balkan şehirlerinde yükselen her minare<br />

Minare ki oruç tutan rüzgârı yürek kapılarından alıp<br />

Alıp götürür yâre…<br />

Yâre giden yolların kesiştiği yer biziz<br />

Biziz Üsküp seherinden asırları cem edip<br />

Cem edip Ege’nin sularında yıkayan…<br />

Mustafa CEYLAN<br />

312


Öldürülen 101 Şair<br />

(9): SULTAN AHMED<br />

“Kumrî vü bülbül okur Hak zikrini her dem velî<br />

Ahmed ibn Veys okur bu sözi takrîr eylemez.”<br />

Ey Şiir !!!<br />

Anlayamadım seni, tanıyamadım. Tutamadım ellerinden.<br />

Yandın ve yaktın beni de. İçime girdiğin anda darma duman<br />

ettin içimdeki şehrimi. Dur durak bilmiyorsun. Makam ve<br />

mekân tanımıyorsun. Bütün zamanların hem içinde, hem dışındasın.<br />

Hattâ zaman senin oyuncağın olsa gerek.<br />

Sultan, şah, kral, komutan… Çiftçi, işçi, amele… Yoksul,<br />

zengin, banker, fakir.. Uzun boylu, çüce, şişman… Hiç kimseyi<br />

ayırd etmeden yerleşiyorsun canının çekirdeğine ve bana<br />

benzetiyorsun hepsini de.<br />

313<br />

Çoğunda çileyle besliyorsun şairini. Gözyaşıyla yoğuruyorsun,<br />

ölümle sınıyorsun sana tutkunları.<br />

Şehirler, içinde yaşayan insanların yüzünü giyerler kendilerine.<br />

Coğrafya ve eşya, insan enerjisi ve yansımalarıyla renk<br />

alır üstüne. İnsansız ve renksiz şehirler, medeniyetleri yerle<br />

yeksan olmuş harabeler-ören yerleri gibi ıssız ve sessiz olup,<br />

yarasaların kanat şakırtısıyla korkulan yerlerdir. İnsanı cıvıl<br />

cıvıl, insanı gülen, hoş gören ve yaşayan-yaşatan şehirler var<br />

ki, dinamik, üretken ve sanatkâr ruhlu… Ben bu ikinci sanatkâr<br />

ruhlu şehirlere tutkunum.<br />

Şiirin raksı, sözün musikiyle gül bahçelerinde, dolunaylı<br />

gecelerde yüreklere aksetmesi yok mu, işte yakamozun ışıltıladığı<br />

su zarı olur çıkar tenim ve kalemim kendi girdabından


Mustafa CEYLAN<br />

bin ilham dizer gönül defterime…<br />

Şehirler ve şairler iç içedir hep. Şiir çoğunda şehrin adını<br />

şaire vermiş, şaire yeni-yepyeni bir isim takmıştır.<br />

Kumru ve bülbül gibi Hak zikrini yapan velilerin yaşadığı<br />

iklimi yansıtan Sultan Ahmed, Bağdat şehrinin tarihte kalmış<br />

Sultanı, şair sultanıdır.<br />

14. Yüzyılda üç şair öldürülmüş. Bunlardan ikisi Kadı Burhanettin<br />

ve Nesimî’ dir. Üçüncüsü ise edebiyat tarihçilerinin<br />

ve araştırmacıların Ahmed Bin Üveys dedikleri Sultan<br />

Ahmed’dir.<br />

314<br />

Şiirlerinde İbn Veys, Ahmed, Ahmed b. Veys, Ahmed İbn<br />

Şeyh Üveys gibi mahlaslarda kullanan şairimiz, 1410 yılında<br />

Karakoyunlu Türkmenlerinin başkanı olan Kara Yusuf’un ordusuna<br />

karşı mağlup olur ve öldürülür.<br />

Açın tarihin tozlu raflarını, yıkayın hakikatin ışıklarıyla<br />

cümle dehlizlerini ve güne güneşe çıkarın tarihi... Göreceksiniz<br />

ki, Anadolu dışında, Yemen, Bağdat, Şam; Trablusgarb,<br />

Cezayir, Tunus, Üsküp, Gümülcine dahil nice Dünya toprağında<br />

ayyıldızlı çiçekleri görürsünüz ve size bucu burcu gülümserler<br />

hep...<br />

Bağdat, bizim diyar...<br />

Bağdat, şiirin ve şairin mekânı...<br />

Hep bizim olduğunca güzel durmuş Bağdat, güzel bakmış...<br />

Ama şimdi öyle mi?<br />

Şimdi kan ağlıyor değil mi?<br />

Şimdi boynu bükük Bağdat’ın...


Öldürülen 101 Şair<br />

Öldürülen Şairimiz Sultan b. Üveys’ de Bağdat sevdalısıdır.<br />

Bağdat’ı bağdat yapan komutanlardan, sultanlardan birisidir.<br />

Sultan Üveys’in dördüncü oğludur. Sultan oğlu Sultandır<br />

yani… Bağdat ve Azerbaycan hattında hüküm süren, İlhanlılardan<br />

sonra bölgeye hâkim olan Celayirli bir aileye mensuptur.<br />

Taht kavgalarıyla dolu olan tarihin sinesine, Basra Valisi<br />

iken büyük kardeşine karşı isyan bayrağı çekerek onu yenen,<br />

Tebriz’i işgâl edip, kardeşi Hüseyin’i idam ettiren, öteki kardeşlerini<br />

de pasifize eden korkusuz bir komutan ve bir liderdir...<br />

Ancak, Timur karşısında şansı bir türlü yaver gitmemiştir.<br />

Timur orduları onun zamanında iki kez Bağdat’ı<br />

yağmalamıştır. Sultan Ahmed’de Timurdan kaçarak Yıldırım<br />

Bayezıd’a sığınmak zorunda kalmıştır.<br />

Hattâ Timur ile Yıldırım Bayezid’in arasının açılmasına<br />

sebep Sultan Ahmed’dir diyebiliriz. Çünkü Bayezid’in oğlu<br />

Mustafa çelebi ile Sultan Ahmed’in kızı arasında söz kesilmiş,<br />

dostluk akrabalığa kadar ilerlemiştir. Fakat Timur, sürekli<br />

ulaklarıyla Yıldırım’a mektuplar yazarak Sultan Ahmed’in<br />

kendisine teslimini istemiştir.<br />

315<br />

Osmanlı’nın desteğiyle Sultanlığını yaptığı Bağdat’ı bir<br />

kaç kez ele geçirmiş, kentte imar çalışmaları gerçekleştirmiştir.<br />

Timur’un vefatından sonra Karakoyunlu Türkmenlerinden<br />

Kara Yusuf Bağdat’ı ele geçirmiş ve bizim şair Sultan Ahmed’i<br />

öldürmüştür.<br />

Şiirleri bestelenen ve 15. Yüzyıl sonuna kadar musiki dünyasında<br />

besteleri okunan Sultan Ahmed, Şirazlı Hafız’ın dostudur.<br />

Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler kaleme almıştır.


Mustafa CEYLAN<br />

Ahmed Bin Üveys(Sultan Ahmed)’in 1267 beyitten meydana<br />

gelmiş, Bağdat’ta kaleme alınmış bir divanı bulunmaktadır.<br />

Divanda naat, gazel, kıt’a, rubaî, beyit, fahriye ve müfredlerle<br />

beraber 300 manzum eser bulunmaktadır.<br />

Demiş ki:<br />

GAZEL<br />

Kim ola dün gün işinde fikr ü tedbir eylemez<br />

Neylesün tedbirî bende çünki takdîr eylemez.<br />

316<br />

Hayr u şer nakkâş-ı bî çün yazdı bir levh-i cebîn<br />

Âdem oglı cehd edüp ol nakşı tağyir eylemez.<br />

Âyet-i “Nahnü kesemnâ” ma’nisin her kim bilür<br />

“Yef’alu’llâh mâ yeşâ” bu sırrı tefsir eylemez.<br />

Her kime oldı müyesser künc-i genc-i ma’rifet<br />

Padişâh-ı vakt olupdur hizmet-i mîr eylemez.<br />

Her kimün kim aklı vardur ol bilür hâli nedür<br />

Bu güni tanlaya koyup anı te’hîr eylemez.<br />

Ârif olur hâliyâ işbu elemli dünyede<br />

Şâhid ü şem’ü şarâb u nukli taksîr eylemez.<br />

Defter-i ömri hisâb-ı âhir oldı câhilün<br />

Bed-ameldür cüz gam-ı bîhûde tevfîr eylemez.<br />

Dem geçürdi merdüm-i dil-hasta-i çeşmüm benüm<br />

Cüz sirişk-i lâle-gûndan nâme tahrîr eylemez.


Kumrî vü bülbül okur Hak zikrini her dem velî<br />

Ahmed ibn Veys okur bu sözi takrîr eylemez.<br />

Öldürülen 101 Şair<br />

SON SÖZ:<br />

ÜVEYS-İ AHMED BAĞDAT GÜLÜ<br />

(GÜLCE-Buluşma)<br />

Timurla Yıldırım’ın Çubuk Ovasında<br />

Fillerle çarpışması asla fırsat değildir.<br />

Vardır sebebin sebebi, gizlidir, örtülüdür<br />

Açar kalp gözü zaman çekmecesini<br />

Büyük olay savaş, ölüm;<br />

Asla vasat değildir.<br />

317<br />

Giy sultan kaftanını, yürü cellad üstüne<br />

Altın iğne ipliği, neden geçmez delikten?<br />

Seninse şehr-i Bağdat, şarap dolmaz destine<br />

Alnındaki yazıda mağlup olmuşsan ilkten<br />

Hoyrat esen rüzigâr, başını döndürmüşse<br />

Yüreğine duvar ör, tunçtan, taştan çelikten.<br />

Yağız atlar yelesi tarih yazar bilirsin<br />

Bir söz söyle, susup geçme devrandan<br />

Etkili olsun sözün, haydi durma balam can<br />

O sözünle<br />

Ya oğul balı kesilirsin,<br />

Ya da idam edilirsin.


Mustafa CEYLAN<br />

Sırf bu yüzden işte<br />

Takvimlerin çığlığı<br />

Sana ruhsat değildir.<br />

Hicranını yükle iklimlerin içine<br />

Yıkılan, yanan Bağdat yağmuru<br />

Yeniden yağsın can vermek için<br />

Gönüllerin has bahçelerine<br />

Ve<br />

Bağdat gülü koparıp gönder<br />

Üveys-i Ahmed’e bir gece vakti…<br />

318<br />

Tersine kur saatleri tersine<br />

Yükle düşlerini zaman makinesine<br />

Dost uğruna can verilir fidanım<br />

Çağ yıkılır bilirsin<br />

Dostun imdat sesine…<br />

Dicle Fırat iki öksüz kız,<br />

Dökerler gözyaşını sultan mendillerine<br />

Ay şafağı vaktidir topla eteklerini<br />

Bir türkü söyle yeni baştan unutma<br />

Bir türkü, mor gömlek çağrı yüklü<br />

Bağdat güzellerine….<br />

Mustafa CEYLAN


Öldürülen 101 Şair<br />

(10): BEZMÎ<br />

XVII. Yüzyıda yaşamış, asker şairlerimizden. 1683 yılında<br />

yapılan Peç seferine katılmış, sağ ayağına “humbara” düşmüş<br />

ve şehid olmuştur.<br />

“Bâis figân ü nâleme ol mâh-rû mudur<br />

Yohsa visâle bende olan ârzû mudur<br />

Gûş eylemez mi ol meh-i nâ-mihribân aceb<br />

Te’sîri yok mu nâlelerim güft ü gû mudur<br />

Her bir nigâhın olmada zahm-âver-i derûn<br />

Şimşîr-i gamzen ey şeh-i hûbân dür û mudur<br />

319<br />

Seyl-i sirişk-i dîde-i hûn-bârdan garaz<br />

Âyâ sevâd-ı dâğ-ı dili şüst ü şû mudur<br />

Âdâb Sümenât-ı dâğ-ı muhabbetde Bezmî<br />

Bilmem perestiş ol saneme ser fürû mudur.”<br />

Kaynaklara göre:<br />

Babasının adı Ramazan. Divan-ı Hümayun kâtipliği görevinde<br />

bulunmuş. Daha sonra bu görevden kendi isteğiyle ayrılmıştır.<br />

Yeniçeri Ağası Tekirdağlı Mustafa Paşa’ nın nedimi<br />

olmuş, 1682/83 yılında yapılan peç seferine katılmış ve orada<br />

şehid olmuştur. İstanbullu veya Bosnalı olduğunu kaynaklar


Mustafa CEYLAN<br />

belirtmişlerdir. Bazı kaynaklar da Bezmî mahlasından dolayı<br />

kendi eceliyle vefat eden şair Mustafa Bezmî ile karıştırmışlardır.<br />

“Gül ile halk olunmuş çünkü ey dil hâr bir yerde<br />

Baîd olmaz olursa yâr ile ağyâr bir yerde.<br />

Dilberin âşık olan emrine münkâd gerek<br />

Yâr olup sevdiğine gayrilere yâd gerek.”<br />

320


Öldürülen 101 Şair<br />

(11): ÂBÎ<br />

XVII. Yüzyılda yaşamış, yeniçeri, Kandiye Kalesi muharebesinde<br />

düşmanla savaşırken şehid olmuş bir şairimizdir.<br />

(1666). Yümnî Tezkiresi’ne göre Erzurumlu’dur ve asıl adı<br />

Mahmud. Köprülü Ahmet Paşa’ya ve kethüdası İbrahim<br />

Paşa’ya kasideler sunarak ihsanlar elde etmiştir.<br />

Demiştir ki:<br />

“Bârekallâh ey yegâne Âsaf-i rûşen-zamîr<br />

Re’y-i pâkindir senin ârâ-yi hurşîd-i münîr<br />

321<br />

Hüsn-i tedbîr-i makâlinle Artisto beste-fem<br />

Vech-i ta’bîr-i meâlinle Felâtun şerm-gîr<br />

Emrine ser-beste olmazsa adû-yi serkeşin<br />

Ham olup kaddi kemân-veş uğrasun bağrına tîr<br />

Mehdinde hata ettiğiyçün hâme o yârin<br />

Makta’da dilin kat’ideriz anın ucundan.”<br />

Şiir böyledir işte. “Yaşa, Varol, Padişahım sen çok yaşa!”<br />

dedirttiğinde, cebini, keseni sonuna kadar açık tut. Gökten<br />

yağmur bile daha bir ıslak düşer ham toprağına. Yanın yören<br />

nasıl ışıldar, nasıl yumuşar ve yeşilleniverir. Bir anda akrabaların,<br />

dostların dahi çoğalır. Şaşırıp kalmayasın. “Yaşa padişahım,<br />

bin yaşa” dedin ya, kapattın ya sihirli bir perde ile haki-


Mustafa CEYLAN<br />

katin üstünü ve övgülerle, hiç hak etmeyeni zirvelere taşıdın<br />

ya mükâfatın hazır demektir. Boşuna “Abî” olunmaz. Olunabilmek<br />

için, yastılman lâzım. Kirli de olsa, sen uzan eşiklere,<br />

bassınlar üstüne ve geçsinler gitsinler bağlara, bostanlara. Aldırma<br />

ezildiğine, çamurlu ayaklara ve leşa kokan o ayakların<br />

izlerine. Sen ağzına kadar dolan kesenin çıkardığı vıcık vıcık<br />

gürültüye kulak ver. Kişiliğin, karekterin sıfırmış. Es geç, durma<br />

üstünde. Çek yağını, bas alkışını, kim ne düşünürse düşünsün….<br />

Şiir böyledir işte. Kimini süründürür, kimini de kürklerle<br />

donatır, büründürür…<br />

322


Öldürülen 101 Şair<br />

(12): HAYLÎ<br />

Asıl adı Ahmet. Bursa’da doğmuş. Bağdat seferi sırasında<br />

şakağına isabet eden bir kurşun sebebiyle şehid olmuştur.<br />

(1631/32)<br />

“Dildârımı n’ettin deyu ağyâre yapışdım<br />

Gördüm ki güle irmez elim hâre yapışdım.<br />

Onar mey-i aşkın ile sâye-veş eyle ey dil<br />

Geh yollara düşdüm gehi divâre yapışdım.<br />

Ey kâkülli sünbül bir işim çıkmadı başa<br />

Gerçi gam-ı giysûn ile çok kâre yapışdım.<br />

323<br />

La’lin taleb eylerken elim zülfüne değdi<br />

Bir küne-i nihân ister iken mâre yapışdım.<br />

Dâğım çoğalup kâr-ı gam-ı aşk ile Haylî<br />

Bir müflis iken dirhem ü dinâre yapışdım.”<br />

Babası sipahi olduğundan o da babasının yolundan gider<br />

ve sipahiler arasına katılır. Bazı devlet adamlarına yakınlığı<br />

sebebiyle de sipahi kâtipliği görevine getirilir. Hocası, aynı<br />

zamanda şair olan Bursalı Âsımî Mehmed Çelebi’dir. Şiirde<br />

kat ettiği yol, ustasının, hocasının eseridir denebilir. Bir gözünde<br />

problem olan şairimiz, Razî Efendi’nin Bursa kadılığı<br />

yaptığı bir dönemde, meddahların anlatılarda bulunduğu bir<br />

kahveye gitmiş, orada tuttuğu tarafı alkışlayınca, meddah ona


Mustafa CEYLAN<br />

“hangi gözüyle gördüğünü” sorar. Bu söz üzerine hikâyeciyi<br />

bıçaklayarak öldürür. Yakalanır ve hapse atılır. Hapiste iken<br />

Ahmed Paşanın “Kerem redifli” kasidesini değiştirerek, Kadı<br />

Razî’den medet umar. Razî Efendi de bunun üzerine ağır şekilde<br />

cezalandırılmasını önler…<br />

Divan’ı, Topkapı Sarayı Kütüphanesinde bulunmaktadır.<br />

“Şâirem nâdire-gûyem ne desem lâf değil<br />

Ömrümü mehdine sarf eylesem isrâf değil.<br />

Nice medheylemesün rûy u lebün tûti-i dil<br />

Sözü sükker mi ya âyînesi mi sâf değil.<br />

324<br />

Âteş-i hicr ile kaldım zer-i rûyim hâlisâ<br />

Kime arzeyleyeyim yâr ise sarrâf değil.<br />

Merhabâ eyledi bizimle sekân-ı kûyun<br />

Biz kapı kullarıyız itmemek insâf değil.<br />

Kamer-i burc-ı suhandır dil-i Haylî cânâ<br />

Tab’-ı yârân-sıfat encüm-i şeffâf değil.”


Öldürülen 101 Şair<br />

SON SÖZ<br />

MEDDAHA (Gülce-Triyolemsi)<br />

En eski kahvelerin meddahısın bilirim<br />

Yanar, tüter gezerim, yine sana gelirim.<br />

Yüreklerin hükmünü çekmek olmaz tartıya<br />

Üçyüz altmış beş eksi, bak yaslanmış artıya;<br />

Saklama gel kendini, yeniden çık ortaya<br />

En eski kahvelerin meddahısın bilirim.<br />

Ömür dediğimiz şey, dönüp duran değirmen<br />

Çeker mıknatıs gibi tutmuş da eteğimden<br />

Nefesin gül kokuyor, yaralarıma derman<br />

Yanar, tüter gezerim, yine sana gelirim.<br />

325<br />

Mustafa CEYLAN


Mustafa CEYLAN<br />

(13): PERVÂNEZADE HÜSEYİN ÇELEBİ<br />

Edirne doğumlu, bir asker şairimiz olup Sadrazam Filibeli<br />

Hafız Ahmed Paşa’ nın Bağdat seferine katılır, 1625 yılında<br />

bedevi Araplar tarafından şehid edilir ve Bağdat’a defnedilir.<br />

BEYİTLER<br />

Gülşen-i hüsn içre cânâ kâmetün serv ü nihâl<br />

Ârızın verd-i mutarra gözlerin nergis misâl.<br />

326<br />

Hâdken ref it Hüseyn-i bendeni şâhım meded<br />

Hicr-i pâpusunla gurbet oldu zirâ pay-mâl.<br />

Hafız Ahmet Paşa sadrazamdır ve 1623 yılının Ramazan<br />

ve Şevval ayını Musul çevresinde geçirmektedir. Bağdat’ın<br />

savunmasını da Bekir Subaşı’na bırakmıştır. Bekir Subaşı’ nın<br />

müdafaasına rağmen oğlunun ihaneti sonucunda Bağdat,<br />

İranlılar’ın eline geçmiştir. Bir yıl sonra, Hafız Ahmed Paşa,<br />

Bağdat’ı almak için yola çıkar. 9 ay sürer Bağdat muhasarası.<br />

Bu arada kıtlık, açlık, hastalık ve benzeri sebeplerle dönmek<br />

zorunda kalır.


Öldürülen 101 Şair<br />

BEYİTLER<br />

Semend-i nâza o nevres süvâr olur giderek<br />

Kemend-i zülfüne diller şikâr olur giderek.<br />

O mâh burc-ı şerefden yeni doğmuşdur,<br />

Şuâ-i mihr-i ruhı tâbdar olur giderek.<br />

Visâl-i bağına yârin erem deyu her su<br />

Sirişk-i didelerim cûy-bâr olur giderek.<br />

327


Mustafa CEYLAN<br />

(14): DERVİŞ PAŞA<br />

XVI. Yüzyılın son yarısında yaşamış, Bosna-Mostarlı bir<br />

şairimi zdir. II. Selim dönemi devşirmelerindendir. Önce at<br />

meydanında bulunan saraya, sonra da Enderun-u Hümâyûn’a<br />

alınmıştır. Tezkirelere göre Derviş Paşa III. Murad döneminin<br />

Doğancıbaşısı’dır. Budin’in kurtarılması sırasında<br />

Csepel(Cepel)adasına çıktıklarında, 14-15.000 kişilik bir ordusu<br />

vardır, ama asker şevki kırılmış, ürkmüştür. Bosna Beylerbeyi<br />

olan Derviş Paşa, o kadar korkak askere rağmen, döğüşe<br />

döğüşe adada şehid olur.<br />

328<br />

Divanı yoktur. Şiirleri muhtelif mecmualarda yayınlamıştır.<br />

Mesnevi ve gazeller kaleme almış bir şairimizdir. İranlı<br />

şair Binayi’ nin bir eserini Muradname adıyla dilimize tercüme<br />

etmiştir. Muradname, mesnevi tarzında fâilâtün, mefâilün,<br />

fâilün kalıbıyla yazılmıştır.<br />

GAZEL<br />

Âh kim nigâra irmez elim<br />

Nidem ol şivekâra irmez elim.<br />

Bir hazân-dide andelibim ben<br />

Gülşen-i nev-bahâra irmez elim.<br />

Yeridir nâleyi hezâr itsem<br />

Bir dem ol gül-‘izâra irmez elim<br />

Fülk-i dil bahr-i gam miyânında<br />

Âh kim bir kenâra irmez elim<br />

Yâr bir pâdişâh ü ben Dervîş<br />

Dâmenîne ne çâre irmez elim.


Öldürülen 101 Şair<br />

SON SÖZ:<br />

SAVAŞ ÇINGISI<br />

Bosna Beylerbeyi<br />

Emrinde onbeş bin asker<br />

Budin önlerinde<br />

Asker dediğin de ne?<br />

Korkak, ürkek…<br />

Derviş Paşa komutan<br />

Gözlerinde asırların alevi<br />

Savaş çıngısı dudaklarında<br />

Olanca gücüyle haykırmakta<br />

Uyanası değil askerin…<br />

329<br />

Mostarda bir köprüdür Paşa<br />

Üstünden rüzgâr eser, askersiz<br />

Bir acı türküdür ötelerde söylenen<br />

Ağam hey, beyim hey;<br />

Nideyim hey!...<br />

Mustafa CEYLAN


Mustafa CEYLAN<br />

(15): FEDÂYÎ<br />

Peşte savaşında şehid olan Fedâyî, XVI. Yüzyılın son yıllarında<br />

yaşamış, asıl adı İsmail olan bir şairimizdir. Asker şairlerimizin<br />

Çoğunluğu savaşlarda kahramanca çarpışmışlar ve düşman<br />

tarafından öldürülerek şehid edilmişlerdir. Fedâyî’ de o şairlerimizden<br />

birisidir.<br />

Hakkında Tezkirelerden bilgi aldığımız Fedâyî, İstanbullu<br />

bir şairimizdir.<br />

330<br />

III. Mehmed zamanında yapılan Eğri seferinde, savaşın zaferle<br />

sonuçlanmasına rağmen, bir bozgun yaşanır. Ordunun<br />

bir kısmı savaş meydanından kaçar. Fedâyî, bu duruma son<br />

derece üzülür ve bu kaçışları kınayan bir terkib-i bend kaleme<br />

alır. İşte o terkib-i bend Fedâî adının nam salmasını sağlar.<br />

“Sefer-i Humayundan firar eden Devletliler Hakkında” giriş<br />

sunumuyla başlayan şiir, Osmanlı Tarih ve Edebiyat<br />

Mecmuası’nda da yayınlanmıştır.<br />

Gazanfer Ağa’ya Övgü<br />

Sipihr-i bârgâha sâha-i vakârından<br />

Hicâb ider geçer iken göze görünmeğe bad<br />

Şemîm-i halkını şâir nice ide ta’rif<br />

Nesîmi nakş idebilür mi kilk ile Behzâd<br />

Fedâyî kulunu kurbânın oldu kapında<br />

Dilersen öldür efendi dilersen it âzâd


Öldürülen 101 Şair<br />

Fedâyî, eğitimini tamamladıktan sonra matbah-ı Amire<br />

Kâtipliği görevine getirilir. Karşısında da aynı göreve aday birisi<br />

daha vardır. Selânikî Mustafa Efendi… Fakat padişah<br />

Fedâyî’ yi tercih eder. Selânikî Mustafa Efendi, bu tercihe karşı<br />

çıkar. “Bu tayin geleneğe aykırıdır. Bu göreve işden anlayan<br />

birisinin getirilmesi gerekirdi” der.<br />

BEYİTLER<br />

Gönül fülk-i selâmet sâhilinde urmadın lenger<br />

Yine bir kâfirin oldum esîri hey müselmanlar.<br />

Öldürür yürür idi âşıkın ol reşk-i melek<br />

Hançer-i tîzine urmasa eğer kem köstek.<br />

Âşık öldürmeğe atılmış ok eyler yâri<br />

Yeni çıkdı o kuburî yen ile tâze yelek.<br />

Gözüm kan oldu destimden o yâr-i sîm-ten gitdi<br />

Gönül sabreyle gel çün kim olan oldu giden gitdi.<br />

331<br />

SON SÖZ:<br />

ASKER ŞAİRLERİM (Gülce-Buluşma)<br />

Geçtiler yârdan, serden<br />

Uyandılar seherden<br />

Estiler cephelerden<br />

Vay asker şairlerim!


Mustafa CEYLAN<br />

Düğüne gider gibi<br />

Gittiler türkü türkü,<br />

Onlar armağan etti<br />

Bizlere Atatürk’ü…<br />

Yurt diye can verdiler<br />

Göklere yükseldiler<br />

Öyle çok güzeldiler<br />

Vay asker şairlerim!<br />

332<br />

Düğüne gider gibi<br />

Gittiler türkü türkü,<br />

Onlar armağan etti<br />

Bizlere Atatürk’ü…<br />

Cephede bir şair varsa eğer<br />

Silinir korkular, ölüm bile hoş gelir<br />

Bayram yerine döner kazma kürek mevziler<br />

Okuduğu her şiir, dize derman, göze fer…<br />

Takdıysa süngüsünü, atıldıysa ileri<br />

Mümkün değildir döndürmek<br />

Şair askerleri<br />

Mustafa CEYLAN


Öldürülen 101 Şair<br />

(16): SAADET GİRAY(ÂRİFÎ)<br />

“Kıt’a<br />

Gamzen girişme haylîne sultan-ı fitnedür<br />

Çâh-ı ruhun fütâdeye zindân-ı fitnedür<br />

Cân ü dil oldı küştesi şemşîr-i gamzenün<br />

Rahm eyle anlara ki şehîdân-ı fitnedür.”<br />

Gazi Giray’ın oğlu, İnayet Giray’ın kardeşi. Sultan IV. Murad<br />

zamanında şehid edilen XVII. Yüzyıl Hanlık dönemi, Han<br />

soylu, Kırım şairlerimizden.<br />

Kırım şairleri icinde han veya han soylu şairlerin sayısı<br />

14’dür: I. Mengli Giray, Saadet Giray (I. Mengli Giray’ın<br />

oğlu).<br />

Devlet Giray, Bora Gazi Giray, Saadet Giray (II. Gazi<br />

Giray’ın oğlu).<br />

Bahadır Giray, IV. Mehmed Giray, Selim Giray, Şahin Giray<br />

(Selim Giray’ın oğlu).<br />

II. Mengli Giray, Hanzade Hanım, Şahin Giray (Topal Ahmed<br />

Giray’ın oğlu).<br />

Halim Giray, Şahbaz Giray. Bunlardan Bora Gazi Giray<br />

Han (Gazayi) aynı zamanda talik hattatı ve müzisyendir. Her<br />

türlü çalgıyı calabilirdi. Bayati Araban peşrevi, hüzzam peşrevi,<br />

mahur peşrevi ve saz semaisi gibi pek cok besteleri vardır.<br />

Kırım şairleri iyi oğrenim görmüştür. Müftülük, müderrislik,<br />

kâtiplik gibi meslek sahipleri yanında, devletin üst kademelerine<br />

kadar yükselenler de bulunmaktadır. Kırım şairleri<br />

icinde ümmi olduğu soylenen bir şair de vardır:<br />

Yavuz Selim çağında yaşamış olan Kefeli Talibi Celebi.<br />

Latifi, onun ümmi olduğu halde guzel şiirler soylediğini ifade<br />

eder. “<br />

333


Mustafa CEYLAN<br />

334<br />

“Hanlık dönemi Kırım edebiyatı, genel olarak Osmanlı<br />

edebiyatına benzer bir karakter gösterir. Şairlerin büyük çoğunluğu<br />

şiirlerinde Osmanlı Türkçesini kullanırlar. 13.yy.da<br />

yaşayan Ali ve 14.yy. şairi Mahmud’un şiirlerinde o günkü<br />

Kırım Türkçesi görülür. I. Mengli Giray’ın şiirlerinde Tatar<br />

Türkçesi egemendir. Bora Gazi Giray’ın Osmanlı Türkçesi<br />

yanında Kırım Tatarcası ile de şiirleri bulunmaktadır.<br />

Şairlerin büyük bir kısmı Divan edebiyatı estetiğini benimsemişlerdir.<br />

Ali, Mahmud, Aşık Ömer, Gevheri, IV. Mehmed<br />

Giray ve Kırımi gibi şairlerin hece vezniyle şiirleri vardır.<br />

Mutasavvıf şairlerden Selim Divane de hem aruz, hem de hece<br />

veznini kullanmıştır.<br />

Şairlerden 12’sinin divanı, 2’sinin divancesi vardır. 37’si<br />

sadece şiir yazmıştır. 17 şair ise başka eserler de kaleme almıştır.<br />

Kırım edebiyatı da Osmanlı edebiyatı gibi 19.yy.dan başlayarak<br />

Batı edebiyatı tarzında gelişimini sürdürmüştür.”<br />

(hbvdergisi.gazi.edu.tr)<br />

Kırım Hanlığı devrinde burada yetişen şairlerin eserleri,<br />

Rus ordusunun Bahçesaray’ı yakıp Potemkin’in Karasu’da<br />

katliam yaptığı senelerde gasp olunmuş ve nihayet Han<br />

Saray’ın Rus ordusu tarafından yağma edildiği zaman, oradaki<br />

mükemmel kütüphane de imha edilmiştir. Bu yüzden, bu<br />

dönem şairlerinin eserlerinin tamamı bugün elimizde mevcut<br />

değildir.<br />

Bugün ikinci Kırım Hanı Mengli Giray’ın şiirlerinden sadece<br />

birkaç mısra bilinmektedir. Tarihçi Seyyid Mehmed<br />

Rıza, “Es’seb’u’s-Seyyare” adlı eserinde Mengli Giray’a ait<br />

mısraları naklederken Han’ın ilim ve edebiyata çok meraklı<br />

olduğunu ve her zaman şiirle uğraştığını bildirmektedir.<br />

Mengli Giray, uzun zaman dönemin ilim ve irfan merkezi<br />

olan eski Kırım şehrinde yaşamıştır. Bundan dolayı iyi bir


Öldürülen 101 Şair<br />

medrese tahsili yapmış olması muhtemeldir. Daha sonra Gedik<br />

Ahmet Paşa tarafından İstanbul’a götürülen Mengli Giray,<br />

Kırım’a döndükten sonra Kırım’da Osmanlı sarayının bir benzerini<br />

yaptıracak kadar Osmalılar’dan etkilenmiştir. Bu kadar<br />

çok Osmanlı tesirine giren Han’ın Osmanlı şairlerinden de etkilenmesi<br />

normaldir. Kırım Hanlığı’nın daha kuruluş yıllarında<br />

başlayan bu tesir, bilhassa İstanbul’da terbiye gören hanzadeler<br />

yani saray vasıtasıyla gittikçe fazlalaşmıştır. 1475 yılında<br />

Gedik Ahmet Paşa’nın Kefe’yi almasıyla ilerleyen İstanbul -<br />

Bahçesaray münasebeti, Osmanlı Türkçesi ve edebiyatının<br />

Kırım Türkçesi ve edebiyatı üzerinde tesirli olmasına sebep<br />

olmuştur.<br />

“Es’seb’u’s-Seyyare” ve “Gülbün-i Hanan”ın müellifleri,<br />

Mengli Giray Han’ın Oğlu Saadet Giray Han’ın çok okuyan<br />

âlim bir şahsiyet olduğunu, kütüphanesinde sayısız değerli kitapların<br />

bulunduğunu, hatta Ali Şîr Nevaî’nin “Hamse”sinin<br />

de bu kitaplar arasıda yer aldığını belirterek şiirler yazdığını<br />

da anlatmışlardır.<br />

335<br />

Osmanlılar’ın Kefe valisi olan Abdullah Rıdvan Paşazade,<br />

“Tevarih-i Deşt-i Kıpçak” adlı eserinde, İstanbul’da rehine<br />

olarak kalan Kırım hanı Sahip Giray’ın Sultan Selim’e Kıpçak<br />

Türkçesi ile şiirler söylediğini ayrıca Osmanlı Türkçesi ile şiirler<br />

yazdığını anlatmıştır.<br />

Giray hanedanından l. Devlet Giray Han’ın da şair olduğunu<br />

ve şiirler yazdığını Kırım tarihçileri kaydediyorlar. Şiir yazan<br />

girayların içinde en meşhuru Bora Gazi Giray Han’dır.<br />

Uzun zaman İran’da esir kalan Bora Gazi Giray Han, mükemmel<br />

bir medrese tahsili görmüştür. Gazi Giray’ın Farsça rubaileri<br />

olduğu gibi, gazelleri de Osmanlı şairlerinin gazelleri kadar<br />

mükemmeldir. Gazi Giray Han’ın Kıpçak Türkçesi ile<br />

yazdığı şiirleri de vardır. Osmanlılarla beraber Avrupa seferine<br />

katılan Bora Gazi Giray’ın oradan padişaha yazdığı manzum<br />

mektuplar da çok meşhur olmuştur.


Mustafa CEYLAN<br />

1607 yılında vefat eden Bora Gazi Giray Han’ın şiirleri, bir<br />

divançe halinde Prof. Dr. İsmail Hikmet Ertaylan tarafından<br />

basılmıştır.<br />

Selamet Giray Han’ın oğlu Bahadır Giray Han da Osmanlı<br />

Türkçesi ile şiirler yazmıştır. Basılmamış bir divanı olan Bahadır<br />

Giray Han’ın şiirleri, Bora Gazi Giray’ın şiirleri kadar<br />

canlı değildir.<br />

1674’te ölen IV. Mehmet Giray hece veznini kullanarak<br />

Osmanlı Türkçesi ile ilahiler yazmıştır. IV. Mehmet Giray şiirlerinde<br />

Arif mahlasını kullanmıştır. Osmanlı Türkçesi ile şiirler<br />

yazan II. Mengli Giray Han, 1737 senesinde vefat etmiştir.<br />

336<br />

Bu dönemde girayların dışında gelişen Kırım edebiyatında<br />

da Osmanlı Türkçesi’nin tesirleri açık olarak görülür. Kırım<br />

Hanlığı’nda, İstanbul’dan Kefe’ye, sonra da Bahçesaray’a gelen<br />

Osmanlı memur ve tacirleriyle binlerce yeniçerinin bulunması,<br />

seferlerde Osmanlı ordusuyla Kırım ordusunun uzun<br />

zaman bir arada kalması ve mücadeleyle muzafferiyeti birlikte<br />

yaşamaları Kırım dili, edebiyatı ve sanatı üzerinde<br />

Osmanlılar’ın çok etkili olmasına sebep olmuştur.<br />

“Es’seb’u’s-Seyyare” adlı eserde XVII. asır Kırım şairlerinin<br />

eserlerine veya eserlerinden parçalara yer verilmiştir.<br />

17. yüzyıl şairlerinden Terkî (öl. 1674) yukarıda adı geçen<br />

eserde yer alan gazelinde cemiyetteki bozuklukları ve sosyal<br />

adaletsizlikleri işlemiştir.<br />

Bu devir şairlerinden Abdülaziz Efendi, “Kendim” isimli<br />

kasidesinde Orta Asır İslam felsefesini yansıtmıştır.<br />

Kırım klasiklerinden biri sayılan XVII. asır şairi Edip<br />

Efendi’nin “Sefername” isimli manzum destanı realist bir<br />

eserdir. Destan tanınmış Kırım seraskerlerinden Togay Bey’in


Öldürülen 101 Şair<br />

askerleriyle Ukrayna getmanı Hmelnitski’ye yardım için Polşa<br />

Kralı IV. Vladislav’la yaptığı savaşı anlatmaktadır.<br />

Aynı konu 17. asrın diğer bir şairi Canmuhammed tarafından<br />

Togay Bey Destanı veya “Sefername” adıyla işlenmiştir.<br />

Eşref Şemi - zade, Canmuhammed’in de bu sefere Togay<br />

Bey’le gittiğini söylemektedir. 1892 mısradan meydana gelen<br />

bu eser Kırım edebiyatında önemli bir yer tutar.<br />

Canmuhammed’in zengin tarihî hadiseleri kronolojik sırayla<br />

verdiği eserinden Kırım Türkleri’nin XVII. asırdaki tarihî,<br />

siyasî ve sosyal hayatlarını öğrenmek mümkündür.<br />

XVII. asır saz şairi Âşık Ömer (1621 - 1707), Kırım’ın her<br />

bölgesinde tanınıp sevilen bir şairdir. Eline sazını alıp çok<br />

genç yaşlarda sefere çıkan Âşık Ömer, İran, Suriye, Irak, Suudi<br />

Arabistan ve Türkiye’de köy köy dolaştıktan sonra, uzun<br />

yıllar Türkiye’de kalır. Gezdiği yerlerin dil ve edebjyatlarına<br />

hâkim olan Âşık Ömer; Nesimî, Fuzulî, Sadî, Hataî gibi şairlerin<br />

etkisinde kalmıştır. Şairin gazel, destan, koşma, semaî<br />

vb. eserlerinde işlenen ana tema; sevgi, sadakat, iyilik, namus,<br />

insanlık, adalet ve merhamettir. Âşık Ömer yetmiş yaşını geçtikten<br />

sonra, gezdiği yerlerden doğum yeri olan Gözleve’ye<br />

döner ve ömrünün sonuna kadar orada yaşar. 1707senesinde<br />

seksen altı yaşında ölen şair, Gözleve Kalentir Burnu’na defnedilir.<br />

337<br />

Mustafa Cevheri (ol. 1710) de Âşık Ömer gibi çok memleket<br />

gezmiş ve uzun yıllar Türkiye’de yaşamıştır. Saz şairi olan<br />

Cevheri sevgi, sadakat, namus gibi konuları işlemiştir.<br />

Cevherî’nin 5200 mısra civarında 350’den fazla şiiri vardır.<br />

Âşık Ömer de, Cevherî de Kırım’ın tamamen Türkiye’nin<br />

etkisinde olduğu çağlarda yaşadıkları için, şiirlerini Batı Türkçesi<br />

ile yazmışlardır. Bu devirde Osmanlı tesiri sadece edebî<br />

dilde olmayıp, güney yalı boyu ve dağ bölgelerindeki halkın<br />

dilinde de hissedilir. Merkez ve çöl kısmında bu tesir daha


Mustafa CEYLAN<br />

azdır. Esasen bu devirde edebî dil, Arapçadan ve Farsçadan da<br />

fazlasıyla etkilenmiştir. Bu dönemde Osmanlı Türkçesinin etkileri,<br />

edebî dilde olduğu gibi resmî yazımda da görülür.<br />

M. Zernof tarafından Moskova hükümet arşivindeki evrakların<br />

kopyası alınarak Kırım Hanlığı’na Ait Vesikalar Mecmuası”<br />

adıyla yayımlanan eserde, en eski “yarlık - ferman”,<br />

1520’de yazılan Mengli Giray’ın oğlu Mehmet Giray Han’a<br />

aittir. Bu yarlıkta Osmanlı Türkçesi’nin tesiri hiç hissedilmediği<br />

halde, 1583’te Devlet Giray Han tarafından yazılan yarlıkta<br />

Osmanlı üslubu açıkça görülür. Bu dönemde Osmanlılara<br />

veya Transilvanya prenslerine gönderilen belgelerde Osmanlı<br />

Türkçesinin hakimiyeti çok fazla olduğu halde, Rus prenslerine<br />

gönderilen bölgelerde Kıpçak Türkçesi unsurları hakimdir.<br />

338<br />

Kırım’da yazılan yarlıklar ve Türkiye’ye gönderilen cevapnamelerin<br />

üslubundaki akıcılık, imlasındaki intizam ve<br />

ifadedeki açıklık, Bahçesaray’da o dönemin klasik tahsilini<br />

yapan Osmanlı Türkçesine hâkim kâtiplerin bulunduğunu düşündürür.<br />

(Türk Dünyası El Kitabı, Türk Kültürünü Araştırma<br />

Enstitüsü, Ankara 1992 )


Öldürülen 101 Şair<br />

H-Hakkında Ferman Yayınlanarak Padişahlar<br />

Tarafından Öldürülen Şairler<br />

(1): CAFER ÇELEBİ<br />

“Bir nefes senden ırağ itmesün Allah beni<br />

Senden ayrulur isem âh bana, vâh beni.”<br />

XVI. yüzyılda 29 şairimiz çeşitli sebeplerle öldürülmüş.<br />

Osmanlı döneminde kendi düşüncesi ile ve Padişah fermanı<br />

ile idam edilerek öldürülen bir şairimizdir.<br />

Sultan Selim sefer dönüşünde, yeniçerilerin yaşlı olanlarını<br />

yanına çağırır ve onlarla sohbet eder, sefer hakkında bilgi alırmış.<br />

Gene öylesi bir günde, yaşlı yeniçerilere sorar:<br />

-”Sefer esnasında sürekli asker arasında fitne üretildiğini<br />

duymuştum. Bu fitnelere sebep olanlar, dedikoduları üretenler<br />

kimlerdir ağalar?”<br />

Kendi suçluluklarını gizlemeye çalışan Yeniçeriler, “İskender<br />

Paşa, Balyemez Osman Ağa ve Cafer Çelebi suçludur”<br />

derler. İlk ikisinin derhal ödlürülmesini isteyen Sultan, Cafer<br />

Çelebi’yi de yanına çağırır. Der ki:<br />

-”İslâm askerini tahrik maksadıyla fitne üreten kişiye sizce<br />

ne ceza verilmelidir?”<br />

Cafer Çelebi, düşünmeden cevap verir:<br />

-”İspat edilirse Hünkârım, cezası ölümdür, ölüm olmalıdır!”<br />

der. Evet işte böyle, Cafer çelebi kendi fetvasıyla idam<br />

edilir...<br />

339


Mustafa CEYLAN<br />

Tarih 18 Ağustos 1515’dir... Cenazesi kardeşi Said Çelebi<br />

tarafından kaldırılır. Kabri, Balat’da bulunan mescidin haziresindedir.<br />

340<br />

Cafer Çelebi’ nin eserleri şunlardır:<br />

1)Türkçe Divanı: İstanbul kütüphanelerinde şairin, yazma<br />

3 nüsha Divanı bulunduğu belirtilmektedir. İsmail E. Erünsal<br />

tarafından da şairin, çeşitli kütüphanelerdeki Divanları karşılaştırılmış<br />

ve yayınlanmıştır. 25 kaside, 225 Türkçe gazel, 1<br />

müseddes, 8 murabba, 10 kıta, 1 Tercii bend, 4 Arapça kaside,<br />

1 gazel, 1 müstezad, 2 Farsça kaside, 1 murabba, 1 tahmis<br />

yayınlanan bu eserde yer almıştır.<br />

2)Enîsü’l-Arif’in: Ahlâkî konuların yer aldığı bir eser.<br />

3)Hevesname: Mesnevi tarzında kaleme alınmış önemli bir<br />

eser. Bu eser ve bu eser dolayısıyla( ki, Şah İsmail’in nikâhlıevli<br />

karısıyla evlendiğinden dolayı)şair, çok suçlanır. Eserin<br />

birinci bölümünde İstanbul’un çeşitli yerleri ve mimari eserleri<br />

anlatılırken, ikinci bölümünde şair kendisinden bahseder.<br />

Şeyhî’ yi ve Ahmet Paşa’yı eleştirir.<br />

4)Mahrûsa-i İstanbul Fetihnamesi: İstanbul’un fethini anlatan<br />

bir eser.<br />

5)Kusname<br />

6)Münşeât: Henüz bulunamamış, çeşitli kaynaklarda adından<br />

bahsedilen bir eser.<br />

23 Ağustos 1514’ de Çaldıran’da Osmanlı ordusu ile Şah<br />

İsmail’in ordusu savaşa tutuşurlar. Taçlı Hanım ile Bihruze<br />

Hanım bu savaşta esir düşerler. Taçlı Hanım, mücevheratını<br />

vererek kurtulur. Bihruze Hanımın ise esareti devam eder.<br />

Bihruze Hanım, Cafer çelebi ile evlendirilir. Müslüman ve<br />

evli bir kadının başkasıyla evlendirilmesine şaşıran İbrahim<br />

paşa, bu durumu Sadettin Efendi’ye sorar.<br />

Sadettin Efendi de, “Şah İsmail’in haremi ne ve ne şekilde<br />

olmuştur ki, eşinin başkasıyla evlendirilmesi, eş olarak veril-


Öldürülen 101 Şair<br />

mesi caiz olmasın? Ayrıca, onlarda muta nikâhı vardır. Özellikle<br />

bilim şerefiyle değerlenmiş, olgunluk ve bilgelik süsleriyle<br />

bezenmiş bir kimsedir Cafer Çelebi...” Dolayısıyla bu<br />

evlilik caizdir.” der.<br />

Der ki:<br />

Yine seğrür gözüm ol gözleri şehlâ mı gelür<br />

Şadlıklar görinür yâr-ı dil-ârâ mı gelür<br />

Yine hoş bûy ile pür oldı meşâm-ı dil ü cân<br />

Acep ol ruhları gül zülfi semen-sâ mı gelür<br />

Cûş ider dil hum-i mey gibi safâdan neyi ki<br />

Görün ol la’l-i lebi câm-ı musaffâ mı gelür<br />

341<br />

Ruh ı zülfin görürem hûblarun düşde aceb<br />

Bu bahâr içre aceb başıma sevdâ mı gelür<br />

Koma gamzen beni oka diküb öldüri-yorur<br />

Cânuma geçdi benüm sana temâşâ mı gelür<br />

Kulağurmaz nice kim ney gibi feryâd ederem<br />

Yâra yâ Rab bu figânım kuru kavgâ mı gelür<br />

Hüsnünün gülşenine medh ü senâ eylemeğe<br />

Dahi Cafer gibi bir bülbül-i gûyâ mı gelür<br />

Cafer Çelebi, üç dilde de şiir ve nesir yazan ender şairlerdendi.<br />

Özellikle, Farsça konusunda tezkireciler, Şah ismail’e<br />

yazılan mektupların yazarı olarak ondan bahsederler.


Mustafa CEYLAN<br />

Sultan Selim, Cafer Çelebi’ nin öldürülmesini söylediğiiçin,<br />

bir müddet sonra vicdan azabı duymaya başlar. Çevresinde,<br />

bulunanlara kızar ve kendisini neden engellemediklerini<br />

söyler.<br />

Şairin öldürülmesinden bir hafta sonra sarayda çıkan bir<br />

yangın üzerine padişah : “Bu yangın, Cafer Çelebi’nin nefesinin<br />

ateşidir. Korkarım ki, tahtı, sarayı ve beni imha ede, etrafımı<br />

ihata edip dolana…”<br />

Cafer Çelebi’ nin öldürülmeden üç gün önce bir beyit yazdığını<br />

belirtirler. Bu beyit oldukça enteresandır ve şöyledir:<br />

“Ben şehîd-i tîğ oldukda râh-ı yârda<br />

Yumadan defn eyleniz tenden gûbarı gitmesün”<br />

342<br />

Kaynaklarda:<br />

“Tezkirelerde kaydedildiğine göre Cafer Çelebi’nin Caferi<br />

mahlasıyla şiirler yazan, hayatını sefahat içerisinde geçiren ve<br />

aşırı dozda afyon içmekten dolayı ölen bir oğlu vardı ki şiirlerini<br />

bazı mecmualarda bulabiliyoruz.<br />

Zilkade 918/Ocak 1513 başlarına ait bir vakıf kaydında<br />

Cafer Çelebi’nin diğer çocuklarından bahsedilmekteyse da<br />

bunların isimleri zikredilmemiştir.<br />

Daha erken tarihli bir belgede ise (897/1492) Cafer<br />

Çelebi’nin Ahmed ve Mehmed adlı iki oğlunun olduğu kaydedilmiştir.<br />

Kaynaklardan öğrendiğimize göre Cafer Çelebi Istanbul’daki<br />

mescidinden başka Simav’da bir mescit ve hamam,<br />

Bergama’da bir kervansaray ve Edirne’de bir sıbyan mektebi<br />

yaptırmıştır.


Öldürülen 101 Şair<br />

“Edirne’deki II. Bayezid imareti vakfının mütevelliliğini<br />

yürütmüştür. Muhtemelen bu görevi esnasında Edirne’de bir<br />

mektep yaptırmıştır. Mahmud Paşa Medresesi’ndeki görevinden<br />

sonra 1497 tarihinde divan-ı hümayuna nişancı olarak tayin<br />

edildi.<br />

Ramazan 905-Muharrem 906/Nisan-Ağustos 1500’de Moton<br />

(Methóni/Modon) ve Koron’a (Koróni) yapılan sefere katılan<br />

şair, Divan’ındaki bir kasidede Moton’un fethini detaylı<br />

bir şekilde tasvir eder. Kardeşi Sadi Çelebi’nin Münşe’at’ında<br />

yer alan ve bu sefer hakkında Moton’dan Bursa’ya gönderilen<br />

fetihnameyi de o yazmıştır (Temmuz 1500).<br />

5 Ekim 1503 tarihinde yazmış olduğu bir kasidenin takdimi<br />

dolayısıyla II. Bayezid’den bir hediye almış olan şairimiz,<br />

13 Aralık 1503 tarihinde Mısır sultanına gönderilmek üzere<br />

kaleme aldığı name dolayısıyla ödüllendirilmiştir.<br />

343<br />

Şakayık-ı Numaniyye’ye göre Bayezid Cafer Çelebi’ye<br />

günlük yüz akçe emeklilik maaşı teklif ettiyse de o bunu kabul<br />

etmemiştir.<br />

25 Nisan 1512 tarihinde Bayezid’in, oğlu Selim lehine<br />

tahttan çekilmesinin ardından şairimiz, Selim’in cülusunu tebrik<br />

etmek için Farsça bir kaside sunmuştur.<br />

Tahttan çekildikten sonra hayatının geri kalanını geçirmek<br />

için doğum yeri olan Dimetoka’ya doğru yola çıkan Bayezid<br />

Edirne civarındaki Abalu köyünde 10 Haziran 1512 tarihinde<br />

aniden vefat etti.<br />

Cafer Çelebi bu vesileyle yazdığı mersiyede II. Bayezid’in<br />

tahttan çekilmekten duyduğu üzüntüye ve içinde bulunduğu<br />

acı duruma hayıflanmasına atıfta bulunur. Bu mersiyenin sonunda<br />

bu tür kasidelerde mutad olan yeni sultana dua bölümünün<br />

olmaması dikkat çekicidir.”(1)


Mustafa CEYLAN<br />

Yine der ki:<br />

Ey yüzi tâze bahârum nicesin hoşça mısın?<br />

Gül yanakluca nigârum nicesin hoşça mısın?<br />

Gam değül derd ile ben hasta olursam hele sen<br />

Ey benim sevgülü yârüm nicesin hoşça mısın?<br />

Âhu-yı Çîn gibi her dem beni hûnin-dil iden<br />

Ey saçı müşk-i tatârum nicesin hoşça mısın?<br />

344<br />

Âteş-i şevki ile bağruma dâğ-ı gam uran<br />

Hey büt-i lâle-izârum nicesin hoşça mısın?<br />

Andelîb oldı gülistânuna Cafer dimedün<br />

Bir kez ey bülbül-i zârum nicesin hoşça mısın?<br />

-<br />

---------------------------<br />

(1): http://www.ottomanhistorians.com/database/html/cafercelebi.html


Öldürülen 101 Şair<br />

SON SÖZ :<br />

SAVAŞTA İKİ KADIN (Gülce-Üçgen)<br />

Çaldıran Ovasında bir garip savaş<br />

Savaşın ortasında iki hatun<br />

Ter kokulu at yelesi zaman<br />

Kandır süzülen kılıçlardan<br />

Mağlup olmuş Şah İsmail<br />

Otağı darmaduman<br />

Boynu bükük, şaşkın<br />

Bihruze Sultan<br />

Taçlı Hatun;<br />

Yapyalnız<br />

345<br />

Kader bu<br />

Örer ağın<br />

Yoktur kurtuluş…<br />

Yaksın ağıtları<br />

Yaksın iki dudağın<br />

Şah evi yok, saltanat yok<br />

Bir Osmanlı fesidir gayri<br />

Gece gündüz karşılaşacağın…<br />

Acaba, neler gelecek başına?<br />

Üzüm gözlerinden dökülecek yağmur.<br />

Bir yanda hicran üstüne hicran<br />

Öte yanda gurur<br />

Ve başı dik vücutlarda<br />

Bakışlar mağrur…


Mustafa CEYLAN<br />

Söyleyin Şahıma nicedir bu hâl?<br />

Böyle mi bitecek, bu gizemli masal?<br />

Çaldıran Ovasında bir garip savaş<br />

Savaşın ortasında iki hatun<br />

Verir de kurtulur altın tacı<br />

Taçlı Hatun ona derler hey!<br />

Bihruze Sultan ne yapsın?<br />

Güzel, fakir ve mahzun<br />

Bir at terkisinde<br />

Alıp giderler<br />

İstanbul’a…<br />

346<br />

İstanbul ki<br />

Şah kadar uzak<br />

Yedi tepe, yedi…<br />

Ortasında su mavi<br />

Çelebiler gelir geçer<br />

Sarayın koridorlarından<br />

Ve bir şeyhülislam fetvasıdır<br />

Takılır boynuna Bihruze’nin oy!<br />

Işıldar gelir, gümüş bir gerdanlıktan…<br />

Şahım şahım, benim canım padişahım<br />

Neredeysen ses ver, göğe çıktı âhım!..<br />

Zulümdür geceler, ölümdür sabahım…<br />

Mustafa CEYLAN


Öldürülen 101 Şair<br />

(2): PERTEV PAŞA<br />

Adı Mehmed Said Pertev (d. 1785, Darıca, Kocaeli - ö.<br />

Kasım 1837, Edirne), Osmanlı devlet adamı ve şair. Divan-ı<br />

Hümayunda Divan kalemlerinde, Sadaret Mektubi Kalemi’nde<br />

çalıştı. Daha sonra amedciliğe (1820), Divan-ı Hümayun beylikçiliğine<br />

(1824) ve reisülküttaplığa (1827) atandı. II.<br />

Mahmud’un çevresindeki en etkili devlet adamlarından biri<br />

oldu. 1837 yılında Padişah’a hakkında dedikodu götürülerek,<br />

Abdülmecit Efendi’yi tahta çıkarmak isteyenlerden birisi olduğu<br />

söylenir. Padişah II. Mahmud, bu dedikoduya inanır ve<br />

Vali Emin Paşa’ya “ferman yazılsun, vusulünde idam<br />

edilsin”diye emir verir. Padişahın bu fermanı üzerine asılarak<br />

idam edilir.<br />

347<br />

Demiştir ki:<br />

“Aşkın gönülde hayreti bir şeye benzemez<br />

Simâbedir sükûneti bir şeye benzemez<br />

Hayretde mahv-ı hâleti bir şeye benzemez<br />

Gevherde âb-ı rü’yeti bir şeye benzemez.<br />

Şemsin kamerle ülfeti bir şeye benzemez<br />

Nûrun nazarla nisbeti bir şeye benzemez<br />

Ülfet içinde âfeti bir şeye benzemez<br />

Ünsiyetin de vahdeti bir şeye benzemez<br />

Mir’atin aks-i savti bir şeye benzemez<br />

Bir sır o sır ki sîreti bir şeye benzemez.”


Mustafa CEYLAN<br />

“1928’de Mora Ayaklanması dolayısıyla Britanya, Fransa<br />

ve Rusya’nın verdiği notaların reddedilmesinde etkili oldu ve<br />

Rusya’yla savaşa girilmesini savunan kişilerin başında yer<br />

aldı. Savaşın (1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı) yenilgiyle sonuçlanması<br />

üzerine mümkün olduğu kadar uygun koşullarla<br />

barış yapılmasına çalıştı (Edirne Antlaşması, 1829).<br />

348<br />

1830’da azledildi, Girit’teki Rum ayaklanması sorunuyla<br />

ilgili olarak Kavalalı Mehmed Ali Paşa’yla görüşmek üzere<br />

Mısır’a gönderildi. Dönüşünde sadaret kethüdalığına getirildi.<br />

1835’te sadaret kethüdalığının yerine Umur-ı Mülkiye Nezareti<br />

(sonradan Dahiliye Nezareti) kuruldu ve ilk nazırlığına da<br />

vezirlik rütbesi ile Pertev Paşa getirildi. Osmanlı<br />

İmparatorluğu’nun en güçlü kişilerinden biri durumuna gelen<br />

Pertev Paşa, halk arasında “tuğsuz padişah” diye anıldı. Ancak<br />

bu, başta eski reisülküttap Akif Paşa olmak üzere rakiplerini<br />

harekete geçirdi. Pertev Paşa, devletin uğradığı büyün felaketlerin<br />

sorumlusu gösterilmek istendiği gibi, 1837’de II.<br />

Mahmud’un yerine Veliaht Abdülmecid’i tahta geçirmeyi tasarladığı<br />

gerekçesiyle görevinden alınarak Edirne’ye sürüldü<br />

ve padişahın iradesiyle orada idam edilerek öldürüldü.<br />

Nakşi şeyhlerinden Ali Behçet Efendi’nin müritlerinden<br />

olan Pertev Paşa, devlet adamlığının yanında döneminin tanınmış<br />

şairlerindendi. Pertev mahlasıyla yazdığı şiirleri Divan’ında<br />

(1837; 1840) toplanmıştır.”(kaynak=wikipedia.org)


Öldürülen 101 Şair<br />

Demiştir Ki:<br />

“Va’d-i visâli yâr hem eyler hem eylemez<br />

Bir sözle kalbi şâd hem eyler hem eylemez<br />

Kaçmaz sevilmeden çekinür ağza düşmeden<br />

Öpsem disem inad eyler hem eylemez<br />

Hatt-ı siyeh ki haftada bir artar eksilür<br />

Sevdâmızı ziyâd hem eyler hem eylemez<br />

Âğûşa çekseler dayanur hanöere ol şûh<br />

Uşşâka i’timâd hem eyler hem eylemez<br />

Gâhî sever seni geh ider iştikâ gönül<br />

Pertev ittihâd hem eyler hem eylemez.”<br />

349


Mustafa CEYLAN<br />

(3): AKLÎ<br />

Asıl adı Mehmed, doğum yeri İştib. İştibî Mehmed adıyla<br />

tanınır. İstanbul’da yaşamış, Ankaravî Mehmed Efendi’den<br />

ders almış, kırklı medreseye kadar yükselmiştir. Nemçe seferine<br />

serasker olan Yeğen Osman Paşa’nın yanında “Ordu Kadısı”<br />

olarak görev yapmıştır. İsyancılar arasında yer alan Yeğen<br />

Osman Paşa padişah tarafından cezalandırılınca, onun<br />

yanında yer alan şairimiz de 1687-88 yılında katledilir.<br />

Demiştir ki:<br />

350<br />

“Ser-i kûyin gören meyl-i behişt-i câvidan itmez<br />

Ruhin seyreyleyenler ârzû-yi hûriyân itmez<br />

Dime itmez nigâh-ı âşinâyı Aklî-i zâre<br />

Budur tarz-ı civânan iltifât-ı âşıkân itmez.<br />

Şiir böyledir işte. Koskoca ordunun kadısı da olsan gerektiğinde<br />

seni dinlemez ve hiç suçun günahın yoksa bile, arkadaşınla<br />

birlikte, inandığın, güvendiğin, kaderbirliği ettiğin kişilerle<br />

birlikte seni uçurumların en dibine yuvarlayıverir. Alır<br />

canını da, ah bile diyemezsin. Ve kaç asır sonra, Antalya’dan<br />

bir şair çıkar, “öldürülen şairler”i kaleme alırken, rastlar sana,<br />

detayları bilgiler temin etmeye çalışır, ulaşamaz. Sadece şiir<br />

hazretlerinin müsaade ettiği kadar az ve öz bilgiye ulaşabilirsin.<br />

Şimdilerde, eşi-dostu-yakını-arkadaşı uğrunda idam sehpasına<br />

korkusuzca gidebilecek şair var mı ki? Sanmıyorum<br />

olacağını. Şimdilerde, çağ korkaklar ve sahte kahramanların<br />

çağıdır. Yalcılar, yağcılar ve yaltakçıların çağıdır. El oğuşturanlar,<br />

yaşa Varol padişahım diyenlerin çağıdır. Kafasını çiz-


Öldürülen 101 Şair<br />

giden milim öne çıkaranın kellesi üstünde iktidar kılıcı hazır.<br />

Hiç bilinmez, belki de bir sabah uyanmışsındır, özel yetkili<br />

bilmem kaçıncı makamdan çağrılmışsındır, ama polis nezaretinde<br />

yaka paça götürülürsün. Öyle olursa da şaşırma, çağın<br />

gereği bu, zamanenin yüzü işte…<br />

Demiştir ki:<br />

“Seyr et o şâhı taze hat-ı müşk-bûyile<br />

Sulh itdi milk-i hüsnde gûyâ adüvile<br />

Sür âsitânına yüzüni sen de Aklî’yâ<br />

Hâk-i derinde hidmetin it âb-ı rûyile.<br />

351


Mustafa CEYLAN<br />

(4): RÂİF<br />

XVIII. Yüzyıl şairlerimizden, asıl adı İsmail, Bağdat’ta<br />

doğmuş, saray entrikaları arasında adı geçtiği için, Eğriboz<br />

muhafızı iken azledilmiş, sürgün yeri olan Lefkoşa’ya giderken<br />

Kethüdazade Kapıcı Ali Ağa elindeki fermanla Petriç kasabasına<br />

gelir ve şairimizi öldürür. Kesik başı Üsküdar<br />

Yenimahalle’de yol üzerinde bulunan kabristana gömülür.(19<br />

Mayıs 1785)<br />

Demiştir ki:<br />

352<br />

“Ey gonca dehen azm-i çemenzâr idelim gel,<br />

Gül mevsimini bülbüle ihbâr idelim gel.<br />

Sâkî verelim hükmünü eyyâm-ı bahârın,<br />

Neşveyle bugün dilleri ser-şâr idelim gel.<br />

Gül-çîn olalım bâğ-ı visâlinden efendim,<br />

Lûtfeyle ki gül-i bûse-i ruhsâr iselim gel.<br />

Peymâne be-kef zânû-be-zânû olup ey şûh!<br />

Dilden yine def’-i gam u âzâr idelim gel.<br />

Râif kulun ey meh sana çokdan nigerân,<br />

Gel bezme ki hâl-i dili ızhâr idelim gel.”<br />

Genç yaşında, babasının yanında kethuda olarak çalışmıştır.<br />

Ve Hâcegân-ı Divan-ı Hümayun rütbesine yükseltilmiştir.<br />

Padişah III. Mustafa’ya takdim edilmiş ve ardından darphane<br />

nazırı olmuştur. Sonra 6 yıl süreyle Reisü’l Küttab vekilliği<br />

görevini yapmıştır. Çeşitli göreve getirilir veya kısa sürede azledilir,<br />

ama o dönemin sadrazamı Derviş Paşa ile bir türlü geçinemez.<br />

Azledilir ve Sakız Adası’na sürülür. 1780’de vezirlik


Öldürülen 101 Şair<br />

rütbesiyle Kahire Valisi olur. Sonra, Konya, Girit ve Mora Valilikleri<br />

görevlerini de yürütür. Ve Belgrad muhafızlığına tayin<br />

edilir. Yıl 1785’dir ve I Abdülhamid’i tahttan indirerek yerine<br />

III. Selim’i getirmekle suçlanan Halil Paşa’ nın suç ortağı olarak<br />

kabul edilir ve azledilir. Azledilince, İstanbul’daki eviyle<br />

Kuzguncuk’daki yalısı mühürlendir.<br />

Şiir de oldukça başarılı, devlet adamlığında güzel huylu,<br />

iyi tavırlı, dürüsttü. Yönettiği kişiler ve kurumları kollar, korur,<br />

gözetirdi.<br />

İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde, şairin el yazısı ile<br />

yazılmış Türkçe bir Divan’ı bunmaktadır.<br />

Demiştir ki:<br />

“Âşıkım âşık ki bâb-ı gam penâhımdır benim,<br />

Kays-i arsam mansıb-ı Mecnûn câhımdır benim.<br />

353<br />

Cevri ser-tâc-ı miyâhı tahder itsün bildiğin<br />

Tahtgâh-i dilde ol tannâz şâhımdır benim.<br />

Ferşden peyvestedir arşa âsâr-ı derûn,<br />

Ebr sanma çarh üzre dûd-i âhımdır benim.<br />

Şâhbâz-ı aşkam ey dil ser-fürû bilmem nedir<br />

Evc-i istiğnâ hümâ-veş cilvegâhımdır benim.<br />

Nice âsâ-yı kâküller dildar iken hem-çün bünye<br />

Rîfâ dûr olduğum baht-ı siyâhımdır benim.


Mustafa CEYLAN<br />

(5): RÂTİP<br />

Asıl adı Ebubekir, Tosya’da doğmuş, XVIII. Yüzyıl şairlerimizden.<br />

III. Selim’in gizli işlerini gören bir Reisü’l küttabdır.<br />

Düşmanlarının hasediyle başına gelmedik kalmamıştır.<br />

Onu sevmeyenler, Rodos adası’ na sürdürünceye kadar uğraşmışlardır.<br />

Ve 1799 yılında Rodos’ta idam edilmiş, kesik<br />

başı İstanbul’a getirilmiş ve Kanlıca’da bulunan şeyhi Ataullah<br />

efendi’ nin zaviyesine defnedilmiştir.<br />

Demiştir ki:<br />

354<br />

“Bir vahîd-i nâ-hudâ destinde sana ne umur<br />

Fülk-i devlet lenger-endâz-ı karâr olsun mu hiç<br />

Kilk-i fikrim reşha-pâş-ı mangal-ı âşûbdur<br />

Nâr-ı Nemrûd kim bülbül-i bahar olsun mu hiç?<br />

Küçük yaşlarda Tosya’dan İstanbul’a gelen şairimiz, tahsiline<br />

hızla devam eder ve III. Selim şehzade iken onun yazı<br />

hocası olur. Ve III. Selim tahta geçince de 1789 yılının Mayıs<br />

ayında Tezkire-i Evvel tayin edilir.<br />

Batıl inançları olan şairimiz Râtip Efendi, Reisü’l küttabın<br />

vefatı sebebyle hil’at giyecekken, “bugün ay akreb burcundadır”<br />

diyerek hil’at giyme işini ertesi güne bırakır.<br />

Bu durumu değerlendiren rakipleri, Padişaha onu gammazlarlar.<br />

Padişah kızar ve onu görevinden azleder. Bir süre sonra<br />

da tenzili rütbe ile tekrar Tezkire-i evvel vekilliğine tayin edilir.<br />

Düşmanları boş durmaz ve onu Bozcaada’ya sürgün ettirirlerse<br />

de bu sürgünlük fazla sürmez, affedilir ve yeniçeri<br />

kâtipliği görevine getirilir. Ardından, sefir olur ve Ruscuk,<br />

Yerköy, Bükreş yoluyla Peşte’ye girer. 7,5 ay sonra İstanbul’a


Öldürülen 101 Şair<br />

döner ve önce başmuhasebeci, sonra da defterdar tayin edilir.<br />

Ekmekçilerin hilelerini önlemek için de Zahire Nazırlığı görevine<br />

getirilir.<br />

Son olarak, Rodos’a sürgün edilmesine edilir ama Rodos<br />

onun için bir mezar olacaktır.<br />

Kaptan-ı Derya Küçük Hasan Paşa’ya gönderilen bir fermanla<br />

şairimiz Râtib’in idamı istenir. 8 Temmuz 1799 günü<br />

kesik başı İstanbul’a getirilir.<br />

Demiştir ki:<br />

“Bir encümen-i rûh-fezâ medhe sezâdır<br />

Dilberleri matbû-ı tıbâ-ı zurefâdır.<br />

San’atları hep işve ile nâz ü nezâket<br />

Âdetleri uşşâkına hep mihr ü vefâdır.<br />

355<br />

Hânendeleri gerçi değil Rum’a müşâbih<br />

Sâzendeleri nağme ile başka edâdır.<br />

Raksetmededir hûbları el ele vermiş<br />

Bu sâatte rakkâs-ı felek gıbta-nümâdır.”


Mustafa CEYLAN<br />

(6): TAYYAR PAŞA<br />

Demiştir ki:<br />

“Gice bezme o meh-i evc-i saâdet geldi<br />

Müjde ey baht-ı siyeh başına devlet geldi.<br />

O perînin leb-i cân-bahş u gam-ı aşkı ile<br />

Hastaya sıhhat u sağ âdem-i illet geldi.<br />

Âlem-i âba ayak bastığı dem duhter-i rez<br />

Sâkiyâ kâse-be-kâse bize şerbet geldi.<br />

356<br />

Hal değildir hat-ı rûyundaki ey bülbül-i dil<br />

Gülşene sebze-i nevrûz ile zînet geldi.”<br />

Asıl adı Mahmud, üç yıl Ruslara esir düşmüş ve esaretten<br />

kurtulduktan sonra Trabzon’a vali olarak atanmıştır. İdam edilerek<br />

başı kesilen ve kesik başı Ortakapı’da sergilenen bir şairimizdir.<br />

III. Selim’i tahttan indirme teşebbüsünde bulunanlardandır.<br />

Başaramayacağını anlayınca Kırım’a kaçtığı da<br />

söylenir. Osmanlı tahtına Sultan Mustafa’nın geçmesi üzerine<br />

affedilir ise de, aleyhinde bulunan kişiler, kendisinin yeni fitneler<br />

üretmekte olduğunu Padişaha arzederler. Geçmiş cezalarıyla<br />

birleştirilerek çıkarılan ferman sonucu idam edilir. İstanbul<br />

Kütüphanelerinde Divanı’ndan çeşitli nüshalar<br />

bulunmaktadır.


Öldürülen 101 Şair<br />

Demiştir ki:<br />

“Gerçi âlemde gönül şimdi gam-ı âlem çeker<br />

Ana şâdım ki cihânda gam benimçün gam çeker<br />

Şûle-zâr-ı kahr u mihnet oldu sahrâ-yı felek<br />

Ejder-i pür zehr-i gerdûn vâr ise kim dem çeker.<br />

Fikr-i rûy-ı yâr ile subh u mesâ kan ağlarım<br />

Hey aceb hurşîd-i gâlibken yine şebnem çeker.<br />

Rıtl-ı gamdan kefe-i ümmmîdimiz buldu hevâ<br />

Var mıdır mizân kim batman çeker dirhem çeker<br />

357<br />

Ham idince bâr gam-ı Tayyâr kadim didiler<br />

Kûh-i Kâf’ın devleri çekmez bunu âdem çeker.”


Mustafa CEYLAN<br />

(7): ŞEYHÜLİSLÂM MESUD<br />

Sultan I.Ahmed’in imamı ve hocası, Aydınlı Mustafa<br />

Efendi’nin oğlu, Hocazade veya Burnaz Müftü adıyla tanınmakta,<br />

idam cezasına çarptırılan ikinci şeyhülislâmdır. IV.<br />

Murad Şeyhülislâm Ahizade Hüseyin Efendi’yi, IV. Mehmed’<br />

de Şeyhülislâm Mesud Efendi’yi idam ettirir.(1 Ağustos 1657)<br />

Der ki:<br />

358<br />

“Dâğlar cismimde yer yer nola olsa şeb-çerağ<br />

Her biri ruhsâre-i dildârdan yakar çerağ”<br />

Müderris, kadı şairlerimizden, Divan toplantılarında sözünü<br />

esirgemez. Valide Sultan ve Padişahın gözüne girer. İpşir<br />

Paşa ve Murad Paşa zamanında ilgi görmezse de askerin isteği<br />

ile göreve başlar. Siyavuş Paşa’nın ölümüyle boşalan sadrazamlığa<br />

Boynuyaralı Mehmet Paşa’ nın tayin edilmesini sağlar.<br />

Ancak, bu yaptırdığı tayinden bir müddet sonra memnun<br />

olmaz. “Bu âdemi yanış seçmişiz” diyerek, Valide sultan’a<br />

haber gönderir. Valide Sultan da bu teklifi reddederek, kısa<br />

zamanda, sabit suçu olmadan sadrazam değiştirmenin yanlışlığına<br />

işaret eder.<br />

Sarayda iktidar kavgalarına alet olur, kavgaların ortasında<br />

yer alır. Sadrazam değiştirmek için yaptığı çalışmalar, onun<br />

ayağına dolanır. Durum Padişaha ve Valide Sultan’a bir takım<br />

ilâvelerle iletilir. Padişah, Mesud Efendi’yi görevinden azleder<br />

ve Diyarbakır’a sürgün edilmesini emreder. Diyarbakır’a<br />

gitmek istemeyen Mesud, bir takım çalışmalar içine girince,<br />

bu kez padişaha fitnecibaşı olarak jurnal edilir. Ululemre iteatsizlik<br />

ve asker toplamak suçlarından katline dair ferman çıkar.<br />

Ve idam edilir.


Öldürülen 101 Şair<br />

(8): MANTIKÎ<br />

“Evrâkını dağıttı sabâ Mushaf-ı gülün<br />

Kaldı okunmadı nice evrâdı bülbülün.<br />

Kaldı ki fasl-ı dey sebeb oldı bürûdete<br />

Bir yerde görmez olduk ikisin gül ü mülün<br />

Bir şeme bulmadı eser-i zülf-i yârdan<br />

Girdi nesîm eğerçi urûkına sünbülün<br />

Pîrâne-ser üşenme reh-i aşka düşmeden<br />

Zâhid elinde yok mu asâ-yı tevekkülün<br />

Bir boynu bağlı bende geçer Mantıkî sana<br />

Düşse aceb mi pâyine mânend-i kâkülün.”<br />

359<br />

XVII. Yüzyılın sonunda 1594/95’ de Şam’da doğmuş, asıl<br />

adı Ahmed olan Mantıkî, 1635 yılında devlet ricalini, paşaları<br />

hicvettiği, türbe yıktırdığı jurnallemesiyle idam edilerek öldürülen<br />

bir şairimizdir.<br />

Cenaze namazı Emeviye Camii’nde kılınmış ve Ferâdis<br />

Kabristanı’na defnedilmiş ve bütün mal varlığı da müsadere<br />

edilmiştir.<br />

Rüşvet yiyen, haksızlık yapan, halka zulmeden Ağa’ların,<br />

paşaların korkulu rüyâsı bir şairdi. Bu yüzden, etkili ve yetkili<br />

olanlar, onu ortadan kaldırabilmek, onun bir kırbaç edasıyla<br />

dolaşan hicviyeli dilinden kurtulabilmek için her yolu denemişlerdir.<br />

Babası, Nahçivanlı Molla Zeynüddin olup, babası küçük<br />

yaşlarda Şam’a yerleşmiş, evlenmiş ve ikamet etmiştir. Bazı


Mustafa CEYLAN<br />

kaynaklar, babasından ötürü Mantıkî’ye de Acem veya Nahçivanlı<br />

demekte iseler de Mantıkî, Şam doğumludur. Babasının<br />

Acem, annesinin Arap olduğunu söyleyenler de vardır.<br />

Döneminin ünlü bilgini Molla Şerefüddin’den ilim tahsil<br />

etmiştir. Ve Saliye’de bulunan Selimiye Medresesi müderrisliğine<br />

atanır. Daha sonra Haleb’e gider. Öküz Mehmet Paşa’ya<br />

sığınır. Der ki:<br />

“Şam’da bilmediler kıymetimi<br />

Hicret etdim Halebü’ş-Şehbâ’ya<br />

Hârlerin çifte-i iz’âcından<br />

İlticâ etdim Öküz Paşa’ya.”<br />

360<br />

Öküz Mehmet Paşa’ nın azli ve ardından ölümünden sonra<br />

himayesiz kalır ve İtanbul’a gelir.<br />

Önce kırklı medreseye müderris olur, ardından, 1620 yılında<br />

Edirne’de bulunan Çukacı Hacı Medresesi müderrisliğine<br />

atanır.<br />

Mantıkî, bundan sonra her yıl bir başka medresenin müderrisliğine<br />

tayin edilir.<br />

Ve 1634 yılında Şeyhülislâm ve şair Bahâyî Efendi yerine<br />

Haleb kadısı olur. Burada şam Valisi Silahtar Musahip Mustafa<br />

Paşa’nın mütesellimi Çiftelerli Osman Ağa ile anlaşamaz.<br />

Osman Ağa, daha sonra Vali ve Paşa da olur. Osman Ağa’<br />

nın idaresini, zulmünü korkusuzca eleştirir. Osman Paşa, Revan<br />

Seferi için hazırlıkta bulunan İstanbul’a Mantıkî’yi jurnaller.<br />

“Cezaya müstehak, izalesi icap etmektedir” diye şikâyette


Öldürülen 101 Şair<br />

bulunur. Mantıkî azledilir ve Mısır Valisi Sarı Hüseyin Paşa’<br />

nın fermanı sonucunda idam edilir.<br />

İstanbul’da bulunduğu sırada, IV. Murad’ın ilgisini çeker.<br />

Padişah, Nef’i‘ yi hicvetmesini ister. Mantıkî de yazdığı bir<br />

kaside ile şair Nef’i‘ yi hicveder. Bu suretle de iki şair arasında<br />

müthiş rekabet başlar. Herkesin Nef’i’ nin dilinden korkup<br />

kaçtığı bir ortamda Mantıkî, korkmadan muhatabına yüklenir.<br />

Nef’i, Mantıkî’ nin Frenk elbisesi giydiğini, Frenk taklidi yaptığını<br />

belirtir. Mukallidlikle suçlar.<br />

Mantıkî’ nin üç dilde şiir yazdığını ancak Arapça şiirlerinin<br />

oldukça az olduğunu kaynaklar belirtmektedir. Yazma Divan’ı<br />

İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndedir.<br />

Bizi hicrâna saldın hayli mihnet-dîdeyiz senden<br />

Hakîkatsizlik ettin ey perî rencîdeyiz senden.<br />

361<br />

Demâdem nâle etme epsem ol ey bülbül-i şeydâ<br />

Muhabbet gülşeninde şimdi biz şûrîdeyiz senden.<br />

Bizimle etme ey Mecnûn da’vâ başa çıkmazsın<br />

Belâ menzillerin tayyeylemiş vâdîdeyiz senden.<br />

Nasîhat eyleme aşk ehline lâzım değil vâiz,<br />

Eğer sen âlim isen biz sühân-sencîdeyiz senden.<br />

Revâ mı Mantıkî’den yüz çevirmek hâre yâr olmak<br />

Anınçün ey gül-i nevreste dâmen-çîdeyiz senden.”


Mustafa CEYLAN<br />

(9): KOROĞLU<br />

Çoğunlukla “Köroğlu” ile karıştırılan ve bazılarının “Kuroğlu”<br />

dediği Koroğlu, XVII. Yüzyıl şairlerimizden, musikişinas,<br />

Genç Osman’ın ölümü olayına adı karıştığı için zindana<br />

atılır ve cezasını hayatıyla öder.<br />

Kime söyleyeyeim ben de derdimi<br />

Hûn ettin bağrımı yıktın rüzigâr.<br />

Tebdîl ettin mekânımı, yurdumu<br />

Beni tondan tona attın rüzigâr.<br />

362<br />

Ölür oldum benim kabrim kazıla<br />

Târîh olur bu sözlerim yazıla<br />

Gönlün alduğuna iki göz ile<br />

Bana bir göz ile baktın rüzigâr.<br />

Hercâi olduğun sen de bilürdün<br />

Çeşmim kanlu yaşlar ile doldurdun<br />

Niceleri şâdeyleyüp güldürdün<br />

Benim hâtırcığım yıktın rüzigâr.<br />

Derdini çekmeğe gayet ustayım<br />

Derdli oldum şimdi gayet yastayım<br />

Bîçâreyim zîf kaldım hastayım<br />

Hiç bilmezem bana nettin rüzigâr.<br />

Koroğlu çekmede dert ile kahrı<br />

Bu dünya fânidir ölüm âharı<br />

Koroğlu çekmede dert ile kahrı<br />

Döktün bentlerimi yıktın rüzigâr.”


Öldürülen 101 Şair<br />

Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinin birinci cildinde, zamanın<br />

ünlü çöğürcülerinden söz ederken andığı saz şairleri<br />

arasında Koroğlu’nu da haber verir. Şöyle sıralar saz şairlerini:<br />

Demiroğlu, Molla Hasan, Koroğlu, Gedâ Muslu, Kara Fazlı,<br />

Celeb Kâtibi, Sarı Mukallit, Kayıkçı Mustafa, Celeb<br />

Gedâyi, Hâkî, Türabî... Yine Seyahatname’nin beşinci cildinde<br />

bir kere daha Koroğlu’nu iyi çöğür çalanlar arasında anıyor.<br />

Sultan Osman olayına karışan Çöğürcü Koroğlu,<br />

Yeniçeri Ocağı’nın Kırk Üçüncü Ağa Bölüğündedir. Sadrazam<br />

Davut Paşa’ nın güvenilir adamlarındandır. Her halde<br />

sözü geçen bir subay olmalıdır. İş başarmakta ileridir.<br />

Sultan Mustafa hasta olduğundan tahtan indiriliyor, yerine<br />

henüz on<br />

iki yaşında olan IV. Murat geçiyor. Ama çocuk olduğu için<br />

yerine anası bakıyor işlere... Bu durumda Yeniçeri zorbaları<br />

koca şehri haraca kesiyor, zenginleri soyuyordu...<br />

Sultan Murat yirmi yaşına gelince korkunç bir irade gücü<br />

ile devlet yönetimini eline aldı. İlk iş olarak da kardeşi Osman’ı<br />

ve gözleri önünde sadrazamını öldüren zorbaların elebaşılarını<br />

ortadan kaldırdı. Tarihler bunları uzun uzun anlatırlar. Bu<br />

arada Sultan Osman’ı öldürten Davut Paşa’nın adamı zorbabaşılardan<br />

olan Koroğlu da kendini kurtaramayacaktı. Bunun<br />

için önce hapsedilmiş, sonra öldürülmüştür.<br />

Tutuklu bulunduğu sırada söylediği şiirde Sultan Murad’a<br />

nasıl yalvardığı görülecektir. Şiir aruz ölçüsü ile yazılmıştır.<br />

Bu da şairin aruz ile söylediği ikinci şiiridir.<br />

363


Mustafa CEYLAN<br />

Feryat-nâme<br />

Padişahım kıl terahhum hasbeten-lillâh içün<br />

Ahmed-i Mahmud-i Kasım………. can içün<br />

Son nefesde mümine nasib olan imân içün<br />

Rahme gel devletlü Hünkâr, sen âzad eyle beni<br />

Ebubekr, Ömer, Osman hem Ali, dört yâr içün<br />

Mansur’um, pervane geldim, kabul eyle dâr içün<br />

Gökte İsmail’e inen koç-kuzu kurban içün<br />

Mürvet et hey Padişahım, sen âzad eyle beni<br />

364<br />

Kuds, Medine, Arafat, ol üç şehr içün<br />

Hacıların gözünü çağı .... nur içün<br />

Kara donlu Kabe’yi yapan Halillullah içün<br />

Mürvet eyle hey Padişahım, sen âzad eyle beni<br />

KOROĞLU ey dür, gaziler, bu işler hak mıdır<br />

Ben gedâyı Padişahım, bağışlamak çok mudur<br />

Bir kulun ölmek ile dünyalar Hak mıdır<br />

Rahme gel hey Padişahım, sen âzad eyle beni<br />

Şair, başına geleceği açıkça görmekte ve doğrudan doğruya<br />

padişaha hitabederek yalvarmakta, onun din duygularına<br />

da dokunmaya çalışmaktadır. Ne çare ki, Murad’ın öç alma<br />

isteğini hiçbir şey yumuşatamayacaktır.


Öldürülen 101 Şair<br />

“Virdeyleyıp meşgul olayı ismine<br />

Gizli sırrı hep âleme şây - olur<br />

Bir acâyip duâ sinmiş cismine<br />

Seni koçan yoksul ise bay olur.<br />

Ömrü binler yaşar seni saranın<br />

Yiyüp içüp böyle demler sürenin<br />

Kirpiği okuyla kana girenin<br />

İki gözü cellât, kaşı yay olur.<br />

Serimi yoluna kıldım fedalar<br />

Yol üstünde şahı bekler gedâlar<br />

Söyledikçe böyle şirin sedâlar<br />

Bülbül ünü öyle yerde nây olur.<br />

365<br />

Kelâm kılsa dür dökülür sözünden<br />

Âlem ibret alur ala gözünden<br />

Nikabm kaldırsa ol mâh yüzünden<br />

Gören âşıkların adı zay-olur.<br />

Bâri gülme, bir iltifat sezmeyim<br />

Askına uyup da yoldan azmayım<br />

KOROĞLU der, nice ağlar gezmeyim<br />

Hafta geçer yüzün görmem, ay olur.”<br />

Dördüncü Murat, Sultan Osman olayından sonra pek havalanan<br />

zorbaların isimlerini not almış, intikam sırasını beklemişti.<br />

Ancak 1632 yılında, yönetimi anasının elinden almış ve<br />

bütün zorbaları yakalatarak başlarını vurdurmuş, cesetlerini<br />

denize attırmıştı.


Mustafa CEYLAN<br />

İşte, bu temizlik sırasında Koroğlu da padişahın hışmından<br />

kurtulamamıştır. Bu sıralarda yaşı en çok kırk olmalıdır. Bu<br />

erken ölümü dolayısıyla Koroğlu’nun şiirlerine pek az rastlanmaktadır.<br />

“Körpe yâri yadlar sarar bağrına<br />

Âhedüp çevrini çekmek göründü<br />

Melek yüzlü bîvefânm uğruna<br />

Serimiz meydanda satmak göründü<br />

366<br />

Kimse bencileyin yanup yakılmaz<br />

Güne; gibi mâh yüzüne bakılmaz<br />

Bu yerlerde güzel kahrı çekilmez<br />

Çıkıp bir diyara gitmek göründü<br />

Gönül şimdi kâreyledi akım<br />

Zaif oldum, çekmem hasret yükünü<br />

Aşk yayın yasmadan gamzen okunu<br />

İrerse menzile atmak göründü.<br />

KOROĞLU kulundur, eyleme nizâ<br />

Şikâyetim çoktur, diyeyim size<br />

Kahbe yâr etmedi iltifat bize<br />

Bir gayri güzele çatmak göründü.”


Öldürülen 101 Şair<br />

Gel sevdiğim bana doğrusun söyle<br />

Melek misin, hûri misin, nesin sen?<br />

Hudâ sen özenip yarattı böyle<br />

Melek misin hûri misin, nesin sen?<br />

Şerbettir leblerin, benzemiş kande<br />

Yüzünü görenler bend olur bende<br />

Hazret-i Yusuf’un sîmâsı sende<br />

Melek misin, hûri misin, nesin sen?<br />

Görünce cemâlin, akıl ne şaştın<br />

Yürekte onulmaz yara ne düştün<br />

Kanadın sıd(ı) 1ar da yere mi düştün<br />

Melek misin hûri misin, nesin sen?<br />

367<br />

KOROĞLU hûblann şâhına kuldur<br />

Lûtfeyle sevdiğim kendünü bildür<br />

Sinesi yayladır, yanağı güldür<br />

Melek misin, hûrin misin, nesin sen?


Mustafa CEYLAN<br />

Söz tutup uludan dinleyin öğüt<br />

Edepli erkânından belli olur<br />

Mertliğin bildirir cilasm yiğit<br />

Gönülceği alçak, ağa yoll-olur<br />

Fidanı boy verir her bir yurtların<br />

Şikârı mı eksik olur kurtların<br />

Cenk yüzünde kelle kesen mertlerin<br />

Sırtı kaplan postu, başı tell-olur<br />

368<br />

Sözünde yanılır geri kalanlar<br />

Tevekküli Hak’tır devlet bulanlar<br />

Hele sofrasında koçak olanlar<br />

Kılıcı salmakta bek elli olur<br />

Gazilik edenin kanlıdır gözü<br />

Yarar olanların yerderdir yüzü<br />

Hatır yıkmakta nâ-merdin sözü<br />

Koç yiğitler dâim tatlı dill-olur<br />

İzzette oturur merdim olanlar<br />

Derunun söyler yüzü günlenler<br />

KOROĞLU’ nun gönülceğin alanlar<br />

Servi boylu güzel, ince bell-olur


Öldürülen 101 Şair<br />

(10): CİHÂNÎ<br />

“Şems-i Tebrîzî serin aldı eli âyesine<br />

Kim irer rızk u riyâ ile anın pâyesine<br />

Merd-i meydânı olan ma’reke-i irfânun<br />

Felek-i pîrezenün bakmadı pîrâyesine<br />

Şevki artar dün ü gündür gibi aşk ehlinin<br />

Benzer ol hâceye kim germ ola sermâyesine<br />

Tâliüm necm-i saâdet ile kırân eyledi<br />

O güneş saye salup gelse bu hem-sâyesine<br />

Derdile şöyle zaîf oldı Cihânî benden<br />

Gizlenür ger düşse bir perr-i mekes sâyesine”<br />

369<br />

XV. Yüzyılın son çeyreğinde yaşamış olan Cihânî, ilim ehli<br />

bir şairdi. Sultan Selim Han tarafından, rüşvet alarak halka ve<br />

memlekete zulmeden idarecilere, emirlere, kadılara ve valilere<br />

yapılan bir kıyım sırasında, saraya yakın olduğu ve idareci<br />

olduğu için öldürülmüştür.<br />

Sehî Bey ve Lâtifî Cihânî hakkında bilgiler vermişlerdir.<br />

Lâtifî, Cihânî şiirlerine örnek olsun diye şu beyti ele alır:<br />

“Didüm ey hûnî bulaşma gel rakîbin kanına<br />

Didi kandan âdem oldı olda kimdir kanı ne”<br />

Cihânî hakkında fazla bir bilgimiz yok. Kaynaklar, tafsilatlı<br />

bilgiler aktarmamış. Gazelleri’ ne de Câmiu’n Nezâir veya<br />

Pervâne Bey’in mecmuasında rastlanılmıştır.


Mustafa CEYLAN<br />

Şiir böyledir işte. Şairini kesenin, veznenin, benzin pompasının<br />

yanında tutarsa, korkun o şiirden. En kısa sürede, tabandan<br />

tavana yapılan yağ yüklü, övgü dolu söz ve sözcükler bitecektir<br />

ve hakikat gün ve güneşe çıkıverecektir. Şiir, zaten<br />

hakikatın bayraktarıdır. Hakikatin aynasında yüzünü yıkar<br />

şiir. Yalancı aynalar ve yalancı saatlere aldanan şairin hali kötüdür.<br />

Demiştir ki:<br />

“Kıldı firkat ben garîbi âh cânândan cüdâ<br />

Cism-i bî-rûhum ki kaldım hsretâ cândan cüdâ<br />

370<br />

Yâr ise nâ-mihribân derdim bilür bir kimse yok<br />

Ara yirde kalmışam biçare dermândan cüdâ<br />

Leşker-i eşküm perîşân oldı her sû sensiz<br />

Kande cem’olur şu asker kala sultândan cüdâ<br />

Derd-i eşkiyile kıldı ben fakîri muğtenem<br />

Lâyık-ı devlet değil kul ola cânândan cüdâ<br />

Sen gül-i nev-resteden ayru Cihânî âh ider<br />

Nâle eyler her nefes bülbül gülistândan cüdâ.


Öldürülen 101 Şair<br />

CİHÂNÎ’den BİR GAZELLE DEVAM EDELİM:<br />

Bana mesken bulunur mu der-i dildâr gibi<br />

Bülbüle yer mi olur kûşe-i gülzâr gibi<br />

Bir gün ol yüzü güneş bana tulu’ide deyu<br />

Kûyı içre dururam sâye-i dîvar gibi<br />

Sâde-rû çok bulunur âlem içinde ammâ<br />

Bulmazsan arasın yâr olıcak yâr gibi<br />

Şark ile garbı tulu’itse ider nûrânî<br />

Ârızı ol güneşin matla-ı envâr gibi<br />

371<br />

Ne kadar varsa uşşâk Cihânî şimdi<br />

Sebziyâ hasta iden ol gözi bîmâr gibi.”<br />

SON SÖZ:<br />

IŞIĞIN KORKULU GÖZÜ (Gülce-Buluşma)<br />

Gece kuşlarının konduğu sütunların<br />

Sessizliği öldüren çığılığını duyup da<br />

Ağlayan bir köşe süsü olsan da nafile


Mustafa CEYLAN<br />

Yıldızlar perdelerde en hüzünlü raksını<br />

Cama düşen yağmurun çıkardığı ses ile<br />

Yapıyorsa sen gülüm, koşup gitme sahile<br />

Çift kanatlı kapıların eşiğinden rütbeler<br />

Çizmeler ve kılıçlar parıldayıp geçerken<br />

Adınla yanar kâğıt, destanlar düşer dile<br />

Mazgallarda sallanan ışığın korkulu gözü<br />

Taşlıkda toplanan gözdelerin üstünde<br />

Gamzelerde fırtına, dudaklarda son hile…<br />

372<br />

Ey zaman içinde çağıldayan zaman ey!<br />

Haber verin şaire ney’ini kapsın gelsin!<br />

Bilinmez giysilerde saraylarda duran şey.<br />

Av köşküne uzanan yollarda çimen çiçek<br />

Kadife yaprağını giyinmiştir ağaç, dal<br />

Ferman padişahın elbet,<br />

Hayat mavi bir masal.<br />

Kadılar, valiler giyinsin kaftanları<br />

Kavukların içine saklansın düşünceler<br />

Umut doğuran şiir,<br />

Kırılmış kaleminde şairin<br />

Kelimeler öksüz kalacak belli<br />

Belli sustuğundan, saklandığından<br />

Cihâni’nin…<br />

Mustafa CEYLAN


Öldürülen 101 Şair<br />

(11): NİHÂNÎ<br />

“Cân oldı şehâ şâhid-i maksûduna vasıl<br />

Sultân-ı gam-ı aşk ına dil olalı menzil<br />

Katlüme delil olsa n’ola gamze-i zülfün<br />

Meşhûrdur “ed-dâllü ale’l-hayri ke fâil”<br />

Ey kaşı keman tîr-i havâdisden alınmaz<br />

Peykânın ile sînede can olalı yek-dil<br />

Olmasa kişi âlim-i esrâr-ı gam-ı aşk<br />

Tahsîl-i ulûm eylemede ona ne hâsıl<br />

373<br />

Zulmetde kalurdum şeb-i hicrânda Nihânî<br />

Âhım şereri olmasa ger sana meşâil.”<br />

XVI. Yüzyıl divan edebiyatı şairleri arasında yer alan, düşmanlarının<br />

nifak ve iftiraları sebebiyle Kanuni tarafından öldürülen<br />

şairlerimizdendir.<br />

Hakkında fazlaca bilgi yok. Kaynaklar onun Edirne’li olduğunu,<br />

kendisinin kemençe kardeşi Kaya Çelebi’ nin de saz<br />

çalmakta usta olduklarını belirtirler. İstanbul-Eyüp civarında<br />

ikamet eden şairimiz, Dukaginzade Mehmet Paşa’nın yakınıdır.<br />

Dukaginzade şairimizi, Manisa’da bulunan Şehzade<br />

Selim’in yanına gönderir. Şehzade Selim, onun kemençe çalmasından<br />

çok hoşlanırmış. Hattâ şehzade Selim’in nedimelik<br />

görevini yaparken, onun çok iyi bir nişancı olduğunu anlayan<br />

Padişah, ona kemençe çalmaması, nişancılık yapması için töv-


Mustafa CEYLAN<br />

be de ettirmiş olduğu kaydedilmektedir. Turak Ağa, Turak Ali<br />

veya Turak Ali Nihanî Çelebi adları ile de anılmıştır.<br />

Şehzade Bayezid’in iadesi için Kanuni ve Selim tarafından<br />

Şah Tahmasb’a heyetler gönderilir. Nihanî gönderilen bu heyette<br />

de yer alır. Görüşmeler sırasında Şah Tahmasb’ın hayranlığını<br />

kazanır.<br />

İran dönüşünde Lala olmak için çok uğraşır, saraya başvurur.<br />

Bu arada rakipleri, onu çekemeyenler de boş durmaz.<br />

Hakkında bir sürü yalan-yanlış dedikodu üretirler ve Padişah<br />

Kanuni’ye iletirler ve şair, Kanunî tarafından öldürülür.<br />

374<br />

Şairin suçsuz yere öldürülmesi sebebiyle, dostu olan şairler<br />

tarafından çok sayıda tarih düşürülen beyitler, mısralar kaleme<br />

alınır. Onlardan birisinde Şair Ulvî şöyle der:<br />

“Göçdü dünyâdan Turak Beğ hayf kim<br />

Bağrumuz yakdı bizim nâr-ı firâk<br />

Gûş edüb Ulvî dedi târîhini<br />

Eyleye Hak ana cennâti Turak.”<br />

Evet,<br />

Şair ölür. Herkes gibi şair de fânidir elbette. Şairi esas öldüren<br />

şairin unutulmasıdır. Şairin, ölümünden sonra hiç anılmamasıdır.<br />

Günümüz şairlerinin dostluğu ile mâzinin şairlerinin dostluklarını<br />

hele bir mukayese edelim. Göreceğiz ki, aralarında<br />

çok büyük fark vardır.<br />

Dün, arkadaşı-dostu için zamanın padişahına bile söz söylemekten,<br />

dörtlükler yazmaktan, eleştirmekten çekinmeyen<br />

şairler var. Bugüne bakın, dostunu mezarlığa defnettikten sonra,<br />

dönüp ardını çekip giden, bir daha adını bile anmayan şair<br />

zümresi…


Öldürülen 101 Şair<br />

Dün ebced hesabıyla tarih düşürme olayı varmış. Bugün,<br />

ebced hesabını bilen yok. Günümüz araştırmacı ve yenilikçi<br />

şairlerine diyorum ki; ebcedin köklerine sadık kalarak, yenikolay-anlaşılır<br />

bir şiir türü, taih düşürmeye dair bir tür ortaya<br />

konamaz mı?<br />

Hiç olmazsa, vefat eden, Hakk’a yürüyen şair dostlarımızın<br />

ardından tarih düşüren bir şiir ortaya koyalım, olmaz mı?<br />

Ne dersiniz?<br />

BİR GAZELİNE GÖZ ATALIM:<br />

“Bir güzel gördüm bugün ben Ayasofyâ’dan yana<br />

San melekdür indi Hak emriyle dünyâdan yana<br />

Gözleri ok dikdü göz göre benümle cenk ider<br />

Mâ’il olur mest olan elbetde gavgâdan yana<br />

375<br />

Dilberüm berdâr olâ zülfîne dildârun rakîb<br />

Bâkasın gözüm nezâketle Galâtâ’dan yana<br />

San hilâl ile mukârin oldı gökde âfitâb<br />

Keştiye bînüb yürüse bâri deryâdan yana<br />

Yâr kûyî var iken olur mu dünyâda bugün<br />

Zerre denlû meyl idem Firdevs-i a’lâdan yana<br />

Ey Nihânî görmek istersen güzeller kânını<br />

Gâh İstanbûl’a gel git geh Galâta’dan yana.”


Mustafa CEYLAN<br />

SON SÖZ<br />

SULTANÎYEGÂH BİR GECE<br />

Kement atıp kollarıma bağladın<br />

Suskun ufukların dili olsan nafile<br />

İçerimde yıldırımlar koşusu var bilesin<br />

Usanmadın yakdın, yürek dağladın.<br />

376<br />

Vay ki bana vay!<br />

Vay ki sana vay!<br />

Sultaniyegâh bir gecede tüldür hasret<br />

İnanma yosun tutan taş yüreklere<br />

Ve inanma cam kırığı düşlere, saçları gül kurusu rüzgâra<br />

Hasretini doku küf kokan masalara<br />

Bırak yüreğini iki büklüm<br />

Fermanlara…<br />

Yarın gelecektir mutlaka<br />

Anı yaşa ve doldur dağ yamacı bugünü<br />

Her dil çiçek açtırmaz fidanım<br />

Her dil süpürmez gecelerin uykusunu<br />

Dili kopsun köprüleri yıkanların<br />

Ve kurusun elleri fesatın, yalancının<br />

Ölüm sebepsiz yere, beklenmedik hakikat<br />

Dört kolluya bineceksin er geç, hele dikkat<br />

Tahtına bağdaş kurup sar sarmala yılları<br />

Suretleri parçala ışıkta ve sakla asılları


Öldürülen 101 Şair<br />

Mum gölgesi uzun olur duvarda<br />

Mahpushane kapısında sürgü var<br />

Söylesin Padişah bakışlarım son sözünü son kere<br />

Bir şair ilmeği boynumuzda asılı<br />

Cellâdım tekmeden önce sandalyeyi<br />

Verilen kararı sorar…<br />

Karar ki, ayakucunda bin şair arar…<br />

Mustafa CEYLAN<br />

377


Mustafa CEYLAN<br />

(12): ŞÂHÎ(Şehzade Bayezid)<br />

Öldürülen şairlerimizden “Şehzade Bayezid (1525 - 25 Eylül<br />

1561), Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’dan<br />

olma şehzadelerindendir.<br />

Babası henüz sağ iken kardeşi Şehzade Selim ile giriştiği<br />

taht mücadelesinde yenilmiş; sığındığı İran Şahı’nın sarayında<br />

babasının adamları tarafından oğulları ile birlikte boğularak<br />

öldürülmüştür.<br />

378<br />

1525 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Osmanlı<br />

padişahı Kanuni Sultan Süleyman, annesi Hürrem Sultan’dır.<br />

11 Kasım 1539’da erkek kardeşi Cihangir ile birlikte sünnet<br />

edildi. 1541’de Macaristan seferine katıldı. 1546’da Karaman<br />

Sancak Beyliği ile gö revlendirildi. 1548’de İkinci İran seferine<br />

çıkan babasını Akşehir’de karşıladı.<br />

Kanuni 1553’te Nahcıvan Seferi’ne (3. İran seferi) çıkarken<br />

Bayezid’i taht muhafazası için Edirne’ye gönderdi. Ordu<br />

sefere giderken Konya’da Şehzade Mustafa’nın boğdurulması<br />

ve ardından Şehzade Cihangir’in de hastalanarak Halep’te hayatını<br />

kaybetmesi üzerine Bayezid, tahtın iki varisinden birisi<br />

olarak kaldı. Diğer varis, ağabeyi Şehzade Selim idi.<br />

Düzmece Mustafa olayı<br />

Şehzade Mustafa’nın öldürülmesinden sonra ortaya çıkan<br />

Düzmece Mustafa olayında Şehzade Bayezid’in, isyancı kuvvetleri<br />

durdurmada ağır davrandığı, hatta bu isyanı onun düzenlediği<br />

iddiası ortaya atıldı. Kanuni’nin ona olan güveni<br />

sarsıldı, ancak yine de kendisini affedip Kütahya’ya gönderdi.<br />

Bayezid bunun üzerine babasına yazdığı mektupta “ben kulu-


Öldürülen 101 Şair<br />

nuzu muradına irgürdünüz” diyerek teşekkür etmiş ve kendisini<br />

tahtın varisi olarak görmeye başlamıştır.<br />

Annesinin koruması<br />

Hürrem Sultan, kendi oğullarından birisinin, daha çok karakter<br />

bakımından Kanuni’ye benzeyen Bayezid’in tahta geçmesini<br />

istiyordu. Yaşamı boyunca da onun koruyuculuğunu<br />

üstlenmiştir. Hatta Düzmece Mustafa olayında Bayezid’in,<br />

affedilmesini Hürrem Sultan’a borçlu olduğu söylenmektedir.<br />

Ancak Hürrem Sultan’ın 1558’de ölümünden sonra, Bayezid<br />

koruyucusuz kalmış ve kendine taraftar toplamaya girişmiştir.<br />

Bayezid’in Selim aleyhine harekete geçmesinde, Lala Mustafa<br />

Paşa’nın rolü olduğu düşünülür.<br />

“Şehzade Mustafa’dan sonra, ikinci bir evlât acısı eklenince<br />

ki, Cihangir Sultan’ın vefatıydı. Yaralı baba kalbi, ilk<br />

isyânını yakaladığı Şehzade Bayazıd’ı Hürrem Sultanın da ısrarları<br />

ile affetti. Bayezid yaptığı isyânın farkında olduğundan<br />

barış şerbetini eline tutuşturan babasının sunduğu şerbeti zehirlidir<br />

korkusuyla bir müddet içemeyip endişeyle bekledi.<br />

Sultan Kanuni, durumu görünce oğlunun elinden aldığı bardağı<br />

bir dikişte bitirdi. Belki de Sünneti Şerife uygun içme tarzını<br />

ilk defa terketmiş oldu koca Padişah.<br />

379<br />

Evet oğlu ona itimat edememişti. Affa inanamamıştı, banş<br />

merasiminde annesi Hürrem Sultan bulunduğu halde. Bu tereddüd<br />

onun bu işlere yeniden teşebbüs edeceğini gösteriyordu,<br />

nitekim etti de...”<br />

Selim ile sürtüşmeler<br />

Oğullarının taraftar toplamaya başlamaları üzerine Kanuni<br />

onları birbirlerinden uzaklaştırmış, 1558’de Selim’i Konya’<br />

ya, Bayezid’i ise Amasya’ ya göndermiştir. Bayezid bunu kendisine<br />

bir hakaret saydı ve Kütahya’da kalmaya çalıştı. Ancak<br />

babasının ısrarları sonucu Amasya’ya gitmek zorunda kaldı;


Mustafa CEYLAN<br />

380<br />

21 Aralık 1558’de Amasya’ya vardı. Kanuni onu çeşitli vaadlerle<br />

oyalamaya çalışırken, o bir mektubunda babası için “padişah<br />

olan yalan söyler mi” dedi ve taraftar toplamaya devam<br />

etti.<br />

Kanuni, aynı şekilde Selim’in de asker toplamasını söylemiş<br />

ve Sokollu Mehmed Paşa’ yı ona yardıma göndermiştir.<br />

Bu arada Bayezid’in sancağından çıkması isyân olarak değerlendirildi<br />

ve Şeyhulislam Ebusuud ve başka din adamları tarafından<br />

öldürülmesinin vacib olduğuna dair fetvalar verildi.<br />

Bu esnada Amasya’dan Ankara’ya gelmiş olan Bayezid, 29<br />

Mayıs 1559’da Konya önlerinde Selim’in ordusuyla çarpıştı,<br />

ancak 2 gün süren savaşta onun düzenli ordusu karşısında üstünlük<br />

sağlayamayıp yenildi. Bunun üzerine Amasya’ya dönmüş<br />

ve müftü Muhyiddin Cürcani’yi babasına, affedilmesini<br />

dilemesi için gönderdi.<br />

İran’a sığınması<br />

Kanuni, Bayezid’in af talebini reddedip yakalanmasını emredince<br />

Bayezid oğullarını alarak 7 Temmuz’da Amasya’dan<br />

çıktı. Ağustos ortalarında İran’a sığınmak zorunda kaldı.<br />

İran’da Şah Tahmasb tarafından Kazvin’de büyük bir törenle<br />

karşılanan Bayezid, onun aracılığıyla babasından affını<br />

diledi. Tahmasb, Selim ve Kanuni arasında Bayezid’in teslimi<br />

konusunda yazışma ve pazarlıklar yapıldı. Tahmasb’ın isteklerinden<br />

bir kısmını kabul etmek zorunda kalan Kanuni, ona<br />

1.200.000 altın ödeyeceğini ve Kars Kalesi’i bırakacağını<br />

vaad etmiştir. Ayrıca Selim de padişah olduğunda, İran’la dost<br />

kalacağına dair bir ahidname vermiştir.<br />

Ölümü<br />

Anlaşma sağlanınca Kazvin’e giden Osmanlı elçileri 25<br />

Eylül 1561 tarihinde önce Bayezid’i ardından da oğullarını<br />

boğarak öldürdüler. Bayezid ve oğullarının cenazeleri Sivas’ a<br />

getirilerek surların dışında bulunan “Melik-i Acem türbesi”’ne


Öldürülen 101 Şair<br />

defnedilmiştir. Bu türbe Abdulvahabi Gazi Camii içerisinde<br />

bulunur.<br />

Bayezid’in ölümünden sonra Bursa’ya nakledilen karısı bir<br />

kale içinde bekletilmiş ve yanında bulunan üç yaşındaki oğlu<br />

da öldürülmüştür.<br />

Ölümünden sonra<br />

Bayezid olayından sonra, yeniçerilerin Anadolu’ya muhafız<br />

olarak yayılması ve şehzadelerden yalnızca en büyüğüne<br />

sancak verilmesi gibi idari değişikliklere gidilmiştir.<br />

Ona sadrazamlık vaadinde bulunan Selim’in tahta çıkmasını<br />

isteyen ve Bayezid’i babasına karşı isyâna teşvik eden Lala<br />

Mustafa Paşa, ancak III. Murat zamanında, yaklaşık 3 ay sadrazamlık<br />

yapabildi.<br />

Şairliği<br />

Bayezid’in “Şahi” mahlasıyla yazdığı Türkçe ve Farsça şiirlerinden<br />

oluşan bir divanı vardır. Şiirlerinde saltanat arzusu,<br />

aşk, günahlarından bağışlanması için yakarış konularını işler.<br />

Babasından affını dilemek için yazdığı şiirleri ve babasının<br />

yine şiir olarak verdiği karşılıklar meşhurdur. Divanının iki el<br />

yazma kopyası Millet Kütüphanesi Ali Emirî koleksiyonunda<br />

bulunur.”<br />

Kaynak: http://tr.wikipedia.org<br />

381


Mustafa CEYLAN<br />

SON SÖZ:<br />

GÜNAHSIZ BEBEKLER<br />

Kan ağlar Sivas, kan kokar caddeleri<br />

Ben yanarım Sivas’a, Sivas yanar içinden<br />

Öldürdüler Bayezid’in oğullarını,<br />

Getirdiler Sivas’a<br />

Melik-i Acem türbesinde şimdi<br />

Abdulvahap Gazi Camii içinde<br />

Hesabın görüleceği mahşeri bekler,<br />

O günahsız bebekler…<br />

382<br />

Kalemin kırılsın hâkim<br />

Kılıcın pas tutsun Sultan!<br />

Söyleyin kavuklu dalkavuğa<br />

Ferman buyurmasın bir daha<br />

Günahsız bebekler için<br />

Aman heyyyy!!!<br />

Sütü zehirli bir çağdır bu<br />

Ne de yaman hey!...<br />

Mustafa CEYLAN


Öldürülen 101 Şair<br />

(13) : ADNÎ (Mahmud Paşa)<br />

“Osmanlı Türk Cihan Devletinin güçlü padişahı Fatih Sultan<br />

II. Mehmed 1432 - 1481 yılları arasında yaşamış ve otuz<br />

yıl devleti yönetmiştir.<br />

Tarihin kaydettiği en önemli dönüşümlerden birinin başlangıcı<br />

durumundaki kutlu fethi gerçekleştiren Fatih Sultan<br />

Mehmed, kudretli bir hükümdar, büyük bir siyaset dehası ve<br />

muzaffer bir komutan olduğu kadar; kültür, sanat ve edebiyatta<br />

da ismini altın harflerle tarihe yazdırmış entellektüel bir<br />

şahsiyet ve kuvvetli bir şairdir.<br />

Kendisi de bir şair olan Sultan II. Murad’ın oğlu Fatih Sultan<br />

Mehmed, devrinin en güçlü ilim, fikir ve sanat adamlarının<br />

elinde yetişmiş; asil ruhu, Devlet-i Aliyye’yi besleyip güçlü<br />

bir çınar gibi ayakta tutan ihtişamlı ve engin kültürün hamuru<br />

ile yoğrulmuş, birçok doğu ve batı lisanına vakıf, matematik<br />

ve müspet ilimlerde, felsefede ve edebiyatta söz sahibi bir sultandır.<br />

383<br />

Fatih Sultan Mehmed’in maiyyetinde 185 şâir bulunduğu,<br />

bunlardan 30’una maaş bağladığı kaynaklarca bildirilmektedir.<br />

Zamanında Ahmed Paşa, Necâtî, Sinan Paşa, Mahmud<br />

Paşa, Molla Lutfî, Melîhî, Nişancı Mehmed Paşa, Karamanlı<br />

Nizâmî, Sirozlu Sa’dî gibi şâir ve âlimler yer almıştır.<br />

Ayrıca Mihrî Hatun ve Zeynep Hatun’un da bu devir<br />

şâirleri arasında yer aldığını görmekteyiz.<br />

Fatih devri, Türk edebiyatının her bakımdan atılımlar sergilediği<br />

bir dönem olarak dikkat çekmektedir.<br />

Tunç ve çeliğin en kalitelisi Fatih zamanında döküldü.


Mustafa CEYLAN<br />

Mikrobu ilk keşfeden Türk bilgini Akşemseddin onun hocasıdır.<br />

Semerkant Üniversitesinde astronomi ve matematik dersi<br />

veren ünlü Türk bilgini Ali Kuşçu’yu İstanbul’a davet eden ve<br />

onunla İstanbul’da ilk ciddî astronomi araştırmalarını başlatan<br />

yine Fatih Sultan Mehmed’dir. Sarayını bir akademi haline<br />

getirmişti. Yabancı ülkelerde tanınmış ilim adamlarıyla<br />

mektuplâşır, mektuplarını kendi el yazısıyla yazardı.<br />

Kendisi de büyük bir şairdi. Ressamlar, hattatlar,<br />

bestekârlar, her türlü Mim, sanat ve hüner sahipleri onun tarafından<br />

korunmuş, teşvik edilmişlerdir.”(1)<br />

GAZEL<br />

384<br />

“Tarasa zülfün gönüller yine çün bârân yağar<br />

Söylese şîrîn lebünden söz yerine cân yağar<br />

Ağladuğum zülfünü yüzüne saldıkça bu kim<br />

Aybaşında çün bulutlar aynaya bâran yağar.<br />

Lâle haddün bigi gülsem ey kemân ebrû ne ta’n<br />

Tîr-i gamzenden dile bârân-sıfât peykân yağar<br />

Cam-ı mey sun sâkiya itme günehden ihtiraz<br />

Devr-i güldür yire gökden rahmet-i rahman yağar<br />

Gördüğünce yâr yanında rakîbi Adnî’ nün<br />

Kakıduğından dilinden âteş-i sûzân yağar.”


Öldürülen 101 Şair<br />

Fatih Sultan Mehmet’in seraskeri, sadrazamı Mahmud<br />

Paşa da 15. Yüzyılda öldürülen şairlerimizdendir. Hem de<br />

Fatih’in emri ile Yedikule zindanlarına atıldıktan sonra öldürülmüştür.<br />

Mahmud Paşa, Türkçe ve Farsça’ ya hâkim olan ve sadrazamlığı<br />

zamanında ilim ve sanat adamlarına büyük önem vererek,<br />

onlarla sarayda gönül sohbetleri düzenleyen, sanatçıları<br />

teşvik eden, bu suretle de birçok eserin gün ışığına çıkarılmasını<br />

sağlayan bir devlet adamı ve şairdir.<br />

Aşık Çelebi anlatır:<br />

Bir hayvan sırtında bir heybe… Heybenin bir gözünde<br />

Mevlâna Abdülkerim ve Mahmud isimli iki çocuk, öteki gözünde<br />

ise bunlardan yaşça büyük Molla İlyas… Aynı gün geldiler<br />

Edirne’ye, getirildiler. Molla İlyas, arada bir “o zaman<br />

ikinize de denk idim. Şimdi de fazilet yönünden ikinize denkim”<br />

diyorsa sebebi budur işte.<br />

Ümeradan Mehmed Ağa tarafından 2. Murad’a takdim edilen<br />

Mahmud isimli çocuğun, bazı kayıtlara göre Alacahisarlı<br />

olduğu ve annesinin Sırp, babasının Hırvat olduğu yazılıdır.<br />

Sarayda yetişen bu çocuk, Fatih’le birlikte birçok savaşlara<br />

katılır.<br />

Fatih zamanında Zağnos Paşa’ nın azlinden sonra, 1454 yılında<br />

Halil Paşa göreve getirilmişse de, Halil Paşa’yı sevmeyen<br />

yeniçeriler, devlet erkânı ve bilginlerin nifakı sebebiyle<br />

Halil Paşa katledilir ve bu karışıklıkta, olayların daha fazla<br />

büyümemesi için Zağnos Paşa ve Hadım Şehabettin Paşa da<br />

azledilir ve Mahmud Paşa vezirliğe getirilir.<br />

Mahmud Paşa, Fatih’le birlikte birçok savaşlara gider. Ayrıca,<br />

Padişahın ona verdiği bütün görevleri başarıyla tamamlar.<br />

Balkanlarda birçok kale ve bölgeyi fethederek Osmanlı<br />

385


Mustafa CEYLAN<br />

toprağı yapar. Bu zaferleri çekemeyen rakipleri Mahmud<br />

Paşa’nın en küçük bir gecikmesinde fitne ve fesat çarklarını<br />

çalıştırırlar ve Padişaha Mahmud Paşa’yı ikide bir gammazlarlar.<br />

Bir ara Sadrazamlık görevinden alınıp yerine Rum<br />

Mehmet Paşa sadrazam yapıldı ise de, Fatih tarafından tekrar<br />

ikinci kez Sadrazamlık görevine atanmıştır.<br />

Derler ki:<br />

Sanatçıya ve ilim adamına destekleriyle tanınan ve kendisi<br />

de sanatçı olan Paşa ile Fatih’in oğlu Şehzade Mustafa’nın<br />

arası açıktır.<br />

386<br />

Mahmud Paşa’yı çekemeyen entrikacılar, Şehzade Mustafa<br />

ile arasının açıklığını bahane ederek bir sürü yalan ve yanlış<br />

haberler iletirler Padişaha. Hattâ o kadar ileri giderler ki, Paşa’<br />

nın hanımı Şehzade’nin annesini ziyarete gitmiş, orada kalmış<br />

ve Şehzade paşanın hanımını baştan çıkarmış, bu yüzden de<br />

Paşa, önce karısını boşamış, sonra da şehzadeyi zehirletmiştir.<br />

Şehzade Mustafa’nın zehirlenerek ölmesi üzerine, Mahmud<br />

Paşa, baş sağlığı dilemek için,( o sıralarda sadrazam da<br />

değildir)saraya gelir ve Fatih’in özel ilgisine mazhar olur. Dedikoducular<br />

furyalarını çalıştırmaya başlarlar. “Paşa’nın giysileri<br />

siyah değildir, yani şehzadenin ölümünde yas tutsa siyah<br />

olmalıydı, demek ki zehirleten o dur “ derler. Ve daha bir sürü<br />

ilavelerle Padişah’a dedikodu ulaştırırlar. Paşa, anında Yedikule<br />

zindanına atılır.17-18 gün zindanda kaldıktan sonra<br />

Padişah’ın emri ile idam edilir. Kendi ismiyle anılan camiin<br />

yanındaki türbeye defnedilir.


Öldürülen 101 Şair<br />

Demiş ki:<br />

GAZEL<br />

Yârin ayağu tozuna kıymet cihan gerek<br />

Belki cihan ne nesne ola bâş ü cân gerek<br />

Bin yâri kılmışam iki âlemde ihtiyâr<br />

Evvel kişiye cân gerek andan cihân gerek<br />

La’lini dişledikçe gözü kanımı döker<br />

Elbette hükm-i şer’ budur kana kan gerek<br />

Yüzüne karşu gözyaşı akıtduğum bu kim<br />

Gülzârı tâze tutmağa âb-ı revân gerek<br />

Cûş ile ağladığını ayb itme Adnî’ nün<br />

Âşık olanların gözü derya-feşân gerek.<br />

387<br />

Yine demiş ki;<br />

GAZEL<br />

Cân ü başa kılmasın âlemde cânân isteyen<br />

Mübtalâ olsun gönülden derde dermân isteyen<br />

Tâlib-i cennet olan etsün ser-i kûyun makâm<br />

Zülfünün küfrünü dîn idünsün îmân isteyen<br />

Hâk-i pây-i dilberi cân ile elden komasın<br />

Hızr gibi zulmet içre âb-ı hayvân isteyen<br />

Yüzü devrinde göze dâim teselsül görünür<br />

Zülfüne kılsun nazar bu kula bürhân isteyen


Mustafa CEYLAN<br />

Zahmet-i cevrin çekerim kim diler cân râhatın<br />

Hem-dem edinür gamın gönlünü şâdân isteyen<br />

Lâle-veş sahn-ı çemende komasun elden ayağ<br />

Gülsitânda kendüyi gül gibi handân isteyen<br />

Mâh-rûlar mihrine Adni Bey’i itsün heves<br />

Cân ü dil ma’mûresin cevr ile virân isteyen.<br />

388<br />

SON SÖZ:<br />

AVNÎ’YE MEKTUP (Gülce-Buluşma)<br />

En çok seni özledim, en çok seni ey Avnî<br />

Tunçtan ve mermerden çehreni özledim…<br />

Ağrılarımın çağrısını işit de gel!<br />

Taş yüreği hamur eden ikliminle gel,<br />

Gel de, yağmuruna tut beni.<br />

Çay içelim Emirgan’da<br />

Manolyalar çıksın Boğazın iki yakasına<br />

El etsinler sana, bana<br />

Bir manolya gölgesinde unut beni…<br />

Çağ açıp kapatsın atının topukları<br />

Yedi tepeli güzel şehrin<br />

Yedikule zindanlarında<br />

Yedi uyurlar gibi uyut beni…<br />

Haliç’deki zincire çareler bul bir ara<br />

Sür beyaz atını sür, seni bekler Marmara


Öldürülen 101 Şair<br />

Karadan yüzdür gene yüzlerce kadırgayı<br />

Bayrağıma nakışla göklerden söküp ayı<br />

Düşürmesin dilinden Akşemsettin duayı<br />

Haliçdeki zincire çareler bul bir ara<br />

Sen bu yaşta çağ açtın, çağ kapattın ey Avnî<br />

Müjdelenen bir gençlik, söyle nerede hani?<br />

Devir dönek, söz çürük; insanlar kalleş, cani<br />

Sür beyaz atını sür, seni bekler Marmara<br />

En çok seni özledim, en çok seni ey Avnî<br />

Şarap, meyhane, kilise, put<br />

Sakî, sultan, köle<br />

Daha daha ne varsa ne<br />

Sohbete çağırsın cümlesini<br />

Şairlerle Mahmut Paşa.<br />

Gül açsın zaman kız kulesinde<br />

Yedi yer, yedi gök, yedi iklim<br />

Yedi günde yedi minareden okusun ezan<br />

Davudî bir avazeyle dolsun<br />

Boğaz, ufuklar ve hudut...<br />

Gel, kurtar beni bu çağın<br />

Pas tutan zincirlerinden<br />

Zira hayat şimdi<br />

Baştanbaşa çaput…<br />

389<br />

Mustafa CEYLAN<br />

---------------------------------------------------<br />

(1): Doğan Nur Muhammed; Avnî(Fatih)Divanı, ekitap.<br />

kulturturizm.gov.tr


Mustafa CEYLAN<br />

(14): ARSLAN PAŞA (SİFÂLÎ)<br />

Sokullu’ nun “alçak ve korkak” diyerek padişaha gammazladığı<br />

Arslan Paşa, Kanunî tarafından öldürülen şairlerimizdendir.<br />

Zigetvar Seferine gidilirken otağ-ı hümayun önünde, 3<br />

Ağustos 1566 tarihinde, Marşan adı verilen tepede öldürülmüştür.<br />

Cenazesi arabaya yüklenip Belgrad’da babasının türbesi<br />

yanında defnedilmiştir.<br />

Demiştir ki:<br />

“Dilerim dilberimi hüsn iline şâh olsun<br />

Ki disün kullar ana yarıcın Allah olsun.<br />

390<br />

Yol budur sînemi hançerle dil ey kaşı keman<br />

Ki dile gelmeğe gamzen okuna râh olsun.<br />

Arslan Paşa, Sifâlî mahlasıyla yazardı şiirlerini. Korkusuz,<br />

sözünü kimseden esirgemeyen, açık açık her şeyi konuşan bir<br />

kişiliğe sahipti. Babası Mehmet Paşa ise Kanuni’nin halasının<br />

oğludur. Ömrü boyunca Sokullu Mehmet Paşa ile çekişmiş,<br />

mücadele etmiştir. Hattâ Kanuni’ye Sokullu aleyhinde bir<br />

mektup yazdığı ve bu mektubun padişaha ulaşmaması üzerine<br />

15 askeriyle otağ-ı hümayuna geldiği ve durumu padişaha arz<br />

etmek istediği, bu sırada, durumdan istifade eden Sokullu,<br />

hastalığı sebebiyle, dinlenmekte olan Padişah’a, aleyhinde bir<br />

sürü dedikodu, gerçek olmayan şeyler iletmiş, görüşme yapılmadan<br />

idam fermanı imzalattırılmıştır. Sifâlî ile padişah arasındaki<br />

akrabalık bağının Sokullu’nun iktidarını zayıflatacağı<br />

endişesi, hüküm sürdürdüğü koltuğu koruma telaşı şairimizin<br />

öldürülmesine sebep olmuştur.


Öldürülen 101 Şair<br />

Osmanlı’ nın o parlak döneminde, maalesef bu tür çok sayıda<br />

öldürülme olayı gerçekleştirilmiştir. Çoğunluğu da Padişaha<br />

yakın ve şair olan kişilerdir. Kraldan fazla kralcıların,<br />

menfaat çarklarının kırılmaması için, tek adam yönetimine<br />

güdülemelerinden başka hiçbir şey değildir bunlar… Çoğunun<br />

öldürülmesi için önemli bir gerekçesine dahi rastlanılmaz.<br />

Koltuğu ve bulunduğu mevkii koruma kaygısı ve savaşlarıdır<br />

bunlar. Günümüzde de öyle değil midir? Bakalım çevremize,<br />

iktidara, önemli mevkilere yakın ne kadar bukalemun,<br />

ne kadar yalaka varsa, süslü kaftanları üstüne sim işlemeli yelekler,<br />

ceblerine ağzına kadar para, altın-aşkı, yakınlarına ballı<br />

börek sunmuyorlar mı? Yaşa Varol, senden büyük yok, gökler<br />

ve yerler senin diye balonlar gibi şişirdikleri makam<br />

sahiplerinin iki dudağı arasından veya imzaları altından, sümenler<br />

altından neler neler almıyorlar ki?<br />

Düzmece raporlar, sanal şahitler, yalan ve iftira dolu dinlemelerle<br />

günümüzde haklıların haksız olduklarını nasıl da sessiz<br />

ve çaresiz seyrediyoruz, öyle değil mi? Üstelik adalet dağıtmakla<br />

görevli mercilerin adaletsizliklerine bakıp bakıp<br />

ağzımız bir karış açık, şaşkınlık içinde olanları seyrediyoruz.<br />

Ha dünkü Paşalar, ha bugünkü paşalar. Yalan söyleyen tarih<br />

utansın demekten başka çaremiz mi var?<br />

391<br />

Anlatırlar:<br />

Donanma hazırlanmak üzeredir. Çarşı, Pazar süslenir. İçki<br />

meclisleri düzenlenir. Herkes kendi hünerini sergilemeye çalışır.<br />

Bizim şair Arslan Paşa, orta cami yakınında bir kenarda<br />

gariban bir ciğer kebapçısına rastlar. Adamcağız paşayı görünce<br />

kaçar gider. Paşa emreder ciğercinin yanına getirilmesini<br />

ister.


Mustafa CEYLAN<br />

Ciğerci bulunur ve paşanın huzuruna çıkarılır.<br />

Paşa:<br />

-“Böyle bir adamın sohbetini basmış olduk. Cümleden<br />

özür dilerim. Küstahlık ettik, affetsin günahımızı” der. Gariban<br />

adam, çaresizlik içinde:<br />

-“Affettik paşam” der.<br />

Bunun üzerine Paşa, “kardeş olalım” diye ısrar ederen ve<br />

Paşa ile adam, parmaklarını kanatarak, birbirlerinin kanını<br />

emerler, kardeş olurlar. Paşa bu kez:<br />

-“Ben Müslüman olayım, kardeşim gavur, hiç olacak iş mi<br />

bu?” diye sorar. Ciğerci:<br />

392<br />

-“Olmaz Paşa kardeşim” der ve Müslüman olur.<br />

Paşa, oracıkta çağırır bir sünnetçi, ciğerciyi sünnet ettirir.<br />

Çalınır, söylenir ve oynanır. Bu durum Padişah’a iletilir. Padişah:<br />

-“Kullarımız arasında bunun gibi şaşkın budalalar da bulunsun<br />

bakalım” diye hoş görür.<br />

Son söz şairimizden olsun :<br />

“Tozun ki cân gözüne gözüm nuru sürmedir<br />

Elden gelen yüzümüz yağına sürmedir.<br />

Dedim uçurdu tîr-i müjen cân kebûterin<br />

Güldü dedi kim inanur ana uçurma vir.”


Öldürülen 101 Şair<br />

I-Hakkında Fetva Verilerek Öldürülen Şairler<br />

(1): İSMAİL MÂŞUKÎ<br />

“Ey gönül bir derde düş kim anda dermân gizlidür<br />

Gel eriş bir katreye kim anda ummân gizlidür<br />

Terkedüp nâm ü nişânı giy melâmet hırkasın<br />

Bu melâmet hırkasında nice sultân gizlidür<br />

Tut Hak’ı bilmek dilersen ehl-i irşâd eteğin<br />

Niceler bilmediler kim böyle erkân gizlidür<br />

393<br />

Değme bir hor ü hakîre hor deyu kılma nazar<br />

Kalbinin bir kûşesinde arş-ı Rahmân gizlüdür<br />

Bu cihân dervîş nam oldu hicâb-ender-hicab<br />

Sen hicâb altında kaldın sanma sultân gizlidür”<br />

İsmail Maşûkî<br />

Hacı Bayram Veli erenlerinden birisi olan İsmail Maşûkî<br />

de dedikodu, fitne ve fesat sebebiyle, aleyhinde padişah<br />

Kanuni’ye birçok şikâyet götürülür. Padişah, bu fitnenin durdurulmasını<br />

ister. Ama Maşûkî, “Ben âkıbetimi biliyorum”<br />

diyerek bu isteğe olumsuz cevap verir. Ve sonunda on iki arkadaşıyla<br />

beraber Üçler Mescidi’ nin olduğu yerde idam edilir,<br />

cesedi ve kesik başı denize atılır.


Mustafa CEYLAN<br />

Maşûkî’nin talebelerinden Hasan Efendi, Hocasının öldürüldüğü<br />

yerde kardeşiyle beraber bir mescid inşa eder ve bu<br />

mescide Üçler Mescidi adı verilir.<br />

İsmail Maşûkî, Hacı bayram çizgisinde, Ayaşlı Bünyamin’in<br />

müritlerindendir. 1508 yılında doğduğu ve 1539 yılında 31 yaşındayken<br />

idam edilerek öldürülen şairlerimizdendir. Babası<br />

Aksaraylı Pir Ali Dede’dir. İsmail’e Maşûkî adını veren önderi-hocası<br />

Ayaşlı Bünyamin’dir.<br />

Kanuni Sultan Süleyman, zaman zaman tebdil-i kıyafetle<br />

halk arasına, çarşı pazara çıkar, “halk ne yiyor, ne diyor, ne<br />

düşünüyor”, bizzat kendi araştırıp sorarmış.<br />

394<br />

Gene, günlerden bir gün, Aksaray’da Pir Ali Dede’nin<br />

mehdilik iddiasında olduğu Kanuni’ nin kulağına çalınır. Padişah<br />

İran Seferi için hazırlık yaparken, tebdil-i kıyafetle<br />

Aksaray’a Pir Ali Dede’nin yanına uğrar. Pir ile görüşür. Kendisine<br />

kadar gelen şikâyetlerin asılsız olduğunu bizzat kendisi<br />

öğrenir. İran Seferi dönüşünde de dost edindiği Pir Dede’ ye<br />

uğrar ve ona ikramlarda bulunur. Bu ikramları kabul etmeyen,<br />

“dünya nimetinde gözümüz yok” diyen Pir Dede’ye Padişah:<br />

-“Madem öyle, oğlunuzu İstanbul’da görmek dileriz.” der.<br />

Dede:<br />

-“Oğlumuzun adı İsmail’dir, kurban olmaktan dönmez”<br />

der ve Padişahın isteğini kabul eder.<br />

Henüz pek genç yaşta olmasına rağmen İstanbul’un en<br />

önemli camilerinde vaazlar veriyordu. Genç yaşı sebebiyle<br />

halk arasında Oğlan Şeyh adıyla meşhur olmuştu.<br />

Gölpınarlı’nın aktardığı bir rivayete göre Maşuki, müritlerine<br />

bazen “Allah, Allah” zikri yerine “Allahım, Allahım” dedirtirmiş.<br />

Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle oniki öğrenci-


Öldürülen 101 Şair<br />

siyle birlikte padişahın yanına gelen İsmail Maşuki, padişahın<br />

önündeki sorgulamasında Vahdet-i vücud’a dair görüşünde<br />

ısrar etmiş ve Şeyhülislam İbn Kemal’in fetvasıyla öğrencileriyle<br />

birlikte idam edilmiştir.<br />

Denize atılmıştır Maşûkî’ nin kesik başı ve vücudu ya, rivayet<br />

edilir ki, talebelerinden birisinin rüyâsında:<br />

-“Başım cesedimden sonra varacak Rumeli Hisarı civarına.<br />

Kayalar mezarlığı var, oraya, defnedin e mi!” diye seslenir.<br />

Oğlanşeyh Camiinin avlusunda bir mezar… Taşında şunlar<br />

yazılıdır:<br />

“Ya Hu!<br />

Tarikat-ı Aliye-i Bayrâmiyye Ricâlinden<br />

Aksaraylı Pîr Ali Efendi’nin Mahdûmu<br />

Kutbü’l-Ârif’in ve Gavsi’l-Vâsilîn<br />

Şehîd İsmâil Ma’şûkî<br />

Hazretlerinün Rûh-i Saâdetlerine<br />

Lillâhi’l-fâtihâ<br />

Sene<br />

935<br />

395<br />

Derler ki:<br />

Kanuni Sultan Süleyman Topkapı Sarayı’nda dinlenmek<br />

için denize nazır bir yerde otururken denizden çıkan İsmail<br />

Maşûkî ve müridlerinin semaya başlayıp ‘Ne yaptık biz size<br />

de bizi öldürdünüz? Suçumuz neydi ey padişahımız? ‘ dedikleri<br />

ve bunun üzerine padişahın da çok ağladığı söylenir.


Mustafa CEYLAN<br />

Vahdet-i Vücut felsefesine inanıp, onu savunan Melâmiler,<br />

tarih boyunca takibata uğramışlar, sürülmüşler, zulüm görmüşler<br />

ve de idam edilmişlerdir. Maşûkî, bir melâmî şairidir.<br />

Coşkun yüreği, iman ve inancıyla yoğurmuştur vaazlarını ve<br />

şiirlerini. Ayasofya ve Bayezıd camilerinde vaaz ederken coşkunluğu<br />

sebebiyle çevresinde çok sayıda insan toplanmış ve<br />

bu insan topluluğu onun melâmiliğini “zındıklık” olarak niteleyenlerce,<br />

korku ile karşılanmıştır. Saraya götürülen dedikoduların<br />

temelinde bu yatar.<br />

Demiştir ki:<br />

396<br />

“Gel ey sofi bizi men’eyleme aşk-ı tevellâdan<br />

Muhabbetdür ezelde kısmet olan bize Mevlâ’dan<br />

Şarâb-ı aşkıyla yarün ezelden olmuşam bî-hûş<br />

Ebed ayrılmazam andan gönül geçmez bu sevdâdan<br />

Gel ey aşk odına yanmış gönül âyînesin pâk it<br />

Cemâlin göstere cânân ki tâ kalb-i mücellâdan<br />

Şu dil kim âteş-i aşka yanup küllî kül olmaya<br />

Ne bilsün zevkini aşkın ne duysun hâl-i şeydâdan<br />

Gönül mürğı uçar her dem o dildârın hevâsından<br />

Anın aşkı kanadıyla geçer arş-ı muallâdan<br />

Gönüldür menzil-i cânân gönüldür vâsıl-ı Rahmân<br />

Gönüldür âşık-ı sâdık değil hâl-i temennâdan<br />

Firâkın nârına yandım yetiş ey Yûsuf-i Mısrî<br />

Hicâb-ı hicrüni kaldır ki bu Ya’kub-i âmâdan


Senin hüsnündürür yâ Râb ki Yûsuf’ da eder cilve<br />

Senin aşkındurur yâ Râb zuhûr eder Zelihâ’dan<br />

Bu gün ey dil temâşâ kıl cemâl-i vech-i cânânı<br />

Şu kim görmez anı bugün yarın olur ol a’mâdan<br />

Kamû eşya eğerçi kim haber virür cemalinden<br />

Veli insan olan ismin nişân virür müsemmâdan<br />

Düşübdür derbeder âşık taleb eyler dilârâyı<br />

Dilârâdur gönül içre haber ister dilârâdan<br />

Öldürülen 101 Şair<br />

Kanı Ferhâd ile Şîrîn kanı Vâmık ile Azrâ<br />

Kanı Mecnûn-i sr-gerdân haber vir bana Leylâ’dan<br />

Çü sensün âşık u ma’şûk çü sensün tâlib ü matlûb<br />

Haber vir gel nedür şahum murâd olan bu gavgâdan.”<br />

397


Mustafa CEYLAN<br />

SON SÖZ:<br />

KESİK BAŞ(Gülce-Tekil)<br />

Denizlerden çıkıp da<br />

Semaya duran oniki can<br />

Sonsuzluğa döner, döner de döner<br />

Işık olur, aşk olur, aynalarda insan.<br />

İnsan var aynalarda<br />

Görmesini bilene ne gam<br />

Selâm olsun Ayaşlı Bünyamin’e<br />

On iki can selâmı, asla anlatamam.<br />

398<br />

Burası İstanbul’dur<br />

Padişahım ferman yazmış hey!<br />

Adımıza zındık denmiş bir kere<br />

Aşıkız aşka, şahidimiz kudüm ve ney<br />

Üçler Mescidi önü<br />

Kılıcı keskin cellâtların<br />

Ayrılır gövdelerden bütün başlar<br />

Başlar ki, kesildikçe, yeniden aşk başlar.<br />

*<br />

Denizlerden kıyıya<br />

Dalgalarla gelen başım ben<br />

Babamızdır Aksaraylı Pir Ali<br />

Sultana emanet edilmişiz küçükten.<br />

İçimin denizine<br />

Dalmayanlar ne bilsinler, ne?<br />

Damlada okyanusun hıçkırığı<br />

Kâinat var zerrede, yanar durur sine…<br />

Mustafa CEYLAN


Öldürülen 101 Şair<br />

(2): VECDÎ<br />

İşte nücum ilmi bahanesiyle idam edilen şairlerimizden birisi<br />

daha. Bursalı Esiri Mehmet Efendi’den alınan bir fetva ile<br />

Alayköşkü’nde idam edilmiştir.<br />

Vecdî, “Boğuk” lâkabıyla tanınan Mustafa Ağa’ nın oğludur.<br />

Asıl adı Abdülbâkî. İstanbul’da doğmuş, büyümüş. Köprülü<br />

Mehmet paşa’ nın gözdelerinden birisi. Köprülü sayesinde<br />

“beylikçilik” mertebesine kadar yükselmiştir.<br />

Köprülü ile olan yakınlığını çekemeyen Reisü’l-küttâb Şamizade,<br />

şaire karşı kin ve intikam duymaya başlamış, aleyhinde<br />

zuhur eden en küçük fırsatı dahi değerlendirmiştir.<br />

Sadrettinzade Ruhî ve Mehmet Ağa ile olan ilgisi, haberleşmelerini<br />

konu ederek, ilm-i nücumcu olduğunu ihbar etmiş,<br />

hükümet aleyhinde olduğunu bildirmiştir.<br />

399<br />

Nitekim birlikte şikâyet edildiği kişilerle aynı yerde idam<br />

edilmiştir.<br />

Şair, Bâkî’ nin çağdaşı olan Nail-i Kadîm’in etkisinde kalmış<br />

bir şairdir. Nail-i Kadim, O’nun için:<br />

“Vecdî’nin imiş Nailî’yâ nükte-verândan<br />

Ta’biri hoş âyende bir a’lâ gazel aldum”<br />

Demiştir.<br />

Şiirlerinde geleneksel Divan şiiri mazmunları ile sade, samimi<br />

söylemler bulunur.


Mustafa CEYLAN<br />

Demiştir Ki:<br />

“Bir lahza beni bî-gam-ı yâr eyleme yâ Râb<br />

Bî-şevk-ı muhabbet dili târ eyleme yâ Râb.<br />

Bu sîneyi kim mahzen-i derd-i dil ü cândır<br />

Dünyâ gamına cây-ı karâr eyleme yâ Râb.<br />

Nevreste-i gül-i âl gibi eyle şüküfte<br />

Dâğ-ı dilimi köhne bahâr eyleme yâ Râb.<br />

400<br />

Hâlet dih-i aşk olmayıcak cür’ası kalbe<br />

Rıtl-ı meyi zevk-ı dile bâr eyleme yâ Râb.<br />

Vecdî’ye nasîb itmez isen verd-i visâlin<br />

Her dem anı âzürde-i hâr eyleme yâ Râb.”


Öldürülen 101 Şair<br />

(3): RÛHÎ<br />

“Nice tercih olunur ol ruh-i âl üstüne gül<br />

Renkten renge girer kalmaz o hâl üstüne gül.<br />

Âl câmeyle çıkup seyr-i gülistân eyle<br />

Şeh-levendâne sokun kırmızı şâl üstüne gül.<br />

Tâb-ı mülden kızarup ruharı olmuş gül gül<br />

Aks-i salmış sanasın âb-ı zülâl üstüne gül.<br />

Gül donanması idüp bağa gelür deyü o şâh<br />

Dizdi şevk ile sabâ bir nice dâl üstüne gül.<br />

401<br />

Benzedirdim lebine berg-i güli ey Rûhî<br />

Konula gelse eğer ıkd-i leâl üstüne gül”<br />

Asıl adı Ruhullah. Sadreddinzâde adıyla anılır. Sadrettin<br />

Şirvani neslinden gelmektedir. 1602-03 yılında Şirvan-Şamahı<br />

kasabasında doğmuştur. 1613 yılında Anadolu’ya kardeşi<br />

ile birlikte göç etmiştir.<br />

Babasından ve dönemin tanınmış hocalarından dersler alarak<br />

yetişir. Kudüs kadısı olduğu günlerde, Kudüs mutasarrıfı<br />

Köprülü Mehmet Paşa ile araları açılır.<br />

İlm-i Nücum olayı bahane edilerek, Bursalı Esiri Mehmet<br />

Efendi’den şeyhülislâm fetvası alınarak, idam edilir.<br />

Divan sahibi bir şair olan Ruhî’ nin kabri, Üsküdar’da babasının<br />

kabri yanındadır.


Mustafa CEYLAN<br />

Demiştir ki:<br />

“Halka halka târ-ı zülfünle o hatt-ı anberîn<br />

Mürg-i dil saydına d3am ü dâne şeklin bağlamış.”<br />

Ömrü medreseden medreseye koşmakla geçen şair, Kudüs<br />

ve Halep kadılıkları görevlerinde bulunur. Yıllarca müderrislik<br />

göreviyle medreseler arasında adetâ mekik dokumuştur.<br />

Beylikçi Vecdî ve kapıcıbaşı Konya abazası mehmed Ağa<br />

ile “ilm-i Nücum” konusunda mektuplaştıkları ve bu yüzden<br />

suçlandıkları ifade edilir.<br />

Demiştir ki:<br />

402<br />

“Leb-i cân-bahşı kaçan olsa şarâb-alûde<br />

Benzer ol gonceye kim ola gül-âb alûde.<br />

Kimedür kasdı acep n’eyler elinde hançer<br />

Niye mestânedür ol nergis-i hâb-alûde.”


Öldürülen 101 Şair<br />

(4): AŞKÎ<br />

Asıl adı Veli Abdülvâsi olup Ergeneli Şeyh Sinan Efendi’nin<br />

küçük kardeşidir. Vaizdir. Nitekim kürsüden coşkulu bir şekilde<br />

vaaz verdikten sonra, “küfür söyledi” diye öldürülmüş bir<br />

şairimizdir.<br />

BEYİT<br />

Vasf-ı ruhsârın yazar dâim midâd-ı hâmemiz<br />

Nola gün gibi cihâna şu’le verse nâmemiz.<br />

XVII. Yüzyılda yaşamış, hakkında oldukça az bilgi bulunan<br />

şairimiz, coşkulu, kabından taşan vaazlar yaptığı için,<br />

kendisine Aşkî mahlasını almıştır. Çok cezbeli bir zattır.<br />

Vaaz kürsüsünden halka öğütler verirken adetâ kendinden<br />

geçermiş. Vaazın konusuyla beraber halkı da vaazın içine çekermiş.<br />

Vaazlarını yer yer şiirerle süslemesini bilen şair, 1619-20<br />

yılında Yenişehir’de öldürülmüştür.<br />

403<br />

Kabından taşkın ırmaklar böyledir işte.<br />

Kimi zamanlar, zaman, kendi içinden zamanı doğurur ve<br />

kara bulutları, statükoyu, katı bir anlayışı halkın ufuklarına<br />

dayatıverir. İşte o dayatma sebebiyle şair yüreği galeyana gelir,<br />

kıyama durur; tutamazsınız şairi, kilit vuramazsınız dudaklarına<br />

ve koparamazsınız dilini. “Şair sözüdür” deyip geçe-


Mustafa CEYLAN<br />

mezsiniz de. O söz, sizi koparır dalınızdan, alır kendine ve<br />

kanat takar; farkına bile varamazsınız. Şair, o sözü söyledi ya,<br />

geri dönüşü yoktur. Pişmanlık duymaz. Geriye dönmez kelâm<br />

oku. Saplanmıştır hedefe…<br />

Aşk ile söylediğin bir cümle yanlış anlaşılır da, bu cümle<br />

yüzünden canından olursun.<br />

SONSÖZ:<br />

OLURSUN<br />

404<br />

Olursun Sultanım, cananım; ey cânım olursun ey!<br />

Hamlıktan kurtulup tadlanırsın, yumuşarsın<br />

Düşersin dalından yere<br />

Yuvarlanırsın.<br />

Bir tren geçer göz uçlarından<br />

Aşkının sonsuz ovalarında<br />

Muştulu seherlere uyanırsın<br />

Gülümseyen istasyonlarda.<br />

Çileyi kaymak sayıp koyarsan sofralara<br />

Acılar vagonunyla çıkılan yolculuklarda<br />

Yeniden bahar olur çiçeklenirsin<br />

Nar ağacında, dut dalında.<br />

Ölmeden önce ölümü<br />

Noktada sonsuzluğu<br />

Yakalar da bırakmazsan ey cânım<br />

Olursın, kurtulursun…


Öldürülen 101 Şair<br />

Yaramazlık yapan delişmen çocukların<br />

Süt dişlerinde parçalanmak ne güzel<br />

Yayla damına düşer içimin göktaşları<br />

Hatıralar getirir unutulmaz senelerde<br />

Kaybolan arkadaşları…<br />

Aşkın yaman olduğunu anladığın gün<br />

Zonklayan şakaklarında dans eden sancı<br />

İliklerine kadar dağılır, yayılır, önleyemezsin<br />

Gölgeleyin düşüp yâr peşine<br />

Gideyim dersin gidemezsin…<br />

Mustafa CEYLAN<br />

405


Mustafa CEYLAN<br />

İ-Bıçaklanarak Öldürülen Şairler<br />

(1): REFÎÂ<br />

XVIII. Yüzyıl şairlerimziden, asıl adı Abdurrahman, İstanbullu,<br />

Halvetiye şeyhlerinden Mehmet Nazmi Efendi’ nin<br />

oğlu, 1720 yılında evine misafir olarak gelen kişiler tarafından<br />

eşiyle birlikte öldürülmüştür.<br />

Demiştir ki:<br />

406<br />

“Zebâne-i ceres âsâ derûnî dostun olan,<br />

Sadâ-yı ta’n ile bir gün seni mükedder ider.”<br />

Babasının vefatından sonra, Şehremini’de bulunan halvetiye<br />

tarikatına aitF Yavaşça Mehmet Ağa tekkesinde babasının<br />

görevini yürütür. Ayrıca da Sultan Bayezid Han camiinin vaizliğini<br />

de yapar. Vaizliği bakımından, İstanbul ve çevre yörelerinde<br />

dahi pek meşhurdur.<br />

Anlatılır:<br />

Günlerden bir Cumartesi günü, şairimiz gene o ünlü vaazlarından<br />

birini daha verdikten sonra, her hafta yaptığı gibi, Eskisaray<br />

yakınında bulunan Kaptan Sabık İbrahim Paşa<br />

Hamamı’na gider. Tellâkın ilgisizliği ile karşılaşınca hamamcıya<br />

kızar. Bunun üzerine tellakın işine son verilir.<br />

Birkaç gün sonra tellak, yalvarır, yakarır, bağışlanmasını<br />

talep eder. Bağışlanır ve aynı göreve tekrar başlar.


Öldürülen 101 Şair<br />

Refîâ, vaazını bitirince aynı hamama gider. Affetmiş olduğu<br />

tellak kin ve öfkesini gizleyerek şairimizle dostluk kurmaya<br />

çalışır.<br />

Şair, bu dostluk gösterisine inanır ve tellakı ve tellak arkadaşlarını<br />

davet eder. Akşam olunca, tekkeye geldiklerinde kapıyı<br />

Refîâ açar. Konuklarına yemek ikram etmek isteyince,<br />

karınlarının tok olduklarını belirtip, sohbet dinlemek istediklerini<br />

söylerler.<br />

Refîâ, tekkede kimsenin olmadığını anlayan tellâk ve arkadaşlarının<br />

maksadını anlar. Anlar ama artık çok geç olmuştur.<br />

“Sizlere kahve ikram edeyim” diyerek ellerinden kurtulmak<br />

ister. Hocanın peşinden giren adamlar onu 17-18 yerinden bıçaklarlar.<br />

O sırada gürültüye koşan eşini de orada bıçaklayıp<br />

öldürürler.<br />

407<br />

Demiştir ki:<br />

“Aşk-ı Hak’dan zerre denlü kime kim etse eser,<br />

Eyler anı cümleden bîdâr ol bilmez haber.<br />

Terk idüp nâmûs u ârı kayd fennünden geçüp,<br />

Sağ u sola bakmayup matlûba eyler ol sefer.<br />

Rütbe câh u mâl u mansıb cümlesin terk eyleyüp,<br />

Dünya vü ukbâda izzet sana aşk-ı Hak yeter.<br />

Zâhidâ vuslat dilersen gel karış âşıklara,<br />

Pîr-i aşka kul olup sultân olup sultâna er.<br />

Enbiyâ vü evliyâ aşk ile buldular Hak’ı<br />

Mürşid it aşkı Ref’îâ tâ olasın kâmil er.”


Mustafa CEYLAN<br />

(2): TATAR LUTFÎ<br />

XVII. Yüzyılın son dönemi şairlerimizden. Kırım doğumlu,<br />

asıl adı Abdüllatif. İçkiye düşkünlüğü ile tanınmış olup,<br />

öldürülüşü de, gene içkici-sarhoşlar tarafından bir kavga sırasında<br />

bıçaklanarak olur.<br />

Demiştir ki:<br />

“Bu micmer-i gam-ı ışkun ki dûd-ı âteşdür,<br />

Yakar meşâmı sakın bûy-ı ûdı âteşdir.<br />

408<br />

Hevâ-yı ışkun ile şimdi gülleri çemenün,<br />

Giyer o câmeyi kim târ-ı pûdı âteşdür.<br />

Safâ-yı meclisün âb rûyun iledür yohsa,<br />

Sen olmasan bana bezmün sürûdı ateşdür.<br />

Ol âteşin rûh ile dide-âteşîn olalı,<br />

Bu gülistânın seyl-i vürûdı âteşdür.<br />

Rakîb-i süfeye her-dem olursan ey Lutfî<br />

Kıyâm-ı âb-ı hayât u ku’ûdı âteşdür.”<br />

Arapça ve Farsça’ yı çok iyi bildiğinden kadılar arasında<br />

önemli bir yere sahip olur. Kırım’dan gelirken kımız içme<br />

alışkanlığını da beraberinde getirmiş, İstanbul’da ilk zamanlar<br />

gizliden gizliye içerken, bilâhare aleniyete vurdurmuş, içkicialkolik<br />

olarak tanınmışıtır. Bu duruma üzülmüş, alışkanlığından<br />

kurtulmak istedikçe kurtulamamıştır.<br />

Günlerden bir gün, Galata meyhanelerinde gecenin en ileri<br />

saatlerine kadar içer. Tenha sokaklardan evine giderken, Kasımpaşa<br />

civarında başka sarhoşlarla karşılaşır ve aralarında


Öldürülen 101 Şair<br />

tartışma çıkar. Tartışma büyük kavgaya dönüşür ve orada aldığı<br />

bıçak darbeleriyle ölür.(1703)<br />

Demiştir ki:<br />

“Ser-beste ebruvânunı yâd eyleyüb bu şeb<br />

Tâ subh olunca nâle-i peyveste eyledün.<br />

Tâ oldu âfitâb-ı ruhun dîdeden nihân,<br />

Afâk-ı âh-ı serd ile yâh-beste eyledün.”<br />

SON SÖZ:<br />

KADEHİN ESRARI<br />

Kalbime benziyorsun<br />

Kabrime benziyorsun<br />

Dudaklarımda alev<br />

Göğsümde geziyorsun<br />

409<br />

Hayyam’ın kardeşiyim<br />

Pergellerin eşiyim<br />

Gecenin güneşiyim<br />

Kanımda yüzüyorsun<br />

Kimse bilmez sırrını<br />

Kıramam hatırını<br />

Çözebilsem ırkını<br />

Sen beni çözüyorsun<br />

Mustafa CEYLAN


Mustafa CEYLAN<br />

J-Kadın Yüzünden veya Kadın tarafından<br />

Öldürülen Şairler<br />

(1): HELÂKÎ<br />

Adı üstünde helâk olan…<br />

Acaba neden dersiniz?<br />

Aşk yüzünden olmasın?<br />

410<br />

Evet, evet aşk yüzünden helâk olmuş, hattâ aşk yüzünden<br />

öldürülen şairimizdir.<br />

Bir mey sofrasında, güzeller meclisinde, bir güzelin hançeriyle<br />

öldürülmüştür.<br />

Öldürülene kadar, güzellerin kendisini helâk ettiğini söyleyip<br />

duran ve dost sohbetlerinde, içki âlemlerinde güzellerden<br />

başka söz etmeyen, onlara yazdığı şiirleriyle tanınan helâkî,<br />

“zaten helâk olmuşum. Bir güzel alacak canımı, bir güzel…<br />

Düşüversem ayakuçlarına… Vursa elindeki hançeri sineme,<br />

öldürse beni. Güzel elinden ölüm de güzeldir…” diyordu.<br />

Diyordu ama arzuladığı güzel elinden güzel ölüme de kavuştu.<br />

Şair hakkında Lâtifî tezkiresi bilgiler vermiş.<br />

Rumelili… Dobrucalı hem de…<br />

Lâtifî O’ nun için demiş ki:<br />

“Ölür-dirilir mutlaka bir güzel bulur. Dilbersiz olamaz.<br />

Belki etsiz, ekmeksiz olabilir ama Helâkî güzelsiz olamaz”


Öldürülen 101 Şair<br />

XV. yüzyıl sonu, XVI. Yüzyılın başında yaşamış şairlerimizden.<br />

Nasır-ı Hüsrev’in şiirlerini taklid ettiği söylenir. Bedrettin<br />

Simâvî ve Otman Baba’yı kendisine mürşid olarak kabul<br />

etmiş bir şair.<br />

Demiş ki:<br />

“Hâzin-i huld-i berîn şâh selâmün aleyk<br />

Sâkî-i mâ-i maîn şah selâmün aleyk<br />

Mehdin içün Mustafâ şânına didi lâ-fetâ<br />

Kâşif-i kul innemâ şâh selâmün aleyk<br />

Gün gibi dolunsa çeşmimden o şems-i hâveri<br />

Burc-ı dîdemden doğar ol demde ekşim ahteri.<br />

411<br />

Şiir ve sevgili…<br />

Şiir ve aşk…<br />

Hele ki, yetmişini çoktan geçmiş, ileri yaştaki şairlerin,<br />

kendi konumlarını düşünmeden sanal ortamda, tanımadıkları<br />

bayanlara ilân-ı aşk etmelerine ne dersiniz?<br />

Anlatayım.<br />

Bir internet sitesine, uydurma bir bayan isimi vereek bir<br />

arkadaşımla üye olduk. Google’den genç-gülen-şuh bir genç<br />

kız fotoğrafı kopyaladık. 26 yaşında Akdeniz Üniversitesi’nde<br />

okuyan bir bayan tasarladık… Başladık, deli saçması sözleri<br />

şiir diye o sahte bayan ismi ile yayınlamaya. Aman Allah’ım!<br />

Öyle çok yorum alıyorduk ki. Öyle çok övücü sözler. Hattâ<br />

site üzerinden ve aldığımız uyduruk mail adresimize o koca<br />

koca adamların öylesine mesajları, övgüleri ve aşk sözleri geliyordu<br />

ki… Bir anda bizim, sahte isimli bayan şairimiz çok<br />

meşhur olup çıkmıştı. Gelen mesajlar arasında, kendisine çok<br />

saygı duyduğumuz, yaşlı şairler de vardı.


Mustafa CEYLAN<br />

Baktık, iş kötüye gidecek.<br />

Arkadaşımla bir araya gelerek, buna bir çare bulmamız<br />

lâzım dedik. Sonunda bizim uydurduğumuz bayan şairi bir<br />

trafik kazasında öldürdük de kurtulduk bu durumdan.<br />

Bir hafta sürdü baş sağlığı mesajları…<br />

Unutuldu gitti, bizim sahte kahramanımız.<br />

Şimdiki zaman bakın… Bir de kendine “helâkî” diye mahlas<br />

alan şaire bakın. Aşk böyledir işte. Zaman-mekân dinlemez.<br />

412<br />

Vatandaş Şuayip’in Almanya’da tam 600 km gezdirdiği<br />

ozanımız geldi aklıma. Tren istasyonlarının dili olsa da konuşsa...<br />

Koca göbekli şair Yozgatî de, her zaman suskundur, lâkin<br />

içki meclisinde, hele hele bayan varsa, tutamazsınız. Çenesi<br />

bir açılır ki, sormayın gitsin. Düşer çenesi meydana, düşer de<br />

toplayamazsınız. O suskun Yozgatî gitmiş de, yerine bülbül,<br />

yerine karga, yerine papağan gelivermiş sanki. Onu bilen bilir.<br />

Aklının çekmecesinden, yüreğinin kelam hazinesinden<br />

güngörmemiş nice sözler ve nice şiirler çıkarır; ağlar okur, güler<br />

okur, yüzü şekilden şekle girer okur, ayağa kalkar göbeğini<br />

sallaya sallaya, elini kaldırıp indirerek gene okur. Sus deseniz<br />

alkışlayın da öyle susayım der. Alkışlarsanız yanarsınız. Neden<br />

mi? Madem alkışladınız, demek ki beğeniyorsunuz, hele<br />

şunu da okuyayım, hele şunu dinleyin bakalım demeye başladıysa,<br />

sonu gelmez valla…<br />

Helâkî güzeller elinden helâk olmuş. Biz de Yozgatî yüzünden<br />

helâk olmak üzereyiz. Ne diyelim. Sabır!


Öldürülen 101 Şair<br />

SON SÖZ:<br />

HELÂKÎ (Gülce-Akrostik)<br />

(H)ayat caddesinden geçen rüzigâr<br />

D(E)lişmen sevdaları anlatıp durur,<br />

Be(L)â ilminden kalan yadigâr…<br />

Ben,(Â)fete maruz sallanan duvar<br />

Sen, a(K)lından davacı boşlukta kanun<br />

Gel, dil(Î)mden düşmeyen en büyük sorun…<br />

(H)ep gönül şarkısını söylerken kuşlar<br />

Ç(E)virip göklerden, indirmeliyim,<br />

Ha(L)ime bakıp da ağlarken taşlar...<br />

Ben,(Â)şığınım biliyorsun güzelim<br />

Sen, e(K)erken yorgun ikindileri<br />

Gel, dil(İ)mleyelim ufuktaki çizgileri.<br />

413<br />

(H)üsnünden yıldızların gülüşüne bak hele<br />

H( E)le bak göklerde oynayan şehrâyine yâr<br />

Ka(L)bimin en derin girdabına gir de gör<br />

Ben (Â)limken cahil oldum, suskunum mevsimlere<br />

Sen i(K)limlerin yasemensi elleri<br />

Gel, ind(İ)relim yerlere, gözü sulu gökleri…<br />

Mustafa CEYLAN


Mustafa CEYLAN<br />

(2): YUSUF-İ SÂNÎ<br />

II. Bayezid döneminde yaşamış, yakışıklılığı ile tanınmış,<br />

kıskançlık sebebiyle, kendisine âşık olan bir bayan tarafından<br />

öldürülmüş şairimizdir. Kayıtlara göre asıl adı Hasan olmasına<br />

rağmen, Hazreti Yusuf’un yakışıklılığı gibi yakışıklı olmasından,<br />

şaire, Yusuf adını vermişlerdir.<br />

Bir Gazel’inde der ki:<br />

414<br />

Zâhidâ rûze içün kılma bizimle cedeli<br />

Söyleşir ac ile kimin ki gelirse eceli<br />

Hazret-i Nûh hakı var mı denüz ey âşıklar<br />

Fülk-i âlemde o mellâh-ı melîhin bedeli<br />

Olmadım dünyede bir lahza keselden hâlî<br />

Bir kara günlüyi ağyâr kapundan keseli<br />

Dedim ey yâr belik mi görünen yahud mû<br />

Dedi yok yere hayâl eyleme mûdur o beli<br />

Yine gülşende çenârın çemen ehline görün<br />

Hizmetinden başını kaşımağa değmez eli<br />

Gördü dildâre riyâzetle olırdı irmek<br />

Mûcib-i cennet eğer olsa kişinin ameli<br />

Şuarâ içre acep var mı bu Sânî gibi<br />

Hûb edalarla nazm ide darb-ı meseli.


Öldürülen 101 Şair<br />

Tezkireciler, edebiyat tarihçileri, Yusuf-ı Sânî’ nin ölüm tarihini<br />

tespitte ortak noktada buluşamamışlardır. Çoğu, bir şairin<br />

kendisine âşık birisi tarafından öldürülmesinin sebebi kıskançlık<br />

olduğu için ki sevdalısı şairimizi bir başkasının<br />

yanında, rakibinin yanında görmüş, kıskançlığı yüzünden şairi<br />

öldürmüş ve ardından kendi de intihar ederek hayatına son<br />

vermiştir- şeklinde nakledilip gelmiş olmasından, genç yaşta<br />

öldürülmüş olması gerekir demektedirler.<br />

Edirne Kapısı yakınında defnedilmiştir.<br />

“Fikr-i ruhsârın ile yazdı gülistânı yazan<br />

Vasf-ı zülfünle tamâm etdi şebistanı yazan<br />

Başladı aşkın ile meşk-i cünûn eylemeğe<br />

Göricek hatt-ı Hüdâ-dâdını dîvânı yazan.”<br />

415<br />

Diyen yakışıklı şairimize Yusuf- Sânî’ yi kendisinden sonra<br />

gelen ve Sânî mahlasını kullanmış şairlerden ayırmak için,<br />

“Sânî-i Evvel” adı verilmiştir.<br />

Şiir böyledir işte.<br />

En çok aşk ve âşık konusunda sınır tanımayan ve sözcüklerin<br />

büyük okyanuslarında alabildiğine özgür ve alabildiğine<br />

kulaç atarak yüzen şiirin hem kendi kıskançtır, hem de bütün<br />

kıskançlıklar içinde vardır. Ayrılıklar, hüzünler, gurbetler, hasretler<br />

şiirin ana gıdası olunca, kıskançlıklar ve öfkeler de o<br />

gıdaya ilâve tuz ve şeker olmaktadır.<br />

Sevene önce sevdiğini öldürtüp, sonra katledenle birlikte<br />

kendini de öldüren şiir bu işte. Şiiri ve temeli olan aşkı hiç mi<br />

hiç hafife alamazsınız. Aşkı hafife alanların ruhu olmadığı gibi<br />

aklıda yoktur sanıyorum. Hele ki yüreği kayalar ve taşlarla


Mustafa CEYLAN<br />

dolu olsa gerek. Aşk, insan için. Aşk, kudret çeşmesinden bir<br />

tas içilende deli kuşlar gibi yâr yolunda havalanmadır. Aşk,<br />

Paşayı süründüren, ağayı köle eden, parayı pul edendir. Aşk<br />

sınırsızlığın öteki adıdır. “Ya benimsin, ya toprağın” diyen,<br />

benden başkasına yâr etmem seni anlayışı, her dönemde var<br />

olmuştur. İşte bu anlayış, 1586 yılına gelindiğinde Yusuf-ı<br />

Sânî’ yi öldürmüş, ardından intihar ederek kendisini de yok<br />

etmiştir.<br />

SON SÖZ:<br />

YA TOPRAĞIN YA BENİM(Gülce-Çaprazlama)<br />

416<br />

Yıldızlar gecelere güneşin armağanı<br />

Ne diye kıskanırsın onları dolunayım?<br />

Canı, cananı, dostu; unutma sakın yine<br />

Bırak da kucağıma mutluluk doldurayım.<br />

Bahtımın rüzgârına takıldın yaprak yaprak<br />

Ağlayarak yollarda kaldım gülüm perişan<br />

Müptelâsı olmuşsun sessiz saltanatımın<br />

İsyân bayraklarını son defa kaldırayım.<br />

Zülfünün bir teline<br />

Değişmem kâinatı.<br />

Peşinde yıllar yılı<br />

Dolaşır gönül atı.<br />

Sevmek kolay Mecnun’a<br />

Sevilmek aşk sanatı.<br />

Hey ki hey, sultanım hey!<br />

Senle var doğu-batı.


Vur mührünü ruhuma, gir yürek yangınıma<br />

Aşkımızı sen değil yedi düşman kıskansın<br />

Şairlerin düğünü olursa böyle olur<br />

Susmasın davul zurna, düğündür çaldırayım.<br />

Öldürülen 101 Şair<br />

Gülümün bülbülüyüm, çiy damlası sevdam var<br />

Nasılım, ne haldeyim okunur gözlerimden.<br />

Sevgiliye kavuşmak asıl adı ölümün<br />

Ben kendi namazımı bırakın kıldırayım.<br />

Gel kıskan, beni kıskan<br />

Rakibin söyle kimmiş?<br />

Kaybetmek uçurumu<br />

Yüreğine mi sinmiş?<br />

Namlunun yaman ucu<br />

Vurulan güvercinmiş.<br />

Şairin sırtı yerde<br />

Sebebi sevda denmiş.<br />

417<br />

Bırakın ellerimi sazımı verin bana,<br />

Çekin çılgın takvimi, insin bahar ufkuma.<br />

Yana yana gezerim, ölüm nefesten yakın<br />

Ruhuma gurbet eli bakraçla doldurayım.<br />

Ya toprağın ya benim; yad’a-yabana vermem<br />

Diyerek silâhını doğrultma üzerime.<br />

Girmem sensiz toprağa, yalandır koca dünya<br />

Gözlerime, ölümsüz bir dünya buldurayım.<br />

Mustafa CEYLAN


Mustafa CEYLAN<br />

K-Yeniçeriler Tarafından Öldürülen Şairler<br />

(1): NİŞANCI MEHMED PAŞA (Nişanî)<br />

Mevlânâ neslinden, Karamanlı, Fatih devri devlet adamlarımızdan,<br />

doğum tarihi bilinmiyor, yeniçeriler tarafından evi<br />

yağma edildikten sonra öldürülen bir şairimizdir.<br />

418<br />

Şiir böyledir işte. Sadece tabandan gelip tavanı eleştirileriyle<br />

rahatsız eden ozan ve şairleri değil, saray odalarında paşa<br />

kaftanları giysili, ağa, bey, paşa, sadrazam ayırt etmeksizin<br />

ölümlere götürür sevenini.<br />

Günümüzde özellikle gençlerin, hikâye, tiyatro, roman,<br />

anı, gezi gibi edebiyat türlerine değil de illâ ki şiire yönelmelerini<br />

anlamak biraz zor. Her 20 kişinin 18’inin şair olmak için<br />

özellikle internette çırpınıp durmaları yok mu; oysa şiire bakabilseler,<br />

şiir kendisini çok sevene zulmetmiş ve ölümlere götürmüştür.<br />

Sürgün, zulüm, kıyım ve ölüm… İşte gerçek şairin<br />

şiir eliyle uğradığı sonuçlar. Şair, şiiri ölümüne de sevendir.<br />

Müteşair ise şair olmaya çalışan veya kendisini şair sanıp, ölü<br />

şiirler doğuran her gün çok sayıda şiir yumurtlayandır.<br />

Davasız şiirlerin havası bile olmazmış. Dava, inanç, azim,<br />

aşk ve Hak davasıdır kimi şiirlerde. Vatan davasıdır. Şiir,<br />

Mehmetçik olur savaşır cephede. Mecnun olur çöllerde Leyla<br />

Leyla diye gezinir.


Öldürülen 101 Şair<br />

Bir Gazelinde demiş ki:<br />

“Âyine-i cemâline öyküne mi güneş<br />

Kim şerm-sâr olur u yüzüne hayâ gelür<br />

Müşk-i Hıtâ disem saçına benden incinür<br />

Baht-ı siyâhı gör ki ne dirsem hatâ gelür”<br />

Fatih, Çandarlı Halil Paşa’yı öldürttükten sonra, o dönem,<br />

sadrazam değişiklikleri ve savaşları şeklinde geçmiştir.<br />

Hattâ, Fatih’in 1481 yılında vefatını müteakip Sadrazam<br />

Mehmet Paşa, padişahın ölüm olayını gizlemek ister. İki elçi<br />

çıkarır yola, birisini oğul Bayezid’a, diğerini de Cem’e. Cem’e<br />

giden elçi yolda öldürülür. Fatih’in ölüm haberi bir anda yeniçeriler<br />

arasında yayılır. Sadrazam Mehmet Paşa’yı çekemeyenler,<br />

başta İshak Paşa olmak üzere, yeniçerileri sadrazam<br />

aleyhinde kışkırtırlar. İşte bu kışkırtma sebebiyle sadrazam<br />

şairimizin evi yağmalanır ve öldürülür.<br />

419<br />

Kumkapı’da kendi adıyla anılan Nişancı Camii yanındaki<br />

türbeye defnedilir.<br />

Şair ve tarihçidir Nişancı Mehmet Paşa…<br />

Şiirleri bir Divan’da toplanmamıştır. Osman Gazi’den 2.<br />

Murad’ın ölümüne kadar olan olayları ve 1451’den 1480’e kadar<br />

meydana gelen 2 olayı anlatan tarih risaleleri bulunmaktadır.


Mustafa CEYLAN<br />

Der ki:<br />

GAZEL<br />

Bana yâr u vefâdârım vefâ etmezse sağ olsun<br />

Gönül bezminde ruhsârı yanar rûşen çerağ olsun<br />

Cihânı almazam bir habbeye bir bûriyâ denlü<br />

Mahallinde bana tek kûşe-i emn u ferağ olsun<br />

İdersen gamzeler ağyâre mahfî çeşm-i mestünle<br />

Aramızda nice bir dilberâ tîğ u bıçağ olsun<br />

420<br />

Ebed kurtulmasun cânum belâdur bend-i zülfünden<br />

Siyâh kâküllerin murg-ı dile dâim turağ olsun<br />

Nişânî dosttan el çekme cevr ile tahammül kıl<br />

Bana yâr-ı cefâkârım vefâ etmezse sağ olsun.<br />

Der ki:<br />

Zülfüni kılsan perişân yüzün üzre sanırsam<br />

Deste deste Gülşen-i hüsnünde reyhânlar yatur<br />

Ey kemân ebrû idelden gamzeler tîrin revân<br />

Sînede her lahza zehr-âlûd peykânlar yatur<br />

Mahrû-yı şâhdan bir zerre pertev salalı<br />

Kuşe-i kalbümde hurşîd-i dırahşânlar yatur<br />

Şehr-i yâr-i memleket Sultan Mehemmed bin Murâd<br />

Kim derinde hâne-i ikbâlinün hânlar yatur.


Öldürülen 101 Şair<br />

SON SÖZ:<br />

SON TÜRBEDARIN SON SÖZÜ(Gülce-Buluşma)<br />

İstanbul Kumkapı’da Nişancı cami<br />

Cami yanında bir türbe<br />

Asırların gürültüsü sessizliğin elbisesi olmuş<br />

Pencere kenarında benimle,<br />

Gerisini varın siz düşünün…<br />

Bir hokka, bir divit ve bir parşömen<br />

Fermanı tuğrasız kan kırmızı sözcüklerin içindesin yine sen<br />

Alevsin benden kopan<br />

Kendini gözyaşıyla söndüren alev<br />

Kahverenginin sürüngen ve yapışkan nefesi<br />

Ahşap ışıltısında Besmele çekende<br />

Sen çıkar gelirsin biliyorum<br />

Gez, göz, arpacık diyerek…<br />

Şamdanların uğultusunda kekemeliğim<br />

Azrailin son ıslığında kimliğim<br />

Bırakma ellerimi sakın ha bırakma!<br />

Ateş sarmaşıklarla donansın cismim<br />

Takunya sesine düşen<br />

Gülümseyen gül olsun resmim…<br />

421<br />

Avizeler avizeler şamdanlar ve buhurdanlar<br />

Işığın dilinden ışık olan ışık, belki anlar<br />

Elifin yüzünden gelir; akar gelir durmaksızın<br />

Elsiz ayaksız gözyaşı,<br />

……………….Boynu bükük mumdur canlar…


Mustafa CEYLAN<br />

Kumkapıdan bir İstanbul’dur geçer<br />

Saçları darmadağın…<br />

Bir İstanbul’dur mis gibi zambak kokar<br />

Dualanmış dudağın.<br />

Ulubatlı sancağıdır özgürlüğümün burçlarına<br />

İstanbul olup dikilmelerin.<br />

Son türbedarını unutma, unutma benim<br />

Hani nerde İstanbul çizen<br />

Ellerinde ellerim…?<br />

422<br />

Çırayım, çıradan çıra, yak tutuştur şiirinle<br />

Çakmadan kibritini bir kerecik beni dinle<br />

Kovan yağmalatmış Yunus, sen ise kendi evini<br />

Tarumardır evim barkım<br />

…………………Bunca sene derdin ile…<br />

Mustafa CEYLAN


Öldürülen 101 Şair<br />

(2): TAHSÎN EFENDİ<br />

İstanbul’da doğmuş, asıl adı Mehmed, III. Selim’in öldürülüşünden<br />

sonra Alemdar Mustafa Paşa, yeniçerilerle giriştiği<br />

mücadelede kule üzerinde bulunan barut varilini ateşlemiş,<br />

yeniçerileri öldürmüş, kendisi de dumandan boğularak ölmüştür.<br />

Şairimiz Tahsin Efendi de, Alemdar Paşa taraftarı olmakla<br />

suçlanmış, önce kaçmaya muvaffak olmuşsa da sonra yakalnmış,<br />

arkadaşı Mustafa Refik Efendi ile birlikte parçalanarak<br />

öldürülmüştür. Öldürüldükten sonra, ayağına ip takılarak yeniçeriler<br />

tarafından sürüklenen şairimiz, Yedikule’ye defnedilmiştir.<br />

XVIII. Yüzyıl şairlerimizden. Sarayda önemli görevler almış,<br />

hacegânlık rütbesine yükselmiş, 1798-99’da Mısır’a giden<br />

Ordu-yu Hümayunda bulunmuş, dönüşünde Rumeli’de<br />

görevlendirilmiştir. 1807’de saraydaki görevinden ayrılır. Ve<br />

Rusçuk’a dönmekte olan Alemdar Mustafa Paşa’nın emrine<br />

girer. Çavuşbaşılığa tayin edildikten sonra, baruthane nazırı<br />

olur. Ardından Defterdarlık görevine atanır.<br />

423


Mustafa CEYLAN<br />

Demiştir ki:<br />

Sîh-i gamında laht-i ciğer kim kebâb olur<br />

Hün-âb-ı eşk-i çeşmim o bezme şarâb olur.<br />

Tebhâleler ki tarf-ı dehânında rû-nüma<br />

Sahbâ-yı la’l nâbına gûyâ hayât olur.<br />

Devre çıkınca mahfil-i gül-zâra andelîb<br />

Mecliste gonca micmer ü şebnem gül-âb olur.<br />

Ferhad ü Kays kıssası gûyâ bir iş midir?<br />

Her harfi dâsitân-ı dilin bir kitâb olur.<br />

424<br />

Virâne bîm-i seylden elbet emîndir<br />

Ma’mur olur o dil ki bu yolda harâb olur.<br />

Ayât-i beyyinât-ı hatt-ı la’l-i dilbere<br />

İhâmı bûse ma’ni-i faslü’l hitâb olur.<br />

İzzet Selâm ü Râmiz ü Tahsîn-i yek-zebânz<br />

Oldukda böyle bir gazel-i müstehâb olur.


Öldürülen 101 Şair<br />

(3): HÂFIZ AHMED PAŞA<br />

Şair, devlet adamı, sesinin güzelliği sebebiyle daha küçükken<br />

enderûna alındı ve muhasipliğe kadar yükseldi. Doğancıbaşı,<br />

kapta-ı Derya ve Şam Valisi oldu. Filibeli bir müezzinin<br />

oğludur. XVII. Yüzyıl şairlerimizden olup, yeniçeriler tarafından<br />

17 bıçak darbesiyle öldürülmek istenir ve ölmediği anlaşılınca,<br />

başı gövde sinden ayrılırarak öldürülür. Divanı, Millet<br />

Kütüphanesinde bulunmaktadır.<br />

“Askerinden yine erişdi selâmet haberi<br />

Müjde ey şâh-ı cihân geldi beşâret haberi.<br />

Kefere kal’alarını bırakub kaçmışlar<br />

Varıcak askerinin anda azîmet haberi.<br />

425<br />

İki surun haber-i fethi bize verdi sürûr<br />

Demidir dolsa cihâna bu meserret haberi.<br />

Şerbet-i nusrete kanmış kamu îmân ehli<br />

Hak budur verdi dimâğ-ı dile lezzet haberi.<br />

Bere vü bahre giden askerin ola mansûr<br />

Tapuna dâim ire fırsat u nusret haberi.<br />

Hazret-i Hak’dan umar cân ile Hâfız benden<br />

Kızılelma alınup ire ganîmet haberi.”


Mustafa CEYLAN<br />

“Müezzinzade Hafız Ahmed Paşa (d. 1564 - ö. 1632, İstanbul)<br />

IV. Murat saltanatının devlet idaresinin, annesi Valide<br />

Kösem Sultan’ın elinde olduğu ilk dönemlerinde, 28 Ocak<br />

1625- 1 Aralık 1626 ve 25 Ekim 1631-10 Şubat 1632 tarihleri<br />

arasında iki kez toplam iki yıl bir ay yirmi gün sadrazamlık<br />

yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır.<br />

İkinci sadaretinde ayaklanan kapıkulu askerleri tarafından<br />

padişahın gözleri önünde linç edilmiş olması IV. Murat’ı derinden<br />

etkilemiş, sonradan asayişi kurmak için başvuracağı<br />

çok sert önlemlerde belirleyici olmuştur.<br />

426<br />

Saraydan 1608 başlarında Cafer Paşa’nın yerine kaptan-ı<br />

derya olarak atanarak çıktı. Fakat Kuyucu Murat Paşa 1608’de<br />

Anadolu’da Celalilere karşı seferden döndüğü zaman bu görevden<br />

çıkartılarak yerine sadrazamın koruduğu Damat Halil<br />

Paşa kaptan-ı derya oldu. Bundan sonra Müezzinzade Hafız<br />

Ahmet Paşa Şam Beylerbeyi görevine atandı ve burada 7 yıl<br />

valilik yaptı. Daha sonra Van, Erzurum, Bağdat, Anadolu Beylerbeyliklerinde<br />

bulundu.<br />

1622’de II. Osman’ın katlinden hemen önce Diyarbakır<br />

beylerbeyi görevi verilmişti. O tarihte Diyarbakır defterdarı<br />

olan İbrahim Peçevi yazdığı tarihte, Hafız Ahmet Paşa’nın II.<br />

Osman’ın katillerine karşı harekette bulunmak hedefiyle (sonradan<br />

bu katliamının intikamını almak için isyan eden) Erzurum<br />

valisi Abaza Mehmet Paşa ile mektuplaştığını ve aynı fikirde<br />

olan diğer Anadolu tarafı valileriyle müteffikan birleşip<br />

bu intikamı sağlamak için komploya girdiği bildirmiştir.<br />

Celalı isyancısı olarak kabul edilen Abaza Mehmet Paşa’ya<br />

karşı ve İran’a karşı serdar-ı ekrem olarak sefere çıkmış olan<br />

Sadrazam Çerkes Mehmet Paşa Ocak 1625’te Tokat’ta kışlakta<br />

iken birden öldü. Yerine Sadrazam ve İran Seferi için<br />

serdar-ı ekrem olarak Müezzinzade Hafız Ahmet Paşa getirildi.


Öldürülen 101 Şair<br />

Müezzinzade Hafız Ahmet Paşa aldığı emir üzerinde<br />

Bağdad’da isyan etmiş olan ve şehrin hâkimi olan “Bekir Subaşı”<br />

üzerine yürüdü. Bekir Subaşı’nın fazla direnmiyeceğini<br />

kabul edip kurmaylarının tavsiyelerine uyup daha güçlü bir<br />

ordu kurmaya çalışmadı. Fakat bunda yanılmıştı. Bağdad’ı<br />

geri alamadan 9 ay kuşattı. Bu kuşatma sırasında Bekir<br />

Subaşı’nın İran Safevileri ile müzakerelere geçip şehri onlara<br />

bırakma istediği öğrenildi. Müezzinzade Hafız Ahmet Paşa<br />

Bekir Subaşı’ya Osmanlı devleti Bağdad Valisi olmasını teklif<br />

etti. Ama Safevi İran kuvvetleri şehir önüne gelince Bekir Subaşı<br />

şehri onlara bıraktı. Zaten yıl çok geciktiği için de Müezzinzade<br />

Hafız Ahmet Paşa Bağdad kuştamasını kaldırımak<br />

zorunda kaldı.<br />

Aralık 1626’da bu başarısızlık dolayısıyla Sadrazamlıktan<br />

ve İran serdar-ı ekremliğinden azil edildi ve yerine Damat Halil<br />

Paşa getirildi. Müezzinzade Hafız Ahmet Paşa İstanbul’a<br />

döndü ama ikinci vezir olarak Kubbealtı vezirlik görevine devam<br />

etti. Bu dönemde eski nikâhlısı Nasuh Paşa olan I.<br />

Ahmed’in kızı ve Sultan IV. Murat’ın kızkardeşi olan Ayşe<br />

Sultan ile nikâhlandı ve saraya damad oldu.<br />

427<br />

Sadrazam ve İran serdar-ı ekremi olan Gazi Ekrem Hüsrev<br />

Paşa da 1629’da Bağdad’ı kuşatmaya aldı ama kuşatma da başarısız<br />

oldu. Ordusu ile Hüsrev Paşa Mardin’e çekildi. Hüsrev<br />

Paşa 1630 yılı ve 1631 yılının büyük bir kısmında Bağdad<br />

üzerine gitmekten kaçındı ve Hüsrev Paşa’nın halka yaptığı<br />

zalimlik şikâyetleri İstanbul’a yetişti. Bu İstanbul’daki Sultan<br />

IV. Murat ve merkezi devlet tarafından uygun görülmedi ve<br />

Eylül 1631’de Hüsrev Paşa sadrazamlıktan azledildi ve yerine<br />

ikinci defa Müezzinzade Hafız Ahmed Paşa sadrazam oldu.<br />

Doğuda orduda bulunan kapıkulu ocak askerlerinin kış gelmeden,<br />

biran evvel İstanbul’a dönmeleri için Divan’da karar<br />

alındı. Tokat’a geçen Hüsrev Paşa İstanbul’a geri dönecek kapıkulu<br />

güçlerini İstanbul’a dönünce, kendi lehinde ayaklanma


Mustafa CEYLAN<br />

çıkartmaya teşvik etmekteydi. İstanbul’a geri dönen askerler<br />

ise doğuda sanki bir zafer kazanmışlarca hareket edip ve taşkınlıklar<br />

yapmaktaydılar. Sadrazam olmaya çok hırslı olan<br />

Topal Recep Paşa da faaliyete geçip özellikle Boşnak ve Arnavut<br />

asıllı asker zorbalarını şehirde karışıklık çıkartmaya teşvik<br />

etmekteydi.<br />

428<br />

7 Şubat 1632’de ilk asker ayaklanması başladı.<br />

Atmeydanı’nda toplanan sipahi ve diğer kapıkulu askerleri<br />

Hüsrev Paşa’nın azledilmesi aleyhinde de olarak isyan ettiler.<br />

Topkapı Sarayı üzerine binlerce asker, ulema ve şehirli insan<br />

yürüdü. Sadrazam Müezzinzade Hafız Ahmet Paşa, şeyhülislam<br />

Yahya Efendi ve yeniçeri ağası Hasan Halife’nin adları<br />

başta olmak üzere 17 tane devlet ricali ismi bulunan bir liste<br />

hazırlanmıştı ve bu listedekilerin görevlerinden azledilerek<br />

idam edilmeleri istenmekteydi. Bu ayaklanma eylemi 3 gün<br />

sürdü. Çarşılar kapandı ve halk, evlerine çekildi. Ayaklanmacılar<br />

çok şiddetli kış havası altında Sultanahmet Camii’nde<br />

kalmaktaydılar.<br />

Asiler isyânın üçüncü günü 10 Şubat’ta Topkapı’nın dış<br />

kapısını geçip Orta Kapı’ya geldiler ve orada gösterilerine devam<br />

ettiler. Vezir Bayram Paşa Müezzinzade Hafız Ahmet<br />

Paşa’ya bir mektupla olaylardan bahsederek Saray’a gelmemesini<br />

bildirdi. Fakat Sadrazam yanında korumacıları ile birlikte<br />

atla Saray’a geldi. Önce iki tarafa açılarak ona yol veren<br />

asiler, ona taşlar atarak atından düşürdüler. Korumacıları zorla<br />

onu Orta Kapı’dan içeri sokabildiler. Müezzinzade Hafız Ahmet<br />

Paşa mühr-ü humayunu eniştesi Sultan IV. Murad’a teslim<br />

etti. Kıyafet değiştirerek Yalı Köşkü’ne inip oradan<br />

Üsküdar’a geçti.<br />

Ayaklanmacılar Orta Kapı’yı açtırıp meydana girdiler ve<br />

sultanı ayak divanına çağırdılar. Silahlı saray mensubu refakatı<br />

altında IV. Murat Babussaade önünde bir tahta oturarak isyancıların<br />

hezeyanlarını dinledi. Sultan bunlara uzun uzun bu


Öldürülen 101 Şair<br />

hâllerinin din ve devlete münâsib olmadığını anlattı. İsyancılar<br />

listelerini verdikten sonra<br />

-“Cümle askerin çevâbi; pâdışâhim, devletine fenalık edenleri<br />

elbette verirsiz, pareleriz, yoksa iş gayri olur!” diyerek<br />

edepsizce lâflar ettiler. Sonra güruh ona karşı bir hamle yapınca<br />

Sultan silahlı saray mensubu tarafından saraya geri çekildi.<br />

Ayaklanmacılar gürültülü gösterilerine devam ettiler. Sarayda<br />

bulunan Topal Recep Paşa istifa etmiş sadrazam Müezzinzade<br />

Hafız Ahmet Paşa’nın hemen saraya geri getirilmesini<br />

ve sonra IV. Murat’ın ikinci defa ayak divanına çıkmasını tavsiye<br />

etti. İkinci defa ayak divanına çıkan IV. Murad’ın öğütlerinin<br />

asiler güruhu tarafınadan dinlenilmediği ve kalabalığın<br />

yatıştırılmasının imkânsızlığı aşikâr olmuştu. Bu sırada abdest<br />

alıp Bâbüsseâde önüne gelen Müezzinzade Hâfiz Ahmed Paşa,<br />

bunların pâdışâh sözünü dinlemediklerini görünce;<br />

429<br />

-“Pâdışâhim! Hezâr (bin) Hâfiz gibi kulun yoluna fedadır.<br />

Ancak recâm budur ki, beni sen katletmeyip bu zâlimler haksız<br />

yere kanımı döküp beni şehîd etsinler ve lütfedip cesedimi<br />

Üsküdar’da defnettiresin ve yetimlerime lütf ve inayetini recâ<br />

ederim” diye yer öptükten sonra âsî güruhunun içerisine daldı.<br />

Müezzinzade Hafız Ahmet Paşa, meydana girince yer yer<br />

ayaklanmacılar önüne çıkıp hücum ettiler ve ellerinde hançer<br />

ve kılıçlarla hep birden üzerine çullandılar. Başına, göğsüne<br />

ve vucûdünün her bir yerine hançerlerle vurdular. Sultan’ın<br />

gözü önünde ön yedi yara ile kana bulayıp şehîd ettiler.<br />

Müezzinzade Hafız Ahmet Paşa’nın soğukkanlı hareketini<br />

ve âsîlerin arasına atıldığını ve fecî surette şehîd edildiğini gören<br />

Sultan Murat ağlayrak içeri gitti. Asileri yatıştırması için<br />

Topal Recep Paşa’yı sadrazam tayin etti. Müezzinzade Hafız<br />

Ahmet Paşa, vasiyeti üzerine Üsküdar’da Karacaahmet<br />

Mezarlığı’na defnedildi.”


Mustafa CEYLAN<br />

Hülasat-ül” adlı eserde bulunan bir biyografisine göre ilim<br />

ve fazilet sahibi olup Arap ve Fars edebiyatını iyi bildiği bilidirilmektedir.<br />

MüezzinzadeHafız Ahmet Paşa, hem hafız, hem<br />

sesi güzel bir hanande ve aynı zamanda bir şair ve edipti. Ancak<br />

toplu olarak şiirleri elimizde bulunmamaktadır. Sonradan<br />

basılmış olan “Rıza Tezkiresi”nde şair olarak belirtilmekle beraber<br />

eser örnekleri bulunmamaktadır. Elimize geçen şiirleri<br />

bazı tarihçilerin olaylardan bahsederlerken yazdığı birkaç beyitten<br />

ibarettir. Örneğin Bağdat Seferi’ne giderken yazmış olduğu<br />

gelsün matlahlı bir şiirinden bir beyit şudur:<br />

Bizimle Kerbelâ vâdişine hem-derd olan gelsün<br />

430<br />

Sinansun arsa-i ferzânelerde merd olan gelsün<br />

Müezzinzade Hafız Ahmed Paşa ayrıca Bağdat kuşatması<br />

sırasında söylediği ve IV. Murat’ın da cevap verdiği bir beyiti<br />

ile çok meşhurdur.<br />

Aldı etrafı adû (düşman) imdada asker yok mudur?<br />

Din yolunda baş verir bir merd-u server yok mudur?<br />

Sultan IV. Murât buna;<br />

Hafızâ Bağdâd’a imdâd etmeye er yok mudur?<br />

Bizden istimdâd edersin sende asker yok mudur? beyti ile<br />

başlayan manzûm bir cevab yazmıştır.<br />

Topkapı Sarayı’ndaki I. Ahmet kütüphanesi içindeki yemek<br />

odasında bulunan çeşme üzerinde bulunan kitabeleri Müezzinzade<br />

Hafız Ahmet Paşa yazmıştır.


L-Derisi Yüzülerek Öldürülen Şair<br />

Öldürülen 101 Şair<br />

(1):NESİMÎ<br />

Ey Şiir !...<br />

Sen, hem iten, olayları körükleyen; hem de karşı çıkansın.<br />

Çünkü saraylara kul-köle yaptığın şairlerin de var, onlara<br />

isyân edenlerin de... Kurulu düzenin emrinde “varol-yaşa padişahım!<br />

diyerek, “zafername”ler yazan şairlerin de var; o düzeni<br />

değiştirip, Hakça, halkça ve adil bir düzen kurmak isteyip<br />

de bu isteğin ateşiyle yanıp tutuşan, halka ışık, aşk, iman ve<br />

yumruk olan ve sonra da senelerce bu düşüncelerinden ötürü<br />

zindanlarda yaşayan şairlerin de...<br />

431<br />

Hattâ bugünü beğenmeyip, mâziye, düne takılı kalmış; hep<br />

o eski günleri yaşayan ve yaşatmak isteyen mısra işçilerin olduğu<br />

gibi, gününü gün eden ya da gelecek günleri, öteleri nakışlayan<br />

mısra kuyumcuların da...<br />

Sen, her ikisinin de arasındasın. Her ikisine de “eşit” mesafedeyim<br />

deme bana, zira asla inanmam; inandıramazsın ki. En<br />

çok zulmettiklerin, en çok sürgünlere düçar olanların, senelerce<br />

demir parmaklıklar arkasında hapis yatanların veya öldürülenlerin<br />

yürek seslerine gizlenmişsin. Oradan bakarsın yüzüme<br />

hep...<br />

Çağlar boyunca, zulüm idarelerinin gündeminin birinci sırasını<br />

şairlerin cesaretli, korkusuz söylemleri işgal etti. Etti ya,<br />

sen onların sadece seyircisi idin. Önce olayı körükledin, ardından<br />

tırnak vuruşturup bekledin. Hınzırlığın işte tam bu noktada...


Mustafa CEYLAN<br />

432<br />

Ey Şiir !..<br />

Biliyorum sabırsızsın.<br />

Aykırılık içini gıcıklıyor...<br />

Aykırılıklarla, kurulu düzene karşı isyan duyguların şaha<br />

kalkıyor. İhtilâlci olup çıkıyorsun...<br />

Hükümdar kaftanlarının süsüne-püsüne aldırış etmeden,<br />

yayan yapıldak, kırlarda-bayırlarda, halk arasında gezmekten<br />

müthiş zevk alıyorsun. Aykırı davranışları ve söylemleri alabildiğine<br />

destekliyorsun. Yenilikler de aykırılıklardan doğar.<br />

Yenilikleri davet ediyor, köhnemiş anlayışlara savaş açıyorsun.<br />

İşte böylesi durumlarda, yeni doğmuş bir bebek kadar<br />

masumsun... Yaramazlıkların bizim de hoşumuza gidiyor. Olsun,<br />

var sen, hünkârların tuğraları altında ezilme de, çoban<br />

kavallarında kuzulara özgür türküler söylemeye devam et. Bu<br />

halini seviyorum ben...<br />

Hak ve hakikatten ayrılmadın. Ayrılma da... Hurafe ve cehalet<br />

en büyük düşmanın. Duygulu ruhları, gerçeğin ışığında<br />

yıkamaya devam et. Et ki, şairlerin de sana benzesin. Toplumları<br />

çağın gerilerine götüren müstebit idarelere karşı uyandırsın<br />

sana vurgunlar… Unutma e mi?<br />

Fakat müstebit idarelerin aykırı görüşlere tahammülü yoktur.<br />

Ama sen, aykırılıkları zirveye çıkarır, sesini-soluğunu keser,<br />

meydana gelecek olayları beklemeye başlarsın. Sultan<br />

buyruğunun bir an evvel çıkmasını aykırılık yaptırdığın sevdalının<br />

kafasında patlamasını istersin. Belki de istemezsin! ?<br />

Ama bana öyle geliyor işte...<br />

Geçenlerde seninle gecenin en ileri ve en sessiz saatinde<br />

bir gönül sohbetine tutuştuğumuzda bana, “ben garipten, yetimden,<br />

şairden, halktan yanayım. Güç ve güçlülerden hoşlan-


Öldürülen 101 Şair<br />

mıyorum” demiştin. Unutmadın değil mi?<br />

Fakat frensiz şairlerin çıkınca meydanlara, mısralarını, sazını,<br />

kalemini kurşun gibi kullandıklarında; öyle sessiz oluyorsun<br />

ki, yağmur öncesi buluta dönüyorsun sanki...<br />

Sonra, o taşkın, o sınırları parçalayan, o dağları yerlere seren,<br />

kurulu ekonomik, siyasal, sosyal, inanç, gelenek vb sistematiğine<br />

baş kaldıran şairinin hâlini izliyor, şahitlik yapıyorsun<br />

da, şairin için verilen ölüm fermanlarını önleyemiyorsun.<br />

Söyle bana, neden? Neden?<br />

Önleyemiyor musun, yoksa önlemek istemiyor musun?<br />

İçinde yaşadığı halkın dili, gözü, kulağı, aklı, ruhu olan şairini-ozanını<br />

veya kötü gidişe dur diyerek bayrak kaldıran şairini<br />

çekip alamıyorsun işkence mengenelerinden, idam sehpalarından…<br />

433<br />

Hele ki, telle boğdurduklarını biliyorum. Kafasını kılıçla<br />

uçurttuğun kaç şair var, hele bir anlat da öğrenelim. İdam ettirdiklerini,<br />

genç yaşında, ömrünün baharında olan şairlerini<br />

koruyamayıp kendi ellerinle kabirlerine gömdüklerini söyle<br />

de bilelim.<br />

Ey Şiir!...<br />

Sen anlatamazsın onları.<br />

Açtığımda bu defteri, dut yemiş bülbüle dönüyor, susuyor,<br />

mahzunlaşıyorsun.<br />

Vaz geçtim, idam ettiklerinden. Bu sefer sana, idam ettirdikten<br />

sonra derisini yüzdürttüğün bir şairinden bahsedeceğim.


Mustafa CEYLAN<br />

NESİMÎ…<br />

Biliyorsun değil mi?<br />

Evet: Nesimi…<br />

Nesimi’ yi Nesimi yapan kim? Elbette sen! İçinde yaşadığı<br />

toplumun değer yargılarıyla ters düşüren kim? Elbette sen!<br />

Nesimi’ye ne yaptın? Derisini yüzdürdün be! ! ! Derisini<br />

yüzdürdün!!! Acımadın bile! ! !<br />

434<br />

Nesimi (Bağdat 1339-Halep 1418) Bağdat yöresinde Nesim<br />

Bucağı’nda doğmuştu. Halep’ te yaşamış, Hurufi Mezhebine<br />

bağlıydı. Bu filozof Türkmenin adını da değiştirdin. Asıl<br />

adı İmadettin’ di. Doğduğu kasabanın adıyla onu bugünlere<br />

taşıdın. Hayrı ve aşkı telkin eden, heyecanlı bir şairdi o...<br />

Ferdiyeti gösteren insan ruhunun cemiyeti ve külliyeti temsil<br />

eden ilâhi ruh ile- denize karışan yağmur taneleri gibi-imtizaç<br />

eylemesi lâzım geleceğini söylerdi. Bu telkinlerini, Halep’<br />

teki Kölemene İdaresi küfür saydı. Fikir ve görüşleri şeriate<br />

aykırı görüldü.<br />

Azeri Lehçesi’yle yazdığı şiirleri, yalın dili, anlatım özellikleriyle<br />

bugünlere kadar geldi. Fikir ve düşüncelerinden asla<br />

ödün vermedi.<br />

Vermedi de ne oldu?<br />

Derisini yüzdüler. Sonra da ibret olsun diye cesedi bir hafta<br />

sokakta teşhir edildi.<br />

Sen de bir güzel seyrettin onun derisinin yüzülmesini.<br />

Nesimî, Alevi-Bektaşî geleneğinin yedi ulu ozanından birisidir.


Öldürülen 101 Şair<br />

Sadece Alevi-Bektaşilerin değil, Azeriler’in de çok büyük<br />

önem verdiği bir ozandır. Azerbaycan’da “Nesimi Dilcilik<br />

Enstitüsü” adıyla bir enstitü de kurulmuştur.<br />

Hurifiydi Nesimî.<br />

Hurufilik: Kâinatın oluşunu ruha değil maddeye dayandıran<br />

her varlığı 32 harfle açıklamaya çalışan ve harflere esrarengiz<br />

manalar yakıştıran görüştür.<br />

Şiirlerinde dini- tasavvufa karşı korkusuz ve biraz patavatsızca<br />

söylediği şiirler yanlış anlaşılarak öldürülmesine yol açmıştır.<br />

Tasavvuf inancını büyük coşkunluk ve içtenlikle söylemiştir.<br />

Çağının Türkçesini en güzel bir şiir dili haline<br />

getirmiştir.<br />

Nesimi’nin halk, tekke ve divan şairlerimiz üzerinde azımsanmayacak<br />

etkileri vardır. Halka en çok yaklaşan divan şairidir<br />

diyebiliriz.<br />

Bilhassa Bektaşiler ve vahdet-i vücut felsefesini benimseyenlerce<br />

büyük bir sûfi olarak kabul edilir.<br />

Şiirlerinde ekseriyetle kendi görüşlerini telkin etmekle birlikte<br />

din dışı ve âşıkane gazellerde yazmıştır. Tuyuğları ve<br />

farsça gazelleri de mevcuttur.<br />

435<br />

Bir şiirinde demişti ki:<br />

Ben yitirdim, ben ararım, yâr benimdir kime ne<br />

Gâh giderim öz bağıma gül dererim kime ne<br />

Gâh giderim medreseye ders okurum Hak için<br />

Gâh giderim meyhaneye dem çekerim kime ne


Mustafa CEYLAN<br />

Kelb rakip haram diyormuş şarabın bir katresine<br />

Saki doldur, ben içerim, günah benim kime ne<br />

Ben melâmet gömleğini deldim, taktım eynime<br />

Ar u namus şişesini taşa çaldım, kime ne?<br />

Ah Yezid, seccadeni al yürü mescid yoluna<br />

Pir eşiği benim Kâbem kıblegâhım kime ne<br />

Gâh çıkarım gökyüzüne hükmeder kaftan kafa<br />

Gâh inerim yeryüzüne yâr severim kime ne<br />

436<br />

Kelp rakip böyle diyormuş güzel sevmek pek günah<br />

Ben severim sevdiğimi, günah benim kime ne<br />

Nesimi’ye sordular, yârin ile hoş musun?<br />

Hoş olayım, hoş olmayım, o yâr benim, kime ne<br />

Abdülbaki Gölpınarlı Hocamızdan, Nesimi hakkında bir<br />

öykü:<br />

“Nesîmî’nin yüzülmesine fetva veren müftü, Nesîmî yüzülürken<br />

sağ elinin şahadet parmağını sallayarak, bunun diyormuş,<br />

kanı da pistir.<br />

-Bir uzva damlarsa, o uzvun da kesilmesi gerekir!<br />

Ve tam bu sırada Nesîmî’nin bir katre kanı müftünün şahadet<br />

parmağına sıçramış. Meydanda bulunan hâl ehli bir can;<br />

-Mütfü efendi demiş, fetvanıza göre parmağınızın kesilmesi<br />

lâzım.<br />

Müftü,<br />

-Nesne gerekmez demiş. Biraz suyla temizlenir.<br />

Bunu duyan Nesîmî, kanlar içindeyken:


Öldürülen 101 Şair<br />

“Zâhidin bir parmağın kessen dönüp Hak’dan kaçar<br />

Gör bu miskin âşıkı ser-pâ soyarlar ağlamaz” beyitini muhtevi<br />

gazelini söylemiş.<br />

Ve<br />

Nesîmî’ nin derisi yüzülünce bir de bakmışlar ki eğilip derisini<br />

almış ve bir post gibi sırtına vurup yürümüş. Kimse peşine<br />

düşmeye cesaret edememiş. Halep’in 12 kapısında bulunan<br />

kapıcılar ve halk görmüşler ki Nesîmî, derisi sırtında,<br />

kapıdan çıkmış ve sır olmuş. Kapıcılar ve halk bir araya gelince<br />

herkes, “falan kapıdan çıktı” diye iddiaya girişmiş ve anlaşılmış<br />

ki, oniki kapıdan da çıkmıştır.<br />

Şimdiki tekke ve türbe de, onun gömüldüğü yere değil, yüzüldüğü<br />

yere yapılmış.”<br />

Nesimi’nin ölümü, Anadolu’da tepkiyle karşılanmıştır.<br />

Ve<br />

Anadolu’da, Şeyh Bedrettin tarafından yoksul-fakir insanların<br />

haklarını savunmak gibi toplumcu bazı ilkeleri ortaya<br />

koyan ve Osmanlı’ ya karşı örgütlenerek ayaklanma hareketi<br />

başlatan, ezilen halkın haklarını savunduğu için “sosyalist bir<br />

hareket olarak” kabul gören “Şeyh Bedrettin İsyanı” başlar.<br />

Şeyh Bedrettin, çağının en büyük hukukçusudur.<br />

Ve<br />

Şeyh Bedrettin, ” Teshil” adlı yapıtında sorduğu bin soruya<br />

bin cevap vermiştir. Osmanlı’nın adaletinin de beş yüz yıl,<br />

Bedrettin’in “Teshil” adlı eseriyle sağlanması, tarihin bir başka<br />

garip yüzüdür. Bedrettin, ne yazık ki, Osmanlı’ya karşı giriştiği<br />

bu savaşı kaybeder ve 1417’ de ( bazı kayıtlara göre<br />

1420) ‘de Serez’de asılır.<br />

437


Mustafa CEYLAN<br />

SON SÖZ:<br />

GELDİM’OLA BİZİM ELE BİR EREN? (Gülce-Üçgen)<br />

Geldim’ola bizim ele bir eren?<br />

Durmadan anlatsın pirimi benim.<br />

Gülce derler, sevdam odur, o ceren<br />

Çiğ damlası saysın terimi benim.<br />

438<br />

Yolumda yoldaştır Yunusla Veysel<br />

Dağlar mı? Olamaz âşığa engel<br />

Hasret ateşiyle ölmeden evvel<br />

Koysunlar mezara dirimi benim<br />

Çile ozanıyım budur fermanım<br />

Mekânda gölgeyim, zamanda can’ım,<br />

Tükensin, kalmasın dizde dermanım<br />

Alsınlar gözümden ferimi benim.<br />

Dost halkasın yeni baştan dizsinler<br />

Aşk bir haritadır, doğru çizsinler<br />

İsterlerse yere koyup yüzsünler<br />

Nesimiyle beraber derimi benim.


Öldürülen 101 Şair<br />

Başaklarda, karıncada, bulutlarda nefes alıp verenim<br />

Öylesine mutluyum, duymadı hiç kimse zarımı benim.<br />

Sesiyim sessizliğin, incinsem de incitmem, ilkem bu<br />

Nar içinde saklıyım, bilen bilir, narımı benim.<br />

Cümle kırmızılar kanımdan almıştır rengini<br />

Ağlayan ırmaklar söndürmez har’ımı benim.<br />

Yolcuyum kendi içime, arza gebeyim<br />

Avcumda bin güneş var, yarımı benim.<br />

Size derim size, ey insanoğlu<br />

Etmeyin hesap, kârımı benim.<br />

Kovanlar kapalı; nedendir?<br />

Yakmayın arımı benim<br />

Ceylan’ım, Nesimiyim<br />

Hazırdır kefenim.<br />

439<br />

Her bağ bıçkısına gülümser etim<br />

Ten ne ki, basit şey, ona gurbetim.<br />

Suçlusun dediniz ağlıyor yetim<br />

Sevabı sizlerin, cürümü benim<br />

Geldim’ola bizim ele bir eren?<br />

Durmadan anlatsın pirimi benim.<br />

Gülce derler, sevdam odur, o ceren<br />

Çiğ damlası saysın terimi benim.<br />

Mustafa CEYLAN


Mustafa CEYLAN<br />

M-Linç Edilerek öldürülen Şair<br />

(1): ALİ KEMAL<br />

Atatürk ve Milli Mücadele düşmanı olan, ömrü sürgünlerde<br />

geçen ve Cumhuriyet ve Atatürk sevdalısı genç subaylar<br />

tarafından linç edilerek öldürülen bir şair.<br />

440<br />

1869 Yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Çankırı’ nın Kayapazar,<br />

Kalfat Köyünden Hacı Ahmed Efendi’ nin oğludur.<br />

Asıl adı Ali Rıza’dır.<br />

Gülhane Askeri Rüştiyesi mezunudur. Daha sonra annesinin<br />

ısrarı üzerine Mülkiye Mektebi’ne kaydoldu. Mülkiyede<br />

okurken Ahmet Mithat Efendi ve Muallim Naci’nin etkisinde<br />

kaldı. Gülşen isimli bir dergi çıkardı. İstanbul’da yaşayan<br />

çoğu edebiyatçıyla tanıştı ve onlarla sohbetler etti. Okulu bitirmeden<br />

yurt dışına Prais ve Cenevre’ye gitti. İstanbul’a döndüğünde<br />

arkadaşlarıyla birlikte bir dernek kurdu ve derneğin<br />

dördüncü toplantısında tevkif edildi. Ceza almadan kurtuldu<br />

ve hapisten sonra Mütalâa adıyla bir dergi daha çıkarmaya<br />

başladı ki yapılan bir ihbarla tekrar tutuklandı ve Halep’e sürgün<br />

edildi.<br />

“Ermeni yanlısı olarak görülen bazı yazılarından dolayı<br />

düşmanlarınca ‘Artin Kemal’ şeklinde adlandırılır. Mustafa<br />

Kemal’e ve Milli mücadeleye karşı düşmanca tutumu ve ağır<br />

hakaretleri nedeniyle pek çok insan tarafından “hain” olarak<br />

damgalanmıştır.


Öldürülen 101 Şair<br />

Halep’te kaldığı yıllarda Halep İdadisi’nde Türk Dili ve<br />

Osmanlı Edebiyatı hocalığı yaptı. Halep’teki durgun hayata<br />

fazla dayanamadı ve 1895’te izinsiz İstanbul’a döndü. Bunun<br />

üzerine hakkında tekrar sürgün kararı çıkınca Jön Türkler’in<br />

bir çeşit karargâhı haline gelmiş bulunan Paris’e tekrar gitti<br />

(1894). Paris’te bulunduğu sırada Jön Türkler ile II. Abdülhamit<br />

arasında arabulucu bir çizgi izlemeye çalıştı. Bu arabuluculuk<br />

rolünü hafiyelik noktasına vardırdığı sonradan ortaya<br />

çıkmıştır. Mizancı Murat’ın Jön Türk hareketinden ayrılmasından<br />

sonra Ali Kemal de bu hareketten ayrıldı.<br />

Ali Kemal, Paris’te bir yandan Siyasal Bilgiler okuyor, bir<br />

yandan da gazetecilik yapıyor, İstanbul’daki İkdam gazetesine<br />

Paris izlenimlerini anlatan batı kültürüne hayranlık ile yoğrulmuş<br />

yazılar ve çeviriler gönderiyordu. İkdam’da kendi röportajlarıymış<br />

gibi kaleme alınmış pek çok yazının Fransız basınından<br />

çeviriden ibaret olduğu sonradan Hüseyin Cahit<br />

tarafından ortaya çıkarılmış ve bu hadise ikisi arasında Ali<br />

Kemal’in ömrünün sonuna kadar sürecek bir polemiğin başlamasına<br />

neden olmuştur.<br />

441<br />

“1897’de Brüksel Elçiliğinde ikinci kâtipliğe atandı. İttihatçılardan<br />

çekindiği için İstanbul’a dönemiyordu. 1899’da<br />

Siyasal Bilgiler diplomasını alması sonrasında, II.<br />

Meşrutiyet’in ilanına kadar Mısır’da yaşadı. Kahire’de Mısırlı<br />

bir prense ait bir çiftliği idare ediyordu. 1903 yılında yaz<br />

tatili için gittiği Londra’da Winifre Brun adlı bir İngiliz hanımla<br />

evlendi. Bu evliliğinden Selma adında bir kız, Osman<br />

adında bir erkek çocuğu dünyaya geldi. Oğlunun doğumunun<br />

hemen ardından eşini kaybetti. II. Meşrutiyet’in ilanından bir<br />

gün önce İstanbul’a döndü.<br />

İstanbul’da İkdam gazetesinin başyazarlığını üstlenen Ali<br />

Kemal, bir yandan da Darülfünun’da Edebiyat Fakültesi’nde<br />

siyasi tarih dersleri veriyordu. İlk siyasi partilerden birisi olan<br />

Osmanlı Ahrar Fırkası’na girdi. Ali Kemal İstanbul’a döner


Mustafa CEYLAN<br />

dönmez padişahın huzuruna çıkmış, padişahın iltifatlarını ve<br />

verdiği paraları kabul etmişti; bu durum İttihatçıların tepkisine<br />

neden oldu. O da yeni eleştiri hedefini İttihat ve Terakki<br />

Cemiyeti olarak belirledi ve İkdam gazetesinde Cemiyet’e<br />

karşı ağır eleştiriler içeren başyazılar yazmaya başladı. Hemen<br />

bütün çevresiyle sürekli kavga halindeydi. Sınıfta öğrencilere<br />

Fransa’daki siyasal liberalizmi hararetle övüyor, kendisiyle<br />

aynı fikirde olmayan kişilere şiddetle saldırıyor, gençlerin<br />

öfkesini bunlara yöneltmeye çalışıyordu.<br />

442<br />

Ali Kemal’in tahrikleri 31 Mart Olayı’nın çıkmasında etkili<br />

oldu. Serbesti gazetesi başyazarı Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesinin<br />

ertesi günü olan 7 Nisan 1909’da Darülfünun’da<br />

kalabalık bir topluluğa yaptığı konuşmadan sonra bu konuşmanın<br />

etkisinde kalan Darülfünun hocaları ve öğrencileri katillerin<br />

yakalanmasını istemek üzere Babıâli’ye yürümüşler;<br />

sayıları onbinlere ulaşan kalabalığın üstüne ateş açılması sonucu<br />

birkaç yüz kişi yaralanmıştı. Ertesi günkü cenaze sırasında<br />

da devam eden olayların 31 Mart ayaklanmasına dönüşmesi<br />

üzerine Selanik’ten gönderilen Hareket Ordusu İstanbul’a<br />

gireceği sırada Ali Kemal yeniden Paris’e kaçmak zorunda<br />

kaldı (1909). Bu arada Mülkiye’deki görevine son verilmişti.<br />

İttihat ve Teraki Yönetiminin iktidardan uzaklaşmasının ardından<br />

1912 affıyla İstanbul’a geri gelen Ali Kemal İkdam<br />

Gazetesi’nde başyazar olarak yazılarına devam etti ancak altı<br />

ay sonra hükümet Babıâli Baskını ile devrilince Viyana’ya sürüldü.<br />

Üç ay sonra İstanbul’a döndü. 14 Kasım 1913’te Peyam<br />

Gazetesi’ni yayınlamaya başladı, başyazarlığını üstlendi. İlk<br />

başyazısı “Peyamımız, Meramımız” başlığını taşıyordu. Mülkiyedeki<br />

hocalığı da geri verilmişti. Mektepler Nazırı Zeki<br />

Paşa’nın kızı Sabiha Hanım ile evlendi. Bu evliliğinden Zeki<br />

adında bir oğlu dünyaya geldi. Ocak 1913’te İttihat ve<br />

Terakki’nin gerçekleştirdiği askeri darbe olan Babıâli<br />

baskını’ndan sonra tutuklandı.


Öldürülen 101 Şair<br />

Ali Kemal, 22 Temmuz 1914’te, I. Dünya Savaşı’nın başladığı<br />

sıralarda, İttihat ve Terakki’nin baskısıyla gazetesini<br />

kapatmak zorunda kaldı. Siyasetle ilgilenmeyip öğretmenlik<br />

ve tüccarlıkla geçinmeye çalıştı. Bu tutumu 1918’de İttihat ve<br />

Terakki liderlerinin bir Alman denizaltısına binip Türkiye’den<br />

kaçışına kadar sürdü.<br />

Ali Kemal, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından<br />

sonra 14 Ocak 1919’da yeniden faaliyete geçen Hürriyet<br />

ve İtilâf Partisi’nin genel sekreteri oldu.<br />

4 Mart 1919’da kurulan Birinci Damad Ferit Paşa hükümetinde<br />

Maarif Nazırlığı (Eğitim Bakanlığı), bu hukumetin<br />

mayıs’ta istifasının hemen ardından kurulan ikinci Damad Ferit<br />

Paşa hükümetinde ise Dahiliye Nazırlığı (İçişleri Bakanlığı)<br />

görevine getirildi. Bu görevde iken Kuva-yi Milliye ve<br />

Mustafa Kemal Paşa aleyhine emirler yayımladı. İngiliz Muhipler<br />

Cemiyeti’nin kurucularından birisi oldu. Hükümet içinde<br />

çıkan bir anlaşmazlık yüzünden 26 Haziran 1919’da bakanlıktan<br />

istifa etti.<br />

443<br />

Darülfünun’da ders vermeye devam eden Ali Kemal, 1922<br />

Mart ayında Darülfünun öğrencilerinin istifaya davet ettiği<br />

dört öğretim elemanı arasındaydı. Öğrencilerin verdiği kararın<br />

gerekçesi, hocaların, bağımsızlık, kutsiyet, milliyet hislerine<br />

yabancı oluşları, saldırgan şahsiyetleri ile kamu vicdanında<br />

mahkum edilmiş olmalarıdır. Öğrencilerin tepkileri üzerine<br />

Ali Kemal ve Cenap Şahabettin 3 Eylül 1922’de Meclis-i Vükela<br />

kararıyla görevlerinden azledildi<br />

Ali Kemal, bakanlığı sırasında başyazarlığını Refik Halit<br />

ile Yahya Kemal’in üstlendiği Peyam-ı Sabah Gazetesi’nin<br />

başyazarlığına, bakanlıktan ayrıldıktan sonra döndü. Bu gazete,<br />

Peyam Gazetesi ve Mihran Efendi’nin sahibi olduğu Sabah<br />

Gazetesi’nin birleştirilmesiyle 1920’de kurulmuştu. Yazılarında<br />

acımasız eleştirilerini İttihat ve Terakki’nin devamı olarak


Mustafa CEYLAN<br />

gördüğü Anadolu hareketine yöneltti. Ancak Büyük Taarruz’un<br />

başarılı olup, İzmir’in kurtulmasından sonra 10 Eylül 1922’de<br />

“Gayelerimiz Bir İdi ve Birdir” başlıklı bir yazı yazarak yanıldığını<br />

söyledi.<br />

Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasının ardından Ankara hükümeti,<br />

İstanbul polisinden Ali Kemal’in tutuklanıp yargılanmak<br />

üzere Ankara’ya gönderilmesini istedi<br />

444<br />

4 Kasım 1922 günü, Teşkilat-ı Mahsusa mensubu birkaç<br />

kişi Ali Kemal’i Tokatlıyan Oteli’nde gittiği berber<br />

dükkânından kaçırarak İstiklal Mahkemesi’ne çıkarılmak üzere<br />

Ankara’ya götüreceklerini bildirdiler. Gerçekte ise Ali Kemal,<br />

İzmit’de bölge kumandanı Sakallı Nurettin Paşa’ya teslim<br />

edildi. Nurettin Paşa ile görüştükten sonra dışarı çıkarken<br />

kumandanlık karargâhı önünde bekleyen “genç subaylar” tarafından<br />

linç edildi (6 Kasım 1922). Kafası çekiçlerle ve taşlarla<br />

kırılarak öldürüldü. Çıplak vücudu ayaklarına ip bağlanarak<br />

sokaklarda dolaştırıldı. Cesedi, Lozan Konferansı’na<br />

giderken trenle İzmit’den geçecek olan İsmet Paşa görsün<br />

diye istasyonda bir sehpaya asıldı. Lozan’a gitmekte olan İsmet<br />

İnönü’nün bu durum karşısında sinirlenmesi üzerine Ali<br />

Kemal’in ölü bedeni apar topar kaldırıldı. İzmit’de defnedilen<br />

Ali Kemal’in mezarı, başına bir mezartaşı veya herhangi bir<br />

işaret konulmaması sebebiyle zamanla ortadan kayboldu;<br />

uzun araştırmalar sonunda 1950’lerde yeri tespit edilebildi Falih<br />

Rıfkı Atay’a göre, Atatürk Ali Kemal’in öldürülüş şeklinden<br />

tiksinerek bahsederdi.<br />

Ali Kemal gazeteciliğinin yanı sıra çeviriler de yapmış,<br />

“Ömrüm” adıyla yazdığı anılarını 1914’de Peyam-ı Edebi’de<br />

(22 tefrika olarak), sonra da Peyam-ı Sabah’ta (32 tefrika) yayınlamıştır.<br />

Ömrüm, 1985 yılında Ali Kemal’in ikinci eşinden<br />

oğlu olan ve Türkiye’nin Bern, Londra ve Madrid büyükelçiliklerini<br />

yapmış (ve karısı 1978’de Madrid’de ASALA tarafından<br />

öldürülen) Zeki Kuneralp tarafından kitap halinde yayın-


Öldürülen 101 Şair<br />

landı. Bu kitapta, “Ömrüm Sonrası” başlıklı bir bölüm ve bazı<br />

ekler de bulunmaktadır. (Ali Kemal: Ömrüm (Yayına hazırlayan<br />

Zeki Kuneralp), İsis Yayıncılık, İstanbul, 1985)<br />

Dışişleri Bakanlığı’nda AB Genel Müdür Yardımcılığı yapan<br />

(ve o dönemde AB Komisyonu Türkiye Temsilcisi olan<br />

Karen Fogg ile ilginç yazışmaları ile gündeme gelen) Selim<br />

Kuneralp, Ali Kemal’in torunudur. Selim Kuneralp Stokholm<br />

Büyükelçiliği ve Seul Büyükelçiliği’nden sonra Dışişleri Bakanlığı<br />

Müsteşar Yardımcılığı görevini yürütmüş, AB Daimi<br />

Temsilciliği görevinde bulunduktan sonra Bakanlık müşavirliğine<br />

getirilmiştir.<br />

Ali Kemal’in ilk eşi olan İngiliz hanımından olan öz torunu<br />

Stanley Johnson’ın oğlu olan Boris Johnson İngiliz<br />

Muhafazakâr Parti parlamenteri olup, bir dönem ‘The Spectator’<br />

dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yapmış ve 1 Mayıs<br />

2008 tarihinde Muhafazakâr Parti adayı olarak Londra belediye<br />

başkanlığı seçimini kazanmıştır.<br />

445<br />

Son olarak, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin meslek şehidi<br />

gazeteciler listesi içinde yer almasıyla, ‘şehit’ sayılıp sayılamayacağına<br />

dönük tartışmaların alevlenmesiyle, Ali<br />

Kemal’in gündemdeki yerini 80 yıl sonra *<br />

hâlâ koruduğu görülmektedir. (kaynak: wikipedia.org)<br />

Demiştir ki:<br />

“Ne hoş bu âlem-i nüzhet, şu şehr-i hoş cereyan<br />

Şu haymeler, şu koyunlar, şu fevc fevc develer<br />

Sehabeler bu semâyı safayı devr eyler<br />

Kenâr-ı âbda birkaç çiçek temevvüc eder<br />

O vechi sade bu iklime zînet olmuşdur<br />

Güzellik işte bu arza tabîat olmuşdur.<br />

……………………………………………”


Mustafa CEYLAN<br />

N-Oruç yediği İçin Öldürülen Şair<br />

(1): KUL ŞÜKRÜ<br />

Demiştir ki:<br />

“Derdim vardır deyu neye ağlarsın?<br />

Ali’yi sevenin derdi mi olur?<br />

Derdinden şikâyet kime eylersin?<br />

Ali’yi sevenin derdi mi olur?<br />

446<br />

Muhammed Ali’dir, Ali Muhammed<br />

Hasan ile Hüseyin çektiler zahmet<br />

Ali’den özgeye eyleme minnet<br />

Ali’yi sevenin derdi mi olur?<br />

İmam, Zeynel Bakır ile göründü,<br />

İmam Cafer hal yüzünü büründü<br />

Aleviler yüzüstüne süründü<br />

Ali’yi sevenin derdi mi olur?<br />

İmam Kazım Rıza Şah-ı Horasan<br />

İmam Tâkî Nâkî dertlere derman<br />

Yakın bize bizden ol şah-ı merdan<br />

Ali’yi sevenin derdi mi olur?<br />

İmam-ı askeri Mehdi-i zaman,<br />

Daima etmekte erenler cevlan,<br />

Deli Şükri dertsizlerin bu meydan<br />

Ali’yi sevenin derdi mi olur?”


Öldürülen 101 Şair<br />

XVIII. Yüzyıl şairlerimizden. Bektaşi şairi. Ramazan ayında<br />

oruç yediği için ağzına kurşun akıtılmak suretiyle öldürülen<br />

Selânikli bir şairimizdir. Deli Şükrü veya Kul şükrü adıyla<br />

tanınır. Abdal musa dergâhına bir süre hizmet ettiğini kaynaklar<br />

belirtirler.<br />

Derdililere sensin derman olucu<br />

Zâhirde bâtında Şah Abdal Musa.<br />

Muhammed Ali’ nin kadrin bilici<br />

Mürüvvet ma’deni kân Abdal Musa.<br />

Gönülün pasını silici sensin,<br />

Hikmetin remzini bilici sensin.<br />

Kahredüp alemi kırıcı sensin,<br />

Akar kılıcından kan Abdal Musa.<br />

447<br />

Cennetdir dergâhın dedi hem derviş,<br />

Gelübde ezrail edemez teşviş,<br />

Çağırdığım yerde imdada yetiş<br />

Cesedim içinde can Abdal Musa.<br />

Seyretdim durakdan yürütmüş dağlar,<br />

Mermer çırağ yeşil huccet nur bağlar<br />

Kul Şükrî mecnun’dur Leyla’ya ağlar,<br />

Akar gözlerimden kan Abdal Musa.


Mustafa CEYLAN<br />

O-Dostluk uğruna denize atılarak öldürülen<br />

Şair<br />

(1): SA’DÎ<br />

Dostluk ve arkadaşlık uğruna denize atılarak öldürülen bir<br />

şairimizdir Sa’dî…<br />

448<br />

II. Bayezid döneminde yaşamış “Cem şairleri” veya “Cem<br />

Sultanı Seven şairler” arasında yer aldığı, ömrü boyunca da<br />

Cem Sultan’a bağlı kaldığı için, sürgündeki Cem Sultan’ın haber<br />

ve mesajlarını, onun adına İstanbul’da bazı devlet adamlarına,<br />

hattâ padişah’a getirdiği için; taht kavgaları esnasında<br />

sevdiği ve inandığı Cem Sultan’ın yanında yer aldığı için, Padişaha<br />

gammazlanmış, söylediği bazı sözler ve şiirleri dedikodu<br />

şeklinde aktarılmış, bu yüzden de Galata Boğazı’ndaki derin<br />

denizde boğularak öldürülmüştür.<br />

Bir gazelinde demiş ki.<br />

Hey ne diller alıcı nâzlı dilbercik olur<br />

Vey ne fettân u cefâ-pîşe sitem-gercik olur<br />

Eğilüb gûşına söyler gibi olur yüz öper<br />

Zülfi yârin nice çok başlıca kâfircik olur.<br />

Der gören kadd-i hırâmânın eyâ kebk-i hırâm<br />

Fitne bağında açılmış ne sanevbercik olur.


Öldürülen 101 Şair<br />

Leb-i meygûunu hattınla gören der güzelim<br />

Lâciverd ile münâkkaşca ne sâğarcık olur.<br />

Nâz ile kim ki göre şivesini Sa’dî der,<br />

Vey nice âfet-i bî-rahm sitemğercik olur.<br />

O dönemi nakledenler, yazanlar, tezkireciler ki meselâ<br />

Kâtip Çelebi’miz o’nun asıl adının Sadullah, baba adının<br />

Mustafa olduğunu; Cem Sultan’a olan bağı sebebiyle cem sultan<br />

Divanını hazırladığını, divan sonunda da Sadullah Bin<br />

Mustafa olarak adını zikrettiğini belirtmektedir.<br />

Cem Sultan, ilim ve sanat adamlarından etrafında bir halka<br />

oluşturmuştu. Şairler halkası oldukça meşhurdu. Haydar,<br />

La’lî, Sehâî, Turâbî, Kandî, Şahidî gibi şairlerin içinde yer<br />

alan Sa’dî, Cem Sultan’a en yakın şairdi. Bu şairlerin hepsine<br />

birden “Cem Şairleri” denirdi.<br />

449<br />

Çünkü Sa’dî, Cem Sultan’ın sözcüsü, temsilcisi idi.<br />

“Sa’dî-i Cem” veya “Cem Sa’dîsi” adıyla da anılırdı. Cem<br />

Sultan ile şair Sa’dî, içtikleri su ayrı gitmeyen iki yakın dosttular.<br />

Ayrı bedendiler amma aynı ruh gibiydiler. Ruh ikizi neyse<br />

işte o idiler…<br />

Günümüze bakın hele…<br />

Dostluk, hele hele ki, şairler arasında ki dostluk pamuk ipliği,<br />

saman alevi ölçeğinde. Bugün dost olanlar, iki gün sonra<br />

düşman olmuşlar. Hattâ fikren, ilmen dahi aynı çizgide, inançta<br />

ve ülküde olanlar bile en küçük bir çıngıda alev alıp tutuşabilmekte,<br />

en küçük bir fıskede nice zaman ördükleri dostluk<br />

duvarlarını yerle bir edebilmekteler. Sa’dî, arkadaşı Cem Sultan<br />

için ölüme gidiyor. Padişahı bile arkadaşı için eleştirebili-


Mustafa CEYLAN<br />

yor. Karşısına geçen büyük güce boyun eğmiyor, sürgündeki<br />

arkadaşının yanından asla ayrılmıyor, ona ihanet etmiyor, arkadan<br />

hançerlemiyor ve en acılı-sancılı ve zor günlerde bir<br />

ekmeği paylaşarak çile arkadaşlığını sürdürüyor.<br />

Varın siz dokunun hele yanınızdaki birine, azıcık dokunun.<br />

Bakın dünyanız nasıl alt üst oluveriyor. Düne kadar ustam,<br />

üstadım, ağabeyim diyen insanların, en küçük bir dalgalanmada<br />

sizi nasıl terk edip en mahrem bilgilerinizi eline bayrak<br />

edip karşınızdaki saflara nasıl geçiveriyor bir görün hele…<br />

Şairin dostluğu, keşke şiirlerin dostluğu kadar uzun olsaydı.<br />

450<br />

Şairi ölümsüz kılıp yüzyıllar ötesine şairin adını taşıyan<br />

şiir, dostlukları baki kılamıyor işte.<br />

Dostluklar, çıkar ilişkilerine bağlanmış ne yazık!...<br />

Sa’dî, Cem Sultanla dost ya, onunla Hacca bile gitmiştir.<br />

Cem’in İtalya ve Fransa sürgün günlerinde de hep yanında bulunmuştur.<br />

Bir ömür Cem’le dost kalmıştır. Zaman zaman kıyafet<br />

değiştirip, derviş kılığında yurda girmiş ve Cem’in mesajlarını<br />

günün devlet yöneticilerine getirmiştir.<br />

Derler ki;<br />

“Cem Sultan Divanı ve Kerem Kasidesi”ni padişah II.<br />

Bayezid’a sunmuş ve o yüzden öldürülmüştür.<br />

Dili sade, ahenkli ve akıcıdır.


Öldürülen 101 Şair<br />

Bir gazelini daha nakledelim :<br />

Her gice başumda sevdâ zülfünün efkârıdur<br />

Her seher virdüm dilümde hüsnünün envârıdır<br />

Dâme hâli danesidür düşüren murg-ı dili<br />

Od uran can harmanına âteş-i ruhsârıdur<br />

Zülf-i sevdâsı ile ey kâtib-i eşküm benüm<br />

Mekteb-i hicrinde tahrîr etdüğün tomârıdur<br />

Sîm ü zer destinde yok kim yoluna harc eyleye<br />

Pâyına îsâr olan bu eşk-i gevher-bârıdur.<br />

451<br />

Nazm içinde nazmına şâhid yeter kim Sa’dî’nün<br />

Her perî-peyker dilinde söylenen eş’arıdur.


Mustafa CEYLAN<br />

SON SÖZ:<br />

ŞAİR ÖLDÜRMEK KOLAY(Gülce-Buluşma)<br />

Ey şair dinlen biraz arkana şöyle yaslan!<br />

Çamura düştü misket, ey çocuk sen de uslan!<br />

Fetih mi can gözünde, ilham mı kar tanesi?!<br />

Şair öldürmek kolay, bulunur bahanesi…<br />

452<br />

Şiirin mavisi düşsün dilinden<br />

Balık taşan su dibinde doğum var.<br />

Zorlama boşuna çocuk yanımı<br />

Kar gecesi soğuk, üşür ellerim<br />

…………………..Mendilinden<br />

Yansıyan bir rüzgâr canımı yakar<br />

Dostluğun miracı düşüncelerim.<br />

Bugün yine bir şair, bir şairi öldürdü<br />

Bugün yine en ağır küfürler peşin peşin…<br />

Gelsin “Cem Şairleri” içimdeki divana<br />

Bağdaş kurup çöksünler ortasına güneşin<br />

Kandî, Şahidî, La’lî, Turabî ve Haydarî<br />

Goncalara sürsünler al rengini ateşin,<br />

Büksünler büklüm büklüm kelâm denen urganı<br />

Zaman Yusuf kuyusu, dibine uzatsınlar.


Öldürülen 101 Şair<br />

(S)onra açsın anahtar, sonsuzluk kapısını<br />

Ç(A)tlatsın kabuğunu sohbetin tohumları<br />

Ve (D)önsünler saraya kovulan şehzâdeler<br />

Sa’d(Î) kırsın kalemi dost uğruna yeniden<br />

……………………………..Mendilinden<br />

Kan damlayan sevdalar kafiyelerde gizli;<br />

Gizli bahçelerimin tam ortası cevizli…<br />

Şiire aç şairler hece yer, mısra dokur<br />

Sözcükler sözcülerin sözlüğünde uyuyor.<br />

Bir gün çatal kapıdan Cem Sultan çıkar gelir,<br />

Duygulu Çelebiler gözlerime doluyor…<br />

Şairin şairleri yaktığı iklim batsın<br />

Dilerim bundan böyle<br />

………………Dost gülsün, dost anlatsın…<br />

453<br />

Mustafa CEYLAN


Mustafa CEYLAN<br />

Ö-Hengâme-Kargaşada Öldürülen Şair<br />

(1): SELMAN<br />

Rumeli’de Arnavutlar tarafından öldürülen şairimiz Selman,<br />

aynı zamanda önemli bir müzik adamıydı. “Abdi Şah ve<br />

Hıraman tarzı türkü” onun icadıdır.<br />

454<br />

Kaynaklara göre, XVI. Yüzyılda yaşamış ve şehid edilmiş<br />

olan bu şairimiz uzun uğraşlar sonucunda Rumeli kadısı olmuştu.<br />

Bu görev esnasında Arnavutlar tarafından öldürüldü.<br />

Öldüğü sırada yanında taşıdığı şiirleri de o hengâmede yok<br />

olmuş, kaybolup gitmiştir. Kaynaklar, şairimizin birkaç beytini<br />

günümüze taşımışlardır.<br />

Evet, işte şiirleri ölümüyle beraber kaybolan Selman’ın bu<br />

durumu, günümüz şairlerinde bir ibret dersi olmalı.<br />

Neden mi?<br />

Anlatayım :<br />

İnsan, dünya fâni. Gelip geçici… Hele hele sanal, yani internet<br />

ortamı anlık yaşanan bir ortam. Daha geçici denebilir.<br />

Bir bakmışsın bugün var olan bir internet sitesi, ertesi gün onbinlerce<br />

şiiri ve binlerce şair üyesi ile bir anda yok oluvermiş.<br />

O sebeple sanala, internete fazla güvenmemek lâzım.<br />

Sadece bir sitede yayınladığınız yazı ve şiirlerinizi ikinci<br />

başka bir sitede de yayınlayın derim. En önemlisi de şu, şiirlerinizin<br />

mutlaka bir değil birkaç yedeğini alın, çıktısını alın yazıcıdan,<br />

sonra, bir gazetede veya dergide yayınlatın derim.<br />

Kitap yapamıyorsanız ne yapıp edin yayınlatın…


Öldürülen 101 Şair<br />

Şiir veya yazı, size özgün eserinizin çalınmasından, taklidinden<br />

korkuyorsanız, mutlaka bazı tedbirlerde almalısınız.<br />

Eserlerinizi tadix.net gibi sitelere yükleyin veya hiç bi şey<br />

yapamıyorsanız, kendinize mektup olarak atın ve o mektubu<br />

açmayınız.<br />

Ya da<br />

Kendinize, mail adresinize mail atın, msn–mail kutunuzda<br />

saklayınız.<br />

Şiir, şairin evlâdıdır. Evlâdınıza gözünüzün bebeği gibi<br />

bakmak ve onu her türlü kötü şartlardan, olumsuzluklardan<br />

korumak ve kollamak zorundasınız, öyle değil mi?<br />

Şu halde, öldürülen şairimiz Selman gibi, yanınızda bir<br />

defterde veya sanalda bir internet sitesinde taşıdığınız şiirlerinizin<br />

kaybolmasını, uçmasını, yok olmasını istemiyorsanız<br />

şimdiden tedbirler almalısınız…<br />

Bursa’da dünyaya geldiği belirtilir. Zamanının en güzel def<br />

çalma ustası olduğu söylenir. Sesi güzel değilmiş, ama tef’i<br />

sayesinde padişah meclislerini şenlendirmesini bilmiştir. Meclislerde,<br />

ne yapar eder, kendince rübailer bulur, onları musikiyle<br />

birleştirir ve ortamı şenlendirirmiş. Aynı zamanda hüsn<br />

ü hatla ilgilenip celi ve nesih hattının her türlüsünde de çok<br />

mahir bir sanatçıdır.<br />

Demiştir ki;<br />

455<br />

Ne şîve vaktidir sâkî bir aydır rûze-dârız biz<br />

Bu dem pîr-i harâbâtın önünde şerm-sârız biz<br />

Benim-çün ağla ey çeşmim benem bîçâre vü bî-kes<br />

İlâhî olmasun şöyle kişi âvâre vü bî-kes


Mustafa CEYLAN<br />

SON SÖZ:<br />

MÜZİKLİ ŞİİR<br />

456<br />

Şiir yazdığımı sanıyordum,<br />

Çoban okumadı, yüzüne bakmadı<br />

Çocuk bastı kahkahayı<br />

Ana dudak büktü<br />

Hatırım kırılmasın diye<br />

“Güzel olmuş” dedi soğuktan;<br />

Baba’ya gösteremedim bile korkumdan<br />

Boğdum gün ışığına çıkmadan şiiri<br />

Ve sonra yanan ocağa atıverdim gitti…<br />

Şimdi karanlıklarda kızılca bir alevdir<br />

Pervane kanadında titremedir şiirim,<br />

Görücüye çıkacak kızdır ürkek, korkak<br />

Kelimelerin dişleri vuruyor birbirine<br />

Harflerin ayakları topal<br />

Ve mısralarım sefillerde son perde…<br />

Oy benim canına yandığım şiir,<br />

Oy baş uçurtan, kuş göçürten şiir<br />

Oy sabır menekşem, kalem kokulum oy<br />

Gel ıslak başını omuzlarıma koy<br />

Sarıl bana, bir gece de bende kal<br />

Olmaz mı?


Öldürülen 101 Şair<br />

Şiir yazdığımı sanıyordum,<br />

Kendimi avutmuşum senelerdir<br />

Uçtu üzerime kale sandığım manzum duvarlar<br />

Ve kalıbından çıktı ölçüsüz kahkahalar<br />

Ve Safiye’nin çürük dişi kafiyelerim…<br />

Yanmış, yakılmışım uğrunda<br />

Kopsun dilim, çırpınsın ilham marka mendlim<br />

Ve cızırtılı tahta radyoda<br />

Pat pat motorlu bir ses okusun, olmaz mı?<br />

Yan masada bir yanık yüz<br />

Yansa da hoş, yanmasada…<br />

Kirli suratıyla sırıtsın gene<br />

Rotatif suratlı matbaacı Hasan da.<br />

Buzdolabı internet siteleri<br />

Yan masada, yanmaz ada of!..<br />

457<br />

Rumeli’de kurulsun gönül meclisi<br />

Çağırın bizim şair Selman’ı<br />

Abdi Şah veya Hıraman tarzı bir türküyü<br />

Çalsın, söylesin…<br />

Her türkü arasında benden<br />

Dizsiz ve özü boş demeceler okusunlar<br />

Yazdığımı sandığım dizelerden…<br />

Mustafa CEYLAN


Mustafa CEYLAN<br />

P-Valilik Görevinden Dolayı öldürülen Şair<br />

(1): GÂZÎ<br />

458<br />

XVII. Yüzyıl şair, devlet adamlarımızdan. Asıl adı Mehmed.<br />

Kaynaklar ondan Gâzî Paşa veya Gâzî Mehmed Paşa<br />

adıyla bahseder. 1660/61 yılında Kahire Valisi iken öldürülmüştür.<br />

Kabrinin nerede olduğuna dair bir bilgi yoktur. Şiirlerinde<br />

Gâzî mahlasını kullanmıştır.<br />

“Beğim reftâra gel reşk-âver ol serv-i dil-ârâya<br />

Cemâlün tâbı virsün çihre-i tezyîn ü ârâya.<br />

Nazîre sanma aksin matla-i mir’âta bakdukça<br />

Nazîr olsun mu şahum âfitâb-ı âlem-ârâya.<br />

Yakup kandil-i mâh u mihrini bu tâk-ı mînâda<br />

Bu bezm-i hâlet-efzânı felek yellerle araya.<br />

Hayâl-i yâr ile halvet-sarâyı dil müzeyyendir<br />

Gider efkârı Gâzî girmesün ağyâr araya.”


Öldürülen 101 Şair<br />

Babası Şehsuvar Bey’dir. Çankırılıdır. Şehzuvarzade Mehmed<br />

Bey olarak da bilinir. Enderunda yetişmiş bir şairimizidir.<br />

Musul sancağında görev yapmıştır. 1655 yılında Şam Valiliğine<br />

atanır. Şam’da göstermiş olduğu başarı sebebiyle 1656-57<br />

yılında Halıcızade Mustafa Paşa’dan boşalan Mısır-Kahire<br />

Valiliğine tayin edilir. Öldürülüşü de Kahire’de görevde ikendir…<br />

Demiştir ki:<br />

“Yâr ağyâra çünki râm oldu<br />

Zinde-gânî bana harâm oldu.<br />

Şâm-ı hicrinde bezm-i hasımıza<br />

Hûn-i dil-bâde dîde câm oldu.<br />

459<br />

Heves-i subh-ı vasl-ı cânânın<br />

Bâis-i intizârı şâm oldu.<br />

Sûd-i sûda-gerî-i nakd-i visâl<br />

Gâzî’yâ bir hayâl-i hâm oldu.”


Mustafa CEYLAN<br />

R-Sır Kâtibi Oldukları İçin Öldürülen Şair<br />

(1): NISFET<br />

Demiştir ki:<br />

460<br />

“Rûy-ı dil göstericek şâhid-i dil-cû-yı emel<br />

Valsın işrâb ider cünbüş-i ebrû-yı emel<br />

Deşt-i endîşeyi bî-hûde güzâr itmedeyiz<br />

Dâm-ı tahkîka girer mi rem-i âhû-yı emel.<br />

Şem ider şamme-i hâhişimizi bulsa eğer<br />

Mağz-i gül-gonca-i tasvîrdedir bû-yı emel.<br />

Cây-ı gül olsa da her tarhı kusurı irmek<br />

Olur ârâm bâ-şevk-ı ser-i kûy-ı emel<br />

Bezm-i ümidi ayağ çekmeden ammâ Nasfet<br />

İtdi mahmûr bizi sâgar-i ârzû-yı emel.”


Öldürülen 101 Şair<br />

İstanbul’da doğmuş, asıl adı Mustafa, babası Bayraktarzade<br />

Hasan’dır. Sultan Mustafa’ nın tahttan indirildiği sırada<br />

Mahmud Paşa camii avlusunda öldürülmüştür.(1808) IV.<br />

Mustafa’nın kaftancısı ve sır kâtibidir.<br />

Demiştir ki:<br />

“Ziyâ-res oldu yine tab’a âf-tâb-ı ferah<br />

Münevver itdi şeb-i târ derdi tâb-ı ferah.<br />

Hemîşe sâha-i dilden kamûnun ardınca<br />

Geçer nesîm gibi esb-i pür-şitâb-ı ferah.<br />

Gamında şâdî-i diğerle eylemiş ülfet<br />

İder mi âşık-ı gam-hâr-ı irtikâb-ı ferah.<br />

461<br />

Ümid-i bûse va’diyle eğlenür âşık<br />

Rakam-zede-i hatın olmuş ider hisâb-ı ferah.<br />

Zevâl-ı âlemi derk eyleyen dil-âgehler<br />

Ne dil-şikeste-i gamdır ne zevk-yâb-ı ferah.<br />

Yeter bu mev’iza tehdîd-i rinde ey vâiz<br />

Kitâbhânede yok mu aceb kitab-ı ferah.<br />

Unutdurur gam-ı sad-saleyi derûnundan<br />

İderse hâme eğer Nasfet intihâb-ı ferah.”


Mustafa CEYLAN<br />

(2): FENNÎ<br />

Demiştir ki:<br />

“Ey gönül cür’a mıyız ka’rı penâh eyleyelim<br />

Yüze çık şunda habâbâne şinâh eyleyelim<br />

Sîneye bâri hayâlin çekelim dil-dârın<br />

Kurs-i âyînemizi hâile mâh eyleyelim”<br />

Halep doğumlu, asıl adı Arif, Ahmed İzzet Paşa’nın oğlu,<br />

Sultan Mustafa’ nın sır kâtibi.<br />

462<br />

III. Selim ve IV. Mustafa’nın taht kavgası sebebiyle hapishaneye<br />

atılır ve orada öldürülür.(2 Ağustos 1808)<br />

Demiştir ki:<br />

“Sîneden her âh-ı bân-sûz eyledikçe derd ile<br />

Anı çerh enfâs-ı ömrümden hesâb eyer bana.<br />

Ben o nâ-kâmım ki rev-tâb olmuşam kevneynden<br />

Çehre-i maksûd ise ref-i nikâb eyler bana.”<br />

Babasının ölümünden sonra, sadrazam Halil Hamid Paşa<br />

tarafından saraya alınır.<br />

Alemdar Mustafa Paşa, III. Selim’i tekrar tahta çıkarmak<br />

için İstanbul’a gelmiştir. Selim öldürülmüştür. Onu öldürenlerden<br />

hesap sormaya başlar. Bu sırada IV. Mustafa tahttan<br />

indirilir. Alemdar Mustafa Paşa III. Selim’in hesabını sorar-


Öldürülen 101 Şair<br />

ken, bu arada şairimizden de hesap sorar. Onu “fIrın” adı verilen<br />

Bostancıbaşı’ndaki hapishaneye attırır. Şairimizin pek de<br />

suçu olmadığı için sorgu sual uzar. Şair, kendisini sorgulayan<br />

kişiye “Artık canıma yetti. Var paşana söyle. Ne yapacaksa<br />

yapsın” der. Görevli sorgucu bu sözü Alemdar Paşa’ ya götürür.<br />

Alemdar paşa “ Var paçasını getir” diye emir verir. Bunun<br />

üzerine şairimiz zindan da öldürülür. Henüz yaşı da 25’dir.<br />

Demiştir ki:<br />

“Sâye-bân-ı dûd-ı âhı görse her kim serdedir.<br />

Şâhı gam sahra-yı aşka kurdu âteşden otağ.”<br />

463


Mustafa CEYLAN<br />

S-Görüşmelerde Bağırıp Çağırdığı İçin Öldürülen<br />

Şair<br />

(1): VEDÂDİ<br />

464<br />

Asıl adı Molla Mirza Veli, 1718-19 yılında Şuşa’ya bağlı<br />

Baharlı’da doğmuş, Türkmen beyi Bayram han’ın oğlu, Fuzulî<br />

hayranı, Arapça ve Farsça lisanlarına vakıf, Karabağ hükümdarı<br />

İbrahim Han’ın müşaviri. Bir topun ağzına bağlanarak,<br />

top ateşlenir ve şairimizin cesedi parça parça çevreye yayılır.<br />

1809 yılıdır. Karabağ hükümdarı bir konunun görüşülerek çözüme<br />

kavuşturulması için şairimizi görevlendirir. Şah kaçar<br />

Feth Ali Han ile görüşme esnasında şairimiz, sinirlerine hâkim<br />

olamaz bağırır, çağırır. Sen misin, öyle yüksek sesle bağırıp<br />

çağıran deyip, bağlarlar topun ağzına…<br />

Mezar taşında;<br />

“Kim Vedâdî hastanın kebrin görüp etse dua<br />

Ede Hak rahmet, şefi ola Muhammed Mustafâ”<br />

Şiirlerinde aruzu ve heceyi ustalıkla kullanmasını bilmiştir.<br />

Hiciv ve aşkın şairidir.


Öldürülen 101 Şair<br />

Demiştir ki:<br />

“…………………………………………………<br />

Sultân-ı cihân olsa gider câna inanma<br />

Bir gün yüzülür şevket-i dîvânâ inanma<br />

Çün bâki değil mülk-i Süleymân’a iananma<br />

Ger âkil isen gerdiş-i devrâna inanma<br />

Bir câm yetür sâkî ki devrân bile kalmaz<br />

Ten bir gün ölür hâk ile yeksân bile kalmaz.<br />

Yüz mevsim-i hoş-hürrem olup iller açılsa<br />

Yüz lâle bitüp sünbül-i süsenler açılsa<br />

Yüz bâğ-ı cihân tazelenüb güller açılsa<br />

Gönlüm ki açılmaz nice müşkiller açılsa<br />

Bir câm yetür sâkî ki devrân bile kalmaz<br />

Ten bir gün ölür hâk ile yeksân bile kalmaz.<br />

465<br />

Âh aldı beni derd-i firâk u derd-i hasret<br />

Sermest- harâb itdi beni bâde-i hayret<br />

Bir mihr-i vefa itmeli yoh kim ola rağbet<br />

Fevt eyleme gel var iken elde dem-i fırsat<br />

Bir câm yetür sâkî ki devrân bile kalmaz<br />

Ten bir gün ölür hâk ile yeksân bile kalmaz.<br />

……………………………..”


Mustafa CEYLAN<br />

Ş-Diğer sebeplerle Öldürülen Şairler<br />

(1): VÂKIF<br />

XVIII. Yüzyıl Azerbaycan Edebiyatının en parlak simalarından<br />

birisi. Gence’ye bağlı Şemseddin Köyü’nde dünyaya<br />

gelmiştir. Tiflis ile Gence arasında Kazak adı verilen bölgede<br />

yaşamıştır. Bu yüzden ona Kazaklı Vâkıf adı da verilmiştir.<br />

466<br />

Asıl adı Molla Penah’tır. Ağa Muhammed Şah, İbrahim<br />

Halil Han taraftarlarını yakalayıp teker teker öldürmeye başlar.<br />

Vâkıf’ da İbrahim Halil Han taraftarı olduğu için, zalimane<br />

bir şekilde, hem de oğlu ile birlikte öldürülür ve evi de<br />

yağma edilir.<br />

Demiştir ki:<br />

“Râh-ı aşkında senin ben cân ü serden geçmişem<br />

Pâre pâre kılmışam gönlü ciğerden geçmişem<br />

Yanmışam pervâneler teg bâl ü perden geçmişem<br />

Her semen-sâ turreden her sîm-berden geçmişem<br />

Dilber-i gonce-dehen nergis-nazardan geçmişem<br />

Lâleden el çekmişem gülberg-i terden geçmişem<br />

Terk idüb dehrin safâsın hayr ü şerden geçmişem<br />

Dişleri çün mahzen-i dürr-i güherden geçmişem<br />

Kevseri unutmuşam şehd-i şekerden geçmişem<br />

Teşne-i dîdârınam âb-ı zulâlin isterem”


Öldürülen 101 Şair<br />

Orta halli bir ailenin tekçocuğu. Babasının gayretiyle eğitimini<br />

tamamlamış ve zamanının bilginleri arasında yerini almıştır.<br />

Çok itibarlı, saygın bir ilim adamı ve şairdir. Bu yüzden<br />

Azeri Türkleri arasında “her okuyan Molla Penah olamaz”<br />

sözü dillerde pelesenk olmuştur.<br />

Demiştir Ki:<br />

“Gösterübdür bilmirem la’lin ne lezzet gönlüme<br />

Döne döne anı zikr etmekdür âdet gönlüme<br />

Andan özge gelmiyir şirin hikâyet gönlüme<br />

Firkatinden kalmayubdur sabr u tâkat gönlüme<br />

Kâmetinden ayrı zahirdür kıyâmet gönlüme<br />

Va’de-i vaslında virsün istimâlet gönlüme<br />

Sen özün tâ itmeyince bir iânet gönlüme<br />

Çoh yeter ağyârdan cevr-i ihânet gönlüme<br />

Afitâb-ı şevkin artırmış harâret gönlüme<br />

Sâye-i serv-i kad-i Tûbâ-misâlin isterem”<br />

467<br />

Doğu Gürcistan hükümdarı Iraklı’ nın Kazaklar üzerine<br />

hücum etmesi sebebiyle şairimiz Karabağ hanlığna sığınır. On<br />

yıl Karabağ Terterbasar’da yaşar.<br />

Daha sonra Şusa şehrine geçer. Bir süre sonra Karabağlıların<br />

gönlünde hak ettiği yeri alır. İlmi, saygınlığı ile sevilir, sayılır<br />

ve “Eşik Ağalığı” görevini yürütür.<br />

Nadir şah’ın ölümünden sonra, sürgündeki aşiretler Penahlı<br />

Ali Bey’in önderliğinde birleşirler. Penahlıdan sonra, idareyi<br />

İbrahim Halil han alır. Ve sarayına şairleri, bilginleri toplar.


Mustafa CEYLAN<br />

Bir süre sonra da, Halil Han’ın yeğeni Batman kılıç Mehmet<br />

bey idareyi ele alır ve amcası Halil Han’ın yeniden idareyi<br />

ele geçirmemesi için onun taraftarlarını teker teker yok etmeye<br />

başlar. Vakıf’da onlardan birisidir. Öldürülür…<br />

468


Öldürülen 101 Şair<br />

İÇİNDEKİLER<br />

Ön Söz 5<br />

Öldürülan Şairler Üzerine araştırma 7<br />

A-Boğularak Öldürülen Şairler<br />

1-Nef’i 8<br />

2-Şehzade Korkut 18<br />

3-Şehzade Mustafa 24<br />

4-Sarı Memi 31<br />

5-Genç Osman 34<br />

6-III. Selim 41<br />

7-Halet Efendi 47<br />

8-Ahizade Hüseyin 49<br />

469<br />

B-Zehirlenerek öldürülen Şairler<br />

1-Aşık Şenlik 53<br />

2-Cem Sultan 80<br />

3-Piri Mehmet Paşa 88<br />

4-Sa’yi 95<br />

5-Taib 98<br />

6-Şakir 101<br />

7-Sürurî 103<br />

8-Aşık Ferki 109


Mustafa CEYLAN<br />

C-Yakılarak Öldürülen Şairler<br />

1-Nesimi Çimen 111<br />

2-Metin Altıok 121<br />

3-Behçet Aysan 127<br />

4-Uğur Kaynar 132<br />

5-Halim Efendi 141<br />

6-Macuncuzade 143<br />

470<br />

D-İdam edilerek Öldürülen Şairler<br />

1-Kadı Burhanettin 147<br />

2-Pirsultan Abdal 159<br />

3-Figânî 175<br />

4-Hayatî 182<br />

5-Kemal Ümmî 187<br />

6-Sarı Lütfi 202<br />

7-Halimi 209<br />

8-Bahir 211<br />

9-İzzet Bey 213<br />

10-Talip 215<br />

11-Antepli Nuri Paşa 217<br />

E-Kurşunlanarak Öldürülen Şairler<br />

1-İsmail Gerçeksöz 219<br />

2-Kemal Fedai Coşkuner 224<br />

3-Sabahattin Ali 234<br />

4-Şevkî 242<br />

5-Esat 244<br />

6-Hamidî 247


7-Ramiz Paşa 249<br />

8-Ferrî 251<br />

9-Şemimî 253<br />

10-M.Subhi Çelebi 255<br />

Öldürülen 101 Şair<br />

F-Yolu Kesilerek veya Eşkiyalar Tarafından Öldürülen<br />

Şairler<br />

1-Hamidli Şaban 258<br />

2-Nikabî 262<br />

3-Bahrî 266<br />

4-Duhanî 271<br />

5-Ümnî 276<br />

6-Bülendî 278<br />

7-Müştak Baba 279<br />

471<br />

G-Savaşta Şehid Düşenler veya Savaşta Öldürülen Şairler<br />

1-Kağızmanlı Hıfzı 285<br />

2-Durak 291<br />

3-Şükrü 292<br />

4-Mehmet Rıfat Bey 293<br />

5-Vuslatî 295<br />

6-Misalî 298<br />

7-Gavrî 306<br />

8-Germiyanlı Cenanî 310<br />

9-Sultan Ahmed 313<br />

10-Bezmî 319<br />

11-Abî 321


Mustafa CEYLAN<br />

12-Haylî 323<br />

13-Pervanezade Hüseyin Çelebi 326<br />

14-Derviş Paşa 328<br />

15-Fedayî 330<br />

16-Saadet Giray 333<br />

472<br />

H-Hakkında Ferman Yayınlanarak Padişahlar Tarafından<br />

Öldürülen Şairler<br />

1-Cafer Çelebi 339<br />

2-Pertev Paşa 347<br />

3-Aklî 350<br />

4-Râîf 352<br />

5-Ratip 354<br />

6-Tayyar Paşa 356<br />

7-Şeyhülislam Mesud 358<br />

8-Mantıkî 359<br />

9-Koroğlu 362<br />

10-Cihanî 369<br />

11-Nihanî 373<br />

12-Şehzade Bayezid 378<br />

13-Adnî(Mahmud Paşa) 383<br />

14-Arslan Paşa 390<br />

I-Hakkında Fetva Verilerek Öldürülen Şairler<br />

1-İsmail Maşukî 393<br />

2-Vecdî 399<br />

3-Ruhî 401<br />

4-Aşkî 403


Öldürülen 101 Şair<br />

İ-Bıçaklanarak Öldürülen Şairler<br />

1-Refîa 406<br />

2-Tatar Lütfi 408<br />

J-Kadın Yüzünden veya Kadın tarafından Öldürülen<br />

Şairler<br />

1-Helâkî 410<br />

2-Yusuf-i Sanî 414<br />

K-Yeniçeriler Tarafından Öldürülen Şairler<br />

1-Nişancı Mehmed Paşa 418<br />

2-Tahsin Efendi 423<br />

3-Hafız Ahmed Paşa 425<br />

473<br />

L-Derisi Yüzülerek Öldürülen Şair<br />

1-Nesimî 431<br />

M-Linç Edilerek öldürülen Şair<br />

1-Ali Kemal 440<br />

N-Oruç yediği İçin Öldürülen Şair<br />

1-Kul Şükrü 446<br />

O-Dostluk uğruna Deniz Atılarak öldürülen Şair<br />

1-Sadi 448


Mustafa CEYLAN<br />

Ö-Hengâme-Kargaşada Öldürülen Şair<br />

1-Selman 454<br />

P-Valilik Görevinden Dolayı öldürülen Şair<br />

1Gazi 458<br />

R-Sır Kâtibi Oldukları İçin Öldürülen Şair<br />

1-Nısfet 460<br />

2-Fennî 462<br />

474<br />

S-Görüşmelerde Bağırıp Çağırdığı İçin Öldürülen Şair<br />

1-Vedadî 464<br />

Ş-Diğer sebeplerle Öldürülen Şairler<br />

1-Vâkıf 466<br />

Bibliyografi 475


Öldürülen 101 Şair<br />

BİBLİYOĞRAFYA<br />

1) Cemil Çiftçi, Maktul Şairler, Kitabevi yayını. Bayrak<br />

mat., İst. 1997<br />

2) Hayati Baki, Şiirin Kesik Damarları 1-2, promete yayını<br />

Ank. 1994<br />

3) Cahit Öztelli, Bektaşi Gülleri, Özgün Yayın Dağıtım, 2.<br />

baskı, İst. 1985<br />

4) Ahmet Özdemir, Pir Sultan Abdal, Sivas Platformu Yayını,<br />

İst. 2010<br />

5) Hilmi Yücebaş, Hiciv Edebiyatı Antolojisi, Dizerkanca<br />

Mat., İst. 1955<br />

475<br />

6) Hüseyin Ayan, Nesîmî, Türk Dil Kurumu yayını, Ank.<br />

2002<br />

7) Mehmet Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar,<br />

İst. 1918<br />

8) Sadık Albayrak, Son Devie Osmanlı Uleması I-V, İst.<br />

1980 - 1981<br />

9) Vehbi Cen Aşkun, Sivas Şairleri, Sivas 1948<br />

10) Rıdvan Canım, Edirne Şairleri, Akçağ Yay., Ank. 1995<br />

11) Muharrem Ergin, Kadı Burhanettin Divanı, İ.Ü.Ed.<br />

Fak.yay., İst. 1980


Mustafa CEYLAN<br />

12) Evliya Çelebi, Seyahatname I -X, İst. 1938<br />

13) Orhan Şaik Gökyay, Molla Lütfi, Kültür Bakanlığı<br />

Yay., Ank. 1987<br />

14) Mustafa İsen, Latîfî Tezkiresi, Kültür Bakanlığı yay.,<br />

Ank. 1990<br />

15) Alpay Kabacalı, Türkiye’de Siyasal Cinayetler, Altın<br />

Kitaplar Yay., İst. 1993<br />

16) Ahmet Kabaklı,Türk Edebiyatı I -II, Türk Edebiyatı<br />

Vakfı yay., İst. 1978<br />

476<br />

17) Abdülkadir Karahan, Nef’i Divanından Seçmeler, Kültür<br />

Bak. Yay, Ank. 1985<br />

18) Necip Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları,<br />

İst. 1970<br />

19) Vasfi Mahir Kocatürk, Tekke şiiri Antolojisi, 2. Baskı,<br />

Ank. 1968<br />

20) Agâh Sırrı Levend,Türk Edebiyatı Tarihi I-II.<br />

Baskı,Türk Trih Kurumu Yay. Ank. 1988<br />

21) Nimetullah Hafız, Aşık Fevki ve Destanları, Türk Folklor<br />

K. Ank. 1976<br />

22) Saim Sakaoğlu, Türk Saz Şiiri, Türk Dili Dergisi<br />

Sayı:445-450, Ank. 1989<br />

23) Rüştü Şardağ, Şair Sultanlar, Ank. 1982


Öldürülen 101 Şair<br />

24) İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi I-IV,<br />

Ank.1988<br />

25) İsmail Yakıt, Türk İslam Kültüründe Ebced Hesabı ve<br />

Tarih Düşürme, Ötüken Yay. İst. 1992<br />

26) Hayrettin İvgin - Mehmet Yardımcı, Zileli Fedâî,<br />

Ank.1983<br />

27) Rıza Zelyut, Osmanlıda Karşı düşünce ve İdam Edilenler,<br />

Alan Yay. 1986<br />

28) Mustafa Nihat Özön, Son asır Türk Edebiyatı Tarihi,<br />

Milli Eğ. Basımevi, İst. 1945<br />

29) İsmail Habib, Avrupa Edebiyatı ve Biz, Güven Basımevi,<br />

İst. 1941<br />

477<br />

30) Fehmi Kuyumcu, Evliyanın Dilinden, Nur Yay.,<br />

Ank.1989<br />

31) Fuat Bayramoğlu, Hacı Bayram-ı Velî, I,II,III, Türk Tarih<br />

Kurumu Yay. Ank. 1989<br />

32) Mehmet Şimşek, Dedekorkut ve Ahmet Yasevi’den<br />

Günümüze Ünlü Alevi Ozanlar, Can Yay. İşt. 1995<br />

33) M. ÇağlayanUluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları,<br />

Türk Tarih Kur. Ank. 2001<br />

34) Türk Dili Dergisi, Özel Sayı II, Divan şiiri, Ank. 1986<br />

35) Ali Nihat Tarlan, Şiir Mecmualarında XVI ve XVII<br />

Asır Divan Şiiri, 3. Fasikül, İst 1948


Mustafa CEYLAN<br />

36) Şükran Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü, 5. baskı,<br />

İnkilap Kitabevi, İst.1989<br />

37) İslam Ansiklopedisi I-XV, İst. 1986<br />

38) Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, I-III, İst. 1333-42<br />

478


Öldürülen 101 Şair<br />

479


480<br />

Mustafa CEYLAN

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!