Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
ÖLDÜRÜLEN 101 ŞAİR<br />
Araştırma - İnceleme<br />
Mustafa CEYLAN<br />
Gelişim Sanat
1. Baskı / Şubat 2013<br />
Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık: Gelişim Sanat Kültür Merkezi<br />
Haşim İşcan Mahallesi 1304 sk. No.34 Antalya // 0 242 247 66 58<br />
Baskı ve Cilt: Sözkesen Matbacılık İvedik Organize Sanayi 1518<br />
Sokak Matbaacılar İş Merkezi No: 2/40 ANKARA<br />
ISBN: 978-975-96050-6-3<br />
*5846 sayılı yasaya göre eserin tüm yayın hakları yazara aittir.<br />
Haberleşme :<br />
0535 622 43 16<br />
ceylanmustafa_07@hotmail.com<br />
Gülce Edebiyat Akımı<br />
2012 Projelerinden<br />
Baskı :1
ÖLDÜRÜLEN 101 ŞAİR<br />
Araştırma -İnceleme<br />
Mustafa CEYLAN<br />
Gelişim Sanat
4<br />
Mustafa CEYLAN
Öldürülen 101 Şair<br />
ÖNSÖZ<br />
“Yeniçağın yeni edebiyat akımı GÜLCE” nin 2012 yılı<br />
projelerinden olan “Öldürülen Şairler”, Türk edebiyatı<br />
için önemli bir çalışmadır. Sahasında büyük bir boşluğu<br />
dolduracağına inandığımız bu eser, bıkmadan-usanmadan<br />
çalışan “Gülce Edebiyat Akımı”nın kurucularından araştırmacı<br />
şair-yazar Mustafa CEYLAN’ın çalışmaları sonucunda<br />
ortaya çıkmıştır.<br />
“Gülce Edebiyat Akımı” projelerinden önce “Türk Dünyası<br />
Efsâneleri” ni başarıyla tamamlayan araştırmacı şairyazar<br />
Mustafa Ceylan, ayrıca, “Divan-ı Lügâti’t Türk” de<br />
bulunan efsâneler ve menkıbeleri şiirleştirmiştir. Ceylan’ın<br />
“Öldürülen 101 Şair” den sonra hangi çalışmayla karşımıza<br />
çıkacağı merak konusu.<br />
Bu çalışmada, öldürülen 101 şairin kısa biyografik tanıtımlarından<br />
sonra, şiirlerinden örnekler verilmiş, bilâhare,<br />
şairin öldürülüş sebebi etraflıca ele alınarak, yazar tarafından<br />
günümüze ve geleceğe göndermeler yapılmış. Ardından,<br />
konuya “Gülce Edebiyat Şiir Türleri” ile şiirin<br />
efsunkâr çiğdem kokusu sürülmeye çalışılmıştır.<br />
Gülce’nin ve Ceylan’ın diğer çalışmalarında buluşmak<br />
umudu ile…<br />
5<br />
Gelişim Sanat
Mustafa CEYLAN<br />
6<br />
“Eşime, evlâtlarıma, torunlarıma<br />
Ve<br />
Yeniçağın yeni edebiyat akımı Gülce’nin mimarlarına”
Öldürülen 101 Şair<br />
ÖLDÜRÜLEN 101 ŞAİR ÜZERİNE BİR ANALİZ<br />
Türk Edebiyatında haklarında bilgi bulabildiğim 101 Şair<br />
üzerine detaylı bir çalışma yapmış ve bunu edebiyat dünyasında<br />
paylaşmıştım.<br />
Tespitlerimize göre;<br />
7<br />
XIV. Yüzyılda 3 Şair<br />
XV. Yüzyılda 15 Şair<br />
XVI. Yüzyılda 29 Şair<br />
XVII. Yüzyılda 26 şair<br />
XVIII. Yüzyılda 26 şair<br />
XIX. Yüzyılda 16 şair<br />
XX. Yüzyılda 22 şair olmak üzere toplam 137 şairimiz çeşitli<br />
sebeplerle öldürülmüştür.<br />
Çalışmamızda bu şairlerimizden, hakkında kaynak bulabildiğim<br />
101 şairi ele aldık.
Mustafa CEYLAN<br />
A-Boğularak Öldürülen Şairler<br />
(1): NEF’Î<br />
İşte boğularak öldürülen şairlerimizden birisi: Nef’î...<br />
Nef’î, 17. yüzyıl Osmanlı şairlerinden. Divan Edebiyatı<br />
şiir türlerinden olan Kaside’nin piri sayılır. Kendi zamanında<br />
ve kendinden sonraki yüzyıllarda kaside yazan bütün şairlere<br />
etki etmiştir. Divan Edebiyatımızın Fuzulî, Bâkî, Nedim, Şeyh<br />
Galip diye devam eden altın zincirinin, önemli bir halkasıdır.<br />
8<br />
Ölümüne kadar Osmanlı Sarayına ve bilhassa Padişahlık<br />
makamına da yakın yaşamış olan şair, 4 ayrı padişah döneminde<br />
hayatını sürdürmüş ki bunlar Bahtî mahlaslı 1. Ahmet,<br />
Farisî mahlaslı 2. Osman ve Muradî mahlaslı 4. Murat’tı ve<br />
şair padişahlardı… Bu üç şair padişah döneminden başka,<br />
hakkında ve dönemine ait hiçbir şiir kaleme almadığı 1. Mustafa<br />
dönemi de O’nun yaşadığı dönemleri kapsar.<br />
Övgülere ve hediyelere gark edildiği, edebî şöhretinin en<br />
yüksek derecesine ulaştığı devir 4. Murad dönemidir. Fakat<br />
taşlamacı dili sebebiyle, sürgün yediği, kıyıma uğradığı, azledildiği,<br />
musibete ve eziyete uğradığı devir de gene 4.Murad<br />
dönemidir. Padişahtan övgü üstüne övgü aldığı bir zaman diliminde,<br />
günlerden bir gün aynı Padişah’a bundan böyle kimseye<br />
hicviye yazmayacağına söz vermek durumunda kalmıştır.<br />
Evet, Osmanlı padişahı 4.Murad, kendisi de ‘şiir’le uğraştığı<br />
için şairleri, bilginleri ve sanatkârları koruyan zeki bir padişahtır.<br />
Nef’i’nin kasidelerini ve Sihamı Kazasındaki hicviyelerini<br />
beğeniyordu. Edebiyat tarihinde şair bir padişahtan<br />
şiirle övgüler alan yegâne şairdir diyebiliriz. Padişah’ın övgüsü<br />
şöyle:
Öldürülen 101 Şair<br />
“Gelin insaf idelüm, fark idelüm mikdârı<br />
Şairüz biz de diyü laf ü güzâfı koyalum.<br />
İdelüm bî-meze söz söylemeden istiğfâr<br />
Dâmen-i Nef’î-i pâkize edayı tutalum.<br />
Biz kelâm nâkiliyüz nerde o sahib-i güftâr?<br />
Ona teslim idelüm emrine münkâd olalum.”<br />
1572 yılında Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğdu. Asıl<br />
adı Ömer... Erzurum, âşıklar ve ozanlar diyarı olan bir Anadolu<br />
şehridir. Bundan dolayı devrin kaynakları Nef’i’den<br />
“Erzenü’r-Rumî” diye söz ederler. Dedesi Mirzâ Ali Paşa’dır.<br />
Babası Kars-Micingird sancak beylerinden Sipahi Mehmed<br />
Bey’dir.<br />
Küçük yaşlardan itibaren güçlü bir eğitim gören şair, ilköğrenimini<br />
Hasankale’de yapmış, sonra Erzurum’a gelerek öğrenimini<br />
devam ettirmiştir. Arapça ve Farsça öğrenmiş, genç<br />
yaşında şiir yazmaya da başlamıştır. İlk mahlası, zararlı anlamına<br />
gelen ( “Zararî “)”Darrî”. O tarihlerde Erzurum defterdarı<br />
olan Gelibolulu Müverrih Ali, şairin şiirlerini görmüş,<br />
beğenmiş ve bu genç şaire, zararlı-Zararî mahlasının aksine<br />
Nef’i “nafi, yararlı” mahlasını vermiştir.<br />
Padişah 1. Ahmet zamanında İstanbul’a geldi ve orada tam<br />
30 yıl, öldürüldüğü ana kadar yaşadı. Saraya yakınlığı şairin<br />
devlet kapısında iş bulmasını sağlamış ve farklı memurluklarda<br />
görev yapmıştır. Saray ve Padişah tarafından çok beğenilen<br />
şair, o dönemde yaşayan şairler; Kaf-zâde, Fâizî, Nev’i-zâde,<br />
Hâtâyî, Gâni-zâde, Nadirî, Veysî ve Riyâzî gibi çoğu yüksek<br />
mevkilerde bulunan devrinin şairleri tarafından hiç sevilmiyordu.<br />
Çünkü şiirlerinin fahriyelerinde kendisini zirvede, ulaşılmaz,<br />
rakipsiz, tek olarak övüyor ve kendisini ulaşılmaz bir<br />
dehası olan söz sultanı olarak görüyor, rakiplerini de aşağılı-<br />
9
Mustafa CEYLAN<br />
yordu. Sadece şairler değil, dönemin diğer idarecileri, âlimleri<br />
bile Nef’î nin kırbaç gibi şaklayan korkusuz dilinden çekinmişler<br />
ve o yüzden de onu hiçbir şekilde sevmemişlerdir. Hayatta<br />
iken, şairlik yönü, şiirleri takdir edilmiş, şöhrete ulaşmış,<br />
ancak sivri dili ve hicviyeci kalemi sebebiyle etrafına kendisine<br />
düşman bir çember yerleştirmiştir.<br />
Hicviye öyle bir taş yığınıdır ki, kendisini kaleme alan şairinin<br />
bile kafasında patlar. Hiciv şairi olmak ayrı bir maharet<br />
ve ayrı bir yürek sahibi olmayı gerektirir. Dili ve edebî sanatları<br />
muhteşem bir şekilde kullanmasını bilmeyen hicviyeci,<br />
kendi attığı taş altında kendisi kalabilir. Öldürülen şairler ve<br />
ozanların geneline bakacak olursanız, hepsinin de dil ve edebî<br />
sanatlarda çok ileri derecede usta olduklarını göreceksiniz.<br />
10<br />
Nef’î yazdığı hicivlerle dönemin birçok isminin nefretini<br />
ve öfkesini üstüne çekti. Dönemin müftüsü Nef’i yi öven, ancak<br />
içerisinde Nef’i ye kâfir diyen bir beyit söylemiştir.<br />
“Şimdi hayli sühanveran içre,<br />
Nef’i mâ’nendi var mı bir şair,<br />
Sözleri Seb’a-i Muallakadır,<br />
İmre-ül Kays kendidür kâfir.”<br />
Nef’i de buna karşılık olarak;<br />
“Müftü efendi bize kâfir demiş<br />
Tutalım ben O’na diyem müselman<br />
Lâkin varıldıktan ruz-ı mahşere<br />
İkimiz de çıkarız orda yalan” diyerek seslenmiştir.<br />
Yine bir başka dörtlüğünde kendisine kelp (köpek) diyen<br />
Tahir Efendi’ye karşılık verir;
Öldürülen 101 Şair<br />
Der ki:<br />
“Tahir Efendi bana kelp demiş<br />
İltifadı bu sözde zahirdir<br />
Maliki mezhebim benim zira<br />
İtikadımca kelp tahirdir”<br />
Yine de uzunca bir süre Padişah IV. Murat tarafından korundu,<br />
daha sonraları Padişah kendisinden hiciv yazmamasını<br />
istedi. Padişah’a bu konuda söz verse de, kalemini durduramayıp<br />
Vezir Bayram Paşa hakkında bir hicviye kaleme aldı. Çarşıda,<br />
pazarda halk arasında bu hicviye dilden dile dolaşmaya<br />
başlayınca Vezir Bayram Paşa, itibarının zedelendiğini<br />
Padişah’a ileterek şairin katli için yalvararak izin istemiştir.<br />
Padişah, hiciv yazmayacağına dair söz vermesine rağmen sözünde<br />
duramayan şairin katli için Vezirine izin vermiştir.<br />
Nef’î, 1635 yılında, Çavuşbaşı Boynu Eğri tarafından 26<br />
Ocak 1635 tarihinde, hicivci dili sebebiyle, sarayın odunluğunda<br />
kementle boğularak öldürüldü. Cesedi İstanbul<br />
Boğazı’ndan denize atıldı. Kimi tarihçiler O’nun ölümüne sebep<br />
olan hicviyesini vezir Bayram Paşa’ya değil de, adeta<br />
dostu olan Padişah’a yazdığını ve o yüzden öldürüldüğünü not<br />
düşerler.<br />
Edebiyat araştırmacılarının tespitine göre Türkçe divanında:<br />
2 adet naat, 1 adet Mevlâna’yı öven Kaside, 60 adet ayrı<br />
devlet büyüğü için kaleme alınmış kaside, terkib-i bend tarzı<br />
bir sâkinâme, 2 adet müseddes, 4. Murad’ı öven kısa bir mesnevi,<br />
4. Murad’ın ok atışı, Kandilli’de yaptırılan kasır ve<br />
Padişah’ın yaptırdığı bir çeşme için düşürülen tarih kıtaları,<br />
Canıbek Girây, Tabibâz, Esat Efendi, Yahya Efendi, İsmail<br />
Ağa, Musa Çelebi ve kendini anlatan fahriye kıtalar, 143 gazel,<br />
2 Genç Osman kıtası, 1 adet Halil Paşa’ya rübai, 13 matla,<br />
5 rübai bulunmaktadır.<br />
11
Mustafa CEYLAN<br />
Nef’î, Siham-ı Kaza isimli eserinde:<br />
Kıt’a ve terkibi bend ile önce babasından başlayarak Gürcü<br />
Mehmet Paşa, Kemankeş Ali Paşa, Ekmekçizâde Ahmet Paşa,<br />
Veysî, Nev-i zâde Atâyî, Kafzâde, Faizî’, Urus-zâde, Baki<br />
Paşa, Fırsatî, Bahşî, Mantıkî, Gani-zâde. Nadirî, Riyazî, Azmizâde<br />
Haletî, Halil paşa gibi pek çok kişiyi hicvetmiştir.<br />
Naima’nın tarihinden:<br />
12<br />
Bir gün padişah Nef’i’nin “Sihamı Kaza” adlı hiciv mecmuasını<br />
okurken fırtına çıkmış ve sarayın civarına bir yıldırım<br />
düşmüş. Bunu uğursuz sayan Sultan, mecmuayı yırtıp attıktan<br />
sonra Nef’i’ye bundan sonra hiciv söylememesi için emretmiş.<br />
Nef’i güya bu yıldırım hadisesinden sonra padişahın gözünden<br />
düşmüştü. Hattâ onu çekemeyen meslektaşlarından<br />
bir şair bu münasebetle:<br />
“Gökten nazire indi Sihamı Kazasına<br />
Nef’i dilile uğradı Hakk’ın belâsına” beytini söylemiştir.<br />
Kendine güven ve cesaret…<br />
İşte bu ikisi arasından yola çıkar katledilen şairler ve ozanlar.<br />
Nef’î de aynı noktadan yola çıkmıştır. Padişah’a yakınlığı<br />
dahi, padişah fermanı ve özel ricası bile onun kalemini susturmaya<br />
yetmemiştir. Vezin ve kafiyeye hâkim olan şair,<br />
Farsça’dan kullanılmamış yeni kelimelerle, temiz ve sağlam<br />
bir Türkçe ile lirik bir şiir dokusu ortaya koymaya çalışmıştır.<br />
Şiirde anlam ve anlaşılır olmak şairin değişmez ilkesi olmuş,<br />
teşbih, telmih, istihare ve mübalâğa’dan azami derecede istifade<br />
etmiştir. Kasidelerde, medhiyeye giriş kısımlarında aliterasyonlardan<br />
faydalanmıştır. Kasidelerin nesib kısımlarında<br />
da baharın güzelliğini, bayram sabahlarının sevincini, at sevgisini,<br />
aşk ve şarap zevkini, savaş tasvirlerini, Boğaz’daki ka-
Öldürülen 101 Şair<br />
sırların güzelliklerini dile getirmiştir. Kasidelerinde anlatılarını<br />
tek beyitte tamamlamamış, anlatısını diğer beyitlere de<br />
taşımıştır. Överken dövme taktiğini en iyi kullanan şairlerimizdendir.<br />
Söylemlerinde günceli yakalamış, günlük olayları<br />
ustalıkla işlemiştir.<br />
Gazellerinde ise, mübalâğa yerine, aşikâne ve tasavvufî derinlikli<br />
ince ve zarif bir söylem tercih etmiştir. Sebk-i Hindi<br />
tesiriyle zincirleme Farsça terkipler kullanmasına rağmen<br />
söylemlerinde açık ve anlaşılır bir ifade görülmektedir.<br />
Baki gibi ilmiye sınıfından değil, kâtipler zümresindendi.<br />
Memuriyette yüksek makamlar görmemişti. Hicivleri yüzünden<br />
ara sıra azledilmiş, sonra tekrar göreve dönmüştü. Bir seferinde<br />
Edirne ye sürülmüş, tekrar İstanbul’a vergi memuru<br />
(Cizre) olarak dönmüştür.<br />
13<br />
Şiir böyledir işte.<br />
Ne makam dinler, ne zaman…<br />
Girdiğinde insan yüreğinde, çeldiğinde akıl denen ışığın<br />
yönünü gönül dehlizlerine, mantığı bile yok eder. Sarar, sarmalar<br />
ruhuna şairini ve paramparça eder, duman eder, yedi kat<br />
göğe çıkarır veya yedi kat yerin dibine sokar. Kelâm marka<br />
silahıyla atomdan ağır kurşunlar sıkar, sıktırır şiir. Yakar, yıkar;<br />
ya yüreğe şekil verir ya yüreğin şeklini alır.<br />
Hele ki hicviyeci–taşlamacı bir şairin tuttuğunda iki yakasından,<br />
şairin vah ki haline…<br />
Pervasız, hırçın, atak, mağrur, cesur ve mücadeleci bir çizgide<br />
yürütür şairi… İdam sehpasına, kılıca, ölüme kadar sürükler…<br />
Zalim- acımasız ve despot idarelerin vezirleri var<br />
oldukça, şiirin Nef’îleri de hep var olacaklardır.
Mustafa CEYLAN<br />
Tevfik Fikret Nef’i için;<br />
Öyle bir nehr-i muazzam gibi cuş etmişsin,<br />
Fakat eyvah! Çorak yerde akıp gitmişsin.<br />
Sana bir başka zemin, başka zaman lâzımdı,<br />
Sana bir âlem-i lâhut, nişan lâzımdı. Demiştir.<br />
Nef’i bugün Türk Sanat müziği olarak okunan bir şiirinde<br />
diyor ki:<br />
14<br />
Tûtî-i mu’cize-gûyem ne desem lâf değil<br />
Çerh ile söyleşemem âyînesi sâf değil.<br />
Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana<br />
Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil.<br />
Yine endîşe bilir kadr-i dürr-i güftârım<br />
Rüzigâr ise denî dehr ise sarrâf değil.<br />
Girdi miftâh-ı der-i genc-i ma’ânî elime<br />
Âleme bezl-i güher eylesem itlâf değil.<br />
Levh-i mahfûz-ı suhandir dil-i pâk-i Nef’î<br />
Tâb’-ı yârân gibi dükkânçe-i sahhâf değil.
Öldürülen 101 Şair<br />
Ve Nef’î’ den bir gazel okuyalım:<br />
Gazel<br />
Ağyâre nigâh etmediğin nâz sanırdım<br />
Çok lutf imiş ol âşıka ben az sanırdım<br />
Gamzen dili rüsvâ-yı cihân eyledi<br />
Billâh ben ol âfeti hem-râz sanırdım<br />
Seyr eylemesem âyînede aks-i cemâlin<br />
Hüsn ile seni meh gibi mümtâz sanırdım<br />
Ma’mûr idügin bilmez idim böyle harâbât<br />
Mestâneleri hâne-ber-endâz sanırdım<br />
Sihr etdiğini senden işitdim yine Nef’î<br />
Yoksa sözünü hep senin i’câz sanırdım.<br />
15
Mustafa CEYLAN<br />
SON SÖZ:<br />
EY NEF’Î (Gülce-Üçgen)<br />
Yerle yeksan hak, hukuk ve adalet<br />
Emrindeymiş bölücünün her alet<br />
Ne kadar ararsan ara, nihayet<br />
Bulamazdın haysiyeti, şerefi<br />
Yaşasaydın bu devirde ey Nef’î!<br />
16<br />
Çözülürdü hile, üç beş arşında<br />
Kelam, kurşundan ağırdı çarşında<br />
Korkusundan titrer idi karşında<br />
Duramazdı yolsuzluğun son şefi.<br />
Yaşasaydın bu devirde ey Nef’î<br />
Nice Bayram Paşa var ki mühür var ellerinde<br />
Gemicikler geçiyor boğazın seherinde<br />
Dağlarım kor ateş, şehirlerimde yangın..<br />
Açılım diye diye tümden açıldık<br />
Kırk parçaya bölündük de saçıldık,<br />
Korkusuzlar şairi sen, nerdesin?<br />
Yankılansın bize doğru sesin<br />
İstanbul Boğazı’ mı nere?<br />
De bilelim son adresin?
Öldürülen 101 Şair<br />
Eğri, doğru birbiriyle karışık<br />
Sermayeyle esrarkeşler barışık<br />
Zindan rahat, caddeler hep sıkışık<br />
Görür idin Silivri’de gergefi<br />
Yaşasaydın bu devirde ey Nef’î<br />
Nice Bayram paşa var ki, ellerinde mühürler<br />
Bu millete dudak büker, eser, yağar, gürler<br />
Çık gel göğsünden Divan Edebiyatının<br />
Acılaştı şarkı, zehroldu türküler…<br />
Korkusuzlar şairi sen, nerdesin?<br />
Yankılansın bize doğru sesin<br />
Halâ Dördüncü Murat mıdır,<br />
De bilelim son adresin?<br />
17<br />
Planları işliyor inceden ince<br />
Saplanır sırtıma kanlı bir pençe<br />
Bölünürken aziz vatan haince<br />
Şerefsizler çalardı yorgun tefi<br />
Yaşasaydın bu devirde ey Nef’î!<br />
Mustafa CEYLAN
Mustafa CEYLAN<br />
( 2 ): ŞEHZADE KORKUD (Harîmî)<br />
“Kondu dil milkine aşkın ey peri cânum gibi<br />
Otur up tahtına hükm itdi Süleymânum gibi<br />
Bağlarum başına gamzen şöyle neşter urdu kim<br />
Ayn-ı çeşmümden bu dem hûnâb akar kanum gibi<br />
Aşkının derdine dil ol hadde mûnîs oldu kim<br />
Almak içün cân virür derdini dermânum gibi<br />
18<br />
Gönlünü târâca virür bu Harîmî’ nin şehâ<br />
Dağıtan aklını ol zülf-i perîşânum gibi”<br />
Şehzdade Korkud, boğularak öldürülen şairlerimizdendir.<br />
Harîmî mahlasıyla şiirler yazan şairin eserleri şunlardır:<br />
1- Türkçe Divan: Çeşitli araştırma ve bitirme tezlerine<br />
konu olan Divanında 52 gazel, 1 Arapça manzume, Türkçe de<br />
2 beyit bulunmaktadır. Eser, Millet Kütüphanesi’ndedir.<br />
2- Kitabü’l Harîmî: Ayasofya Kütüphanesinde bulunan<br />
eser “Kitap fi’t-Tasavvuf” adıyla kayıtlıdır.<br />
3- Hâfızu’l-İnsan an Lafzı’l-İman veya Şerh-i Elfaz-ı<br />
Küfr: Bu eser de Ayasofya Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.<br />
Bir sureti de Millet Kütüphanesi’ndedir.<br />
4- Fetevâ-yı Korkûdiyye: Bu eser henüz gün ışığına çıkmamıştır.<br />
Kâtip Çelebi ve Sehi Bey bu eserden bahsetmişlerse<br />
de eser, bulunamamıştır.
Öldürülen 101 Şair<br />
5- Vesîletü’l-Ahbâb: Ayasofya Kütüphanesi’nde bulunan<br />
bu eser, yedi bölümden meydana gelmiş ve Arapça’dır.<br />
Mısır’da kaleme alınmıştır, ahlâki konuları içermektedir.<br />
6- Hallü Eşkâli’l-Efkâr fi Halli Emvâli’l-Küffar: Arapça<br />
yazılmış, ganimet paylaşımına dair bir fıkıh eseridir ve Ayasofya<br />
Kütüphanesi’ndedir.<br />
Akının deryâsının çün düşmüşem girdâbına<br />
Vaktidir bu teşne-dil ire visâlin âbına<br />
Komadı nâlem rübâbı râhat-ı cân bir nefes<br />
Her yana devrân ider dönüp yaşım seylâbına<br />
Saltanat deyrine âlemde revân ola mı şol<br />
Dil ki bir rek’at namâz ide kaşın mihrâbına<br />
19<br />
Göz ki ol nûr-ı tecelline nazar kılup senün<br />
İltifât ide cihâna gark ola ko hâbına<br />
Bu Harîmî cânına cevrîn bıçağı kâr ide<br />
Nefsini teslîm kıldı aşkınun kassâbına.<br />
Hattat, musikinaş, şair ve bilgin… “Gıday-ı Ruh” isimli bir<br />
sazın mucididir. Bestelerinden bazıları günümüze kadar gelmiştir.<br />
Türkçe’nin dışında Farsça ve Arapça’da bilen şair,<br />
Ebu’l Hayr Mehmed Korkud adıyla anılmıştır.<br />
Osmanlı şehzadelerinin saltanat mücadeleleri tarihin önemli<br />
olaylarından sayılır. İktidardakiler yönettiklerinin düşüncelerini<br />
öğrenebilmek için, inanılmaz bir şekilde taktikler kullanmışlardır<br />
ki gücü elinde bulunduran ötekini hep öldürmüştür.
Mustafa CEYLAN<br />
20<br />
İkinci Bayezid’in Amasya Valisi olduğu günlerde Dünyaya<br />
gelen Korkud, Amasya’da iken hat sanatını, din ilimlerini ve<br />
musikiyi ustalardan öğrenmiş ve kendisini yetiştirmiştir. İkinci<br />
Bayezid’in cülusundan sonra önce Amasya’ya, sonra<br />
Saruhan(Manisa)ya Vali olarak atanır. Bir süre sonra da Antalya<br />
(Teke) sancağına nakli çıkar. Teke sancağına çıkan bu tayinden<br />
Şehzade Korkud memnun değildir. Çünkü İstanbul’dan<br />
uzaklaşmış, uzaklaştırılmıştır. Babası ve amcası Cem arasında<br />
geçen taht mücadelesini çok iyi bilen Şehzade Korkud, amcasına<br />
benzemek istemiyordu. Ancak, babası şehzede Korkud ve<br />
şehzade Selim’e değil de daha çok şehzade Ahmet’e ilgi gösteriyordu.<br />
İstanbul’a yakın olmak, sarayın içinden haberler<br />
almak demekti. Önce Mısır yolculuğuna çıktı. Tahtın I.<br />
Selim’e geçeceğini anlayan bazı kişiler, Korkud’un İstanbul’a<br />
gelmesini istediler. Korkud İstanbul’a geldi ama yeniçerilerin<br />
gönlünün Selim’den yana olduğunu anladı. Yeniçeriler, o’nun<br />
erkek çocuğu yok diye o’na itibar etmiyorlardı.<br />
İkinci Bayezid, Selim lehine tahttan feragat ettiğinde<br />
Korkud’da Manisa sancağına Midilli adasını eklemiş,<br />
İstanbul’da, sarayda bulunmaktaydı. Sultan Selim, iç işlerinde<br />
kendisine karışmayacağına, hattâ masraflarının da saraydan<br />
karşılanacağına dair söz vererek kardeşini Manisa’ya yolcu<br />
etti.<br />
Araya zaman girdiğinde, zamanla beraber kara haberciler,<br />
ayrılıkçılar tüm dedikodularını büyüte büyüte arayı doldurmaya<br />
çalışırlar. İşte Selim ile şehzade Korkud arasına da bu tür<br />
bir kumkuma iklimi girmiş ve acımasız ağını örmekteydi.<br />
Saray, Sultan Selim, yanında bulunan bazı Devlet adamlarına<br />
bizzat kendisi mektup yazdırarak, kardeşinin saltanat ve<br />
taht konusundaki düşüncesini öğrenmeye çalışmıştır. Mektuplarda<br />
İstanbul’a gelmesi ve tahta çıkması için ne gerekiyorsa<br />
yapacaklarını yazıyordu. Bir çeşit kandırmaca, bir çeşit hile<br />
mektuplarıydı…
Öldürülen 101 Şair<br />
Şehzade Korkud’un tahta talip olduğunu anlayan padişah<br />
Sultan Selim, ordusuyla Manisa üstüne yürüdü. Şehzade Korkud<br />
ve nedimi Piyale Bey, Manisa’dan Teke (Antalya)’ya kaçtılar.<br />
Takipden kurtulmak için de kılık değiştirdiler. Yolculuk<br />
sırasında küçük bir mağarada gizlendiler.<br />
Mağarada geçen sıkıntılı günlerin birinde, Piyale bey, yiyecek<br />
temini için bir köylü ile görüştü. Köylüden yardım istedi<br />
ve yanlarında bulunan bir atı da köylüye bu yardımlar karşılığında<br />
hediye etti. Köylünün elinde bulunan bu at, diğer köylüler<br />
tarafından şüphe ve dikkat çekmeye başlamıştı. Durumdan<br />
Teke Sancak Beyi Kazım Bey’e haber iletildi. At sahibi köylü<br />
sorguya alındığında gerçek ortaya çıktı ve şehzade Korkud ve<br />
Piyale Bey yakalandılar. Bunu haber alan Sultan Selim, şehzade<br />
Korkud’un İstanbul’a gelmeden öldürülmesini emretti. Yakalanan<br />
Korkud Bursa’ya getirildi. Bir konuk evine yerleştirildi<br />
ve saygı gösterildi. Günlerden bir gün Piyale Bey’in<br />
bulunmadığı bir anda şehzade Korkud, boğarak öldürüldü.<br />
Tarihler 17 Mart 1513’ü gösteriyordu. Bursa’da Sultan Orhan<br />
Gazi civarına defnedi. Türbedarı da en yakın arkadaşı, sırdaşı,<br />
nedimi Piyale Bey’dir.<br />
21<br />
Tâc ü kabâyı terk idüb uryân olayım bir zaman<br />
Gurbetde seyrân eyleyüb pûyân olayım bir zaman<br />
Çeng ü rebâbın sohbeti mutrib temâm oldı heman<br />
Bezm-i belâda ney gibi nâlân olayım bir zaman<br />
Gâhi düşüp gâhi gülüb gâh ağlayub<br />
Ki kan yutub serhoş olup hayran olayım bir zaman
Mustafa CEYLAN<br />
SON SÖZ:<br />
ÖLDÜREMEZSİN(Gülce-Buluşma)<br />
22<br />
Ey kirli saat, pas tutmuş yelkovan<br />
Ve ey taş yürekli pehlivan<br />
Duy beni, işit beni:<br />
Şairim, şairim dedim ya sana<br />
Gücün yetmez, bilemezsin ozan yüreğimi<br />
Anlamaz, anlayamazsın<br />
Bebeklerin avucundan<br />
Düş uçurtmalarımın iplerini alamazsın<br />
Alamazsın sonsuzluğun türküsünü<br />
Güneşe uzanan bakışlarımın hasret ıslığını<br />
Çalamazsın şiirime hayat veren<br />
Kalemimin ucundan…<br />
“Karadır kaşların ferman yazsa da”<br />
Ben seni yazarım, gülüm ben seni.<br />
Kapkara kaderim ağıt düzse de<br />
Ben seni yazarım ölüm ben seni<br />
Ey kirli saat, kırık akrep<br />
Ve ey güzelliğin katili<br />
Duy beni, işit beni:<br />
Şairim, şairim dedim ya sana
Yok üstümde bir şehzade kaftanı amma<br />
Deli toynaklarım var duyguların harmanında<br />
Ölümün öldüğü, şiirin yaşadığı an bu an<br />
Kafesten uçacak kuştur bilesin bu can,<br />
Bir hicaz bestedir şu dilime dolanan<br />
Notasız, fırtınalı sözdür şiir denen sultan<br />
Tutamazsın…<br />
Söyle de bilelim:<br />
Doruktan en dibe nasıl iner son yılan?<br />
Seninkisi<br />
Heykelin vitrinden konuşmasıdır<br />
Ürkek, yavan…<br />
Öldürülen 101 Şair<br />
“Karadır kaşların ferman yazmıyor”<br />
Üzüm gözlü bağban, bağı bozmuyor<br />
Arılar baharda çiçek gezmiyor<br />
Ben seni yazarım, balım ben seni,<br />
Ben seni yazarım, zalım ben seni.<br />
23<br />
Mustafa CEYLAN
Mustafa CEYLAN<br />
(3): ŞEHZADE MUSTAFA (Muhlisî)<br />
Şair, Cihan İmparatoru Kanuni’ nin oğlu olan Şehzade<br />
Mustafa, Muhlisî mahlası ile şiirler yazardı.<br />
24<br />
28 Ağustos 1553’ de Nahçivan Seferine çıkan Osmanlı Ordusu,<br />
Konya Ereğlisi’nde Aktepe adıyla anılan yere geldiğinde<br />
Şehzade Mustafa’ da babasına yetişir. günlerden Cumadır.<br />
Ezan okunmadan evvel babasının elini öpmek ister. Otağ-ı<br />
hümayuna girdiğinde karşısına yedi dilsiz cellât çıkıverir. Boğuşur<br />
onlarla Şehzade. Babasının bulunduğu bölümün perdesini<br />
aralayacakken saray hademelerinden Azman Mahmut tarafından<br />
yere düşürülür ve boğularak öldürülür. Cenazesi<br />
Bursa’ya gönderilir. II. Murat türbesi yakınına defnedilir.<br />
“Meded meded bu cihânun yıkıldı bir yanı<br />
Ecel celâlîleri aldı Mustafa Hânı.<br />
Tolundı mihr-i cemâli bozuldı divânı<br />
Vebâle koydılar âl ile Âl-i Osmân<br />
Geçerler idi geçende o merd-i meydânı<br />
Felek o cânibe döndürdi şâh-ı devrânı<br />
Yalancınun kurı bühtânı buğz-ı pinhânı<br />
Akıtdı yaşumuzı yakdı nâr-ı hicrânı<br />
Cinâyet itmedi cânı gibi anun cânu<br />
Boğuldı seyl-i belâya tağıldı erkânı<br />
N’olaydı görmeye idi bu mâcerâyı gözüm<br />
Yazuklar ana revâ görmedi bu râyı gözüm”<br />
Taşlıcalı Yahya
Öldürülen 101 Şair<br />
Bir baba, cihan imparatoru bir baba… Eşiğinde öz oğlu<br />
yedi cellat elinde can vermede… Düşünebiliyor musunuz<br />
manzarayı?<br />
Tarihler ve tarihçiler; gelişen olayları ve ekranda görünenleri<br />
resmederler. Bir fotoğrafçı edasıyla anı geleceğe taşırlar.<br />
Asırlardır Turan ve İran kavgası yapılmıştır. Biz Turanîler<br />
koşmaktan, iklim değiştirmekten, göçmekten dinlenmeye, eğlenmeye<br />
fırsat bile bulamamışız. Bilmem kaç yüz yıl İran’ı<br />
dahi bizim Turanîler yönettiği halde, İranlı Firdevsî’nin çoğunu<br />
uydurduğu, hayâl dünyasından çıkardığı Zal, Zaloğlu Rüstem<br />
hikâyeleriyle dolu “Şehnamesi”nden kopyala yapıştır yoluyla<br />
bizim destanlarımıza ulaşmaya çalışan tarihçilere<br />
üzülüyorum. Yazık!!!<br />
Şah İsmail ölmüştür, yerine Şah Tahmasb geçmiştir.<br />
Tahmasb’ın kardeşi Elkas Mirza, ona isyan ederek Osmanlıya<br />
sığınmış, Kanuni’yi İran’a savaş açması için sürekli teşvik etmektedir.<br />
Bu esnada da Erciş Kalesini İranlılar yerle bir etmişlerdir.<br />
25<br />
Bir süre sonra, İran şahından elçiler İstanbul’a gelerek bir<br />
barış anlaşması yapılmasını isteyerek Kanuni’nin İran’a sefere<br />
çıkmasını engellemeye çalışırlar.<br />
Saraya Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa ikilisi hâkimdir. Gelen<br />
İran elçilerine “cevabımızı Halep’te vereceğiz” diye kapıyı<br />
gösterirler.<br />
Kumkuma başlar. Entrika ayyuka çıkar. Bir yandan Şehzade<br />
Mustafa’ya “Baban-padişah çok yaşlı, yeniçeriler seni seviyor.<br />
Rüstem Paşa ve Hürrem yönetiyor koca imparatorluğu”<br />
derler. Öte yandan, üretilen bu sözler, en güvendiği kişiler vasıtası<br />
ile mektuplarla padişaha ulaştırılır. Eklemeler<br />
yapılır.”şehzade Mustafa padişah tahtına göz dikmiş. Yeniçeriler<br />
onu istiyor. Üstelik İran’la Tahmasb ile de anlaşacakmış,
Mustafa CEYLAN<br />
hattâ İran Şahının kızıyla evlenecekmiş, ardından saraya karşı<br />
isyan edecekmiş…”<br />
Olan olur… Hile ve desise ustası bir ekip, şehzadenin mührünün<br />
benzerini kazıtıp, kopya mühürle İran’a Tahmasb’a<br />
mektuplar yazar. Aynı sözler, şahın kızıyla evlenme talebi, isyan<br />
aynı şekilde yazılan mektuba yansıtılır. Şehzadenin böyle<br />
bir talebi karşısında şüphe dahi etmeyen iran Şahı hemen cevabını<br />
verir.<br />
Elbette gelen cevap da, geciktirilmeden Padişah’a sunulur…<br />
Oğlunun isyan edeceği, iran şahının kızını alacağı vb…<br />
Böylece, üretilen dedikodu belgelenmiş de olur.<br />
26<br />
İşte bu… Evlâdı atadan ayıran düşmanca hile ve taktik.<br />
Şehzade Mustafa babasının yerine tahta oturacağına, Hürrem<br />
Sultan’ın oğullarında birisi oturmalıdır. Sırf bu gaye için, otağı<br />
hümayun kapısının önünde evlâdı boğulup öldürülürken,<br />
cihan sultanı bir babanın içerde habersizmiş gibi durmasının<br />
manzarası resmedilmiştir tarihe…<br />
Şehzade Mustafa, şairdi… Şairlerden meydana gelmiş bir<br />
arkadaş grubu da vardı. Onun bu şekilde acımasızca öldürülüşü,<br />
çok sayıda şair arkadaşını acılara gark etmiş ve çok sayıda<br />
tarih düşürülen acılı şiirler kaleme alınmıştır.<br />
Eylül ayının son Cumasında, ezan vaktinde boğularak öldürülmüştür<br />
şair Şehzademiz…<br />
Sonra ne mi olur?<br />
Şehzadeyi öldürten ekip içindekilere bakalım.<br />
Padişaha ihbar mektuplarını getiren Şemsi Ahmet Paşa, sipahi<br />
ağasıyken Rumeli valisi olur. Padişahın en yakını, musahibi<br />
olur. Rüstem Paşa, azledildikten iki yıl sonra yeniden sadrazamlığa<br />
getirilir. Cinayeti işleyen Azman Mahmut Ağa da<br />
hanedan damadı olur ve sonra Anadolu Beylerbeyliği görevine<br />
atanır.
Öldürülen 101 Şair<br />
Şairler, bu ekibe özellikle Rüstem Paşa’ya iğneleyici sözlerle<br />
hicviyelerini yazmaya devam ederler, Rüstem Paşa’ da<br />
şair düşmanı kesilir.<br />
Şehzadenin katli için bir fetva dahi uydurulur, gerekçe hazırlanır.<br />
Kanuni’nin sütkardeşi Mehmed Çelebi, şehzadeyi öldürtmesi<br />
sebebiyle padişahın yüzüne çok ağır sözler söyler ve son<br />
nefesine kadar padişahla görüşmez.<br />
Demiştir ki;<br />
GAZEL<br />
“Rif’at istersen eğer mhr-i cihân-ârâ gibi<br />
Sür yüzün her gün yere eyle tenezzül mâ gibi<br />
27<br />
Hoş kabâildir değil bâkî bu nakş-i rüzigâr<br />
Fi-l-mesel dünyâ misâl-i âlem-i rü’yâ gibi<br />
Sûzen-i müjgânlarında geçmedi dil-rîştesi<br />
Yolda kaldın ey Mesîhâ Hazret-i İsâ gibi<br />
Pehlivân-ı âlem olmuş kalb-i istiğnâ ile<br />
Top-i çerhi dehr elinde oynadır elma gibi<br />
Katreden kemdir vücudun Muhlisî ammâ aceb<br />
Nazm idüb dürler döker tab’ın senin deryâ gibi.”
Mustafa CEYLAN<br />
SON SÖZ:<br />
BİR ŞEHZADE ÖYKÜSÜ (Gülce-Akrostik)<br />
Konya Ereğli’ sinde son Eylülün son Cuması<br />
Yedi dilsiz cellât havasında bağdaş kurmuş<br />
Zamanın göğsüne otağ-ı hümâyun.<br />
Bir çılgın akrepdir yapışmış zembereğine saatin<br />
Sürgülenmiş kapısı sevginin<br />
Kara bahtı eşiklerde besbelli kapatılmış<br />
Bu sebep yüzünden oy Hatun anam oy !<br />
Karalar giyinsin söyleyin<br />
Bir baştan bir başa<br />
Yer, gök<br />
Büsbütün acun…<br />
28<br />
Kıyar mı, deyin hele kıyar mı<br />
Bir baba evlâdına?<br />
Hele ki bu baba cihanın sultanı<br />
Sultan Süleyman Han ise<br />
Ne derler tarihi yazan yazgaçlar<br />
Ne derler acaba?<br />
Deyin hele, susmayın, deyin!<br />
Genç yaşıma doyamadan<br />
Gidiyorum dünyadan<br />
Ey kara zindan ruhlular!<br />
Varın ölümümü, durmayın varın<br />
Haremlere müjdeleyin!..<br />
Şehzadeler şehri Amasya<br />
Ferhad’ ına yanar biliyorum<br />
Bir de bana yansın bundan sonra<br />
Kınalı Şirinler, üzüm gözlüler<br />
Ağlasınlar siyim siyim<br />
Cumbalarında evlerinin..
Öldürülen 101 Şair<br />
(Ş)ok geçirdi askerler, kışlalar da bin öfke<br />
N(E)rde, nasıl ve neden bu anlaşılmaz ölüm?<br />
Şa(H)ın mektubu varmış, öyle diyorlar<br />
Bir (Z)alimin uydurması, bir hainin oyunu<br />
İn de (A)h, hakikatin güneşi ufkumuza<br />
Doğ ve (D)urma bir an evvel ulaştır ruhumuzu sonsuza<br />
Rabbim (E)lem vermesin gene de kahraman ordumuza!..<br />
(Ş)imdi açsın mor lâleler saray bahçelerinde<br />
V(E) salınsın Sadabat’da, Boğaz’da sandal sandal rüzigâr<br />
Ta(H)sis ettim yüreğimi lepiska saçlı Anadolu kızına<br />
Nur (Z)ulmü devirdiği gün giyecekti gelinlik<br />
Bir y(A)nda yedi tepe İstanbul yedi renge bürünürken<br />
Ötede (D)üşlerimizi saklayacaktı Kız kulesi ah annem!<br />
Rabbim (E)lem vermesin, mavi suların ülkesine, tek ben ölem!..<br />
(Ş)u gelen şehzadenin kardeşiyim ben<br />
V(E)rmeyin haberimi, babam öldürdü diye.<br />
Sa(H)i suçum ne, onu da bilmiyorum<br />
Bir (Z)indan karası vakitteyiz ah kardeşim ah!<br />
Mutl(A)ka gelecek beklenen aydınlık gün<br />
Sakın (D)urmasın, bakmasın ardına kardeşim, yürüsün sabahlara<br />
Kabrim(E) gül getirsin ve su; unutmasın bir ara…<br />
29
Mustafa CEYLAN<br />
30<br />
Konya Ereğli’ sinde son Eylülün son Cuması<br />
Yedi dilsiz cellât havasında bağdaş kurmuş<br />
Zamanın göğsüne otağ-ı hümâyun.<br />
Ölüm, sonsuza giden yola açılan kapı<br />
O kapıda son bulmakta bilirim<br />
Hayat denen bu oyun,<br />
Ey dipsiz tarih, ey tuğlar, tuğralar, surlar<br />
Ben çekip giderken bu genç yaşta;<br />
Çözülecek mi sandınız<br />
Çözülecek mi atılan düğüm, bilinecek mi sırlar?<br />
Hazır edin gözyaşlarınızı<br />
Veya yeniden kurun bir saray düğünü<br />
Hem ağlayın, hem gülün<br />
Ağlayın bahtsızlığıma, gülün zamaneye<br />
Ve destanımı okuyun.<br />
Yaklaşın şöyle, usulca gelin yanıma,<br />
Kimsenin bilmediği bir şehzade öyküsünü<br />
Benden duyun…<br />
Mustafa CEYLAN
Öldürülen 101 Şair<br />
(4): SARI MEMİ(Hıfzî)<br />
İstanbul’da mülâzımken, zamanının siyasî sebepleri yüzünden,<br />
gece uykuda iken boğularak öldürülmüş ve hırsızlık<br />
süsü verilmek istenmiş bir şairimizdir. Güya, hırsızlar tarafından<br />
öldürülmüş olduğuna inanılsın diye, evinde ve üstünde ne<br />
varsa çalınmıştır. Kanunî dönemi şairlerimizdendir.<br />
“Nergis ü ruhsâra nakd-i kalbi yandurdum yine<br />
Sînede mihrün çerâğını uyandurdum yine.<br />
Ben ki ateş-bâz-ı aşkum dûd-ı ahum oklarını<br />
Asümâniler gibi göğe boyandurdum yine.”<br />
31<br />
Asıl adı Mehmed. Sarı Memi adıyla tanınmıştır. Şiirlerinde<br />
Hıfzî mahlasını kullanmıştır. Edirne doğumludur. Öğrenimini<br />
müteakip Vardar Yenicesi’nde müderrislik yapmıştır. Kabri İstanbul<br />
Galata’dadır.<br />
Bend-i zülfün olmasun boynunda bâğı kimsenin<br />
La’l-i haddin yakmasun bağrında dâğı kimsenin<br />
Nâr-ı firkat yerim ot itdi behişt-â ârâ iken<br />
Yâ ilâhi olmasun dûzah durağı kimsenin<br />
Ten şu haddile zâîf ü nâle şu denlü nahîf<br />
Ne görür gözü ne işidür kulağı kimsenin<br />
Sâğar-i mey bana geldikde düşüb oldu şikest<br />
Devr elinden sınmasun hergiz ayağı kimsenin
Mustafa CEYLAN<br />
Hıfziyâ sînem ocağı dutdı âteş sû-be-sû<br />
Aşk ile böyle dutuşmasun ocağı kimsenin.”<br />
Kaynaklar, kendisi son derece zarif, şiirleri lâtif, hoş tabiatlı,<br />
gönül ehli bir şair olarak bahsederler. Belagat sanatında<br />
mükemmel olduğu ifade edilir.<br />
Bir Gazel’inde der ki:<br />
“Ey güneş evc-i felek olmazdı yirin senin<br />
Olmasa ol mihr da’vâsında tezvîrin senin<br />
32<br />
Câmi-i hüsnünde zahir oldu çok ruşen-dil<br />
Kâşif-i esrâr-ı Hak oldu meğer yirin senin<br />
Kâbza-i yâyın kodu kavs-i kuzahda şekl-i mâh<br />
Asdı arş üzre duâ-yı seyf-i şimşîrin senin<br />
Nice tîr endâzler sînemde dikdiler nişân<br />
Âkıbet başım ucuna taş diker tîrin senin<br />
Yoğ iken deyyâr olmadın dahi dâr ü diyâr<br />
Deyr-i dilde ey sanem var idi tasvîrin senin<br />
Var tabîbâ sende yokdur hasta gönlüme ilâç<br />
Ey ecel irsün meded var ise tedbîrin senin<br />
Hıfziyâ sûz-i dilinden nâmeler yanar oda<br />
Hâmeler ağzından odlar saçmasa tîrin senin”
Öldürülen 101 Şair<br />
SON SÖZ:<br />
ŞİİR VE SİYASET<br />
Girdiğinde güneş sohbet burcuna<br />
Usuldan ay şafağı bastığında gökyüzünü<br />
Üç ihtilâl, bir isyân yapmak için<br />
İneriz ya sahile<br />
Bizimkilerle;<br />
Buyurun siz de geliniz,<br />
Vaktidir her şeyi düzlemenin,<br />
Çekinmeyin,<br />
Masamızda hazırdır yeriniz.<br />
33<br />
En çok uykudayken biz<br />
Seferberlik ilânı yapılır hırsızlara<br />
Uyandığımızda sabaha<br />
Azalmıştır Pazar filemin içi<br />
Zayıflamıştır yorgun cüzdanım<br />
Ve sofrayı kurarken hanım<br />
Söyleniyordur gelen güne…<br />
Şiir olmasa ne yapardım?<br />
Nasıl yaşardım bilemiyorum.<br />
Okusam yazdıklarımı<br />
Parlamenter olur muyum acaba?<br />
Mustafa CEYLAN
Mustafa CEYLAN<br />
(5): FÂRİSÎ(Osman II-Genç Osman)<br />
“II. Osman ya da Genç Osman, (Divan Edebiyatı’ndaki<br />
adıyla Farisi) (d. 3 Kasım 1604, İstanbul - ö. 20 Mayıs 1622,<br />
İstanbul), 16. Osmanlı padişahı ve 95. İslam halifesidir.<br />
34<br />
Babası I. Ahmed, annesi Mahfiruz Haseki Sultandır. Mahfiruz<br />
Haseki Sultan Rum’dur. Sultan Genç Osman 14 yaşında<br />
iken, amcası Sultan I. Mustafa’nın tahttan indirilmesi üzerine<br />
Osmanlı tahtına oturdu. Annesi onun yetişmesi için çok titiz<br />
davrandı. Sultan Genç Osman iyi bir terbiye ve tahsil gördü.<br />
Arapça, Farsça, Latince, Yunanca ve İtalyanca gibi doğu ve<br />
batı dillerini klasiklerinden tercüme yapabilecek kadar güzel<br />
öğrendi. Genç Osman; zeki, enerjik, atılgan, cesur ve gözüpek<br />
bir padişahtı.<br />
Sultan Genç Osman, Fatih Sultan Mehmed devrine kadar<br />
yapıldığı gibi saray dışından, Şeyhülislam Es’ad Efendinin ve<br />
Pertev Paşa’nın kızları ile evlendi. Yavuz Sultan Selim devrinden<br />
itibaren padişah saray dışından evlenmediği için bu davranış<br />
önemli bir değişiklik oldu. Kendisine planlarını uygulayacak<br />
bir sadrazam bulamadı.<br />
Tarihte eşine az rastlanır bir şekilde tahtan indirilerek, Yedikule<br />
zindanlarında boğularak öldürülen Sultan Genç Osman,<br />
babası Sultan Birinci Ahmed’in Sultanahmet Camii’nin<br />
yanındaki türbesine defnedildi. Tahta çıkar çıkmaz devlet<br />
erkânı içindeki üst düzey yetkilileri değiştiren, müderris ve<br />
kadıların atanma yetkilerini şeyhülislamdan alan Sultan Genç<br />
Osman çok yenilikçi bir padişahtı.
Öldürülen 101 Şair<br />
İRAN İLİŞKİLERİ<br />
Sultan Genç Osman tahta çıktığı sırada Sadrazam Halil<br />
Paşa, İran seferindeydi. Osmanlı ordusu Pul-i Şikeste’de yenilmesine<br />
rağmen, İranlılar, mukaddes saydıkları Erdebil şehrinin<br />
Osmanlılar’ın eline geçme ihtimali üzerine barış istediler.<br />
Serav sahrasında, daha önce iki devlet arasında imzalanan<br />
Nasuh Paşa Antlaşması baz alınarak imzalanan Seray<br />
Antlaşması’yla barış tekrar sağlandı. (26 Eylül 1618).<br />
İTALYA VE AKDENİZ SEFERİ<br />
Halil Paşa komutasındaki Osmanlı donanması 1620 yazında<br />
Akdeniz seferine çıktı. İstanbul’dan ayrıldıktan sonra<br />
Navarin’e gelen donanma, buradan da kuzeye, Adriyatik’e<br />
doğru yöneldi. Dıraç’da iki İtalyan gemisini ele geçirdikten<br />
sonra İtalya’ya asker çıkardı ve İspanyollara ait olan liman<br />
şehri Manfredonia’yı işgal etti.<br />
35<br />
LEHİSTAN SEFERİ<br />
Osmanlı Devleti ile Lehistan arasında bir dostluk mevcuttu.<br />
Dinyester ırmağı iki ülke arasında sınır oluşturuyordu. Osmanlı-Avusturya<br />
savaşlarında Lehistan ilişkileri gerginleştiyse<br />
de barış bozulmamıştı. Fakat askeri birliklerin geçimini<br />
Lehistan’a yaptığı akınlarla sağlayan Kırım Hanı, barışa aykırı<br />
hareket ediyordu. Bunun yanı sıra Lehliler Boğdan işlerine<br />
müdahaleden geri kalmadıkları gibi, Boğdan’a ait Hotin kalesini<br />
işgal etmişlerdi (1617). Ayrıca Eflak ve Erdel’in içişlerine<br />
müdahale etmeye devam ediyorlardı. Bu olaylar üzerine Sultan<br />
Genç Osman, kendisine yapılan muhalefetlere rağmen Lehistan<br />
seferine karar verdi. Bu arada Özi Beylerbeyi İskender<br />
Paşa komutasındaki birlikler, Purut kıyısında bulunan Yaş’ta,
Mustafa CEYLAN<br />
Lehlileri bozguna uğratmıştı (20 Eylül 1620).<br />
36<br />
Sultan Genç Osman, 1621 yılının Nisan ayında Lehistan<br />
Seferine çıktı. Lehler yeni ve daha büyük bir ordu meydana<br />
getirme çabasındaydılar. Avusturya’dan yardım alarak ordularını<br />
takviye ettiler. Osmanlı Ordusu 2 Eylül 1620’de Hotin<br />
önlerine geldi. Kale kuşatıldı ve Hotin kalesi önlerinde yapılan<br />
meydan savaşında, düşman siperlerinin ele geçirilememesi,<br />
askerlerin şevk ve heyecanını oldukça yıprattı. Yeniçerilerin<br />
de kendilerini tam olarak savaşa vermemeleri, bu savaşın<br />
kesin bir netice ile sonuçlanmamasına yol açtı. Lehistan elçilerinin<br />
savaşa kendilerinin neden olduklarını bildirmesi üzerine<br />
Hotin Antlaşması yapılarak sefere son verildi (29 Eylül<br />
1621). Antlaşmaya göre Lehler ve Osmanlılar birbirlerinin<br />
topraklarına saldırmayacak Lehistan eskiden olduğu gibi Kırım<br />
Hanına 40.000 düka altın verecekti.<br />
YENİLİK HAREKETLERİ<br />
Sultan Genç Osman, Lehistan seferindeki başarısızlığının<br />
sebebi olarak askerin gayretsizliğini görüyordu. Askeri alanda<br />
bazı yenilikler yapma fikri böylece gelişti. İşe Kapıkulu Ocakları<br />
ile başladı. Yaptırdığı sayımda, asker sayısının maaş defterindeki<br />
kişi sayısından az olduğunu anlayınca fazladan para<br />
vermeyi kesti. Bu durum da, daha önce fazladan gelen paraları<br />
kendi ceplerine atan zabitlerin, Sultan Genç Osman’a düşman<br />
olmalarına yol açtı.<br />
Sultan Genç Osman; her şeyin farkındaydı, ancak tecrübesiz<br />
olması yüzünden istediği yenilikleri yapamıyordu. Anadolu,<br />
Mısır ve Suriye askerlerinden oluşacak yeni bir ordu kurmak<br />
istiyordu. Aynı zamanda saray, harem ve ilmiye<br />
teşkilatlarını yeniden kurmak, yeni kanunlar çıkarmak gibi<br />
yenilikçi düşünceleri de vardı. Kapıkulu Ocakları bu durumdan<br />
rahatsızdı ve bunu belli etmekten kaçınmıyorlardı. Şeyhü-
Öldürülen 101 Şair<br />
lislam Es’ad Efendi’nin başında bulunduğu ilmiye sınıfı ise<br />
fikir belirtmiyordu.<br />
Sultan Genç Osman’ın Halep, Erzurum, Şam ve Mısır beylerbeylerine<br />
asker yazdırmak için gizli bir irade gönderdiğinin<br />
sarayda adamları olan yeniçeriler tarafından öğrenilmesi, bardağı<br />
taşıran son damla oldu. Sultan Genç Osman asker toplamak<br />
için Anadolu’ya bizzat kendisi gitmek istiyordu. Bu arada<br />
İstanbul’a, Dürzî lider Maanoğlu Fahreddin’in Lübnan’da<br />
bir isyan çıkardığı haberi geldi. Sultan Genç Osman bunu bir<br />
fırsat bilerek, isyanı bastırmak için Anadolu’ya gideceğini<br />
söyledi. Ancak Sadrazam Dilaver Paşa ve Şeyhülislam Es’ad<br />
Efendi, koskoca padişahın küçük bir isyan için Anadolu’ya<br />
gitmesine gerek olmadığını söyleyerek, Sultan Genç Osman’ın<br />
Anadolu’ya geçmesini engellemeye çalıştılar. Başka bir çaresi<br />
kalmayan Sultan Genç Osman, hacca gideceğini ilan etti.<br />
Daha önce hiçbir padişah hacca gitmemişti. Sadrazam Dilaver<br />
Paşa ve Şeyhülislam Es’ad Efendi çok uğraştılarsa da Sultan<br />
Genç Osman fikrinde kararlıydı. Padişahın geçeceği güzergâh<br />
üzerindeki vilayetlerin beylerbeyleri haberdar edildi ve hazırlık<br />
yapmaları istendi. Sultan Genç Osman’ın yanında 500 yeniçeri<br />
ve sipahi olacak, geri kalan asker İstanbul’un korunması<br />
için İstanbul’da kalacaktı. Sadrazam, defterdar, nişancı,<br />
rikab ümerası, gedikliler, 40 müteferrika ve 40 divan kâtibi<br />
hac kafilesinde yer alıyordu.<br />
37<br />
ÖLDÜRÜLMESİ<br />
Padişah otağının Üsküdar’a kurulacağı günden bir gün<br />
önce Yeniçeriler Süleymaniye’de toplandılar. Ayaklanan yeniçeriler<br />
saraya girip bazı devlet adamlarını öldürdüler. Yeniçeri<br />
ve sipahileri ikna etmek isteyen Sultan Genç Osman, yeniçeri<br />
ağalarını merhamete getirmeye çalıştı. Ancak bunda başarılı<br />
olamadı. Yerine amcası Sultan Birinci Mustafa ikinci kez tah-
Mustafa CEYLAN<br />
ta çıkarıldı. İsyancılar o an için Sultan Genç Osman’ı öldürülmesini<br />
düşünmüyorlardı. Ancak Sultan Genç Osman’ın ne<br />
kadar dirayetli bir padişah olduğunu bilen isyanın elebaşları,<br />
padişahın Yedikule zindanlarına götürülüp orada öldürülmesini<br />
istediler. Sultan Genç Osman sekiz tane cellata kahramanca<br />
karşı koymasına rağmen katledilmiştir. (20 Mayıs 1622 Cuma<br />
günü)<br />
38<br />
O gün ikindiden sonra, Sultan Osman’ı bir Pazar arabasına<br />
bindirerek Yedikuleye götürdüler. O gece yatsı vakti, sadrazam,<br />
kethüdası ve cebecibaşı Sultan Osman’ı öldürmek istediler.<br />
Sultan Osman’ı boğmak için kemend attılar. Sultan Osman<br />
bu canilerle uğraşmakta iken Davutpaşa’nın kethüdası<br />
bulunan ve Kilindir Uğrusu adıyla anılan uğursuzun saldırısına<br />
uğrar. Sultan Osman’ın husyelerini tutarak bayıltıncaya kadar<br />
sıkar, sonra kement atarak boğarlar. Bir padişahı öldürmek<br />
için, onun erkeklik organına yapışacak kadar alçalan bu caniler,<br />
işledikleri cinayeti ispatlamak için Sultan Osman’ın bir<br />
kulağını keserek Sultan Mustafa’ nın annesine götürler. Sultan<br />
Genç Osman’ın naaşı, ertesi gün Sultanahmet Camii’nde kılınan<br />
cenaze namazında sonra Sultan Ahmed Camii’nde babasının<br />
türbesine defnedildi. Sultan Genç Osman’ın öldürülmesi<br />
Anadolu’da bazı isyanların çıkmasına sebep oldu. Osmanlı<br />
halkı padişahın öldürülmesini hiçbir zaman hazmedemedi.<br />
Sultan Genç Osman, gençliğinin en güzel günlerinde tahta<br />
çıkmış ve hep milletinin iyiliği için çalışmış, azim ve irade<br />
sahibi bir padişahtı. Ancak gençliği ve tecrübesizliği kendisine<br />
bu hazin sonu hazırladı.<br />
Genç Osman, gerçekten de adı gibi gençti. 26 Şubat 1618<br />
günü, 14 yaşında iken tahta çıkmıştır. Zamanını ve zeminini<br />
iyi kollayamadan ıslahat hareketlerine başladığından canından<br />
olmuştur. Yeniçeriler ve sipahilerin başlarına buyruk hareketlerini<br />
önlemek için onlara karşı çıkmıştır. Kendi ırkından,
Öldürülen 101 Şair<br />
Şeyhülislâm Esad Efendi’nin kızıyla evlenmek istemiştir, hacca<br />
gitmek istemiştir.<br />
Genç Osman, Fârisî mahlasıyla şiirler yazan bir şairimizdi.<br />
Şiirlerinin yer aldığı Divan Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesindedir.”<br />
(Kaynak: http://tr.wikipedia.org)<br />
GAZELLERİNDEN İKİ ÖRNEK<br />
“Nedir bu hatt-ı muanber<br />
Gören der:”Allahü ekber”<br />
Gönlümü aldı bir dilber<br />
Ruhlarıdır verd-i ahmer.<br />
39<br />
Eyleme bana çok cefâ<br />
Eyle figânımdan hazer.<br />
Cemâlin mâh-ı enverdir<br />
Leblerinse şehd ü şeker.<br />
Kimseye etmezsin vefa<br />
Fârisi’ye it bir nazar.”
Mustafa CEYLAN<br />
Ol civânı sevmek ile buldum âlemde şeref<br />
Cân ü başı iderem yolunda bî-minnet telef<br />
Âşık-ı bîçâreye ta’n edici çokdur aceb<br />
Şimdi bana görünen ta’n ü belâdır her taraf<br />
Böyle bir mahbûb-i zibâ yâri kim sevmez bugün<br />
Dişleri dürr-i yetîm ağzı ana olmuş sedef<br />
Bir kadem bassan ne var gam-hâneme ey serv-kad<br />
Ol rakîb-i dîv duymaz sevdiğim sen lâ tehaf<br />
40<br />
Fârisî mâildir ol mecliste kim ola serâ<br />
Sâkisi yârim ola hem çalına nây ile def.
Öldürülen 101 Şair<br />
(6): III. SELİM (İLHÂMÎ)<br />
24 Aralık 1761 günü İstanbul’da doğdu. Babası Sultan III.<br />
Mustafa, annesi Mihrişah Sultan’dır. Enderun’un musiki üstadı<br />
Kırîmî Ahmed efendi’den müzik dersleri aldı ve ney çalmaya<br />
başladı. Ortaköylü İshak’tan da tanbur dersleri aldı. Müziğin<br />
yanı sıra edebiyat, sanat ve tarih dersleri de alarak<br />
kendisini yetiştirdi. Osmanlı’ nın Rusya ve Avusturya ile savaşta<br />
olduğu bir dönemde tahta çıktı.<br />
Alemdar Mustafa Paşa, Babıâliyi basarak, kendisini sevmeyen<br />
sadrazamdan mührü alır. Maksadı III. Selim’i tekrar<br />
tahta çıkarmaktır. Şeyhulislâm’a, bilgin ve devlet adamlarının<br />
ve Anadolu ricâlinin Sultan selim’i istediklerini söyler. Bu durumu<br />
Sultan Mustafa kabullenmez, III. Selim’in ve şehzade<br />
Mahmud’un öldürülmelerini emreder.<br />
41<br />
Gürcü kölesi Abdülfettah, Sırp kölesi Ebe Salim, hazine<br />
vekili Nezir, Başmirahor Kör Mehmed, Bağdatlı Hacı Ali,<br />
Bostancı deli Mustafa peşlerine taktıkları 20 haydutla birlikte<br />
Selim’in bulunduğu yeri basarlar. Selim, elinde bulunan ney<br />
ile kensini savunmaya çalışır. Aldığı darbeler sonucunda 28<br />
Temmuz 1808 günü öldürülür. Kanlı cesedi bir yana, elinde<br />
tuttuğu ney bir yana düşer.
Mustafa CEYLAN<br />
Demiştir ki:<br />
“Ben belâ-yı aşk-ı yâri sevmeyince bilmedim<br />
Dilberin cevr ü cefâsın çekmeyince bilmedim.<br />
Söz işitmek pek mukarrib dosttan müşkil imiş<br />
Ben de ol mehden anı işitmeyince bilmedim.<br />
Azm-i seyr-i sünbülistân-ı safâ eylerdi dil<br />
Gam nedir devr-i felek zulmetmeyince bilmedim.<br />
Rûz u şeb gerçi şitâb ile gelüb geçmektedür<br />
Hâl-i gurbet nidüğün kesbetmeyince bilmedim.<br />
42<br />
İbret al her berg-i nahli sebze irmekde hazân<br />
Der ki İlhâmî cefâsın çekmeyince bilmedim.”<br />
Gene demiştir ki:<br />
“Hevâ-yı aşkı ta’lîm eyleyüb mürğ-i çemenden sor<br />
Vefâsızlık rüsûmun tâze gülden yâsemenden sor.<br />
Ne hâcet gayriden tahsîle fenn-i aşkı ey âşık<br />
O ilmin hâce-i üstâdıyım gel anı benden sor.<br />
Benim külhan gibi nâr-ı gam ile yandığım her şeb<br />
Eğer öğrenmek istersen dil-i sâhib-mihenden sor.<br />
Murâdın zülf-i hoş-bûye nizâm ise eğer ömrüm<br />
O hâli sünbül-i şûride-i bâğ-i Hoten’den sor.
Lehîb-i şem-i aşka yanmanın keyfiyet-i hâlin<br />
Gice bin cân ile suzân olan pervânelerden sor<br />
Öldürülen 101 Şair<br />
Düşersen derd-i aşkına eğer bir âfet-i cânın<br />
İlâcın var anın İlhâmi-i sâhib-suhândan sor.<br />
Tanbur çalmış, ney üflemiş, zaman zaman Galata<br />
Mevlevihânesinde âyinleri izlemiş ve arada bir de mevlevihanenin<br />
şeyhi büyük şair Şeyh Galib ile görüşmüştür. Büyük bir<br />
musikişinas ve bestekârımız olan III. Selim, “Sûz-i dilâra”<br />
makamının da mucididir. Bestelerinin büyük bir bölümü günümüzde<br />
dahi söylenmektedir. Küçük yaşlarda şiir yazmaya<br />
başlamış olup, İstanbul kütüphanelerinde Divanı’ndan çeşitli<br />
nüshalar vardır.<br />
“III. Selim babası ve amcasının eğitimine verdiği önemden<br />
dolayı bilgili ve kültürlü bir şehzade olarak yetişti. Bir yandan<br />
doğu kültürüne ilgisini devam ettirirken batı kültürüne de ilgi<br />
duyuyordu. İlk defa 1797 yılında III. Selim zamanında<br />
İstanbul’a Avrupa’dan gelen bir grup opera gösterisi sergiledi.<br />
Fransız mimar ve ressam Antoine Ignace Melling İstanbul’da<br />
birçok yapılar inşa etti.<br />
[ İstanbul’un çeşitli manzaralarını gösteren gravürler çizdi.<br />
III. Selim’in kızkardeşi Hatice Sultan’ın Melling tarafından<br />
Ortaköy semtinde inşa edilen sarayı İstanbul halkı ve Avrupalılar<br />
arasında çok ün kazandı. Bir yandan da eleştirilere neden<br />
oldu. III. Selim sık sık kızkardeşinin sarayına uğramaktan büyük<br />
zevk alırdı.<br />
III. Selim şiir ve müziğe çok meraklıydı. İlhami mahlasıyla<br />
birçok şiirler yazdı ve çok sayıda şarkı besteledi. Klasik Türk<br />
Müziğindeki suzidilara, şevkefza, şevk-u tarab, Arazbarbûselik<br />
ve nevakürdi makamları III. Selim’in buluşlarıdır. Dini müzik<br />
olarak ayin, durak, nat, ilahi formunda, din dışı müzik olarak<br />
43
Mustafa CEYLAN<br />
Kâr, beste, semai, şarkı, köçekçe, peşrev, saz semaisi formunda<br />
64 civarında eser bestelemiştir “<br />
44<br />
III. Selim, 24 Aralık 1761 tarihinde babası III. Mustafa’nın<br />
saltanatı döneminde dünyaya geldi. Babası 1774 yılında öldüğünde<br />
sadece 13 yaşında olduğu için amcası I. Abdülhamit<br />
tahta çıktı. I. Abdülhamit şehzade Selim’e kendisinden önceki<br />
padişahların tersine, oldukça iyi davrandı. Kafes (oda hapsi)<br />
hayatı yaşamasına rağmen Selim’in iyi bir eğitim almasına<br />
izin verdi. Şehzade Selim müzik ve edebiyatla ilgilendi.<br />
Fransa’nın Fransız Devrimi öncesindeki son kralı olan XVI.<br />
Louis’le mektuplaştı. Daha tahta çıkmadan Osmanlı<br />
Devleti’nde köklü bir yapısal değişikliğe gerek olduğu inancına<br />
vardı. I. Abdülhamit 7 Nisan 1789 yılında ölünce, III. Selim<br />
Avrupa’yı temelinden sarsacak olan Fransız Devriminin<br />
eşiğinde tahta çıktı.<br />
III. Selim tahta çıktığında Osmanlı Devleti hem Avusturya<br />
hem de Rusya’yla savaş halindeydi. Başarısızlıkla sonuçlanan<br />
bu savaşlar 1792 yılında Avusturya’yla yapılan Ziştovi Antlaşması<br />
ve 1792 yılında Rusya’yla yapılan Yaş Antlaşmasıyla<br />
son buldu. Böylece III. Selim Osmanlı ordusunda çoktandır<br />
yapmak istediği yenilikleri yapma fırsatı buldu. 1793 yılında<br />
Nizam-ı Cedid ordusunu kurdu. Bu sırada Napolyon<br />
Bonapart’ın komutası altındaki Fransız orduları bütün<br />
Avrupa’ya üstünlüğünü kabul ettirmiş, Osmanlı Devleti’ne ait<br />
olan Mısır’a saldırmıştı (1798). Osmanlı ordusu Mısır’ı başarıyla<br />
savundu. 1801 yılında yapılan El-Ariş Antlaşmasıyla<br />
Fransa Mısır’daki emellerinden vazgeçti.<br />
1807 yılında Nizam-ı Cedid ordusunun kaldırılmasını isteyen<br />
yeniçeriler Kabakçı Mustafa’nın önderliği altında ayaklandılar.<br />
III. Selim Nizam-ı Cedid ordusunu dağıtmak ve 29<br />
Mayıs 1807 tarihinde de tahttan çekilmek zorunda kaldı. III.<br />
Selim’in yerine geçen amcaoğlu IV. Mustafa III. Selim’i tekrar<br />
kafese geri gönderdi. 28 Temmuz 1808 tarihinde III.
Öldürülen 101 Şair<br />
Selim’i tekrar tahta çıkarmak amacıyla Rusçuk ayanı Alemdar<br />
Mustafa Paşa saraya yaklaşırken III. Selim padişah IV.<br />
Mustafa’nın emriyle boğduruldu. III. Selim’le onu idam etmeye<br />
gelen yeniçeriler arasında büyük bir boğuşma geçtiği bilinmektedir.<br />
III. Selim’in cenazesi Laleli Camii’nin avlusunda<br />
babası III. Mustafa Türbesine defnedildi.<br />
“III. Selim Avusturya ve Rusya’yla Ziştovi ve Yaş Antlaşmalarıyla<br />
barışı sağladıktan sonra çok uzun zamandır planladığı<br />
yenilik hareketlerini 1793 yılında Nizam-ı Cedit ordusunu<br />
kurarak başlattı. Yeni ordu Levent çiftliğinde talimlere<br />
başladı. Fransa ve Prusya’dan getirilen uzman ve danışmanlar<br />
bu yeni ordunun kurulmasında yardımcı oldular. Nizam-ı Cedit<br />
ordusu Mısır’ın savunmasında başarılı oldu. Ancak 1806-<br />
1812 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Ruslara karşı fazla bir başarı<br />
gösteremedi.<br />
Bu arada yeniçeriler arasında Nizam-ı Cedit’e karşı olan<br />
rahatsızlık git gide büyümekteydi. 1807 yılında yeniçeriler<br />
Nizam-ı Cedit ordusunun kaldırılması talebiyle Kabakçı<br />
Mustafa’nın liderliği altında ayaklandılar. III. Selim Nizam-ı<br />
Cedit ordusunu dağıtmak ve 29 Mayıs 1807 tarihinde de kendisi<br />
tahttan çekilmek zorunda kaldı. III. Selim’in yerine tahta<br />
geçen IV. Mustafa’nın döneminde Osmanlı başkentinde büyük<br />
bir kargaşa yaşandı. Yeniçeriler şehirde bir terör ortamı<br />
yarattılar. Eski Nizam-ı Cedid askerlerini kapı kapı dolaşarak<br />
bulup öldürdüler. Padişahın hiçbir otoritesi kalmadı. Eski<br />
Nizam-ı Cedid taraftarlarından Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa<br />
Paşa bu kargaşaya son vermek ve III. Selim’i tekrar tahta<br />
geçirmek amacıyla bir ordu oluşturarak İstanbul’a yürüdü.<br />
Alemdar Mustafa Paşa saray kapısında ordularıyla bekleyerek<br />
IV. Mustafa’yı tahttan inmeye zorlamaktayken IV. Mustafa<br />
kendisi yerine tahta çıkarılabilecek iki Osmanlı hanedanı üyesini<br />
boğdurtmaya karar verdi. Böylece hanedanın tek üyesi<br />
olarak kaldığı için kendisinin tahtta bırakılacağını hesaplamış-<br />
45
Mustafa CEYLAN<br />
46<br />
tı. III. Selim kendisini boğmak için saraydaki odasına gelen<br />
cellâtlarla büyük bir mücadele verdi. Ama sonunda can verdi.<br />
IV. Mustafa’nın adamları padişahın kardeşi şehzade Mahmut’u<br />
da öldürmek istediler ancak Mahmut saklanarak ölümden kurtuldu.<br />
Bu sırada sabrı taşan Alemdar Mustafa Paşa askerleriyle<br />
saraya girdiğinde III. Selim’in naaşıyla karşılaştı. Bu esnada<br />
şehzade Mahmut can güvenliğinin sağlandığını görünce<br />
ortaya çıktı ve IV. Mustafa’nın yerine tahta çıkarıldı. Böylece<br />
III. Selim yapmak istediği yeniliklerin uğruna yaşamını kaybetmiş<br />
oldu. Ancak yerine geçen II. Mahmut III. Selim kadar<br />
yenilik yanlısı olmakla beraber siyasi bakımdan çok daha kurnaz<br />
davrandı. III. Selim’in yapmak istediği yenilikleri yapmakla<br />
kalmadı, III. Selim’in canına mal olan yeniçerileri de<br />
ortadan kaldırmayı başardı” (Kaynak:tr.wikipedia.org/wiki/<br />
III._Selim)
Öldürülen 101 Şair<br />
(7): HÂLET EFENDİ<br />
Asıl adı Mehmed Said, Kırımlı Kadı Hüseyin’in oğlu, Şeyh<br />
Galib izinde mevleviliğie bağlı XIX. Yüzyıl şairlerimizden.<br />
1822’de Bursa’ya, oradan da Konya’ya sürgün edilmiştir.<br />
Konya’da iken Mehmet Arif Ağa, kılıç kaytanı ile şairimizi<br />
boğarak öldürmüştür.<br />
Demiştir ki:<br />
“O tatlı lebleri alsa hayâle dîdelerim<br />
Kumâş-ı ekşimi şerbetler âle dîdelerim.<br />
Şarâb-ı aşkına meyhâne olalı gönlüm<br />
Dolar dolar boşalur çün piyâle dîdelerim.<br />
47<br />
O nev-nihâli arar Gülşen-i temâşâda<br />
Konar hevesle o dala bu dala dîdelerim.<br />
Nigâh-ı hışmile hûn itdi gamzeler bağrım<br />
İder o da’vayı bak bi’l-vekâle dîdelerim.<br />
O kâmetin göremez bir nzîrini Hâlet<br />
İrişse dahi mâh-ı visâle dîdelerim.”<br />
1802’de Paris Büyükelçiliğine atanır. Strazburg’a vardığında<br />
askerî bir heyet tarafından top atışı ile karşılanır. Bir<br />
hafta sonra Paris’e geldiğinde Strazburg’da gösterilen ilgiyi<br />
göremez, onu kimse karşılamaz. Paris’de bulunduğu sırada
Mustafa CEYLAN<br />
parasızlıktan şikâyet eder olmuştur. Ve beraberinde götürdüğü<br />
şalları satar. Bu arada Rusya Elçisi’nden ve Napolyon’dan<br />
borç alır. Paris’ten 1806’da döner dönmez Divan-ı Hümayun<br />
Beylikçisi olur. Ardından Beylikçilikten reisliğe terfi eder.<br />
Fransız Elçisi, Halet Efendi’nin İngilizlerle haberleştiğini saraya<br />
jurnalleyince Kütahya’ya sürgün edilir. Bir yıl sonra affedilir<br />
ve İstanbul’a döner. Dönüşünde Rikab-ı Hümayun Kethüdalığı<br />
görevine atanır. 1813-14’ de Kethudalıktan ayrılır, bir<br />
yıl sonra Nişancı olur. Galata Mevlevihânesine bir sebil ve bir<br />
kütüphane yaptırmıştır.<br />
Demiştir ki:<br />
48<br />
“Bulunmaz bir gühersin hiç bahâ vü kıymetin yokdur<br />
Ve lîkin teşnelerde sîr-âb ü vuslatın yokdur.<br />
Perîsin bî-bedelsin tarz u tavrın hep müsellemdir<br />
Ne çare bî-vefâsın âh insâniyyetin yokdur.<br />
Sen ey tîğ-i tegâfül gamzeden gaddârı kâfirsin<br />
Niçün pek zulm ü bî-dâd ile bilmem şöhretin yokdur.<br />
Terahhum mihribânlık şöyle dursun sevdiğim cânım<br />
Budur zannım hafîce bir nigâha niyetin yokdur.<br />
Tabîb-i cân ü dilsin mihribânsın netleyim amma<br />
Mürüvetsiz dil-i bîmâra asla şefkatin yokdur.<br />
Niçün terk eyleyüp zâr ü perîşân eyledin böyle<br />
Senin Hâlet’le ey bîgâne-hû az ülfetin yokdur. “
(8): AHİZÂDE HÜSEYİN(HÜDÂYÎ)<br />
“İLÂHİ<br />
Cümle eşya uykusundan uyandı,<br />
Uyan, hey gözlerim, gafletten uyan!<br />
Zikr ü tesbihünü kana boyandı…<br />
Uyan, hey gözlerim, gafletten uyan!<br />
Uyan uykusu çok gözlerim, uyan!<br />
Öldürülen 101 Şair<br />
Seller cuş eyleyüp bulanıp çağlar<br />
Cennet misâl olmuş bahçeler bağlar<br />
Seherde bülbüller ah edip ağlar…<br />
Uyan, hey gözlerim, gafletten uyan!<br />
Uyan uykusu çok gözlerim, uyan!<br />
Dosttan gel olduğun haber almışlar,<br />
Şükûfe meclis-i bezme gelmişler,<br />
Güller ele zerrin kadeh almışlar…<br />
Uyan, hey gözlerim, gafletten uyan!<br />
Uyan uykusu çok gözlerim, uyan!<br />
49<br />
Nedir bu şöhret ü nedir bu izzet?<br />
Nedir bu işret ü nedir bu lezzet?<br />
Aç gözünü, kopısardır kıyâmet…<br />
Uyan, hey gözlerim, gafletten uyan!<br />
Uyan uykusu çok gözlerim, uyan!<br />
Hüdâyi! Bilirsin fânî cihânı,<br />
Bâd üzre imiş eşk’âşiyânı,<br />
Erişir her bahârın bir hazânı…<br />
Uyan, hey gözlerim, gafletten uyan!<br />
Uyan uykusu çok gözlerim, uyan!”
Mustafa CEYLAN<br />
Öldürülen üç Osmanl’ı şeyhülislâmından biri (İstanbul<br />
1572-1634). XVII. Yüzyıl şairlerimizden. Fitnenin, fesadın ve<br />
hasedin kurbanı olmuş, padişah fermanıyla boğularak öldürülmüş<br />
bir şairimizdir.<br />
Selim II devri bilginlerinden Ahizade Mehmed bin Nureddin<br />
Efendinin oğlu. Şeyhülislâm Hoca Sadeddin Efendiden<br />
ders gördü. Papazoğlu, Osman Pasa, Ali Paşa, Ismihan Sultan,<br />
lskenderzade, Şehzade gibi önemli medreselerde görev aldı.<br />
Ocak 1605’te Bursa kadılığına gönderildi. Hızla terfi ettirilerek,<br />
buradan İstanbul kadılığına getirildi (1606). Sonra Anadolu<br />
kazaskeri, üç defa İstanbul kadısı, Rumeli kazaskeri tayin<br />
edildi (1623).<br />
50<br />
Nihayet, Hafız Ahmed Paganın katline sebep olan yeniçeri<br />
isyânı sonunda, Yahya Efendinin yerine şeyhülislâmlığa getirildi<br />
(12 Şubat 1632). Fakat İstanbul’da meydana gelen bu<br />
hâdiseler sırasında yeniçeriler, şehzadeleri padişaha emniyet<br />
edemeyerek, hayatlarına dokunulmayacağına dair, Recep Paşa<br />
ile Ahizade’nin kefil olmalarını istediler. Bu istek Murad IV’ü<br />
şüpheye düşürdü. Bu sebeple sefer sırasında ve İznik yolu ile<br />
Bursa’ya giderken İznik kadısını astırdı. Bunun üzerine<br />
Şeyhülislâm Ahizade Hüseyin Efendi, Valide Kösem Sultan’a<br />
bir mektup yazarak, padişahın ilmiye ricaline karşı biraz daha<br />
hürmetkâr davranmasını tavsiye etti. Bu mektup Ahizade’nin<br />
düşmanları tarafından padişaha hemen bildirildi; Murad IV<br />
mektubun mahiyetini öğrenir öğrenmez İstanbul’a döndü,<br />
Ahizade Hüseyin Efendiyi, oğlu İstanbul kadısı Mehmed Çelebi<br />
ile birlikte, Kıbrıs’a sürdürdü. Hüseyin Efendinin bindiği<br />
gemi henüz Marmara’ya çıkmadan, Bostancıbaşı Duçe Mehmed<br />
Ağa vasıtasıyle ikinci bir ferman gönderdi. Bu fermanda,<br />
Şeyhülislâm’ın katli yazılı bulunduğu için, Mehmed Ağa, Hüseyin<br />
Efendiyi, Yedikule açıklarında karaya çıkardı ve<br />
Yeşilköy’ü geçtikten sonra Florya (Kalikratiya) köyünde, bir<br />
yeniçeri menziline indirip, orada boğdurdu (7 Ocak 1634).
Öldürülen 101 Şair<br />
Cenazesi sahilde kumluğa gömüldüğü için, ölüsünü deniz<br />
aldı:<br />
İstanbul’da, evinin civarında yaptırdığı Çukur Medrese bakımsız<br />
ve yanında bulunan türbesi de boş kaldı. Ayrıca Balat<br />
civarında bir kiliseyi cami haline getirmişti. Halk arasında bu<br />
camie sonradan Şüheda mescidi adı verildi. Hüseyin Efendi<br />
şiir yazar ve Hüdâyî mahlasının kullanırdı.<br />
“Zülfünle ârızın göreli dilberâ senin<br />
Bir yerde itmez oldu dil-i mübtelâ karar.<br />
Saldım bu zevrak-ı dili deryâ-yı aşka ben<br />
Girdâb-ı gamda kaldı gönül nice rüzigâr.”<br />
51
Mustafa CEYLAN<br />
SON SÖZ<br />
HÜDÂYÎ ZİNCİRİ<br />
Düşeriz bir kumluğa suların sohbetinde<br />
Sohbetine dalganın vurduğu kıyılarda<br />
Kıyılarda gezinen gölgeler benim değil;<br />
Değil ki; Hüdâyî’nin zincirine tutundum.<br />
Dergâhın kapısında destan olup okundum.<br />
52<br />
Yedikule yedi yerden yedi kere kanasın<br />
Kanasın su kuşlarının kurşun yemiş kanadı<br />
Kanadı göğsümüzde gizli duran acılar<br />
Acılara alıştım, yüzbin kere yutkundum.<br />
Hüdâyî zincirine “imdat deyip” tutundum.<br />
Mustafa CEYLAN
Öldürülen 101 Şair<br />
B-Zehirlenerek öldürülen Şairler<br />
(1):ÇILDIRLI ÂŞIK ŞENLİK<br />
Şairin şairi, ozanın ozanı öldürdüğü; hem de zehirleyerek<br />
öldürdüğünü biliyor musunuz?<br />
Bilmiyorsanız, duymadıysanız; Çıldırlı Âşık Şenlik’i bulacaksınız.<br />
Öldürülen Şairler çalışmamız içerisinde Çıldırlı Âşık<br />
Şenlik’in ayrı bir yeri vardır. Bunun sebebi de, şiir ve söz kudretinden<br />
öteki ozanların korkması sebebiyle Şenlik’i ölsün<br />
diye zehirlemiş olmalarıdır. Nitekim sonunda usta ozan Şenlik,<br />
memleketine-ana yurduna varamadan yolda Hakk’a yürümüş,<br />
zehirlendiği için ölmüştür.<br />
53<br />
Şiir böyledir işte. Biz o’na, şiire feryât figân kelam yağdırıyorsak<br />
işte bu acımasız tavrından, bu sevenini, sevdalısı ozanını<br />
ve şairini koruyamamasından.<br />
Günümüzde de birbirini çekemeyen, kıskanan, hattâ rakibine<br />
çelme atan, iftira atan, kara çalan, elinden gelse rakibini<br />
boğup öldürecek derecede sinirlenenlere ve hicivlerinde edep<br />
sınırlarını aşarak, belden aşağı vuran şair ve ozanlarımızı çoğumuz<br />
okuyoruz değil mi?<br />
Bu rekabet, bu saldırı ve bu hazımsızlık, iyiyi-güzeli-başarılıyı<br />
takdir edememe anlayışı yüzyıllar öncesinden bugünlere<br />
aka aka gelmiş işte…<br />
Çıldırlı Âşık Şenlik, korkusuz, mert, sözünü esirgemeyen
Mustafa CEYLAN<br />
cesur yürek bir ozandır; ama onu atışma meydanında yenemeyenler,<br />
yemeğine zehir katarak yenmeye çalışmışlardır.<br />
Şiirlerini mahallî şive Terekeme/Karapapak ağzıyla söyleyen<br />
Şenlik, Türk Ozanlık geleneğinin altın zincirinin çok<br />
önemli bir halkasıdır. O’nun izinden gidenler, ŞENLİK GE-<br />
LENEĞİ’ ni devam ettirmeye çalışmaktalar. ŞENLİK KOLU,<br />
Anadolu ozanlığı içinde müstesna bir yere sahiptir.<br />
54<br />
Âşık Şenlik döneminin en ünlüsü ve en güçlü ozanıdır.<br />
Âşıkların piriydi, halen de öyledir; çünkü o halk edebiyatındaki<br />
en güzel örnekleri yazmış halk edebiyatına yeni şekiller kazandırmış,<br />
ustalar ustası bir aşığımızdır. “Çıldır divanisi, Çıldır<br />
güzellemesi, şekil sicilleme, hayatı cigali tecnis” Türk<br />
Halk Şiirine kazandırdığı tarzlardan bazılarıdır. Azeri Türkçe’sinin<br />
bütün güzelliklerini eserlerinde ustaca kullanmıştır.<br />
Bugünkü şiir dünyamızın kısırlığı, yeni arayışlara kapalı<br />
ve eskiyi tekrardan ve kötü taklitten öteye adım atamayan büyük<br />
çoğunluğa bakarak; iyi ki Âşık Şenlik gibi yeniliğe koşan<br />
ve onları başarılı bir şekilde eserleriyle ortaya koyan ozanlarımız<br />
yaşamışlar diyesim gelmekte. Çünkü bugün bizlerin<br />
“Gülce Edebiyat Akımı” ile yapmak istediğimiz de âşık Şenlik<br />
gibi, yeni bir nefes alanı, yeni bir çıkış yolu ortaya koymak,<br />
şiirimizi kanat kanat yükseltmektir. Bugün bizi çekemeyenlerin<br />
bize saldırıları neyse, dünkü zamanlarda da Âşık<br />
Şenlik’i zehirleyip öldürmeye kadar varan hazımsızlık da aynıdır.<br />
Âşık Şenlik, koca yüreğini şiirinin ruhuna nakışlamıştır. O<br />
yüzden sade bir ozan değil, aynı zamanda bir okuldur. Yanında<br />
birçok kimse âşıklık öğrenmiştir; usta-çırak geleneğine<br />
bağlı olarak meydana gelen ve “Şenlik Kolu” olarak bilinen<br />
âşık kolunun kurucusu olmuştur. Oğlu Âşık Kasım başta olmak<br />
üzere; Bala Kişi, Âşık Kurban, Âşık Haanbalı, Âşık Mehemmed,<br />
Âşık Asker, Âşık Süleyman, Âşık Demirkaya, Âşık
Öldürülen 101 Şair<br />
Emrah, Âşık Balıbey, Âşık Mevlüt, Calalı Âşık Hüseyin Ural,<br />
Pekreşenli Âşık İbrahim, Revanlı Bala Mehemmed, Revanlı<br />
Âşık Ali, Bayram, Âşık Kasım ve Gülistan Çobanlar onun yetiştirdiği<br />
usta âşıklardandır.<br />
Şiirlerinde halk âşığı olarak Yunus’un, mutasavvıf olarak<br />
ise Hallac-ı Mansur’un adı geçen Şenlik, yaşadığı dönemin ve<br />
coğrafyanın en meşhur söz sultanıdır. Yetiştiği dönem, Anadolu<br />
ve Azerbaycan sahalarında usta âşıkların yetiştiği dönemdir<br />
ve Narmanlı Sümmanî, Posoflu Zülalî, Göyçeli Âşık Elesker,<br />
Feryadi, Mazlumi, Âşık Abbas ve İzanî gibi önemli ozanlar<br />
yaşamaktadır.<br />
Hatta derler ki: “Sümmani ile bütün hayatları boyunca bir<br />
kardeş gibi yaşamışlar. Söylentiye göre bir karşılaşmalarında<br />
uzun boylu çaba sarf edip, yorulunca Şenlik’in annesi içeri<br />
girerek her ikisine de kardeşsiniz anlamına gelmesi için göğüslerini<br />
göstererek ve ozanları ayırmıştır.”<br />
55<br />
“Karabağ’dan Batum’a, Erzurum’dan Tiflis’e kadar nam<br />
salmıştı. İrticali ve hayal gücü kuvvetli bir âşık olan Şenlik,<br />
çağının ünlü âşıklarıyla meydan olmuş, onlarla atışmalar yapmıştır.<br />
“<br />
Kaynaklara göre: “Kuzey Azerbaycan kazak Borça’lı bölgesinde<br />
Şemsettin hanlığına bağlı olarak yaşayan Karapapaklar,<br />
bu bölgenin 1828 yılında yapılan Türkmençay anlaşmasıyla<br />
Rusya’ya bırakılmasıyla göç etmişler ve Çıldır bölgesine<br />
yerleşmişlerdir.”<br />
Kadir Ağa da onbeş aile ile birlikte gelip Çıldır’ın Karasu<br />
denilen bölgesine yerleşmiştir. Karasu daha sonraları (kara susu<br />
kara- Suğara)Yakınsu olarak isim değiştirmiş, şimdi ki adı<br />
Aşık Şenlik Beldesi’dir.<br />
Şenlik, 1850 yılının yaz aylarında bu beldede dünyaya gelmiştir.<br />
Babası, köyün yerli ailelerinden çiftçilikle uğraşan,
Mustafa CEYLAN<br />
orta halli bir köylü olan, Kadir Ağanın torunu, Kadirgillerin<br />
Molla Kadir’dir. Annesi Zeliha, okuma yazma bilen, görgülü<br />
ve bilgili, zeki bir kadındır.<br />
Derler ki: “Sabah namazında evine dönmekte olan Molla<br />
Kadir’i kapıda karşılayan köyün ebe kadını, bir oğlunun olduğunu<br />
müjdeleyerek, “hasene”(hayır) vermesini söyler. Ebe<br />
kadının hasene sözünü heyecandan Hasan şeklinde anlayan<br />
Molla Kadir, çocuğuna “Hasan” diye seslenir. Böylece çocuğun<br />
adı Hasan kalır.”<br />
56<br />
Hasan bir köy çocuğudur. Anadolu köy çocuklarının alın<br />
yazısı onun da değişmez yazgısıdır. Çift-çubuk, dere-bayır,<br />
harman, çamur… Yoksul Anadolu’nun yoksul köy çocukları,<br />
duyguları yaşadıkları coğrafyadan, ufukları özgür dağların ve<br />
bulutların ötesinde, umutları tozlu yollarda, alnı akıtmalı doru<br />
tay yelelerinde; sevdaları ekin tarlası kenarlarında, çayırlarda<br />
kendiliğinden yetişen al-kırmızı-siyah giysili gelincikler kadar<br />
nazik, nezih ve ince… Yiğitlik, bükülmez bileklik, korkusuzluk<br />
ve ataklık; sözünde durma, mertlik vaz geçilmezleri.<br />
Bizim Anadolu köy çocukları böyledir işte. Şenlik de böyleydi.<br />
Şenlik’de, Azerbaycan Borçalı bölgesinden göçüp gelmiş<br />
atalarının dilinden dil, Çıldır yaylalarından hız ve ilham almış<br />
bir köy çocuğudur…<br />
Anlatırlar: Aradan yıllar geçer, küçük Hasan büyür, 11-12<br />
yaşlarına gelir. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber önüne kattığı<br />
koyunlarla köyden çıkar, akşama kadar dağlarda çayırlarda<br />
cümle köy çocuklarının yaptığı gibi koyun otlatır.<br />
Gelelim Çıldır’a…<br />
Çıldır uzun yıllar Sovyet işgalinde kalmış, iki devlet arasında<br />
sınır olmuş bir bölge… Birçok savaşa sahne olmuş. Savaş<br />
ve göç; felâketler, halk dilinde nice yanık destan ve türkülerin<br />
oluşmasına sebep olur elbette. Genç yaşta şehit düşen<br />
yiğitler, muradını alamayan genç kızlar, babalar, analar, dede-
Öldürülen 101 Şair<br />
ler, yetim yavrular, bu deyişlerin hüzünlü nağmeleri ve bitimsiz<br />
konularıdır. Dağlar ve ovalar isimsiz şehit mezarlarıyla;<br />
Çıldırlının yüreği, aklı ve gönlü de nice şehit menkıbesi, nice<br />
sonsuz efsâneyle dopdoludur. Bunlara ilâveten köy imamının<br />
anlattığı, okuduğu Battal Gazi destanları, Hazreti Ali’nin<br />
cenkleri, Yunus Emre ilâhileri, dinî ve millî kahramanlık öyküleri…<br />
İşte bizim Anadolu çocuklarını yoğuran esaslar bunlar…<br />
Bunlara varın siz uzun havaları, ağıtçı kadınların ağıtlarını,<br />
türküleri, yanık havaları ekleyin olmaz mı?<br />
Şenlik, badeli âşıklarımızdandır.<br />
Pir elinden bade içen Şenlik’e rüyasında sevgilisinin suretinin<br />
yanı sıra Hazreti Muhammed’in cemali de gösterilmiştir<br />
derler. Anlatılana göre, Şenlik, hem halk şairi hem de Hak<br />
âşığıdır.<br />
Peki, “Bâde içme” olayı nasıl gerçekleşmiştir diyecek olursanız,<br />
gene kaynaklara kulak vereceğiz.<br />
Buyurun:<br />
Hasan 14 yaşına geldiğinde, babasının av tüfeğini alır,<br />
Karasu’nun geçtiği “Kulaklar” denilen yerde pusuya yatar, saatlerce<br />
yabani ördek bekler. Çünkü av tutkusuna yakalanmıştır.<br />
Yine bir ikindi vakti pusuya yatar. Bir kaç saat sonra, üzerine<br />
bir ağırlık çöker, uyur-uyanık bir halde rüyalar âlemine<br />
dalar. İkinci günün akşamına kadar öylecene kalır. Eve dönmediğini<br />
gören babası, köy halkı ile birlikte aramaya başlar ve<br />
baygın bir halde bulurlar.<br />
57
Mustafa CEYLAN<br />
Derler ki:<br />
Yaşadığı âlemden uyandığına pişman bir halde, etrafına<br />
toplanan halkı süzer. Köyün imamı’nın, “Oğlum Hasan sana<br />
ne oldu, neden böyle duruyorsun, niçin konuşmuyorsun?” demesi<br />
üzerine, Hasan, Şu sözlerle cevap verir;<br />
“Rüya-yı âlemde yattığım yerde<br />
Neçe yüzmin hayal güşuma geldi<br />
Üğbe üç cismine saldı ateş<br />
Sevdiğim salâtın düşuma geldi<br />
58<br />
Aynına geymişti gaflet lüzumu<br />
Kör oluban açmayaydım gözümü<br />
Bir tagayyır keyfte gördüm özümü<br />
O kadar möhübbeti hoşuma geldi<br />
Şenlik’em hakine gettim yüzünen<br />
Bir kelme danıştım şiirin sözünen<br />
Hayıf ki bakmadım kıyar gözünen<br />
Sürahi gameti karşıma geldi.”<br />
Hasan’ın sözleri bitince köy imamı şaşırır kalır. Eskilerin<br />
deyimiyle mektep-medrese görmemiş bu köy delikanlısı,<br />
Arapça-Farsça karışımı ve mahallî şiveyle şiir söyleyivermiştir.<br />
Hani, saz çalmasını bilse, ozan, âşık diyecek; amma, Hasan<br />
onu da, saz çalmasını da bilmiyordu. Bunda ilâhî bir sebep<br />
var diye düşündü imam efendi ve sevinçle gözleri ışıdı.<br />
Kadir Ağa’nın kulağına eğilerek:<br />
-“Gözün aydın, dili çözüldü Hasan’ın” der. Köylüler bundan<br />
bir şey anlamazlar, Hasan’ı eve getirirler.<br />
Bilgili bir zat olan köy imamı Hasan’ı karşısına alarak,
Öldürülen 101 Şair<br />
-“Hasan, biraz önce bize bir türkü söyledin, sevdiğin<br />
Salât’ından bahsettin. Bunu bize anlat bakalım, nasıl gördün,<br />
türkünün sonunda tapşırdığın “Şenlik” kimdir?”” deyince,<br />
evde bulunan köylülerin hayretli bakışları önünde ikinci,<br />
Hasan’ın açılan dili yeni bir türküyü daha söyler:<br />
“Yığılın ahbaplar yaren yoldaşlar<br />
Bir sağalmaz derde düştüm bu gece<br />
Hikmet-i pir ile ab-ı zülâlden<br />
Kevser Bulağından içtim bu gece<br />
Kudret mektebinden verdiler dersi<br />
Zahirde göründü arş ile kürsü<br />
Hıfzımda zapt oldu Arabî Farsi<br />
Lügat-i İmrani seçtim bu gece<br />
59<br />
Sefil Şenlik Hak’tan buldu kemali<br />
Bu fikirle vasf-ı halin demeli<br />
Bedirlenmiş gördüm güzel cemali<br />
Tagayyır hal oluf şaştım bu gece”<br />
Hasan, bu sözlerle pir elinden bade içtiğini, Arapça, Farsça<br />
ve İbranice öğrendiğini, cemâl gördüğünü ve bundan böyle<br />
adının da Âşık Şenlik olduğunu söylemiştir. İşte bu olaydan<br />
sonra, ünü hızla etrafa yayılmaya başlar.
Mustafa CEYLAN<br />
Vurduğu kartalın ciğerlerinin parçalandığını görünce Âşık<br />
Şenlik, çok içlenmiş, üzülmüş ve o acıyla bir deyiş söylemiş:<br />
Ne bakarsın melul melul yüzüme<br />
Yüreğime koydun veremi kartal<br />
Kanat çaldın pervaz ettin uçmağa<br />
Zalim gülle kesti aranı kartal<br />
Zehmin ağır yapın aslan yapısı<br />
Gören kuşlar seni titrer hepisi<br />
Öldürürdün ele geçen hapisi<br />
Atardın karanlık yere mi kartal<br />
60<br />
Yüksek yüksek yığınlara çıkardın<br />
Uzak uzak menzillere bakardın<br />
Yüz sıçanı bir deliğe sokardın<br />
Keserdin ağzını hara mı kartal<br />
Sarıdır gözlerin yekedir başın<br />
Çaynaklıdır pençen keskindir dişin<br />
İnsafsız zulümkar zabit yoldaşın<br />
Öldürmektir seni meramı kartal<br />
Sefil Şenlik zulüm eyledi sana<br />
Çalardın çırpardın batardın kana<br />
Derdin hadden aştı gelmez hesaba<br />
Lokman Hekim sarmaz yaranı kartal<br />
Ve bu deyişten sonra, tüfeği atmış, avı ve avcılığı bırakmış.
Öldürülen 101 Şair<br />
Ve askerliği:<br />
“1873-1875 yılları arasında Kars’ta askerlik yapmış; askerlik<br />
sonrası Arpaçay, Revan, Gümrü, Ardahan, Ahıska, Posof,<br />
Şavşat, Tiflis ve Borçalı ve çevresini dolaşmıştır. “Tarih bin üç<br />
yüz on dört senede/Seyhat etdim gezdim diyar gurbeti...” diye<br />
başlayan ve Ahıska, Posof ve Şavşat seyahatini dile getiren<br />
kırk hanelik seyahat destanı, onun en seçkin eserlerinden birisidir.”<br />
“Önce, 1854’te başlayan Kırım Harbi hercümerci, sonra da<br />
1877’de cereyan eden yeni bir Osmanlı-Rus savaşı… Şenlik’in<br />
memleketini de Türkiye’den koparmıştı. Şenlik’ in yaşı 27 idi.<br />
Esaret yıllarında, halkımızın millî duygularını diri tutarak düşmana<br />
karşı uyanık olmasını sağlayan genç bir önderdi.”<br />
Ve Âşık Şenlik’in Rus generaline söylediği şiir:<br />
Çıldır, Rus işgalindedir ve Kaymakam da Ermeni asıllı Andon<br />
diye birisidir. Kaymakam, Halk aşığı Şenlik’in namını<br />
duyar. Aşığı davet ederek, Rus yetkililer heyeti huzurunda şiir<br />
okumasını ister. Aşık Şenlik başlar okumaya:<br />
61<br />
Hulusi kalbimden bilsen fikrimi<br />
Men Allah’tan Al Osman’ı isterem<br />
Merhamet sahibi rahmani gani<br />
Nesil Mürsel Hükmü hanı isterim<br />
Süleyman mülkünde ber karar duran<br />
Muhammet vekili makamı Nuran<br />
Hıfzının ezberi Ayeti Kuran<br />
Salâvatı ol süphanı isterim.
Mustafa CEYLAN<br />
Emri hak yedinden çekilmiş kalem<br />
Varmış bir ettiğim yetişti belam<br />
Hükmünde saltanat mülkünde âlem<br />
Divanı şevketi şanı isterim.<br />
Sultan Hamit-Şahım şahlar serveri<br />
Dilinde selavat zikiri ezberi<br />
Kaftan kafa zikri zeminden beri<br />
Hüküm etmeye birce onu isterim<br />
62<br />
Gam günüdür bu sefil Şenliği’in şadı<br />
Çıkmıyor gönlümden Al-Osman adı<br />
Gitmiş de dünyanın lezzeti tadı<br />
Mahşer günü bi mekânı isterem<br />
Âşıklığının ilk dönemlerinde yalnızca türkü söyler. Sonra<br />
da ünlü ozan Hasta Hasan’ın çırağı olan Âşık Nuri’den saz<br />
öğrenir. Ve bütün ozanlar gibi, Anadolu ozanları gibi sever<br />
Şenlik de… Gizlice sever. Gizlice sevdiği Huri adlı kızın başka<br />
bir köye gelin gitmesi Şenlik’i çok etkiler, yakar, yıkar duman<br />
eder... Ayrılık acısını yaşamayana şair denmez, ozan denmez;<br />
denemez. İllâki bir ayrılık, bir gurbet ve hasret olacak.<br />
Zira bunlar aşığı yaşatan gıdadır. Âşığı âşık eden ayrılıktır,<br />
içten arıtan, sözünü renklendiren sesine inceden bir hüzün zarı<br />
yükleyen ayrılıktır. Ayrılığın acısı Şenlik’in şiirlerinde açık bir<br />
şekilde görülür. Bir süre sonra aynı köyden Abdullah’ın kızı<br />
Mürüvet’le evlenir. Çocukları olmayınca üç yıl sonra ikinci<br />
defa, yine Suhara’dan eski sevgilisi Huri’ye benzettiği, Kral<br />
Hasan’ın kızı Huri ile evlenir. Fakat âşık gönlü bu ikinci evliliğinde<br />
de huzuru bulamaz. Eşlerinin kavgaları, evde yarattıkları<br />
huzursuzluklar, Şenlik’i canından bezdirir. Devamlı olarak<br />
mutluluğu arar, fakat asla bulamaz. Ve kızının kendi izni
Öldürülen 101 Şair<br />
olmadan bir gençle kaçıp evlenmesini bir türlü içine sindiremez<br />
Şenlik, yirmi üç dörtlükten oluşan bu şiirinde kızını<br />
Allah’a şikâyet ederek ona beddua eder.<br />
Ve zehirlenerek öldürülmesi:<br />
“En ünlü beylerin, ağaların, hanların düğünlerin baş konuğu<br />
olmuş ve dönemin ünlü âşıklarını mat etmiştir. Âşıklıktaki<br />
kudreti onun hayatına mal olmuştur. Hikâye tasnif etme, atışma<br />
ve hele hele âşıklar için çok kolay bir hadise olmayan muamma<br />
asma ve muamma indirme gibi hususiyetleri muhteşem<br />
olan bir âşıktı… Hikâyeler tasnif ediyor ve anlatıyordu. Yusuf,<br />
Kerem, Nergiz ve Salman şiirlerinde adı geçen kahramanlarını<br />
mutlu ediyordu öykülerinde. Kendisi mutlu olamamıştı ama<br />
ele aldığı kahramanlarını mutlu etmeye çalışıyordu. Ayrıca<br />
simya ilminde eşsiz bir usta olan Ebali Sinan da insanları aldatan<br />
oyunlarıyla onun şiirlerinde yerini alıyordu. Ve İranlıların<br />
ünlü destan kahramanı Zaloğlu Rüstem, Köroğlu ve Battal<br />
Gazi de onun dilinde yeniden mesajlar veriyordu mısra mısra…<br />
Biçare Şenlik, Çıldırlı Şenlik, Dertli Şenlik, Fağır Şenlik,<br />
Kul Şenlik, Şenliğ’em, Sefil Şenlik, Sergerdan Şenlik’ti mahlasları…”<br />
63<br />
Revan’da karşılaşıp yendiği âşıklardan onu çekemeyenler,<br />
yemeğine zaman geçtikçe etkisi görülen bir ağu koyarak zehirlemişlerdi.<br />
Olay şöyle anlatılır:<br />
Âşık Şenlik’in erken ölümüne sebep olan Revan yolculuğu<br />
şöyledir; 1913 yılı yaz aylarında, Revan Hanlarından birinin<br />
büyük bir düğünü olur. 40 gün 40 gece derler ya, hah işte o<br />
düğünlerden birisi… Bu düğüne çeşitli yörelerden birçok âşık<br />
katılır.
Mustafa CEYLAN<br />
Töreye göre, Hanlardan birinin “Toy Babası” olması gerekiyordu.<br />
Çok şerefli ve gösterişli bir unvan olan toy babalığı<br />
için Hanlar arasında büyük çekişmeler olur.<br />
Bu hanların her birinin himayesinde bir veya birkaç<br />
hikâyeci usta âşık bulunur. Sonunda, hangi Hanın aşığı hiç duyulup<br />
işitilmemiş yeni bir hikâye anlatırsa, o Hanın toy babası<br />
olmasına karar verilir.<br />
Bala Mehmet, Âşık Şenlik’in çırağıdır. Sıra ona geldiğinde<br />
ustasından öğrendiği “Latif Şah” hikâyesini anlatır. Ve böylece<br />
birinci gelen aşığın hanı da “toy babası” olur.<br />
64<br />
Genç bir aşığın birinci gelmesine şaşıran diğer âşıklar olayı<br />
hazmedemezler ve bu genci sıkıştırırlar. Hikâyenin asıl sahibini<br />
öğrenirler ve Çıldırlı Âşık Şenlik’i Revan’a getirmesi için<br />
kendisine bir aylık süre verirler. Aksi takdirde kendisini öldüreceklerini<br />
söylerler.<br />
Bala Mehmet, Çıldır’a gelir ve ustasına durumu anlatır.<br />
Yalvarır, yakarır ve ikna eder.<br />
Bunun üzerine Âşık Şenlik, çırağı ile birlikte Revan’a gider.<br />
Revan Hanlarının âşıklarından bazıları, Şenlik’in daha<br />
önceleri Gümrü, Tiflis ve Borcalı’da görüşüp, tanıştığı ve yarışıp<br />
üstün geldiği âşıklardır. Bu nedenle Şenlik’ten çekiniyorlardı.<br />
Şenlik Revan’da Hanlar’ın en ünlü âşıklarıyla karşılaşıp,<br />
üstün gelir.<br />
Âşıkları yenilen ve dolayısıyla kendi itibarları da azalan<br />
Hanlar ve perişan olan, yenilen, gelirleri sıfıra inen diğer<br />
âşıklar, bu Osmanlı Aşığının yemeğine zehir katarlar. Revan’da<br />
hastalanan Şenlik, Gümrü’ye kadar trenle, oradan da öküz arabasıyla<br />
Çıldır’a gelirken, Arpaçay’ın Dalaver köyünde eniştesinin<br />
evinde yatağa düşer ve ölür. Cenazesi Suhara’ya(Yakınsu)
Öldürülen 101 Şair<br />
getirilir. Mezarı Suhara-Yakınsu (Aşıkşenlik Beldesi)’ndedir.<br />
Tarih:1912 veya 1913’ tür.<br />
Şiirlerinde çok değişik konuları işleyen Âşık Şenlik, yaşadığı<br />
dönemin toplumsal sorunları ve çalkalanmaların da etkisiyle<br />
özellikle »koçaklama« dalında birçok şiir/türkü söyledi.<br />
Öldürülen ozan-şairlerimizden birisi olan Çıldırlı Âşık<br />
Şenlik, “Salman bey ile Turnatel Hanım Hikâyesi, Sevdakâr<br />
Şah ile Gülenaz Sultan Hikâyesi ve Lâtif Şah Hikâyesi” isimlerinde<br />
üç önemli hikâyeyi edebiyatımıza armağan etmiştir.<br />
Demiş ki:<br />
Gönül her gaflete inme<br />
Ya dalınır ya dalınmaz<br />
Muhabbet bir armağandır<br />
Ya bölünür ya bölünmez.<br />
65<br />
Ad bednam eyleme beter<br />
Töhmeti âlemi tutar<br />
Deftere yazılan gader<br />
Ya silinir ya silinmez.<br />
Şenlik der Sıtkı dost olan<br />
Hoş söyleyip yüze gülen<br />
Daim bir hulüste galan<br />
Ya bulunur ya bulunmaz.
Mustafa CEYLAN<br />
Demiş ki:<br />
Ehli İslâm olan eşitsin bilsin<br />
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana<br />
İsterse Uruset ne ki var gelsin<br />
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana<br />
Guşanın gılıcı giyinin donu<br />
Gavga bulutları sardı her yana<br />
Doğdu koç yiğidin şan alma günü<br />
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana<br />
66<br />
Asker olan bölüh bölüh bölünür<br />
Sandınız mı Gars galesi alınır<br />
Boz atlar üstünde gılıç çalınır<br />
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana<br />
Kavga gönül namert sapa yer arar<br />
Er olan göğsünü düşmana gerer<br />
Cemi Ervah bizle meydana gider<br />
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana<br />
Hele Al-Osmanın görmemiş zoru<br />
Din gavreti olan tedarik görün<br />
At tepin, baş kesin, kazağ’ın kırın<br />
Can sağ iken yurt vermeyiz düşmüna
Öldürülen 101 Şair<br />
Ben esferdir bilin Urus’un asli<br />
Orman yabanisi balıkçı nesli<br />
Hınzır sürüsüne dalıp kurt misli<br />
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana<br />
Şenlik ne durursun atlara minin<br />
Sıyırak gılıç düşman üstüne sürün<br />
Artacaktır şanı bu Al’Osman’ın<br />
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana<br />
Demiş ki:<br />
İster ihtiyar ol ister nevcivan<br />
Bu dünyada bâkî kalan öğünsün<br />
Meraksız fikirsiz gamsız her zaman<br />
Her zaman şâd olup gülen öğünsün<br />
67<br />
Müddet ki Hazret-i Âdem’den beri<br />
Okunmaz defteri bilinmez sırrı<br />
Bu dünyadan gitti nice bin biri<br />
Ahretten dünyaya gelen öğünsün<br />
Sefil Şenlik der ki bu dünya fâni<br />
İskender Ürüstem Süleyman hani<br />
Ecel pazarından kurtaran canı<br />
Azrail’den mühlet alan öğünsün
Mustafa CEYLAN<br />
Demiş ki:<br />
Ol kadir-i kayyum feyyaz-i celal<br />
Salıp vücudumu nara ağlarım<br />
Arş ile kürsüne çalanda kalem<br />
Yazıp yığvalımı kara bağlarım<br />
Hürüyü kılmandı melek misali<br />
Tavuzdan cilveli ibrişim teli<br />
Aklımı yitirip olmuşum deli<br />
Ala gözlü nazlı yâre ağlarım<br />
68<br />
Şenlik’im artıyor efkârım gamım<br />
Bilmem neye varır benim encamım<br />
Deryaya gark olup yelkensiz gemim<br />
Elim yetmez bir kenara ağlarım<br />
Demiş ki:<br />
Mevlayı seversen konak et beni<br />
Bu gece eğlenir yatar giderem<br />
Gözden ırak olup gönülden cüda<br />
Derbeder olurum iter giderem<br />
Çıra yakıp yanımızda oturma<br />
Burda olan sözü köye götürme<br />
Bir parça ekmekle su da getirme<br />
Niyet edip oruç tutar giderem
Öldürülen 101 Şair<br />
Sabahtan kalkan da han pulu iste<br />
Eğer vermez isem sen beni kıtsa<br />
Atı koy mezada müşteri seste<br />
Değere değmeze satar giderem<br />
Mevlayı seversen tan etme bize<br />
Hak kulun ayıbın vurmadı yüze<br />
Bu yıl tahsirliydim göründüm göze<br />
Bıldır yağan kardan beter giderem<br />
Çıldırlı Şenlik’im aşk hevesinde<br />
Üryan gönlüm gezer abdal postunda<br />
Kahve ocağında peyke üstünde<br />
Yorgansız döşeksiz yatar giderem<br />
69<br />
Demiş ki:<br />
Hulus-i kalp ile bil sen fikrimi<br />
Ben mevladan Al’Osman’ı isterim<br />
Merhamet sahibi ol gazi hünkâr<br />
Bize hükmetmeye onu isterim<br />
Sultan Hamit Şahım şahlar serveri<br />
Zikrimde Kurandır dilim ezberi<br />
Kaftan kafa zirr ü zeminden beri<br />
Nefs-i Mürsel hükmü hanı isterim
Mustafa CEYLAN<br />
Süleyman tahtında bey karar duran<br />
Muhammet vekili mekânı nuran<br />
Ezler hıfsı furkan ayet-ül Kuran<br />
Salâvatı ol süphanı isterim<br />
Ezelden alnıma çekilmiş kalem<br />
Ettiğim var idi yetişti belam<br />
Vaktinde saltanat hükmünde âlem<br />
Divanında şevket sanı isterim<br />
70<br />
Gam gündür Şenlik’in gönlünün şadı<br />
Fikrimden çıkmıyor Al’Osman adı<br />
Gidiyor dünyanın lezzeti tadı<br />
Ben ne binde bir mekânı isterim<br />
Demiş ki:<br />
Yığılın ahbaplar yaren yoldaşlar<br />
Gamlı gönlüm vatanından yad olur<br />
Kahpe felek beni sürgün eyledi<br />
Dostlar ağlar düşmanlarım şad olur<br />
Daha geçti devran sürmek sırası<br />
Aşk okunun merhem bulmaz yarası<br />
Hiç kimsenin başa yanmaz çırası<br />
Çoklar bu sevdadan na-murad olur
Öldürülen 101 Şair<br />
Ustasından ders almayan pirsizdi<br />
Bir gül gördüm dört tarafı harsızdı<br />
Koy desinler Kul Şenlik’e arsızdı<br />
El içinde bu iş mana ad olur<br />
Demiş ki:<br />
İçip aşkın badesini vücud-i nar olmuşam<br />
Divane derviş misali feryad-i zar olmuşam<br />
Perişan bülbül kan ağlar ah u nalemden menim<br />
Dil hasta gönül şikeste hem tarumar olmuşam<br />
Bin yıl ömür verdi Âdem’i saldı aha<br />
Yedi yüz elli Şit yaşadı dokuz yüz elli Nuh’a<br />
Erenleri hak edeni fani kılar mı raha<br />
Düşüp de dünya şerrine kara efkâr olmuşam<br />
71<br />
Şenlik’im hizmet etmedim daim bir tarikata<br />
Uyup iblis yığvasına çok ettim cürm ü hata<br />
Şefaat ya resulullah muhtacım marifete<br />
İsyanın hadden aşıptır çok günahkâr olmuşam<br />
Ve Yine Demiş ki:<br />
Düşmüşüm gam deryasına ummanda yüzen benim<br />
Rüyada çark-ı âlemi devredip gezen benim<br />
Dersim aldım pünhandan ayana çıkmaz sırrım<br />
Ehl-i marifet hoş nasihat cevahir lisan benim
Mustafa CEYLAN<br />
Semada mahlûkat gördüm nezmider nur danesi<br />
Çıkmaz arşa inmez hakka müğelladır binası<br />
Yigirmi dört sahat bin dört yüz kırktır manası<br />
Birinde bin kerre hakka şükreder insan benim<br />
Ne layık ki beni deyip arzulayıp gelesin<br />
Divan-ı âlem içinde imtihana salasın<br />
Deseler ki Sefil Şenlik sen bir azim kalasın<br />
Rütbem arşa direk olsa hak ile yeksan benim<br />
72<br />
Ve eklemiş:<br />
Manasız mantıksız sözü bilmenin faydası ne<br />
Az anlayıp çok söyleyip gülmenin faydası ne<br />
İtibar dediğin elde bir muhalif şişedir<br />
Kaldırıp beyhude taşa çalmanın faydası ne<br />
Dipte tekbir kabul olmaz niyaz-ı marifete<br />
Kalpte tasdik eylemektir sıtk ile itikada<br />
Ab-ı umman kenarında baş eğip ibadete<br />
Türaptan teyemmüm alıp kılmanın faydası ne<br />
Biçare pervane bilmez kastı sitem olanı<br />
Garaz-ı gazzap şamına başı candan dolanı<br />
İste seni isteyeni tanı kadir bileni<br />
Hürmetsiz teklifsiz yere gelmenin faydası ne
İlacı na-mümkün olur başa gelen kaderin<br />
Haşre dek acısı gitmek ihtiyacı kederin<br />
El içinde şöhret bulan şerafetli pederin<br />
Mülkünde ne halef evlat kalmanın faydası ne<br />
Öldürülen 101 Şair<br />
Sefil Şenlik aşk ucundan düşüp gaflet habına<br />
Derununda mülhezayı derc eyler hesabına<br />
Reyisi nadan sefine düşer gam girdabına<br />
Dalgası şaşkın deryaya dalmanın faydası ne<br />
Ve devam etmiş:<br />
Dinleyin ağalar size söyleyim<br />
Ürüşan gönlümün intizarı var<br />
Et yiyip at binip dilber sevmiyem<br />
Ne bilir dünyadan ne haberi var<br />
73<br />
Ellerim doymadı elvan kınadan<br />
O beyaz buhaktan billur sineden<br />
İki sevda birbirine binadan<br />
Değmeyin hatırına ikrarı var<br />
Huri-yüi gılmandı salâtın soyu<br />
Selviden seçilmez yücedir boyu<br />
Livane sancağı Sirya’dır köyü<br />
Çıldırlı Şenlik’in yadigârı var
Mustafa CEYLAN<br />
ŞENLİK‘TEN MANZUM BİR ÖYKÜ:<br />
“Rivayet şöyle gelişmektedir. İbrahim peygamber efendimiz<br />
oğlu İsmail’i kurban etmesinden gelmektedir.<br />
74<br />
Musa peygamber kâinattaki bütün canlıların dilini bilen tek<br />
peygamberdi. İbrahim peygamber efendimiz oğlu İsmail’i<br />
kurban etmeye götürürken İsmail’e durumu anlatmış İsmail’de<br />
babasına mademki öyle bir Rabbimize sözün var tamam baba<br />
demiş. Yanlız benim gözümü bağlarsan yeter. Gitmişler bir<br />
çölün ortasına İsmail eğmiş kafasını İbrahim aleyhisselam<br />
elindeki bıçağı çektiğinde bıçağın İsmail’in boynunu kesmediğini<br />
görmüş. O heyecanla taşa bıçağı vurmuş. Taş ikiye ayrılmıştır.<br />
Olduğu yerde İbrahim peygamber donmuş kalmış. Bu sadakatten<br />
dolayı yüce Rabb meleklere emir ederek Musa aleyhisselam<br />
Tur dağında koyun otlatırken 4 kurt geliyor. Çoban<br />
diyor bize kısmetimizi ver. Çoban da diyor ki “bu sürü benim<br />
değil bunun sahibi var.”<br />
Kurtlar diyor ki “biz sürüne bakalım sen git sahibinden izin<br />
al gel.”<br />
Musa (a.s) düşünüyor. Kurda koyun emanet edilir mi?<br />
“Ben size güvenmiyorum” diyor. Kurtlar dile gelip yemin<br />
ediyorlar. Hz. Musa’ nın hakkı için Muhammet Mustafa’nın<br />
dişi hakkı için yemin edince Musa peygamber bakıyor ki kurtlar<br />
benim ismime yemin etti. Tamam diyor siz burda sürüye<br />
bakın ben gidip sahibine söyleyip geleceğim diyor. Musa sürünün<br />
sahibine söylediğinde gök ala koyunu ver diyor.Kurtlar<br />
gök ala koyunu götürüyor.İçindeki kuzuyu çıkarıp İbrahim<br />
peygamber efendimize götürüyorlar.Cebrail (a.s.) Hz.<br />
İbrahim’e geliyor. Kaldır başını diyor gök yüzüne bak İbrahim
Öldürülen 101 Şair<br />
peygamber gök yüzüne baktığında bir koçun geldiğini görüyor.İşte<br />
diyor İsmail’in yerine kurban bu koçu keseceksin.Allah<br />
rızası için kesilen bu kurbanlar bu şiirin Çıldırlı Aşık Şenlik<br />
baba tarafından yazılmasına neden olmuştur.Torunu<br />
Necmettin Şenlik dahi bu hikayeden Şenlik dedesinin esinlendiğini<br />
söylemektedir. “<br />
Tur Dağında Musa (AS.) Hikâyesi<br />
Musa Tur dağında koyun güderken,<br />
Allah için ibadetini ederken,<br />
Cebrail geldi kurtlar şeklinde,<br />
İki cihan serveri hemen dur dedi.<br />
Musa dedi kurtlara, arzunuz neyidi,<br />
Davarları ürkütmeyin, bir kenarda durun dedi,<br />
Bu sürünün bir sahibi var dedi,<br />
75<br />
Sahipsiz sürüden koyun verilmez dedi.<br />
Kurtlar dedi başka çaresi yoktur nidelim,<br />
Başımızı alıp bu diyardan nereye gidelim,<br />
Musa sen git Ağana söyle, biz koyunları güdelim,<br />
Git Ağana selam söle Pir dedi.
Mustafa CEYLAN<br />
Musa dedi ki kurtlara:<br />
Yaradan Mevlanın yolları ince,<br />
Ona turap olan kulları nice,<br />
Ben neylerem, Siz sürüyü kırınca,<br />
Bu hizmet de bana zor, dedi.<br />
Kurtlar başladılar yemin etmeye,<br />
Yusuf(as) ın düşü hakkı için,<br />
Veysel Karani’nin başı hakkı için,<br />
Gel sürünü sal, selamet gör; dedi.<br />
76<br />
Musa vedalaştı, yollara düştü,<br />
Melekler önüne bir bayrak açtı,<br />
Musa varıp Ağasına danıştı,<br />
Ağası dedi: git kurtların kısmetini ver, dedi.<br />
Musa Ağa’sından geri dönünce,<br />
Kurtlar hemen kısmetini alınca,<br />
Koyunu tutup, kurtlara verince,<br />
Allah senden razı olsun Pir, dedi.<br />
O koyuna yeşil bir bayrak gerildi,<br />
Melekler hemen etrafına sarıldı,<br />
Kuzuyu alınca hemen, koyun dirildi,<br />
Hani benim körpe balam nerede: Dedi.
Öldürülen 101 Şair<br />
Cebrail (as) der ki koyuna,<br />
Eğer sen kuzunu sorarsan,<br />
İsmail (as) inen koçu gör, dedi,<br />
Cennet’i alada, onu gör, dedi.<br />
Sefil Şenlik muradına erersen<br />
mihraçtaki o nebiyi sorarsan<br />
Eğer koyun sen kuzunu sorarsan,<br />
Cennet’i alada, onu gör, dedi.<br />
Ve SÖZ ÂŞIK ZÜLALİ DE:<br />
Ağası gedesi cümlesi birlik,<br />
Hürmet muhabbetle ederler dirlik,<br />
Ne zaman ki ölmüş babanız Şenlik,<br />
O zaman bozulmuş ziynetin Çıldır.<br />
…………………………………….<br />
77<br />
Zülâlî, burdadır erenler hâsı,<br />
Ehli dil ocağı pirler ülkesi,<br />
Güzeldir âhengi hoştur şivesi,<br />
Yahşıdır lisanın sohbetin Çıldır.
Mustafa CEYLAN<br />
SON SÖZ:<br />
EY HASRET ŞOFÖRÜ !(Gülce-Buluşma)<br />
Çözdün mü ömrün boyunca bir kere<br />
Tek bir kere muamma, de bana?!<br />
Yoksa askıda mı kaldı hayat bilmecen<br />
Ve sustu mu gönül sazın köy odalarında…<br />
78<br />
Yarım kalan şiirlerin yarım sultanı<br />
Çıldır nerededir bilir misin acaba?<br />
Duydun mu, işittin mi ey ham manzumeci?<br />
Kimdir, ne demiştir Çıldırlı Şenlik Baba?<br />
Ve<br />
Başparmağı niye göğü gösterir?<br />
Beldesinin yol ağzına bağdaş kurup oturanda<br />
Düşündün mü hiç?<br />
Sen ki uyakların tahta bacaklı süvarisi<br />
Yaralı, kırık ve şiş iskeletli manzumelerin<br />
Yorgun kalemli sahibi,<br />
İmgelerin ruhsuz ve şekilsiz,<br />
Duygu mimarına çırak bile olamadın<br />
Baden zehir zıkkım, dilin kilitli<br />
Sürgüde ve sürgündesin<br />
Sözcüklerin en utangaç efendisi…<br />
Haydi, çek arabanı ey hasret şoförü<br />
Çalıştır, bas gaza, yürü doğuya…<br />
Kars’a, Ardahan’a uzan da görelim<br />
Görelim Anadolu yollarında seni de<br />
İçimiz rahat, evlerimize dönelim…
Öldürülen 101 Şair<br />
Yolda bir kaset at dinle<br />
Çıldır divanını<br />
Çıldır koşmasını<br />
Ve<br />
93 koçaklamasını Şenlik Baba’dan…<br />
Unutma, tamam mı?<br />
Ey düzayak koşmanın<br />
Altıbeş onbirlik meftunu dostum,<br />
Bilir misin cigalı tecnis nedir?<br />
Ya tuyuğu, varsağıyı ?...<br />
İşittin mi hiç?<br />
Öldük, öldürüldük<br />
Bin kez öldürdüler, milyon kere dirildik<br />
Şenlik babamızı zehirlediler<br />
Gitti zehirleyenler, yok adları-sanları<br />
Şenlik Baba yaşamakta işte<br />
Daha kaç bin yıl yaşayacak içimizde<br />
Bizde, bizimle…<br />
79<br />
Sazımın sinesinden arşa yükselir içim<br />
Parmaklarım ufukta dolanır hilâl çizer.<br />
Acım, öfkem, hüznüm ve en mükemmel sevincim<br />
Bir anda mısralaşır söz sultanıyla gezer<br />
Coğrafyayı yurt yapan bayram yeri, şenliğim<br />
Halkımın yüreğidir, dilidir ozanlarım.<br />
Ermeni’ye, Moskof’a kafa tutan Şenliğim<br />
Gül açar Ardahan’da, o gün onu anlarım.<br />
Mustafa CEYLAN
Mustafa CEYLAN<br />
(2): CEM SULTAN<br />
Fatih’in en küçük oğludur. 23 Aralık 1459’da Edirne’de sarayda<br />
doğmuş olan Cem Sultan, kardeşi II. Bayezid ile süren<br />
iktidar mücadelesi sonucunda Rodos, Mısır, İtalya ve<br />
Fransa’da sürgün hayatı yaşadıktan sonra, 300.000 altın karşılığında<br />
Papa tarafından etkisini yavaş yavaş gösteren bir zehirle<br />
zehirlenir ve 25 Şubat 1495 tarihinde ölen bir şairimizdir.<br />
Henüz çok küçük yaşlarda iken Arapça ve farsça öğrenen<br />
Cem, aldığı eğitim ve yeteneği sayesinde çocukluk dönemlerinde<br />
şiir yazmaya başlamıştır.<br />
80<br />
Cem Sultan’ın Türkçe ve Farsça iki Divanı bulunmaktadır.<br />
Ayrıca, Fal-ı Reyhan-ı Sultan Cem isimli 48 beyitten oluşan<br />
bir mesnevisi, İran şairlerinden Selman Saveci’nin Cemşid ü<br />
Hurşid isimli eserini şiirleştirilmiş bir şekilde tercüme etmiş<br />
olup, tarihçiler bu esere Hurşid u ferahşad adı da verirler.<br />
Demiştir ki:<br />
“Gitmeğe azm itme şahım gitme gel<br />
Çün yiğitsin alma âhım gitme gel<br />
Sen sefer azmin kılıcak cân ü dil<br />
Çağrışur kim âh şâhum gitme gel<br />
Sînem üzre ger güzer kılsan sana<br />
Dil uzadur her giyâhum gitme gel<br />
Çün yanıldum secde-i sehv ola mı?<br />
Kaşlarındur secde-gâhım gitme gel
Öldürülen 101 Şair<br />
Cem kulun sensiz olamaz rahm kıl<br />
Gel kerem kıl pâdişâhum gitme gel.<br />
Sağlığında, özellikle Konya’da bulunurken, çevresine çok<br />
sayıda şair, sanatçı, kültür ve fikir adamlarından bir halka ören<br />
Cem Sultan, ömrü boyunca kendisini seven ve ona bağlı kalan<br />
şairlerle kader birliği etmiş, onlarla yaşamıştır. Edebiyat tarihçileri<br />
“Cem Şairleri” diye bir edebiyat topluluğundan bahsederler,<br />
işte o topluluk, Fatih’in en küçük oğlu olan ve ömrü<br />
gurbette, yâdellerde sürgünde geçen Cem Sultan’ın sevenlerinden<br />
meydana gelen bir topluluktur.<br />
Divan Edebiyatı’na gurbet temasını ilk olarak sokan ve<br />
onu gayet mahirane bir şekilde işleyen Cem Sultan’dır. Hem<br />
Avrupa’da esarete benzer sürgünde bir hayat yaşaması, hem<br />
çok küçük yaşta oğlu Oğuz Han’ın öldürülmesi Cem’in şiir<br />
dünyasını çok hassas yapmıştır. Ayrıca, Ahmed Paşa, Necatî,<br />
Şeyhî, Hâfız, Nizamî ve Salman’ın da Cem şiirlerinin mayalanışında<br />
etkisi olmuştur.<br />
81<br />
Anlatırlar;<br />
-“Papa’ya karşı dikkatli davranmalısın. Bütün padişahlar,<br />
Papayla karşılaştıklarında Papa’nın ayaklarını öperler. Sadece<br />
Alman bey’i dizini öper. Siz de Papayla karşılaştığınızda mutlaka<br />
ayağını öpünüz veya hiç olmazsa dizini öpünüz.”<br />
-Madem öyle, beyleriniz birbirleriyle buluşunca küçük<br />
beyler, büyüklerin ayaklarını niye öpmezler? Papadan daha<br />
ulu beyleriniz var.”<br />
Cevap verirler:<br />
-“Bu bir saygı işaretidir. Bundan bir mağfiret umulur.”<br />
Kardeşi Osmanlı Sultan’ına bile boyun eğmemiş olan Cem,<br />
bu söz karşısında hiddetlenir
Mustafa CEYLAN<br />
Ve der ki:<br />
-“Ben, mağfireti ancak ve ancak Allah ü Telâlâ’dan umarım.<br />
Bu konuda Papa’ya ihtiyacım yoktur ve olamaz da! Ölümüme<br />
razı gelirim amma, dinime, imanıma ve inancıma ihanet<br />
yapmam, asla yapamam!”<br />
Dahi anlatırlar:<br />
“Cem, eline geçen parayı, din ve milliyet farkı gözetmeksizin<br />
Roma’da fakir ve fuaraya dağıtmaktadır. Bunu gören Papa,<br />
“Mısır’dan oğlunu getir, ona kardinallik verelim, bizim dinimize<br />
dönsün, olmaz mı?” der.<br />
Cem, bu sözlerden incinir ve bunarı çok ağır bulur. Der ki:<br />
82<br />
“Ne günlere kaldık ki, bizi dininize dahi davet eylersiz.<br />
Ben sizden Mısır yolunu isterdim, siz bana batıl yol mu göstersiz?<br />
Bilirsiz hod her kişiye kendi dininden gayrisi batıldır.<br />
İtikadımca şimdi Muhammed dini haktır, siz, kendi dininizden<br />
vaz geçip hak din olan Muhammed dinine geçer misiniz? Kardinallik<br />
değil, papalık değil, bütün Dünyanın imparatorluğunu<br />
da verseniz ben ve oğlum dinimizden dönmeyiz. Bu türlü sözler<br />
bize ezâdır. Eğer bu su-i zan bizim Nasara fukarasına merhametimizden<br />
vaki oldu ise, bizim dinimizde fukaraya sadaka<br />
vardır. İster Müslüman, ister kâfir olsun; kim olursa olsun<br />
yoksula sadaka verilir.”<br />
Ölümünden duyulan üzüntü sebebiyle üç gün yas ilân edilir.<br />
Fakirlere sadaka dağıtılır. Gıyabî cenaze namazı kılınır.<br />
Konuşan bir Papağanı vardır Cem’in. Bu cenaze merasimleri<br />
sırasında papağan<br />
-“Allah’ım Cem Sultan’a rahmet et” deyiverir.
Öldürülen 101 Şair<br />
Cem, Papa tarafından para karşılığı zehirlenerek öldürülmüştür,<br />
ama ölümü de siyasî olaylara konu olmuştur. Bayezid,<br />
kardeşinin cenazesini ülkesine getirmek isterken, çıkar hesapları<br />
peşinde koşmakta olan Papa’ da Cem’in kabrinin kendi<br />
ülkelerinde olmasını istemekteydi. Uzun süren yazışmalar sonunda<br />
1499 yılında Cem’in cenazesi Mudanya yoluyla<br />
Bursa’ya getirilip kardeşi Mustafa’ nın ve Sultan Murad<br />
Han’ın yanına defnedildi.<br />
Bir Şiirinde:<br />
“Cefâların bana bildüm vefâyımış ey dost<br />
Bu fikri kim ben iderdüm hatâyımış ey dost<br />
Irağa salma kapundan beni ki Merve hakı<br />
Tavâf-ı Ka’be-i kûyun safayımış ey dost<br />
83<br />
Düşümde zülfüni gördüm diyu sevinmiş idüm<br />
Gözüme hod görinen ejderhâyımış ey dost<br />
Ümîdi zülfüne tutmuş idüm velî bildüm<br />
O dahî ömr gibi bî-vefâyımış ey dost<br />
İrişmek ister idi hân-ı vasfına lîkin<br />
Hemen nâsib-i Cem âhir duâyımış ey dost.
Mustafa CEYLAN<br />
SON SÖZ CEM SULTAN’DAN OLSUN:<br />
“Dün gice ol mâh-ı mihr-ârâyı mihmân eyledüm<br />
Hüsnini dil mülkinin tahtında sultân eyledüm<br />
Yaşlar akıtdum yüzüme yâr meyl itsün diyu<br />
Sîm ü zer arz eyleyüp tezyîn-i dükkân eyledüm<br />
Şol kadar kan ağladum kim dâr-ı dil dîvârınun<br />
Bir taşın yâkut ü bir taşını mercân eyledüm<br />
84<br />
Alnına sür bâri gel boynuna alma kanımu<br />
Canumı çün kaşların yasına kurbân eyledüm<br />
Sen aziz-i Mısr-ı hüsn olalı ey Yusuf-cemâl<br />
Ben zenehdânun çehin gönlüme zindân eyledüm<br />
Olamaz cevher ayarı hâk-i pâyuna ayâr<br />
Hüsnüne çün kefe-i çeşmümi mîzân eyledüm<br />
Yâr geldi kim göre Cem gönlinün vîrânesin<br />
Bir ciğer kalmışdı anı dahi biryân eyledüm.
Öldürülen 101 Şair<br />
CEM SULTANA (Gülce-Triyolemsi)<br />
Biliyorum sen hâlâ Rodos’tan<br />
Bakıyorsun yaşlı gözlerle cennet Anadolu’ya.<br />
Kardeş kamasıdır sırtındaki<br />
Emirgân bahçelerinde yüzü yanmış güllerin<br />
Hıçkırmasıdır kulaklarındaki.<br />
Manâ kıblede, kıble içinin içinde Cem<br />
Yönel ona, bırakma ve aç avuçlarını semâya<br />
Sıyır kara bulutları mora çalan düşlerinden<br />
Yüzyılın sancısı vurmakta bak şakaklarını<br />
Kopart gönül uçurtmalarının şiirden iplerini<br />
Ölüme dost,<br />
…………Ayrılığa can,<br />
………………Gurbete yâran ol Cem…<br />
85<br />
Biliyorum sen hâlâ Roma’da ya da Nis’tesin<br />
İçi kan kırmızı, dışı simsiyah bir sistesin<br />
Biliyorum şehzâde kaftanın yerlerde sürünmekte<br />
Yâdeller içinde ağlamaklı bir vaziyettesin.<br />
İyi bak Cem, iyi bak çeşmelere<br />
Çeşmelerden dolan testilere iyi bak!<br />
İçlerinde irin mi var, nur mu var?<br />
Mecnun ol es yürek çölünde, Kerem ol yan<br />
Dadaloğlu, Köroğlu ol, çal kılıcı haksıza<br />
Fakat Yunus olmayı unutma asla e mi?<br />
Yunus olmayı Cem?!..
Mustafa CEYLAN<br />
Altın işlenmiş kama, çıkar mı hiç kınından?<br />
Şehzâdeler geçende tarih aralığından<br />
Bu şehr-i İstanbul ki, Yaradan’dan hediye<br />
Serpilmiş pul pul işte, tepelerle vadiye.<br />
Çekilir mi kılıçlar, kardeşlik bitsin diye?<br />
Altın işlenmiş kama, çıkar mı hiç kınından?<br />
Yalı bahçelerine bahar yağdır bakışla<br />
Seferden dönsün gayri, metrisle, yedi kışla<br />
Mahzun bir tebessümle, şiirini nakışla<br />
Şehzâdeler geçende tarih aralığından<br />
86<br />
Çelebiler geçende ufkumun çizgisinden<br />
Sen gelirsin aklıma, melil mahzun, yetim sen<br />
Yaradılmış canlının cümlesi Allah kulu<br />
Dünya gelip geçici, acemiler okulu.<br />
Mehterbaşı yeniden çalıversin davulu<br />
Çelebiler geçende ufkumun çizgisinden<br />
Yeditepe İstanbul, yedi göğe yükselir<br />
Boğazda rüzgârımsın, gönül dağlarıma gir<br />
Bir yâr sevsem Beykoz’dan, menekşe kokar gelir<br />
Sen gelirsin aklıma, melil, mahzun yetim sen.<br />
Biliyorum sen hâlâ konuksun<br />
İstemeden yaban elde<br />
Mecburi konuk.
Öldürülen 101 Şair<br />
Kır aynaların çılgın bakışlı yüzlerini<br />
Parçala İstanbul kokmayan gecelerin<br />
Esaret dolu gündüzlerini…<br />
Çağ açıp çağ kapatan bir sultanın<br />
En küçük oğlusun Cem, balasısın…<br />
Öfke, nefret ve de şüphe<br />
Sardı ise boydan boya sarayı<br />
Kardeş kaması derin açar<br />
Sırtındaki yarayı.<br />
Bükme boynunu Cem, bükme<br />
Mısraların dert ortağın, yâr zülfünde gül kokusu<br />
Topla şairlerini çepeçevre, ör halkayı<br />
Kaç okka yüreği Papaz efendinin?<br />
Ve kaç para alır kefeninin cebi, oy anam?!<br />
Osmanlı sultanına eyvallahın yok iken<br />
Çan sesine değişmezsin ezanı<br />
Değişmezsin biliyorum Cem, değişmezsin…<br />
Adalardan gelen o yosun gözlü kızla<br />
Seni bekliyorum hâlâ seni Cem,<br />
Neden gelmezsin?<br />
87<br />
Mustafa CEYLAN
Mustafa CEYLAN<br />
(3): PÎRÎ MEHMED PAŞA(Remzî)<br />
Sadrazamlıktan emekli edildikten sonra, Padişahla dostluğu<br />
devam eden Piri Mehmet Paşa, Pargalı Damat İbrahim<br />
Paşa’nın kandırdığı oğlu Mehmet Efendi tarafından zehirlenerek<br />
öldürülmüş bir şairimizdir.<br />
Silivri’de yaptırmış olduğu cami yanında bulunan türbede<br />
yatmaktadır.<br />
GAZEL<br />
88<br />
Hüsrevâ didi görenler beni Ferhâd ancak<br />
Aşk işin başa iletmişse bu üstâd ancak<br />
Adını âşık idüb nâm u nişân güzelinin<br />
Sakınun adını anman yaramaz ad ancak<br />
Seni terğîb idüp ey dil güzele mürşid-i aşk<br />
Eteğini koma elden güzel irşâd ancak<br />
Zulm ile gönlüm evin yıkdı sanurdum gam-ı yâr<br />
Nice vîrânedür ol ser-be-ser âbâd ancak<br />
Yine mektûbıla şeh bendesini yad itmiş<br />
Bend-i gamdan dil-i mihmet-zede âzâd ancak<br />
Vasf-ı la’l-i leb-i şîrîn-ter dilber variken<br />
Remzi’yâ dilde şükür namı kuru âd ancak.<br />
Yavuz ve Kanuni döneminde beş yıl beş ay iki gün sadrazamlık<br />
yapmış olan Piri Mehmet Paşa, birçok hayır eseri yaptırmıştır.<br />
İstanbul’da Haliç’de Halıcıoğlu ile Hasköy arasında
Öldürülen 101 Şair<br />
kendi adını taşıyan bir semt bulunmaktadır. Bu semtte yaptırdığı<br />
mescit ve hamamı bulunur. Yine İstanbul’da Zeyrek semtinde<br />
Halvetî Tekkesi, Soğükkuyu Camii ve Medresesi,<br />
Mercan’da Terlikçiler Mescidi, Molla Gürânî Camii civarında<br />
Körüklü Tekkesi olarak anılan Halvetî Zaviyesi ve Camcı Ali<br />
semtinde bir sibyân mektebi vardır. Emekli olup vefat ettiği<br />
Silivri’de cami, imaret, mektep ve medreseden oluşan bir kulliyesi<br />
vardır, türbesi de buradadır. Osmanlı ülkesinin birçok<br />
yerinde de hayır eserleri bulunur. Bunlar arasında Belgrad’da<br />
bir imaret, Konya’da bir mescit, imaret ve tekke, Aksaray’da<br />
bir mektep, Gülek Kalesi yakınlarındaki zaviye ve ribât sayılabilir.<br />
“Aksaray İli’nde Zinciriye Medresesi müderrislerinden<br />
meşhur Cemaleddin Aksarayî torunlarından olup babası<br />
ülemâdan Mehmed Çelâleddin b. Ahmed Çelebi’dir. Ana tarafından<br />
soyu Larende (Karaman)’de medfun Mevlâna<br />
Hamzatüddin’dir. Şehzadeler şehri Amasya’da, yetişmiş,<br />
medrese tahsili görmüş, kadılık etmiş ve daha sonra devlet<br />
hizmetine girip II. Beyazıt zamanında Anadolu defterdarı olmuştur.<br />
89<br />
Pirî Mehmed Çelebi, başdefterdarlıkla Çaldıran seferine<br />
iştirak etti. Bir harp meclisinde beklenmeden hemen hücuma<br />
geçilmesi hususundaki söylemiş olduğu sözler ile Sultan<br />
Selim’in takdirini kazandı. Şah İsmail’e karşı zafer sonrasında<br />
ikinci vezir Dukakinoğlu Ahmed Paşa ile birlikte Tebriz’in<br />
zapt edip muhafazasıyla görevlendirildi. Bu seferden dönüşünde<br />
Nahçıvan’a gelindiği zaman Ekim 1514’te azlolunan<br />
Mustafa Paşa’nın yerine üçüncü vezir yapıldı. Amasya’da<br />
Mart 1515 yeniçeri isyanı sonunda görevinden alındıysa da üç<br />
gün sonra tekrar aynı göreve iade edildi.<br />
Hersekli Ahmed Paşa’nın son defa vezir-i âzamlıktan azlinden<br />
sonra, Mısır seferine karşı geldiği için, Pirî Mehmed<br />
Paşa da azil ve emekli edildi.
Mustafa CEYLAN<br />
Yavuz Sultan Selim’in Osmanlı ordusu ile 1516 (hicri<br />
922’de) Mısır seferine hareketi üzerine İstanbul muhafızı ve<br />
sedaret kaymakamı tayin olundu.<br />
90<br />
Mısır’ın fethedilmesinden sonra Mısır’da bulunan Osmanlı<br />
ordusuna İstanbul’dan iaşe, tedarik ve mühimmat getirmesi<br />
ve Mısır’dan geri dönüşte elde edilen ganimetin İstanbul’a taşınması<br />
için Yavuz Sultan Selim İstanbul’dan bir donanma filosu<br />
istemişti. İstanbul muhafızı olan Piri Mehmed Paşa<br />
İskenderiye’ye sevk edilecek donanmayı büyük bir titizlikle<br />
donattı. Galata ve Gelibolu’da hazırlanan altı yüz parçadan<br />
ziyade ve padişahın istediği sayıdan fazla olan bu donanmadaki<br />
gemiler altısı top ve beşini de at gemisi olarak tanzim edilmişti.<br />
Ama 1517 başındaki çok şiddetli kış dolayısıyla bu donanma<br />
ancak 26 Mart 1517’de İstanbul’dan ayrıldı.<br />
İskenderiye’ye gelen gemilere hazineler ve ganimet yüklendi<br />
ve bu filo 15 Temmuz 1517’de İstanbul’a geldi. Piri Mehmed<br />
Paşa’nın bütün bu çalışma ve gayretleri, Yavuz Sultan Selim<br />
gözünde, onu, veziriazamlığa hazırlamaktaydı.<br />
Mısır Seferi dönüşünde ani bir kararla Yavuz Sultan Selim<br />
sadrazam olan Yunus Paşa’yı 13 Eylül 1517’da idam ettirdi.<br />
Yerine hemen sadrazam tayin edilmedi ve İstanbul’da bulunan<br />
Piri Mehmet Paşa acele Suriye’ye çağrıldı. Piri Mehmed Paşa<br />
24 Ocak 1518’de Şam’daki ordugâha ulaşıp bir gün sonra da<br />
vezir-i azam görevine getirildi. Mısır’dan dönüşte sadrazam<br />
Yunus Paşa’nın îdamı üzerine İstanbul’dan getirtilerek Şam’da<br />
pâdişâhla buluşup vezir-i âzam tayin edildi (924 Muharrem<br />
1518 Ocak) ve Yavuz Sultan Selim’in vefatına kadar mevkiini<br />
muhafaza ettiği gibi oğlu Sultan Süleyman’a da üç sene vezir-i<br />
âzamlık yaptıktan sonra 1523’te vezaret haslarıyla emekli<br />
edildi.<br />
Dönemindeki önemli olaylar:<br />
1521-Belgrad’ın fethi<br />
1522-Rodos’un fethi
Öldürülen 101 Şair<br />
Kişiliği ve cesaretiyle Yavuz Sultan Selim’in gözüne girmiştir.<br />
Hatta Belgrad’ın fethi için Kanunî Sultan Süleyman’ı<br />
ikna etmiş ve Yavuz Sultan Selim döneminden itibaren denizciliği<br />
ve donanmayı geliştirmeye çabalamıştır<br />
İkinci Vezir Ahmet Paşa sadrazam olabilmek için Piri Mehmet<br />
Paşa’nın yaşlılığını bahane edip Kanunî Sultan Süleyman’a<br />
onu görevden almaya ikna etmeye çalışmış ve sonuçta başarılı<br />
olmuştur. Ancak II. Vezirin yerine sadrazamlığa Hasodabaşı<br />
İbrahim Ağa’yı getirtmiştir ve Piri Mehmet Paşa’ya maaş bağlayarak<br />
onu emekli etmiştir.<br />
Padişah Kanuni Sultan Süleyman geleneğe göre ikinci vezir<br />
olan Hain Ahmed Paşayı sadrazamlığa getirmesi gerekirken,<br />
Mısır valiliğine atadı ve sadrazamlığa 4. vezir Pargalı<br />
İbrahim Paşa’yı getirdi. Beylerbeyi olarak Mısır’a vardıktan<br />
sonra Ahmet Paşa Memlüklü devlet adamlarını çevresinde<br />
toplayarak isyan etti. Bağımsızlığını ilan ederek ve yeni bir<br />
devlet kurmak için para bastırarak hutbe okuttu. Sadrazam İbrahim<br />
Paşa isyanı bastırmak ile görevlendirilip Mısır’a gitmişse<br />
de, Hain Ahmed Paşa sarayında kendi adamları tarafından<br />
öldürüldu. Pargalı İbrahim Paşa Mısır eyaletinin idarî ve<br />
malî kurumları ile işlerini büyük bir reforma tabi tuttuktan<br />
sonra İstanbul’a döndü. Sadrazamlıktan emekli edildikten<br />
sonra Silivri’deki çiftliğine çekilen Piri Mehmet Paşa’nın saraya<br />
pek sık gidip geldiği, hatta Kanunî Sultan Süleyman ile<br />
arasının oldukça iyi olduğu rivayet edilir. Buradan hareketle,<br />
Pargalı Damat İbrahim Paşa’nın sadrazamlığının geri alınacağından<br />
korktuğu ve 1532’de Mehmet Paşa’nın oğlu Mehmet<br />
Efendi ile anlaşarak babasını zehirlettiği rivayet edilir.<br />
Silivri’de yaptırmış olduğu cami yanında bulunan türbeye<br />
gömülmuştür.”(kaynak:wikipedia.org)<br />
91
Mustafa CEYLAN<br />
Derler ki:<br />
Oğlu tarafından zehirlendiğini anlayan Pîrî Mehmet Paşa:<br />
-“Beni yakdın oğlum, Allah’da seni yakar inşallah!” demiştir.<br />
Demesine demiş ama baba intizarını alan elbet de yeşermezmiş.<br />
Aradan henüz iki yıl geçmiş, bir kış günü, bir ocak<br />
kenarında uyuklayan oğul Mehmed’in elbisesi tutuşur ve yanarak<br />
ölür…<br />
Lâtifî Tezkiresi’nde hem adıyla, ham de Remzî mahlasıyla<br />
şiirler yazdığı belirtilir. Akıllı, bilgili, sözü dinlenir, vakur bir<br />
kişiliği vardı.<br />
92<br />
Gam-ı zülfünde kalanlar zulumât ile yürür<br />
İrişen leblerüne âb-ı hayat ile yürür.<br />
Hüsn ser-nâmesine kaşları olalı nişân<br />
Hükmi der âşıkına sanki berât ile yürür.<br />
Zâhidi hasret-i mey şöyle zaîf eyledi kim<br />
Elde tesbîh ü asâsı salavât ile yürür.<br />
Yüzlerin Hakk’a dutup nâliş ider hur u melek<br />
Ki göreydin anı yâ Râb ne sıfât ile yürür.<br />
Remzi’yâ kaddüne benzer nice serv ola kim ol<br />
Salınur şiveler eyler harekât ile yürür.
Öldürülen 101 Şair<br />
SON SÖZ:<br />
EVLÂT, BABA KATİLİ<br />
Silivri’de bir cami, cami yanında türbe;<br />
Silivri’de bahar türkü söyleyip gezer<br />
Dal uçlarında tövbekâr dualar<br />
Avuçlasan toprağı<br />
İçinden nursuz bir çağ çıkar<br />
Sen elleri böğründe şaşkın<br />
Ben basarım kahkahayı dipsiz göğe…<br />
Babalık kürsüsü çok kalablık<br />
Kabalık modası müptezel siyah<br />
Mavinin sol yanında kurşun<br />
Eğrinin doğruya galip geldiği<br />
Bir sarı ölüm bestesidir söylenen<br />
Katil su kıyısında,<br />
Mazlum bileğinde kelepçe<br />
Baba mezarda…<br />
93<br />
İbrahim Paşa dirilmiş mi ne?<br />
Figânî’ye yağlı urgan<br />
Bebek katili köpek caniye af<br />
Piri Mehmet Paşa’m korkulu rüyâlarda<br />
Kan, ter içinde sabahlar
Mustafa CEYLAN<br />
Silivri’de bir cami, cami yanında türbe<br />
Gözü sulu bir yavru geçti şimdi burdan<br />
Yaşı yüzyetmiş sanki<br />
İçinde bin bulut söylencesi<br />
Dışında gün ışığı giysiler<br />
Ver elini, tut bırakma beni bende<br />
Küfre dönüşecek yoksa<br />
Dilimdeki türküler…<br />
Mustafa CEYLAN<br />
94
(4): SA’YÎ<br />
Öldürülen 101 Şair<br />
Müsrifliği yüzünden, hizmetkârları tarafından zehirlenerek<br />
öldürülen XVI. Yüzyıl şairlerimizden birisidir.<br />
Yoluna şunlar ki ömrüm hânumânlar dökdüler<br />
Gam meta’ın aldılar nakd-i revânlar dökdüler.<br />
İtlerin meyl eylesün deyu ten-i fersûdeye<br />
Geldiler kûyunda yer yer üstühânlar dökdüler<br />
Sunmanız na’l ü elifler sinemin meydânına<br />
Leşker-i hicrân gelüp tîr ü kemânlar dökdüler<br />
Nûş-i cân anlara kim aşkın meyinden mest olup<br />
Dîde câmından şarâb-ı arguvânlar dökdüler<br />
95<br />
Kâtip Çelebi’ye göre Sa’yî’ nin babasının adı Mehmed, dedesinin<br />
adı Selman’dır. Merhaba Efendinin mülazımı, musahibi,<br />
kâtibi ve danişmendi olarak görev yapmıştır. Ayrıca kadılık<br />
görevi de yapmıştır. Otuz beş akçe ile Eşkinoz kadılığı<br />
yaparken hizmetçileri tarafından öldürülür.<br />
Neden mi?<br />
Anlatalım:<br />
Aldığı bütün maaşını bile eşine-dostuna, aşk-meşk yaptığı<br />
insanlara harcayan, devamlı veren el olan birisi, kaynak bittiğinde,<br />
deniz tükendiğinde, o sürekli alanlar tarafından “cimri”<br />
diye vasıflandırılır, öyle değil mi? Alanlar, hep alışmıştır almaya,<br />
ama bilemezler ki verende de ancak kaynak kadar vericilik<br />
vardır.
Mustafa CEYLAN<br />
Kadı Sa’yî, “mübtelay-ı imsak olduğu cihetten hizmetkârları<br />
elinde şerbet-i şehadetle iftar idüp” , cimriliği sebebiyle öldürülür.<br />
Oysa, şair cimri değildir ve aksine müsriftir. Eline ne<br />
geçerse doatlarıyla yer, içer, paylaşır cinsindendir<br />
Bu vericiliği sebebiyle iki yakası bir araya gelmemiş, saçına<br />
sakalına ak düştüğü halde sırtındaki gömleğini dahi değiştirmeye<br />
vakit bulamamış birisidir. Hangi makamda, hangi ünvan<br />
ve yerde olursa olsun, müsrif olduğu halde, cimri olarak<br />
vasıflandırılmış ve fakirlikten kurtulamamıştır.<br />
Müsrifliği biraz da “işret âlemine düşkün olmasındandır.<br />
En çok da kendisine hizmet etsin diye seçtiği çift cinsiyetli<br />
kişiler yüzündendir.<br />
96<br />
Zira;<br />
Yanında memuriyete başlayan Merhaba Efendi, bu şairimizin<br />
sorumsuzca para harcamasına sinirlenmiştir. Merhaba<br />
efendi, şairin, hamam sefalarında dellak oğlanlarıyla zevk ü<br />
sefa yaparken son derece müsrif davranmasına bir anlam veremez<br />
ve ona kızar. “Bari bir oğlan gönderelim hamama, o<br />
da- kendi hizmetçisi olan Ali’yi işaret ederek- Ali olsun, hiç<br />
olmazsa masraf, ikram edilen akçeler, gerisin geri bize, kendimize<br />
döner” der.<br />
Evet,<br />
Hamam eğlencelerine pek düşkün olan bu şairimiz, gene<br />
hamam eğlencesini yaptığı oğlanlar-çift cinsiyetliler tarafından<br />
öldürülür.<br />
İlim sahibi, Arabî, Farisî ve Türkî dillerine vakıf olan şair,<br />
bir divan teşkil edecek kadar şiire imza atmıştır. Kâtip, hattat<br />
ve hukukçudur. Zevkine düşkün olması yüzünden, dostlarına<br />
ve yakınlarına harcamada sınır tanımadığından, üstelik “cimri”<br />
diye lâkap almış birisidir.
Öldürülen 101 Şair<br />
Böyledir işte hayat… Böyledir insanoğlu… Devamlı verirsen,<br />
verirsin; hiç ses çıkmaz, teşekkür bile etmezler. Ne zaman<br />
ki, vermediniz, veremediniz; ne zaman ki “sırtımdan inin gayri,<br />
yeter” dediniz. İşte o zaman yandınız demektir. Bol kese ve<br />
bol kepçe dağıtırken, çok güzel gözükürsün gözlere. Kaynağın<br />
kuruduğunda da çok kötü.<br />
Hamam oğlanlarına, çift cinsiyetli tellâklara düşkün olan<br />
öldürülen bu şairimize bakalım bizim vatandaş Osman ne diyecek?<br />
Söylediğimde nasıl da güzel ve içten gülmüş, “Ceylan<br />
hoca neler de buluyorsun?” demişti.<br />
Buyursun vatandaş Osman, olayın içinde olay var. Şair,<br />
hem müsrif, hem cimri. Bu nasıl oluyorsa?! Kadı üstelik. İşret<br />
ve saz âlemi onu gördüğü hizmetlerde de elini uzun tutmasına<br />
sebep olur. Sağa sola, zevk âlemlerine, travestilere para yetiştirmek<br />
için her yolu dener. Musluğun, benzin pompasının yanına<br />
çekmek ister aracını. Padişahım, devletlüm sen çok yaşa<br />
diyenlerden olur çıkar. Bir makama gelebilmek için, bol paralı<br />
bir göreve atanabilmek için, şairimiz denemedik çare bırakmaz.<br />
97<br />
“Gördü kim etfal-i eşkim hânesin eyler harâb<br />
Âşiyân-ı dîdemi terk itdi uçdu mürğ-ı hâb<br />
Döne döne inleyüp dolâb-veş döksem nola<br />
Pâyine bir serv-kaddin yaşımı mânend-i âb”<br />
SON SÖZ DE GENE ŞAİRİMİZDEN OLSUN :<br />
“Fenâ gülzârıdır âlem bahârından hazân kalmış<br />
Meh-i nev sanma andelîbi uçmuş âşiyân kalmış.”
Mustafa CEYLAN<br />
(5): TÂİB<br />
“Çeşmimden o meh ta’lat-i dîdâr nihândır<br />
Ağûş-i serâ-perdede ol yâr nihândır.<br />
Firkatle çıkar dûd-i dilim sîneden ammâ,<br />
Sûziş-ger olan dem-be-dem ol nâr nihândır.<br />
Zülfü dökülür ârız-ı pîşânına gâhî<br />
Cevr itmek içün turre-i tarrâr nihândır.<br />
98<br />
Mansûr’uyam ol silsile-i zülfünde ammâ,<br />
Meydân-ı muhabbetde velî dâr nihândır.<br />
İtmektedir ol gûşe-i çeşminde penâhî<br />
Tâib hazer it gamze-i mekkâr nihândır.”<br />
Mısır Valisi’nin nereli olduğunu sorar. Kayserili olduğu<br />
söylenir. Şakacı bir mizaca sahip olan şairimiz, “Eya! Emir<br />
midir, Ermeni midir?” diye takılır. Bu sözden alınan Mısır Valisi,<br />
onun zehirlenerek yok edilmesini ister. Şairimizin kendi<br />
elemanı olan Abdürrahim Ziyaeddin İbn-i Arap eliyle zehirlenerek<br />
öldürülür.<br />
XVIII. Yüzyıl şairlerimizden, asıl adı Ahmed, Osmanzâde<br />
Tâib Ahmed adıyla da bilinir. İstanbul doğumlu. Her önüne<br />
geleni hicveden bir kişiliğe sahip olduğundan sıkça tenzil-i<br />
rütbe edilmiştir. Tâib, tövbe eden anlamına gelir. Şairimiz,<br />
daha önce Hamdî mahlasını kullanırken, sivri dilli oluşunun<br />
cezasını çekmiş, bu nedenle de “tövbe eden” anlamına gelen<br />
Tâib mahlasıyla şiirler yazmaya devam etmiştir. Hattâ bir ara,
Öldürülen 101 Şair<br />
öyle yılmış ki, Kadıköy’deki konağına ve Demirkapı’daki<br />
çiftliğinde inzivaya çekilmiştir. İnzivada iken, sosyal, toplumsal<br />
acılar ve geçirdiğimiz felâketlere, yangınlara değinen eserler<br />
vermiştir. Ekonomik sorunları nüktelerle hicveder. Kahvenin<br />
pahalılaşması üzerine;<br />
“Olalı kahve-i Rumî nümâyân<br />
Nohûdî meşreb oldu cümle yârân.”<br />
Demiştir.<br />
Türkçe Divânı’ndan başka, Münşeât, Hadikatü’l Mülûk,<br />
Hadikatü’l Vüzera, Ahlâk-ı Ahmedî, Hülâsatü’l Ahlâk, hadis-i<br />
Erbain şerhi, Mehâsinü’l-Edep Telhisi, Simârü’l-Esmâr,<br />
Ahmedü’l Âsâr fi Tercüme-i Meşâriku’l Envar isimli eserlerin<br />
de yazarıdır.<br />
99<br />
Müderris olarak birçok medresede görev yapar. Rus seferinin<br />
zaferle sonuçlanması üzerine padişaha kasideler sunar. Padişaha<br />
ve Sadrazam Şehit Ali Paşa’ya sunduğu övgünamelerle<br />
2000 altın ve önemli medreselerde müderris olarak göreve<br />
atanır. 1720’ de Sultan Ahmed’in İbrahim adında bir şehzadesi<br />
dünyaya gelince yazdığı manzume çok beğenilir ve hatt-ı<br />
hümayun ile “Reis-i Şairan” ilan edilir. Halep ve Kahire kadılıkları<br />
görevlerinde bulunur.
Mustafa CEYLAN<br />
Bilmem niçin o şûh niyâzımdan incinür?<br />
Nâz eylesem niyâzda nâzımdan incinür.<br />
Şevk-i cemâle yanmada pervâne-meşrebim,<br />
Ol mâh-rû ki sûz u gudâzımdan incinür.<br />
Vasfında ta’bım eylese men-güdâzlık<br />
Ol hurde-bîn nükte-tırâzımdan incinür.<br />
Arz itme şöyle dursun o ter-tab’a hâlimi<br />
Şâyed nühüfte-i dil-i râzımdan incinür.<br />
100<br />
Nâlân-ı bezm-i işvesi olmak diler gönül<br />
Ammâ o şûh zümre-i sâzımdan incinür.<br />
Tâib niyâza başlasam âzürde-dil olur<br />
Nâz eylesem niyâzda nâzımdan incinür.
Öldürülen 101 Şair<br />
(6): ŞÂKİR<br />
XVIII. Yüzyıl şairlerimizden, İstanbul’da doğmuş, asıl adı<br />
Hüseyin, zulme engel olmak istemesi yüzünden Halep valisi<br />
ile araları açılır ve zehirlenerek öldürülür. Şiirin dışında hüsn-ü<br />
hat sanatıyla da iştigal etmiştir.<br />
Demiştir ki:<br />
“Hevâ hevâ güzelim seyre gel yetiş günüdür,<br />
Çemen çemen salın ey serv kad reviş günüdür.<br />
Kenara doğru salındır o serv-i âzâdı<br />
Gel ey nesîm –i sabâ hizmetin var iş günüdür.<br />
101<br />
Yeridir eyleyelim gâhvâre sînemizi<br />
Tamam o tıfl-ı nev-âmûzu perveriş günüdür.<br />
Mey-i neşât ile sermest iken hemân cânân<br />
Ayağına düşelim sâkiyâ yetiş günüdür.<br />
Zer-i kabûl ile terhîb olur bu hüsn-i edâ,<br />
Kitâb-ı nazmını arz it alış veriş günüdür.<br />
Bu feyz-i vakt-i server ü neşât ol âgâh<br />
Dem-i adâlet-i hâkân Cem-meniş günüdür.”<br />
Sultan III. Mehmed’e, Veziriazam İbrahim Paşa’ ya,<br />
Şeyhülislâm Abdullah Efendi’ ye övgünameler sunar. Sunduğu<br />
bu kasidelerle müderrislikle taltif edilir. Derece ve kademesi<br />
yükseltilir.
Mustafa CEYLAN<br />
1732 yılında Arpa Eminizade Sami Efendi’nin yerine vakanüvis<br />
olarak tayin edilir. 1742-43 yılında Halep’e atanır.<br />
Türkçe Divanı’nın yanı sıra, vakanüvis olarak kaleme aldığı<br />
Tarih isimli bir eseri daha bulunmaktadır.<br />
Demiştir ki:<br />
“Nâz itmekle dilberi meh-veş bahâsına,<br />
Aldı kettân sabrımı âteş bahâsına.<br />
Yağma edince gamze-i tâtâr dilleri,<br />
Verdim o şâha cânımı tirkeş bahâsına.<br />
102<br />
Çıkmazsa alma hatt-ı siyeh rûy-i âline<br />
Değmez metâı sâde munakkaş bahâsına.<br />
Çokdur ümmîd-i visâl ider nakd-i cân be kef<br />
Nâz eylesem o Yûsuf-ı serkeş bahâsına<br />
Sûk-i hünerde bu gazeli penç beyt ile<br />
Şâkir metâ-ı nazmını vir beş bahâsına.”
Öldürülen 101 Şair<br />
(7): SÜRÛRÎ<br />
Padişah huzurunda saz çalarak kendi eserlerini icra eden<br />
Halk ozanımız Sürûrî, kendisini çekemeyen halk ozanı-âşıklar<br />
tarafından zehirlenerek öldürülmüş bir şairimizdir.(1855-56)<br />
“Nice bir yaş döker ağlarsın kanlar<br />
Garip öksüz melil yârsız Süruri<br />
Gönül bahçesinde taze fidanlar<br />
Meyvası tükenmiş narsız Süruri<br />
Ezelden kârımız bizim bu yanmak<br />
Mihnet şarabını nuş edüp kanmak<br />
Ehli aşka göre n’olsun utanmak<br />
Ko desinler bana arsız Süruri”<br />
103<br />
“Süruri, 19 uncu yüzyılının başlarında, Sillenin Karhane<br />
şimdiki «Subaşı» mahallesinde doğmuş; ilk tahsilini Sille<br />
medresesinde yapmış, 19 uncu asrın yarısında İstanbula gitmiş,<br />
Saraya intisap ve yüksek bir mevki işgal etmiştir.<br />
Sururi’nin bu kudretini çekemiyen diğer halk şairleri onu<br />
genç yaşında zehirliyerek ve bu suretle daha önemli eserler<br />
vermesine mani olmuşlardır.<br />
Zehirlendiğini anlayan Süruri :<br />
“Süruriyim vatanım yok,<br />
Eğlenecek mekânım yok,<br />
Ölürsem bir nişanım yok,<br />
Mezarım gurbet illerde…”
Mustafa CEYLAN<br />
Feryadını kopararak 1272 hicri yılında gözlerini ebediyyen<br />
kapamıştır. Süruri’ nin sülalesine Kurt Mehmet Oğulları denmektedir.<br />
Asıl adı Osman’dır. Kör Bekir «Zehri», Haci Musa,<br />
Berber Mustafa adında üç kardaşı vardır. Bu dört kardaştan<br />
Süruri, Zehri, Berber Mustafanın oğlu Nigari şairdirler.<br />
Süruri henüz medrese hayatında iken şiirlerini sazile terennüm<br />
ederdi. İlk eserlerinde üstadlarının, bilhassa Şemi’ nin<br />
takdirini kazanmış ve muhitteki halk şairlerinin alâkasını celbetmeye<br />
muvaffak olmuştu.”<br />
104<br />
-1-<br />
Düşürme sevdiğim beni dillere<br />
Sırrımı âleme ifşadan sakın<br />
Varupda meylini verme ellere<br />
Sevdalı başımı kavğadan sakın<br />
Derdü aşkın gibi bir müşkül beter<br />
Var mıdır dünyada ey kalbi hacer<br />
Hatıra gelmez mi ol havali mahşer?<br />
Huzur-u divanda davadan sakın<br />
Bir âh etsem arşı alaye çıkar<br />
Korkarım ki çarhı gerdunu yıkar<br />
Nar-i aşkım benim dünyayı yakar<br />
A kuzum kendini cefadan sakın<br />
Felekten başıma yağsa gam taşı<br />
Dutarım daima açarım başı<br />
Süruri’dir durmaz gözlerim yaşı<br />
Akar deryalanır dalgadan sakın
Öldürülen 101 Şair<br />
-2-<br />
Yine allar geymiş şahi hubanım<br />
Günde yüzbin türlü elvan gösterir<br />
Mestane bakışlı ahu ceranım<br />
Gözleri bağdadı kalkan gösterir<br />
Geyme güzel geyme telli kumaşlar<br />
Aşıkın görürde fığana başlar<br />
Seyfi acem gibi ol siyah kaşlar<br />
Kalemdir katlime ferman gösterir<br />
Aklımı şaşırdı bir hüsnü melek<br />
Sarsılır yüzünü görse ne felek<br />
Sırmalı sim düğme ilikli yelek<br />
Geçer karşımızda pistan gösterir<br />
105<br />
Süruri derdine nice dayasun<br />
Hicri firakınla game boyansun<br />
Layıkmıdır böyle kül olsun yansın<br />
Her bir edan günde bin kan gösterir<br />
-3-<br />
Selâm eylen varın söylen o dosta<br />
Garip halim gelsin seyran eylesin<br />
Mihnet firaşında yatarım hasta<br />
Çaresiz dertliyim derman eylesin
Mustafa CEYLAN<br />
Feleğin sillesi eyledi sersem<br />
İflah olman derler her kime sorsam<br />
Beni bir ağlar yok eğer ölürsem<br />
Meğer nazlı yârim figan eylesin<br />
Bir nefri gam benim düştü tabrıme<br />
Görse Lokman tahsin eder sabrıma<br />
İhtimaldır bile gider kabrime<br />
Başıma taş deyü nişan eylesin<br />
106<br />
Süruri der dilber konup göştükce<br />
Unutmasın beni gelüp geştikce<br />
Ziyaret etmiye yolu düştükce<br />
Ruhuma Fatiha ihsan eylesin”<br />
“Sürurinin kendi el yazısı ile yazılmış bir cönkünü, Silleli<br />
Abdülcelil efendiden merhum Babalık sahibi Mazhar bey almış<br />
geri vermemiştir. Bu cönk, hali hazırda kimde olduğu malum<br />
olmamakla beraber neşredilmemiş, gizli olarak kalmıştır.<br />
Bu kıymetli şair hakkında değerli Folklorcularımızdan M.<br />
Ferit Uğur, Sadettin Nüzhet Erğun, Konya halk harsiyatında<br />
ve yine Sadettin Nüzhet Erğun «19 uncu asır şairlerinden Silleli<br />
Süruri» eserlerinde kıymetli fikirler, vesikalar, şiirler neşretmekle<br />
beraber; Abdülkadir Erdoğan da Konya mecmuasında<br />
neşretmişlerdir.<br />
Gerek M.Ferit Uğur, Sadettin Nüzhet Erğun ve gerekse<br />
M.Zeki bu kıymetli halk şairini Türk gençliğine tanıtmak için<br />
takdire şayan mesailerde bulunmuşlardır. Bilhassa, M.Ferit ile<br />
M.Zeki Dalboyun arasında (1) bir münakaşa cereyan etmiştir.”
Öldürülen 101 Şair<br />
Ben burada Sürurinin kendi el yazıları ile (1250) hicri yılında<br />
yazdığı divanında mevcut olan Koşma, Divan, Semai,<br />
Kalenderi şiirlerini ve şimdiye kadar müteaddit mecmua ve<br />
kitaplarda neşredilen şiirlerini bir araya toplayarak neşredeceğim.<br />
Bu suretle Türk halk ve hersiyatına ufak bir yardım yapabilirsem<br />
bana ne mutlu...”(Kaynak:A.Kemal Akça, Sillenin<br />
Halk Şairleri, Konya, 1940)<br />
Kadir Mevlam beni düşürdün derde<br />
Bu derdime sen dermanı yetiştir<br />
Beni muhtaç etma olur bir derde<br />
İnayet et şol lokmanı yetiştir<br />
Bahri sevmekten ilacın gönder<br />
Dertli vücudumu sıhhata dönder<br />
Ayni hayat şerbetin sen bana sundur<br />
Hızır elidden şol peymanı gönder<br />
107<br />
Ecel hırhasını egnime aldım<br />
Ömrüm sefinesin engine saldım<br />
Girdabı gam içre firkatte kaldım<br />
Nuh gibi bir keşt-i bani yetiştir<br />
Haşa kudretinden bahsetmek mehal<br />
Bahri himmetinden olurmu süal<br />
Hazreti Eyyub’e olursa misal<br />
Süruri’ye sabrı ihsanı yetiştir
Mustafa CEYLAN<br />
-8-<br />
Dinlen hey ağalar derdimi bugün<br />
Sözü şeker lebi bale vuruldum<br />
Hatırımdan gitmez lalei gülgun<br />
Ruylarında olan ale vuruldum<br />
Eğnine geymiş mücevher diba<br />
Maarif sadelik mahbubi ziba<br />
Yaktı vücudumu kameti tuba<br />
Boyu servi gibi dale vuruldum<br />
108<br />
Mecnun gibi daim gezerim sahra<br />
Cihane gelmemiş böyle Dilara<br />
Kemandır ebruler ruhları hamra<br />
Zenehdinde olan hale vuruldum<br />
Süruri der aşkın bahrı boşandı<br />
Beyaz gerdanına benler döşendi<br />
Kırmızı levharı kuşak kuşandı<br />
İnce belde olan şale vuruldum”<br />
-----------<br />
(Kaynak: http://www.turkuler.com/ozan/sururi.asp)
Öldürülen 101 Şair<br />
(8): ÂŞIK FERKÎ<br />
İşte Prizrenli bir şairimiz daha. Adı İbrahim, soyadı: Sipahi,<br />
mahlası Ferkî… 1867 doğumlu ama 41 yaşında kendisini<br />
çekemeyen şairler tarafından zehirlenerek öldürülmüştür.<br />
Destan-ı Mamuşa eseri pek meşhurdur. Destanları ile tanınmış<br />
bir şairimizdir.<br />
Demiştir ki:<br />
“Bak âlemde esnâf olanlar<br />
Söylemekte nâhak yere yalanlar<br />
Ben tüccârım diye göksün uranlar<br />
Gerdük nice müflisi hasır yakanı.<br />
109<br />
Gitsen dükkânına bir gedâ kemter<br />
On gurş ise malı, otuz gurş ister<br />
Yahudiler gidişi cümlesi gider<br />
Kalktı alışveriş şöhreti, şânı.<br />
Bütün esnaf oldu paraya yangın<br />
Açar dîdelerim misal-i maymun<br />
Şeker sair nevâl alırsın satın<br />
Destin tanır, bilir eksik mizânı.<br />
Yeter çok söyledim geldikçe elden<br />
Kendimde bulundum böyle amelden<br />
Dünya kurulmadan tekrar temelden<br />
Düzülmez çâr köşe menzil meydânı.”
Mustafa CEYLAN<br />
Küçük yaşta yetim kaldı ve üvey anne elinde büyüdü. İlkokuldan<br />
sonra belediye kâtipliği görevine atandı. 80 yaşındaki<br />
babası, diğer memurlar gibi onun da alafranga elbise giyeceğinden<br />
endişe ederek, şairimizi baskı ile belediyedeki kâtiplik<br />
görevinden istifa ettirdi. İşinden ayrılınca, bütün Anadolu<br />
âşıklarının yaptığı gibi, kahvelerde ve düğünlerde çalıp söyledi,<br />
il il dolaştı. 1887’de “Çelebi” adlı bir kızla evlendi.<br />
Kosova şehirleri dışında Üsküb’de, Selânik ve İstanbul’da<br />
çalıp söyledi. Gezileri sırasında çokça şair-ozan-halk aşığı ile<br />
dost oldu.<br />
Başarısını şair-ozan dostları çekemiyordu.<br />
110<br />
Nihayet, kıskanç ozanlardan birisi ona “abdülselat” adı verilen<br />
bir ilâcı yedirdi. Bu ilâç ishal ilâcı idi. Şairimiz bunun<br />
üzerine yataklara düştü. Bu durum, babası tarafından devlete<br />
intikal ettirilince, şairimiz hapsedildi.<br />
Ve içtiği zehirli ilâçlar sebebiyle öldü.
Öldürülen 101 Şair<br />
C-Yakılarak Öldürülen Şairler<br />
(1): NESİMİ ÇİMEN<br />
Nesimi Çimen (d. 1931 - ö. 2 Temmuz 1993), Alevi Bektaşi<br />
halk ozanı.<br />
1931 yılında Adana’nın Saimbeyli ilçesinde doğdu. Daha<br />
sonra tüm ailesiyle birlikte Kayseri’nin Sarız ilçesine yerleşti<br />
ve bir köy ağasının yanında maraba olarak çalışmaya başladı.<br />
Ağanın kızı Dilber’e âşık olunca, birlikte Kayseri’den kaçıp<br />
Elbistan’ın Sevdili Köyü’ne yerleştiler. Anadolu Aleviliği’nin<br />
yoğun yaşandığı bu bölgede uzun süre kaldıktan sonra<br />
İstanbul’a taşındı. İşçi olarak Almanya’ya gitmek için çabaladı,<br />
fakat nefes darlığı olduğu için başaramadı ve ailesiyle beraber<br />
Osmaniye’nin Kadirli ilçesine göç etti. Bu dönemde yazar<br />
Yaşar Kemal ile tanıştı ve onun da yardımıyla bir fabrikada<br />
işe başladı. Greve çıkan işçilerin başına geçince işten altıldı ve<br />
ailesinin geçimini sağlamak için ozanlığa başladı. 1967 yılında<br />
Tunceli’de sergilenen bir Pir Sultan Abdal oyununda oynayan<br />
ve deyişler söyleyen Nesimi, salonda olay çıkınca gözaltına<br />
alındı ve bıyığının yarısı tek tek yolunmuş bir vaziyette<br />
serbest bırakıldı. Ailesiyle birlikte Zeytinburnu’nda bir gecekonduya<br />
yerleşti. Evinde konaklayanlar arasında Yaşar Kemal,<br />
Atıf Yılmaz, İlhan Selçuk, Behice Boran, Mehmet Ali<br />
Aybar, Harun Karadeniz, Yılmaz Güney, Mahzuni Şerif, Âşık<br />
İhsani, Emekçi ve Ali Özgentürk gibi isimler vardı.<br />
111<br />
Küçük yaşta türkü derlemeleri yapan Nesimi, topladığı<br />
folklor değerlerini radyo arşivlerine kazandırdı. Hatayi, Pir<br />
Sultan Abdal ve diğer usta ozanların nefeslerini söyleyerek
Mustafa CEYLAN<br />
kendisini tanıttı. Nefeslerini, türkülerini bağlama ile değil,<br />
göğsünde taşıdığı cura eşliğinde söyledi ve cura çalmada ün<br />
kazandı. Kendi yazdığı deyişlerini de okuyup söylemiştir.<br />
2 Temmuz 1993 günü Sivas’ta, Madımak Oteli’nin yakıldığı<br />
ve 35 kişinin öldürüldüğü Sivas Katliamı’nda hayatını kaybetti.<br />
Cenazesi İstanbul Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi.<br />
Balet ve müzisyen Mazlum Çimen’in babasıdır.<br />
15.Mart.2012 / Hürriyet Gazetesi<br />
Yılmaz ÖZDİL<br />
112<br />
“Halk ozanıdır. Koca yürek... Anadolu’nun bağrından kopar,<br />
yolu Paris’e düşer. Bi başına. Karnı aç. Elleri cebinde dolaşırken,<br />
bakar ki, sokak çalgıcıları var, müzik yapıyorlar, para<br />
topluyorlar. Çöker bi köşeye, cura’sını tıngırdatmaya, yanık<br />
yanık söylemeye başlar:<br />
“Aç kulaklarını dinle sözümü, yalan söz gerçeğe tuzak değil,<br />
insan hakkını hak bilen kişi, özünde nur doğar yalan ateşi,<br />
kâmili taşlamak cahilin işi, cahilden kötülük hiç uzak değil...”<br />
Tesadüfen ordan geçerken, durup, dinleyenler arasında<br />
Abidin Dino da vardır. Çağdaş Türk resminin öncülerinden,<br />
ressam, karikatürist, yazar, yönetmen... Entelektüel çevrede<br />
büyüyen, Robert Kolej mezunu, bizzat Mustafa Kemal tarafından<br />
resim ve sinema eğitimi için Rusya’ya gönderilen...<br />
ABD’de Fransa’da sergiler açan, Fransa Plastik Sanatlar Birliği<br />
Onursal Başkanı olan, Fransa Kültür Bakanlığı’ndan Altın<br />
Şövalye Nişanı alan, New York Dünya Sanat Sergisi Danışmanlığı<br />
yapan... Siyasi görüşleri nedeniyle ordan oraya sürgüne<br />
gönderilen Abidin Dino.
Öldürülen 101 Şair<br />
Tanışırlar... Kasketli, pala bıyıklı, buram buram Anadolu<br />
kokan ozan’ın kalacak yeri olmadığını öğrenir, koluna girer,<br />
evine davet eder. Dilbilimci, yazar, Paris Ulusal Bilim<br />
Merkezi’nde görev yapan, öğretim üyesi doçent eşi Güzin<br />
Dino, sofrayı kurar. Otururlar, sohbete koyulurlar. Laf lafı<br />
açar, ozan der ki, beni yarın çarşıya götürür müsünüz? Hayrola<br />
derler, ne lazımsa biz sana alalım... “Bale ayakkabısı alacağım”<br />
der! Dino’lar şoke olur. Kara yağız ozan, o şahane şivesiyle<br />
devam eder: “Benim oğlan balet de... Ona göndereceğim.”<br />
Çünkü...<br />
Nesimi Çimen’dir o.<br />
Türkü derleyen, ilk plak çalışmasını 1964’te yapan,<br />
Almanya’da Fransa’da İsveç’te albümler çıkaran, dünyanın en<br />
önemli müzikhollerinde sahne alan, Türkiye’de ha bire gözaltına<br />
alınan, işkence gören, sürüm sürüm süründürülen, yılmayan,<br />
ömrünün sonuna kadar hiç sosyal güvencesi olmayan,<br />
yurtdışından gelen teliflerle mütevazı yaşamını sürdürmeye<br />
gayret eden... Sazın sözün, üç telli cura’nın ustası.<br />
113<br />
Aslen Tunceli Hozatlı. Kayseri’de ırgatlık yaparken, aşiret<br />
ağasının kızı Dilber’e âşık olur, Dilber de ona, kaçarlar,<br />
Adana’ya... Evlatları olur. Almanya’ya işçi yazılır, nefes darlığı<br />
olduğu için kabul edilmez. Kalaycılık filan yaparken, Yaşar<br />
Kemal’le tanışır. Onun yardımıyla İstanbul’a göçer, gecekondu<br />
kiralar, mozaik fabrikasında işe girer. Fabrika greve<br />
gider, Nesimi’yi kovarlar. Ayazda kalır. Dokuz yaşından beri<br />
çalıp söylediği cura’sına bakar, ekmeği senden çıkaracağız<br />
der, ozan’lığa başlar. Tek kelimeyle, müthiştir. Anında tanınır.<br />
Efsane haline gelmeye başlayan bu gariban’ın tek göz oda gecekondusuna<br />
gelip gidenler arasında, Yaşar Kemal’in yanısıra,<br />
gazeteci İlhan Selçuk, sosyolog siyasetçi Behice Boran,<br />
caz-pop divası Tülay German, Yılmaz Güney, heykeltıraş
Mustafa CEYLAN<br />
Kuzgun Acar, yönetmen Atıf Yılmaz, Âşık Mahsuni Şerif vardır...<br />
Ve kurban olduğum, Can Yücel.<br />
Yurtdışında eğitim için devlet bursunu bileğinin hakkıyla<br />
kazandığı halde “torpil yaptı dedirtmem, seni<br />
gönderemem”diyen Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in<br />
oğlu... Biriktirdiği harçlıkları, kendi yerine gönderilen ve beyin<br />
cerrahisinde çığır açan, canciğer arkadaşı Ordinaryüs Profesör<br />
Gazi Yaşargil’e veren... Alnı açık yürüyen, Cambridge<br />
Üniversitesi’ne gitmeyi başaran, zırt pırt içeri tıkılan, oralı<br />
bile olmayan, tınmayan... Bana göre, Türkiyemin en heyecan<br />
verici şairi Can Yücel.<br />
Bi gün, Nesimi’nin henüz bebekken eline cura verdiği oğluna<br />
bakar şöyle Can Yücel...<br />
114<br />
“Bu çocuğu Konservatuara göndersene birader” der. Nesimi<br />
de “peki” der.<br />
Girer sınava oğlan, doğuştan kabiliyet, İstanbul Devlet<br />
Konservatuarı’nı birincilikle kazanır. Keman bölümüne yazarlar.<br />
Yazarlar ama keman alacak parası yok. Okul hediye<br />
eder... Hediye kemanla dört sene okur. Öbür masrafları Can<br />
Yücel tarafından karşılanır. Ancak... Ciddi bir sorun vardır.<br />
Akşamları evde ders çalışması mümkün değildir. Tam eline<br />
kemanı aldığında, sofra kurulur, eş dost, türkü başlar, oğlan da<br />
mecburen cura’sına sarılır, babasına eşlik eder. E böyle olmayacak,<br />
sonunda karar verir, ev ödevi olmayan bir bölüme geçmelidir...<br />
14 yaşında giyer taytını, Bale bölümüne geçer. Önceleri<br />
gizler babasından... Sonra öğrenir baba... Dedim ya,<br />
koca yürek, gülümser, evladına şöyle der: “Nerde mutluysan,<br />
orda yaşa!”
Öldürülen 101 Şair<br />
Geceleri pavyonlarda bağlama çalarak cep harçlığını çıkarır,<br />
babasıyla köy köy dolaşır, derleme çalışmalarına katılır,<br />
Orhan Gencebay’ın arkasında çalar, neticede Konservatuar’dan<br />
mezun olup, İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ne girer.<br />
Mazlum Çimen’dir o.<br />
Nesimi’nin, zulüm görmüş, haksızlığa uğramış manasında<br />
“Mazlum” adını koyduğu oğlu...<br />
Adının hakkını verircesine, henüz sekiz yaşındayken babasıyla<br />
birlikte gözaltına alınan, babasının işkence görmesine<br />
şahit olan Mazlum.<br />
20 sene klasik eserlerde, Yedi Kocalı Hürmüz’den Hisseli<br />
Harikalar Kumpanyası’na sayısız müzikalde dans etti. Edip<br />
Akbayram’a Fatih Kısaparmak’a besteler verdi. Film müzikleri<br />
yaptı, Altın Portakal ve Altın Koza’nın yanısıra,<br />
Almanya’dan Fransa’dan İsviçre’den ödüller kazandı. Dizi<br />
film müzikleri yaptı, mesela, Orhan Kemal’in ölümsüz eseri<br />
Hanımın Çiftliği gibi... Kendisinin çalıp söylediği, albümler<br />
çıkardı. Oğluyla birlikte Çimen Müzik’i kurdu.<br />
115<br />
Oğul da, Saki Çimen...<br />
Nesimi’nin torunu.<br />
Piyanist.<br />
Dedesinin türküleriyle büyüdü, 13 yaşındayken ilk bestesine<br />
imza attı. Kendisine ait 11 besteyle Rastgele albümünü çıkardı.<br />
Saki piyano çaldı, Cem Yılmaz bateriyle, Kürşat Başar<br />
saksafonla, Cahit Berkay yaylı tamburla, Nebil Özgentürk<br />
bağlamayla, Erdem Akakçe gitarla, Sırrı Süreyya Önder cümbüşle<br />
eşlik etti.
Mustafa CEYLAN<br />
Bale ayakkabısına dönersek...<br />
Paris’ten geldi Nesimi, bale ayakkabılarını oğluna verdi,<br />
orda biriyle tanıştım dedi, gitar çalıyor, çok önemsiyorlar adamı...<br />
Kim acaba? Bilmiyorum dedi, yağmurlu bi havaydı, curamı<br />
ceketimin içinden çıkardım, adam çok şaşırdı bunu mu<br />
çalıyorum diye, ben çaldım, o adam sanki küçüldü küçüldü<br />
curanın içine girdi, ööyle dinledi.<br />
116<br />
Senelerce bunu anlattı.<br />
Gel zaman git zaman...<br />
Paris bavulunun içinde bir fotoğraf buldu Mazlum... Babası<br />
cura çalıyor, “o adam” adeta büyülenmiş gibi, nefesini tutmuş<br />
dinliyor. Vayyy dedi, koştu babasına, fotoğrafı gösterdi...<br />
-O adam, bu adam mıydı?<br />
-Evet dedi Nesimi...<br />
Peter Gabriel’di.<br />
Progressive rock denince ilk akla gelen, Genesis’in kurucusu...<br />
Grup ve solo albümleri 250 milyon satan, altı<br />
Grammy’si ve Oscar adaylığı bulunan, İngiliz kült müzisyen.<br />
Ve...<br />
Yaktılar o Nesimi’yi!<br />
Sivas’ta yakılanlardan biri.<br />
Ve, değerli gençler...<br />
Ne salt Alevilerdir kıyılan aslında, ne hukuk garabetidir, ne<br />
de güvenlik zafiyeti... Hepsi sığmayacağı için, sadece bir örnek<br />
verdim, yukarda adı geçenleri sıralayın lütfen alt alta.<br />
Anadolu kültürünü muhafaza ederek, müzikle baleyle resimle<br />
sinemayla, akılla bilimle eğitimle, Batı’ya yelken açan<br />
yolculuk’tur asıl önlenmek istenen... Yobazlığı hâkim kılmaktır.
Öldürülen 101 Şair<br />
NE ACAİP BİR HALDEYİZ<br />
Ne acaip bir haldeyiz<br />
Suçlu suçsuzu yargılar<br />
Nice başta kan akarken<br />
Sağlam kafada sargılar<br />
File kafa tuttu atlar bugün atlar<br />
Yolda amir oldu itler aman kurtlar<br />
Devlet çayırında otlar<br />
Kara yüzlü pis kargalar<br />
Bu gidişat ne acı hal<br />
Birliğe fetva verir lal bugün lal<br />
Kör gözlüye gösteriyor<br />
Hastanın emrinde sağlar<br />
Nesimi yesin karalar<br />
Ah bu dert beni yaralar (dost yaralar)<br />
Aslan avlıyor kediler<br />
Meydanda gezer fareler<br />
Söz ve müzik: Nesimi Çimen<br />
117<br />
Demiştir ki:<br />
““Beni fraksiyonlara bölünmüş sol sevmedi bir türlü. Öyle<br />
kendimi beğendirme şirin gösterme derdim de yok... Alevi<br />
dernekleri de... Sol sevmedi, çünkü ben hiç bir fraksiyona girmedim.<br />
Sanatçının fraksiyonu olur mu? Ben halkın ozanıyım,<br />
ezilen biriyim ve elbette ezilenlerden yanayım, ama şu<br />
“Sol’un” ve bu “Sol’un” sazını çalamam Alevilik de öyle. Bizim<br />
kültürümüzün zenginliği oradan geliyor, ama ben Alevili-
Mustafa CEYLAN<br />
cilk de yapamam. Çağı geçti bunların. Hem sınıflardan, emekçiden<br />
söz ediyoruz. Hem de Alevicilik yapıyoruz. Bana bu da<br />
ters geliyor. Ama şu var: Türkiye’de ilk Şah İsmail gecesini<br />
ben düzenledim. Güçlü bir halk ozanı olduğu için, bir kültür<br />
eri olduğu için düzenledim.”<br />
Ankara’daki Can Yücel ve Yaşar Kemal’in katkılarıyla düzenledim.<br />
Alevi kitlesine yaslanarak yapmadım bunu kültür<br />
olayı olduğu için yaptım o’nun içindir ki Alevi derneklerinin<br />
toplantılarına pek çağırmazlar beni, Pir Sultan’a da bu yıl çağırdılar,<br />
yol param da yoktu ama 500 bin lira bir yerden bulup<br />
geldik. Yokluk, yoksulluk içinde bile olsam Türkiye’de yaşamayı<br />
seviyorum…<br />
NESİMİ ÇİMEN”<br />
118<br />
Demiştir ki:<br />
“Dinle beni kulağın aç<br />
Sev insanlığı sev gardaş<br />
İnsan Kâbe insan miraç<br />
Sev insanlığı sev gardaş.<br />
İnsanlar Hakk’ın mekânı<br />
İnanmazsan aç Kuran’ı<br />
Sakın hor görme insanı<br />
Sev insanlığı sev gardaş<br />
Meleklerin secdegahı<br />
Orda gördüler insanı<br />
Bırak kusuru, günahı<br />
Sev insanlığı sev gardaş
Öldürülen 101 Şair<br />
Nesimi der her yaşında<br />
İnsan sevdası başında<br />
Kötü huylunun dışında<br />
Sev insanlığı sev gardaş”<br />
Gene Demiştir ki:<br />
“Dostluklar kurulsun insanlar gülsün<br />
Barış güvercini uçsun Dünya da<br />
Yok olsun kötülük düşmanlık ölsün<br />
Barış güvercini uçsun Dünya da<br />
Dostluklar kurulsun insanlar gülsün<br />
Son bulsun savaşlar kimse ölmesin<br />
Dünya cennet olsun yaşasın insan<br />
Gelin barışalım dökülmesin kan<br />
Son bulsun savaşlar kesilsin figan<br />
Barış güvercini uçsun Dünya da<br />
Dostluklar kurulsun insanlar gülsün<br />
Son bulsun savaşlar kimse ölmesin<br />
119<br />
İnsancıl insanlar barıştan yana<br />
Ancak zalim olan kıyar insana<br />
Barış aşkı yayılmalı cihana<br />
Barış güvercini uçsun Dünya da<br />
Dostluklar kurulsun insanlar gülsün<br />
Son bulsun savaşlar kimse ölmesin<br />
Nesimi der ki ey füze yapanlar<br />
Acımasız zalim cana kıyanlar<br />
Bırak ey yaşasın bütün insanlar<br />
Barış güvercini uçsun Dünya da<br />
Dostluklar kurulsun insanlar gülsün<br />
Son bulsun savaşlar kimse ölmesin”
Mustafa CEYLAN<br />
Nesimi Çimen’den derlenen bazı türküler:<br />
-Ayrılık hasreti kar etti cana<br />
-Bin derdim var idi bin daha oldu<br />
-Daha senden gayrı âşık mı yoktur<br />
-Deli gönül yine ah-ü zar oldu<br />
120
Öldürülen 101 Şair<br />
(2): METİN ALTIOK<br />
Demiştir ki:<br />
“KAR<br />
Kar yağdı durmadan üç gün üç gece,<br />
Tıkandı geçitler yollar kapandı.<br />
Yalnızlığın buzdan çetelesinde<br />
Kimseler umursamadı karı.<br />
Yüzlerinde iğreti bir kibirle<br />
Hep düşürmekten korktukları,<br />
Dalıp gittiler günlük işlerine.<br />
Diz boyu birikmiş kar içinde<br />
Yürürdük uzatarak açtığımız kanalı,<br />
İki kar güvesi gibi sokaklarda seninle<br />
Anardık bütün yitik aşkları<br />
Bu karlı kış gününde.<br />
Güngörmüş dağlara karşı<br />
Sımsıcak öpüşürdük sarılıp birbirimize.<br />
121<br />
-Sevgilim, yanımda olsaydın keşke!<br />
Şölensiz, sevinçsiz yaşıyoruz şimdilerde,<br />
Bir iğdiş ve buruşuk zamanı.<br />
Kimsenin türküsü yok dilinde<br />
Karşılayacak yağan karı<br />
Coşkulu ve sarhoş sesiyle.<br />
Bıçak açmıyor ağızları;<br />
Acı, yalnız acı var yüreklerde.
Mustafa CEYLAN<br />
Kar yağdı durmadan üç gün üç gece,<br />
Yaslandı duvarlara, kapıları zorladı,<br />
Pencerelerden baktı ev içlerine.<br />
Kar hiç böyle kimsesiz kalmadı<br />
Kendi özgül tarihinde.<br />
Çıngırakların, kızakların karı<br />
Yağdı herşeyin üstüne sessiz bir öfkeyle.<br />
122<br />
Birikti bir çamaşır ipine bile.<br />
Saçaklardan sarktı,<br />
Attı kendini gürültüyle yere,<br />
Kimse sahip çıkmadı;<br />
Yığıldı kaldı duvar diplerine.<br />
Yalnız kuş ayakları<br />
Bastılar incelikle göğsüne.<br />
-Sevgilim, yanımda olsaydın keşke!<br />
Kar var yaşadığımız günlerde.<br />
Umutsuzluk çevremizi kuşattı,<br />
Kıtlık kıran gündemde.<br />
Yine de ele güne karşı,<br />
Özenle saklıyorum yüreğimde<br />
Sana duyduğum aşkı,<br />
Dört yanım kar içinde.”
Öldürülen 101 Şair<br />
14 Mart 1940 tarihinde Bergama’da doğdu. Karşıyaka Lisesi<br />
ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi<br />
Felsefe bölümünü bitirdi. Bingöl Lisesi’nde Felsefe Grubu<br />
Öğretmenliği ve daha sonra sürgün olduğu Bingöl’ün Genç<br />
ilçesinde, ayrıca Karaman Lisesi’nde felsefe öğretmenliği<br />
yaptı. İşçi Partisi üyesiydi.[1] [2]<br />
Sivas katliamından (2 Temmuz) ağır yaralı olarak kurtuldu<br />
ancak komadan çıkamayarak 9 Temmuz 1993’te Ankara’da<br />
vefat etti.<br />
Şiirleri 70’li yıllarda yayımlanmasına karşın Metin Altıok,<br />
şiirlerinin kaynakları bakımından 60’lı yılların geç ürün veren<br />
(ya da geç yayınlanan) şairlerinden biri olarak nitelendirilebilir.<br />
Gezginde Servet-i Fünun’dan, Ahmet Haşim’den, Dranas’dan,<br />
İkinci Yeni’ye, ve 60’lı yıllar şiirinin bazı ortak söyleyişlerine kadar<br />
çeşitli etkilenmeler bulunmaktadır. Bu kuşağın en romantik,<br />
duygucu şairleri arasında olan sanatçının dili yalındır. Benzetme<br />
yapmayı, anlaşılması güç olmayan simgeler kullanmayı sevdi.<br />
Bu kitabında halk şiiri biçimlerinden de yararlandı.<br />
123<br />
Yerleşik Yabancı’da tüm şiirleri tek bir şiirmiş izlenimi<br />
uyandırmakta, söyleyişte ve konularda benzerlikler bulunmaktadır.<br />
Buna karşın, Kendinin Avcısında kendine özgü bir<br />
ses, romantik, acılı ve yalın bir söyleyiş gözlenir. Simge, alegori<br />
ve mecazlardan ölçülü bir tutumla yararlandığı bu şiirleriyle<br />
Türk şiirinin lirik geleneklerine bağlanmaktadır.
Mustafa CEYLAN<br />
Demiştir ki.<br />
ÖLÜMDEN KONUŞACAKTIK<br />
124<br />
Evet sırasıdır, ölümden konuşacaktık,<br />
İntiharın ebruli ipliğiyle<br />
Bir düğün gecesinde senin<br />
Yakası işlemeli giysinden.<br />
Kapı kapı dolaşıp, etamin ve goblen<br />
Örtüler satan bohçacı ölümden.<br />
Boynuna taktığın eğri taneli<br />
İki sıra inciden konuşacaktık,<br />
Seni ürküten tren sesinden<br />
Ayı gölgeleyen tekinsiz gecede<br />
Karşımıza apansız çıkıveren<br />
O ihtiyar dilenciden.<br />
Gel ölümden söz etmeden önce<br />
Bir şeyler içelim seninle.<br />
Buğulu bir bardağın içinde,<br />
Buzlu ve limonlu votkayla birlikte<br />
Konuşalım ölümden,<br />
Bir samanyolu olsun masamızın üstünde.<br />
Hadi gel konuşalım,<br />
Sulanmış bir taşlığın serinliğinde.<br />
Akşamsefaları içinde,<br />
Bir masa, birkaç sandalye<br />
Ve ikimiz ölümden konuşalım,<br />
Senin ağzında gül, benimkinde menekşe.
Öldürülen 101 Şair<br />
Yarına var mısın söyle?<br />
Doğacak çocuğa, çığlığa, ishak kuşuna,<br />
Rüzgârın savurduğu tohuma,<br />
Kavağın pamuğuna var mısın,<br />
Bir ağacın kavına,<br />
Deri değiştirmesine yılanın,<br />
Kozadan çıkan kelebeğe,<br />
Hatmiye, atkestanesine?<br />
Hadi gel öyleyse ölümden konuşalım.<br />
Belki de tümüyle aykırıdır gerçeğe,<br />
Ama ne olursa olsun biz yine<br />
Ölümden konuşalım seninle<br />
125<br />
Ölüm de vardır yaşadığımız her şeyde.<br />
Bir bardak çatlarsa durduğu yerde,<br />
Bir aşk ansızın biterse,<br />
Ayna kırılırsa yüzünle birlikte,<br />
Zamanıdır konuşmanın ölümden.<br />
Bir çiçek olağanüstü güzellikte<br />
Açıvermişse bir sabah,<br />
Bir topal aksamadan yürümüşse,<br />
Hadi gel ölümden konuşalım;<br />
Yüzünü al basmış hasetçiden<br />
Ve onun elindeki kuru değnek bile<br />
Filizlenir sevgimizden.”
Mustafa CEYLAN<br />
126<br />
Eserleri:<br />
Yerleşik yabancı (1978)<br />
Kendinin avcısı (1979, Ahmet Telli ile 1980 Ö. F. Toprak<br />
şiir ödülü)<br />
Küçük tragedyalar (1981)<br />
İpek ve klabtan (1987)<br />
Gerçeğin öte yakası (1990, Cemal Süreya şiir ödülü)<br />
Dörtlükler ve desenler (1990)<br />
Süveyda (1991)<br />
Alaturka şiirler (1992)<br />
Şiirin ilk atlası (1992)<br />
Hesap işi şiirler (1993)<br />
Bir acıya kiracı (1998-Bütün Şiirleri)<br />
Demiştir Ki:<br />
“EKSİLEN<br />
Öyle yıpranmış ki<br />
Bir forması eksik içinden,<br />
Sahafa düşmüş bir kitap<br />
Gibi sararmış üzüntüsünden.<br />
Bir ay doğuyor usul usul<br />
Karanlığın göğsüne,<br />
Dünden bugüne kendini<br />
Biraz daha eksilterek getiren<br />
Küsmüş göğüne besbelli<br />
Geleceği göremediğinden<br />
Taşıyor oysa hüzünlü bitişinde<br />
Doğuşunu yeniden”
Öldürülen 101 Şair<br />
(3): BEHÇET AYSAN<br />
Demiştir ki:<br />
“BEYAZ BİR GEMİDİR ÖLÜM<br />
Sen bu şiiri okurken<br />
Ben belki başka bir şehirde olurum<br />
Kötü geçen bir güzü<br />
Ve umutsuz bir aşkı anlatan<br />
Rüzgarla savrulan<br />
Kâğıt parçalarına<br />
Yazılmış<br />
Dağıtılmamış<br />
Bildiriler gibi<br />
Uzun bir yolculuğa hazırlanan<br />
Yalnız bir yolculuğa.<br />
Çünkü beyaz bir gemidir ölüm<br />
Siyah denizlerin hep<br />
Çağırdığı<br />
Batık bir gemi<br />
Sönmüş yıldızlar gibidir<br />
Yitik adreslere benzer<br />
ölüm<br />
Yanık otlar gibi.<br />
Sen bu şiiri okurken<br />
Ben belki başka bir şehirde<br />
Ölürüm.”<br />
127
Mustafa CEYLAN<br />
128<br />
1949 yılında Ankara’da doğan Behçet Aysan ilkokuldan<br />
sonra eğitimine Selimiye Askeri Orta-okulu ve Kuleli Askeri<br />
Lisesi’nde devam etti. 1968 de Ankara Tıp Fakültesine askeri<br />
öğrenci olarak giren şair burada öğrenci olaylarına katıldı,<br />
1973 yılında tutuklandı, ancak 5 ay sonra beraat etti. 1979 yılına<br />
kadar Yankı Dergisi, Türk Haberler Ajansı’nda gece sekreterliği,<br />
Sendika eğitimciliği yapan, zaman zaman da işsiz<br />
kalan Aysan 1979 yılında tıp öğrenimine 4. sınıftan devam<br />
etti. Aynı yıl mart ayında ilk şiiri Türk Dili Mart sayısında<br />
yayınlandı.<br />
1979-1982 yılları arasında Türk Dili, Yusufçuk, Yarın, Tan,<br />
Yazın dergilerine şiirler yazdı.1984 yılında Tıp Fakültesini bitirerek<br />
İzmit ve Ankara’da hekimlik yaptı. Ardından Ankara<br />
Numune Hastanesi’nde psikiyatri ihtisası yapan şair 1991 yılında<br />
ihtisasını tamamlayarak SSK Yenişehir Dispanseri’nde<br />
psikiyatrist olarak hekimlik yapmaya başladı. 2 Temmuz 1993<br />
tarihinde Sivas’ta Madımak Oteli’nin yakılması sonucunda 37<br />
aydınımızla birlikte yanarak yaşama veda etti.<br />
Behçet Aysan’ın şiirleri İngilizce, Çekçe, Almanca, Macarca,<br />
Yunanca ve İsveççe’ye çevrilmiş, bazıları da popüler müzik<br />
grupları tarafından bestelenmiştir.
Öldürülen 101 Şair<br />
Demiştir ki:<br />
“BİR EFLATUN ÖLÜM<br />
Kırgınım, saçılmış<br />
Bir nar gibiyim.<br />
Sessiz akan bir ırmağım<br />
Geceden,<br />
Git dersen giderim,<br />
Kal dersen kalırım.<br />
Git<br />
Dersen,<br />
Kuşlar da dönmez, güz kuşları<br />
Yanıma kiraz hevenkleri alırım.<br />
129<br />
Ve seninle yaşadığım<br />
O iyi günleri,<br />
Kötü<br />
Günleri bırakırım.<br />
Aynı gökyüzü, aynı keder<br />
Değişen bir şey yok ki<br />
Gidip<br />
Yağmurlara durayım.<br />
Söylenmemiş sahipsiz<br />
Bir şarkıyım.<br />
Belki<br />
Sararmış<br />
Eski resimlerde kalırım.<br />
Belki esmer bir çocuğun dilinde..
Mustafa CEYLAN<br />
Bütün derinlikler sığ,<br />
Sözcüklerin hepsi iğreti.<br />
Değişen bir şey yok hiç,<br />
Ölüm hariç.<br />
Aynı gökyüzü, aynı keder...”<br />
130<br />
Eserleri:<br />
Karşı Gece (1983)<br />
Sesler ve Küller (1984)<br />
Eylül (1988)<br />
Deniz Feneri (1987)<br />
Düello (1993- Katledilmesinden sonra yayınlandı)<br />
ÖDÜLLERİ<br />
1984 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü (Sesler ve Küller ile)<br />
1988 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü (Eylül ile)<br />
1987 Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü (Deniz Feneri<br />
ile)
Öldürülen 101 Şair<br />
Demiştir ki:<br />
“AY DÜŞÜNCE<br />
Ay düşünce denize<br />
Seni hatırlarım.<br />
İnce ince yağan yağmur,<br />
İskeleye yanaşan vapur<br />
Haydarpaşa garı<br />
Seni hatırlarım.<br />
Ay düşünce denize<br />
Kalbim çarpar, telaşlı<br />
Bir kuş olur, siyahlar içinde bir kadın<br />
Ve yakasında ipiri kırmızı bir gül<br />
Seni hatırlarım.<br />
Ay düşünce denize<br />
Söylenmemiş sessiz<br />
Bir şarkıydım, tozup<br />
Giden bir ilk kar<br />
Solgun begonya<br />
Kalkmak üzere bir tren<br />
Seni hatırlarım...”<br />
131
Mustafa CEYLAN<br />
(4): UĞUR KAYNAR<br />
Demiştir ki:<br />
“MÜSVETTE AŞKLAR<br />
132<br />
Ah benim yaka cebim<br />
Yaka cebimde kaybettiklerim<br />
Şiir müsvetteleri<br />
Müsvette aşklar<br />
Ve köstekli bir saatin kurma kollarına mecbur edilen<br />
Zamanın arşı endam yüzü<br />
Endamına kurban olup<br />
Yaylı keman diline düşürdüğümün gecesi<br />
Gecesi ayaz sevgili<br />
Ey sevgili<br />
İçimdeki köşelerine kırmızı mumlar dikip<br />
Yakıyorum geceleri<br />
Geceler ateş müsvettesi<br />
Bizim akşamcıya<br />
Ama hiçbir akşamcıya<br />
Kumkapı meyhanelerinde<br />
Balıkla rakı içmedi denilemez<br />
İçti de denilemez tabi<br />
Ama bilseniz<br />
Bir bilseniz<br />
Ekmek arası balık<br />
Balık arası rakıyla<br />
İki tek çatılan çadır aleminin keyfini<br />
Kimler<br />
Ah kimler kaçırdı<br />
Kaçan balık büyüklüğünde kendini
Öldürülen 101 Şair<br />
İşte kumkapıdasın<br />
Meyhanedesin<br />
Ve balıkla rakı içiyorsun<br />
Kapı açık<br />
Kapı azıcık açık<br />
Bir küçük nokta giriyor içeri<br />
Koca bir dizenin sonunda<br />
Ardında büyük bir harf<br />
Bir sıkıntının baş harfi<br />
Sonra çekimser hayat<br />
Ve sıkıntılar<br />
Bizlik<br />
Bize göre<br />
Bizden yana sıkıntılar<br />
Örneğin<br />
Sıkıntıdan öptüğün bir kadın<br />
Bakarsın âşık olur sana<br />
Bakarsın rüya gibi kayar ellerinden<br />
O senin<br />
Sen rüyanın sıkıntısı olursun birden<br />
Ve şaşarsın bu işe<br />
133<br />
Uğur Kaynar<br />
1956 yılında Sivas-Zara’da dünyay geldi. Yer yer ironik şiiri<br />
öne çıkardı. El Yazıları yayıncılık’ın yönetmenliğini yaptı.<br />
“Çiçekler Halaya Durdu, Gizemya, Aşkınam” şiir kitaplarını<br />
yayınladı. Sivas-Madımak Oteli yangınında yakılarak öldürülen<br />
şairlerimizdendir.
Mustafa CEYLAN<br />
Demiştir ki:<br />
“YİNE DE GÜL<br />
134<br />
Gecenin kör vaktidir<br />
Fırtınalar yedeğimde yürürüm<br />
Ayakta ve perişan,<br />
Ocağım,<br />
Köz rengine ısıtır ellerimi.<br />
Tutarım,<br />
Bir acı zeytin yerim,<br />
Tadı damağımda söyleşir durur.<br />
Dilimde onlarca söz aç/açıktır.<br />
Ak kâğıttan yapraklıdır isyânım.<br />
Sağılır gelir mavi uçuşlarıyla martılar,<br />
Sözcükler süzülür de<br />
kanat tutar<br />
Kıraç toprağına dizenin.”<br />
“Öldüğünde / doğduğum yere gidiyorum / yıllarca süren<br />
bir hasret ve bilinmezliği / işte böylesine yeniyorum.”<br />
Uğur Kaynar’dan geriye, askılı deri çantasının kalacağını;<br />
çantadan, üzerinde yukarıdaki dizelerin çiziktirildiği beyaz bir<br />
peçetenin çıkacağını; hayatıyla şiiri arasındaki trajik ilişkinin<br />
Uğur Kaynar’ın ölümünü anlamlandıracağını bilmiyoruz henüz.<br />
“Uğur, hep tek başınaydı. Bilinçli olarak yanlız kalmayı<br />
isteyen, yanlız olmayı seçen bir insandı. Hep yalnızdı. Ve o<br />
yanlızlığını bir oya gibi işledi şiirlerine”
Öldürülen 101 Şair<br />
Uğur çok hüzünlü bir adamdı. Şiirlerinin teması sevmektir,<br />
sevdadır... Sevmeyen insanlara, sevmeyi bilmeyen, daha doğrusu<br />
öğrenemeyen insanlara yönelik, çok ciddi eleştiriler vardır.<br />
Her kitabı, yüklü bir hüzün anlatımıdır. Zorlu ve Kavgalı<br />
yıllar. Ülke, politik bir kaosu yaşıyor, Uğur Kaynar’ı da fazlasıyla<br />
etkileyen ve belirleyen politik mücadeleler dönemi. Sürekli<br />
içeri alınıp bırakılmalar... 12 Eylül döneminde, iki yıla<br />
yakın Mamak’ta yatan Uğur Kaynar, şiir yazmanın, Uğur için<br />
bir yaşama biçimine dönüşmesi de o yıllara rastlıyor. “İlk kitabının<br />
naif, çocuksu havasından Gizemya ile sıyrılmıştır<br />
Uğur... Okuyan, rahatlıkla fark eder. Daha kentli duyarlığa dönüşmüştür<br />
şiiri... Alabildiğine bir hüzün vardır gene de, Hep<br />
bir hüznü yazardı ve bu hüznü şiirlerine yoğun olarak yansıtırdı.”<br />
Edebiyat çevresine rağmen çok yanlız bir adamdı... Duygulu<br />
ve yaralı bir insandı... Çoçuk yaşta annesinin ölümü, ailenin<br />
dağılması ve benzeri olgular, Uğur’u fazlasıyla etkilemişti.<br />
Uğur’da diyor Serap Kaynar; “Hayatı boyunca hep<br />
çekti kendini insanlardan, kendi kabuğunun içine girmeyi tercih<br />
etti... Kendini zorlayan bir insandı Uğur... Uyum sağlamıyordu<br />
ve bunu istemiyordu da... Her zaman kaygılı ve sıkıntılıydı.<br />
Hiçbir ortamda varlığını bütünüyle ifade edemiyordu...<br />
Sivas’taki ölümü de bir tekbaşınalıktık!”<br />
135<br />
Ölümünden sonra, Serap Kaynar’a bir torba içinde teslim<br />
ediliyor Uğur’un kalan eşyaları. Yanından hiç ayırmadığı,<br />
adeta kişiliği ile özdeşleşen askılı deri çantası ise bulunamıyor.<br />
Katliamdan birkaç gün sonra çanta, mucizevî bir biçimde<br />
bulunarak Serap Kaynar’a ulaştırılıyor; sapasağlam, ne bir yanık,<br />
ne bir koku... Peçeteler çıkıyor ortaya... “Dizelerini ilk<br />
olarak peçetelere yazardı, “Öldüğümde / doğduğun yere gidiyorum<br />
/ yıllarca süren bir hasret ve bilinmezliği / İşte böylesine<br />
yeniyorum”.
Mustafa CEYLAN<br />
“Madımak’tan sağ çıkamayacağını biliyordu Uğur... Otelin<br />
merdivenlerinde Behçet ve Metin ağabey ile birlikte çekilen<br />
fotoğraflarından anlıyorum bunu” Uğur Kaynar’ın ölümü bile,<br />
sancılı hayatına karşı elde ettiği bir yengi değil mi?”(kaynak:<br />
http://www.gelincanlar.com/)<br />
2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak Oteli’nde katledilen aydınlardan<br />
biri olan şair Uğur Kaynar’ın kardeşi ağabeyini anlattı.<br />
Uğur Kaynar’ın yaşam ve şairlik serüvenine birinci elden<br />
tanıklık ettiğini söyleyen ve kendisi de şair olan Soner<br />
Kaynar, “36 yıllık kısacık ömrüne beş kitap sığdırdı, çalışkan<br />
bir şairdi” sözleriyle tanımladığı ağabeyini, “günün 24 saatini<br />
şiirle yaşardı. Sivas’a da şairlik misyonu gereği kitaplarını imzalamak<br />
için gitmişti” sözleriyle andı.<br />
136<br />
İşte Sivas katliamının 18. yılında Soner Kaynar’ın tanıklığıyla<br />
2 Temmuz ve sonrası..<br />
3 TEMMUZ SABAHI SİVAS’TAYDIK<br />
“Katliam haberini alır almaz gece yola çıktık. 3 Temmuz<br />
1993 sabahı Eşi Serap Kaynar, Metin Altıok’un eşi Nebahat<br />
Altıok ve Uğur Kaynar’ın bacanağı İrfan Demirkol’la birlikte<br />
Sivas’ taydık. Şehrin girişi ağır silahlarla donatılmış komandolarca<br />
kuşatılmıştı. Valiliğe ulaşana kadar üç kez arama<br />
kontrol noktasında durdurdular, askerlerin başında ki bir yüzbaşı<br />
Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in burada olduğunu<br />
sıkıyönetimden de öte bu durumun bundan kaynaklandığını<br />
açıklama ihtiyacı duymuştu.
Öldürülen 101 Şair<br />
CEBİNDEN ELLİ LİRA VE BAFRA SİGARASI ÇIKTI<br />
Savcı teshiş için beni çağırdı. Üst üste istiflenmiş cesetlerin<br />
arasından çıkardım ağabeyimi. ‘Evet’ dedim, ‘bu Uğur<br />
Kaynar’dır.’ Eşyalarını getirdiler. Otopside parçalanmış giysilerini<br />
ve sağ kolu yanmış gömleğini. Cebinde bugünkü parayla<br />
50 lira, yeni açılmış bir paket Bafra sigarası ve ağızlık hepsi<br />
bu kadar. Acaba gözü dönmüş yobaz katiller yaktıkları<br />
adamın hemşehrileri olduğunu biliyor muydu? Günler sonra<br />
bulduğum meşhur çantası içerisinde bir peçeteye yazılmış son<br />
dörtlüğünde şöyle sesleniyordu: “…öldüğümde / doğduğum<br />
yere gidiyorum / yıllarca süren bir hasret ve bilinmezliği / işte<br />
böyle yeniyorum…”<br />
YAKANLARDAN MISINIZ, YAKILANLARDAN MI?<br />
Uğur Kaynar’ın kardeşi veya ülkemizin demokrasi mücadelesinde<br />
öldürülen diğer aydınların yakını olmak ağır bir<br />
yüktür. Bunu taşıyanlar bilir. Örneğin Sivaslı olduğunuzu bilen<br />
komşunuz “…yakanlardanmısınız? yakılanlardanmısınız?...”<br />
diye sorar size. Dilinizin ucuna çok şey gelir söyleyemezsiniz.<br />
Acınızı saklayarak susmak en iyisidir.<br />
137<br />
KATLİAMDAN BEŞ SAAT ÖNCE ÇEKİLEN<br />
FOTOĞRAF<br />
1979 yılında yattığı Mamak Cezaevine görüşmecisi iki haber<br />
getirdi. Babası ölmüştü birde kızı olmuştu. Cezaevi koşullarında,<br />
insan yaşamındaki önemli bu iki olgunun iç içe geçtiği<br />
bu haber Uğur Kaynar’ın iç dünyasında derin izler<br />
bırakmıştı. Ne zaman Madımak Otelinde merdivende oturan<br />
üç has şairin fotoğrafını görsem, yüzlerindeki derin hüzün<br />
bana bu ölüm acısını ve doğum müjdesini hatırlatır. Madımak
Mustafa CEYLAN<br />
otelinin merdivenlerinde saat 3 sularında çekilen bu fotoğrafta<br />
5 saat sonra yaşanacak katliamı şair sezgisiyle hissettiklerine<br />
inanırım.<br />
ŞAİRLİĞİNİ BESLEYEN DAMAR, KEDERLİ ANA-<br />
DOLU TOPRAKLARIYDI<br />
138<br />
Uğur Kaynar, 1978, 1979 ve 1980 sonrası çeşitli aralıklarla<br />
Mamak Cezaevinde yattı. 12 Eylül öncesi verilen anti-faşist<br />
mücadelenin önemli figürlerindendi. Şentepe direnişinde,<br />
ODTÜ işgalinde, Çorum olaylarında, Tuzluçayır’da,<br />
Piyangotepe’de nerede bir faşist saldırı varsa Uğur Kaynar ve<br />
arkadaşları ordaydı. 1983 yılında cezaevinden çıktı. 1988’den<br />
itibaren kendini şiire adadı. Şiirini ve şairliğini besleyen ana<br />
damar büyük acılara tanıklık etmiş kederli Anadolu topraklarıydı.”<br />
Soner Kaynar’ın, ağabeyi Uğur Kaynar’ın ardından yazdığı<br />
şiir:<br />
KARDEŞİME TÜRKÜ<br />
Buruk bir sessizlik saklardın<br />
Dağıtırdı saçlarını Mayıs<br />
Saklardım geceyi gözlerine<br />
Gelirdin<br />
Geldiğin yerden<br />
Dağ kokulu öpüşler getirirdin<br />
CİNATINA binerdin<br />
Sen ki<br />
Sokağın yangına ateşle koşan şairiydin<br />
Ekmeğin yoktu<br />
Tuzun da<br />
Tütünün de.
Öldürülen 101 Şair<br />
Yürüdük<br />
Bir sevdayı yüreğimize basarak<br />
Ayak izlerimizden<br />
Sokaklarda<br />
Kaygılı yüzler karşılardı bizi<br />
Ben yalnızlık<br />
Derdim adına<br />
Sen hüzün<br />
Sen ki<br />
Sokağın yangına ateşle koşan şairiydin<br />
Ekmeğin yoktu<br />
Tuzun da<br />
Tütünün de.<br />
Sahi biz seninle<br />
Hiç türkü söylemedik mi?<br />
Alınlarımızı güneşe de mi vermedik<br />
Sahi biz seninle<br />
Hiç bahara da mı çıkmadık<br />
“…bahar annemizin yemenisinde solgun bir çiçek miydi?...”<br />
Kent varoşlarında<br />
Fabrika yollarından<br />
Bu ihanet yangınından<br />
Dağlar daha mı yüceydi<br />
Yani dağlar mı ürküttü yüreklerimizi.<br />
139<br />
Sen ki<br />
Sokağın<br />
Menekşe yüzlü çocuklarının<br />
Yüreklerine<br />
Vurgundun<br />
Ve gecesinde<br />
Oynaşan yıldızlarla
Mustafa CEYLAN<br />
Sancıyan<br />
Bir sessizliği kuşanıyordu bedenin<br />
Şiirse<br />
Yaralı bir ceylan gibi<br />
Dolanıp dururdu damarlarında<br />
Ekmeğin yoktu<br />
Tuzun da<br />
Tütünün de.<br />
140<br />
Aşkınam<br />
Aşkınam<br />
Aşkınam<br />
Bir şair ölür<br />
Ekmeksiz<br />
Tuzsuz<br />
Ve tütünsüz<br />
Artık<br />
Yalnızlığıma yürüyorum bu sokaklarda<br />
Acıyla kanıyor<br />
Bastığım kaldırım taşları<br />
Hoşça kal şair dostum<br />
İnsan kardeşim.<br />
Soner KAYNAR<br />
Odatv.com
Öldürülen 101 Şair<br />
(5): HÂLİM EFENDİ<br />
Demiştir ki:<br />
“Bâde-i saf ile aklım nice ünsiyet eder<br />
Tevsen-i serkeşi zabteyleyemez tıfl-ı zaîf.”<br />
Hafız, Mora doğumlu, Mora Müftüsünün oğlu, eğitim ve<br />
öğretimini tamamlayınca babası gibi müftülük görevine atandı.<br />
1821’ de Trapoliçe şehrini isyân eden Rumlar’a teslim etmemek<br />
için kasabanın Müslüman halkıyla direnen şairimiz,<br />
yaralanır ve Rumlar tarafından yakalanır; üzerine gaz ve reçine<br />
dökülerek yakılır, öldürülür; eşi ve baldızının da birer gözleri<br />
çıkartılır.<br />
141<br />
Şairimizin 4 yaşındaki oğlu Yahya Sezai yetim kalır. Yıllar<br />
sonra, bu evlât İstanbul’a taşınır. Ahmet Hikmet Müftüoğlu’<br />
nun dedesi o yetim kalan çocuktur işte…<br />
Demiştir ki:<br />
“Aynı ibretle bak ey cân âleme<br />
Gör neler gördün, irişdin ne deme.<br />
Kimse bilmez gerçi kâr encâmını<br />
Lîk saymak farzdır fercâmını<br />
Akl ü dîn ehli olur ehl-i yâr<br />
Âkibet ahvâlini eyler şumâr
Mustafa CEYLAN<br />
Düzme koşma söz bulup da söyleyen<br />
Kendini herkesle yeksân eyleyen<br />
Gerçi artar rağbetin inde’l-kibâr<br />
Lâkin olur hayme-i dîn rahnedâr<br />
Bir musîbetdir vefât-ı fâzılan<br />
Göçdü bu günlerde nice kâmilân.<br />
Fakr ile şimdi kimi hayrândır<br />
Gaflet ile kimisi şükrândır<br />
Eyleyen aslanları rûbeh mizâç<br />
İhtiyâç oldu cihânda ihtiyâç<br />
142<br />
Didi: Etdim kâre erbâb ihtiyâr<br />
Etmedim mâ-ehle asla îtibâr.<br />
Anın içün var mülkümde nizâm<br />
Söylenür nâmım ile yevmi’l-kıyâm.”
Öldürülen 101 Şair<br />
(6): MACUNCUZÂDE(Bekâyî)<br />
1595 Yılının Ocak ayında karısı ve karısının sevgilisi tarafından<br />
boğazı sıkılarak öldürülür ve “sarhoşlukla yanarak ölmüş”<br />
desinler diye de öldürdükten sonra kasden yangın çıkarılmış<br />
ve yakılmış bir şairimizdir.<br />
XVI. Yüzyıl şairlerimizden olan Macuncuzâde, Cimri Cingan<br />
adında bir İznikli macuncunun oğludur. Kaynaklar esas<br />
adının Abdülbaki veya Mehmet çelebi olduğunu belirtirler.<br />
Babası macuncudur ve babasının mesleğine yönelmez, ilim<br />
öğrenmek için Hocazade Kurt çelebi ve III. Murad’ın hocası<br />
İbrahim efendi’den dersler alır. Manisa medreselerinden birinde<br />
müderris olarak görevlendirilir. Ramazan ayında III.<br />
Murad’ın cülusu sebebiyle ona bir arzuhâl sundu ve kırk akçe<br />
ile İstanbul Merdümiyye Medresesine atandı. Bundan sonra,<br />
saraya yakın olmaya devam eden şairimiz, her yıl ücret artışı<br />
ile bir başka yere makamı yükseltilerek tayin edildi. Galata ve<br />
Üsküdar kadılıklarına getirildi, azledildi ve bir yıl geçmeden<br />
tekrar atandı.<br />
143<br />
Böyledir işte… Şiirin maharetleri bunlar. Ne demiştik?<br />
Yaşa, Varol padişahım diye övgünameler düzüp makama sunduğunda,<br />
yaşadın demektir. Şiir kulağa hoş gelen o söz güzelliği<br />
ile allar pullar seni, ceplerini doldurur, makamdan makama<br />
kelebek gibi yükseltir, kazancını arttırır, hayatın değişir,<br />
süslü kaftanların, şahane konakların, arazilerin, bağların ve<br />
bahçelerin olur. Benzin pompasının ve süslü koltuğun yanında<br />
iken, hak, hukuk, adalet ve garibanlar, ezilen halk dediğinde;<br />
makam sahibin hışımına ve koltuğun öfkesine düçar olursun.<br />
Sürülürsün ilden ile, makamından olur, perişanları oynarsın.<br />
Sonra, aynı sivri dilliliğe devam edersen, ferman çıkartılır<br />
hakkında katli vaciptir deyu.
Mustafa CEYLAN<br />
Demiştir ki:<br />
“Murâdını veren merde Hüdâ’dır<br />
Hüdâ’dan istemek râh-ı Hüdâ’dır.<br />
Hidâyet idicek lûtfundan Allâh<br />
Kişiyi sevk ider maksûda her gâh<br />
Çü bülbül gördi ol ziynetle dehri<br />
Çıkup seyr eyledi etrâf-ı şehri<br />
144<br />
Temâşâ kıldı herkes âleminde<br />
Şarâb-ı nâb ile kendi deminde<br />
Velî kendü kalup tenhâda bî-yâr<br />
Ne gül andan ne ol gülden haberdâr<br />
Belâ vü mihnetini yâd kıldı<br />
Figâna başlayup feryâd kıldı<br />
Meğer ol yerde kim zâr-idi bülbül<br />
Karîb idi ana sohbet-geh-i gül<br />
Gülün kulağına girüp ol efgân<br />
Nesîm-i subha fermân itdi ol ân<br />
Sevindirdi varup ol nâ-tuvânı<br />
Alup gül sohbetine geldi anı
Öldürülen 101 Şair<br />
Çü gördü bezm-i bülbül oldu şâdân<br />
Yakın kaldı ferahdan vermeğe cân<br />
Varup âdâb ile kıldı kıyâmı<br />
Rükû idüp ana verdi selâmı<br />
Zemîn-i hidmeti bûs itdi bî-had<br />
Güle medh ü senâlar kıldı bî-âd”<br />
Böyledir sevda. Ve sevda sınır tanımaz. Ve sevda ölümü<br />
göze alır. Ölür ve öldürür. Hele hele yasak sevda, amansız,<br />
dermansız bir hastalıktır. Sonu hüsrân denizinde yok oluştur.<br />
Şairimizin eşi, bir başka kişiye sevdalanır. Sevgilisiyle beraber<br />
şairi ortadan kaldırma planları yaparlar. Ve o menfur<br />
olay cereyan eder. Şairimiz karısı ve onun sevgilisi tarafından<br />
öldürülür.<br />
145<br />
Mahkeme sorar, derler ki:<br />
-“İçkiye müptelâ idi. Girdi kütüphaneye, kilitledi kapıyı<br />
içeriden. Kütüphanenin tandırı-ocaklığı yanına sarhoş ya sızıvermiş.<br />
Uyuyup kalıvermiş. Tandırdan sıçrayan ateşle tutuşmuş<br />
elbisesi, yanmaya başlamış çevresi. İçeriden sesler gelince<br />
kütüphane kapısını kırıp girdik içeri. Her taraf yangın<br />
yeriydi. Masanın üzerinde şişeler vardı. Su sandık, döktük<br />
şairin üstüne, maksadımız onun yanmasını önlemekti. Meğer<br />
onlar, su değil, içki imiş. Ateşin üstüne gaz dökmüşüz sanki.<br />
Hata eyledik. Yangın arttı ve söndürmemiz imkânsızlaştı.”<br />
Şairimizin “Gül ü Bülbül Mesnevisi” adlı eseri bulunmaktadır.<br />
“Şirvan Şah ve Şemayil Banu” adında bir eserinin daha<br />
bulunduğu söylenirse de, bu eserin varlığı ve ona ait olduğu
Mustafa CEYLAN<br />
doğrulanamaz. 935 beyitten meydana gelen Gül ü Bülbül<br />
Mesnevisi’nin İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunduğunu<br />
kayıtlar zikreder.<br />
ŞAİRİMİZDEN İKİ BEYİT SUNALIM :<br />
“Nola her dem nikâb ile çıkarsa yollara zenler<br />
Ki bağlar yüzlerini kasd-ı gâret itse rehzenler<br />
Eylerse hezâr efgân kulak mı kabardır gül<br />
Ey gonca gülistânda bilmem ne öter bülbül.”<br />
146<br />
SON SÖZ:<br />
MACUNCUZÂDE<br />
Saat kulesi dibindeyim İznik’de<br />
Cimri Cingan oğlu Macuncuzâde<br />
Bal kaymak macun katar şiirine<br />
Kelâm alır dillerden<br />
Kelâm satar gelene geçene<br />
Tel teldir pişmaniyesi gâvurun<br />
Azında çiğ düşmüş gül yaprağıdır sanki<br />
Yetmiş çeşit macun dolar çubuklara<br />
Bedavasına vermez nedense<br />
Boynu bükük çocuklara…<br />
Mustafa CEYLAN
D-İdam edilerek Öldürülen Şairler<br />
Öldürülen 101 Şair<br />
(1): KADI BURHANEDDİN<br />
Şiir, sen çok ciddiye alınacak bir şeysin. Öyle çalakalem<br />
yazılıverecek, lâf olsun diye söyleniverecek bir edebiyat ürünü<br />
değilsin. Devirleri, dönemleri, ulusları, toplulukları olan<br />
büyük bir olaysın. Yoldan geçerken görülüp sevilecek bir güzel<br />
değil, uğrunda, sevdası yolunda bir ömür ve nice ömürler<br />
tüketilecek ve hattâ can verilecek bir hakikatsin.<br />
Yazık, seni ciddiye almayıp; yolda-otobüste yazıverdim diyenlere.<br />
147<br />
Doğar doğmaz çocuğunu çağın azgın dişlilerine bırakan ve<br />
internet denilen ortamda yayınlayan şairlere yazık. Sen, demlenecek<br />
ve üzerinde çok ciddi çalışmalar yapılacak, nakışlanacak<br />
bir sanatsın.<br />
Senden korkmak gerek şiir.<br />
Senden korkmayanı kül edersin, toz edersin, zindanlara<br />
atarsın. Seni ciddiye almayanlar, aslında ÖLÜ ŞİİR DOĞU-<br />
RANLARDIR ki, şiirleri gibi kendi İSİMLERİNİ DE DO-<br />
ĞAR DOĞMAZ ÖLDÜREN ŞAİRLERDİR.<br />
O yüzden,<br />
Seni ciddiye almayana şair mi denilir ki?<br />
Seni sevdiğimiz kadar senden çekinir ve korkarımda ben.<br />
Yüzyıllar ötesine adımızı götürecek-taşıyacak sensin.
Mustafa CEYLAN<br />
Ya da daha şimdiden adımızı silecek, yok sayacak yine<br />
sensin.<br />
Uzat ellerini şiir. Uzat bana!<br />
Hazır ellerim, kalemim, yüreğim sana.<br />
Canevimin en güzel odalarını sana hazır ettim. Dol içime,<br />
bahar misali gir yüreğime ve beni sevdan ile sonsuzluğun göklerine<br />
mısra mısra nakışla.<br />
Ya sev beni şiir, ya da zulmetmeden öldür beni.<br />
Ölüm senin ellerinle, ölüm senin sevdanla güzeldir şiir…<br />
Ey Şiir !...<br />
148<br />
14. Yüzyılda, çok hareketli bir hayat yaşayan Kayseri doğumlu<br />
Kadı Burhanettin’ i yakaladın. Babası Kayseri kadısı<br />
Şemsettin Mehmet’ ten gördüğü özel eğitim sonucu Türkçe,<br />
Arapça, Farsça öğrenen ünlü bilginle beraberdin. Mısır, Hicaz<br />
ve Halep’te çağının ünlü bilginlerinden ders görmesini istedin.<br />
O da ders gördü. Babası ölünce, Kayseri’ ye dönen ve<br />
kadı olan, daha sonra Ertana Beyliği’ ne Kadı olan Burhanettin’<br />
e Azeri Lehçesiyle yazmasını söyledin. “Tuyuğ” adını verdiği<br />
dörtlükleri yazarken, iç karışıklıklardan faydalanıp, kendini<br />
Sivas Emiri ilân etmişti ve adına hutbe okutmuştu.<br />
Sonra ne oldu? Ne oldu? Neden susuyorsun? Sen anlat bakalım!<br />
Susma! Susuyorsun halâ! Bak, ben anlatayım.<br />
Kadı Burhanettin, Akkoyunlularla yaptığı savaşta yenildi<br />
ve şehir surlarında idam edildi.
Öldürülen 101 Şair<br />
Ey Şiir !...<br />
Türk tarihi, hele ki Osmanlı dönemi şair padişahlar, sultanlar,<br />
hakanlar ve şehzadelerle doludur biliyorsun. Ve gene biliyorsun<br />
ki, cihana hükmetmiş hakanlarımız şiir yazdıklarında<br />
kendi isimlerini bile sen değiştirdin.<br />
KADI BURHANETTİN ‘i de kadılığına bakmadan TÜRK<br />
EDEBİYATININ ÖNEMLİ BİR NAZIM TÜRÜ olan TU-<br />
YUĞ ile hemhâl ettin.<br />
Peki TUYUĞ ne ?<br />
TUYUĞ, Türk şairlerinin hattâ HALK ŞAİRLERİ nin Dİ-<br />
VAN EDEBİYATI’na, ARUZ’a kazandırdıkları, TÜRK PA-<br />
TENTLİ bir ŞİİR TÜRÜDÜR. Kafiye yapısının temeli<br />
MANİ’dir.<br />
Bu sebeple;<br />
Maninin Divan edebiyatındaki karşılığı sayılabilir. Klasik<br />
Türk Edebiyatında aruzun fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılan<br />
dört dizelik milli bir nazım biçimidir. Tek dörtlükten oluşur.<br />
Kafiyelenişi rubaiyle aynıdır: (aaxa.) Genellikle lirik tarzda<br />
olan ve (aaaa) şeklinde kafiyelenen tuyuğlara “Musarra<br />
Tuyuğ” denir. Manide olduğu gibi, cinaslı uyak kullanılır.<br />
Halk şiirinde 11′li kalıpla söylenen mani biçimindeki şiirlere<br />
de tuyuğ denir.<br />
Rubaide işlenen konular tuyuğda da işlenir.<br />
14. yüzyıl Azerî şairi Kadı Burhanettin bu türün kurucusu,<br />
TUYUĞ’un mucidi sayılır. Çağdaşı Azerî şairi Nesimi ve 15.<br />
yüzyıl Çağatay şairi Ali Şir Nevai bu türde çokça ürün vermişlerdir.<br />
149
Mustafa CEYLAN<br />
Özellikleri:<br />
1. Divan Edebiyatına Türklerin kazandırdığı bir nazım şeklidir.<br />
2. Kafiye düzeni aaxa ya da aaaa şeklindedir. (manide de<br />
öyle)<br />
3. Dört dizeden oluşur.<br />
4. Tuyuğlarda genellikle cinaslı kafiye kullanılır.<br />
5. Tuyuğda, mani ve rubaide olduğu gibi önemli bir fikir<br />
söylenmeye çalışılır. Bu nedenle zor söylenen şiirlerden sayılır.<br />
150<br />
6. Mahlassız bir şiirdir.<br />
KADI BURHANETTİN( Gülce-Buluşma)<br />
Ağ gülüm<br />
Ah gülüm<br />
Duy beni, işit beni.<br />
Nasıl severim bir bilsen<br />
Nasıl severim seni…<br />
Çevir sayfalarını şu tarihin<br />
Yeniden, yeni baştan gör zamanı<br />
Ve oku, doku olayları usanmadan<br />
Ya sen anlat ben susayım<br />
Ya ben anlatayım sen dinle<br />
Ağ gülüm e mi?<br />
Ah gülüm he mi?
Öldürülen 101 Şair<br />
Bin üç yüz kırk dört de gelmiş dünyaya<br />
Kadıdır babası, oğlu da kadı<br />
Daha dört yaşında bir çocuk iken<br />
Arapça Farsçayı kökten kavradı<br />
Lügat, nahif, beyan, hesap, mantık sarf<br />
Ve aruz içredir ses getiren harf<br />
Öğrendi, öğretti; öğretmen oldu<br />
Madde, mânâ ilmi yüreğe doldu.<br />
Yaş ondört, babası gitti Mısır’a<br />
Oğlu Burhanettin erdi son sır’a<br />
Fıkıh, hadis, tefsir; ferâizle tıp<br />
Mezhep ilmini de içine katıp<br />
Ordan geçti Şam’a devam derslere<br />
Mevlânâ Kutbeddin Râzi’yle yere,<br />
Göğe sığmadı da tuttu Hac yolun<br />
Dönüşte göç etti babası onun<br />
Ve bir yıl Halep’te kaldı ilm’için<br />
Öğrendi her şeyi, nedendir, niçin?<br />
………………………..Yıkılmış gitmişti Büyük Selçuklu<br />
……………….Döndü Kayseri’ye bin üç yüz altmış dörtte<br />
…....Kayseri… Evet Kayseri…<br />
……………….Sivas ve çevresinde kurulmuştu<br />
………………….Eratna Beyliği<br />
…………………….Ve Gıyasettin Mehmed Bey’di<br />
………………………..Beyliğin hükümdarı.<br />
…………………………….Atadı Burhanettin’i<br />
………………………………….Atadı Kayseri kadılığına.<br />
151
Mustafa CEYLAN<br />
Kısa süre sonra<br />
Öldürüldü Giyasettin Mehmed<br />
Geçti Beyliğin başına<br />
Oğlu Alâeddin Ali Bey…<br />
Geçti ki<br />
Eniştesi Kadı Burhanettin’in.<br />
Giderek<br />
Politik güç kazandı bizim Kadı<br />
Ve 1378’ de vezirlik görevin aldı.<br />
Çok haksever tutumu, başarılı hükümleri<br />
Ve adaletli idaresi sayesinde<br />
Kendini sevdirdi halka.<br />
152<br />
Yıl 1381<br />
Hakk’a yürüdü Alâeddin Ali Bey<br />
Kaldı mı taht yedi yaşındaki oğluna?<br />
Emirlerden Kılıç Aslan<br />
Oldu devlet naipi<br />
Başladı siyaset<br />
Başladı iç kargaşa…<br />
……………………Bir devleti yıkan tefrikadır ah gülüm!<br />
…………Nifak tohumlarından büyür boz toprağın sancısı<br />
………Sen bunları biliyorsun değil mi?<br />
……Can gülüm<br />
…Ah gülüm ah !...<br />
Halkın sevdiği,<br />
Güvendiği, göz bebeği<br />
Kadı Burhanettin,
Öldürülen 101 Şair<br />
İstek ve ısrarlar üstüne<br />
Öldürdü naip Kılıç Aslan’ı<br />
Ve<br />
Yerine oldu naip…<br />
………………………………………Aynı yıl<br />
………………………İân etti Sivas’ta istiklâlini<br />
………………….Hutbe okuttu kendi adına<br />
…………….Geçti sultanlık makamına<br />
…………Ve<br />
……..Bir devlet kurdu<br />
“Kadı Burhaneddin Devleti”<br />
……...Bu devletin hükümdarlık makamında<br />
……………Tam 18 yıl oturdu.<br />
Bir yandan<br />
Sağlarken kendi devletinin<br />
İç bütünlüğünü<br />
Diğer taraftan<br />
Komşuları<br />
Akkoyunlular, Osmanlılar ve Memlûklular ile<br />
Uğraşmak zorunda kaldı.<br />
Kastamonu seferinde<br />
Yıldırım Bayezıt’ın eyalet askerleri<br />
Şehzade Ertuğrul komutasında…<br />
Kırkdilim mevkii derler bir yer<br />
Hem de Çorum ili yakınında<br />
Tutuştular savaşa…<br />
Ve yenik düştü Osmanlı<br />
Şehid oldu Şehzade Ertuğrul<br />
153
Mustafa CEYLAN<br />
Yıl 1398<br />
…….Akkoyunlu hükümdarı Kara Yülük<br />
…………Ve Kadı Burhaneddin<br />
………………Bir amansız savaştalar…<br />
…………………….enildi, esir düştü ve öldürüldü<br />
………………………Bizim Kadı<br />
…………………………Ölümünden sonra<br />
………………………………Yıkıldı kurduğu devlet…<br />
Mustafa CEYLAN<br />
154<br />
EDEBÎ KİŞİLİĞİ<br />
“Kadı Burhaneddin, siyasi kişisel özelliklerinin yanı sıra,<br />
edebiyat ve şiirle uğraşmayı da ihmal etmemiştir. 600 sayfa<br />
tutan bir divanı dolduracak kadar şiir yazmıştır. Bu divanında<br />
1500 gazel, 119 tuyuğ ve 20 rubai bulunmaktadır ama hiç kasidesi<br />
bulunmamaktadır. Kadı Burhaneddin gazelleri ve tuyuğları<br />
ile ün kazanmıştır. Tuyuğ şeklini Divan edabiyatına<br />
getiren Kadı Burhaneddin olmuştur. Gazellerinin gayet içten<br />
ve aşkane oldukları görülür. Lirik şiirlerinde cesaret göze çarpar<br />
ve bu yönüyle de klâsik şiirden ayrılır. Aşk şiirlerinin yanı<br />
sıra din ve tasavvuf ile ilgili şiirleri de vardır. Şiirlerinde ne<br />
mahlası ne de adı bulunmaktadır.<br />
İran şiirini çok iyi bilen Kadı Burhaneddin divan şiirinin<br />
öğelerini Türkçe’ye mal etmede emeği geçen baş Türk şairlerdendir.<br />
Divan şiirinin ilk Türkçe örneklerini veren bir şair olarak<br />
Türkçe’yi aruza uydurmakta güçlük çektiği görülür. Bu<br />
aruz vezin eksikliği o kadar önemlidir ki Kadı Burhaneddin’in<br />
şiirlerinin çoğunda kullanılan vezini tayin etmek güç ve hatta
Öldürülen 101 Şair<br />
bazılarında imkânsız olur. Ancak bu eksiklik XIV. yüzyıl Türk<br />
divan edebiyatına katkısı bulunan şairlerin nerede ise hepsinde<br />
görülmektedir. Kadı Burhaneddin bu müşkülatını, canlı ve<br />
samimi edası ile giderir. Günlük konuşma dilini de şiirlerinde<br />
kullanması onun şiirlerine ayrı bir özellik verir. Edebi sanatlara,<br />
özellikle cinasa, düşkündür. Doğup, büyüyüp yaşadığı yerlerde<br />
Azeri lehçesi kullanılmamakla beraber, Kadı<br />
Burhaneddin’in şiir dilinde Azeri lehçesi özellikleri barizce<br />
görüldüğü için, Azeri lehçesi edebiyatında olduğu iddia edilebilmesine<br />
rağmen, Kadı Burhanedin’i bir Anadolu şairi olarak<br />
kabul etmek daha yerinde olur. Bazı şiirlerinde tasavvuf izleri<br />
gayet açıkca görülmekle beraber Kadı Burhaneddin’i bir sûfî<br />
ve mutasavvıf bir şair olarak dünya işlerinden el etek çekmiş<br />
bir kişi saymak doğru olmaz. Kadı Burhaneddin’in gerçek yaşamında<br />
zevk ve safa âlemleri düzenlediği bilinmektedir. Kadı<br />
Burhaneddin esas itibarı ile beşeri, maddi aşkı işlemiş ve maceracı,<br />
döğüşcü, savasçı hayatının ve ruhunun izleri çok bariz<br />
olarak şiirlerinde yansımıştır. Genellikle hayatını anlatmıştır.<br />
155<br />
Eserlerinden bazı örnekler<br />
Beyit;<br />
Er odur Hak yoluna baş oynaya<br />
‘Döşekte ölen insan senin babandır
Mustafa CEYLAN<br />
Tuyuğ ;<br />
Hakka şükür koçlarun devrânıdur.<br />
Cümle âlem bu demün hayrânıdur.<br />
Gün batardan gün toğan yire değün.<br />
Işk erinün bir nefes seyrânidur.<br />
156<br />
Gazel ;<br />
Gönülüme ben didüm ki kandesin,<br />
Gamzesinün oklarıyla kandesin<br />
Gisusiyle bende düşdüm dir gönül,<br />
Didüm ana nola çünki bendesin<br />
N’ola öpdüm gözüme sürdüm seni,<br />
Sen dahi âlemde bir turvendesin<br />
Bendesin sen bendeyim ben tapuna,<br />
Bendeyim ben nice ki sen bendesin<br />
Gözlerüm giryan ü biryândur gönül,<br />
Leblerüm şekker özün pür-handesin<br />
Bir Mısra<br />
“Bunca ki yandım yanarım, billah ki usanmamışım.<br />
(Kaynak: http://tr.wikipedia.org)
Öldürülen 101 Şair<br />
SON SÖZ :<br />
AÇIL EY KÖHNE KİLİT<br />
Korkut Ata çıka geldi tarihten<br />
Kopuzunu konuşturdu<br />
Dinledi yer gök<br />
İnledi eşya, doğa, insan<br />
O söyledi, biz dinledik<br />
Görelim neler söyledi :<br />
İlk tuyuğdur Burhanettin Kays eri<br />
Koç yürektir surlarda şehr-î Kayseri<br />
Şimdi mevsimlerden kaygan takvime<br />
Kayma hiç tek tek diyorlar: kay, seri…<br />
Varsınlar ne derlerse desinler,<br />
Halep, Bağdat yok şimdi, üzgünüm.<br />
Mühr-ü kadı bilinmez eldedir<br />
Bu yüzden işkencede her günüm.<br />
157<br />
Açıl ey köhne kilit!<br />
Kop ey sürgü!<br />
Yıkıl ey örümcek tutmuş duvar!<br />
Çekil ufkumdan kara bulut,<br />
Kan kusan dağlar, yerle yeksan ol!<br />
Anamın ak sütü kadar<br />
Helâl ve berrak dilim<br />
Sen çık ortaya gül kokulu kalemlerle<br />
Yeniden<br />
Yeniden yaz alınların şiirini, olur mu?
Mustafa CEYLAN<br />
Ve de ki:<br />
El ele tutuşup ayağa kalkın<br />
Bölünmesin aman bu güzelim yurt<br />
Muştulu seherler o kadar yakın<br />
Erisin demir dağ, yol göstersin kurt.<br />
Kadı, âlim, şair; bir dudak üç dil<br />
Azerî lehçesi bal damlatan dut.<br />
Tuyuğlu, tuğralı ipekli mendil<br />
Koklasam dost kokar gönüldür hudut.<br />
158<br />
Hutbeler okunsun, dua edilsin<br />
Ay yıldız var iken niye o çaput?<br />
Diyor ki analar: Bu tarih bilsin<br />
Şehit taşımaktan yoruldu tabut.<br />
Yoruldu<br />
Yorulduk<br />
Güneşi tam ortasından vurdular bugün<br />
Biz de vurulduk…<br />
Mustafa CEYLAN
Öldürülen 101 Şair<br />
(2):PİR SULTAN ABDAL<br />
O, öldükten sonra da yaşayanlardan… Tarihin belirli bir<br />
zaman diliminden başladığı yolculuğu sonsuzlara doğru çoğala<br />
çoğala devam ettiren bir yolcu. Bizde gelenektir zaten, sağlığında<br />
elimizden geleni ardımıza koymayız, ne kadar zulüm,<br />
işkence, eziyet, kıyım ve sürgün varsa ışık adamlarımıza, düşünce<br />
adamlarımıza, başta ozanlarımıza uygularız. Kaçını zindanlara<br />
attık, kaçını sürdük ilden ile ve kaçını ipde sallandırdık?<br />
Derisini yüzdüklerimiz bile var, öyle değil mi? Biz,<br />
onları sağlığında değil, öldükten sonra kahraman yapmakta<br />
pek maharetliyiz. Sağlığında değerini bilmeyiz. Sağlığında<br />
biz onlara hiçbir şey vermediğimiz gibi elinde ne varsa onları<br />
da almaya çalışırız. Onları, yeri geldiğinde sosyal güvenceden<br />
bile yoksul bırakırız ki, çoluk çocuğu ve kendisi hasta olduğunda<br />
ilâç bile alamasın. Biz böyleyiz işte. İçimizdeki pırlantanın<br />
ışığından istifade etmeyiz de, farkına bile varmayız da,<br />
yadın-yabanın mumunu güneş sanırız.<br />
159<br />
Evet,<br />
Pir Sultan Abdal, halkın içinden, halk için çıkmış bir sonsuzluk<br />
yolcusu. İdam edilmesinin üzerinden 400 küsur yıl<br />
geçmiş olmasına rağmen halkın belleğinde, dilinde, yüreğinde<br />
halâ canlı ve diri. Hem etkisini de gün geçtikçe arttırmaya devam<br />
etmektedir.<br />
Pir Sultan, sade bir ozan olsaydı, belki etkisi bu kadar uzun<br />
sürmez veya sadece edebiyatın efsunkâr bahçesinde kalırdı.<br />
Ama, o, başkaldırının, “yeter, ne hakkın var deyip isyânın ve<br />
derin tasavvufî düşünceleriyle bütün ezilen ve inananların yol<br />
göstericisidir”. Anadolu’yu yoğuran ve Anadolu’ yu nice yüzyıllar<br />
ötesine taşıyan ışık adamlarından birisi olması nedeniyle,<br />
edebiyat dışındaki diğer alanlarda; özellikle toplumsal di-
Mustafa CEYLAN<br />
renç ve baş kaldırı alanlarında da oldukça etkindir.<br />
Güç karşısında eğilip, bayrağı teslim etmeyen; doğru bildiğini,<br />
sevdiği ve inandığını idam sehpasında bile söyleyen bir<br />
korkusuz ozandır.<br />
160<br />
Göz radarlarımızı mâzinin söz sultanlarına, ışık kervanlarına<br />
çevirecek olursak; iki türlü hareket görürüz… Birisi “aşağıdan<br />
yukarıya” doğru yapılan hareket, ötekisi de “yukarıdan<br />
aşağı” doğru” yapılan hareket. Aşağıdan yukarı doğru hareket,<br />
halktan-tabandan tavana doğru yürür. Halkın dili, gözü, kulağı,<br />
eli, yüreği olan bir harekettir. Yukarıdan aşağı hareket se,<br />
sarayın, otağın, yönetenlerin kontrol ve güdümündeki hareket<br />
olup; çeşmeye yakın olması nedeniyle bir eli yağda olan ve<br />
tabandakilere hüküm-emir ve kararlar altında tutabilmek için,<br />
yukarıyı öven, aşağıya emir veren bir harekettir. Yukarıdan<br />
aşağıya hareketin dili ve yapısı saraylıdır, onu tabandakiler<br />
pek anlamaz; anlasalar da sevmediklerinden es geçerler, kayda<br />
değer bulmazlar.<br />
Bizim Pir Sultan aşağıdan yukarıya hareketin korkusuz bir<br />
ozanı ve lideridir.<br />
Öldürülen ozan ve şairlerimizin hepsi de aşağıdan yukarıya<br />
hareket eden, tavanı eleştiren, tavanın dipsiz ve karanlık dehlizlerine<br />
halkça ve Hakça ışık tutanlardır.<br />
Pirsultan’ın, yaşadığı 1500’lü yıllardan günümüze 345 deyişi<br />
kalmışsa da, halkın gücü onu menkıbelere dönüştürmüş,<br />
onu mukaddes yapmış, onu yüreğinde dilediğince şekillendirmiştir.<br />
Zaten halkın gücü böyledir. Halk özlerse kahramanını, aradan<br />
geçen yüzyılları bir çırpıda siler de kahramanını diriltiverir.<br />
Sıkıntıya düştüğünde, ufkunu kaplayan kara zindan geceleri,<br />
gökleri dolduran kara bulutları, dirilttiği o kahramanının<br />
mânevî ışığı ile siler süpürür. Güneşe, ışığa ve esenliğe getirir
Öldürülen 101 Şair<br />
ulusu, toplumu, memleketi.<br />
Acımasızlaşan şiirin rüzgârı Azrail’ le sırdaş, içli dışlı, dost<br />
gibidir sanki. Şiir rüzgârının ve zalim idarelerin öldürdüğü<br />
ozan ve şairlerin hayatları etrafında, halkımız efsâneler, menkıbeler<br />
üretmiştir hep.<br />
Siz bakmayın ve asla umutsuzluğa düşmeyiniz ki, bugün<br />
yaşananlar, bu anlaşılmaz hukuk, yönetim, asker, siyaset çemberinde<br />
meydana gelen olaylara. Halk neden sessiz diye şaşırmayınız<br />
da. Yeri ve zamanı geldiğinde, sinesinden nice ışık<br />
adamlar çıkarır bu halk. Zaten, günümüzde iftiralar ve düzmece<br />
sanıklarla idam sehpasına dipçikle yürütülmeye çalışılanlar<br />
da günümüzün Pir Sultanları değil mi?<br />
Pir Sultan Hızır Paşa tarafından idam edildikten sonra,<br />
göğe mi uçtu, yere mi geçti bilinmez; ama, zulümden korkan<br />
halk, onun ipe çekilen bedenine sahip çıkamamış,<br />
161<br />
-Çok sayıda Pirsultan kabri yaratmış<br />
-Çok sayıda yeni Pirsultanlar-ozanlar doğurmuş<br />
-Kâh Horosan’da, Kâh Merzifon’da, kâh Erdebil’de, kâh<br />
Sivas’ da kanlı Pazar yanındaki tümülüste ona mekân yakıştırmaya<br />
çalışmış ve bunda da başarılı olmuştur.<br />
Bugün, Pirsultan bir gelenek olmuştur.<br />
Türkü olmuştur, deyiş olmuştur. Dilden dile, gönülden gönüle<br />
akan ırmak, gönül kalelerinde dalgalanan bayrak olmuştur.<br />
16’ ncı yüzyıldan bugüne, her geçen gün biz, Pirsultan’ı<br />
yeniden keşfetmekteyiz.<br />
Adil yargılama özlemimiz, hak arayan ve konuşan toplum<br />
yapısı arzumuz, inandığını ve sevdiğini söyleyen, yaşayan bireyler<br />
talebimiz, baskı, zulüm ve tepeden inmeciliğin sona ermesi<br />
isteğimiz; bütün bunların özünde, usaresinde Pirsultan
Mustafa CEYLAN<br />
hareketi vardır.<br />
Bu özlemlerimizi taşıyan Pirsultan kimdir, esas adı nedir<br />
diye soracak olursanız, deyişlerinde:<br />
“Pir Sultanım Haydar diye anıldı”, “İsmim Koca Haydar<br />
aslım Yemen’de”, “O ruh girdi bana Haydar dost dedi” gibi<br />
mısralarına başvurmak zorundayız. Çünkü Pir Sultan hakkında<br />
bugüne kadar detaylı bir bilgi-belge ve kaynak bulunamadığı<br />
gibi, araştırmacılar da Pir Sultan’a ulaşmak için, onu idam<br />
eden Hızır Paşa’ ya ulaşıp oradan Pir Sultan belgeleri elde etmeye<br />
çalışmışlar, gene de pek başarılı olamamışlardır.<br />
162<br />
Deyişlerinden asıl adının “Haydar” olduğu, “Koca Haydar”<br />
diye anıldığı anlaşılmaktadır. Yine bir deyişinde bu adı da<br />
ona Hacı Bektaş-ı Veli’ nin verdiğini söyler. Haydar, aslan yürekli,<br />
yiğit anlamına gelmekte olup; Hazreti Ali’ nin adlarından<br />
biridir de… Bir deyişinde: “Pir Sultan Abdalım destim<br />
damanda/İsmim Koca Haydar aslım Yemen’de” diyerek soyunu<br />
Yemen’e bağlamıştır. Söylentilere göre de Hz Ali’ nin torunlarından<br />
Zeynel Abidin soyundan gelen ağu içip ölmediği<br />
için “ağuçen” diye anılan Karadonlu Can Baba koluna mensuptur.<br />
Der ki:<br />
“Sultan Ağuçen serçeşme gözü<br />
Elimde kalemim dilimde yazı”<br />
Der ki:<br />
“Benim aslım Horasan’dan Hoy’dandır.”<br />
Horasan, İran’ın doğusunda Türklerin yoğun olarak yaşadığı<br />
bir bölge, Hoy ise İran Azerbaycanında br kasaba. Muh-
Öldürülen 101 Şair<br />
temeldr ki, ataları Horasan’dan Hoy’a, oradan da Anadolu’ya<br />
geçip Sivas’a yerleşmişlerdir.<br />
Pir Sultan’ın soy kökü, bana göre de Horasan’a dayanmaktadır.<br />
Anadolu erenlerinin çoğunluğunun kökü de Horosan’dır.<br />
Horosan ve Hoy’dan Sivas Yıldızeli İlçesinin Banaz<br />
Köyü’ne uzanan ve<br />
“Uzundu uzundu dedemin boyu/Yıldızdır yaylası Banazdır<br />
köyü” veya “Bize de Banaz’da Pir Sultan derler/Banaz’dan<br />
sürdüler bizi Sivas’a” diyerek adresini vermektedir…<br />
Pir Sultan’ın halk söylentilerine göre 3 oğlu ve 1 kızı vardır.<br />
Oğullarından Seyit Ali Sultan’ın makamı köye 15-20 dakika<br />
mesafede Çamlık tepede bulunmaktadır. Pir Mehmet<br />
Tokat’ı Daduk Köyünde, Er Gayıp ise Dersim’ de yatmaktadır.<br />
Kızının adı Senem’dir. Kızı Senem, babasının idamı üzerine<br />
“Pir Sultan kızıydım ben de Banaz’da” diyen deyişini<br />
söylemiştir.<br />
163<br />
Deyişlerinden Pir Sultan’ın okuma-yazma bildiğini ve alevi-bektaşi<br />
eğitimi olan “yol eğitimi” aldığını bilmekteyiz. Onu<br />
yoğurup pişiren cem isimli “halk okulu” dur.<br />
Diyor ki:<br />
“Pir Sultan’ım okuyaban yazarım<br />
Turab oldum ayaklarda tozarım”<br />
Diyor ki:<br />
“Ben bend oldum şu meydana atıldım<br />
İkrar verdim ikrarıma tutuldum.”
Mustafa CEYLAN<br />
Diyor ki:<br />
“Enel Hak dedik de çekildik dara<br />
Adap erkan bize doğru yol oldu.”<br />
Diyor ki:<br />
“İrehber pişirir tâlibin çiğin<br />
Ahiri bu imiş pişmeğe geldim.”<br />
“Halk isterse ağustosta yağar kar”, “Halk isterse olmaz<br />
olur, Beydağları Palandöken’i kucaklar ve halk isterse taş kesilir<br />
düşmanlar, çiçekler dile gelir, bulutlar saçın çözüp yaşın<br />
yaşın ağlar.”<br />
164<br />
Halk, kendi söyleyeceğini Pir Sultan’a söyletir. O halde,<br />
Pir’imizin menkıbevi hayatını bir kenara bırakmadan, ondan<br />
istifade ederek hayata, olaylara, dünyaya, kurulu düzene, yönetene,<br />
yönetilenlere, paşalara, beylere bakışını anlatmaya ve<br />
şiirlerinin ruh köküne inerek, oradan çıkarabildiğimiz inci danelerini<br />
sunmaya çalışalım.<br />
Hafik İlçesinin Sofular Köyünden Hızır adında bir gençin<br />
Banaz’a gelip Pir’imize talebe oluşuna ne diyelim? Yedi yıl<br />
boyunca o kapıda eğitim almasına ve sonra da “Sen herkese<br />
himmet veriyorsun, verdiklerin çeşitli makamlara yükseliyor.<br />
Ne olur bana da himmet eyle ben de bir makama yükseleyim”<br />
sözlerine karşılık, “Ben dua ederim Hızır. Ederim etmesine de<br />
ya duamız tutar, sen paşa olur gelir çekersen ipimizi? ”deyişine<br />
ne diyelim?<br />
Ne diyelim, adalet dağıtacakken, adalet yerine zulüm dağıtan,<br />
haklıyı haksız, haksızı da haklı çıkaran, nice ocaklar söndüren<br />
Sarı Kadı’ya, Kara Kadı’ya? ... Haramı yemeyen köpeklerine,<br />
hattâ halkın anlatımında haksızlık yapanı, haram<br />
yiyeni köpekten aşağı dereceye düşüren menkıbeye ne diyelim?
Öldürülen 101 Şair<br />
“İyi köpek kötü kadıdan efdâldir” diyen Pir Sultanımız alır<br />
sazını ele ve der ki:<br />
“Koca başlı koca kadı<br />
Sen de hiç din iman var mı?<br />
Haramı helâli yedi<br />
Sende hiç din iman var mı?<br />
Fetva verir yalan yulan<br />
Domuz gibi dağı dolan<br />
Sırtına vururum palan<br />
Senin gibi hayvan var mı?<br />
İman eder amel etmez<br />
Hakkın buyruğuna gitmez<br />
Kadılar yaş yere yatmaz<br />
Hiç böyle kör şeytan var mı?<br />
165<br />
Pir Sultan’ım zatlarınız<br />
Gerçektir şöhretleriniz<br />
Haram yemez itlerimiz<br />
Bu sözümde yalan var mı? ”<br />
Kadılar böyledir de ya paşaların emir ve görüşlerine göre<br />
fetva veren müftüler nasıl? Sivas’a saraydan vali olarak dönen<br />
Hızır Paşa çağırır Kör Müftüyü yanına ve dikte ettirir fetvayı:<br />
“Şah adını anmak yasaktır. Her kim ki Şah adını anar, dili kesilip<br />
öldürüle…”<br />
Susar mı ozan dili? Fetva değil, hangi emri verirlerse versinler,<br />
hangi kuralı koyarlarsa koysunlar susmaz elbet… Bildiğini,<br />
inandığını, sevdiğini “söyleme” diyecekler de o da<br />
“emredersiniz efendim, baş üstüne diyecek ha? ”
Mustafa CEYLAN<br />
Demiş:<br />
“Fetva vermiş koca başlı Kör Müftü<br />
Şah diyen din keseyim deyü.<br />
Satır yaptırmış, Allah’ın lâneti<br />
Ali’yi seveni keseyim deyu<br />
Şer kulların örükünü uzatmış<br />
Müminlerin baharını güz etmiş<br />
Onikiler bir arada söz etmiş<br />
Âşıkların yayın yasayım deyu.<br />
166<br />
Hakk’ı seven âşık geçmez mi candan?<br />
Korkarım Hak’tan, korkum yok senden<br />
Ferman almış Hızır Paşa sultandan<br />
Pir Sultan Abdal’ı asayım deyu. ’<br />
Evet;<br />
Tarih güç olgusunu işlerken, tozlanmış sinesinde, halka<br />
rağmen halkı yönetim olayında, askerle-paşayla din adamını,<br />
müftü veya şeyhülislâmı hep yan yana sunmuştur. Omuzlarındaki<br />
rütbelerden güç alanların hâkimiyetlerini sürdürebilmek<br />
için, öncelikle dn-diyanet işlerine hükmettiklerini ve sonra<br />
oradan aldığı destek ile halkın tepesinde kılıç salladıklarını<br />
anlatmıştır. Hızır Paşa ve Kör Müftü olayımızın iki önemli<br />
kahramanı. Bir de bu ikisinin arasında kadılık kurumunu temsilen<br />
Sarı ve Kara kadılar… Ne zaman ki, bir ülkede, yönetim,<br />
askeriye, hukuk ve diyanet tek elde toplanmıştır, o ülkede özgürlük<br />
ve özgür düşünceden bahsedilmesi mümkün değildir.<br />
Siyasi otorite askeriye, hukuk ve diyaneti çürütür, güçsüz kılar,<br />
artık elinde oyuncak gibi oynatmaya kalkışırsa, o ülkeyi<br />
karanlık çağlar bekliyor demektir. Yöneten, sırf kendi şahsi<br />
çıkarı için, kendi ve yandaşlarının menfaati için veya emir al-
Öldürülen 101 Şair<br />
dığı güç ve odakların çıkarları doğrultusunda hukuk-ordu ve<br />
diyaneti kullanmaya başladıysa yandınız demektir.<br />
Pir Sultanımızın karşısında Vali Paşa, kadı-mahkeme ve<br />
kör müftü vardır. Sistemin dişli çarkları kurulmuş ve Pirimizin<br />
canından çok sevdiği Şah sözcüğünü deyinde söylememesi<br />
emrolunmuştur. Çağırılır huzura ve içinde Şah sözcüğü geçmeyen<br />
üç deyiş söylemesi emrolunur.<br />
Anadolu Ozanı emir almaz. Anadolu ozanı emir de vermez.<br />
Gönüldür makamı bizim ozanlarımızın. Adaleti ehil hukukçuların,<br />
din ve diyaneti de ehil hoca ve aydın dedelerin<br />
yürütmesini ister. Hattâ dinle devlet işlerin, hukukla siyasetin,<br />
kışla ile particiliğin asla karıştırılmasını istemez.<br />
Ama, Hızır Paşa istemiştir isteyeceğini. İçinde ŞAH sözcüğü<br />
geçmeyen üç deyiş. Pir Sultan sazının telleri arasına koyar<br />
yüreğini seslenir:<br />
167<br />
“Hızır Paşa biz berdar etmeden<br />
Açılın kapılar Şah’a gidelim.<br />
Siyaset günleri gelip yetmeden<br />
Açılın kapılar Şah’a gidelim.<br />
Gönül çıkmak ister Şah’ın köşküne<br />
Can boyunmak ister Ali müşküne<br />
Piri, On iki imam aşkına<br />
Açılın kapılar Şah’a gidelim.<br />
Her nereye gitsem yolum dumandır<br />
Bizi böyle kılan ahd ü amandır<br />
Zincir boynum sıktı halim yamandır<br />
Açılın kapılar Şah’a gidelim.
Mustafa CEYLAN<br />
Yaz selleri gibi akar çağlarım<br />
Hançer aldım ciğerciğim dağlarım<br />
Garp kaldım şu arada ağlarım<br />
Açılın kapılar Şah’a gidelim.<br />
168<br />
Ilgın ılgın eser seher yelleri<br />
Yâre selâm eylen Urum erleri<br />
Bize peyik geldi Şah bülbülleri<br />
Açılın kapılar Şah’a gidelim.<br />
Çıkarım bakarım kale başına<br />
Mümin Müslümanlar gider işine<br />
Bir ben mi düşmüşüm can telaşına?<br />
Açılın kapılar Şah’a gidelim.<br />
Pir Sultan’ım eydür, Mürvetli Şah’ım<br />
Yaram baş verdi sızlar cigergâhım<br />
Arşa direk direk olmuştur âhım<br />
Açılın kapılar Şah’a gidelim.<br />
Hızır Paşa şaşkındır. Zaman donup kalmış buz kalıbıdır<br />
sanki. Pir Sultan ikinci deyişine geçer:<br />
“Kul olayım kalem tutan eline<br />
Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz.<br />
Şekerler ezeyim şirin dine<br />
Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz.
Öldürülen 101 Şair<br />
Allah’ı seversen kâtip böyle yaz<br />
Dün ü gün ol Şah’a eylerim niyaz<br />
Umarım yıkılsın şu kanlı Sivas<br />
Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz.<br />
Sivas illerinde zilim çalınır<br />
Çamlı beller bölük bölük bölünür<br />
Ben dosttan ayrıldım bağrım delinir<br />
Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz.<br />
Münafıkın her dediği oluyor<br />
Gül benzimiz sararuban soluyor<br />
Gidi mervan şad oluban gülüyor<br />
Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz.<br />
169<br />
Pir Sultan Abdal’ım ey Hızır Paşa<br />
Gör ki neler gelir sağ olan başa<br />
Hasret koydu bizi kavim kardaşa<br />
Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz.”<br />
Sıra üçüncü deyişe gelmiştir. Dokunur sazına, yine Şah<br />
vardır telinde;<br />
“Karşıdan görünen ne güzel yayla<br />
Bir dem süremedim giderim böyle<br />
Ala gözlü pirim sen himmet eyle<br />
Ben de bu yayladan Şah’a giderim.
Mustafa CEYLAN<br />
Eğer göğerüben bostan olursam<br />
Şu halkın dinle destan olursam<br />
Kara toprak senden üstün olursam<br />
Ben de bu yayladan Şah’a giderim.<br />
Bir bölük turnaya sökün dediler<br />
Yürekteki derdi dökün dediler<br />
Yayladan ötesi yakın dediler<br />
Ben de bu yayladan Şah’a giderim.<br />
170<br />
Dost elinden dolu içmiş deliyim<br />
Üstün kan köpüklü meşe seliyim<br />
Ben bir yol oğluyum, yol sefiliyim<br />
Ben de bu yayladan Şah’a giderim.<br />
Alınmış abdestim aldırırlarsa<br />
Kılınmış namazım kıldırırlarsa<br />
Sizde Şah diyeni öldürürlerse<br />
Ben de bu yayladan Şah’a giderim.<br />
Pir Sultan Abdal’ım dünya durulmaz<br />
Gitti giden ömür, geri dönülmez<br />
Gözlerim de Şah yolundan ayrılmaz<br />
Ben de bu yayladan Şah’a giderim.<br />
Pir Sultan her deyişinde adeta meydan okur Hızır Paşa’ya.<br />
Her deyişinde şahtır geçen dilinden, telinden. Hızır’ın tüm uzlaşma<br />
umutları suya düşmüştür. Piri yolundan döndürme ikna<br />
etme hayalleri toz olmuştur. Kızgınlığı had safhaya varır.<br />
“Atın zindana” diye emir verir.
Öldürülen 101 Şair<br />
Başlar zindan günleri…Toprakkale zindanı Pirsultan’ın<br />
mekânıdır gayri. Davasından dönmesi, pişman olduğunu söylemesi<br />
istenir. Ama elbette inanan davasından asla vaz geçmez.<br />
“Kadılar müftüler fetva yazarsa<br />
İşte kement işte boynum asarsa<br />
İşte hançer işte kellem keserse<br />
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.”<br />
Dönmez yolundan. O sebeple ölülerin konulduğu mahzene<br />
atılır. Kale surlarından atacağız denir.<br />
“Çıkardılar ağ bedenden atmaya<br />
Şimdi indirdiler yine dahmaya<br />
Kanrıldım çevrildim baktım zahmaya<br />
Duysun canlar diye bizi asarlar.”<br />
171<br />
Kış, kar… Baskı, işkence… Kelepçe, zindan…<br />
“Bizi böyle kılan ahd u zamandır<br />
Zincir boynum sıktı halim yamandır.”<br />
“Kalenin kapısı taştan demirden<br />
Yanlarım çürüdü yaştan yağmurdan.”<br />
Beklenen ferman nice zaman sonra gelmiştir Saraydan.<br />
İdama giderken zerre kadar ölümden korkmadığı, çekinmediği<br />
bir hakikattir. Dostlara, yoldaşlara, evdekilere, müsahip Ali<br />
Baba’ ya selamlar yollamaktadır. Üzülmemelerini, al çıkarıp<br />
kara giymemelerini, karalar bağlamamalarını, ele güne karşı<br />
ağlamamalarını söyler.<br />
İdam edilirken ellerinin bağlanmamasını dilemekte, Ali<br />
Babadan da darağacında cesedinin eğlenmemesini istemektedir…
Mustafa CEYLAN<br />
“Bize de Banaz’ da Pir Sultan derler<br />
Bizi kem kişi bellemesinler.<br />
Paşa hademine tembih eylesin<br />
Kolum çekip elim bağlamasınlar.<br />
Ala gözlüm zülfün kement eylesin<br />
Döksün mâh yüzüne nikâb eylesin<br />
Ali baba haktan dilek dilesin<br />
Biben de bu yayladan Şah’a giderim.<br />
Ben de bu yayladan Şah’a giderim.<br />
Bizi dâr dibinde eğlemesinler.<br />
172<br />
Ali baba eğer söze uyarsa<br />
Emidır beyler kıyarsa<br />
Ala gözlü yavrularım duyarsa<br />
Al’ın çözüp kara bağlamasınlar”<br />
Evet…<br />
İdam sehpasına yürümekte Pir Sultan…<br />
Hızır Paşa onun sehpada halk tarafından taşlanmasını ister.<br />
Emir serttir, kesindir. K i taşlamayan öldürülecektir. Pir<br />
Sultan’ın musahibi Ali Baba kalabalığın arasındadır. O da<br />
buyruğa uymak zorunda kalır. Ne var ki yol kardeşine taş atmaya<br />
eli varmaz. Tutup bir gül atar. Başına yağan taşlardan<br />
canı yanmaz da dostu, yol kardeşi Ali Baba’ nın gülü incitir<br />
Pirimizi… Hemen oracıkta, darağacının dibinde der ki;
Öldürülen 101 Şair<br />
Şu kanlı zalimin ettiği işler<br />
Garip bülbül gibi zareler beni<br />
Yağmur gibi yağar başıma taşlar<br />
Dostun bir fiskesi yareler beni<br />
Pir Sultan Abdal’ım can göğe ağmaz<br />
Haktan emr’olunmazsa irahmet yağmaz<br />
Şu ellerin taşı hiç bana değmez<br />
İlle dostun gülü yareler beni.<br />
Özetle:<br />
Öldürülen şairlerin çoğu öldükten sonra da yaşayan şairlerdir.<br />
Hele ki, halkın ozanı olursa bu öldürülen, halk onu kendisiyle<br />
beraber mahşere kadar yaşatır da yaşatır…<br />
Pir Sultan Abdal, halk arasında “Yedi Ulular” olarak bilinen<br />
Yedi Ulu Ozan’dan biridir.<br />
Alevi gelenekleri ile dergâh ortamında yetişti. Hak, Muhammed,<br />
Ali izinde yürüdü.<br />
Ana konuları, : Deyişler, nefesler, Hakk sevgisi, Ehl-i Beyt<br />
sevgisi, duazimam, ilahi aşk, tasavvuf ve sosyal uyarı niteliğindedir.<br />
Dolayısıyla bir derviş olarak toplumu (İlmiyle ve<br />
aklıyla bilgilendirmiştir).<br />
Tekke ve tasavvufun kalıplarını aşıp geniş bir halk kesimine<br />
seslenebilmiştir. Medrese öğrenimini Erdebil’de görmesine<br />
rağmen, diğer bazı halk şairlerinin tersine, Divan<br />
Edebiyatı’ndan hiç etkilenmemiştir.<br />
Klasik Anadolu Alevîliğinin ideasını eserlerinde işleyen<br />
Pir Sultan Abdal, 16. yüzyıl Türk edebiyatının en önemli şairlerindendir.<br />
173
Mustafa CEYLAN<br />
174<br />
Yazmış olduğu sözler bugün, bir çok sanatçı tarafından hâlâ<br />
şarkı ve türkülerle icra edilmektedir. Pir Sultan Abdal hem yaşamı,<br />
hem de şiirleriyle bir okul ve misyon sahibi olmuştur. İdamıyla<br />
da insanlardaki haksızlığa ve zulme karşı adalet duygularını<br />
harekete geçirmiştir16. Yüzyılda Osmanlı’da baş gösteren birçok<br />
ayaklanmayı desteklemiş, sosyal hareketlenmeler ile ilgili fikirlerini<br />
şiirlerine yansıtmıştır. Bazı tarihçiler şiirlerinde geçen “Şah”<br />
kelimesinin İran Şahı’nı değil Anadolu Bektaşi Postnişinini temsil<br />
ettiğini belirtirler. Pir Sultan, ağır idari uygulamalar altında<br />
ezildiğini düşündüğü Türk Toplumunun yeni bir yönetime de ihtiyaç<br />
duyduğunu çoğu kez şiirlerinde dile getirmiştir. Bu nedenle<br />
dönemin Sivas Valisi Hızır Paşa tarafından pek sevilmemiş, eskiden<br />
dost olan bu iki insan arasındaki ilişki zamanla husumete<br />
dönerek, Pir Sultan Abdal’ın Hızır Paşa tarafından idam edilmesiyle<br />
sonuçlanmıştır.<br />
SON SÖZ:<br />
ÖLDÜRSELER ÖLMEYİZ<br />
Biziz biz, ışıklarla karanlığı kürüyen…<br />
Biziz biz, Pir Sultan’la sehpalara yürüyen<br />
Korku nedir bilmeyiz, Köroğluyuz meydanda<br />
Öldürseler ölmeyiz, namımız var her yanda<br />
Ahdımız, hiç bir zaman kalmaz şahta, sultanda<br />
Biziz biz, ışıklarla karanlığı kürüyen…<br />
Halk için yerden göğe, semah döner bu canım<br />
Taht kurduk gönüllere, susmaz, dilde destanım<br />
Yakılan biz, yanan biz; ölmek ne ki fidanım?<br />
Biziz biz, Pir Sultan’la sehpalara yürüyen<br />
Mustafa CEYLAN
(3): FİGÂNÎ<br />
Ey Şiir!!!<br />
Öldürülen 101 Şair<br />
Biliyorsun ki, eşeğe ters bindirip sokak sokak gezdirdiğin<br />
ve sonra öldürdüğün Figâni, son kurbanın değildi. O, Osmanlı<br />
döneminin ilk kurbanıydı...<br />
Figânilerin bitip tükeneceğini mi sanıyorsun? Figâniler bitmez,<br />
tükenmez elbette... Vezirler, krallar, despot idareler, halkın<br />
rızasının hilâfına karar vericiler, düzen-intizam dağıtmak<br />
adına zulüm, işkence ve eziyet dağıtıcılar yaşadıkça, Figâniler<br />
de yaşayacaktır. İbrahim Paşaların icraatları ayyuka çıktıkça,<br />
Figânilerin söylemleri de çoğalacak. Çoğaldıkça da gündemin<br />
birinci sırasına oturacaktır. Çünkü, arada sen varsın.<br />
Figâni’ yi ölüme sürükleyensin.<br />
Alnına silinmez yazıyla mıhlanmışsın.<br />
Ne yaptı Figani? Söyler misin? Suçu ne idi?..<br />
175<br />
Figâni…<br />
1505 yılında Trabzon da doğdu. Kendi gayretiyle Arapça<br />
ve Farsçayı öğrendi. Genç yaşta seninle tanıştı. Seni yazmaya<br />
başladı. Ona Hüseynî mahlasını taktın. Ama bir süre sonra o<br />
mahlastan vaz geçti. Yine Figâni adını kullandı.<br />
İstanbul ve sen… Şiir ve İstanbul yani… Ayrılmaz ikilisiniz.<br />
Ayığı sarhoş edersiniz, başını döndürürsünüz bütün insanlığın<br />
ve kendinize âşık edersiniz. Boğazıyla İstanbul, Boğaz<br />
suyu ışıltısına uzanan kasırların, servilerin, köşklerin serin<br />
gölgeleriyle, yedi tepesinde yedi minaresiyle, tarihiyle bir<br />
efsunkâr güzel olan İstanbul ve sen şiir, kaç şairin kanına girdiniz…<br />
Sayısını siz dahi bilemezsiniz…
Mustafa CEYLAN<br />
Ulu hakan Kanuni Sultan Sultan Süleyman döneminde yaşayan<br />
Figâni, İstanbul’un baygın gözlerinin içinde seninle sarhoş<br />
oldu hep ve sonunda içkiye müptelâ oldu. Toplumun kurallarına<br />
ters düştü. Saraya ve Osmanlı paşalarına yakındı. Sen<br />
yakın ettin ey şiir onu saraya, sen!! Seninle senin dilinle bazan<br />
methiyeler düzdü ihsanlar aldı. Bazan hicvetti sağı solu!..<br />
Genç yaşta şöhrete ulaştı… Edebiyat sohbetlerinin en parlak<br />
yıldızıydı.<br />
176<br />
Kanuninin şehzadeleri, MUSTAFA, MEHMET ve<br />
SELİM’İN 1530 yılındaki sünnet düğününde yazdığı “SÜ-<br />
RİYYE” kasidesiyle ününü daha da artırdı. Ne oldu artırdı<br />
da?... Kıskançlıklar arttı. Kavgacı mizacı insanların düşmanlığını<br />
kazanmasına sebep oldu. Şairin, ozanın kavgacısını seversin<br />
sen, korkusuzunu. Gözünü budaktan sözünü makamdan<br />
esirgemeyeni; Hakk’ı ve hakikatı sonunda ölüm bile olsa<br />
haykıranı seversin… Öldürülen şairler-ozanlar hep bu haykırıştan<br />
hep feryat-figân oluşlarından can verdiler. Susmadılar,<br />
susturmak için öldürüldüler…<br />
Bu sırada Kanuni’nin Veziri Azam’ı Pargalı İbrahim paşa,<br />
Mohaç zaferinden dönüşünde Budin’den getirdiği heykelleri,<br />
kendi sarayının karşısına, At Meydanına diktirmişti. Bu heykellere,<br />
halk tepki göstermiş, eskiden beri gelen İslâm ve putheykel<br />
anlayışını, bu heykellere getirtip oturtmuştu. Elbette<br />
ki, toplumsal düzeni bozmak isteyenler de bu durumu tahrik<br />
etmişler, bunu fırsat bilip içten içe ayrık otlarını insanlar içine<br />
atmaya başlamışlardı.<br />
Sarayda, çarşıda güncel konuydu Pargalı’ nın heykelleri…<br />
Şair, ozan günceli yakalamalı. Yaşamak ve gelecek çağlara<br />
adını taşımak istiyorsa bir şair günü ve günceli yaşamalı, yakalamalı.<br />
Şair, liderdir; düşünce adamıdır. Şairlerdir devrimlerin<br />
önderi. Şairi olmayan devrime devrim denemez. Şair devrimin<br />
motor gücüdür. Bugünü yaşamayan, bugünü şiir dilinde<br />
çağdaş bir anlayışla ve orijinal yepyeni imgelerle nakışlaya-
Öldürülen 101 Şair<br />
mayan şair, ölü doğmuş şairlerin anasıdır. Bu bakımdan şairle<br />
tarihçi arasında bir benzerlik vardır. Şu kadarla ki, tarihçi taş<br />
gibidir, karton dillidir; tadı-tuzu yoktur yazdıklarının; anın soğuk<br />
resmini yazıp geleceğe aktarırken; şair-ozan onun içine<br />
ruhunu, yüreğini ve halkın ortak aklını, nabzını, halkın can<br />
evini nakışlamıştır. Şairin geleceğe taşıdığı olaylar mısraların<br />
süslü kaftanı arasındadır. Şairin tarihçiliği daha bir hoş ve<br />
daha bir güzel ve gizemlidir.<br />
Pargalının heykelleri…<br />
Resime, heykele ve şiire İslâm’ı karşı imiş gibi gösterenlere<br />
yazıklar olsun.<br />
İslâm güzelliği tercih eder, en güzel ve en mütekâmil din<br />
oluşunda sanata ve sanatçıya evliyâlar mertebesine yakın bir<br />
makam verişindendir. Ona, art niyetli “yobaz” ve “karanlık<br />
kafalar” sanatı ve sanatçıyı yaklaştırmamak için asırlarca cahil<br />
toplumlarda ellerinden geleni yaptılar. Sanata “gâvurluk”,<br />
sanatçıya “gâvur” diyen anlayış İslâmî anlayış olamaz.<br />
177<br />
“Taş, mermer, bronz, ağaç vb. gibi malzemeler kullanılarak<br />
yapılan üç boyutlu düzenlemelere heykel deniyorsa, yani heykelin<br />
figüratif olması bir zorunluluk değilse, Osmanlı dünyasında<br />
da mezar taşlarından dikilitaşlara, çeşmelerden sebillere,<br />
selsebillere kadar aynı zamanda heykel niteliği taşıyan<br />
binlerce düzenleme -üstelik fonksiyonel- göstermek mümkündür.<br />
Bir ressama poz vererek portresini yaptıran ilk Osmanlı padişahı<br />
Fatih’tir. İstanbul’a davet ettiği sanatçılar arasında heykeltıraşların<br />
da bulunduğu biliniyorsa da, heykelini yaptırıp<br />
yaptırmadığı hakkında bir bilgimiz yok.<br />
Bildiğimiz, heykelini yaptıran ilk padişahın Abdülaziz olduğudur.<br />
Fransa seyahati sırasında bir büstünü, İstanbul’da da<br />
at üzerinde bir heykelini yaptırarak Beylerbeyi Sarayı’na koy-
Mustafa CEYLAN<br />
durmuştur. Bu heykel oradan Topkapı Sarayı’na, daha sonra<br />
son halife Abdülmecid’in Bağlarbaşı’ndaki köşküne götürülür.<br />
Bir süre sonra tekrar Beylerbeyi Sarayı’na taşınan heykel,<br />
Cumhuriyet’ten sonra Topkapı Sarayı Müzesi’nde karar kılacaktır.<br />
Heykel sanatı bizde Sanayi-i Nefise Mektebi açıldıktan<br />
sonra yaygınlaştı. Bu mektebin heykeltıraşlık hocası Yervant<br />
Oskan Efendi adında, Roma ve Paris’te eğitim görmüş Ermeni<br />
bir sanatçıydı. Sanayi-i Nefise’nin Heykeltıraşlık Şubesi’ne<br />
kaydını yaptıran ilk Müslüman öğrenci, dolayısıyla ilk Müslüman<br />
heykeltıraş İhsan Bey’dir.<br />
178<br />
Bir gün Barbaros Parkı’na yolunuz düşerse orada bir heykel<br />
göreceksiniz: Yahya Kemal heykeli... Hüseyin Gezer’in<br />
eseri olan bu heykel bir zamanlar Maçka Parkı’nın kuytu bir<br />
köşesindeymiş, fakat başına olmadık işler geldiği için buraya<br />
nakledilmiş.<br />
Hüseyin Gezer’in “Yahya Kemal Anıtı” başlıklı yazısında<br />
anlattığına göre, Maçka Parkı’ndaki kaidesine oturtulmak<br />
üzere heykelin ceraskal’la kaldırıldığı sırada civardaki apartmanlardan<br />
birinde oturan bir “muhbir” vatandaş durumdan<br />
vazife çıkararak telefona sarılıp “Atatürk heykelini ipe çekiyorlar!”<br />
diye polisi arar. Derhal olay yerine intikal eden polisler<br />
işin aslını öğrenince ihbarcı vatandaşa söylene söylene çekip<br />
giderler. Aradan zaman geçer; heykeli gören bazı dostları,<br />
şairin bir harekette bulunacakmış gibi boşlukta duran sol elinin<br />
ne anlama geldiğini Hüseyin Gezer’e sormaya başlarlar.<br />
Bundan bir şey anlamayan sanatçı, gidip eserini görünce hayretler<br />
içinde kalır: Hırsızlar şairin bastonunu demir testeresiyle<br />
kesip götürdükleri için sol el anlamsız bir şekilde boşlukta<br />
kalmıştır. Yerine önce bakırdan, sonra ağaçtan bastonlar yapılarak<br />
konur, fakat hepsi çalınır. Sonunda çare heykeli Barbaros<br />
Parkı’na nakletmekte bulunur. “(1)
Öldürülen 101 Şair<br />
İbrahim Paşa’nın heykelleri, koskoca İstanbul’un, İstanbulluların<br />
dilindeydi…<br />
Figâni durur mu?<br />
Günü ve günceli yakalayıp, halkın ortak nabzı olmalıydı.<br />
Dedi ki :<br />
“Dü İbrâhîm âmed be-dâr-ı cihân<br />
Yekî büt şiken şûd yekî büt nişân.”<br />
Yani: İki İbrahim geldi cihana, biri putları kırdı, Öbürü put<br />
dikti.<br />
Bu mısralar dilden dile dolaşmaya başladı.<br />
Herkes Figâni’ye atfediyor ve bu iki mısraı Figânî yazmıştır<br />
diyordu. Figanî ise, bunu kendisinin yazmadığını, ancak,<br />
“beyitteki dar-ı cihan terkibindeki dar kelimesi yerine ikinci<br />
mısrada put kelimesi geçtiği için “deyr” dense daha iyi olur”<br />
diyordu.<br />
Hattâ, bu beytin Gazneli Mahmut zamanında söylendiğine<br />
dair de rivayetler vardı.<br />
Her ne ise, halk böyle istemişti. Figânî’ ye yakıştırmıştı. Bu<br />
yüzden, Pargalı İbrahim paşaya gammazlanan Figâni’yi İstanbul<br />
Subaşısı Tahtakale’de tutuklatmış, eşeğe ters bindirip, ibret<br />
olsun diye, sokaklarda dolaştırılmış sonunda iskeleye götürüp<br />
dövülmüş ve 1532 baharında asılarak öldürülmüştü.<br />
179
Mustafa CEYLAN<br />
SON SÖZ:<br />
İKİ HEYKEL DİKTİM<br />
İki heykel diktim, tam iki heykel<br />
Yüreğimin ortasına; gel de yık.<br />
Toz et, parçala, savur küllerini<br />
Olmaz olsun Itırbanu ayrılık…<br />
Aramıza okyanuslar dizmişsin<br />
180<br />
Giyin gel, karanlığın ışığını<br />
Gayri türkülerde yak âşığını<br />
Koyma önüme sultan eşiğini<br />
Olmaz olsun Itırbanu ayrılık.<br />
Belli, sen de bu hayattan bezmişsin.<br />
Yaralıyım biliyorsun kuş misal<br />
Son bulmasın şom dağlarda bu masal<br />
Çek kılıcın işte boynum gel de çal<br />
Olmaz olsun Itırbanu ayrılık.<br />
Gurbetleri alnına mı çizmişsin?..
İbrahim ol,<br />
Ver kararın,<br />
Derimi yüz.<br />
……Nasıl olsa her ikimiz zeytin dalı bülbülüyüz.<br />
Öldürülen 101 Şair<br />
İki heykel diktim, tam iki heykel<br />
Yüreğimin ortasına; gel de yık.<br />
Tut ellerimi tut, bırakma sakın<br />
Sokul bana Itırbanu birazcık.<br />
Canını da boş yere sen üzmüşsün.<br />
Bak ki Figâniler kanımda yürür<br />
Durağan mendilde su bile çürür<br />
Biliyorsun âşık, gözsüzken görür<br />
Sokul bana Itırbanu birazcık.<br />
181<br />
Sere serpe saraylarda gezmişsin…<br />
Mustafa CEYLAN<br />
----------------------------------------------------------------------<br />
(1)AYVAZOĞLU, Beşir; Zaman Gazetesi, Heykel Hikâyeleri.
Mustafa CEYLAN<br />
(4): HAYÂTÎ<br />
182<br />
15.Yüzyılda yaşayan ve vezir Mahmut Paşa’ nın divan<br />
kâtibi Yazıcı Tursun’a söylediği bir beyit sebebiyle öldürülen<br />
şairimizdir.<br />
Yazıcı Tursun ki “Tevârih-i Âli Osman” adlı eserin yazarı.<br />
Peki, nasıl olmuş da, bir şair, bir yazara kendisini ölüme<br />
götürecek mısralarla seslenmiştir?<br />
Evet, şiirin efsunkâr yanı bu işte… Bilinmezin bilinmezi<br />
olan şiir bu… Sözün kılıçtan keskin yanı şiirle parlar… Şiirde<br />
söz, şairin ağzından veya kaleminden döküldüğü anda, şairin<br />
imzasını taşısa da şairin değil, umumundur; okuyucunundur.<br />
Bu yüzden Bizim Yunus “Söz ola kese savaşı/Söz ola kestire<br />
başı” demiştir. İşte, öldürülen şairlerin sözleri, baş kestiren<br />
sözlerdir.<br />
Gelelim Hayâtî’ye…<br />
Mevlâna Ulvî, o dönemin ünlü şairidir. Yaşlıdır ve geçimini,<br />
yazdığı kasidelerden temin etmektedir. Devlet erkanını,<br />
padişahı öven sözlerle dokuduğu şiirlerini, talebesi olan<br />
Hayâtî ile saraya göndermekte ve sarayın ihsanlarından yararlanmaktadır.<br />
Mahmud Paşa sarayda Padişahtan sonra gelen kişidir. Zaman<br />
zaman topladığı şairlerle sarayda sohbetli toplantılar düzenlemekte<br />
ve şairlerin lâtife olması kabilinden söylediği beyitleri<br />
dinledikçe kahkahalar savurmaktadır. Mevlâna Ulvî’<br />
nin talebesi olan Hayâtî’yi de sohbet kadrosuna dahil etmiştir.<br />
Dikkat ettiniz mi bilmiyorum?<br />
Osmanlı döneminde Padişahların birçoğu şairdir. Saray ve<br />
çevresinde, padişah’ın en yakınında sürekli şairler ve bilginler<br />
yer almaktadırlar. Yönetim kademesinde bulunanlar söz sultanlarına,<br />
gönül sultanlarına gereken önemi vermişlerdir.
Öldürülen 101 Şair<br />
Ya bugün nasıl?<br />
Bugün, maalesef sanata ve sanatçıya gereken değer verilmemektedir.<br />
Yönetenler gündelik meşgaleler ve meselelerle<br />
haşır neşir olmaktan, kültür ve sanata zaman ayıramamaktadırlar.<br />
Sanat ve sanatçının değeri bilinmemekte, meselâ halk<br />
ozanlarımızın sosyal güvenceden yoksun olmalarına çare<br />
aranmamakta, sanat ve sanatçı gündemin en alt sıralarında<br />
bile kendine yer bulamamaktadır.<br />
1470’li yıllar…<br />
Vezir Mahmut Paşa, sarayda şairleri ve devleti yönetenleri<br />
toplamıştır. Şairlere yöneticiler hakkında eleştirel beyitler<br />
söyletmektedir.<br />
Mahmud Paşa; Sırbistan seferinde nazır olan, 1461’ de ki<br />
Trabzon seferinde divan kâtibi olan, kendisi de aynı zamanda<br />
bir yazar olan, “Tevârih-i Âli Osman”ı yazan Yazıcı Tursun’u<br />
işaret ederek, Hayâtî’ye şiirle eleştirmesini ister. Hayâtî o<br />
anda doğaçlama olarak:<br />
183<br />
“Kuşkunun kılıcıdır Yazıcı Tursun<br />
Gerek tursun, gerek ise otursun” deyivermiştir.<br />
Bu söz, Yazıcı Tursun’un çok ağrına gider. Mahmud<br />
Paşa’dan bu sözü söyleyen şairin cezalandırılmasını ister.<br />
Hattâ günlerce, Paşa’ nın etrafında dolanır, gereğinin mutlaka<br />
yapılmasını talep eder.<br />
Bir hafta sonra, sarayda yapılan şairler buluşmasında, vezir<br />
Mahmud Paşa, Hayâlî’ ye geçen hafta Yazıcı Tursun hakkında<br />
söylediği sözü tekrar etmesini ister. Korkusuz, gözü pek bir<br />
şair olan ve o güne kadar enfes gazelleriyle göz dolduran<br />
Hayâtî, bir hafta önce söylediği beyiti tekrar eder. Eder etmesine<br />
ama, Mahmud Paşa, bir anda döner Yazıcı Tursun’a ve
Mustafa CEYLAN<br />
“bu söz için istediğin izini veriyorum” der. Bunun anlamı, şairin<br />
öldürülmesidir. Ve Hayâtî, bu iki dize için saray duvarları<br />
arasında katledilir.<br />
Saray koridorlarının loş ışıklarında anadan üryan dolaşan<br />
şiir, konuk edilen şair dilinde kırbaç ve bıçak sivrisi olup çıkıverir.<br />
Kelam bıçağının keskinliğini saraya ve saraya yakın kişilerde<br />
denemeye kalkarsan, ipi göze alman lâzım. Ağız zindanından<br />
çıkan taş ve kaya saray pençerelerinde ses çıkardıysa,<br />
buyruk çabuk gelir. Taşlamanın cevabı teşekkür olmaz. İdam<br />
sehpası, cellat, zindan ve boğulma olur, kılıç olur…<br />
Hayâtî’nin öldürülmesine imza koyan Vezir Mahmud Paşa’<br />
da fazla uzun yaşamaz. 1474 yılında onun da öldürüldüğünü<br />
tarihçiler yazmakta.<br />
184<br />
Der ki :<br />
BEYİTLER<br />
Kulağı midye ve kuyruğu ahtapot balığı<br />
Çapak yerine gözünden müdâm akar havyar.<br />
Biz ki cisim içre senün mihrüni cân eylemişüz<br />
Yoluna terk-i dil ü cân ü cihân eylemişüz.<br />
Yine rindâne mey-i sâfiyi nûş itmek içün<br />
Yüzimüz hâk-i der –i pîr-i mügân eylemişüz.
Öldürülen 101 Şair<br />
SON SÖZ:<br />
FİKRET’İN SİSİ VAR ZİRVELERDE (Gülce-Buluşma)<br />
....................................Dün,<br />
....................................Övgülere altın yağarken kese kese<br />
....................................Ayırdımsız eleştirel herkese<br />
....................................İki mısracık kelama ip...<br />
....................................Ah bu dünya yalan dünya<br />
....................................Garipler içinde garip...<br />
Hani nerde, bul bulabilirsen o sultanları,<br />
Sarayda baş köşede konuğudur sanatçı.<br />
Şimdi öyle mi ya?<br />
.....................................Bugün<br />
.....................................Evet bugün:<br />
Demoklesin kılıcında parça parça demokrasi<br />
Gündelik alkışlarda, al gülüm ver gülüm medya<br />
Heccav global sermayenin esiri sanki<br />
Oh ya, oh ya…!<br />
185<br />
Fikretin sisi var zirvedeki koltuklarda<br />
Su yürütülür saman altından sessiz<br />
Halkın musluğundan akmaz damlası<br />
Hukuk almış başını özgür havalarda<br />
Başlar ayak, ayaklar başa dönmüş neyleyim<br />
Füze kalkanı taşlamacı şiire<br />
Kafiyeler kimsesiz,<br />
Baklavanın en hası Padişahım çok yaşaya
Mustafa CEYLAN<br />
Oh ya, Oh ya….!<br />
Bu, şu, o… O o o o !<br />
Yandan yırtmaçlı ekonomi<br />
Ne güzelsin diloylo…!<br />
Sen, öteki, başkası, aynısı, ben, o, siz<br />
Karşılıksız senetlere kefiliz;<br />
Derdim derdin değil,<br />
Gündemin de yok ya,<br />
Oh ya, oh ya…!<br />
186<br />
Hayatînin hayatı söz konusu<br />
Hay atına binemeyen süvari hay,<br />
Hayatiyi ne bilsin, öyle değil mi?<br />
Nasıl olsa karnı tok ya...!<br />
Mustafa CEYLAN
Öldürülen 101 Şair<br />
(5):KEMAL ÜMMÎ<br />
15.Yüzyıl tasavvuf şairlerimizden Kemal Ümmî’ de öldürülen<br />
şairlerimizden birisidir. Asıl adı İsmail’dir. Muhammed<br />
Bahaeddin Erzincanî’ nin halifelerindendir. Lâtifî tezkiresinde<br />
askerlik yaparken, asılarak öldürüldüğü belirtilir.<br />
Derler ki:<br />
“Nesimî ile Kemal Ümmî, Şüca Sultan Tekkesi’nde iken<br />
Baba Sultan’ın bir koçunu gereksiz yere kurban ederler. Baba<br />
Sultan buna incinir. Nesimî’ nin önüne bir ustura, Kemal<br />
Ümmî’nin önüne bir urgan bırakır. Böylece, ölümlerinin ne<br />
şekilde olacağını işaret etmiştir.<br />
Böyle der halkın muhayyilesi.<br />
Halk isterse Ağustos’ta kar yağdırır. Halk isterse Toroslar<br />
yürür, gök yere iner, yer göğe çıkar. Halk isterse olmazlar olur.<br />
Halkın yüreği böyledir, sınırsız ve sonsuz işte.<br />
Halkın gönlü 1475 yılında idam edilen Kemal Ümmî’yi<br />
kendisinden 60-70 yıl önce yaşamış ve derisi yüzülerek öldürülmüş<br />
Nesimî ile aynı dergâhta talebe yapar...<br />
Halk gönlü, çok sevdiği kişilerin doğum ve ölüm tarihlerini<br />
sisler, bulutlar arasına gizler. Kişiyi efsâneleştirdikce, dilden<br />
dile aktardıkça çoğaltır, damıtır, değiştirir; o’nu arzuladığı yapıya<br />
kavuşturur. Kemal Ümmî’nin doğum yeri olarak kimisi<br />
Karaman(Lârende) derken, kimisi de Niğde der. Hattâ seyyahlar,<br />
gezginci veliler veya tezkireciler de çoğunlukla halkın bu<br />
belleğinden ilhamla notlarını alırlar. (1)<br />
Yine derler ki :<br />
“Anadolu’da yasayan ilk mutasavvıf Türk sairlerinden biridir.<br />
Şiirde muhteva yönünden Yunus takipçilerinden olmuş,<br />
az sayıda hece veznini kullanmakla birlikte, XV. yüzyılda ge-<br />
187
Mustafa CEYLAN<br />
nellikle aruz vezniyle kaside, gazel, mesnevi gibi klâsik nazım<br />
şekilleri ile şiirler söylemiş; tekke şiirinde kendinden sonraki<br />
bazı sairlere örnek teşkil etmiş şöhretli bir şahsiyettir. Hayatı<br />
tıpkı Yunus Emre’de olduğu gibi menkıbelerle süslüdür. Şiirlerinde<br />
sade bir Türkçe kullanmış, aruz vezniyle yazmış olmasına<br />
rağmen halkın dilinden uzaklaşmamış, usta bir şairdir.<br />
İlâhî tarzındaki şiirleri ile şöhreti Anadolu sınırlarını aşmış<br />
Kırım, Kazan, Taşkent ve Özbek Türkleri arasında da tanınmıştır(2).<br />
Kemal Ümmî’nin altı eseri vardır, bunlardan biri de Divan’ıdır.<br />
Bugüne kadar yapılmış çeşitli araştırmalardan anlaşıldığına<br />
göre Kemal Ümmî’nin Divan’ına ait ellibir değişik<br />
yazma belirlenmiştir.(3)<br />
188<br />
Bir şiirinde:<br />
“Bakın ey cân u dil gözün açanlar<br />
Bakâ mülki fenâ evden geçenler<br />
Kani şol dünyeye mağrur olanlar?<br />
Kani şol menzile konup göçenler?<br />
Kani şol illere bizim diyenler?<br />
Kani şol yollara gelüp geçenler?<br />
Kani şol bağları diküp gidenler?<br />
Kani şol yerleri eküp biçenler?
Öldürülen 101 Şair<br />
Kani şol kal’alar burçlar yapanlar?<br />
Kani anda durub yiyüp içenler?<br />
Kani şol baylara hürmet kılanlar?<br />
Kani yoksulları yırup yiçenler?<br />
Kani şol cem’olup tez dağılanlar?<br />
Kani şol şem’olup yanıp uçanlar?<br />
Kani şol işret idüp raks uranlar?<br />
Kani şu başlara saçu saçanlar?<br />
Kani şol biş oluban kem satanlar?<br />
Kamu halkın hakkın bilüp biçenler?<br />
189<br />
Kemal Ümmî sen ol Hak’dan yana kaç<br />
Kaçan kurtulur ölümden kaçanlar.<br />
Bu dûzahda dutulmaz dâne içün<br />
Safâ şevkıyle uçmağa uçanlar.<br />
Hacı Bayram-ı Veli hakkında uzun yıllar yaptığım araştırmalardan;<br />
Kema Ümmî’ nin bir Hacı Bayram sevdalısı olduğunu,<br />
hattâ büyük Veli’nin talebelerinden birisi olduğunu burada<br />
ifade etmeliyim.<br />
Divanı’nda Hacı Bayram-ı Veli’ nin hocası Somuncu<br />
Baba(Şeyh Hamidüddin Aksarayî)’ye ve onunda hocası Şey<br />
Ali Erdebilî’ye mersiyeleri de bu sufî şairimizin Hacı Bayram<br />
erenlerinin altın halkasından bir zincir halkası olduğunu orta-
Mustafa CEYLAN<br />
ya koyar.<br />
Hayatı hakkında menakıbnameler yazılan şair, aruzla yazmıştır<br />
şiirlerini. Aşk, vecd ve heyecan dolu ifadelerle nakışlamıştır<br />
şiirlerini.<br />
190<br />
“Kemal Ümmî’nin manzumelerini iki grupta toplamak<br />
mümkündür. Birinci grupta tevhid, münâcaat ve naatlar, ikinci<br />
grupta ise nutuk tarzı dinî ve tasavvufî telkinlerde bulunan şiirler<br />
yer alır. İkinci gruptaki şiirlerde temel düşünce mutlak<br />
yaratıcıya kavuşmaktır. Bunun yolu olarak da “ölümden önce<br />
ölmek” prensibi göste¬rilir. Kemal Ümmî’nin şiirlerindeki dil<br />
ve ifade tarzında da yine bu iki grup şiirine göre farklılık vardır.<br />
Birincilerde Arapça ve Farsça sözlerle yüklü ağır bir dil<br />
kulla¬nılmışken, ikinci grup manzumelerde Türkçe kelimeler<br />
ve sade bir söyleyiş hâ¬kimdir. Onun bazı beyitleri hikmetler<br />
ve özdeyişler, bazıları da nazma çekilmiş atalar sözü halindedir.(4)”<br />
Anlatırlar:<br />
Ümmî Kemal’in şöhretini duyan II. Mehmet, şehzadeliği<br />
döneminde onu denemek ister. Canlı bir askeri öldü diyerek<br />
tabuta koyarlar, Ümmî Kemal’e “Cenazemiz var, bunun namazını<br />
kıldırır mısın?” diye ricada bulunurlar. Ümmî Kemal<br />
namaza başlayacağı zaman,<br />
-“Sultanım cenazenin niyetini canlı diye mi, ölü niyetine<br />
mi yapayım?” der,<br />
- “Ölü niyetine” cevabını alır.<br />
Namazdan sonra tabut açıldığında askerin ölmüş olduğu<br />
görülür.<br />
Derviş Ahmed, oğlu Sinan ile ilgili Millet Kütüphanesi’nde<br />
bulunan “Menâkıbnâme-i Kemâl Ümmî; Ali Emirî (Millet)<br />
Kütüphânesi, Manzûm; No: 1323” de, Kemal Ümmî’ nin me-
Öldürülen 101 Şair<br />
nakıbnamelerinden birisini nakletmiştir.(5)<br />
Der ki:<br />
“Ne kim hakdan gelür el-hükmü lillâh<br />
Niderse ol bilür el-hükmü lillâh<br />
Ne kimseden utanır o ne korkar<br />
Ne dilerse kılur el-hükmü lillâh<br />
Ölümden kimse ne kurtuldu kaçup<br />
Dahi ne kurtulur el hükmü lillâh<br />
Bilürüz cân emânetdir gümânsuz<br />
Girü viren alur el-hükmü lillâh<br />
191<br />
Çü topraktan yaradıldı tenümüz<br />
Girü toprak olur el-hükmü lillâh<br />
Bu dünyâ kimseye kalmadı her giz<br />
Ne hod bize kalur el-hükmü lillâh<br />
Bu köprü üzre bünyâd olmaz âhir<br />
Yapılan yıkılur el-hükmü lillâh<br />
Cihânda mâl u mülk ü mansıb ile<br />
Hezâr ten eksilür el-hükmü lillâh<br />
Yaşaran yaşayan solar kocalur<br />
Düzilen bozulur el-hükmü lillâh
Mustafa CEYLAN<br />
Ecel rencine her giz kimse dermân<br />
Ne buldu, ne bulur el-hükmü lillâh<br />
Kemal Ümmî bu dede çâre sabret<br />
Çü her toğan ölür el-hükmü lillâh<br />
Ezelden ta kıyâmet kamu dilde<br />
Denildi denilür el-hükmü lillâh.<br />
192
Öldürülen 101 Şair<br />
SON SÖZ:<br />
BİR ANTALYA EFSÂNESİNDEN(Gülce-Buluşma)<br />
Dinleyin ağalar, dinleyin beyler<br />
Eritir zamanı bu halkın gücü.<br />
Özlem duyuyorsa kahramanına<br />
Diriltir mezardan bu halkın gücü.<br />
Dilsize söyletir, gösterir köre<br />
Aminle, duayla dertlere çare<br />
İsterse indirir doruktan yere<br />
Çürütür tahtları bu halkın gücü.<br />
193<br />
Haydutlar kayadır, gelinler ırmak<br />
Suları ortadan ayırır parmak<br />
Kâh Dicle-Fırat’tır, kâh Kızılırmak<br />
Arıtır çağları bu halkın gücü.<br />
Arıtır da nazlı yârim, taa kudretten arıtır<br />
Gönül imbiğinden geçer gider seneler<br />
……Geyikli Baba, Tavus Hatun ya da Eyüp Sultan’ı<br />
……Sarıkızı, Sarı Saltuk veya Merkez efendiyi<br />
……Efsunkâr zamanın aralığından<br />
……Efsâne efsâne getirir bize<br />
……Çoğaltır umut umut bu halkın gücü.
Mustafa CEYLAN<br />
Olmazı oldurur, yakar ateşi<br />
Çevirir gülşene kızgın güneşi<br />
İsterse on eder yedi kardeşi<br />
Kurutur neslini bu halkın gücü<br />
194<br />
Bağlar çaputunu bağlar türbeye<br />
Hızırı uğratır şehire, köye<br />
Girer destanlara, girer öyküye<br />
Yürütür orduyu bu halkın gücü.<br />
……Yürütür de can gülüm, ta kudretten yürütür<br />
……Gönül sultanıyla geçer gider mevsimler<br />
……Mevlâna, Yunus ve de Pir Sultan’ı<br />
……Bardaklı Baba, Sarıca Kız ve Emir Sultan’ı<br />
……Devr-i devranın tam ortasından<br />
……Öylesine şahane getirir bize<br />
……Sağaltır hikmet hikmet bu halkın gücü<br />
Hoca Nasrettin’le düşün düşün gül,<br />
Karagöz, Hacivat başında püskül<br />
Kül atar haksıza ocağından kül<br />
Sırıtır yüzüne bu halkın gücü<br />
Seması, semahı, halayı, sazı<br />
Çilekeş anası, gül yüzlü kızı<br />
Karanlık gecenin iri yıldızı<br />
Kırıtır, salınır bu halkın gücü
Öldürülen 101 Şair<br />
Evliyâsı, enbiyâsı, ereni<br />
Kaz Dağında, Kop Dağında cereni<br />
Seğmeni, efesi, dadaş, yâreni<br />
Farıtır birliği bu halkın gücü<br />
……Farıtır da ay balam, taa kudretten farıtır<br />
……Gönül dergâhından geçer gider takvimler<br />
……Battal Gazi, Hüdai sonra Şeyh Galip’i<br />
……Zincir Bozan Mehmet Bey’i, sonra da Abdal Musa’yı<br />
……Akreple yelkovanın dünyasından<br />
……Bir Yivli Minare, bir tekke, bir kubbe getirir bize<br />
……Kısaltır ayrılıkları, anlatır dil olup dilime,<br />
……Anlatır ay kızım, can oğulum işitin hele<br />
Mustafa CEYLAN<br />
195<br />
ÜMMÎ KİM, ÂLİM KİM, İLİM NE?(Gülce-Buluşma)<br />
Hele ki hele,<br />
İçim dışım zelzele…<br />
Bir türkü çığırıp geçem<br />
Şu takvimden yere düşen gazele…<br />
Bu nasıl iş, bu nasıl hakikat?<br />
Ümmî derler aruz bilir, naat yazar, gazel, mersiye<br />
Sonra ışık olur cümle ozanlara,<br />
Bilgi ham kişide ham yüktür derler<br />
Bu olsa gerek…
Mustafa CEYLAN<br />
Koca Yunus, Bizim Yunus ne demiş:<br />
“İlim ilim bilmektir/ İlim kendin bilmektir<br />
Sen kendini bilmezsen / Ya nice okumaktır?<br />
Hele ki hele<br />
İçim dışım düştü sele…<br />
Bir türkü çığırıp geçem<br />
Şu bitimsiz güzel olan zamanın<br />
Saçlarından yakalayıp mesele…<br />
Sonra, sarıçiğdem, kara toprak olup<br />
Gözlerine sürülem bir sarı tel sesiyle<br />
Aşık Veysel’e…<br />
196<br />
Oğul oğul can oğul<br />
Gönüllere han oğul<br />
Halden bilmektir ilim<br />
Ölmeden evvelce ölmektir.<br />
Diploman boyunu aşmış<br />
Mühürler üst üste maşallah<br />
Kaybolmuşsun arasında bir kâğıdın<br />
Hayat akvaryumunda<br />
Bir balık solungacında<br />
Feryâdın, figânın, ağıdın<br />
Hele ki hele<br />
Duy beni, can evinden işit oğul<br />
Ve yaz bunu bir kenara e mi?<br />
“Kendini bilenlerden olsun<br />
Oğul adın…”<br />
Mustafa CEYLAN
Öldürülen 101 Şair<br />
(1)Kemal Ümmî’nin yaşadığı ve öldüğü yer hakkındaki<br />
bilgiler birbirini tutmamaktadır. Latîfî ve Âlî Mustafa Efendi<br />
onun Karaman’ın Lârende kasabasından olduğunu, müritlerinden<br />
menakıbını yazan Âşık Ahmet ise Horasan’dan geldiğini<br />
söyler. Bu kaynağa göre Kemal Ümmî, Anadolu’ya gelince<br />
Bolu çevresindeki Aladağ ve Bozarmut civarında yaşamış,<br />
Bolu halkını irşada çalışmış, Hacı Bayram-ı Veli’nin sevgi ve<br />
ilgisine mazhar olmuştur.<br />
Âşık Ahmet, Kemal Ümmî’nin Bolu’da medfun bulunduğunu<br />
ve üç oğlu olduğunu bildirerek bunlardan Cemal ve Sinan<br />
ile ilgili<br />
hikâyeler de anlatmıştır (Ünver, 2002: TDVİA, C 25, 229).<br />
Sinan’ın medrese tahsili gördüğü, diğer oğlu Cemal’in ise<br />
kendi halinde meczup bir halde yaşadığı belirtilmektedir.<br />
Diğer taraftan Ümmî Kemal’in soyunun Oğuz boyuna dayandığı<br />
ve<br />
Kemal Ümmî’nin Şeyh Şehriban adında bir kız kardeşinin<br />
bulunduğu da belirtilmektedir (Kaya, 2008: 6). Öldüğü yer ve<br />
mezarı hakkında başka rivayetler de vardır (Ünver, 2002:<br />
TDVİA, C 25, 229). Kaynaklarda Karaman’da vefat ettiği<br />
kaydedilmektedir (Uçman, 1986: BTK, C 3, 39).<br />
Türbesi Niğde’nin Yenice mahallesinde olup kesme taştan<br />
yapılmış kare planlı ve tek kubbeli bir binadır (TDEA, 1982:<br />
C 5, 272). Adına Karaman’dan başka Manisa, Mudurnu ve<br />
Niğde Mevlevihanesi’nde birer makam bulunması, Anadolu<br />
halkı tarafından ne kadar benimsendiğini gösterir (Uçman,<br />
1986: BTK, C 3, 39). İsmail Çifcioğlu da “Orta Asya-Anadolu<br />
İlim ve Kültür Köprüsü (XI-XVI. Yüzyıllar)” başlıklı makalesinde<br />
Kemal Ümmî’nin Karaman’daki ikametinden sonra<br />
Bolu’ya yerleştiğinin ve ömrünü burada tamamladığının tahmin<br />
edildiği de belirtilmektedir (Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi,<br />
13.04.2009).<br />
197
Mustafa CEYLAN<br />
Bolu’nun Sazak Bölgesi’ndeki Tekke köyünde de bir türbesi<br />
bulunan Kemal Ümmî adına geleneksel anma günü de<br />
düzenlenmektedir (18.04.2009).<br />
(2 )Abdurrahman Güzel, Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı,<br />
Ankara 2004, 2. bs., s. 434-435.<br />
198<br />
(3)W. C. Hickman, Kemal Ümmî Dîvânı’na ait 19 degisik<br />
yazmayı tanıtırken “On The Manuscripts of The Divan of<br />
Ümmi Kemal”, Journal of Turkish Studies, Harward 1979, c.<br />
III, s. 197-207), Hayati Yavuzer 42, (Kemal Ümmî Hayatı, Sanatı<br />
ve Dîvânı: İnceleme-Metin, [doktora tezi, 1997], Gazi Ü.,<br />
Sos. Bil. Ens., Ankara, s. 50-63), Ramazan Sarıçiçek ise (Kemal<br />
Ümmî Hayatı Sanatı, Eserleri ve Divanı - İnceleme Metin,<br />
[doktora tezi, 1997], 6nönü Ü., Sos. Bil. Ens., Malatya, s.<br />
319-336) 40 adet Divan yazmasından söz etmektedir. Bu üç<br />
araştırmacının tanıttığı yazmalar karşılaştırıldığında, toplam<br />
51 değişik Divan yazmasının bulunduğu anlaşılmaktadır. (<br />
AKTAN, Bilal, Türkiyat Araştırmaları Dergisi-Kemal Ümmî<br />
Dîvânı’nın Makâlât Adlı Yazması ve Dil Özellikleri.)<br />
(4) Kemal Ünver, “Kemal Ümmî”, DİA, c.25.<br />
Ayrıca;<br />
Kütahya’nın Tavşanlı ilçesi Zeytinoğlu Halk<br />
Kütüphanesi’nde 1089 numarada Makâlât adı ile kayıtlı bulunmaktadır.<br />
Atasözü örnekleri bu eserde mevcuttur.<br />
(5): “Kemâl Ümmî hazretlerinin Sinan adında bir oğlu vardı.<br />
Bu oğlu ilim tahsîli yapmış, zâhirî ilimlerde çok yükselmişti.<br />
Ancak babasının büyük velî olduğunu bir türlü kabûl<br />
etmiyordu. Tasavvufta yükselmek, kemâle ermek istiyordu ve<br />
kendine rehberlik edecek yol gösterici bir mürşid arıyordu.<br />
Kuvvetli bir ilim tahsîli yapmış olduğundan hep kitaplarla<br />
meşgûl olurdu. Nihâyet bir gün babasına; “Herkes seni sevip<br />
sayıyor. Eğer beni önceden yetiştirseydiniz, size itâat ederdim.
Öldürülen 101 Şair<br />
Fakat zâhir ilimlerde bilginiz yok. Benimse çok müşkülüm<br />
var.” dedi. Bunun üzerine babası; “Oğlum sen de murâdına<br />
erersin. Benim sözümü dinle, bu yolda gayret göster, Mekke’ye<br />
git, Kâbe’yi tavâf et. Safâ ve Merve arasında sa’y edip,<br />
Makâm-ı İbrâhim’e varınca, Allahü Teâlâya yalvarıp duâ et.<br />
İki rekat namaz kıl. Selâm verip duâ ettikten sonra yanında<br />
ihtiyar bir zât görürsün. O zât senin gönlünün derdine çâre<br />
olur. O gönül sırlarından haberdârdır. Nice sırları ondan öğrenirsin.”<br />
dedi.<br />
Babasından böyle bir işâret alınca, Kâbe’ye gitmek üzere<br />
yola çıktı. Mekke’ye gitmek için bir gemiye bindi. Hava gâyet<br />
sâkin ve gemi yolcu ile doluydu. Yolculukları sırasında hava<br />
değişip rüzgâr esmeye ve deniz dalgaları coşmaya başladı. Sonunda<br />
gemi battı. Yolculardan kimi boğuldu, kimi kurtuldu.<br />
Kemâl Ümmî hazretlerinin oğlu Sinân ise boğulmak üzere<br />
olup dalgalar arasında çırpınıyordu. Bu sırada babası âniden<br />
gözüküp onu boğulmaktan kurtardı ve gözden kayboldu. Boğulmaktan<br />
kurtulduğu için Allahü Teâlâya şükretti.<br />
199<br />
Kurtulan diğer yolcularla birlikte karadan yürüyerek yola<br />
devâm ettiler. Ancak hallerinin ne olacağını bilmeden yolculukları<br />
sıkıntılı geçiyordu. Bir müddet gittikten sonra çölde<br />
eşkıyâ yollarını kesip hepsini esir aldı. Sinan bu sefer de tuzağa<br />
düşmüş bir yabancı kuş gibi esir oldu. Allahü Teâlâya tevekkül<br />
edip sabırla beklemeye başladı. Onu bir zindana kapattılar.<br />
Geceleri gözüne uyku girmiyordu. Çok halsiz ve zayıf<br />
düşmüş, ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüştü. Ayrıca<br />
çok da işkence görüyordu. Bu ızdırap ve zindandan kurtulmak<br />
için hiçbir çârenin olmadığını anladı. O zaman Allahü Teâlâya<br />
duâ edip, şöyle dedi:<br />
“Yâ Rabbî! Bana lutfeyle, çok günâhkârım. Senin velî kullarından<br />
olan babama değer vermez ve inanmazdım. İnadım<br />
sebebiyle içinde bulunduğum bu sıkıntıya düştüm. Babama<br />
hiç teslim olmazdım. Onun sözlerini hiç tutmazdım. Kimsenin
Mustafa CEYLAN<br />
sözünü beğenmez ve yüzünü görmek istemezdim. Babama hiç<br />
baş eğmezdim. Yâ Rabbî! Benim çektiğim hep bu yaptıklarımdandır.<br />
Bana ihsân eyle kurtar beni. Şimdi kabahatimi anladım.”<br />
diyerek gece-gündüz ağlardı.<br />
200<br />
Günlerce böyle çâresiz gam ve dert çekip kurtulacağı günü<br />
bekledi. Bir gün ellerini ve ayaklarını da bağladılar ve; “Şimdi<br />
senin gözlerine de mil çekip seni kör edeceğiz, artık dünyâyı<br />
görmez olursun ve bir yere gidemeyip, buralarda kalırsın.” dediler.<br />
Bu sözleri işitince, çâresizlik ve dehşet içinde çok ağladı.<br />
Artık tam çâresizlik içine düşüp gözlerini de kaybetme korkusu<br />
içindeyken birdenbire babası Kemâl Ümmî hazretleri<br />
karşısına çıkıverdi. Elini uzatıp; “Gözünü yum beri gel. Allahü<br />
Teâlânın kudretini göresin. Hep âh edip inlersin.” dedi.<br />
Sonra onu anlamadığı bir şekilde tutup Kâbe’ye bıraktı. Gözlerini<br />
açtığında Kâbe’nin yanında idi. Bu hallere çok şaşırıp,<br />
günahlarına ve kabâhatlerine pek ziyâde pişman oldu. Tam bir<br />
ihlâs ile cânu gönülden Kâbe’yi tavâf etti. Sonra Makâm-ı<br />
İbrâhim’e geçip iki rekât namaz kıldı.<br />
Bu hâlini kendisi şöyle anlatmıştır: Makâm-ı İbrâhim’de<br />
iki rekat namaz kıldım. Selâm verdikten sonra; “Yâ Rabbî bu<br />
yolda nice sıkıntılar çektim. Şimdi beni murâdıma erdir.” diye<br />
duâ edip ellerimi yüzüme sürdüm. Bu sırada yanımda oturan<br />
yüzü örtülü bir ihtiyâr gördüm. Elini öptüm ve; “Efendim şimdi<br />
sizden ricâm, beni murâdıma kavuşturmak için himmet eylemenizdir.<br />
Derdime bir çâre ihsân edin.” dedim. Bana;<br />
“Evliyâya karşı inadı terkeyle, onlara îtimât göster. Görünüşlerine<br />
bakma! Onların bâtınlarına iç alemlerine bak. Neden<br />
gördüğünü ilimden habersiz zannedersin. Zâhir ilimle Allahü<br />
Teâlâya kavuşmayı mı murâd edersin! Zâhir ilmi olmayanı<br />
Hak’tan uzak mı sanırsın? Gerçi ilim kişiye faydalıdır. Fakat<br />
bu ilimle amel edilmeyince, faydası olmaz. Dünyaya düşkün<br />
olmayan, haramlardan sakınan Mevlâ’sına kavuşur. Eğer bu<br />
sözleri anlayıp idrak ettiysen, mürşidine yol göstericine teslim
olman gerekir.” buyurdu ve bir hayli nasîhat etti.<br />
Öldürülen 101 Şair<br />
Sinan Efendi bu nasîhatları dikkatle dinleyip çok göz yaşı<br />
döktü. Kendisine nasîhat eden zât yüzündeki örtüyü kaldırıp<br />
ona yüzünü gösterdi. Baktığında onun babası olduğunu gördü.<br />
“Derdime yine babam çâre oldu.” diyerek elini öpüp ayaklarına<br />
kapandı. Artık babasının büyük bir velî olduğunu açıkça<br />
görüp anladı. Ona teslim oldu ve duâsını aldı. Kâbe’deki hizmetçiler<br />
Sinan’ın yanına yaklaşıp; “Bu zât neden sana bu kadar<br />
yakın alâka gösterdi. Senin de ona karşı muhabbetin nedendir?”<br />
dediler. “Bu zât benim babamdır.” deyince,<br />
hizmetçiler; “Bu zât elli seneden beri beş vakit namazını<br />
Kâbe’de kılar. Biz onu hep burada görürüz.” dediler. Kemâl<br />
Ümmî hazretlerinin oğlu Sinan, daha sonra babasının terbiyesinde<br />
tasavvufta yetişip mârifet sâhibi fazîletli bir zât oldu.<br />
Bir defâsında da oğlu Sinan’a; “Oğul eğer ihlâsın varsa, gel<br />
şu ayağımın üstüne bas. Göresin sen dahi vakit nicedir, demeyesin<br />
bu vakit gecedir.” dedi. Oğlu ayağına basınca, ayağını<br />
oynattı. Oğlu Sinan’ın gözünden perde kalkıp arşı seyretmeye<br />
başladı. Melekleri semâyı doldurmuş namaz kılıyor halde gördü.<br />
Babasının bu kerâmetini görünce, onun büyük bir veli olduğunu<br />
anlayıp ayaklarına kapandı. Ondan feyz alıp saâdete<br />
kavuştu.”<br />
201
Mustafa CEYLAN<br />
(6): SARI LÜTFÎ<br />
Asıl adı Lütfullah. Kaynaklarda Molla Lütfî, Sarı Lütfî,<br />
Mevlânâ Lütfî, Deli Lütfî adıyla anılır. Namaz konusunda<br />
yaptığı bir açıklamadan dolayı, 19 gün zindanda tutulur ve II.<br />
Bayezid’in onayıyla idam edilen şairlerimizden birisidir.<br />
Babasının adı Kutbiddin Hasan olup Tokat’da doğmuştur.<br />
202<br />
Hızır Bey oğlu Sinan Dar’ül hadis müderrisliği, Padişah<br />
hocalığı yani Hace-i Sultani; Sahn Müderrisliği görevlerinde<br />
bulunur. 31 yaşında iken de Hoca Paşa ünvanı ile vezirlik rütbesi<br />
alır. Bizim Sarı Lütfî, Sinan Paşa ile Sahn-ı Seman Medresesinde<br />
karşılaşır ve bir daha ayrılmayacak şekilde ona bağlanır.<br />
Fatih, sarayda bulunan kitapların korunması için Sinan<br />
Paşa’dan ricada bulunduğunda, Sinan Paşa Hafız-ı Kütüplük<br />
görevine Sarı Lütfî’yi önerir. Lütfî, kütüphanede görevde<br />
iken, su gibi içer bütün kitapları, okur, okur… Akranları arasında<br />
bilgi bakımından en öne çıkar. Gedik Ahmet Paşa’ nın<br />
görevden azledilmesi üzerine Vezir-i azam olan Sinan Paşa,<br />
bu görevde fazla duramaz. Padişah tarafından bu görevden<br />
alınır, hattâ işkenceye tabi tutulur. Çevresindeki öğrencileri ve<br />
ilim adamlarının Sinan Paşa’yı desteklemeleri, topluca, bir ve<br />
beraber hareket etmeleri , “kitaplarımızı yakar, ülkeyi terk<br />
ederiz” şeklinde direnmeleri üzerine, Sinan Paşa Sivrihisar<br />
kadılığına atanır. Bizim Molla Sarı Lütfî’ de hocasının yanından<br />
ayrılmaz, o da onunla Sivrihisar’a gider.<br />
İşte hoca ve talebesi…<br />
Hocası neredeyse, talebesi de orada.
Öldürülen 101 Şair<br />
Ya günümüzde nasıl?<br />
Günümüzde, sanal şiir dünyasında hoca talebe ilişkileri<br />
yok denecek kadar az. Sanallık, dostluklara da yansımış. Öyle<br />
çile ve yol arkadaşlığı dostluklara rastlamak mümkün değil.<br />
İnsanlar maddî bağlarla bağlanmışlar birbirlerine, mânevî değil<br />
bağ. Bu yüzden en küçük bir sarsıntıda dostluklar bitiveriyor.<br />
Der ki :<br />
“Dilimiz sâgar-ı sabûh ister<br />
Cism elbetde taze ruh ister.<br />
Kerem et câna feth-i bâb eyle<br />
Nice demdir ki dil fütûh ister.<br />
203<br />
Zâhidâ mezheb-i muhabbetde<br />
Tevbeye tevbe-i nasûh ister.<br />
Nusha-i gamla şugl eden dil ü cân<br />
Ne mütûn u ne hod şurûh ister.<br />
Vuslat-ı yâra ermele Lutfî<br />
Sabr-ı Eyyûb u ömr-i Nûh ister.<br />
Deli dolu, sözünü asla esirgemeyen, lâtifelerle ve hazır cevaplığıyla<br />
insanları iğneleyen bir yapıya sahip olan şairimiz,<br />
Fatih Sultan Mehmet’e bile lâtife yapmıştır.<br />
Anlatırlar:<br />
Molla Lütfî kütüphanede görevlidir. Padişah Fatih kütüphaneye<br />
gelir. “Bana şu kitabı getiriver” diye Lütfî’ye emir ve-
Mustafa CEYLAN<br />
rir. Lütfî, kitap biraz yüksekçe yerde bulunması sebebiyle,<br />
ayağının altına bir mermer parçası alır ve kitabı padişaha uzatır.<br />
Padişah: “Ne yapıyorsun? İsa Peygamber o taşın üzerinde<br />
doğmuştur” der. Kütüphane görevlisi Molla sarı Lütfî görevine<br />
devam eder. Biraz sonra da güveler tarafından parça parça<br />
edilmiş kirli bir bez parçasını orada bulunan Padişahın dizi<br />
üzerine bırakır. Padişah: “ Bunu benim dizim üzerine niye bıraktın<br />
ey Molla?” diye sorar. Lütfî bu, sözünü esirgeyecek değil<br />
ya, “Devletlü padişahım, huzursuz olmayınız, bu bez İsa<br />
Peygamber’in beşik bezidir.” Der.<br />
204<br />
Rahatça konuşan, korkusuz, kendisine güvenen, iğneleyici<br />
bir dili vardı şairin. O dönemin saraya yakın ulemaları Molla<br />
Arap, Germiyanlı izârî, Leysî Çelebi, Hatipzade, Fahrettin<br />
Acem gibi kişiler o’ nun kırbaç diline düşmekten korkar olmuşlardı.<br />
Padişaha hakkında bazı olumsuz olayları abartarak<br />
götürmek için fırsat kolluyorlardı.<br />
Nihayet, aradıkları fırsatı yakalar rakipleri ve onu zındıklıkla<br />
suçlarlar. 19 gün hapis yattıktan sonra Padişah’ın bir zındığı<br />
koruyor olması gibi bir dedikodu çıkmasın diye, ferman<br />
verilir ve idamı onaylanır. At meydanında başı kesilerek idam<br />
edilir. Başı kesilirken bile kelime-i şehadet getirdiği nakledilir.<br />
Tarih 23 Ocak 1495’tir. Eyüp Sultan semtinde Yavedut iskelesi<br />
yakınında bulunan Mahmud çelebi mescidi civarına<br />
defnedilir.<br />
Zındıklık suçlamasına gelince:<br />
Anlatılır:<br />
Lütfî şöyle konuşmuş:<br />
“Hazreti Ali’nin vücuduna savaş sırasında bir ok isabet<br />
eder. Ok kırılır, ama temreni vücutta kalır. Öylesine acı verir
Öldürülen 101 Şair<br />
ki, sanki ciğerlerine saplanmıştır ok. Hazreti Ali acıdan kıvranırken<br />
doktorlara başvurur. Doktorlar, Hazreti Ali’ nin duyduğu<br />
bu acı sebebiyle temreni çıkaramazlar. Namaza durmasını<br />
beklerler. Hazreti Ali sırtında ok temreni namaza durduğu<br />
anda, doktorlar temreni sırtından çekip alırlar. Hazreti Ali olayın<br />
farkına bile varamaz.<br />
Yani diyeceğim şu ki, kişioğlu namaza durduğunda dünya<br />
ile irtibatını kesmeli. Yüce Yaradan ile baş başa olmalıdır. İşte<br />
asıl namaz budur. Bizim yaptıklarımız ise kuru kalkıp eğilmedir<br />
ki bizim eğilip kalkmamızda yarar yoktur.”<br />
İşte bu sözler sebebiyle, “namazı hafife alıyor, fayda yok<br />
diyor, namazın farzıyetini inkâr ediyor, bu adam dinden çıkmış,<br />
zındık bu adam” şeklinde suçlanır. Müderrislerden oluşan<br />
bir heyet marifetiyle yargılanır. Bu yargılama sırasında<br />
200 tanık dinlenir.<br />
205<br />
Sarı Lütfî, tıpkı Sokrates gibi, muhteşem bir savunma yapar<br />
ama, heyet yalancı şahidlere itibar ederek, onu suçlarlar.<br />
Lütfî, Müslüman olduğunu, sözlerinin ne anlama geldiğini anlatır.<br />
Heyet önce, kararını onun suçsuzluğu yönünde bir oy<br />
farkıyla verdiği halde, sonradan bir üye karar değiştirip, idamı<br />
yönünde oy kullandığından, idamı şeklinde karar çıkar.<br />
Der ki:<br />
“Nûr-i cemâl irelden sen serv-i mâhlikâya<br />
Vardı güneş zevâle noksan erişdi aya<br />
Cân gülşeninde kaddin bir serv dikdi dil-cû<br />
Dil levhasında hattın hat yazdı her belâya
Mustafa CEYLAN<br />
Sînem nişâne kıldı sihr oklarına gamzen<br />
Kaşın gözün idelden talîm ok u yâya<br />
Âyine-i cemâlin şevkinde cân virürsem<br />
Fer vere her gubârum cam-ı cihân-nümâya<br />
Benzer güneş diyeydüm bir yüzden ol cemâle<br />
Zülfün hüması gibi verse güneş de sâye<br />
Lûtf ile toyularsan Lutfî’yi n’ola şâhâ<br />
Kim çok âtâlar eyler sultan olan gedâya.<br />
206<br />
SON SÖZ:<br />
NİYE ? (Gülce-Buluşma)<br />
Uzatın başınızı pencereden dışarı<br />
Tarih sizden bekliyor, mutlulukla başarı<br />
Şaşırtın yeni baştan, uyuklayan beşeri<br />
…………Cansınız, canımızdan süzebilmek ne güzel<br />
…………Yarınları türküyle dizebilmek ne güzel…<br />
Duvar diplerinde yaban gülü çocuklar<br />
Ne çabuk indiler beşiklerden yollara?<br />
Karanfil kokusu ağızlarda, sevginin sözcükleri<br />
Ellerde nevruz çiçekleri olmalı derken<br />
Taş atmak niye?
Ey gece, ey zifir kara, ey köhne zaman !<br />
Yıkanda gel, arın, amberler sürün<br />
Kızarsın ve ışısın zindan yüzün<br />
Topla bütün çocukları şarkıların meclisinde<br />
Muştulu seherlere ulaştır olmaz mı?<br />
Sabah yelinde duası varken anaların<br />
Şimdi üç beş yabanıl hempanın<br />
Güdümüyle bu anaları<br />
Ağlatmak niye?<br />
Öldürülen 101 Şair<br />
Hey hey !...<br />
Hey ki hey!!<br />
Defne dallarının türküsü var kavalımda<br />
Bin kapının açılışı çocuk elleriyle hey!...<br />
Ay vurmuş suların yorganı var üstümde<br />
Bitirmişim geceyi dibine kadar<br />
Gece kuşlarının kanat sesleri<br />
Şafak güvercinlerinin şadırvan yelinden uçup gittiler<br />
Şimdi siz, şimdi sizler çocuklar<br />
Goncalaşmış umut çiçeklerini toplayın<br />
Toplayın varoşların bahçelerinden haydi<br />
Ve döndürün yorgun, yalın ayak yolcuları<br />
Yalan yanlış yollardan çevirin ıslığınızla…<br />
207<br />
Ak alınlarınızın şavkı vursun takvimlerime<br />
Ülkemin dağlarında gezinmesin eşkiyâ<br />
Ve siz yurdumun köy kokulu çocukları<br />
Kalem tutsun, ışık dokusun elleriniz olur mu?
Mustafa CEYLAN<br />
208<br />
Hoş sohbet gerçeklerle, türlü şakalarla<br />
Çıkagelsin tarihin sinesinden<br />
Kutbiddin Hasan oğlu Tokatlı Lutfi<br />
Korkusuzca anlatsın olanı, olacağı<br />
Kaldırsın örtüyü olayların üstünden<br />
Ve siz, siz özümün özü yarınlarım ey !<br />
Siz ki siz hey!<br />
Duvar diplerinden, kaldırım taşlarından değil<br />
İçi ateş dolu molotoflardan değil,<br />
Kurşundan, silahtan, ölümden hiç değil,<br />
Anadolu türkülerinden el ele tutuşup çıkın meydanlara,<br />
Seslenin şiirleriyle ölen şehirlere<br />
Yarası iy’olmaz dağları yıkayın, arıtın silâhlardan<br />
Bağ, bostan olsun; şenlensin eşya, doğa<br />
Ve birliğin, kardeşliğin mevsimini getirin vara yoğa<br />
Olur mu, can parçalarım olur mu?<br />
Karanfil kokusu ağızlarda, sevginin sözcükleri<br />
Ellerde nevruz çiçekleri olmalı derken<br />
Birliği, dirliği ateşe atmak niye?<br />
Niye be can fidanım, can kokulum, bir tanem niye?<br />
Ülkemin yarınını yoğuracak canlarım<br />
Ufuklardan bin güneş doğuracak canlarım<br />
Atatürk’ü yeniden çağıracak canlarım<br />
…………Sizin destanınızı yazabilmek ne güzel<br />
…………Düşmanın oyununu bozabilmek ne güzel.<br />
Mustafa CEYLAN
Öldürülen 101 Şair<br />
(7): HÂLÎMÎ<br />
“Hâlimi yâre berîd-i rüzigârım söylesün<br />
Eşk-i rîzânım dü çeşm-i girye-dârım söylesün.<br />
Gâhî dîdemle zebânım ki dil bîmâr ile,<br />
Sîne-i mecrûh u zâr-ı dâğ-dârım söylesün.<br />
Nergis iğmâz eylesün arz eyleyüb zerrîn kadeh<br />
Sünbül-i zülfün dağıtsun lâle-zârım söylesün.<br />
Kaldı kâkülde dil-i âzâdemiz çünki şehâ,<br />
Kûyuna itdim vedîa yâdigârım söylesün.<br />
209<br />
Bezm-i vuslatda Halîmî neş’e-dâr oldukda sen<br />
Bu dil-i âvâre bir de şîvekârım söylesün.”<br />
XVIII. Yüzyıl şairlerimizden, İstanbul’da doğmuş, Halîmî<br />
Mustafa Paşa adıyla da bilinir. Senelerce Defterdâr ve<br />
Başdefterdârlık görevinde bulunduktan sonra, Limni’ye sürgün<br />
edilmiş. İdam edilerek öldürülen şairlerimizdendir.<br />
(1759-60) Musul’a Vali olarak atandı. Bu esnada İzmir mutasarrıfından<br />
senetle 1000 altın borç alır. Bu borcu ödeyemeden<br />
kendisine bağlı olan kişilerin ihanetine uğrar.<br />
Ve borç olarak aldığı altınları çalınır. Bu olay saraya intikal<br />
edince Bozcaada’ya sürgün edilir.<br />
Tezkirelere göre Halîmî, Bozcaada’da idam edilerek öldürülür.<br />
Türkçe Divanı vardır.
Mustafa CEYLAN<br />
Demiştir ki:<br />
Nice dîde-i feri gül gibi nem-nâk idelüm<br />
Bülbül-âsâ turalım sînemizi çâk idelüm.<br />
Görmedim rûy-i nüvâziş reh-i kûyunda senin<br />
Tâbiş-i hicr ile biz yerimizi hâk idelüm.<br />
Bilmeziz n’oldu sebep böyle itâb-ı dosta<br />
Cürm ü isyânımızı biz dahi idrâk idelüm.<br />
210<br />
Ey dil efgânım o gonca femi bîzâr itmiş<br />
Niçin ol gül bedeni böyle elem-nâk idelüm.<br />
Kû-yi dildâre Hâlîmî idelüm arz u şitâb<br />
Semt-i vasla revişi çabuk-i çâlâk idelüm.”
Öldürülen 101 Şair<br />
(8): BÂHİR<br />
XVIII. Yüzyıl şairlerimizden. Lâkabı “Köse”, asıl adı Mustafa,<br />
devlet adamı, vali, sadrazam, Midilli’de idam edilelerek<br />
öldürülmüş, kesik başı İstanbul’a getirilmiş, cesedi Midilli’de<br />
kalmıştır.<br />
Demiştir ki:<br />
“Sipihre gönderelim nâle-i bülendimizi,<br />
Cihana bildirelim bâri kendi kendimizi.<br />
Bu nazm ile varalım hâk-i pây-ı devlete biz<br />
Çok oldı görmiyeli Bâhirâ efendimizi.<br />
211<br />
Silahşör, kapucubaşı, sadrazam. III. Osman’ın cülusundan<br />
iki ay sonra azl edilir ve Midilli’ye sürgün edilir. Bir süre sonra<br />
Mora Valisi olarak atanır. 1755 yılında ikinci kez sadrazamlık<br />
görevine getirilir. 1756’ da tekrar görevden uzaklaştırılır ve<br />
Balıkhane’ye hapsedilir.<br />
Balıkhaneden’ de Rodos Adası’na sürgün edilir. Ve hayatı<br />
önemli iniş-çıkışlarla geçen Paşa, ardından Kahire Valiliği’ne<br />
atanır. Sonra da Kahire’den Cidde Valiliği’ne tayin edilir. Bir<br />
süre de Halep Valiliğinde görev yaptıktan sonra, üçüncü kez<br />
sadrazam olur. Bu sırada, Sultan III. Mustafa’nın kızı ile evlenecekken,<br />
Midilli Adası’na sürgünü çıkar.<br />
Saray ve yakın çevresine hilekâr ve hıyânet içindedir diye<br />
jurnallenir.
Mustafa CEYLAN<br />
Tarihlerden 1 Nisan 1765’dir. Mustafa Paşa’ nın huzuruna<br />
silahtarağa çıkmış ve mührün teslimini istemiştir. Paşa’ da<br />
mührü üç kere öpüp teslim etmişse de, Kapıcılar Kethüdası<br />
Halil Ağa Paşa’yı yakalamış ve Topkapıda hapsetmiştir.<br />
I.Mahmud, III.Osman ve III. Mustafa dönemlerinde 4 yıl 9<br />
ay 27 gün sadrazmlık görevini yürütmüştür. Bu görevi eda<br />
ederken, Nakşibendiler için bir zaviye ve bir de camii inşa ettirmiştir.<br />
Ömrünün büyük çoüunluğu sürgünlerde geçen şair, kâh<br />
devletin en zirvesinde, kâh halk arasında en aşağı tabakada<br />
bulunmuştur. Bu bakımdan her türlü çileyi çektiği gibi, en büyük<br />
makamların huzur ve mutluluğunu da tadmıştır diyebiliriz.<br />
212<br />
Babası da kendisi gibi Nakşibendi sufilerinden olup, babasının<br />
adı Sufî Abdurahman’dır. Babası devlet hizmetinde vezirlik<br />
rütbesine kadar yükselmiştir.
Öldürülen 101 Şair<br />
(9): İZZET BEY<br />
Demiştir ki:<br />
“Üftâdeyim o şûha dilâ tâbı bilmezem<br />
Yanmış bir âteşim saded-i âbı bilmezem.<br />
Bağlanmışım müsebbih-i esbâba ez-derûn<br />
Besdir tevekkülüm hele esbâbı bilmezem.<br />
Bu nev-çerağ-ı aşkı muhabbet yeter bana<br />
Gayri cihânda cünbüş-i mehtâbı bilmezem.<br />
Her matlabımda sâil-i dergâh-ı Hak olup<br />
Minnet Hudâ’ya sâir-i ebvâbı bilmezem<br />
213<br />
İzzet perestişim ham-ı ebrûyadır benim<br />
Ma’bedde tâk-ı kûşe-i mihrâbı bilmezem.”<br />
Asıl adı Mehmed, Defteremini vekili Benli Arif beyin oğlu,<br />
İstanbul’da doğmuş, Nusret ve Neşet Efendilerden ders almış,<br />
padişah Sultan Mahmud’un halkı cihada davet için hadisleri<br />
içeren hümayunlarına karşı çıktığı için, padişah buyruğu üzerine<br />
6 Ekim 1809 günü Kadıköy’de idam edilerek öldürülür. Şairimizin<br />
kabri Ayrılık Çeşmesi’ndedir. Resayi Efendi, Hocası<br />
İzzet bey’in şiirlerini toplayarak 1842 yılında yayınlatmıştır.
Mustafa CEYLAN<br />
Demiştir Ki:<br />
“Hâl-i dil-i âşüftemi senden haber aldım<br />
Ey şûh ben esrârı bilenden haber aldım.<br />
Bulur sıkılan bast ü küşayişle mükâfât<br />
Bu müjde-i sahbâyı kühenden haber aldım.<br />
Cehl-i enâniyetde imiş ilm-i hakîkat<br />
Bilmezlik ile ben bunu benden haber aldım.<br />
Zülfün tarayup sînesin açmış o semen-ber<br />
Gülşende sabâ ile semenden haber aldım.<br />
214<br />
Kadr-i niamın elde iken cehlini İzzet<br />
Gurbetde olan şevk-ı vatandan haber aldım.”
Öldürülen 101 Şair<br />
(10): TÂLİB<br />
Asıl adı Ali Galib. 1884 Yılında Erzurum’da dünyaya gelmiş.<br />
1928 yılında şapka kanununa tepki koymak ve halkı<br />
isyâna teşvik etmek suçundan asılarak idam edilmiştir.<br />
Demiştir Ki:<br />
“Bu dil-siyah bahtım yine başka hale düşdü<br />
Tâlim-i hâl ederken bir nokta hâle düşdü<br />
Erbâb-ı hâl buldu bu noktada kemâli<br />
Şerhinde ehl-i zâhir bin kîl ü kâle düşdü<br />
215<br />
Kim oldu lâl ü hayrân vardı sücud u Hakk’a<br />
Kim gâib etti aklın deşt ü cibâle düşdü<br />
Zincir-i zülf-i yâre bağlandı pây-ı âşık<br />
Buldu belâyı tâ ki çıkmaz hayâle düşdü<br />
Ebrû-yı yâri gördüm okudum Bârek-Allâh<br />
Hayırlıdır İnşâ-Allah nazarım hilâle düşdü<br />
Tâlib de geçti artık efsâne-i hevâdan<br />
Yüz kâre dest hâli der-i zü’l-Celâl’e düşdü.”<br />
Küçük yaşlarda annesini ve babasını kaybedince eniştesi<br />
kaymakam Maksud bey’in yardımıyla öğrenimini tamamladı.<br />
Kadiri Şeyhi Hacı İbrahim Ruhi Efendi’ nin talebesi iken, şeyhi<br />
bir öğrenci grubuyla birlikte Tâlib’i de Hac’ca götürmüştür.
Mustafa CEYLAN<br />
Mekke ve Medine’de kalıp eğitimini sürdürdükten sonra<br />
Bağdat’a gider. Orada da eğitim görür ve nihayet İstanbul’a<br />
döner. İstanbu’da da Ayasofya Medresesinde okur. Memleketi<br />
olan Erzurum’a döner.<br />
Erzurum, önce Ruslar, seonra da Ermeniler tarafından işgal<br />
edilince millî kuvvetlerin içinde yer alır ve düşmanlarla çarpışır.<br />
Ermenilerin çekip gitmesinden sonra hat sanatı öğretmeni<br />
olarak Muallim mektebi’nde göreve başlarsa da, devlet dairelerinde<br />
sarık giyme yasağı getirilince, şapka kanununa tepki<br />
gösterir, yargılanır ve 1928 Yılında idam edilir.<br />
216<br />
Demiştir ki:<br />
“Ehl-i dil rızkını Mevlâ-yı Ganî’den ister<br />
Ehl-i dünya ise dünyayı denîden ister.<br />
Mâlûmdur âlemlere Tâlib senin halin<br />
Hal-i dilini eyleme tasvîre teşebbüs”
Öldürülen 101 Şair<br />
(11): ANTEPLİ NURİ PAŞA<br />
XVIII. Yüzyılda yaşamış, Antep’de doğmuş bir şairimizdir.<br />
Asıl adı Mehmed Nurettin olup mahlası Nurî’ dir. Kıskançlığa<br />
kurban gitmiş ve 28 yaşında idam edilerek öldürülmüştür.<br />
Demiştir ki:<br />
Dilimde dâğ-ı aşkın dilberâ tamga-yı izzetdir<br />
Serimde kâkülün sevdâsı cânâ kayd-ı rif’atdir.<br />
Nigehdür diyiser ser-i zânûya gerden-i zülf-i hoş-bûya<br />
Dehen kand-i leb-i dildâre çok demdir ki hesretdir.<br />
217<br />
Bilgin, şair… Antep hanedanından olup “Battalzade” adıyla<br />
anılmış. Çok genç yaşta, eğitimini babasının yanında tamamlayıp,<br />
Mirimiranlık göreviyle Antep Mutasarrıflığına atanınca<br />
çevrede bulunanlar tarafından kıskanılır. Çevre<br />
vilayetlerin valileri ve devlet adamlarının iftiraları sebebiyle<br />
idam edilir.(1786-87)<br />
Şarkılarıyla ünlü olan Nuri’ nin bir de Divan’ı bulunduğunu<br />
kaynaklar zikreder.
Mustafa CEYLAN<br />
Devamla demiştir ki :<br />
Hevâ-yı istivâ-yı kâmetinle kavs olup kadim<br />
Sirişkim katre-i yâ gözlerim şâkûl-i hayretdir.<br />
Nigâh-ı râgıbânen Râşid’â kal’â-yı Nûrî’ye,<br />
Sipihr-i atlasa sûz-efken-i reşk-i melâmetdir.”<br />
218
E-Kurşunlanarak Öldürülen Şairler<br />
Öldürülen 101 Şair<br />
(1): İSMAİL GERÇEKSÖZ<br />
Demiştir ki:<br />
“YALVARIŞ<br />
Gün ışığıyla yetindik bunca<br />
Toprağı suladık terimizden,<br />
Halılara dokuduk çilemizi<br />
Kınalı ellerimizden…<br />
Cansa can, kansa kan dedik<br />
Açtık lâlelerce her tepede<br />
Kağnılara kendimizi koştuk sırasında<br />
Tozlu yollarımızdan…<br />
219<br />
Bizi dağlarca, denizlerce yaratmıştın Ulu,<br />
Koma bizi dağılırız, mahvoluruz…<br />
Koma bizi Tanrı’m<br />
Çağımızdaki hızdan…<br />
Avcılar vurmadan son kuşları dağlarda<br />
Baltalar kesmeden son ağaçları<br />
Çek gayri bulutlarını<br />
Karanlık ufuklarımızdan…”
Mustafa CEYLAN<br />
İsmail Gerçeksöz, 1925’te İzmir’de doğdu. 4 Nisan 1980<br />
tarihinde Ortadoğu Gazetesi’nin başyazarlığını yaparken arkadan<br />
vurularak şehit edildi.<br />
Ortaöğreniminden sonra okumayıp Bursa’da gazetecilik<br />
yaptı. Bursa Hakimiyet gazetesinin beş yıl yazıişleri müdürlüğünü,<br />
sahibi olduğu Bursa Ekspres gazetesinin 7 yıl başyazarlığını<br />
yaptı. Uzun yıllar Tanin, Vatan, Yeni İstanbul ve Tercüman<br />
gazetelerinin Bursa muhabirliklerini yürüttü.<br />
1961’de Batı Almanya’da gitti bu ülkede memur ve mütercim<br />
olarak çalıştı. 1976 yılında yurda döndü.<br />
220<br />
Şiir ve yazıları 1944’ten itibaren Demet, Uludağ, Sanat ve<br />
Edebiyat, Şadırvan, Bizim Türkiye, Çatı, Kaynak, İstanbul,<br />
Hisar, Devlet, Ortadoğu, Millet gibi gazete ve dergilerde çıktı.<br />
Milli ve tarihi konuları işleyen İsmail Gerçeksöz, serbest vezinle<br />
yazdığı şiirlerinde müzikaliteyi yakaladı.<br />
ESERLERİ<br />
Eserlerinin isimleri ve yayınlanış tarihleri şöyle:<br />
Aşık Sazından Şiirler (1944),<br />
Bursa’nın Destanı (1951),<br />
Yaşayan Ağaç (1952),<br />
Gökbayrak (1954) ve<br />
İkinci Dönüş (1972).
Öldürülen 101 Şair<br />
Demiştir ki:<br />
“Elbe kıyısında<br />
Elbe’nin kıyısında bir köy,<br />
Bize değil bu çan sesleri.<br />
Uzak bir hâtıradır şimdi.<br />
Pırıl pırıl ezan sesleri.<br />
Elbe’nin kıyısında bir köy,<br />
Damlaları sivri-külâh<br />
Uzanır ta nehre kadar,<br />
Cıvıl cıvıl insan sesleri.<br />
Durgundur, kirli sarıdır Elbe<br />
Adına ne türkü yakılmıştır, ne kurban<br />
Alır götürür sessizce uzaklara<br />
Sularında kaybolan sesleri.”<br />
221<br />
HAKKINDA YAZILANLARDAN<br />
Türkiye sevdalısı<br />
Mehmet Nuri Yardım<br />
Türkiye 9 Mayıs 2001<br />
İnsanları severdi<br />
İsmail Gerçeksöz’ün biyografisinden kısaca bahseden Gültekin<br />
Samanoğlu, “O, şair, yazar, idealist bir insandı. Şiirden<br />
hiç kopmadı. Yiğit bir şekilde şehit oldu” dedi. Gerçeksöz’ün<br />
yazdığı dergi ve gazeteleri sıralayan Samanoğlu, “Şairin beş
Mustafa CEYLAN<br />
şiir kitabı vardır. Yetişmesinde şair Haşim Nezihi Okay ile gazeteci<br />
yazar İsmet Bozdağ’ın büyük tesiri vardır. Memleket<br />
sevdalısı Gerçeksöz vatan uğruna şehit düştü” diye konuştu.<br />
222<br />
Gazeteci yazar Ahmet Özdemir de konuşmasında İsmail<br />
Gerçeksöz’ün şiirlerindeki ‘vatan sevgisi’ temasını ele aldı.<br />
Şiirlerinden verdiği örneklerle konuşmasına devam eden Özdemir,<br />
Gerçeksöz’ün Yahya Kemal, Orhan Şaik Gökyay ve<br />
Ahmet Hamdi Tanpınar’dan etkilendiğini belirterek, “Şiirlerinde<br />
mazi hasreti, Balkan sevgisi büyük bir yer işgal eder. O<br />
eserlerinde Türkiye’ye ve Türk insanına olan sevdasını terennüm<br />
etti” dedi. Özdemir konuşmasında şu hususlara dikkat<br />
çekti:“Gerçeksöz Ortadoğu’nun başyazarı İlhan<br />
Darendelioğlu’nun başyazarlık bayrağını devraldı. Orta<br />
Doğu’nun Genel Yayın Müdürü Tahir Kutsi Makal, Yazıişleri<br />
Müdürü ise bendim. Vefatından önce yazdığı şiirlerde adeta<br />
öldürüleceğini hissetmiş ve bunu mısralarına yansıtmıştı.”<br />
Kitapları basılacak<br />
Türk Edebiyatı Vakfı Başkanı Servet Kabaklı ise, İsmail<br />
Gerçeksöz’ün kendisini vatan uğruna ve Allah ve millet yoluna<br />
adadığını belirterek, “O duruşuyla, tavrıyla bir edep abidesiydi”<br />
diye konuştu. Kabaklı, İlhan Darendelioğlu, İsmail<br />
Gerçeksöz ve Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gibi değerli<br />
şairlerimizin unutulmaması ve genç nesiller tarafından okunmasını<br />
sağlamak üzere kitaplarının yayınlanması için ellerinden<br />
gelen gayreti göstereceklerini söyledi.<br />
Toplantıya iştirak eden şairin eşi Nusret hanım, kızı Nilüfer<br />
hanım ve damadı Özcan Genç de İsmail Gerçeksöz’ün ‘adam<br />
gibi adam’ olduğunu vurguladılar ve hatıralarından bahsettiler.
Öldürülen 101 Şair<br />
Demiştir ki:<br />
“GELİNCİK ÇARŞISINDA<br />
Gelincik çarşısında üç derviş<br />
Dünyaya bakıp gülermiş.<br />
Gelincik çarşısında üç derviş<br />
İnsanlara gönül vermiş.<br />
Rüzgârından mı kuşların?<br />
Kanat çırpışından mı hürriyetin ne?<br />
Hep aynı sevgiye akarmış çeşmeler<br />
İnançları vururmuş insanların yüzlerine…<br />
223<br />
Bir ressamı çıldırtan renkler düşermiş<br />
Kilimden taş duvarlara<br />
Sabah ezanları okunadursun<br />
Yosunlar yeşeredursun eski yapılarda…<br />
Taze parmak izleri kalırmış<br />
Çalınmayan kapılarda…<br />
Geincik çarşısında üç derviş<br />
İnsanlara bakıp gülermiş<br />
Büyük boşluklarda sallanan yıldızlar gibi<br />
Gelincik çarşısında üç derviş<br />
Her biri kendi yörüngesinde dönermiş…”
Mustafa CEYLAN<br />
(2):KEMAL FEDAİ COŞKUNER<br />
Demiştir ki:<br />
DOĞU’DAN<br />
Bir rüzgâr esti Doğu’dan<br />
Üfledi Bizans surlarını<br />
Kuruldu üç kıtada<br />
Ehl-i iman saltanatı.<br />
224<br />
Bir rüzgâr esti Doğu’dan<br />
Çekiverdi bir hamlede<br />
Arzın sırtındaki kâbusu.<br />
Dokuz asır geçti hâlâ<br />
Sahillerimizde uğultusu.<br />
Bir rüzgâr esti Doğu’dan<br />
Tanrı katından geliyordu.<br />
Tekbirle yücelmiş, hamasetti yolu<br />
Yazdı ön Asya’ya adını:<br />
Anadolu…”<br />
1927 yılında Antalya’nın Akseki ilçesi Mahmutlu köyünde<br />
doğdu. 1945 yılında Antalya Aksu Öğretmen Okulu’ndan mezun<br />
oldu. Antalya, İzmir ve Muğla’da öğretmenlik yaptı.<br />
Emekli olduktan sonra bir süre İzmir Halk Eğitim Merkezi<br />
Müdürlüğü’nde bulundu.
Öldürülen 101 Şair<br />
Coşkuner, hayatı boyunca pek çok dernek ve kuruluşlarda<br />
çalıştı ve yöneticilik yaptı. İlk olarak 1951-52’ de Türkiye<br />
Milliyetçiler Derneği’nin Tire Şubesinde bulundu. 1961-65<br />
arası İzmir Türk Ocağı Başkanlığı yaptı. 1978 de tekrar İzmir<br />
Türk Ocağında görev yaptı. Türkiye Siyonizmle Mücadele<br />
Derneği’nin kurucusu oldu ve 1969 yılında genel başkanlığına<br />
getirildi. Bu dernek daha sonra İzmir Ülkü Ocakları Derneği’ne<br />
katıldı. Kemal Fedai Coşkuner ayrıca İzmir Ülkü-Bir<br />
Derneği’nin kurucuları ve yöneticileri arasında yer aldı.<br />
1965 seçimlerinde Adalet Partisi Manisa milletvekili adayı<br />
oldu. Daha sonra bu partiden istifa ederek Milliyetçi Hareket<br />
Partisi’ne katıldı. MHP’den 1973’de Aydın, 1977’de Antalya<br />
milletvekili adayı oldu.<br />
Gazeteci, yazar ve eğitimci olup, FEDAİ Dergisi’nin de sahibiydi.<br />
Yazılarını Fedai, Toprak, Serdengeçti, İleri, Anadolu,<br />
Türk Yolu, Bizim Anadolu, Hergün, Komünizmle Savaş, Orkun<br />
gazete ve dergilerinde yayınladı.<br />
225<br />
Coşkuner, 3 Aralık 1979 günü alışveriş yaptığı pazar yerinden<br />
dönerken Agora semtinde komünist militanlar tarafından<br />
kurşunlanarak şehit edildi.<br />
ESERİ:<br />
Vatan’da Gurbet (1970).
Mustafa CEYLAN<br />
HAKKINDA YAZILANLAR<br />
HAKKINI HELAL ET YAVRUM...<br />
KEMAL FEDAİ COŞKUNER<br />
3.12.1979 Antalya’nın Akseki ilçesinden olup 55 yaşındaydı.<br />
Ailece, İzmir’de oturuyordu. Gazeteci, yazar ve eğitimci<br />
olup Fedai Dergisi’nin de sahibiydi. Gençlik yıllarında, Komünizmle<br />
ve Siyonizmle Mücadele Dernekleri’nde yöneticilik<br />
yapmıştı. Son olarak, MHP.’nin Antalya Bölge Müfettişi olarak<br />
görev yapıyordu. Olay günü, alışveriş yapmak için gittiği<br />
pazardan dönerken, Agora semtinde komünist militanların silahlı<br />
saldırısına uğrayarak sırtından vurulmak suretiyle şehit<br />
edildi. Cenazesi, İzmir’de toprağa verildi.<br />
226<br />
Bir dergi ki, yüklendiği mefkure yüzünden, Türklük düşmanlarının<br />
hedefi olmuş ve 28 senede ancak 19 sayı basılabilmişti.<br />
Akseki’nin yetiştirdiği yüce bir insan olan eğitimci ve<br />
edebiyatçı Kemal Fedai Coşkuner çıkarıyordu bu dergiyi.<br />
Derginin ismi kapağın üzerine büyük puntolarla işlenirdi:<br />
Allah’a, Vatana ve Bayrağa FEDAİ Dergisi.<br />
Her zaman fütursuzca Ülkü Davasını açıklayan, vurucu yazılarıyla<br />
KGB uşaklarını çileden çıkaran, en radikal Ülkücü<br />
dergiydi. Kemal Amca tek başına bütün yazıları hazırlar, bütün<br />
dergi işlerini kendi yapar basıma hazır hale getirdiği dergiyi<br />
bastırmak için emekli aylığının bankaya gelmesini beklerdi.<br />
Aylığı gelince de o parayla dergiyi bastırmaya koşardı.<br />
Epeyce yaşlandığı için bize de derginin paketlerini postahaneye<br />
taşımak kalırdı. Kemal Amca, mükemmel bir basın mensubuydu.<br />
Ama suçluydu çünkü Türkçüydü, Ülkücüydü. Siyonist<br />
ve komünist tehlikeye karşı İzmir’in dayanağıydı.<br />
Onu, İzmir Halk Eğitim Merkezi’nde tanımıştım. O kurumun<br />
müdürlüğünü yapıyordu. Birgün Hatay Ülkü Ocağı’na<br />
gelerek bir folklor takımı kurmamı istemiş, ben de hemen ka-
Öldürülen 101 Şair<br />
bul etmiştim. Görevimi en güzel bir şekilde yaptıktan sonra<br />
(bir buçuk ay sürmüştü) bunu kendisine bildirdiğim zaman<br />
bana:<br />
-Murat, sen bana lazımsın. Bundan sonra Başdurak İş Hanı’ndaki<br />
dergi idarehanesine geleceksin ve beraber çalışacağız,<br />
diyerek beni taltif etmişti.<br />
Günler günleri kovalamış, Akseki’nin yetiştirdiği bu ele<br />
avuca sığmaz büyük dava adamını ortadan kaldırmak, Fedai<br />
Dergisi’ni susturmak için bütün komünist franksiyonlar bir<br />
birleri ile yarışa başlamışlardı. Bir gün Çankaya teşkilatında<br />
nöbetteyken telefon gelmişti. Arayan Kemal Amca idi. Bir<br />
müddet konuştuktan sonra bana:<br />
-Oğlum Murat, çalışmalarımı durdurmak, dergiyi yok etmek<br />
isteyen komünistlerin takibindeyim. Gözümde en küçük<br />
dünyalık ve de bir korku yok, ama Mehmet Ali Başkanıma<br />
bildirin arada sırada bana arkadaş yollasın. Beni şehit edeceklerini<br />
biliyorum!!!<br />
-Ama Fedai Amca...<br />
-Sen de hakkını helal et yavrum.<br />
Bu görüşmeyi başkana anlattığım zaman başkan bana<br />
-Haberimiz var ama arkadaşlarımızın tamamı bir şekilde<br />
görevdeler. Yarın bir ara biz beraber gidip ziyaret edelim, demişti.<br />
Kısa bir süre sonra, bir akşamüzeri Agora pazarında elinde<br />
çarşı filesiyle evine dönerken, bembeyaz saçlarına adeta kına<br />
sürülmüşçesine kanlar içinde kalarak yere uzatmışlardı onu.<br />
Çevrenin korkulu bakışlarına meydan okuyan bir edayla cevap<br />
verir ve kurtarılmış bölgenin yasalarını çiğner gibi, 55<br />
sene taşıdığı dik başını yine eğmemişti. Anarşiyi ihaleye veren<br />
Amerikancıları da ihaleyi kazanan Marksist tetikçileri de se-<br />
227
Mustafa CEYLAN<br />
vindirmemişti. Büyük dava adamı, yılmaz mücahitin son<br />
cümlesi “kelime i şahadet” olmuştu. Bu mümtaz büyüğümüzün<br />
şehadetini ideoloji fahişelerinin elindeki medya duyurmamıştı<br />
bile... 25 sene sonra da olsa o satılmışları buradan bir<br />
daha kınıyorum.<br />
Himmetin üzerimize olsun Kemal Amca... Beni yazmaya<br />
teşvik ettiğin o senelerde söylediğin ve hala kulaklarımda çınlayan<br />
sözlerin bize hep ışık olacaktır: HER ÜLKÜCÜ BİRER<br />
YAZAR OLMALIDIR.<br />
Murat Yalçın<br />
http://www.yusufiye.net/modules<br />
php?name=News&file=print&sid=60<br />
228<br />
16.11.2004<br />
Demiştir Ki:<br />
AĞACIN TAHASSÜRÜ<br />
Her Mayıs sonu<br />
Yalnızlığa terk edilen dallarımda<br />
Filizlenirdi bahar yeniden<br />
Bu ayda!..<br />
Bu ayda açar çiçeklerim…<br />
Nerede kaldı o giden sevgililer!<br />
Kara gözlü, elâ gözlü, yeşil gözlü<br />
Böceklerim…
Öldürülen 101 Şair<br />
Bu ayda sevgiyle dolardı ruhum<br />
Yudum yudum!..<br />
Yapraklarıma renk, damarlarıma su..<br />
Veda bal arılarından buseler aldığım günler!..<br />
Tomurcuklarımın şafakta vurulduğu uykusu!..”<br />
BİR DAVA ADAMI: KEMAL FEDAİ<br />
Akkoca Hafız Mehmet’in oğlu olan ve 1927 yılında köyümüzde<br />
doğan Kemal Fedai Coşkuner ilkokul üçüncü sınıfa<br />
kadar köyümüzde, dört ve beşinci sınıfları Güzelsu’da okumuştur.<br />
Sabit Ünal Hocanın isteği ve ısrarı sonucunda Aksu<br />
Köy Enstitüsü’ne kaydedilmiş ve buradan 1945 yılında mezun<br />
olmuştur. O yıllarda “Yoldaş” olan soyadını Coşkuner olarak<br />
ve Kemal olan adını da Kemal Fedai olarak değiştiren Akkoca<br />
Abbasoğlu Kemal Fedai Coşkuner, öğretmen olduktan sonra<br />
Antalya ve Muğla illerinde, Akseki’de ve köyümüzde öğretmenlik<br />
yapmıştır.<br />
229<br />
Kore Savaşı çıktığında, daha askerlik çağı gelmediği halde<br />
Genelkurmay Başkanlığına müracaat edip gönüllü olarak savaşa<br />
katılma isteğinde bulunmuş ama askerliğe çağrılmamıştır.<br />
Daha sonra askerliğini Gölcük’te yedek subay olarak tamamlamış<br />
ve İzmir’in Ödemiş ilçesinin Kaymakçı beldesinde<br />
öğretmenlik mesleğine devam etmiştir. 9 Temmuz 1961 tarihinde<br />
kapalı olan Türk Ocakları İzmir Şubesini açıp faaliyete<br />
geçirmiş, 1963 yılının Ağustos ayında Fedai gazetesini<br />
“Allah’a, Vatana, Hürriyete Fedai” sloganı ile yayın hayatına<br />
sokmuştur. Bir yıl sonra Van iline sürgün edilmiş, ama gitmediği<br />
için açığa alınmıştır. Mahkeme kararı ile görevine iade<br />
edildikten sonra İzmir’in Gültepe Mustafa Kemal, Topaltı ve<br />
Yıldırım Kemal Bey ilkokullarında öğretmenlik mesleğine
Mustafa CEYLAN<br />
devam eden Kemal Fedai’nin son görevi İzmir Halk Eğitim<br />
Merkezi Müdürlüğü olmuştur. 14 Mayıs 1978 tarihinde -soruşturma<br />
yapılmaksızın- bu görevinden uzaklaştırılmış ve<br />
uzun süren mahkemelerden sonra mücadelesini kazanıp tekrar<br />
görevine dönmüştür.<br />
3 Aralık 1979 Pazartesi gününün akşamüzeri daha elli iki<br />
yaşında, köylülerimize ve insanlığa hizmet yolunun belki henüz<br />
başlarında ve asıl verimli çağında çevresi için bir ışık olmaya<br />
başlayacak iken, İzmir’in Agora semtinde, pazar alış<br />
verişinden evine dönerken teröristlerce şehit edilen Kemal<br />
Fedai’nin şairlik, yazarlık ve gazetecilik yönü her zaman öğretmenlik<br />
mesleğinden daha güçlü olmuştur:<br />
230<br />
Köyümüzün tanınmış simalarından olan Fedai’nin yazıları<br />
Serdengeçti, Toprak, İleri, Anadolu, Türk Yolu, Bizim Anadolu,<br />
Komünizmle Savaş, Orkun, Hergün isimli dergi ve gazetelerde<br />
yayımlanmış, Hüryol ve Sonsöz gazetelerinde köşe yazarlığı<br />
yapmıştır.<br />
Vatanda Gurbet (şiir), Kara Sevda (şiir), Kader Çizgileri,<br />
Bu da Benim Köyüm, Mektuplar gibi kitapları da bulunan Kemal<br />
Fedai, İstanbul’da Fedai isimli gazetesini, İzmir’de Siyonizmle<br />
Mücadele ve Fedai isimli dergilerini yayımlamıştır.<br />
Bir toplum insanı olan Kemal Fedai, hayatı boyunca pek<br />
çok dernek, kuruluş ve organizasyonda çalışmış ve yöneticilik<br />
yapmıştır:<br />
1951-1952 Türkiye Milliyetçileri Derneği İzmir Tire Şubesi<br />
Kuruculuğu<br />
1961-1965 İzmir Türk Ocağı Başkanlığı<br />
1965 Adalet Partisi Manisa Milletvekili Adaylığı<br />
1969 Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği Genel Başkanlığı
Öldürülen 101 Şair<br />
1973 Milliyetçi Hareket Partisi Aydın Milletvekili Adaylığı<br />
1977 Milliyetçi Hareket Partisi Antalya Milletvekili Adaylığı<br />
1978 İzmir Türk Ocağı Yöneticiliği<br />
İzmir Ülkü-Bir Derneği Kuruculuğu ve Yöneticiliği<br />
İzmir Ülkü Ocakları Derneği Yöneticiliği<br />
Milliyetçi Hareket Partisi Antalya Bölgesi Müfettişliği<br />
Kemal Fedai’nin Çanakkale Savaşı’nda yer alıp çarpışan<br />
babası için yazdığı üç sayfalık şiirin ilk kıtası:<br />
AKKOCA ABBASOĞLU DESTANI<br />
231<br />
Kurulmuş Anafartalar’da harp divanı,<br />
Her taraf mahşer…<br />
Dilinde tevhit kahraman bir er…<br />
Atılmış siperlere dolu dizgin.<br />
Versin ona Allah selamet;<br />
Akkoca Abbasoğlu Mehmet!<br />
Kemal Fedai’nin Akseki için yazdığı bir şiir:<br />
Bir yurt ki benzemez başka ellere<br />
Yedi dağ üstünden bakar Aksekim<br />
Buzdan pınarlara, karlı bellere<br />
Gönülden sevgiler akar Aksekim
Mustafa CEYLAN<br />
Yer çetin orada, insanlar çetin<br />
Hasmıdır tembellik denen illetin<br />
Olamaz esiri asla zilletin<br />
Ekmeğini taştan söker Aksekim<br />
Yurt kalkınmasında şanımız vardır<br />
Ticari ahlakta namımız vardır<br />
Vatan için coşan kanımız vardır<br />
Sinesinden adam çıkar Aksekim<br />
Yaz gelince dönüş başlar sılaya<br />
Kurulur düğünler, bak sen halaya<br />
Ağustos’ta bütün gözler oraya<br />
Cümle hemşeriyi çeker Aksekim<br />
232<br />
Davullar vurulur, kaşık şakırdar<br />
Dokuzlu beşliler durmaz, takırdar<br />
Ateşler yakılır, dallar çatırdar<br />
Gönlünce muhabbet çöker Aksekim<br />
Baharlar fışkırır yörelerinden<br />
Keklikler ötüşür tepelerinden<br />
Çağıl çağıl akan derelerinden<br />
Hasretin bağrımı yakar Aksekim<br />
Dağ içine hele bir yol varanda<br />
Nergis, çam kokusu her yer saranda<br />
Yaylalar yaylası ulu Geyran’da<br />
Başına çelengi takar Aksekim<br />
Geyran yaylasından haydi geçelim<br />
Doruklardan soğuk sular içelim<br />
Mümkün mü o yere değer biçelim<br />
Dağ, taş sümbül, kekik kokar Aksekim
Öldürülen 101 Şair<br />
Der Fedai, buralar seni eylemez<br />
Ben dağlıyım, gönül ferman dinlemez<br />
Ne kadar coşsam da dağlar inlemez<br />
Sensizlik ruhumu sıkar Aksekim<br />
Sürgün yıllarında yazdığı şiirlerden olan<br />
GÜZ RENGİ HATIRALAR adlı eserinden bir dörtlük:<br />
Teselli diye diye bu yaya yollarında<br />
Saçlarımdaki aklar kovalarken akları<br />
Ağlayan milyonların vefalı kollarında<br />
Ümitsiz seyre daldım güz rengi ufukları<br />
KARGALI ŞİİR<br />
233<br />
80 hanecik garip köyüm.<br />
95 kişi salmış seferberliğe…<br />
Hey gidi koca seferberlik hey!<br />
4 kişi dönmüş geriye…<br />
Helal olsun,<br />
Helal olsun amma<br />
Ah amma!<br />
Göğe baktım karga gak dedi.<br />
Yere baktım,<br />
Tilki girmiş kümesime<br />
Yavrucuklar vak dedi…
Mustafa CEYLAN<br />
(3):SABAHATTİN ALİ<br />
Demiştir ki:<br />
“KÖPRÜDE SABAH<br />
Gece, yavaşça siyah mantosunu sürükler<br />
Vapurlar, şimdi suya bırakılmış kütükler,<br />
Ufuk, banyo edilen bir fotoğraf camıdır..<br />
Dağlar dudaklarını boyar pembe bir tüyle<br />
Köprüde fersiz gözler açılır üzüntüyle<br />
Sabah, ızdırap çeken kalplerin akşamıdır..<br />
234<br />
Kollarını gererken iş bekleyen bir sandal,<br />
İlk ışıklar açılır esmer sularda dal dal;<br />
Rüya görür kıyılar bir uyanık uykuda..<br />
Gecenin bir mehtabı andırırken sonları,<br />
Gemi fenerlerinin ziyadan bastonları<br />
Kaybolur ağır ağır kurşunileşen suda..<br />
Paslı mızraklar gibi uyuklayan direkler<br />
Bir gün yapacakları muhayyel cengi bekler,<br />
Uçuşur beyaz deniz kuşları alay alay..<br />
Buruşuk bir deriyi andırır titreyen su,<br />
İner merdivenlerden ilk vapurun yolcusu,<br />
Uyandırır ihtiyar köprüyü bir tramvay…”
Öldürülen 101 Şair<br />
“25 Şubat 1907’de Edirne Vilayeti’nin Gümülcine<br />
Sancağı’na bağlı Eğridere kazasında doğmuştur. Babası piyade<br />
yüzbaşısı (Cihangirli) Selahattin Ali Bey’in görev yerlerinin<br />
sık sık değişmesi dolayısiyla, ilköğrenimini İstanbul, Çanakkale<br />
ve Edremit’in çeşitli okullarında tamamlamıştır<br />
(1921) Edremit’e göçtüklerinde bölge Yunan işgalinde olduğu<br />
için emekli olan babası aylığını alamamış ve aile çok zor günler<br />
geçirmiştir. İlkokulu bitirdikten sonra parasız yatılı olarak<br />
Balıkesir Öğretmen Okulu’na giren Sabahattin Ali, beş yıl burada<br />
okumuş, daha sonra İstanbul Öğretmen Okulu’nda mezun<br />
olmuştur (1926). Bir yıl kadar Yozgat’ta ilkokul öğretmenliği<br />
yapmış, Millî Eğitim Bakanlığı’nın açtığı sınavı<br />
kazanarak Almanya’ya giderek iki yıl orada okumuştur (1928<br />
- 1930). Yurda döndükten sonra Sabahattin Ali, Orhaneli’nde<br />
ilkokul öğretmenliğine atandı.Aydın ve sonra Konya ortaokullarında<br />
Almanca öğretmenliği yapmıştır.<br />
Konya’da bulunduğu sırada, bir arkadaş toplantısında<br />
Atatürk’ü yeren bir şiir okuduğu iddiasıyla tutuklanmış<br />
(1932), bir yıla mahkûm olarak Konya ve Sinop cezaevlerinde<br />
yatmış, Cumhuriyetin onuncu yıldönümü dolayısıyla çıkarılan<br />
af yasasıyla özgürlüğüne kavuşmuştur (1933). Cezaevinden<br />
çıktıktan sonra Ankara’ya giden Sabahattin Ali Millî Eğitim<br />
Bakanlığı’na başvurarak yeniden göreve alınmasını istemiştir.<br />
Dönemin bakanı Hikmet Bayur’un “eski düşüncelerinden<br />
vazgeçtiğini ispat etmesini” istemesi üzerine Varlık dergisinde<br />
“Benim Aşkım” adlı şiirini yayımlayarak (15 Ocak 1934)<br />
Atatürk’e bağlılığını göstermeye çalışmıştır. Aynı yıl Bakanlık<br />
Neşriyat Müdürlüğü’ne alınmış, Ankara II. Ortaokul’da öğretmenlik<br />
yapmıştır. 16 Mayıs 1935 günü Aliye Hanım ile evlenmiş,<br />
1936’da askere alınmış, 1937 Eylülünde kızı Filiz Ali<br />
dünyaya gelmiştir. Yedek Subay olarak askerliğini Eskişehir’de<br />
tamamlamış, 10 Aralık 1938 de Musiki Muallim Mektebi’nde<br />
Türkçe öğretmeni olarak göreve başlamıştır. 1940 yılında tekrar<br />
askere alınmış, askerliğini yaptıktan sonra Ankara Devlet<br />
235
Mustafa CEYLAN<br />
Konservatuarı’nda Almanca öğretmenliği yapmıştır (1941 -<br />
1945).<br />
236<br />
“İçimizdeki Şeytan” romanı milliyetçi kesimde büyük tepki<br />
toplamıştır. Nihal Atsız’ın hakkında yazdığı hakaret dolu<br />
bir yazıya karşılık dava açmış, dava sırasında çok sıkıntı çekmiştir.<br />
1944 yılında davayı kazanmasına rağmen tepkilerden<br />
kurtulamamıştır. Olaylı duruşmalar sonunda bakanlıkça görevinden<br />
alınmış, İstanbul’a giderek gazetecilik yapmaya başlamıştır<br />
(1945). Ancak fıkra yazdığı La Turquie ve Yeni Dünya<br />
gazeteleri, Tan olayları sırasında tahrip edilince işsiz kalmış,<br />
Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’la Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum<br />
Paşa, Öküz Paşa gibi siyasal mizah dergilerini çıkarmıştır<br />
(1946 - 1947). Ancak, bu gazeteler tek parti iktidarının baskılarıyla<br />
karşılaşmış, dergilerin isimlerindeki Paşa ifadesiyle<br />
“Milli Şef” İsmet Paşa ile alay edildiği iddiası ile kapatılmış,<br />
yazılar ve yazarları hakkında kovuşturmalar açılmıştır. Sabahattin<br />
Ali dergilerde çıkan yazılarından dolayı üç ay hapis yatmış,<br />
karşılaştığı baskılardan bunalmıştır. Ali Baba dergisinde<br />
yayımladığı “Ne Zor Şeymiş” başlıklı yazıda, içinde bulunduğu<br />
durumu şöyle anlatmaktadır: “Çalmadan, çırpmadan bize<br />
ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan<br />
yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu<br />
kadar tehlikeli mi olmalı idi”.<br />
Bir başka dava nedeni ile 1948’de Paşakapısı cezaevinde<br />
üç ay yatmıştır. Çıktıktan sonra zor günler geçirmeye başlamış,<br />
işsiz kalıp, yazacak yer bulamamıştır. Yurt dışına gidebilmek<br />
için pasaport almak istemiş, alamamıştır. Yasal yollardan<br />
yurt dışına çıkma olanağı da bulamayınca Bulgaristan’a kaçmaya<br />
karar vermiş fakat para karşılığı anlaştığı Ali Ertekin<br />
adlı kaçakçı tarafından Jandarma karakolunda katledilmiş,<br />
daha sonra da cesedi 2 Nisan 1948 tarihinde Bulgaristan sınırında<br />
şaibeli bir şekilde bulunmuştur. Sabahattin Ali’yi öldürdüğünü<br />
itiraf eden ve Milli Emniyet mensubu olduğu iddia
Öldürülen 101 Şair<br />
edilen Ali Ertekin, dört yıla hüküm giymiş; fakat birkaç hafta<br />
sonra çıkartılan aftan yararlanarak serbest kalmıştır.<br />
Bulgaristan’ın Eğridere (Ardino) kentinde, Sabahattin<br />
Ali’nin 100. doğum yılı kutlandı. 31 Mart 2007 günü gerçekleşen<br />
toplantıya, başta Bulgaristan Yazarlar Birliği Başkanı<br />
olmak üzere Sofya ve Bulgaristan’ın çeşitli kentlerinden Türk<br />
ve Bulgar yazarlar, şairler, okurlar ve Sabahattin Ali’nin kızı<br />
Filiz Ali katıldı. Bütün eserleri 1950’li yıllardan beri Bulgaristan’daki<br />
tüm okullarda okutulduğundan, Sabahattin Ali bu ülkede<br />
çok tanınan bir yazardır.<br />
Sabahattin Ali yazı yaşamına şiirle başlamış, hece vezniyle<br />
yazdığı ve halk şiirinin açık izleri görülen bu ürünlerini<br />
Balıkesir’de çıkan ve Orhan Şaik Gökyay tarafından yönetilen<br />
Çağlayan dergisinde yayımlamıştır (1926). Servet-i Fünun,<br />
Güneş, Hayat, Meşale gibi dergilerde de yazan (1926 -<br />
1928) Sabahattin Ali, bu arada öykü de yazmaya başlamış, ilk<br />
öyküsü “Bir Orman Hikâyesi” Resimli Ay’da yayımlanmıştır<br />
(30 Eylül 1930). Toplumsal eğilimli bu öyküyü Nazım Hikmet,<br />
şu sözlerle okurlara sunmuştur: “Bu yazı bizde örneğine<br />
az tesadüf edilen cinsten bir eserdir. Köylü ruhiyatının bütün<br />
muhafazekâr ve ileri taraflarını, iptidaî sermaye terakümünü<br />
yapan sermayedarlığın inkişaf yolunda köylülüğü nasıl dağıttığını<br />
ve en nihayet, tabiatın deniz kadar muazzam bir unsuru<br />
olan ormanın muğlâk, ihtiraslı hayatını, kımıldanışların zeki<br />
bir aydınlık içinde görüyoruz”.<br />
237<br />
Sabahattin Ali, af yasasından yararlanarak hapisten çıktıktan<br />
sonra, özellikle Varlık dergisinde yayımladığı “Kanal”,<br />
“Kırlangıçlar”, “Arap Hayri”, “Pazarcı”, “Kağnı” (1934 -<br />
1936) gibi öyküleriyle dikkati çekmiştir. Sabahattin Ali Anadolu<br />
insanına yaklaşımıyla edebiyata yeni bir boyut kazandırmıştır.<br />
Ezilen insanların acılarını, sömürülmelerini dile<br />
getirmiş, aydınlar ve kentlilerin Anadolu insanına karşı takındıkları<br />
küçümseyici tavrı eleştirmiştir. 1937’de yayınlanan
Mustafa CEYLAN<br />
Kuyucaklı Yusuf romanı, gerçekçi Türk romanının en özgün<br />
örneklerinden biridir.”<br />
Demiştir ki:<br />
“DAĞLAR<br />
Başım dağ, saçlarım kardır<br />
Deli rüzgârlarım vardır.<br />
Ovalar bana çok dardır,<br />
Benim meskenim dağlardır.<br />
238<br />
Şehirler bana bir tuzak;<br />
İnsan sohbetleri yasak;<br />
Uzak olun benden, uzak<br />
Benim meskenim dağlardır.<br />
Kalbime benzer taşları,<br />
Heybetli öter kuşları,<br />
Göğe yakındır başları<br />
Benim meskenim dağlardır.<br />
Yârimi ellere verin;<br />
Sevdamı yellere verin;<br />
Yelleri bana gönderin<br />
Benim meskenim dağlardır.<br />
Bir gün kadrim bilinirse<br />
İsmim ağza alınırsa<br />
Yerim soran bulunursa<br />
Benim meskenim dağlardır.
Öldürülen 101 Şair<br />
Sabahattin Ali’nin halk şiirinden esinlenerek yazılmış şiirlerini<br />
içeren Dağlar ve Rüzgâr (1934) adlı kitabı yazın çevrelerinde<br />
ilgi uyandırmış, örneğin Yaşar Nabi, Hakimiyet-i<br />
Milliye’de şu övücü satırları yazmıştır: “Bu kitabın mümeyyiz<br />
vasfı halk edebiyatı tarzında bir deneme teşkil etmesidir. Sabahattin<br />
Ali’nin tecrübeli muvaffak neticeler vermiş. Ve bize,<br />
şiirleri doğrudan doğruya bir halk şairi elinden çıkmamış olduklarını<br />
hissetirmekle beraber, o tanıdığımız ve sevdiğimiz<br />
samimi edayı tattırabiliyor. Komplike imajlardan kaçınılmış<br />
olması, bu şiirlere büyük bir sadelik vermiş.” Ancak, Sabahattin<br />
Ali, bu kitabından sonra şiirle ilgilenmemiş, sadece öykü<br />
ve roman yazmıştır. ‘Leylim Ley’, ‘Aldırma Gönül’ gibi halk<br />
dilinden yararlanarak yazdığı şiirler herkes tarafından bilinir.<br />
Sabahattin Ali, Varlık’ta Esirler adlı üç perdelik bir oyun da<br />
yazmış (1936), ancak bu türü de bir daha denememiştir.<br />
239<br />
Şiir Kitapları:<br />
1934: Dağlar ve Rüzgâr<br />
1937: Kurbağanın Serenadı ve Öteki Şiirler’le birlikte<br />
Bestelenen şiirleri :<br />
“Hapishane Şarkısı V” (Aldırma Gönül - Kerem Güney,<br />
Edip Akbayram)<br />
“Eşkiya Dünyaya” (Zülfü Livaneli)<br />
“Leylim Ley” (Zülfü Livaneli)<br />
“Hapishane Şarkısı I” (Göklerde Kartal Gibiydim / Nazlı<br />
Yarim - Deniz Akyürek)<br />
“Hapishane Şarkısı III” (Geçmiyor Günler - Ahmet Kaya)<br />
“Hapishane Şarkısı 2” (Bir Yürek Kaldı Avucumunda)<br />
(Grup Çağrı)<br />
“Çocuklar Gibi” (Sezen Aksu)
Mustafa CEYLAN<br />
“Kız Kaçıran” (Ahmet Kaya)<br />
“Kara Yazı” (Ahmet Kaya)<br />
“Melankoli” (Ali Kocatepe, Nükhet Duru)<br />
“Eskisi Gibi” (Ben Yine Sana Vurgunum - Ali Kocatepe,<br />
Nükhet Duru)<br />
“Dağlar” (Benim Meskenim Dağlardır-Sadık Gürbüz-<br />
Dağlardır Dağlar-Sezen Aksu)<br />
“Göklerde Kartal Gibiydim” - Grup Çağrı, Volkan Konak<br />
240<br />
Öyküleri :<br />
Değirmen (1935)<br />
Kağnı (1936)<br />
Hanende Melek (1937)<br />
Ses (1937)<br />
Kağnı – Ses (1943 - İki kitap birlikte)<br />
Yeni Dünya (1943)<br />
Sırça Köşk (1947)<br />
Kamyon<br />
Bütün Öyküleri 1 (Aralık 1997, Değirmen, Kağnı ve Ses<br />
kitapları ile birlikte)<br />
Bir Orman Hikayesi<br />
Oyun<br />
Zanaatkarlar (1936)<br />
Romanları :<br />
Kuyucaklı Yusuf (1937)<br />
İçimizdeki Şeytan (1940)<br />
Kürk Mantolu Madonna (1942)
Öldürülen 101 Şair<br />
Derlemeleri :<br />
Markopaşa Yazıları ve Ötekiler (1998)<br />
Çakıcı’nın İlk kurşunu (2002)<br />
Mahkemelerde (2004)<br />
Hep Genç Kalacağım (2008)<br />
Çevirileri :<br />
Tarihte Garip Vakalar, Max Memmerich (1941)<br />
Antigone, Sofokles (1942)<br />
Minna Von Barnhelm, Lessing (1943)<br />
Üç Romantik Hikaye, H. Von Kleist - A.V. Chamisso -<br />
E.T.A. Hoffmann (1944)<br />
Fontamara, Ignazio Silone (1944)<br />
Gyges Ve Yüzüğü, Fr. Hebbel (1944)<br />
Yüzbaşının Kızı, A.S. Puşkin (1944) (Erol Güney ile birlikte)(Kaynak:wikipedia.org)<br />
241
Mustafa CEYLAN<br />
(88): ŞEVKİ<br />
Prizrenli Şevki… 1852 Yılında, bugün Balkanlarda en güzide<br />
Türk şehirlerinden birisi olan Prizren’de doğdu. Asıl adı<br />
Hüseyin. Babası Cafer Sipahî, annesi bir prenses olup Karadağ<br />
Prenslerinden Nikola’ nın kızı Prenses Panayota… Şairimiz<br />
Muhammet Nur’un talebelerinden. 1907’ de Bulgar komitacıları<br />
tarafından vurularak şehid edilmiştir.<br />
Demiştir ki:<br />
242<br />
“Bâde-i “kün”le bizi mest eyledi Allâh’ımız<br />
Ol meyin zevkiyle uğradı bu dâre râhımız<br />
“Küntü kenz”in sırrını anlar mı her dervîş olan<br />
Biz “elest” dervîşiyiz ıtlakdadır dergâhımız<br />
Cübbe vü destâr-ı âriyetden el çektik veli<br />
Âlem-i ma’nîde vardır tâc ile külâhımız<br />
İştibâh-ı zulmet-i şebden bugün âzâdeyiz<br />
Âsümân-ı dilde doğdu devletimiz mâhımız<br />
Ber-murâd olsun derim her iki âlemde bugün<br />
Kim ki olmadı ya oldu Şevki-i hayr-hânımız”
Öldürülen 101 Şair<br />
Divanı iki kez basılmıştır. Ayrıca torunu Turgut Koca’ da<br />
“Şevki-Şiirleri ve Hayatı” adıyla bir eser de yayınlanmıştır.<br />
Bektaşî şairleri arasında önemli bir yere sahiptir. Manastır Askeri<br />
İdadisi’nden mezun olmuş, Piyade subayı olarak orduya<br />
katılmıştır. 1897’de yapılan Yunan harbine katılmıştır. Başpınar<br />
kalesinin fethinde bulunmuştur. Edirne’de 78. Alay Komutanlığı<br />
görevinde bulunmuştur.<br />
Demiştir Ki:<br />
“Yek nazarla gönlümü sayd etdi şahin gözlerin<br />
Âdetince eyledi icrâ-yı âyîn gözlerin<br />
Ta’lim-i ders-i şuhûd eyler nazar erbâbına<br />
Pîşvâ-yı mürşidân-ı mezheb-i dîn gözlerin<br />
243<br />
Şânın ol râh-ı Huda’ya eylese atf-ı nigâh<br />
Gözterir her zerrede Allâh’ı hak-bîn gözlerin<br />
Âdeme pîrâyesin burhân yeter bu zâtına<br />
Vahdet-i hakkı eder tefsîr ü tebyîn gözlerin<br />
Şevkî tahlîs-i girîbân mı ederdi küfreden<br />
Lutf idüp ger itmese îmânı telkîn gözlerin.”
Mustafa CEYLAN<br />
(5): ESAD<br />
Demiştir Ki:<br />
“Bırakmış Ka’bei gönlüm ruh-i dil-dâre yüz tutmuş<br />
Beni ta’n eyleyen zâhid der ü dîvâre yüz dutmuş<br />
Hükümeyler ser-i kuyinde diller dâd-hâhâne<br />
Reâyâ cevrden san kim der-i hünkâra yüz dutmuş<br />
244<br />
Gönül zülfüne düşmek niyetiyle cüst-cû eyler<br />
Kemende düşmeğe ol âhû-yı bîçâre yüz dutmuş<br />
Gönül meyleylemiş müjgânına ol şûh-ı Azra’nun<br />
Halâs olmaz müselmân leşker-i küffâra yüz dutmuş<br />
Müşerref eylemiş Es’ad bugün kâşânemi cânân<br />
Tabîb derd-mendân külbe-i ahrara yüz dutmuş.”<br />
Asıl adı Mehmed Esad, mahlası Esad; Kerkük’te naiblik<br />
görevi yapan babası sebebiyle Naiboğlu Esad adıyla da tanınmıştır.<br />
1821 yılında Davut paşa’ nın sır kâtibidir. Yaşadığı dönemde<br />
bir çok problemli konuyu çözmekle barış elçisi olarak<br />
görevlendirilmiş, çoğunda da başarılı olmuştur. Arap aşiretleri<br />
arasında çıkan isyanda ihtilâfı çözmekle görevlendirilen kuvvetlerin<br />
komutanlığını da yapmıştır. Kethüdalık görevine getirilmiş,<br />
valilik yetkilerini de kullanmıştır. Vali, Bağdat halkını<br />
dinlemez ve şairimize kulak verir. Bunun üzerine halkın isya-
Öldürülen 101 Şair<br />
nı çoğalır ve Bağdat Kadısı Takı Çelebi’ nin başkanlığında<br />
gösteriler tertip edilir. 1833 yılında ramazan ayında teravih<br />
namazından çıkıp Valiliğe giderken, tabanca ile kurşunlanarak<br />
öldürülmüştür. Kerkük şairleri arasında önemli bir yere sahiptir.<br />
Arapça ve Farsça’ya hakimdir.<br />
Demiştir ki:<br />
“Hâk-pây-i yâre geldim şâdumân oldum bugün<br />
Mazhar oldum iltifâta kâmurân oldum bugün<br />
Hadd-i zâtımda gedâ-yı bî-ser ü sâmân isem<br />
Ve lâkin hüsnünle ben şâh-ı cihân oldum bugün.<br />
Ol Mesîhâ-dem sıfatla ey dil oldum hem-zemân<br />
Buldu feyz-i sohbet ile merdüm-i cism tâze cân<br />
Teşne-i hüsrân iken emdim leb-i la’lin hemân<br />
Pir idim âb-ı hayât içdim civân oldum bugün<br />
245<br />
Hamdülillâh tâli’-ı mesûd-bahş-ı yâr ile<br />
Gülşen-i işretde bülbül-veş o gül-i ruhsâr ile<br />
Fırsat el verdi görüşmek kısmet oldu yâr ile<br />
Rû-be-rû zânû-be-zânû nağme-hân oldum bugün<br />
Bir kemân ebrû kemân-keş yâre oldum mübtelâ<br />
Kabza-i cevrinde kadim yâ gibi oldu düta<br />
Dest-i nâzından gelen tîr-i cefâ itmez hatâ<br />
Nêvek-i dil-dûz-ı müjgâne nişân oldum bugün
Mustafa CEYLAN<br />
Rahm idüb insâfa geldi ol civân-ı dil-rübâ<br />
Hânemi sûrî beşaşetle idüb arz-ı vefâ<br />
Kandedir andı beni adımla ol şeyh Es’ad’a<br />
Müjdeler kim sâhib-i nâm ü nişân oldum bugün.”<br />
Demiştir ki:<br />
246<br />
“Bir zaman kim sen idin Yûsuf-i Ken’an güzelim<br />
Nihr ü mâh olmuş idi hüsnüne hayrân güzelim<br />
Reşk iderdi lebine gonca-i handân güzelim<br />
Bâğ-ı hüsnünde bitüb hâr-ı mugaylân güzelim<br />
Bir hayâl eyle ki evvel ne idin şimdi nesin.”
Öldürülen 101 Şair<br />
(6): HÂMÎDÎ<br />
Demiştir ki:<br />
“Başıma düşmüş bir belâ-yı nâgehândır perçemin<br />
Ya’ni zincîr-i cünûn-ı âşıkândır perçemin”<br />
Diyarbakırlı, asıl adı Abdulhamid, hocalarının rahle-i tedrisinde<br />
yetiştikten sonra, sabahları Zinciriye, akşamları da Ulu<br />
Cami medresesinde ders vermiştir. Ve Diyarbakır müftüsü olmuştur.<br />
Ancak, Diyarbakır Valisi ile arası açıktı, sürgünü çıktı.<br />
Şehir dışına çıktıklarında abdest alıp iki rekât namaz kıldı. Bu<br />
esnada Valinin adamlarının saldırısına uğradılar. Şairimiz ve<br />
arkadaşları taş, sopa, ellerine ne geçerse kendilerini savunup<br />
karşı koydular. Ancak, Valinin adamları silâhlı idi. Oracıkta<br />
şairimizi Abdülhamid Hamîdî’yi öldürdüler, oraya defnettilerse<br />
de üç gün sonra defnedilen yerden cesedi çıkarıldı ve şehrin<br />
içine defnedildi.<br />
247<br />
Bu duruma üzülen Bağdat Valisi Davud Paşa, halkın da<br />
şikâyetlerini dikkate alarak, Diyarbakır valisini idam ettirir ve<br />
kesik başını İstanbul’a gönderir.
Mustafa CEYLAN<br />
Demiştir ki:<br />
“Âkıbet eğmedi baş ol bağrı taş kâküllerin<br />
Eyledi esrârımı dünyâya fâş kâküllerin.<br />
Bulmaya sıhhat cihânda dâima bîmâr ola<br />
Yaslanır ol gerdene sâhib-firâş kâküllerin.<br />
Kara giymiş firkate batmış hele benden beter<br />
Zâr ü giryân olduğum itmiş tırâş kâküllerin.<br />
248<br />
Firkat-i hicrin çekerken düşdü dil sevdâlara<br />
Zîr-fesde te kırup gösterdi baş kâküllerin.<br />
El çeküp kat’-ı ümîd itmez Hamîdî haşre dek<br />
Genc-i nakd-i ömrüne olmuş maâş kâküllerin.”
Öldürülen 101 Şair<br />
(7): RÂMİZ PAŞA<br />
Demiştir ki:<br />
“Urılursam n’olur ey âfet-i tannâz sana<br />
Harbe vü nîze sunar gamze-i gammâz sana.<br />
Merd-i meydân-ı vefâ şûh-ı levendâne edâ<br />
Dil-rübâ fitne-i dünyâ der isem âz sana.<br />
Yine sürgün avına çıkdı meğer gamzelerin<br />
Sürüsüyle tutulur âşık-ı ser-bâz sana.<br />
Esb-i nâzı sola vü sağa sürer elde cirîd<br />
Rast geldi gönül ey şuh-ı çep-endâz sana.<br />
249<br />
Yürü var murğ-ı dl-i zârını pek tut Râmîz<br />
Yohsa sayda süzülür gamze-i şehbâz sana.”<br />
Asıl adı Abdullah, Kırım bilginlerinden Abdi Veli paşazade’nin<br />
torunu, Kırım Kadıaskerlerinden Feyzullah Bey’in oğludur ve 9<br />
yaşında öksüz kalmıştır. Öldürülen şairlerimizden Halet Efendi<br />
ile Hurşid Paşa’ nın oluştırduğu ve pusuda bekleyen kuvvetlerin<br />
saldırısı sırasında vücuduna isabet eden üç kurşunla öldürülmüş<br />
bir şairimizdir. Yerköy kalesi önüne defnedilmiştir.<br />
1846-47 yılında yayınlanan 16 sayfalık bir Divançesi bulunmaktadır.<br />
Eğitimini tamamladıktan sonra müderris olur.<br />
Daha sonra Kudüs molla yardımcılığına atanır. Birkaç yıl Kudüste<br />
kalır ve tarikatlere ilgi duyar. İstanbul’a döndüğünde<br />
Mahmud Paşa mahkemesinde Naiblik görevine başlar. Bir yıl<br />
sonra da Ordu-yı Hümayun kadılığı görevi ile Mısır’a gider.
Mustafa CEYLAN<br />
Küçük Ruznamçe ve Mısır Ruznamçeliği görevlerini yapar.<br />
İstanbul’a döndüğünde Kumbarhane, Mühendishane nazırlığı<br />
ile Başmuhasebecilik görevlerini yapmaya başlar. Ve III. Selim<br />
olaylarında, Selim taraftarı diye Kavala’ya sürgün edilir.<br />
Alemdar Mustafa Paşa’nın yardımıyla sürgünden kurtulur.<br />
1808’ de Silistre Valiliğine tayin edilir. Alemdar Mustafa Paşa,<br />
İstanbul’a hakim olunca, şair paşamızı Kaptan-ı derya’lık görevine<br />
yükseltir.<br />
250<br />
Olan olur ve tarih kendi makarasnı çevirmeye başlamıştır.<br />
Durdurulamaz olan bu dönüş de Yeniçeriler isyan bayrağını<br />
açmışlardır. Ramiz Paşa’mız yeniçerilere karşı Alemdar Mustafa<br />
Paşa’yı ve sarayı korumaya çalışırsa da başarılı olamaz.<br />
Kaçar. Sonunda Rusya’ya, oradan da asıl yurdu olan Kırım’a<br />
döner. Kırımda iken, 120 hane halkının tamamını İstanbul’a<br />
gönderir ve Rus seferinde esir düşen Yeniçerilerin kurtulmasını<br />
sağlar. Bu arada saraya ve yetkililere çok sayıda mektup<br />
yazmıştır. Bunlar üzerine affedilir ve Belgrad muhafızlığına<br />
atanır. İstanbul’a dönüşü sırasında çevresinde tatarlardan kurulu<br />
kuvvetler oluşmaya başlar. Bu kuvvetlerle İstanbul’a gelişinden<br />
rahatsız olan Hurşid Paşa ve Halet Efendi, kurdukları<br />
planla onu Bükreş yakınlarında bir pusu kurarark beklemeye<br />
başlarlar. Ve o pusuda öldürülür.
Öldürülen 101 Şair<br />
(8): FERRÎ<br />
Filibe’de,1756-57’de doğmuştur, asıl adı Muhammed’dir.<br />
Vurularak öldürülen, XVIII. Yüzyıl şairlerimizdendir.<br />
Demiştir Ki:<br />
“Mecliste sürâhî ile sâgar öpüşürler<br />
Birbirine meftûn iki dilber öpüşürler.<br />
Gülşende sabâ eyledi tahrîk-i dırahtın<br />
Sarıldı hemân serv ü sanevber öpüşürler.<br />
251<br />
Seyr it de beni eyleme mahrûm-i visâlin<br />
Âşıkları cânân ile bir bir öpüşürler.<br />
Sad gıbta o bezm-i meye dildâde vü dildâr<br />
İster sarılır nâz ile ister öpüşürler.<br />
Ferrî helâk etmeğe ruhsâr ile gamze<br />
Her demde hemân mushaf ü hançer öpüşürler.”<br />
Henüz 30 yaşında iken Divan tertip ettiğini kaynaklar bildirmektedir.<br />
Şehrin şairi (şair-i şehr) adıyla nam zalmış bir<br />
şairimizdir. Beylik Odasına, Defter-i Hakânî’ye devam etmiş,<br />
vezirlerin Divan Kâtiplikleri görevlerinde bulunmuştur.
Mustafa CEYLAN<br />
Demiştir Ki:<br />
“Esrâr-ı dil-i dilber-i tannâz ile söyleş<br />
Var tûtî gibi âyine-i râz ile söyleş.<br />
Sayd-ı dile çeşmin yeter ağyâre duyurma<br />
Ey şûh o sözü şahin ü şahbaz ile söyleş.<br />
Yüz virme nigâhım âzürde iderse<br />
Geh vaz’-ı tegâfül ile gehî nâz ile söyleş.<br />
252<br />
Ebruları vasfında koyup kîl ile kâli<br />
Tenhâda anı hâme-i i’câz ile söyleş.<br />
Râz-ı dil ü aşkı garazın fehm ise ey büt<br />
Ferrî gibi bir mu’cize-perdâz ile söyleş.”
Öldürülen 101 Şair<br />
(9): ŞEMÎMÎ<br />
“Demiştir ki:<br />
Bu divane gönlüm yollarda kaldı<br />
Yârdan ayrılalı bir haber bekler.<br />
Herkese sorar kim yâri gördün mü?<br />
Ağlaya ağlaya bir kamer bekler.<br />
Dilediği dâim giryân olmağa<br />
Kisvetin çıkarup üryân olmağa<br />
Aşkın âteşinde biryân olmağa<br />
Tennure-i tende can ciğer bekler.<br />
İlk yaz baharının eyyâmı geldi<br />
Hasret günlerinin akşamı geldi<br />
Gönül bülbülünün bayrâmı geldi<br />
Yâr ile vasl içün bir seher bekler.<br />
253<br />
Bir kadd-i bâlânın server aşkına<br />
Dünyada misli yok gevher aşkına<br />
Ol serv-i kametli dilber aşkına<br />
Bu divane gönlüm sanevber bekler.<br />
Ol çeşme-i âb-ı hayât aşkına<br />
Zinde eder cümle memât aşkına<br />
Gönlüm bir lebleri nebât aşkına<br />
Vücûdu Mısr’ında bir şeker bekler.”<br />
XVIII. Yüzyıl şairlerimizden. Asıl adı Kemaleddin. İstanbul<br />
camilerinde vaizlik yapar. İstanbul’da dersiam iken Köprülü<br />
Derg ile uzun süren mektuplaşmaları olur. Ve Akçahisar’a<br />
gider. Orada kurşunlanarak öldürülür.
Mustafa CEYLAN<br />
Mezarı İşkodra’ nın Akçahisar Kasabası’nda bulunan Bektaşi<br />
dergâhındadır.<br />
Demiştir ki:<br />
Bizdedir Seb’ul-Mesânî arş-ı Rahmân bizdedir<br />
Mazhar-ı zü’l-Kibriyâyız ulu Sübhân bizdedir.<br />
Nokta-i vâhidde bulduk dört kitâbın mânisin<br />
Âyet-i Kur’ân biziz Şerh ile Tıbyân bizdedir.<br />
Küntü kenzin mânisin hem fehm edüp esrârını<br />
Vâsıl-ı ilm-i ledün ü sırr-ı pinhân bizdedir.<br />
254<br />
Men aref hükmüyle bildik uş vücûdun şehrini<br />
Ârif-i billâh biziz kim asl-ı irfân bizdedir.<br />
Ey Şemîmi teşnedir rencûr olan bitmiş ola<br />
Bizdedir âb-ı hayât ü derde dermân bizdedir.<br />
SON SÖZ:<br />
KABRİMİZ KALIR<br />
Dağların ardına iniyorsa gün<br />
Gölge uzar, hakikatler kısalır;<br />
Nişanlıyım ufuklara, gizliye sürgün<br />
Belki çok uzaklarda kabrimiz kalır.<br />
Mustafa CEYLAN
Öldürülen 101 Şair<br />
(10): MEHMED SUBHİ ÇELEBİ(Ta’likîzade)<br />
1609 Yılında Denizli iline saldıran eşkıya tarafından yakalanıp,<br />
idam edilerek öldürülmüş bir şairimizdir. III Murad ve<br />
III. Mehmed dönemlerinde yaşamıştır. Denizli doğumludur ve<br />
Denizli’ nin eşkiyâlar tarafından ele geçirilmesini önlemek<br />
maksadıyla kurulan halk savunma birimini teşkilâtlandırmış,<br />
halkla beraber eşkiyâya karşı koymuştur. Doğduğu ilin insanlarını<br />
çok seven Mehmed Subhi Çelebizade, Ta’libi Mehmed<br />
Çelebi’nin oğludur.<br />
Demiştir ki:<br />
“Al ele câm-ı safâyı kahve fincânın gider<br />
Bu mesel meşhurdur “huz mâ safâ da’ mâ keder.”<br />
Eserleri:<br />
1- Şehname veya Şemâilname-i Âl-i Osman: Bu eser, Selçuklu<br />
sultanlarından bahseder ve Sultan I. Osman’dan Sultan<br />
III. Murad’a kadar padişaharı ve özelliklerini ele alır.<br />
2-Muradname veya Tebriziye : Özdemiroğlu Osman<br />
Paşa’nın Tebriz seferini anlatan bu eser Sultan III.Murad’a sunulmuştur.<br />
3-Gazavât-ı Osman Paşa: Revaniye adıyla da bilinir. Revan<br />
seferini anlatan bir eserdir. Padişah III. Murad’a sunulmuştur.<br />
255<br />
Demiştir ki:<br />
“Emîrân-ı sancak bî-hükm-i zamân<br />
Dilenci alemdâra döndü hemân.
Mustafa CEYLAN<br />
Şehzadeliği döneminde III.Murad’a bağlanan şairimiz, tam<br />
on iki yıl bu hizmette bulunur. Arada bir padişahın huzuruna<br />
çıkar ve görev ister. Padişah, onu vilayet tahririnde görevlendirir.<br />
Hakkının yenildiğinden bahsederek arada bir padişahın<br />
huzuruna çıkar ve bu sebeple ilerleyemez, makamlarda yükselemez;<br />
en iyisi İstanbul dışında görev yapmak diyerek gurbeti<br />
tercih eder. Özdemiroğlu Osman Paşa ve Ferhat Paşa ile İran<br />
seferine katılır. Hattâ Osman Paşa’ nın kâtipliğini yapar.<br />
Yazdığı eserleri padişaha sunar. Ancak, padişah’tan beklediği<br />
takdir ve iltifatı göremez. Bunun üzerine kırılır, içine kapanır,<br />
kahreder ve Veziriazam Sinan Paşa ile Yanık Seferine<br />
gider. Seferden dönüşte araya hatırı sayılan kişiler girer ve<br />
şairimizi sonunda “Şehnamecilik ve Müteferrikalık görevi” ne<br />
atarlar.<br />
256<br />
Böyledir işte. Şiir bu… Akıl, sır erdiremezsiniz ona. Makam<br />
sahiplerini iyi bilir. Makam sahiplerinin gözünden yüreğine<br />
ve yüreğinden diline düştüğünde kılıktan kılığa girer, şairi<br />
isterse vezir eder, isterse rezil eder. Şairin amacı, makam<br />
sahibinden teşvik ve destek almak ise; şiirin oynak ve kaygan<br />
yapısı hiç belli olmaz, esas amacı şiir olmayan şairi sırt üstü<br />
getirebilir.<br />
Kaderini çizer şairin şiir ve o kaderi Padişah sarayından,<br />
saray koridorlarından memleket sokaklarına kadar uzatır, getirir.<br />
Getirir ve şairin doğduğu evin önünden geçen sokakta eşkıya<br />
kurşunuyla alır canını.<br />
ŞAİRİMİZDEN BİR BEYİT SUNALIM:<br />
Minâre gibi ser-i bülend-i cihân<br />
Dışı doğru ve içi eğri olan.
Öldürülen 101 Şair<br />
SON SÖZ:<br />
URGANA(Gülce-Triyolemsi)<br />
Boynu bükük bir şairim destan yazıp gönderirim can cana<br />
Selam olsun, tavanlardan sallanarak gülümseyen urgana<br />
Kapı duvar, kilit bozuk, hava sisli, umut kendin kaybetmiş<br />
Makinist yok, perde yırtık, sahne çökmüş, seyirciler harbetmiş<br />
Halk olmazsa, koltuk olmaz, masa olmaz; kalem kırık, yaş<br />
yetmiş,<br />
Boynu bükük bir şairim destan yazıp gönderirim can<br />
cana…<br />
257<br />
Mazgallarda, ranzalarda, loş ışıkta, nice yiğit yatıyor<br />
Zindan soğuk, hücre tabut, memleketim gözlerimde tütüyor<br />
Okyanusun ötesinden bir kumarcı vallah bizi ütüyor<br />
Selam olsun, tavanlardan sallanarak gülümseyen urgana…<br />
Mustafa CEYLAN
Mustafa CEYLAN<br />
F-Yolu Kesilerek veya Eşkiyalar Tarafından<br />
Öldürülen Şairler<br />
(1): HAMİDLİ ŞABAN(Selîkî)<br />
258<br />
Asıl adı Şaban olup, Hamidli Şaban olarak bilinen ve şiirlerinde<br />
Selîkî mahlasını kullanan şairimiz, haydutlar tarafından<br />
yolu kesilerek öldürülen şairlerimizdendir. Tepedelen kadılığından<br />
sonra Mankub kadılığına atanmış, kısa bir süre<br />
sonra da bu görevden azledilmiştir. Bunun üzerine ailecek<br />
İstanbul’a yola çıkmış, yolda eşkiyalar tarafından yolu kesilmiş,<br />
ailesi, çocukları ve yanında bulunan bütün yakınlarıyla<br />
birlikte öldürülmüştür.<br />
Hamidli Şaban denmesinin sebebi de, Ispartalı oluşundandır.<br />
Zira, Isparta tarih sinesinde Hamitoğulları Beyliği sınırları<br />
içerisinde idi.<br />
Saçlı Emir’in talebelerindendir. Ayrıca Medine kadısı<br />
Hakimzde’ye de mülazimlik yapmıştır. İlmî derinliğinin iki<br />
kaynağı bunlardır. Kanuni yönetiminin son çeyreğinde yaşamıştır.<br />
O yüzyılda yaşayan Hayalî Bey’in sevmediği ve adını<br />
verdiği birkaç şairin arasında adı geçer.
Öldürülen 101 Şair<br />
Demiştir ki:<br />
“Turrede alnın nihân olsa gözüm giryân olur<br />
Kim kamer gelseydi akrep burcuna bârân olur<br />
Sâkiyâ yağmur gibi yağar dolular meclise<br />
Gülşen-i işretle gönlüm goncası handân olur<br />
Hane-i dilde gamın mihmânım oldukçe benim<br />
Sine tennurunda murğ-i cân u dil biryân olur<br />
Sâkî-i devran ki sağar eyleye sır kâsesin<br />
Bezm-i mihnetde mey-i aşkınla ser-gerdân olur<br />
Zâhire bakma Selîkî bâtının ta’mîr kıl<br />
Bâtını ma’mûr olanın zâhiri virân olur.”<br />
259<br />
Selîkî’ nin eli kalem tutar, bütün eş-dost ve tanıdıkların hatıra<br />
defterlerine süslü harflerle şiirler yazarmış. Hat sanatını<br />
şahane bir şekilde kullanan şaire, zamanın dost meclislerinde,<br />
ellerinde getirdikleri defter ve kâğıtlara, mecmualara şiir yazdırabilmek,<br />
anı bıraktırabilmek için insanlar kuyruğa girerlermiş.<br />
Hattâ, çok yakın dostları ona şaka mahiyetinde takılarak;<br />
“herkes şiirin için değil, hüsn ü hat sanatın için kuyrukta..”<br />
derlermiş.
Mustafa CEYLAN<br />
Demiştir ki :<br />
MÜSEDDES<br />
Gah firkat bir yanedan gönlüme verir elem<br />
Gâh hasret bir yanedan cânıma eyler sitem<br />
Gâh mihnet bir yanedan gösterir râh-ı adem<br />
Gâh gam bir yana canım almak ister neyleyem<br />
Dört yanedan bana olurlar havâle dem-be-dem<br />
Gâh firkat gâh hasret gâh mihnet gâh gam<br />
260<br />
Tîr-i firkat geh delüp bağrım deruna kâr eder<br />
Hançer-i hasret geh dem olur sînemi efgâr eder<br />
Derd-i mihnet kim beni künc-i belâda zâr eder<br />
Gam gam gönlüme geldikçe beni bîmâr eder<br />
Her biri bir yana cânımdan beni bîzâr eder<br />
Gâh firkat gâh hasret gâh mihnet gâh gam<br />
Olmuş iken ol perî aşkında şeydâ bir yana<br />
Kâkülünden var iken başımda sevdâ bir yana<br />
Cevr ederler câna ol yâr-i dil-ârâ bir yana<br />
Dil çekerken cevri ağyâr ile kavgâ bir yana<br />
Cânımı almak için eyler tekazâ bir yana<br />
Gâh firkat gâh hasret gâh mihnet gâh gam
Dil belâ bezminde her dem ney gibi nâlân olur<br />
Gözlerim yaşı şarâb olup ciğer biryân olur<br />
Şem’olup ol bezme cânım rişte-i sûzân olur<br />
Zerd olup benzim dem-â-dem gözlerim giryân olur<br />
Avş içün ben bî-kes ile hem-dem-i yârân olur<br />
Gâh firkat gâh hasret gâh mihnet gâh gam<br />
Öldürülen 101 Şair<br />
Ey Selîkî gâh firkatten nola kılsam figân<br />
Gâh hasretden yeridir yaşın olursa revân<br />
Gâh mihnetden nola olsan za’îf-i nâ-tüvân<br />
Gâh gamdan tan mı olursa vücûdun bî-nişân<br />
Râh-ı aşka girenin yolunda olur her zamân<br />
Gâh firkat gâh hasret gâh mihnet gâh gam”<br />
261
Mustafa CEYLAN<br />
(2): NİKÂBÎ<br />
Keşan kadısı iken, 1540 yılında, yolu kesilerek, eşkiyâlar<br />
tarafından öldürülen bir şairimizdir.<br />
Hat-ı yâkut bulmuşken kemâli<br />
Olımaz la’linin hattı misâli<br />
Kamer ruhsârına mihr öykünürmüş<br />
Yakındır öyle olursa zevali<br />
262<br />
Ayağın toprağıdır nûr u dîdem<br />
Başım tacı seg-i kûyin sifâli<br />
Ne bulursa siler elde avuçta<br />
Geçer nakş ol nigârın destmâli<br />
Dehânının vücûdu mümteni’dir<br />
Dilâ fikr eyleme emr-i muhâli<br />
Cemâlinde hatun mehdî-i kâzib<br />
Belürdi Rûm’da gûyâ Celâlî<br />
Saçın zincîrine dil bağlayaldan<br />
Nikâbî bir delidir bağlamalı<br />
Nikâbî, İznik doğumludur. XVI. Yüzyılın şairleri ve ilim<br />
adamları arasında yer alır. Tezkirelere göre, asıl adı Muhyiddin<br />
Çelebi’dir.
Öldürülen 101 Şair<br />
Derler ki:<br />
Nikâbî, seyyiddir ve dolayısıyla Peygamber soyundan gelir.<br />
İlim ve marifet sahibi bir insandır, amma, İznikli arkadaşı<br />
Kurbî içki ve afyon müptelâsıdır ki onunla nasıl arkadaş olabilir?<br />
Seyyid’in dostu böyle bir kişi ise, Seyyid’ in seyyidliği<br />
de yalandır.<br />
Halk böyle der.<br />
Halk gözden akıllıdır. Gördüğünce boyutlandırır, renk verir<br />
kişi oğluna.<br />
Nitekim, içki ve afyon düşkünü çevrede bir hatuna meftun<br />
olmuş, ona intisab etmiştir ve Nikâbî mahlasını da bu sebeple<br />
almıştır.<br />
Yine derler ki:<br />
263<br />
“Şiiri güzel, gazelleri eşsiz, muhayyel, atasözü ve deyimlerle<br />
örtülü, edası temiz, nazmı yakıcıdır.”<br />
“Şanına muvafık eş’arı ve mahlasına mutabık güftarı vardır.(Lâtifî)<br />
Kanlu yaşunda saçun aksi bu ben mahzûnun<br />
Cime benzer yazılan üstüne ol Ceyhûn’un<br />
Sana âşık deseler yüzüne bakma anın<br />
Benizi öyledir ey sîm-beden altunun<br />
Sen güzellik ile ben aşk ile meşhûr olalı<br />
Halk içinde adı var Leylâ ile Mecnûn’un<br />
Sanma kevkeb görünen dün gece ey mâh sensin<br />
Yerin od eyledi âhım şereri gerdûnun<br />
Kıldı divâne Nikâbî’yi senin bûy-i saçın<br />
Ey yüzü gül saçı sünbül nedir aslı bunun?
Mustafa CEYLAN<br />
SON SÖZ:<br />
KONUMUZ ÖLÜM VE ÖLDÜRÜLEN ŞAİRER OLDU-<br />
ĞUNA GÖRE ÜSTAD NECİP FAZIL KISAKÜREK VE<br />
NAZIM HİKMET’TEN OLSUN<br />
ANNESİZ ÖLÜ<br />
Dün bir cenaze gömdüm bağrıma gizli gizli,<br />
Bu küçük bir çocuktu, sarışın saz benizli:<br />
Taş kesildi yüreğim mezarının başında.<br />
264<br />
Saz benizli bir öksüz, sarışın bir yetimdi,<br />
Bu gömdüğüm cenaze benim muhabbetimdi,<br />
Veda etti hayata doymadan üç yaşına.<br />
Dünden beri gençliğim yarım, kalbim yarımdır.<br />
Bu talihsiz mezarı benim damarlarımdır<br />
Sinirli dallarıyla kucaklayan sarmaşık.<br />
Neşeye hasret giden sevdamın arkasından<br />
Ağlasın istiyorum, bir genç kadın yasından,<br />
Ömrünü damla damla terk ederken bir âşık…<br />
Bir genç kadın ki duysa bu vakitsiz ölümü<br />
Matemini tutmaya kâfi görür gönlümü,<br />
Yine hayata sevda ufuklarından güler.<br />
Hiç can vermiş var mıdır bundan daha elemli;<br />
Yaşarken gözü nemli, ölürken gözü nemli?<br />
Ah annesiz ölüler, sevgilisiz ölüler!<br />
NECİP FAZIL KISAKÜREK
Öldürülen 101 Şair<br />
TABUT<br />
Tahtadan yapılmış bir uzun kutu;<br />
Baş tarafı geniş, ayakucu dar.<br />
Çakanlar bilir ki, bu boş tabutu<br />
Yarın kendileri dolduracaklar.<br />
Her yandan küçülen bir oda gibi,<br />
Duvarlar yanaşmış, tavan alçalmış,<br />
Sanki bir taş bebek kutuda gibi,<br />
Hayalim içinde uzanmış kalmış.<br />
Cılız vücuduma tam görünse de,<br />
İçim, bu dar yere sığılmaz diyor.<br />
Geride kalanlar hep dövünse de<br />
İnsan birer birer yine giriyor.<br />
265<br />
Ölenler yeniden doğarmış; gerçek!<br />
Tabut değildir bu, bir tahta kundak.<br />
Bu ağır hediye kime gidecek,<br />
Çakılır çakılmaz üstüne kapak?<br />
NÂZIM HİKMET
Mustafa CEYLAN<br />
(3): BAHRÎ<br />
1586 Yılının Haziran’ında Kudüs kadılığına atanınca,<br />
Kudüs’e gitmek için yola çıkan, asıl adı Hasan olan şairimiz<br />
Bahrî, yolculuk sırasında bir grup Dürzî eşkiyâsı tarafından<br />
yolu kesilerek öldürülür. Mezarı Trablusşam’dadır.<br />
NA’T<br />
Hâdi-i vâdî –i Hudâ talebî<br />
Fahr-i âlem Muhammed-i Arabî<br />
266<br />
Nakş-i ser-levha –i kitâb-i vücûd<br />
Nakş-bend-i kitâbe-i der-i cûd<br />
Ser-i dil-cûy-i ravza-i ezelî<br />
Şem-i halvet-serây-i lem yezelî<br />
Sun’-ı pîşîn-i kâr-kâhı vücûd<br />
Hâce-i sad-bâr-gâh-i vücûd<br />
Hatem ü pîşvây-ı her mürsel<br />
Evvel-i âhır, âhır-ı evvel<br />
Şâhid-i nâzenîn-i bezm-i şühûd<br />
Şâhid ammâ hakîkaten meşhûd.
Öldürülen 101 Şair<br />
Onu;<br />
Dervişler dervişi, egosunu yenmiş, övünmesini hiç sevmeyen,<br />
ilmî derecelerin üstün noktasına erişmiş, kemalât mertebesinde<br />
bir zat diye tarif ederler.<br />
Kınalızade, “şiir ve inşada denize olan dalgıç gibiydi” ifadesini<br />
kullanır.<br />
Son derece konuksever, misafirlerine izzet ve ikramda bulunmaya<br />
bayılan bir kişiliği varmış.<br />
Üç dil bildiğini ve üç dille de şiirlerini kaleme aldığı belirtilir.<br />
Onu yakınen bilenler, dost-ahbap-yârân meclislerinin müdavimi<br />
ve afyon müptelâsı olduğunu da söylerler.<br />
Balıkesir’in Kızılcatuzla kasabasında dünyaya gelmiştir.<br />
Ailesi hakkında fazla bir bilgi yoktur. Dayısı İbrahim Efendi,<br />
Sultan III. Murad’ın ilk hocasıdır. Şair ve bilgin olan Dürri<br />
Abdülbakî Efendi de şairimizin oğludur. II. Selim’in hocası<br />
Ataullah Efendi’den icazet almıştır. Saraya yakınlığı sebebiyle<br />
de, kısa zamanda önemli görevle atanmıştır. Müderrislik,<br />
kadılık görevleri bunların başında gelmektedir.<br />
267
Mustafa CEYLAN<br />
ŞEM’İYYE KASİDESİNDEN BİR KAÇ BEYİT<br />
“Kâşâne-i vücûdda bir encümen cihân<br />
Ruhsâr-ı âteşîn ile her mâh-pâre şem’<br />
Serkeşlik itme âhı derunumdan it hazer<br />
Serkeşlikle kaldı mı gör rüzgâre şem’<br />
Berbâd olduğun ser-i Hüsrev külâhı Key<br />
Söyler zebânı hâl ile her tâcdâre şem’<br />
268<br />
Zâtın gibi senin yedi meş’alfürûz-i sun<br />
Yakmadı bu sirâce-i zengâr-kâre şem’<br />
Tab’ından itdi rûzede nûr-i istifade şems<br />
Zihninden itdi gice ziyâ istiâre şem’<br />
Meh-rütbetâ sipihr-cenâbâ ki tal’atin<br />
Kasr-i zücâci dîde-i ümmîd-vâre şem’<br />
Tab’ım fürûğ- rûşen ide arş-ı tâkını<br />
Dil hücresinde lûtfûn eli çün edyâre şem’
Öldürülen 101 Şair<br />
SON SÖZ:<br />
DELİRECEĞİM !(Gülce-Buluşma)<br />
Kudüs Kadısı’nın yolu kesilmiş<br />
Yol kesen elinde kurulu düzen<br />
Vurup öldürmüşler<br />
Eşkiyâ Dürzîler<br />
Bir kul eksilmiş…<br />
Ağalar, beyler, işitin, bilin:<br />
Oynamış zikkesi çadırın<br />
Düşen adalet bayrağının<br />
Yüzünü yerden kaldırın…<br />
269<br />
Kaldırın kayalara kapaklanmış kara bulutu<br />
Gitsin, yerleşsin yüce dağlar başına<br />
İğde çiçeklerinin kokusu olan umudu<br />
Tüketmesin ıslanmış kara geceler…<br />
Camekânlar kırılsın,<br />
Kopsun veznelerin hortumları<br />
Ve<br />
Temizlensin eşkiyâlardan yol boyu, dağ yamaçları<br />
Doyurun, giyindirin bayram sabahıdır bu<br />
Yoksulları, yetimleri, açları…<br />
Saat kulesine söyleyin çıkarsın kirlenen gölgeyi üstünden<br />
Yola düzülsün hoşgörü kervanları<br />
Kudüs nere, Musul, Bağdat neresi?
Mustafa CEYLAN<br />
Yemen çöllerinde kaldı Mehmed’im<br />
Çirkin bir oyundur çevremizde oynanan<br />
Ovalar yalan, ırmaklarca gözyaşı<br />
Bayrağa sarılıvermiş gene kaç yiğit<br />
Gelip giderler<br />
Şu feleğin bak işine<br />
Dizin dizin, can can…<br />
270<br />
Kudüs Kadısı’nın yolu kesilmiş<br />
Yol kesen elinde kurulu düzen<br />
İçerden de içerde paslı bir hançer<br />
Oy yanarım,<br />
Oy ağlarım,<br />
Sen duymaz, uyanmazsın be gülüm<br />
Çaresizim, kimsesizim<br />
Yerle bir edilsin Kandil, İmralı yera batsın!<br />
Gül kokulu sabunla yıkansın kürsüler, mikrofonlar<br />
Askerime diş bileyen bu kahpe de kim?<br />
Şu feleğin işine bak<br />
Haksız haklı, masa kırık, hasta hekim<br />
Delireceğim, delireceğim…<br />
Mustafa CEYLAN
Öldürülen 101 Şair<br />
(4): DUHÂNÎ<br />
Kimyager şairlerimizdendir. Günlerden bir gün, dostları O’<br />
nun yanına geldiklerinde dumanlı bir ateşle karşılaşırlar. Bu<br />
yüzden kendisine, dumanlı anlamına gelsin diye “Duhânî”<br />
mahlasını takarlar.<br />
Derler ki:<br />
Sözünü yönetimden, komutandan esirgemediği için yolda<br />
pusu kurularak 1520 yılında öldürülmüş bir şairimizdir.<br />
Asıl adı Ahmed… Kuloğullarından… Babası silâhdar…<br />
Kendisi de önce silâhdar kâtibi, sonra defterdar olur ve daha<br />
sonra da silâhdarlık görevine getirilmiştir. Fatih dönemi sonlarında<br />
İran’a giderek ilim tahsil etmiştir. Bayezid’ın ilk döneminde<br />
yurda dönmüştür.<br />
271<br />
Diyarbakır’ın fethi sırasında, fetihin defterdarı olarak atanmıştır.<br />
İki bin akçelik Beylerbeyi Mehmet Bey tımarına, iki<br />
yüz bin akçelik Hasankeyf sancağının da eklenmesini ister. Bu<br />
teklife Mehmet Paşa olumlu bakmaz. Ve sinirlenerek der ki:<br />
-“Herze söyleme, yaz sen defterdar bey!”<br />
Duhânî, defterdar görevindedir, ama aynı zamanda şairdir.<br />
Şair, şiir yazan demektir.<br />
Şiir, isyankâr; şiir susmaz, şiiri durduramazsınız.<br />
Dumanlar içinde kalan Duhânî’ye bu kadar ağır söz söylenir<br />
de şiir ona “ sus, konuşma, sessiz ol!” der mi hiç?<br />
Demez elbette.<br />
Cevabını anında vermelisin. Susma, durma!<br />
İşte şiirin tahriki, şiirin isyankâr, şiirin hak arama sözcük-
Mustafa CEYLAN<br />
272<br />
leri bunlar.<br />
Duhânî de:<br />
-“Herze söyleyen söyledi zaten!” diye cevabını yapıştırıverir…<br />
Evet, ağır söze, aynı ağırlıkta bir cevaptır bu.<br />
Bir süre sonra, defterdar Duhânî, kırk arkadaşıyla birlikte,<br />
durumu saraya bizzat bildirmek için İstanbul’a yola koyulurlar.<br />
Olan olur…<br />
Şiir devrimcidir demiştik, durmaz örgüsünü örer şiir ve<br />
karşı devrimini dahi kendisi hazırlar.<br />
Aynen öyle de, Duhânî yola çıkacak, Bıyıklı Mehmet Paşa’<br />
yı Padişaha şikâyet edecek ha?<br />
Yüz harami, yola düşer ve Mardin yakınlarında pusuya düşürürler<br />
Duhânî ve arkadaşlarını. Duhânî, orada, çarpışma sırasında<br />
öldürülür.<br />
Osmanlı döneminde, çok sayıda şairimiz öldürülmüştür.<br />
Bunların çoğu taht-saltanat-hakimiyet ve güç kavgalarından<br />
meydana gelmiştir. Tek adam saltanatının devamının sağlanabilmesi<br />
için, saray, kendi karşısında kuvvetli kişiler ve<br />
teşkilâtlanmaları istememiştir. Mesele o kadar ileri taşınmıştır<br />
ki, kardeşler birbirini, hattâ babalar oğullarının canını almak<br />
durumunda kalmışlardır.<br />
Tek adam, sultan yönetimin genel kuralı bu.<br />
Şairler, gözlerini budaktan, sözlerini sutandan esirgemeyenlerdir.<br />
Ağız frenini en zor kullanan, hattâ kimi zaman frensizliği<br />
kendisine yakıştıran şairler; söyledikleri, kısa, anlamlı,<br />
iz bırakan, sarsan, titreten ve korkutan sözlerle canlarından<br />
olmuşlardır.
Öldürülen 101 Şair<br />
Duhânî de “Herze söyleme!” sözüne,<br />
-“Herzeyi söyleyen söyledi” diyerek, canından olmuştur.<br />
Söz, şiirin taa kendisidir. Sözün en etkilisi, en duygulusu<br />
en iyi şiirdir denebilir. O yüzden kalıcı şiir, has şiir en etkili<br />
şiirdir. İz bırakan, unutulmazlar arasına giren şiirker etkili sözlerden<br />
meydana gelen şiirlerdir. Duhânî kimyagermiş, işte,<br />
sözün kimyası da önemli ve can alıvermekte. Pusu kuruvermekte<br />
önüne insanın.<br />
Mesleğin, meşrebin ve mezhebin ne olursa olsun; her kim<br />
olursan ol; şiir, mutlaka ve mutlaka senin yüreğinde ise, yüreğine<br />
şekil verir, dilinin yayına kendince, şiirce ayar çeker. Farkına<br />
bile varamazsın. Hiç ayırdımsız koşan şiir, yüreğindeyse,<br />
dilin senin için çok önemlidir. Dikkatli olasın! Bak, dili yüzünden,<br />
şiirin dili yönlendirmesi yüzünden ne kadar çok öldürülen<br />
şairimiz var, görmüyor musun?<br />
273<br />
Bizim Hüsnü’ye bir soru sorayım dedim.<br />
-“Bu kadar komutan, bey, paşa var dalga dalga dalgalanıp<br />
Silivri’de mecburi tatile çıkan. İçlerinde şair var mı ki acaba?<br />
Varsa kimler? Yoksa, neden şair yok?”<br />
Hüsnü, umarım en kısa sürede cevap verir bu soruma…<br />
Kimyager Duhânî’yi yazan mühendis Ceylan’dan selâmlar<br />
olsun Bizim Hüsnü’ye…
Mustafa CEYLAN<br />
SON SÖZ :<br />
DUMANLI DAĞLAR BAŞINDA<br />
Dumanlı dağlar başında<br />
Açar mı hiç sultan çiçek?<br />
Bin canım olsa verirdim<br />
Ben yalanım, o gerçek…<br />
274<br />
Söz vardır yâre gider<br />
Söz vardır sözü n’ider?<br />
Kimyası düzgün dilden<br />
Çıkan söz zikir eder.<br />
Dudaktan öte boşluk<br />
Ses teli değil taşlık<br />
Gül kopar diken kalır<br />
Yıkılır arkadaşlık.<br />
Mardin yakınlarında ihanet gecesinde<br />
Kesilir kervan yolu gene<br />
Duhanîler düşer toprağa<br />
Gelincik kırmızısı boz tarlada ipeksi<br />
Masumların kanıdır giyindiği çiçeğin<br />
Tutmayın buralarda beni gayri<br />
Hesap sormaya dar geçitlere<br />
Ve sağır tepelere gideceğim.
Öldürülen 101 Şair<br />
Ey ekran, mikrofon, eğri duvar ey!<br />
Mürekkebi kan diye içen defter<br />
Petrol boru hattı yarılmış ortasından<br />
Orada petrol, burada gözyaşı ve ter<br />
Söz söyle kes savaşı Sultanım<br />
Yeter!<br />
………Yeter!<br />
Mustafa CEYLAN<br />
275
Mustafa CEYLAN<br />
(5): ÜMNÎ<br />
XVII. Yüzyılın son yarısında yaşamış, Diyarbakır’da doğmuş,<br />
asıl adı Mehmed olan şairimiz, Bağdat civarında nehir<br />
kenarındaki –bir bataklıkta pusu kuran şakiler tarafından şehid<br />
edilmiştir.(1692-93)<br />
Demiştir Ki:<br />
“Nergisleri o gonca-femin fitne-cû gerek,<br />
Ra’nâ yı hüsn olanlara elbette bû gerek.<br />
276<br />
Dâmen-keş olan girye-i âşıkdan ey sanem,<br />
Bilmez misin ki servin ayağına cû gerek.<br />
İtme zülâl-i valsını uşşâkdan diriğ,<br />
Dil-haste-gânı hicre ki hem vâre su gerek.<br />
Küstâhî-i nigâhıma incinme a dilber,<br />
Mümtâz-ı dehr olmağa da reng ü rû gerek.<br />
Ümnî bu nazma peyrev olan ehl-i meşrebin<br />
Tab’-ı selîm dikkat-i hod hem-çü mû gerek.”<br />
Savaşçı, silâhşör, attığını vuran, gözüpek ve korkusuz bir<br />
kişiliği bulunan şairimiz, av törenlerini okuduğu şiirlerle adetâ<br />
mahşer yerine çevirirmiş. Av değil, edebiyat meclisi sanki…<br />
Mehmet Ağa adıyla da tanınmıştır. Valilerin hizmetinde çeşitli<br />
görevlerde bulunur. Özellikle Şam Valisi Ahmet Paşa’ nın<br />
yanından ve hizmetinden ayrılmaz, onun kethüdası olur. Ah-
Öldürülen 101 Şair<br />
met Paşa, Şam’dan Bağdat’a veya Basra’ya tayin edildiğinde<br />
yanında kethüdasını da götürmüştür. Zamanında şairliği ile<br />
çok ünlü olmuş ve asrının şairi sıfatıyla adı söylenir olmuştur.<br />
Demiştir Ki:<br />
“Esbâb-ı hüsnden leb-i cânâne kâni’ol<br />
Bu gülşen içre bir gül-i handâna kâni’ol<br />
Çekme şarâb-ı bezm-i safânın humârını,<br />
Ser-çeşme-i ciğerden akan kana kâni’ol.<br />
Olmaz şarâb-ı Lem-yezelî herkese nasîb,<br />
Ey Hızr-ı teşne çeşme-i hayvâna kâni’ol.<br />
277<br />
Elbette âh-ı râm ider ol serv-i serkeşi,<br />
Sen ey şirişk bûse-i dâmâne kâni’ol.<br />
Hurşîd-i subh-i vuslat ümidiyle Ümnî’yâ,<br />
Hem-vâre zulmet-i şeb-i hicrâna kâni’ol.”
Mustafa CEYLAN<br />
(6): BÜLENDÎ<br />
Asıl adı İbrahim. XVII. Yüzyıl şairlerimizden. Evini basan<br />
eşkiyâlar şairi yaralamış, aldığı yaralar iyi olmayınca birkaç<br />
gün sonra ölmüştür.(1629-30)<br />
RÜBAİLER<br />
Kâşâne-i şâh-ı dehre mihmân olmam<br />
Mahlûk mürüvvetiyle şâdân olmam<br />
Üftâde-i ka’r-ı çâh-ı Bâbil olsam<br />
Minnetkeşi-i rîsmân-ı nâdân olmam<br />
278<br />
Hayfâ ki sevüb Bülendî’ya o şâhı<br />
Arturdı dil-i belâkeş âh ü vâhı<br />
Tarîk-i şeb anlama yaşım tuğyânı<br />
Söndürdü çıkub semâya şem-i mâhı.<br />
Edirne’de eğitim ve öğretim görmüştür. Kaynaklarda hakkında<br />
az bilgi vardır. Edirne yakınlarındaki Timurtaş Köyü’nün<br />
hatipliği görevini yürütmüştür. Gülşenî tarikatına intisap etmiştir.<br />
Boyu kısa olduğundan önceleri “Kütehî” mahlasını<br />
kullanmıştır. Sonradan Bülendî mahlasını almıştır.<br />
BEYİTLER<br />
Bak benim mir’ât-ı ruhsârım safâsına dime<br />
Söyledirsin şimdi ben tûtî makâli dilberâ.<br />
Teng oldı o denlü gözüme giryeden âlem<br />
Mihr-i ruhını görmeğe kalmadı mecâlim
Öldürülen 101 Şair<br />
(7): MÜŞTAK BABA<br />
Demiştir ki:<br />
“Candan geçerem her dem cânânımı gördükçe<br />
Ebkem olurum billâh sultânımı gördükçe.<br />
Bu hasret ile varsam gül-zârı temennâya<br />
Bülbüller olur hayrân efgânımı gördükçe.<br />
Dâire-i aşk içre devrân iderem giryân<br />
Gâfiller olur handân devrânımı gördükçe.<br />
Bir görmek ile ey dost oldum sana efkende<br />
Bâri meded it çeşm-i giryânımı gördükçe.<br />
Takrîr idemem Müştâk efsâne-i hicrânı<br />
Erbâbı bilür ancak dîvanımı gördükçe.”<br />
279<br />
“Anadolu’da yetişen evliyânın büyüklerinden. İsmi, Muhammed<br />
Mustafa Müştak Efendidir. Babası Seyyid Süleyman<br />
Efendi olup, anneleri tarafından soyu Seyyid Abdülkâdir<br />
Geylânî hazretlerine ulaşır. 1758 (H.1172) senesi Bitlis’te<br />
doğdu. 1831 (H.1247) senesi Muş’ta bozuk itikatlı kişiler tarafından<br />
şehîd edildi. Kabr-i şerîfi Muş Kabristanlığının orta yerinde<br />
olup, ziyâret yeridir.<br />
Müştâk Efendi, tahsîlini Bitlis ve civârında yaptı. Amcası<br />
Hacı Mahmûd Hocadan okudu. Kur’ân-ı kerîmi ezberledi.<br />
Kırâat ilminde üstün bir dereceye yükseldi. Hattat olup, çok<br />
güzel yazı yazardı.<br />
Önceleri Hakkârî beylerinden olan Müştak Kadîrî’nin<br />
idâresinde yirmi iki köy vardı. Diğer amcası Hasan Şirvânî’nin<br />
sohbetlerinde kalb gözü açıldı. İlâhî aşka tutuldu. Beyliğini ve
Mustafa CEYLAN<br />
malını görmez oldu. Hocası Şirvânî’den hiç ayrılmadı. Onun<br />
ileri gelen talebelerinden oldu. Yetişip kemâle geldi. İcâzet,<br />
diploma ile şereflendi. Her İslâm âlimi gibi hocasını çok sever<br />
ve;<br />
“Pîrimiz, sultânımız Hâcı HasanŞirvânî’dir.<br />
Ahseni takvîme hayrân olmuşuz, hayrânıyız.”<br />
beytini çok okurdu.<br />
Tasavvuf yolunun basamaklarından seyr ve sülûku tamamlayınca<br />
Bağdât’a gitti. Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin<br />
kabr-i şerîfini ziyâret etti. Bu ziyârette mânevî iltifâtlara<br />
kavuştu.<br />
280<br />
Müştâk Efendi, Bağdât’a gidişinin mânevî bir dâvetle olduğunu<br />
bildirmektedir.<br />
“Bağdât şeyhinden bir nidâ işittim.<br />
O yüksek şâh evliyâlar pâdişâhından<br />
Hazret-i şeyh bana dedi ki: Gel ey Mustafa!”<br />
Müştâk Efendi Bağdât’ta, Nakîb-ül-eşrâftan (Seyyid ve<br />
şerîflerin işleriyle ilgilenen makâm) icâzet aldı. Müştâk Kâdirî,<br />
Bağdât’tan Hindistan’a Serendib’e gitti. Orada Âdem<br />
aleyhisselâmın makâmını ziyâret etti. Sonra Hicaz’a gelerek,<br />
hac vazîfesini yerine getirdi ve Peygamber efendimizin<br />
mübârek kabr-i şerîfini ziyâret etti. Dîvân’ında bu ziyâreti<br />
esnâsındaki hudutsuz sevincini şöyle bildirdi:<br />
“Ser-i Livây-i Enbiyâsın, hiç sana olmaz misâl,<br />
Şevkle Müştâk’ınım etmekteyim azmi Hicâz.<br />
Saray-ı devletin dar-ül-emândır yâ Resûlallah.”
Öldürülen 101 Şair<br />
Müştâk Kâdirî hazretleri, önce İstanbul’a sonra da<br />
Trabzon’a geldi. Halkın pek ziyâde hürmet ve saygısıyla karşılaştı.<br />
Sultan Üçüncü Selîm Hanın sadrâzamlarından Yûsuf<br />
Ziyâ Paşanın yanında orduyla birlikte gazâya katıldı. Kudüs<br />
ve Şam’a uğradı. Kudüs-i şerîfte şu güzel kıt’ayı terennüm<br />
eyledi:<br />
Sahrâtullaha bi-ayn-ı ibret,<br />
Kim bakarsa olur ehl-i rikkat,<br />
Kara taş olsa çü kalb-i Müştâk,<br />
Nerm olur bu ne acâib hikmet!”<br />
Müştâk Kâdirî hazretleri 1790-1814 senelerinde İstanbul’a<br />
geldi. İstanbul’da iken, Eyyûb Sultan’da Selâmi Efendi<br />
Dergâhında ikâmet etti. Müştâk Efendi Bitlis’e döndüklerinde<br />
İbrâhim-i Edhem ismini verdikleri bir oğlu oldu. Bu oğlu Edhem<br />
Baba adıyla meşhûr oldu. Müştâk Efendi, iki kızından<br />
birini saraydan Ahmed Beye, diğerini Ahmed Muhlis Paşaya<br />
nikâhladı. İstanbul’da iken, âlimlerin meşhurlarından Hoca<br />
Neş’et Efendi ile görüştü. Onunla Mesnevî ve hadîs-i şerîf<br />
üzerinde sohbette bulundu. Müştâk Efendi, Dîvân’ında bu konuda;<br />
“Hazret-i Neş’et gibi üstâda hemdem olmuşum.” diye<br />
yazmaktadır.<br />
281<br />
Müştâk Efendi, Konya’ya hazret-i Mevlânâ’yı ziyârete gitti.<br />
Orada bereketlenmek için Mesnevî-i Şerîf okuttu. Konya<br />
eşrâfından çok yakınlık ve sevgi gördü. Müştâk Efendi,<br />
İstanbul’a oradan da Muş’a giderek insanlara ilim öğretmeye<br />
devâm etti. Ayrıca, Erzurum’a da uğradı. Orada bir çilehânesi<br />
vardı. Çok talebe yetiştirdi. Kendilerine icâzet, diploma verdiği<br />
talebelerinin en meşhûrları şunlardır: Oğlu Hacı İbrâhim<br />
Edhem Bâbâ Efendi, İstanbul’da Etyemez’de Gümüş Baba<br />
Dergâhı şeyhi Seyyid Sa’dullah Efendi, Erzurum’da İbrâhim-i<br />
Edhem Efendi, İstanbul Haseki’de Başmak Şerif Dergâhı şeyhi<br />
Musullu Baba Efendi, Mehmed Celâl Paşa, Ahmed Cemâl
Mustafa CEYLAN<br />
Paşa ve başkalarıdır.<br />
Müştâk Efendi; uzun boylu, geniş göğüslü, nûrânî yüzlü,<br />
elâ gözlü, çekme burunlu, heybetli, sohbeti hoş, fakir ve<br />
fukâraya yardımı çok seven bir zâttı.<br />
Müştâk Efendi, Hakkârî beylerinden olduğu halde dünyâ<br />
malı ve rütbelerinden yüz çevirmişti. Babalarından kendilerinin<br />
idâresine giren yirmi yedi köydeki ne kadar mal varlığı ve<br />
geliri varsa, hepsini terk etmişti. Mânevî saltanat ona, dünyânın<br />
yanında üstün ve kıymetli olmuştu. Kâdirî yolu önde gelenleri<br />
arasına girmişti.<br />
Müştâk Efendi elini ne zaman cebine soksa avuç avuç altın<br />
çıkarırdı.<br />
282<br />
Müştâk Efendinin ömrü, insanlara hizmetle geçti. Muş’ta<br />
iken bozuk îtikâd sâhibi kimselerin hücûmuna uğradı. Evinde<br />
seccâdesi üzerinde ibâdetle meşgûl iken boğularak şehîd edildi.<br />
Seccâdesinin altından bir kâğıda yazılı şu na’t-ı şerîf çıktı.<br />
“Yâ Resûlallah! Ulüvv ü şân senin,<br />
Server-i kevneynsin, fermân senin,<br />
Dest-i hükmünde şehâ çevgân senin<br />
Top senin, cevlân senin, meydân senin,<br />
Söz senin, sohbet senin, devrân senin.”<br />
Müştâk Efendi, şehâdetini önceden dostlarına haber vermişti.<br />
Kendisi bu ilâhî takdîre boyun eğdi. Şehîd edildiğinde<br />
yetmiş beş yaşındaydı. Bir gün kırk kurban kestirip, etini fakir<br />
fukarâya dağıttırdı. Sonra da dergâhında el açıp; “Yâ Rabbî!<br />
Bu âciz kuluna şehîdlik rütbesini ihsân et. Ancak o zaman sevgili<br />
kulun Hasan’ına kavuşurum.” diye duâ ve niyâzda bulundu.<br />
Duâsı kabûl edildi.
Öldürülen 101 Şair<br />
Cânânı buldu hasta gönül, cânı istemez,<br />
Bir hastadır ki çâre-i Lokmânı istemez.<br />
Zencîr-i zülf ile Pâbend olan gönül,<br />
Bâğ-ı cinânda sünbül ü reyhânı istemez.<br />
Ehl-i kemâle nazîm bildirdi kendini,<br />
Müştâk, eğerçi şöhret ile şânı istemez.”<br />
Müştâk Efendinin Fârisî dilinde çok kıymetli şiirleri vardır.<br />
Eserlerinden bâzıları şunlardır: 1) Dîvân, 2) Âsâr-ı Müştâk<br />
Esrâr-ı Uşşâk, 3) Mektûbât-ı Müştâk, 4) Bahârnâme.<br />
UNUTULAN ÇAKI<br />
Müştâk Kâdirî hazretlerinin Erzurum’da konağı ve meyve<br />
bahçeleri vardı. Müştâk Efendi burada dinlenirdi. Bir zaman<br />
Müştâk Kâdirî hazretleri İstanbul’a gittiler. O sırada Erzurum’daki<br />
evinin bahçesinde meyveler ve sebzeler yetişmiş,<br />
olgunlaşmıştı. Bahçıvan bunları toplarken; “Âh Müştâk Efendi<br />
hazretleri burada olsaydı tâzece bunlardan ona takdim eder,<br />
o da bana bahşiş verirdi.” diye gönlünden geçirdi. O sırada<br />
Müştâk Efendi evden çıkıp yanına geldi ve bahçıvana selâm<br />
verdi. Oradaki çimenlerin üzerine oturdu. Bahçıvan ile konuşup<br />
hal hatır sordu. Bahçıvan bu hâle şaşırdı. Hemen meyvelerden<br />
toplayıp getirdi. Müştâk Efendi de cebinden sedef çakısını<br />
çıkarıp, bir iki tane meyve soyup yedi. Koynundan bir<br />
avuç altın çıkarıp bahçıvana bahşiş verdi. Sonra da geldiği<br />
gibi eve girdi. Fakat çakısını unuttu. Bunu gören bahçıvan çakıyı<br />
alarak arkasından koştu ve evinin kapısını çaldı. Kapıya<br />
evin hanımı çıktı. Ona; “Efendi hazretleri az önce çakıyı bahçede<br />
unutmuşlar. Onu getirdim.” dedi. Evin hanımı ve hizmetçiler<br />
bu işe şaşıp; “Efendi hazretleri burada değil, İstanbul’da<br />
biliyorsun.” dediler. Hanımı çakıya baktığında onun Müştâk<br />
Efendiye âid olduğunu anladı ve çakıyı alıp sakladı. Üç ay<br />
283
Mustafa CEYLAN<br />
sonra Müştâk Efendi İstanbul’dan geri döndü. Durumu hanımı<br />
kendilerine anlattığında, Müştâk Efendi; “Bunlar olan şeylerdir.<br />
Bahçıvan bizi çağırmıştı. Biz de gönlü hoş olsun diyerek<br />
geliverdik. Sonra da gittik.” buyurdu. Çakıyı ise bahçıvana<br />
hediye ettiler.(Kaynak: http://www.biriz.biz/evliyalar/ea1060.<br />
htm)<br />
Eserleri :<br />
Türkçe Divanı, Âsâr-ı Müştâk Esrâr-ı Uşşâk, Mektûbât-ı<br />
Kimyâ-yı Müştâk, Bahârname.<br />
284<br />
Demiştir ki:<br />
“Cânânı buldu hasta gönül cânı istemez<br />
Bir hastadır ki çâre-i Lokmân’ı istemez.<br />
Devrinde buldu derdine dârû-yi sıhhatı<br />
Oldur sebep ki bir dahi dermânı istemez.<br />
Zincîr-i zülf-i yâr ile pâ-bend olan gönül<br />
Bâğ-ı cinânda sünbül ü reyhânı istemez.<br />
Ruhsar-ı dil-şikârına her kim nazar kılur<br />
Mâh-ı münîri mihr-i dırahşânı istemez.<br />
Ehl-i kemâle nazm ile bildirirdi kendin,<br />
Müştâk eğerçi şöhret ile şânı istemez.”
Öldürülen 101 Şair<br />
G-Savaşta Şehid Düşenler veya<br />
Savaşta Öldürülen Şairler<br />
(1): KAĞIZMANLI HIFZI<br />
1893 Yılında Kağızman’da doğdu. Asıl adı Recep’tir. 4 yaşında<br />
medrese eğitimi görmeye başladı ve sonraki 5 yıl içinde<br />
Kur’an’ı ezberleyerek hafız oldu. 15 yaşından itibaren de çevredeki<br />
çocuklara Kur’an dersleri verdi.<br />
Küçük yaşlarda şiire ilgi duyan Hıfzi, kendi adından çok<br />
Hafız adıyla bilinir. Kendisi de zamanla bunu Hıfzi biçimine<br />
dönüştürerek mahlas olarak kullandı.<br />
Dönemin bilinen âşıklarından Kağızmanlı Yusuf Sezai’den<br />
bağlama çalmayı öğrenen Hıfzi, ayrıca alışılagelmiş bu geleneğin<br />
dışında def ve kaval çalmasıyla da bilinir. Önceleri ezberleyip<br />
söylediği eski usta malı şiirlerin yanında kendi şiirlerini<br />
de yazmaya başladı.<br />
Suna adlı bir kızla evlenen Hıfzi, birgün bahçede beliren<br />
ışık içindeki bir kızı gördükten sonra bayıldı. Ertesi sabah<br />
Hıfzi’yi orada bulanlar eve getirdiler. Bir süre sonra kendisini<br />
ziyarete gelenlerin arasında gördüğü bir kızı bahçede gördüğü<br />
ışık içindeki kıza benzetti. Bu olayı ve sonrasındaki gelişmeler<br />
Hıfzi’nin bâde içmesi olarak kabul edildi.<br />
Şairimiz 18 yaşına geldiğinde kendisinden üç yaş küçük<br />
olan Suna ile evlenmesine evlenmiştir amma, bir süre sonra karısının<br />
kız kardeşine yani baldızına âşık olur ve Anşa adlı baldızını<br />
kaçırır. Kendi kardeşi Dursun usta tarafından yakalanır ve<br />
Anşa ailesine teslim edilir. Bu olaydan sonra Şaban Köyü’ne<br />
giden şairimiz, orada bir yıl imamlık yaptıktan sonra tekrar<br />
Kağızman’a döner.1918 Mart’ında eşi Suna vefat ednce üç çocuğuna<br />
hem annelik, hem de babalık yapmak zorunda kalır.<br />
285
Mustafa CEYLAN<br />
Demiştir ki:<br />
MEVLA BİLİR<br />
Benim derd-i derunumu<br />
Ben bilirim Mevla bilir<br />
Bir canımda kaç yaram var<br />
Ben bilirim Mevla bilir<br />
286<br />
Çünkü var aşkın emrazı<br />
Âşıkların inkırazı<br />
Takdirde razıyım razı<br />
Ben bilirim Mevla bilir<br />
Girdik on beş yaşımıza<br />
Ağu düştü aşımıza<br />
Neler geldi başımıza<br />
Ben bilirim Mevla bilir<br />
Bu aşk beni paraladı<br />
El içinde karaladı<br />
Kaç yerimden yaraladı<br />
Ben bilirim Mevla bilir<br />
Hıfzi’nindir hakka virdi<br />
Hak diyenler hakka erdi<br />
Bende yığılan bu derdi<br />
Ben bilirim Mevla bilir
Öldürülen 101 Şair<br />
Enver Paşa’ nın Sarıkamış harekâtından sonra Ruslar, Kars<br />
ve çevresinde birçok katliam yaparlar. 3 Mart 1918’de yapılan<br />
anlaşma ile Kars ve Batum Türkiye sınırları içinde kalır. Bu<br />
olayı bahane eden Ermeniler, köylere ve kasabalara saldırırlar.<br />
Hatta Kağızman hapishanesine girerek bütün mahkûmları da<br />
katlederler. Henüz 25 yaşında olan şairimiz, kafasından ve<br />
karnından aldığı süngü darbeleri sonucu şehid olur.<br />
Demiştir ki:<br />
Uyan Ey Gözlerim<br />
Uyan ey gözlerim hab-ı gafletten<br />
Alem ür’şan oldu vakit şafaktır<br />
Günde yüz bin katar gelip de geçer<br />
Faniden bakiye geçmesi haktır<br />
287<br />
Ömrüm bir bahardır cismim bir yaprak<br />
Birgün gazel olur döker el firak<br />
Ayağın altında bastığın toprak<br />
Akıbet serinden üst olacaktır<br />
Hıfzi çok salınma kaddin eğersin<br />
Felek koymaz dal budağın göversin<br />
Gönül yücelenme kabre değersin<br />
Asıl hakkın senin kara topraktır
Mustafa CEYLAN<br />
Gene demiştir ki:<br />
Sefîl baykuş ne gezersin bu yerde<br />
Yok mudur vatanın, ellerin hani?<br />
Küsmüş müsün selâmımı almadn?<br />
Şeydâ bülbül şirin dillerin hani?<br />
Ecel tuzağını açamaz mısın?<br />
Açıp da içinden kaçamaz mısın?<br />
Âzâd eyleseler uçamaz mısın?<br />
Kırık mı kanadın kolların hani?<br />
288<br />
Bir kuzu koyundan ayrı ki durdu,<br />
Yemez mi dağların kuşuyla kurdu?<br />
Katardan ayrıldın şahin mi vurdu?<br />
Turnam teleklerin, tellerin hani?<br />
Aç mısın, yok muudr ekmeğin, aşın?<br />
Odan ne karanlık yok mu ataşın?<br />
Hanidir güveyin, hani yoldaşın?<br />
Hani kapın, bacan; yolların hani?<br />
Kara yerde mor menevşe biter mi?<br />
Yaz baharda İshak kuşu öter mi?<br />
Bahçede alışan çölde yatar mı?<br />
Uyan garip bülbül güllerin hani?
Öldürülen 101 Şair<br />
Orda yorgan, döşek, yastık var mıdır?<br />
Bu geniş dünyada yerin dar mıdır?<br />
Arkan tahta duvar, önün yar mıdır?<br />
Hani kapın, bacan; yolların hani?<br />
Dolanlrdın sol ve sağlarımızda,<br />
Körpe maral idin dağlarımızda,<br />
Taze fidan idin bağlarımızda,<br />
Felek mi budadı, dalların hani?<br />
Düğününde acı şerbet içildi,<br />
Gelinlik esvabın dar mı biçildi?<br />
İlikle düğmeni göğsün açıldı<br />
N’oldu kemer beste bellerin hani?<br />
289<br />
Alışmış kaşları var mı kınası?<br />
Ela idi o gözlerin binası,<br />
Kocaldı mı onbeş yılın Suna’sı?<br />
Yok mudur takatin hallerin hani?<br />
Emmim kızı aç kapıyı gireyim,<br />
Hasta mısın hal hatırın sorayım?<br />
Susuz değil misin bir su vereyim?<br />
Çaylarda çalkanan sellerin hani?<br />
Civan da canına böyle kıyar mı?<br />
Hasta başın taş yastığa koyar mı?<br />
Ergen kıza beyaz bezler uyar mı?<br />
Al giy allı balam, şalların hani?
Mustafa CEYLAN<br />
Her gelip geçtikçe selâm vereyim,<br />
Nişangâh taşına yüzüm süreyim,<br />
Kaldır nikabını yüzün göreyim<br />
Ver bana tutayım ellerin hani?<br />
Yatarsın gaflette gamsız kaygısız,<br />
Neni balam neni kalma uykusuz<br />
Hem garip, hem çıplak, hem aç, hem susuz<br />
Felek fukarası malların hani?<br />
290<br />
Daha seyrangâha çıkamaz mısın?<br />
Çıkıp da dağlara bakamaz mısın?<br />
Kaldırsam, ayağa kalkamaz mısın?<br />
Ver bana tutayım ellerin hani?<br />
Sen de Hıfzî gibi tezden uyandın,<br />
Uyandın da taş yastığa dayandın,<br />
Aslı hanım gibi kavruldun, yandın<br />
Yeller mi savurdu, küllerin hani?”
(2): DURAK<br />
Öldürülen 101 Şair<br />
Mollazade Hacı Süleyman Efendi’ nin oğlu, Urfa Dabakhane<br />
Mahallesi doğumlu(1860), asıl adı Muhammed Durak…<br />
Şiirlerinde çoğunlukla Durak veya Fâik mahlaslarını kullanmıştır.<br />
Ticaret ve ziraatle meşgul olmuştur. Süvari alayları<br />
alay kâtipliği görevine atanmıştır. Birinci Cihan, Çanakkale,<br />
Süveyş ve Irak cephelerinde savaşmıştır. Kûtü’l-Ammâre savaşlarında<br />
iki defa göğsünden yaralanmışsa da ölmemiş,<br />
üçüncüsünde kalbine isabet eden bir kurşun şairimizi şehid<br />
etmiştir.(2.06.1916)<br />
Demiştir Ki:<br />
“Mey safânın rûhudur câm ise melbûsâtıdır<br />
Reng-i şîrînindeki revnâk da tezyinâtıdır<br />
Bendeki aşk ü muhabbet ey peri lâmianın<br />
Katreye te’sir-i envâr-ı ledünniyâtıdır<br />
291<br />
Rûh-ı pâkim sâni’in bir sırr-ı lâhûtîsidir<br />
Çişm-i çâlâkım onun misbâhıdır müşkâtıdır<br />
Ol kadar hoşsun o rütbe şâhsın ki dil-rübâ<br />
Hüsn ü endâmın Cemâl-i Mutlakın mir’âtıdır<br />
Sen kitâb-ı kâinâtın zübde-i eczâsısın<br />
Gül yüzün bir sûresi gonce lebin âyâtıdır<br />
“Len terânî” cilvesinden geç görün ey mehlikâ<br />
Dağ-ı sînem rü’yetin Tûr-ı tecelliyâtıdır<br />
Dest-i nermînindeki lebrîz-i mey sağlarla gül<br />
Bir daha sun ki Durak meshûr ü te’sirâtıdır.”
Mustafa CEYLAN<br />
(3): ŞÜKRÜ<br />
Urfa 1881 doğumlu, asıl adı Muhammed, mahlası Şükrü.<br />
Nacarzade Hacı Abbas Efendi’ nin oğlu.<br />
Halilü’r-Rahman ve Sakıbıye medreselerine devam etti.<br />
Adliye mukayyet memuru oldu. Birinci cihan savaşı çıkınca<br />
askere alındı ve 1915 yılında Erzurum cephesinde şehid olan<br />
bir şairimizdir.<br />
Demiştir Ki:<br />
292<br />
“Hayâl-i aşk ile her dem ebed mevcûdumuz birdir<br />
Gönülde genc-i lâ-yefnâ heman maksûdumuz birdir<br />
Hitâb –ı izzet-i bezm-i elest’i çün edip ikrâr<br />
Hitâm-ı ömr-i rıhletde yine meşhûdumuz birdir<br />
Çevirmem kıblegâh-ı aşkdan yem cihete rûyum<br />
Bu tarz encâm-ı ahvâlim gider mescûdumuz birdir<br />
Ne gamdır mübtelâ olsam yolunda derd ile gamla<br />
Geçer devr-i fenâ bâkî gelir mes’ûdumuz birdir<br />
Visâl-i yâr için Şükrü nola dahi canın gitse<br />
Bulursun anda cânânı Ehad ma’bûdumuz birdir.”
Öldürülen 101 Şair<br />
(4): MEHMED RIFAT BEY<br />
Demiştir Ki:<br />
“Vücûd-i kâinâtın mekremisin yâ Resûlallah<br />
Hitab-ı “len terânî” mahremisin yâ Resûlallah”<br />
1877-78 yılında boğazına ve alnına iki kurşun sıkılarak öldürülen<br />
şairimizdir. Üsküdar Ayazma Camii Hatibi Mehmet<br />
Emin Efendi’ nin torunu ve Mehmet Tahir Paşa’ nın oğludur.<br />
İlk tahsilini Taşmektepte yaptı. Hattat öğretmen Hoca Sadettin<br />
Efendi’den dersler aldı. Ailesi Bursa’ ya taşınınca bir süre<br />
Bursa’da kalırsa da tekrar İstanbul’a döner ve asker yazılır ve<br />
Başçavuş olur. Selimiye Kışlası’nda görev yapan Alman Generalinin<br />
beğenisini kazanır. Babasının ölümü sebebiyle<br />
Bursa’ya döner. Nakşî tarikatına intisap eder. 1293 harbi patladığında<br />
Bursa Belediyesi’nde kâtiptir. 48 yaşındayken Belediye’deki<br />
görevinden ayrılır, er maaşıyla askere gönüllü zabit<br />
yazılır ve Osmanlı-Rus Savaşı’na katılır. Plevne yakınlarında<br />
Teliç Köyü’nde şehid düşer.<br />
293<br />
Demiştir Ki:<br />
“İlme sa’y it yürü ey tab’-ı selîm<br />
Seni âlim ide Allah’-ı alîm<br />
Ehl-i ilmin yeri bâlâ-ter olur<br />
Şems-veş evc-i muallâyı bulur.<br />
Sanma kim câhil olan insândır<br />
Bâr-ı cehli taşıyan hayvândır.
Mustafa CEYLAN<br />
Vâris-i Ahmed olan âlimdir<br />
Vuslat-ı hakkı bulan âlimdir.<br />
İlmi ta’rîf idemem el-hâsıl<br />
Bu nükâta yine âlim vâsıl<br />
Kârın olsun hem-dem-i ilm ü kemâl<br />
Hüner ehli bulur elbette kemâl<br />
Her zamân abde ibâdet lâzım<br />
Evc-i tâatda uç ey şehbâzım<br />
Pederâne sana pendim açdım<br />
Dürc kıl gevher ü inci saçdım.<br />
294<br />
Bu nasîhat seni eyler irşâd<br />
Beyt-i tab’ın ola dâim âbâd<br />
Gerçi kim cümle sözüm nâ-mevzun<br />
Elde yoktur ki gönül pek mahzûn<br />
Tâhir’im yavrucuğum pend etdim<br />
Seni ben Hâlık’ıma bend etdim.”
Öldürülen 101 Şair<br />
(5): VUSLATÎ<br />
Öziceli Ali Bey adıyla tanınmıştır. Şiirlerinde Vuslatî mahlasını<br />
kullanmıştır. Safâyî’ nin “Şairler Tezkiresi”nde “Fazilette,<br />
marifette mahir, şiir ve inşaya kadir, akranı arasında nadir<br />
olan Ali Bey, Paşazadelerdendi.” Denmektedir.<br />
Öziceli Ebubekir Ağa, hemşehrisi olduğu için, Vuslatî<br />
mahlasını kullanan bu şairimize öğretmenlik ve rehberlik yapmıştır.<br />
Belgrad’ın Macarlar tarafından istila edilişi sırasında<br />
şehid düşer(1688).<br />
Demiştir Ki:<br />
“İtse hüsn içre civânân nola cânâne hased<br />
İtdi ihvân- zamân Yusuf-i Ken’ân’a hased.<br />
295<br />
Hased itdi beni ağyara mukârin göricek,<br />
Hased ey şûh-i cihânım hased ammâ ne hased.<br />
Vuslatî eyler idim şi’rimi mahsûd-i cihân<br />
Olmasa resm-i felek tab’-ı sühandâne hased.<br />
Yaşadığı dönemin Veziriazamı ünlü Merzifonlu Kara Mustafa<br />
Paşa’dır. 5.000 beyitlik “Gazavatname” yi yazar ve<br />
Paşa’ya sunar. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Vuslatî’ nin<br />
“gazavatnamesi” nden sonsuz mutlu olur ve şairi hediyelerle<br />
taltif ve takdir eder.<br />
Ardından şairimiz, Sultan IV. Mehmed’in 1681 yılında<br />
Beşiktaş’ta yaptırdığı saray için tarih nazmeder. Bu manzume<br />
de Padişah tarafında çok beğenilir ve şairimiz, Semendire<br />
Sancağı Alay Beyliği ile ödüllendirilir. İşte bu görevde iken
Mustafa CEYLAN<br />
Belgrad’ın Macarlar tarafından istilâ edildiği günlerde şehid<br />
düşer.<br />
Vuslatî var, Vuslatî’ den tam 324 yıl sonra gönlümüze taht<br />
kurmuş, Gülce edebiyat Akımı’ nın kurucularından birisi.<br />
Türk şiirine kalıcı eserler bırakabilmek için gecesini gündüzüne<br />
katan, Dünya şiiri içinde bizim şiirimizin hak ettiği<br />
yeri alması için çırpınan bizim Vuslatî’ mizin de nazma hakimiyeti<br />
çoğu şairde yoktur. Nazmın fizikî özellikleri yanında,<br />
imge, sanatsal yapı ve tefekkür, derinlik ve âhenk gibi unsurlarında<br />
da bir kelime kuyumcusudur bizim Vuslatî’ miz.<br />
296<br />
Antalya’ da bzim şair arkadaşlarımızın arasında Ozan<br />
İrşadî mahlası ile şiirler yazan Ali İrşi kardeşime, “Şimdi<br />
n’olacak? Edebiyat tarihinde birkaç tane daha İrşadî var.<br />
Bundan asırlar sonra araştırma yapacaklar, senin şiirlerini<br />
senden önceki İrşadîlere yazmasınlar, bir karışıklık meydana<br />
gelmez mi?” diye hep sordum durdum da, bizimkisinden bu<br />
“mahlas” ile ilgili bir atılım, bir yeni yapılanma ve gayret göremedim.<br />
Şahsen ben, “Karacoğlan”, “Dadaloğlu”, “Âşık Veysel”<br />
gibi isimlere bayılıyorum. Çok hoşuma gidiyor, ama gelin görün<br />
ki, hani şu aidiyet (î)si var ya, şapkalı i, hah işte onunla,<br />
günümüz şairlerinin kendilerine mahlas almalarına bir anlam<br />
veremiyorum. Osman Öcal hocamız, “Vuslatî” adını nerde,<br />
nasıl almış bilemiyorum. Ama bu aidiyet i’li, (şapkalı i’li)<br />
mahlaslara alışamadım bir türlü.<br />
Bugün kendilerine veya birbirlerine şapkalı i ile isim veren<br />
şairlerimize diyeceğim şu ki, Köroğlu’ nun şapkalı i’si niye<br />
yoktu?<br />
Ya Dadaloğlu’nun, Ya “Abdurrahim Karakoç”un veya “Attila<br />
ilhan’ın var mıydı şapkalı i ile adı?
Öldürülen 101 Şair<br />
Neyse;<br />
Bu konu oldkça derin ve başlıbaşına ayrı bir analiz konusudur.<br />
Şimdilik bu kadar söyleyelim.<br />
Demiştir ki:<br />
“Gâhî hayâl –i zülfi ham-ender-ham eylesen<br />
Mecnûn-i ışk bendini müstahkem eylesen.<br />
Gülşende bâdeyi gül-i ter yerine tutup,<br />
Ol bezme sâğar-i arakı şebnem eylesen.<br />
Olmaz mı ey tabîb-i Mesihâ nazîr kim?<br />
Ol sîneyi bu zahm-ı dile merhem eylesen.”<br />
297
Mustafa CEYLAN<br />
(6): MİSÂLÎ(Gül Baba)<br />
Budin kalesinin önünde şehid düşen şairimiz “Misâlî”<br />
mahlasıyla şiirlerini yazmış olan Gülbaba’dır. Macaristan’da<br />
Tuna Nehri’ne yakın “Gül tepesi” adıyla anılan bir tepede yatmaktadır.<br />
“Gazel<br />
Sıfatın mushaf-ı Yezdân’a benzer<br />
Dudağın çeşme-i hayvâna benzer.<br />
298<br />
Cemâlin Kâ’be’sine ey perî-ruh<br />
Sücûda gelmeyen şeytâna benzer.<br />
Kaşınla kirpiğin ruhsârın üzre<br />
Yazılmış âyet-i Kur’ân’a benzer.<br />
Senin hamir-ham olmuş hindi zülfün<br />
Ruhunda akreb ü sü’bâna benzer.<br />
Berât-ı ehl-i cennetdür cemalün<br />
Ki anda sünbülün ünvâna benzer.<br />
Sedef ağzun lebün la’l-i Bedehşân<br />
Dişün düre sözün ummâna benzer.<br />
Dimekden nice can bulmaz Misâlî<br />
Ki her nutkun rahîk-ı câna benzer.”
Öldürülen 101 Şair<br />
Anadolu eren ve evliyâlarının çoğu şairdir, ozandır. Ozan<br />
ki, şimdinin “muamma” çözmesini, “atışma yapmasını” dahi<br />
bilmeyen, sazının tezenesi tek yürek yaprağı kımıldatmayan,<br />
soğuk ve materyalist ozan anlayışı gibi değil. Millî ve dinî<br />
değerlerle sağlam köklere dayanan eski dönemin ozanları,<br />
aynı zamanda tababet ehli, astroloji bilir, pratisyen hekim, psikolog,<br />
önder, alperen, savaşçıdır… Korkak, sünepe, koltuğundan<br />
ve elindeki imkânların uçmasından korkan zavallı yaradılışta<br />
birisi değil, söz kırbacını esirgemeyip, en büyük<br />
makamlara bile korkusuzca haykırandır. Bu yüzden de, eskinin<br />
ozanları halk tarafından çok seviliyordu. Şimdiye bakın<br />
hele, bir kaç derme çatma tıngırtı, birkaç türkü nağmesinden<br />
aşırmasyon ve Köroğlu – Karacoğlan uyak ve kafiyelerinden<br />
hırsızlama… Sevsinler böyle ozanı. O yüzden, bu halk, bu<br />
millet günümüz ozanlarının çoğuna ısınamadı. O yüzden günümüzde<br />
çok az sayıda bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar<br />
hakiki ozan bulunmaktadır.<br />
299<br />
Kaynaklar Fatih, II. Bayezid ve Kanunî döneminde olmak<br />
üzere üç değişik Gülbaba’dan bahseder. Hattâ bizim milletimiz,<br />
adını-sanını bilemediği bazı yatırlara dahi Gülbaba yatırı,<br />
Gülbaba kabri adını vermiştir.<br />
Bizim, öldürülen şairler dizimizde size bu yazı ile sunmaya<br />
çalıştığımız Gülbaba, Kanuni döneminde yaşayan Gülbaba’dır.<br />
Evliya Çelebi’mize göre de Gülbabamız, bir Bektaşi dervişidir<br />
ve savaşlara katılmış, önemli kahramanlıklar göstermiş,<br />
Budin kalesinin fethi sırasında şehid düşmüş, cenazesini<br />
Ebussuud Efendi kıldırmış, cenaze namazına Kanuni’ de katılmıştır.<br />
Gülbaba Merzifonludur der Evliya Çelebi’ miz…<br />
Evliya Çelebimiz, halkın muhayyilesini birleştirir. Her üç<br />
Padişah dönemini, anlatılarında bir araya getirir.<br />
Tahir Erdem, Uluborlu İlçesi’ nin İllegüp Köyündeki Veli<br />
Baba dergâhının kayıtlarını araştırırken, Gülbaba’ya ait bilgi-
Mustafa CEYLAN<br />
lere ulaşır.<br />
Buna göre;<br />
Yalınkılıç Hüseyin Gazi’ nin Veliyüddin adında bir oğlu<br />
vardır. Veliyüddün Bağdat’a gittiği sırada oniki imamlardan<br />
Mehmet Taki Musa’ nın torunlarından Abdülvahid Çelebi’nin<br />
kızı Fatımatü’z Zehra ile evlenir. Bu kız, “Gelincik Ana” diye<br />
daha sonra nam salar. Ve gelincik ananın iki oğlu olur. Bunardan<br />
birisi Seyyid Cafer olup Güldede adıyla anılır, ötekisi de<br />
Seyyid Hüseyin Gazi’dir ki Sünbüldede adıyla anılır.<br />
300<br />
Evet,<br />
Güldede ve Sünbüldede…<br />
Bu milletin kutlu hafızası, yüce gönlü böyledir işte.<br />
Gelincik ana 1538’de Hakk’a yürür.<br />
Sünbüldede Romanya’nın Ulubey İlçesi’nde, Güldede ise<br />
Macaristan’ın Budin kentinde şehid olurlar. Tarihlerden 1541’<br />
dedir zaman… Şimdi Vagner adıyla anılan bir mimarın varislerinin<br />
elinde bulunan köşkün avlusunda “Gül Tepesi” denilen<br />
yerde, türbesinde yatmaktadır.<br />
Budin kentine Türklük ve Müslümanlık bayrağını diken,<br />
Osmanlının tuğrasını vuran Gülbaba hakkında birçok efsâne<br />
anlatılır.<br />
Savaşta, gülleleri eliyle alıp, daha patlamadan düşman üstüne<br />
geri fırlattığından “gülle baba” derken adı “gül baba”<br />
oluvermiştir mesela…<br />
Gülbaba türbesi, Yahya Paşazade Mehmet paşa tarafından<br />
1543-48 yılları arasında yaptırılmıştır.
Öldürülen 101 Şair<br />
Süleymaniye Kütüphanesinde “Divan-ı Gülbaba” adıyla<br />
bir de yazma eser bulunmaktadır. Ayrıca, Miftâhu’l Gayb<br />
adıyla bilinen bir eserinin bulunduğu da kaydedilir.<br />
Geçdi ömrüm irmedi valsına ol meh-pârenün<br />
Veh ne düşvâr oldı hâli men dil-i sad-pârenün<br />
Zahm-ı gamzen vuslatından dûr olaldan dostum<br />
Subha dek feryâd olubdur kârı men âvârenün<br />
Baş u cân u dil nedir şükrâne verirdim eğer<br />
Vuslat-ı kûyuna irsem sen güneş ruhsârenün<br />
301<br />
Bunca kim hicrinde nây-veş inlerem efgân idüp<br />
Lûtf ile rahm itmedin hâline men gam-hârenün<br />
Hasred ü derd ile kaldın ey Misâlî âkıbet<br />
İrmedin vaslına bir dem ol büt-i ayyârenün…
Mustafa CEYLAN<br />
SON SÖZ<br />
SELÂM OLSUN BALKANLARA(Gülce-Buluşma)<br />
302<br />
……………………………….Goralı Bizim Yahya’ya<br />
Kaleler kaleler yorgun kaleler<br />
Suskun dilinizi duyanlar neyler?<br />
İstanbul’dan bir ordu çıkmış derler sefere<br />
Vursun mehter davulu, çalınsın kösler<br />
“Ceddin Deden” diye Bismillâhla<br />
Demir bilek leventler, yalın kılıç…<br />
“Ak tolgalı bin atlı beyler”<br />
Size gelirler dua dua,<br />
Gelirler aman ey!..<br />
Ak topuklu yağız atlar<br />
Ne de yaman hey!...<br />
Yaman olur efem Osmanlının yiğidi<br />
Peygamberin övdüğü Türktür bunlar<br />
İçlerinde evliyâlar, erenler…<br />
Ölüm, geçişin kapısıdır esas âleme<br />
Cenk yeri düğün yeri hey anam hey !<br />
Geçtikleri yerde<br />
Kubbe kubbe camiler<br />
Kalem kalem minareler<br />
Köprüler, yollar;<br />
Ve yol boylarınca şırıl şırıl akan sebiller…
Öldürülen 101 Şair<br />
Nice tepe, nice dağ, nice yol var<br />
İsimsiz şehidlerini saklar sinesinde<br />
Bu gelen şanlı ordunun…<br />
Tuna’dan Nil’e<br />
Fırat’tan Sakarya’ya<br />
Ne kadar su varsa çağıldayıp akan<br />
Türküsünü söyler tarihe<br />
Bu gaziler ordusunun<br />
Bıkmadan, usanmadan...<br />
Varın Macar ovalarına<br />
Bir nefes alın, bir gül bahçesinin duvar dibinde<br />
Çalınacaktır bizim sesimziden bir Balkan havası<br />
Kulaklarınıza,<br />
Günün birinde…<br />
303<br />
Fatımat’üz Zehra kızı Gelincik Ana<br />
Ülkemin haritasınca damar damar elleri<br />
Bakışlarında Yemen havalarının sıcaklığı<br />
Oğlu Sümbül ve oğlu Gül Dedeyle<br />
Kuşluk vakti bahar tebessümüyle<br />
“Hoş geldiniz” diyerek<br />
Karşılayacaktır sizi.<br />
Ve<br />
Bir testi ayran sunacatır,<br />
İçiniz, çekinmeden…<br />
Hey ki hey!..<br />
Aç kulağını ey köhne takvim
Mustafa CEYLAN<br />
Yalan söyleyen tarih,<br />
Kır kalemi yalanların kâtibi, kır!..<br />
Doğrult başını eğilen yerden<br />
Ak alınla çık ve haykır!...<br />
304<br />
Gözler, bizim yiğidi gözler<br />
Balkan şehirlerinin caddelerinde<br />
Üç tel örgü, beş sürgülü kapı<br />
Bunlar mı engel olacak bize<br />
Deyin ha? Deyin!<br />
İstanbul’dan bir ordu çıkmış şimdi<br />
Geliyor, ilimle, bilimle; kültür, sanatla<br />
Haber verin buzlu camlar ardına,<br />
Bebek beşiklerine<br />
Müjdeleyin…<br />
Kuzum hey, canım hey, cananım hey!<br />
Her sabah her seher, karşı tepeden<br />
Budin Kalesine bakar Gül Baba<br />
Gelincik ananın yemenisinden<br />
Burcu burcu Türklük kokar Gül Baba.<br />
Gecelere efkâr yağsa yeniden<br />
Gökyüzüne yıldız çakar Gül Baba
Öldürülen 101 Şair<br />
Oğlum hey, narinim hey, yiğidim hey!<br />
Evliyâsı, ereni<br />
Kartalı, şahini, Bozkurtu ve cereni<br />
Nicesi varsa düşmüş yollara<br />
Akın akın gelmekte şarktan garba<br />
Hazırlansın Selânik, Viyana, Prizren ve Gora<br />
Al giyinsin kızlarımız al bayrağa benzesin<br />
Sırma çepken efelerim<br />
Kursunlar seğmen alayını haydi bre heyyy!<br />
Bilgisayarla, kimyayla, fenle<br />
Dostlukla, kardeşlikle, umutla<br />
Hoşgörü bahçelerinde<br />
Bal damlatsın kelâm üzümleri,<br />
Bu gelen Gülbaba erenleri,<br />
Bu gelen Peygamberin sevenleri<br />
305<br />
Gelinim hey, kızanım hey, sağdıçım hey!<br />
Mustafa CEYLAN
Mustafa CEYLAN<br />
(7): GAVRÎ<br />
“Çün likâ mihrinden oldu zerrece ilkâ bize<br />
Ta’n mı dûzah görinürse Cennetü’l-Me’va bize<br />
Sûret-i Hak’dır görinen çünkü her şeyde belî<br />
Bakıcak Hak görinür her sûret-i zîbâ bize<br />
Devlet-i dünyâ nedür ya rü’yet-i ukbâ nedür<br />
Görinen dîdâr-ı Hak’dür cümle her eşyâ bize<br />
Rûh-i pâk idün hulul itmezden öndin kalıba<br />
Âlem-i unsurda görünmezdi şey aslâ bize<br />
306<br />
İden Oldur itdiren Ol çün kamu takdîr Anun<br />
Sen ey Gavrî sözi kes bunca nedür gavgâ bize.”<br />
Doğumu 1440. Öldürülüşü 25 Ağustos 1516 tarihinde yapılan<br />
Merc-i Dabık savaşında…<br />
Eserleri:<br />
1)Kevkebü’d-Dürrî fi Evcibeti’l-Gavrî : Tefsirle ilgili bir<br />
çalışması.<br />
2)Münakkahu’z-Zarif ala Muvaşşahi’ş-Şerif : İki adet<br />
manzumeden oluşan bir eseri.<br />
3)Arapça Divanı : Millet Kütüphanesinde bulunmaktadır.<br />
4)Kasaidü’r Rabbaniye ve’l-Muvaşşahâtü’s Sultâniyeti’l-<br />
Gavrîyye : 17 Arapça, 2 Arapça Türkçe ve bir de Türkçe şiiri<br />
bulunan bu eseri Rıfkı Melul Meriç, 1939 yılında kamu oyuna<br />
tanıtmıştır. Devlet adamı, savaşçı. İlimle ve sanatla da uğraşmıştır.
Öldürülen 101 Şair<br />
Bazı kaynaklar da ölümüne dair denir ki:<br />
Merc-i Dabık Savaşında yanına düşen bir top güllesi ile<br />
morali bozulmuş, yenileceğini anlayınca da kendisini zehirlemiştir.<br />
Aslında savaş sonucunda başından ve kulağından yaralandığı<br />
görülür ve ölü olarak bulunur ve Mısır ordusu da dağılır.<br />
Kaynaklar onu Mısırlı Gûrîlere mensup olduğunu belirtirler.<br />
Halep’te Başhacip iken çıkan bir isyânı bastırmış ve Osmanlı<br />
sarayının, II Bayezid’in gözüne girmiştir. Daha sonra,<br />
Osmanlı sarayında tahta geçen I.Selim ile Gavrî arasında birbirlerine<br />
“oğlum sultan hazretleri” ve cevaben de “babam sultan<br />
hazretleri” şeklinde mektuplaşmaların cereyan ettiğini de<br />
yazarlar. Şah İsmail’i yenip İran’dan zaferle dönen I.Selim,<br />
Gavrî’ye bir elçi göndererek, Mısır’da sürdürmekte olduğu<br />
yönetimi beğenmediğini, şedid hareketleri bırakması gerektiğini<br />
ve Şah İsmail’den yana olmaması gerektiğini ihtar eder<br />
ve ordusunun yönünü güneye çevirir. Merc-i Dabık Ovası’nda<br />
iki ordu amansız bir savaşa tutuşur. Ve bizim şair, sanatçı<br />
Gavrî’ de bir komutan olarak, orada, ordusunun başında ölür,<br />
öldürülür.<br />
307<br />
Demiştir Ki:<br />
Müstedâm olgıl hemîşe ey güzel cânum benüm<br />
Gözleri nergis yüzü gül zülf-i reyhanum benüm<br />
Ay yüzün gördükçe vallâh haste gönlüm şad olur<br />
Hak seni var eylesün devletli sultânum benüm<br />
Sen ferağat şad ü hurrem ben kıluram nâleler<br />
Hoş mı gelir sana yâ Râb zâr ü giryânum benüm
Mustafa CEYLAN<br />
Hasretinden hasta oldum derdimi bilmez tabîb<br />
Dilberâ valsındadır var ise dermanum benüm<br />
Ey habîbüm üşte Gavrî mehdini tekrâr ider<br />
Bülbül-i şûrideyim sensin gülistânum benüm.<br />
SON SÖZ:<br />
TARİH BEBEĞİ (Gülce-Buluşma)<br />
308<br />
Şimdilerde uzun kulaklı tarih şaşkın mı şaşkın<br />
Mısır kaynar, Yemen ağlar nedendir?<br />
Bilmez, bilemez; yüzüme bakar aval aval<br />
Bir bebek çıkar apak zamanların içinden<br />
Elinde kâğıt kalem<br />
Yazar, kör tarihin inadına yazar<br />
Yeniçağın hakikatini<br />
Ve gülümser geleceğe<br />
Eli ay çiçeği, gözü menekşe<br />
Dudağı lâle…<br />
Der ki:<br />
Ulubatlı surlara, ha çıktı ha çıkacak<br />
Az kaldı, bekleyin ki, kesin göreceksiniz.<br />
Su, zaman, ülkü, amaç; hepisi de akacak<br />
Bu akış nedir diye, mutlak soracaksınız…
Öldürülen 101 Şair<br />
Sonra da İstanbul’dan, Karadeniz’e doğru<br />
Bir vapur çıkar dertli, yorgun bileceksiniz.<br />
Şu Samsun’un evleri bakar denize doğru<br />
Siz de evet siz de hey, birgün geleceksiniz…<br />
Tarih bebeği derler buna<br />
Her yüzyılda bir gelir,<br />
Çizer yeniden kaderleri<br />
Ve çeker alınları yukarı…<br />
Savaş şimdi meydanlarda değil be gülüm<br />
Evde, masada, meciste, medyada<br />
Kılıç, bomba, tüfek; ne varsa daha daha<br />
Hepsi boş, hepsi sıfır<br />
Dil yayından, akıl tarlasından ne çıkarsa o<br />
Gerisi mi; vallahi boş,<br />
Hepten bomboş…<br />
Bilgi ve para<br />
Evet bu ikisi her şeyin sebebi<br />
Her olayın sonucu be gülüm…<br />
309<br />
Çağırın Gavri’ yi uyansın, gelsin<br />
Tahrir meydanında buluşalım onunla<br />
Sabah yelinin elleri tarasın saçımızı<br />
Ve<br />
Işığın ıslığı alsın kulaklardan, vicdanlardan<br />
Ah’ımızı, alacaklarımızı…<br />
Mustafa CEYLAN
Mustafa CEYLAN<br />
310<br />
(8): GERMİYANLI CENÂNÎ<br />
XV. Yüzyıl şairlerimizdendir. II.Bayezid dönemi müderrislerinden<br />
Germiyanlı Molla İzârî’ nin kardeşidir. Asker kökenli<br />
akıncı bir şairimizdir. 1498 yılında yapılan Lehistan seferi sırasında<br />
düşmanlar tarafından öldürülerek şehid edilmiştir.<br />
Türk şiir tarihinde Hasan Dede başta olmak üzere, çok sayıda<br />
asker kökenli şair bulunmaktadır. Türk’ün fetih ruhunu<br />
kamçılayan şiirler, destanlar, efsânelerle; içinde bulunduğu<br />
ordunun cesaretini arttıran, yiğitleri aşka getiren şairlerimizin<br />
çoğu da çarpışmalar sırasında şehid olmuşlardır. Germiyanlı<br />
Celâlî onlardan birisidir.<br />
Öldürülen şairlerimiz arasında gene asker kökenli bir<br />
Cenânî daha vardır ki, o Cenânî, XVI. Yüzyılda yaşamıştır ve<br />
“Semendereli Cenânî” dir. Her ikisini karıştırmamak gerekir.<br />
Demiştir ki:<br />
Şeb-i gamda yalınuz kaldum ayâ mâh mebed<br />
Sana irüşmez elüm nideyin eyvâh meded<br />
Gel esirge beni devletlü güzel başun için<br />
Senden ayırma beni kulunum ey şâh meded.<br />
Kimi edebiyat tarihçileri ve araştırmacıları Cenanî’ye<br />
Cenâbî adını da vermişlerdir.<br />
Cenânî, tımar sahibi akıncı bir şairdi. II Bayezid, Leh kralının<br />
çıkarmış olduğu fitne ve fesatları gidermek ve ona dur demek<br />
için, Lehistan üzerine bir sefer düzenlenmesini ister ve bu iş için<br />
de Malkaçoğlu Bâlî Bey’i görevlendirir. Şair Germiyanlı Cenânî,<br />
komutan Malkoçoğlu Bâlî Bey’in en yakınındadır. Seferde ve<br />
düşmanla karşılaşma esnasında büyük kahramanlıklar gösterir.
Öldürülen 101 Şair<br />
SON SÖZ:<br />
SEN CENÂNÎ BEN CEYLÂNÎ (Gülce-Serbest Zincir)<br />
Mehterbaşı vur davula köhne çağı uyutma<br />
Bu gelen aşk ordusudur, başındadır Cenânî<br />
Balkan havalarından kınalanmış zamanı<br />
Alıp avuçlarından saza döksün Ceylânî<br />
Ateşin yapıştığı gül goncası yüreğin<br />
Yüreğin iklimini yağmur etsin hele ney<br />
Ney ne etsin kabuğu, özü yangın yeridir<br />
Yeridir Balkanların cemre düşen sinesi<br />
Sinesinden Tuna’dır acılarla kıvranıp<br />
Kıvranıp da vay gülüm, yağız atın nal sesini özleyen<br />
Özleyen ben, gözleyen sen Cenânî<br />
Cenânî’yle Rumelidir Ceylânî…<br />
311<br />
Ceylânîyle Cenânî bir şiire yaslanmış<br />
Yaslanmış akıyorlar, mısra mısra Meriç’ten<br />
Meriç’ten akıp giden sınıra gönül koyup<br />
Koyup da başlarını gölgesine bayrağın<br />
Bayrağın ayyıldızı ağartır geceleri<br />
Geceleri dost sanır, aldanır cüceleri<br />
Cüceleri bırak dost, çürüsün orta yerde<br />
Yerde ırmağın yüzü, topukları bulutta<br />
Bulutta sancılı bir çağ yatar vay gülüm, sarmalanmış umutta…
Mustafa CEYLAN<br />
Umutta bebeklerin gülücükler saçan her dudağı<br />
Dudağında duadır, Besmeledir elleri anaların<br />
Anaların sabrıdır Balkan şehirlerinde yükselen her minare<br />
Minare ki oruç tutan rüzgârı yürek kapılarından alıp<br />
Alıp götürür yâre…<br />
Yâre giden yolların kesiştiği yer biziz<br />
Biziz Üsküp seherinden asırları cem edip<br />
Cem edip Ege’nin sularında yıkayan…<br />
Mustafa CEYLAN<br />
312
Öldürülen 101 Şair<br />
(9): SULTAN AHMED<br />
“Kumrî vü bülbül okur Hak zikrini her dem velî<br />
Ahmed ibn Veys okur bu sözi takrîr eylemez.”<br />
Ey Şiir !!!<br />
Anlayamadım seni, tanıyamadım. Tutamadım ellerinden.<br />
Yandın ve yaktın beni de. İçime girdiğin anda darma duman<br />
ettin içimdeki şehrimi. Dur durak bilmiyorsun. Makam ve<br />
mekân tanımıyorsun. Bütün zamanların hem içinde, hem dışındasın.<br />
Hattâ zaman senin oyuncağın olsa gerek.<br />
Sultan, şah, kral, komutan… Çiftçi, işçi, amele… Yoksul,<br />
zengin, banker, fakir.. Uzun boylu, çüce, şişman… Hiç kimseyi<br />
ayırd etmeden yerleşiyorsun canının çekirdeğine ve bana<br />
benzetiyorsun hepsini de.<br />
313<br />
Çoğunda çileyle besliyorsun şairini. Gözyaşıyla yoğuruyorsun,<br />
ölümle sınıyorsun sana tutkunları.<br />
Şehirler, içinde yaşayan insanların yüzünü giyerler kendilerine.<br />
Coğrafya ve eşya, insan enerjisi ve yansımalarıyla renk<br />
alır üstüne. İnsansız ve renksiz şehirler, medeniyetleri yerle<br />
yeksan olmuş harabeler-ören yerleri gibi ıssız ve sessiz olup,<br />
yarasaların kanat şakırtısıyla korkulan yerlerdir. İnsanı cıvıl<br />
cıvıl, insanı gülen, hoş gören ve yaşayan-yaşatan şehirler var<br />
ki, dinamik, üretken ve sanatkâr ruhlu… Ben bu ikinci sanatkâr<br />
ruhlu şehirlere tutkunum.<br />
Şiirin raksı, sözün musikiyle gül bahçelerinde, dolunaylı<br />
gecelerde yüreklere aksetmesi yok mu, işte yakamozun ışıltıladığı<br />
su zarı olur çıkar tenim ve kalemim kendi girdabından
Mustafa CEYLAN<br />
bin ilham dizer gönül defterime…<br />
Şehirler ve şairler iç içedir hep. Şiir çoğunda şehrin adını<br />
şaire vermiş, şaire yeni-yepyeni bir isim takmıştır.<br />
Kumru ve bülbül gibi Hak zikrini yapan velilerin yaşadığı<br />
iklimi yansıtan Sultan Ahmed, Bağdat şehrinin tarihte kalmış<br />
Sultanı, şair sultanıdır.<br />
14. Yüzyılda üç şair öldürülmüş. Bunlardan ikisi Kadı Burhanettin<br />
ve Nesimî’ dir. Üçüncüsü ise edebiyat tarihçilerinin<br />
ve araştırmacıların Ahmed Bin Üveys dedikleri Sultan<br />
Ahmed’dir.<br />
314<br />
Şiirlerinde İbn Veys, Ahmed, Ahmed b. Veys, Ahmed İbn<br />
Şeyh Üveys gibi mahlaslarda kullanan şairimiz, 1410 yılında<br />
Karakoyunlu Türkmenlerinin başkanı olan Kara Yusuf’un ordusuna<br />
karşı mağlup olur ve öldürülür.<br />
Açın tarihin tozlu raflarını, yıkayın hakikatin ışıklarıyla<br />
cümle dehlizlerini ve güne güneşe çıkarın tarihi... Göreceksiniz<br />
ki, Anadolu dışında, Yemen, Bağdat, Şam; Trablusgarb,<br />
Cezayir, Tunus, Üsküp, Gümülcine dahil nice Dünya toprağında<br />
ayyıldızlı çiçekleri görürsünüz ve size bucu burcu gülümserler<br />
hep...<br />
Bağdat, bizim diyar...<br />
Bağdat, şiirin ve şairin mekânı...<br />
Hep bizim olduğunca güzel durmuş Bağdat, güzel bakmış...<br />
Ama şimdi öyle mi?<br />
Şimdi kan ağlıyor değil mi?<br />
Şimdi boynu bükük Bağdat’ın...
Öldürülen 101 Şair<br />
Öldürülen Şairimiz Sultan b. Üveys’ de Bağdat sevdalısıdır.<br />
Bağdat’ı bağdat yapan komutanlardan, sultanlardan birisidir.<br />
Sultan Üveys’in dördüncü oğludur. Sultan oğlu Sultandır<br />
yani… Bağdat ve Azerbaycan hattında hüküm süren, İlhanlılardan<br />
sonra bölgeye hâkim olan Celayirli bir aileye mensuptur.<br />
Taht kavgalarıyla dolu olan tarihin sinesine, Basra Valisi<br />
iken büyük kardeşine karşı isyan bayrağı çekerek onu yenen,<br />
Tebriz’i işgâl edip, kardeşi Hüseyin’i idam ettiren, öteki kardeşlerini<br />
de pasifize eden korkusuz bir komutan ve bir liderdir...<br />
Ancak, Timur karşısında şansı bir türlü yaver gitmemiştir.<br />
Timur orduları onun zamanında iki kez Bağdat’ı<br />
yağmalamıştır. Sultan Ahmed’de Timurdan kaçarak Yıldırım<br />
Bayezıd’a sığınmak zorunda kalmıştır.<br />
Hattâ Timur ile Yıldırım Bayezid’in arasının açılmasına<br />
sebep Sultan Ahmed’dir diyebiliriz. Çünkü Bayezid’in oğlu<br />
Mustafa çelebi ile Sultan Ahmed’in kızı arasında söz kesilmiş,<br />
dostluk akrabalığa kadar ilerlemiştir. Fakat Timur, sürekli<br />
ulaklarıyla Yıldırım’a mektuplar yazarak Sultan Ahmed’in<br />
kendisine teslimini istemiştir.<br />
315<br />
Osmanlı’nın desteğiyle Sultanlığını yaptığı Bağdat’ı bir<br />
kaç kez ele geçirmiş, kentte imar çalışmaları gerçekleştirmiştir.<br />
Timur’un vefatından sonra Karakoyunlu Türkmenlerinden<br />
Kara Yusuf Bağdat’ı ele geçirmiş ve bizim şair Sultan Ahmed’i<br />
öldürmüştür.<br />
Şiirleri bestelenen ve 15. Yüzyıl sonuna kadar musiki dünyasında<br />
besteleri okunan Sultan Ahmed, Şirazlı Hafız’ın dostudur.<br />
Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler kaleme almıştır.
Mustafa CEYLAN<br />
Ahmed Bin Üveys(Sultan Ahmed)’in 1267 beyitten meydana<br />
gelmiş, Bağdat’ta kaleme alınmış bir divanı bulunmaktadır.<br />
Divanda naat, gazel, kıt’a, rubaî, beyit, fahriye ve müfredlerle<br />
beraber 300 manzum eser bulunmaktadır.<br />
Demiş ki:<br />
GAZEL<br />
Kim ola dün gün işinde fikr ü tedbir eylemez<br />
Neylesün tedbirî bende çünki takdîr eylemez.<br />
316<br />
Hayr u şer nakkâş-ı bî çün yazdı bir levh-i cebîn<br />
Âdem oglı cehd edüp ol nakşı tağyir eylemez.<br />
Âyet-i “Nahnü kesemnâ” ma’nisin her kim bilür<br />
“Yef’alu’llâh mâ yeşâ” bu sırrı tefsir eylemez.<br />
Her kime oldı müyesser künc-i genc-i ma’rifet<br />
Padişâh-ı vakt olupdur hizmet-i mîr eylemez.<br />
Her kimün kim aklı vardur ol bilür hâli nedür<br />
Bu güni tanlaya koyup anı te’hîr eylemez.<br />
Ârif olur hâliyâ işbu elemli dünyede<br />
Şâhid ü şem’ü şarâb u nukli taksîr eylemez.<br />
Defter-i ömri hisâb-ı âhir oldı câhilün<br />
Bed-ameldür cüz gam-ı bîhûde tevfîr eylemez.<br />
Dem geçürdi merdüm-i dil-hasta-i çeşmüm benüm<br />
Cüz sirişk-i lâle-gûndan nâme tahrîr eylemez.
Kumrî vü bülbül okur Hak zikrini her dem velî<br />
Ahmed ibn Veys okur bu sözi takrîr eylemez.<br />
Öldürülen 101 Şair<br />
SON SÖZ:<br />
ÜVEYS-İ AHMED BAĞDAT GÜLÜ<br />
(GÜLCE-Buluşma)<br />
Timurla Yıldırım’ın Çubuk Ovasında<br />
Fillerle çarpışması asla fırsat değildir.<br />
Vardır sebebin sebebi, gizlidir, örtülüdür<br />
Açar kalp gözü zaman çekmecesini<br />
Büyük olay savaş, ölüm;<br />
Asla vasat değildir.<br />
317<br />
Giy sultan kaftanını, yürü cellad üstüne<br />
Altın iğne ipliği, neden geçmez delikten?<br />
Seninse şehr-i Bağdat, şarap dolmaz destine<br />
Alnındaki yazıda mağlup olmuşsan ilkten<br />
Hoyrat esen rüzigâr, başını döndürmüşse<br />
Yüreğine duvar ör, tunçtan, taştan çelikten.<br />
Yağız atlar yelesi tarih yazar bilirsin<br />
Bir söz söyle, susup geçme devrandan<br />
Etkili olsun sözün, haydi durma balam can<br />
O sözünle<br />
Ya oğul balı kesilirsin,<br />
Ya da idam edilirsin.
Mustafa CEYLAN<br />
Sırf bu yüzden işte<br />
Takvimlerin çığlığı<br />
Sana ruhsat değildir.<br />
Hicranını yükle iklimlerin içine<br />
Yıkılan, yanan Bağdat yağmuru<br />
Yeniden yağsın can vermek için<br />
Gönüllerin has bahçelerine<br />
Ve<br />
Bağdat gülü koparıp gönder<br />
Üveys-i Ahmed’e bir gece vakti…<br />
318<br />
Tersine kur saatleri tersine<br />
Yükle düşlerini zaman makinesine<br />
Dost uğruna can verilir fidanım<br />
Çağ yıkılır bilirsin<br />
Dostun imdat sesine…<br />
Dicle Fırat iki öksüz kız,<br />
Dökerler gözyaşını sultan mendillerine<br />
Ay şafağı vaktidir topla eteklerini<br />
Bir türkü söyle yeni baştan unutma<br />
Bir türkü, mor gömlek çağrı yüklü<br />
Bağdat güzellerine….<br />
Mustafa CEYLAN
Öldürülen 101 Şair<br />
(10): BEZMÎ<br />
XVII. Yüzyıda yaşamış, asker şairlerimizden. 1683 yılında<br />
yapılan Peç seferine katılmış, sağ ayağına “humbara” düşmüş<br />
ve şehid olmuştur.<br />
“Bâis figân ü nâleme ol mâh-rû mudur<br />
Yohsa visâle bende olan ârzû mudur<br />
Gûş eylemez mi ol meh-i nâ-mihribân aceb<br />
Te’sîri yok mu nâlelerim güft ü gû mudur<br />
Her bir nigâhın olmada zahm-âver-i derûn<br />
Şimşîr-i gamzen ey şeh-i hûbân dür û mudur<br />
319<br />
Seyl-i sirişk-i dîde-i hûn-bârdan garaz<br />
Âyâ sevâd-ı dâğ-ı dili şüst ü şû mudur<br />
Âdâb Sümenât-ı dâğ-ı muhabbetde Bezmî<br />
Bilmem perestiş ol saneme ser fürû mudur.”<br />
Kaynaklara göre:<br />
Babasının adı Ramazan. Divan-ı Hümayun kâtipliği görevinde<br />
bulunmuş. Daha sonra bu görevden kendi isteğiyle ayrılmıştır.<br />
Yeniçeri Ağası Tekirdağlı Mustafa Paşa’ nın nedimi<br />
olmuş, 1682/83 yılında yapılan peç seferine katılmış ve orada<br />
şehid olmuştur. İstanbullu veya Bosnalı olduğunu kaynaklar
Mustafa CEYLAN<br />
belirtmişlerdir. Bazı kaynaklar da Bezmî mahlasından dolayı<br />
kendi eceliyle vefat eden şair Mustafa Bezmî ile karıştırmışlardır.<br />
“Gül ile halk olunmuş çünkü ey dil hâr bir yerde<br />
Baîd olmaz olursa yâr ile ağyâr bir yerde.<br />
Dilberin âşık olan emrine münkâd gerek<br />
Yâr olup sevdiğine gayrilere yâd gerek.”<br />
320
Öldürülen 101 Şair<br />
(11): ÂBÎ<br />
XVII. Yüzyılda yaşamış, yeniçeri, Kandiye Kalesi muharebesinde<br />
düşmanla savaşırken şehid olmuş bir şairimizdir.<br />
(1666). Yümnî Tezkiresi’ne göre Erzurumlu’dur ve asıl adı<br />
Mahmud. Köprülü Ahmet Paşa’ya ve kethüdası İbrahim<br />
Paşa’ya kasideler sunarak ihsanlar elde etmiştir.<br />
Demiştir ki:<br />
“Bârekallâh ey yegâne Âsaf-i rûşen-zamîr<br />
Re’y-i pâkindir senin ârâ-yi hurşîd-i münîr<br />
321<br />
Hüsn-i tedbîr-i makâlinle Artisto beste-fem<br />
Vech-i ta’bîr-i meâlinle Felâtun şerm-gîr<br />
Emrine ser-beste olmazsa adû-yi serkeşin<br />
Ham olup kaddi kemân-veş uğrasun bağrına tîr<br />
Mehdinde hata ettiğiyçün hâme o yârin<br />
Makta’da dilin kat’ideriz anın ucundan.”<br />
Şiir böyledir işte. “Yaşa, Varol, Padişahım sen çok yaşa!”<br />
dedirttiğinde, cebini, keseni sonuna kadar açık tut. Gökten<br />
yağmur bile daha bir ıslak düşer ham toprağına. Yanın yören<br />
nasıl ışıldar, nasıl yumuşar ve yeşilleniverir. Bir anda akrabaların,<br />
dostların dahi çoğalır. Şaşırıp kalmayasın. “Yaşa padişahım,<br />
bin yaşa” dedin ya, kapattın ya sihirli bir perde ile haki-
Mustafa CEYLAN<br />
katin üstünü ve övgülerle, hiç hak etmeyeni zirvelere taşıdın<br />
ya mükâfatın hazır demektir. Boşuna “Abî” olunmaz. Olunabilmek<br />
için, yastılman lâzım. Kirli de olsa, sen uzan eşiklere,<br />
bassınlar üstüne ve geçsinler gitsinler bağlara, bostanlara. Aldırma<br />
ezildiğine, çamurlu ayaklara ve leşa kokan o ayakların<br />
izlerine. Sen ağzına kadar dolan kesenin çıkardığı vıcık vıcık<br />
gürültüye kulak ver. Kişiliğin, karekterin sıfırmış. Es geç, durma<br />
üstünde. Çek yağını, bas alkışını, kim ne düşünürse düşünsün….<br />
Şiir böyledir işte. Kimini süründürür, kimini de kürklerle<br />
donatır, büründürür…<br />
322
Öldürülen 101 Şair<br />
(12): HAYLÎ<br />
Asıl adı Ahmet. Bursa’da doğmuş. Bağdat seferi sırasında<br />
şakağına isabet eden bir kurşun sebebiyle şehid olmuştur.<br />
(1631/32)<br />
“Dildârımı n’ettin deyu ağyâre yapışdım<br />
Gördüm ki güle irmez elim hâre yapışdım.<br />
Onar mey-i aşkın ile sâye-veş eyle ey dil<br />
Geh yollara düşdüm gehi divâre yapışdım.<br />
Ey kâkülli sünbül bir işim çıkmadı başa<br />
Gerçi gam-ı giysûn ile çok kâre yapışdım.<br />
323<br />
La’lin taleb eylerken elim zülfüne değdi<br />
Bir küne-i nihân ister iken mâre yapışdım.<br />
Dâğım çoğalup kâr-ı gam-ı aşk ile Haylî<br />
Bir müflis iken dirhem ü dinâre yapışdım.”<br />
Babası sipahi olduğundan o da babasının yolundan gider<br />
ve sipahiler arasına katılır. Bazı devlet adamlarına yakınlığı<br />
sebebiyle de sipahi kâtipliği görevine getirilir. Hocası, aynı<br />
zamanda şair olan Bursalı Âsımî Mehmed Çelebi’dir. Şiirde<br />
kat ettiği yol, ustasının, hocasının eseridir denebilir. Bir gözünde<br />
problem olan şairimiz, Razî Efendi’nin Bursa kadılığı<br />
yaptığı bir dönemde, meddahların anlatılarda bulunduğu bir<br />
kahveye gitmiş, orada tuttuğu tarafı alkışlayınca, meddah ona
Mustafa CEYLAN<br />
“hangi gözüyle gördüğünü” sorar. Bu söz üzerine hikâyeciyi<br />
bıçaklayarak öldürür. Yakalanır ve hapse atılır. Hapiste iken<br />
Ahmed Paşanın “Kerem redifli” kasidesini değiştirerek, Kadı<br />
Razî’den medet umar. Razî Efendi de bunun üzerine ağır şekilde<br />
cezalandırılmasını önler…<br />
Divan’ı, Topkapı Sarayı Kütüphanesinde bulunmaktadır.<br />
“Şâirem nâdire-gûyem ne desem lâf değil<br />
Ömrümü mehdine sarf eylesem isrâf değil.<br />
Nice medheylemesün rûy u lebün tûti-i dil<br />
Sözü sükker mi ya âyînesi mi sâf değil.<br />
324<br />
Âteş-i hicr ile kaldım zer-i rûyim hâlisâ<br />
Kime arzeyleyeyim yâr ise sarrâf değil.<br />
Merhabâ eyledi bizimle sekân-ı kûyun<br />
Biz kapı kullarıyız itmemek insâf değil.<br />
Kamer-i burc-ı suhandır dil-i Haylî cânâ<br />
Tab’-ı yârân-sıfat encüm-i şeffâf değil.”
Öldürülen 101 Şair<br />
SON SÖZ<br />
MEDDAHA (Gülce-Triyolemsi)<br />
En eski kahvelerin meddahısın bilirim<br />
Yanar, tüter gezerim, yine sana gelirim.<br />
Yüreklerin hükmünü çekmek olmaz tartıya<br />
Üçyüz altmış beş eksi, bak yaslanmış artıya;<br />
Saklama gel kendini, yeniden çık ortaya<br />
En eski kahvelerin meddahısın bilirim.<br />
Ömür dediğimiz şey, dönüp duran değirmen<br />
Çeker mıknatıs gibi tutmuş da eteğimden<br />
Nefesin gül kokuyor, yaralarıma derman<br />
Yanar, tüter gezerim, yine sana gelirim.<br />
325<br />
Mustafa CEYLAN
Mustafa CEYLAN<br />
(13): PERVÂNEZADE HÜSEYİN ÇELEBİ<br />
Edirne doğumlu, bir asker şairimiz olup Sadrazam Filibeli<br />
Hafız Ahmed Paşa’ nın Bağdat seferine katılır, 1625 yılında<br />
bedevi Araplar tarafından şehid edilir ve Bağdat’a defnedilir.<br />
BEYİTLER<br />
Gülşen-i hüsn içre cânâ kâmetün serv ü nihâl<br />
Ârızın verd-i mutarra gözlerin nergis misâl.<br />
326<br />
Hâdken ref it Hüseyn-i bendeni şâhım meded<br />
Hicr-i pâpusunla gurbet oldu zirâ pay-mâl.<br />
Hafız Ahmet Paşa sadrazamdır ve 1623 yılının Ramazan<br />
ve Şevval ayını Musul çevresinde geçirmektedir. Bağdat’ın<br />
savunmasını da Bekir Subaşı’na bırakmıştır. Bekir Subaşı’ nın<br />
müdafaasına rağmen oğlunun ihaneti sonucunda Bağdat,<br />
İranlılar’ın eline geçmiştir. Bir yıl sonra, Hafız Ahmed Paşa,<br />
Bağdat’ı almak için yola çıkar. 9 ay sürer Bağdat muhasarası.<br />
Bu arada kıtlık, açlık, hastalık ve benzeri sebeplerle dönmek<br />
zorunda kalır.
Öldürülen 101 Şair<br />
BEYİTLER<br />
Semend-i nâza o nevres süvâr olur giderek<br />
Kemend-i zülfüne diller şikâr olur giderek.<br />
O mâh burc-ı şerefden yeni doğmuşdur,<br />
Şuâ-i mihr-i ruhı tâbdar olur giderek.<br />
Visâl-i bağına yârin erem deyu her su<br />
Sirişk-i didelerim cûy-bâr olur giderek.<br />
327
Mustafa CEYLAN<br />
(14): DERVİŞ PAŞA<br />
XVI. Yüzyılın son yarısında yaşamış, Bosna-Mostarlı bir<br />
şairimi zdir. II. Selim dönemi devşirmelerindendir. Önce at<br />
meydanında bulunan saraya, sonra da Enderun-u Hümâyûn’a<br />
alınmıştır. Tezkirelere göre Derviş Paşa III. Murad döneminin<br />
Doğancıbaşısı’dır. Budin’in kurtarılması sırasında<br />
Csepel(Cepel)adasına çıktıklarında, 14-15.000 kişilik bir ordusu<br />
vardır, ama asker şevki kırılmış, ürkmüştür. Bosna Beylerbeyi<br />
olan Derviş Paşa, o kadar korkak askere rağmen, döğüşe<br />
döğüşe adada şehid olur.<br />
328<br />
Divanı yoktur. Şiirleri muhtelif mecmualarda yayınlamıştır.<br />
Mesnevi ve gazeller kaleme almış bir şairimizdir. İranlı<br />
şair Binayi’ nin bir eserini Muradname adıyla dilimize tercüme<br />
etmiştir. Muradname, mesnevi tarzında fâilâtün, mefâilün,<br />
fâilün kalıbıyla yazılmıştır.<br />
GAZEL<br />
Âh kim nigâra irmez elim<br />
Nidem ol şivekâra irmez elim.<br />
Bir hazân-dide andelibim ben<br />
Gülşen-i nev-bahâra irmez elim.<br />
Yeridir nâleyi hezâr itsem<br />
Bir dem ol gül-‘izâra irmez elim<br />
Fülk-i dil bahr-i gam miyânında<br />
Âh kim bir kenâra irmez elim<br />
Yâr bir pâdişâh ü ben Dervîş<br />
Dâmenîne ne çâre irmez elim.
Öldürülen 101 Şair<br />
SON SÖZ:<br />
SAVAŞ ÇINGISI<br />
Bosna Beylerbeyi<br />
Emrinde onbeş bin asker<br />
Budin önlerinde<br />
Asker dediğin de ne?<br />
Korkak, ürkek…<br />
Derviş Paşa komutan<br />
Gözlerinde asırların alevi<br />
Savaş çıngısı dudaklarında<br />
Olanca gücüyle haykırmakta<br />
Uyanası değil askerin…<br />
329<br />
Mostarda bir köprüdür Paşa<br />
Üstünden rüzgâr eser, askersiz<br />
Bir acı türküdür ötelerde söylenen<br />
Ağam hey, beyim hey;<br />
Nideyim hey!...<br />
Mustafa CEYLAN
Mustafa CEYLAN<br />
(15): FEDÂYÎ<br />
Peşte savaşında şehid olan Fedâyî, XVI. Yüzyılın son yıllarında<br />
yaşamış, asıl adı İsmail olan bir şairimizdir. Asker şairlerimizin<br />
Çoğunluğu savaşlarda kahramanca çarpışmışlar ve düşman<br />
tarafından öldürülerek şehid edilmişlerdir. Fedâyî’ de o şairlerimizden<br />
birisidir.<br />
Hakkında Tezkirelerden bilgi aldığımız Fedâyî, İstanbullu<br />
bir şairimizdir.<br />
330<br />
III. Mehmed zamanında yapılan Eğri seferinde, savaşın zaferle<br />
sonuçlanmasına rağmen, bir bozgun yaşanır. Ordunun<br />
bir kısmı savaş meydanından kaçar. Fedâyî, bu duruma son<br />
derece üzülür ve bu kaçışları kınayan bir terkib-i bend kaleme<br />
alır. İşte o terkib-i bend Fedâî adının nam salmasını sağlar.<br />
“Sefer-i Humayundan firar eden Devletliler Hakkında” giriş<br />
sunumuyla başlayan şiir, Osmanlı Tarih ve Edebiyat<br />
Mecmuası’nda da yayınlanmıştır.<br />
Gazanfer Ağa’ya Övgü<br />
Sipihr-i bârgâha sâha-i vakârından<br />
Hicâb ider geçer iken göze görünmeğe bad<br />
Şemîm-i halkını şâir nice ide ta’rif<br />
Nesîmi nakş idebilür mi kilk ile Behzâd<br />
Fedâyî kulunu kurbânın oldu kapında<br />
Dilersen öldür efendi dilersen it âzâd
Öldürülen 101 Şair<br />
Fedâyî, eğitimini tamamladıktan sonra matbah-ı Amire<br />
Kâtipliği görevine getirilir. Karşısında da aynı göreve aday birisi<br />
daha vardır. Selânikî Mustafa Efendi… Fakat padişah<br />
Fedâyî’ yi tercih eder. Selânikî Mustafa Efendi, bu tercihe karşı<br />
çıkar. “Bu tayin geleneğe aykırıdır. Bu göreve işden anlayan<br />
birisinin getirilmesi gerekirdi” der.<br />
BEYİTLER<br />
Gönül fülk-i selâmet sâhilinde urmadın lenger<br />
Yine bir kâfirin oldum esîri hey müselmanlar.<br />
Öldürür yürür idi âşıkın ol reşk-i melek<br />
Hançer-i tîzine urmasa eğer kem köstek.<br />
Âşık öldürmeğe atılmış ok eyler yâri<br />
Yeni çıkdı o kuburî yen ile tâze yelek.<br />
Gözüm kan oldu destimden o yâr-i sîm-ten gitdi<br />
Gönül sabreyle gel çün kim olan oldu giden gitdi.<br />
331<br />
SON SÖZ:<br />
ASKER ŞAİRLERİM (Gülce-Buluşma)<br />
Geçtiler yârdan, serden<br />
Uyandılar seherden<br />
Estiler cephelerden<br />
Vay asker şairlerim!
Mustafa CEYLAN<br />
Düğüne gider gibi<br />
Gittiler türkü türkü,<br />
Onlar armağan etti<br />
Bizlere Atatürk’ü…<br />
Yurt diye can verdiler<br />
Göklere yükseldiler<br />
Öyle çok güzeldiler<br />
Vay asker şairlerim!<br />
332<br />
Düğüne gider gibi<br />
Gittiler türkü türkü,<br />
Onlar armağan etti<br />
Bizlere Atatürk’ü…<br />
Cephede bir şair varsa eğer<br />
Silinir korkular, ölüm bile hoş gelir<br />
Bayram yerine döner kazma kürek mevziler<br />
Okuduğu her şiir, dize derman, göze fer…<br />
Takdıysa süngüsünü, atıldıysa ileri<br />
Mümkün değildir döndürmek<br />
Şair askerleri<br />
Mustafa CEYLAN
Öldürülen 101 Şair<br />
(16): SAADET GİRAY(ÂRİFÎ)<br />
“Kıt’a<br />
Gamzen girişme haylîne sultan-ı fitnedür<br />
Çâh-ı ruhun fütâdeye zindân-ı fitnedür<br />
Cân ü dil oldı küştesi şemşîr-i gamzenün<br />
Rahm eyle anlara ki şehîdân-ı fitnedür.”<br />
Gazi Giray’ın oğlu, İnayet Giray’ın kardeşi. Sultan IV. Murad<br />
zamanında şehid edilen XVII. Yüzyıl Hanlık dönemi, Han<br />
soylu, Kırım şairlerimizden.<br />
Kırım şairleri icinde han veya han soylu şairlerin sayısı<br />
14’dür: I. Mengli Giray, Saadet Giray (I. Mengli Giray’ın<br />
oğlu).<br />
Devlet Giray, Bora Gazi Giray, Saadet Giray (II. Gazi<br />
Giray’ın oğlu).<br />
Bahadır Giray, IV. Mehmed Giray, Selim Giray, Şahin Giray<br />
(Selim Giray’ın oğlu).<br />
II. Mengli Giray, Hanzade Hanım, Şahin Giray (Topal Ahmed<br />
Giray’ın oğlu).<br />
Halim Giray, Şahbaz Giray. Bunlardan Bora Gazi Giray<br />
Han (Gazayi) aynı zamanda talik hattatı ve müzisyendir. Her<br />
türlü çalgıyı calabilirdi. Bayati Araban peşrevi, hüzzam peşrevi,<br />
mahur peşrevi ve saz semaisi gibi pek cok besteleri vardır.<br />
Kırım şairleri iyi oğrenim görmüştür. Müftülük, müderrislik,<br />
kâtiplik gibi meslek sahipleri yanında, devletin üst kademelerine<br />
kadar yükselenler de bulunmaktadır. Kırım şairleri<br />
icinde ümmi olduğu soylenen bir şair de vardır:<br />
Yavuz Selim çağında yaşamış olan Kefeli Talibi Celebi.<br />
Latifi, onun ümmi olduğu halde guzel şiirler soylediğini ifade<br />
eder. “<br />
333
Mustafa CEYLAN<br />
334<br />
“Hanlık dönemi Kırım edebiyatı, genel olarak Osmanlı<br />
edebiyatına benzer bir karakter gösterir. Şairlerin büyük çoğunluğu<br />
şiirlerinde Osmanlı Türkçesini kullanırlar. 13.yy.da<br />
yaşayan Ali ve 14.yy. şairi Mahmud’un şiirlerinde o günkü<br />
Kırım Türkçesi görülür. I. Mengli Giray’ın şiirlerinde Tatar<br />
Türkçesi egemendir. Bora Gazi Giray’ın Osmanlı Türkçesi<br />
yanında Kırım Tatarcası ile de şiirleri bulunmaktadır.<br />
Şairlerin büyük bir kısmı Divan edebiyatı estetiğini benimsemişlerdir.<br />
Ali, Mahmud, Aşık Ömer, Gevheri, IV. Mehmed<br />
Giray ve Kırımi gibi şairlerin hece vezniyle şiirleri vardır.<br />
Mutasavvıf şairlerden Selim Divane de hem aruz, hem de hece<br />
veznini kullanmıştır.<br />
Şairlerden 12’sinin divanı, 2’sinin divancesi vardır. 37’si<br />
sadece şiir yazmıştır. 17 şair ise başka eserler de kaleme almıştır.<br />
Kırım edebiyatı da Osmanlı edebiyatı gibi 19.yy.dan başlayarak<br />
Batı edebiyatı tarzında gelişimini sürdürmüştür.”<br />
(hbvdergisi.gazi.edu.tr)<br />
Kırım Hanlığı devrinde burada yetişen şairlerin eserleri,<br />
Rus ordusunun Bahçesaray’ı yakıp Potemkin’in Karasu’da<br />
katliam yaptığı senelerde gasp olunmuş ve nihayet Han<br />
Saray’ın Rus ordusu tarafından yağma edildiği zaman, oradaki<br />
mükemmel kütüphane de imha edilmiştir. Bu yüzden, bu<br />
dönem şairlerinin eserlerinin tamamı bugün elimizde mevcut<br />
değildir.<br />
Bugün ikinci Kırım Hanı Mengli Giray’ın şiirlerinden sadece<br />
birkaç mısra bilinmektedir. Tarihçi Seyyid Mehmed<br />
Rıza, “Es’seb’u’s-Seyyare” adlı eserinde Mengli Giray’a ait<br />
mısraları naklederken Han’ın ilim ve edebiyata çok meraklı<br />
olduğunu ve her zaman şiirle uğraştığını bildirmektedir.<br />
Mengli Giray, uzun zaman dönemin ilim ve irfan merkezi<br />
olan eski Kırım şehrinde yaşamıştır. Bundan dolayı iyi bir
Öldürülen 101 Şair<br />
medrese tahsili yapmış olması muhtemeldir. Daha sonra Gedik<br />
Ahmet Paşa tarafından İstanbul’a götürülen Mengli Giray,<br />
Kırım’a döndükten sonra Kırım’da Osmanlı sarayının bir benzerini<br />
yaptıracak kadar Osmalılar’dan etkilenmiştir. Bu kadar<br />
çok Osmanlı tesirine giren Han’ın Osmanlı şairlerinden de etkilenmesi<br />
normaldir. Kırım Hanlığı’nın daha kuruluş yıllarında<br />
başlayan bu tesir, bilhassa İstanbul’da terbiye gören hanzadeler<br />
yani saray vasıtasıyla gittikçe fazlalaşmıştır. 1475 yılında<br />
Gedik Ahmet Paşa’nın Kefe’yi almasıyla ilerleyen İstanbul -<br />
Bahçesaray münasebeti, Osmanlı Türkçesi ve edebiyatının<br />
Kırım Türkçesi ve edebiyatı üzerinde tesirli olmasına sebep<br />
olmuştur.<br />
“Es’seb’u’s-Seyyare” ve “Gülbün-i Hanan”ın müellifleri,<br />
Mengli Giray Han’ın Oğlu Saadet Giray Han’ın çok okuyan<br />
âlim bir şahsiyet olduğunu, kütüphanesinde sayısız değerli kitapların<br />
bulunduğunu, hatta Ali Şîr Nevaî’nin “Hamse”sinin<br />
de bu kitaplar arasıda yer aldığını belirterek şiirler yazdığını<br />
da anlatmışlardır.<br />
335<br />
Osmanlılar’ın Kefe valisi olan Abdullah Rıdvan Paşazade,<br />
“Tevarih-i Deşt-i Kıpçak” adlı eserinde, İstanbul’da rehine<br />
olarak kalan Kırım hanı Sahip Giray’ın Sultan Selim’e Kıpçak<br />
Türkçesi ile şiirler söylediğini ayrıca Osmanlı Türkçesi ile şiirler<br />
yazdığını anlatmıştır.<br />
Giray hanedanından l. Devlet Giray Han’ın da şair olduğunu<br />
ve şiirler yazdığını Kırım tarihçileri kaydediyorlar. Şiir yazan<br />
girayların içinde en meşhuru Bora Gazi Giray Han’dır.<br />
Uzun zaman İran’da esir kalan Bora Gazi Giray Han, mükemmel<br />
bir medrese tahsili görmüştür. Gazi Giray’ın Farsça rubaileri<br />
olduğu gibi, gazelleri de Osmanlı şairlerinin gazelleri kadar<br />
mükemmeldir. Gazi Giray Han’ın Kıpçak Türkçesi ile<br />
yazdığı şiirleri de vardır. Osmanlılarla beraber Avrupa seferine<br />
katılan Bora Gazi Giray’ın oradan padişaha yazdığı manzum<br />
mektuplar da çok meşhur olmuştur.
Mustafa CEYLAN<br />
1607 yılında vefat eden Bora Gazi Giray Han’ın şiirleri, bir<br />
divançe halinde Prof. Dr. İsmail Hikmet Ertaylan tarafından<br />
basılmıştır.<br />
Selamet Giray Han’ın oğlu Bahadır Giray Han da Osmanlı<br />
Türkçesi ile şiirler yazmıştır. Basılmamış bir divanı olan Bahadır<br />
Giray Han’ın şiirleri, Bora Gazi Giray’ın şiirleri kadar<br />
canlı değildir.<br />
1674’te ölen IV. Mehmet Giray hece veznini kullanarak<br />
Osmanlı Türkçesi ile ilahiler yazmıştır. IV. Mehmet Giray şiirlerinde<br />
Arif mahlasını kullanmıştır. Osmanlı Türkçesi ile şiirler<br />
yazan II. Mengli Giray Han, 1737 senesinde vefat etmiştir.<br />
336<br />
Bu dönemde girayların dışında gelişen Kırım edebiyatında<br />
da Osmanlı Türkçesi’nin tesirleri açık olarak görülür. Kırım<br />
Hanlığı’nda, İstanbul’dan Kefe’ye, sonra da Bahçesaray’a gelen<br />
Osmanlı memur ve tacirleriyle binlerce yeniçerinin bulunması,<br />
seferlerde Osmanlı ordusuyla Kırım ordusunun uzun<br />
zaman bir arada kalması ve mücadeleyle muzafferiyeti birlikte<br />
yaşamaları Kırım dili, edebiyatı ve sanatı üzerinde<br />
Osmanlılar’ın çok etkili olmasına sebep olmuştur.<br />
“Es’seb’u’s-Seyyare” adlı eserde XVII. asır Kırım şairlerinin<br />
eserlerine veya eserlerinden parçalara yer verilmiştir.<br />
17. yüzyıl şairlerinden Terkî (öl. 1674) yukarıda adı geçen<br />
eserde yer alan gazelinde cemiyetteki bozuklukları ve sosyal<br />
adaletsizlikleri işlemiştir.<br />
Bu devir şairlerinden Abdülaziz Efendi, “Kendim” isimli<br />
kasidesinde Orta Asır İslam felsefesini yansıtmıştır.<br />
Kırım klasiklerinden biri sayılan XVII. asır şairi Edip<br />
Efendi’nin “Sefername” isimli manzum destanı realist bir<br />
eserdir. Destan tanınmış Kırım seraskerlerinden Togay Bey’in
Öldürülen 101 Şair<br />
askerleriyle Ukrayna getmanı Hmelnitski’ye yardım için Polşa<br />
Kralı IV. Vladislav’la yaptığı savaşı anlatmaktadır.<br />
Aynı konu 17. asrın diğer bir şairi Canmuhammed tarafından<br />
Togay Bey Destanı veya “Sefername” adıyla işlenmiştir.<br />
Eşref Şemi - zade, Canmuhammed’in de bu sefere Togay<br />
Bey’le gittiğini söylemektedir. 1892 mısradan meydana gelen<br />
bu eser Kırım edebiyatında önemli bir yer tutar.<br />
Canmuhammed’in zengin tarihî hadiseleri kronolojik sırayla<br />
verdiği eserinden Kırım Türkleri’nin XVII. asırdaki tarihî,<br />
siyasî ve sosyal hayatlarını öğrenmek mümkündür.<br />
XVII. asır saz şairi Âşık Ömer (1621 - 1707), Kırım’ın her<br />
bölgesinde tanınıp sevilen bir şairdir. Eline sazını alıp çok<br />
genç yaşlarda sefere çıkan Âşık Ömer, İran, Suriye, Irak, Suudi<br />
Arabistan ve Türkiye’de köy köy dolaştıktan sonra, uzun<br />
yıllar Türkiye’de kalır. Gezdiği yerlerin dil ve edebjyatlarına<br />
hâkim olan Âşık Ömer; Nesimî, Fuzulî, Sadî, Hataî gibi şairlerin<br />
etkisinde kalmıştır. Şairin gazel, destan, koşma, semaî<br />
vb. eserlerinde işlenen ana tema; sevgi, sadakat, iyilik, namus,<br />
insanlık, adalet ve merhamettir. Âşık Ömer yetmiş yaşını geçtikten<br />
sonra, gezdiği yerlerden doğum yeri olan Gözleve’ye<br />
döner ve ömrünün sonuna kadar orada yaşar. 1707senesinde<br />
seksen altı yaşında ölen şair, Gözleve Kalentir Burnu’na defnedilir.<br />
337<br />
Mustafa Cevheri (ol. 1710) de Âşık Ömer gibi çok memleket<br />
gezmiş ve uzun yıllar Türkiye’de yaşamıştır. Saz şairi olan<br />
Cevheri sevgi, sadakat, namus gibi konuları işlemiştir.<br />
Cevherî’nin 5200 mısra civarında 350’den fazla şiiri vardır.<br />
Âşık Ömer de, Cevherî de Kırım’ın tamamen Türkiye’nin<br />
etkisinde olduğu çağlarda yaşadıkları için, şiirlerini Batı Türkçesi<br />
ile yazmışlardır. Bu devirde Osmanlı tesiri sadece edebî<br />
dilde olmayıp, güney yalı boyu ve dağ bölgelerindeki halkın<br />
dilinde de hissedilir. Merkez ve çöl kısmında bu tesir daha
Mustafa CEYLAN<br />
azdır. Esasen bu devirde edebî dil, Arapçadan ve Farsçadan da<br />
fazlasıyla etkilenmiştir. Bu dönemde Osmanlı Türkçesinin etkileri,<br />
edebî dilde olduğu gibi resmî yazımda da görülür.<br />
M. Zernof tarafından Moskova hükümet arşivindeki evrakların<br />
kopyası alınarak Kırım Hanlığı’na Ait Vesikalar Mecmuası”<br />
adıyla yayımlanan eserde, en eski “yarlık - ferman”,<br />
1520’de yazılan Mengli Giray’ın oğlu Mehmet Giray Han’a<br />
aittir. Bu yarlıkta Osmanlı Türkçesi’nin tesiri hiç hissedilmediği<br />
halde, 1583’te Devlet Giray Han tarafından yazılan yarlıkta<br />
Osmanlı üslubu açıkça görülür. Bu dönemde Osmanlılara<br />
veya Transilvanya prenslerine gönderilen belgelerde Osmanlı<br />
Türkçesinin hakimiyeti çok fazla olduğu halde, Rus prenslerine<br />
gönderilen bölgelerde Kıpçak Türkçesi unsurları hakimdir.<br />
338<br />
Kırım’da yazılan yarlıklar ve Türkiye’ye gönderilen cevapnamelerin<br />
üslubundaki akıcılık, imlasındaki intizam ve<br />
ifadedeki açıklık, Bahçesaray’da o dönemin klasik tahsilini<br />
yapan Osmanlı Türkçesine hâkim kâtiplerin bulunduğunu düşündürür.<br />
(Türk Dünyası El Kitabı, Türk Kültürünü Araştırma<br />
Enstitüsü, Ankara 1992 )
Öldürülen 101 Şair<br />
H-Hakkında Ferman Yayınlanarak Padişahlar<br />
Tarafından Öldürülen Şairler<br />
(1): CAFER ÇELEBİ<br />
“Bir nefes senden ırağ itmesün Allah beni<br />
Senden ayrulur isem âh bana, vâh beni.”<br />
XVI. yüzyılda 29 şairimiz çeşitli sebeplerle öldürülmüş.<br />
Osmanlı döneminde kendi düşüncesi ile ve Padişah fermanı<br />
ile idam edilerek öldürülen bir şairimizdir.<br />
Sultan Selim sefer dönüşünde, yeniçerilerin yaşlı olanlarını<br />
yanına çağırır ve onlarla sohbet eder, sefer hakkında bilgi alırmış.<br />
Gene öylesi bir günde, yaşlı yeniçerilere sorar:<br />
-”Sefer esnasında sürekli asker arasında fitne üretildiğini<br />
duymuştum. Bu fitnelere sebep olanlar, dedikoduları üretenler<br />
kimlerdir ağalar?”<br />
Kendi suçluluklarını gizlemeye çalışan Yeniçeriler, “İskender<br />
Paşa, Balyemez Osman Ağa ve Cafer Çelebi suçludur”<br />
derler. İlk ikisinin derhal ödlürülmesini isteyen Sultan, Cafer<br />
Çelebi’yi de yanına çağırır. Der ki:<br />
-”İslâm askerini tahrik maksadıyla fitne üreten kişiye sizce<br />
ne ceza verilmelidir?”<br />
Cafer Çelebi, düşünmeden cevap verir:<br />
-”İspat edilirse Hünkârım, cezası ölümdür, ölüm olmalıdır!”<br />
der. Evet işte böyle, Cafer çelebi kendi fetvasıyla idam<br />
edilir...<br />
339
Mustafa CEYLAN<br />
Tarih 18 Ağustos 1515’dir... Cenazesi kardeşi Said Çelebi<br />
tarafından kaldırılır. Kabri, Balat’da bulunan mescidin haziresindedir.<br />
340<br />
Cafer Çelebi’ nin eserleri şunlardır:<br />
1)Türkçe Divanı: İstanbul kütüphanelerinde şairin, yazma<br />
3 nüsha Divanı bulunduğu belirtilmektedir. İsmail E. Erünsal<br />
tarafından da şairin, çeşitli kütüphanelerdeki Divanları karşılaştırılmış<br />
ve yayınlanmıştır. 25 kaside, 225 Türkçe gazel, 1<br />
müseddes, 8 murabba, 10 kıta, 1 Tercii bend, 4 Arapça kaside,<br />
1 gazel, 1 müstezad, 2 Farsça kaside, 1 murabba, 1 tahmis<br />
yayınlanan bu eserde yer almıştır.<br />
2)Enîsü’l-Arif’in: Ahlâkî konuların yer aldığı bir eser.<br />
3)Hevesname: Mesnevi tarzında kaleme alınmış önemli bir<br />
eser. Bu eser ve bu eser dolayısıyla( ki, Şah İsmail’in nikâhlıevli<br />
karısıyla evlendiğinden dolayı)şair, çok suçlanır. Eserin<br />
birinci bölümünde İstanbul’un çeşitli yerleri ve mimari eserleri<br />
anlatılırken, ikinci bölümünde şair kendisinden bahseder.<br />
Şeyhî’ yi ve Ahmet Paşa’yı eleştirir.<br />
4)Mahrûsa-i İstanbul Fetihnamesi: İstanbul’un fethini anlatan<br />
bir eser.<br />
5)Kusname<br />
6)Münşeât: Henüz bulunamamış, çeşitli kaynaklarda adından<br />
bahsedilen bir eser.<br />
23 Ağustos 1514’ de Çaldıran’da Osmanlı ordusu ile Şah<br />
İsmail’in ordusu savaşa tutuşurlar. Taçlı Hanım ile Bihruze<br />
Hanım bu savaşta esir düşerler. Taçlı Hanım, mücevheratını<br />
vererek kurtulur. Bihruze Hanımın ise esareti devam eder.<br />
Bihruze Hanım, Cafer çelebi ile evlendirilir. Müslüman ve<br />
evli bir kadının başkasıyla evlendirilmesine şaşıran İbrahim<br />
paşa, bu durumu Sadettin Efendi’ye sorar.<br />
Sadettin Efendi de, “Şah İsmail’in haremi ne ve ne şekilde<br />
olmuştur ki, eşinin başkasıyla evlendirilmesi, eş olarak veril-
Öldürülen 101 Şair<br />
mesi caiz olmasın? Ayrıca, onlarda muta nikâhı vardır. Özellikle<br />
bilim şerefiyle değerlenmiş, olgunluk ve bilgelik süsleriyle<br />
bezenmiş bir kimsedir Cafer Çelebi...” Dolayısıyla bu<br />
evlilik caizdir.” der.<br />
Der ki:<br />
Yine seğrür gözüm ol gözleri şehlâ mı gelür<br />
Şadlıklar görinür yâr-ı dil-ârâ mı gelür<br />
Yine hoş bûy ile pür oldı meşâm-ı dil ü cân<br />
Acep ol ruhları gül zülfi semen-sâ mı gelür<br />
Cûş ider dil hum-i mey gibi safâdan neyi ki<br />
Görün ol la’l-i lebi câm-ı musaffâ mı gelür<br />
341<br />
Ruh ı zülfin görürem hûblarun düşde aceb<br />
Bu bahâr içre aceb başıma sevdâ mı gelür<br />
Koma gamzen beni oka diküb öldüri-yorur<br />
Cânuma geçdi benüm sana temâşâ mı gelür<br />
Kulağurmaz nice kim ney gibi feryâd ederem<br />
Yâra yâ Rab bu figânım kuru kavgâ mı gelür<br />
Hüsnünün gülşenine medh ü senâ eylemeğe<br />
Dahi Cafer gibi bir bülbül-i gûyâ mı gelür<br />
Cafer Çelebi, üç dilde de şiir ve nesir yazan ender şairlerdendi.<br />
Özellikle, Farsça konusunda tezkireciler, Şah ismail’e<br />
yazılan mektupların yazarı olarak ondan bahsederler.
Mustafa CEYLAN<br />
Sultan Selim, Cafer Çelebi’ nin öldürülmesini söylediğiiçin,<br />
bir müddet sonra vicdan azabı duymaya başlar. Çevresinde,<br />
bulunanlara kızar ve kendisini neden engellemediklerini<br />
söyler.<br />
Şairin öldürülmesinden bir hafta sonra sarayda çıkan bir<br />
yangın üzerine padişah : “Bu yangın, Cafer Çelebi’nin nefesinin<br />
ateşidir. Korkarım ki, tahtı, sarayı ve beni imha ede, etrafımı<br />
ihata edip dolana…”<br />
Cafer Çelebi’ nin öldürülmeden üç gün önce bir beyit yazdığını<br />
belirtirler. Bu beyit oldukça enteresandır ve şöyledir:<br />
“Ben şehîd-i tîğ oldukda râh-ı yârda<br />
Yumadan defn eyleniz tenden gûbarı gitmesün”<br />
342<br />
Kaynaklarda:<br />
“Tezkirelerde kaydedildiğine göre Cafer Çelebi’nin Caferi<br />
mahlasıyla şiirler yazan, hayatını sefahat içerisinde geçiren ve<br />
aşırı dozda afyon içmekten dolayı ölen bir oğlu vardı ki şiirlerini<br />
bazı mecmualarda bulabiliyoruz.<br />
Zilkade 918/Ocak 1513 başlarına ait bir vakıf kaydında<br />
Cafer Çelebi’nin diğer çocuklarından bahsedilmekteyse da<br />
bunların isimleri zikredilmemiştir.<br />
Daha erken tarihli bir belgede ise (897/1492) Cafer<br />
Çelebi’nin Ahmed ve Mehmed adlı iki oğlunun olduğu kaydedilmiştir.<br />
Kaynaklardan öğrendiğimize göre Cafer Çelebi Istanbul’daki<br />
mescidinden başka Simav’da bir mescit ve hamam,<br />
Bergama’da bir kervansaray ve Edirne’de bir sıbyan mektebi<br />
yaptırmıştır.
Öldürülen 101 Şair<br />
“Edirne’deki II. Bayezid imareti vakfının mütevelliliğini<br />
yürütmüştür. Muhtemelen bu görevi esnasında Edirne’de bir<br />
mektep yaptırmıştır. Mahmud Paşa Medresesi’ndeki görevinden<br />
sonra 1497 tarihinde divan-ı hümayuna nişancı olarak tayin<br />
edildi.<br />
Ramazan 905-Muharrem 906/Nisan-Ağustos 1500’de Moton<br />
(Methóni/Modon) ve Koron’a (Koróni) yapılan sefere katılan<br />
şair, Divan’ındaki bir kasidede Moton’un fethini detaylı<br />
bir şekilde tasvir eder. Kardeşi Sadi Çelebi’nin Münşe’at’ında<br />
yer alan ve bu sefer hakkında Moton’dan Bursa’ya gönderilen<br />
fetihnameyi de o yazmıştır (Temmuz 1500).<br />
5 Ekim 1503 tarihinde yazmış olduğu bir kasidenin takdimi<br />
dolayısıyla II. Bayezid’den bir hediye almış olan şairimiz,<br />
13 Aralık 1503 tarihinde Mısır sultanına gönderilmek üzere<br />
kaleme aldığı name dolayısıyla ödüllendirilmiştir.<br />
343<br />
Şakayık-ı Numaniyye’ye göre Bayezid Cafer Çelebi’ye<br />
günlük yüz akçe emeklilik maaşı teklif ettiyse de o bunu kabul<br />
etmemiştir.<br />
25 Nisan 1512 tarihinde Bayezid’in, oğlu Selim lehine<br />
tahttan çekilmesinin ardından şairimiz, Selim’in cülusunu tebrik<br />
etmek için Farsça bir kaside sunmuştur.<br />
Tahttan çekildikten sonra hayatının geri kalanını geçirmek<br />
için doğum yeri olan Dimetoka’ya doğru yola çıkan Bayezid<br />
Edirne civarındaki Abalu köyünde 10 Haziran 1512 tarihinde<br />
aniden vefat etti.<br />
Cafer Çelebi bu vesileyle yazdığı mersiyede II. Bayezid’in<br />
tahttan çekilmekten duyduğu üzüntüye ve içinde bulunduğu<br />
acı duruma hayıflanmasına atıfta bulunur. Bu mersiyenin sonunda<br />
bu tür kasidelerde mutad olan yeni sultana dua bölümünün<br />
olmaması dikkat çekicidir.”(1)
Mustafa CEYLAN<br />
Yine der ki:<br />
Ey yüzi tâze bahârum nicesin hoşça mısın?<br />
Gül yanakluca nigârum nicesin hoşça mısın?<br />
Gam değül derd ile ben hasta olursam hele sen<br />
Ey benim sevgülü yârüm nicesin hoşça mısın?<br />
Âhu-yı Çîn gibi her dem beni hûnin-dil iden<br />
Ey saçı müşk-i tatârum nicesin hoşça mısın?<br />
344<br />
Âteş-i şevki ile bağruma dâğ-ı gam uran<br />
Hey büt-i lâle-izârum nicesin hoşça mısın?<br />
Andelîb oldı gülistânuna Cafer dimedün<br />
Bir kez ey bülbül-i zârum nicesin hoşça mısın?<br />
-<br />
---------------------------<br />
(1): http://www.ottomanhistorians.com/database/html/cafercelebi.html
Öldürülen 101 Şair<br />
SON SÖZ :<br />
SAVAŞTA İKİ KADIN (Gülce-Üçgen)<br />
Çaldıran Ovasında bir garip savaş<br />
Savaşın ortasında iki hatun<br />
Ter kokulu at yelesi zaman<br />
Kandır süzülen kılıçlardan<br />
Mağlup olmuş Şah İsmail<br />
Otağı darmaduman<br />
Boynu bükük, şaşkın<br />
Bihruze Sultan<br />
Taçlı Hatun;<br />
Yapyalnız<br />
345<br />
Kader bu<br />
Örer ağın<br />
Yoktur kurtuluş…<br />
Yaksın ağıtları<br />
Yaksın iki dudağın<br />
Şah evi yok, saltanat yok<br />
Bir Osmanlı fesidir gayri<br />
Gece gündüz karşılaşacağın…<br />
Acaba, neler gelecek başına?<br />
Üzüm gözlerinden dökülecek yağmur.<br />
Bir yanda hicran üstüne hicran<br />
Öte yanda gurur<br />
Ve başı dik vücutlarda<br />
Bakışlar mağrur…
Mustafa CEYLAN<br />
Söyleyin Şahıma nicedir bu hâl?<br />
Böyle mi bitecek, bu gizemli masal?<br />
Çaldıran Ovasında bir garip savaş<br />
Savaşın ortasında iki hatun<br />
Verir de kurtulur altın tacı<br />
Taçlı Hatun ona derler hey!<br />
Bihruze Sultan ne yapsın?<br />
Güzel, fakir ve mahzun<br />
Bir at terkisinde<br />
Alıp giderler<br />
İstanbul’a…<br />
346<br />
İstanbul ki<br />
Şah kadar uzak<br />
Yedi tepe, yedi…<br />
Ortasında su mavi<br />
Çelebiler gelir geçer<br />
Sarayın koridorlarından<br />
Ve bir şeyhülislam fetvasıdır<br />
Takılır boynuna Bihruze’nin oy!<br />
Işıldar gelir, gümüş bir gerdanlıktan…<br />
Şahım şahım, benim canım padişahım<br />
Neredeysen ses ver, göğe çıktı âhım!..<br />
Zulümdür geceler, ölümdür sabahım…<br />
Mustafa CEYLAN
Öldürülen 101 Şair<br />
(2): PERTEV PAŞA<br />
Adı Mehmed Said Pertev (d. 1785, Darıca, Kocaeli - ö.<br />
Kasım 1837, Edirne), Osmanlı devlet adamı ve şair. Divan-ı<br />
Hümayunda Divan kalemlerinde, Sadaret Mektubi Kalemi’nde<br />
çalıştı. Daha sonra amedciliğe (1820), Divan-ı Hümayun beylikçiliğine<br />
(1824) ve reisülküttaplığa (1827) atandı. II.<br />
Mahmud’un çevresindeki en etkili devlet adamlarından biri<br />
oldu. 1837 yılında Padişah’a hakkında dedikodu götürülerek,<br />
Abdülmecit Efendi’yi tahta çıkarmak isteyenlerden birisi olduğu<br />
söylenir. Padişah II. Mahmud, bu dedikoduya inanır ve<br />
Vali Emin Paşa’ya “ferman yazılsun, vusulünde idam<br />
edilsin”diye emir verir. Padişahın bu fermanı üzerine asılarak<br />
idam edilir.<br />
347<br />
Demiştir ki:<br />
“Aşkın gönülde hayreti bir şeye benzemez<br />
Simâbedir sükûneti bir şeye benzemez<br />
Hayretde mahv-ı hâleti bir şeye benzemez<br />
Gevherde âb-ı rü’yeti bir şeye benzemez.<br />
Şemsin kamerle ülfeti bir şeye benzemez<br />
Nûrun nazarla nisbeti bir şeye benzemez<br />
Ülfet içinde âfeti bir şeye benzemez<br />
Ünsiyetin de vahdeti bir şeye benzemez<br />
Mir’atin aks-i savti bir şeye benzemez<br />
Bir sır o sır ki sîreti bir şeye benzemez.”
Mustafa CEYLAN<br />
“1928’de Mora Ayaklanması dolayısıyla Britanya, Fransa<br />
ve Rusya’nın verdiği notaların reddedilmesinde etkili oldu ve<br />
Rusya’yla savaşa girilmesini savunan kişilerin başında yer<br />
aldı. Savaşın (1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı) yenilgiyle sonuçlanması<br />
üzerine mümkün olduğu kadar uygun koşullarla<br />
barış yapılmasına çalıştı (Edirne Antlaşması, 1829).<br />
348<br />
1830’da azledildi, Girit’teki Rum ayaklanması sorunuyla<br />
ilgili olarak Kavalalı Mehmed Ali Paşa’yla görüşmek üzere<br />
Mısır’a gönderildi. Dönüşünde sadaret kethüdalığına getirildi.<br />
1835’te sadaret kethüdalığının yerine Umur-ı Mülkiye Nezareti<br />
(sonradan Dahiliye Nezareti) kuruldu ve ilk nazırlığına da<br />
vezirlik rütbesi ile Pertev Paşa getirildi. Osmanlı<br />
İmparatorluğu’nun en güçlü kişilerinden biri durumuna gelen<br />
Pertev Paşa, halk arasında “tuğsuz padişah” diye anıldı. Ancak<br />
bu, başta eski reisülküttap Akif Paşa olmak üzere rakiplerini<br />
harekete geçirdi. Pertev Paşa, devletin uğradığı büyün felaketlerin<br />
sorumlusu gösterilmek istendiği gibi, 1837’de II.<br />
Mahmud’un yerine Veliaht Abdülmecid’i tahta geçirmeyi tasarladığı<br />
gerekçesiyle görevinden alınarak Edirne’ye sürüldü<br />
ve padişahın iradesiyle orada idam edilerek öldürüldü.<br />
Nakşi şeyhlerinden Ali Behçet Efendi’nin müritlerinden<br />
olan Pertev Paşa, devlet adamlığının yanında döneminin tanınmış<br />
şairlerindendi. Pertev mahlasıyla yazdığı şiirleri Divan’ında<br />
(1837; 1840) toplanmıştır.”(kaynak=wikipedia.org)
Öldürülen 101 Şair<br />
Demiştir Ki:<br />
“Va’d-i visâli yâr hem eyler hem eylemez<br />
Bir sözle kalbi şâd hem eyler hem eylemez<br />
Kaçmaz sevilmeden çekinür ağza düşmeden<br />
Öpsem disem inad eyler hem eylemez<br />
Hatt-ı siyeh ki haftada bir artar eksilür<br />
Sevdâmızı ziyâd hem eyler hem eylemez<br />
Âğûşa çekseler dayanur hanöere ol şûh<br />
Uşşâka i’timâd hem eyler hem eylemez<br />
Gâhî sever seni geh ider iştikâ gönül<br />
Pertev ittihâd hem eyler hem eylemez.”<br />
349
Mustafa CEYLAN<br />
(3): AKLÎ<br />
Asıl adı Mehmed, doğum yeri İştib. İştibî Mehmed adıyla<br />
tanınır. İstanbul’da yaşamış, Ankaravî Mehmed Efendi’den<br />
ders almış, kırklı medreseye kadar yükselmiştir. Nemçe seferine<br />
serasker olan Yeğen Osman Paşa’nın yanında “Ordu Kadısı”<br />
olarak görev yapmıştır. İsyancılar arasında yer alan Yeğen<br />
Osman Paşa padişah tarafından cezalandırılınca, onun<br />
yanında yer alan şairimiz de 1687-88 yılında katledilir.<br />
Demiştir ki:<br />
350<br />
“Ser-i kûyin gören meyl-i behişt-i câvidan itmez<br />
Ruhin seyreyleyenler ârzû-yi hûriyân itmez<br />
Dime itmez nigâh-ı âşinâyı Aklî-i zâre<br />
Budur tarz-ı civânan iltifât-ı âşıkân itmez.<br />
Şiir böyledir işte. Koskoca ordunun kadısı da olsan gerektiğinde<br />
seni dinlemez ve hiç suçun günahın yoksa bile, arkadaşınla<br />
birlikte, inandığın, güvendiğin, kaderbirliği ettiğin kişilerle<br />
birlikte seni uçurumların en dibine yuvarlayıverir. Alır<br />
canını da, ah bile diyemezsin. Ve kaç asır sonra, Antalya’dan<br />
bir şair çıkar, “öldürülen şairler”i kaleme alırken, rastlar sana,<br />
detayları bilgiler temin etmeye çalışır, ulaşamaz. Sadece şiir<br />
hazretlerinin müsaade ettiği kadar az ve öz bilgiye ulaşabilirsin.<br />
Şimdilerde, eşi-dostu-yakını-arkadaşı uğrunda idam sehpasına<br />
korkusuzca gidebilecek şair var mı ki? Sanmıyorum<br />
olacağını. Şimdilerde, çağ korkaklar ve sahte kahramanların<br />
çağıdır. Yalcılar, yağcılar ve yaltakçıların çağıdır. El oğuşturanlar,<br />
yaşa Varol padişahım diyenlerin çağıdır. Kafasını çiz-
Öldürülen 101 Şair<br />
giden milim öne çıkaranın kellesi üstünde iktidar kılıcı hazır.<br />
Hiç bilinmez, belki de bir sabah uyanmışsındır, özel yetkili<br />
bilmem kaçıncı makamdan çağrılmışsındır, ama polis nezaretinde<br />
yaka paça götürülürsün. Öyle olursa da şaşırma, çağın<br />
gereği bu, zamanenin yüzü işte…<br />
Demiştir ki:<br />
“Seyr et o şâhı taze hat-ı müşk-bûyile<br />
Sulh itdi milk-i hüsnde gûyâ adüvile<br />
Sür âsitânına yüzüni sen de Aklî’yâ<br />
Hâk-i derinde hidmetin it âb-ı rûyile.<br />
351
Mustafa CEYLAN<br />
(4): RÂİF<br />
XVIII. Yüzyıl şairlerimizden, asıl adı İsmail, Bağdat’ta<br />
doğmuş, saray entrikaları arasında adı geçtiği için, Eğriboz<br />
muhafızı iken azledilmiş, sürgün yeri olan Lefkoşa’ya giderken<br />
Kethüdazade Kapıcı Ali Ağa elindeki fermanla Petriç kasabasına<br />
gelir ve şairimizi öldürür. Kesik başı Üsküdar<br />
Yenimahalle’de yol üzerinde bulunan kabristana gömülür.(19<br />
Mayıs 1785)<br />
Demiştir ki:<br />
352<br />
“Ey gonca dehen azm-i çemenzâr idelim gel,<br />
Gül mevsimini bülbüle ihbâr idelim gel.<br />
Sâkî verelim hükmünü eyyâm-ı bahârın,<br />
Neşveyle bugün dilleri ser-şâr idelim gel.<br />
Gül-çîn olalım bâğ-ı visâlinden efendim,<br />
Lûtfeyle ki gül-i bûse-i ruhsâr iselim gel.<br />
Peymâne be-kef zânû-be-zânû olup ey şûh!<br />
Dilden yine def’-i gam u âzâr idelim gel.<br />
Râif kulun ey meh sana çokdan nigerân,<br />
Gel bezme ki hâl-i dili ızhâr idelim gel.”<br />
Genç yaşında, babasının yanında kethuda olarak çalışmıştır.<br />
Ve Hâcegân-ı Divan-ı Hümayun rütbesine yükseltilmiştir.<br />
Padişah III. Mustafa’ya takdim edilmiş ve ardından darphane<br />
nazırı olmuştur. Sonra 6 yıl süreyle Reisü’l Küttab vekilliği<br />
görevini yapmıştır. Çeşitli göreve getirilir veya kısa sürede azledilir,<br />
ama o dönemin sadrazamı Derviş Paşa ile bir türlü geçinemez.<br />
Azledilir ve Sakız Adası’na sürülür. 1780’de vezirlik
Öldürülen 101 Şair<br />
rütbesiyle Kahire Valisi olur. Sonra, Konya, Girit ve Mora Valilikleri<br />
görevlerini de yürütür. Ve Belgrad muhafızlığına tayin<br />
edilir. Yıl 1785’dir ve I Abdülhamid’i tahttan indirerek yerine<br />
III. Selim’i getirmekle suçlanan Halil Paşa’ nın suç ortağı olarak<br />
kabul edilir ve azledilir. Azledilince, İstanbul’daki eviyle<br />
Kuzguncuk’daki yalısı mühürlendir.<br />
Şiir de oldukça başarılı, devlet adamlığında güzel huylu,<br />
iyi tavırlı, dürüsttü. Yönettiği kişiler ve kurumları kollar, korur,<br />
gözetirdi.<br />
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde, şairin el yazısı ile<br />
yazılmış Türkçe bir Divan’ı bunmaktadır.<br />
Demiştir ki:<br />
“Âşıkım âşık ki bâb-ı gam penâhımdır benim,<br />
Kays-i arsam mansıb-ı Mecnûn câhımdır benim.<br />
353<br />
Cevri ser-tâc-ı miyâhı tahder itsün bildiğin<br />
Tahtgâh-i dilde ol tannâz şâhımdır benim.<br />
Ferşden peyvestedir arşa âsâr-ı derûn,<br />
Ebr sanma çarh üzre dûd-i âhımdır benim.<br />
Şâhbâz-ı aşkam ey dil ser-fürû bilmem nedir<br />
Evc-i istiğnâ hümâ-veş cilvegâhımdır benim.<br />
Nice âsâ-yı kâküller dildar iken hem-çün bünye<br />
Rîfâ dûr olduğum baht-ı siyâhımdır benim.
Mustafa CEYLAN<br />
(5): RÂTİP<br />
Asıl adı Ebubekir, Tosya’da doğmuş, XVIII. Yüzyıl şairlerimizden.<br />
III. Selim’in gizli işlerini gören bir Reisü’l küttabdır.<br />
Düşmanlarının hasediyle başına gelmedik kalmamıştır.<br />
Onu sevmeyenler, Rodos adası’ na sürdürünceye kadar uğraşmışlardır.<br />
Ve 1799 yılında Rodos’ta idam edilmiş, kesik<br />
başı İstanbul’a getirilmiş ve Kanlıca’da bulunan şeyhi Ataullah<br />
efendi’ nin zaviyesine defnedilmiştir.<br />
Demiştir ki:<br />
354<br />
“Bir vahîd-i nâ-hudâ destinde sana ne umur<br />
Fülk-i devlet lenger-endâz-ı karâr olsun mu hiç<br />
Kilk-i fikrim reşha-pâş-ı mangal-ı âşûbdur<br />
Nâr-ı Nemrûd kim bülbül-i bahar olsun mu hiç?<br />
Küçük yaşlarda Tosya’dan İstanbul’a gelen şairimiz, tahsiline<br />
hızla devam eder ve III. Selim şehzade iken onun yazı<br />
hocası olur. Ve III. Selim tahta geçince de 1789 yılının Mayıs<br />
ayında Tezkire-i Evvel tayin edilir.<br />
Batıl inançları olan şairimiz Râtip Efendi, Reisü’l küttabın<br />
vefatı sebebyle hil’at giyecekken, “bugün ay akreb burcundadır”<br />
diyerek hil’at giyme işini ertesi güne bırakır.<br />
Bu durumu değerlendiren rakipleri, Padişaha onu gammazlarlar.<br />
Padişah kızar ve onu görevinden azleder. Bir süre sonra<br />
da tenzili rütbe ile tekrar Tezkire-i evvel vekilliğine tayin edilir.<br />
Düşmanları boş durmaz ve onu Bozcaada’ya sürgün ettirirlerse<br />
de bu sürgünlük fazla sürmez, affedilir ve yeniçeri<br />
kâtipliği görevine getirilir. Ardından, sefir olur ve Ruscuk,<br />
Yerköy, Bükreş yoluyla Peşte’ye girer. 7,5 ay sonra İstanbul’a
Öldürülen 101 Şair<br />
döner ve önce başmuhasebeci, sonra da defterdar tayin edilir.<br />
Ekmekçilerin hilelerini önlemek için de Zahire Nazırlığı görevine<br />
getirilir.<br />
Son olarak, Rodos’a sürgün edilmesine edilir ama Rodos<br />
onun için bir mezar olacaktır.<br />
Kaptan-ı Derya Küçük Hasan Paşa’ya gönderilen bir fermanla<br />
şairimiz Râtib’in idamı istenir. 8 Temmuz 1799 günü<br />
kesik başı İstanbul’a getirilir.<br />
Demiştir ki:<br />
“Bir encümen-i rûh-fezâ medhe sezâdır<br />
Dilberleri matbû-ı tıbâ-ı zurefâdır.<br />
San’atları hep işve ile nâz ü nezâket<br />
Âdetleri uşşâkına hep mihr ü vefâdır.<br />
355<br />
Hânendeleri gerçi değil Rum’a müşâbih<br />
Sâzendeleri nağme ile başka edâdır.<br />
Raksetmededir hûbları el ele vermiş<br />
Bu sâatte rakkâs-ı felek gıbta-nümâdır.”
Mustafa CEYLAN<br />
(6): TAYYAR PAŞA<br />
Demiştir ki:<br />
“Gice bezme o meh-i evc-i saâdet geldi<br />
Müjde ey baht-ı siyeh başına devlet geldi.<br />
O perînin leb-i cân-bahş u gam-ı aşkı ile<br />
Hastaya sıhhat u sağ âdem-i illet geldi.<br />
Âlem-i âba ayak bastığı dem duhter-i rez<br />
Sâkiyâ kâse-be-kâse bize şerbet geldi.<br />
356<br />
Hal değildir hat-ı rûyundaki ey bülbül-i dil<br />
Gülşene sebze-i nevrûz ile zînet geldi.”<br />
Asıl adı Mahmud, üç yıl Ruslara esir düşmüş ve esaretten<br />
kurtulduktan sonra Trabzon’a vali olarak atanmıştır. İdam edilerek<br />
başı kesilen ve kesik başı Ortakapı’da sergilenen bir şairimizdir.<br />
III. Selim’i tahttan indirme teşebbüsünde bulunanlardandır.<br />
Başaramayacağını anlayınca Kırım’a kaçtığı da<br />
söylenir. Osmanlı tahtına Sultan Mustafa’nın geçmesi üzerine<br />
affedilir ise de, aleyhinde bulunan kişiler, kendisinin yeni fitneler<br />
üretmekte olduğunu Padişaha arzederler. Geçmiş cezalarıyla<br />
birleştirilerek çıkarılan ferman sonucu idam edilir. İstanbul<br />
Kütüphanelerinde Divanı’ndan çeşitli nüshalar<br />
bulunmaktadır.
Öldürülen 101 Şair<br />
Demiştir ki:<br />
“Gerçi âlemde gönül şimdi gam-ı âlem çeker<br />
Ana şâdım ki cihânda gam benimçün gam çeker<br />
Şûle-zâr-ı kahr u mihnet oldu sahrâ-yı felek<br />
Ejder-i pür zehr-i gerdûn vâr ise kim dem çeker.<br />
Fikr-i rûy-ı yâr ile subh u mesâ kan ağlarım<br />
Hey aceb hurşîd-i gâlibken yine şebnem çeker.<br />
Rıtl-ı gamdan kefe-i ümmmîdimiz buldu hevâ<br />
Var mıdır mizân kim batman çeker dirhem çeker<br />
357<br />
Ham idince bâr gam-ı Tayyâr kadim didiler<br />
Kûh-i Kâf’ın devleri çekmez bunu âdem çeker.”
Mustafa CEYLAN<br />
(7): ŞEYHÜLİSLÂM MESUD<br />
Sultan I.Ahmed’in imamı ve hocası, Aydınlı Mustafa<br />
Efendi’nin oğlu, Hocazade veya Burnaz Müftü adıyla tanınmakta,<br />
idam cezasına çarptırılan ikinci şeyhülislâmdır. IV.<br />
Murad Şeyhülislâm Ahizade Hüseyin Efendi’yi, IV. Mehmed’<br />
de Şeyhülislâm Mesud Efendi’yi idam ettirir.(1 Ağustos 1657)<br />
Der ki:<br />
358<br />
“Dâğlar cismimde yer yer nola olsa şeb-çerağ<br />
Her biri ruhsâre-i dildârdan yakar çerağ”<br />
Müderris, kadı şairlerimizden, Divan toplantılarında sözünü<br />
esirgemez. Valide Sultan ve Padişahın gözüne girer. İpşir<br />
Paşa ve Murad Paşa zamanında ilgi görmezse de askerin isteği<br />
ile göreve başlar. Siyavuş Paşa’nın ölümüyle boşalan sadrazamlığa<br />
Boynuyaralı Mehmet Paşa’ nın tayin edilmesini sağlar.<br />
Ancak, bu yaptırdığı tayinden bir müddet sonra memnun<br />
olmaz. “Bu âdemi yanış seçmişiz” diyerek, Valide sultan’a<br />
haber gönderir. Valide Sultan da bu teklifi reddederek, kısa<br />
zamanda, sabit suçu olmadan sadrazam değiştirmenin yanlışlığına<br />
işaret eder.<br />
Sarayda iktidar kavgalarına alet olur, kavgaların ortasında<br />
yer alır. Sadrazam değiştirmek için yaptığı çalışmalar, onun<br />
ayağına dolanır. Durum Padişaha ve Valide Sultan’a bir takım<br />
ilâvelerle iletilir. Padişah, Mesud Efendi’yi görevinden azleder<br />
ve Diyarbakır’a sürgün edilmesini emreder. Diyarbakır’a<br />
gitmek istemeyen Mesud, bir takım çalışmalar içine girince,<br />
bu kez padişaha fitnecibaşı olarak jurnal edilir. Ululemre iteatsizlik<br />
ve asker toplamak suçlarından katline dair ferman çıkar.<br />
Ve idam edilir.
Öldürülen 101 Şair<br />
(8): MANTIKÎ<br />
“Evrâkını dağıttı sabâ Mushaf-ı gülün<br />
Kaldı okunmadı nice evrâdı bülbülün.<br />
Kaldı ki fasl-ı dey sebeb oldı bürûdete<br />
Bir yerde görmez olduk ikisin gül ü mülün<br />
Bir şeme bulmadı eser-i zülf-i yârdan<br />
Girdi nesîm eğerçi urûkına sünbülün<br />
Pîrâne-ser üşenme reh-i aşka düşmeden<br />
Zâhid elinde yok mu asâ-yı tevekkülün<br />
Bir boynu bağlı bende geçer Mantıkî sana<br />
Düşse aceb mi pâyine mânend-i kâkülün.”<br />
359<br />
XVII. Yüzyılın sonunda 1594/95’ de Şam’da doğmuş, asıl<br />
adı Ahmed olan Mantıkî, 1635 yılında devlet ricalini, paşaları<br />
hicvettiği, türbe yıktırdığı jurnallemesiyle idam edilerek öldürülen<br />
bir şairimizdir.<br />
Cenaze namazı Emeviye Camii’nde kılınmış ve Ferâdis<br />
Kabristanı’na defnedilmiş ve bütün mal varlığı da müsadere<br />
edilmiştir.<br />
Rüşvet yiyen, haksızlık yapan, halka zulmeden Ağa’ların,<br />
paşaların korkulu rüyâsı bir şairdi. Bu yüzden, etkili ve yetkili<br />
olanlar, onu ortadan kaldırabilmek, onun bir kırbaç edasıyla<br />
dolaşan hicviyeli dilinden kurtulabilmek için her yolu denemişlerdir.<br />
Babası, Nahçivanlı Molla Zeynüddin olup, babası küçük<br />
yaşlarda Şam’a yerleşmiş, evlenmiş ve ikamet etmiştir. Bazı
Mustafa CEYLAN<br />
kaynaklar, babasından ötürü Mantıkî’ye de Acem veya Nahçivanlı<br />
demekte iseler de Mantıkî, Şam doğumludur. Babasının<br />
Acem, annesinin Arap olduğunu söyleyenler de vardır.<br />
Döneminin ünlü bilgini Molla Şerefüddin’den ilim tahsil<br />
etmiştir. Ve Saliye’de bulunan Selimiye Medresesi müderrisliğine<br />
atanır. Daha sonra Haleb’e gider. Öküz Mehmet Paşa’ya<br />
sığınır. Der ki:<br />
“Şam’da bilmediler kıymetimi<br />
Hicret etdim Halebü’ş-Şehbâ’ya<br />
Hârlerin çifte-i iz’âcından<br />
İlticâ etdim Öküz Paşa’ya.”<br />
360<br />
Öküz Mehmet Paşa’ nın azli ve ardından ölümünden sonra<br />
himayesiz kalır ve İtanbul’a gelir.<br />
Önce kırklı medreseye müderris olur, ardından, 1620 yılında<br />
Edirne’de bulunan Çukacı Hacı Medresesi müderrisliğine<br />
atanır.<br />
Mantıkî, bundan sonra her yıl bir başka medresenin müderrisliğine<br />
tayin edilir.<br />
Ve 1634 yılında Şeyhülislâm ve şair Bahâyî Efendi yerine<br />
Haleb kadısı olur. Burada şam Valisi Silahtar Musahip Mustafa<br />
Paşa’nın mütesellimi Çiftelerli Osman Ağa ile anlaşamaz.<br />
Osman Ağa, daha sonra Vali ve Paşa da olur. Osman Ağa’<br />
nın idaresini, zulmünü korkusuzca eleştirir. Osman Paşa, Revan<br />
Seferi için hazırlıkta bulunan İstanbul’a Mantıkî’yi jurnaller.<br />
“Cezaya müstehak, izalesi icap etmektedir” diye şikâyette
Öldürülen 101 Şair<br />
bulunur. Mantıkî azledilir ve Mısır Valisi Sarı Hüseyin Paşa’<br />
nın fermanı sonucunda idam edilir.<br />
İstanbul’da bulunduğu sırada, IV. Murad’ın ilgisini çeker.<br />
Padişah, Nef’i‘ yi hicvetmesini ister. Mantıkî de yazdığı bir<br />
kaside ile şair Nef’i‘ yi hicveder. Bu suretle de iki şair arasında<br />
müthiş rekabet başlar. Herkesin Nef’i’ nin dilinden korkup<br />
kaçtığı bir ortamda Mantıkî, korkmadan muhatabına yüklenir.<br />
Nef’i, Mantıkî’ nin Frenk elbisesi giydiğini, Frenk taklidi yaptığını<br />
belirtir. Mukallidlikle suçlar.<br />
Mantıkî’ nin üç dilde şiir yazdığını ancak Arapça şiirlerinin<br />
oldukça az olduğunu kaynaklar belirtmektedir. Yazma Divan’ı<br />
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndedir.<br />
Bizi hicrâna saldın hayli mihnet-dîdeyiz senden<br />
Hakîkatsizlik ettin ey perî rencîdeyiz senden.<br />
361<br />
Demâdem nâle etme epsem ol ey bülbül-i şeydâ<br />
Muhabbet gülşeninde şimdi biz şûrîdeyiz senden.<br />
Bizimle etme ey Mecnûn da’vâ başa çıkmazsın<br />
Belâ menzillerin tayyeylemiş vâdîdeyiz senden.<br />
Nasîhat eyleme aşk ehline lâzım değil vâiz,<br />
Eğer sen âlim isen biz sühân-sencîdeyiz senden.<br />
Revâ mı Mantıkî’den yüz çevirmek hâre yâr olmak<br />
Anınçün ey gül-i nevreste dâmen-çîdeyiz senden.”
Mustafa CEYLAN<br />
(9): KOROĞLU<br />
Çoğunlukla “Köroğlu” ile karıştırılan ve bazılarının “Kuroğlu”<br />
dediği Koroğlu, XVII. Yüzyıl şairlerimizden, musikişinas,<br />
Genç Osman’ın ölümü olayına adı karıştığı için zindana<br />
atılır ve cezasını hayatıyla öder.<br />
Kime söyleyeyeim ben de derdimi<br />
Hûn ettin bağrımı yıktın rüzigâr.<br />
Tebdîl ettin mekânımı, yurdumu<br />
Beni tondan tona attın rüzigâr.<br />
362<br />
Ölür oldum benim kabrim kazıla<br />
Târîh olur bu sözlerim yazıla<br />
Gönlün alduğuna iki göz ile<br />
Bana bir göz ile baktın rüzigâr.<br />
Hercâi olduğun sen de bilürdün<br />
Çeşmim kanlu yaşlar ile doldurdun<br />
Niceleri şâdeyleyüp güldürdün<br />
Benim hâtırcığım yıktın rüzigâr.<br />
Derdini çekmeğe gayet ustayım<br />
Derdli oldum şimdi gayet yastayım<br />
Bîçâreyim zîf kaldım hastayım<br />
Hiç bilmezem bana nettin rüzigâr.<br />
Koroğlu çekmede dert ile kahrı<br />
Bu dünya fânidir ölüm âharı<br />
Koroğlu çekmede dert ile kahrı<br />
Döktün bentlerimi yıktın rüzigâr.”
Öldürülen 101 Şair<br />
Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinin birinci cildinde, zamanın<br />
ünlü çöğürcülerinden söz ederken andığı saz şairleri<br />
arasında Koroğlu’nu da haber verir. Şöyle sıralar saz şairlerini:<br />
Demiroğlu, Molla Hasan, Koroğlu, Gedâ Muslu, Kara Fazlı,<br />
Celeb Kâtibi, Sarı Mukallit, Kayıkçı Mustafa, Celeb<br />
Gedâyi, Hâkî, Türabî... Yine Seyahatname’nin beşinci cildinde<br />
bir kere daha Koroğlu’nu iyi çöğür çalanlar arasında anıyor.<br />
Sultan Osman olayına karışan Çöğürcü Koroğlu,<br />
Yeniçeri Ocağı’nın Kırk Üçüncü Ağa Bölüğündedir. Sadrazam<br />
Davut Paşa’ nın güvenilir adamlarındandır. Her halde<br />
sözü geçen bir subay olmalıdır. İş başarmakta ileridir.<br />
Sultan Mustafa hasta olduğundan tahtan indiriliyor, yerine<br />
henüz on<br />
iki yaşında olan IV. Murat geçiyor. Ama çocuk olduğu için<br />
yerine anası bakıyor işlere... Bu durumda Yeniçeri zorbaları<br />
koca şehri haraca kesiyor, zenginleri soyuyordu...<br />
Sultan Murat yirmi yaşına gelince korkunç bir irade gücü<br />
ile devlet yönetimini eline aldı. İlk iş olarak da kardeşi Osman’ı<br />
ve gözleri önünde sadrazamını öldüren zorbaların elebaşılarını<br />
ortadan kaldırdı. Tarihler bunları uzun uzun anlatırlar. Bu<br />
arada Sultan Osman’ı öldürten Davut Paşa’nın adamı zorbabaşılardan<br />
olan Koroğlu da kendini kurtaramayacaktı. Bunun<br />
için önce hapsedilmiş, sonra öldürülmüştür.<br />
Tutuklu bulunduğu sırada söylediği şiirde Sultan Murad’a<br />
nasıl yalvardığı görülecektir. Şiir aruz ölçüsü ile yazılmıştır.<br />
Bu da şairin aruz ile söylediği ikinci şiiridir.<br />
363
Mustafa CEYLAN<br />
Feryat-nâme<br />
Padişahım kıl terahhum hasbeten-lillâh içün<br />
Ahmed-i Mahmud-i Kasım………. can içün<br />
Son nefesde mümine nasib olan imân içün<br />
Rahme gel devletlü Hünkâr, sen âzad eyle beni<br />
Ebubekr, Ömer, Osman hem Ali, dört yâr içün<br />
Mansur’um, pervane geldim, kabul eyle dâr içün<br />
Gökte İsmail’e inen koç-kuzu kurban içün<br />
Mürvet et hey Padişahım, sen âzad eyle beni<br />
364<br />
Kuds, Medine, Arafat, ol üç şehr içün<br />
Hacıların gözünü çağı .... nur içün<br />
Kara donlu Kabe’yi yapan Halillullah içün<br />
Mürvet eyle hey Padişahım, sen âzad eyle beni<br />
KOROĞLU ey dür, gaziler, bu işler hak mıdır<br />
Ben gedâyı Padişahım, bağışlamak çok mudur<br />
Bir kulun ölmek ile dünyalar Hak mıdır<br />
Rahme gel hey Padişahım, sen âzad eyle beni<br />
Şair, başına geleceği açıkça görmekte ve doğrudan doğruya<br />
padişaha hitabederek yalvarmakta, onun din duygularına<br />
da dokunmaya çalışmaktadır. Ne çare ki, Murad’ın öç alma<br />
isteğini hiçbir şey yumuşatamayacaktır.
Öldürülen 101 Şair<br />
“Virdeyleyıp meşgul olayı ismine<br />
Gizli sırrı hep âleme şây - olur<br />
Bir acâyip duâ sinmiş cismine<br />
Seni koçan yoksul ise bay olur.<br />
Ömrü binler yaşar seni saranın<br />
Yiyüp içüp böyle demler sürenin<br />
Kirpiği okuyla kana girenin<br />
İki gözü cellât, kaşı yay olur.<br />
Serimi yoluna kıldım fedalar<br />
Yol üstünde şahı bekler gedâlar<br />
Söyledikçe böyle şirin sedâlar<br />
Bülbül ünü öyle yerde nây olur.<br />
365<br />
Kelâm kılsa dür dökülür sözünden<br />
Âlem ibret alur ala gözünden<br />
Nikabm kaldırsa ol mâh yüzünden<br />
Gören âşıkların adı zay-olur.<br />
Bâri gülme, bir iltifat sezmeyim<br />
Askına uyup da yoldan azmayım<br />
KOROĞLU der, nice ağlar gezmeyim<br />
Hafta geçer yüzün görmem, ay olur.”<br />
Dördüncü Murat, Sultan Osman olayından sonra pek havalanan<br />
zorbaların isimlerini not almış, intikam sırasını beklemişti.<br />
Ancak 1632 yılında, yönetimi anasının elinden almış ve<br />
bütün zorbaları yakalatarak başlarını vurdurmuş, cesetlerini<br />
denize attırmıştı.
Mustafa CEYLAN<br />
İşte, bu temizlik sırasında Koroğlu da padişahın hışmından<br />
kurtulamamıştır. Bu sıralarda yaşı en çok kırk olmalıdır. Bu<br />
erken ölümü dolayısıyla Koroğlu’nun şiirlerine pek az rastlanmaktadır.<br />
“Körpe yâri yadlar sarar bağrına<br />
Âhedüp çevrini çekmek göründü<br />
Melek yüzlü bîvefânm uğruna<br />
Serimiz meydanda satmak göründü<br />
366<br />
Kimse bencileyin yanup yakılmaz<br />
Güne; gibi mâh yüzüne bakılmaz<br />
Bu yerlerde güzel kahrı çekilmez<br />
Çıkıp bir diyara gitmek göründü<br />
Gönül şimdi kâreyledi akım<br />
Zaif oldum, çekmem hasret yükünü<br />
Aşk yayın yasmadan gamzen okunu<br />
İrerse menzile atmak göründü.<br />
KOROĞLU kulundur, eyleme nizâ<br />
Şikâyetim çoktur, diyeyim size<br />
Kahbe yâr etmedi iltifat bize<br />
Bir gayri güzele çatmak göründü.”
Öldürülen 101 Şair<br />
Gel sevdiğim bana doğrusun söyle<br />
Melek misin, hûri misin, nesin sen?<br />
Hudâ sen özenip yarattı böyle<br />
Melek misin hûri misin, nesin sen?<br />
Şerbettir leblerin, benzemiş kande<br />
Yüzünü görenler bend olur bende<br />
Hazret-i Yusuf’un sîmâsı sende<br />
Melek misin, hûri misin, nesin sen?<br />
Görünce cemâlin, akıl ne şaştın<br />
Yürekte onulmaz yara ne düştün<br />
Kanadın sıd(ı) 1ar da yere mi düştün<br />
Melek misin hûri misin, nesin sen?<br />
367<br />
KOROĞLU hûblann şâhına kuldur<br />
Lûtfeyle sevdiğim kendünü bildür<br />
Sinesi yayladır, yanağı güldür<br />
Melek misin, hûrin misin, nesin sen?
Mustafa CEYLAN<br />
Söz tutup uludan dinleyin öğüt<br />
Edepli erkânından belli olur<br />
Mertliğin bildirir cilasm yiğit<br />
Gönülceği alçak, ağa yoll-olur<br />
Fidanı boy verir her bir yurtların<br />
Şikârı mı eksik olur kurtların<br />
Cenk yüzünde kelle kesen mertlerin<br />
Sırtı kaplan postu, başı tell-olur<br />
368<br />
Sözünde yanılır geri kalanlar<br />
Tevekküli Hak’tır devlet bulanlar<br />
Hele sofrasında koçak olanlar<br />
Kılıcı salmakta bek elli olur<br />
Gazilik edenin kanlıdır gözü<br />
Yarar olanların yerderdir yüzü<br />
Hatır yıkmakta nâ-merdin sözü<br />
Koç yiğitler dâim tatlı dill-olur<br />
İzzette oturur merdim olanlar<br />
Derunun söyler yüzü günlenler<br />
KOROĞLU’ nun gönülceğin alanlar<br />
Servi boylu güzel, ince bell-olur
Öldürülen 101 Şair<br />
(10): CİHÂNÎ<br />
“Şems-i Tebrîzî serin aldı eli âyesine<br />
Kim irer rızk u riyâ ile anın pâyesine<br />
Merd-i meydânı olan ma’reke-i irfânun<br />
Felek-i pîrezenün bakmadı pîrâyesine<br />
Şevki artar dün ü gündür gibi aşk ehlinin<br />
Benzer ol hâceye kim germ ola sermâyesine<br />
Tâliüm necm-i saâdet ile kırân eyledi<br />
O güneş saye salup gelse bu hem-sâyesine<br />
Derdile şöyle zaîf oldı Cihânî benden<br />
Gizlenür ger düşse bir perr-i mekes sâyesine”<br />
369<br />
XV. Yüzyılın son çeyreğinde yaşamış olan Cihânî, ilim ehli<br />
bir şairdi. Sultan Selim Han tarafından, rüşvet alarak halka ve<br />
memlekete zulmeden idarecilere, emirlere, kadılara ve valilere<br />
yapılan bir kıyım sırasında, saraya yakın olduğu ve idareci<br />
olduğu için öldürülmüştür.<br />
Sehî Bey ve Lâtifî Cihânî hakkında bilgiler vermişlerdir.<br />
Lâtifî, Cihânî şiirlerine örnek olsun diye şu beyti ele alır:<br />
“Didüm ey hûnî bulaşma gel rakîbin kanına<br />
Didi kandan âdem oldı olda kimdir kanı ne”<br />
Cihânî hakkında fazla bir bilgimiz yok. Kaynaklar, tafsilatlı<br />
bilgiler aktarmamış. Gazelleri’ ne de Câmiu’n Nezâir veya<br />
Pervâne Bey’in mecmuasında rastlanılmıştır.
Mustafa CEYLAN<br />
Şiir böyledir işte. Şairini kesenin, veznenin, benzin pompasının<br />
yanında tutarsa, korkun o şiirden. En kısa sürede, tabandan<br />
tavana yapılan yağ yüklü, övgü dolu söz ve sözcükler bitecektir<br />
ve hakikat gün ve güneşe çıkıverecektir. Şiir, zaten<br />
hakikatın bayraktarıdır. Hakikatin aynasında yüzünü yıkar<br />
şiir. Yalancı aynalar ve yalancı saatlere aldanan şairin hali kötüdür.<br />
Demiştir ki:<br />
“Kıldı firkat ben garîbi âh cânândan cüdâ<br />
Cism-i bî-rûhum ki kaldım hsretâ cândan cüdâ<br />
370<br />
Yâr ise nâ-mihribân derdim bilür bir kimse yok<br />
Ara yirde kalmışam biçare dermândan cüdâ<br />
Leşker-i eşküm perîşân oldı her sû sensiz<br />
Kande cem’olur şu asker kala sultândan cüdâ<br />
Derd-i eşkiyile kıldı ben fakîri muğtenem<br />
Lâyık-ı devlet değil kul ola cânândan cüdâ<br />
Sen gül-i nev-resteden ayru Cihânî âh ider<br />
Nâle eyler her nefes bülbül gülistândan cüdâ.
Öldürülen 101 Şair<br />
CİHÂNÎ’den BİR GAZELLE DEVAM EDELİM:<br />
Bana mesken bulunur mu der-i dildâr gibi<br />
Bülbüle yer mi olur kûşe-i gülzâr gibi<br />
Bir gün ol yüzü güneş bana tulu’ide deyu<br />
Kûyı içre dururam sâye-i dîvar gibi<br />
Sâde-rû çok bulunur âlem içinde ammâ<br />
Bulmazsan arasın yâr olıcak yâr gibi<br />
Şark ile garbı tulu’itse ider nûrânî<br />
Ârızı ol güneşin matla-ı envâr gibi<br />
371<br />
Ne kadar varsa uşşâk Cihânî şimdi<br />
Sebziyâ hasta iden ol gözi bîmâr gibi.”<br />
SON SÖZ:<br />
IŞIĞIN KORKULU GÖZÜ (Gülce-Buluşma)<br />
Gece kuşlarının konduğu sütunların<br />
Sessizliği öldüren çığılığını duyup da<br />
Ağlayan bir köşe süsü olsan da nafile
Mustafa CEYLAN<br />
Yıldızlar perdelerde en hüzünlü raksını<br />
Cama düşen yağmurun çıkardığı ses ile<br />
Yapıyorsa sen gülüm, koşup gitme sahile<br />
Çift kanatlı kapıların eşiğinden rütbeler<br />
Çizmeler ve kılıçlar parıldayıp geçerken<br />
Adınla yanar kâğıt, destanlar düşer dile<br />
Mazgallarda sallanan ışığın korkulu gözü<br />
Taşlıkda toplanan gözdelerin üstünde<br />
Gamzelerde fırtına, dudaklarda son hile…<br />
372<br />
Ey zaman içinde çağıldayan zaman ey!<br />
Haber verin şaire ney’ini kapsın gelsin!<br />
Bilinmez giysilerde saraylarda duran şey.<br />
Av köşküne uzanan yollarda çimen çiçek<br />
Kadife yaprağını giyinmiştir ağaç, dal<br />
Ferman padişahın elbet,<br />
Hayat mavi bir masal.<br />
Kadılar, valiler giyinsin kaftanları<br />
Kavukların içine saklansın düşünceler<br />
Umut doğuran şiir,<br />
Kırılmış kaleminde şairin<br />
Kelimeler öksüz kalacak belli<br />
Belli sustuğundan, saklandığından<br />
Cihâni’nin…<br />
Mustafa CEYLAN
Öldürülen 101 Şair<br />
(11): NİHÂNÎ<br />
“Cân oldı şehâ şâhid-i maksûduna vasıl<br />
Sultân-ı gam-ı aşk ına dil olalı menzil<br />
Katlüme delil olsa n’ola gamze-i zülfün<br />
Meşhûrdur “ed-dâllü ale’l-hayri ke fâil”<br />
Ey kaşı keman tîr-i havâdisden alınmaz<br />
Peykânın ile sînede can olalı yek-dil<br />
Olmasa kişi âlim-i esrâr-ı gam-ı aşk<br />
Tahsîl-i ulûm eylemede ona ne hâsıl<br />
373<br />
Zulmetde kalurdum şeb-i hicrânda Nihânî<br />
Âhım şereri olmasa ger sana meşâil.”<br />
XVI. Yüzyıl divan edebiyatı şairleri arasında yer alan, düşmanlarının<br />
nifak ve iftiraları sebebiyle Kanuni tarafından öldürülen<br />
şairlerimizdendir.<br />
Hakkında fazlaca bilgi yok. Kaynaklar onun Edirne’li olduğunu,<br />
kendisinin kemençe kardeşi Kaya Çelebi’ nin de saz<br />
çalmakta usta olduklarını belirtirler. İstanbul-Eyüp civarında<br />
ikamet eden şairimiz, Dukaginzade Mehmet Paşa’nın yakınıdır.<br />
Dukaginzade şairimizi, Manisa’da bulunan Şehzade<br />
Selim’in yanına gönderir. Şehzade Selim, onun kemençe çalmasından<br />
çok hoşlanırmış. Hattâ şehzade Selim’in nedimelik<br />
görevini yaparken, onun çok iyi bir nişancı olduğunu anlayan<br />
Padişah, ona kemençe çalmaması, nişancılık yapması için töv-
Mustafa CEYLAN<br />
be de ettirmiş olduğu kaydedilmektedir. Turak Ağa, Turak Ali<br />
veya Turak Ali Nihanî Çelebi adları ile de anılmıştır.<br />
Şehzade Bayezid’in iadesi için Kanuni ve Selim tarafından<br />
Şah Tahmasb’a heyetler gönderilir. Nihanî gönderilen bu heyette<br />
de yer alır. Görüşmeler sırasında Şah Tahmasb’ın hayranlığını<br />
kazanır.<br />
İran dönüşünde Lala olmak için çok uğraşır, saraya başvurur.<br />
Bu arada rakipleri, onu çekemeyenler de boş durmaz.<br />
Hakkında bir sürü yalan-yanlış dedikodu üretirler ve Padişah<br />
Kanuni’ye iletirler ve şair, Kanunî tarafından öldürülür.<br />
374<br />
Şairin suçsuz yere öldürülmesi sebebiyle, dostu olan şairler<br />
tarafından çok sayıda tarih düşürülen beyitler, mısralar kaleme<br />
alınır. Onlardan birisinde Şair Ulvî şöyle der:<br />
“Göçdü dünyâdan Turak Beğ hayf kim<br />
Bağrumuz yakdı bizim nâr-ı firâk<br />
Gûş edüb Ulvî dedi târîhini<br />
Eyleye Hak ana cennâti Turak.”<br />
Evet,<br />
Şair ölür. Herkes gibi şair de fânidir elbette. Şairi esas öldüren<br />
şairin unutulmasıdır. Şairin, ölümünden sonra hiç anılmamasıdır.<br />
Günümüz şairlerinin dostluğu ile mâzinin şairlerinin dostluklarını<br />
hele bir mukayese edelim. Göreceğiz ki, aralarında<br />
çok büyük fark vardır.<br />
Dün, arkadaşı-dostu için zamanın padişahına bile söz söylemekten,<br />
dörtlükler yazmaktan, eleştirmekten çekinmeyen<br />
şairler var. Bugüne bakın, dostunu mezarlığa defnettikten sonra,<br />
dönüp ardını çekip giden, bir daha adını bile anmayan şair<br />
zümresi…
Öldürülen 101 Şair<br />
Dün ebced hesabıyla tarih düşürme olayı varmış. Bugün,<br />
ebced hesabını bilen yok. Günümüz araştırmacı ve yenilikçi<br />
şairlerine diyorum ki; ebcedin köklerine sadık kalarak, yenikolay-anlaşılır<br />
bir şiir türü, taih düşürmeye dair bir tür ortaya<br />
konamaz mı?<br />
Hiç olmazsa, vefat eden, Hakk’a yürüyen şair dostlarımızın<br />
ardından tarih düşüren bir şiir ortaya koyalım, olmaz mı?<br />
Ne dersiniz?<br />
BİR GAZELİNE GÖZ ATALIM:<br />
“Bir güzel gördüm bugün ben Ayasofyâ’dan yana<br />
San melekdür indi Hak emriyle dünyâdan yana<br />
Gözleri ok dikdü göz göre benümle cenk ider<br />
Mâ’il olur mest olan elbetde gavgâdan yana<br />
375<br />
Dilberüm berdâr olâ zülfîne dildârun rakîb<br />
Bâkasın gözüm nezâketle Galâtâ’dan yana<br />
San hilâl ile mukârin oldı gökde âfitâb<br />
Keştiye bînüb yürüse bâri deryâdan yana<br />
Yâr kûyî var iken olur mu dünyâda bugün<br />
Zerre denlû meyl idem Firdevs-i a’lâdan yana<br />
Ey Nihânî görmek istersen güzeller kânını<br />
Gâh İstanbûl’a gel git geh Galâta’dan yana.”
Mustafa CEYLAN<br />
SON SÖZ<br />
SULTANÎYEGÂH BİR GECE<br />
Kement atıp kollarıma bağladın<br />
Suskun ufukların dili olsan nafile<br />
İçerimde yıldırımlar koşusu var bilesin<br />
Usanmadın yakdın, yürek dağladın.<br />
376<br />
Vay ki bana vay!<br />
Vay ki sana vay!<br />
Sultaniyegâh bir gecede tüldür hasret<br />
İnanma yosun tutan taş yüreklere<br />
Ve inanma cam kırığı düşlere, saçları gül kurusu rüzgâra<br />
Hasretini doku küf kokan masalara<br />
Bırak yüreğini iki büklüm<br />
Fermanlara…<br />
Yarın gelecektir mutlaka<br />
Anı yaşa ve doldur dağ yamacı bugünü<br />
Her dil çiçek açtırmaz fidanım<br />
Her dil süpürmez gecelerin uykusunu<br />
Dili kopsun köprüleri yıkanların<br />
Ve kurusun elleri fesatın, yalancının<br />
Ölüm sebepsiz yere, beklenmedik hakikat<br />
Dört kolluya bineceksin er geç, hele dikkat<br />
Tahtına bağdaş kurup sar sarmala yılları<br />
Suretleri parçala ışıkta ve sakla asılları
Öldürülen 101 Şair<br />
Mum gölgesi uzun olur duvarda<br />
Mahpushane kapısında sürgü var<br />
Söylesin Padişah bakışlarım son sözünü son kere<br />
Bir şair ilmeği boynumuzda asılı<br />
Cellâdım tekmeden önce sandalyeyi<br />
Verilen kararı sorar…<br />
Karar ki, ayakucunda bin şair arar…<br />
Mustafa CEYLAN<br />
377
Mustafa CEYLAN<br />
(12): ŞÂHÎ(Şehzade Bayezid)<br />
Öldürülen şairlerimizden “Şehzade Bayezid (1525 - 25 Eylül<br />
1561), Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’dan<br />
olma şehzadelerindendir.<br />
Babası henüz sağ iken kardeşi Şehzade Selim ile giriştiği<br />
taht mücadelesinde yenilmiş; sığındığı İran Şahı’nın sarayında<br />
babasının adamları tarafından oğulları ile birlikte boğularak<br />
öldürülmüştür.<br />
378<br />
1525 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Osmanlı<br />
padişahı Kanuni Sultan Süleyman, annesi Hürrem Sultan’dır.<br />
11 Kasım 1539’da erkek kardeşi Cihangir ile birlikte sünnet<br />
edildi. 1541’de Macaristan seferine katıldı. 1546’da Karaman<br />
Sancak Beyliği ile gö revlendirildi. 1548’de İkinci İran seferine<br />
çıkan babasını Akşehir’de karşıladı.<br />
Kanuni 1553’te Nahcıvan Seferi’ne (3. İran seferi) çıkarken<br />
Bayezid’i taht muhafazası için Edirne’ye gönderdi. Ordu<br />
sefere giderken Konya’da Şehzade Mustafa’nın boğdurulması<br />
ve ardından Şehzade Cihangir’in de hastalanarak Halep’te hayatını<br />
kaybetmesi üzerine Bayezid, tahtın iki varisinden birisi<br />
olarak kaldı. Diğer varis, ağabeyi Şehzade Selim idi.<br />
Düzmece Mustafa olayı<br />
Şehzade Mustafa’nın öldürülmesinden sonra ortaya çıkan<br />
Düzmece Mustafa olayında Şehzade Bayezid’in, isyancı kuvvetleri<br />
durdurmada ağır davrandığı, hatta bu isyanı onun düzenlediği<br />
iddiası ortaya atıldı. Kanuni’nin ona olan güveni<br />
sarsıldı, ancak yine de kendisini affedip Kütahya’ya gönderdi.<br />
Bayezid bunun üzerine babasına yazdığı mektupta “ben kulu-
Öldürülen 101 Şair<br />
nuzu muradına irgürdünüz” diyerek teşekkür etmiş ve kendisini<br />
tahtın varisi olarak görmeye başlamıştır.<br />
Annesinin koruması<br />
Hürrem Sultan, kendi oğullarından birisinin, daha çok karakter<br />
bakımından Kanuni’ye benzeyen Bayezid’in tahta geçmesini<br />
istiyordu. Yaşamı boyunca da onun koruyuculuğunu<br />
üstlenmiştir. Hatta Düzmece Mustafa olayında Bayezid’in,<br />
affedilmesini Hürrem Sultan’a borçlu olduğu söylenmektedir.<br />
Ancak Hürrem Sultan’ın 1558’de ölümünden sonra, Bayezid<br />
koruyucusuz kalmış ve kendine taraftar toplamaya girişmiştir.<br />
Bayezid’in Selim aleyhine harekete geçmesinde, Lala Mustafa<br />
Paşa’nın rolü olduğu düşünülür.<br />
“Şehzade Mustafa’dan sonra, ikinci bir evlât acısı eklenince<br />
ki, Cihangir Sultan’ın vefatıydı. Yaralı baba kalbi, ilk<br />
isyânını yakaladığı Şehzade Bayazıd’ı Hürrem Sultanın da ısrarları<br />
ile affetti. Bayezid yaptığı isyânın farkında olduğundan<br />
barış şerbetini eline tutuşturan babasının sunduğu şerbeti zehirlidir<br />
korkusuyla bir müddet içemeyip endişeyle bekledi.<br />
Sultan Kanuni, durumu görünce oğlunun elinden aldığı bardağı<br />
bir dikişte bitirdi. Belki de Sünneti Şerife uygun içme tarzını<br />
ilk defa terketmiş oldu koca Padişah.<br />
379<br />
Evet oğlu ona itimat edememişti. Affa inanamamıştı, banş<br />
merasiminde annesi Hürrem Sultan bulunduğu halde. Bu tereddüd<br />
onun bu işlere yeniden teşebbüs edeceğini gösteriyordu,<br />
nitekim etti de...”<br />
Selim ile sürtüşmeler<br />
Oğullarının taraftar toplamaya başlamaları üzerine Kanuni<br />
onları birbirlerinden uzaklaştırmış, 1558’de Selim’i Konya’<br />
ya, Bayezid’i ise Amasya’ ya göndermiştir. Bayezid bunu kendisine<br />
bir hakaret saydı ve Kütahya’da kalmaya çalıştı. Ancak<br />
babasının ısrarları sonucu Amasya’ya gitmek zorunda kaldı;
Mustafa CEYLAN<br />
380<br />
21 Aralık 1558’de Amasya’ya vardı. Kanuni onu çeşitli vaadlerle<br />
oyalamaya çalışırken, o bir mektubunda babası için “padişah<br />
olan yalan söyler mi” dedi ve taraftar toplamaya devam<br />
etti.<br />
Kanuni, aynı şekilde Selim’in de asker toplamasını söylemiş<br />
ve Sokollu Mehmed Paşa’ yı ona yardıma göndermiştir.<br />
Bu arada Bayezid’in sancağından çıkması isyân olarak değerlendirildi<br />
ve Şeyhulislam Ebusuud ve başka din adamları tarafından<br />
öldürülmesinin vacib olduğuna dair fetvalar verildi.<br />
Bu esnada Amasya’dan Ankara’ya gelmiş olan Bayezid, 29<br />
Mayıs 1559’da Konya önlerinde Selim’in ordusuyla çarpıştı,<br />
ancak 2 gün süren savaşta onun düzenli ordusu karşısında üstünlük<br />
sağlayamayıp yenildi. Bunun üzerine Amasya’ya dönmüş<br />
ve müftü Muhyiddin Cürcani’yi babasına, affedilmesini<br />
dilemesi için gönderdi.<br />
İran’a sığınması<br />
Kanuni, Bayezid’in af talebini reddedip yakalanmasını emredince<br />
Bayezid oğullarını alarak 7 Temmuz’da Amasya’dan<br />
çıktı. Ağustos ortalarında İran’a sığınmak zorunda kaldı.<br />
İran’da Şah Tahmasb tarafından Kazvin’de büyük bir törenle<br />
karşılanan Bayezid, onun aracılığıyla babasından affını<br />
diledi. Tahmasb, Selim ve Kanuni arasında Bayezid’in teslimi<br />
konusunda yazışma ve pazarlıklar yapıldı. Tahmasb’ın isteklerinden<br />
bir kısmını kabul etmek zorunda kalan Kanuni, ona<br />
1.200.000 altın ödeyeceğini ve Kars Kalesi’i bırakacağını<br />
vaad etmiştir. Ayrıca Selim de padişah olduğunda, İran’la dost<br />
kalacağına dair bir ahidname vermiştir.<br />
Ölümü<br />
Anlaşma sağlanınca Kazvin’e giden Osmanlı elçileri 25<br />
Eylül 1561 tarihinde önce Bayezid’i ardından da oğullarını<br />
boğarak öldürdüler. Bayezid ve oğullarının cenazeleri Sivas’ a<br />
getirilerek surların dışında bulunan “Melik-i Acem türbesi”’ne
Öldürülen 101 Şair<br />
defnedilmiştir. Bu türbe Abdulvahabi Gazi Camii içerisinde<br />
bulunur.<br />
Bayezid’in ölümünden sonra Bursa’ya nakledilen karısı bir<br />
kale içinde bekletilmiş ve yanında bulunan üç yaşındaki oğlu<br />
da öldürülmüştür.<br />
Ölümünden sonra<br />
Bayezid olayından sonra, yeniçerilerin Anadolu’ya muhafız<br />
olarak yayılması ve şehzadelerden yalnızca en büyüğüne<br />
sancak verilmesi gibi idari değişikliklere gidilmiştir.<br />
Ona sadrazamlık vaadinde bulunan Selim’in tahta çıkmasını<br />
isteyen ve Bayezid’i babasına karşı isyâna teşvik eden Lala<br />
Mustafa Paşa, ancak III. Murat zamanında, yaklaşık 3 ay sadrazamlık<br />
yapabildi.<br />
Şairliği<br />
Bayezid’in “Şahi” mahlasıyla yazdığı Türkçe ve Farsça şiirlerinden<br />
oluşan bir divanı vardır. Şiirlerinde saltanat arzusu,<br />
aşk, günahlarından bağışlanması için yakarış konularını işler.<br />
Babasından affını dilemek için yazdığı şiirleri ve babasının<br />
yine şiir olarak verdiği karşılıklar meşhurdur. Divanının iki el<br />
yazma kopyası Millet Kütüphanesi Ali Emirî koleksiyonunda<br />
bulunur.”<br />
Kaynak: http://tr.wikipedia.org<br />
381
Mustafa CEYLAN<br />
SON SÖZ:<br />
GÜNAHSIZ BEBEKLER<br />
Kan ağlar Sivas, kan kokar caddeleri<br />
Ben yanarım Sivas’a, Sivas yanar içinden<br />
Öldürdüler Bayezid’in oğullarını,<br />
Getirdiler Sivas’a<br />
Melik-i Acem türbesinde şimdi<br />
Abdulvahap Gazi Camii içinde<br />
Hesabın görüleceği mahşeri bekler,<br />
O günahsız bebekler…<br />
382<br />
Kalemin kırılsın hâkim<br />
Kılıcın pas tutsun Sultan!<br />
Söyleyin kavuklu dalkavuğa<br />
Ferman buyurmasın bir daha<br />
Günahsız bebekler için<br />
Aman heyyyy!!!<br />
Sütü zehirli bir çağdır bu<br />
Ne de yaman hey!...<br />
Mustafa CEYLAN
Öldürülen 101 Şair<br />
(13) : ADNÎ (Mahmud Paşa)<br />
“Osmanlı Türk Cihan Devletinin güçlü padişahı Fatih Sultan<br />
II. Mehmed 1432 - 1481 yılları arasında yaşamış ve otuz<br />
yıl devleti yönetmiştir.<br />
Tarihin kaydettiği en önemli dönüşümlerden birinin başlangıcı<br />
durumundaki kutlu fethi gerçekleştiren Fatih Sultan<br />
Mehmed, kudretli bir hükümdar, büyük bir siyaset dehası ve<br />
muzaffer bir komutan olduğu kadar; kültür, sanat ve edebiyatta<br />
da ismini altın harflerle tarihe yazdırmış entellektüel bir<br />
şahsiyet ve kuvvetli bir şairdir.<br />
Kendisi de bir şair olan Sultan II. Murad’ın oğlu Fatih Sultan<br />
Mehmed, devrinin en güçlü ilim, fikir ve sanat adamlarının<br />
elinde yetişmiş; asil ruhu, Devlet-i Aliyye’yi besleyip güçlü<br />
bir çınar gibi ayakta tutan ihtişamlı ve engin kültürün hamuru<br />
ile yoğrulmuş, birçok doğu ve batı lisanına vakıf, matematik<br />
ve müspet ilimlerde, felsefede ve edebiyatta söz sahibi bir sultandır.<br />
383<br />
Fatih Sultan Mehmed’in maiyyetinde 185 şâir bulunduğu,<br />
bunlardan 30’una maaş bağladığı kaynaklarca bildirilmektedir.<br />
Zamanında Ahmed Paşa, Necâtî, Sinan Paşa, Mahmud<br />
Paşa, Molla Lutfî, Melîhî, Nişancı Mehmed Paşa, Karamanlı<br />
Nizâmî, Sirozlu Sa’dî gibi şâir ve âlimler yer almıştır.<br />
Ayrıca Mihrî Hatun ve Zeynep Hatun’un da bu devir<br />
şâirleri arasında yer aldığını görmekteyiz.<br />
Fatih devri, Türk edebiyatının her bakımdan atılımlar sergilediği<br />
bir dönem olarak dikkat çekmektedir.<br />
Tunç ve çeliğin en kalitelisi Fatih zamanında döküldü.
Mustafa CEYLAN<br />
Mikrobu ilk keşfeden Türk bilgini Akşemseddin onun hocasıdır.<br />
Semerkant Üniversitesinde astronomi ve matematik dersi<br />
veren ünlü Türk bilgini Ali Kuşçu’yu İstanbul’a davet eden ve<br />
onunla İstanbul’da ilk ciddî astronomi araştırmalarını başlatan<br />
yine Fatih Sultan Mehmed’dir. Sarayını bir akademi haline<br />
getirmişti. Yabancı ülkelerde tanınmış ilim adamlarıyla<br />
mektuplâşır, mektuplarını kendi el yazısıyla yazardı.<br />
Kendisi de büyük bir şairdi. Ressamlar, hattatlar,<br />
bestekârlar, her türlü Mim, sanat ve hüner sahipleri onun tarafından<br />
korunmuş, teşvik edilmişlerdir.”(1)<br />
GAZEL<br />
384<br />
“Tarasa zülfün gönüller yine çün bârân yağar<br />
Söylese şîrîn lebünden söz yerine cân yağar<br />
Ağladuğum zülfünü yüzüne saldıkça bu kim<br />
Aybaşında çün bulutlar aynaya bâran yağar.<br />
Lâle haddün bigi gülsem ey kemân ebrû ne ta’n<br />
Tîr-i gamzenden dile bârân-sıfât peykân yağar<br />
Cam-ı mey sun sâkiya itme günehden ihtiraz<br />
Devr-i güldür yire gökden rahmet-i rahman yağar<br />
Gördüğünce yâr yanında rakîbi Adnî’ nün<br />
Kakıduğından dilinden âteş-i sûzân yağar.”
Öldürülen 101 Şair<br />
Fatih Sultan Mehmet’in seraskeri, sadrazamı Mahmud<br />
Paşa da 15. Yüzyılda öldürülen şairlerimizdendir. Hem de<br />
Fatih’in emri ile Yedikule zindanlarına atıldıktan sonra öldürülmüştür.<br />
Mahmud Paşa, Türkçe ve Farsça’ ya hâkim olan ve sadrazamlığı<br />
zamanında ilim ve sanat adamlarına büyük önem vererek,<br />
onlarla sarayda gönül sohbetleri düzenleyen, sanatçıları<br />
teşvik eden, bu suretle de birçok eserin gün ışığına çıkarılmasını<br />
sağlayan bir devlet adamı ve şairdir.<br />
Aşık Çelebi anlatır:<br />
Bir hayvan sırtında bir heybe… Heybenin bir gözünde<br />
Mevlâna Abdülkerim ve Mahmud isimli iki çocuk, öteki gözünde<br />
ise bunlardan yaşça büyük Molla İlyas… Aynı gün geldiler<br />
Edirne’ye, getirildiler. Molla İlyas, arada bir “o zaman<br />
ikinize de denk idim. Şimdi de fazilet yönünden ikinize denkim”<br />
diyorsa sebebi budur işte.<br />
Ümeradan Mehmed Ağa tarafından 2. Murad’a takdim edilen<br />
Mahmud isimli çocuğun, bazı kayıtlara göre Alacahisarlı<br />
olduğu ve annesinin Sırp, babasının Hırvat olduğu yazılıdır.<br />
Sarayda yetişen bu çocuk, Fatih’le birlikte birçok savaşlara<br />
katılır.<br />
Fatih zamanında Zağnos Paşa’ nın azlinden sonra, 1454 yılında<br />
Halil Paşa göreve getirilmişse de, Halil Paşa’yı sevmeyen<br />
yeniçeriler, devlet erkânı ve bilginlerin nifakı sebebiyle<br />
Halil Paşa katledilir ve bu karışıklıkta, olayların daha fazla<br />
büyümemesi için Zağnos Paşa ve Hadım Şehabettin Paşa da<br />
azledilir ve Mahmud Paşa vezirliğe getirilir.<br />
Mahmud Paşa, Fatih’le birlikte birçok savaşlara gider. Ayrıca,<br />
Padişahın ona verdiği bütün görevleri başarıyla tamamlar.<br />
Balkanlarda birçok kale ve bölgeyi fethederek Osmanlı<br />
385
Mustafa CEYLAN<br />
toprağı yapar. Bu zaferleri çekemeyen rakipleri Mahmud<br />
Paşa’nın en küçük bir gecikmesinde fitne ve fesat çarklarını<br />
çalıştırırlar ve Padişaha Mahmud Paşa’yı ikide bir gammazlarlar.<br />
Bir ara Sadrazamlık görevinden alınıp yerine Rum<br />
Mehmet Paşa sadrazam yapıldı ise de, Fatih tarafından tekrar<br />
ikinci kez Sadrazamlık görevine atanmıştır.<br />
Derler ki:<br />
Sanatçıya ve ilim adamına destekleriyle tanınan ve kendisi<br />
de sanatçı olan Paşa ile Fatih’in oğlu Şehzade Mustafa’nın<br />
arası açıktır.<br />
386<br />
Mahmud Paşa’yı çekemeyen entrikacılar, Şehzade Mustafa<br />
ile arasının açıklığını bahane ederek bir sürü yalan ve yanlış<br />
haberler iletirler Padişaha. Hattâ o kadar ileri giderler ki, Paşa’<br />
nın hanımı Şehzade’nin annesini ziyarete gitmiş, orada kalmış<br />
ve Şehzade paşanın hanımını baştan çıkarmış, bu yüzden de<br />
Paşa, önce karısını boşamış, sonra da şehzadeyi zehirletmiştir.<br />
Şehzade Mustafa’nın zehirlenerek ölmesi üzerine, Mahmud<br />
Paşa, baş sağlığı dilemek için,( o sıralarda sadrazam da<br />
değildir)saraya gelir ve Fatih’in özel ilgisine mazhar olur. Dedikoducular<br />
furyalarını çalıştırmaya başlarlar. “Paşa’nın giysileri<br />
siyah değildir, yani şehzadenin ölümünde yas tutsa siyah<br />
olmalıydı, demek ki zehirleten o dur “ derler. Ve daha bir sürü<br />
ilavelerle Padişah’a dedikodu ulaştırırlar. Paşa, anında Yedikule<br />
zindanına atılır.17-18 gün zindanda kaldıktan sonra<br />
Padişah’ın emri ile idam edilir. Kendi ismiyle anılan camiin<br />
yanındaki türbeye defnedilir.
Öldürülen 101 Şair<br />
Demiş ki:<br />
GAZEL<br />
Yârin ayağu tozuna kıymet cihan gerek<br />
Belki cihan ne nesne ola bâş ü cân gerek<br />
Bin yâri kılmışam iki âlemde ihtiyâr<br />
Evvel kişiye cân gerek andan cihân gerek<br />
La’lini dişledikçe gözü kanımı döker<br />
Elbette hükm-i şer’ budur kana kan gerek<br />
Yüzüne karşu gözyaşı akıtduğum bu kim<br />
Gülzârı tâze tutmağa âb-ı revân gerek<br />
Cûş ile ağladığını ayb itme Adnî’ nün<br />
Âşık olanların gözü derya-feşân gerek.<br />
387<br />
Yine demiş ki;<br />
GAZEL<br />
Cân ü başa kılmasın âlemde cânân isteyen<br />
Mübtalâ olsun gönülden derde dermân isteyen<br />
Tâlib-i cennet olan etsün ser-i kûyun makâm<br />
Zülfünün küfrünü dîn idünsün îmân isteyen<br />
Hâk-i pây-i dilberi cân ile elden komasın<br />
Hızr gibi zulmet içre âb-ı hayvân isteyen<br />
Yüzü devrinde göze dâim teselsül görünür<br />
Zülfüne kılsun nazar bu kula bürhân isteyen
Mustafa CEYLAN<br />
Zahmet-i cevrin çekerim kim diler cân râhatın<br />
Hem-dem edinür gamın gönlünü şâdân isteyen<br />
Lâle-veş sahn-ı çemende komasun elden ayağ<br />
Gülsitânda kendüyi gül gibi handân isteyen<br />
Mâh-rûlar mihrine Adni Bey’i itsün heves<br />
Cân ü dil ma’mûresin cevr ile virân isteyen.<br />
388<br />
SON SÖZ:<br />
AVNÎ’YE MEKTUP (Gülce-Buluşma)<br />
En çok seni özledim, en çok seni ey Avnî<br />
Tunçtan ve mermerden çehreni özledim…<br />
Ağrılarımın çağrısını işit de gel!<br />
Taş yüreği hamur eden ikliminle gel,<br />
Gel de, yağmuruna tut beni.<br />
Çay içelim Emirgan’da<br />
Manolyalar çıksın Boğazın iki yakasına<br />
El etsinler sana, bana<br />
Bir manolya gölgesinde unut beni…<br />
Çağ açıp kapatsın atının topukları<br />
Yedi tepeli güzel şehrin<br />
Yedikule zindanlarında<br />
Yedi uyurlar gibi uyut beni…<br />
Haliç’deki zincire çareler bul bir ara<br />
Sür beyaz atını sür, seni bekler Marmara
Öldürülen 101 Şair<br />
Karadan yüzdür gene yüzlerce kadırgayı<br />
Bayrağıma nakışla göklerden söküp ayı<br />
Düşürmesin dilinden Akşemsettin duayı<br />
Haliçdeki zincire çareler bul bir ara<br />
Sen bu yaşta çağ açtın, çağ kapattın ey Avnî<br />
Müjdelenen bir gençlik, söyle nerede hani?<br />
Devir dönek, söz çürük; insanlar kalleş, cani<br />
Sür beyaz atını sür, seni bekler Marmara<br />
En çok seni özledim, en çok seni ey Avnî<br />
Şarap, meyhane, kilise, put<br />
Sakî, sultan, köle<br />
Daha daha ne varsa ne<br />
Sohbete çağırsın cümlesini<br />
Şairlerle Mahmut Paşa.<br />
Gül açsın zaman kız kulesinde<br />
Yedi yer, yedi gök, yedi iklim<br />
Yedi günde yedi minareden okusun ezan<br />
Davudî bir avazeyle dolsun<br />
Boğaz, ufuklar ve hudut...<br />
Gel, kurtar beni bu çağın<br />
Pas tutan zincirlerinden<br />
Zira hayat şimdi<br />
Baştanbaşa çaput…<br />
389<br />
Mustafa CEYLAN<br />
---------------------------------------------------<br />
(1): Doğan Nur Muhammed; Avnî(Fatih)Divanı, ekitap.<br />
kulturturizm.gov.tr
Mustafa CEYLAN<br />
(14): ARSLAN PAŞA (SİFÂLÎ)<br />
Sokullu’ nun “alçak ve korkak” diyerek padişaha gammazladığı<br />
Arslan Paşa, Kanunî tarafından öldürülen şairlerimizdendir.<br />
Zigetvar Seferine gidilirken otağ-ı hümayun önünde, 3<br />
Ağustos 1566 tarihinde, Marşan adı verilen tepede öldürülmüştür.<br />
Cenazesi arabaya yüklenip Belgrad’da babasının türbesi<br />
yanında defnedilmiştir.<br />
Demiştir ki:<br />
“Dilerim dilberimi hüsn iline şâh olsun<br />
Ki disün kullar ana yarıcın Allah olsun.<br />
390<br />
Yol budur sînemi hançerle dil ey kaşı keman<br />
Ki dile gelmeğe gamzen okuna râh olsun.<br />
Arslan Paşa, Sifâlî mahlasıyla yazardı şiirlerini. Korkusuz,<br />
sözünü kimseden esirgemeyen, açık açık her şeyi konuşan bir<br />
kişiliğe sahipti. Babası Mehmet Paşa ise Kanuni’nin halasının<br />
oğludur. Ömrü boyunca Sokullu Mehmet Paşa ile çekişmiş,<br />
mücadele etmiştir. Hattâ Kanuni’ye Sokullu aleyhinde bir<br />
mektup yazdığı ve bu mektubun padişaha ulaşmaması üzerine<br />
15 askeriyle otağ-ı hümayuna geldiği ve durumu padişaha arz<br />
etmek istediği, bu sırada, durumdan istifade eden Sokullu,<br />
hastalığı sebebiyle, dinlenmekte olan Padişah’a, aleyhinde bir<br />
sürü dedikodu, gerçek olmayan şeyler iletmiş, görüşme yapılmadan<br />
idam fermanı imzalattırılmıştır. Sifâlî ile padişah arasındaki<br />
akrabalık bağının Sokullu’nun iktidarını zayıflatacağı<br />
endişesi, hüküm sürdürdüğü koltuğu koruma telaşı şairimizin<br />
öldürülmesine sebep olmuştur.
Öldürülen 101 Şair<br />
Osmanlı’ nın o parlak döneminde, maalesef bu tür çok sayıda<br />
öldürülme olayı gerçekleştirilmiştir. Çoğunluğu da Padişaha<br />
yakın ve şair olan kişilerdir. Kraldan fazla kralcıların,<br />
menfaat çarklarının kırılmaması için, tek adam yönetimine<br />
güdülemelerinden başka hiçbir şey değildir bunlar… Çoğunun<br />
öldürülmesi için önemli bir gerekçesine dahi rastlanılmaz.<br />
Koltuğu ve bulunduğu mevkii koruma kaygısı ve savaşlarıdır<br />
bunlar. Günümüzde de öyle değil midir? Bakalım çevremize,<br />
iktidara, önemli mevkilere yakın ne kadar bukalemun,<br />
ne kadar yalaka varsa, süslü kaftanları üstüne sim işlemeli yelekler,<br />
ceblerine ağzına kadar para, altın-aşkı, yakınlarına ballı<br />
börek sunmuyorlar mı? Yaşa Varol, senden büyük yok, gökler<br />
ve yerler senin diye balonlar gibi şişirdikleri makam<br />
sahiplerinin iki dudağı arasından veya imzaları altından, sümenler<br />
altından neler neler almıyorlar ki?<br />
Düzmece raporlar, sanal şahitler, yalan ve iftira dolu dinlemelerle<br />
günümüzde haklıların haksız olduklarını nasıl da sessiz<br />
ve çaresiz seyrediyoruz, öyle değil mi? Üstelik adalet dağıtmakla<br />
görevli mercilerin adaletsizliklerine bakıp bakıp<br />
ağzımız bir karış açık, şaşkınlık içinde olanları seyrediyoruz.<br />
Ha dünkü Paşalar, ha bugünkü paşalar. Yalan söyleyen tarih<br />
utansın demekten başka çaremiz mi var?<br />
391<br />
Anlatırlar:<br />
Donanma hazırlanmak üzeredir. Çarşı, Pazar süslenir. İçki<br />
meclisleri düzenlenir. Herkes kendi hünerini sergilemeye çalışır.<br />
Bizim şair Arslan Paşa, orta cami yakınında bir kenarda<br />
gariban bir ciğer kebapçısına rastlar. Adamcağız paşayı görünce<br />
kaçar gider. Paşa emreder ciğercinin yanına getirilmesini<br />
ister.
Mustafa CEYLAN<br />
Ciğerci bulunur ve paşanın huzuruna çıkarılır.<br />
Paşa:<br />
-“Böyle bir adamın sohbetini basmış olduk. Cümleden<br />
özür dilerim. Küstahlık ettik, affetsin günahımızı” der. Gariban<br />
adam, çaresizlik içinde:<br />
-“Affettik paşam” der.<br />
Bunun üzerine Paşa, “kardeş olalım” diye ısrar ederen ve<br />
Paşa ile adam, parmaklarını kanatarak, birbirlerinin kanını<br />
emerler, kardeş olurlar. Paşa bu kez:<br />
-“Ben Müslüman olayım, kardeşim gavur, hiç olacak iş mi<br />
bu?” diye sorar. Ciğerci:<br />
392<br />
-“Olmaz Paşa kardeşim” der ve Müslüman olur.<br />
Paşa, oracıkta çağırır bir sünnetçi, ciğerciyi sünnet ettirir.<br />
Çalınır, söylenir ve oynanır. Bu durum Padişah’a iletilir. Padişah:<br />
-“Kullarımız arasında bunun gibi şaşkın budalalar da bulunsun<br />
bakalım” diye hoş görür.<br />
Son söz şairimizden olsun :<br />
“Tozun ki cân gözüne gözüm nuru sürmedir<br />
Elden gelen yüzümüz yağına sürmedir.<br />
Dedim uçurdu tîr-i müjen cân kebûterin<br />
Güldü dedi kim inanur ana uçurma vir.”
Öldürülen 101 Şair<br />
I-Hakkında Fetva Verilerek Öldürülen Şairler<br />
(1): İSMAİL MÂŞUKÎ<br />
“Ey gönül bir derde düş kim anda dermân gizlidür<br />
Gel eriş bir katreye kim anda ummân gizlidür<br />
Terkedüp nâm ü nişânı giy melâmet hırkasın<br />
Bu melâmet hırkasında nice sultân gizlidür<br />
Tut Hak’ı bilmek dilersen ehl-i irşâd eteğin<br />
Niceler bilmediler kim böyle erkân gizlidür<br />
393<br />
Değme bir hor ü hakîre hor deyu kılma nazar<br />
Kalbinin bir kûşesinde arş-ı Rahmân gizlüdür<br />
Bu cihân dervîş nam oldu hicâb-ender-hicab<br />
Sen hicâb altında kaldın sanma sultân gizlidür”<br />
İsmail Maşûkî<br />
Hacı Bayram Veli erenlerinden birisi olan İsmail Maşûkî<br />
de dedikodu, fitne ve fesat sebebiyle, aleyhinde padişah<br />
Kanuni’ye birçok şikâyet götürülür. Padişah, bu fitnenin durdurulmasını<br />
ister. Ama Maşûkî, “Ben âkıbetimi biliyorum”<br />
diyerek bu isteğe olumsuz cevap verir. Ve sonunda on iki arkadaşıyla<br />
beraber Üçler Mescidi’ nin olduğu yerde idam edilir,<br />
cesedi ve kesik başı denize atılır.
Mustafa CEYLAN<br />
Maşûkî’nin talebelerinden Hasan Efendi, Hocasının öldürüldüğü<br />
yerde kardeşiyle beraber bir mescid inşa eder ve bu<br />
mescide Üçler Mescidi adı verilir.<br />
İsmail Maşûkî, Hacı bayram çizgisinde, Ayaşlı Bünyamin’in<br />
müritlerindendir. 1508 yılında doğduğu ve 1539 yılında 31 yaşındayken<br />
idam edilerek öldürülen şairlerimizdendir. Babası<br />
Aksaraylı Pir Ali Dede’dir. İsmail’e Maşûkî adını veren önderi-hocası<br />
Ayaşlı Bünyamin’dir.<br />
Kanuni Sultan Süleyman, zaman zaman tebdil-i kıyafetle<br />
halk arasına, çarşı pazara çıkar, “halk ne yiyor, ne diyor, ne<br />
düşünüyor”, bizzat kendi araştırıp sorarmış.<br />
394<br />
Gene, günlerden bir gün, Aksaray’da Pir Ali Dede’nin<br />
mehdilik iddiasında olduğu Kanuni’ nin kulağına çalınır. Padişah<br />
İran Seferi için hazırlık yaparken, tebdil-i kıyafetle<br />
Aksaray’a Pir Ali Dede’nin yanına uğrar. Pir ile görüşür. Kendisine<br />
kadar gelen şikâyetlerin asılsız olduğunu bizzat kendisi<br />
öğrenir. İran Seferi dönüşünde de dost edindiği Pir Dede’ ye<br />
uğrar ve ona ikramlarda bulunur. Bu ikramları kabul etmeyen,<br />
“dünya nimetinde gözümüz yok” diyen Pir Dede’ye Padişah:<br />
-“Madem öyle, oğlunuzu İstanbul’da görmek dileriz.” der.<br />
Dede:<br />
-“Oğlumuzun adı İsmail’dir, kurban olmaktan dönmez”<br />
der ve Padişahın isteğini kabul eder.<br />
Henüz pek genç yaşta olmasına rağmen İstanbul’un en<br />
önemli camilerinde vaazlar veriyordu. Genç yaşı sebebiyle<br />
halk arasında Oğlan Şeyh adıyla meşhur olmuştu.<br />
Gölpınarlı’nın aktardığı bir rivayete göre Maşuki, müritlerine<br />
bazen “Allah, Allah” zikri yerine “Allahım, Allahım” dedirtirmiş.<br />
Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle oniki öğrenci-
Öldürülen 101 Şair<br />
siyle birlikte padişahın yanına gelen İsmail Maşuki, padişahın<br />
önündeki sorgulamasında Vahdet-i vücud’a dair görüşünde<br />
ısrar etmiş ve Şeyhülislam İbn Kemal’in fetvasıyla öğrencileriyle<br />
birlikte idam edilmiştir.<br />
Denize atılmıştır Maşûkî’ nin kesik başı ve vücudu ya, rivayet<br />
edilir ki, talebelerinden birisinin rüyâsında:<br />
-“Başım cesedimden sonra varacak Rumeli Hisarı civarına.<br />
Kayalar mezarlığı var, oraya, defnedin e mi!” diye seslenir.<br />
Oğlanşeyh Camiinin avlusunda bir mezar… Taşında şunlar<br />
yazılıdır:<br />
“Ya Hu!<br />
Tarikat-ı Aliye-i Bayrâmiyye Ricâlinden<br />
Aksaraylı Pîr Ali Efendi’nin Mahdûmu<br />
Kutbü’l-Ârif’in ve Gavsi’l-Vâsilîn<br />
Şehîd İsmâil Ma’şûkî<br />
Hazretlerinün Rûh-i Saâdetlerine<br />
Lillâhi’l-fâtihâ<br />
Sene<br />
935<br />
395<br />
Derler ki:<br />
Kanuni Sultan Süleyman Topkapı Sarayı’nda dinlenmek<br />
için denize nazır bir yerde otururken denizden çıkan İsmail<br />
Maşûkî ve müridlerinin semaya başlayıp ‘Ne yaptık biz size<br />
de bizi öldürdünüz? Suçumuz neydi ey padişahımız? ‘ dedikleri<br />
ve bunun üzerine padişahın da çok ağladığı söylenir.
Mustafa CEYLAN<br />
Vahdet-i Vücut felsefesine inanıp, onu savunan Melâmiler,<br />
tarih boyunca takibata uğramışlar, sürülmüşler, zulüm görmüşler<br />
ve de idam edilmişlerdir. Maşûkî, bir melâmî şairidir.<br />
Coşkun yüreği, iman ve inancıyla yoğurmuştur vaazlarını ve<br />
şiirlerini. Ayasofya ve Bayezıd camilerinde vaaz ederken coşkunluğu<br />
sebebiyle çevresinde çok sayıda insan toplanmış ve<br />
bu insan topluluğu onun melâmiliğini “zındıklık” olarak niteleyenlerce,<br />
korku ile karşılanmıştır. Saraya götürülen dedikoduların<br />
temelinde bu yatar.<br />
Demiştir ki:<br />
396<br />
“Gel ey sofi bizi men’eyleme aşk-ı tevellâdan<br />
Muhabbetdür ezelde kısmet olan bize Mevlâ’dan<br />
Şarâb-ı aşkıyla yarün ezelden olmuşam bî-hûş<br />
Ebed ayrılmazam andan gönül geçmez bu sevdâdan<br />
Gel ey aşk odına yanmış gönül âyînesin pâk it<br />
Cemâlin göstere cânân ki tâ kalb-i mücellâdan<br />
Şu dil kim âteş-i aşka yanup küllî kül olmaya<br />
Ne bilsün zevkini aşkın ne duysun hâl-i şeydâdan<br />
Gönül mürğı uçar her dem o dildârın hevâsından<br />
Anın aşkı kanadıyla geçer arş-ı muallâdan<br />
Gönüldür menzil-i cânân gönüldür vâsıl-ı Rahmân<br />
Gönüldür âşık-ı sâdık değil hâl-i temennâdan<br />
Firâkın nârına yandım yetiş ey Yûsuf-i Mısrî<br />
Hicâb-ı hicrüni kaldır ki bu Ya’kub-i âmâdan
Senin hüsnündürür yâ Râb ki Yûsuf’ da eder cilve<br />
Senin aşkındurur yâ Râb zuhûr eder Zelihâ’dan<br />
Bu gün ey dil temâşâ kıl cemâl-i vech-i cânânı<br />
Şu kim görmez anı bugün yarın olur ol a’mâdan<br />
Kamû eşya eğerçi kim haber virür cemalinden<br />
Veli insan olan ismin nişân virür müsemmâdan<br />
Düşübdür derbeder âşık taleb eyler dilârâyı<br />
Dilârâdur gönül içre haber ister dilârâdan<br />
Öldürülen 101 Şair<br />
Kanı Ferhâd ile Şîrîn kanı Vâmık ile Azrâ<br />
Kanı Mecnûn-i sr-gerdân haber vir bana Leylâ’dan<br />
Çü sensün âşık u ma’şûk çü sensün tâlib ü matlûb<br />
Haber vir gel nedür şahum murâd olan bu gavgâdan.”<br />
397
Mustafa CEYLAN<br />
SON SÖZ:<br />
KESİK BAŞ(Gülce-Tekil)<br />
Denizlerden çıkıp da<br />
Semaya duran oniki can<br />
Sonsuzluğa döner, döner de döner<br />
Işık olur, aşk olur, aynalarda insan.<br />
İnsan var aynalarda<br />
Görmesini bilene ne gam<br />
Selâm olsun Ayaşlı Bünyamin’e<br />
On iki can selâmı, asla anlatamam.<br />
398<br />
Burası İstanbul’dur<br />
Padişahım ferman yazmış hey!<br />
Adımıza zındık denmiş bir kere<br />
Aşıkız aşka, şahidimiz kudüm ve ney<br />
Üçler Mescidi önü<br />
Kılıcı keskin cellâtların<br />
Ayrılır gövdelerden bütün başlar<br />
Başlar ki, kesildikçe, yeniden aşk başlar.<br />
*<br />
Denizlerden kıyıya<br />
Dalgalarla gelen başım ben<br />
Babamızdır Aksaraylı Pir Ali<br />
Sultana emanet edilmişiz küçükten.<br />
İçimin denizine<br />
Dalmayanlar ne bilsinler, ne?<br />
Damlada okyanusun hıçkırığı<br />
Kâinat var zerrede, yanar durur sine…<br />
Mustafa CEYLAN
Öldürülen 101 Şair<br />
(2): VECDÎ<br />
İşte nücum ilmi bahanesiyle idam edilen şairlerimizden birisi<br />
daha. Bursalı Esiri Mehmet Efendi’den alınan bir fetva ile<br />
Alayköşkü’nde idam edilmiştir.<br />
Vecdî, “Boğuk” lâkabıyla tanınan Mustafa Ağa’ nın oğludur.<br />
Asıl adı Abdülbâkî. İstanbul’da doğmuş, büyümüş. Köprülü<br />
Mehmet paşa’ nın gözdelerinden birisi. Köprülü sayesinde<br />
“beylikçilik” mertebesine kadar yükselmiştir.<br />
Köprülü ile olan yakınlığını çekemeyen Reisü’l-küttâb Şamizade,<br />
şaire karşı kin ve intikam duymaya başlamış, aleyhinde<br />
zuhur eden en küçük fırsatı dahi değerlendirmiştir.<br />
Sadrettinzade Ruhî ve Mehmet Ağa ile olan ilgisi, haberleşmelerini<br />
konu ederek, ilm-i nücumcu olduğunu ihbar etmiş,<br />
hükümet aleyhinde olduğunu bildirmiştir.<br />
399<br />
Nitekim birlikte şikâyet edildiği kişilerle aynı yerde idam<br />
edilmiştir.<br />
Şair, Bâkî’ nin çağdaşı olan Nail-i Kadîm’in etkisinde kalmış<br />
bir şairdir. Nail-i Kadim, O’nun için:<br />
“Vecdî’nin imiş Nailî’yâ nükte-verândan<br />
Ta’biri hoş âyende bir a’lâ gazel aldum”<br />
Demiştir.<br />
Şiirlerinde geleneksel Divan şiiri mazmunları ile sade, samimi<br />
söylemler bulunur.
Mustafa CEYLAN<br />
Demiştir Ki:<br />
“Bir lahza beni bî-gam-ı yâr eyleme yâ Râb<br />
Bî-şevk-ı muhabbet dili târ eyleme yâ Râb.<br />
Bu sîneyi kim mahzen-i derd-i dil ü cândır<br />
Dünyâ gamına cây-ı karâr eyleme yâ Râb.<br />
Nevreste-i gül-i âl gibi eyle şüküfte<br />
Dâğ-ı dilimi köhne bahâr eyleme yâ Râb.<br />
400<br />
Hâlet dih-i aşk olmayıcak cür’ası kalbe<br />
Rıtl-ı meyi zevk-ı dile bâr eyleme yâ Râb.<br />
Vecdî’ye nasîb itmez isen verd-i visâlin<br />
Her dem anı âzürde-i hâr eyleme yâ Râb.”
Öldürülen 101 Şair<br />
(3): RÛHÎ<br />
“Nice tercih olunur ol ruh-i âl üstüne gül<br />
Renkten renge girer kalmaz o hâl üstüne gül.<br />
Âl câmeyle çıkup seyr-i gülistân eyle<br />
Şeh-levendâne sokun kırmızı şâl üstüne gül.<br />
Tâb-ı mülden kızarup ruharı olmuş gül gül<br />
Aks-i salmış sanasın âb-ı zülâl üstüne gül.<br />
Gül donanması idüp bağa gelür deyü o şâh<br />
Dizdi şevk ile sabâ bir nice dâl üstüne gül.<br />
401<br />
Benzedirdim lebine berg-i güli ey Rûhî<br />
Konula gelse eğer ıkd-i leâl üstüne gül”<br />
Asıl adı Ruhullah. Sadreddinzâde adıyla anılır. Sadrettin<br />
Şirvani neslinden gelmektedir. 1602-03 yılında Şirvan-Şamahı<br />
kasabasında doğmuştur. 1613 yılında Anadolu’ya kardeşi<br />
ile birlikte göç etmiştir.<br />
Babasından ve dönemin tanınmış hocalarından dersler alarak<br />
yetişir. Kudüs kadısı olduğu günlerde, Kudüs mutasarrıfı<br />
Köprülü Mehmet Paşa ile araları açılır.<br />
İlm-i Nücum olayı bahane edilerek, Bursalı Esiri Mehmet<br />
Efendi’den şeyhülislâm fetvası alınarak, idam edilir.<br />
Divan sahibi bir şair olan Ruhî’ nin kabri, Üsküdar’da babasının<br />
kabri yanındadır.
Mustafa CEYLAN<br />
Demiştir ki:<br />
“Halka halka târ-ı zülfünle o hatt-ı anberîn<br />
Mürg-i dil saydına d3am ü dâne şeklin bağlamış.”<br />
Ömrü medreseden medreseye koşmakla geçen şair, Kudüs<br />
ve Halep kadılıkları görevlerinde bulunur. Yıllarca müderrislik<br />
göreviyle medreseler arasında adetâ mekik dokumuştur.<br />
Beylikçi Vecdî ve kapıcıbaşı Konya abazası mehmed Ağa<br />
ile “ilm-i Nücum” konusunda mektuplaştıkları ve bu yüzden<br />
suçlandıkları ifade edilir.<br />
Demiştir ki:<br />
402<br />
“Leb-i cân-bahşı kaçan olsa şarâb-alûde<br />
Benzer ol gonceye kim ola gül-âb alûde.<br />
Kimedür kasdı acep n’eyler elinde hançer<br />
Niye mestânedür ol nergis-i hâb-alûde.”
Öldürülen 101 Şair<br />
(4): AŞKÎ<br />
Asıl adı Veli Abdülvâsi olup Ergeneli Şeyh Sinan Efendi’nin<br />
küçük kardeşidir. Vaizdir. Nitekim kürsüden coşkulu bir şekilde<br />
vaaz verdikten sonra, “küfür söyledi” diye öldürülmüş bir<br />
şairimizdir.<br />
BEYİT<br />
Vasf-ı ruhsârın yazar dâim midâd-ı hâmemiz<br />
Nola gün gibi cihâna şu’le verse nâmemiz.<br />
XVII. Yüzyılda yaşamış, hakkında oldukça az bilgi bulunan<br />
şairimiz, coşkulu, kabından taşan vaazlar yaptığı için,<br />
kendisine Aşkî mahlasını almıştır. Çok cezbeli bir zattır.<br />
Vaaz kürsüsünden halka öğütler verirken adetâ kendinden<br />
geçermiş. Vaazın konusuyla beraber halkı da vaazın içine çekermiş.<br />
Vaazlarını yer yer şiirerle süslemesini bilen şair, 1619-20<br />
yılında Yenişehir’de öldürülmüştür.<br />
403<br />
Kabından taşkın ırmaklar böyledir işte.<br />
Kimi zamanlar, zaman, kendi içinden zamanı doğurur ve<br />
kara bulutları, statükoyu, katı bir anlayışı halkın ufuklarına<br />
dayatıverir. İşte o dayatma sebebiyle şair yüreği galeyana gelir,<br />
kıyama durur; tutamazsınız şairi, kilit vuramazsınız dudaklarına<br />
ve koparamazsınız dilini. “Şair sözüdür” deyip geçe-
Mustafa CEYLAN<br />
mezsiniz de. O söz, sizi koparır dalınızdan, alır kendine ve<br />
kanat takar; farkına bile varamazsınız. Şair, o sözü söyledi ya,<br />
geri dönüşü yoktur. Pişmanlık duymaz. Geriye dönmez kelâm<br />
oku. Saplanmıştır hedefe…<br />
Aşk ile söylediğin bir cümle yanlış anlaşılır da, bu cümle<br />
yüzünden canından olursun.<br />
SONSÖZ:<br />
OLURSUN<br />
404<br />
Olursun Sultanım, cananım; ey cânım olursun ey!<br />
Hamlıktan kurtulup tadlanırsın, yumuşarsın<br />
Düşersin dalından yere<br />
Yuvarlanırsın.<br />
Bir tren geçer göz uçlarından<br />
Aşkının sonsuz ovalarında<br />
Muştulu seherlere uyanırsın<br />
Gülümseyen istasyonlarda.<br />
Çileyi kaymak sayıp koyarsan sofralara<br />
Acılar vagonunyla çıkılan yolculuklarda<br />
Yeniden bahar olur çiçeklenirsin<br />
Nar ağacında, dut dalında.<br />
Ölmeden önce ölümü<br />
Noktada sonsuzluğu<br />
Yakalar da bırakmazsan ey cânım<br />
Olursın, kurtulursun…
Öldürülen 101 Şair<br />
Yaramazlık yapan delişmen çocukların<br />
Süt dişlerinde parçalanmak ne güzel<br />
Yayla damına düşer içimin göktaşları<br />
Hatıralar getirir unutulmaz senelerde<br />
Kaybolan arkadaşları…<br />
Aşkın yaman olduğunu anladığın gün<br />
Zonklayan şakaklarında dans eden sancı<br />
İliklerine kadar dağılır, yayılır, önleyemezsin<br />
Gölgeleyin düşüp yâr peşine<br />
Gideyim dersin gidemezsin…<br />
Mustafa CEYLAN<br />
405
Mustafa CEYLAN<br />
İ-Bıçaklanarak Öldürülen Şairler<br />
(1): REFÎÂ<br />
XVIII. Yüzyıl şairlerimziden, asıl adı Abdurrahman, İstanbullu,<br />
Halvetiye şeyhlerinden Mehmet Nazmi Efendi’ nin<br />
oğlu, 1720 yılında evine misafir olarak gelen kişiler tarafından<br />
eşiyle birlikte öldürülmüştür.<br />
Demiştir ki:<br />
406<br />
“Zebâne-i ceres âsâ derûnî dostun olan,<br />
Sadâ-yı ta’n ile bir gün seni mükedder ider.”<br />
Babasının vefatından sonra, Şehremini’de bulunan halvetiye<br />
tarikatına aitF Yavaşça Mehmet Ağa tekkesinde babasının<br />
görevini yürütür. Ayrıca da Sultan Bayezid Han camiinin vaizliğini<br />
de yapar. Vaizliği bakımından, İstanbul ve çevre yörelerinde<br />
dahi pek meşhurdur.<br />
Anlatılır:<br />
Günlerden bir Cumartesi günü, şairimiz gene o ünlü vaazlarından<br />
birini daha verdikten sonra, her hafta yaptığı gibi, Eskisaray<br />
yakınında bulunan Kaptan Sabık İbrahim Paşa<br />
Hamamı’na gider. Tellâkın ilgisizliği ile karşılaşınca hamamcıya<br />
kızar. Bunun üzerine tellakın işine son verilir.<br />
Birkaç gün sonra tellak, yalvarır, yakarır, bağışlanmasını<br />
talep eder. Bağışlanır ve aynı göreve tekrar başlar.
Öldürülen 101 Şair<br />
Refîâ, vaazını bitirince aynı hamama gider. Affetmiş olduğu<br />
tellak kin ve öfkesini gizleyerek şairimizle dostluk kurmaya<br />
çalışır.<br />
Şair, bu dostluk gösterisine inanır ve tellakı ve tellak arkadaşlarını<br />
davet eder. Akşam olunca, tekkeye geldiklerinde kapıyı<br />
Refîâ açar. Konuklarına yemek ikram etmek isteyince,<br />
karınlarının tok olduklarını belirtip, sohbet dinlemek istediklerini<br />
söylerler.<br />
Refîâ, tekkede kimsenin olmadığını anlayan tellâk ve arkadaşlarının<br />
maksadını anlar. Anlar ama artık çok geç olmuştur.<br />
“Sizlere kahve ikram edeyim” diyerek ellerinden kurtulmak<br />
ister. Hocanın peşinden giren adamlar onu 17-18 yerinden bıçaklarlar.<br />
O sırada gürültüye koşan eşini de orada bıçaklayıp<br />
öldürürler.<br />
407<br />
Demiştir ki:<br />
“Aşk-ı Hak’dan zerre denlü kime kim etse eser,<br />
Eyler anı cümleden bîdâr ol bilmez haber.<br />
Terk idüp nâmûs u ârı kayd fennünden geçüp,<br />
Sağ u sola bakmayup matlûba eyler ol sefer.<br />
Rütbe câh u mâl u mansıb cümlesin terk eyleyüp,<br />
Dünya vü ukbâda izzet sana aşk-ı Hak yeter.<br />
Zâhidâ vuslat dilersen gel karış âşıklara,<br />
Pîr-i aşka kul olup sultân olup sultâna er.<br />
Enbiyâ vü evliyâ aşk ile buldular Hak’ı<br />
Mürşid it aşkı Ref’îâ tâ olasın kâmil er.”
Mustafa CEYLAN<br />
(2): TATAR LUTFÎ<br />
XVII. Yüzyılın son dönemi şairlerimizden. Kırım doğumlu,<br />
asıl adı Abdüllatif. İçkiye düşkünlüğü ile tanınmış olup,<br />
öldürülüşü de, gene içkici-sarhoşlar tarafından bir kavga sırasında<br />
bıçaklanarak olur.<br />
Demiştir ki:<br />
“Bu micmer-i gam-ı ışkun ki dûd-ı âteşdür,<br />
Yakar meşâmı sakın bûy-ı ûdı âteşdir.<br />
408<br />
Hevâ-yı ışkun ile şimdi gülleri çemenün,<br />
Giyer o câmeyi kim târ-ı pûdı âteşdür.<br />
Safâ-yı meclisün âb rûyun iledür yohsa,<br />
Sen olmasan bana bezmün sürûdı ateşdür.<br />
Ol âteşin rûh ile dide-âteşîn olalı,<br />
Bu gülistânın seyl-i vürûdı âteşdür.<br />
Rakîb-i süfeye her-dem olursan ey Lutfî<br />
Kıyâm-ı âb-ı hayât u ku’ûdı âteşdür.”<br />
Arapça ve Farsça’ yı çok iyi bildiğinden kadılar arasında<br />
önemli bir yere sahip olur. Kırım’dan gelirken kımız içme<br />
alışkanlığını da beraberinde getirmiş, İstanbul’da ilk zamanlar<br />
gizliden gizliye içerken, bilâhare aleniyete vurdurmuş, içkicialkolik<br />
olarak tanınmışıtır. Bu duruma üzülmüş, alışkanlığından<br />
kurtulmak istedikçe kurtulamamıştır.<br />
Günlerden bir gün, Galata meyhanelerinde gecenin en ileri<br />
saatlerine kadar içer. Tenha sokaklardan evine giderken, Kasımpaşa<br />
civarında başka sarhoşlarla karşılaşır ve aralarında
Öldürülen 101 Şair<br />
tartışma çıkar. Tartışma büyük kavgaya dönüşür ve orada aldığı<br />
bıçak darbeleriyle ölür.(1703)<br />
Demiştir ki:<br />
“Ser-beste ebruvânunı yâd eyleyüb bu şeb<br />
Tâ subh olunca nâle-i peyveste eyledün.<br />
Tâ oldu âfitâb-ı ruhun dîdeden nihân,<br />
Afâk-ı âh-ı serd ile yâh-beste eyledün.”<br />
SON SÖZ:<br />
KADEHİN ESRARI<br />
Kalbime benziyorsun<br />
Kabrime benziyorsun<br />
Dudaklarımda alev<br />
Göğsümde geziyorsun<br />
409<br />
Hayyam’ın kardeşiyim<br />
Pergellerin eşiyim<br />
Gecenin güneşiyim<br />
Kanımda yüzüyorsun<br />
Kimse bilmez sırrını<br />
Kıramam hatırını<br />
Çözebilsem ırkını<br />
Sen beni çözüyorsun<br />
Mustafa CEYLAN
Mustafa CEYLAN<br />
J-Kadın Yüzünden veya Kadın tarafından<br />
Öldürülen Şairler<br />
(1): HELÂKÎ<br />
Adı üstünde helâk olan…<br />
Acaba neden dersiniz?<br />
Aşk yüzünden olmasın?<br />
410<br />
Evet, evet aşk yüzünden helâk olmuş, hattâ aşk yüzünden<br />
öldürülen şairimizdir.<br />
Bir mey sofrasında, güzeller meclisinde, bir güzelin hançeriyle<br />
öldürülmüştür.<br />
Öldürülene kadar, güzellerin kendisini helâk ettiğini söyleyip<br />
duran ve dost sohbetlerinde, içki âlemlerinde güzellerden<br />
başka söz etmeyen, onlara yazdığı şiirleriyle tanınan helâkî,<br />
“zaten helâk olmuşum. Bir güzel alacak canımı, bir güzel…<br />
Düşüversem ayakuçlarına… Vursa elindeki hançeri sineme,<br />
öldürse beni. Güzel elinden ölüm de güzeldir…” diyordu.<br />
Diyordu ama arzuladığı güzel elinden güzel ölüme de kavuştu.<br />
Şair hakkında Lâtifî tezkiresi bilgiler vermiş.<br />
Rumelili… Dobrucalı hem de…<br />
Lâtifî O’ nun için demiş ki:<br />
“Ölür-dirilir mutlaka bir güzel bulur. Dilbersiz olamaz.<br />
Belki etsiz, ekmeksiz olabilir ama Helâkî güzelsiz olamaz”
Öldürülen 101 Şair<br />
XV. yüzyıl sonu, XVI. Yüzyılın başında yaşamış şairlerimizden.<br />
Nasır-ı Hüsrev’in şiirlerini taklid ettiği söylenir. Bedrettin<br />
Simâvî ve Otman Baba’yı kendisine mürşid olarak kabul<br />
etmiş bir şair.<br />
Demiş ki:<br />
“Hâzin-i huld-i berîn şâh selâmün aleyk<br />
Sâkî-i mâ-i maîn şah selâmün aleyk<br />
Mehdin içün Mustafâ şânına didi lâ-fetâ<br />
Kâşif-i kul innemâ şâh selâmün aleyk<br />
Gün gibi dolunsa çeşmimden o şems-i hâveri<br />
Burc-ı dîdemden doğar ol demde ekşim ahteri.<br />
411<br />
Şiir ve sevgili…<br />
Şiir ve aşk…<br />
Hele ki, yetmişini çoktan geçmiş, ileri yaştaki şairlerin,<br />
kendi konumlarını düşünmeden sanal ortamda, tanımadıkları<br />
bayanlara ilân-ı aşk etmelerine ne dersiniz?<br />
Anlatayım.<br />
Bir internet sitesine, uydurma bir bayan isimi vereek bir<br />
arkadaşımla üye olduk. Google’den genç-gülen-şuh bir genç<br />
kız fotoğrafı kopyaladık. 26 yaşında Akdeniz Üniversitesi’nde<br />
okuyan bir bayan tasarladık… Başladık, deli saçması sözleri<br />
şiir diye o sahte bayan ismi ile yayınlamaya. Aman Allah’ım!<br />
Öyle çok yorum alıyorduk ki. Öyle çok övücü sözler. Hattâ<br />
site üzerinden ve aldığımız uyduruk mail adresimize o koca<br />
koca adamların öylesine mesajları, övgüleri ve aşk sözleri geliyordu<br />
ki… Bir anda bizim, sahte isimli bayan şairimiz çok<br />
meşhur olup çıkmıştı. Gelen mesajlar arasında, kendisine çok<br />
saygı duyduğumuz, yaşlı şairler de vardı.
Mustafa CEYLAN<br />
Baktık, iş kötüye gidecek.<br />
Arkadaşımla bir araya gelerek, buna bir çare bulmamız<br />
lâzım dedik. Sonunda bizim uydurduğumuz bayan şairi bir<br />
trafik kazasında öldürdük de kurtulduk bu durumdan.<br />
Bir hafta sürdü baş sağlığı mesajları…<br />
Unutuldu gitti, bizim sahte kahramanımız.<br />
Şimdiki zaman bakın… Bir de kendine “helâkî” diye mahlas<br />
alan şaire bakın. Aşk böyledir işte. Zaman-mekân dinlemez.<br />
412<br />
Vatandaş Şuayip’in Almanya’da tam 600 km gezdirdiği<br />
ozanımız geldi aklıma. Tren istasyonlarının dili olsa da konuşsa...<br />
Koca göbekli şair Yozgatî de, her zaman suskundur, lâkin<br />
içki meclisinde, hele hele bayan varsa, tutamazsınız. Çenesi<br />
bir açılır ki, sormayın gitsin. Düşer çenesi meydana, düşer de<br />
toplayamazsınız. O suskun Yozgatî gitmiş de, yerine bülbül,<br />
yerine karga, yerine papağan gelivermiş sanki. Onu bilen bilir.<br />
Aklının çekmecesinden, yüreğinin kelam hazinesinden<br />
güngörmemiş nice sözler ve nice şiirler çıkarır; ağlar okur, güler<br />
okur, yüzü şekilden şekle girer okur, ayağa kalkar göbeğini<br />
sallaya sallaya, elini kaldırıp indirerek gene okur. Sus deseniz<br />
alkışlayın da öyle susayım der. Alkışlarsanız yanarsınız. Neden<br />
mi? Madem alkışladınız, demek ki beğeniyorsunuz, hele<br />
şunu da okuyayım, hele şunu dinleyin bakalım demeye başladıysa,<br />
sonu gelmez valla…<br />
Helâkî güzeller elinden helâk olmuş. Biz de Yozgatî yüzünden<br />
helâk olmak üzereyiz. Ne diyelim. Sabır!
Öldürülen 101 Şair<br />
SON SÖZ:<br />
HELÂKÎ (Gülce-Akrostik)<br />
(H)ayat caddesinden geçen rüzigâr<br />
D(E)lişmen sevdaları anlatıp durur,<br />
Be(L)â ilminden kalan yadigâr…<br />
Ben,(Â)fete maruz sallanan duvar<br />
Sen, a(K)lından davacı boşlukta kanun<br />
Gel, dil(Î)mden düşmeyen en büyük sorun…<br />
(H)ep gönül şarkısını söylerken kuşlar<br />
Ç(E)virip göklerden, indirmeliyim,<br />
Ha(L)ime bakıp da ağlarken taşlar...<br />
Ben,(Â)şığınım biliyorsun güzelim<br />
Sen, e(K)erken yorgun ikindileri<br />
Gel, dil(İ)mleyelim ufuktaki çizgileri.<br />
413<br />
(H)üsnünden yıldızların gülüşüne bak hele<br />
H( E)le bak göklerde oynayan şehrâyine yâr<br />
Ka(L)bimin en derin girdabına gir de gör<br />
Ben (Â)limken cahil oldum, suskunum mevsimlere<br />
Sen i(K)limlerin yasemensi elleri<br />
Gel, ind(İ)relim yerlere, gözü sulu gökleri…<br />
Mustafa CEYLAN
Mustafa CEYLAN<br />
(2): YUSUF-İ SÂNÎ<br />
II. Bayezid döneminde yaşamış, yakışıklılığı ile tanınmış,<br />
kıskançlık sebebiyle, kendisine âşık olan bir bayan tarafından<br />
öldürülmüş şairimizdir. Kayıtlara göre asıl adı Hasan olmasına<br />
rağmen, Hazreti Yusuf’un yakışıklılığı gibi yakışıklı olmasından,<br />
şaire, Yusuf adını vermişlerdir.<br />
Bir Gazel’inde der ki:<br />
414<br />
Zâhidâ rûze içün kılma bizimle cedeli<br />
Söyleşir ac ile kimin ki gelirse eceli<br />
Hazret-i Nûh hakı var mı denüz ey âşıklar<br />
Fülk-i âlemde o mellâh-ı melîhin bedeli<br />
Olmadım dünyede bir lahza keselden hâlî<br />
Bir kara günlüyi ağyâr kapundan keseli<br />
Dedim ey yâr belik mi görünen yahud mû<br />
Dedi yok yere hayâl eyleme mûdur o beli<br />
Yine gülşende çenârın çemen ehline görün<br />
Hizmetinden başını kaşımağa değmez eli<br />
Gördü dildâre riyâzetle olırdı irmek<br />
Mûcib-i cennet eğer olsa kişinin ameli<br />
Şuarâ içre acep var mı bu Sânî gibi<br />
Hûb edalarla nazm ide darb-ı meseli.
Öldürülen 101 Şair<br />
Tezkireciler, edebiyat tarihçileri, Yusuf-ı Sânî’ nin ölüm tarihini<br />
tespitte ortak noktada buluşamamışlardır. Çoğu, bir şairin<br />
kendisine âşık birisi tarafından öldürülmesinin sebebi kıskançlık<br />
olduğu için ki sevdalısı şairimizi bir başkasının<br />
yanında, rakibinin yanında görmüş, kıskançlığı yüzünden şairi<br />
öldürmüş ve ardından kendi de intihar ederek hayatına son<br />
vermiştir- şeklinde nakledilip gelmiş olmasından, genç yaşta<br />
öldürülmüş olması gerekir demektedirler.<br />
Edirne Kapısı yakınında defnedilmiştir.<br />
“Fikr-i ruhsârın ile yazdı gülistânı yazan<br />
Vasf-ı zülfünle tamâm etdi şebistanı yazan<br />
Başladı aşkın ile meşk-i cünûn eylemeğe<br />
Göricek hatt-ı Hüdâ-dâdını dîvânı yazan.”<br />
415<br />
Diyen yakışıklı şairimize Yusuf- Sânî’ yi kendisinden sonra<br />
gelen ve Sânî mahlasını kullanmış şairlerden ayırmak için,<br />
“Sânî-i Evvel” adı verilmiştir.<br />
Şiir böyledir işte.<br />
En çok aşk ve âşık konusunda sınır tanımayan ve sözcüklerin<br />
büyük okyanuslarında alabildiğine özgür ve alabildiğine<br />
kulaç atarak yüzen şiirin hem kendi kıskançtır, hem de bütün<br />
kıskançlıklar içinde vardır. Ayrılıklar, hüzünler, gurbetler, hasretler<br />
şiirin ana gıdası olunca, kıskançlıklar ve öfkeler de o<br />
gıdaya ilâve tuz ve şeker olmaktadır.<br />
Sevene önce sevdiğini öldürtüp, sonra katledenle birlikte<br />
kendini de öldüren şiir bu işte. Şiiri ve temeli olan aşkı hiç mi<br />
hiç hafife alamazsınız. Aşkı hafife alanların ruhu olmadığı gibi<br />
aklıda yoktur sanıyorum. Hele ki yüreği kayalar ve taşlarla
Mustafa CEYLAN<br />
dolu olsa gerek. Aşk, insan için. Aşk, kudret çeşmesinden bir<br />
tas içilende deli kuşlar gibi yâr yolunda havalanmadır. Aşk,<br />
Paşayı süründüren, ağayı köle eden, parayı pul edendir. Aşk<br />
sınırsızlığın öteki adıdır. “Ya benimsin, ya toprağın” diyen,<br />
benden başkasına yâr etmem seni anlayışı, her dönemde var<br />
olmuştur. İşte bu anlayış, 1586 yılına gelindiğinde Yusuf-ı<br />
Sânî’ yi öldürmüş, ardından intihar ederek kendisini de yok<br />
etmiştir.<br />
SON SÖZ:<br />
YA TOPRAĞIN YA BENİM(Gülce-Çaprazlama)<br />
416<br />
Yıldızlar gecelere güneşin armağanı<br />
Ne diye kıskanırsın onları dolunayım?<br />
Canı, cananı, dostu; unutma sakın yine<br />
Bırak da kucağıma mutluluk doldurayım.<br />
Bahtımın rüzgârına takıldın yaprak yaprak<br />
Ağlayarak yollarda kaldım gülüm perişan<br />
Müptelâsı olmuşsun sessiz saltanatımın<br />
İsyân bayraklarını son defa kaldırayım.<br />
Zülfünün bir teline<br />
Değişmem kâinatı.<br />
Peşinde yıllar yılı<br />
Dolaşır gönül atı.<br />
Sevmek kolay Mecnun’a<br />
Sevilmek aşk sanatı.<br />
Hey ki hey, sultanım hey!<br />
Senle var doğu-batı.
Vur mührünü ruhuma, gir yürek yangınıma<br />
Aşkımızı sen değil yedi düşman kıskansın<br />
Şairlerin düğünü olursa böyle olur<br />
Susmasın davul zurna, düğündür çaldırayım.<br />
Öldürülen 101 Şair<br />
Gülümün bülbülüyüm, çiy damlası sevdam var<br />
Nasılım, ne haldeyim okunur gözlerimden.<br />
Sevgiliye kavuşmak asıl adı ölümün<br />
Ben kendi namazımı bırakın kıldırayım.<br />
Gel kıskan, beni kıskan<br />
Rakibin söyle kimmiş?<br />
Kaybetmek uçurumu<br />
Yüreğine mi sinmiş?<br />
Namlunun yaman ucu<br />
Vurulan güvercinmiş.<br />
Şairin sırtı yerde<br />
Sebebi sevda denmiş.<br />
417<br />
Bırakın ellerimi sazımı verin bana,<br />
Çekin çılgın takvimi, insin bahar ufkuma.<br />
Yana yana gezerim, ölüm nefesten yakın<br />
Ruhuma gurbet eli bakraçla doldurayım.<br />
Ya toprağın ya benim; yad’a-yabana vermem<br />
Diyerek silâhını doğrultma üzerime.<br />
Girmem sensiz toprağa, yalandır koca dünya<br />
Gözlerime, ölümsüz bir dünya buldurayım.<br />
Mustafa CEYLAN
Mustafa CEYLAN<br />
K-Yeniçeriler Tarafından Öldürülen Şairler<br />
(1): NİŞANCI MEHMED PAŞA (Nişanî)<br />
Mevlânâ neslinden, Karamanlı, Fatih devri devlet adamlarımızdan,<br />
doğum tarihi bilinmiyor, yeniçeriler tarafından evi<br />
yağma edildikten sonra öldürülen bir şairimizdir.<br />
418<br />
Şiir böyledir işte. Sadece tabandan gelip tavanı eleştirileriyle<br />
rahatsız eden ozan ve şairleri değil, saray odalarında paşa<br />
kaftanları giysili, ağa, bey, paşa, sadrazam ayırt etmeksizin<br />
ölümlere götürür sevenini.<br />
Günümüzde özellikle gençlerin, hikâye, tiyatro, roman,<br />
anı, gezi gibi edebiyat türlerine değil de illâ ki şiire yönelmelerini<br />
anlamak biraz zor. Her 20 kişinin 18’inin şair olmak için<br />
özellikle internette çırpınıp durmaları yok mu; oysa şiire bakabilseler,<br />
şiir kendisini çok sevene zulmetmiş ve ölümlere götürmüştür.<br />
Sürgün, zulüm, kıyım ve ölüm… İşte gerçek şairin<br />
şiir eliyle uğradığı sonuçlar. Şair, şiiri ölümüne de sevendir.<br />
Müteşair ise şair olmaya çalışan veya kendisini şair sanıp, ölü<br />
şiirler doğuran her gün çok sayıda şiir yumurtlayandır.<br />
Davasız şiirlerin havası bile olmazmış. Dava, inanç, azim,<br />
aşk ve Hak davasıdır kimi şiirlerde. Vatan davasıdır. Şiir,<br />
Mehmetçik olur savaşır cephede. Mecnun olur çöllerde Leyla<br />
Leyla diye gezinir.
Öldürülen 101 Şair<br />
Bir Gazelinde demiş ki:<br />
“Âyine-i cemâline öyküne mi güneş<br />
Kim şerm-sâr olur u yüzüne hayâ gelür<br />
Müşk-i Hıtâ disem saçına benden incinür<br />
Baht-ı siyâhı gör ki ne dirsem hatâ gelür”<br />
Fatih, Çandarlı Halil Paşa’yı öldürttükten sonra, o dönem,<br />
sadrazam değişiklikleri ve savaşları şeklinde geçmiştir.<br />
Hattâ, Fatih’in 1481 yılında vefatını müteakip Sadrazam<br />
Mehmet Paşa, padişahın ölüm olayını gizlemek ister. İki elçi<br />
çıkarır yola, birisini oğul Bayezid’a, diğerini de Cem’e. Cem’e<br />
giden elçi yolda öldürülür. Fatih’in ölüm haberi bir anda yeniçeriler<br />
arasında yayılır. Sadrazam Mehmet Paşa’yı çekemeyenler,<br />
başta İshak Paşa olmak üzere, yeniçerileri sadrazam<br />
aleyhinde kışkırtırlar. İşte bu kışkırtma sebebiyle sadrazam<br />
şairimizin evi yağmalanır ve öldürülür.<br />
419<br />
Kumkapı’da kendi adıyla anılan Nişancı Camii yanındaki<br />
türbeye defnedilir.<br />
Şair ve tarihçidir Nişancı Mehmet Paşa…<br />
Şiirleri bir Divan’da toplanmamıştır. Osman Gazi’den 2.<br />
Murad’ın ölümüne kadar olan olayları ve 1451’den 1480’e kadar<br />
meydana gelen 2 olayı anlatan tarih risaleleri bulunmaktadır.
Mustafa CEYLAN<br />
Der ki:<br />
GAZEL<br />
Bana yâr u vefâdârım vefâ etmezse sağ olsun<br />
Gönül bezminde ruhsârı yanar rûşen çerağ olsun<br />
Cihânı almazam bir habbeye bir bûriyâ denlü<br />
Mahallinde bana tek kûşe-i emn u ferağ olsun<br />
İdersen gamzeler ağyâre mahfî çeşm-i mestünle<br />
Aramızda nice bir dilberâ tîğ u bıçağ olsun<br />
420<br />
Ebed kurtulmasun cânum belâdur bend-i zülfünden<br />
Siyâh kâküllerin murg-ı dile dâim turağ olsun<br />
Nişânî dosttan el çekme cevr ile tahammül kıl<br />
Bana yâr-ı cefâkârım vefâ etmezse sağ olsun.<br />
Der ki:<br />
Zülfüni kılsan perişân yüzün üzre sanırsam<br />
Deste deste Gülşen-i hüsnünde reyhânlar yatur<br />
Ey kemân ebrû idelden gamzeler tîrin revân<br />
Sînede her lahza zehr-âlûd peykânlar yatur<br />
Mahrû-yı şâhdan bir zerre pertev salalı<br />
Kuşe-i kalbümde hurşîd-i dırahşânlar yatur<br />
Şehr-i yâr-i memleket Sultan Mehemmed bin Murâd<br />
Kim derinde hâne-i ikbâlinün hânlar yatur.
Öldürülen 101 Şair<br />
SON SÖZ:<br />
SON TÜRBEDARIN SON SÖZÜ(Gülce-Buluşma)<br />
İstanbul Kumkapı’da Nişancı cami<br />
Cami yanında bir türbe<br />
Asırların gürültüsü sessizliğin elbisesi olmuş<br />
Pencere kenarında benimle,<br />
Gerisini varın siz düşünün…<br />
Bir hokka, bir divit ve bir parşömen<br />
Fermanı tuğrasız kan kırmızı sözcüklerin içindesin yine sen<br />
Alevsin benden kopan<br />
Kendini gözyaşıyla söndüren alev<br />
Kahverenginin sürüngen ve yapışkan nefesi<br />
Ahşap ışıltısında Besmele çekende<br />
Sen çıkar gelirsin biliyorum<br />
Gez, göz, arpacık diyerek…<br />
Şamdanların uğultusunda kekemeliğim<br />
Azrailin son ıslığında kimliğim<br />
Bırakma ellerimi sakın ha bırakma!<br />
Ateş sarmaşıklarla donansın cismim<br />
Takunya sesine düşen<br />
Gülümseyen gül olsun resmim…<br />
421<br />
Avizeler avizeler şamdanlar ve buhurdanlar<br />
Işığın dilinden ışık olan ışık, belki anlar<br />
Elifin yüzünden gelir; akar gelir durmaksızın<br />
Elsiz ayaksız gözyaşı,<br />
……………….Boynu bükük mumdur canlar…
Mustafa CEYLAN<br />
Kumkapıdan bir İstanbul’dur geçer<br />
Saçları darmadağın…<br />
Bir İstanbul’dur mis gibi zambak kokar<br />
Dualanmış dudağın.<br />
Ulubatlı sancağıdır özgürlüğümün burçlarına<br />
İstanbul olup dikilmelerin.<br />
Son türbedarını unutma, unutma benim<br />
Hani nerde İstanbul çizen<br />
Ellerinde ellerim…?<br />
422<br />
Çırayım, çıradan çıra, yak tutuştur şiirinle<br />
Çakmadan kibritini bir kerecik beni dinle<br />
Kovan yağmalatmış Yunus, sen ise kendi evini<br />
Tarumardır evim barkım<br />
…………………Bunca sene derdin ile…<br />
Mustafa CEYLAN
Öldürülen 101 Şair<br />
(2): TAHSÎN EFENDİ<br />
İstanbul’da doğmuş, asıl adı Mehmed, III. Selim’in öldürülüşünden<br />
sonra Alemdar Mustafa Paşa, yeniçerilerle giriştiği<br />
mücadelede kule üzerinde bulunan barut varilini ateşlemiş,<br />
yeniçerileri öldürmüş, kendisi de dumandan boğularak ölmüştür.<br />
Şairimiz Tahsin Efendi de, Alemdar Paşa taraftarı olmakla<br />
suçlanmış, önce kaçmaya muvaffak olmuşsa da sonra yakalnmış,<br />
arkadaşı Mustafa Refik Efendi ile birlikte parçalanarak<br />
öldürülmüştür. Öldürüldükten sonra, ayağına ip takılarak yeniçeriler<br />
tarafından sürüklenen şairimiz, Yedikule’ye defnedilmiştir.<br />
XVIII. Yüzyıl şairlerimizden. Sarayda önemli görevler almış,<br />
hacegânlık rütbesine yükselmiş, 1798-99’da Mısır’a giden<br />
Ordu-yu Hümayunda bulunmuş, dönüşünde Rumeli’de<br />
görevlendirilmiştir. 1807’de saraydaki görevinden ayrılır. Ve<br />
Rusçuk’a dönmekte olan Alemdar Mustafa Paşa’nın emrine<br />
girer. Çavuşbaşılığa tayin edildikten sonra, baruthane nazırı<br />
olur. Ardından Defterdarlık görevine atanır.<br />
423
Mustafa CEYLAN<br />
Demiştir ki:<br />
Sîh-i gamında laht-i ciğer kim kebâb olur<br />
Hün-âb-ı eşk-i çeşmim o bezme şarâb olur.<br />
Tebhâleler ki tarf-ı dehânında rû-nüma<br />
Sahbâ-yı la’l nâbına gûyâ hayât olur.<br />
Devre çıkınca mahfil-i gül-zâra andelîb<br />
Mecliste gonca micmer ü şebnem gül-âb olur.<br />
Ferhad ü Kays kıssası gûyâ bir iş midir?<br />
Her harfi dâsitân-ı dilin bir kitâb olur.<br />
424<br />
Virâne bîm-i seylden elbet emîndir<br />
Ma’mur olur o dil ki bu yolda harâb olur.<br />
Ayât-i beyyinât-ı hatt-ı la’l-i dilbere<br />
İhâmı bûse ma’ni-i faslü’l hitâb olur.<br />
İzzet Selâm ü Râmiz ü Tahsîn-i yek-zebânz<br />
Oldukda böyle bir gazel-i müstehâb olur.
Öldürülen 101 Şair<br />
(3): HÂFIZ AHMED PAŞA<br />
Şair, devlet adamı, sesinin güzelliği sebebiyle daha küçükken<br />
enderûna alındı ve muhasipliğe kadar yükseldi. Doğancıbaşı,<br />
kapta-ı Derya ve Şam Valisi oldu. Filibeli bir müezzinin<br />
oğludur. XVII. Yüzyıl şairlerimizden olup, yeniçeriler tarafından<br />
17 bıçak darbesiyle öldürülmek istenir ve ölmediği anlaşılınca,<br />
başı gövde sinden ayrılırarak öldürülür. Divanı, Millet<br />
Kütüphanesinde bulunmaktadır.<br />
“Askerinden yine erişdi selâmet haberi<br />
Müjde ey şâh-ı cihân geldi beşâret haberi.<br />
Kefere kal’alarını bırakub kaçmışlar<br />
Varıcak askerinin anda azîmet haberi.<br />
425<br />
İki surun haber-i fethi bize verdi sürûr<br />
Demidir dolsa cihâna bu meserret haberi.<br />
Şerbet-i nusrete kanmış kamu îmân ehli<br />
Hak budur verdi dimâğ-ı dile lezzet haberi.<br />
Bere vü bahre giden askerin ola mansûr<br />
Tapuna dâim ire fırsat u nusret haberi.<br />
Hazret-i Hak’dan umar cân ile Hâfız benden<br />
Kızılelma alınup ire ganîmet haberi.”
Mustafa CEYLAN<br />
“Müezzinzade Hafız Ahmed Paşa (d. 1564 - ö. 1632, İstanbul)<br />
IV. Murat saltanatının devlet idaresinin, annesi Valide<br />
Kösem Sultan’ın elinde olduğu ilk dönemlerinde, 28 Ocak<br />
1625- 1 Aralık 1626 ve 25 Ekim 1631-10 Şubat 1632 tarihleri<br />
arasında iki kez toplam iki yıl bir ay yirmi gün sadrazamlık<br />
yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır.<br />
İkinci sadaretinde ayaklanan kapıkulu askerleri tarafından<br />
padişahın gözleri önünde linç edilmiş olması IV. Murat’ı derinden<br />
etkilemiş, sonradan asayişi kurmak için başvuracağı<br />
çok sert önlemlerde belirleyici olmuştur.<br />
426<br />
Saraydan 1608 başlarında Cafer Paşa’nın yerine kaptan-ı<br />
derya olarak atanarak çıktı. Fakat Kuyucu Murat Paşa 1608’de<br />
Anadolu’da Celalilere karşı seferden döndüğü zaman bu görevden<br />
çıkartılarak yerine sadrazamın koruduğu Damat Halil<br />
Paşa kaptan-ı derya oldu. Bundan sonra Müezzinzade Hafız<br />
Ahmet Paşa Şam Beylerbeyi görevine atandı ve burada 7 yıl<br />
valilik yaptı. Daha sonra Van, Erzurum, Bağdat, Anadolu Beylerbeyliklerinde<br />
bulundu.<br />
1622’de II. Osman’ın katlinden hemen önce Diyarbakır<br />
beylerbeyi görevi verilmişti. O tarihte Diyarbakır defterdarı<br />
olan İbrahim Peçevi yazdığı tarihte, Hafız Ahmet Paşa’nın II.<br />
Osman’ın katillerine karşı harekette bulunmak hedefiyle (sonradan<br />
bu katliamının intikamını almak için isyan eden) Erzurum<br />
valisi Abaza Mehmet Paşa ile mektuplaştığını ve aynı fikirde<br />
olan diğer Anadolu tarafı valileriyle müteffikan birleşip<br />
bu intikamı sağlamak için komploya girdiği bildirmiştir.<br />
Celalı isyancısı olarak kabul edilen Abaza Mehmet Paşa’ya<br />
karşı ve İran’a karşı serdar-ı ekrem olarak sefere çıkmış olan<br />
Sadrazam Çerkes Mehmet Paşa Ocak 1625’te Tokat’ta kışlakta<br />
iken birden öldü. Yerine Sadrazam ve İran Seferi için<br />
serdar-ı ekrem olarak Müezzinzade Hafız Ahmet Paşa getirildi.
Öldürülen 101 Şair<br />
Müezzinzade Hafız Ahmet Paşa aldığı emir üzerinde<br />
Bağdad’da isyan etmiş olan ve şehrin hâkimi olan “Bekir Subaşı”<br />
üzerine yürüdü. Bekir Subaşı’nın fazla direnmiyeceğini<br />
kabul edip kurmaylarının tavsiyelerine uyup daha güçlü bir<br />
ordu kurmaya çalışmadı. Fakat bunda yanılmıştı. Bağdad’ı<br />
geri alamadan 9 ay kuşattı. Bu kuşatma sırasında Bekir<br />
Subaşı’nın İran Safevileri ile müzakerelere geçip şehri onlara<br />
bırakma istediği öğrenildi. Müezzinzade Hafız Ahmet Paşa<br />
Bekir Subaşı’ya Osmanlı devleti Bağdad Valisi olmasını teklif<br />
etti. Ama Safevi İran kuvvetleri şehir önüne gelince Bekir Subaşı<br />
şehri onlara bıraktı. Zaten yıl çok geciktiği için de Müezzinzade<br />
Hafız Ahmet Paşa Bağdad kuştamasını kaldırımak<br />
zorunda kaldı.<br />
Aralık 1626’da bu başarısızlık dolayısıyla Sadrazamlıktan<br />
ve İran serdar-ı ekremliğinden azil edildi ve yerine Damat Halil<br />
Paşa getirildi. Müezzinzade Hafız Ahmet Paşa İstanbul’a<br />
döndü ama ikinci vezir olarak Kubbealtı vezirlik görevine devam<br />
etti. Bu dönemde eski nikâhlısı Nasuh Paşa olan I.<br />
Ahmed’in kızı ve Sultan IV. Murat’ın kızkardeşi olan Ayşe<br />
Sultan ile nikâhlandı ve saraya damad oldu.<br />
427<br />
Sadrazam ve İran serdar-ı ekremi olan Gazi Ekrem Hüsrev<br />
Paşa da 1629’da Bağdad’ı kuşatmaya aldı ama kuşatma da başarısız<br />
oldu. Ordusu ile Hüsrev Paşa Mardin’e çekildi. Hüsrev<br />
Paşa 1630 yılı ve 1631 yılının büyük bir kısmında Bağdad<br />
üzerine gitmekten kaçındı ve Hüsrev Paşa’nın halka yaptığı<br />
zalimlik şikâyetleri İstanbul’a yetişti. Bu İstanbul’daki Sultan<br />
IV. Murat ve merkezi devlet tarafından uygun görülmedi ve<br />
Eylül 1631’de Hüsrev Paşa sadrazamlıktan azledildi ve yerine<br />
ikinci defa Müezzinzade Hafız Ahmed Paşa sadrazam oldu.<br />
Doğuda orduda bulunan kapıkulu ocak askerlerinin kış gelmeden,<br />
biran evvel İstanbul’a dönmeleri için Divan’da karar<br />
alındı. Tokat’a geçen Hüsrev Paşa İstanbul’a geri dönecek kapıkulu<br />
güçlerini İstanbul’a dönünce, kendi lehinde ayaklanma
Mustafa CEYLAN<br />
çıkartmaya teşvik etmekteydi. İstanbul’a geri dönen askerler<br />
ise doğuda sanki bir zafer kazanmışlarca hareket edip ve taşkınlıklar<br />
yapmaktaydılar. Sadrazam olmaya çok hırslı olan<br />
Topal Recep Paşa da faaliyete geçip özellikle Boşnak ve Arnavut<br />
asıllı asker zorbalarını şehirde karışıklık çıkartmaya teşvik<br />
etmekteydi.<br />
428<br />
7 Şubat 1632’de ilk asker ayaklanması başladı.<br />
Atmeydanı’nda toplanan sipahi ve diğer kapıkulu askerleri<br />
Hüsrev Paşa’nın azledilmesi aleyhinde de olarak isyan ettiler.<br />
Topkapı Sarayı üzerine binlerce asker, ulema ve şehirli insan<br />
yürüdü. Sadrazam Müezzinzade Hafız Ahmet Paşa, şeyhülislam<br />
Yahya Efendi ve yeniçeri ağası Hasan Halife’nin adları<br />
başta olmak üzere 17 tane devlet ricali ismi bulunan bir liste<br />
hazırlanmıştı ve bu listedekilerin görevlerinden azledilerek<br />
idam edilmeleri istenmekteydi. Bu ayaklanma eylemi 3 gün<br />
sürdü. Çarşılar kapandı ve halk, evlerine çekildi. Ayaklanmacılar<br />
çok şiddetli kış havası altında Sultanahmet Camii’nde<br />
kalmaktaydılar.<br />
Asiler isyânın üçüncü günü 10 Şubat’ta Topkapı’nın dış<br />
kapısını geçip Orta Kapı’ya geldiler ve orada gösterilerine devam<br />
ettiler. Vezir Bayram Paşa Müezzinzade Hafız Ahmet<br />
Paşa’ya bir mektupla olaylardan bahsederek Saray’a gelmemesini<br />
bildirdi. Fakat Sadrazam yanında korumacıları ile birlikte<br />
atla Saray’a geldi. Önce iki tarafa açılarak ona yol veren<br />
asiler, ona taşlar atarak atından düşürdüler. Korumacıları zorla<br />
onu Orta Kapı’dan içeri sokabildiler. Müezzinzade Hafız Ahmet<br />
Paşa mühr-ü humayunu eniştesi Sultan IV. Murad’a teslim<br />
etti. Kıyafet değiştirerek Yalı Köşkü’ne inip oradan<br />
Üsküdar’a geçti.<br />
Ayaklanmacılar Orta Kapı’yı açtırıp meydana girdiler ve<br />
sultanı ayak divanına çağırdılar. Silahlı saray mensubu refakatı<br />
altında IV. Murat Babussaade önünde bir tahta oturarak isyancıların<br />
hezeyanlarını dinledi. Sultan bunlara uzun uzun bu
Öldürülen 101 Şair<br />
hâllerinin din ve devlete münâsib olmadığını anlattı. İsyancılar<br />
listelerini verdikten sonra<br />
-“Cümle askerin çevâbi; pâdışâhim, devletine fenalık edenleri<br />
elbette verirsiz, pareleriz, yoksa iş gayri olur!” diyerek<br />
edepsizce lâflar ettiler. Sonra güruh ona karşı bir hamle yapınca<br />
Sultan silahlı saray mensubu tarafından saraya geri çekildi.<br />
Ayaklanmacılar gürültülü gösterilerine devam ettiler. Sarayda<br />
bulunan Topal Recep Paşa istifa etmiş sadrazam Müezzinzade<br />
Hafız Ahmet Paşa’nın hemen saraya geri getirilmesini<br />
ve sonra IV. Murat’ın ikinci defa ayak divanına çıkmasını tavsiye<br />
etti. İkinci defa ayak divanına çıkan IV. Murad’ın öğütlerinin<br />
asiler güruhu tarafınadan dinlenilmediği ve kalabalığın<br />
yatıştırılmasının imkânsızlığı aşikâr olmuştu. Bu sırada abdest<br />
alıp Bâbüsseâde önüne gelen Müezzinzade Hâfiz Ahmed Paşa,<br />
bunların pâdışâh sözünü dinlemediklerini görünce;<br />
429<br />
-“Pâdışâhim! Hezâr (bin) Hâfiz gibi kulun yoluna fedadır.<br />
Ancak recâm budur ki, beni sen katletmeyip bu zâlimler haksız<br />
yere kanımı döküp beni şehîd etsinler ve lütfedip cesedimi<br />
Üsküdar’da defnettiresin ve yetimlerime lütf ve inayetini recâ<br />
ederim” diye yer öptükten sonra âsî güruhunun içerisine daldı.<br />
Müezzinzade Hafız Ahmet Paşa, meydana girince yer yer<br />
ayaklanmacılar önüne çıkıp hücum ettiler ve ellerinde hançer<br />
ve kılıçlarla hep birden üzerine çullandılar. Başına, göğsüne<br />
ve vucûdünün her bir yerine hançerlerle vurdular. Sultan’ın<br />
gözü önünde ön yedi yara ile kana bulayıp şehîd ettiler.<br />
Müezzinzade Hafız Ahmet Paşa’nın soğukkanlı hareketini<br />
ve âsîlerin arasına atıldığını ve fecî surette şehîd edildiğini gören<br />
Sultan Murat ağlayrak içeri gitti. Asileri yatıştırması için<br />
Topal Recep Paşa’yı sadrazam tayin etti. Müezzinzade Hafız<br />
Ahmet Paşa, vasiyeti üzerine Üsküdar’da Karacaahmet<br />
Mezarlığı’na defnedildi.”
Mustafa CEYLAN<br />
Hülasat-ül” adlı eserde bulunan bir biyografisine göre ilim<br />
ve fazilet sahibi olup Arap ve Fars edebiyatını iyi bildiği bilidirilmektedir.<br />
MüezzinzadeHafız Ahmet Paşa, hem hafız, hem<br />
sesi güzel bir hanande ve aynı zamanda bir şair ve edipti. Ancak<br />
toplu olarak şiirleri elimizde bulunmamaktadır. Sonradan<br />
basılmış olan “Rıza Tezkiresi”nde şair olarak belirtilmekle beraber<br />
eser örnekleri bulunmamaktadır. Elimize geçen şiirleri<br />
bazı tarihçilerin olaylardan bahsederlerken yazdığı birkaç beyitten<br />
ibarettir. Örneğin Bağdat Seferi’ne giderken yazmış olduğu<br />
gelsün matlahlı bir şiirinden bir beyit şudur:<br />
Bizimle Kerbelâ vâdişine hem-derd olan gelsün<br />
430<br />
Sinansun arsa-i ferzânelerde merd olan gelsün<br />
Müezzinzade Hafız Ahmed Paşa ayrıca Bağdat kuşatması<br />
sırasında söylediği ve IV. Murat’ın da cevap verdiği bir beyiti<br />
ile çok meşhurdur.<br />
Aldı etrafı adû (düşman) imdada asker yok mudur?<br />
Din yolunda baş verir bir merd-u server yok mudur?<br />
Sultan IV. Murât buna;<br />
Hafızâ Bağdâd’a imdâd etmeye er yok mudur?<br />
Bizden istimdâd edersin sende asker yok mudur? beyti ile<br />
başlayan manzûm bir cevab yazmıştır.<br />
Topkapı Sarayı’ndaki I. Ahmet kütüphanesi içindeki yemek<br />
odasında bulunan çeşme üzerinde bulunan kitabeleri Müezzinzade<br />
Hafız Ahmet Paşa yazmıştır.
L-Derisi Yüzülerek Öldürülen Şair<br />
Öldürülen 101 Şair<br />
(1):NESİMÎ<br />
Ey Şiir !...<br />
Sen, hem iten, olayları körükleyen; hem de karşı çıkansın.<br />
Çünkü saraylara kul-köle yaptığın şairlerin de var, onlara<br />
isyân edenlerin de... Kurulu düzenin emrinde “varol-yaşa padişahım!<br />
diyerek, “zafername”ler yazan şairlerin de var; o düzeni<br />
değiştirip, Hakça, halkça ve adil bir düzen kurmak isteyip<br />
de bu isteğin ateşiyle yanıp tutuşan, halka ışık, aşk, iman ve<br />
yumruk olan ve sonra da senelerce bu düşüncelerinden ötürü<br />
zindanlarda yaşayan şairlerin de...<br />
431<br />
Hattâ bugünü beğenmeyip, mâziye, düne takılı kalmış; hep<br />
o eski günleri yaşayan ve yaşatmak isteyen mısra işçilerin olduğu<br />
gibi, gününü gün eden ya da gelecek günleri, öteleri nakışlayan<br />
mısra kuyumcuların da...<br />
Sen, her ikisinin de arasındasın. Her ikisine de “eşit” mesafedeyim<br />
deme bana, zira asla inanmam; inandıramazsın ki. En<br />
çok zulmettiklerin, en çok sürgünlere düçar olanların, senelerce<br />
demir parmaklıklar arkasında hapis yatanların veya öldürülenlerin<br />
yürek seslerine gizlenmişsin. Oradan bakarsın yüzüme<br />
hep...<br />
Çağlar boyunca, zulüm idarelerinin gündeminin birinci sırasını<br />
şairlerin cesaretli, korkusuz söylemleri işgal etti. Etti ya,<br />
sen onların sadece seyircisi idin. Önce olayı körükledin, ardından<br />
tırnak vuruşturup bekledin. Hınzırlığın işte tam bu noktada...
Mustafa CEYLAN<br />
432<br />
Ey Şiir !..<br />
Biliyorum sabırsızsın.<br />
Aykırılık içini gıcıklıyor...<br />
Aykırılıklarla, kurulu düzene karşı isyan duyguların şaha<br />
kalkıyor. İhtilâlci olup çıkıyorsun...<br />
Hükümdar kaftanlarının süsüne-püsüne aldırış etmeden,<br />
yayan yapıldak, kırlarda-bayırlarda, halk arasında gezmekten<br />
müthiş zevk alıyorsun. Aykırı davranışları ve söylemleri alabildiğine<br />
destekliyorsun. Yenilikler de aykırılıklardan doğar.<br />
Yenilikleri davet ediyor, köhnemiş anlayışlara savaş açıyorsun.<br />
İşte böylesi durumlarda, yeni doğmuş bir bebek kadar<br />
masumsun... Yaramazlıkların bizim de hoşumuza gidiyor. Olsun,<br />
var sen, hünkârların tuğraları altında ezilme de, çoban<br />
kavallarında kuzulara özgür türküler söylemeye devam et. Bu<br />
halini seviyorum ben...<br />
Hak ve hakikatten ayrılmadın. Ayrılma da... Hurafe ve cehalet<br />
en büyük düşmanın. Duygulu ruhları, gerçeğin ışığında<br />
yıkamaya devam et. Et ki, şairlerin de sana benzesin. Toplumları<br />
çağın gerilerine götüren müstebit idarelere karşı uyandırsın<br />
sana vurgunlar… Unutma e mi?<br />
Fakat müstebit idarelerin aykırı görüşlere tahammülü yoktur.<br />
Ama sen, aykırılıkları zirveye çıkarır, sesini-soluğunu keser,<br />
meydana gelecek olayları beklemeye başlarsın. Sultan<br />
buyruğunun bir an evvel çıkmasını aykırılık yaptırdığın sevdalının<br />
kafasında patlamasını istersin. Belki de istemezsin! ?<br />
Ama bana öyle geliyor işte...<br />
Geçenlerde seninle gecenin en ileri ve en sessiz saatinde<br />
bir gönül sohbetine tutuştuğumuzda bana, “ben garipten, yetimden,<br />
şairden, halktan yanayım. Güç ve güçlülerden hoşlan-
Öldürülen 101 Şair<br />
mıyorum” demiştin. Unutmadın değil mi?<br />
Fakat frensiz şairlerin çıkınca meydanlara, mısralarını, sazını,<br />
kalemini kurşun gibi kullandıklarında; öyle sessiz oluyorsun<br />
ki, yağmur öncesi buluta dönüyorsun sanki...<br />
Sonra, o taşkın, o sınırları parçalayan, o dağları yerlere seren,<br />
kurulu ekonomik, siyasal, sosyal, inanç, gelenek vb sistematiğine<br />
baş kaldıran şairinin hâlini izliyor, şahitlik yapıyorsun<br />
da, şairin için verilen ölüm fermanlarını önleyemiyorsun.<br />
Söyle bana, neden? Neden?<br />
Önleyemiyor musun, yoksa önlemek istemiyor musun?<br />
İçinde yaşadığı halkın dili, gözü, kulağı, aklı, ruhu olan şairini-ozanını<br />
veya kötü gidişe dur diyerek bayrak kaldıran şairini<br />
çekip alamıyorsun işkence mengenelerinden, idam sehpalarından…<br />
433<br />
Hele ki, telle boğdurduklarını biliyorum. Kafasını kılıçla<br />
uçurttuğun kaç şair var, hele bir anlat da öğrenelim. İdam ettirdiklerini,<br />
genç yaşında, ömrünün baharında olan şairlerini<br />
koruyamayıp kendi ellerinle kabirlerine gömdüklerini söyle<br />
de bilelim.<br />
Ey Şiir!...<br />
Sen anlatamazsın onları.<br />
Açtığımda bu defteri, dut yemiş bülbüle dönüyor, susuyor,<br />
mahzunlaşıyorsun.<br />
Vaz geçtim, idam ettiklerinden. Bu sefer sana, idam ettirdikten<br />
sonra derisini yüzdürttüğün bir şairinden bahsedeceğim.
Mustafa CEYLAN<br />
NESİMÎ…<br />
Biliyorsun değil mi?<br />
Evet: Nesimi…<br />
Nesimi’ yi Nesimi yapan kim? Elbette sen! İçinde yaşadığı<br />
toplumun değer yargılarıyla ters düşüren kim? Elbette sen!<br />
Nesimi’ye ne yaptın? Derisini yüzdürdün be! ! ! Derisini<br />
yüzdürdün!!! Acımadın bile! ! !<br />
434<br />
Nesimi (Bağdat 1339-Halep 1418) Bağdat yöresinde Nesim<br />
Bucağı’nda doğmuştu. Halep’ te yaşamış, Hurufi Mezhebine<br />
bağlıydı. Bu filozof Türkmenin adını da değiştirdin. Asıl<br />
adı İmadettin’ di. Doğduğu kasabanın adıyla onu bugünlere<br />
taşıdın. Hayrı ve aşkı telkin eden, heyecanlı bir şairdi o...<br />
Ferdiyeti gösteren insan ruhunun cemiyeti ve külliyeti temsil<br />
eden ilâhi ruh ile- denize karışan yağmur taneleri gibi-imtizaç<br />
eylemesi lâzım geleceğini söylerdi. Bu telkinlerini, Halep’<br />
teki Kölemene İdaresi küfür saydı. Fikir ve görüşleri şeriate<br />
aykırı görüldü.<br />
Azeri Lehçesi’yle yazdığı şiirleri, yalın dili, anlatım özellikleriyle<br />
bugünlere kadar geldi. Fikir ve düşüncelerinden asla<br />
ödün vermedi.<br />
Vermedi de ne oldu?<br />
Derisini yüzdüler. Sonra da ibret olsun diye cesedi bir hafta<br />
sokakta teşhir edildi.<br />
Sen de bir güzel seyrettin onun derisinin yüzülmesini.<br />
Nesimî, Alevi-Bektaşî geleneğinin yedi ulu ozanından birisidir.
Öldürülen 101 Şair<br />
Sadece Alevi-Bektaşilerin değil, Azeriler’in de çok büyük<br />
önem verdiği bir ozandır. Azerbaycan’da “Nesimi Dilcilik<br />
Enstitüsü” adıyla bir enstitü de kurulmuştur.<br />
Hurifiydi Nesimî.<br />
Hurufilik: Kâinatın oluşunu ruha değil maddeye dayandıran<br />
her varlığı 32 harfle açıklamaya çalışan ve harflere esrarengiz<br />
manalar yakıştıran görüştür.<br />
Şiirlerinde dini- tasavvufa karşı korkusuz ve biraz patavatsızca<br />
söylediği şiirler yanlış anlaşılarak öldürülmesine yol açmıştır.<br />
Tasavvuf inancını büyük coşkunluk ve içtenlikle söylemiştir.<br />
Çağının Türkçesini en güzel bir şiir dili haline<br />
getirmiştir.<br />
Nesimi’nin halk, tekke ve divan şairlerimiz üzerinde azımsanmayacak<br />
etkileri vardır. Halka en çok yaklaşan divan şairidir<br />
diyebiliriz.<br />
Bilhassa Bektaşiler ve vahdet-i vücut felsefesini benimseyenlerce<br />
büyük bir sûfi olarak kabul edilir.<br />
Şiirlerinde ekseriyetle kendi görüşlerini telkin etmekle birlikte<br />
din dışı ve âşıkane gazellerde yazmıştır. Tuyuğları ve<br />
farsça gazelleri de mevcuttur.<br />
435<br />
Bir şiirinde demişti ki:<br />
Ben yitirdim, ben ararım, yâr benimdir kime ne<br />
Gâh giderim öz bağıma gül dererim kime ne<br />
Gâh giderim medreseye ders okurum Hak için<br />
Gâh giderim meyhaneye dem çekerim kime ne
Mustafa CEYLAN<br />
Kelb rakip haram diyormuş şarabın bir katresine<br />
Saki doldur, ben içerim, günah benim kime ne<br />
Ben melâmet gömleğini deldim, taktım eynime<br />
Ar u namus şişesini taşa çaldım, kime ne?<br />
Ah Yezid, seccadeni al yürü mescid yoluna<br />
Pir eşiği benim Kâbem kıblegâhım kime ne<br />
Gâh çıkarım gökyüzüne hükmeder kaftan kafa<br />
Gâh inerim yeryüzüne yâr severim kime ne<br />
436<br />
Kelp rakip böyle diyormuş güzel sevmek pek günah<br />
Ben severim sevdiğimi, günah benim kime ne<br />
Nesimi’ye sordular, yârin ile hoş musun?<br />
Hoş olayım, hoş olmayım, o yâr benim, kime ne<br />
Abdülbaki Gölpınarlı Hocamızdan, Nesimi hakkında bir<br />
öykü:<br />
“Nesîmî’nin yüzülmesine fetva veren müftü, Nesîmî yüzülürken<br />
sağ elinin şahadet parmağını sallayarak, bunun diyormuş,<br />
kanı da pistir.<br />
-Bir uzva damlarsa, o uzvun da kesilmesi gerekir!<br />
Ve tam bu sırada Nesîmî’nin bir katre kanı müftünün şahadet<br />
parmağına sıçramış. Meydanda bulunan hâl ehli bir can;<br />
-Mütfü efendi demiş, fetvanıza göre parmağınızın kesilmesi<br />
lâzım.<br />
Müftü,<br />
-Nesne gerekmez demiş. Biraz suyla temizlenir.<br />
Bunu duyan Nesîmî, kanlar içindeyken:
Öldürülen 101 Şair<br />
“Zâhidin bir parmağın kessen dönüp Hak’dan kaçar<br />
Gör bu miskin âşıkı ser-pâ soyarlar ağlamaz” beyitini muhtevi<br />
gazelini söylemiş.<br />
Ve<br />
Nesîmî’ nin derisi yüzülünce bir de bakmışlar ki eğilip derisini<br />
almış ve bir post gibi sırtına vurup yürümüş. Kimse peşine<br />
düşmeye cesaret edememiş. Halep’in 12 kapısında bulunan<br />
kapıcılar ve halk görmüşler ki Nesîmî, derisi sırtında,<br />
kapıdan çıkmış ve sır olmuş. Kapıcılar ve halk bir araya gelince<br />
herkes, “falan kapıdan çıktı” diye iddiaya girişmiş ve anlaşılmış<br />
ki, oniki kapıdan da çıkmıştır.<br />
Şimdiki tekke ve türbe de, onun gömüldüğü yere değil, yüzüldüğü<br />
yere yapılmış.”<br />
Nesimi’nin ölümü, Anadolu’da tepkiyle karşılanmıştır.<br />
Ve<br />
Anadolu’da, Şeyh Bedrettin tarafından yoksul-fakir insanların<br />
haklarını savunmak gibi toplumcu bazı ilkeleri ortaya<br />
koyan ve Osmanlı’ ya karşı örgütlenerek ayaklanma hareketi<br />
başlatan, ezilen halkın haklarını savunduğu için “sosyalist bir<br />
hareket olarak” kabul gören “Şeyh Bedrettin İsyanı” başlar.<br />
Şeyh Bedrettin, çağının en büyük hukukçusudur.<br />
Ve<br />
Şeyh Bedrettin, ” Teshil” adlı yapıtında sorduğu bin soruya<br />
bin cevap vermiştir. Osmanlı’nın adaletinin de beş yüz yıl,<br />
Bedrettin’in “Teshil” adlı eseriyle sağlanması, tarihin bir başka<br />
garip yüzüdür. Bedrettin, ne yazık ki, Osmanlı’ya karşı giriştiği<br />
bu savaşı kaybeder ve 1417’ de ( bazı kayıtlara göre<br />
1420) ‘de Serez’de asılır.<br />
437
Mustafa CEYLAN<br />
SON SÖZ:<br />
GELDİM’OLA BİZİM ELE BİR EREN? (Gülce-Üçgen)<br />
Geldim’ola bizim ele bir eren?<br />
Durmadan anlatsın pirimi benim.<br />
Gülce derler, sevdam odur, o ceren<br />
Çiğ damlası saysın terimi benim.<br />
438<br />
Yolumda yoldaştır Yunusla Veysel<br />
Dağlar mı? Olamaz âşığa engel<br />
Hasret ateşiyle ölmeden evvel<br />
Koysunlar mezara dirimi benim<br />
Çile ozanıyım budur fermanım<br />
Mekânda gölgeyim, zamanda can’ım,<br />
Tükensin, kalmasın dizde dermanım<br />
Alsınlar gözümden ferimi benim.<br />
Dost halkasın yeni baştan dizsinler<br />
Aşk bir haritadır, doğru çizsinler<br />
İsterlerse yere koyup yüzsünler<br />
Nesimiyle beraber derimi benim.
Öldürülen 101 Şair<br />
Başaklarda, karıncada, bulutlarda nefes alıp verenim<br />
Öylesine mutluyum, duymadı hiç kimse zarımı benim.<br />
Sesiyim sessizliğin, incinsem de incitmem, ilkem bu<br />
Nar içinde saklıyım, bilen bilir, narımı benim.<br />
Cümle kırmızılar kanımdan almıştır rengini<br />
Ağlayan ırmaklar söndürmez har’ımı benim.<br />
Yolcuyum kendi içime, arza gebeyim<br />
Avcumda bin güneş var, yarımı benim.<br />
Size derim size, ey insanoğlu<br />
Etmeyin hesap, kârımı benim.<br />
Kovanlar kapalı; nedendir?<br />
Yakmayın arımı benim<br />
Ceylan’ım, Nesimiyim<br />
Hazırdır kefenim.<br />
439<br />
Her bağ bıçkısına gülümser etim<br />
Ten ne ki, basit şey, ona gurbetim.<br />
Suçlusun dediniz ağlıyor yetim<br />
Sevabı sizlerin, cürümü benim<br />
Geldim’ola bizim ele bir eren?<br />
Durmadan anlatsın pirimi benim.<br />
Gülce derler, sevdam odur, o ceren<br />
Çiğ damlası saysın terimi benim.<br />
Mustafa CEYLAN
Mustafa CEYLAN<br />
M-Linç Edilerek öldürülen Şair<br />
(1): ALİ KEMAL<br />
Atatürk ve Milli Mücadele düşmanı olan, ömrü sürgünlerde<br />
geçen ve Cumhuriyet ve Atatürk sevdalısı genç subaylar<br />
tarafından linç edilerek öldürülen bir şair.<br />
440<br />
1869 Yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Çankırı’ nın Kayapazar,<br />
Kalfat Köyünden Hacı Ahmed Efendi’ nin oğludur.<br />
Asıl adı Ali Rıza’dır.<br />
Gülhane Askeri Rüştiyesi mezunudur. Daha sonra annesinin<br />
ısrarı üzerine Mülkiye Mektebi’ne kaydoldu. Mülkiyede<br />
okurken Ahmet Mithat Efendi ve Muallim Naci’nin etkisinde<br />
kaldı. Gülşen isimli bir dergi çıkardı. İstanbul’da yaşayan<br />
çoğu edebiyatçıyla tanıştı ve onlarla sohbetler etti. Okulu bitirmeden<br />
yurt dışına Prais ve Cenevre’ye gitti. İstanbul’a döndüğünde<br />
arkadaşlarıyla birlikte bir dernek kurdu ve derneğin<br />
dördüncü toplantısında tevkif edildi. Ceza almadan kurtuldu<br />
ve hapisten sonra Mütalâa adıyla bir dergi daha çıkarmaya<br />
başladı ki yapılan bir ihbarla tekrar tutuklandı ve Halep’e sürgün<br />
edildi.<br />
“Ermeni yanlısı olarak görülen bazı yazılarından dolayı<br />
düşmanlarınca ‘Artin Kemal’ şeklinde adlandırılır. Mustafa<br />
Kemal’e ve Milli mücadeleye karşı düşmanca tutumu ve ağır<br />
hakaretleri nedeniyle pek çok insan tarafından “hain” olarak<br />
damgalanmıştır.
Öldürülen 101 Şair<br />
Halep’te kaldığı yıllarda Halep İdadisi’nde Türk Dili ve<br />
Osmanlı Edebiyatı hocalığı yaptı. Halep’teki durgun hayata<br />
fazla dayanamadı ve 1895’te izinsiz İstanbul’a döndü. Bunun<br />
üzerine hakkında tekrar sürgün kararı çıkınca Jön Türkler’in<br />
bir çeşit karargâhı haline gelmiş bulunan Paris’e tekrar gitti<br />
(1894). Paris’te bulunduğu sırada Jön Türkler ile II. Abdülhamit<br />
arasında arabulucu bir çizgi izlemeye çalıştı. Bu arabuluculuk<br />
rolünü hafiyelik noktasına vardırdığı sonradan ortaya<br />
çıkmıştır. Mizancı Murat’ın Jön Türk hareketinden ayrılmasından<br />
sonra Ali Kemal de bu hareketten ayrıldı.<br />
Ali Kemal, Paris’te bir yandan Siyasal Bilgiler okuyor, bir<br />
yandan da gazetecilik yapıyor, İstanbul’daki İkdam gazetesine<br />
Paris izlenimlerini anlatan batı kültürüne hayranlık ile yoğrulmuş<br />
yazılar ve çeviriler gönderiyordu. İkdam’da kendi röportajlarıymış<br />
gibi kaleme alınmış pek çok yazının Fransız basınından<br />
çeviriden ibaret olduğu sonradan Hüseyin Cahit<br />
tarafından ortaya çıkarılmış ve bu hadise ikisi arasında Ali<br />
Kemal’in ömrünün sonuna kadar sürecek bir polemiğin başlamasına<br />
neden olmuştur.<br />
441<br />
“1897’de Brüksel Elçiliğinde ikinci kâtipliğe atandı. İttihatçılardan<br />
çekindiği için İstanbul’a dönemiyordu. 1899’da<br />
Siyasal Bilgiler diplomasını alması sonrasında, II.<br />
Meşrutiyet’in ilanına kadar Mısır’da yaşadı. Kahire’de Mısırlı<br />
bir prense ait bir çiftliği idare ediyordu. 1903 yılında yaz<br />
tatili için gittiği Londra’da Winifre Brun adlı bir İngiliz hanımla<br />
evlendi. Bu evliliğinden Selma adında bir kız, Osman<br />
adında bir erkek çocuğu dünyaya geldi. Oğlunun doğumunun<br />
hemen ardından eşini kaybetti. II. Meşrutiyet’in ilanından bir<br />
gün önce İstanbul’a döndü.<br />
İstanbul’da İkdam gazetesinin başyazarlığını üstlenen Ali<br />
Kemal, bir yandan da Darülfünun’da Edebiyat Fakültesi’nde<br />
siyasi tarih dersleri veriyordu. İlk siyasi partilerden birisi olan<br />
Osmanlı Ahrar Fırkası’na girdi. Ali Kemal İstanbul’a döner
Mustafa CEYLAN<br />
dönmez padişahın huzuruna çıkmış, padişahın iltifatlarını ve<br />
verdiği paraları kabul etmişti; bu durum İttihatçıların tepkisine<br />
neden oldu. O da yeni eleştiri hedefini İttihat ve Terakki<br />
Cemiyeti olarak belirledi ve İkdam gazetesinde Cemiyet’e<br />
karşı ağır eleştiriler içeren başyazılar yazmaya başladı. Hemen<br />
bütün çevresiyle sürekli kavga halindeydi. Sınıfta öğrencilere<br />
Fransa’daki siyasal liberalizmi hararetle övüyor, kendisiyle<br />
aynı fikirde olmayan kişilere şiddetle saldırıyor, gençlerin<br />
öfkesini bunlara yöneltmeye çalışıyordu.<br />
442<br />
Ali Kemal’in tahrikleri 31 Mart Olayı’nın çıkmasında etkili<br />
oldu. Serbesti gazetesi başyazarı Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesinin<br />
ertesi günü olan 7 Nisan 1909’da Darülfünun’da<br />
kalabalık bir topluluğa yaptığı konuşmadan sonra bu konuşmanın<br />
etkisinde kalan Darülfünun hocaları ve öğrencileri katillerin<br />
yakalanmasını istemek üzere Babıâli’ye yürümüşler;<br />
sayıları onbinlere ulaşan kalabalığın üstüne ateş açılması sonucu<br />
birkaç yüz kişi yaralanmıştı. Ertesi günkü cenaze sırasında<br />
da devam eden olayların 31 Mart ayaklanmasına dönüşmesi<br />
üzerine Selanik’ten gönderilen Hareket Ordusu İstanbul’a<br />
gireceği sırada Ali Kemal yeniden Paris’e kaçmak zorunda<br />
kaldı (1909). Bu arada Mülkiye’deki görevine son verilmişti.<br />
İttihat ve Teraki Yönetiminin iktidardan uzaklaşmasının ardından<br />
1912 affıyla İstanbul’a geri gelen Ali Kemal İkdam<br />
Gazetesi’nde başyazar olarak yazılarına devam etti ancak altı<br />
ay sonra hükümet Babıâli Baskını ile devrilince Viyana’ya sürüldü.<br />
Üç ay sonra İstanbul’a döndü. 14 Kasım 1913’te Peyam<br />
Gazetesi’ni yayınlamaya başladı, başyazarlığını üstlendi. İlk<br />
başyazısı “Peyamımız, Meramımız” başlığını taşıyordu. Mülkiyedeki<br />
hocalığı da geri verilmişti. Mektepler Nazırı Zeki<br />
Paşa’nın kızı Sabiha Hanım ile evlendi. Bu evliliğinden Zeki<br />
adında bir oğlu dünyaya geldi. Ocak 1913’te İttihat ve<br />
Terakki’nin gerçekleştirdiği askeri darbe olan Babıâli<br />
baskını’ndan sonra tutuklandı.
Öldürülen 101 Şair<br />
Ali Kemal, 22 Temmuz 1914’te, I. Dünya Savaşı’nın başladığı<br />
sıralarda, İttihat ve Terakki’nin baskısıyla gazetesini<br />
kapatmak zorunda kaldı. Siyasetle ilgilenmeyip öğretmenlik<br />
ve tüccarlıkla geçinmeye çalıştı. Bu tutumu 1918’de İttihat ve<br />
Terakki liderlerinin bir Alman denizaltısına binip Türkiye’den<br />
kaçışına kadar sürdü.<br />
Ali Kemal, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından<br />
sonra 14 Ocak 1919’da yeniden faaliyete geçen Hürriyet<br />
ve İtilâf Partisi’nin genel sekreteri oldu.<br />
4 Mart 1919’da kurulan Birinci Damad Ferit Paşa hükümetinde<br />
Maarif Nazırlığı (Eğitim Bakanlığı), bu hukumetin<br />
mayıs’ta istifasının hemen ardından kurulan ikinci Damad Ferit<br />
Paşa hükümetinde ise Dahiliye Nazırlığı (İçişleri Bakanlığı)<br />
görevine getirildi. Bu görevde iken Kuva-yi Milliye ve<br />
Mustafa Kemal Paşa aleyhine emirler yayımladı. İngiliz Muhipler<br />
Cemiyeti’nin kurucularından birisi oldu. Hükümet içinde<br />
çıkan bir anlaşmazlık yüzünden 26 Haziran 1919’da bakanlıktan<br />
istifa etti.<br />
443<br />
Darülfünun’da ders vermeye devam eden Ali Kemal, 1922<br />
Mart ayında Darülfünun öğrencilerinin istifaya davet ettiği<br />
dört öğretim elemanı arasındaydı. Öğrencilerin verdiği kararın<br />
gerekçesi, hocaların, bağımsızlık, kutsiyet, milliyet hislerine<br />
yabancı oluşları, saldırgan şahsiyetleri ile kamu vicdanında<br />
mahkum edilmiş olmalarıdır. Öğrencilerin tepkileri üzerine<br />
Ali Kemal ve Cenap Şahabettin 3 Eylül 1922’de Meclis-i Vükela<br />
kararıyla görevlerinden azledildi<br />
Ali Kemal, bakanlığı sırasında başyazarlığını Refik Halit<br />
ile Yahya Kemal’in üstlendiği Peyam-ı Sabah Gazetesi’nin<br />
başyazarlığına, bakanlıktan ayrıldıktan sonra döndü. Bu gazete,<br />
Peyam Gazetesi ve Mihran Efendi’nin sahibi olduğu Sabah<br />
Gazetesi’nin birleştirilmesiyle 1920’de kurulmuştu. Yazılarında<br />
acımasız eleştirilerini İttihat ve Terakki’nin devamı olarak
Mustafa CEYLAN<br />
gördüğü Anadolu hareketine yöneltti. Ancak Büyük Taarruz’un<br />
başarılı olup, İzmir’in kurtulmasından sonra 10 Eylül 1922’de<br />
“Gayelerimiz Bir İdi ve Birdir” başlıklı bir yazı yazarak yanıldığını<br />
söyledi.<br />
Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasının ardından Ankara hükümeti,<br />
İstanbul polisinden Ali Kemal’in tutuklanıp yargılanmak<br />
üzere Ankara’ya gönderilmesini istedi<br />
444<br />
4 Kasım 1922 günü, Teşkilat-ı Mahsusa mensubu birkaç<br />
kişi Ali Kemal’i Tokatlıyan Oteli’nde gittiği berber<br />
dükkânından kaçırarak İstiklal Mahkemesi’ne çıkarılmak üzere<br />
Ankara’ya götüreceklerini bildirdiler. Gerçekte ise Ali Kemal,<br />
İzmit’de bölge kumandanı Sakallı Nurettin Paşa’ya teslim<br />
edildi. Nurettin Paşa ile görüştükten sonra dışarı çıkarken<br />
kumandanlık karargâhı önünde bekleyen “genç subaylar” tarafından<br />
linç edildi (6 Kasım 1922). Kafası çekiçlerle ve taşlarla<br />
kırılarak öldürüldü. Çıplak vücudu ayaklarına ip bağlanarak<br />
sokaklarda dolaştırıldı. Cesedi, Lozan Konferansı’na<br />
giderken trenle İzmit’den geçecek olan İsmet Paşa görsün<br />
diye istasyonda bir sehpaya asıldı. Lozan’a gitmekte olan İsmet<br />
İnönü’nün bu durum karşısında sinirlenmesi üzerine Ali<br />
Kemal’in ölü bedeni apar topar kaldırıldı. İzmit’de defnedilen<br />
Ali Kemal’in mezarı, başına bir mezartaşı veya herhangi bir<br />
işaret konulmaması sebebiyle zamanla ortadan kayboldu;<br />
uzun araştırmalar sonunda 1950’lerde yeri tespit edilebildi Falih<br />
Rıfkı Atay’a göre, Atatürk Ali Kemal’in öldürülüş şeklinden<br />
tiksinerek bahsederdi.<br />
Ali Kemal gazeteciliğinin yanı sıra çeviriler de yapmış,<br />
“Ömrüm” adıyla yazdığı anılarını 1914’de Peyam-ı Edebi’de<br />
(22 tefrika olarak), sonra da Peyam-ı Sabah’ta (32 tefrika) yayınlamıştır.<br />
Ömrüm, 1985 yılında Ali Kemal’in ikinci eşinden<br />
oğlu olan ve Türkiye’nin Bern, Londra ve Madrid büyükelçiliklerini<br />
yapmış (ve karısı 1978’de Madrid’de ASALA tarafından<br />
öldürülen) Zeki Kuneralp tarafından kitap halinde yayın-
Öldürülen 101 Şair<br />
landı. Bu kitapta, “Ömrüm Sonrası” başlıklı bir bölüm ve bazı<br />
ekler de bulunmaktadır. (Ali Kemal: Ömrüm (Yayına hazırlayan<br />
Zeki Kuneralp), İsis Yayıncılık, İstanbul, 1985)<br />
Dışişleri Bakanlığı’nda AB Genel Müdür Yardımcılığı yapan<br />
(ve o dönemde AB Komisyonu Türkiye Temsilcisi olan<br />
Karen Fogg ile ilginç yazışmaları ile gündeme gelen) Selim<br />
Kuneralp, Ali Kemal’in torunudur. Selim Kuneralp Stokholm<br />
Büyükelçiliği ve Seul Büyükelçiliği’nden sonra Dışişleri Bakanlığı<br />
Müsteşar Yardımcılığı görevini yürütmüş, AB Daimi<br />
Temsilciliği görevinde bulunduktan sonra Bakanlık müşavirliğine<br />
getirilmiştir.<br />
Ali Kemal’in ilk eşi olan İngiliz hanımından olan öz torunu<br />
Stanley Johnson’ın oğlu olan Boris Johnson İngiliz<br />
Muhafazakâr Parti parlamenteri olup, bir dönem ‘The Spectator’<br />
dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yapmış ve 1 Mayıs<br />
2008 tarihinde Muhafazakâr Parti adayı olarak Londra belediye<br />
başkanlığı seçimini kazanmıştır.<br />
445<br />
Son olarak, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin meslek şehidi<br />
gazeteciler listesi içinde yer almasıyla, ‘şehit’ sayılıp sayılamayacağına<br />
dönük tartışmaların alevlenmesiyle, Ali<br />
Kemal’in gündemdeki yerini 80 yıl sonra *<br />
hâlâ koruduğu görülmektedir. (kaynak: wikipedia.org)<br />
Demiştir ki:<br />
“Ne hoş bu âlem-i nüzhet, şu şehr-i hoş cereyan<br />
Şu haymeler, şu koyunlar, şu fevc fevc develer<br />
Sehabeler bu semâyı safayı devr eyler<br />
Kenâr-ı âbda birkaç çiçek temevvüc eder<br />
O vechi sade bu iklime zînet olmuşdur<br />
Güzellik işte bu arza tabîat olmuşdur.<br />
……………………………………………”
Mustafa CEYLAN<br />
N-Oruç yediği İçin Öldürülen Şair<br />
(1): KUL ŞÜKRÜ<br />
Demiştir ki:<br />
“Derdim vardır deyu neye ağlarsın?<br />
Ali’yi sevenin derdi mi olur?<br />
Derdinden şikâyet kime eylersin?<br />
Ali’yi sevenin derdi mi olur?<br />
446<br />
Muhammed Ali’dir, Ali Muhammed<br />
Hasan ile Hüseyin çektiler zahmet<br />
Ali’den özgeye eyleme minnet<br />
Ali’yi sevenin derdi mi olur?<br />
İmam, Zeynel Bakır ile göründü,<br />
İmam Cafer hal yüzünü büründü<br />
Aleviler yüzüstüne süründü<br />
Ali’yi sevenin derdi mi olur?<br />
İmam Kazım Rıza Şah-ı Horasan<br />
İmam Tâkî Nâkî dertlere derman<br />
Yakın bize bizden ol şah-ı merdan<br />
Ali’yi sevenin derdi mi olur?<br />
İmam-ı askeri Mehdi-i zaman,<br />
Daima etmekte erenler cevlan,<br />
Deli Şükri dertsizlerin bu meydan<br />
Ali’yi sevenin derdi mi olur?”
Öldürülen 101 Şair<br />
XVIII. Yüzyıl şairlerimizden. Bektaşi şairi. Ramazan ayında<br />
oruç yediği için ağzına kurşun akıtılmak suretiyle öldürülen<br />
Selânikli bir şairimizdir. Deli Şükrü veya Kul şükrü adıyla<br />
tanınır. Abdal musa dergâhına bir süre hizmet ettiğini kaynaklar<br />
belirtirler.<br />
Derdililere sensin derman olucu<br />
Zâhirde bâtında Şah Abdal Musa.<br />
Muhammed Ali’ nin kadrin bilici<br />
Mürüvvet ma’deni kân Abdal Musa.<br />
Gönülün pasını silici sensin,<br />
Hikmetin remzini bilici sensin.<br />
Kahredüp alemi kırıcı sensin,<br />
Akar kılıcından kan Abdal Musa.<br />
447<br />
Cennetdir dergâhın dedi hem derviş,<br />
Gelübde ezrail edemez teşviş,<br />
Çağırdığım yerde imdada yetiş<br />
Cesedim içinde can Abdal Musa.<br />
Seyretdim durakdan yürütmüş dağlar,<br />
Mermer çırağ yeşil huccet nur bağlar<br />
Kul Şükrî mecnun’dur Leyla’ya ağlar,<br />
Akar gözlerimden kan Abdal Musa.
Mustafa CEYLAN<br />
O-Dostluk uğruna denize atılarak öldürülen<br />
Şair<br />
(1): SA’DÎ<br />
Dostluk ve arkadaşlık uğruna denize atılarak öldürülen bir<br />
şairimizdir Sa’dî…<br />
448<br />
II. Bayezid döneminde yaşamış “Cem şairleri” veya “Cem<br />
Sultanı Seven şairler” arasında yer aldığı, ömrü boyunca da<br />
Cem Sultan’a bağlı kaldığı için, sürgündeki Cem Sultan’ın haber<br />
ve mesajlarını, onun adına İstanbul’da bazı devlet adamlarına,<br />
hattâ padişah’a getirdiği için; taht kavgaları esnasında<br />
sevdiği ve inandığı Cem Sultan’ın yanında yer aldığı için, Padişaha<br />
gammazlanmış, söylediği bazı sözler ve şiirleri dedikodu<br />
şeklinde aktarılmış, bu yüzden de Galata Boğazı’ndaki derin<br />
denizde boğularak öldürülmüştür.<br />
Bir gazelinde demiş ki.<br />
Hey ne diller alıcı nâzlı dilbercik olur<br />
Vey ne fettân u cefâ-pîşe sitem-gercik olur<br />
Eğilüb gûşına söyler gibi olur yüz öper<br />
Zülfi yârin nice çok başlıca kâfircik olur.<br />
Der gören kadd-i hırâmânın eyâ kebk-i hırâm<br />
Fitne bağında açılmış ne sanevbercik olur.
Öldürülen 101 Şair<br />
Leb-i meygûunu hattınla gören der güzelim<br />
Lâciverd ile münâkkaşca ne sâğarcık olur.<br />
Nâz ile kim ki göre şivesini Sa’dî der,<br />
Vey nice âfet-i bî-rahm sitemğercik olur.<br />
O dönemi nakledenler, yazanlar, tezkireciler ki meselâ<br />
Kâtip Çelebi’miz o’nun asıl adının Sadullah, baba adının<br />
Mustafa olduğunu; Cem Sultan’a olan bağı sebebiyle cem sultan<br />
Divanını hazırladığını, divan sonunda da Sadullah Bin<br />
Mustafa olarak adını zikrettiğini belirtmektedir.<br />
Cem Sultan, ilim ve sanat adamlarından etrafında bir halka<br />
oluşturmuştu. Şairler halkası oldukça meşhurdu. Haydar,<br />
La’lî, Sehâî, Turâbî, Kandî, Şahidî gibi şairlerin içinde yer<br />
alan Sa’dî, Cem Sultan’a en yakın şairdi. Bu şairlerin hepsine<br />
birden “Cem Şairleri” denirdi.<br />
449<br />
Çünkü Sa’dî, Cem Sultan’ın sözcüsü, temsilcisi idi.<br />
“Sa’dî-i Cem” veya “Cem Sa’dîsi” adıyla da anılırdı. Cem<br />
Sultan ile şair Sa’dî, içtikleri su ayrı gitmeyen iki yakın dosttular.<br />
Ayrı bedendiler amma aynı ruh gibiydiler. Ruh ikizi neyse<br />
işte o idiler…<br />
Günümüze bakın hele…<br />
Dostluk, hele hele ki, şairler arasında ki dostluk pamuk ipliği,<br />
saman alevi ölçeğinde. Bugün dost olanlar, iki gün sonra<br />
düşman olmuşlar. Hattâ fikren, ilmen dahi aynı çizgide, inançta<br />
ve ülküde olanlar bile en küçük bir çıngıda alev alıp tutuşabilmekte,<br />
en küçük bir fıskede nice zaman ördükleri dostluk<br />
duvarlarını yerle bir edebilmekteler. Sa’dî, arkadaşı Cem Sultan<br />
için ölüme gidiyor. Padişahı bile arkadaşı için eleştirebili-
Mustafa CEYLAN<br />
yor. Karşısına geçen büyük güce boyun eğmiyor, sürgündeki<br />
arkadaşının yanından asla ayrılmıyor, ona ihanet etmiyor, arkadan<br />
hançerlemiyor ve en acılı-sancılı ve zor günlerde bir<br />
ekmeği paylaşarak çile arkadaşlığını sürdürüyor.<br />
Varın siz dokunun hele yanınızdaki birine, azıcık dokunun.<br />
Bakın dünyanız nasıl alt üst oluveriyor. Düne kadar ustam,<br />
üstadım, ağabeyim diyen insanların, en küçük bir dalgalanmada<br />
sizi nasıl terk edip en mahrem bilgilerinizi eline bayrak<br />
edip karşınızdaki saflara nasıl geçiveriyor bir görün hele…<br />
Şairin dostluğu, keşke şiirlerin dostluğu kadar uzun olsaydı.<br />
450<br />
Şairi ölümsüz kılıp yüzyıllar ötesine şairin adını taşıyan<br />
şiir, dostlukları baki kılamıyor işte.<br />
Dostluklar, çıkar ilişkilerine bağlanmış ne yazık!...<br />
Sa’dî, Cem Sultanla dost ya, onunla Hacca bile gitmiştir.<br />
Cem’in İtalya ve Fransa sürgün günlerinde de hep yanında bulunmuştur.<br />
Bir ömür Cem’le dost kalmıştır. Zaman zaman kıyafet<br />
değiştirip, derviş kılığında yurda girmiş ve Cem’in mesajlarını<br />
günün devlet yöneticilerine getirmiştir.<br />
Derler ki;<br />
“Cem Sultan Divanı ve Kerem Kasidesi”ni padişah II.<br />
Bayezid’a sunmuş ve o yüzden öldürülmüştür.<br />
Dili sade, ahenkli ve akıcıdır.
Öldürülen 101 Şair<br />
Bir gazelini daha nakledelim :<br />
Her gice başumda sevdâ zülfünün efkârıdur<br />
Her seher virdüm dilümde hüsnünün envârıdır<br />
Dâme hâli danesidür düşüren murg-ı dili<br />
Od uran can harmanına âteş-i ruhsârıdur<br />
Zülf-i sevdâsı ile ey kâtib-i eşküm benüm<br />
Mekteb-i hicrinde tahrîr etdüğün tomârıdur<br />
Sîm ü zer destinde yok kim yoluna harc eyleye<br />
Pâyına îsâr olan bu eşk-i gevher-bârıdur.<br />
451<br />
Nazm içinde nazmına şâhid yeter kim Sa’dî’nün<br />
Her perî-peyker dilinde söylenen eş’arıdur.
Mustafa CEYLAN<br />
SON SÖZ:<br />
ŞAİR ÖLDÜRMEK KOLAY(Gülce-Buluşma)<br />
Ey şair dinlen biraz arkana şöyle yaslan!<br />
Çamura düştü misket, ey çocuk sen de uslan!<br />
Fetih mi can gözünde, ilham mı kar tanesi?!<br />
Şair öldürmek kolay, bulunur bahanesi…<br />
452<br />
Şiirin mavisi düşsün dilinden<br />
Balık taşan su dibinde doğum var.<br />
Zorlama boşuna çocuk yanımı<br />
Kar gecesi soğuk, üşür ellerim<br />
…………………..Mendilinden<br />
Yansıyan bir rüzgâr canımı yakar<br />
Dostluğun miracı düşüncelerim.<br />
Bugün yine bir şair, bir şairi öldürdü<br />
Bugün yine en ağır küfürler peşin peşin…<br />
Gelsin “Cem Şairleri” içimdeki divana<br />
Bağdaş kurup çöksünler ortasına güneşin<br />
Kandî, Şahidî, La’lî, Turabî ve Haydarî<br />
Goncalara sürsünler al rengini ateşin,<br />
Büksünler büklüm büklüm kelâm denen urganı<br />
Zaman Yusuf kuyusu, dibine uzatsınlar.
Öldürülen 101 Şair<br />
(S)onra açsın anahtar, sonsuzluk kapısını<br />
Ç(A)tlatsın kabuğunu sohbetin tohumları<br />
Ve (D)önsünler saraya kovulan şehzâdeler<br />
Sa’d(Î) kırsın kalemi dost uğruna yeniden<br />
……………………………..Mendilinden<br />
Kan damlayan sevdalar kafiyelerde gizli;<br />
Gizli bahçelerimin tam ortası cevizli…<br />
Şiire aç şairler hece yer, mısra dokur<br />
Sözcükler sözcülerin sözlüğünde uyuyor.<br />
Bir gün çatal kapıdan Cem Sultan çıkar gelir,<br />
Duygulu Çelebiler gözlerime doluyor…<br />
Şairin şairleri yaktığı iklim batsın<br />
Dilerim bundan böyle<br />
………………Dost gülsün, dost anlatsın…<br />
453<br />
Mustafa CEYLAN
Mustafa CEYLAN<br />
Ö-Hengâme-Kargaşada Öldürülen Şair<br />
(1): SELMAN<br />
Rumeli’de Arnavutlar tarafından öldürülen şairimiz Selman,<br />
aynı zamanda önemli bir müzik adamıydı. “Abdi Şah ve<br />
Hıraman tarzı türkü” onun icadıdır.<br />
454<br />
Kaynaklara göre, XVI. Yüzyılda yaşamış ve şehid edilmiş<br />
olan bu şairimiz uzun uğraşlar sonucunda Rumeli kadısı olmuştu.<br />
Bu görev esnasında Arnavutlar tarafından öldürüldü.<br />
Öldüğü sırada yanında taşıdığı şiirleri de o hengâmede yok<br />
olmuş, kaybolup gitmiştir. Kaynaklar, şairimizin birkaç beytini<br />
günümüze taşımışlardır.<br />
Evet, işte şiirleri ölümüyle beraber kaybolan Selman’ın bu<br />
durumu, günümüz şairlerinde bir ibret dersi olmalı.<br />
Neden mi?<br />
Anlatayım :<br />
İnsan, dünya fâni. Gelip geçici… Hele hele sanal, yani internet<br />
ortamı anlık yaşanan bir ortam. Daha geçici denebilir.<br />
Bir bakmışsın bugün var olan bir internet sitesi, ertesi gün onbinlerce<br />
şiiri ve binlerce şair üyesi ile bir anda yok oluvermiş.<br />
O sebeple sanala, internete fazla güvenmemek lâzım.<br />
Sadece bir sitede yayınladığınız yazı ve şiirlerinizi ikinci<br />
başka bir sitede de yayınlayın derim. En önemlisi de şu, şiirlerinizin<br />
mutlaka bir değil birkaç yedeğini alın, çıktısını alın yazıcıdan,<br />
sonra, bir gazetede veya dergide yayınlatın derim.<br />
Kitap yapamıyorsanız ne yapıp edin yayınlatın…
Öldürülen 101 Şair<br />
Şiir veya yazı, size özgün eserinizin çalınmasından, taklidinden<br />
korkuyorsanız, mutlaka bazı tedbirlerde almalısınız.<br />
Eserlerinizi tadix.net gibi sitelere yükleyin veya hiç bi şey<br />
yapamıyorsanız, kendinize mektup olarak atın ve o mektubu<br />
açmayınız.<br />
Ya da<br />
Kendinize, mail adresinize mail atın, msn–mail kutunuzda<br />
saklayınız.<br />
Şiir, şairin evlâdıdır. Evlâdınıza gözünüzün bebeği gibi<br />
bakmak ve onu her türlü kötü şartlardan, olumsuzluklardan<br />
korumak ve kollamak zorundasınız, öyle değil mi?<br />
Şu halde, öldürülen şairimiz Selman gibi, yanınızda bir<br />
defterde veya sanalda bir internet sitesinde taşıdığınız şiirlerinizin<br />
kaybolmasını, uçmasını, yok olmasını istemiyorsanız<br />
şimdiden tedbirler almalısınız…<br />
Bursa’da dünyaya geldiği belirtilir. Zamanının en güzel def<br />
çalma ustası olduğu söylenir. Sesi güzel değilmiş, ama tef’i<br />
sayesinde padişah meclislerini şenlendirmesini bilmiştir. Meclislerde,<br />
ne yapar eder, kendince rübailer bulur, onları musikiyle<br />
birleştirir ve ortamı şenlendirirmiş. Aynı zamanda hüsn<br />
ü hatla ilgilenip celi ve nesih hattının her türlüsünde de çok<br />
mahir bir sanatçıdır.<br />
Demiştir ki;<br />
455<br />
Ne şîve vaktidir sâkî bir aydır rûze-dârız biz<br />
Bu dem pîr-i harâbâtın önünde şerm-sârız biz<br />
Benim-çün ağla ey çeşmim benem bîçâre vü bî-kes<br />
İlâhî olmasun şöyle kişi âvâre vü bî-kes
Mustafa CEYLAN<br />
SON SÖZ:<br />
MÜZİKLİ ŞİİR<br />
456<br />
Şiir yazdığımı sanıyordum,<br />
Çoban okumadı, yüzüne bakmadı<br />
Çocuk bastı kahkahayı<br />
Ana dudak büktü<br />
Hatırım kırılmasın diye<br />
“Güzel olmuş” dedi soğuktan;<br />
Baba’ya gösteremedim bile korkumdan<br />
Boğdum gün ışığına çıkmadan şiiri<br />
Ve sonra yanan ocağa atıverdim gitti…<br />
Şimdi karanlıklarda kızılca bir alevdir<br />
Pervane kanadında titremedir şiirim,<br />
Görücüye çıkacak kızdır ürkek, korkak<br />
Kelimelerin dişleri vuruyor birbirine<br />
Harflerin ayakları topal<br />
Ve mısralarım sefillerde son perde…<br />
Oy benim canına yandığım şiir,<br />
Oy baş uçurtan, kuş göçürten şiir<br />
Oy sabır menekşem, kalem kokulum oy<br />
Gel ıslak başını omuzlarıma koy<br />
Sarıl bana, bir gece de bende kal<br />
Olmaz mı?
Öldürülen 101 Şair<br />
Şiir yazdığımı sanıyordum,<br />
Kendimi avutmuşum senelerdir<br />
Uçtu üzerime kale sandığım manzum duvarlar<br />
Ve kalıbından çıktı ölçüsüz kahkahalar<br />
Ve Safiye’nin çürük dişi kafiyelerim…<br />
Yanmış, yakılmışım uğrunda<br />
Kopsun dilim, çırpınsın ilham marka mendlim<br />
Ve cızırtılı tahta radyoda<br />
Pat pat motorlu bir ses okusun, olmaz mı?<br />
Yan masada bir yanık yüz<br />
Yansa da hoş, yanmasada…<br />
Kirli suratıyla sırıtsın gene<br />
Rotatif suratlı matbaacı Hasan da.<br />
Buzdolabı internet siteleri<br />
Yan masada, yanmaz ada of!..<br />
457<br />
Rumeli’de kurulsun gönül meclisi<br />
Çağırın bizim şair Selman’ı<br />
Abdi Şah veya Hıraman tarzı bir türküyü<br />
Çalsın, söylesin…<br />
Her türkü arasında benden<br />
Dizsiz ve özü boş demeceler okusunlar<br />
Yazdığımı sandığım dizelerden…<br />
Mustafa CEYLAN
Mustafa CEYLAN<br />
P-Valilik Görevinden Dolayı öldürülen Şair<br />
(1): GÂZÎ<br />
458<br />
XVII. Yüzyıl şair, devlet adamlarımızdan. Asıl adı Mehmed.<br />
Kaynaklar ondan Gâzî Paşa veya Gâzî Mehmed Paşa<br />
adıyla bahseder. 1660/61 yılında Kahire Valisi iken öldürülmüştür.<br />
Kabrinin nerede olduğuna dair bir bilgi yoktur. Şiirlerinde<br />
Gâzî mahlasını kullanmıştır.<br />
“Beğim reftâra gel reşk-âver ol serv-i dil-ârâya<br />
Cemâlün tâbı virsün çihre-i tezyîn ü ârâya.<br />
Nazîre sanma aksin matla-i mir’âta bakdukça<br />
Nazîr olsun mu şahum âfitâb-ı âlem-ârâya.<br />
Yakup kandil-i mâh u mihrini bu tâk-ı mînâda<br />
Bu bezm-i hâlet-efzânı felek yellerle araya.<br />
Hayâl-i yâr ile halvet-sarâyı dil müzeyyendir<br />
Gider efkârı Gâzî girmesün ağyâr araya.”
Öldürülen 101 Şair<br />
Babası Şehsuvar Bey’dir. Çankırılıdır. Şehzuvarzade Mehmed<br />
Bey olarak da bilinir. Enderunda yetişmiş bir şairimizidir.<br />
Musul sancağında görev yapmıştır. 1655 yılında Şam Valiliğine<br />
atanır. Şam’da göstermiş olduğu başarı sebebiyle 1656-57<br />
yılında Halıcızade Mustafa Paşa’dan boşalan Mısır-Kahire<br />
Valiliğine tayin edilir. Öldürülüşü de Kahire’de görevde ikendir…<br />
Demiştir ki:<br />
“Yâr ağyâra çünki râm oldu<br />
Zinde-gânî bana harâm oldu.<br />
Şâm-ı hicrinde bezm-i hasımıza<br />
Hûn-i dil-bâde dîde câm oldu.<br />
459<br />
Heves-i subh-ı vasl-ı cânânın<br />
Bâis-i intizârı şâm oldu.<br />
Sûd-i sûda-gerî-i nakd-i visâl<br />
Gâzî’yâ bir hayâl-i hâm oldu.”
Mustafa CEYLAN<br />
R-Sır Kâtibi Oldukları İçin Öldürülen Şair<br />
(1): NISFET<br />
Demiştir ki:<br />
460<br />
“Rûy-ı dil göstericek şâhid-i dil-cû-yı emel<br />
Valsın işrâb ider cünbüş-i ebrû-yı emel<br />
Deşt-i endîşeyi bî-hûde güzâr itmedeyiz<br />
Dâm-ı tahkîka girer mi rem-i âhû-yı emel.<br />
Şem ider şamme-i hâhişimizi bulsa eğer<br />
Mağz-i gül-gonca-i tasvîrdedir bû-yı emel.<br />
Cây-ı gül olsa da her tarhı kusurı irmek<br />
Olur ârâm bâ-şevk-ı ser-i kûy-ı emel<br />
Bezm-i ümidi ayağ çekmeden ammâ Nasfet<br />
İtdi mahmûr bizi sâgar-i ârzû-yı emel.”
Öldürülen 101 Şair<br />
İstanbul’da doğmuş, asıl adı Mustafa, babası Bayraktarzade<br />
Hasan’dır. Sultan Mustafa’ nın tahttan indirildiği sırada<br />
Mahmud Paşa camii avlusunda öldürülmüştür.(1808) IV.<br />
Mustafa’nın kaftancısı ve sır kâtibidir.<br />
Demiştir ki:<br />
“Ziyâ-res oldu yine tab’a âf-tâb-ı ferah<br />
Münevver itdi şeb-i târ derdi tâb-ı ferah.<br />
Hemîşe sâha-i dilden kamûnun ardınca<br />
Geçer nesîm gibi esb-i pür-şitâb-ı ferah.<br />
Gamında şâdî-i diğerle eylemiş ülfet<br />
İder mi âşık-ı gam-hâr-ı irtikâb-ı ferah.<br />
461<br />
Ümid-i bûse va’diyle eğlenür âşık<br />
Rakam-zede-i hatın olmuş ider hisâb-ı ferah.<br />
Zevâl-ı âlemi derk eyleyen dil-âgehler<br />
Ne dil-şikeste-i gamdır ne zevk-yâb-ı ferah.<br />
Yeter bu mev’iza tehdîd-i rinde ey vâiz<br />
Kitâbhânede yok mu aceb kitab-ı ferah.<br />
Unutdurur gam-ı sad-saleyi derûnundan<br />
İderse hâme eğer Nasfet intihâb-ı ferah.”
Mustafa CEYLAN<br />
(2): FENNÎ<br />
Demiştir ki:<br />
“Ey gönül cür’a mıyız ka’rı penâh eyleyelim<br />
Yüze çık şunda habâbâne şinâh eyleyelim<br />
Sîneye bâri hayâlin çekelim dil-dârın<br />
Kurs-i âyînemizi hâile mâh eyleyelim”<br />
Halep doğumlu, asıl adı Arif, Ahmed İzzet Paşa’nın oğlu,<br />
Sultan Mustafa’ nın sır kâtibi.<br />
462<br />
III. Selim ve IV. Mustafa’nın taht kavgası sebebiyle hapishaneye<br />
atılır ve orada öldürülür.(2 Ağustos 1808)<br />
Demiştir ki:<br />
“Sîneden her âh-ı bân-sûz eyledikçe derd ile<br />
Anı çerh enfâs-ı ömrümden hesâb eyer bana.<br />
Ben o nâ-kâmım ki rev-tâb olmuşam kevneynden<br />
Çehre-i maksûd ise ref-i nikâb eyler bana.”<br />
Babasının ölümünden sonra, sadrazam Halil Hamid Paşa<br />
tarafından saraya alınır.<br />
Alemdar Mustafa Paşa, III. Selim’i tekrar tahta çıkarmak<br />
için İstanbul’a gelmiştir. Selim öldürülmüştür. Onu öldürenlerden<br />
hesap sormaya başlar. Bu sırada IV. Mustafa tahttan<br />
indirilir. Alemdar Mustafa Paşa III. Selim’in hesabını sorar-
Öldürülen 101 Şair<br />
ken, bu arada şairimizden de hesap sorar. Onu “fIrın” adı verilen<br />
Bostancıbaşı’ndaki hapishaneye attırır. Şairimizin pek de<br />
suçu olmadığı için sorgu sual uzar. Şair, kendisini sorgulayan<br />
kişiye “Artık canıma yetti. Var paşana söyle. Ne yapacaksa<br />
yapsın” der. Görevli sorgucu bu sözü Alemdar Paşa’ ya götürür.<br />
Alemdar paşa “ Var paçasını getir” diye emir verir. Bunun<br />
üzerine şairimiz zindan da öldürülür. Henüz yaşı da 25’dir.<br />
Demiştir ki:<br />
“Sâye-bân-ı dûd-ı âhı görse her kim serdedir.<br />
Şâhı gam sahra-yı aşka kurdu âteşden otağ.”<br />
463
Mustafa CEYLAN<br />
S-Görüşmelerde Bağırıp Çağırdığı İçin Öldürülen<br />
Şair<br />
(1): VEDÂDİ<br />
464<br />
Asıl adı Molla Mirza Veli, 1718-19 yılında Şuşa’ya bağlı<br />
Baharlı’da doğmuş, Türkmen beyi Bayram han’ın oğlu, Fuzulî<br />
hayranı, Arapça ve Farsça lisanlarına vakıf, Karabağ hükümdarı<br />
İbrahim Han’ın müşaviri. Bir topun ağzına bağlanarak,<br />
top ateşlenir ve şairimizin cesedi parça parça çevreye yayılır.<br />
1809 yılıdır. Karabağ hükümdarı bir konunun görüşülerek çözüme<br />
kavuşturulması için şairimizi görevlendirir. Şah kaçar<br />
Feth Ali Han ile görüşme esnasında şairimiz, sinirlerine hâkim<br />
olamaz bağırır, çağırır. Sen misin, öyle yüksek sesle bağırıp<br />
çağıran deyip, bağlarlar topun ağzına…<br />
Mezar taşında;<br />
“Kim Vedâdî hastanın kebrin görüp etse dua<br />
Ede Hak rahmet, şefi ola Muhammed Mustafâ”<br />
Şiirlerinde aruzu ve heceyi ustalıkla kullanmasını bilmiştir.<br />
Hiciv ve aşkın şairidir.
Öldürülen 101 Şair<br />
Demiştir ki:<br />
“…………………………………………………<br />
Sultân-ı cihân olsa gider câna inanma<br />
Bir gün yüzülür şevket-i dîvânâ inanma<br />
Çün bâki değil mülk-i Süleymân’a iananma<br />
Ger âkil isen gerdiş-i devrâna inanma<br />
Bir câm yetür sâkî ki devrân bile kalmaz<br />
Ten bir gün ölür hâk ile yeksân bile kalmaz.<br />
Yüz mevsim-i hoş-hürrem olup iller açılsa<br />
Yüz lâle bitüp sünbül-i süsenler açılsa<br />
Yüz bâğ-ı cihân tazelenüb güller açılsa<br />
Gönlüm ki açılmaz nice müşkiller açılsa<br />
Bir câm yetür sâkî ki devrân bile kalmaz<br />
Ten bir gün ölür hâk ile yeksân bile kalmaz.<br />
465<br />
Âh aldı beni derd-i firâk u derd-i hasret<br />
Sermest- harâb itdi beni bâde-i hayret<br />
Bir mihr-i vefa itmeli yoh kim ola rağbet<br />
Fevt eyleme gel var iken elde dem-i fırsat<br />
Bir câm yetür sâkî ki devrân bile kalmaz<br />
Ten bir gün ölür hâk ile yeksân bile kalmaz.<br />
……………………………..”
Mustafa CEYLAN<br />
Ş-Diğer sebeplerle Öldürülen Şairler<br />
(1): VÂKIF<br />
XVIII. Yüzyıl Azerbaycan Edebiyatının en parlak simalarından<br />
birisi. Gence’ye bağlı Şemseddin Köyü’nde dünyaya<br />
gelmiştir. Tiflis ile Gence arasında Kazak adı verilen bölgede<br />
yaşamıştır. Bu yüzden ona Kazaklı Vâkıf adı da verilmiştir.<br />
466<br />
Asıl adı Molla Penah’tır. Ağa Muhammed Şah, İbrahim<br />
Halil Han taraftarlarını yakalayıp teker teker öldürmeye başlar.<br />
Vâkıf’ da İbrahim Halil Han taraftarı olduğu için, zalimane<br />
bir şekilde, hem de oğlu ile birlikte öldürülür ve evi de<br />
yağma edilir.<br />
Demiştir ki:<br />
“Râh-ı aşkında senin ben cân ü serden geçmişem<br />
Pâre pâre kılmışam gönlü ciğerden geçmişem<br />
Yanmışam pervâneler teg bâl ü perden geçmişem<br />
Her semen-sâ turreden her sîm-berden geçmişem<br />
Dilber-i gonce-dehen nergis-nazardan geçmişem<br />
Lâleden el çekmişem gülberg-i terden geçmişem<br />
Terk idüb dehrin safâsın hayr ü şerden geçmişem<br />
Dişleri çün mahzen-i dürr-i güherden geçmişem<br />
Kevseri unutmuşam şehd-i şekerden geçmişem<br />
Teşne-i dîdârınam âb-ı zulâlin isterem”
Öldürülen 101 Şair<br />
Orta halli bir ailenin tekçocuğu. Babasının gayretiyle eğitimini<br />
tamamlamış ve zamanının bilginleri arasında yerini almıştır.<br />
Çok itibarlı, saygın bir ilim adamı ve şairdir. Bu yüzden<br />
Azeri Türkleri arasında “her okuyan Molla Penah olamaz”<br />
sözü dillerde pelesenk olmuştur.<br />
Demiştir Ki:<br />
“Gösterübdür bilmirem la’lin ne lezzet gönlüme<br />
Döne döne anı zikr etmekdür âdet gönlüme<br />
Andan özge gelmiyir şirin hikâyet gönlüme<br />
Firkatinden kalmayubdur sabr u tâkat gönlüme<br />
Kâmetinden ayrı zahirdür kıyâmet gönlüme<br />
Va’de-i vaslında virsün istimâlet gönlüme<br />
Sen özün tâ itmeyince bir iânet gönlüme<br />
Çoh yeter ağyârdan cevr-i ihânet gönlüme<br />
Afitâb-ı şevkin artırmış harâret gönlüme<br />
Sâye-i serv-i kad-i Tûbâ-misâlin isterem”<br />
467<br />
Doğu Gürcistan hükümdarı Iraklı’ nın Kazaklar üzerine<br />
hücum etmesi sebebiyle şairimiz Karabağ hanlığna sığınır. On<br />
yıl Karabağ Terterbasar’da yaşar.<br />
Daha sonra Şusa şehrine geçer. Bir süre sonra Karabağlıların<br />
gönlünde hak ettiği yeri alır. İlmi, saygınlığı ile sevilir, sayılır<br />
ve “Eşik Ağalığı” görevini yürütür.<br />
Nadir şah’ın ölümünden sonra, sürgündeki aşiretler Penahlı<br />
Ali Bey’in önderliğinde birleşirler. Penahlıdan sonra, idareyi<br />
İbrahim Halil han alır. Ve sarayına şairleri, bilginleri toplar.
Mustafa CEYLAN<br />
Bir süre sonra da, Halil Han’ın yeğeni Batman kılıç Mehmet<br />
bey idareyi ele alır ve amcası Halil Han’ın yeniden idareyi<br />
ele geçirmemesi için onun taraftarlarını teker teker yok etmeye<br />
başlar. Vakıf’da onlardan birisidir. Öldürülür…<br />
468
Öldürülen 101 Şair<br />
İÇİNDEKİLER<br />
Ön Söz 5<br />
Öldürülan Şairler Üzerine araştırma 7<br />
A-Boğularak Öldürülen Şairler<br />
1-Nef’i 8<br />
2-Şehzade Korkut 18<br />
3-Şehzade Mustafa 24<br />
4-Sarı Memi 31<br />
5-Genç Osman 34<br />
6-III. Selim 41<br />
7-Halet Efendi 47<br />
8-Ahizade Hüseyin 49<br />
469<br />
B-Zehirlenerek öldürülen Şairler<br />
1-Aşık Şenlik 53<br />
2-Cem Sultan 80<br />
3-Piri Mehmet Paşa 88<br />
4-Sa’yi 95<br />
5-Taib 98<br />
6-Şakir 101<br />
7-Sürurî 103<br />
8-Aşık Ferki 109
Mustafa CEYLAN<br />
C-Yakılarak Öldürülen Şairler<br />
1-Nesimi Çimen 111<br />
2-Metin Altıok 121<br />
3-Behçet Aysan 127<br />
4-Uğur Kaynar 132<br />
5-Halim Efendi 141<br />
6-Macuncuzade 143<br />
470<br />
D-İdam edilerek Öldürülen Şairler<br />
1-Kadı Burhanettin 147<br />
2-Pirsultan Abdal 159<br />
3-Figânî 175<br />
4-Hayatî 182<br />
5-Kemal Ümmî 187<br />
6-Sarı Lütfi 202<br />
7-Halimi 209<br />
8-Bahir 211<br />
9-İzzet Bey 213<br />
10-Talip 215<br />
11-Antepli Nuri Paşa 217<br />
E-Kurşunlanarak Öldürülen Şairler<br />
1-İsmail Gerçeksöz 219<br />
2-Kemal Fedai Coşkuner 224<br />
3-Sabahattin Ali 234<br />
4-Şevkî 242<br />
5-Esat 244<br />
6-Hamidî 247
7-Ramiz Paşa 249<br />
8-Ferrî 251<br />
9-Şemimî 253<br />
10-M.Subhi Çelebi 255<br />
Öldürülen 101 Şair<br />
F-Yolu Kesilerek veya Eşkiyalar Tarafından Öldürülen<br />
Şairler<br />
1-Hamidli Şaban 258<br />
2-Nikabî 262<br />
3-Bahrî 266<br />
4-Duhanî 271<br />
5-Ümnî 276<br />
6-Bülendî 278<br />
7-Müştak Baba 279<br />
471<br />
G-Savaşta Şehid Düşenler veya Savaşta Öldürülen Şairler<br />
1-Kağızmanlı Hıfzı 285<br />
2-Durak 291<br />
3-Şükrü 292<br />
4-Mehmet Rıfat Bey 293<br />
5-Vuslatî 295<br />
6-Misalî 298<br />
7-Gavrî 306<br />
8-Germiyanlı Cenanî 310<br />
9-Sultan Ahmed 313<br />
10-Bezmî 319<br />
11-Abî 321
Mustafa CEYLAN<br />
12-Haylî 323<br />
13-Pervanezade Hüseyin Çelebi 326<br />
14-Derviş Paşa 328<br />
15-Fedayî 330<br />
16-Saadet Giray 333<br />
472<br />
H-Hakkında Ferman Yayınlanarak Padişahlar Tarafından<br />
Öldürülen Şairler<br />
1-Cafer Çelebi 339<br />
2-Pertev Paşa 347<br />
3-Aklî 350<br />
4-Râîf 352<br />
5-Ratip 354<br />
6-Tayyar Paşa 356<br />
7-Şeyhülislam Mesud 358<br />
8-Mantıkî 359<br />
9-Koroğlu 362<br />
10-Cihanî 369<br />
11-Nihanî 373<br />
12-Şehzade Bayezid 378<br />
13-Adnî(Mahmud Paşa) 383<br />
14-Arslan Paşa 390<br />
I-Hakkında Fetva Verilerek Öldürülen Şairler<br />
1-İsmail Maşukî 393<br />
2-Vecdî 399<br />
3-Ruhî 401<br />
4-Aşkî 403
Öldürülen 101 Şair<br />
İ-Bıçaklanarak Öldürülen Şairler<br />
1-Refîa 406<br />
2-Tatar Lütfi 408<br />
J-Kadın Yüzünden veya Kadın tarafından Öldürülen<br />
Şairler<br />
1-Helâkî 410<br />
2-Yusuf-i Sanî 414<br />
K-Yeniçeriler Tarafından Öldürülen Şairler<br />
1-Nişancı Mehmed Paşa 418<br />
2-Tahsin Efendi 423<br />
3-Hafız Ahmed Paşa 425<br />
473<br />
L-Derisi Yüzülerek Öldürülen Şair<br />
1-Nesimî 431<br />
M-Linç Edilerek öldürülen Şair<br />
1-Ali Kemal 440<br />
N-Oruç yediği İçin Öldürülen Şair<br />
1-Kul Şükrü 446<br />
O-Dostluk uğruna Deniz Atılarak öldürülen Şair<br />
1-Sadi 448
Mustafa CEYLAN<br />
Ö-Hengâme-Kargaşada Öldürülen Şair<br />
1-Selman 454<br />
P-Valilik Görevinden Dolayı öldürülen Şair<br />
1Gazi 458<br />
R-Sır Kâtibi Oldukları İçin Öldürülen Şair<br />
1-Nısfet 460<br />
2-Fennî 462<br />
474<br />
S-Görüşmelerde Bağırıp Çağırdığı İçin Öldürülen Şair<br />
1-Vedadî 464<br />
Ş-Diğer sebeplerle Öldürülen Şairler<br />
1-Vâkıf 466<br />
Bibliyografi 475
Öldürülen 101 Şair<br />
BİBLİYOĞRAFYA<br />
1) Cemil Çiftçi, Maktul Şairler, Kitabevi yayını. Bayrak<br />
mat., İst. 1997<br />
2) Hayati Baki, Şiirin Kesik Damarları 1-2, promete yayını<br />
Ank. 1994<br />
3) Cahit Öztelli, Bektaşi Gülleri, Özgün Yayın Dağıtım, 2.<br />
baskı, İst. 1985<br />
4) Ahmet Özdemir, Pir Sultan Abdal, Sivas Platformu Yayını,<br />
İst. 2010<br />
5) Hilmi Yücebaş, Hiciv Edebiyatı Antolojisi, Dizerkanca<br />
Mat., İst. 1955<br />
475<br />
6) Hüseyin Ayan, Nesîmî, Türk Dil Kurumu yayını, Ank.<br />
2002<br />
7) Mehmet Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar,<br />
İst. 1918<br />
8) Sadık Albayrak, Son Devie Osmanlı Uleması I-V, İst.<br />
1980 - 1981<br />
9) Vehbi Cen Aşkun, Sivas Şairleri, Sivas 1948<br />
10) Rıdvan Canım, Edirne Şairleri, Akçağ Yay., Ank. 1995<br />
11) Muharrem Ergin, Kadı Burhanettin Divanı, İ.Ü.Ed.<br />
Fak.yay., İst. 1980
Mustafa CEYLAN<br />
12) Evliya Çelebi, Seyahatname I -X, İst. 1938<br />
13) Orhan Şaik Gökyay, Molla Lütfi, Kültür Bakanlığı<br />
Yay., Ank. 1987<br />
14) Mustafa İsen, Latîfî Tezkiresi, Kültür Bakanlığı yay.,<br />
Ank. 1990<br />
15) Alpay Kabacalı, Türkiye’de Siyasal Cinayetler, Altın<br />
Kitaplar Yay., İst. 1993<br />
16) Ahmet Kabaklı,Türk Edebiyatı I -II, Türk Edebiyatı<br />
Vakfı yay., İst. 1978<br />
476<br />
17) Abdülkadir Karahan, Nef’i Divanından Seçmeler, Kültür<br />
Bak. Yay, Ank. 1985<br />
18) Necip Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları,<br />
İst. 1970<br />
19) Vasfi Mahir Kocatürk, Tekke şiiri Antolojisi, 2. Baskı,<br />
Ank. 1968<br />
20) Agâh Sırrı Levend,Türk Edebiyatı Tarihi I-II.<br />
Baskı,Türk Trih Kurumu Yay. Ank. 1988<br />
21) Nimetullah Hafız, Aşık Fevki ve Destanları, Türk Folklor<br />
K. Ank. 1976<br />
22) Saim Sakaoğlu, Türk Saz Şiiri, Türk Dili Dergisi<br />
Sayı:445-450, Ank. 1989<br />
23) Rüştü Şardağ, Şair Sultanlar, Ank. 1982
Öldürülen 101 Şair<br />
24) İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi I-IV,<br />
Ank.1988<br />
25) İsmail Yakıt, Türk İslam Kültüründe Ebced Hesabı ve<br />
Tarih Düşürme, Ötüken Yay. İst. 1992<br />
26) Hayrettin İvgin - Mehmet Yardımcı, Zileli Fedâî,<br />
Ank.1983<br />
27) Rıza Zelyut, Osmanlıda Karşı düşünce ve İdam Edilenler,<br />
Alan Yay. 1986<br />
28) Mustafa Nihat Özön, Son asır Türk Edebiyatı Tarihi,<br />
Milli Eğ. Basımevi, İst. 1945<br />
29) İsmail Habib, Avrupa Edebiyatı ve Biz, Güven Basımevi,<br />
İst. 1941<br />
477<br />
30) Fehmi Kuyumcu, Evliyanın Dilinden, Nur Yay.,<br />
Ank.1989<br />
31) Fuat Bayramoğlu, Hacı Bayram-ı Velî, I,II,III, Türk Tarih<br />
Kurumu Yay. Ank. 1989<br />
32) Mehmet Şimşek, Dedekorkut ve Ahmet Yasevi’den<br />
Günümüze Ünlü Alevi Ozanlar, Can Yay. İşt. 1995<br />
33) M. ÇağlayanUluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları,<br />
Türk Tarih Kur. Ank. 2001<br />
34) Türk Dili Dergisi, Özel Sayı II, Divan şiiri, Ank. 1986<br />
35) Ali Nihat Tarlan, Şiir Mecmualarında XVI ve XVII<br />
Asır Divan Şiiri, 3. Fasikül, İst 1948
Mustafa CEYLAN<br />
36) Şükran Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü, 5. baskı,<br />
İnkilap Kitabevi, İst.1989<br />
37) İslam Ansiklopedisi I-XV, İst. 1986<br />
38) Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, I-III, İst. 1333-42<br />
478
Öldürülen 101 Şair<br />
479
480<br />
Mustafa CEYLAN