07.06.2013 Views

aile psikolojisi ve eğitimi - Açıköğretim e-Öğrenme Portalı - Anadolu ...

aile psikolojisi ve eğitimi - Açıköğretim e-Öğrenme Portalı - Anadolu ...

aile psikolojisi ve eğitimi - Açıköğretim e-Öğrenme Portalı - Anadolu ...

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2743<br />

AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1701<br />

AİLE PSİKOLOJİSİ VE EĞİTİMİ<br />

Yazarlar<br />

Prof.Dr. Gökay AKSARAY (Ünite 1, 6)<br />

Yrd.Doç.Dr. Gülcan GÜLEÇ (Ünite 2, 3)<br />

Yrd.Doç.Dr. Tülin FİDAN (Ünite 4)<br />

Prof.Dr. Cem KAPTANOĞLU (Ünite 5)<br />

Yrd.Doç.Dr. Altan EŞSİZOĞLU (Ünite 5, 7)<br />

Prof.Dr. Yahşi YAZICIOĞLU (Ünite 8)<br />

Editör<br />

Prof.Dr. Gökay AKSARAY<br />

<br />

ANADOLU ÜNİVERSİTESİ<br />

<br />

i


Bu kitabın basım, yayım <strong>ve</strong> satış hakları <strong>Anadolu</strong> Üni<strong>ve</strong>rsitesine aittir.<br />

“Uzaktan Öğretim” tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır.<br />

İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt<br />

<strong>ve</strong>ya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz <strong>ve</strong> dağıtılamaz.<br />

Copyright © 2013 by <strong>Anadolu</strong> Uni<strong>ve</strong>rsity<br />

All rights reser<strong>ve</strong>d<br />

No part of this book may be reproduced or stored in a retrieval system, or transmitted<br />

in any form or by any means mechanical, electronic, photocopy, magnetic tape or otherwise, without<br />

permission in writing from the Uni<strong>ve</strong>rsity.<br />

UZAKTAN ÖĞRETİM TASARIM BİRİMİ<br />

Genel Koordinatör<br />

Doç.Dr. Müjgan Bozkaya<br />

Genel Koordinatör Yardımcısı<br />

Doç.Dr. Hasan Çalışkan<br />

Öğretim Tasarımcıları<br />

Yrd.Doç.Dr. Seçil Banar<br />

Öğr.Gör.Dr. Mediha Tezcan<br />

Grafik Tasarım Yönetmenleri<br />

Prof. Tevfik Fikret Uçar<br />

Öğr.Gör. Cemalettin Yıldız<br />

Öğr.Gör. Nilgün Salur<br />

Kitap Koordinasyon Birimi<br />

Uzm. Nermin Özgür<br />

Kapak Düzeni<br />

Prof. Tevfik Fikret Uçar<br />

Öğr.Gör. Cemalettin Yıldız<br />

Grafikerler<br />

Gülşah Karabulut<br />

Kenan Çetinkaya<br />

Dizgi<br />

<strong>Açıköğretim</strong> Fakültesi Dizgi Ekibi<br />

Aile Psikolojisi <strong>ve</strong> Eğitimi<br />

ISBN<br />

978-975-06-1407-1<br />

1. Baskı<br />

Bu kitap ANADOLU ÜNİVERSİTESİ Web-Ofset Tesislerinde 7.000 adet basılmıştır.<br />

ESKİŞEHİR, Ocak 2013<br />

<br />

ii


İçindekiler<br />

Önsöz .... iv<br />

1. Aile Psikolojisinde Temel Kavramlar. 2<br />

2. Evlilikte İlişki Sorunları.. 18<br />

3. Ailede Cinsellik. 36<br />

4. Çoçuk, Ergen <strong>ve</strong> Aile..... 56<br />

5. Aile <strong>ve</strong> Şiddet..... 72<br />

6. Aile <strong>ve</strong> Hastalık.. 96<br />

7. Stres, Travma <strong>ve</strong> Aile. 112<br />

8. Aile Eğitimi. 128<br />

<br />

iii


Önsöz<br />

Sevgili Öğrenciler,<br />

Aile <strong>psikolojisi</strong>; birey, eş <strong>ve</strong> <strong>aile</strong>lerin ilişkilerinde yaşadığı duygu, düşünce <strong>ve</strong> davranışlara odaklanır<br />

<strong>ve</strong> bu alanlardaki sorunları ele alır. Sistem kuramı ile <strong>aile</strong>yi kavramlaştırır. Aile bireylerinin psikolojik<br />

işlevlerinde; <strong>aile</strong> dinamiklerinin hayati rol oynadığını ancak, <strong>aile</strong>nin geçmişte yaşadıklarının <strong>ve</strong> şimdiki<br />

çevresel etkenlerin de önemli olduğunu vurgular. Aile toplumun en küçük yaşam birimidir. Sağlıklı bir<br />

toplum, ruhsal yönden sağlıklı bireylerin yetiştiği <strong>aile</strong>ler ile mümkündür. Bu anlamda <strong>aile</strong> bireylerinin<br />

bilgilendirilmesi <strong>ve</strong> <strong>eğitimi</strong> önem taşımaktadır.<br />

Elinizdeki kitap, <strong>aile</strong> <strong>psikolojisi</strong>n temel kavramlarının açıklandığı birinci ünite ile başlamaktadır.<br />

İkinci ünitede evlilikte ilişki sorunları ele alınmaktadır. Üçüncü ünitenin konusu ise <strong>aile</strong>de cinsellik <strong>ve</strong><br />

cinsel işlev bozukluklarıdır. Dördüncü ünite; çocuk, ergen <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> ilişkilerinin yanı sıra engelli çocukları<br />

olan <strong>aile</strong>lerin sorunlarına odaklanmaktadır. Aile <strong>ve</strong> şiddet kavramı, şiddetin türleri, şiddetin kökeni <strong>ve</strong> <strong>aile</strong><br />

içi şiddet beşinci ünitenin içeriğini oluşturmaktadır. Altıncı ünitede bedensel <strong>ve</strong> ruhsal hastalıkların birey<br />

<strong>ve</strong> <strong>aile</strong> üzerindeki etkileri ele alınarak sık görülen ruhsal hastalıklar hakkında bilgi <strong>ve</strong>rilmektedir. Yedinci<br />

ünitede stres <strong>ve</strong> travma kavramları ele alınarak travmanın birey <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> üzerindeki etkilerine<br />

odaklanılmaktadır. Sekizinci <strong>ve</strong> son ünitede ise <strong>aile</strong> <strong>eğitimi</strong> konusunda bilgi <strong>ve</strong>rilmektedir.<br />

Bir ekip çalışması ürünü olan bu kitap, konusunda uzman öğretim üyelerinin öz<strong>ve</strong>rili çalışması sonucu<br />

ortaya çıkmıştır. Kitabın ünitelerinin oluşmasındaki katkılarından dolayı yazarlarımız Prof.Dr.Cem<br />

Kaptanoğlu’na, Prof.Dr.Yahşi Yazıcıoğlu’na, Yrd.Doç.Dr.Gülcan Güleç’e, Yrd.Doç.Dr.Tülin Fidan’a <strong>ve</strong><br />

Yrd.Doç.Dr.Altan Eşsizoğlu’na çok teşekkür ederim.<br />

Başarı dileklerimle…<br />

iv<br />

Editör<br />

Prof.Dr. Gökay AKSARAY


1<br />

Amaçlarımız<br />

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

Bir sistem olarak <strong>aile</strong>yi tanımlayabilecek,<br />

Sağlıklı <strong>aile</strong>nin özelliklerini açıklayabilecek,<br />

Ailenin işlevlerini tanımlayabilecek,<br />

Ailenin yaşam döngüsü evrelerini açıklayabilecek<br />

bilgi <strong>ve</strong> becerilere sahip olabilirsiniz.<br />

Anahtar Kavramlar<br />

Aile<br />

Evlilik<br />

Sistem Kuramı<br />

Aile Tipleri<br />

İçindekiler<br />

Giriş<br />

Sağlıklı Aile<br />

Tanımlar<br />

Sistem Kuramı <strong>ve</strong> Aile<br />

Aile Tipleri<br />

Ailenin İşlevleri<br />

Sağlıklı Ailelerin Özellikleri<br />

Ailenin Yaşam Döngüsü<br />

Diğer Aile Kuramları<br />

2<br />

Ailenin Yaşam Döngüsü<br />

Feminist Aile Kuramı<br />

Postmodern Aile Kuramı


GİRİŞ<br />

Aile <strong>psikolojisi</strong>; birey, eş <strong>ve</strong> <strong>aile</strong>lerin ilişkilerinde yaşadığı duygu, düşünce <strong>ve</strong> davranışlara odaklanır. Ve<br />

bu alanlardaki sorunları ele alır. Sistem kuramı ile <strong>aile</strong>yi kavramlaştırır. Aile bireylerinin psikolojik<br />

işlevlerinde, <strong>aile</strong> dinamiklerinin hayati rol oynadığını, ancak <strong>aile</strong>nin geçmişte yaşadıklarının <strong>ve</strong> şimdiki<br />

çevresel etkenlerin de önemli olduğunu vurgular.<br />

Aile <strong>psikolojisi</strong> bir bilim olarak son 30 yılda ciddi gelişmeler göstermekle birlikte ilk çalışmalar<br />

1940’lı yıllara dayanmaktadır. Amerika’da başlayan çalışmalarda; çocukları koruma, evlilik danışmanlığı,<br />

<strong>aile</strong> iletişimi, şizofreni <strong>aile</strong>leri <strong>ve</strong> 2.Dünya Savaşının <strong>aile</strong> üzerindeki etkileri gibi konular üzerinde<br />

durulmuştur. 1968 yılında Ludwig von Bertalanffy tarafından formüle edilen genel sistem teorisi’nin,<br />

sistemik <strong>aile</strong> kuramının gelişmesine önemli katkıları olmuştur. 1970’li yıllarda Avrupa’da (özellikle<br />

İtalya <strong>ve</strong> İngiltere’de) <strong>aile</strong> <strong>psikolojisi</strong> alanında olan gelişmeler bütün dünyayı etkilemiştir. Bu yıllarda<br />

feminist teorisyenler <strong>aile</strong> kuramlarını sorgulamaya başlamışlardır. 1990’lı yıllarda sosyal yapısalcılık<br />

felsefi akımlarının etkileriyle postmodern <strong>aile</strong> kuramları gelişmiştir. Son yıllarda ise <strong>aile</strong>nin daha geniş<br />

sistemlerle (örn. kültürel, etnik <strong>ve</strong> politik sistemlerle) olan ilişkileri konularında çalışmaların arttığı<br />

gözlenmektedir. Aile toplumun en küçük yaşam birimidir. Sağlıklı bir toplum, ruhsal yönden sağlıklı<br />

bireylerin yetiştiği <strong>aile</strong>ler ile mümkündür. Aileyi tanımak <strong>ve</strong> <strong>aile</strong>nin ruhsal süreçlerini anlamak bu<br />

anlamda önem taşımaktadır. Bu ünitede; <strong>aile</strong>nin tanımı yapılarak <strong>aile</strong> sisteminin özellikleri, <strong>aile</strong> tipleri,<br />

<strong>aile</strong>nin işlevleri, sağlıklı <strong>aile</strong>nin özellikleri, <strong>aile</strong>nin yaşam döngüsü <strong>ve</strong> <strong>aile</strong>ye bakışta yeni kuramlar ele<br />

alınacaktır.<br />

TANIMLAR<br />

Aile sözcüğü sık kullanılmasına rağmen üzerinde uzlaşılmış tek bir tanımı yoktur. Türkçe sözlükte, <strong>aile</strong>;<br />

evlilik <strong>ve</strong> kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum<br />

içindeki en küçük birlik olarak tanımlanmıştır. Ozankaya’ya (1979) göre <strong>aile</strong>, içinde insan türünün<br />

üretildiği, topluma hazırlanma sürecinin ilk <strong>ve</strong> etkili biçimde oluştuğu, cinsel ilişkilerin düzenlendiği,<br />

eşler <strong>ve</strong> ana-babalarla çocuklar arasında sıcak, gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong>ren ilişkilerin kurulduğu, ekonomik etkinliklerin<br />

az ya da çok yer aldığı bir toplumsal kurumdur. Özgü<strong>ve</strong>n (2000) ise <strong>aile</strong>yi, karşıt cinsten iki yetişkin<br />

kişinin yasal <strong>ve</strong> törel bağlara uyarak kurdukları biyolojik, psikolojik <strong>ve</strong> sosyal işlevleri olan bir kurum<br />

olarak tanımlamıştır. Daha geniş anlamda <strong>aile</strong>; birbirlerine biyolojik <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya psikolojik bağlarla bağlı,<br />

sosyal, ekonomik <strong>ve</strong> duygusal etkileşimleri olan <strong>ve</strong> kendilerini aynı çatı altında birlikte yaşamın bir<br />

parçası olarak algılayan bireyler olarak tanımlanmaktadır. Evlilik ise, karşı cinsten iki kişinin birlikte<br />

yaşamak, yaşantıları paylaşmak, çocuk yapmak <strong>ve</strong> yetiştirmek gibi amaçlarla yaptıkları bir sözleşme<br />

olarak tanımlanmaktadır (Yavuzer 2010). Sosyolojik açıdan ele alındığında 3 tip <strong>aile</strong> vardır.<br />

1. Geleneksel geniş <strong>aile</strong>: Aynı soydan gelen birkaç kuşağın bir arada, aynı çatı altında yaşadıkları <strong>aile</strong><br />

tipidir. Daha çok kırsal kesimde tarıma dayanan mal varlığı ile yaşamını sürdüren bu <strong>aile</strong>de; geleneksel<br />

değerlerin öne çıkarıldığı, erkek egemen kültürün hakim olduğu, kuşaklar arasında yaşa bağlı hiyerarşik<br />

bir otoriter yapının bulunduğu gözlenir. Aile içi sorunlar, dışa kapalı <strong>aile</strong> ortamı içinde geleneksel<br />

kalıplara uyan bir biçimde çözümlenmeğe çalışılır. Aile üyesi bir zorlukla karşılaştığında tüm <strong>aile</strong> ona<br />

destek olur, yalnız bırakmaz ama buna karşılık onun da eş seçimi, iş seçimi gibi durumlarda <strong>aile</strong>nin<br />

koşullarına uyması beklenir.<br />

3<br />

<br />

Aile Psikolojisinde<br />

Temel Kavramlar


2. Çekirdek <strong>aile</strong>: Ana, baba <strong>ve</strong> çocuklardan kurulu dar kapsamlı <strong>aile</strong> tipidir. Endüstrileşme süreciyle<br />

paralel olarak kentlerde, kişiler giderek daha bireyselleşmiş <strong>ve</strong> geleneksel geniş <strong>aile</strong> kavramından<br />

uzaklaşmaya başlamışlardır. Kadının rolü giderek değişmiş; iş hayatına daha fazla katılmış, otonomi <strong>ve</strong><br />

otorite beklentisi artmıştır.<br />

3. Geçiş <strong>aile</strong>si: Dış görünüşü ile çekirdek <strong>aile</strong> tipinde olan ama benimsediği kavramlar <strong>ve</strong> sosyal<br />

yaşam ilkeleri açısından geleneksel kavramları sürdürme eğiliminde olan <strong>aile</strong> tipidir. İçinde yaşadığı<br />

geleneksel <strong>aile</strong> ortamından koparak çekirdek <strong>aile</strong> modelinde yaşamakta olan <strong>aile</strong>ler, kendi düşünsel <strong>ve</strong><br />

duygusal kavramları ile dış sosyal çevrenin gerçekleri <strong>ve</strong> kavramları arasında çelişki yaşarlar. Bu <strong>aile</strong><br />

tipinde kuşaklar arası çatışmalar sık görülür.<br />

Toplumlardaki değişimler; <strong>aile</strong>ninyapısı, işlevleri <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> bireylerinin rolleri konusunda değişimi de<br />

beraberinde getirmiştir. Modern toplumlarda geleneksel olarak kabul edilen çekirdek <strong>aile</strong>, geçiş <strong>aile</strong>si <strong>ve</strong><br />

geniş <strong>aile</strong>nin yanı sıra yeni <strong>aile</strong> türleri ortaya çıkmıştır. Tek ebe<strong>ve</strong>ynli <strong>aile</strong>, boşanmaların artışıyla birlikte<br />

çoğunlukla kadınların ebe<strong>ve</strong>yn olduğu <strong>aile</strong>lerdir. Yeniden evlilikler (ü<strong>ve</strong>y <strong>aile</strong>ler), boşanma ya da eşin<br />

kaybı sonrası yeniden evlenmelerle oluşan <strong>aile</strong>lerdir. Birlikte yaşam (cohabitation) ise, evlenmeksizin ya<br />

da başka bir deyişle resmi nikah olmaksızın birlikte yaşama olarak tanımlanır.<br />

SİSTEM KURAMI VE AİLE<br />

Genel sistem teorisini geliştiren Ludwig von Bertalanffy, “herhangi bir organizmanın ya da yapının<br />

devamlılığı, onu oluşturan elementlerin ya da parçaların karşılıklı karmaşık ilişkilerinin bir sonucu olarak<br />

gerçekleştiğini” belirtmiştir. Ailenin yapısını <strong>ve</strong> süreçlerini anlamamızda yardımcı olan sistem kuramında<br />

<strong>aile</strong>ler, alt sistemlerden oluşan belli kurallara göre birlikte hareket eden <strong>ve</strong> sınırları olan bir sistem olarak<br />

görülür. Ailede her bir birey bir alt sistemdir; ayrıca anne-baba, çocuklar, anne-kız, baba-oğul gibi çeşitli<br />

alt sistemleri de içermektedir. Sistem kuramı sadece davranış bilimlerinde değil fizik, sosyal bilimler,<br />

biyoloji gibi pek çok alanda kullanılmaktadır. Bu kurama göre sistem, onu oluşturan parçaların<br />

toplamından daha fazlasını ifade eder. Aileye anne, baba <strong>ve</strong> çocuklardan oluşan bir sistem olarak<br />

baktığımızda; <strong>aile</strong>deki bireylerin <strong>ve</strong> alt sistemlerin birbiri ile kurduğu karmaşık iletişim düzenekleri göz<br />

önüne alındığında <strong>aile</strong> kavramına ne denli geniş bakmamız gerektiği ortaya çıkar. Aile aynı zamanda ait<br />

olduğu akraba sisteminin <strong>ve</strong> yaşadığı toplumun alt sistemidir. Aşağıda <strong>aile</strong> sisteminin özellikleri ele<br />

alınmıştır.<br />

Sınırlar: Ailenin duygusal <strong>ve</strong> psikolojik sınırları vardır. Bu sınırlar; duygusal alış<strong>ve</strong>rişleri, yakınlığı,<br />

birlikte davranışları kontrol ederler. Sınırların belirsiz, iç içe geçtiği <strong>aile</strong>ler; <strong>aile</strong> kuşakları arasında<br />

geçirgenliğin yüksek olduğu <strong>aile</strong>lerdir. Roller belirsizdir. Örn: çocuklar çoğunlukla kendilerine, bazen<br />

yetişkinlere de bakım <strong>ve</strong>rirler. Sınırların katı olduğu birbirinden kopuk <strong>aile</strong>lerde ise; <strong>aile</strong>de güçlü bağların<br />

yokluğu gözlenir. Aile üyeleri arasında ilişkiler zayıf <strong>ve</strong>ya yok gibidir. Sınırlar, çevre ile iletişim kurmaya<br />

izin <strong>ve</strong>recek ancak <strong>aile</strong> bütünlüğünü de koruyacak şekilde esnek olmalıdır.<br />

İletişim/bilginin işlenmesi: Ailede iletişim üç şekilde olmaktadır: 1) Sözel iletişim (sözlü <strong>ve</strong> yazılı<br />

olan iletişim), 2) Sözel olmayan iletişim (beden dili, ses tonu, mimikler gibi sözel olmayan ögeleri içerir)<br />

3) İletişimde <strong>ve</strong>rilen anlam (söylenenin ne demek istendiği); nerede, kiminle, ne ile ilişkili olarak içeriği<br />

değişir.<br />

Eşsonlanım: Açık sistemler; farklı farklı durumlardan başlayarak farklı yollarla aynı sabit denge<br />

durumuna ulaşma eğilimindedir. Bu teoriye göre; nereden başladığı önemli değildir, ulaşılan sonuç aynı<br />

olacaktır. Eşsonlanım, <strong>aile</strong>nin iletişim <strong>ve</strong> geribildirim süreçlerinde var olan sorunlu kalıpları gözlemenin<br />

önemini vurgular. Buna göre <strong>aile</strong> sorunlarında geçmişe odaklanıp, niçin olduğuna bakmaktan çok şimdi<br />

<strong>ve</strong> burada ne olduğunu anlamaya çalışmak daha önemlidir.<br />

Homeostazis: Değişen çevresel şartlar karşısında <strong>aile</strong>nin dengesini koruyabilme becerisidir. Aileler<br />

bazı zamanlarda gelişime yönelik olarak sınırlarını zorlayarak temel yapısını değiştirmeyi (morfogenesis),<br />

bazı dönemlerde ise denge durumunu sürdürmeyi (morfostazis) tercih ederler. Örn. Aileler kriz<br />

dönemlerinde denge durumunu koruma yani morfostazis eğiliminde olurken, <strong>aile</strong>ye yeni bireylerin<br />

katıldığı dönemlerde morfogenezis gözlenebilir.<br />

<br />

4


Açık <strong>ve</strong> kapalı <strong>aile</strong> sistemleri: Aileler açık sistemler gibi hareket ederler. Ancak göreceli olarak daha<br />

kapalı, çevresinden izole, kuşkucu <strong>aile</strong> sistemleri parçalanıp dağılma riski taşırlar.<br />

Geribildirim: Aileler, denge <strong>ve</strong> istikrarını korumak için kendini ayarlayan geribildirim düzenekleri<br />

kullanırlar. Bazı geribildirimler kendi kendini güçlendirir. Anne kızının daha fazla çalışması için<br />

uyardıkça kızının gerginliği artıyorsa bu tür geri bildirime örnek olur. Bazı geribildirim ise kendi kendini<br />

dengeler (termostat sistemi gibi çalışır). Kızının gerginliği arttıkça annenin onu yatıştırmasını buna örnek<br />

<strong>ve</strong>rebiliriz.<br />

Hedef/amaç: Aile üyelerinin bir arada oluşlarının ortak bir amacı vardır. Bu amaç; <strong>aile</strong>nin işlevleri<br />

olarak tanımlayabileceğimiz <strong>aile</strong> üyelerinin bakımı, beslenmesi, korunması, ruhsal <strong>ve</strong> sosyal gelişiminin<br />

desteklemeye ilişkin görevleri içerir.<br />

Bütünlük: Aile bireylerinden birini etkileyen bir durum bütün <strong>aile</strong> sistemini etkileyecektir.<br />

İlişkiler: Ailede ilişkiler simetrik <strong>ve</strong> tamamlayıcı olabilir. Simetrik ilişkide eşitlik söz konusudur.<br />

Aynı zamanda yarışmacı olma riski de taşır. Tamamlayıcı ilişki ise, eşitliksiz <strong>ve</strong> farklılıkların olduğu<br />

ilişkidir. Örn. Eşlerden biri bağırıyorsa diğeri “alttan” alır. İlişki örüntüsünde bazen belirli <strong>aile</strong> üyelerinin<br />

üçüncü bir üyeye karşı koalisyon oluşturup birleştikleri gözlenir (üçgenleşme ).<br />

Döngüsel nedensellik: Ailede bireylerin davranışları, sebep-sonuç ilişkisi içinde doğrusal bir<br />

nedensellikten çok birbirini etkileyen döngüsel bir nedensellik içinde daha iyi anlaşılır. Örn. Işıl’ın sıkıntı<br />

<strong>ve</strong> kaygısında artış onun ders başarısını olumsuz etkilemektedir. Baba, annenin kızıyla daha çok<br />

ilgilenmesini istemektedir. Anne, kızını daha çok çalışması için sıkıştırmaktadır. Bu da Işıl’ın sıkıntısını<br />

daha çok artırmaktadır (Şekil 1.1).<br />

<br />

Şekil 1.1: Aile sisteminde döngüsel nedensellik<br />

Şekil 1.1’de gösterilen <strong>aile</strong> sisteminde döngüsel nedensellik şeması<br />

başka şekillerde nasıl çizilir?<br />

5


AİLE TİPLERİ<br />

Aşağıda Minuchin’in (1981) sistem kuramı çerçe<strong>ve</strong>sinde yapısal özelliklerine göre tanımladığı <strong>aile</strong> tipleri<br />

sunulmuştur.<br />

İki kişilik <strong>aile</strong>ler: İki kişiden oluşan çekirdek <strong>aile</strong>dir. Karı-kocadan oluşan bir çift olabileceği gibi<br />

ebe<strong>ve</strong>yn <strong>ve</strong> çocuktan da oluşabilir. Üyeler arasındaki ilişkiler yoğundur. Çocuk ebe<strong>ve</strong>yn için “proje haline<br />

gelebilir, büyürken bireyleşme sorunları yaşayabilir. Bebekken bütün ihtiyaçları karşılanırken ergenlik ya<br />

da daha erken yaşlarda sosyal becerilerinin zayıf olduğunu hisseder. Bazen evlilikte idare edilecek olan<br />

ancak ebe<strong>ve</strong>yn-çocuk ilişkisinde tercih edilmeyen karşılıklı, sağlıksız bir bağımlılık vardır.<br />

Üç kuşaklı <strong>aile</strong>ler: Çocuk büyürken ona ilgi gösteren, yetişmesini etkileyecek yetişkin sayısının çok<br />

olması nedeniyle ebe<strong>ve</strong>ynlikte büyük bir esneklik sağlar. Böyle bir <strong>aile</strong>nin üyesi olmak neşeli olsa da aynı<br />

zamanda sorumluluk yükler <strong>ve</strong> zaman zaman baskıcı da olabilir.<br />

Çok çocuklu <strong>aile</strong>ler: Nerede yaşandığına <strong>ve</strong> geçimin nasıl sağlandığına bağlı olarak çocuklar ayak<br />

bağı ya da para kaynağı olarak görülebilir. Büyük çocuklar küçüklerin bakımında rol alırlar. Daha büyük<br />

çocuklara becerilerinin ötesinde sorumluluk <strong>ve</strong>rildiğinde problemler ortaya çıkabilir. Büyük çocuklar ne<br />

“çocuk” ne de “ebe<strong>ve</strong>yn” olmadıklarından kendilerini yalnız hissederler, küçük çocukların ebe<strong>ve</strong>ynleri ile<br />

bağlantısını bastırabilirler.<br />

Ebe<strong>ve</strong>ynin fiziksel olarak olmadığı <strong>aile</strong>ler: İşi nedeniyle sık sık seyahat edenler, kamyon şoförleri,<br />

ordu mensupları gibi yetişkin <strong>aile</strong> üyelerinden biri uzun süreler için evden uzaktadır. Bakımın çoğunu<br />

<strong>ve</strong>ren ebe<strong>ve</strong>ynin sorumluluğun çoğunu taşıması söz konusudur. Uzaktaki ebe<strong>ve</strong>yn geri döndüğünde<br />

çocuklara özel bir ilgi gösterebilir. Evdeki ebe<strong>ve</strong>yn normal sorumluluklarına ek olarak eğlendirmek<br />

zorunda olduğu ek bir çocuğa sahipmiş gibi olur.<br />

Kontrolden çıkmış <strong>aile</strong>ler: Aile üyelerinden bir ya da birden fazlasının ebe<strong>ve</strong>ynlerin kontrolünden<br />

çıkmış olduğu <strong>aile</strong>lerdir. Ebe<strong>ve</strong>yn yorgun düşmüştür <strong>ve</strong> baş etmekte zorlanır. Bir ebe<strong>ve</strong>yn duygusal<br />

yokluğu ile diğer ebe<strong>ve</strong>yni zayıflatabilir. Çocuğun tepkisi ebe<strong>ve</strong>ynler arası ayrılığı yansıtıyor olabilir.<br />

Hareket halindeki <strong>aile</strong>ler: Bu <strong>aile</strong>lerin pek düzeni yoktur. Sık sık ev değiştirirler. Bu <strong>aile</strong>lerin<br />

çocukları için okullar, arkadaşlar hatta şehirler geçicidir. Bu <strong>aile</strong>ler, çocukların kendi yetişmelerinin<br />

sorumluluğunu almalarında bir dereceye kadar organizedirler. Fakat bu organize olma hali geçicilik <strong>ve</strong><br />

sıklıkla da kriz beklentisi ile birlikte gider.<br />

Ü<strong>ve</strong>y ebe<strong>ve</strong>ynli <strong>aile</strong>ler: Bir ü<strong>ve</strong>y ebe<strong>ve</strong>yn <strong>aile</strong>ye girdiğinde yeni bir organizasyon oluşmak<br />

zorundadır. Ü<strong>ve</strong>y ebe<strong>ve</strong>ynler genellikle uzaktaki ebe<strong>ve</strong>ynin “yerine geçmek” istemediklerini ifade<br />

ederler, ancak birlikte yaşanan birkaç aydan sonra saygı görmenin de hakları olduğunu düşünürler.<br />

Çocuklar, ü<strong>ve</strong>y ebe<strong>ve</strong>ynin onlara bir şey sunarak sevgilerini saygılarını kazanmasını beklerler.<br />

Evlat edinmiş <strong>aile</strong>ler: Evlat edinilmiş çocukların olduğu <strong>aile</strong>lerde çocuk, beraberinde geçmiş<br />

öyküsünü <strong>ve</strong> ilişkiler ağını da beraberinde getirir. Aynı zamanda yaşadığı evdeki organizasyon yapısının<br />

da parçasıdır. Bu <strong>aile</strong>lerdeki kimi problemler diğer <strong>aile</strong>lerde de görülebilecek <strong>aile</strong> organizmasındaki<br />

streslerle ilgilidir. Ancak <strong>aile</strong>, evlat edinilmiş çocuğun önceki yaşantısını sorumlu tutar.<br />

Hayaletli <strong>aile</strong>ler: Aileden birisi öldüğünde <strong>ve</strong>ya <strong>aile</strong>yi terk ettiğinde, daha önce bu kişi tarafından<br />

üstlenilmiş roller <strong>ve</strong> görevler yeniden dağılır. Bu her zaman istenen şekilde olmayabilir. Örn:<br />

Ebe<strong>ve</strong>ynlerin hayatını çekilmez kılan aksi bir dede, <strong>aile</strong> bireylerinin birbirlerine kenetlenmesini<br />

sağlamaktadır. Yaşlı adamın <strong>ve</strong>fatı sonrasında ortaya çıkan boşlukta itecekleri ortak bir güç olmadan<br />

sadece birbirlerini itebilirler. Senelerdir ilk kez uyumsuzluk ortaya çıkar.<br />

Psikosomatik <strong>aile</strong>ler: Psikosomatik <strong>aile</strong>lerde herkesin en iyi işlev gördüğü durum <strong>aile</strong>de birinin hasta<br />

olduğu durumdur. Bu <strong>aile</strong>ler; aşırı koruyucu, sınırların iç içe geçtiği <strong>ve</strong> çatışmaları çözme becerisi düşük<br />

<strong>aile</strong>lerdir. Aile üyeleri çatışmadan köşe bucak kaçarlar. Sonucunda ihtiyaç <strong>ve</strong> duygularından kaçıp<br />

bastırarak değerli bir şey başardıklarına inanarak acı çekerler.<br />

<br />

6


AİLENİN İŞLEVLERİ<br />

Toplumlardaki değişimlere paralel olarak <strong>aile</strong>nin işlevlerinde değişimler yaşanmış <strong>ve</strong> halen de<br />

yaşanmaktadır. Önceleri biyolojik, ekonomik, siyasi, sosyal <strong>ve</strong> kültürel birçok görevi üslenen <strong>aile</strong>, zaman<br />

içinde sosyal kurumların gelişimiyle işlevlerini belirli oranlarda paylaşmıştır. Genel olarak <strong>aile</strong>nin<br />

işlevlerini üç başlık altında toplayabiliriz.<br />

1. Temel görevler: Aile üyelerinin bakımı, beslenmesi, korunması, <strong>eğitimi</strong> gibi yaşamsal gereksinimlerin<br />

sağlanmasına yönelik görevler.<br />

2. Gelişimsel görevler: Aile bireylerinin ruhsal <strong>ve</strong> sosyal gelişimini desteklemeye yönelik görevlerdir.<br />

Örn. <strong>aile</strong>nin gelişim evresine göre; yeni bir <strong>aile</strong> kurması, anne-baba olması, çocuklarını büyütüp yuvadan<br />

uçurması, emekliliğe uyum göstermesi gibi<br />

3. Kriz dönemlerine yönelik görevler: Hastalık, kaza, iş kaybı, ekonomik sorunlar gibi <strong>aile</strong>nin<br />

bütünlüğüne yönelik tehditlerin yarattığı krizlerde, <strong>aile</strong> üyelerinin birbirine destek olma <strong>ve</strong> korumasına<br />

yönelik görevlerdir.<br />

SAĞLIKLI AİLELERİN ÖZELLİKLERİ<br />

İdeal “sağlıklı” bir <strong>aile</strong>nin özellikleri konusunda ortak bir görüş oluşturmada kimi zorluklar olmakla<br />

birlikte sağlıklı <strong>aile</strong>leri işlevsel olmayan <strong>aile</strong>lerden ayıran bazı özellikler aşağıda sunulmuştur.<br />

• Bağlılık: Güçlü <strong>aile</strong>lerde <strong>aile</strong> bireyleri enerji <strong>ve</strong> zamanlarını <strong>aile</strong> ile ilgili aktivitelere ayırırlar.<br />

Bağlılık, hem güzel hem de sıkıntılı zamanlarda <strong>aile</strong>ye sadık kalabilmektir.<br />

• Takdir etme: Aile üyeleri birbirlerine takdirlerini gerek sözleri gerek yaptıkları ile belirtirlerse<br />

bağlılıkları daha da güçlenecektir. Takdir etme, <strong>aile</strong> bireylerinin özgü<strong>ve</strong>nlerini artıracaktır.<br />

• Birlikte zaman geçirmeye istekli olma: Sağlıklı <strong>aile</strong>ler nicelik <strong>ve</strong> nitelik olarak birlikte kaliteli<br />

zaman geçirirler. Kimse tartışmaların olduğu ağız dalaşmaların, kavgaların olduğu zamanları<br />

yaşamak istemez. Aile piknikleri, oyunlar, sohbetlerin yanı sıra doğum günleri, evlilik<br />

yıldönümleri, cenaze törenleri gibi etkinlikler birlik içinde olma duygusunu <strong>ve</strong>rir.<br />

• Etkili iletişim: Güçlü <strong>aile</strong>lerde iletiler duyarlı bir şekilde <strong>ve</strong>rilir <strong>ve</strong> alınır. Bu <strong>aile</strong>lerde destek,<br />

anlayış <strong>ve</strong> empati vardır. Birbirleri ile konuşacak çok şeyleri vardır. Bir çatışma olduğunda<br />

sessiz kalmak yerine konuşarak çözümlemeyi tercih ederler.<br />

• Krizlerle başedebilmek: Aileleri etkileyen birçok yaşam olayı vardır. Krize neden olan<br />

olaylardan bazıları beklenmedik olaylardır. Sağlıklı <strong>aile</strong>ler krizlerle başederken; daha deneyimli<br />

kişilerden öneri alma, uzlaşma, mizahı kullanma <strong>ve</strong> duygularını dışa vurma gibi yöntemleri<br />

kullanırlar.<br />

• Bireylerin desteklenmesi: Aile sistemi en zayıf üyesinin güçlü olduğu kadar güçlüdür. Bu<br />

nedenle her bir <strong>aile</strong> üyesinin yetenek <strong>ve</strong> becerilerini geliştirmesine destek olunmalıdır. Destek<br />

konusunda en hassas olunması gereken dönemler; okul dönemi, fiziksel değişimlerin yaşandığı<br />

ergenlik dönemi <strong>ve</strong> genç yetişkin olarak bireyin yuvadan uçmaya hazırlandığı dönemlerdir.<br />

• Ailede rollerin belirli olması: Sağlıklı <strong>aile</strong>lerde roller açık, belirgin, uygun şekilde düzenlenmiş<br />

<strong>ve</strong> birbirini tamamlayan özelliktedir. Aile üyesinin yaşına, cinsiyetine, kültürel değerlere <strong>ve</strong><br />

beklentilere göre roller düzenlenmiştir. Sağlıklı <strong>aile</strong>lerde gerektiğinde rollerin yer<br />

değiştirebildiği <strong>ve</strong> esnek olabildiği de gözlenir. Eğer bir <strong>aile</strong> üyesi geçici olarak rolünü yerine<br />

getiremez ise diğer üyeler onu rolünü üstlenirler.<br />

<br />

Sağlıklı <strong>aile</strong>nin özellikleri nelerdir?<br />

7


Ailenin Yaşadığı Stres Etkenleri<br />

Stres, her <strong>aile</strong>nin yaşamının bir parçasıdır. Bireyler gibi <strong>aile</strong>lerde stres yaratan durumları engellemek<br />

isterler. Sağlıklı <strong>aile</strong>ler, streslere daha hazırlıklı olduğundan başedebilirler. Ancak beklenen yaşam<br />

stresleri olduğu gibi beklenmeksizin gelen stres etkenleri de vardır. Beklenen yaşam stresleri, gelişimsel<br />

(örn.bireyin yaşı ya da <strong>aile</strong>nin yaşam evresi ile ilgili) <strong>ve</strong> durumsal (eş <strong>ve</strong> çocuklarla yeterli vakit<br />

ayıramama) nitelikte olabilir. Beklenmeksizin gelen stres etkenleri ise aniden ortaya çıkar <strong>ve</strong> <strong>aile</strong>nin<br />

sağlığını, mutluluğunu etkileyebilir. Stres yaşantısının özellikle beklenmeksizin gelen streslerin <strong>aile</strong>nin ya<br />

da bireyin hangi dönemine rast geldiği çok önemlidir. Örneğin çok genç ya da çok ileri yaşta yapılan bir<br />

evliliğe uyumda bazı beklenmeksizin stres etkenleri çıkabilir. Ya da erken yaşta torun sahibi olan <strong>ve</strong><br />

çocuklarına aşırı <strong>ve</strong>rici bir anneanne torununa bakmak ya da emekli olmak gibi çatışmalı durumlar<br />

yaşayabilir. Diğer bir önemli değişken ise <strong>aile</strong>nin gelişim durumu <strong>ve</strong> çevresel şartlardır. Bazı çevresel<br />

şartlar (örn.barınma koşulları) stresli durumlarla baş etmede <strong>aile</strong>ye yardımcı olurken bazı çevresel şartlar<br />

sıkıntıları artırır.<br />

Merkezkaç Aile-Merkezcil Aile<br />

Ailenin sağlıklı bir şekilde işlev görmesini etkileyen diğer bir etkende <strong>aile</strong>nin yapısı, organizasyonudur.<br />

Bu anlamda en önemli kuramlardan biri merkezkaç (centrifugal) <strong>ve</strong> merkezcil (centripedal) <strong>aile</strong><br />

kavramlarıdır. Merkezkaç <strong>aile</strong>, <strong>aile</strong>den uzaklaşma eğilimini tanımlar. Merkezcil <strong>aile</strong> ise, <strong>aile</strong>ye<br />

yakınlaşma eğilimini tanımlar. Combrinck-Graham (1985) <strong>aile</strong>nin gelişimini spiral bir modelle<br />

açıklayarak üç kuşaktan oluşan <strong>aile</strong> sisteminin, zaman içinde merkezkaç <strong>ve</strong> merkezcil olduğu dönemler<br />

arasında gidip geldiğini belirtmiştir (Şekil 1.2). Her <strong>aile</strong> gelişim evresine göre bazen merkezcil döneme<br />

geçer, <strong>aile</strong> içi yaşama ağırlık <strong>ve</strong>rir, <strong>aile</strong>nin dış sınırları belirginleşirken <strong>aile</strong> içinde yardımlaşma <strong>ve</strong> sınırlar<br />

esner (örn bebeklerini büyütürken). Kimi zaman ise merkezkaç dönemde giren <strong>aile</strong> sistemi bireylerinin<br />

<strong>aile</strong> dışındaki bağımsızlaşması hedeflerine yönelir (örn.genç erişkinin evden ayrılması). Ancak merkezkaç<br />

<strong>ve</strong> merkezcil yapılar aşırı olduğunda <strong>aile</strong>nin işlevleri bozulur. Merkezcil eğilimleri sürekli baskın olan<br />

<strong>aile</strong>lerde büyüyen bireyler <strong>aile</strong>ye aşırı bağımlı olur. Evden ayrılma <strong>ve</strong> yeni bir <strong>aile</strong> kurmada sorunlar<br />

yaşanabilir. Merkezkaç <strong>aile</strong>ler ise; evden uzaklaşmak isteyen, daha çok <strong>aile</strong> dışında kurduğu ilişkilerde<br />

mutlu olan bireylerden oluşur.<br />

<br />

Şekil 1.2: Aile sisteminin üç kuşak gelişimsel modeli<br />

8


AİLENİN YAŞAM DÖNGÜSÜ<br />

İnsanların <strong>ve</strong> diğer canlı sistemlerin olduğu gibi <strong>aile</strong>nin de bir yaşam döngüsü vardır. Aileler <strong>ve</strong> kültürler<br />

arasında büyük farklılıklar olmakla birlikte yaşam döngüsü, çekirdek <strong>aile</strong>nin zaman içinde gelişimini<br />

betimler. Her bir evrede üstesinden gelinmesi gereken gelişimsel görevler vardır (Tablo 1.1). İşlev<br />

bozukluğu olan <strong>aile</strong>ler bu evreleri geçerken sorunlar yaşamakta <strong>ve</strong> yeni evreye uyum sağlamakta<br />

zorlanmaktadırlar. Gelişimsel görevleri başaramayan <strong>aile</strong>ler uzun sürede <strong>aile</strong> sorunları ile karşı karşıya<br />

kalma riski taşırlar. Hastalık, kaza, bir yakının kaybı, ekonomik sorunlar gibi yaşamsal krizler <strong>aile</strong>nin<br />

yaşam döngüsünü olumsuz etkileyebilmektedir. Ailenin başarılı bir geçiş yapabilmesine destek olacak<br />

yeni kurallarda anlaşabilmesi için yaşam döngüsü evreleri konusunda yeterli bilgiye sahip olması gerekir.<br />

Bekar Genç Erişkinler:<br />

Bekar genç erişkinin; <strong>aile</strong>sinden duygusal olarak ayrışma sürecini tamamlaması, yakın ilişkiler kurmayı<br />

başarması, kendi yaşam planlarını oluşturma yeterliliğine kavuşmuş olması beklenir. Bekar genç erişkinin<br />

<strong>aile</strong>sinden ayrılıp kendi yeterliliğini oluşturması duygusal bir olgunluğu gerektirir. Ayrıca bu evrede<br />

kendi ekonomik bağımsızlıklarını kazanma çabası içindedirler. Karşı cinsle romantik ilişkiler<br />

geliştirmeye başlarlar. Genç erkek <strong>aile</strong>sinden ayrılmayı göze aldığında <strong>ve</strong> genç bir kadınla ciddi olarak<br />

ilgilenmeye başladığında her iki tarafın <strong>aile</strong>si karar <strong>ve</strong>rme süreçlerinin bir parçası olur. Ülkemizde bazı<br />

kültürlerde ise eş seçimi açıkça <strong>aile</strong>nin hakkı olarak görülür. Diğer <strong>aile</strong>lerde de gencin eş seçiminde<br />

<strong>aile</strong>sinden bağımsız bütünüyle özgür olduğu söylenemez. Kendi yaşam planlarını oluşturmada yeterliliğe<br />

kavuşamayan, <strong>aile</strong>den ayrılma <strong>ve</strong> bireyleşme anlamında olgunlaşma sürecini tamamlayamayan bireyler<br />

<strong>aile</strong> kurmaya ilişkin kararlarda da zorluklar yaşayabilecektir.<br />

Evli Çiftler (Çocuksuz):<br />

Bu dönemin temel görevi bireylerin evliliğe uyum sağlamasıdır. Kişiler kendi bireyselliklerini korurken,<br />

eş rolünü benimsemeleri, yeni <strong>aile</strong>ye ilişkin sorumlulukları üstlenmeleri gerekir. Evli çift; <strong>aile</strong>leri <strong>ve</strong><br />

akranlarıyla nasıl ilişki kuracakları, birlikte yaşamın pratik yönleri, aralarındaki küçük ya da büyük<br />

farklılıklarla nasıl başa çıkabilecekleri konusunda ortak düşünceler geliştirmeleri gerekir. Her bireyin<br />

kendi köken <strong>aile</strong>sinden getirdiği alışkanlıklar <strong>ve</strong> beklentiler yeni sisteme göre değiştirilmelidir. Ayrıca<br />

eşlerinin <strong>aile</strong>leri (kayın valide, kayınpeder gibi) ile kurulacak dengeli ilişkiler önem kazanır. Bazı çiftler<br />

<strong>aile</strong>leriyle ilişkilerini bütünüyle keserek kendi bağımsız alanlarını oluşturmaya kalkışırlar. Bu genellikle<br />

başarılı olmaz <strong>ve</strong> evliliği aşındırabilir. Evlilik sanatı, akrabalarla duygusal ilişkiyi sürdürmeye devam<br />

ederken bağımsızlaşmayı başarabilmeyi içerir. Bu dönemin diğer bir gelişimsel görevi de ebe<strong>ve</strong>ynliğe<br />

hazırlıktır.<br />

Çocuklu Çiftler (Bebek 30 Aydan Küçük):<br />

Çiftin ilk çocukları olduğunda <strong>aile</strong>nin dengesi değişir. Eş rolüne anne-baba rolleri eklenir. Bebeğin<br />

doğumu pek çok çift için mutluluk dolu bir süreçtir. Ancak her çift için böyle olmaz. Eşlerden birinin<br />

bebeğe kendisinden daha çok bağlandığını gözlediğinde kıskançlık hissedebilir. Eşinin kendisini eskisi<br />

kadar sevmediğini düşünebilir. Eşler arasında yaşanan önceki sorunlar çocuk üzerinden çözülmeye<br />

çalışılırken çocuk adeta günah keçisi olur. Ev içinde düzenin yeni doğmuş bebeğe göre ayarlanması,<br />

bebeğin bakımı ile ilgili olarak anne baba arasında sorumlulukların paylaşımı da önemlidir. Sosyal<br />

yaşam, <strong>aile</strong>nin yeni üyesine göre düzenlenir. Anne <strong>ve</strong> babanın çalıştığı <strong>aile</strong>lerde sorumluluğun paylaşımı<br />

daha da önemlidir. Bu süreçten kimi zaman anneler olumsuz etkilenebilmektedir. Kadın annelik görevini<br />

üstlenmek için işinden ayrılabilmekte ya da işine devam ederek çocuğundan ayrı kalma duygusu<br />

yaşayabilmektedir. Bebeğin <strong>aile</strong>ye katılımı ile birlikte bazen geniş <strong>aile</strong>nin desteğine ihtiyaç duyulur <strong>ve</strong><br />

<strong>aile</strong>nin sınırlarında esneklikler gerektirir.<br />

<br />

9


Tablo 1.1: Ailenin yaşam döngüsü evreleri<br />

Evreler Gelişimsel Görevler Psikolojik Sorun<br />

Alanları<br />

Bekar genç erişkinler<br />

Evli çiftler<br />

(çocuksuz)<br />

Çocuklu çiftler<br />

(bebek 30 aydan<br />

küçük)<br />

Okul öncesi çocukları<br />

olan <strong>aile</strong>ler<br />

(en büyüğü 2.5-6 yaş<br />

arasında)<br />

Ergenlik öncesi<br />

çocukları olan <strong>aile</strong>ler<br />

(çocukları 6-13 yaş<br />

arasında)<br />

Ergen çocukları olan<br />

<strong>aile</strong>ler<br />

(en büyük çocuk 13-20<br />

yaş arasında)<br />

Çocukları genç yetişkin<br />

olan <strong>aile</strong>ler<br />

(en büyük çocuğun<br />

evden ayrıldığı <strong>aile</strong>ler)<br />

Ebe<strong>ve</strong>ynlik sonrası<br />

çiftler<br />

- Ailesinden ayrışabilme<br />

- Yakın ilişkiler kurabilme<br />

- Kendi yaşam planlarını oluşturma<br />

- Evlilikte düzenin oluşturulması<br />

- Eşi, <strong>aile</strong>si <strong>ve</strong> arkadaşları arasında dengeli<br />

bir ilişki kurabilmesi<br />

- Ebe<strong>ve</strong>ynliğe hazırlık<br />

- Anne-baba rollerine uyum gösterme<br />

- Büyükanne-büyükbabaya <strong>aile</strong>de gerekli<br />

yerin açılması<br />

- Çocuğun ihtiyaçlarına <strong>aile</strong> sisteminin<br />

uyum sağlaması<br />

- Ebe<strong>ve</strong>ynliğin getirdiği stres <strong>ve</strong> özel alan<br />

yokluğuna adapte olması<br />

- Sosyal ilişkilerle <strong>aile</strong> sisteminin<br />

genişlemesi<br />

- Çocuklarının ilgilerini, yeteneklerini <strong>ve</strong><br />

becerilerini geliştirmelerine destek<br />

olunması<br />

- Ergene özgürlük <strong>ve</strong> sorumluluklar<br />

dengesinin oluşturulması<br />

- Kendi yaşlı ebe<strong>ve</strong>ynlerinin bakımı<br />

- Evlilik <strong>ve</strong> kariyer sorunlarına yeniden<br />

odaklanma<br />

- Anne-baba, genç yetişkinleri kendi<br />

yaşamlarını kurmak için<br />

cesaretlendirmesi<br />

- Onlar için geri dönülebilecek besleyici bir<br />

ev ortamı geliştirmeleri<br />

- Evliliğin yeniden inşası<br />

Yaşlı çiftler - Emekliliğe uyum<br />

- Çocuklarının eşleri <strong>ve</strong> torunları içerecek<br />

şekilde <strong>aile</strong>nin yeniden düzenlenmesi<br />

- Bedensel hastalıklarla <strong>ve</strong> kayıplarla başa<br />

çıkabilme<br />

10<br />

Aileden ayrılmayı<br />

kabullenme<br />

Evliliğe uyum<br />

Aile sistemine yeni<br />

bireylerin katılmasını<br />

kabullenme<br />

Çocuğun yeni bir kişilik<br />

olarak kendi benliğini<br />

ortaya koymasını<br />

kabullenme<br />

Çocuğun <strong>aile</strong> dışında<br />

başka ilişkiler<br />

geliştirmesine izin <strong>ve</strong>rme<br />

Ergenin bağımsızlaşma<br />

sürecine izin <strong>ve</strong>recek<br />

şekilde <strong>aile</strong> sınırlarının<br />

esnekliği<br />

Aileden ayrılmaları <strong>ve</strong> yeni<br />

katılımları kabullenme<br />

Çiftlerin birbirleri ile baş<br />

başa kalması<br />

Yaşlılığı <strong>ve</strong> emekliliği<br />

kabullenme


Okul Öncesi Çocukları Olan Aileler (En Büyüğü 2,5-6 Yaş Arasında):<br />

Çocuk büyürken yavaş yavaş <strong>aile</strong> içinde yeni bir kişilik olarak kendi benliğini ortaya koyar. Çocuğun ilgi<br />

<strong>ve</strong> yeteneklerini geliştirmesine yardım edilmeli <strong>ve</strong> ihtiyaçlarına cevap <strong>ve</strong>rilmelidir. Çocuklar büyürken<br />

ebe<strong>ve</strong>ynlerin sorumluluğu da artar. Bu evrede yeni bir bebeğin <strong>aile</strong>ye katılımı ile kardeşler arası ilişkiler<br />

önem kazanır. Ailede ilişki ağının karmaşıklığı artar. Ebe<strong>ve</strong>ynler <strong>aile</strong>nin artan ihtiyaçlarını karşılamak<br />

için daha çok çalışmak zorunda kalabilir. Bu çiftlerin birbirine daha az zaman ayırmalarına <strong>ve</strong> iletişim<br />

sorunlarına yol açabilir. Bu dönemde anne-babanın, ebe<strong>ve</strong>ynliğin getirdiği stres <strong>ve</strong> özel alan yokluğuna<br />

adapte olması önemli gelişimsel görevleridir.<br />

Ergenlik Öncesi Çocukları Olan Aileler (Çocukları 6-13 Yaş Arasında):<br />

Okula başlayan çocuk <strong>aile</strong> sistemi dışında bir başka sistemin içinde yer almaktadır. Çocuk, okul ile<br />

birlikte farklı değerleri tanımaya başlar. Ebe<strong>ve</strong>ynler; çocuğun okula başlaması ile onun toplumsallaşma<br />

çabalarına <strong>ve</strong> eğitsel başarılarına destek olmalıdırlar. Anne-baba; başka <strong>aile</strong>lerle uyum içinde sağlıklı bir<br />

eğitim ortamı çocuklarına sağlamalıdırlar. Çocuklarının ilgilerini, yeteneklerini <strong>ve</strong> becerilerini geliştirmelerine<br />

destek olmalıdırlar.<br />

Ergen Çocukları Olan Aileler (En Büyük Çocuk 13-20 Yaş Arasında):<br />

Aile, ergene sınır koymak <strong>ve</strong> onu korumakla ergenin bireyleşmesi <strong>ve</strong> özerkliğini desteklemek arasındaki<br />

dengeyi kurabilmelidir. Bu dönem, <strong>aile</strong>nin değişimini <strong>ve</strong> yeni düzenlemelerin yapılmasını gerektirir.<br />

Ergenin yeni ilgi alanlarını <strong>ve</strong> ihtiyaçlarını keşfetmesine yardım etmeli, onlar için özgürlük <strong>ve</strong><br />

sorumluluklar oluşturmalıdır. Bu evrede ergen <strong>ve</strong> <strong>aile</strong>si arasında birçok konuda çatışma yaşanabilir. Bu<br />

çatışmalar, ebe<strong>ve</strong>ynin genç çocuklarından beklentileri ile kendi gençliğindeki beklentiler arasında ayırımı<br />

yapamamaktan kaynaklanabilir. Ebe<strong>ve</strong>ynin gençlik dönemi krizleri yeniden ortaya çıkabilir. Ergen, annebaba<br />

ile çeliştiği konularda akran baskısı yaşayabilir. Bu evredeki <strong>aile</strong>ler, bir yandan ergen çocukları ile<br />

ilgilenirken bir yandan da sağlık sorunları da olabilen kendi yaşlı ebe<strong>ve</strong>ynlerine bakmak zorunda<br />

kalabilirler. İki kuşak arasında kalan bu <strong>aile</strong>ler birçok zorluk yaşayabilirler.<br />

Çocukları Genç Yetişkin Olan Aileler (En Büyük Çocuğun Evden Ayrıldığı<br />

Aileler):<br />

Çocuğun erişkin yaşlarına gelmesi <strong>ve</strong> yuvadan uçmaya hazırlanması dönemi, hem anne-baba için hem de<br />

çocuk için kaygıların yaşandığı bir dönemdir. Ebe<strong>ve</strong>ynler, çocukları ile yetişkin-yetişkin iletişimi<br />

kurarlar. Kendi ayakları üzerinde durmasını <strong>ve</strong> bağımsız olma çabaları desteklenmelidir. Eş seçimi <strong>ve</strong> iş<br />

hayatı ile ilgili kararlarına saygı duymalıdırlar. Anne-baba, genç yetişkinleri kendi yaşamlarını kurmak<br />

için cesaretlendirirken onlar için geri dönülebilecek besleyici bir ev ortamı da geliştirmelidirler.<br />

Ebe<strong>ve</strong>ynlik Sonrası Çiftler:<br />

Çocukların evden ayrılması ile ebe<strong>ve</strong>ynler önceliklerini <strong>ve</strong> yeniden rollerini tanımlamaya ihtiyaç<br />

duyarlar. Çift bir arada daha çok vakit geçirecek zaman bulabilirler. Bu evrede çocuklar evlenebilir.<br />

Çiftlerin, kayınvalide-kayınpeder gibi yeni rollere de uyum sağlamaları beklenir. Bu dönemde, önceki<br />

evrelerde üstü örtülen sorunlar baş gösterebilir. Örneğin “çocukların iyiliği” için birlikte oturmayı kabul<br />

etmiş ebe<strong>ve</strong>yn çocukların evden ayrılmasıyla evlilik sorununu dile getirebilir. Ya da çocukları üzerinden<br />

iletişim kurarak evliliklerini dengelemiş olan çiftler çocukların evden ayrılmasıyla kriz yaşayabilir. Çiftler<br />

evlilikleri boyunca anne-baba olmayı karı-koca olmalarının önüne koymuş <strong>ve</strong> ikili ilişkilerine yatırım<br />

yapmamışlarsa çocukları evden ayrıldıklarında derin bir boşluk yaşayacaklardır (boş yuva sendromu).<br />

Yaşlı Çiftler:<br />

Yaşın ilerlemesi ile birlikte emeklilik yılları da başlar. Emeklilikte çoğu kez başlangıçta bir rahatlama<br />

olur. Boş zamanın olması nedeniyle kendini şanslı hisseder. Ancak 3-9 ay sonra düş kırıklığı <strong>ve</strong> can<br />

sıkıntısı yaşanır. Ülkemizde erkeklerin emeklilik hayatlarına uyumu kadınlara göre daha fazla zorluklar<br />

içerir. Evde <strong>ve</strong> sosyal hayatında yeterince uğraşıları olabilen kadın için en büyük zorluk bütün gün evde<br />

boş oturan eşleri olabilmektedir. Emekliliğin ne zaman olacağı <strong>ve</strong> nasıl bir ortamda geçireceğinin<br />

<br />

11


planlanması önemlidir. Yararlı olabilecek yeni işler yeni uğraşılar bulunmalıdır. Bu evrede eşlerden<br />

birinin <strong>ve</strong>fatı söz konusu olabilir. Yaşlılıkta; kayıplar, yas tutma <strong>ve</strong> yalnızlık gibi en zor duygusal sorunlar<br />

yaşanır. Eşlerinin kaybının yanı sıra arkadaşlarını yitirirler, sağlıkları bozulur. Biraz yardım <strong>ve</strong> destek<br />

kayıpların yarattığı sarsıntı <strong>ve</strong> yalnızlık duygusundan kurtulmalarını sağlayacaktır. Özetle; emekliliğe<br />

adapte olma, yaşlılığa uyum sağlama, bedensel hastalıklarla <strong>ve</strong> kayıplarla başa çıkma bu dönemin<br />

üstesinden gelmesi gereken sorunlarıdır.<br />

Ailenin yaşam döngüsünün evreleri nelerdir? Kendi <strong>aile</strong>nizin hangi<br />

evrede olduğunu düşünüyorsunuz?<br />

Ailenin yaşam döngüsünün evrelerini ayrıntılı olarak inceleyebilmek<br />

için Haluk Yavuzer’in Remzi Kitabevinden basılmış olan “Evlilik Okulu” (2010) adlı<br />

kitabını okuyabilirsiniz.<br />

DİĞER AİLE KURAMLARI<br />

Aile kuramları içinde en temel kuramlardan biri olan sistem teorisi, ünitenin başında ayrıntıları ile<br />

tanımlanmıştı. Felsefe <strong>ve</strong> sosyoloji alanındaki değişimlerin etkisiyle son 30 yıl içinde <strong>aile</strong> kuramlarına<br />

farklı bakış açıları gelişmiştir. Aşağıda bu kuramlar kısaca özetlenecektir.<br />

Bilişsel-Davranışçı Aile Kuramı:<br />

Bir durum ile ilgili bilişsel (düşünceler, yorumlar, atıflar) değerlendirmeler, o durumla ilgili duygusal <strong>ve</strong><br />

davranışsal tepkilerin nasıl olacağını belirlediğini öne sürer. Olumsuz değerlendirmeler, olumsuz duygu<br />

(öfke, üzüntü gibi) <strong>ve</strong> davranışlara (örn. <strong>aile</strong>den uzaklaşma, içe kapanma) yol açmaktadır. Bu da eşler<br />

arasında karşılıklı olumsuz davranış değişikliklerine yol açarak sorunun sürüp gitmesine neden<br />

olmaktadır. Olaylar <strong>aile</strong> bireyleri tarafından farklı değerlendirilebilir. Aile bireylerinin temel çıkarımları<br />

<strong>ve</strong> beklentileri farklı olabilir. Bu nedenle bilişsel-davranışçı <strong>aile</strong> kuramı, iletişim becerilerine önem <strong>ve</strong>rir.<br />

“Ben” mesajlarını kullanmak, eşini suçlamaktansa kendisinin sorundaki sorumluluk <strong>ve</strong> rolünü kabul<br />

etmek, dinlediğini <strong>ve</strong> ilgilendiğini göstermek bu becerilerden bazılarıdır. Bilişsel-davranışçı <strong>aile</strong> teorisi;<br />

davranışların öğrenme ile kazanıldığını, bir eşin davranışının diğerinin hareketlerini etkilediğini öne<br />

sürer. İlişki doyumunda bireyin eşi ile yaşadığı olumlu davranışların önemini vurgular.<br />

Feminist Aile Kuramı:<br />

1970’lerde gelişen kadın hareketinden ortaya çıkan feminist <strong>aile</strong> teorisi, cinsiyete dayanan <strong>aile</strong>nin yapısını<br />

<strong>ve</strong> rollerini irdelemiştir. Feminist teoriye göre <strong>aile</strong>; kadın-erkek arasındaki güç ilişkilerinde kadının<br />

aleyhinde dengesizlikler içeren, toplumdaki cinsiyet hiyerarşilerini <strong>ve</strong> cinsiyet ayrımlarını yansıtan bir<br />

kurum olarak görülür. Cinsiyet politikaları kadınların rollerini, başkalarına hizmet etmek <strong>ve</strong> onların<br />

gereksinimlerini anlamak yönünde şekillendirmektedir. Dolayısıyla kadınlar kolayca pasif, bağımlı <strong>ve</strong><br />

girişimde bulunmayan kişiler olarak etiketlenmektedir. Kadının bir taraftan ev işlerinde çalışırken diğer<br />

tarafta çalışma hayatının içinde düşük ücret aldığını, bunun iki taraflı sömürü ortamı oluşturduğunu<br />

vurgular. Kadına yönelik şiddetin hala bazı <strong>aile</strong> <strong>ve</strong> kültürel çevreler tarafından tolere edilmesini haklı<br />

olarak eleştirir. Kadın <strong>ve</strong> erkek arasında eşit güç ilişkisinin olması gerektiği önemle vurgulanır.<br />

Postmodern Aile Kuramı:<br />

Modernist görüş gerçeğin nesnel olarak gözlendiğini <strong>ve</strong> sistemik olarak bilindiğini belirtirken,<br />

postmodernizm gerçeğin öznel olduğunu ifade eder. Postmodern anlayışa göre, gerçeğin<br />

keşfedilmesinden çok yapılandırılması söz konusudur. Sosyal yapısalcılık (social constructionism) felsefe<br />

akımının postmodern <strong>aile</strong> kuramına önemli katkıları olmuştur. Bu görüşe göre gerçeklik dil-söylem<br />

üzerinden kurulur. Ailedeki problemlerin, kendileri hakkında sahip oldukları <strong>ve</strong> baskıcı kültürel<br />

söylemlerden de yansıyan öykülerle ilişkili olduğunu belirtir. Bu kurama göre sorun yaşayan <strong>aile</strong>ler kendi<br />

yaşamları ile ilgili sıklıkla olumsuz, zarar <strong>ve</strong>rici <strong>ve</strong> umutsuz öyküleri kurgularlar. Problem dilini<br />

<br />

12


kullanmak yerine çözüm dili kullanılmalıdır. Sorunların çözümünde neyin problem olduğundan çok neyin<br />

problem olmadığı tanımlanır. Problemin geçmiş öyküsüne detaylı olarak odaklanmanın yararının<br />

olmadığını, bir sorunu çözmek için onun nedenini bilmek gerekmediğini öne sürer. Ailelerin sorunlarını<br />

çözebileceği kaynaklara sahip olduğunu ileri sürer. Ufak olumlu değişikliklerin, büyük değişikliklere yol<br />

açabileceğini öne sürer.<br />

Postmodern <strong>aile</strong> kuramına göre <strong>aile</strong>de sorunların çözümünde dilsöylem<br />

neden önemlidir?<br />

<br />

13


Özet<br />

Aile <strong>psikolojisi</strong>; birey, eş <strong>ve</strong> <strong>aile</strong>lerin ilişkilerinde<br />

yaşadığı duygu, düşünce <strong>ve</strong> davranışlara odaklanır.<br />

Ve bu alanlardaki sorunları ele alır. Sistem<br />

kuramı ile <strong>aile</strong>yi kavramlaştırır. Aile bireylerinin<br />

psikolojik işlevlerinde, <strong>aile</strong> dinamiklerinin hayati<br />

rol oynadığını, ancak <strong>aile</strong>nin geçmişte yaşadıklarının<br />

<strong>ve</strong> şimdiki çevresel etkenlerin de önemli<br />

olduğunu vurgular.<br />

Aile sözcüğü sık kullanılmasına rağmen üzerinde<br />

uzlaşılmış tek bir tanımı yoktur. Türkçe sözlükte,<br />

<strong>aile</strong>; evlilik <strong>ve</strong> kan bağına dayanan, karı, koca,<br />

çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu<br />

toplum içindeki en küçük birlik olarak<br />

tanımlanmıştır. Daha geniş anlamda <strong>aile</strong>; birbirlerine<br />

biyolojik <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya psikolojik bağlarla bağlı,<br />

sosyal, ekonomik <strong>ve</strong> duygusal etkileşimleri olan<br />

<strong>ve</strong> kendilerini aynı çatı altında birlikte yaşamın<br />

bir parçası olarak algılayan bireyler olarak<br />

tanımlanmaktadır.<br />

Sosyolojik açıdan ele alındığında 3 tip <strong>aile</strong> vardır.<br />

Bunlar; geleneksel <strong>aile</strong>, geçiş <strong>aile</strong>si <strong>ve</strong> çekirdek<br />

<strong>aile</strong>’dir. Ailenin yapısını <strong>ve</strong> süreçlerini anlamamızda<br />

yardımcı olan sistem kuramında <strong>aile</strong>ler, alt<br />

sistemlerden oluşan belli kurallara göre birlikte<br />

hareket eden <strong>ve</strong> sınırları olan bir sistem olarak<br />

görülür. Ailede her bir birey bir alt sistemdir;<br />

ayrıca anne-baba, çocuklar, anne-kız, baba-oğul<br />

gibi çeşitli alt sistemleri de içermektedir. Sistem<br />

kuramı sadece davranış bilimlerinde değil fizik,<br />

sosyal bilimler, biyoloji gibi pek çok alanda<br />

kullanılmaktadır. Bu kurama göre sistem, onu<br />

oluşturan parçaların toplamından daha fazlasını<br />

ifade eder. Aileye anne, baba <strong>ve</strong> çocuklardan<br />

oluşan bir sistem olarak baktığımızda; <strong>aile</strong>deki<br />

bireylerin <strong>ve</strong> alt sistemlerin birbiri ile kurduğu<br />

karmaşık iletişim düzenekleri göz önüne<br />

alındığında <strong>aile</strong> kavramına ne denli geniş bakmamız<br />

gerektiği ortaya çıkar. Aile aynı zamanda ait<br />

olduğu akraba sisteminin <strong>ve</strong> yaşadığı toplumun<br />

alt sistemidir.<br />

Minuchin’in (1981) sistem kuramı çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />

yapısal özelliklerine göre <strong>aile</strong> tipleri; iki kişilik<br />

<strong>aile</strong>ler, üç kuşaklı <strong>aile</strong>ler, geniş <strong>aile</strong>ler, hareket<br />

halindeki <strong>aile</strong>ler, ü<strong>ve</strong>y ebe<strong>ve</strong>ynli <strong>aile</strong>ler, evlat<br />

edinmiş <strong>aile</strong>ler, hayaletli <strong>aile</strong>ler, psikosomatik<br />

<strong>aile</strong>ler olarak tanımlanmaktadır.<br />

Ailenin işlevleri; temel görevler, gelişimsel<br />

görevler, kriz dönemlerine yönelik görevler<br />

olarak üç başlık altında tanımlanmaktadır.<br />

<br />

14<br />

Sağlıklı <strong>aile</strong>nin özellikleri; bağlılık, takdir etme,<br />

birlikte zaman geçirmeye istekli olma, etkili<br />

iletişim, krizlerle başedebilmek, bireylerin desteklenmesi,<br />

<strong>aile</strong>de rollerin belirli olması olarak<br />

belirtilmektedir.<br />

İnsanların <strong>ve</strong> diğer canlı sistemlerin olduğu gibi<br />

<strong>aile</strong>nin de bir yaşam döngüsü vardır. Aileler <strong>ve</strong><br />

kültürler arasında büyük farklılıklar olmakla<br />

birlikte yaşam döngüsü, çekirdek <strong>aile</strong>nin zaman<br />

içinde gelişimini betimler. Her bir evrede<br />

üstesinden gelinmesi gereken gelişimsel görevler<br />

vardır. İşlev bozukluğu olan <strong>aile</strong>ler bu evreleri<br />

geçerken sorunlar yaşamakta <strong>ve</strong> yeni evreye<br />

uyum sağlamakta zorlanmaktadırlar. Gelişimsel<br />

görevleri başaramayan <strong>aile</strong>ler genellikle uzun<br />

sürede <strong>aile</strong> sorunları ile karşı karşıya kalma riski<br />

taşırlar. Hastalık, kaza, bir yakının kaybı,<br />

ekonomik sorunlar gibi yaşamsal krizler <strong>aile</strong>nin<br />

yaşam döngüsünü olumsuz etkileyebilmektedir.<br />

Ailenin başarılı bir geçiş yapabilmesine destek<br />

olacak yeni kurallarda anlaşabilmesi için yaşam<br />

döngüsü evreleri konusunda yeterli bilgiye sahip<br />

olması gerekir. Ailenin yaşam döngüsü evreleri;<br />

bekar genç erişkin, evli çiftler, çocuklu çiftler,<br />

okul öncesi çocukları olan <strong>aile</strong>ler, ergenlik öncesi<br />

çocukları olan <strong>aile</strong>ler, ergen çocukları olan<br />

<strong>aile</strong>ler, çocukları genç yetişkin olan <strong>aile</strong>ler,<br />

ebe<strong>ve</strong>ynlik sonrası çiftler, yaşlı çiftler olarak<br />

tanımlanmaktadır.<br />

Aile kuramları içinde en temel kuramlardan biri<br />

olan sistem teorisinin yanı sıra son yıllar bilişseldavranışçı<br />

<strong>aile</strong> kuramı, feminist <strong>aile</strong> kuramı <strong>ve</strong><br />

postmodern <strong>aile</strong> kuramları gibi <strong>aile</strong>ye farklı bakış<br />

açıları gelişmiştir.


Kendimizi Sınayalım<br />

1. Aileyi, sistem teorisine göre açıklayan<br />

aşağıdaki cümlelerden hangisi yanlıştır?<br />

a. Aile, alt sistemlerden oluşur.<br />

b. Aile sisteminin sınırları vardır.<br />

c. Ailede bireylerin davranışları, sebep-sonuç<br />

ilişkisi içinde doğrusal nedensellikle anlaşılır.<br />

d. Aileler açık sistemler gibi hareket ederler.<br />

e. Aile bireylerinden birini etkileyen bir durum<br />

bütün <strong>aile</strong> sistemini etkileyecektir.<br />

2. Değişen çevresel şartlar karşısında <strong>aile</strong>nin<br />

dengesini koruyabilme becerisine ne denir?<br />

a. Homeostazis<br />

b. Eşsonlanım<br />

c. Aile kuralları<br />

d. Geribildirim<br />

e. Bütünlük<br />

3. Aile bireylerinden birini etkileyen bir durumun<br />

bütün <strong>aile</strong> sistemi etkilemesine ne denir?<br />

a. Homeostazis<br />

b. Eşsonlanım<br />

c. Aile kuralları<br />

d. Geribildirim<br />

e. Bütünlük<br />

4. Aşağıdakilerden hangisi <strong>aile</strong>nin gelişimsel<br />

görevlerindendir?<br />

a. Aile üyelerinin bakımı,<br />

b. Aile üyelerinin beslenmesi<br />

c. Aile üyelerinin <strong>eğitimi</strong><br />

d. Aile bireylerinin ruhsal <strong>ve</strong> sosyal gelişimini<br />

e. Hastalık, kaza gibi durumlarda <strong>aile</strong> üyelerinin<br />

birbirine destek olması<br />

5. Aşağıdakilerden hangisi <strong>aile</strong>nin kriz dönemlerine<br />

yönelik görevlerindendir?<br />

a. Aile üyelerinin bakımı,<br />

b. Aile üyelerinin beslenmesi,<br />

c. Aile üyelerinin <strong>eğitimi</strong>,<br />

d. Aile bireylerinin ruhsal <strong>ve</strong> sosyal gelişimini,<br />

e. Hastalık, kaza gibi durumlarda <strong>aile</strong> üyelerinin<br />

birbirine destek olması,<br />

<br />

15<br />

6. Aşağıdakilerden hangisi sağlıklı <strong>aile</strong>nin<br />

özelliklerinden değildir?<br />

a. Aile bireylerinin birbirine bağlı olması,<br />

b. Çatışmaların konuşarak çözümlemesi yerine<br />

sessiz kalmanın tercih edilmesi,<br />

c. Aile üyeleri birbirlerine takdirlerini<br />

belirtmesi,<br />

d. Birlikte zaman geçirmeye istekli olunması,<br />

e. Aile üyesinin yetenek <strong>ve</strong> becerilerini geliştirmesine<br />

destek olunması,<br />

7. Aşağıdakilerden hangisi merkezcil <strong>aile</strong>nin<br />

özelliklerinden değildir?<br />

a. Bireylerin <strong>aile</strong>ye yakınlaşma eğilimi vardır.<br />

b. Aile içi yaşama ağırlık <strong>ve</strong>rilir.<br />

c. Ailenin dış sınırları belirginleşirken <strong>aile</strong><br />

içinde yardımlaşma <strong>ve</strong> sınırlar esner.<br />

d. Daha çok <strong>aile</strong> dışında kurduğu ilişkilerde<br />

mutlu olan bireylerden oluşur.<br />

e. Evden ayrılma <strong>ve</strong> yeni bir <strong>aile</strong> kurmada<br />

sorunlar yaşanabilir.<br />

8. Aşağıdaki <strong>aile</strong>nin yaşam döngüsü evrelerinden<br />

hangisinde <strong>aile</strong>sinden ayrışabilme, yakın ilişkiler<br />

kurabilme, kendi yaşam planlarını oluşturma gibi<br />

gelişimsel görevlerin üstesinden gelinir?<br />

a. Bekar genç erişkin,<br />

b. Evli çiftler<br />

c. Çocuklu çiftler<br />

d. Okul öncesi çocukları olan <strong>aile</strong>ler,<br />

e. Ebe<strong>ve</strong>ynlik sonrası çiftler<br />

9. Aşağıdaki <strong>aile</strong>nin yaşam döngüsü evrelerinden<br />

hangisinde evlilikte düzenin oluşturulması,<br />

ebe<strong>ve</strong>ynliğe hazırlık gibi gelişimsel görevlerin<br />

üstesinden gelinir?<br />

a. Bekar genç erişkin,<br />

b. Evli çiftler<br />

c. Çocuklu çiftler<br />

d. Okul öncesi çocukları olan <strong>aile</strong>ler,<br />

e. Ebe<strong>ve</strong>ynlik sonrası çiftler


10. Aşağıdaki <strong>aile</strong> kuramlarından hangisi<br />

cinsiyete dayanan <strong>aile</strong>nin yapısını <strong>ve</strong> rollerini<br />

irdelemiştir?<br />

a. Sistemik <strong>aile</strong> kuramı<br />

b. Bilişsel <strong>aile</strong> kuramı<br />

c. Bilişsel-davranışçı <strong>aile</strong> kuramı<br />

d. Feminist <strong>aile</strong> kuramı<br />

e. Postmodern <strong>aile</strong> kuramı<br />

Kendimizi Sınayalım Yanıt<br />

Anahtarı<br />

1. c Yanıtınız yanlış ise “Sistem Kuramı <strong>ve</strong> Aile”<br />

başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

2. a Yanıtınız yanlış ise “Sistem Kuramı <strong>ve</strong> Aile”<br />

başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

3. e Yanıtınız yanlış ise “Sistem Kuramı <strong>ve</strong> Aile”<br />

başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

4. d Yanıtınız yanlış ise “Ailenin İşlevleri”<br />

başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

5. e Yanıtınız yanlış ise “Ailenin İşlevleri”<br />

başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

6. b Yanıtınız yanlış ise “Sağlıklı Ailelerin<br />

Özellikleri” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

7. d Yanıtınız yanlış ise “Sağlıklı Ailelerin<br />

Özellikleri” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

8. a Yanıtınız yanlış ise “Ailenin Yaşam<br />

Döngüsü” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

9. b Yanıtınız yanlış ise “Ailenin Yaşam<br />

Döngüsü” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

10. d Yanıtınız yanlış ise “Diğer Aile<br />

Kuramları” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

<br />

16<br />

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı<br />

Sıra Sizde 1<br />

Ailede bireylerin davranışları, doğrusal bir sebepsonuç<br />

ilişkisi içindeki nedensellikten çok birbirini<br />

etkileyen döngüsel bir nedensellik içinde daha iyi<br />

anlaşılır. Örn. kızının sürekli daha fazla çalışmasını<br />

isteyen anne, genç kızda sıkıntı artışına yol<br />

açıyor. Bu ise ders başarısını olumsuz etkiliyor.<br />

Baba ise annenin kızı ile yeterince ilgilenmediğini<br />

söyleyerek anneyi uyarıyor. Ya da<br />

döngüsel şemayı babanın anneyi uyarması ile<br />

başlatabiliriz.<br />

Sıra Sizde 2<br />

Sağlıklı <strong>aile</strong>de; 1) <strong>aile</strong> bireyleri birbirlerine<br />

bağlıdırlar, enerji <strong>ve</strong> zamanlarını <strong>aile</strong> ile ilgili<br />

aktivitelere ayırırlar, 2) <strong>aile</strong> üyeleri birbirlerini<br />

gerek sözleri gerek yaptıkları ile takdir ederler, 3)<br />

nicelik <strong>ve</strong> nitelik olarak birlikte kaliteli zaman<br />

geçirirler, 4) iletiler duyarlı bir şekilde <strong>ve</strong>rilir <strong>ve</strong><br />

alınır, 5) krizlerle başederken; daha deneyimli<br />

kişilerden öneri alma, uzlaşma, mizahı kullanma<br />

<strong>ve</strong> duygularını dışa vurma gibi yöntemleri<br />

kullanırlar, 6) her bir <strong>aile</strong> üyesinin yetenek <strong>ve</strong><br />

becerilerini geliştirmesine destek olurlar, 7) roller<br />

açık, belirgin, uygun şekilde düzenlenmiş <strong>ve</strong><br />

birbirini tamamlayan özelliktedir.<br />

Sıra Sizde 3<br />

Ailenin yaşam döngüsü evreleri; bekar genç<br />

erişkin, evli çiftler, çocuklu çiftler, okul öncesi<br />

çocukları olan <strong>aile</strong>ler, ergenlik öncesi çocukları<br />

olan <strong>aile</strong>ler, ergen çocukları olan <strong>aile</strong>ler,<br />

çocukları genç yetişkin olan <strong>aile</strong>ler, ebe<strong>ve</strong>ynlik<br />

sonrası çiftler, yaşlı çiftler olarak tanımlanmaktadır.


Sıra Sizde 4<br />

Ünlü felsefeci Wittgenstein “Dilimin sınırları<br />

dünyamın sınırlarını gösterir, belirler.” demiştir.<br />

Postmodern görüşe göre dil-söylem insanın<br />

dünyasını yapılandırmaktadır. Her şeyin dil<br />

içinde var edildiğini belirtir. Gereksinim olan şey<br />

kişilerin konuşma tarzlarının değişmesidir.<br />

Problem odaklı konuşmaktan çözün odaklı<br />

konuşmaya yönelmelidir. Daha önce “ağır”,<br />

“çözümsüz” görülen sorunlara “espri” <strong>ve</strong><br />

“hafiflik” katılır. Ailedeki problemlerin, kendileri<br />

hakkında sahip oldukları <strong>ve</strong> baskıcı kültürel<br />

söylemlerden de yansıyan öykülerle ilişkili<br />

olduğunu belirtir. Bu kurama göre sorun yaşayan<br />

<strong>aile</strong>ler kendi yaşamları ile ilgili sıklıkla olumsuz,<br />

zarar <strong>ve</strong>rici <strong>ve</strong> umutsuz öyküleri kurgularlar.<br />

Problem dilini kullanmak yerine çözüm dili<br />

kullanılmalıdır. Sorunların çözümünde neyin<br />

problem olduğundan çok neyin problem olmadığı<br />

tanımlanır. Neyi istemediklerine değil neyi<br />

istediklerine odaklanmalıdırlar.<br />

<br />

17<br />

Yararlanılan Kaynaklar<br />

Bray, S.(2003), Temel Aile Terapisi Eğitimi<br />

ders notları, İstanbul<br />

Canatan, K., Yıldırım, E.(2011). Aile Sosyolojisi.<br />

İstanbul, Açılımkitap.<br />

Combrinck-Graham L.(1985). A de<strong>ve</strong>lopmental<br />

model for family systems. Fam Process.<br />

24(2):139-50.<br />

Gladding ST.(2002). Family Therapy. New<br />

Jersey: Pearson Education Inc.<br />

Kılıç, EZ.(2009). “Aile Terapileri”, Psikoterapi<br />

Yöntemleri. Editörler: Ertuğrul Köroğlu, Hakan<br />

Türkçapar. Ankara, HYB Basım Yayın.<br />

Minuchin, S. (1981). Family Therapy<br />

Techniques, Cambridge: Harvard Uni<strong>ve</strong>rsity<br />

Press.<br />

Ozankaya, Ö. (1979). Toplumbilimine Giriş.<br />

Ankara: Ankara Üni<strong>ve</strong>rsitesi Siyasal Bilgiler<br />

Fakültesi Yayını.<br />

Özgü<strong>ve</strong>n, IH. (2000). Evlilik <strong>ve</strong> Aile Terapisi,<br />

Ankara, PDREM Yayınları.<br />

Yavuzer, H. (2010). Evlilik Okulu, İstanbul,<br />

Remzi Kitabevi.


2<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

Amaçlarımız<br />

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;<br />

Eşler arası iletişimi <strong>ve</strong> sağlıklı iletişimi tanımlayabilecek,<br />

Çatışmayı, çatışma türlerini, <strong>ve</strong> çatışmanın evlilik ilişkisi üzerinde etkilerini, açıklayabilecek,<br />

Aldatma <strong>ve</strong> sadakatsizliğin, eşler üzerindeki etkilerini, tartışabilecek,<br />

Boşanmanın aşamalarını, boşanma sürecini, boşanmanın eşler <strong>ve</strong> çocuklar üzerindeki etkilerini<br />

açıklayabilecek<br />

bilgi <strong>ve</strong> becerilere sahip olabilirsiniz.<br />

Anahtar Kavramlar<br />

İletişim<br />

İletişim Becerileri<br />

Çatışma<br />

İçindekiler<br />

Giriş<br />

Sadakatsizlik<br />

Eşler Arası İletişim Sorunları<br />

Çatışma<br />

Sadakatsizlik, Aldatma<br />

Boşanma<br />

<br />

18<br />

Aldatma<br />

Boşanma<br />

Kriz<br />

Yas


GİRİŞ<br />

<br />

Evlilikte İlişki Sorunları<br />

Eşler bir ömür boyu birlikte yaşamak için evlenseler de, her zaman birbirleri ile aynı şekilde düşünmez <strong>ve</strong><br />

hissetmezler. Bazı konularda benzer bazı konularda farklı düşünen bireylerin zaman zaman çatışma<br />

yaşamaları doğaldır. Ancak evliliğin sadece evlenen iki kişiyi değil çevrelerindeki diğer insanları hatta<br />

toplumu etkilediği göz önüne alınırsa, mutlu bir evliliğin sürdürülmesi <strong>ve</strong> evlilik ilişkisinin yıpranmasına<br />

engel olmanın ne kadar önemli olduğu anlaşılır.<br />

Çatışma, bireylerin, karşılıklı olarak birbirlerinin ihtiyaçlarına müdahale etmeleri, değerlerinin<br />

uyuşmaması durumunda kişilerarasında ortaya çıkan uyuşmazlık, zıtlaşma, sürtüşmeyi ifade eder. Bir<br />

başka tanıma göre ise “ilişkideki gerçeğin ortaya serildiği an” dır. Çatışma aynı zamanda bir ilişkinin<br />

sınanmasıdır. Evlilikte sorun bir çatışmanın ortaya çıkması değil, uygun bir şekilde ele alınıp çözülüp<br />

çözülmediğidir. Eşler, çatışma anında sağlıklı, ilişkiyi güçlendirici seçenekler üretip, her iki taraf içinde<br />

uygun alternatifleri ortaya çıkarabilir, aralarında en uygununu seçebilir <strong>ve</strong> uygulayabilirse çatışma ilişkiyi<br />

güçlendirecek bir çözüme gidecektir. Bunun içinde her şeyden önce sağlıklı bir iletişim gereklidir.<br />

İletişim, “bilgi üretme, aktarma, anlamlandırma süreci”dir. Kişilerarası ilişkilerde iletişimin yeri<br />

önemlidir. Çalışmalar eşlerin en sık bildirdikleri ilişki sorununun, iletişim problemleri olduğunu<br />

göstermektedir. Aynı zamanda, iletişim becerileri, evlilik doyumunu da arttırmaktadır. İletişim,<br />

çatışmaları yumuşatabilir, engelleyebilir, çözebilir ya da sürdürebilir.<br />

Evlilikte eşler arası sorunların; kullanılan sözel ifadelerle, sözel saldırganlığın oranıyla, tartışma<br />

becerisi eksikliğiyle, eşlerden birinin daha fazla sözel saldırganlığıyla, saldırgan eşin olumsuz ifadelerinin<br />

diğer eş tarafından ne oranda kabul edildiği <strong>ve</strong> bu davranışlara ne ölçüde göz yumulduğu ile ilişkili<br />

olduğu ileri sürülmektedir.<br />

Eşler arası şiddet bireysel iletişim becerilerinin yetersizliğinin bir sonucudur. Bu tür evliliklerde<br />

eşlerden biri ya da ikisi;<br />

• karşındakinin yeterliliğine sıklıkla saldırır,<br />

• sözel istismar ya da sözel saldırganlığa yönelir,<br />

• iletişim esnasında olumsuz mimikleri sık kullanır,<br />

• birbirlerini kızdırmaya yönelik davranışlarda bulunur,<br />

• olumlu ya da olumsuz duyguları eşleri tarafından anlaşılmaz, mesajları alınmazsa karşılık alana<br />

dek daha güçlü olumsuz sözel mesajlar gönderir,<br />

• sözel ifadeler etkili olmadığında fiziksel istismara başvurabilirler.<br />

EŞLER ARASI İLETİŞİM SORUNLARI<br />

Kişilerarası iletişim, bir kişinin düşünce, duygu, bilgisini sözlü, yazılı, beden dili <strong>ve</strong> ses tonuyla<br />

karşısındaki kişiye iletmesi <strong>ve</strong> o kişinin de, bu mesajı kendi düşünce sürecinde yorumlamasıdır.<br />

Kişilerarası iletişim dört temel ögeden oluşur:<br />

19


1. Mesajı gönderen kişi; açık, net, dürüst <strong>ve</strong> empati ile iletişime başlamalıdır.<br />

2. Mesajın yapılandırılması; iletişim sorunlarının oluşmasındaki en önemli etmendir. Mesajda<br />

kullanılacak kelimeler, ses tonu, beden dili özenle seçilmeli <strong>ve</strong> söylenmek istenen tüm ayrıntıları<br />

içermelidir.<br />

3. Mesajı alan kişi’nin; kişilik yapısı, alışkanlıkları, mesajı yollayan ile arasındaki ilişki mesajın<br />

yorumlanmasını etkiler.<br />

4. İletişimin yer aldığı ortam: Yer, durum, zaman genellikle ne dendiği, nasıl dendiği nasıl<br />

anlaşıldığı <strong>ve</strong> nasıl tepki <strong>ve</strong>rileceğini etkiler. Bir sözlü mesaj; %7 oranında içerdiği<br />

kelimelerle, %38 oranında yollandığı andaki ses tonuyla, %55 sözsüz mesaj kısmıyla<br />

değerlendirilmektedir.<br />

Kişilerarası iletişimin bir örneği olarak eşler arası iletişim “iki ayrı dünya olan kadın <strong>ve</strong> erkeğin, karıkoca<br />

birlikteliğinde dünyalarını birleştirme davranışları” dır. Böylesi bir davranış içine giremeyen eşlerin<br />

birbirini etkilemeleri mümkün olmayacaktır.<br />

Kadın <strong>ve</strong> erkek arasında biyolojik olarak duygusal farklılıklar olduğu ileri sürülmektedir. Biyolojik<br />

farklılıkların yanı sıra, ebe<strong>ve</strong>ynler, kız <strong>ve</strong> erkek çocuklara, duygularla baş etmede farklı dersler<br />

<strong>ve</strong>rmektedirler. Kızlar konuşma yetisini daha erken kazanmakta oldukları için duygularını açıklamada<br />

daha deneyimli olurlar. Aileler duygular hakkında kızlarla daha fazla konuşur. Buna karşılık duygularını<br />

dile getirme konusunda teşvik görmeyen erkekler hem kendi hem de başkalarının duygusal durumları<br />

hakkında büyük ölçüde bilinçsiz olabilir. Duygusal öğrenimdeki farklılıklar farklı becerilerin oluşmasına<br />

neden olur. Kadınlar duygusal işaretleri okumakta, duygularını ifade etmekte <strong>ve</strong> iletmekte ustalaşırken,<br />

erkekler incinebilirlik, suçluluk, korku, acı gibi duygularını en aza indirmekte ustalaşabilirler. Yapılan<br />

araştırmalarda, kadın <strong>ve</strong> erkekler arasında bir takım iletişim farklılıkları saptanmıştır:<br />

• Kadınlar daha çok özel, erkekler daha çok genel konuşmaları tercih eder.<br />

• Kadınlar kendilerini rahat hissettikleri, kadınların bulunduğu mekanlarda, ev ortamlarında,<br />

telefon konuşmalarında rahattırlar, erkekler ise toplantı <strong>ve</strong> kalabalık mekanlarda rahat<br />

konuşurlar.<br />

• Kadınlar duygusal içerikli mesajları erkeklere göre daha sık kullanırlar.<br />

• Kadınlar erkeklerden daha fazla duygusal tepki <strong>ve</strong>rir <strong>ve</strong> duygusal tepki bekler.<br />

• Erkekler daha fazla bilgi içeren, duygusal olmayan tepkiler <strong>ve</strong>rir, pratik, yapıcı, mantıksal<br />

tepkiler bekler.<br />

• Tartışmalarda kadınlar daha fazla olumsuz duygu gösterir, karşısındakini ikna için kişisel<br />

özelliklere yönelik saldırıda bulunabilir.<br />

• Kadınlar için, ilişkiyle ilgili en önemli öge “iyi iletişim” hissidir.<br />

• Erkekler ilişkilerindeki hemen her şeyi eşlerine oranla daha tozpembe görmektedir.<br />

Kadınlar <strong>ve</strong> erkekler arasındaki bu farklılıklar iyi ya da kötü olarak yorumlanmamalıdır. Eşler bu<br />

farklılıkları bilmeli <strong>ve</strong> nazik, etkili bir iletişimle aşmayı öğrenmelidir. Eşler arasındaki ilişkiyi bozan <strong>aile</strong><br />

konuları, para idaresi ya da çocuk bakımı gibi konular olmaktan çok bu konuların nasıl tartışıldığıdır.<br />

İlişkilerinde sorun yaşayan çiftlerde iletişim biçimlerinde sık rastlanan aksaklıklar aşağıda<br />

sıralanmıştır:<br />

• Sözsüz iletişim biçimlerini çoğunlukla olumsuz algılarlar.<br />

• Sorun çözmeye daha az yatkındırlar.<br />

• Sözsüz davranışlar daha fazladır.<br />

• Daha fazla olumsuz karşılık <strong>ve</strong>rirler.<br />

<br />

20


• Eşlerinden daha fazla şikayet eder, eleştirir, sesini yükseltir, alaycı ifadeler kullanırlar.<br />

• İki tarafta dinlendiğini <strong>ve</strong> önemsendiğini düşünmeyip savunmacı yaklaşır.<br />

• Konunun dışına çıkarlar çözüm üretmezler.<br />

• Yanıt <strong>ve</strong>rmeden aldırmaz görünürler.<br />

• Sürekli savunmadadırlar, inkar eder, neden yaratırlar.<br />

• Alttan almaya çalışmazlar, kızgın <strong>ve</strong> suskun dururlar.<br />

• Akıl okumaya, küçük düşürmeye çalışır, sürekli söz keser, karşı saldırıya geçer, eşini analiz<br />

ederler.<br />

Fitzpatrick <strong>ve</strong> Ritchie <strong>aile</strong> içi konuları ele alma <strong>ve</strong> tartışma bakımından üç ayrı evlilik <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> biçimi<br />

tanımlar;<br />

1. Bağımsız çiftler: Aile içi bağımsızlık önemsenir. Bu çiftler çatışma ile kolay baş eder,<br />

tartışmaları iyi yönlendirir. Kadın erkek eşitliğine olan inançlarını çocuklarına aşılarlar <strong>ve</strong><br />

çocuklarının iletişim yeteneklerini geliştirir, bağımsızlıklarını güçlendirmeye çalışırlar.<br />

2. Geleneksel çiftler: Geleneksel çiftlerin uzlaşmacı yönleri ebe<strong>ve</strong>ynlik işlevlerinde görülür. Yaşam<br />

felsefeleri benzerdir. Evlilik için kişisel bağımsızlıklarından belli oranda öz <strong>ve</strong>ride bulunurlar.<br />

Bu tip çiftlerde tartışma ancak önemli konularda olur.<br />

3. Ayrı çiftler: Ebe<strong>ve</strong>ynler koruyucu roldedir. Ailede samimiyet azdır. Evliliği sürdürme gerektiği<br />

hissi hakimdir. Duygularını ifade etmez, çatışmadan kaçınırlar. Evlilikleri hakkında az konuşur,<br />

çocukların dış etkilere karşı baş etme yetilerini geliştirmek için çaba göstermezler.<br />

Savunucu İletişim Kalıpları<br />

Kişilerarası iletişim açık <strong>ve</strong> savunucu olarak ikiye ayrılır. Eşlerden biri ya da ikisi, karşısındaki suçlayıcı<br />

tutum içine girdiğinde savunucu iletişim gelişir <strong>ve</strong> çatışma ortaya çıkar. Açık iletişim tarzında tartışma<br />

görülmez. Bir iletişim ortamında kişilerden birisi aşağıdaki altı tavırdan birini sergilediğinde karşısındaki<br />

savunucu iletişim kurmaya itmiş olur, yani çatışmaya yol açar:<br />

1. Yargılayan mesajlar: Bu tür mesajlar karşısında eş ya geri çekilir, ya kendisi de eleştiriye başlar<br />

ya da savunuculuk artar.<br />

• eleştirme, isim takma, suçlama, küçümseme (“beni hiç düşünmüyorsun”, “kendinden başka<br />

kimseyi dinlemiyorsun”, “tembelsin, hep kendi istediklerin yapılsın istiyorsun”, “yalnız<br />

kendini düşünüyorsun”, “aptalın tekisin, bir işi beceremiyorsun”),<br />

• sorguya çekme, soruşturma (bütün gün neredeydin, bütün gün ne yaptın, sürekli kiminle<br />

konuşuyorsun),<br />

• övme (“kıyafetin muhteşem”),<br />

2. Kontrol eden mesajlar: Bu tür mesajlar otoriter, tehditkar, dinleyenin kontrol edilmeye ihtiyacı<br />

olduğunun düşünüldüğü, dinleyenin yetersiz algılandığına dair bir tavır içerir.<br />

• yöneten, hükmeden, emreden (“sana söylediğimi yap”, “ben böylemi yaptım düzelt onu”,<br />

“annenler bu e<strong>ve</strong> giremez”),<br />

• uyaran, tehdit eden, cezalandıran (“kapıdan çıkarsan bir daha giremezsin”, “bir daha geç<br />

kalırsan kapının açılmasını bekleme”, “tartışma bitmiştir”),<br />

• ahlak dersi <strong>ve</strong>ren, akıl öğreten (“iyi bir anne her zaman çocuğunun başındadır”, “kendine bir<br />

hobi bul”)<br />

3. Stratejik mesajlar; açıkça ifade edilemeyen bir amaç için karşısındaki kişiyi yönlendirmeyi<br />

amaçlayan mesajlardır. Mesaj hedefine ulaşırsa sorun çıkmaz ancak eş altındaki amacı anlar <strong>ve</strong><br />

karşı çıkarsa sorunlar ortaya çıkacaktır.<br />

<br />

21


• sözsüz manipülasyon (surat asma, küsme, iç çekme, diğerini dinlemeyip televizyon<br />

seyretmeye gazete okumaya devam etmesi)<br />

• sözlü manipülasyon (“beni seviyorsun değil mi…o zaman şu işi halleder misin benim için”)<br />

4. Nötr mesajlar; duygusal yakınlık ya da çatışmadan uzaklaşmayı, kaçınmayı amaçlayan<br />

mesajlardır.<br />

• uzaklaştırmak, saptırmak (“bu gün tartışmak istemiyorum”, “konuyu değiştirebilir miyiz<br />

lütfen”)<br />

• aldırmamak, baştan savmak, telaşlanmak (“hıım ne diyordun”, “sonra konuşsak”, “tamam<br />

hallederiz”, “dinleyemem çok acelem var”)<br />

• yatıştırma, özür dilemek, teselli etmek, sempati göstermek (“hepsi geçecek tatlım”, “tamam<br />

ağlama güçlü ol”, “aynı şeyi bende hissetmiştim”)<br />

5. Üstünlük taslayan mesajlar: Bu tür mesajlar ben bilirim, ben haklıyım, beni dinlemelisin iletileri<br />

gönderir. Karşısındaki kişiyi sorunlarını anlama <strong>ve</strong> çözme yetisini geliştirmekten yoksun bırakır<br />

ya da çatışma yaratır.<br />

• öğüt <strong>ve</strong>rme, tavsiye etme (“bu adamdan sana hayır gelmez bırak gitsin”, “sabahları daha<br />

erken kalkmalısın”, “biraz canlanıp kendine bakmalısın”)<br />

• teşhis koyma (“uykunu alamadığın için hırçınsın”, “aynı annene benziyorsun”, “senin<br />

sinirlerin bozuk”)<br />

6. Kesin mesajlar; -meli, -malı tarzında ifadelerdir. Karşısındaki kişinin farklılığını kabul edemez,<br />

kurallar onun için daha önemlidir.<br />

• ikna edici (“itirazın anlamı yok bu iş bu gün bitirilmeli”)<br />

• nutuk çeken (“bir kadın her zaman önceliğini evine <strong>ve</strong>rmelidir”)<br />

• tartışan (“bunun başka açıklaması yok”, “<strong>aile</strong>n konusunda haklı olduğumu biliyorum”)<br />

Eşler Arası Sağlıklı İletişim Kurabilmek İçin Öneriler<br />

Eşler için savunmaya geçmeden konuşabilmenin yolu, söylenenleri kişisel saldırıya dönüştürmek yerine<br />

belirli bir şikayet konusu etrafında tutmaktır.<br />

Konuşurken çiftlerin ben-dilini kullanmaları ilişkileri açısından son derece faydalı olacaktır. Bir<br />

suçlama, eleştiri tonu olan sen-dilinin yerine karşı taraftaki kişide olumsuz tepki oluşturacak herhangi bir<br />

mesaj içermeyen ben-dili iletişimi arttırır. Ben-dili mesajı oluşturulurken 3 ana ögeyi içermelidir:<br />

1. Ne oldu<br />

2. Ne hissettim<br />

3. Ne bekliyorum<br />

Ben-dilinin kullanılmasına örnekler;<br />

“Beni arayıp yemeğe geç kalacağını haber <strong>ve</strong>rmeyince başına bir şey geldiğini düşünüp üzülüyorum.<br />

Geç kalacağın zaman haber <strong>ve</strong>rirsen sevinirim”<br />

“Beni misafirlerin yanında eleştirmenden utandım <strong>ve</strong> kızdım. Başkalarının yanında eleştiride<br />

bulunmamanı tercih ederim”<br />

“Annenleri e<strong>ve</strong> da<strong>ve</strong>t etmeden önce bana haber <strong>ve</strong>rirsen rahat hazırlanabilirim, telaşlanıp gerilmem”<br />

“Yüksek sesle konuşman beni korkutuyor lütfen alçak sesle konuşmaya çalış”<br />

Ben-dili mesajları;<br />

<br />

22


• ben-dilini kullanan kişinin olumsuz duygularını onu küçültmeksizin iletir,<br />

• olumsuz duygular <strong>ve</strong> hissedilenler açıkça ifade edilir,<br />

• karşısındaki kişide değişme isteği uyandırır,<br />

• karşı tarafa ihtiyaçlar <strong>ve</strong> onlarla ilgili duyguları iletir,<br />

• açıklık, dürüstlük, iletişim konusunda diğer kişiye model olur,<br />

• gelecekte olabilecek çatışmaları azaltır,<br />

• ilişki zedelenmez, sağlıklı sürmeye devam eder.<br />

Aktif dinleme de ben-dili mesajlarının devamı olarak iletişimi sürdüren, geliştiren tekniklerdendir.<br />

Eşlerden biri bir mesaj ilettiği zaman diğeri ne duyduğunu <strong>ve</strong> nasıl yorumladığını ona geri iletir. “Ailenle<br />

ilgili sözlerimin seni öfkelendirdiğini söylüyorsun”. Aktif dinlemedeki amaç, eşlerin konuşmadan aynı<br />

anlamı paylaşmalarını sağlamaktır. İletişimi başlatan kişi mesajında, içerikle birlikte duygularını da ifade<br />

etmelidir ki, karşı taraftaki kişi konuşmacının duygularını anlasın. Dinleyen kişi de, ne anladığını ifade<br />

ettikten sonra, anlaşılan söylenilmek istenen ile aynı ise konuşma sürer. Farklı ise daha açık anlatılır.<br />

Böylece olumsuz duygular engellenir.<br />

Eşler arasında bir konu ele alınırken dikkat edilmesi gereken noktalar çeşitli araştırmacılar tarafından<br />

tanımlanmıştır:<br />

• Kendinizi eşinizin yerine koyun <strong>ve</strong> haklı tarafları olup olmadığını düşünün,<br />

• Eşinizin görüş açısını ihtiyaçlarını <strong>ve</strong> arzularını anlamaya çalışın,<br />

• Önerilerinizin eşinizin değerleri ile çatışmamasına dikkat edin,<br />

• Sabırla dinleyin dinlediğinizi belli edin,<br />

• Saygılı <strong>ve</strong> kibar olun,<br />

• Duyguları açıklığa kavuşturun,<br />

• Kendinizi açıkça ifade edin,<br />

• Tartışmayı haklı çıkmak için değil uzlaşmak için yapın,<br />

• Size yönelik saldırıyı probleme yönelik olarak ele alın,<br />

• Geçmişe gitmeden bu günde kalın,<br />

• Olumsuz sonuçlara neden olacak cümle <strong>ve</strong> tepkilerden kaçının,<br />

• Tartışmaları çok uzatmayın,<br />

• Hatalı olduğunuzu düşündüğünüz zaman bunu kabul edin ama kendinizi eleştirmeyin,<br />

• Konuşmaya başlamadan önce eşinizin cümlesini bitirdiğinden emin olun<br />

“Adil kavga” <strong>ve</strong> “adil olmayan kavga” kavramlarını daha önce<br />

duydunuz mu? Bu kavramlar hakkında ne biliyorsunuz?<br />

‘Keşke’siz Bir Yaşam İçin İletişim Donanımları, Doğan Cüceloğlu,<br />

Remzi kitabevi, 11. Basım, 2002, İstanbul<br />

Çiftler evlilik hayatları boyunca ufak tefek pek çok sorunla karşılaşır. Bu sorunları çözebilmek her<br />

zaman mümkün olmamaktadır. Anlaşmazlıkların iki tarafı da memnun edecek şekilde çözümlenebilmesi<br />

<br />

23


için eşler arasında işbirliği <strong>ve</strong> uzlaşma gereklidir. Genellikle eşlerden her biri diğerinin olumsuz davranışı<br />

karşısında kendini mağdur görür <strong>ve</strong> değişime ilk onun başlaması gerektiğini savunur. Bu durum<br />

işbirliğinin gelişmesi <strong>ve</strong> uzlaşmaya varılması konusunda önemli bir engel oluşturmaktadır.<br />

ÇATIŞMA<br />

Çatışma, herhangi bir neden şu anki durumun geçmişteki deneyimlerle ilişkisi olmadan oluşmamaktadır.<br />

Mutlaka insan ilişkilerinin temelinde çatışmanın bir başlangıç noktası vardır. Buna çatışmanın öncül<br />

koşullar aşaması denir. Daha sonra kızgınlık <strong>ve</strong> farkındalık aşaması gelir. Bu aşama, bir ya da daha fazla<br />

<strong>aile</strong> bireyinin, diğer bir kişi ya da grubun kendi istediklerini yapmasını engellemeleri nedeniyle kızmasını<br />

içermektedir. Yaşanan kızgınlık bireylerinin birbirlerini anlamalarına göre değişmektedir. Yanlış<br />

anlamalarda aslında bir sorun olmadığı halde çatışmalara neden olabilmektedir. Çatışma, eşlerden birinin<br />

olumsuz sonuçların olumlu sonuçlardan daha fazla olduğunu fark etmesiyle sona erebilir. Aktif çatışma<br />

aşamasında çatışma, kendini bir dizi sözlü <strong>ve</strong> sözsüz mesajda göstermektedir. Karşılıklı atışma süreci <strong>aile</strong><br />

kurallarına göre <strong>ve</strong> kavga etme şekillerine göre şekillenir. Bazı <strong>aile</strong>lerde bağırma enderdir. Bazılarında ise<br />

en küçük konularda bile bağrışma görülebilir. Aktif çatışma çözüm ya da çözümsüzlük aşaması ile<br />

sonuçlanır. Çözüm yaratıcı, yapıcı, bütün bireyleri memnun edici olabileceği gibi yıkıcı, bireyleri hayal<br />

kırıklığına uğratıcı da olabilir. Bazen önceki durumlara uyum ya da uzlaşma görülebilir. Bazı çatışmalar<br />

ise çözümsüzlükle sonuçlanır. Bundan sonra gelen tamamlayıcı aşama sonraki aşama olarak da<br />

adlandırılabilir. Tamamlayıcı aşama, çatışmayı takip eden aynı çatışmanın tekrarından kaçınma <strong>ve</strong>ya<br />

kabul etmeden yatışma gibi gelecekteki iletişimi belirleyen tepkileri içerir. Kızgınlık gibi olumsuz<br />

duygular <strong>ve</strong>ya fiziksel yaralanmalar başka bir çatışmaya neden olana dek gittikçe artabilir. Bu aşama ilk<br />

aşamaya bağlanır. Aile içindeki her çatışma öncül koşulları oluşturur <strong>ve</strong> gelecekteki çatışma tarzlarını<br />

belirler. Son aşama kararlaştırılmış aşama adını alır <strong>ve</strong> çatışmaların <strong>aile</strong> içinde tamamen sonlanmasıyla<br />

gerçekleşir. Belli bir konu üzerinde eşler çatışmalar yaşar ancak belli bir süre sonra uzlaşmaya varır <strong>ve</strong><br />

anlaşmalarına bağlı kalırlar.<br />

Çatışma Türleri<br />

Graph teorisine göre kişilerarası iletişimde çatışma türleri sekiz başlık altında toplanır:<br />

1. Aktif çatışma: Karşı karşıya gelen kişilerin birbirinde hoşlanmamaları ya da birbirlerine<br />

kızmaları durumunda ortaya çıkar. Birbirlerinin ne söylediğine aldırmadan, birbirlerini<br />

dinlemeden karşılıklı olarak birbirini eleştirir <strong>ve</strong> kavga ederler.<br />

2. Pasif çatışma: Herhangi bir nedenden ötürü (çekindikleri için ya da küs oldukları için) insanların<br />

birbiri ile iletişim kurmaması pasif çatışma türüdür. Küsme, sağlıksız bir iletişim şeklidir.<br />

Etkileşim ortamını fakirleştirir. Pasif çatışmalar bazen pasif saldırganlığa dönüşebilir. Fiziksel<br />

ya da sözlü saldırganlık gibi pasif saldırganlıkta da karşımızdakini susarak öfkelendirmeye<br />

çalışırız. Pasif saldırganlıkta, küsme bir alışkanlık, susma bir silah haline gelir. Pasif<br />

çatışmalardan biri de öfkenin içe atılması, ifade edilmemesidir. Birbirine kızan insanlar<br />

aralarında hiçbir şey olmamış gibi iletişimlerini sürdürdüklerinde pasif çatışma sergilemiş<br />

olurlar.<br />

3. Varoluş çatışması: Bir insan karşısındakinin sözlerini yanlış anlarsa ya da onun sözleriyle ilgisi<br />

olmayan bir mesaj <strong>ve</strong>rirse bu duruma varoluş çatışması denir. Kişinin dikkati karşısındakinde<br />

değil kendisindedir. Bu çatışmayı sergileyen kişilerin her biri kendi varoluşunu yaşamaktadır.<br />

Karşılıklı konuşan iki kişi birbirinden farklı konuyu konuşmaktadır. Ya birbirlerini<br />

dinlememekte ya da dinleseler bile işittikleri mesaja uygun cevap <strong>ve</strong>rmek yerine kendi iç<br />

dünyalarına uygun bir şeyler söylemektedirler. Günlük yaşamımızda sıklıkla karşılaştığımız<br />

imalı iletişimler sırasında da varoluş çatışması yaşanma ihtimali vardır. Bazen imalı bir mesajı,<br />

hedeflenen kişi yanlış anlayabilir ya da mesaj hedeflenen kişi tarafından alınmaz imalı mesajlara<br />

alışmış bir başka kişi tarafından üzerine alınabilir.<br />

4. Tümden reddetme: Bir kişi kendine yöneltilen mesajı tümüyle reddeder, tamamen aksi görüşü<br />

savunursa tümden reddetme çatışması sergilemiş olur. Tümden reddetme çatışmasında karşıdaki<br />

görüşün hiç düşünülmeden, ayrıntılara inilmeden kolayca toptan bir şekilde reddedilişi vardır.<br />

“Yazdığım kitapta hiçbir kusur yok…” “Tek yol….” “En büyük…..başka büyük yok”<br />

<br />

24


5. Önyargılı çatışma: Kişiler belli bir konuda tartışmaya başlamadan önce o konuda bir önyargı ya<br />

da hüküm edinmişlerdir. Tartışma sırasında da bu önyargılarını savunurlar. Tartışma onların<br />

başta <strong>ve</strong>rmiş oldukları kararı etkilemez.<br />

6. Yoğunluk çatışması: İki kişini görüşleri arasında kısmen uyuşma olması halinde yoğunluk<br />

çatışması söz konusu demektir. Birinin çok beğendiği bir film için diğeri güzel olduğunu kabul<br />

etmekle birlikte o kadar da olmadığını söyleyebilir.<br />

7. Kısmi algılama çatışması: Bir kişinin kaynaktan gelen mesajların bir kısmını algılayıp bir<br />

kısmını algılamaması sonucu ortaya çıkar. Bir eşin “Hafta sonuna kadar işimi bitirirsem geziye<br />

katılırız” mesajından sonra söz konusu iş bitmemiş olsa da diğer eşin geziye katılma beklentisi<br />

içinde olması bu tür çatışmaya bir örnektir.<br />

8. Alıkoyma çatışması: Kişi karşısındaki kişiden gelen mesajı doğru olarak anlar ancak isteyerek<br />

ya da istemeyerek diğer bir kişiye tam olarak iletemez. Ya bir kısmını iletir ya da değiştirerek<br />

iletir.<br />

Kişilerarası iletişim sırasında farklı çatışma türleri birlikte sergilenebilir. Sıklıkla birlikte sergilenen<br />

çatışmalardan ikisi, önyargılı çatışma ile tümden reddetme çatışmasıdır.<br />

Çatışmanın etkili bir şekilde çözümü için ilk yapılacak şey savunucu olmayan bir dinlemedir. Ancak<br />

bu dinlemeyi sağlayabilmek için, kişinin karşısındakinin söylediklerini iletişim engellerini kullanmadan<br />

tartışması <strong>ve</strong> haklı çıkma isteğini kontrol altında tutması gerekmektedir.<br />

Çatışmalar sağlıklı bir yapıya sahip olmayan <strong>aile</strong>ler kadar sağlıklı <strong>aile</strong>lerde de görülmektedir. Bütün<br />

ilişkilerde problem olmasına rağmen başarılı olanlar bu çatışmalar ile nasıl baş edebileceklerini nasıl orta<br />

yolda bulaşacaklarını bulabilmiş olanlardır. Birçok araştırma, çatışmaları azaltma ya da çözüm üretmede<br />

kişilerarası iletişim becerilerinin önemini göstermektedir.<br />

İletişim Becerileri, Dr. Matthew Mckay, Dr. Martha Davis, Patrick<br />

Fanning, hyb yayıncılık, 2. Baskı, 2006, Ankara<br />

<br />

“İletişim kurmamak” mümkün müdür?<br />

SADAKATSİZLİK, ALDATMA<br />

Sadakatsizlik, “mevcut birliktelik dışında üçüncü kişi ya da kişilerle yaşanan duygusal <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya fiziksel bir<br />

ilişki sonucu mevcut birlikteliğin beklentilerinin ya da standartlarının çiğnenmesi” olarak tanımlanabilir.<br />

Aldatma, “sadakatsizlik sonucu kaçınılmaz olarak ortaya çıkan çeşitli yalanlar ya da dürüstlük dışında<br />

kalan söylem <strong>ve</strong> davranışlar” olarak tanımlanmaktadır.<br />

Sadakatsizliğin evlilik ilişkisine etkileri;<br />

• sadakatsizlik öncesi dönemde eşlerin ilişkisinin niteliğine,<br />

• sadakatsizliğe uğrayan eşin kişilik yapısına, sadakatsizlik konusundaki inançlarına,<br />

• sadakatsizlik yapan eşin sonraki dönemdeki tutum <strong>ve</strong> davranışlarına,<br />

• çevresel desteklerin miktarına,<br />

bağlı olarak değişir.<br />

Sadakatsizlik ilk üç boşanma nedeni arasındadır. Bir ilişki kaybı yaşanmasa bile ilişkiye atfedilen<br />

olumlu niteliklerde bir kayıp yaşanmaktadır. Bu nedenle sadakatsizliğe uğrayan eş aynen sevilen birini<br />

kaybettikten sonra olduğu gibi şaşkınlık, şok, inkar, öfke, umutsuzluk, çaresizlik, üzüntü gibi evrelerden<br />

oluşan yas süreci geçirir.<br />

25


Sadakatsizliğe Uğrayan Eşin Kayıpları<br />

• Kimlik kaybı; kendini bağımsız, yeterli, eğlenceli, başarılı, çekici, aranan biri olarak tanımlarken<br />

sadakatsizlikten sonra bağımlı, yetersiz, gü<strong>ve</strong>nsiz, kederli, istenmeyen biri gibi algılayabilir.<br />

• Özel olma duygusunun kaybı,<br />

• Kendilik saygısının kaybı <strong>ve</strong> süreçte eşini yeniden kazanabilmek için inandığı değerlerden vazgeçme,<br />

• Söylenen yalanlara inandığı <strong>ve</strong> sadakatsizliği görmezden gelmek için çabalar gösterdiği için kendine<br />

yönelik öfke <strong>ve</strong> suçluluk hissetmesi,<br />

• Düşünce süreçleri üzerinde kontrol kaybı; sürekli aynı konuları düşünmesi, düşüncelerini durdurmaya<br />

çalıştığında daha çok düşündüğünü fark etmesi,<br />

• Tekrarlayan <strong>ve</strong> hoşa gitmeyen davranışlar üzerinde kontrol kaybı; tekrar aldatılmamak için<br />

tekrarlayıcı bir şekilde kontrol davranışları gösterme,<br />

• Adalet <strong>ve</strong> kontrol duygusu kaybı; beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan sadakatsizlik dünyanın<br />

gü<strong>ve</strong>nilir bir yer olduğuna dair inancını sarsmaktadır. Yaşam olayları üzerindeki kontrolünün ne kadar<br />

az olduğunu fark etmektedir.<br />

• Başkalarıyla kurulan bağın kaybı; kişi utanç duygusu, herkesin onu konuşacağı, aşağılayacağı,<br />

eleştireceği düşünceleri yaşanan acının paylaşılmasını engellerken diğer yandan yaşananları anlatmak,<br />

destek almak isteğinde olabilir.<br />

• Amaç, yaşam isteği kaybı,<br />

Sadakatsiz Eşin Kayıpları<br />

• Şaşkınlık; bu hale nasıl geldim?<br />

• Çaresizlik; özür diler, pişmanlığını bildirir, özrün kabulünde ısrar eder.<br />

• Belirsizlik; yaşanan olayın ne zaman geride kalacağı, evliliğin ne olacağı konusunda endişeli dönem<br />

yaşar.<br />

• Öfke; ilişkideki sorunlar neden olarak gösterilir <strong>ve</strong> suçluluk paylaşılmaya çalışılır.<br />

• Yalnızlık; etrafındaki dostların çoğu aldatılan eşe destek <strong>ve</strong>rmektedir.<br />

• Suçluluk, utanç duyar.<br />

• Umutsuzluk; her şeyin eski hale gelebileceğine yönelik umudunu kaybeder.<br />

Kadınlar, evliliğinde kendini yalnız hissettiğinde, evlilik monotonlaştığında, duygusal yakınlık<br />

olmadığında ya da kaybolduğunda, ihmal edildiğini düşündüğünde <strong>ve</strong> intikam için evlilik dışı ilişkiye<br />

girmektedir.<br />

Erkeklerin evlilik dışı ilişkiye girme gerekçeleri farklıdır. Erkeler, günlük sorunlardan uzaklaşmak, eşi<br />

ile duygusal yakınlık kurmaktan kaçınmak, farklı kadınlarla olma heyecanı, erkekliğini hissetme<br />

içgüdüsü, kadının çekiciliğine kapılıp bir ilişkisi olduğunu unutarak evlilik dışı ilişkiye girebilmektedir.<br />

Evlilik Dışı İlişkiye Yönelik Mitler<br />

1. “Herkes evlilik dışı ilişki yaşar”. Evlilik dışı ilişki gerçekte, normal bir davranış olmayıp sorun<br />

olduğunun işaretidir.<br />

2. “Evlilik dışı ilişki evliliğe iyi gelir”. Evlilik dışı ilişki evliği bitirebilir. Ortaya çıkan kriz durumunun<br />

atlatılması çok uzun zaman alabilir.<br />

3. “Evlilikte aşkın bittiğinin işaretidir”. Evlilik dışı ilişki bazen evlilikte sorun olmadan da yaşanabilir.<br />

4. “Başkalarıyla aldatılmanın sonucudur”. Aldatılmış olma, bu tip bir ilişki için neden olamaz.<br />

<br />

26


5. “Görmezden gelmek en iyi yoldur”. Görmezden gelme sorunu çözmeden bırakmaktır. Eşe<br />

açıklandıktan <strong>ve</strong> ilişki bitirildikten sonra göz ardı edilebilir.<br />

6. “Evlilik dışı ilişkiden sonra boşanma kaçınılmazdır”. Yaşanan kriz evliliği daha iyiye götürebilir ya da<br />

daha kötüleştirebilir.<br />

Evlilik Dışı İlişki Tipleri<br />

1. Duygusal ilişki; genelde kadınlar tarafından yaşanır <strong>ve</strong> bu tür bir ilişkiyi bitirmek cinsel boyutta<br />

yaşanan bir ilişkiyi bitirmekten daha zordur.<br />

2. Cinsel ilişki<br />

3. Her ikisinin birlikte yaşandığı ilişki; bitirilmesi en zor ilişki tipidir.<br />

Amaçlarına göre evlilik dışı ilişkinin sınıflandırılması;<br />

• Çatışmadan kaçınma ilişkileri; 20-30 yaşlarında, 12 yıldan az evlilik süresine sahip kişilerin,<br />

sorunlarla baş edebilme yetersizliği ya da hayal kırıklıklarına bağlı olarak, kısa süreli, duygusal<br />

yakınlığı az olan bir ilişki yaşamasıdır. Böylece çatışma yön değiştirir.<br />

• Boş yuva ilişkileri; 40 yaş üzeri, 20 yıldan fazla evlilik süresine sahip, genelde erkeklerde,<br />

çocukların evden ayrılmasından sonra görülür. Arzularla sorumlulukların çelişmesi sonucudur.<br />

Duygusal boyutu fazladır. Boşanma olasılığı ortalamanın üstündedir. Eşte depresyon, çiftte<br />

iletişim sorunları görülebilir.<br />

• Dışarıda bir ilişki; 15 yıldan kısa süreli evliliklerde, yaşa bağlı olmaksızın görülür. Aslında eş<br />

evliliği bitirmek istemektedir ancak bunun sorumluluğunu almaktan kaçınır. Eşini bu şekilde<br />

ilişkiyi bitirmeye zorlar. Duygusal yakınlık olabilir, 6 ay 2 yıl civarı sürer.<br />

• Yakınlığı olmayan ilişkiler; eşler arası yakınlaşmanın sıkıcı boğucu bir hal alması nedeniyle kısa<br />

süreli <strong>ve</strong> çok az duygusal yakınlık yaşanarak sürdürülen ilişkidir. 20-30 yaş arasında altı yıldan<br />

kısa süreli evliliği olanlarda görülen kısa süreli ilişkilerdir.<br />

• Cinsel bağımlılığı olan ilişkiler; duygusal yakınlık içermeyen, yaş <strong>ve</strong> evlilik süresine bağlı<br />

olmaksızın erkekler tarafından yaşanan ilişkilerdir.<br />

Bir sadakatsizlik olayından sonra ilişkilerine devam edebilmek için çiftler;<br />

• acı <strong>ve</strong>ren duyguları azaltmak için ellerinden geleni yapması,<br />

• sadakatsizliğin nasıl oluştuğunu anlaması,<br />

• birlikte ileri adım atma konusunda ortak karar alabilmesi,<br />

gerekmektedir.<br />

Sen, Ben <strong>ve</strong> Aramızdaki Her Şey, Prof. Dr. Mehmet Z. Sungur, GOA<br />

basım Yayın <strong>ve</strong> Tanıtım hizmetleri, 2009, İstanbul<br />

BOŞANMA<br />

Eşlerin, birlikteliklerinden ruhsal olarak doyum sağlamadıkları, beklenti <strong>ve</strong> gereksinmelerini<br />

karşılayamadıkları evlilik yaşantılarına yasal olarak son <strong>ve</strong>rmelerine boşanma denir. Planlı <strong>ve</strong> karşılıklı<br />

saygı çerçe<strong>ve</strong>sinde gerçekleşen bir boşanma daha az yıkıcı <strong>ve</strong> zarar <strong>ve</strong>rici olmaktadır. Boşanma <strong>aile</strong><br />

sistemini değiştirmekle birlikte tamamen terk etme ya da eşlerden birisinin çocuklar olmadan uzaklaşması<br />

durumları hariç, boşanma <strong>aile</strong>yi tamamen sona erdirmez. Boşanma, evlilik gibi doğal bir süreç olarak<br />

kabul edilip, eşlerin kendilerine <strong>ve</strong> birbirlerine saygılarının zedelenmesine neden olmadan<br />

gerçekleştirilebilmelidir. Karşılıklı anlaşılarak <strong>ve</strong>rilen bir karar bile olsa, boşanma insan yaşamında<br />

birçok değişikliğe neden olan önemli bir stres kaynağıdır. Boşanma sadece eşleri <strong>ve</strong> çocukları<br />

etkilememekte toplumun sosyal yapısını, değer sistemini, kültürünü de çok yakından etkilemektedir.<br />

<br />

27


Boşanma Nedenleri<br />

1. Eşlerin evlilik öncesi birbirlerini yeteri kadar tanımamış olmaları,<br />

2. Farklı sosyoekonomik <strong>ve</strong> kültürel çevreden gelmenin eşler arası uyumu güçleştirmesi,<br />

3. Eşlerin birbirlerinin yaşam alanlarına girip özgürlüklerini kısıtlamaları, yaşam alanlarını daraltmaları,<br />

4. Evlilikte eşlerin iletişim becerilerine sahip olmamaları,<br />

5. Eşlerin <strong>aile</strong>lerinin evliliklerine karışmalarının yarattığı sorunlar,<br />

6. Aile üyelerini farklı beklentiler içine girmelerine, yaşanan sorunların farklı boyutlara çekilmesine <strong>ve</strong><br />

evlilikten beklenen gereksinimlerin karşılanmasına engel olan sosyoekonomik sorunlar,<br />

7. Kadının eğitim düzeyi <strong>ve</strong> sosyal statüsünün yükselmesi ile ekonomik bağımsızlığını kazanması<br />

sonucunda güçlenmesi <strong>ve</strong> güçlenen kadının beklenti düzeyinin yükselmesi <strong>ve</strong> haklarını arama yetisi<br />

kazanması,<br />

8. Kıskançlık,<br />

9. Şiddet, zina, akıl hastalığı, suç, onur kırıcı hareketler <strong>ve</strong> terk,<br />

Boşanma Kuramları<br />

1980’li yıllardan itibaren boşanma konusunu ele alan çalışmalarda “sosyal değiş tokuş kuramı” <strong>ve</strong> “kriz<br />

kuramı” temel alınmaktadır.<br />

Sosyal Değiş-Tokuş Kuramı<br />

Sosyal değiş tokuş kuramı, boşanmanın nedenlerini bireysel düzeyde açıklar. Bireyin, mevcut ilişkinin<br />

maliyetini <strong>ve</strong> ödülünü algılaması ile ilgilidir. Bu kuram bireylerin evlilikleri hakkında kazançlar <strong>ve</strong><br />

kayıplar üzerinden değerlendirme yaptıklarını varsayan ekonomik temele sahiptir. Bireyler alternatifler<br />

karşısında kendi evlilikleri daha karlı olduğu müddetçe boşanmazlar. Evliliği sona erdiren taraf da<br />

ilişkinin bitmesini en çok isteyen taraftır. Boşanma kararını <strong>ve</strong>ren taraf, evlilik ilişkisini az çekici bulan,<br />

terk etmeyi önleyen daha az engeli olan, evlilik dışında daha fazla kaynağı olandır.<br />

1. Levinger’in Sosyal değiş-tokuş kuramı; Bir evliliğin eşe duyulan sevgi <strong>ve</strong> saygı, arkadaşlık,<br />

dostluk gereksinimi, cinsel doyum, eşin geliri, eğitim düzeyi <strong>ve</strong> mesleği, sosyal benzerlik gibi<br />

çekicilikleri vardır. Evlilik ilişkisinin sürmesini zorlaştıran bağımlı çocukların varlığı, evli<br />

kalmanın zorunlu olduğuna duyulan inanç, din, yakın akraba ilişkileri toplumun boşanmaya<br />

bakışı gibi engeller de bulunmaktadır. Bunlardan başka, bağımsızlık, kendini gerçekleştirme,<br />

başka bir eş gibi alternatiflerin çekicilikleri de bulunmaktadır. Bu kurama göre bireyler evlilik<br />

ilişkisi dışındaki yaşamı kendi evlilik ilişkilerinden daha çekici olarak algılamadıkça<br />

boşanmazlar.<br />

2. Becker’in Sosyal Değiş Tokuş Kuramı: Bu kuram, evlilik ilişkisinde eşlerin, periyodik olarak<br />

evli kalmanın yarar <strong>ve</strong> maliyetini gözden geçirdiğini ileri sürer. Evlenecek kişilerin eşlerin<br />

özelliklerine ilişkin bilgileri sınırlıdır, eşlerinin kendilerine hangi alanda yararlı olacağına<br />

yönelik bilgileri eksiktir. Fiziksel görünüş <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> özgeçmişi hakkında kolayca bilgi sahibi<br />

olunabilirken, genetik özellikler, kişilik özellikleri, yaşama bakış açısı konularında bilgi<br />

toplamak kolay değildir. Evliliğin ilk birkaç yılında bu bilgiler hızla ortaya çıkmaktadır. Yeni<br />

çıkan olumsuz bilgiler evliliğin ilk yıllarında boşanmaya neden olmaktadır.<br />

Kriz Kuramı<br />

Yas modeline dayanarak geliştirilmiş bir boşanma kuramadır. Bir olay mevcut dengeyi bozmuşsa, mevcut<br />

savunma mekanizmaları eski dengenin sağlanmasında yetersizse, bu olay bir “kriz”dir. Bu olay bir tehdit<br />

<strong>ve</strong>ya kayıp olarak algılanacağı gibi mücadele edilecek bir durum olarak da algılanabilir. Boşanma tüm bu<br />

tepkileri içerir.<br />

<br />

28


Kadınların ekonomik özgürlüklerini kazanması ile boşanma yasalarının değişmesi arasındaki ilişkinin<br />

inkarı güçtür. Çalışmalar aynı zamanda boşanma eğiliminin endüstrileşme <strong>ve</strong> şehirleşme ile ilişkili<br />

olduğunu bildirmektedir. Endüstrileşme-şehirleşme evli eşlerin birbirine olan bağımlılıklarının<br />

azalmasına neden olmuştur. Kadınlar daha fazla iş dünyasına girmiş ekonomik bağımsızlık sağlamıştır.<br />

Erkeler için ise alternatif kaynaklar bulma, mutsuz evliliklerinin daha kolay sonlandırmalarını<br />

sağlamaktadır.<br />

Günümüzde eş seçiminde otonomi artmıştır. Görücü usulü evlilik yerine se<strong>ve</strong>rek evlilik geçmiştir.<br />

Ancak sevgiye dayanan evlilikler ekonomik gereksinimlere dayananlara göre yaralanmaya daha açıktır.<br />

Sevgiye dayanan evlilikler arttıkça boşanma oranı da artacaktır.<br />

Ekonomik refah boşanmayı arttırmaktadır. Kriz dönemlerinde boşanma azalmaktadır. Ancak işsizliğin<br />

yüksek olduğu yerlerde boşanma oranı yüksektir.<br />

Gelir seviyeleri birden artanlarda gelir seviyesi sabit olanlara göre boşanma oranı daha yüksektir<br />

Büro işlerinde çalışanlarda boşanma oranı daha düşükken, işçi sınıfında daha yüksektir. Prestiji<br />

yüksek işlerde çalışan kadınlarda boşanma oranı yüksektir. Erkeğin eğitim seviyesinde yükselme<br />

boşanma oranını düşürmektedir. Kadınlarda ise durum tersidir.<br />

Evlenme yaşının düşüklüğü evliliğin ilk 5 yılında boşanmanın en iyi belirleyicilerindendir.<br />

Boşanma Süreci<br />

Boşanma evlilik gibi karmaşık <strong>ve</strong> çok boyutlu bir durumdur. Boşanma süreci farklı evrelerden oluşur.<br />

Evreler arasındaki hareket her zaman birinden diğerine geçiş tarzında olmayabilir. Evrelerde geri<br />

dönüşler, takılmalar olabilir.<br />

Bir Yas Süreci Olarak Boşanma;<br />

Yas süreci 5 evreden oluşur:<br />

1. İnkar; evliliğin bozulmasına yol açan faktörler tam olarak ortaya çıkıncaya kadar bu faktörler<br />

görmezden gelinir, üstü örtülü bir şekilde varlıklarını sürdürür. İnkarın iki nedeni vardır. Birinde<br />

eşler bu evlilik yaşamına adapte olduğu için zorluk <strong>ve</strong> sorunlara rağmen doyum vardır.<br />

İkincisinde, eşler sorunları kabul eder ancak boşanma düşüncesinde kaçınmak için dış faktörleri<br />

suçlarlar.<br />

2. Kayıp, depresyon; kişi sıkıntılarının evliliğiyle ilgili olduğunu fark ettiğinde anlamlılık kaybı,<br />

üzüntü, depresyon, yalnızlık hissi, diğer insanlarla iletişimde yetersizlik reaksiyonları olur<br />

3. Kızgınlık, ambivalans; boşanma daha gerçekçi bir hal alınca kızgınlık hissi ortaya çıkar.<br />

Özellikle <strong>ve</strong>layet, nafaka, çocuklarla görüş ayarlanması konularında artar.<br />

4. Yeni yaşam tarzı <strong>ve</strong> kimliğe uyum sağlama; boşanan kişi evlilik, meslek, cinsel <strong>ve</strong> toplumsal<br />

alanlarda yeni bir kimlik geliştirmelidir. Eski kimlikteki çözümlenmemiş sorunlar tekrar açılır,<br />

yeniden çözümlenme ya da geliştirme fırsatı olur. Kimlik problemi boşanma sürecinin erken<br />

evrelerinde gelişir. Rol <strong>ve</strong> durumdaki değişiklikleri tamamen kabullenmeden önce kendini<br />

bulma <strong>ve</strong> sorgulama gereksinimi ortaya çıkar.<br />

5. Kabul <strong>ve</strong> yeniden işlev görme; yeterli sosyal, cinsel, mesleki düşünce <strong>ve</strong> kimliğe sahip olmaya<br />

başlayınca kabul gelişir. Bu evrede başka ilişkilere başlama niyeti, başkalarını kabullenme,<br />

başkalarınca kabullenilme gerçekleşir.<br />

Boşanmanın Altı İstasyonu<br />

Boşanmanın 6 paralel istasyondan yani ardı ardına gelen 6 evreden oluştuğunu ileri sürer.<br />

1. Duygusal boşanma; evliliğin çözülme sürecidir. Eşlerden en az birinde duygusal isteklilik <strong>ve</strong><br />

arzularda azalma gözlenir. Bilinçli ya da bilinçsiz çekilme <strong>ve</strong> umursamama vardır. Evliliğin<br />

kötüye gittiğinin ilk göstergesidir. Eşler burada sosyal olarak birlikte hareket etse de birbirlerine<br />

olan gü<strong>ve</strong>nleri <strong>ve</strong> çekicilikleri yok olmaktadır.<br />

<br />

29


2. Yasal boşanma; adalet önünde evlenme sözleşmesinin sona ermesidir.<br />

3. Ekonomik boşanma; karı <strong>ve</strong> kocanın para, mal, mülkünün paylaşılmasıdır.<br />

4. Ebe<strong>ve</strong>yn olarak boşanma; eşler birbirinden boşansa da anne baba rolleri devam etmektedir.<br />

Çocukların nerede kalacağına karar <strong>ve</strong>rmek gerekir. Mahkemeler <strong>ve</strong>layet konusunda anneyi<br />

tercih etmektedir. Ancak çocuk <strong>eğitimi</strong> <strong>ve</strong> yetiştirilmesi sırasında sorunlar yaşanabilmektedir.<br />

5. Sosyal boşanma; evlilik döneminde oluşturulan arkadaş ilişkilerinde hayal kırıklıkları<br />

yaşanmaktadır. Eski arkadaşlarından ayrılmak zorunda kalabilirler. Terk edilme hissederler.<br />

6. Ruhsal boşanma; en son <strong>ve</strong> en zor aşamadır. Eşin kişiliğinden kendininkinin ayrışması <strong>ve</strong> eşin<br />

yokluğunun etkisini hissetmektir. Yeni ayrılmış eşlerin her biri yeterlilik <strong>ve</strong> bağımsızlıklarını<br />

geliştirmeye çalışır. Her bir eş, eşinin desteği olmaksızın başarısızlıkları için suçlayıcı biri<br />

olmadan tek başına yaşamayı öğrenir.<br />

Psikososyal Bir Süreç Olarak Boşanma<br />

Bu süreçteki evrelerin başlangıç <strong>ve</strong> bitiş noktaları belirgin değil, süreleri ise kişilik yapılarına göre<br />

değişir. İlk üç evre yasal olarak boşanmadan önceki evrelerdir.<br />

sunuz?<br />

1. Düş kırıklığı aşaması: Kişinin duygusal körlükten kurtulup eşini gerçek kimliğiyle fark ettiği<br />

aşamadır. Gerçek ile zihindeki ideal eş arasındaki farklılıklar açığa çıkar. Kişi eş idealizasyonu<br />

<strong>ve</strong> hayal kırıklıkları arasında gider gelir. Bu aşamada farklılıkları kabul ederlerse evliliklerini<br />

sürdürebilirler. Eğer bu evre geçilemezse ilişki azalarak diğer aşamaya geçer.<br />

2. Aşınma aşaması: Bir önceki aşamada baskılanmış olan hayal kırıklıkları, kızgınlıklar açığa<br />

çıkmaya başlar. Eşler birbirine özensiz davranır, incitir. Sevgi ifade eden davranışlardan cinsel<br />

ilişkiden kaçınılır. Bu yeni iletişim tarzı bir müddet sonra alışkanlık haline gelebilir. Eşler<br />

duygusal doyum için bazen evlilik dışı ilişkilere girebilir. Bu durumda çözüm daha da zorlaşır.<br />

Bütün olumsuzluklara rağmen evlilik halen kurtarılabilir seviyededir.<br />

3. Kopukluk aşaması: Evliliğe olan yatırımın anlamlı derecede azaldığı aşamadır. Eşler aynı çatı<br />

altında olsa bile geçimsizlikler artar, ilişki değerini yitirir, eşler başka bir yaşam hayali kurmaya<br />

başlar. Kopukluk eşlerden birinde daha baskındır.<br />

4. Fiziksel ayrılık: Eşler yalnızlık, anksiyete <strong>ve</strong> karmaşık düşünceler içine girer, yeni kimlik<br />

geliştirme ihtiyacı hissederler. Ayrılmayı başlatan eşin bu durumu daha iyi kabul ettiği, kendilik<br />

değerinde diğer eşe göre daha az düşme görüldüğü bildirilmektedir. Eşler toplumun tepkisine,<br />

tek başına yaşamla mücadele edip edemeyeceklerine, eski alışkanlıklarından vazgeçmeyi<br />

başarabileceklerine, yeni bir hayat için kendilerini düzenleyebileceklerine yönelik endişe<br />

yaşarlar ancak uyumu kolaylaştırıcı bir endişedir.<br />

5. Yas aşaması: Bir ilişkini kaybı söz konusu olduğundan yası tutulacaktır.<br />

6. İkinci ergenlik aşaması: Bireyin yeni kişilik arayışına girmiş olmasından dolayı bu isim <strong>ve</strong>rilir.<br />

Günlük evlilik yaşamının <strong>ve</strong> boşanma sürecinin <strong>ve</strong>rdiği sıkıntılardan kurtulan kişi geleceğe daha<br />

iyimser bakmaya başlar. Baskılanmış arzu <strong>ve</strong> istekler alevlenir. Tepkiler başta aşırı bir nitelik<br />

kazansa da sonra dengeye ulaşır.<br />

7. Araştırma <strong>ve</strong> sıkı çalışma aşaması: Tekrar oto kontrol oluşur. Önceden tanımlanan amaçlar<br />

gerçekçi bir hal alır. Bu evrede kişiler geçmişe rahatsızlık duymadan bakabilirler.<br />

Boşanmadan Sonraki Dönem<br />

<br />

Ayrı yaşayan eş ile çocukların görüşmesi konusunda ne düşünüyor-<br />

Boşanmadan sonra her iki cinsiyetten olan eşlerde ev geçimi, para, ev işlerini organize etme konusunda<br />

sorunlarla karşılaşırlar. Tükenmişlik, yeterli zaman bulamama, kararsızlık yaygın yaşanan duygulardır.<br />

Erkekler düzenli <strong>ve</strong> tutarlı kişilik eksikliği, yalnızlık <strong>ve</strong> suçluluk duyguları gösterirken kadınlar<br />

kendilerini çirkin, kişisel <strong>ve</strong> sosyal olarak beceriksiz hisseder.<br />

30


Boşanmaya uyum sürecine ekonomik özgürlük, sosyal destek olumlu etki gösterirken eşler arasındaki<br />

gerginlik <strong>ve</strong> başarısız iletişim uyum sürecini engellemektedir. Boşanmadan sonra kişilerin yeni hayata<br />

uyum sağlamaları sekiz ay bir yıl içinde olabilmekte, 2-4 yıl içinde gerginlikten uzaklaşıp hayatlarını<br />

düzene sokabilmektedirler.<br />

Boşanmanın çocuk üzerinde oluşturduğu etkilerde <strong>aile</strong> yapısı, büyüklüğü, anne-baba-çocuk iletişimin<br />

niteliği önemlidir. Özellikle okul öncesi dönemde <strong>ve</strong> ergenlikte olumsuz etki daha fazla olmakla birlikte<br />

bazen sağlıksız <strong>aile</strong> ilişkilerinin yarattığı etkiden çok daha iyi etkiler yaratabilir. Boşanmanın çocuk<br />

üzerindeki etkileri de 5 aşamada izlenir:<br />

1. Çocukların boşanmayı inkar etmesi,<br />

2. Boşanma durumu yaratan nedenlere kızmaları,<br />

3. Anne-babayı birleştirme çabaları,<br />

4. Depresyon <strong>ve</strong> çöküntü,<br />

5. Kabullenme,<br />

Boşanmanın çocuk <strong>ve</strong> genç üzerindeki etkileri ise;<br />

• Çocuk-anne-baba arasındaki ilişkinin zedelenmesi,<br />

• Düşük benlik saygısına neden olma,<br />

• Kendi evlilik hayatlarında da boşanmaya eğilim,<br />

• Suça eğilim,<br />

• Düşük okul başarısı,<br />

• Yoğun korku <strong>ve</strong> kaygı,<br />

• Evlenmeden birlikte yaşama eğilimi,<br />

• Çocuk sahibi olmakta isteksizlik,<br />

• Daha fazla zihinsel sağlık sorunları,<br />

Çocuklara boşanma ile ilgili yapılacak açıklamada anne-babanın birliktelikleri ile ilgili sorunları<br />

olduğu, bu sorunların çocuklarla ilişkili olmadığı, anne-babanın her zaman çocukların yanında olacağı<br />

uygun bir dille anlatılmalıdır. Anne baba <strong>ve</strong> onların <strong>aile</strong>leri diğer eşle ilgili olumsuz konuşmamalı,<br />

arabuluculuğa çocuk yönlendirilmemeli, daha değerli ebe<strong>ve</strong>yn olmak için çocuğun her isteği<br />

yapılmamalıdır. Ayrıldıktan sonra bile anne-baba birbirlerine saygılı olmalı, işbirliği içinde hareket<br />

edebilmeli, birbirleri ile ilgili olarak olumlu ifadeler kullanmalıdırlar ki çocuklar bu duruma uyum<br />

sağlayabilsin.<br />

Evliliklerin %40 ilk 3-4 yılda bitmekteyken boşanma gerçekleştikten sonra kadınların %73’ü,<br />

erkeklerin %60’ı boşanmanın yanlış olduğunu düşünmektedir. Boşanma için yüksek riskli dönemler<br />

evliliğin ilk yedi yılı <strong>ve</strong> 16 yıldan sonrasına denk gelen orta yaş dönemidir. Nedenler ne olursa olsun<br />

boşanma aşamasına gelen çiftlerde başlıca etken çiftlerin sorun çözme becerilerindeki eksiklik <strong>ve</strong> uzlaşma<br />

sağlayamamalarıdır.<br />

Boşanma <strong>ve</strong> Çocuğunuz, Dr. Elissa P. Benbedek, Catherine F. Brown<br />

(çeviren Serap katlan), hyb yayıncılık, 1997, Ankara<br />

<br />

31


Özet<br />

Eşler bir ömür boyu birlikte yaşamak için<br />

evlenseler de, her zaman birbirleri ile aynı şekilde<br />

düşünmez <strong>ve</strong> hissetmezler. Bazı konularda benzer<br />

bazı konularda farklı düşünen bireylerin zaman<br />

zaman çatışma yaşamaları doğaldır.<br />

Kişilerarası iletişim, bir kişinin düşünce, duygu,<br />

bilgisini sözlü, yazılı, beden dili <strong>ve</strong> ses tonuyla<br />

karşısındaki kişiye iletmesi <strong>ve</strong> o kişinin de, bu<br />

mesajı kendi düşünce sürecinde yorumlamasıdır.<br />

Kişilerarası iletişim dört temel ögeden oluşur:<br />

mesajı gönderen kişi, mesajın yapılandırılması,<br />

mesajı alan kişi, iletişimin yer aldığı ortam<br />

Kişilerarası iletişimin bir örneği olarak eşler arası<br />

iletişim “iki ayrı dünya olan kadın <strong>ve</strong> erkeğin,<br />

karı-koca birlikteliğinde dünyalarını birleştirme<br />

davranışları”dır. Böylesi bir davranış içine<br />

giremeyen eşlerin birbirini etkilemeleri mümkün<br />

olmayacaktır.<br />

İlişkilerinde sorun yaşayan çiftlerde iletişim<br />

biçimlerinde sık rastlanan aksaklıklar;<br />

• sözsüz iletişim biçimlerini çoğunlukla olumsuz<br />

algılarlar<br />

• sorun çözmeye daha az yatkındırlar<br />

• sözsüz davranışlar daha fazladır<br />

• daha fazla olumsuz karşılık <strong>ve</strong>rirler<br />

• eşlerinden daha fazla şikayet eder, eleştirir,<br />

sesini yükseltir, alaycı ifadeler kullanırlar<br />

• iki tarafta dinlendiğini <strong>ve</strong> önemsendiğini<br />

düşünmeyip savunmacı yaklaşır<br />

• konunun dışına çıkarlar çözüm üretmezler<br />

• yanıt <strong>ve</strong>rmeden aldırmaz görünürler<br />

• sürekli, savunmadadırlar, inkar eder, neden<br />

yaratırlar<br />

• alttan almaya çalışmazlar, kızgın <strong>ve</strong> suskun<br />

dururlar<br />

• akıl okumaya, küçük düşürmeye çalışır,<br />

sürekli söz keser, karşı saldırıya geçer, eşini<br />

analiz ederler.<br />

Çatışma herhangi bir neden, şu anki durumun<br />

geçmişteki deneyimlerle ilişkisi olmadan oluşmamaktadır.<br />

Mutlaka insan ilişkilerinin temelinde<br />

çatışmanın bir başlangıç noktası vardır. Buna<br />

çatışmanın öncül koşullar aşaması denir. Daha<br />

sonra kızgınlık <strong>ve</strong> farkındalık aşaması, aktif<br />

çatışma aşaması, çözüm ya da çözümsüzlük<br />

<br />

32<br />

aşaması, tamamlayıcı aşama, kararlaştırılmış<br />

aşamaları gelir.<br />

Eşler için savunmaya geçmeden konuşabilmenin<br />

yolu, söylenenleri kişisel saldırıya dönüştürmek<br />

yerine belirli bir şikayet konusu etrafında<br />

tutmaktır. Diğer en önemli noktalar ise,<br />

konuşurken ben dilini kullanmak <strong>ve</strong> aktif dinleme<br />

ile karşısındaki eşin tam olarak ne söylediği<br />

konusunda anlaşabilmektir.<br />

Sadakatsizlik, “mevcut birliktelik dışında üçüncü<br />

kişi ya da kişilerle yaşanan duygusal <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya<br />

fiziksel bir ilişki sonucu mevcut birlikteliğin<br />

beklentilerinin ya da standartlarının çiğnenmesi”<br />

olarak tanımlanabilir. Aldatma, “sadakatsizlik<br />

sonucu kaçınılmaz olarak ortaya çıkan çeşitli<br />

yalanlar ya da dürüstlük dışında kalan söylem <strong>ve</strong><br />

davranışlar” olarak tanımlanmaktadır. Sadakatsizliğin<br />

evlilik ilişkisine etkileri; sadakatsizlik<br />

öncesi dönemde eşlerin ilişkisinin niteliğine,<br />

sadakatsizliğe uğrayan eşin kişilik yapısına,<br />

sadakatsizlik konusundaki inançlarına, sadakatsizlik<br />

yapan eşin sonraki dönemdeki tutum <strong>ve</strong><br />

davranışlarına, çevresel desteklerin miktarına<br />

bağlı olarak değişir.<br />

Eşlerin, birlikteliklerinden ruhsal olarak doyum<br />

sağlamadıkları, beklenti <strong>ve</strong> gereksinmelerini karşılayamadıkları<br />

evlilik yaşantılarına yasal olarak<br />

son <strong>ve</strong>rmelerine boşanma denir.<br />

Planlı <strong>ve</strong> karşılıklı saygı çerçe<strong>ve</strong>sinde gerçekleşen<br />

bir boşanma daha az yıkıcı <strong>ve</strong> zarar <strong>ve</strong>rici<br />

olmaktadır. Boşanma <strong>aile</strong> sistemini değiştirmekle<br />

birlikte tamamen terk etme ya da eşlerden<br />

birisinin çocuklar olmadan uzaklaşması durumları<br />

hariç, boşanma <strong>aile</strong>yi tamamen sona<br />

erdirmez. Boşanma, evlilik gibi doğal bir süreç<br />

olarak kabul edilip, eşlerin kendilerine <strong>ve</strong><br />

birbirlerine saygılarının zedelenmesine neden<br />

olmadan gerçekleştirilebilmelidir.<br />

Evliliklerin %40 ilk 3-4 yılda bitmekteyken<br />

boşanma gerçekleştikten sonra kadınların %73’ü,<br />

erkeklerin %60’ı boşanmanın yanlış olduğunu<br />

düşünmektedir. Boşanma için yüksek riskli<br />

dönemler evliliğin ilk yedi yılı <strong>ve</strong> 16 yıldan<br />

sonrasına denk gelen orta yaş dönemidir.<br />

Nedenler ne olursa olsun, boşanma aşamasına<br />

gelen çiftlerde başlıca etken, çiftlerin sorun<br />

çözme becerilerindeki eksiklik <strong>ve</strong> uzlaşma<br />

sağlayamamalarıdır.


Kendimizi Sınayalım<br />

1. Aşağıdaki ifadelerden hangisi çatışmanın<br />

tanımı için yanlıştır?<br />

a. Çatışma “ilişkideki gerçeğin ortaya serildiği<br />

an” dır<br />

b. Çatışma bir ilişkinin sınanmasıdır<br />

c. Çatışma, bireylerin, birbirlerinin ihtiyaçlarına<br />

müdahale etmeleri sonucunda ortaya çıkar<br />

d. Çatışma, aynı zamanda “bilgi üretme,<br />

aktarma, anlamlandırma süreci” dir.<br />

e. Çatışma, kişilerarasında ortaya çıkan<br />

uyuşmazlık, zıtlaşma, sürtüşmeyi ifade eder<br />

2. Aşağıdakilerden hangisi kişilerarası iletişimde<br />

kullanılmaz?<br />

a. Sözler<br />

b. Ses tonu<br />

c. Beden dili<br />

d. Suskunluk<br />

e. Ortamın ışıklandırılması<br />

3. “Ebe<strong>ve</strong>ynlik işlevlerinde uzlaşmacıdırlar,<br />

yaşam felsefeleri benzerdir, tartışma ancak<br />

önemli konularda olur” yukarıdaki cümlede<br />

tanımlanan evlilik biçimi aşağıdakilerden<br />

hangisidir?<br />

a. Bağımsız çiftler<br />

b. Geleneksel çiftler<br />

c. Yargılayıcı çiftler<br />

d. Ayrı çiftler<br />

e. Kontrolcü çiftler<br />

4. Karşısındakini yetersiz algıladığına dair bir<br />

tavır içeren savunucu iletişim kalıbı<br />

aşağıdakilerden hangisi ile isimlendirilir?<br />

a. Kontrol eden mesajlar<br />

b. Yargılayıcı mesajlar<br />

c. Stratejik mesajlar<br />

d. Üstünlük taşıyan mesajlar<br />

e. Kesin mesajlar<br />

5. Aşağıdakilerden hangisi eşler arası sağlıklı<br />

iletişim kurmaya yardımcı olur?<br />

a. Söylenenleri kişisel saldırıya dönüştürmeden<br />

belirli bir şikayet konusu etrafında tutmak<br />

b. Tartışma bir kez başlamışken tüm sorunları<br />

ele almak<br />

c. Konuşurken sen dilini kullanmaya dikkat<br />

etmek<br />

d. Karşısındaki kişinin söylediklerini anladıktan<br />

hemen sonra ona geri yansıtmamak<br />

e. Söylenenlerden alınıldığında tartışmaya<br />

girmeden konuşmayı sonlandırmak<br />

<br />

33<br />

6. Aşağıdakilerden hangisi sadakatsizliğe<br />

uğrayan eşin kayıplarındandır?<br />

a. Dostlarını kaybetme<br />

b. Pişmanlık<br />

c. Özel olma duygusunun kaybı<br />

d. Bu hale nasıl geldiği hakkında şaşkınlık<br />

e. Evliliğinin ne olacağı konusunda endişeler<br />

7. Evlilik dışı ilişkiyle ilişkili olarak<br />

aşağıdakilerden hangisi doğrudur?<br />

a. Herkes evlilik dışı ilişki yaşar<br />

b. Evlilik dışı ilişki evliliği bitirebilir<br />

c. Evlilikte aşkın bittiğinin işaretidir<br />

d. Aldatılan aldatır<br />

e. Görmezden gelmek en iyi yoldur<br />

8. Aşağıdakilerden hangisi boşanmaya neden<br />

olmaktadır?<br />

a. Eşlerin evlilik öncesi uzun süren flört<br />

dönemleri<br />

b. Benzer sosyoekonomik çevreden gelme<br />

c. Eşlerin birbirlerinin yaşam alanlarına saygı<br />

göstermesi<br />

d. Eşlerin <strong>aile</strong>lerinin evliliklere karışması<br />

e. Kadının ekonomik yönden eşine bağımlı<br />

olması<br />

9. Aşağıdaki boşanma evrelerinden hangisinde<br />

evliliğin kurtarılma ihtimali daha yüksektir?<br />

a. Düş kırıklığı aşaması<br />

b. Kopukluk aşaması<br />

c. Fiziksel ayrılık aşaması<br />

d. İkinci ergenlik aşaması<br />

e. Yas aşaması<br />

10. Boşanma psikososyal bir süreç olarak ele<br />

alındığında aşağıdakilerden hangi aşama yasal<br />

olarak boşanmadan öncedir?<br />

a. Aşınma aşaması<br />

b. İkinci ergenlik aşaması<br />

c. Fiziksel ayrılık aşaması<br />

d. Araştırma <strong>ve</strong> sıkı çalışma aşaması<br />

e. Yas aşaması


Kendimizi Sınayalım Yanıt<br />

Anahtarı<br />

1. d Yanıtınız yanlış ise “Çatışma” başlıklı<br />

konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

2. e Yanıtınız yanlış ise “Eşler Arası İletişim<br />

Sorunları” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

3. b Yanıtınız yanlış ise “Eşler Arası İletişim<br />

Sorunları” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

4. a Yanıtınız yanlış ise “Savunucu İletişim<br />

Kalıpları” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

5. a Yanıtınız yanlış ise “Eşler Arası Sağlıklı<br />

İletişim Kurabilmek İçin Öneriler” başlıklı<br />

konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

6. c Yanıtınız yanlış ise “Sadakatsizlik” başlıklı<br />

konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

7. b Yanıtınız yanlış ise “Evlilik Dışı İlişkiye<br />

Yönelik Mitler” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

8. d Yanıtınız yanlış ise “Boşanma” başlıklı<br />

konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

9. a Yanıtınız yanlış ise “Boşanma” başlıklı<br />

konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

10. a Yanıtınız yanlış ise “Boşanma” başlıklı<br />

konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

<br />

34<br />

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı<br />

Sıra Sizde 1<br />

Adil kavga, farklılıkların içten <strong>ve</strong> açık bir şekilde,<br />

bağırmadan <strong>ve</strong> şiddete başvurmadan tartışılmasıdır.<br />

Karşılıklı değişimi adil <strong>ve</strong> huzurlu<br />

kılmak için bazı katı kuralların izlenmesi gerekir.<br />

Üç önemli tutumdan ortaya çıkar:<br />

1. çatışma kaçınılmazdır. Çünkü yakın ilişki<br />

içindeki eşler her zaman farklı şeyler ister.<br />

Bundan kaçınmak imkansız olduğu gibi<br />

bunda bir sorun da yoktur.<br />

2. ikimizin gereksinimleri de eşit derecede<br />

önemlidir.<br />

3. ikimizde kazanabiliriz. Birlikte çabalayarak,<br />

sorunlarımıza uzlaşmacı çözümler bulabiliriz.<br />

Adil olmayan kavga, kavganın yüksek sesli, ser,<br />

zarar <strong>ve</strong>rici, <strong>ve</strong>rimsiz <strong>ve</strong> bazen de şiddet dolu<br />

biçimidir. Üç tehlikeli varsayımın birleşmesinden<br />

kaynaklanmaktadır.<br />

1. Çatışma çok kötü bir şeydir. Ondan mümkün<br />

olduğunca kaçınmalıyız.<br />

2. benim gereksinimlerim seninkinden daha akla<br />

yatkın.<br />

3. yalnız bir kişi kazanabilir. Bu yüzden ilk önce<br />

ben saldırayım <strong>ve</strong> kazananın ben olduğumdan<br />

emin olayım.<br />

Sıra Sizde 2<br />

Diğerleriyle iletişim kuramamak mümkün<br />

değildir. Hiç bir söz söylemeden bile duygularımızı<br />

<strong>ve</strong> tutumlarımızı açığa vururuz. Gülümsememiz<br />

mutlu, memnun olduğumuzu, kollarımızı<br />

kavuşturup kaç çatmamız kızgın olduğumuzu,<br />

ayaklarımızı hareket ettirmemiz sabırsızlandığımızı,<br />

susmamız bile o konuda konuşmak<br />

istemediğimiz mesajını <strong>ve</strong>rir.


Sıra Sizde 3<br />

Araştırmalar boşanmanın çocuklar için en kötü<br />

yanlarından birinin bir ebe<strong>ve</strong>yn ile ilişkilerinin<br />

kopması olduğunu göstermektedir. Çocukların<br />

birlikte yaşamadıkları ebe<strong>ve</strong>yn ile düzenli <strong>ve</strong> sık<br />

görüşmeye ihtiyaçları vardır. Avukat <strong>ve</strong> hakim<br />

görüşme düzeni belirlerken çocukların <strong>ve</strong> ayrı<br />

yaşayacak ebe<strong>ve</strong>ynin duygusal ihtiyaçlarına<br />

önem <strong>ve</strong>rmekten ziyade görüşmeleri bir düzen<br />

çerçe<strong>ve</strong>sine oturtmakla ilgilenirler. Çocukların<br />

ayrı yaşayan ebe<strong>ve</strong>yn ile görüşmesi yeni <strong>aile</strong><br />

düzenine uyum sağlamalarını kolaylaştırır. Eşler<br />

çaba <strong>ve</strong> işbirliği ile bu görüşmeleri herkes için<br />

hoş bir olaya çevirebilirler. Bu görüşmeler ayrı<br />

yaşayan ebe<strong>ve</strong>yn ile çocuklar arasında olmakla<br />

beraber başarısı her iki ebe<strong>ve</strong>ynin çabasına<br />

bağlıdır.<br />

<br />

35<br />

Yararlanılan Kaynaklar<br />

Benbedek EP, Brown CF (1997) Boşanma <strong>ve</strong><br />

Çocuğunuz, hyb yayıncılık, Ankara<br />

Dökmen Ü (2002-20 basım) İletişim çatışmaları<br />

<strong>ve</strong> empati, Sistem yayıncılık, İstanbul.<br />

Ergin H (2010) Eşler arası iletişim çatışmaları,<br />

Yavuzer H (editör) Evlilik okulu-evlilikte<br />

kişilerarası ilişkiler <strong>ve</strong> iletişim becerileri, Remzi<br />

Kitabevi, İstanbul.<br />

Fitzpatrick MA, Ritchie DL (1994)<br />

Communication shemata with in the family,<br />

Human Communication Research, vol.20.<br />

İlgar Ş (2010) Evlilik birlikteliğinin bozulmasıboşanma,<br />

Yavuzer H (editör) Evlilik okulu-<br />

evlilikte kişilerarası ilişkiler <strong>ve</strong> iletişim becerileri,<br />

Remzi Kitabevi, İstanbul.<br />

Kavuncu NV (2011-2.basım) Kadın erkek<br />

ilişkilerinde sorunlar <strong>ve</strong> çözümleri, Elif<br />

yayınevi, Ankara.<br />

Mckay M, Davis M, Fanning P (2006-2. Baskı)<br />

İletişim Becerileri, hyb yayıncılık, Ankara<br />

Nazlı S (2000) Aile danışması, Nobel yayın<br />

dağıtım ltd, Ankara.<br />

Sungur MS (2009) Sen, Ben <strong>ve</strong> Aramızdaki Her<br />

Şey, GOA basım Yayın <strong>ve</strong> Tanıtım hizmetleri,<br />

İstanbul.<br />

Uyar S (1999) Boşanmış bireylerin evlilik<br />

süreci <strong>ve</strong> bu güne ilişkin psikolojik sorunları<br />

üzerine bir araştırma, TC Genel Kurmay<br />

Başkanlığı Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Ruh<br />

sağlığı <strong>ve</strong> Hastalıkları ABD, Uzmanlık tezi.


3<br />

Amaçlarımız<br />

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

Cinsellik, cinsel ilişki, cinsiyet, cinsel kimlik <strong>ve</strong> cinsel yönelim kavramlarını açıklayabilecek,<br />

Cinselliğin nasıl öğrenildiğini ifade edebilecek,<br />

Kadın <strong>ve</strong> erkek cinsel organlarını tanımlayabilecek,<br />

İnsan cinsel davranışının fizyolojisini ifade edebilecek,<br />

Cinsel sorunlar tartışabilecek,<br />

Cinsellikle ilgili yaygın olarak doğru bilinen yanlışları ifade edebilecek<br />

bilgi <strong>ve</strong> becerilere sahip olabilirsiniz.<br />

Anahtar Kavramlar<br />

İçindekiler<br />

Giriş<br />

Cinsellik Cinsiyet<br />

Cinsel Kimlik Cinsel Yönelim<br />

İnsan Cinsel Davranışı Cinsel Sorunlar<br />

Cinselliği <strong>Öğrenme</strong><br />

Cinsellikle İlgili Temel Kavramlar<br />

Cinsellikte “Normal” Kavramı<br />

Kadın Cinsel Anatomisi<br />

Erkek Cinsel Anatomisi<br />

İnsanda Cinsel Fizyoloji<br />

Cinsel Mitler<br />

Cinsel Haklar<br />

Cinsel Bozukluklar<br />

36


GİRİŞ<br />

Diğer canlılardan farklı olarak insanlar üreme dışında da haz almaya yönelik cinsel davranışlar sergilerler.<br />

Her insanın cinsel organı, cinsel duyguları, cinsel dürtüleri <strong>ve</strong> cinsel davranışları vardır. Cinselliğin<br />

fiziksel, psikolojik olduğu kadar toplumsal <strong>ve</strong> sosyal boyutları da vardır.<br />

Cinsellik bir kişinin diğerine çekici gelmesi de dahil, cinsel haz alma <strong>ve</strong> üremeyle ilgili bütün<br />

düşünce, duygu <strong>ve</strong> davranışlardır.<br />

Bir insanın diğer insanlarla ilişkisi, yaşam koşulları <strong>ve</strong> içinde yaşadığı kültürden etkilenir. Cinsel<br />

davranışlarla ile ilgili kültürel değerler batı medeniyeti tarihi boyunca değişiklik göstermiştir. Tutumlar,<br />

cinselliğe karşı serbest düşünceli oluş ile katı bir ahlakçı oluş arasında, dolayısıyla insan cinselliğinin<br />

kabulü ile bastırılması arasında değişmiştir. Toplumlar cinselliği doğal bir işlev olarak görmekte<br />

zorlanmaktadır. Bu nedenle cinsel yanıta dair doğru bilgiler serbestçe <strong>ve</strong> geniş ölçüde elde edilip<br />

paylaşılamamaktadır. Sonuç olarak bilgisizlik <strong>ve</strong> erotik meselelere yönelik katı tutumlar cinsellik<br />

hakkında mitlerin <strong>ve</strong> yanlış fikirlerin gelişmesi için <strong>ve</strong>rimli bir kültürel ortam sağlamıştır.<br />

CİNSELLİĞİ ÖĞRENME<br />

<br />

Ailede Cinsellik<br />

Birçok insan cinselliğin doğal <strong>ve</strong> içgüdüsel olduğunu, yani içten geldiğini düşünmesine rağmen, insanda<br />

cinsellik öğrenilen bir olaydır. Eğer cinsellik sadece bir dürtü olsaydı bütün insanların cinsel<br />

aktivitelerinin de birbirine benzemesi gerekirdi. İnsanlar, tüm diğer canlılar gibi, neslini devama<br />

programlandığı için, öğrenme olmaksızın cinsel birleşme gerçekleşebilir. Doğa açısından önemli olan da<br />

budur. Ancak bazı cinsel birleşme biçimlerinin diğerlerinden daha iyi olduğu, bazı davranışların<br />

diğerlerinden daha çekici, bazı kişilerin <strong>ve</strong> yerlerin daha uygun olduğu gibi düşüncelerin tümü<br />

öğrenilerek edinilmiştir. Oysaki doğa bunların hiç biri ile ilgilenmez. Kentler, konu ile ilgili kitabında<br />

şunu söylemektedir; “Çalışır halde bir konuşma donanımı ile dünyaya gelmiş olmamız, konuşabilen<br />

varlıklar olarak gelişeceğimizin garantisi değildir. Dilsiz bir ortamda büyüyen çocuklar asla konuşmaya<br />

başlamazlar. Konuşma yeteneği, konuşabilen insanlarla sürekli bir arada olunduğunda kazanılır.”<br />

İnsanda cinsel öğrenme <strong>ve</strong> deneyimleme yaşam boyu devam eder. Cinsel davranışın öğrenilmesi <strong>aile</strong>çocuk<br />

etkileşimi ile başlar. Ailenin cinselliğe <strong>ve</strong>rdiği değer, çocukların gelişimleri boyunca cinsel<br />

davranışlarına gösterdikleri tepki ile ilişkilidir. Çocuğun gereksinimlerinin karşılanması, çocuğun<br />

kucaklanması, çocuğun cinsel davranışlarının pekiştirilmesi öğrenmede etkilidir. Kucaklama, fiziksel<br />

olarak dokunma, bebekte sağlıklı beden imajı gelişimine zemin hazırlar. 15-19 aylık bebeklerin kendi<br />

vücutlarına yönelik ilgileri artmaktadır. Bu dönemde bebeklerin kendini uyarmaları normaldir. Kendini<br />

uyarma davranışı sonucunda haz duyulması da bu etkinliği pekiştirir. Oyun çağına gelen çocuklarda,<br />

kendi <strong>ve</strong> arkadaşlarının cinsel bölgelerini merak etmeleri sonucunda genital keşif dönemleri olabilir. Bu<br />

etkinlikleri nedeni ile ebe<strong>ve</strong>ynlerin çocuklarını suçlanmamaları, utandırılmamaları sağlıklı <strong>ve</strong> doyumlu<br />

cinsel hayat için önemlidir. Çocuklar anne babalarının etkileşimini seyrederek de cinselliği öğrenirler.<br />

Burada söz konusu olan cinsel birleşme değildir. Anne-baba arasındaki cinsel birleşmeyi gören çocuk<br />

travmatize olabilir. Cinselliği geliştirici olan anne babanın fiziksel sevgi gösterilerini gözlemlemesidir.<br />

Çocuklar flört, şakalaşma, sarılma, dokunma gibi davranışların arka planındaki cinsel niteliğe karşı<br />

37


duyarlıdırlar. Anne babalar gerek çocukların sorularına, gerek cinsel davranışlarına <strong>ve</strong>rdikleri tepkilerle<br />

kendi cinselliğe yönelik tutumlarını çocuklarına iletirler.<br />

Çocuklar sevilmeyi hak eder, sevildikçe kendini, bedenini <strong>ve</strong> başkalarını sevmeyi öğrenir. Bu<br />

sevgiden her iki cinsiyetten çocuk eşit düzeyde payını almalıdır. Çocuklar arasında cinsiyetlerine göre<br />

ayrım yapılmamalı, cinsellik iki farklı cinsiyet için farklı şekillerde takdim edilmemelidir. Kız çocukların<br />

cinsel organlarının erkek çocuklardan farklı olması onların eksik oldukları ya da cinsellik için daha az<br />

hakka sahip oldukları anlamına gelmemektedir. Erkeklerin cinsel organı dışarda kadınların ise vücut<br />

içerisindedir. Erkek <strong>ve</strong> dişi cinsel organları farklı üreme görevleri gördüğünden dolayı farklı olabilir<br />

ancak temel yapı her iki cinsiyette de aynıdır <strong>ve</strong> her ikisi de aynı oranda haz alırlar. Çocukları cinsellik<br />

<strong>ve</strong>ya üreme ile ilgili soruları cevaplarken bunlara dikkat edilmelidir.<br />

Ergenlikle birlikte seks hormonları artar, sekonder seks karakterleri gelişir <strong>ve</strong> cinsel merak da artar.<br />

Cinsel kimliklerini ortaya koyma <strong>ve</strong> cinsel dürtülerini kontrol etme yönündeki karmaşık baskılar kuv<strong>ve</strong>tli<br />

cinsel gerilim yaratır. Masturbasyon bu gerilimi azaltan normal bir yoldur. Erkekler orgazm olmak için<br />

masturbasyon yapmaya kızlardan daha erken başlarlar <strong>ve</strong> sonuç olarak erkeklerde otonom cinsellik<br />

kızlara göre daha erken bütünleşmiş olur. Ergen masturbasyonunda koital fanteziler vardır <strong>ve</strong> bu<br />

fanteziler cinsel kimliğin gelişiminde önemlidirler. İmajinasyon yoluyla ergen erişkin cinsel rolünü<br />

yaşamayı öğrenir.<br />

Masturbasyona ila<strong>ve</strong>ten romantik ilişkilerde birbirlerine dokunarak, öperek de cinselliği öğrenir.<br />

Ergenlikte kişinin beden imajı da önemli olur, cinsel yeterlilik, çekicilik duygusu gelişmeye başlar. Ergen<br />

için hem kendi cinsi hem de karşı cinsten arkadaşlar tarafından kabul görmek son derece önemlidir.<br />

Cinsel konulardan konuşmak, şakalaşmak, dokunmak, öpüşmek, cinsellikle ilgili öğrenme sürecinin<br />

parçalarıdır.<br />

Erişkinlerde aşk ilişkisinin ortaya çıkması <strong>ve</strong> sürdürülmesinde cinsel dürtünün rolü vardır. İdeal<br />

olarak olgun bir cinsel ilişki içinde bir eşe bağlılık <strong>ve</strong> karşılıklı sevgi söz konudur. Öpüşme, cinsel<br />

birleşme <strong>ve</strong> masturbasyon sıkça yaşanan cinsel etkinliklerdir. Sürekli bir cinsel ilişki olsa da eşin<br />

hastalığı, yokluğu ya da tatmin edici olmayan cinsel ilişkilerden sonra masturbasyon sağlıklıdır. Sadece<br />

kişinin kontrolü dışına çıkmış bir etkinlik olduğunda ya da eşiyle ilişkisi olmasına rağmen tek cinsel<br />

etkinlik masturbasyon olduğunda bir cinsel sorun belirtisidir. Bunun dışında masturbasyon evrenseldir <strong>ve</strong><br />

psikoseksüel gelişimin sağlıklı bir parçasıdır. Kinsey’in 1940 da yaptığı bir çalışmada erkeklerin nerdeyse<br />

tamamının kadınların ise dörtte üçünün, yaşamlarının bir döneminde masturbasyon yaptığı saptanmıştır.<br />

Masturbasyon eşle yaşanan cinsellikle çatışmayan ayrı bir cinsel haz kaynağı olarak görülmektedir.<br />

Cinsel bilgisizlik <strong>ve</strong>ya yanlış bilgilenme, cinsellikle ilgili aşırı kaygı, suçluluk duyguları, gerçekçi<br />

olmayan beklentiler <strong>ve</strong>ya başaramama korkusuna neden olarak, cinsel işlev bozukluklarının ortaya<br />

çıkmasında <strong>ve</strong> sürmesinde etkili olur. Yanlış bilgilenmenin en sık karşılaşılanı cinsel mitlerdir.<br />

Cinsel eğitim konusunu ayrıntılı olarak inceleyebilmek için Prof. Dr.<br />

Helmunt Kentler’in Turkuaz yayınlarından basılmış olan “Çocuğuma nasıl cinsel eğitim<br />

<strong>ve</strong>rebilirim” (2008) adlı kitabını okuyabilirsiniz.<br />

CİNSELLİKLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR<br />

Cinsiyet<br />

Türkçede sıklıkla ‘cinsel aktivite’ “cinsel birleşme” anlamında kullanılan ‘seks’ sözcüğünün tam<br />

karşılığıdır. Bizi kadın ya da erkek yapan biyolojik özellikleri ifade eder. Cinsiyetlerin üreme organları,<br />

üremede rolleri farklı olmakla birlikte işlevleri birbirini tamamlayıcıdır.<br />

<br />

38


Cinsel Kimlik<br />

Cinsel kimlik, kişinin kendini kadın <strong>ve</strong>ya erkek olarak hissedişidir. Cinsel kimlik, ebe<strong>ve</strong>yn, öğretmen,<br />

arkadaşların tavır <strong>ve</strong> tutumları, içinde yaşanılan sosyal ortamın normları gibi çeşitli etkenlere bağlıdır.<br />

Kişinin içinde hissettiği kadın <strong>ve</strong>ya erkek olma duygusunun davranışlar aracılığıyla dışa vuran şeklidir. 2-<br />

3 yaşlarında tamamlanan cinsel kimlik süreci, genellikle biyolojik cinsiyetle uyumluluk gösterir. Ancak<br />

bazen cinsel kimlik biyolojik cinsiyetin karşıt yönünde gelişim gösterebilir.<br />

Transseksüellik, kişinin cinsiyetini değiştirmesi gerektiğine, ruhsal <strong>ve</strong> bedensel olarak diğer cinsiyete<br />

sahip olması gerektiğine inanma şeklinde tanımlanmaktadır. Cinsel kimlik bozukluğu şeklinde<br />

adlandırılan bu durumdaki kişiler, sahip oldukları biyolojik cinsiyetten sürekli bir biçimde <strong>ve</strong> yoğun<br />

sıkıntı duyarlar. Karşı biyolojik cinsiyete sahip olmak isterler <strong>ve</strong>ya karşı cinsiyetten olduklarına dair<br />

ısrarlı düşüncelere sahiptirler. Doğuştan gelen anatomik özellikleri kabul etmezler <strong>ve</strong> sahip oldukları<br />

biyolojik cinsiyetin kıyafetlerine karşı iğrenmeye kadar varabilen duygulara sahiptirler.<br />

Toplumsal Cinsiyet (Gender)<br />

Bir birey ya da toplumun kadını <strong>ve</strong> erkeği tanımlama biçimidir. Toplumsal cinsiyet rolleri kadın <strong>ve</strong> erkek<br />

için tanımlanmış o toplumda onaylanmış tutumlar, davranışlar, beklentiler <strong>ve</strong> sorumluluklardır.<br />

Cinsel Yönelim<br />

İnsanın düşünce, duygu <strong>ve</strong> davranışsal olarak cinsel açıdan çekim duyduğu cinsiyete göre tanımlanan<br />

özelliğidir.<br />

Heteroseksüel cinsel yönelim: Kişinin karşı cinsiyetten kişilere karşı cinsel ilgi duymasıdır.<br />

Homoseksüel cinsel yönelim (eşcinsellik): Kişinin kendi cinsiyetinden olan kişilere karşı cinsel ilgi<br />

duymasıdır. Erkek eşcinseller için ‘gey’, kadın eşcinseller için ‘lezbiyen’ sözcükleri de kullanılmaktadır.<br />

Biseksüel cinsel yönelim: Kişinin hem kendi cinsiyetinden olmayan hem de kendi cinsiyetinden olan<br />

kişilere karşı cinsel ilgi duymasıdır.<br />

Halen cinsel yönelimin nasıl oluştuğuna dair bilgiler yetersizdir. Bir heteroseksüel erkek neden bir<br />

kadından hoşlanır sorusunun cevabı <strong>ve</strong>rilemediği gibi diğer cinsel yönelimlerinde nasıl oluştuğu<br />

bilinmemektedir. Heteroseksüellik, eşcinsellik <strong>ve</strong> biseksüelliğin doğuştan olup olmadığı bilinemese de bir<br />

tercihten ibaret olmadıkları düşünülmektedir. Yani kişi heteroseksüel olmaya karar <strong>ve</strong>rdiği için<br />

heteroseksüel olmadığı gibi eşcinsel ya da biseksüel olmaya karar <strong>ve</strong>rip eşcinsel olamaz.<br />

CİNSELLİKTE “NORMAL” KAVRAMI<br />

Cinsellikte neyin normal neyin anormal olduğuna dair merak ergenlikten itibaren insanların zihinlerini<br />

kurcalar. İnsanlar normal <strong>ve</strong> anormali öğrenip kendilerini bu tanımlara göre değerlendirmek isterler.<br />

Ancak cinsellikte anormali tanımlamak normali tanımlamaktan daha kolaydır. Çünkü cinsel ilgi <strong>ve</strong><br />

performans bireyler arasında hatta aynı bireyde farklı zaman <strong>ve</strong> farklı eşlerle değişiklik<br />

gösterebilmektedir. Gelenekselin dışında yaşanan bazı cinsel aktiviteler birçok kişi için anormal olarak<br />

karşılanabilirken aynı cinsel aktiviteyi paylaşan eşler için normal olarak değerlendirilebilir. Bir cinsel<br />

aktivitenin normal ya da anormal olarak kabul edilmesi psikiyatrist ya da diğer insanların takdiri ile<br />

belirlenmez. İki kişinin arasında <strong>ve</strong> her iki kişinin rızası ile yaşanan şeyler (rıza <strong>ve</strong>remeyecek çocuk <strong>ve</strong><br />

akıl hastaları hariç) o kişiler için normal kabul edilir.<br />

<br />

39


KADIN CİNSEL ANATOMİSİ<br />

Vulva<br />

Kadın dış genital organları vulva olarak adlandırılır. Vulva latince örten anlamındadır. Vajina girişi<br />

vulvada olmasına karşın, vajina iç genital organdır. Mons <strong>ve</strong>neris (latince.; Venüs-roma aşk tanrıçası-<br />

tepesi) pubik kemiğin hemen üzerinde, deri <strong>ve</strong> pubik kıllarla kaplı yağ doku yastığıdır. Uyarılması yoğun<br />

cinsel heyecan sağlar, bazı kadınlarda orgazmı tetikler.<br />

Labia Major (Büyük=Dış Dudaklar)<br />

Dış dudaklar, büyük miktarda yağ dokusu <strong>ve</strong> ince bir düz kas tabakasını örten deri katlarıdır. Üzerinde<br />

pubik kıllar çıkar; ter <strong>ve</strong> yağ bezleri, sinir uçları serbest bir şekilde dağılmıştır. İdrar kanalının açıklığı <strong>ve</strong><br />

vajinal açıklık üzerinde koruma sağlar.<br />

Labia Minor (Küçük=İç Dudaklar)<br />

İç dudaklar, kavisli taç yaprağına benzer. Yağ hücresi olmayan, küçük kan damarlarından zengin bir<br />

süngersi dokuya sahiptir. Dış dudaklara göre daha incedir, kıl yoktur. Vajinal <strong>ve</strong> idrar kanalı açıklığını<br />

kapatır. İç dudaklar hemen üst kısımda klitorisle birleşir.<br />

Dudakların derisinde enfeksiyon gelişirse cinsel birleşmede ağrı, kaşıntı, yanma hissi olur. Bartolin<br />

bezleri iç dudakların içinde, küçük kanallarla vajinaya açılırlar. Eskiden cinsel ilişki sırasında ıslanmada<br />

önemi olduğu düşünülürken bu görüş değişmiştir. Tam işlevi bilinmiyor. Bu bezlerin iltihabi<br />

durumlarında cinsel birleşme ağrılı olur.<br />

Bir bozukluk olmadığı sürece nasıl ki yüzümüzde gözlerimiz, kulaklarımız, kaşlarımız, burnumuz <strong>ve</strong><br />

ağzımız tüm insanlarda olmakla birlikte yüzlerimiz birbirine benzemezse kadınlarda dış genital<br />

organlarda oldukça farklı görünümlerdedir. Dudakların büyüklük, şekil <strong>ve</strong> renkleri, pubik kılların<br />

dağılımı, renkleri, miktarı, sertliği, klitoris, vajina girişi <strong>ve</strong> himenin görünümlerinde farklılıklar vardır.<br />

Klitoris<br />

Kadın genitallerinin en duyarlı alanıdır. Doğrudan görülen kısmı yalnızca baş kısmı olup, küçük, parlak<br />

bir düğme görünümündedir. Klitorisin gövde kısmı süngerimsi dokudan oluşur, ters V şeklinde iki yan<br />

kola ayrılır. Klitorisin üreme işlevi yoktur, yalnız cinsel işlev rolü vardır. Dokunma, basınç <strong>ve</strong> sıcaklık<br />

değişimlerine karşı ileri derecede duyarlıdır. Penisle aynı embriyolojik dokudan köken alır. Birleşme<br />

esnasında penis klitorisi dolaylı yoldan uyarır; giriş çıkışla iç dudaklar vajina içine doğru hareket eder,<br />

sürtünme hareketi ile uyarıcı etki sağlar.<br />

Perine<br />

İç <strong>ve</strong> dış dudakların alt kısmı ile anüs arasında kalan kılsız deri bölgesidir. Dokunma, basınç <strong>ve</strong> sıcaklık<br />

değişimlerine karşı duyarlıdır. Cinsel uyarılma kaynağıdır.<br />

Himen (Kızlık Zarı)<br />

Vajina girişinde bulunan ince membranöz, genellikle halka şeklindeki yapıdır. İşlevi tam bilinmemektedir.<br />

Bazı yeni doğan kız çocukları himensizdir.<br />

İlk cinsel ilişki ile abartılı anlatımlar, kızlık zarının patladığı, çok kanadığı ile ilgili bilgiler kadınların<br />

çoğunda ilk cinsel ilişkiye yönelik korkuların oluşmasına neden olmaktadır. İlk cinsel ilişki sırasında<br />

kanama oranı %30-40 arasında değişmektedir. Zar yapıdaki ince kılcal damarların, cinsel birleşme<br />

sırasındaki bu zarın sıyrılması ile bütünlüğü bozulduğundan zarın yapısına, kanlanma durumuna bağlı<br />

olarak bir miktar kanama olmaktadır. Bu kanama her zaman kızlık zarı kaynaklı olmamaktadır. Islanma<br />

olmaksızın cinsel birleşmeye geçildiğinde genital bölgenin diğer kısımlarından kaynaklanan kanama<br />

olabilmektedir. Normalde önsevişme de denilen cinsel yanıtın uyarılma döneminde vajina cinsel birleşme<br />

için hazır hale gelir <strong>ve</strong> sıvılarla iç yüzeyi kayganlaşır. Uyarılma tam olmadan birleşme gerçekleşirse<br />

birleşme sırasında acı ya da genital bölgelerden kaynaklı kanama olabilmektedir.<br />

<br />

40


Vajina<br />

Latince “kın” <strong>ve</strong>ya “kılıf” anlamına gelir. Cinsel heyecanla birlikte ıslanma meydana gelir. İnce duvarlı<br />

kas yapısındadır. Rahim’den (Uterus) vulvadaki, dış vajinal açıklığa kadar uzanan tüp şeklindeki<br />

organdır. 45 derecelik açıyla geriye doğru eğimlidir. Uyarılma olmadığında vajina duvarları içe katlanır.<br />

Doğum yapmamış kadında uzunluğu 7-8 cm, doğum yapmış kadında 8-10 cm’dir. Uyarılınca boyu<br />

doğum yapmamış kadında 9.5-10.5, doğum yapmış kadında 11-12 cm olur. Balon gibi, kasılıp genişleme<br />

özelliğiyle şekil <strong>ve</strong> büyüklüğü değişir. İç yüzeyi ağız yapısına benzer. İç yüzeyi ıslanmanın kaynağıdır.<br />

Salgı bezi bulunmaz, çok sayıda küçük kan damarları vardır. Damarlarda göllenen kandan sızan sıvı<br />

ıslanmayı <strong>ve</strong> cinsel birleşmenin kolay <strong>ve</strong> haz <strong>ve</strong>rici olarak gerçekleşmesini sağlar. Arka üçte iki kısmı<br />

dokunma ya da ağrıya duyarsızdır.<br />

Uterus (Rahim)<br />

Ters dönmüş armut şeklinde, kalın duvarları kas yapıdan oluşur. Boy 7.5 cm, en 5 cm. olup duvarı 3<br />

tabakadan oluşur. Endometrium; iç yüzeyi kaplar, döllenme gerçekleşmezse adet kanaması ile üçte ikisi<br />

dökülür. Miyometrium; kalın düz kas tabakası, cinsel uyarılma, orgazm, doğum <strong>ve</strong> adet esnasında<br />

kasılmayı sağlar. Perimetrium; dış yüzeyi kaplayan ince kısımdır. Çoğunluk öne yatık, %25 arkaya, %10<br />

aşırı öne eğik olabilir.<br />

Serviks (Rahim Ağzı)<br />

Latince boyun anlamına gelir. Rahimin vajina içine doğru giren kısmıdır. Yaklaşık 2.5-3.5 cm’dir. Mukus<br />

salgılayan bezler içerir. Servikal kanalda biriken mukus tıkacı spermlere engel olur. Ovulasyon<br />

(yumurtlama <strong>ve</strong> yüksek miktar östrojen hormonu) tıkacı inceltir <strong>ve</strong> spermlerin geçmesine izin <strong>ve</strong>rir.<br />

Ovulasyon sonrası salgılanan progesteron hormonu tıkacı kalınlaştırır.<br />

Fallop Tüpleri<br />

Rahim ile başlar, yana doğru 10 cm uzunluğundadır. Son kısmı huni şeklindedir, uzun parmaksı uzantıları<br />

vardır (fimbria). İç yüzeyleri uzun saç benzeri cilia ile kaplıdır. O<strong>ve</strong>rler (yumurtalıklar) tarafından atılan<br />

yumurtalar clialar tarafından yakalanır, tüp içinde spermle karşılaşır <strong>ve</strong> döllenme olur.<br />

O<strong>ve</strong>rler (Yumurtalıklar)<br />

Rahimin her iki yanında, yumurta şeklinde organlardır. Rahime bir bağ ile tutunurlar. İki işlevi vardır; 1)<br />

hormon üretimi, 2) yumurta üretimi <strong>ve</strong> salınımı.<br />

Bebek kız doğmadan önce 6-7 milyon yumurtaya sahipken, çoğu yumurta kız bebek daha doğmadan<br />

önce yok olur. Yenidoğan kızda 400 bin olgunlaşmamış yumurta vardır. Üreme çağı boyunca her ay bir<br />

yumurta olgunlaşıp atılır. Tüm üreme çağı boyunca ortalama 400 yumurta kullanılır.<br />

Memeler<br />

Çoğu kadın <strong>ve</strong> erkek için cinsel uyarılmada önemli rol oynayan “yağlı ekler”dir. Yağlı doku içinde süt<br />

bezleri <strong>ve</strong> kanalları yerleşiktir. Ergenlikte şekil <strong>ve</strong> büyüklüğü değişir. Sol meme sağdakinden hafifçe<br />

büyüktür. Meme uçları dokunmaya <strong>ve</strong> sıcaklık değişimlerine duyarlıdır. Hemen çevresindeki koyu renkli<br />

alan areola adını alır. Meme ucu <strong>ve</strong> areola duyarlılığı şekle ya da büyüklüğe bağlı değildir.<br />

<br />

İlk cinsel ilişkide kadınların hepsi kanar mı?<br />

41


ERKEK CİNSEL ANATOMİSİ<br />

Penis<br />

Penis baş <strong>ve</strong> gövde olmak üzere iki kısımdan oluşur. Gövde kısmı paralel silindir şeklinde 3 yapıdan<br />

meydana gelir. Biri süngerimsi (corpus spongiosum), diğer ikisi boşluklu yapıdan (corpus ca<strong>ve</strong>rnozum)<br />

oluşur. Bu boşluklar uyarılma esnasında kanla dolar <strong>ve</strong> penis erekte (sertleşme) olur. Penisin baş kısmı<br />

tümüyle süngerimsi dokudan oluşur. Bu bölge gövdeden daha fazla fiziksel uyarıya duyarlıdır. Penis<br />

başının etrafını ince bir deri çevreler (sünnet derisi). Penis başı dokunmaya çok hassastır, çoğu erkek<br />

masturbasyonda gövdeyi okşar. Sünnet derisi ya da penis başı enfekte olursa cinsel ilişki ağrılı olabilir.<br />

Süngerimsi dokunun içinden idrar kanalı geçer. Kadından farklı olarak idrar kanalından hem idrar hem de<br />

meni gelmektedir. Kadında ise vajina girişi ile idrar kanalı farklıdır.<br />

Penis Boyutu: Çoğu erkekte penis boyutuyla ilgili takıntılar vardır. Bu takıntılar; herkesin olduğu gibi<br />

“normal” olmakla ilgili, cinsel açıdan yeterli olma isteğiyle ilişkili, cinsel mitlerle ilişkilidir (en büyük<br />

penis en iyidir-büyük penis kadında daha fazla doyum sağlar). Gerçekte penis boyutu kadınlarda çok<br />

küçük fizyolojik etki yapar.<br />

Skrotum<br />

Testisleri çevreleyen, ince derili kesedir. Pubik kıllarla kaplıdır. Spermatik kord; skrotum içinde testisleri<br />

tutan bağlardır. Kan damarları, sinirler <strong>ve</strong> kremaster kasını içerir. Cinsel uyarılma, egzersiz <strong>ve</strong> soğuk<br />

Kremaster kasının kasılmasına neden olur böylece testisler vücuda yaklaşır. Sıcak havada skrotum gevşer,<br />

testisler havada asılıdır. Bu refleks testislerin sabit bir sıcaklıkta kalmasına yardımcıdır. Çünkü sperm<br />

üretimi için sıcaklık önemlidir.<br />

Testisler<br />

Latince testify tanıklık etme anlamına gelir. Eski Romalılar yemin ederken ellerini İncil yerine testisler<br />

üzerine koyardı. Her iki testis aynı büyüklüktedir (5x2x3 cm). Biri diğerine göre daha aşağıdadır<br />

(genellikle soldaki, ancak özellikle bazı sol elli erkeklerde sağdaki). Büyüklük farklılığı tıbbi<br />

değerlendirmeyi gerektirir. Dokunma ya da basınca aşırı duyarlıdır. Skrotumun okşanması, testislerin<br />

hafifçe sıkılması uyarıcıdır. İki farklı işlev görür; hormon üretimi <strong>ve</strong> sperm üretimi.<br />

Prostat<br />

Prostat ceviz büyüklüğündedir. Boşalma ile atılan ejakulat sıvısının %30’unu Prostat salgılar. Enfekte<br />

olabilir <strong>ve</strong> kanser oluşabilir. Her ejakulat ile 3-5 ml semen (ejakulat+sperm) atılırken, 1 ml semen içinde<br />

40-120 milyon sperm vardır. Sperm miktarı ejakulasyon sıklığıyla değişkendir. Rengi beyaz, sarı <strong>ve</strong> gri<br />

tonları arasında değişir. Kremsi <strong>ve</strong> yapışkan kıvamdadır. Ejakülasyon sonrası önce katılaşır sonra hızla<br />

erir.<br />

Memeler<br />

Erkekte kadına göre çok daha az yağ <strong>ve</strong> bez doku içerir. Basınç <strong>ve</strong> dokunmaya daha az duyarlıdır. Bazı<br />

erkekler meme uçlarının uyarılması ile cinsel olarak uyarılır. Ergenlerin %40-60’ında memede büyüme<br />

(1-2 yıl içinde geriler) olur. Östrojen alımı ile de memede büyüme (transeksüellerde) görülür.<br />

Diğer Erojen Bölgeler<br />

Genitaller dışında vücudun pek çok yeri potansiyel uyarılma kaynağıdır. En büyük duyu organı olan deri,<br />

uyluk, boyun, perine, ağız, dudaklar, dil, anüs, rektum <strong>ve</strong> kalçalardır.<br />

<br />

Gebeliğin cinsel yaşama etkileri nelerdir?<br />

42


İNSANDA CİNSEL FİZYOLOJİ<br />

İnsanda cinsel uyarana gösterilen fizyolojik tepki dört ayrı evreye ayrılır; uyarılma evresi, plato evresi,<br />

orgazm evresi, çözülme evresi.<br />

1. Uyarılma (heyecanlanma) evresi: İlk evredir. Temel olarak erotik duygu <strong>ve</strong> düşüncelerin<br />

belirmesi, erkekte peniste sertleşmenin kadında ise cinsel organda ıslanmanın ortaya çıkmasıyla<br />

karakterizedir. Herhangi bir bedensel ya da psikolojik uyarı ile ortaya çıkabilir. Cinsel uyaranın süre <strong>ve</strong><br />

yoğunluğuna göre gösterilen tepkinin şiddeti hızlı ya da yavaş biçimde artar. Kişiye uygun düşen, yeterli<br />

süre <strong>ve</strong> yoğunlukta devam eden bir cinsel uyaran karşısında uyarılma evresi çok kısa sürebileceği gibi;<br />

kişiye fiziksel ya da psikolojik açıdan uygun düşmeyen cinsel uyarı durumunda ya da cinsel uyaran<br />

aralıklarla uzayabilir ya da kaybolabilir.<br />

Kadında görülen değişikler: Bu evrede meme uçları sertleşir. Memelerde damarsal genişleme <strong>ve</strong><br />

büyüme görülür. Büyük dudaklar cinsel uyaranın artmasıyla birlikte yassılaşarak öne <strong>ve</strong> yukarıya doğru<br />

yükselir. Küçük dudakların çapı ise belirgin derecede artarak yassılaşıp incelen büyük dudaklara doğru<br />

çıkıntı oluşturur. Bu evrede klitoriste hafif bir genişleme <strong>ve</strong> buna bağlı klitoral gövdede hafif bir büyüme<br />

dışında önemli bir değişiklik olmaz. Cinsel uyarının artmasıyla birlikte giderek büyüyen rahim<br />

pozisyonunu değiştirerek karın içinde yükselmeye başlar. Böylece normalde 7-8 cm uzunluğunda, 2 cm<br />

çapında <strong>ve</strong> duvarları birbirine yapışık olan vajina ise büyüyerek 9-11 cm uzunluğa, özellikle iç üçte ikilik<br />

bölümünde 5-6 cm çapına varan bir genişliğe ulaşır. Genital bölgede oluşan damarsal genişleme<br />

sonucunda vajina duvarında oluşan ıslaklık birleşme sırasında vajinal duvarların kayganlığını sağlar.<br />

Erkekte görülen değişiklikler: Cinsel uyaranın ardından erkekte peniste sertleşme, penis başında<br />

büyüme, skrotal derinin gerilmesi <strong>ve</strong> kalınlaşmasıyla testislerde yükselme görülür. Bu belirtilere ek olarak<br />

pek çok erkekte aynı zamanda cinsel kızarıklıklar görülür. Bu kırmızı lekeler çoğunlukla karnın alt<br />

bölgesinde görülmeye başlar <strong>ve</strong> sonra boyuna, yüze ya da omuzlara, kollara <strong>ve</strong> kalçalara yayılır. Erkekte<br />

sertleşme sağlandıktan sonra etkili cinsel uyaranın sürdürülmesi kaydıyla sertleşme uzun süre<br />

sürdürülebilir. Ancak uyarılma <strong>ve</strong> plato evreleri boyunca cinsel uyaran sürdürülse bile aynı anda<br />

oluşabilecek ses, ışık, ısı değişimi ya da eşte meydana gelen belirgin bir değişim gibi cinsel olmayan bir<br />

uyaran sertleşmenin bir bölümünü ya da tümünü ortadan kaldırabilir. Ancak cinsel uyaranın<br />

sürdürülmesiyle birlikte sertleşme tekrar sağlanabilir.<br />

2. Plato (düzlük) evresi: Etkili cinsel uyarının sürdürülmesi <strong>ve</strong> cinsel heyecanın artmasıyla birlikte,<br />

kadın ya da erkek, ikinci evre olan düzlük evresine girerler. Düzlük aşaması, gerçekte uyarılma<br />

aşamasının devamından başka bir şey değildir. “Düzlük” sözcüğü artık orgazma kadar değişmeden<br />

sürecek olan belli bir heyecan düzeyine ulaşıldığını göstermek için kullanılmaktadır. Cinsel heyecan, bir<br />

kez bu yüksek düzeye vardıktan sonra kişi artık kolay kolay dikkatini başka yöne <strong>ve</strong>remez <strong>ve</strong> çevresinde<br />

olup bitenlere ilgisi kalmaz. Cinsel uyarımın artışıyla tüm vücutta istemli ya da istem dışı kas gerilimleri<br />

olur. Aynı zamanda kan basıncında <strong>ve</strong> nabız atışında yükselme görülür <strong>ve</strong> soluk alma sıklaşır.<br />

Kadında görülen değişiklikler: Bu evrede meme başında belirgin değişiklikler gözlenir. Meme<br />

başında büyüme, meme uçlarındaki sertleşme sanki kaybolmuş gibi bir izlenim uyandırabilir.<br />

Memelerdeki büyüme ise en yüksek noktaya ulaşmıştır. Uyarılma evresinde öne <strong>ve</strong> yukarı doğru<br />

yükselen, incelip yassılaşan büyük dudaklarda pek bir değişiklik olmazken küçük dudaklarda pembeden<br />

kırmızıya doğru değişen renk değişiklikleri oluşur. Bu evrede klitoristeki değişiklikler çok belirgindir<br />

klitorisin bütün gövde <strong>ve</strong> başı büzülerek çekilir. Vajinanın dış 1/3 lük bölümünde bu dönemde ileri<br />

derecede damarsal genişleme oluşur <strong>ve</strong> bu bölüm genişler. Bu arada pelvis içerisinde yükselmeye<br />

başlamış olan rahim bu evrede tam olarak yükselir. Bu evrede tüm vücutta bir damarsal genişleme<br />

gözlenir. Ayrıca plato evresinin sonlarına doğru belirginleşen kas kasılması <strong>ve</strong> soluk alıp <strong>ve</strong>rmenin artışı,<br />

kalp atımının artışı, kan basıncında artma <strong>ve</strong> dış rektal sfinkter ile kalça bölge kaslarında kasılmalar<br />

gözlenir.<br />

Erkekte görülen değişiklikler: Penis başında kadınlarda küçük dudaklarda oluşan renk değişikliğine<br />

benzer bir koyulaşma görülebilir. Testislerde belirgin büyüme <strong>ve</strong> yükselme gözlenir. Uyarının çok arttığı<br />

orgazm öncesi dönemde birkaç damlalık koyu sekresyonun üretral açıklıktan dışarıya salındığı görülür.<br />

Kadınlarda olduğu gibi erkeklerde de plato evresinin sonlarına doğru belirginleşen kızartılar, kas<br />

<br />

43


kasılması, soluk alıp <strong>ve</strong>rmede artma, kalp atımının artması, kan basıncında artma, dış rektal sfinkter ile<br />

kalça bölge kaslarında istemli kasılmalar görülür.<br />

3. Orgazm evresi: Grekçe şeh<strong>ve</strong>tli, heyecan anlamındaki orgazmus sözcüğünden türeyen orgazm,<br />

cinsel heyecanın doruk noktasında, sinirsel gerilimin <strong>ve</strong> kasların ani gevşemesi olarak tanımlanabilir. Bu<br />

olay, kadın <strong>ve</strong> erkek için temelde aynı olup, insanın tadabildiği en yoğun bedensel hazdır. Orgazm, ancak<br />

birkaç saniye sürer <strong>ve</strong> tüm vücudu sarabilen ancak özellikle cinsel organda hissedilen bir dizi kasılma<br />

biçiminde algılanır <strong>ve</strong> ardından tam bir rahatlama, gevşeme gelir. Cinsel bakımdan olgun erkeklerde,<br />

orgazm eşliğinde meni boşalması olur. Kadınlarda meni üretimi olmadığı için böyle bir boşalma<br />

görülmez. Ancak tüm öteki yönlerden fizyolojik süreçler her iki cins için de aynıdır.<br />

Kadında görülen değişiklikler: Memelerde büyük <strong>ve</strong> küçük dudaklarda, klitoriste <strong>ve</strong> rahimde bu<br />

evreye özgü değişiklikler gözlenmez. Orgazm aşamasında vajinanın dış 1/3 lük bölümünde ritmik<br />

kasılmalar görülür. Bu kasılmalar normal olarak 3- 5 kez en çokta 10-15 kez olur. Başlangıçta çok güçlü<br />

<strong>ve</strong> kısa aralıklarla oluşan bu kasılmaların ilk 3-5 kasılmadan sonra şiddeti azalır <strong>ve</strong> aralık süresi uzar.<br />

Erkekte görülen değişiklikler: Erkekte ejekülasyon (boşalma) iki aşamalı bir evre olarak<br />

tanımlanmıştır. Bu tanımlamaya göre boşalmanın kaçınılmaz biçimde gelmekte olduğu duygusunun<br />

oluştuğu ilk aşama (emisyon) meni sıvısının prostat kanalında biriktiği <strong>ve</strong> prostat yolundan idrar kanalına<br />

çıktığı zamana denk düşmekte, orgazm duygusunun eşlik ettiği ikinci aşama ise ejekülasyonun<br />

(boşalmanın) gerçekleşmesidir. Skrotum <strong>ve</strong> testislerde plato evresinde oluşan değişikliklere ek önemli bir<br />

değişiklik gözlenmez. Hem kadında hem de erkekte plato evresinin sonlarına doğru belirginleşen<br />

kızartılar, kas kasılması, soluk alıp <strong>ve</strong>rmede artma, kalp atımının artması, kan basıncında artma bu evre<br />

boyunca sürer.<br />

4. Çözülme evresi: Son evredir. Kadın ya da erkek kişilerde orgazma ya da orgazmın<br />

gerçekleşmediği durumlarda platoyu takiben genital bölgelerde <strong>ve</strong> bedenin bütününde önceki aşamalarda<br />

oluşmuş olan fizyolojik değişikliklerin dakikalar içerisinde aynı sırayı takip ederek kaybolmasıyla<br />

karakterizedir. Bu evrenin süresi cinsiyete, orgazmın yaşanıp yaşanmadığına ya da hangi yoğunlukta<br />

yaşandığına ya da cinsel uyaranın sürüp sürmemesine göre değişir. Kadınlar çözülme evresinin herhangi<br />

bir aşamasında uygun bir cinsel uyaranla uyarıldıkları takdirde yeniden bir başka orgazm evresine girme<br />

potansiyeline sahiptirler. Erkekler ise nadir olguların dışında orgazm evresini takiben süresi kişiden kişiye<br />

<strong>ve</strong> kişinin hangi yaş döneminde olduğuna göre çok değişen bir çözülme evresine zorunlu olarak girerler.<br />

Bu dönem sona erene kadar uygun cinsel uyaran olsa da yeniden ereksiyon (sertleşme) sağlayabilmeleri<br />

<strong>ve</strong> yeniden orgazm evresine girebilmeleri fizyolojik olarak olası değildir. Süresi bireye <strong>ve</strong> bireyin içinde<br />

bulunduğu yaş dönemine göre değişkenlik gösteren bu dönem refrakter dönem olarak adlandırılır.<br />

Görüldüğü gibi erkeklerin tek tip bir cinsel yanıt döngüsü olmasına karşın kadınlarda çok değişken<br />

olabilmektedir. Kadınlardaki değişikliğin bir başka nedeni ise çözünme evresinin süresinin çok değişken<br />

olmasından kaynaklanmaktadır. Çok yoğun bir orgazm evresi yaşayan bir kadının çözünme evresi çok<br />

kısa sürerken plato evresinde uzun süre kalıp orgazm evresine geçemeden birleşmeyi sonlandıran kadınlar<br />

ise çok uzun süreli bir çözünme evresi yaşayacaktır.<br />

<br />

CİNSEL MİTLER<br />

<br />

Kızlık muayenesinin mevcut hukuki düzenlemeler içinde yeri nedir?<br />

Cinsel mitler, kişilerin cinsel konularda doğru olduğunu düşündükleri, çoğu zaman abartılı, yanlış,<br />

bilimsel değeri bulunmayan inanışlardır <strong>ve</strong> cinselliğin yaşanmasını sınırlarlar. Çoğumuz aynı cinsel<br />

modeli öğrenmiş olmakla birlikte belirli mitler her birimizi farklı biçimde etkiler. Mitlere inanma derecesi<br />

değişir. Bazı mitlerin doğruluğuna nerdeyse tamamen inanılırken bazıları hakkında şüpheler olabilir.<br />

İnsanların cinsel hayatını olumsuz etkileyebilen cinsel mitlerden yaygın olarak saptananları şunlardır;<br />

44


1. Erkeklerde cinsel organın boyutu cinsel gücün göstergesidir.<br />

Ergenlik döneminden itibaren erkeklerin en merak ettikleri konudur. Çünkü penislerinin normal<br />

olmayacağı ile ilgili kendi aralarındaki bilimsel desteği olmayan abartılı konuşmalar nedeniyle<br />

yoğun kaygıları vardır Cinsel organların yapısı kişiye göre farklılıklar gösterir.<br />

2. Büyük erkek cinsel organı cinsel ilişki sırasında kadının daha çok uyarılmasını sağlar<br />

Cinsel organın boyutunun ilişki içinde uyarılmaya ya da hazza yönelik etkisi minimaldir.<br />

3. Erkekler cinsel ilişkiden yalnız cinsel birleşme <strong>ve</strong> orgazm bekler. Duygusallık <strong>ve</strong> haz alma<br />

çoğunlukla kadınlarda görülür.<br />

Maalesef erkekler için sadece saldırganlık, rekabet, kızgınlık, kontrollü olma gibi duygulara izin<br />

<strong>ve</strong>rilmiş destek gereksinimi, sevgi, yumuşaklık erkeklikten sayılmamaktadır. Ancak bu duygular<br />

insana ait <strong>ve</strong> iki cinsiyet için geçerlidir.<br />

4. Cinsel ilişkinin başlangıcında sertleşme (ereksiyon) güçlüğü olursa büyük olasılıkla iktidarsızlık<br />

gelişecektir.<br />

Sertleşme fizyolojik bir olaydır <strong>ve</strong> konsantrasyon kaybı, kaygı gibi nedenlerle zaman zaman<br />

olabilir. Eğer boşalma olmamışsa uyaran <strong>ve</strong>rmeye devam edildiğinde sertlik tekrar sağlanabilir.<br />

5. İlk cinsel birleşmede başarılı olunması sonraki cinsel yaşam boyunca başarılı olacağının<br />

göstergesidir.<br />

Cinsel sorunlar ilk cinsel deneyimde olabileceği gibi sonradan da gelişebilir. Bir sorun yaşanınca<br />

bunun sürekli olacağına dair bir zorunluluk yoktur. Bir sonrakinde tekrarlamayabilir.<br />

6. Mastürbasyonun cinsel güce zarar <strong>ve</strong>rici etkisi olabilir.<br />

Çok eskilerden kalmış çoğunlukla ahlaki değer yargıları ile ilişkili bir yanlış inanıştır.<br />

7. Oral seks olgunlaşmamışlığın göstergesidir <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nsizdir.<br />

Cinsellikte neyin normal olduğuna dair diğer insanların takdiri geçerli değildir. Cinselliği<br />

yaşayan kişilerin kendi rızaları ile yaşadıkları her şey onların normalidir. Oral sekste uyarılma<br />

kaynaklarından biridir.<br />

8. Erkek <strong>ve</strong> kadının cinsel ilgileri <strong>ve</strong> sorumlulukları temel olarak farklıdır.<br />

Cinsellik iki kişi arasında yaşanan <strong>ve</strong> her ikisinin de eşit derecede katılması gereken <strong>ve</strong> her<br />

ikisinin ortak sorumluluğunda olan bir eylemdir. Cinsel organ yapıları farklı olabilir ancak<br />

yaşanan haz benzerdir.<br />

9. Başka şeylerde olduğu gibi cinsellikte de başarıya ulaşmak çok önemlidir.<br />

Hedefe <strong>ve</strong> başarıya yönelik yetiştirilen erkek, cinselliği de bir performans alanı haline<br />

getirmektedir. İki sakıncası vardır. Cinsel hazzı paylaşmak yerine başarı peşinde olan erkek<br />

eşinin de hazzını azaltmaktadır. Başarısını kanıtlamak derdinde olan erkek olası bir sorunla<br />

karşılaştığında erkekliğiyle ilgili düşünceleri ciddi hasar alacaktır <strong>ve</strong> belki de bu durum bir cinsel<br />

işlev bozukluğunu başlatacaktır.<br />

10. Sevişme sırasında fantezi kurmak yanlıştır.<br />

Fanteziler cinsel uyarılmayı arttırır. Kişinin aklından geçenler konsantrasyonunu bozmuyorsa <strong>ve</strong><br />

paylaşılmak istenen fantezi cinsel eşe hitap ediyorsa sorun oluşturmayacaktır.<br />

11. Cinsel birleşme için en doğal pozisyon erkeğin üstte olduğu pozisyondur.<br />

Cinsel birleşme pozisyonu çiftlerin tercihine kalan bir durumdur.<br />

12. Sağlıklı <strong>ve</strong> uyumlu bir erkeğin hiçbir durumda cinsel performansı bozulmaz. Erkek cinsel<br />

ilişkiyi her zaman ister <strong>ve</strong> buna hazırdır.<br />

Erkeklerin cinsel yaşamına bir yük getiren bir yanlış inanıştır. Bu yanlış inanç erkekleri istese de<br />

istemese de cinsel ilişkiye girmeye zorlar <strong>ve</strong> cinsel işlev bozukluğu gelişmesine neden olabilir.<br />

Daha da önemlisi kadın erkek ilişkisine, arkadaşlıklara zarar <strong>ve</strong>rmektedir.<br />

13. Sevişmeyi başlatan kadın ahlaksızdır<br />

Cinsel olarak aktif olmak isteyen kadını ketleyen bir inanıştır. Temelinde kadının cinsel olarak<br />

arzulu olmasının yaratacağı korkular vardır.<br />

14. Sevişme her zaman doğal <strong>ve</strong> kendiliğinden olmalıdır, sevişme hakkında konuşmak <strong>ve</strong> düşünmek<br />

onu bozar.<br />

Sevişme sırasında çiftlerin birbirine geri bildirim <strong>ve</strong>rmesi öğrenmenin en iyi yoludur.<br />

<br />

45


15. Sertleşme (ereksiyon) hemen daima cinsel arzu <strong>ve</strong> uyarılmanın işaretidir.<br />

Erkekler fizyolojik olarak özellikle sabahları sertleşme yaşarlar. Sabah sertliklerinin olmaması<br />

organik bir sorunun habercisi olabilir.<br />

16. Cinsel ilişki cinsel birleşme demektir.<br />

Cinsel birleşme cinsel ilişkinin küçük bir bölümüdür. Cinsel birleşme uğruna erkeğin diğer<br />

cinsel uyarılmaları keşfetmesine engel olur. Birleşme sertleşmeyi gerektirdiğinden sertleşme<br />

olmaması panik duygusuna neden olur. Cinselliğin diğer ifadelerinden vazgeçilir. Sertleşme<br />

bozukluğu oluşmasına en çok neden olan mittir.<br />

17. Tüm fiziksel yakınlaşmalar cinsel birleşmeyle bitmelidir.<br />

Erkeklere sarılma, öpme, okşama <strong>ve</strong> diğer duygu türlerinin uygun olmadığı öğretilmiştir. Birçok<br />

sevişmeye gitmeyecekse fiziksel yakınlaşmaları geri çevirir. Bu eşlerin duygusal yakınlıklarını<br />

sınırlar.<br />

18. Her erkek her kadına nasıl zevk <strong>ve</strong>receğini bilmelidir.<br />

Kadınlar cinsel deneyimleri olmadığı için kendilerini cinselliğe yabancı bulur. Çoğu kez sadece<br />

birkaç kez paralı ilişkisi olan eşlerini ise her şeyi biliyor kabul eder. Erkeklerde bu durumu kabul<br />

eder. Başta erkek lehine gibi görünür çünkü erkeğin kendi sevişme biçimini, tarzını<br />

sorgulamasına gerek olmadığına dair bir mesaj <strong>ve</strong>rir. Ancak eşinin yeterince zevk almadığını ya<br />

da orgazm olmadığını öğrenen erkeğe kendi bunun çözümlenmesi gereken bir sorun olarak değil<br />

kendi erkekliğinin yetersizliğinin bir kanıtı olarak değerlendirmesine neden olur.<br />

19. Erkeğin penisinde sertleşmenin kaybı eşini çekici bulmadığı anlamına gelir.<br />

Cinsel ilişki sırasında erkeğin dikkati azalabilir ya da ereksiyon geçici olarak ortadan kalkabilir.<br />

Ereksiyon kaybı bir felaket olarak algılanırsa tekrar temini oldukça güçleşir.<br />

20. Bir çift için ‘aynı anda orgazm’ gerçekleştirilmesi gereken en önemli amaç olmalıdır.<br />

Bu şekildeki bir beklenti her iki tarafta da performans endişesi yaratır, bu da orgazm taklitlerine,<br />

yetersizlik duygularına <strong>ve</strong> evlilik sorunlarına yol açabilir.<br />

CİNSEL HAKLAR<br />

www.cetad.org.tr<br />

İnsanlar, farklı cinsel davranış (sevişmek, öpüşmek, okşamak, dokunmak, masaj yapmak, cinsel ilişkide<br />

bulunmak) biçimleri <strong>ve</strong> farklı yönelimler (homoseksüel, heteroseksüel, biseksüel) göstererek<br />

cinselliklerini yaşayabilirler. Birey, bundan dolayı yargılanmamalıdır. Burada önemli olan cinsel davranış<br />

biçiminin, zorlayıcı, sınırlayıcı, suçlayıcı, bedensel <strong>ve</strong> ruhsal yönden zarar <strong>ve</strong>rici olmaması <strong>ve</strong> daha da<br />

önemlisi, çiftin her iki üyesinin de rızası <strong>ve</strong> özgür iradesi ile olmasıdır. Bazen cinsellik, güçlü olanın<br />

zayıfı ezme aracı haline gelebilir.<br />

Erkekler kadınlara, varlıklı olanlar yoksullara, iş<strong>ve</strong>ren çalışanına, savaş galibi esirlere cinselliği baskı<br />

aracı olarak kullanabilir.<br />

Cinsel ilişkilerde karşılıklı sevgi, paylaşım <strong>ve</strong> birbirine özen gösterme egemen olmalıdır. Karşılıklı<br />

sevgi <strong>ve</strong> saygıya dayanan bir ilişkide, cinsellik daha doyurucu olur.<br />

Gençlerin, cinsel konulara merakları tamamen doğaldır. Kendilerine bilgi <strong>ve</strong>rilirken cinsel<br />

davranışlarının belli etkileri <strong>ve</strong> sonuçları olabildiğince açıklanmalı <strong>ve</strong> cinsel kararlarından kendilerinin<br />

sorumlu olacağı belirtilmelidir.<br />

Çocuklar, cinsiyeti gözetilmeden sevilmeli <strong>ve</strong> bakılmalıdır. Çocukların bakım, sevgi <strong>ve</strong> korunmaya<br />

gereksinimleri vardır. Ebe<strong>ve</strong>ynler bu görevlerini, kız <strong>ve</strong> erkek çocuklara eşit davranmakla yerine<br />

getirmelidir. Çünkü erkek çocuk tercih eden toplumlarda kız çocuklarına cinsiyet temelli bir ayırımcılık<br />

uygulanmaktadır. Bu ayrımcılık kız çocuğun beslenme, sağlık, bakım <strong>ve</strong> eğitim olanaklarından<br />

yararlanmasını engelleyebilmektedir.<br />

Cinsel davranışlar, hüzün, neşe, haz <strong>ve</strong> acı gibi birçok duyguları bir arada barındırır. Bu duyguları<br />

nedeniyle çevresi tarafından küçümsenmemelidir. Her bireyin onuru korunmalıdır.<br />

WAS (Dünya Cinsel Sağlık Birliği) genel kurulu 26 Ağustos 1999 tarihinde Hong Kong´da yapılan<br />

14. Dünya Seksoloji Kongresi´nde evrensel cinsel haklar deklarasyonunu kabul <strong>ve</strong> ilan etmiştir.<br />

<br />

46


“Cinsel Haklar” Deklarasyonu<br />

Cinsellik her insanın kişiliğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Cinselliğin tam olarak gelişimi, temas arzusu,<br />

mahremiyet, duygusal ifade, zevk, şefkat <strong>ve</strong> aşk gibi temel insan gereksinimlerinin karşılanmasına<br />

bağlıdır. Cinsellik bireyle sosyal yapılar arasındaki etkileşim aracılığıyla oluşur. Cinselliğin tam gelişimi<br />

için, bireysel kişilerarası <strong>ve</strong> toplumsal iyilik esastır. Cinsel haklar, bütün insanlar için özgürlük, insanlık<br />

onuru <strong>ve</strong> eşitlik gibi temel haklara dayalı evrensel insan haklarındandır. Sağlık temel insan haklarından<br />

biri olduğuna göre, cinsel sağlık da temel bir insan hakkı olmalıdır. Bireylerin <strong>ve</strong> toplumların cinsel<br />

sağlıklarının gelişmesi için aşağıdaki cinsel haklar tüm toplumlar tarafından tanınmalı, teşvik edilmeli,<br />

saygı gösterilmeli <strong>ve</strong> savunulmalıdır. Cinsel sağlık, bu cinsel hakların tanındığı, saygıyla karşılandığı <strong>ve</strong><br />

uygulanabildiği ortamlarda mümkündür.<br />

1. Cinsel özgürlük hakkı. Cinsel özgürlük bireylerin kendi cinsel potansiyellerini ifade etmelerine<br />

olanak <strong>ve</strong>rir. Ancak cinsel özgürlük asla bir başka kişiye yönelik cinsel baskı, zorlama, istismar <strong>ve</strong> tacizi<br />

içeremez.<br />

2. Cinsel otonomi, cinsel bütünlük <strong>ve</strong> beden gü<strong>ve</strong>nliği hakkı. Bu hak bireyin kendi cinsel yaşamı<br />

hakkında kişinin kendi kendine karar <strong>ve</strong>rebilme özgürlüğü olduğu anlamına gelmektedir. Bu hak aynı<br />

zamanda işkence, yaralama <strong>ve</strong> her çeşit şiddetten arınmış olarak kendi bedenimizi kontrol etmemize <strong>ve</strong><br />

zevk almamıza olanak tanır.<br />

3. Cinsel mahremiyet hakkı. Bu hak başkalarının cinsel haklarına müdahale edilmediği sürece<br />

yakınlaşma konusunda bireysel karar <strong>ve</strong>rme <strong>ve</strong> davranma hakkını içerir.<br />

4. Cinsel eşitlik hakkı. Cinsiyet, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, yaş, ırk, sosyal sınıf, din <strong>ve</strong>ya<br />

fiziksel <strong>ve</strong> zihinsel engel gözetilmeden hiçbir ayrımcılığa maruz kalmama hakkıdır.<br />

5. Cinsel haz hakkı. Cinsel haz, otoerotizm (masturbasyon) de dahil olmak üzere fiziksel, psikolojik,<br />

zihinsel <strong>ve</strong> ruhsal iyiliğin kaynağıdır.<br />

6. Cinselliğin duygusal ifadesi hakkı. Cinselliğin ifade edilmesi, erotik zevkten <strong>ve</strong>ya cinsel<br />

eylemden çok daha öte bir kavramdır. Bireylerin cinselliklerini iletişim, dokunma, duygusal anlatım <strong>ve</strong><br />

aşkla ifade etme hakkı vardır.<br />

7. Özgürce cinsel ilişkiler oluşturma hakkı. Bunun anlamı, bireylerin evlenip evlenmemekte,<br />

boşanıp boşanmamakta <strong>ve</strong> her türlü cinsel ilişkiye girip girmemekte özgür olduğudur.<br />

8. Üremeyle ilgili özgür <strong>ve</strong> sorumlu seçim yapabilme hakkı. Bu hak kişinin, çocuk sahibi olup<br />

olmamayı seçme, çocuk sayısına <strong>ve</strong> hangi aralıkla olacağına karar <strong>ve</strong>rme, doğurganlık düzenlemesi ile<br />

ilgili tüm tedavilere tam erişim hakkı olduğunu ifade eder.<br />

9. Bilimsel araştırmaya dayalı cinsel bilgi edinme hakkı. Bu hak, cinsel bilgilerin bilimsel <strong>ve</strong> etik<br />

araştırmalar sonucu elde edilmiş olması <strong>ve</strong> toplumun tüm kesimlerine uygun yollarla yayılması<br />

gerektiğini ifade eder.<br />

10. Kapsamlı cinsellik eğitim hakkı. Cinsel eğitim, doğumdan başlayarak yaşam boyu devam eden<br />

bir süreçtir <strong>ve</strong> bütün sosyal kurumları kapsamalıdır.<br />

11. Cinsel sağlık hizmeti hakkı. Cinsel sağlık hizmetleri, tüm cinsel kaygı, sorun <strong>ve</strong> bozuklukların<br />

önlenmesi <strong>ve</strong> tedavisi için herkese sağlanmış olmalıdır.<br />

CİNSEL BOZUKLUKLAR<br />

Tüm cinsel bozukluklar, esas olarak üç ana gruptan oluşmaktadırlar. 1) Parafililer, 2) Cinsel kimlik<br />

bozuklukları (Transseksüalite) 3) Cinsel işlev bozuklukları<br />

Cinsel işlev bozukluklarının çok çeşitli nedenleri olabilir. Yetiştirilme tarzı, olumsuz <strong>aile</strong> ilişkileri,<br />

yetersiz ya da yanlış cinsel bilgilenme, erken travmatik yaşantılar, katı dini <strong>ve</strong> ahlaki inançlar gibi<br />

faktörler bir cinsel bozukluk gelişmesi için zemin hazırlarlar. Eşler arası uyumsuzluk, travmatik bir cinsel<br />

yaşantı, hamilelik-doğum, evlilik dışı ilişkiler, gerçek dışı beklentiler, alkol madde bağımlılığı, eşlerden<br />

birinde cinsel sorun olması, yaşlılık gibi nedenler ise uygun zeminde cinsel işlev bozukluğunun ortaya<br />

47


çıkmasına neden olur. Bir cinsel işlev bozukluğu ortaya çıktıktan sonra da performans anksiyetesi, cinsel<br />

mitler, yetersiz ön sevişme, suçluluk-utanç gibi duygular, eşler arası ilişki sorunları, psikiyatrik sorunlar,<br />

eşler arasında çekicilik kaybı gibi nedenler cinsel işlev bozukluğunun sürmesine neden olur.<br />

1. Parafililer<br />

Temel olarak, bir kişinin cinsel açıdan uyarılabilmesi için, alışılmadık nesneler, eylemler ya da durumları<br />

içeren tekrarlayıcı <strong>ve</strong> yoğun cinsel dürtü, fantezi <strong>ve</strong> davranışlara gereksinim duyması ile ortaya çıkan<br />

bozukluklardır. En sık rastlanan parafili türleri;<br />

Teşhircilik: Cinsel organları göstererek karşısındaki kişinin korkmuş, şaşırmış halinden cinsel olarak<br />

uyarılma.<br />

Fetişizm: Cinsel uyarılma için cansız nesneleri kullanma.<br />

Sürtünmecilik: Karşıdakinin onayını almaksızın dokunma <strong>ve</strong>ya sürtünme ile cinsel uyarılma<br />

sağlama.<br />

Pedofili: Zihnin çocuklarla ilgili cinsel ilişki eylemi <strong>ve</strong>ya fantezisi ile meşguliyeti.<br />

Cinsel mazoşizm: Cinsel ilişki sırasında aşağılanma <strong>ve</strong>ya acı çekme isteği.<br />

Cinsel sadizm: Cinsel ilişki sırasında aşağılanma <strong>ve</strong>ya acı çektirme isteği.<br />

Trans<strong>ve</strong>stik fetişizm: Uyarılma sağlama amacıyla karşı cinsiyetin giysilerini giyme.<br />

Gözetlemecilik: Bir başkasını soyunurken, tuvalet ihtiyacını giderirken <strong>ve</strong>ya cinsel ilişki sırasında<br />

gözetleyerek cinsel uyarılmayı sağlamak.<br />

Zoofili: Çok seyrek görülen bu durum, uyarılma için hayvanlara gereksinim duyulmasıdır.<br />

Nekrofili: Uyarılma için bir cesede ihtiyaç duyulmasıdır. Nadiren de olsa bu kişilerin cinsel ilişki<br />

kurabilmek için birisini öldürdükleri olur.<br />

Ancak bunların dışında da çok sayıda farklı <strong>ve</strong> daha ender rastlanan parafili türleri vardır. Parafili<br />

olgularının toplumda rastlanma sıklığı ile ilgili gü<strong>ve</strong>nilir <strong>ve</strong> kapsamlı epidemiyolojik araştırmalar<br />

bulunmamaktadır.<br />

2. Cinsel Kimlik Bozuklukları (Transseksüalite):<br />

Kişinin kendi biyolojik cinsiyetinden duyduğu kalıcı rahatsızlık duygusu ile karakterizedir. Nedeni hala<br />

tam olarak bilinmemektedir. Ancak çocukluk çağında belirtileri gözlenmeye başlar. Kişi, çocukluk<br />

çağından itibaren kendi cinsel organlarını reddeder, karşı cinsin cinsel kimliğine uygun tutum, davranış<br />

<strong>ve</strong> rolleri benimser. Karşı cins gibi giyinmek, oynamak, davranmak ister. Adeta, yanlış bir bedenin içine<br />

hapsedilmiş gibidirler. Bir psikoterapi sürecinden geçtikten sonra önce ikincil cinsiyet karakterlerinin<br />

gelişmesi için ait olduğunu hissettiği cinsiyetin hormonları ile tedavi başlanır. Dış görünüşü değiştikten<br />

sonra buna uyum sağlayan <strong>ve</strong> hala cinsiyetini değiştirmek isteyenlerde ameliyat uygulanabilir. Ancak<br />

yasal prosedürlerin de tamamlanması gerekmektedir.<br />

3. Cinsel İşlev Bozuklukları:<br />

Cinsel sorunlar, insan için sadece haz-doyum duygusunu kaybetmek, sağlayamamak anlamına<br />

gelmemektedir. Cinsel sorunlar insana kadınlığı ya da erkekliği zarar görmüş, küçük düşmüş, yetersizlik,<br />

gü<strong>ve</strong>nsizlik, sevilmeme, istenmeme, terk edilme korkusu gibi olumsuz duygular yaşattığından dolayı<br />

önemli sıkıntı kaynağıdır. Cinsel sorunların bir kısmı cinsel hayat başladığından yani ilk cinsel deneyimin<br />

başladığı zamandan beri vardır, bir kısmı ise sonradan ortaya çıkar. Bazı cinsel sorunlar tün cinsel<br />

aktivitelerde aynı şekilde görülürken bazıları cinsel aktiviteye göre değişir. Örneğin bir erkek eşi ile<br />

cinsel ilişki sırasında sertleşme güçlüğü yaşayabilir ancak masturbasyon sırasında yaşamaz. Aynı şekilde<br />

sürekli birlikte olduğu eşle orgazm olmayan kadın kendi kendine orgazm olabilir. Bir cinsel sorun tatilde<br />

birden ortadan kaybolabilir ya da hiçbir sorun yokken işyerindeki gerginlik ya da eşler arası çatışmadan<br />

sonra bir cinsel sorun ortaya çıkabilir.<br />

<br />

48


Cinsellik iki kişi arasında yaşanan <strong>ve</strong> her ikisinin eşit oranda katılımı <strong>ve</strong> sorumluluğu altında<br />

gerçekleşen bir durumdur. Bu nedenle cinsel ilişkide yaşanan bir sorun bir kişinin sorunu olarak<br />

düşünülmez çiftin sorunu olarak kabul edilerek çiftin her iki bireyi de değerlendirilir. Her iki bireyin<br />

psikolojik durumu, birbirleri ile eş/ evlilik ilişkisi <strong>ve</strong> cinsel hayatları birbirini etkiler. Yani çiftlerden bir<br />

<strong>ve</strong>ya ikisinde ruhsal bir sorun varsa bu evlilik ilişkisini <strong>ve</strong>ya evlilik ilişkisindeki bir sorun onların ruhsal<br />

durumunu etkileyebildiği gibi ruhsal sorunlar <strong>ve</strong> evlilik sorunları cinsel hayatı etkileyebilir. Bu nedenle<br />

cinsel bir sorun olduğunda bunun çiftlerin ruhsal sorunlarından mı kaynaklandığı yoksa evlilik<br />

ilişkilerinde olan bir sorundan mı kaynaklandığı araştırılır. Bu alanlarda bir sorun saptanırsa bunları<br />

düzenlemeye yönelik müdahalelerde bulunulur. Temel sorun cinsel hayatta yaşanıyorsa her bir bireyin<br />

cinsel istek, uyarılma <strong>ve</strong> orgazm dönemlerinden hangisinde bozukluk olduğu araştırılır <strong>ve</strong> tedavi<br />

düzenlenir.<br />

Cinsel İstekte Azalma (Hipoaktif Cinsel İstek) Bozukluğu: Sürekli olarak ya da yineleyici bir<br />

biçimde, cinsel fantezilerin <strong>ve</strong> cinsel etkinlikte bulunma isteğinin az olması (ya da hiç olmaması) olarak<br />

tanımlanır. Kişinin yaşı <strong>ve</strong> yaşam koşulları gibi cinsel işlevselliğini etkileyen etkenleri göz önünde<br />

bulundurarak cinsel isteğin azaldığı ya da hiç olmadığı yargısına varılır. Cinsel istek azlığı tanısını<br />

koyabilmek için kişinin tüm cinsel etkinliklere karşı ilgisinin olmaması gerekir. Cinsel içerikli rüya<br />

görmeme, masturbasyon yapmama, cinsel birleşme ya da ilişki isteği duymama, cinsellikle ilgili hiçbir<br />

düşüncenin akla gelmemesi, gördüğü hiçbir kimse ya da görüntüden cinsel anlamda etkilenmeme gibi.<br />

Cinsel isteğin sıklığı bireye göre değişir <strong>ve</strong> normali yoktur. Önemli olan çiftin cinselliği isteme<br />

sıklığında uyum olmasıdır. Eşlerin ikisi de ayda bir ya da her gün cinsel ilişki istiyorsa aralarında uyumlu<br />

bir cinsellik yaşayabilirler. Ancak eşlerden biri her gün diğeri ayda bir cinsel ilişki istiyorsa cinsel bir<br />

sorun vardır.<br />

Kadında cinsel isteksizlik varsa mutlaka ilişkinin cinsellik dışı boyutları da değerlendirilmelidir.<br />

Eşiyle mutsuz, isteği dışında evlendirilmiş, fiziksel-psikolojik-duygusal şiddet gören, aldatılan, cinsellik<br />

dışında eşiyle bir paylaşımı olmayan, evlilik ya da ilişkiden beklentileri karşılanmayan kadının cinsel<br />

isteksizlik yaşamaması şaşırtıcıdır.<br />

Cinsellikten Tiksinme Bozukluğu: Sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde, bir cinsel eş ile cinsel<br />

ilişki/birleşme kurmaktan aşırı tiksinti duyma <strong>ve</strong> bundan tümüyle kaçınma olarak tanımlanır. Cinsel işlev<br />

bozuklukları arasında tedavi başarısı en düşük olanlardandır. Çoğunlukla yaşanmış cinsel taciz hikayeleri<br />

mevcuttur.<br />

Kadında Cinsel Uyarılma Bozukluğu: Sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde, cinsel<br />

uyarılmanın yeterli bir ıslanma-kabarma tepkisini sağlayamama ya da cinsel etkinlik bitene dek bunu<br />

sürdürülememesi olarak tanımlanır. Bu durumda normal olarak bu evrede olması beklenen fizyolojik<br />

tepkiler olmaz. Ülkemizde genellikle cinsel eğitim eksikliği <strong>ve</strong> deneyimsizlik nedeniyle temel cinsel<br />

tekniklerin <strong>ve</strong> eşi uyarma yöntemlerinin çiftler tarafından bilinmemesi nedeniyle ortaya çıkmaktadır.<br />

Erkeklerin tersine uyarılma güçlüğü olan kadınlar cinsel ilişkiye girebilirler. Yeterince uyarılmadan<br />

(cinsel organda ıslanma <strong>ve</strong> eşlik eden hoşnutluk-haz duygusu olmadan) yaşanan birleşme orgazma<br />

ulaşmaya engel olacaktır. Ayrıca yetersiz ıslanma ağrı <strong>ve</strong> rahatsızlığa neden olur. Haz almadan yaşanan<br />

cinsellik bir müddet sonra görev, tatsız bir etkinlik haline gelecektir. Cinsel uyarılmada çiftlerin<br />

ilişkisinden <strong>ve</strong> etkileşiminden etkilenir.<br />

Erkekte Erektil Bozukluk=Sertleşme Güçlüğü: Peniste cinsel ilişki için yeterli düzeyde<br />

sertleşmenin olmaması ya da ilişkinin sonuna kadar sertliğin sürdürülememesidir. Penis ya tamamen<br />

sönüktür <strong>ve</strong>ya kısmen sertleşir ya da girişten önce ya da girişten hemen sonra sertlik kaybolur. Erkeklerde<br />

sertleşme zorlukları sıklıkla cinsellik konusunda kaygı, başarısız olma korkusu, fiziksel hastalıklar, alkol,<br />

ilaçların yan etkisi ile ilişkilidir. Cinsel ilgi <strong>ve</strong> istek kaybı sonucunda da ortaya çıkabilir. Erkeklerin %70-<br />

75 inde yaşamın bir döneminde 1-2 kez bu sorunla karşılaşabilirler. Bir kez böyle bir durum yaşayan<br />

erkek bunun tekrarlamasına ilişkin yoğun kaygı <strong>ve</strong> korku yaşamaya başlarsa sorun tekrarlayacaktır.<br />

Kadında Orgazm Bozukluğu: Geçmiş yıllarda kadının orgazm olmaması normal karşılanırken<br />

günümüzde bu düşünce değişmiştir. Her kadın orgazm olabilir ama hepsi cinsel birleşme ile orgazm<br />

olamayabilir. Orgazm olmak için klitoral uyarıya ihtiyaç duyar. Orgazm öğrenilen bir durumdur <strong>ve</strong><br />

kadınların %25’i evliliklerinin ilk yılında orgazm olmazlar. Kadınlarda orgazm olabilme yaş ile artar.<br />

Kadın vücudunu tanıdıkça orgazm olasılığı artar. Diğer bir deyişle hiç orgazm olmayan kadınların<br />

<br />

49


vücutlarını fazla tanımadığı söylenebilir. Eşle cinsel ilişki yaşamadan önce masturbasyon bedeninin<br />

uyarılma noktalarını tanıyan kadınlar orgazmı tanır.<br />

Erkekte Orgazm Bozukluğu (Önceki Adı: İnhibe Erkek Orgazmı): Normal bir uyarılma<br />

evresinden sonra orgazm gecikmesi ya da olmamasıdır. Üç farklı şekilde kendini gösterir: geç boşalma,<br />

zevk almaksızın boşalma, doyumsuzluk (orgazm olmalarına rağmen orgazm duygusundan yeterli doyum<br />

sağlayamazlar)<br />

Prematür Ejakülasyon (Erken Boşalma): Erkeğin boşalma refleksi üzerinde kontrolünün olmaması<br />

demektir. Çok az cinsel uyarı ile cinsel birleşme öncesinde ya da birleşmeden hemen önce kişinin arzu<br />

ettiği zamandan önce boşalmanın olmasıdır. İlk kez cinsel ilişkide bulunan erkeklerde hızlı boşalma<br />

sıktır. Nasıl ki çocuk idrarını kontrol etmeyi zaman <strong>ve</strong> tecrübeyle öğrenirse her erkek boşalmayı<br />

geciktirmeyi deneyim kazandıkça öğrenebilir. Cinsel terapiye en iyi cevap <strong>ve</strong>ren erkek cinsel işlev<br />

bozukluğudur.<br />

Disparoni (Genel Tıbbi Bir Duruma Bağlı Olmayan): Cinsel birleşmenin ağrılı gerçekleşmesi<br />

anlamına gelir. Cinsel birleşmenin hemen öncesi <strong>ve</strong>ya sonrasında da görülebilir. Nadir görülür,<br />

erkeklerde kadınlardan daha nadirdir.<br />

Vajinismus: Vajinaya giriş denendiğinde vajinanın dış 1/3lük kısmının kasılmasıdır. Çoğunlukla<br />

cinsel birleşmeye izin <strong>ve</strong>rmeyen bu kasılmayı kadın kendi isteği ile yapmaz. Bazen bacakların kapanması,<br />

korku, çarpıntı, terleme, bulantı, fenalık hissi, ağlamalar eşlik edebilir. Bizim toplumumuzda evliliğin ilk<br />

gecesinde ilk cinsel birleşme denendiğinde ortaya çıkar. En sık cinsel işlev bozukluğudur. Ülkemizde,<br />

uzak doğu ülkelerinde batı ülkelerine göre daha yaygındır. Cinsellik konusunda yerleşmiş yanlış inançlar<br />

<strong>ve</strong> tabuların vajinismus gelişiminde en yaygın nedenlerdir. Çocukluktan kalma korkular, bekaret<br />

kavramına <strong>ve</strong>rilen önem, ilk gece <strong>ve</strong> kızlık zarı hakkındaki yanlış inançlar vajinismus gelişiminde önemli<br />

etkenlerdir. Kadın cinsel işlev bozukluklarında tedaviye en iyi cevap <strong>ve</strong>ren bozukluktur. Kızlık zarının<br />

ameliyat ile alınması, uyuşturucu pomatlarla cinsel birleşme, alkol alımı, sakinleştirici <strong>ve</strong><br />

antidepresanlarla birleşme, sıcak su banyoları <strong>ve</strong> anesteik pomadlar gibi tek seanslık çözümler<br />

faydasızdır. Vajinismus cinsel birleşme fobisidir. Asıl sorun beyinde, şiddetli korkudur. Bu korku nedeni<br />

ile refleks olarak kasılma meydana gelmektedir. Bu korku üzerinde çalışılmadan tek seanslık yöntemlerle<br />

tedavi etmeye çalışmak bu nedenle faydasızdır. Cinsel terapiyle önce çift görülüp değerlendirilir,<br />

cinsellikle ilgili yanlış inançlarının düzeltilmesi, cinsellik hakkında bilgilendirmenin ardından 2-3 ayda 6-<br />

8 seansla düzelme sağlanabilir.<br />

Vajinismusa eşlik eden yaygın yanlış inanışlar; “vajinam çok dar”, “penis çok büyük girmez”, “vajina<br />

girişinde duvar gibi engel var”, “kızlık zarım kalın parçalanacak”, “çok canım yanar çok kanar”.<br />

Kadın cinsel işlev bozukluklarının nedenleri arasında tecavüz <strong>ve</strong><br />

travmanın yeri nedir?<br />

<br />

50


Özet<br />

Cinsellik bir kişinin diğerine çekici gelmesini de<br />

dahil, cinsel haz alma <strong>ve</strong> üremeyle ilgili bütün<br />

düşünce, duygu <strong>ve</strong> davranışlardır.<br />

İnsanda cinsel öğrenme <strong>ve</strong> deneyimleme yaşam<br />

boyu devam eder. Cinsel davranışın öğrenilmesi<br />

<strong>aile</strong>-çocuk etkileşimi ile başlar. Ailenin cinselliğe<br />

<strong>ve</strong>rdiği değer, çocukların gelişimleri boyunca<br />

cinsel davranışlarına gösterdikleri tepki ile<br />

ilişkilidir.<br />

Cinsiyet kavramı bizi kadın ya da erkek yapan<br />

biyolojik özellikleri ifade ederken, Cinsel kimlik,<br />

kişinin kendini kadın <strong>ve</strong>ya erkek olarak<br />

hissedişidir. Cinsel yönelim ise insanın düşünce,<br />

duygu <strong>ve</strong> davranışsal olarak cinsel açıdan çekim<br />

duyduğu cinsiyete göre tanımlanan özelliğidir.<br />

İnsanlar homoseksüel, heteroseksüel <strong>ve</strong> biseksüel<br />

cinsel yönelime sahip olabilirler.<br />

Kadın cinsel organları; vulva, büyük dudaklar,<br />

küçük dudaklar, klitoris, vajina, rahim ağzı,<br />

rahim, fallop tüpleridir. Erkek genital organları<br />

ise penis, testis, prostattan oluşur.<br />

İnsan cinsel yanıt döngüsü; uyarılma, plato,<br />

orgazm <strong>ve</strong> çözülme aşamalarından oluşmakla<br />

birlikte bu döngünün başında cinsel istek evresi<br />

bulunmaktadır. Günümüzde cinsel işlev bozuklukları<br />

istek, uyarılma <strong>ve</strong> orgazm aşamasındaki<br />

sorunlara göre sınıflandırılmaktadır.<br />

Cinsel işlev bozukluklarının çok çeşitli nedenleri<br />

olabilir. Yetiştirilme tarzı, olumsuz <strong>aile</strong> ilişkileri,<br />

yetersiz ya da yanlış cinsel bilgilenme, erken<br />

travmatik yaşantılar, katı dini <strong>ve</strong> ahlaki inançlar<br />

gibi faktörler bir cinsel bozukluk gelişmesi için<br />

zemin hazırlarlar. Eşler arası uyumsuzluk,<br />

travmatik bir cinsel yaşantı, hamilelik-doğum,<br />

evlilik dışı ilişkiler, gerçek dışı beklentiler, alkol<br />

madde bağımlılığı, eşlerden birinde cinsel sorun<br />

olması, yaşlılık gibi nedenler ise uygun zeminde<br />

cinsel işlev bozukluğunun ortaya çıkmasına<br />

neden olur. Bir cinsel işlev bozukluğu ortaya<br />

çıktıktan sonra da performans anksiyetesi, cinsel<br />

mitler, yetersiz ön sevişme, suçluluk-utanç gibi<br />

duygular, eşler arası ilişki sorunları, psikiyatrik<br />

sorunlar, eşler arasında çekicilik kaybı gibi<br />

nedenler cinsel işlev bozukluğunun sürmesine<br />

neden olur.<br />

<br />

51<br />

Gerek erkekte gerekse de kadında rastlanan cinsel<br />

işlev bozukluklarının tedavisi bu konuda<br />

eğitilmiş kişilerce uygulanan cinsel terapi ile<br />

mümkündür.<br />

Cinsel mitler, kişilerin cinsel konularda doğru<br />

olduğunu düşündükleri, çoğu zaman abartılı,<br />

yanlış, bilimsel değeri bulunmayan inanışlardır<br />

<strong>ve</strong> cinselliğin yaşanmasını sınırlarlar. Çocukluktan<br />

itibaren yaşa uygun cinsel eğitim ile bu<br />

mitlerin etkisinin azalması mümkün olacaktır.<br />

Cinsellik her insanın kişiliğinin ayrılmaz bir<br />

parçasıdır. Cinselliğin tam olarak gelişimi, temas<br />

arzusu, mahremiyet, duygusal ifade, zevk, şefkat<br />

<strong>ve</strong> aşk gibi temel insan gereksinimlerinin<br />

karşılanmasına bağlıdır. Cinsellik bireyle sosyal<br />

yapılar arasındaki etkileşim aracılığıyla oluşur.<br />

Cinselliğin tam gelişimi için, bireysel kişilerarası<br />

<strong>ve</strong> toplumsal iyilik esastır. Cinsel haklar, bütün<br />

insanlar için özgürlük, insanlık onuru <strong>ve</strong> eşitlik<br />

gibi temel haklara dayalı evrensel insan<br />

haklarındandır. WAS (Dünya Cinsel Sağlık<br />

Birliği) genel kurulu 26 Ağustos 1999 tarihinde<br />

Hong Kong´da yapılan 14. Dünya Seksoloji<br />

Kongresi´nde evrensel cinsel haklar deklarasyonunu<br />

kabul <strong>ve</strong> ilan etmiştir.<br />

Vajinismus, Kadın cinsel işlev bozukluklarında<br />

tedaviye en iyi cevap <strong>ve</strong>ren bozukluktur. Kızlık<br />

zarının ameliyat ile alınması, uyuşturucu<br />

pomatlarla cinsel birleşme, alkol alımı, sakinleştirici<br />

<strong>ve</strong> antidepresanlarla birleşme, sıcak su<br />

banyoları <strong>ve</strong> anestezik pomadlar gibi tek seanslık<br />

çözümler faydasızdır. Vajinismus cinsel birleşme<br />

fobisidir. Asıl sorun beyinde, şiddetli korkudur.<br />

Bu korku nedeni ile refleks olarak kasılma<br />

meydana gelmektedir. Bu korku üzerinde<br />

çalışılmadan tek seanslık yöntemlerle tedavi<br />

etmeye çalışmak bu nedenle faydasızdır. Cinsel<br />

terapiyle önce çift görülüp değerlendirilir,<br />

cinsellikle ilgili yanlış inançlarının düzeltilmesi,<br />

cinsellik hakkında bilgilendirmenin ardından 2-3<br />

ayda 6-8 seansla düzelme sağlanabilir.<br />

Erkek cinsel işlev bozuklukları arasında ise erken<br />

boşalma cinsel terapiye en iyi yanıt <strong>ve</strong>ren cinsel<br />

işlev bozukluğudur.


Kendimizi Sınayalım<br />

1. Aşağıdakilerden hangisi kadın cinsel organlarından<br />

biri değildir?<br />

a. Vulva<br />

b. Skrotum<br />

c. Klitoris<br />

d. Vajina<br />

e. Fallop tüpleri<br />

2. Cinsel bir suç nedeniyle tutuklanan 27<br />

yaşındaki şahıs psikiyatrist tarafından görülüyor.<br />

Genital bölgesini karşı cinsiyet üyelerinin<br />

vücutlarına sürtmek ile aşırı cinsel uyarım elde<br />

ettiğini söylüyor. Bu kişinin içinde bulunduğu<br />

durum nedir?<br />

a. Göstermecilik<br />

b. Gözetlemecilik<br />

c. Nekrofili<br />

d. Zoofili<br />

e. Sürtünmecilik<br />

3. “İnsanın düşünce, duygu <strong>ve</strong> davranışsal olarak<br />

cinsel açıdan çekim duyduğu cinsiyete göre<br />

tanımlanan özelliğidir ” aşağıdakilerden hangisini<br />

tanımlamaktadır?<br />

a. Cinsiyet<br />

b. Cinsel kimlik<br />

c. Toplumsal cinsiyet<br />

d. Cinsel yönelim<br />

e. Parafili<br />

4. Kadın cinsel işlev bozukluklarında tedaviye en<br />

iyi cevap <strong>ve</strong>ren bozukluk aşağıdakilerden<br />

hangisidir?<br />

a. Kadında uyarılma bozuklukları<br />

b. Erken boşalma<br />

c. Vajinismus<br />

d. Cinsel tiksinti bozukluğu<br />

e. Kadında orgazm bozukluğu<br />

<br />

52<br />

5. Aşağıdakilerden hangisi cinsel kimlik<br />

bozukluğunun (transseksüalite) özelliği değildir?<br />

a. Kişi karşı cinsiyetten olma isteğini yineleyici<br />

biçimde dile getirir.<br />

b. Çocukluk çağında belirtileri gözlenmeye başlar.<br />

c. Karşı cins gibi giyinmek, davranmak ister.<br />

d. Çocukluk çağında karşı cinsiyetin oyuncaklarını<br />

tercih eder.<br />

e. Transseksüalite; insanın düşünce, duygu <strong>ve</strong><br />

davranışsal olarak cinsel açıdan çekim<br />

duyduğu cinsiyete göre tanımlanan<br />

özelliğidir.<br />

6. Erkekte peniste sertleşme, kadında ise vajinada<br />

ıslanmanın olduğu cinsel yanıt evresi aşağıdakilerden<br />

hangisidir ?<br />

a. Orgazm<br />

b. Uyarılma<br />

c. İstek<br />

d. Plato<br />

e. Çözülme<br />

7. Cinsel yaşamla ilgili aşağıdaki cümlelerden<br />

hangisi doğrudur?<br />

a. Erkek <strong>ve</strong> kadının cinsel ilgileri <strong>ve</strong> sorumlulukları<br />

temel olarak farklıdır.<br />

b. Mastürbasyonun cinsel güce zarar <strong>ve</strong>rici etkisi<br />

vardır.<br />

c. Cinsel ilişki cinsel birleşme demektir.<br />

d. Sertleşme (ereksiyon) hemen daima cinsel arzu<br />

<strong>ve</strong> uyarılmanın işaretidir.<br />

e. Penis boyutunun kadın cinsel uyarılışında<br />

fizyolojik etkisi çok azdır.


8. Aşağıdakilerden hangisi cinsel haklar açısından<br />

yanlıştır?<br />

a. Tüm cinsel kaygıların, sorunların <strong>ve</strong> bozuklukların<br />

önlenmesi <strong>ve</strong> tedavisi için cinsel<br />

sağlık herkese sağlanmış olmalıdır.<br />

b. Cinsel eğitim hakkı; doğumdan tüm hayat<br />

boyunca süren ömür boyu bir süreç olup tüm<br />

sosyal kurumları içine almalıdır.<br />

c. Gerekli olduğu takdirde doğurganlık düzenlemesi<br />

ile ilgili vasıtalara serbestçe erişim<br />

engellenebilir.<br />

d. Cinsel yapının emniyeti hakkı, bir kimsenin<br />

kendi şahsi <strong>ve</strong> sosyal ahlakının dokusu<br />

içindeki cinsel hayatı hakkında kimseye<br />

bağımlı olmadan otonom kararlar alma<br />

kapasite <strong>ve</strong> kabiliyetini içine alır.<br />

e. Cinsel hürriyet hakkı, cinsel baskının her<br />

türlüsünü <strong>ve</strong> insan hayatındaki her türlü<br />

sömürü <strong>ve</strong> tacizi reddeder.<br />

9. “Memelerde büyük <strong>ve</strong> küçük dudaklarda,<br />

klitoriste <strong>ve</strong> rahimde bu evreye özgü değişiklikler<br />

gözlenmez. Vajinanın dış 1/3 lük bölümünde<br />

ritmik kasılmalar görülür. Başlangıçta çok güçlü<br />

<strong>ve</strong> kısa aralıklarla oluşan bu kasılmaların ilk 3-5<br />

kasılmadan sonra şiddeti azalır <strong>ve</strong> aralık süresi<br />

uzar ” yukarıda tarif edilen değişiklikler kadın<br />

cinsel yanıt döngüsünün hangi aşamasına denk<br />

gelmektedir?<br />

a. Uyarılma<br />

b. Plato<br />

c. Orgazm<br />

d. Çözülme<br />

e. İstek<br />

10. Aşağıdakilerden hangisi cinsel işlev<br />

bozukluklarının nedenlerinden biri değildir?<br />

a. Katı dini <strong>ve</strong> ahlaki inançlar<br />

b. Suçluluk <strong>ve</strong> utanç duyguları<br />

c. Travmatik cinsel yaşantılar<br />

d. Performans kaygısı<br />

e. Eşlerin genel olarak ilişkilerinin sorunsuz olması<br />

<br />

53<br />

Kendimizi Sınayalım Yanıt<br />

Anahtarı<br />

1. b Yanıtınız yanlış ise “Kadın Cinsel<br />

Anotomisi” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

2. e Yanıtınız yanlış ise “Parafililer” başlıklı<br />

konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

3. d Yanıtınız yanlış ise “Cinsellikle İlgili Temel<br />

Kavramlar” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

4. d Yanıtınız yanlış ise “Cinsel Bozukluklar”<br />

başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

5. e Yanıtınız yanlış ise “Cinsellikle İlgili Temel<br />

Kavramlar” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

6. b Yanıtınız yanlış ise “İnsanda Cinsel<br />

Fizyoloji” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

7. e Yanıtınız yanlış ise “Cinsel Mitler” başlıklı<br />

konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

8. c Yanıtınız yanlış ise “Cinsel Haklar” başlıklı<br />

konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

9. c Yanıtınız yanlış ise “İnsanda Cinsel<br />

Fizyoloji” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

10. e Yanıtınız yanlış ise “Cinsel Bozukluklar”<br />

başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.


Sıra Sizde Yanıt Anahtarı<br />

Sıra Sizde 1<br />

İlk ilişkide kadınların en az yarısında herhangi bir<br />

kanama görülmezken yarıdan fazlasında kızlık<br />

zarında herhangi bir yırtık <strong>ve</strong> buna bağlı kanama<br />

olmamaktadır.<br />

Sıra Sizde 2<br />

Gebelikte cinsel yaşam devam eder. Ancak<br />

gebelik döneminde meydana gelen bedensel<br />

değişimlere bağlı olarak zorluklar olabilir. Cinsel<br />

ilişkinin şeklini <strong>ve</strong> sıklığını kadının belirlemesi<br />

şartı ile zorluklar atlatılabilir.<br />

Sıra Sizde 3<br />

Tıbbi nedenler dışında mahkeme kararı olmadan<br />

genital muayene <strong>ve</strong> kızlık muayenesi yapılamamaktadır.<br />

Sıra Sizde 4<br />

Özellikle cinsel tiksinti bozukluğu <strong>ve</strong> vajinusmusta<br />

şiddete maruz kalma öyküsü bulunmaktadır.<br />

Travmanın tacizcinin yakınlık derecesi,<br />

şiddet kullanarak gerçekleşmesi, tekrarlama<br />

sıklığı gibi etkenlerde bozukluğun şiddetinde<br />

önemli olur.<br />

<br />

54<br />

Yararlanılan Kaynaklar<br />

Cinsel Eğitim Tedavi <strong>ve</strong> Araştırma Derneği<br />

(CETAD) (2007). Cinsel Yaşam <strong>ve</strong> Sorunları.<br />

İstanbul<br />

Zilbergeld, B.(1994) Seksi öğrenmek. Demiriz G<br />

(çeviren). Erkek cinselliği. İstanbul, Bilimsel <strong>ve</strong><br />

teknik yayınları.<br />

Kayır, A.(2001) Cinsellik kavramı <strong>ve</strong> cinsel<br />

mitler. Yetkin N, İncesu C (ed). Cinsel işlev<br />

bozuklukları Monograf serisi. İstanbul, Roche<br />

müstehzarları sanayi A.Ş.<br />

Yetkin, N.(2001). Cinsel öykü alma <strong>ve</strong> cinsel<br />

işlevin değerlendirilmesi. Yetkin N, İncesu C<br />

(ed). Cinsel işlev bozuklukları Monograf serisi.<br />

İstanbul, Roche müstehzarları sanayi A.Ş.<br />

Özmen, H.E.(1999). Cinsel mitler <strong>ve</strong> cinsel işlev<br />

bozuklukları. Psikiyatri Dünyası; 2: 49-53.<br />

Kentler, H.(2008). Çocuğuma nasıl cinsel<br />

eğitim <strong>ve</strong>rebilirim, çeviren Gülderen Pamir,<br />

Turkuaz yayınları.


4<br />

Amaçlarımız<br />

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

Akran ilişkisi <strong>ve</strong> oyunun önemini açıklayabilecek,<br />

Akran zorbalığını tanımlayabilecek,<br />

Aile tutumlarının çocuk gelişimi üzerine olan etkilerini tanımlayabilecek,<br />

Olumsuz <strong>aile</strong> tutumlarını örneklerde değerlendirebilecek,<br />

Engelli çocuğa sahip <strong>aile</strong>lerin sorunlarını tanımlayabilecek<br />

bilgi <strong>ve</strong> becerilere sahip olabilirsiniz.<br />

Anahtar Kavramlar<br />

Aile<br />

Çocuk<br />

Ergen<br />

Akran<br />

İçindekiler<br />

Giriş<br />

Akran İlişkisi<br />

Akran İlişkileri<br />

Ebe<strong>ve</strong>yn-Çocuk İlişkisi<br />

56<br />

Akran Zorbalığı<br />

Aile Tutumları<br />

Sevgi<br />

Disiplin<br />

Aile Tutumlarının Çocuğun Ruhsal Gelişimi Üzerindeki Etkileri<br />

Engelli Çocuğu Olan Ailelerin Sorunları<br />

Engelli Çocuk


GİRİŞ<br />

Bir çocuğun doğumuyla beraber <strong>aile</strong>de yorucu, zorlu ama bir o kadar da keyifli bir dönem başlar. Aile<br />

çocuk gelişiminde önemli rol oynamaktadır. Aile yeni doğan bireyle yeni bir denge kurmaya çalışırken<br />

hem bebeğin/çocuğun/ergenin hem de anne-babanın gelişimi devam eder. Sadece anne babalar<br />

çocuklarını geliştirmez, çocuklarda anne babanın gelişimini sağlar. Çocuk <strong>ve</strong> ergenin gelişiminde annebabalar<br />

kadar akranlarının da önemli katkıları vardır. Anne-babanın çocukta geliştiremediği birçok<br />

olumlu davranış akranları sayesinde kolayca öğrenilir. Örneğin diş fırçalama, kendi kendine yemek yeme<br />

vb. Burada çocukluk döneminde en önemli öğrenme yolunun gözleme dayalı/sosyal öğrenme olmasının<br />

da rolü vardır.<br />

Ailenin çocuklarını büyütürken farkında olarak ya da olmadan uyguladıkları çocuk yetiştirme<br />

tutumları çocuğun kişiliğinin olumlu ya da olumsuz yönlerini oluşturmaktadır. Doğuştan getirdiğimiz<br />

genetik özelliklerimiz, mizacımız çevrenin etkisiyle ya değişip gelişir ya da normalin dışında, olağandışı,<br />

bozuk bir gelişim gösterir. Anne-babalar, akranlar <strong>ve</strong> yaşadığımız sosyal çevre kişilik gelişimimiz için<br />

önemli unsurlardır. Sağlıklı bir toplum için sağlıklı yetişen bireylerin var olması gerekir. Bu nedenle tüm<br />

anne-babaların zaman zaman davranışlarını gözden geçirmeleri, çocuklarına karşı yanlış davranıyor<br />

muyum? diye sorgulamaları gerekmektedir.<br />

Bazı çocuklar doğuştan bazıları ise sonradan fiziksel, zihinsel, bedensel engelli hale gelmektedir. Bu<br />

süreç <strong>aile</strong>ler için ağır bir ruhsal örselenmedir. Aynı zamanda ulaşım sorunu, uygun eğitim sorunu gibi<br />

toplumun olanaklarını kullanmada, toplum içinde yaşamada bir takım sorunlara neden olmaktadır. Engelli<br />

çocukların yaşamdan zevk almaları, kendilerini geliştirebilmeleri, toplumdan kopmamaları için<br />

kendilerine destek olunması, her türlü kolaylığın sağlanması gerekmektedir. Bu sayede <strong>aile</strong>lerin üzerine<br />

düşen ağır sorumluluk bir ölçüde azalacaktır.<br />

AKRAN İLİŞKİLERİ<br />

Çocuklukta Akran İlişkileri<br />

<br />

Çocuk, Ergen <strong>ve</strong> Aile<br />

Akran ilişkileri, aynı yaşta ya da gelişim, olgunluk düzeyinde olan; benzer geçmiş, değer, yaşantı, yaşam<br />

tarzı <strong>ve</strong> sosyal bağlamı paylaşan kişiler arasında karşılıklılık <strong>ve</strong> devamlılık gösteren etkileşimlerin<br />

bütünüdür. Konu ile ilgili çalışmalarda, akran ilişkileri ile arkadaşlık kavramlarının sıklıkla birbirlerinin<br />

yerine kullanılabildiği görülmektedir. Arkadaşlık, akran ilişkilerini etkileyen bir unsur iken aynı<br />

kavramlar değildirler. Akran ilişkileri, çocuğun akran grubundaki farklı ilişki türlerini içerir. Arkadaşlık<br />

ise çocuğun bir ya da birkaç akranı (ya da akranı olmayan diğer çocuklarla) ile kurduğu duygusal bağı<br />

içermektedir. Akran ilişkilerinde düzenli olarak yapılan etkinlikler söz konusudur. Arkadaşlıkta oyun<br />

arkadaşı olarak tercih edilen bir çocukla akran etkinliklerinin dışında da zaman geçirilir.<br />

Okul öncesi dönemdeki akran ilişkileri, o dönemdeki sosyal ilişkileri, deneyimleri şekillendirmekle<br />

beraber, bireyin ileriki yıllardaki sosyal-duygusal uyumunu etkileyebilmektedir. Akranlarıyla sağlıklı<br />

ilişkiler kuran çocukların sosyal gelişimleri başta olmak üzere diğer gelişim alanlarında da kısa <strong>ve</strong> uzun<br />

vadede olumlu ilerlemeler sağlanmaktadır.<br />

57


Akran Gruplarının İşlevleri<br />

• Çocuğun ya da gencin toplumsallaşmasını sağlar. Bireye çeşitli öğrenme fırsat <strong>ve</strong> faaliyetleri hazırlar.<br />

Önemli bilgi kaynağıdır.<br />

• Akran grubunda birey rahat bir ortam bulur. Ailesinden uzakta rahat konuşur, rahat hareket eder. Evde<br />

yapamadığı uğraşları grupta yapar.<br />

• Akran grubunda cinsel roller öğrenilir.<br />

• İşbirliği <strong>ve</strong> takım ruhunu öğrenir, akran grubunda gelişir.<br />

• Akranlar çocukların kendi kişiliklerini geliştirmelerine yardımcı olur.<br />

• Bilişsel <strong>ve</strong> empati yetenekleri gelişir, işbirliği <strong>ve</strong> rekabet içeren etkinliklere katılmayı öğrenirler.<br />

Akran ilişkisi nedir? Sizce akran grupları hangi açılardan çocukların<br />

gelişimine katkıda bulunur?<br />

Akran Gruplarında Oyunun Yeri <strong>ve</strong> Önemi<br />

Akran grupları; çocuğun yakın çevresini oluşturan <strong>ve</strong> onun kişiliğinin oluşumunda önemli rolü olan<br />

gruplardır. 3-6 yaş arası oyun çağıdır. Çocuklar bu dönemle birlikte akranlarıyla birlikte oyun oynama<br />

becerisini göstermeye başlarlar, oyun onların fiziksel, sosyal, psiko-sosyal <strong>ve</strong> kişisel gelişimi için<br />

vazgeçilmez bir unsurdur. Oyun <strong>ve</strong> oyuncak okul öncesi dönemdeki çocuklar için, içinde yaşadığı<br />

dünyayı, çevresindeki insanları tanıma <strong>ve</strong> anlama aracıdır. Bu nedenle oyunlar <strong>ve</strong> oyuncaklar boş zaman<br />

faaliyeti olarak değil, çocuğun zamanının büyük bir bölümünü alan, ciddi bir uğraş olarak<br />

nitelendirilmelidir.<br />

Oyunun Evreleri<br />

Tek Başına Oyun (0-2 Yaş): Başlangıçta çocuklar için mümkün olan tek oyun türüdür. Bu dönemin<br />

başlangıcında çocuk öncelikle kendi uzuvlarıyla <strong>ve</strong> birkaç aylık olunca da çevresindeki uyarıcılarla<br />

ilgilenmeye başlar. Bu dönemde nesnelerin renkleri, sesleri <strong>ve</strong> hareketleri çocuğun oyununu<br />

oluşturmaktadır. Daha sonra ise çocuk diğer kişilerle sosyal etkileşim olmaksızın, oyuncaklarıyla yalnız<br />

başına oynamaktadır. Bu dönemin en belirgin özelliği, çocuğun çevresindeki hiçbir şeyden etkilenmeden<br />

oyununa devam etmesidir. Fakat ileriki yaşlarda, örneğin 4-5 yaşında çocuklar bazen tek başlarına oyuna<br />

dönüş yapabilirler <strong>ve</strong> oyuncaklarıyla uzun süre sıkılmadan tek başlarına oynayabilirler.<br />

Oyunu İzleme/Seyirci (2-3 Yaş): Bu tür oyunda çocuk sözlü herhangi bir ilişki kurmadan sadece<br />

diğer çocukların oyunlarını izler. Oyuna katılmadan onların davranışları hakkında sorular sorabilir. Bu<br />

oyun aşaması, çocuğun diğerlerinin oyunuyla ilgilenmesi ile tek başına oyun aşamasından ayırt<br />

edilebilmektedir.<br />

Paralel Oyun (3 Yaş): Aynı oyun malzemesini kullanan çocukların yan yana oynamalarına karşın,<br />

faaliyetlerini bağımsız sürdürmeleridir. Paralel oyunda çocukların sosyal etkileşimleri çok az olmakla<br />

birlikte, bir oyuncağı istemek, düşüncelerini söylemek gibi durumlarda birbirleriyle çok az da olsa<br />

etkileşime girebilirler.<br />

Birlikte Oyun (3-5 Yaş): Bu evrede çocuklar zaman zaman birbirlerinin fikirlerinden yararlandıkları<br />

gibi, oyuncak alış<strong>ve</strong>rişinde de bulunurlar. Bu şekilde çocuklar birbirlerinin hareketlerini izleme olanağı da<br />

bulurlar. Burada çocuklar bir arada grup şeklinde <strong>ve</strong> birbirleriyle etkileşim halindedirler.<br />

Kooperatif (Ortak) Oyun (6 Yaş): Bu evrede amaç topluca organize olarak belirli bir sonuca<br />

varmaktır. Bu amaca ulaşmak üzere çocuklar aralarında örgütlenirler. Örneğin yarışma amaçlı oyun. Bu<br />

dönemde çocukların arasında gerçek bir sosyal etkileşim vardır <strong>ve</strong> oyun malzemeleri de uygun olarak<br />

paylaşılır.<br />

<br />

Sizce çocuklar hangi yaşlarda hangi türde oyun oynayabilirler?<br />

58


Ergenlikte Arkadaş <strong>ve</strong> Akran İlişkileri<br />

Ergen davranışlarının odaklandığı temel alanlardan biri arkadaş <strong>ve</strong> akranlarıyla ilişkileridir.<br />

Araştırmacılara göre çocuğun varlık merkezi olan <strong>aile</strong>, değerlerin öğretilmesinde <strong>ve</strong> kişisel gü<strong>ve</strong>nin<br />

kazandırılmasında akran grubunun başarısına ulaşamaz. Ergenin arkadaş ilişkileri üç kategoriye<br />

ayrılmaktadır; 1) geniş kalabalıklar, 2) daha küçük yakın grup, 3) bireysel dostluklardır.<br />

Ergenlik döneminde tek cinsiyetli arkadaş grupları derece derece karşı cinsten grupların etkilerine<br />

girerler <strong>ve</strong> geniş bir ergen grubu oluşur. Grup içinde gevşek örüntülü ergen çiftler oluşur. Bu gruplarda<br />

aynı cinslerden oluşan dostluklar da kurulabilir <strong>ve</strong> çok daha yakın, daha yoğun, açık ilişkiler yaşanabilir.<br />

Bu tür dostluklar ergene kendinin <strong>ve</strong> başkalarının duygularını öğrenmesine katkıda bulunur. Bu dönemde<br />

yaşanan arkadaşlıklar daha önceden oluşan psikolojik yaraları tedavi edici de olabilir, zararlı da olabilir,<br />

genci pişmanlık duyacağı davranışlara da itebilir.<br />

Yapılan araştırmalar ergenin, grup ortamında güç, aidiyet <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>n kazandığını göstermektedir. Tek<br />

başına yapamayacağını düşündüğü işleri akranlarıyla birlikte karar <strong>ve</strong>rerek ortaklaşa yapmaya çalışır.<br />

Anne-babalar bu konuda çocuklarının faaliyetlerini kısıtlamaya çalışır. Ancak bu tür çabalar çoğunlukla<br />

başarı değil, başarısızlıkla sonuçlanır. Saygınlık kazanma, serbestçe hareket etme vb. davranışlar<br />

gruplarda kazanılır. Bu nedenle akran grubunun etkisi ebe<strong>ve</strong>ynlerin öğrettikleriyle <strong>ve</strong>ya yasaklamalarıyla<br />

çelişip, <strong>aile</strong>yle çatışma oluşturabilir.<br />

Ergenlik döneminde; tavsiyede bulunma, birlikte hareket etme, davranış modeli oluşturma, destek <strong>ve</strong><br />

geri bildirim sunma, kişisel özellik <strong>ve</strong> beceri konularında bilgi kaynağı olma bakımından akranlara büyük<br />

önem <strong>ve</strong>rilir. Öte yandan ergenlerin ebe<strong>ve</strong>ynleri ile olan ilişkileri eğitim <strong>ve</strong> meslek gibi gelecek merkezli<br />

alanlarda <strong>ve</strong> geçiş dönemlerinde önemini korurken, arkadaş <strong>ve</strong> akranlar gündelik olaylarda, modada,<br />

serbest zaman etkinliklerinde daha etkili görünmektedir. Ancak ergenlerin yaşama ilişkin önemli<br />

değerleri ebe<strong>ve</strong>ynlerinden aldığı, sosyal ilişkilerinde yaşadığı kişisel problemleri konusunda hem<br />

ebe<strong>ve</strong>ynlerine hem de arkadaşlarına danıştığı belirtilmektedir. Ancak ergenler <strong>aile</strong>lerinden daha çok<br />

akranlarıyla birlikte olmayı tercih etmektedir. Ebe<strong>ve</strong>ynlerin kurallar koyması (e<strong>ve</strong> dönüş saati, sigara<br />

içmeme gibi), ergenler tarafından <strong>aile</strong>nin baskıcı olarak nitelendirilmesine neden olmaktadır. Aile <strong>ve</strong><br />

ergen arasında bu döneme özgü çatışmalardan uzaklaşmak içinde akranlar iyi bir sığınaktır. Akran<br />

ilişkileri yetişkin-çocuk ilişkilerine göre daha eşitlikçi <strong>ve</strong> esnektir, daha anlayışlı <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong>ricidir.<br />

Ebe<strong>ve</strong>ynler ergenlik döneminde çocuklarının arkadaş seçimi ile çoğu zaman ilgilenirler. Onlara göre<br />

hayatla yeni tanışan, deneyimsiz bir gencin karşılaşacağı problemler vardır <strong>ve</strong> bu durum endişe oluşturur.<br />

Çünkü ergenler benzer ilgi, özellik <strong>ve</strong> davranışlar temelinde arkadaşlarını seçerler <strong>ve</strong> genellikle ergenlikte<br />

arkadaş <strong>ve</strong> akranlarla ev dışı ortamlarda birlikte zaman geçirirler. Bu nedenle ebe<strong>ve</strong>ynler çocuklarının<br />

bazı arkadaşlarını tanımayabilirler. Gencin arkadaş seçimi büyük önem taşımaktadır çünkü madde<br />

bağımlılığı, vücuda zarar <strong>ve</strong>rme gibi olumsuz davranışlar akran etkisine <strong>ve</strong> yanlış arkadaş seçimine<br />

dayanmaktadır. Akran grubunun işlevini bilmeyen ebe<strong>ve</strong>ynler çoğunlukla akran grubunu değişik ya da<br />

istenmedik bir oluşum olarak görebilirler. Dolayısı ile akran grubu bazı yetişkinlerin ölçütlerine uygun<br />

olmayabilir. Ergenlik dönemlerinde akranların etkisi genelde olumlu <strong>ve</strong> yapıcı olsa da, bazen yetişkinler<br />

tarafından olumsuz davranışların nedeni olarak görülür. Ancak erken ergenlik döneminde çoğu<br />

ebe<strong>ve</strong>ynler gencin cinsel davranışa ilişkin bilgiler edinmesini, sigara içmesini, alkol kullanmasını asi<br />

gençlik davranışları olarak değil, bunların yetişkin değer <strong>ve</strong> normlarına uyma çabası olduğunu kabul<br />

ederler. Böyle bir durumda genç ebe<strong>ve</strong>yni tarafından anlaşılmadığını düşünürse <strong>ve</strong> çatışma yaşanırsa<br />

genellikle seçimini arkadaş grubu lehine kullanır. Diğer taraftan genel olarak ebe<strong>ve</strong>yn <strong>ve</strong> akran etkileri<br />

birbirini tamamlar <strong>ve</strong> ergenleri gelecek yaşantılarındaki olgun ilişkilere hazırlar. Çocukluktaki <strong>aile</strong><br />

ilişkileri ergenlikteki akran ilişkileri için güçlü duygusal bir temel oluşturur. Genellikle akranlar,<br />

ebe<strong>ve</strong>ynlerinden öğrendikleri davranış <strong>ve</strong> değerlerde birbirlerine model olur <strong>ve</strong> bunları pekiştirir. Yapılan<br />

bir araştırmada ebe<strong>ve</strong>ynlerini otoriter olarak karakterize eden gençlerin, gerek yetişkin gerekse akranlarca<br />

desteklenen ilkeleri kabul eden akran grubuna yöneldiği bulunmuştur. Ebe<strong>ve</strong>ynlerini ilgisiz olarak<br />

tanımlayan kızlarsa yetişkin değerlerini onaylamayan akran gruplarına eğilim göstermektedir.<br />

Ebe<strong>ve</strong>ynlerinin hoş görülü olduğunu belirten erkekler ise eğlence kültürü yönelimli ergen gruplarına<br />

girdikleri tespit edilmiştir.<br />

<br />

Akran ilişkilerinin ergene katkıları nelerdir?<br />

59


Akran Zorbalığı<br />

Her kültürde, her okul türünde gözlenebilen zorbalık bir öğrencinin, bir <strong>ve</strong>ya birden çok öğrencinin<br />

olumsuz hareketlerine bir defadan çok maruz kalmasıdır. Zorbalığı diğer saldırganlık türlerinden ayırt<br />

eden özellikler; gücün kasıtlı <strong>ve</strong> kötü kullanımı, zorbalığın tekrarlılığı <strong>ve</strong> zorbalığa katılan taraflar arası<br />

fiziksel ya da psikolojik güç dengesizliğinin bulunması olduğu belirtilmektedir. Akran zorbalığı doğrudan<br />

<strong>ve</strong> dolaylı olmak üzere ikiye ayrılır:<br />

Doğrudan Zorba Davranış: Ebe<strong>ve</strong>ynler <strong>ve</strong> öğretmenler tarafından fark edilmesi daha kolaydır.<br />

Vurmak, itmek, engellemek, düşmanca hareket etmek, korkutmak, hakaret etmek, küçük düşürmek,<br />

bağırmak, lakap takmak gibi davranışları içerir.<br />

Dolaylı Zorba Davranış: Ebe<strong>ve</strong>ynler <strong>ve</strong> öğretmenler tarafından tespit edilmesi daha güçtür. Arkadaş<br />

ilişkilerini bozmak, gruptan dışlamak, görmezlikten gelmek, şantaj yapmak ya da dedikodu çıkarmak gibi<br />

davranışları içerir.<br />

Zorbalık; vurma, itme ya da basit bir fiziksel şiddet olarak algılanmamalıdır. Zorbalık kavramı,<br />

fiziksel <strong>ve</strong>ya psikolojik olarak aynı güçte olan iki öğrencinin kavga etmeleri olarak görülmemelidir.<br />

Bedensel <strong>ve</strong>ya zihinsel yönden birbirine eşit iki öğrencinin kavga etmesi saldırganlık özelliği taşır; ancak<br />

“zorbalık” olarak nitelendirilemez. Bir davranışın zorbalık olarak nitelendirilebilmesi için, içerisinde “güç<br />

dengesizliği” olmalıdır.<br />

Güç dengesizliği; akranlar arasında fiziksel, psikolojik ya da sosyal olarak bir öğrencinin diğerinden<br />

daha güçlü olmasını ifade etmektedir. Ayrıca zorbalık tanımını yapabilmemiz için olumsuz davranışın<br />

“tekrarlanır biçimde bir süre” devam etmesi <strong>ve</strong> davranışı gösteren kişinin “kasıtlı” olarak karşıdaki kişiye<br />

zarar <strong>ve</strong>rmeyi hedeflemesi gerekmektedir. Bir çocuğun/gencin zorbalığa uğradığını belirten gerçek<br />

kanıtlar görmek ilk etapta zor olacaktır. Çünkü zorbalığa maruz kalan öğrenciler genellikle bu durumu<br />

ifade etmekten çekinirler. Fiziksel yaralanmalar daha az görülür. Okulda zorbalığa maruz kalan çocuk ya<br />

da çocuğun arkadaşları tarafından öğretmene bir uyarı gelmediyse, öğretmenin bunu fark etmesi zaman<br />

alacaktır. Bu konuda durumu ilk fark edecek olanlar çocuğun anne-babası ya da birlikte yaşadığı diğer<br />

<strong>aile</strong> bireyleridir. Çocuk/genç zorbalığa uğradığının ilk işaretlerini farklı biçimlerde <strong>ve</strong>recektir. Okula<br />

gitmede isteksizlik, okuldan kaçma, akademik başarıda göze çarpan bir düşüş, hobi <strong>ve</strong> ilgi alanlarından<br />

uzaklaşma, fiziksel nedeni olmayan hastalıklar, yoğunlaşma bozukluğu, etrafındaki kişilere karşı şiddet<br />

kullanma, içe kapanma, saldırgan davranışlar sergileme, sık sık para <strong>ve</strong> eşya kaybetme, arkadaş grubunu<br />

değiştirme, şüpheli darp izlerinin varlığı, beklenmeyen ruh halleri sergileme gibi belirtiler çocuğun<br />

zorbalık davranışına maruz kaldığının işareti olabilir.<br />

<br />

Sizce akran zorbalığı nedir?<br />

EBEVEYN-ÇOCUK İLİŞKİSİ<br />

Çocuk yaşama ilişkin bilgi <strong>ve</strong> becerileri yaşamının ilk yıllarında anne <strong>ve</strong> babasından öğrenir. Annebabanın<br />

çocuğu algılayışı, ona takındığı tavır çocuk üzerinde onu yaşamı boyunca etkileyecek olumlu<br />

<strong>ve</strong>ya olumsuz izler bırakır. Bu ilişki çocuğun diğer bireylerle <strong>ve</strong> tüm yaşama ilişkin tutumlarının<br />

şekillenmesinde belirleyici bir rol oynar.<br />

Çocuğa ilgi <strong>ve</strong> şefkat göstermenin, amaçlarına ulaşması için ona yardım etmenin <strong>ve</strong> tutarlı disiplin<br />

uygulamanın çocuğun kişilik gelişimini olumlu yönde, tersine koruyuculuğun, fiziksel <strong>ve</strong> duygusal<br />

cezalandırmanın, başka çocuklardan daha başarılı olması için baskı yapmanın ise kişilik gelişimini<br />

olumsuz yönde etkilemektedir. Çocuklarla kurulacak iletişim içinde anne-babanın eleştirici bir tutum<br />

içinde olmamaları gerekir. Anne-baba-çocuk ilişkisi sıcak, se<strong>ve</strong>cen, yapıcı, sevgi, gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong> anlayışa<br />

dayalı bir temele oturtulmalıdır. Mutlu çocuk yetiştirmenin sırrı doğru anne-baba-çocuk ilişkisinde<br />

gizlidir.<br />

İngiliz psikiyatrist John Bowlby, insanlar üzerinde yaptığı çalışmalarda bebeğin davranışlarını<br />

annesine yakınlığını kuv<strong>ve</strong>tlendirecek biçimde düzenlediğini savunmaktadır. Bowlby, anne-çocuk<br />

60


arasındaki normal ilgi süresini şöyle açıklar: Birinci yılın sonunda ilgi en yüksek noktaya vardığı zaman<br />

bağın kopma olasılığı (örn. annenin ayrılması, yerine bir yabancının gelmesi) bebeği oldukça endişeli<br />

yapar. İkinci yılda bağ kuv<strong>ve</strong>tli bir şekilde devam eder, fakat üçüncü yılda çocuk kendini emniyette<br />

hissettiği zaman bağ zayıflamaya başlar <strong>ve</strong> dördüncü yılda çocuk diğer insanlarla yeni ilişkiler geliştirir.<br />

Anne-çocuk ilişkisi zedelenmiş olanlar, diğer insanlarla ilişkilerini geliştirmede güçlük çekerler,<br />

anneleriyle normal bağlarını kuran çocuklar kendilerine gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong> olgunlukta başarıya ulaşırlar.<br />

Sevgi<br />

Çocuğu sevmek, çocukla bütünleşmek, onunla bazı etkinliklerde beraber olmak <strong>ve</strong> bir birey olarak onun<br />

gerçeklerini anlamaya çalışmaktır. Çocuk kendisiyle birlikte geçirilen zamana eş olarak sevilip<br />

sevilmediğini anlar. Sevi, temelde çocukla geçirilen zaman anlamına gelmektedir. Çocuk sevilmeden<br />

yaşayamaz. Çocuğun dünyasının tek dayanağı <strong>ve</strong> anlamı, ana-baba sevgisidir. O, bu sevgiyi yitirmemek<br />

için gösterdiği çaba sayesinde zamanla kendi kendini yönetmeyi öğrenir.<br />

Çocuk, anne <strong>ve</strong> babasında farklı nitelikte sevgi bekler. Bu sevginin özellikle kendi şahsına yönelik<br />

olmasını bekler. Beceri <strong>ve</strong> yetenekleri sevgi konusu olmamalıdır. Çocuk koşulsuz sevgi ister. Sevginin<br />

temel taşı kabul duygusudur. Sevildiğine emin olan çocuk, istenmedik davranışlarda bulunmaz.<br />

Sevgiye olan eğilim, insanlarda doğuştan var olan bir yetidir. Ancak, sevginin ifadesi öğrenilmiş bir<br />

davranıştır. Çocuğun anne-babayla etkileşim içinde olmaya, karşılıklı ilişki içinde zaman zaman da<br />

bağımlı olmayan bu ilişkinin sürekliliğine ihtiyacı vardır. Bu karşılıklı ilişki, çocuğun gelecekteki<br />

yaşamının temel taşlarını oluşturacaktır. Bu nedenle anne <strong>ve</strong> babalar çocuklarına olan sevgilerini onlara<br />

zamanlarını <strong>ve</strong>rmekle gerçekleştirmelidirler. Çocuk, toplumsal değerlere <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>ne ancak böyle bir ortam<br />

içinde erişebilir.<br />

Biyolojik bir temelden başlayarak zenginleşen anne sevgisinin kararsız oluşu çocuğun duygusal<br />

besinden yoksun büyümesine neden olur ki bu da beraberinde çeşitli uyum <strong>ve</strong> davranış bozuklukları<br />

getirebilir. Çünkü sevgi yoksunu olan çocuk kendini dışlanmış, atılmış olarak düşünür <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nsizlik<br />

duygusu gelişir. Çocuğa, zamanında yeterince <strong>ve</strong>rilmeyen sevgi çeşitli sosyal <strong>ve</strong> duygusal nitelikte<br />

yaralar açabilir.<br />

Eğitim-Disiplin<br />

Disiplinin, dengeli <strong>ve</strong> düzenli bir <strong>aile</strong> yaşamı oluşturmada önemi büyüktür. Burada disiplin sözcüğü katı<br />

kurallar, cezalandırma anlamında kullanılmıştır. Disiplin, çocuğa istendik davranış <strong>ve</strong> alışkanlıkları<br />

kazandırmak, kendi kendini denetleme (iç denetim) anlamına gelen ahlak gelişimini sağlamak anlamında<br />

düşünülmüştür. Bu da dıştan gelen bir zorlamayla olmaz. Önemli olan, içten gelen bir sorumluluk<br />

duygusunun oluşturulmasıdır.<br />

Çocukta ilk disipline edilmesi gereken konular; okul öncesi dönemde yemek yeme, tuvalet alışkanlığı<br />

<strong>ve</strong> belirli saatte uyuma gibi temel alışkanlıklardır.<br />

Etkili bir disiplin oluşturabilmek için, çocuğa özgürlük sınırlarının neler olduğu önceden<br />

söylenmelidir. Disiplinin amacı düzenli, tutarlı <strong>ve</strong> sorumlu davranış alışkanlıkları kazandırmak olmalıdır.<br />

Aşırı hoşgörü <strong>ve</strong> disiplin eksikliği, çocukta bencillik <strong>ve</strong> anti-sosyal davranışların ortaya çıkmasına<br />

sebep olabilir. Aşırı otoriter <strong>ve</strong> baskılı katı disiplinde de, ana-babaya karşı korku <strong>ve</strong> öfke ile nefret<br />

duygularının oluşumuna, çocuğun bağımlı <strong>ve</strong>ya isyankar olmasın neden olabilir.<br />

Ödül <strong>ve</strong> Ceza<br />

Gerçek anlamda disiplin oluşturmada, yerinde kullanılan ödül <strong>ve</strong> ceza büyük önem taşır. Ödül istendik<br />

davranışların pekişmesini sağlamak amacıyla kullanılan <strong>ve</strong> çocuğun gelişimine önemli katkıları olan bir<br />

eğitim yöntemidir. Ödül çocuğa hak ettiğinde <strong>ve</strong>rilmeli, sadece görevini yapan çocuk gereksiz şekilde<br />

ödüllendirilmemelidir. Güzel bir söz, bir öpücük, başkalarının yanında övme gibi sosyal ödüller<br />

gerektiğinde sıklıkla uygulanabilmeli, buna karşılık maddi değeri olan ödüllere çok ender durumlarda<br />

<br />

61


aşvurulmalıdır. Verilen söz tutulmalı <strong>ve</strong> ödül zaman geçirmeden uygulanmalıdır. Unutulmamalıdır ki<br />

takdir <strong>ve</strong> teşvik ödülden daha önemlidir.<br />

Ceza ise istenmedik davranışların tekrarını önlemek amacıyla kullanılan bir eğitim yöntemidir. Çocuk<br />

toplumun <strong>ve</strong>ya <strong>aile</strong>nin kurallarını bozduğu zaman kullanılmalıdır. Bu kuralların neler olduğu daha<br />

önceden çocuğa söylenmiş olmalı ceza <strong>ve</strong>rilmeden önce, kurallar çocuğa hatırlatılmalıdır. Kurallar makul<br />

<strong>ve</strong> adil olmalıdır. En önemlisi esnek olabilmeli yani değişebilmelidir. Kurallar uygulanırken çocuğa bu<br />

kuralları tartışabilme hakkı da <strong>ve</strong>rilebilmelidir. Çocuğa ceza <strong>ve</strong>rirken, sakin <strong>ve</strong> kararlı olmak, cezayı<br />

ertelememek <strong>ve</strong> en önemlisi suç <strong>ve</strong> ceza arasında denge olması yanı cezanın kabul edilebilir <strong>ve</strong> yapılan<br />

olumsuz davranışı düşündürücü olması gerekir.<br />

Araştırmalarda disiplin yöntemi olarak ödüllendirmenin ceza <strong>ve</strong>rmekten daha etkili olduğu<br />

saptanmıştır. Disiplin hem yeteri kadar hem de çocuğun yaşına uygun olmalıdır. Kurallar açık olmalı <strong>ve</strong><br />

uygulanabilmelidir. Ceza <strong>ve</strong>rilmesi gerekiyorsa hemen uygulanmalı <strong>ve</strong> üstü örtülmemelidir. Ceza,<br />

çocuğun özüne değil de davranışlarına yönelik olmalıdır. Anne-babalar çocuklarına sevgi, anlayış, sabır<br />

<strong>ve</strong> hoşgörü ile disiplin <strong>ve</strong>rmelidir.<br />

<br />

Sizce çocuk <strong>eğitimi</strong>n temel unsurları <strong>ve</strong> özellikleri nelerdir?<br />

AİLE TUTUMLARININ ÇOCUĞUN RUHSAL GELİŞİMİ<br />

ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ<br />

Aile üyeleriyle olan ilişkileri, çocuğun diğer bireylere, nesnelere <strong>ve</strong> tüm yaşama karşı aldığı tavırların,<br />

benimsediği tutum <strong>ve</strong> davranışların temelini oluşturur.<br />

Çocuğun gelişiminde <strong>aile</strong>nin etkili katkılıları şöyle sıralanabilir:<br />

1. Aile, grup içinde dengeli bir birey olabilmesi için çocuğa gü<strong>ve</strong>n duygusu aşılar.<br />

2. Onun sosyal kabul görebilmesi için gerekli ortamı hazırlar.<br />

3. Sosyalleşmeyi öğrenebilmesi için kabul edilmiş uygun davranış biçimlerinin içeren birer model<br />

oluşturur.<br />

4. Sosyal açıdan kabul edilmiş davranış biçimlerinin gelişimi için rehberlik eder.<br />

5. Çocuğun yaşam ortamına uyum sağlarken rastladığı sorunlarına çözüm getirir.<br />

6. Uyum için gerekli olan davranışla ilgili, sözlü <strong>ve</strong> toplumsal alışkanlıklarının kazanılmasına<br />

yardımcı olur.<br />

7. Okul <strong>ve</strong> sosyal yaşamda başarılı olabilmesi için çocuğun yeteneklerini uyarır <strong>ve</strong> geliştirir.<br />

8. Çocuğun ilgi <strong>ve</strong> yeteneklerine uygun arzuların gelişimine yardım eder.<br />

Ailenin çocuk yetiştirmedeki tutumunu <strong>ve</strong> çocuk yetiştirmeyle ilgili sorunlarını anlamak için <strong>aile</strong><br />

tutum modeli yararlı bir yaklaşımdır (Şekil 4.1).<br />

Şekil 4.1: Aile tutum modeli<br />

62


Baskılı <strong>ve</strong> Otoriter Aile Tutumu<br />

Aşırı baskılı <strong>ve</strong> otoriter tutum, çocuğu kendine gü<strong>ve</strong>nini yok eden, onun kişiliğini hiçe sayan bir<br />

tutumdur. Ne yazık ki geleneksel <strong>aile</strong> yapısında bu tür yaklaşıma sıklıkla rastlanmaktadır.<br />

Baskılı <strong>ve</strong> otoriter yaklaşımlarda anne-baba katı bir disiplin uygular. Çocuk her kurala uymak zorunda<br />

bırakılır. Ağır baskı altında olan çocuk sessiz, uslu, nazik, dürüst <strong>ve</strong> dikkatli olmasına karşılık; küskün,<br />

silik, çekingen, başkalarının etkisinde kalabilen, aşırı hassas bir yapıya sahip olabilir. Kendine değer<br />

<strong>ve</strong>rilmediğini gören çocuk zamanla kendine değer <strong>ve</strong>rmemeye başlar.<br />

Baskı altında büyüyen çocuklarda genellikle isyan etme davranışı ile birlikte aşağılık duygusu da<br />

gelişebilir. Böyle bir ortamda yetişen çocuk, dışında denetimli bir kişilik oluşturur. Çünkü içinden geldiği<br />

gibi davranmak yerine gerektiği gibi davranması şeklinde koşullandırılır.<br />

Otoriter bir <strong>aile</strong>de yetişen çocukların özellikleri:<br />

• Stresli, tedirgin çocuklardır.<br />

• Kendine olan gü<strong>ve</strong>ni hemen hemen yok gibidir.<br />

• Sessiz, çekingen, başkalarının etkisinde kolayca kalabilen çocuklardır.<br />

• Sürekli eleştirildiği için aşağılık duygusu geliştirebilir.<br />

• Dıştan denetimlidirler. Kendi başlarına karar <strong>ve</strong>remezler dışarıdan birilerinin onu<br />

yönlendirmesini beklerler.<br />

• Tam tersi çocuk isyankârda olabilir.<br />

Aşırı Hoşgörülü <strong>ve</strong> Gevşek Aile Tutumu<br />

Bu tür davranış biçimine, genellikle orta yaşın üzerinde çocuk sahibi olan <strong>aile</strong>lerde ya da çocuğun<br />

kalabalık yetişkinler grubu ortamında, tek çocuk olarak büyümesi durumunda sık sık rastlanır. Böyle bir<br />

ortamda çocuk, <strong>aile</strong>de insiyatif sahibi tek kişidir <strong>ve</strong> onun isteğine göre diğer <strong>aile</strong> bireyleri kayıtsız şartsız<br />

uyarlar. Çocuk kısıtlama olmaksızın özgürdür.<br />

Anne-baba ile çocuk arasında sağlıklı bir iletişim bulunmaması, çocuğun dengesiz bir ortam içinde<br />

abartılmış bir sevgi gösterisi içinde büyüyor olması, çocuğun doyumsuz bir birey olmasına neden olur.<br />

Çocuk bencil, idare edilmez, sabırsız <strong>ve</strong> anlayışsız olur. Anne- babasının kendini sevdiğine pek<br />

gü<strong>ve</strong>nemez, kendini ihmal edilmiş hissedebilir, bağımsız davranamaz.<br />

Anne-baba oyuncak gibi maddi değeri olan objelerle bu doyumsuzluğun giderileceğini sanır. Ancak<br />

çocuk yine doyumsuzdur. Önemli olan duygusal doyumdur. Böyle ortamda yetişen çocuklar zamanla ev<br />

dışındaki kimselere de egemen olmanın yollarını arayan bireyler haline dönüşürler.<br />

Aşırı şımartılmış olan çocuklar yetişkin olduklarında da toplumun <strong>ve</strong>rdiği hakları kendilerine<br />

tanımaya kalkışırlar. Kural tanımayan bu tür çocuklar, okula <strong>ve</strong> nihayetinde toplumsal yaşama kolay<br />

uyum sağlayamazlar.<br />

Serbest tutumla yetişen çocukların özellikleri:<br />

• Devamlı birilerinden hizmet beklerler.<br />

• Her isteklerinin yapılmasını beklerler.<br />

• Okuldaki kurallarla karşı karşıya kaldıklarında hayal kırıklığına uğrarlar.<br />

• Diğerlerinin dikkatini çekmeye çalışırlar.<br />

• Bencil <strong>ve</strong> saygısızdırlar.<br />

• İstekleri buyruk niteliği taşımaktadır.<br />

• Toplumun <strong>ve</strong>rmediği hakları kendilerine tanımaya çalışırlar.<br />

<br />

63


Dengesiz <strong>ve</strong> Tutarsız Aile Tutumu<br />

Anne-babanın dengesiz <strong>ve</strong> kararsız tutumu çocuğun <strong>eğitimi</strong>ni <strong>ve</strong> gelişimini olumsuz açıdan etkiler.<br />

Buradaki dengesizlik <strong>ve</strong> tutarsızlık anne-babanın görüş ayrılığından olabildiği gibi anne <strong>ve</strong>ya babanın<br />

gösterdikleri değişken davranış biçiminde de görülebilir. Anne-babanın çocuğun yanında çocuk<br />

konusunda birbirlerini eleştirmeleri, birinin olumlu yaklaşımı diğerinin olumsuz tutumu ya da taraflardan<br />

birinin çocuğu kayırması, çok sık rastlanan yanlışlarındandır. Bu durumda çocuk, hangi koşulda nasıl<br />

davranacağını bilemez. Hangi davranışın uygun olan davranış, hangisinin uygun olmayan davranış<br />

olduğunu kestiremez. Çünkü uygunluk davranışını niteliğine göre değil ebe<strong>ve</strong>ynin ruh durumuna göre<br />

değişmektedir. Bu da önceleri çocuklukta bazı iç çatışmaların, huzursuzlukların, ardından da dengesiz <strong>ve</strong><br />

tutarsız bir yapının oluşmasına sebep olabilir.<br />

Dengesiz <strong>ve</strong> kararsız tutumla yetişen çocukların özellikleri:<br />

• Aşırı isyankar ya da aşırı boyun eğici olabilirler.<br />

• Kaygılı, gü<strong>ve</strong>nsiz bir kişilik sergileyebilirler.<br />

• Büyüdüklerinde karşısındaki insanlara zor gü<strong>ve</strong>nirler.<br />

• Tutarsız bir kişilik sergilerler.<br />

• Karar <strong>ve</strong>rmekte güçlük yaşarlar.<br />

Aşırı Koruyucu Aile Tutumu<br />

Koruyuculuk sık rastlanan bir anne-baba davranışı olarak görülmektedir. Anne-babanın aşırı koruması<br />

çocuğa gerektiğinden fazla kontrol <strong>ve</strong> özen göstermesi anlamına gelir. Bunun sonucu olarak çocuk, diğer<br />

kimselere karşı aşırı bağımlı, gü<strong>ve</strong>nsiz, duygusal kırıkları olan bir kişi olabilir. Bu bağımlılık çocuğun<br />

yaşamı boyunca devam edebilir.<br />

Daha çok anne-çocuk ilişkisinde gözlenen bu aşırı koruyuculuğun ardında annenin duygusal yalnızlığı<br />

yatmaktadır. Aşırı koruyucu anne çocuğu ile bütünleşir <strong>ve</strong> bu şekilde çocuğuna olan sevgisini dile<br />

getirdiğini, ona yardım ettiğini sanır. Ama gerçekte kendi yalnızlığını <strong>ve</strong> mutsuzluğunu gidermektedir.<br />

Çocuğa kendi ihtiyacını karşılayabilecek durumda olduğu halde fırsat <strong>ve</strong>rmeyen koruyucu, yaklaşım<br />

çocuğun kendi kendini yöneten bir birey olmasını engeller. Sosyal gelişimini zedeler, bağımlı bir kişi<br />

olmasına sebep olur. Çocuk kendini gruba kabul ettirmek için zaman zaman toplum dışı <strong>ve</strong> isyankar<br />

davranışlara başvurabilir.<br />

Aşırı koruyucu ortam, çocuğun psikososyal gelişimini olumsuz açıdan etkileyecek çocuğun özerk bir<br />

birey olarak gelecekte girişimci <strong>ve</strong> sosyal bir birey olmasına engel olacaktır.<br />

Korucu tutumla yetişen çocukların özellikleri:<br />

• Aşırı bağımlı, özgü<strong>ve</strong>ni gelişmemiştir.<br />

• Sosyal gelişimi zedelenir.<br />

• Toplum tarafından kabulü zorlaşır.<br />

• Kendini gruba kabul ettirmek için isyankar olabilir.<br />

• Tek başına kararlar alamaz.<br />

İlgisiz <strong>ve</strong> Kayıtsız Aile Tutumu<br />

İlgisiz <strong>ve</strong> kayıtsız tutum, anne-babanın, çocuğu yalnız bırakma, görmezlikten gelme şeklinde dışlaması<br />

anlamına gelir. Aileden iletişim bozukluğu söz konusudur. Çocukta ait olma <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>n duyguları sarsılır.<br />

Çocukta eşyalara zarar <strong>ve</strong>rme eğilimi görülebilir. İlgisiz <strong>ve</strong> kayıtsız ana baba tutumu, çocukta saldırganlık<br />

eğiliminin güçlenmesine neden olabilir.<br />

<br />

64


İlgisiz kayıtsız tutumla yetişen çocukların özellikleri:<br />

• Çocuk dikkat çekmek için etrafına zarar <strong>ve</strong>rebilir.<br />

• İnsanlarla ilişki kuramaması sonucu sosyal gelişmesinde gecikme <strong>ve</strong> saldırganlık sergileyebilir.<br />

• Sözlü iletişim yetersizliğinden dolayı dil gelişiminde gecikme, konuşma bozuklukları ortaya<br />

çıkabilir.<br />

• Özgü<strong>ve</strong>n sorunu yaşar.<br />

• Hayattan <strong>ve</strong> kendisinden beklentisi olmaz.<br />

Demokratik Aile Tutumu<br />

Anne-babanın çocuklarına karşı hoşgörü sahibi olmaları, onları desteklemeleri çocukların bazı<br />

kısıtlamalar dışında arzularını diledikleri biçimde gerçekleştirmelerine izin <strong>ve</strong>rmeleri anlamına gelir.<br />

Çocuk kabul edilmek <strong>ve</strong> onaylamak ister. Anne-babanın hoşgörüsünün normal bir düzeyde<br />

gerçekleşmesi, çocuğun kendine gü<strong>ve</strong>nen, yaratıcı, toplumsal bir birey olmasına yardım eder. Böyle bir<br />

tutumda evde kabul edilen <strong>ve</strong> edilmeyen davranışların sınırları bellidir. Bu sınırlar içinde çocuk özgürdür.<br />

Söz hakkı vardır. Hatta anne-babasıyla tartışmasına izin vardır. Duygu <strong>ve</strong> görüşlerine saygı duyulur.<br />

Çocuk sevgi <strong>ve</strong> teşvik görür. Bazı konularda kendi kendine karar <strong>ve</strong>rip sorumluluk taşımasını öğrenebilir.<br />

Bu tavırla yetiştirilen çocuk olgun, becerikli, atılgan, gerçekçi <strong>ve</strong> kendine gü<strong>ve</strong>nli olur. Sorumluluklarını<br />

bilen, bağımsız düşünebilen, başkalarına karşı saygılı, kendine <strong>ve</strong> başkalarına gü<strong>ve</strong>nen çocuklar<br />

yetiştirmek için bu tavrı benimsemeliyiz.<br />

Gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong>rici, destekleyici <strong>aile</strong>lerde yetişen çocukların özellikleri:<br />

• Sosyalleşmiş, işbirliğine giren çocuklardır<br />

• Arkadaş canlısı <strong>ve</strong> duygusaldırlar<br />

• Sosyal açıdan dengeli <strong>ve</strong> mutlu bireylerdir<br />

• Özgü<strong>ve</strong>nleri yüksektir, sorumluluk sahibidirler<br />

• Kendine <strong>ve</strong> başkalarına gü<strong>ve</strong>nir<br />

• Yaratıcı <strong>ve</strong> bağımsızdır<br />

• Kurallara <strong>ve</strong> otoriteye saygı duyar<br />

mesini sağlar?<br />

Zihinsel yetersizliği olan çocuğa sahip <strong>aile</strong>lerde yaşanan problemin yoğunluğu yetersizlik tipine,<br />

derecesine, <strong>aile</strong>nin durumu algılama şekline, destek sistemlerine <strong>ve</strong> hastalık konusundaki bilgi düzeyine<br />

göre değişiklik göstermektedir. Yetersizliği olan çocuğun, anne-babasının <strong>aile</strong> içi <strong>ve</strong> toplumsal<br />

65<br />

<br />

Sizce olumlu <strong>aile</strong> tutumları nelerdir, çocukta hangi özelliklerin geliş-<br />

ENGELLİ ÇOCUĞU OLAN AİLELERİN SORUNLARI<br />

Toplumun temelini oluşturan <strong>aile</strong>ye bir çocuğun katılımı <strong>aile</strong> düzeninde <strong>ve</strong> ilişkilerde değişikliğe neden<br />

olur, <strong>aile</strong> üyelerine yeni roller yükler. Çocuklarda süregen hastalık, zihinsel <strong>ve</strong>ya bedensel engelli tanısını<br />

koymak <strong>aile</strong>ler için oldukça örseleyici bir durumdur. Bu durum, <strong>aile</strong>nin işleyişinde, <strong>aile</strong> üyelerinin rol <strong>ve</strong><br />

sorumluluklarında önemli değişiklikler meydana getirebilmektedir.<br />

Özşenol <strong>ve</strong> arkadaşları (2003) yaptıkları çalışmada ebe<strong>ve</strong>ynlerin çocuğun engelini ilk öğrendiklerinde<br />

genellikle şok, sonrasında ise çaresizlik, ümitsizlik <strong>ve</strong> hayal kırıklığı gibi anksiyete <strong>ve</strong> depresyona neden<br />

olabilecek psikolojik problemler yaşadıklarını rapor etmişlerdir. Ailenin zihinsel yetersizliği olan bireye<br />

dair üzüntüsünün şiddeti zamanla azalsa da yetersizliği olan bireyin bakımı, ihtiyaçları <strong>ve</strong> geleceğine<br />

yönelik kaygılarında bir değişiklik olmadığını saptamışlardır.


yaşantılarına farklı etkileri olmaktadır. Anne temel bakım, <strong>aile</strong> içi iş <strong>ve</strong> ilişkileri sürdürmekte, baba ise<br />

genellikle <strong>aile</strong>nin maddi kaynaklarını sağlayarak çocukla ilgili <strong>aile</strong> içi sorumluluklardan uzak<br />

kalmaktadır. Bu durumda yetersizliği olan çocuğun etkileri anne üzerinde daha fazla görülmektedir. Bu<br />

durumdaki anneler ruhsal anlamda babalardan daha fazla etkilenmektedir.<br />

Çocuğun hastalığı <strong>aile</strong> düzeninde önemli değişikliklere yol açmaktadır. Ailenin çocuğun hastalığından<br />

önceki dönemindeki yaşantısı tamamen değişecek, maddi giderlerin artması, tedavi sürecinin yarattığı<br />

gerginlik gibi sebeplerle hasta olan çocuk ile birlikte, çocuğun anne <strong>ve</strong> babası, kardeşleri <strong>ve</strong> yakın çevresi<br />

de hastalıktan olumsuz olarak etkileneceklerdir. Araştırmalarda süregen hastalığın diğer <strong>aile</strong> üyelerinde<br />

stres yarattığı vurgulanmaktadır.<br />

Hasta Çocuğun Anne-Babası<br />

Çocuğunun hasta olduğunu öğrenen ebe<strong>ve</strong>yn <strong>ve</strong> hasta olduğunu öğrenen çocukların değişik koşullardan<br />

etkilenmelerine karşın, geçirilen evreler benzerdir. İlk evre “şaşkınlık”tır; tanıyı öğrenen çocuk <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> o<br />

zamana kadar hiç tanımadıkları, fakat çok uzun bir süre birlikte yaşamalarını <strong>ve</strong> mücadele etmelerini<br />

gerektirecek bir durumla karşı karşıya kalmışlardır.<br />

Çocuğun özel durumuna anne-babanın tepkisini açıklayan iki temel yaklaşım olduğu görülür. Baskın<br />

olan görüş, anne-baba tepkisinin zaman içinde ortaya çıkan bir adaptasyon olduğunu ileri süren “zamana<br />

bağlı model”dir. Bu görüşe göre, adaptasyon çocuğun özel durumunu kabullenmek demektir. Aynı<br />

derecede kabullenmeyi ön görmeyen ikinci yaklaşım ise “süregen hüzün” yaklaşımıdır. Bu yaklaşım,<br />

anne-babanın tepkisinin, çocuğun durumuna uyumu olduğunu düşünür. Birbiri ile bütünleşmiş bir model<br />

her iki görüşü de kapsayan yönleri ortaya koymaktadır.<br />

Zamana Bağlı Model<br />

Zihinsel özür, fiziksel özür, süregen hastalık gibi özel gereksinimleri olan çocukların anne babalarının<br />

tepkilerini açıklamaya yönelik geliştirilmiş modellerden birisi olan “zamana bağlı model” yaklaşımıdır.<br />

Modeldeki aşamalar; şaşkınlık, inkâr, keder, dikkati odaklama <strong>ve</strong> kapanıştır.<br />

1. Şaşkınlık: Anne-baba için krizin başlangıcıdır. Şaşkınlık, tanı aşamasında ortaya çıkar. Olay<br />

<strong>aile</strong>nin olaylarla başa çıkma sınırını zorladığından endişe <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> düzeninin bozulmasıyla<br />

sonuçlanır. Bu evre çok kısa sürer <strong>ve</strong> çocuğun problemine tanı konulmasından kısa bir süre<br />

sonra ikinci evre başlar.<br />

2. İnkâr: İnkâr bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkar. İnkâr davranışı anne-babaların gerçek<br />

tanının yanlış olduğu ümidiyle, ikinci bir yol arama <strong>ve</strong> dileklerin gerçekleşmesi hayali, avunma<br />

olarak adlandırılabilir. Anne-babalar inkâr etme davranışı içine girerler, çünkü bu onlara<br />

durumun gerçekliği ile yüzleşmede zaman kazandıracaktır.<br />

3. Keder: Kızgınlık, suçluluk <strong>ve</strong> hüzün olarak dışa vurulur. Çocuğa konulan tanı nedeniyle,<br />

başkalarını suçlama da söz konusu olabilir. Başa çıkma yöntemleri yeterince kavrandığında<br />

keder evresi sona erer.<br />

4. Dışarıya Odaklanma: Anne-babaların durumlarına uygun başa çıkma yöntemlerini keşfettikleri<br />

evredir. Dışarıdan yardım kabul edebilir <strong>ve</strong> hayatlarını gerçekçi bir şekilde duruma<br />

uyarlayabilirler.<br />

5. Kapanış: Son evredir. Bu evrede anne-babalar çocukların tanısının normal <strong>aile</strong> yaşantısını<br />

bozduğu <strong>ve</strong> bozmaya devam edeceği gerçeğini kabul eder. Aile, çocuğun <strong>aile</strong> hayatına uyum<br />

sağlaması için yöntemler geliştirir. Şaşkınlık evresi ile başlayan kriz tehlikesi sona ermiştir.<br />

Engelli çocuğa sahip olan <strong>aile</strong>lerin çocuklarının engelleri ile ilgili zorluklar yaşarken e<strong>ve</strong><br />

kapanmamaları, sosyal ortamlarda engelli çocuklarda var olabilmeleri, bunun içinde çocukların ev dışında<br />

zaman geçirebilmeleri için çevre düzenlemesinde her türlü ayrıntının onlar için düşünülmesi <strong>ve</strong><br />

uygulanması, toplumda önceliklerinin olması onların sırtındaki bu zorlu görevi yerine getirirken onlara<br />

nefes aldıracaktır.<br />

<br />

Sizce engelli çocuğu olan <strong>aile</strong>lerin ruhsal açıdan tepkileri nelerdir?<br />

66


Özet<br />

Toplumun en temel birimi <strong>aile</strong>dir. Sağlıklı bir<br />

toplum ancak sağlıklı <strong>aile</strong>lerden oluşabilir. Bu<br />

nedenle <strong>aile</strong>nin çocuk yetiştirirken çocuk<br />

üzerindeki olumlu ya da olumsuz etkileri ayrıntılı<br />

olarak bilinmelidir. Doğuştan getirdiğimiz kişilik<br />

özelliklerimiz ne kadar kötü olursa olsun ölçülü,<br />

tutarlı <strong>ve</strong> demokratik bir <strong>aile</strong> ile bu özellikler<br />

değişip gelişebilir. Bazen <strong>aile</strong>nin çocukta<br />

geliştirmekte zorlandığı ya da geliştiremediği<br />

bazı olumlu davranışların çocuğun akran ilişkileri<br />

sayesinde, örneğin çalışma, düzenli <strong>ve</strong> temiz<br />

olma vb. sosyal öğrenme yoluyla kolayca<br />

geliştiği görülür. Akran ilişkilerinin yaşamımıza,<br />

kişiliğimize katkısını özetleyen çok güzel bir<br />

atasözü vardır; ‘Bana arkadaşını söyle sana kim<br />

olduğunu söyleyeyim’. Ebe<strong>ve</strong>ynler çocuk <strong>ve</strong><br />

gençlerin sağlıklı akran ilişkileri geliştirmesi için<br />

uygun ortam oluşturmalıdır. Çocuklar okulda ya<br />

da çeşitli kültürel, sportif gibi etkinliklerde akran<br />

ilişkileri geliştirebilir.<br />

Çocuğu sevmek, çocukla bütünleşmek, onunla<br />

bazı etkinliklerde beraber olmak <strong>ve</strong> bir birey<br />

olarak onun gerçeklerini anlamaya çalışmaktır.<br />

Çocuk kendisiyle birlikte geçirilen zamana eş<br />

olarak sevilip sevilmediğini anlar. Sevi, temelde<br />

çocukla geçirilen zaman anlamına gelmektedir.<br />

Çocuk sevilmeden yaşayamaz. Çocuğun<br />

dünyasının tek dayanağı <strong>ve</strong> anlamı, ana-baba<br />

sevgisidir. O, bu sevgiyi yitirmemek için<br />

gösterdiği çaba sayesinde zamanla kendi kendini<br />

yönetmeyi öğrenir. Biyolojik bir temelden<br />

başlayarak zenginleşen anne sevgisinin kararsız<br />

oluşu çocuğun duygusal besinden yoksun<br />

büyümesine neden olur ki bu da beraberinde<br />

çeşitli uyum <strong>ve</strong> davranış bozuklukları getirebilir.<br />

Çünkü sevgi yoksunu olan çocuk kendini<br />

dışlanmış, atılmış olarak düşünür <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nsizlik<br />

duygusu gelişir. Çocuğa, zamanında yeterince<br />

<strong>ve</strong>rilmeyen sevgi çeşitli sosyal <strong>ve</strong> duygusal<br />

nitelikte yaralar açabilir.<br />

Disiplinin, dengeli <strong>ve</strong> düzenli bir <strong>aile</strong> yaşamı<br />

oluşturmada önemi büyüktür. Gerçek anlamda<br />

disiplin oluşturmada, yerinde kullanılan ödül <strong>ve</strong><br />

ceza büyük önem taşır. Ödül istendik davranışların<br />

pekişmesini sağlamak amacıyla kullanılan<br />

<strong>ve</strong> çocuğun gelişimine önemli katkıları olan<br />

bir eğitim yöntemidir. Ceza ise istenmedik davranışların<br />

tekrarını önlemek amacıyla kullanılan bir<br />

eğitim yöntemidir. Araştırmalarda disiplin yöntemi<br />

olarak ödüllendirmenin ceza <strong>ve</strong>rmekten daha<br />

etkili olduğu saptanmıştır.<br />

<br />

67<br />

Çocuğun gelişiminde <strong>aile</strong>nin etkili katkılıları<br />

şöyle sıralanabilir: Aile, grup içinde dengeli bir<br />

birey olabilmesi için çocuğa gü<strong>ve</strong>n duygusu<br />

aşılar. Onun sosyal kabul görebilmesi için gerekli<br />

ortamı hazırlar. Sosyalleşmeyi öğrenebilmesi için<br />

kabul edilmiş uygun davranış biçimlerinin içeren<br />

birer model oluşturur. Sosyal açıdan kabul<br />

edilmiş davranış biçimlerinin gelişimi için<br />

rehberlik eder. Çocuğun yaşam ortamına uyum<br />

sağlarken rastladığı sorunlarına çözüm getirir.<br />

Uyum için gerekli olan davranışla ilgili, sözlü <strong>ve</strong><br />

toplumsal alışkanlıklarının kazanılmasına yardımcı<br />

olur. Okul <strong>ve</strong> sosyal yaşamda başarılı<br />

olabilmesi için çocuğun yeteneklerini uyarır <strong>ve</strong><br />

geliştirir.<br />

Anne-babanın aşırı baskılı <strong>ve</strong> otoriter tutumu,<br />

çocuğun kendine gü<strong>ve</strong>nini yok eden, onun<br />

kişiliğini hiçe sayan bir tutumdur. Anne-baba ile<br />

çocuk arasında sağlıklı bir iletişim bulunmaması,<br />

çocuğun dengesiz bir ortam içinde abartılmış bir<br />

sevgi gösterisi içinde büyüyor olması, çocuğun<br />

doyumsuz bir birey olmasına neden olur. Çocuk<br />

bencil, idare edilmez, sabırsız <strong>ve</strong> anlayışsız olur.<br />

Anne-babasının kendini sevdiğine pek gü<strong>ve</strong>nemez,<br />

kendini ihmal edilmiş hissedebilir, bağımsız<br />

davranamaz. Anne-babanın aşırı koruması çocuğa<br />

gerektiğinden fazla kontrol <strong>ve</strong> özen göstermesi<br />

anlamına gelir. Bunun sonucu olarak çocuk, diğer<br />

kimselere karşı aşırı bağımlı, gü<strong>ve</strong>nsiz, duygusal<br />

kırıkları olan bir kişi olabilir. Anne-babanın<br />

dengesiz <strong>ve</strong> kararsız tutumu sonucunda çocuk,<br />

hangi koşulda nasıl davranacağını bilemez. Hangi<br />

davranışın uygun olan davranış, hangisinin uygun<br />

olmayan davranış olduğunu kestiremez. İlgisiz <strong>ve</strong><br />

kayıtsız tutum, anne-babanın, çocuğu yalnız<br />

bırakma, görmezlikten gelme şeklinde dışlaması<br />

anlamına gelir. Demokratik <strong>aile</strong> tutumu; annebabanın<br />

çocuklarına karşı hoşgörü sahibi olmaları,<br />

onları desteklemeleri çocukların bazı kısıtlamalar<br />

dışında arzularını diledikleri biçimde<br />

gerçekleştirmelerine izin <strong>ve</strong>rmeleri anlamına<br />

gelir.<br />

Bazı çocuklar doğuştan ya da sonradan engelli<br />

olabilmektedir. Fiziksel, bedensel, zihinsel, duyusal<br />

engelleri nedeniyle bu çocuklar <strong>ve</strong> <strong>aile</strong>leri<br />

zorluklar yaşamaktadır. Onları, düşünsel olarak<br />

kendimizi onların yerine koyarak anlamamız <strong>ve</strong><br />

desteklememiz gerekmektedir.


Kendimizi Sınayalım<br />

1. Akranlık ile ilgili aşağıdakilerden hangisi<br />

yanlıştır?<br />

a. Aynı yaştadır<br />

b. Benzer <strong>aile</strong> özellikleri vardır<br />

c. Yaşça büyüktür<br />

d. Ortak duygu <strong>ve</strong> davranışlar paylaşılır.<br />

e. Empati yeteneğini geliştirir.<br />

2. Ergenlikte akran ilişkileri ile ilgili aşağıdaki<br />

ifadelerden hangisi doğrudur?<br />

a. Güç <strong>ve</strong> aidiyet duygusu kazanılmaz.<br />

b. Akran ilişkileri eşitlikçi <strong>ve</strong> daha serbesttir.<br />

c. İşbirliği yoktur.<br />

d. Bireysellik vardır.<br />

e. Akranlarıyla birlikte genç daha kontrollüdür.<br />

3. Çocuk <strong>eğitimi</strong>nde aşağıdakilerden hangisi<br />

uygun değildir?<br />

a. Sevgi<br />

b. Ödül<br />

c. Ceza<br />

d. Sınır koyma<br />

e. Dayak<br />

4. Oyunun özellikleri ile ilgili aşağıdaki ifadelerden<br />

hangisi yanlıştır?<br />

a. Çocuklar 2 yaşına kadar birlikte oyun<br />

oynayamazlar.<br />

b. 3 yaşındaki çocuklar benzer ya da aynı<br />

oyuncakla oynarlar fakat bağımsızdırlar.<br />

c. Yarışma gibi oyunlar 6 yaşından sonra gelişir.<br />

d. 2 yaşına kadar çocuklar oyuncakların renkleri,<br />

şekilleri <strong>ve</strong> sesleriyle ilgilenirler.<br />

e. 1 yaşında çocuklar birlikte oyun oynarlar.<br />

5. Akran zorbalığı ile ilgili aşağıdaki ifadelerden<br />

hangisi doğrudur?<br />

a. Fiziksel <strong>ve</strong>ya psikolojik olarak aynı güçte<br />

olan iki öğrencinin kavga etmeleridir.<br />

b. Akran zorbalığında güç dengesizliği vardır.<br />

c. Davranış tekrarlanmaz<br />

d. Davranış kasıtlı değildir.<br />

e. Vurma, itme gibi basit fiziksel şiddeti içerir.<br />

<br />

68<br />

6. Aşağıdakilerden hangisi olumsuz <strong>aile</strong><br />

tutumlarından değildir?<br />

a. Aşırı koruyuculuk<br />

b. Baskıcı <strong>aile</strong> tutumu<br />

c. Demokratik <strong>aile</strong> tutumu<br />

d. Otoriter <strong>aile</strong> tutumu<br />

e. Tutarsız <strong>aile</strong> tutumu<br />

7. Aşağıdaki ifadelerden hangisi demokratik <strong>aile</strong><br />

tutumu ile ilgili değildir?<br />

a. Olumlu bir <strong>aile</strong> tutumudur.<br />

b. Çocuk kurallara uygun davranır.<br />

c. Çocukta gü<strong>ve</strong>n duygusu gelişmez.<br />

d. Çocuk kendini değerli <strong>ve</strong> yeterli hisseder.<br />

e. Çevreyle uyumlu çocuklardır.<br />

8. Baskıcı <strong>aile</strong> tutumu ile yetişen bir çocukta<br />

aşağıdaki özelliklerden hangisi gelişmez?<br />

a. Aşağılık duygusu gelişebilir.<br />

b. Streslidirler.<br />

c. Rahattırlar.<br />

d. Çekingendirler.<br />

e. Yönlendirilmeleri gerekir.<br />

9. Aşırı koruyucu <strong>aile</strong> tutumu ile yetişen çocukta<br />

aşağıdakilerden hangisi gelişmez?<br />

a. Özgü<strong>ve</strong>n<br />

b. Bağımlılık<br />

c. Tek başına karar alamama<br />

d. Onaylanma isteği vardır.<br />

e. Kendine gü<strong>ve</strong>nsizlik<br />

10. Engelli çocukların <strong>aile</strong>lerinde hangi duygusal<br />

tepki görülmez?<br />

a. İnkar<br />

b. Neşe<br />

c. Şaşkınlık<br />

d. Üzüntü<br />

e. Öfke


Kendimizi Sınayalım Yanıt<br />

Anahtarı<br />

1. c Yanıtınız yanlış ise “Çocuklukta Akran<br />

İlişkileri” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

2. b Yanıtınız yanlış ise “Ergenlikte Akran<br />

İlişkileri” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

3. e Yanıtınız yanlış ise “Ebe<strong>ve</strong>yn Çocuk<br />

İlişkisi” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

4. e Yanıtınız yanlış ise “Akran Gruplarında<br />

Oyunun Yeri <strong>ve</strong> Önemi” başlıklı konuyu yeniden<br />

gözden geçiriniz.<br />

5. b Yanıtınız yanlış ise “Akran Zorbalığı”<br />

başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

6. c Yanıtınız yanlış ise “Aile Tutumlarının<br />

Çocuk Gelişimi Üzerine Olan Etkilerini” başlıklı<br />

konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

7. c Yanıtınız yanlış ise “Aile Tutumlarının<br />

Çocuk Gelişimi Üzerine Olan Etkilerini” başlıklı<br />

konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

8. c Yanıtınız yanlış ise “Aile Tutumlarının<br />

Çocuk Gelişimi Üzerine Olan Etkilerini” başlıklı<br />

konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

9. a Yanıtınız yanlış ise “Aile Tutumlarının<br />

Çocuk Gelişimi Üzerine Olan Etkilerini” başlıklı<br />

konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

10. b Yanıtınız yanlış ise “Engelli Çocuk Sahibi<br />

Olan Ailelerin Sorunları” başlıklı konuyu<br />

yeniden gözden geçiriniz.<br />

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı<br />

Sıra Sizde 1<br />

Akran ilişkileri, aynı yaşta ya da gelişim,<br />

olgunluk düzeyinde olan; benzer geçmiş, değer,<br />

yaşantı, yasam tarzı <strong>ve</strong> sosyal çevreyi paylasan<br />

kişiler arasında karşılıklılık <strong>ve</strong> devamlılık<br />

gösteren etkileşimlerin bütünüdür. Çocuğun ya da<br />

gencin toplumsallaşmasını sağlar, öğrenme fırsat<br />

<strong>ve</strong> faaliyetleri hazırlar, bilgi kaynağıdır, rahat bir<br />

ortam sağlar, evde yapamadığı uğraşları grupta<br />

yapar, akran grubunda cinsel roller öğrenilir,<br />

işbirliği <strong>ve</strong> takım ruhunu öğrenir, kişilik<br />

gelişimine yardımcı olur, empati yeteneklerini<br />

geliştirir, işbirliği <strong>ve</strong> rekabet içeren etkinliklere<br />

katılmayı öğrenirler.<br />

<br />

69<br />

Sıra Sizde 2<br />

0-2 yaşta tek başına oyun oynarlar, 2-3 yaşta<br />

oyunu seyrederler, 3 yaşında aynı oyun<br />

malzemelerini kullanarak birlikte değil paralel<br />

oyun oynarlar, 3-5 yaşta birlikte oyun oynarlar, 6<br />

yaş sonrasında ise işbirliği kurarak, takım<br />

oyunları vb. oyunları oynayabilirler.<br />

Sıra Sizde 3<br />

Ergenler birbirine tavsiyede bulunma, birlikte<br />

hareket etme, davranış modeli oluşturma, destek<br />

olma, geri bildirim sunma, kişisel özellik <strong>ve</strong><br />

beceri konularında bilgi kaynağı olma<br />

bakımından birbirlerine katkıda bulunurlar.<br />

Sıra Sizde 4<br />

Akran zorbalığı özellikle çocuk <strong>ve</strong> ergenlerin<br />

eğitim <strong>ve</strong> öğretim nedeniyle bir arada bulundukları<br />

okul ortamlarında gelişimsel süreci<br />

olumsuz etkileyen, tekrarlayan güç dengesizlikleri<br />

<strong>ve</strong> örseleyici eylemlerdir.<br />

Sıra Sizde 5<br />

Yeterli sevgi <strong>ve</strong> uygun, tutarlı disiplin yönteminin<br />

kullanılması ile çocuk eğitilmelidir.<br />

Sıra Sizde 6<br />

Demokratik <strong>aile</strong> tutumu, gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong>rici <strong>ve</strong> destekleyicidir.<br />

Bu <strong>aile</strong>de yetişen çocuklar: Sosyalleşmiş,<br />

işbirliğine giren çocuklardır, arkadaş<br />

canlısı <strong>ve</strong> duygusaldırlar, sosyal açıdan dengeli<br />

<strong>ve</strong> mutlu bireylerdir, özgü<strong>ve</strong>nleri yüksektir,<br />

sorumluluk sahibidirler, kendine <strong>ve</strong> başkalarına<br />

gü<strong>ve</strong>nir, yaratıcı <strong>ve</strong> bağımsızdır, kurallara <strong>ve</strong><br />

otoriteye saygı duyar.<br />

Sıra Sizde 7<br />

Bunu zamana bağlı model ile açıklarsak, önce<br />

şaşkınlık <strong>ve</strong> inkar, sonra olayı kavramaya bağlı<br />

keder <strong>ve</strong> üzüntü, daha sonra olayla mücadele<br />

etmek için çevreden bilgi toplama <strong>ve</strong> son olarak<br />

gerçeğin kabul edilmesidir.


Yararlanılan Kaynaklar<br />

Bayraktar F. (2007). Olumlu ergen gelişiminde<br />

ebe<strong>ve</strong>yn/akran ilişkilerinin önemi. Çocuk <strong>ve</strong><br />

Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi. Ankara.<br />

Er D. M. (2006). Çocuk, hastalık, anne-babalar<br />

<strong>ve</strong> kardeşler. Çocuk Sağlığı <strong>ve</strong> Hastalıkları<br />

Dergisi. Ankara.<br />

Gülay H. (2009). Okul öncesi dönemde akran<br />

ilişkileri Balıkesir Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyal Bilimler<br />

Enstitüsü Dergisi.<br />

Jones M,. (2007). Çocuk <strong>ve</strong> Oyun. İstanbul:<br />

Kaktüs yayınları.<br />

Koçak Uyaroğlu A <strong>ve</strong> Bodur S. (2009). Zihinsel<br />

Yetersizliği Olan Çocukların Anne-<br />

Babalarında Kaygı Düzeyi <strong>ve</strong> Bilgilendirmenin<br />

Kaygı Düzeyine Etkisi. TAF Prev Med Bull.<br />

Ankara<br />

Norma Razon, (1985) Okul Öncesi Eğitimde<br />

Oyunun, Oyunda Yetişkinin İşlevi. Okul öncesi<br />

<strong>eğitimi</strong> <strong>ve</strong> yaygınlaştırılması semineri dergisi.<br />

İstanbul: Ya - Pa Yayınları.<br />

Özcan Demir N <strong>ve</strong> ark. (2005).Türkiye’de<br />

Ergenlerin Arkadaş-Akran Grupları ile<br />

İlişkileri <strong>ve</strong> Sapmış Davranışlar: Ankara<br />

Örneklemi. Bilig. Ankara.<br />

<br />

70<br />

Özşenol F, Işıkhan V, Ünay B <strong>ve</strong> ark.(2003).<br />

Engelli çocuğa sahip <strong>aile</strong>lerin <strong>aile</strong> işlevlerinin<br />

değerlendirilmesi. Gülhane Tıp Dergisi. 45(2):<br />

156–164.<br />

Totan T, Yöndem ZD. (2007) Ergenlerde<br />

Zorbalığın Anne, Baba <strong>ve</strong> Akran İlişkileri<br />

Açısından İncelenmesi. Ege Eğitim Dergisi.<br />

Türkbay T <strong>ve</strong> ark. Aile tutumları <strong>ve</strong> çocuk<br />

gelişimi üzerine etkileri http:// www.gata.edu.tr/<br />

dahilibilimler/cocukruh/<strong>aile</strong>_tutumlari.htm<br />

Uğuz Ş <strong>ve</strong> ark. (2004).Zihinsel <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya<br />

Bedensel Engelli Çocukların Annelerinin<br />

Anksiyete, Depresyon <strong>ve</strong> Stres Düzeylerinin<br />

Belirlenmesi. Klinik Psikiyatri Dergisi. Ankara:<br />

Çizgi Tıp Yayınevi.<br />

Yavuzer, H. (2001) Okul Çağı Çocuğu. İstanbul:<br />

Remzi Kitabevi.<br />

Yavuzer, H. (1997) Ana-Baba <strong>ve</strong> Çocuk.<br />

İstanbul: Remzi Kitabevi.<br />

Yavuzer, H. (1999) Çocuk Psikolojisi. İstanbul:<br />

Remzi Kitabevi.


5<br />

Amaçlarımız<br />

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;<br />

Şiddeti tanımlayabilecek,<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

Şiddetin kökenini ifade edebilecek,<br />

Şiddet türlerini açıklayabilecek,<br />

Eşe <strong>ve</strong> çocuğa yönelik şiddeti tanımlayabilecek,<br />

Aile içi şiddetin hukuki yönünü tartışabilecek<br />

bilgi <strong>ve</strong> becerilere sahip olabilirsiniz.<br />

Anahtar Kavramlar<br />

Şiddet<br />

Aile<br />

Eş<br />

İçindekiler<br />

Giriş<br />

Tanım<br />

Şiddetin Türleri<br />

Şiddetin Kökeni<br />

Ailede Şiddet<br />

Aile İçi Şiddetin Hukuki Yönü<br />

72<br />

Çocuk<br />

Hukuk


GİRİŞ<br />

Her yıl dünya üzerinde bir milyondan fazla insan kendisine uyguladığı, kişilerin birbirlerine uyguladığı<br />

şiddet davranışı nedeni ile ölümcül olmayan yaralanmalar yaşamaktadır. Dünya Sağlık Örgütü 2000<br />

yılında tüm dünyada 1.6 milyondan fazla kişinin şiddet davranışına maruz kalmak yoluyla hayatını<br />

kaybettiğini, şiddet davranışına bağlı ölümlerin yaklaşık yarısının intihara, üçte birinin cinayete, geri<br />

kalanlarının ise diğer şiddet olaylarına bağlı olduğunu bildirmiştir. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre şiddet,<br />

önlenebilecek <strong>ve</strong> öncelikli bir halk sağlığı sorunudur. Fiziksel yaralanma dışında yaşanan ruhsal acı <strong>ve</strong><br />

kederin insana maliyeti ise sayısal <strong>ve</strong>riler üzerinden hesaplanamayacak kadar büyüktür.<br />

Şiddet, insanoğlu için evrimsel süreç içerisinde baştan bu yana var olan bir olgudur. Öncelikle doğada<br />

diğer canlılara göre zayıf olan insan, bir arada durarak geliştirdiği yöntemlerle (örneğin silahlar <strong>ve</strong> aletler)<br />

neslini devam ettirebilmiştir. İnsan, bu süreçte sıklıkla kendisini savunmak <strong>ve</strong> beslenebilmek amacıyla<br />

şiddete başvurmuştur. Ancak gerek biyolojik açıdan evrimsel ilerlemenin getirdiği sonuçlar gerekse de<br />

kültürel <strong>ve</strong> sosyal anlamda gelişmeler (özel mülkiyet, devlet <strong>ve</strong> dolayısıyla hukuk, din gibi faktörler)<br />

şiddetin tanımını, algılanışını, uygulanış biçimlerini değiştirmiştir. Örneğin daha önce kendisine haksızlık<br />

yapıldığında, canına kastedildiğinde cezasını kendi elleriyle <strong>ve</strong>ren insan, bu ‘hakkını’, yani karşılık olarak<br />

cezalandırma yetkisini bir anlamda devlet denilen aygıta devretmiştir.<br />

Henüz günümüzdeki anlamıyla <strong>aile</strong>nin bulunmadığı, insanın ilkel komünal topluluklar şeklinde<br />

yaşadığı dönemde, grup içerisinde insanların birbirlerine karşı şiddet davranışı sergiledikleri<br />

bilinmektedir. Örneğin; göçebe olarak yaşayan ilk insanlarda somut bir süreklilik <strong>ve</strong> miras bırakma<br />

düşüncesi yoktu <strong>ve</strong> çocuklarını kendilerinin devamı olarak görmüyorlardı. Çocukları bir yük olarak gören<br />

bu topluluklarda çocuk katliamı sık görülen bir durumdu. Yerleşik hayata geçilmesi <strong>ve</strong> tarımla<br />

uğraşılmaya başlanması ile birlikte mülkiyet kavramı, süreklilik <strong>ve</strong> arkasından gelenlere gelecek sağlama<br />

düşüncesi gelişmeye başladı. İnsan türü toprağın <strong>ve</strong>rimliliği ile döllenme <strong>ve</strong> doğurganlık arasında ilintiler<br />

bulunduğunu kavramaya başladı. Böylece günümüzdeki anlamıyla <strong>aile</strong> kavramının temelleri atılmış oldu.<br />

Elbette şiddet davranışı da birçok faktörden etkilenerek zaman içerisinde evrildi <strong>ve</strong> kendisine <strong>aile</strong> içinde<br />

de yer buldu. Aile de, insanın bulunduğu her alanda olduğu gibi bir iktidar alanıydı <strong>ve</strong> cinsiyetler, daha<br />

doğrusu toplumsal cinsiyet rolleri, açısından iktidar savaşının yoğun bir şekilde yaşanabileceği daha iyi<br />

bir alan olamazdı.<br />

Aile kavramı ilk bakışta insanlarda ‘gü<strong>ve</strong>n’, ‘sıcaklık’, ‘huzur’, ‘sevgi’ gibi kavramları<br />

çağrıştırmaktadır. Neyse ki bu çağrışımlar çoğu zaman gerçeklikle uygundur. Ancak bu durum her zaman<br />

böyle olmamaktadır. Bazen <strong>aile</strong>, yapısı <strong>ve</strong> kendisine atfedilen kutsallığı, toplum <strong>ve</strong> onu düzenleyen devlet<br />

denilen aygıtça sıkı sıkıya korunması gibi nedenlerle içinde olup bitenin dışarıya yansımadığı bir kapalı<br />

kutu halini almaktadır. Bu kapalı kutu içerisinde özellikle kadın <strong>ve</strong> çocuklar açısından mağduriyet,<br />

travma, şiddet, ihmal <strong>ve</strong> istismar yaşanmaktadır. Dışarıya karşı kapalı olması, özel bir alan olarak<br />

görülmesi <strong>aile</strong> içerisinde mağduriyet yaşayanların şiddete maruz kalma sürelerinin fazla olmasına neden<br />

olmaktadır. Bu bölümde şiddetin tanımı üzerinde durulacak, çeşitli açılardan şiddetin kökenlerine<br />

değinilecek, şiddet türlerinin neler olduğu tartışılacaktır. Daha sonrasında ise yine tanımıyla, türleri ile<br />

beraber <strong>aile</strong> içi şiddet konusu ele alınacak, ülkemiz hukukunda <strong>aile</strong> içi şiddetin tuttuğu yer <strong>ve</strong> alınan<br />

önlemler belirtilecektir.<br />

<br />

73<br />

Aile <strong>ve</strong> Şiddet


TANIM<br />

Şiddet, insanlığın tarihinden bu yana var olması, bu tarihsellik içerisinde kapsamının değişmesi <strong>ve</strong> farklı<br />

faktörlerden etkilenmesi nedeni ile tanımlanması güç bir kavramdır. Dolayısıyla dün yapılmış bir tanım<br />

bugün için bugün yapacağımız tanım ise gelecekteki bir zaman dilimi için geçerli olmayabilir. Şiddetin<br />

kavramsal olarak etkilendiği faktörlerden birisi kültürdür. Farklı sosyallikler farklı kültürel özellikler<br />

taşıdıklarından, aynı zaman diliminde dahi farklı kültürler için şiddetin tanımı değişebilir.<br />

İngilizce, Fransızca <strong>ve</strong> Arapça gibi dillerde Türkçe’de şiddet olarak bildiğimiz sözcüğünün karşılıkları<br />

incelendiğinde ortak olarak, ‘zarar <strong>ve</strong>rilmesi (bedene)’, ‘sert <strong>ve</strong> kaba davranışlarda bulunma’ şeklindeki<br />

anlamlar karşımıza çıkmaktadır. Her ne kadar farklı olarak bu dillerde bazen ‘ırza geçmek’, bazen ‘aşırı<br />

ceza ya da mükafat <strong>ve</strong>rmek’ <strong>ve</strong>ya ‘tutkulu davranışlara <strong>ve</strong>ya tutkulu bir dile başvurmak’ gibi alışılmadık<br />

anlamlarda kullanılsa da, dikkati çeken diğerine karşı korunması gereken sınırın aşılması gibi ortak<br />

yanlarının bulunmasıdır. Türk Dil Kurumu tarafından şiddet ‘yeğinlik, sertlik’, ‘karşıt görüşten olanlara<br />

kaba kuv<strong>ve</strong>t kullanma’, ‘kaba güç’, ‘duygu <strong>ve</strong> davranışta aşırılık’ şeklinde tanımlanmaktadır.<br />

Hukuk, uygulamalarının sonuçları düşünüldüğünde daha keskin tanımlamalar üzerinden hareket etme<br />

gereği duyar. Kavramların, tanımların belirsiz olması hukuksal uygulamaların kabul edilemeyecek<br />

çeşitlilikte olmasına yol açabilir. Kimi hukukçular tarafından şiddet “insanın benzerlerine karşı giriştiği,<br />

onlarda önemli ya da önemsiz hasarlar <strong>ve</strong>ya yaralar oluşturan, saldırganlık <strong>ve</strong> hoyratlık ifade eden<br />

hareketler” olarak tanımlanmış olsa da birçok ülke ceza yasalarına hayvanlara karşı işlenen şiddet<br />

davranışlarının cezalandırılmasını öngören maddeler koymaktadır. Artık hukuken de şiddet davranışı<br />

insanın sadece benzerlerine karşı işlediği bir davranış değildir. 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair<br />

Kanunun Uygulanması Hakkında Yönetmelik’te <strong>aile</strong> içi şiddet; <strong>aile</strong> bireylerinin fiziksel, cinsel, ekonomik<br />

<strong>ve</strong>ya psikolojik zarar görmesiyle <strong>ve</strong>ya acı çekmesiyle sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik<br />

tehdit <strong>ve</strong> baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini içeren, toplumsal <strong>ve</strong>ya özel alanda meydana<br />

gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözel <strong>ve</strong> ekonomik her türlü davranışı ifade etmektedir.<br />

<br />

Şiddeti kısaca tanımlayınız.<br />

Şiddet denince akla öncelikle fiziksel şiddet gelmekte <strong>ve</strong> diğer şiddet türleri <strong>ve</strong> şiddetin doğurduğu<br />

ruhsal etkiler gölgede kalmaktadır. Oysa yapılan araştırmalar fiziksel şiddet dışındaki şiddet türlerinin<br />

oldukça sık <strong>ve</strong> etkili bir şekilde uygulandığını, şiddetin fiziksel zararları kadar ruhsal zararlarının da göz<br />

ardı edilemeyecek düzeyde olduğunu göstermektedir. Bu ön değerlendirme sonucunda şiddet en genel<br />

haliyle “kişiye bedensel <strong>ve</strong> / <strong>ve</strong>ya ruhsal anlamada zarar <strong>ve</strong>ren <strong>ve</strong>ya zarar <strong>ve</strong>rme olasılığı taşıyan her türlü<br />

edim” olarak tanımlanabilir. Şiddet, Dünya Sağlık Örgütü tarafından “fiziksel bir gücün <strong>ve</strong>ya herhangi bir<br />

baskının bilerek <strong>ve</strong> isteyerek kişinin kendisine (örneğin intihar amaçlı olan davranışlar), başka birine <strong>ve</strong>ya<br />

başka bir gruba yöneltilmesi <strong>ve</strong> bunun sonucunda yaralanma, ölüm, psikolojik zarar, gelişim geriliği <strong>ve</strong>ya<br />

yoksunluk durumunun ortaya çıkması <strong>ve</strong>ya ortaya çıkması olasılığına neden olan eylemler” şeklinde<br />

tanımlanmıştır.<br />

Şiddetin denince akla öncelikle fiziksel şiddet gelmekte <strong>ve</strong> diğer<br />

şiddet türleri <strong>ve</strong> şiddetin doğurduğu ruhsal etkiler gölgede kalmaktadır. Oysa yapılan<br />

araştırmalar fiziksel şiddet dışındaki şiddet türlerinin oldukça sık <strong>ve</strong> etkili bir şekilde<br />

uygulandığını, şiddetin fiziksel zararları kadar ruhsal zararlarının da göz ardı<br />

edilemeyecek düzeyde olduğunu göstermektedir.<br />

ŞİDDETİN TÜRLERİ<br />

Şiddetin sınıflaması da tanımı kadar karmaşık <strong>ve</strong> tartışmalı bir konudur. Şiddet, yöneldiği kişi ya da<br />

kişiler, şiddet davranışına maruz kalanların yaşları, şiddet davranışına maruz kalanların cinsiyetleri, şiddet<br />

davranışının meydana geldiği ortam temelinde sınıflandırılabilir.<br />

74


A. Şiddetin yöneldiği kişi <strong>ve</strong>ya kişilere göre aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir;<br />

1. Şiddetin kişinin kendisine yöneldiği zarar <strong>ve</strong>rici davranışlar, tamamlanmış intihar <strong>ve</strong>ya<br />

intihar girişimleri,<br />

2. Aile içinde görülen, kadına <strong>ve</strong>ya çocuğa yönelebilen diğer kişilere karşı yönelen şiddet,<br />

3. Sosyal, politik, ekonomik, dini, etnik sebeplerle toplulukları hedef alan şiddet davranışı,<br />

B. Şiddet davranışına maruz kalanların yaşlarına göre aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir;<br />

1. Çocuklara yönelik şiddet: Medeni Kanun’a göre 18 yaşını doldurmamış kişiler çocuk olarak<br />

kabul edilmektedir. Çocukluk çağı hem <strong>aile</strong> içerisinde hem de eğitim kurumlarında şiddet<br />

görme olasılığı bulunan bir dönemdir.<br />

2. Yaşlılara yönelik şiddet: Dünya Sağlık Örgütü 65 yaşını yaşlılığın başlangıcı olarak kabul<br />

etmektedir. Bu dönem şiddet davranışına maruz kalmak açısından riskli bir dönemdir.<br />

Yaşlılara yönelik şiddetin önemli bir kısmı <strong>aile</strong> içi şiddettir. Çünkü yaşlıların maruz kaldığı<br />

şiddet davranışlarında faillerin önemli bir kısmını eşleri <strong>ve</strong> çocuklarından oluşur.<br />

C. Şiddet davranışına maruz kalanların cinsiyetleri, cinsel kimlikleri <strong>ve</strong> cinsel yönelimlerine göre<br />

aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir;<br />

1. Kadına yönelik şiddet: Ne yazık ki kadınlar sadece ama sadece cinsiyetleri nedeni ile şiddet<br />

davranışına maruz kalma açısından o kadar risk altındadır ki bu başlığa şiddet ile ilgili<br />

literatürün hemen hepsinde rastlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü tarafından kadına yönelik<br />

şiddet “cinsiyete dayalı <strong>ve</strong> kadınlarda fiziksel, cinsel, psikolojik herhangi bir zarar <strong>ve</strong>ya<br />

üzüntü sonucunu doğuran <strong>ve</strong>ya bu sonucu doğurmaya yönelik özel yaşamda <strong>ve</strong>ya kamu<br />

yaşamında gerçekleşebilen her türlü davranış, tehdit, baskı <strong>ve</strong>ya özgürlüğün keyfi biçimde<br />

engellenmesidir” şeklinde tanımlanmıştır.<br />

2. Transseksüeller <strong>ve</strong> eşcinsellere yönelik şiddet: Eşcinsellik, kişinin kendi cinsiyetinden olan<br />

kişilere karşı cinsel ilgi duymasıdır. Erkek eşcinseller için ‘gey’, kadın eşcinseller için<br />

‘lezbiyen’ sözcükleri de kullanılmaktadır. Transseksüellik, kişinin cinsiyetini değiştirmesi<br />

gerektiğine, ruhsal <strong>ve</strong> bedensel olarak diğer cinsiyete sahip olması gerektiğine inanma<br />

şeklinde tanımlanmaktadır. Hem eşcinsel olmak hem de transseksüel olmak şiddet<br />

davranışına maruz kalmak açısından risklidir. Özellikle homofobik özellikleri yoğun olan,<br />

kapalı toplumlarda eşcinsel <strong>ve</strong> transseksüellere karşı şiddet davranışlarına daha sık<br />

rastlanmaktadır.<br />

D. Şiddet davranışının meydana geldiği ortama göre aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir;<br />

1. Ev içi şiddet: Çocuk, kadın <strong>ve</strong> yaşlıların en sık olarak şiddet davranışına maruz kaldığı ortam<br />

evin içerisidir. Aslında bize dışarıya kapalılığı nedeni ile gü<strong>ve</strong>nde olduğumuz duygusu <strong>ve</strong>ren<br />

ev içi ortam, şiddet davranışının uygulandığı durumlarda, bu davranışın görünebilirliliğini<br />

azaltma işlevi görmektedir. Özellikle kadına yönelik ev içi şiddette güç <strong>ve</strong> iktidar ilişkilerinin<br />

önemli bir rolü olduğuna inanılmaktadır. Kişilerin yakın ilişki içerisinde bulunuyor olmaları,<br />

güç <strong>ve</strong> iktidar ilişkilerinin önemli rol oynaması da ev içi şiddetin görünebilirliliğini<br />

azaltmaktadır.<br />

2. Sokakta şiddet: Ortama göre yapılan bu sınıflamada şiddetin en sık görüldüğü yer sokaktır.<br />

Adam öldürmeden yaralamaya, tecavüzden gaspa, futbol takımı taraftarlarının uyguladığı<br />

şiddetten çetelere, politik grupların uyguladığı şiddetten muhalif grupları bastırmak amacıyla<br />

devlet eliyle uygulanan şiddete tümü bu gruba girmektedir.<br />

3. Çalışma ortamında (işyerinde) şiddet: Çalışma ortamlarında da tıpkı diğer ortamlarda olduğu<br />

gibi fiziksel <strong>ve</strong> cinsel şiddet davranışına rastlanmaktadır. Ancak son yıllarda, hukuki yönüyle<br />

de, çalışma ortamına özgü bir şiddet türü tanımlanmıştır. Literatürde ‘mobbing’ adıyla anılan<br />

bu şiddet türüne en uygun karşılık ‘yıldırma’ dır. İşyerlerinde, genellikle hedefi kişinin<br />

işyerinden ayrılmasını sağlamak olan, kişilere üstleri, eşit düzeyde çalışanlar <strong>ve</strong> altlarında<br />

çalışanlarca sistematik bir şekilde uygulanan kötü muamale, tehdit, aşağılama gibi<br />

davranışlara yıldırma denir. Ülkemizde son yıllarda bu nedenle çalışanların hukuki<br />

mekanizmalara başvurusunda önemli artışlar mevcuttur. 2012 yılı itibarı ile başvuru sayısının<br />

on bini geçtiği bildirilmektedir.<br />

75


E. Şiddet davranışında kullanılan yöntem bakımından aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir;<br />

1. Fiziksel şiddet: Tokat atmak, tekmelemek, yumruklamak, hırpalamak, kolunu bükmek,<br />

boğazını sıkmak, bağlamak, saçını çekmek, kesici <strong>ve</strong>ya vurucu aletlerle yaralamak, kezzap<br />

<strong>ve</strong>ya kaynar suyla yakmak, vücudunda sigara söndürmek, ellerini, ayaklarını ezmek, sakat<br />

bırakmak, işkence yapmak, sağlıksız koşullarda yaşamaya mecbur bırakmak, sağlık<br />

hizmetlerinden yararlanmasına engel olarak bedensel zarar görmesine neden olmak gibi<br />

eylemler fiziksel şiddet içeren eylemlerdir.<br />

2. Psikolojik şiddet: Bağırmak, korkutmak, küfür etmek, tehdit etmek, hakaret etmek, <strong>aile</strong>siyle<br />

akrabalarıyla komşularıyla arkadaşlarıyla ya da başkalarıyla görüştürmemek, e<strong>ve</strong> kapatmak,<br />

küçük düşürmek, çocuklarından uzaklaştırmak, kıskançlık bahanesiyle sürekli kontrol altında<br />

tutmak, başkalarıyla kıyaslamak, nasıl giyeceğini, kimlerle görüşeceği konusunda baskı<br />

yapmak. Kendini geliştirmesine engel olmak gibi eylemler psikolojik şiddet içeren<br />

eylemlerdir.<br />

3. Cinsel şiddet: Kişiyi istemediği yerde, istemediği zamanda <strong>ve</strong> istemediği biçimlerde cinsel<br />

ilişkiye zorlamak, başkalarıyla cinsel ilişkiye zorlamak, cinsel organlarına zarar <strong>ve</strong>rmek,<br />

çocuk doğurmaya ya da doğurmamaya, kürtaja, enseste, fuhuşa zorlamak, zorla evlendirmek,<br />

telefonla-mektupla ya da sözlü olarak cinsel içerikli rahatsızlık <strong>ve</strong>rici davranışlarda<br />

bulunmak gibi eylemler cinsel şiddet içeren eylemlerdir.<br />

4. Ekonomik şiddet: Para <strong>ve</strong>rmemek <strong>ve</strong>ya kısıtlı para <strong>ve</strong>rmek, <strong>aile</strong>nin tasarrufları, gelir <strong>ve</strong><br />

giderleri konusunda bilgi <strong>ve</strong>rmemek, mallarını <strong>ve</strong> diğer gelirlerini elinden almak, çalışmasına<br />

izin <strong>ve</strong>rmemek, istemediği işte zorla çalıştırmak, çalışıyorsa iş hayatını olumsuz etkileyecek<br />

kısıtlamalar getirmek gibi eylemler ekonomik şiddet içeren eylemlerdir.<br />

<br />

Şiddet hangi açılardan sınıflandırılabilir? Belirtiniz.<br />

Çalışma ortamlarında da tıpkı diğer ortamlarda olduğu gibi fiziksel <strong>ve</strong><br />

cinsel şiddet davranışına rastlanmaktadır. Ülkemizde son yıllarda bu nedenle çalışanların<br />

hukuki mekanizmalara başvurusunda önemli artışlar mevcuttur. 2012 yılı itibarı ile<br />

başvuru sayısının on bini geçtiği bildirilmektedir.<br />

ŞİDDETİN KÖKENİ<br />

Şiddet tanımlarının tümü ‘kişinin bedensel <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya ruhsal bütünlüğüne zarar <strong>ve</strong>ren’ bir davranışın<br />

varlığına vurgu yapar. Buradaki ‘zararın’ nesnel <strong>ve</strong>ya öznel ölçütlerinin neler olduğunun net bir tanımını<br />

yapmak zordur. Bu zorluk, şiddet tanımının zaman içindeki değişiminin, yani tarihselliğinin bir<br />

sonucudur. Dün şiddet olarak tanımlanmayan bir tutum <strong>ve</strong>ya davranış, bugün tartışmasız bir biçimde<br />

şiddet olarak tanımlanıyorsa, bu değişimi büyük ölçüde belirleyen, ‘zarar <strong>ve</strong>rme’ <strong>ve</strong> ‘zarar görme’<br />

ölçütlerimizin incelip hassaslaşmasıdır. Bir başka deyişle şiddet tanımı, fiziksel zarar <strong>ve</strong>rmeden, simgesel<br />

olarak zarar <strong>ve</strong>rmeye doğru genişleyen bir evrim geçirmektedir. Simgesel olarak zarar <strong>ve</strong>rme kavramına<br />

göre şiddet, maddi olduğu kadar zihinseldir de. Maddi olarak şiddet, nesneleri çarpıtmak, hasara<br />

uğratmak <strong>ve</strong>ya yok etmek için zor uygulanmasıyla ilgilidir. Zihinsel olarak şiddet ise kimliklerin saldırıya<br />

uğraması ile ilgilidir.<br />

Şiddet, genellikle insan saldırganlığı için kullanılan bir kavramdır.<br />

İnsan dışındaki canlı türleri için kullanılan saldırganlık kavramından farklılıklar göstermektedir.<br />

Etologlar (hayvan davranışlarını doğal ortamlarında inceleyen bilim insanları), hayvanlardaki<br />

saldırganlığı, ‘fiziksel saldırganlık’ olarak tanımlamaktadırlar. Örneğin, sürü liderliği için kavga eden iki<br />

erkek geyik <strong>ve</strong>ya yumurtalarına yaklaşıldığı zaman tehdit edici sesler çıkaran kuluçkadaki bir tavuk,<br />

saldırgan bir davranış sergilemektedir. Hayvan davranışları üzerine yapılan araştırmalar, daha önceden<br />

76


ilinenin aksine, hayvanlarda, her an boşalmaya hazır bir hayvani saldırganlık içgüdüsünün olmadığını,<br />

hayvanların ancak belirli durumlar <strong>ve</strong> uyaranlar karşısında saldırganlaştıklarını göstermiştir.<br />

Bilinen 4000 memeli türünden yalnız insanlar <strong>ve</strong> şempanzelerde erkek cinsiyete sahip üyelerin<br />

karşılıklı olarak birbirini destekleyen saldırgan koalisyonlar kurdukları bilinmektedir. Tecavüz gibi bir<br />

saldırganca davranış en sık insan, orangutan <strong>ve</strong> foklarda sık rastlanırken, şempanze, goril <strong>ve</strong><br />

maymunlarda nadiren rastlanmaktadır.<br />

riyet Kitapları.<br />

<br />

Konrad Lorenz. İşte İnsan (Saldırganlığın Doğası Üzerine). Cumhu-<br />

Hayvanlar, yaşam alanlarını <strong>ve</strong> yavrularını yabancılardan korumak, cinsel eş bulmak, liderlik <strong>ve</strong><br />

beslenme gibi dürtülerinin doyumu engellendiğinde saldırganlaşabilmektedirler. Hayvanlar aleminde,<br />

normal koşullarda, aynı türün üyeleri arasında ciddi yaralanma <strong>ve</strong>ya ölümle biten saldırganlık enderdir.<br />

İnsan saldırganlığının <strong>ve</strong>ya şiddetin, dürtüsel engellenmeyle yakından ilişkisi olmakla birlikte, insanlarda<br />

öfke <strong>ve</strong> saldırganlık yaratan durumlar, hayvanlarla karşılaştırılamayacak kadar çeşitli, karmaşıktır. İnsan<br />

yavrusu, kültürel alanla tanışarak <strong>ve</strong> sosyalleşerek insanlaşır. Bu süreç, insanın biyolojik, içgüdüsel<br />

gereksinimlerinin kültür içinde yeniden tanımlandığı bir süreçtir. Biyolojik içgüdülerin, toplum <strong>ve</strong> kültür<br />

içinde simgesel anlamlar kazanmasının bir sonucu olarak, dürtüsel gereksinimlerin engellenmesiyle<br />

açıklanamayacak çok çeşitli öfke, saldırganlık <strong>ve</strong>ya şiddet nedeni ortaya çıkar. Bu nedenler, hayvani<br />

dürtülerin doyumunun ötesinde, toplumsallaşmanın, insanlaşmanın, kültürel bir varlık olmanın getirdiği<br />

idealler, özdeşimler, özlem <strong>ve</strong> emellerle ilgilidir.<br />

Birey, toplum içinde, ötekilerin gözünde değerli, sevilen, güçlü, etkin, gü<strong>ve</strong>nilir, üstün olmak ister. Bu<br />

ideallere sahip olmak insanı hayvandan ayıran önemli bir özelliktir. Bireyin kendisine olan özsaygısını<br />

sürdürebilmesi, bu ideallerine ulaşabileceği umudunu koruyabilmesiyle yakından ilişkilidir. Bu ideallere<br />

ulaşma isteği beraberinde ulaşamama riskini de getirir. Yani bu ideallerin varlığı saldırganlığa da<strong>ve</strong>tiye<br />

çıkarmaktadır. Yani ideallerine ulaşma yolunda gayret sarf eden insan, ulaşamama riski ortaya çıktığında<br />

saldırgan davranışlar sergileyebilmektedir.<br />

Her bireyde farklı uyaran <strong>ve</strong>ya davranışlar öfke <strong>ve</strong> saldırganlığa yol açabilir. Bu nedenle insan<br />

saldırganlığının nedenleri karmaşıktır. Hayvan saldırganlığını ise genellikle hayvanın doğası <strong>ve</strong>ya<br />

içgüdüleriyle açıklayabilmek mümkün olduğundan hayvani saldırganlık daha basit <strong>ve</strong> kolay<br />

anlaşılabilirdir. Gündelik yaşamda karşılaştığımız çeşitli şiddet davranışlarını, insanın hayvani doğasıyla<br />

açıklamak, hayvanlar üzerinden hemcinslerimizi, benzerlerimizi temize çıkarmak çabasından başka bir<br />

şey değildir. Şiddet karşısında sıklıkla söylenen ‘bunu yapan insan olamaz!’ sözü, saldırganın<br />

hemcinsimiz olması, yani bize benzemesiyle ortaya çıkan yaralanmışlığımızı onarma çabasıdır. ‘Bunu<br />

yapan insan değil başka bir şey olmalı! E<strong>ve</strong>t e<strong>ve</strong>t o ancak bir hayvan olabilir!’. Aksine, tüylerimizi diken<br />

diken eden şiddet eylemlerini yapanlar, tam da insan oldukları için bu kadar acımasız olabilmişlerdir.<br />

Şiddeti, hayvan doğamız, genlerimiz, hormonlarımızla değil de bizi hayvandan ayıran en önemli<br />

özelliğimiz olan ötekilerin gözünde düştüğümüz durumla ilgili yanımızla kavramak, şiddeti anlama <strong>ve</strong><br />

önleme yolunda atılabilecek en önemli adımdır. Ancak bu adımın ardından, insan saldırganlığını,<br />

toplumsal, kültürel, ruhsal, sınıfsal, cinsel, etnik, dini, biyolojik olmak üzere birçok yönüyle anlaşılır<br />

kılabilecek bir şiddet kuramı geliştirebilir.<br />

İletişim teknolojisindeki gelişmeler, terörizm, savaşlar, ayaklanmalar gibi belirli şiddet türlerinin<br />

yazılı <strong>ve</strong> görsel medyada daha görünür olmasına, kitlelere daha kolay ulaşmasına yol açmıştır. İnsanların<br />

yaşamlarını sürdürdükleri evlerde, çalışarak yaşamları için gereken parayı kazandıkları işyerlerinde,<br />

güçsüz <strong>ve</strong> bakıma muhtaçların, çocuk <strong>ve</strong> yaşlıların barındıkları kurumlarda gün geçtikçe daha fazla şiddet<br />

olayına rastlanmaktadır. Çocuklar, yaşlılar <strong>ve</strong> bazen de kadınlar kendilerini koruyamayacak kadar<br />

zayıfken, iş yerlerinde şiddete uğrayanlar imzaladıkları sözleşmeler <strong>ve</strong> çeşitli baskılarla gördükleri şiddete<br />

karşı sessiz kalmak zorunda hissetmektedirler. Şiddet davranışının neden olduğu bazı sonuçları <strong>ve</strong> köken<br />

aldığı bazı kaynakları saptamak oldukça kolay iken çoğunlukla sebep olduğu sonuçlar <strong>ve</strong> köken aldığı<br />

kaynakların çoğu insan yaşamının sosyal, ekonomik, kültürel <strong>ve</strong> ruhsal yapısının derinliklerindedir.<br />

77


Son yıllarda yapılan çalışmalar saldırganlık davranışı göstermeye olan yatkınlığın biyolojik, <strong>aile</strong>sel,<br />

toplumsal, kültürel <strong>ve</strong> diğer dış faktörlerle etkileşerek oluşma olasılığının daha fazla olduğunu<br />

göstermektedir. Şiddet davranışının cinsiyetlere yüklenen roller gibi kültürel beklentilerle ilişkili olduğu<br />

açıktır. Örneğin erkekler çocukluk dönemlerinden itibaren saldırgan davranışların erkek cinsiyeti rolü ile<br />

ilişkili olduğuna, kadın cinsiyete sahip olanlar ise bu tür davranışların kendi cinsiyetlerinin rolü ile ilgili<br />

olmadığına dair mesajlar alırlar.<br />

Medyanın şiddet davranışı üzerindeki etkisi uzun zamandan bu yana tartışılagelmektedir. Medyaya<br />

yansıyan şiddet görüntülerinin kısa süreli de olsa şiddet davranışını körüklediği belirtilmektedir. Aslında<br />

dünyanın gü<strong>ve</strong>nli bir yer olduğu savı ile yaşamına devam etmekte olan insanoğluna dünyanın olduğundan<br />

daha gü<strong>ve</strong>nsiz, vahşi, tehlikeli bir yer olduğu mesajının <strong>ve</strong>rilmesine neden olmaktadır. Böyle bir ortamda<br />

şiddet davranışı sergilemek en azından zihinlerde meşrulaşmaktadır. İşte medyanın en önemli katkısı tam<br />

da burada ortaya çıkmaktadır. Kahraman olarak gösterilen figürler, ki bunlar perdeye yansıyan şiddet<br />

davranışının yaklaşık yarısından sorumludur, çocuklara şiddet davranışı göstermenin meşru olduğu<br />

mesajını <strong>ve</strong>rmektedirler.<br />

İnsan saldırganlığı tepkisel saldırganlık <strong>ve</strong> araçsal saldırganlık olmak üzere iki başlık altında<br />

incelenmektedir. Tepkisel saldırganlık, engellenme <strong>ve</strong> tehdit durumlarında ortaya çıkmaktadır. Araçsal<br />

saldırganlık ise bir amaca yönlendirilmiş saldırganlık olarak bilinmektedir. Bu iki sınıflama çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />

bakıldığında <strong>aile</strong> içi şiddet olaylarının çoğunda araçsal saldırganlığın rol oynadığını söylemek<br />

mümkündür. Araçsal saldırganlık göstermenin empati düzeyinin azlığı ile yakından ilişkili olduğu ifade<br />

edilmektedir. Yaptıkları davranışlar ile karşı tarafa zarar <strong>ve</strong>rici etkilerde bulunan çocuklara bağırmak <strong>ve</strong><br />

otoriter tavırla uyarmak yerine yaptıkları zarar <strong>ve</strong>rici davranışın karşı tarafı nasıl etkilediğini öğretmek<br />

araçsal saldırganlık gösterme riskini azaltacaktır.<br />

Özellikle çocukluk döneminde istenmeyen, olumsuz, travmatik olaylara, istismar <strong>ve</strong>ya ihmale maruz<br />

kalmış olmak saldırgan davranış gösterme olasılığını arttırmaktadır. Doğum öncesi anne karnında <strong>ve</strong>ya<br />

doğum sırasında yaşanabilecek olumsuzluklar kadar doğumdan sonraki yaşamda, bebeklik, çocukluk <strong>ve</strong><br />

ergenlikte maruz kalınan davranışlar sosyal uyumu etkilemektedir. Olumsuz çocukluk çağı deneyimleri<br />

bulunan kişiler, dünyayı daha tehdit edici algıladıkları <strong>ve</strong> tehdit kaynağı olmayan durumları da tehdit<br />

kaynağı olarak algılama eğilimindedirler. Olumsuz duygularını dile dökmekte <strong>ve</strong> akranlarının olumsuz<br />

duygularını hissetmekte zorlanırlar. Yani empati kurmakta güçlük çekerler. Tüm bu sonuçlara neden<br />

olmasından dolayı çocukluk çağı kötüye kullanımı insan saldırganlığının önemli nedenlerinden birisidir.<br />

Bilişsel teorideki genel saldırganlık modeline göre; yüksek öfke düzeyine sahip kişilerde düşmanca<br />

olabilecek uyaranlara ilişkin olarak artmış seçici dikkat bulunmaktadır. Düşmanca olabilecek uyaranları<br />

çok daha kolay tanımaktadırlar. Bu insanlarda açık bir şekilde tehdit edici durumlar <strong>ve</strong>ya açık bir şekilde<br />

tehdit edici olmayan durumlar karşısındaki yorumlamalarda sorun yokken, öfkeli kişiler tehdit edicilikleri<br />

daha az belirgin durumları olumsuz yorumlayarak saldırgan davranışlarda bulunabilirler. Buna<br />

yorumlama yanlılığı denmektedir. Görüldüğü gibi bilişsel saldırganlık modelinin odağında tehdit algısı<br />

bulunmaktadır. Tehdit algısının ortaya çıkabilmesi için kişinin kasıtlı bir saldırının, eleştirinin, baskının,<br />

engellenmenin, reddedilmenin, yoksun bırakılmanın nesnesi konumunda olmalıdır. Tehdit algısının<br />

gelişmesine neden olan bu durumlar kişinin gü<strong>ve</strong>nliğine, onuruna <strong>ve</strong> amaçlarına karşı açık ya da gizli bir<br />

saldırganlık taşıdığından zarar <strong>ve</strong>ricidirler. Aynı zamanda kişinin önemli olduğunu kabul ettiği kural <strong>ve</strong><br />

prensiplerin ihlal edilmesi de tehdit algısı yaratabilecek saldırganlıklardandır. Çünkü insanlar bu kural <strong>ve</strong><br />

prensipleri kendilerini fiziksel <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya psikolojik şiddetten koruyan birer kalkan olarak görmektedirler.<br />

Hatta bu kural <strong>ve</strong> prensipleri hedef aldığı belli olmakla birlikte kişinin kendisine doğrudan yapılmayan,<br />

başkalarına karşı yapılan keyfi, taraflı, haksız davranışlar bile öfke duygusunun ortaya çıkmasına neden<br />

olabilir. Öfke duygusunun ortaya çıkmasını kolaylaştıran bu durumlar saldırgan davranışın yapılması için<br />

yeterli değildir. Kişi tehdit edici, öfke ortaya çıkarıcı durumu olumsuz olarak nitelemeli <strong>ve</strong> ciddiye<br />

almalıdır. Göreceği zarardan çok yapılan davranışa <strong>ve</strong> davranışı ortaya koyan kişiye odaklanmalıdır. Eğer<br />

göreceği zarara odaklanırsa hissedeceği duygu hüzün, eğer yapılan davranışa <strong>ve</strong> davranışı ortaya koyan<br />

kişiye odaklanırsa hissedeceği duygu öfke olacaktır. Kişi tehdit edici durumu tanımlayarak <strong>ve</strong> niteliklerini<br />

belirleyerek değerlendirir, tehdit edici duruma olan dayanıklılığını <strong>ve</strong> baş edebilme kapasitesini sınar. Bu<br />

<br />

78


sürece ikincil değerlendirme denir. İkincil değerlendirme süreci açısından becerisi az olan kişilerde<br />

saldırgan davranış sergileme riski daha yüksektir.<br />

Yukarıda, karşılaşılan şiddet davranışları ile ilgili olarak insanların tepkisinin ‘bunu yapan insan<br />

olamaz’ şeklindeki tepkilerinden söz edilmişti. Bu tür tepkilerden biri de şiddet davranışı sergileyenlerin<br />

‘akıl hastası’ <strong>ve</strong>ya ‘şizofren’ olduklarına dair düşüncelerdir. Özellikle adli psikiyatri alanında varlığını<br />

sürdürmekte olan ‘akıl hastalığı’ kavramından daha çok şizofreni gibi psikotik bozukluklar<br />

kastedilmektedir. O nedenle buradan sonra şizofreni kavramı kullanılmaya devam edilecektir. 30 yıl<br />

öncesine kadar yapılan çalışmalar, şiddet gösterme davranışı açısından şizofreni <strong>ve</strong>ya diğer psikotik<br />

bozuklukların etkili olmadığını savunmaktaydı. Ancak son yıllarda biriken literatür, şizofreni <strong>ve</strong> diğer<br />

psikotik bozukluklarda şiddet davranışı gösterme riskinin arttığına dair bilgiler barındırmaktadır. Ancak<br />

yine de özellikle tedavi altındaki şizofreni hastalarında şiddet davranışı gösterme olasılığının ‘sağlıklı’<br />

kişilerden daha yüksek olmadığı belirtilmektedir. Şizofreni hastalarına karşı damgalayıcı tutumların<br />

gelişmesinde medyanın da azımsanmayacak katkısı bulunmaktadır. “Şizofreni hastaları ile toplum<br />

arasındaki çok yönlü etkileşimden medyaya daha çok şiddet içeren olaylar <strong>ve</strong> bu olayların görüntüleri<br />

yansıtılmaktadır. Bu durum mevcut riskin olduğundan daha fazlaymış gibi algılanmasına yol açarak<br />

şizofreni hastalarına yönelik damgalanmayı artırıcı bir faktör olarak rol oynamaktadır”.<br />

Şiddet davranışlarının artması ile ilgili olarak kitle iletişim araçlarının önemli katkısı olduğu<br />

yönündeki tartışmalar hız kesmeden devam etmektedir. Dahası sadece şiddet konusunda değil toplumsal<br />

değerlerin önemini yitirmesinden eşler arasındaki sadakatsizliğin artmasına kadar birçok başka durumun<br />

sebebi olarak kitle iletişim araçları gösterilebilmektedir. Oysa bu görüşler yakınılan durumların <strong>ve</strong><br />

davranışların insanlık tarihinde kitle iletişim araçlarının bulunmadığı zamanlarda da görüldüğü gerçeği<br />

karşısında yıkılmaktadır. Geçmişte şiddet davranışı daha açık bir şekilde sergilenirken, çağımızda ise<br />

gelişmiş teknolojik olanaklardan da yararlanılarak daha sessiz <strong>ve</strong> gizli olarak gösterilmektedir. Ancak<br />

kitle iletişim araçlarının insanların davranışları, değer yargıları üzerine tümden olmasa da etkisi<br />

bulunmayan bir olgu olduğunu söylemek mümkün değildir. Çok değil bundan 30-40 yıl öncesine kadar<br />

<strong>aile</strong>lerin özellikle akşam saatlerini nasıl geçirdikleri ile şimdi nasıl geçirdikleri arasındaki farka bakmak<br />

kitle iletişim araçlarının <strong>aile</strong>lerin değer yargıları üzerine etkilerini tahmin etmek için yeterlidir. Kitle<br />

iletişim araçları sadece insanları eğlendirmek için değildir. İnsanlar kitle iletişim araçlarını bilgi edinme<br />

kaynağı olarak görmektedirler. Hangi partiye oy <strong>ve</strong>receklerine, hangi hastaneye gideceklerine, hangi<br />

kahvaltılığı alacaklarına, hangi yatırım araçlarına başvuracaklarına, hava durumunun nasıl olacağı ile<br />

ilgili bilgilere, nerede tatil yapacaklarına vs. kitle iletişim araçlarına başvurarak karar <strong>ve</strong>rmektedirler.<br />

Böylece insanlar kitle iletişim araçları ile girdikleri bu ilişkiden etkilenmekte <strong>ve</strong> sosyalliği oluşturan birer<br />

birey olarak toplumun yapısını etkilemektedirler. Yapılan çalışmalarda gün geçtikçe kitle iletişim<br />

araçlarında şiddet içeren görüntülerin daha sık gösterildiği belirtilmektedir. Bu görüntülere maruz kalan<br />

kitle iletişim araçları ile bu kadar sıkı etkileşim içerisinde bulunan insanların bu durumdan etkilenmemesi<br />

mümkün görünmemektedir. Bu konuda çocuklarla yapılmış çalışmalar bulunmaktadır. Bu çalışmalarda<br />

çocuklara uzun süre çeşitli düzeylerde şiddet içeren videolar izlettirilmiştir. Bu çocuklardan anne babaları<br />

ile ilişkilerinde daha fazla şiddetle karşılaşanlar bu videolardan çok daha fazla etkilenmektedirler. Burada<br />

medyanın etkisi çocuklara bir rol model olmak ya da neyi nasıl yapacaklarını göstermek şeklindedir.<br />

Ancak bu etki ikincildir. Yani eğer insanın yaşadığı ortamda şiddet yok ise şiddet davranışının medya ile<br />

ortaya çıkarılması <strong>ve</strong> şiddete teşvik edilmesi pek mümkün değildir. Hatta bazı çalışmalarda çocukların<br />

kitle iletişim araçları üzerinden karşılaştıkları şiddet davranışı aracılığı ile bir çeşit boşalım yaşadıkları <strong>ve</strong><br />

bu yolla güç sahibi oldukları duygusuna kapıldıkları, böylece daha az şiddet davranışı gösterdikleri<br />

yönünde tartışmalar yapılmaktadır. Sonuç olarak medyanın şiddetle ilgili davranışlar üzerine etkisi daha<br />

az tartışılmakla birlikte bu etkinin birincil rol oynayıp oynamadığı konusu oldukça tartışmalıdır. Bu<br />

bağlamda önemli / birincil rol oynayan olgunun gerçek yaşam olduğu söylenebilir.<br />

<br />

Şiddet <strong>ve</strong> saldırganlık kavramları arasındaki temel farklar nelerdir?<br />

79


AİLEDE ŞİDDET<br />

Kadına Yönelik Şiddet<br />

Kadına yönelik şiddet, bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da oransız bir şekilde kadınları<br />

etkileyen davranışlara denmektedir. Dikkat edilirse bu tanımda ‘sadece kadın olduğu için’ ibaresi<br />

bulunmaktadır. Bu durum kavramsal açıdan kafa karıştırıcı <strong>ve</strong> kısıtlayıcı olabilir. Buradaki cinsiyetten<br />

kasıt biyolojik cinsiyet değil toplumsal cinsiyettir. Yani erkeğe <strong>ve</strong> kadına toplumun biçtiği roller <strong>ve</strong><br />

bireyden beklentileridir. Kadınlar, kendilerine <strong>ve</strong>rilen rolleri yerine getirmedikleri düşünüldüğünde<br />

erkekler tarafından şiddet görerek cezalandırılmakta <strong>ve</strong> kendilerine rolleri hatırlatılmaktadır. Diğer bir<br />

deyimle, kadına karşı şiddetin temelinde toplumsal cinsiyet ayırımcılığı yatmaktadır. Daha kapsamlı bir<br />

tanım yapmak gerekirse kadına yönelik şiddet, “cinsiyete dayanan, kadını inciten <strong>ve</strong> zarar <strong>ve</strong>ren fiziksel,<br />

cinsel, ruhsal hasarla sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içerisinde ya da özel yaşamında ona baskı<br />

uygulanması <strong>ve</strong> özgürlüklerinin kısıtlanmasına neden olan her türlü davranıştır” şeklinde tanımlanabilir.<br />

Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi’ne göre kadına yönelik şiddet, “ister<br />

kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel <strong>ve</strong>ya psikolojik acı <strong>ve</strong>ya ıstırap<br />

<strong>ve</strong>ren <strong>ve</strong>ya <strong>ve</strong>rebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem <strong>ve</strong>ya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama <strong>ve</strong>ya<br />

keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma” şeklinde tanımlanmıştır. Ayrıca aynı bildirgede ekonomik<br />

ihtiyaçlardan yoksun bırakmak da kadına yönelik şiddetin bir türü olarak ifade edilmiştir. Bildirgeye göre<br />

kadına yönelik şiddet, erkekler <strong>ve</strong> kadınlar arasındaki eşitlikçi olmayan güç ilişkilerinin tarihsel bir<br />

göstergesi <strong>ve</strong> erkeklerle karşılaştırıldığında kadınları zorla bağımlı bir konuma sokmanın çok önemli<br />

toplumsal mekanizmalarından biridir.<br />

Kadına yönelik şiddet, bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya<br />

da oransız bir şekilde kadınları etkileyen davranışlara denmektedir. Buradaki cinsiyetten<br />

kasıt biyolojik cinsiyet değil toplumsal cinsiyettir.<br />

Kadın cinsiyete sahip olmak anne karnından itibaren şiddet görme nedeni olabilmekte <strong>ve</strong> bu durum<br />

yaşamın son yıllarına kadar devam etmektedir. Anne karnında iken bebeğin dişi cinsiyete sahip<br />

olduğunun saptanması küretaj (toplumda kürtaj olarak bilinir) denilen bebeğin rahimden alınması işlemi<br />

ile sonuçlanması kadınların anne karnında iken şiddete maruz kalmaya başladıklarına iyi bir örnektir.<br />

Bebeklik döneminde; sahip olunan cinsiyet nedeni ile öldürülme, ihmal edilme, fiziksel <strong>ve</strong> cinsel saldırıya<br />

uğrama, çocukluk döneminde; çalıştırılma, çocuk pornografisi için kullanılma, kadın sünneti denilen<br />

işleme maruz kalma, ergenlik döneminde; yine evlendirilme, cinsel saldırıya maruz kalma, çalıştırılma <strong>ve</strong><br />

iş yerinde çeşitli şiddet türlerine maruz kalma, töre/namus cinayetleri, yaşlılık döneminde; eğer eşi<br />

yaşamıyor ise çeşitli toplumsal baskılara maruz kalma kadınların yaşam boyu cinsiyetleri nedeni ile<br />

şiddete maruz kalmalarına örnek olarak gösterilebilir.<br />

Dünyanın doğusundan batısına kadına yönelik şiddet oldukça yaygındır. Yapılan araştırmalar,<br />

araştırmanın yapıldığı sosyalliğin sosyoekonomik gelişmişliğinden bağımsız bir şekilde, kadına yönelik<br />

şiddetin geçmişten günümüze neredeyse hız kesmeden devam ettiğini, hatta arttığını göstermektedir.<br />

Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde kadınların yaklaşık beş birini yaşamları boyunca en az bir defa<br />

cinsel şiddete maruz kaldıkları bildirilmektedir. Erkek cinsiyete sahip olmakla kıyaslandığında, kadın<br />

cinsiyete sahip olmak şiddet davranışına maruziyet açısından risk oluşturmaktadır. Kadınların erkeklere<br />

göre onlarca kat daha fazla şiddete maruz kaldığını gösteren çalışmalar mevcuttur.<br />

Ülkemizde yapılan çalışmalar da dünyadaki çalışmalardan pek farklı sonuçlar <strong>ve</strong>rmemektedir. Sayısı<br />

oldukça kısıtlı olmasına rağmen 1990’lı yılların ortalarından bu yana yapılan <strong>ve</strong> çoğunluğu 2000’li<br />

yıllarda yapılmış olan çalışmalar kadınların %60-80’inin fiziksel şiddete, yaklaşık %15’inin cinsel şiddete<br />

maruz kaldığını göstermektedir. Bu çalışmaların bazılarında ilk bakışta ilginç gelebilecek bir <strong>ve</strong>ri de<br />

kadınların yaklaşık beşte birinin gördükleri şiddeti hak ettiklerini düşünmeleridir.<br />

<br />

80


faktörler nelerdir?<br />

<br />

Kadına yönelik şiddeti tanımlayınız. Buna neden olarak gösterilen<br />

Kadına yönelik şiddetin yaygınlığı bir anlamda meşru bulunması ile yakından ilişkilidir. Kadına<br />

yönelik şiddet, toplumdaki erkek egemenliğin <strong>aile</strong> içinde üreterek meşrulaştıran <strong>ve</strong> erkek egemen<br />

ideolojinin ürünü yasalar <strong>ve</strong> hukuk düzeni ile desteklenmektedir. Bu meşru olma hali kendisine yakın<br />

zamana kadar hukuki metinlerde, halen uygulamalarda yer bulmaktadır. Yakın denebilecek bir zamana<br />

kadar fuhuş sektöründe çalışan kadınlara tecavüz edilmesine neredeyse suç sayılmadığını gösteren komik<br />

cezalar <strong>ve</strong>rilmesi, tecavüz mağduru kadınların tecavüzcüleri ile evlendirilerek failin ceza almasının<br />

engellenebilmesi, evlilik içi tecavüzlerin cezalandırılmaması meşru olma halinin yakın zamana kadar<br />

kendisine hukuki metinlerde yer bulmasına örnek olarak <strong>ve</strong>rilebilir. Bu hukuki uygulamaların son<br />

bulmasına karşılık halen eşler arasındaki şiddet olayları kolluk güçlerine yansıması durumunda “karıkoca<br />

arasına girilmez” şeklinde <strong>aile</strong> ortamının özel <strong>ve</strong> dokunulmaz olduğu mitini destekleyen yaklaşımın<br />

devam ettiği görülmektedir. Kadına yönelik cinsel şiddete bakış açısı bakımından önemli bir sorun da<br />

şiddete maruz kalan kadının suçlanmasıdır. Bu durum o kadar ileri gidebilmektedir ki şiddete maruz<br />

kalan bir kız çocuğu olduğunda bile olayla ilgili sorumlu tutulabilmektedir.<br />

Aile içi şiddet olaylarında Aile, Kadın, Çocuk <strong>ve</strong> Özürlü Sosyal Hizmet<br />

Danışma Hattı olan Alo 183 ücretsiz olarak 7 gün 24 saat aranabilmektedir.<br />

Aile İçi Şiddet<br />

Aile içi şiddet kısaca, “<strong>aile</strong> bireylerinden birisinin, <strong>aile</strong>nin diğer bireylerinin saldırısına uğraması”<br />

şeklinde tanımlanabilir. Kapsamlı bir tanım yapmak gerekirse, <strong>aile</strong> içi şiddet, “aralarında kan bağı ya da<br />

hukuksal bağlılık bulunan, özel alanda gerçekleşen, birlikte yaşayan, kısacası kendisini <strong>aile</strong> olarak<br />

tanımlamış bir grup içinde zorlamak, aşağılamak, güç göstermek, öfke <strong>ve</strong> gerginlik boşaltmak amacıyla<br />

bir bireyden diğerine yöneltilen her türlü şiddet davranışı” şeklinde tanımlanmaktadır.<br />

Kadına yönelik şiddette olduğu gibi <strong>aile</strong> içi şiddette de meşrulaşma sorunu mevcuttur. Yani <strong>aile</strong><br />

içerisinde kadına ya da anne baba tarafından çocuklara karşı şiddet uygulanması toplumsal kabul<br />

görebilmektedir. Çocuğa yönelik şiddetin meşru görülmesinin en büyük dayanaklarından birisi şiddetin<br />

çocuğun <strong>eğitimi</strong>nde kullanılabileceği ya da çocuğu disiplin altına sokmakta kullanılabileceğine dair<br />

fikirlerin yaygınlığıdır. Çocuklarda olduğu gibi kadınları da eğitilmesi, disiplin altına sokulması gereken<br />

eğer bu yapılmaz ise “istenmeyen sonuçlara” yol açabilecek varlıklar olarak gören çevreler<br />

bulunmaktadır.<br />

Kadına yönelik şiddette olduğu gibi <strong>aile</strong> içi şiddette de meşrulaşma<br />

sorunu mevcuttur. Yani <strong>aile</strong> içerisinde kadına ya da anne baba tarafından çocuklara karşı<br />

şiddet uygulanması toplumsal kabul görebilmektedir.<br />

Aile içi şiddet, dövme <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya yaralama, sakatlama, cinsel saldırı, tecavüz, öldürme gibi somut <strong>ve</strong><br />

dolayısıyla kolay tespit edilebilecek olaylardan oluşabildiği gibi tespit edilmesi son derece zor olabilen<br />

sözel, duygusal, ekonomik şiddet eylemlerini içerebilir. Her ne kadar medyaya ya da hukuki mercilere<br />

yansıyanlar daha çok görece kolay tespit edilebilenler olsa da buz dağının görünmeyen kısmını tespit<br />

edilmesi zor olanlar oluşturmaktadır. Buna rağmen <strong>aile</strong> içi şiddetin yoğun bir biçimde dünya genelinde<br />

devam ettiği bilinmektedir. Bundan da en çok zarar görenler güçsüz <strong>ve</strong> çaresiz durumdaki kadınlar<br />

<strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya çocuklar olmaktadır. Aile içi şiddet olaylarının failleri büyük ölçüde erkekler, mağdurları ise<br />

kadınlardır. Ancak <strong>aile</strong> içi şiddetin en çok etkilediği kesim, ister şiddetin doğrudan hedefi olsun ister<br />

şiddete tanıklık ediyor olsun, çocuklardır. Çünkü <strong>aile</strong> içi şiddet çocuklarda gerek fiziksel gerekse de<br />

ruhsal sorunlara yol açabilmektedir. Üstüne üstlük özellikle yarattığı fiziksel <strong>ve</strong> ruhsal sağlık sorunları<br />

kolayca giderilemeyecek kadar büyük olmaktadır. Ülkemiz açısından bakıldığında, çocuğa karşı cinsel <strong>ve</strong><br />

fiziksel şiddetin uygulanmasında, toplumun büyük bir kısmının kapalı-muhafazar yapıda olması, çocuğun<br />

81


ağımsız bir birey olarak algılanmaması, çocukları korumaya yönelik ciddi sayılabilecek bir devlet<br />

koruma politikasının olmaması, devlet <strong>ve</strong> sivil toplum örgütlerinin yeterli önlem almaması <strong>ve</strong> hizmet<br />

<strong>ve</strong>rmemesi önemli faktörler olarak görünmektedir.<br />

Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan araştırmalar 1000 çocuktan yaklaşık 50’sinin fiziksel <strong>ve</strong>ya<br />

ruhsal şiddete maruz kaldığını göstermektedir. Ayrıca herhangi bir şiddet türüne maruz kalan çocuğun<br />

aynı zamanda diğer şiddet türlerine de maruz kalma olasılığının yüksek olduğu bilinmektedir. Kullanılan<br />

istatistiksel yöntemlerin <strong>ve</strong> çalışmalarda kullanılan tanımlamaların farklılığı nedeni ile oranların gerçekte<br />

olduğundan daha az göründüğü ortak kanıdır. Dünya üzerinde her dört <strong>aile</strong>den birinde <strong>aile</strong> içi şiddet<br />

yaşandığı, <strong>aile</strong> içi şiddet de dahil olmak üzere tüm toplumsal şiddetler göz önünde bulundurulduğunda<br />

çocukların üçte birinin bu olaylarda mağdur, yaklaşık %90’ının tanık olduğunu tahmin edilmektedir. Aile<br />

içi şiddetin özellikle düşük sosyoekonomik düzeydeki <strong>aile</strong>lerde görüldüğü şeklindeki düşünceye yaygın<br />

olarak inanılmaktadır. Ancak yapılan araştırmaların sonuçları bu kanıyı destekler nitelikte değildir. Aile<br />

içi şiddet, toplumu hangi kriterler üzerinden tabakalandırırsanız tabakalandırın, her düzeyde<br />

görülmektedir. Ülkemizde yapılan çalışmalarda da <strong>aile</strong>lerin sosyoekonomik düzeyinin yükselmesinin <strong>aile</strong><br />

içi şiddet görülme oranını değiştirmediği belirlenmiştir. Aile içi şiddet zaman zaman mağdurun ölümü ile<br />

sonuçlanabilmektedir. Ülkemizde son beş yılda <strong>aile</strong> içi şiddet olaylarında 1200 den fazla kadın <strong>ve</strong><br />

çocuğun öldürüldüğü bildirilmektedir.<br />

Aile içi şiddet olayları daha önce <strong>aile</strong> alanının dokunulmazlığı <strong>ve</strong> özel olması nedeniyle karışılması<br />

mümkün olmayan hatta karışılmaması gereken olaylar olarak görülürken özellikle kadın hareketlerinin<br />

güçlenmesi, <strong>aile</strong> içi şiddet nedeni ile toplumların ödediği bedellerin daha iyi kavranması nedeniyle<br />

günümüzde önlenmesi gereken olaylar olarak görülmektedir. Açıktır ki fiziksel olarak daha güçlü olan<br />

erkek, zayıf olan kadına karşı tahakküm kurabilmek, iktidarını kurmak amacıyla şiddete başvurmaktan<br />

çekinmemektedir. Bunun en ironik sonuçlarından birisi şiddete maruz kalan kadınların kendi üzerlerine<br />

uyguladıkları kontrolü kendi istekleri ile artırmalarıdır. Bu durum yapılan araştırmalara kadınların<br />

gördükleri şiddeti haklı görmeleri şeklinde yansımaktadır. Aile gibi özel alan olarak görülen bir yerde<br />

ortaya çıkmasına karşın <strong>aile</strong> içi şiddetin erkek egemenliğinin kurulmaya <strong>ve</strong>ya sürdürülmeye<br />

çalışılmasından, siyasal <strong>ve</strong> ekonomik kurumların ataerkil yapısından bağımsız düşünülemeyeceği açıktır.<br />

Aile içi şiddetin en önemli özelliği aynı, dışarıya kapalı özel bir mekanı paylaşan kişiler arasında<br />

yaşanıyor olmasından dolayı devamlılığının daha yüksek oranda olmasıdır. Bu özellik <strong>aile</strong> içi şiddeti<br />

diğer şiddet türlerinden ayırmaktadır. Ayrıca birlikte yaşanılan kişiler tarafından uygulanıyor olması<br />

maruz kalanlar tarafından anlamlandırma güçlüğüne neden olmakta bu da kişi üzerindeki özellikle ruhsal<br />

etkisini arttırmaktadır. Yabancı bir kişi tarafından uygulanan şiddetin zihinsel anlamda<br />

anlamlandırabilmesi doğal olarak <strong>aile</strong> içinden bir kişi tarafından yönlendirilen şiddeti anlamlandırmaktan<br />

daha kolaydır. Aile içi şiddetin bir başka yönü de maruz kalanın, şiddeti uygulayanın duygusal yakınlığı<br />

olan bir kişi olmasından dolayı, şikayet etme konusunda yaşadığı zorluktur. Aile içi şiddete maruz kalan<br />

kişiler şikayet etmeleri <strong>ve</strong> şiddeti uygulayan kişinin adli takibe alındığı, yargılandığı, tutuklandığı <strong>ve</strong>ya<br />

hüküm giydiği durumlarda suçluluk duymalarına neden olabilmektedir. Bu durum şikayet etmeyi<br />

güçleştirdiği gibi yapılan şikayetin devamını getirmeyi de güçleştirebilmektedir.<br />

<br />

Aile içi şiddetin sosyoekonomik seviye ile ilgili ilişkisini açıklayınız.<br />

Sonuç olarak, <strong>aile</strong> içi şiddetin önemli toplumsal sonuçları olmaktadır. Cinayet işleyen kişilerin hemen<br />

hepsinin <strong>aile</strong> içi şiddet mağduru kişiler olmaları, <strong>aile</strong> içinde şiddete maruz kalan kadınların daha yüksek<br />

oranda çocuklarına şiddet uygulamaları gibi sonuçlar şiddetin kendisini yeniden <strong>ve</strong> durmadan üretme<br />

potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir. Aile içi şiddet kendisine halen hukuksal alanda yeterince<br />

yer bulamamıştır. Kamusal alanda özellikle sivil toplum kuruluşlarınca kendisine edindiği yer kısa vadeli<br />

çözümler üretilmesine neden olmaktadır. Ailede erkek, kadın <strong>ve</strong> çocuklar arasındaki güç <strong>ve</strong> iktidar<br />

ilişkilerinin hali hazırda yaşandığı gibi devam etmesi <strong>aile</strong> içi şiddetin sürüp gideceğinin en önemli<br />

garantisi gibi görünmektedir. Şiddet içeren davranışlara başvurulmasının de<strong>ve</strong>m etmesi bir yana giderek<br />

artmasında şiddet davranışlarına özenilmesi <strong>ve</strong>ya toplum tarafından şiddet davranışlarına başvurulmasının<br />

olumlu yönde pekiştirilmesi pek çok kişi tarafından kaygıyla tartışılmaktadır. Gerek kadına yönelik<br />

şiddetin, gerek çocuklara karşı şiddetin <strong>ve</strong> gerekse de <strong>aile</strong> içi şiddetin önlenebilir bir halk sağlığı sorunu<br />

olarak ele alınması bunlarla mücadelede önemli adımlar atılmasının başlangıcını oluşturacaktır.<br />

82


Aile İçi Şiddetin Döngüsü<br />

Şiddet mağdurları ile daha kolay eşduyum sağlanabilmesi açısından <strong>aile</strong> içi şiddetteki döngü iyi bir<br />

araçtır. Bu döngüye göre şiddetin gerginliğin tırmanması, şiddet aşaması <strong>ve</strong> balayı aşaması olmak üzere<br />

üç aşaması mevcuttur.<br />

İlk aşama olan gerginliğin tırmanması aşamasında kadın <strong>ve</strong> erkek gerginliğin <strong>ve</strong> bu gerginliğin<br />

arttığının farkındadır. Kontrol halen az da olsa kadındadır. Kadın, erkeğin şiddet davranışında bulunmaya<br />

doğru ilerlediğini görmektedir <strong>ve</strong> bu davranışta bulunmaması için çaba harcamaktadır. Halen erkeği<br />

sakinleştirmek için yapabileceği şeyler vardır. Kadın yapabileceklerini uygulamaya soksa da zaman<br />

geçtikçe bu manipülasyonlar işe yaramamaya başlayacaktır. Kadın gittikçe erkeğin istediği herşeyi<br />

yapmaya başlar. Ancak giderek erkekteki patlamaların sıklığı <strong>ve</strong> şiddeti artar. Şiddet aşamasında, kadının<br />

kontrolü tamamen ortadan kalkmıştır. Erkek tarafından uygulanın şiddet hangi türden ise bu uygulamaya<br />

sokulmuştur. Balayı aşamasında ise şiddet uygulaması sona ermiştir. Şiddeti uygulayan erkek sözüm ona<br />

hatasının farkına varmıştır. Alttan almakta, özür dilemekte <strong>ve</strong> bir daha bu tür olayların<br />

gerçekleşmeyeceğine, bundan sonra değişeceğine dair sözler <strong>ve</strong>rmektedir. Zaman zaman affedilmesini<br />

sağlamaya yönelik ağlama, yalvarma <strong>ve</strong> hatta intihar etmekle tehdit etme yoluna gidebilir. Bu üç<br />

aşamanın birbirini takip etmesi ile döngü bir daha baştan başlamak üzere tamamlanmış olur. Gittikçe<br />

döngüler arasındaki süreler kısalmaya başlar. Böylelikle şiddet gösterme sıklığı artmış olur.<br />

<br />

Aile içi şiddet döngüsünü açıklayınız.<br />

Aile İçi Şiddetin Kadın Üzerine Etkileri<br />

Yapılan araştırmalar <strong>aile</strong> içi olsun ya da olmasın kadına yönelik cinsiyetçi şiddetin, kadında birçok<br />

bedensel <strong>ve</strong> ruhsal etkiye neden olduğunu göstermektedir. Hatırlanacağı gibi <strong>aile</strong> içi şiddeti diğer şiddet<br />

türlerinden ayıran en önemli özelliğin devamlı olma riski olduğu belirtilmişti. Süreğen olarak şiddete<br />

maruz kalmak kadınlarda sık olarak bu durumdan kurtulamayacakları, ellerinden bir şey gelmeyeceği, bu<br />

durumun çözümsüz olduğu sonucuna götürür. Varılan bu nokta öğrenilmiş çaresizlik kavramı ile<br />

açıklanmaktadır. Bu durumda kişi içerisinde bulunduğu koşullara duyarsızlaşmaya başlamaktadır.<br />

Duyarsızlaşma bir şekilde karşı karşıya kaldığı sorunla baş etmesini sağlayan, aslında işlevsiz, bir uyum<br />

mekanizması işlevi görmektedir.<br />

Şiddet gören kadınlar, maruziyeti mümkün olduğu kadar geciktirmek için çoğu zaman nafile olan<br />

önlemler alma çabasına girmektedirler. Bunun için tetikleyici olabilecek olayları kontrol altına almaya<br />

çalışmaktadırlar. Bu durum uzun <strong>ve</strong>ya orta vadeli planlamalar yapmak yerine kısa vadeli hatta günlük<br />

Kadınlar, erkelere göre daha fazla ruh sağlığı hizmetlerine başvurmaktadırlar. Bu başvuruları sırasında<br />

evliliklerinde sorun olduğunu belirten kadınların önemlice bir kısmı eşlerinden şiddet gördüklerini<br />

belirtmektedirler. Kadına yönelik şiddete maruz kalan kadınlar arasında en sık görülen ruhsal bozukluklar<br />

travma sonrası stres bozukluğu <strong>ve</strong> depresyondur.<br />

Aile içi şiddetin kadınlar üzerinde ne gibi etkileri olabilir?<br />

Aile İçi Şiddetin Çocuklar Üzerine Etkileri<br />

Ülkemizin de taraf olduğu çocuk hakları sözleşmesine göre her çocuğun şiddet, ayrımcılık, ihmal <strong>ve</strong><br />

sömürüye karşı korunma hakkı vardır. Çocuklar özel olarak korunmalı, sosyal gü<strong>ve</strong>nlikten yararlanmalı;<br />

çocukların fiziksel, zihinsel, ahlaki, ruhsal <strong>ve</strong> toplumsal olarak sağlıklı <strong>ve</strong> normal koşullar altında özgür<br />

<strong>ve</strong> onurlarının zedelenmeyeceği şekilde büyümeleri sağlanmalıdır.<br />

Her ne kadar <strong>aile</strong> içi şiddetin mağdurları daha çok kadınlar olsa da kadına yönelik şiddetin yaşandığı<br />

<strong>aile</strong>lerde çocuğun da şiddete maruz kalması şaşırtıcı bir sonuç olmasa gerektir. Çocuklar doğrudan<br />

kendilerine karşı fiziksel şiddette bulunulması durumunda, annelerine ya da başka bir <strong>aile</strong> üyesine şiddet<br />

83


davranışı sergilendiği sırada yanlışlıkla <strong>ve</strong>ya bu <strong>aile</strong> üyesini korumaya çalıştıkları sırada fiziksel olarak<br />

yaralanabilir ya da ölebilirler.<br />

Çocuğun şiddetten etkilenmesinin başka bir yolu da şiddete tanıklık etmesidir. Çocuklar şiddet anının<br />

kendisine gözleri ile tanıklık edebilecekleri gibi görmeseler de şiddete bağrışmaları, kırılan dökülen<br />

eşyaların sesini duyarak tanıklık edebilirler. Ayrıca şiddet davranışı nedeni ile mağdurun bedeninde<br />

oluşabilecek yaralanmalar, morluklar, kırıklara tanıklık edebilirler. Bilinmektedir ki; olumsuz olaylara<br />

sadece doğrudan maruz kalmak değil bu olaylara tanık olmak da travmatik etkilere neden olabilmektedir.<br />

İnsan yavrusu ile ona bakım <strong>ve</strong>ren arasında yaşamın erken döneminden itibaren bağlanma gerçekleşir.<br />

Bu bağlanma temelde gü<strong>ve</strong>nli <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nsiz olmak üzere iki şekildedir. Hangi tür bağlanmanın<br />

gerçekleşeceği birçok faktöre bağlı olmakla birlikte şiddete maruz kalmak ya da şiddete tanıklık etmek<br />

gü<strong>ve</strong>nsiz bağlanmaya neden olmaktadır. Bağlanmanın gü<strong>ve</strong>nli olmasının en önemli yararı çocuğun<br />

keşfetmeye olan merakını, özerkleşme isteğini sağlamasıdır. Ancak gü<strong>ve</strong>nli bağlanan çocuklar çevrelerini<br />

keşfetme, öğrenme <strong>ve</strong> böylelikle özgü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong> özerklik sağlama yoluna gidebilirler. Şiddete maruz kalan <strong>ve</strong><br />

böylelikle gü<strong>ve</strong>nsiz bağlanan çocuklarda, çevreyi araştırma <strong>ve</strong> keşfetme davranışları ketlenir <strong>ve</strong> özerklik<br />

gelişmez.<br />

Aile içi şiddetin özellikle çocuğun bağlanması ile ilgili ortaya<br />

çıkarabileceği sorunlar nelerdir?<br />

Özellikle insan yavrusunun büyümesinde en kritik dönem olarak kabul edilen ilk 36 ay içerisinde<br />

gerçekleşecek şiddet gibi olumsuz davranışlar çocuğun ruhsal <strong>ve</strong> bedensel olarak gelişmesini olumsuz<br />

olarak etkileme potansiyeline sahiptir. Örneğin bedensel olarak büyümesi durabilir <strong>ve</strong>ya yavaşlayabilir.<br />

Ruhsal olarak ise kendisine ilk bakım <strong>ve</strong>renlerle gerçekleştirdiği ilişki biçimini yaşamının ileriki<br />

dönemlerine taşıyarak yetişkinlik döneminde kurduğu ilişkilerde de sorunlar yaşayabilir. Ayrıca şiddete<br />

maruz kalan çocuklarda, içe çekilme, oyunlarda <strong>ve</strong>ya arkadaşları ile ilişkilerinde şiddet içeren<br />

davranışlara başvurma, konuşma sorunları, olumsuz içerikli rüyalar görme, alt ıslatma, okul başarısında<br />

düşme, tırnak yeme gibi psikolojik kökenli sorunlar ortaya çıkabilir. Özellikle ergenlik dönemindeki<br />

çocuklarda şiddet davranışına maruz kalmakla bağlantılı olarak alkol-madde kullanımı, evden <strong>ve</strong> okuldan<br />

kaçma, geceyi ev dışında geçirme, çetelere katılma, suç sayılan davranışlarda bulunma, tehlikeli araba<br />

kullanma, riskli cinsel ilişkilere girme gibi davranışlar ortaya çıkabilmektedir.<br />

<br />

http://www.<strong>aile</strong>icisiddet.net<br />

İnsan, dünyanın gü<strong>ve</strong>nli <strong>ve</strong> adaletli bir yer olduğu <strong>ve</strong> kendisinin gü<strong>ve</strong>nde olduğu <strong>ve</strong> incinmeyeceği<br />

savıyla büyür <strong>ve</strong> yaşar. Bu yaşamımızı huzurlu geçirmek adına en önemli temel inancımızdır. Oysa şiddet<br />

davranışına maruz kalmak <strong>ve</strong>ya tanıklık etmek özellikle de çocuklarda bu temel inancın sarsılmasına<br />

neden olabilmektedir. Yani dünya <strong>ve</strong> kendimizle ilgili em temel savlarımızın çökmesine neden<br />

olmaktadır. Gü<strong>ve</strong>nde olduğumuza yönelik algı yerini tehdit <strong>ve</strong> zarar görme algısına, adaletli bir dünyada<br />

yaşadığımıza dair algı ise yerini her an sebepsiz yere başımıza kötü bir şey gelebileceği algısına bırakır.<br />

Çevresindeki insanlar potansiyel destek yerine potansiyel düşmanlarıdır artık. Çocuğun gü<strong>ve</strong>nli sığınağı<br />

olan ev, <strong>aile</strong> içi şiddet davranışları nedeni ile artık yıkılmıştır.<br />

Aile içi şiddetin en önemli özelliği aynı, dışarıya kapalı özel bir mekanı<br />

paylaşan kişiler arasında yaşanıyor olmasından dolayı devamlılığının daha yüksek<br />

oranda olmasıdır.<br />

84


AİLE İÇİ ŞİDDETİN HUKUKİ YÖNÜ<br />

Aile içi şiddetle ile ilgili olarak hukuki yönün ayrıntılarından söz etmeden önce bu ayrıntıları belirleyen<br />

<strong>ve</strong> tüm yasalar için temel uygunluk ölçütü olan Türkiye Cumhuriyet Anayasası’nın ilgili maddelerinden<br />

söz etmek gerekir. Türkiye Cumhuriyet Anayasası’nın 41. maddesinde "Aile eşler arasında eşitliğe<br />

dayanır" denmektedir. 10. maddeye göre "Kadınlar <strong>ve</strong> erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin<br />

yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Devlet organları <strong>ve</strong> idare makamları bütün işlemlerinde<br />

kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar”. Ayrıca 41. madde devlete<br />

“Ailenin huzur <strong>ve</strong> refahı ile özellikle ananın <strong>ve</strong> çocukların korunması <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> planlamasının öğretimi ile<br />

uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar” yükümlülüğü <strong>ve</strong>rir. Bu Anayasa<br />

maddelerinden anlaşılacağı üzere kadın <strong>ve</strong> erkeğin eşitliğinin belirtilmesine özellikle ihtiyaç duyulmuştur.<br />

Bu maddelerin varlığı her ne kadar kadın haklarının geliştirilmesine dayanak olarak gösterilse de, bu<br />

maddelerin varlığına ihtiyaç duyulması bu konuda zorluklar yaşandığının belirtisidir. Bu tartışma konusu<br />

bir yana bu maddelerin varlığı devlet aygıtına çeşitli görev <strong>ve</strong> sorumluluklar yüklemektedir. Devlet aygıtı<br />

bu görev <strong>ve</strong> sorumluluklarını Anayasaya uygun kanunlar <strong>ve</strong> bu kanunların gerektirdiği yönetmelikler<br />

aracılığı ile yerine getirmektedir.<br />

Aile ile ilgili düzenlemeler açısından etkide bulunabilecek diğer bir Anayasa maddesi 90. maddedir.<br />

Bu maddeye göre “usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir.<br />

Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz”. Bu madde, diğer<br />

tüm uygulamalarda olduğu gibi, <strong>aile</strong> ile ilgili hukuki uygulamalarda uluslararası taraf olunan anlaşmalar<br />

ile yerel yasalar çelişiyor ise uluslararası kuralların geçerli olacağını belirtmektedir.<br />

Aile İçi Şiddetle İlgili Uluslararası Düzenlemeler:<br />

Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)<br />

Bildirge, 1979‟da kabul edilmiş, 1981‟de yürürlüğe girmiştir. Türkiye Cumhuriyeti 1985 yılında bu<br />

sözleşmeye taraf olmuştur. CEDAW‟ın kendisinden önceki metinlerden en önemli farkı, diğer metinlerde<br />

genel olarak insan haklarından söz edilirken burada özellikle kadın haklarının altının çiziliyor olması,<br />

kadınlar hakları açısından hak ihlallerine en sık maruz kaldıkları siyaset, evlilik, <strong>aile</strong>, eğitim, sağlık,<br />

medya gibi alanlara özellikle yer <strong>ve</strong>rilmesidir. Bu sözleşmede doğrudan <strong>aile</strong> içi şiddetten söz edilmese de<br />

kadına yönelik şiddet hakkında bir metnin <strong>aile</strong> içi şiddetten bağımsız düşünülmesi imkansızdır.<br />

Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin uygulanmasının kadınlara yönelik<br />

şiddetle ilgili yeterince önlem alınmasını sağlayacağı düşünülmesine karşılık, kapsadığı diğer alanlar<br />

nedeni ile imza koymaktan imtina eden devletlerin bulunması nedeni ile 1993 yılında Kadınlara Yönelik<br />

Şiddetin Tasfiyesine İlişkin Bildirge benimsenmiştir.<br />

Çocuk Haklarına Dair Sözleşme<br />

<br />

www.kadininstatusu.gov.tr/upload/mce/eski_site/Pdf/cedaw<br />

Bu sözleşme 1989 yılında kabul edilmiş Türkiye Cumhuriyeti tarafından 1995 yılında imzalanmıştır.<br />

Sözleşme çocuğa yönelik her türlü, bedensel <strong>ve</strong> zihinsel saldırı, istismar <strong>ve</strong> suistimal olarak<br />

değerlendirmekte <strong>ve</strong> bu hallerde çocuğun korunması sorumluluğunu devlete <strong>ve</strong>rmektedir. Sözleşmeye<br />

göre, "Irza tecavüz <strong>ve</strong> cinsel istismarın diğer biçimleri de dahil olmak üzere şiddet, çocuğun kendi <strong>ve</strong>ya<br />

bakıcı <strong>aile</strong>si içinde ortaya çıkabilir <strong>ve</strong>ya bu tür uygulamalar çocuklara karşı özel sorumluluk taşıyan kimi<br />

görevlilerden, örneğin öğretmenlerden, çocukların bulunduğu kurum personelinden zihinsel <strong>ve</strong> diğer<br />

özürlülerin tedavi edildiği kurumlarda çalışanlardan da kaynaklanabilir. Taraf devletler, sözleşmenin 19.<br />

maddesinde yer alan haklara uygunluk açısından, evlerinde, okullarında, diğer kurumlarda <strong>ve</strong>ya kendi<br />

toplulukları içinde çocukları her tür şiddet <strong>ve</strong> istismara karşı korumak zorundadırlar”.<br />

http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/137-160.pdf<br />

85


Ailenin Korunmasına Dair Kanun<br />

Bu kanunun (1998) birinci maddesinde “Türk Medenî Kanununda öngörülen tedbirlerden ayrı olarak,<br />

eşlerden birinin <strong>ve</strong>ya çocukların <strong>ve</strong>ya aynı çatı altında yaşayan diğer <strong>aile</strong> bireylerinden birinin <strong>ve</strong>ya<br />

mahkemece ayrılık kararı <strong>ve</strong>rilen <strong>ve</strong>ya yasal olarak ayrı yaşama hakkı olan <strong>ve</strong>ya evli olmalarına rağmen<br />

fiilen ayrı yaşayan <strong>aile</strong> bireylerinden birinin <strong>aile</strong> içi şiddete maruz kaldığını kendilerinin <strong>ve</strong>ya Cumhuriyet<br />

Başsavcılığının bildirmesi üzerine Aile Mahkemesi Hâkimi meselenin mahiyetini göz önünde<br />

bulundurarak re'sen aşağıda sayılan tedbirlerden bir ya da birkaçına birlikte <strong>ve</strong>ya uygun göreceği benzeri<br />

başka tedbirlere de hükmedebilir” denmektedir. Buradan da anlaşılacağı gibi Medeni Kanun’da <strong>aile</strong>nin<br />

korunmasına dair önlemler yeterli görülmemiş, <strong>aile</strong> içi şiddet açısından mağdur <strong>ve</strong>ya mağdurların<br />

korunabilmesi açısından başka tedbirlere ihtiyaç duyulmuştur. Bu maddede hakim tarafından alınabilecek<br />

önlemler aşağıdaki gibi sıralamıştır.<br />

Kusurlu eşin <strong>ve</strong>ya diğer <strong>aile</strong> bireyinin;<br />

a. Aile bireylerine karşı şiddete <strong>ve</strong>ya korkuya yönelik söz <strong>ve</strong> davranışlarda bulunmaması,<br />

b. Müşterek evden uzaklaştırılarak bu evin diğer <strong>aile</strong> bireylerine tahsisi ile bu bireylerin birlikte ya<br />

da ayrı oturmakta olduğu e<strong>ve</strong> <strong>ve</strong>ya işyerlerine yaklaşmaması,<br />

c. Aile bireylerinin eşyalarına zarar <strong>ve</strong>rmemesi,<br />

d. Aile bireylerini iletişim araçları ile rahatsız etmemesi,<br />

e. Varsa silah <strong>ve</strong>ya benzeri araçlarını genel kolluk kuv<strong>ve</strong>tlerine teslim etmesi,<br />

f. Alkollü <strong>ve</strong>ya uyuşturucu herhangi bir madde kullanılmış olarak şiddet mağdurunun yaşamakta<br />

olduğu konuta <strong>ve</strong>ya işyerine gelmemesi <strong>ve</strong>ya bu yerlerde bu maddeleri kullanmaması,<br />

g. Bir sağlık kuruluşuna muayene <strong>ve</strong>ya tedavi için başvurması.<br />

Aile, insan yaşamından daha kutsal değildir. Bu yasanın amacı <strong>aile</strong>yi<br />

değil, <strong>aile</strong> içinde şiddete maruz kalanı korumaktır.<br />

Maddenin devamında, alınabilecek tedbirler sıralandıktan sonra, alınacak tedbirlerin süresine, şiddet<br />

uygulayan eşe yapılacak uyarılara, mağdur olan eşin geçimini sağlaması konusuna <strong>ve</strong> bu konudaki<br />

başvurularda mahkeme masraflarına şu şekilde değinilmiştir: “Yukarıdaki hükümlerin uygulanması<br />

amacıyla öngörülen süre altı ayı geçemez <strong>ve</strong> kararda hükmolunan tedbirlere aykırı davranılması halinde<br />

tutuklanacağı <strong>ve</strong> hakkında hapis cezasına hükmedileceği hususu şiddet uygulayan eş <strong>ve</strong>ya diğer <strong>aile</strong><br />

bireyine ihtar olunur. Eğer şiddeti uygulayan eş <strong>ve</strong>ya diğer <strong>aile</strong> bireyi aynı zamanda <strong>aile</strong>nin geçimini<br />

sağlayan yahut katkıda bulunan kişi ise hâkim bu konuda mağdurların yaşam düzeylerini göz önünde<br />

bulundurarak daha önce Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre nafakaya hükmedilmemiş olması<br />

kaydıyla talep edilmese dahi tedbir nafakasına hükmedebilir. Bu Kanun kapsamındaki başvurular <strong>ve</strong><br />

<strong>ve</strong>rilen kararın infazı için yapılan icraî işlemler harca tâbi değildir”.<br />

İkinci maddede ise koruma kararının uygulanma süreci <strong>ve</strong> kimler tarafından uygulanacağı<br />

açıklanmaktadır: “Koruma kararının bir örneği mahkemece Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi olunur.<br />

Cumhuriyet Başsavcılığı kararın uygulanmasını genel kolluk kuv<strong>ve</strong>tleri marifeti ile izler. Koruma<br />

kararına uyulmaması halinde genel kolluk kuv<strong>ve</strong>tleri, mağdurların şikâyet dilekçesi <strong>ve</strong>rmesine gerek<br />

kalmadan re'sen soruşturma yaparak evrakı en kısa zamanda Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirir.<br />

Cumhuriyet Başsavcılığı koruma kararına uymayan eş <strong>ve</strong>ya diğer <strong>aile</strong> bireyleri hakkında Sulh Ceza<br />

Mahkemesinde kamu davası açar. Fiili başka bir suç oluştursa bile, koruma kararına aykırı davranan eş<br />

<strong>ve</strong>ya diğer <strong>aile</strong> bireyleri hakkında ayrıca üç aydan altı aya kadar hapis cezasına hükmolunur”.<br />

<br />

86


Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Teşkilat <strong>ve</strong> Görevleri Hakkında Kanun<br />

Yukarıda da belirtildiği gibi Anayasa devlete kadın-erkek eşitliği konusunda yükümlülükler getirmiştir.<br />

Bu çerçe<strong>ve</strong>de kurulan Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nin görevleri Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü<br />

Teşkilat <strong>ve</strong> Görevleri Hakkında Kanun’ da (2004) aşağıdaki gibi belirtilmiştir:<br />

Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Teşkilat <strong>ve</strong> Görevleri Hakkında Kanun’un ilk maddesinde kanunun<br />

amacı “kadının insan haklarının korunması <strong>ve</strong> geliştirilmesine yönelik çalışmalar yapmak, kadınların<br />

sosyal, ekonomik, kültürel <strong>ve</strong> siyasal yaşamdaki konumlarını güçlendirmek, hak, fırsat <strong>ve</strong> imkanlardan<br />

eşit biçimde yararlanmalarını sağlamak” şeklinde belirtilmiştir.<br />

Kanunun üçüncü maddesinde bu müdürlüğün görevleri aşağıdaki şekilde sıralanmıştır:<br />

a. Kadına karşı her türlü ayrımcılığı önlemek, kadının insan haklarını geliştirmek, kadını<br />

ekonomik, sosyal <strong>ve</strong> kültürel alanlarda etkin hale getirmek <strong>ve</strong> eğitim düzeyini yükseltmek<br />

amacıyla her türlü çalışmaya destek <strong>ve</strong>rmek, bu konularda stratejiler geliştirmek, plan <strong>ve</strong><br />

programları oluşturmak <strong>ve</strong> temel politikaların belirlenmesine katkıda bulunmak.<br />

b. Kanunları <strong>ve</strong> idari düzenlemeleri görev alanı çerçe<strong>ve</strong>sinde izleyerek kadınların eşit hak <strong>ve</strong><br />

fırsatlara ulaşmasını sağlayacak çalışmalar yapmak.<br />

c. Kadına yönelik her türlü şiddet, taciz <strong>ve</strong> istismarın önlenmesi için çalışmalarda bulunmak;<br />

kadının <strong>aile</strong> <strong>ve</strong> sosyal yaşamdan kaynaklanan sorunlarının çözümüne destek oluşturmak.<br />

d. Kadınlara kanunlarla <strong>ve</strong>rilen hakların tam <strong>ve</strong> eşit kullanılabilmesi <strong>ve</strong> kadın-erkek eşitliğinin<br />

toplumsal kalkınma sorunu olarak algılanması amacıyla kamuoyunu bilgilendirmek.<br />

e. Sağlık, eğitim, kültür, çalışma <strong>ve</strong> sosyal gü<strong>ve</strong>nlik başta olmak üzere bütün alanlarda kadınların<br />

ilerlemesini sağlayıcı <strong>ve</strong> karar mekanizmalarına katılımını artırıcı çalışmalarda bulunmak.<br />

f. Görev alanına giren konularda bilgi sistemleri, kütüphane <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya dokümantasyon merkezi<br />

kurmak, istatistikleri derlemek, görsel <strong>ve</strong> basılı yayınlar yapmak <strong>ve</strong>ya yaptırmak, eğitim amaçlı<br />

faaliyetlerde bulunmak, yurt içi <strong>ve</strong> yurt dışı kongre, seminer, toplantı <strong>ve</strong> benzeri etkinlikler<br />

düzenlemek.<br />

g. Görev alanına giren konularda kamu kurum <strong>ve</strong> kuruluşları, üni<strong>ve</strong>rsiteler, yerel yönetimler, sivil<br />

toplum kuruluşları <strong>ve</strong> özel sektör ile işbirliği yapmak, koordinasyonu sağlamak.<br />

h. İnceleme, araştırma ile uluslararası girişimlerden elde edilen bilgileri kamu politikalarının<br />

oluşumuna katkıda bulunması amacıyla uygulayıcı kurum <strong>ve</strong> kuruluşlara aktararak kuruluşların<br />

hizmetlerinin geliştirilmesine <strong>ve</strong> yeni hizmet modelleri oluşturulmasına katkıda bulunmak.<br />

i. 5.5.1969 tarihli <strong>ve</strong> 1173 sayılı Kanun çerçe<strong>ve</strong>sinde, görev alanı ile ilgili kuruluş <strong>ve</strong><br />

organizasyonlara üye olmak, gerçekleştirilecek her türlü çalışma <strong>ve</strong> etkinliğe katılmak,<br />

uluslararası sözleşmeler ile kararların getirdiği yükümlülükler doğrultusunda faaliyette<br />

bulunmak <strong>ve</strong> bu konuda gerekli raporları hazırlamak, kanuni düzenlemelerin yapılmasını<br />

sağlamaya yönelik çalışmalar yapmak.<br />

j. Görev alanına giren konularda çalışmalarda bulunan uluslararası kuruluşların faaliyetlerini<br />

izlemek alınan kararları ilgili kuruluşlara iletmek.<br />

k. Çalışma alanı ile ilgili konularda yurt içi <strong>ve</strong> yurtdışında bilimsel araştırmalar yapmak <strong>ve</strong><br />

yaptırmak, projeler geliştirmek, desteklemek, bunların uygulamaya konulmasını sağlamak <strong>ve</strong><br />

uluslararası kuruluşlarla ortak projeler yürütmek.<br />

Şiddete Maruz Kalan Kadına İlişkin Yasal Düzenlemeler<br />

Yukarıda da belirtildiği gibi Türkiye’de 1998’de yürürlüğe giren Ailenin Korunmasına Dair Kanun, <strong>aile</strong><br />

içi şiddetle ilgili yönleri ile olumludur. Yasaya göre bir kadın, onun adına bir <strong>aile</strong> dostu ya da <strong>aile</strong> üyesi<br />

<strong>ve</strong>ya Cumhuriyet Savcısı, şiddete karşı koruma emri çıkartması için <strong>aile</strong> mahkemesi hakimine <strong>ve</strong>ya sulh<br />

hakimine başvurabilir. Hakim, başvuruyu aldığında anda derhal koruma tedbirlerine hükmedebilir; bu<br />

başvuru, saldırganı yargılamayla ilgili bir talep değil, eşi korumayla ilgili bir taleptir. Şiddet uyguladığı<br />

iddia edilen kişinin evden uzaklaşmasını <strong>ve</strong> mağdura yaklaşmaması, aksi halde hapis tehlikesiyle karşı<br />

karşıya kalacağı gibi yaptırımlar içermektedir. Bu yasa polise, şiddet uygulayan kişinin silahlarına el<br />

koyma hakkı <strong>ve</strong>rir.<br />

<br />

87


Ailenin korunmasına dair kanuna göre şiddet mağduru açısından<br />

hangi korunma tedbirlerine başvurulabilinir?<br />

Türk Ceza Kanunu (T.C.K.)’nda kadına yönelik şiddetle ilgili özel bir hüküm bulunmamasına karşın<br />

bazı maddeler kadına yönelik şiddetle ilgili suçları ilgilendirmektedir.<br />

Türk Ceza Kanunu’nda Yaralama Suçu ile İlgili Maddeler<br />

T.C.K.’nun 88. maddesinin 1. fıkrasında yer <strong>ve</strong>rilen “Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde<br />

hafif yaralanma” kavramı ile ceza itibarı ile en hafif yaralanma grubu ifade edilmektedir.<br />

Yeni T.C.K.’nun 86. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “Başkasının vücuduna acı <strong>ve</strong>ren / sağlığının ya da<br />

algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan yaralanma” tanımı bedensel yaralanmanın yanı sıra şiddetin<br />

ruhsal etkilerini de kapsamakta olup; ön görülen ceza itibarı ile orta derece yaralanma grubunu<br />

oluşturmaktadır. T.C.K.’nun 87. maddesinin 1.fıkrasında “Yaşamını tehlikeye sokacak derecede<br />

yaralanma” olarak yer alan madde, mağdurda hayati tehlike oluşturan yaralanmalar içindir. Bir yaralanma<br />

sonrası, kişinin yaşamının mutlak suretle tehlikeye maruz kalması, ancak gerek kendi vücut direnci,<br />

gerekse tıbbi yardımla kurtulması durumunda kullanılır. Yani olay sırasında yaşamsal tehlikenin oluşmuş<br />

olması önemli olup, ölüm olması gerekmez. Kişinin sonradan iyileşmesi de bu durumu değiştirmez.<br />

Duyularından <strong>ve</strong>ya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflaması/yitirilmesi T.C.K.’nun 87.<br />

maddesinin 1.fıkrasında yer almaktadır. İşlev yitimi ise T.C.K.’nun 87. maddesinin 2.fıkrasında yer<br />

almakta olup, kişideki görme, işitme, koklama, tatma, dokunma duyuları ile organlar <strong>ve</strong> uzuvlarda (el, ön<br />

kol, kol, omuz, ayak, bacak, kalça) oluşan yapısal kayıp <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya işlevsel bozukluk kastedilmektedir.<br />

Yaralamanın vücutta kemik kırılmasına neden olması ise T.C.K.’nun 87. maddesinin 3. fıkrasında yer<br />

alan bir kavramdır. Kırığın kişinin hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre ceza öngörülmektedir.<br />

Türk Ceza Kanunu’nda Cinsel Suçlar ile İlgili Maddeler<br />

T.C.K., kişilere karşı suçlar kısmında cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı, reşit olmayanla cinsel<br />

ilişki <strong>ve</strong> cinsel taciz suçlarını düzenlemiştir. Değişen anlayış ile bu suçlar, cinsel dokunulmazlığa karşı<br />

suçlar bölümü altında düzenlenerek cinsel özgürlüğün korunması amaçlanmıştır. T.C.K.’da cinsel<br />

ilişkinin bireyin kişisel özgür tercihi <strong>ve</strong> gereksinimi olduğu anlayışı ön plana çıkmaktadır. Cinsel saldırı<br />

suçunun özelliği bu suçu oluşturan eylemlerin mağdurun rızası <strong>ve</strong> iradesi dışında gerçekleştirilmesidir.<br />

T.C.K.’da cinsel ilişkinin bireyin kişisel özgür tercihi <strong>ve</strong> gereksinimi<br />

olduğu anlayışı ön plana çıkmaktadır. Cinsel saldırı suçunun özelliği bu suçu oluşturan<br />

eylemlerin mağdurun rızası <strong>ve</strong> iradesi dışında gerçekleştirilmesidir.<br />

T.C.K.’da 102. maddede ‘cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl edilmesi’ söz<br />

konusudur. Fiilin vücuda organ <strong>ve</strong>ya sair bir cisim sokulması suretiyle işlenmesi durumunda, hapis cezası<br />

artmaktadır. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi hâlinde de (evlilik içi rıza dışı) suç olarak ele alınır. Ancak bu<br />

durumda yargılama mağdurun şikâyetine bağlı olmasına rağmen bu uygulama ile eşe karşı yapılan<br />

eylemlerin suç teşkil etmeyeceği anlayışından vazgeçilmiştir. Yasada ırza tasaddi <strong>ve</strong> ırza geçme, hatta<br />

sarkıntılık suçları bir arada düzenlenmekte <strong>ve</strong> vücut dokunulmazlığı öngörülmektedir. Bu eylemler<br />

arasında ceza farklılığı hakimin yetkisinde olmakla birlikte adli raporların yeterli, açık, tanımlayıcı<br />

nitelikte yazılması kişilerin mağduriyetlerinin giderilmesinde <strong>ve</strong> gereken cezanın <strong>ve</strong>rilmesinde temel<br />

unsur olacağı yadsınamaz.<br />

Vücuda organ <strong>ve</strong>ya sair bir cisim sokulması ise vaginal, anal, oral yollar ile de olabileceği için bu<br />

durumların kanıtlanabilmesi için örneklerin tıbbi yöntemlere uygun olarak <strong>ve</strong> mutlaka dikkatle alınmasını<br />

gerekli kılmaktadır. Yasada vücuda kelimesinin kullanılması eski ırza geçme kavramını oldukça<br />

genişletmektedir. Daha önceki yasada bu konuda bekaret daha çok ön plana çıkarılmış iken yeni yasa ile<br />

birlikte literatürde tanımlanmış diğer tecavüz türlerinin de aynı madde kapsamında yargılanmasının önü<br />

açılmış olmaktadır.<br />

<br />

88


Cinsel saldırı suçunun beden <strong>ve</strong>ya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye<br />

karşı, mağdurun direncinin kırılmasını sağlayacak ölçünün ötesinde cebir kullanılması önem arz<br />

etmektedir. Yani eğer cinsel saldırı, fiziksel şiddet kullanılarak uygulanmış ise <strong>ve</strong>rilen ceza artmaktadır.<br />

Cinsel saldırı suçunun üçüncü derece dahil kan <strong>ve</strong>ya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye<br />

karşı işlenmesi durumu yasada yer almaktadır. Bu maddeden ensest ilişki kastedilmektedir. Okullarda ya<br />

da yurtlarda olabilecek cinsel saldırı olaylarında kamu görevinin <strong>ve</strong>ya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz<br />

kötüye kullanılması da cezayı arttırıcı nitelik oluşturmaktadır.<br />

Onbeş yaşını tamamlamamış <strong>ve</strong>ya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam <strong>ve</strong> sonuçlarını<br />

algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranışlar ile diğer<br />

çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile <strong>ve</strong>ya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak<br />

gerçekleştirilen cinsel davranışlar ise 103. maddede suç olarak tanımlanmaktadır. Cinsel amaçlı olarak<br />

taciz suçu, 105. maddede ele alınmakta <strong>ve</strong> ceza öngörülmektedir. Bu durum eski yasamızdaki söz atma <strong>ve</strong><br />

sarkıntılıkta bulunma ifadesinin yerine geçmiştir. Cinsel taciz, bir kimsenin cinsel arzularını tatmin için<br />

bir başkasının cinsel dokunulmazlığına yönelik, ancak vücut dokunulmazlığını ihlal niteliği taşımayan<br />

(cinsel saldırı boyutuna ulaşmayan) davranışlarla rahatsız edilmesidir.<br />

T.C.K.’nda cinsel saldırı ile ilgili maddeler:<br />

MADDE 102.<br />

1. Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun şikâyeti<br />

üzerine, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.<br />

2. Fiilin vücuda organ <strong>ve</strong>ya sair bir cisim sokulması suretiyle işlenmesi durumunda, yedi yıldan<br />

oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi hâlinde, soruşturma <strong>ve</strong><br />

kovuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır.<br />

3. Suçun;<br />

a. Beden <strong>ve</strong>ya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,<br />

b. Kamu görevinin <strong>ve</strong>ya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,<br />

c. Üçüncü derece dahil kan <strong>ve</strong>ya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı,<br />

d. Silâhla <strong>ve</strong>ya birden fazla kişi tarafından birlikte,<br />

İşlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre <strong>ve</strong>rilen cezalar yarı oranında artırılır.<br />

4. Suçun işlenmesi sırasında mağdurun direncinin kırılmasını sağlayacak ölçünün ötesinde cebir<br />

kullanılması durumunda kişi ayrıca kasten yaralama suçundan dolayı cezalandırılır.<br />

5. Suçun sonucunda mağdurun beden <strong>ve</strong>ya ruh sağlığının bozulması hâlinde, on yıldan az olmamak<br />

üzere hapis cezasına hükmolunur.<br />

6. Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi <strong>ve</strong>ya ölümü hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis<br />

cezasına hükmolunur.<br />

Çocukların cinsel istismarı<br />

MADDE 103.<br />

1. Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile<br />

cezalandırılır.<br />

Cinsel istismar deyiminden;<br />

a. Onbeş yaşını tamamlamamış <strong>ve</strong>ya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam <strong>ve</strong><br />

sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü<br />

cinsel davranış,<br />

b. Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile <strong>ve</strong>ya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı<br />

olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar anlaşılır.<br />

89


2. Cinsel istismarın vücuda organ <strong>ve</strong>ya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi<br />

durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.<br />

3. Cinsel istismarın üstsoy, ikinci <strong>ve</strong>ya üçüncü derecede kan hısmı, ü<strong>ve</strong>y baba, evlat edinen, vasi,<br />

eğitici, öğretici, bakıcı, sağlık hizmeti <strong>ve</strong>ren <strong>ve</strong>ya koruma <strong>ve</strong> gözetim yükümlülüğü bulunan<br />

diğer kişiler tarafından ya da hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle<br />

gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre <strong>ve</strong>rilecek ceza yarı oranında artırılır.<br />

4. Cinsel istismarın, birinci fıkranın (a) bendindeki çocuklara karşı cebir <strong>ve</strong>ya tehdit kullanmak<br />

suretiyle gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre <strong>ve</strong>rilecek ceza yarı oranında<br />

artırılır.<br />

5. Cinsel istismar için başvurulan cebir <strong>ve</strong> şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine<br />

neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.<br />

6. Suçun sonucunda mağdurun beden <strong>ve</strong>ya ruh sağlığının bozulması hâlinde, onbeş yıldan az<br />

olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.<br />

7. Suçun mağdurun bitkisel hayata girmesine <strong>ve</strong>ya ölümüne neden olması durumunda,<br />

ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.<br />

Reşit olmayanla cinsel ilişki<br />

MADDE 104.<br />

1. Cebir, tehdit <strong>ve</strong> hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi,<br />

şikâyet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.<br />

2. Fail mağdurdan beş yaştan daha büyük ise, şikâyet koşulu aranmaksızın, cezası iki kat artırılır.<br />

Cinsel taciz<br />

MADDE 105.<br />

1. Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikâyeti üzerine, üç aydan<br />

iki yıla kadar hapis cezasına <strong>ve</strong>ya adlî para cezasına hükmolunur.<br />

2. Bu fiiller, hiyerarşi <strong>ve</strong>ya hizmet ilişkisinden kaynaklanan nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle ya<br />

da aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanılarak işlendiği takdirde, yukarıdaki<br />

fıkraya göre <strong>ve</strong>rilecek ceza yarı oranında artırılır. Bu fiil nedeniyle mağdur işi terk etmek<br />

mecburiyetinde kalmış ise, <strong>ve</strong>rilecek ceza bir yıldan az olamaz.<br />

Cezayı ağırlaştıran suç unsurları olarak cinsel saldırıya uğrayan kişinin rızasının olmaması, yaşının<br />

küçük olması, akıl <strong>ve</strong> beden hastalığı bulunması, rıza haricinde <strong>ve</strong>ya habersiz <strong>ve</strong>rilen alkol, uyutucu <strong>ve</strong><br />

uyuşturucu madde etkisinde gerçekleşmesi, hileli davranışlar, kandırma <strong>ve</strong> zor kullanma gibi unsurları<br />

içermektedir.<br />

<br />

T.C.K.’na göre hangi faktörler cinsel suçlara <strong>ve</strong>rilen cezaları artırır.<br />

90


Özet<br />

Her yıl dünya üzerinde bir milyondan fazla insan<br />

kendisine uyguladığı, kişilerin birbirlerine<br />

uyguladığı şiddet davranışı nedeni ile ölümcül<br />

olmayan yaralanmalar yaşamaktadır. Dünya<br />

Sağlık Örgütü 2000 yılında tüm dünyada 1.6<br />

milyondan fazla kişinin şiddet davranışına maruz<br />

kalmak yoluyla hayatını kaybettiğini, şiddet<br />

davranışına bağlı ölümlerin yaklaşık yarısının<br />

intihara, üçte birinin cinayete, geri kalanlarının<br />

ise diğer şiddet olaylarına bağlı olduğunu<br />

bildirmiştir. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre şiddet,<br />

önlenebilecek <strong>ve</strong> öncelikli bir halk sağlığı<br />

sorunudur.<br />

Şiddet, dünya sağlık örgütü tarafından “fiziksel<br />

bir gücün <strong>ve</strong>ya herhangi bir baskının bilerek <strong>ve</strong><br />

isteyerek kişinin kendisine (örneğin intihar<br />

amaçlı olan davranışlar), başka birine <strong>ve</strong>ya başka<br />

bir gruba yöneltilmesi <strong>ve</strong> bunun sonucunda<br />

yaralanma, ölüm, psikolojik zarar, gelişim<br />

geriliği <strong>ve</strong>ya yoksunluk durumunun ortaya<br />

çıkması <strong>ve</strong>ya ortaya çıkması olasılığına neden<br />

olan eylemler” şeklinde tanımlanmıştır.<br />

Gündelik yaşamda karşılaştığımız çeşitli şiddet<br />

davranışlarını, insanın hayvani doğasıyla<br />

açıklamak, hayvanlar üzerinden hemcinslerimizi,<br />

benzerlerimizi temize çıkarmak çabasından başka<br />

bir şey değildir. Şiddet karşısında sıklıkla<br />

söylenen ‘bunu yapan insan olamaz!’ sözü,<br />

saldırganın hemcinsimiz olması, yani bize<br />

benzemesiyle ortaya çıkan yaralanmışlığımızı<br />

onarma çabasıdır. ‘Bunu yapan insan değil başka<br />

bir şey olmalı! E<strong>ve</strong>t e<strong>ve</strong>t o ancak bir hayvan<br />

olabilir!’. Aksine, tüylerimizi diken diken eden<br />

şiddet eylemlerini yapanlar, tam da insan<br />

oldukları için bu kadar acımasız olabilmişlerdir.<br />

Şiddeti, hayvan doğamız, genlerimiz,<br />

hormonlarımızla değil de bizi hayvandan ayıran<br />

en önemli özelliğimiz olan ötekilerin gözünde<br />

düştüğümüz durumla ilgili yanımızla kavramak,<br />

şiddeti anlama <strong>ve</strong> önleme yolunda atılabilecek en<br />

önemli adımdır. Ancak bu adımın ardından, insan<br />

saldırganlığını, toplumsal, kültürel, ruhsal, sınıfsal,<br />

cinsel, etnik, dini, biyolojik olmak üzere<br />

birçok yönüyle anlaşılır kılabilecek bir şiddet<br />

kuramı geliştirebilir.<br />

<br />

91<br />

Kadına yönelik şiddet, bir kadına sırf kadın<br />

olduğu için yöneltilen ya da oransız bir şekilde<br />

kadınları etkileyen davranışlara denmektedir.<br />

Dikkat edilirse bu tanımda ‘sadece kadın olduğu<br />

için’ ibaresi bulunmaktadır. Bu durum kavramsal<br />

açıdan kafa karıştırıcı <strong>ve</strong> kısıtlayıcı olabilir.<br />

Buradaki cinsiyetten kasıt biyolojik cinsiyet değil<br />

toplumsal cinsiyettir. Yani erkeğe <strong>ve</strong> kadına toplumun<br />

biçtiği roller <strong>ve</strong> bireyden olan beklentileridir.<br />

Kadınlar, kendilerine <strong>ve</strong>rilen rolleri<br />

yerine getirmedikleri düşünüldüğünde erkekler<br />

tarafından şiddet görerek cezalandırılmakta <strong>ve</strong><br />

kendilerine rolleri hatırlatılmaktadır.<br />

Aile içi şiddet kısaca, “<strong>aile</strong> bireylerinden<br />

birisinin, <strong>aile</strong>nin diğer bireylerinin saldırısına<br />

uğraması” şeklinde tanımlanabilir. Kapsamlı bir<br />

tanım yapmak gerekirse, <strong>aile</strong> içi şiddet,<br />

“aralarında kan bağı ya da hukuksal bağlılık<br />

bulunan, özel alanda gerçekleşen, birlikte<br />

yaşayan, kısacası kendisini <strong>aile</strong> olarak tanımlamış<br />

bir grup içinde zorlamak, aşağılamak, güç<br />

göstermek, öfke <strong>ve</strong> gerginlik boşaltmak amacıyla<br />

bir bireyden diğerine yöneltilen her türlü şiddet<br />

davranışı” şeklinde tanımlanmaktadır.<br />

Şiddet mağdurları ile daha kolay eşduyum<br />

sağlanabilmesi açısından <strong>aile</strong> içi şiddetteki döngü<br />

iyi bir araçtır. Bu döngüye göre şiddetin<br />

gerginliğin tırmanması, şiddet aşaması <strong>ve</strong> balayı<br />

aşaması olmak üzere üç aşaması mevcuttur.<br />

Türkiye’de 1998’de yürürlüğe giren Ailenin<br />

Korunmasına Dair Kanun, <strong>aile</strong> içi şiddetle ilgili<br />

yönleri ile olumludur. Yasaya göre bir kadın,<br />

onun adına bir <strong>aile</strong> dostu ya da <strong>aile</strong> üyesi <strong>ve</strong>ya<br />

Cumhuriyet Savcısı, şiddete karşı koruma emri<br />

çıkartması için <strong>aile</strong> mahkemesi hakimine <strong>ve</strong>ya<br />

sulh hakimine başvurabilir. Hakim, başvuruyu<br />

aldığında anda derhal koruma tedbirlerine<br />

hükmedebilir; bu başvuru, saldırganı yargılamayla<br />

ilgili bir talep değil, eşi korumayla ilgili<br />

bir taleptir. Şiddet uyguladığı iddia edilen kişinin<br />

evden uzaklaşmasını <strong>ve</strong> mağdura yaklaşmaması,<br />

aksi halde hapis tehlikesiyle karşı karşıya<br />

kalacağı gibi yaptırımlar içermektedir.


Kendimizi Sınayalım<br />

1. Mobbing hangi ortamda uygulanan bir şiddet<br />

türüdür?<br />

a. İş yeri<br />

b. Ev<br />

c. Sokak<br />

d. Stadyum<br />

e. Açık alan<br />

2. Aşağıdakilerden hangisi ekonomik şiddettir?<br />

a. Tokat atma<br />

b. Çalışma izni <strong>ve</strong>rmeme<br />

c. Rızasız cinsel davranış<br />

d. Arkadaşlarıyla görüştürmeme<br />

e. Okula göndermeme<br />

3. Aşağıdakilerden hangisi kadına yönelik<br />

şiddetin önlenmesini sağlamak üzere hakim<br />

tarafından alınabilecek önlemlerden birisi değildir?<br />

a. Evden uzaklaştırma<br />

b. Silahına el koyma<br />

c. İkamet sağlama<br />

d. Tedaviye yönlendirme<br />

e. Alkol madde kullanımını engelleme<br />

4. Hangi durum cinsel suçlara <strong>ve</strong>rilen cezanın<br />

artmasına neden olmaz?<br />

a. Mağdurun ruh sağlığının bozulması<br />

b. Mağdurun kendisini savunamayacak olması<br />

c. Mağdurun yaşının küçük olması<br />

d. Mağdurun öğrenci olması<br />

e. Mağdura fiziksel güç kullanılması<br />

5. Aile, Kadın, Çocuk <strong>ve</strong> Özürlü Sosyal Hizmet<br />

Danışma Hattı numarası kaçtır?<br />

a. 110<br />

b. 177<br />

c. 155<br />

d. 183<br />

e. 182<br />

<br />

92<br />

6. Aşağıdakilerden hangisi şiddete uğrayan<br />

çocuklarda ortaya çıkabilecek sonuçlardan birisi<br />

değildir?<br />

a. Okul başarısında düşme<br />

b. Alt ıslatma<br />

c. Çabuk öfkelenme<br />

d. Uykuda sıçrama<br />

e. Arkadaşları ile iyi geçinme<br />

7. Şiddetin kökeni ile ilgili olarak aşağıdakilerden<br />

hangisi doğrudur?<br />

a. Medya doğrudan şiddete neden olur.<br />

b. Tecavüz insanda daha az görülür.<br />

c. Şiddet, insan için kullanılan bir kavramdır.<br />

d. Ruhsal bozukluğun şiddetle ilgili yoktur.<br />

e. Ebe<strong>ve</strong>ynler şiddet üzerine etkisizdir.<br />

8. Aşağıdakilerden hangisi <strong>aile</strong> içi şiddet döngüsünde<br />

balayı aşamasının özelliğidir?<br />

a. Şiddetin uygulanması<br />

b. Özür <strong>ve</strong> af dileme<br />

c. Kadının kontrol edebiliyor olması<br />

d. Gerginliğin en yüksek düzeyde olması<br />

e. Öfkeyi engelleme için çaba<br />

9. Aşağıdakilerden hangisi <strong>aile</strong> içi şiddetin gizli<br />

kalmasını sağlayan faktörlerden değildir?<br />

a. Başvuru organlarının olması<br />

b. Ailenin özel alan olarak görülmesi<br />

c. Aileye kutsallık atfedilmesi<br />

d. Faillerin yakın kişiler olması<br />

e. Meşru olarak görülmesi<br />

10. Şiddetle ilgili aşağıdakilerden hangisi doğrudur?<br />

a. Kadınlar daha çok risk altındadır.<br />

b. Sadece fiziksel olarak uygulanır.<br />

c. Çocukların etkilenmesi beklenmez.<br />

d. Mobbing sokakta uygulanan şiddettir.<br />

e. Ruhsal etkisi göz ardı edilebilir.


Kendimizi Sınayalım Yanıt<br />

Anahtarı<br />

1. a Yanıtınız yanlış ise “Şiddetin Türleri”<br />

başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

2. b Yanıtınız yanlış ise “Şiddetin Türleri”<br />

başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

3. c Yanıtınız yanlış ise “Aile İçi Şiddetin<br />

Hukuki Yönü” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

4. d Yanıtınız yanlış ise “Türk Ceza Kanunu’nda<br />

Cinsel Suçlar ile İlgili Maddeler” başlıklı konuyu<br />

yeniden gözden geçiriniz.<br />

5. d Yanıtınız yanlış ise “Aile İçi Şiddet” başlıklı<br />

konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

6. e Yanıtınız yanlış ise “Aile İçi Şiddetin<br />

Çocuklar Üzerine Etkileri” başlıklı konuyu<br />

yeniden gözden geçiriniz.<br />

7. c Yanıtınız yanlış ise “Şiddetin Kökeni”<br />

başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

8. b Yanıtınız yanlış ise “Aile İçi Şiddet<br />

Döngüsü” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

9. a Yanıtınız yanlış ise “Aile İçi Şiddet” başlıklı<br />

konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

10. a Yanıtınız yanlış ise “Aile <strong>ve</strong> Şiddet”<br />

başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

<br />

93<br />

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı<br />

Sıra Sizde 1<br />

Şiddet, “bireylerin fiziksel, cinsel, ekonomik<br />

<strong>ve</strong>ya psikolojik zarar görmesiyle <strong>ve</strong>ya acı<br />

çekmesiyle sonuçlanması muhtemel hareketleri,<br />

buna yönelik tehdit <strong>ve</strong> baskıyı ya da özgürlüğün<br />

keyfi engellenmesini içeren, toplumsal <strong>ve</strong>ya özel<br />

alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik,<br />

sözel <strong>ve</strong> ekonomik her türlü davranış” şeklinde<br />

tanımlanabilir.<br />

Sıra Sizde 2<br />

Şiddet, yöneldiği kişi ya da kişiler, şiddet<br />

davranışına maruz kalanların yaşları, şiddet<br />

davranışına maruz kalanların cinsiyetleri, şiddet<br />

davranışının meydana geldiği ortam <strong>ve</strong> şiddet<br />

uygulamak için kullanılan yöntem temelinde<br />

sınıflandırılabilir.<br />

Sıra Sizde 3<br />

Her bireyde farklı uyaran <strong>ve</strong>ya davranışlar öfke<br />

<strong>ve</strong> saldırganlığa yol açabilir. Bu nedenle insan<br />

saldırganlığının nedenleri karmaşıktır. Hayvan<br />

saldırganlığını ise genellikle hayvanın doğası<br />

<strong>ve</strong>ya içgüdüleriyle açıklayabilmek mümkün<br />

olduğundan hayvani saldırganlık daha basit <strong>ve</strong><br />

kolay anlaşılabilirdir. Bu nedenle şiddet<br />

kavramını insan saldırganlığı için kullanmak<br />

daha uygundur.


Sıra Sizde 4<br />

Kadına yönelik şiddet, “bir kadına sırf kadın<br />

olduğu için yöneltilen ya da oransız bir şekilde<br />

kadınları etkileyen davranışlara” denmektedir.<br />

Kadınlar, kendilerine <strong>ve</strong>rilen rolleri yerine<br />

getirmedikleri düşünüldüğünde erkekler tarafından<br />

şiddet görerek cezalandırılmakta <strong>ve</strong> kendilerine<br />

rolleri hatırlatılmaktadır. Diğer bir deyimle,<br />

kadına karşı şiddetin temelinde toplumsal<br />

cinsiyet ayırımcılığı yatmaktadır.<br />

Sıra Sizde 5<br />

Dünya genelinde yapılan çalışmalar <strong>aile</strong> içi<br />

şiddetin tüm sosyoekonomik katmanlarda görüldüğünü,<br />

sosyoekonomik düzeyin bu açıdan koruyucu<br />

olmadığını göstermektedir.<br />

Sıra Sizde 6<br />

Aile içi şiddet döngüsüne göre şiddetin<br />

gerginliğin tırmanması, şiddet aşaması <strong>ve</strong> balayı<br />

aşaması olmak üzere üç aşaması mevcuttur.<br />

Sıra Sizde 7<br />

Süreğen olarak şiddete maruz kalmak kadınlarda<br />

sık olarak bu durumdan kurtulamayacakları,<br />

ellerinden bir şey gelmeyeceği, bu durumun<br />

çözümsüz olduğu sonucuna götürür. Şiddet<br />

mağduru kadınlar, orta vadeli planlamalar yapmak<br />

yerine kısa vadeli hatta günlük planlamalar<br />

yapmak zorunda kalırlar. Ayrıca bu kadınlarda<br />

ruhsal bozukluk görülme ihtimali de artar.<br />

<br />

94<br />

Sıra Sizde 8<br />

İnsan yavrusu ile ona bakım <strong>ve</strong>ren arasında<br />

yaşamın erken döneminden itibaren bağlanma<br />

gerçekleşir. Bu bağlanma, temelde gü<strong>ve</strong>nli <strong>ve</strong><br />

gü<strong>ve</strong>nsiz olmak üzere iki şekildedir. Hangi tür<br />

bağlanmanın gerçekleşeceği birçok faktöre bağlı<br />

olmakla birlikte şiddete maruz kalmak ya da<br />

şiddete tanıklık etmek gü<strong>ve</strong>nsiz bağlanmaya<br />

neden olmaktadır.<br />

Sıra Sizde 9<br />

Aile bireylerine karşı şiddete <strong>ve</strong>ya korkuya<br />

yönelik söz <strong>ve</strong> davranışlarda bulunmaması,<br />

müşterek evden uzaklaştırılarak bu evin diğer <strong>aile</strong><br />

bireylerine tahsisi ile bu bireylerin birlikte ya da<br />

ayrı oturmakta olduğu e<strong>ve</strong> <strong>ve</strong>ya işyerlerine<br />

yaklaşmaması, <strong>aile</strong> bireylerinin eşyalarına zarar<br />

<strong>ve</strong>rmemesi, <strong>aile</strong> bireylerini iletişim araçları ile<br />

rahatsız etmemesi, varsa silah <strong>ve</strong>ya benzeri<br />

araçlarını genel kolluk kuv<strong>ve</strong>tlerine teslim<br />

etmesi, alkollü <strong>ve</strong>ya uyuşturucu herhangi bir<br />

madde kullanılmış olarak şiddet mağdurunun<br />

yaşamakta olduğu konuta <strong>ve</strong>ya işyerine<br />

gelmemesi <strong>ve</strong>ya bu yerlerde bu maddeleri<br />

kullanmaması, bir sağlık kuruluşuna muayene<br />

<strong>ve</strong>ya tedavi için başvurması.<br />

Sıra Sizde 10<br />

Cinsel suç mağduru olan kişinin yaşının küçük<br />

olması, kendini savunamayacak durumda olması,<br />

işlenen suçun fiziksel şiddet aracılığı ile işlenmiş<br />

olması, cinsel suç mağduru kişilerin bu suç<br />

nedeni ile ruhsal durumlarının bozulmuş olması<br />

gibi faktörler f<strong>aile</strong> <strong>ve</strong>rilecek cezanın artmasına<br />

neden olmaktadır.


Yararlanılan Kaynaklar<br />

Ankara Tabip Odası. (2003). Kadına yönelik<br />

şiddet <strong>ve</strong> hekimlik sempozyumu. Ankara:<br />

Ankara Tabip Odası Yayınları.<br />

Ayan, S. (2010). Aile <strong>ve</strong> Şiddet. Ankara: Ütopya<br />

Yayınevi.<br />

Beck, A.T. (2005). Bilişsel Terapi <strong>ve</strong> Duygusal<br />

Bozukluklar. İstanbul: Litera Yayıncılık.<br />

Biçer, Ü., Tırtıl, L. (2011). Şiddet <strong>ve</strong> adli tıp.<br />

Türkiye Klinikleri J Psychiatry-Special Topics,<br />

4(2):66-78.<br />

Danışman, I.G. (2011). Toplumsal şiddetin<br />

çocuk <strong>ve</strong> ergen ruh sağlığı açısından etkileri.<br />

Türkiye Klinikleri J Psychiatry-Special Topics,<br />

4(2):37-45.<br />

Gönen, A.G., Kaymak, S.U., Soygür, H. (2011).<br />

Şizofreni hastalarında şiddet. Türkiye<br />

Klinikleri J Psychiatry-Special Topics, 4(2):57-<br />

65.<br />

Kaptanoğlu, C.(2009). Neden Şiddet? Psikeart,<br />

8: 8-13.<br />

Krent, J. (1978). Some Thoughts on<br />

Aggression. Journal of the American<br />

Psychoanalytic Association, 26: 185-232.<br />

Lorenz, K. (2008). İşte İnsan (Saldırganlığın<br />

Doğası Üzerine). İstanbul: Cumhuriyet Kitapları.<br />

Okutan, N. (2011). Kadına yönelik <strong>aile</strong> içi<br />

şiddet. Van’da, kadınların şiddet deneyimleri,<br />

şiddeti doğuran koşullar <strong>ve</strong> başetme biçimleri,<br />

şiddetin kadın sağlığına etkileri. Van: Yüksek<br />

lisans tezi.<br />

<br />

95<br />

Parmaksızoğlu, A.Ç. (2011). Aile içi şiddet<br />

mağduru olup boşanma sürecinde bulunan<br />

kadınlarda travma sonrası stres belirtileri <strong>ve</strong><br />

ilişkili özellikler. Kocaeli: Yüksek lisans tezi.<br />

Riches, D. (1989). Antropolojik Açıdan Şiddet.<br />

İstanbul: Ayrıntı Yayınevi.<br />

Sadock, B.J., Sadock, V.A. (2007). Kaplan and<br />

Sadock’s Textbook of Psychiatr. Philadelphia:<br />

Lippincott Williams & Wilkins.<br />

Şahin, A.G. (2011). Aile içi şiddet kavramı <strong>ve</strong><br />

<strong>aile</strong> içi şiddetin uluslararası <strong>ve</strong> ulusal hukuki<br />

belgelerdeki düzenlemesi. İstanbul: Yüksek<br />

lisans tezi.<br />

Türk Tabipleri Birliği. (2007). Şiddet<br />

sempozyumu. Ankara.<br />

Yararlanılan İnternet Kaynakları<br />

http://www.ksgm. gov.tr<br />

http://www.morcati.org.tr/sitetest/tr/sayfa/31/Sid<br />

deteMaruzKalanKadinailiskinyasalduzenlemeler.<br />

html<br />

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts<br />

&arama=gts&guid=TDK.GTS.4f4174b71a67f9.1<br />

5495995


6<br />

Amaçlarımız<br />

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

Kanser tanısı konan kişilerin ruhsal tepkileri açıklayabilecek,<br />

Süregen hastalığa karşı <strong>aile</strong>nin gösterdiği uyum süreçlerini açıklayabilecek,<br />

Hastalıkların eşler arası ilişkiye etkilerini tanımlayabilecek,<br />

Ruhsal hastalıklar <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> üzerindeki etkilerini açıklayabilecek<br />

bilgi <strong>ve</strong> becerilere sahip olabilirsiniz.<br />

Anahtar Kavramlar<br />

Hastalık<br />

İçindekiler<br />

Giriş<br />

Hastalığa Ruhsal Tepkiler<br />

Bedenselleştirme<br />

Sigara Bağımlılığı<br />

Birey, Aile <strong>ve</strong> Hastalık<br />

Bedensel Hastalıkların Aile Üzerindeki Etkileri<br />

Eşler Arası İlişkiler <strong>ve</strong> Hastalık<br />

Aile Sağlığı <strong>ve</strong> Ruhsal Hastalıklar<br />

96<br />

Depresyon<br />

Bunaltı Bozukluğu<br />

Fobi<br />

Alkol Bağımlılığı


GİRİŞ<br />

Hastalıklar (bedensel <strong>ve</strong> ruhsal hastalıklar) <strong>aile</strong>nin beklemediği kriz yaşantılarıdır. Ailenin işlevselliğini<br />

etkiler. Diğer taraftan <strong>aile</strong>nin işlevselliği; hasta bireyin hastalıkla baş etmesini, hastalığın tedavisini <strong>ve</strong><br />

hastalığın seyrini etkiler. Ciddi bedensel hastalıklarda bireylerin gösterdiği psikolojik tepkiler bazı ortak<br />

özellikler içerir. Bunlar; şok <strong>ve</strong> inanmama, öfke <strong>ve</strong> kızgınlık, pazarlık, depresyon <strong>ve</strong> kabullenme<br />

evrelerini içerir. Hastalık, <strong>aile</strong> sisteminin dengesini bozar. Diğer taraftan da <strong>aile</strong> sistemi, hastalığa karşı<br />

yeniden uyum süreçlerini başlatır. Bu süreçlerin bilinmesi hasta bireye daha fazla yardım <strong>ve</strong> desteğin<br />

<strong>ve</strong>rilmesini sağlar, çift <strong>ve</strong> <strong>aile</strong>nin baş etme becerilerini artırır. Hastalık bazı <strong>aile</strong>lere daha güçlü, gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong><br />

yakınlık hissettikleri <strong>aile</strong> ilişkilerini geliştirecek yeni bakış açıları edinme fırsatları sunar. Bu ünitede;<br />

ciddi hastalıklara (örn.kanser) kişilerin <strong>ve</strong>rdiği ruhsal tepkiler, <strong>aile</strong> sisteminin hastalığa <strong>ve</strong>rdiği tepkiler,<br />

hastalığın eşler arası ilişkiye olan etkileri ile ruhsal hastalıklar <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> bireylerine etkileri ele alınmaktadır.<br />

BİREY, AİLE VE HASTALIK<br />

<br />

Aile <strong>ve</strong> Hastalık<br />

Bu bölümde özellikle kanser gibi ciddi rahatsızlıklarda hastanın <strong>ve</strong>rdiği ruhsal tepkiler <strong>ve</strong> <strong>aile</strong>lerinin<br />

hastalığa yönelik tutumları ele alınacaktır. İnsanlar kanser gibi ciddi hastalık tanısı karşısında birçok<br />

psikolojik tepkiler gösterirler. İlk aşamada en yaygın tepki şok olma <strong>ve</strong> inanmamadır. Tetkiklerin yanlış<br />

olduğuna inanır. Başka başka doktorlara gitmek ister. Gerçeğin inkarı, katlanılması çok güç bazıları için<br />

imkansız hastalık gerçeğinin yarattığı kaygı, panik <strong>ve</strong> çaresizlik duygularına karşı bir savunmadır. “hayır<br />

bu bana olamaz, bu doğru değil” diyerek, bir anlamda gerçeği reddederek, olmamış kabul ederek hasta<br />

kendini dayanılmaz kaygıdan korur. Hastalığın inkarı, özellikle hastayı tanımayan biri tarafından gerçeğin<br />

çok erken <strong>ve</strong>ya aniden söylenmesi ya da hastanın hazır olup olmadığı dikkate alınmadan “söyleyeyim de<br />

kurtuluyum” yaklaşımı ile haraket edilmesi durumlarında ortaya çıkması daha sık olur. İkinci aşama öfke,<br />

kızgınlık dönemidir. “Niye ben?” türü öfke <strong>ve</strong> isyan duyguları görülür. Bu hastaların kaygı, tepki <strong>ve</strong><br />

kızgınlıklarını <strong>aile</strong>lerine bazen de tedavi ekibine yansıtabileceklerinin bilincinde olunmalıdır. Bu öfkenin<br />

kökeninde hedef aldığı kişilerden çok çaresizliğe olan öfkedir. Aile üyeleri öfkeyi kişisel olarak algılarsa<br />

onların da tepkileri giderek öfkeli hale gelir. Saygı duyulan <strong>ve</strong> anlaşılan, ilgi gösterilen <strong>ve</strong> zaman ayrılan<br />

hasta kısa sürede sesini alçaltacak <strong>ve</strong> öfke tepkilerini azaltacaktır. Üçüncü aşama pazarlık aşamasıdır.<br />

Ölümcül hasta biraz daha yaşamaya karşılık vaadlerde bulunur. Örneğin “Kızının düğününü görmeyi<br />

istediği, başka bir şey istemeyeceği” gibi pazarlık gerçekte bir erteleme çabasıdır. Vaadler, sessiz bir<br />

suçluluk duygusuyla ilişkili olabilir. Dördüncü aşama depresyon aşamasıdır. Bu dönemde yaklaşan<br />

kayıpların <strong>ve</strong>rdiği endişe nedeniyle karamsarlık ortaya çıkar. Bu kaybın birçok yönü olabilir. Kimi<br />

hastalar örn. meme kanseri olan hasta vücut güzelliğinin kaybına tepki <strong>ve</strong>rir. Ya da rahim kanseri olan<br />

kadın ameliyat sonrası artık bir kadın olmadığı hissine kapılır. Tekrarlı hastane yatışları ekonomik<br />

kayıpları da getirecektir. Hastaya üzülmemesinin söylenmesi yerine üzüntüsünü ifade etmesine izin<br />

<strong>ve</strong>rilmesi yaşadıklarını kabullenmesini kolaylaştıracaktır. Son aşama kabullenme aşamasıdır. Hasta<br />

gerçeği kabul edip, hastalığı ile birlikte yaşamayı öğrendiği dönemdir. Tedavi seçeneklerinin belirtilmesi<br />

<strong>ve</strong> bir tedavi proğramının sunulması kabullenişi kolaylaştırır. Bu aşama ile birlikte kişi yaşamını,<br />

geçmişini, geleceğini, varoluşunu yeniden yorumlamaya başlar.<br />

97


Kanserli hastanın uyumunda rol oynayan çeşitli psikososyal etkenler vardır. Bunlar;<br />

• hastalığın kendisi, hastalığın tuttuğu organ, tipi, belirti <strong>ve</strong> bulguları, hastalığın seyri, tedavisi,<br />

• hastanın daha önceki uyum potansiyeli,<br />

• tıbbi hastalıklara ilişkin deneyim <strong>ve</strong> düşünceleri,<br />

• başedebilme becerileri,<br />

• hangi yaş döneminde bu hastalığa yakalandığı, yaşına uygun amaç <strong>ve</strong> projeleri için oluşturduğu<br />

tehdit düzeyi,<br />

• hastanın kişilik özellikleri,<br />

• <strong>aile</strong>nin tutumları,<br />

• çevre destek sistemleri,<br />

• hastalığa ilişkin kültürel <strong>ve</strong> sosyal tutumlar olarak sıralanabilir.<br />

Ailenin <strong>ve</strong> çevrenin kanser olgusuna ilişkin tutum <strong>ve</strong> görüşleri kuşkusuz hastanın hastalığına ilişkin<br />

tepkisini belirleyen bir diğer alandır. Çevre sıklıkla acıma, yadsıma, hiç konuşmama, suçlama, aşırı<br />

koruma gibi tepkiler gösterir. Bu kapsamda hastanın <strong>aile</strong>sinin tutumları çok önemlidir. Duygu <strong>ve</strong><br />

düşüncelerin karşılıklı paylaşılmaması, konuşulmaması iletişimi güçleştirir, gerginliğe yol açar <strong>ve</strong><br />

hastadaki yalnızlık duygusunu artırır. Aile fertleri de hastalar için yukarıda tanımlanan benzer uyum<br />

aşamalarından geçer. Eğer <strong>aile</strong> bireyleri duygularını birlikte paylaşabilirlerse, yaklaşmakta olan ayrılığın<br />

gerçekliğiyle yavaş yavaş yüzleşebilir <strong>ve</strong> bunu hastayla birlikte kabul edebilirler.<br />

Anne-babalar, çocuklarında kanser gibi ciddi bir hastalık görüldüğünde çok farklı tepkiler<br />

<strong>ve</strong>rebilmektedir. Bazı ebe<strong>ve</strong>ynler kaçmak, bazıları teşhisi bilmemek ister. Ancak genelde acıyı kabul edip<br />

hastalığın gerçeklerine bakabilen ebe<strong>ve</strong>ynler, gelecekteki problem <strong>ve</strong> endişelerle daha iyi baş<br />

edebilmektedirler. Aile içinde sağlıklı ilişkilerin devam ettirilmesi önemlidir. Hasta çocuğun yarattığı<br />

üzüntü yüzünden bu çok kolay olmayabilir. Kardeşlerin <strong>ve</strong> eşlerin de birtakım ihtiyaçları vardır. Diğer<br />

çocukların ihtiyaçlarına kulak <strong>ve</strong>rebilen <strong>ve</strong> düşüncelerini <strong>ve</strong> kaygılarını dinleyen ebe<strong>ve</strong>ynler hayat boyu<br />

sürecek gü<strong>ve</strong>nli, açık, duyarlı <strong>ve</strong> dürüst bir ilişki kurmuş olacaklardır. Çocuklar dayanıklı <strong>ve</strong> esnek olurlar<br />

<strong>ve</strong> kanser teşhisinden önceki hallerine göre davranılmasını isterler. Hayatlarının, bütünüyle hastalık<br />

merkezli olmasını istemezler. Çocuklarla ilgili bir başka durum da okul konusudur. Okul personeli,<br />

çocuğun hastalığının yanı sıra çocuk <strong>ve</strong> okul açısından çıkabilecek durumlar hakkında da<br />

bilgilendirilmelidir.<br />

<br />

Kanser hastalarına tanısı kim tarafından <strong>ve</strong> nasıl söylenmelidir?<br />

BEDENSEL HASTALIKLARIN AİLE ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ<br />

Aile üyesinin hastalanması, bütün <strong>aile</strong> üzerinde psikososyal etkilere neden olur. Hastalığın ani ya da sinsi<br />

başlaması, hastalığın seyri (ilerleyici ya da dalgalı seyir), hastalığın sonlanımı (ölümcül olması ya da<br />

olmaması gibi) <strong>ve</strong> neden olduğu yeti kaybının (örn. zihinsel, duyusal, fiziksel kayıplar gibi) yanı sıra<br />

<strong>aile</strong>nin kültürel özelliği, değerler sistemi, yaşam döngüsü evresi <strong>ve</strong> hasta bireyin <strong>aile</strong>deki rolü bu<br />

etkilenmeyi belirleyen başlıca faktörlerdir. Bazı <strong>aile</strong>ler hastalık için fazla çaba harcar, en basit sağlık<br />

sorunlarına bile büyük duygusal önem <strong>ve</strong>rirken bazı <strong>aile</strong>ler ise ağır sağlık sorunlarında dahi fazla efor<br />

harcamaz, ihmal eder ya da yavaş davranabilirler. Çocuklar genellikle sağlık konularında kendi <strong>aile</strong>lerinin<br />

algılarını edinirler <strong>ve</strong> bunları yetişkinliğe taşıyarak duygusal <strong>ve</strong> davranışsal tepkileri ile gösterirler.<br />

Hastalık evrelerine göre <strong>aile</strong>nin ruhsal tepkileri <strong>ve</strong> gereksinim duyduğu konular Tablo 6.1’de<br />

sunulmuştur.<br />

98


Tablo 6.1: Ailenin hastalığın evrelerine göre gösterdiği ruhsal tepkiler <strong>ve</strong> gereksinimleri<br />

Hastalığın evreleri Tepkinin belirleyicileri<br />

Tanının konduğu/<br />

tedavinin başladığı evre<br />

Hastanede yatarak<br />

tedavi gördüğü evre<br />

Evine döndüğü <strong>ve</strong><br />

ayaktan tedavinin<br />

devam ettiği evre<br />

(tüm evreler için)<br />

- Ailenin özellikleri<br />

- Hastalığın özellikleri<br />

- Ailenin yaşam<br />

döngüsü evresi<br />

- Kültürel/çevresel<br />

etkenler<br />

<br />

99<br />

Ruhsal tepkiler Gereksinimler<br />

Şok,<br />

Öfke,<br />

Yoğun sıkıntı,<br />

Üzüntü,<br />

Suçluluk,<br />

Umutsuzluk<br />

Depresyon,<br />

Umut,<br />

Öfke,<br />

İnkar,<br />

Gelecek kaygısı,<br />

Başetme çabaları<br />

Suçluluk,<br />

Umut,<br />

Kaygı,<br />

Başetme çabaları,<br />

Giderek artan gerçekci<br />

bakış,<br />

Yeni duruma uyum,<br />

Süregen (kronik) hastalığa karşı <strong>aile</strong>lerin gösterdiği uyum süreçleri;<br />

Saygı,<br />

İlgi,<br />

Destek,<br />

Söylediklerinin<br />

dinlenmesi,<br />

Doktorlarla işbirliği<br />

Kontrolü kaybetmemek,<br />

Yeniden değerlendirme<br />

<strong>ve</strong> umut,<br />

Farklı bakış açısı<br />

kazanabilmek,<br />

Destek,<br />

Aileyi güçlendirecek<br />

yeni anlam arayışı,<br />

Bilgilenme,<br />

Stresle başa çıkma,<br />

Kendilerine zaman <strong>ve</strong><br />

enerji ayırma,<br />

Olaya daha geniş<br />

bakabilme,<br />

Ailede rollerin yeniden<br />

tanımlanması,<br />

Ailenin günlük<br />

yaşamına dönüşü,<br />

Giderek artan gerçekci<br />

bakış,<br />

Destek,<br />

Aile sınırlarının<br />

korunması<br />

• Aile rollerinde değişiklikler olur. Hasta birey eskiden üstlendiği kimi görevleri (çocuk bakmak,<br />

ev işleri yapmak gibi) artık yerine getiremez.<br />

• Diğer bireylerin hastaya daha çok zaman ayırmaları gerekecektir. Bu da hasta birey dışındaki<br />

<strong>aile</strong> üyelerine ayrılan zamanın azalmasına neden olur.<br />

• Hastalığın bir sonucu olarak <strong>aile</strong>de sosyal içe kapanma gelişebilir.<br />

• Bakım <strong>ve</strong>ren <strong>aile</strong> üyeleri daha yoğun stres <strong>ve</strong> duygusal yük altındadır. Üzüntü, öfke, yorgunluk,<br />

gücenme gibi duygular yaşayabilirler. Hastaya yardımcı olamadıklarında kendilerini suçlu<br />

hissedebilirler.<br />

• Hastalık ya da hastalığın şiddeti konusunda <strong>aile</strong> üyelerinde inkar tepkileri görülebilir.


• Ekonomik sorunlar <strong>aile</strong> için ek yükler getirecektir. Hasta kişi, evin kazancını sağlayan kişi ise bu<br />

daha da önemli olacaktır.<br />

• Tedavi protokolünün özelliğine göre <strong>aile</strong>nin göstermesi gereken uyum da değişebilmektedir.<br />

Yemeklerde <strong>ve</strong> yeme alışkanlığında yapılacak değişiklikten (örn. şeker hastalığında) hastanede<br />

uzun süre refakatçi kalmaya kadar değişen sonuçları olabilir.<br />

• Hastalıkla ilgili <strong>aile</strong> içi iletişim önemlidir. Ailenin, hastayla ya da başkalarıyla neyi ne kadar<br />

konuşacakları ile ilgili görüşler <strong>aile</strong>den <strong>aile</strong>ye değişiklik gösterir. Ruhsal hastalıklar ya da Verem<br />

gibi hastalıklar hastanın <strong>aile</strong>sinde utanma duyguları oluşturabilmektedir.<br />

• Aile yaşadığı çoklu kayıplarla başa çıkmaya çalışır. Bu kayıplar; sadece <strong>aile</strong>nin görevlerini<br />

aksatması yönünde değil aynı zamanda hasta bireyle yakınlığın kaybı, <strong>aile</strong> mahremiyetinin kaybı<br />

ya da sevilen kişinin beklenen ölümü olabilmektedir.<br />

<br />

Bireylerin kişilik özellikleri hastalığa karşı uyumunu nasıl etkiler?<br />

EŞLER ARASI İLİŞKİLER VE HASTALIK<br />

Kişilerin beden <strong>ve</strong> ruh sağlığının bir bütün olduğu bilinmektedir. Beden sağlığında yaşanan bir hastalık<br />

ruhsal hayatı, ruhsal sıkıntılar da bedeni etkilemektedir. Örneğin ufak bir baş ağrısının bile morali nasıl<br />

etkilediği bilinmektedir. Diğer yandan uzun sureli stresin bağışıklık sistemini bozduğu yapılan<br />

çalışmalarla gösterilmiştir. Hastalık her zaman başa gelebilir. Ve özellikle çiftlerin ilişkisini etkiler. Çiftin<br />

ilişkisini etkilemesinde; hastalığın ne olduğu <strong>ve</strong> şiddetinin boyutu önemlidir. Ayrıca hastaya ait özellikler;<br />

yaşı, cinsi, baş etme bacerileri, kültürel özellikleri <strong>ve</strong> önceki hastalık deneyimleri de önemlidir. Çiftin<br />

birbiri ile ilişkisinde hastalığın oynadığı rol, hastalığa <strong>ve</strong> hasta olmaya <strong>ve</strong>rilen anlam <strong>ve</strong> kişinin kendi<br />

bedeni ile eşinin bedenine ilişkin kafasında oluşan düşünce <strong>ve</strong> imgeler hastalığın eşler arasındaki ilişkiyi<br />

nasıl etkileyeceğini belirleyen diğer etkenlerdir.<br />

Çiftin birbiri ile ilişkisinde hastalığın oynadığı rol: Sağlık sorunları kimi zaman dikkat çekme, ilgi <strong>ve</strong><br />

bakım sağlamak için de kullanılır. Kimi zamanda güç dengesi oluşturmada <strong>ve</strong> eşin kontrolünde kullanılır.<br />

Geçmişte eşini ihmal ettiğini, görevlerini yapmadığını düşünen bir kişi şimdiki hastalığı bir cezalandırma<br />

olarak algılayabilir. Bazen hasta eş kendi ruhsal ihtiyaçları nedeniyle bu davranışı destekler. Hastalığa <strong>ve</strong><br />

hasta olmaya <strong>ve</strong>rilen anlam: Hastalığa <strong>ve</strong>rilen anlamda kişilik özelliklerinin yanı sıra çocukluk<br />

yaşantılarının önemi büyüktür. Çocuklukta ihmal yaşayanlar yetişkinlikte geçirdiği hastalıkta terk edilme<br />

korkuları yaşarlar. Bu eşe karşı kızgınlık <strong>ve</strong> öfke duygularının ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu tutum<br />

eşin istese de yardım etmesini engelleyip onu uzağa “itebilir”. Bu da hasta eşin terk edilme korkularını<br />

pekiştirir.<br />

Kişinin kendi bedeni ile eşinin bedenine ilişkin kafasında oluşan düşünce <strong>ve</strong> imgeler: Kişilerin çocuk<br />

<strong>ve</strong> ergenliğinde kendi bedenleri <strong>ve</strong> karşı cinsle ilgili beden algıları oluşur. Giderek çekici gelen <strong>ve</strong> cinsel<br />

olarak heyecanlandıran eşin ölçüleri, biçimi <strong>ve</strong> beden tipi konusunda imgeler yerleşir. Yaşla birlikte<br />

bedende belirgin değişiklikler görülür. Genellikle kilo alınır. Hamilelik ya da hastalıklar bedende izler<br />

bırakabilir. Bütün bunlar eşlerde uzaklaşma, cinsel arzu <strong>ve</strong> istekte azalma yaratabilir.<br />

Çiftler hastalığın olumsuz etkilerinin üstesinden gelmede sorunu, “senin” ya da “benim problemim”<br />

yerine “bizim problemimiz” diye görmelidirler. Üstesinden gelmede el ele <strong>ve</strong>rmelidirler. Ayrıca<br />

hastalığın konuşulmadığı saatler yaratılmalı <strong>ve</strong> olabildiği oranda eskiden yapılan bazı <strong>aile</strong> aktivitelerinin<br />

devamlılığı sağlanmalıdır. Bazı çiftler hastalığın yarattığı zorlukların üstesinden gelerek daha güçlü,<br />

gü<strong>ve</strong>nli <strong>ve</strong> doyum hissettikleri bir ilişkiyi geliştirebilmektedir.<br />

100


AİLE SAĞLIĞI VE RUHSAL HASTALIKLAR<br />

Depresyon<br />

Depresyon; üzüntü, keder, elem, hayattan zevk alamama gibi duyguların yanı sıra karamsarlık, ümitsizlik,<br />

kendine gü<strong>ve</strong>nin azalması, değersizlik düşünceleri ile seyreden ruhsal bir hastalıktır. Herkeste zaman<br />

zaman üzüntü hali olabilir. Ancak depresyonu olan bir kişide bu belirtiler haftalarca hemen hemen her<br />

gün <strong>ve</strong> gün boyunca devam eder. Kişinin günlük hayatını, iş ya da okul hayatını etkiler. Kendine bakımı<br />

bozulur, aşırı sıkıntılı <strong>ve</strong> tedirgin bir görünümü vardır. Enerji azlığı, isteksizlik, içe kapanma, hareketlerde<br />

yavaşlama, dikkati toplamada <strong>ve</strong> karar <strong>ve</strong>rmede güçlük olur. Düşünceleri; geçmiş pişmanlıklar, acı <strong>ve</strong>ren<br />

anılarla doludur. Ağır depresyonu olanlarda; kendini suçlama, değersizlik <strong>ve</strong> işe yaramazlık<br />

düşüncelerinin yanı sıra ölüm düşünceleri <strong>ve</strong> intihar isteği gelişebilir. Cinsel istekte azalma olur. İştah <strong>ve</strong><br />

uyku düzeni bozulur.<br />

Depresyonun gelişmesinde rol oynayan birçok etken vardır. Önemli ekonomik sorunlar, iş<br />

yaşamındaki çatışmalar, emeklilik, iş kaybı, beden sağlığının bozulması, sevdiği birinin kaybı, benliği<br />

örseleyen onur kırıcı durumlarla karşılaşmak, evlilik <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> sorunları <strong>ve</strong> daha nice psikososyal olaylar<br />

depresyonun başlamasında <strong>ve</strong> süreklilik kazanmasında etkili olmaktadır. Ayrıca çocukluğun erken<br />

dönemlerinde yaşadığı anne kaybının ya da anne-babadan uzun süreli ayrılıkların depresyona yatkınlık<br />

açısından önemli etkenler olduğu kabul edilir. Depresyon toplumda sık görülen bir hastalıktır. Yaşam<br />

boyu hastalanma riski erkeklerde %8-12, kadınlarda %20-26’dır. Yani her beş kadından biri yaşamının<br />

bir döneminde depresyon geçirir. Depresyon kadınlarda erkeklerden iki kat fazla görülür. Depresyonun<br />

iyileşmesinde hekimlerin önerilerinin yanı sıra <strong>aile</strong>nin ilgi <strong>ve</strong> desteği de önemli olmaktadır.<br />

Doğum sonrası annelik hüznü <strong>ve</strong> depresyon: Doğum sonrası annelerin %50-80’ninde görülebilen <strong>ve</strong><br />

annelik hüznü olarak tanımlanan durum; ağlama, yorgunluk, uyku bozukluğu, sıkıntı, dikkatini<br />

toplamakta güçlük, keder duyguları ile karakterizedir. Genellikle doğumdan 3-5 gün sonra ortaya çıkar.<br />

Şikayetler birkaç gün içinde kendiliğinden düzelir. Eğer düzelmez <strong>ve</strong> giderek şiddeti artarsa doğum<br />

sonrası depresyon olarak tanımlanır. İsteksizlik, yetersizlik, suçluluk düşünceleri, bebeğin sağlığı <strong>ve</strong><br />

beslenmesine ilişkin yoğun kaygı <strong>ve</strong> sıkıntı, intahar düşünceleri vardır. Hormonal değişimler, psikolojik<br />

faktörler, çocuğun özürlü doğması <strong>ve</strong> sosyo-kültürel etkenler doğum sonrası depresyonun nedenleri<br />

arasındadır.<br />

Yaşlılıkta depresyon: İleri yaşlarda depresyon sık görülür. Yaşlı nüfusun ortalama %10-15’ini<br />

etkileyen depresyonun, huzurevleri <strong>ve</strong> bakımevlerindeki sıklığı %25’e kadar çıkmaktadır. Karamsarlık,<br />

ilgi <strong>ve</strong> istek kaybı, uyku <strong>ve</strong> iştah bozuklukları, kendine gü<strong>ve</strong>nde azalma, suçluluk <strong>ve</strong> değersizlik<br />

düşünceleri, enerji kaybı <strong>ve</strong> yineleyen ölüm düşünceleri görülür. Bedensel hastalıklar <strong>ve</strong> bunama gibi<br />

zihin işlevlerinde bozukluk olması durumlarında depresyonun fark edilmesi zorlaşır. Yaşlılık<br />

depresyonun gelişmesine neden olabilen psikososyal etkenlerin; eşin ya da sevilen birinin kaybı,<br />

emeklilik, maddi sorunlar <strong>ve</strong> bedensel hastalıklar olduğu belirtilmektedir.<br />

Ebe<strong>ve</strong>yn depresyonunun çocuk üzerine etkileri: Anne-babanın geçirdiği depresyon hastalığı <strong>aile</strong>nin<br />

çocuklarını da etkiler. Yeterli ilgi görmediklerinde kendilerinin değersiz olduklarını düşünürler. Yaşanan<br />

mutsuzluktan kendilerini sorumlu tutarlar. İhtiyaçları karşılanmadığında ruhsal tepkiler (üzüntü, sinirlilik<br />

gibi) gösterirler. Okul başarıları düşer. Depresif ebe<strong>ve</strong>ynlerin çocuklarının bedensel sağlıklarında da<br />

sorunlar yaşanır.<br />

Depresyonla başa çıkma yöntemleri: Depresyonun gelişmesinde olayları değerlendirme <strong>ve</strong><br />

yorumlama biçimi çok önemlidir. Depresyon hastası; üzüntü, keder, elem gibi karamsar duygulardan<br />

yakınmakla birlikte bu olumsuz duygulara neden olan onun olumsuz düşünceleridir. Depresyondaki<br />

insanlar kendine, geleceğe <strong>ve</strong> tüm yaşama karamsar bir biçimde bakarlar. “Ben yetersiz bir kişiyim”, “her<br />

şey daha kötüye gidecek” ya da “hayatın ne anlamı var” gibi düşünceler depresyonu artırdığı gibi sorunla<br />

baş etme gücünü azaltır. Bu düşüncelerden kurtulmak için bunları fark edip yeni olumlu düşüncelerle yer<br />

değiştirmek gerekir. Bu olaylara farklı bakış açısıyla bakabilmek demektir. Depresyonun en önemli<br />

belirtilerinden biride enerji azlığı, isteksizlik, içe kapanmadır. Her şey gözünde büyür. Ufak etkinlikler<br />

için bile büyük gayret serf etmesi gerekir. Ancak içe kapandıkça mutsuzluğu artar. Mutsuzluğu arttıkça<br />

içe kapanır. Bunu değiştirmenin yolu öncelikli görülen işleri sıraya koyarak adım adım ilerlemektir. Kişi<br />

aktif oldukça güzel duygular arkadan gelecektir.<br />

<br />

101


nelerdir?<br />

Bunaltı Bozukluğu<br />

<br />

Depresyon hastalığı yaşayan kişilere <strong>aile</strong>nin yapabileceği yardımlar<br />

Bunaltı bozukluğu, birçok yaşam olayı ya da durum hakkında aşırı endişe (evham) duyma ile karakterize<br />

bir ruhsal rahatsızlıktır. Her insan zaman zaman kaygı <strong>ve</strong> endişe yaşar. Ancak bunaltı bozukluğu olan<br />

kişiler kaygı <strong>ve</strong> endişelerini kontrol etmekte zorlanırlar. Sürekli endişe içindedirler. Her an kötü bir şey<br />

olacak korkusu yaşarlar <strong>ve</strong> bir türlü rahatlayamadıklarını belirtirler. Kendisi ya da <strong>aile</strong>sinin sağlığı, iş<br />

hayatı, maddi durumu gibi konularda ya da bu konuların olumsuz olabilecek sonuçları hakkında yoğun<br />

endişe <strong>ve</strong> kaygı yaşarlar. Bazen de belirli bir sebep olmaksızın kişi kendini gün boyu gergin, sıkıntılı <strong>ve</strong><br />

endişeli hisseder. Huzursuzluk, aşırı heyecan duyma, dikkatini <strong>ve</strong>rememe, konsantrasyon güçlüğü, kolay<br />

yorulma, kas gerginliği, uyku bozukluğunun yanı sıra nefes daralması, aşırı terleme, çarpıntı, titreme, baş<br />

ağrısı <strong>ve</strong> bulantı görülür. Bozukluk, kişinin günlük hayatını, mesleki faaliyetlerini <strong>ve</strong> okul başarısını<br />

olumsuz etkiler.<br />

Yapılan çalışmalar, nörotransmitter denen beyin kimyası ile ilgili düzensizliklerin bozukluğun<br />

gelişmesinde etkili olduğunu düşündürmektedir. Ayrıca aşırı kaygı <strong>ve</strong> endişenin gelişmesinde öğrenilmiş<br />

düşünce <strong>ve</strong> davranış kalıplarının etkili olduğu da öne sürülmektedir. Çevresindeki “olumsuz ayrıntılara”<br />

daha fazla dikkat ederek, algıladıkları tehlikeyi olduğundan daha fazla büyütürler. Ayrıca tehlike olarak<br />

algılanan durumla başetmede kendi becerilerini de olduğundan daha yetersiz görürler. Bunaltı<br />

bozukluğunun gelişmesinde çocuklukta bireyin kendisine bakım <strong>ve</strong>ren anne-babasına gü<strong>ve</strong>nsiz<br />

bağlanmasıyla ilgili olduğu düşünülmektedir. Gü<strong>ve</strong>nsiz bağlanmada bakım <strong>ve</strong>ren <strong>ve</strong> bakım alan arasında<br />

roller değişir. Böylece çocuk hem kendisi hem de anne-babası için kaygılanmaya başlar. Dünyanın<br />

tehlikeli bir yer olduğu düşüncesiyle endişe bir başa çıkma yolu olarak öğrenilir. Çocuklukta yaşanılan<br />

travmatik yaşantılar, cinsel <strong>ve</strong> fiziksel kötü davranışlara uğrama, anne-babadan ayrılma, sosyal iletişim<br />

olanaklarının olmaması <strong>ve</strong> bunaltı bozukluğu olan bir yakınını örnek alma bu rahatsızlığın gelişmesinde<br />

etkili diğer etkenlerdir. Aslında çocuklukta yaşanan travmatik olaylar <strong>ve</strong> kötü davranışlara uğrama her<br />

türlü ruhsal hastalık için risk oluşturmaktadır. Bunaltı bozukluğunun yaşam boyu görülme oranı %4-<br />

7’dir. Yani yaklaşık olarak her yirmi kişiden biri yaşamının bir döneminde bu rahatsızlığı geçirir. Bunaltı<br />

bozukluğu hemen her yaşta gelişebilmekle birlikte daha çok 20’li yaşlarda başlar. Kadınlarda görülme<br />

sıklığı erkeklere göre iki kat fazladır. Bir kişide bunaltı bozukluğu olduğunu düşünmeden önce,<br />

yakınmalarına neden olabilecek bedensel bir hastalığın (kalp-damar hastalığı, nörolojik hastalık, solunum<br />

sistemi hastalığı, hormonal hastalık, şeker hastalığı, hipertansiyon, kansızlık gibi) olup olmadığı<br />

araştırılmalıdır. Bunaltı bozukluğu tedavi edilebilir bir rahatsızlıktır. Bunaltı bozukluğu olan kişiler,<br />

alkollü içeceklerden uzak durmalıdırlar. Bunaltıyı yatıştırmak için alkol almak, bağımlılığa yol açabilir.<br />

Çay, kah<strong>ve</strong> ya da kolalı içecekler gibi uyarıcı maddelerin aşırı tüketiminden kaçınılmalıdır. Ayrıca<br />

düzenli yapılan fiziksel egzersizler hem bedensel hem de ruhsal gerginliği azaltacaktır.<br />

Panik Bozukluğu<br />

Panik bozukluğu, kendiliğinden <strong>ve</strong> ani olarak başlayan panik ataklarla seyreden bir ruhsal rahatsızlıktır.<br />

Panik atak sırasında hastalar genellikle; çarpıntı, terleme, titreme, nefes darlığı, göğüste sıkıntı hissi,<br />

bulantı <strong>ve</strong>ya karın ağrısı, baş dönmesi yakınmalarının yanı sıra ölmek üzere oldukları, çıldıracakları <strong>ve</strong>ya<br />

bayılacakları korkusuna da kapılırlar. Ataklar genellikle 10 dakika kadar sürer. Panik bozuklukta hasta,<br />

yeni bir atak geleceği korkusu içinde yaşar. Kişi ilk panik atağı geçirdiği ortama bir daha girmemeye<br />

çalışır. Böylesi ortamların yeni atakların oluşmasına neden olabileceğini düşünür. “Sokağa çıktığımda ya<br />

panik gelirse, ya bayılır kalırsam”, “Kontrolümü kaybedersem”, “Otobüste rahatsızlanırsam ne yaparım”<br />

gibi düşünceler sonucunda yalnız başına sokağa çıkamamaya <strong>ve</strong> yardım gelemeyeceğini düşündüğü<br />

otobüs, süpermarket gibi ortamlara girememeye başlar. Bazı hastalarda panik atak geceleri gelir <strong>ve</strong> kişiyi<br />

uykudan uyandırır. Kişi adeta uykuya dalmaktan korkar hale gelir. Zamanla uyku düzeni bozulur.<br />

Panik atak, stres altındaki bireylerde daha çok görülür. Yakın birisinin hastalığı ya da kaybı, boşanma,<br />

ekonomik sorunlar gibi durumlar panik atağın başlamasında etkili olabilmektedir. Kafeinli içeceklerin<br />

102


(kola, nescafe, kah<strong>ve</strong> gibi) aşırı tüketilmesi panik atakların başlamasını tetikleyebilir. Ancak panik atak<br />

çoğunlukla beklenmeksizin gelir. Panik bozukluğun yaşam boyu görülme oranı %1,5-2’dir. Yani her 50<br />

kişiden biri yaşamının bir döneminde panik bozukluğu geçirir. Panik bozukluğu, kadınlarda erkeklere<br />

göre 2-3 kat daha fazla görülür. Hastalığın ortalama başlangıç yaşı 20’li yıllardır. Bir kişide panik<br />

bozukluğu olduğunu düşünmeden önce, yakınmalarına neden olabilecek bedensel bir hastalığın (kalp<br />

hastalığı, akciğer hastalığı gibi) olup olmadığı araştırılmalıdır.<br />

Basit Fobi<br />

Basit fobide; bir nesne (kedi, köpek, örümcek gibi) ya da durumun (uçak yolculuğu, yüksek yerler, kan<br />

görme gibi) varlığı ya da böyle bir durumla karşılaşacak olma beklentisi ile başlayan aşırı korku söz<br />

konusudur. Kişi korkusunun gerçek dışı olduğunun farkındadır. Korkulan nesne ya da durumla<br />

karşılaştığında panik nöbet gelişebilmektedir. Basit fobisi olan hastalar korkulan nesne ya da durumdan<br />

kaçınır ya da yoğun bir sıkıntı ile buna katlanır. Kişinin günlük olağan aktiviteleri <strong>ve</strong> sosyal uyumu<br />

bozularak genel işlevselliği olumsuz etkilenir. Basit fobinin beş alt tipi mevcuttur. Bunlar; hayvan tipi<br />

(örn örümcek), doğal çevre tipi (örn.fırtına, şimşek), kan-enjeksiyon-yaralanma tipi, durumsal tip (örn.<br />

uçak, asansör) <strong>ve</strong> diğer tip (bu alt tip yukardaki dört kategoriyi tam karşılamayan durumları ifade eder.<br />

Örn. tıkanıp boğulma korkusu) olarak adlandırabiliriz. Korkulan nesne ile karşılaşan bireylerde; çarpıntı,<br />

kas gerginliği, titreme, sık sık nefes alıp-<strong>ve</strong>rme, nefes daralması, ellerde soğukluk <strong>ve</strong> göğüste sıkışma<br />

hissi olur. Kan görme yada enjeksiyon korkusu olanlarda baygınlık hissi ya da bayılma görülebilir. Basit<br />

fobinin yaşam boyu görülme olasılığının %10 olduğu bildirilmiştir. Yani her 10 kişiden birinde bu<br />

rahatsızlık gözlenir. Basit fobiler sıklıkla çocukluk yaşlarında başlar. Kadınlarda görülme sıklığı<br />

erkeklerden 2 kat fazladır.<br />

Sosyal Fobi<br />

Sosyal fobi, kişinin sosyal ortamlarda utanacağı ya da küçük duruma düşeceği korkusunu yaşadığı bir<br />

ruhsal rahatsızlıktır. Önceden tanımadığı insanlarla karşılaştığı ya da başkalarının gözü üzerinde olacağı<br />

bir ya da birden fazla sosyal eylemden belirgin <strong>ve</strong> sürekli korkma söz konusudur. Kişi toplantılara<br />

katılmak, topluluk karşısında konuşmak ya da yeni insanlarla tanışmaktan korkabileceği gibi birisiyle<br />

yemek yemek, karşılıklı ya da telefonda konuşmak, alış-<strong>ve</strong>riş yapmak türünden sıradan aktivitelerde de<br />

sorun yaşayabilir. Sosyal fobisi olan kişi, diğerleri tarafından olumsuz değerlendirileceği kaygıları ile<br />

kendisini gözlemeye <strong>ve</strong> değerlendirmeye odaklanır. “Yüzüm kızardı, herkes bana bakıyor” ya da “Sesim<br />

titriyor, beni dinlemekten sıkılacaklar” gibi düşüncelerle kendine aşırı odaklanma, korkulan kaygı<br />

tepkilerinin aşırı farkına varmaya <strong>ve</strong> diğer insanların davranışlarını doğru değerlendirememeye neden<br />

olur. Daha sonra kişi, tehlikeye maruz kaldığını düşündüğü ortamlardan kaçınır (örneğin çarşı, pazar gibi<br />

kalabalık yerlere gitmez <strong>ve</strong>ya iş ya da sosyal amaçlı toplantılarından uzak durur). Bu da sorunun<br />

sürmesine <strong>ve</strong> yoğunlaşmasına yol açar.<br />

Sosyal fobisi olan kişilerde ağız kuruluğu, terleme, çarpıntı, nefes daralması, el <strong>ve</strong> ayaklarda titreme,<br />

bulantı, sık idrara çıkma, ishal ya da kabızlık, konuşmada duraksama ya da hızlı konuşma, dikkat <strong>ve</strong><br />

konsantrasyon güçlüğü gibi belirtiler görülür. Sosyal fobide basit bir utangaçlıktan farklı olarak çok daha<br />

ciddi bir korku söz konusudur. Çevresi ile olan ilişkilerini, iş <strong>ve</strong> eğitim hayatını olumsuz etkiler.<br />

Sosyal fobinin nedenin ne olduğu ile ilgili henüz kesin bilgi bulunmamaktadır. Aile yakınlarında<br />

sosyal fobi rahatsızlığı olanlar, çocukluk döneminde aşırı korunmuş ya da aşırı eleştirilmiş olanlar, kendi<br />

davranışları ile ilgili mükemmeliyetçi beklentileri olanlar sosyal fobi gelişmesi açısından risk<br />

taşımaktadır. Sosyal fobi toplumda yaygın olarak görülmektedir. Sosyal fobinin yaşam boyu görülme<br />

oranının yaklaşık %10 olduğu bildirilmiştir. Yani her 10 kişiden biri yaşamının bir döneminde sosyal fobi<br />

rahatsızlığını geçirir. Sosyal fobi çoğunlukla ergenlik yıllarında başlar. Kadın <strong>ve</strong> erkeklerde eşit oranda<br />

görülür. Sosyal ortamlardan kaçınma sorunun sürmesine <strong>ve</strong> yoğunlaşmasına yol açmaktadır. Bu nedenle<br />

en kolay yapılabileceklerden başlamak üzere sosyal ortamlara girmeye çalışılmalıdır.<br />

<br />

103


Obsesif Kompulsif Bozukluk (Takıntı Hastalığı)<br />

Birçok kişide aşırı temizlik, titizlik, düzenli olma, kapıyı-pencereyi kontrol etme gibi takıntılar olabilir.<br />

Ancak bunlar kişide yoğun sıkıntıya yol açmaz <strong>ve</strong> önemli oranda zamanını meşgul etmez. Ayrıca çevresi<br />

ile ilişkilerini, sosyal uyumunu, eğitim ya da iş hayatını olumsuz olarak etkilemez. Obsesif kompulsif<br />

bozukluk ise; kişide belirgin sıkıntıya neden olan, günlük aktivitelerini, mesleki işlevselliğini ya da<br />

olağan toplumsal etkinliklerini önemli düzeyde bozan obsesyon <strong>ve</strong> kompulsiyonlarla karakterli bir ruhsal<br />

bozukluktur. Obsesyonlar, belirgin strese neden olan istenmeden gelen zorlayıcı düşüncelerdir. Kişi,<br />

obsesyonlarını aşırı <strong>ve</strong> mantıksız olarak tanımlar. Yaygın olarak görülen obsesyon türlerini; kirlilikbulaşma<br />

(elinin kirlendiği ya da bir şey bulaştığı düşüncesi gibi), patolojik şüphe (bir şeyleri unutmuş<br />

oldukları ya da bir şeyleri yapmış oldukları yönünde şüpheler “Acaba kapıyı kilitledim mi?” gibi),<br />

saldırganlık (çok sevdiği kişilere, yakınlarına ya da çocuğuna zarar <strong>ve</strong>recek bir davranışta bulunacağı<br />

düşünceleri), cinsel (kişinin ayıp olarak değerlendirdiği cinsel bazı düşüncelerin sık sık aklına gelmesi),<br />

dini (kişinin günah olduğunu düşündüğü şeylerin sık sık aklına gelmesi) obsesyonlar olarak sayabiliriz.<br />

Kompulsiyonlar ise, genellikle obsesyonlarla ilişkili olarak ortaya çıkan sıkıntıyı azaltan yineleyici<br />

davranışlar <strong>ve</strong> zihinsel uğraşılardır. Kompulsif davranışlar, obsesyonu nötürleyici olarak işlev görür<br />

(Örneğin kirlilik-bulaşma obsesyonları olanlarda yıkama kompulsiyonu görülmesi gibi). Kompulsiyonlar<br />

gecici olarak sıkıntıyı azaltmakla birlikte hastalığın sürüp gitmesine <strong>ve</strong> kişinin günlük işlerini<br />

yapamamasına sebep olur. Sık görülen kompulsiyonları; yıkama (sık sık el yıkama gibi), kontrol etme<br />

(kapı, pencere, ocak vb. yerlerin kontrol edilmesi gibi), sayma-düzenleme (bazı hareketleri belli sayıda<br />

yapması ya da aşırı düzenlilik ile ilgili davranışlar), biriktirme (<strong>aile</strong> bireylerinin yaşamını bozacak şekilde<br />

aşırı miktarda gazete, dergi, kağıt, şişe vb. şeylerin biriktirilmesi) olarak sıralayabiliriz.<br />

Obsesif kompulsif bozukluğun gelişmesinde stres; yaşam olayları; aşırı düzenli, tertipli <strong>ve</strong><br />

mükemmeliyetçi tutumlar <strong>ve</strong> beyin kimyası ile ilgili değişiklikler (özellikle serotonin denen kimyasalın<br />

düzensizlikleri) önemlidir. Obsesif kompulsif bozukluğun yaşam boyu görülme oranı %2-3’tür. Yani<br />

yaklaşık her 50 kişiden biri yaşamının bir döneminde obsesif kompulsif bozukluğu geçirir. Erkek <strong>ve</strong><br />

kadınlarda hastalığın görülme oranları aynıdır. Hastaların 2/3’sinde bozukluğun 25 yaşından önce<br />

başladığı saptanmıştır. Aile yakınlarının ruhsal hastalıklarda destek olması gerekir. Aile yakınlarının,<br />

rahatsızlığı olan <strong>aile</strong> bireyini bozukluk hakkında bilgi sahibi olması <strong>ve</strong> psikiyatriste başvurması için<br />

cesaretlendirmeleri çok önemlidir.<br />

Bedenselleştirme (Somatizasyon) Bozukluğu<br />

Bedenselleştirme bozukluğu, genç yaşta başlayan <strong>ve</strong> yıllarca devam eden değişik bedensel belirtilerle<br />

seyreden bir ruhsal rahatsızlıktır. Bedensel belirtiler arasında vücudun çeşitli bölgelerinde ağrılar (baş<br />

ağrısı, sırt ağrısı gibi), bulantı, kusma, geğirme, el ayakta uyuşma, ses kısılması, adet düzensizliği<br />

görülebilir. Bu belirtiler tıbbi bir hastalık olmaksızın ruhsal nedenlerle olmaktadır. Ruhsal yapı ile beden<br />

karşılıklı etkileşim içindedir. Nasıl ki tıbbi hastalık geçiren birisinin ruhsal hayatı etkilenip morali<br />

bozuluyorsa ya da ruhsal korkular zaman zaman bulantı, terleme, çarpıntı gibi bedensel şikayetlere yol<br />

açıyorsa, işte ruhsal sıkıntılarda bedenselleştirme bozukluğuna neden olabilmektedir. Özellikle<br />

sıkıntılarını dile getiremeyen içine atan kişilerde sorunlar bedenselleştirilerek dışa vurulur. Yani sorunlar<br />

söze dökülmeyince vücut konuşmaya başlar. Bedenselleştirme sorunu yaşayan bireylerin <strong>aile</strong>lerinde de<br />

benzer özellikler taşıyan bireyler olduğu gözlenir. Bu durum bedenselleştirmenin ev içinde bir dil olarak<br />

öğrenildiğini düşündürmektedir. Kültürel alt yapıda bedenselleştirmede etkili olmaktadır. Kültürümüzde<br />

ruhsal sıkıntılarını dile getiren “ruh hastası” yerine başı ağrıyan birisi daha kolay kabul görebilmektedir.<br />

Kimi zaman bedenselleştirme bozukluğunun başlamasında <strong>ve</strong> sürüp gitmesinde psikosomatik <strong>aile</strong> yapısı<br />

önemli olmaktadır. Bu <strong>aile</strong>ler; aşırı koruyucu, sınırların iç içe geçtiği <strong>ve</strong> çatışmaları çözme becerisi düşük<br />

<strong>aile</strong>lerdir. En işlevsel oldukları durum <strong>aile</strong>de birinin hasta olduğu durumdur. Bedenselleştirme genellikle<br />

30 yaşından önce başlar. Kadınlarda daha sık görülür. Bazı kişilerde rahatsızlığın uzun süredir devam<br />

etmesi bir yaşam biçimine dönüştüğünü düşündürür. Doktor doktor dolaştıkları, sürekli tahliller<br />

yaptırdıkları, hastane yatışlarının sık olduğu gözlenir.<br />

<br />

104


Alkol Bağımlılığı<br />

Beden <strong>ve</strong> ruh sağlığını, <strong>aile</strong>, sosyal <strong>ve</strong> iş uyumunu bozacak derecede fazla <strong>ve</strong> tekrarlayıcı biçimde alkollü<br />

içki içme, alkol alma isteğini kontrol edememe <strong>ve</strong> alkol almayı durduramama ile belirli bir bozukluktur.<br />

Ancak her alkol alan hastadır denemez. Sosyal içici ya da “akşamcı” ile alkolizm arasındaki ayrımı<br />

yapmak her zaman kolay olmamaktadır. Alkol bağımlısı kişilerde çeşitli bedensel hastalıklar<br />

görülmektedir. Karaciğer hasarı, mide-barsak <strong>ve</strong> pankreasta ağır bozulmalar, tansiyonda yükselme, kalp<br />

kasında rahatsızlık, beyin <strong>ve</strong> beyincik hasarı bunlardan bazılarıdır. Ruhsal sağlığı olumsuz etkileyerek<br />

alkol yoksunluk krizleri, bunama, hayal görmeler, aşırı şüphecilik, sinirlilik, uykusuzluk <strong>ve</strong> cinsel işlev<br />

bozukları görülebilmektedir. Alkolizm hastalığını gelişmesinde çeşitli etkenler rol oynamaktadır. Aşırı<br />

bunaltı ya da karamsarlık yaşayanlar bazen alkolü yatıştırıcı, rahatlatıcı olarak “ilaç niyetine”<br />

kullanmaktadır. Ancak bu tutum alkol bağımlılığın gelişmesine yol açmaktadır. Özellikle gençlerde<br />

alkollü içkilere özenti, yaşanan toplumsal çevrenin etkisi <strong>ve</strong> akran-arkadaş etkisi de önemli olmaktadır.<br />

Alkol bağımlılığı, sıklıkla 22-35 yaşları arasında daha çok erkeklerde görülen bir rahatsızlıktır.<br />

Alkolizm, <strong>aile</strong> ilişkilerini <strong>ve</strong> uyumunu bozar. Alkolizm tüm <strong>aile</strong> bireylerini etkileyeceği için “<strong>aile</strong><br />

hastalığı” olarak da tanımlanmıştır. Bu <strong>aile</strong>lerde alkol, <strong>aile</strong>nin günlük hayatının ayrılmaz bir parçası olur.<br />

Ailenin gelişimini etkiler. Ailenin değişimlere <strong>ve</strong> krizlere uyum yeteneğini bozar. Yaşamın akışı alkol<br />

bağımlısı bireyin istekleri doğrultusunda gider. Diğer <strong>aile</strong> üyelerinin duyguları, istek <strong>ve</strong> ihtiyaçları ikinci<br />

plana itilir. Ailenin sürdürülmesi için kişilerin gelişimleri feda edilebilir. Eşe yönelik şiddete sık rastlanır.<br />

Alkol bağımlılarının çocukları, gerginlik, şiddet, kargaşa <strong>ve</strong> kaos ortamında utanç <strong>ve</strong> suçluluk (kabahatin<br />

kendisinde olduğu düşüncesiyle) duyguları yaşar. Çocukların evden erken kopmaları olabilir. Yapılan<br />

çalışmalarda alkolizm sorunu yaşanan <strong>aile</strong>lerde büyüyen erkeklerde alkol problemleri, kadınlarda ise<br />

depresyon <strong>ve</strong> evlilik sorunları yaşadıkları gösterilmiştir.<br />

Alkol sorunu yaşanan <strong>aile</strong>lerde gelişen sağlıksız <strong>aile</strong> dinamiklerinin kendine özgü yönleri<br />

olabilmektedir:<br />

• Bazen diğer <strong>aile</strong> bireylerinin tutum <strong>ve</strong> davranışları alkol almasını istemeden de olsa teşvik eder.<br />

Örn. Alkol aldığı için işyerine gidemeyen eşi için işyerini telefonla arayıp “soğuk algınlığı<br />

nedeniyle hasta yatıyor” diyerek bilgi <strong>ve</strong>ren kişi, istemeden de olsa sorunun devamına katkıda<br />

bulunmaktadır.<br />

• Kimi zaman ise <strong>aile</strong> yaşamlarını devam ettirmek için sağlıksız savunma mekanizmaları kurulur.<br />

“Ben olmasam herhalde yaşayamaz” gibi. Alkol bağımlısı kişinin oynadığı oyunun bir parçası<br />

olmuşlardır.<br />

• Alkol sorunu yaşanan <strong>aile</strong>lerde “sessiz kurallar” da gelişir. “Kimseye gü<strong>ve</strong>nme”, “duygularını<br />

dile getirme”,”konuşma” gibi kurallar alkol bağımlısı dışındaki <strong>aile</strong> bireylerinin kendini koruma<br />

çabalarıdır. Ancak bireylerin gelişimini olumsuz etkiler.<br />

• Aile rolleri ile ilgili olarak bazen bir “günah keçisi” ya da “sorunlu çocuk” seçilir. Böylece<br />

dikkatler alkol bağımlısından sorunlu çocuğa yönelir. Ya da alkol bağımlısı kişinin yapmadığı<br />

sorumluluk <strong>ve</strong> görevleri üstlenen <strong>aile</strong> bireyi adeta kahramanlaştırılır. Ya da <strong>aile</strong>deki öfke <strong>ve</strong><br />

kızgınlığı rahatlatan <strong>ve</strong> başka yöne çeviren <strong>aile</strong>nin “maskotları” olur. Bazı çocuklar ise bu<br />

ortama pasif bir şekilde uyum gösteren “sessiz” çocuklardır. Duyarlı bir öğretmen fark<br />

etmedikçe ergenlik yıllarına kadar nadiren dikkati çeker. Bu çocuklarda sıklıkla alkol sorunu<br />

gelişir.<br />

Alkolizmin birey <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> üzerindeki etkilerini ayrıntılı olarak inceleyebilmek<br />

için İlkay Kasatura’nın Sistem Yayıncılıktan basılmış olan “Alkol <strong>ve</strong> Arkadaşları”<br />

(1995) adlı kitabını okuyabilirsiniz.<br />

<br />

105


Sigara Bağımlılığı<br />

Sigara bağımlılığı, en az bir aylık bir süre içinde düzenli sigara kullanma, sigarayı bırakınca yoksunluk<br />

belirtileri yaşama, zararlarını görmeye rağmen bırakamama <strong>ve</strong> başarısız sigara bırakma girişimlerinin<br />

olması şeklinde tanımlanmaktadır. Sigara içimiyle vücuda alınan kadran, nikotin, karbon monoksit gibi<br />

maddeler nedeniyle ciddi bedensel <strong>ve</strong> ruhsal sorunlara neden olur. Sigara, bağımlılık dışında kalp <strong>ve</strong><br />

solunum sistemi hastalıklarına, kanser riskinde artışa <strong>ve</strong> gebelikte sağlık problemlerine (erken doğum,<br />

düşük doğum ağırlığına <strong>ve</strong> bebek ölümlerine) neden olabilmektedir. Sigara, genellikle ergenlik<br />

döneminde kullanılmaya başlanmaktadır. Bu dönemde sigaraya başlamayı etkileyen nedenler arasında;<br />

merak, özenti, arkadaş baskısı, sorunların üstesinden gelme becerileri yetersiz olduğunda, yeterli sosyal<br />

ilişkiler kuramadığında, kişilik bozuklukları, ruhsal sorunlar <strong>ve</strong> <strong>aile</strong>si ile problem yaşanmasının etkili<br />

olduğu bildirilmektedir.<br />

Bu ruhsal bozukluklar birer tıbbi tanıdır. Yani bu bozuklukların tanısı,<br />

bir tıp doktoru özelde ise bir yetişkin psikiyatri uzmanı <strong>ve</strong>ya bir çocuk <strong>ve</strong> ergen<br />

psikiyatrisi uzmanı tarafından konulur <strong>ve</strong> tedavisi yapılır. Tıp <strong>eğitimi</strong> almamış kişilerin bu<br />

tür bozukluklarla ilgili çeşitli kaynaklardan edindikleri bilgilerle kendileri ya da<br />

çevrelerindeki kişilere bu tür tanılar koymaları oldukça önemli sorunlar doğurabilir.<br />

Ancak, hasta olan kişiye yardımcı olmak <strong>ve</strong> ilgili uzman hekimlere yönlendirmek için <strong>aile</strong><br />

bireylerinin bu bozukluklar hakkında bilgi sahibi olmalarında yarar vardır.<br />

Gençleri alkol, sigara gibi maddelerden uzak tutmak için annebabalar<br />

ne yapmalıdırlar?<br />

Bağımlılık konusunu ayrıntılı olarak inceleyebilmek için Kültekin<br />

Ögel’ın IQ Kültür Sanat Yayıncılıktan basılmış olan “Bağımlılığı Önleme Anne-Babalar<br />

Öğretmenler İçin Klavuz” (2001) adlı kitabını okuyabilirsiniz.<br />

<br />

106


Özet<br />

Hastalıklar (bedensel <strong>ve</strong> ruhsal hastalıklar)<br />

<strong>aile</strong>nin beklemediği kriz yaşantılarıdır. Ailenin<br />

işlevselliğini etkiler. Diğer taraftan <strong>aile</strong>nin<br />

işlevselliği; hasta bireyin hastalıkla baş etmesini,<br />

hastalığın tedavisini <strong>ve</strong> hastalığın seyrini etkiler.<br />

İnsanlar kanser gibi ciddi hastalık tanısı<br />

karşısında birçok psikolojik tepkiler gösterirler.<br />

İlk aşamada en yaygın tepki şok olma <strong>ve</strong><br />

inanmamadır. Gerçeğin inkarı, katlanılması çok<br />

güç bazıları için imkansız hastalık gerçeğin<br />

yarattığı kaygı, panik <strong>ve</strong> çaresizlik duygularına<br />

karşı bir savunmadır. İkinci aşama öfke, kızgınlık<br />

dönemidir. Bu hastaların kaygı, tepki <strong>ve</strong><br />

kızgınlıklarını <strong>aile</strong>lerine bazen de tedavi ekibine<br />

yansıtabileceklerinin bilincinde olunmalıdır.<br />

Üçüncü aşama pazarlık aşamasıdır. Ölümcül<br />

hasta biraz daha yaşamaya karşılık vaadlerde<br />

bulunur. Dördüncü aşama depresyon aşamasıdır.<br />

Bu dönemde yaklaşan kayıpların <strong>ve</strong>rdiği endişe<br />

nedeniyle karamsarlık ortaya çıkar. Son aşama<br />

kabullenme aşamasıdır. Hasta gerçeği kabul edip,<br />

hastalığı ile birlikte yaşamayı öğrendiği<br />

dönemdir.<br />

Kronik hastalığa karşı <strong>aile</strong>lerin gösterdiği uyum<br />

süreçlerini; <strong>aile</strong> rollerinde değişiklikler, hasta<br />

birey dışındaki <strong>aile</strong> üyelerine ayrılan zamanın<br />

azalması, <strong>aile</strong>de sosyal içe kapanma, bakım <strong>ve</strong>ren<br />

<strong>aile</strong> üyelerinin daha yoğun stres <strong>ve</strong> duygusal yük<br />

altında olması, <strong>aile</strong> üyelerinde inkar tepkileri<br />

görülmesi, ekonomik sorunların getirdiği ek<br />

yükler, <strong>aile</strong> yaşantısının yeni duruma uyum<br />

göstermesi, <strong>aile</strong> içi iletişimdeki değişiklikler <strong>ve</strong><br />

<strong>aile</strong>nin yaşadığı çoklu kayıplarla başa çıkmaya<br />

çalışması olarak tanılmanmaktadır.<br />

Hastalık eşlar arası ilişkiyi de etkiler. Çiftin<br />

ilişkisini etkilemesinde; hastalığın ne olduğu <strong>ve</strong><br />

şiddetinin boyutu önemlidir. Ayrıca hastaya ait<br />

özellikler; yaşı, cinsi, baş etme bacerileri, kültürel<br />

özellikleri <strong>ve</strong> önceki hastalık deneyimleri de<br />

önemlidir. Çiftin birbiri ile ilişkisinde hastalığın<br />

oynadığı rol, hastalığa <strong>ve</strong> hasta olmaya <strong>ve</strong>rilen<br />

anlam <strong>ve</strong> kişinin kendi bedeni ile eşinin bedenine<br />

ilişkin kafasında oluşan düşünce <strong>ve</strong> imgeler<br />

hastalığın eşler arasındaki ilişkiyi nasıl<br />

etkileyeceğini belirleyen diğer etkenlerdir.<br />

Depresyon; üzüntü, keder, elem, hayattan zevk<br />

alamama gibi duyguların yanı sıra karamsarlık,<br />

ümitsizlik, kendine gü<strong>ve</strong>nin azalması, değersizlik<br />

düşünceleri ile seyreden ruhsal bir hastalıktır.<br />

Anne-babanın geçirdiği depresyon hastalığı<br />

<br />

107<br />

<strong>aile</strong>nin çocuklarını da etkiler. Yeterli ilgi<br />

görmediklerinde kendilerinin değersiz olduklarını<br />

düşünürler. Yaşanan mutsuzluktan kendilerini<br />

sorumlu tutarlar. İhtiyaçları karşılanmadığında<br />

ruhsal tepkiler (üzüntü, sinirlilik gibi) gösterirler.<br />

Okul başarıları düşer. Depresif ebe<strong>ve</strong>ynlerin<br />

çocuklarının bedensel sağlıklarında da sorunlar<br />

yaşanır.<br />

Bunaltı bozukluğu, bir çok yaşam olayı ya da<br />

durum hakkında aşırı endişe (evham) duyma ile<br />

karakterize bir ruhsal rahatsızlıktır. Bunaltı<br />

bozukluğunun gelişmesinde çocuklukta bireyin<br />

kendisine bakım <strong>ve</strong>ren anne-babasına gü<strong>ve</strong>nsiz<br />

bağlanmasıyla ilgili olduğu düşünülmektedir.<br />

Gü<strong>ve</strong>nsiz bağlanmada bakım <strong>ve</strong>ren <strong>ve</strong> bakım alan<br />

arasında roller değişir. Böylece çocuk hem<br />

kendisi hem de anne-babası için kaygılanmaya<br />

başlar. Dünyanın tehlikeli bir yer olduğu<br />

düşüncesiyle endişe bir başa çıkma yolu olarak<br />

öğrenilir. Çocuklukta yaşanılan travmatik<br />

yaşantılar, cinsel <strong>ve</strong> fiziksel kötü davranışlara<br />

uğrama, anne-babadan ayrılma, sosyal iletişim<br />

olanaklarının olmaması <strong>ve</strong> bunaltı bozukluğu<br />

olan bir yakınını örnek alma bu rahatsızlığın<br />

gelişmesinde etkili diğer etkenlerdir. Panik<br />

bozukluğu, kendiliğinden <strong>ve</strong> ani olarak başlayan<br />

panik ataklarla seyreden bir ruhsal rahatsızlıktır.<br />

Basit fobide; bir nesne (kedi,köpek, örümcek<br />

gibi) ya da durumun (uçak yolculuğu, yüksek<br />

yerler, kan görme gibi) varlığı ya da böyle bir<br />

durumla karşılaşacak olma beklentisi ile başlayan<br />

aşırı korku söz konusudur. Sosyal fobi, kişinin<br />

sosyal ortamlarda utanacağı ya da küçük duruma<br />

düşeceği korkusunu yaşadığı bir ruhsal<br />

rahatsızlıktır. Obsesif kompulsif bozukluk ise;<br />

kişide belirgin sıkıntıya neden olan, günlük<br />

aktivitelerini, mesleki işlevselliğini ya da olağan<br />

toplumsal etkinliklerini önemli düzeyde bozan<br />

obsesyon <strong>ve</strong> kompulsiyonlarla karakterli bir<br />

ruhsal bozukluktur. Bedenselleştirme bozukluğu,<br />

genç yaşta başlayan <strong>ve</strong> yıllarca devam eden<br />

değişik bedensel belirtilerle seyreden bir ruhsal<br />

rahatsızlıktır. Alkolizm, <strong>aile</strong> ilişkilerini <strong>ve</strong> uyumunu<br />

bozar. Alkolizm tüm <strong>aile</strong> bireylerini<br />

etkileyeceği için “<strong>aile</strong> hastalığı” olarak da<br />

tanımlanmıştır. Sigara bağımlılığı, en az bir aylık<br />

bir süre içinde düzenli sigara kullanma, sigarayı<br />

bırakınca yoksunluk belirtileri yaşama, zararlarını<br />

görmeye rağmen bırakamama <strong>ve</strong> başarısız sigara<br />

bırakma girişimlerinin olması şeklinde tanımlanmaktadır.


Kendimizi Sınayalım<br />

1. Aşağıdakilerden hangisi kanser tanısı alan<br />

kişinin ilk aşamada göstereceği psikolojik<br />

tepkidir?<br />

a. Şok olma <strong>ve</strong> inanmama<br />

b. Öfke, kızgınlık<br />

c. Pazarlık<br />

d. Depresyon<br />

e. Kabullenme<br />

2. Aşağıdakilerden hangisi kanser tanısı alan<br />

kişinin hastalığı ile birlikte yaşamayı öğrendiği<br />

dönemdir?<br />

a. Şok olma <strong>ve</strong> inanmama<br />

b. Öfke, kızgınlık<br />

c. Pazarlık<br />

d. Depresyon<br />

e. Kabullenme<br />

3. Üzüntü, keder, elem, hayattan zevk alamama<br />

gibi duyguların yanı sıra karamsarlık, ümitsizlik,<br />

kendine gü<strong>ve</strong>nin azalması, değersizlik düşünceleri<br />

ile seyreden ruhsal hastalığa ne ad <strong>ve</strong>rilir?<br />

a. Depresyon<br />

b. Bunaltı bozukluğu<br />

c. Panik bozukluk<br />

d. Basit fobi<br />

e. Sosyal fobi<br />

4. Bir çok yaşam olayı ya da durum hakkında<br />

aşırı endişe (evham) duyma ile karakterize ruhsal<br />

hastalığa ne ad <strong>ve</strong>rilir?<br />

a. Depresyon<br />

b. Bunaltı bozukluğu<br />

c. Panik bozukluk<br />

d. Basit fobi<br />

e. Sosyal fobi<br />

<br />

108<br />

5. Bir nesne ya da durumun varlığı ya da böyle<br />

bir durumla karşılaşacak olma beklentisi ile<br />

başlayan aşırı korku ile karekterize ruhsal<br />

hastalığa ne ad <strong>ve</strong>rilir?<br />

a. Depresyon<br />

b. Bunaltı bozukluğu<br />

c. Panik bozukluk<br />

d. Basit fobi<br />

e. Sosyal fobi<br />

6. Toplantılara katılmaktan, topluluk karşısında<br />

konuşmaktan korkan kişide görülen ruhsal<br />

hastalığa ne ad <strong>ve</strong>rilir?<br />

a. Depresyon<br />

b. Bunaltı bozukluğu<br />

c. Panik bozukluk<br />

d. Basit fobi<br />

e. Sosyal fobi<br />

7. Anne-babanın geçirdiği depresyon hastalığının<br />

<strong>aile</strong>nin çocuklarını etkilemesi ile ilgili aşağıdaki<br />

cümlelerden hangisi yanlıştır?<br />

a. Bedensel sağlıklarında sorunlar yaşanmaz.<br />

b. Yeterli ilgi görmediklerinde kendilerinin değersiz<br />

olduklarını düşünürler<br />

c. Yaşanan mutsuzluktan kendilerini sorumlu<br />

tutarlar.<br />

d. İhtiyaçları karşılanmadığında ruhsal tepkiler<br />

(üzüntü, sinirlilik gibi) gösterirler.<br />

e. Okul başarıları düşer.<br />

8. Alkol bağımlılığı ile ilgili aşağıdaki cümlelerden<br />

hangisi yanlıştır?<br />

a. Ruhsal hastalıklara neden olur.<br />

b. Bedensel hastalıklara neden olmaz.<br />

c. Daha çok erkeklerde görülen bir rahatsızlıktır.<br />

d. Aile ilişkilerini <strong>ve</strong> uyumunu bozar.<br />

e. Çocukların ruhsal sağlığını bozar.


9. Sigara bağımlılığı ile ilgili aşağıdaki cümlelerden<br />

hangisi yanlıştır?<br />

a. Kalp <strong>ve</strong> solunum sistemi hastalıklarına neden<br />

olur.<br />

b. Kanser riskinde artışa neden olur.<br />

c. Gebelikte kullanımı sağlık problemlerine neden<br />

olmaz.<br />

d. Genellikle ergenlik yıllarında kullanılmaya<br />

başlanır.<br />

e. Sigaraya başlanmasında <strong>aile</strong> ile sorunlar yaşanmasının<br />

etkili olduğu bildirilmektedir.<br />

10. Aşağıdakilerden hangisi kadınlarda en sık<br />

görülen ruhsal hastalıktır?<br />

a. Depresyon<br />

b. Bunaltı bozukluğu<br />

c. Panik bozukluk<br />

d. Obsesif kompulsif bozukluk (takıntı hastalığı)<br />

e. Alkol bağımlılığı<br />

<br />

109<br />

Kendimizi Sınayalım Yanıt<br />

Anahtarı<br />

1. a Yanıtınız yanlış ise “Birey, Aile <strong>ve</strong> Hastalık”<br />

başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

2. e Yanıtınız yanlış ise “Birey, Aile <strong>ve</strong> Hastalık”<br />

başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

3. a Yanıtınız yanlış ise “Aile Sağlığı <strong>ve</strong> Ruhsal<br />

Hastalıklar” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

4. b Yanıtınız yanlış ise “Aile Sağlığı <strong>ve</strong> Ruhsal<br />

Hastalıklar” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

5. d Yanıtınız yanlış ise “Aile Sağlığı <strong>ve</strong> Ruhsal<br />

Hastalıklar” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

6. e Yanıtınız yanlış ise “Aile Sağlığı <strong>ve</strong> Ruhsal<br />

Hastalıklar” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

7. a Yanıtınız yanlış ise “Aile Sağlığı <strong>ve</strong> Ruhsal<br />

Hastalıklar” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

8. b Yanıtınız yanlış ise “Aile Sağlığı <strong>ve</strong> Ruhsal<br />

Hastalıklar” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

9. c Yanıtınız yanlış ise “Aile Sağlığı <strong>ve</strong> Ruhsal<br />

Hastalıklar” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

10. a Yanıtınız yanlış ise “Aile Sağlığı <strong>ve</strong><br />

Ruhsal Hastalıklar” başlıklı konuyu yeniden<br />

gözden geçiriniz.


Sıra Sizde Yanıt Anahtarı<br />

Sıra Sizde 1<br />

Psikolojik olarak gerçeği inkar etme ihtiyacı<br />

yaşayan hastalar tanı söylense de söylenmese de<br />

inkar süreçleri devam edecektir. Diğer yandan<br />

tanısı söylenmeyen bir çok hasta sözsüz<br />

iletişimden <strong>ve</strong> ortamda yaşananlardan hastalığının<br />

ne olduğunu anlayabilmektedir. Burada<br />

temel soru söyleyip söylememek değil, nasıl<br />

söylemek olmalıdır. Umudu yok etmeden gerçeğin<br />

kabullenişini sağlamak, tolere edebileceği<br />

şekilde, sürede <strong>ve</strong> süreçte söylenmelidir. Bu bir<br />

kezde değil, birkaç görüşmede yapılabilir. Tanıyı<br />

doğrudan tedaviyi sürdüren, sorumlu olan<br />

uzmanın (onkolog gibi) söylemesi gerekir.<br />

Sıra Sizde 2<br />

Bireyler kişilik özelliklerinden kaynaklandığı<br />

üzere hastalığa <strong>ve</strong>rdiği anlamla bağlantılı olarak<br />

uyumu etkilenir. Bağımlı hastalar <strong>aile</strong>sinden<br />

sürekli bakın beklentisi içindedir. Bir taraftanda<br />

terk edilme korkuları yaşarlar. Talep <strong>ve</strong><br />

isteklerinde artma olur. Bakım <strong>ve</strong>ren <strong>aile</strong> ile<br />

güçlükler yaşayabilir. Dış görünüşüne önem<br />

<strong>ve</strong>ren hastalar hastalığı kadınlık ya da erkekliğine<br />

bir tehdit olarak algılar. Erkek bedensel gücünün<br />

azalacağından, kadın ise çekiciliğini kaybedeceğinden<br />

korkar. Depresif kişilik özellikleri<br />

olanlar ise hastalığı, bir ceza olarak algılarlar.<br />

Kendini beğenen,narsistik kişiler ise hastalıkla<br />

birlikte başkalarına muhtaç olacağı korkusu<br />

yaşar. Şüpheci insanlar ise hastalıkla ilgili herşeyi<br />

şüphe ile karşılarlar. Aile bireylerine öfkeli,<br />

saldırgan <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nsiz olurlar.<br />

Sıra Sizde 3<br />

Ailenin ilgi <strong>ve</strong> desteği hastanın iyileşmesini<br />

kolaylaştırır. Aile bireyleri ne kendilerini ne<br />

hastayı hastalıktan dolayı suçlamamalıdırlar.<br />

Ölüm <strong>ve</strong> intahar düşüncelerine karşı uyanık<br />

olmalı <strong>ve</strong> bunları ciddiye alarak hekimlerden<br />

yardım istemelidirler. Aile; hastanın ilaçlarını<br />

düzenli kullanmasında, doktorun <strong>ve</strong>rdiği randevulara<br />

zamanında gitmesinde yardımcı <strong>ve</strong> destek<br />

olmalıdır.<br />

<br />

110<br />

Sıra Sizde 4<br />

Ebe<strong>ve</strong>ynler çocuklarıyla alkol, sigara hakkında<br />

konuşmalıdırlar. Konular gizli kaldıkça çok daha<br />

önemli sorunlara yol açabilir. Onlarla iyi bir<br />

iletişim kurmalı, ona <strong>aile</strong>si tarafından sevildiği<br />

gösterilmelidir. Ebe<strong>ve</strong>ynler iyi örnek olmalıdırlar.<br />

Akran baskısına karşı çıkabilmeyi, doğru<br />

bildiğini savunmayı öğretmelidir. Sigara <strong>ve</strong> alkol<br />

gibi maddelerin kullanımı ile ilgili <strong>aile</strong> kuralları<br />

oluşturulmalıdır. Kurallara karşı geldiğinde<br />

sonuçlarının ne olacağı konusunda bilgilendirilmelidir.<br />

Sağlıklı etkinliklere yönlendirmek<br />

genci madde kullanımından uzaklaştırır. Diğer<br />

anne-babalarla iletişim kurulmalıdır. Arkadaşlık<br />

ettiği <strong>aile</strong>lerle tanışmak <strong>ve</strong> onlarla görüşmek<br />

önemlidir.<br />

Yararlanılan Kaynaklar<br />

Harway, M. (2005). Handbook of Couples<br />

Therapy. New Jersey, John Wiley & Sons, İnc.<br />

Kasatura, İ. (1995). Alkol <strong>ve</strong> Arkadaşları.<br />

İstanbul, Sistem Yayıncılık.<br />

Kessler, S. (2006). Çift Terapisinde Sağlık<br />

Konuları. Ed:Yalom I. Evlilik Terapisi. İstanbul,<br />

Prestij Yayınları.<br />

Kübler-Ross, E. (1997). Ölüm <strong>ve</strong> Ölmek<br />

Üzerine. İstanbul, Boyner Holding Yayınları.<br />

Ögel, K. (2001). Bağımlılığı Önleme Anne-<br />

Babalar Öğretmenler İçin Klavuz. İstanbul, IQ<br />

Kültür Sanat Yayıncılık.<br />

Öztürk, MO., Uluşahin, A. (2008). Ruh Sağlığı<br />

<strong>ve</strong> Bozuklukları. Ankara, Nobel Tıp.<br />

Tuğrul, C., Sayılgan M.A. (1995). Depresyonla<br />

Başa Çıkma Yolları. Ankara, Türk Psikologlar<br />

Derneği Yayınları.


7<br />

Amaçlarımız<br />

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;<br />

Travma,<br />

Stres,<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

Travma <strong>ve</strong> stresin <strong>aile</strong> üzerine etkileri,<br />

Travmatik olay türleri konularında<br />

bilgi <strong>ve</strong> becerilere sahip olabilirsiniz.<br />

Anahtar Kavramlar<br />

Stres<br />

Travma<br />

Göç<br />

Yas<br />

İçindekiler<br />

Giriş<br />

Stres<br />

Stres, İletişim <strong>ve</strong> Aile<br />

Travma<br />

Travmatik Olaylara Bağlı Gelişebilecek Ruhsal Bozukluklar<br />

Travmatik Olaylar<br />

112<br />

Aile<br />

Travma Sonrası Stres Bozukluğu<br />

Uyum Bozukluğu<br />

Akut Stres Bozukluğu


GİRİŞ<br />

<br />

Stres, Travma <strong>ve</strong> Aile<br />

Stres <strong>ve</strong> travma kavramları genellikle iç içe geçmiş birbirlerinden kolayca ayrılamayan, belki de<br />

birbirlerinden ayrılması pek gerekmeyen kavramlardır. Stres, bir stresöre karşı bedensel <strong>ve</strong> ruhsal<br />

anlamda <strong>ve</strong>rilen tepkilere denir <strong>ve</strong> bu tepki organizmanın bedensel <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya ruhsal anlamda tehdit altında<br />

olduğunu gösterir. Tehdit karşısında organizma ‘savaşma’ <strong>ve</strong>ya ‘kaçma’ tepkisi gösterecektir. Organizma<br />

hem savaşmak hem de kaçmak için organizmanın stresör karşısında gösterdiği tepkilerden kaynaklı<br />

değişiklikleri kullanacaktır. Yani bir stresör karşısında stres tepkisinin ortaya çıkması uyum<br />

gösterebilmenin bir parçasıdır. Stres, insanda bedensel <strong>ve</strong> ruhsal anlamda sağlıksız durumlara da yol<br />

açabilir. Stresörler, stres tepkisi aracılığı ile insanda bir yandan sorunun çözümü açısından motivasyon<br />

sağlarken diğer yandan ruhsal bozukluklardan kalp hastalıkları, enfeksiyon hastalıkları gibi bedensel<br />

hastalıklara zemin hazırlamak gibi birçok sağlıksız duruma neden olabilirler.<br />

İnsan yaşamının doğumdan itibaren ilerleyişine şöyle bir göz atıldığında stresör olarak<br />

nitelendirilebilecek olayların önemlice bir kısmının <strong>aile</strong> ile doğrudan ya da dolaylı olarak ilgili olduğu<br />

görülmektedir. Bu stresörlere örnek olarak evlilik, boşanma, eşin ölümü, eşle ayrı yaşamak, <strong>aile</strong><br />

üyelerinin sağlığının bozulması, hamilelik, cinsel sorunlar <strong>ve</strong>rilebilir. Dolayısıyla stresörleri tanımak,<br />

hazırlıklı olmak, bu stresörlerin neden olabileceği olası sonuçları öngörebilmek, bu sonuçlarla ilgili<br />

önlemler alabilmek <strong>aile</strong> yaşamı açısından önem taşımaktadır. Olumsuz sonuçlara yol açabilecek<br />

stresörlerin önemlice bir kısmının <strong>aile</strong> ile ilişkili olmasının yanında stres ile baş edebilmek için kullanılan<br />

yöntemlerin de bir kısmı <strong>aile</strong> ile ilgilidir. Eş ile olan ilişkinin iyi nitelikler taşıması, <strong>aile</strong> ile birlikte zaman<br />

geçirilebiliyor olması, çocuklarla beraber zaman geçirilebiliyor olması, yeterli cinsel doyuma sahip<br />

olunması gibi <strong>aile</strong> ile doğrudan ya da dolaylı olarak ilişkili faktörlerin kişilerin stresle baş edebilme<br />

kapasitesini arttırdığı bilinmektedir.<br />

Stres yaratan olaylara göre kişinin <strong>ve</strong>ya yakınlarının bedensel <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya ruhsal varlığına karşı ciddi<br />

tehdit oluşturan, ani olarak gelişen <strong>ve</strong> kişide dehşet duygusu yaratan olaylar şeklinde tanımlanabilecek<br />

travmatik olaylar da gerek doğrudan gerekse de dolaylı olarak <strong>aile</strong> yaşamı üzerine olumsuz etkiler<br />

gösterirler. İşkence, deprem, sel, toprak kayması gibi doğal afetler, savaş <strong>ve</strong> toplama kampında kalmak,<br />

fiziksel saldırı, sarkıntılıktan tecavüze kadar varabilecek cinsel saldırı, yangın, kara, deniz <strong>ve</strong> hava<br />

trafiğini ilgilendirebilecek kazalar, rehin alınma, bombalı saldırıya maruz kalma gibi terörist saldırılar,<br />

ağır yanıklar, iş kazaları, ani gelişen ağır hastalıklar, ani yakın ölümleri <strong>ve</strong> göç travmatik olaylara örnek<br />

olarak gösterilebilir.<br />

Özetle, stres <strong>ve</strong> travma, insanda kişisel olarak çeşitli bozukluklara yol açabileceği gibi toplumsal<br />

düzeyde <strong>ve</strong> gerek dar anlamıyla gerekse de geniş anlamıyla <strong>aile</strong> üzerinde olumsuz etkilere neden<br />

olabilirler. Stres <strong>ve</strong> travma, bu etkilerini doğrudan <strong>aile</strong> <strong>ve</strong> toplum üzerinde <strong>ve</strong>ya tek tek kişileri etkilemek<br />

yolu ile gösterebilirler. Örneğin, savaş gibi travmatik bir olay etkilerini, herhangi bir sosyalliğin tümüne<br />

doğrudan etkileri <strong>ve</strong> kişilere etkileri üzerinden gösterir. Aile üzerine etkileri olan travmatik olayları<br />

önemli hale getiren bir başka faktör de etkilerinin, çocukların etkilenmesi nedeniyle, nesiller boyu<br />

taşınmasıdır.<br />

113


STRES<br />

Stres, fizyoloji, psikoloji-psikiyatri <strong>ve</strong> tıp bilimlerinin tümünü kapsayan, genellikle tam <strong>ve</strong> doğru bir<br />

tanımı yapılamayan hipotetik bir kavramdır. Selye tarafından 1936‘da canlı organizmaya yönelen,<br />

genellikle zararlı, yönelen tehdidin niteliğinden bağımsız bir yanıt ya da fizyolojik olarak bedenin olağan<br />

koşullarda oluşturduğu dengede değişiklere neden olan herhangi bir durum olarak tanımlanmıştır. Türkçe<br />

karşılığı olarak ‘zorlanma’ kavramının kullanılmasını önerenler bulunmaktadır.<br />

Organizmaya zararlı bir etkenin ani olarak uygulanması sonucu ‘genel adaptasyon sendromu’ olarak<br />

adlandırılan bir tablo ortaya çıkar. Bu sendromda gözlenen belirtilerin, tehdit edici zararlı etkenin<br />

yapısından, niteliğinden bağımsız olarak ortaya çıktığı belirtilmektedir. Bundan dolayı da bu yanıtların<br />

ortaya çıkmasına neden olan uyaranların tümüne stresör denmektedir.<br />

<br />

Şekil 7.1: Genel adaptasyon sendromu evrelerinin şematik görünümü.<br />

Strese yanıtta birinci aşama ilk 24 saati kapsar <strong>ve</strong> alarm evresi denir. Bu evrede vücut stresle ilk kez<br />

karşı karşıya kalmakla ilgili yanıtlar <strong>ve</strong>rir. Bu yanıtlar hormon salgılayan organların hacimlerinde ani<br />

azalma, mide-bağırsak sisteminin iç yüzünü kaplayan katmanın hasarı <strong>ve</strong> sempatik sinir sisteminin<br />

uyarılması ile ilgili belirtilerdir.<br />

Eğer aynı stres etmenine maruziyet devam ederse birinci evredeki belirtiler kaybolur <strong>ve</strong> vücudun<br />

direncinin arttığı ikinci aşama olan direnme evresine geçilir. Bu evrede direnme stres hormonları da<br />

denen böbrek üstü bezlerden salgılanan hormonlar tarafından sağlanır. İlk iki aşama strese <strong>ve</strong>rilen olağan<br />

yanıtlardır <strong>ve</strong> organizmanın tehdit edici bir duruma karşı uyum sağlaması <strong>ve</strong> tehdit edici durumla baş<br />

etmesini sağlamaya yöneliktir. Stres sırasında ortaya çıkan biyolojik değişikliklerin bir kısmı ‘savaş ya da<br />

kaç’ gibi klasik savunma yanıtları olarak tanımlanan fizyolojik reaksiyonları içerir. Bu fizyolojik yanıtlar<br />

davranışların oluşmasına <strong>ve</strong> gösterilmesine katkıda bulunarak canlı organizmanın hayatta kalma<br />

olasılığını arttırmaya yöneliktir.<br />

Stres koşullarının devam etmesi durumunda, nihai tükeniş-tükenme evresi olarak kabul edilen üçüncü<br />

aşama ortaya çıkar. Adaptasyon enerjisinin tükendiği bu evrede ilk evredeki alarm reaksiyonları tekrar<br />

ortaya çıkar, ölüm ya da psikiyatrik-psikosomatik hastalıklar ile sonuçlanır. Tükenme evresi stresin<br />

patolojik sonucudur. Devamlı maruz kalınan stres, organlara fiziksel olarak zarar <strong>ve</strong>rebilir <strong>ve</strong> hastalıkların<br />

ortaya çıkmasına katkıda bulunabilir.<br />

Diğer yandan belirtmek gerekir ki stresörler karşısında ortaya çıkan hoşa gitmeyen duygular<br />

insanlarda bu hoşa gitmeyen durum karşısında sorunun çözümüne yönelik bir motivasyon oluşmasına<br />

katkıda bulunur. Bu tür duyguların ortaya çıkmaması da başka bir patolojik durumdur.<br />

114


Stresi tanımlayarak insan üzerinde ne gibi patolojik etkilerde bulunabileceğini<br />

açıklayınız.<br />

STRES, İLETİŞİM VE AİLE<br />

Aile yaşamı stresi besleyebilecek birçok unsur barındırıyor olmasına karşın doyumlu bir <strong>aile</strong> yaşamının<br />

stresle baş edebilme konusunda oldukça yardımcı olduğu bilinmektedir. Günümüzde özellikle de çekirdek<br />

<strong>aile</strong>nin kurulması evlilik ile başlar. Evlilik birbirinden farklı ortamlarda, bazen farklı kültürlerin etkisiyle<br />

<strong>ve</strong> farklı dillerde yetiştirilmiş, birbirinden farklı eğitim düzeylerine <strong>ve</strong> farklı deneyimlere sahip kişiler<br />

tarafından yapılmaktadır. Yani <strong>aile</strong>nin kurulumunun başlangıcında kendiliğinden var olan bu faktörler<br />

sonrasını fazlası ile tehdit etme riski taşımaktadır.<br />

Birbirinden oldukça farklı olan bu iki kişi geçmişteki <strong>aile</strong>leri ile kurdukları ilişkilerde, evlenmeden<br />

önce var olan ilişkileri <strong>ve</strong> evlenme ile kazandıkları yeni ilişkilerinde, çocuk dünyaya getirme, bu<br />

çocukları büyütme <strong>ve</strong> eğitmede, yaşayacakları yeri <strong>ve</strong> evi seçmede <strong>ve</strong> bunlar gibi <strong>ve</strong>rilebilecek birçok<br />

örnekte olduğu gibi ortak kararlar <strong>ve</strong>rmek <strong>ve</strong> asgari düzeyde uyuşmak zorunda kalacaktır.<br />

Kural olmamakla birlikte bazı özelliklere sahip çiftler daha zor uyum göstermektedirler. Yaşları<br />

birbirinden makul denebilecek ölçülerden fazla olan çiftlerde benzer konu <strong>ve</strong> durumlarda eş duyum<br />

sağlamaları güç olabileceğinden uyuşmak zorlaşabilir. Birbirinden uzak sosyoekonomik düzeylere sahip<br />

olmak <strong>ve</strong>ya çok farklı eğitim düzeylerine sahip olmak ortak paydayı daraltabileceğinden sorunlar ortaya<br />

çıkabilir. Başlangıçta bu gibi risk faktörlerini taşımayan evliliklerin daha uyumlu <strong>aile</strong>ler oluşturabileceği<br />

öngörüsünde bulunulabilir.<br />

Aile içinde yaşanan stresin önemlice bir kısmı <strong>aile</strong> içerisindeki iletişim biçimi ile ilişkilidir. Stresi<br />

yaratan sadece eşler arasındaki iletişimdeki sorunlar değildir. Ebe<strong>ve</strong>yn <strong>ve</strong> çocuklar arasındaki iletişim,<br />

çocukların birbirleri arasındaki iletişim <strong>ve</strong> hatta geniş bir <strong>aile</strong>den söz ediyor isek diğer ile üyelerinin rol<br />

aldığı iletişim biçimi stresin oluşumuna katkıda bulunur. Aile içindeki iletişime <strong>aile</strong>yi oluşturan kişilerin<br />

birbirleri üzerinde kurmaya çalıştıkları hükümranlık damgasını vuruyorsa, iletişim daha çok kişilerin<br />

birbirlerini yargıladıkları cümleler <strong>ve</strong> davranışlardan oluşuyorsa, daha çok kişinin karşısındakini dinleme<br />

<strong>ve</strong> anlama çabası ile ilgili değil de kendi bildiklerini dikte etme şeklindeyse, sınırlayıcı <strong>ve</strong> baskıcı<br />

özellikler taşıyorsa <strong>ve</strong> eşitlikçi değilse, herhangi bir konuda azınlıkta kalanın da haklarını korur nitelik<br />

taşımıyorsa gerginlik <strong>ve</strong> stresin ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır.<br />

Aile içerisindeki iletişimde özellikle güncel bir durumu ilgilendiren konularda “geçmiş defterleri<br />

açmak” <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya karşıdaki kişinin oldukça hassas olduğu konularda “damarına basmak" sıkça yapılan<br />

hatalardır. Bu tür durumlarda güncel soruna odaklanmak, bu sorunla çizilmiş çerçe<strong>ve</strong>nin dışına<br />

çıkmamak, geçmişin muhasebesinin yapılmasının güncel sorunun çözülmesine katkıda bulunmayacağını<br />

akıldan çıkarmamak gerginlik yaratan bu hatanın yapılmasını engelleyebilir. Ayrıca <strong>aile</strong> üyelerinin<br />

duygularını kolayca açabilmelerini sağlayan demokratik <strong>ve</strong> eşitlikçi bir ortamın yaratılması, gü<strong>ve</strong>ni<br />

zedeleyecek söz <strong>ve</strong> davranışlardan sakınılması, herhangi bir sorunun çözümünde mutlaka tek yolun<br />

bulunduğu gibi kesin yargılardan vazgeçilmesi <strong>aile</strong> üyeleri arasındaki iletişimin daha sağlıklı olmasına<br />

dolayısıyla <strong>aile</strong>den kaynaklı stresin azalmasını sağlayacaktır. Başta da belirtildiği gibi iletişimi sağlıklı bir<br />

<strong>aile</strong>nin üyesi olmak yaşamın başka alanların karşılaşılabilecek çeşitli stresörler karşısında kişiye daha<br />

kolay baş edebilme olanağı <strong>ve</strong>recektir.<br />

Aile içinde yaşanan stresin önemlice bir kısmı <strong>aile</strong> içerisindeki iletişim<br />

biçimi ile ilişkilidir.<br />

<br />

115


TRAVMA<br />

İnsanın bedensel <strong>ve</strong> ruhsal yapısını tehdit eden her türlü durum ya da olay travma olarak nitelendirilebilir.<br />

Bu durum ya da olay genellikle kişinin baş edemeyeceği kadar şiddetlidir. Çünkü travmatik olaylar<br />

insanda olay üzerinde hakimiyet kurma, olaylar arası bağlantı kurma <strong>ve</strong> olayı anlamlandırma gibi baş<br />

etme işlevlerini bozar. İnsan eliyle oluşturulan travmatik olaylara maruz kalmış kişilerde olayı<br />

anlamlandırma, olaylar arası bağlantı kurma gibi baş etme mekanizmaları daha kolay <strong>ve</strong> daha şiddetli<br />

düzeyde bozulur. Bir önceki bölümde anlatılmaya çalışılan stres kavramı ile travma kavramı arasına çok<br />

net ayrımlar koymak mümkün görünmemektedir. Ancak travmatik olayların stres yaratan olaylara göre<br />

kişinin <strong>ve</strong>ya yakınlarının bedensel <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya ruhsal varlığına karşı ciddi tehdit oluşturan, ani olarak gelişen<br />

<strong>ve</strong> kişide dehşet duygusu yaratan olaylar olduğu söylenebilir. Örneğin kişinin süreğen maddi zorluklar<br />

yaşaması stres kavramı ile daha iyi açıklanabilirken, trafik kazası geçirmesi travma kavramı ile daha iyi<br />

açıklanabilir. Bir anlamda kişi travmatik olay anında güçsüzlüğü ile yüz yüze gelir. Bir olayın travmatik<br />

etki gösterebilmesi için mutlaka kişinin olayın doğrudan içinde bulunmasına gerek yoktur. Kişinin böyle<br />

bir olaya tanık olması da benzer bir etkiye neden olabilir. Türkçe travmanın karşılığı olarak ‘örselenme’<br />

kavramının kullanılmasını önerenler bulunmaktadır.<br />

İşkence, deprem, sel, toprak kayması gibi doğal afetler, savaş <strong>ve</strong> toplama kampında kalmak, fiziksel<br />

saldırı, sarkıntılıktan tecavüze kadar varabilecek cinsel saldırı, yangın, kara, deniz <strong>ve</strong> hava trafiğini<br />

ilgilendirebilecek kazalar, rehin alınma, bombalı saldırıya maruz kalma gibi terörist saldırılar, ağır<br />

yanıklar, iş kazaları, ani gelişen ağır hastalıklar, ani yakın ölümleri, göç hemen her insan için üstesinden<br />

gelinmesi zor, dehşet uyandırıcı travmatik olaylardır.<br />

Bu gibi olaylara maruz kalan her insanda ruhsal bozukluklar gelişmediği gibi, bu olaylara göre daha<br />

sıradan olabilecek olaylarla karşılaşan bazı kişilerde travmatik olaya bağlı ruhsal bozukluklar gelişebilir.<br />

Bu olaylara maruz kalan kişilerin cinsiyetleri, eğitim düzeyleri, kişilik özellikleri, sorunlarla baş etme<br />

kapasiteleri, sosyal <strong>ve</strong> ekonomik desteklerinin düzeyleri, daha önce ruhsal bir soruna sahip olup<br />

olmadıkları, maruz kaldıkları olayın şiddeti gibi faktörler kişide ruhsal bir bozukluk gelişip<br />

gelişmeyeceğini belirlemektedir.<br />

Bazı travmatik olaylar tek seferde gerçekleşirken bazıları tekrarlayabilmekte <strong>ve</strong> hatta yıllarca devam<br />

edebilmektedir. Yıllarca devam eden bu travmatik olaylara süreğen travma denmektedir. Süreğen<br />

travmalar genellikle insan eliyle oluşturulan travmalardır. Aile içi şiddet, <strong>aile</strong> içi <strong>ve</strong>ya <strong>aile</strong> dışındaki<br />

kişilerce uygulanan cinsel saldırılar, uzun süreli işkenceye maruz kalmak <strong>ve</strong> toplama kamplarında esir<br />

tutulmak süreğen travmalara örnek olarak gösterilebilir. Süreğen travmaların diğer travmalardan bir farklı<br />

yönü ise travmayı uygulayan saldırgan ile travmatik olaya maruz kalan mağdur arasında bir ilişkinin<br />

oluşmasına neden olmasıdır. Bu ilişkide saldırgan mağduru tamamen ele geçirir. Tam anlamı ile mağduru<br />

köleleştirir.<br />

Travmatik ya da stresli bir olaya maruz kalan kişilerde çeşitli ruhsal bozukluklar gelişebilir. Bu<br />

bozukluklardan en çok bilinenleri akut stres bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu <strong>ve</strong> uyum<br />

bozukluklarıdır. Aşağıda bu bozuklukların tanımlarına, temel belirtilerine <strong>ve</strong> görülme sıklıklarına kısaca<br />

değinilecektir. Ayrıca yakın kaybı, göç <strong>ve</strong> afetler gibi <strong>aile</strong> üzerinde önemli etkileri olabilecek travmatik<br />

olaylarla ilgili başlıklar açılacaktır.<br />

Bu ruhsal bozukluklar birer tıbbi tanıdır. Yani bu bozuklukların tanısı,<br />

bir tıp doktoru özelde ise bir yetişkin psikiyatri uzmanı <strong>ve</strong>ya bir çocuk <strong>ve</strong> ergen psikiyatrisi<br />

uzmanı tarafından konulur <strong>ve</strong> tedavisi yapılır. Tıp <strong>eğitimi</strong> almamış kişilerin bu tür<br />

bozukluklarla ilgili çeşitli kaynaklardan edindikleri bilgilerle kendileri ya da çevrelerindeki<br />

kişilere bu tür tanılar koymaları oldukça önemli sorunlar doğurabilir. Ancak, hasta olan<br />

kişiye yardımcı olmak <strong>ve</strong> ilgili uzman hekimlere yönlendirmek için <strong>aile</strong> bireylerinin bu<br />

bozukluklar hakkında bilgi sahibi olmalarında yarar vardır.<br />

<br />

Travma nedir? Ne tür olaylar travmaya örnek olarak gösterilebilir?<br />

116


TRAVMATİK OLAYLARA BAĞLI GELİŞEBİLECEK RUHSAL<br />

BOZUKLUKLAR<br />

Akut Stres Bozukluğu<br />

Akut (ani gelişen) stres bozukluğu, travmatik bir olaydan sonraki 1-2 gün içerisinde gelişen <strong>ve</strong> 3-4 hafta<br />

içerisinde düzelebilen belirtilerden oluşur. Travmatik olayın tekrarlayan görüntüler, düşünceler, rüyalar,<br />

yanılsamalar, olayı sanki yeniden yaşıyormuş gibi hissetme yolu ile yeniden yaşantılanması, olayı<br />

hatırlatan durumlar karşısında sıkıntı duyma, olayı hatırlatan durumlardan, düşüncelerden,<br />

konuşmalardan, insanlardan uzak durmaya çalışma, huzursuzluk, uyumakta güçlük, yoğunlaşamama, aşırı<br />

irkilme gibi travma sonrası stres bozukluğuna benzer belirtileri mevcuttur. Bu bozuklukta travma sonrası<br />

stres bozukluğundan farklı olarak şaşkınlık hali, kendini çok uzakta, hiçbir şey hissetmiyormuş <strong>ve</strong> kendini<br />

dışardan gözlüyormuş gibi hissetme, çevrenin gerçekdışı algılanması şeklinde belirtiler görülür.<br />

Çoğunlukla belirtiler birkaç gün içerisinde sonlanır. Akut stres bozukluğu, travma sonrası stres<br />

bozukluğunda olduğu gibi kadınlarda erkeklere göre daha sık görülür.<br />

Travma Sonrası Stres Bozukluğu<br />

Hatırlayacağınız gibi travmatik bir olay sonrasında ilk bir ay içerisinde ortaya çıkan çeşitli belirtiler akut<br />

stres bozukluğu olarak tanımlanmaktaydı. Benzer belirtilerin olaydan sonraki bir aydan sonra ortaya<br />

çıkması <strong>ve</strong>ya travmatik olayın hemen sonrasında ortaya çıkmış belirtilerin olaydan bir ay sonraki<br />

dönemde halen devam ediyor olması durumlarında konulan bir tanıdır. Tıpkı akut stres bozukluğunda<br />

belirtildiği gibi travmatik olayın tekrarlayan görüntüler, düşünceler, rüyalar, yanılsamalar, olayı sanki<br />

yeniden yaşıyormuş gibi hissetme yolu ile yeniden yaşantılanması, olayı hatırlatan durumlar karşısında<br />

sıkıntı duyma, olayı hatırlatan durumlardan, düşüncelerden, konuşmalardan, insanlardan uzak durmaya<br />

çalışma, huzursuzluk, uyumakta güçlük, yoğunlaşamama, aşırı irkilme belirtileri ile kendisini gösterir.<br />

İnsan eliyle oluşturulan tecavüz, işkence gibi travmatik olayların<br />

travma sonrası stres bozukluğuna neden olma ihtimali diğer travmatik olaylara göre daha<br />

yüksektir.<br />

Belirtilerin travmatik olaydan hemen sonra ya da bir ay içerisinde ortaya çıkması genellikle beklenilen<br />

durum olmasına karşın belirtiler daha geç zamanda da ortaya çıkabilir. Örneğin belirtilerin olaydan altı<br />

aylık dönemin ardından ortaya çıkması durumuna geç başlangıçlı travma sonrası stres bozukluğu denir.<br />

Travma sonrası stres bozukluğunun yaşam boyu görülme oranının %8 civarında olduğu bildirilmektedir.<br />

Kadınlardaki yaşam boyu görülme sıklığı erkeklere göre iki kat daha fazladır.<br />

Unutulmalıdır ki; travmatik olayın yaşanmasından onlarca yıl sonra<br />

bile yaşanılan travmatik olayla bağlantılı travma sonrası stres bozukluğu belirtileri ortaya<br />

çıkabilir.<br />

Uyum Bozuklukları<br />

Uyum bozukluğu, psikososyal anlamda stresörlere yanıt olarak, stresör etkenin belirmesinden sonraki üç<br />

ay içerisinde ortaya çıkan tepkilerle karakterizedir. Genel olarak bu tepkilerin stresörün ortadan<br />

kalkmasıyla <strong>ve</strong>ya stresör etkenin devam etmesi durumunda yeni bir uyum sürecinin ortaya çıkması ile<br />

sonlanması beklenir. Uyum bozuklukları yukarıda da anlatılan işkence, tecavüz gibi travmatik olarak<br />

nitelendirilebilecek <strong>ve</strong> insanların sık karşılaşmadığı örseleyici olaylardan çok gündelik yaşamda<br />

karşılaşabilecek <strong>ve</strong> birçok insan için yaşamın bir döneminde deneyimlenme olasılığı yüksek, maddi<br />

kayıp, ayrılık, boşanma, sevilen bir kişinin kaybı, okul sorunları, yeni bir yere taşınma, askerlik yapma,<br />

hastaneye yatırılma, kronik bir hastalığa sahip olma, yoksulluk gibi olaylar karşısında ortaya çıkar. Dikkat<br />

<br />

117


edilirse bu stresörlerin bir kısmı kısa bir zamanda gerçekleşen, bir kısmı belli zaman diliminde<br />

gerçekleşen, bir kısmı ise süreğenliği olan olaylardan oluşmaktadır.<br />

İnsanların yaşamlarında ortak olan okula başlama, evden ayrılma, evlenme, çeşitli amaçlar uğruna<br />

çabalama, çocuk sahibi olma, emeklilik gibi dönemler mevcuttur. Bu dönemler de uyum bozukluğu<br />

gelişmesi açısından riskler barındırmaktadır.<br />

Uyum bozuklukları, kadınlarda erkeklere göre daha sık görülür. Genel popülasyonda %2-8 arasında<br />

görüldüğü belirtilmektedir. Uyum bozukluklarında, çökkün <strong>ve</strong> ağlamaklı hal, çaresizlik <strong>ve</strong> ümitsizlik<br />

(depresif mizaçlı uyum bozukluğu), çarpıntı, huzursuzluk, gerginlik (anksiyeteli uyum bozukluğu),<br />

kavgacılık, kuralları ihlal etme, okuldan kaçma (davranım bozukluğu ile giden uyum bozukluğu) şeklinde<br />

belirtiler görülmektedir.<br />

Uyum bozukluğu ile travma sonrası stres bozukluğuna neden olan<br />

olaylar arasında ne gibi farklılıklar vardır?<br />

TRAVMATİK OLAYLAR<br />

Afetler<br />

Afet; insanlar için fiziksel, ekonomik <strong>ve</strong> sosyal kayıplar doğurma potansiyeline sahip olan, ölüm <strong>ve</strong><br />

yaralanma düzeyinde insan yaşamını tehdit edici boyutları bulunan, olağan koşullarda sürmekte olan<br />

yaşamı <strong>ve</strong> insan aktivitelerini durdurarak, kesintiye uğratarak <strong>ve</strong>ya yavaşlatarak sosyallikleri etkileyen <strong>ve</strong><br />

etkilenen sosyalliğin sahip olduğu olanak <strong>ve</strong> kaynaklarını kullanarak üstesinden gelemeyeceği, doğal,<br />

teknolojik <strong>ve</strong>ya insandan köken alan olaylardır. Bu şekilde tanımlanan olaylar travmatik nitelik taşımakla<br />

birlikte bu olaylara afet denmesinin asıl nedeni doğurdukları olumsuz sonuçlardır. Can kaybı yaratmayan,<br />

alt <strong>ve</strong> üst yapıya zarar <strong>ve</strong>rmeyen, yaşam alanlarının uzağında meydana gelen olaylar, sonuçları itibarı ile<br />

insanların sosyal <strong>ve</strong> ekonomik yaşamlarında kesintiye <strong>ve</strong>ya yavaşlamaya neden olmayacağından, insan<br />

hayatını tehdit etmeyeceğinden afet olarak nitelendirilmemektedir.<br />

Afetler, kökenlerine göre doğal afetler, teknolojik afetler <strong>ve</strong> insan kökenli afetler olarak<br />

sınıflandırılmaktadır. Doğal afetler, doğa olaylarından kaynaklanan, insan eliyle önlenemeyen, geniş çaplı<br />

etki alanına sahip olaylar şekilde tanımlanabilir. Deprem, sel, heyelan, tsunami (yer sarsıntısına bağlı dev<br />

dalgalar), kasırga, hortum, yangın, kaya düşmesi, çığ düşmesi gibi olaylar doğal afetlere örnek olarak<br />

gösterilebilir. Teknolojik afetler, teknolojik yapılardaki kazalar <strong>ve</strong>ya endüstriyel gelişmelere ikincil olarak<br />

gelişen, insan yaşamını, sosyalliklerin olağan yaşam koşullarını tehdit edici özelliği bulunan olayları<br />

kapsar. Nükleer kazalar, kimyasal patlama <strong>ve</strong> yangınlar, çevre kirliliği, sera etkisi gibi olaylar teknolojik<br />

afetler kapsamında değerlendirilebilir. Doğrudan insan yaşamını <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya sosyalliklerin olağan<br />

yaşamlarını hedef alan <strong>ve</strong> insan eliyle gerçekleştirilen saldırıları kapsayan olaylar, insan kökenli afetler<br />

başlığı altında değerlendirilebilir. Kitleler üzerinde en yüksek psikolojik etkiye neden olabilecek şekilde<br />

tasarlanan bir savaşım biçimi şeklinde tanımlanabilecek terörizm <strong>ve</strong> savaşlar insan kökenli afetler<br />

kapsamındadır.<br />

Afetler aynı zamanda meydana geliş hızlarına göre de sınıflandırılabilir. Bu açıdan afetler ani gelişen<br />

<strong>ve</strong> yavaş gelişen afetler şeklinde sınıflandırılmaktadır. İnsan yaşamı <strong>ve</strong> sosyalliklerin olağan yaşam<br />

koşullarına karşı hızlı bir şekilde tehdit oluşturan ani gelişen afetlere deprem, kasırga, heyelan <strong>ve</strong><br />

yukarıda sıralanan diğer doğal afetler örnek olarak gösterilebilir. Yavaş gelişen afetlerin ise insan<br />

yaşamına <strong>ve</strong> sosyalliklerin olağan yaşam koşullarına karşı tehdit edici etkileri yavaş bir şekilde ortaya<br />

çıkar. Bu tür afetlere kuraklık, erozyon, iklim değişiklikleri, çevre kirliliği yavaş gelişen afetler<br />

kapsamında değerlendirilebilir. Afetin gelişme hızı insanların afete <strong>ve</strong>rdiği tepkinin hızını <strong>ve</strong> şeklini, afete<br />

karşı dayanışmanın nitelik <strong>ve</strong> niceliğini belirleyebilir.<br />

Ülkemiz, sahip olduğu jeolojik, topoğrafik <strong>ve</strong> meteorolojik koşulları nedeniyle büyük can <strong>ve</strong> mal<br />

kayıplarına yol açan doğal afet olayları ile sıkça karşılaşmakta, doğal afetlerle iç içe yaşamaktadır. Bu<br />

nedenle <strong>aile</strong>ler özellikle deprem gibi doğal afetler öncesinde, sırasında <strong>ve</strong> sonrasında neler yapacakları<br />

<br />

118


konusunda çeşitli önlemler almalıdırlar. Bunun için her <strong>aile</strong> ‘<strong>aile</strong> afete hazırlık planı’ oluşturmalıdır. Bu<br />

plan dahilinde her odada gü<strong>ve</strong>nli yerlerin belirlenmesi, ev <strong>ve</strong> binadaki alternatif çıkış yollarının<br />

belirlenmesi, deprem sırasında zarar <strong>ve</strong>rebilecek eşyaların saptanarak önceden önlemler alınması, önemli<br />

evrakların, adreslerin, telefon numaralarının yazı olduğu bir kopyanın hazırlanması, afet sonrasında <strong>aile</strong><br />

üyelerinin buluşacağı adreslerin belirlenmesi gibi hazırlıklar yapılmalıdır.<br />

Afetleri sınıflandırınız <strong>ve</strong> her bir kategoriye uygun örnekler <strong>ve</strong>riniz.<br />

Türkiye için risk oluşturan, daha sık karşılaşılan afetler hangileridir?<br />

Yakın Kaybı-Yas<br />

Ölüm, insanın kendisi ile ahlaki değerleri bakımından yüzleşmesini, incinemez <strong>ve</strong> incitilemez olduğu<br />

yönündeki düşünceleri üzerine yeniden düşünmesini sağlayan bir olgudur. İnsanlar yaşamlarının bazı<br />

dönemlerinde sevdikleri kişilerin ölmesi stresörü ile kaşı karşıya kalırlar. Yas, ölüm yoluyla kayıp<br />

gerçeğini tanımlar. Yas tepkisi ise sevilen bir kişinin kaybı hemen sonrasında <strong>ve</strong>ya kaybı takip eden<br />

birkaç ay içerisinde ortaya çıkar <strong>ve</strong> tipik olarak kişinin kendisini üzgün hissetmesi, kaybedilen kişi ile<br />

ilgili sıklık <strong>ve</strong> şiddeti bakımından aşırı zihinsel uğraşıda bulunması, uykuya dalamama <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya uykuyu<br />

sürdürememe, yoğunlaşma güçlüğü, çabuk öfkelenme, kaygılı olma <strong>ve</strong> gündelik işlevselliğini sürdürmede<br />

zorlanma gibi belirtileri kapsar. Yas tepkisinin, kültürler arasında farklılık olmasına karşın, ortalama<br />

olarak 2-6 ay arasında sürmesi beklenir. Ancak bazı kültürlerde bu süre yılları bulabilmektedir. Yas<br />

tepkisi, özellikle belirtilmesi gerekir ki, sevilen kişinin kaybı nedeniyle ortaya çıkan yeni duruma alışma<br />

çabasına önemli katkı sunmaktadır. Yani yas süreci bozulan dengenin, yeni bir denge ile düzlüğe<br />

çıkarılmasının yolunu açmaktadır.<br />

2010.<br />

<br />

Elisabeth Kübler-Ross, Ölüm <strong>ve</strong> Ölmek Üzerine, April Yayıncılık,<br />

Yas tepkisinin başlamasına neden olabilecek kayıp ya da kayıp tehditleri, somut kayıplar <strong>ve</strong> gelişimsel<br />

kayıplar olmak üzere iki ana başlık altında sınıflandırılabilir. Sevilen birini boşanma, ayrılık <strong>ve</strong>ya ölüm<br />

gibi nedenlerle kaybetme, duygusal olarak yatırım yapılmış insan dışı bir canlı ya da bir nesnenin<br />

kaybedilmesi, herhangi bir vücut parçasının ameliyat <strong>ve</strong>ya kaza gibi olaylar nedeniyle kaybedilmesi,<br />

kişinin kendisinde ya da sevdiği birisinde ölümcül bir hastalık olduğunu öğrenmesi somut kayıplar başlığı<br />

altında değerlendirilir. Anneyi ya da anne sevgisini (burada somut olarak anne anlaşılabileceği gibi<br />

annenin yerini tutan kişi de anlaşılabilir) kaybetme kaygısı, vücut parçalarını kaybetme kaygısı ise<br />

gelişimsel kayıplardır.<br />

Yas tepkisi her ne kadar yeni bir dengenin sağlanmasına yönelik olağan bir ruhsal yanıt olarak kabul<br />

edilse de kayıp ya da kayıp tehdidi sonrası dönemde görülebilecek bazı belirtiler yas sürecinin sağlıklı<br />

yürümediğini gösterebilir. Kayıptan ya da kayıp tehdidinin ardından ortaya çıkması beklenen yas<br />

tepkisine has belirtilerin oluşmaması, beklenen tepkilerin gecikmesi, eğer kaybedilen kişi bir hastalık<br />

nedeni ile ölmüş ise bu hastalığa ait belirtilerin benimsenmesi, yas tepkisinin çeşitli bedensel hastalık<br />

belirtileri ile ortaya çıkması, kişinin kendisini arkadaşlık <strong>ve</strong> akrabalık ilişkilerinden geriye çekerek sosyal<br />

alandan yalıtması, bazı kişilerin bu kayıpla ilgili olarak suçlanarak düşman olarak görülmesi, kendisine<br />

zarar <strong>ve</strong>rici davranışlarda (yaşamına, sosyal hayatına, ekonomik düzeyine karşı) bulunması, kişinin<br />

özsaygısının azalması yas sürecinin olması gerektiği gibi yürümediğine işaret eder.<br />

İnsanlar, kayıp ya da kayıp tehdidine karşı beş aşamalı bir yanıt <strong>ve</strong>rirler. Bu aşamalar sırasıyla inkar<br />

<strong>ve</strong> yalnızlaşma, öfke, pazarlık, depresyon <strong>ve</strong> kabullenmeden oluşur. Yas süreci aşamalar halinde belirtilen<br />

sıralamayı izleyebileceği gibi bu aşamaların herhangi birinden de başlayabilir ya da karmaşık bir sıralama<br />

görülebilir. Bazı aşamalar bazı insanlarda hiç görülmeyebilir. Genellikle yas sürecinin belli bir zaman<br />

diliminde bu aşamalara ait özellikler bir arada bulunur. Yani yas sürecindeki bir kişi öfke dönemine has<br />

özelliklerle birlikte pazarlık aşamasına ait özellikleri bir arada barındırabilir.<br />

119


Yas tepkisi, özellikle belirtilmesi gerekir ki, sevilen kişinin kaybı<br />

nedeniyle ortaya çıkan yeni duruma alışma çabasına önemli katkı sunmaktadır. Yani yas<br />

süreci bozulan dengenin, yeni bir denge ile düzlüğe çıkarılmasının yolunu açmaktadır.<br />

İnsan, yaşadığı süre içerisinde gelecekte olacak olaylardan sadece ölümü yaşayacağından emin<br />

olabilir. Ancak yaşamını sürdürürken ‘bir gün öleceği’ doğru önermesini sürekli bir biçimde düşünmez.<br />

Çünkü sürekli olarak ölümle yüz yüze gelmek oldukça gerginlik yaratacak bir deneyimdir. Bu nedenledir<br />

ki kayıp ya da kayıp tehdidi ile karşılaşıldığında genellikle <strong>ve</strong>rilen ilk tepki ‘hayır ben olamam’, ‘bu haber<br />

doğru olamaz’, ‘konulan tanı yanlış’ durumun kabullenilmediğini gösteren ifadelerinde kendisini bulan<br />

inkardır. İnkar aşaması kayıp ya da kayıp tehdidinin yarattığı şoku daha yavaşça emilmesini sağlayan bir<br />

tampon gibi işlev görür. Yani kayıp ya da kayıp tehdidi ile karşılaşan kişiye zaman kazandırmış olur.<br />

Ölmüş kişinin ‘sesini duymak’, ‘yanımızdaymış gibi duyumsamak’, ‘tekrar ziyaret edeceğine dair<br />

umutlar beslemek’, ‘bir ses gelir umuduyla telefon ahizesini olur olmadık zamanlarda kaldırmak’, ‘biraz<br />

sonra kapıdan içeri gireceğini hissetmek’ gibi yaşantılar da inkarın parçası olarak kabul edilmektedir.<br />

İnkar dönemi genellikle kısa sürer <strong>ve</strong> kısmi bir kabullenme ile sona erer.<br />

Öfke döneminde kişinin sorduğu temel soru ‘neden başkasının değil de benim başıma geldi’<br />

sorusudur. Yas sürecinde ortaya çıkabilecek öfkenin kime yöneleceği, kayıptan kimlerin sorumlu<br />

tutulduğu ya da kayıpla ilgili kimlerin suçlandığı ile ilgili olabilir. Örneğin kayıpla ‘yetersiz ya da<br />

gereksiz tedavi girişimlerinde bulunan doktor ya da sağlık kuruluşu’ sorumlu tutuluyor ise öfke doktora<br />

<strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya sağlık kuruluşuna yönlenecektir. Kişiler kayıpla ilgili kendilerini sorumlu tutar ya da kendilerini<br />

suçlarlar ise öfkelerini intihar girişimlerine varabilecek kadar kendilerine yönlendirebilirler. Zaman<br />

zaman öfkenin hedefine Tanrı yerleştirilir. Bazen yas sürecindeki kişiler kaybettikleri kişiye karşı öfke<br />

duyabilirler. ‘Beni böyle bir başıma bırakıp gitti’, ‘bunu yapmaya hakkı yoktu’ ifadeleri ya da kaldırılan<br />

cenazenin arkasından ‘nereye gidiyorsun’, ‘bizi nasıl bırakırsın’ şeklinde bağırmak bu duruma örnek<br />

oluşturur. Ancak unutulmamalıdır ki çoğu zaman yas sürecinde hissedilen öfke ile öfkenin duyulduğu<br />

hedefteki kişi, kişiler ya da kurumlar arasında doğrudan bir neden sonuç bağlantısı bulunmaz.<br />

Pazarlık döneminde olanlar yukarıda anlatılan inkar <strong>ve</strong> öfke dönemlerine göre kaybın yaşandığının<br />

daha çok farkındadırlar. Ancak halen içinde bir kabullenmemeyi barındırmaktadır. Bu aşama kişinin<br />

yaşadığı suçluluk duygularının geçici olarak hafifletilmesi gibi bir işle<strong>ve</strong> de sahiptir. İnsanlar, genellikle<br />

iyi tutumları için ödüllendirilecekleri <strong>ve</strong> takdir edilecekleri gibi bir inanca sahiptirler. İşte pazarlık<br />

aşamasında oluşturdukları önermeler bu inanca dayanmaktadır. Bu dönemde yapılan pazarlıkların<br />

önemlice bir kısmını Tanrı ile yapılanlar oluşturmaktadır. Kaybettiği babası ile ilgili olarak ‘eğer bundan<br />

sonra babamın beni sürekli uyardığı konulardaki davranışlarımı devam ettirmezsem Tanrı onu bana geri<br />

<strong>ve</strong>rir’ gibi bir düşünceye sahip kişi pazarlık yapmaktadır.<br />

Depresyon aşaması kabullenme aşamasının bir öncesidir. Genellikle de kabullenme aşaması ile iç içe<br />

yaşanır. Öfke duygusunun yerini kayıp almaya başlamıştır. Burada depresyondan kasıt ruhsal bir<br />

rahatsızlıktan öte kişinin karşılaştığı kayıp ya da kayıp tehdidine karşı onu hazırlayıcı işlev gören<br />

üzüntüdür. Diğer aşamaları profesyonel olan ya da olmayan birilerinden yardım alarak <strong>ve</strong>ya hiçbir yardım<br />

almaksızın geçen kişi artık son dönem olan kabullenme dönemine ulaşmış demektir. Bu aşama artık<br />

kişinin bunalımlı ya da öfkeli olmadığı dönemdir. Kaybı inkar etmekten çoktan vazgeçmiş, kayıptan ya<br />

da kayıp tehdidinden sorumlu tuttuğu kişilere olan öfkesini, kendisi de dahil geride kalan sağlıklılara<br />

yüklediği suçluluğu <strong>ve</strong> sorumluluğu ifade etmiş, oluşmuş kaybı sessiz bir beklentiyle kabullenmiş hale<br />

gelmiştir.<br />

Çocuklar da kayıp ya da kayıp tehdidi karşısında benzer tepkiler <strong>ve</strong>rirler. Ancak çocukların <strong>ve</strong>rdikleri<br />

tepkilerin yetişkinlerinkinden oldukça farklı olabileceği unutulmamalıdır. Tepki <strong>ve</strong>rmemekten, öfkesini<br />

oynadığı oyunlarda göstermeye kadar çeşitli reaksiyonlar gösterebilirler. Kayıp karşısında çocuklara nasıl<br />

davranılacağı sıkça sorulan <strong>ve</strong> merak edilen bir konudur. Bu gibi durumlarda yaşa uygun açıklamalar<br />

yaparak kafa karışıklığını azaltmanın, soyut (gerçeklikten kopuk) açıklamalardan uzak durmanın faydalı<br />

olacağı, ölümü bir yolculuk ya da uyku gibi açıklamanın sakıncalı olduğu belirtilmektedir. Ayrıca<br />

çocuğun oyun tekliflerini geri çevirmemek, kaybedilen kişi ile ilgili fotoğraf albümlerini incelmek,<br />

<br />

120


mezarın çocuk tarafından da ziyaret edilmesini sağlamak <strong>ve</strong> çocuğun konuşmasına olanak sağlamak<br />

yararlı olacaktır. Yetişkinlerin bu durumlarda çocuklarla girdikleri ilişkilerde kendi duyularını<br />

paylaşmaları, çocuğun cenaze törenini <strong>ve</strong> ölüyü görmesine izin <strong>ve</strong>rilmesi, kültürlere <strong>ve</strong> dinlere göre<br />

değişmekle birlikte ölümden sonraki dönemde periyodik olarak yapılan törenlere katılması, ölen kişiye ait<br />

eşyaların ortada bırakılması önerilmektedir. Ayrıca bu dönemde çocukla suçluluk duyguları <strong>ve</strong> anne baba<br />

ya da kendisinin başına kötü bir şey gelebileceği ile ilgili kaygıları konusunda konuşulmalı <strong>ve</strong> <strong>aile</strong>nin bir<br />

arada durmasına özen gösterilmelidir.<br />

Çocukların da yas tepkisi <strong>ve</strong>rebildikleri ancak bu tepkilerinin yetişkinden<br />

biraz farklı olabileceği, bazen dışarıdan çocuğun yas tutmuyormuş ya da kaybı<br />

dikkate almıyormuş gibi görünebileceği akılda tutulmalıdır.<br />

Sonuç olarak, yas sürecini tüm yönleri ile tanımak önemlidir. Yas sürecinin, çeşitli kültürel yönlere<br />

sahip olabileceği akılda tutulmalıdır. Yas süreci aslında yeni ortaya çıkmış bir duruma hazırlık evresidir<br />

<strong>ve</strong> zaman zaman sağlıksız boyutlara ulaşabilir.<br />

Yas sürecinde görülen aşamalar hangileridir? Bu aşamaların özelliklerine<br />

kısaca değininiz.<br />

Göç<br />

Göç, insanların yaşamlarının bir sonraki bölümünün bir kısmını <strong>ve</strong>ya tamamını geçirmek üzere halen<br />

ikamet ettikleri yerleşim yerini değiştirmeleridir. Bu tanımıyla göç bir nüfus hareketidir. Bu hareketin<br />

yegane etkisi göç alan yerleşim yerinin nüfusunun artması <strong>ve</strong> göç <strong>ve</strong>ren yerleşim yerinin nüfusunun<br />

azalması değildir. Mekan değiştirme süreci, beraberinde sosyal, kültürel, çevresel, ekonomik <strong>ve</strong> politik<br />

sonuçlar da doğurur. Sebebi ne olursa olsun göç, yaşam koşullarının bozulduğu bir yerden <strong>ve</strong>ya yaşamın<br />

tehdit altında olduğu bir yerden bu açılardan daha avantajlı bir yere doğru yapılır. Yani göç bir çeşit<br />

yaşamda kalma çabasıdır. Her ne kadar göç tek tek kişiler bazında yapılabilse de, göç etme nedenine de<br />

bağlı olarak, genellikle kitleler halinde <strong>ve</strong> tüm <strong>aile</strong>yi içine alacak şekilde yapılmaktadır.<br />

Coğrafi bir hareket olarak değerlendirilen <strong>ve</strong> birçok sınıflandırmaya tabi tutulabilen göç sıklıkla ülke<br />

sınırları baz alınarak iç göç <strong>ve</strong> dış göç olmak üzere iki kategoriye ayrılmaktadır. Yani iç göç, aynı ülke<br />

içerisinde genellikle daha az yoğun nüfusa sahip yerleşim yerlerinden daha yoğun nüfusa sahip yerleşim<br />

yerlerine yapılan göçe denirken, ülke sınırlarının aşılması suretiyle yapılan göçe ise dış göç denmektedir.<br />

Ancak göçün bu şekilde sınıflandırılması göç ile ilgili önemli unsurların tümünün tanım içerisine<br />

sokulmaması gibi eksiklikler barındırmaktadır. Göç sadece coğrafi olarak değil aynı zamanda istemli<br />

yapılıp yapılmadığı, göçe neden olan faktörler açısından da sınıflandırılabilir. İstemli yapılıp<br />

yapılmadığına göre göçler zorunlu <strong>ve</strong> gönüllü göçler olarak ayrılır. Zorunlu göç (yerinden edilme), savaş<br />

<strong>ve</strong> çatışmalı ortam nedeniyle olabileceği gibi doğal afetler, doğrudan ölümle karşı karşıya kalınmasa da<br />

can gü<strong>ve</strong>nliğinin olmamasından endişe duyma, baraj <strong>ve</strong> yol yapımı gibi nedenlerden kaynaklanabilir.<br />

Hatta mecburi hizmete gitme şartı bulunan mesleklere sahip kişilerin atama yolu ile yaptıkları göçler de<br />

zorunlu göç sınıfına girmektedir.<br />

Gönüllü göçler genellikle insanların yaşadıkları coğrafi bölgede <strong>ve</strong>ya ülkede çeşitli olanaklardan<br />

mahrum olmaları nedeniyle gerçekleşmektedir. Örneğin bulundukları bölge ya da ülkede tedavisi<br />

mümkün olmayan <strong>ve</strong>ya sınırlı olanaklarla tedavi edilmeye çalışılan bir hastalığa sahip olmak gönüllü göç<br />

sebebi olabilmektedir. Ekonomik nedenli gönüllü göçler bu türün en sık görülenidir. Genellikle ekonomik<br />

nedenli gönüllü göçler, insan gücünün fazla ancak iş alanlarının az olduğu bölge ya da ülkeden iş<br />

alanlarının yoğun olduğu <strong>ve</strong> emek gücüne ihtiyaç duyulan bölge <strong>ve</strong>ya ülkeye olmaktadır.<br />

Göç olayı tek başına stresör <strong>ve</strong>ya travmatik nitelik taşıdığı halde öncesi, sırası <strong>ve</strong> sonrasıyla ek<br />

travmatik deneyimler oluşturmaya adaydır. Yerinden edilme, ruhsal olarak travmatik bir süreçtir.<br />

Yerinden edilmiş kişiler, silahlı çatışma, işkence, fiziksel ya da cinsel şiddet, tecavüz, ölüm tehdidi, yakın<br />

kaybı gibi travmatik yaşantılara maruz kalabilmektedirler. Yerinden edilme, yarattığı etkiler bakımından<br />

<br />

121


ir afet türü <strong>ve</strong> aynı zamanda bir halk sağlığı sorunu olarak değerlendirilebilir. Çünkü yerinden edilmenin<br />

doğal bir sonucu olarak kaynak kaybı, ekonomik belirsizlikler, sağlık <strong>ve</strong> eğitim eksiklikleri, temel insani<br />

gereksinimleri karşılayamama, toplumsal yapının parçalanması <strong>ve</strong> dağılması gibi pek çok durum ortaya<br />

çıkar. Çatışmalara <strong>ve</strong> yerinden edilmeye maruz kalanlarda, başta travma sonrası stres bozukluğu olmak<br />

üzere, yüksek oranda ruhsal rahatsızlık görülmektedir.<br />

Ülkemiz yukarıda kısaca çeşitli yönleri ile tanımlanmaya <strong>ve</strong> sınıflandırılmaya çalışılan göçlerin<br />

yaşandığı <strong>ve</strong> bu göçlerin <strong>aile</strong> yaşamı üzerine etkilerinin derinden hissedildiği bir ülkedir. Hangi nedenle<br />

olursa olsun göçler <strong>aile</strong> yapısının farklılaşmasına neden olmaktadırlar. Çünkü genellikle gelinen yerdeki<br />

<strong>aile</strong> yapısının devam ettirilmesi göç edilen yerdeki yaşama uyumu zorlaştırmaktadır. Aile üyelerinden<br />

yaşı büyük olanlar ile genç <strong>ve</strong> çocuk yaşta olanlar arasında bir önceki yerleşim yerinin değerleri <strong>ve</strong><br />

kültürü üzerinden ya da yeni yerleşim yerinin değerleri üzerinden mi yaşanacağı ile ilgili şiddetli<br />

çatışmalar çıkabilmektedir. Özellikle sağlıklı iletişim kuramayan <strong>aile</strong>lerde çocukların anne babaya<br />

yabancılaştığı görülmektedir.<br />

Türkiye halen çeşitli nedenlerle göç <strong>ve</strong> göçün yarattığı olumsuz sonuçlarla<br />

karşı karşıya kalma açısından risk altında olan bir ülkedir.<br />

Göç, <strong>aile</strong>lerin çocuklar üzerindeki denetimlerinin azalmasına neden olmaktadır. Yeni yerleşilen yerin<br />

büyük olması, çocukların yeni değer yargıları <strong>ve</strong> yeni olanaklarla tanışmış olmaları, göçün neden olduğu<br />

ekonomik güçlüklerin aşılabilmesi adına çocukların çalışmak zorunda kalması <strong>aile</strong>lerin çocuklar<br />

üzerindeki denetiminin azalmasına neden olabilecek faktörlerdir. Denetimin azalması ise çocukların<br />

çeşitli davranım sorunlarına (farklı <strong>ve</strong> istenmeyen davranışlar sergileyen arkadaş çevrelerine girmek,<br />

geceleri ev dışında geçirmek, suç işlemek), çocukların sigara, alkol <strong>ve</strong> madde ile tanışmalarına neden<br />

olabilmektedir.<br />

Özellikle zorunlu olarak yapılmış göçler <strong>aile</strong>lerin konut <strong>ve</strong> barınma sorunları, <strong>aile</strong> üyeleri geldikleri<br />

yere göre bilgi <strong>ve</strong> beceri sahibi olduklarından <strong>ve</strong> sonradan geldikleri yere göre bu nitelikleri vasıfsız<br />

sayıldığından işsizlik, yoksulluk, çocukların eğitimden <strong>ve</strong> tüm <strong>aile</strong> bireylerinin temel sağlık<br />

hizmetlerinden yoksun kalması, çocukların çalıştırılmak zorunda bırakılması, dengesiz <strong>ve</strong> yetersiz<br />

beslenme <strong>ve</strong> bunun sonuçları, yeni yerleştikleri yerdeki insanlardan gördükleri ayrımcılık gibi sorunlara<br />

neden olmaktadır.<br />

Göçü coğrafi yer değiştirme anlamında sınıflandırınız. Zorla yerinden<br />

edilmeye neden olabilecek durumları sıralayınız.<br />

<br />

122


Özet<br />

Stres <strong>ve</strong> travma kavramları genellikle iç içe<br />

geçmiş birbirlerinden kolayca ayrılamayan, belki<br />

de birbirlerinden ayrılması pek gerekmeyen<br />

kavramlardır. Stres, bir stresöre karşı bedensel <strong>ve</strong><br />

ruhsal anlamda <strong>ve</strong>rilen tepkilere denir <strong>ve</strong> bu tepki<br />

organizmanın bedensel <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya ruhsal anlamda<br />

tehdit altında olduğunu gösterir.<br />

Stres yaratan olaylara göre kişinin <strong>ve</strong>ya<br />

yakınlarının bedensel <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya ruhsal varlığına<br />

karşı ciddi tehdit oluşturan, ani olarak gelişen <strong>ve</strong><br />

kişide dehşet duygusu yaratan olaylar şeklinde<br />

tanımlanabilecek travmatik olaylar da gerek<br />

doğrudan gerekse de dolaylı olarak <strong>aile</strong> yaşamı<br />

üzerine olumsuz etkiler gösterirler.<br />

Stres <strong>ve</strong> travma, insanda kişisel olarak çeşitli<br />

bozukluklara yol açabileceği gibi toplumsal<br />

düzeyde <strong>ve</strong> gerek dar anlamıyla gerekse de geniş<br />

anlamıyla <strong>aile</strong> üzerinde olumsuz etkilere neden<br />

olabilirler. Stres <strong>ve</strong> travma, bu etkilerini<br />

doğrudan <strong>aile</strong> <strong>ve</strong> toplum üzerinde <strong>ve</strong>ya tek tek<br />

kişileri etkilemek yolu ile gösterebilirler.<br />

Aile içinde yaşanan stresin önemlice bir kısmı<br />

<strong>aile</strong> içerisindeki iletişim biçimi ile ilişkilidir.<br />

Stresi yaratan sadece eşler arasındaki iletişimdeki<br />

sorunlar değildir. Ebe<strong>ve</strong>yn <strong>ve</strong> çocuklar arasındaki<br />

iletişim, çocukların birbirleri arasındaki iletişim<br />

<strong>ve</strong> hatta geniş bir <strong>aile</strong>den söz ediyor isek diğer<br />

<strong>aile</strong> üyelerinin rol aldığı iletişim biçimi stresin<br />

oluşumuna katkıda bulunur.<br />

Travmatik ya da stresli bir olaya maruz kalan<br />

kişilerde çeşitli ruhsal bozukluklar gelişebilir. Bu<br />

bozukluklardan en çok bilinenleri akut stres<br />

bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu <strong>ve</strong><br />

uyum bozukluklarıdır.<br />

<br />

123<br />

Afetler, insanlar için fiziksel, ekonomik <strong>ve</strong> sosyal<br />

kayıplar doğurma potansiyeline sahip olan, ölüm<br />

<strong>ve</strong> yaralanma düzeyinde insan yaşamını tehdit<br />

edici boyutları bulunan, olağan koşullarda<br />

sürmekte olan yaşamı <strong>ve</strong> insan aktivitelerini<br />

durdurarak, kesintiye uğratarak <strong>ve</strong>ya yavaşlatarak<br />

sosyallikleri etkileyen <strong>ve</strong> etkilenen sosyalliğin<br />

sahip olduğu olanak <strong>ve</strong> kaynaklarını kullanarak<br />

üstesinden gelemeyeceği, doğal, teknolojik <strong>ve</strong>ya<br />

insandan köken alan olaylardır.<br />

Yas, ölüm yoluyla kayıp gerçeğini tanımlar. Yas<br />

tepkisi ise sevilen bir kişinin kaybı hemen<br />

sonrasında <strong>ve</strong>ya kaybı takip eden birkaç ay<br />

içerisinde ortaya çıkar <strong>ve</strong> tipik olarak kişinin<br />

kendisini üzgün hissetmesi, kaybedilen kişi ile<br />

ilgili sıklık <strong>ve</strong> şiddeti bakımından aşırı zihinsel<br />

uğraşıda bulunması, uykuya dalamama <strong>ve</strong> / <strong>ve</strong>ya<br />

uykuyu sürdürememe, yoğunlaşma güçlüğü,<br />

çabuk öfkelenme, kaygılı olma <strong>ve</strong> gündelik<br />

işlevselliğini sürdürmede zorlanma gibi belirtileri<br />

kapsar.<br />

Göç, insanların yaşamlarının bir sonraki<br />

bölümünün bir kısmını <strong>ve</strong>ya tamamını geçirmek<br />

üzere halen ikamet ettikleri yerleşim yerini<br />

değiştirmeleridir. Göç, <strong>aile</strong>lerin çocuklar<br />

üzerindeki denetimlerinin azalmasına neden<br />

olmaktadır. Yeni yerleşilen yerin büyük olması,<br />

çocukların yeni değer yargıları <strong>ve</strong> yeni<br />

olanaklarla tanışmış olmaları, göçün neden<br />

olduğu ekonomik güçlüklerin aşılabilmesi adına<br />

çocukların çalışmak zorunda kalması <strong>aile</strong>lerin<br />

çocuklar üzerindeki denetiminin azalmasına<br />

neden olabilecek faktörlerdir.


Kendimizi Sınayalım<br />

1. Aşağıdakilerden hangisi travmatik olayla<br />

karşılaştırıldığında, stresör olarak tanımlanabilecek<br />

bir olayın özelliklerinden değildir?<br />

a. Nadiren karşılaşılır.<br />

b. Yavaş bir şekilde gelişir.<br />

c. Dehşet duygusuna neden olmaz.<br />

d. Genellikle süreğen olaylardır.<br />

e. Ruhsal bozukluklara neden olmaz<br />

2. Aşağıdakilerden hangisi sağlıklı bir <strong>aile</strong> içi<br />

iletişimin özelliklerindendir?<br />

a. Daha çok <strong>aile</strong> reisinin sözü geçer.<br />

b. Kişinin stresle baş edebilme kapasitesini<br />

arttırır.<br />

c. Büyük yaşata olanların daha fazla konuşmalıdır.<br />

d. Aile üyelerinin her konuda duygularını açmalarına<br />

izin <strong>ve</strong>rilmez.<br />

e. Aile içinde bir sorun çıktığında buna neden<br />

olabilecekler en başından itibaren ele alınır.<br />

3. Travma ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi<br />

yanlıştır?<br />

a. Travmatik olaylar ruhsal bozukluklara neden<br />

olabilir.<br />

b. İnsan eliyle gerçekleştirilen travmalar mağdurda<br />

daha fazla soruna yol açarlar.<br />

c. Bir olayın travmatik etki gösterebilmesi için<br />

kişinin mutlaka olayın içinde yer alması<br />

gerekir.<br />

d. İşkence <strong>ve</strong> tecavüz insan eliyle gerçekleştirilen<br />

travmalara örnektir.<br />

e. Travmatik olaylar tek seferde gerçekleşebilecekleri<br />

gibi yıllarca da sürebilirler.<br />

4. Aşağıdakilerden hangisi travmatik bir olaydan<br />

iki ay sonra gelişmiş <strong>ve</strong> belirtileri olayı yeniden<br />

hatırlamak, olayın rüyalarına girmesi, olayı<br />

hatırlatan durumlar karşısında sıkıntı duyma olan<br />

durumu tanımlar?<br />

a. Akut stres bozukluğu<br />

b. Depresyon<br />

c. Akıl hastalığı<br />

d. Travma sonrası stres bozukluğu<br />

e. Uyum bozukluğu<br />

<br />

124<br />

5. Aşağıdakilerden hangisi doğal afettir?<br />

a. Erozyon<br />

b. Çevre kirliliği<br />

c. Savaş<br />

d. Nükleer patlama<br />

e. Tsunami<br />

6. Aileden bir kişinin kaybı durumunda ortaya<br />

çıkan yas sürecinde çocuklar açısından hangisinin<br />

uygulanması yanlıştır?<br />

a. Ailenin yas döneminde bir arada durmasına<br />

özen gösterilmelidir.<br />

b. Çocukların ölü bedeni görmelerine izin<br />

<strong>ve</strong>rilmelidir.<br />

c. Yetişkinler kayıp konusunda hissettiklerini<br />

çocuklardan saklamamalıdır.<br />

d. Kaybedilen kişiye ait fotoğraf albümlerine<br />

bakılmalıdır.<br />

e. Çocuk mezarlığa götürülmemelidir.<br />

7. Aşağıdakilerden hangisi kayba karşı ilk<br />

aşamada gösterilen tepkidir?<br />

a. İnkar<br />

b. Öfke<br />

c. Pazarlık<br />

d. Depresyon<br />

e. Kabullenme<br />

8. Kayıptan sonra kişinin ‘iyi şeyler yaptığı<br />

takdirde kaybın geri döneceği’ şeklinde<br />

düşüncelere kapıldığı aşama aşağıdakilerden<br />

hangisidir?<br />

a. İnkar<br />

b. Öfke<br />

c. Pazarlık<br />

d. Depresyon<br />

e. Kabullenme


9. Göçün <strong>aile</strong> üzerine etkileri ile ilgili olarak<br />

aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?<br />

a. Göç, çocuklar ile <strong>aile</strong>deki yetişkinler arasındaki<br />

çatışmaların artmasına neden olur.<br />

b. Göç, genellikle <strong>aile</strong>nin daha iyi olanaklara<br />

kavuşmasını sağlar.<br />

c. Göç, <strong>aile</strong>nin çocuklar üzerindeki denetiminin<br />

azalmasına neden olur.<br />

d. Göç eden <strong>aile</strong>lerde daha fazla ruhsal bozukluk<br />

görülür.<br />

e. Göç, <strong>aile</strong> yapısının farklılaşmasına neden<br />

olur.<br />

10. Aşağıdakilerden hangisi zorunlu göç nedeni<br />

değildir?<br />

a. Evlenme<br />

b. Kan davası<br />

c. Baraj <strong>ve</strong> yol inşaatları<br />

d. Mecburi hizmet<br />

e. Savaş<br />

<br />

125<br />

Kendimizi Sınayalım Yanıt<br />

Anahtarı<br />

1. a Yanıtınız yanlış ise “Stres” <strong>ve</strong> “Travma”<br />

başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

2. b Yanıtınız yanlış ise “Stres, İletişim <strong>ve</strong> Aile”<br />

başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

3. c Yanıtınız yanlış ise “Travma” başlıklı<br />

konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

4. d Yanıtınız yanlış ise “Travmatik Olaylara<br />

Bağlı Gelişebilecek Ruhsal Bozukluklar” başlıklı<br />

konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

5. e Yanıtınız yanlış ise “Afetler” başlıklı konuyu<br />

yeniden gözden geçiriniz.<br />

6. e Yanıtınız yanlış ise “Yakın Kaybı-Yas”<br />

başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

7. a Yanıtınız yanlış ise “Yakın Kaybı-Yas”<br />

başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

8. c Yanıtınız yanlış ise “Yakın Kaybı-Yas”<br />

başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

9. b Yanıtınız yanlış ise “Göç” başlıklı konuyu<br />

yeniden gözden geçiriniz.<br />

10. a Yanıtınız yanlış ise “Göç” başlıklı konuyu<br />

yeniden gözden geçiriniz.


Sıra Sizde Yanıt Anahtarı<br />

Sıra Sizde 1<br />

Stres, canlı organizmaya yönelen, genellikle<br />

zararlı, yönelen tehdidin niteliğinden bağımsız bir<br />

yanıt ya da fizyolojik olarak bedenin olağan<br />

koşullarda oluşturduğu dengede değişiklere<br />

neden olan herhangi bir durumdur. Stres organizma<br />

üzerinde bedensel <strong>ve</strong> ruhsal patolojilere neden<br />

olabilir. Bedensel olarak <strong>ve</strong>rdiği zarar zaman<br />

zaman ölüme kadar varabilir. Ruhsal açıdan<br />

uyum bozukluklarından depresyona <strong>ve</strong> anksiyete<br />

bozukluklarına kadar bir çok patolojiye neden<br />

olabilir.<br />

Sıra Sizde 2<br />

İnsanın bedensel <strong>ve</strong> ruhsal yapısını tehdit eden<br />

her türlü durum ya da olay travma olarak<br />

nitelendirilebilir. Travmatik olaylar kişinin <strong>ve</strong>ya<br />

yakınlarının bedensel <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya ruhsal varlığına<br />

karşı ciddi tehdit oluşturan, ani olarak gelişen <strong>ve</strong><br />

kişide dehşet duygusu yaratan olaylardır. İşkence,<br />

deprem, sel, toprak kayması gibi doğal afetler,<br />

savaş <strong>ve</strong> toplama kampında kalmak, fiziksel<br />

saldırı, sarkıntılıktan tecavüze kadar varabilecek<br />

cinsel saldırı, yangın, kara, deniz <strong>ve</strong> hava trafiğini<br />

ilgilendirebilecek kazalar, rehin alınma, bombalı<br />

saldırıya maruz kalma gibi terörist saldırılar, ağır<br />

yanıklar, iş kazaları, ani gelişen ağır hastalıklar,<br />

ani yakın ölümleri, göç travmatik olaylara örnek<br />

olarak gösterilebilir.<br />

Sıra Sizde 3<br />

Uyum bozuklukları daha çok gündelik yaşamda<br />

sık karşılaşılan hemen her insan tarafından<br />

deneyimlenme olasılığı bulunan, maddi kayıp,<br />

ayrılık, boşanma, sevilen bir kişinin kaybı, okul<br />

sorunları, yeni bir yere taşınma, askerlik yapma,<br />

hastaneye yatırılma, kronik bir hastalığa sahip<br />

olma, yoksulluk gibi olaylar karşısında ortaya<br />

çıkar. Travma sonrası stres bozukluğuna neden<br />

olan olaylar ise genellikle ani gelişen, kişiyi<br />

çaresiz bırakan, kişide dehşet duygusuna neden<br />

olan olaylardır.<br />

<br />

126<br />

Sıra Sizde 4<br />

Afetler, kökenlerine göre doğal afetler, teknolojik<br />

afetler <strong>ve</strong> insan kökenli afetler olarak sınıflandırılmaktadır.<br />

Doğal afetlere deprem, sel, heyelan,<br />

tsunami (yer sarsıntısına bağlı dev dalgalar),<br />

kasırga, hortum, yangın, kaya düşmesi, çığ<br />

düşmesi gibi olaylar, teknolojik afetlere, nükleer<br />

kazalar, kimyasal patlama <strong>ve</strong> yangınlar, çevre<br />

kirliliği, sera etkisi gibi olaylar, insan kökenli<br />

afetlere terörizm <strong>ve</strong> savaşlar örnek olarak<br />

gösterilebilir.<br />

Afetler meydana geliş hızlarına göre ani gelişen<br />

<strong>ve</strong> yavaş gelişen afetler şeklinde sınıflandırılmaktadır.<br />

Ani gelişen afetlere deprem, kasırga,<br />

heyelan <strong>ve</strong> yukarıda sıralanan diğer doğal afetler,<br />

yavaş gelişen afetlere kuraklık, erozyon, iklim<br />

değişiklikleri, çevre kirliliği örnek olarak gösterilebilir.<br />

Sıra Sizde 5<br />

İnsanlar, kayıp ya da kayıp tehdidine karşı beş<br />

aşamalı bir yanıt <strong>ve</strong>rirler. Bu aşamalar sırasıyla<br />

inkar <strong>ve</strong> yalnızlaşma, öfke, pazarlık, depresyon<br />

<strong>ve</strong> kabullenmeden oluşur. kayıp ya da kayıp<br />

tehdidi ile karşılaşıldığında genellikle <strong>ve</strong>rilen ilk<br />

tepki ‘hayır ben olamam’, ‘bu haber doğru<br />

olamaz’, ‘konulan tanı yanlış’ durumun kabullenilmediğini<br />

gösteren ifadelerinde kendisini bulan<br />

inkardır. İnkar aşaması kayıp ya da kayıp tehdidinin<br />

yarattığı şoku daha yavaşça emilmesini<br />

sağlayan bir tampon gibi işlev görür.<br />

Öfke döneminde kişinin sorduğu temel soru<br />

‘neden başkasının değil de benim başıma geldi’<br />

sorusudur. Kayıptan sorumlu tutulan kişilere ya<br />

da kişinin kendisine yönlenebilen bir duygudur.<br />

Pazarlık aşamasında, kişinin yaşadığı suçluluk<br />

duygularının geçici olarak hafifletilmesi hedeflenir.<br />

Bu aşamada insanlar iyi şeyler yapmaları<br />

durumunda kaybın geri döneceği umudunu<br />

beslerler <strong>ve</strong> pazarlığı büyük bölümünü Tanrı ile<br />

yaparlar.<br />

Depresyon <strong>ve</strong> kabullenme aşamaları genellikle iç<br />

içedir. Öfke duygusunun yerini kayıp almaya<br />

başlamıştır. Depresyondan aşamasında görülen<br />

üzgün hal, kişinin karşılaştığı kayıp ya da kayıp<br />

tehdidine karşı onu hazırlayıcı işlev gören<br />

üzüntüdür. Kabullenme aşaması artık kişinin<br />

bunalımlı ya da öfkeli olmadığı dönemdir. Kaybı<br />

inkar etmekten çoktan vazgeçmiş, kayıptan ya da<br />

kayıp tehdidinden sorumlu tuttuğu kişilere olan<br />

öfkesini, kendisi de dahil geride kalan sağlıklılara<br />

yüklediği suçluluğu <strong>ve</strong> sorumluluğu ifade etmiş,<br />

oluşmuş kaybı sessiz bir beklentiyle kabullenmiş<br />

hale gelmiştir.


Sıra Sizde 6<br />

Göç, coğrafi bir hareket olarak değerlendirildiğinde<br />

iç göç <strong>ve</strong> dış göç şeklinde sınıflandırılmaktadır.<br />

İç göç, aynı ülke içerisinde genellikle<br />

daha az yoğun nüfusa sahip yerleşim<br />

yerlerinden daha yoğun nüfusa sahip yerleşim<br />

yerlerine yapılan göçtür. Ülke sınırlarının aşılması<br />

suretiyle yapılan göçe ise dış göç<br />

denmektedir.<br />

Zorunlu göç, savaş <strong>ve</strong> çatışmalı ortam nedeniyle<br />

olabileceği gibi doğal afetler, doğrudan ölümle<br />

karşı karşıya kalınmasa da can gü<strong>ve</strong>nliğinin<br />

olmamasından endişe duyma, baraj <strong>ve</strong> yol<br />

yapımı, tayin, kan davası gibi nedenlerden<br />

kaynaklanabilir.<br />

<br />

127<br />

Yararlanılan Kaynaklar<br />

Aker, T., Önder, M.E. (2003). Psikolojik<br />

Travma <strong>ve</strong> Sonuçları, İstanbul: 5US Yayınları.<br />

Baltaş, Z., Baltaş, A. (2011). Stres <strong>ve</strong><br />

Başaçıkma Yolları, İstanbul: Remzi Kitabevi.<br />

Can, Y. (2011). Göç <strong>ve</strong> Kent: 1989’dan<br />

Günümüze Göç Eden İnsanların Kent<br />

Adaptasyonu Diyarbakır Örneği, Konya:<br />

Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.<br />

Canatan, K. <strong>ve</strong> Yıldırım, E. (2011). Aile<br />

Sosyolojisi. İstanbul: Açılımkitap.<br />

Dyregrov, A. (2000). Çocuk Kayıplar <strong>ve</strong> Yas,<br />

Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları.<br />

Keser, İ. (2011). Göç <strong>ve</strong> Zor, Ankara: Ütopya<br />

Yayınevi.<br />

Köseoğlu, B. <strong>ve</strong> Kocaağa, K. (2011). Aile<br />

Hukuku <strong>ve</strong> Uygulaması, Bursa: Ekin Yayınevi.<br />

Ross, E. (2010). Ölüm <strong>ve</strong> Ölmek Üzerine,<br />

Ankara: April Yayıncılık.<br />

Volkan, V., Zintl, E. (2006). Kayıptan Sonra<br />

Yaşam, İzmir: Halime Odağ Psikanaliz <strong>ve</strong><br />

Psikoterapi Vakfı Eğitim Notları.


8<br />

Amaçlarımız<br />

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;<br />

<br />

<br />

Aileyi tanımlayabilecek,<br />

Evliliği tanımlayabilecek,<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

Ailenin önemini açıklayabilecek,<br />

Sağlıklı <strong>aile</strong>nin önemini açıklayabilecek,<br />

Aile <strong>eğitimi</strong>ni açıklayabilecek<br />

bilgi <strong>ve</strong> becerilere sahip olabilirsiniz.<br />

Anahtar Kavramlar<br />

Aile<br />

Sağlıklı Aile<br />

Evlilik<br />

Aile Eğitimi<br />

Kadın<br />

İçindekiler<br />

Giriş<br />

Evlilik<br />

Aile<br />

Evlilik <strong>ve</strong> Aile Danışmanlığı<br />

Aile Eğitimi<br />

128<br />

Aile Danışmanlığı<br />

Aile Yapısı<br />

Aile Fonksiyonları<br />

İletişim<br />

Etkileşim


GİRİŞ<br />

İnsan toplumsal bir varlıktır. Bu nedenle var olduğu ilk günden beri sürekli olarak bir toplum içinde<br />

huzurla gü<strong>ve</strong>nle yaşamaya çalışmış <strong>ve</strong> daima bunun yollarını aramıştır. Bu arayış başlayan ancak<br />

bitmeyen bir süreç olup bugünde devam etmektedir. İnsan toplum içerisinde sosyal yaşantısını düzene<br />

koymak, öncelikle çevresinde yaşayan bireyler olmak üzere başkalarına zarar <strong>ve</strong>rmeden, içinde<br />

bulunduğu çevreyi kirletmeden, tam aksine diğer insanlara destek olarak, çevresini iyileştirerek,<br />

güzelleştirerek, daha yaşanılır bir hale getirerek, yaşayabilmek <strong>ve</strong> sonuçta, dünya üzerinde insana yakışır<br />

bir uygarlık kurmak için bazı kurallar konmuştur. Bu kuralları dini, ahlaki <strong>ve</strong> hukuki kurallar olarak<br />

gruplamak mümkündür. Ayrıca bu kuralların yanı sıra kısaca birlikte yaşama sanatı olarak<br />

tanımlanabilecek olan “görgü kuralları” da insanın sosyal yaşamını biçimlendirmede etkin rol<br />

oynamaktadır. Toplumu oluşturan bireyler tarafından uyulması amacı ile konan bu kurallar çoğu kez<br />

bireyin çıkarları ile çelişir. Toplum bireylerin bu kurallara uymasını bekler <strong>ve</strong> ister. Birey, toplumu<br />

oluşturan bütün bireylerin bu kurallara aynen uymasını ancak kendisinin hariç olmasını özler. Bu nedenle<br />

toplum kuralları koyarken bütün bireylerin bu kurallara uymasını ister. Uymayanları da bu kurallara<br />

uydurmak için birtakım yaptırımlar geliştirir <strong>ve</strong> bu yaptırımları kullanarak bireyleri koymuş olduğu<br />

kurallara uymaları yönünde zorlar. Bu yaptırımlar çoğu kez derecesi farklı olan cezalardır. Ceza ise<br />

sevimsiz bir olaydır. Ceza, <strong>ve</strong>ren için de alan için de <strong>ve</strong> nihayet uygulayan için de hoşa gitmeyen<br />

istenmeyen bir durumdur. Bu nedenle hiç kimse çok zorunlu olmadıkça cezaya başvurmak istemez.<br />

Ancak toplum koymuş olduğu kurallardan ödün <strong>ve</strong>rir ise bir otorite boşluğu ortaya çıkar <strong>ve</strong> toplum<br />

düzeni bozulur. Bu nedenle toplum, düzeni korumak için koymuş olduğu kuralların eksiksiz olarak<br />

uygulanmasını ister <strong>ve</strong> gerektiğinde istemese de ceza yoluna başvurur.<br />

Bir toplumun koymuş olduğu kuralların uygulanmasını sağlamak amacıyla oluşturulan ilk sosyal<br />

kurum <strong>aile</strong>dir. Aile bir toplumun en önemli sosyal kurumudur. Aile toplumda birçok fonksiyonu<br />

üstlenmiştir. Aile bu fonksiyonları yerine getirirken bir yandan topluma hizmet eder. Öte yandan <strong>aile</strong><br />

bireylerine mutluluk <strong>ve</strong>rir. Bir başka anlatımla <strong>aile</strong> bireylerine mutluluk <strong>ve</strong>rerek onları eğitir. Aile<br />

üyelerini öncelikle kendileri ile <strong>ve</strong> toplum ile barışık bireyler haline getirir. Bireylerini toplumda statü<br />

kazanacak, <strong>ve</strong>rilen rolleri yerine getirecek bir yapıya dönüştürür. Bireylerinin toplumun kurallarına<br />

uymasını sağlar. Bu hali ile <strong>aile</strong> toplumun en önemli sosyal kurumudur. Aile toplumun en küçük yapı<br />

taşıdır, birimidir. Aile kurumu ise toplum ile birey arasındaki bağı kurma, devam ettirme, neslin devamını<br />

sağlama, bireyin sosyalleşme sürecini tamamlama görevini yerine getirmektedir.<br />

Aile <strong>ve</strong> evlilik kurumu, boyutları <strong>ve</strong> içeriği değişime uğramakla birlikte insanlık tarihi boyunca<br />

evrenselliğini <strong>ve</strong> toplumun temel birimi olma özelliğini korumuştur. Aile <strong>ve</strong> evlilik kurumunun<br />

özellikleri, içinde bulunduğu toplumun sosyal <strong>ve</strong> kültürel yapısına göre farklılıklar göstermektedir.<br />

Ailenin toplumdan topluma farklılık gösteren bu özelliğine karşın tüm toplumlarda büyük benzerlik<br />

gösteren “biyolojik”, “sosyal”, “psikolojik” <strong>ve</strong> “ekonomik” olmak üzere dört ana başlık altında<br />

toplanabilen bazı temel işlevleri bulunmaktadır. Bunlar, üremek, ekonomik gereksinimleri karşılamak,<br />

statü sağlamak, çocukların <strong>eğitimi</strong>ni planlamak <strong>ve</strong> planlamayı başarıya ulaştırmak için gereken çabayı<br />

göstermek, boş zaman etkinliklerini gerçekleştirmek, <strong>aile</strong> üyelerinin birbirlerini korumalarını sağlayacak<br />

<strong>eğitimi</strong> <strong>ve</strong>rmek <strong>ve</strong> bu konuda gerekli önlemleri almak, düzenlemeleri yapmak, karşılıklı sevgi ortamı<br />

oluşturmak <strong>ve</strong> eşler arasında cinsel doyum sağlamak gibi işlevlerdir. Aile, sayılan bütün bu işlevleri<br />

başarı ile yerine getiren bir kurum olarak tarih öncesi çağlardan beri öneminden hiçbir şey kaybetmeden<br />

günümüze kadar gelmiştir.<br />

<br />

129<br />

Aile Eğitimi


EVLİLİK<br />

Evliliği kısaca, iki karşı cinsin toplumca onaylanan birlikteliğidir şeklinde tanımlamak mümkündür. Bir<br />

başka anlatımla evlilik, farklı cinsteki iki insanın kendi özgür iradeleri <strong>ve</strong> istekleri ile birlikte yaşama<br />

isteklerini belirtmeleri <strong>ve</strong> bu isteklerini yasalara bağlı olarak kayıt altına almalarıdır. Doğal olarak<br />

evliliğin oluşabilmesi için bazı temel koşulların oluşması gerekir. Bu koşullardan öncelikli olanı<br />

bireylerin belli bir olgunluk düzeyine gelmiş olmalarıdır. Bireylerin olgunlukları kavramı göreceli bir<br />

kavramdır. Bu nedenle her ülke kendi geleneklerine, göreneklerine göre olgunluğu tanımlar. Tanımlar<br />

arasında farklar olduğu için bireylerin evlilik için olgun olup olmadıklarının kabul görmesi de ülkeden<br />

ülkeye az çok değişir. Aslında yasalar açısından bakıldığında evlilik bir ortaklık sözleşmesidir. Duygusal<br />

anlamda ise evlilik, yaşamlarını yan yana el ele <strong>ve</strong> karşılıklı sevgiyle bir arada getirmek amacıyla eşlerin<br />

kendilerini birbirlerine adamalarıdır. Eşlerin evlenmeye karar <strong>ve</strong>rmesi “evlerini geçindirmek, çocuk<br />

sahibi olmak, cinsellikleri, hobileri, eşlerin birbirlerine destek olmaları, düş kırıklıklarını içlerine<br />

sindirmeleri, kazanılan zaferleri birlikte kutlamaları kısacası yaşamlarının her anını birlikte geçirmeleri;<br />

yaşamın onlara getirdiği her türlü iyiliği, kötülüğü, refahı ya da sıkıntıyı paylaşmaları konularında bir güç<br />

birliği oluşturmak için birbirlerine söz <strong>ve</strong>rmek” demektir. İki bireyin bir çift oluşturmaları daha önce<br />

ellerinde tek tek bulundurdukları toplumsal güçlerini birleştirmeleri anlamına gelir. Birleştirilen bu güç<br />

hiçbir zaman iki gücün aritmetik toplamı değildir aksine çok daha fazlası olan bir bileşke kuv<strong>ve</strong>ttir. İki<br />

kişinin evlilik yoluyla bir bütün olmaları, aşk, sevgi, saygı, karşılıklı anlayış, şefkat, güç <strong>ve</strong> zevk dolu bir<br />

birlikte yaşamın gücüne kaynak oluşturur. Ancak bu durumun ortaya çıkmasının tek şartı çiftlerin<br />

karşılıklı olarak birbirlerini anlamaları <strong>ve</strong> birbirlerine saygı duymaları kısaca anlayış birliği içinde<br />

olmalarıdır. Bu şart yerine gelmediği zaman yani çiftler arasında bir anlaşmazlık olduğunda doğal olarak<br />

buraya kadar anlatılanların tam tersi yaşanır. Eşler arasındaki iletişimsizlik; yaşam alanlarını kısıtlar,<br />

moralleri bozar, anlaşmazlığa <strong>ve</strong> giderek nefrete neden olabilir. Kısaca yaşamı çekilmez, dayanılmaz bir<br />

hale getirir.<br />

Evlilik <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> yaşamı, zorlukları sayesinde gerçek zevk <strong>ve</strong> doyumu ortaya çıkaran kişilik geliştirici bir<br />

ortamdır. İş <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> yaşamı arasında bir paralellik vardır. Kişinin yaşamını sağlıklı <strong>ve</strong> anlamlı kılan temel<br />

ilke <strong>ve</strong> değerler ile <strong>aile</strong> yaşamını sağlıklı <strong>ve</strong> anlamlı kılan temel ilke <strong>ve</strong> değerler aslında birbirlerinden<br />

farklı şeyler değildir. Aile yaşamında başarılı olan kimseler, genel olarak iş yaşamında da başarılı olurlar.<br />

Aile yaşamı düzgün kurallı bir yaşam ister, kural dışı yaşamı ise kesinlikle kabul etmez <strong>ve</strong> bireyleri<br />

kurallı yaşama zorlar. Bu zorlama <strong>aile</strong> bireylerini <strong>aile</strong> <strong>ve</strong> iş yaşamlarında başarılı kılar.<br />

Evliliğin Doğası <strong>ve</strong> Dinamiği<br />

<br />

Evliliğin tanımını yapınız <strong>ve</strong> oluşabilme koşullarını belirtiniz.<br />

Evliliğin ne olduğu sorgulandığında bu soruya değişik açılardan bakarak yanıt <strong>ve</strong>rmek mümkündür. Yasal<br />

açıdan bakıldığında, evlilik <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> karşılıklı ilişkisel yükümlülüklerin <strong>ve</strong> hakların oluştuğu bir<br />

bağlanmadır. Söz konusu bu karşılıklı ilişkisel yükümlülük <strong>ve</strong> hakların eşlerin birbirlerine sadakati,<br />

açıklığı, dürüst davranmaları <strong>ve</strong> çocuklara karşı yükümlülüklerini yerine getirmeleri <strong>ve</strong> nihayet<br />

çocuklarında ebe<strong>ve</strong>ynlerine karşı yükümlülüklerini yerine getirmeleri şeklinde özetlenebilir. Bir başka<br />

anlatımla bu kademeli olarak sürekli tekrarlanan eylemler yoluyla gerçekleştirilen ortak bir yaşam<br />

projesidir. Bu eylemler karşılıklı görevleri <strong>ve</strong> sorumlulukları sürekli bir şekilde yapmayı gerektirir. Aile<br />

olma sorumluğunu taşıyan bireylerin alışkanlıkları <strong>ve</strong> erdemleri, etkili bir evlilik ilişkisini sağlam<br />

temeller üzerinde kurup yürütmelerinde önemli rol oynar. Evliliğin sağlam temeller üzerine kurulup<br />

sıkıntısız bir şekilde gü<strong>ve</strong>nle yürütülmesi doğrudan doğruya evlilik sorumluluğunu taşıyan bireylerin<br />

eğitimleri, yeterlilikleri, olgunlukları <strong>ve</strong> nihayet evliliğe hazır oluşları ile ilgilidir. Anlatılan bu özellikler<br />

<strong>ve</strong> özellikle evliliğe hazır olma yada bireylerin bu olgunluğa ulaşmalarının sağlanması pek çok kuşağın<br />

deneyimlerinden süzülüp gelmiş büyük bir öğretici yasanın bireylere <strong>aile</strong> <strong>ve</strong> toplum tarafından<br />

aktarılması, öğretilmesi ile ortaya çıkar. Ancak, hukuki açı, aslında <strong>aile</strong> içinde gerçekleşen olayın sadece<br />

bir ipucunu sağlar. Kaçınılmaz olarak birlikte yaşam oluşturmak için gerekli kişisel alışkanlıklara ya da<br />

erdemlere de gerek vardır. Varılmak istenen hedef kişilerin toplum olarak mekanik <strong>ve</strong> ortak kişiler<br />

halinde birlikte hareket eden biri gibi değil, <strong>aile</strong> üyelerinin karşılıklı olarak birbirlerine karşı anlayışlı<br />

olmalarını <strong>ve</strong> kişiler olarak birbirlerinin haklarına saygı gösteren <strong>ve</strong> fakat düşüncelerini öz gü<strong>ve</strong>nle ifade<br />

eden bireyler olarak yetişmelerini sağlamaktır.<br />

130


Yapılan bilimsel araştırmalar evliliklerin kötüye gitmesi ile kişi olarak diğerini küçümsemeleri,<br />

aşağılamaları, ihmal etmeleri hor görmeleri şeklindeki iletişim alışkanlıkları arasında güçlü bir ilişki<br />

bulunduğunu göstermektedir. Romantik inançların <strong>ve</strong> medya imgelerinin aksine mutlu evlilikler sabittir<br />

<strong>ve</strong> eşler arasında sürekli farklılıklar yani görüş ayrılıkları vardır. Ancak mutlu evli çiftler bu farklılıkları<br />

yani görüş ayrılıklarını tamir edebilirler. Söz konusu bu onarımın sağlanabilmesinin temelinde iyiniyet<br />

vardır. İyi niyetin olmadığı bir ortamda bu görüş ayrılıkları hiçbir şekilde onarılamadığı gibi tam aksine<br />

çok önemli çatışmaların fitilini ateşleyen olgular haline gelir. Bu konuda 5-1 gibi bir olumlu olumsuz<br />

iletişim oranı vardır. Araştırmalar, evliliği oluşturan kişilerin ona uymalarının gerektiğini göstermektedir.<br />

Çiftler bu uyumu öğrenebilirler. Kişinin kendi arzuları için romantik bir arayışın aksine, gü<strong>ve</strong>ne, romantik<br />

inançlar tarafından körüklenen sevgiye, değer olarak devam eden bir keşfe ihtiyaçları vardır. Bu keşif,<br />

yavaş yavaş ortaya çıkacak hiç bitmeyecek bir ömür boyu devam edecek bir süreç olmalıdır.<br />

Eşlerin ilişkisel açıkları bir diğeri için sürpriz olabilir fakat aynı zamanda bu ilişkisel açıklar kritik<br />

olmayan kabulleri <strong>ve</strong> üzerinde farkında olarak yada olmayarak uzlaşılmış olan değerlerin varlığını da<br />

ortaya çıkarabilir.Yani ayrıntılı bir analiz yapıldığında eşler arasında üç grupta toplanabilecek değerler<br />

olduğu belirir. Bunlardan birinci grup; eşlerin üzerinde uyuştukları <strong>ve</strong> herhangi sorun olmaksızın her iki<br />

tarafında kabul ettikleri, paylaştıkları, aynı tutum <strong>ve</strong> davranışı geliştirdikleri değerlerdir. Bu değerlerin<br />

oranının olabildiğince yüksek olması istenir. Oran yükseldikçe eşlerin uyumlu olma olasılıkları artar.<br />

Daha sorunsuz bir evlilik yürütme olasılıkları yükselir. Ancak bu oranın hiçbir zaman yüzde yüz olması<br />

da istenmez. Zaten böyle bir şey de hiçbir zaman olmaz. İkinci grubu ise eşlerin üzerinde ilk anda<br />

uyuşmadıkları görüş ayrılıklarının olduğu ancak iyi niyetle değerlere yaklaştıklarında üzerinde bir şekilde<br />

uzlaşabilecekleri değerler oluşturur. Mutlu bir evliliğin sürmesi için aslında bu grup değerler çok<br />

önemlidir. Bu grup değerler bir evliliğin dinamiğidir. Üzerinde yapılan tartışmalar eşleri birbirlerine<br />

yakınlaştırır. Birbirlerini daha iyi tanımalarını sağlar. Bir tartışma ortamı oluşturarak eşler arasında<br />

sürekli bir diyaloğa olanak sağlar. Eşlerin birbirleri ile ilgilenmeleri için bir ortam ortaya çıkarır. Nihayet<br />

eşlerden bazen biri bazen diğeri eşini ikna ederek psikolojik doyum sağlar. Bu durum eşleri evliliğe daha<br />

fazla bağlar. Üçüncü değer grubu ise, eşlerin üzerinde hiçbir şekilde uyuşamayacakları değerlerdir. Bir<br />

evlilikte en sıkıntılı grup bu gruptur. Eğer dikkatli davranılmaz, eşler arasında bu konuda yaşanacak<br />

tartışmalar kontrol altına alınamaz ise evlilikleri sonu çok kötü olabilecek noktalara kadar götürür. Doğal<br />

olarak bu grup değerlerin çok az olması istenir. Hiç olmaması hiçbir şekilde mümkün değildir. Mutlaka<br />

olur. Önemli olan oranının az olmasıdır. Ama oranın az olması da tek başına yeterli değildir. Ayrıca<br />

eşlerin olayın farkında olmaları <strong>ve</strong> bu konudaki değerler ile ilgili olarak ortaya çıkan tartışma<br />

ortamlarında kontrollü olmaları <strong>ve</strong> evliliği bitirebilecek sözler kullanmaktan kaçınmaları gerekir. Ancak<br />

her ne kadar böyle söylense de bir tartışma anında kontrollü olabilmek oldukça zordur <strong>ve</strong> öfke kontrolü<br />

başlı başına bir eğitim konusudur. Her eşten öfke kontrolü <strong>eğitimi</strong>ni almış olması eğitim alsa bile bir<br />

tartışma anında kendisini sürekli olarak tam kontrol altında tutması doğal olarak beklenemez. İşte burada<br />

ortaya sadakat çıkar. Ancak sadakat statik değildir. Aksine dinamik, esnek, kırılgan <strong>ve</strong> değişkendir. Biz<br />

ötekinde daha çok kendi yansıtıcı ruhumuzu tanırız. Kendi sınırlarımızı aşmamız, bir taraftan kendimiz<br />

olarak kalırken, ilişkinin "biz" olmaya daha fazla yakınlaşmasını sağlar. Tanım ebe<strong>ve</strong>yn çocuk ilişkisi<br />

için de uygulanabilir. Hiçbir çocuk sadece ebe<strong>ve</strong>ynin bir uzantısı değildir. İyi bir anne-babalık çocuktaki<br />

bizim görüntülerimiz <strong>ve</strong> ortaya çıkan gerçek bir çocuk arasındaki farkı tanır. Her çocuğun kendi kişiliği<br />

vardır <strong>ve</strong> bu kişiler arası ilişkilerin besleyici toprağında yetişir.<br />

AİLE<br />

Bir toplumun en küçük birimi yapı taşı olarak bilinen <strong>aile</strong>, çeşitli yazarlar tarafından değişik şekillerde<br />

tanımlanmaktadır. Söz konusu bu tanımların her biri <strong>aile</strong>yi bir yönü ile tanımlamakta ancak bazı diğer<br />

yönlerini anlatmakta yetersiz kalmaktadır. Bu durumun nedeni <strong>aile</strong>nin gerçekte hemen her toplum için her<br />

çağda çok önemli vazgeçilemez bir kurum olmasıdır. Bu nedenle hemen herkes <strong>aile</strong>yi kendi önem <strong>ve</strong>rdiği<br />

özelliğini öne çıkararak tanımlamaya çalışmıştır. Ancak <strong>aile</strong>nin çok fazla önemli özelliği olduğu için bir<br />

özelliği öne çıkaran birçok tanım olmasına rağmen <strong>aile</strong>nin kapsamlı bir tanımını yapabilmek mümkün<br />

olamamıştır. Aşağıda çeşitli yazarlar tarafından <strong>aile</strong>ye ilişkin olarak yapılan tanımlardan bir demet<br />

sunulmuştur. Şüphesiz bu tanımların hepsi de doğrudur <strong>ve</strong> <strong>aile</strong>yi tanımlamaktadır. Ancak her biri <strong>aile</strong>yi<br />

ancak bir ya da birkaç yönü ile anlatmaktadır. Aile hakkında bir fikir oluşturabilmek için bu tanımlar<br />

burada bir arada <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

<br />

131


En yaygın tanımı ile <strong>aile</strong> “aralarında gerçek uzlaşma <strong>ve</strong> akrabalık bağı olan <strong>ve</strong> bütün sosyal ilişkileri<br />

bir soy etrafında olan zümrelerdir”. Aileyi “genellikle karı-koca <strong>ve</strong> çocukların oluşturdukları, biyolojik,<br />

psikolojik, ekonomik <strong>ve</strong> toplumsal görevleri olan sosyal bir kurumdur” şeklinde de tanımlamak<br />

mümkündür. Mac Iwer <strong>ve</strong> Page, <strong>aile</strong>yi “seks ilişkilerine dayalı, çocuk sahibi olma <strong>ve</strong> bu çocukları<br />

yetiştirme özellikleri gösteren gruptur”; Winch ise “kuşak ilişkilerine göre ana-baba <strong>ve</strong> çocuklardan<br />

oluşan gruptur” şeklinde tanımlamaktadırlar. Nimkoff’a göre ise <strong>aile</strong> “karı-koca <strong>ve</strong> çocuklardan ya da<br />

sadece karı-kocadan kurulu az <strong>ve</strong>ya çok devamlılık gösteren bir birliktir”. Summer <strong>ve</strong> Keller ise <strong>aile</strong>yi<br />

“en az iki neslin bir arada olduğu, kan bağı ile karakterize edilen küçük bir sosyal örgüttür“ şeklinde<br />

tanımlarken; Freyer toplumsal yaşamın nü<strong>ve</strong>si olarak nitelendirerek “doğa tarafından oluşturulmayan<br />

ancak doğadan ilham alınarak, bütün büyük sosyal yapıların örneğini oluşturan en küçük gruptur”<br />

şeklinde tanımlamaktadır. Kıray’a göre ise <strong>aile</strong> “toplumsal değişmede tampon kurum işlevi gören, yapısal<br />

değişmelerin getirebileceği kopuklukları şekil <strong>ve</strong> işlev değiştirerek karşılayan, bireylerin gü<strong>ve</strong>nlik<br />

gereksinimlerini değişik biçimlerde yerine getiren sosyal bir kurumdur”. Fındıkoğlu ise <strong>aile</strong>yi sosyal bir<br />

kurum olarak kabul etmekte <strong>ve</strong> “sadece duyguların mahsulü olmayıp onların da içine girdiği, daha karışık<br />

<strong>ve</strong> çözülmesi zor bir adetler <strong>ve</strong> kurallar toplamıdır” şeklinde tanımlamaktadır. Bunlardan başka <strong>aile</strong> ile<br />

ilgili olarak aşağıdaki tanımları da burada anmak mümkündür.<br />

“Aile evlilik <strong>ve</strong> kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu<br />

toplum içindeki en küçük birliktir.”<br />

“Aile karı, koca <strong>ve</strong> çocuklardan oluşan topluluktur.”<br />

“Aile, aynı soydan gelen <strong>ve</strong>ya aralarında akrabalık ilişkileri bulunan kimselerin tümüdür.”<br />

“Aile, birlikte oturan hısım <strong>ve</strong> yakınların tümüdür.”<br />

“Aile aynı gaye üzerinde anlaşan <strong>ve</strong> birlikte çalışan kimselerin bütünüdür.”<br />

“Aile anne, baba <strong>ve</strong> onların çocuklarından oluşan en küçük toplumsal kurumdur”. Söz konusu bu<br />

tanımları daha da artırmak mümkündür.<br />

Toplumlar <strong>aile</strong>lerin bir araya gelmesiyle oluşur. İnsanlar tarih öncesi çağlardan beri <strong>aile</strong> kurmuşlardır.<br />

Aile bilinen en eski toplumsal kurumdur. Zaman içinde <strong>aile</strong> değişmemiş, ancak <strong>aile</strong>nin üyelerinde <strong>ve</strong><br />

üyelerin görevlerinde bazı değişmeler olmuştur. Endüstri devriminden önce yaygın olan kalabalık <strong>aile</strong><br />

türüne geniş <strong>aile</strong> denilmektedir. Endüstri devrimi sonrasında daha fazla belirginleşen <strong>ve</strong> yalnızca anne,<br />

baba <strong>ve</strong> çocuklardan oluşan <strong>aile</strong> türü de çekirdek <strong>aile</strong> adını almıştır. Aile, normal olarak iki farklı cinsin<br />

yani bir kadın <strong>ve</strong> bir erkeğin evlilik sözleşmesini tanıklar <strong>ve</strong> resmi otorite önünde imzalaması ile kurulur.<br />

Ülkemizde evlilik kurumu Medeni Kanun ile düzenlenmiştir. Evlilik nikahla gerçekleşir. Yasalarımıza<br />

göre erkekler <strong>ve</strong> kadınlar, aynı anda yalnızca bir kişiyle evli olabilirler.<br />

Ailenin Önemi<br />

<br />

Ailenin tanımını yapınız.<br />

Aile, gerek birey <strong>ve</strong> gerekse toplum açısından en temel öğedir. Aile birey <strong>ve</strong> toplum arasında köprü<br />

görevi üstlenir <strong>ve</strong> bu görevini en iyi bir şekilde yerine getirir. Birey <strong>ve</strong> toplum arasında iletişim kuracak<br />

birey <strong>ve</strong> toplumu karşılıklı olarak birbirine bağlayacak <strong>aile</strong>den başka bir kurum bugüne kadar<br />

bulunamamıştır. Bundan sonra da bulunabilmesi mümkün görülmemektedir. Aile, bireyin yaşamında çok<br />

önemli bir yer tutan beslenme, bakım, sevgi ihtiyacı, duygusal gelişim, psikolojik gelişim, eğitim, kültürel<br />

değerleri kazanma, sağlıklı zeka gelişimini sürdürme gibi temel ihtiyaçların karşılandığı birincil ortamdır.<br />

Aile üyeleri arasındaki ilişkiler <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> ortamı, psikososyal yönden gelişen bireyin en çok etkileşime<br />

uğradığı yerdir. Bu ilişkiler, bireyin kendine gü<strong>ve</strong>nmesini, kendine <strong>ve</strong> diğer bireylere sevgi duymasını,<br />

kimlik kazanmasını, kişilik gelişimini, sosyal beceriler geliştirmesini <strong>ve</strong> topluma uyum sürecini olanaklı<br />

hale getirir.<br />

132


Aile birliğinde, <strong>aile</strong>yi oluşturan bireyler birbirinden etkilenir. Ailenin kendi içerisinde etkileşen bir<br />

sistem oluşu, bu yapı içerisinde, bu yapıyı oluşturan üyelerin bazı kurallara uyması zorunluluğunu ortaya<br />

çıkarır. Bu yapı içerisindeki her birey kurallara uymak, karşılıklı olarak rolleri üstlenmek <strong>ve</strong> mevcut<br />

yetkileri paylaşmak durumundadır. Ailede bir denge hali söz konusudur. Aile bireylerinin etkileşim <strong>ve</strong><br />

iletişimindeki problemler, rollerdeki karmaşa, yetkilerin yersiz <strong>ve</strong> yanlış kullanılması, bu yapı içerisindeki<br />

kuralları çiğnemek yerleşmiş olan mevcut dengeyi bozar. Kuralların çok aşırı katı ya da çok aşırı esnek<br />

olması <strong>aile</strong>yi daha zayıf hale getirir. Genellikle bir <strong>aile</strong>de bireylerin sorumluluklarını bilmeleri <strong>ve</strong><br />

üstlerine düşen görevleri eksiksiz yerine getirmeleri yani rollerini uygun bir şekilde oynamaları beklenir.<br />

Ancak her zaman bu beklenti gerçekleşmez. Çoğu kez hemen her <strong>aile</strong>de <strong>aile</strong>nin büyüklüğüne bağlı olarak<br />

bir ya da birden fazla birey görevlerini yerine getirme ya da rolünü uygulama konusunda sıkıntı çıkarır.<br />

Kuralları çiğneyen <strong>aile</strong> bireyine karşı, diğer <strong>aile</strong> bireyleri <strong>aile</strong>deki statülerine göre bir şekilde tepki<br />

koyarlar. Kuralları çiğneyen <strong>aile</strong> bireyine, genelde diğer <strong>aile</strong> üyelerinin gösterdiği tepki, yanlışı yapan<br />

kişiyi yaptığı yanlıştan vazgeçirmeye çalışmak, görmezlikten gelmek, konuşmamak, pasif direniş<br />

göstermek, azarlamak, cezalandırmaya çalışmak, alay etmek gibi değişik tepkiler şeklinde olabilir.<br />

Aile fonksiyonlarını yerine getirirken, <strong>aile</strong>nin diğer üyeleri, akraba <strong>ve</strong> arkadaş çevresi de bazı<br />

sorunların ortaya çıkmasına zemin hazırlayabilir. Aynı zamanda bu etkileşim sürecinde adı geçen<br />

bireyler, mevcut sorunların daha da ağır hale gelmesine, hatta bazen çözümsüz olmasına sebep olabilir.<br />

Bu durum geleneksel Türk <strong>aile</strong> yapısında sık rastlanan bir durumdur. Söz konusu bu durumun telafi<br />

edilmesi ya da hiç yaşanmaması için <strong>aile</strong>nin fonksiyonlarının tamamını yerine getirmesi, <strong>aile</strong>de kurallara<br />

uyulması, rollerde karmaşanın olmaması, iletişim <strong>ve</strong> etkileşimin yeterli olması gereklidir. Öte yandan her<br />

<strong>aile</strong>de üyeler arasında yetki paylaşımı vardır. Aile bireylerine ilişkin olarak yetki <strong>aile</strong> içindeki bir bireyin,<br />

diğer bir bireyin davranışını değiştirme gücüne sahip olması şeklinde tanımlamak mümkündür. Genel bir<br />

kural olarak <strong>aile</strong>nin ihtiyaçlarını yani <strong>aile</strong>nin maddi ihtiyaçlarını, sağlık gereksinimlerini, sosyal<br />

faaliyetler ile ilgili harcamalarını, sevgi gereksinimini, vb. karşılayan üye ya da üyelerin yetkileri daha<br />

fazladır. Ailede bireyin taşıdığı yetki genellikle kültürel <strong>ve</strong> toplumsal değerlerin de etkisi altındadır.<br />

Ailenin fonksiyonlarını yerine getirmesinde, üzerinde durulması gereken bir diğer önemli konu, <strong>aile</strong>yi<br />

oluşturan bireylerin <strong>aile</strong> adına <strong>ve</strong>rilen kararlara ortak olmaları, kararları benimsemeleri <strong>ve</strong> nihayet<br />

kararların uygulanmasında üzerlerine düşen görevleri eksiksiz yerine getirmeleridir. Kararların alınması<br />

sırasında ise makul ölçüde herkesin ihtiyaç <strong>ve</strong> isteklerine saygı gösterilmesi çok büyük önem taşır. Bu<br />

durum karşılıklı gü<strong>ve</strong>n ortamının devamını sağlar. Eğer bir <strong>aile</strong>de bu belirtilen koşullar oluşturulabilir ise<br />

sağlıklı bir <strong>aile</strong>den bahsetmek mümkün olur. Sağlıklı bir <strong>aile</strong>den söz edebilmek için <strong>aile</strong>de bulunması<br />

gereken bir diğer önemli konu da <strong>aile</strong> içindeki bireylerin duygu <strong>ve</strong> düşüncelerini rahat bir şekilde ifade<br />

edebilmeleridir. Sınırları kapalı olan, <strong>aile</strong>yi oluşturan bireylerin duygu <strong>ve</strong> düşüncelerini rahat ifade<br />

edemedikleri bir <strong>aile</strong> ile tam aksine herkesin kendi dünyasında yaşadığı, <strong>aile</strong> bireyleri arasında ilişkilerin<br />

en alt düzeyde olduğu bir <strong>aile</strong> yapısında ise bireylerde zamanla değişik sıkıntılar oluşmaya başlar. Bu<br />

sıkıntılar arasında karamsarlık, endişe <strong>ve</strong> huzursuzluklar, düşmanlık duyguları, suçluluk hislerine çok sık<br />

rastlanır. Sınırları açık <strong>ve</strong> herkesin rahatça kendini ifade edebildiği <strong>aile</strong>lerde ise bunun tam tersi olarak,<br />

iyi niyet, karşılıklı anlayış <strong>ve</strong> işbirliği, ortak düşünceler, birbiri için fedakârlık, birbirine karşı samimiyet<br />

<strong>ve</strong> sevgi, geleceğe gü<strong>ve</strong>nle bakma gibi durumlara rastlanır.<br />

Ailede iletişim <strong>ve</strong> bunun bir yansıması olarak etkileşim en önemli konulardır. İletişimin olmadığı<br />

herhangi bir zaman yoktur. İki insan yan yana olduğunda, hiç konuşmamalarının bile, bir anlamı vardır.<br />

Yanlış iletişim <strong>ve</strong> etkileşim <strong>ve</strong>ya yetersiz iletişim durumu <strong>aile</strong>lerdeki sorunlara yol açan nedenlerin<br />

başında gelir. Aile bireyleri birbirleri ile sözlü ya da jest <strong>ve</strong> mimikler ile anlaşırlarsa <strong>ve</strong>ya gerçekçi<br />

iletişimde aksama olursa bu durum <strong>aile</strong>yi çok olumsuz etkiler. Ailede sağlıklı iletişim <strong>ve</strong> etkileşimi<br />

engelleyen faktörleri şu şekilde sıralamak mümkündür:<br />

• Aileyi <strong>ve</strong> bireyleri ilgilendiren konular üzerinde yüzeysel konuşmalar yapılması,<br />

• Aşırı soru sorma, yersiz şüphelere kapılma,<br />

• İlgi gösterisinin yapay olması,<br />

• Karşı tarafın hareketlerinden yorum yapma anlam çıkarma, düşüncelerini yorumlama <strong>ve</strong> tahmin<br />

etme <strong>ve</strong> bunların doğruluğunu test için konuşma ihtiyacı duymama,<br />

133


• Geçmişteki üzücü <strong>ve</strong> tatsız olayları sık sık, yerli yersiz, gerekli gereksiz gündeme getirme,<br />

• Sorulan soruları karşılıksız bırakma,<br />

• Bireylere söz ile baskı kurmaya çalışma,<br />

• Abartılı bir şekilde onaylama <strong>ve</strong>ya reddetme,<br />

• Sık sık hemen her konuda öneride bulunma <strong>ve</strong>ya kişisel düşüncelerini kabule zorlama,<br />

• Suçlama, eleştirme, olumsuz değerlendirmeler yapma,<br />

• Emir <strong>ve</strong>rme, tehdit etme,<br />

• Samimiyetten uzak kalma, yalan söyleme,<br />

• Alay etme, küçük düşürmeye çalışma, fikirlere değer <strong>ve</strong>rmeme,<br />

• Sürekli olarak olayların olumsuz yönlerini öne çıkarma,<br />

• Küçük hataları görmezden gelmeyip tam aksine çok abartma,<br />

• Benmerkezci olma, sürekli olarak öz<strong>ve</strong>riyi karşı taraftan bekleme,<br />

• Ortak çalışmalara gereken önemi <strong>ve</strong>rmeme,<br />

• Karşıdakinin kendisini ifade etmesine olanak tanımama,<br />

Sağlıklı şekilde iletişim <strong>ve</strong> etkileşim içinde bulunmayan <strong>aile</strong>lerde bireyler arası iletişimde;<br />

karşısındakini rahatsız etme, yüz kızartma, sert şekilde bakma, yüz buruşturma, konuşmama, yalan<br />

söyleme <strong>ve</strong> benzeri durumlar her zaman için olması beklenen durumlardır. Her bireyin kendine özgü<br />

anlayışı, kişiliği, değer yapısı, entelektüel düzeyi, duygu <strong>ve</strong> düşünceleri, kimlik yapısı, yetişme tarzı,<br />

sosyokültürel statüsü ile yaşayan, hisseden, etkilenen biyopsikososyal bir bütün olduğu hiçbir zaman<br />

hatırdan çıkarılmamalıdır. Bu durumda konuşulan her sözün, <strong>ve</strong>rilen her mesajın, her jest <strong>ve</strong> mimiğin iyi<br />

<strong>ve</strong>ya kötü anlamda karşıdaki kişide bir etki yaptığı unutulmaması gereken bir gerçektir. Aile üyeleri<br />

birbirinden aldıkları mesajlara göre kendilerini değerli <strong>ve</strong>ya değersiz, gü<strong>ve</strong>nde <strong>ve</strong>ya gü<strong>ve</strong>nsiz hissederler.<br />

Bu durum onların psikososyal <strong>ve</strong> sosyokültürel konumlarını, işlevselliklerini <strong>ve</strong> ruhsal durumlarını<br />

etkiler.<br />

<br />

Ailenin önemini anlatınız.<br />

Fonksiyonlarını Yerine Getirme Durumuna Göre Aile Çeşitleri<br />

İdeal <strong>aile</strong>de; ister sadece baba isterse anne <strong>ve</strong> baba birlikte çalışıyor olsunlar, her durumda, evde rol<br />

dağılımı <strong>ve</strong> yetkiler ortaktır. Kurallara sonuna kadar bağlı kalınır, ortak kararlarda ortak söz sahibi olunur<br />

<strong>ve</strong> eşler birbirlerinin hak <strong>ve</strong> hukuklarına son derecede saygılı davranırlar. Ailenin sorumluluğunu ortak<br />

taşıyan kişiler yani anne <strong>ve</strong> baba, çocuklar <strong>ve</strong> evdeki diğer bireyler ile her yönden yakından ilgilenirler.<br />

Ailede yaşayan kişiler <strong>aile</strong> ortamında kendilerini huzurlu hissederler, karşılıklı anlayış <strong>ve</strong> hoşgörü<br />

içerisinde yerleşmiş bir <strong>aile</strong> yapısı vardır <strong>ve</strong> bu tamamen fonksiyonel bir <strong>aile</strong> yapısıdır. Bu tip bir <strong>aile</strong>yi<br />

bulmak oldukça zordur ancak olanaksız değildir. Karşılıklı anlayış, sevgi <strong>ve</strong> saygı ile bu tip bir <strong>aile</strong>yi<br />

kurmak oldukça kolaydır. Fonksiyonlarını yerine getirme durumuna göre sorunlu olabilecek <strong>aile</strong> tiplerine<br />

bazı örnekler <strong>ve</strong>rilebilir:<br />

1. Babanın çalıştığı, ancak evin yönetiminde daha çok annenin söz <strong>ve</strong> kurallarının geçerli olduğu,<br />

çocuklarının bakımının tamamen anne üzerinde olduğu, babanın çoğu zaman çocukları ile<br />

mesafeli olduğu <strong>aile</strong>,<br />

2. Anne <strong>ve</strong> babanın deneyimsiz olduğu, evliliğin genç yaşta yapıldığı, istemeyerek çocuk sahibi<br />

olunduğu, çocuk yapma <strong>ve</strong> çocuğun <strong>eğitimi</strong> konusunda eşlerin anlaşamadıkları <strong>ve</strong> çeşitli<br />

nedenler ile sürekli anlaşmazlık içinde bulundukları <strong>aile</strong>,<br />

134


3. Anne <strong>ve</strong> babanın daha çok kendi işleri ile meşgul oldukları, çocuk küçükse bakımının bütünüyle<br />

büyük anne, büyük baba <strong>ve</strong>ya dadıya, çocuk büyükse kendi haline bırakıldığı, yetmezmiş gibi<br />

çocuktan sürekli düzenli <strong>ve</strong> disiplinli olmanın istendiği <strong>aile</strong>,<br />

4. Daha çok atadan gelen geleneklere bağlı olan, çocuk <strong>eğitimi</strong> <strong>ve</strong> önemi konusunda çok fazla<br />

bilgili olmayan <strong>aile</strong>,<br />

5. Kırsal bölgelerden kente göç eden, sosyal, ekonomik <strong>ve</strong> uyum açısından bazı problemler ile<br />

karşılaşan <strong>aile</strong>,<br />

6. Ekonomik olarak kendi kendine yetemeyen, ekonomik açığını büyüklerden yardım alarak<br />

kapatmaya çalışan <strong>aile</strong>,<br />

7. Eşlerden birinin ya da her ikisinin kumar, içki vs. gibi kötü alışkanlıklara sahip olduğu <strong>aile</strong>,<br />

İdeal <strong>aile</strong>yi tanımlayınız.<br />

Anne <strong>ve</strong> Babanın Aile Ortamındaki Yeri<br />

Annenin, babanın <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> ortamının çocuğun ilk doğduğu andan itibaren devam eden süreç içerisinde<br />

çocuğa etkisi oldukça büyüktür. Annenin <strong>ve</strong> babanın; kişilik yapıları, eğitim durumları, meslekleri, zeka<br />

düzeyleri, bedensel <strong>ve</strong> ruhsal hastalıkları, psikososyal durumları, sosyokültürel statüleri, yetişme tarzları<br />

<strong>ve</strong> kendi anne babalarıyla olan ilişkileri, çocuğa yaklaşım tarzları, çocuk için ayırdıkları zaman vb.<br />

durumlar çocuğu öncelikle etkileyen unsurlardır.<br />

Anne baba etkileşiminin yanı sıra <strong>aile</strong>nin sosyoekonomik <strong>ve</strong> kültürel durumu, <strong>aile</strong>nin teknolojiden<br />

yararlanma düzeyi, ev ortamının yeterliliği, ev ortamındaki huzur <strong>ve</strong> anlaşma durumu, yaşanılan şehrin <strong>ve</strong><br />

sosyokültürel çevrenin sunduğu sosyal olanaklar, devletin sunduğu olanaklar, okul <strong>ve</strong> öğretmen durumu,<br />

akrabaların tutum <strong>ve</strong> davranışları, sağlık hizmetlerinden yararlanma düzeyi, iletişim <strong>ve</strong> medya araçları <strong>ve</strong><br />

buna benzer sayılmayacak kadar etkenin çocuk üzerinde etkisi bulunmaktadır. Yani bir başka anlatımla<br />

çocuk yukarıda bir kısmı anılan çok sayıda etken ile sürekli bir iletişim <strong>ve</strong> etkileşim içerisinde<br />

bulunmakta, etkilenmektedir. Bütün bu etkileşimler ile çocuğun psikososyal, sosyokültürel gelişimi <strong>ve</strong><br />

şekillenmesi sağlanmaktadır.<br />

Olumsuz her mesajın <strong>ve</strong> iletişimin, <strong>aile</strong>nin her bireyine ama özellikle çocuklara etkisi çok fazladır.<br />

Yaşayan <strong>ve</strong> gelişen bir psikososyal varlık olan çocuk; konuşulan her sözden, her jestten, her mimikten,<br />

her tavır <strong>ve</strong> durumdan, olumlu ya da olumsuz olarak etkilenir. Bu etkilenme ile çocuğun kimliği, kişiliği<br />

<strong>ve</strong> psikososyal yapısı şekillenir.<br />

İdeal davranışlar <strong>ve</strong> ideal <strong>aile</strong> ortamı çocuğun sağlıklı bedensel <strong>ve</strong> ruhsal gelişimini sağlar. Aksine <strong>aile</strong><br />

fonksiyonlarındaki sıkıntılar çocuklarda <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> bireylerinde psikiyatrik rahatsızlıklar ortaya çıkarır. Bu<br />

nedenle her yönü ile sağlıklı, öncelikle kendisi <strong>ve</strong> toplum ile barışık bireylerin yetişmesi için<br />

fonksiyonlarını tam olarak yerine getiren <strong>aile</strong>lere şiddetle gerek vardır.<br />

Toplum <strong>ve</strong> Aile Etkileşimi<br />

Aile, toplumun en küçük yapı taşı olarak adlandırılır. Ailedeki sıkıntılar topluma, toplumdaki sıkıntılar<br />

<strong>aile</strong>ye yansır. Yani çift yönlü bir etkileşim söz konusudur. Sağlıklı toplum sağlıklı <strong>aile</strong>leri, sağlıklı <strong>aile</strong>ler<br />

de sağlıklı toplumları oluşturur. Ailenin sosyokültürel durumu, toplumun sosyokültürel durumunu<br />

belirler. Toplum <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> etkileşimi kesintisizdir. Aile toplum etkileşiminin sağlıklı olması arzu edilir. Söz<br />

konusu bu etkileşimde herhangi bir aksama olması durumunda <strong>aile</strong>de <strong>ve</strong> toplumda sıkıntılar ortaya çıkar.<br />

Aile, içinde bulunduğu toplumun durumuna göre şekillenir. Toplumun <strong>ve</strong> <strong>aile</strong>nin yapısına etki eden bir<br />

diğer noktada devletin topluma <strong>ve</strong> <strong>aile</strong>ye sunduğu sosyokültürel olanaklardır. Bu olanakların bol olduğu<br />

toplumlarda oluşabilecek birçok sıkıntının oluşmasını daha kaynağında önlemek mümkündür. Aksi<br />

durumda yani devletin sunduğu olanakların yetersiz kalması <strong>ve</strong>ya toplumda sosyoekonomik <strong>ve</strong><br />

sosyokültürel sıkıntılar olması halinde toplum <strong>ve</strong> ona bağlı olarak da <strong>aile</strong> bu durumdan olumsuz etkilenir.<br />

<br />

135


Toplumu <strong>ve</strong> <strong>aile</strong>yi, özellikle de çocukları etkileyen bir diğer önemli etkende medyadır. Medyanın<br />

olumlu yada olumsuz bir çok etkisi bulunmaktadır. Medyanın olumsuz etkilerinden <strong>aile</strong>nin <strong>ve</strong> <strong>aile</strong>yi<br />

oluşturan bireylerin korunması özellikle günümüzde oldukça fazla önem kazanmıştır. Medyanın olumsuz<br />

etkisinden bireylerin korunmasının sağlanabilmesi için öncelikle <strong>aile</strong>yi oluşturan bireylerin bilinçli<br />

olmaları gerekir. Önemli olan olay olmadan önlemini almaktır. Yoksa olay olduktan sonra ortaya çıkan<br />

sorunları çözmek oldukça zor <strong>ve</strong> çoğu zamanda imkansızdır. Şu hatırdan çıkarılmamalıdır önlem almak<br />

her durumda sorun çözmekten daha kolay <strong>ve</strong> maliyetsizdir. Bu nedenle çoğu kez toplum içerisinde<br />

fonksiyonlarını yerine getir(e)meyen <strong>aile</strong>lere müdahalede bulunacak, onların her türlü sorunları ile<br />

ilgilenecek, yeri geldiğinde sosyoekonomik destek sağlayacak, organize <strong>ve</strong> yetkileri devlet tarafından<br />

desteklenmiş, tecrübeli ekiplerin bir arada olduğu kamu birimlerine gerek duyulur.<br />

Toplum <strong>aile</strong> etkileşimi hemen her konuda mümkündür. Sağlıklı toplum, sağlıklı bireylerin<br />

oluşturduğu <strong>aile</strong>ler ile mümkündür. Aileyi bir başka açıdan, bir geçmişi paylaşan, duygusal bağı olan, <strong>aile</strong><br />

bireylerinin <strong>ve</strong> <strong>aile</strong>nin bütününün ihtiyaçlarını karşılamak için stratejiler planlayan bireylerden oluşmuş<br />

karmaşık bir yapı olarak da tanımlamak mümkündür. Aile sistemi öğelerden oluşmuş bir takımdır. Öğeler<br />

arasında etkileşim vardır. Etkileşim sistemdeki öğelerin özelliklerinden etkilenir. Aile alt sistemlerden<br />

oluşmuş, bir amaca yönelmiş, tamamlanması gereken görevleri olan <strong>ve</strong> bu görevleri yerine getirmek için<br />

stratejiler planlayan bir sistemdir.<br />

EVLİLİK VE AİLE DANIŞMANLIĞI<br />

Aile danışmanlığı 2. Dünya Savaşı 'ndan sonra hızlı bir gelişme göstermiştir. Aile dinamikleri hakkında<br />

ilk çalışan kişi Sigmund Freud’dur. Ancak bu konuyu ilk kez ayrıntılı olarak inceleyen kişi Alfred<br />

Adler'dir. 1950-1959 yılları arasında <strong>aile</strong> danışmanlığı alanında etkili olan liderlerden bazıları olarak<br />

Nathan Ackerman, Gregory Bateson, Murray Bowen <strong>ve</strong> Carl Whitaker ‘in isimlerini anmak mümkündür.<br />

1960-1969 yılları arasında <strong>aile</strong> danışmanlığında çok hızlı bir gelişme <strong>ve</strong> buna bağlı olarak da birçok teori<br />

<strong>ve</strong> kavramlar ortaya çıkmıştır. Bu on yılda özellikle Jay Haley, Salvador Minuchin, Virginia Satir, Carl<br />

Whitaker, Murray Bowen <strong>ve</strong> Nathan Ackerman oldukça etkili olmuştlardır. 1970-1979 yılları arasında bu<br />

alanda iki büyük dernek (The American Association For Marriage And Family Therapy <strong>ve</strong> American<br />

Family Therapy Association) kurulmuştur. Yine ilk kez 1974 'de bu konuda bir dergi yayınlanmaya<br />

başlamıştır. 1970’ lerin başında Avrupa 'da da özellikle İngiltere <strong>ve</strong> İtalya 'da <strong>aile</strong> danışmanlığı ile ilgili<br />

çalışmalar hız kazanmaya başlamıştır. 1980'li yıllarda bu konuda özellikle kadın araştırmacılar<br />

çalışmalarını yoğunlaştırmışlardır. 1990' lara gelindiğinde ise bu alanda birçok yeni teori ortaya çıkmıştır.<br />

Aile <strong>eğitimi</strong> ile ilgili olarak evlilik <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> danışmanlığı kuramları isimli<br />

kitabı okuyabilirsiniz.<br />

Aile Danışmanlığını Gerektiren Nedenler<br />

Aile ile ilgili en yaygın sorunları <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> danışmanlığını gerektiren nedenleri aşağıda belirtilen başlıklar<br />

altında toplamak mümkündür.<br />

Eşlerin her ikisinin de çalışması: Günümüzde ekonomik sorunlar her iki eşin çalışmasını<br />

gerektirmektedir. Ancak her iki eşin çalışması, bazen sorunlara neden olabilmektedir. Danışma sürecinde<br />

genellikle tartışılan sorunlar şunlardır:<br />

• Ev işlerinin paylaşılması ile ilgili sorunlar<br />

• Çocuk bakımı ile ilgili sorunlar<br />

• Evin geçimi ile ilgili sorunlar<br />

Her iki eşin de katıldığı danışma sürecinde, onların ihtiyaçlarını <strong>ve</strong> ilgilerini belirleyen <strong>ve</strong> bunlara<br />

cevap <strong>ve</strong>ren yeni kurallar tartışılabilir. Her iki eşin ihtiyaçları dikkate alınırsa uzlaşma, anlaşma <strong>ve</strong> sürekli<br />

değişmenin olması mümkün olur.<br />

<br />

136


Evlilikte bozulma: Eşler ciddi anlaşmazlıklara düştüklerinde çoğu kez bunları çözebilmek için<br />

gerekli olan sorun çözme <strong>ve</strong> iletişim becerilerine sahip değildirler. Öte yandan eşlerin her ikisi de hem<br />

bireysel hem de birlikte danışmanlık hizmeti almalıdırlar. Eşlerden sadece biri ile yapılan bireysel<br />

danışma evlilik ilişkilerinde çoğu kez beklenenin tersine bir sonuç ortaya çıkarır. Çünkü bireysel danışma<br />

sonucu eşlerden birisi daha çok gelişirse, bu gelişim evlilik ilişkilerinde çözüm değil sorun yaratıcı<br />

olabilir <strong>ve</strong> süreç boşanma ile sonuçlanabilir.<br />

Tek ebe<strong>ve</strong>ynli <strong>aile</strong>ler: Tek ebe<strong>ve</strong>ynli <strong>aile</strong>ler, <strong>aile</strong>yi belirli bir standartta geçindirmek için pek çok<br />

sorunla karşılaşabilirler. Yalnız kalan ebe<strong>ve</strong>yn yani anne <strong>ve</strong>ya baba aşırı stres altında olduğu için <strong>aile</strong>sini<br />

<strong>ve</strong> belki kendisini kontrol etme duygusunu kaybedebilir. Yapılacak olan danışma, ebe<strong>ve</strong>ynin <strong>ve</strong> çocuğun<br />

gerilim <strong>ve</strong> stresini azaltabilir. Bununla birlikte çocuğun bakımı, <strong>ve</strong>sayeti onun diğer ebe<strong>ve</strong>yni tarafından<br />

ziyaret hakkı ile ilgili konular bu <strong>aile</strong>de çok belirgin sorunlar olmaktadır. Eşlerin her ikisini de danışma<br />

sürecine almadan bu sorunların çözümüne yardımcı olabilmek son derece güçtür.<br />

Alkol <strong>ve</strong> madde bağımlılığı: Ailenin bir üyesi alkol <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya madde bağımlısı olduğunda <strong>aile</strong>nin diğer<br />

üyeleri bundan etkilenebilir. Ayrıca <strong>aile</strong> üyeleri arasında alkol <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya madde bağımlılığı davranışını<br />

sürdürmeyi destekleyen davranış kalıpları gelişebilir. Örneğin, çocuklar aşırı derecede sorumluluk<br />

hissedebilir <strong>ve</strong> anne babanın görevlerini üstlenebilirler. Alkolik kişinin eşi ortak bağımlı olarak<br />

nitelendirilebilecek bir davranış biçimi geliştirebilir. Bu kavram, bağımlı eşinin davranış bozukluğu ile<br />

ciddi bir biçimde mücadele etmeyi göze almayarak, sırf evlilik ilişkisini sürdürmek için büyük bir<br />

nevrotik ihtiyaç içinde olan kişiyi tanımlar. Böylece ortak bağımlı, alkol <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya madde bağımlısının<br />

mevcut sorununu devam ettirmesine yardımcı olur. Alkol <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya madde bağımlılığı sorunları ile ilgili<br />

olarak ruh sağlığı <strong>ve</strong> hastalıkları uzmanına başvurulması, bağımlı eşin <strong>ve</strong> diğer <strong>aile</strong> üyelerinin tedavi <strong>ve</strong><br />

danışmanlık alması gerekir.<br />

Okulla ilgili sorunlar: Çocuğun sorunları <strong>aile</strong>sinden kaynaklanıyorsa, çocukla bireysel danışma<br />

yapmak pek etkili olmayabilir. Soruna ilişkin doğru bir değerlendirme yapabilmek için anne, baba,<br />

kardeşler <strong>ve</strong> öğretmenleri danışma sürecine almak gerekebilir. Okul ile <strong>aile</strong>nin eşgüdümünün<br />

sağlanmasında yarar vardır.<br />

Çocuğun yönlendirilmesi ile ilgili sorunlar: Çocuğun davranışlarının nasıl disipline edileceği <strong>ve</strong><br />

yönlendirileceği anne ile baba arasındaki anlaşmazlığı derinleştirebilir. Bu anlaşmazlık, hemen<br />

çözümlenemezse <strong>aile</strong> <strong>ve</strong> evlilikte stres artar, dengesizlik meydana gelir. Bu durumda <strong>aile</strong> danışmasından<br />

yararlanılabilir. Aile danışması, <strong>aile</strong> üyeleri tarafından oynanan <strong>ve</strong> sorunu devam ettirmede etkili olan<br />

rolleri doğru bir biçimde teşhis etmede en etkili yoldur. Aile danışması, çocuğun <strong>ve</strong> diğer <strong>aile</strong> üyelerinin<br />

bozuk etkileşim örüntülerini değiştirmede yardımcı olabilir.<br />

Ergen depresyonu: Anne <strong>ve</strong> babalar genellikle ergenlik çağındaki çocuklarından her konuda<br />

mükemmel olmalarını beklerler. Ergen bu beklentileri yerine getiremediği zaman depresyon gelişmeye<br />

başlayabilir. Depresyon çok yoğun olduğunda ergen intihara kalkışabilir. Böylesi durumlarda ruh sağlığı<br />

<strong>ve</strong> hastalıkları uzmanına başvurulması, tedavi <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> danışmanlığı alınması gereklidir.<br />

Evden ayrılan yetişkin çocuklarla ilgili sorunlar: Aileler bir yandan çocuklarının bağımsız bir<br />

biçimde yetişmesini isterlerken, öte yandan da onların yaşamda ayakları üzerinde durabileceklerinden<br />

kuşku duyarlar. Gerçekte <strong>aile</strong>ler, çocuklarının hayatta tek başlarına başarılı olmayacaklarına ilişkin gizli<br />

mesajlar <strong>ve</strong>rmektedirler. Böyle bir durumda yetişen çocuklar, büyüdüklerinde anne <strong>ve</strong> babalarının desteği<br />

olmadan başarılı olabileceklerinden kuşku duyacaklardır. Çoğunlukla yetişkin kız <strong>ve</strong>ya erkek çocuğun<br />

evden ayrılma zamanı geldiğinde tüm <strong>aile</strong> üyelerinin krize girdikleri gözlenmektedir. Aile danışma<br />

hizmeti yetişkin çocukların evden ayrılmalarında onlara yardım ettiği gibi, anne <strong>ve</strong> babalarının da ayrılışı<br />

desteklemede etkili bir biçimde davranmalarında yardımcı olur.<br />

Engelli çocuk: Her <strong>aile</strong> bir bebek beklerken o bebeğe ilişkin hayaller kurar <strong>ve</strong> engelli bir çocuğun<br />

dünyaya gelmesi ihtimali hiç düşünülmek istenmez. Yapılan tüm hazırlıklar normal bir bebek içindir.<br />

Ana-baba dışında <strong>aile</strong>nin tüm fertlerinin de beklentisi aynı şekildedir. Doğumdan önce birçok <strong>aile</strong>nin<br />

engellilik ile ilgili bilgileri oldukça azdır. Doğum öncesi dönem boyunca birçok <strong>aile</strong>nin en büyük<br />

korkularından biri de engelli bir çocuk dünyaya getirme ihtimalidir. Bu nedenle <strong>aile</strong>ler “kız erkek fark<br />

etmez eli ayağı düzgün olsun” gibi sözlerle beklentilerini ifade ederler. Bir çocuğun doğumu <strong>aile</strong>yi gerek<br />

yapısal, gerek gelişimsel, gerekse işlevsel olarak etkiler. Çocuğun doğumuyla duyulan mutluluk <strong>ve</strong> sevinç<br />

bu değişimlerin olumsuz etkilerinden <strong>aile</strong>leri korur. Çocuğun engelli olması durumunda ise sevinç <strong>ve</strong><br />

mutluluğun yerini yoğun bir yas duygusu alabilir. Engelli çocuğu olan <strong>aile</strong>lere ruhsal yönden destek<br />

olunmalı <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> danışmanlık hizmeti <strong>ve</strong>rilmelidir. Ailelerin uyum sürecinde, toplumun <strong>ve</strong> devletin bu<br />

çocuklara <strong>ve</strong> <strong>aile</strong>lerine <strong>ve</strong>rdiği destek ile bu desteğin niteliği <strong>ve</strong> niceliği de önemli olmaktadır.<br />

<br />

137


AİLE EĞİTİMİ<br />

Buraya kadar kısaca <strong>ve</strong>rilen bilgilerden <strong>aile</strong>nin son derecede önemli bir kurum olduğu anlaşılmaktadır.<br />

Ancak <strong>aile</strong> önemli bir kurum olduğu kadar aynı zamanda son derece zor bir kurumdur. Aile zor bir<br />

kurumdur derken <strong>aile</strong>nin kuruluşundan itibaren başlayan <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> sürdüğü müddetçe devam eden zorluklar<br />

kastedilmektedir. Yani bir başka anlatım ile <strong>aile</strong>nin kurulması oldukça zordur. Ama kurulmuş bir <strong>aile</strong>yi<br />

devam ettirmek hele sağlıklı mutlu bir şekilde devam ettirmek daha da zordur. Ailenin kurulması devam<br />

ettirilmesi bu kadar zor olmasına karşın <strong>aile</strong>den vazgeçmek de hiçbir şekilde mümkün değildir. İşte<br />

gelişen teknolojiye <strong>ve</strong> onun getirdiği olanaklara <strong>ve</strong> toplumların gelişmişlik düzeylerine bağlı olarak bu<br />

ikileme çözüm aramaya çalışmışlardır. Doğal olarak çözüm <strong>aile</strong>lerin eğitilmeleri şeklinde ortaya<br />

çıkmıştır. Aile <strong>eğitimi</strong> kavramı buraya kadar anlatılan bilgilerin bir arada değerlendirilmesinden de<br />

anlaşılacağı gibi <strong>aile</strong>lerin kurulmalarından itibaren devam ettiği süre içerisinde sorunsuz olarak sağlıklı<br />

mutlu topluma yararlı işlev görmesi düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Aile <strong>eğitimi</strong>nin <strong>ve</strong>rilmesi ile ilgili<br />

olarak değişik ülkelerde değişik yollar izlenmektedir. Çoğu kez izlenen bu yolların her biri ayrı ayrı<br />

uygulanmakta <strong>ve</strong> böylece mümkün olduğunca her <strong>aile</strong>ye <strong>aile</strong>nin herhangi bir aşamasında ulaşılarak eğitim<br />

<strong>ve</strong>rilmeye çalışılmaktadır.<br />

Eğitimin programı daha çok <strong>aile</strong>nin yaşayabileceği olası sorunlar <strong>ve</strong> bu sorunların çözüm yolları<br />

şeklinde düzenlenmektedir. Burada koruyucu önlemlere daha fazla ağırlık <strong>ve</strong>rilmeye çalışılmaktadır. Söz<br />

konusu bu eğitim örgün eğitim kurumlarında ilgili bölümler de <strong>ve</strong>rilebildiği gibi yaygın eğitim<br />

kurumlarında kurslar açma şeklinde de olabilmektedir. Öte yandan <strong>aile</strong> danışma hizmeti <strong>ve</strong>ren kurumları<br />

da <strong>aile</strong> <strong>eğitimi</strong> kavramı içerisinde değerlendirmek gerekir. Zaten böyle kabul edildiği için <strong>aile</strong> danışma<br />

hizmetleri bu ünite içerisinde çok kısa olarak incelenmiştir. Ergen grupların <strong>aile</strong> <strong>ve</strong> evlilik hayatı<br />

hakkında bilgi almaları ile onların bilinçli hale gelmeleri <strong>ve</strong> bilinçli birer birey olarak daha başarılı <strong>aile</strong>ler<br />

kurup devam ettirmeleri beklenmektedir. Böylece gelecekte planlı <strong>ve</strong> mutlu bir hayat sürmeleri olasılığı<br />

artırılmak istenmektedir.<br />

Bu bölümde bir <strong>aile</strong> <strong>eğitimi</strong> programı içerisinde ele alınabilecek konulara ilişkin örnek bir müfredat<br />

programı taslağı <strong>ve</strong>rilmiştir. Şüphesiz bu müfredat tam bir program değildir. Sadece ele alınması gereken<br />

temel konuları içermektedir. Günün şartlarına <strong>ve</strong> <strong>aile</strong>lerin özel durumlarına göre ila<strong>ve</strong>ler yapmak ya da<br />

bazı kısımları çıkarmak doğrudan doğruya programı uygulayan kişiye bağlı olup programın etkinliği<br />

uygulayıcının bu konudaki yeterliğine bağlıdır.<br />

1. Aile yaşam <strong>eğitimi</strong> ile ilgili fikirler: giriş; amaçlar; eğitim; önceki bilginin doğrulanması,<br />

2. Ergenlik döneminde bireysel sağlık bakımı:<br />

a. Sağlık bakımı: diş, göz, saç, tırnak.<br />

b. Hastalıklar <strong>ve</strong> tedavileri:<br />

c. Gü<strong>ve</strong>nli su <strong>ve</strong> sıhhi tuvalet: temiz su, kirli su, sıhhi tuvaletler, sıhhi tuvalet için ihtiyaçlar,<br />

3. Ergenlik döneminde gıda <strong>ve</strong> beslenme ihtiyaçlarını:<br />

a. Gıda <strong>ve</strong> beslenme: Enerji üreten ya da karbonhidratlı yiyecekler; proteinler; yağlar,<br />

vitaminler, mineral tuzları; su,<br />

b. Dengeli beslenme,<br />

4. Ergenlik döneminde değişiklikler:<br />

a. Ergenlik döneminde kadınların fiziksel değişiklikleri,<br />

b. Ergenlik döneminde zihinsel <strong>ve</strong> duygusal değişimler <strong>ve</strong> uyum süreçleri,<br />

c. Fiziksel bakım,<br />

d. Meme-meme gelişimi; meme bakımı, diğer fiziksel değişiklikler;<br />

Ergenler için önemli konular:<br />

Genç kızlar için;<br />

1. Menstruasyon düzeninin kontrol edilmesi,<br />

<br />

138


2. Menstruasyon sırasında kuv<strong>ve</strong>tli karın ağrısı,<br />

3. Hastalık <strong>ve</strong>ya ağrı,<br />

4. Yeterli su içme,<br />

5. Ayda bir defa göğüslerin kontrolü,<br />

6. Boyu <strong>ve</strong> eğer mümkünse vücut ağırlığını düzenli olarak ölçme,<br />

7. Herhangi bir istenmeyen cinsel girişim hakkında yaşlıları bilgilendirmek, herhangi bir kişi<br />

tarafından taciz <strong>ve</strong>ya şiddet uygulanması durumunda utangaçlık ya da korku nedeniyle<br />

olayı gizlememe,<br />

Erkek ergenler için;<br />

1. Alkol, madde ya da sigara kullanmanın sağlık için ciddi zararları olduğunu öğretme;<br />

2. Kadınlara karşı saygılı olmayı <strong>ve</strong> değer <strong>ve</strong>rmeyi öğretme <strong>ve</strong> onlara kuv<strong>ve</strong>t uygulamaktan<br />

kaçınmalarını sağlama;<br />

3. Fiziksel hastalık <strong>ve</strong>ya herhangi bir ağrı türünün önemini anlama,<br />

5. Menstruasyon:<br />

a. Menstruasyon nedir?<br />

b. Menstruasyon konusunda akılda tutulması gereken şeyler,<br />

c. Menstruasyon <strong>ve</strong> fiziksel <strong>ve</strong> ruhsal değişiklikler,<br />

6. Çocuk, evlilik <strong>ve</strong> sağlık:<br />

a. Evlilik <strong>ve</strong> çocuk evlilikleri üzerine tartışma: evlilik tanımı; evlilik şartları, yaş, rıza; eşi için<br />

geliştirmesi gereken düşünceler, çeyiz çeyizlik; nikâh,<br />

b. Sağlığın korunması için evliliğin uygun zamanının <strong>ve</strong> çocuk yapmak için uygun yaşın<br />

tartışılması; yüksek anne ölüm oranları; kadınların fiziksel <strong>ve</strong> ruhsal gelişimlerini<br />

tamamlamalarında yaşanan sorunlar; çocukların bakımında gereken özenin yetersizliği;<br />

düşük kilolu yenidoğan bebekler; gebelik oranlarının yüksekliği,<br />

c. Çocuk evliliklerinin ardındaki nedenler: Eğitimin kapsamının eksikliği; toplumsal<br />

gelenekler <strong>ve</strong> yasalar hakkında bilgisizlik; Diğer cehalet <strong>ve</strong> batıl inanışlar.<br />

d. Çocuk evliliklerini önleme yolları: insanları bilinçlendirmek; kadın okur-yazarlığının<br />

artırılması; çocuk evlilikleri önleme yasaları hakkında bilinçlendirilmesi; yoksulluğun<br />

azaltılması,<br />

7. İnsan doğumunun arkasındaki gizem:<br />

a. Üreme sistemi, kadın-erkek üreme sistemi organlarını tanımak,<br />

b. Üreme sistemi fonksiyonları,<br />

c. Gebelik, belirtileri <strong>ve</strong> gebelik tipleri, gebeliğin arkasındaki nedenler,<br />

d. Doğumun arkasındaki koşullar,<br />

8. Hastalığı önlemede aşı/aşılama:<br />

a. Hastalıkların adları,<br />

b. Koruyucu aşılama/bağışıklama,<br />

c. Aşı merkezleri,<br />

<br />

139


9. Nüfus sorunu <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> planlaması: Nüfusun durumu, problemler, sorunların olası çözüm<br />

önlemleri, <strong>aile</strong> planlaması,<br />

10. Aile planlaması ya da doğum kontrolü: <strong>aile</strong> planlamasının tanımı; <strong>aile</strong> planlamasının gerekliliği;<br />

<strong>aile</strong> planlaması nasıl mümkün olabilir; <strong>aile</strong> planlamasının yöntemleri; <strong>aile</strong> planlaması<br />

yöntemlerinin etkinliği <strong>ve</strong> yan etkileri,<br />

11. Kadınların <strong>eğitimi</strong> <strong>ve</strong> gerekliliği:<br />

a. Kadının toplumdaki konumu;<br />

b. Kadının <strong>eğitimi</strong>nin temel amacı;<br />

c. Örgün <strong>ve</strong> yaygın eğitim;<br />

d. Kadın <strong>eğitimi</strong>nin gerekliliği: kadınlarda bilinç oluşturmak, kendine gü<strong>ve</strong>n, beceri, gelir<br />

kazanç yolları <strong>ve</strong> geliştirilmiş yaşam tarzı için sosyal haklar,<br />

Aile <strong>eğitimi</strong> her çağda olduğu gibi günümüzde de önemi sürekli artan<br />

yükselen bir değerdir. Bu nedenle <strong>aile</strong> <strong>eğitimi</strong> <strong>ve</strong> onun en önemli ögesi olan kadın ile ilgili<br />

olarak çok fazla sivil toplum örgütü kurulmakta önemli çalışmalar yapmaktadırlar.<br />

Aile ile ilgili eğitim <strong>ve</strong>ren kurumlar hakkında bilgi sahibi olmak için<br />

http://www.yok.gov.tr/content/view/900/222/lang,tr/ adresini ziyaret ederek üni<strong>ve</strong>rsitelerin<br />

web sayfalarını inceleyebilirsiniz.<br />

<br />

140


Özet<br />

Bir toplumun koymuş olduğu kuralların uygulanmasını<br />

sağlamak amacıyla oluşturulan ilk sosyal<br />

kurum <strong>aile</strong>dir. Aile bir toplumun en önemli<br />

sosyal kurumudur. Aile toplumda birçok fonksiyonu<br />

üstlenmiştir. Aile bu fonksiyonları yerine<br />

getirirken bir yandan topluma hizmet eder. Öte<br />

yandan <strong>aile</strong> bireylerine mutluluk <strong>ve</strong>rir. Bir başka<br />

anlatımla <strong>aile</strong> bireylerine mutluluk <strong>ve</strong>rerek onları<br />

eğitir. Aile üyelerini öncelikle kendileri ile <strong>ve</strong><br />

toplum ile barışık bireyler haline getirir.<br />

Bireylerini toplumda statü kazanacak, <strong>ve</strong>rilen<br />

rolleri yerine getirecek bir yapıya dönüştürür.<br />

Bireylerinin toplumun kurallarına uymasını<br />

sağlar. Bu hali ile <strong>aile</strong> toplumun en önemli sosyal<br />

kurumudur. Aile toplumun en küçük yapı taşıdır,<br />

birimidir. Aile kurumu ise toplum ile birey<br />

arasındaki bağı kurma, devam ettirme, neslin<br />

devamını sağlama, bireyin sosyalleşme sürecini<br />

tamamlama görevini yerine getirmektedir.<br />

Aile <strong>ve</strong> evlilik kurumu, boyutları <strong>ve</strong> içeriği<br />

değişime uğramakla birlikte insanlık tarihi<br />

boyunca evrenselliğini <strong>ve</strong> toplumun temel birimi<br />

olma özelliğini korumuştur. Aile <strong>ve</strong> evlilik kurumunun<br />

özellikleri, içinde bulunduğu toplumun<br />

sosyal <strong>ve</strong> kültürel yapısına göre farklılıklar<br />

göstermektedir. Ailenin toplumdan topluma farklılık<br />

gösteren bu özelliğine karşın tüm toplumlarda<br />

büyük benzerlik gösteren <strong>ve</strong> “biyolojik”,<br />

“sosyal”, “psikolojik” <strong>ve</strong> “ekonomik” olmak<br />

üzere dört ana başlık altında toplanabilen bazı<br />

temel işlevleri bulunmaktadır. Bunlar, üremek,<br />

ekonomik gereksinimleri karşılamak, statü<br />

sağlamak, çocukların <strong>eğitimi</strong>ni planlamak <strong>ve</strong><br />

planlamayı başarıya ulaştırmak için gerekli<br />

çabayı göstermek, boş zaman etkinliklerini<br />

gerçekleştirmek, <strong>aile</strong> üyelerinin birbirlerini<br />

korumalarını sağlayacak <strong>eğitimi</strong> <strong>ve</strong>rmek, bu<br />

konuda gerekli önlemleri almak, düzenlemeleri<br />

yapmak, karşılıklı sevgi ortamı oluşturmak <strong>ve</strong><br />

eşler arasında cinsel doyum sağlamak gibi<br />

işlevlerdir. Aile sayılan bütün bu işlevleri başarı<br />

ile yerine getiren bir kurum olarak tarih öncesi<br />

çağlardan beri öneminden hiçbir şey<br />

kaybetmeden günümüze kadar gelmiştir. Ancak<br />

<strong>aile</strong> önemli bir kurum olduğu kadar aynı zamanda<br />

son derece zor bir kurumdur. Aile zor bir<br />

kurumdur derken <strong>aile</strong>nin kuruluşundan itibaren<br />

başlayan <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> sürdüğü müddetçe devam eden<br />

zorluklar kastedilmektedir. Yani bir başka<br />

anlatım ile <strong>aile</strong>nin kurulması oldukça zordur.<br />

Ama kurulmuş bir <strong>aile</strong>yi devam ettirmek hele<br />

sağlıklı mutlu bir şekilde devam ettirmek daha da<br />

<br />

141<br />

zordur. Ailenin kurulması devam ettirilmesi bu<br />

kadar zor olmasına karşın <strong>aile</strong>den vazgeçmek de<br />

hiçbir şekilde mümkün değildir. İşte gelişen<br />

teknolojiye <strong>ve</strong> onun getirdiği imkanlara bağlı<br />

olarak toplumlar gelişmişlik düzeylerine bağlı<br />

olarak bu ikileme çözüm aramaya çalışmışlardır.<br />

Doğal olarak çözüm <strong>aile</strong>lerin eğitilmeleri<br />

şeklinde ortaya çıkmıştır. Aile <strong>eğitimi</strong> kavramı<br />

buraya kadar anlatılan bilgilerin bir arada<br />

değerlendirilmesinden de anlaşılacağı gibi<br />

<strong>aile</strong>lerin kurulmalarından itibaren devam ettiği<br />

süre içerisinde sorunsuz olarak sağlıklı mutlu<br />

topluma yararlı işlev görmesi düşüncesinden<br />

kaynaklanmaktadır. Aile <strong>eğitimi</strong>nin <strong>ve</strong>rilmesi ile<br />

ilgili olarak değişik ülkelerde değişik yollar<br />

izlenmektedir. Çoğu kez izlenen bu yolların her<br />

biri ayrı ayrı uygulanmakta <strong>ve</strong> böylece mümkün<br />

olduğunca her <strong>aile</strong>ye <strong>aile</strong>nin herhangi bir<br />

aşamasında ulaşılarak eğitim <strong>ve</strong>rilmeye çalışılmaktadır.


Kendimizi Sınayalım<br />

1. Hangisi evliliğin tanımı içerisinde bulunan<br />

kavramlardan birisi değildir?<br />

a. Özgür irade<br />

b. Nikah<br />

c. Karşı cins<br />

d. Sözleşme<br />

e. Uzlaşma<br />

2. Hangisi evliliğin gerçekleşebilmesi için<br />

çiftlerde oluşması gereken asgari koşulların en<br />

önemlisidir?<br />

a. Olgunluk<br />

b. Üretkenlik<br />

c. Yetenek<br />

d. Sağlık<br />

e. Ekonomik gelir<br />

3. Aşağıdaki yazarlardan hangisi <strong>aile</strong>yi “karıkoca<br />

<strong>ve</strong> çocuklardan ya da sadece karı-kocadan<br />

kurulu az <strong>ve</strong>ya çok devamlılık gösteren bir<br />

birliktir” şeklinde tanımlamaktadır?<br />

a. Mc Iwer<br />

b. Page<br />

c. Nimkoff<br />

d. Freyer<br />

e. Winch<br />

4. Aşağıdaki yazarlardan hangisi <strong>aile</strong>yi “kuşak<br />

ilişkilerine göre ana-baba <strong>ve</strong> çocuklardan oluşan<br />

gruptur” şeklinde tanımlamaktadır?<br />

a. Mc Iwer<br />

b. Page<br />

c. Nimkoff<br />

d. Freyer<br />

e. Winch<br />

5. Görevlerini yerine getirme ya da rolünü<br />

uygulama konusunda sıkıntı çıkaran <strong>aile</strong><br />

bireylerine, <strong>aile</strong> bireyleri aşağıdakilerden<br />

hangisini esas alarak tepkilerini belirtirler?<br />

a. Statülerini<br />

b. Yaşlarını<br />

c. Cinsiyetlerini<br />

d. Gelirlerini<br />

e. Harcamalarını<br />

<br />

142<br />

6. Aşağıdakilerden hangisi sağlıklı <strong>aile</strong>nin<br />

fonksiyonlarından biridir?<br />

a. Aile rollerinde karmaşa<br />

b. Kararların ortak alınması<br />

c. Aile kurallarının çiğnenmesi<br />

d. Yetkilerin yersiz kullanılması<br />

e. Duygu <strong>ve</strong> düşünceleri rahat ifade edememe<br />

7. Aile <strong>eğitimi</strong> ile ilgili aşağıdaki ifadelerden<br />

hangisi yanlıştır?<br />

a. Ailelerin yaşayabileceği sorunlar ele alınır.<br />

b. Eğitimde koruyucu önlemlere yer <strong>ve</strong>rilmez.<br />

c. Aile danışmanlık hizmetleri <strong>aile</strong> <strong>eğitimi</strong><br />

kavramı içinde değerlendirilir.<br />

d. Örgün <strong>ve</strong> yaygın eğitim kurumlarında<br />

<strong>ve</strong>rilmektedir.<br />

e. Ergen gruplarının bilgilendirilmesi önemlidir.<br />

8. Aşağıdakilerden hangisi sadakatin özelliklerinden<br />

birisi değildir?<br />

a. Statik olma<br />

b. Kırılgan olma<br />

c. Esnek olma<br />

d. Dinamik olma<br />

e. Değişken olma<br />

9. Eşlerin her ikisinin de çalışıyor olması<br />

aşağıdaki sorunlardan hangisine yol açmaz?<br />

a. Ev işlerinin paylaşılması ile ilgili sorunlar<br />

b. Çocuk bakımı ile ilgili sorunlar<br />

c. Çocuğun <strong>eğitimi</strong> ile ilgili sorunlar<br />

d. Evin geçimi ile ilgili sorunlar<br />

e. Arkadaş seçimi ile ilgili sorunlar<br />

10. Aile dinamikleri hakkında ilk çalışan kişi<br />

aşağıdakilerden hangisidir?<br />

a. Gregory Bateson<br />

b. Murray Bowen<br />

c. Carl Whitaker<br />

d. Sigmund Freud<br />

e. Nathan Ackerman


Kendimizi Sınayalım Yanıt<br />

Anahtarı<br />

1. e Yanıtınız yanlış ise “Evlilik” başlıklı konuyu<br />

yeniden gözden geçiriniz.<br />

2. a Yanıtınız yanlış ise “Evlilik” başlıklı konuyu<br />

yeniden gözden geçiriniz.<br />

3. c Yanıtınız yanlış ise “Aile” başlıklı konuyu<br />

yeniden gözden geçiriniz.<br />

4. e Yanıtınız yanlış ise “Aile” başlıklı konuyu<br />

yeniden gözden geçiriniz.<br />

5. a Yanıtınız yanlış ise “Aile” başlıklı konuyu<br />

yeniden gözden geçiriniz.<br />

6. b Yanıtınız yanlış ise “Aile” başlıklı konuyu<br />

yeniden gözden geçiriniz.<br />

7. b Yanıtınız yanlış ise “Aile Eğitimi” başlıklı<br />

konuyu yeniden gözden geçiriniz.<br />

8. a Yanıtınız yanlış ise “Evlilik” başlıklı konuyu<br />

yeniden gözden geçiriniz.<br />

9. e Yanıtınız yanlış ise “Evlilik <strong>ve</strong> Aile<br />

Danışmanlığı” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

10. d Yanıtınız yanlış ise “Evlilik <strong>ve</strong> Aile<br />

Danışmanlığı” başlıklı konuyu yeniden gözden<br />

geçiriniz.<br />

<br />

143<br />

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı<br />

Sıra Sizde 1<br />

Evliliği kısaca, iki karşı cinsin toplumca<br />

onaylanan birlikteliğidir şeklinde tanımlamak<br />

mümkündür. Bir başka anlatımla evlilik, farklı<br />

cinsteki iki insanın kendi özgür iradeleri <strong>ve</strong><br />

istekleri ile birlikte yaşama isteklerini<br />

belirtmeleri <strong>ve</strong> bu isteklerini yasal prosedürlere<br />

bağlı olarak kayıt altına almalarıdır. Doğal olarak<br />

evliliğin oluşabilmesi için bazı asgari koşulların<br />

oluşması gerekir. Bu koşullardan öncelikli olanı<br />

bireylerin belli bir olgunluk düzeyine gelmiş<br />

olmalarıdır. Bireylerin olgunlukları kavramı<br />

göreceli bir kavramdır. Bu nedenle her ülke kendi<br />

geleneklerine, göreneklerine göre olgunluğu<br />

tanımlar. Tanımlar arasında farklar olduğu için<br />

bireylerin evlilik için olgun olup olmadıklarının<br />

kabul görmesi de ülkeden ülkeye az çok değişir.<br />

Aslında yasalar açısından bakıldığında evlilik bir<br />

ortaklık sözleşmesidir. Duygusal anlamda ise<br />

evlilik, yaşamlarını yan yana, el ele <strong>ve</strong> karşılıklı<br />

sevgiyle bir arada getirmek amacıyla eşlerin<br />

kendilerini birbirlerine adamalarıdır.<br />

Sıra Sizde 2<br />

Ailenin çok fazla önemli özelliği olduğu için bir<br />

özelliği öne çıkaran birçok tanım olmasına<br />

rağmen <strong>aile</strong>nin kapsamlı bir tanımını yapabilmek<br />

mümkün olamamıştır. Aşağıda çeşitli yazarlar<br />

tarafında <strong>aile</strong>ye ilişkin olarak yapılan tanımlardan<br />

bir demet sunulmuştur. Şüphesiz bu tanımların<br />

hepsi de doğrudur <strong>ve</strong> <strong>aile</strong>yi tanımlamaktadır.<br />

Ancak her biri <strong>aile</strong>yi ancak bir ya da birkaç yönü<br />

ile anlatmaktadır. Aile hakkında bir fikir<br />

oluşturabilmek için bu tanımlar burada bir arada<br />

<strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

En yaygın tanımı ile <strong>aile</strong> “aralarında gerçek<br />

uzlaşma <strong>ve</strong> akrabalık bağı olan <strong>ve</strong> bütün sosyal<br />

ilişkileri bir soy etrafında olan zümrelerdir.”<br />

Aileyi “genellikle karı-koca <strong>ve</strong> çocukların<br />

oluşturdukları, biyolojik, psikolojik, ekonomik <strong>ve</strong><br />

toplumsal görevleri olan sosyal bir kurumdur.”<br />

Şeklinde de tanımlamak mümkündür.<br />

Mac Iwer <strong>ve</strong> Page, <strong>aile</strong>yi “seks ilişkilerine dayalı,<br />

çocuk sahibi olma <strong>ve</strong> bu çocukları yetiştirme<br />

özellikleri gösteren gruptur”; Winch ise “Kuşak<br />

ilişkilerine göre ana-baba <strong>ve</strong> çocuklardan oluşan<br />

gruptur şeklinde tanımlamaktadırlar. Nimkoff’a<br />

göre ise <strong>aile</strong> “Karı-koca <strong>ve</strong> çocuklardan ya da<br />

sadece Karı-kocadan kurulu az <strong>ve</strong>ya çok<br />

devamlılık gösteren bir birliktir”. Summer <strong>ve</strong>


Keller ise <strong>aile</strong>yi “<strong>aile</strong> en az iki neslin bir arada<br />

olduğu, kan bağı ile karakterize edilen küçük bir<br />

sosyal örgüttür. “ şeklinde tanımlarken; Freyer<br />

toplumsal yaşamın nü<strong>ve</strong>si olarak nitelendirerek<br />

doğa tarafından oluşturulmayan ancak doğadan<br />

ilham alınarak, bütün büyük sosyal yapıların<br />

örneğini oluşturan en küçük gruptur.” Şeklinde<br />

tanımlamaktadır.<br />

Kıray’a göre ise <strong>aile</strong> “toplumsal değişmede<br />

tampon kurum işlevi gören, yapısal değişmelerin<br />

getirebileceği kopuklukları şekil <strong>ve</strong> işlev<br />

değiştirerek karşılayan, bireylerin gü<strong>ve</strong>nlik<br />

gereksinimlerini değişik biçimlerde yerine getiren<br />

sosyal bir kurumdur”. Fındıkoğlu ise <strong>aile</strong>yi sosyal<br />

bir kurum olarak kabul etmekte <strong>ve</strong> “sadece,<br />

duyguların mahsulü olmayıp onların da içine<br />

girdiği, daha karışık <strong>ve</strong> çözülmesi zor bir adetler<br />

<strong>ve</strong> kurallar toplamıdır.” Şeklinde<br />

tanımlamaktadır. Bunlardan başka <strong>aile</strong> ile ilgili<br />

olarak aşağıdaki tanımları da burada anmak<br />

mümkündür.<br />

“Aile evlilik <strong>ve</strong> kan bağına dayanan, karı, koca,<br />

çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu<br />

toplum içindeki en küçük birliktir.”<br />

“Aile karı, koca <strong>ve</strong> çocuklardan oluşan topluluktur.”<br />

“Aile, aynı soydan gelen <strong>ve</strong>ya aralarında<br />

akrabalık ilişkileri bulunan kimselerin tümüdür.”<br />

“Aile, birlikte oturan hısım <strong>ve</strong> yakınların<br />

tümüdür.”<br />

“Aile aynı gaye üzerinde anlaşan <strong>ve</strong> birlikte<br />

çalışan kimselerin bütünüdür.”<br />

“Aile Anne, baba <strong>ve</strong> onların çocuklarından<br />

oluşan en küçük toplumsal kurumdur.” Söz<br />

konusu bu tanımları daha da artırmak<br />

mümkündür.<br />

<br />

144<br />

Sıra Sizde 3<br />

Aile, gerek birey <strong>ve</strong> gerekse toplum açısından en<br />

temel öğedir. Aile birey <strong>ve</strong> toplum arasında köprü<br />

görevi üstlenir <strong>ve</strong> bu görevini en iyi bir şekilde<br />

yerine getirir. Birey <strong>ve</strong> toplum arasında iletişim<br />

kuracak birey <strong>ve</strong> toplumu karşılıklı olarak<br />

birbirine bağlayacak <strong>aile</strong>den başka bir kurum<br />

bugüne kadar bulunamamıştır. Bundan sonra da<br />

bulunabilmesi mümkün görülmemektedir. Aile,<br />

bireyin yaşamında çok önemli bir yer tutan<br />

beslenme, bakım, sevgi ihtiyacı, duygusal<br />

gelişim, psikolojik gelişim, eğitim, kültürel<br />

değerleri kazanma, sağlıklı zeka gelişimini<br />

sürdürme gibi temel ihtiyaçların karşılandığı<br />

birincil ortamdır.<br />

Aile üyeleri arasındaki ilişkiler <strong>ve</strong> <strong>aile</strong> ortamı,<br />

psikososyal yönden gelişen bireyin en çok<br />

etkileşime uğradığı yerdir. Bu ilişkiler, bireyin<br />

kendine gü<strong>ve</strong>nmesini, kendine <strong>ve</strong> diğer bireylere<br />

sevgi duymasını, kimlik kazanmasını, kişilik<br />

gelişimini, sosyal beceriler geliştirmesini <strong>ve</strong><br />

topluma uyum sürecini olanaklı hale getirir. Bu<br />

soruyu daha iyi <strong>ve</strong> ayrıntılı olarak cevaplamak<br />

için “<strong>aile</strong>nin önemi” bölümünü yeniden <strong>ve</strong><br />

dikkatle bir kez daha okuyunuz.<br />

Sıra Sizde 4<br />

İster sadece baba, isterse anne <strong>ve</strong> babanın birlikte<br />

çalışıyor olsunlar, her durumda, evde rol dağılımı<br />

<strong>ve</strong> yetkilerin ortaktır. Kurallara sonuna kadar<br />

bağlı kalınır, ortak kararlarda ortak söz sahibi<br />

olunur <strong>ve</strong> eşler birbirlerinin hak <strong>ve</strong> hukuklarına<br />

son derecede saygılı davranırlar. Ailenin<br />

sorumluluğunu ortak taşıyan kişiler yani anne <strong>ve</strong><br />

baba çocuklar <strong>ve</strong> evdeki diğer bireyler ile her<br />

yönden yakından ilgilenirler. Ailede yaşayan<br />

kişiler <strong>aile</strong> ortamında kendilerini huzurlu<br />

hissederler, karşılıklı anlayış <strong>ve</strong> hoşgörü<br />

içerisinde yerleşmiş bir <strong>aile</strong> yapısı vardır <strong>ve</strong> bu<br />

tamamen fonksiyonel bir <strong>aile</strong> yapısıdır. Bu tip bir<br />

<strong>aile</strong>yi bulmak oldukça zordur ancak olanaksız<br />

değildir. Karşılıklı anlayış, sevgi <strong>ve</strong> saygı ile bu<br />

tip bir <strong>aile</strong>yi kurmak oldukça kolaydır.


Yararlanılan Kaynaklar<br />

Başak, S. (2005). Türk Sosyolojisinde Yapı<br />

Araştırmaları. Bilig; 32:33-63<br />

Meriç N. Evlilik <strong>ve</strong> Aile Danışmanlığı<br />

Kuramları Ankara 46 s.<br />

Özgü<strong>ve</strong>n, İ. E. (2000). Evlilik <strong>ve</strong> Aile Terapisi,<br />

PDREM Yayınları, Ankara.<br />

Tezcan, M. (2000). Türk Ailesi Antropolojisi,<br />

Ankara, İmge Kitabevi Yayınları.<br />

<br />

145<br />

Yararlanılan İnternet Kaynakları<br />

http://www.<strong>aile</strong>.gov.tr/tr/<br />

http://www.kadininstatusu.gov.tr/tr/<br />

http://www.kadininstatusu.gov.tr/upload/mce/esk<br />

i_site/Pdf/egitim.pdf

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!