24.08.2015 Views

SERXWEBÛN

Onkapak -259 (Page 1) - SERXWEBÛN

Onkapak -259 (Page 1) - SERXWEBÛN

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

<strong>SERXWEBÛN</strong>JI <strong>SERXWEBÛN</strong> Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNEYıl: 22 / Sayı: 259 / Temmuz 2003ONURLU MÜCADELEM‹Z14 Temmuz ruhuyla devam edecekDemokrasiyi ve özgürlüğümücadeleyle yaratan Apocu hareketgerici statükolara müdahale gücüdürHalklar›n daha fazla sistem de¤ifltirme güçleriyoktur, ancak daha büyük askeri güçler, daha küçükolanlar› çözebilir” gibi bir e¤ilim giderek görülüyor.Bu, kesinlikle devrimci bir zihniyet de¤ildir.Bundan güce tap›nma ç›kar. “De¤ifltirici bir güçolabilmek için büyük ekonomik ve askeri kaynaklarasahip olmak gerekir” demek; halklar durduklar›yerde öyle bir kayna¤a sahip olamayacaklar›nagöre, “halklar, devrimci demokratik güçler hiçbirfley yapamazlar. Ancak en büyük devlet her fleyiyapar” demektir. Amerika, biraz bu zihniyeti yaymayaçal›fl›yor. E¤er biz de buna kat›l›rsak, ABDzihniyetine teslim olmufl oluruz.Devamı 5’teSevginin, adaletin vegüzelliklerin yaflanaca¤› bir dünya özgürleflenve öncüleflen kad›nla yarat›lacakt›rKampanya sürecinde kad›n, toplumun di¤er kesimlerinietkileme ve kendi gündemini yaratarak bunu yayg›nlaflt›rmadabelli bir düzeyi yaratt›¤›n› bir kez daha ortaya ç›-karm›flt›r. Bunun en güzel ifadesi “Özgürleflen kad›n›n fedaisiyiz”fliar›yla eylemliliklere kalkan gençli¤in, kad›nlaarkadafll›k mücadelesi olmufltur. Gençlik toplumun motorgücüdür, kad›n da toplumun temel dinami¤idir. Kad›n vegençli¤in böyle benzer yönleri vard›r. Biri temel di¤erimotor, yani çak›lan özgürlük ateflinin alevidir. Bu bir nevikad›n›n eylemlilikleriyle ortaya koydu¤u yoldafll›k ölçüleriningenç zihniyetlerce, toplum taraf›ndan benimsenmesianlam›n› da tafl›maktad›r. Kad›n bir kez daha ölçü koyucuolabilmenin olanaklar›n› yakalam›flt›r.Devamı 3’teORTADO⁄U’NUN DEMOKRAT‹K UYGARLIK ÇIKIfiINI ONUR VE ÖZGÜRLÜK SAVAfiIYLA GERÇEKLEfiT‹R‹YORUZ‹nsanl›k için ileri bir hamle yapman›n tarihsel bir dönemeci yaflan›yor. Bu hamlenin nas›l olaca¤› yönünde aray›fllar, büyük çabalar sürüyor. Böyle bir dönemeçte görevlerimizido¤ru tespit etmek ve onlar› do¤ru, yeterli, bizi baflar›ya götürecek bir ruhla, anlay›flla, tarzla ele al›p yürütmek aç›s›ndan 14 Temmuz bize yol gösterici. Önderli¤in hem savunmadahem de ona paralel görüflmelerde ortaya koydu¤u yeni yaklafl›mlar; bizim için bu tarihsel dönemeci baflar›yla aflabilmek aç›s›ndan izlememiz gereken yol, yapmam›z gerekengörevler çerçevesinde yeni taktik ç›k›fl aray›fl›nda verilmifl bir karar, geçerlili¤ini koruyan bir emir olma durumunu sürdürüyor. Buna göre ne yapmam›z gerekti¤ini, bu yenisüreçte 14 Temmuz’un anlam›n›n pratikte nas›l yerine getirilebilece¤ini, 14 Temmuz karar ve emrinin, hayata do¤ru bir biçimde hangi yol, yöntem ve araçlarla geçirilece¤initart›fl›yoruz. Yeni kararlara ulaflmak de¤il de, çok sa¤lam bir bilinç ve öngörü, çok cesur ve fedakar bir yaklafl›m, müthifl bir inanç ve iradeyle verilmifl bir karar›n her zaman içingeçerlili¤ini sürdürdü¤ü aç›k. 14 Temmuz gerçe¤i bu kadar yal›n bir gerçek.Devamı 8’deErkek aklının somutlaşmış ifadesi devletseKadının duygu yüklü zekasının ifadesiDemokratik Ekolojik ToplumdurKad›n, Demokratik Ekolojik Toplum Koordinasyonu’nun geliflmesinde de en temel dinamikgüçtür. Çünkü toplum olgusunu gelifltiren kad›na alternatif öne ç›kar›lan bireycilikolgusu, erkek akl›n›n yaratt›¤› sisteminin temel ruh özelli¤inin en güzel yans›mas›d›r.Kendi ç›karlar›n› en kutsal de¤er olarak gören bu ruh, kad›n toplumsallaflmas›yla yo¤unbir çat›flma içerisindedir. Günümüz kapitalist dünyas›nda her fleyi parayla özdefllefltirenbu sistemin yaratt›¤› birey, paray› tanr›sallaflt›rarak kad›n ruhundan uzakl›¤›n en barizgöstergesi olan bireycili¤i adeta flaha kald›rm›flt›r. Toplumu bireyden, bireyi toplumdankoparan bu paradigman›n içerisinde oldu¤u girdaptan kurtulabilmesi için ancak bireytoplum aras›nda optimal bir dengenin sa¤lanmas›yla gerçekleflecektir.Devamı 11’deTÜRKİYE’NİN YAKLAŞIMI YENİ KOŞULLARDA DAÇÖZÜMSÜZLÜK POLİTİKALARININ SÜRDÜRÜLMESİDİRNereden bak›l›rsa bak›ls›n Türkiye’nin Güney Kürdistan’daki varl›¤› provokasyondanibarettir. Yapaca¤› her giriflim, Kürt sorununa çözüm yaklafl›m›n›içermedi¤i için provokatif duruma düflmekten kurtulamayacakt›r. Art›k Türkiye’ninsorunu sadece KADEK de¤ildir. Baflta ABD olmak üzere mevcut politikalar›ile herkese sorun yaratacakt›r. Varl›¤›n›n nedenini KADEK tehlikesinedayand›rmas›, varl›¤›n› meflru k›lmaya yetmeyecektir. Ciddi sorunlarakaynakl›k etmek istemiyorsa ya çekilecek ya da Kürt politikas›n› köklü biçimdede¤ifltirecektir. Güney Kürdistan’dan çekilmesi geçici bir rahatlama getirecektir.Tek ç›kar yol Türkiye’nin Kürt politikas›n› köklü biçimde de¤ifltirerekçözüme evet demesidir.Serxwebûn’dan 2’deÖZGÜR ‹NSAN SAVUNMASI -II-ABDULLAH ÖCALANBenim basit bir kukla olarak kullanılmayacakdurumda olmam, her odağı kendi çıkarlarınagöre bir PKK ve Kürt politikası geliştirmeye itti.Bu politikaların da önünde en büyük engel olduğumanlaşılınca, beni dışlamaya ve giderek tasfiyeetmeye niyetlendiler. Asgari temel insan hakları vedemokratik yaklaşımlar esirgendi. Kendi Kürt işbirlikçilerinealan açmak için açık veya gizli işbirliğineyöneldiler. Özellikle Iraklı Kürt işbirlikçilerleTürk, ABD ve İngiliz yetkilileri Ankara-Londra-Washingtonhattında işi resmi bir antlaşmayakadar vardırdılar. Bunun başarısı için AB nötralizeedilirken, Atina oligarşisi maşa olarak kullanılmayaçalışıldı.16’daİçindekilerEĞİTİM YAŞAMIN KENDİSİDİR12’deGüçlü sanat ve edebiyat hamlesiinkarcılığa karşı mücadele ile gelişir15’teSU SORUNU ORTADOĞU VE TÜRKİYEMetin Ayçiçek27’de“Yüzünü göremem ama sadeliğinaramızdaki sınırları kaldırır”31’deBÊZAR’A YAKARIŞ33’te


Sayfa 2Temmuz 2003SerxwebûnTÜRK‹YE’N‹N YAKLAfiIMI YEN‹ KOfiULLARDA DAÇÖZÜMSÜZLÜK POL‹T‹KALARININ SÜRDÜRÜLMES‹D‹RTürkiye’nin Güney Kürdistan’dakivarlığı kadar etkinliği de, aşılanıyaşatma çabasıdır. Herhangi birpolitika veya uygulaması söz konusu değildir.Bütün çabaları kendisiyle birlikte yıkılmasürecine giren bölge statükosunu yaşatmayayöneliktir. Bu nedenle gerek açık, gerekörtülü biçimde Saddam rejiminin dayandığıyapıya cesaret verirken, müdahale tehdidialtında bulunan rejimlerle de ittifak içindehareket etmektedir. ABD’nin müdahalesiniönlemek için çok yönlü bir manevrayı uyguladı.Buna rağmen müdahalenin gerçekleşip,askeri başarı sağlamasının ardındançabalarını müdahalenin boşa çıkarılmasınoktasında yoğunlaştırdı. ABD ile çelişki veçatışma içine girmesinin altında bu gerçeklikyatmaktadır. Diyebiliriz ki, müdahaleyekarşı en çok direnen güç Türkiye rejimidir.Ancak karşıtlığını yaparken stratejik dost diyeifade ettiği ABD ile ilişkilerini koparmayıgöze alamamaktadır. ABD durumu netleştirmekisterken, onun izlediği yol durumumuğlaklığa mahkum etmektir.Konunun anlaşılması için Türkiye’niniçte ve dışta değişimden ne anladığını görmekgerekiyor. Oligarşik rejim pek değişimdenyana değildir. Tüm çabasını nasılayakta kalabileceği yaklaşımı belirlemektedir.Eğer başarabilirse en küçük bir değişimibile kabule yanaşmayacaktır. Sürecindayatmaları sonucu köklü olmayan, rejiminözüne dokunmayan ve pratik uygulamaalanı bulmayan sınırlı yasal değişiklikleregitmektedir. Geriye dönüp bakıldığındaiddialı diye lanse ettiği adımlar pratikdeğer ifade etmemiştir. Seçilen yol, dıştave içteki zorlanmaları dengelemek için“son noktaya kadar diren, direnme olanağıkalmadığında ise sınırlı yasal değişiklikleryap, ama pratikte reddet” biçiminde formüleedilebilir. Hangi yönden bakılırsa bakılsınyapılan yasal değişikliklere başka biranlam yüklemek mümkün değildir.Türkiye’nin dışa yönelik tutumu da benzeriözellikler taşımaktadır. Çok rol yüklenilmekistenen AB ile uyum yasalarını yönlendirenfelsefe demokratik açılım değildir. Birliğe girmekiçin pratik değeri olmayan düzenlemeleregidilmektedir. Öyle ki, her çıkardığı yasayıAvrupa’ya verilmiş bir taviz olarak görmekteve karşılık beklemektedir. Gücü yetse AB’ninölçülerini değiştirecek dayatmalarda bulunacaktır.Deyim yerindeyse, “eğer sizin kriterlerinizvarsa, bizim de, Ankara kriterlerimiz”vardır diyerek Avrupa’nın ortaya çıkardığı gelişmedüzeyini geriletmek isteyecektir. Dolayısıylauyum yasaları ciddiyetten uzaktır.Çağdaş ölçülerle ilişkisi olmayan bir sahtekarlıkörneğidir.Demokratikleşmenin Türkiye’nin gündeminegirmediğini, Ortadoğu’daki rejimlerleilişkilerinde de görebiliriz. Onun hiçbir zamanbölge ülkelerinin demokratikleştirilmesidiye bir derdi olmamıştır. Çoğu zaman engerici güçlerle ittifak yapmıştır. Demokratikleşmealanında proje ve çaba sahibi değildir.Çıkar sağlaması halinde en katı, gericigüçlerle ittifaklar kurmaktan çekinmemiştir.PKK’nin önderlik ettiği diriliş devrimindeTürkiye’nin Kürdistan’daki müttefikleri Kuzey’de“Hizbullah” Güney Kürdistan’da isefeodal aşiretçi özellikleri ağır basan KDP olmuştur.İran, Suriye, Suudi Arabistan vs ülkelerleilişkilerinde rejimlerin karakteri onuilgilendirmemiştir. Türkiye’nin bölge güçleriyleilişkiler tarihinde demokrasiye bağlılıksorun yaratmamıştır. İran İslam Cumhuriyeti’ylezaman zaman yaşanan gerginlikler rejimsorunundan daha çok İran’dan kaynaklananiçişlerine müdahaledir. Tabii ki Kürtsorunu da İran ve Suriye ile gerginlikler yaşamasınayol açmıştır. Dikkat edildiğindegörülecektir ki gerginliklerin hiçbirinin rejimlerinkarakteriyle bağlantısı bulunmamaktadır.Ne zaman ki söz konusu güçler direktveya endirekt müdahalelerini kesmişlerseçok geçmeden sıkı müttefik olarak değergörmüşlerdir.Ortadoğu’nun “tek demokratik müslümanülkesiyiz” iddiasının bir değeri varsa, o da,ABD ve Avrupa’nın desteğini almak içindir. İçve dış politikada demokratik bir şalı örtünmekkesinkes ekonomik, ticari ve siyasalrant sağlama amacından kaynaklanıyor.Halkın mücadelesi sonucu sağlanan zayıfdemokratik gelişmenin rejimi zorladığı durumlardarafa kaldırılması bu gerçekliğin ifadesidir.Ordunun yaptığı müdahalelerin yarattığısonuçlar ortadadır. Demokratik gelişmeninrejimi sıkıntıya soktuğu an, yok edilmesiher zaman bir hak olarak görülmüştür.Bu hak yasalarla güvence altına alınmıştır.Ordunun rejimin koruyucusu ve kollayıcısıolmasının altında bu gerçeklik yatmaktadır.Türkiye’nin değişen dünya koşullarındayaptığı yeni şey yukarıda belirttiğimiz sahte“Demokratikleflmenin Türkiye’nin gündemine girmedi¤ini, Ortado¤u’daki rejimlerle iliflkilerinde degörebiliriz. Onun hiçbir zaman bölge ülkelerinin demokratiklefltirilmesi diye bir derdi olmam›flt›r.Ço¤u zaman en gerici güçlerle ittifak yapm›flt›r. Demokratikleflme alan›nda proje ve çaba sahibi de¤ildir.Ç›kar sa¤lamas› halinde en kat›, gerici güçlerle ittifaklar kurmaktan çekinmemifltir.”demokratikleşme manevrasını yoğunlaştırmasıdır.Nasıl uygulanacağı tartışmalı, neyiiçerdiği belirsiz, ihtiyaç duyduğunda rafakaldırdığı yasalar gerçek anlamda demokratikbir değer taşımıyorlar. Bu nedenle yasaldüzenlemeler halk nezdinde heyecanyaratmıyor. Güdümlü hale getirilen basın vetoplumun dar bir kesimi dışında hiç kimsebu yasalara anlam yüklemiyor. Kendi kendisinegelin güvey olma misali yasalar sadecerejimin sahiplerini ilgilendirmektedir. Kaldı kirejimin sahipleri toplumsal kesimlerin katılımlarınaihtiyaç duymayarak yasal düzenlemeleryapıyorlar. Ordu, devlet ve hükümetyetkilileri yasaların nasıl olmasını belirleyengüçlerdir. Topluma atfettikleri rol ise denilenikabul etmektir. Kim ki katılımcı rol oynamayakalkışsa şöyle veya böyle baskılarla sindirilmektedir.Halka rağmen çıkarılan yasalarçok geçmeden unutulmaya mahkum olmaktadır.Yaşamsal değeri olmayan çabalarınbaşka sonuç vermesi de beklenemez.Demokratikleşme konusunda böylesi biraldatmayı esas alan Türkiye, Kürt sorunununçözümünde de aynı yaklaşımın sa hibidir.Kürt sorununun çözümü adına çıkarılanyasalar ciddi pratik bir değer ifade etmemiştir.Kürt halkının siyasal yaşama katılımıkaba ve ince politikalarla engellenmektedir.Eğitim, kültür vb alanlarda ilerleme sağlanmamıştır.KADEK ve Önderliği’nin yoğuntoplumsal barış girişimleri hep karşılıksız bırakılmıştır.Kürt ulusal özgürlük hareketinedayatılan politika tasfiyedir. En son çıkarılan“Eve Dönüş Yasası”na yüklenilen rol, kendilerinindeyimiyle “terörizmi çökertmektir.”Söz konusu yasayla Kürt halkına ve onunöncü güçlerine ihanet dayatılmaktadır. Kürtsorununun çözümü konusunda Türkiye’ninhala inkar ve imha politikasını esas aldığınıbelirtmek mümkündür.İşte Türkiye bu gerçeğiyle Güney Kürdistan’dabulunmaktadır. Hem Güney Kürdistanhem de Irak’ta değişime karşı direnmektedir.Irak’ın demokratik bir ülke halinegelmesini ve buna paralel olarak Kürt halkınınözgürlüklerini elde etmesini hazmetmemektedir.Bu doğrultudaki gelişmeleri “kırmızıçizgiler” söylemiyle tehlike algılamasıiçindedir. Hiç kimse kendisini istememesinerağmen Güney Kürdistan’da tutunmayaçalışmaktadır. Gelişmeler karşısında sağduyusunuyitirmekte, kendisini zorlayacakçabalara yönelmektedir. Gerillanın varlığınıbahane ederek, varlığını ve yıkıcı faaliyetlerinisürdürme pozisyonundadır.Gelişmeler Güney Kürdistan’da Kürt sorunununçözümünü gündemleştirirken, ilgilitüm güçlerin politikalarını yeniden düzenleyip,gözden geçirme gereği vardır. Gelinennoktanın ortaya çıkan koşulu, her bakımdanKürt sorununun çözümü için yeni politikalaraihtiyaç duymaktadır. Ne var ki, Türkiye nekendisi politika değişikliğine gidiyor ne deKürdistan’ı egemenlik altında bulundurandiğer ülkelerin politika değiştirmelerine fırsattanıyor. Üzerinde hareket ettiği yaklaşım,yeni koşullarda da çözümsüzlük politikalarınınsürdürülmesidir. Geçmiş yıllarda GüneyKürdistan’a duyduğu ilginin içinde çözümütaşımadığını yaşadığımız gerçekler çok netçegöstermektedir. KDP ile çok sağlam görülenilişkilerin tamamen Kürt hareketini çatıştırmayadönük olduğu netçe açığa çıkmıştır.Zaman zaman YNK ile kurulan ilişkilerde aynı nitelikte olmuştur. ’90’lardan buyana sürdürülen ilişkiler Kürtler arası iç çatışmaamacını taşımıştır. Kürt ulusal hareketininiç çatışma içerisinde tutulmasıylahem Kuzey hem de Güney Kürdistan’da çözümüngelişmesi önlenmiştir. Bu anlamdaTürkiye’nin Kürtler arası çatışmanın mimarıolduğu kesindir. Politikaları, bundan kaynaklananilişkilerin çözümü izlerini taşımamıştır.Özellikle KDP’nin iç çatışmanın temelbir unsuru olması kesinkes Türkiye’ninyaklaşımından kaynaklanmıştır. Bu ilişkilerdeelde ettiği rant, çözüme hizmet etmektençok çözümün gelişmesini önlemiştir.Kuzey ve Güney Kürdistan’da ortaya çıkanfırsatların çözüm doğrultusunda değerlendirilmemesi,İran, Suriye ve devrilen Irakrejiminin çözümsüzlükte ısrar etmelerininaltında da Türkiye’nin söz konusu yaklaşımıyatmaktadır. Ortaya çıkan sonuç ikili taraflarınçözümsüzlüğe mahkum edilmesidir.’90’lı yıllarda Kürt sorununun çözümü içinolumlu adımlar Türkiye’nin müdahalesi ileetkisizleştirilmiştir. Böylece Türkiye çözümsüzlüğühem kendisinin hem de diğer egemenülkelerin politikası haline getirmiştir.Benzeri bir durumu uluslararası güçlere dedayatmış, ABD, AB, Rusya vd güçlerin Kürtsorununda olumlu bir yaklaşıma yönelmeleriengellenmiştir. Eğer, Türkiye Kürtler içinneyin adresidir denilirse, verilecek cevaphiçbir tereddüde düşmeden, çözümsüzlükadresi olacaktır.Türkiye’nin Kürt sorunu karşısında yaşadığıtıkanıklık, Irak’a müdahale sonrasındada aşılamamıştır. Ortaya çıkan durumunyarattığı zorlamalara rağmen çözümsüzlükTürkiye’nin politikalarına damgasını vurmaktadır.ABD’nin belli bir çözüm istediğinetlik kazanırken, Türkiye aşılmış politikalardaısrarı sonucunda provokatif bir konumadüşmüştür. ABD’nin Irak ve Güney Kürdistan’dabaşarısızlığa uğramasını beklemektedir.Bütün çabalarını bu doğrultudayoğunlaştırmaktadır ve Güney Kürdistan’ınistikrarsızlaştırılması çalışmaları içerisindedir.Süleymaniye olayı, Türkiye’nin istikrarsızlıkyaratma çabalarına darbe vurmuştur.Türkmenlere dayanılarak komplo faaliyetleriyleortamı provoke etme hazırlıkları tamamlanmış,harekete geçileceği sıradaABD devreye girerek onu durdurmuştur.Alınan istihbaratlara göre Türkiye’nin kontrafaaliyetleri YNK, KADEK ve bağımsızşahsiyetleri hedefleyecekti, yine halka yöneliksaldırılar gerçekleştirilip, ortam provokeedilecekti. İktidar olma hesaplarını gerçekleştiremeyenve ABD tarafından sınırlandırılanKDP’nin rahatsızlığını fırsat bilenTürkiye, kapsamlı provokatif eylemlerleGüney Kürdistan’ı istikrarsızlaştırırken Kürdistan’daçözüm olanaklarını darbeleyeceğigibi ABD’yi de zorlayacaktı. Böylece aşılançözümsüzlük politikalarına yaşam şansıyaratmış olacaktı.Nereden bakılırsa bakılsın Türkiye’ninGüney Kürdistan’daki varlığı provokasyondanibarettir. Yapacağı her girişim, Kürt sorununaçözüm yaklaşımını içermediği için provokatifduruma düşmekten kurtulamayacaktır.Artık Türkiye’nin sorunu sadece KADEKdeğildir. Başta ABD olmak üzere mevcut politikalarıile herkese sorun yaratacaktır. Varlığınınnedenini KADEK tehlikesine dayandırması,varlığını meşru kılmaya yetmeyecektir.Ciddi sorunlara kaynaklık etmek istemiyorsaya çekilecek ya da Kürt politikasınıköklü biçimde değiştirecektir. Güney Kürdistan’dançekilmesi geçici bir rahatlama getirecektir.Tek çıkar yol Türkiye’nin Kürt politikasınıköklü biçimde değiştirerek çözüme evetdemesidir. Bunu yapmadığı sürece GüneyKürdistan’daki gelişmeler onu giderek dahafazla zorlayacaktır. Ne Türkiye’nin, ne diğeregemen ülkelerin politikalarında ısrar edipbaşarıya ulaşma şansları kalmamıştır. Aşılmışolan politikalarda ısrar, yıkıcı sonuçlardoğuracaktır. Bu anlamda değişimin, yenipolitikalar oluşturmanın zamanıdır. Tarihinçarkı ne kadar direnç gösterilirse gösterilsineskinin aşılması, yeninin gelişmesi temelindeişleyecektir.Türkiye dahil birçok gücün içinde bulunduğuçıkmazın nedeni aşılan politikalarıngündemde tutulmasıdır. Bu durum GüneyKürdistan’daki güçler için de geçerlidir.KDP, müdahalede daha geniş ve güçlü iktidarolacağını beklemiştir. ABD’nin Irak rejiminidevirmesinin kendisine böyle bir fırsatyaratacağı hesabıyla hareket etmiştir.ABD’nin Saddam rejimi yerine muhalefetkonumunda bulunan güçleri iktidar yapmaması,en fazla KDP’yi hayal kırıklığına uğrattı.Yeni iktidarın kuruluşunun belirsizlikiçerisinde bırakılması ve demokratik ölçülerinistenmesi mevcut konumunu sürdürmesinibile zorlamaya başlamıştır. ABD’ninIrak genelinde olduğu gibi Güney Kürdistan’dada aldığı önlemler KDP ve YNK’ninyerel iktidarlarını büyük ölçüde zayıflatmıştır.Kontrol noktalarının kaldırılması, gümrüklereel konulması ve yerel hükümet çalışmalarınındenetlenmesi bu güçlerin konumunuderinden sarsmıştır. KDP veYNK’nin güç kaybetmeleri söz konusudur,halkın birikmiş tepkilerini onlara karşı hareketegeçirmiş durumdadır. Tüm halk kesimleridaha yeni yeni demokrasi taleplerini dilegetirmekte, ister Kürdistan’da, isterseIrak’ta olsun demokratik bir rejimin kurulmasınıistemektedirler. Dolayısıyla peşmergegüçlerinin denetimine dayalı başka rejimlerireddediyorlar.KDP gelişmelerin kendisini olumsuz etkilemesikarşısında şii muhalefeti, Türkiyeve İran’la ittifak içinde, alttan altta ABD’yemuhalefet ederken; YNK ABD’nin uyguladığıpolitikalara tabi olmayı esas almakta, bupolitikalar temelinde gücünü koruyup, geliştirmehesapları yapmaktadır. Görülen odurki, KDP ve YNK ya kendilerini köklü demokratikdeğişim ve dönüşüme tabi tutup yeniduruma adapte olacaklar ya da gelişmelerkarşısında aşılacaklardır. Onlara bağlı küçükgruplar ise büyük ölçüde tarihe karışacaklardır.Her halükarda Güney Kürdistan’dakisiyasi yapının dağılması ve yenidenyapılanması yaşanacaktır. Halkın demokrasiistemi güçlenecek, buna yanıt verecekyapılara katılım sağlayacaktır. Buradanhareketle demokratik uygarlık çizgisigelişme olanağını daha fazla elde edecektir.Daha şimdiden böylesi bir gelişmeninfırsatı ortaya çıkmıştır. DolayısıylaPÇDK’nin gelişip, etkili olmasının ortamı olgunlaşmıştır.Ancak koşullar ve olanaklardemokratik gelişmenin yaratılması için yetmez.Önem kazanan PÇDK’nin demokratikuygarlık çizgisini özümsemesidir. Ne varkiPÇDK demokratik gelişme yaratmayı yeterinceözümsememiştir. Yerel iktidar konumundabulunan siyasal yapıların klasik iktidarmantığı, PÇDK’yi olumsuz yönde etkilemekteve demokratik gelişmenin motorgücü olmasını sınırlandırmaktadır.Demokratik gelişmeye dayanan bir iktidarlaşmanınönündeki en büyük engel, saltiktidar mantığıdır. KDP ve YNK buna mahkumolduklarından halkın özgürlük taleplerineyanıt veremez konuma düşmüşlerdir.Burada diretmeleri halinde tükenmeleri kaçınılmazdır.PÇDK’nin ise halk nezdinde demokratikalternatif haline gelmesinin tek yolu,klasik iktidar mantığından uzaklaşarak,demokratik gelişmeyi esas almasıdır. Bunubaşardığında Güney Kürdistan’ın yanı sıraIrak’ta da, PÇDK demokratik gelişmeninmotor gücü olacaktır. Bugün sınırlı olan gelişmesidev boyutlara ulaşacak, Irak halklarınındemokratik bir yaşama kavuşmasınınöncüsü olarak rolünü oynayacaktır.Irak’ta Saddam rejimine bağlı güçlerindirendiği bir sırada salt iktidar anlayışı iledemokratik gelişmeye dayalı iktidar anlayışıarasında ciddi bir mücadele başlamıştır.ABD, demokratik içerikten yoksun iktidararayışlarını sınırlandırmaya çalışırken, demokratikgelişmeyi teşvik etmektedir. Saddamrejimine bağlı güçlerin direnişi iktidararayışı içinde olan muhalefet güçlerinin pozisyonunugüçlendirmekte, ABD’nin iktidarıkendilerine vermesi dayatmalarına fırsatsunmaktadır. Diğer taraftan PÇDK başta olmaküzere demokratik güçlerin klasik iktidarhastalığından kurtularak demokratikgelişme yaratmaları hayati önem kazanmaktadır.Irak ve Güney Kürdistan’ın geleceğini,Saddam’a bağlı güçlerin direnişi değil;salt iktidar peşinde olan güçlerle demokratikiktidar mücadelesini yürüten güçlerinmücadelesi belirleyecektir.Serxwebûn internet adresi:www.Serxwebun.comE-mail adresi:Serxwebun@Serxwebun.comSerxwebûn’dan


Serxwebûn Temmuz 2003Sayfa 3Sevginin, adaletin ve güzelliklerin yaflanaca¤› bir dünyaÖZGÜRLEfiEN VE ÖNCÜLEfiEN KADINLA YARATILACAKTIRDerin tarihsel ve kültürel zeminiüzerinde dinamik, dönüştürücübir güç olarak doğrulan Kürt halkı;kadını, yaşlısı, çocuğu ve genciyle tarihselözgürlük ve demokrasi kıvılcımını çakmamisyonunu yüklenmiş olarak bugün birkez daha ayaktadır. Görevlerimiz zor, tarihselbilinç kadar güncel aktivite ve yüksekcoşku isteyen görevlerdir. Halk olaraktarihin bizi karşı karşıya bıraktığı bu misyon,Atina Savunması’nda BaşkanApo’nun çarpıcı ifadesiyle ortaya konmaktadır,“bize düşen, yeni Gılgameş ve İskenderlerekul olmadan, bu sefer uygarlığahalkların efendisiz katılımlarının umutkaynağı olabilmektir. Evrensel özellikleribağrında taşıyan, halkların demokratik veekolojik uygarlığının şafak vaktinde, aydınlığınilk ışıklarını bu kez de ilk olarakçakabilmektir.” Bugün bunun en çarpıcı,bir o kadar gerçek boyutlarını Ortadoğu’nunmerkezi Irak’ta, eski Mezopotamyatopraklarında yaşıyoruz. Başkan Apo’nunAtina Savunması’nda ifade ettiği “Nasıl ki,Kürdistan halkı ilk Sümer sınıflı ve devletlitoplum uygarlığının gelişmesinde ana (neolitik)kaynak rolünü oynayıp tarihe dev birkatkıda bulunduysa, günümüzde de aynıalanda, gelişmiş son ‘ABD vahşi uygarlık’güçleriyle kendi öz demokrasi deneyimleriniilişki ve çelişki içinde geliştirmeye çalışmaktadır”gerçekliği; güncel olarak dayakıcılığını, somutluğunu, ağırlığını, zorluklarını,ama bir o kadar da heyecanını,coşkusunu yaşadığımız bir gerçeklik olarak,görevlerin ve sorumlulukların ne kadaryüksek bir tempo gerektirdiğini ortayakoyuyor. Tabii bu tempo her şeyden önceve tüm başarıların ön koşulu olarak zihniyetdeğişiminde gereklidir. Bu genel perspektiftenbaktığımızda özelde Irak, amagenelde Ortadoğu coğrafyası, belli bir dönemdaha bu değişimi ağır bir tempoylayaşamanın acısını ve zorluklarını yaşayacaktır.ABD 20 Mart-9 Nisan arasında kısasayılabilecek bir süreçte, son on yıldırbütün dünyanın da gündeme koyduğuSaddam rejimini askeri açıdan yıkmayıbaşardı. Ancak tarihten günümüze kadarIrak’ta insan hak ve özgürlükleri, yaşamınsosyal, kültürel, ahlaki, ekonomik vb birçokboyutu, günlük yaşamın en temel gereklilikleri,yaşam güvencesi, tutarlı veköklü bir demokratik rejime geçişin aşamalarıvb daha birçok açıdan vaat ettiğideğişimleri başarabilmiş değildir. Mevcutdurumda başarması da pek kolay görünmüyor.En azından uzun, sancılı ve bedelliolacağı açıktır. Yine yaşanan sürecinIrak’ta yaşayan halklar açısından son derecezorlu, çelişkili ve acılı olduğu gerçeğisöz konusudur. Eski sistemin –rejimin–uyguladığı soykırımlar, katliamlar, bireyinve toplumun tüm özgürlüklerini, haklarınıtüketen, pervasız saldırganlığının en somutifadesi, Bağdat’ın düşüşünden sonraIrak’ın birçok yerinde ve değişik halklardaninsanlara ait toplu mezarların çıkmasıoldu. Halklar yaşadıkları eski acılarlabile yeniden yüz yüze geliyor. Yarattığıtahribatlar çok ağırdır. Halkın kendi iradesive isteğiyle olmasa da, kendisini ‘özgürlükve barış!’ temsilcisi görüp, Irak rejimininyaşattığı acılardan kurtarma vaadiyleIrak’a giren ABD de, henüz yaşamınen somut ihtiyaçlarını, sosyal hizmetlerinidüzenleyebilmekten uzaktır. Halk, bununda yarattığı derin bir belirsizlik, güvensizlik,kaos ve zorluklar içerisinde yaşamaktadır.Yaşam garantisi bile kalmamıştır.Özellikle kadınlar, radikal İslamcı güçlertarafından sokağa çıktığı, başını açtığı,çalıştığı gibi nedenlerden dolayı ölümletehdit edilmekte hatta öldürülmektedir.Özcesi onlarca yıldır oligarşik diktatörlükleraltında yaşayan halkların acısı, sorunlarıve en temel ihtiyaçlarının karşılanması,ABD’nin “başarılı” askeri operasyonuylaçözümlenmiş gözükmüyor. Halklarda, demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesigibi konularda derin bir inançsızlığa,savrulmaya ve bıkkınlığa yol açabilecek,yine etnik köken farklılıkları nedeniylebirbirine karşı kışkırtılacak son derecekarmaşık bir süreç yaşanmaktadır.“Kaos aralığı” en çok ve derinliklibu topraklarda yaşanıyorIrak, sadece Ortadoğulu halkları,Irak’a komşu olan ülkeleri ilgilendirenbir alan değildir. Irak’a müdahale özündehalkların öz gücüne dayalı dinamiklerlemüdahale edilemeyen, aşılıp, değiştirilemeyensistemin, kendi iç dinamikleriylekendisine bir müdahalesidir. Kendi sistemsel,hayati çıkarlarını yeni bir düzenlenişe,yeni stratejik ilişkilenmelere, yapılanmalara,araç ve coğrafyalara kavuşturmagirişimi ve mücadelesidir. Bu nedenlebaşarılı olup olamayacağı ya dakendisine göre hangi yöntemlerle başarılıolacağı son derece önemlidir. Buna görebölgenin, insanlığın ve bizlerin de konumudeğişecektir. Irak’a müdahale,mevcut durumda açığa çıkan sonuçlaraterk edilip gidilirse farklı, bir on yıl sonradüzenlenmiş, “demokratikleşmiş” birIrak’la sonuçlandırılıp gidilirse farklı olacaktır.Yine ABD’nin Irak’ta düzeni oturtmakiçin, diğer ülkelerden yapacağı askeri,ekonomik, siyasi güç takviyesiylealanda kalması ve başarması farklı sonuçlardoğuracaktır. Mevcut durumuylanetleştiğini belirtmek zordur. ABD’ye giderekartan askeri saldırılar, direniş hangikaynaktan ya da kaynaklardan besleniyor?Amaçları, güçleri nedir? ABD,Irak’tan çıkmazsa mücadele araç ve yöntemlerinasıl değişecek, ne kadar ısrarlıve sürekli olabilecekler? Saldırıları çokartsa bile ABD’yi bu alandan çıkarabilirlermi? Bu durumda Irak’ı, Irak halklarını, Ortadoğu’yuve dünyayı neler bekliyor? Aksidurumda ABD, orta ve uzun vadedeneleri getirebilir? Gerçekten neyi, nasıldeğiştirebilir ve ne kadar başarılı olabilir?Bu temelde yapacağı değişiklikler ne kadarhalkların lehine olacak? Halkların,Ortadoğu ve Mezopotamya’nın insanlığındoğuş toprakları olmasının gücü müABD’yi değiştirecek, yoksa ABD’nin beşbin yıllık egemenlikli sistem gerçeğininmirası mı bu toprakları değiştirecek? Tarihboyunca tüm çelişkilerin, savaşlarınen derin yaşandığı bu topraklar, tarihle,kültürle yine cüceleşmiş de olsalar butoprakların insanlarıyla ABD arasındakimücadele, sadece günde birkaç ABD askerininölümüyle sonuçlanan boyutlardamıdır yoksa şimdilik fazla görünmeyen,içten içe kaynayan, sessiz ve derindentarihsel hesaplaşmasına hazırlanan dahafarklı güçlerin değişik biçimlerde yürüttüğübir mücadele midir?Cevap bekleyen sayısız soru söz konusudur.“Kaos aralığı” en çok ve en derinliklibu topraklarda yaşanıyor. İşte böylesibir süreç ve coğrafyada bizim hareketolarak rolümüz çok belirleyicidir ve süreçgiderek yükselen bir tempoyla bu rolü oynamamızıdayatmaktadır. Irak’taki konumumuz,bunun yeniden yapılandırılmakistenen Irak’taki dengelere etki düzeyi,mevcut pozisyonumuzun Kürt sorunu veçözümüyle bağlantısı, bunun Türkiye’nindış politikada yıllarca sürdürdüğü çizgisiyleilişkisi ve buna etki düzeyi, İran-Türkiye-Suriye ilişkileri yine Türkiye-AB, Türkiye-ABD ve daha birçok ilişki nereden bakılırsabakılsın bizimle yakından ilgilidir ve bugündaha güçlü bir etkileşim içindedir. Bunedenle herkesten daha fazla Irak’taki geneldurumu, son yaşanan Süleymaniyekrizini en doğru okuması gereken güçlerdenbirisi biz oluyoruz.●“Türkiye’nin 80 y›ll›k gerçe¤i sallan›yor. Onlarca y›ld›r yürüttü¤ü iliflkiler, ittifaklar de¤ifliyor.“K›rm›z› çizgileri” tek tek afl›ld›, anlams›zlaflt›. Kendisince yeni k›rm›z› çizgiler çizse de, bunu bafltaTürkiye içinde uyanan halk ve demokrasi cephesi olmak üzere d›fl politikada da kimse fazla ciddiyealm›yor diyebiliriz. Türkiye y›llard›r Kürt sorununu çözümsüz b›rakmas›n›n, inkar veimha konseptinin, sald›rganl›¤›n›n ve yok sayman›n hesab›n› ödüyor.”●●“Bölgede konumlanan ve Kürt fobisinden dolay› son derece hassas yaklaflan Türk ordu güçlerinin ony›ll›k boflluktan dolay› alanda kurdu¤u otorite, baz›lar›n›n deyimiyle “Güney Kürdistan’› kendi arkabahçesi olarak görme” durumu sona ermifl bulunmaktad›r. Yaflanan geliflmeler, krizler, bunal›mlar ortayaç›kan genel bir sonuç olarak Türkiye ve ABD iliflkilerinin yeniden tan›mlanmas›n›, her iki ülkeninç›karlar›n›n ve yollar›n›n ayr›ld›¤›n›, önceliklerinin ve politika yürütme esaslar›n›n de¤iflti¤ini gösteriyor.”●“Türkiye ya Kürt sorununu çözerya da bu sorun etrafında çözülür”Neresinden bakılırsa bakılsın gelişmeler,ABD’nin bu bölgede yaşadığısıkıntıların ve sürece kendi düşündüğütarzda ivme kazandırmak istediğinin işaretleriyledoludur. Bu gelişmeler bizi deson derece etkiliyor elbette. Bölgede konumlananve Kürt fobisinden dolayı sonderece hassas yaklaşan Türk ordu güçlerininon yıllık boşluktan dolayı alanda kurduğuotorite, bazılarının deyimiyle “GüneyKürdistan’ı kendi arka bahçesi olarakgörme” durumu sona ermiş bulunmaktadır.Yaşanan gelişmeler, krizler, bunalımlarortaya çıkan genel bir sonuç olarakTürkiye ve ABD ilişkilerinin yeniden tanımlanmasını,her iki ülkenin çıkarlarınınve yollarının ayrıldığını, önceliklerinin vepolitika yürütme esaslarının değiştiğinigösteriyor. Bu elbette mücadelemizin,Başkan Apo’nun son beş yıldır İmralı’dayürüttüğü mücadelenin etkilerinden bağımsızele alınamaz, onun direkt sonuçlarındanbiri oluyor. Türkiye devleti “yaKürt sorununu çözer ya da bu sorun etrafındaçözülür” gerçeği günümüzde çokhızlı işliyor ve birçok şeyi değiştiriyor. Tabiyeni olan boyutları var, belli bir dönemdiryaşanan boyutları var, ileride dahafarklı gelişecek, belirginleşip, netleşecekboyutları var. Ancak hangi açıdan bakılırsabakılsın özellikle Türkiye’nin Kürt sorunununçözümünü gündeme almaktan,Kürt kimliğini, halkını tanımaktan, bir gerçeğiolarak görmekten başka bir çözümüolmadığı, çağla uyuşmayan zihniyetini,siyasal yapı ve kurumlaşmalarını köklübir gözden geçirme temelinde yenidenyapılandırması zorunluluğu kendisini hergeçen gün daha da dayatıyor. Bu gerçekliğinTürkiye gibi geri zihniyet hastalığınıen derinden yaşayan bir ülkenin devletyapılanmasında ortaya çıkaracağı sarsılma,yıkım, gel gitler öyle basit olmayacaktır.Özellikle belli kesimlerin –rantçı,çeteci güçler, şoven milliyetçi kesimler veşahin kanadının– mevcut ortamdan yararlanıpyeniden siyasette kurumlaşma,kendini oturtma gibi tehlikeli ve kirli hesaplarınıda canlandıracaktır.Türkiye’nin 80 yıllık gerçeği sallanıyor.Onlarca yıldır yürüttüğü ilişkiler, ittifaklardeğişiyor. “Kırmızı çizgileri” tek tek aşıldı,anlamsızlaştı. Kendisince yeni kırmızı çizgilerçizse de, bunu başta Türkiye içindeuyanan halk ve demokrasi cephesi olmaküzere dış politikada da kimse fazla ciddiyealmıyor diyebiliriz. Türkiye yıllardır Kürtsorununu çözümsüz bırakmasının, inkarve imha konseptinin, saldırganlığının veyok saymanın hesabını ödüyor. Bedellerinisancılarını yaşıyor. Yıllarca çözümsüzlüğünmerkezi, kalesi gibi durduğu içinşimdi çözülüşün ve çözümün gelişmesindede en fazla yüklenilen zorlanan halkaolması doğaldır. Aslında 2003 yılı başındanitibaren hızlanan gelişmeler, bizimaçımızdan çok net olan ve BaşkanApo’nun yıllarca çözümlediği bir gerçeğibütün dünya kamuoyuna ve özellikle Türkiyelibirçok kesime çok daha net ve anlaşılırbir biçimde göstermiştir. Türkiye cumhuriyetininyetmiş seksen yıllık politikalarının,siyasal yapılanmalarının çok sakat birzihniyete, onun yapılanma ve kurumlaşmalarınadayandığı; özellikle Kürt sorunubaşta olmak üzere birçok temel siyasalsosyalolguya yaklaşımda yanlış politikalarbelirlendiği, uzun ve önemli yıllarınkaybedildiği –ki bunu en çarpıcı “bir yüzyılı boşa geçirdik” diyerek ifade ettiler–bölgenin lider gücü olabilecekken, çok etkisizve olumsuz bir konuma sürüklendiğiinkar edilemez gerçeklerdir. BaşkanApo’nun “elli yıl, yüz yıl sonra da olsa aynınoktaya geleceğiz” tespitinin doğrulandığıaşikardır. Aslında 70-80 yıldır Türkiye,birçok gücün de oyun ve yönlendirmeleriylederinleştirilen korkunç bir öngörüsüzlüğe,perspektifsizliğe ve lidersizliğemahkum kılınmıştır. Türkiye her şeydenönce, siyasal rejimine karar kılmak ve bunungerektirdiği zihniyet, kurumlaşma değişimini,yenilenmesini yaratmak zorundadır.Türkiye artık bu zorunlulukla ertelenemezbir biçimde karşı karşıyadır. Ya buzorunluluğu kabul edip, yaşamın, doğanınve siyasetin diyalektik yasalarına göre yürüyecek,yenilenecek ve gecikmeli de olsakazanacaktır; ya da dogmaların, korkuların,tabuların hakim olduğu ve bu nedenlede ‘düğmesine basanın’ çok olduğu birgerçeklik içinde sürüklenip, kaybedişinuçurumlarına düşecektir. Şimdi Türkiye’dekızışan, şiddetlenen ve değişimin temposunukıran da, bu derinden yaşanan zorlukararlaşma aşamasıdır.Bu noktada kilit sorun, Kürt sorunudur.Köklü değişim için aşılması mutlak gerekeneşik, Kürt sorununun çözümüdür. Yürüttüğümüzözgürlük mücadelesi bu gerçeğintüm çıplaklığıyla tanınmasını, giderekartan bir düzeyde tartışılmasını, kabulünü,aşılmasını ve çözümünün gerekliliğinigündeme getirmiştir.Bir toplumun gelişkinlik düzeyikadının özgürlük düzeyiylebağlantılıdırAncak özellikle son beş yıllık süreçaçısından demokrasi, özgürlük, barışadına çalışma yürüten güçlerin, öncülükmisyonu gereği KADEK ve PJA olarakbizlerin vermemiz gereken özeleştirilerinçerçevesi Başkan Apo’nun görüşme notlarındamevcuttur. Bu, önemli ve yaşamsaldır.“Değiştirmek istediğin gerçekliktedeğişimi somut olarak yaratmak istiyorsan,değişimi önce kendinde başlatacak-


Sayfa 4Temmuz 2003Serxwebûnsın” kuralı genel bir doğrudur, bizi de fazlasıylailgilendirmektedir. Bu beş yıllık süreçteverdiğimiz amansız mücadeleyi,halkımızın yürüttüğü kararlı, iddialı mücadeleyi,fedakarlığı reddetme anlamındadeğildir. Değiştirecek kadar değişmediğimiz,değişimin hızını kişiliklerimizde, çalışmatarzımızda, yöntemlerimizde yakalayamadığımız,özellikle günlük bir yaşamgerçeği olarak yakıcı hissetmediğimizbiçiminde anlaşılmalıdır. Misyonumuz,değişimin öncülüğüdür, fakat ulaşılmasıgereken değişim düzeyine göre yetersizliğimizve değiştirmede gerekenbaskıyı, demokratik kuşatmayı sağlayamadığımızda açıktır. Başkan Apo, “Sisteminküresel taarruzuna karşı küresel demokrasi”dedi. Bu da sistemin zihniyete,günlük yaşama, siyasete, kültüre, sosyalgerçekliğe dayattığı her türlü kuşatmayakarşı demokratik kuşatmayı, zihniyet yenilenmesinive açılımını geliştirmekleolur. Bu anlamda yaşanılan bu genel sorun;başta Ortadoğu toplumu olmak üzere,Kürdistan ve Anadolu topraklarındayaşayan toplumlar açısından son dereceelverişli maddi zeminlere, eldeki çokönemli birikimlere, imkanlara, güçlü tecrübeve deneyimlere denk düşecek, halkımızınhak ettiği ve hazır olduğu düzeydebir aktiviteyi yaratmama sonucunu getiriyor.Özünde “zihniyet krizi” olan bu sorunönü alınamadığında veya bu konudayaşanan kriz aşılmadığında en başta yaşamkrizine dönüşüyor; örgütlenememe,ortak mücadele alanlarını doğru kullanamama,değişim dönüşümü gerçekleştirememekrizine dönüşüyor. Üretememe,yenilenememe ve büyümeme krizine dönüşüyor.Bu noktada tıkanmış sistemin kriziniçözmek Kürt halkına düştüğü kadar, özeldede kadına düşmektedir. Elbette mücadelemizsadece Türkiye ile sınırlı değildir;kadın ve erkek karakterinin sistemler üzerindekiçarpışması sonucu doğacak çağdaşneolitik devrimi yaşamsallaştırarak,evrenselleştirme boyutundadır. Bu anlamdayürütülen mücadelenin aynı zamandakadının ve halkların özgürlük mücadelesiolduğu unutulmamalıdır. Böyle baktığımızdayürütülen kampanya, Türkiye toplumundave rejiminde yaşanan krizin çözülmesinidaha acil gerçekleştirmek gerektiğininönemini daha açık ortaya çıkarmaktadır.Bu kampanyanın genel esprisini “tıkanansistem krizinin çözümünde kadınınöncülük misyonu” biçiminde ele alıp değerlendirmek,çözümün en temel halkasındanbaşlamak olur.Kadın baharlaşmasının yaşandığı bugünlerde,kampanyada gösterilen performans,öncüleşme ve birlik ruhu gelecekgünler için umutları büyüterek, moral kaynağıoluşturmuş, yakalanan örgütlülükleönemli bir güç açığa çıkarılmıştır. Aynı zamandaörgütlülük, yaşanan krizin çözümündebir tedbirdir. Bu vesileyle kampanyadaaktif yer alan her kadını gösterdiğiperformans, verdiği emek ve özgür yaşamdakiısrarından dolayı kutluyor, sevgiyleselamlıyoruz.Kampanyayı bir bütün ele aldığımızda;kadının sahiplenme düzeyi, renginibir bütün olmasa da eylemliliklerdeki çeşitliliklerdeortaya çıkarması, tüm saldırılararağmen sergilenen kararlılık ve özellikleGülbahar Gündüz şahsında tüm kadınlarınkimlik arayışına, düşünsel dünyasınave bedenine uygulanan işgal-istilayaklaşımına son verme çabası son derecedeğerlidir. Ve aslında kadınlarınGülbahar Gündüz olayı etrafında gelişendirenişi ve çığlığı ‘Topluma KazandırmaYasası’na verilen en görkemli yanıttır.Evinde beşiğini sallayan kadının, ucuz işgücü olarak çalıştırılan kadının, Mardin’de13 yaşındaki bir çocuğa 28 zihniyetözürlünün gerçekleştirdiği tecavüz işgalininacılarına cevap olma temelinde,ortak yürekte buluşma ruhunun, bu uğurdayükseltilen çabanın, kadının özgüryaşam isteminde ısrarının kampanyasıoluyor. Türkiye toplumunun geri zihniyetinin,toplumsal ayıbının kadın şahsındateşhir edilmesi oluyor.Örgütlü yaşam kadının tek temelmirası ve yaşam garantisidirBir toplumun gelişkinlik düzeyi, kadınınözgürlük haklarını kullanmasıylaörtüşür. Özgürlüğe karşı yapılan saldırılaracevap olarak yürütülen bu kampanyayla,kadının önemli bir örgütlülükdüzeyi açığa çıkmış, özellikle GülbaharGündüz olayından sonra kadınlar arasıduygu ve düşüncede birlik ruhu sağlanmıştır.“Kadının sınıf ve ulus sınırları yoktur”esprisiyle farklı kesimlere açılım yetersizde olsa gerçekleşmiştir. Kampanyasırasında Gülbahar Gündüz’e yapılansaldırı, kadının örgütlülüğüne ve öncülüğünekarşı geliştirilmiştir. Bu saldırıyla birkez daha görülmüştür ki, sistemin kadınınöncülüğüne, örgütlü gücüne tahammülüyoktur. Çünkü örgütlü yaşam kadının tektemel mirası ve yaşam garantisidir. Biranlamda kadının her türlü geriliğe karşıkendisini savunabileceği tek savunmarefleksidir. Dolayısıyla sokaklarda taleplerinihaykıran öncü kadına Gülbahar şahsında“dur” mesajı verilmiştir. Elbette olaysadece bir Kürt kadınının demokratikhaklarını talep etmesine duyulan tepkideğildir. Kadının özgürleşmesine karşı21. yüzyılın usta “siyasetçilerinin”, çağınen modern yöntemleriyle uyguladıkları enson ayıbıdır. Kadın şahsında erkek egemenliklisistemin zihniyetinin en geri gerçekleşmesidir.Geri zihniyetli sistemlerinve toplumların en tehlikeli yanı, ideolojikolarak egemenlik şalını tüm dünya insanlığınınüzerine örtmesidir. Çağdaş insanlığınüzerine örttüğü beş bin yıllık ideolojilerleyaşamın her sahasında erkek yasalarınıyapılandırarak, kadını dayanaksızbırakmıştır. Hücrelerine kadar ulaşılankurumlaşma karşısında kadın örgütsüzbırakılmış, yaşamdan koparılmıştır. Yaşadığıdünyayı değerlendiremeyen, karargücü olamayan, horlanan, kullanılan bircins konumuna düşürülmüştür ve günümüzaçısından baktığımızda kadın tümbu olumsuzlukları tersyüz edeceği bir sürecegirmiştir. Bu temelde başarının tekyolu örgütlülükten geçmektedir. Hücrelerimizekadar yer etmiş bir sistemin karşısındaancak örgütlenerek güç olabiliriz.Örgütlü hareket etme özgürlüğün teminatıdır.Bunun dışında bireysel özgürlük eğilimleriile elde edilmek istenilen kazanımlarsağlanamayacak, zihniyet krizi çözümlenerekcins kazanımına dönüştürülemeyecek,kadının hak ve özgürlükleriyaratılamayacak ve istenen yeni yaşamütopya olarak kalacaktır. Böylesi bir evrenselpencereden bakılıp hareket edildiğindeyürütülen kampanya esnasında vesonrasında kadının sergilediği mücadele,gösterdiği tavır, bu uğurda ödediği bedelile özgürleşmedeki ısrarını ve yaşam garantisiolduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.Gerici tüm zihniyet yapılanmalarınakarşı, usta “siyasetçilerin” kadını tümkaralama çabalarına karşı, gücündenkorkmalarının en somut ifadesi olarakgerçekleştirdikleri istila çabalarına rağmenİstanbul’da, Bingöl’de barış masalarıaçılmış, barış için demokratik ve meşru●talepler dile getirilmeye devam edilmiştir.“Önce kadınları vurun” diyerek saldırandevlet güçlerine karşı, Ankara’da bir arayagelen binlerce kadının ortak duygu vetaleplerini haykırarak kampanyayı zirveleştirmesi,hem erkek egemenliğine hemde onun en üst temsili olan devlete karşıgösterilen güçlü bir tavır olmuştur. Ayrıcakampanya esnasında eylemliliklerin sadeceTürkiye boyutuyla sınırlı kalmayıp;Avrupa’da, Rusya’da, Suriye’de, Lübnan’dasergilenmesi, geliştirilen tavrın etkilemegücünü artırmış, kadının birlikteliğininifadesi olmuştur. Bu kampanya enfazla da bu yönüyle kadının pratik öncülüğügeliştirmesinde bugüne kadar yaratılanbirikimlere önemli bir düzey kazandırmıştır.“Özgürleşen kadının fedaisiyiz”Kadının ırk, sınıf, ulus kimliğini aşanbir cins kimliği vardır ve bu kimlikörgütlülük zeminini de güçlendirmektedir.Mücadeleyle sağlanan kazanımlar örgützeminini geliştirdiği sürece sistem karşısındabaşarmaya devam edecektir. Buespri temelinde yaklaştığımızda kampanyanınbir diğer önemli hedefi olan farklıkesimlere açılımın önemli düzeyde sağlandığırahatlıkla belirtilebilir. Açılımın ensomut ifadesini Ankara mitingindeki çokrenkli düşüncelerin, felsefelerin, toplumsalve kültürel yapılanmaların iç içe geçerekortak bir noktada buluşmasında, yinealanlarda özgürlük istemlerini en görkemliceve korkusuzca haykıran ve zengin biryelpaze oluşturan birçok kadın kesiminin,çağdaş kadın kimliğini yaratma uğrunakatılımında görmek mümkündür. Kadın,kampanyada sürükleyici, eyleme kaldıranve çözümü dayatan olmanın meşruluğunukısmi de olsa ortaya koymuş, fakat bukadın boyutuyla sınırlı bırakılmıştır. Kampanyayıbaşlatan ve öncülüğünü üstlenenkadın, genel örgütlü kitleyi önemli orandasürükleyebilmiş, ancak yakalanılan birlikteliğingenelde sağlanmasında yetersizkalınmıştır.Kampanya sürecinde kadın, toplumun“Misyonumuz, de¤iflimin öncülü¤üdür fakat ulafl›lmas› gereken de¤iflim düzeyine göreyetersizli¤imiz ve de¤ifltirmede gereken bask›y›, demokratik kuflatmay› sa¤layamad›¤›m›z da aç›kt›r.Baflkan Apo, “Sistemin küresel taarruzuna karfl› küresel demokrasi” dedi. Bu da sistemin zihniyete,günlük yaflama, siyasete, kültüre, sosyal gerçekli¤e dayatt›¤› her türlü kuflatmaya karfl›demokratik kuflatmay›, zihniyet yenilenmesini ve aç›l›m›n› gelifltirmekle olur.”●●Gülbahar Gündüz’e yap›lan sald›r›, kad›n›n örgütlülü¤üne ve öncülü¤üne karfl› gelifltirilmifltir.Bu sald›r›yla bir kez daha görülmüfltür ki, sistemin kad›n›n örgütlü gücüne tahammülü yoktur.Çünkü örgütlü yaflam kad›n›n tek temel miras› ve yaflam garantisidir. Bir anlamda kad›n›n her türlügerili¤e karfl› kendisini savunabilece¤i tek savunma refleksidir. Bu olay kad›n›n özgürleflmesine karfl› 21.yüzy›l›n usta “siyasetçilerinin”, ça¤›n en modern yöntemleriyle uygulad›klar› en son ay›b›d›r.●diğer kesimlerini etkileme ve kendi gündeminiyaratarak bunu yaygınlaştırmadabelli bir düzeyi yarattığını bir kez daha ortayaçıkarmıştır. Bunun en güzel ifadesi“Özgürleşen kadının fedaisiyiz” şiarıylaeylemliliklere kalkan gençliğin, kadınlaarkadaşlık mücadelesi olmuştur. Gençliktoplumun motor gücüdür, kadın da toplumuntemel dinamiğidir. Kadın ve gençliğinböyle benzer yönleri vardır. Biri temeldiğeri motor, yani çakılan özgürlük ateşininalevidir. Bu bir nevi kadının eylemlilikleriyleortaya koyduğu yoldaşlık ölçüleriningenç zihniyetlerce, toplum tarafındanbenimsenmesi anlamını da taşımaktadır.Kadın bir kez daha ölçü koyucu olabilmeninolanaklarını yakalamıştır. Yakalananbirliktelik, önemli anlamları içermekle birliktedaha güçlü ortak eylemlilikleri kendisiylegetirebilirdi. Özellikle kadın öncülüğüneyönelik gerçekleştirilen saldırılarakarşı gençliğin tavrı daha güçlü ve keskinolabilmeliydi. Öncüleşen kadınla yoldaşlık,ancak mücadele ateşi paylaşıldıkçagüçlenecek ve güzelleşecektir.Diğer bir açıdan ise, kampanya boyuncagerçekleştirilen mitinglerde birçokkadın kurumunun adı geçmesine rağmen,katılımların eksik kalması dikkat çekicibir durum olmaktadır. Kampanyayıher kadın kurumu ve değişik kurumlardaçalışan tüm kadınların ortak üstlenmesindeyetersizlikler yaşanmıştır. Örgütlükadın gücünün kitleselleşmesi ve talepleriniher fırsatta, ortak zeminlerde dile getirmelerisistem karşısında kadını bir muhatapdüzeyine getirecektir. Bu anlamdaçalışmaları birbirinden kopuk ele almamak,ortak örgütlü gücü oluşturmakönemlidir. Kadın çalışmalarını birbirindenkopuk ele alan yanlış yaklaşımlara girilmemesive erkek zihniyeti tarafından bütünlüklühedeflenen kadının, bunun karşısındakendini anlayışta kurum ve kuruluşlarabölmeden, ideolojik yaklaşımıesas alarak, örgüt zeminini geniş tutmasıgerekmektedir. Ayrıca bu örgütlülük sadecekadınla sınırlı kalmayıp gençlik vedemokratik güçleri de kapsamalıdır.Önümüzdeki süreçte çok daha sıcakgünler bizi beklemektedir. 1 Eylül’e kadarkitlemizin çok daha aktif kılınması ve yeniaçılımların sağlanması gerekmektedir.Parti Önderliğimizin belirttiği yol haritasıçerçevesinde eylemliliklerin tırmandırılmasıve yaratılan kitle baskısıyla Türkiye’nindemokratik çözüm çizgisine gelmesinisağlamak önemlidir. Parti Önderliğimizekarşı yürütülen tecrit, halk ve KA-DEK’ten koparma politikalarına dahagüçlü eylemliliklerle karşılık verebiliriz.Kürt sorununa yönelik, tartışma zeminleriyaratılarak, ortak platformlar ve seminerlerledaha güçlü birliktelikler oluşturulabilir.Sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel,çevre vb her alana yönelik projeler olmadığısürece, salt cins ya da ulusal kimlikleher kesime ulaşılamayacağından yolaçıkarak; daha renkli, yaratıcı, her kesimeseslenebilecek, somut plan, projeleringeliştirilmesi kadının sistem karşısındakonumlanmasını güçlendirecektir. Zamanınakış hızı seri örgütlenmeleri zorunlukılmaktadır.Sürecin hassasiyeti göz önünde bulundurulduğundaalışılagelmiş tarzların aşılmasıve yeni alanlara açılmanın hayatiönemi ortadadır. Bu noktada sürece karşıgünübirlik politikalarla değil, stratejik boyuttave ideolojik doğrultuda yaklaşılmasıhayatidir. Bu da ancak klasik zihniyetinaşılmasıyla olabilir. Dar, varolanla yetinen,aktifleşmeyen ve aktifleştirmeyen yaklaşımlaraşılarak, sadece kendi içinde değil,geneli de sürükleyen bir tarz yakalanarakkadın rengi hakim kılınabilir.Kampanyayla açığa çıkan birçok fırsatındeğerlendirilmesi, kısa vadeli yaklaşımlarınaşılarak uzun vadeli kazanımlaraçevrilmesi, kadının kendi emeğine sahipçıkması açısından son derece önemlidir.Kazanımların süreklileşmesi ise, ancakkadın örgütlenmesinin güçlü olmasıve sürece stratejik yaklaşımlarla mümkünolacaktır. Karşımızdaki gücün sadece oligarşikTürk devleti olmadığı, asıl aşılmasıgerekenin beş bin yıllık erkek egemenliklizihniyet olduğu bilinciyle mücadeleyeyüklenerek kazanımlar kalıcılaştırılabilir.Kampanyayı bir bütün ele aldığımızdakadın boyutunda önemli bir öncüleşmedüzeyi yakalanmış olsa da, bunun süreklibir kazanıma dönüştürülmesi daha büyükbir önem arz etmektedir. Özelliklekampanyayla ulaşılan yeni kesimlerle diyalogunkesilmemesi, diğer parçalardakikadınlarla birlikteliklerin güçlendirilmesi,demokrasi mücadelemizin yaşamsallaştırılmasındahayati önem arz eden yol haritasınasahip çıkılarak, öncülüğünün üstlenilmesiyaratılan değerlerin kalıcılaşmasıanlamına gelecektir. Ortak tavırlarortak gücü doğurur. Bundan hareketledört parça, Avrupa, Rusya ve diğer dış ülkelerlegeliştirilecek eş zamanlı eylemlilikler,Kürt sorunuyla beraber halkların vekadının özgürlük mücadelesinin evrenselleşmesive çözümün bu temelde kendisinidayatması anlamına gelecektir. Kadın,demokrasi mücadelesinde öncüleşipbunun örgütlü gücüne ulaştıkça sevginin,adaletin ve güzelliklerin yaşanacağıbir dünya yaratılacaktır.


Serxwebûn Temmuz 2003Sayfa 5Demokrasiyi ve özgürlü¤ü mücadeleyle yaratanAPOCU HAREKET gerici statükolara müdahale gücüdürIrak rejiminin çözülmesi, 20. yüzyılstatükosunun parçalanmasını ifadeediyordu, bunun aşılmasını başlatmışbulunuyordu. Yeniden yapılanmanınnasıl olacağı, yeni Ortadoğu’nun nasıl şekilleneceğikonusunda bir belirsizlik, düşünceaçıklığından uzaklık yaşanıyordu.Herkesin kafasında, Ortadoğu’da neleryaşanacak, ne tür gelişmeler olacak, sorularıvardı. Çoğu çevre cevap verecek konumdabile değildi.Önderliğin Atina Mahkemesi’ne yönelikgeliştirdiği savunma, tümüyle bu sürececevap oluşturacak bir taktik yaklaşımla birlikte,örgütsel yapılanmayı da içeriyordu.Yine, sürece daha aktif, inisiyatifli ve dahayönlendirici bir pratik müdahalenin nasılolacağı konusunda somut kararlar, planlar,projeler önerdi. Önderliğin süreç üzerinebu kadar yoğunlaşması, daha kapsamlıyaklaşmamız gerektiğini gösteriyor. Önderlik,savunmanın tümüyle bu sürecin teorikçözümlemesi olduğunu ifade etti. Butemelde Özgürlük hareketi olarak savunmalarıyeniden okuma, inceleme, tartışmaçalışması başlattık. Bütün alanlarda inceleniyor,tartışılıyor. Bir yandan savunmalarınözünü, içeriğini özümsemeye çalışırken;diğer yandan da günlük yaşananolaylara bu çerçevede anlam kazandırılmayaçalışılıyor. Bu temelde yapmamızgereken; bunu esas alarak günlük olarakyaşanan olayları anlamlandırmamız, birbiriylebağlamamız, derinliğine bu olaylarınilişki ve mücadele biçimlerini bilince çıkarıpbuna göre özgürlük ve demokrasi mücadelesiniilerletmek için neler yapmamızgerektiği hususlarını netleştirmemizdir.20. yüzy›l sistemi parçalanm›flt›rYönetim kurulu toplantımızda ABD’ninIrak’a müdahalesi ve Saddam Hüseyinrejiminin çözülüşü temelinde Ortadoğu’dabaşlayan yeni sürecin tanımlanmasını,değerlendirmesini yaptık. Bu aynı zamandasürece bir siyasal müdahaleyi deifade etti. Demokrasi ve özgürlük çizgisiaçısından yeni sürecin nasıl tanımlandığı,anlaşıldığı, nasıl bir geleceğin öngörüldüğükonusunda önemli bir açıklık da bu toplantımızlaortaya çıkmıştır. Böyle bir ortamakapsamlı bildirilerle, çözüm projeleriylemüdahalede bulunmamız; muğlak, netleşmemişve geleceği göremeyenler açısındanoldukça etkileyici oldu. Newroz’dabaşlayan, savaş sürecinde oluşan ilişkileryeniden değerlendirildi. Şimdi herkesin neyapmak istediği, bunu nasıl yapmayı öngördüğühususları daha çok açığa çıkmış,belirginleşmiş durumdadır. Bu durum dayeniden değerlendirme yapmayı gerektiriyor.Bu sürece müdahalenin ve yaşananmücadele içerisinde yerimizin, bu mücadeleyietkileme durumumuzun nasıl olacağınacevaplar oluşturmak önem taşıyor.Yönetimimizin savaşa ilişkin toplantı vebelli bir kapsam içeren değerlendirmeleride epeyce zamanlı oldu. Toplantımızın sonuçları,Önderliğin sürecin netleştirilmesive çözüm üretilmesi yönündeki çağrılarınacevap oluşturabilecek önemli bir içeriğede sahipti. Kuşkusuz yönetim toplantımızınortaya çıkardığı sonuçları daha çok uygulanabilirbir plan ve proje haline getirebiliriz.Savaşın değerlendirilmesi, anlaşılması,dolayısıyla Irak’ta rejimin çözülmesiylebirlikte bölgedeki gelişmelerin yeniden tanımlanmasıkonusunda tartışmalarımız birderinlik oluşturdu, önemli bir netlik yarattı.Sorunun sadece Irak’ta basit bir yönetimdeğişikliği, Bush-Saddam arası bir çelişkisorunu olmadığı çok açık bir biçimde netleşti.Hemen çözümlenebilecek bir olgu olmadığını,bu yönüyle sürece sığ ve daryaklaşmamak gerektiği ortaya çıktı. Irak’tahemen yeniden yapılanmanın olacağını,hatta BM’nin hemen devreye girip Irak sorununuçözümleyeceği yönünde görüşlervardı. Öyle bir durum söz konusu değil,tersine; Irak’ta mücadele derinleşiyor veIrak dışında da genişliyor. Bir bölgesel mücadeleolarak Türkiye’de, İran’da, Irak’ta,Suriye’de, bütün Arap sahasında Filistin-İsrail çatışması biçiminde daha da kapsamlıhale geliyor.Irak merkezli olarak Ortadoğu’da gelişenmücadele, –buna savaş diyelim, ABDIII. Dünya Savaşı dedi– Irak’ta SaddamHüseyin rejiminin çözülüşüyle başlayansomut politik siyasi yapının değişim süreci,yeni bir uluslararası sistem oluşturmamücadelesinin temel halkası oluyor. Bu,köklü bir yeniden yapılanma olayıdır. Bölgedüzeyindeki yeni siyasi yapılanma dauluslararası planda yeni bir sistemin yaratılmasınıifade ediyor.Aslında yerkürede uygarlığın hakimiyeti,tarihsel olarak 20. yüzyılın başındagerçekleşti. Önderlik savunmada bunuçok kapsamlı olarak tarihsel gelişim çizgisiiçerisinde ortaya koyuyor. Diyalektikgelişim çizgisini özümsemek çok önemlidir.20. yüzyıl öncesinde ulusal devletleringelişme çağıydı. Kapitalist sisteminhakimiyet çağı, merkezi olarak Avrupa’dagelişti. Avrupa’da hakim olan, başarı kazanankapitalizm ve bu temelde ortayaçıkan ekonomik siyasi yapılanmalar, dünyahakimiyeti arayışına girdiler. Bu, büyükbir mücadeleye yol açtı. Avrupa’nınkendi içinde yaşadığı mücadele, dünyayıpaylaşma mücadelesiydi. Bu konuda ikibüyük savaş yaşandı. Esas olarak da I.Dünya Savaşı, bu mücadelede önemli biraşamayı oluşturdu. Savaşın birinci plandaOrtadoğu’da yaşandığını biliyoruz.Demek ki kapitalizmin hakimiyet kurduğualan olarak Avrupa’da başlayan üstünlükmücadelesi, zemin olarak en şiddetli birbiçimde Ortadoğu’da sürdü. Ortadoğu’dasavaşa döndü, sonuçları da burada belirginleşti.Ortadoğu’nun savaşın galipleritarafından, kendi çıkarları doğrultusundayeniden yapılandırılmasıyla savaş sonaerdi ve kapitalizmin dünya egemenliği çağıbaşladı. Bir kanat yenildi; Almanya kanadı.İngiltere-Fransa kanadı savaştangalip çıktı. Egemen devletler olarak hem“Irak merkezli olarak Ortado¤u’da geliflen mücadele, –buna savafl diyelimABD III. Dünya Savafl› dedi– Irak’ta Saddam Hüseyin rejiminin çözülüflüyle bafllayan somutpolitik siyasi yap›n›n de¤iflim süreci, yeni bir uluslararas› sistem oluflturma mücadelesinintemel halkas› oluyor. Bu, köklü bir yeniden yap›lanma olay›d›r. Bölge düzeyindeki yenisiyasi yap›lanma da ulaslararas› planda yeni bir sistemin yarat›lmas›n› ifade ediyor.”“Art›k ulusal parçalanm›fll›k, bireyi ve toplumu özgür, iradeli, üretken,kat›l›mc› k›lm›yor. Tam tersine, ulusal gerçe¤i de aflan, farkl› uluslar›n birli¤i, iliflkisi,irtibat› biçimindeki bir geliflme düzeyini öngören sistemler; bireyi ve toplumudaha çok ilerletiyor. Bu nedenle bireyin ve toplumun bu düzeyde ilerleme gerçe¤i,mevcut ulus devlet yap›lanmalar›yla çat›fl›yor. Bu afl›lacakt›r.”Ortadoğu’daki sistemin hem de bu temeldeuluslararası sistemin şekillenmesinibu güçler belirlediler. Almanya buna razıolmadı, Hitler yönetimi altında, yenidenbir savaşı gündeme getirdi. II. Dünya Savaşı’ndabir kere daha yenildi. Bu kez I.Dünya Savaşı’yla ortaya çıkan sistem–yaşanan gelişmeleri de dikkate alma temelinde–pekişti. 20. yüzyılın ilk yarısıböyle geçti. Esas olarak İngiltere ile Almanyaarasındaki dünya egemenliği mücadelesininşekillendirdiği bir uluslararasısistemdi. 20. yüzyılın ikinci yarısında daABD-Sovyet mücadelesinin sürdüğü birsistem olarak devam etti.Şimdi bu sistem aşılıyor, parçalanmıştır.Çünkü Doğu sistemi, Doğu bloku tümüyleaşıldı. Batı da kendi içinde 11 Eylülsüreciyle birlikte çok hızlı ve çok yoğun birdeğişimi yaşıyor, yeni bir uluslararası sistemoluşuyor. Bu sistem; 20. yüzyıl ve öncesindekiulus devlete tekabül eden ekonomikilişkiler, sermaye birikimi, sosyal gelişme,siyasal yapılanma, askeri ve kültüreldüzey itibariyle farklıdır. 20. yüzyıl esasolarak kapitalist sistemin gelişimini öngörüyorve siyasal, ekonomik, askeri yapılanmanınen üst düzeye çıkmasını ifadeediyor. Yüzyılın başında ister İngiliz, Fransızve Alman sistemi olsun, ister ABD veSovyet sistemi olsun bunların tümünü sosyalistler‘emperyalizm aşaması’ olarak değerlendirmişlerdi.Kapitalizmin her bakımdandaha üst bir aşamada gelişmesini ifadeetti. Üretim büyüdü, tekelleşme gelişti,sosyal yapılanma, şekillenme buna göreyeniden ayrıştı, siyasi şekillenme buna göregelişti. Devlet en üst bürokratik aşamayaulaştı. İki dünya savaşından da çıkansonuçlara dayalı olarak askeri gelişme,kültürel düzey, yine bilimsel teknik gelişmeninortaya çıkardığı son verileri de değerlendirmetemelinde nükleer silah tehdididünyayı yok edecek büyük bir tehdit halinegeldi.21. yüzyıl, bunların aşılması oluyor.Hem ulusal devletlerin gelişim süreci hemde bu devletlerin bazılarının dünyayı elegeçirme, emperyalist arayış süreci aşılıyor.Yerküre düzeyinde insanlığın daha ileribir ilişki sistemine ve yaşam ortaklığınaulaşmasını ifade ediyor. Buna ‘küreselleşme’deniyor. Mevcut bilimsel teknik gelişmedüzeyi, ekonomik, sosyal, kültürel gelişmelerbunun dünya çapında yaşanmasınahem imkan veriyor hem de zorunlukılıyor. İnsanlığın bu temelde bir ilerleyişsürecini yaşıyoruz.Küresel bütünleflme bir gerçektirböyle bir sistem oluşumu-hakimi, egemeni halineABDnungelmek istiyor. Önderlik, “imparator olmakistiyor” dedi. 20. yüzyılın başında İngiltere,ABD daha farklı bir düzeyde bunu istiyordu.Napolyon istedi, Fransa istedi. Dahasonra sosyalizm adı altında Rusya istedi.Şimdi –temel bazı özellikleri benzer olmaklabirlikte– önemli değişiklikler içersede, ABD istiyor. Sovyet sisteminin çözülüşüylebirlikte ABD çok yönlü manevi, moral,siyasi açıdan, yine kısmen askeri veekonomik açıdan üstünlüğü elde etti. Bunlaradayanarak kendi egemenlik sisteminibu yeniden yapılanmaya hakim kılmak istiyor.19. yüzyıl, 20. yüzyıl ilişkilerini aşıptamamen kendi çıkarlarına göre düzenlenmişyeni bir ilişki sistemi yaratmak istiyor.Dünyayı bu çerçevede yeniden şekillendirmekistiyor. Uluslararası, bölgesel veulusal düzeyde 20. yüzyıl öncesinde oluşmuşilişki sistemleriyle, siyasi yapılanmalarlaçatışıyor, çelişkiye düşüyor. Bölgedüzeyinde BM ile, NATO ile kendine göreçelişkileri var. Ekim Devrimi temelinde ortayaçıkan siyasi yapılanmalarla çelişkisivar. Milliyetçilik temelinde gelişmiş Sovyet-ABDçatışması ortamında kendisiniyapılandırmış olan siyasi güçlerle, ulusdevlet olgularıyla çelişiyor. Bu tür ulusdevlet olgularına dayalı olarak şekillenmişbölgesel statükolarla çelişiyor. Oysa 20.yüzyılın ikinci yarısında bunları daha fazlaABD teşvik ediyordu. Bölgesel paktlar, askerive siyasi ittifaklar olarak kendisi kuruyordu.Şimdi ise, onlarla çelişiyor, kendiegemenlik sistemi önünde engel olarakgörüyor. Bu, ABD’nin yaklaşımıdır. Fakatilerleyiş ABD’nin istemi doğrultusunda mı?Değişimin motoru ABD mi? Öyle değildir!Mevcut durumda ekonomik, siyasi ve askeribakımdan birinci güç belki de ABD,ama aslında bütün bu gelişme süreciniplanlayıp, projelendirip yürütemiyor, yönlendiremiyor.Yaşanan doğal bir objektifilerleme sürecidir. 19. ve 20. yüzyıllardaulus devlet sermayenin birikimi, bu temeldesosyal, siyasal ve kültürel gelişme açısındanbüyük imkan yaratıyordu. Yüz yıl,iki yüz yıl önce toplumların gelişmesi içinbüyük bir güç kaynağı olan, gelişme çerçevesiolan ulus devlet, şimdi engel oluşturuyor.Bu durum, ABD’nin kendi istemiyleyarattığı bir gelişme değildir. Dünya çapındaekonomik, sosyal, siyasal, kültürelgelişmenin ulaştığı düzey oluyor. Bilimselteknik devrimin sanai üretim üzerinde ortayaçıkardığı gelişme düzeyidir.Bu bakımdan, küresel bütünleşme birgerçektir. Artık ulusal parçalanmışlık, ekonomik,kültürel gelişme, sosyal yaşam veilerleme bakımından bireyi ve toplumu özgür,iradeli, üretken, katılımcı kılmıyor.Tam tersine, ulusal gerçeği de aşan, farklıulusların birliği, ilişkisi, irtibatı biçimindekibir gelişme düzeyini öngören sistemler; bireyive toplumu ekonomik, sosyal, kültürelaçıdan daha çok ilerletiyor. Bu nedenle bireyinve toplumun bu düzeyde ilerlemegerçeği, mevcut ulus devlet yapılanmalarıylaçatışıyor. Bu aşılacaktır. Kapitalist gelişmenindoğal mantığı buydu. Daha 19.yüzyılda Marks kapitalizmi çözümlerkengelişmenin bu doğrultuda olacağını, insanlığınböyle bir bütünleşmeye gideceğiniöngördü. Avrupa’da ortaya çıkan bütünlüğübuna göre değerlendirdi. Şimdi 19.yüzyılda Avrupa’da gerçekleşen, bütündünyada gerçekleşmiş oluyor. Dolayısıylabu gelişme düzeyi, yeni bir siyasi yapılanmayıgerektiriyor. Bu siyasi yapılanmanınkarakteri nasıl olacak? İşte burada


Sayfa 6Temmuz 2003SerxwebûnABD’nin tümden hakim olma arayışı, çabasıişin önemli bir yanı oluyor. Acaba bugelişme mantığına ABD’nin istemleri uygundüşüyor mu, gerçekleşebilir mi? Böylebir mücadele yaşanıyor.Genişlemiş bir bütünleşme üzerinde,daha dar bir siyasi egemenlik sistemi denkdüşmüyor. Ulusal devletlerin toplumlarıilerlettiği çağda, İngiltere’nin ya da Almanya’nınbütün dünyaya egemen olma istemimantıklı olabilirdi. Ama ulus devletin artıkbireyi ve toplumu ilerletemediği, tam tersinegelişmesi önünde engel olduğu bir çağda,devletin her şey üzerinde hakimiyetkurma arayışı bu gelişmeyle çelişki oluşturuyor,aslında ters düşüyor. ABD, bu çelişkiyerağmen, kendi gücüne dayanarak etkinlikkurma çabasında. İmparator gibi hakimolma istemiyle ABD’nin böyle bir sürecekendisini dayatması gelişmeleri tehditediyor, rahatsızlık yaratıyor. Özgürlüklerive demokratik yaşamı kısıtlıyor, onun yerinetekçi bir hakimiyet, yani diktatörlük yaratıyor.Amerika, Saddam Hüseyin’i diktatörolarak çok fazla eleştiriyordu. Onundiktatörlüğü neydi? Yalnız başına bir toprakparçasına hakim olmaktı. ABD, aynışekilde bütün dünyaya hakim olmak istiyor.Eğer Saddam Hüseyin diktatör idiyse;mevcut yaklaşımıyla ABD daha büyük birdiktatördür. İşin özü, mantığı bu. O nedenleABD’nin yaklaşımları çok farklı değil.Diktatörlüğü çok fazla eleştirmeleri, onakarşıt olduklarını söylemeleri, pratikte deöyle olunduğu anlamına gelmiyor. Bu durum,herkeste rahatsızlık yaratıyor. Fakatmevcut durumda ABD ekonomik, siyasi veaskeri güç bakımından üstün durumda. Oüstünlüğüne dayanarak karşıtlarını eziyor.Dolayısıyla Saddam Hüseyin tarzı bir yaklaşımlaABD’ye karşı çıkmanın mümkünolmadığı kanıtlanmış oluyor. Saddam Hüseyinkarşı çıkacağını söyledi, karşı çıkıyorgöründü, sonuç bir trajedi oldu. Pratikteherhangi bir karşıtlık görülmedi. Demekki, Amerika’nın tutumu, çağın ilerleyişineuygun değil. Çağın gereği, insanlığın ilerleyişionu gerektirmiyor. Ama Saddam HüseyinvariABD karşıtlığı da günümüz koşullarınauygun değil, başarma şansı yok.Bu yaklaşımla, ABD’nin hegemonyacıyaklaşımı engellenemez, durdurulamaz,geriletilemez.O zaman, yeni bir mantık ve anlayış,yeni bir stratejik ve taktik yaklaşım gerekli.Bütün bunlar Önderlik savunmalarındavar. Önderlik savunmalarını yeniden okurken,bir de böyle bakarak okumak gerekiyor.Onun için Önderlik, “ben bu süreci zatentahlil etmiştim” dedi. Savunmalar; busürecin tarihsel bir bakış açısıyla teorikdüzeyde çözümlenmesini, stratejik ve taktikdüzeyde de gericiliğin nasıl bir mücadeleve örgütlenmeyle karşılanıp demokrasive özgürlüklerin küresel düzeyde geliştirileceğiniiçeriyor. Bu bakımdan, bütün toplumlariçin geçerli bir karakteri var, evrenselbir çözümleme. Yeni bir çağın manifestosu.Olayları değerlendirirken, isterIrak’ta ister Ortadoğu’da olsun, bu bakışaçısını kaybetmemek gerekiyor. Doğru birbakış açısı olmadan olaylara tek tek yeterliçözüm getirmek, yeterli sonuçları çıkarmakmümkün olmuyor. Savunmaların bukadar tarih çözümlemesini içermesi bu nedenledir.Tamamen bakış açısı kazandırmayıöngörüyor. Tarih bilimi, geleceğebakmayı öğrenme bilimidir. Biz yarına;dünden, dünün bilinci ile, dünün yarattığıbilgi ve tecrübeye dayanarak bakıyoruz.Güçlü bir tarih bilincine sahip olursak, gelecekbakışımız ona göre güçlü olur.ABD kendisiyle çeliflen yap›larlaIrak’ta mücadele ediyorBu çerçevede somut durum neyi ifadeediyor? İlişki ve mücadele biçimlerine düzeydedir? Irak’taki gelişmeler ne oldu?Ortadoğu’daki gelişmeler neler? Irakmüdahalesi; daha önceki süreçte varolanilişki ve mücadelelerde köklü değişiklik yarattı.Çok yoğun bir ilişki ve çatışma düzeniyaşanıyor. Öyle bir durum ortaya çıktıki, 20 Mart 2003’den önceki dostluklar ve“ABD tümüyle askeri ve siyasi mücadelenin mant›¤›na göre hareket ediyor. Kimseyle ittifak yapmadanrejimi çözmüfltü. O zaman, flimdi devam eden mücadeleyi sürdürürken de kimse taraf›ndanengellenmeyi kabul etmez. Kendisiyle çeliflen yap›larla Irak’taki mevzilenmesine dayanarakmücadele ediyor. Bu bak›mdan; Irak’taki çat›flma ve mücadelenin sona ermeyece¤i, Irak’ta yaln›zbafl›na bir siyasi sistem oluflmayaca¤› kesinlefliyor.”düşmanlıklar lağvoldu. En büyük dostABD ile Türkiye sayılıyordu, Türkiye herzaman, “stratejik ittifak halindeyiz” diyordu.Ama tam tersine, neredeyse birbiriylesavaşan iki güç durumuna geldiler. Bunusağlayacak düzeyde siyasi değişimler yaşanıyor.Bütün örgütler, devletler durmadanyeni ilişkiler, ittifaklar yaratmaya çalışıyor,yoğun bir diplomatik çalışma içerisinde.Eskisi gibi kolay örgüt ya da devletolunmuyor. Eskiden iki blok oluşmuştu;Sovyet bloku ile Amerikan bloku. Ya Amerikancıoluyordun ya da Sovyetçi. Ya “Sovyetlersonuna kadar baki kalacak” diyordunya da “Amerika dünyanın direği, sonunakadar baki kalacak, demokrasinin geleceğiniyarattı.” Çok gelişme olmasa da,kendine göre bir dünya tanımlaması, birde siyasi ilişki yaratıyordu.Elbette günümüzde öyle değildir. Şimdine ABD ile ilişkiler öyle değerlendirilebilirne de ortada Sovyetler var. Dolayısıylaartık öyle düz, dogmatik, kalıpçı düşüncesistemiyle değerlendirme yapılmıyor.20. yüzyılın düşünce kalıpları aşılıyor,bir zihniyet değişimi yaşanıyor. Bu,doğal bir durum ve objektif bir gelişmedir.Bunu bilimsel ölçülerde gerçekleştirmemiziçin Önderlik çaba harcadı. Savaş vesonrasında mevcut durum neyi ifade ediyor?Irak’taki durum, bir aşama kaydetti.Eski rejim çözüldü, ABD belli düzeyde biraskeri hakimiyet sağladı. Genelde ülkeyiaskeri kontrol altında tutuyor, stratejiknoktaları tutmuş. Ama askeri bakımdanda her alana hakim olmuş değil. ABD-İngilteregüçlerine yönelik Irak içinde gittikçedaha fazla örgütlenen, sistem kazananbir mukavemet var. Çatışmalar sürüyor,Irak düzeyinde neredeyse her gün birABD askeri ölüyor. Savaş sonrası çatışmalardakikayıpları, teknik malzemelerinoldukça kullanıldığı savaş dönemindekikayıplara ulaştı. ABD açısından siyasiolarak da fazla bir ilerleme kaydedilemedi.Acaba ABD fazla bir ilerleme kaydetmekistiyor muydu? Aslında bazı çevrelerkendi niyetlerini veya kendilerine uygunolanları ABD adına, o yapacak diye söyleyipyazıyorlardı. “Yeni bir siyasi sistemoluşacak, devlet kurulacak” deniyordu.Ama hiçbiri gerçekleşmedi. Son olarakhaziranda hükümet kurulacaktı, temmuzsonuna geldik, öyle bir şey yok. Bu yönlüçaba da görülmüyor. Tıpkı Saddam Hüseyin’iarayan olmadığı gibi, Irak’ta birhükümet kurulmasının arayışında olanda yok. Irak’ta hükümetsiz de yaşam sürüyor.Eski örgütler, bir siyasi yapı oluşturacakdüzeyi yakalayamadılar. Ne örgütlülükleribuna elveriyor ne de birbirleriyleanlaşabiliyorlar. Bunun sonucunda henüzbir siyasi yapılanmanın nasıl olacağınınbelirginleşmediği, siyasi iktidar sorunununçözülmediği belirtilebilir. Böyle bir süreçtengüçlü çıkmak için çeşitli güçler çabaharcıyor, örgütlenmeye çalışıyorlar.Savaş sonrası onlarca örgütün kurulduğusöyleniyor. ABD karşıtı gösteriler de var.Özellikle güneyde, şii topluluğu içerisindeABD’yi sıkan olaylar da oldu. Amerika bugösterilere ateş açtı, onlarca insanı katletti.Siyasal olarak güçlenmek için örgütçalışması, siyasi mücadele süreci yaşanıyor.ABD, bir yönetim olunabilecek verilerihazırlamadı. Toplanıldı, tartışıldı, herhangibir anlaşmaya varılamadı. ABDherkese şunu gösterdi: Anlaşmaya varmak,birlik olmak, yönetim oluşturmak kolaydeğil. Çeşitli güçlerin umutlarını kırdı,birbirlerine güvensizliklerini geliştirdi. Onlarıtartışmayla yordu, sonuçsuz bıraktı.Böylece –en azından şimdilik– daha fazlakendisinin istediği gibi hareket ettiği,egemen olduğu, yönlendirdiği bir ortamıhakim kıldı. Bunu bir süre daha devamettirecek. Tartışmalar sürse de fazla sonuçvermeyecek. ABD, hiçbir biçimdebağlanmayacak, yani sınırlandırılmayacak.Çünkü bu duruma dayanarak mücadeleediyor. Örneğin Irak içinde siyasi,askeri mücadelesi devam ediyor. ABD ordusunabu tür saldırılar oldukça, kendisine“şöyle hareket et, böyle hareket et”denmesini hiçbir şekilde kabul etmez. Tümüyleaskeri ve siyasi mücadelenin mantığınagöre hareket ediyor. Kimseyle ittifakyapmadan rejimi çözmüştü. O zaman,şimdi devam eden mücadeleyi sürdürürkende kimse tarafından engellenmeyikabul etmez. Kendisiyle çelişen yapılarlaIrak’taki mevzilenmesine dayanarakmücadele ediyor. Bu bakımdan;Irak’taki çatışma ve mücadelenin sonaermeyeceği, Irak’ta yalnız başına bir siyasisistem oluşmayacağı kesinleşiyor.11 Eylül, ABD’ye fliddet kullanmayolunun açm›flt›r“Bölge gerçe¤i iki yönlü müdahale ile yüz yüze: Birincisi; halklar›n demokrasi ve özgürlük taleplerininmücadeleye dönüflmesiyle gelifltirilen müdahale, ikincisi ise; d›fltan yani ulaslararas› süper sermayenindaha fazla ve etkili sömürü yapabilmek için yürüttü¤ü müdahale, ABD’nin müdahalesi oluyor.Bunun merkezinde Yahudi sermayesi var. ABD-‹ngiltere-‹srail ittifak› bu temelde olufluyor.Onun karfl›s›nda bölgeyi de¤ifltirmek isteyen ikinci güç; halklar›n demokratik güçleridir.”Giderek bölgenin birçok alanında değişikzamanlarda, değişik yoğunluklardasiyasi ve askeri mücadeleler sürecek.Bölge düzeyinde yeni bir siyasi yapılanmaoluşacak. Çözüm, tek tek ülkelerdedeğil, bölge düzeyinde olacak. Savaşsürecinde çelişkiler daha çok belirginleşti.ABD belli bir çatışma düzeyiyleuyarılar yaptı. Aslında böylece çatışmaalanlarını vurguladı. Örneğin Suriye konvoyunuvurdu, İran’a füzeler attı, Türkiye’yeyanlışlıkla füzeler düştü. Yine yanlışlıklaKDP konvoyunu uçaklar bombaladı.Bunların hiçbiri yanlışlıkla değildi;hepsi planlı olarak yapıldı. ABD’nin hedeflerininbelirlenmesini içeriyordu. ABD,önce Suriye’yi biraz baskı altına aldı. Arkasındangörüşmelere çekmeye çalıştı.Irak yönetiminin bir bölümü Suriye’ye gitmişti.ABD, Suriye-Irak ilişkilerinden, yineSuriye’nin konumundan ürkerek, Suriye’yiIrak ile birlikte etkisizleştirmeye çalıştı.Suriye’yi biraz geriletti, daralttı. YineFilistin-İsrail çatışmasında daha ileri aşamalarageçerek Filistin devletini oluşturmatemelinde barış yaratmak istiyor. DoğudanIrak ile kuşattığı gibi, batıdan daİsrail ile kuşatmak istedi. Filistin olgusunuöne çıkararak, Suriye’ye biraz da fırsattanıdı. O bir taktikti. Filistin-İsrail çatışmasındaçözüm adımı attırabilirse, Suriyearada sıkıştırılmış bir biçimde zorunluolarak, ABD’nin çıkarlarını içerecek şekildedeğişim yaşayacak. Eğer Filistin-İsrailçatışmasında sonuca gidemez, çatışmadevam eder ve boşa çıkarsa; o zamanSuriye üzerindeki baskısını yoğunlaştırır.İran üzerinde mücadele son dönemlerdegittikçe artıyor. ABD, G-8’ler toplantısındaİran’a karşı bir tutum ortaya çıkardı. Bu,ABD için bir avantajdı. İran, daha çok Avrupa’yadayanarak ABD karşısında duruyor.ABD de, Almanya’ya, Fransa’ya, Rusya’yadayanarak, onlardan destek alarak İran’ıdaraltmak istedi. Basında “sanıldığının aksine,Almanya ve Fransa, İran konusundaABD’ye daha fazla destek veriyor” deniyordu.Saddam Hüseyin’e sahip çıktıkları kadarİran’a sahip çıkmıyorlar. Biraz geri adımattılar. Amerika Irak’ta, Fransa ve Almanya’ya,onlara rağmen de müdahale edebileceğini,savaş açabileceğini, askeri girişimdebulunabileceğini ve sonuç alabileceğinigösterdi.Almanya ile Fransa, Irak konusunda iyibir sınav veremediler. Onlarınki de SaddamHüseyin’inkine benzer bir tutum oldu.Sözde karşı çıktılar, ama sahip çıkmadılar,çok etkili bir karşıtlık oluşturmadılar. Muğlaklık,zayıflık, kararsızlık AB’nin o kanadına,Fransa-Almanya’ya kaybettirdi. Onlargüya bir uç olmak istiyorlardı. Madem kieski batı sistemi de değişmek zorunda, ozaman bu değişim reformcu yollarla olsundiye AB’yi öne çıkartarak değişiklikler yapmayaçalıştılar. Ama Avrupa’nın yöntemleri,istemi yaşanan ekonomik, sosyal, kültürelgelişme düzeyine uygun olarak değiştirmeye,reforme etmeye, demokratikleştirmeyeyetmedi. 11 Eylül süreci, aslındabu yöntemlerin aşılmasıdır. 11 Eylül,ABD’ye şiddet kullanma yolunun açılmaolayıdır. Almanya ve Fransa bu gerçeği iyiokuyamadılar. Amerika, Afganistan’a savaşaçtığında, onun yanında oldular. Halbukibu savaşın arkasından sıranın Irak’ageleceği gün gibi açıktı. Afganistan’dansonra savaş Irak’a dönünce, kendi çıkarlarınaciddi biçimde zarar verici bir durumugörünce, ne Afganistan’daki gibi ABD’yidestekleyebildiler ne de ABD’ye ciddi biçimdekarşı çıkabildiler. Aslında İran ileilişkilerinin daha fazla olmasına rağmen,Irak’taki gerilemeleri, onları ABD karşısındadaha da zayıf düşürmüş durumdadır.Dolayısıyla ABD bu mücadele içerisindedaha baskın. Buna dayanarak İranüzerinde baskısını arttırmaya çalışıyor.“Nükleer silahlar var” diyerek İran’ı sıkıştırmak,teşhir etmek, üzerinde baskı oluşturmakistedi. Öğrenci olaylarını bahane ederek,İran üzerinde baskısını geliştirdi.İran’da son dönemlerde ciddi bir siyasi hareketlilikyaşanıyor. Tahran’dan başlamaküzere bütün üniversitelerde belli düzeydeöğrenci hareketleri var. Bu, Kürdistan’akadar yayıldı. Üniversiteler polisin denetimialtında, polis tarafından tümden işgaledilmiş durumda. Öğrenci hareketlerini,böyle bir işgale dayanarak önlemeye çalışıyor.Öğrencilerin taleplerinin “ya acil demokratikdeğişim ya da sistemin çöküşü”olarak ifade edildiği söyleniyor. Sistemkendisini güya iki kanat olarak gösteriyordu;muhafazakarlar ile ılımlılar, reformistler.Mevcut öğrenci hareketi, iki kanadı dahedefliyor. Radikal dini kesime antidemokratikolduklarını söyleyerek, Hatemi kanadınada halkı aldattıklarını söyleyerek karşıçıkıyorlar. Amerika, öğrenci hareketinedestek veriyor. Mevcut yönetim bunu şiddetleeleştirdi. Dini lider Ali Hamaney açıkçaezileceğini söyledi. Öğrenci hareketini,dış güçlerin ajanları olarak tanımladı.ABD’nin İran’a yönelik çabaları, bunlarlada sınırlı değil. Avrupa nezdinde yürüttüğüdiplomasi ve içte öğrenci vb kesimleri hareketegeçirmeyle de sınırlı değil, silahlanmayıda geliştiriyor. Irak’tan İran’a doğruyoğun bir silah sevkıyatı var. İ-KDP ile HalkınMücahitleri’nin yeniden örgütlendirildiği,silahlandırıldığı, sınırda mevzilendirildiğiyönünde de bilgiler var. ABD, bu yönlüçaba harcıyor. İran sınırı üzerinde belli birörgütlenme yaratmaya çalışıyor ve müdahaleyehazırlanıyor.


Serxwebûn Temmuz 2003Sayfa 7İran üzerinde baskı ve mücadele, hattagiderek savaş durumu gelişecektir. Çünküyaşanan mücadelenin mantığı bunu gerektiriyor.Fransa, Almanya, Rusya ABD’yeaçıktan karşı çıkamadılar, arkadan İran’ıdestekleyerek karşı çıkıyorlar. İran da onlardanaldığı destekle Ortadoğu’da ABD’yekarşı bir mücadele yürütüyor. Irak’taki çatışmalardaİran etkisini görmek gerekiyor.Saddam Hüseyin yönetiminin değişik örgütlerivardı. Onların kalıntılarının bu tür birmukavemeti örgütlemesi muhtemeldir, amaonlardan daha fazla, birinci planda İran’ınetkisi, doğrudan yönlendirmesi var. Irak’takimücadele, bir yönüyle de ABD-İran mücadelesigibidir.Yine Filistin-İsrail çatışmasında da bunugörmek gerekiyor. Dikkat edilirse, HatemiLübnan ve Suriye’ye, Bush Mısır’agitti. Her biri kendine göre bir strateji yürütmekistedi, ortaya bu çatışma çıktı.Hatemi Suriye ile, islami örgütlerle görüştü.Arkasında AB vardı. Bunlara dayanarakBush’un Filistin devleti kurma temelindeyaratmak istediği barışı boşa çıkardılar.Bush bütün Arap devletleriyle görüştü.Filistin sorunuyla ilgili olarak görüşmeyapmadığı iki devlet Suriye ve Lübnanoldu. Onlarla da İran görüştü. Karşıtiki cephenin varolduğu çok somut ortayaçıkıyor. Bu noktada ABD zor durumda. Filistin’dekisavaş da, Irak’taki savaş daABD’yi zorluyor. Bunun karşısında ABDne yapar? Acaba İran’ı, Filistin’de veIrak’ta yenmeye mi çalışır? Öyle yapmayacaktır.Suriye’yi zorlamak için Filistin’içözmek istediler, ama başarıya gitmedi.Bunun için geçmişte yalnız başına Filistin’deçözüm olmadı, şimdi de Irak’ta olmuyor.Kendi çıkarını hakim kılmada ısrarlıolacaksa, İran rejimi ile çatışmasıgerekiyor. İran yönetimi, savaşı Irak’a, Filistin’eyöneltmeye çalışırken, ABD de savaşıgiderek daha çok İran’a taşıracak.ABD’nin çabalarını, İran’da bir askeri müdahaledebulunmaya zemin hazırlamaolarak değerlendirebiliriz. AB’nin politikdesteğini almaya çalışıyor. İran’a karşıbir uluslararası ittifak oluşturmaya çalışıyor.En azından, İran ile çok ilişkide olandevletlerin İran’a destek vermesini engellemeyeçalışıyor. Almanya’nın ilişkilerivar. İslam Devrimi’nden sonra bütün Batılıdevletler İran ile ilişkilerini kestiler,ama Almanya hiç kesmedi. Ekonomik ilişkileriher zaman sürdü. Alman yönetimibuna “eleştirel diyalog politikası” diyordu.Fransa ilişkileri, aynı biçimde gelişti. İranyönetimi Rusya ile stratejik ittifak denebilecekdüzeyde anlaşma yaptı. Bunlaradayanarak ayakta kalıyor. ABD ise bunlarıen azından İran’a destek vermektencaydırmaya çalışıyor. Bu, çok önemli,İran’a müdahalenin zeminini yaratma çalışmasıdır.Destek güçlerini zayıflatırsa,arkasındaki güçleri destek vermekten çıkartırsa,o zaman İran’ı tecrit etmiş olacak.Avrupa ve Rusya dayanağındanyoksun kalmış bir İran’a müdahale çokdaha kolay olacak. Diğer yandan silahsevkiyatı, çeşitli örgütleri silahlandırma;bunların hepsi askeri müdahale hazırlığıoluyor. Öğrencileri teşvik etme, kitleleriharekete geçirmeyi ifade ediyor. İran, bukonuda çeşitli dönemlerde mücadeleleresahne olmuş bir alan. Sivil toplum hareketliliğininçok yoğun yaşandığı, darbelerin,devrimlerin yapıldığı bir ülke. Ona dayanarakmevcut rejimi yıkmak istiyor.ABD Kürtleri kendi stratejisi içindede¤erlendirmek istiyorTürkiye üzerindeki mücadele de gittikçebir düzey kazandı. ABD-Türkiyeçelişkisini doğru anlamak önemlidir.Ne küçümsemeliyiz ne de düz bir yaklaşımlakestirip atmalıyız. Bazı Türkiyeliçevrelerin ifade etmeye çalıştığı gibi kolaybitecek bir olgu değildir. Türkiye’ninstratejik duruşu ile ABD’nin stratejik duruşubu düzeyde birbirine karşıttı zaten. Bukarşıtlık, Irak Savaşı gibi bir ortamda netçeaçığa çıktı. Türkiye, neredeyse Amerika’yıIrak’a müdahale edemez, Irak karşısındayenilgiye düşer hale getirecekti.“Kürtler, bölgeye de¤iflimi dayatan büyük bir demokrasi gücü haline geldiler. Halklar›ndemokrasi ve özgürlük yönündeki de¤iflim çizgilerini, bu mücadelenin temel bir gücü olarakKürt ulusal demokratik hareketi formüle etti. Önderlik, bu çizgiyi gelifltirdi. Savunmalarbütünüyle; Ortado¤u’da monarfli, oligarfli ve diktatörlüklere karfl› demokrasi, bölünmüfllü¤ekarfl› birlik, bask› ve sömürüye karfl› adil paylafl›m, eflitlik hedeflerini içeriyor.Demokratik de¤iflim ve yeniden yap›lanma mücadelesine öncülük ediyor.”ABD’nin, Pentagon yetkililerinin sert eleştirileribundan kaynaklanıyor. Onlar Avrupa’nınengellediğini, karşıt olduğunu sanıyorlardı.Daha sonra netçe gördüler ki,aslında kendilerinin önünde –hem de ittifakyapma adı altında– en büyük ayakbağı, karşıt güç Türkiye’dir. “Ortak mücadeleyürütüyoruz” derken, ABD’nin Irak’amüdahalesini boşa çıkarıyor. ABD bunufark edince, öfkeyle Türkiye’den uzaklaştı.Türkiye neden bunu yaptı? Çünkü stratejikduruşu farklıdır. Türkiye, Irak yönetimininvarlığıyla kendisini ayakta tutuyordu.Bu, bir bölgesel statüko. Irak’ta rejiminçözülmesini kendi rejiminin çözülüşününbaşlangıcı olarak algılıyorlar. İranda öyle algılıyor. Şimdi bir tarafta İran, birtarafta Türkiye, sınırlara karakol yapmayaçalışıyorlar. Bu, Irak’taki gelişmeyekarşıdır. Irak’ta statüko parçalandı, oradagedik açıldı. “Bir parçamız kopmuş, çözülebiliriz”tehlikesi altında görüyorlar kendilerini.Onun için, ortak hareket ediyorlar.Benzer askeri hareketlilikleri var. Birbirlerinedaha fazla dayanıyorlar. Aslındageçmişte Irak yönetimine de dayanıyorlardı.İran, Irak ile savaşırken bile varlıklarıbirbirine bağlı idi. Türkiye, ABD ile“müttefikimdir” diye Saddam rejimine karşıçıkarken bile; varlığı bu rejimle stratejikdüzeyde birbirine bağlı idi. ABD, budurumu gördü ve çelişki bu temelde ortayaçıktı. Bu, kolay çözümlenecek bir çelişkideğildir. Türkiye stratejik dönüşümyapmadığı müddetçe çözülmez. Ya tümdenABD’nin uydusu haline gelerek buçelişkiyi giderir ya da demokratik değişimiyaşayarak ABD ile daha çelişik bir konumagelir. Bu düzeyde bir karşıtlık var.Bu, Türkiye Cumhuriyeti devletinin oluşumstratejisine, sistemin mantığına dayanıyor.Bu stratejik yapının artık bir biçimdedeğişmesi gerekiyor. Artık birazçelişen, biraz uyumlu olan süreç aşıldı.Savaş bunu net ortaya çıkardı. Savaştansonra da bu durum devam ediyor.Türkiye üzerindeki mücadele, İran veSuriye gibi değildir. ABD, Türkiye içindezaten örgütlü. NATO çerçevesinde orduile ilişkili, ekonomik ilişkileri çok fazla vesiyasi planda birçok gücü denetim altındatutuyor. Türkiye’de bir Amerikancılık,Amerikan hayranlığı var. Amerikan işbirlikçiliğigüçlü olunca, İran gibi ele almamak,bir çatışma durumunu beklememekgerekiyor. Türkiye ile ABD karşıtlığı, çelişkisidaha farklı mücadelelere sahneoluyor. Bunu yakın dönemde krizler olarakgördük. Aslında ekonomik kriz, birABD müdahalesiydi. Türkiye’yi kendi politikasınaçekmeye çalıştı, çektiğini hesapetti. Savaş gösterdi ki, o düzeye gelememiş.Türkiye yönetimini –özellikle orduyu–savaş ardından çok sert bir eleştiriyealdı. ABD, Türkiye’yi kendi stratejisine kazanmakiçin farklı müdahale yöntemleriylemücadelesini sürdürecek. Baskı yapıyor,işbirlikçilerini harekete geçiriyor, imkanlarınısınırlandırıyor. Gerekirse çeşitlisiyasi, ekonomik müdahalelerde bulunabilir.Eğer bu müdahaleler ile sonuç alamazsa,bir çatışma gündeme gelebilir.Ama öncelik sırası Türkiye’de değil.Dikkat edilirse, Irak’a müdahale edilmedenönce, en başta Kürdistan’a müdahaleedildi. Uluslararası komplo, bu müdahaleninbirinci ayağıydı. Filistin’e dayatılansözde barış projesi, ikinci ayağıydı. SaddamHüseyin rejimini yıkacak müdahale,Kürdistan’da ve Filistin’de ulaşılacak bellibir kontrol ve denetim temelinde geliştirildi.Yoksa müdahale etme gücü yoktu.Clinton yönetimi, bütünüyle bu alanlardakontrolü sağlayacak bir çaba içerisinde oldu.Bu yeni yönetim de buna dayanarakdeğişimi ABD çıkarları doğrultusunda gerçekleştirmekistiyor.Bölge düzeyinde böyle bir mücadelevar. ABD’nin Kürt hareketlerine yaklaşımıne ifade ediyor? Amerika; kendisiyle çelişenyapıları karşısına alır, onları kendi çıkarlarıdoğrultusunda değiştirmeyi öngörür.Kürdistan’da da kendi çıkarlarıyla çelişenyapıları karşısına alıyor, değiştirmeyi öngörüyor.Kürtleri kendi stratejisi içinde değerlendirmekistiyor. Irak’ın çözülüşünde Kürtleribir etken olarak değerlendirdi. Şimdiİran’a karşı mücadeledeİ-KDP’yi yeniden örgütlemeye çalışıyor.Kuzey’de de bu tür hareketler geliştirmeyeçalışabilir. Önderlik buna dikkat çekti. Amerikanstratejisi içerisinde Kürtlerin belli biryeri var. İngilizler, I. Dünya Savaşı ardındanTürk ve Fars etkinliğine karşı Arapları birgüç olarak geliştirdiler. Şimdi ABD de Türk,Arap ve Fars etkinliğine karşı dördüncü birdenge gücü olarak Kürtleri, kendine hizmetedecek şekilde güçlendirmek istiyor. Bu anlamdada Kürtlere yaklaşımı var.YNK’yi bir operasyondan geçirdi, KDPüzerindeki baskısını sürdürüyor. YNK, herşeyini –zaten bir iradesi de yoktu–ABD’ye bağlamış durumda. Amerika’nın,YNK nezdinde çok sorunu yok. 2001-2002’de Refah Partisi’ne düzenlenenoperasyon gibi, YNK’yi de istediği noktayaçekecek bir operasyon düzenledi. Şimdi,Amerikan siyasetini pürüzsüz bir biçimdeizliyor. KDP ile yer yer pürüzler çıkıyor.KDP, birkaç nedenden dolayı aynı yaklaşımdadeğil. Birincisi; Almanya ve Fransaile ilişkileri var, ikincisi; ABD’nin sistemi ileuyum sağlayamıyor. Aşiretçi feodal güç,peşmergeye dayanarak derebeyliğini sürdürüyor.Irak’ın bütünleşmesi ve yeni birIrak kurulması arayışları KDP’nin etkinliğinizayıflatıyor. Bütün karakollarının etkinliğidurduruldu. Peşmerge ağaları, eskibaskı güçlerini tümden kaybettiler. Halk,üzerinde baskı geliştiğinde hemenABD’ye şikayet ediyor, ABD derhal müdahaleediyor. ABD, Kürtlerin desteğini almakiçin biraz daha fazla müdahale ediyor.Bu nedenle, KDP’nin yönetim sistemiaşılıyor. Bundan rahatsızlar. Amerika’nınoluşturacağı sistemde etkileri olamayacağındankorkuyorlar. Halka dair yaptıklarıbir siyaset yok, halkı feodal aşiretçi otoriteile, baskıyla denetim altında tutuyorlardı.Giderek kendilerinin aşılabileceğindenkorkuyorlar, o nedenle ABD ile çok uyumludeğiller. Zaman zaman gerginlikler oldu,açıklama yaptılar. “ABD fazla müdahaleetmesin, askeri denetim kalmasın,yönetimi Iraklılara bıraksın” benzeri açıklamalar,buradan kaynaklandı.Ortado¤u’da halklarde¤iflim aray›fl› içerisindedirÖzgürlük hareketi üzerinde de, uluslararasıkomployla baskı başladı. Atina’dakimahkemede, eski dış işleri BakanıPangalos; “ABD’nin neden bize o kadarçok baskı yaptığını, bu konuya neden o kadarönem verdiğini o zaman anlamadık.Şimdi Irak’taki politikasını görünce, dahaiyi anlam verdik” diye açıkça söyledi.ABD’nin Irak’a böyle müdahale edebilmesiiçin, PKK üzerindeki komplo saldırısını başarıylayürütmesi gerekiyordu. Amerika,Kürdistan üzerindeki denetimi uluslararasıkomployla sağlamaya çalıştı. Uluslararasıkomplo çerçevesinde PKK ile, Önderlikgerçeği ve çizgisiyle çelişki halindedir. Butemelde Kürdistan’da kendisini tehdit edengelişmelere karşı mücadelesini yürütüyor.I. Dünya Savaşı ile –İngiltere-Fransa ittifakınınyarattığı, daha sonra ABD’nindevraldığı– Ortadoğu’yu bölen, parçalayan,milliyetçi zihniyetin egemenliğinde dışabağımlı, kendi içinde çelişkili ve çatışmalıkılan siyasi sistem, artık bölge halklarınıngelişimi önünde engel oluşturuyor.Onları ilerletmiyor, tam tersine, gelişmeleriniengelliyor. Bireysel ve toplumsal, sosyal,siyasal, kültürel, ekonomik gelişmeleriniengelliyor.Bölge gerçeği iki yönlü müdahale ileyüz yüze: Birincisi; halkların demokrasive özgürlük taleplerinin mücadeleye dönüşmesiylegeliştirilen müdahale, ikincisiise; dıştan yani uluslararası süper sermayenindaha fazla ve etkili sömürü yapabilmekiçin yürüttüğü müdahale, ABD’ninmüdahalesi oluyor. Bunun merkezindeYahudi sermayesi var. ABD-İngiltere-İsrailittifakı bu temelde oluşuyor. Onun karşısındabölgeyi değiştirmek isteyen ikincigüç; halkların demokratik güçleridir. Hattaesas olarak bölgeyi değişime zorlayanbirinci temel güç konumundadır. Mevcutrejimler; oligarşik, otokratik, teokratik gericilik,halkların demokrasi ve özgürlükgelişimi önünde engel oluşturan bir sorun.Bunlarla da halklar arasında büyükbir mücadele var.Arap-İsrail çatışmasında Arapların bölünmüşlüğü,parçalanmışlığı, İsrail karşısındakizayıflığı bir olgu. Bir diğer olgu olarakKürt sorunu, Kürdistan’ın parçalanmışlığı,Kürdistan üzerindeki inkar ve imhapolitikası temel dayatıcı bir sorun. Milliyetçiyaklaşım, Arap ulusunu birleştiremedive İsrail karşısında sonuç alan bir güç halinegetiremedi. Aslında fazlasıyla yapacağınıyaptı, ama Arapları özgür, iradeli, ekonomikkaynaklarını kendi yararlarına kullananbir konuma taşıramadı. Aslında, sonderece zorda kalan, bağımlı, işbirlikçi egemenlerinçıkarına bütün değerlerin peşkeşçekildiği bir yapı yaratıldı. Bu durum rahatsızlıkyarattı. Bunun dışında kalan genişbir halk kesimi var. Daha çok petrol kaynaklarıdışında kalan alanlardaki –baştaMısır, Suriye, Irak– toplumlarda bu dahafazla var. Bu bakımdan, bölge tabandanbir değişim arayışı içerisinde. Diğer halklarınbir mücadelesi var. İran’da İslam Devrimiardından kadınlar, gençler demokratikreformlar isteyen bir dayatmayı giderekgüçlü bir olgu haline getirdiler. Türkiye’de–yeterince örgütlenememiş de olsa– demokrasiistemleri var. Bunları çözmek üzeretabandan gelişen bir arayış var. Aydınlartartışıyorlar, siyasi akımlar gelişiyor.Bu süreçteki gelişmeler şunu da ortayaçıkardı: Bölgede demokratik değişim vesorunların demokratik çözümü gelişecekse,bunlarda öncülük konumunda Kürtlerrol oynayacaklar. Bu stratejik konum, aynı“Zemin olgun olmas›na ve güçlü bir potansiyel tafl›nmas›na ra¤men, halklar›n özgürlük vedemokrasi yönündeki müdahalelerinin zay›fl›¤›, ABD müdahalesine f›rsat tan›yor. Bu nedenle halklar›ndemokrasi ve özgürlük hareketlerinin gelifltirilmesi, etkili mücadele eder hale getirilmesi gerekiyor.Demokrasi ve özgürlük cephesindeki müdahalelerin güçlü olmas›, Ortado¤u’da Önderli¤insavunmalarda öngördü¤ü demokratik uygarl›k ça¤›n›n aç›lmas›n› yaratacakt›r.”zamanda görev ve sorumlulukları ağırlaştırıyor.ABD müdahalesine fırsat veren birortamın oluşmasında Kürt ulusal demokratikmücadelesinin zayıflığı, birinci plandarol oynuyor. Bu temelde derin çelişkilervar. Önderlik hepsini bir siyasi formülasyonakavuşturdu. Kürt ulusal demokratik hareketi,bölgede böyle bir arayışa, demokratikdeğişim istemine öncülük eden, onunçözümleyici kilidi, anahtarı konumundadır.Kürtler, bölgeye bu biçimde değişimi dayatanbüyük bir demokrasi gücü haline geldiler.Halkların demokrasi ve özgürlük yönündekideğişim çizgilerini, bu mücadelenintemel bir gücü olarak Kürt ulusal demokratikhareketi formüle etti. Önderlik, buçizgiyi geliştirdi. Savunmalar bütünüyle;Ortadoğu’da monarşi, oligarşi ve diktatörlüklerekarşı demokrasi, bölünmüşlüğekarşı birlik, baskı ve sömürüye karşı adilpaylaşım, eşitlik hedeflerini içeriyor. Demokratikdeğişim ve yeniden yapılanmamücadelesine öncülük ediyor. Bu temeldeKürt ulusal demokratik hareketinin bir gelişimdüzeyi var. Bu, mevcut statükoyu yirmiyıldır işletmiyor.Halklar›n demokrasi veözgürlük hareketleriningelifltirilmesi gerekiyorBöyle bir ortamda mücadele ediyoruz,çalışıyoruz. İdeolojik, felsefik,politik ve pratik alanda bir müdahale gücüyüz.Bu temelde Önderlik savunmaları;yeni dönemde bu değişim sürecini tanımlayanbir çizgi, bölgenin bu statükosunaetkili bir müdahaledir. Örgütsel çabalarımızınhepsi de halkların demokratik gelişimicephesinde bölge statükosuna birmüdahaleyi ifade ediyor. Önderlik,ABD’nin Irak müdahalesi karşısında bölgehalklarını demokratik seferberliğe çağırdı.ABD, çıkar sağlamak için dünyanınöbür ucundan gelip Ortadoğu’ya bu kadaretkili müdahale ederken, bölgenin demokrasive özgürlük güçlerinin kendi topraklarında,kendi çıkarlarını sağlamakamacıyla etkili bir mücadele için seferberolmamaları kabul edilir bir durum değildir.Zemin olgun olmasına ve güçlü bir potansiyeltaşınmasına rağmen, halkların özgürlükve demokrasi yönündeki müdahalelerininzayıflığı, ABD müdahalesine fırsattanıyor. Bu nedenle halkların demokrasive özgürlük hareketlerinin geliştirilmesi,etkili mücadele eder hale getirilmesigerekiyor. Demokrasi ve özgürlük cephesindekimüdahalelerin güçlü olması,Ortadoğu’da Önderliğin savunmalardaöngördüğü demokratik uygarlık çağınınaçılmasını yaratacaktır. Ama böyle olmazsa,Irak’a yapılan müdahale gibi, yarınİran’a, Suriye’ye ve Türkiye’ye karşıda gerçekleştirilip bölgenin tümünde ABDhakimiyeti sağlanırsa; bu, bölge için yenidenbir çıkmaz, yeni bir baskı ve sömürüsistemi anlamına gelecektir.ABD müdahalesi, bu düzeyde fiili birolgu değilken, bölgedeki gerici sistemlerlemücadele tek ve temel bir mücadeleidi. Ama bugün artık bir yanda onlar varken,diğer yanda ABD müdahalesi var.Dolayısıyla –aynı safa koymamak kaydıyla–hem bölgenin eski statükosunahem de ABD hegemonyasına, işgalinekarşı olmak, onlara karşı mücadele etmekgerekiyor. ABD’nin hegemonyasınakarşı mücadele etmek ne demektir? Böylebir müdahalenin olması nasıl önlenebilir?Elbette bölgedeki gerici statükolardevrimci yöntemlerle aşılarak. Başka türlüde olmaz. Sen mücadele etme, demokratikdeğişime uğratma, mevcut rejimleregemenliklerini sürdürsünler, ondansonra da “hegemonyacıdır, emperyalisttir,dıştan saldırıyor” diye Amerikankarşıtlığı yap. Bu eşittir, bölgedeki gericiliğinkuyruğuna takılmak. Bazıları, ABD-Irak çatışmasında böyle bir çizgi izlediler,onu da sosyalizm veya devrimcilik adınayaptılar. Yanlıştı! “Amerika’ya karşı ol yeter,sen doğru bir çizgidesin” denemez.Böyle bir sosyalizm olmaz.Devam› 35’te


Serxwebûn Temmuz 2003Sayfa 9leri oluyor. Askeri harekatların ekonomiüzerinde olumsuz etkisi oluyor, halkın ekonomikyaşamı bozuluyor. Bu da Cumhuriyetçilerinoy kaybetmesine yol açıyor. Bunedenle içte ekonomiyi düzeltici politikalarizlemezse, seçimi kaybetme tehlikesi var.Irak’ta savaşı kazanmış olmaları, seçimikazanacaklarının garantisi olamaz.“Bush’un babası da ’91’de savaşı kazandı,ama ’92’de seçimi kaybetti” diyorlar. Bu kadarince, birbirine çok bağlanmış hesaplaryapılıyor. Dolayısıyla Bush yönetimi yenikararlar alırken, bu durumu gözetmek zorundakalacak.ABD şimdiye kadar Filistin-İsrail çatışmasınıdurdurmak için gerekli adımları attı.Irak’ta da karşı duruşları ezmek için operasyonlaryapıyor. Konsey oluşturmayı bu dönemdegündeme getirmesi de bu temeldedir.Yani içte kendisine karşı direnişin kitledesteğini azaltmaya çalışıyor, onları tecritetmeye çalışıyor. Bunlarla sonuç alırsa, ozaman Ortadoğu’nun diğer alanlarına yönelikaskeri müdahaleleri erteleyebilir. ABD dahabüyük operasyonlara girmemek, başkadevletlerle çatışmamak için Irak’ta kendisinekarşı direnişi engelleyerek, bir denetimkurup biraz zaman kazanmak istiyor olabilir.Fakat Ortadoğu’da yaşanan mücadeleleraçısından bakılırsa da; Irak’taki iç çatışmadurumunun ne kadar Irak’ın kendi örgütlülüğünedayalı olduğu, ne kadar dıştandesteklendiği net değildir. Bazıları, “SaddamHüseyin kalıntıları, eski örgütler” diyor.Kuşkusuz eskiden örgütlenmiş güçlerdir.Fakat dış desteğin birinci planda olduğunugörmek mümkün. Bölgenin eski statükocugüçlerinden İran, Türkiye ve Suriye çatışmalarınsürdürülerek ABD’nin Irak’ta süreklisavaşır durumda kalması, dışa yönelmemesi,baskılarını taşırmamasını istiyor. ÇatışmalarınIrak üzerinde sürmesinde pratikteİran ve Suriye, yönlendirici olarak da Türkiyerol oynuyor. İran ve Suriye’yi teşvik eden,bu temelde güç veren Türkiye’dir. Türkiye,İran ve Suriye ile görüşmeler yaparak budurumu sağladı. İran, Suriye ve Türkiye eskistatükocu güçler olarak ABD’ye karşı direnişiçinde. Arkalarında da dış dayanaklarolarak, Almanya, Fransa ve Rusya var. İran,bu konuda çok daha güçlü ve aktiftir. OnlarABD’nin önünü, savaşı Irak’ta ve Filistin’desürdürerek kesmek istiyorlar. Filistin çatışmasıve Irak’ta yaşanan çatışmalar oradankaynaklanıyor. İran Cumhurbaşkanı Hatemibu süreçte Lübnan’a, Suriye’ye gitti, İslamiörgütlerle görüştü. Irak’taki çatışmalar da,Şii bölgesinde yaşanıyor. Bütün bunlarınİran’dan bağımsız olduğu düşünülemez.Irak’taki çatışmaları önleyemez de, bugünkügibi her gün çatışma sürerse, ABD yönetimi–seçimi gözetmeksizin, seçim hesabıyapmaksızın– başlattığı stratejiyi ilerletmekiçin İran’la çatışmaya girmek zorunda kalabilir.ABD bunu gözeterek çeşitli örgütlerleilişki kuruyor, silahlandırıyor, öğrenci hareketlerinidestekledi ve çeşitli toplumsal kesimlerikışkırtmaya çalışıyor. Bu, giderek birçatışma durumunu alabilir. İran üzerindedıştan siyasi baskı oluşturmaya çalışıyor. G-8 toplantısı gibi uluslararası toplantılarda,İran’a yönelik kınayıcı kararlar aldırttı. Bir dediplomatik, siyasi ortamı hazırlamaya çalışıyor.Şimdi İran üzerindeki mücadele dahaçok diplomatik boyutta Almanya, Fransa veRusya’nın İran’a olan desteğinin kesilmesiyönündedir. Eğer ABD, en azından bu devletlerinİran’a desteklerini keserse, İran’adaha kolay askeri müdahalede bulunabilir.İran zaten askeri kuşatma altında. O zamanİran’ın, ABD karşısında direnme şansı yoktur,Saddam Hüseyin yönetiminden daha dazayıf duruma düşmüş olacaktır.Suriye üzerinde baskılar var. Suriye büyükölçüde ABD’ye güvence verdi. Avrupa’daABD’ye yakın, Suriye ile ilişkili olandevletler devreye girdiler. Bu belli değişiklikadımları atma güvencesidir. Fakat bu değişikliknasıl olacak, tam netleşmiş değil. ABD,Suriye müdahalesini Filistin-İsrail barışınabağladı. Önce biraz sıkıştırdı, tehdit etti, daralttı,kendi içine kapattı. Ondan sonra İsrail-Filistinbarışını sağlama çabasına girdi. Bubir taktikti. Eğer çatışmaları orada durdurabilirse,o zaman Suriye tam bir kuşatmayagirecek. ABD’nin isteklerini çatışmasız birşekilde tümden kabul edebilir. O zaman Suriye’yepolitik baskıları arttıracak ve yönetimdeğişikliğini ortaya çıkartacak. Bu olmaz daFilistin-İsrail çatışması devam ederse, o zamanABD açısından hem Irak’taki, hem Filistin’dekidurum Suriye’ye müdahaleyi gerektirir.Filistin’de ve Irak’ta Suriye ile çatışacağına,doğrudan Suriye’ye müdahale ederekçatışmasını sürdürür. Askeri mantık vesiyasi mücadele onu gerektirir.Süleymaniye operasyonuciddiyete davet operasyonudurBuna karşılık Türkiye üzerinde mücadelegelişti. Ekonomik planda yapıyor;Ecevit hükümetinin krizini bu temeldeyarattı ve hükümeti çökertti. Siyasi plandaise, 3 Kasım seçimlerini Türkiye’nin gündeminekoydu. Ancak dikkat edilirse şimdihükümetin üzerine gitmiyor. AKP hükümetineciddi bir eleştiri getirmedi. ABD’ninmüdahaleleri daha çok orduya yönelik.Mevcut durumda politikayı belirleyen gücünordu olduğunu daha iyi anladı ve Türkiye’dekipolitikayı değiştirmek için orduüzerinde değişiklik yapma gerektiğini gördü.Bu nedenle son müdahalelerini orduyayöneltiyor. Savaştan önceki müdahalelersiyasi yapıya, hükümete, meclise yönelikti.Ama savaştan sonra eleştirirken de genelkurmayıeleştirdi. ABD önce İran-Türkiyeilişkilerinin rahatsız edici olduğunuaçıkça belirtti, uyardı. Türkiye onu fazlaciddiye almadı. İran ile askeri ilişki ve ittifakınıdaha da geliştirerek, sınır üzerindeortak operasyonlara kadar vardırmaya yöneldi.ABD, İran’la ilişkilerini düzeltmesi,ABD’ye zarar verici durumdan çıkartmasıiçin Türkiye’yi uyardı. Türkiye bunu dikkatealmayınca, ABD’nin son uyarısı gelişti.Türkiye’nin İran ve Suriye’yi cesaretlendirerek,Irak içindeki güçlerin harekete geçmesinevesile olması karşısında ABD’nintutumu oluyor bu. ABD, Türkiye’yi sorumlututtu ve sonuç, bu operasyona kadar vardı.Süleymaniye operasyonu Türkiye içinikinci bir uyarı oluyor aslında. ABD gerçeğinidikkate alarak değil de, kendi rolünü,önemini abartarak yanılgılı yaklaştı. Kendiisteklerine, niyetlerine göre ABD’yi değerlendirerekyaklaşım gösterdi. ABD, Türkiye’ningerçeklere aykırı, hayalci bir yaklaşımiçinde olduğunu, ciddi yaklaşmadığınıgördü. Türkiye’ye de bu mesajı vermek istedi.ABD’nin bu işte ne kadar ciddi olduğunu,kesin davrandığını ortaya koydu.Süleymaniye operasyonu, ciddiyete davetoperasyonudur. Operasyonu orduya karşı,hem de onun en vurucu gücüne, birinci sınıfkuvvetine karşı yaptı. Bunlar tesadüfideğildir. Süleymaniye’dekilerin operasyonhazırlığında olmalarından değil, psikolojikve siyasi yanı nedeniyle en iyi yer olarakgörüldüğü için orası seçilmiştir. ABD, Süleymaniyeoperasyonuyla hamle yaparak,Türkiye’yi görüşmeye mecbur bıraktı. ŞimdiTürkiye’nin önüne isteklerini koyuyor.Kabul ettirebilirse Türkiye üzerinde birazdaha etkili hale gelmiş olacak, ondan sonrayeni hamleleri gözetecek.Süleymaniye operasyonundan çıkarılacaken önemli birinci sonuç; ABD’nin mücadeleyigeliştirmeye istekli, kararlı, mecbur vemahkum olduğudur. ABD bu mücadeleyi yayacaktır.Irak’ta da sürdürecek; İran’a, Türkiye’ye,Suriye’ye de yayacak. Ortadoğu’nuneski statükosuyla çatışmayı parçalayıncayakadar sürdürecek. Geri adım atma durumuyoktur. Kendi stratejik çıkarları açısındanmücadeleyi eski statükoyu parçalama doğrultusundailerletmede, çatışmaları ileri götürmedekesin kararlı. İkinci sonuç ise; budurum giderek Türkiye ile bir çatışma noktasınakadar gidebilir. Şimdiye kadar, “ABD,İran ile, Suriye ile bir savaşa girse bile, Türkiyeile bir savaşa giremez” diye değerlendiriliyordu.Hatta bazı Amerikalılar da; “Türkiyeile savaşmamızı beklemeyin” demişler.Bir yere kadar doğru olan bir durumdur. ZatenNATO ittifakı içerisinde birlikteler. TürkiyeABD’ye bağlı bir ülke. ABD’nin Türkiyeüzerinde ekonomik, sosyal, askeri, siyasi,kültürel, her alanda büyük bir etkinliği, egemenliğivar. “ABD askeri müdahaleye gerekkalmadan Türkiye üzerindeki müdahalelerinibaşka yöntemlerle geliştirebilir” deniliyordu.Bu doğru, bu devam da ediyor aslında. FakatTürkiye’de de bir direnç ortaya çıkıyor.Belli oranda da direnecek. ABD gibi, Türkiyede geri adım atacak durumda değil. Ya kırılacak,dağılacak ya da istediği olacak. SaddamHüseyin rejimi de öyle davrandı. Kendisinideğiştirip çatışmaları engelleyecek, boşaçıkartacak bir siyasi ortam yaratamadı,değişemedi; ama büyük çatışmalara girmedençözüldü. Türkiye bu konuda SaddamHüseyin rejiminden daha katı görünüyor. Oda direnecek, diretecek. Dolayısıyla bu durumgiderek daha farklı mücadelelere dönüşebilir.Eğer Türkiye iç dinamiklerle, iç müdahalelerleiçten değiştirilmez, dönüştürülmezse;dıştan ABD müdahalesi ekonomik,siyasi yöntemleri aşarak, askeri yöntemleride içerecek düzeye gelecektir. Süleymaniyeoperasyonu bunu da gösterdi.Bundan bir sene önce “Türkiye ileABD’nin ilişkileri bozulacak, karşı karşıyagelecek” dense, bunu söyleyene “gerçeklerdenhabersiz, kendi hayallerini konuşturuyor”denirdi. Süleymaniye operasyonundanönce de, “ABD Türkiye’ye karşı askerieylemlere girişebilir, operasyon yaparakTürk askerini tutuklayabilir” dendiğinde; çokabartılı, aşırı bir yaklaşım olarak değerlendiriliyordu.Fakat Süleymaniye operasyonuylaçok kısa bir sürede, Türkiye ileABD’nin siyasi bakımdan, stratejik olarakters bir pozisyonda nasıl karşı karşıya geldiklerinigördük. Dolayısıyla, bugünün ilişkilerinebakarak, yarının ne olacağı konusundakesin hüküm verilemez. Özellikle Türk-Amerikan ilişkilerinde böyledir. Türkiye Genelkurmayıhala, “Kore’de omuz omuza savaştık”diyor. Elli yıl onun üzerinde yaşandı.Ama bu, dünya durdukça öyle olacak anlamınagelmiyordu. Kore’de omuz omuza savaşılırken,Kore’nin arkasında SovyetlerBirliği vardı; orada Sovyetler Birliği ile savaşıldı.Şimdi ise öyle bir birlik yoktur. Türkiyeyönetimi de, aydınları da Sovyetler Birliği’ninne olduğunu anlamış değil. Dolayısıyla,Türkiye Cumhuriyeti devleti denen olgununnasıl ortaya çıktığı, neye dayandığı,ne ile yaşadığı da doğru anlaşılmamıştır.Sovyet sistemi çözüldü, 11 Eylül olayları oldu.“ABD ilk defa askeri darbe yedi” dendi.Bu darbeyi dışarıda değil, kendi içinde yedi.Arkasında ne ortaya çıktı? ABD’nin dahaüç beş yıl önce bizzat örgütleyip geliştirdiği,yarattığı örgütlerle, devletlerle çatışma içerisinegirdi. Türkiye bunu hiç görmüyor. Türkiye,Taliban’ın bir ABD türetmesi olduğunuanlamış, kabul etmiş değil. Nasıl ki TürkiyeABD için elli yıl Sovyetler Birliği’nin yıkılmasındarol oynadıysa; Taliban da benzer birrol oynadı ve ABD’ye o kadar destek verdi.Ona rağmen ABD Taliban’ı çökertti. Demekki, değişim çok köklüdür, stratejik düzeydedir.Dolayısıyla ABD-Sovyet çatışmasınınstratejik duruşu, ilişkileri tümden değişiyor.Sadece ABD-Sovyet çatışma dönemininilişkileri değil; onu öncesinde Alman-İngilizçatışması döneminin stratejik duruşları dadeğişiyor. 20. yüzyıl sistemi tümden değişiyor.Dolayısıyla eski dostluk ilişkileri neolursa olsun, yeni dönemde çıkarlara hizmetettiği zaman devam eder, etmezse aşılırlar.Bu bakımdan NATO üyeliği bile bir verideğil aslında. NATO da tartışma gündeminegirdi. BM bir yana bırakılarak Irakoperasyonu düzenlendi. O ilişkiler de artıkbağlayıcı, koruyucu, tutucu ilişkiler değil.Çıkarlara ters gelirse, ne BM gücü, ne NA-TO üyeliği bir etken olmuyor.●“ABD, Suriye müdahalesini Filistin-‹srail bar›fl›na ba¤lad›. E¤er çat›flmalar› oradadurdurabilirse, o zaman Suriye tam bir kuflatmaya girecek. Bu olmaz da Filistin-‹srailçat›flmas› devam ederse, o zaman ABD aç›s›ndan hem Irak’taki, hemFilistin’deki durum Suriye’ye müdahaleyi gerektirir. Filistin’de ve Irak’ta Suriyeile çat›flaca¤›na, do¤rudan Suriye’ye müdahale ederek çat›flmas›n› sürdürür.Askeri mant›k ve siyasi mücadele onu gerektirir.”Türkiye alternatifleri yoketme politikas›n› yenidendevreye koyuyorTürkiye, ABD ile çelişkili duruma düşünce,AB ile ilişkilerini geliştirerek kendinebir dayanak yaratmaya çalıştı. Çıkarılanyasa paketlerini böyle değerlendirmek gerekir.AKP’nin politikasından ya da Türkiye’nindemokratikleşme isteminden kaynaklanmıyor.AB, Türkiye’nin ABD ile çelişkili durumadüştüğünü görünce; daha fazla yanına çekmekiçin, birlik içine alma umudunu birazdaha yeşertti. Tayip Erdoğan Avrupa’ya gezilerlebirlikte, Rusya’ya da gitti. Rusya ileilişkilerini geliştirmeye yöneldi. Bir de bölgedekistatükocu güçlerin birliğini yaratmayaçalışıyor. Statükoyu korumak için, adeta birdevlet gibi hareket ediyorlar. Oligarşik sistem,hala çeşitli oyunlarla, baskılarla kendiniayakta tutabileceği, yaşatabileceği kanaatinde.Bu konuda ABD’den gelen yıkıcıtehdit karşısında böyle bir yaklaşım içindeydi.Fakat Süleymaniye operasyonu ve diğerbazı yaklaşımlarla, ABD’nin rejimi ciddi tehditettiği, kolay ve kısa vadede anlaşamayacaklarınıgördüler. ABD’nin duruşu Türkiye’dekirejimin köklü değişimini gerektiriyor.Türkiye bunlar karşısında Kürtlere yönelmeyiesas aldı. Tipik bir alternatifleri yok etmepolitikasını yeniden devreye koyuyor.ABD’yi alternatifsiz, karşılıksız bırakmak içinyeni bir alternatifleri yok etme, ezme konseptineyöneldi. Çok yönlü bir politika yürütülüyor.Esas olarak hareketimizin ezilmesive tasfiye edilmesi amaçlanıyor. Serhildanakalkan kadınlara, gençlere yöneltilen baskı,saldırı; planlı bir topyekün saldırının, yeni birbastırma ve özel savaş konseptinin parçasıdır.Askeri operasyonlarla gerillayı ezme çabalarıyine dış alanda yürütülen yoğun diplomatikfaaliyetler bu temeldedir. Gerillaya şiddetidayatarak, yönetime karşı operasyongeliştirerek, pişmanlık kanunu ile teslim olmayıdayatıyorlar. Diplomatik faaliyetle de siyasiçalışmaları, dış alanda propaganda çalışmalarınıdurduracaklar. Böylece demokrasikuvvetini, Kürt özgürlük hareketini ezmişolacaklar. Bir aydır bu konsepti çok yoğun birbiçimde uygulamaya koymuş durumda vebunu devam ettiriyor. Bununla, oligarşiye alternatifolan gücü ortadan kaldırma amaçlanıyor.ABD ile stratejik olarak uyuşamıyor,sorunlarını çözemiyor, anlaşamıyor, amaABD ile ittifak yapacak bir alternatif bırakmayarakonu boşluğa düşürmek istiyor. Bu, bilenenOsmanlı politikacılığını kemalist cumhuriyetde bir politika olarak uyguladı. Şimdidaha net böyle bir politikayı uygulamaya koyuyorlar.Böylece ABD ne kadar karşı çıkarsaçıksın, Türkiye’nin alternatifini, muhalefetinibulamazsa sonunda onunla uzlaşmakzorunda kalacak hesabı yapılıyor. Bu cumhuriyet,İngiliz sistemiyle de öyle uzlaştı. İngiltere’ninile ittifak yapabilecek olan bütünmuhalifleri yok etti, sonunda İngiltere’nin muhatapalacağı, ilişki kurmaya mecbur olduğutek siyasi güç olarak kendini bıraktı ve İngilizsistemi içerisine öyle girdi. Ancak o zamanlarI. Dünya Savaşı’ndan çıkılmıştı, dinamiklertümden ezilmişti. Sovyetler birliği vardı,Kürtler çok zayıf durumdaydılar, Ortadoğuçok geri durumdaydı. Siyasi gücü ve tecrübesiolan yer İstanbul ve Ankara idi. Bunlaradayanarak o strateji başarı kazandı. Şimdibu dayanakların hiçbirisi yoktur. Bu nedenle,Türkiye ikinci kez öyle bir politikayla başarılıolamaz. ABD karşısında o biçimde durup dakendisiyle ilişki kurmaya mecbur bırakamaz.Eğer Türkiye bu biçimiyle demokrasi hareketiniezerse; ABD de Türkiye’nin direnciniezer ve Türkiye’yi tümüyle kendine uşakhaline getirir, o derekeye düşürür. Türkiye’nindurumu böyle bir dönemeçtedir. İçmuhalefet, demokratik muhalefet ezilir yada değiştirici bir güç haline gelemezse, Türkiyeeskisi gibi sistemin uşağı haline gelerek,çok geri bir duruma düşecektir. Bunuönlemenin yolu içte demokrasi mücadelesinigeliştirerek, demokratik değişimi gerçekleştirmektir.Türkiye için başka bir gelecekalternatifi yoktur. Kendi onurunu, bağımsızlığını,iradesini koruyacak bir gelecek yoktur.Türkiye’de demokrasi, özgürlük olacaksabu, demokratik değişim ve Kürt sorunu-


Sayfa 10Temmuz 2003Serxwebûnnun demokratik çözümü temelinde olacak.Bu gerçekleşmezse, Türkiye’nin İngiltere’yeyaptığı gibi ABD’yi kendine mecbur bırakmapolitikası başarısız kalacak, o zaman ABDmüdahalesine açık olacak. Yani ya demokratikmüdahale inisiyatifi ele geçirecek, biryeni Türkiye yaratacak, Türkiye irade ve duruşkazanacak ya da ABD müdahalesine ardınakadar açık olacak. ABD müdahalesiyleABD’nin istediği yönde değişecek.ABD’nin Irak müdahalesinin bölgeye yayılmasıdurumunu, Süleymaniye operasyonuolmadan, Önderlik değerlendirmeleriylemevcut duruma bakarak değerlendirdik. İraniçin bir savaş olabileceği, Suriye’yi daha çokdaraltıp kuşatıp teslim alma, ama olmazsaorada da bir çatışmaya dönüşebileceği, Türkiyeiçin ise öncelikle eleştirilerle ekonomik,siyasi, kültürel müdahale, ama bunlarla sonuçalmazsa askeri müdahalenin de gündemegelebileceğini değerlendirdik. Biz Önderliğin1 Eylül planlamasını böyle değerlendirdik.Türkiye’yi dış müdahaleye açık durumdançıkartmak için içten demokratik müdahaleningelişmesi gerektiği sonucunu çıkardık.Türkiye yönetimi bu durumu anlamışdeğil. Türkiye’nin mevcut stratejik duruşunudeğiştirmek için ABD’nin askeri müdahalesigelişebilir. Güncel politika açısından bakıldığındamüdahale etmez gibi görülüyor, amaçok hızlı ve köklü bir değişim süreci yaşıyoruz.Bunun olmamasının iki yolu var. Birincisi;ABD’nin siyasi, ekonomik, kültürel müdahalelerleTürkiye’yi değiştirip kendi istediğiyöne çekmesi, buna karşıt olarak diğeri;Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu demokratik değişimikendi iç yapısıyla sağlaması yani içtenbir demokratik müdahalenin gelişmesi.Ne olursa olsun içten demokratik müdahale,demokratik değişim dönüşüm gerçekleşmeli.Bu, silahlı yöntemi içerse bile bumüdahale yapılmalı. Çünkü bu olmazsaABD müdahale edecek ve Irak’taki gibi Türkiye’yide en ileri düzeyde kendi egemenliğialtına alacak. Süleymaniye olayları bunuaçıkça gösterdi. Süleymaniye operasyonuTürkiye ile ABD arasında bir askeri çatışmanınbaşladığı anlamına gelmez, amaşimdiye kadar ki müdahalelerin, uyarılarınbaşka yöntemlerle yapıldığı düşünülürse,müdahalelere yeni bir yöntemin, askeriyöntemin eklendiği açıkça görülür.Bu sürecin bir netleşme süreci olduğu,bir dönemeç anlamına geldiği buradan çıkıyor.Önderlik Türkiye’nin mevcut stratejisininsonunun geldiğini, bunun karşısında halklariçin özgürlük ve irade kazandıracak bir çıkışayönelmek gerektiğini görerek, bu durumudeğerlendirdi. Amerika Irak’ta bir hamle yaparak,eski statükoyu aşmada bir askerimevzi kazandı. Önderlik ise buna karşılıkTürkiye’de bir hamle yaparak eski statükoyuaşmada halkların demokratik sistemi doğrultusundabir mevzi elde etmek istiyor. YeniOrtadoğu’nun nasıl şekilleneceği konusundaABD’nin geliştirdiği emperyal, imparatorlukçizgisine karşı halkların demokratik birlik çizgisininde bir alternatif olabilmesi, Türkiye’desağlanacak gelişmeye bağlıdır. ABD çıkarlarınıngerçekleşmesine olanak sağlayan zeminiortadan kaldırmak için; belirsizliği aşan,demokratik değişimi gerçekleştiren bir müdahalegerekiyor. Önderliğin planlar, projelerortaya koyarak gerçekleştirdiği siyasi müdahaleburada anlam kazanıyor. Bu proje böylebir değerlendirmeye dayanıyor ve bir çözümprojesidir. Nasıl ki Amerika’nın bölgeyeyönelimde bir planı, projesi varsa; Önderlikgerçeği de kendi netliğini, onun karşısındademokrasi, özgürlük hareketini geliştirmeküzere, Yol Haritası’nı ve Çözüm Projesi’nisundu. Bu işlemezse; demokratik çözümüçok yönlü mücadeleyi geliştirerek gerçekleştirmekgerekecek. 1 Eylül’ü tarih vermesi veartık ateşkes sürecinin son bulacağını belirtmesibu anlama geliyor. ABD müdahalesineaçık kapı bırakmayacak şekilde Türkiye’yidemokratik yöntemlerle ya da silahlı çatışmalarındevreye girmesiyle değiştirmeyiesas alıyor. Devrimci demokratik güçler şimdimüdahale edemez, inisiyatif geliştiremezlerse;sadece bu çürütme, tasfiye politikasınıizleyen yönetim kaybetmez, demokrasi veözgürlük güçleri de kaybedeceklerdir. Türkiyeüzerinde Amerika inisiyatifi gerçekleştiğinde,iç dinamiklerin zayıflaması, kaybetmesidurumu ortaya çıkacak. Yeni Ortadoğu’nunAmerika’nın istediği doğrultuda şekilleneceğigittikçe kesinleşmiş olur. Amerikamüdahaleleri elbetteki onun istediği bir sisteminkurulmasına yol açar. Yoksa halkların çıkarınıöngören bir sistemin kurulmasını ortayaçıkarmaz. Bu bakımdan halkların özgürlükve demokrasi hareketinin bir gerçek halinegelebilmesi de, şimdi aktif, etkin girişimlerlekendisini geliştirmesine bağlıdır.AKP’ye verilen rol demokratikgüçlerin tasfiyesidirÖrgüt olarak bu sürecin netleştirilmesikonusunda, 11 Eylül ve Irak Savaşısürecinde buradaki durumu ve olası gelişmeleriolağanüstü düzeyde ele aldık. Bu temeldeSaddam Hüseyin rejiminin çözülmesiçerçevesinde Irak’ta ve Ortadoğu’da başlayanyeni süreci değerlendiren, halkların yararına,demokrasi ve özgürlük doğrultusundagelişmeleri öngören yeni programımızınuygulanabilir bir güncel projesini sunduk.Bütünlüklü bir çözüm önerisini, Kürdistansorununa demokratik çerçevede çözümüretme programını sunduk. Bu, Irak’ta başlamışolan ve bütün bölgeyi kapsayacakolan eski statükonun parçalanması temelindeyeni bir Ortadoğu’nun nasıl oluşması gerektiğineışık tutuyordu. Bu çerçevede de birmücadele içerisine girdik. Hem programımız,hem yürüttüğümüz mücadele bu geçenüç ay içerisinde bizi daha etkili ve güçlü halegetirdi. Özellikle değerlendirme düzeyimizve çözüm önerilerimiz herkesi etkiledi.ABD’nin askeri müdahalesine paralel bizimkide eski statükoya, siyasi planda bir müdahaleanlamı taşıdı. Pratikte bizi ilerleten, düşünceolarak da yeni Ortadoğu çözümünüoraya çıkaran bir gelişme düzeyi yaşadık.Önderlik bu stratejik duruşun pratik, taktikgelişimini sağlamak üzere taktik adımlar atmayıve taktikte aktif olmayı gündemleştirdi.Kürt sorununa demokratik çözüm için, yolharitası projesi böyle ortaya çıktı.Kürt sorunuyla ilgili herkesin çözüm arayışındaolması, net olması ve demokratik yaklaşımıöngörmesi gerekiyor. Bu konuda diğergüçler bu çağrıya ne cevap verecekler? Türkiyeyönetiminin çözümü; Türkiye için de birdemokrasi hareketi oluşturan özgürlük ve demokrasihareketimizin tasfiye edilmesi oluyor.KADEK öncülüğünün tasfiye edilip böylecesorunun muhatabının ortadan kaldırılması,inkar ve imha sürecinin işletilmesi oluyor.Öyle anlaşılıyor ki Türkiye yönetimi, AKPhükümetini geçmişteki özel savaş hükümetlerigibi değerlendirmek istiyor. Yani AKP’nintoplumdan aldığı desteği, yine siyasi gücünü,dıştan aldığı desteği demokrasi güçlerini tasfiyeetmenin aracı olarak kullanmayı hedefliyor.AKP hükümetine böyle bir rol biçilmiştir.Yoksa ona bazı demokratik değişiklikler yapmainisiyatifi tanınmış değil, devlet yönetimibuna karar vermiş değil. AKP’nin gücü, demokrasihareketini tasfiyede kullanılıyor. Şuçıktı ortaya; Amerika 3 Kasım seçimleriyleAKP’nin bu biçimde meclise ve hükümete taşınmasıyla,Türkiye’yi Irak Savaşı’nda kullanmayıhedeflemişti, ama başarılı olamadı.Türk oligarşisi de demokrasi güçlerini tasfiyeetmekte kullanmayı hedeflemişti, hala budoğrultuda çaba harcıyorlar. Başarıp başarmayacaklarını,mücadelenin sonucu belirleyecek.Ama onu rolü, demokrasiyi tasfiye etmek.O nedenle ciddi bir değişikliğin olacağınıbeklememek gerekli. Bu konuda kendilerinihenüz zorunlu görmüyorlar.Türkiye’de, özellikle yönetimlerde bir demokratikzihniyet yok. Oligarşi egemenliğinikorumak için her türlü değeri savaşa sürmektesakınca görmüyor, bundan geri durmuyor.Değişimin önünü açmak zorunda olduklarınıkabul ettirememişiz. Bu konuda esas olarakdemokrasi güçlerinin durumunun değerlendirilmesigerekiyor. Halkın siyasi gücü örgütlenip,birleştirilip siyasi arenaya çekilemedi. Diğeryandan çeşitli yönetim çevreleri üzerindeyeterince baskı gücü, caydırıcı konumda olamadılar.“Bu yönetim neye güvenerek halamevcut politikayı uygulamakta ısrar ediyor?”diye soruluyor. Elbette “ben demokratım, ilericiyim,özgürlükçüyüm” diyen güçlerin zayıflıklarına,dağınıklıklarına, etkisizliklerine güvenerekyapıyor. Başka herhangi bir dayanağıyoktur. Umut bağladığı güç, demokrasi hareketininzayıflığıdır.Burada yürüttüğümüz mücadelenin, yaklaşımlarımızın,politikalarımızın özellikle depratik uygulama düzeyimizin, stratejik ve taktikanlayışımızın ve onu uygulama durumumuzunsorgulanması gerekiyor. Serhildanhareketinin ne kadar örgütlü olduğu, halkıngücünü ne kadar örgütleyip, birleştirip mücadeleyeseferber ettiği, gericiliğe ne kadar darbevurduğu, onu ne kadar demokratik yöndedeğişime zorladığı konusu üzerinde durmakgerekiyor. Eğer stratejik çizginin gereklerineuygun olarak bunlar yapılabilmiş olsaydı,şimdi Türkiye oligarşisinin bu biçimde ayaktakalması ya da hala bu politikalarda ısrar etmesi,inkarı bu koşullarda da sürdürebileceğiniumut etmesi elbette mümkün olmazdı.Stratejiyi kavramada, onu uygun politikalarla,taktiklerle hayata geçirmede, örgütleyip mücadeleyedönüştürmede ciddi zayıflıklarımızvar. Serhildan hareketimiz parçalı kalmıştır.Bir kampanyadan diğerine geçmiş, ama herbiri kendi yerinde kalmıştır. 2001 baharındabaşlattığımız kampanyaların tümü bu durumdadır.Dolayısıyla serhildan hareketi bir düzeydemücadele yürüttü, halkı eylem içindetuttu, gericiliği teşhir etti, ama inkar sisteminikıracak bir siyasi etkinlik ortaya çıkaramadı.Çıkarabilseydi şimdi bu hususları bu biçimdetartışmayacaktık, belirsizlik diye bir şey olmayacaktı.Demokrasi ve özgürlük cephesindeçok güçlü bir inisiyatif oluşacaktı. Çözümüoligarşide aramak, beklemek, hala onları “çözümünyolunu açın” diye zorlamak bile bizimbir zayıflığımızın sonucudur. Güçlü olanlarbaşkalarından çözüm beklemezler, kendileriçözümün üreticisi, yaratıcısı olurlar.Bu noktada bir güçsüz, zayıf duruşunvarlığı açık. Bir hafta önce Ankara’da “Türkiye’nindemokratikleşmesi ve Kürt sorununaçözüm” diye bir konferans yapıldı. Sözde birsürü aydın, yazar, siyasetçi birleşti. Ama birçağrı bile yapamadılar. Tartış tartış, sonraçık git... Önderlik, “bir komite oluşturabilirler”demişti. Önderliğin oluşturduğu somut yolharitası bildiri olarak sunulmasına rağmen,sözde Türkiye’yi yönettiğini söyleyen çevrelerbir tutum belirleyemediler, görüş sunamadılar,çağrı yapamadılar, bir mesaj oluşturamadılar.Hiçbir sorumluluk üstlenmediler.Bazıları da, örgüt olarak ne istediğimiz çokbelli olmadığı için, yine net olmadığımız içinkarar veremediklerini söylüyorlar. Buradasorumsuz bir yaklaşım var. Şunu görmemizgerekiyor; çözümsüz olan sadece oligarşideğildir. “Ben demokratım” diyenlerin ne kadardemokrat olduğunu sorgulamak gerekiyor.Kürt sorununa ne kadar çözüm önerdiklerinisorgulamak gerekiyor. Örneğin cumhurbaşkanıda demokrattır. Bazı konulardaağzını açtı mı, demokrasi bülbülü kesiliyor.Fakat onun demokratlığı; halkların, emeğinbastırılıp denetim altına alınması, inkar sisteminindaha güçlü yürütülmesi için ortamınaçılması demokratlığı oluyor. Bu da oligarşiyedemokrasi istemek oluyor. Buna oligarşinindemokrasisi demek gerekiyor. Yoksa,gerçekten de halklara, ezilenlere, sömürülenlere,işçiye, memura, kadına, Kürt’e, diğerkültürlere hak veren, onların özgürce gelişmeortamını öngören bir demokrasi değil.Belli ki bu zihniyet, o sol, sosyalist, demokratgeçinen birçok çevrede hakimdir. Bunu Ecevitdaha iyi formüle etti; “milliyetçi sol” dendi.Milliyetçi solun demokratlığı diktatörlüktür.Küçük burjuva diktatörlüğü oluyor. SaddamHüseyin çizgisi, tam da böyle bir çizgiydi.Buradan baktığımızda aslında Türkiye’ninhiçbir kesimi çözüme ulaşmış değil.Bu nedenle aslında bırakalım oligarşiyi,●“Önderlik Türkiye’nin mevcut stratejisinin sonunun geldi¤ini, bunun karfl›s›ndahalklar için özgürlük ve irade kazand›racak bir ç›k›fla yönelmek gerekti¤ini görerek,bu durumu de¤erlendirdi. Amerika Irak’ta bir hamle yaparak, eski statükoyuaflmada bir askeri mevzi kazand›. Önderlik ise buna karfl›l›k Türkiye’debir hamle yaparak eski statükoyu aflmada halklar›n demokratik sistemido¤rultusunda bir mevzi elde etmek istiyor.”onun yönetici çevrelerini; sosyalist, solcu,demokrat olduğunu söyleyen çevreler dehenüz çözüm oluşturamamışlar. Bu konudazayıflık var. Hızlı, kısa vadede çözüm aramakve beklemek doğru değil, bütün bu durumlarımücadeleyle değiştirmek gerekiyor.Ne yaptığını bilmeyenlerin ortada dolaşmasıdurumu söz konusudur. Somut, çözümleyicideğildirler. Bu sorunlar bu kadar basityaklaşımlarla çözülseydi, zaten bu kadaruzun sürmezdi ve bu kadar ağır bir yükoluşturmazdı. Ciddiyet, sorumluluk ve cesaretgerektiriyor. Biraz hakçı ve adil olmayıgerektiriyor. Yoksa beylik laflarla, genelduruşla, çok ezbere yaklaşımlarla sorunlarınçözümü mümkün değildir.Bunları doğru bir çözüm çizgisine ve birlikiçine çekecek bir öncülüğü, serhildanmücadelesini ortaya çıkartamadık. Bizimyapamamış olmamız, başkalarının iyi durumdaolduğu anlamına geliyor. Oysa hiçbirşey yapacak durumda değildirler, yapmairadeleri yoktur. Bütün bu hususlar sorumluluğu,görevi döndürüyor gerillanın üzerineyüklüyor. Aslında paylaşmak istemiştik,paylaşmanın önünü ardına kadar da açtık.Fakat değişik çevreler görev ve sorumluluküstlenmedi. Biz de görev sorumluluk üstlenen,iş yapan bir kesim ortaya çıkartamadık.Tekrardan görev, sorumluluk öncüye,gerillaya düşüyor.Saddam’› koruyaraközgürlükçü olunmazİran ve Suriye de, Türkiye’yle aynı pozisyondadır.Farklı bir Kürt politikaları yok.Tam tersine hepsi de, –aynı Türkiye gibi–geçmişte inkar etmedikleri Kürt’ü şimdi neredeyseinkar eder duruma düşerek, birsendrom yaşıyorlar. Çünkü artık aşılmanoktasındalar. Kendilerini reforme etme,değiştirme güçleri yok, kaskatıdırlar. Yıkımlayüz yüze olunca da, kendilerine yıkımıdayatanlar içerisinde en etkili güç olarakKürtleri görüyorlar ve bu rejimlerde Kürtkarşıtlığı giderek daha bariz hale geliyor.Dolayısıyla Türkiye’yle tam bir birlikleri, ittifakları,benzerlikleri var.AB ikiyüzlülüğünü sürdürüyor. Kendi çevrelerindeTürkiye’ye bir değişimi dayatıyorlarama çok programlı, zorlayıcı değil. 20. yüzyıldanasıl kabul etmişse şimdi de olduğu gibikabul ediyor, sesini çıkartmıyor. Sebebi deTürkiye imkanlarını Avrupa’nın çıkarlarınauygun hale getirmektir. Türkiye bunu hissediyor,onun için Avrupa’nın yaklaşımlarınıgeçiştirilebilir buluyor. Bu anlamda Avrupa,“azınlıklar, Kürtlerin hakları” dese de çok tutarlıve dayatıcı değil. Öyle olsaydı, Türkiyeçözüm üretmek zorunda kalırdı. Bu bakımdanAvrupa, çıkar yaklaşımını sürdürüyor.Hatta biraz da, yeniden çatışmalar gelişmezmi, böylece Türkiye kendilerine daha muhtaçhale gelmez mi, Türkiye’nin ekonomikkaynaklarını bu temelde daha fazla sömüremezlermi, bunun arayışı, beklentisi de var.ABD, İran’la çatıştığında da mücadeleiçinde en önemli faktörün Kürtler olacağınıgörüyor. Suriye için de durum böyledir. Türkiye’yekarşı ise; bunu daha iyi görür oldu.Amerika Türkiye’nin oligarşisine, onun bu sistemine,bu çizgisine, bu zihniyetine mecburkalmak istemiyor. Onun için de Türkiye’ninezmek istediği muhalefeti, Türkiye’yle birlikteezmeye yönelmiyor. Yani demokratik olduğuiçin ya da Kürtleri ve demokrasi hareketini beğendiğiiçin değil, kendi çıkarları için bunu yürütmüyor.Demokrasi hareketi ezilirse, Türkiye’ninmevcut politik stratejisi üzerinde etkiliolamayacağını görüyor. Böyle bir rejimi savunmanındemokrasisi, özgürlüğü olmaz. “Burejimi savunmayanlar Amerikancı olurlar” deniliyor.İşte bu ikilem yanlıştır. Mücadeleyi, çelişkilerisadece süper sermaye, uluslararasıgericilik ile bölge gericiliği arasında; Amerikaile Türkiye yönetimi arasında gören yaklaşımyanlıştır. Bu yaklaşım halkları reddediyor,emekçileri, ezilenleri yok sayıyor. Egemenlerive onların örgütlü, siyasi güçleri arasındakiilişki ve mücadeleyi esas alıyor. Türkiye’dekisolculuğun büyük bir kesimi o noktaya geldi.Sözde işçi sınıfını savunuyorlardı, Türkiye’dekiyönetime karşı ayaklanmıştı.Devam› 35’te


Serxwebûn Temmuz 2003Sayfa 11Erkek akl›n›n somutlaflm›fl ifadesi devletseKad›n›n duygu yüklü zekas›n›n ifadesiDemokratik Ekolojik Toplumdurİdeolojik kimlik olarak çağın önünekonulan demokratik uygarlık antitezive onun uygulama itibariyle eşitlikçi,özgürlükçü yapılanmasına yeniden ulaşmasında,mevcut açığa çıkan gereklilik degöz önünde bulundurularak, olmazsa olmazkabilinden bir zorunluluk da karşımızaçıkmaktadır.Çağın gelişim seyri içerisinde yaşananparadoksların çözümlenmesinde en temelhalkayı ve kilit noktayı oluşturan cins çelişkisiylekadın; ben merkezci, aşırı çıkarcı,duygu ve düşünceyi birbirinden soyutlayan,sömürüyü kendinde içselleştiren, toplumsallaşmayıret temelinde bireyciliği terciheden, erkek aklıyla mücadelede kendini aktifkılmakla yükümlüdür. Toplum bilincininoluşumu ve toplumsallaşmanın yaratımındaözne durumunda olan kadın, toplumsallaşmayıparçalayan sınıflı toplum gerçeğiylekaybettiklerini yeniden kazanmanın mücadelesiiçerisindedir. Toplumsallaşma veona paralel gerçekleştirilen uygarlığın, kadınınneolitikte yarattığı teknik güçle geliştirdiğibilinmektedir. Ama ne var ki, aynı teknikgüç, toplumu sınıf temelinde bölmeninde bir aracı olarak erkek egemen zihniyettarafından kullanılmıştır.Özgürlüğün geliştirilmesinde maddi birzemin teşkil edecek tekniğin, yeniden kadıneliyle pozitif bir rol oynayıp, verilecek mücadeleile toplumsal çıkarlara kanalize edilebileceğide bir gerçektir. Sümer rahip geleneğininyarattığı sınıflaşma boyutu, devletinortaya çıkışında ve onun ilk ilke ve biçimlerininbelirlenmesinin en temelde sorumlusudur.Toplumun köleleştirilmesini, bireyin kullaştırılmasınıöngören bu sistemin, devletintanrı statüsüne yükseltip, kutsallık değeri atfetmesiylesonuçta insanlık en üst düzeydebir sömürü ve baskıyla karşı karşıya kalmıştır.İşte erkek aklının insanlık aleyhine geliştirdiğien olumsuz durum, sınıflı toplum yapılanmasıve devlet olgusudur. Kutsallık kisvesialtında yüceleştirilen devlet olgusu,Kral Sargon’un ilk emperyalist ve yayılmacıatılımlarıyla toplumdaki sömürü ve ezen ezilençelişkisinin giderek, daha da perçinlenmesineön ayak olmuştur.Günümüze kadar asıl karakterini koruyarakdeğişim diyalektiğini ters yüz edendevlet aracı, özünde kendi yaratıcısı olanegemen zihniyetinin, erkek aklının bir ürünüdür.Devlet aygıtının giderek derinlik kazanmasındave kurumlaşmış siyaset olarakvarlığını sürdürmesinde kapitalizmi eleştirenmarksist sosyoloji bile, kendi pratik veyönetim gerçeğiyle öne sürdüğü teorilerinintersine düşerek Lenin’in “Proleterya diktatörlüğü”ile daha da kötüsünden bir kaosasürüklenmiştir. Diktatörlük kelimesinin özü,sömürüyü oluşturduğu gibi, bunun işçi sınıfıadına yapılması da fazla bir anlam taşımamaktadır.Devlet olgusunun doğru çözümlenememesi,toplumun özgür gelişimini ve sınıflaşmanınortadan kaldırılmasına ket vurduğugibi, tam da sınıflı toplum yapılanmasının istediğigibi, bir yanlışa düşerek kendi sonunuhazırlamıştır. Nitekim Sovyetlerin siyasalekonomik, sosyal, kültürel anlamda sorunlarabütünlüklü bir çözüm getiremeyişi de,onu en kötüsünde bir yıkımla karşı karşıyagetirmekten kurtaramamıştır. Gerçekleşentüm süreç içerisinde kadının örgütlülüğü vevarlığı küçük burjuva bakış açısından kendinialıkoyamadığı gibi, geleneksel sınırlarındışına çıkmasına izin verilmemiş, toplumsalyozlaşmanın ve çürümüşlüğün kendini enfazla yansıttığı alan kadın olmuştur. Erkekaklının adeta büyük bir hayranlık duyarakyükselttiği sömürüyü daha da katmerleştirerek,artırdığı her dönemde devleti ayakta tutabilmek,onun en temel amacı olmuştur.Devlet aracıyla insanların ve toplumlarınkendine, emeğine yabancılaşması en fazlada din olgusuyla işlenmeye çalışılmıştır. Sınıflıtoplum sahipleri militarist egemen zihniyet,kendi ideolojik kimliklerinin yaşam bulmasındainanç değerlerine en çirkinindenbir kullanım nesnesi haline dönüştürmüşlerdir.Sümer döneminde kadının tapınaklardafahişeleştirilmesinden tutalım, başlangıçtakiilerici karakterle açığa çıkıp, sonradan iktidargüçleri tarafından bağnazlaştırılan dörtbüyük din öncesi ve sonrasında bile kadın,dinin yozlaştıran baskıcı, aklı körelten uygulamalarıylakendi özünden ve kadın duygu“Kad›n, Demokratik Ekolojik Toplum Koordinasyonu’nun geliflmesindede en temel dinamik güçtür. Çünkü toplum olgusunu gelifltirenkad›na alternatif öne ç›kar›lan bireycilik olgusu, erkek akl›n›nyaratt›¤› sisteminin temel ruh özelli¤inin en güzel yans›mas›d›r.Kendi ç›karlar›n› en kutsal de¤er olarak gören bu ruh,kad›n toplumsallaflmas›yla yo¤un bir çat›flma içerisindedir.”ve düşünce gücünden bir soyutlanmayı yaşayarak,inanç sistemlerinin en derinindenbir kölesi haline gelmiştir.Tek tanrılı dinlerin gelişimiyle kadın muazzambir statü kaybına uğrayarak, akıl ve duygugücü yadsınmıştır. Resmi anlamda kadınafahişelik rolü veren yahudilikte erkek eksenlibir karakterle bir gelişim seyri izlediğiiçin, özgürlük ve eşitlik kavramından yoksundur.Hatta kendini üstün ırk gören yahudilerde,kadın seçilmiş ırk değildir. Kadına yalnızcaneslin üremesine taşırıcı rol verilirken, bütünyaratma eylemlerinin asıl sahibi erkekolarak belirlenerek, kadın bedeni akıl almazbir dışlanmayı yaşarken, kadının düşünceeylemi kesinlikle reddedilmiştir. Yahudi toplumsalyapılanmasında, kadına yaklaşım öylesineileri bir boyuta ulaştırılmıştır ki, yahudilerher gün dualarında tanrıya “beni kadın yaratmadığıniçin sana şükürler olsun” derler.Günümüz gelişen 21. yüzyıl gerçeğindeyahudi toplumunda kadın statüsü ve rolüçok fazla değişmezken, kadın edilgen, pasifpozisyondan kendini kurtaramamıştır.Zerdüşt’te ise, kadın reddedilmediği gibi,büyük bir saygı ve kutsallıkla ele alma vardır.Kadın, güzellik, adalet, iyilik, aydınlık,barış, erdemlilik ve doğruluk gibi tanrıçalıközellikleriyle bütünleştirilirken, zamanlaZerdüşt felsefesinde de erkek aklının iktidaryaklaşımlarıyla özünden bir kopuşu yaşamıştır.Zerdüşt felsefe geleneği yaşadığımızsüreçte halen belli izleri taşısa da, kadınnoktasında Zerdüşt’ün yaklaşımı yaşatılamamaktadır.Kendi felsefeleriyle sınıflıtoplumun kurumlaşmasına katkı sunanSokrates, Platon ve Aristo gibi düşünürlerinolumlu bir kadın yaklaşımları olmadığı gibi,kadınla ilişkilenmenin düşük bir kültür olduğunudillendirerek, kadının üremedeki fizyolojikgerçeği bile reddedilerek, bilimselolgular dıştalanmıştır. Kadına yönelik böylesiinkarcı bir konumun devlet karakterinintemel çizgileri olduğunu belirtmek güç olmamaklabirlikte, böylesi bir dönemde kadınınduygu ve zihin gücüyle kabul edilebileceğimümkün olmadığı gibi, salt boyuneğmesi gereken bir varlık statüsünden öteyegidememiştir. Bugün kıyasladığımızdaerkekteki Aristo mantığının aşılamamasınıntarih kökenleri de buradan gelmektedir.Hz. İsa ve Hz. Muhammed’de başlangıçtakadına verilen önem ve yüceltme, iktidarsavaşımlarının kurbanı olmuş, başlangıçtakiözlerini koruyamamışlardır. Hz. İsa’nın Meryemşahsında kadına duyduğu sevgi, bugününbatı toplumunda kof, içeriği boş, özgürlükyanılsamalarının dışına çıkamamıştır. Hz.Muhammed’in Hz. Hatice, Hz. Fatma ve Hz.Ayşe’nin akıl gücüne duyduğu saygı, yerinien zirvesinde gerici rejim ve erkek egemenkarakterin elinde dumura uğratılarak tümfonksiyonları felç edilmiştir.Özellikle Ortadoğu özgülünde kadınıntoplumsal norm ve törelere riayet etmesinde,gericileşen islamiyetin bir baskı unsuruolarak kadın üzerinde ruhsal ve bedenselanlamda yarattığı tahribat ve uyguladığışiddet değişmezlik arz ederken; bunun tersyüz edilmesinde kadının bilinç ve örgütlülükkazanarak, yeniden yitik özgürlük arayışlarınınfarkına varmasında tek çıkar yol gibi“Kad›n›n gelifltirdi¤i ilk uygarl›k de¤erlerinde bilginin gücüne ulaflt›¤›kesindir. Bu da kad›n›n bilime olan yak›nl›¤›n› gün yüzüne ç›karm›flt›r.Kad›n hem elindeki bilgiyle, do¤ada aray›fllar, araflt›rma ve denemeleriçerisine girerek toplumsal refah ve mutlulu¤a ulaflmada temel verileriortaya koyarken; fleytan, cad›, kötülük oda¤› gibi nitelendirmelerleafl›r› bir kuflkuculuk yarat›lm›fl, insanl›¤›n ayd›nlanmas›nda veilerlemesindeki pay› hep inkar edilmifltir.”gözükmektedir. Bu noktada toplumsallaşmanınasıl sahibi kadın, aklının ve onun“duygu yüklü” zekasının devreye girmesikaçınılmazdır.Kadın, Demokratik Ekolojik Toplum Koordinasyonu’nungelişmesinde de en temeldinamik güçtür. Çünkü toplum olgusunu geliştirenkadına alternatif öne çıkarılan bireycilikolgusu, erkek aklının yarattığı sisteminintemel ruh özelliğinin en güzel yansımasıdır.Kendi çıkarlarını en kutsal değer olarakgören bu ruh, kadın toplumsallaşmasıylayoğun bir çatışma içerisindedir. Günümüzkapitalist dünyasında her şeyi paraylaözdeşleştiren bu sistemin yarattığı birey,parayı tanrısallaştırarak kadın ruhundanuzaklığın en bariz göstergesi olan bireyciliğiadeta şaha kaldırmıştır. Toplumu bireyden,bireyi toplumdan koparan bu paradigmanıniçerisinde olduğu girdaptan kurtulabilmesiiçin ancak birey toplum arasındaoptimal bir dengenin sağlanmasıyla gerçekleşecektir.Batı uygarlığında toplumsal tüm değerleridıştalayarak düşünceden, duygu dünyasındankoparak mekanikleşen, her şeyisalt maddi tatmin sınırlarıyla ölçerek insanideğer olgularını kaybeden bireyle, Ortadoğugerçeğinde aşırı baskıcı bir toplumsalnorm içerisinde kendi iradi güç ve yetenekleriniyitirerek, sorgulama, düşünce yetisinikaybeden, gölgesine bile sahip çıkamayan,aşırı duygu ve inanç değerlerine boğulanbireyde olduğu gibi, dengeli bir gelişim seyriniyaşanmamasında, erkek aklının veonun oluşturduğu sistemin belirleyici birrolü vardır. İşte bu noktada da çözümleyicitek güç olan kadındır.Kendi karakter şekillenmesinde bir bireysellikve toplumsallık ölçülerine yer verenkadının, sistemle mücadelede manevi ruhyüceliği, hakikat ve sevgi arayışındaki doğallığı,paylaşımcı, eşitlikçi, hakimiyet kurmayönlü özelliklerinin olmamasından kaynaklıdemokrasi özüyle yeni bir birey ve toplumunşekillenmesinde sanatsal bir içerikoluşturacaktır. Erkeğin yok ettiği hümanizmolgusunun yeniden kaynağına kavuşması,insanı değersizleştiren, anlamsızlıklar yumağıhaline dönüştüren, insan vicdanını veonurunu sömüren, her türlü çürümüşlüğü veyozlaşmayı bir erdem sayan bu gerici zihniyetlesavaşımıyla mümkün olacaktır.“En yüce değer insandır” diyen BaşkanApo’nun sözünü adeta ters yüz eden bu erkekaklı, kadın aklının hep eksik, akılsız,sürekli günah işleyen ve ona teşvik edenkonumda göstererek, tüm olumsuzluklarınonda mahkum edilmesi, erkek tarafındançok bilinçlice ve kararlılıkla yürütülmeye çalışılmaktadır.Bu yüzden yeni ideolojik kimliğinen temel kavramlarından biri olan hümanizmlekadının tekrardan buluşması kaçınılmazolduğu gibi, en yeni insanı yaratma,onun temel ideolojik görevidir.Başkan Apo hümanizmin yeniden gerçekanlamına ulaşmasını şu şekilde ifadeediyor: “İnsan artık hazır dogmalara, tanrılaratutsak ve kul edilmek yerine, onlardan koparılmaktave öz iradeleriyle kendini eğitenyaratan bir kimliğe sahip kılınmaktadır. Zihindebağımsız ve yeni düşüncelere açık birdüşünce tarzı hakim olmaktadır. Duygularıylaistediği renkleri, sesleri, tatları, sıcaklığıseçmekte, günden güne çorak olmaktankurtulan ve büyüleyici bir anlama yol açandünya imgesine yol açmaktadır. Egemenlerininsanlara kapattığı dünya tüm haşmetiyleyeniden doğmaktadır. Doğanın her tarafıesrarlı görünmekte ve keşfedilmeyi beklemektedir.Yaratıcılığı tanrı işi olmaktan çıkarıpbir insan özelliği haline getiren öz güvenduygusu gelişmektedir. İnsan artık kendi kaderinitayin edebilecek bir döneme gelmektedir.”Buradan da yola çıkarak, özündekihümanizmi yeni bir aydınlanma gücüneulaştırılarak geliştirecek olan kadın, geçmişteinsanlaşmayı öğrettiği erkekle yeniden birinsanlaşma mücadelesine girecektir. Bu dazekasını doğru kullanmasıyla, aklın sağ duyusunagüvenmesiyle ve yürekle vicdanihuzuru geliştirmesiyle bağlantılıdır.Erkek aklının hükmünü sürdüğü alanlardanbiri de bilim ve onun gelişiminde temelöneme sahip olan bilgiyi ele alış gerçeğidir.Bilimin, toplumsal sistemin temel ilkesi halinegelişini sürekli engelleyen devlet ve onunerkek karakteri bilimsel ahlak gücünün gelişimindeengelleyici bir konumdadır. Kadınıngeliştirdiği ilk uygarlık değerlerinde bilginingücüne ulaştığı kesindir. Bu da kadınınbilime olan yakınlığını gün yüzüne çıkarmıştır.Kadın hem elindeki bilgiyle, doğadaarayışlar, araştırma ve denemeler içerisinegirerek toplumsal refah ve mutluluğa ulaşmadatemel verileri ortaya koyarken; şeytan,cadı, kötülük odağı gibi nitelendirmelerleaşırı bir kuşkuculuk yaratılmış, insanlığınaydınlanmasında ve ilerlemesindeki payıhep inkar edilmiştir. Çünkü kadının zekasındanhep bir ürkmeyi yaşayan erkek, bilgiyive bilimi de özünden boşalmaya uğratarak,kendi tekeline almıştır.Devam› 26’da


Sayfa 12Temmuz 2003SerxwebûnE⁄‹T‹M YAfiAMIN KEND‹S‹D‹RApocu hareket bir ideolojik eğilimolarak ortaya çıktı, grup olarakşekillenişi bir teorik çalışma grububiçiminde oldu. Dönem, mutlak suretteonu gerektiriyordu, çünkü o dönemde yapılmasıgereken, karşı karşıya bulunduğumuzsorun olarak Kürt sorununu doğru tanımlamak,o soruna doğru ad koymak vesahiplenmekti. Sorun açığa çıkarılmadan,doğru tanımlanmadan, bütün özellikleriyleortaya konulmadan onu çözüme ulaştırmakda mümkün değildi.Böylesi bir dönemde soruna sahiplenmekamacıyla ortaya çıkan kadronun temelçalışmasının sorunu tanımlamak olacağı,dolayısıyla bu amaçla teorik araştırmave inceleme faaliyetine yöneleceğiaçıktır. Yapılan da bu oldu. Sorunu öncegenel hatlarıyla tanımlamak önemliydi.Bunu yaparken de salt dar bir Kürt sorunuçerçevesiyle sınırlı kalmak, Kürt gerçekliğinidünyadan, toplumdan ve tarihsel koşullardansoyutlayarak ele almak mümkündeğildi. Böylesine bir milliyetçi yaklaşımsöz konusu değildi. Bunun ötesine varan,çok kapsamlı bir yaklaşım vardı. Önderliğinbugün ortaya koyduğu genel bakış açısıve felsefi yaklaşım, o dönemde de aynenvardı. Elbette bu bakış açısı sonradandaha da belirginleşerek netleşti, kökleştive sağlamlaştı. Ama genel itibariyle elealındığında dünyaya bakış açısındaki sağlamlık,o dönem açısından da mevcuttu.İnsanlığı kavrama, tarihsel süreç içerisindeinsan toplumunun geçirdiği gelişim evrelerinibilince çıkarma, bunun içerisindede Kürt sorununu bir yerlere yerleştirme,bu gerçeklik içerisinde doğru tanımlayaraközelliklerini ortaya koyma, Apocu yaklaşımınözünü oluşturuyordu.Dönem kadrosu, her şeyden önce Kürdistantarihine ilişkin bilgiler edinmek durumundaydı.Bu konuyla ilgili araştırmalaroldukça sınırlıydı ve belki de o dönem yapılmasıgereken, diğer ulusal kurtuluş hareketlerininpratiklerinden sonuçlar çıkarmaktı.Kadronun ilgisi daha çok diğer mücadelelereyöneliyordu. Bir de canlı birmücadele ortamı vardı. Vietnam Devrimihala sürüyordu. Kamboçya ve Lagos’ta daaynı durum söz konusuydu. Mozambik veAngola’da ulusal kurtuluş hareketleri vardı.Afrika’dakiler klasik sömürgeciliğe, Asya’dakilerde yeni sömürgeciliğe karşı mücadeleediyorlardı. Bunlara yönelik yoğunaraştırma ve incelemeler vardı. Bütünbunlar kadrolarda ulusal kurtuluş bilinciningelişmesinde çok önemli bir rol oynuyordu.Bu mücadelelerin temel karakteristiközellikleri, direkt emperyalizme ve sömürgeciliğeyönelmiş olmalarıydı. Dünya çapındaoluşturulan yeni sömürgecilik sistemininbaşını ABD emperyalizmi çekiyordu.Dolayısıyla mücadele ABD emperyalizmineyöneliyordu. O açıdan ulusal kurtuluşhareketlerinden söz edildiğinde, aynı zamandaonların antiemperyalist karakterlerindensöz ediliyordu.Bu ortamda kadronun şekillenmesi antiemperyalistve sosyalist temelde oluyordu.Sosyalist bilinç, kadronun şekillendiğitemel bilinçti. Buna, reel sosyalizmin etkiside dahil edilebilir. Ama Apocu kadronunbaşlangıçta tümüyle reel sosyalizme göreşekillendiğini öne sürmek, kesinlikle doğrudeğildir. O koşullarda reel sosyalist sistemiçerisinde de bölünmeler vardı. Enbaşta Çin-Sovyetler Birliği çatışması, dahauygun bir deyimle Pekin-Moskova çatışmasıçok yoğun yaşanıyordu. Bu çatışmadataraflar birbirlerini marksizm-leninizmdensapmak ve ona karşı mücadeleiçerisinde olmakla itham ediyorlardı. AncakApocu hareket açısından bunlardanbirinden yana tavır alma biçiminde biryaklaşım söz konusu değildi. Bu konuyakuşkulu yaklaşım, sosyalizmi bilimsel temeldeöğrenmede, kadronun bu tarzdaşekillenmesinde belirleyici oldu. Önderliğinkarakteri grubun şekillenmesine tümüyledamgasını vurdu.O dönemin kendine has son derece büyükzorlukları, ciddi sorunları vardı. Bir de,tehlikeli bir ortam mevcuttu. Bir inkar ve imhasistemi ile onun tümüyle susturarak dilsizhale getirdiği bir toplum gerçekliği sözkonusuydu. Kadro, böyle bir ortamda ortayaçıkıyor ve inkar edilen, yok olduğu söylenenbir sorunun gerçekte varolduğunu,yok saymakla yok edilemeyeceği iddiasını,imhacı bir güce dayatıyordu. Ortada Kürdistansorunuyla ilgili herhangi bir veri yoktu.Bu ortamda “Kürdistan sömürgedir”deyimi büyük önem taşıyordu. Bu, kadronunelinde son derece büyük bir silahtır. İkikelime ile “Kürdistan sömürgedir” denildi,bir cümlelik bir gerçeklik ortaya çıktı ve insanlaro cümlede dile getirilen gerçeği değiştirmekamacıyla yaşamlarını mücadeleyeadadılar. Kemaller, Hakiler, Hayriler veMazlumlar böyle ortaya çıktılar.Geçmiş bir mücadele, yani hareketindayandığı bir miras yoktu. Kadro, imkansızlıklarüzerinde şekilleniyordu, imkanlarıkendisi yaratacaktı. Her şey aleyhteydi.Birinci olarak karşıda bir düşman gerçeğivardı. İkinci olarak, Kürt sorununa sahipçıkan diğer gruplar, tehdit ediyor, “Kürdistan’asınıf mücadelesiyle girerseniz, Kürdistan’aen büyük düşmanlığı siz yapmışolursunuz, ayağınızı kırarız” diyorlardı. YineTürkiye solu karşı idi. Bir de Kürt toplumununkendisi karşı idi. Böyle bir ortamdakarşıtlıklar, güçlendiren etkenlere dönüştürüldü.Bu önemli bir durumdur. Önderlikkolaylıklar içerisinde ve hazır imkanlarüzerinde ortaya çıkmadı; tam tersine zorluklarıgörerek, onlara karşı mücadeleyigöze alarak değer ortaya çıkarmayı ya dafırsatlar oluşturmayı esas yöntem olarakbenimsedi ve kadroya bunu verdi. O döneminkadrosu da bunu gördü.Bu dönemde Apocu harekete katılankadroların geldikleri sınıf kökeni, ağırlıklıolarak yoksul köylülüktür. Bunlar, aydınkesimden geliyorlar, ama yoksul köylü kökenlidirler.İşçi sınıfı kökenli olan arkadaşlarda vardı. Böylesi bir köken, emekçi kökendir.Bu durum onların kararlılığını arttırıyor,dolayısıyla hareketin sınıfsal özellikleriniçarpıcı kılıyor ve ona demokratik birkarakter kazandırıyor. Bu dönemde devriminiki temel karakteri ulusal yan ve demokratikyandır. Ulusal yanıyla sömürgeciliğe,sınıfsal yanıyla da feodal kompradorgüçlere karşıdır. Demek ki kadro birinciolarak, sömürgeciliğe ve onun gerisindekiemperyalizme karşı olacak; ikinci olarakda işbirlikçi feodal kompradorlara karşıolacaktı. Bu anlamda bir proleter çizgiolarak ortaya çıkmış ve bu özellikler, kadroyuşekillendirmiştir.Silahlı mücadele, bütün toplumu ayağakaldıracak bir mücadele olarak elealındı ve halk savaşı olarak tanımlandı.Onun ilk biçimi olan gerilla savaşı, 15Ağustos Atılımı ile başladı. Silahlı mücadeledöneminin kadrosunun da temelözellikleri var. Bu dönemin temel çelişkisiulusal çelişkidir. Silahlı mücadele belli birhedefe yöneliyordu. İster istemez kadroyubunlar şekillendirmiştir. Mücadele işbirlikçiliğeyöneliyor, bu kadroyu şekillendiriyor,ama en başta şekil aldığın güçdüşmanın tanımlanmasıdır.Mevcut durumda yeni stratejiden, bununlabağlantılı olarak kadronun farklı birşekillenme içerisine girmesi gerektiğindensöz ediyoruz. Mücadelemiz Türkiye halkınıetkiliyor. Türkiye’de şovenizm çok fazlakışkırtılmış olsa da, ileri düzeyde bir Kürtkarşıtlığı halk tabanında ortaya çıkmamıştır.Bu çok önemlidir. Bunun bir realite,olumlu bir gerçeklik olarak kabul edilmesigerekir. Kadronun da kendisini buna göremutlaka değiştirmesi, savaşa göre oluşanşekillenmenin bir yana atılması gerekir.Nasıl ki, geçmişte kadro esas olarak ideolojiyegöre şekillendi ve ideolojik bir kadrotipi ortaya çıktıysa, ’90’larla birlikte de pratikçiliğidevrimciliğin kendisi olarak algılayanbir kadro şekillenmesi doğdu. Bu noktadakadro gerçeğini yeniden ele almak vedoğru bir şekillenmeye ulaşmak, son derecebüyük önem taşıyor.Mücadeleye do¤ru kat›l›mdo¤ru kararlaflmayla bafllarKürt gerçekliği, aslında insanlığınbaşlangıcını ifade ediyor, yani insanlığınkaynağında vardır. İnsanlığın yaşamınıngüvence altına alınmasında, birtür olarak insanın yaşama, dolayısıyla doğayakatılmasında, yaşamı süreklileştirerekhep daha ileri götürmesinde Kürt’ünrolü belirleyicidir. Ama Apocu hareketindoğuşu öncesinde Kürt halkı, insanlığınen dibindeki insan topluluğudur. ÖrneğinHint toplumu kastlara bölüştürülmüş bir“PKK’nin dayand›¤› bir miras yoktu. Kadro, imkans›zl›klar üzerinde flekilleniyordu,imkanlar› kendisi yaratacakt›. Her fley aleyhteydi. Böyle bir ortamda karfl›tl›klar,güçlendiren etkenlere dönüfltürüldü. Önderlik kolayl›klar içerisinde ve haz›rimkanlar üzerinde ortaya ç›kmad›; tam tersine zorluklar› görerek, onlara karfl›mücadeleyi göze alarak de¤er ortaya ç›karmay› ya da f›rsatlar oluflturmay› esasyöntem olarak benimsedi ve kadroya bunu verdi.”toplumdur. Kastları oluşturan sınıflar içerisindeen altta olan sınıf, paryadır. Paryaile hayvan arasında fazla bir fark yoktur,paryanın bir kimliği bile yoktur. Bu yönüyleele alındığında Kürtler, Apocu hareketindoğuşu öncesinde insanlığın paryası durumundaolan bir halk konumundadır.Apocu hareket bu noktadan yola çıkarakKürt’ü doğduğu kaynaklar üzerindeyeniden yeşertmeye, yaşamla yenidenbuluşturmaya çalıştı. Önderliğin bahsettiğigibi, destansı bir çalışma yaratıldı. Özgürkadronun yaratılması konusunda Önderliğinyürüttüğü çalışma, gerçektendestansı bir çalışmadır. Bu, her türlü ölçüyükaybetmiş, her türlü değere yabancılaşmışve değersizliği değer olarak benimsemişbir halk gerçekliği içinden çıkanşekilsiz, amorf halindeki insanı ele alıp işleyerek,ondan özgür bir insan yaratmaçabasını ifade ediyor.Önderlik bu insanı sorguladı ve onudeğiştirme çabasına yöneldi. Bu çabadaÖnderlik kendisine değişik sorular sordu.Binlerce kadroyu bizzat eğitti, militanlaştırmayaçalıştı. Onlar, kadrolaştırılmakdurumunda olan insanlardı. Bu noktadaharcanan emek veya ortaya çıkan gelişmeküçümsenemeyeceği gibi, kesinlikleinkar edilemez. Öte yandan kadro, Önderliğecevap olamadı. Bu çabalarla bütünleşerek,kendi çabasını Önderliğin çabalarınakatarak özgür insanlar, dahadoğru bir deyimle, özgürlük istemi vebeklentisi içinde bulunan bir halkın öncülerihaline gelmediler.Bu duruma gelememe neye yol açtı, nasıltrajedilere götürdü? Bunun bedelleri çokağır oldu. Bir sefer, müthiş kayıplar yaşandı.Bu, başka ülkelerdekine benzemeyenbir kayıp durumudur. Sovyetler Birliği İkinciDünya Savaşı sırasında en az on milyon insanınışehit verdi. En az otuz milyon insanıda bu savaşta gazi oldu. Vietnamlılar Amerikalılara,Japonlara ve Fransızlara karşımücadele içerisinde en az bir milyon kayıpverdiler. Ama bunlar genel bir halk mücadelesiiçerisinde verilen kayıplardı. Bizde yaşanankayıplar ise bunlara göre çok dahasınırlıdır. On binlerden söz ediyoruz. Amabu on binler bir partinin en seçkin elemanları,yıllarca veya aylarca Önderliğin eğitimindengeçmiş, en seçkin emeğin ürünüolan kadrolardı. Bunlar neden bu kadar erkendenşehit düştüler? Bizim yetersizliklerimiz,Önderliğin çabalarına ve beklentilerinegerçekten karşılık veremeyişimiz nedeniyleböylesine erken şehadetler verildi. Bizimhatalarımız yoldaşlarımızı kaybetmemizeyol açtı. Yetersizliklerimizin bedelleri çokağır oldu. Sonuçta bizim bu yetersizliklerimizinyol açtığı en ağır trajedi Önderliğinesareti oldu.Bu noktada namuslu olmak, bu gerçeklikkarşısında kendini sorgulamak, Önderliğinesaretinin kendi konumuyla bağlantısınıgörebilmektir. Özeleştirel bir yaklaşımsergileyerek çıkış yolunu aramak gerekiyor.İşleri o kadar karmaşıklaştırıyoruz ki,adeta bilinçli bir biçimde saptırma çabasıiçine giriyoruz. “Başkan Apo’nun istediğitarzda insan olmak, özgür insan halinegelmek mümkün değil. Önderlik söyler, bizde kendimize göre yaparız. Bizim söylediğimizdaha gerçekçi, Önderliğin bize dayattığıfazlasıyla ütopik. Dolayısıyla gerçeğesarılmak daha doğru, ütopyaların peşindekoşmak yanlıştır” yaklaşımı var.Kadronun Önderlikle savaşımı, bu tarzdayürüyor. Kadro, her şeyin biraz da kenditarzında olmasını istiyor. “Her şey Önderliğindediği tarzda yürümez. Bu, insan iradesinemüdahaledir. İnsanın iradesi herşeyi kaldırmayabilir, Önderlik insan iradesineaşırı ölçüde yükleniyor. Bu doğru değil,burada yapılması gereken kişisel sınırlarabiraz daha özgürlük atfedebilmek, dolayısıylakişinin özgürlüğüne yaşam sahasıaçmak, herkesin bireyciliğini de konuşturabileceğibir ortam yaratmaktır” deniliyor,Apocu harekete bu dayatılıyor.Apocu harekete katılmak demek, gemileriyakmak, yani eskiyle tüm bağlarınıkoparmak demektir. Sadece fiziksel olarakApocu hareketin içerisinde yer almakyetmez; düşünsel, ideolojik ve kültürelolarak düşmanla, yani düzenle tüm bağlarınıkoparmak gerekir. Yepyeni bir düzenve yaşam iddiasıyla ortaya çıkmanın anlamıbudur. Kadro olmak, bu anlama geliyor.Öncü veya kadro, halka yeni bir yaşamseçeneği sunan insan demektir. Gelecekteyaşanmak ve tüm halka yaygınlaştırılmakistenen yeni yaşam seçeneğinikendi kişiliğinde somutlaştıran insan, öncüdür.Öyle olmaz, militan kendisini budüzeyde netleştirmez ve yeniden yapılandırmazsa,orada bir militan gerçekliktensöz etmek mümkün değildir.Ters şekillenmeden veya bir yanlışlığınApocu harekete ısrarla dayatıldığı


Serxwebûn Temmuz 2003Sayfa 13gerçeğinden söz etmek gerekiyor. Dayatılan,bireyin kendi özellikleridir. Oysa buözellikler gerçekte bireye özgü olan veyaona ait olan özellikler değildir. Keşke kişikendisi olabilse! Kadro gerçeği açısındanbunun son derece can alıcı önemi var.Aslında sorunların kaynağında bu var.Kuşkusuz sorunlar dönemsel olarak değişikliklergösterebiliyor, farklı boyutlarıylaortaya çıkabiliyor, ama öze inildiğindehepsinin kaynağının ortak olduğunu görmekmümkündür. Aynı kaynaktan beslendiklerigörülebilir. Kaynakta neler var? Birincisi,sınıfsal olarak küçük burjuvalık;ikincisi sömürgeci egemen düzen veyasömürgecilik gerçeği; üçüncüsü, tarihselolarak ele aldığımızda, kölelik sistemleridir.Kürt’ün iki bin beşyüz yıllık kölelik tarihialtında şekillenen bir kişilik yapısı var.Yani bir kölelik mirası ve ondan devralınanözellikler mevcut. Tarihsel bagajdabirikmiş ne kadar kötülük ve kir varsa, onlarınadeta bir miras gibi devralınarak kişiliktetemsil edilmesi gerçeği söz konusudur.Bütün bunlar, kadronun içindençıktığı ulusal ve toplumsal gerçeklik nedeniyletaşıdığı özellikleri ortaya koyuyor.Oysa ki, Apocu harekete katılırken birey,her şeyden önce bir tercihte bulunuyor.Bir sefer, Apocu gerçeklikle düzenarasında tam bir karşıtlık var. Bu, iki dünyanınkarşıtlığı gibi bir karşıtlıktır ve yer ilegöğün birbirinden ayrılığı ölçüsünde birkarşıtlığı ifade ediyor. Yani ya birinden olacaksın,ya diğerinden; her ikisinden birdenolmak mümkün değildir. Bu açıdan, tercihyaparken, içerisinden gelinen koşullarauygun bir biçimde kendini yeniden şekillendirmek,şart oluyor. Bu, bir kararlaştırmaylabaşlar. Kararlaşmayla işe başlamakdemek, Apocu harekete gerçekten doğruanlamda giriş yapmak demektir.Kadronun temel özelli¤iörgütselli¤idirKadro deyince akla en başta örgütgelir. Bir örgütün en sağlam insanı,yani o örgütün gerçekleştirmek durumundaolduğu temel görevleri omuzlamayahazır insanı, o örgütün kadrosudur. Yanikadro denince akla tek başına bireysel birvarlık değil, bir topluluğu, bununla birliktebu topluluğun da üyesi olduğu bir örgütüakla getirir. Demek ki, örgüt olmak çokönemlidir, her şeyin başında gelir. Devrimcimücadelelerin gelişmesi için iki temelözellik gerekir. Önce objektif koşulların olgunlaşması,yani toplumdaki çelişkileringelişip güçlenmesi, uzlaşmaz karşıtlıklarbiçimine dönüşmesi gerekir. Bununla birliktesınıfların toplumu eskisi gibi yönetememeleri,alttaki sınıfların ise eskisi gibiyönetilmek istememeleri gerekir. Bunlar,devrimin objektif koşullarıdır. Kürt halkınıneskisi gibi yaşamak istememesi gerçeği,devrimin objektif koşullarının son dereceolgunlaştığını gösterir. Kürt halkı, bununda ötesine ulaşarak, bu konudaki çelişkileriönemli ölçüde çözmüştür. Halk olarak dabölgesel çapta öncü bir halk konumundadır.Ancak bu gelişme yeterli değildir. Öncükadrolara ve onların birliğine ihtiyaçvar. Öncü örgüttür. Öncü örgüt denince isekadro akla gelir.Burada kadro gerçeğinin ciddi bir biçimdesorgulanmasında yarar var. Kadronunen temel özelliği, onun örgütselliğidir.Kadro, örgütselliğini hangi konuda geliştirecek?Birincisi, ideolojik planda kendinigeliştirecek ve belli bir ideolojik düzey kazanacaktır.İdeolojik düzey nedir? Bizimideolojimiz, sosyalist ideolojidir. Demek ki,kadro sosyalizmi benimsemiş, sosyalizmleyoğrulmuş ve sosyalist bir kişilik olarakşekillenmiş bir kişilikle ortaya çıkmak zorundadır.Kadronun gelişkin bir ideolojikdüzey kazanması, sosyalist bir kişilik halinegelmesi şart olduğuna göre, küçük burjuvalığınsosyalizmle alakası olamaz! Sosyalizmmülksüzlükse, küçük burjuva dünyasıözel mülkiyet dünyasıdır. Küçük burjuvazidir,çünkü küçük mülkiyet dünyasınaküçük mülkiyetle girilir. Mülkiyeti sürekli birbiçimde yaratan sınıf, küçük burjuvazidir.Kadronun küçük burjuva özelliklerden kopamamasınasıl ortaya çıkıyor? Küçükşeylere sevdalanmasından, küçük bir mülkiyetininolması isteminden kaynaklanıyor.Bu, bütün insanlık için bir dünya kazanmakyerine, “benim küçük bir dünyam olsun”demek anlamına gelir.Kadro, kendisine bir aile kurmamış daolabilir, ama bu durum, aileciliği hiçbir şekildeyaşamadığı anlamına gelmez. Kendisinekalıplar oluşturmak ve onlar içerisinesığınmak, aileciliğin bir yansımasıdır.Kendine sınırlar çizmek ve o sınırların içerisindekalmayı tercih etmek, aileciliğin takendisidir. Bu, aşiretçilik bile olmayan, yanio çapa bile ulaşmayan bir geriliğin ifadesioluyor. Talabanicilik ve Barzanicilikböyledir. Onlar aileyi temsil ediyorlar. MeselaBarzani bir aileyi temsil eder. KDPtopluma hakim olmaya çalışırken, en baştaen kilit noktalara Barzani ailesindenadamlar yerleştirir. Ardından diğer aileleritehditle kendisine bağlayarak egemenolur. Aslında temsil ettikleri bir dünya var.O dünyayı devam ettirebilmek için her şeyiyaparlar. Örneğin Apocu hareket kadınıözgürleştirmeye çalışıyor. O ise her şeyinikadının köleleştirilmesi üzerine kurmuş.Çünkü sistem kölelik üzerine, aynı zamandaailecilik üzerine kuruludur. Ailecilik veaşiretçilik köleliğin ifadesidir. Aile dünyası,en küçük mülk dünyasıdır. Sorgulamayıburadan geliştirmek lazım.Demek ki, ideolojik olarak sosyalist olmakdemek, genelleşmek ve evrenselleşmekdemektir. Sosyalizmin en temel karakteristiközelliklerinden biri budur. İdeolojikolarak sosyalist düzey kazanmak demek,sosyalist bir kişilik haline gelmek demektir.Sosyalist kişilik olmak ise emeğive özgürleşmeyi; kabileciliğe, aileciliğe vebölgeciliğe karşı genelleşmeyi esas almakdemektir.Sosyalist kişiliğe ulaşmayı bazıları sadece“her şeyi paylaşalım” şeklinde elealıyorlar. Yani “PKK’de bazı şeyler yaratılmış,paylaşalım. Yiyip içelim, geçinip gidelim.Bir küçük burjuva yaşam da bizim olsun.Kimsenin sömürüsüne de bulaşmayalım,eldeki miras bize yeter” şeklindeyaklaşanlar var. Sosyalizm bu mudur!Sosyalizm, her şeyden önce insanın insanolması, yani büyümesi ve sosyalleşmesi,ileri bir sosyal düzey kazanması demektir.Sosyalleşme ne anlama geliyor? Sosyalleşmeninsürekli gelişmesi kabileciliğin,aşiretçiliğin ve bölgeciliğin tasfiye edilmesi,parçalanmışlığın ortadan kalkması, insanıngenelleşmesi demektir.Kadronun sosyal düzeyiözgür emekle geliflirİkinci olarak, kadronun ulusal düzey kazanmasıgerekir. Ulusal düzey derkenneyi kast ediyoruz? Birinci olarak, kadrosömürgecilik gerçeğini, yani karşısındakisistem gerçeğini kavramalıdır. Kürtler üzerindeegemenlik kuran bir sistem var ve busistem hala hükmünü konuşturmaya, Kürt’ükölelik koşulları altında tutmaya çalışıyor.Kadro, buna karşı mücadele etmekdurumundadır. Bunu yapabilmek için, önceliklebu gerçekliği bütün özellikleriyleçok çarpıcı bir biçimde bilince çıkarmalıdır.Yine buna karşı savaşarak onu mutlaka altetmeyi, bunu başaracak bir kişilik düzeyineulaşmayı en büyük onur olarak görmeli,bunu yerine getirememeyi bir namus vehaysiyet sorunu olarak benimsemelidir.Namuslu yaşamın en temel ölçüsü olarak,buna karşı mücadeleyi esas almalıdır. Bununlabirlikte bölgeciliğe karşı tavır almalıdır.Uluslaşmak biraz da budur. Ancak aileciliğeve yerelliğin aşiretçilik, bölgecilik,mezhepçilik gibi biçimlerine karşı tavır sahibiolan kişi, kadrolaşma yönünde gelişmesağlayabilir. Bu özelliklerin Kürt’ün köleleştirilmesindetruva atı rolünü oynadığınıçok çarpıcı bir biçimdi bilince çıkarmakşarttır. Ulusal düzey kazanmak, bütünbunlara ulaşmayı ifade eder.Kadro, siyasal bir kişiliktir. Siyasal birkişilik haline gelmek, en başta güç sahibiolmayı akla getirir. Siyaset öz itibariyle güçortaya çıkarma ve biriktirme sanatıdır. Siyasetgüç biriktirme sanatı ise, güç nerededir?Bir sefer insan olarak sendedir.Kadro olarak kendi kaynaklarına ulaşacak,varolan potansiyeli açığa çıkaracaksın.Yeteneklerin var, onları ayaklandıracaksın.Körelmiş yanların var, onları açacaksın.Bütün paslı kilitleri kıracaksın. Yanikendindeki temel güç kaynaklarına ulaşacaksın.Bunlar, insani kaynaklardır. Önderlikkaynaklara ulaştı; fışkırdı ve bir okyanushaline geldi. Belki bir damlayla işegirişti, ama bir okyanusa dönüşebildi. Sende böyle birisin. Senin temel özelliğin nedir?Kendini yormak istemiyorsun. Oysapaslı kilitleri kırmak güç ve çaba ister, yorulmayıgetirir. Sen kendini yormuyorsun.Zorluklara katlanmaya çalışmadığın içinkendini büyütme çabası içerisine girmiyorsun.Siyaset kolaylıklar sanatı değil; zorluklarlauğraşma ve onları alt etme sanatıdır.Güç, zorluklarla boğuşarak elde edilir.Kolay olana meyil etmek, Önderliğin bahsettiğişekilde, ölüme meyil etmek demektir.Her alışkanlık bir kolaylıktır. Alıştığı birdavranışı tekrarlamak, bireye her zamankolay gelir. Bu nedenle alışkanlıklara karşımücadele etmek, onlara yenilmemek birkadro açısından son derece önemlidir.Önderlik hep sigarayı örnek olarak verdi.Bu bir alışkanlıktır, ama bu alışkanlığınözgürlüğe ters bir yanı var. Alışkanlıkla özgürlükbirbirine karşıttır. Alışkanlığın olduğuyerde özgürlük yoktur, çünkü özgürlükbir şeyden özgür olmak veya bir şeye bağımlıolmamak demektir. Sigarayı terk etmiyorsan,özgür değilsindir. Bu basit birsemboldür, ama Önderlik buradan başladı.Önderlik günlük yaşam içerisindeki şeylerdenişe başladı, yani basit olanla yola çıktı.Biz basit olandan yola çıkmıyor, kendimiziterbiye işine küçük adımlarla başlamakistemiyoruz. Büyük kararlaştırma,ama küçük adımlara işe başlama, yani“Kadro profesyonel devrimcidir. Bu noktada y›llarca bu mücadele içerisinde yer alanbir arkadafl›n amatörlükten söz etmesi saçmad›r. On befl y›ll›k prati¤in arkas›ndanamatörlükten söz edilemez. Amatörlü¤ün afl›lamamas›n›, yani tecrübelerden sonuçç›kar›larak profesyonel devrimciler haline gelinmemesini Lenin, son derece modernsilahlarla donanm›fl bir orduya karfl› köylülerin, elde sopalarla savafl›m›na benzetir.”günlük yaşam içinde önüne çıkan gerçeklerdenyola çıkarak kendini yeniden yaratmaeylemine girme yaklaşımı olmalıdır.“Devrimcilik zordur” deniyor. Zor değildir.Zorluk kavramı, ancak şuradan ilerigelebilir: İşi zorlaştıran bir gerçeklik var; oda sınıflı toplum gerçekliğidir. Başlangıçtada insanın zorlukları vardı, ama bunlar,insanın kendisinden kaynaklanan zorluklardeğildi. Başlangıçta insanın zorluklarıhep kendi dışındaki dünyayla karşılaştığıdurumlardan ileri geliyordu. İnsan, savaşımınıiçe değil, dışa yöneltti. Neolitik dönemdeinsan yaşamının güvence altınaalındığı, yaşam sürekliliğinin zafer kazandığıbir toplum gerçekliği var. Ondan öncesindeinsan yaşamı tesadüfe bağlıdır.Toplayıcılık yapılıyor, insanlar gezgin durumda.İyi meyve ağaçlarına ulaşamaz,iyi kök bulunacak yerler bulamaz, avcılıkyapacak bir konumu yakalayamazsa, tükenebilir.Neolitik devrim ise toprağa yerleşmek,toprağı üretime açmak demektir.Tohumları seçmek, üretilebilir gıda maddelerineulaşmak, mesela buğday, arpave mısır üretmek insan yaşamını güvenceyealmıştır. Yerleşik yaşam, ev yaşamınageçmek demektir, bununla birlikte köydüzenine geçiliyor ve köy devrimi gerçekleşiyor.Bunlar önemli gelişmelerdir. Budünya aynı zamanda bir özgürlükler veeşitlikler dünyasıdır. Özgürlükler ve eşitliklerdünyasında çelişki içte değil, dıştadır;mücadele dışa karşı yürütülmektedir.Bu yönüyle ele alındığında neolitikdevrimin yarattığı kazanımlar hiçbir zamanküçümsenmemelidir. Önderlik boşunaneolitik devrim üzerinde bu kadar durmuyor.Gordon Childe –ki Önderliğin ençok yararlandığı bilim adamlarından biridir–neolitik devrimin kazanımlarının kapitalizmin16-20. yüzyılda yarattıklarıyla karşılaştırılabileceğiniortaya koyuyor. Bilimselteknik alanda, kendi koşulları içerisindeneolitik devrimin yarattığı gelişme ancakve ancak bu yüzyıllar arası süreçtekapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesiylebirlikte sağlanan bilimsel teknik gelişmelerlekarşılaştırılabilir.Neolitiğin yaratıcısı olan Kürt gerçekliğininözünde bunlar var. Daha sonra isebir yönüyle bazı gelişmeler yaşansa da,daha çok insan yeteneklerinin körleştirilmesisöz konusudur. Yarattıkça ve efendiyibüyüttükçe, kölenin kendisi küçülür.Efendi aydınlandıkça kölenin dünyası kararır.Bir avuç sömürücü egemene karşıçok geniş kitlelerin gerilikler içerisine hapsedilmesi,giderek yeteneklerinin körleştirilmesisöz konusudur.Kadro, özgürlükler dünyasına girmekisteyen kişi konumundadır. Bunun için kişininbireysel gelişmesi önündeki her türlüengelin ortadan kaldırılması gerekir. Aynızamanda bir zorunluluklar dünyasındayız,sorumluluklar var. Özgürlük, zorunluluğunkavranmasıdır. Bir düşman gerçeği karşısındayız.Bu bir zorunluluktur. Buradan yolaçıkarak, örgüt gerçeğimizi düşman karşısındayürüttüğümüz mücadeleye göredüzenlemek durumundayız. Düşmanınhükmünü sürdüğü ve bizi imha etme tehdidininolduğu bir dönemde zorunluluklar biziçelik disiplinli bir örgüt kurmaya götürür.Bu bir zorunluluktur. Burada özgürlük, buzorunlulukla uyum içinde hareket etmektir.Özgürlüğü kişinin her istediğini yapmasıtarzında algılamak, son derece tehlikelidir.Özellikle içinde bulunduğumuz koşullaraçısından ele alındığında, çok tehlikelidir.Çünkü burada zorunluluğun inkar edilmesisöz konusudur. Objektif gerçekliğin bir yanaatılma durumu var. Bunların da ötesinde,kendi küçük burjuva dünyasını, gerçekliğinyerine koyma yaklaşımı var. Küçükburjuva, sonuna kadar sübjektiftir,kendi niyetleriyle hareket eder. Objektifgerçekliklerden yola çıkmaz. Kendi niyetlerini,istemlerini ve güdülerini gerçeğin yerinekoyar ve her şeyi kendine göre ayarlar.Kendisini dünyanın merkezine koyar,bütün dünya onun etrafında döner. Oysadevrimci, gerçeği esas alır ve onu değiştirmeyeçalışır. Sonuçta ulaşmak istediğimizgerçek insan nedir? Gerçek dünya veyagerçekten yaratmaya çalıştığımız dünyanasıl bir dünya olmak durumundadır? Budünya her bireyin gelişmesinin bütün toplumungelişmesinin önkoşulu olduğu birdünyadır. Yani aslında herkesin özgürleştiği,önünde hiçbir engel olmaksınız potansiyelleriniharekete geçirebildiği, geliştirebildiğibir dünya, özgürlükler dünyasıdır.Demek ki, zorunluluklar dünyasından özgürlüklerdünyasına geçmek, gerçektenuzun zaman alır. Biz bir zorunluluklar dünyasındayaşıyoruz. Burada özgürlük, zorunluluğunuygulanmasıdır; onun kavranmasıve dönüştürülmesidir. Zorunluluğudönüştürmek, özgürleşmenin ta kendisidir.İdeolojik ve ulusal düzeyin ardından,kadronun ulaşması gereken üçüncü birözellik olarak sosyal düzey konusu üzerindedurmak gerekiyor. Sosyal düzey sahibiolmak, emeği esas almaktır. Emek derken,tabii özgür emekle yeniyi yaratma çabasıiçerisinde olmayı kast ediyoruz. Bütünsınıflı toplum özelliklerine, onun hertürlü belirtisine karşı tavır sahibi olmaksızınsosyal alanda bir düzey kazanmaktansöz edilemez. Önderlik, örgüt içerisindebu yaşamı bozmak isteyenlerin olduğunubelirtti. Küçük burjuvalığın yaşamda hakimolması, bu örgütün bozulması demektir.Küçük burjuva özelliklerini Apocu toplulukiçerisinde yaşatmak demek, bu topluluğunarasına iç düşmanı sokmak, bu ortamdadüzenin beşinci kolu gibi çalışmak demektir.Bu açıdan, sosyal düzey kazanmak,her şeyden önce küçük burjuvalığa karşımüthiş bir savaşım yürütmekle mümkündür.Bu yapılmadan sosyal bir düzeyin ka-


Sayfa 14Temmuz 2003Serxwebûn“Kadroyu gerilik halinde tutan temel neden, isteksizliktir. Devrimin objektifkoflullar› Kürdistan’da her zaman için vard›, fakat sübjektif koflul hep eksik olanyand›. Sübjektif koflul, objektif koflullara iradeyle müdahale edebilecek bir gücünortaya ç›kmas› demektir. Kadro olmak, irade olmak demektir. ‹rade ise iste¤i aklagetirir. Bafllang›çta istemek önemlidir. ‹sterse, her fley bireyin hizmetine girer;adeta bütün do¤a bireyin hizmetine girer.”zanılmasından asla söz edilemez. Demekki, kadronun sosyal düzey kazanması,onun örgütselliğini kesinlikle geliştirmesini,örgüt hiyerarşisi içerisindeki rolünüdoğru tespit ederek, bu role uygun davranmasınıgerektirir.Örgütsel düzey kazanm›fl kadroörgütlü ve disiplinli bir kifliliktirBir diğer temel özellik olarak kadronunörgütsel düzey kazanması üzerindedurmak gerekiyor. Kadronun örgütseldüzey kazanması, her şeyden öncekendisini planlı ve örgütlü hale getirmesidemektir. Yani örgütsel düzey kazanmakplanlı, örgütlü ve disiplinli olmayı ifadeeder. En başta da örgütsel hiyerarşi içerisindeüstlendiği role uygun bir pratik yaklaşımiçerisinde bulunmayı gerektirir. Yineinsanla ilgilenmek, bir insan olarak da herşeyden önce kendisiyle ilgilenmek gerekir.Kendini eğitmeye ilgisiz kalmamak, eğitimisüreklileştirmek, örgütsel bir düzey kazanmayıifade eder. Dolayısıyla örgütsel olmak,temelde kendini eğitmektir; kendinieğitmeyi süreklileştirmek, eğitime bağlıolarak kendindeki değişim ve dönüşümüsürekli kılmaktır. Değişim ve dönüşümüsüreklileştiremeyenin, örgütsel özellik kazanmasındansöz edilemez.Apocu hareket, doğuşu itibariyle, bireğitim gücü ve kendini eğiten bir hareketolarak ortaya çıktı. Eskiden bu eğitim, günümüzdeolduğu gibi devreler biçimindedevam eden ve süreklilik arz eden bir eğitimdeğildi. Başkan başlangıçtaki durumailişkin değerlendirmelerde bulunurken, KemalPir yoldaşla olan anılarından söz ederve kendisiyle sadece yarım saat konuştuğuhalde Kemal arkadaşın Apocu hareketinen seçkin ve önde gelen elemanı düzeyinegeldiğini ifade eder. Demek ki, eğitiminbir de bu yönü var. Yani eğitim, dışardanbeklenmesi gereken bir şey değil, kişininkendi inisiyatifi ve öz çabasıyla geliştirmeyeçalıştığı bir pratiktir.Kadro kendi kendini eğiten insandır.Yoksa ihtiyaç duyduğunda devrelere katılan,o devrelerden aldığı birikimle pratiğeyürüyen, bu pratik boyunca aldıklarını tüketenve sonra dönüp yeni eğitim devreleriylekendisini yeniden eğitme çabasıiçerisine giren kişi, gerçek anlamda örgütseldüzeyi yakalamış bir kadro olarakdeğerlendirilemez. Eğitim sürekli bir iştir,yani yaşamın kendisidir. Çünkü pratiğiniçerisinde bulunan insan, sürekli bir biçimdedurum değerlendirmesi yapmak,pratikte ortaya çıkan hata ve eksikliklerdenders çıkarmak durumundadır. Kendihatalarından ders çıkarmayan bir militanınkendini eğittiğinden söz edilemez.Demek ki eğitim, kendi hata ve yetersizliklerinigörerek doğru sonuçlar çıkarmakdemektir. Bu da pratik içerisinde yer alaninsanın en temel özelliğidir.Apocu hareketin kurucu üyeleri veyaBaşkan Apo’nun etrafında şekillenen ilkçekirdeğin içerisinde yer alan insanlar, elbettetemel ilkeler olarak, düşünce ve yaşamolarak Başkan Apo’dan etkilendiler.Daha doğrusu, onların şekillenmesinedamgasını vuran, Başkan Apo’nun buyönlü çabaları oldu. Eğitimlerine nezareteden Başkan Apo’ydu, ama eğitim onlaraçısından biraz da bireysel bir işti. Araştırmave incelemelerini bizzat kendileriyapıyorlardı. Başkan Apo tarafından bellibir yönlendirme vardı, ama bunun dışındadiğer faaliyetler bireysel olarak yürütülüyordu.Arkadaşlar bolca araştırma incelemeyapıyor, değişik kaynaklardan Kürttoplum gerçekliğini öğreniyor, bu gerçekliğideğiştirebilecek militan özelliklerin nasılolması gerektiğini bilince çıkarıyor vekendilerini buna hazır hale getirme çabasıiçerisine giriyorlardı. Bu yönüyle elealındığında örgütsel özellik, onların belkide en temel özelliğidir. Tabii bütün arkadaşlaraçısından bunu belirtmek mümkündeğil, ama Hayri, Mazlum, Kemal ve Hakiyoldaşlar açısından ele alındığında durumbuydu. O arkadaşlar kendilerini eğitmeyisürekli kılıyorlardı. Müthiş araştırıyorlardı.Mesela Mazlum arkadaş müthişbir araştırmacıydı. Ortada bir örgütlenmeninbulunmadığı koşullarda, Onlar enyetkin bir örgüt varmış gibi yüksek bir disiplinlehareket ediyorlardı. Önderliğinvarlığı Onlar için en büyük örgütlenmedemekti ve Önderliğin en sadık izleyicileriolarak ortaya çıkmışlardı. Tabii Onlarında bu harekete kazandırdıkları var. Sergiledikleribüyük kahramanlıklarla gelişmelereyaptıkları görkemli öncülük, en temelözellik olarak Onların örgütsel özelliklerindenkaynaklandı. Onlar mükemmel birerörgütçüydüler.Örgütsel özellik kaynağını ideolojikderinlikten alır. Bunun tersi de doğrudur;yani ideolojik derinliğe yol açan, örgütselözelliktir. İkisi birbirine sımsıkı bağlıdır;birbirini tamamlar ve geliştirirler. Oysakendisini dar pratikçilik içerisine hapsetme,dolayısıyla ideolojik ve örgütsel derinlikkazanamama, mücadele pratiğimizboyunca ortaya çıkan en temel zaaf oldu.Başkan Apo I.Ulusal Konferansa sunduğuve bir manifesto değerinde olan politikraporda hareketin doğuşundan yurtdışınaçıkışına kadar geçen süreçte yaşananpratiği bütün yönleriyle irdeleyerek ve öncünündurumunu çok çarpıcı bir biçimdeortaya koymuştur. Orada, ilkellik denilenbir hastalıktan söz edilir. Her devrimci hareket,başlangıçta elemanlarıyla birlikteamatör bir hareket olmak durumundadır.Amatörlük, her yeni doğan hareketin kaçınılmazkaderidir. Kişi profesyonel olarakörgüte girmez, başlangıçta bir amatörolarak girer, ama giderek kendisini profesyoneldevrimci haline getirir ve sonuçtaprofesyonel örgüt elemanı düzeyineulaştırır. Kişinin henüz ciddi bir pratiğiniçerisinden geçmemiş olması, onu amatörkılan en temel husustur. Bir pratik deneyimdengeçmemiş olmak, yani tecrübesahibi olmamak amatörlüğe yol açar.Amatörlük ise pratikle aşılır.Kadro profesyonel devrimcidir. Bunoktada yıllarca bu mücadele içerisindeyer alan bir arkadaşın amatörlükten sözetmesi saçmadır. On beş yıllık pratiğin arkasındanamatörlükten söz edilemez.Amatörlüğün aşılamamasını, yani tecrübelerdensonuç çıkarılarak profesyoneldevrimciler haline gelinmemesini Lenin,son derece modern silahlarla donanmışbir orduya karşı köylülerin, elde sopalarlasavaşımına benzetir. İlkellik budur. Tabiimodern orduya karşı sopalarla donanmışbir köylü ordusunun yapabileceği fazlaşey yoktur. Onun kaderi, ordu karşısındayenilmektir. Örgütümüzün 12 Eylül öncesindekidurumunu da Önderlik ilkellik olaraktanımlamaktadır.İlkelliğin kaynağında birinci olarak, militanıngeldiği toplumdan edindiği alışkanlıklarıaşmaması, dolayısıyla örgütçü yeteneklerinigeliştirmemesi var. İkinci olarak,sömürgeci toplumun etkileri var. Bu ikisibirleşince militanı geri halde tutan temelözellikler de ortaya çıkıyor.Burada doğru olmayan husus şudur:Kadro kendi yetersizliklerini, içinden geldiğitoplumun özellikleriyle izah edemez. Buyapıldığında, bir gerekçe yaratılmış olur.“Toplumdan getirdiğimiz özellikler veya kişiliğimiziniçinde şekillendiği toplum özelliklerivar. Bunlar bizim profesyonel devrimcilerhaline gelmemizi sağlayan nedenlerdeğil, tersine bunu zorlayan etkenlerdir”denebilir. Fakat düşkünlük, kölelik vekimliksizlik özgürleşmemenin nedeni değil,özgürleşmenin gerekçesidir. Özgürleşmekistiyorsunuz, çünkü düşkünlük var.Düşkünlüğün olduğu yerde yücelmek gereklidir.Benzer bir biçimde küçük burjuvaveya köylü kökenden geliyor olmak, yinesömürgeci egemenliğin yoğun kişilik tahribatınauğramış olmak, bizi geriye çekenve özgürlüğe karşı direnen profesyoneldevrimciler düzeyine ulaşma çabamızı sürekliköstekleyen nedenler değildir. Bununtersi geçerlidir. Yani profesyonel devrimciliğiyakalamamızın gerekçeleridir.Zafere tutkuyla ba¤l›l›kiradenin kayna¤›d›rKadroyu gerilik halinde tutan temelneden, isteksizliktir. Devrimin objektifkoşulları Kürdistan’da her zaman içinvardı, fakat sübjektif koşul hep eksik olanyandı. Sübjektif koşul, objektif koşullarairadeyle müdahale edebilecek bir gücünortaya çıkması demektir. Kadro olmak, iradeolmak demektir. İrade ise isteği aklagetirir. Başlangıçta istemek önemlidir. İsterse,her şey bireyin hizmetine girer; adetabütün doğa bireyin hizmetine girer. Çünkügerçekten isteyen, güçlü bir biçimde isteyenkişi, doğanın yasalarını keşfeder vegiderek onlara hükmeden bir uyumu yakalayabilir.Çelişkileri doğru çözümleyen, zayıfolan yanı güçlü kılmak için çaba harcarsın.Bu noktada tutku önemlidir. İsteğinen aşırıya vardırılmış biçimi tutkudur. Tutkuylabağlılık olunca, kişide hiçbir tereddütkalmaz, dolayısıyla farklı arayışlar da gelişmez.Önderlik iki şeyin birden sevilemeyeceğinidile getirir. Tutku biraz budur; yanibir şeye bağlanmak, iki şeyi birden sevmemektir.“Bazı küçük burjuva alışkanlıklarımıkoruyayım” veya “aileci özelliklerimimuhafaza edeyim, bazı bölgesel özelliklerimide kendimde barındırayım” denir, bununlabirlikte Apocu özellikleri de kendi kişiliğindeşekillendirmenin mümkün olduğuöne sürülürse, burada Apocu özellikleretutkuyla bağlanıldığından söz edilemez.Birkaç şeye birden bağlı olduğunu söylemek,parçalanmış kişiliği akla getirir. Birboyutuyla küçük burjuvalığa, bir başka boyutuylada yerelliğe ve aşiretçi özelliklerebağlı olmakla Apocu olunamaz.Mesela Apocu hareket içerisinde yeralan, dolayısıyla onun bazı özelliklerini kazanmışbir erkek arkadaş, eğer erkek egemensistemin kendisine kazandırdığı özelliklerebağlı ve hakimiyet duygusundan tümüylevazgeçmiyorsa –niyette olmazsabile, objektif olarak onları koruyorsa– parçalanmışbir kişiliğin sahibidir. Buradaönemli olan bütünlüklü bir kişilik kazanmak,komple bir kişilik olarak ortaya çıkmaktır.Kadro komple kişiliğin sahibi olanbir kişiliktir; parçalanmışlığı aşmış, her konudabelli bir düzey kazanmış kişiliktir.Bu noktada bir örnek verilebilir. İbrahim’letanrı pazarlığa girişirler. Konu Gomorakentidir. Gomora gelişmiş bir kenttir,burada insanlar tanrıyla bağlarını kesmişdurumdadır. Dolayısıyla tanrı Gomora’yaöfkelidir. Bu nedenle İbrahim’e bu kentiyerle bir edeceğini söyler. İbrahim şöyleder: “İçinde elli tane inanan insan varsa,yine de Gomora’yı yerle bir edecek misin?”Bunun üzerine tanrı, sadece elli inananınolması durumunda, buraya karışmayacağınısöyler. Bunun üzerine İbrahimdüşünür ve anlar ki, aslında elli insanbile yoktur. Bunun üzerine “kırk olsun”der. Tanrı bu kez de “tamam, kırk tane deolabilir” der. Sonunda sayı ona kadar inerve tanrı “eğer on inanan insan varsa, kentedokunmayacağım. On inananın hatırına,bir yanlışlığa göz yumacağım” der.Fakat on tane bile çıkmaz. Lut, İbrahim’inkardeşinin oğludur ve o da Gomora’daoturur. Dinsel hikayeye göre meleklerLut’un evine giderler ve ona kenti hızlaterk etmesi gerektiğini söylerler. Bunu yaparkende inanan ne kadar insan varsa,bulup yanına alması gerektiğini belirtirler.Lut ise sadece iki kızıyla eşini bulur. Diğerinsanlar kendisiyle dalga geçerler. MeleklerLut’a bir de kentten ayrılırken, ne olursaolsun kimsenin dönüp arkaya bakmamasıgerektiğini söylerler. Şehir alevleriçerisindeyken Lut, karısı ve iki kızıyla birlikteuzaklaşmaktadır. Bu sırada Lut’unkarısı dönüp geriye bakar ve anında tuzdanbir kayaya dönüşür. Onu dönüp geriyebakmaya zorlayan nedir? Şehrin alevleriçerisinde kalmasıdır. O an ne hissedersin?Acırsın. Cezalandırılan durum,eski yıkılıp yerle bir olurken, ona acı duymaktır.Taş kesilen nedir? Eskinin yıkılmasıkarşısında duyulan acıdır.Oysa militan hep öne bakmak ister.Devrimci dönüp geriye bakan, özlediği birşeyleri arayan insan değil, aradıklarınıhep gelecekte bulmak isteyen insandır.Hele hele yıkmak istediği düzen zulüm vezorbalık düzeniyse, bu durum çok dahafazla geçerlidir. Kadroda eskiden kopuşnoktasında yaşanan zorlanmalar var.“Tamam, Önderlik her şey örgüte göre olsundiyor da, bazı şeyler biraz da bizegöre olsun” deniyor. “Düzenden getirdiğimizve kişiliklerimizde varlığını sürdürenalışkanlıklarımız biraz bizde kalsın. Birazda bunları koruyalım” şeklinde yaklaşan,gerçek bir kadro olamaz. O zaman KemalPir’in özellikleri yakalanamaz, yine Hayri’ninve Mazlum’un özelliklerine ulaşılamaz.Dolayısıyla bu hareketin çıkış özelliklerineve Önderlik gerçeğine aykırı hareketedilmiş olur.Demek ki, irade büyük önem taşıyor.Yine bir şeyi tutkuyla istemek ve ona tutkuylabağlı olmak çok önemlidir. Aynı hatalarınsürekli tekrarlanmasında, bu noktadayaşanan zayıflık belirleyicidir. Tutarlılıkve doğruluk, eskiyle tüm bağlarını yerle biretmekle olur. Önderlik her zaman Apocuhareketin bir yolgeçen hanı veya her geleninrahatlıkla yer bulduğu bir mekan olmadığınısöyledi. Gelinir, ama gelindiktensonra da bu örgüte göre olunur. “Bu örgütbana göre olsun” denilmez. Burada önemliolan, bireyden çok, örgütün çıkarlarıdır.Örgüt de halkın çıkarlarına göre olmak zorundadır.Örgütün temel özelliklerini ve ilkelerinibelirleyen, halkın çıkarlarıdır. Dolayısıylaörgüt onu esas almak zorundadır.Halkın çıkarları insanlığın temel çıkarlarıylauyumlu olmalıdır. Bütün insanlıktır, parçaise onun içindeki halktır. Örgüt halka tabiolmak durumundadır. Kadro da örgütetabi olmak zorundadır. Örgüte tabi olankadro son tahlilde insanlığa tabi olan, yaniinsanlığın çıkarlarını esas alan kadrodur.Bu noktada savunmaların yanlış yorumuile işin kolayına kaçan, kendi çıkarınıesas alan bir yaklaşım ortaya çıktı. Bireyolmak, örgüte fazla tabi olmadan bazıözelliklerini korumak şeklinde ele alındı.Örgütün çizgisini özümsemiş, onun gerekleriniher koşul altında yerine getirebilecekgücü kendisinde yaratmış olan bireye kadrodenir. Öyle bir birey olmak, güç ve iradeolmak demektir. Böyle bir kadro, neredeolursa olsun fark etmeksizin bir parti gibidavranabilir. Örgütten tümüyle kopmuşolarak ve kendi başına herhangi bir yerdebulunduğu zaman, partinin orada olmadığışeklinde bir duyguya kapılmaz, çünkü partikendisidir. Kendisi varsa ve faaliyet yürütüyorsa,orada parti var demektir. Kendisinipartinin temsilcisi olarak bilir ve öyleyaklaşır. Diğerinde ise birey olmak, kendiküçük burjuva özelliklerine ve istemlerineözgürlük sahası açmak demektir. Bu birhastalıktır.Militan, tarih yarataneylemlerin sahibidirBaşkan, iradi yönüyle kendisini Lenin’dençok, Hz. Muhammed’e yakınbulduğunu söylerdi. Peygamberde iradiyan müthiş güçlüdür. Siyasette iradi yanayüklenme düzeyi korkunçtur, müthişbir örgütçü yetenek ve müthiş bir pratikçidir.En ilkel bir yapının içerisinden görkemlibir imparatorluk ortaya çıkarmış birhareketin yaratıcısıdır. İslam imparatorluğuyüz yıllık bir süre içerisinde ortaya çıkıyor.Arabistan’da Kureyş kabilesinin içerisindençıkan bir hareket ve İspanya’yı,Afrika’nın önemli bir kesimini, Hindistan’ıişgal edebilecek kadar yaygınlaşan bir evrenseldin ve giderek bir siyasal imparatorlukhaline geliyor. Muhammed’de iradiyan o kadar güçlüdür ki, kendi eylemine odenli yüksek bir anlam yüklüyor ki, Hicretiyeni bir tarihin başlangıcı olarak kabulediyor. İslam’da tarih Hicretle başlar. 632yılı, sıfırdır, yani tarihi oradan başlatır. Bugünkühicri takvim buna dayanır. Bir eylembir tarihi başlatmıştır.Apocu hareketin militanlarının eylemleri,tarih yaratan eylemlerdir. Kadro kendieylemine anlam yüklemelidir. Bu durum,özsaygı ile bağlantılıdır. Özsaygıdansöz edildiğinde, başlangıç itibariyleKemaller, Hayriler gelir; sonradan Onlarınizinde yürüyen, bayrağı daha da yüksekleretaşıyan yoldaşlar akla gelir. Çıkış,bunlarla oldu. Böylesi kadrolar, yenidünyaya bağlılıklarını tutkuyla korudular.İnançlarında asla sarsılma meydana gelmedi.Diyarbakır Cezaevi’nde bulunanyoldaşlarımızın mahkeme salonunda çekilmişbir fotoğrafı var; çok çarpıcıdır.Tüm arkadaşların saçları sıfıra vurulmuş,yani asker tıraşıdır. Bıyıksız ve saçsızdırlar.Hepsi oturmuştur, direkt mahkemeheyetine, karşıdaki divana bakıyorlar. Elleriasker gibi dizlerinin üzerindedir. Tambir hizada otururlar ve o tarzda mahkemedinlenir. Arkalarında da askerler var. Okoşullarda Kemal Pir yoldaş savunma yapıyor.O ortamda düşman tutuklulara oşekilde oturmayı dayatıyor ve herkes bunauyuyor. Yanındaki senin yoldaşındır,ona bakmıyorsun ve direkt karşıdakimahkeme heyetine bakıyorsun. Gözünüoradan ayırmıyorsun. Kemal arkadaş dışarıdane olup bitiği konusunda herhangibir bilgi sahibi değil. Böyle bir ortamdaiken mahkemede kendisine PKK hareketineneden katıldığı sorgulandığında Kemalarkadaş şöyle yanıt verir: “Ben buhareketin geleceğinde zaferi görüyorum.”Biri “kendinizi çok beğeniyorsunuz,kendinizi büyük görüyorsunuz” derse,kadro nasıl yanıt verir? “Öyle bir şey yok,aslında biz çok alçakgönüllü insanlarız”der. Mesela Kemal Pir arkadaş, kendinemüthiş güvenle konuşurdu. Bir toplantıda“kendisini ne kadar büyük görüyor” denildiğindeKemal arkadaş, “biz elbette büyükinsanlarız, komünistiz, siz küçük burjuvasınız.Komünistler küçük burjuvalardandaima daha büyüktür, küçük burjuvalarküçük adamlardır. Biz komünistiz ve gerçektenbüyük insanlarız” demiştir. Kendigücünün farkında olmak, kendinden eminolarak konuşmak önemlidir. Kadro kendindenemin insandır; gücünün, potansiyelininve kendi kaynaklarının farkındaolan, bir de bunları akıtan insandır. Bu anlamdakadro, enerji kaynağı olan, enerjiüreten bir dinamo gibidir.Gelişme sürekli ileri doğru oluyor. Zamanzaman hafif zikzaklar çizildiği için geriyegidiliyor gibi görünse bile, bu durumdevrimin kaçınmaz sonucudur. Devrim yolununengebeli ve dolambaçlı olduğu söylenir.Bu doğrudur, ama akış genelde ileridoğrudur. Apocu hareketin akışı da hepileri doğrudur. Kadro, bunu hızlandırıyor.Kürt halkının her gün binler halinde ayağakalktığı, çok zengin eylemlilikler geliştirdiğibir süreçten geçiyoruz. Ölüye bile can verenhalk coşkusunun yaşandığı bu ortamda,yaşanan gelişmelerden heyecan duymamak,kendini iç dünyasına hapsetmişolmanın sonucudur. Gerçek kişinin bu içdünyasıdır. Bu dünya ise çürümüşlüklerledoludur. İnkarcılık, münafıklık budur. Kadroise büyük bir inanç abidesidir. Apocuhareket, tarihi boyunca olduğu gibi, bundansonra da büyük inanç abideleriyle geleceğikazanmaya devam edecektir.


Serxwebûn Temmuz 2003Sayfa 15Güçlü sanat ve edebiyat hamlesiinkarc›l›¤a karfl› mücadele ile geliflirSanat ve edebiyat hareketimizi frenleyen,geriye çeken, etkisizleştiren eğilimlerinII. Basın Yayın Konferansımız ile II. KültürSanat Konferansımızda mahkum edilerekaşılma sürecine girilmesi, bu eğilimin temsilciliğiniyapan kişilikleri daha net açığa çıkardı.Bu kişiliklerin artık kendilerini maskeleyerekkalamayacaklarının netleşmesi, birkaçış sürecini ortaya çıkardı. Biz bunu birmücadele süreci olarak ele almalı ve bu türsorunları konferanslarımızın çizgisine uygunolarak devrimci temelde çözüme götürmeliyiz.Bu mücadele, hem engellerin aşılmasınısağlayacak hem de doğru çizgidegüçlü bir sanat ve edebiyat hamlesinin gelişmesineyol açacaktır.Bu eğilim her şeyden önce inkarcıdır. Yücedeğerleri tanımıyor ve kopuyor. Çok basit,bireyci ve yozlaşmış bir yaşam ölçüsünüesas alıyor. İnkarcılık bizde sadece bir aydıneğilimi değil; feodalin, küçük burjuvanın, aşiretçiliğinkısacası her tondan insanın yaşadığıbir olgudur. Çünkü Kürt toplumu üzerinde80 yıldır uygulanan bir inkar sistemi var vebu da onun uzantısı olarak yaşanıyor. Buaçıdan inkarcılık, hareketimiz içerisinde deuluslararası komplonun bir ajanı olarak işlevgörüyor. Bir yanıyla rantçıdır. Önderlik, “benimbu koşullarda da yaşamam, üretmem veçalışmam hem içimizde hem dışımızda birçoklarınıçılgına çeviriyor” dedi. Önderliğinimhası üzerinden kendilerine gelecek çizmeye,uluslararası komplodan kazanç sağlamayaçalışan rantçıları çılgına çeviriyor. Sanatve edebiyat hareketimiz içerisindeki bueğilim de Önderliğin yaptığı tanımın içerisindedir,ona tamı tamına uyuyor.Gelişme sürecinde de benzer yaklaşımlarlakarşılaşmıştık. 15 Şubat, örgütümüz vehalkımızda büyük bir şok etkisi yaratırken,bazılarında umut ve sevinç yarattı. Durumdanfaydalanarak atağa kalkmak istediler.YNK ve KDP bunu yapmak istedi. Yunanistan,Avrupa ve Rusya yapmak istedi; Amerika’yızaten gördük. O süreçte Mehmet CanYüce gibi içimizde bulunan bazıları da bunuamaçladılar. 15 Şubat’ın hedefledikleri boşaçıkınca, buna umudunu bağlamış olanlardada bir kırılma ve öfke yaşandı. Bu açıdan’99 yılının eylül ayı önemlidir. VI. Kongre’de,komployu yenme açısından eylül ayınaulaşmayı çok büyük bir adım ve başarı olaraktanımlamıştık. Zaten uluslararası komploda bize eylül ayına kadar ömür biçmişti.Önderliğin büyük öngörüsü temelindekomplonun başarısız kılınması, örgüt vemücadelenin yeni döneme kanalize edilmedüzeyinin yakalanması eylülle başlayan birsüreçtir. Bu aynı zamanda gelecek umudunungüçlendiği, kanıtlandığı bir dönemdir.İşte bu büyük mücadele karşısında hayal kırıklığıyaşayan inkarcılık ve rantçılık, tam birsaldırganlık içerisine girdi. Sanat ve edebiyathareketimiz içerisindeki inkarcı eğilim debu noktada büyük bir sıkıntıya düşüyor. Aslındabu onun için bitişin başlangıcı anlamınageliyor. Çünkü 15 Şubat bir imha hareketiydive imha gerçekleşseydi, mücadele içerisindebelli bir yer edinen bu kişilikler Apoculukadına, halkın ve militanların büyükkahramanlıkla ortaya çıkardıkları değerlerikendi zihniyetlerine göre yorumlayarak birçıkış yapacaklardı. Mehmet Can da, diğermücadele alanlarında yer edinen bazıları dabunu yapmak istediler.Tabi bu bir inkarcılık ve rantçılıktır. Örgütübenimsemediği halde örgüt içinde durma,hem de dalkavukça. Biz bu duruşu MehmetCan Yüce’den çok iyi tanıyoruz. Bunların 15Şubat gibi bir duruma hazırlanma, mücadeleile biriktirilen değerleri kendisi için almaçabası olduğu ortaya çıktı. Ne zaman ki, Önderlikkomploya karşı mücadeleyi teorik,programsal, stratejik ve taktik olarak çiziyorve oyunu bozuyor, işte o zaman bu eğilimtüm umutlarını kaybediyor. İnkarcılık ve rantçılıken büyük darbeyi de burada alıyor. CelalTalabani ve birçokları feryat ettiler. Önderlikböyle bir düzeye nasıl ulaşır diye, Önderliğingeliştirdiği yoruma büyük bir öfkeyle saldırdılar.Örgüte yönelik komplo ve darbeleryapmaya çalışırken, Önderliğe en aşağılıkbiçimde saldırdılar. Örgütü etkilemek, denetimaltına almak için bir yığın çaba harcadılar.“Bu Önderlik nedir, biraz da bizi dinleyin”dediler. Ama Önderlik yeni süreci geliştirincede her türlü aşağılık değerlendirmeyi ilerisürdüler. Hiç savaşmayan, devrimcilikle ilgisiolmayan, hatta Kürdistan’a bile gitmemişolan Alman, Fransız ve Rus basını, yine hainliğinerağmen Yunanistan basını, Melik Fıratve Celal Talabani gibileri bu gelişme karşısındaÖnderliği rencide edici, eleştiri değilküfür düzeyinde saldırılarda bulundular. Fakatbunlar 1 Eylül’le birlikte gelişen süreçtendolayı hissettikleri büyük hayal kırıklığının izlerinide kullandıkları küfür üslubuna rağmensaklayamadılar, kendi esas niyetlerini ortayakoydular. Örgüt içinde de böyle oldu. MehmetCan ve gerillada da bazıları bu durumadüştü. Fakat bugün görülüyor ki o dönemaçığa çıkmayanlar varmış.Sanat ve edebiyat hareketimiz içerisindekibu eğilim de aslında siyasi mücadeleiçerisindeki o duruşun bir parçası. Bu bizimiçin artık netleşmiştir. Yıllarca hayaller kuran,umutlar besleyen, büyük yatırımlar yapmayaçalıştığını sananların bütün bunlarıkaybetmeye başlaması delirtir insanı; pejmürdeeder, dengesizleştirir de. Bazıları oduruma da düştü.İkinci olarak bu eğilim hırsızdır. Şöyle ortayaçıkıyor; “şu ana kadar sanat ve edebiyatadına ne üretildi?” diye sorulduğunda,ortada elle tutulur olarak sadece bunların olduğugörülüyor. Önderliğin ’93’ten itibarensanat ve edebiyatın gelişmesine büyük birönem verdiği, değer biçtiği biliniyor. Bizzatkendisi, sanat ve edebiyata konu olacak sayısızmateryal hazırladı. İmkanlar geliştirdi,eleştiriler yaptı. 1992-93 çözümsüzlüğününyarattığı şiddet ortamını aşmada, yine Kürtsorununa siyasal çözüm yolunu açmada sanatve edebiyatın da rol oynaması gerektiğinitespit etti ve bu rolü oynatmaya çalıştı.Böyle bir dönemde bahsettiğimiz eğilim örgütiçine girdi. Aslında burada bir öngörüvar, basit ele almayalım. Yani bu kişilikleri,bir şey anlamıyorlar diye basit değerlendirmeyelim.Fazla bir teorik formülasyonları olmayabilir,siyasetten de anlamayabilirler,ama kendi içlerinde kendilerine biçtikleri birmisyon var. Bazıları ’95’ten bugüne, ne örgütlebütünleşerek ne de dışarıya giderekkaldılar. Ne temel ölçülere göre çalışmalarakatılarak bir mücadele sahibi oldular ne deuzağında durdular. Bunu yapamazlardı çünkügerillayı ve mücadeleyi benimsemiyorlardı.Uzağa da gidemezlerdi çünkü o zamanda kendilerine biçtikleri misyon için herhangibir miras oluşturamazlardı. Bu bakımdanhesaplıdırlar, çok anlamıyor gibi görünüyorlarfakat öyle değil.İçimizde bazıları böyle sivrildiler, sanatve edebiyat denildiğinde onlar akla geldi.Sanat ve edebiyat adına değerler ortaya çıkarıldığındaorada oldular. Tüm birikiminüzerinde oldular. Bu halkın 15 bin yıllık tarihivar, bu kadar mücadele var; büyük gelişmelerinyanı sıra ve aynı oranda acılarla dadolu. Belki de insanlığın en başat incelenmesitarihsel olarak Kürt halkında mümkün.Kürt insanının durumunun incelenmesi ilemümkün. Buradan doğan çok acıklı, trajikbir yaşam da var. Özellikle kapitalist dünyaegemenliği süreciyle gelişen bir inkar, imhave yok etme süreci var ki, burada yaşanandaha büyük bir trajedi söz konusu. Bunuaşmak için de çok büyük bir mücadele verilmiş.İşte Apoculuk, bu kadar güçlü bir tarihseltemele dayanarak insan ve toplumuçözümleme, yine bu kadar ağır baskı koşullarındagerçekleri ortaya çıkarma ve bir aydınlanmayaratma hareketidir. Tabi buradabüyük bir adanmışlık ve öngörü var; müthişbir emek, alın teri ve bu koşullarda çok azgörülür tarzda kahramanca dökülmüş kanlarvar. Bu büyük bir değer yaratmış. Kürdistan’dasanat ve edebiyat da ancak bununlayapılır. Her zaman tartışıyoruz, tabiiki Bedirxan ağanın sanatı olmaz. Bilmemdağın başındaki bir aşiret fukarasının çokderin bir inceliği olamaz. Orada ne gerçektenderinleşmiş bir özgürlük, ne davranışzenginliği, ne estetik, ne de yücelik var. Birsadelik var o kadar. Tabi onun da hakkınıvermemiz gerekiyor. Uygarlığın kirine çokfazla bulaşmamışlık var. Ama çok ilkel vegeri. O insanın çözümlenmesi, bugünün insanıiçin yol gösterici olamaz.Dolayısıyla sanat ve edebiyat olacaksa,Apocu hareketin gerillanın amansız koşullardayürüttüğü mücadelenin yarattığı birikimleolur. Bu tartışmasız bir gerçek. Sensanatçı ve edebiyatçıysan bu işi ciddiyealacaksın. Madem kendine öyle bir misyonbiçiyorsun, yani sanatçı ve edebiyatçı olmanınsorumluluğunu taşıyorsan, büyük birçalışma içine gireceksin. Hem kendin öylebir çalışmaya gireceksin hem de çevreni örgütleyeceksin.Bu eğilim sahibi kişilerinyaptığı ise tam tersidir. Kendisini biraz cilalayaraken iyisi benim diye bu çalışmalarael atıyorlar. Ama ciddi hiçbir sanat ve edebiyatyaklaşımı gösteremiyor. Öyle bir çalışmaiçerisine girmediği gibi, iki kişiyi de biraraya getirmiyor. Tam tersine dağıtıyor, biraraya gelme çabalarını baltalıyor. Örgütüve çalışmayı geliştirsin diye yönetim yapıyoruz,geliştirme yerine birbiriyle dayanışmaiçerisine girmek isteyen arkadaşları yoketmek için elinden gelini yapıyor. Bu eğilimne yaptı? Büyük bir birikimin kaymağını aldı.Önderlik sanat ve edebiyat için zeminhazırlamıştı. Gerilla mücadelesi büyük birbirikim yaratmıştı. Bu eğilim sahipleri dekaymak değerinde olanları alarak kendi adlarınayazdılar. O nedenle sanatçı, edebiyatçıdenilince bunlar öne çıkıyor. Şimdiherkes şaşırıp kalmış durumda; “sanatçı,edebiyatçılardı ne oldu bunlara” diye.İşte burada hırsızlık vardı. Köklü bir örgütlüçalışmaya hiç girmedi. Biz bunu şimditespit etmiyoruz, üç yıldır tartışıyoruz. Defalarcasöyledik, hırsızlık yapmayın dedik.Örneğin gerilla içine giriyor, çok enteresanbazı şeyleri çekip alıyor ve sonra bitti diyor.Halbuki gerilla yirmi beş yıldır mücadeleediyor; gerillayı Ortadoğu’nun özgürlük, demokrasive barış gücü olarak tanımlıyoruz.Burada büyük şeyler var, sen bu gerillayıbir çırpıda nasıl programa çektin ve bitirdin.Kaymağını alıyorsun ve gerisini haram ediyorsun.Kimseyle çalışılmaz hale getiriyorsun.Pisliyorsun, kirletiyorsun, çekip gidiyorsun.Yani bizi bitiriyorsun, buna kim izinverir? Kaymağını bitiriyor, çalışılmaz halegetiriyor ve sonra da büyük kameracı, sanatçı,edebiyatçı oluyor. Fakat ortada edebiyatsanat değeri diye bir şey yok. Böyleolmaz tabi. Aslında zorlanma burada yaşanıyor.Bu eğilim bizim sanat ve edebiyat birikimimizibu hale getirdi, aslında hırsızladı.Geçen dönemde yapılan çalışmaları hırsızlıkolarak değerlendirmek gerekiyor.Bu eğilim aynı zamanda kurnazdır. Kurnazlığınıinkarcılıkta da, hırsızlıkta da ortayakoydu. Önderliğin değerler üreterek, “buiş artık yapılabilir” dediği ve çağrı yaptığıdönemde geldiler. İşin yükünün altına girmediler,kenarında durup kaymağını kullandılar.15 Şubat gibi büyük bir karabasan geliştiğinde,yeni edebiyat sanat yorumları çıkacakdiye umutlandılar. Büyük çıkış yapmaküzere yatırım yaptılar. Fakat Önderliközgürlük ve demokrasi mücadelesini geliştirince,bunlar durdular ve “bu işler olmaz,şuyumuz buyumuz var” dediler; sıvışmanınyollarını aradılar. Harekete açıktan cephealarak da yapmadılar bunu, öyle olsa ellerindekitüm imkanlar gidecek. Bunun içinhareketin birikimini kendi çıkarları için kullanmaküzere örgütten de onay alan bir yaşamarayışı içine girdiler. “Dağda edebiyat,“Örgütün, sanat edebiyat çal›flmas› yapmak istiyorum diyenlere imkan vermesi de yanl›flde¤ildir. Bu, Kürt toplumu, dolay›s›yla Ortado¤u toplumlar›n›n gelifliminde sanat veedebiyata biçilen rolü gösteriyor. Güncel olarak da hareketin sanat ve edebiyat›ngelifltirilmesine verdi¤i önemi ortaya koyuyor. Önderlik ’93’ten itibaren bunu aç›kça ifadeetti. Örgütümüz benzer yaklafl›mlar gösterdi. Çünkü yap›lmas› gerekiyordu.”sanat olmuyor” hikayeleri de buradan çıkıyor.Yarattıkları durum budur. İstediklerinialıp hareketi çarpıtarak bir ad yapmak, kendilerinebir yaşam alanı açmak için bu çabayısürdürüyorlar. Bu oldukça kurnaz vehesapçı bir yaklaşım. Köylü kurnazı diyelimbuna, tilki kurnazlığı da denilebilir. “Kurnaztilki dört ayağından tuzağa düşermiş” derler,durumları biraz buna benziyor.Son olarak bu eğilim özgürlük, demokrasive paylaşım karşıtıdır. Yani antisosyalistbir eğilim. Tamı tamına baskı ve sömürü düzeniyleuyuşmayı öngören, felsefik ve ideolojikolarak sınıflı toplum uygarlığına, kapitalistdüzene kökten bağlı bir eğilim. Kesinlikleözgürlükçü, eşitlikçi, paylaşımcı ve demokratdeğil. Tüm yönleriyle kölelik düzeninebağlanmış bir eğilim. Son derece bireyci;kendisi dışında herhangi bir gücün gelişmesini,herhangi bir şeyi paylaşmayı istemez.Başkalarıyla birlikte yaşamayı bile kabul etmez.Devrimci yaşam içerisinde pejmürdedir;kir pas içindedir. Yani özgürlük yaşamıiçerisinde biçaredir. Özgürlük ortamında herşeyini kaybetmiş bir fukarayı andırır. Ve herfırsatta kölelik düzeninin ruhsal, psikolojikve düşünsel gerçeğini yansıtır, onu arar. Dolayısıylaözgürlükle de bir alakası yoktur. Neözeleştiri verecek ne de özür dileyecek durumdadır.En büyük karşıt ruh hali, psikolojik,felsefik ve ideolojik duruş içerisindedir.Bunlar tıpkı geçmişteki provokatif eğilimlergibi bu yönlerini çok kamufle ettiler. Aslındaözrü kabahatinden büyük bir konumu yaşıyorlar.Hem kadın özgürlük çizgisi hem deÖnderlik gerçeği karşısında aynı durumadüştüler. Ruhta tam bir Önderlik inkarcısıiken, dışta provokatörler gibi Önderliğin övücüsüoldular. Yine içlerinde köle erkeği nekadar yaşıyorlarsa, söylemde de Kadın özgürlükhareketine o kadar bağlı olduklarını, okadar değer verdiklerini ifade ettiler. Halbukihiç alakaları yok, çünkü duruşları ortadadır.Şimdi bu eğilim sahipleri özür dilemekveya özeleştiri vermek istiyor. Yapılacakolanın en kötüsü yapılmış, köle ruh özgürlükcilası ile yansıtılarak herkes aldatılmayaçalışılmış. Ve bunun ne kadar aşıldığı dabelli değil. Dolayısıyla özür dilemek ya dasalt özeleştiri veriyorum diyerek işin içindençıkmaya çalışmak, alay ederek gitmeyebenziyor. Bunu kim kabul eder? Kendindenuzaklaşmamış hiçbir güç bunu kabul etmez.Hiçbir kişilik, hareket böyle bir iki yüzlülüğüve zararı sineye çekmez.Peki sanat ve edebiyat hareketimizinönünde neden böyle bir engel oluştu? Bu,hepimiz için bir özeleştiri noktasıdır. Önderliğinbüyük çabası, kahraman şehitlerin kanıylaoluşan büyük değerleri sanat ve edebiyatadökememek, o gerçeği sanatsal estetikleişleyememek böylelerine ortam açmıştır. Açmayada devam ediyor. Bu noktada sanat veedebiyat çalışmalarımızın zayıflığını görmemizgerekli. Bu eğilimin, bu zayıflığa dayanarakkendisini bu kadar geliştirdiğini, yine hareketaçısından bu kadar dayatıcı olduğunukabul etmek lazım. “Nereden cesaret alıyorlar?Ne cüretle harekete bu biçimde bir dayatmadabulunuyorlar?” diye zaman zamankendimize soruyoruz. Buna verilecek endoğru cevap, sanat ve edebiyat hareketimizinzayıflıklarına dayanıyorlar şeklinde olabilir.Kendi çizgisinde yeterince gelişememiş,birikimini işleyememiş, güçlü bir aydınlanmave Rönesans yaratmamış, sanatta buna ulaşamamışolmasına dayanıyorlar. Dolayısıylabu eğilime karşı mücadele etmenin yolu herşeyden önce zayıf yaklaşımları bertarafeden; pratikte köklü, derin ve çizgi gerçeğineuygun bir yaklaşımla çalışmaları yürütmektir.Böyle bir sanat ve edebiyatla ancak bu eğilimaşılabilir. Çünkü eğilim tasfiyecidir. Tümbirikimi bitirmeyi hedeflediği görülüyor. Örgütlüçalışmaya yaklaşımı da böyle. Sanatve edebiyat hareketimizi barajlayarak ve çarpıtarakköklü bir çalışmaya yönelmekten alıkoyduğu gibi, örgütlü bir yaşamdan da alıkoymayaçalışıyor. Bu bakımdan dağıtıcıdır.Bu durumda örgütün, sanat edebiyat çalışmasıyapmak istiyorum diyenlere imkanvermesi de yanlış değildir. Bu, Kürt toplumu,dolayısıyla Ortadoğu toplumlarının gelişimindesanat ve edebiyata biçilen rolü gösteriyor.Güncel olarak da hareketin sanat ve edebiyatıngeliştirilmesine verdiği önemi ortaya koyuyor.Önderlik ’93’ten itibaren bunu açıkça ifadeetti. Örgütümüz benzer yaklaşımlar gösterdi.Ben bu işi yapacağım diyenlere, neyinasıl yaptıklarına bakmadan imkan sundu.Çünkü yapılması gerekiyordu. Dolayısıyla örgütünsanat ve edebiyata verdiği değerin anlaşılmasıaçısından böyle yapması gerekiyordu.Fakat bu düzeyde zarar veren bir eğilimkarşısında da kesin, keskin, net ve hesap sorucuolmak lazım. Çünkü basit ele alınabilecekbir durum değil. Aslında Önderlik ’97’densonra bu konuda bir tutum geliştirdi. Yapacağımdeyip yapmayanlara, yapacakmış gibigörünüp kendini ve örgütü aldatanlara karşıçok öfkeliydi. Öylelerini yakasından tuttu mücadeleninortasına getirdi ve oradan çıkmalarınıreddetti. Bu önemli bir tutumdu. Biz o zamanÖnderliği doğru anlayarak, tam izleyemedik.Bu ortama uygun değiller diye bazılarınıgöndermek istedik, fakat Önderlik öfkeylegeri itti. Çünkü gönderiyorsun bu defa damücadelenin ortaya çıkardığı birikimleri keyfinegöre kullanma temelinde kendini yaşatacağıbir ortam elde etmeye çalışıyor. Bu konudanet ve kesin bir tutum sahibi olunmalı.O nedenle mücadelenin ateşi ortasında tutulmalı;sanatçı da edebiyatçı da olunacaksaancak bu ateşin içinde olunabilir. Bu mücadeleiçerisine milyonlarca insan girdi ve değerlerböyle bir temelde biriktirildi. Bunları birilerineyedirmemek, emeğe, insanlığa ve insanınkendisine saygısının bir gereğidir.


16 17ÖZGÜR ‹NSAN SAVUNMASIKomplo ortam›n›n oluflmas›ndabaz› felsefi ve siyasi yaklafl›mlarÖzelde Atina’da, genelde Avrupa’da şahsımayönelik olarak gerçekleştirilen komplovariyaklaşımların, sıradan bir kişiye karşıtesadüfen veya Savcı’nın çok ustaca ve en ince ayrıntılarınakadar sözde anlatmak istediği gibi olmadığıkesindir. Çok açık olmasına rağmen, yine de bu yaklaşımlarıdoğru ele alıp yorumlamak, tarihi olduğu kadarçarpıcı gelişmeleri de doğuracak anlama sahiptir.Bunlar şahsımla sınırlı olsaydı, bu kapsamda bir savunmayıgerekli görmezdim. Kişiliğimde bir halk vedostları ‘vurdumduymazlığa’ getirilerek muazzambir emeğin ürünü olan özgürlük çabaları, çıkarlar uğrunaen alçakça biçimde peşkeş çekilmek istenmiştir.Şüphesiz komplo ve ihanette suçu sadece Atina oligarşisineyüklemek doğru değildir. Çok tarafı vardır.Hepsini sınırlı da olsa özlüce ifade etmek büyük önemesahiptir. ABD’nin hesaplarından AB’nin hesaplarına,bazı Arap ülkelerinin tutumundan İsrail’in ve Rusya’nınçıkarlarına kadar çok sayıda devlet düzeyindesiyasi gücün rol oynadığını belirtmek gerekir. Nedensorusuna verilecek yanıt, şüphesiz Kürt olgusundakizayıflıklar ve sorunun ucuz hesaplara kurban edilebileceközelliklere sahip olmasıdır. Tarih boyunca hakimişbirlikçi tabakalar da dahil, üzerinde hüküm sürengüçler, fazla bedel ödemeden diledikleri gibi bualanı halk ve ülke olarak kullanabilmişlerdir. Hesapsorabilecek bir aydın siyasi güce yeterince sahip olunamamıştır.Bir şeyler yapmaya kalkanlar, eğer onurlarınıkoruyarak sonuç almak istemişlerse başlarınafelaketler yığılmış, hesabını sonradan soranı da pekolmamıştır. Yakıştırılan, ‘alavere-dalavere, Kürt Mehmetnöbete’ deyişi adeta bir kural olmuştur. Çok acıda olsa söylemek durumundayım ki, kerhane işletmesinde,patron, bekçi ve kullanılan kullar ilişkisinde birticaret ve yaşam mantığı vardır. Az çok herkes neyaptığını bilir. Kader felsefesine derinden boyun eğerek,gereken neyse düzeni öyle sürdürüp giderler.Kürdistan ve içindeki Kürt toplumsal olgusu o halegetirilmiştir ki, kırk haramilerin soygun düzeninden biledaha geri insanlık dışı uygulamalara sahne olmuştur.Ne doğru dürüst hesap alanı ne de soranı vardır.En başta kendine karşı katmerli ihaneti ve yabancılaşmayıyaşayan sözde Kürt bireyi, üstteki işbirlikçisindenen diptekine kadar kendi öz varlığına karşı yakara cahil, ya ukala-lafazan, ya da çok bilinçli haindurumundadır. Bir tavuk ve köpek için adam vurur,ama tarihin artık kanıtlanmış ilk büyük insanlık devrimiolan ‘neolitik devrimi’ gerçekleştiren kültürüntoplumsal dokusunun ayakta kalan en eski halkı olduğuhalde, en azından 15. 000 yıllık biçimlenen kültürelvarlığa sahip çıkmaya, bunun için bir damla terdökmeye yanaşmaz. Ucubelik, ironi buradadır. Tümlanetlilik, zorbalık, yalan ve gerilik bu gerçeklikte gizlidir.Benim çıkışımın en genel anlamıyla bir özgürlükhareketi olma imkanlarını ortaya çıkarması, bu tabloyubaştan aşağıya sarstı. İşbirlikçisinden tüm stratejikçıkar sahibi devletlere kadar bir araya gelerek tedbirgeliştirmeye çalıştılar. ’90’lar sonrası bunun yoğunçabasına tanıktır. Özellikle ABD, AB, Rusya ve Ortadoğuülkeleri çok ilgilendiler. Benim basit bir kuklaolarak kullanılmayacak durumda olmam, her odağıkendi çıkarlarına göre bir PKK ve Kürt politikası geliştirmeyeitti. Bu politikaların da önünde en büyük engelolduğum anlaşılınca, beni dışlamaya ve giderekBaflkan Apo’nun Atina Mahkemesi’ne sundu¤u savunmatasfiye etmeye niyetlendiler. Asgari temel insan haklarıve demokratik yaklaşımlar esirgendi. Kendi Kürtişbirlikçilerine alan açmak için açık veya gizli işbirliğineyöneldiler. Özellikle Iraklı Kürt işbirlikçilerle Türk,ABD ve İngiliz yetkilileri Ankara-Londra-Washingtonhattında işi resmi bir antlaşmaya kadar vardırdılar.Bunun başarısı için AB nötralize edilirken, Atina oligarşisimaşa olarak kullanılmaya çalışıldı. Komplonundayandığı zemin, gelişim felsefesi ve siyasetiböylesi bir öze sahiptir. Eğer kendime ve şahsımdaKürt halkına ve dostlarıma karşı oynanan komplo veihaneti büyük bir onur savaşına dönüştüremezsek, lanetlitarih bir kez daha hükmünü icra etmiş olacaktır.Halbuki yalnız bu olaya ilişkin yüzleri aşkın can yoldaş,genç kız ve erkek kendilerini cayır cayır yaktılar,kurşunlara hedef oldular, tutuklandılar. Sırf onlarınanısına, olaya kapsamlı yaklaşmak gereği tartışmasızdır.Daha da ötesi, lanetli tarihin tekerrürünü önlemeközgürlük devriminin başta gelen görevidir. Tarihselkırılmayı lanetli kölelikten özgürlük yönüne doğruçevirmek, bu görevin başarısı olacaktır.a- Bir heyula gibi ta çocukluktan beri peşimi bırakmayankuşkulu yaşam felsefemden hiç emin olmadım.En özgür sanılan koşullarda bile, bazen sert bir kayanındeliğinden geçiş yapamamanın, ter içinde kabuslu biruykudan uyanmanın, uçarken bile nefessiz ve hareketsizkalmanın çokça görülen rüyaları bu kuşkulu yaşamınuykulara sızmış halidir. Yanımdaki anam başta olmaküzere, tüm insanlık hiç de bana özgürlüğümü tanıyacak,ona saygılı olacak gibi gelmiyorlardı. Kitaplardaaranan doğru, gittikçe dipsizleşen bir kuyuya dalış gibigeliyordu. Her ana baba çocuk doğuşlarını bir rahmetgibi kutlarken, bana büyük bir günah gibi geliyordu. Ortadoğutoplumundaki birey için mutluluk, gerçekleşmeyecekbir şey gibidir. En mutlu olunması gereken gelinlikgüveylik anları bile, bana büyük ve iğrenç günahlarınbaşlangıcı gibi gelirdi. Bir yerlerde büyük eksiklik veyanlışlık vardı. Ama nerede? Belki de kendimi hatırladığımdanberi, çok istense de hiç kimsenin dokunamayacakyardımından ötürü bu arayışı tek başıma yapmakzorunda olduğumu büyük kaygı, korku ve endişeler biçimindefark ediyordum. Ucuz ve yanlış yaşamayacaktım.Doğru olmadan yaşanmayacağına göre, doğrununkendisi nasıl bulunacaktı? Şimdi gelinen aşamada busorulara cevap verebilecek güçteyim. Komplonun kendisive dayandığı gerçekler, cevabın netleşmesindehayli etkili oldular. Bu cevabın temelinde içinde doğupşekillenilen toplumun ilk elden doğrudan tanımlanmasıvardı. Ne var ki, Kürt toplumu belki de eşine ender rastlanılan,varlığını koruyamayan, dağılış sürecindeki öznelliktenyoksun, paramparça objelerden ve maddi parçalardanöteye bir görüntü vermiyordu. Adeta dilsiz, sağırve köleleştirilmiş kalıntı bir varlık görünümünü yansıtıyordu.Bizzat bu görüntüye bakarak gerçeği bulamayacağımı,hele hele diğer örnekler gibi bu duyarsız parçalardanbir özgürlük gücü oluşturamayacağımı endişeylehep kendime itiraf etmiyor değildim. Gerçekliği,arayış yürüyüşünü, tüm insanlık ve ardındaki evrenüzerine yapma gereği erkenden ortaya çıkan bir anlayıştı.Belki de çocukluğumdaki eğilimim de buydu. Aileve köy yasalarına hiç uymadım. O koşullarda bile doğrularıkendi çocukluk eğilimimde bulacaktım. Çevreylezıtlaşmamak, yanlış anlamalarını önlemek için örnekkabilinden 33 Kuran suresini ezberledim; namaz kıldım,kıldırdım. Siyasal Bilgiler Fakültesi son sınıfına kadar ilksıralarda yer alan bir öğrencilik yaşamım oldu.Bunlar görüntüyü kurtarmaya yetiyordu. Fakat benimiçin tümünün anlamı, sadece gerçeğin arayışı●“Tarihte umut aray›fllar› hep hakim sistemlerin k›y›lar›nda, da¤lar›nve çöllerin kuytular›na s›¤›nm›fl topluluklar›nda aran›r. Kürt toplumsalolgusu, hem co¤rafya hem de insan olarak k›y›daki bu kuytuköflelerden biridir. Kaybolan temel insani gerçekli¤inin toplumunhayati kavram tan›mlamas›na zemin sunabilecek özellikler tafl›d›¤›n›nbafl›ndan beri fark›ndayd›m. Her temel bilimsel esrar›n do¤ru tan›m›yakalamas› gibi, benim de bu alanda ›srarla toplumsal kavram›tan›mlamay› do¤ruya daha yak›n yapmam anlafl›l›rd›r. Ça¤›n verilitoplumunu çözmeden, onu aflacak sisteme ulafl›lamaz.”●için gerekli koşullardan bazılarını oluşturmaktı.’70’lerde başlayan devrimcilik içinde görüntü de gerekliher şey yapıldı. Örgüt kuruldu, hatta diplomasibile yapılmaya çalışıldı. Biçimde Kürt Ulusal Kurtuluşudünya örneklerine benzetilmeye çalışıldı ve çok damesafe alındı. Ama gerçekten itiraf etmeliyim ki; bütünbunlar beni tatmin etmediği gibi, adeta içimi kemiriyordu.Yanlışlık devam ediyor, eksikliğimi gideremiyordum.Daha da ilginç olanı şudur: Annem de çocukkensürekli beni ahıra kadar götürüp boğdurma sahneleridüzenliyordu. Güya kendine göre terbiye edipakıl verecekti. Tabii ki benden umutları olduğu için bunuyapıyordu. Tüm yaşamımın seyri giderek bu minvalüzeri yürüdü. Devletin fiilen ve resmen dayattığıidam, bu sürecin son sembolik ifadesi oldu. Bunlarıanlatmam gerçeğin yarısıdır. Diğer yarısı, her zamanbazı bağlılarım ve övücülerim de oldu. Benden bindefa daha fazla bağlı ve değerli binlerce insanı nasılinkar edebilirim? Köyün kızından kadınına, en güçlüöğretmenlere ve hayatın en cesur insanlarına kadar,binlerce büyük bağlılık sahipleri vardır. İsa çarmıhagerildiğinde etrafındakiler sadece ağlayabildi. Muhammetöldüğünde cesedi üzerinde üç gün iktidartartışması yapıldı. Lenin öldüğünde kimse kendini öldürmedi.Ama tutuklanmam ve sonra teslim edilmemüzerine, Kürt halkının evlatları, oğul ve kızlarının yüzlercesikendini cayır cayır yakarken, acaba ne demekistiyorlardı? Kendini bomba yapıp patlatanlar neye öfkeliydiler?Hangi gerçekler onlara bunu yaptırıyordu?Önünü bizzat almasaydım binlercesi daha hazırdı.Bunlar Özgürlük hareketinin bir yöntemi olarak değil,benim etrafımda gelişen olaylardı. Hepsini çözmekolmazsa olmaz kabilinden bir görevdi. Buna karşıtlarımınacı ve öfkelerini de eklemeyi unutmuyorum.Kürt olgusu, sorunsallığı içine daldıkça, tam bir insanlıktrajedisine dönüşüyordu. Korktuğum başıma geliyordu.Lisedeyken yazdığım bir edebiyat kompozisyonundabaşlık, “Sen benim hiç doğmayan çocuğumsun”biçimindeydi. Çok saydığım hocam hep on numaravermeyi ve olağanüstü övmeyi bu sırada yapıyordu.Atina ve Avrupa’nın beni istemezliğinin altındabir zihniyet savaşının olduğunu giderek daha çok farkediyordum. Ben ne verili feodal yaşamı ne de Avrupayaşamını kabul ediyordum. Bunlar şahsımda doğuşyapamayacak sistemlerdi. Onlar beni niye kabul etsinlerdi?Peşinde olduğum yaşamı ise bulamıyordum.Milyonlara mal olmuş Moskova merkezli Kabe’ye uğradığımda,dinini inkar etmenin bütün gereklerini hoyratçayerine getiriyorlardı. Asya, Afrika ve Avrupa’dabana yer yoktu. Amerika ‘yakalarsam teslim ederim’derken, tarihte her zaman resmi toplumun egemengüçlerinin yalın, soğuk, vicdansız ve tam çıkarına göremantığını tereddütsüz yürütüyordu. Kürtler için özgürlükarayışım tam da dünya çapında bir macerayadönüşmüştü. Fakat ne acıdır ki, kendimi bile henüztam tanıyamamıştım. Kürtlere nasıl özgürlük sunabilecektim?Bırakın özgürlük vermeyi, her karşıma dikilenörgüt içindeki ve karşısındaki gözü açık güçler,adeta “5000 yıllık genelev düzenimizi bozdurmayız”dercesine kendilerini dayattıkça dayatıyorlardı. Bukadar düşmüş ve mallaşmış bir toplum ile karşı karşıyaydım.Fakat çıkmayan candan umut kesilmez misaliarayışı sürdürecektim. Komplo sürecinin en hızlıve yoğun döneminin dersleri şüphesiz yakıcı ve öğreticiolacaktır. Benzerlerine ancak Buda ve Zerdüştörneklerinde rastlanabilecek koşullardan bahsederken,belki de mütevazı kalıyorum. Bu koşullar öğretir;hem de yalın ve çarpıcı bir biçimde.-II-Kapitalist sisteminbeni kabul etmemesinin sebebionlar›n tanr›lar›yla uyuflmamamd›rSonuç olarak, toplum kavramını kendince doğrutanımladığım kanısındayım. Kilit mesele, toplumkavramının kendisini tüm boyutlarıyla doğru tanımlamaktır.Bu konuda da hemen belirtmeliyim ki, Sümerrahibi orijinal mitolojiyi yaratırken, belki de şimdiki hakimbilimin Avrupa sosyologlarından daha fazla insanigerçeklere yakındı. Avrupa bireyciliği, toplumun veekolojisinin katliamcısı konumuna düşmüştür. Bilginler(eleştirisiz, düzenin emrindeki bilginler) gerçeğin kasaplarıdır.Gerçeği parça parça edip ‘şuradan ye, buradanye’ diyen kasabın bir hayvan üzerinde yürüttüğüdoğramayı, onlar tüm doğa ve toplum üzerindeyürütüyorlar. Önce ‘deneme ve gözlem yöntemi’dediler, tanıdılar. Sonra ‘uygulama ve pragmatizm dönemi’dediler, yiyip bitirdiler. Bu anlatımın dışında hiçbirşey, atomu insanlık üzerinde patlatmayı, çevrenintopyekün yıkımını izah edemez. Kapitalist toplum üzerineçok yazıldı. Ama hakkında söylenmesi gerekenen doğru söz söylenmedi. Sümer rahibi köleci sınıfınyükselişini bal gibi bilerek, ‘tanrılar ve dışkılarındanyaratılan insan’ mitolojisini yaratıyordu. Avrupa uygarlığınınbilim rahipleri ise, aynı olguyu yarı cahilce yenidenyaratıyorlar. Hiç kimse, “Sümer mitolojisindegerçeklik pek aranmaz. Avrupa merkezli bilimde isesürekli deneyle kanıtlanan bilim vardır” demesin. Sümermitolojisinin insani yaşama yakınlığı, bin kat dahabilimsel olguya yakınlığı ifade eder. Önemli olan toplumukasaplar gibi parçalamadan yaşamaksa, Sümerbilginleri ve ardı sıra gelen peygamberler sınıflı anlamdabile insanlıkla dopdoluydular. Onlar kutsallıkderecesinde insan yaşamına yakın idiler; ona değerverirlerdi. Avrupa uygarlık sosyologları, atom ve çevreyıkımından ve genelde tam bir soyguna dönüşen finanskapitali ve krizlerini yaşadıktan sonra yavaş yavaşimana gelir gibi yapıyorlar. Bir özeleştirisel sürecegirdiler. Bazıları her şeyi kaybetmemek için bunu yapmagereğini kavramışa benziyorlar. Konuyu biraz daSokrates ile bağlantılandırırsam, durumum daha iyianlaşılabilir. Sokrates de büyük merak içinde, insantanımını doğru yapmak istiyordu. Önüne çıkan herkesisorduğu sorularla, yanlışlıyordu. Yöntemi yanlışlamaydı.Bunu kasten yapmıyordu. Atina toplumununyalanın içinde debelendiğini böyle kanıtlıyordu. O zamanAtina toplumu ya kendini yalancı olarak kabuledecek ya da Sokrates’i yaşatmayacaktı. Yalanla doğrulamanınen sert bir dönemine girilmişti. İddianamenintemel iddiası, ‘Sokrates’in gençlerin kafasını karıştıranyeni tanrılar icat ettiği’ biçimindeydi. Tanrısallık,toplum kavramının en yüce ve kutsal anlamlı tanımınıifade eder. Özünde toplumun en yüce ifadesidir. EğerSokrates bunun doğru olmadığını sürekli yanlışlamayöntemi ile kanıtlıyorsa, tabii ki yeni doğruluk tanrısınınbir peygamberiydi. Kendimi peygamberce addetmeyeihtiyaç duymuyorum. Ama o tarz yüceliklerdenhaber vermeyi insanlığa karşı temel bir görev belliyorum.Meramımı ciltler dolusu sosyal bilim analizleriylede ifade edebilirim. Fakat demek istediğim anlaşılırdır.Resmi dünya kapitalist sisteminin beni kabul etmemesininsebebi, onların tanrılarıyla uyuşmamamdır. Topyeküntavrının altında bu mantık yatar. Tarihte umutarayışları hep hakim sistemlerin kıyılarında, dağlarınve çöllerin kuytularına sığınmış topluluklarında aranır.Kürt toplumsal olgusu, hem coğrafya hem de insanolarak kıyıdaki bu kuytu köşelerden biridir. Kaybolantemel insani gerçekliğinin toplumun hayati kavram tanımlamasınazemin sunabilecek özellikler taşıdığınınbaşından beri farkındaydım. Her temel bilimsel esrarındoğru tanımı yakalaması gibi, benim de bu alandaısrarla toplumsal kavramı tanımlamayı doğruya dahayakın yapmam anlaşılırdır. Çağın verili toplumunuçözmeden, onu aşacak sisteme ulaşılamaz. Kapitalistdünya sisteminin krizi daha da derinleşerek sürecektir.Sonun ne olacağını yapılacak çözümleme gücübelirleyecektir. Daha iyisi de, daha kötüsü de çıkabilir.İnsan toplumu insanın zihniyet gücüyle belirlenir. İnsantoplumu akıl yasalarının, yaratıcı ve gelişimselrollerinin en geniş ve hızlı olduğu olgudur. Fizik yasalarıyla,bitkisel ve diğer hayvansal canlılar dünyasınınyasalarıyla niteliksel farklılıklar içerir. Önemli olan,toplumun dönüşüm yasalarının gücüne ve bilincineulaşmak, toplumun yeniden yapılanmasını bu oluşmuşbilim gücüyle yaratmaktır. Reel sosyalizmin kabamateryalist determinist felsefesinin asıl tehlikesi, toplumyasalarını fizik yasalarıyla özdeşleştirmesidir;kendiliğinden bir ilerleme anlayışına veya çağdaş kaderciliğinekendini koy vermesidir. Kaldı ki, gerekmakro fiziğin gerekse mikro fiziğin buluştuğu yeni gerçeklik,kesintisizlik ve düz çizgide determinist gelişmeyasalarının olmadığına ilişkindir. Tüm olgular arasındabir ‘kaos aralığı’ vardır. Bu aralık olmadan hiçbir nitelikselgelişmenin sağlanamayacağı anlaşılmıştır. Günümüzdeevren ve doğaya ilişkin bakış açımızın, enazından Rönesansta yaşanan dönüşüm kadar bir dönüşümeihtiyaç duyduğu biriken bilimsel verilerin debir sonucudur. Sistemin kaosunun, dünyaya temelbakış açımızı niteliksel dönüşüme tabi kılmadan aşamayacağımızıiyi bilmeliyiz. Zihniyet devrimi derken●“Kürt olgusu kapsam›nda bana sendromatik yaklafl›m tam saçmalamas›n›rlar›na varm›flt›r. Elde edilen ise istenilenin tersi olmufltur. ‹ddia ediyorum,Irak’ta Kürt milliyetçili¤inin denetimine b›rak›lan Kürt sorunu, bundansonra her an patlamaya haz›r bir bomba halinde Türkiye’nin en zay›fyeri olarak karn›n›n dibine yerlefltirilmifltir. T›pk› ’25’lerde dayat›lan isyansüreci gibi, bu süreç de cumhuriyete seksen y›l kadar büyük kay›plara yolaçt›racakt›r. Deniz Gezmifller iliklerine kadar ‘Ba¤›ms›z ve Özgür Türkiye’sevdal›s›yd›lar. Kürtler de bu onurdan pay istiyorlard›. Do¤ru politikay› bufliarda aramak gerekir”bu kast edilmektedir. Yeni bir Sümer mitolojisine ihtiyaçyoktur. Sümer tarzı tapınak gerçekliklerine de aynenbaşvurmayacağız. Ama bu tapınakları da küçümsemeyeceğiz.Havrası, kilisesi ve camisi de dahil, tanrısaltapınakların en orijinallerinin Sümer zigguratlarıolduğunu derinliğine kavramalıyız. Zigguratlar rahiplerinyoğunlaşarak uygarlığın kavram ve temel yapı biçimlerinioluşturdukları merkezlerdir. Bu tapınaklar vedaha sonraki büyük çile merkezleri, tasavvuf, gizemevleri, kehanet merkezleri, oruçlar, namazlar bu geleneğingelişen ve yobazlaşan biçimleridir. Aynı iz üzerindesanat evleri, tiyatrolar, edebi, felsefi ve bilimseldisiplinler oluşmuştur. Küçümsenmemeli derken bunukast ediyorum. Günümüzde kaostan çıkışın tapınaklarınerede ve neler olmalı sorusu yakıcıdır. Şüphesizgeçmiş, taklit edilerek yaşanmaz. Ama gelenek temelalınmadan, yeni olan da yaratılamaz. Şimdiki üniversite,bilim merkezleri ve think-thank kuruluşları buamaçlara hizmet etmekten uzaktır. Buralar bir nevi kişiselkurtuluş kağıtlarını, muskalarını dağıtan yerlerdurumuna gelmişlerdir. Bir dönem Mısır uygarlığında‘ahreti kurtarma senetleri’ dağıtılırdı. Günümüzün diplomalarıda bir nevi ‘dünyasını kurtarma senetleri’ gibidir.Bu yaklaşımla mevcut kaostan yeni toplumsalyapılanmalar doğmaz. Aynı zihniyetle kurulan istermuhalif, ister düzen partileri ve kuruluşları olsun, yeniliğiyaratamazlar; en çok düzenin reform ve restorasyonunakatkıda bulunabilirler. Nitekim kurulan devrimciparti ve hareketler de benzer akıbetten kurtulamamışlardır.Ciddi bir toplumsal yenilenme ve sistem kuruluşuiçin en basitinden ‘sosyal bilim merkezleri’ diyebileceğimiz,temel idrak ve irade merkezlerindenbaşlamak da verimli sonuçlar verebilir. Sosyal bilimmerkezlerinin rahiplerin kutsallığında, en çağdaş bilimadamlarından, disiplinli çalışma gücüne kadar özelliklerikişiliklerinde yoğunlaştırma hedefi ve gücü olanlardanoluşması işin özü gereğidir. Bir anlamda din adamınınmabedi, filozofun okulu, bilim adamının da akademisi,bu merkezlerde bir sentez oluşturup insan toplumununtüm hayati sorunlarına gerektiğinde kırk yılçile çekerek yanıt arayacaklardır. Kapitalizmin toplumve birey katliamını ancak bu tür merkezlerin gücüyledurdurabiliriz. Bu merkezler devrimci partilerin ideolojikbüroları olmadığı gibi, basit buluşlarla yetinen bilimadamlarının tez oluşturma mekanları da olamaz. Siyaseteyön veren filozof yönetim merkezleri de değildir.Ama gerektiğinde toplumun tüm kurumsal ve bireyselunsurlarına değişim gücünü, bunun bilinci ve iradesiniverecek erdemde ve yetenekte kurumlardır. Geçmişteolduğu gibi, günümüzde de insan toplumu için vazgeçilmezbeyin kurumlarıdır. En çok kapitalist sistemdetoplumun beyinsel kurum merkezleri tahrip edildiğiiçin, belki de tarihin hiçbir döneminde görülmeyen birihtiyaçla bu merkezlerin inşasına girişmek gerekir.Kendi şahsımda Avrupa uygarlığıyla olan çekişmemdençıkardığım en temel sonuçlardan biri de budur.Komplo ve ihanet sürecine verdiğim en anlamlıyanıtın böyle olması gerektiğine inanmak kadar, bununiçin çalışma azim ve kararlılığını tek kişilik tutukevindesürdürme onuru içindeyim.●b- Türkiye Cumhuriyet yönetimlerinin Kürt olgusu vesorununa yaklaşımları, Osmanlı İmparatorluğu yönetimindendaha geri, inkarcı ve çözümsüz olmuştur. HalbukiKürtlerin cumhuriyetin kurucu bir öğesi olduğu bizzatMustafa Kemal tarafından yayınlanan çok sayıdaemir ve mesajlarında açıkça dile getirilmektedir. Bundaşüphesiz 1925-38 isyan sürecinin cumhuriyetin varlığınailişkin derin endişeler yaratması belirleyici etken olmuştur.Mustafa Kemal Atatürk’ün bu konudaki en sonkonuşması ’24 İzmit Konferansı’nda yapılmıştır. Öz olarakda Kürtlere kapsamlı bir özgürlük statüsünün tanınacağıbiçimindedir. İsyanlar sonrası temel politika ise,meseleyi küllendirme ve yok sayma biçiminde geliştirilmiştir.En sıradan bir Kürtçe alfabe ve türkü kaseti bilesoruşturma ve yargılama konusuna dönüştürülmüştür.Kürt’üm demek kriminalize edilmiş, her Kürt kendi varlığındankorkar ve dolayısıyla kaçar hale getirilmiştir. Olguve sorun tam bir kabusa dönüştürülmüştür. Devrimcigençlik bu kabusu ancak Deniz Gezmişlerin idam sehpasında,“Ben Türkler ve Kürtlerin özgürlüğü ve kardeşliğiiçin ölüme şerefle gidiyorum” soylu tavrıylayırtmıştır. PKK’nin kuruluşu ve 15 Ağustos 1984 Hamlesiise, bu uyanışın yönetim tarafından bir sendrom halindeanlaşılmasına yol açmıştır. Sorunu tarihsel ve toplumsalboyutları içinde ele almak yerine dehşetle karşılamış,sınırsız operasyon ve işkenceler uygulanmıştır.Kim soruna dokunursa vatan haini muamelesine tabi tutulmuştur.Tüm iç ve dış ekonomik ve kültürel politikalarsorunun inkar ve bastırılmasına seferber edilmiştir. Buçerçevede en çarpıcı politika diplomasi alanında sergilenmiştir.Tüm Türkiye dış politikası genelde Kürtlerin,özelde PKK’nin tecrit ve reddine ayarlanmıştır. Dünyadabunu bilmeyen kalmadı. Tabii bu politikanın başarılı olmasıiçin Türkiye’nin elde olan tüm olanakları bir yatırımmalzemesi olarak kullanılmıştır. Bir devleti istediği tavraçekebilmek için ne istemişse vermeyi politikasının başarısıolarak algılama mantığına bir kural derecesinde sapılmıştır.Sanki bir kutsal ilkeymiş gibi büyütülmüştür.Öyle ki, bu yüzden hem hazin hem de ironik ve paradoksalolarak, Kuzey Irak’ta yarı Kürt devletinin doğuşunda,Türkiye Cumhuriyeti’ne bizzat ebelik yaptırılmıştır.Yani istemediğini tam da kendi eliyle doğurtmuştur.Bu noktaya nasıl gelindiğini anlamak için, biraz daha yakındanbakmak gerekir.Dostluk, yoldafll›ktan önce gelirTürkiye, stratejik bir yardımının dokunabileceğinisanarak, İsrail ile ’96’da tam bir stratejik ittifakayönelmiştir. Bu ittifakla Suriye üzerinde savaş tehdidien ileri noktaya kadar tırmandırılmıştır. Aynı mantıklaABD ile ortaklık da stratejik düzeye yükseltilmiştir.Yeter ki, PKK’yi terörist ilan etsin, ne isterse kabul görecektir.Özellikle ekonomik alanda AB ülkeleri ne istiyorlarsakeyiflerine uygun sonuca bağlanmıştır.Rusya ve bağlısı Bağımsız Ülkeler Topluluğu’na daaynı mantıkla yaklaşılmıştır. Rusya’da barındırılmamamiçin başta Mavi Akım Projesi olmak üzere genişekonomik çıkarlar sunulmuştur. Laiklikten vazgeçmepahasına, PKK aleyhinde sonuç almak için,İran ve Suudi Arabistan politikaları cumhuriyetin temelbakış açısından koparılmıştır. Türk-islam senteziadı altında antibilimsel bir paradigmaya kayılmıştır.Bu havuç politikalarının yetmediği yerlerde ise, sonhaddine kadar tehdit politikaları devreye sokulmuştur.Suriye’ye, Yunanistan’a ve bulunduğum zamanİtalya’ya karşı da izlenen yol bu olmuştur.Bu politikaların sonucu tam bir ‘Pirus zaferi’ olmuştur.Taviz vere vere, Türkiye kendi tarihinin en derinkrizine itilmiş; iki yüz elli milyar dolar borca boğulmuştur.AB’ye girebileceği halde dışında tutulmuştur.Kuşkulu bakış tüm Arap ülkelerinde derinleştirilmiştir.Son yaşanan Irak tezkeresi meselesiyle aynı kuşkulubakışa İsrail ve ABD de dahil olmuştur. Türkiye ile dünyailişkileri diplerde seyretmiştir. İran kazanılmak şuradakalsın, Suriye ile birlikte “ya biz ya ABD-İsrail” ikilemiyleen kritik ilişki noktaları haline getirilmiştir. Bu biçimdekendini zayıflatan Türkiye Cumhuriyeti, içte temelideolojik yörüngesinden uzaklaşmış, dışta ise baştehlike saydığı Kürt sorununu kendi eliyle en sakıncalıpozisyona itmiştir. Bu gerçeklik içinde Türkiye’nin konumunuen yakından takip eden ABD’nin, Yunanlılareliyle bana karşı geliştirdiği komplo ne anlama gelmektedir?Açık ki fazlaca zayıflatılmış bir Türkiye’nin,‘benim’ karşılığımda kendisine teslim olacak kadarbağlanacağına inanmıştır. İster ölümüm ister diriminTürkiye’nin elinde bir bomba olarak duracağını çok iyibilen ABD, Yunan ve hatta İsrail üçlüsü, böylelikle Türkiye’yeilişkin taleplerini rahatlıkla karşılayacaklarınaemin olmuşlardır. Ne de olsa ‘en tehlikeli düşmanlarını’eline vermişlerdi. Kıbrıs ve Ege meseleleri daha rahatele alınacak, İsrail çizgisi en güvenilir dostlukla yürütülecek,ABD’nin en güvenilir müttefiki olarak talepedilen her yere koşturulacaktı. Daha İtalya’daykenkendi kendime şöyle demiştim: Beni bu kadar güçtenisteyeceklerine, en temel insan hakları karşılığında benibenden isteseler daha akıllıca olmaz mıydı? AslındaÖzal, Erbakan ve ordunun dolaylı mektuplaşmaları,doğrunun bu yoldan geçtiğini geç de olsa fark ettiklerinigösteriyordu. Ama, yerleşik politikanın gücü, yeterincecesaretli ve çözümleyici olmalarına elvermiyordu.Böylelikle çözümsüzlük çözüm oluyordu. Tıpkı basitbir örnek olarak Kıbrıs’ta da çözümsüzlüğün çözümolarak görülmesi gibi. Sonuçta ise, ülkenin hayati çıkarlarınıntıpkı AB ve Irak konusunda görüldüğü gibitehlikeye düştüğüdür. Helen Cumhuriyeti ile ilişki debundan farklı değildir.Sonuç olarak, Kürt olgusu kapsamında bana sendromatikyaklaşım tam saçmalama sınırlarına varmıştır.Elde edilen ise istenilenin tersi olmuştur. İddia ediyorum,Irak’ta Kürt milliyetçiliğinin denetimine bırakılanKürt sorunu, bundan sonra her an patlamaya hazır birbomba halinde Türkiye’nin en zayıf yeri olarak karnınındibine yerleştirilmiştir. Tıpkı ’25’lerde dayatılan isyansüreci gibi, bu süreç de cumhuriyete seksen yıl kadarbüyük kayıplara yol açtıracaktır. Aynı sağlıksızyaklaşım, bir o kadar, hatta daha yıkıcı olarak kaybettirebilir.Deniz Gezmişler iliklerine kadar ‘Bağımsız veÖzgür Türkiye’ sevdalısıydılar. Kürtler de bu onurdanpay istiyorlardı. Bu şiarın Mustafa Kemal Atatürk’ün dekarakter şiarı olduğu inkar edilemez. Doğru politikayıbu şiarda aramak gerekir. Atatürk, Helen Cumhuriyeti’ninünlü devlet adamı Venizelos’la bu şiar altındadostluk kurmuş, sorunları çözmeye çalışmıştır. Kürtlerede yaklaşımının özü buydu. Ama ’25 isyanıyla İngilizlerinMusul-Kerkük’e dayalı komploculuğu bu politikayıboşa çıkarınca, her iki taraf sadece kaybetti. Sonuçlarhep ‘Pirus zaferi’ydi. Eğer tarihten ders almakyaşamın başarısının vazgeçilmez esası ise, bu Piruszaferleri için asla savaşılmamalı ve bu tür savaşlarayol açacak komploculuğa fırsat verilmemelidir. Bu türkomplolara açık yaklaşımlara da bir daha düşmemelive fırsat vermemeliyiz.


Sayfa 18Temmuz 2003Serxwebûnc- Komplo ve ihanetin geliştirilmesindezayıf dostluk ve yoldaşlık ilişkileri de oldukçaetkili olmuştur. Daha çocukluktan beri güçlüarkadaş bulamama korkusu, bu süreçteadeta yalnız başıma ve çaresiz bırakılmamlakanıtlanmıştır. Sağlam dostluklar ve yoldaşlıklariçin olağanüstü çabalar harcanmasınarağmen, anamın çocukken öngördüğükehanet gerçekleşmeye yüz tutuyordu. Halenhatırlıyorum: Benim arkadaş ve dostcanlılığımı görünce, “Ahmak, bırak bunları.Çıkarları için seninledirler, senin istediğin gibiçalışmaz ve seninle olmazlar. Boşa çıkar,yalnız kalırsın” derdi. Demek ki, hayat tecrübesiçocuk hayallerinden daha gerçekçiymiş.Tabii ben hala toplumsal yaşamın, soyludostluk ve arkadaşlıklar olmadan anlamlıve yaşanmaya değer olmayacağına dairinancımı koruyorum. Doğu kültüründe dahakalıcı izleri kalmış olmasına rağmen, Batıkültüründe dost ve arkadaşlıkların gelişeceğinifazla gözüm kesmiyordu. Bazı Helenlive Avrupalı ziyaretçiler geldiklerinde, kendileriniDoğulu zihniyetle karşılıyordum. Kendimleçelişemezdim. Arkasında ne kadar derinbir bireycilik ve dar menfaatçilik olsa da,bunları hakiki dostlar gibi karşılamak durumundaydım.Benim için bu bir karakter meselesidir,bilinç meselesi değildir. Bir çocukveya yoldan saptıran bir kadın da olsa, dostlukiçin gelmişse, bakış açıma göre sonunakadar inanacaktım. Bu yaklaşımın, 20. yüzyılpolitikacılığı içinde felaketlere açık olduğubaşından bellidir. Fakat bu konu basit bir bilme,inanma meselesinin de ötesinde, ikifarklı ve köklü zihniyetin varlığıyla bağlantılıdır.Temelinde sınıflı hiyerarşik toplum uygarlığınınrol verdiği ‘politika için her araçmubahtır’ anlayışıyla, ‘kamusal politik alanen yücelikli değerler meydanıdır, dolayısıylaen erdemli yaklaşımları gerektirir’ zihniyetiniesas alan komünal toplum anlayışı yatar.Politikacılığım, eğer tutarlı yürütülmek isteniyorsa,tarzını da ilkesine göre oluşturacaktı.Dıştan yaklaşanlar istedikleri kadar görevleri,çıkarları ve hevesleri gereği beni basitamaçları için kullanmak istesinler, ben toplumiçin bellediğim esas zihniyet yapımla çelişmeyecektim.Şüphesiz bu karakterim büyükgelişmelere de yol açmış ve benden binkat daha güçlü binlerce yoldaşın etrafımdabuluşmasının temel nedeni olmuştur. Bir KemalPir ve Haki Karer gibi Kürtlükle hiç alakalıolmayan devrimcilerin sadece arkadaşlığımınolağanüstü etkileyiciliğiyle hareketimizinen soylu, sadık ve kararlı yol arkadaşlarıolmaları da özünde bu ilkenin bir sonucudur.Yine olağanüstü kadın kahramanların bağlılıklarıkaynağını bu ilkede bulur. Ama yine degerek bilinçli, gerek kendiliğinden içten vedıştan türeyen binlerce çıkarcının beni vebinlerce en değerli dost ve yoldaşı adetakandırarak en trajik sonuçlarla karşı karşıyagetirmeleri ve hak etmedikleri kayıplara uğratmalarıda bu ilkeden yararlanan söz konusuçevrelerin eseri olmuştur. Bu ilkesel savaşaçık ki, 20. yüzyılın zihniyet yapısınakarşı –istisnaları olmasına rağmen– sürdürülmekdurumundadır. Bu ilkeden vazgeçmemekkadar, duyarlı olmak da bir o kadarönemlidir. Aksi halde reel sosyalizm de dahil,birçok iyi niyetli kişi, hareket ve toplumsaldüzenin başına gelen akıbeti paylaşmaktankurtulamayız.Atina girişimim Yunanistan’daki dostlarve temsilcimizin oluruyla bu zihniyet temelindeolmuştur. Belki onlar da ilişkide bulunduklarıdevlet başta olmak üzere, kurumve kişileri fazla tanımıyorlardı. İlişkianlayışları basit bir memur ilişkisindenöteye gitmediği için, her tür kandırılmayamüsait olması kaçınılmazdı. Kullanıldıklarıaçıktır. Birçok alandaki ilişki gerçeğinin debu kapsamın dışına taşabilecek güçte olmadığıbir gerçektir. Özcesi, ayak basılanzemin her türlü kandırılmaya elverişlidir.Kayıp kaymamak o anın koşullarına bağlıbir şanstır. Unutmamak gerekir ki, hayatınhenüz aşılamayan bir gerçeği de bu yönlüakmasından ibarettir.Savcılık iddianamesinde sanki Yunandevletinin istememesine, hatta engellemeçabalarına rağmen girişimimin gerçekleştirildiğinevurgu yapılarak böyle olduğunaözel önem verilmektedir. Temsilcimiz, dostlarımızve ben bu nedenle suçlanmaktayız.Hukukla ilgili yanı bir tarafa bırakalım. Buradaesas kullanılan bizlerin dürüstlüğüdür.Baştan itibaren içinde ihaneti gizleyen biryaklaşımla ayaklarımızı kaydırıp kendiamaçları için mükemmel bir politik malzemeolarak değerlendirme söz konusudur.Tarih araştırmacıları, ileride bu tezgahınnasıl kurulduğunu bütün boyutlarıyla açığaçıkaracaktır. Dürüstlüğümüz, dostluk veyoldaşlık anlayışımız, ABD ve Yunan devletininen sorumlu yöneticileri tarafından ‘politikanınkerizleri’ olduğumuz biçiminde değerlendirilerekkullanılmıştır. Alet olanlar vesıradan uygulayıcıların çoğunun komplodanhaberleri olmayabilir. Belki de çok azkişinin, ihanet yapıldığından haberleri vardır.Açığa çıkarılması gereken en önemli birhusus, gerçek ve bilinçli hainlerdir.Özellikle dostluğu kullanarak komplonunbu biçimde gelişmesinde temel rol oynayanBinbaşı (NATO’da özel görevli, Yunan Milliİstihbaratına atanmış) Savas Kalenderis’intavrı çok iyi bilinmek durumundadır. Benimleilk ilişki arayışından Kenyalı hainlere teslimedişine kadar en tehlikeli rolü oynayan kişidir.Ben bu konumumu biraz da tarihsel örneklerlekıyaslama gereği duydum. İsa olayındaYahuda İskaryot, Sezar komplosundaBrutus gibi. Eğer onun tavrı olmasaydı,bu komplo bu biçimde asla gerçekleşmezdi.Kenya’ya yollanışımda (Savcı buna ‘kovulma’diyor) aynen şunları söyledi: “Yunandevletinin onur sözünü size bildiriyorum:Orada Helenler var, güvenlik için en uygunyerdir. On beş gün içinde de bir Güney AfrikaCumhuriyeti pasaportu hazırlanıp verilecektir.”Kenyalı haine teslim edildiğimde ise,“Dışişleri Bakanı Pangalos’tan özel talimatgeldi. Hollanda’ya uçuyorsunuz” dedi.Buradaki ihanetin temel özelliği dostluğunkullanılmasıdır. İnsan soyu içinde engaddar düşmanlık türü budur. Düşmanınızıkurşuna dizebilir, aslana parçalatabilir, idamedebilir, asabilir, savaş taktiklerine göre öldürebilirsiniz.Ama bir halkın kendisi içinumut ve önder bellediği bir kişiyi, akla gelmesibile insanı dondurabilecek böylesinebir tutumla, tasfiyenin her türüne açık bir biçimdepostalayamazsınız. Bir devlet adınaböyle bir suçun işlendiğine dair sanırım ikincibir örnek gösterilemez. ABD, kendi adınakarar verebilir. Ama kendi devletine dostlarıvasıtasıyla iyi niyetlice gelmiş birisini aslaböyle muameleye tabi tutmaz. Nitekim Rusya,İtalya ve Suriye dahil, hiçbir devlet butarzı aklına bile getirmemiştir. Peki, kendilerini,Helen Cumhuriyeti adına hareket etmeklegörevli sayan biri nasıl bu rolü oynadı?Bu nasıl bir akıl ve yürektir? Helenizmolgusunu, onun devletleşme gerçeğini busoruya yanıt vermek için tanımlamaya çalıştım.Hatta kapitalist Avrupa uygarlığına nasılsızdığını da bu soruyla bağlantılı ele aldım.Bu zihniyete yol veren bir kültür çözümlenmeyigerektirir. Doğu kültüründe bu tür olguyayer yoktur. Başka tür kalleşlikleri ne kadaryaygın olursa olsun, Ortadoğu’da düşmanınçadırına bile dostlukla girene el kaldırılmaz.Düşman ne kadar güçlü olursa olsun,misafir teslim edilmez. Tabii politik anlaşmalardanbahsetmiyorum. Eğer Helen●Cumhuriyeti adına bana, “seni belli bir anlaşmakarşılığında ABD’ye veya Türkiye’yeteslim edeceğiz; yasalarımız ve çıkarlarımızbunu gerektiriyor” denilseydi, bunu yine sorunyapmazdım; politikanın gereğidir, derdim.Dostluk adına yalanla sonuç almanıninsanlık olgusunda çok ender rastlanan birolay olduğu kanısındayım. Kalenderis ayrıcafanatiklik derecesinde hayranım geçinirdi.Dostluk açısından çıkarmam gerekensonuç, bu kavramı derinliğine ele almaktır.Yüzeysel, rasgele ne dostlukların kurulmasıve geliştirilmesi ne de kullanılması doğrudur.Dostluk, yoldaşlıktan önce gelir. Belkide bu yönüyle yoldaşlıktan da önemlidir.Dost seçip toplum ilişkilerinde değerlendirmek,bütün tarihsel ve toplumsal boyutlarıiçinde ele alınmayı gerektirir. Savunmalarımadamgasını vuran ‘toplumu tanımlama’çabamın altında da bu gerçeklik yatmaktadır.Dostluğa, arkadaşlığa çok yatkınlığımbilinir. Hatta tarihin ünlü destanlarında işlenenbir Gılgameş için Enkidu, Akhileusiçin Patroklos neyse, o tür dost arkadaşlararadığım bilinir. Bir Kemal Pir arkadaşlığı buörneklerden herhalde geride değildir. Felsefiyoğunluğumu derinleştirdikten sonra şunudaha iyi fark ettim: Her şey zıddını doğururve besler. Bilim artık madde karşı maddedenbahsediyor. Elektronun zıddı pozitronoluyor. Dostluk gücümün niteliği çapında,zıddının baş göstermesi olasıdır. Felsefeyiyaratan Helenizm’in zihniyet yapısında buolguları yakalamak mümkündür. Fakat zıtlıklarolgusunda bu kadar kurnazlaşmak, birkültürü fazla iflah etmez. Tarihte büyük Helenizm’intrajik çöküşünün ve küçücük biryarımadaya sığınışının altında bu gerçekliğinyadsınamaz ve önemli bir payı olsa gerek.Türklerin şöyle bir atasözü vardır: “Yunandandost, domuzdan post olmaz.” Bundaönemli gerçeklik payı var. Ama bunu tümHelenizm gerçeğine ve halklarına mal etmemekgerektiğine dair inancımı da korurum.Tersine, Kürtlerin saflığına ilişkin deçok şey söylenir. Belki de bu yüzden, devletsizkalmışlardır. Açık belirtmeliyim ki,dostluğu bu denli kullanan bir kültüre, uygarlığave devlete sahip olmaktansa, devletsizilkel komünal toplumun saf ve basit ruhu“Tüm hareketlerim bafltan sona, Yunan istihbarat›n›n kontrolü, bilgisi ve yard›m›ylagerçekleflmifltir. Benim devlet güçlerinin bir yard›m› olmadan bu hareketleribaflarmam maddeten imkans›zd›r. Kald› ki, Atina giriflimim d›fl›nda da, Helendevletinin Atina Temsilcili¤imiz kanal›yla önemli oranda maddi ve manevi deste¤iolmufltur. Bunlarla ilgili olarak da, avukatlar, dost tan›klar ve iliflki kurulan devletyetkililerinin ifadelerine baflvurabilirler. Bütün bu hususlar göz önüne getirildi¤inde,teslim edilmem olay›n›n içyüzünü nas›l kavrayabiliriz? ”●içinde kalarak, toplumsal özgürleşmeyi bindefa daha tercih ederim. Böylesi bir halktanolmayı da onur sayarım.Atina komplosu hukuk devre d›fl›b›rak›larak gerçeklefltirilmifltirSavcı’nın deyişiyle şahsıma yönelikAtina’dan ‘kovulma’ olayını bütünyönleriyle kavramak açısından, HelenCumhuriyeti’yle ilişki düzeyimizin doğrutespit edilmesi gerekir. Şimdiye kadar kianlatımımla olayın tarihsel, felsefi ve siyasiboyutlarını en genel çizgileriyle dile getirmemsağlıklı bir hukuki değerlendirmeiçin şarttır. Hukuk kendi başına bir gerçeklikdeğildir. Bir devletin, toplumun temel tarihi,siyasi ve ahlaki düzeyini yansıtır. ‘Kovulma’bir düşmanca fiildir. Bu durumdabenim Helen Cumhuriyeti’nin bir düşmanıolduğumu kanıtlamak durumundadır. Ayrıcasonucun idamdan bin beter olduğu kanıtlandığınagöre, bu ‘kovulma’ eylemininen ağır bir ceza olarak hangi hukuki kıstaslaradayandırıldığının açıklanması zorunludur.Öyle bir eylem ki, yüzlerce kişinin kendiniyakmasına, öldürülmesine ve tutuklanmasınayol açmıştır. Bu gerçekler göz ardıedilerek, yargılanma asla adil yapılamaz.Soyut bir ‘dost ve müttefiklerle aradakibarışı bozma’ temelinde bir suçlamanın temeldenyoksun olduğu rahatlıkla açıklanabilir.Burada anlatmak istediğim olayın,savcının anlatmak istediği biçimle alakasınınözde olmadığıdır. Biçimsel olarak dediklerinikanıtlamasına hiç gerek yoktur.Belirleyici olan özdür. O da, bambaşka biriçeriktedir. Hemen İtalya örneğini vermekisterim. İtalya’ya da Atina’dan daha habersiz,ilişkisiz giriş yaptım. Ama İtalya Başbakanıbeni ‘kovmaya’ cesaret ve yetkilerininolmadığını görerek, devlet olarak en çokyaptıkları, hastane statüsündeki bir yerdeon günlük bir gözaltıyla bu girişimime hukukibir yanıt vermek oldu. Aynı Avrupa veulusal hukuk kriterlerine bağlı Helen devletide bundan fazla yetkiye sahip değildi;azami yapabileceği, izinsiz girişten beni tutuklamasıydı.Bu durumda, sözde çok korkulanTürkiye tehdidinin de bir anlamı kalmazdı.Kaldı ki, tutuklanmadığım gibi, HelenCumhuriyeti’nin ‘şeref sözü’ verilerek,‘daha güvenlikli’ bir ortama taşındım. Bunukanıtlayacak çok veri ve tanık vardır.Gerçek bu iken, Savcı’nın hiç oralı olmamasıdüşündürücü olduğu kadar, ağır birinsanlık suçunu örtbas etmeyi amaçladığıaçıktır. Eğer hukuk bir devleti de bağlayantemel kurallar bütünü ise, onun adına hareketedenleri de bağlar. “Devletimizin yüceçıkarları için her şeyi yapmakla mükellefiz”anlayışı, çağdaş hukuk devletindegeçerli olmasını bir yana bırakalım, asgariaşiret geleneği ve hukukunda bile yeri olmayanbir anlayıştır. Tüm insanlık tarihindedeğil bir devlete, bir Bedevi çadırına sığınmakbile, eğer misafirin üzerinde bir tehditvarsa, onu kovmak bir yana, ölümüne savunmakbir kuraldır. Kaldı ki, Helen Cumhuriyetibir NATO ve AB üyesidir. ABD’ylegüçlü ikili ilişkileri vardır. Onurlu bir halkıda vardır. Benim yüzümden ülkenin tehlikeyegirmesi bu gerçekler ışığında objektifdeğildir. Varlığımı aylarca gizleyebilirlerdi.Daha uygun bir müddet vererek, üçüncübir ülkeye veya ülkeme gitmeme yardımcıolabilirlerdi. Hiçbir şey yapmazlarsa tutuklayabilirlerdi.Demek ki, tehdide dayalı‘kovma’ ne hukukla ne de siyaset ve ahlaklabağdaşan sorumsuz bir değerlendirmedirve gerçeği çarpıtma maskesidir. Olayıngerçekleştiği objektif ve sübjektif koşullarıdaha derinlikli ele almaya, halklarımız arasındamutlaka korunması gereken kardeşçebağlar açısından ihtiyaç vardır. Buradaşahsımı savunmak ve Helen devlet yetkililerinigüç duruma düşürmekten öteye,halklarımız arasındaki dostluğun sağlıklıgelişmesini her şeyden daha fazla dikkatealmak önem taşımaktadır.a- Atina’ya yaptığım ilk girişimimde de,insan hakları ve demokrasisinin yerleşik olduğu,devlet ve şahıslar düzeyinde dostlukilişkilerinin mevcut bulunduğu bir ülkeye geldiğimanlayışını esas aldım. Ayrıntılara girmeden,tarihsel bazı örneklerle karşılaştırmamanındaha anlaşılır olacağını düşünüyorum:Saint Paul’un Damascus’tan çıkıpuzun süre Helen şehirlerinde kutsal çağrılarınıyayması, ikinci adımını Roma’ya atmasıve orada katledilmesi Avrupa tarihinde büyükönem taşır. Sokrates öyküsü daha trajikve Atinaca bir olgudur. Daha da ilginç olan,Helen mitolojisinde Atina’nın kurucu tanrıçasıAthena’nın Troya kahramanı Hektor’ukardeşi Deiphopos’un kılığına girerek onuölüme götürecek bir çatışmaya girmesi içinkandırmasıdır. Atina’yı uygarlık tarihininönemli bir kenti olarak karalamak gibi bir niyetimyok. Ama olup bitenin tarihsel bir çağrışımiçerdiği çarpıcı bir husustur. Eğer Athena’nınveya Atina’nın dostluk çağrıları veilişkileri olmasaydı, bu trajediyi tüm halkımızve dostlarımızla, hatta karşıtlarımızla yaşamayacağımızbir gerçekliktir. Atina’ya girişimimive sonuçlarını dar ve teknik boyutlarıylaele almak en affedilmez bir tutum olacaktır;Sokrates’ten, hatta Solon ve Perikles’tenberi yürütülen bilgelik, insan onuruve demokrasinin özüne saygısızlık olacaktır.Nereden bakılırsa bakılsın, bana yöneliktavrın tarihsel bir yanı vardır ve onu doğrutespit etmeliyiz. Atina’nın bir büyüklüğü var-


Serxwebûn Temmuz 2003Sayfa 19sa, bu doğru tespitle bağı olduğundan kuşkuduyulamaz. Damascus’un, Moskova’nın,Roma’nın devlet yetkililerinin yapamadığınıAtina’daki bir oligarşi neden komplo tarzındayaptı? Yargının en temel görevi, bu soruyadoğru yanıt bulmak olmalıdır. Yoksa“Sokrates, Atinalı gençlerin kafasına yenitanrılar koydu, o halde ölmelidir” demektenhiçbir farkımız kalmaz.Kenya’ya yollanmamkomployla ba¤lant›l›d›rb- Atina’ya gelişim, temsilcimiz AyferKaya’nın milletvekili ve eski PASOK BakanıBaduvas’la kurduğu ilişki sonucu anlamkazanmıştır. Geliş için durum gerçektenuygun mu diye on defa sordum, her seferindeolumlu cevap aldıktan sonra, kararvermekte sakınca görmedim. Hem partisiiktidardadır hem de milletvekili ve eski bakandır,mutlaka izin almıştır inancını taşıyordum.Havaalanına indiğimde karşımaSavas Kalenderis ve istihbarat üst düzeyyetkilisi Stavrakis çıktı. Büyük bir telaş vetehditle, aynı gün saat beşe kadar çıkmamgerektiği, aksi halde zorlanacağım biçimindebir tavırla karşılaştım. Bu hiç beklemediğimve hazır olmadığım bir durumdu. Baduvasortalıkta hiç gözükmedi. Ben esas olarakbu gidişte bir ayak kaydırmanın yapılmakistendiğinin ciddi olarak araştırılmasıgerektiği inancını halen taşıyorum. Davetolmasaydı, daha sonraki olayların hiçbirigerçekleşmezdi. Damuscus’ta kalma imkanıolmadığında, Ortadoğu’yu zorlayacakda olsa, ülkenin dağlık alanlarına gidebilirdim.İkinci gelişimde Nagzakis’in yardımlarıbelirleyici olmuştur. Bana göre dostçabüyük bir fedakarlıkta bulunmuştur. Amaolup bitene baktığımızda, devletle o kadarilişkisi olan emekli bir subay bir dostluk ilişkisineneden bu kadar ihanet edebilir? Busoruya da halen cevap arıyorum. Yunan istihbaratınınkontrolüne verilirken, YunanistanDışişleri Bakanı Pangalos’la sözdegörüşmeye gidiyordum. Pangalos’un ihanetiçinde olduğunu, daha sonraki bir cümlesindenet anladım: “Pencereden gireni, bacadanatarlar.” İmhalık bir duruma sokulduğumdada şu cümlesi dikkat çekiciydi: “ApoMesih’in yanında, bir melek gibi yaşamaktadır.”Stavrakis’in tutumu da düşmanca vehainceydi. Direkt ABD’nin kararlarını uygulamıştır.Ne kadar kendi yetkisini, ne kadarhükümet yetkisini kullandığını bilebilecekdurumda değilim. Başbakan Simitis’in,hangi etkenler altında ‘kovulma’ ve Kenya’yasürülüşümün kararını verdiğini iyiaçıklaması gerekir. Bu yetkililerin en üst kararsahipleri olarak, detaylı ifadelerine ihtiyaçvardır. İtalya Başbakanı MassimoD’Alema’nın Roma girişimimdeki tavrı örnekalınabilir. Benimsemese de, zorla veyakomployla çıkaramayacağına, bunun ancakgönüllülük temelinde olabileceğine sonunakadar bağlı kaldı. Üç ay kaldım. İlticaişlemi başlatıldı. Sonra bu hak verildi. 15Ocak 1999 çıkışımda da yazılı mektup bırakmaşartını ısrarla getirdi. Başka türlüİtalya’dan çıkışımın kanunsuz olacağınıçok iyi bilerek bu tavrı sergiledi. HelenCumhuriyeti’nde bu prosedüre hiç bağlı kalınmamıştır.Atina’ya girdikten sonra bir ilticahakkım vardır. Bunu hiç kimse engelleyemez.Sonucu ancak mahkeme belirleyebilir.Suç teşkil eden bir konumum varsa, oda gözaltı ve tutuklanmayla değerlendirilir.Bu araçlar ki, en meşru araçlardır ve tümAB ülkelerinde geçerlidir. Bu prosedürebaşvurulmadığı gibi, dostluk ilişkilerini kullanarak,önce Nagzakis’i aldatarak istihbaratınkontrolüne verilmem, ikinci adımda da‘Devlet sözü veriyoruz’ aldatmacasıylaKenya’ya yollanmam gerçekleştirilmiştir.Eğer bana fanatik dostluk bağıyla bağlı olduğunuaraç olarak kullanmasaydı, SavasKalenderis’in vaatlerine inanmazdım. Buradasuç teşkil eden, iradeyi ifsat vardır. Bununiçin hem kendisinin hem de istenirsediğer tanıkların ifadesine başvurulabilir.Baştan itibaren Kenya’ya yollanmamaçıkça komployla bağlantılıdır. Neden direktGüney Afrika Cumhuriyeti değil de Kenya?Çünkü burada ABD’nin tam kuklası bir rejimvardır. Teslim planı için en uygun olan yerdir.Bir Mandela ve Güney Afrika Cumhuriyetiböylesi komplolara düşmezdi. Türkiye’yeteslim edişte de aynı ihanet sergilenmiştir.Elçi Kostulas, pek rahat olmasa da, bu görevibaşarıyla yürütmüştür. Planın tamamenfarkındaydı. İltica dilekçemin kabul edildiğinisöyleyerek beni uyutabilmişti. En son Kalenderis,“Pangalos’un özel emriyle Hollanda’yagidiyoruz” diyerek, beni Kenyalı hainlere teslimetmede en açık ihanet görevini yerinegetirmiştir. Burada benim sınırsız dostluk güveniminkullanıldığı da çok açıktır. Kuşkuduymam için en ufak bir açık vermemişlerdir.Bir ihanetin bu kadar ustalıkla oynanmasınaancak şapka çıkarılır. Bu bilgilerin detaylarını,eğer istenirse, avukatlarım gösterecekleritanıklar ve belgeleriyle verebilirler. Dinlenmeleritalebimdir.Tüm hareketlerim baştan sona, Yunanistihbaratının kontrolü, bilgisi ve yardımıylagerçekleşmiştir. Benim devlet güçlerinin biryardımı olmadan bu hareketleri başarmammaddeten imkansızdır. Kaldı ki, Atina girişimimdışında da, Helen devletinin AtinaTemsilciliğimiz kanalıyla önemli orandamaddi ve manevi desteği olmuştur. Bunlarlailgili olarak da, avukatlar, dost tanıklar veilişki kurulan devlet yetkililerinin ifadelerinebaşvurabilirler. Bütün bu hususlar göz önünegetirildiğinde, teslim edilmem olayınıniçyüzünü nasıl kavrayabiliriz? İnanılmasıgüç bu çelişkiler hangi etkenler altında ortayaçıktı? Somut bilgilerden yeterince haberdarolmasak da, sınırlı bilgi ve gelişmelerdenbazı sonuçlar çıkarabiliriz. Baştan itibareninisiyatifin ABD ve İngiltere istihbaratınınelinde olduğu, bunun da Türkiye MİT’ive İsrail MOSSAD teşkilatıyla işbirliği halindeyürütüldüğü birçok yazı dizisi ve kitabakonu olmuştur. Bunları uzun anlatmayacağım,belge olarak sunulabilir. Daha Atina’yahenüz geldiğim şubat ayında Ankara’ya hemenhaber verildiği, Sabah gazetesindeyazı serisi olarak işlenmiştir. Çok sayıdakanıt ve tanık, teslim edilme olayımın koordineliyürütüldüğünü göstermektedir. Özelolarak İsviçre’den getirilen uçakla Kenya’yakaçırılmamın içinde, NATO gizli operasyonbölümünün de rolünün kuvvetlemuhtemel olduğunu göstermektedir. NA-TO’nun müşterek bir kararı olma ihtimalivardır. Fakat bu husus kanun dışı olduğuiçin, NATO özel kuvveti olan Gladio ile yürütülmüştür.Tıpkı İtalya benzeri birçok ülkedekioperasyonlar gibi. ABD’nin bu politikalarınınAB zemininde ne kadar derin çatlaklarayol açtığı günümüzde daha iyi görülmektedir.Bütün bu hususları en iyi bilebilecekkişi Başbakan Simitis’tir. Ayrıca Stavrakis’indirekt ABD’nin emriyle hareket ettiği,İngiliz avukatlarımın hazırladığı savunmadagösterilmiştir. Gerek ABD, gerekse Türkyetkililer işbirliği yaptıklarını en üst düzeydeifade etmişlerdir. Geriye şu sorulara yanıtvermek kalıyor: Tüm tarafların bu işte,komploda çıkarları nedir?Birincisi, ABD kendisi için stratejik müttefikolarak gördüğü Türkiye’yi kendisinebağlamak için bu yardımı mükemmel birfırsat olarak görmüştür. Bütün Ortadoğu,Orta Asya ve Balkan faaliyetlerinde Türkiye’denyararlanmayı bu teslim edişle zirveyeçıkarmıştır. Aynı hususlar İngiltere içinde geçerlidir. İsrail de Türkiye’yle geliştirdiğistratejik ilişkisinin bu olaydaki rolüyle nekadar önemli olduğunu kanıtlamıştır. İsrail’inbeyin rolü, diğer alanlarda ve özellikleKenya’da sonuç alıcı olmuştur. Peki, HelenCumhuriyeti’nin menfaati nedir? Bir defaçok bağımlısı olduğu ABD’nin emrini yerinegetirmiştir. Sonrasında Kıbrıs ve Ege sorunlarındaABD’nin tam desteğini alarak,karşılığını fazlasıyla alacağını hesaplamaktadır.Diğer aşağılık bir yaklaşım Pangalos’unsözünde gizlidir: “Mesih’in yanındakimelek” demekle imhadan başka birsonucun beni beklemediğini çok iyi bilmektedir.Benim Türkiye’nin elinde ölmem, tambir ‘iti ite kırdırma’ politikası olarak mükemmelişlerlik kazanacaktır. İtler ne kadar birbirlerinikırarsa, sonuçta kendi politikasıkazanmış olacaktır. Bu yaklaşım, verilendesteğin tamamen taktik çıkar amaçlı olduğunuaçıkça ortaya koymakta, en ufak birinsani yönünün olmadığını göstermektedir.Bütün hesaplar benim kör bir direniş içinegirerek öleceğim üzerine yapıldı. Ölmemüzerine gün sayıldığı, Atina gazetelerindebile işlendi. Şahsımın klasik milliyetçi yaklaşımdanuzak olması ve kör şiddete açıkolmaması, ilkel Kürt milliyetçiliğinin önünüaçarak diledikleri gibi Kürt sorunu ile oynamahesapları bunda belirleyici olmuştur.Teslim edildiğim gün bazı Kürt milliyetçi önderlerinhemen Atina’ya geldikleri bilinmektedir.Bütün hesaplar, komplo ve ihanetinölümümle sonuçlanacağı temelinde yürütülmüştür.Hukuki yanını bir yana bırakalım,bu yaklaşımda insani hiçbir yanın gözönüne alınmadığı açıktır.c- Savcı’nın iddianamesindeki yaklaşımınAİHS ve Helen pozitif ulusal hukukunaaykırı olduğu yaptığım kısa değerlendirmedende rahatlıkla anlaşılabilir. Hiçbir makamtehdit altındaki bir vatandaşını veyasiyasi iltica başvurusunda bulunanı ‘kovma’yetkisinde olamaz. Özellikle benimİtalya sürecim, bunun için en iyi örnektir.Sadece pozitif hukukun gerekleri yerinegetirilse bile, bu olaydaki sorumluluğun hükümetedüştüğü açıkça görülecektir. Zatenolay sırasında hükümetin büyük telaşı vebakan istifaları bunu göstermektedir. Enucuz kayıpla suçlarını örtbas etmek istemişlerdir.Neden, hemen başlangıçta hakkımdasoruşturma yürütülmedi? Suçluysam,ilk anda suçluydum. Her şey bilgileridahilindeydi. Olay umdukları gibi gelişmeyipbenim kim vurduya gitmem gerçekleşmeyince,yani nedeni belirsiz, sadece Türkyönetimini sorumluluk altına sokan birmecrada gelişmeyince yargılama yolunagidilmiştir. Tasfiye olsaydım, kesinlikle buyargılanma gerçekleşmeyecekti.Atina Karma Yeminli Mahkemesi’nin lehimdevereceği karar, AİHM’de İmralı kararınailişkin verilen hükümler açısından önemtaşımaktadır. AİHM tüm itiraz maddelerimizikabul etmesine rağmen, kaçırılmayı gözönüne getirmemiştir. Nasıl tehlikeli bir komploiçinde kaçırıldığıma değinme gereği duymamıştır.Sanki teslim edilmem öncesi olupbitenler hukuku ilgilendirmiyormuş gibi, darhukuki kıstaslar içinde kalmıştır. Halbuki banailişkin AİHS’nin en temel maddesi; cangüvenliği ve hukuki bir yönteme dayanmadan,keyfi olarak gözaltına alınamayacağıbiçimindedir. Benim durumum sadece keyfigözaltı değil, ucu her türlü imhaya açık birkaçırılmadır. Çok sayıda devlet güçlerinin roloynadığı planlı, gizli, tamamen uluslararasıhukuku çiğneyen bir kaçırılmadır. AİHS 5/2maddesi çiğnenmiştir. Ulusal hukukun dadevre dışı bırakıldığı açıktır. Hep vurguladığımgibi, Helen Cumhuriyeti sınırları içindeverilecek karar en çok tutuklanmadır. Bunundışında tüm muameleler hukuk dışıdır. Mahkemeninbu hukuk dışılığı bir yolla telafi etmesigerekir. İmralı yargılamasını ve AİHMyaklaşımını geçersiz sayabilir. Çünkü ilk yargılanacağımve dolayısıyla güvencesi altındaolmam gereken mahkeme, Atina KarmaYeminli Mahkemesi’dir. Bu mahkemenin kararıöncelik taşır. Diğer mahkemelerin kararlarınınhüküm ifade edebilmesi için, Atinayargılanmasının sonucu gerekmektedir. Hukuksuzluküzerine, hukuk inşa edilemez. Buaçıdan Atina Karma Yeminli Mahkemesi’ninkararı hem bir ilk örnek teşkil etmesi hem dediğer yargılamalara zemin teşkil etmesi açısındanönem arz etmektedir. Pratik sonucupek önemli olmasa da, AİHS 5/2 maddesininişletilmesi açısından da sonuç doğurabilir.İtalyan Roma İstinaf Mahkemesi’nin ilticamınkabulüne ilişkin verdiği karar da gözönüne getirilmelidir. Mahkeme esas olarakhalen Helen Cumhuriyeti sınırları içinde olduğumugöz önünde bulundurarak, İmralı’dakitutuklu olmamı da gayri kanuni olarakdeğerlendirmek durumundadır. Teorik olarakHelen Cumhuriyeti sınırları içinde olduğumkabul edilerek yargı yürütülmelidir. Bunungereklerini ortadan kaldıranların suç teşkilettikleri açıktır. Böylelikle örneğine az rastlanırbir hukuki kalpazanlığın önüne geçilmişve hukuk devletinin gerekleri yerine getirilmişolur.Sonuç olarak, insanlık ve halklarımızındostluk tarihinde bir kara leke olan bu●“Ezilenlerin tümünün, bir da¤ ve orman kovu¤undan çöl kabilesine, köleden iflçiye,cinsiyet ezileninden çevreciye, çocuk, genç ve yafll› katmanlaflmas›na kadar bileflikbir sistem aray›fl›na hiçbir dönemle k›yaslanmayacak kadar ihtiyaç vard›r.Devlet sosyalitesinin zihniyet ve siyaset askerlik yöntemlerine düflmeyen, o s›n›rlarakoflmayan, kendi do¤alar›na uygun hem zihniyet hem de politik yap›lanmalar›n›oluflturmalar› gerekir. Bu temelde tarih ve gelenek, araflt›rma ve bilinçlendirme,mant›k kazanma çabalar›yla en genifl Demokratik Ekolojik ToplumKoordinasyonlar›n› teflkil etmeleri gerekir.”●komplo olayında mahkemenin kararı, adilbir hakem olarak dindirici bir etki yaratabilir.Kendim bunu bir intikam sorunu olarak değerlendirmeyikarakterime uygun bulmamaktayım.Siyasi ve ahlaki savunmamdayaptığım gibi, yine de dostluk ve barış içinbir köprü rolünü sürdürmekte kararlıyım.Türk-Helen ilişkilerinin, benim üzerimde oynananbu oyunla, özellikle ABD’nin isteğiyledüzeltilmesine fazla güvenilemez. Kalıcıdostluklar, ancak halkların demokratik dayanışmalarıylakurulabilir. Benim de yapabileceğim,artık tarih boyunca kanlı uygarlıkgüçlerinin politik yöntemlerinden köklü birbiçimde kopmak, siyasi mücadelenin temelinehalklarımızın demokratikleşme mücadelelerinioturtmak ve başarı kazandırmakolacaktır. Şuna derinden inanıyorum ki,Kürt-Türk ilişkilerinde sağlayacağımız köklübir demokratik uzlaşı ve barış ortamı, Helenhalkının da yüzyıllardan beri derin umuduolan barış ve dostluğun en güçlü güvencesive gerçekleştirici gücü olacaktır.Kürt krizinde çözüme do¤ru–veya komploya yan›t–Atina üzerinde 1 Şubat 1999’da uygulamasürecine konulan komplo şahsında,Kürt olgusu ve ondan kaynaklı sorunlarıbir ikilemle karşı karşıya getirdi: Yaintihar, ya yeni yaşam koşullarını özde vebiçimde yaratabilmek! Medyada işlendiğitarzda ‘paketlenip’ Ankara oligarşik yönetimineteslim edildiğimde, dünya çapındaetkili ABD hegemonik sistemi beni daha iyitanıyor ve ne yaptığını biliyordu. İster ölü isterdiri kalmanın kendi sistemi içindeki sonuçlarınıhesaplıyordu. ABD ve Yunan oligarşisifazla yaşayabileceğime ihtimal vermiyorlardı.İntihar veya değişik bir ölüm biçiminingüçlü bir olasılık olduğuna emindiler.Başlangıçtaki beklentili halleri de bunukanıtlıyordu. Beni teslim ederken hiçbir güvenceöngörülmüş değildi. Halk deyişiyle‘eti de senin, butu da senin’ tutumu içindeydiler.Hem örgüt hem de halk içindeki azamiseviyeye çıkarılmış karşıtlık duygularıintihar eğilimine yatkındı. PKK beş bine yakınelemanını intihar kararlılığıyla eylemesürmeye hazırlanırken, Türk kamuoyu kısasüre içinde idam infaz beklentisi içine sokulmuştu.Kendini yakma eylemleri devamediyordu. ABD ve yakın müttefikleri olarakİsrail ve Yunanistan, Türkiye’nin içine gireceğibu yeni intiharvari karşılıklı öldürmefuryasında, kaosunda, en azından onlarcayıllık bir kargaşa, ekonomik iflas ve intikamhisleriyle dolu bir dönem içinde kendi politikalarınınbaşarı şansını yüksek görüyorlardı.Hem Kürt hem de Türk şoven milliyetçihisleri kabardıkça, içinden kolay çıkılamayacakbir kör çıkmazın sonunda her ikitarafın da kendilerine bağlanacağındanemindiler. Bağlanmaktan başka çare göremiyorlardı.Geleneksel ‘böl yönet’ veya‘tavşana kaç, tazıya tut’ politikasının sonuçvermemesi düşünülemezdi. Kaldı ki, son15 yıllık süreç bu politikanın bütün ipuçlarınıvermişti. Hem Türkiye hem de Kürtlerdalga dalga sistemin kollarına atılmaktaydılar.Başka yolları kalmamıştı. ’20’lerin gündemleştirilmişbir versiyonuyla, tarih tekerrüredilmek istenir gibiydi. İngiltere zaten buyıllardaki tecrübesi ile işin can alıcı noktalarınıbizzat planlayıp uyguluyordu. PKK’ninyeni bir önderlik altında kendine bağlanıp,kendine bağlı işbirlikçi bir Kürt milliyetçi hareketiyle’20’ler politikasını, ’90’larda Iraküzerinde uygulama çabasındaydı. Irak’ın2003’te içine düşürüldüğü durum bu politikanıngüçlü temelleri olduğunu gösteriyordu.Şahsımda bir Şeyh Saitçilik oynanıyordu.Öyle ki, idam kararım Şeyh Sait’in idamedildiği 29 Haziran 1999’da verilmişti.Bu gerçekler karşısında intiharı seçemezdim.Dayanılması zor koşullar karşısında,Kemal Pirlerin anısı gereği, ölüm orucudüşünülmedi değil. Daha uçaktayken, tekkelime konuşmadan bu yolu denemek aklımagelmişti. Ama geliştirilen oyunun da tambunu beklediği ve oyunu oynayanların karanlıktakalacağı, ölmemesi ve öldürmemesigereken insanların öleceği ve birbirini öldüreceği,belki de etkisi yüzyıllara yayılabilecekbir intikam sürecinin birlikte yaşamkültürü güçlü olan halklarımız arasında yeşereceğigerçeği, kişisel intikam hisleriyleve acılarıyla kendi sonumu getirmeye hakkımınolmadığını açıkça dayatıyordu. Trajedimne kadar acı ve hak edilmedik olsa da,bazı değerler için yaşama gücü göstermeliydim.Önemli olan benim kişisel onur vegururum değil, sistematik değerlerin hesabınıdoğruya yakın yapabilmek ve fırsatıolursa karınca kararınca hayata geçirebilmekti.Yaşam kararlılığım ana hatlarıyla bubiçimde oluştu.Açık ki, hem öz hem de biçimde beni tepedentırnağa bir gözden geçirme ve dönüşümgörevi bekliyordu. Yaşamam bu görevinbaşarısına bağlıydı. Tutukevlerinin zorkoşullarına karşı, bu dönemde ölümüne direnişlerboy gösteriyordu. Benim koşullarımdaha ağır olmasına rağmen, çıkışı bu biçimdeyapmamın gerçekçi ve doğru olamayacağınınve sonuç da vermeyeceğinin bilincindeydim.Örgütü ve halkı kendim içinayağa kaldırmamın da doğru bir tavır olamayacağınıdüşünüyordum. Bu yönlü yaklaşımların,düşünülen oyun gereği ezileceğiöngörülmüş ve onay verilmişti. Tüm diriöğelerin tasfiyesi, planın bir gereğiydi. Soyutbir şoven milliyetçilik politik olarak sürdükçe,her şeyi buna kurban etmekten çekinmeyecekti.İşbirlikçi ilkel Kürt milliyetçiliğive PKK’den kaçan hainler ellerini ovuşturarakbunu bekliyorlardı. Böyle yapmadığımtaktirde ise, “APO direnmedi, derindevlete teslim oldu” türünden yaklaşımlarlaortamı istismar etmeye çalışacaklardı. Bunlaraalet olmamalı, fırsat vermemeliydim.Kaldı ki, Kemal Pir ve Mehmet Hayri Durmuşbaşta olmak üzere ’82 Büyük ÖlümOrucu Şehitleri’ne, yine Mazlum Doğanve Ferhatların anısına bağlılık; Onları taklitetme biçiminde davranmak yerine, özgüryaşamın daha gerçekçi ve onurlu bir çıkışınıemrediyordu. Sonuç olarak yaşam kararlılığıkesinleştikten sonra, büyük dönüşümsürecine cesaret edecektim. Tarihteözellikle Ortadoğu kültüründe bu tür süreçlerdönüşüm örnekleriyle doludur. Ha Eyüpgibi bir mağarada, ha Zerdüşt gibi dağ ba-


Sayfa 20Temmuz 2003Serxwebûnşında inziva ve çileye çekilmişsin, ha İmralıTek Kişilik Tutukevi’ne kapanmışsın; özündefark yoktur. Sorun, dönüşümün nitelikselözelliklerini geliştirebilmekteydi. Şimdiyekadar ki tüm değişim ve gelişim deneylerimiaşan özellikler kazanmadıkça, büyük çilesürecinden sağlam ve doğru çıkmam anlamlıolmayacaktı. Benim sorumluluğum altındaoluşan muazzam acılar ve umutlaryüklü değerlere layık olmak da bu gerçekleşmeyebağlı olacaktı. Söz konusu olan,kişiliğim temelinde bireyi, kurumları ve çözülenzihniyeti bağrında taşıyan sistemi görebilmek;bununla da yetinmemek, o sistemiaşmak ve yeni sistemi gerçekleştirmekti.Ana hatlarıyla teorik ve bazı uygulamaörnekleriyle kalın çizgiler halinde bu süreciözetlemeye çalışırsam:Kürt olgusu özgürlü¤e suya biny›lhasret kalan topraklar gibiydia- Her şeyden önce kişiliğimin ilginç birözelliğinin sistematik karakter hastalığındaolmasıdır. Bir sistemi tam aşamadıkça,kendimi sürekli kriz içinde bulmam söz konusudur.Yüzeysel ve doğruluğu kuşku götürendeğerlerle uzun süre yaşamanın,özüme ters bu şüpheli yaşamın doğal birsonucu olarak, beni hep arayışa zorlamasısöz konusuydu. Bu ise, evrenden tutalımbir toz zerreciğine kadar her şeye doğru biranlam vermedikçe rahatlamayacak bir karakter,mizaç taşımak anlamına geliyordu.Tüm yaşam evrelerimi gözden geçirdikçe,bu hususu kalın bir çizgi gibi görüyordum.Aile ve köy toplumunda kendimi tanımayabaşlar başlamaz, doğru olan nedir sorunuylakarşı karşıya geldim. Sonuç, aile veköy gelenekleri yerine, kendi çocukluk hayallerimyüklü ‘özgün yasalarımı’ sezip yaşamaktı.Bilinen köy aile isyancılığı bu özelliktegelişmişti. Topluma, şehre açıldıkça,durum daha da sancılı bir hal aldı. İlk genelideoloji olarak dine sarılmak, birçok insandaolduğu gibi bende de ifadesini buldu. İlk, ortave lise sürecinde dinsel yanı ağır basanduygulu, mümince bir yaşamı esas aldığımda itiraf etmem gereken bir husustur. FakatAnkara’daki okul, Dev-Genç hareketliliği, ilkelKürt milliyetçi yansımaları bendeki krizidaha da derinleştirecekti. Tüm bu süreçleribazı öğretmenlerim fark etmiş olup, yardımcıolma çabaları da vardı. Yaşanan sistematikdüzeyde olduğu için, bu çabalar yeterligelmiyordu. ’70’lerde kemalist Türkiyemodernitesi çatallaşma sürecindeydi. Biryandan daha radikal sol çıkışlar, diğer yandanşoven milliyetçi ve dini ağırlıklı siyasalçıkışlar her genci olduğu gibi beni de etkisialtına almakta gecikmeyecekti. Klasik kemalizminetkileri sınırlı kalmıştı. Yeni ideolojikpolitik akımların etkisi altında daha dazorlanmakla birlikte, yeni bir karar süreci yaşıyordum.Kürtlük ve dinsel kuşkuculuk peşimihiç bırakmayan iki katı gelenek olmayadevam ediyordu. Sol ideolojiye yönelmemde bu gelenekleri aşarak değil, yadsıyarakaşma kolaycılığı, kuşkulu yapımı daha daderinleştirecekti. Kürt ilkel milliyetçiliğinedüşmemek kadar, dinci özelliklerimi de yenigelişen dini siyasi akımlara kanalize etmemekönemli olmakla birlikte, yeterli bir çözümdeğildi. Okulu bitirdikten sonra, küçükbir memurlukla tatmin olacak yapıda değildim.Üniversiteyi okumam sol çıkış için birbasamak yapmaktan öteye bir anlam taşımıyordu.Dönem aynı zamanda sol parçalanmayıyaşıyordu. Eylemler patlak vermişti.Eylemciliğin, karakterimin sistem analizidışında, benim açımdan değerlendirilebilecekbir özelliği yoktu. Militanlık hevesleri tatminetmiyor, bir taklit karikatürü olmaktanöteye anlam ifade etmiyordu. Mevcut sol ortamiçinde, dürüst bir sempatizanlıktan öteyegidemiyordum. 12 Mart hareketinin soldayarattığı boşluk, hiç hazır olmadığım halde,beni bir gençlik önderliğiyle yüz yüze bıraktı.Ankara Demokratik Yüksek ÖğrenimDerneği (ADYÖD) yönetimi ve fiili başkanıgibi bir konum, liderlik konumunu da önümekoydu. Daha önceleri sempatizanlığım, siyasiyanı ağır basan THKP-C’ye yönelikti.THKO kaldırabileceğim bir yapı gibi gelmiyordu.Fakat arta kalan THKP-C sempatizanlarıyeni örgütlenmede tutarsız kalınca,çıkışı bir sol Kürt hareketinde aramam vebunun bizzat sorumluluğunu üstlenmem kaçınılmazoldu. 1972-73’te bu kararlılık kesinleşince,gerisi pratik çabaydı. Bu kararlılığıçözdüğünüzde, hem Kürtlüğün hem desol temelinin genel bir çizgi slogancılığınıaşamadığı görülecektir. O koşullarda dünyaçapında marksizmin, solun yaşadığı krizgöz önüne getirildiğinde, slogancılığı aşmakkolay değildi. Kısır tartışma ortamıyla oyalanmaktansa,ana hatlarına emin olduğumbir Kürt özgürlük hareketinin, ne kadarmaceralı gibi görünse de, sonucun verimliolacağından kuşkum yoktu. Çünkü Kürt olgusuözgürlüğe, suya binyıl hasret kalantopraklar gibiydi. Bu tercihe başta Kemal Pirve Haki Karer gibi çok değerli Türk kökenliarkadaşlar da derinliğine inanmışlardı. Onlarçıkışımızın soy damarıydılar. Yaptığımızyolculuk tipik bir inanmış mümin yürüyüşünebenziyordu. Ortadoğu’daki tüm zorlanmalarbu temeli değiştiremedi. Diğer yandanAvrupa’nın dayattığı eritmeye karşı dadirenildi. Ortadoğu’nun feodal karakteriniaşmamış politik oyunlar ortamıyla Avrupa’nınçekici eritici ortamı arasında uzun süredirenilmekle birlikte, derinliğine bir dönüşümüyaşamamız söz konusu olmadı. KlasikVietnam veya Küba türü hayallerimiz dehiç eksik olmadı. Sovyetler çözüldüğündebile, tüm eleştiri özeleştiri çabalarına rağmen,dönemi başarıyla aşacak sistematikyeniliği yakalamaktan uzaktık. Giderek sıkıştığımbir gerçekti. Ama inatçı bir çabaylane ABD ve AB’ye ne de bir Ortadoğu devletineyönelik teslim olma eğilimine itibar edilmedi.Özgün kalmak daha anlamlı ve özümedenk geliyordu. 2000’lere doğru dahaçok mevcut hareketliliği ve bu temelde onurukorumak, gerisine fazla aldırış etmemekveya kaderci dogmatik bir anlayış içindegün saymak gibi geçiyordu. Ortadoğu’dakison dönemime damgasını vuran gerçeklikbuydu. Hiç rahat değildim. Kadın özgürlüğünedaha fazla yönelmem söz konusuydu.Belki bu kanaldan bir çıkış bulabilirdim.Çünkü yeni düşüncelere daha açık, doğurganbir alan gibi geliyordu.Geneldeki sol düşüncenin Sovyet reelsosyalizminde yaşadığı çözümsüzlük veçözülüş, temelindeki derin boşluklara bağlıydı.Benim yaşadığım da bununla ilintiliydi.Kürt sorununa uygulanış sınırlı sonuçlarvermiş, fakat derin bir uçurumun kenarınada getirmişti. Her ne kadar bu sosyalizm türüneyönelik baştan itibaren eleştirisel yaklaşılmışsada, köklü bir dönüşüme uğratmaktanuzaktık. Köksüz bir mezhepleşmetehlikesini içeriyordu. Tarihsel temeldenyoksunluk, geleceğin peygamberce dogmatiköngörüsü, dünyevileşmiş bir materyalistdini anlayış durumuna düşürmüştü.Feodalizmin güncelleşmiş dini siyasi akımlarıylakapitalizmin yeni liberalizminin kenarındanbile yürümek istemiyordum. Dahaderinleşmiş kuşkular ve kurumayla yüz yüzebir zihniyette, gelişemeyen duygularlayüklü, olabildiğince trajik bir pratiğin başındaayakta kalmayı tam bir onur savaşınadönüştürmüştüm. Başarı ve çözüm, pratiktenve sistemin içindeki gelişmelerden bekleniyordu.Halbuki her iki alan, kriz derecesindebir bunalımı yaşıyordu. Her yönüylebir kilitlenme durumuna gelmişti. Fakat doğadurmadan değiştiğine göre, toplumsalgerçeklik de değişecekti. Tıkandığı noktalardan,çözüme zorlanacaktı.b- İmralı sürecine bu gerçeklik temelindegelindi. Önemli bir tarihsel kesit yaratılmasınarağmen, kendi sistemini yaratmaktanuzaktı. Her tarafa kullanılabilecek bir malzemedurumundaydı. Türk devletinin sorgulamayapan güçleri, sanıldığı gibi fazla gerideğillerdi. Kilitlenme kadar çözümün debenden geçtiğinin oldukça farkındaydılar.Kaba bir yaklaşım içine girmemekle birlikte,tam bir sistem savaşıyla yüz yüze bıraktılar.Kendi deyişleriyle, her şeyi ben yapmak durumundaydım.Bir yanıyla doğruydu. Diğeryandan ise, tüm dünya karşısında tek başınabırakılmıştım. İçine düşürüldüğüm bu durumumda,‘yeni dünya adaleti’ kendini bütünçıplaklığıyla gösteriyordu. Özellikle ABDküreselciliğinin (yeni) ilk kurbanlarındandım.Aslında Türk-Kürt olgularının, basit bir kullanımdeğeri taşıdığı anlaşılıyordu. Sorununözünün bir Kürt-Türk çelişkisinden ibaret olmadığıkendini bütün yönleriyle gösteriyordu.İkinci, üçüncü kategorilerden çelişkilerolduğumuz ortadaydı. Dar bir ulusalcılık vesınıfsallık bu yüzeysel çelişkileri ifade ediyordu.Sistemli olamadığımız, karşı sistemleriniçinde kaldığımız inkar edilemez bir konumarz ediyordu. İstediğiniz kadar ezilenulusçu veya sömürülen sınıfçı olduğunuzuiddia edin, pratik sizi karşıt sistemin basit biravı halinde tutmaktan öteye taşımıyordu.Eğer yaşadığınız sistemi köklü gözden geçirmez,alternatifini geliştiremezseniz, bukonumu aşamayacağınız da ortadadır. KocamanSovyet sistemini kullanan emperyalhegemonik sistem, bir Kürt-Türk ilişkiler veçelişkiler odağını haliyle kullanacaktı. Öyleyaptığı da bütün marifetleriyle karşımdaydı.Bu durumu sadece dostların, PKK’nin eksiklikleriile izah edip aşmak gerçekçi değildi.Hatta görünür komploculara bağlamakda yeterince bir izah olamazdı. Ne kadarKürt, Türk, Arap çözümlemesi yapılsa dadurum yine aşılamazdı. Buralardan dünyahegemonik sistemini çözmeye yönelmedikçe,içinde kıvranmaktan kurtulunmayacaktı.Benim durumum her yönüyle bir sistem çözümünüdayatıyordu. Öyle sıradan parçasal,farklı zaman mekan çözümlerini değil;bütünsel derinlikli ve tüm boyutlarıyla bir evrenselçözümü dayatıyordu. Bu tür bir çabayave düşünsel yoğunlaşmaya yöneldim.Tümüyle etli butlu olmasa da, kendi sistemininiskeletini oluşturduğum kanısındayım.Evrensel bakış açım, mevcut bilimsel bilgidüzeyini rahatlıkla karşıladığı gibi, hiçbir gelişmekarşısında şaşmayacak bir olgunluğaulaşmış seviyededir. Yaşam ölüm diyalektiğindetüm gelişim evrelerini yorumlayabilecekve karşısında yeterince cesaretle durabilecekdurumundayım. Dönüştürdüğüm sadecebilimsel zihniyet yapısı değildir. İnsanlıktarihi boyunca yaşanan mitolojik, dini, felsefive bilimsel düşünce tarzlarının iç içe diyalektikgelişmesini zihniyetimin temel kalıplarıhaline getirmişim. Buna sağlam mantıkyapısı da denilebilir. Bu mantık yapısıiçinde toplum, doğa ve evren kavramınaşüpheli karakterimi doyurabilecek denli birderinlik, doğruluk kazandırmış durumdayım.Benmerkezli bir düşünce yapısı veya hastalığındankurtulmuş durumdayım. Ta çocukluktanberi en güçlü baba, kabile, aşiret,ulus, devlet vb kavramlarla kendini özleştirme,tekleştirme hastalığı, aslında insan psikolojisindekien derin bir zaafı da teşkil ediyor.Belki de canlılar aleminde kendi başınayaşayamayacak denli zayıf bir hayvan olaninsan türü, bu zayıflığını toplum olmak vetoplum olmakla da kendini onun bir kategorisi(aile, hanedan, devlet, ulus, aşiret) olanbiçimler altında tanrısal bir yansı haline getirmeklebenleştiriyor, tekleştiriyordu. Aslındatek tanrılaşmayla, benlikte bir zirveleşmeve kendini gizleme söz konusudur. Buradançıkarak firavun tarzından son ABD tarzınakadar bir uygarlık gücü halinde korkunçgüçlendirmesine varıyor, temel insani zayıflığıböyle yanıtlıyor. Tabii bu tür tanrısallaştırmaylahastalık aşılmıyor, tüm insanlığıtehdit edecek bir genelliğe ulaşıyordu.Eflitlefltirenözgürlefltiren devlet olamazOrtadoğu kültüründeki büyük çile dönemleri,özünde bu yapıyı kırmaya yöneliktirve çok zengin bir içeriğe sahiptir. Sosyalmücadele tarihini Batı’da aramak, aslındaözümüze saygısızlıktır. Her tür sosyal veçevreci mücadelecinin binlercesine Ortadoğukültürü tanıdıktır. Descartes, Marks, Leninvb gibi Batı’nın son 500 yıllık birikimleribu kültür karşısında zayıf kalır. Batı’nın üstünlüğü,eleştirisel diyalektik düşünceyi sistemlive sürekli uygulamasından ileri gelmektedir.Buna rağmen bireycilik hastalığınıaşamadığı gibi, insanlığı genelleşmiş bir firavunlaşmasistemi içine atmaktan öteye gidememiştir.Sümer rahip birey ve devletinin aynısınıtemsil etmektedir. Yalanlı ve kanlı uygarlığıesas olarak aşamamıştır. Sistemin yatek tanrının hiçleşen kulları ya da tanrısallaşaninsanlar üretmekten öteye gitmediği anlaşılmıştır.Kendi çözümümde, Batı uygarlığıdahil, Sümerlerden beri süregelen birey devletikileminin tüm sorunların kaynağını teşkilettiği ve son on yıllardan beri gittikçe derinleşenbir krizi yaşadığı biçiminde bir anlayışasahibim. Bu ikilem tüm ekonomik ve ideolojiktoplum yapılanmasını cenderesine alan temelçelişkiyi teşkil etmektedir. Çelişki serf derebeyi,köle efendi, işçi patron arasında olmaktanöteye, tüm resmi sınıflı uygarlık sistemive cenderesine aldığı herkes ve her kurumarasındadır. Sınıf sorunları, çevre, kadın(cinsiyet) sorunundan etnik sorunlara kadartüm toplumsal sorunlar bu sistem çelişkisindenkaynağını alır. Fakat devlet sahibi sosyalitekendi sistemini kurmasına karşın, devletleçelişki halindeki tüm sosyalite yapılarıkendi bileşik sistemlerini kurmaktan uzaktırlar.Devlet sistemlerinin sürekli gittikçe yoğunlaşanve bileşik özellikleri karşısında, sözkonusu sorunları yaşayanlar, gerek uğradıklarızor, gerekse ideolojik saptırmalar yoluylasistematik düşünce yapısına ve toplumsalkurumlara ulaşmaktan yoksun bırakılmışlardır.Bilinç ve iradenin parçalanmış hali sürekliliğive bütünsel bir kurumsallığı oluşturamamakta;tarih boyunca sergilenen büyük özverilererağmen, sistematikliği sağlayamamaktadır.Çoğunlukla devlet sosyalitesinin iç çelişkilerininbir aleti olarak kullanılmaktan kurtulamamaktadır.Bu haliyle devlet ve dayandığısosyalite, zayıf bacaklar üzerinde şişenbir gövde ve dev başına benzemektedir.Gerçek bir toplumsal kanserleşme yaşanmaktadır.Devletin bu haliyle yürüyemeyeceğigerçeği, sistemin motor gücü ABD’nin yeniküresel hamlesine yol açmıştır. Sistem,karşıtlarınca çözümlenemeyince, kendi içindeçözüme gitme çabasındadır. Son Irakoperasyonu bu bağlamda anlam ifade eder.Çözüm bulunacağı da kuşkuludur. Sisteminbuna yetenekli olup olmadığı yoğun tartışılmaktadır.Fakat bizim tartışmamız bunu aşmakzorundadır.Mevcut sistem dışı bir sistem tartışmasındavardığım sonuç, toplumun değişimdönüşüm çabalarında devletçi tüm yaklaşımlarıaşmak biçimindedir. Devlete götürentüm düşünce ve hareket yapıları, iddialarıne denli eşitlikçi ve özgürlükçü olursaolsun, ters sonuç doğurmaktan kurtulamazlar.Son Sovyet deneyimi iyi bir örnektir.Devletçi sosyalizmin olamayacağı kanıtlanmıştır.Marksizmin temel zaafı bu gerçeklikteyatmaktadır. Ezilen sınıf diktatörlüğü dedahil, her devlet doğalında eşitsizlik ve özgürlüklesonuçlanmak durumundadır.Çünkü devletin temel mantık ve dokularındabu gerçeklik esastır. Eşitleştiren, özgürleştirendevlet olamaz. Fakat bu sınırlı eşitlikve özgürlük amacına hiç katkıda bulunamazanlamına gelmemektedir. Mevzii vedönemsel bu tür özellikleri kazanabilirler.Ama bu özellikler asli olmayıp geçici karakterdedirler.Dolayısıyla devlet dışı sosyalitenin,kendine uygun zihniyet ve siyasal yapılanmalarıoluşturma görevi vardır. Tarih boyuncabirçok mezhepsel ve etnik adımlaratıldıysa da, bir sisteme ulaşılamadığı açıktır.Köleci, feodal ve kapitalist çağdaki tümezilenlerin hareketleri muazzam deneyimleryaşamalarına rağmen, sistematik, sürekligittikçe yoğunlaşıp kurumsallaşan geleneklereulaşamadılar. Varolanlar parçasalve adeta müzelik konumdadır. Buna rağmentüm insanlığın devlet sosyalitesinceyutulduğunu, hiçbir gelenekten eser kalmadığınıiddia etmek sübjektivizm olur. Bu,aşırı abartma ve küçülmek anlamına düşmekolur. Gerçeklik biraz daha farklıdır.Ezilenlerin tümünün, bir dağ ve ormankovuğundan çöl kabilesine, köleden işçiye,cinsiyet ezileninden çevreciye, çocuk, gençve yaşlı katmanlaşmasına kadar bileşik birsistem arayışına hiçbir dönemle kıyaslanmayacakkadar ihtiyaç vardır. Devlet sosyalitesininzihniyet ve siyaset askerlik yöntemlerinedüşmeyen, o sınırlara koşmayan, kendidoğalarına uygun hem zihniyet hem depolitik yapılanmalarını oluşturmaları gerekir.Bu temelde tarih ve gelenek, araştırma vebilinçlendirme, mantık kazanma çabalarıylaen geniş Demokratik Ekolojik Toplum Koordinasyonlarınıteşkil etmeleri gerekir.Klasik sol ve liberal kalıplarla hiç vakit harcamamak,verimlilik ve boş çarpıtmalara uğramamakaçısından önemlidir. Küresel sistembunalımına karşı küresel bir demokratik ekolojikhareket insanlık için gittikçe aciliyet kazanmaktadır.Mücadele biçimleri olarak klasiksol dönemde olduğu gibi devletle çarpışmamakkadar, devlete koşmamak da ilkeselbir değere sahiptir. Ne devletle çarpışarak,hatta onu yıkarak ne de devletle sorunlar çözümlenir.Tersine, ‘ne kadar devlet, o kadarsorun’ yine ‘ne kadar az devlet, o kadarçok çözüm’ formülü daha gerçekçidir. Devlettenuzak durmak, gerekiyorsa demokratikekolojik toplum çabalarında sınırlı bir uzlaşmadanöteye gitmemek büyük önem taşır.Son 150 yıllık sosyalizm çabalarının iflas etmesinde,devlet yaklaşımları belirleyici roloynar. Milyonlarca kahramanın ölümü, emekçabaları bu ideolojik ve siyasi körlüktenötürü sonunda emperyalizme hizmet etmektenkurtulamamıştır. Birçok ezilen ulus ve sınıfhareketi bu tür yaklaşımların kurbanı olmuştur.300 yıllık Roma İmparatorluğu’na direnenyoksulların hareketi, Hıristiyanlık devleteyöneldiğinde yozlaşıp engizisyona kadargitmekten kurtulamamıştır. Zerdüşt’tenMani’ye, Nuh’tan İbrahim ve Muhammet’ekadar çözüm araçları, Sümer rahip devletinedoğru koştukça, kurtarmak iddiasında olduklarıinsanlığı aslanlara yedirmekten öteye gidememişlerdir.Bu yaklaşım, Leninist tarzıbir emperyalist devlet yıkıcılığı ve proleterdiktatörlük kuruculuğuna götürmüştür. Leninizmindüştüğü durum da aynıdır. Maoizmve benzerleri de aynı geleneği paylaşırlar.Yeni demokratik ekolojik arayış, rijit, kesinsınıf, ulus ve devlet kategorilerinden hareketetmez. Umudunu salt geleceğe taşımaz.Kuru bir geçmiş inancına da dayanamaz.‘Tarih ve gelenek neyse, günümüzve gelecek odur’ büyük ilkesine göre düşünmeve davranmayı bilmek gerekir. Tarihve geleneği ne kadar doğru biliyorsan,günümüz ve geleceği, bu tarihi içselleştirdiğindeüstüne ekleyeceğin kadar değiştirebilir,dönüştürebilirsin. Değişim vedevrimin altın kuralı, bu büyük harfli formülünuygulanmasından geçer.Ötekini tanımak, zihniyet dönüşümündediğer önemli bir ilkesel yaklaşımı ifadeeder. Firavunlaşma, yani kendini devletletanrı yerine koyma, tüm siyasi hastalıklarınözüdür ve karşısındakileri küçük, kul gibigörmeye zorlar. Günümüzde bu hastalık,Nemrutlar ve Firavunlar döneminden dahaaz yoğun yaşanmıyor. Dolayısıyla ötekinibir kul, etkisiz bir varlık gibi değil, eşit ve özgürbir diyalektik öğe olarak görmeyi gerektirir.Doğaya ve çevreye boş, şuursuz varlıklarolarak değil, evrensel yasaların ahenginegöre yaşayan varlıklar olarak, ilkçağinsanının kutsallığı içinde bakmayı gerektirir.Bunlarla birlikte kanlı uygarlığın daha daiçinden çıkılmaz hale getirdiği cinsellik, kadın,çocuk ve yaşlılara; sınıf, din ve tarikatgibi daha toplumsal kategorilere de aynızihniyet perspektifinden yeni ve geliştiricibir yaklaşımı esas alır.Eylem ve örgütlenmede zorunlu meşrusavunma dışında zora başvurmaz. Büyükayaklanmaları yöntem olarak seçmez. Bunutümden reddetmese de, esas olarak bilinçledolu toplum biçimlerini esas alır. ‘Ne kadarakıl duygu gücü, o kadar toplum ve hareketgücü’ ilkesine bağlı olmak esastır. Duyguyadayanmayan aklı devletçi sosyaliteninacımasız bir kalıntısı sayar. Kadının duyguyüklü zekasına çözümleyici yüce bir değerverir. Çocuk hayallerine en az akıllı bilgelerindüşünceleri kadar anlamlı yaklaşır. Yaşlılarıntecrübelerine sürekli saygılı yaklaşır.Gençliğin coşkusundan hayatın hiçbir dönemindevazgeçmez. İyi olan güzeldir, güzelolan iyidir. En gelişmiş zeka ve türettiği kavramlargüzelliğin özünü oluşturur, ilkeselyaklaşımı esas alır. Yaşama gerekli coşkuylayaklaşırken, ölümü yaşamın bir bedeliolarak görür ve yersiz korkuyla karşılamaz.Ne kadar anlamlı yaşamdan yanaysa, o kadaranlamsız ölüme karşıdır. Ölüme ancakanlamlı yaşamın gereği olduğunda cesaretlegöğüs gerer.İdeolojik sistem dönüşümümün ana çizgileriniböyle formüle etmek mümkündür.Şüphesiz bu yeni paradigma yaşama bundansonra daha derinlikli, evren, doğa, toplumyasalarını görerek bakmak ve yaşamakanlamına gelir.


Serxwebûn Temmuz 2003Sayfa 21KADEK GENEL BAfiKANLIK KONSEY‹ ÜYES‹ MUSTAFA KARASU 14 TEMMUZ D‹REN‹fi‹N‹ DE⁄ERLEND‹R‹YOR14 TEMMUZ RUHU KÜRD‹STAN DEVR‹M‹N‹N RUHUDURBafltaraf› 36’daCezaevinde uygulanan politikanın esasıbudur. Orada devletin mantığı konuştu.Dediği şuydu: “Devrimcilik yapma sözüverdiniz. Burada sizi öyle bir hale getireceğimki, halkın içine çıkmaya utanacaksınız.Sizi öyle bir rezil edeceğim ki, insanlarınyüzüne bile bakamayacaksınız.” Gerçektende izlenen politika, kişilikleri cezaevindetüketip daha sonra toplum içine salmak;böylece halka “işte Apocular bunlardı; sizeöncülük yapmak isteyenler, özgür bir Kürdistanvaat edenler, Türk devletine kafa tutanlarböyle teslim olup boyun eğdi” mesajınıvermekti. Aslında bütün isyanlarda yapılanda bu olmuştu. İsyan liderlerini öldürmüşler,geriye kalanları da pişman ederek‘olmaz’ın teorisini yapan korkak kişiler halindetopluma salmışlardı.Bize karşı politikaları ise daha çok mücadeleninkökünü kazımaktı. Apocu düşüncelerinkökünü kazımak ve cezaevi duvarlarınagömmek, Diyarbakır Cezaevi somutundaKürt halkının özgürlük umudunu gömmekesas hedefti. Hareketin öncü kadrolarıve en iddialı militanları oradaydı. DiyarbakırCezaevindekiler doğduklarına pişman ettirilirve inançlarından vazgeçirtilirse, halktaönemli bir yılgınlık ve inançsızlık gelişecek,PKK’nin itibarı düşecek, Apocu düşüncelerinboş olduğu fikri hakim kılınacaktı. ZatenEsat Oktay’ın ekibi, Şeyh Sait, Dersim veAğrı isyanlarının yenilgisinden sonra olduğugibi “bu iş olmaz” fikrini toplumda yaygınlaştırmakamacıyla görevlendirilen özel birekipti. Ölüm noktasına getiren, ama öldürmeyen,yani ölümü bile bir kurtuluş olarakgösteren tarzda bir işkence uygulanıyordu.Bu ekip böyle bir işkence sistemi kurma göreviylegelmişti. Tabii bu süreçte ölümler oldu,ama mesele ölüm sınırına getirip öldürmedentutmaktı. Çünkü öldü mü, zaten kurtulacaktı.Önemli olan ruhen öldürmek, yanibeyinde ve kişilikte öldürürken, fiziki olaraköldürmemekti.Faşist rejim çok büyük bir şiddetle geliyordu.Koğuşları zaten teslim almış, bizimkadroları iki tarafa ayırmıştı. Artık yirmidört saat işkence uyguluyordu. Gece gündüzinsanlar işkence altındaydı. Su ve yemekvermiyor, sadece bir lokma ekmekveriyor, onu da dilim dilim dağıtıyorlardı.Bazen bunu da vermezlerdi. Gazete ve sigaragibi şeyler zaten kesilmişti. Vermezler,fakat aynı zamanda unutturmazlardı.O da özel bir yöntemdi. Örneğin sigaravermezler, ama haftada birkaç tane içeriatarlardı. Tutuklular sigara içsinler, unutmasınlar,dolayısıyla o zayıflık devam etsindiye bu tür yöntemleri uygularlardı. Yıkanmayoktu. İnsanların hepsi bir aradaydı.Herkesin vücudunda binlerce bit oluşmuştuve avuçla atılıyordu. Sürekli bir işkencehali ve uykusuzluk vardı. Bu durumdabitlenmek de insana işkence gibi geliyordu.Sürekli bir psikolojik baskı vardı. Oda insanların iradesini kırmaya yönelikti.‹lk cezaevi flehidimizAli Erek yoldaflBuna karşı bizim ilk ölüm orucumuz,‘81 yılının 3 Mart’ında Kemal ve Hayriarkadaşların öncülüğünde başlatıldı. Beno zaman hücredeydim, bilgim yoktu. Hücredençıktıktan sonra arkadaşların ölüm orucunubaşlattıklarını duydum. Ölüm orucukarşısında düşmanın politikasında en ufakbir yumuşama bile görülmedi.Daha sonra mahkemeler başlayacaktı.Mahkemeler konusunda da en ufak bir geriadım atış olmadı. Mahkemelerin yapılacağıkonusunda önceden bilgimiz yoktu.Bir gün önce gelip “yarın mahkemeye çıkacaksınız”dediler. Bir tek iddianame vardı.Mazlum ve ben bir hücrede kalıyorduk,böylelikle birlikte okuyabildik. Biz o zaman“bazı kısa şeyler hazırlanabilir” dedik, amabunu yapma imkanımız olmadı. Yani mahkemeyede hazırlıksız çıkıldı. İlk mahkemelerde‘cezaevindeki baskı ve işkenceyiprotesto etmek için kimlik vermeme’ kararıalındı. Çünkü gerçekten dayanılmayacakişkenceler yapılıyordu. Koğuşlar zatenönemli oranda teslim alınmıştı.Şimdi televizyonda verilen bazı görüntülervar. O görüntüler, kimlik bildiriminireddettiğimiz ve işkence yapılıyor dediğimizzaman, arkadaşların kürsüden alınıpgötürüldüğü anın görüntüleridir. Mahkemelerdehakimin gözü önünde işkence yapılıyordu.Salonda esas duruşta durmayan,sağa sola bakan dayak yiyordu. “AdaletMülkün Temelidir” yazısındaki ‘T’ harfinebakılacak, herkesin gözü orada olacak; sağasola, hakime, avukata veya bir başkasınabakılmayacaktı. Gözlerini çevirip başkabir yere bakanı mahkeme salonunda dövüyorlardı.Hatırlıyorum: Mahkeme heyetine“burası işkencehanedir, bunu durdurun”denildiğinde, heyetin verdiği cevap “siz deakıllı durun, yapmasınlar” olmuştu. Belkicezaevi kapalı yerdi, işkence yapılabilirdi,ama mahkeme güya adaletin olduğu yerdi.İşkencelerin orada da sürmesi şu mesajıvermek içindi: “Mahkemede bile sizin içinyapılacak herhangi bir şey yoktur. Tek kurtuluşyolu teslim olmaktır.”Baskılar sürdü. Kimlik bildirimi yapmayanarkadaşları arabalara koyuyor, akşamakadar işkence yapıyorlardı. Arkadaşlarcezaevine girdiği zaman vücutlarında tekbir beyaz yer kalmıyor, her tarafları simsiyaholuyordu. Kimlik bildirimi tavrını geliştirmekarşısında dökülenler oldu. Ağır işkenceleryapılıyor, insanlar dayanamıyordu.İşkence ve baskı bir veya iki gün değilsürekliydi. Polise giden insan iki veya üçay direniyordu; ama burada işkencenin nezaman biteceği belli değildi. Bu da insanlarıniradesi üzerinde olumsuz etki yapıyordu.Sonuçta kimlik bildirimi yapmayanlarazalınca, bunu sürdürmenin faydasıkalmadı. Bu nedenle direnişi fiili olarak devamettirme kararı alındı ve kimlik bildirimiyapıldı. Kimlik bildirimi yapıldıktan sonradireniş fiili olarak sürdü.Ben eyleme ikinci grupta katılmıştım.Ölüm orucu kırkıncı güne girmişti. Esat Oktaybazı sözler vermişti. Sözlerini tutmayacağıbiliniyordu, ama ölüm orucu bırakıldı.Kimlik bildiriminden sonra gardiyanlarınHayri arkadaşın koltuğunun altına giripkürsüye götürdükleri görüntü, ölüm orucununbırakıldığı gündü. O gün ölüm orucubırakılmış ve kimlik bildirimi yapılmıştı. Fakatdireniş devam ediyordu. O eylemde AliErek adındaki Pazarcıklı Türk bir arkadaşımızşehit düştü. Antep bölgesindeki en iyimilitanlarımızdandı. Antep’te Atatürk Lisesi’ndeokurken katılan gençlerdendi. O arkadaşölüm orucunun otuzuncu günü eylemibırakmıştı. Boğazı yara olmuştu; konuşamıyor,yemek yiyemiyordu. Devlet bakmadı,kendisi katı yiyecek yiyemiyordu.Sonuçta acı çeke çeke şehit düştü. İlk cezaevişehidimiz bu arkadaştır.1981’in 26 Mayısı’nda bir dönem dahadirenmek üzere bazı kurallara uyma kararıalındı. Çünkü kitlenin çoğu kurallara uymuştu.Bir süre bazı kurallara uymak, dahasonra toparlanmak kararıyla direniş bırakıldı.Yaklaşık bir aylık gibi bir süre bize karışılmadı.Tabii sonra işkenceler çok şiddetlendi.İşte o zaman gerçek politikalarını açığavurdular. Herkesi mahkemelere çıkarıp“pişmanım, bu mücadele boştur. PKK veApo bizi kandırmıştır. Sosyalizm yanlıştır.Kürt yoktur, hepimiz Türk’üz. KürtlükPKK’nin icadıdır” der duruma getirmeyiesas aldılar. Nitekim itirafçılar çıktı mı, hemenkullanıyorlardı. Hatta Şahin Dönmezitirafçı olduğunda, “Apo bile ‘kendine ihanetetmemiş tek bir Kürt kalmamıştır’ diyor. Demekki, gerçekten Kürtlük olsaydı, Apo daböyle demezdi. Kendine ihanet ettirilmemiştek bir Kürt bile kalmamışsa, nasıl mücadeleedilecek! Bunlar boştur” gibi sözler söylemişti.Doğrudur, Başkanın ilk belirlemelerindenbiri, kendine ihanet etmemiş tek birKürt insanının bile kalmadığı şeklindeydi.Zaten PKK’yi PKK yapan da bu sözdür.Kürt halkını ayağa kaldıran neden, onunzayıflıklarını kabul etmemedir. Fakat bu sözmahkemelerde farklı kullanılıyordu. Bir süresonra baskılar sonucu itirafçılar ortaya çıktı.Yavaş yavaş her gruptan itirafçılar çıkarılıyordu.Bunlar mahkemede sosyalizme vePKK’ye küfrediyor, “Kürt yoktur” diyorlardı.Böylelikle bütün değerlerimizi altüst edenbir saldırı başlamıştı.Kadrolar flahs›nda Kürhalk›n›n umudubitirilmek isteni yorduBaskılar giderek arttı. Hayri arkadaşbir gün “bu nasıl bitecek?” demişti.Koğuşlardan sürekli işkence sesi geliyordu.Bizim orada da işkence oluyordu; fakatkoğuşlar kalabalıktı, çığlıklar hepsindenbirden yükselince arkadaşlar çok etkileniyordu.Bizde durumun böyle süremeyeceğifikri gelişiyordu, bu işte çok tehlikeli biramaç olduğunu görüyorduk. Bizim şahsımızdaKürt halkının özgürlük umudu bitirilmekisteniyordu: Ya itiraf edeceksiniz ya itirafedeceksiniz! Başka seçenek yoktu.Esat Oktay bir gün gelip Kemal arkadaşa,“ben küçüklerle uğraşmıyorum, sıra büyükbalıklara geldi” demişti. Kemal arkadaşınyanıtı ise, “büyük balığın kılçığı da büyükolur, insanın boğazında kalır” olmuştu.Esat Oktay, Mazlum arkadaşın şehit düşmesindenbir ay önce, O’nun yanına gelipbenzer şeyler söylemişti. Esat Oktay birçokarkadaşın yanına gidip böyle konuşuyordu.Bir gün gelip bana da bazı şeyler söyledi.Hatırlıyorum. Bir şey olmuştu, kızmıştım.Normalde bizi ayakta tutuyorlardı. Bense ogün ayakta kalmadım, gidip yattım. Gardiyanlargeldiler, beni kaldırmak için birçokyol denediler, ama kapıyı açmıyorlardı. Sonuçtaben de kalkmadım. Tabii gidip EsatOktay’a söylemişler. Çünkü o ortamda ayağakalkmamak, bir tavır oluyordu. Esat Oktaygeldi, ‘kalk’ dedi, kalktım. Bunun üzerine“halinizi biliyorum; burada ya çatlayaraköleceksiniz ya da benim dediğime geleceksiniz.Artık işin sonuna geliyoruz” dedi. Yanibizim daha fazla dayanamayacak noktayageldiğimizi söylemek istiyordu.Bir ara Kemal, Hayri ve Mazlum arkadaşlarlaaynı kattaydık. Celalettin Delibaşve Muzaffer Ayata da bizim kattaydı. Hepimiztek tek hücrelerdeydik. O sırada kendiaramızda çok yazışıyorduk. Baskılar artmıştı.Bunun üzerine direniş kararına vardık.Mahkemeden önce savunma hakkınıelde etmek için direnişe geçmek gerekliydi.Mahkemelerde Kürt halkını ve PKK’yi savunmakistiyoruz. Kaldı ki, zaten savunuyoruz.Bütün baskılara rağmen, çok sınırlısayıdaki arkadaş olarak mahkemede tutumkoyduk. PKK’yi savunmaya geçiyorduk,ama bizi konuşturmuyorlardı. Bu nedenlebir iki kelimeyle de olsa tavrımızı ortayakoyuyorduk. İtirafçılık yayılmıştı. Mahkemedekimse konuşmuyordu. Bazılarıkalkıp kötü konuşuyorlardı. Belki düşmancatutumlar yoktu, ama parti savunulmuyordu.Bize de söz hakkı vermiyorlardı.Onun için savunmalardan önce mutlaka direnmekararı almalıydık.Duruşmalar başlayınca, mahkeme enfazla altı ay sürer diye düşünüyorduk. Bu altıayın sonunda zaten idam sehpaları kurulurve idam ediliriz kanaatindeydik. Arkadaşlarmüthiş kararlıydı, kimsede idam korkusuyoktu. Hatta idama gitmek bir onur olarakgörülmüştü. Onlarca arkadaş gözünü kırpmadanidama gidecek, sandalyesini kendiayağıyla itecekti. Bu kararlılık vardı. BöylelikleKürdistan tarihinde idam konusundaŞeyh Sait’lerin başlatmış olduğu gelenekdevam ettirilecekti. En zor koşullarda Kürthalkının onurunu korumak ve teslim etmemekiçin en ufacık bir ikirciklik bile gösterilmeyecekti.Fakat işler düşündüğümüz gibiolmadı. Bizim altı ay süreceğini düşündüğümüzmahkeme giderek uzadı. Böyle oluncabaskılar arttı ve itiraflar çoğaldı.Direniş kararı almıştık, direnme zamanınıngeldiğini söylüyorduk, fakat hiçbir arkadaşöncülük yapmak istemiyordu. “Birarkadaş başlasın, ondan sonra katılalım”yaklaşımı çoğu arkadaşta vardı. Bunun nedenişuydu: Birinci ölüm orucu başarılı olmadı.Kemal ve Hayri arkadaşlar o direnişinbirinci dereceden sorumlusu olan arkadaşlardı,fakat ölüm orucu bırakıldı. Baskılarçok şiddetliydi. Bir eylem yapamaz, üstelikeylemimizi sonuna kadar götüremezsekdurum daha kötü olurdu. Esat Oktay’ındediği gibi, cezaevinden çıkarılsak bile,çıkmak istemeyecek konuma getirilebilirdik.Bu kaygıları taşıyorduk. O bakımdanhiçbir arkadaş ölüm orucu eyleminin birincikişisi olmak istemiyordu. Yani bu durum bircan korkusundan veya herhangi bir kaygıdandolayı değil, sorumluluğunun ağır olmasındankaynaklanıyordu. Eylem başarılıolmazsa, durumlar daha kötüye gidebilirdi.Bu nedenle direniş kararı almış olduğumuzhalde direnişte değildik.O günlerde Esat Oktay gelip Kemal arkadaşa,“Kemal, herhalde akıllandınız” demişti.Kemal arkadaş bir devrimci olarakbaskılara karşı tam direnişe geçmeme durumunukendisine yediremiyordu. Koşullarzordu, kendimize sitem ediyorduk. O durumbir süre daha devam etse, kendimize“Apocu düflüncelerinkökünü kaz›mak ve cezaeviduvarlar›na gömmek,Diyarbak›r Cezaevisomutunda Kürt halk›n›nözgürlük umudunu gömmekesas hedefti. Hareketinöncü kadrolar› ve en iddial›militanlar› oradayd›.Diyarbak›r Cezaevi’ndekilerdo¤duklar›na piflman ettirilirve inançlar›ndan vazgeçirtilirse,halkta önemli bir y›lg›nl›kve inançs›zl›k geliflecek,PKK’nin itibar› düflecek,Apocu düflüncelerin bofl oldu¤ufikri hakim k›l›nacakt›.”


Sayfa 22Temmuz 2003Serxwebûnlanet edecektik. Çünkü devrimcilik sözüvermiştik. Ama baskılar vardı, düşmanüzerimize geliyordu. Üstelik çok net vekeskin bir direniş içinde değildik. Bütün örgütlerteslimiyeti kabul etmişken, biz herzaman direnmeyi esas aldık. Buna rağmenmevcut tutumumuzu doğru görmüyor, bazıkurallara uyma şeklinde karar aldığımıziçin kendimize sitem ediyorduk. Kendimizdennefret eder hale gelmiştik. Zaten düşman“toplum içine salacağım; örnek olacaksınız,mikrop gibi yılgınlığı yayacaksınız”diyordu. Biz de direnişin olmadığı durumdakendimizi çok kötü hissediyorduk.Esat Oktay bir süre sonra gelip Kemal’ebakmış, orada bizde bir tepki olduğunu görmüştü.“Patron, herhalde akıllandınız. Bundansonra bir şey yapmazsınız” demişti. Kemalarkadaş ona şunu söylemişti: “Siz Türksubayısınız. Bize kitaplarda okuturlardı:Türk ordusunda bir komutan savaşa giderde ordusu yenilirse, ne ordu o komutana komutander, ne de o komutan ordunun başınageçmek ister. Türklerde böyle bir gelenekvardır. Ben bir kere komutanlık yaptım,ama kazanamadım. Türk ordusundaki geleneğegöre, ben bir daha komutanlık yapamam.Ama şunu bil ki, komutanlık yapan birkişi olursa, ikinci kişi ben olacağım.”Mahkemeler dönemi henüz gelmemişti,eylemi bundan önce yapacaktık. Fakatmahkemelerin uzaması da bu durumu etkiliyordu.Üstelik notlaştığımızın fark edilmesindensonra bizi ayırdılar. Daha öncehücreler arasında boşluk yoktu. Duvaravuruyor, birbirimize not alıp veriyorduk.Bunu fark edince, bizi üçüncü kata indirdilerve her iki hücrenin arasındaki hücreyiboş bıraktılar.Mazlum arkadaşın direnişi bu sıradagelişti. Mazlum arkadaş bir kararsızlık olduğunu,kimsenin ölüm orucunu başlatmakararı alamadığını görmüştü. Çok şiddetlibaskı vardı ve itiraflar sürüyordu. Mazlumarkadaş içimizde en ideolojik olan, ilkeleresaldırıya tahammül etmeyen, bunun öfkesinien yoğun yaşayan arkadaştı. O’nunaçısından bir devrimci olarak bu durumukabullenmek mümkün değildi. Bir insanıninancına saldırı olduğu zaman o insan yıkılırya, Mazlum arkadaşın yaşadığı da tambir dava adamının, bir inanç adamınıninançlarına yapılan saldırılar karşısındaçok fazla zorlanmasıdır. Bunun için dahafazla gecikmenin anlamsız olduğunu düşünmüşve bize mesaj vermek için tek başına21 Mart’ı 22 Mart’a bağlayan gece eyleminigerçekleştirmişti. Ben o zaman 3.kattaki 9. hücredeydim. Mazlum arkadaşda 4. kattaki 9. hücredeydi. Yani hücrelerimizalt altaydı. Bazen konuşuyorduk. O geceMazlum arkadaş üç kibrit çöpü yakıyorve kendi yaşamına son veriyor. Mazlum arkadaşınşehadeti böyle oldu.Kürt tarihinde Newroz gününde KawaDestanı anlatılır. Beyinlerini Dehak’a sunmaküzere Kürtlerin çocukları tek tek alınır.Sıra Demirci Kawa’nın çocuğuna gelincedayanamaz. Artık kimse çocuğunu verecekdurumda değildir. O efsanede olduğugibi, artık dayanılamaz bir noktaya gelinmiştir.Ayağa kalkmanın, isyan etmenin, birkıvılcım çakmanın zamanıdır. Mazlum arkadaşıneyleminden böyle bir mesaj aldık.Çünkü yazışmalarımızda, Mazlum arkadaşher zaman direnişin bir an önce başlatılmasıgerektiğini, bu konuda geciktiğimizi,daha fazla gecikmememiz gerektiğini yazıyordu.Üstelik O’nun isteyişi, daha çok ideolojiksaldırı karşısında tahammülsüzlüğüngetirdiği bir sonuçtu. Tartışıyorduk, fakatnet bir tarih çıkmıyordu. Bu durum Mazlumarkadaşı düşünmeye yöneltti. Yani “süreuzuyor, o zaman ben yapayım” düşüncesigelişti. Mazlum arkadaşın şehadetindensonra Hayri arkadaş bize yazdığı notta “birdaha kimse tek başına böyle bir şey yapmasın.Bir şey yapacaksak toplu yapalım”dedi. Hatırlıyorum: Ölüm orucundayken,Kemal arkadaş hep “keşke Mazlum da yanımızdaolsaydı da bu eylemi birlikte yapsaydık”diyordu.Mazlum arkadaşın eylemi bize bir mesajniteliğindeydi ve hepimizi çok sarstı.Kendimizi suçlu durumda görmeye başladık.O eyleme öncülük yapma zamanınıngeldiği mesajını vermiş, bir kıvılcım çakmıştı.Öngörülü bir arkadaştı, direniş birazdaha gecikirse durumun kötü olacağını görüyordu.Gecikildiği taktirde birçok insanıkaybedebilirdik, itiraflar hızlanabilir ve partiyizor duruma sokabilirdi. Bunun için direnişihızlandırmak istedi. Bizi ateşlemek veartık görevleri yerine getirmeye çağırmakiçin böyle bir eylem gerçekleştirdi.Bu eylemin sonuçları düşman üzerindefazla etkili olmadı. Hatta düşman baskıyıdaha fazla şiddetlendirdi. Bizim üzerimizede gelmeye başladı. İşte bu süreçte militanlarıntutumunu yansıtması açısından FerhatKurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zenginve Necmi Öner yoldaşların gerçekleştirdiklerieylem çok önemlidir. 33. koğuş daMazlum arkadaşın eylemini duymuştu. Bukoğuşta kalan Ferhat Kurtay değerli bir arkadaşımızdı.Çok olgun ve bilinçliydi, üniversitemezunuydu, mühendisti. Bir dönemaynı eyalet komitesinde beraber çalışmıştık.Bizim eyalet komitesinin sekreteriydi,daha sonra merkez yedek üyesi düzeyinegelmişti. Kongrede merkez üyeleri belliydi,fakat daha sonra merkezden arkadaşlar dışarıçıktı. Bu nedenle içeride merkez düzeyindearkadaş kalmamış, gelişebilecek arkadaşlaradirekt merkez rolü verilmişti.Merkez yedek üyesi düzeyinde olan bir arkadaşda Ferhat Kurtay arkadaştı.Daha önce bir ölüm orucu yapılmış vebir süre sonra bırakılmış, ama Ferhat arkadaşdirenişi biraz erken bırakmıştı. Direnişierken bırakan bazı kadrolarımızı buarkadaşın bulunduğu koğuşa götürmüşlerdi.Bunun vicdan azabı vardı. Bu durumdaiken Mazlum arkadaşın eyleminiduyunca “arkadaşlar, biz bu arkadaşlarıbirinci direnişte yalnız bıraktık. Görevlerimiziyerine getirmedik. Hiç değilse şimdisorumluluklarımızı yerine getirelim” diyerekarkadaşları örgütlemeye çalışmıştı.Yani “Önder arkadaşlarımız direndiler. Enson bırakanlar o arkadaşlar oldu. Şimdisıra onlarda değil bizdedir” mantığıylayaklaşıyordu.Direnen insan ac› duymazBiz 35. koğuştaydık, yani topluyduk.Durumumuz da biraz farklıydı. Bunedenle mahkemelerde savunma yapıyorduk.Diğer koğuştakiler yapmıyorlardı. Yapanlarda yalnızdı. Herhalde yalnız olmapsikolojisi insanın iradesini kırıyor. O bakımdancezaevindeki diğer koğuşlarda savunmayapan arkadaş yoktu. Yani arkadaştasavunma yapamamanın sıkıntısı davardı. Ferhat arkadaş böyle bir yaklaşımla“direnişe geçelim” diyor ve bu düşüncesinibir grup arkadaşa açıyor. Necmi, Çermiklibir arkadaşımızdı ve tam bir militandı. Çelikten,kırılmaz bir iradesi vardı. En ufacıkyanlış bir yaklaşıma bile tahammül etmeyenbiriydi. Gençti ve biraz da asabiydi. Yaniilkeli, ama iradesi kırılmayan öfkeli birgençti. Ferhat, Necmi arkadaşın bir kararaldığı zaman sonuna kadar götüreceğinive partiye çok bağlı olduğunu biliyor. Mahmutve Eşref arkadaşlar da Hilvan-Siverekmücadelesine ideolojik yönü fazla yoktu,ama çok temiz bir yurtseverdi. Sanırım liseyiokumuştu. Ferhat arkadaş bunları örgütlüyor;“bir eylem yapalım, Mazlum’a layıkolalım” diyor. Mazlum arkadaşın şehadetindenbir ay sonra, yani nisan ayı başlarındadört kişi kendilerini yakma kararı alıyorlar.Tabii bu sonuca varana kadar birçokeylem biçimi düşünüyorlar. Koğuşta askerleriesir almak, ardından gidip 35. koğuşunkapısını açmak, diğer arkadaşlarla birlikteisyan etmek gibi yöntemler de tartışılıyor.Kimi arkadaşlar “gardiyanları esir alalım,isyanı başlatalım” diyor. Tabii sonundabunların zor olacağını düşünüyorlar ve çokanlamlı bir gün olan Haki arkadaşın şehitdüştüğü günde kendilerini yakma eyleminigerçekleştirme kararı alıyorlar.Eylem için bazı malzemeler gerekiyor. Ozaman duvarlara zorla “ne mutlu Türk’ümdiyene”, “bir Türk dünyaya bedeldir”,“Türk’e uzanan eller kırılacaktır” şeklindesözler idare tarafından yazdırılıyordu. ‘DiyarbakırCezaevi’nin bütün duvarları busözlerle doluydu. Her koğuşta yazısı iyiolan birini bulup onlara bu işi yaptırıyorlardı.Necmi de koğuş sorumlusudur ve neftaldırıyor. Bu nefti bir köşeye koyuyor ve biray boyunca hazırlık yapıyorlar. Eylem ayın17’sinde yapılacak. Bunun nedeni var. İkiarkadaşın nöbetinin bittiği, diğer iki arkadaşınnöbetinin başladığı sırada dört kişi buluşacakve eylem yapacaklar. Yani başkazaman buluşamazlar. Cezaevinde gecekoğuşlarda yatıldığı zaman kimse kalkamaz,tuvalete bile gidilemezdi. Üstelik herkesinesas duruşta yatması lazımdı. Yatağındakıpırdayan için “suç işledi” diyorlardı.Öksürmek bile yasaktı. Nöbetçiler de esasduruşta yürüyecekti. Öyle bir ortamda nöbetidenkleştirmek kolay değildi. Onlar 17Mayıs gecesi bunu başarıyorlar.Bir de Ferhat arkadaş malzemeleri kendiyatağının altına koyuyor. Saat gece birile üç arasında bütün kağıtları ve naylonlarıdüzenli bir şekilde hazırlıyor ve dördü birlikteüzerlerine neft döküyorlar. Ardındankol kola giriyor ve kibriti çakıyorlar. Eylemleriduyulmasın ve kırılmasın diye dördübirlikte yanarken en ufak bir ses bile çıkarmıyorlar.Bizim elimiz yandığı zaman zıplarız,ama Onlar bütün bedenleriyle yanarkenbile en ufacık bir ses çıkarmıyorlar. Tabiikoğuş duman oluyor. Bunun üzerine arkadaşlarkalkıp arkadaşların yandığını görüyorlar.Bidon, kova ve bulabildikleri nevarsa su getirip arkadaşların üzerine döküyor,böylece alevi söndürmeye çalışıyorlar.O zaman arkadaşlar slogan atıyor ve “bizbir eylem yapıyoruz, direnişimizi kırmayın.Su döken, ihanet içindedir; yapmayın, sudökmeyin, ateşi söndürmeyin” diyorlar. Bunarağmen arkadaşlar alevleri söndürüyorlar.Ateş arkadaşları epey yakmıştı, artıkkurtulacak durumda değillerdi. Dört arkadaştanEşref arkadaş olay yerinde, diğerüç arkadaş da hastanede şehit düştü. Enson şehit düşen, Ferhat Kurtay’dı. On günyaralı kalıyor, bu arada tedavi ediliyor, fakatsonuçta şehit düşüyor.Burada önemli olan şudur: Çok önemlibir irade var ve bu, Apoculuğun ortaya çıkardığıbir iradedir. Bu dört arkadaş, bir ayönce kendilerini yakma kararı alıyor ve enufacık bir tereddüt bile göstermeden bir aysonra aldıkları kararı hayata geçiriyorlar.Bu durum büyük bir kararlılığı ve sorumluluğuifade ediyor. Daha sonra 14 Temmuzdirenişi oldu, çok sayıda şehadet yaşandı,fakat o zaman bunlar yoktu. O koşullardabu arkadaşların bir an önce karar alarakkendilerini yakmaları, yanarken en ufacıkbir acı bile duymamaları çok önemlidir. Direneninsan, acı duymaz. Bu kesinlikleböyledir. İster işkencede ister başka biryerde olsun, kendisini değil özgürlüğü,devrimi ve mücadeleyi yaşayan bir insanacı duymaz. O anda düşündüğü şey partiye,halka ve dava arkadaşlarına bağlılıktır.Bu duyguyu taşıyan insan kesinlikle acıduymaz. Çünkü onun o an içerisinde yoğunlaştığınokta kendi bünyesi değil, düşüncelerive inancıdır. Direniş budur. Yaniişkence anında bedeni üzerinde yapılan işkenceyideğil, dava arkadaşını düşünen kişiacı duymaz. Dört arkadaş kendilerini yakarkenacı duymuyorlar; çünkü o anda düşündüklerihusus eylemin başarısıdır. Eyleminbaşarısız olması çok kötü sonuçlaryaratacağı için, birkaç dakika yandıklarıhalde en ufacık bir ses bile çıkarmıyorlar.Diğer arkadaşlar duman nedeniyle eyleminfarkına varınca slogan atıyorlar. Bu da çokönemli bir noktadır.Düşmanın “bu cezaevinde artık kimse direnemez.İradeleri kırılmış. Herkesin elindenölümü de aldım. Öldürürsem ben öldürürüm,benim iradem dışında kimse ölemez.Ölümü bir silah olarak kullanırım, sizkullanamazsınız” dediği koşullarda, devrimcilerölüm silahını ona karşı kullanıyorlar.Yani bu silah tersine dönüyor. Bu durumdüşmanı çok öfkelendiriyor. Bu nedenleeylem sonrasında koğuşu bastılar veherkesi işkenceden geçirdiler. O sırada SiverekliFettan Yiğit diye bir arkadaş vardı.Bu arkadaş, işkenceye dayanamıyor, ranzanınaltına giriyor ve jiletle kolunu kesiyor.Tabii arama yapılınca bir kişinin eksik olduğufark ediliyor. Bunun üzerine arkadaşıarıyor ve birinin ranzanın altında baygınyattığını fark ediyorlar. Arkadaşı oradan çıkarıphastaneye götürüyorlar.Bu olaydan sonra koğuşun ismini değiştirdilerve boşaltıp herkesi dağıttılar. Çünküo koğuşta direniş çıkmıştı. Onlara göre bütünkoğuşlar teslim olmuş, herkes Esat Oktay’ındediğine uymuş, pişman olacak durumagelmişti. Fakat koğuşta hazırlık yapıldığını,eylem için malzeme toplandığını görünce,bu işi bilenler var diye düşünüyorlar.Gerçekten de bilenler vardı. Koğuştan üçdört arkadaş bizim hücreye geldi. Bize33’te bir olay olduğu haberi gelmişti. Biz denot getirmelerini söyledik. Ben 3. kattaydımve not bana geldi. Notta “arkadaşlar kendileriniyaktılar, Eşref şehit düştü, diğerlerinihastaneye götürdüler, durumlarını bilmiyoruz”şeklinde bir açıklama vardı. Haberi arkadaşlarailettik. Bu eylem, Mazlum arkadaşınkindensonra bizde yeni bir şok yarattı,bizi daha da zora soktu. Niye zora soktu?Herkes eyleme geçmişti. Biz bir kararalmıştık, ama pratiğe geçirmiyorduk. Hayriarkadaş duydu ve şöyle bir eğilim ortayaçıktı: Koşullar zor, arkadaşlar dayanamıyor,bu noktaya gelinmiş. Ama net bir karar ortayaçıkmadı. İlişkimiz ve konuşma imkanıyoktu. Ama bir eylem ihtiyacı duyuyorduk.Bu eylem bütün arkadaşları sarsmıştı.“Doktor ne derse öyle olur”Mayıs’ta Diyarbakır grubunun29mahkemesi vardı. Bu mahkemeyeHayri ve Kemal ile birlikte ben de çıkıyordum.Başka arkadaşlar da vardı. 31 Mayıs’tabizi mahkemeye çıkardılar. Ellerimizarkadan kelepçeli olduğu halde bizi sırayadizdiler. Kemal iki sıra yanımdaydı. O zamanyer değiştirmek yasaktı. Gardiyanlargörse, şiddetle cezalandırıyorlardı. Tabiiolayları duymuştuk, gerçekten tahammüledemiyorduk. Kararlı bir eyleme geçmekgerektiğini düşünüyorduk. Ben hemen ikincisıraya, Kemal’in yanına geçtim. Durumumuzunne olacağını sordum. Kemal aynenşunu söyledi: “Artık benden kokularçıkmaya başladı. Bu iş böyle olmaz. Birşeyler yapılmalı.” İlk diyalogumuz böyle oldu.Bundan sonra ne yapacağımızı konuştuk.Kemal, “Doktora söyle, bir şehit var”dedi. Doktorun, yani Hayri arkadaşın yanınagittim. Artık durulacak zaman olmadığını,bir eylem yapmak gerektiğini söyledimve Kemal arkadaşın düşüncelerini aktardım.Hayri de, “doğrudur, artık bir eyleminyapılması gerekir” dedi. O da böyle deyinceKemal’in yanına gittim. 14 Temmuz Direnişi’ninbaşlangıcı böyle oldu.Böyle bir karar çıkınca, bu eylemi mahkemedebaşlatma niyetimiz oldu. Kemalbaşlatabileceğimizi söyledi. Mahkemeyegittik. Ben bir defa el kaldırdım, yani eylemibaşlatacağımızı açıklayacaktım, ama hakimsöz vermedi. Ben de ısrarlı olmadım.Konuşmuş, ama tam netleştirmemiştik. Duruşmabitti. Tekrar Hayri arkadaşla konuştuk.“Mahkeme devam edecek, artık başlatalım”dedik. Bunun üzerine Hayri arkadaş,“öyleyse başlangıç bu grupta değil, Hilvan-Siverek grubunda olsun. Çünkü Hilvan-Siverekdavası, en büyük davamızdır. Düşmanen fazla oradan saldırıyor. Bir de oranıntutuklu sayısı çok. Oradan başlatırsakbütün koğuşlar duyar. Davaya ziyaretçilerve gazeteciler de geliyor. Hem son duruşmalarıdır,sahiplenelim” dedi. Koğuşa gittik.Ertesi gün mahkemeye giderken Kemal arkadaşlayan yana geldik. Kemal’e Hayri’ninsöylediklerini anlattım. Bunun üzerine Kemal“Hayri ne derse öyle olsun” dedi. Eskidenberi öyle bir durum vardı; yani cezaevindehep Hayri arkadaşın düşüncesine değerverirdik. İçimizde önderlik vasıfları gelişkin,doğru düşünme yönü olan, olaylar veduygulardan bağımsız düşünebilen niteliktebir arkadaştı. Herkesin farklı özellikleri vardı,ama Hayri tam bir önderdi. Parti içindeBaşkan Apo’dan sonra önderlik vasıfları engüçlü olan arkadaştı. Çok üstün kişilik özelliklerivardı. Bu nedenle cezaevinde de sonkararları veren hep Hayri arkadaştı. YazışmalarımızdaKemal de, Mazlum da hep“Doktor ne derse öyle olsun” derlerdi. 14Temmuz Direnişi’ni başlatma konusundada Kemal aynı şeyi söylemişti.Gerçekten Urfa grubu bizim için çokönemliydi. Arkadaşların çoğunluğu oradayargılanıyordu, ziyaretçileri çoktu. Gazetecilerde en fazla oraya geliyordu. Bizimdavamıza bazen hiç gazeteci gelmezdi,ama Urfa grubunu teşhir etmek için orayabasını alıyorlardı.Diyarbakır ana davası bitti. 1 Temmuz’daUrfa grubunun davası başladı. Budava, Hilvan-Siverek grubunun, yani ölümorucunu başlatacağımız grubun davasıydı.Hayri birkaç gün sonra başlatmanın iyi olacağınısöylemişti. Bunun üzerine birkaçgün geçti. Mazlum arkadaş şehit düştüktensonra Hayri arkadaş O’nun hücresine konulmuştu.Bu nedenle Hayri’yle konuşuyorduk.Musluk borularına vuruyor, kulağımızıdayıyorduk. O konuşuyor, ben dinliyordum;ben konuşuyordum, o kulağını dayıyorve dinliyordu. Böyle bir irtibatımızvardı. Bu durum bir hafta on gün sürdü.Duruşma başladıktan birkaç gün sonraHayri “bugün başlatacağım” dedi ve öylegitti. Geldiği akşam, “söz istedim, ama birtürlü söz hakkı vermediler, bu yüzden başlatamadım”dedi, ardından ertesi gün kesinliklebaşlatacağını söyledi. Gitti, akşamdöndü. Bu kez de elini ısrarla kaldırmış,ama hakim söz hakkı vermemişti. İtirafçılarıkonuşturuyorlar, bu nedenle arkadaşlarasöz hakkı vermiyorlardı. Hakim söz hakkıverirse partiyi savunacağımızı biliyordu.Kürsüye çıkamıyorduk. İstediğimiz kadarelimizi kaldıralım, sadece bazen “bu olaykarşısında ne diyorsun?” şeklinde bir soruyönelterek, tek tek evet veya hayır cevabıalıyorlardı. Hayri arkadaş ısrar ediyor, fakatyine olmuyor. Artık mahcup olmuştu.Görevi yerine getirememenin verdiği eziklikduygusandan dolayı zorlanıyordu.Sabah giderken “bu kez kesin başlatacağım”deyip gitti. Yine söz hakkı istiyor,ama hakim vermiyor. Bu biçimde dört beşgün geçti. Hayri artık sıkıntıya girmişti.Sondan bir gün önceydi. “Kesin yapacağım”dedi ve öyle gitti. Mahkemeye gidiyorve ısrarla elini kaldırıyor. Hakim söz hakkıvermeyince, “ben önemli bir şey söyleyeceğim”diyor. Sonunda hakim “ne söyleyeceksin?”diyor. Bunun üzerine Hayri, “çokönemli şeyler konuşacağım” diyor. Duruşmadaitirafçılar da var ve onlar hep ‘önemlişeyler’ konuşuyorlar. Hakim bunun üzerinebir şeyler söyleyeceği düşüncesiyle“kürsüye gel” diyor.Hayri arkadaş, kürsüye gidince rahatlıyorve konuşmaya başlıyor: “Şimdiye kadarbize işkence yapıldı. Defalarca mahkemeyeve idareye başvurduk, ama hiçbir zamandikkate alınmadık. Ne savunma yapabiliyoruzne de cezaevinde baskılar zayıfladı.Baskıları protesto etmek, bu durumukabul etmediğimizi göstermek için ölümorucuna başlıyorum” diyor. Hakim telaşakapılıyor ve “hayır, öyle değil. O zaman dilekçever, biz kolorduya veririz, ilgilenirler”diyor. Bunun üzerine Hayri, “yok, biz dahaönce dilekçeler verdik, fakat olmadı” diyor.Gerçekten dilekçe vermiştik. Hatta ilk mahkemeyedilekçe hazırladık ve birine verdik.O da koynunda saklamış ve mahkemeyevermişti. Başka çabalarımız da olmuştu,fakat sonuç yoktu. Hayri arkadaş kürsüdekonuşurken, bazı sözler verildiğini, amabunların tutulmadığını belirtiyor. O zamanhakim “yerine otur” diyor. Bu arada hemenKemal arkadaş elini kaldırıyor. Hakim anlıyor,“ne var?” diye soruyor. Kemal arkadaş,“ben de konuşmak istiyorum” diyor. Bununüzerine hakim yerinde konuşması gerektiğinibelirtiyor. Kemal, “Hayri arkadaşa katılıyorum.Ben de bu saatten sonra ölümorucuna başlıyorum” diyerek tutumunuaçıklıyor. Ali Çiçek de oradadır. Arka arkayaHilvan-Siverek grubundan altı arkadaşölüm orucuna başlıyorlar. Tabii hakim, duruşmadevam ederse katılanların çoğalacağınıgörüyor. Bunun üzerine Hayri’yi salondanapar topar çıkarıyor ve duruşmayıtamamlıyor.14 Temmuz Ölüm Orucu böyle başladı.Arkadaşlar sonradan o ortamı anlatıyorlar:Büyük bir heyecan vardı. En ufacık bir sesbile çıkmıyor, ama herkes coşkuya kapılıyordu.Bazı arkadaşlar daha sonra o anıanlatırken “kim olduğumuzu hatırladık” di-


Serxwebûn Temmuz 2003Sayfa 23yorlardı. Hayri arkadaşın “eyleme başlıyoruz”demesi, bütün arkadaşları büyük birduygu seline götürüyor. Sessizlik var, amabu inanç tazelenmesine ve kendini yenidensorgulamaya yol açan bir sessizliktir.O anı anlatan arkadaşlar, “duyar duymazdünyamız değişti. Baskı ve şiddet ortamındayeniden doğmuş gibi olduk” diyorlardı.“Baflard›k, baflard›k,alt› kifliyle baflard›k”Arkadaşları hemen arabalarla bindiriyorve ilk defa mahkeme çıkışındakimseye karışmıyorlar. Her zaman mahkemeyegidip gelirken işkence vardı, hiçbirarabada boş bırakmazlardı. Hele biri mahkemedesavunma yapmışsa, bu durum dahafazla geçerliydi. Mahkemede bir kelimesöylemenin cezası yüzlerce coptu. Fakat ogün kimseye karışmadan arkadaşları arabalaradoldurdular. Cezaevi girişinde idareyeri vardı. Burası aslında kantindi ve EsatOktay çoğu zaman orada kalıyordu. Bütünarkadaşları gönderdikten sonra, “Kemalgelsin” diyor. Arkadaşı tehdit ederek, “bırakın,pişman olursunuz. Bu cezaevinde birdaha yaşayamazsınız” diyor. Kemal arkadaşda “kimin burada kalıp kimin gideceğibu eylemin sonunda belli olur” şeklinde bircevap veriyor. Ardından “biz bu işi sonunakadar götüreceğiz” diyor. Zaten Kemal arkadaş,Esat’a daha önce eğer biri olursaikinci kişinin kendisi olacağını söylemişti.Kemal arkadaşı o kararlılığıyla oradan çıkarıyorve hücreye koyuyorlar. Diğer arkadaşlarıbekletiyorlar.Ben de heyecanla bekliyordum. Durumubilen tek kişi bendim. Yalnız Akif Yılmazile Amed grubundan Sinan adındakiHilvanlı arkadaşa daha önce biraz bilgivermiştik. Bu iki arkadaşa ölüm orucunubaşlatacağımızı, dolayısıyla girmek isteyenlervarsa hazır olmaları gerektiğini öncedenbelirtmiştik.Arkadaşların mahkemeden döndüklerigün, merakla sonucu bekliyorduk. Kapılaraçıldı. O zaman, duyduğumuz sesten yolaçıkarak hangi kapının açıldığını, hatta gardiyanlarınhangi gardiyanlar olduğunu biliyorduk.Arkadaşlar geldiler ve dördüncükattaki kapı açıldı. Bir sessizlik vardı. Hayri’ninkapısı da açıldı. Gardiyan kapıyı kapatırkapatmaz, Hayri musluğa vurdu. Benkulağımı dayadım. Aynen şunları söyledi:“Başardık, başardık. Altı kişiyle başardık.”Ama müthiş heyecanlıydı! Titreyenbir sesle, eylemi başlatmayı bir başarı olaraktanımlıyordu. Bunu söylerken büyük biryük omzundan gitmiş, başarıyı kesinlikleelde etmiş gibiydi. Daha başlangıçta eyleminsonuçlandığını, yani başarılı olunduğunusöylüyordu. Bu çok önemlidir.Devletin bizim şahsımızda bütün cezaevlerini,cezaevleri şahsında da partinin vehalkın umutlarını bitirme çabası karşısındabu eylem, büyük bir kararlılığı da ortayakoyuyordu. Hayri’nin eyleme başlaması tarihideğiştiriyordu. Bu önemlidir. Kemal de,Hayri de başından itibaren bu eylemde şehitdüşeceklerini kesinlikle biliyorlardı. Aslındabütün arkadaşlar bunu biliyordu.Çünkü cezaevi idaresi Hayri ve Kemal ilegörüşmeye oturmayacaktı. Yani 14 TemmuzÖlüm Orucu kararı aslında 12 Eylülrejimiyle PKK’nin önder kadroları arasındakibir savaş kararıydı. Uzlaşma veya anlaşmayapılacak bir durum yoktu. Esat Oktayve devlet bizim irademizi tamamen kırmakistiyordu; biz de bu eylemle PKK iradesininkırılmasının mümkün olmayacağınıve başaranın bizim ideolojimiz olacağınıortaya koymak istiyorduk. Eylem başlarkenarkadaşlar onun tarihsel değerini biliyorlardı.Partinin ve halkın bizim şahsımızda bitirilmekistendiği görüldüğü için, devrimcionuru korumak ve bizim şahsımızda halkınumutlarına zarar gelmesini engellemek içinböyle bir eylemin planlanıldığı baştan itibarenbiliniyordu.Özellikle Kemal ve Hayri arkadaşlar bununfarkındaydı. Kemal daha sonra ölümorucunda “bu mücadele zaten yürüyecek.Yürütecek arkadaşlar yürütüyorlar” demişti.Dışarıda partinin ne yaptığı konusundaen ufacık bir bilgimiz yoktu. Partiningeri çekildiğini biliyorduk, ama arkadaşlarınhazırlık düzeyinin ne olduğundan veneler yaptıklarından habersizdik. HattaTürkiye ve Kürdistan’da durumun ne olduğunudahi bilmiyorduk. Bildiğimiz tek şey,12 Eylül’ün hakim olduğu ve bir suskunluğunyaşandığıydı. En uzun görüşme onbeş saniyeydi. Merhaba vermek ve nasılsındemek dışında bir şey söyleyemezdik.Örneğin akrabaları veya köyü soramazdık.Yani görüş değil, bakış ortamıydı.Hiçbir bilgi verilmiyordu.Bununla birlikte düşmanın partiye vehalka çok fazla yöneleceğini biliyorduk.PKK yeni bir ideoloji ve umuttu; Kürdistan’dayeni bir düşünceydi. Bu düşüncenindevlet tarafından boğulmak isteneceği kesindi.Bunu cezaevindeki yaklaşımda gördük.Büyük bir düşmanlık vardı ve bu düşmanlıksadece bize karşıydı. Diğer örgütlerindurumu daha farklıydı. Zaten gardiyanlardiğer örgütleri bilmiyorlardı. Mesela Kawaveya DDKD çağırılınca, “PKK’nin Kawaveya DDKD grubu” şeklinde anlıyorlardı.Gardiyanlar herkesi PKK’li sanıyorlardı.Yani tümden bizim üzerimizde yoğunlaşmışbir terör vardı.İşte bu koşullarda eylemi başlatma konusundaHayri arkadaşın gösterdiği kararlılıkçok önemlidir. Hayri yoldaş gerçektende büyük bir insandı. Bütün halkınacısını ve öfkesini içinde hissediyordu.Cezaevinde yapılan bütün işkencelerisanki Hayri yaşıyordu. Biz bile işkencegörsek, acıları Hayri hissediyordu. Partininöncülüğünü yapmıştı. Bu nedenle sürekli“bunları buraya biz getirdik. Bütün insanlarınumudu bizdedir” diyordu. Bazıarkadaşlar bir kere zayıflık göstermişti.Bunun üzerine aşağı kata bir not yazarak,“biz bu insanları getirdik. Niye böyle yapıyorsunuz?Biraz daha dayanın, kendinizehakim olun, sabredin” demişti. Yani direnişbaşlamadan önce böyle uyarıları oluyordu.Gerçekten kaldıramıyordu, fakatbunu dışarı da yansıtmıyordu. Hayri’ninböyle bir özelliği de vardı. O bakımdanHayri, ülke halk ve yoldaşlık sevgisinde,yine kendine verilen sorumluluğun ağırlığınıduymada örnek bir arkadaştı. Bugünde örnek alınması gerekir. Verdiği sözebağlı ve halka inancı çok güçlüydü. ŞahinDönmez teslim olduğu zaman, “Şahin!Sen bu halkın ekmeğini yedin, söz verdin,böyle yapamazsın. Sen insan değil misin!”diye bağırmıştı. Tabii Şahin bitmiş biriydi,hiç ses çıkarmadı.“Oh be, özgürlükne kadar da güzelmifl”Temmuz Ölüm Orucu, 12 Eylül’e14karşı alınan bir tutum, bir dur deyişti;“Biz artık sizin hiçbir şeyinizi kabul etmeyeceğiz”yaklaşımıydı. Bunu duyuncabütün koğuşlar heyecanlandı, ama 35. koğuştaetkisi çok fazla oldu. 14 Temmuz sadeceiçeri değil, dışarı açısından da çokönemliydi. Böyle bir eylem olmasaydı, bueylemi geciktirseydik, belki de cezaevi yapısınınyüzde doksanı itirafçı olacaktı.Çünkü işkenceler çok şiddetliydi, tahammüledilecek düzeyde değildi. Yaşamın hersaniyesi işkenceydi. Bir gün bazı arkadaşlaramikrofonda bazı şeyler okutmuşlardı.O zaman beni ve Hayri arkadaşı da götürdüler.Diyarbakır Cezaevi’nin girişinde Atatürkbüstü vardı. Beni bir tarafa, Hayri’yi diğertarafa koydular ve resmimizi çektiler.Tabii biz bir şey demedik. Sonra Esat Oktaygeldi ve “sizin fotoğraflarınızı yayınlayacağım.Apocular, Atatürk’ün yanındanasıl askerlermiş herkes görsün!” dedi. Tabiibiz fotoğrafları görmedik. Diyarbakır Cezaevi’ndekimse kimseyi göremezdi.Dönüşte geçtiğimiz yeri yıkamak için ikikişi getirmişlerdi. Bize “arkanızı dönün” dediler.Yüzümüzü duvara döndük. O sıradabunların yeri süpürdüklerini anladık. Bendönüp baktım: İki kişiydi. Suratlarını görüncekorktum. İnsanları öyle bir hale getirmişlerdiki, beyinleri boş, ürkek, şaşkın, işkencealtında her şeyi boşalmış, ne yapacağınıbilmeyen, çaresizliğin zirvesinde olanyüzler. Korktum ve hemen yüzümü geri çevirdim.Hayri’ye dönerek “hele bir arkanabak” dedim. Hayri de arkasına baktı ve aynışeyi gördü. Bunun üzerine aynen şunusöyledi: “Allah belalarını versin, insanlarıne hale getirmişler!” İnsanların üzerinde okadar baskı var ki, ölüm imkanı bile yoktu.Eğer bir ressam olsa ve o suratları çizseydi,Diyarbakır Cezaevi’nde yapılan baskılarıen iyi biçimde anlatmış olurdu.Böyle bir ortamda 14 Temmuz Direnişiolmasaydı, Esat Oktay tutukluları serbestbıraksa bile, kimse dışarı çıkmayacaktı.14 Temmuz Direnişi baskıların çok yoğunlaştığı,düşmanın niyetinin çok kötü olduğu,dışarıda da partiye karşı büyük bir saldırınınyaşandığı böyle bir ortamda partiyekarşı görevlerini yerine getirmek için yapılanbir eylemdir. 14 Temmuz, bizimle düşmanarasında bir gerilim ortamında başladıve devam etti. Sonucu ne olacaktı? Cezaevindekilerinde, düşmanın da soluk soluğaizlediği bir direniş olarak başladı. Dahasonra başka arkadaşların da katılımıyladirenişçilerin sayısı çoğaldı. Akif Yılmazve bir gün sonra Fuat Kav arkadaşlarınkatılımlarıyla altı kişiyle başlayan eylemkalabalıklaştı.Arkadaşları dördüncü günde yanımızdanalıp 37. koğuş denilen yere götürmüşlerdi.Yaklaşık on kişiyi di götürülenler.O koğuş da polisten gelen yeni tutuklularıngetirildiği, yani ilk cezaevi terbiyesininyapıldığı yerdi. Bir ara 36. koğuşta,daha sonra 37. koğuşta bu yapılıyordu.Koğuşun şöyle bir özelliği vardı: 12 Eylül’denönce, ’80 yılında biz burada bir isyanyaptık. Bir TİKKO’cu, koğuşun ön duvarınabüyük bir İbrahim Kaypakkaya fotoğrafıyapmıştı. Bunun üzerine gardiyanlarbu TİKKO’cuyu şikayet etmişti. İdaregeldi ve onu kendilerine vermemizi istediler.Tabii biz de vermedik. Çok tartışma oldu.Sonunda biz “gidersek hepimiz gideriz”dedik. İki üç koğuştuk, bir araya geldikve üçüncü koğuşa gittik. Bizi oradan çıkarmadılar.Bunun üzerine biz de bir isyanyaptık; lavaboları, pencereleri kırdık, herşeyi döktük. Orayı tam bir harabeye çevirdik.Tabii sonradan pişman olduk, çünkübaşımıza bela oldu. Oranın kışı soğuktur.Pencereler de kırık olunca, arkadaşlarıgetirip orada işkence yapmaya başladılar.Bir de lavabolar kırıldığı için bütün sulartıkanmıştı ve pislikler hücrelerin içine geliyordu.O süreçte yeni tutuklular geldiğizaman, “banyolu koğuş mu istiyorsunuz,televizyonlu koğuş mu?” diye soruyorlarmış.Televizyonlu koğuş dedikleri işkenceyapılan tek hücreydi. Banyolu koğuş isepisliklerin olduğu yerdi. Orada herkesi çırılçıplakyapıp pisliklerin içinde yüzdürüyorlarmış.Tabii o su tuvalet pisliğiydi. Kışınsoğuk olduğu için dayanılmazdı, yazınise sivrisinekler rahat bırakmazdı.Ölüm orucundaki arkadaşları işte bukoğuşa götürdüler. Altıncı gün biz de gittik.Arkadaşlardan bir gün sonra gitmemiz gerekirdi,kararımız öyleydi. Güya biz kalacaktık,fakat arkadaşlar gidince ben de kalmadım.Böylece ölüm orucu 37. koğuştadevam etti. Kemal arkadaş dördüncü kattaydı.Fuat Çavgun ile Bedrettin Kavak adlıBatmanlı bir arkadaş vardı. Onlarla birliktebirkaç kişiyi 4. kata koymuşlardı. 3. kattaAkif Yılmaz, Ali Çiçek ve o ölüm orucundaakli dengesini yitiren Hamit arkadaşvardı. Başka arkadaşlar da vardı. 2. kattaHayri arkadaş, ben ve Fuat Kav arkadaşvardık. Daha sonra gelen arkadaşları ikincikata koydular. Aramızda yine birer hücreboşluğu vardı. Böyle bir mekanda ölümorucuna devam edildi. Tabii temmuz ayıçok sıcaktı. O sıcak ortamda ve o pislikiçinde her taraf sivrisinek dolmuştu, kokuyordu.Bazı hücrelerde yatak vardı, bazılarındayoktu. Olanda da bit doluydu. Gözaltındangelenleri o yataklara koyup getirmişlerdi.Sular o sıcakta içilmez durumageliyordu. Onu da götürüp bidonlara koyuyorlardı.Dört beş gün sonra yeni bir bidongetiriyorlardı. Zaten her taraf fare doluydu.Fareler bazen suyun içine giriyorlardı. Amabaşka su olmadığı için, farenin içine girdiğisuyu da arkadaşlar içiyorlardı.Ölüm Orucu’na başlayınca, ziyareteve avukat görüşüne çıkılmayacaktı. Zateneylem mahkemede açıklandığı için bütünkoğuşlar öğrenmişti. Bu nedenle aileler veavukatlar da onlara soruyordu. Biz dışarıdamerak uyandırmak, işin ciddiyetini ortayakoymak için böyle bir karar almıştık.Tabii idare geldi ve “bırakın, vazgeçin” gibişeyler söyledi. Biz bırakmayacağımızısöyledik. Sözcümüz, Hayri arkadaştı.Sözcü Hayri olsa da, ilk önce Kemal’in yanınagelir, Onunla konuşurlar; Kemal deHayri’yi gösterirdi. Bunun üzerine Hayri’ylekonuşurlardı. Herkes sürdüreceğimizisöyleyince, sonunda “o zaman kısa birdilekçe yazın. Yaptığınızın ne olduğunuizah edin” dediler. Hayri arkadaş o zamaniki sayfalık bir dilekçe yazarak ölüm orucunabaşladığımızı açıkladı. Hayri, bu dilekçeylemahkemede anlattıklarını birazdaha genişleterek ortaya koymuştu. Savunmahakkı çok önemliydi. Bizim direnişimizinen temel hedefi işkenceyi kaldırmakdeğildi. İşkencelere belki katlanabilirdik;ama asıl mahkemelerde PKK’yi savunmak,Kürdistan gerçeğini ortaya koymakistiyorduk. En fazla da bunun için direnişegeçmiştik. Dilekçede de en fazlaarkadaşlarımızın susturulduğu, söz hakkıbile verilmediği, yani devrimci ve Kürt olarakkabul edilmediğimiz konusu işlenmişti.Hayri arkadaşın yazdığı bu dilekçeyihepimiz tek tek imzaladık.Ölüm orucu tam bir savaş coşkusu vekararlılığıyla sürüyordu. İlk günlerde gelipeylemi bırakmamızı söylüyorlardı; bir süresonra hiç uğramadılar. Üç dört günde birbilgi almak için gelip bakıyorlardı. Birincikat çok pis olduğu için, orada kimse yoktu.Bizim o zaman ‘tırşıkçı’ dediğimiz dörtbeş kişiyle bir de Celal Bucak’ın birkaçadamı vardı. Bunlar Zazaca, Türkçe veKürtçe biliyorlardı. Onları getirip aşağıkoymuşlardı. Görevleri, bizi dinleyip raporetmekti. Biz de o zaman her şeyi açık konuşuyorduk.Ölüm orucu kararlılıkla sürdüğüiçin tutum açık ve net konuluyordu.Tabii onlar da bizi dinleyip not ediyorlardı.İlk günler durumun farkına varamadık.Dört beş gün sonra anladık. 2. kat 1. hücredeolanlar da görmüşlerdi. Bunun üzerineAli Çiçek onlara bir küfretti, ardındanyarım saat propaganda yaptı. Onların nekadar alçak ve hain olduklarını, hesap vereceklerini,Bucak’ın olduğu gibi onlarında sonunun geleceğini söyledi. Bu tutumlarınıbirkaç gün daha sürdürdüler. Ali Çiçeköyle konuşunca, herhalde onlar daidareye artık kalmak istemediklerini söylemişlerdi.Zaten bizden de onların beklentisinedenk bir şey çıkmıyordu.Kurallara uyulduğu, direnişin olmadığıdönemde düşüncelerimizi açıkça dile getiremiyor,rahat tartışamıyorduk. Bu nedenleölüm orucunda iken her şeyi tartışmayabaşladık. Tartışırken ve kararlılığımızı ortayakoyarken, bir gün Kemal, “oh be, özgürlükne kadar da güzelmiş” dedi. Tartışıyorduk,moral yüksekti. Kemal’in varlığı bilebütün ölüm orucu direnişçileri için bir moraldi.Kemal her saniye arkadaşlara moralveriyordu, böyle bir özelliği vardı. Türkülersöyleniyordu. Hayri iki defa aynı türküyüsöyledi, herhalde onu çok seviyordu. “Ağlamayar ağlama aney / Mavi yazma bağlama”türküsünü söylüyordu. Biz o zamanakadar bilmiyorduk, ama Hayri’nin sesiçok güzeldi. Kemal’in sesi güzel değildi,ama “Aldırma gönül aldırma” türküsünüsöylüyordu. Bir de ezbere bildiği için “Eşkıyadünyaya hükümdar olmaz” türküsünüsöylüyordu.Sıcak çok etkiliyordu. Ölüm orucununotuzlu günlerinden sonra, 4. katta bulunanarkadaşlar bayılmaya başladılar. Birsüre sonra su verilmedi, bidonları hücrelerinönünden kaldırdılar. Bizim kata suher zaman geliyordu, su sorunumuz yok-


Sayfa 24Temmuz 2003Serxwebûntu, ama 3. kat ancak dört beş bardak alabiliyordu.4. kata ise tazyik hiç yetişmiyordu.Bu nedenle günde bir bardak su yageliyor ya gelmiyordu. Arkadaşlar susuzkalıyor, elde bardak musluğun başındabekliyordu. O anda su geldi mi alıyor, yoksaalamıyordu. Ölüm orucunu susuz sürdürmekise çok zordur. Nitekim ’81 yılındayapılan ölüm orucunda önce su içmemedüşüncesi vardı. Sonra günde bir çay bardağıiçme kararı alındı, fakat yine olmadı.Susuzluk, eylem yapanları zorluyordu. Birde ’81’de faşist rejim eylemi etkisiz kılmakiçin erken ölüm olmasını istiyordu. Bu nedenlesu içme kararına varıldı. Tabii su içilincede çok zorlanma oldu. Bu nedenlebaşta su az içildi; daha sonra arkadaşlarsuyu tamamıyla serbest içtiler. Ali Erek arkadaşın’81 yılında yapılan ölüm orucundaboğazının yara olması, eylemi erkendenbırakması ve ardından şehit düşmesininnedeni susuzluktu.14 Temmuz Direnişi sırasında, 4. kattakiarkadaşlar su bulamadıkları için çokzorlandılar. Zeminin beton olması da çoketkiliyordu. Bedrettin Kavak ve Fuat Çavgunbayıldılar. Fuat konuşamaz hale gelmişti.Bir şeyler söylemek istiyordu, amadili tutulmuştu; ‘a’ diyordu, başka bir şeysöyleyemiyordu. Kemal, kendi suyunuona vermek istedi. Bunun için bir naylontorba buldu; ama aradaki mesafe çok fazlaydı,bu nedenle veremiyordu. Fuat süreklibir şey söylemeye çalışıyordu, amaanlayamıyorduk. Sonunda Hayri, “bana ipat, sana su vermeye çalışacağım” dedi.Sonunda ipi atmayı başardı. Hayri arkadaşipi alamayacağını bile bile bir saat uğraştı.Arkadaş orada susuzluk çekerkenve acı içindeyken ona destek sunmak,kendisini düşündüğünü göstermek için birsaat uğraştı. Ama olacak gibi değildi. Benaynı kattaydım, aramızda bir hücre vardı,ama görüyordum. Hayri arkadaş yetişmeyeçalışıyor, bazen ipe değiyordu; amayakalayıp dolaması mümkün değildi. Üstelikmazgal vardı. Sonunda Hayri bütüntakatini bitirdi. Bunun üzerine adeta yalvarırbir sesle, “artık yapamıyorum, kollarımkalkmıyor” dedi ve bıraktı. Fuat iki üçsaat sonra tamamen bayıldı ve kendisinihastaneye götürdüler.O sıcak ortamda eylem sürüyordu. Tabiisohbetler sürekli oluyordu: Mücadelemizne durumdaydı? Dışarıdaki arkadaşlarne yapıyorlardı? Kemal, biraz da sitemederek konuşmuş; “biz olsak da olmasakda, benim bildiğim arkadaşlar bu mücadeleyisürdürür” demişti.Kemal daha önce iki defa kaçmıştı. Bukez de cezaevine girer girmez yanımızageldi ve ‘kaçalım’ dedi. Biz hemen planyapmaya başladık. 12 Eylül gelmeseydikaçacaktık. O zaman dışarıda Agit arkadaşlayazışılıyordu. Cezaevinin yakınınaon beş yirmi at getirilecekti. Biz çatışarakya da başka türlü, ama sonuçta bir şekildedışarı çıkacaktık. Cezaevinin kapısıvardı. Onun anahtarını bulup çıkacaktık.Arkadaşlar da bizi dışarıda karşılayacaktı.Atlarla dağlara ulaşacaktık. Agit gerçektenhazırlamıştı. Fakat tam hazırlıklarınyapıldığı süreçte 12 Eylül geldi. Zaten Kemalarkadaş 22 Ağustos’ta cezaevine getirilmişti.Yirmi gün içinde kaçış planı yapıldı.Kemal arkadaş, “Ben bu cezaevindeduramam” diyordu. Gerçekten de duramazdı.O zaman Nuri Aslan bize, “Heval,kaçın. Burada durmayın” diyordu. Bizimde planlarımız vardı, ama söylemiyorduk.12 Eylül gelince müthiş yurtsever olan buinsan yakamıza yapıştı ve “kaçmadınız.Ben size kaçın demiştim. Şimdi nasıl olacakbu iş!” demişti. Şunun için söylüyorum:Apoculuğun insanları nasıl bir kişilikleyetiştirdiğini görebiliyorsunuz. Kemaldaha o zamandan bu işi Agit’in yapacağınakarar veriyor.Otuz veya otuz beşinci gündü. Bizimhücreleri aramaya geldiler. Bütün hücreleritek tek aradılar, ama bir şey bulamadılar.Bizi yıldırmak için bunu yapıyorlardı.3. kattan bir subay, “siz orada ölün, Akifburada yemek yiyor. Sizi ölüme götürerek,kendisi burada yiyor” diye seslendi.Akif’in kaldığı yerde birkaç yumurta kabuğuve zeytin çekirdeği bulmuşlardı. Tabiiböyle olunca Akif’i teşhir etmek için çokşey söylediler. Bunun üzerine Akif çokkızdı, küfretmeye başladı: “Ben yiyorsam.... olsun” dedi. O kadar ağır küfürler ettiki, Hayri müdahale ederek, “sen onlarıniye dinliyorsun? Senin böyle bir şey yapmadığınıbiliyoruz” dedi. Bunun üzerineAkif biraz sakinleşti, ama gerçekten çokzorlanmıştı. Tabii “acaba arkadaşlar inandımı, inanmadı mı? Kafalarına kuşku girdimi, girmedi mi?” diye düşünmüştü. Bunedenle çok yoğun bir acı yaşadı. Şehitdüşene kadar da bu acıyı hissetti.Akif’in daha önce bir acısı daha vardı.Bu da Mazlum arkadaşın kaçış girişimi sırasındayaşanmıştı. ’79 yılıydı, cezaevindeydik.Mazlum arkadaşı dışarı çıkarmakistedik ve bir yol bulduk. Askeri koğuşlardı;çöplükleri bidonlara dolduruyor, bidonlarıbüyük varillere atıyorlar, onları da haftadabir kez alıp çöplüğe döküyorlardı. Tabii dışarıyıönceden hazırlamış, gerekli örgütlemeyiyapmıştık. Gece saat ikide Mazlumarkadaşı çöp bidonuna koyduk, yüzünü denaylonla bağladık ve üzerine çöpleri döktük.Gardiyanlar sabah çöpü almaya geldiler.Tabii biz onu da ayarlamıştık. Askerlerkaldırırsa farkına varabilirlerdi. Bu nedenledaha önceki on gün içinde onları alıştırmıştık,çöpleri hep biz kaldırıyorduk. Bu durumaskerlerin hoşuna gidiyordu. ArkadaşlarMazlum’u yüklenip götürdüler. Üzerine deçöp dökülüyordu.Çöplük öyle bir yerdi ki, asker yoktu.Çöpü götüren askerler de tümden silahsızbir biçimde çöpleri döküp geliyorlardı. Yanibıçaklı da olsa iki arkadaş gelip Mazlum’ualacaktı. Bu kadar kolaydı. Mazlum arkadaşarabayla çıkıyor, çöplüğe gidiyor ve arkadaşlarıngelip kendisini almalarını bekliyor.Yani çöpleri dökmeye başladığı an arkadaşlarmüdahale edecekler. Tabii bidonlarçok fazlaydı. Öndeki bidonları götürüyorlar.Sıra Mazlum’a geliyor. Bidon dökülecek,ama çok ağırdır. Hem deşifre olmasınhem de artık müdahale olsun diye dökmekisterken Mazlum kalkmak istiyor, fakatkalkamıyor. Saat ikiden dokuza kadar bidonuniçinde olduğu için ayakları uyuşmuş,hareket edemiyor. Bunun üzerine askerlerMazlum arkadaşı görüyor ve tekrarcezaevine getiriyorlar.Bu arada Akif arkadaş ve yanındakilerbunları göremiyorlar. Baki, “Gidin, alın,ama dikkatli olun. Yakalanmış olabilirler, sizepusu kurarlar. Belki içinde Mazlum yoktur,sizi yakalamak isterler” diyor. Yani öyleyapıyor ki, arkadaşlar daha baştan korkuyorlar.Akif ve yanındaki arkadaş, pusu olabilirendişesiyle uzaktan seyrediyorlar, fakatfarkına varmıyorlar. Askerler Mazlumarkadaşı alıp geri götürüyor. Mazlum arkadaşyüzü gözü şiş içinde yanımıza geldi veolanları anlattı. Kimse gelmeyince kendisiçıkmış, ama onu görüp geri dönmüşler.Bunun için epeyce dövmüşlerdi.Akif arkadaş bunun acısını yoğun yaşadı.Özellikle Mazlum arkadaş cezaevindeşehit düştükten sonra, Akif’in tüm yaklaşımıkendisini feda etmekti. Bir yoldaş olarakMazlum’u kurtaramamanın ağırlığını üzerindetaşıyordu. Mazlum arkadaş şehit düşünce,daha fazla böyle bir eyleme girmekistedi. Akif Diyarbakır grubundaydı. Onaönceden haber vermiştik. Urfa grubundansonra ilk katılan Akif’ti.Bu arada günlerin geçmesi için bazışeyler yapmaya çalışıyorduk. Örneğinölüm orucunun elli beşinci günü şöyle birşey yaptık: Türkiye’nin 55 plakalı yeri Samsun’dur.Bir arkadaş orayı anlatıyordu. TabiiKemal’in morali her zaman yüksekti. Buarada birkaç kişi eylemi bıraktı. BunlardanAli Kılıç’ı mikrofonla konuşturdular, o daherkese bırakma çağrısı yaptı. Buna rağmençoğunluk eylemi sürdürdü. Çünkü Kemalve Hayri arkadaşlarla yoldaşlık yapmakbile büyük bir zenginlikti. Nitekim Hamitarkadaş, Kemal’in şehadetinin etkisiyleakli dengesini yitirdi. Çok değerli bir arkadaştı,bütün direnişlerde yer almıştı. O zamanokuma yazma bilmeyen Siverekli birgençti. Cezaevinde okuma yazma öğrenmiş,aydın olmuş, şimdi makale yazıyor.Bu arkadaş Siverek mücadelesini yürütenbeş altı kahramandan biridir. Partiye, özellikleKemal arkadaşa çok bağlıdır.Başkan Apo eski kadrolar için, “ne söylediklerinedeğil, nasıl yaşadıklarına bakılıyordu”diyor. Gençler bu insanlarla, yaniApocularla arkadaşlık yapmak için mücadeleyekatılıyorlardı. Birçok insan ideolojiyibilmiyordu, ama Apoculuğun yoldaşlık anlayışıçok yüksekti. Hamit de bu temeldekatılanlardan biridir. Koğuşta bazen yarışmayapıyorduk. O da Siverek’in Zazalarındandı.Bir gün Kürtlerin hangi dil grubundanolduğunu sordum. Ben sorumu bitirmeden‘Zaza’ dedi. Yine bir gün bir soru sorduk:İkinci Dünya Savaşı niye çıkmış? Partidenetkilenmiş biriydi, yurtseverdi, fakat bilgisiyoktu. Bu soru üzerine düşünüp taşındı, kafasınıbir sağa bir sola eğdi ve şöyle dedi:“Nasıl biz Celal Bucak’tan gıcık alıyor birbirimizisevmiyorsak, ve savaşıyorsak, onlarda birbirinden gıcık alıp savaşmışlar.” Şimdiise bilgi küpü olmuş, belki sentez gücüyoktur, ama dünyadaki her şeyi biliyor.Ölüm orucu sırasında fazla baskı olmadı,idare daha çok ilgisiz kaldı. Başka arkadaşlarsonradan katıldı. Örneğin otuz beşincigünde katılanlar oldu. Bunlardan biride Mehmet Şener’di. Ölüm orucu grubu,toplam yirmi kişi civarındaydı.Bu arada eylemi durdurmak için bazışeyler yaptılar. Mahkemeden savcı, kolordudanbazı subaylar gelmişti. Biraz tehditvari,biraz da yumuşak bir yaklaşımla bırakmamızısöylediler. Her şeyin eskisindenfarklı olacağını öne sürdüler. Hiçbir arkadaşen ufacık bir tereddüt göstermedi. Ozaman konuşmak için Hayri ve Kemal’i degötürmüşlerdi.Kemal’in tutumu önemlidir. Kemal arkadaşbiraz konuşkandı, sohbeti güçlüydü.En düşman olan kişi bile Kemal’le konuştuğuzaman biraz yumuşardı. Bütüngardiyanlar işkence yaparlar, ama sıraKemal’e gelince O’na gerçekten saygı duyarlardı.Mesela gardiyanlar arasında Lazolanlar vardı. En işkenceci olanlar Lazlardı.Laz Ali diye bir gardiyan vardı, tutuklularaen ağır işkenceleri yapan kişiydi. Birara izne gitti. Döndüğünde biraz yumuşamıştı.Herhalde ailesi biraz etkilemişti.Daha sonra duyduk; ailesi THKP-C kökenindengeliyormuş. İzne gitmeden öncetam bir cellattı. Arkadaşların içine girip canavargibi saldırıyordu. Fakat bazı Lazgardiyanlar, “Kemal, sen niye buraya geldin?”diye soruyorlardı. Kürtlere küfür ediyor,yani Türk devleti Kürtlere nasıl yaklaşıyorsaonlar da öyle bakıyorlardı. FakatKemal’e, “sen Lazsın, gelip Karadeniz’debize komutanlık yapsaydın peşinden giderdik”diyorlardı. Hatırlıyorum: Onlar öylesöyleyince Kemal kızıyor; “siz Kürt halkınıtanımıyorsunuz. Tanısaydınız, benimgibi yanlarında olurdunuz” diyordu.“Biz yaflam› u¤runa ölecekkadar çok sevenlerdeniz”Ölüm orucunun kırkıncı günlerinin sonuydu.Doktor gelip hücreleri dolaşıyordu.İlk önce gelip Kemal’e baktı. Kemalbaşka tarafa bakıyordu. O zaman Doktor,Kemal’in gözlerinde bir şey olduğunu anladı.Kemal’e elini gösteriyor, ama Kemal göremiyordu.Biz de o zamana kadar durumufark edememiştik. Doktor Kemal’e, “eylemibırak. Yeni olmuştur, gözlerin düzelir, tekrargörürsün. Daha tazedir. Vitaminlerle gözünücanlandırır, kurtarabiliriz. Ama zaman geçersekurtaramayız” dedi. Bunun karşısındaKemal’in söyledikleri Kürt halkı ve tüm devrimcileraçısından düşünülmesi gerekenşeylerdir: “Siz bizi olduğumuz gibi kabuledecek misiniz, etmeyecek misiniz? Beniolduğum gibi kabul edeceksen zaten bırakırız.Ama beni, düşüncemi olduğu gibi kabuletmezsen, ‘Kemal olmasın, ama gözü olsun,Kemal’in iradesi olmasın da gözü olsun’dersen, ben böyle bir Kemal istemem.”Doktor bu cevap karşısında sesini bile çıkarmadangitti. Bu, gözünü kaybetmiş birdevrimcinin kendisine böyle bir teklif geldiğindenasıl tavır koyduğunun, bir insandahalka ve özgürlüğe bağlılığın nasıl olmasıgerektiğinin en tarihi örneklerinden biridir.Zaten Kemal arkadaş ölüm orucu sırasında,“biz yaşamı uğruna ölecek kadar çok sevenlerdeniz”dedi. Arkadaşın gözünün öyleolması bizi çok etkiledi. Kör olmasına rağmen,bunu bize uzun süre söylememesi deçok önemliydi. Arkadaşlar etkilenmesin diyesöylemiyordu. İçimizdeki genç arkadaşlarıntereddüte düşmesini engellemek için gözlerininkör olduğunu sakladı. Biz de o zamanakadar herhangi bir belirti görmedik. Başkasıolsa, “gözümü kaybettim” diyebilirdi, ama obunu yapmadı.Gözü kör olduktan sonra Kemal çok sigaraiçmek istiyordu. Bize vermeseler deKemal’e istediği zaman getiriyorlardı.Görmediği için sigarasını yakamıyordu.Bazen on, bazen on beş kibritle ancak yakabiliyordu.Her yakamadığında “allahkahretsin” diyor, kibriti atıyordu. Kemalölüm orucunu böyle götürdü. Ellinci günlerdi,giderek şuurunu da kaybetti. Elliligünlerin başında Diyarbakır Cezaevi’ndeolduğunu hatırlamıyordu; “Eskişehir Cezaevi’ndeyim,arkadaşlar gelip beni kurtaracaklar”diyordu. Yani ölüme doğru gidiyordu,ama düşündüğü hep dışarıydı. Şuurunukaybettiğini ilk olarak öyle anladık.Hep öyle yoğunlaşmış, cezaevi denilinceaklına hep dışarı gelmiş, hep onunla yaşamıştı.Şuurunu kaybedince de ilk dışavuran şey bu oldu. Daha önce bir iki arkadaşhastaneye kaldırılmıştı. Elli üçüncügünde Kemal, artık konuşamaz oldu. “Kemal”diye seslendik, ama bir daha Kemal’insesini duymadık. Gardiyanlara seslendik,onlar da gelmediler. İki gün boyunca“Kemal” diye seslendik. Ali Çiçek,O’nun altındaki hücrede kalıyordu. Ali,“Kemal abi ses vermiyor” diyordu. Ali Çiçekçok seslendi, ama Kemal ses vermedi.Ali hep ‘Abi’ diye sesleniyordu, fakatKemal’den ses çıkmadı. Ali, Kemal’i çokseven arkadaşlardandı, daha doğrusuKemal’in askeriydi. Kemal’in sesini duydumu, büyük moral alıyordu. Zaten hep sohbetederlerdi. En çok Kemal’le Ali birbiriylesohbet eder, anılarını anlatırlardı. Akif,ölüm orucunda Kemal’den saatini istedi.“Ne olur, olmaz. Senin saatin bende hatırakalsın” dedi. Kemal de, “yeğenlerimvar, ölürsem yeğenlerimde kalsın, böylebir dayıları olduğunu hatırlasınlar. Sen zatenarkadaşsın” dedi.Elli beşinci gün Kemal arkadaşı götürdüler.Ranzadan yere düşmüş, betondabaygın halde yatarken kaldırmışlar. Dahasonra bu durum giderek yoğunlaştı. Artıkarkadaşlar ayağa kalkamaz, hatta konuşamazhaldeydi. Böyle bir durum ortaya çıkmıştı.Hayri arkadaşı, ondan sonra da Akifve Ali Çiçek arkadaşları da hastaneye götürdüler.Tabii düşman hep ilgisizdi. “Siziciddiye almıyoruz, ölebilirsiniz” mesajınıveriyordu. Bu da bir mücadeleydi. Biz bununfarkındaydık. Esat Oktay birkaç keremikrofonla bütün cezaevine hitap ederekkonuştu. “Ölüm orucuna girenler sonundagelip yalvaracaklar, pişman olacaklar. Bucezaevinde kimse böyle yapamaz” gibisözler söyledi. Fakat bu konuşma dahatahrik edici oldu, arkadaşları daha kararlıbir hale getirdi. Zaten ölüm orucunun nasılbir eylem olduğu biliniyordu. Partinin vehalkın onurunu korumak için başka yolyoktu. Ya tümden teslim olunacak ya da direnişyükseltilecekti. Mücadele çok keskinhatlarla sürüyordu.Hayri götürüldükten bir süre sonra –kiölüm orucunun altmış birinci günüydü–,beni de hastaneye götürdüler. Zemin kattabir oda vardı. Oradaki ranzalardan birinekoydular. Biraz alçak bir ranzaydı.Gardiyanlar gittikten sonra baktım, Akif diğerranzadaydı. Ona diğer arkadaşlarısordum. Akif, Kemal’e hastaneye gelişindeniki gün sonra müdahale edildiğini, fakatzaten komada olduğunu, bu nedenleserum verilmesine rağmen şehit düştüğünüsöyledi. Ardından “Hayri de senin yattığınranzada dört beş saat önce şehitdüştü” dedi. Hayri’nin şehit düşmeden yarımsaat öncesine kadar bile şuuru yerindeymiş.Hatta Akif’le sohbet etmişler.Akif’e vasiyetlerini bildirmiş: Bundan sonraarkadaşların nasıl yaklaşmaları gerektiğini,düşmanın neler yapabileceğini venasıl mücadele edilmesi gerektiğini anlatmış.Şehadete yarım saat kala ise bilincinitümden kaybetmiş. Bu arada Akif süreklidışarı seslenmiş, fakat kimse gelmemiş.Yarım saat sonra Hayri de şehit düşmüş.Bu şehadet, 11 Eylül’ü 12 Eylül’ebağlayan gece saat ikide oluyor. Beni desaat yedide oraya götürdüler.Ölüm orucunun elli yedinci günündeKemal, altmış birinci gününde de Hayri arkadaşşehit düşüyor. Akif, Hayri’nin söylediklerinianlattı. Hayri cezaevindeyken deher zaman vasiyetini anlatırdı. En son söylediğivasiyetlerinden birinde –ki, bana notşeklinde göndermişti– ortaya koyduğu bazıdüşünceler vardı. Bunlardan biri Ali Çiçeküzerineydi. O arkadaş için, “Bizim kızılyıldızımızdır. Bu arkadaşın değerini herkesbilmelidir” demişti. Hayri’nin böyle bir sorumlulukduygusu vardı.O gün Akif’le beraber kaldık. Su istedik,getirdiler. Bir dakika sonraydı. Baktım, bardakduvarda parçalandı. Akif küfretmeyebaşladı: Benim bardağıma su, onun bardağınaise üzüm suyu koymuşlar. Akif bardaktakininüzüm suyu olduğunu görünceböyle yapmıştı. Bunu daha önce de yapmışlar.Orada bir TİKKO’cu varmış. Akif’egetirmesi için ona vermişler. O da alıp getirmiş.Bu TİKKO’cu daha sonra o anı anlatırken,“bana zorla verdiler, ben götürmekistemedim” diyecekti. Gözleri görmediğiiçin o bardağı Akif’e uzatmışlardı. Kemalgibi, onun da gözleri kör olmuştu. Aynı günkolumda saat olmadığı için ona saati sormuştum.Fakat bana saati söyleyemedi;ardından “benim gözüm görmüyor” diyeyanıt verdi.


Serxwebûn Temmuz 2003Sayfa 2514 Temmuz12 Eylül rejiminin yenilgisidirBir gün sonra subaylar gelip bırakmamızıistediler. Biz reddettik. Bununüzerine ertesi gün bizi daha üst katlara götürdüler.Burası da bir tecrit odasıydı. Duvarlardazincirler vardı, her taraf kandı veyataklar pislik içindeydi. Çok kötü bir odaydı.Herhalde kuduz gibi en tehlikeli hastalarınkonulduğu bir yerdi. Akif’le beni ikiranzaya koydular. Akif benim sağ tarafımdaydı.Ondan sonra aramıza su koydular.Ben su içtim ve Akif’e uzattım. Akif suyufark etmemişti. Ben uzatınca tuttu, amakaldıramadı. Suyu serum şişesine koymuşlardı.Serum şişesi zaten ağırdı, su koyuncadaha da ağırlaşmıştı. Akif’in takatitümden bitmişti. Sen ağzını aç, ben vereceğimdedim. Benim gücüm vardı. Serumukaldırdım ve ağzına boşaltmaya başladım.Akif, içebileceği kadar içiyordu. Şehit düşenekadar birkaç defa ağzını açtı ve ben suyuboşalttım. Akif o zaman “artık gözümgörmediği için saati sen al. Fakat ben şehitdüşürsem, gelenler Kemal’in dediği gibibenim yeğenlerime götürsünler” dedi. Eskitip, sağlam orient saatlerdendi. Saati kolumataktım. Akif’in vücudu çürümüş, kollarısimsiyah olmuştu. Bir deri bir kemik kalmıştı.Zorlanan yerler çürüme aşamasınagirmişti. Yani artık ölüm yaklaşmıştı.Diğer gün kolordudan subaylar geldilerve tekrar bırakmamızı teklif ettiler. Biz bırakmayacağımızı,daha önce verilen sözlerinhiçbirinin tutulmadığını belirttik. Bununüzerine “kendi aranızda konuşun” diyerekçıktılar. Biz konuştuk ve tekrar bırakılmayacağıkararına vardık. Akif’te enufacık bir tereddüt, tartışalım düşüncesibile yoktu. Durumu gerçekten ağırlaşmıştı,zaten konuşmuyordu. Yine de ‘bırakılmaz’diyebildi. Ölüm orucunun altmışüçüncü günü öğleden sonraydı. Birazsohbet ettik. Saati verirken, “ben fazla yaşamam”dedi. Bunun üzerine ben “neredenbiliyorsun? Belki öyle olmaz” demiştim.O da “yok, fazla ömrüm kalmadı” demişti.Bundan bir gün sonraydı. Biraz sohbetettik, ama o yorgun olduğu için konuşamıyordu.Ben de yatmak için biraz soltarafa döndüm. Yaklaşık yirmi dakika veyayarım saat geçti. Dönüp tekrar Akif’ebaktım: Kolu düşmüştü, ağzından köpüklerçıkıyordu. “Akif, Akif” dedim, ses çıkarmadı.Kolundan tuttum, nabzına baktım,durmuştu. Arkadaş şehit düşmüştü. Bununüzerine gardiyana seslendim, amakimse gelmedi. Serum şişesi oradaydı.Onu boşalttım, sonra kaldırıp attım. Sesçıkarsa birilerinin geleceğini düşünmüştüm.Fakat kimse gelmedi. İki üç saatsonra akşam oldu. Bir gardiyan gelip baktı.O zaman “Arkadaş yaşamını yitirdi” dedim.Gardiyan ise “bir tanesi daha gebermiş”dedi ve çıkıp gitti. Söylediği, aynenbuydu. Biz bir şey demedik. Öfkelendik,ama söyleyeceğimiz bir şey olmadı. Bir ikisaat sonra doktor geldi; nabzına ve kalbinebaktı. Ardından ölü tutanağı yaptı.O’nu da götürdüler.Ertesi gün başka birini getirip Akif’in yatağınakoydular. Ölüm orucuna girenlerinhepsini tanıyorum. ‘Heval’ diyorum, sesvermiyor. Kim olduğunu çıkaramadım. Biriki saat sonra doktor ve hemşireler geldi.Komaya girmişti. Serum takacaklardı. Kolunabaktılar, kolu serum kabul etmedi. Sonundabacağına neşter attılar ve büyükatardamardan serum vermeye başladılar.O zaman kim olduğunu sordum. Ali Çiçek’ti.Bize geldiği zaman henüz on yediyaşındaydı, gençti. Tanıyamadım.Ölüm orucunu bıraktıktan sonra öğrendikki, doktor da bizim komşu köylüymüş.Bizimle çok ilgileniyor, tek tek kontrolediyor ve herkese tedaviyi kabul edipetmediğini soruyordu. Biz hiçbir zamantedavi kabul etmedik. Bana da önce nereliolduğumu sordu. Sivaslı olduğumu söyledim.Sonra “neresinden?” diye sordu.“Gürün’den” dedim. Bunun ardından“hangi köydensin?” deyince azarladım ve“seni ne ilgilendiriyor benim köyüm? Çıkgit!” dedim. Öyle deyince merak etmiş,sonradan ziyaretçilerden öğrenmiş. İşte odoktora Ali Çiçek’in durumunu sordum.“Tıbben ölmüş, hukuken yaşıyor” dedi.Yani bitkisel hayata girmişti. Ali Çiçek de oranzada çırpındı. Dört saatte bir hemşirelergelip serumunu değiştiriyorlardı. Ölümorucunun altmış beşinci gününde şehitdüştü. Onun da ağzından köpükler çıktı.Odanın bütün sinekleri Ali Çiçek’in suratınatoplanmıştı, sineklerden suratı tanınmıyordu.Ona da şehit düştükten dört beşsaat sonra baktılar. Asker gidip doktorahaber verdi. Doktor zabıt tuttu ve O arkadaşıda götürdüler.Ali arkadaşın şehadetinden bir günsonra kolordudan albay ve subaylar, bir decezaevi müdürü geldi. Bize yine ‘bırakın’dediler. Biz o zaman ancak diğer arkadaşlarlakonuşarak karar verebileceğimizi belirttik.Ben bir arkadaşı istemiştim, fakatonu getirmediler. Cezaevine gelen birkaçkişi vardı, onların isimlerini saydılar. MehmetŞener de bunlar arasındaydı. Ben deolabilir, gelsin dedim. Geldi. Ona durumusöyledim. Bunlar ikinci gruptaydı, yani eyleminkırkıncı gününde katılmışlardı. MuzafferAyata vardı, bizim TİKKO’cu arkadaşvardı, başka arkadaşlar da vardı. Onlaragidin, arkadaşlarla konuşun, nasıl kararalınacaksa uyarım; ben bir şey söylemiyorum,arkadaşların durumuna göre değerlendirelimdedim.Eylemin bırakılması gerektiği kararıalındı. Böylece altmış yedinci günde ölümorucu bırakıldı. 14 Temmuz Ölüm Orucuböyle sonuçlandı. Hem Kürdistan tarihi,hem de parti ve cezaevi tarihi açısından bueylemin değerlendirilmesi çok önemlidir.Kuşkusuz bunu tüm ayrıntılarıyla ele almakaylar alır. Bu nedenle daha sonraki direnişlerianlatmayacağım. Mesela ’83 direnişibüyük bir direniştir, bütün cezaevi isyanetti. Daha sonra ’84 yılında gelişen birdireniş var. Amedli Cemal Arat arkadaşdaha sonra ölüm orucunda şehit düştü. YineNecmettin Büyükkaya vardı. İşkencedendolayı kendini astı. Bir de kendini yakarakşehit düşen biri oldu. Bunlar ’84 direnişindeoldu.1983-85 arası yapılan direnişleri de,daha sonraki direnişleri de belirleyen, yinecezaevi direnişinin bütün özelliklerini kendisindesomutlaştıran direniş, 14 TemmuzDirenişi’dir. O sırada itiraflar hızla artıyordu.Her mahkeme itiraf edenlerin kürsüdekonuştukları yerlere dönmüştü. Cezaevindetam bir baş aşağı gidiş yaşanıyordu. İkiyüze yakın insan pişmanlık göstermişti. 14Temmuz Direnişi’nin başladığı duyulur duyulmaz,itiraf eden birçok arkadaş mahkemeyeçıkarak, “biz baskı altında itiraf yaptık,irademizle vermedik. Sözlerimizi gerialıyoruz” dedi. Birkaç istisna dışında birçokarkadaş itiraflarını geri aldı. Bu ne anlamageliyordu? Bu, cezaevinde idarenin etkisininkırıldığı, 14 Temmuz direniş ruhununbütün tutukluları sardığı anlamına geliyordu.Öncesinde kararsızlık ve inançsızlıkortaya çıkmıştı. Bazı bozguncular vardı.Kemal, Hayri ve diğer önder kadrolar için“bize şöyle dediler, cezaevinde bizi mahvettiler”diye propaganda yapılıyordu. Yanibazıları düşmanı anlamak yerine partiyisuçlayan yaklaşımları kışkırtıyordu. Bu tutumfazla etkili değildi, ama sonuçta geliştirileneylemlerle tamamen kırıldı. Kemalde, Hayri de şehit düşmüştü. “Biz onlardandaha mı değerliyiz? En değerli arkadaşlarşehit düştüler, bunlara layık olmak için birşeyler yapmak gerekir” düşüncesi cezaevindedalga dalga yayılıyordu. Artık herkes,“acaba arkadaşlar ne diyecekler, neyapacağız? Bundan sonra nasıl tutum takınacağız,ne tür bir politika izleyeceğiz?” diyedüşünüyorduKemal’in dediği olmuştu. Kemal, “kiminkalıp kimin gideceği, bu ölüm orucu sonrasındabelli olur” demişti. Esat Oktay birdaha gelmedi. Niye gelsin ki? Her gün bizimledalga geçiyor, kendisinin başarılı olduğunugöstermek istiyordu. Fakat sonuçtayenilmişti. Hayri’nin, Kemal’in ve diğerşehitlerin şahsında Esat Oktay yenildi. Birdaha bizim yüzümüze bakamazdı. O birşey söylese, biz iki şey söyleyecektik. Bunubildiği için bırakıp gitti. Kürt halkının iradesinikırmak için düşmanın özel olarakeğittiği bir faşist olan Esat Oktay’ın bu biçimdeyenilmesi çok önemliydi. Tam da faşistlerinçocuklarına vereceği isimlerdenverdiği –ki, bunlardan biri Atakurt idi– ikiçocuğu vardı. Bazen onları da getiriyordu.Yani irade kırmak için bu kadar eğitilmişbiriydi. Poliste çözülmeyen, cezaevindeçözülüyordu. Cezaevinde öyle bir havayaratılmıştı ki, polis sorgusundan çok dahakötüydü. Örneğin Viranşehir grubu ikigün işkence görmüştü. Daha sonra on, onbeş gün bir yerde rahat etmişlerdi. FakatDiyarbakır Cezaevi’nde her saniye işkencevardı. Bu nedenle poliste çözülmeyencezaevinde çözülüyordu. Bazı TİKKO’cularvardı; poliste iki üç ay kahramanca direndiklerihalde cezaevindeki ortamı kaldıramadılar.Her saniye kan akıyordu. Böylebir saldırı durumu vardı. Bu yönüyle örnekgösterilen Esat Oktay kaçıp gitti. Onu Kemalkaçırttı, Hayri kaçırttı. Kemal gerekensözü söyledi ve pratiği gerçekleştirdi.Esat’ın yenilgisi, 12 Eylül’ün yenilgisiydi.Artık hiçbir politikasının başarılı olmasımümkün değildi. Rejimin Diyarbakır Cezaevi’ndeyaptığı baskının tılsımı kırılmıştı.O güne kadar yaptığı baskının on katınıda yapsa sonuç alamazdı.PKK geri çekilip dışarıda hazırlık yaparken,Türkiye’de 12 Eylül cuntası hakim olmuştu.Kürt ve Türk devrimci hareketlerisusturulmuştu, herkeste büyük bir yılgınlıkvardı. Her karşı devrim, sadece toplumdadeğil, örgütlerde bile yılgınlık yaratır. Onuniçin Lenin, ’1905 yılından ’12 yılına kadar kisüreci ‘zor ve yaman yıllar’ olarak tanımlıyor.Yenilgi yıllarında her kafadan bir sesçıkar, örgüte hakim olmak zordur. Bizimaçımızdan da benzer bir durum söz konusuydu.Hareket olarak geriye çekilmişiz; ülkedesavaşma gücümüz kalmamış, dışarıdahazırlanıyoruz. Bu dönemde kaçkınlar,mülteciler, devrimi bırakmak isteyenler vardı.Nitekim daha sonra savaş başladığında“Hakkari’den öteye gidilemez” diyenler çıkmıştı.“Artık mültecilik olur. Bekleyelim, 12Eylül darbesi gitsin, sonra bir şeyler düşünelim”diyenler vardı. Örgütü sağa çekipmültecileştirmek isteyen anlayış bizim içimizdede seslendiriliyordu. Bazıları kendileriniAvrupa’ya atmak, başka bir yaşamagirmek istiyordu. Herkes kendine göre biryaşam arayışı içine girmişti.Böyle bir ortamda 14 Temmuz direnişimülteciliği ve kaçkınlığı yerle bir ederek,Başkan Apo’nun ülkeye dönme ve savaşıyeniden başlatma çalışmalarına çok önemlibir güç verdi. “En zorlu koşulların olduğucezaevinde savaşılıyor ve kazanılıyorsa dışarıdada hayli hayli savaşılabilir” düşüncesigelişti. Kadroda radikalizm, coşku ve heyecanbaşladı. Birçok arkadaş şehadet haberleriniduyunca, “uçak kaçıralım, baskınyapalım, arkadaşları kurtaralım” diyorlar.“Cezaevinde en değerli arkadaşlarımız şehitdüşüyor. Biz ne bekliyoruz?” düşüncesihakim oluyor. 14 Temmuz ‘ülkeye dön’ çağrısıoluyor. Bu açıdan Başkan Apo her zaman,“O yoldaşlar, bizi anlayan yoldaşlardı.En zor dönemimizde partiye hizmet edenyoldaşlardı” diyor. Başkan Apo, eğer cezaevidirenişleri olmasa, gelişmelerin başkatürlü olabileceğini söylüyor ve Onlara layıkolmak için 15 Ağustos Atılımı’nın hızlandırıldığınıbelirtiyor.14 Temmuz ruhuKürdistan Devrimi’nin ruhudurBizim tarihimizde her şehadet bir atılımgerekçesidir. Haki’nin vurulmasıpartinin kuruluşunun, 14 Temmuz şehitleri15 Ağustos Atılımı’nın gerçekleşmesi,Agit’in şehadeti ise ordulaşma gerekçesidir.14 Temmuz parti ve halk tarihinde toplumsal,siyasal ve kültürel boyutlarıyla birdevrimdir. Duygu ve düşünce devrimini 14Temmuz’da bulmak mümkündür. Kürdistan’daancak 14 Temmuz ruhuyla kazanılır.14 Temmuz ruhu, Kürdistan Devrimi’nin ruhudur.İmkansızlıklarda devrimi başarmakbu anlama geliyor. Kürdistan Devrimi deimkansız görünüyor. Dört parçaya bölünmüşve bütün dünya sömürgecilerinin üzerindebulunduğu bir ülkede devrim geliştirmekgerçekten zordur. Böyle bir ülkede ancakimkansızlıklara dayanılarak bir şeylergeliştirilebilir. Cezaevinin en zor koşullarındadevrimcilik yapmak, düşmana karşı mücadeleetmek ve başarmak, KürdistanDevrimi’nin tarzıdır. Bu bakımdan 14 Temmuz’unmücadelemizin başarılı olmasındakirolü çok önemlidir. Bu direnişle KürdistanDevrimi’nin tarzı ortaya konulmuştur. Butarzda olursa Kürdistan’da devrim başarılır.Apocular hiç bir zaman “koşullar zordur,yapılamaz” dedi mi? Demedi. Niye demez?14 Temmuz direnişinin olduğu biryerde, hiçbir birey koşulları zor olduğu içingelişme yaratamayacağını söyleyemez.Bu açıdan 14 Temmuz’un en önemli özelliğiApocu tarzı bu biçimde somutlaştırmasıdır.Başkan Apo bize bunu öğretti.14 Temmuz Apoculuğun kararlılığıdır.Bu kararlılık, halka ve kadroya da yansıdı.Herkes Apoculuğu 14 Temmuz’da öğrendi.Eğer 14 Temmuz olmasaydı, BaşkanApo çok zorlanırdı. Tabii yılmazdı, çünküBaşkan Apo’nun tarzı zorluklarda bile başarmaktır.Biz Başkan Apo’nun her koşuldabaşaracağına inandık. Cezaevinde dearkadaşların durumunu hiç bilmediğimizhalde, tartışmalarımızda silahlı savaşın ikiyıl sonra başlatılacağını söylüyorduk. Oysahenüz ortada hiçbir şey yoktu. ÜstelikPKK en büyük darbeyi yemişti. Kemal,“Başkan yapar” diyordu. Başkan yine yapardı,ama 14 Temmuz Başkan Apo’nunçabalarını anlamlandıran ve başarıya götürenen temel etkendir.Bundan sonra mücadeleyi yürütürken,bu arkadaşları anlamak çok önemlidir. Birdevrimci nasıl olur ve nasıl yaşar? Bununcevabını bulmak için şehitlerimize, özelliklede bu arkadaşlara bakmak çok önemlidir.Yoldaş gerçekte nedir? İnsanlar birbirininasıl sever? Bütün bunları 14 Temmuz eylemcilerindegörebiliriz. Onlar tam yoldaştılarve her birinin yüreğinde taşıdığı halksevgisi çok yüksekti. Hayri yoldaş tam birönder kişilikti. Olaylardan falan etkilenmezdi.Doğru düşünme ve objektif karar vermedemüthiş bir yetenek kazanmıştı. CezaevindeDoktorun varlığı bize her zamanbir güven veriyor, doğru karar alabileceğimizeve düşünce üretebileceğimize dairinanç yaratıyordu. Mahkemeye gidiş gelişlerbir işkence olduğu halde, Hayri her zamanmahkemeye gitmek istedi. En ufacıkbir imkan bile bulsa, kalkıp partiyi savunmuştur.Bir seferinde duruşmada Bucakçeteleri Başkan Apo’ya hakaret etmiş, partiyifarklı göstermek istemişlerdi. Hayrikalkmış, partinin tutumunun ne olduğunuortaya koymuştu. Yanlış bir eylem varsa,onun bir parti yaklaşımı olmadığını söyleyerek,bütün gücüyle partinin nasıl bir partiolduğunu anlatmaya çalışmış; partiyiyanlış gösteren yaklaşımlara karşı her zamankendini siper etmişti.Hayri, parti tarihinde yeri hakkıyla verilmesigereken, Kürt halkının yetiştirdiği enderevlatlarından biridir. Zayıflıkları olmayan,düşüncesine ve duygusuna hakim,tam bir inanç ve dava adamıdır. Doğrularıyapan, yanlışları da doğruların süzgecindengeçiren bir arkadaşımızdır. Şehadeteyaklaştıkça coşkusu artıyordu. Sanki şehadetyaklaştıkça en büyük zaferi yaşayacakya da ölümsüzlüğe ulaşacaktı. Kendini öylehissediyordu. Eğer mesele ölümsüzlüğühissetmekse, bunu tam anlamıyla Hayriyaşadı. Eğer yaşasaydı, Başkan Apo’ya enfazla yoldaş olacak arkadaştı. Başkan hepHayri’nin ölüme bile coşku ve sevinçle, göreviniyapmanın huzuruyla giden bu duruşuanlatmamı isterdi. O’nun “Mezarımaborçlu yazın” demesi de bu sürece denkgelir. Gerçekten öyle hissediyordu, yanibunu söz olsun diye söylememişti. Ölümorucundan çok önce, “eğer Başkanın temposunaayak uydursaydık bu duruma düşmezdik”demişti. Hassas bir arkadaştı.Kemal arkadaşın Kesire’ye olan öfkesiçok fazlaydı. Bir iki noktada Kesire’ye hakaretedici şeyler söyledi. Hayri biraz durduve “bizimle resmi ilişkisi olan bir arkadaştır.Böyle demen doğru değil” dedi. Aslındao da farklı hissetmiyor, ama sorumlulukgereği o anda öyle yapmanın doğru olmayacağınıbiliyordu. Bunun üzerine Kemal,“tamam, senin dediğin olsun, ben konuşmuyorum”dedi ve bir daha Kesire hakkındabir şey söylemedi. Yani bir yerde bireksiklik olduğunda, Hayri mutlaka uyarırdı.Sorumluluk duygusunu böyle yerinegetiren bir arkadaştı. Cezaevinde dahi 12Eylül’e kadar aldığı herhangi bir bilgiyipartiye mutlaka gönderirdi. Hayri arkadaşındışarıya gönderdiği birçok yazı var.Bazılarının altında Mazlum arkadaşın ismiyazılıdır, ama onların hepsi Hayri’ye aittir.Cezaevinden dışarı gönderilen raporların–bireysel yazılanlar dışında– hepsi Hayriarkadaşa aittir. Çünkü sorumluluk duyuyordu.Hayri hakkında birçok şey sayılabilir,ama temel husus, önderlik vasıflarınasahip olmasıdır. Cezaevinde Hayri önderliğiyle,Kemal ise heyecan ve coşkusuylabütün arkadaşları ayakta tutan arkadaşlardı.Apocu hareket bir heyecan ve coşkuhareketiydi. Bu yönüyle Kemal’den etkilenmeyecekkimse olamazdı. Kemal herkesirahatlıkla etkileyebilirdi. Bu konudabir örnek vermek istiyorum: ’77 yılıydı.Ben, Haki ve Kemal Antep’ten çıkıp Pilot’unTuzluçayır’daki evinde yapılacaktoplantıya katılacağız. Beraber gidiyoruz.Kemal’le ben önde yürüyoruz. Sonradanmücadeleyi bırakıp Alman polisiyle çalışanAli Çetiner ve Haki arkadaş da arkamızdangeliyorlar. Karanlıktı. Biz önde ilerlerken,gençler Haki’yle Ali Çetiner’in önünükesip, “sağcı mısınız, solcu musunuz?” diyesoruyorlar. Tabii Haki ne söyleyeceğinibilmiyor. Acaba bunlar faşist mi, devrimcimi diye düşünüyor. Bunun üzerine, “sizene? Siz neye geldiniz?” diyor ve böyleceitip kalkma başlıyor. Onlar ‘söyleyeceksin’diyorlar. Haki de bir türlü cevap vermiyor.Sonunda silah çekip, Haki’ye “kimsin, nesin,söyleyeceksin!” diye dayatmışlar.Biz önde ilerlerken sesleri duyduk vegeri döndük. Onlara yaklaştığımızı gördüler.Bir baktık ki, bu gençler ‘Kemal abi, Kemalabi’ diyerek arkadaşın boynuna sarıldılar.Meğer Tuzluçayır gençleriymiş. Kemalorada çalışırken onları etkilemiş. Hementanıdılar. Binyıl geçmiş de görmemişlergibi sıcak sarıldılar. Kemal, “Ne var?” diyesorunca, Haki “bunlar bizi öldürecekti”dedi. Bu arada gençler açıklama yaparak,“Kemal abi, faşistler bazen buraya geliyorlar,biz onun için yol kesiyoruz” dediler. Ondansonra Haki’den bin bir özür dilediler.Gençler iki üç yıl önce Kemal’i görmüşlerve o etkiyle Kemal ne derse yapacak düzeyegelmişlerdi.Oradan ayrıldık ve bir eve gittik. Evinkomşusu benim uzaktan bir köylümdü. Onueskiden beri tanıyordum. Köylü bizi ziyaretegeldi. Biz ona propaganda etmeye başladık.Ama çok katı biriydi, biz ne anlatıyorsako hep ‘olmaz’ diyordu. İşçiydi. Emek vesömürüyü anlatıyorduk, olmuyor; Kürt’türdiye Kürtlüğü anlatıyorduk, yine olmuyor.“Anlattıklarınız buradan girer, şuradan çıkar”diyordu. Haki de konuştu, ama iknaedemedi. Bunun üzerine Kemal, “bana bırakın,siz çekilin” dedi ve onunla tartışmayabaşladı. Bu adam “tamam, anladık. Benimkömürlüğümde Ebu Müslim’in baltası var.Bundan sonra sizin arkanızdayım” dedi.Yani Kemal’in ajitasyon yapma ve etkilemegücü çok yüksekti. Bir de Kemal sürekli hareketliydi,yaşamını hep eylem ve mücadeleyledolduran bir arkadaştı. Bu nedenle cezaevindekalamıyordu. İki defa kaçtı. Sondefa da kaçacaktı. Yani coşku ve heyecanhem dilinde hem de yaşamında vardı.Apocu hareketin nasıl geliştiğini ve kitlelerietkilediğini sorgularken, en gözü karaeylemlerin yapıldığını da söylemek gerekir.Bunlara öncülük yapan Kemal arkadaştı.Kemal’in çalıştığı Urfa’da faşistler çoktu.Bugün ise Urfa devrimcilerin şehridir. O zamanlartoprak reformu gündemdeydi veMilliyetçi Cephe Hükümeti vardı. Bütün faşistlerUrfa’yı düşürmek için gelmişlerdi,gerçekten de burada etkiliydiler. Kemal’inöncülüğünde arkadaşlar Urfa’da çokönemli eylemlilikler yaparak faşistleri dağıttılar.Hilvan-Siverek eylemi o zemindegelişti. Eğer Urfa’da etkili olmasaydık, Hilvan-Siverekmücadelesi de gelişemezdi.Bunda Kemal’in payı çok büyüktür.


Sayfa 26Temmuz 2003SerxwebûnKemal cezaevinde de öyleydi. ArkadaşlarKemal’in sözünü dinlemek isterdi.Ne söylediği önemli değildi; Kemal konuştuğuzaman bütün arkadaşlar moral alırdı.Bu yönüyle hem 14 Temmuz direnişi sürecindehem de öncesinde 35. koğuşun durumuönemliydi. Kemal olmasaydı, arkadaşlarınmoral düzeyi o kadar yüksek olmazdı.Mücadelemize ruh, coşku ve heyecanveren bir kişilikti. Hatta o coşkusuve heyecanı o kadar fazlaydı ki, eleştirigerektiriyordu. Başkan Apo bazen eleştiriyor,“sen hiç yerinde duramıyorsun, birazdaha sakin ol” diyordu. Gerçekten de biran bile yerinde durmayan bir arkadaştı.Bütün yoldaşlarına karşı büyük sevgi vesaygı duyardı. Çok duygusal yönleri devardı. Haki’nin cenazesini beraber götürdük.Bütün halk oradaydı, Türk solundaninsanlar da toplanmıştı. O dönemde en iyiajitatörümüz ve propagandacımız Kemal’di.Bu nedenle konuşmayı o yapacaktı.Fakat konuşamadı, bir iki kelime söyledi;ardından hüngür hüngür ağladı ve gitti.En iyi konuşmacımız Kemal öyle yapınca,kimse konuşamadı. Haki’yle beraberkatılmışlardı. Haki’nin şehadeti karşısında,O’nun örnek kişiliğini anlatmak için bileolsa konuşamadı. Dava adamı olarakChe Guevara örnek gösterilir, Kemal deböyleydi.Diyarbakır ruhu14 Temmuz ruhu olduAkif tam bir partiliydi; parti ne derseonu yapardı. Bir militan olduğunu, görevlerinimutlaka yerine getirmesi gerektiğinidüşünürdü. Arkadaşlar Akif’in şu yönünügörmüştür: Akif partinin verdiği görevlerimutlaka yerine getirir. Mazlum arkadaşı kaçırmagörevini yapamadığı için çok ağır birpsikolojiye girmesi de bu nedenledir. O daşehadete giderken en ufacık bir ikirciklikgöstermedi. Mazlum Doğan yoldaşın şehadetindenduyduğu sorumlulukla son görevinide başarıyla yerine getirdi. Akif en sıradanbir militan da olabilir, en büyük görevleriyapabilirdi. Yaklaşımı şuydu: “Bu parti herşeyi büyütür, bu parti içinde yaşamak daonurlu ve şereflidir. Bu parti içinde nefes almakbile değerlidir.” Uzun süre beraber kaldık.Çok mütevazı, aynı zamanda devrimcigururu yüksek bir arkadaştı.Zaten o zaman Apoculukta yetki yoktu,kimse yetki istemezdi. Yetki yüzündenkavga edilirdi. Ama bu nasıl bir kavgaydı?Yetkiyi diğerine devretmek için verilen birkavgaydı. Ben buna defalarca şahit olmuştum.Yetkileri Haki’nin üzerine zorlaattık. Herkes bir militan gibi görev yapmakistiyordu. Bunların en somut ifadesi Akif’ti.Bu bakımdan Akif’i her zaman anmamızgerekir. Akif şehit düştüğünde, bir yoldaşolarak çok etkilendim. Bu arkadaşı öncedende tanıyordum. Yanımda olduğu zamanşöyle düşündüm: Yaşam bana ait değil,Akif’e aittir. Böyle bir duyguya kapıldım.Ölüme de çok mütevazı gitti. Sankiölüme gitmiyormuş, hiç önemli bir şeyyapmıyormuş gibi sessiz ve sedasız birbiçimde şehadete gitti.Ali Çiçek’in de farklı bir özelliği vardı.Günümüzde metropol çalışmalarında yakalanmalarolunca çok çözülme olduğu vehalka zarar verildiği görülüyor. Eskisi gibiişkenceler olmadığı halde, biraz psikolojikbaskı karşısında çözülüyor ve birçok ilişkiyidüşmana veriyorlar. Eskiden polis korkunçcanavarlık yapardı! Ali Çiçek’i bir kelimebile konuşturamamışlardı. İfadesindehiçbir şey yoktu. Apoculuğa sempatizan olduğunusöylemiş, ama hiçbir eylemi kabuletmemişti. Halbuki en ağır eylemleri yapmıştı.Bu konuda “direniş zafere, teslimiyetihanete götürür” diye bir kitap yazmıştık. Okitabı Mazlum ve Rıza arkadaşlarla birlikteyazdık. Polisin yakaladığı kişilere nasıldavrandığını, ne tür psikolojik saldırılar geliştirdiğini,yaşadıklarımızdan çıkardığımızderslerle bu kitaba aktardık. Ali Çiçek polistehiçbir şey söylememişti. Cezaevine öylegeldi. ’80 direnişinde yer aldı ve herkestensonra bıraktı.Ali arkadaş polis karşısında hiç çözülmediğigibi, cezaevinde de sonuna kadardirenişteydi. Eğer bizler direnişi sürdürseydik,kimse sürdürmese bile Ali sonunakadar sürdürecekti. Ali ölüm orucunu sonunakadar sürdürdü. Ölüm orucuna girmedenönce, mahkemede “başka kimseyoktu, hepsini ben tek yaptım” dedi ve bütüneylemleri üzerine aldı. Diğer arkadaşlarıkurtarmak için böyle yapmıştı. O daKürt halkının acısını ve öfkesini içinde taşıyanbir gençti. Bir Kürt gencinin nasıl olmasıgerekiyorsa, Ali de öyleydi. Durdurulamıyordu.Bazen anlatıyoruz: Eskidengençler çok heyecanlıydı, gençleri zorfrenlerdik. Şimdi ise biz gençlere çağrı yapıyoruz,“haydi yürüyün, ilerleyin” diyoruz.Eski gençlik yapısıyla yeni geçlik yapısıarasında fark var. Ali, gerçekten zapt edilemezbir kişiydi. Onun için Hayri arkadaşO’na “Bizim kızıl yıldızımız” demişti. Ogenç yaşta tam bir fedai tarzda yaklaşmasısöz konusuydu.Kürt halkının yurtseverlik ve mücadeleölçülerinin ne olması gerektiğini o arkadaşlarortaya koydular. O güne kadar Kürt halkınınyurtseverlik çıtası alçaktı. Belki yurtseverlikvardı, ama geriydi. Ülkeye bağlanmave mücadele anlayışı da vardı, amatüm bunlar geriydi. İşte 14 Temmuz, Kürtinsanın mücadele çıtasını yükseltti. Bununlabirlikte halka bağlanma ve örgütadamı olma çıtasını da yükseltti. PeşmergeKürtlüğü, yani biraz savaşma biraz daeski düzenle bağını sürdürme yaklaşımı yıkıldı;fedailik düzeyinde yeni bir Kürt kişiliğiortaya çıktı. Yeni bir yurtseverlik, devrimcilik,ahlak ve terbiye, ilk önce kendini değilarkadaşını düşünme kültürü ortaya çıktı.Yani 14 Temmuz öncesi kişilik ve duygularla14 Temmuz sonrası kişilik ve duygularşeklinde ayırmak, 14 Temmuz’u böyle birölçü olarak koymak doğrudur. 14 Temmuz’unböyle bir değeri vardır.14 Temmuz, 15 Ağustos’a köprüdür. Budireniş, ’80’in 12 Eylül karanlığından 15Ağustos’a devrimci bir köprü atmayı ifadeeder. Aradaki boşluğu 14 Temmuz doldurdu.Mücadelenin kesintisiz sürmesi açısındanböyle bir rol oynadı. Nitekim 15 Ağustosöncesi silahlı propaganda gruplarımızınen önemli ajitasyon aracı 14 Temmuz’du,yani Kemaller ve Hayrilerdi. Hemkadro öyle harekete geçirildi hem de kitleleröyle kazanıldı. Bu bakımdan 14 Temmuzbüyük bir değerdir, 15 Ağustos’u başlatanmoral değerlerdir. İçimizden kaçanbazıları, çeşitli güçler tarafından bir arayagetirilerek bir örgüt olarak bize karşı kullanılmakistendi. Fakat olmadı, olamaz da.Bu örgüt manevi değerlerle ayakta kalıyor.14 Temmuz, 15 Ağustos olmaksızın hareketibir gün ayakta tutamazsınız. Manevideğerler olmadan örgüt yaratamazsınız.Diyarbakır, Kürdistan tarihinde önemlibir yerdir. Radikal Diyarbakır, radikal Kürdistan’dır;siyasallaşmış Diyarbakır, siyasallaşmışKürdistan’dır; ayağa kalkmış Diyarbakır,ayağa kalkmış Kürdistan’dır. Buaçıdan Diyarbakır’da böyle bir direnişin olmasıçok önemlidir. Bizi başka cezaevlerinegötüreceklerdi ve o cezaevleri rahattı.Biz Diyarbakır Cezaevi’ne gitmekten korktuğumuzkadar bir şeyden korkmadık. Fakatsavunma yapmalar başlayınca, buradakalmak çok önemli hale geldi. Hatta dahasonra Hayri, Kemal ve Mazlum arkadaşlarlabirlikte Diyarbakır’dan bizi götürürlersebunun çok kötü olacağını düşündük.Dava Diyarbakır’da görülmeli, hesaplaşmayeri burası olmalıydı. Batman veyaElazığ’da olsa, bu kadar etkili olmazdı. Diyarbakır’dagelişmesiyle, Diyarbakır ruhu14 Temmuz ruhu oldu. Bizden önce Diyarbakırbiraz aşınmış, reformistleşmişti. Küçükburjuva, bürokratik Kürtlük özellikleritaşıyan, ama onun gereklerini tam yerinegetirmeyen, Kürtlerin özgürlük özlemlerinipazarlayan gruplar vardı. Bunlar birleşereküzerimize geldiler. Bizi Diyarbakır’datasfiye edeceklerdi. Birçok arkadaşımızşehit edildi. Diyarbakır’ın vatana, davayabağlı bir Diyarbakır haline gelmesi,PKK’nin en önemli başarılarında biridir. Buaçıdan 14 Temmuz Direnişi’ni anarken, budirenişin önce bizi, ondan sonra Diyarbakır’ıyarattığını, bütün Kürdistan’ı yaratan,ona ruh ve kişilik veren bir direniş olduğunukavramak gerekir. Kürdistan’ın ruh halideğişti, Kürt insanının duyguları değişti.Kürt insanının tarih içinde kazandığı birçokduygu böyle bir direniş ruhuyla renkkazandı. Bu da Kürdistan Devrimi için enbüyük kazanımdır.14 Temmuz Zindan Direnişi’nin sonuçlarınıböyle özetlemek mümkündür.Erkek akl›n›n somutlaflm›fl ifadesi devletseKadının duygu yüklü zekasının ifadesiDemokratik Ekolojik ToplumdurBafltaraf› 11’deBugün erkek aklı, bilim rahipliğine rakipsizkendini aday gösterirken, salt bilgiüzerinde yaklaşım belirlemesi onun sistemgerçekliğinin yaratılmasında belirleyiciolmuştur. Bilgi ve bilgelik kavramlarınıngerçek tanımına ve ayırdına varamayanbu gerici yapılanma, kadının bilgiyi elealıştaki bilgeliği, erdemliliği, etik ölçüleri birfarklılık olarak ortaya koyuşunu algılayamamaktadır.Erkeğin bilgiye yaklaşımındakiinsani ve etik olgulardan uzaklığı,soylu, insani erdemlerden de uzaklaşmasınaneden olmaktadır. Bu noktada yapılansadece gerici devlet düzeneğinin kendinikurumlaştırmasının ötesine gidememektir.Sanata, edebiyata, estetiğe yaklaşımdakaba, şekilsel, sadelikten ve doğallıktanuzak bir boyut sistem gerçekliğindegöze çarparken; manevi boyutlardan çok,maddi öğelerin sunulması, sürekli toplumufiziksel ve psikolojik anlamda şiddete sürükleyenbu tarz, estetik ve inceliktenuzaktır.Sömürü gerçeğiyle paralel her şeyikendine yabancılaştırma, erkek aklının enincesinden gerçekleştirdiği yozlaşmanınsanatsal alana yansımasıdır. Kadının sanatsallığıonun akıl gücünden, duygu zenginliğinden,yaratıcı, estetik, sade ve doğalgüzelliğinden ve kendi fiziksel ve ruhişekillenmesinden gelmektedir. Kadının olduğuyerde edebileşen, şiirselleşen tümolgular, ilham kaynağını bu gerçekliktenalmaktadır. Çünkü özünde insani, manevi,moral ve etik değerlerin hepsini barındırankadın, tüm bu üstün yönlerinden dolayıtehlike olarak görülmüş, onun barışçıl,eşitlikçi, özgürlükçü yanları tahrip edilereken kötüsünde bir cinsel obje konumunadüşürülerek her yönlü kullanıma açık halegetirilmiştir.Geçmişte, “kadın dünyanın ta kendisidir”diyen Mevlana’nın, yaşamın güzelleştiricisiolarak nitelendirdiği kadına olan felsefikyaklaşımı, tersine çevrilerek, kötülüklerinodaklandığı temel bir neden olarakhep yargılanmaya, dıştalanmışlığa maruzbırakılmıştır. Çünkü vicdan ve onursuzluğunzirveleştiği erkek egemen zihniyeti,kadının yaratıcı yönünü, sanatsal inceliğinibaskı altına almaya çalışmıştır. Kadınındoğasındaki tüm bu gerçekliklerin olduğununen güçlü kanıtı, Başkan Apo’nun Özgürİnsan Savunmasında kadına ilişkinbölümlerde üslubunun şiirselleşmesinden,edebileşmesinden de açığa çıkmaktadır.Tüm bu yönler irdelendiğinde, DemokratikEkolojik Toplum evrensel bir içerik veamaç taşırken; özünde Ortadoğu kültürelyapılanmasını karşılayabilecek en iyi sistemolarak ortaya çıkmaktadır. Toplumların,halkların kendi kültür ve doğal toplumsalyapılanmalarını koruyarak, zenginlikleriçerisinde bir kültür mozaiği oluşturmasıönemlidir. Çünkü doğal olanın özünde demokrasivardır. Bu nedenle gerek emperyalistsistemin yarattığı tahribatlarla doğayaverdiği zararların önlenmesi, gereksede halkların doğal kültürel yapılanma veyaşam tarzlarının demokrasiyle yenidenbir bütünselliğe kavuşması, kadın öncülüğündegeliştirilecek özgür bir toplum seçeneğiylemümkündür. İlk çelişki olması itibariyle,cins çelişkisine dayalı sınıf ve diğerçelişkilerin gelişimiyle, kadını erkekle,insanın insanla, insanın doğayla ve bireyintoplumla bozulan dengesi kadının duyguyladengelenmiş aklının somut ifadesiolarak gelişecek olan Demokratik EkolojikToplum’la yeniden sağlanacak, böylecebütün bu dengesizliklerin yol açtığı yabancılaşmaaşılacaktır.Bu gerçeklikten de anlaşılacağı gibi,doğaya uyumlu, barışçıl karakterindenkaynaklı kadın, yarattığı toplumsallaşmagerçeğine de sahip çıkarak bilinçli bir örgütlenmegerçeğine ulaşacaktır. Dengelerinuyumu sömürü düzenini ortadan kaldıracağıiçin insan iradesi üzerindeki gelişenbütün baskıların temel ifadesi olarak devletortadan kalkacak, insan iradesinin evrenselbir nitelik kazanmasıyla, kolektif bilincinaçığa vurması sonucu koordinasyonbir düzenleme aracı biçiminde somutlaşacaktır.Ortaya koyduğu yeni paradigma ileideolojik sistem dönüşümünün ana çizgileriniBaşkan Apo şu şekilde formüle etmektedir.“Eylem ve örgütlenmede zorunlumeşru savunma dışında zora başvurmaz.Büyük ayaklanmaları yöntem olarak seçmez.Bunu tümden reddetmese de, esasolarak bilinçle dolu toplum biçimlerini esasalır. ‘Ne kadar akıl, duygu gücü, o kadartoplum ve hareket gücü’ ilkesine bağlıkalır. Duyguya dayanmayan aklı, devletçisosyalitenin acımasız bir kalıntısı sayar.Kadını duygu yüklü zekasına çözümleyiciyüce bir değer verir. Çocuk hayallerine enaz akıllı bilgelerin düşünceleri kadar anlamlıyaklaşır, yaşlıların tecrübelerine süreklisaygılı yaklaşır. Gençliğin coşkusundanhayatın hiçbir döneminde vazgeçmez.‘İyi olan güzeldir, güzel olan iyidir. En gelişmişzeka türettiği kavramlar güzelliğinözünü oluşturur’ ikesel yaklaşımı esas alır.Yaşama gerekli coşkuyla yaklaşırkenölümü yaşamın bir bedeli olarak görür veyersiz korkuyla karşılaşamaz. Ne kadaranlamlı yaşamdan yanaysa, o kadar anlamsızölüme karşıdır. Ölüme ancak anlamlıyaşamın gereği olduğunda cesaretlegöğüs gerer.” Başkan Apo’nun belirittiği buhususlar özgür sistemin ilkeleriyken, bunuhayata geçirmek mevcut olanı aşmaklamümkündür.Bireyci, baskıcı, katı dogmatik, halklarve kültürler karşısında saygısız, özgür bireykadar kolektif iradeyi reddeden, kadınave onun şahsında ifadelenen değerlereacımasızca saldıran erkek aklın çıkmazıçok derindir. Tatminsizlikler içinde boğulanbirey, salt güdülere indirgenmiş, sosyalilişkiler, ekonomik sorunlardan tutalım, savaşlarbu zihniyetin gerçek yüzünü ortayakoyarken, çıkmaz daha da derinleştirilmekte,dogmalar hapis olmuş zihniyetinen büyük beslenme kaynağını oluşturmaktadır.Vahşet, insana, doğaya, hayvana,kısacası her şeye karşı çok üst düzeydeuygulanmakta, kültürlerin halkların katliamı,insanın manevi dünyasının katliamıbir çözüm olarak insanlığa sunulmaktadır.Bunun günümüzde en öndeki temsiliABD iken, özellikle Ortadoğu özgülündekistatükocu yapılanmalar, bu gerçeklikte dahafazla ayak diremenin mücadelesini vermektedir.Kısacası insanlık, hiçbir dönemdebu kadar büyük bir dengesizliğinortasında yaşamak zorunda kalmamıştır.Çelişkilerin en yoğun yaşandığı anlar, çözümeen yakın anlardır. Bu anlamda 21.yüzyılın kadın özgürlük çağı, kadının kaybedişiylebirlikte kaybeden, bu anlamdakazanımı da kadının kazanımı ile gelişecekolan halkların çağıdır.Dünyanın kadının aklına, onun maneviyatınave sevgi gücüne ihtiyacı çok fazlaolmak kadar, bunun gerçekleşebilecek koşullarıda açığa çıkmıştır. Başkan Apo’nunAtina, savunmalarında ortaya koyduğudemokratik-ekolojik toplum kordinasyonuve kadın aklının bunda oynayacağı rol belirlemesibir tesadüf değil, bu gerçekliğedayalıdır. Geriye kalan bunun mücadelesiniyürütebilmek ve başarmaktır.PJA olarak bu noktada rolümüz belirginleşmekte,elimizdeki mücadele araçlarıyla,mücadelenin yönü kadar, onun yolve yöntemleri de somutlaşmaktadır. Bunoktada zihniyet değişimini hedeflemektemelinde toplumu, özelde kadını bilinçlendirmekkadar, onun kendisini ifade edebileceğiörgütlenme alanlarını geliştirmek,bu anlamda mücadele araçları sunmakgerekmektedir. Üçüncü alan olarak nitelendirilensivil toplum örgütleri, devlet karşısındahalk iradesini geliştirebilmenin, buanlamda devleti besleyen, geleneksel toplumyapısıyla mücadele etmenin yöntemiolarak daha fazla gelişmelidir. Dengesizsistemin ürünü olarak açığa çıkan, yineher ne kadar iradesel bir tercihin sonucugibi yansıtılsa da, özünde zorunlu bir dayatmanınve alternatifsizleştirilmiş veriliilişkilerin bir sonucu olarak gerçekleştirilensözleşme biçimlerini reddedip, yeni ilkelertemelinde toplumla yeniden bir sözleşmeninkadın renginde geliştirilmesi gerekir.Bu anlamda PJA’nın bir alternatif olaraksunduğu ‘Toplumsal Sözleşme’, DemokratikEkolojik Toplum’un geliştirilmesininönemli bir ayağıdır. Bütün bunları yapabilmek,öncülük misyonunu sahiplenmek,bunun gerektirdiği mücadeleden hiçbirkoşulda kaçmamak kadar, engeller karşısındameşru savunma hakkını her biçimdekullanmayı da gerektirir. PJA olarak bununiradesini gösterme iddiamız kadar,pratikleşme gücümüz bütün dünya kadınlarıylabuluştuğumuz noktada daha fazlasonuç alıcı olacaktır. Böyle bir sonucunkazanımı, yürek, duygu akıl gücünü birleştirmişinsanlık olacaktır. Bu başarıyı yaratankadın bütün evreni kendisinde ifadeleştirenbaşkan Apo’ya yoldaş olan kadınolacaktır.


Serxwebûn Temmuz 2003Sayfa 27SU SORUNU ORTADO⁄U VE TÜRK‹YESU SORUNU ORTADO⁄U VE TÜRK‹YE● Metin AyçiçekDünya Su Zirvesi Girişimi (GlobalWater Summit Initiative) adlı kuruluşunbaşkanı olan Amerikalıyazar bayan Joyce Starr, 1991 yılında, ForeignPolicy dergisinde yayınlanan “Water-Wars” (Su Savaşları) başlıklı yazısıyla Ortadoğusu kaynakları ve su sorunu üzerineönemli bir tartışmayı da başlatmış oldu.Starr, “Ortadoğu su krizi, hiçbir ülke ya dauluslararası kuruluşun kabul etmeye hazırolmadığı stratejik bir yetimdir” cümlesiylebaşlattığı tezinde, Birinci Körfez Savaşısonrasında su krizinin patlak vereceği iddiasınıörer ve savunur. Aslında bütünsavlarını, Amerikan istihbarat örgütlerinin’80’li yıllarda hazırladığı bir rapora dayandırarakkurgular. Rapor, su kıtlığı nedeniylesu savaşlarının ortaya çıkabileceği, çoğunluğuOrtadoğu’da bulunan on ülkeüzerine hazırlanmıştı.Birinci Körfez Savaşı sonrası ’91 Madrid’deyapılan Ortadoğu Barış Konferansı,bir anlamda Starr’ın düşüncelerinin yadsınmasıanlamını taşımaktaydı. Ama, bunarağmen su savaşları konusu bu kez dahauzun süre üzerine konuşulacak bir konuolarak gündemde kalacağa benzemektedir.Su ve insanİlk canlının suda yaşam ortamı bulmasındanbugüne, bütün uygarlıkların biricikvaroluş şartıdır belki de su. Bütün mitolojilerinyaşamı suda başlatması, ilk uygarlıklarınsu kaynaklarının bulunduğuyerlerden fışkırmasının tarihe düşülen işaretleridirbelki de.Su, hayat demektir. Bu nedenle, başkagezegenlerde canlı arayışlarının başlangıçadımıdır uzayda su arayışları. Ve insan,sadece canlının değil bütün evreninortaya çıkışında ilk madde olarak kabul etmiştirsuyu. Su, ölümsüzlük demektir biranlamda: Çünkü su varolduğu sürece hayatında varolacağına inanılmıştır her çağda,insan tarafından.Dinler öncesinde mitolojiler de bu inanışıçok açık sergilerler. Örneğin Altay efsanelerindeadı geçen ve göğün on ikincikatına kadar yükseldiğine inanılan Dünyadağının en üstünde bir Kayın ağacı vardır.Bu ulu ağacın dibindeki küçük bir çukurdaise hayat suyu vardı. Bu suya, Tata adındabir kutsal ruh bekçilik yapar.Cennet’in Kevser ırmağı, Kabe’ninzemzem suyu mitolojiden günümüze akıpgelen bir su kültü değil midir?Bütün yaradılış (Cosmogony -Kozmogoni)destanlarında da su özel bir yere sahiptir.Örneğin V. İ. Verbitskiy’nin derlediğibir Altay yaradılış destanı şöyle der:“Dünya bir deniz idi, ne gök vardı,ne bir yerUçsuz bucaksız, sonsuz,sular içreydi her yer!” (1)Yunan mitolojisinde de önemli bir yeresahiptir su. Önce Khaos vardır boş vesonsuz universiumda. Karanlıklarla kaplıdırve bütün tanrılardan önceki tanımlanamazgüçtür; biçime sahip olmayan bir hiçliktirKhaos. “O biçimsiz hiçlik, ansızın ikiçocuk doğuruvermiştir: Gece ve ölümünyaşadığı dipsiz derinlik Erebos...” Ve ölümünyaşadığı dipsiz derinliğe Gece’nin bıraktığıyumurtadan, “özlenen, parıldayanaltın kanatlı Sevgi” (Eros) doğdu. Karanlıkve ölümden doğan Sevgi ise, Işık’ı veIşık’ın arkadaşı Gün’ü yarattı.Toprak (Gaia) ve toprağın altı Tartarosbirlikte varoldular. İlk tanrıça Gaia kocasızdıve kendiliğinden dağları, denizleri vegökyüzünü (Uranos) doğurdu. Sonra Uranosile evlendi ve bu birlikten Titanlar, yüzkollu devler olan Hekatonheirler veKykloplar doğdular. Uranos, karısı Gaia’nınkarnında saklıyordu bütün çocuklarını;onları gün ışığına çıkarmıyordu. VeUranos’un oğlu Titan Kronos (Saturnus),babasına karşı isyan ederek evrenin egemenliğiniele geçirdi.Sonraki bütün tanrılar altı erkek, altı kızon iki Titan’ın çocuklarıdır. Ve Hesiodos’unyazdığına göre en önemlisi olmasa bile ilkTitan Okeanos (Okyanus)’tur. Okeanos bütünyeryüzünü kucaklar gibi sarmıştır. Bütünakarsuların atasıdır ve “saygı gören birihtiyar” gibi tasarlanır. Zamanın kontrolünüelinde tutan Kronos da, iktidarına ortak olmasınlardiye kendi çocuklarını yutmaktadır.Çocuklarından Zeus’u (Jupiter) annesibir hile ile babasına yiyecek olmaktan kurtarabilir.Sonra Zeus büyür ve babası Kronos’akarşı çok büyük bir savaş vererekevrenin iktidarını ele geçirir. Dünya egemenliğini,Kronos’un yuttuğu kardeşleri deniztanrısı Poseidon (Neptunus) ve yer altıtanrısı Hades (Pluton) ile paylaşır.Yezidi inanışının temel kaynağı Kitab elAsvad’da da su, tanrı mekanının özündeyer alır: “Başlangıçta Tanrı, kendi özündenBeyaz İnci’yi yarattı; ve bir kuş yarattı kiadı Anfar’dı. Ve İnci’yi onun sırtına koydu,ve orada kırk bin yıl oturdu.” Ezidi kozmogonisindeilk altı günde büyük melekler yaratılır.Sonra yedi göğü, yeryüzünü, güneşive ayı yaratan tanrı daha sonra insanı,kuşları ve tüm hayvanları yaratır. “Sonrayüksek sesle İnci’ye doğru haykırdı, o dadüşüp dört parçaya ayrıldı, içinden su fışkırdıve deniz oldu.” Yani su, tanrı mekanındagizlidir. Kitab el-Asvad’a göre zaten“Gök ve yer olmadan önce Tanrı, sularınüzerinde bir teknenin içindeydi.” (2)Tarihin en eski mitoslarından birin oluşturanSümer Yaratılış mitoslarında ise, ilkyapının deniz (su) olması ilginçtir. Bir Sümertabletinde İdeogram alfabetik yazıylaadı verilen tanrıça Nammu (Deniz) “Gök’üve Yer’i doğuran ana’dır. (3) Sümerliler, tanrılarınınen büyüğü olan ay tanrı Nanna(Sin)’nın, Fırat nehri üzerinde bir gaffehüzerinde, yıldızlar ve gezegenlerle birliktedolaştığına inanırlardı. (4)Sümer mitologyasının en ilginç parçalarıise, yiyecek ve giyeceğinin üretimini sistemlerebağlayan insanın kendisini organizeederek uygarlığı yaratmasına ilişkin parçalardır.Üretici güçlerin gelişimi; üretim ilişkilerininçeşitlenmesi ve zanaattan sanatauygarlığın bütün öğelerinin topluma taşınması,kazandırılması ve toplumların düzenesokulmasına ilişkin tanrısal etkinliklerinbütünü “yazgının saptanması” olarak tanımlanmaktaydı.İnsanın ve toplumsal insanındoğuş ve gelişim sürecini anlatan budestanlar, dünyanın değişik bölgeleri üzerindegerçekleşerek bir yerde biten bir yolculuğunserüvenidir aslında: “Bu yolda Enki,önce Ur kentine, oradan, büyük olasılıklaMeluhha’ya (muhtemelen Mısır), sonraiçlerini balıkla doldurduğu Dicle ve Fırat ırmaklarınagider ve daha sonra Basra körfezineuğrar. Uğradığı tüm bu ülkelerin üzerlerine,onların yönetimini üstlenecek birertanrı ya da tanrıça atar.” (5)Mitolojilerin suya böylesine önem vermeleriboş yere değil elbette. Bilimin gelişmesiylebirlikte ortaya çıkabilen sosyolojikve tarihsel araştırmalar da, suyun insanyaşamındaki öneminin, aynı zamanda uygarlığıntarihsel evriminin de temel dinamiklerindenbiri olmasına neden olmuştur.En azından tarihin başlangıcından günümüze,hava ve toprak her yerde varolanmaddi faktörlerdi, oysa içmek ve tarımdakullanmak için gereken su nispeten dahaaz ve dağınık olarak serpilmiş bir maddifaktör idi. Bu nedenle su kaynaklarına sahipolmak için verilen toplumlar arası mücadeleler,av sahaları için verilen mücadelelerlebirlikte, çok eski tarihlere dayanmaktadır.Birçok tarihçi ve sosyal bilim araştırıcısı,Dicle ve Fırat’ın bereketli sularıyla beslenenMezopotamya coğrafyasının uygarlığınilk ortaya çıktığı alan olduğunu iddiaeder. Bu iddianın yanlış olduğunu söylemekolanaklı değildir.“Sürülerin meydana gelmesi, uygunbölgelerde Semitikleri Dicle ve Fırat’ın...çayırlık ovalarında çobanlık yaşamınagötürme sonucunu verdi. Hayvanların evcilleştirilmesiişi, herhalde, önce bu otlak“Su, hayat demektir. Bu nedenle, baflka gezegenlerde canl› aray›fllar›n›n bafllang›çad›m›d›r uzayda su aray›fllar›. Ve insan, sadece canl›n›n de¤il bütün evrenin ortayaç›k›fl›nda ilk madde olarak kabul etmifltir suyu. Su, ölümsüzlük demektirbir anlamda: Çünkü su varoldu¤u sürece hayat›n da varolaca¤›nainan›lm›flt›r her ça¤da, insan taraf›ndan.”alanlar yöresinde başlamıştır.” (6) Engels’inbu saptaması, uygarlıkların beşiğininniçin Mezopotamya bölgesi olduğununtemel ipuçlarını vermektedir. Toplumlartarihinin materyalist yaklaşımla tanımlanışınınbir diğer güzel örneğini de aynıçizgi üzerinde Abdullah Öcalan vermektedir.“Altın Hilal (7) daha ağırlıklı olarak daDicle-Fırat arası, yani diğer tarihsel adıylaMezopotamya, ilkel komünal toplumunoluşumunda da uzun ve başat bir anakaynak rolüne sahipti” der Abdullah Öcalan.Neden? Çünkü “Son buzul çağınıngünümüzden yaklaşık yirmi bin yıl önceortadan kalkmaya başlaması, soğuk vekurak iklimin yerini ılıman ve yağışlı iklimkoşullarına bırakması on iki bin on beşbin yılları arasında mezolitik toplumungelişmesine yol açmıştır.” (8)Göksel mitolojik tanımlardan yeryüzününsomut topraklarına adım attığımızdasuyun ve sulama tekniklerinin, uygarlıklarınortaya çıkışındaki önemi daha net olarakgörülmektedir. Ortadoğu topraklarınınDicle ve Fırat (Mezopotamya) su kaynaklarıylabütünleşen tarihi, uygarlık tarihininanlaşılması açısından anahtar role sahiptir.Bölümü bağlamak için somut insana,ve insanlık tarihine dönmek gerekir: “Dicleve Fırat’ın Basra körfezine yakın çok verimlibir alüvyonlu alana dağılması, TelKhalaf kültürünü temsil eden topluluklarınçabalarıyla o güne dek görülmemiş birürün bolluğuna yol açtı. Bunda MÖ 4. ve3. binde kendini gösteren bir kuraklığakarşı sulama kanallarıyla sulu tarıma geçmebelirleyici rol oynamıştır. Bol hurmaağaçları ve balıklar da ürünlere eklenince,insanlığın dimağına köklü bir cennet anlayışıolarak yerleşme ve tarihi bir dönemolarak başlatma şansına kavuşmuş oluyor.Artık “tarih Sümer’de başlar” döneminegirilmiştir.” (9)Yani, kendi kaderini yazma gücüne sahipinsan, su yolları üzerinde tarihin sahnesindedirartık. Ve uygarlığı kaynaklıkeden su kaynaklarının gün gelip insanlararasında yıkımlara neden olacak savaşlarında nedeni olabileceğini Sümer insanıbilmemektedir henüz.Ortado¤u su kaynaklar›n›nsay›sal özellikleriSu kaynaklarına ulaşmak, ele geçirmekve elde tutmak için bir çok halkciddi savaşlar yaşamıştır. Ne var ki büyüksu kaynaklarından yoksun olan Ortadoğu’dasu, bir zamanlar uygarlıkların doğmasınınnedeni iken bugün sonu gelmezçatışmaların kaynağını oluşturmaktadır.Bu paradoksu anlayabilmek için Ortadoğusu kaynaklarının özelliklerine kısaca birgöz atmak gerekir. (10)FıratFırat, Türkiye’den kaynağını alarak,Suriye’den geçerek Irak’ta Dicle ile birleşipŞattülarap adını alır. 200 km sonra iseBasra körfezine dökülür. Yılda 35 milyarmetreküp su taşır. Kıyıdaşlarının su katkısı:Türkiye: Yüzde 88.7 (31.58 milyar metreküp);Suriye: Yüzde 11.3 (4 milyar metreküp.)Fırat havzası 444.000 km. (yüzde28’i Türkiye’de; yüzde 17’si Suriye’de;yüzde 40’ı Irak’ta.)DicleDicle de Fırat gibi Türkiye’den doğar.Yukarıda söylediğimiz gibi Fırat’la birleşerekBasra körfezine dökülür. Yılda 48.7milyar metreküp su taşır. Kıyıdaşlarının sukatkısı: Türkiye: Yüzde 51.8 (25.24 milyarmetreküp); Irak: Yüzde 48.2 (23.48 milyarmetreküp). Dicle havzasının yüzde 12’siTürkiye’de; yüzde 54’ü Irak’ta; yüzde0.2’si Suriye’de; yüzde 34’ü ise İran ve diğerülkelerdedir.NilBurundi, Ruanda, Uganda, Kongo,Tanzanya, Orta Afrika Cumhuriyeti, Etiyopya,Sudan ve Mısır topraklarından geçer.6825 kilometrelik uzunluğuyla dünyanınen uzun ırmağıdır. Yılda 3 milyon kilometrekaredentopladığı, 85 milyar metreküpsu taşır. Nil’in önemli iki kolu olan Beyazve Mavi Nil kolları Sudan’da birleşerekNil’i oluştururlar. Nehrin büyük bölümü(yüzde 85) Etiyopya’dan kaynaklanır. Mısır’ınnehre katkısı aşağı yukarı hiç olmamaklabirlikte, yılda 55 milyar metreküp ileondan en fazla yararlanan ülkedir.Ürdün-ŞeriaOrtadoğu’da bulunan önemli tek bölgeselırmaktır. Yılda 1,5 milyar metreküp sutaşır. Ürdün nehri havzası 11.500 kilometrekarelikbir alanı kapsar. (Yüzde 54’ü Ürdün’de;yüzde 29.5’i Suriye’de; yüzde10.5’i İsrail; yüzde 6’sı Lübnan’da.)LitaniOrtadoğu bölgesinin öneme sahip tekulusal ırmağıdır. Lübnan topraklarındandoğar ve denize dökülür. (1982’de İsrail’inGüney Lübnan’ı işgal etmesi ve daha sonraçekilmesine rağmen orada oluşturulangüvenlik bölgesi nedeniyle bu nehir fiilenİsrail’in de kullanımındadır.)Su sorununun tarihten günümüze aldığıbiçimleri değerlendirip yapılacak bir genellemeile, bölge ülkeleri arasında sürekli çatışmalaraneden olan su kaynaklarının şuözelliklere sahip olduğu söylenebilir:Birincisi: Ortadoğu, coğrafi konumlanışınedeniyle, yer altı ve yerüstü su kaynaklarıkıt olan ve bu nedenle de ciddi boyuttasu sıkıntısı çeken bölgelerin belki debaşında gelmektedir. Bölge ülkeleri, kısıtlıolan su kaynaklarını genişletebilmek içindeğişik yöntem ve tekniklere başvurmaktadırlar.Libya, akiferleri (11) yeryüzüne çıkararak,bunları yapay ırmak biçiminde kıyışehirlerine akıtmaktadır. Petrol zenginiArap ülkelerinin başvurduğu bir yöntemise, deniz suyunun arıtılması yoluyla içme


Sayfa 28Temmuz 2003Serxwebûnsuyu elde edilmesi yöntemidir. Ancak buyöntem, elde birim maliyeti çok yüksekolan bir yöntemdir. Üretiminde harcananenerji petrol kullanılarak elde edildiği için,suyun birimi neredeyse petrolün birimiyleaynı fiyata gelmektedir. Bu ise, yönteminyaygınca kullanımını engellemektedir.Su kaynaklarını genişletme yöntemlerindenbir diğeri ise, İsrail’in başvurduğuyöntemdir. İsrail, Ulusal Su Taşıma Şebekesiadını verdiği kuruluşu ile, özellikle gelişmişsulama teknolojisini kullanarak suyutarıma aktarabilmektedir.Suyun dışarıdan getirilmesine dayalıprojeler ise, bütünüyle politik nedenlerlekesintiye uğramış, uygulanamaz hale gelmiştir.(Nil sularının Sina yarımadasına taşınmasıönerisi ya da Özal’ın ölümündenönce Barış Suyu Projesi adıyla gündemegetirdiği öneri gibi.) (12)İkincisi: Varolan yerüstü su kaynakları(nehirler) birden fazla devlet topraklarınadağılmıştır ve kullanımında birden fazladevlet hak sahibi olduğunu iddia edebilmektedir.Üstelik, her bir ülkenin nüfus artışıve sanayileşmesinin yol açtığı su gereksinimibir yıl öncesinden daha fazladır.Bu, doğal olarak kapasiteleri sınırlı olan sukaynaklarının kullanımının, her ülkeninkendi sınırları içerisinde daha da artırılmasıanlamına gelmektedir. Kaynağın kullanımındapay sahibi olan her devlet kendipayını artırırken, diğerinin payının kısıtlanmasınaneden olmaktadır. Sadece kullanımamaçlı değil, ama aynı zamanda diğerlerinikontrol altına alabilmek için mevcutsu kaynaklarına hakim olma isteği susorununun temel nedenini de oluşturmaktadır.Bu çaba, potansiyel ortakları saf dışıbırakma çabasıyla birleşince de, doğalolarak çatışmanın alanı büyümektedir.Üstelik, bölge dışı ülkeler de, bölgedevletleri ile olan ilişkileri oranında sorununiçerisinde yer almaktadırlar.Üçüncüsü: Yer altı sularının büyük birkısmı yenilenemeyen kaynaklar türündendir.Bu durum, özellikle sorunla karşı karşıyaolan Ürdün, Filistin, İsrail ve Mısır gibiülkelerin, geleceklerini garantiye almakamacıyla daha fazla su kaynağına sahipolma anlamında girişimlere yönelmesineneden olmaktadır. Örneğin içinde bulunduğumuzilk beş on yılında Ürdün’de yeraltı su kaynaklarının tükeneceğine yönelikaraştırma sonuçları vardır. Suriye’nin yıllıksu açığı 1 milyar metreküpe ulaşmıştır.Sudan yeraltı su kaynakları gibi doğal kaynaklarya da su kaynakları üzerinde oluşturulanbüyük tesislerin bir kısmı sadecetüketilen kaynak niteliğindedir. ÖrneğinMısır’da Nil üzerinde yapılan Asuan barajında,yılda yaklaşık olarak 10 milyon metreküpsu buharlaşmaktadır.Dördüncüsü: Ortadoğu su kaynaklarınınen önemli bölümünü oluşturan Nil, Dicle veFırat nehirleri aynı zamanda uluslararasısuyolu niteliğindedirler. (Ürdün nehri isebölgedeki tek bölge içi ırmaktır. Ne var ki,Filistin sorunu nedeniyle bu nehrin uluslararasısorun olma özelliği, kendi konumlanışınınötesinde bir önem kazanmıştır.)Su sorunun tarihsel geliflimia- Cumhuriyet öncesi Fırat-Dicle vesu sorunuUygarlık tarihinin söz ettiği ilk coğrafyaDicle-Fırat su yollarının üzerindeMezopotamya diye tanımladığımız bölgedir.Sümerlerle başlatılan uygarlık tarihiMÖ 3000 yıllarına kadar uzanmaktadır.Tarihin en eski dönemlerinden itibaren buiki nehrin değişik noktalarda kanallarla birbirinebağlanmasıyla elde edilen geniş suyolu şebekesi, sadece sulama göreviyletarımdaki rolü itibariyle değil, ama dahaönemlisi taşımacılık alanında üstlendiğifonksiyon ile en azından bölgede tarihinakışını belirlemede rol sahibi olmuştur.İlk çağlardan başlayarak, eski dünyanındoğu ve batısını birbirine bağlayan enönemli ticaret yolları Baharat Yolu ve İpekYolu olarak adlandırdığımız iki ana yol idi.Doğal olarak aynı zamanda Doğu ve Batıtoplumları arası kültürel akışın da gerçekleştirildiğibu yollardan Baharat Yolu,Çin’den başlayarak iki ana kol üzerindenilerlerdi. Birinci kol Kızıldeniz üzerinden Akdenizlimanlarına uğrarken ikinci kol Basrakörfezinin kuzeyinden Basra limanına, veburadan devamla Şattülarap üzerinden yukarıtırmanarak Bağdat’a ulaşırdı. Bağdat’tanikiye ayrılan bu yollardan biri Diclenehri üzerinden Musul’a ve Anadolu ileİran’a; diğeri, Fırat Nehri’ni izleyerek Suriyelimanlarına yani Akdeniz’e veya Anadoluüzerinden İstanbul’a kadar uzanırdı. Taşımacılık,bu limanlardan sonra Avrupa içlerinedevam ederdi. Dolayısıyla gerek bu ikinehir üzerindeki birçok yerleşim yeri gereksenehirlere açılan başlangıç limanı olanHürmüz limanı gibi limanlar eski çağların enönemli ticaret ve kültür merkezleri idiler. (13)Dicle ve Fırat’ın bu önemi, PortekizlilerinÜmit Burnu’nu keşfetmelerine kadar devametmiştir. Portekizliler 1515 yılında, Kızıldeniz’inağzındaki Sokotra adasını ve Hürmüzlimanını işgal ederek, Doğu mallarının Akdeniz’etaşındığı ticaret yollarının kapılarınımüslüman gemicilere kapatmış ve böyleceBaharat Yolu’nun yönünü değiştirmişlerdir.Artık Doğu’dan taşınacak mallar Akdenizüzerinden değil, Güney Afrika’dan geçerekAvrupa’ya ulaşacaktır. “Bu da, Doğu Akdeniz’lebirlikte Basra, Dicle ve Fırat yolu ile,bunların bulunduğu bölgenin ticaret bakımındanöneminin kaybolmasına ve büyükmaddi zararlara uğramasına neden olmuştur.Bu sırada Osmanlı İmparatorluğu isebölgede -henüz siyasi bir varlık olarak belirmeyebaşlamıştır.” (14)Osmanlı devleti Suriye, Mısır ve Hicaz’ısınırları içerisine katarak Doğu Akdeniz veKızıldeniz’e doğru inmiş; 1534 yılındansonra ise Irak’ı ele geçirerek Basra körfezininkuzey ve batı kıyılarında egemenliğinikurmuş yani Hint Okyanusu’na inerek Portekizegemenliğiyle karşı karşıya kalmıştır.Osmanlı-Portekiz egemenlik savaşı esasolarak Hint seferleri (1538-1553) biçimindegerçekleştirilse de, Osmanlı bu mücadeleninsonucunda Hint Okyanusu’nda egemenliğiPortekizlilere bırakmak zorundakalmıştır. Bu sonuç, Portekizlilerin oluşturduğuyani Baharat Yolu’nun yönünü ÜmitBurnu üzerinden değiştiren yeni ticaret yolununkalıcılığını pekiştirmiştir.Osmanlı, Hint Okyanusu’ndan çekilipBasra körfezine kapanınca, bu kez Dicleve Fırat nehirleri boyları ve Basra kentibölgesi üzerine İran ile çatışmaya devametmiştir. Bu çatışmalar 1639 Kasr-ı ŞirinAntlaşması’na kadar devam eder. Bu Antlaşmaile Mezopotamya üzerindeki egemenliğinOsmanlı’ya ait olduğu bir kez dahakabul edilmiştir.Portekiz’in İspanyollar tarafından işgalindensonra Hint Okyanusu üzerindenbölge egemenliği üzerine Avrupa ülkeleriarasında çatışmalar sürekli olarak devametti ve egemenlik bu ülkeler arasında hepel değiştirdi. Kapitalizmin Avrupa ülkelerindegelişiminin doğal sonucu olarak Pazarkavgaları da giderek gelişmeye başlamıştı.1806’dan itibaren Avrupa pazarlarındaİngiliz mallarına boykot kampanyası açılmasıve İngiltere’nin yeni pazar arayışı, İngilizüretiminin maliyetini düşürmeye yönelikdüşünceleri geliştirmeye başladı.Bunlar arasında en önemlisi Hindistan yolunukısaltmak düşüncesi idi. Böylece1830’lu yıllarla birlikte Fırat-Dicle su yoluyeniden gündeme getirilmiş idi.Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın Suriye’yiele geçirmesinden sonra Irak’a dayönelmesi, Fırat-Dicle üzerinde İngiltere“Türkiye’nin suyu art›k politik mücadelenin bir arac› olarak kullanmayabafllamas›yla birlikte Irak ve Suriye’de, mevcut kaynaklardan h›zla ve sonunakadar kullanabilmek için yo¤un bir çabaya girdiler. Örne¤in GAP projesinigerçeklefltirmeye yönelik olarak yap›lan kredi anlaflmalar›na müdahale etmeyeçal›flarak, Irak ve Suriye’nin bu nehirlerden yararlanma haklar›n›geniflletmeye ve projenin bafllamas›n› geciktirmeye yöneldiler.”ile çatışma halinde olan Osmanlı’yı İngiltereile anlaşmak zorunda bıraktı. Osmanlı,16 Ağustos 1838 tarihinde yapılan bir ticaretantlaşması imzalayarak, İngilizlerin, Fıratnehri üzerinden Doğu ile ticaret yapmakiçin istediği izni verdi. “Osmanlı devletiile İngiltere arasında yapılan bu antlaşmaile de, Dicle-Fırat nehirleri, sulama veulaşım konuları yanında aynı zamanda siyasibir nitelik kazanmış oldu.” (15)Bölge üzerinde egemenlik kurma mücadelesine19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılınbaşlarından itibaren Rusya’nın da aktifolarak katılımı ile, artık gücü bütünüyletükenmekte olan Osmanlı’nın yerine gerçekçatışma İngiltere ile Rusya arasındasürmeye devam etti. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası imzalanan AyastefanosAntlaşması ile elde ettiği haklar nedeniyleRusya, Dicle-Fırat-Basra körfezi üzerindeİngiltere için ciddi bir tehlike teşkil etmeyebaşladı. Bundan sonraki çatışmalarbu üç devletin çıkar ilişkilerine göre taraflarında sık sık değiştiği bir görünüm kazandı.1882 yılında Mısır’ı işgal eden İngiltere,daha sonra Maritime Truce (DenizMütarekesi) adıyla gerçekleştirdiği anlaşmalarlaKatar ile Omon arasındaki beşArap şeyhini ve daha sonra Katar, Bahreynve Kuveyt’i de etkisine alarak Basrakıyılarına bütünüyle yerleşmiş oldu. Fakat,hızla gelişmekte olan Almanya da aynı yolüzerindeki egemenlik mücadelesine katılıncaDicle-Fırat üzerinde varolan çatışmalarabir de İngiliz-Alman çatışmasınıkatmış oldu. Bir Alman projesi olan Berlin-Bağdat demiryolu hattı projesi de aslındaDicle-Fırat su yolu çatışmasının bir başkaversiyonundan başka bir şey değildi. Üstelikbölgede petrol kaynaklarının zenginliğive artık emperyalist dünyada petrol enerjisininbirinci dereceden önem kazanması;Fırat ve Dicle nehirlerinin suladığı alanlardagerçekleştirilecek bir tarım reformu ilepamuk üretiminin artırılacağına yönelikdüşünceler İngiliz ve Fransız kapitalizmiile gecikmiş bir rekabete giren Almanya’yıbölgeye doğru motive ediyordu. İki nehirüzerinden yeni sulama şebekeleri bir projeolarak geliştirilmekteydi. Çatışma artıkOsmanlı, İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanyaarasına geçecektir.29 Temmuz 1913 tarihinde Osmanlıtemsilcisi Hakkı Paşa ile İngiltere DışişleriBakanı Sir Edward Grey tarafından imzalananbir dizi sözleşmenin bütünündenoluşan Osmanlı-İngiliz Antlaşması ile Osmanlıdevleti, Dicle ve Fırat nehirleri, Şattülarapüzerindeki egemenlik haklarındanİngiltere lehine hemen hemen bütünüyleferagat etmiştir.Bölge üzerine daha uzun bir tarih araştırmasıyapmak, konunun anlaşılması açısındanzorunluluk olmakla birlikte, bu çalışmanınamacı değildir. Ancak, su sorununungenel özellikleri üzerine aktaracağımtemel saptamalar için kısa başlıklarla daolsa, böylesi bir tarih hatırlatması yapmayıgerekli kılmıştır.b- Cumhuriyet dönemi veDicle-Fırat sorunuTürkiye ile işgal altında olan Suriye’ninmandater devleti olan Fransa arasında yapılan20 Ekim 1921 Ankara Ön Barış Anlaşması’nın(16) Fırat ve Dicle nehirlerininkullanımını düzenleyen 12. maddesi, kıyıdaşlararası yardımlaşma anlayışını öneçıkarmıştır. Madde şöyle der: “Madde 12:Kuveik suyu, Halep kenti ile kuzeyde Türkkalan bölge arasında, hak gözetilerek, ikitarafı tatmin edecek biçimde bölüşülecektir.Halep kenti, bölgenin gereksinimini karşılamaküzere, kendi yapacağı harcamalarla,Türk toprağı üzerinde Fırat’tan da sualabilecektir.” (17)Lozan Antlaşması sonrasında da geçerliolarak kabul edilen anlaşmanın 9.maddesinde ise: “Suriye topraklarında kalanSüleyman Şah Türbesi’nin bulunduğuCaber Kalesi” bir Türk toprağı sayılmıştır.’73 yılında, Suriye’de Fırat üzerinde bir barajyapılırken söz konusu türbenin yeri Suriyetarafından değiştirilmek istenince,Türkiye 9. maddeyi bahane ederek barajyapımına karşı çıkmıştır.24 Temmuz 1923’de imzalanan veTBMM tarafından 23 Ağustos 1923 tarihindeonaylanarak yürürlüğe giren LozanAntlaşması’nın 109. maddesi de su sorununugündeme getirmiştir: “Madde 109:Tersine hükümler olmadıkça, eğer yeni birsınırın çizilmesi yüzünden bir devletin sularınındüzeni (kanallar açılması, su baskınları,sulama, drenaj ya da onların benzeriişler) öteki bir devletin toprağında yapılacakişlere bağlı bulunduğu ya da birdevletin toprakları üzerinde, savaştan önceki(18) yapılagelişler gereğince, öteki birdevletin toprağından çıkan sular ya da idrolikenerji kullanılıyorsa, ilgili devletlerarasında, her birinin çıkarlarını ve kazanılmışhaklarını koruyacak nitelikte bir anlaşmayapmaları gerekir.Anlaşma olmazsa sorun hakem yolu ileçözümlenecektir.” (19)Lozan’da “borçlar sorunu” nedeniyleTürkiye ile arası açılan Fransa, değişik boyutlardagerginlikler yaşadıktan sonra, nihayet18 Şubat 1926’da mandateri konumundabulunduğu Suriye ve Lübnan adınaTürkiye ile yeni bir dostluk antlaşması dahaimzalar. Bu yeni antlaşmada, 1921 anlaşmasındanfarklı olarak, suyun kullanımıkonusunda Suriye’ye bazı kolaylıklar dahasağlanmıştır: “Madde 13: 20 Ekim 1921günlü Ankara Anlaşması’nın 12. maddesiniuygulamak üzere, Fransa Yüksek Komiserliği’nce,Suriye için 200 bin Franka varabilecekbir harcama ile Kuveik suyununniceliğini artırarak ya da Fırat’tan su alarakya da her ikisini birden kullanarak, bugünKuveik sularından yararlanan bölgelerin veHalep kenti ile çevresinin gereksiniminikarşılamağa elverişli bir program yapabilmekiçin hemen incelemelere girişilecektir.Türkiye hükümeti, bu incelemeler elindengelen yardımı yapacağı gibi, programıngerçekleşmesinde gerekli yapımlar için‘kamu yararı’ kararları almayı yükümlenir.”Su arzının artırılmasına yönelik olarakyapılacak yeni yatırım harcamalarına Türkiye’ninde ortak olmasını karara bağlayanantlaşmanın 14. maddesinde ise tarafların,“Devletler hukuku ilkelerine göre, belirliegemenlik konularında serbestliklerinisaklı tutarak”, anlaşmazlık halinde sorununnasıl çözümleneceğine ilişkin düzenlemelergetirilmiştir.1946’da ise Irak ile yapılan bir dostlukantlaşmasının, “Dicle ve Kolları SularınınDüzene Konması Protokolü” adını taşıyan 1Numaralı ek protokolü de iki ülke arasında,su kaynaklarının kullanımının düzenlenmesiniiçermektedir. (20) İlginçtir ki bu antlaşmadada su kaynaklarının kullanımı bir “sorun”olmaktan çok, iki ülke arasında dostluk ilişkileriningeliştirilmesine vesile olabilecek birkarşılıklı dayanışma antlaşması niteliğindebir güzellik taşımaktadır. Örneğin, Irak’ın sutaşkınlarından korunması için alınması gerekenönlemlerin masraflarına iki ülkeninbirlikte katılımı karar altına alınmıştır. Protokolün4. maddesinde ise, sulama ve enerjielde etme amaçlı düzenlemelerin, iki ülkeninkarşılıklı rızalarına bağlı olarak gerçekleştirilebileceğizorunluluğu konularak, işbirliğininsürekliliği temel alınmıştır. Ne var ki,daha sonraki yıllarda iki ülke de, dayanışmave karşılıklı rızayı zorunlu kılan bu anlaşmayıgörmezlikten gelmeyi tercih etmiş ve fiilenrafa kaldırmışlardır.1960 sonrasında uygulamaya sokulanGAP projesi ile, o güne kadar Dicle ve Fırat’ıpek kullanmayan Türkiye, bu su kaynaklarınınkullanımına ilişkin politikalarındaköklü bir değişime yönelmiştir. Özellikle Fırat’tanönemli oranda su çekecek olan buprojenin amacı, sadece sulama ve enerjiüretimi alanlarında kullanılmakla sınırlı değildi.Fırat ve Dicle, bu kaynakları kullanmaktaolan diğer bölge ülkeleri üzerindeTürkiye lehine bir güç kaynağı olarak kullanmayada başlayarak, zaman zaman tehditunsuru olarak gündeme getirmeye baş-


Serxwebûn Temmuz 2003Sayfa 29ladı. Türkiye’nin “Dicle ve Fırat’ı değerlendirmeçalışmaları (GAP), belki daha bölgeninmakus talihini değiştirmemiştir, ama kıyıdaşülke ilişkilerini değiştirdiği ve suyunbir sorun olmaya başladığı açıktır.” (21) Çünkü,Türkiye’nin suyu artık politik mücadeleninbir aracı olarak kullanmaya başlamasıylabirlikte Irak ve Suriye’de, mevcut kaynaklardanhızla ve sonuna kadar kullanabilmekiçin yoğun bir çabaya girdiler. Örneğin GAPprojesini gerçekleştirmeye yönelik olarakyapılan kredi anlaşmalarına müdahale etmeyeçalışarak, Irak ve Suriye’nin bu nehirlerdenyararlanma haklarını genişletmeyeve projenin başlamasını geciktirmeye yöneldiler.Örneğin, 1966’da Uluslararası KalkınmaAjansı (AID) ile Türkiye arasında yapılankredi anlaşması, bu nehirlerle kıyıdaşülkelerle ek bir protokol imzalanmasını zorunlulukolarak getirmiştir. (22) Bu protokoldeaşağı kıyıdaş ülkelere bırakılması gerekensu miktarı 350 metreküp/saniye olarak belirlenmiştir.Bu miktar zamanla tedricen artırılarak’87 yılında Suriye ile Türkiye arasındaimzalanan Ekonomik İşbirliği Protokolü’nde(23) (6. madde) Fırat’tan Suriye’ye 500metreküp/saniye su bırakılması kararabağlanmıştır. Irak ve Suriye’nin son istemleriise bu iki nehirden 700 metreküp/saniyeolarak belirlenmiştir.Bugün uluslararası hukuk ve diplomasialanında ciddi tartışmalardan birinin konusunuoluşturan Dicle-Fırat su kaynaklarısorunu, tarafların kendi tezlerini desteklemekamacıyla ürettikleri yeni kavramlarladaha bir çıkmaza itilmektedir. ÖrneğinTürkiye, Dicle ve Fırat’ın aslında tek birhavzayı oluşturduğunu ve bu nedenle birliktedeğerlendirilmesi gerektiğini söylerkenbu havzanın statüsü hakkında ise “sınıraşansu” adıyla yeni bir kavram türetmiştir.Türkiye’ye göre sorun sadece “suyunkullanımı” sorunudur. Bu su kaynaklarıüzerinde egemenlik hukukuna dayalıtam bir kullanım hakkı olduğunu; Irak veSuriye’nin komşuluk haklarını koruyarakonlara da yeterince su verildiği takdirdesorunun çözümleneceğini savunmaktadır.Oysa uluslararası hukuk “sınıraşan su” gibibir kavramı tanımamaktadır. BM’nin’97’de kabul ettiği Uluslararası SularınUlaşım Dışı Amaçlarla Kullanımı Sözleşmesi’nde“uluslararası su” kavramı yer almaktadır.Türkiye bu sözleşmeyi imzalamamakiçin uzun zamandır direnmiştir.Suriye ise, bu iki nehrin birbirinden ayrıiki nehir olarak ele alınması gerektiğinisavunmaktadır. “Uluslararası su” niteliğindeolan bu iki nehir üzerindeki anlaşmazlığın“kullanım sorunu” değil “paylaşım sorunu”olduğu noktasından tartışmayı sürdürmektedir.Suriye, kıyıdaş ülkelerin biraraya gelerek Dicle ve Fırat suyunun hakçapaylaşımını bir anlaşma ile birlikte çözmelerigerektiğini savunmaktadır. (24)Sorun, zaman zaman Suriye ve Irakarasında da ciddi krizlere neden olabilmektedir.Örneğin Suriye ’75’de TabkaBarajı’nı yapmaya kalktı. Bu, Irak’a gidensuyun azalmasına neden oldu. Irak’ta 3milyon çiftçinin bundan zarar görmesi kaçınılmazdı.İki ülke arasında gerginlik hementırmanarak, iki ülke arasında sıcaksavaş tehlikesi ortaya çıktı. Sovyetler Birliğive Suudi Arabistan devreye girerekbu gerginliği çatışmaya dönüşmeden soğutabilmişlerdir.Türkiye ile komşuları arasındaki su sorunusalt Dicle-Fırat üzerinden doğmamaktadır.Örneğin Lübnan’dan doğup, Suriyeüzerinden geçerek Türkiye’de Hatay’dandenize dökülen Asi ırmağı da birbaşka çatışmanın nedenidir. Hatay’ın Suriyeile Türkiye arasında tartışmalı statüsündendolayı, Suriye bu ırmak konusundaTürkiye ile tartışma masasına oturmayıreddetmektedir.Nil nehri vek›y›dafllar› aras›nda su sorunuSu sorununun boyutlarını anlatabilmekamacıyla esas olarak Dicle-Fıratüzerinde durdum. Ancak Ortadoğu’dayer alan diğer nehirler de en az Dicle-Fıratkadar sorunludurlar. Nil, bunlardan belkide en önemlisidir. Çünkü, dokuz kıyıdaşasahip olmasına rağmen, Mısır ve Sudan’lailgili bir iki anlaşma dışında, uluslararasıplatformlarda bu nehir üzerine yapılmışantlaşma yok denecek kadar azdır. Bölgede19. yüzyıldan beri Nil üzerine bütün düzenlemeler,gerçekte İngiliz egemenliğininprojeleri olarak kendini dayatmaktadır.1891’de Etiyopya adına İtalyanların ve birİngiliz kolonisi olan Mısır adına da İngilizleringetirdiği kullanıma ilişkin düzenlemelerbütün kıyıdaşlar için de geçerli olarakkabul edilmiştir. Bu antlaşmaya göre: İtalyadevleti, Mavi Nil’den Nil’e akacak sumiktarını azaltabilecek hiçbir girişimde bulunmayacağısözünü vermektedir. Bu hüküm,1902’de Mısır adına İngilizlerin Etiyopyaile yaptığı ve Etiyopya’nın sınırlarınıbelirleyen antlaşmaya da konuldu. Buantlaşma 1905’te İngiltere, İtalya ve Fransaarasında bir kez daha yinelendi.Nil, Mısır’ın biricik yaşam kaynağıdır.Dünyanın en az yağış alan bölgelerindenbirinde oturan Mısır, neredeyse bütünüyleNil’e bağımlıdır. Bu nedenle Mısır ordusununda neredeyse bütün görevi,Nil’in güvenliği ve düzenli akışının sağlanmasıgörevi olmuştur. Örneğin Nil’ingüvenli akışıyla ilgili bir sorun olması durumunda,Mısır ordusu, parlamento onayınıbeklemeksizin askeri bir karşılık vermeyetkisine sahiptir. (25)Nil üzerinde Mısır egemenliği Mayıs1929 yılında imzalanan Sudan-İngiltere(Mısır) Antlaşması ile gerçekleştirilmiştir.Dünya’nın yaşadığı ekonomik krizlerin enbüyüğü olan ’29 Dünya Ekonomik Krizi döneminde,tekstil pazarında atılım yaparakkrizden sıyrılmaya çalışan İngiltere, tekstilinana hammaddesi olan pamuk üretiminiMısır’da geliştirebilmek için, Mısır’a, Nilnehrinin olanaklarını daha fazla aktarmakistemiştir. Bu antlaşmada: “Sudan ve İngilizyönetimi altında bulunan diğer ülkelerde,Nil ırmağı ve kaynağını teşkil eden göllerüzerinde, Mısır’a ulaşan suyun miktarınıazaltacak, ulaşmasını geciktirecek veyasu seviyelerini düşürecek hiçbir sulama,enerji tesisi inşa edemez ve veya tedbiralamaz” denilmektedir. (26) ’59’da Mısır ileSudan arasında yapılan bir antlaşma ileNil sularının yüzde 55,5 milyar metreküpüMısır’ın ve 18,5 milyar metreküpü Sudan’ınkullanımına bırakılmıştır. Diğer yedi kıyıdaşülkeye Nil üzerinde hiçbir hak verilmediğigibi, bu yedi ülkeden biri eğer Nil’denyararlanmak isterse, Mısır ve Sudan devletlerininoluşturduğu bir Ortak Teknik Komite’yebilgi verme, danışma ve onay almazorunluluğu altına sokulmuşlardır. ’50’li yıllarda,Nasır hareketinin başladığı dönemde,bu ulusalcı hareketten hoşlanmayan veyıkımını arzulayan ABD de bölgeyle fiilenilgilenmiş ve su sorunundaki bu haksız düzenlemealeyhine kışkırtarak öne çıkardığıEtiyopya’yı desteklemiştir.Sadece su kaynaklarının kullanımı değil,ama bu kaynaklar üzerinde gerçekleştirilenyatırımlar da su sorunu kapsamı içerisindeortaya çıkan çatışmalar kapsamındadır.Örneğin Mısır’ın Süveyş’i millileştirmeyekalkması üzerine ortaya çıkan ’56Savaşı, esasında Nasır yönetiminin dünyanınen büyük yatırım projelerinden biriolan Asuan barajını dış finans kaynaklarınadayanarak değil, ulusal kaynaklardanyapma isteğinin bir sonucudur.Bölgede, Nil kökenli fiili ve potansiyelsorunları barışçıl metotlarla çözebilmekiçin, Nil kıyıdaşlarının (Mısır, Sudan, Uganda,Zaire, Orta Afrika Cumhuriyeti, Burundi,Tanzanya ve Ruanda) oluşturduğu UN-DOGO (Nil Nehri Havzası Ülkeleri Birliği)adlı uluslararası kurum, bir istikrar yaratmayaçalışmaktadır. Ne var ki, Nil kıyıdaşlarındanKenya ve özellikle Nil’in en büyükkaynağı Etiyopya’nın bu birlik içinde yer almaması,kurumun sorunların çözümüneilişkin etkisini bir hayli daraltmaktadır.Ürdün-fieria ve su sorunuİsrail-Filistin savaşını anlayabilmek içinbiraz da İsrail, Ürdün ve Filistin ÖzerkYönetimi açısından tek yer üstü su kaynağıolan Ürdün nehrinin söz konusu bölgeiçin önemini kavramak gerekmektedir. BirYahudi devletinin kurulmasına ilişkin ilkprojelerin geliştirildiği 1897 Birinci SiyonistKongresi’nde önerilen devletin sınırları öncelikleÜrdün nehri olmak üzere, Ortadoğu’nunönemli su kaynaklarını içerecek birgenişlikte tasarlanmıştı. ’19 Paris BarışKonferansı’nda gündeme getirilen bu tasarı,1848’de İsrail devletinin kurulmasıaşamasında da özenle gündemde tutulmuştur.Devletin kurulmasından sonra ise,toprak kavgasının aslını su kaynaklarınasahip olma güdüsü biçimlemiştir. Bu anlamda,’67 Savaşı’nın temel nedenlerindenbelki de en önemlisinin su sorunu olduğunusöyleyebiliriz. ’67 öncesi Ürdün“Nil, M›s›r’›n biricik yaflam kayna¤›d›r. Dünyan›n en az ya¤›fl alan bölgelerindenbirinde oturan M›s›r, neredeyse bütünüyle Nil’e ba¤›ml›d›r. Bu nedenleM›s›r ordusunun da neredeyse bütün görevi, Nil’in güvenli¤i ve düzenliak›fl›n›n sa¤lanmas› görevi olmufltur. Örne¤in Nil’in güvenli ak›fl›yla ilgili birsorun olmas› durumunda, M›s›r ordusu, parlamento onay›n› beklemeksizinaskeri bir karfl›l›k verme yetkisine sahiptir.”havzasının sadece yüzde 3’üne sahipolan İsrail, işgal ettiği Batı Şeria ve Golantepeleri sonrasında su payını yüzde 10’açıkarmıştır. BM Teşkilatı’nın raporlarınagöre İsrail, su tüketiminin yüzde 67’sini işgalaltındaki topraklardan sağlamaktadır.Bu da, İsrail’in niçin işgalden vazgeçmediğisorusuna yeterli yanıtları sunmaktadır.İsrail, Batı Şeria’yı işgal ettikten sonra, işgalbölgesindeki suyun kullanımını kurallarabağlamış; suyu “askeri kontrole tabistratejik kaynak” olarak ilan etmiş ve Filistinlilerinsuyu açmasını yasaklamıştır.Gerçekte su savaşlarının neden olduğuzarar, elde edilen yararların çok üzerindedir.Erdem Denk’in bu konuda verdiğiörnek düşündürücüdür: “Sadece bir adetF-15 uçağı üretecek parayla 17 milyonmetreküp suyun tuzdan arındırılabileceği...Bu da demektir ki 100 tane uçak parası,Ürdün ırmağının bir yılda taşıdığı kadarsu sağlamaya yetecektir.” (27)Litani ve su sorunu’de İsrail’in Güney Lübnan’ı1982 işgali ile fiilen İsrail’in dekullanımına geçen Litani ırmağı, aslındaParis Barış Konferansı sürecinde İsrail içindüşünülmüş su kaynaklarından biri idi. Bugünfiili işgale rağmen, Lübnan’ın, suyunbüyük bölümünü kuzey kesiminde kullanmasındandolayı İsrail’e fazla yarar sağlamamaktadır.Litani ırmağı, bugünkü konumuyla Ortadoğu’dakien az sorunlu su kaynağıdır.Ama İsrail-Filistin çatışmasına ilişkin herbarış görüşmesinde, Filistin’e su sağlayacakkaynak olarak daima tartışma gündeminegetirilmektedir.Bölgesel özellikler ve su sorunuBölge özellikleri itibariyle değerlendirdiğimizde,devletler arası bir sorunolarak su sorununun belli başlı özelliklerinişöyle sıralamak mümkündür:1. Petrolden farklı olarak su, dışarınınbölgeden değil, bölgenin dışarıdan (ya datek tek ülkelerin diğer ülkelerden) talepleriyleortaya çıkan bir sorundur. Su kaynağınasahip olan ülkeler (esas olarak Türkiyeve Mısır) 19. yüzyıl sonlarında ortayaatılan bir uluslararası doktrin olan MutlakEgemenlik Doktrini (Harmon Doktrini) (28)çerçevesinde davranmayı yeğlemektedirler.Bu doktrine göre su kaynaklarının kullanımhakkı, kaynağın üzerinde yer aldığıülkeye aittir. Bu hak kullanılırken, kaynakülkenin, suyun ulaştığı diğer ülkelere (aşağıkıyıdaşlara) önemli bir zarar vermemesiilkesi gözetilir.2. Bu ülkeler aynı coğrafyada sınırdaşülkelerdir. Aynı zamanda bu ülkelerin herbirinin coğrafi, sosyal ve tarihsel özellikleridiğerleriyle iç içe geçen birçok ortaklıklarasahiptir. Bu nedenle, su sorunu diğer sorunlarlabirlikte, zaman zaman onların içindeifadesini bulur. (Birleşik Kriz karakterinesahiptir.) Bölgenin özellikleri nedeniyleiç içe geçmiş sorunların neden olduğu çatışmalarda,genellikle diğer sorunların yanısıra yer alır. ’60 sonralarından itibarenise, su sorunu, başlı başına bir sorun olaraksık sık bağımsız bir sorun olarak gündemegetirilmektedir.3. Su sorunu, sadece bölge halklarıylasınırlı bir sorundur. Başka bir deyişle, dışgüçlerin çıkarlarıyla doğrudan ilgili değildir.Bu durumda (bölge halklarının durumuda hatırlanırsa) anlaşmazlığa düşecek ülkelerarasında fazla bir güç farklılığı sözkonusu değildir. Bu durum ise, bir yandançatışmanın büyümesini engellerken, diğeryandan sorunun çözümsüz kalarak sürekligündemde kalmasının nedenini de oluşturmaktadır.4. Bölge ülkelerinin ortak su kaynaklarını“kontrol” edebilme istemi nedeniyle, isteristemez su “bir politik etkileşim sürecinebağlanıyor” ve “bir güç faktörüne” dönüşüyor.Türkiye aç›s›ndansu sorunun gelece¤iSadece günlük yaşamda sıradan sohbetlerimizdedeğil, ama aynı zamandayazılı ve görsel medyada da bilim çevrelerindede, Ortadoğu’da “su kaynaklarınınstratejik bir öneme sahip olduğuna”ilişkin değerlendirmelere sıkça rastlarız.Birçok politik bilimci ya da politik analizcininOrtadoğu’ya ilişkin yaptıkları yorumlardaise, su kaynaklarının kullanımından doğankrizlerin daha sık ortaya çıkacağınadair vurgular son yıllarda biraz daha öneçıkmaya başladı.Bugün, Birinci Körfez Savaşı sonrasındagelişen ve birinci aşaması emperyalistABD’nin Irak’ı işgaliyle son bulan sürecinönümüzdeki on yıllarda gelişecek yeni aşamalarında,bölgede maddi faktörler (doğalkaynaklar) bazında suyun, belki petroldende daha önemli bir konuma geçerek bölgedevletleri ve diğer muhatapları arasında yenikrizlerin ve savaşların nedenini oluşturacağıdüşüncesi yaygınlık kazanmıştır. Birkriz faktörü olarak petrolün uluslararası etkisinekarşın elbette suyun etkisi (geniş anlamdabir tanımlama yapsak bile) salt bölgeselkalmaktadır. Ancak, bölgenin Avrupave bütün dünya için önemi, burada ortayaçıkan her küçük gerginliği dışarıya büyüksarsıntılar biçiminde yansıtacaktır.Ortadoğu su kaynakları söz konusu olduğunda,suyun neden “stratejik” nitelemesiile birlikte tanımlandığını anlayabilmekiçin, bir iki cümle ile de olsa, strateji kavramınınaçılımını yapmak gerekecektir.“Bir stratejik durum, sadece belirli sayıdamaddi faktörler arasında ortaya çıkabilecekdahili ilişkilerin doğurabileceği sonuçlardançok daha farklı oluşumların ifadesidir.Burada tek yönlü (ve özelliklemaddi ortamla sınırlı) nedensellikten kaçınmakgerekir. Bir stratejik durum dahaçok, ‘sayı ve niteliği devamlı değişen konuve ortamlarda karşı karşıya gelen zıtiradeler arasında belirli etki ve tepkilerşeklinde ortaya çıkan, ve zamanla değişikkapsam ve nitelikte farklı etki tepkileredoğru gelişim gösteren bir süreç, bu sürecinbelirli bir andaki görünümü’ olarak düşünmekgerekir. Bu etkileşimin temelindeyatan ana faktör psikolojik bir etkinin karşılıklıolarak taraflar üzerine empoze edilmesidir.Bu amaca yönelik olarak taraflar


Sayfa 30Temmuz 2003Serxwebûnbirbirlerine karşı, çeşitli aşamaları olan birrekabet sürecine girerler. İşte hazırlık (veyayöneliş) aşamasından başlayarak etkileşiminyoğunlaşmaya başladığı ‘açılış’,bunu izleyen gelişim ve sonuca yönelikaşamalarıyla birlikte stratejik süreç bir bütünoluşturur... Bu süreç ileri geri oynamalar,iniş ve çıkışlarla dolu (ve devamlıolarak ileri sürülen manevralar ve etkileşimekatılan faktörlerle hacmi genişleyenve niteliği değişen) karmaşık, ‘soyut’ biroluşumu ifade eder. Aranan sonuç böylebir soyut oluşum içerisinden hareket serbestisineulaşmaktır.” (29)Bir asker stratejiste ait olan bu uzunalıntıyı temel alarak, Türkiye açısından sorunungeleceğini biraz da stratejik boyutlarıyladeğerlendirmeye ve Türkiye’nin birsupolitika üretip üretemeyeceğine ilişkintartışmaları geliştirmeye çalışalım:Turgut Özal, ’87 yılı temmuz ayındayaptığı Suriye ziyaretinde, hem su sorununuhem de güvenlik sorununu birlikte elealarak bu iki konu üzerine iki protokol imzalamıştır.Su sorununun çözmeden “Suriye’ninelindeki PKK kartını nihai olarakalabilmenin pek gerçekçi olamayacağını”düşünen Özal, her ne kadar su sorunuekonomik sorunlar kapsamı içerisinde değerlendirmeeğiliminde olsa da, su sorunununpolitik bağıntısını doğru saptamışbir devlet adamı idi. Özal’ın, düşünceleriniaktardığı Sabah gazetesi yazarlarındanCengiz Çandar şöyle özetler: “Bu durumda,Türkiye’nin su kaynaklarına sahip olmasınedeniyle taraf haline geldiği meseleleriki ana konuya bağımlı oluyor: 1. Genelanlamda Ortadoğu’da barışçı çözümsüreci; 2. Kürt sorununun Ortadoğu’da vedaha geniş anlamda uluslararası politikadaiçine oturacağı çerçeve. Bu ikincisi,Kürt sorununa, su nedeniyle Türkiye’yekarşı koz olarak kullanmayı hesaplayanbölge devletlerinin de el atmasına imkantanıyor. Fakat bizatihi bu olgular, ‘suyun siyasileşmesi’dirki, su siyasileştiği oranda,Türkiye’ye de elbette ‘supolitik’ izlemeşansını kendiliğinden sunmaktadır. Sorun,Türkiye’nin ‘supolitik’i olup olmaması noktasındadüğümleniyor” diyordu. (30)Henüz hangi karanlık güçler tarafındangerçekleştirildiği net olarak ortaya çıkarılamamışolan 11 Eylül provokasyonu öncesindebu yazıyı yazmaya kalksaydım, sanırımyazının bu bölümünde çok farklı şeylerdensöz edecektim. Ancak 11 Eylül’denhemen sonra, dünyanın emperyalist efendilerinisteği doğrultusunda küreselleştirilmesiyani bir anlamda Amerikan İmparatorluğu’nunkurulmasına yönelik çabalarsonucu olarak Afganistan’ın ve Irak’ın işgalisonrasında bölge dengelerinin alt üstolduğu açıktır. Bu alt üst oluş sürecinde,ordusu yenilerek ortadan kaldırılmış, politikekonomik sistemi yıkılmış, topraklarıbütünüyle ABD yönetiminin işgali altınagirmiş olan Irak’tan daha belirgin olarak,Türkiye’nin daha şimdiden eski konumlanışındansöz edebilmemizin mümkün olmadığınısöyleyebiliriz. Irak el değiştirmiş;Suriye büyük tehdit altında ABD tarafındandizginlenmiş; ABD Türkiye’nin (uzunbir süre kalıcı olarak) yeni sınır komşusuolmuştur. Bütün bunların yanı sıra, Türkiye’ninen büyük korkusu, –kurumsal biçiminasıl olursa olsun– Kuzey Irak’ta ABD tarafındandesteklenen bir Kürt devletininkurulması olasılığının artık gerçekliğe dönüşmenoktasına ulaşmasıdır. Ve coğrafyayıdeğiştirmenin olanağı olmadığına göre,Türkiye’nin yaşamakta olduğu su sorunuda şimdi muhatapları da değişmiş olarakbir başka boyuta geçmiş durumdadır.Sorunun analizi sanıldığı kadar kolaydeğildir. Ortadoğu’da yerinden oynayandengelerin yeniden nasıl kurulacağı konusuhenüz netlik kazanmamıştır. Dengelerinyeniden kurulabilmesi için daha uzunyıllara gereksinim olduğu açıktır. Ancak,gelişmelerin yönü üzerinden yapılacakyorumlara dayandırılarak su sorunununönümüzdeki dönemde kazanacağı yeniboyut hakkında olası bir şeyler söylemekancak mümkündür.Öncelikle, Ortadoğu’nun coğrafi yapısıve coğrafyasının özellikleri değişmediğinegöre, su sorunu, bölge ülkelerininbütünü açısından varlığını korumaya devamedecektir.Ancak, Irak’ın işgaliyle birlikte şimdilikyeni kıyıdaş ülkenin ABD olmasına rağmen,su sorunu bölgede büyüyerek geliştirilecektir.Özellikle Irak Savaşı’ndan günümüzeABD-Türkiye ilişkilerinin seyri ve AB-Türkiyeilişkilerini değerlendirilerek sorunudaha iyi anlayabiliriz. Bu gelişmelerinTürkiye cephesinde yarattığı en önemlisonucun, ABD ve müttefikleri açısındanTürkiye’nin eski öneminin kalmadığı gerçeğidir.Türkiye’nin uzun zamandır sözünüettiği “jeostratejik ve jeopolitik önem”kaybedilmiştir. Birinci Körfez Savaşı veAfganistan’ın işgali ile birlikte artık askeriüslerini Ortadoğu ve Asya içlerine, Türkiyeötesine taşımış olan ABD açısından,Türkiye’nin coğrafi konumlanışının avantajlarındansöz etmek mümkün değildir.Çünkü bugün yeniden kendini dünya jandarmasıolarak görmeye başlayanABD’nin fazlasıyla gereksinim duyduğuaskeri güçlerine üs olarak açılan Türkiyeötesi ülkeler söz konusudur. Kafkaslar,Ortadoğu ve İç Asya’ya yönelişte ABD veBatı kapitalizminin “köprü” olarak tanımlayarakbüyük önem verdiği Türkiye’dendaha ileri mevzilerde konumlanmış doğrudanABD askerini barındıran üsler vardırartık. Gürcistan, Suudi Arabistan, Kuveyt,Afganistan vb. ABD’nin Irak’a saldırısısırasında (ve hangi nedenlerden kaynaklanırsakaynaklansın) topraklarını saldırganlaraaçmayan Türkiye-ABD arasındakiilk ciddi krizde, ABD’nin önemli üslerindenbiri olan İncirlik’ten çok kolay vazgeçebilmesinintemel nedeni budur.Türkiye, en azından ABD için, Ortadoğuve Kafkaslar’a açılan kapı olma özelliğinide bu savaş sonrası kaybetmiştir. BirinciKörfez Savaşı sonrasında ABD tarafındanuygulanmaya konarak Irak’ın işgaliyletamamlanan küreselleştirme (ABDegemenliği altına alma) politikasının ilk sonuçlarındanbirinin, Türkiye’nin geçmiştekigibi, “sahip olduğu jeostratejik ve jeopolitikbir önemden” söz etmek mümkün değildir.Kaldı ki, coğrafyanın aktif bir parçası olaraksürdürdüğü Ortadoğu-Kafkaslar-İç Asyaçerçeveli “büyüme yayılma” stratejilerininde yeni güç dengeleri üzerine oturacakyeni komşular açısından pek de kabul edilebilirbir politika değildir.Petrol gibi stratejik kaynaklara da sahipolmayan Türkiye’nin, artık bölge üzerindepolitik etkinlik sürdürmesinin aracı olarakkullanabileceği tek araç su kaynakları olacaktır.Yani Türkiye’nin bölge ülkeleri ileilişkisini artık bir supolitik üzerine oturtmasıkuvvetle muhtemeldir. Ancak, yeni dengelerinkurulma aşamasında, bölgenin yenigücü ABD’nin, Türkiye tarafından dayatılacaksu projeleriyle açık bir çatışma içinegirmesi kaçınılmazdır.Bunun başlıca nedenleri şunlardır:Irak’ın işgaliyle birlikte ABD’nin dahauzun yıllar bölgede kalacağı artık ortayaçıkmıştır. Bu önceden hesaplanamayanbir takım gelişmeler olarak değil, öncedenyapılan hesapların sonucu olarak böyledir.ABD Irak’tan uzun süre çıkmamaküzere gelmiştir ve kendi topraklarında budevlet politikasını geri püskürtecek bir takımciddi ve güçlü gelişmeler olmadığıtakdirde, yeni komşu, daha uzun yıllar birbölge devleti olma özelliğini koruyacaktır.ABD sanayi esas olarak silah sektörüüzerinden yapılandığına göre, bu yapılanmayı“Ortadoğu’daki su sorununun,ancak uzun sürede gerçekleşebilecekolan barışçıl yöntemlerle çözümlenmesiiçin” değiştirmesi beklenemez. Yani, “birsavaş uçağının masrafı ile şu kadar milyarmetreküp suyu arındırabiliriz” gibi emperyalistkapitalizmin hiç alışık olmadığıtürden bir hümanizma içeren düşünce biçimleriya da hesapların kesinlikle çokuzağında yer alacaktır. Bunun yerine, üstelikartık tam da bilinçaltına yerleşmişolan imparatorluk güdüsüyle yaşarken,bir zamanlar İngiltere’nin Nil üzerindekietkisine benzer bir “kayıtsız şartsız egemen”etkiyi bölge su kaynakları üzerindegerçekleştirmeye çalışacaktır. Güçlü dev,bu gücünü su sorununun tek yanlı çözümüiçin doğrudan ya da dolaylı olarak kullanmaktangeri durmayacaktır.Bugün savaşın her ayı ABD’ye 4 milyardolara mal olmaktadır. Bu savaş gideri, heryıl için yaklaşık 50 milyar dolarlık bir gideretekabül eder. Oysa bütün üretim olanaklarınısonuna kadar zorlasa bile Irak’ta elkonulacak petrol geliri 30 milyar doları geçememektedir.Bu koşullar altında ABD’ninbölgede uzun süreli kalabilmesi için fizibiliteyikar lehine yükseltecek önlemlere yönelmesigerekecektir. Bu ise, mevcut koşullaraltında programsız, alt yapısız ve sınırtanımaz azgın bir sömürü üzerine oturtulmayaçalışılacak bir sanayii yapılanmasınıgündeme getirecektir. Bu, bir yandan,suya duyulan gereksinimin her geçen günbiraz daha yüksek bir ivme ile artması yanisu kaynaklarına sahip olma çatışmalarınıkörüklerken; öte yandan, “ABD gittiktensonra ne olacak?” sorusuna endekslenerek“geçici kabul edilen” yeni statükolarınyarattığı iç güvensizliklere de bağlı olarak,bölgede barışı “zorunlu” olmaktan çıkaranen azından “geçici bir süre için” bölge ülkeleriylekalıcı uzlaşma çabalarını öngörenuzun vadeli bir supolitik’in oluşturulmasınaengel gibi görünmektedir.İkincisi, Kuzey Irak’ta, ABD’nin de bölgepolitikaları itibarıyla dayattığı (ekonomikya da siyasi bir konfederasyon, federeya da bir başka bir biçimde) bir Kürt devletininkurulması halinde, sorunun kapsamınazıt yönlü iki yeni faktör daha katılacaktır.Söz konusu Kürt devletin varlığıyla birlikte,uluslararası kurumlarda ve diplomatikplatformlarda geçerli olan “suyun kaynağı”tanımı Türkiye açısından yeni bir çatışmanınbiricik kaynağını oluşturacaktır:Fırat ve Dicle, Kürdistan topraklarında yeralmaktadır ve uluslararası literatürde hiçolmazsa coğrafi adlanışıyla bu saptamakabul görmüş saptamalardan biridir.Demek ki, Kuzey Irak’ta bir Kürt devletininkurulması, Dicle ve Fırat’ın egemenlikhakkı konusunda uluslararası boyuttabir tartışma açabilecektir. Bu nedenle devletstratejistleri açık önlemlerin alınmasınısavunur: “Supolitik’in söz konusu olabilmesiiçin, su kaynakları üzerinde, Türkiye’ninegemenliğinin kesinlikle elden bırakılmamasıgerekiyor. Bu, Suriye ve Irak’ın‘kaynağından paylaşma’ önerilerine kapılarıkapatmaktan öteye, örneğin Fırat veDicle’nin ‘Kürdistan’ topraklarında bulunduğunusavunan ve bu bölgede ‘bağımsızKürt devleti kurma’ hedefini güdecek Kürtfaaliyetlerini güvenlik açısından bertarafetmek gerekir” (31) diyor Çandar. Buna rağmenbir Kürt devletinin kurulması halinde,Türkiye Cumhuriyeti’nin bu devlet üzerindeoynayabileceği tek kozunun da “su kozu”olacağı açıktır. Bu koz belli ki, dün olduğundandaha yüksek boyutlu sorunlarıüretme tehlikesine gebedir. Ne var ki bukez sorunun tarafları Türkiye-Suriye-KuzeyIrak Kürt devleti değil, Türkiye-Suriye-ABD olacaktır. Irak Kürt devletini İsrailmisyonuyla elinde tutmak isteyen ABD,mandater devlet olarak çatışmaya doğrudanKürtler adına katılacaktır.Üçüncüsü, bölgede Filistin-İsrail çatışmasınınçözümü doğrultusundaki bütünadımların içinde “su sorununun çözümü”de yer aldığına göre, İsrail sorununun küreselleştirilmişçözümüne yönelik ABDplanlarının içinde bir biçimi ile su sorununailişkin tartışmaların olmaması, su sorununuatlanması olanaksızdır.Son gelişmelerin ürettiği bir başka yenidurum da şudur: Eskisinden farklı olarakartık Türkiye su sorununu, başka sorunlarınçözümünde kullandığı bir yan konu olarakdüşünmeyecektir. Supolitik, sorun olarakbağımsız ifadelendirilmeyi gündemegetirmektedir. Bölge üzerinde daima kullanılacakstratejik bir araç olarak düşündüğüsorunu, değişik dönemlerde uygulayacağıdeğişik politikalarla sorunu bir yandangündemde tutarken kesin ve kalıcı çözümlerdenhep kaçarak sorunun çözümünüher zaman sürüncemede bırakmayı tercihedecektir. Her türlü fırsattan yararlanarakya da hatta doğrudan kendisinin yaratacağıprovokatif girişimlerle hazırlayacağıgerginlik ortamlarında dile getirmeye çalışacağısu sorununun her zaman sorunolarak kalmasını isteyecektir. Bölge politikalarınınbaşına oturtarak gündemde tutacağıbu sorunu artık diğer sorunlar içerisindedışa vurulan bir sorun olmaktan çıkararak,doğrudan doğruya kendisiyle tanımlananbir yapıya kavuşturacaktır.Irak’ın işgalinden öncesine kıyasla susorununun bölgede, bileşik ve tırmanan birkrize dönüşmesi olasılığı daha azdır. Zira,bölge devletleri arasındaki güçler arasıdenge bir süper gücün varlığıyla tartışmasızve kıyas kabul etmez bir oranda değişmiştir.Dolayısıyla, artık su sorunu üzerindenbaşlayacak bir krizin bütün bölgeyi etkisialtına alarak yayılacağını ve büyüyeceğinidüşünmek mümkün değildir. Böylesibir durumda, kaçınılmaz olarak gündemegelecek olan ABD müdahalesi, sorununsüper güç tarafından belirlenmiş önerilerdoğrultusunda çözümünü sağlayabilir.Ancak, bölge ülkelerinin çıkarlarınıdoğrudan gözetmeyen; bölge ülkelerininbağımsız, özgür iradeleriyle dostlaşarakalacakları kararlarla tanımlanmamış birçözümün geçici olacağına kesin gözüylebakmak gerekir. Su sorunun çözümü, suolanaklarının genişletilmesiyle mümkündür.Doğa koşullarıyla sınırlanmış olan Ortadoğubölgesinde bu olanağın sınırları dasonuç itibarıyla dardır. O halde, sorununçözümüne akılcı yaklaşım, “mevcut kaynaklarınakılcı ve etkin kullanımı” anlamınıtaşımaktadır. Bu türden bir amaç, önceliklebölgesel ölçekte işbirliğini gerektirmektedir.Böylesi bir işbirliği anlayışı, su sorunununsomut tarafları tarafından ortak olarakbenimsendiğinde çözüme yönelik enönemli adımın atıldığı, en sorunlu aşamanınaşıldığı söylenebilir. “Akılcı kullanım”ınikinci adımı ise, kaynakların tasarruflu kullanımınıgerçekleştirmek olarak tanımlanabilir.Doğa kaynaklarını zorlayarak suolanaklarını genişletmek fazla mümkün olmadığınagöre, su kullanımında tasarrufugerçekleştirerek su miktarını genişletmekdaha olası bir girişimdir.Su sorunun çözümünün gerçekleşebileceğitek ortam, bölgesel güven ilişkileriningüçlü olarak yaşanabildiği bir güvenortamı olduğuna göre, şimdilik sorununOrtadoğu’da çözümden haylice uzakta olduğumuzusöyleyebiliriz. Ancak, bununolanaksız olduğunu söylemek ise, topraklarındansu yerine güvensizlik fışkıran Ortadoğu’nun,ürün olarak da sadece umutsuzlukürettiğini söylemekle özdeş bir anlamtaşır. Oysa, en çöküntülü krizlerindebile yeniden umut yaratma becerisini üretebilmişOrtadoğu’da, insanın düşürülemeyecektek niteliği umuda bağlılıktır. Buumudun saptırılmış kaynaklara yönelmesiniengellemek ise, aydının, ilericinin,devrimcinin görevidir.Dip notlar1- Prof. Dr. Bahattin Ögel. Türk Mitolojisi.Birinci Cilt. 1989. s. 106-107; 432.2- Kitab el-Asvad’dan aktarmalar: ErolSever. Yezidilik ve Yezidilerin Kökeni. BerfinYay. 1993. s. 134.3- S. H. Hooke. Ortadoğu Mitolojisi. İmgeKitabevi Yay. 1991. s. 25.4- Gaffeh, Fırat nehri üzerinde, ulaştırmacılıktakullanılan yuvarlak bir kayık türü.5- S. H. Hooke. age. s. 28.6- Friedrich Engels. Ailenin, Özel Mülkiyetinve Devletin Kökeni. Sol Yay. 1978.S. 377- Altın Hilal: “Doğu Akdeniz ve Toros-Zagros kavisi.” (Abdullah Öcalan. SümerRahip Devletinden Demokratik Uygarlığa.Weşanen Serxwebun. 2001. s. 24. )8- Abdullah Öcalan. Sümer Rahip DevletindenDemokratik Uygarlığa. WeşanenSerxwebun. 2001. s. 24.9- Abdullah Öcalan. Sümer Rahip DevletindenDemokratik Uygarlığa. WeşanenSerxwebun. 2001. s. 25.10- Bu çalışmada su sorununu sadeceOrtadoğu ülkeleriyle sınırlı olarak ve esasolarak Türkiye üzerinden ele almaktayız.Bu nedenle örneğin Nil üzerinde uzun tarihselaçıklamalara yer verilmediği gibi,Türkiye’nin Meriç nehrine ilişkin uluslararasısorunları gibi konularda yazının kapsamıdışında bırakılmıştır.11- Akifer, milyonlarca yıl önce deniziken, coğrafi oluşumlar nedeniyle sonradanyer altında kalan su depoları.12- Nil sularının Sina yarımadasına taşınmasıönerisi, suyun kontrolünün İsrail’ineline geçeceği düşüncesiyle Arap ülkelerininşiddetli tepkisini çekti. Öneri bunedenle geri çekildi.Özal’ın Seyhan ve Ceyhan nehirlerindensu satmaya dayanan Barış Suyu Projesiise, İsrail’i de proje kapsamı içerisinedahil ettiği için Arap ülkeleri öneriyi soğukkarşıladılar.“Ama asıl neden, aktif ve bölgeyi kontroletme amaçlı dış politika gütme amaçlanırkenTürkiye’nin su satabilecek kadar suzengini olduğu izleniminin uyanmasıdır. Nitekimbaşta Suriye ve Irak olmak üzere birçokArap ülkesi, Türkiye’den, Barış SuyuProjesi çerçevesinde Seyhan ve Ceyhan’dansu satmak yerine, Fırat ve Dicle’dendaha fazla su bırakmasını istemişlerdir.”(Erdem Denk. Ortadoğu. Su Sorunu,Türkiye ve Ortadoğu. Bağlam Yay.1993.. s 154. Makale: “Ortadoğu’da Su Sorunu.”)Özal’ın önerisi, ölümünden sonrasessiz sedasız unutulmaya bırakılmıştır.13- Bkz: Rıfat Uçarol. Su Sorunu, Türkiyeve Ortadoğu. Bağlam Yay. 1993. s.361-400. Makale: “Tarihte Dicle-Fırat Nehirleri,Basra Körfezi ve ÇevresindeÖnemli Gelişmeler.”14- Y.a.g.e., S. 364.15- Y.a.g.e., S. 372.16- Bu anlaşma, Türkiye ile Suriye arasındasınırları belirleyen bir ön anlaşma niteliğindedir.Sorunları çözmekten çok, savaşason vermiş ve sorunları ortaya koymuş,ama çözümünü daha sonraya bırakmıştır.Bu nedenle de bir antlaşma (traite)değil, bir anlaşma (accord) olarak adlandırılmıştır.Kaynak olarak: Türkiye’nin SiyasalAntlaşmaları. Birinci Cilt. Düzenleyen:İsmail Soysal. 1989. TTK Yay. S. 48.17- Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları.Birinci Cilt. Düzenleyen: İsmail Soysal.1989. TTK Yay. S. 52.18- Kast edilen 1914-1918 EmperyalistlerArası Birinci Paylaşım Savaşı’dır.19- Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları.Birinci Cilt. Düzenleyen: İsmail Soysal.1989. TTK Yay. S. 129.20- Antlaşmanın tam metni: Resmi Gazete.12.09.1947. Sayı: 670521- Erdem Denk. Ortadoğu. ÖzgürÜniversite Forumu.Sayı 4. s.157. Makale:Ortadoğu’da Su Sorunu.22- Antlaşmanın tam metni: Resmi Gazete.15.10.1966. Sayı: 12427.23- Antlaşmanın tam metni: Resmi Gazete.10.12.1987. Sayı: 19660.24- Dışişleri Bakanı Kamran İnan,“uluslararası su” kavramının kabul edilemeyeceğini;çünkü kaynakları Türkiye’deolan Dicle ve Fırat’ın “yüzde yüz Türkakarsuları” olduğunu savunmaktadır.(14.07.1991. Milliyet Gazetesi.) Ne var kibu düşünce uluslararası platformlarda kabulgörmemiştir.25- Bkz: Adel Darwish - John Bulloch.Su Savaşları. Çev: Mehmet Harmancı. AltınKitaplar Yay. 1994. s. 71.26- Erdem Denk. Age. S.161.27- Erdem Denk. Age. S.163.28- Harmon, ABD’nin eski adalet bakanlarındandır.1895’de Meksika iye ABDarasındaki Rio Grande nehri ile ilgili bir anlaşmazlıkta,“Bağımsız ve egemen birdevlet olarak Amerika’nın, bu nehrin kendiülkesinde kalan kısmı üzerinde suyu istediğigibi kullanabileceğini; aşağıya su bırakıpbırakmamakta serbest olduğunu” savunmuştur.29- Doç. Dr. Cengiz Okman. Su Sorunu,Türkiye ve Ortadoğu. Bağlam Yay.1993. s. 401. Makale: “Su Sorunu ve Ortadoğu’daStratejik Durum”.30- Cengiz Çandar. Su Sorunu, Türkiyeve Ortadoğu. Bağlam Yay. 1993. s.447. Makale: “Türkiye İçin Bir SupolitikOlabilir mi?”31- Cengiz Çandar. Age. S.453.


Serxwebûn Temmuz 2003Sayfa 31“Yüzünü göremem ama sadeli¤in aram›zdaki s›n›rlar› kald›r›r”DOĞANRüzgar, zamanın boşluğunda hiçkimsenin anlayamadığı bir öfkeyleesiyordu. Bulutlar sessizakıyor ve acı aynı gürültüyle sürüyordu.Gül solmamış, ayrılıklar unutulmamıştı.Ve Kürdistan gurbetti hala. Mızrak ucugölgesi değil üzerine düşen. Ömürler dizilmiştiona giden yolda. Her ömür Kürdistan’aaçılan kapıdır. Beklemek ise bir neslinhükmüdür. Olgun başaklar gibi değilama. Çünkü gençlerimiz kan üzerine yemineder hala.Taş duvarlı evin kapısında duruyordu.Kimi, ne zamandan beri bekliyordu ve nezamana kadar bekleyecekti? Geçici biryalnızlığın nöbetini tutuyordu sanki. Bekleyişkadar sessizdi dudakları. Çünkü sadecerüzgarı dinliyor ve ona anlatıyordusırlarını. O sırlar ki, yarımların toplamıydı.O, yaşanmışlığa ‘sır’ demişti.Halı serili odanın süssüz, kireci yer yerdökülmüş duvarına yaslanarak oturdu. Kınalısaçlarından bir tutam alnının bir kısmınıkapatıp, arkadaki örüğe karışmıştı.Yuvarlak yüzünde iki gamzesi her zamangülen bir ifade verirken, alnındaki derin izleryaşamının zorluklarından bahsediyordu.O ise bekliyordu sadece. Dizlerine dayanarakoturan kız torununun saçlarınıokşuyordu, incitmeden.“Hoş geldin evimize. Duydum anlatacaklarınvarmış” dedi.“Doğan’ı tanıyordum” dedim birdenbire.Eli küçük kızın saçları arasında donakaldı. Tüm vücudu hareketsizleşti. Odadakiher şey susmuştu. O, nefes dahi almıyordusanki. Gözleri bir yere takılı kaldı.Konuşmam mı gerekiyordu yoksaben de bu sessizliğe sonsuza dek katılmalımıydım?“Nasılsınız?” diye sorduğumda, dünyanınen ağır ve çözülmesi en zor cevabınıvereceğini bilmiyordum.“Kürdistan nasılsa ben de öyleyim!”dedi.Sesi öyle derinden ve gür geliyorduki bir başka dünyanın insanı değildi,ama neden yabancılık duyduğumu anlayamıyordum.Acısı mıydı beni ondanuzak tutan?“Oğlunuzu tanıyordum. Bizim için yeridoldurulamayacak arkadaşlardan birisiydi.Onun ailesini görmek bana onur veriyor”dedim.“Oğlumun sizin gibi insanlar tarafındansevilmesi bizim için gururdur. Oğuldur, yüreğimyanar, ama alnımız açıktır” dedi vedevam etti. “Bana Doğan’ı anlat, saatlercehem de. Hiç durmadan. İyi dinlerimben.”“Birbirimiz hakkında anlatabileceğimizçok uzun şeylerimiz yoktur aslında. Çünküsöz karşılamaz gerçeği.”“Sen yaşadıklarının önünde eğilirsin,ben ise bilinmezliğe gözyaşı dökerim. Buyüzden acım biraz da sırdır. Bu sırrın birazıbende birazı da Doğan’dadır. Doğanki tarih olup sırrı ile düştü toprağa, banaonun acısını taşımak kaldı.”“Acını paylaşıyoruz. Senin kadar olmasada yüreğimizde yaradır vakitsiz gidenler”dedim.“Bir kuyunun dipsiz karanlığını paylaşabilirmisin? Karanlıktayım şimdi.”Sustum. İpil ipil düşen bir yağmur sabahıhüznü çöktü aramıza. Ne desem tesellininötesine geçmeyecekti. Belki deona yapacağım en büyük iyilik dinlemekolacaktı. Oysa dinlemek anlamaktır.Ruhta duyumsamaktır. Tane tane konuşarakdevam etti.“Ağlamak bir sonuçtur. Kör olmak isebunun bir ispatı. Her şeyi yaratan doğanasıl yok edeceğini de bilir. Sen ana değilsinbelki, ama bir ananın yüreğini anlayabilir,bir ana gibi yanabilirsin. Evlat acısıülke acısına benzer, arkadaş sevgisinebenzer. Bu nedenle beni dinlediğini bilirim,ben de seni dinlerim. Sanma ki acımıbaşka bir şeyden üstün tutarım. Üstünlükvarsa eğer affet, cahilliğimden, tanımazlığımdandır.”“Kürdistan’a ulaşma sancılarıdır bunlar.Hepimiz bir ucundan tutarız bu sevdanın.Kimimiz nazını, kimiz kahrını çeker.Ama bu sevdada cahillik yoktur. ÇünküKürdistan bir erdeme yürüyüştür” dedim.Gülümsedi ve sonra donuk bakışlarıylatekrar dalıp gitti uzaklara. Penceredensızan ışık küçük odayı iyice aydınlatıyordu.Perdesiz, boyasız demir çerçevelipencereden inanılmayacak kadar koyumaviliğe bürünen gökyüzü görünüyordu.Küçük kız pencereden dışarı bakıyordu.İnsanın kendi yazgısını çizdiğini sandığıbu çağda kaderini dinliyordu. İki neslinacılarını ve kahramanlıklarını dinleyerekbüyüyordu. Çünkü özgürlük bir tercih değil,onun için zorunluluktu. Zincirini görenköle özgürlüğe yol almış demektir. Anaburuşmuş, nasırlı ellerini uzattı.“Tut ellerimi, sıcaklığını duyayım. Yüzünügöremem, ama sadeliğin aramızdakisınırları kaldırır. Doğan’ımla aynıyolun yolcusu olanlar, Doğan’dır benimiçin. Sanma ki öfkeliyim. Öfke acılarıdindirir. Ben ise ne pişmanım ne de öfkeli.Bekleye bekleye dizlerim çürüdü.Oysa dönmeyeceğini biliyordum. Doğan’ıngittiğini duyduğumda ağlamak kalıyordubana. Şimdi gözümden tek biryaş akmaz, kurudu. Sizler için akıtacakgözyaşım kalmadı. Gözlerime perde indi.Yine de içim huzur dolu. O Apo’ya layıkoldu ve bize yol gösterdi.”“Sana baktıkça Kürdistan gibi oluyorum.Ana, acılarını güç yapandır. Her yerdeanalardır önde giden. Güneş’e en çokonlar sahip çıkar şimdi. Acının büyüklüğünüanlarım, duyarım yüreğimde. Ona esirdüşmemen sevindirdi beni” dedim.Daha cümlelerim bitmemişti ki, yüzündekigülümseme odanın havasını değiştirdi.Dağ meltemi geldi geçti yüzünden.Omuzları dikleşti.“Doğan altı yaşındayken onun normalbir evlat olmayacağını biliyordum. İnsantanımaz mı, bilmez mi yavrusunu. On yaşındakoptu evden. Eve uğramaz oldu.gözü arkadaşlardan başkasını görmez,dili Başkan’dan ötesini söylemez oldu. Onyaşında, daha dizimin dibindeyken anlamıştımonun benim olmayacağını. Abileri,ablaları, kardeşleri vardı, ama o farklıydı.Eğer acıya teslim olsaydım güzel kızım,gitmesine göz göre göre izin vermezdim.Şu an başım dik, alnım açık olmazdı. OKürdistan için doğmuştu ve onun için yaşadı.Bu ne benim istemimle, ne de acılarımlaoldu. Bu, bize bir mirastı sadece.Acım beni düşürmez, öfkelendirmez. Aksinebaşım göklere erer. Gözlerime inenperde güçsüzlüğümdür, ama yüreğimdopdoludur. Onun Apo için yaşadığını bilmekbir asır yeter onurlanmaya. Böyle bilesin.Bak, bu çocuklar Doğan’ın ve Doğangibi yüzlercesinin hikayesini dinler.Farklı olacaklarını mı düşünüyorsun?Hepsi Kürdistan’ı şimdiden yaşar, yüreklerindetaşırlar. Buna ne ben engel olabilirim,ne de başka bir güç. Çünkü her yürekkendi yolunu çizer, hem de arkasına bakmadan.Bana ise beklemek kalır ve ufuklaradalıp dalıp bakmak” dedi.Ağlayabilseydi yaşlar sicim gibi dökülürdügözünden. Dudakları titriyordu. Ellerinibirbirine bağlamıştı. İnce, zayıf bacaklarınıtopladı. Yüzü sakinleşmiş, söylenmesigereken her şeyi söylemişti. Birbirimizianlıyorduk. Suskunluk bir dil olduaramızda. Onun acı dolu olduğunu düşündüğümyüzünde şimdi başka bir ifadevardı. Onu izlemek, beni kendi cahilliğimlebuluşturdu.Bu nedenle hep derim ki, “Kürdistanbir erdemdir.”İlk gerillaSoğuk bir kış gecesiydi. Her şey soğuğaeşlik edercesine susmuştu. Sessizbir soğuk sürüyordu dışarıda. Dağlardan,o büyük kavganın sürdüğü yerlerdenfırtınadan arta kalan rüzgarın sesigeliyordu kulaklarımıza. Toprak damlıevlerin duvarlarını yalayıp geçiyordurüzgar. Yıldızlar ve gökyüzü yerlerindemiydi, bilmiyorum. Bacalardan yükselenduman ve yakılan tezek kokusu köyünher yanını sarmıştı. İçimde, bir şeyleriterk etmenin gücü ve aradığıma kavuşmanınsevinci vardı.Gece bitimsiz gibi akarken, kısa aralıklarlakapı çalındı. Bu sesin tek muhatabıbenmişim gibi ayağa fırladım. Beklediklerimgelmişti. Kısık lamba ışığının aydınlattığıodaya iki erkek arkadaş girmişti. Biriuzun boylu, diğeri orta boylu esmer, güleçti.İçeri girer girmez bana baktı ve gülümsedi.Selam sırası gelince“Hoş geldiniz” dedi. Fazla konuşmayagerek kalmamıştı. Arkadaş olmanınilk avantajını yaşıyordum. Sanki yıllardırbiriktirdiğim tüm sevgim dolup taşacaktıyüreğimden. Beni bu kadar heyecanlandıranarkadaşların güven veren cömertliğimiydi, yoksa soğuk bir kış gecesindetanıştığım bu dünyanın beni çeken cazibesimi?“Gidelim” dedi.”Eğer hazırsanız tabii!”Elbetteki hazırdım. Hem de yıllar öncesindenbu anı bekliyor gibiydim. Bin birbiçimde hayal edip, kurguladığım bu anınböylesine sessiz ve sade geçeceğini bilmiyordum.Her şey törensi bir havada sürüyordu.Köylülerin konukseverliği, gerillalarınbüyüselliği ve benim şaşkınlığım...Kapı açılınca yüzüme sert bir rüzgarçarptı. Dağ soğuğuydu bu. Tahmin ettiğimdendaha çetin bir dünyaya geldiğimhissini duyumsadım, içim üşüdü. Gideceğimizyer nasıl bir yer diye düşündüm birden.Beni bu düşünceye iten soğuğa karşıkorunma istemiydi. Yabancısı olduğumbu dünyada beni nelerin beklediğini bilememek,bir yandan gerilla olmanın heyecanınıyaşatırken diğer yandan da adınıkoyamadığım ve söylemeye de çekindiğimbir korku yaratıyordu.Orta boylu olan arkadaş önümde yürüyordu,diğeri ise en önde yol açıyordu.Ben ise onların ayak izlerine basarak yürüyordum.Rüzgar bir tokat gibi çarpıyorduyüzüme. Gözlerimi açmakta güçlük çekiyordum.Önümde yürüyen arkadaş sankitüm düşündüklerimi biliyor gibiydi. Üşümeninhangi hallerde neler düşündürdüğünüiyi biliyor olmalıydı ki, hemen kefiyesiniçıkarıp, bana uzattı.“Sağ ol istemiyorum” dedim. İhtiyacımolduğu halde almadım. Çünkü benim yüzümdeno da kefiyesiz kalacaktı.“Ben alışkınım. Sen soğuk alırsın, albir şey olmaz” dedi.İkinci bir itirazı yapmadan aldım.“Adın ne” diye sordu.“Daha isim bulmadım. Ama Rojin olsunistiyorum” dedim.“Tamam. Adın Rojin. Artık bir gerillasın.Benim adım da Doğan. Bizde önceisim paylaşılır” dedi, gülümseyerek.Sıcak gülümsemesiyle içime, tarifi imkansızolmayan, ama sözcüklere de sığmayanbir mutluluk doğdu. Geçici ya dasahte değildi duyumsadığım. Bir çocuk gibiydim.Dağın sihirli dünyasına girmiştimartık.Kar ayaklarımın altında gevrek gevrekeziliyordu. Her adımımda sanki değişenyaşamını soluyordum. Başlangıcın bilinmezolmasına rağmen. Bilinmezlik kaygıgetirir her zaman. Ardı arkası kesilmeyenve cevabı bilinmeyen sorular insanın içiniyiyip bitirir.“Nereye gidiyoruz?”“Noktaya, arkadaşların olduğu yere.”“Çok arkadaş var mı orada?”“Tahmin edemeyeceğin kadar” dedive anlatmaya başladı. Henüz kendimebile sormadığım ve soramadığım sorularacevap veriyordu. İleride bu sorularıncevaplarını arayacağımdan emin konuşuyordu.Söyledikleri kış soğuğunda ılıkbir meltem gibi esiyordu içime. Bana sadecedinlemek kalıyordu. Bunları neredenbiliyordu, nasıl anlıyordu, yıllar sonraanlayacaktım. Ama o gece kampaulaşıncaya kadar, gerilla yaşamımın ilkyıllarına yetecek bilgiyi aldım.O, tüm yaşanmışlıkların süzgeci gibiydi.Tecrübeleri bir ırmak kadar akışkandı.Yıldız altında, donmuş kar soğuğunda, sıcaksohbet eşliğinde ulaştığımız kamptaayrıldık. Vedalaşmadan, teşekkürümü almadangitmişti. Sonradan, gerillanın vedalaşmakgibi bir adetinin olmadığını öğrendim.Vedalaşmak gerillada yoktu. Yoklukile varlık arasına ölüm girse bile.İkinci görüşmemiz yine bir alandanbaşka bir alana geçiş anında oldu. Amabu sefer yaşam farklılığının ürkekliğini değil,benzerliğin samimiyetini kazanmıştım.Tatvan’dan Mutki alanına geçiyorduk. Doğanarkadaş kuryemizdi. Sonradan öğrendiğimegöre Garzan’ın ilk kuryesiymiş.Yürüyüş anında yine moral veriyor, konuşuyorve en zor anlarda yardımcı oluyordu.Onu, bende bıraktığı izi gibi gördüm.Hatta onun daha farklı yönlerini detanıdım. Coğrafyayı ayrıntılı tanıması, arkadaşlarlaolan diyalogundaki saygınlığı,emekçiliği. Yol boyunca bıkmadan, usanmadanbize meyve topluyordu. Doğadannasıl faydalanacağını iyi biliyordu ve doğaylaaralarındaki o gizli uyumu tüm arkadaşlarıylapaylaşabiliyordu. Onunla herkarşılaşmamız bir eğitim gibi geçiyor veben kendimi hep sorgulamak zorunda hissediyordum.Mutki’den Sason’a doğru geçerken yineo kuryemizdi. Kışı Sason’da berabergeçirmiştik. Bu süre içinde onu daha iyitanıdım. Neden bu kadar sevildiğini çözmeyeçalıştım. O, insanın tüm korkularınıkendinde yenmişti. Buydu çevresine güvenveren. Olması gereken ve yaşanılanarasındaki uçurumu fark edince insan, ilkgözüne çarpan davranışlar buna dair oluyor.İşte Doğan arkadaş insanın yaşayabileceğikorkuların bir çoğunu kendisindeyenmişti. Bunu yaşamın her alanında hissettiriyordu.Mesela yoldaşlarına bağlılığınıyüzlerce kez ispatlamıştı. Onunla heryere gider, her mevzide çatışır, hatta onagelen mermiye doğru atılabilirsin. Hırçınakan bir nehirden önce o geçer, soğukhavada önce o korunacak yer bulur, yaşamaadapte olanlarla en çok o tartışırdı.Yaşamı sevmenin yöntemini öğretirdi.Bunları hep yapıyordu ve bu, onun içinyaşam biçimi haline gelmişti.Doğan arkadaşın arkadaşlara bağlılığınınbüyüklüğü düşmana olan tepkisindengeliyordu. Düşmana ve onun yarattığıkişiliğe öylesine intikam duyuyordu ki,bu onu inatçı kılıyordu. Güleç yüzünde öfke,asi çizgilere dönüşmüştü. Onu “Serhışk” lakabını almaya kadar götürmüştü.Ağzından düşmeyen bir tek cümlesi vardı,“Her şey arkadaşlık için.”Karargahta geçirdiğimiz kış aylarındaarada bir sohbetlerimiz oluyordu. Amaunutamadığım bir anısı hala dipdiri dururhafızamda.Ovada halk çalışmalarında olduğumdönemde Batmanlı bir aile bana radyohediye etmişti. O yıllarda radyo sahibi olmak,oldukça lüks sayılıyordu ve bugünkügibi her arkadaşta radyo bulunmazdı. Karargahtakaldığımız süre boyunca karargahkomutanından tüm arkadaşlara kadar,herkes radyomu istedi. Sadece Doğanarkadaş istememişti. Bir gün ona,


Sayfa 32Temmuz 2003Serxwebûn“Sen neden istemiyorsun?” diye sordum.“Eğer ben radyoyu istersem, sen verirsin.Ama ben almak istemiyorum. Çünküona en az benim kadar senin de ihtiyacınvar” dedi.Onun bu tavrından sonra hiç kimseradyomu istemedi. Karargahtan ayrıldığımgündü. Radyoyu ona vermek istedim,kabul etmedi. Israrımdaki kararlılığı görüncereddetmedi.Son görüşmeHelkız’a gidiyorduk. Değişmez mekanımızadoğru yol alırken, güneşten önceHelkız’a ulaşmaya karar vermiştik. İkibölük Golaf’ta eylem planlaması için buluşmuştukve oradan beraber ayrılıyorduk.Yine bir hareketlilik başlıyordu. Gerillanınaşina olduğu, ama hep ilkmiş gibiyaşadığı o eylem heyecanı sarmıştıherkesi. Bu heyecan hiç eksilmezdi veherkeste bir başka çeşit yaşanırdı. Eylem,her sohbetimize, tartışmamıza konuoluyordu. Başarı, inisiyatif, zorluk veyoldaşlık... Tahmin edilenler ve edilmeyenleryanında bir de sürprizler vardı savaşortamında. Anılardan silinmeyen,hafızalara büyük harflerle yazılan izlerde bu sürprizlerdir.Golaf’ı arkada bırakırken, onu bir dahagörüp göremeyeceğimi bilemediğimiçin, dönüp arkama baktım. Karanlıktabile aynı heybetiyle sessiz görünüyordu.Bizleri uğurluyordu sanki. Neden Helkız’agittiğimizi o iyi biliyordu. Çünkü ’94operasyonlarını o da en az bizim kadarzorlu geçirmişti. Ve inanıyorum ki, o daen az bizim kadar istiyordu bu acımasızyönelime bir cevap vermeyi. İşte bu yüzdensanki ayrılmamıza seviniyordu.“Hoşçakal Golaf” dedim yavaşça. Duysunistedim. Yıldızlarla buluşmuş zirvesineson kez bakıp patikanın keskin virajınıdöndüm.Sabaha doğru, daha şafağa dair izleryokken Helkız’a ulaştık. Çakıl taşlarınınayaklar altında çıkardığı sesler dışındaçok sessizdi her yer. Helkız’ın ağaçsızlığınahep kızmışımdır. Volkanik bir dağolması suçunu hafifletiyordu, ama yinede ağaçsız bir dağ tercihim olamazdı.Sason’un en yüksek dağlarındandır Helkız.Öyküsünü hep merak etmişimdir.Adı bir genç kızı çağrıştırıyordu bana.Sonradan öğrendiğime göre bir padişahınkızı varmış, adı Helkız’mış. Sevdiğiyleevlenmesine izin verilmeyince, onlarda bu dağa kaçmış. Padişah adamlarınıgöndermiş. Helkız ele geçmemekiçin kendisini uçurumlardan atmış. Netuhaf! Bu öyküyü daha öğrenmemiştimki, Helkız adında bir arkadaşımız çatışmadacephanesi kalmayınca kendisiniaynı uçurumlardan atmıştı.Tarihimiz, uçurumlardan kendisiniatan kadınlarla doludur. Bese’den, Helkız’dan,Beritan’a kadar. Arada daha isminisayamayacağım kadar kadın, uçurumsaklamış yüreğinde. Her kadının biruçurumu vardır. Bazıları kayalıklardanatar kendilerini, bazıları ise hiç tereddütetmeden pimini çeker bombasının. Ölümüsevmek değildir bu. Onurlu yaşamıntercihidir. “Teslim olmaktansa parçalanmayıyeğlerim” demektir. Kaldı ki, bu da,yaşama dair en güzel duyguların taşınmasındandoğar.Helkız’ın kuzeyinde Mereto, güneyindeGamıka, bir yanında Sason, ve çevresikorucu köyleriyle çevrilmiştir. Helkız’agitmek zor olduğu gibi kalmak da bir o kadarzordur. Hele orada eylem yapmak dahazordur. Çünkü alanı korucular tutuyordu.Onlar hem araziye hakimdi hem dekraldan daha kralcıydı. Helkız volkanik birdağ olduğu için fazla geniş değildir. Bunedenle tepeyi kim tutarsa çatışma boyuncaavantaj ona geçiyordu.Tepecilerimiz tepeye ulaşır ulaşmaz,düşmanın bazı tepelere konumlandığınıfark etmişlerdi. Sabaha kadar yürümüşolmanın yorgunluğunu daha atlatamadandüzenleme yapıldı ve hızla çatışma düzeninegeçildi. Bölükler tepelere ayrıldı.Takımlar ve timler biçiminde mevzilendi.Çatışma sırasında tüm arkadaşların güvenliğindeve savunmasında olan bir yerdeise hasta, savaşa yeni katılmış arkadaşlarlabirlikte bölge komutanı ve çatışmakoordinesi olan Dılgeş arkadaş kalıyordu.Ben ve kısa bir süre önce İstanbul’danpartiye katılmış olan doktor arkadaşda, yaralanma olduğunda olay yerinegitmek için bekliyorduk.Saat yediye geliyordu. İnceden inceyebir kar yağıyordu. Fırtına yoktu, ama rüzgarüşütüyordu. Ateş yakmış, çevresindedaire oluşturmuş, kahvaltı yapıyorduk.Tam bu sırada tüm mevzilerdi çatışmalarbaşladı. Çok uzakta olmayan mevzilerdenardı arkası kesilmeyen mermi seslerigeliyordu ve biz hangi duygularla kahvaltıyapıyorduk! Yapıyorduk demek yerindeolmaz. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu.Moralsiz değildik, ama, böylesi anlardaen büyük morali, arkadaşların yanındasavaşmanın vereceğini biliyorduk.Onun ötesi avuntudur ve bunu herkes bilir.İşimiz zordu bu yüzden.Grup sorumlusu Doğan arkadaş çokdurgun görünüyordu. Ateşi karıştırıyor,yüksek sesle konuşuyordu. Mermi sesleriniduymamak için özel bir çaba sarf ediyordusanki. Doğan arkadaş savaşkanlığıve cesareti ile tanınıyordu. Böylesi anlardasanki hep en önde olması gerekiyormuşgibi hissettiğinden dolayı arkada kalıncaduygusal olarak yıpranıyordu. Gözleriuzaklara dalıyordu. Bazen ayağa kalkıyor,yüzünü mermi seslerinin geldiği yöneçeviriyordu. Onun bu durgunluğu tümarkadaşları etkiliyordu. Çünkü Doğan arkadaşgirişkenliği, atikliği ve sevgi doludavranışlarıyla tüm arkadaşların sevgisinikazanmıştı. Olduğu her yerde model gibiydi.Ondan öğrenecek o kadar çok şeyvardı ki! Bu nedenle onun sevindiği, üzüldüğüşeyler hepimizi çok etkiliyordu.Gün öğleye kavuşuyordu. Kar aynıtonda ve aynı hızda yağıyordu. Çatışmasesleri gittikçe artıyordu. Dılgeş arkadaştüm mevzilerle bağlantı kuruyordu. Hepsiçok iyiydi. Çatışmanın akşama kadar sürmesigerekiyordu. Gecenin inanılmazavantajından faydalanarak geri çekilecektik.Daha kendimizi düşünmeye vakit bulamadan,noktamızın karşısında duran tepeninarkasındaki uçurumlardan üç askersızmalı bir şekilde çıkmış, tepenin zirvesindeduruyorlardı. Tepedeki yabancı görüntüyüilk Doğan arkadaş görmüştü. Önceonların arkadaş olabileceklerini düşündük.Ancak bu yön ne mevzilere yakındane de orada arkadaşların olabileceğindenDılgeş arkadaşın haberi vardı. Askerlerino uçurumu çıkıp tepeyi tutacaklarınıhiç tahmin etmiyorduk. Daha ne olduğunuanlamadan Doğan arkadaşın,“Yere yatın!” diye bağırışı çınladı kulaklarımızda.Ancak bizi uyardığı gibi kendisiniyere atmamıştı. MG-3’le yapılan taramadakafasından yaralanmıştı. Arkasındakikoca kayalığa çarpıp, yere yığıldı.Nokta bir anda kıyamet gününe döndü.Ne yana baksam yere düşen arkadaşlar,barut kokusu, ardı arkası kesilmeyenmermi sesleri ve uyarı bağırışları... Ateşinkenarına düşen iki arkadaşa baktım. Yapacakhiçbir şeyin olmadığını anladığımdainleyen bir arkadaşın yanına gittim. Yarasıhafifti. Bir yandan arkadaşlarla ilgileniyor,diğer yandan uzaktan uzağa Doğanarkadaşa bakıyordum. Ona yaklaşamıyordum.Doktor arkadaş ilgileniyordu.“Demek yaşıyor” diyordum doktorun onunyanında geçirdiği her dakikada.Yaklaşırsam kötü sonu görecekmişimgibi düşünüyordum. Onu hep ilk gördüğümhali ile anımsamak istiyordum. Biliyordumki kötü sahneler hiçbir zamanunutulmuyor ve bizler en acı veren anlarıdaha çabuk hatırlar, hatta hep o anı anımsarız.Doğan arkadaşı yaralı hali ile değil,güleç haliyle sonsuza dek hatırlamak istiyordum.Birden doktor arkadaş bana dönerek,“yardım eder misin?” diye seslenince,gitmek zorunda kaldım.Alnından aldığı yaradan sızan kan,yanağından boğazına doğru sızıyordu.Bizi duymuyordu, konuşamıyordu da. Sadeceinliyordu. Hem de daha öncedenduymadığım bir acıyla. Belki de Doğanarkadaşa hiç yakıştıramadığım için banayabancı geliyordu bu inleme. Yüzünde deyabancı bir ifade vardı zaten. Donmuş mudesem, acılı mı, öfkeli mi? Bilemiyorum.Ama şunu iyi biliyordum ki Doğan arkadaşıninsana huzur veren, insanı heyecanlandıranbakışı, ifadesi değildi bu.Bazı arkadaşlarımız vardır, bunlar,sanki bakışlarıyla, davranışlarıyla etkili olmakiçin dünyaya gelmişlerdi. Ve her davranışıbaşkalarına güç vermek, örnek olmakiçin yaparlardı. Kendisi için istemek,beklemek ya da dar bir dünyaya tıkanıp,kalmak yoktur onların yaşamında. Buyüzden onlar gidince bizden de bir parçagider gibi olur. Çünkü onlar emekle girmişlerdiyüreklere, oradan çıkmaları dabir o kadar zordu. Sesini duymamak içinkulaklarımı tıkamak istedim. Bakmamakiçin başımı gökyüzüne kaldırıyor, yüzümedüşen birkaç kar tanesinin eriyip, gözyaşımakarışmasını bekliyordum. Ağladığımıkimse görsün istemiyordum. Hele Doğanarkadaşın görmesini hiç istemiyordum.İki arkadaş şehit düşmüştü ve Doğanarkadaş yaralıydı. Çok duygusallaşmıştım.Soğukkanlı olamıyordum. Ne yapacağımıdahi bilmiyordum.Bu arada Dılgeş arkadaş bir grup arkadaşıdüşmanın ateş açtığı tepeye gönderdi.Olup biteni kısaca anlattı, ama şehitlerive Doğan arkadaşın yaralandığınıonlara söylemeye cesaret edemedi. Herkesiniyi olduğunu, bir arkadaşın yaralandığınısöylemişti. Doğan arkadaşın yaralandığınıve diğer arkadaşların şehadetlerinisöylese arkadaşların ne denli olumsuzetkileneceklerini iyi biliyordu. Arkadaşlarkısa sürede tepeyi ele geçirdiler.Cihazda tekmil veriyorlardı. İntikam saldırısıyaptıklarını, çok kayıp verdirdiklerinisöyleseler de rahatlayamıyor, acımızıdindiremiyorduk. Dılgeş arkadaş süreklibize bağırıyor, “Doğan’ı kurtarın!” diyordu.Düşmandan kayıp ne kadar çok olursaolsun, bizim için önemli olan arkadaşlarımızdı.Onlar yeri doldurulamaz boşluklaryaratır. Öldürerek değil, severekyaşamı yaratıyoruz. Sevgiden giden bizdengidiyordur. Yerini ölülerle değil, yineancak sevgiyle doldururuz.Çatışmadaki arkadaşlara hiçbir şeyyansıtmamıştık. Çünkü herkesi etkileyecektive çatışmada istenmeyen sonuçlarayol açabilirdi. Bu nedenle sadece çatışmasonrasına değil, geri çekilme bitinceye kadarsöylememeye karar verdik. Doğan arkadaşıdört arkadaşla birlikte noktanınbeş on dakika yukarısındaki mağarayagötürdük. İnlemesi hiç dinmiyordu, iki arkadaşyanında kaldı ve biz de hızla noktayaindik. En zoru Doğan arkadaşla vedalaşmaktı.Onunla ilk tanıştığımızda davedalaşmadan ayrılmıştık. Belki o tekrarkarşılaşacağımızdan emindi, ama ben bilmiyordum.Gerçi savaş koşullarında neyin,ne zaman olacağı belli değildir. Bazenyıllar öncesinde ayrıldığın arkadaş ilenice tehlike ve yaşanmışlık ardından tekrargörmenin heyecanını yaşarken, bazende iki saatlik bir uzaklıkta ayrılık –hattayan yana bile– gelebilir.Onunla yine vedalaşmayacaktım.Yaşamayacağından emin olmama rağmenbunu yapmayacaktım. Ona gideceğimisöylemeden ayrılmalıydım. Sonkez, kana bulanmış yüzüne baktım. İstemediğimhalde ona veda ediyordum.Bu gencecik beden hangi hayaller veidealler uğruna savaştı. Neler düşlüyordu,nasıl yaşıyordu ve bir mermi ile nasıluçtu tüm emekler. Yaşadıklarının yüceliğininyarımlığına mı üzüleyim, yoksayaşanmamışlığına mı? Göz yaşlarım artıkkaygısızca akıyordu. Aklımdan Doğanarkadaş gibi vakitsiz düşen kaç arkadaşgeçiyordu. Hepsi biraz Doğan’dı.O bir çok yoldaşın güzelliğini aynı andakendisinde toplamıştı ve acısını büyükkılan da oydu. Onunla birlikte vakitsizgidenlerin güzelliklerinin de gitmesiydi.Daha fazla kalmanın bir anlamı yoktu.Her zaman birbirimize söylediğimiz gibi“görüşürüz” dedim. Doğan arkadaşasöylemiştim, ama bana diğer arkadaşcevap verdi. Gülümsedim. Hiçbir zamancevapsız kalmıyordu ve unutulmuş olmuyorduyaşam. Boşluk hemen dolduruluveriliyordu.Kızgınlıkla, öfkeyle, dinmez bir acıylanoktaya koşarak indim. Acele etmeliydim.Çünkü çatışma sesleri azalmıştı, arkadaşlarher an noktaya dönebilirlerdi.Onlar ulaşmadan önce noktada olmalıydım.Doğan arkadaşın yokluğunu nasılaçıklayacağımızı bilmiyordum. Böylesianlarda arkadaşları dört gözle bekleyenodur ve savaşa dair en heyecanlı sahnelerinanlatılacağı arkadaş da Doğan arkadaştır.Adım gibi emindim ki, noktayagelen her arkadaş önce onu soracaktı.İyi bir yalan bulmalıydık.Hava ağır ağır kararıyordu. Güne beraberbaşladığımız iki arkadaş aramızdayoktu ve Doğan arkadaş yaralıydı. Güneşkayar gibiydi dağların ardına. Herşeye rağmen yaşamın sürdüğüne dair izlertaşıyordu bu hüzünlü akşam. Havanınkararmasıyla birlikte gruplar gelmeyebaşladı. Yorgunluğun aktığı gözler ışılışıldı. Hepsi gün boyu yürüttükleri o çetinmücadeleyi anlatmak istiyordu ve benhepsini dinlemek istiyordum. Savaşıbaşka bir açıdan paylaştıysam da onlarıdinleyerek o heyecanlı anları da paylaşmakistiyordum. Belki de gün boyu yaşadıklarımıunutmak istiyordum. Dılgeş arkadaşuyarı yaptı,“Arkadaşlar acele edin. Geri çekilmealanımız oldukça uzak. Hemen yola koyulmalıyız”dedi. Hareket saati gelip çattığında,cevabını beklemeden sordukları“Doğan arkadaş nerede” sorusuna şimdiayrıntılı bir cevap bekleyerek soruyorlardı.Vereceğim her cevabın yalan olduğunuhemen hissedeceklerini iyi biliyordum.Ben de arkamı dönüp “bilmiyorum”diyordum.Sonra şehit düşen iki arkadaşın yokluğufark edildi. Dılgeş arkadaş sert bir komutla,“Bazı şeyleri öğrenmek zorunda değilsiniz.Örgütsellik diye bir şey var herhalde.Çabuk askeri düzene geçin, gidiyoruz”dedi. Bu uyarı üzerine kimse sorusormadı.Düşman bulunduğumuz yeri tahminediyordu. Çevremize çember pusu atmıştı.Saatler ilerledikçe çemberi daraltıyordu.Planladığımız yola girer girmezbir pusunun içinde olduğumuzu anladık.Yolumuzun yönünü aşağı doğru kaydırdıkama çok ağır yürüyorduk. Öncülerhem yolu keşfediyorlardı hem de önümüzdepusu olup olmadığını kontrol ediyorlardı.Bu nedenle beş dakikada katedeceğimiz yolu yarım saatte alıyorduk.Hiç hesaba katmadığımız şey ise, arkadaşlarınmağaranın önünden geçerken,Doğan arkadaşın sesini duyacak olmalarıydı.İçeriden Doğan arkadaşın bağırışıve inleme sesleri geliyordu. Arkadaşlar okadar ağır yürüyorlardı ki, mağarada inleyensesin Doğan arkadaşa ait olduğunuanlıyorlardı. Artık saklayacak bir şeykalmamıştı. Sesi duyan, yönetimin yanınakoşuyor,“Doğan arkadaşı da götürelim” diyordu.Ağlayanlar, mağaraya gitmek isteyenleroldu, ama Dılgeş arkadaş hiç kimseninsırasından çıkmasına izin vermiyordu. Diyebilirimki o yarım saatlik yürüyüş tüm arkadaşlaraişkence gibi gelmişti ve gün boyualdıkları moral bir anda uçup, gitmişti.Doğan, büyük ve karanlık mağarada,kendinden geçmiş bir halde inlerken, bizçatışmada hafif yaralanmış arkadaşlarlabirlikte oradan uzaklaşıyorduk. Ardımızdaunutulmaz anıları ve güzel yoldaşlarıbırakarak gidiyorduk. Karanlık ne gözyaşımızısaklayabiliyor ne de acımızı dindiriyordu.Doğan arkadaşın kısa bir süresonra şehit düşeceğine emindik, sadecebekliyorduk. O anı görmediğimiz için hepimizbiraz olsun şanslı mı sayılırdık, bilemiyorum.Ama Doğan ve diğer arkadaşlarıkaybettiğimiz için ve acılarınıpaylaşarak hafifletemediğimiz için deşanssız sayılırdık.Yoldaşın sevgisini paylaşmanın onurukadar, onun yokluğunu doldurma çabasıda değerlidir. Çünkü o biraz ben, biraz daKürdistan’dır.


Sayfa 34Temmuz 2003Serxwebûnfiehitler devrimci eme¤inyo¤unlaflm›fl bir ifadesidirAdı, soyadı: Selman AkbaşKod adı: ZamaniDoğum yeri ve tarihi: Mardin Çelikekköyü ...Mücadeleye katılım tarihi: 1992Şehadet tarihi ve yeri: 21 Şubat 2003,Çığ altında şehitİnsan emeğin mülkiyeti konu edilmesi ilebaşlayan, insanın kendisine, topluma vedoğaya yabancılaşma süreci aynı zamandaözgürlük ve eşitlik arayışını beraberinde getirdi.İnsanlığın doğuşuna ve yükselişine kaynaklıkeden Ortadoğu bu anlamda çelişkilerinbaşlangıç alanıdır. Uygarlıksal gelişmeninyatağı olan Ortadoğu bir anlamıyla dainsanlığın yarattığı birikimlerin temelidir. Ortadoğu’nunbu konumu günümüzde dahabir anlaşılır hale gelmektedir.Ortadoğu’nun merkezinde yer alan Kürdistanise, tüm çelişkilerin bileşkesi gibidir.İnsan emeğinin yarattığı uygarlık değerlerinindoğduğu yerdir. İlk insan, ilk yerleşim,ilk üretim, ilk aile, devlet, kültür, sanat kısacaher şey özgürlüğün ve eşitliğin yaşandığıneolitik devrimin geliştiği alandır. Kürdistan’daderinden yaşanan neolitik devrim etkilerinigünümüze kadar taşırırken, ilk yabancılaşmanınyaşandığı alan olması itibariylede egemen sistemin şiddetli etkilerinigünümüze kadar yaşamıştır.Tarihsel, sosyolojik gerçekliği böyle olanbir alanda yaşamak ve yaşam mücadelesivermek başlı başına bir olaydır. O nedenlekahramanlıklarla ihanetlerin at başı koştuğubir gerçekliği vardır.Ezilenler adına mücadele yürütmek demek,egemenlerin tüm hışmını üzerine çekmek,her türlü zulmü göze almak ve her türlüfedakarlıkta bulunmak demektir. İşte geneldeOrtadoğu, özelde Kürdistan’da özgürlükve eşitlik mücadelesi yürütmenin anlamıbudur. Bu nedenle adına kahramanlıkdestanlarının, şiirlerinin ve türkülerinin dizildiği,yazıldığı ve söylendiği özgürlük kahramanlarınındoğuş gerçeği böyledir.Bireyde toplumu, toplumda bireyi çözümlemekmümkündür. Birey ve toplumarasındaki diyalektik bağ tartışmasızdır. Tarihsel,toplumsal birikimin ifadesi olan birey,az veya çok onu yansıtır. Hangi yönlü yansıttığıveya yansıtacağını ise bilinci belirler.Bilinci oranında etkin rol oynar. Bu anlamdadevrimci bilince sahip birey, hem geçmişiçözümler, hem günceli anlar, hem de geleceğiformüle eder. Kişiliği geçmişten geleceğeuzanan köprü gibidir.Kuşkusuztopluma öncülükedenler az yetişir.Nicelik olarakaz olan, ama nitelikleriyletoplumayön verenöncüler geleceğinyaratıcılarıdır.Bu anlamıylaezilenler nezdindekahramanolarak görülenöncüler, egemenlernezdindetehlikelidirler veetkisizleştirilmeyeçalışılırlar.Şehit ve şehitlikkavramları bunoktada devreyegirer. Her ne kadaregemenlertarafından çarpıtılarakkullanılıyorsada, bu kavramlaren çok özgürlük ve eşitlik mücadelesindeyaşamını yitirenler için kullanılır. Milyonlarıbulan şehitler ordusu, bu kavramlarıkutsallık derecesinde değer görür hale getirmiştir.Şehitler ezilen ve sömürülen insanlığınyüz akı, onur ve gurur kaynaklarıdır.Kürdistan gibi bölünüp, parçalanılarakpaylaşılan bir ülkede mücadelenin dahazorlu gelişeceği, bedellerinin daha ağır olacağıaçıktır. Egemen gerici sistemin inkarve imha çizgisindeki ısrarı, bu bedeli dahada ağırlaştırmıştır.Özgürlük ve eşitlik hareketi olarakPKK’nin doğuşu, Kürdistan’da yeni bir döneminbaşlangıcına yol açar. Yabancılaşmanınher türüne karşı öze dönüşün ifadesiolan bu çıkış, egemen sistemin uzantılarınınhışmına uğrar. Kürdistan halkı, PKKşahsında direnişe geçer ve on beş yıllık savaşpratiği sergilenir. Her türlü eşitsizlik ortamında,gücünü haklılığından alan bu direnişyepyeni değerler ortaya çıkarır. Örgüt,Önderlik, strateji, taktik, savaş, barış, gazilik,şehitlik gibi olgularda ifadesini bulan direnişsüreci, yok oluşun eşiğine getirilen birhalkın yeniden dirilişini ifade eder.Ulusal toplumsal kurtuluş mücadelesitüm Ortadoğu’yu ve giderek uluslararasıalanı etkiler hale gelir. Ezilen sömürülen insanlıkiçin, bilinç, direnç ve umut kaynağıolarak giderek artan oranda etkili olur.Sosyal, siyasal ve kültürel etkileri oldukçaderin olan özgürlük mücadelesiyleegemen sistem sorgulanmaya, yargılanmayabaşlanır. Beş bin yıllık egemenliksistemi temelden sarsılmaya başlar. İnsanlığınözgür geleceği olan sosyalizmineşitlikçi ve özgürlükçü değerlerine özlemdaha bir gelişir. Kürdistan dağlarında yananisyan ateşleriyle ısınan halklar hareketegeçmeye başlar. Gerillanın özgürlükyürüyüşüne katılan milyonlar ile adetadeprem yaşanır.Otuz yılı aşkın bir süreci bulan özgürlükmücadelesi böylesine görkemli değerleriortaya çıkarır. Kuşkusuz bu mücadeledesaf tutan, emek veren, bedel ödeyenherkes kahramanlık destanlarının yaratıcılarıdır.Ulaşılması en güç mertebe olan şehadetmertebesine ulaşan şehitler gerçeğinianlamak, o nedenle oldukça önemlidir. Onlaren değerli varlıkları olan canlarını fedaederek bu konuma ulaşmışlardır. Gelecekkuşaklara Onları taşıma sorumluluğu herözgürlük militanının görevi olmaktadır.İşte bu kahramanlardan biride Zamaniyoldaştır. Çığ felaketinde şehit düşen Zamaniyoldaş, Mardin’in Çelikek köyünden,Güneybatı Kürdistan’a göç eden bir aileninilk çocuğudur.Kürdistan’ın bölünüp parçalanması vepaylaşılması gerçeğini en yakıcı bir şekildeZamani yoldaşın ailesinde görmek mümkündür.Bir dönem Güney Kürdistan’dapeşmergelik yapan babası, yaşanan yenilgilersonrası peşmergeciliği bırakır ve GüneybatıKürdistan’a geri döner.Ailede yurtseverlik duyguları güçlüdür.Ekonomik sıkıntılar sonucu aile tekrar KuzeyKürdistan’a dönüş yapar. Önce Hasankeyfve Batman çevrelerinde kalınır. Yaşamınzorlukları aileyi Türkiye metropollerinegöç etmek zorunda bırakır.Kürdistan’ın her üç parçasında yaşananzorluklar onları Çukurova’nın Adana’sınagöç etmek zorunda bırakır. Yurtseverlikduygularıyla yüklü olarak geldikleri Çukurova’dayaşam mücadelesi verirler.Çukurova yoğun bir Kürt nüfusu barındırır.Ekonomik sıkıntılar içerisinde yaşayanKürtler aynı zamanda ulusal kimliklerini korumamücadelesi de verirler. Şehirlerin varoşlarındakümelenerek kendilerini korumayaçalışırlar.Sınıfsal ve ulusal çelişkinin rahatlıklagörülebildiği bir alan olan Çukurova’daAdana, merkezi bir rol oynar. DolayısıylaAdana gelişmelerden ilk etkilenen ve etkileyenkonumdadır.Ailenin altı erkek, iki kız kardeşten oluşançocuklarının en büyüğü olan Zamani yoldaş,babasını kaybedince tüm aileye bakmak veihtiyaçlarını karşılamak zorunda kalır.Erken yaşta yüklenilen bu ağır sorumluluk,O’nu yaşıtlarından farklı kılar. Emeksavaşımında yerini alır, elektrikçilik yapar.Bu da ulusal çelişkinin yanı sıra, sınıfsalçelişkinin de şiddetli bir tarzda yaşanmasınayol açar.12 Eylül darbesi sonrasında yaşananvahşet ortamını sınırlı da olsa görür ve düzeneyönelik tepkisi daha da bir gelişir.1984 15 Ağustos Atılımı ise Onda bambaşkaetkiler yaratır. Sevinci görülmeye değerdir.Ulusal kimliğini daha cesaretlice sergilerve savunur hale gelir. Her yerde olduğugibi, Adana’da da Kürtler arasında yakınlaşma,birleşme durumu gelişir.Kürdistan’dan gelen haberlere kulak kabartırlar,mücadelenin gelişimi onları da sarıpsarmalar. Adeta tek gündem maddeleriülkedeki mücadele olur. Elbette metropollerdede mücadele yankısını bulur ve hareketlilikbaşlar.Adana’da yurtsever gençliğin mücadeleyekatılımı ve eylemlilikleri ilgiyle izlenir.Varoşlarda yaşayan halk, ilgisini desteğedönüştürür. Gülbahçe, Dağlıoğlu, Anadolu,Barbaros gibi varoşlar kitle gösterilerinesahne olur.Özgürlük hareketi sempatizanlarıyla hareketeden Zamani yoldaş, hızla bir propagandacıve örgütleyici haline gelir. Aile ortamıyurtsever duyguların verdiği güçle çalışmamerkezi haline gelir. Gençliği gerillayakatılmaya çağıran Zamani yoldaş, her aileninbu yükümlülüğünü dile getirirken, kendiside kararlılığını vurgulamış olur. Kardeşlerininyaşça küçük oluşu nedeniyle kendisigerillaya katılır ve ’92 yılında ülkeye yönelir.Özlemlerini duyduğu vatan topraklarınatekrar kavuşma coşkusunu yaşar.Artık Zamani yoldaş bir gerilladır. Propagandasınıyaptığı kahramanlıklarına methiyedizdiği gerilla, bu kez kendi kişiliğindetemsilini bulmaktadır. Botan ve Zagros eyaletlerindegerilla faaliyetlerinde bulunur. Takımkomutanlığı düzeyine kadar yükselir.Cesareti ve soğuk kanlılığıyla tanınanZamani yoldaş, gerilla saflarında bu yeteneklerinimahirane bir biçimde sergiler. Yoldaşlardasevgi ve saygı kaynağı haline gelmektegecikmez.Birçok alanda faaliyet yürüten Zamaniyoldaş için Kuro Jahro’nun ayrı bir anlamıvardır. Çevresindeki dağlara göre daha biryüksek olan Kuro Jahro, büyük direnişlerinyaşandığı bir dağdır. Bir açıdan Avaşin’e,bir açıdan Zap’a, bir açıdan da Gare’yeyüksekten bakan Kuro Jahro 1995-97 güneysavaşlarında stratejik rol oynar.Onlarca yoldaşın şehit düştüğü çatışmalarasahne olan Kuro Jaro’da gerilla direnişinekatılan Zamani yoldaş oradaki şehadetleriunutamaz.Devrim sonrasında Kuro Jahro’da yaşamaisteğini sık sık dile getiren Zamani yoldaş,orada yaşadığı anılarını resimlerine veşiirlerine yansıtırdı. Çok iyi çalamadığı sazeline geçtiğinde hüznünü dizelere dökerdi.Türkülerle yoldaşları anardı.Bir gerillanın yoldaşlarına bağlılığı eşsizdir.Acılarını, sevinçlerini, zorluklarını veumutlarını paylaşırlar. Her şehit düşen yoldaş,özlemlerin bileşkesi olur. İşte Zamaniyoldaş bu duygularla yüklü olarak anılardayol alırdı.Botan alanından Güney Kürdistan’a göçetmek zorunda bırakılan binlerce yurtseverinoluşturduğu Etruş kampına bir süre içingörevli olarak giden Zamani yoldaş, halksevgisini iliklerine kadar yaşar.Yoksulluk, hastalık, açlık içerisinde olanbinlerce yurtseverin özgürlük umudu ve direnciO’nu oldukça etkiler. Halkın her türlüzorluğa rağmen direnişte ısrarına tanıkolur. Gençlerin gerillaya katılımı ile kampadeta gerilla ailelerinden oluşur.Bir anlamda Zamani yoldaşın ailesi degerilla ailesi olduğundan onlarla özdeşleşir.Gece gündüz demeden halkı için çalışır,her türlü zorluğu paylaşır. Görevini tamamladıktansonra tekrar dağlara, yani gerillasaflarına döner.Zamani yoldaşın yaşamında bir dönümnoktası olan uluslararası komplo sarsıcı etkileryaratır. Her özgürlük militanı, her gerillagibi O da şok durumunu yaşar. Önderliğinesaretini kabullenemez. Duygu fırtınalar içerisindedir.İntikam duyguları içerisinde düşmanayönelmek için sabırsızlanmaktadır.Önderlik gerçeğini yakından bilinlerdendir.Tüm özgürlük değerlerinin yaratıcısı vebileşkesi olan Önderliğe uzanan elleri kırmakisteğiyle dolup taşarken, derin sorgulamalarıda yaşar. “Yetersiz yoldaşlığın” nedenleriüzerinde düşünür. Ağır duygusallığınetkisiyle sağlıklı bir düşünce ortamınıve yoğunlaşmasını da yakalayamaz.Önderliğin esaretiyle zaten intikam eylemleribaşlamıştı. Ülke içinde, dışında, dünyanınher tarafında ayağa kalkan Kürt halkınıneylemlerine gerillanın fedai tarzındakiyanıtı karşısında komplocu güçler ürküntüyekapılmışlardı. Komplo istedikleri sonucaulaşmamıştı. Ama Önderlik ellerinde esirdi.Bu esareti kabul etmeyen milyonların yenibir direniş sürecine girecekleri tabiiydi.Komplo koşullarında mücadele nasılgeliştirecek? Hangi stratejik, taktik yaklaşımlarlabu mümkün olacak? Örgütsel gelişmenasıl sağlanacak, gibi birçok soru kafalarımeşgul ederken, Önderliğin belirleyiciliği,öngörülü ve çözümleyici konumu birkez daha kendini göstermekte gecikmedi.Önderliğin demokratik çözüm bildirgesisürecin olası gelişim doğrultusunu ortayakoyarken, tüm sorulara da ana hatlarıylayanıt oluşturuyordu. AİHM’e sunulan “SümerRahip Devletinden DemokratikUygarlığa” başlıklı Demokratik UygarlıkManifestosu ise her şeyi netleştiriyordu.Önderlik savunması ile ideolojik, politik, örgütselve askeri çizgi netleştirilirken, yenimücadele sürecinin yolu da açılıyordu.Zamani yoldaş o süreçte eğitim ortamındadır.Xınere alanında yürütülen eğitim çalışmalarınakatılım göstermektedir. Önderliksavunması Xınere’ye ulaştığında yaşanancoşku görülmeye değerdir. Özgürlük hareketininher militanı Önderlik çizgisinde eriyerekyetkinleştiğinden, savunmaların anlam veönemini en iyi bilen konumundadırlar.Savunmalar ekseninde planlanan eğitimleroldukça verimli geçer. Savunmalarıanlamaya, özümsemeye ve kişiliğine yansıtmayaçalışan her bir yoldaş gibi, Zamaniyoldaş da yoğun çaba içerisine girer.Yoldaşların kolektif birikimi tamamlayıcırol oynar. Eleştiri özeleştiri gerçeğini yetkinceyaşarlar. Daha bir aydınlanmış,güçlenmiş şekilde eğitimlerinin başarıylatamamlarlar.Zamani yoldaş eğitimdeki yoğunlaşmasınıpratikleştirmek üzere Demokratik AydınlanmaBirliği çalışmalarına katılım gösterir.Bir grup yoldaşla birlikte yeni kurulmasıdüşünülen matbaanın sorumlusu kılınır.Emekçi karakteri ön planda olan Zamaniyoldaş matbaanın yer seçiminden tutalım,tüm çalışmalarında aktif olarak yer alır, öncürol oynar. Gece gündüz demeden çalışırve matbaayı kurar.Demokratik uygarlık çizgisi temelindeçıkan yayınların basımı ve dağıtım göreviniüstlenen matbaa, yoldaşların kırtasiye ihtiyaçlarınıda karşılar. Dağ koşullarında yürütülenböylesi önemli bir çalışmayı başarıylayürütür.Zamani yoldaş teknik becerisi ile tanınır.Adana’da edindiği tecrübe, çalışmalarınakatkı sunar. Militanlığının bir gereği olarakemekte sınır tanımaz. Moral ve coşkusunuçalışma ortamına yansıtarak yoldaşlarınımotive eder.Öyle çalışmalar vardır ki, genele hizmeteder ve kolektif kazanıma yol açar. Zamaniyoldaşın bu anlamda her bir yoldaşaemeği geçmiştir, denilebilir. Örgütsel emeğinyaratıcılarından olan Zamani yoldaş onedenle saygı uyandırmıştır.Demokratik aydınlanma çalışmalarınınönemini ve anlamını iyi bilince çıkararakpratikleşen Zamani yoldaş, kış sürecininağır koşullarında çalışmalarını aksatmamıştı.Çok yönlülüğü kişiliğinde yer etmiştir.Sosyal etkinlikleri, sanat etkinlikleri gözeçarpıyordu. Saz çalması, resim yapması,şiir yazması kişiliğindeki çok yönlülüğü yansıttığıgibi, ideolojik moral değerlerle örülümilitan yaşamın ifadesiydi.Geçen yıllara oranla kışın oldukça ağırgeçmesi çığ tehlikesini de doğurmuştur. Xınerealanı Zagroslar’ın bir uzantısıydı ve oldukçakar alıyordu. Nitekim yoğun kar yağışıile birlikte kopan bir çığ kütlesi Zamaniyoldaşı aramızdan aldı.Devrim sonrası Kurê Jahro’da yaşamaistemini gerçekleştiremedi, ama anlamlı biryaşamın sahibi olarak ölümsüzler kervanındakiyerini aldı.Şehit Şerif kabristanında defnedilen naaşıönünde saygı duruşunda bulunan veO’nu son yolculuğuna omuzlarında uğurlayanyoldaşları, Zamani yoldaşa karşı sorumluluğungereği olarak anısını yaşatmakararlılığını yinelediler.Zamani yoldaş devrimci emeğin yoğunlaşmışbir ifadesi olarak bilinçlere kazındı.Dünümüz, bugünümüz ve geleceğimiz olanşehitlerimiz, bilinç, direnç ve inanç kaynaklarımızolarak mücadelede yaşatılacaklardır.Zamani yoldaş şahsında anılarına bağlılığınbir gereği olarak özgürlük ve eşitlikmücadelesini zafere ulaştırma kararlılığımızıyineliyoruz.Şehitlerimiz ölümsüzdür!Mücadele arkadaşları


Serxwebûn Temmuz 2003Sayfa 35APOCU HAREKET GER‹C‹ STATÜKOLARA MÜDAHALE GÜCÜDÜRBafltaraf› 5’teABD’ye o biçimde karşı olunamadığı,Irak’ta açıkça ortaya çıktı. O tarz bir karşıtlığınbaşarı şansı da yok, yenilgi getirdi. Sadecegerçekleri söylemekle yetinmek olmaz.Bu bir aydın yaklaşımı olur. Devrimci örgütler,siyasetçiler yapmakla yükümlüdürler vebu biçimde aydınlardan ayrılırlar.ABD’nin çözdüğünün lafını etmemiz yeterlideğil, “sistemleri çözmek, sadeceABD’nin işidir, bizim değil, biz yapamayız”diyemeyiz. Eğer yapamamışsak, bu, zayıflığımızdan,hatalarımızdan kaynaklandı, yapılamazlıktandeğil. “Ancak bu kadar olur,mücadeleyle buraya gelinebilir. Halkların dahafazla sistem değiştirme güçleri yoktur.Ancak daha büyük askeri güçler, daha küçükolanları çözebilir” gibi bir eğilim giderekgörülüyor. Bu, kesinlikle devrimci bir zihniyetdeğildir. Bundan güce tapınma çıkar. “Değiştiricibir güç olabilmek için büyük ekonomikve askeri kaynaklara sahip olmak gerekir”demek; halklar durdukları yerde öyle birkaynağa sahip olamayacaklarına göre,“halklar, devrimci demokratik güçler hiçbirşey yapamazlar. Ancak en büyük devlet herşeyi yapar” demektir. Amerika, biraz bu zihniyetiyaymaya çalışıyor. Eğer biz de bunakatılırsak, ABD zihniyetine teslim olmuş oluruz.Bu, ne bilimsel ne de devrimci bir yaklaşımdır.Dünyanın bütün devrimleri –en baştada PKK devrimi– bu gerçeği yadsıyor, bugerçeğin böyle olmadığını ortaya koyuyor.Şimdiye kadar ki gelişmeler nasıl yaratıldı?Apocu hareketin tarihine bakalım, Önderliğintarihi gelişmelere ilişkin yaptığı değerlendirmelerigözden geçirelim, gerçeklerinöyle olmadığını açık görürüz. Demek ki, sadecebüyük askeri, ekonomik imkanlara sahipolanlar değişiklik yapmıyorlar.Önderlik savunmalarında ortaya konulançizgi doğrultusunda ne kadar aktif, etkili, sonuçalıcı pratik geliştirirsek, dış müdahaleninönünü o kadar alırız. Biz, bu sorumluluğun altındayız.Önderliğin ortaya koyduğu doğrulartemelinde yeterince örgütlenme gelişmemiş,eyleme dökülmemiş, dolayısıyla politik sonuçlarıalınamamıştır. Zayıf kalmıştır. Biz pratikteetkili politikalar, taktikler izleyemedik, demokratikserhildanı, bu gerici statükoyu parçalayacakbüyük bir güç, motor kuvvet olarakgeliştiremedik. Halkımız birkaç yıldır Kuzey’de,Doğu’da, Güney’de, Küçük Güney’de,yurtdışında büyük bir fedakarlıkla eylemlerekatılıyor. Elinde olan her şeyi mücadeleyeveriyor. Kimsenin eline böyle bir halkgücü geçmez. Halk Özgürlük mücadelesinden,Önderlik gerçeğinden çok etkilenmiş.Mücadelenin istediği her türlü cesaret ve fedakarlığıgösteriyor. Bu büyük mücadele gücübirçok çevreyi ürkütüyor. Demokratik değişimidayatıyor, bunlar birer gerçek. Ama yürütüleneylemlere bakalım; üst üste yığılıp birkanala akamadı, politik havuzda biriktirilipsistem değişikliği ortaya çıkarmadı. Stratejihakimiyetimiz zayıf olunca; taktiklerimiz, birstratejik zincirin halkaları biçiminde oluşmadı.Serhildanlar gericiliği zorladı, açığa çıkardı,ona darbe vurdu, ama çözemedi.Değişim bir süreçtir. Onu doğru okumak,zamanında müdahale etmeyi bilmek, gelişmeyaratacak stratejik ve taktik bilince sahipolmak gerekli. Bu strateji ve taktiklerin gerektirdiğieylemle örgütü geliştirmede gereklisorumluluğu, duyarlılığı, cesareti ve yeterlifedakarlığı göstermek gerekli. Bunlar üstüste bindi mi, sıfırdan büyük gelişmeler ortayaçıkarılabiliyor. Bu nedenle; serhildanı iyiyürütemediğimizi kabul ederek; nerede venasıl yürütemedik, ne tür hatalar yaptık, netür eksikliklerimiz var, ne kadar anladık veyaniye serhildanı yeterince uygulayamadık?Bunları sorgulayıp eleştirmemiz gerekiyor.Yeni durum değerlendirmemizin en önemliyanlarından biri özeleştiridir.15 Şubat 2001 ile başlattığımız baharkampanyasından, yurtdışındaki ulusal, siyasalkimliği sahiplenmeye, arkasından anadilkampanyasına, seçim kampanyasına, Önderliğisahiplenme kampanyasına, şimdi halkkampanyasına... Sanki bir stratejik zincirinhalkaları değil de, hepsi ayrı yerlerden çıkmışayrı olgular gibidir. “Bu, sadece bir mücadeledir,halkı mücadeleye çağırdık, kitleler eylemyaptılar” demekle yetinemeyiz. Sonuçları toplanıpbir siyasete dönüşmedi. Bunların sonuçlarınıntoplanıp siyasete dökülmesi ne demektir?Güçlü bir serhildan örgütünün oluşmasıdemektir. Yine sol demokratik blokun,Türkiye iktidarını ele geçirdiği ya da geçirmeyehazır hale geldiği bir güce ulaşması demektir.Şimdi ortada ne öyle bir blok ne deserhildan partisi var. Birçok eylem yapmışız,ama büyük bir birikim ortaya çıkmadı. Her eylemkampanyası halka halka birbirine bağlanıpbir stratejik zincir olarak Türkiye’deki oligarşikrejimi çözüme götürecek bir yönelimdüzeyine ulaşmadı. Oligarşik yapının çözülmemesi,ne onun güçlülüğünden oluyor nede halkların serhildanlarının rejimleri çözecekyeteneğe sahip olmamasından. Bizim bu işidoğru ve yeterli yapamamamızdan kaynaklanıyor.Soyut bazı teorik kalıplardan değil, yürüttüğümüzkampanyalardan, yaptıklarımızdanyola çıkarak bunu sorgulamamız gerekiyor.Serhildan partisi nerede, serhildan örgütününe kadar geliştirdik? Serhildanın öncülerikadın ve gençlik örgütleri ne durumda, nekadar örgütlü öncülük haline gelebildi? Serhildanınmotor gücü gerilla, halkı gerçekten nekadar serhildana davet ediyor, etkiliyor, sürüklüyor,geliştirilen baskılar karşısında halkıne kadar savunuyor?Önderlik, “altı ay benim istediğim gibi uygulamayapılsa rejimler sökülür atılır” dedi.Biz, 2001 başını esas alırsak iki buçuk yıl oldu.Değil bir altı ay, beşinci altı ay da tamamlanmışaltıncı altı aya giriyoruz, amahiçbir yeri söküp atamadık. Önderliğin tanımıbir abartıdır diyebilir miyiz? Hayır! Kesinliklene bir abartı ne de bizi teşvik etmek içinsöylenmiş bir sözdür, gerçeğin ifade edilmesioluyor. O zaman, sadece “şunlar oldu,şunlar olmadı, şu kadar başarılı olduk” demekleyetinmek değil de, olması gerekeniortaya koyup bunun neresine ulaşıldığını,eksik kalmışsa neden ulaşılmadığını sorgulayarakbu sürece bakmamız gerekiyor.Önderlik, “demokratik yöntemlerle bu değişiminolmasını tercih ederiz” dedi. Sürecinçatışmaya giden bir süreç olabileceğini değerlendirerek,bu konuda tarih olarak 1 Eylül’übelirledi. Herkesin kendi yaklaşımını ortayakoyacağı, demokratikleşmenin adımlarınınyer alacağı yol haritası denen bir planlamanınortaya çıkması gerektiğini; bu çıkmazsa,mevcut kilitlenmeyi demokratik değişimyönünde çözecek müdahale gerektiğinivurguladı. Demokratik yöntemle değişim olmazsa,bu kilitlenme, tıkanma çatışma yaratır.Eğer demokratik halk güçleri müdahaleetmez, inisiyatifi ele geçirmezse, AmerikaIrak’ta olduğu gibi müdahale edecek. DolayısıylaTürkiye’de de Amerikan egemenliğigelişecek. Ona izin vermemek için, dış müdahalezeminini kurutmak, buna zemin olaniçteki tıkanmayı aşmak için, mevcut durumademokratik müdahale gerekiyor. Demokratikyöntemlerle olursa iyi, bu olmazsa çatışmaile yapmak gerekiyor. Önderlik, “gerilla bugörevi üslenmeli” dedi. Dolayısıyla gerillayabu fonksiyon, bu görev düşüyor. Demokratiksiyasal mücadele stratejisinde gerillanın rolünedir? Meşru savunma stratejisinde gerillanınkonumu nedir? Güvencedir, teminattır,demokratik serhildanın üzerinde yükseldiğitemel güçtür. Demokratik serhildanın tıkandığıyerde, önünü açan kuvvettir.Demokratik siyasetin işlemediği, demokratikdeğişim için yol haritasının oluşmadığıkoşullarda bu gericiliği darbeleyecek bir gerillahamlesini her bakımdan geliştirebilmekgerekecektir. Böyle bir darbeyi vurur, serhildanınönünü açarsa, dönemin stratejisine vetaktiğine bağlı hareket etmiş olur, stratejiyebağlı olarak taktik görevler üslenen ve yerinegetiren bir kuvvet haline gelir. Biz böylebir sürece doğru gidiyoruz. Tek yanlı, üstünkörü, ucuz karar veren olmayalım, ama tarihinönümüze koyduğu görev ve sorumluluklarıüstlenmekten de geri durmayalım. Demokrasiistemek, özgürlük istemek, işlerindemokratik yöntemlerle olmasını arzu etmekiyidir. Ama bunlar her zaman ve her yerdeolmaz, böyle bir süreç mücadeleyle yaratılır,kazanılır. Bunu ortaya çıkaracak bir mücadeleyiyürütmemiz gerekiyor. Dolayısıylakendimizi çok yönlü taktik mücadele yürütecekbir konuma getirmemiz gerekiyor.Ortado¤u’nun demokratik uygarl›k ç›k›fl›n›onur ve özgürlük savafl›yla gerçeklefltiriyoruzBafltaraf› 8’deABD Irak’tan bazı dersler çıkardı. Irak işgalindensonra Amerika Ortadoğu’yu birazdaha yakından gördü ve tanıdı denilebilir. ZatenAmerika’nın temel özelliği; pragmatizmdir.Bu nedenle güncel olarak yeni bilgileri, yenidurumu değerlendirmesini biliyor. Şimdi KürtlerinSaddam Hüseyin rejiminin çözülmesindekirolünü görünce, mevcut statükoyu çözmedebölgede Kürtlerin taşıdığı anlamı, önemide gördü. Saddam Hüseyin rejiminin çözülmesindeAmerika’nın bölgede en çok dayandığıgüç, Güneyli Kürtler; işbirlikçi güçler,KDP, YNK oldu. Kürt özgürlük hareketi olarakAmerika’ya karşı Saddam Hüseyin rejimini,Ortadoğu’daki eski statükoyu, Kürtler üzerindekiinkar ve imha statükosunu korumak elbettebizim işimiz olmazdı. Bu şekilde yaklaşmadığımıziçin bazıları; Amerika işbirlikçisi olduğumuzu,özgürlükten, bağımsızlıktan, demokrasidenvazgeçtiğimizi söylediler. Elbetteki,Saddam’ı koruyarak özgürlükçü olunmaz.Kendimizi saldırı hedefi yapmadık, olaylarındışına da ittirmedik, halklardan uzak datutmadık. Bu tutum olmasaydı; şimdi Irak’taABD ile çeşitli çevrelerin çatışması değil,Kürtlerle Arapların çatışması yaşanıyor olacaktı.Kürt ve Arap milliyetçilikleri bu denli karşıkarşıyaydı. Bunu bizim tutumumuz önledi.İki halkı bir arada tutan temel çizgi durumundayız.Dayanışmayı, kardeşliği geliştiriyoruz.Ye n i bi r tarih yapmaf›rsat› yakal›yoruzŞu artık ortaya çıktı; Türkler, Araplar veFarslar yanında bölgenin temel bir gücüolarak Kürt toplumu, tarih sahnesine çıkıyor.20. yüzyıl sisteminin aşılması bunu ortaya çıkartacak.Neden? Çünkü bu sistem Kürtlerininkarı üzerinde kuruldu. Bu sistemin parçalanmasıher şeyden önce Kürtleri ortaya çıkaracaktır.Fakat Kürtlerin bu statükonun parçalanmasındave yeni Ortadoğu’nun kuruluşundatarih sahnesine bu yeni çıkışları nasıl olacak?Hangi çizgide olacak? Çatışma bununüzerinedir. Türkiye, İran, Suriye ve SaddamHüseyin rejimleri 20. yüzyılda yaptıklarıylaKürtlerin karşıtlığını tümüyle kazandıkları için,Kürtler eski statükodan yana olamazlar. Buradaiki eğilim var; birisi, kayıtsız, şartsızAmerika işbirliğine yönelen eğilimdir, diğeride halkların demokratik birliğini geliştirmeeğilimidir. Yani demokrasi ve özgürlük eğilimi.Önderlik bunu formüle etti, böyle bir çizgiyigeliştirdi. Savunmalarda; Kürtlerin mevcut ortamıdoğru değerlendirerek, halklarla ittifaklaroluşturarak, yeni bir Ortadoğu’yla yeni birdünya yaratma mücadelesine öncülük etmelerigerektiğinin altı çizilmektedir. Özgürlükhareketimizin izlediği yol, izlediği çizgi bu çerçevedegelişiyor. Bu anlamda ABD ile Ortadoğudevletleri arasındaki çatışma, bizim Ortadoğu’dahalkların birliğine ve kardeşliğinedayalı demokrasi ve özgürlük çıkışını yapmamızınzeminini daha çok güçlendiriyor. Gericilikkendi içinde çatışarak zayıflıyor, halklariçin çıkış ortamını güçlendiriyor. Bütün Ortadoğuçapında gerici çatışmanın yarattığı zemin,halkların özgürlük ve demokrasi çıkışıiçin oldukça elverişlilikler arz ediyor.Bu anlamda, 14 Temmuz gibi bir büyük çıkışıgeliştirebilmemiz gerekiyor. 14 Temmuzbir onur savaşımı başlattı. “İnsanlık onurununçiğnenmesi kabul edilemez” dedi ve bunutopluma mal etti. Şimdi de hem eski gericistatükoya karşı hem de dıştan gelen imparatorluğuhedefleyen emperyalist egemenliğekarşı bölgenin onur ve özgürlük savaşımınıgeliştirerek, Ortadoğu’nun demokratik uygarlıkçıkışını gerçekleştirmek gerekiyor.Böyle bir noktada, 1 Eylül’e doğru giderkendemokratik yöntemle çözüm sürecinin gelişmesiçok işleyeceğe benzemiyor. Yanılmamakgerekiyor. Geriye; demokratik çözümügeliştirecek çok yönlü, daha aktif yeni bir taktikmücadele süreci içerisine girmek kalıyor.ABD müdahalesinin zeminini zayıflatmak, gericistatükoyu halkların demokratik siyasi mücadelesiyleparçalamak üzere aktif mücadeleyigeliştirmek gerekiyor. Bu noktada demokratikserhildanı geliştireceğiz. Bu temel mücadelemizdirzaten. Bunları daha somut değerlendirip,çözümleyip buna dayalı demokratik halkserhildanını daha güçlü geliştirmemiz gerekiyor.Sadece Kuzey’de ve Türkiye’de değil,Irak’ta da geliştirmek mümkündür. Küçük Güneyve Suriye’de de böyle bir başlangıç yapıldı.Bu süreç, bunun da önünü açtı. Doğu veİran da böyledir. Böylece topyekün bir serhildanortamına gidiyoruz. Bu önemli bir durum.Serhildanların artık gerçek içeriğine de kavuşmasıgerekiyor. Bu anlamda eylem zenginliğineihtiyaç var. Gericiliğin saldırıları karşısında,meşru savunma çizgisinde serhildan hareketinindaha aktif, daha geniş, daha doğru bir çizgidegüçlendirilmesi gerekiyor. Bu da giderekserhildanın düzeyini geliştirmeyi gerektiriyor.Geçen dönemin tek yanlı ateşkesine dayalı,çoğunlukla da bayramları kutlamayı öngörenserhildan yaklaşımından; ateşkesin bittiği, değişikeylem biçimlerinin iç içe geçtiği, aktif mücadeleyiifade eden bir serhildan yaklaşımınaulaşmamız gerekiyor.Bu anlamda 1 Eylül’den itibaren, çok büyükolasılıkla, tek yanlı ateşkesi kaldırmakzorunda kalacağız. Bu; meşru savunma çizgisindeçok yönlü bir mücadele sürecinin gelişmesi,taktik sürecin kapsamlı hale gelmesiniifade ediyor. Tıkanan, demokratik serhildanlaçözüm üretilemeyen sürecin önünüaçacak bir mücadele gücü olarak gerillanın,barış ve savunma gücü olarak işlev görmesi,devreye girmesini gerektiriyor. Burada işte,gericiliği parçalayacak, caydırıcı rol oynayacakbir gerilla etkinliğine ihtiyaç var. Son aylarda,yıllarda büyük bir öz veriyle, çabaylayürüttüğümüz ateşkes durumunu artık sürdürmemizmümkün görünmüyor. Bu durumusürdürmemiz, oligarşinin ve emperyalizminbölge üzerindeki egemenliğini daha fazla artırmasınahizmet ediyor. Onun için bir barış,demokrasi, özgürlük duruşu olmuyor. Anlamlıve geliştirici değildir.Bu nedenle Önderliğin öngördüğü demokratikçözüm için yol haritası oluşmaz, işlemezise; o koşullarda artık ateşkesin sürmesi, gerillanıntek yanlı ateşkes içerisinde kalmasımümkün değildir. “Bu, strateji değişikliği midir?”diye soruluyor; değildir. Bu şekilde ele almak,kesinlikle yanlış olur. İki günde bir stratejideğişmez, durduk yere, değişik stratejiler uygulanmaz.Strateji değiştirecek düzeyde biryeni durum ortaya çıkmadı. Mevcut siyasaldurum, temel ilkeleriyle devam ediyor. Bu nedenlestrateji değiştirmiyoruz. Demokratik siyasalmücadele stratejimiz esastır. Bu, stratejiyiyeni taktiklerle hayata geçirmeyi öngörüyoruz.Serhildanı daha çok yönlü, daha aktif, dahakapsayıcı hale getirmeyi hedefliyoruz. Buanlamda bir taktik yenilenmemiz, açılımımız,taktik genişleme durumumuz var. Serhildantaktiğini değiştirmiyoruz. Serhildanı; daha büyük,daha kapsamlı harekete geçirmeyi öngörüyoruz.Ama bunu sadece sivil, pasif kitle eylemliliğiolmaktan çıkartarak, gericiliğe darbevuracak kitle eylemliliğini, kitle şiddetini meşrusavunma kapsamına, gerillanın rol oynadığıbir mücadele kapsamına ulaştırmayı hedefliyoruz.Böyle bir mücadele sürecinin, gelişebilecekşiddet olaylarının hedefi; eskisi gibi karşıtgüçleri tümden tasfiye etmek değil, demokratiksiyasi mücadelenin önünü açmaktır.Mevcut örgütlülüğümüzü daha çok ilerletebilmenin,yine Türkiye ortamını etkilemenin vedemokratik halk güçlerini örgütleyip siyasisahneye çekmenin yolu buradan geçiyor. Serhildanmücadelesi gelişecektir. Bu demektir ki;Özgür kadın hareketi, devrimci gençlik hareketive diğer kitle hareketlerimiz gelişecek. Yineyasal siyasetin gelişmesine kapıyı açık tutacağız,gerekli desteği vereceğiz. Mücadeleyive örgütlenmeyi Kürdistan’la ve Kürt toplumuylasınırlı olmaktan çıkartarak, Türkiye’ye,Türk toplumuna yayacağız. En önemli hedefimiz,projemiz bu olacak. Buna özel bir önemvereceğiz, çaba harcayacağız. Kadın örgütlülüğüböyle bir açılımı yapmak için önemli birhazırlığı ifade ediyor. Bu dönemde gençlik hareketiüzerinde de yoğunlaştık. Propaganda,ajitasyon ve sanatsal etkinliklerimiz, yaptığımızkonferanslar çerçevesinde, daha örgütlüve daha güçlü bir gelişme çizgisine girecek.Kültür faaliyetlerimizi, basın yayın faaliyetlerimizi,serhildan hareketimizi, kadın, gençlik örgütlenmemizisınırlı bazı düzeylerle yetinecekdurumda yürütemeyiz. Çok hızlı ve güçlü geliştirmemizgerekiyor.Amerika’nın yaptıklarına bakarak, eski rejimlerinde parçalandıklarına bakarak kendimiziavutamayız. Gericilik gerçekten yıkılıyor.Hem de gümbür gümbür devriliyor. YıkılanSaddam heykellerinde bunu gördük. Bu anlamdayeniyi yaratıcı, etkili bir mücadele içerisinegirebilmemiz gerekiyor. Önderlik çizgisi,savunmalar; böyle bir mücadelenin program,strateji ve taktiğini veriyor. Bize düşen bununmücadelesini yürütmektir. O zaman geriye nekalıyor; kendi inisiyatifimizi, etkinliğimizi geliştirmemiz.Başkalarından bir şey bekleyen,olup bitenleri seyreden değil de; günlük yaşananlarıdoğru anlayan, iyi tahlil eden, onlardanyeterli görev çıkartan ve anı anına o görevleridoğru yerine getiren bir konumda olmalıyız.Bu süreçte örgütsel çalışmalarımız heralanda hızlandı. Önümüzdeki süreçte bunuçok daha sistemli hale getirebiliriz. Bu anlamdayeni bir çıkışa doğru gidiyoruz. Bu da gerillanınçok daha etkili, aktif olacağı bir süreçolacak, serhildan hareketimizin güçlenmesineyol açacak. Tarihsel olarak yeni bir mücadelesürecine girme, roller oynama şansı eldeediliyor. Tarihi değiştirme, yeni bir tarihyapma fırsatı, imkanı yakalanıyor. Bu noktadagörev ve sorumlulukları yerine getiren militan;çizgiye de, geçmişe de, anıya da en iyibağlanmış, onların gereklerini en doğru yerinegetirmiş militan olur. Dolayısıyla tarih yapan,başarı kazanan militan olur.


KADEK Genel Başkanlık Konseyi Üyesi Mustafa Karasu 14 Temmuz direnişini değerlendiriyor14 Temmuz ruhu Kürdistan devriminin ruhudur14 Temmuz ruhu Kürdistan devriminin ruhudurMücadele tarihimizde ilk toplu tutuklamalar’78 yılında Ağrı’dabir faşistin vurulması olayı sonrasındaoldu. Altı yedi arkadaş toplu olaraktutuklanmasıyla başlayan bu süreç dahasonra, Antep’te de bazı arkadaşların tutuklanmalarıyladevam etti. Fakat tutuklamalarınyoğun olarak başlaması ’79 yılının ortalarındansonra oldu. Maraş Katliamı’ndansonra Maraş ve çevre illerle, İstanbulve Adana gibi şehirlerde sıkıyönetimilan edilmişti. ’79 yılının nisan ayındasıkıyönetim alanı genişletilerek Urfa ve Diyarbakırda içine alındı. Yani 12 Eylül öncesindebir sıkıyönetim dönemi oldu. Operasyonlarve tutuklamalar sıkıyönetime zeminhazırlamak için yapılmıştı.Sıkıyönetim ilanından sonra ’79 yılıylabirlikte bizde de tutuklanmalar hızlandı.Özellikle Hilvan ve Siverek’te mücadelemizinönemli bir boyuta ulaşması, Batman veCeylanpınar gibi işçilerin yoğun olduğumerkezlerde işçi mücadelesinin gelişmesi,yine birçok yerde faşistlere karşı mücadeledeApocuların etkin olarak devreye girmesidevleti genelde devrimci harekete, özeldede Apocu harekete karşı saldırıya yöneltti.O zamanlar Yıldırım Merkit bizimle birlikteydi.Daha sonra cezaevinde itirafçı oldu.Mazlum arkadaş, Yıldırım Merkit ve AyselÇürükkaya birlikte yakalanmışlardı.Mazlum arkadaşın merkez toplantısınagiderken üzerindeki belgelerle birlikteyakalanması, Hilvan ve Siverek mücadelesininönümüzdeki süreç planlamasınındüşmanın eline geçmesine neden olmuştu.Tamamen açık ve net bir biçimde olmasada, o belgelerde genel olarak gerillamücadelesini başlatacağımıza yönelikbir planlama vardı. Eğer Siverek mücadelesibaşarılsaydı, bir taraftan Çermik veErgani’ye kayılacak, diğer taraftan Hilvan’danViranşehir’e, Mardin’den de Botan’aulaşılacaktı. Böylece mücadelemizingeliştiği alanlardan bir daire şeklindeyayılarak gerilla savaşını başlatma planlamasıyapılmıştı. Başkan Apo daha o zamanarkadaşların önüne böyle bir plankoyuyordu. 12 Eylül öncesi durumumuziyiydi, kitle desteği büyük bir güçtü. Hilvanmücadelesi istediğimiz gibi ilerlemekaydetseydi, gelişmeler daha da farklıolacaktı. Fakat bu gücü gösteremedik.Gövde çok büyüdüğü halde, onu idareedecek taktik önderlik gelişmedi. Hareketgiderek halkın umudu haline gelmişti.Belki yeniydi, dolayısıyla tecrübesizdi,ama toplumda harekete yönelik büyük birsempati vardı ve bu çok önemliydi.Bu gelişme 12 Eylül’ün kadrolara yönelikoperasyonlarını hızlandırmasına yol açtı.Tutuklananların yüzde yetmişi 12 Eylül’densonra değil önce oldu. Özellikle ’79yılından sonra Hilvan ve Siverek’te büyükoperasyonlar yapıldı. Devlet bu iki yeri tambir karakol haline getirmişti. Devletin, birevi kuşatıp içindekileri alır gibi, şehirleritümden kuşatma ve herkesi tutuklama durumuoldu. Bu yönelim ’79 yılında hızlandı.Bu yılın ekim ayında Mazlum arkadaş, biray sonra da Hayri arkadaş yakalandı. Ondansonra ocak, şubat ve mart aylarındaSiverek’te Muzaffer ve Rıza arkadaşlar,daha sonra da diğer kadrolar yakalandı.Özellikle mayıs ayında Diyarbakır’da büyükoperasyonlar oldu.‘Kızıl Hafta’ içerisinde her yerde devrimcişiddet çok güçlü uygulandı. Bu haftaiçerisinde gücümüzü gerçekten gösterdik.Her tarafta kepenk kapatma eylemleri, ilkokullarakadar bütün dereceli okullardaboykotlar oldu. Bir de birkaç yerde işkencecipolislere karşı eylemler yapıldı. Bunlarınhepsi bir hafta içinde çok yoğunkampanyayla gerçekleştirilince, devletinbize yönelimi arttı. 12 Eylül darbesi böylebir zeminde geldi. En fazla Kürdistan’dakigelişmeler 12 Eylül’ü gündeme getirdi.Eğer Kürdistan’daki gelişmeler olmasaydı,Türkiye devrimci hareketi farklı bir biçimdeezilebilirdi. Bir de Kürdistan’dakihareket Türkiye’deki gelişmeleri tahrikediyordu. Kürdistan’da gençlik ve işçi hareketleriileri bir düzeye ulaşmıştı. Devletbuna tahammül edemedi.12 Eylül’ün amac› PKK’ninbafllatt›¤› mücadeleninkökünü kaz›makt›Ben ‘79 yılının 12 Eylülü’nde yakalandım.Yani 12 Eylül darbesindenbir yıl önceydi. O zaman Diyarbakır SiyasiŞube Müdürü benimle konuşurken, “yasiz bu topraklarda yaşayacaksınız ya dabiz; ikimiz birden yaşayamayız. Bu ülkeyisize bırakmayız. Sizi mutlaka ezeceğiz”demişti. Yani o konuda tam bir kararlılığaulaşmışlardı. Zaten yakalandığım zamanBaşkan Apo’yu arıyorlardı. Sorgudansonra siyasi şube tutukluyu karşısına alıptehdit ediyordu. Bana da öyle yaptılar.Masada başkaları da vardı. Polisler, ellerindeBaşkan Apo’nun kazaklı bir fotoğrafıile geldiler. Bu fotoğraf ’80’li yıllardaHürriyet gazetesinde çıkmıştı. Her poliseBaşkanın fotoğraflarından onar yirmişertane veriyorlardı. Daha sonra soruşturmaiçin bizi kolordu komutanının yanına götürdüler.Beni tanıtırken “Siyasal BilgilerFakültesi’ndendir, Apo’nun okulundandır”diyorlardı. Beni orada da tehdit ettiler.“Birkaç gün sonra Apo’yu da yanına getireceğiz.Biliyoruz, şu anda Mardin’in Kızıltepeilçesindedir. Yakında O’nu da getireceğiz”diyorlardı. Cezaevine gider gitmezarkadaşlara rapor yazarak durumuaktardım, Başkanın kaldığı yer konusundapolisin bilgi sahibi olduğunu söyledim.Başkan yurtdışına çıkmıştı, fakat ben bunubilmiyordum. Başkan çıkmadan öncedevlet istihbarat alarak nerede olduğunutespit etmiş, ama hareket etmede geçkalmıştı.Cezaevlerine insan doldurulmasınınnedeni, bu operasyonun amacı, PKK tarafındanKürdistan topraklarına atılan tohumlarınkökünü kazımaktır. Böyle bir yaklaşımla,kısa bir süre sonra 12 Eylül darbesigeldi. Darbeyle birlikte bütün cezaevlerindebir sinme oldu. Bizden önce Mamak’ayönelmişlerdi. Diyarbakır’a ’80 yılınınsonunda yöneldiler. Özel bir ekip gelmişti.Gestapo dediğimiz bir havacı başçavuşvardı. Bu, özel eğitilmiş biriydi. Zatengelir gelmez, bütün koğuşları dolaştı.Elinde bir zincir, bir de tahta cop vardı. Onlarıgöstererek, “bu benim tespihim, bu daköteğim. Bundan sonra sizleri bunlarla terbiyeedeceğim” diyordu.Diyarbakır Cezaevi’nde önemli bir arkadaşyapısı vardı. PKK kadrolarının yüzdeyetmiş veya sekseni buradaydı. MamakCezaevi’nde olanlar gazetelere yansımış,bilgi bize de sızmıştı. Buna karşıbizim mücadele kararlılığımız vardı. Faşistrejimin uygulamalarına kesinlikle boyuneğmeyeceğimizi söylüyorduk. Herkesboyun eğse de, biz boyun eğmeyecektik.Bu kararlılık çok önemlidir. Şundandolayı önemlidir: Diyelim ki, bu cezaevindeon beş tane Kürt örgütü, bir o kadarda Türk sol örgütü var. Türk solundanbazıları direnme kararı içinde olsalar da,Kürt örgütlerinden hiçbiri direnme kararıalmadı. “Darbe gelmiştir, artık üste boyuneğip sessiz kalmak gerekir. Koşullar düzelirve ortam değişirse mücadele edilir.Ama cezaevlerinde direniş olmaz” diyorlardı.Kendilerine direniş önerimizi ilk götürdüğümüzde,Kürt örgütlerinin bize söyledikleribu oldu. TİKKO ve bazı Türk solgruplardan “direnişe biz de katılırız” şeklindebir cevap geldi.‹lk direnifl“12 Eylül’e karfl› ilk tavr›m›z, on befl günlük açl›k grevi oldu. Biz 22. ko¤uflta, di¤erKürt örgütleri ise alttaki ko¤uflta kal›yorlard›. Eylem öncesi bir görüflmemiz oldu.Fakat onlar direnifle kat›lmad›lar. Burada gösterilen direnme gücü ve kararl›l›k, PKK’ninyaratt›¤› yeni kimli¤in, yani yeni Kürt kiflili¤inin cezaevinde ortaya konulmas›d›r.Biz olmasayd›k, istisnas›z bütün Kürt örgütlerinin yapacaklar›fley susmakt›. Nitekim pratikleri de öyle oldu.”Eylül’e karşı ilk tavrımız, on beş12günlük açlık grevi oldu. Eylemi benyönetiyordum. Bu nedenle diğer gruplarlagörüşerek onları da eyleme katılmaya çağırmıştım.Zaten bizim kaldığımız 22. koğuşüst koğuştu. Kürt örgütleri alttaki koğuştakalıyorlardı. Kendileriyle zaman zamangörüşüyorduk. Eylem öncesi de bu temeldebir görüşmemiz oldu. Fakat onlar direnişekatılmadılar. Burada gösterilen direnmegücü ve kararlılık, PKK’nin yarattığıyeni kimliğin, yani yeni Kürt kişiliğinin cezaevindeortaya konulmasıdır. Biz olmasaydık,istisnasız bütün Kürt örgütlerinin yapacaklarışey susmaktı. Nitekim pratikleri deöyle oldu.Cezaevinde ilk defa bu kadar uzun sürelibir açlık grevi oluyordu. Buna karşı dışarıdan,inzibatlar, askerler getirildi ve cezaevibasıldı. Ardından herkese zorla yemekyedirerek açlık grevlerini kırmaya çalıştılar.İnsanların eline zorla kaşık verdiler,coplar ve kalaslarla döverek yemek yedirdiler.Bunun sonucunda eylemi bırakanlarolsa da, çoğunluk eylemi sürdürdü. Açlıkgrevi on beş gün devam etti. Ancak eyleminhiçbir etkisi olmadı. Hiçbir talep karşılanmadığıgibi, şiddet uygulamaları dahafazla arttırıldı. Giderek ilk ayrışma başladı.O zaman bizim koğuştan birçok arkadaşıhücrelere götürdüler. Daha çok Hilvan veSiverek’ten tutuklanan arkadaşların grubuayrı bir koğuşta kalıyordu. Onların bir kısmınıda hücreye götürmüşlerdi.1981 yılının ocak ayından sonra kadrolarlakitleyi ayrıştırma, bunun için öncü olarakbilinen isimleri, dosyasında PKK kadrosuolarak adı geçenleri ve direnen sempatizanlarıhücrelere koyma, diğerlerini ayrıştırıpkolaylıkla teslim alma, yani geneli öncüdenkopararak iradesini daha çabuk kırmapolitikası izlendi. Böylelikle yavaş yavaşhücrelere doldurulduk. Diyarbakır Cezaevi’ndehücreler iki bölümlü, simetrik tiptedirler.Cezaevi dört katlı bir binadır. Herkatta on hücre, her bir tarafta kırk olmaküzere toplam 80 hücre vardı. Hücreler tekkişilikti; ama bazen beş, bazen kırk veyaelli kişi koyuyorlardı. Tutuklular hiç oturamayacakbiçimde bu hücrelere sıkıştırılırdı.Şöyle bir uygulama daha vardı: Arkadaşlarıkoğuşlardan alıp götürüyor,“Türk’üm, doğruyum, çalışkanım diyeceksin”ya da “yemek duasını okuyacaksın”diye dayatıyorlar, bu ikisini yapmayanlarıişkencelerden geçirerek ayrıştırıyorlardı.Bunun gibi birçok gerekçeyle yapılan ayrıştırmalarlaöncü kadrolarla kitleyi birbirindenayırarak teslim almak hedefleniyordu.Gercüş ve Hisar’da tutuklanıp getirilenbazı yurtseverler vardı. Onların içinde HisarlıNuri Aslan adında bir yurtsever vardı.Çok değerli bir insandı. Yurtseverlik duygularınıve coşkusunu en üst düzeyde O insandagördüm. Yaşlıydı, ayağı sakattı, amaçok kararlıydı, bir militan gibiydi. Daha sonra–’92 veya ‘93 yılında– Gercüş ya da Batman’dakontralar tarafından katledildi. Birde Derikli yaşlı biri vardı. Cezaevlerindeyurtsever yaşlıların birçoğu PKK’ye inanarakfaşist rejime karşı koyuyordu. O ikisinineline kaşığı zorla verdiler ve döve döve yemekyedirmeye çalıştılar. Ağızlarından kangeldi. Yatırdılar, tekrar denediler. Onlar yemeyincedövüp götürdüler. O zaman gençlerede yöneliyorlar, ama yaşlılara özelliklesaldırıyorlardı. “Geçmişte bunların iradesikırılmıştı, şimdi kalkıp gençlerin yaptığınınasıl yaparlar?” diye yönelim daha fazla onlaraoluyordu. Fakat Nuri Aslan da, Abdulkadirdayı dediğimiz diğer yurtsever de enufak bir kararsızlık bile geçirmeden açlıkgrevine devam ettiler. İşte o zaman bana“biz buradan çıkıp köylülere on beş gün açkaldığımızı söylediğimizde kimse inanmayacak”demişlerdi. Yani o zamanlar o kadaraç kalıp da ölünmeyeceği bilinmiyordu.24 Şubat’ta yeni bir ekip, Esat OktayYıldıran’ın ekibi geldi. Bunlar marşlarla içerigirdiler. Sesleri duyunca yeni bir durum olduğunufark ettik. Esat, bizim önümüzdende geçti ve bütün katları tek tek dolaştı.Herkesi tehdit etmiş, en son bizim kaldığımız35. koğuşa gelmişti. Etrafımızda dolaştı.Bir Amerikan parkası giymişti. ArkasındaCo diye çağırdığı bir köpek vardı. Kendisineürkütücü ve esrarengiz bir hava vererekgeldi. Kendisini tanıtırken, adının Esat OktayYıldıran, görevinin iç güvenlik amirliğiolduğunu ve bundan sonra komutanın kendisiolacağını söyledi. Kıbrıs’tan geldiğini veorada kimsenin kendilerine dayanamadığınıbelirterek, “Kıbrıslılar bizi bilir. Vatan vemillet için çocukların bile kanını içeriz. Sizde burada bize tabi olacaksınız” dedi. Özitibariyle söylediği, iki ay sonra burada iradelerineteslim olmamış insanlar kalmayacağıydı.Bunu daha sonra şöyle ifade etmişti:“Biz serbest bıraksak bile, cezaevindençıkmak istemeyeceksiniz.”Devam› Sayfa 21’de

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!