Korkak | 40. Bölüm

19.6K 729 22
                                    

Bölüm parçası var. İlgi için minnettarım, iyi okumalaaar.

“Müziğin sesini çok açmayalım. Etrafa ses gitmesin.” Çok mu panik halinde davranıyordum bilmiyordum ama komşular tarafından şikayet yemek ve sonrasında ise Emel Serdar’ın meşhur azarlarından birini dinlemek istemiyordum.

Buse müziğin sesini alçaltırken “Kuruntu yapıyorsun Ece ama neyse ev sahibisin bir şey demiyorum, sözünü dinliyorum,” diyordu. Nil elindeki patlamış mısırları üçer beşer midesine aç gözlü insanlar gibi indirirken Elif biten çikolatasının ambalajını buruşturup salonun orta sehpasının üzerindeki süs kaseye basket atıyordu.

“Sadece tedbir Buseee,” dedikten sonra kendimi üçlü koltuğa attım. Buse de güldükten sonra tekli koltuğa oturdu. Gelirken bizim için sekiz tane bira almıştı. Alma hikayesi de ayrı bir garipti zaten. Sitelerindeki onu seven ve ondan bir yaş küçük çocuğa genelde ayak işlerini yaptırdığı için, bu işe de elini sürmeyip ona aldırmıştı. Şimdi de kendine düşen iki biradan tekini içiyor, turuncu saçlarını da bir yandan kontrol altında tutmaya çalışıyordu.

“Demek sevgilinin annesiyle tanışıp Nil’den bir adım öne geçtin Ece,” diyen Elif’e gülmeye başladım. Yani, bir bakıma haklıydı. Ben her ne kadar planlı olmasa da sevgilimin annesiyle tanışmışken Nil daha Berk’in annesinin sesini duymamıştı.

“Evet. Aynen öyle. Tek rakibimiz sizsiniz Elif.” Onlara her şeyi anlatmıştım ve bu tam tamına bir saatimi almıştı. Bir cümle konuştuğumda üçü birden farklı soruyla bana yanıt veriyordu. Ama neyse ki bu zorlu aşamayı atlayabilmiştik ve onlar da beni anlayışla karşılamışlardı.

“Siz kendinizi kandırmaya devam edin. En tatlış çift Berk ve benim.” Alaylı bir şekilde kafamı sallarken Nil omuz silkip ilk birasını açıyordu.

“Size okulda ne var ne yok onları anlatayım.” Herkes hevesle ve kız olmanın getirdiği dedikoduya duyulan aşırı merakla birlikte kulaklarını dört açıp Buse’ye odaklanmıştı. “Bora’nın platoniği İlayda vardı ya, iki gece önce Bora’ya gidip her şeyi anlatmış.”

Elif şaşkınca “Ciddi misin sen? Yok hayır inanmıyorum,” derken Buse sırıtıyordu.

“Tabi ki eminim. Buse’nin söylemesi için onu ben cesaretlendirdim,” diyerek klasik böbürlenmesini yapmayı ihmal etmedi.

“Peki sonuç?” dedim çikolatamdan bir ısırık alıp.

“Sonuç Ececiğim,” Buse’nin başladığı sözü Nil bitirdi. “Tabi ki hiçbir şey olmadı.”

Buse kaşlarını çatarak düzeltti. “Hayır. İşler düzgün bir yola girme ihtimaline kavuştu demeliyiz. Ya da işler her zaman yolunda gitmiyor desek daha yerinde olur.”

Parmağıma bulaşan çikolatayı yaladıktan sonra ayağa kalktım. Platonik aşk hakkında konuşmak sıkıcıydı. “Pizza isteyen?”

Herkes kafasını sallarken Nil telefonunu çıkardı. “Tamam, ben söylerim.”

“Hadi biraz fotoğraf çekilelim. Gelin.” Nil telefonla konuşmak için mutfağa gittiğinden ben ve Elif Buse’nin yanına gittik ve gülüştüğümüz iki tane fotoğraf çekildik. Sonra o fotoğrafları hepimizin olduğu whatsapp grubuna attık, tek amacımız Oğuz ve Poyraz ikilisinin bizim gibi eğlenemediğini onlara ispatlamaktı. Telefonumu elime alıp oturdum ve onlardan gelecek olan mesajları görüp eğlenmeyi bekledim. Bu sırada Buse ve Elif snapchat’ten video atıyorlardı. Ve Nil de kısa sürede onlara katılmıştı. Gözümü onlardan ayırıp telefonumun ekranını açtım ve Oğuz’dan mesaj geldiğini gördüm, gruba değil bana yazmıştı.

“Sanırım az önce bir kızdan hoşlanmaya başladım.”

Şaşkınlıkla gülmeye başlamış olsam da bunu kızlar fark etmeyecek kadar gürültülüydüler. Ve bende meraktan ölmekten korkuyordum şu anda.

“NE? Kim? Adı ne? Nasıl oldu? Nerede tanıştınız?”

Daha yazmaya devam edecektim ama Oğuz buna bir dur demişti.

“Ya sakin ol. Anlatıyorum şimdi.”

“Anlat çabuk.”

Sonunda Oğuz’un bir kızdan hoşlanması beni sevindirmişti, arkadaşı olarak onun da mutlu olmasını ve geçmişteki o kızdan kurtulup kendi hayatına devam etmesini istiyordum ve hak ettiğini de düşünüyordum. Çok tatlı biriydi çünkü, kızlar bile onun kadar tatlı gülümseyemezdi. Attığı vine’lar kısa sürede popüler oluyordu, şanslı olduğunun başka bir kanıtıydı bu da. Ama bence kızlar vine’a değil onun düzgün kaslarını göstermesini seviyorlardı. Sonunda yazdığı mesajı gönderdiğinde teorilerimi bir kenara bırakıp mesajı okumaya başladım.

“Gece sitede basket sahası boş oluyor, ben de rahatça oynuyorum. Bir potadan diğerine basket atmaya çalışıyordum –tamam şimdi içinden nah atarsın saçmalıklarını söylemeyi kes-. Attığım top kendi kendine tenis kortunda servis çalışan bir kızın kafasına geldi. Koştum hemen kızın yanına. Özür diledim. Kafasına koymak için buz bulduk. İlk başta atarlıydı ama sonra sohbet çok tatlı bir hal almaya başladı.”

Gülmekten karnıma ağrı girdi desem bu kadar yerinde olabilirdi. Kızın kafasına basket topu gelmişti, kim bilir nasıl acımıştı. Kızın sinirli olması gayet normaldi bu durumda.

“Ya bunun devamı yok mu? Adı ne? Kaç yaşında?”

Ayaklarımı koltuğa uzatıp yayıldım ve kendime rahat bir pozisyon belirledim. Kızlar dans edip video çekmeye devam ediyorlardı.

“Eylül adı. Benden bir yaş küçük. Devamında onu evine bıraktım, iyi geceler dedim, sonra eve geldim ve sana yazdım işte. Şu an da klozetteyim.”


Eylül ismini duyduğumda genelde zihnimde canlanan kız kızıl saçlı oluyordu. Belki de bunun sebebi sonbaharı ve sararmış yaprakları çağrıştırmasından kaynaklanıyor olabilirdi.

“O kadar ayrıntıya gerek yoktu aptal. Her neyse. İkinci buluşmanız ne zaman? Hoşlandığından emin misin?”

İkinci bir talihsiz ilişki olayını yaşaması istemiyordum. Bu nedenle vereceği kararda çok acele etmesini de öyle.

“Eminim Ece. Kaç aydır yalnızım, kaç kızla görüştüm. Gayet eminim. İkinci buluşmamızı henüz düşünmedim. Ama bu gece düşüneceğim.”

Buse’nin sesi “Ece pizzalar sendendi değil mi? Kapı çalıyor,” diyerek onlara odaklanmamı sağlayınca hızlıca Oğuz’a mesaj yazdım.

“Sevindim senin adına. Sonra konuşuruz.”

Gönderdikten sonra telefonumu kenara bırakıp çantamdan para aldım ve kapıya gittim. Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdıktan sonra kapıyı açtım. Ama kapıda pizzacı çocuk yerine huzursuz anılarımın baş kahramanı duruyordu. Bir an ne yapacağımı bilemesem de ardından hemen kapıyı kapatmayı denedim ama sadece denemekle yetinmek zorunda kaldım, benden çok daha güçlüydü. Kol kaslarını neden görmezden geldiğimi bilmiyordum. Kolumdan tutup beni bahçeye çıkardığında bağıracaktım ki eliyle ağzımı kapattı.

“Lütfen bağırma. Buraya sadece ve sadece konuşmak için geldim. Sadece.” Gözlerimi sıkıca kapatıp birkaç derin nefes aldıktan sonra başka şansım olmadığından kafamı salladım. Ellerini ağzımdan çektiğinde eve girmeye koyuldum ama beni yine durdurmuştu.

“Konuşmak istemiyorum Kemal. Tam her şeyi unutmaya başlıyorum, yine karşıma çıkıyorsun. İstemiyorum seni de suç ortağını da bir daha görmek.” Kafasını sallarken  kaşları çatıktı.

“Tamam. Düşüncelerimi bil yeter. Bir daha karşına çıkmam.” Sadece eğlenmek istediğim bir gece kurmuşken yine gelip huzurumu kaçırmıştı işte. Hafifçe gülümseyip gözlerimin tam içine baktı. “Çok tatlısın.”

“Böyle aptalca şeyler söyleyeceksen gidiyorum.”

“Hayır, tamam. Tamam.” Ellerini saçlarından geçirdikten sonra kendini sakinleştirmek için derin bir nefes aldı. “Hayatımın büyük aptallıklarından birini bu yaşta yaptığım için kendime kızıyorum. Sadece seni istemiştim, belki de senin gözünde pek de masum olmayacak bir biçimde, bir piçin yapacağı gibi. Ama Doruk’la konuştuğunu öğrendiğim an daha çok istedim. Seni sevmedim evet ama istedim. Çünkü gözümde artık bir hedeftin Ece.”

Boğazımda oluşan çözülmez düğümü yutup bunları duymamış olmayı istedim. Ama ikisi de gerçekleşmemiş, beni yavaş yavaş üzüntünün kollarına çekmeye başlamıştı. Birinin gözünde istediği biri olmak ve sonra hedef olup onun oyununun bir parçası olmak nihayetinde incinen kişi olmak. Bu gerçekleri toprağın derinliklerine gömmek ve bir daha çıkarmamak üzere orada bırakmak istiyordum.

“Nasıl yani?” diye geveledim ağzımın içinde. Göz yaşlarım hala bana savaş açmadığı için bu gece şanslıydım.

“Eskiden, yani baya eskiden Doruk’la anlaşabiliyorduk. Ama Anıl ve o kazadan sonra bir daha eskisi gibi olamadık. Annesinden nefret ettiği için bizi de istemiyordu. Böylece aramıza mesafe sokmaya başladı ve rekabeti de beraberinde getirdi.”

Aklımda bir anda tonlarca düşünce koşuşturmaya başlamışken benim söyleyebildiğim tek şey “Senin annen onun  teyzesiydi değil mi?” olmuştu. Belki de ona sormaktan çekindiğim diğer şeylerin üstünü kapatmak istiyordum. Aslında bene bunları öğrenmek istemiyordum. Tabi artık çok geçti, gece yatağıma yattığımda yine başıma gelen o olayı düşünecektim.

“Evet. Sanırım ona annesine olan nefretini hatırlatıyoruz. Ece sevgilin öz annesinden, öz teyzesinden ve kuzeninden hiçbir suçumuz olmadığı halde nefret ediyor. İlerde onu kızdırdığında senden de nefret etmeyeceği ne malum?”

Keşke kızlar gibi bende içseydim ve sabah kalktığımda duyduğum bu sözleri ve aklıma sokulan bu acımasız fikirleri hatırlamasaydım, dedim. Sonra aklıma gelen ilk savunma cümlesini söyledim, zaten başından beri inandığım şey buydu. “Annesinden nefret etmiyor. Ona kızgın sadece.”

Gözlerindeki öfkeli ifade ile birlikte bakışlarını benden çekip arkamda sabitledi ve pis bir sırıtma dudaklarına yayıldı. “Bunu ona soralım o zaman. Doruk?”

Hızlıca arkamı döndüğümde Doruk belimi kavrayıp beni iki adım geriye çekti. Tanıdık kolların bedenimde durması biraz olsun rahatlatmıştı.

Doruk sinirini gizlemeye çalışıp “Siktir git,” dediğinde bu gecenin olası bir kavgadan uzak durmasını dilemememin ne kadar etkili olabileceğini düşündüm. Güçlü bir ihtimal sayılmazdı.

Kemal “Cevap ver,” deyip yeniden öfkeli gözlerinin ardına sığındı.

Doruk “Siktir git, Kemal,” diye yinelediğinde Kemal ufak çaplı ruhsuz bir kahkaha attı.

“Her şeyden bihabersin. Zavallısın kuzen. Zavallı.” Doruk’un üzerimdeki eli gevşediğinde ona daha sıkı tutundum. Sinirlendiğini çok açık bir şekilde hissedebiliyordum.

“Ne diyorsun lan?” diye Kemal’ bağırdığında Kemal hala pislik gibi sırıtmaya devam ediyordu. Ve bu Doruk’un sinir kat sayısını her saniye bir tık daha yukarı çekiyordu.

“İlgi alanının biz olmadığımızı sanıyordum. Teyzem, annem ya da ben.” Kemal sözlerinin ardından omuz silkip gitmeye koyulduğunda rahat bir nefes alacaktım ki doruk ona “Dur,” diye emir vermişti. Kemal de onun dediğini yapıp durmuş ve bize dönmüştü. “Neden bana zavallı dediğini açıkla.”

“Çünkü zavallısın. Anıl yüzünden anneni suçlamak çok kolaydı. Baban peki? Neden o gece kavga ettiler hiç sordun mu? Ama o baban olacak piç çok haklı değil mi? Kazayı o yapmadı.” Heyecandan kalbim vücudumun dışına çıkacak gibi atıyordu ve vücuduma bir ısı bombası atılmış gibiydi. Doruk’un halini düşünemiyordum, kafası müthiş karışık olmalıydı. Ve yapısı gereği de kendini çok zor tutuyor olduğuna emindim, hatta ben ona yapışmış olmasam şu an Kemal’in kaşı patlamış bile olabilirdi. Ama Kemal’in masaya yatırdığı perspektif üzerinde düşünülmesi gereken bir konuydu. Tabi ki bu benim işim değildi ama düşünmeden edemiyordum.

“Elimden bir kaza çıkmadan siktir git buradan.”

“Eğer kendine karşı dürüst olmayı seçersen annenle konuş. O kadını daha fazla üzmene izin vermeyeceğim Doruk.” Kemal başka bir şey söylemeden yumruk yaptığı eliyle bahçeden çıktı ve sokak lambasının aydınlatmadığı noktada karanlığa karıştı.

Doruk’u rahatlatabilmek adına ağzımı açmayı planlarken kapıdan Buse çıkmıştı. “Ece pizza istiyoruz ya. Aaa. Doruk?” 

Doruk ve ben aynı anda kapıya döndüğümüzde Doruk “Gidiyordum ben,” dedi. Bu sırada ise pizzacı yanımıza gelip “Ece Serdar’ın evi mi?” demişti. Kafamı sallarken Doruk cebinden çıkardığı parayı pizzacıya uzattı ve pizzaları alıp Buse’ye verdi. Buse gülerek içeri girerken ben gülmüyordum ama aynı zamanda az önce olanlardan sonra ona bir şey söylemek de istemiyordum.

“Yanında olmamı ister misin?” Az önceki olaydan sonra ben onun yanımda olmasını isterdim.

“Evet. Ama olmaz. Bugün kızlar gecesi.” Gözlerimi devirdim. Berk ya da Umut gelse eminim kızlar gecesi zaten bozulurdu.

“Sorun değil. Ekebilirim.” Çünkü ikimizin de birbirimize ihtiyacı olduğunu görebiliyordum.

“Sevgilisi yüzünden arkadaşlarını eken bir arkadaş olmaktan nefret etmez misin?” Beni nereden vuracağını gayet iyi biliyordu. Her zaman o tip bir kız olmaktan korkmuştum. Aslında her zaman klişe olmaktan korksam bile ben başlı başına bir klişeydim.

“Söz ver bana. Eve gideceksin, duş alıp uyuyacaksın. Tamam mı?” Ellerini yanağıma yerleştirip kafasını salladı.

“Söz,” dedikten sonra dudaklarıma eğilip birkaç saniye boyunca beni öptü. Geri çekildiğinde tebessüm ettim.

“Yarın benden kurtulamazsın ama,” deyip omuz silktiğimde gece boyunca belki de ilk kez içinden gelerek gülümsedi.

“Yarın başım şişecek yani.” Gözlerimi devirsem de hemen ardından gülümseyip yanağını öptüm.

“Git hadi. İyice dinlen.” Kafasını aşağı yukarı salladıktan sonra yanağıma minik bir öpücük bıraktı ve sonra birkaç adım geriledi.

“İyi eğlenceler,” dedikten sonra o da Kemal gibi yürüyerek uzaklaştı ve ben de dikilmeyi kesip amacından sapmış kızlar gecesine geri döndüm.

Sözde bu gece sadece kızlar ile birlikte eğlenecektik, hiçbir şey düşünmeden. Sadece şakalar yapacak, komik olaylar anlatıp kahkaha krizlerine boğulacak ve dedikodu yapacaktık. Diğer üçü için bunlar hala geçerliydi ama benim neşemin eski haline dönmesi diye bir seçenek olmayacaktı. Ki tüm kızlar gecemiz boyunca da bu olay zihnimin arka planında tekrar edip durmuştu.

***

Dışarıda kuru bir hava vardı, bu yüzden yanıma deri montumu aldığım için kendimi tebrik etmeyi ihmal etmedim. Rüzgar çok esmiyor fakat kuru esinti yüzümdeki mimiklerin oynamasını engelleyecek kadar etkili olduğu gerçeğini de kabul ettiriyordu. Botoks yaptıran bayanlar her gün böyle hissetmek zorunda kalıyorsa eğer, onlara gerçekten acıyabilirdim.

Doruk’tan hoşlandığım ve onun farkında olmadığım her gün kendimi bir müsfette parçası gibi hissedişimin bir gün sona ereceği aklımın ucundan geçmezdi. Belki o zamanlar ben çok büyütüyordum, ya da bu gerçekten böyleydi, önemi yoktu. Zamanın getirdikleri insanı değiştirmese bile, yaşattığı duygularla şekillendiriyordu.

Çocukken hep ilgi odağı konumundayken, orta okula geçtiğimde artık bundan korkmaya başladığımı fark eder olmuş, içine kapanık biri olmuştum. İlkokulda çocuk olmanın getirdiği saflık ile her şey toz pembe iken arkadaşlar sadece oyun oynamak için vardı sanki ortaokulda ise ilgi odağı konusunun amacı sapmıştı, korktuğum bir şeye dönüşmüştü. İlgi odağı olmayı her kız istiyor ve senin gerçek bir arkadaşın, sınıfında hoşlandığın çocuğun kim olduğundan bahsedeceğin bir sırdaşın olmuyordu. 6.sınıftayken başımdan böylesine aşağılayıcı bir olay geçtiği için sonrasında içime kapanık bir öğrenci olmuş, kendimi derslerime vermiştim.

Lise ise çok daha farklıydı. Artık bir tık daha büyük oluyordunuz ve iş artık daha ciddi oluyordu. Gerçek arkadaşlara deli gibi ihtiyacınız olduğu en önemli zamanlar geliyordu çünkü artık bir ergen oluyordunuz ve küçük sorunlar bile dünya problemi gibi gelebiliyordu. Doruk’tan hoşlanma olayım da bana öyle gelmişti örneğin. Beni umursamadığında hissettiğim çöp kız, şu an derinlerde bir yere gömülmüştü ve şu an Doruk’u kumların üstüne uzanmış halde gördüğümde beni fark edip gülümsediği için; umursadığı tek kız an itibariyle ben olduğum için kafasını bile gömüldüğü derinlikten çıkarmaya yeltenmiyordu.

Gidip onun yanına oturduğumda elimi kendine çekip öptü, az önceki gülümsemesi hala suratında bekliyordu. “Çok beklettim mi?”

Kafasını iki yana salladı. “Çok  beklettiysen bile fark etmedim. Sahil bana iyi geliyor.” Gülümsediğimde konuşmaya devam etti. “Seni burada bulduğum gün aslında sana ne diyeceğimi bilmiyordum.”

Herkese rezil olduğum gecenin ardından kendimi rahatlatabilmek adına sahile gelmiş, hırkamı yere serip üzerine uzanmış ve The XX’ten Together’ı açmış dinlerken birden güzelim müzik kesilmiş ve tam karşımda Doruk belirmişti.

“Her şeyi akışına bıraktın yani?” diye sordum tek kaşımı kaldırarak. Bu ifademden eğlenmiş gibi bir hali vardı.

Kararlı bir şekilde “Öyle yaptım,” dediğinde kafamda kararsız bir soru çırpınmaya başlamış, hadi sor diyerek beynimi kemirme işine de çoktan başlamıştı.

“Peki şey. Pişman mısın?” Tek düşündüğüm o gün çıkmaya başladığımızdı. Ben harika hissediyordum ve Doruk’un da bu ilişki sayesinde benim gibi harika hissetmesini istiyordum. Kaşları hafifçe çatıldığında kalbimi vereceği cevaptan ötürü bire endişe sardı.

“Sen benim sinir seviyemi sınıyor musun yoksa gerçekten pişman olabileceğimi mi düşünüyorsun?” Karşımda her ne kadar kızgın dursa da ben rahatça nefes alıp gülümsedim. Sonra ağzımı kapattım.

“Tamam tamam. Sustum,” dedikten sonra hafifçe kıkırdadım. Mutlu olmuştum ve tepkilerime engel olmuyordum.

Doruk gözlerini kasvetli gökyüzüne çevirdiğinde yan profilden onu izlemenin bana yaşattığı zevki bolca tattım. Fark etmeden beş dakika geçmiş olmalıydı, kendime geldim ve Doruk’un daldığını fark ettim.

“Çok dalgınsın,” dedim ve elini tuttum. Bu sırada yüzünü bana çevirmişti. Gözündeki dalgınlık tüm duygularını örtüyordu ve onu anlamama hiç de yardımcı olmuyordu.

“Çok mu belli ediyorum?” dedi kaşlarını kaldırarak.  Kafamı sallayıp “Evet,” diyerek onu onayladım. Derin bir nefes alması düşündüğü şeylerin onu mutlu etmediğine işaret eder nitelikteydi.

“Kemal’in söylediklerini düşünüyordum. Görmezden geldiğim şeyi.”  Zihnimde dün gece canlandığında tanıdık tüm-bu-lanet olası-Kemal-olayından-bıkkınlık hissi vücudumu kapladı ve beraberinde sürpriz olarak üzüntüyü de getirmeyi unutmadı.

“Babanı kafanda hiç sorgulamadığını mı?” dedim alçak sesle.

“Evet. Ve bunu söylemekten tiksiniyor olsam bile Kemal haklı.” Kafamı aşağı yukarı sallarken Kemal’in haklı olduğunu ben de düşünüyordum.

“Babanla konuşmalısın,” dedim ortaya bir çözüm yolu sunmayı deneyerek. Konuşmadan hiçbir şeyi bilemezdi ve merak duygusu onu bitirmeden doğruları öğrenmesi sonucu ne olursa olsun daha iyi bir seçenekti.

“Konuşamam.” Şaşkınlığımın rutin sonucu olarak gözlerim irileşti ve kaşlarım havaya kalkmayı unutmadı.

“Merak ettiğin şeyi sorman gerekmez mi?” Sıkıntıyla nefesini dışarı üfledi ve doğrulup yüzlerimizin aynı hizada durduğu bir pozisyona geçti.

“Ece biz o geceden sonra o konuyu tek bir kez bile konuşmadık babamla. Lafı bile açılmadı. Ben de her zaman bunu ona sormaya korktum, çekindim. Şimdi nasıl yapabilirim?” Babası bu konuyu konuşmadıysa ortada ciddi sebepler olmalıydı. Doruk’un açısından bakınca bu söylediklerinde ona hak vermemek elimde olmamıştı.

“Haklısın. Yani Kemal ile mi konuşacaksın bunu?” dudaklarını oynatarak bir küfür mırıldandı ama ne dediğini dibinde olduğum halde duyamamıştım.

“Hayır,” dedikten sonra bir an duraksadı. “Annemle konuşacağım.” Şaşkınlığım ikiye katlanmışken onun yüzündeki ifadenin de garip olduğu aşikardı. “Bu zamana kadar bekleyip şimdi döndüğüne göre o anlatmak isteyecektir.” Kafamı onu onaylamak amacıyla salladım. Aile meselelerine burnumu sokmak istemesem bile çok merak ettiğim gibi inkar edemeyeceğim bir gerçek daha vardı. Şimdilik bunu boş verdim. Gülümsemeye çalıştım.

“Ne olursa olsun sana destek olmak için yanında olacağımı biliyorsun, değil mi?” Rüzgar kendini gösterip saçlarımı önüme attrıdığında söz dinlemeyen saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım.

“Evet.” Sıcacık bir gülümseme ile karşılık verdi. “Ve bunu bilmek rahatlatıcı.” Bu hissi çok önce benim de yaşadığım aklıma geldiğinde sırıttım. Neden sırıttığımı anlamayan gözlerle bana bakmaya başladığında açıklama yapma ihtiyacı hissettim.

“Bir keresinde annemler ile kavga edip cafe-bar’a gelmiştim. Kemal’in pislik biri olduğundan bihaberken onu bir kızla yiyiştiğini gördükten sonra seninle karşılaşmıştık. Sonra yanımda olmuştun. O zaman benim için çok değerliydi çünkü yalnız kalıp düşüncelerim başımın etini yememişti.” Seksi gülümsemelerinden biri yüzünü sardığında göğüs kafesimden bir şey kopup gitti.

“Seni anlayabiliyorum.” Bir gün bunu ona benim hissettirmem ne kadar da güzeldi. Aklıma gelen bir soruyu ona yönelttim. Aklımda birden gelen sorular beni bile şaşkına uğratıyordu doğrusu.

“Beni ilk gördüğün zamanı anlatır mısın?” Lütfen Doruk, bakışlarımı ona yollamaya başladığımda çok direnemeyeceğini biliyordum.

“Şimdi mi?” dediğinde içimden ‘evet geri zekalı başka ne zaman olacak?’ diye onu yanıtladım. Dışımdan ise “Eveeet,” dedim neşeyle.

“10.sınıfın ilk günüydü. Herkes gibi ben de bahçede zilin çalmasını bekliyordum. Etrafa göz atıyordum. Herkes biriktirdiği maceralarını birbirine anlatıyordu. Sonra sen gözüme çarptın. Suratında sıfır gülümseme, podyumda gibi yürüyordun. Kendini beğenmiş, dedim içimden bakma öyle bana. Kimseye selam falan vermedin, yürürken sana selam vermek isteyen birkaç kişi olduğuna bahse girebilirim. Sonra arkadaşlarının yanına gidince gülümsemeye başladın. Gülümsemek çok yakışmıştı.” Duraksadı ve devam etti. “Klasik kibirli kız diye düşünmüştüm senin için ama dışa yansıttığın kız ile alakan olmadığını anladığımda çıkmaya başladık.”

Nasıl biri gibi göründüğüm hakkında arkadaşlarım sayesinde ufak tefek fikirlerim vardı, bunları bir de Doruk’tan duymak garip hissettirmişti. Dürüst olduğu için mutlu olmuştum aslında ama yanlış anlaşılmak kötüydü. Neyse ki gerçek beni tanımıştı ve hayallerimi gerçekleştirmişti. Biz olma şansını bana tanıdığı için ona minnettardım.

“Aslında tam bir korkağım değil mi? Kibirle alakam bile yok.” Gülümsemeye çalıştım fakat olmadı. Kibirle alakam olmaması benim için gayet güzeldi. Sorun, korkak olmamdı. Hayatımın sorunu buydu aslında.

“Ben seni böyle seviyorum güzelim.” Sözlerinin bitirdikten sonra dudaklarıma eğilip güzel bir öpücük bıraktı. Kalbim her zamanki tepkisini verirken yüzüm gevşemiş gülümsemiştim.

Birbirimizi tanımıyoruz, ama aslında çok iyi tanıyoruz ismini verdiğim tuhaf anlaşmamızın başıma getirdiği en güzel şeylerden biri de buydu. Kollarının arası.

KORKAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin