Professional Documents
Culture Documents
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI
YENİ TÜRK EDEBİYATI BİLİM DALI
DOKTORA TEZİ
Hazırlayan
Meral DEMİRYÜREK
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Şerif AKTAŞ
Ankara- 2006
i
ÖNSÖZ
Uzun araştırmalar sonunda doktora tez konusu olarak Sermet Muhtar
Alus’u seçtiğimizde, çevremizdekilerin ilk tepkisi “Sermet Muhtar Alus da
kim?” şeklinde oldu. Bu yorum başlangıçta umut kırıcı gibi görünse de,
kütüphane ve arşiv çalışmaları sonunda ortaya çıkan eserlerin özellikleri,
türleri ve sayısı konu tespitinin ne kadar yerinde olduğunu göstermiştir.
Nitekim Sayın İsmail Türsan’ın “Nihayet Sermet Muhtar’a da sıra geldi mi?”
serzenişindeki haklılığı da ortaya çıkmıştır.
Yazarın bugün pek tanınmayışının nedenleri arasında, hakkında
ayrıntılı ve tahlilî bir çalışma yapılmamış olması ve dolayısıyla antolojilere ya
hiç girmemiş ya da çok kısa ve birbirini tekrar eden bilgilerle yer verilmiş
olması gelmektedir.
Sermet Muhtar Alus’u tez konusu olarak seçme nedenlerimizin başında,
yazarı tüm yönleriyle ele alan tahlilî bir çalışma yapma arzusu gelmektedir.
Bu, ulaşılabilen bütün eserlerini incelemek kaydıyla mümkün olabilirdi. Biz
de öyle yaptık. Esasen tez konumuz da budur. Böylece bugün artık
unutulmaya yüz tutmuş bir yazarın zamanla tamamen unutulup eserlerinin
kaybolmasını önlemiş olacağız.
Ayrıca Sermet Muhtar’ın gazetelerde yazı yazmaya başladığı yılların
geleneği sürdüren edebiyatımız açısından taşıdığı önem gözden uzak
tutulacak cinsten değildir. Ahmet Rasim’in 1932 yılındaki ölümüyle Türk
basınında onun çizgisini Sermet Muhtar Alus sürdürmüştür. 1952’ye kadar
olan dönemde Türk edebiyatında yerli renk gerçekçiliğini devam ettiren en
önemli isimlerden biri Sermet Muhtar Alus olmuştur.
Onun Türk toplumunun XIX. yüzyıl sonu ile XX. yüzyıl başındaki
yaşantısına dair gözlem ve tespitleri de son derece önemlidir.
Tezimizin hazırlık çalışmaları sırasında ilk önce, Sermet Muhtar ve
eserlerinden bahseden kaynaklar tespit edildi ve buralardaki ipuçlarından
hareketle Sermet Muhtar’ın yazı yazdığı gazete ve dergiler belirlendi. Bu
aşamada özellikle Semavi Eyice ile Taha Toros’un yazmış olduğu makaleler
çok yararlı olmuştur.
ii
Meral Demiryürek
Lefkoşa - 2006
v
İÇİNDEKİLER
Önsöz i
İçindekiler v
Kısaltmalar xix
GİRİŞ 1
I.BÖLÜM: SERMET MUHTAR ALUS’UN HAYATI
Hayattan Yazıya
1.Aile Çevresi 5
2.Çocukluk Yılları 7
3.Öğrenimi 11
4.Aile Hayatı 15
5.Memuriyetleri 16
6.Mizacı 16
7.Ölümü 19
8.Beslendiği Kültür Kaynakları 23
9.Edebiyat Dünyasıyla Tanışması 32
II. BÖLÜM:ÖĞRETİCİ ESERLERİ
A-Kitapları
1.Topkapı Saray-ı Hümayunu Meydanında Kain
Müze-i Askerî-i Osmanî Züvvarına Mahsus Rehber 40
2.Türkçe-Fransızca Yeni Lugat 40
3.Yeniçeriler ve Eski Türk Ordusu 41
B-Gazete Yazıları
1.30 Sene Evvel İstanbul 44
2.Eski Defterdekiler 44
3.Masal Olanlar 45
4.Bir Varmış Bir Yokmuş 45
5.Eski Konaklar Bize Neler Anlatıyor? 46
6.İstanbul Kazan Ben Kepçe 46
7.Kırk Yıl Evvelkiler 47
8.Eski Günlerde 47
9.35 Yıl Evvelki Demlerinde 47
vi
10.Gördüklerim Duyduklarım 48
11.Eski Ramazan Geceleri 48
12.Pazar Sohbeti 48
13.Dünden Bugünden 49
14.Bugünden Dünden 49
15.Müstakil Yazılar 50
C- Ansiklopedi Maddeleri 50
III.BÖLÜM: SANAT ESERLERİ
A- Roman ve Hikayeleri
a)Sermet Muhtar Alus’un Romancılığı 54
1.Kıvırcık Paşa
1.1.Tanıtım 58
1.2.Yapı
1.2.a.Olay Örgüsü 60
1.2.b.Kişiler 62
1.2.c.Mekan 69
1.2.ç.Zaman 72
1.3.Tema 73
1.4.Dil ve Anlatım 74
1.5.Anlam ve Yorum 75
2.Harp Zengininin Gelini
2.1.Tanıtım 76
2.2.Yapı
2.2.a.Olay Örgüsü 77
2.2.b.Kişiler 79
2.2.c.Mekan 88
2.2.ç.Zaman 91
2.3.Tema 93
2.4.Dil ve Anlatım 94
2.5.Anlam ve Yorum 95
vii
6.Onikiler
6.1.Tanıtım 168
6.2.Yapı
6.2.a.Olay Örgüsü 170
6.2.b.Kişiler 172
6.2.c.Mekan 178
6.2.ç.Zaman 179
6.3.Tema 180
6.4.Dil ve Anlatım 180
6.5.Anlam ve Yorum 182
7.Eski Çapkın Anlatıyor (Dünün Genci Anlatıyor)
7.1.Tanıtım 184
7.2.Yapı
7.2.a.Olay Örgüsü 184
7.2.b.Kişiler 187
7.2.c.Mekan 194
7.2.ç.Zaman 196
7.3.Tema 198
7.4.Dil ve Anlatım 198
7.5.Anlam ve Yorum 201
8.Kırkından Sonra
8.1.Tanıtım 202
8.2.Yapı
8.2.a.Olay Örgüsü 205
8.2.b.Kişiler 206
8.2.c.Mekan 212
8.2.ç.Zaman 216
8.3.Tema 218
8.4.Dil ve Anlatım 219
8.5.Anlam ve Yorum 223
ix
12.Bebek Emine
12.1.Tanıtım 279
12.2.Yapı
12.2.a.Olay Örgüsü 280
12.2.b.Kişiler 281
12.2.c.Mekan 284
12.2.ç.Zaman 286
12.3.Tema 288
12.4.Dil ve Anlatım 288
12.5.Anlam ve Yorum 291
13.Banker Arif
13.1.Tanıtım 292
13.2.Yapı
13.2.a.Olay Örgüsü 293
13.2.b.Kişiler 293
13.2.c.Mekan 300
13.2.ç.Zaman 301
13.3.Tema 301
13.4.Dil ve Anlatım 302
13.5.Anlam ve Yorum 304
14.Molla Bey’in Baldızı
14.1.Tanıtım 305
14.2.Yapı
14.2.a.Olay Örgüsü 307
14.2.b.Kişiler 308
14.2.c.Mekan 313
14.2.ç.Zaman 315
14.3.Tema 317
14.4.Dil ve Anlatım 318
14.5.Anlam ve Yorum 320
xi
4.Hacıbabanın Havalanması
4.1.Tanıtım 353
4.2.Yapı
4.2.a.Olay Örgüsü 353
4.2.b.Kişiler 355
4.2.c.Mekan 357
4.2.ç.Zaman 359
4.3.Tema 360
4.4.Dil ve Anlatım 361
4.5.Anlam ve Yorum 362
5.Zorla Güzellik Olmaz
5.1.Tanıtım 363
5.2.Yapı
5.2.a.Olay Örgüsü 364
5.2.b.Kişiler 364
5.2.c.Mekan 366
5.2.ç.Zaman 366
5.3.Tema 367
5.4.Dil ve Anlatım 367
5.5.Anlam ve Yorum 368
6.34 Yıl Evvel Bir Donanma Gecesi (47 Sene Evvel Bir 19 Ağustos
Gecesi)
6.1.Tanıtım 368
6.2.Yapı
6.2.a.Olay Örgüsü 369
6.2.b.Kişiler 370
6.2.c.Mekan 372
6.2.ç.Zaman 374
6.3.Tema 375
6.4.Dil ve Anlatım 376
6.5.Anlam ve Yorum 377
xiii
7.Ödünç
7.1.Tanıtım 378
7.2.Yapı
7.2.a.Olay Örgüsü 378
7.2.b.Kişiler 379
7.2.c.Mekan 380
7.2.ç.Zaman 381
7.3.Tema 381
7.4.Dil ve Anlatım 381
7.5.Anlam ve Yorum 382
8.Kavuşan Sevgililer (15 Yılın Azizliği)
8.1.Tanıtım 383
8.2.Yapı
8.2.a.Olay Örgüsü 383
8.2.b.Kişiler 384
8.2.c.Mekan 386
8.2.ç.Zaman 386
8.3.Tema 387
8.4.Dil ve Anlatım 387
8.5.Anlam ve Yorum 388
9.Pembe Mektup
9.1.Tanıtım 388
9.2.Yapı
9.2.a.Olay Örgüsü 389
9.2.b.Kişiler 390
9.2.c.Mekan 390
9.2.ç.Zaman 391
9.3.Tema 391
9.4.Dil ve Anlatım 391
9.5.Anlam ve Yorum 392
10.1.Tanıtım 393
10.2.Yapı
10.2.a.Olay Örgüsü 393
10.2.b.Kişiler 394
10.2.c.Mekan 395
10.2.ç.Zaman 395
10.3.Tema 396
10.4.Dil ve Anlatım 396
10.5.Anlam ve Yorum 396
11.Anahtar
11.1.Tanıtım 397
11.2.Yapı
11.2.a.Olay Örgüsü 397
11.2.b.Kişiler 398
11.2.c.Mekan 399
11.2.ç.Zaman 399
11.3.Tema 399
11.4.Dil ve Anlatım 400
11.5.Anlam ve Yorum 400
12.Kadıköy Vapurunda
12.1.Tanıtım 401
12.2.Yapı
12.2.a.Olay Örgüsü 401
12.2.b.Kişiler 402
12.2.c.Mekan 403
12.2.ç.Zaman 403
12.3.Tema 403
12.4.Dil ve Anlatım 404
12.5.Anlam ve Yorum 404
xv
13.Dönek Adam
13.1.Tanıtım 405
13.2.Yapı
13.2.a.Olay Örgüsü 405
13.2.b.Kişiler 405
13.2.c.Mekan 406
13.2.ç.Zaman 407
13.3.Tema 407
13.4.Dil ve Anlatım 407
13.5.Anlam ve Yorum 408
14.Bir Evlenmenin Hikayesi
14.1.Tanıtım 408
14.2.Yapı
14.2.a.Olay Örgüsü 409
14.2.b.Kişiler 409
14.2.c.Mekan 410
14.2.ç.Zaman 410
14.3.Tema 411
14.4.Dil ve Anlatım 411
14.5.Anlam ve Yorum 412
15.Sofu Adam
15.1.Tanıtım 413
15.2.Yapı
15.2.a.Olay Örgüsü 413
15.2.b.Kişiler 414
15.2.c.Mekan 415
15.2.ç.Zaman 415
15.3.Tema 416
15.4.Dil ve Anlatım 416
15.5.Anlam ve Yorum 416
xvi
B- Piyesleri
Sermet Muhtar Alus’un Piyes Yazarlığı 417
1.Helal Mal
1.1.Tanıtım 420
1.2.Yapı
1.2.a.Dramatik Örgü 420
1.2.b.Kişiler 420
1.2.c.Dekor 423
1.2.ç.Zaman 423
1.3.Tema 424
1.4.Dil ve Anlatım 425
1.5.Anlam ve Yorum 425
2.Ev İlacı
2.1.Tanıtım 426
2.2.Yapı
2.2.a.Dramatik Örgü 427
2.2.b.Kişiler 427
2.2.c.Dekor 428
2.2.ç.Zaman 429
2.3.Tema 429
2.4.Dil ve Anlatım 429
2.5.Anlam ve Yorum 431
3.Yıldızlar Barıştı
3.1.Tanıtım 432
3.2.Yapı
3.2.a.Dramatik Örgü 433
3.2.b.Kişiler 434
3.2.c.Dekor 435
3.2.ç.Zaman 435
3.3.Tema 436
3.4.Dil ve Anlatım 436
3.5.Anlam ve Yorum 437
xvii
4.Pişkin Misafir
4.1.Tanıtım 438
4.2.Yapı
4.2.a.Dramatik Örgü 438
4.2.b.Kişiler 439
4.2.c.Dekor 440
4.2.ç.Zaman 440
4.3.Tema 441
4.4.Dil ve Anlatım 441
4.5.Anlam ve Yorum 442
5.Yalancı Kolye
5.1.Tanıtım 443
5.2.Yapı
5.2.a.Dramatik Örgü 443
5.2.b.Kişiler 444
5.2.c.Dekor 444
5.2.ç.Zaman 445
5.3.Tema 445
5.4.Dil ve Anlatım 445
5.5.Anlam ve Yorum 446
6.Can Ciğer Dost
6.1.Tanıtım 446
6.2.Yapı
6.2.a.Dramatik Örgü 447
6.2.b.Kişiler 447
6.2.c.Dekor 448
6.2.ç.Zaman 449
6.3.Tema 449
6.4.Dil ve Anlatım 449
6.5.Anlam ve Yorum 450
xviii
7.Boşuna Nefes
7.1.Tanıtım 451
7.2.Yapı
7.2.a.Dramatik Örgü 451
7.2.b.Kişiler 452
7.2.c.Dekor 453
7.2.ç.Zaman 453
7.3.Tema 453
7.4.Dil ve Anlatım 454
7.5.Anlam ve Yorum 455
8.İsim Gününe Hazırlık
8.1.Tanıtım 455
8.2.Yapı
8.2.a.Dramatik Örgü 455
8.2.b.Kişiler 456
8.2.c.Dekor 457
8.2.ç.Zaman 457
8.3.Tema 457
8.4.Dil ve Anlatım 458
8.5.Anlam ve Yorum 459
SONUÇ 460
Kaynakça 465
Ekler
A-Sermet Muhtar Alus’un Eserleri Hakkında
Bir Bibliyografya Denemesi 469
B-Belge ve Fotoğraflar
Özet 546
Abstract 548
xix
KISALTMALAR
GİRİŞ
1
Kenan AKYÜZ: Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri (İstanbul, 1995)
2
2
Şerif AKTAŞ: Edebiyatımızda Geçen Asrın Sonlarında “Mutavassıtîn” Grubun Edebî
Düşüncesi Hakkında, I. Millî Türkoloji Kongresi-Tebliğler (İstanbul, 1980), 74.
3
Orhan OKAY: Batı Medeniyeti Karşısında Ahmed Midhat Efendi (Ankara, 1975).
3
4
Mehmet KAPLAN: Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar II (İstanbul, 1987), 51-52.
4
5
A.g.e., 51.
5
I. BÖLÜM
SERMET MUHTAR ALUS’UN HAYATI
Hayattan Yazıya
1.Aile Çevresi
Sermet Muhtar Alus, 28 Mayıs 1887’de1 İstanbul’un tarihî semtlerinden
biri olan Saraçhanebaşı’nda doğdu.2 Annesi Fatma Kevser Hanım(1872-
1954), babası Ahmet Muhtar Paşa’dır.3 Babasının Muhtar adına ilave olarak
kendisine dedesi Osman Abid Paşa’nın Osman’ı ve Sermed ismi uygun
görülmüştür. Sermed, ebced hesabıyla kameri hicri takvimde 1304 yılına
yani, yazarın doğduğu yıla tekabül etmekteydi.4 Başlangıçta her üç adını
daha sonra ise, özellikle yazılarında, Sermet Muhtar imzasını kullanmıştır.
Sermet Muhtar’ın babası Ahmet Muhtar Paşa 1861’de İstanbul’da
doğmuştur. Babası kolağası Hasan Efendi’dir. 16 Mart 1926’daki ölümü
üzerine Cumhuriyet gazetesinde çıkan “Bir Ziya’-ı Müessif” başlıklı yazıda
Ahmet Muhtar Paşa’dan şöyle bahsedilir: “Memleketin irfanına, tarih-i
askerisine, topçuluğuna senelerce vakf-ı hayat etmiş ve güzide, âlim bir
muallim sıfatıyla ordumuza pek mühim hıdemat ifa eylemiş olan Askerî Müze
müdir-i sabıkı topçu ferikliğinden mütekaid Muhtar Paşa, “mühendishane-i
berr-i hümayun” denilen eski topçu mertebesinde senelerce hocalık etmiş ve
binlerle zabit rahle-i tedrisinden geçmiş bir üstat idi. Erkan-ı hazıra-i
askeriyemizin heman kaffesinin muallimi olan bu zat, Askerî Müze’yi hiç
yoktan vücuda getirmiştir. Anadolulu halis ve öz Türk olan merhum…
hayatını ulûm u fünûn-ı askeriyeye ve tarih-i harp telifatına hasreylemiştir…”5
Ayrıca Külliyat-ı Fenn-i Esliha (2 cilt), Osmanlı Topçuları, Dumansız Barutlar
1
Hicri takvime göre, 5 Ramazan 1304 Cumartesi günü doğmuştur.
2
Sermet Muhtar’ın doğduğu ev 1918’de yanan 800’den fazla evden biridir. Bkz. Sermet
Muhtar ALUS: “Vefa Semti Hakkında”, Aydede, 91-64 (15 Aralık 1948), 2.
3
Bazı kaynaklarda Gazi Ahmet Muhtar Paşa ile karıştırılmakla birlikte doğrusu Ferik Ahmet
Muhtar Paşa’dır.
4
Semavi EYİCE: “Unutulmuş Bir Yazar: Sermet Muhtar Alus”, Şehir, 17 (Temmuz 1988),
56.
5
“Bir Ziya-ı Müessif”, Cumhuriyet (17 Mart 1926), 3.
6
ve Seri Ateşli Sahra Topları adlı eserleri vardır.6 Erkan-ı Harbiye Mektebi
müdürü Miralay Ahmet Sedat Bey, Ahmet Muhtar Paşa’nın cenaze töreninde,
onun meziyetlerini “...Muhtar Paşa merhum pürüzsüz, şaibesiz bir hayat-ı
mesai ile çalışmıştı. Memleketin kurtuluşunda, istikbalinde merhumun büyük
hissesi vardır...”7şeklinde dile getirmiştir.
Fatma Kevser Hanım, Başbakan İsmet Paşa’ya yazdığı, 14 Eylül 1926
tarihli bir dilekçesinde ailesini “Validemin pederi Silistre müdafi-i şehr müşir
Rıfat Paşa, pederim merhum erkan-ı harbiye ferikanından Abid Paşa…”
şeklinde tanıtır.8 Abid Paşa, askerlik mesleğindeki üstün başarısının yanı
sıra, ansiklopedik malumatının genişliği ve tasavvuf ilmindeki derin bilgisiyle
de tanınmış bir kumandandır.9
Anne Fatma Kevser Hanım da oğlu gibi, tek çocuktur ve devrin aydın
kadınları içinde sayılmalıdır. Çünkü piyano çalar, “Hanımlara Mahsus
Gazete” de yazılar yayımlar.10 (F.K.) imzasıyla yayımlanan bu yazılarda
örnek bir ev kadınının, eşin ve annenin nasıl olması gerektiği üzerinde
durulduğu görülmektedir. 30 Teşrinisani 1311 tarihli “Bir Kadının Mesudiyeti
Acaba Nasıl Hasıl Edilir?” başlıklı yazısında “süs kuklası” biçiminde ortalıkta
gezen kadınlar için şunları söyler: “Böyle kadınlar elbette zevclerine
çocuklarına, hanelerine şevk ü gayretle hıdemat edemezler. Onların fikirleri
süs, şıklık ile meşguldür; yoksa evladının tahsilini, zevcinin rahatını, evinin
mesudiyetini düşünen kadın kabil değil böyle bir hale sülûk edemez…”
Sonraki yıllarda Sermet Muhtar, annesinin bu görüşünü destekler nitelikte
birçok roman ve hikaye kahramanına yer verecektir.
Sermet Muhtar ve annesi, özellikle babasının ölümünden sonra hiç
ayrılmazlar. Yazarın ölümüne kadar birlikte yaşarlar. Annesini çok seven, ona
çok düşkün olan yazar, hayatı boyunca biraz da olsa, anne hakimiyeti altında
kalmıştır.11
6
Reşat Ekrem KOÇU: İstanbul Ansiklopedisi, I, ( İstanbul, 1958), 397-398.
7
“Muhtar Paşa Merhum”, Cumhuriyet (18 Mart 1926), 3.
8
BCA, 030 10 143 25 20
9
Reşat Ekrem KOÇU: İstanbul Ansiklopedisi, I, (İstanbul, 1958), 172.
10
Tarafımızdan Fatma Kevser Hanım’ın söz konusu gazetede1311 yılına ait toplam 5
yazısına tesadüf edilmiştir.
11
İsmail Türsan ve Ela Koşar ile 2 Eylül 2004’te İstanbul- Göztepe’de yapılan görüşme.
7
2.Çocukluk Yılları
Hem anne hem de baba tarafından çok köklü ve kültürlü bir aile
çevresine sahip olan Sermet Muhtar’ın çocukluğu, dedesi Abid Paşa’nın
Saraçhanebaşı’ndaki ve Göztepe’deki konaklarında
geçmiştir:“Saraçhanebaşı, bizim eski semtimizdi; çocukluk ve ilk gençlik
çağlarım orada, Firuzağa mahallesinde geçmişti…”13 “Çocukluğum Kadıköy
yakasında geçmişti; Göztepede otururduk…”14
Abid Paşa’nın 1894 yılı temmuz ayında çeşitli sebeplere dayandırılan
bir jurnal sonucunda Halep’e15 sürgün edilmesi, Sermet Muhtar’ın çocukluk
yıllarına ait en önemli anılarına vesile olur. Dedesinin II. Meşrutiyet’in ilanına
kadar yaklaşık 15 yıl sürgün hayatı yaşamasına sebep olan amilleri Sermet
Muhtar şöyle sıralar: “...1894 zelzelesi olur olmaz Yıldız’dan evvel çoluk
çocuğunu yoklayışı; zelzeleden ana duvarları çatlamış, çok tehlikeli hal almış
Seraskerkapısına, Abdülhamidin marazisine mügayir olarak (çatlaktır) deyişi.
Sonradan duyduk ki üçüncü sebep de (büyüklerle teması) imiş...”16
Büyüklerle temastan kasıt, Abid Paşa’nın eski dostlarından Girit fevkalade
kumandanlığından sadrazamlığa getirilen Hakkı Paşa’nın hasta olan
12
İsmail Türsan ve kızı Ela Koşar ile 2 Eylül 2004 tarihinde İstanbul- Göztepe’de yapılan
görüşme.
13
Sermet Muhtar ALUS: “Eski Mahallemiz”, Akşam (9 Kasım 1949), 5,7 ; “Komşu
Fatmanım”, Akşam (17 Ağustos 1947), 4.
14
Sermet Muhtar ALUS: “Boğaziçi Uykuda”, Akbaba, 92 (12 Teşrinievvel 1935), 9.
15
Asıl sürgün yeri olan Kerkük, Paşa’nın arkadaşı Süreyya Paşa’nın yardımıyla değiştirilir.
Bkz.Reşat Ekrem KOÇU, a.g.y.
16
Sermet Muhtar ALUS: “Halebe Gidişimiz”, Akşam ( 6 Şubat 1941), 4.
8
17
Sermet Muhtar ALUS: “Halebe Gidişimiz”, Akşam (6 Şubat 1941), 4; “Denizde Sekiz Gün
Sekiz Gece”, Akşam (11 Şubat 1941), 4; “İskenderun’dan Halebe”, Akşam (13 Şubat 1941),
4.
18
Akşam (18 Haziran 1947), 4.
19
Akşam (12 Şubat 1947), 4; Sermet Muhtar ALUS: 30 Sene Evvel İstanbul ( İstanbul,
2005), 158.
20
“Benceğiz de” olmalı.
21
Sermet Muhtar ALUS: “Bir Vakitki Deniz Hamamları”, Akşam (11 Haziran 1947), 4.
22
Sermet Muhtar ALUS: 30 Sene Evvel İstanbul ( İstanbul, 2005), 176.
9
23
Sermet Muhtar ALUS: “Gözlük Yüzünden Başıma Gelenler”, Akşam (SEK)
24
Sermet Muhtar ALUS: “Said Paşa Geçidi”, Akşam (3 Eylül 1947), 4; 30 Sene Evvel
İstanbul ( İstanbul, 2005), 186-187; “Gözlük Yüzünden Başıma Gelenler”, Akşam (SEK)
25
Yanındaki kişi, çocukluk arkadaşı Tahsin Nahit’tir.
26
Sermet Muhtar ALUS: “Cağaloğlu’nda Mesut Bey Konağı”, Akşam (2 Ağustos 1950), 5.
10
27
Sermet Muhtar ALUS: “Eski Tiyatrolardan Hatıralar”, Akşam (19 Kasım 1947), 4.
28
Sermet Muhtar ALUS: “Eski Tiyatrolardan Hatıralar”, Akşam (19 Kasım 1947), 4.
29
Sermet Muhtar ALUS: “Paloma”, Akşam (12 Kasım 1947), 4.
11
Neyt, Brükselden her sene koca koca kitaplar gönderirdi. Kongo ülkesine,
Orta Afrikadaki Ruwenzori dağlarına, Okyanusya adalarına dair...”30
Düzenli olarak tiyatroya gitmesi ve çeşitli vesilelerle gelen hediyelerin
muhteviyatı, bize, Sermet Muhtar’ın, çocukluk döneminden itibaren batı
kültürünün değişik kaynaklarıyla karşılaşan biri olduğunu göstermektedir.
Dolayısıyla daha küçük yaşlardan itibaren böyle bir etkinin var olması, onun
fikrî teşekkülünde belirleyici rol oynamıştır. Ancak o, sadece batıdan değil,
geleneksel yapıdan da bir o kadar etkilenmiştir. Yine kendi satırlarından
öğrendiğimize göre, semai kahvelerine giden, devrin geleneksel tiyatro
oyunlarını ve oyuncularını (Kel Hasan, Kavuklu Hamdi, Abdi, Küçük İsmail,
Katip Salih, Peruz Hanım, Minyon Virjini,..) takip eden hatta Karagöz tasvirleri
toplayan biridir: “...Çocukluk bu ya, birer ikişer derken deve derisinden hayli
Karagöz toplamıştım. Her çeşidi mevcut, lakin kabaklı kız noksan... on, on bir
yaşında iken erkek, kız beş altı akran toplandık mı bir odaya çekilir tiyatro
oynamağa kalkışırdık...”31
Yazar, çocukluk yıllarında oyun peşinde koşan hareketli bir çocuk
olmaktan ziyade, biraz da aile çevresindeki entellektüel atmosferin tesiriyle,
ağırbaşlı bir çocukluk geçirmiştir. Ancak bu durum gençlik yıllarında,
değişmiş arkadaş çevresi genişleyen Sermet Muhtar, edebiyatla ve
jimnastikle ilgilenmiş, içkili eğlencelere devama başlamıştır.32
3.Öğrenimi
Sermet Muhtar, eğitimine eve gelen hocalardan özel dersler alarak
başlamıştır. Çünkü dedesinin sürgünde olması nedeniyle evlerinde bir matem
havası vardır: “O vakitki âdet üzere ilâhilerle, âminlerle mektebe başlamak
bana nasip olmadı. Yani fesimin üstünde elmas boroş, boynumda sırmalı cüz
kesesi, sırtımda yepyeni elbise, kurulduğum arabanın iki yanında ve
arkasında ilâhici ve aminci çocuklar, en öndeki bevvabın başında oturacağım
30
Sermet Muhtar ALUS: “Eski Yılbaşılara Dair”, Akşam (29 Aralık 1946), 4.
31
Sermet Muhtar ALUS: “Kabak Kantosu”, Akşam (13 Eylül 1950), 5.
32
Sermet Muhtar ALUS: “Cağaloğlu’nda Mesut Bey Konağı”, Akşam (2 Ağustos 1950), 5;
“İdmancı Beyin Başına Gelen”, Akşam (1 Haziran 1947), 4.
12
33
Sermet Muhtar ALUS: “İlk ve İkinci Hocam”, Akşam (4 Mart 1941), 4.
34
Sermet Muhtar ALUS: “Eski Mahallemiz”, Akşam ( 9 Kasım 1949), 5,7.
35
Bazı yazılarında Muhacir Arif Efendi diye söz etmektedir.
36
Sermet Muhtar ALUS: “Bugünden Dünden (Göztepe’deki Taş Mektepten Hatıralar),
Aydede, 91-53 (6 Kasım 1948), 2; “Kem Nazara Dair”, Akşam (12 Ekim 1947), 4 ;
“İlkokullarda Coğrafya”, Akşam (2 Kasım 1949), 4.
13
37
Sermet Muhtar ALUS: “Eski ve Yeni Dedikodular”, Yeni Sabah (22 İkinciteşrin 1942), 3.
38
Sermet Muhtar ALUS: “Eski Yılbaşılara Dair”, Aydede, 91-68 (29 Aralık 1948), 2 ; “Eski
Yılbaşılara Dair”, Akşam (29 Aralık 1946), 4; “Eski Yılbaşılara Dair”, Akbaba, 74 (27 Aralık
1962), 7 (Bu yazı yazarın ölümünden 10 yıl sonra tekrar yayımlanmış oluyor.)
39
Sermet Muhtar ALUS: “Eski Balatlılara Dair”, Akşam (22 Kanunuevvel 1943), 5.
40
Sermet Muhtar ALUS: “Eski Enstitütrisler”, Akşam (11 Haziran 1941), 4.
41
Semavi EYİCE: a.g.m.
42
Cemalettin BİLDİK: “Paşazade Muharrir Sermet Muhtarla Bir Konuşma”, Akşam (4 Mayıs
1952), 3, 8; (5 Mayıs 1952), 3, 7.
43
Sermet Muhtar ALUS: “35 Yıl Evvelki Demlerinde”, Akbaba, 310 (28 Birincikânun 1939),
10.
44
Mekteb-i hukuk binası günümüzde Cağaloğlu Anadolu Moda Tasarımı Meslek Lisesi-Moda
ve Sanat Eğitim Merkezi olarak kullanılmaktadır.
45
Sermet Muhtar ALUS: “Mekteb-i Hukukta Edebiyatçı Gençler”, Akşam (4 Mayıs 1947), 4.
14
46
Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i Hukuk’u birincilikle bitirmiştir. Bkz. Yusuf Ziya ORTAÇ:
Bizim Yokuş (İstanbul, 1966), 317.
47
Cemalettin BİLDİK: a.g.y.
48
Sermet Muhtar ALUS: “Kem Nazara Dair”, Akşam (12 Ekim 1947), 4.
49
Cemalettin BİLDİK: a.g.y.
50
O. Sermed Moukhtar; Musée Militaire Ottoman Guide ( İstanbul, 1920), kapak
51
Ahmet İhsan Tokgöz’den söz ediliyor.
52
Sermet Muhtar ALUS: “Üstat Ahmet İhsan”, Yeni Sabah (10 İkincikânun 1943), 3.
53
Reşat Ekrem KOÇU: İstanbul Ansiklopedisi, II, (yer-tarih yok), 755-756.
54
Adnan TAHİR: “Acı Şeyler, Fakat...”, Akşam (5 Haziran 1952), 3.
15
4.Aile Hayatı
Çocukluğundan itibaren süt kardeşlerin, beslemelerin, emektarların,
akrabaların ve aile fertlerinin bulunduğu çok geniş bir aile ortamında büyüyen
Sermet Muhtar, üç kez evlenmiştir.
İlk evliliğini Rumeli Orduları Müşiri Hakkı Paşa’nın torunu, Dr. Rüştü
Bey’in kızı ve şair Necdet Rüştü Efe’nin kızkardeşi olan Semiha Hanım ile
yapmıştır. Bu evlilikten 1917 yılında Sermet Muhtar’ın tek çocuğu olan Elhan
dünyaya gelmiştir. Elhan Hanım’ın ismi Cenap Şehabettin’in “Elhan-ı Şita”
adlı şiirinden mülhemdir.
Bir müddet sonra eşinden ayrılan Sermet Muhtar kızını annesine
bırakmamış, Elhan 1939 yılında evlenene kadar baba-kız mutlu bir hayat
sürdürmüşlerdir. Hatta bir müddet Fransız lisesinde okuyan kızının eğitimini
kendisi ikmal etmiş, ona Emile Zola’nın eserlerini okuyacak kadar Fransızca
öğrettiği gibi, sosyal hayatın icaplarını da yine bizzat kendisi göstermiştir.
Elhan Hanım tıpkı babası gibi sanata mütemayil biridir: Karikatür çizer, edebî
yazılar kaleme alır, piyano çalar.
Sermet Muhtar, ikinci evliliğini Nasfet Hanım ile üçüncü evliliğini ise
Behiye Hanım ile yapmıştır. Behiye Hanım’ın kendisinden ayrılması üzerine
bir daha evlenmemiştir.55 “Şarkıların Türkülerin Dili; Nerelerde
Söylendikleri...”56 başlıklı yazısında ayrılık sonrası iç dünyasına değinir:
“...Karımdan henüz ayrılmış; acılı, üzüntülü zamanlarımdı. Kıyılarda, kırlarda
saatler geçirir, defterime resimler yapar sandalda balık tutar, eve dönerdim..”
Bu satırların dışında eşinden ve kızından ancak satır aralarında adları
geçecek şekilde bahsetmiştir. Kızına sevgisini bu kısacık ifadelerde dahi
görmek mümkündür:“Dünyada herkesten ve herşeyden çok sevdiğim biricik
kızımın doğduğu günden beri...”57
Bugün, Sermet Muhtar’ın soyundan iki torunu hayattadır: Ela Koşar ve
Leyla Atalık. Ayrıca torunlarının çocukları vardır: Ela Hanım’ın Fettah ve
55
Sermet Muhtar’ın damadı İsmail Türsan ile 2 Eylül 2004 tarihinde İstanbul- Göztepe’de
yapılan görüşme.
56
Yeni Sabah (24 İkincikânun 1943), 3.
57
Sermet Muhtar ALUS: 30 Sene Evvel İstanbul ( İstanbul, 2005), 178.
16
Elhan adlarında bir oğlu bir kızı, Leyla Hanım’ın ise, Asena adında bir oğlu
vardır.
Sermet Muhtar’ın kızı Elhan Türsan, Aralık 1996’da vefat etmiştir,
damadı İsmail Türsan 1913 doğumlu olup halen hayattadır ve İstanbul
Göztepe’de yaşamaktadır.
5.Memuriyetleri
Sermet Muhtar’ın düzenli iş hayatı Askerî Müze’de çalıştığı dönemle
sınırlıdır. Askerî Müze’ye “Umur-ı Fenniye ve Tarihiye Katibi”58 olarak alınır.
Müzedeki görevi Fransızca ve Türkçe birer rehber hazırlamak üzerinedir. Söz
konusu rehberler, üç cilt halinde, 1920 ve 1922 yıllarında yayımlanmıştır.
Yazar, babası Ahmet Muhtar Paşa’nın 1926 yılındaki ölümünden bir iki gün
sonra buradaki görevinden ayrılmıştır.59 Daha sonra herhangi bir işte düzenli
olarak çalışmamış, özellikle hayatının son döneminde geçimini gazete ve
dergilere yazdığı yazılarla sağlamıştır.
6.Mizacı
Çok geniş bir arkadaş ve dost çevresine sahip olan Sermet Muhtar
hakkında yazılanlar ve kendisinin, yazılarının satır aralarında ortaya koyduğu
karakter hususiyetleri bize dışa dönük, nüktedan, hoş sohbet, nazik, iyi kalpli,
hayatın nimetlerinden faydalanmayı bilen bir insanın ipuçlarını vermektedir.
Sosyal tarafı güçlü olan yazarın, çevresinde arkadaşları, dostları varken
sohbetine doyum olmaz. Damadı İsmail Türsan’ın deyimiyle o, “meclisârâ”
biridir. Böyle zamanlarda yaptığı nükteler kitaplara girmiştir: “...Gazeteler, bir
kaç apartman soyan genç ve güzel bir kızın yakalandığını yazdılar. Sermet
Muhtar Alus bu olayı okuduktan sonra:
-Gözünü sevdiğim zenginlik, dedi, hırsızı bile güzel oluyor.”60
Kız kardeşinin eşi olması hasebiyle yazarla aralarında akrabalık da
bulunan Necdet Rüştü Efe, Sermet Muhtar’ın özelliklerini şöyle
58
O. Sermed Moukhtar: Musée Militaire Ottoman Guide (İstanbul, 1920), kapak.
59
Cemalettin BİLDİK: a.g.y.
60
Necdet Rüştü EFE: Türk Nüktecileri (yer- tarih yok),36.
17
özetlemektedir: “...Alim, dilbilir ve asîl bir kimse olan aziz dostum, büyük
insan Sermet Muhtar Alus; aynı zamanda –aylarca sürse bile- huzurunda
doyulmayacak bir hoşsohbet ve ince bir nükteci idi.
Sevimli yüzünde alâka uyandıran uyanık gözleri zekâsının
sonsuzluğunu anlatır, konuştukça herkesi kendine çeker ve dostluk
çerçevesine girilince bir daha ayrılınmazdı. Kibardı... Bağışlayıcı ve büyük
kalpli idi...Cömertti ve ikramcı idi.
Sermet Muhtar’ın kalender ve aldırmaz halini görenler önce tepeden
bakmak isterlerse de; billûr ahlâkını, kar beyazı alnını ve şefkatli kalbini
görünce alçalmaya başlar ve hele bilgisinin sınırsızlığını sezince tane
olurlardı ayaklarının altında...”61
“Bu büyük zekânın, en küçük aklın bile alamayacağı merakları,
kuşkuları, korkuları vardı.” diye yazanYusuf Ziya Ortaç ve ayrıca Ercüment
Ekrem Talu, onun bir vehminden söz ederler: Sermet Muhtar, yolda yürürken
ansızın düşüp ölmekten korktuğu için yalnız başına dışarı çıkmaz62 ve düşüp
bayılacak olursa, yüzüne serpsinler diye cebinde su taşır.63
Sermet Muhtar, yazılarında şahsî hususiyetlerine dair ipuçları verdiği
gibi; meraklarından, alışkanlıklarından, sevdiklerinden, sevmediklerinden de
yeri geldikçe bahsetmiştir. Ancak hiçbir zaman zayıf yönünü, maddî
sıkıntılarını, iç dünyasındaki buhranları dışa yansıtmamıştır. Özellikle ilk
eşinden ayrıldığı dönemdeki üzüntülerini ve hayatının değişik devrelerinde
çekmiş olduğu maddî sıkıntıyı göstermemek için elinden gelen bütün gayreti
göstermiştir.64
Birçok insan gibi Sermet Muhtar’ın da uyku problemi vardır: “Oldum
olasıya vakti gelip de yatağa girdim mi bir kitaba, bir mecmuaya, gazeteye
göz gezdirmeden uyuyamam. Gece uyanacak olsam, kolay kolay kirpik
kavuşturamam. Mum halaya dönerim...”65 “Birkaç yıldan beri erkenci oldum.
Sabahleyin ortalık aydınlanmadan uyanıp kalkıyor, saat dokuza gelince de
61
Necdet Rüştü EFE: Türk Nüktecileri (yer- tarih yok), 34.
62
Ercüment Ekrem TALU: “Sermed Muhtar Merhum”, Son Posta ( 22 Mayıs 1952), 2.
63
Yusuf Ziya ORTAÇ: Bizim Yokuş (İstanbul, 1966), 318-319.
64
Bkz.Yusuf, Ziya ORTAÇ: a.g.e, s. 316; Cemalettin BİLDİK: a.g.y.
65
Sermet Muhtar ALUS: “Saatsizlik ve Cigarasızlık Yüzünden”, Akşam (7 Aralık 1949), 4 ;
“Saatsizlik Yüzünden”, Yeni Sabah (13 Birincikânun 1942), 3.
18
66
Sermet Muhtar ALUS: “Eski Tiyatrolardan Hatıralar”, Akşam (19 Kasım 1947), 4.
67
Sermet Muhtar ALUS: “Saatsizlik ve Cigarasızlık Yüzünden”, Akşam (7 Aralık 1949), 4.
68
Sermet Muhtar ALUS: “Sigara”, Aydede, 91-32 (25 Ağustos 1948), 2.
69
Semavi EYİCE: a.g.m., s. 60.
70
İsmail Türsan’ın 9 Ocak 2005 tarihli mektubu.
71
Sermet Muhtar ALUS: “Bir Zamanlar İstanbul’a Gelip Giden Seyyah Vapurları ve
Seyyahlar, Akşam (SEK)
72
Sermet Muhtar ALUS: “Neveser Vapurundan Hatıralar”, Akşam (30 Nisan 1947), 4.
19
7.Ölümü
Bir “paşazade” olarak dünyaya gelen ve konaklarda özel öğretmenler
nezaretinde eğitim görerek büyüyen Sermet Muhtar ve ailesinin daha
1915’lerde maddi sıkıntı çekmeye başladığı şu satırlardan anlaşılmaktadır:
“...kocaman bir odada kocaman bir masa etrafına ağır, oymalı, yüzleri
aşınmış sandalyeler dizilmişti...Ama, bu zengin dekor içinde ne fakir bir sofra
idi bu: Ortada bir şişe rakı, bir sürahi su, bir kristal tabakta yeşil salata,
peynir, zeytin, ekmek...Yemek mi? Büyük bir sahanda, adam başına tek
yumurta !...Sonradan öğrendim: Bu köşk, Osmanlı İmparatorluğundan bir
küçük örnekti. İmparatorluk, bütün gelir kaynakları ile nasıl Düyun-ı
Umumiye’nin pençesinde ise, bu köşkte sarrafların, tefecilerin pençesinde
idi...”76
Fatma Kevser Hanım’ın eşi Ahmet Muhtar Paşa’nın ölümünden sadece
altı ay sonra, 14 Eylül 1926 tarihinde, devrin başbakanı İsmet İnönü’ye
hitaben yazdığı dilekçedeki Göztepe’deki köşklerinin sanatoryum yapılmak
üzere satın alınması yolundaki isteği, yaşanan maddî sıkıntının somut
73
Sermet Muhtar ALUS: „Kem Nazara Dair”, Akşam (12 Ekim 1947), 4.
74
Sermet Muhtar’ın damadı İsmail Türsan ile 2 Eylül 2004 tarihinde İstanbul- Göztepe’de
yapılan görüşme.
75
Sermet Muhtar ALUS: “Güzel Konuşanlar“, Akşam (5 Mart 1947), 4.
76
Yusuf Ziya ORTAÇ: Bizim Yokuş (İstanbul, 1966), 316.
20
77
BCA, 030 10 143 25 20
78
Yusuf Ziya Ortaç 1915 yılında selamlık bölüğünün şair Mükerrem Ali’ye kiralanmış
olduğunu yazmaktadır. Bkz.Yusuf Ziya ORTAÇ: a.g.e, s. 316.
79
Sermet Muhtar ALUS: “Dut”, Akşam (19 Haziran 1946), 4.
80
Sermet Muhtar, ALUS: “Çama ve Çamlığa Dair Fıkralar”, Akşam (16 Haziran 1946), 5.
81
Yazarın ailesinin ifadesine göre köşk, Elhan Hanım 18-19 yaşlarındayken satılmıştır. Bu
da,1936’ya yakın bir zamana denk gelmektedir.
21
Ölümünden kısa bir süre önce Sermet Muhtar ile yapılan röportajda,
babasından kalan mirastan söz edilirken, Göztepe’deki köşk ve
Şehzadebaşı’ndaki konağın satıldığını, geriye sadece bir arsa ve
Beyoğlu’nda o zaman oturdukları evin kaldığını anlatır.82
12 Şubat 1940 tarihli bir başka dilekçede ise, Sermet Muhtar,
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterliğine eserlerini gönderek
yayımlanmaları ve belirli sayıda halk evlerine satın alınmaları yönündeki
talebini dile getirir. Ancak olumlu bir cevap alamaz.83
Hayatlarının en parlak ve görkemli devresinde kapılarını herkese açan
hatta yedi çocuğu himaye edip büyüten, onları evlendiren84 Ahmet Muhtar
Paşa ailesi, son yıllarını sefalet içinde geçirmiştir. “...nimetlere boğulan tabur
tabur dalkavuk misafirler; üstadın serveti bittikten sonra kapısını çalmaz
olmuşlardı(r).”85
Beyoğlu Küçükparmakkapı’daki evinde çekilen son fotoğraflarında
Sermet Muhtar, mangal başında eski kıyafetiyle ısınmaya çalışırken
görüntülenmiştir. O tarihte, gerek kendisinin gerekse annesinin, her ne kadar
saklamaya çalışsalar da, büyük bir maddî sıkıntı ve ilgisizlikle karşı karşıya
oldukları görülmektedir.
16 Kasım 1949’da Akşam gazetesinde yayımlanan “Haydarpaşa’nın
Eski Üçüzleri” başlıklı yazısında “Bağdat” adlı vapurun o günkü halini
görünce geçmişteki parlak günlerini hatırlar, mukayese eder: “...Zavallıcığı o
haliyle görünce adeta garipsedim. Gençliğinde gayet şık, kıl pıranga,
kadınların baş tacı bir delikanlı iken yaşlanınca yakadan atılan, züğürtleyip
eski moda kostümlerinden mahrum, mintan ve pantolonla ekmek parasını
çıkarayım diye hamallık etmeğe kalkışan bir eski dosta rastlamış gibi oldum.
İnan olsun üzüldüm, yüreğim sızladı...” Sanki bu satırlarda Sermet Muhtar,
kendini anlatmaktadır. O da, tıpkı “Bağdat” vapuru gibi son yıllarında
kaleminin gücüyle ancak ayakta durabilmiştir.
82
Cemalettin BİLDİK: a.g.y.
83
BCA 490 01 854 373 1
84
Bunlardan biri Hadi adlı zencidir. Hadi’nin oğlu Dündar Tunç 1920 doğumlu olup halen
Almanya’da yaşamaktadır ve F. Kevser Hanım’dan hâlâ “haminne” diye söz etmektedir.(
Dündar Tunç ile 31 Mart 2005 tarihli telefon görüşmesi.)
85
Necdet Rüştü EFE: a.g.e., s. 34.
22
1952 yılı Mayıs ayı başlarında uzun süredir evden dahi çıkamayan
damar sertliği ve tansiyon düşüklüğünden muzdarip olan Sermet Muhtar, 20
Mayıs 1952 Salı günü öğleden sonra saat beşte kalp krizinden86 vefat
etmiştir.87
Yıllarca yazı yazdığı Akşam gazetesinde çıkan cenaze haberine göre,
Sermet Muhtar “...Beyoğlunda Parmakkapı’daki evinden alınmış ve Bayezite
getirilerek ikindiyi müteakip cenaze namazı kılındıktan sonra Silivrikapıda
medfun bulunan pederinin yanında ebediyete terkedilmiştir...”88
Cenaze töreninin yazarın kıymetini ortaya koyacak mahiyette olmadığı,
hatta çok az kişinin törene iştirak ettiği yönünde ifadeler vardır. “Gazeteler
onun seneler süren yazılarıyle tirajlarını yükseltip günlerini gün etmişler ve
ölümünde cenazesini kaldırmak sehavetini (!) gösteren bir akşam gazetesinin
zengin sahibi ona –maalesef- belediyenin ikinci sınıf, yani daha ucuz bir
merasimi layık görmüştü. Halbuki Sermet Muhtar; pîr aşkına diyebileceğimiz
bir ücretle o gazeteye ne şaheserler yağdırmıştı...”89
Adnan Tahir, yazarın ölümü üzerine bir öz eleştiride bulunur:
“...cenazende ancak otuz kırk kişi vardı...Biz sana layık olduğun kıymeti belki
de veremedik...”90
O dönemin gazete ve dergileri tarandığında Sermet Muhtar’ın ölümü
üzerine yazılan yazıların çok fazla olmadığı görülmektedir. Tespit
edebildiklerimiz ise, şunlardan ibarettir: Akşam gazetesinde Şevket Rado
“Sözün Gelişi” köşesinde “Sermet Muhtar Alus”91, Vâ-Nû “Akşamdan
Akşama” köşesinde “Sermet Muhtar’ın Kelime Tabir ve Cümleleri”92 ve
Adnan Tahir’in “Acı Şeyler, Fakat...”93 başlıklı yazıları; Son Posta’da “Bugün
de Bu” köşesinde Ercüment Ekrem’in “Sermed Muhtar Merhum”94 ve Hürriyet
86
İsmail Türsan ile 2 Eylül 2004 tarihinde İstanbul- Göztepe’de yapılan görüşmede yazarın
kalp krizinden değil beyin kanamasından öldüğünü ifade etmiştir.
87
“Basının Acı Kaybı”, Akşam (21 Mayıs 1952), 1, 2.
88
“Sermet Muhtar Toprağa Verildi”, Akşam (22 Mayıs 1952), 1-2.
89
Necdet Rüştü EFE: a.g.e., s. 34.
90
Adnan TAHİR: a.g.y.
91
Akşam, 22 Mayıs 1952, s. 2.
92
Akşam, 23 Mayıs 1952, s. 3.
93
Akşam, 5 Haziran 1952, s. 3.
94
Son Posta, 22 Mayıs 1952, s. 2.
23
95
Hürriyet, 22 Mayıs 1952, s. 3.
96
Sermet Muhtar ALUS: “Anika”, Akşam (22 Mayıs 1952), 3.
97
Sermet Muhtar ALUS: 30 Sene Evvel İstanbul (İstanbul, 2005), 140.
24
98
Sermet Muhtar ALUS: “Paloma”, Akşam (12 Kasım 1947), 4.
99
Sermet Muhtar ALUS: “Denizde Sekiz Gün Sekiz Gece”, Akşam (11 Şubat 1941), 4.
100
Sermet Muhtar ALUS: “Dünkü Florya”, Akşam (22 Haziran 1947), 4.
101
Yusuf Ziya ORTAÇ: Bizim Yokuş (İstanbul, 1966), 317.
25
102
Bkz. Fransız Yazlık Sefarethanesi, Reşat Ekrem KOÇU: İstanbul Ansiklopedisi, XI,
(İstanbul, 1971), 5834-5835.
103
Sermet Muhtar ALUS: “Erkekte Saç”, Akşam (10 Şubat 1946), 4, 6.
104
Sermet Muhtar ALUS: “İlkokullarda Coğrafya”, Akşam (2 Kasım 1949), 4.
105
Yusuf Ziya ORTAÇ: a.g.e, s. 318.
106
Sermet Muhtar ALUS: “Eski Türküler, Şarkılar Bana Neler Hatırlatıyor?”, Akşam (5 Ekim
1947), 3.
26
bunlardan morsolar, ardından utla şarkılar çalar; ekseriya ufak bir poker
çevirir, hoş vakit geçirirdik…”107
Bir şarkı onu çocukluğuna götürür: “…(Atfetme sakın hançeri müjganını
nagâh)ı her duyuşumda 45 yıl evvelki konakların baş piyano ustası Makrik
Papazyan hanımı hatırlamamak kabil değil. Kızına ithafen (Mon plaisir) adiyle
bir polka da yapmış, Beyoğlu’nda bastırtmıştı. Dayızademe her hafta taşınır;
(Bakire duası), (Aşk serzenişleri), (Kuş cıvıltıları) gibi morsolar meşkettirir;
işini bitirince… pek sevdiği bu şarkıya girişirdi.”108
Radyoda duyduğu bir şarkıyla II. Meşrutiyet yıllarına gider: “…Namık
Kemal’in (Amalimiz efkarımız ikbali vatandır) şarkısını birkaç ay evvel
radyoda işitince meşrutiyetin ilk günleri, caddelerdeki nümayişler (yaşasın
hürriyet! Kahrolsun istibdad. Yere batsın hafiyeler!) bağırtıları hâlâ
kulaklarımda çınlıyor sandım. Karşımda (Vatan yahut Silistre) piyesinde
İslambeyliğe çıkan ilk İslam sanatkar Raşit Rıza biraderimizin o zamanki
civanın civanı hayali…”109
Sermet Muhtar, müziğe olan ilgisine ilaveten, ilk gençlik yıllarında resim
dersleri almıştır: “...Ressam Üsküdarlı Ali Rıza Bey... 1904 yılında kolağası
rütbesinde iken bize gelir; beni resme alıştırır..”110 Yağlı boya ve karakalem
resim yapmak, karikatür çizmek onun uğraşları arasındadır. Hatta bunlarda o
kadar başarılıdır ki, bugün yağlıboya resimlerinden, tespit edebildiğimiz, dört
tanesi [Belgrat Seferi’nden Dönüş (1912), Elçi Kabul Sahnesi (1918), Kırım
Savaşı’nda Osmanlı Kapısı (1919), Kaykırat Muharebesi (1920-22)] Harbiye
Askerî Müze’de sergilenmektedir.111 Ayrıca yazdığı eserlerin büyük bir
bölümünü kendi resimlemiştir. Resme olan merakını bir yazısında “…Resme
hele ruhlu bir fırçadan çıkanına –adlı sanlı bir üstad mahsûlü olmasa da-
bayılırım. Karşısına geçer, uzun uzun bakar, bir türlü doyamam…”112
107
Sermet Muhtar ALUS: “Sahneye Çıkan İlk Türk Kızı: Afife”, Akşam (6 Eylül 1950), 5.
108
Sermet Muhtar ALUS: “Eski Türküler, Şarkılar Bana Neler Hatırlatıyor?”, Akşam (5 Ekim
1947), 3.
109
Sermet Muhtar ALUS: “Şarkıların Türkülerin Dili Nerelerde Söylendikleri -2-“, Yeni Sabah
(24 İkincikânun 1943), 3.
110
Sermet Muhtar ALUS: “Dünküler, Bugünküler”, Akşam (SEK)
111
Harbiye Askerî Müze Envanter Numaraları : 315, 636, 640, 878
112
Sermet Muhtar ALUS: “İstanbul’un Bir Vakitki Resim Sergileri”, Yeni Sabah (7 Şubat
1943), 3.
27
şeklinde dile getirmiştir. Yaptığı bütün resimlerde (S) harfi ve altında yılı
belirten bir imza kullanmıştır. Bu imza 1928 yılında Latin kökenli Türk
alfabesine geçilmeden önceki dönemlerinde de kullandığı bir imzadır. Söz
konusu (S) imzanın başkasına ait olduğu yönündeki bilgi doğru değildir.113
Çünkü kendine has bir resim üslûbu olan Sermet Muhtar, yarattığı
kahramanların tipik özelliklerini veren, yazdığı ayrıntıyı neredeyse bire bir
yansıtan karikatürize resimler çizmiştir. Böyle bir yol izlemesinin sebebi
olarak, kendisinin çocukluk döneminde okuduğu kitapların resimsiz olması ve
kahramanların fizikî görünümlerini merak etmesi gösterilebilir. Çünkü Jules
Verne’den okumuş olduğu kitaplar, daha sonra resimli olarak çıktığında onları
hemen almış, hatta “Issız Ada” adlı eseri film yapıldığında artık ileri yaşlarına
ulaşmış olsa da gidip büyük bir merakla izlemiştir: “…Hiç unutmam içimdeki
kayguyu: (Seksen günde devriâlem) ile (Gizli Ada)nın ne diye resimleri yok?
Filyas Fok, uşak Paspartu, polis hafiyesi Fiks ne şekilde adamlardı?
Milbendis Sirus Smit, genç Harber, zenci Nap nasıldı? Niçin resimlerini
yapmamışlar acaba? Yıllardan sonra Beyoğlundaki kitapçı Vays’da bu iki
romanın resim dolu Fransızcalarını görünce sevinçten kabıma sığamaz
olmuş, hemen ikisini de almış haftalarca elimden bırakamamıştım. İnanır
mısınız iki ay evvel sinemada (Issız Ada) filminin oynandığını da duyar
duymaz görmeğe koştum. Seyrederken çocukluğumu tekrar yaşar gibi
oldum…”114
Ailesinin ifadesine göre, son yıllarda resim yapmayı bırakmış olan
yazar, resimle ilgisini ölümüne kadar sürdürmüştür.1951 yılı Ocak ayından
itibaren Akşam gazetesine yazmış olduğu “Eski Zamanın Meraklı Vakaları”
adlı seri hikayelerin ortak özelliği resimli olmalarıdır. Resimler Salih Erimez
ve Çetin Özkırım adlı ressamlar tarafından çizilmiştir. Sermet Muhtar’ın 20
Mayıs 1952 tarihindeki ölümünden sonra, Akşam gazetesi elinde hazır
bulunan resimli hikayeleri yayımlamaya devam etmiştir. Son hikaye “İdmancı
Fehim Bey” adını taşımaktadır ve 16 Haziran 1952 günü son bulur.
113
Turgut ÇEVİKER; Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü II. Meşrutiyet Dönemi (1908-1918),
(İstanbul, 1988), 90-91.
114
Sermet Muhtar ALUS: “Üstad Ahmet İhsan”, Yeni Sabah (10 İkincikânun 1943), 3.
28
115
Sermet Muhtar ALUS: 30 Sene Evvel İstanbul (İstanbul, 2005), 198.
116
Sermet Muhtar ALUS: 30 Sene Evvel İstanbul (İstanbul, 2005), 199-200.
117
Semavi Eyice ile 18 Nisan 2005 tarihinde İstanbul- Bostancı’da yapılan görüşme.
118
Semavi EYİCE: a.g.m.
29
Edebiyat-ı Cedide’nin, Fikret veya Halit Ziya’nın tesiri altında olmayan genç
var mıydı?..”119
Bazı roman kahramanlarının ya da anlattığı tanıdık kızlarının elinde o
dönemde popüler olan eserlerden biri vardır. Hatta gerçek hayatla romanlar
arasında paralellikler kurulduğu vakidir.120
Mesela “Bebek Emine” adlı roman kahramanının okuduğu kitaplar
Ahmet Mithat Efendi’nin Hasan Mellah, Paris’te Bir Türk adlı romanlarıdır;
ayrıca Monte Kristo ve Lord Hop’u okumuştur.Ziya Paşa, Recaizade Ekrem,
Abdülhak Hamid, Muallim Naci ise okuduğu şairlerdir.121 Harp Zengininin
Gelini’ndeki Suat ise, Monte Kristo ve Lord Hop’a ilave olarak Zavallı Necdet,
Teehhül Âleminde romanlarını okur.
Sermet Muhtar, yıllar önce çok moda olan bir melodiden söz ederken o
devrin edebiyatından örnek verir: “…Halid Ziya Uşaklıgil, rahmetli bile (Mai
ve Siyah) romanında, bilmem kime, galiba Kristal kafeşantanındaki bir
şantöze düdük gibi sesle Palomayı söyletmiştir…”122
Sermet Muhtar’ın yazılarında adları en sık geçen Türk yazarlarının
başında Ahmet Rasim gelmektedir. Onun eserlerini okuduğu verdiği
örneklerden anlaşılmaktadır. Mesela eski Haydarpaşa çayırından
bahsederken “…Ahmet Rasim merhum (Şehir Mektupları)nda buraya
züğürtler yaylası adını takmıştı…”123 diye açıklamada bulunur. Yine bir
yazısında “…Ahmet Rasim merhumun sık sık diline doladığı (İlaveli Lugati
Osmaniye)de meddah şöyle tarif edilmiştir:..”124 şeklinde yazarı kaynak
gösterir.
Ahmet Rasim’e çok sık yer verilmesi tesadüf değildir. Çünkü Sermet
Muhtar’ın özellikle yarı-kurmaca metinlerine seçmiş olduğu konular ve
bunların üslûp özellikleri bize Ahmet Rasim’i hatırlatmaktadır. Bu benzerlikten
hareket eden Yeni Sabah gazetesi şöyle bir mukayesede bulunur: “Evvelki
119
Sermet Muhtar ALUS: 30 Sene Evvel İstanbul (İstanbul, 2005), 138-139.
120
Sermet Muhtar ALUS: “Eski Romanlardan Hatıralar I”, Aydede, 91-50 (27 Ekim 1948), 2;
“Eski Romanlardan Hatıralar II”, Aydede, 91-51 (30 Ekim 1948), 2.
121
Sermet Muhtar ALUS: “Bebek Emine -28-”, Vatan (30 Mayıs 1943), 2.
122
Sermet Muhtar ALUS: “Paloma”, Akşam (12 Kasım 1947), 4.
123
Sermet Muhtar ALUS: “Eski Haydarpaşa”, Akşam (27 Eylül 1950), 4.
124
Sermet Muhtar ALUS: “Eski Meddahlar”, Yeni Sabah (4 Birinciteşrin 1942), 3.
30
125
Yeni Sabah, 3 İkinci kânun 1943, s. 3.
126
Buna rağmen Ahmet Muhtar Paşa’nın izinli olarak Halep’e gittiği anlaşılmaktadır. Bkz.
Sermet Muhtar ALUS: “Keçecizade İzzet Fuat Paşa’ya Dair”, Akşam (29 Teşrinisani 1944),
4.
31
vermiş çene çalıyorduk. Kimdi, bir türlü hatırıma gelmiyor, soluk soluğa geldi.
Selamünaleyküm demeden:
-Haberiniz var mı? Selanikteki (Çocuk Bahçesi) mecmuası kapatılmış,
oraya ateşli yazılar yazan mülâzım Ömer Naci de Avrupaya kaçmış, demesin
mi? Hepimizde hoşafın yağı kesildi, etekler tutuştu. Etraf kalabalık; dışardan
bir hafiye sokulduysa bu havadisi duydu gitti. Korkudan bir araya toplanamaz
olmuş, dut yemiş bülbüle dönmüştük.”127 Bu suskunlukları uzun süre devam
etmez, yaptıkları ev toplantılarında -sokağı iyice dinledikten sonra- II.
Abdülhamit ve istibdad hakkında bol bol konuşurlar. O dönemde “toplanmak”
fiilini dahi kullanamadıklarını ifade eden Sermet Muhtar, yazısını kaleme
aldığı cumhuriyet Türkiyesinde, alışkanlıkla hâlâ “biraraya gelmek” fiilini tercih
etmektedir. Bu fiil gibi netameli birçok kelime vardır. Halit Ziya Uşaklıgil,
Hüseyin Cahit Yalçın gibi bazı yazarlar anılarında bunlardan sık sık söz
ederler. Tıpkı onlar gibi Sermet Muhtar da yazılarında yeri geldikçe uzun bir
liste oluşturan bu tür yasak kelimeleri sayar döker. Yazarın bahsettiği söz
konusu kelimeler arasında, “burun, kanbur, pinti, yıldız, birader, hal’,
meşrutiyet, kanun-ı esasi, meclis-i mebusan, mebus, meşveret, ihtilal, inkılap;
bazı özel isimler Hamid, Ahmet Mithat128, Hüseyin Avni, Ahmet Rıza...” gibi
örneklere rastlanmaktadır.
Devrin hastalığı haline gelen jurnallenme korkusu, günlük hayatın en
basit ihtiyaçlarını karşılamada bile sıkıntıya yol açmıştır. Sermet Muhtar bunu
yaşamış biridir. Gençliğinde bir ara akranları ile jimnastiğe merak salmış ve
aletli jimnastik için gerekli olan ağırlıkları yaptırmak istediklerinde “...Aklınızı
mı oynattınız çocuklar ? Onun idman güllesi olduğunu kime anlatacaksın?
Bomba diye vallahi sizi yakalar, deliğe tıkarlar...” şeklindeki ikazların tesiri ve
yanlış anlamaya bağlı olarak gelişen olaylar sonucu korkulu anlar
geçirmişlerdir.129 Bir başka zaman ise, daktiloya merak saran Sermet Muhtar
yine mutad korkuyla burun buruna gelir: “...Devir Abdülhamit devri. Şeytan da
dürtmede: Dükkandan alıp çıkarken ya hafiyelerden birinin gözüne ilişirse:
127
Sermet Muhtar ALUS: “Mektebi Hukukta Edebiyatçı Gençler”, Akşam (4 Mayıs 1947), 4.
128
Ahmet Mithat Efendi yasağın dışındadır.
129
Sermet Muhtar ALUS: “Bir İdman Güllesinin Hikayesi”, Akşam, (SEK)
32
gidip yetiştirirse. (El yazını belli etmiyerek Avrupadaki erbabı fesat ile mi
muhabereye girişeceksin) diye sıygaya çekerlerse; tantonu boylarsak...”130
Yazara göre, Padişahın vehmi sonunda bütün toplumu vehimli hale
getirir:“...Devrin sonlarında cendere darlaştıkça darlaşarak büsbütün
zıvanadan çıktı. Buluttan nem kapılmasın, fincancı katırları ürkmesin diye
herkes akla karayı seçerdi...” 131
II. Abdülhamit devrinin bütün olumsuzluklarına yarı-kurmaca
metinlerinde teferruatlı bir biçimde yer veren yazar, Kıvırcık Paşa ve Sülün
Bey’in Hatıraları romanlarında padişahı roman kahramanlarından biri olarak
almıştır. Bu konu Sermet Muhtar’ın “Sanat Eserleri” bahsinde ele alınacaktır.
Söz konusu olan bütün bu tesirler, yazarın sürdürmüş olduğu son
dönem Osmanlı konak hayatının sonucudur. Bu sebeple, 1900’lü yılların
getirmiş olduğu yerli-yabancı bütün siyasal, sosyal ve kültürel etkiler, Sermet
Muhtar’ın şahsiyetinde bir sentez halinde kendini göstermiştir.
Özellikle bugün yaşananlardan hareket ederek geçmişi anlatan Sermet
Muhtar’ın, eserlerine kaynaklık eden unsurları şu şekilde sınıflandırmak
mümkündür:
1)Çocukluk ve gençlik anıları
2)Aile çevresinde yaşananlar
3) Akraba, dost, arkadaş, tanıdık çevresine ait ayrıntılar
4)Yaşadığı devrin hususiyetleri
5)İstanbul’a dair hususiyetler
6)Okuduğu kitaplar
130
Sermet Muhtar ALUS: “Yazı Makinesi”, Akşam (14 Teşrinisani 1944), 4.
131
Sermet Muhtar ALUS: “Sabık Devirdeki Netameli Kelimeler Yazı Yazmanın Güçlüğü
Buluttan Nem Kapış”, Akşam (SEK)
33
132
Cemalettin BİLDİK: a.g.y.
133
Sermet Muhtar ALUS: “Otuz Yıl Evvelki Demlerinde İzzet Melih”, Akbaba, 303 (7
Birincikânun 1939), 8.
134
Ercüment Ekrem TALU: a.g.y.
135
Ercüment Ekrem TALU: a.g.y.
136
Sermet Muhtar ALUS: 30 Sene Evvel İstanbul ( İstanbul, 2005), 137.
34
zaman ortada pek ismi geçen bir mahdum veyahut damat bey hakkında
yazdığım mizahî parçaları okurum...”137
Sermet Muhtar’ın edebiyat ve edebiyat çevreleri ile olan münasebeti,
hukuk eğitimi aldığı yıllarda artarak devam eder. Okulda, ileride Türk
edebiyatında önemli yerler alacak olan isimlerin olduğu görülür. Mesela
Servet-i Fünun temsilsici Ahmet Şuayib, onun Mekteb-i Hukuk’ta idare
hukuku muallim muavinidir. İbrahim Alaeddin Gövsa, Behçet Yazar, Burhan
Felek, Fuat Köprülü okul arkadaşlarıdır.138
“Hanımlara Mahsus Gazete”nin başyazarı olan ve Mekteb-i Hukuk’ta
okuyan M. Ziyaeddin Şakir, arkadaşlarının yazılarını gazetesinde yayımlar.
Ancak o dönemde yerli hikaye yayımı yasak olduğundan hikayeleri yabancı
ülkede geçer gibi “Türkçeden Frenkçeye” adapte etmişlerdir. Üstelik bir de
takma kadın isimleri kullanmışlardır. Sermet Muhtar’ın takma ismi139 Samiha
Necat’tır.140
II. Meşrutiyet’in ilanıyla doğan özgürlük ortamında her önüne gelenin
gazete-dergi çıkarması ve büyük paralar kazanması, Sermet Muhtar ve iki
arkadaşının da bu işe heveslenmelerine sebep olur. Arkadaşının babasının
“...Ebülhüda’ya141 dair küçük boyda, gazete kılıklı bir varaka çıkarın; adını
(Elüfürük) koyun. İçine Arapça bozuntusu birkaç yazı, bir iki de resim,
ötekilerin hepsini bastırdınız gitti !..”142 tavsiyesi doğrultusunda 1908
temmuzunda “Elüfürük”ü çıkarma çalışmalarına başlarlar: “...Alaca karanlıkta
hemen lambayı yaktırıp kalemleri kağıdları ortaya koyup sıvandık. Said
Hikmet uydurmasyon bir Arapça makale ile şiir çırpıştırdı; Osman Kemal bir
kaç havadis ekledi; ben de Fransalı Paul Fesch’in o sıralarda İstanbula yeni
137
Sermet Muhtar ALUS: 30 Sene Evvel İstanbul (İstanbul, 2005), 139.
138
Sermet Muhtar ALUS: “Akşam, Mektebi Hukukta Edebiyatçı Gençler“, Akşam (4 Mayıs
1947), 4.
139
Sermet Muhtar’ın “Necat” takma ismini dedesinin arkadaşı Cevad Paşa’nın evlatlığı
Necat’tan ilham aldığını tahmin ediyoruz.
140
Sermet Muhtar ALUS: “Mektebi Hukukta Edebiyatçı Gençler”, Akşam ( 4 Mayıs 1947), 4.
141
Rufai şeyhi Ebülhüda: II. Abdülhamit’e İslamcılık politikası takip etmenin gerekli olduğunu
telkin eden şeyhlerden biri. Bkz. Enver Ziya KARAL: Osmanlı Tarihi, VIII, (Ankara, 1983),
544.
142
Sermet Muhtar ALUS: “Elüfürük’ü Nasıl Çıkardık?”, Akşam (4 Eylül 1941), 4.
35
143
Constantinople aux derniers jours. d’Abdül Hamid- 1907, Paris.
144
Sermet Muhtar ALUS: “Elüfürük’ü Nasıl Çıkardık?”, Akşam (4 Eylül 1941), 4.
145
A.g.e., s. 4, 6.
36
146
A.g.e., s. 6.
147
İsmail Türsan’ın tarafımıza yazmış olduğu 9 Ocak 2005 tarihli mektup.
148
Yusuf Ziya ORTAÇ: Bizim Yokuş (İstanbul, 1966), 318.
149
Amcabey, 24 Temmuz 1943, C. II, s. 11
37
150
Reşat Ekrem KOÇU: İstanbul Ansiklopedisi, II, (yer-tarih yok), 764.
151
Sermet Muhtar ALUS: “Eski Tiyatrolardan Hatıralar”, Akşam (19 Kasım 1947), 4.
152
Sermet Muhtar ALUS: “Kanarya”, Akşam (SEK)
153
Sermet Muhtar ALUS: “Eski İstanbul’un Meşhur Lokantaları”, Akşam (8 Haziran 1942), 4.
154
Sermet Muhtar ALUS: “Esved Bacı”, Akşam (27 Haziran 1941), 4.
38
II.BÖLÜM
ÖĞRETİCİ ESERLERİ
A-Kitapları
Sermet Muhtar, yazar kimliğini özellikle kurmaca ve yarı-kurmaca metin
sahasında ortaya koymuştur. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarına ait
gözlemlediği, duyduğu, okuduğu her ayrıntıyı yıllar sonra, artık kırklı
yaşlarına gelmiş birinin geçmişi hatırlamaları şeklinde gazete sütunlarında
birbiri ardına yayınlar.
Otobiyografi ve anılarından istifade etmekle birlikte dikkatli ve çok
okuduğunu tespit ettiğimiz yazar, gerekli gördüğü noktalarda edindiği bilgilere
başvurmaktan çekinmemiştir. Bu sebeple, onun kimi yazılarında dipnotlar
halinde yararlandığı eserlerin künyelerini vermesi, bazı alıntılar yapması söz
konusudur. Sermet Muhtar’ın tamamen bilgiye dayalı olarak yazdığı gazete
yazıları hemen hemen hiç olmamakla birlikte, müstakil çalışmaları vardır.
Türk tarihi, İstanbul ve Fransız dili konusundaki bilgi ve birikiminin birer ürünü
şeklinde telakki edebileceğimiz kurmaca olmayan bu kalem faaliyetleri,
1
sayıca fazla olmayan bazı kitaplardan ve İstanbul Ansiklopedisi için
hazırlanmış ansiklopedi maddelerinden ibarettir
Söz konusu kitaplar bugünkü adı Askerî Müze olan müze için Fransızca
ve Türkçe olarak hazırlanmış rehber, Türkçe- Fransızca sözlük ve çocuklar
için hazırlanmış Türk ordusu hakkındaki eserden ibarettir.
1
Bu bölüme alınan kitaplar yazar hayattayken basılmış olanlardır. 1994-2005 arasında
yayımlanan kitaplardan ise, türleriyle ilgili bölümlerde söz edildi.
40
2
O. Sermed Moukhtar: Musée Militaire Ottoman Guide (İstanbul, 1920), kapak
41
3
İlyas BAYAR: Türkçe- Fransızca Yeni Lûgat-Önsöz- (İstanbul, 1935)
4
Sermet Muhtar ALUS: Yeniçeriler ve Eski Türk Ordusu (İstanbul 1933), 25-26.
42
B-Gazete Yazıları
Sermet Muhtar’ın sayıca en fazla eseri yarı-kurmaca metinler
sahasındadır. Önemli- önemsiz ayrımı yapmadan çok değişik konularda
yazılar kaleme kalan yazar, özellikle çocukluk ve gençlik yıllarını yaşadığı
devirleri ve kendisinin de tanık olmadığı ancak çevresindekilerden sürekli
dinlediği geçmiş zaman yaşantılarını anlatır. Yazılarda genelde varolan ortak
yapı; bugüne ait bir ayrıntıdan hareketle geçmişi anımsama ve anlatma
şeklindedir. Sadece toplumsal yaşayış değil, bu ortam içinde yer alan tek tek
nesneler, davranış kalıpları, alışkanlıklar, kurallar kısacası bütün ayrıntılar
sayılıp dökülür. Fakat anlatıma hakim olan temel duygu, bilgi verme değil
yaşama ve yaşatmadır. Bu sebeple, Sermet Muhtar, bu tür metinlerde
5
Sermet Muhtar ALUS: Yeniçeriler ve Eski Türk Ordusu ( İstanbul, 1933), 10.
6
A.g.e., s. 57.
7
A.g.e., s. 61.
8
A.g.e., s. 44-45.
43
kurguya dayalı bir anlatımı tercih eder. Anlatıcı kimliğini saklamaz, aksine
satırlar arasında olabildiğince sık görünür.
Bütün anlatılanlarda hakim olan anlatıcının bakış açısıdır. Sermet
Muhtar, otobiyografik özellikler gösteren ya da anılarına müracaat ettiği
eserlerinde kendini saklamadan okuyucularıyla hemen her şeyi paylaşır.
Onun yazılarına ilgi gösteren okuyuculara cazip gelen birinci özellik de bu
olsa gerek. Ancak kendinden bahsetmesi kadar önemli başka unsurlardan da
söz etmek mümkündür. Bunların başında kullandığı dil ve üslûbun yanı sıra,
İstanbul yaşayışına dair hiçbir seçme yapmadan verdiği ayrıntıya dayalı
anlatılarda okuyucuların kendilerinden bir parça bulmaları ve yaşamadıkları
fakat merak ettikleri bir dünyanın kapılarını kendilerine sonuna kadar açılmış
bulmaları sayılabilir. Ancak çok seyrek de olsa, okuma zamanı ile yazma
zamanı arasındaki uzaklığa bir de çok daha eskiye dayanan olay zamanı
eklendiğinde okuyucunun anlatılanları zihninde canlandırması
güçleşmektedir. Bununla birlikte bu tür yazılar okuyucuya üç farklı kesiti
karşılaştırmalı olarak okuma ayrıcalığını sunmaktadır. Şöyle ki; 1930’lardan
1950’li yılların başına kadar sürekli, 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın
başlarındaki İstanbul’a dair hemen hemen her konuyu ele alan yazılar
vasıtasıyla biz, hem yazma zamanını hem de olay zamanını kendi
zamanımızla karşılaştırma şansına sahip oluruz. Bu özellik okuma zamanı
değiştikçe katlanarak devam edecek ve söz konusu yazılar, her
okunduğunda yeni yorumlara zemin teşkil edecektir.
Sermet Muhtar, yarı-kurmacaya dayalı yazdığı metinleri genellikle ortak
birtakım başlıklar altında toplamıştır. Bu başlıklar incelendiğinde yazılardaki
konu çeşitliliğine rağmen, aslında ortak bir tema etrafında toplanabilecekleri
görülür. Maziyi olumlu-olumsuz tüm yönleriyle hâle taşıyan eserlerdeki hâkim
vasıf, geçmişe bağlılıktır. Bugünü dünün gölgesinde inşa eden yazar, geride
kalan güzel günlerin hayaliyle yaşar. Aktüel zamana dair her şey ancak
geçmişle bağı kurulduğunda anlamlı hale gelir. Fakat yazar, eskide kalan her
şeye karşı özlem duymaz. Yeri geldiğinde söz konusu devirleri batıl inanışları
ve yanlış davranış biçimleri açısından eleştirel bir üslûpla işlemekten
kaçınmaz.
44
Seri halindeki yazıların bir hususiyeti de, konuyla ilgili Sermet Muhtar’ın
kendi çizdiği ya da temin ettiği birtakım resim ve fotoğraflara yer verilmiş
olmasıdır. Böylece anlatılanların daha somut bir biçimde algılanması
hedeflenmiştir.
Yazarın seri halinde yayımladığı yarı-kurmaca yazılarından yapılmış
seçkiler beş kitap halinde, ölümünden çok sonra, yayımlanmıştır. Bunlar
İstanbul Yazıları (1994), İstanbul Kazan Ben Kepçe (1995), Masal Olanlar
(1997), Eski Günlerde (2001) ve 30 Sene Evvel İstanbul (2005)’dur. Diğer
bütün yazıları gazete ve dergi sayfalarında kalmış olup bu çalışmamız
sırasında bunların büyük bir çoğunluğu tespit edilmiş, incelenmiş ve bir
bibliyografya denemesiyle gün yüzüne çıkmaları sağlanmıştır.
Sermet Muhtar’ın seri halinde yayımlanmış yarı-kurmaca yazıları
şunlardır:
1.30 Sene Evvel İstanbul
Sermet Muhtar’ın “30 Sene Evvel İstanbul” başlığıyla 12 Mart 1931- 27
Eylül 1931 tarihleri arasında Akşam gazetesinde yayımlanan yarı-kurmaca
yazılarıdır.
Toplam elli altı yazının bulunduğu bu seri, İletişim Yayınları tarafından
2005 yılında kitap olarak yayımlanmıştır.
Beyoğlu, Direklerarası, Kayışdağı ve Fenerbahçe’deki eğlence
âlemleri, tiyatro kumpanyaları, eski sünnet ve düğün törenleri, büyüler, batıl
inanışlar, İstibdat devrine dair ayrıntılar, yazarın okul hatıraları ve sokak
satıcıları gibi çok geniş bir yelpaze içinde, 1900’lü yılların başlarında
yaşananlar gözleme dayalı olarak anlatılmaktadır. Yazarın gazetecilikteki ilk
yıllarının ürünü olan bu yazıların bazılarına, henüz tam kimliğini bulamamış
bir üslûp hakimdir. Konuya yoğunlaşamayan, etrafta gördüklerini hızlıca
anlatıp geçen aceleci bir kalem vardır. Fakat yazarın konu tespitindeki
muvaffakiyeti daha bu ilk eserlerinde bile kendini gösterir.
2.Eski Defterdekiler
Eski Defterdekiler, 3 Mart 1932- 30 Nisan 1932 tarihleri arasında Akşam
gazetesinde yayımlanır.
45
3.Masal Olanlar
Masal Olanlar, 28 Nisan 1932- 18 Ağustos 1932 tarihleri arasında
Akşam gazetesinde elli dokuz sayı halinde yayımlanmıştır. 1997 yılında ise,
İletişim Yayınları bu seriyi kitaplaştırmıştır.
Sermet Muhtar, tıpkı Eski Defterdekiler serisinde olduğu gibi, yine
kadın-erkek çeşitli kesimlerden kişilerle yaptığı görüşmelerden temin ettiği
izlenimleri Masal Olanlar adıyla anlatmıştır. Eskide kalan törenler, meslekler,
eğlenceler, kıyafetler, ev ilaçları ve Caddebostanı, Suadiye, Göztepe gibi
semtlerin geçmişteki görünümleri, anlatanların bakış açısıyla verilir. Bu
yüzden, erkeklerin pek bilemeyeceği kapalı kapılar ardında sürdürülen bir
hayatın izlerini yazar ancak kadın anlatıcılar vasıtasıyla aktarır. Erkeklere ait
ve daha çok dışa dönük bir hayatın tezahürlerini ise, yine yaşayanların
ağzından serinin ikinci bölümünde görmek mümkündür.
8.Eski Günlerde
Eski Günlerde, 20 Teşrin-i evvel 1939- 13 Mayıs 1940 tarihleri arasında
Akşam gazetesinde yayımlanmış otuz altı yazıdan müteşekkildir. İletişim
Yayınları tarafından 2001 yılında kitap olarak yayımlanmıştır.
Ramazan ayı boyunca evlerde ve camilerde geleneksel yaşayış
biçiminin tezahürleri, çocuk oyunları, sinema, İstanbul’a has taşıma vasıtaları
ve gezinti yerleri, sayfiyelerde yaşam gibi başlıklar altında toplayabileceğimiz
yazıların ortak yönü, geçmişte kalmış İstanbul şehir hayatının otobiyografik
izlerle veriliyor olmasıdır.
Mahmut Ata, Operatör Cemil Bey, Ahmet Faruki, Doktor Hazım Paşa ve
Mekteb-i Hukuk Muallimi Zühtü Bey.
10.Gördüklerim Duyduklarım
Gördüklerim Duyduklarım başlığı altında yayımlanan bu seri, yazarın
Akşam gazetesindeki en uzun soluklu kalem faaliyetlerinden birini teşkil
eder. 30 Kânun-ı sani 1941’den 3 Ağustos 1944’e kadar aralıklarla devam
eden yazıların sayısı yüzün üzerindedir.
Hemen bütün yazılarında hayatından izler bulabildiğimiz yazarın, bu
serideki yazılarında bu iz, çok daha belirgin ve belirleyicidir. Çocukluk
yıllarında, dedesini sürgündeyken ziyarete gittikleri Halep seyahatinden,
Galatasaray Lisesi ve Mekteb-i Hukuk’un imtihanlarına, konak hayatına dair
ayrıntılara kadar birçok otobiyografik unsuru bu yazılarda bulmak
mümkündür. Bunlara ilave olarak, çevresinde gördüğü kişi ve olaylara dair
geniş bir yelpaze sunmayı da, her zamanki gibi, ihmal etmez.
Sermet Muhtar’ın kendini hareket noktası olarak seçmesi, “Gördüklerim
Duyduklarım”a ayrı bir canlılık ve içtenlik kazandırmıştır.
12.Pazar Sohbeti
Pazar Sohbeti, Yeni Sabah gazetesinde 13 Birincikânun 1942- 14 Mart
1943 tarihleri arasında yayımlanmış on üç yazıdan müteşekkildir.
Yılbaşına, eski şarkı ve türkülerin diline ve İstanbul’un geçirdiği sayılı
kışlara dair konuların ağırlıkta olduğu bu yazılarda da yazar, kendi
49
13.Dünden Bugünden
Dünden Bugünden, Sermet Muhtar’ın, tespit edebildiğimiz kadarıyla, en
uzun süreli yazı dizisidir. 1943 yılında Amcabey dergisinde ilk kez
yayımlanmaya başlayan bu başlık altındaki yazılar, Akşam gazetesinde
1944- 1947 yılları arasında aralıklarla devam etmiştir.
Yazarın olgunluk dönemi eserleri olarak nitelendirebileceğimiz bu
gruptaki yazılar, konu itibariyle muazzam bir çeşitlilik gösterir. Dut, mürekkep,
midilli, gazoz, karbonat, bülbül, çam, sardalya, patlıcan vd. şeklinde uzayıp
giden listede yazarın ele alıp işlemediği konu yok gibidir. En önemsiz
sayılacak bir konuyu bile, çok enteresan anı, anekdot ve bilgilerle
harmanlayan Sermet Muhtar, üslûp konusunda erbab-ı vukuftan olduğunu
ispatlar.
Genel yapı itibariyle bugüne dair bir ayrıntıdan ilham alan ve geçmişi
hatırlayan yazar, karşılaştırmalı olarak ya da sadece geçmişteki hali vererek
yazılarının yapısını oluşturur.
14.Bugünden Dünden
Bugünden Dünden serisi “Dünden Bugünden”in devamı niteliğindedir.
1948 yılına ait Akşam nüshalarında ismine rastlayamadığımız Sermet
Muhtar, aynı yıl Aydede dergisinde yazmaya başlamıştır. Aydede
sütunlarında okuyucularına yeni bir başlık altında seslenir: Bugünden
Dünden. Bu yazı dizisi, 1949 yılı sonlarında Sermet Muhtar’ın Akşam
gazetesine dönmesiyle 1951’e kadar orada devam eder. Her iki yayın
organında yayımlanan yazı sayısı yüzden fazladır.
Yazarın, bu yazı dizisini kaleme aldığı yıllarda, konularındaki çeşitliliği
sürdürmekle birlikte artık tekrara düşmeye başladığı görülür. Nitekim 1950
yılından ölümüne kadar olan dönemde sadece resimlerin altına kısa ve basit
yapılı hikayeler yazmakla yetinir.
50
15.Müstakil Yazılar
Sermet Muhtar’ın yarı-kurmaca metinlerini herhangi bir başlık altında
toplamadan yayımladığı da olmuştur. Bunlar Amcabey (1943, 6 yazı), Ayda
Bir (1935-1936, 5 yazı), Resimli Tarih Mecmuası (1951-1952, 17 yazı), Tarih
Hazinesi (1950-1952, 3 yazı) ve Yeni Mecmua (1939, 18 yazı) dergilerinde
yayımlanmıştır.
Bu gruptaki metinlerle seri halinde yayımlanan yarı-kurmaca
metinlerdeki yapı arasında herhangi bir farklılık yoktur. Yine geçmişte kalan
meslekler, gündelik hayata dair ayrıntılar, tiyatro faaliyetleri, II. Abdülhamit
devrine dair tören, muayede, rütbe ve nişan verme gibi hususiyetler, batıl
inanışlar belli başlı konuları teşkil eder.
C- Ansiklopedi Maddeleri
Sermet Muhtar, arkadaşı Reşat Ekrem Koçu’nun “İstanbul
Ansiklopedisi” ismiyle yayımlamış olduğu ve ne yazık ki tamamlanamadan
11. ciltte yarım kalan ansiklopedi için, çok önemli ve ayrıntılı maddeler
hazırlamıştır. Kendisinin yazmadığı bazı maddelere ise, yardımcı olmuş ve
bunlar Reşat Ekrem Koçu tarafından her defasında “Sermed Muhtar Alus’un
İstanbul Ansiklopedisi için verdiği notlar” şeklinde titizlikle ifade edilmiştir.
1958-1971 yılları arasında yayımlanan 11 cilt içinde doğrudan Sermet
Muhtar tarafından yazılmış ya da notlarından istifade edilmiş madde sayısı
toplam 135’tir.9 Ansiklopedinin uzun bir hazırlık safhasından geçtikten sonra
yayımlanabildiğini söyleyebiliriz. Çünkü ilk cildin basım yılı Sermet Muhtar’ın
ölümünden altı yıl sonraya tekabül etmektedir.
Sermet Muhtar’ın yazmış olduğu maddelerin içeriğine bakıldığında
bunlardan bazılarının yazılarında da geçen kişi, meslek ve yerler hakkında
oldukları görülür. Meselâ; Arap Abdullah, Anika, Madam Blanche, İdmancı
Faik Bey, Fuat Paşa Gelini’nin onun yarı-kurmaca metinlerinde birkaç kez adı
geçen kişiler olduklarını söyleyebiliriz. Hatta Arap Abdullah, “Onikiler”; Anika
9
Söz konusu maddelerin tam listesi çalışmamızın “Sermet Muhtar Alus’un Eserleri Hakkında
Bir Bibliyografya Denemesi” bölümünde verilmiştir.
51
10
Reşat Ekrem KOÇU: İstanbul Ansiklopedisi IV ( İstanbul, 1960), 1787.
11
Reşat Ekrem KOÇU: İstanbul Ansiklopedisi V(İstanbul, 1961), 2836.
12
Reşat Ekrem KOÇU: İstanbul Ansiklopedisi II (yer-tarih yok), 755-756.
13
Sermet Muhtar ALUS: 30 Sene Evvel İstanbul (İstanbul, 2005), 13.
52
***
14
Sermet Muhtar ALUS: 30 Sene Evvel İstanbul ( İstanbul, 2005), 14.
15
Reşat Ekrem KOÇU: İstanbul Ansiklopedisi II (yer-tarih yok), 756.
53
III. BÖLÜM
SANAT ESERLERİ
A-Roman ve Hikayeleri
Önceleri zevk için daha sonra ise, geçimini temin edebilmek maksadıyla
yazılar kaleme alan Sermet Muhtar, kitaplardan ziyade gazete yazıları ile
tanınmıştır. Fakat yazılarından pek azı, o hayattayken kitaplaşmıştır. Sermet
Muhtar’ın yazdıklarının büyük bir çoğunluğu gazete ve dergi sayfalarında
kalmıştır. Ancak 1980’li yıllardan itibaren İstanbul üzerine düzenli kitaplar
yayımlanmaya başlanması münasebetiyle, Sermet Muhtar Alus’un yeniden
gündeme gelmesi söz konusu olmuştur.1 1994 yılında “İstanbul Yazıları”
başlığıyla yazarın Akşam gazetesinde yayımlanan yarı-kurmaca
metinlerinden bir seçme yayımlanmıştır.2 Ardından özel bir yayınevi, “Sermet
Muhtar Alus Kitapları” adı altında, yazarın özellikle İstanbul’u konu alan
yazılarını bir dizi halinde yayımlamaya başlar. Bu seriden şimdiye kadar
(1995-2006) toplam beş kitap yayımlanmıştır: İstanbul Kazan Ben Kepçe,
Masal Olanlar, Onikiler3, Eski Günlerde, 30 Sene Evvel İstanbul. Bu çalışma
devam etmektedir.
Böylece yazarın, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterliğine
göndermiş olduğu 14 Şubat 1940 tarihli dilekçesindeki “…Bu yazıları bir kaç
kitap şeklinde çıkarmayı, dünle bugünü mukayeseye imkan vermesi itibarile,
memleket gençliği ve halkı için faideli görüyorum. Cumhuriyet Halk Partisince
halk evlerine alınacağına emin bulunuyorum…”4 şeklindeki isteğinin -biraz
geç de olsa- gerçekleşmekte olduğu söylenebilir. Ancak öncelikle yayımlanan
eserlere dikkat edilecek olursa, bunlardan sadece birinin (Onikiler) sanat
eserleri kategorisinde olduğu görülür. Yazarın sağlığında kitaplaşanlarla
birlikte bugün yalnızca beş roman kitap halindedir. Romanların büyük bir
1
İletişim Yayınları editörü Nihat Tuna’ya ait 5 Temmuz 2005 tarihli e-posta.
2
Sermet Muhtar ALUS: İstanbul Yazıları (İstanbul, 1994)
3
Beş kitap arasında yayımlanan tek roman Onikiler’dir.
4
Sermet Muhtar Alus’un 14 Şubat 1940 tarihli dilekçesi, BCA 490 01 854 373
54
5
Sermet Muhtar Alus’un 14 Şubat 1940 tarihli dilekçesi, BCA 490 01 854 373
55
6
Mehmet KAPLAN: Tevfik Fikret (İstanbul, 1987), 32.
56
7
Bazı roman kahramanlarının özellikleri ise, kalıtsal olarak anne, baba ya da bir önceki
kuşaktan sirayet etmiştir. Bkz. Anasını Gör Kızını Al, Rüküş Hanımlar, Banker Arif vd.
57
8
Sermet Muhtar Onikiler romanında geçen -bacasız fırkateynler- ifadesiyle ilgili olarak
dipnotta şu bilgiyi vermektedir: “Abdülhamid en ziyade donanmadan, bilhassa büyük toplu
fırkateyn-i hümayun (!)larından korkardı. Bir aralık, işgüzar Bahriye nazırlarından biri bu
gemilerin bacalarını çıkartarak fayrap etme imkanlarını ortadan kaldırmış, hepsini Haliç’te
yatalak edip efendisinin gözbebeğinin içine girmişti. ”, Onikiler (İstanbul, 1999), 24.
9
Sermet Muhtar Eski Çapkın Anlatıyor romanında geçen -Saffeti Paşazade Ziya Bey-
ifadesiyle ilgili olarak dipnotta şu bilgiyi vermektedir: “Salon Köşelerinde muharriri merhum
Saffeti Ziya’nın babası”, Eski Çapkın Anlatıyor (yer-tarih yok), 148.
10
Sermet Muhtar Dünün Genci Anlatıyor romanında geçen –İsplandid- ifadesiyle ilgili olarak
dipnotta şu bilgiyi vermektedir: “yani Tokatlıyan”;Tef. no. 29, Cumhuriyet (2 İkincikânûn
1936), 2.
11
Sermet Muhtar Onikiler romanında geçen –çıkmış- ifadesiyle ilgili olarak dipnotta şu bilgiyi
vermektedir: “angaje edilen kadın hakkında kullanılan o vakitki tabir”, Onikiler (İstanbul,
1999), 42.
12
Bu özellikle ilgili ayrıntılı bilgiler her romanın tanıtım kısmında ele alınacağından burada
ayrıntıya girilmemiştir.
58
1.Kıvırcık Paşa
1.1.Tanıtım
Sermet Muhtar’ın ilk romanı olan Kıvırcık Paşa, 1931 yılı sonu ile 1932
yılı başında Akşam gazetesinde tefrika edilmiştir. Tefrikanın başlangıç ve
bitiş tarihleri tam olarak tespit edilememiştir.14 Eser 1 Haziran 1933 tarihinde
Akşam Kitaphanesi tarafından kitap15 olarak yayımlanmıştır.16 Akşam
gazetesinin 2 Şubat 1934 tarihli sayısında kitap şöyle tanıtılmaktadır:
“Kıvırcık Paşa İstanbul’un eski ve hoş adetlerini taşıyan konaklardan birinde
geçmiş bir maceranın hikayesidir, içinde eski adetlerin tuhaflıkları ve birçok
macera resimleri vardır. 14 büyük formada 224 sahifedir. Kıvırcık Paşa’nın
beş renkli resmini havi kap içinde ciltlidir. Karton ciltlisi 90, kaât17 ciltlisi 75
kuruştur.”18
Sermet Muhtar’ın ölümü üzerine Hikmet Ferudun Es tarafından yazılan
bir yazıda bu roman hakkında şu yorum yapılmaktadır: “…Bir Kıvırcık Paşa
13
Semavi Eyice ile 11 Şubat 2005 tarihinde İstanbul-Bostancı’da yapılan görüşme.
14
TTK Kütüphanesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı’nda Akşam
gazetesinin 1931 ve 1932 yılına ait nüshalarına ulaşılamamıştır. Ancak tesadüf eseri elimize
geçen Akşam gazetesinin 11 Teşrinisani 1931 tarihli nüshası tarafımızdan incelenmiş ve
Kıvırcık Paşa’nın 31 numaralı tefrikasının bu sayıda bulunduğu görülmüştür. Bu nedenle,
Kıvırcık Paşa gazetenin Ekim-Kasım- Aralık 1931 ve Ocak-Şubat 1932 tarihli nüshalarında
yayımlanmış olmalıdır.
15
Sermet Muhtar: Kıvırcık Paşa (İstanbul, 1933)
16
“Sermet Muhtar, Kıvırcık Paşa, resimli millî roman, renkli zarif bir kapak içinde, bugün
çıktı, fiyatı: 75 kuruş (zarif ciltlisi 90 kuruş) tevzi yeri : Akşam Kitaphanesi”, Akşam (1 Haziran
1933), 10.
17
kağıt olmalıydı.
18
Akşam, 2 Şubat 1934, s. 11.
59
19
Hikmet Ferudun ES: “İstanbul En Renkli Muharririni Kaybetti”, Hürriyet (22 Mayıs 1952), 3.
20
Olcay ÖNERTOY: Cumhuriyet Dönemi Türk Roman ve Öyküsü (İstanbul, 1984), 53.
21
Sermet Muhtar: Kıvırcık Paşa (İstanbul 1933), 114-120; ayrıca age. s. 116’da II.
Abdülhamit’in Sermet Muhtar tarafından çizilmiş bir resmi de bulunmaktadır.
22
Sermet Muhtar Alus’un 14 Şubat 1940 tarihli dilekçesi, BCA 490 01 854 373
23
Filmi temin edebilmek için Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema-TV Uygulama
ve Araştırma Merkezi’nden Doç. Dr. Asiye Korkmaz ile irtibat kurulmuş, ancak filmin çıkan bir
yangında yok olduğu bilgisine ulaşılmıştır. Film hakkında bkz. Giovanni SCOGNOMİLLO:
Türk Sinema Tarihi (İstanbul, 1998); Nijat ÖZÖN: Türk Sineması Kronolojisi (Ankara, 1968);
Türker İNANOĞLU: 5555 Afişle Türk Sineması (İstanbul, 2004); Agah ÖZGÜÇ: Türk Filmleri
Sözlüğü (İstanbul 1998); Yeni Sinema Dergisi, 12 (1967), 36.
60
1.2.Yapı
1.2.a.Olay Örgüsü
Olay örgüsü, II. Abdülhamit devri paşalarından Kıvırcık Paşa’nın
kendine bir odalık almak istemesi ve onun bu isteğine karşı çıkan karısı
arasında gelişmektedir. Paşa zengindir ve her ne pahasına olursa olsun bir
odalık almak istemektedir. Paşanın eşi ise, kocasının hem parasının hem de
nüfuzunun peşindedir. Yapıyı ve temayı oluşturan temel çatışma da
buradadır. Paşa maddî imkanı elinde bulundurmasına rağmen ruhî özellikler
açısından karısından daha zayıftır. Bu da ailedeki çatışmanın maddî imkan
ve kişisel özellikler temelinde gelişmesine neden olur.
24
Sermet Muhtar: “Darısı Düşman Başına”, Akşam (16 Mayıs 1941), 4.
25
Sermet Muhtar: “Darısı Düşman Başına”, Akşam (16 Mayıs 1941), 4. Yine romanda geçen
Kıvırcık Paşa’nın “kum sancısı” hastalığına yakalanmasının (s.110) da yazarın babası Ferik
Ahmet Muhtar Paşa’nın bu hastalıktan muzdarip olmasıyla alâkadar olduğunu
düşünmekteyiz. Bkz.Ahmet Muhtar Paşa’nın Tarih-i Osmanî Encümeni başkanlığına yazdığı
mektup, TİTE Arşivi, Kutu no: 1, Gömlek no: 38, Belge no: 38
26
Romanın tahlilinde tefrika değil, kitap dikkate alınmıştır.
61
Kıvırcık Paşa
çatışma anlaşma
1.2.b.Kişiler
Olay örgüsünün aslî kişileri Kıvırcık Paşa, Hanımefendi, Şehri Efendi,
Çeşmicellat ve padişah II. Abdülhamit’tir.
Kıvırcık Paşa’nın kızı, damadı ve torunu; Behlûl, Ermeni Sürpik Dudu,
Yahudi Mösyö Rober, Hoca Abdülgani Efendi, Hürmüz Hanım, Hüsnü Cemal
Hanım, Seher ve Veysel romanın yardımcı kişileridir. Yardımcı kişiler, gerek
konuşmaları gerek temsil ettikleri dinî kimlik ve sosyal sınıf itibariyle hep tek
boyutludurlar. Yazarın anlatmak istediklerine hizmet etmek üzere
seçilmişlerdir.
Kıvırcık Paşa
Romanın aslî kişilerinin başında Kıvırcık Paşa gelmektedir. Altmış
yaşlarında, saçları “kıvır kıvır olduğu için gençliğinden beri” kıvırcık lakabı
takılan Paşa “Gür kaşlı, hürmetli burunlu, lop lop etli, koca göbekli, kalıplı
kıyafetli bir adamdı. Neşesine de hiddetine de uyar olmazdı.”27Gençliğinden
beri içkiye düşkündür. Romanın başında bir ramazan günü içki içerken tasvir
edilişi bu yönünü vurgular niteliktedir.
27
Sermet Muhtar: Kıvırcık Paşa (İstanbul, 1933), 5-6.
63
28
Sermet Muhtar: Kıvırcık Paşa (İstanbul, 1933), 47.
29
A.g.e., s. 48.
30
“Fetva ve fetvahane” sözleriyle ilgili olarak Kıvırcık Paşa’nın duyduğu kaygıda aynı
sebepten dolayıdır. Bu korku yüzünden Paşa, Şehri Efendi ile Hanımefendi’nin hulle
yapmasına izin vermiştir. Bkz. A.g.e., s. 185-187.
64
-Zaten senin işin, gücün hoppala beyim hoppala paşam. Neden haberin
var ki?
-Yine ne yaptık, eşeğine çüş mü dedik karıcığım?
-Ağzını topla, benim eşeğim yok. Eşekler, hem de şeddeli eşekler senin
yanında, çifter çifter…”31
Kıvırcık Paşa’nın maddî gücü, arzuları, alışkanlıkları, tavırları, iradeyi
temsil eden padişaha yakınlığı ve romanın yönlendiricisi olduğu anlaşılan
Şehri Efendi ile yakın münasebeti olay örgüsünü şekillendirmektedir. Bu da
onun romanın birinci derecedeki kişisi olduğunu gösterir. O, romanda maddî
imkanı temsil etmektedir.
Hanımefendi
Romanın aslî kişilerinden olan Hanımefendi, Kıvırcık Paşa’nın eşidir.
“Daima asabi ve titiz olan”32 hanımefendi “sinirli, celalli, fakat oldukça
zekilerdendi. Aile görgüsü, okuması yazması olmadığı halde fıtrî bir zekâsı
vardı. Her şeyin girdisini, çıktısını, sarfedilen lâfın nereye geleceğini, hasılı
lep demeden leblebiyi çakardı.”33
Romandaki çatışma maddî imkanı temsil eden Paşa ile, bu imkandan
yararlanan ve kaybetmek istemeyen Hanımefendi arasındadır. Hanımefendi,
Paşa’nın karşısında bireysel özellikleri (kaba kuvvete başvuran, sinirli,
hükmeden) ile ön plana çıkmaktadır. Roman boyunca onun bu özellikleri
“hanımefendi sinirlendikçe sinirlenmişti”34, “hanımefendi geceliğin eteklerini
kuşağına doladı. Dilber dilber! Diye avazı çıktığı kadar seslendi. Dilber’i ele
geçirince mükemmel surette patakladıktan ve saçını, başını birbirine kattıktan
sonra süpürgeyi eline dayadı”35, “hanımefendi… şimdi de Menekşe bacıya
çatmış atıp tutuyordu bir sille, tokat partisi daha oldu”36gibi ifadelerle açıkça
verilmektedir.
Hanımefendi’nin Kıvırcık Paşa ile Çeşmicellat’ın bulunduğu eve baskın
yaptığı sıradaki hali de şöyle tasvir edilmektedir:
31
A.g.e., s. 34.
32
A.g.e., s. 29.
33
A.g.e., s. 65
34
A.g.e., s. 29
35
A.g.e., s. 30
36
A.g.e., s. 32
65
37
A.g.e., s. 91-92
38
A.g.e., s. 214
39
A.g.e., s. 155
40
A.g.e., s. 157
41
A.g.e., s. 223
66
Şehri Efendi
Olay örgüsünün merkezinde Kıvırcık Paşa’nın yanı sıra onun akıl
hocası olan, dışarı ile bağlantısını sağlayan, ancak paşa ile eşi arasında çift
taraflı oynayan Şehri Efendi de vardır.
Şehri Efendi “cin gibi, fıldır fıldır gözlü, ufacık tefecik, ehli dil, gün
görmüş, yaş yaşamış , sındırlıyı sıyırtmış, karaağaca kandil asmış
takımdandı.
Arkasında, giyile giyile neftiye dönmüş redingot, çenesinde kara sakal,
cebinde Yenicami ayarı Piryol saat, ayağında potin kundura, eski bir bende
idi…”42Kıvırcık Paşa’nın Manastır valiliği zamanından beri Paşanın
gediklilerinden olan Şehri Efendi “mazul olunca” İstanbul’a gelir “iki ay mı,
dört ay mı, her ne kadarsa, başka bir yere tayin edilinceye kadar konakta
postu sererdi.”43Çünkü o, maddî menfaat temin edebilmenin peşindedir.
Şehri Efendi, romanda kurnazlığı ile ön plana çıkmaktadır. Bunun somut
olarak görüldüğü olayların başında Hanımefendi’nin isteği üzerine hazırladığı
ve Kıvırcık Paşa’nın imzaladığı senet meselesi gelmektedir. Bu senede göre,
şayet Paşa, Çeşmicellat ile görüşmeyi sürdürecek veya içki içecek olursa
bütün malı mülkü Hanımefendi’nin üzerine geçecek ve Hanımefendi,
Paşa’dan da boşanmış sayılacaktı. Ancak Şehri Efendi’nin aşağıda gösterilen
kurnazlığı, Kıvırcık Paşa içki içmeye devam etmiş olsa da, onu bu durumlara
düşmekten kurtarmıştır: “Şehri göğsünü gere gere sözünü tamamlıyordu:
-Tarafı aciziden tespit edilen senedi mahutta, (sırtımdaki gömleğimden
maada, fizemanina tahtı tasarrufumda bulunan enval ve emlakin…)
cümlesinden sonra (sümünü) kelimesi mevcuttur. (Semen) zannedilmesi ve
farkına varılmaması için vazetmiştim. İşi kimse çakmadı. Behlül bibehresi de
anlamadı.
-Pekala yani ya açıkçası..
-Enval ve emlaki valâlarının sekizde biri lâşey hükmündedir. Bu miktarı,
bendeganınıza sadaka olarak ta ihsan buyurabilirsiniz!
Paşa, meseleyi hakkiyle kavrayamadığı için soruyordu.
42
A.g.e., s. 5-6.
43
A.g.e., s. 5-6.
67
44
A.g.e., s. 213-214.
45
A.g.e., s. 67-68.
68
Romanda “levent endamlı, sırma saçlı, samur kaşlı, ela gözlü, ince belli,
geniş kalçalı, hakkıyla güzel bir kızdı. Hem öyle pek genç, toy da değil. Yaşı
yirmi ile yirmi beş arasında.”46şeklinde tasvir edilen Çeşmicellat, Düzce
civarındaki Çerkes köylerindendir ve gerçek adı Saniye’dir. Babasının
ölümünden sonra, refah içinde yaşaması umuduyla annesi tarafından
İstanbul’da esirci kör İbrahim’e satılmıştır. Esircinin evinde eğitilmiş ve
kendisine “Tirifelek” adı verilmiştir. Ona “Çeşmicellat” adını veren ise,
Kıvırcık Paşa’dır.
Kıvırcık Paşa, maddî imkanı temsil ettiği için, Çeşmicellat onun bu
yönünden yararlanmak istemektedir. Paşa’yı yaşlı ve kaba bulmasına
rağmen, onun teklifine olumlu yanıt vermesinin sebebi eserde şöyle
anlatılmaktadır: “Paşa’yı babası yaşta, pek kaba bulmuşsa da çok vaki
olduğu üzere belki ileride karısı da olurum! Diyor, nail olacağı debbedeyi,
tantanayı takıp takıştıracağı pırlantaları, elmaslı nişanı gözünün önüne
getiriyor, paşa günün birinde gözünü kaparsa kendine miras kalacak serveti
de unutmuyordu…binaenaleyh Tirifelek tamamiyle memnun değilse de işe
razı idi.”47 O da tıpkı Hanımefendi gibi Paşa’nın maddî imkanının peşindedir
ve bu yüzden Hanımefendi ile çatışmaktadır.
II. Abdülhamit
Romanlarında sık sık tarihî gerçekliği olan kişilere yer veren Sermet
Muhtar, Kıvırcık Paşa romanında da bu özelliğini tekrarlamış ve padişah II.
Abdülhamit’e yer vermiştir.
Romanda “… Arkasında sarı düğmeli, askerî elbise, üstünde lacivert bir
kaput vardı.” şeklinde tasvir edilen II. Abdülhamit’in, yazar tarafından çizilmiş
bir resmi de bulunmaktadır.48
Yazar-anlatıcı Padişah’ı ürkek biri olarak göstermiştir. Bu sebeple onun
huzurunda “Telaş göstererek birden teveccüh etmek âdet” değildir ve hatta
şiddetle yasaktır. Ayrıca Padişah, siyasi gelişmelerden de kaygılıdır. Kıvırcık
Paşa’ya çeşitli hediyeler verdikten sonra söylediği “herifler bir türlü ele avuca
46
A.g.e., s. 52
47
A.g.e., s. 58
48
A.g.e., s. 114-116
69
1.2.c.Mekan
Kıvırcık Paşa romanında diğer bütün unsurlar gibi, oluşturulan atmosfer
içinde, mekanın seçimi ve bu mekanda sürdürülen hayatın da bir fonksiyonu
vardır. Başlıca mekanlar Kıvırcık Paşa’nın konağı, Esirci Kör İbrahim’in evi,
Çeşmicellat’a tutulan ev, Yıldız Sarayı ve mabeyin odasıdır.
Konak
Kıvırcık Paşa romanındaki merkezî mekan Paşa’nın konağıdır. Olay
örgüsünün başladığı, geliştiği ve çözüme kavuştuğu yer burasıdır. Yazar-
anlatıcının dikkatiyle sunulan Kıvırcık Paşa’nın Yıldız Nişantaşı civarında
bulunan konağının romanda üstlendiği iki fonksiyonu vardır. Birincisi maddî
gücün kaynağını oluşturan ve ayrıca iradeyi temsil eden Yıldız Sarayına
yakın oluşudur. Anlatıcıya göre “paşanın muhitten deniz aşırı uzaklaşması
şiddetle memnu. Burun dibinde, yakında olacak; bir yaver veya hünkar
çavuşu koşturur koşturmaz çağrılacak, bir şey danışılacak, el altında
bulundurulacak. Maazallah tehlike, mehlike anında anca beraber, kanca
beraber.
Dahası da var. Sadakatin ne kadar mücerrep, uğuru hümayunda canını
dişine takacağı ne kadar muhakkak olursa olsun insan değil mi bu,
peygamberlerden bile zelle sadır olmuş; olur olur, şeytana uyacağı tutar;
49
A.g.e., s. 118
70
50
A.g.e., s. 8
51
A.g.e., s. 49.
71
52
Padişah (irade) ve Kıvırcık Paşa (iradeye tâbi olan) burada görüşmüşlerdir.
72
-Muhlis bey, dedi, bıyıklarım bile dondu. Çabuk bana ilaç; ocağına
düştüm, lûtfet!
İlk kadehi boşalttıktan ve geyirip, (Abdullah Paşa kızını verdi almadım!)
dedikten sonra, Kvırcık paşaya dönerek:
-Konyak olursa bu kadar olur…”53
Mabeyin odası, romanda iki fonksiyon birden icra etmektedir. Bunlardan
birincisi, iradeye bağlı olanları iradeye götüren bir basamak oluşturmasıdır.
Orada bekleyenler, sıraları geldiğinde padişahla görüşme lûtfuna ererler.
Odanın romandaki ikinci ve asıl fonksiyonu ise, olay örgüsünü
şekillendirmesidir. Buna göre, Kıvırcık Paşa, içki içmeyeceğine dair
Hanımefendi ile senet imzalamasına rağmen, bu odadakilerin ısrarı üzerine
içki içer. Durumu öğrenen Hanımefendi senet gereğince -Paşa’nın bütün malı
mülkü kendi üzerinde olmak kaydıyla- eşinden boşanmış sayılır.
II.Abdülhamit’in bütün baskılarına rağmen, saraydaki sahneler,
anlatıcının bakış açısındaki padişaha yönelik alaycı hicvin de somut bir
göstergesidir. Çünkü saray, iradenin sembolüdür ve orada toplanan
insanların iradeye saygı gösterme konusunda içten olmadıkları
görülmektedir.Mabeyin odası bu çatışmayı gözler önüne sermede sahne
görevi görür.
1.2.ç.Zaman
1931-1932 yıllarında tefrika edilen Kıvırcık Paşa’da olay zamanının
1902 yılının sonlarını54 işaret etmesi, yazma zamanı ile olay zamanı
arasındaki farklılığı ortaya çıkarır. Olay zamanı olarak, bir ramazan ayı ve
arkasından Ramazan Bayramının kronolojik kesit olarak seçilmesi ise
tesadüfî değildir. Devrin yaşayışını bütün çıplaklığı ve gerçekliği ile verme
iddiası bunda etkili olmuştur. Çünkü II. Abdülhamit devrinde toplumun en üst
katmanlarından birini temsil eden bir paşa konağında, ramazan ayı içinde,
hem de tam ezan vakti, içkili meclislerin kurulması, kadın-erkek ilişkilerinde
53
A.g.e., s. 174-176
54
“üç yüz on yedide Adanaya gidiyorken… üç on sekiz eylülü bir sene…Bir buçuk, yok yok
tam bir sene iki ay” A.g.e., s. 101. Romandaki bu ifadeye göre, Rumî 1318, Miladî 1902 yılı
Eylül- Ekim- Kasım aylarını göstermektedir. Dolayısıyla olay zamanı Ekim- Kasım 1902’dir.
73
1.3.Tema
Kıvırcık Paşa’da tema maddî imkan-kişisel özellikler karşılaşması
etrafında dikkatlere sunulur. Geleneksel anlatma esasına bağlı metinlere
bakıldığında sıkça karşımıza çıkan bu temanın, eser boyunca okuyucunun
dikkatini ayakta tutması olay örgüsü ve onu meydana getiren şahıs
kadrosundaki kişilerin özelliklerinden kaynaklanmaktadır.
Kıvırcık Paşa romanının Cumhuriyet devrinin ilk yıllarına özgü Osmanlı
Devleti’ni ve II. Abdülhamit dönemini eleştirme, kötüleme ve alaya alma
yaklaşımlarının moda olduğu bir çağda yazıldığı dikkate alınmalıdır.
Romanda doğruyu, iyiyi, güzeli, dürüstü temsil eden ne bir kişi ne de bir olay
vardır. Roman adeta yanlışın, kötünün, çirkinin ve hilekârın hakim olduğu bir
dünyayı temsil etmektedir. Bundan dolayı uzak durulması gereken unsurlarla
doludur.
Yazar, II. Abdülhamit devrini alaycı bir dille eleştirirken, tema olarak,
çıkar ilişkilerini ön plana çıkarmıştır. Padişah da dahil olmak üzere romandaki
herkes çıkarı doğrultusunda hareket etmektedir. Her devrin yaşayışında
iradeye yakın olanlar birtakım kişisel ayrıcalıklara hak etmeden sahip
olabilirler. Bu, romanda sunulan anlamdır.
55
Şerif AKTAŞ: Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş (Ankara, 1984), 27.
74
1.4.Dil ve Anlatım
Eserde Sermet Muhtar’ın sözü teslim ettiği anlatıcı olayların dışında ve
üstündedir. Ancak bazen varlığını hissettirmekten çekinmez: “...Bahsettiğimiz
konağın da sair konaklar gibi, yarısı bomboş, in cin top oynuyor gibiydi...”56
“Ne ise uzatmayalım, paşa mabeyin kapısından selâmlık tarafına geçti...”57
tarzındaki ifadeler esere, meddah hikayelerinde görülen geleneksel anlatı
formunun çeşnisini verir.
Gönderici konumundaki Sermet Muhtar, gönderme birliğini ve
metindeki yan anlam zenginliğini kullandığı dil vasıtasıyla sağlayabilmiştir.
Özellikle bazı şahısların konuşma hususiyetleri devrin karakteristik dil
özelliklerini yansıtmada önemli rol oynar. Şehri Efendi ve Behlûl temsil
ettikleri alaturka ve alafranga tipleri konuşmaları ile aşağıdaki şekilde
somutlaştırırlar: “…Boş bulunan kendini tutamayan Behlûl bey de (Mais!
Mais! Mais!) diyerek içeriye fırlayıp Şehri ile bir karambol yaptı.
-Ne müthiş bir (accéleration) aziz ! Sana da, bana da geçmiş olsun!
diyordu.
Koluna girer girmez, karyolaya götürdü; şiltenin üstüne oturtup, üstüne
yaslandı; çeneyi açtı:
-(Maître) nedir bu (torpeur)? Herhalde dün gece bir (fête) geçirdiğin
muhakkak. Tüysüz Haciğin mi, yoksa topal Panayotun mu peşine düştün?
(Souper)ni madam Hanriyette mi yoksa madam Nikolayideste mi aldın?
Dedikçe martaval dinlemeğe hiç hali, mecali olmayan Şehri efendi:
-Birader, hele bugün hiç sırası değil; inanı hakirimi bırak; rübude ve
uftadeyim ! diyor, durmadan da (ah, meftunu visalindir gönül), (cenneti âlâyı
gördüm, neyleyim dünyayı ben!) (bana dünyada cismü can sensin, maksadü
matlâbım hemen sensin!) gibi beyitler mırıldanıyordu…”58Ancak okuma
zamanı takvimde ileriye doğru değiştikçe aynîleşme, özellikle Şehri Efendi ve
Hoca Abdülgani Efendi’nin konuşmaları ve devrin yazı dili söz konusu
edildiğinde, zorlaşmakta, anlaşılmaz hale gelmektedir. Kıvırcık Paşa’ya
56
A.g.e., s. 9
57
A.g.e., s. 12
58
A.g.e., s. 125.
75
1.5.Anlam ve Yorum
Kıvırcık Paşa romanı, kişi, zaman, mekan ve dil-anlatım unsurları
açısından değerlendirildiğinde okuyucuya mesajlar verebilen, okuyucuyu
etkileyebilen ve bazı abartılara rağmen okuyucuda gerçeklik duygusu
uyandırabilen bir romandır. Romanda gerçeklik duygusunu arttırmak isteyen
yazar, gerçek hayata ait unsurlardan hareket etmiştir. Kıvırcık Paşa’nın
metnine bakıldığında Sermet Muhtar’ın özellikle zaman (devir), mekan ve
şahıs kadrosunda bunu başardığı görülmektedir. Şahıs kadrosunda iyiyi,
doğruyu ve güzeli temsil eden hiç kimse yoktur. Okuyucuda hiçbir kahramana
karşı yakınlık hissi uyanmamaktadır. Yazarın bizzat çizdiği ve olay
örgüsündeki kişileri temsil eden resimler de okuyucunun hayal gücünü bu
yönde desteklemektedir. Fakat bütün mübalağalara rağmen, roman kişilerinin
benzerlerine günümüzde de rastlamak mümkündür.
59
A.g.e., s. 223. Niyazi Berkes “Türkiye’de Çağdaşlaşma” adlı eserinde “Abdülhamit
döneminin Osmanlıcasının özelliği tumturaklılık değil, karanlıklık ve güç anlaşılırlıktır. Resmî
kitabette ustalık, kesinlik ve aydınlık yerine belirsizlik, karışıklık ve anlaşmazlık üslûbu
gelişmekte…Hükûmet işlemleri ve yazışmaları muamma gibiydi. Arka arkaya bitirilmiş
cümlelerden sağlam bir fikir çıkarılamadıktan başka, kapalı ve kurnazca kısa yazılmış
cümlelerden de anlam ve sonuç çıkarılamazdı. ”diyerek II. Abdülhamit devrinin
özelliklerinden birisi olarak yazı dilinin anlaşılmazlığı üzerinde durduğundan Sermet
Muhtar’ın romanındaki bu yazı tarihsel gerçeklik kazanmaktadır. Bkz. Niyazi BERKES:
Türkiye’de Çağdaşlaşma (İstanbul, 1973), 339.
76
60
TTK Kütüphanesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı’nda Akşam
gazetesinin 1931 ve 1932 yılına ait nüshalarına ulaşılamamıştır. Ancak İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Atatürk Kitaplığı’nda Akşam gazetesinin 1932 yılına ait çok eksikli bir cildi
incelenebilmiştir. Bu ciltte tefrikanın dört sayı mevcuttur. Söz konusu tefrikalar 4 Teşrinievvel
1932 tarihli 48., 5 Teşrinievvel 1932 tarihli 49., 18 Teşrinievvel 1932 tarihli 62. ve 8
77
2.2.Yapı
2.2.a.Olay Örgüsü
Olay örgüsü harp zengini Cevdet Efendi’nin gelini Suat ile ona sahip
olmak isteyen fakat maddî imkanı olmayan Lebip arasında gelişmektedir.
Suat Cevdet Efendi’nin oğluyla evlendiği için, maddî imkana sahiptir ve lüks
bir hayat sürdürmektedir. Onu arzulayan Lebip ise, gerekli maddî imkandan
mahrumdur. Bu nedenle Suat, Lebip’le bir araya gelmek istemez. Yapıyı ve
temayı oluşturan temel çatışma da buradadır.
Romandaki olaylar şu sırayı izlemektedir:
Teşrinisani 1932 tarihli 82. tefrikalardır. Bu nedenle, Harp Zengininin Gelini Ağustos-Eylül-
Ekim-Kasım ve Aralık 1932’de tefrika edilmiş olmalıdır.
61
Sermet Muhtar: Harp Zengininin Gelini (İstanbul, 1934)
62
Alemdar YALÇIN: Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı (Ankara, 1992), 110.
63
Olcay ÖNERTOY:Cumhuriyet Dönemi Türk Roman ve Öyküsü (İstanbul, 1984), 53.
64
Bkz. Sermet Muhtar: Harp Zengininin Gelini (İstanbul, 1934), 8,16, 24, 32, 40, 48, 56, 64,
72, 80, 88, 96, 104, 120, 128, 144, 152, 168, 176, 184, 192, 200, 208, 216, 224, 232, 240,
248, 256, 264, 272, 280, 288, 296, 304, 312, 321, 329, 344, 352 ve 368.
65
Romanın tahlilinde tefrika değil, kitap dikkate alınmıştır.
78
2.2.b.Kişiler
Harp Zengininin Gelini romanında aslî kişiler Cevdet Efendi, Suat,
Madam Viyolet, Kandilzade, Ecmel Vamık ve Lebip’tir. Cevdet Efendi’nin
karısı Seher, kayınvalidesi Huriye, oğlu Lütfi, kızı Bedriye ve eve ders vermek
için gelen Kamerüddin Necat ise romanın yardımcı kişileridir.
Cevdet Efendi
Cevdet Efendi eserin aslî kişilerindendir. “Elliyi geçkin” olan Cevdet
Efendi “orta boylu, tıknaz, top sakallı, hal ve kaliyle cana yakın bir adamdı.
Çocukluğundanberi alışveriş içinde yaşamış, ticaretle meşgul olmuş… anası,
babası çoktan ölmüşler. Biraderi, hemşiresi, dayısı, teyzesi, hülâsa hısım
akrabadan kimsesi de yok”66 şeklinde tasvir edilmektedir. Babasının erken
ölümü üzerine annesi yeniden evlenmiştir. Üvey babası Uzunçarşılı
Efendi’nin “bu oğlan mektebe gidiyorum diye Haymana beygiri gibi ötede
beride dolaşacak mı? Çalışsın, nafakasını çıkarsın. Burada elin hergelesine
boşu boşuna ekmek yedirecek lort yok!...” şeklindeki düşüncesi üzerine onun
67
zorlamasıyla “Yemiş iskelesindeki kabzımallardan birinin” yanında ticaret
hayatına başlamıştır.
“Ümmi ise de yabana atılmayacak bir zekaya malik” olan Cevdet Efendi,
annesinin ve üvey babasının arka arkaya ölmeleriyle 15-16 yaşlarında
kimsesiz kalmıştır. Çıraklık ve kalfalığın ardından 20 yaşına gelmeden
dükkan sahibi olmuştur.68 Kocamustafapaşa civarında oturan Cevdet Efendi,
parası, gençliği ve terbiyesiyle ün kazanmış ve kayınvalidesi Huriye Hanım’ın
girişimiyle Seher Hanım’la evlenmiştir.
Gittikçe zenginleşen Cevdet Efendi’nin ticarethanesi “Balkan harbi
esnalarında… Asmaaltı’nın belli başlı müesseseleri arasına katılmış”tır.
Birinci Dünya Savaşı ise, “bir nimeti uzma” olmuş ve “Cevdet Efendi
kalanturlaşmıştı.”69Bu zenginlikle birlikte “öteden beri toplu ve tıknaz idiyse
de, dört başının böyle mamur olmasından ensesi daha katmerleşmiş, göbeği
66
A.g.e., s. 25
67
A.g.e., s. 26-27
68
A.g.e., s. 27
69
A.g.e., s.35
80
70
A.g.e., s. 37
71
A.g.e., s. 37
72
A.g.e., s. 38
73
A.g.e., s. 125-126, 135
81
74
A.g.e., s. 263.
75
A.g.e., s. 49
76
A.g.e., s. 52
82
imkan temeline, Ecmel Vamık ve Kandilzade ile olan ilişkileri ise, hem paraya
hem de cinsel arzularının tatminine dayalıdır. Başlangıçta Lebip ile olan
ilişkisi ise, sadece cinsel arzudan kaynaklanmıştır. Fakat maddî imkanı temsil
edenlerle karşılaşınca maddî gücü olmayan Lebip, Suat için
değersizleşmiştir. Bu da aralarında çatışmaya neden olmuştur.
Suat’ın bütün kibar ve modern görünme çabalarına rağmen, Lebip’le
olan mazisi ve evli olduğu halde kısa sürelerle hem Ecmel Vamık hem de
Kandilzade ile gayri meşru münasebetleri onun ahlâken zayıf biri olduğunu
gözler önüne serer. Tabi bütün bu karmaşık ve yozlaşmış ilişkilerin
sürdürülmesinde yönlendirici-yardımcı fonksiyonuyla Viyolet’in etkisi
büyüktür.
Madam Viyolet
Romanın üçüncü önemli kişisi Madam Viyolet’tir.
Bohçacılık yapan Madam Viyolet, “o zamanlar İstanbul’un dört bucağını
dört dönen, konaktan konağa başvuran, Avusturya Yahudisi madamlardan
biriydi. O vakit, bu nevi madamlar müteaddit. Ellerinde bir valiz, arkalarında
bir hamal, kapı kapı dolaşırlar. Gayet hinoğlu hin ve kurnazdırlar. Hangi
hanımların kandırılıp mal satılacağını, hangi evden para sızdırılacağını kurt
gibi bilirler; tanımadıklarını sorup sual ederler; hatta sokaktan geçerken, evin
dışından anlarlar.”77
Madam Viyolet’in Suat’ın ilişkilerinden birini yönlendirmedeki fonksiyonu
yazar-anlatıcı tarafından şöyle anlatılmaktadır: “Madam Viyolet meseleyi
kemali dikkat ve itina ile dinlemiş,nihayet, en mühim noktaya sıra gelmişti..
Ecmel Vamık beye müracaat keyfiyeti mevzubahs olacaktı. Suadın bir türlü
dili söylemeye varmıyor, meseleye nerden gireceğini kestiremiyordu. Bir
müddet, gözleri daldı ve sustular. Birbirlerine bakıyorlar. Suat da Madam
Viyolet de düşünüyorlardı. Madam, bu kabil maceralardaki açmazların
künhüne vâkıflardan ve ele başılardan değil mi ya? Derde dermanı, o
bulmasın da kim bulsun?”78
77
A.g.e., s. 44
78
A.g.e., s. 230-231
83
Suat gibi hem maddî imkanın hem de kişisel arzularının peşinde olan
Madam Viyolet, sırf bu yüzden Cevdet Efendi’yi elde ederek avucunun içine
alır. Yaptığı telkinler ve verdiği öğütlerle Suat’ı da aynı anlayışla hareket
etmeye sevk eder. Madam Viyolet, Ecmel Vamık’ın Suat için neden uygun
olduğunu buna mukabil Lebip’in neden uygun olmadığını, şöyle izah eder:
“…Pamuk bey diyoğsun, o civilisé mösyö ile connaissancedan başka yol
görmiyoğum. Constantinople içinde, en éclairé, en noble bir erkek. Autoritési
var; maniérs bilir; kibar yaşar. Anlatıyoğsun ki seni seviyoğ, hem
cordialement seviyoğ; blöf yapmayoğ. Doğru söyle, niçin o pis evin içinde, o
budala koca ile oturacaksın? Niçin o senin aventurier kuzene inanacaksın?
Mösyö Lebipte güzellik yok; surat fena, position çirkin, cebinde para
az…Zavallı kız sana yazık değil mi?... o Pamuk beyi ben yüzden bilmiyoğ
amma çok işittim…senin yerinde olsam, yani çok değil, sekiz sene daha
küçük, bu mösyöye dans oynaya oynaya giderdim.”79
Madam Viyolet, hem Cevdet Efendi ile kurduğu gayri meşru münasebet
hem de Suat’a sağladığı destekle olay örgüsünün yönlendirici-yardımcı
unsurudur. Suat’ın Cevdet Efendi ailesine gelin gelmesi Viyolet vasıtasıyla
olmuştur. Suat’ı bulup öneren odur. Evliliğin gerçekleşmesinden sonra da
aileyle ve özellikle Suat’la münasebetlerini sürdürmüştür. “Asıl zamiri, Cevdet
efendiyi avucunun içine almak”80 olan Madam Viyolet bunu başarmış ve olay
örgüsü içinde Suat’ın evli olduğu halde kurduğu ilişkilerinde de aracı rolü
oynamıştır.
Kandilzade
Kandilzade, romanın kadın kahramanı Suat’a maddî imkanı temin eden
üç erkekten biridir. Aynı zamanda Cevdet Efendi’nin ortağı olan ve her
yönüyle ona örnek teşkil eden Kandilzade’nin özellikleri şu şekilde tasvir
edilmiştir: “30 ile 35 arası, kısa boylu, tombalak. Şöyle karşıdan gördün mü
enikonu yakışıklı adam denir. Beyaz ten; burma bıyıklar; pembe pembe
yanaklar. Ne zaman yüzüne baksan, birini kırparak işmar ediyor gibi süzülen
79
A.g.e., s. 231. Madam Viyolet, aynı düşünce doğrultusunda Suat-Kandilzade ilişkisinde de
aracılık etmiştir. Bkz. age, s. 297-300
80
A.g.e., s. 121
84
iki göz. Cebi gibi altını çok dişlerinin arasında, mütemadiyen bir sigara.
Şişmanca dedik ya; binaenaleyh herhalde 40tan yukarı yakalık. Manda gözü
gibi zümrütten bir boyun bağı iğnesi; işlemeli keten gömlek; gene beyaz
ketenden yelek.
Yeleğin üst cebinde elmaslı kehribar ağızlık, platinden bir kurşun
kalemi; alt ceplerin bir tarafında, serçe parmak kalınlığında altın kordona
takılı, K markalı kronometre saat; öte tarafında, kordona merbut, mineli,
küçücük bir esans şişesi. Ceketin dışındaki üst cebinde, gene K markalı bir
ipek mendil ve mürekkepli altın kalemin çengeli. Alt ceplerde bermutat K
markalı yeşil altından sigara tabakası; keten mendil; içinde ne olduğunu ve
kime verileceğini Allahla kendisi bilen bir kuyumcu kutusu, mahfaza içinde
altın kenarlı mavi gözlük…Asıl iş ceketin iç ceplerinde idi. Her iki yan da
şişkin mi şişkindi… Kandilzadenin indinde para, pul mesabesinde idi;
ufaklığın esamisi yoktu.”81
“Mercedes marka hususi otomobili” olan ve cebinden “onluklar,
ellilikler, yüzlükler, beş yüzlükler, binlikler eksik olmayan” Kandilzade”nin82
görüşüne göre para ile temin edilemeyecek hiçbir şey yoktur. Onun düstur
edindiği söz “parası ile değil mi, parayı veren düdüğü çalar.”83şeklindedir.
Giyim ve kuşam merakının yanı sıra, kadınlara olan aşırı düşkünlüğünün de
arkasında bu anlayış vardır. Onun için para, istediklerine kavuşabilmek için
bir vasıtadan ibarettir. Suat’ı elde etmek için söylediği şu sözler bunu somut
olarak göstermektedir: “Balıkpazarı deppoylarına giren kese kağıdı kadar,
cebime banknot giriyor. Hesabını, kitabını ben de şaşırdım. Bazen dara
geldim mi, soba yakmak için bile kağıt para alevlendiriyorum. Bana yar ol
gülüm, hepsini uğruna feda edeyim!”84
Cevdet Efendi’nin her yönüyle taklit etmeğe çalıştığı Kandilzade ile
arasında görünüşte bir anlaşma vardır. Her iki tarafın asıl amacı ise, birbirine
yakın durarak karşısındakini kollamaktır. Yazar-anlatıcı bu ilişkiyi şöyle dile
getirmektedir: “Karşı karşıya gelince, can ciğer, kuzu sarması idiler. İçtikleri
81
A.g.e., s. 129-130
82
A.g.e., s. 130
83
A.g.e., s. 302
84
A.g.e., s. 298
85
85
A.g.e., s. 133-134
86
A.g.e., s. 162
86
87
A.g.e., s. 260-261
88
A.g.e., s. 249
89
A.g.e., s. 50
87
90
A.g.e., s. 51
91
A.g.e., s. 53
92
Viyolet’in tanıtıldığı satırlarda Lebip’in neden istenmediği Viyolet’in Suat’a verdiği öğüt
vasıtasıyla ortaya konmuştu. Bkz. age, s. 231
93
Şerif AKTAŞ: Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş (Ankara, 1984), 134.
88
Onlar için paranın sağladığı her şey, değerin temsili anlamına gelmektedir.
Bu sebepledir ki, maddî imkansızlığı temsil eden Lebip, Suat ve onunla
anlaşma halinde olan herkesle çatışır.
Anlatıcının bakış açısı ile, romanda ele alınan kişilerin tamamının,
maddî imkanlar sonucu dejenerasyona uğramış olduğu görülür. Alaturka
yaşayış biçiminin terk edilip alafranga olana uyum sağlama çabası ise bazı
şahısları (Bedriye, Huriye, Seher) komikleştirir. Yalnız Suat’ın dayısının oğlu
olan Lebip de bu alafrangalaşma özentisini görmeyiz. Fakat onun da alaturka
tavır içinde değerlendirebileceğimiz kabalığı romandaki bir başka olumsuz tipi
meydana getirir.
2.2.c.Mekan
Mekan, şahısların karşılaşmasına sahne olma ve onların özelliklerini
belirgin hale getirme fonksiyonunu yerine getirir. Romanda fonksiyonları
itibariyle öne çıkan belli başlı mekanlar Cevdet Efendi’nin Avratpazarı’ndaki
evi ile Vezneciler’deki konağı, Ecmel Vamık’ın Büyükada’daki köşkü, Suat’ın
dayısının Makriköy (Bakırköy)deki evi, Ecmel Vamık’ın Şişli’deki apartman
dairesi ve Kandilzade’nin Yıldız’daki konağıdır.
Bu mekanları karşılıklı iki gruba ayıracak olursak; bir tarafta Suat’ın
dayısının yani Lebip’in yaşadığı fakir ev, diğer tarafta ise Cevdet Efendi ve
diğer zenginlerin yaşadığı köşk ve konaklar vardır. Bu, mekanlar vasıtasıyla
maddî imkan ve imkansızlığın çatışmasıdır.
Cevdet Efendi’nin Evleri
Cevdet Efendi’nin yazar-anlatıcının dikkatiyle tasvir edilen “Biraz
viranca amma tam altı oda; koca taşlık, tavuk, ördek besleyecek genişçe bir
bahçe; bahçede erik ağacı, kayısı ağacı, dut ağacı”94 olan Avratpazarı’ndaki
evinin özelliği zenginleşmenin burada başlamış olmasıdır. I. Dünya Savaşı ile
işleri muazzam bir biçimde genişleyen Cevdet Efendi, dükkanlarını iki üç misli
büyütürken evini de ihmal etmemiş ve evin “Kaplamaları hemen yeni baştan
değiştirilmiş, tavan arasına bir kat çıkılmış, bahçe üstüne iki oda ilave
94
A.g.e., s. 30
89
olunmuş, adeta konak yavrusu haline giren bu bina bir âlâ da boyatılmış”95tır.
Bu evin olay örgüsü içinde üstlendiği fonksiyon, Cevdet Efendi’nin
Kandilzade ile ortak olup maddî imkanı temsil etmeğe başlaması ve Suat’ın
söz konusu eve gelin gelmesiyle olay örgüsünde hareketin başladığı yer
olmasıdır.
Önce “Cevdet Beyliğe” ardından “Mevlûtzade Cevdetliğe” terfi eden
Cevdet Efendi, “artık Avratpazarı’ndaki eve tahammül” edememektedir ve
ahbaplarının aracılığıyla Vezneciler’deki Mahmut Paşa konağını tutar. Konak
“koca kaşaneydi. Yirmiden fazla oda; at koşturacak sofalar; harem bölüğü,
selamlık bölüğü, her tarafı yağlı boya. Yüksek yüksek tavanlar; içinde
havagazı, terkos suyu; üç kurnalı hamamı; dört tarafı taflanlar, yaseminler
içinde bahçe; çamlar, fıstıklar, kestane ağaçları; bir tarafta limonluk, öbür
96
tarafta boydan boya havuz; geride ahır ve arabalık” bulunan önceki eve
kıyasla çok lüks ve konforlu bir yerdir. Bu mekanın Cevdet Efendi açısından
fonksiyonu artık değişiminin hızlandığı yani Viyolet ile ilişkisinin başladığı,
sakalını kestiği, kılık kıyafetini değiştirip içki içmeğe başladığı hatta en
sonunda geceleri evine dönmeyip Viyolet’in yanında kaldığı yeni hayat tarzını
temsil etmesindedir.
Konak, artan zenginleşmeğe rağmen Suat için huzursuzluğun
sembolüdür.Çünkü cepheden dönen Lebip “niçin kocaya vardın?” diyerek
başına musallat olmuştur. “Veznecilere taşındıktan sonra Suat hanımın
rahatı kaçmıştı. Dayı zadesi Lebip, boyuna telefon edip duruyordu.”97
Vezneciler’deki konağın Suat açısından fonksiyonu, Lebip’in ısrarlarına
dayanamayarak dışarı çıkması sonucu buradaki zengin hayatından
uzaklaşması anlamındadır.
Makriköy’deki Ev
Olay örgüsü içinde farklı bir fonksiyon üstlenen mekan, Suat’ın
dayısının Makriköy(Bakırköy)deki evidir. Suat için, varlıklı bir eş bulup
evlenerek ayrıldığı bu ev, maddî imkansızlığı temsil etmektedir. Bu sebeple
95
A.g.e., s. 37
96
A.g.e., s. 148
97
A.g.e., s. 151
90
98
A.g.e., s. 218
99
A.g.e., s. 243
91
Kandilzade’nin Konağı
Kandilzade’nin Yıldız’da kiraladığı100 konak Suat’a, Ecmel Vamık’ın
sağladığı lüks hayattan daha fazlasını sunar. Romandaki şu sahne, söz
konusu mekanın maddî imkanı temsil ettiğini somut bir biçimde
göstermektedir: “…Suat, yavaş yavaş ilerledi… Yatağın üstündeki örtüyü
kaldırıp dizinin birini dayarken, duraladı.
Çarşaf banknotlarla malâmal…
Kandilzade o anda haykırdı:
-Bunların hepsi senin aşkına, senin güzelliğine, senin şerefine meleğim.
Bu örtü, seni rahatsız ederse, bir kenara toplatalım, kibriti de kendi elinle yak
sultanım…”101 Kandilzade’nin zenginliği sayesinde arzuladıklarına bir kez
daha, hem de önceki yaşantılarından çok daha ileri boyutlarda, kavuşan
Suat’ın mutluluğu Lebip yüzünden sürekli olmaz.
Yıldız’daki konak, hem Suat ile Kandilzade’nin ilişkisinin yaşanıp bittiği
yer olma hem de Suat ile Cevdet Efendi’yi bir araya getirerek Suat’ın
Lebip’ten bir kez daha kaçabilmesini sağlama fonksiyonlarını içermektedir.
Romanın sonunda Suat, yeterince alafranga olmayan, ama maddî
imkana sahip Cevdet Efendi’nin konağına dönmek zorunda kalır.
2.2.ç.Zaman
Harp Zengininin Gelini, yazarın diğer birçok eseri gibi, vakasını aktüel
zamandan değil de geçmişten, yazma zamanından yaklaşık yirmi yıl
öncesine dayanan tarihî bir dönemden alır.
Romanın en başında“…310 dan 312 ye kadar, silahlı, silahsız, müslim,
gayrimüslim efradın 24 saate kadar Kocamustapaşa ahzıasker şubesine
müracaatları!…”102 şeklindeki duyuru savaş ortamını somut bir biçimde
verdiği gibi vakanın tezahür ettiği yıllara da vurgu niteliği taşımaktadır. Ayrıca
devrin şartları ile Cevdet Efendi’nin zenginleşmesi arasındaki ters orantı
100
Devirle alakalı olarak tüm mekanlar kiralanmaktadır. Köşk, konak gibi yerlerde oturanlar
artık eskiden olduğu gibi köklü aileler değildir. Gücünü paradan alan türedi zenginler buraları
işgal etmektedir. Bu durum, sosyal hayattaki değişimi somut bir biçimde gözler önüne serer.
101
A.g.e., s. 305
102
A.g.e., s. 3
92
103
A.g.e., s. 275
104
A.g.e., s. 333
93
bu süre zarfında iki farklı kişiyle kendine gayri meşru bir hayat kurabilmiştir.
Bu ilişkilerin sadece başlangıç ve bitiş günleri verilerek zamanda bir seçmeye
gidilmiştir. Anlatıcıya ait bakış açısının vurgulanabilmesi için, özellikle,
sevgililerin son günleri gösterme metodundan yararlanarak çok geniş
tutulmuştur.
Aynı seçme işlemi, Cevdet Efendi ve ailesindeki alafrangalaşma
yolundaki büyük değişikliklerden bahsedilen bölümlerde yoktur.
Üslûba bağlı olarak eserde masal motifine dayalı zamanın kullanılması
söz konusudur: “…Az gittiler, uz gittiler, dere tepe düz gittiler; bir de
arkalarına baktılar ki Allah’a şükür dünya kadar yol yürümüşler…”105
Harp Zengininin Gelini romanında zaman (devir) unsuru, tema ve ona
bağlı olarak bakış açısının ön plana çıkmasında etkin rol oynamıştır.
2.3.Tema
Eserde tema, maddî imkan- kişisel özellikler karşılaşması etrafında
dikkatlere sunulur. Söz konusu temanın para ve cinsel arzu temelinde
işlendiğini söylemek mümkündür. Çünkü şahıs kadrosunda yer alan her bir
ferdin hareketinin arkasında maddî menfaate ve cinsel arzuya dayalı bir gaye
vardır.
Sermet Muhtar, savaşın hüküm sürdüğü bir devirde, onun bütün yıkıcı
tesirlerinden uzak, sadece kendi menfaatini, zevk ve arzularını düşünen
insanlardan oluşan bir atmosfer yaratmıştır. Cevdet Efendi’nin “Dünyalık oldu
mu, alt tarafını düşünme; karşında kim olursa olsun, keyfine bak, yan gel!..
Amma manevra lâzım..”106 sözleri devrin anlayışını özetler niteliktedir. Bütün
bunlar yazarın, söz konusu ahlâkî çöküntüye karşı okuyucunun zihninde bir
tepki yaratma maksadına yöneliktir.
Metnin bütününden çıkan mesaj ise, maddî zenginliğin ancak kültür ve
ahlâka dayandığı sürece bir değer ifade edeceği yönündedir.
105
A.g.e., s. 389
106
A.g.e., s. 67-68.
94
2.4.Dil ve Anlatım
Metnin zaman, mekan ve şahıs unsurları gerçeklik hissini güçlendirecek
şekilde seçilmiştir. Kullanılan dil ise, şahısların özelliklerine göre farklılık
gösterir. Alafrangalığın icabı olarak Suat, Viyolet, Ecmel Vamık ve
çevresindekiler Türkçe- Fransızca karışık bir dille konuşurlar. Jules Huret,
John Lubbock, Saint-Simon, Carnegie gibi yazarların eserlerini okurlar.
Lebip, Kandilzade, Cevdet Efendi ve ailesinde ise bu tesir görülmez.
Sermet Muhtar, İstanbul’da yaşayan Yahudi, Ermeni ve Rumlardan
oluşan gayrimüslim halkın konuşma özelliklerini başarılı bir biçimde yansıtır.
Romanda Viyolet, Takuk Hanım, Agop ve Sara’nın konuşmaları buna örnek
teşkil edecek mahiyettedir: “…Fakat, bütün hanımlardan daha telaşlı madam
Sara idi:
-Yazık sana paşa bey!...O karı pis, kokmuş karı. Yormeyorsun iki
yozunu? Tahta kurusu öldürmüs de kanını sürmüş gibi kipkirmizi!.. diye
tutturduğu sözü bitirmeden, yazmacı Agop tamamlıyordu:
-Eloğlunun keyfine karışmak, bilmem ne yemenin arapçası değil,
hintçesi, caponcasıdır. Gönül denilen fırlama velede akıl ermez; onun işine
ne imparator karışır, ne kıral; ne de Kazaz Artin…”107
Anlatıcı, bütün olaylara eşit mesafeden yaklaşmakla birlikte bakış
açısında eleştireldir. Bunu alıcı konumunda olan okuyucu, anlatma ve
gösterme metoduyla kendisine sunulan sahneler aracılığıyla ortaya çıkan
kelimelerin yan anlam değerleri vasıtasıyla algılar. Leman ile Cevdet Efendi
arasındaki diyalog buna bir örnektir:
“-Uzun etme işte Leman hanım; dudağını sür, alt tarafını beyine ver.
Cevdet efendi elinde kadeh.
-İçtiğin tarafı göster, kiraz dudaklarının yerini işaret et; içersem oradan
içerim, içmezsem bu ölüsü bilmem neye elimi uzatmam! diyor, Leman kadehi
dudaklarına götürerek:
-İşte burası! diye gösterip ve üstüne rakı koyup uzatıyordu.
Cevdet efendi kadehi yalayarak yuvarladı…”108
107
A.g.e., s. 322-323.
95
2.5.Anlam ve Yorum
Harp Zengininin Gelini romanında varolan unsurlar bir arada
düşünüldüğünde hayata uygunluk açısından gerçeklik duygusu uyandırdığı
görülmektedir. Yazar, bunu güçlü bir biçimde sunabilmek için sıra dışı bir
dönem olan savaş yıllarını seçmiştir. Savaş hali gibi olağanüstü zamanlarda,
bazı kişilerin gayri meşru yollardan kazanç sağlamaları olağan bir durumdur.
Bunun sebebi, savaş gibi olağanüstü hallerin toplumdaki ahlâkî çöküntüyü
arttırmasıdır. Harp Zengininin Gelini romanının metnine bakıldığında Sermet
Muhtar’ın olay örgüsü açısından bu özelliği başarıyla kurguladığı
görülmektedir. Hatta söz konusu durumu kişilerin hal ve hareketlerindeki
abartılarla daha da belirgin kılmış, âdeta karikatürize etmiştir. Yazarın bizzat
çizdiği ve olay örgüsündeki kişileri temsil eden resimler okuyucunun hayal
gücünü yönlendirmiş olmaktadır. Yazar, bu şekilde, okuyucunun söz konusu
özellikleri taşıyan kişileri küçümsemesi ve onlara karşı bir tepki duymasını da
108
A.g.e., s. 322.
109
A.g.e., s. 328.
110
A.g.e., s. 102.
111
A.g.e., s. 133.
112
A.g.e., s. 136.
96
113
Akşam, 1 Mayıs 1933, s. 1
97
114
Akşam, 2 Mayıs 1933, s. 1
115
Akşam, 3 Mayıs 1933, s. 1
116
“Pembe Maşlahlı Hanım, resimli millî roman, Sermet Muhtar, yeni çıktı, 245 büyük sahife-
70 kuruş, Akşam kitaphanesi”, Akşam (25 Şubat 1934), 9; Sermet Muhtar: Pembe Maşlahlı
Hanım (İstanbul, 1933)
117
Akbaba, I, 17 (23 Kasım 1961), 15.
118
Akbaba, III, 93 (9 Mayıs 1963), 14.
98
119
Pembe Maşlahlı Hanım!, Akbaba, I, 17 (23 Kasım 1961), 15; Akbaba, I, 18 (30 Kasım
1961), 13.
120
s. 165
121
s. 187
122
Romanın tahlilinde tefrika değil, kitap dikkate alınmıştır.
99
3.2.Yapı
3.2.a.Olay Örgüsü
Olay örgüsü kocası ortadan kaybolduğu için yalnız ve parasız kalan
Pembe Maşlahlı Hanım ile çevresindeki zengin erkekler arasında
gelişmektedir. Pembe Maşlahlı Hanım, kendisine maddî imkan sağlayacak ve
cinsel arzularını tatmin edecek genç ve zengin birini istemektedir.
Çevresindeki genç-yaşlı bütün zengin erkekler ise, güzelliğinden ve hafif
meşrepliğinden dolayı onu elde etmenin peşindedirler. Fakat hiçbiri fiziksel
özellik itibariyle Pembe Maşlahlı Hanım’ın arzuladığı sevgili tipine uygun
değildir. Maddi imkana sahip olmalarına rağmen Pembe Maşlahlı Hanım
tarafından beğenilmezler. Yapıyı ve temayı oluşturan temel çatışma da
buradadır.
Romanda olayların sıralanışı şu şekildedir:
1)Sevgilisi Şanizade Tayfur’un başkasıyla evlenmesi üzerine Pembe
Maşlahlı’nın Ebuzarif’in teklifini kabul etmesi
2) Ebuzarif’in ortadan kaybolması üzerine Pembe Maşlahlı’nın Topaç
Molla’nın teklifini kabul etmesi
3)Topaç Molla’nın karısından korkup kaçması üzerine Pembe
Maşlahlı’nın Dânâ Efendi ile evlendirilmesi
4)Pembe Maşlahlı’nın II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinden sonra Dânâ
Efendi’yi kovması
5)Pembe Maşlahlı’nın II. Meşrutiyet’in ilanıyla kahraman haline gelen
kocası ile tekrar bir araya gelmesi
Roman boyunca arzu edilen ile arzu edenler arasında bir çatışma
yaşanmaktadır. Görünüşte bu çatışma anlaşmaya dönüşse de, aslında
çatışma devam eder. Çünkü arzu edilen, maddî imkanı elde etmesine
rağmen bunun karşılığında herhangi bir şey vermeğe niyetli değildir.
Metnin bütününde ilişkilerin yönünü belirleyen para ve siyasi iradedir.
Başlangıçta II. Abdülhamit idaresine dayanan bir güç geçerlidir. O gücün
çemberi içinde bulunan Şanizade Tayfur,Topaç Molla, Ebuzarif, Dânâ Efendi,
Hasip Paşa 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla, maddî-manevî otoritelerini
bütünüyle yitirirler.
100
3.2.b.Kişiler
Romanın olay örgüsünde yer alan aslî kişiler Pembe Maşlahlı Hanım
(Hayriye), Ebuzarif, Topaç Molla, Dânâ Efendi, Kanarya (Ayşe) Hanım ve
Enişte Bey’dir. Şanizade Tayfur, Ülfet Bey, Peşkircizade, Hasip Paşa,
Süheyl Bey, Doktor Ali Mehmet, Necatüddin, Şemsi (Ekrem Vildan) ve
Agavni yardımcı kişilerdir.
Pembe Maşlahlı Hanım
Pembe Maşlahlı Hanım romanın merkez kişisidir. Gerçek adı
Hayriye’dir. Olay zamanının başında 24 yaşındadır.123 Kendi anlatımına
göre, orta boylu, koyu renk saçlı, kara gözlü, sıhhatli, şen ve şakacı bir genç
kız olan Hayriye, evlenmeden önceki halini şöyle tasvir etmektedir:
123
16 yaşında evlenmiştir (s. 23). “iki yaşındaki kızım” (s. 30) ifadesinden en az üç yıl evli
kaldığı , “beş senedir enişte beyle oturuyorum.” (s. 31) ifadesi de dikkate alındığında Pembe
Maşlahlı Hanım’ın vaka başında 24, vaka sonunda 26 yaşında olduğu kabul edilebilir.
101
124
Sermet Muhtar: Pembe Maşlahlı Hanım (İstanbul, 1933), 26.
125
A.g.e., s. 32
126
A.g.e., s. 12
127
A.g.e., s. 73-74
128
A.g.e., s. 32
102
129
A.g.e., s. 32
130
A.g.e., s. 56
131
A.g.e., s. 46
132
A.g.e., s. 95
133
A.g.e., s. 95
134
A.g.e., s. 96
103
tabi tutulurlar. Çünkü Kanarya’ya göre “cebi delik istedikten sonra, sürüsüne
bereket, çok”135tur.
Enişte Bey
Enişte Bey, olay örgüsündeki aslî kişilerden biridir. Pembe Maşlahlı
Hanım’ın annesinin uzak akrabalarından olup “teyze hanım” denilen bir
hanımın kocasıdır. “Enişte bey, taşra memuriyetlerine gider, ara sıra
İstanbul’a geldikçe” Hayriye’ye uğrardı. Pembe Maşlahlı Hanım’a göre “baba
yerinde, iyi kalpli, hoş sohbet bir adamdır, aynı zamanda, çok becerikli ve
işgüzardır.”136 Karısının ölümü üzerine Pembe Maşlahlı Hanım’ı yanına
alarak birlikte yaşamaya başlamışlardır.
Enişte Bey, Kanarya’dan sonra ikinci bir yardımcı-yönlendirici olarak
ortaya çıkmaktadır. Onun Pembe Maşlahlı Hanım’ın Hasip Paşa’nın teklifini
kabul etmesi için söylediği “…Ben senin yerinde olsam, uzaktan uzağa, bir iki
aşinalık ederim, yüzüne gülerim. İstediğimi yaptırır, toparlıyacağımı
toparlarım…Dara geldim mi, arkamda yumurta küfesi yok a…”137, Topaç
Molla’nın teklifini kabul etmesi için söylediği “Ben vasıtayım, intibaatımı
beyan eyliyorum. Lâ ve naam demek sizlere raci”138 , yine Topaç Molla ile
ilgili olarak söylediği “Ricam şu ki kazaskerzademiz bu gece buyursun,
pembemizin yüzünü görüp iki çift söz konuşsun. Müşarünileyhi daha fazla
intizarda bırakmayalım, biraz yüzüne gülüp pohpohlayalım, lafın kısası,
sözümüzü yerine getirelim, tükürdüğümüzü yalamayalım…hazret gelsin, beş
on dakika otursun…Pembemizin canı sıkıldığı dakika, derakap bir vesile
buluveririz, hazreti hanelerine götürüveririm.”139 ve Topaç Molla’nın durumu
öğrenen karısından korkup ortadan kaybolması üzerine Kazasker Dânâ
Efendi’yi elde etmek için söylediği “aman gülüm toyluğun sırası değil…açıl
saçıl; servü bülendini, nermin tenini göster; kabak çiçeği gibi kendini ver!
Hırızma elimizde iken burnuna takalım, talimli maymun gibi oynatalım”140
135
A.g.e., s. 71
136
A.g.e., s. 31
137
A.g.e., s. 49
138
A.g.e., s. 64
139
A.g.e., s. 197
140
A.g.e., s. 227
104
141
A.g.e., s. 61
142
A.g.e., s. 13
143
A.g.e., s. 13
144
A.g.e., s. 64
145
A.g.e., s. 14
105
146
A.g.e., s. 94.
147
A.g.e., s. 93.
148
A.g.e., s. 94.
149
A.g.e., s. 94.
106
3.2.c.Mekan
Pembe Maşlahlı Hanım romanında olay örgüsündeki fonksiyonları
itibariyle öne çıkan mekanlar Şani Paşa’nın köşkü, Ebuzarif’in Kuşdili’nde
tuttuğu köşk ve Topaç Molla’nın Mesarburnu’nda tuttuğu köşkten ibarettir.
150
A.g.e., s. 225-226.
151
Bkz. s. 231, 232, 234, 235.
152
A.g.e., s. 236.
153
A.g.e., s. 240. Aslında vekaletin alınış sebebi kurban kesmektir. Ancak “Vekaleti mutlaka”
ifadesine dayanılarak Pembe Maşlahlı Hanım’ın haberi olmadan nikahı kıyılmıştır.
107
154
A.g.e., s. 61.
155
A.g.e., s. 85.
108
yok. Yoğurtçu köprüsünden geçip dere kenarından Kuşdili’ne doğru otuz, kırk
adım yürününce, evin kapısındasın. Çayır, Kızıltoprak, Çamlıca panorama
gibi karşıda; arka pencerelerden Fenerbahçe, Kalamış koyu tabak gibi
görünüyor.
Musluklarında, mutfağında, şarıl şarıl kumpanya suyu; ayrıca Frenk
tulumbalı sarnıç; bir dönüme yakın bahçe. Bahçede dut, erik, kayısı ağaçları;
ön tarafta, lavantinli, lübyeli çiçek bahçesi; hatta 20, 30 kütük bağı, asma
çardağı bile var.”156 Ebuzarif Bey’in köşkü de bitişikte bulunmaktadır.
Bu köşkün fonksiyonu Pembe Maşlahlı Hanım ile Ebuzarif Bey’in
anlaşmasını, yakınlaşmasını temsil etmesidir. Dolayısıyla aralarındaki
çatışma anlaşmaya dönüşmüş görünmektedir. Ebuzarif Bey’in ortadan
kaybolmasıyla köşkün fonksiyonu da sona ermiştir.
Sarıyer’deki Köşk
Olay örgüsünde üzerinde durulması gereken üçüncü mekan, Topaç
Molla’nın Sarıyer’de Pembe Maşlahlı Hanım için kiralamış olduğu yan yana
bulunan iki köşktür. “Sarıyer’in en güzel, en havadar, aynı zamanda en hücra
bir noktasında, yan yana”157 olan bu iki köşkten Birisi kendisi için diğeri
Pembe Maşlahlı Hanım ve yanındakiler için kiralanmıştır. Pembe Maşlahlı
Hanım için kiralanan köşk, romanda yine Pembe Maşlahlı Hanım’ın dikkatiyle
şöyle tasvir edilmektedir: “Mesarburnu iskelesinden Yeni mahalleye doğru
yürünüyor; çarşıdan Dereboyuna sapılıyor; Maden yoluna doğru biraz
gidilince, yüksek, havadar, nezaretli bir ev.
Daha da yeni yapı. Dülger içinden çıkalı, dört ay olmuş, olmamış.
Kaplamaları, kirişleri, döşemeleri, gıcır gıcır ; pire, tahta kurusu, mikrop
cihetinden içimiz rahat.
Altı odası var. Hele üst katta, balkonlu geniş bir sofası var ki deniz
derya ayağın altında. Beykoz koyu, Yuşa tepesi, Anadolu kavağı, tabak gibi
önümüzde.
Mutfağında, suyu bal gibi sarnıcı, hamacığında küçücük kurnası,
çamaşırlığında, mermerden teknesi.
156
A.g.e., s. 128-129.
157
A.g.e., s. 191.
109
Koskoca bahçe, çıkırıklı kuyu, kâgir bahçıvan odası, küçerek bir ahır.
Dört tarafta, fırdolayı dağ gülleri, gecesefalar, ayçiçekleri…Arka tarafta,
armut ağaçları, ayva ağaçları, incirler, unnaplar; hepsinin de üstü pıtrak…”158
Topaç Molla’nın kendisi için tuttuğu köşk ise, bu köşkün on beş, yirmi
adım sağında bulunuyordu. Arada tel veya duvar yoktu. “iki ev harem
selamlık gibi yan yana” idi.
Pembe Maşlahlı Hanım için Sarıyer’de kiralanan köşkün olay
örgüsünde iki fonksiyonu vardır. Bunlardan birincisi Pembe Maşlahlı
Hanım’ın Topaç Molla ile yakınlaşmasını sağlamasıdır. Dolayısıyla
aralarındaki çatışma anlaşmaya dönüşmüş görünmektedir. Bu mekanın ikinci
fonksiyonu ise, Topaç Molla’nın ortadan kaybolması sonrasında ortaya çıkan
babası Rumeli Kazaskeri Dânâ Efendi ile Pembe Maşlahlı Hanım’ın
yakınlaşmasını temin etmiş olmasındadır. Bu yakınlık nikahla sonuçlanmış ve
aralarındaki göstermelik anlaşma çatışmaya dönüşmüştür.
O devirde, İstanbul’un mesire yerleri olan Fenerbahçe, Libade, Kuşdili,
Kağıthane ile sayfiye yerleri Sarıyer ve Büyükada romandaki diğer
mekanlardır.
Arzu edilen işlevini yerine getiren Pembe Maşlahlı Hanım’ın varlığının
anlam kazanabilmesi için ona temayül gösteren kişilerle karşılaşması gerekir.
Bu ise, devrin şartları gereği, ancak açık mekanlarda olabilir. Bu sebeple,
eserde açık mekanlar fazladır. Varolan kapalı mekanlarda kadın ve erkeklerin
bir araya gelmesi ya gizli saklı gerçekleşir ya da düğün töreni gibi istisnai bir
durum söz konusudur.
3.2.ç.Zaman
Pembe Maşlahlı Hanım’ın günlüğü şeklinde düzenlenen romanda
zaman çok nettir. 1 Mayıs 1907-30 Temmuz 1907 tarihleri arasındaki üç aya
yayılan olaylar kronolojik biçimde verilmektedir. Son bölümde ise, iki yıl
sonra, Ağustos 1909’da gelinen noktayı özetleyen bir anlatımla roman sona
ermektedir.
158
A.g.e., s. 193.
110
3.3.Tema
Pembe Maşlahlı Hanım romanında tema, maddî imkan- kişisel özellikler
karşılaşması şeklinde dikkatlere sunulur. Yazar, Osmanlı imparatorluğunun
son döneminde devletin bütün kurumlarında meydana gelen çözülmenin,
sosyal hayattaki uzantısını kadın-erkek ilişkileri etrafında özelleştirerek
başarılı bir biçimde sunmuştur.
Tema, eserin yazıldığı dönem olan Cumhuriyetin ilk yıllarında II.
Abdülhamit devrine karşı varolan eleştirel bakışın ürünüdür. Romanı başarıya
ulaştıran sebeplerden biri temanın yazma zamanına hitap eden bu özelliğidir.
Diğer sebep ise, yazarın söz konusu dönemi bizzat yaşamış olması
nedeniyle gözleme dayanıyor olmasıdır.
Kadın-erkek ilişkilerine kadının bakış açısıyla yaklaşan yazar, bu tür
ilişkilerde kadın için para ve statünün, gençlik-yakışıklılık gibi kişisel özellikler
kadar önemli etkenler olduğunu öne sürmektedir. Yazar bu yönüyle bedbin
bir bakış açısı sergiliyor. Çünkü kadın-erkek ilişkilerinde belirleyici olarak
sevginin üstünlüğü gibi idealize edilmiş bir anlayışı tercih etmiyor. Fakat
159
Bir ihbar sonucu Pembe Maşlahlı Hanım’ın evinde zaptiye tarafından Meşveret
gazetesinin ele geçirilmesi üzerine Ebuzarif Bey’in korkarak ortadan kaybolması devirle ilgili
olup olay örgüsünde yeni bir halkanın oluşmasına sebep olmuştur. İradeyle çatışma korkusu
için ayrıca bkz. s. 157, 163, 168, 174, 215.
111
3.4.Dil ve Anlatım
Tarihî bir dönüm noktasına160 oturtulmuş olan olay örgüsü, kahraman-
anlatıcı Pembe Maşlahlı Hanım (Hayriye)’ın ağzından verilmektedir.161 Bu
durum, onun hem vaka içinde hem anlatma problemi etrafında bir fonksiyon
icra etmesini sağlamıştır. Ancak metnin bütününden çıkan bakış açısı yazara
aittir ve eleştireldir. Metnin yan-anlam değeri, eleştirel olarak
yorumlanabilecek bir biçimde oluşturulmuştur. Şahıs kadrosunu meydana
getiren fertlerin toplum kuralları açısından gayri-ahlâkî davranışlar
sergilemeleri menfî bakış açısının temelini oluşturmuştur.
Metnin bütününde sadece mekan değil, dil ve üslûp özellikleri de olay
zamanı olan XX. yüzyıl başlarının hususiyetlerini yansıtır şekilde
kurgulanmıştır. Aşağıdaki düğün davetiyesi buna bir örnektir: “Meclisi hası
vükelaya memur, vüzerayi benamdan devletlü Şani paşa hazretlerinin
mahdumu, Babıâli istişare odası muavinlerinden saadetlû Tayfur Şani
beyefendi ile, Suduru uzzamdan useyrî zade semahatlû Dânâ efendizade,
İstanbul payelilerinden faziletlû Haşmet Molla beyefendinin kerimei
iffetvesimeleri hanımefendinin, mahı halin on dördüncü perşembe günü
Kızıltoprakta, Kuyubaşında kâin Şani paşa hazretlerinin köşklerinde, icra
edilecek olan velime cemiyetlerine mahsus duhuliye varakasıdır.”162
İstanbul’da çeşitli kesimlerin konuştuğu dil, farklı tipler163 vasıtasıyla
esere yansımıştır. Atasözü164, deyim165, argo166, eski Osmanlı Türkçesi ve
160
II. Meşrutiyet’in ilanından bir yıl önceki ve bir yıl sonraki dönemler (1907-1909).
161
Refik Halit Karay’ın “İstanbul’un Bir Yüzü” romanında yaptığı gibi Sermet Muhtar da bir
kadının ağzından yazmayı denemiş ve kanaatimizce başarılı olmuştur.
162
A.g.e., s. 61.
163
“Mori kimmiş bakayım bu cenabet evde keyif çatan pırasa kabadayısı?...Mahalleyi,
sözüm ona, Kömürcü sokağına çeviren mahallebici beyi?...Mori biz burada bostan korkuluğu
muyuz yoksa çingene hergelesi mi?” (s. 207)
164
“Meşhur meseldir. Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı derler. (s. 19)
165
“Kanın kaynıyor, kuşun oynuyor.” (s. 41)
166
“Karı mısın, kısrak mısın, ne haltsın, şimdi bilmem nen yalıya inecek…Dinim hakkına
başıma kan çıktı, gözlerim döndü; kapı kapamaca alayınızı yakmazsam, topunuzun canına
mevlit okutmazsam, şu bıyıklarımı kazıtırım.” (s. 157)
112
167
A.g.e., s. 113.
113
…
Göğsümde kendi kuş iğnem ve mineli top saatim, kollarımda incili
bileziklerim.”168
Sermet Muhtar, her ne kadar Pembe Maşlahlı Hanım’ı kendi ağzından
gerçekçi bir biçimde sunsa da, satır aralarından onun kendine has üslûbunu
sezmek mümkündür. Örneğin “ben deyim bin, siz deyiniz iki bin insan”169, “bir
bir anlatayım da görünüz.”170gibi ifadeler onun müdahaleci, yorumcu
üslûbunun bir parçasıdır.
3.5.Anlam ve Yorum
Pembe Maşlahlı Hanım romanı, kişi, zaman ve mekan unsurları
açısından değerlendirildiğinde okuyucuya mesajlar verebilme ve okuyucuyu
etkileyebilme niteliklerine sahip bir romandır. Romandaki kişiler, hayat tarzları
ve aile ilişkileri bakımından hem devrin şartları içinde hem de günümüzde
karşılaşılabilecek özelliklere sahip kişilerdir. Yazarın bizzat çizdiği ve olay
örgüsündeki kişileri temsil eden resimler okuyucunun hayal gücünü
yönlendirmektedir. Yazar, bu şekilde, okuyucunun söz konusu özellikleri
taşıyan kişileri küçümsemesi ve onlara karşı bir tepki duymasını da
sağlamıştır. Yazar, bu tutumuyla, tepkisini dile getirmekte ve okuyucunun da
bu tepkiyi paylaşmasını sağlamaktadır.
Yazarın tepki gösterdiği hususlardan biri de, romandaki devrin siyasi
yapısıyla ilgilidir. Bu tepki, hem II. Abdülhamit dönemine hem de II.
Meşrutiyet’in ilk zamanlarındaki siyasi hayata yöneliktir. Bu, yazarın vaka
içinde sunduğu değil, sezdirdiği anlamdır.
Romandaki olay zamanı (1907-1909), yazma zamanı (1933) ve okuma
zamanı arasındaki büyük farklılığa rağmen, temanın güncelliğini koruduğu
söylenebilir. Romanın bugüne dair mesajlar içerdiği de görülmektedir. Gayri
meşru kadın-erkek ilişkilerine, insanların layık olmadıkları mevkilere
getirilmelerine, paranın bütün toplumsal değerlerin üstünde tutulmasına
168
A.g.e., s. 72-73.
169
A.g.e., s. 200.
170
A.g.e., s. 170.
114
171
Akşam, 28 Ağustos 1933, s. 1
115
172
Akşam, 29 Ağustos 1933, s. 1
173
Akşam, 30 Ağustos 1933, s. 1.
116
174
Tefrikada (Tef. no. 30) yazıyorsa da (Tef. no. 31) olması gerekir. Çünkü arka arkaya iki
tefrikaya da aynı numara verilmiştir.
117
175
Örneğin bkz. Altında “Mekteb-i Sultani Muallimleri” yazan fotoğraf, Tef. no. 35, Akşam (5
Teşrinievvel 1933), 5; Altında “Meşhur Komik Abdi Merhum” yazan fotoğraf, Tef. no. 40, 10
Teşrinivvel 1933, s. 5; Altında “Büyükada’da Giacomo Oteli” yazan fotoğraf, Tef. no. 77, 16
Teşrinisani 1933, s. 5; Altında “Yeniköy” yazan fotoğraf, Tef. no. 91, 30 Teşrinisani 1933, s.
5.
176
Sermet Muhtar; Sülün Bey’in Hatıraları, Tef. no. 11, Akşam (10 Eylül 1933), 5.
177
Sermet Muhtar; Sülün Bey’in Hatıraları, Tef. no. 26, Akşam (26 Eylül 1933), 5.
178
Tef. no. 5, 4 Eylül 1933
118
4.2.Yapı
4.2.a.Olay örgüsü
Sülün Bey’in Hatıraları romanında olay örgüsü, kendisine bir sevgili
arayan Sülün Bey ile onun bu beklentisine cevap veremeyen kadınlar
arasında gelişmektedir. Sülün Bey kendisi farkında olmasa da ideal bir sevgili
aramaktadır. Karşısına çıkan kadınlar ise, iki gruba ayrılır. Birinci gruptaki
kadınlar Aznif, Lora, Lüsi, Eda ve Leyla’dır. İkinci grupta ise, Perihan ve
Hacer vardır. Yapıyı ve temayı oluşturan temel çatışma Sülün Bey ile birinci
gruptaki kadınlar arasındadır. Bunun nedeni, kadınların Sülün Bey’in hayal
ettiği sevgili tipine uymamalarıdır. İkinci gruptaki kadınlardan ise, Hacer söz
konusu tipe tam olarak uymaktadır. Perihan evli olduğu halde Sülün Bey ile
gayri meşru ilişki yaşadığı için samimi olmasına rağmen aranan sevgili tipini
tam olarak temsil edemez.
Romanda olayların gelişimi şu şekildedir:
1)Kendisine bir sevgili arayan Sülün Bey’in gizli evlerden birinde Aznif’le
tanışması
2) Sülün Bey’in Aznif’le beraber yaşamaya başlaması
3)Aznif’te aradığını bulamayan Sülün Bey’in eğlence yerlerinden birinde
Lora ile tanışması
4) Sülün Bey ile Lora’nın birlikte gittikleri otelde Lora’nın sözde kocası
tarafından basılması
5) Sülün Bey’in görüp beğendiği Lüsi’nin ona mektup atması
6) Sülün Bey ile buluşan Lüsi’nin cinsel hastalık taşıdığının ortaya
çıkması
7) Sülün Bey’in bir mesire yerinde Eda ile tanışması
119
8) Eda ile buluşan ve birlikte olan Sülün Bey’in, Eda ile birlikte olduğu
erkeklerin onun kocası tarafından gözetlendiğini öğrenmesi
9) Sülün Bey’in Leyla ile tanışması
10) Sülün Bey’in Leyla ile birlikte olmak için gittiği köşkte soyulması
11) Sülün Bey’in komşularının gelini Perihan ile karşılaşması
12) Sülün Bey’in padişahın kızıyla evlendirilmek istenmesi
13) Sülün Bey’in padişahın kızından kurtulmak ve Perihan ile ilişkisini
sürdürebilmek için Hacer’le evlenmesi, ona âşık olması
Romanda zaman sırası içinde verilen metin halkalarına bakıldığında
son halkaya kadar Sülün Bey’in ideal sevgili arayışının devam ettiği
görülmektedir. Kahramanın karşısına çıkan Hacer dışındaki bütün kadınlar
sadakat, ahlâk, sevgi, namus gibi değerlerden mahrumdurlar. Bu nedenle,
Sülün Bey’le anlaşmaları mümkün olmaz. Hacer ise, söz konusu değerlere
sahip olduğundan ideal sevgiliyi temsil etmektedir ve Sülün Bey aradıklarını
onda bulur.
Romanın temel çatışmasını oluşturan birimler arasındaki ilişkileri
aşağıdaki şekilde şemalaştırabiliriz:
Sülün Bey
çatışma anlaşma
Lora, Lüsi, Eda, Leyla çatışma Hacer
Perihan
4.2.b.Kişiler
Romanın olay örgüsünde yer alan aslî kişiler Sülün Bey, Aznif, Lora,
Lüsi, Eda, Leyla, Perihan, Hacer, Sülün Bey’in babası ve Vikont Nesim’dir.
Mastor Sadık, Rıdvan, Şayeste, Lönlön Şevket, Eşref ve lala yardımcı
kişilerdir.
Sülün Bey
Sülün Bey romanın merkez kişisidir.
120
179
Tef. no. 5, 4 Eylül 1933
180
Tef. no. 44, 14 Teşrinievvel 1933
181
Tef. no. 86, 25 Teşrinisani 1933
182
Tef. no. 41, 11 Teşrinievvel 1933
121
183
Tef. no. 35, 5 Teşrinievvel 1933
184
Tef. no. 1, 31 Ağustos 1933
185
Tef. no. 73, 12 Teşrinisani 1933
186
Tef. no. 56, 26 Teşrinievvel 1933
122
187
Tef. no. 56, 26 Teşrinievvel 1933
188
Tef. no. 56, 26 Teşrinievvel 1933
189
Tef. no. 62, 1Teşrinisani 1933
190
Tef. no. 63, 2 Teşrinisani 1933
123
Yeşil gözlü, mat krem renkli tene sahip olan Lora, cambazdır: “Havada,
çarh gibi dönerek taklaklar kılıyor; oradan oraya sıçrayarak perendeler atıyor;
hasılı sahnede yapmadığı marifet kalmıyor.”191
Lora, romanda arzu edilen fonksiyonuyla ortaya çıkmaktadır. Sülün
Bey, tarafından arzu edilmiştir. Fakat o, maddî imkan peşinde olması ve
hilekarlığıyla ideal sevgili olmaktan uzaktır.
Lora başlangıçta Sülün Bey ile anlaşma halindedir. Onu dolandırmaya
çalışması bu anlaşmayı çatışmaya dönüştürmüştür.
Lüsi
Lüsi romandaki aslî kişilerden biridir.
Sülün Bey, Lüsi’nin fiziksel görünüşünü “Yeşil gözler; mat ten; orta boy;
narin vücut. Narin diyorsam zayıf, çelimsiz değil. Uzaktan bakınca âdeta ince,
nayif; yanına gelip dikkat edince kemiksiz, tombul, bıldırcın.
Yirmile yirmi beş arası idi.” cümleleriyle tarif etmektedir. Altmış beşlik bir
ihtiyarla evli olan Lüsi, görünüşte nazlı ve edalıdır. Ağırbaşlı görünmesine
rağmen Sülün Bey’e bir not atarak buluşma teklifinde bulunmuş ve gerçek
kişiliğiyle ilgili ilk işareti vermiştir.
Sülün Bey ile Büyükada’da bir otele giden Lüsi’nin “Bu deliliği ömrümde
ilk defa yaptım. O da senin hatırın için; güzel gözlerin, ipek bıyıkların için”192
demesine rağmen bacağındaki yara izinden ve onu tanıyan bir garsonun “Ne
zaman ben sevdim, sok ekstra kizdi; kuklâ gibi karıydi. Amma simdi nerede o
eski Lülü? Pis adamlarla gidiyor; hem sifilis, hem skolomentos kapmis vire”193
sözlerinden hafif meşrep bir kadın olduğu anlaşılmıştır.
Lüsi’nin romandaki fonksiyonu edileni temsil etmesiyle ortaya
konmuştur. Fakat onun gerçek yüzünü gören Sülün Bey’in uzaklaşmasıyla bu
fonksiyonu ortadan kalkmıştır.
Sülün Bey ile Lüsi arasındaki anlaşma hali, vakanın sonunda çatışmaya
dönüşmüştür.
191
Tef. no. 73, 12 Teşrinisani 1933
192
Tef. no. 77, 16 Teşrinisani 1933
193
Tef. no. 80, 19 Teşrinisani 1933
124
Eda
Eda romandaki aslî kişilerden biridir.
Sülün Bey’in Göksu panayırında karşılaştığı yaşı henüz yirmi beş bile
olmayan Eda “Yeşil gözlü, mat tenli, kumral saçlı bir peri. Yüzünü görünce,
baş dönen, göz kararan, ayak sendeleyen, akıl oynayan nesnelerden biri.
Arkasında koyu lacivert çarşaf; tepesinde sivri topuz; alnında kıvırcık
kâhküller…Peçesini kaldırmış…Renginin matlığından yüzüne hiç
dokunmadığı belliydi. Rastık, allık, pudranın zerresini sürmemiş. Allahın
yarattığı gibi; nasıl doğmuş öyle.”194 şeklindeki görünüşüyle onu mest eder.
Gezinti sırasında Sülün Bey’in buluşma teklifini kabul eden Eda’nın verdiği
adreste Karantinacı Lokman ile karşılaşan Sülün Bey, onunla gittiği bir başka
evde Eda ile bir araya gelir.
Buluştukları vakit “Beni bu yolda kadınlardan zannettiniz. Bilmem ki sizi
nasıl inandırayım, yüreğinizi nasıl ikna edeyim?. İki gözüm önüme aksın,
genç yaşımda teneşirlere yatayım ki bu deliliği ilk defa yaptım; bu çılgınlığı
bugün işledim.”195demesine rağmen Sülün Bey ile ilk buluşmasında hemen
yakınlaşmaları bir tezat teşkil eder. İlk buluşmalarında üzerindeki elbiseyi
çıkarması, Sülün Bey ile birlikte olması, fakat başındaki örtüyü kesinlikle
çıkarmaması vakanın merak unsurunu meydana getirmiştir. Düğüm
Karantinacı Lokman’ın Eda’nın kocası olduğu, onları anahtar deliğinden
gözetlediği ve tek şartının karısının başını açmaması olduğunun ortaya
çıkmasıyla çözüme kavuşur.
Eda’nın romandaki fonksiyonu arzu edileni temsil etmesiyle ortaya
konmuştur. Sülün Bey tarafından geçici olarak arzu edilmiştir. Bunun sebebi
Sülün Bey’in “Gizli kapaklısı yok, saklıyacak değilim. Öyle bana denk, benim
vaziyetimle mütenasip, şık ve lüks kadınlardan değil; yüksek bir aileye
mensup olmadığı belli.”196 şeklindeki düşüncesinden anlaşılmaktadır. O, bu
arzusunu maddî imkana dayalı olarak gerçekleştirmiştir. Ayrılacakları vakit
Eda’ya bir ipek mendil içinde yedi lira para vermesi bunun kanıtıdır.
194
Tef. no. 81, 20 Teşrinisani 1933
195
Tef. no. 86, 25 Teşrinisani 1933
196
Tef. no.86, 25 Teşrinisani 1933
125
Eda romanda Sülün Bey ile anlaşma içindedir. Fakat ona gerçeği
anlatmasıyla bu anlaşma çatışmaya dönüşür.
Leyla
Emzikli Leyla Hanım, romanın aslî kişilerinden biridir.
20-22 yaşlarında olan Leyla’nın “saçları kumral, gözleri yeşil, teni mat,
boyu ve vücudu orta kırat”tır.197
Ablası Selma ile Kalender mesiresinde dolaşan Leyla, dıştan seçkin bir
aileden olduğu izlenimini verir. Sülün Bey’e çocuklu olduğunu kocasından ise
boşanmaya çalıştığını anlatır. Leyla, Sülün Bey’e yalılarında buluşma teklif
eder. Amcasından ve yengesinden korktuğunu söyleyerek Sülün Bey’i gizlice
yalıya alan Leyla’nın gerçek niyeti daha sonra ortaya çıkar. “Bunlar, her yaz
bir yalı kiralarlarmış. İki hemşire, kılpranga seyirlere devam ederler, gözlerine
kestirdikleri yağlı kuyrukları evlerine celbeylerler, âşık beyi karyolanın altına
sokarlar, çimdiği basıp çocuğu ağlatırlar, amcabey ayaklanıp odaya damlar,
ökçeli terlikli besleme çığlığı basar, misafir bey saçağa çıkarılır, tahammülünü
tüketmek için gramofonlar kurulur, sabırlı ise, (bahçede hırsız var!) sayhası
atılır, nihayet zamparacağız…fertiği kırarmış.
Esvaplar, ceplerdeki cüzdanlar, saat kordonlar cicoz.”198
Leyla romanda arzu edilen fonksiyonuyla ortaya çıkmaktadır. O sahip
olduğu fiziksel özellikler nedeniyle Sülün Bey tarafından arzu edilir. Fakat
kendisi Sülün Bey’i arzu eder gibi görünse de, gerçekte onun maddî
imkanının peşindedir.
Leyla ile Sülün Bey arasındaki anlaşma hali, vakanın sonunda Leyla’nın
gerçek niyeti nedeniyle çatışmaya dönüşmüştür.
Perihan
Perihan romanın aslî kişilerinden biridir.
Perihan’ın fiziksel özelliklerini Sülün Bey “Ne kadın, ne kadın
anlatamam. Bunu hakkile tarif, ne dille mümkündür, ne yaziyle.
Köhne müptezel, basmakalıp vasıfları kullanırsam yazık ve günah olur.
Bu çok müstesna kadının çok zengin varlığına tecavüz etmiş olurum. Onu
197
Tef. no. 88, 27 Teşrinisani 1933
198
Tef. no. 94, 3 Kânûnuevvel 1933
126
199
Tef. no. 96, 5 Kânûnuevvel 1933
200
Tef. no. 96, 5 Kânûnuevvel 1933
201
Tef. no. 97, 6 Kânûnuevvel 1933
202
Tef. no. 106, 15 Kânûnuevvel 1933
203
Tef. no. 100, 9 Kânûnuevvel 1933
127
ile düzmece bir evlilik yapan Sülün Bey’in Hacer’e âşık olması bu anlaşmayı
çatışmaya dönüştürür. Dolayısıyla Perihan ile Hacer arasında da bir
çatışmadan söz etmek mümkündür.
Hacer
Hacer romanın aslî kişilerinden biridir ve kadın kahramanlar içinde ayrı
bir yere sahiptir.
Sülün Bey ve ailesinin halayıklarından biri olan Hacer’in fiziksel
görünümü şöyledir: “Burunu kemerlice, yanakları çıkıkça, çenesi
sivrice…Kaşlarının ucu biraz yukarı kalkık ve dudakları ince…Gözleri
küçükçe ve kapakları şişçe…Bir çift zümrüt, yemyeşil iki göz…Öyle yeşil ki
muhakkak menevişli, açıklı, koyulu..Hacerin teni de mattı…Ne minimini ve
sıcak bir el”204 Hacer’in ayrıca “gül goncası gibi minimini bir ağzı, lâl
dudakları, sedef dişleri vardı.”205
Sülün Bey, komşu köşkteki mabeyincinin geliniyle rahatça ilişkisini
sürdürebilmek için Hacer’le evlenir. Ancak “Nikahta keramet vardır” sözü
mucibince Sülün Bey, baş başa kaldıkları andan itibaren Hacer’e ilgi
duymaya başlar. Hacer’in ona sevgisini belli etmesi üzerine “O ele avuca
sığmayan, İstanbulu dar bulan, en müstesna kadınları alaya alan Sülün Bey,
muzmail, perişan, mağlup vaziyetine düşmüş...”206 ve o geceden itibaren
Hacer’i “en sarsılmaz bir sevgi ile, daha doğrusu çılgın bir aşkla” 207sevmiştir.
Hacer, Sülün Bey ile mutlu bir hayat sürdürmüş ve bir kızları olmuştur.
Evlendikten on dört yıl sonra ölmüştür.
Hacer, Sülün Bey tarafından arzu edilmeyen biriyken nikahlanmaları ve
bir araya gelmeleri sonrasında fonksiyon değiştirir ve arzu edilen konumuna
geçer. Hacer, sadakati, masumiyeti ve ahlâkıyla Sülün Bey’in o güne kadarki
sevgililerinden tamamen farklıdır.208
204
Tef. no.118, 27 Kânûnuevvel 1933
205
Tef. no.118, 27 Kânûnuevvel 1933
206
Tef. no. 119, 28 Kânûnuevvel 1933
207
Tef. no. 119, 28 Kânûnuevvel 1933
208
Tek ortak yön hepsinin yeşil gözlü olmalarıdır.
128
Sülün Bey’in Hatıraları’nda, Hacer ile Sülün Bey arasında tam bir
anlaşma vardır.209 Hatta Hacer’in ölümünün üzerinden on dört yıl geçtikten
sonra dahi Sülün Bey onu sevmeye devam etmektedir.
Sülün Bey’in Babası
Sülün Bey’in babası, ismi verilmemesine rağmen, romanın aslî
kişilerindendir.
Sülün Bey’in anlattıklarına göre babası, “Üsküdarda, Dolapşeh
camisinde dünyaya gelmiş... kalıp kıyafeti, kapı gibiliği, yakışıklılığı babasına
çekmiş”tir.210 Askerliğe olan merakından rüştiyeyi bitirmeden asker olmuş,
Sultan Abdülaziz’in dikkatini çekmiş “senesi geçmeden, mülazimisani ve
yaveri şehriyari, birkaç ay sonra mülazımıevvel, bir sene sonra yüzbaşı”211
olarak hızla yükselmiştir.
Sultan Abdülaziz ve V. Murat zamanında terfi ettiği için II. Abdülhamit
tarafından Erzurum’a sürgün edilen, ancak araya birilerinin girmesi ve
kendisinin de Mithat Paşa ve Hüseyin Avni Paşa aleyhinde konuşması
sayesinde affedilmiştir. Daha sonra II. Abülhamit’in gözüne girmeyi de
başaran Sülün Bey’in babası, Sülün Bey doğduğu vakit, feriklik rütbesini
almış ve bunu oğlunun uğuru saymıştır. İleriki yıllarda padişahın ihsanları
artarak devam etmiş, ailedeki herkes nişanlara boğulmuş, Sülün Bey dahi
hızla yükselmiştir.212
Tıpkı Sülün Bey gibi babası da, gençlik yıllarında hovarda biridir ve o
günlerini oğluna anlatmaktan geri durmaz. O günlerini anlatış sebebini ise
şöyle izah eder: “Neticede anladık ki alayı dipsiz kile boş ambar; akıntıya
kürek çekmek; topal eşekle kervana karışmak…Batağa, çamura, necasete
saplanmaktan, cep boşaltıp kaltak oyuncağı, dasnik maskarası olmaktan
başka faydası yok..”213 Bu şekilde öğüt vermiş olan Sülün Bey’in babası,
“ayvaz” diye hitap ettiği oğluna sevgisini sözlerden ziyade davranışlarıyla
209
Sülün Bey’in Hacer’le evliliğine babasının “Gönül bu, güllüğe de düşer, çöplüğe de..”
demekle birlikte karşı çıkmaması, aile ile Hacer arasında da bir anlaşma olduğu kanaatini
hasıl etmektedir.
210
Tef. no. 7, 6 Eylül 1933
211
Tef. no. 8, 7 Eylül 1933
212
Tef. no. 70, 9 Teşrinisani 1933
213
Tef. no. 9, 8 Eylül 1933
129
gösterir. Sözlerinde ise, çoğu kez argo ifadeler vardır. Oğlunun gezip
tozmasına karışan eşine söylediği şu sözler bunun bir örneğidir: “Bu
piçozları, abu canım abu! diye karı mı yapacaksınız yahu?”214
II.Meşrutiyet’in ilanından sonra, diğer bazı paşalar gibi Sülün Bey’in
babası da sürgüne gönderilmiştir. İstanköy’de yaklaşık iki sene kaldıktan
sonra, şeker hastalığı olduğundan İstanbul’a dönmesi kabul edilmiştir. Balkan
Harbi sırasında yatağından çıkamayacak hale gelen Sülün Bey’in babası
“Bakındı hele…dünkü çobanlar, gaydacı zırtapozlar, adam oldular da
Çatalcayı zorluyorlar ha!..Gedikler kahramanının foyası meydana
çıktı…Osman paşa neredesin?... Ahmet Eyüp paşa mezardan çık; şu
sütçülerin ağzının tadını ver; önüne katıp Tunaya kadar sür,
dehle…”215diyerek tepkisini ortaya koyduktan bir iki ay sonra 1913 yılı Şubat
ayı içinde vefat etmiştir.
Sülün Bey’in babası, romanda maddî imkanı temsil etmektedir. Onun bu
fonksiyonu, oğlu Sülün Bey’e sirayet etmektedir.
Baba-oğul arasında tam bir anlaşma vardır. Oğlunun Padişah’ın kızıyla
evlenmesini isteyen Sülün Bey’in babası “Aklına bir şey koyup kararı verdi
mi, lâm cim yok, dediğini yapacak”216 biri olduğu halde, Sülün Bey’in intihar
girişimlerinden etkilenir ve oğluna olan sevgisinden dolayı bundan vazgeçer.
Kısa süren bu çatışma hali yerini tekrar anlaşmaya bırakmıştır.
Vikont Nesim
Nesim, romandaki aslî kişilerden biridir.
“Orta boylu, kırmızı saçlı, çiçek bozuğu bir delikanlı”217olan Nesim, bir
sigorta kumpanyasında memurdur ve yaşça Sülün Bey’le ya akran ya da
ondan bir iki yaş büyüktür. Musevi’dir. Fransızca, İtalyanca ve Almanca bilir.
“Üstü başı hali tavrı da yerinde”218 olduğundan arkadaşları tarafından “vikont”
lakabı takılmıştır.
214
Tef. no. 43, 13 Teşrinievvel 1933
215
Tef. no. 13, 12 Eylül 1933
216
Tef. no. 32, 2 Teşrinievvel 1933
217
Tef. no. 72 , 11 Teşrinisani 1933
218
Tef. no. 72 , 11 Teşrinisani 1933
130
4.2.c.Mekan
Sülün Bey’in Hatıraları’nda, fonksiyonları itibariyle öne çıkan belli başlı
mekanlar Tavşantaşı’ndaki konak, Boyacıköy’deki yalı, Mekteb-i Sultani,
Hayganoş ve teyze hanımın gizli evleri, Sümmer Palas Oteli, Giacomo ve
Hakli Palas Otelleri, Nakilbent’teki ev, Yeniköy’deki yalı, Yıldız Sarayı’nın
tiyatro salonu ve Serencebey Yokuşu’ndaki konaktır.
219
Tef. no. 72 , 11 Teşrinisani 1933
220
Tef. no. 72, 12 Teşrinisani 1933
221
Tef. no. 73, 12 Teşrinisani 1933
131
Tavşantaşı’ndaki Konak
Romanda üzerinde durulması gereken birinci mekan olan
Tavşantaşı’ndaki konak, Sülün Bey’in çocukluğunun geçtiği yerdir.“Köse
Hasan Bey Konağı” olarak bilinen bu yer, Sülün Bey’in annesinin büyük
babası, yani babasının babası olan Köse Hasan Bey’den kalmıştır.
Konak “Parmakkapıdan Beyazıda gelirken, Tavşantaşına sapılacak
sokağın başında, caddeye iki hane beride”222 bulunan “yarı kâgir yarı ahşap
bir binadır. Alt katı nohudi badanalı, iki katı bal rengi boyalı, 15 odalı bir eski
zaman evi.
Ortada üstü kemerli, iki yanı fenerli, çifte simitli, kocaman bir cümle
kapısı. Kapının bir kanadının içinde, tek kanatlı bir küçük kapı
daha…Duvarda hayratlık bir muslukla maşrapa…Sağdaki binek taşının
mermeri temiz ve kar gibi, merdivenin önü camekanlı, soldakinin taşları kirli
ve kapkara, merdiveni camekânsızdı.
Merdivenlerin ikisi de o kadar karanlık, basamakları o derece alçaktı ki
ev halkı bile trabzana veya duvara tutunmadan çıkamaz, ayağı sürçmeden,
bir yerini çarpmadan, yukarıyı, yani haremi bulamazdı…Teklifli misafirlere
mahsus olan sağdaki oda tirşe boyalı…Lâhana renkli, nefti çiçekli perdeler,
kanapeler, koltuklar…Yerde karası ve laciverdi mebzul bir acem
halısı…Ortada somaki taşlı, beyzi bir masa; üstünde, cam bir fanus içinde,
top, tüfek, kılıç resimli bir bronz saat.
Odanın sağ tarafında, sarı yaldızlı ayna konsol. Konsolun üzerinde,
samani renkte, karpuz abajorlu, kolza yağı yakan bir çift lamba… Yine
konsolun üstünde, zeytin ağacından yapılmış, üstü ibranice yazılı, Kudüs işi
bir yazı çekmesi…
Duvarlarda karşılıklı iki yağlı boya resim. Harbiye talebesinin huzura
çıkarılmak üzere yaptığı, çerçevesi armai Osmanili tablolardan, 308 tarihli ve
Tevfik imzalı iki manzara: Biri Göksu kasrı, öbürü Hamidiye camii…”şeklinde
uzayıp giden, konağın uzun ve ayrıntılı tasviri romandaki kahraman-anlatıcı
Sülün Bey’in dikkatiyle verilmiştir. Konağın tanıtımı dört tefrika sürmüştür.
222
Tef. no. 6, 5 Eylül 1933
132
223
Tef. no. 13, 12 Eylül 1933
224
Tef. no. 13, 12 Eylül 1933
225
Tef. no. 32, 2 Teşrinievvel 1933
133
226
Tef. no. 33, 3 Teşrinievvel 1933
227
Tef. no. 34, 4 Teşrinievvel 1933
228
Tef. no. 55, 25 Teşrinievvel 1933; Tef. no. 56, 26 Teşrinievvel 1933
134
229
Tef. no. 60, 30 Teşrinievvel 1933
230
Tef. no. 73, 12 Teşrinisani 1933
135
231
Tef. no. 78, 17 Teşrinisani 1933
232
Tef. no. 85, 24 Teşrinisani 1933
233
Tef. no. 86, 25 Teşrinisani 1933
136
katlandığı Nakilbent’teki bu evin fonksiyonu, Sülün Bey ile Eda’nın bir araya
gelmesine zemin teşkil etmesindedir.
Yeniköy’deki Yalı
Olay örgüsünde üzerinde durulması gereken sekizinci mekan olan
Yeniköy ile İstinye arasındaki yalı, Sülün Bey’in Leyla ile buluştuğu yerdir.
Yalı, kahraman-anlatıcı Sülün Bey’in dikkatiyle anlatılmıştır. Gece
olduğu için hiçbir penceresinde ışık olmayan ve yedi sekiz basamaklı bir
merdivenle çıkılan yalının kapısından içeri girince sol taraftaki küçük oda
Leyla’nındır. Üstünde gece kandili yanan komodinin yanında bir karyola
vardır.234
Söz konusu yalıdaki bu odanın fonksiyonu Sülün Bey ile Leyla’yı bir
araya getirmesidir. Evdekilerin uyanması sonucu önce yatağın altına sonra
da dışarı saklanan ve en sonunda yalıdan uzaklaşan Sülün Bey, amacına
ulaşamamıştır. Fakat onu soyup soğana çeviren Leyla ve diğerleri
amaçlarına ulaşmıştır. Onlara göre, odanın fonksiyonu Sülün Bey’in tuzağa
düşürülmesiyle ortaya konmaktadır.
Sarayın Tiyatrosu
Olay örgüsünde üzerinde durulması gereken dokuzuncu mekan olan
tiyatro, Sülün Bey’in II. Abdülhamit tarafından davet edildiği ve kendisiyle
görüştüğü Yıldız Sarayı’ndaki özel bölümdür.
Sülün Bey sarayın tiyatrosunu şöyle tasvir eder: “Oldukça geniş bir
salon…Tavanın ortasında büyük bir avize..Nihayette küçük bir sahne…Önde
muzikai hümayun orkestrası.. Yerde koltuklar, etrafında localar..Yukarı katta
kafesli localar..Sahnenin tam karşısında, zatı şahaneye mahsus kafesli
mahfeli hümayun.
Tiyatronun içi boş denecek kadar tenha idi.”235
Traviyata operasını ve Abdürrezzak’ın komedyasını izledikten sonra
padişahın huzuruna çıkan Sülün Bey’in dikkatiyle, II. Abdülhamit’in locası
şöyle sunulur: “Sultan Hamit locanın içinde ayaktaydı. Yasemin ağızlıkla
sigara içiyor, güvez kadife koltuğun yaldızlı kenarına, elile dayanıyordu.
234
Tef. no. 92, 1 Kânûnuevvel 1933
235
Tef. no. 109, 18 Kânûnuevvel 1933
137
236
Tef. no. 110, 19 Kânûnuevvel 1933
237
Tef. no. 12, 11 Eylül 1933
238
Tef. no. 95, 4 Kânûnuevvel 1933
138
239
Tef. no. 94, 3 Kânûnuevvel 1933
240
Tef. no. 95, 4 Kânûnuevvel 1933
241
Tef. no. 119, 28 Eylül 1933
139
4.2.ç.Zaman
Roman, Sülün Bey’in hayat hikayesini kronolojik olarak veren bir hatıra
defteri formundadır. Eserin başında, bu defterin yazar Sermet Muhtar’a
gönderildiği ve uygun görürse Akşam gazetesinde yayımlayabileceğine dair
kısa bir bölüm vardır. Yazarın başlangıçta ve metnin içindeki dipnotlarda
yaptığı “Bu hatıralarda, (Akşam)da neşrolunan 30 sene evvel İstanbul ve
Masal Olanlar’da bahsettiğim bazı mevzular, arada bir geçiyor.”242 şeklindeki
açıklamaları, romanın anlatma zamanının 1933 yılı olduğunu ortaya
koymaktadır.
Sülün Bey’in hatıralarını içeren defterde, olay örgüsü Sülün Bey’in
doğduğu 1298 (1882 )yılından başlamakta ve 51 yaşında olduğu 1933 yılına
kadar uzanmaktadır.
Olay örgüsü Sülün Bey’in “1298 senesinin kara kışında, lapa lapa koca
karı lokması yağarken, damların saçaklarından koca koca buzlar sarkarken,
gür gür sahur davulları gürlediği esnalarda, Beyazıtta, Eminbey
243
mahallesindeki bizim eski konakta doğmuşum.” ifadesiyle başlamaktadır.
Doğumunda yaşananları anlattıktan sonra zamanda geriye dönerek ailesinin
kısa bir özgeçmişini –özellikle babasını- anlattığı bir sonraki bölüm, “O sene,
Sultan Aziz Avrupadan döneceği için, İstanbul yerinden oynuyor.”244
sözlerinden de anlaşıldığı üzere Sultan Abdülaziz devrinden başlamakta ve
“Balkan harbinde, Çatalca muharebesinin topları, İstanbul evlerinin camlarını
sarsarken, babam artık yatağından çıkamıyor.”245 cümlesiyle belirtilen Balkan
Harbi sonlarında babasının ölümüne kadar devam etmektedir. Söz konusu
bu bölüm, Sülün Bey’in babasını, yaşadığı devrin tarihsel gerçekleriyle
bağlantılı olarak anlatmaktadır.
242
Tef. no. 2, 1 Eylül 1933
243
Tef. no. 2, 1 Eylül 1933
244
Tef. no. 7, 6 Eylül 1933
245
Tef. no. 13, 12 Eylül 1933
140
246
Tef. no. 15, 14 Eylül 1933
247
Tef. no. 70, 9 Teşrinisani 1933
248
Tef. no. 106, 15 Kânûnuevvel 1933
141
Sülün Bey’in Hatıraları, zaman unsurunu ayrıntılı bir biçimde işlemiş bir
romandır. Hem takvime bağlı zaman hem devir anlamında bunu görmek
mümkündür.
Romanın olay örgüsünde Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamit devirlerinin
izleri vardır. Özellikle, Sülün Bey’in babasının hayat hikayesi, onun devrin
cefasından da, sefasından da nasıl etkilendiğini gösterecek şekilde
kurgulanmıştır. Yine Sülün Bey’in hiçbir yararlılık göstermediği halde, sırf
babasının saraya yakınlığı nedeniyle, sürekli rütbeler alarak daha 23 yaşında
kaymakam rütbesine yükseltilmesi, hatta padişahın kızıyla evlendirilmek
istenmesi devirle ilgili önemli ipuçlarıdır.
Sermet Muhtar, söz konusu ayrıntılar vasıtasıyla II. Abdülhamit
devrindeki keyfiliği ve yozlaşmayı romanın arka planında sezdirmekle
yetinmiş, tezli bir eser yazma yoluna gitmemiştir.
4.3.Tema
Eserde tema hayal-hakikat karşılaşması etrafında dikkatlere sunulur. Bu
tema kadın-erkek ilişkileri ekseninde ele alınmaktadır.
Kadın-erkek ilişkilerinde sadakat, samimiyet ve dürüstlük gibi manevî
değerler her zaman korunmalıdır. Para ve statü gibi maddî değerler de
önemlidir. Ancak aralarındaki denge bozulmamalı ve öncelik saygı, sadakat,
samimiyet ve doğruluk gibi manevî değerlere verilmelidir.
1930’lu yıllar yeni bir toplum düzeninin kurulmaya başlandığı yıllardır.
Yazar, yeni toplum yapısının nasıl şekillenmesi gerektiğine dair fikirlerini eski
toplum yapısını eleştirel bir bakış açısıyla ele alarak ortaya koyuyor.
Roman, her ne kadar hareketi başlatanın erkek olduğu var sayılsa bile,
ava gidenin avlanabileceği, asıl yönlendiricinin kadın olduğu, onun sadakat
ve samimiyetinin ise, her şeyden üstün tutulması gerektiği mesajını
vermektedir.
4.4.Dil ve Anlatım
Sülün Bey’in Hatıraları romanı, adından da anlaşıldığı üzere hatırat
şeklinde kurgulanmıştır. Romanda anlatılanların gerçek olduğu kanaatini
142
249
Tef. no. 1, 31 Ağustos 1933
250
Tef. no. 1, 31 Ağustos 1933
251
Tef. no. 1, 31 Ağustos 1933
252
Bizi bu yoruma götüren çalışmamızın I. bölümünü oluşturan yazarın hayatıyla ilgili
bilgilerdir.
143
Romanın merkez kişisi olan Sülün Bey aynı zamanda anlatıcıdır. Olay
örgüsündeki -bir numaralı tefrika ile iki numaralı tefrikanın bir bölümü hariç-
bütün ayrıntılar onun dikkatiyle okuyucuya sunulur. Eserin bakış açısı
kahramana yani Sülün Bey’e aittir. Hatıralar 1933 yılında kaleme alındığı için
51 yaşında olan Sülün Bey’in bakış açısını yansıtmaktadır. Gençlik
yıllarındaki Mastor Sadık ile olan arkadaşlığını değerlendirirken “Daha çocuk
denecek yaşta iken, tesadüf, daha doğrusu cahilliğimden Mastor Sadıkla
arkadaş olmuş, onun mişvarı dairesinde gezmeğe başlamış, ne derece
münasebetsiz bir yola saptığımı tahmin eyliyememiştim.
Bunların hepsi, görgüsüzlüğüm ve cehaletimden ileri
gelmişti.”253yorumunda bulunması ve 1900’lü yıllarda dost tutmak için
yapılanları anlatmaya başlarken “Bu mebhasta tarihe karıştığından, epeyce
de şayanı dikkat olduğundan, nakledeyim.”254 ifadesini kullanması bugünden
(1933) geçmişe (1900) baktığının açık birer delilidir.
Sülün Bey, kahraman-anlatıcı olarak sadece vakayı nakletmekle
kalmaz. Karşısındaki ile sohbet eder tarzdaki “Babamı anladınızsa
anladınız.”255”Burada yazacağım fazla tafsilat yok…Öyle bir kargaşalık ki
sormayınız.”256 “Az kan kırmızı değilmişsin! diyeceğiniz malûm…İnkar
etmiyorum. Az değil, şöyle böyle de değil, lüzumundan fazla kan kırmızı
imişim.”257 “Şimdiye kadarki yazılarımdan beni anladınızsa anladınız.”258 “Ne
dersiniz hiç çirkin değil”259 “ne yaptı biliyor musunuz?”260gibi ifadelerle
okuyucuyu da vakaya dahil eder. Sermet Muhtar’ın bu üslûp anlayışı
geleneksel anlatım kalıplarının bir devamı olarak ortaya çıkmada ve her
okunduğunda aynı samimi etkiyi yaratmaktadır.
Romanın okuyucu üzerindeki etkisini arttıran sebeplerden bir diğeri de,
şahıs kadrosundaki kişilerin konuşma tarzlarıdır. Sülün Bey’in Hatıraları’nda
253
Tef. no. 62, 1 Teşrinisani 1933
254
Tef. no. 57, 27 Kânûnuevvel 1933
255
Tef. no. 32, 2 Teşrinievvel 1933
256
Tef. no. 37, 7 Teşrinievvel 1933
257
Tef. no. 41, 11 Teşrinievvel 1933
258
Tef. no. 97, 6 Kânûnuevvel 1933
259
Tef. no. 118, 27 Kânûnuevvel 1933
260
Tef. no. 119, 28 Kânûnuevvel 1933
144
konuşma biçimleriyle ön plana çıkan kişilerin başında alaylı bir asker olan
Sülün Bey’in babası gelmektedir ve “Bu kömürcü sokağı maması kılıklı cadıyı
Macuncu oturağı kıyafetli karıyı hangi ayağı dağlanası bulup getirdi…Ebe
Hanım mısın ne karın ağrısısın sen bana baksana sen! Ben burada ev
işletmiyorum; vasıtalık ta yapmıyorum. Zannettiğin boynuzlu keratalardan
değilim; hanımım da sandığın Sultan Beyazıt dudularından değil…O lafı bir
daha ortaya çıkardığın dakika, seni çiğ çiğ yemezsem anam avradım
olsun.”261 örneğinde olduğu gibi sürekli argo kelimelerle konuşmaktadır.
Fakat onun dilindeki bu hususiyet “babacan, asabi, sabırsız, sevecen ve dışa
dönük” karakter yapısının bir parçası olarak çok iyi düşünülmüş ve
uygulanmıştır.
Devrin eğlence hayatı içinde ev işleten teyze hanımın“Zo delikanlım,
karı senin sevdandan fırın gibi yanoor, odun gibi kavruloor. Karnının içinde
merhametin yoktur? Fıkaraya acımoorsun? Bundan aylâ dost bulacaksın?”
262
, Bakırköylü Aznif’in“Teyzem bendenize hitap etmoor; yukarıki katta
pansiyoner bir madam varsa onun ilem idrar yarışı edoor”263 ve teyze
hanımın annesinin “Kovu, Aznifçik at ahurundan çıkıp eşşek ahuruna gidoor
da farkında değil. Ka bu karı zivanasını şaşar da ötesini berisini çomakloor,
etrafa kokutoor?”264 şeklindeki Türkçe konuşma biçimleri romanın dilini
zenginleştirici bir rol oynadığı gibi söz konusu tiplerin çok daha canlı bir
biçimde çizilmesine neden olmuştur.
Olay örgüsünde devrin eğitimini ve eğitimcilerini gösteren mahalle
mektebinin hocası Barut Hoca’nın “Velet, ne dedün, ne dedün? Elif üstün i
ha!..Galfa sıfatıma ne bakıp duruyon? Falagayı goştursana sığır herif!..”265
şeklindeki konuşma tarzı, diğer örneklerde olduğu gibi, hem anlatılanın
inandırıcılığını arttırıcı hem de devrin dilini yansıtırken romanın dilini
zenginleştirici bir etki yaratmıştır.
261
Tef. no. 4, 3 Eylül 1933
262
Tef. no. 59, 29 Teşrinievvel 1933
263
Tef. no. 59, 29 Teşrinievvel 1933
264
Tef. no. 60, 30 Teşrinievvel 1933
265
Tef. no. 21, 20 Eylül 1933
145
4.5.Anlam ve Yorum
Sülün Bey’in Hatıraları romanında kişi, zaman, mekan, olay örgüsü ve
yazarın sunum tarzı bir arada düşünüldüğünde, romanın gerçek hayata
uygun olduğu ve okuyucuda güçlü bir gerçeklik duygusu uyandırdığı
görülmektedir. Romanda yer alan ve birçok özelliği tarihî bilgi olarak bilinen
Abdurrahman Şeref ya da yazar Sermet Muhtar gibi kişilerin romanda gerçek
hayattaki özellikleriyle yer almaları hatta yazarın bunu pekiştirmek için dipnot
halinde bilgi vermesi okuyucunun metni roman olarak değil de hatırat olarak
266
Tef. no. 97, 6 Kânûnuevvel 1933
146
5.Rüküş Hanımlar
5.1.Tanıtım
Rüküş Hanımlar romanı, Akşam gazetesinde 4 Kânûnusani 1934
tarihinde tefrika edilmeye başlanmış ve 11 Mayıs 1934 tarihli 121. tefrikayla
sona ermiştir. Roman tefrika olarak kalmış ve kitap haline getirilmemiştir.
147
267
Bu duyuruda yeni tefrikanın adı verilmemiş olsa da, dört gün sonra, 1 Kânûnusani 1934
tarihinde Rüküş Hanımlar’ın tefrikası başladığından bu duyurunun söz konusu roman
hakkında olduğu ortaya çıkmaktadır.
268
Akşam, 1 Kânûnusani 1934, s. 1.
269
Akşam, 2 Kânûnusani 1934, s. 1.
148
270
Akşam, 3 Kânûnusani 1934, s. 1.
271
Tefrikalardaki resimlerden sadece birinde yazarın “S” imzası vardır. Bu resmin altında
“Fenerbahçe civarındaki eski deniz hamamları” yazmaktadır. Bkz. Tef. no. 95
272
Sermet Muhtar; Rüküş Hanımlar,Tef. no. 2, Akşam, 5 Kânûnusani 1934, s. 5
273
Tef. no. 30, 4 Şubat 1934
274
Tef. no. 107, Akşam, 26 Nisan 1934
275
Tef. no. 41, Akşam, 15 Şubat 1934
149
5.2.Yapı
5.2.a.Olay Örgüsü
Rüküş Hanımlar’da olay örgüsü zengin ve dul bir kadın olan
Şehlevent’in maddî imkanını ele geçirmek isteyenler arasındaki mücadele
etrafında gelişmektedir. Şehlevent’in etrafında iki grup insan vardır. Birinci
grup Geysu, Ebrükeman ve Zeynep’ten oluşmaktadır. Bu grubun isteği
Şehlevent’i kontrol altında bulundurarak maddî imkanını kullanmaktır. İkinci
grupta yer alan Efdal Paşa ise, Şehlevent ile evlenerek onun maddî imkanına
sahip olma arzusundadır. Yapıyı ve temayı oluşturan temel çatışma Efdal
Paşa ile evdeki kadınlar grubu (Geysu, Ebrükeman, Zeynep) arasındadır.
Romanda olayların gelişimi şu şekildedir:
1)Şehlevent’in çevresindeki kadınlar grubunun (Geysu, Ebrükeman,
Zeynep) etkisiyle kızlarını evlendirmeye karar vermesi
2)Şehlevent’in büyük kızı Cavidan ile evdeki kadınlardan Zeynep’in
vasıtasıyla bulunan Yusuf Danyal Bey’in anlaşması
3)Cavidan’ın hayranı olduğu Paul Morret’in İstanbul’a gelmesi
4)Efdal Paşa’nın Paul Morret’i yalıya getirmesi
5)Şehlevent’in Paul Morret’le kaçması
Romanda Şehlevent’in çevresindekiler arasında bir çatışma söz
konusudur. Geysu, Ebrükeman, Zeynep ve Efdal Paşa’nın Şehlevent ile
anlaşma halinde olmalarının nedeni paradır, onun kişisel özellikleri değildir.
Bu nedenle, aralarında onun en yakınında bulunabilmenin mücadelesi vardır.
Şehlevent’i tek başına bırakarak rahatça kontrol edebilmek için Geysu,
Zeynep ve Ebrükeman’ın kızların evlenip yalıdan gitmesi için ağızbirliği
etmesi ve koca adayı bulması maddî imkana tek başlarına kavuşma
arzusunun sonucudur.
Efdal Paşa’nın Şehlevent ile evlenmek istemesi bir başka çatışmaya
neden olur. Efdal Paşa ile evdeki kadınlar arasındaki bu çatışmanın nedeni,
her iki tarafın da Şehlevent’in maddî imkanına kavuşma istekleridir.
Şehlevent’in kızları Cavidan ve Navidan da annelerinin yanında
bulundukları sürece maddî imkanı temsil ederler. Onlara yakın olan Madam
Blanche ve Cavidan’la evlenmek isteyen Yusuf Danyal’ın amacı da yine
150
Şehlevent’in kızları
(Cavidan, Navidan)
151
5.2.b.Kişiler
Romanın olay örgüsündeki aslî kişiler Şehlevent, Cavidan, Navidan,
Geysu, Zeynep, Ebrükeman ve Efdal Paşa’dır. Yusuf Danyal, Kamer, Madam
Blanche, Paul Morret, Gavur Ömer Paşa, Hanımefendi, Mürat (Mir’at) Bey ve
onun Giritli eşi, Yekçeşim Nazir Bey, Zeyneddin Efendi ve Reyhan Bey ise,
romanın yardımcı kişileridir.
Şehlevent Hanım
Şehlevent romanın merkez kişisidir.
Şehlevent Hanım, Gavur Ömer Paşa’nın torunu, Mir’at Bey’in kızıdır. 13
yaşında yetim kalmıştır. 15 yaşında annesinin de ölmesiyle ailenin bütün
mirası ona kalmıştır.
Romanda çocukluğundan itibaren özellikleri yer yer belirtilen
276
Şehlevent’in asıl portresi olay zamanındaki haliyle sunulmuştur. Buna göre
Şehlevent’in fiziksel özellikleri “buğdaysı ve gergin tenli, küçük ve ince
kemikli, koyu kumral saçlı, kalın kaşlı, parlak kara gözlü idi. Orta boylunun
kısaya yakını, dişleri birbirine binik, alt dudağı hafifçe çıkıktı…Belinden
aşağısı üst kısmından kısa, göğsü lüzumundan ziyade taşkın, elleri ayakları
hürmetlice, kalçaları enikonu dolgunca, bacakları çarpıkçaydı…Sekiz on
senedir saçlarını sarıya boyuyordu. Öteden beri gözlerine çok sürme çekerdi;
hem de parmak gibi ve kuyruklu…”277 şeklinde tasvir edilmiştir. Süsüne çok
düşkündür. Her sabah yataktan çıkmadan bacaklarını oğdurur, bütün
vücudunu kolonyayla sildirir ve her gün temiz çamaşır giyer. Yatağında
kahvaltısını yaptıktan sonra sıra makyajına gelir. Yazar-anlatıcının “Şimdi
sıra, aynanın karşısı ve badana partisi.”278 ifadesinden Şehlevent’in nasıl
makyaj yaptığını anlamak mümkündür. Aynı şekilde kılık kıyafeti de ona
“rüküş” lakabının neden takıldığını gösterecek niteliktedir. Çünkü “Şehlevent
hanımefendinin derdi günü, terütaze harcı olan şeylerdeydi.”279 Çarşafı,
yeldirmesi vişne çürüğü, nefti, “blödösaks”, eflatun, açık gri gibi sıra dışı
276
Yazar Şehlevent’in sadece portresine dört tefrika ayırmıştır. Bu tefrikalarda fiziksel
görünüşü, huyu, tabiatı ve çevresindekilerle ilişkileri en ince ayrıntısına kadar verilmiş olup
roman boyunca da verilmeye devam edilmiştir.
277
Tef. no. 23, Akşam, 28 Kânûnusani 1934
278
Tef. no. 23, Akşam, 28 Kânûnusani 1934
279
Tef. no. 24 , Akşam, 29 Kânûnusani 1934
152
280
Tef. no.25, 30 Kânûnusani 1934
281
Tef. no.26, 31 Kânûnusani 1934
282
Tef. no. 23, 28 Kânûnusani 1934; Şehlevent ile babaannesi arasında cinsel eğilimleri
açısından da bir benzerlik vardır.
283
Tef. no. 29, 3 Şubat 1934
153
284
Tef. no. 28, 2 Şubat 1934
285
Tef. no. 45, 19 Şubat 1934
286
Tef. no. 31-32, 5-6 Şubat 1934
154
287
Tef. no. 31, 5 Şubat 1934
288
Tef. no. 33, 7 Şubat 1934
289
Tef. no. 33, 7 Şubat 1934
290
Tef. no. 34, 8 Şubat 1934
155
291
Tef. no. 33, 7 Şubat 1934
292
Tef. no. 2, 5 Kânûnusani 1934
293
Tef. no. 29, 3 Şubat 1934
156
294
Tef. no. 97, 16 Nisan 1934
295
Tef. no. 2, 5 Kânûnusani 1934
296
Tef. no. 97, 16 Nisan 1934
297
Ebrükeman Hanım, olay örgüsünün şekillenmesinde herhangi bir rol oynamadığı ve
kendisinden sadece ismen bahsedildiği için incelenmemiştir.
157
paket paket çamaşırlar, tuvalet levazımatı; kutu kutu ufak tefekler alarak, bir
298
hamal yükü eşya ile yalıya dönerlerdi.” şeklindeki açıklaması bu menfaat
ilişkisini sezdirecek mahiyettedir.
Zeynep Hanım’ın romandaki fonksiyonu yardımcı-yönlendirici
olmasındadır. Kızlara koca bulunması konusunda Kamer Hanım’ı bulup
getiren odur. Ayrıca Cavidan ve Navidan’ın gece vakti evde olmamasını türlü
yalanlarla Kamer Hanım’dan saklamaya çalışan, Geysu ile Şehlevent’in
tartışmalarında arabuluculuk yapan da odur.
Tam bir dalkavuk olan Zeynep Hanım, görünüşte herkesle anlaşma
halindedir. Fakat onun da asıl amacı, Şehlevent’in maddî imkanından
yararlanmaktır.
Efdal Paşa
Efdal Paşa, olay örgüsünde rol oynayan kişilerden biridir.
Olay zamanında Şehlevent’in en eski tanıdığı olan Mısırlı Efdal Paşa,
Şehlevent’in kocası Reyhan Bey’in ahbabıdır.
Efdal Paşa, Reyhan Bey öldüğü vakit “40, 45 yaşlarında, bekar, gayet
zevk ehli, fevkalâde neşeli, biraz kabaca amma çok iyi kalpli bir zat”tır. Eski
kumarbazlardan olup 10 yıldır oynamamaya tövbelidir. Keyfine ve içkiye
düşkün olan Efdal Paşa’nın yanında paranın pul kadar değeri yoktur.
Olay zamanında altmışını geçmiş olan Efdal Paşa, üç dört senedir
Şehlevent’e âşıktır. Cavidan ve Navidan ile çok iyi geçinmektedir. Onların
“dayı paşa”sıdır.
Romanda Efdal Paşa’nın fonksiyonu yardımcı (vasıta) rolü oynamasıyla
ortaya çıkmaktadır. O, Cavidan’ın Yusuf Danyal ile bir araya gelmesi için borç
parayla kendi yalısında yemek vermiştir. Yine aynı şekilde, Cavidan’ın Paul
Morret’i bulma çabalarına yardımcı olmuş, en sonunda Paul Morret sandığı
kişiyi yemeğe davet ederek, Cavidan’ın isteğini yerine getirmiştir.
Efdal Paşa, herkesle anlaşma halindedir. Yalnız onun da amacı,
Şehlevent ile evlenerek parasal açıdan rahatlamaktır. Hatta Paul Morret’yi
298
Tef. no. 27, 1 Şubat 1934
158
5.2.c.Mekan
Romanın olay örgüsündeki merkezî mekan, Gavur Ömer Paşa
yalısıdır.
Olay örgüsünün başında yazar-anlatıcı yalıyı “Kanlıca ile Anadoluhisarı
arasındaki körfezde kâin, meşhur…Gavur Ömer Paşa yalısı, körfezin en koy
yerinde, 60 yıllık, 60 odalı, eski ahşap kışlaları hatırlatan koskoca bir bina”299
cümlesiyle tasvir eder.
Olay zamanında (1905) yalının 60 yıl evvelki halini bilen seksenlik
ihtiyarlar “yalının ağzı dili olsa da içinde yaşanan günleri, sabahlanan geceleri
300
bir bir nakletse, anadan doğma dilsiz bile lisana gelir.” yorumunda
bulunduktan sonra yalıyı şöyle tasvir ederler: “o zamanlar bu 60 odalı
berhane, yepyeni; içi dışı mum gibi; gıcır gıcır…
Arkasında, aksayı ümrandan bait arazii mevata kadar uzanan,
Alemdağının balta girmemiş ormanlarına kadar dayanan, bir koru…
Bir yanda, bendegân, ağavat daireleri…Bir yanda mermer havuzlar;
sommaki şadırvanlar, zemini renkli çakıllarla işlenmiş harem bahçeleri…
Bir tarafta, fidelik camekanlar, rengârenk limonluklar…Bir tarafta yemiş
ağaçları, meyva tarhları…
299
Tef. no. 1, 4 Kânûnusani 1934
300
Tef. no. 3, 6 Kânûnusani 1934
159
Sağ cihette, aslan ağızlarından akan mailezizle malâmal, küçük bir göl
kadar havuz…Sol cihette, bostan dolapları…Kar kuyuları…
Lebi deryada, boydan boya rıhtım; sıra sıra fanuslar, büyüklü, küçüklü,
kayıkhaneler. Kayıkhanenin içinde, cicili bicili, nakışlı yıldızlı kayıklar…bir
sakıf altında , iki bölüklü bir bina. Sağı harem, solu selâmlık. ”301
Yalı, Şehlevent Hanım’la evlenen Frenk Reyhan Bey tarafından, Ömer
Paşa ve Mir’at Bey zamanlarındaki halinden, çok başka bir hale
dönüştürülmüştür. Tamamen alafranga bir tarz yaratmağa yönelik bu
değişikliklerin neler olduğu yazar-anlatıcının öğrenilen geçmiş zaman kipiyle
anlatarak kendisinin de görmediğini ancak işittiğini sezdirdiği şu satırlardan
anlaşılmaktadır: Reyhan Bey “En evvel, selâmlık bölüğünün ne kadar kafesi
varsa hepsini söktürüp attırmış…Belki bir gün olur da ecnebi dostlara balo
verilir diye en geniş salonlara parke döşetmiş…Şehneşinli odanın bütün
kalemkârlarını ve yaldızlı tezyinatını, Avrupadan topladığı panoramalarla
kaplamış…duvardaki Sadabat fersequeini badanalatıp üstüne agrandisöman
fotoğrafını asmış…Kubbeli ve kurnalı hamamı yıktırıp mermerleri içeri
taşıtarak Mürat beyin odasına kaplatmış ve bir banyo dairesi vücuda
getirmiş…Helâların hepsini alafranga apteshaneye çevirtip kapılarına 100
numara yazdırtmış…Bahçedeki büyük havuzu doldurtup, üstüne de çimento
yaydırıp önüne (Sol á patiner) lâvhasını diktirmiş..”302
Frenk Reyhan Bey’in yalıyı alafranga hayat tarzına göre yeniden
şekillendirmesi bir başlangıç olmuştur. Artık yalı, Gavur Ömer Paşa
zamanındaki alaturka hayat tarzı yerine alafranga hayat tarzının
sürdürüldüğü bir yer konumundadır. Yaşanan hayatın değişmesi beraberinde
değerler değişmesini de getirmiştir. Bu değişim, özellikle, Frenk Reyhan
Bey’in kızları Cavidan ve Navidan tarafından temsil edilmektedir. Onların
temsil ettiği hayat tarzı, yalıda zaman zaman anneleri Şehlevent Hanım ile
aralarında bir değerler çatışmasına sebep olmuştur. Çünkü yalıdaki geçiş
301
Tef. no. 3, 6 Kânûnusani 1934
302
Tef. no. 23, 25 Kânûnusani 1934 (Tefrika numaralarındaki karışıklıktan dolayı iki tane 23.
tefrika vardır. Burada söz konusu olan birincisidir. Gerçekte 20. tefrikadır.)
160
5.2.ç.Zaman
Rüküş Hanımlar’da olay zamanı 1905-6, yazma zamanı ise 1933 yılıdır.
Dolayısıyla olay zamanı yazma zamanından daha eskiye aittir. Romanın
olay örgüsündeki zaman da homojen bir yapıda değildir. İlk satırlarda
Şehlevent Hanım’ın senelerden beri devam eden vur patlasın çal oynasın
hayatı ile kızlarının Paul Morret’in yazdıklarını Fransızcadan Türkçeye
çevirmeğe çalışması bir kesit olarak verildikten sonra, onların yaşadıkları
yalıdan hareketle zamanda geriye dönüş başlar. “Geçmişin Hikayesi” başlığı
altında Abdülmecit devri paşalarından olan Gavur Ömer Paşa’nın nasıl
303
Tef. no. 2, 5 Kânûnusani 1934
304
Sadece Cavidan-Yusuf Danyal Bey karşılaşması burada değil, Efdal Paşa’nın yalısında
gerçekleşmiştir.
161
5.3.Tema
Rüküş Hanımlar’da tema menfaat çatışması etrafında dikkatlere
sunulur. Menfaat çatışması her dönemde varolabilecek bir durumdur. Çünkü
insan doğası gereği kendi çıkarını gözetmek ve çevresindekilerle ilişkilerini
buna göre düzenlemek eğilimindedir.
Yazarın söz konusu temayla şunları anlatmak istediği düşünülebilir:
1)II. Abdülhamit devrinin siyasi hayatında olduğu gibi sosyal hayatında
da çıkar ilişkileri önem kazanmıştır.
2)İnsan ilişkilerinde menfaat duygusu yaygındır.
Her dönemde ele alınabilecek bir temanın özellikle II. Abdülhamit devri
içinde işlenmesi yazarın şahsî tecrübeleri nedeniyledir. Bu sebeple eser
sadece temel çatışma ile sınırlı kalmamış birçok yan çatışmalarla
311
Tef. no. 3, 6 Kânûnusani 1934
312
Tef. no. 8, 11 Kânûnusani 1934
163
5.4.Dil ve Anlatım
Rüküş Hanımlar romanında zamanın geçmişteki iki farklı kesitten
oluşması, anlatıcıyla ilgili bir hususiyeti söz konusu etmiştir. Olay örgüsünde,
zamanda geriye dönülerek verilen kısım, yazar-anlatıcı tarafından öğrenilen
geçmiş zaman kipiyle anlatılmıştır. Gavur Ömer Paşa hakkındaki “birkaç
sene içinde, izharı ehliyet, daha doğrusu ibrazı şeytanetle kademeleri ikişer,
dörder atlıyarak, alabildiğine yürümüş. 40 yaşına gelmeden sancak
mutasarrıfı, 50 yaşını bulmadan veziri alişan ve vilayet valisi
olmuş.”313şeklindeki satırlarla, karısı Hanımefendi’yle ilgili “sertacı nazenin,
bu hali görüp fenalaşmağa başlayınca o dakika alı bilmem nesine karışır,
derhal saz takımını emredermiş.”314 açıklamaları buna örnektir. Yazar-
anlatıcının bu tutumu onu söz konusu zamandan uzaklaştırırken, asıl olay
zamanına yaklaştırmıştır. Şöyle ki: Reyhan Bey’in ölümünden 18-20 yıl sonra
başlayan olay zamanında yazar-anlatıcı olay örgüsü içinde varlığını sıkça
hissettirdiği gibi kişi ve olaylara da daha fazla nüfuz etmiştir. O, adeta roman
kişileri ile okuyucular arasında gidip gelen biridir. “Bilmem bilir misiniz, haniya
meşhur bir fıkra vardır.”315 diyerek vakayı kesip softaların açgözlülüğüyle ilgili
bir fıkra anlatması, “Şehleventçik, masum, cahil diyorsak budala ve avanak
değil ya..”316satırlarıyla Şehlevent’i koruması, “Kendini tutmasa sevincinden
313
Tef. no. 3, 6 Kânûnusani 1934
314
Tef. no. 5, 8 Kânûnusani 1934
315
Tef. no. 11, 14 Kânûnusani 1934
316
Tef. no. 16, 21 Kânûnusani 1934
164
şıkır şıkır oynıyacak; pardon fırıl fırıl dans edecek”317 cümlesiyle Reyhan
Bey’in alafrangalığını vurgulaması hep yazar-anlatıcının kimliğini
gizlememesiyle ilgili bir üslûp özelliğidir. Yazar-anlatıcıda doğrudan
okuyucuya hitap eden, vakanın seyrini elinde tuttuğunu gizlemeyen, hatta
roman kişileriyle ilgili olarak okuyucuyla sohbet eden bir masalcı ya da
meddah tavrı hakimdir. Bu durumun en karakteristik örneği Cavidan ve
Navidan’dan söz edilen kısımdadır ve şöyledir:“Diyeceksiniz ki küçük
hanımların ne hal ve şekilde, ne kafa ve mantıkta, ne tavır ve harekette
olduklarını anlayacağımız kadar anladık; ne matah olduklarına akıl erdirdik;
lazım gelen numarayı da verdik.
Derin kuyulardan su çeker gibi gırgır sözü uzatmaktansa lâkırdıyı
nereye getireceğimizi söyleyiverelim de kurtulalım.
Bunların gönlü kimseye kaynamamış mı?
Daha mı açıkçası?...
Bunlarda âşıklık maşukluk, amour, mamour yok mu?...Kimseyi
sevmemişler mi?..
Sualin cevabı kolay…”318
Görülüyor ki, Sermet Muhtar, Rüküş Hanımlar’da da, geleneksel
anlatım formunun özelliklerini sergilemektedir. Bu, onun üslûbunun ayrılmaz
bir parçasıdır.
İnsanların görünen yüzleri ve hareketleri üzerine yoğunlaşan yazar,
doğa tasvirlerine ve ruh tahlillerine pek yanaşmaz. Rüküş Hanımlar’da da
durum pek farklı değildir. Romanın bütününde sadece iki manzara tasviri
vardır. Bunlar “Hafif bir mehtap vardı. Gökte parça parça bulutlar yürüyor, ay
kâh çıkıp etrafı aydınlatıyor, kâh kaybolup ortalık kararıyordu.”319 ve “Gök
bulutlu, hava karanlıktı. Karadeniz tarafından oldukça şiddetli bir rüzgar
esiyor, bir taraftan da Kandilli burununun önündeki akıntı şiddetleniyor…”320
biçiminde az çok birbirine benzeyen, kısa gece-gökyüzü tasvirleridir. Tabiat
317
Tef. no. 22, 24 Kânûnusani 1934 (Tefrika numaralarındaki karışıklıktan dolayı iki tane 22.
tefrika vardır. Burada söz konusu olan birincisidir. Gerçekte 19. tefrikadır.)
318
Tef. no. 38, 12 Şubat 1934
319
Tef. no. 67, 13 Mart 1934
320
Tef. no. 85, 3 Nisan 1934
165
321
Tef. no. 83, 1 Nisan 1934
322
Tef. no. 5, 8 Kânûnusani 1934
323
Tef. no. 9, 12 Kânûnusani 1934
166
324
Tef. no. 35, 9 Şubat 193
325
Tef. no. 10, 13 Kânûnusani 1934
167
5.5.Anlam ve Yorum
Rüküş Hanımlar romanındaki kişi, zaman, mekan ve olay örgüsü bir
arada düşünüldüğünde romanın yaşanan hayata uygunluk açısından
okuyucuda gerçeklik duygusu uyandırdığı söylenebilir. Romandaki kişiler,
hayat tarzları ve aile ilişkileri bakımından hem devrin şartları içinde hem de
günümüzde karşılaşılabilecek özelliklere sahip kişilerdir. 48 resim ve
fotoğrafın yer aldığı romanda bazı resimlerin olay örgüsündeki kişileri temsil
ettiği görülmektedir. Bu resimler vasıtasıyla romandaki gerçeklik duygusu
daha somut bir hale getirilmiş olmaktadır.
Yazar romandaki kişilerin hayat tarzlarına ve kişisel özelliklerine tepki
duymaktadır. Bu nedenle, okuyucunun da söz konusu özellikleri taşıyan
kişileri küçümsemesini ve onlara karşı bir tepki duymasını sağlamak
amacındadır. Bu, romanın sezdirilen anlamıdır. Romandaki gibi yaşayan ve
benzer kişisel özelliklere sahip olan kişilere bugün de rastlamak mümkündür.
Özellikle, emek harcamadan maddî imkana kavuşmuş, çalışmak zorunda
olmayan kişilere karşı günümüzde de genel olarak bir tepki vardır. Bu
nedenle, okuyucu romanla bugün arasında bir bağlantı kurabilmektedir.
Romandaki olay zamanı (1906), yazma zamanı (1934) ve okuma
zamanı arasındaki büyük farklılığa rağmen, temanın güncelliğini koruduğu
söylenebilir. Romanın bugüne dair mesajlar içerdiği de görülmektedir. Gayri
meşru kadın-erkek ilişkilerine, kadın-kadın ilişkilerine, paranın bütün aile
değerlerinin üstünde tutulmasına bugün de toplum tarafından tepki
gösterilmektedir. Yazar, roman vasıtasıyla bu tür hayat tarzına tepkisini dile
getirirken vaka, yazma ve okuma zamanları farklı olsa da, onunla bugünün
okuyucusu ortak bir noktada buluşabilmektedir. Bu nedenle, roman edebî
metin olma özelliğine haizdir.
Rüküş Hanımlar romanındaki olay zamanı, Sermet Muhtar için çok uzak
bir zaman değildir. Onun gençlik dönemine tekabül etmektedir. Bu nedenle
devre dair özellikleri bizzat görme ve yaşama şansı olduğu için olay zamanını
romanda başarıyla kurgulayabilmiş, bu sayede okuyucuya mesajını kolayca
verebilmiştir. Bunu sağlamasında dil ve anlatımı ustaca kullanmasının rolü
büyüktür.
168
6.Onikiler
6.1.Tanıtım
Onikiler, Cumhuriyet gazetesinde 9 Haziran 1935- 27 Ağustos 1935
tarihleri arasında 79 sayı halinde tefrika edilmiştir. Yazar hayattayken kitap
olarak yayımlanmayan eser, uzun yıllar sonra, 1999 yılında, İletişim Yayınları
tarafından kitap olarak basılmıştır.
Cumhuriyet gazetesinde romanın tefrika edileceğine dair ilk duyuru, 3
Haziran 1935 tarihinde yayımlanmış olup şu şekildedir: “Onikiler????? Pek
yakında”326
İkinci duyuru 4 Haziran 1935 tarihinde yayımlanmış olup biraz daha
ayrıntılıdır. Burada “büyük ve çok meraklı halk romanı yazan: Sermet Muhtar”
şeklinde bir ifadeye yer verilerek romanın niteliği ve yazarı belirtilmiştir.
Üçüncü duyuru 5 Haziran 1935327, dördüncü duyuru 6 Haziran 1935328
tarihinde yayımlanmıştır. 8 Haziran 1935 tarihinde ise, bir gün sonra
tefrikanın başlayacağı duyurulmuş329 ve 9 Haziran 1935 tarihli Cumhuriyet
gazetesinin ikinci sayfasında tefrikaya başlanmıştır. 9 Haziran 1935’ten 15
Haziran 1935 tarihine kadar daha önce yayımlanan tefrikalar yeni tefrikanın
başlangıcında özetlenmiştir.
Eserin önemli bir diğer özelliği, yazarın sık sık roman sınırları dışına
çıkarak metindeki olay, kişi, yer ve kavramlar hakkında dipnotlar vasıtasıyla
bilgi vermesidir. Yazar sanki bir roman değil de belli bir zamanda insan ve
mekanlarıyla İstanbul’un sosyal tarihini yazmak istemiş gibidir. Yazarın dipnot
olarak verdiği ve aşağıya aldığımız açıklamaları bu görüşümüzü destekler
mahiyettedir.
a)Onikiler romanının olay örgüsü içinde yer alan silahlı ve maskeli
kişilerin Madam Şeşbeşyan’ı kaçırmaları anlatılırken dipnotta şu açıklayıcı
326
Cumhuriyet, 3 Haziran 1935, s. 1.
327
“Onikiler: Sermed Muhtar’ın Cumhuriyet için hazırladığı büyük roman”, Cumhuriyet, 5
Haziran 1935, s. 1. Bu tanıtımda ayrıca romanın kahramanlarından Tombalak Atıf’ın
karikatürü de yayımlanmıştır.
328
“Onikiler: Yakın tarihten İstanbul hayatının en canlı safhaları yazan: Sermed Muhtar”,
Cumhuriyet, 6 Haziran 1935, s. 1. Bu tanıtımda ayrıca “roman vakalarının unsurlarından biri:
pestenkerani ve tulumba takımı” denilerek tulumbacıların resmi yayımlanmıştır.
329
“Onikiler: Büyük halk romanı, yazan: Sermed Muhtar Yarın başlıyoruz”, Cumhuriyet, 8
Haziran 1935, s. 1.
169
bilgi verilmektedir: “Buna benzer ve sahiden olmuş bir vaka, o tarihten altı,
yedi sene sonra bir didonla birlikte Kağıthane’ye giden yerli bir bankerin
karısının başına gelmişti.”330
b)Romanda geçen “Ne kalimera, ne orakali / Verdi paraları girdi içeri /
Merdiven başında bir kocakarı / Alık zamparaları koğdu dışarı” türküsü ile
ilgili olarak dipnotta “o zamanın hımbıl çapkınlara çıkmış maruf bir
türküsüdür.”331 açıklaması yapılmaktadır.
c)Yazar “Bacaksız İncitab, Cami Gelini Seher, Büyük İnce, Küçük
Cenap” gibi isimleri saydıktan sonra dipnotta bunlarla ilgili şu bilgiyi
vermektedir: “Bu saydığım isimdekilerin hepsi yaşamıştır. İstanbul’un nice
keyif ehillerine senelerce kapılarını açmış, nice mirasyediyi soyup sovana
çevirerek ipipullah, sivri külah bırakmış olan Macuncu’daki mahud
332
batakhanenin adlı sanlı yosmalarındandı.”
ç)Sermet Muhtar romanın kişilerinden olan Halil Paşa’nın yalısından
bahsederken “Şimdi tütün deposudur.”333 bilgisini vermekte, metinde geçen
“gaddari” kavramı hakkında ise “gaddari, bıçağın battalı; bir tarafı keskin, bir
tarafı kördü. Yeleğin içindeki kopçaya takılırdı. Saldırma ile farkı, gaddarinin
büyük bir Bursa bıçağı, saldırmanın da büyük bir kama şeklinde
bulunması.”334 açıklamasını yapmaktadır.
Sermet Muhtar’ın yazılarının ilgiyle izlendiği görülmektedir. Gerek
roman tefrikaları gerekse anı-sohbet tarzı yazıları ile ilgili olarak okurlarından
aldığı mektuplardan bahsetmekte ve bu mektupların içeriğini okuyucularıyla
paylaşmaktadır.335
Sermet Muhtar, romanın tefrikası sırasında Onikiler’den Mektepli
Raşit’in damadından bir mektup almıştır. Bu mektupla birlikte gönderilen
330
A.g.e., s. 197.
331
A.g.e., s. 64.
332
A.g.e., s. 42.
333
A.g.e., s. 76.
334
A.g.e., s. 175.
335
bkz. Nanemolla. Ayrıca yazar Onikiler’in tefrikası sırasında da böyle bir olayla
karşılaşmıştır: “iki ay kadar evvel Sami adlı bir okuyucumdan aldığım mektupta Borazan
Tevfik’ten rivayet birkaç menkıbe vardı. Hoş ve mevzuyla alakadar olduğu için
nakledeceğim…”, Sermet Muhtar, Kırk Yıl Evvelkiler; Tulumba Reisleri ve Omuzdaşlar,
Akşam, 25 Mayıs 1939, s. 8.
170
6.2.Yapı
6.2.a.Olay örgüsü
Onikiler romanında olay örgüsü Arap Abdullah’ın Küçük Hanım’ı elde
etmek istemesi ve onun bu isteğine karşı çıkan Küçük Hanım arasında
gelişmektedir. Onikiler çetesinin reisi olan Arap Abdullah, Küçük Hanım’a
sahip olmak istemektedir. Küçük Hanım ise, Arap Abdullah’ı
beğenmemektedir. Arap Abdullah kovalamakta Küçük Hanım onunla birlikte
olmak istemediği için kaçmaktadır. Yapıyı ve temayı oluşturan temel çatışma
da buradadır.
Buna göre romandaki olayların gelişim sırası şöyledir:
1)Küçük Hanım’ı elde etmek isteyen Arap Abdullah’ın Asalı Molla’yı
Halil Paşa’nın konağında bulması
336
A.g.e., s. 206.
337
Bkz. A.g.e., s. 28, 33, 39, 56, 69, 73, 80, 86, 91, 96, 104, 115, 121, 126, 129, 138, 141,
147, 159, 185, 196, 205, 219, 221 ve 242.
338
Romanın tahlilinde tefrika değil, kitap dikkate alınmıştır.
171
çatışma
Arap Abdullah Küçük Hanım
6.2.b.Kişiler
Romanın olay örgüsündeki aslî kişiler Arap Abdullah, Küçük Hanım,
Asalı Molla, Halil Paşa ve Beyoğlu mutasarrıfıdır. Şahap, Kavanoz Mehmet,
Çorapçı Güzeli İbrahim ise romanın yardımcı kişileridir.
Arap Abdullah
Eserin birinci derecedeki kahramanı Arap Abdullah’tır. Arap Abdullah’ı
“O devrin eşi emsali bulunmaz kaldırım kabadayısı, İstanbul’un birinci
numara sayılı fırtınası, Onikiler denilen haşerat güruhunun reisi ve elebaşısı”
olarak niteleyen anlatıcı, onun fiziksel özelliklerini şu şekilde vermektedir:
339
A.g.e., s. 200.
173
“Lakabı “Arap”sa da Arap Bilal, Arap Reyhan gibi simsiyah değil; Habeşimsi,
yani koyu esmer…boyu adamakıllı uzun, bir metro (metre) doksana yakın…
Kafası traş; elmacık kemikleri çıkık; bıyıkları seyrek… boyca sırık,
vücutça da etsiz, yani kalasvari amma, kalın kemikli; sırım gibi ve domuzuna
da kuvvetli…
Gelgelelim iki kulağı duvar. Bağıra bağıra boğazını yırt, meramını
anlat”340
Arap Abdullah’ın portresini çizerken onu tanıyanlardan341 yararlandığını
belirten ve dipnotta “Sonraları, Seccadecibaşı’nın yardımıyla mirimiran olarak
paşalığı bile koparmış, tulumbacılıkla başı bir kat daha göğe erdirilmişti”342
açıklamasına yer veren Sermet Muhtar, böylece bu roman kişisinin
kurgulanmış olmadığını, tarihsel bir kişilik olduğunu da ayrıca vurgulamıştır.
Kerküklü olup Abdülaziz devrinde İstanbul’a gelen, önce hamallık yapan
daha sonra ise, birçok olaya karışan, kadın düşkünü, “Galata ve
Beyoğlu’ndaki umumhaneleri adeta haraca” bağlayan “…Arap, dağdan gelme
ama tilki gibi de kurnaz; nabza göre şerbet vermenin ustası. Saraya tutkun
dişlilerden arka peyda etmiş; Onikiler’in de hepsinden baskın çıkıp reisleri
olmuş…Bir yerde belâlılık çıkardı mı etraftakilerin hepsi fare deliği bir paraya.
Devriye, polis, bekçi gelip de Abdullah’ı gördü mü saniyesinde oracıktan
yallah tornistan…Kim vurduya gitti bitti…”343
İradeyi temsil eden Halil Paşa, Beyoğlu mutasarrıfı ve zaptiye nazırı gibi
kişilerle yakın ilişkisi olan Arap Abdullah, toplumsal düzeni hiçe sayan ve
kendi kuralsızlığını egemen kılmaya çalışan biridir, kaba kuvveti temsil eder.
Yazarın onu “…Üstünde, silah namına ne yok ki?
Ceketin altından omuza asılmış saldırma. Belin bir tarafında Karadağ,
öbür tarafında usturpa. Çizmenin koncunda söğüt yaprağı bıçak, ötekinde
gümüş saplı, kavuşturma kamçı…”344şeklinde tasvir etmesi bu özelliğini
açıkça gösterir.
340
A.g.e., s. 33.
341
A.g.e., s. 33.
342
A.g.e., s. 34.
343
A.g.e., s. 34.
344
A.g.e., s. 33.
174
345
A.g.e., s. 46.
346
A.g.e., s. 44.
347
A.g.e., s. 46.
348
A.g.e., s. 46.
349
A.g.e., s. 47.
175
350
A.g.e., s. 93.
351
A.g.e., s. 244.
352
A.g.e., s. 37.
176
353
A.g.e., s. 38.
177
354
A.g.e., s. 77.
355
A.g.e., s. 182.
178
6.2.c.Mekan
Romanda olay zamanının tarihî gerçekliği olan mekanlarını kullanmaya
özen gösterilmiştir. Bu yüzden yazma zamanında artık mevcut olmayan
mekanları dipnotlarda “tramvay yolu yapılırken kaldırılmıştır.”, “bir zamanlar
felek sineması, birkaç sene evvelde dans salonu idi”356; “Meşhur Naum’un
tiyatrosu”357şeklinde bilgiler vererek belirten yazar-anlatıcı, böylece ilgili bazı
mekanların yazma zamanındaki durumlarını da açıklamış olur.
Romanda fonksiyonları itibariyle öne çıkan belli başlı mekanların
Kavas’ın bağı, Halil Paşa’nın yalısı, Küçük Hanım’ın evi, Beyoğlu
mutasarrıflığı ve terzi Aznif’in evi olduğu görülmektedir.
Kavas’ın bağı, Küçük Hanım ile Onikiler’den Şahap’ın karşılaşmasını
sağlayarak olay örgüsünün başlamasına sebep olurken Halil Paşa’nın yalısı,
Onikiler’den kaçan ve saklanan Asalı Molla ile, onu arayan Arap Abdullah’ın
bir araya gelmesini ve Arap Abdullah’ın Asalı Molla ile birlikte Küçük
Hanım’ın evine gitmesini sağlamaktadır.
Küçük Hanım’ın evi, Arap Abdullah’ın Nail Molla kılığında Küçük Hanım
ile karşılaşmasına zemin oluşturur. Ayrıca Küçük Hanım’a dair anlatılan “süt
banyosu” rivayetinin sergilendiği mekandır. Mekanın fonksiyonu Arap
Abdullah-Küçük Hanım (arzu eden-arzu edilen) çatışmasının başladığı yer
olmasıdır.
Beyoğlu mutasarrıflığı, Arap Abdullah’ın, kaçırıldığı düşünülen Madam
Şeşbeşyan’ı bulmak maksadıyla görevlendirildiği yer fonksiyonunu icra
etmektedir.
Terzi Aznif’in evi, Arap Abdullah’ın Madam Şeşbeşyan’ı bulmak için
geldiği, fakat asıl amacına yani Küçük Hanım’a tesadüfen ulaştığı mekandır.
Bu mekanın bir başka özelliği de Arap Abdullah-Küçük Hanım (arzu eden-
arzu edilen) çatışmasına son veren yer olmasıdır.
Metnin bütünündeki diğer mekanlar ise, 1880’li yılların İstanbul’unu
gerçekçi biçimde vermeye yöneliktir. Semai kahveleri, fuhuş evleri, içkili
eğlence yerleri, sokaklar, evler dekor halinde sunulmaktadır.
356
A.g.e., s. 16.
357
A.g.e., s. 27.
179
6.2.ç.Zaman
Romanın olay örgüsünde zaman unsuru ayrıntılı bir biçimde ve açık
olarak satır aralarında verilmiştir.“Rumî 302 (Milâdi 1886) senesindeyiz”358
“Gûya kasım girmiş, teşrin-i sani ayının temmuz geceleri kadar yaprak
kımıldamayan, durgun, sıcak bir gecesi”359 gibi ifadelerle takvime bağlı
zaman hakkında ayrıntıların verildiği görülmektedir. Ana vakaya bağlanmış
çok sayıda yan vaka parçalarından oluşan metnin bütününde zaman unsuru
belirgin olmakla birlikte, oldukça kısadır. Bütün olaylar cumadan pazartesiye
kadar geçen dört gün içinde olup biter. Kronolojik olarak ilerleyen olay
örgüsünde gerekli derinlik, gösterme ve anlatma tekniklerinin kullanımıyla
sağlanmıştır. Ayrıca şahıs kadrosunda asıl gücü oluşturan Arap Abdullah ve
hempalarının yaşayış biçimleri ile zamandaki yoğunluk arasında göze çarpan
bir uyum vardır.
Metnin bütününde zamana yapılan vurgu, daha çok devir anlamında ön
plana çıkmaktadır. Yazar-anlatıcı bunun için şahıslardan ve olaylardan
yararlanmıştır. Mesela Halil Paşa vasıtasıyla, devlet adamlarının serserilerle
bağlantısına dair ayrıntılar sunulmuştur.
Onikiler ve benzeri grupların paşa ve müdürler tarafından korunmaları
onların toplumun her kesiminde korku duyulacak kişiler haline gelmelerine,
güçlenmelerine yol açmıştır ki bu durum anlatıcı tarafından şöyle tasvir
edilmektedir:“…Unkapanı Köprüsü’nde yüzlüğü vermediler. Arap:
-Benim be, Onikiler’in reisi Arap Abdullah! diye gürledi. Arabaya
yaklaşmış olan tahsildarlar, para almaya açtıkları avuçlarını “Geç reisim!”
diyerek göğüslerine basıp alınlarına götürdüler…”360
358
A.g.e., s. 16.
359
A.g.e., s. 20.
360
A.g.e., s. 204.
180
6.3.Tema
Eserde tema arzu eden-arzu edilen karşılaşması etrafında dikkatlere
sunulur. Tema kadın-erkek ilişkileri çevresinde özelleştirilmiştir.
Söz konusu temayı olay zamanıyla birlikte düşündüğümüzde yazarın
amacının II.Abdülhamit devrini siyasal ve sosyal boyutuyla ele alarak o
dönemdeki yozlaşma ve bozulmayı ortaya koymak olduğu söylenebilir.
Yazar ele aldığı temayla, eski rejimi hicvetmekte ve Cumhuriyet devri
insanlarına seslenmektedir. Buna göre, devlet idaresinde keyfilik olmamalıdır.
Eğer olursa birtakım güçler devlet idaresini kişisel menfaatleri ve arzuları için
kullanır duruma gelirler. Bu da siyasi ve sosyal yapıyı zayıflatır.
6.4.Dil ve Anlatım
Romanın dili, olay zamanının dilidir. Yazma zamanı ile olay zamanı
arasındaki farklılık nedeniyle yazar, bir üslûp özelliği olarak yazdığı devrin
değil de anlattığı devrin konuşma dilini kullanmıştır. Ayrıca olay örgüsündeki
kişilerin ait oldukları zümreler içinde geçen gizli dil, jargon ve argo ifadelere
özellikle yer verdiği görülmektedir. Okuma zamanında bazı ifadelerin
anlaşılmayacağı endişesiyle olsa gerek, yazar, bu tür ifadeleri dipnotlarda
açıklama gereği duymuştur. Sermet Muhtar metin içinde kullandığı
“çıkmış”362, “gündüzse kafesten aşağı iple bezden bebek sarkıtmak geceyse
361
A.g.e., s. 154.
362
çıkmış: angaje edilen kadın hakkında kullanılan o vakitli tabir, age, s. 42.
181
363
İkisi de o zamanların bir parolası. Eve gündüz erkek alacak kadın, “Yabancı kimse yok,
hazırım, bekliyorum” demek istiyorsa, kafesten bir bez bebek sarkıtırdı. Geceyse, tezgah
dokuyormuş gibi “gırç, gırç” mekik atardı. Bir çift bir tek atmak “gel”, hep tek atmakta “gelme,
basılırız.” demekti, age, s. 47.
364
Adına “turnür” derlerdi. O tarihlerde pek moda olmuştu. Kadınlar davlumbazlı gözükmek
için bellerine bağlarlardı, age, s. 182.
365
Dival o vakitler gelinlik elbiselerine, yatak yorgan takımlarına, sırma, tırtıl pulla işlenen
ağır bir nakış, a.g.e., s. 205.
366
O zamanlar, İstanbul kadınları çikolataya suklat derlerdi, age, s. 227.
367
A.g.e., s. 33.
368
A.g.e., s. 37.
369
A.g.e., s. 41.
370
A.g.e., s. 182.
371
A.g.e., s. 83.
372
A.g.e., s. 217.
373
A.g.e., s. 78-79.
374
Arap Abdullah (s. 33, 126), Asalı Molla (s. 39, 104), Halil Paşa (s. 73), Çorapçı Güzeli ile
Küçük Hanım (s. 86), Küçük Hanım (115, 121, 126), Marko Paşa (s. 141), Mutasarrıf (s.
185), Mektepli Raşit (s. 205) vd.
182
6.5.Anlam ve Yorum
Onikiler romanında kişi, zaman, mekan ve olay örgüsü bir arada
düşünüldüğünde, romanın gerçek hayata uygun olduğu ve okuyucuda güçlü
375
Nanemolla Tef. no. 5, Akşam, 16 Mart 1938, s. 7.
376
A.g.e., s. 83.
377
“Yazarın dipnotlarda yaptığı şu açıklamalar bu fikri güçlendirecek mahiyettedir: “Hikayeyi
bize anlatan mütekait Vefalı general Galip amcamız”, s. 78; “şimdi Kurbağalıdere’de oturan
süvari generali İzzet”, s. 7; “o zamanın maruf kadın hekimlerinden”, s. 95; “bu da devrin
tanınmış doktorlarındandır”, s. 96; “yorgancıydı. Sekiz on sene evvel hastanede âmâ olarak
öldüğünü söylüyorlar.”, s. 82; “o devir yosmalarının en belli başlı randevu mahalliydi. Orada
buluşup kafes arkasından sözleşilir, gidilecek yer kararlaştırılıp memnun memnun çıkılırdı.”,
s. 123.
183
378
Cumhuriyet, 1 Birincikânûn 1935, s. 1.
379
Cumhuriyet, 2 Birincikânûn 1935, s. 1.
380
Kitabın 1945 yılında basıldığı bilgisine metinler arasındaki bir değişiklikten ulaşabildik.
Şöyle ki: 1935’teki tefrikada “40 Yıl Evvelki Yosma Zamparanın Kılığı” alt başlığı kitapta “50
Yıl Evvelki Yosma Zamparanın Kılığı” şeklinde düzeltilmiştir.
381
Romanın tahlilinde tefrika değil, kitap dikkate alınmıştır.
382
Bu başlıklar tefrikada da kullanılmıştır. Ancak tefrikada bulunan “İdris Mollanın Torununun
Hikayesi”, romanda yer almamıştır. Ayrıca kitapta yer alan “Dünün Genci” kısmı tefrikada
başlangıç adı altında verilmiştir.
185
7.2.Yapı
7.2.a.Olay Örgüsü
Eski Çapkın Anlatıyor romanı dört ayrı hikaye üzerine kuruludur.
Hikayeler zaman ya da neden-sonuç ilişkisiyle birbirine bağlanmamıştır. Tek
ortak yönleri Tosun Bey’dir. Hikayelerin dördü de Tosun Bey’in çapkınlıklarını
anlatmaktadır.
Birinci hikayenin olay örgüsü Tosun Bey’in çapkınlık yapmak istemesi
ile onun evli olduğunu zannederek evinden kovan Bakırköylü arasında
gelişmektedir. Tosun Bey’in amacı Bakırköylü’yü elde etmektir. Bakırköylü
ise, evli erkeklerle birlikte olmamaktadır. Yapıyı ve temayı oluşturan temel
çatışma buradadır. I. Hikayede olayların gelişimi şöyledir:
1) Tosun Bey’in Millet bahçesinde Bakırköylü ile karşılaşması
2) Tosun Bey’in Bakırköylü ile birlikte olmak için onun evine gitmesi
3)Tosun Bey’in ipekli iç çamaşırlarını gören Bakırköylü’nün onu evli
zannederek evden kovması
Birinci hikayenin yapısını ve temasını oluşturan temel çatışma, Tosun
Bey ile Bakırköylü arasındadır. Başlangıçta aralarında tam bir anlaşma söz
konusuyken sadece bekarlarla birlikte olan Bakırköylü’nün Tosun Bey’i evli
zannetmesi üzerine aralarındaki ilişki çatışmaya dönüşür. I. Hikayenin temel
çatışmasını oluşturan birimler arasındaki ilişkileri aşağıdaki şekilde
şemalaştırabiliriz:
çatışma
Tosun Bey Bakırköylü
İkinci hikayenin olay örgüsü Kara Kadın Firdevs’in kendisine bağlı sadık
bir eş olmasını isteyen Tosun Bey ile evli olmasına rağmen başka erkeklerle
birlikte olmak isteyen Firdevs arasında gelişmektedir. Yapıyı ve temayı
oluşturan temel çatışma buradadır.
II. Hikayede olayların gelişimi şöyledir:
1) Tosun Bey’in Eşya-yı Ayniye Gümrüğü’nde Kara Kadın Firdevs’le
karşılaşması
2) Tosun Bey’in Firdevs’e nikah kıyması
186
çatışma
Tosun Bey Kara Kadın Firdevs
Üçüncü hikayenin olay örgüsü çapkınlık yapmak isteyen Tosun Bey ile
Mecidiyeli Manyo’nun belalısı Murtaza arasında gelişmektedir. Tosun Bey ile
Mecidiyeli Manyo birlikte olmak istemiştir. Murtaza’nın varlığı buna engel olur.
Üçüncü hikayenin yapısını ve temasını oluşturan temel çatışma, Tosun
Bey ile Murtaza arasındadır. Çatışmanın nedeni her ikisinin de Mecidiyeli
Manyo’yu arzu etmesi ve Mecidiyeli Manyo ile aralarındaki anlaşma halidir.
III. Hikayede olayların gelişimi şöyledir:
1) Tosun Bey’in Göksu deresinde Mecidiyeli Manyo ile karşılaşması
2) Tosun Bey’in Mecidiyeli Manyo’nun evine gitmesi
3) Mecidiyeli Manyo’nun belalısı Murtaza’nın eve gelmesi üzerine
Tosun Bey’in kaçması
III. Hikayenin temel çatışmasını oluşturan birimler arasındaki ilişkileri
aşağıdaki şekilde şemalaştırabiliriz:
Mecidiyeli Manyo
anlaşma anlaşma
çatışma
Tosun Bey Murtaza
anlaşma
Tosun Bey Mızıkalının Şöhret
anlaşma anlaşma
7.2.b.Kişiler
Romanın olay örgüsündeki aslî kişiler Tosun Bey, Bakırköylü, Firdevs,
Mecidiyeli Manyo ve Mızıkalının Şöhret’tir. Badi Necmi, Pamuk Cemil, Tosun
Bey’in annesi ve arkadaşı ise, romanın yardımcı kişileridir.
188
Tosun Bey
Tosun Bey, romandaki bütün hikayelerin ortak kahramanıdır.
Anlatma zamanındaki yaşı 70’i aşkındır. Birinci vaka (Bakırköylü
macerası) zamanındaki yaşı 25 yaş civarıdır.
Doğma büyüme Aksaray Taşkasaplı olan, Mahmudiye Rüştiyesi’nde
okuyan ve 14, 15 yaşlarında kantar idaresinde katip olarak çalışmaya
başlayan Tosun Bey’in “Başımda, henüz kalıptan çıkmış, Hasan Paşa fırının
çöreği gibi dumanı üstünde, ne omuzdaşvari vapur dumanı, ne de
hafiyelerinki gibi ciğer alı, yani ikisi ortası, lâl ile vişne çürüğü arasında bir fes.
Fesi önüme gelen fesçiden almazdım…Sırtımda helâlî bez
gömlek…Helâlî gömleğimin üstünde alelade günler açık pembe, havai,
eflatun Frenk gömleği. Perşembe akşamları, cumaları, salı akşamları kolalı,
göğsü ve koltukları katı beyaz frenk gömleği…Frenk gömleğinin üstüne
kavuşturma, kadife yelek…yelekte altın saat köstek. Ceplerimde fildişi tarak.
Kemik kulaklı hilâli ve diş kürdanı; modasına göre lavanta; hem bir tane değil,
birkaç küçük şişe. Gelelim cakete, pantolona. Bak, öteden beri ısmarlama
elbise meraklısıyımdır…caketimin ceplerinde de az şey taşımazdım.
Yanlardakine yanar döner ipek mendil, beyaz keten mendil, bej rengi sigara
tabakası, şamalı kibrit. İçlerdekinde bir yuvarlak ayna, bir girme çıkma kurşun
kalem, beş altı tane zarf kağıt ve küçük bir zımbalı defter. Pantolon benim
nazarımda urubanın temelidir. ”383 sözlerinden giyim kuşama meraklı biri
olduğu anlaşılmaktadır.
Babası ve ilk karısı vefat eden, ikinci karısından ayrılan ve annesiyle
yaşayan Tosun Bey, vaka zamanlarında bekar ve varlıklıdır. “beş dakika
tütün içmeden”384 duramayacak kadar sigaraya düşkünlüğü vardır, ayrıca
385
“Bereket versin içkiye çok tahammüllüyümdür” sözünden ve anlatma
zamanında yaşı yetmişi aşkın olduğu halde akşam vakti arka arkaya birkaç
kadeh rakı içmesinden, içkiyle arasının iyi olduğu anlaşılmaktadır. “Beyoğlu
çapkınlık âlemlerinde düşüp kalkanların ağzından düşmiyen…40 yıllık bir
383
Sermet Muhtar: Eski Çapkın Anlatıyor (yer-tarih yok), 14-19.
384
A.g.e., s. 36.
385
A.g.e., s. 129.
189
386
Rumca” şarkı olan “sevdim seni, nasepo Eleni / Mazi mazi, matis
kaymeni”yi bilecek kadar o âlemleri tanıyan biridir. Ayrıca onun Rum ve
Ermeni ağzıyla Türkçe konuşabilmesi taklit yeteneğinin olduğunu
göstermektedir.387
Romanın başlangıcındaki yazar-anlatıcıya göre “onun can damarı iyice
koltuklanmak, gençlerden sağlam, kuvvetli ve dayanıklı idüğünü, hâlâ da
aslanlığını işitmekti.”388Tosun Bey’in “tosun” lakabını aldığı zamanlarda “bu
lakap takılmış kimselerde erkeklik, kabadayılık, sille ve muşta, bıçak ve
389
saldırma cilveleri” olmakla birlikte yazar-anlatıcıya göre “bizim tosunumuz,
bu makule sayılı fırtınalardan kat’iyyen değildir. Ömründe kimseye yan
bakmamış, öf dedirtmemiş, belki tavuk bile kesmemiştir. Bununla beraber hiç
yılmaz, gözü pek, bileğine de kuvvetli bir adam olduğunu cümle aleme tasdik
ettirmiştir. En doğru tâbiriyle tam bir eski kurtdur.”390
Yazar-anlatıcıya göre Tosun Bey,“rütbece, livalığa muadil olan ûlâ
sanisi payesine kadar çıkmış, birçok büyüklerle aşnalığı olmuş, bayramda,
kandilde konaklarına gitmiş, sair vakitler meclislerinde bulunmuş, hepsi
tarafından sevilmiş, iltifat görmüş bir ehli dilse de hiçbir zaman, hiçbir veçhile,
namusuna mertliğine şin getirmemiş, doğru özlü ve doğru sözlü bir
erkektir.”391
Tosun Bey’in romandaki fonksiyonu arzu edeni temsil etmesinden
kaynaklanmaktadır. O olay örgüsünü oluşturan çapkınlık hikayelerinin
dördünde de bu fonksiyonunu icra etmektedir. Yalnız Mızıkalının Şöhreti
kurtarması esnasında ayrıca yardımcı-yönlendirici fonksiyonunu da
üstlenmiştir.
Bakırköylü
Bakırköylü, romandaki birinci hikayenin aslî kişilerinden biridir ve “kırıta
kırıta, bir koliyle eteklerini kavramış, ötekini sallıya sallıya” yürüyen “ufak
386
A.g.e., s. 132.
387
A.g.e., s. 93, 120-135.
388
A.g.e., s. 8.
389
A.g.e., s. 9.
390
A.g.e., s. 9.
391
A.g.e., s. 11.
190
tefek, çıtır pıtır bir taze”dir. Kaşları ve gözleri çok güzeldir, özellikle
bakışlarındaki mahmurluk etkileyicidir.392
Bakırköylü “hakikaten yüksek ve kibar aileden bir tazeymiş. Kocası
Allahın haşarısı, zırzobu, rezili çıkmış; etmediği eza, cefa kalmamış. Anası,
babası bu derdin acısına dayanamayıp öbür dünyaya göçmüşler. Gitgide
kendi tahammülü de tükenmiş; (nikâhım helâl, canım azad!) deyip pek genç
yaşta kocasından boşanmış.”393 ve paşa dayısı ile ağabeyinin himayesinde
büyük bir köşkte yaşamaya devam etmiştir. Büyük bir cüret göstererek söz
konusu köşke adam alan ve gönül maceralarına meraklı olan Bakırköylü,
erkek beğenmekte pek müşkülpesent davranan biridir. Özellikle evli
erkeklerden nefret etmektedir.
Bakırköylü romanın sadece birinci hikayesinde fonksiyon icra
etmektedir. Onun varlığı Tosun Bey’den kaynaklanmakta ve arzu edileni
temsil etmektedir.
Firdevs
Firdevs, romandaki ikinci hikayenin aslî kişilerinden biridir.
Tosun Bey’in arkadaşı Adil vasıtasıyla karşılaştığı ve adını öğrenene
kadar “kara kadın” diye söz ettiği Firdevs’in fiziksel görünüşü, Tosun Bey’in
gözünden şöyle anlatılmaktadır: “Esmer mi esmer; enikonu Habeşî; daha
doğrusu kirli kara. Hemen hemen doru beygirlerin renginde…
Tabla kadar bir surat. Alnı, şakakları boydan boya ergenlik içinde. Bir
kulaktan bir kulağa, faraş kadar mor dudaklı bir ağız. Yüzü her halde ağda ile
yolunmuş olacak ki parıl parıl parlıyor…Yüzünü yolmasa yüzde yüz Ermeni
duduları gibi bıyıklı, sakallı olacak. Kimbilir vücudu ne derece kıllı, ne derece
orman.
Gerdanının altı kat kat; çifte de değil de üç dört adet katmer. Saçları
kuzguni siyah.
28 lik, 30 luk bir şişko. Güzeli geçelim, vasat bile olamaz; hatta mis gibi
çirkin; kadınların beşaret dediği.”394 Tosun Bey, bu kadar olumsuz bir biçimde
392
A.g.e., s. 25.
393
A.g.e., s. 43.
394
A.g.e., s. 48-49.
191
395
A.g.e., s. 59.
396
Sermet Muhtar ALUS: “Mecidiyeli Manyo”, Aydede, 91-41 ( 25 Eylül 1948), 2.
192
397
A.g.e., s. 101-103.
398
A.g.e., s. 116-117.
193
399
A.g.e., s. 160-161.
400
A.g.e., s. 175.
401
A.g.e., s. 174.
194
7.2.c.Mekan
Eski Çapkın Anlatıyor’da fonksiyonları itibariyle öne çıkan belli başlı
mekanlar Millet Bahçesi, Bakırköylü’nün köşkü, Eşya-yı Ayniye Gümrüğü,
Firdevs’in annesinin evi, Göksu deresi, Mecidiyeli Manyo’nun Beyoğlu’ndaki
evi, Kalitarya köyündeki muhtar Niko’nun meyhanesi ve Kahküllü Nigar’ın
evidir.
Birinci Hikayede Mekan
Birinci hikayedeki ilk mekan Millet Bahçesi’dir. Olay örgüsünde icra
ettiği fonksiyon Tosun Bey ile Bakırköylü’nün karşılaşmasına zemin
oluşturmasıdır.
Tosun Bey’in “Koskoca bir köşk…Şöyle böyle köşklerden değil, eni
konu vezir vüzera kâşanesi. Tavanlar, duvarlar, kapılar hep yağlı boya.
Kocaman kocaman yaldızlı aynalar. Perdeler, kanapeler, koltuklar bütün
ipekli kumaştan. Yerde ayak gömülen bir halı.”402 cümleleriyle tasvir ettiği bu
hikayedeki ikinci mekan olan Bakırköylü’nün köşkünün, iki fonksiyonu vardır.
Birincisi birbirini arzulayan Bakırköylü ile Tosun Bey’i buluşturmasıdır. İkincisi
ise, bir yanlış anlamadan dolayı Bakırköylü ile Tosun Bey’in çatışmasına
zemin oluşturmasıdır.
İkinci Hikayede Mekan
Romanın ikinci hikayesindeki ilk mekan olan Eşya-yı Ayniye Gümrüğü
kahraman-anlatıcı Tosun Bey tarafından şöyle tasvir edilmektedir: “Gümrüğü
verilmeyen ve yahut aynen verilmek istenilen tüccar eşyasından icabı
kadarını rüsum yerine aynen alırlar, deppoy gibi bir yere yığarlar, sonra
bunları fatura fiyatına, sair mağazalardan yüzde yirmi, otuz eksiğine
402
A.g.e., s. 39-40.
195
403
A.g.e., s. 45.
404
Sermet Muhtar ALUS: “Eşyayı Ayniye Gümrüğü”, Akşam (22 Nisan 1941), 4.
405
A.g.e., s. 95.
406
A.g.e., s. 110.
196
eden Tosun Bey ile Mecidiyeli Manyo’yu birleştirici fonksiyon icra edecek
şekilde tasarlanmış, ancak Murtaza’nın ansızın gelişiyle fonksiyon
değişikliğine uğramış ve onların ayrıldığı yer olmuştur. Ev, Tosun Bey ve
Murtaza’nın çatışmasına da zemin oluşturmuştur.
Dördüncü Hikayede Mekan
Romanın dördüncü hikayesindeki birinci mekan Kalitarya köyündeki
muhtar Niko’nun meyhanesidir. Meyhanenin önündeki çardak, Tosun Bey ile
Mızıkalının Şöhret’i karşılaştırma fonksiyonunu icra etmektedir. Tosun Bey’in
üzüntüsünün sebebini sorması üzerine aldığı “Allah aşkına beyefendi
Hızırımız ol, bizi kurtar”407 şeklindeki cevabî sözleriyle aralarında bir anlaşma
meydana gelmiştir. Bu anlaşma haline zemin olan ikinci mekan ise Eyüp’te
Kahküllü Nigar’ın evidir. Bu ev, Tosun Bey ve Mızıkalının Şöhret’in arzusuna
kavuştuğu yer olma fonksiyonunu icra etmektedir.
Kadın ve erkeklerin karşılaşmalarına imkan sağlayan Millet Bahçesi,
Eşya-yı Ayniye Gümrüğü, Göksu Deresi ve Kalitarya adlı Rum köyündeki
meyhanenin ortak özelliği umuma açık mekanlar olmalarıdır. Bunların hepsi
de geniş, Eşya-yı Ayniye Gümrüğü haricinde, açık mekanlardır. Olay
örgüsünü oluşturacak karşılaşma ve çatışmaların meydana gelmesine imkan
sağlanması için mekanın uygunluğuna ihtiyaç vardır. Söz konusu yerler,
devirle birlikte düşünüldüğünde kadın-erkek münasebetlerinin kolayca
kurulabilmesine zemin oluşturma fonksiyonunu yerine getirmektedirler.
Her bir vakada, kişiler arasındaki ilişkinin gelişmesi için gereken
mekanlar ise, kapalıdır.
7.2.ç.Zaman
Eski Çapkın Anlatıyor romanında, vaka zamanlarıyla anlatma zamanı
birbirinden farklıdır. Kahraman-anlatıcının “…Bırak canım şu geçmiş, masal
olmuş şeyleri. Başka laf açalım; başka bahis mi yok yahu?..Ben şu Arapların
halini, ne yapacaklarını meraktayım…”408 şeklindeki sözlerinden ve roman
kitap olarak yayımlanırken Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmış olan
407
A.g.e., s. 171.
408
A.g.e., s. 7.
197
409
1935’teki tefrikada “40 Yıl Evvelki Yosma Zamparanın Kılığı” alt başlığı kitapta “50 Yıl
Evvelki Yosma Zamparanın Kılığı” şeklinde düzeltilmiştir.
410
A.g.e., s. 149.
411
A.g.e., s. 44.
412
A.g.e., s. 96.
198
7.3.Tema
Eserde tema arzu eden-arzu edilen (I. ve II. Hikayeler) ve arzu
edenlerin (III. ve IV. hikayeler) karşılaşması etrafında dikkatlere sunulur.
Romanın bütününde tema gayri meşru kadın-erkek ilişkileri etrafında
özelleştirilmiştir.
Yazar tema vasıtasıyla II. Abdülhamit devri Osmanlı toplumunda gayri
meşru boyuttaki kadın-erkek ilişkilerinin nasıl yürütüldüğünü gözler önüne
seriyor. Bu, sosyal hayatla birlikte dönemin eleştirisi anlamına gelmektedir.
Böylece eser yazıldığı dönemin insanına ışık tutuyor. Cumhuriyet rejimiyle
birlikte yeni bir sosyal yapının oluşmakta olduğu bir dönemde eser,
geçmişteki olumsuzlukları yansıtarak bugünün insanına neyin yanlış neyin
doğru olduğu konusunda rehberlik etmek amacındadır.
Tema gayri meşru kadın-erkek ilişkilerinde erkekten ziyade kadının
üzerinde yoğunlaşılarak verilmiştir. Buna göre kadınlar hep olumsuz
biçimlerde tasvir edilir. En az kadın kadar hatalı olan erkeğin çapkınlığı ise,
onu küçültmez, aksine sempatik gösterir. Toplumun geleneksel bakış açısını
yansıtan bu durum doğru olmamakla birlikte gerçekçidir.
Tema vasıtasıyla okura sunulan mesaj, gayri meşru ilişki yaşayan kadın
ya da erkeğin zor durumlara düşebileceği yönündedir. Bu nedenle, kadın ve
erkek meşru zeminde bir araya gelmelidir.
7.4.Dil ve Anlatım
Eserde birbirinden bağımsız dört çapkınlık hikayesi vardır. Her bir
vaka, bir metin halkası olarak ele alındığında, bu metin halkalarını birbirine
bağlayan ortak unsurun merkezdeki kahraman olduğu görülür. Lakabı Tosun
olan asıl kahraman, 40-50 yıl evvelki çeşitli vakaları, belirli bir sıra
gözetmeden, anlatma zamanına (1945) ait bakış açısıyla aktarır. Başlangıçta
anlatıcı, Tosun’u konuşmaya ikna etmeye çalışan kişi iken, birinci vakanın
aktarılmaya başlandığı andan itibaren kahraman-anlatıcı devreye girmiştir.
“…Artık sözü Tosun’a bırakıyorum:
-Sana ne anlatayım, ne anlatayım?..Gördüklerim, geçirdiklerim o kadar
çok ki denizde kum, bende macera.
199
Dur öyleyse, hepsinden önce sana delikanlılıktaki kıl pıranga kızıl çengi
kıyafetimi, yani 50 sene evvelki yosma zamparanın kılığını tarif edeyim…”413
cümlelerinde romandaki anlatıcının nasıl değiştiğini görmek mümkündür.
Ancak satır aralarında, röportaj diyebileceğimiz bu anlatım tekniğinin gereği
olarak birinci anlatıcının varlığı sürekli hissedilir. Özellikle “…Ağzından
çıkanları kelimesi kelimesine, harfi harfine, bir noktasını bile değiştirmeyerek
aynen yazacağım. Okuyacağınızın hepsi, bir gramofon bir sesli sinema cihazı
kadar en ufak bir ses hareketini, bir öhöyü bile zaptetmiş satırlar olacak…”414
“…Eski günleri görmüş ve yaşamış olan yaşlı okuyucularım, hikaye edilecek
menkıbelerin doğruya tıpatıp uygunluğunu, baştan aşağı bir hakikat olduğunu
itiraf edeceklerdir…”415 şeklindeki açıklama kısımlarında görüldüğü üzere
yazar fonksiyonunu yürüten birinci anlatıcının, okuyuculara yaptığı uyarılarla,
romanın gerçeklik hissinin güçlendirilmesi amaçlanmıştır. Zaten salt
kahraman- anlatıcının varlığı bile buna zemin hazırlamaya kafidir. Çünkü o,
hem vakanın öznesi hem de değerlendirip nakledeni pozisyonundadır.
Kahraman-anlatıcının varlığı diğer kahramanların geçmişlerini ve iç
dünyalarını okuyucuya anlatma konusunda bir sınırlılığı akla getirmektedir.
Sermet Muhtar, Eski Çapkın Anlatıyor romanında Tosun Bey’i kahraman-
anlatıcı olarak kullanırken farklı bir yol izlemiştir. Tosun Bey, geçmişte olup
bitenleri anlattığı için vakalara ve kişilere bir bütün olarak yaklaşmakta, her
vakanın başında kişilerin fiziksel görünümleri ile kişiliklerini ortaya koyan
davranışlarına dair ayrıntılı tasvirler yapmaktadır. Ayrıca olay örgüsü içinde
kadın kahramanlardan Firdevs, Mecidiyeli Manyo ve Mızıkalının Şöhret’in
Tosun Bey’e geçmişlerini anlatmaları, Bakırköylü’nün tuvaletin deliğinden
gözlediğini itiraf ederek evli erkeklere düşmanlığını açıklaması sayesinde
okuyucu onları ayrıntılı bir biçimde tanımış olmaktadır. Kullanılan bakış açısı
ise, olay zamanındaki Tosun Bey’e değil, anlatma zamanındaki yetmişini
aşkın Tosun Bey’e aittir.
413
A.g.e., s. 12.
414
Sermet Muhtar, “Dünün Genci Anlatıyor”, Cumhuriyet (4 Birincikânûn 1935), 2.
415
A.g.e., s. 11-12.
200
416
A.g.e., s. 82.
417
A.g.e., s. 120.
418
A.g.e., s. 69.
201
7.5.Anlam ve Yorum
Eski Çapkın Anlatıyor (Dünün Genci Anlatıyor) romanında kişi, zaman,
mekan, olay örgüsü ve yazarın sunum tarzı bir arada düşünüldüğünde,
romanın gerçek hayata uygun olduğu ve okuyucuda güçlü bir gerçeklik
duygusu uyandırdığı görülmektedir. romanın baş kahramanı olan Tosun
Bey’in anılarını anlatması söz konusu gerçeklik duygusunu attırmıştır. Bu
sonucu yazarın önceden planladığı ve başarılı bir kurguyla amacına ulaştığı
söylenebilir.
Romandaki olay zamanı diğer romanlardan farklı tanzim edilmiştir.
Romanda dört ayrı vaka dört ayrı zamana tekabül etmektedir. Buna göre,
vaka zamanları (1896, 1898-99, 1900 ve 1901-1902)dir. Yazma zamanı 1945
ve muhtemel okuma zamanı bugün itibariyle 2006 ve sonrasıdır. Bütün
zamanlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde, zamanlar arasındaki büyük
farklılığa rağmen, temanın güncelliğini koruduğu söylenebilir. Romanın
bugüne dair mesajlar içerdiği de görülmektedir. Bunların başında gayri
meşru kadın-erkek ilişkilerinde, asıl yönlendiricinin kadınlar olduğu ve
erkeklerin “ava giderken avlanabilecekleri” mesajı gelmektedir. Ancak bu
mesaj, romanda sunulan değil, sezdirilen anlamdır.
Romandaki olay zamanı, Sermet Muhtar için çok uzak bir zaman
değildir. Onun çocukluk gençlik dönemine denk gelmektedir. Bu nedenle
devre dair özellikleri bizzat görme, yaşama veya yaşayanlardan dinleme
şansı olduğu için olay zamanını romanda başarıyla kurgulayabilmiş, bu
sayede okuyucuya mesajını kolayca verebilmiştir. Bunu sağlamasında dil ve
anlatımı ustaca kullanmasının da etkisi vardır.
Romanın bugüne dair mesajlar içerdiği görülmektedir. Sunulan anlam
içerisinde çapkınlık ve eğlenceye düşkünlük vardır. Nitekim bunlar bugün de
varolan tutum ve davranışlardır. Ancak kahramanın kişisel özellikleri ve dahil
olduğu olaylar okuyucuda kahramana karşı sempati uyandırmakta ve onu bir
bütün olarak benimsemesine neden olmaktadır. Okuyucu bu nedenle,
kahramanın hareketlerini desteklerken onun düştüğü olumsuz durumlara
tepki duymaktadır. Bu açıdan roman edebî metin olma özelliğine haizdir.
202
8.Kırkından Sonra
8.1.Tanıtım
Kırkından Sonra romanı, Kurun (Vakit) gazetesinde 1 Kânûnusani 1936
tarihinde tefrika edilmeğe başlanmış ve 17 Nisan 1936 tarihli 105. tefrika ile
sona vermiştir. Roman tefrika olarak kalmış ve kitap haline getirilmemiştir.
Kırkından Sonra romanının Akşam gazetesindeki tanıtımlarına 14
Kânûnuevvel 1935 tarihinde başlanmıştır. Önce “Kırkından Sonra?”419,
“Kırkından Sonra? Nedir, bunu yakında anlıyacaksınız!”420, “Esseyid Hacı
Dânâ Bey kimdir?”421, “Esseyid Hacı Dânâ kimdir? Kim olduğunu yakında
öğreneceksiniz!”422 gibi soru cümleleriyle okuyucunun ilgisi çekilmiştir. Daha
sonra “Kırkından Sonra! Büyük yerli Roman Esseyid Hacı Dânâ Beyin kim
olduğunu bu eseri okurken öğreneceksiniz Yazan: Sermet Muhtar Alus
Yakında Başlıyoruz”423 cümleleriyle gerekli açıklamalar yapılmış ve tefrikanın
başlamasına kadar toplam on dört gün boyunca sürekli tanıtım yazılarına yer
verilmiştir. Bunlardan sonuncusu hem diğerlerinden daha ayrıntılı hem de
resimlidir. Söz konusu tanıtımın içeriği “Yarınki sayımızın başlıca
hususiyetlerinden birisini de Sermet Muhtar Alus’un gazetemiz için
hazırladığı büyük yerli roman teşkil edecektir. Kırkından Sonra…Çok tanınan
ve çok söylenen romancının en muvaffakiyetli eserlerinden birisidir. Eski
İstanbulun bütün renklerini, hususiyetlerini çizen bu büyük romanın
okuyucularımız tarafından çok beğenileceğini sanıyoruz.
Yarın
Bu güzel romana başlamayı unutmayınız.”424 cümlelerinden oluşmuştur.
Romanın tefrika edilmeye başladığı gün yayımlanan duyuru ise
“Kırkından Sonra romanımıza bugün başlıyoruz. Sermet Muhtar Alusun
«Kurun» için hazırladığı bu büyük yerli romanı 5inci sayfamızda
bulacaksınız.”425 şeklindedir.
419
Kurun, 14-15 Kânûnuevvel 1935, s. 1
420
Kurun, 16 Kânûnuevvel 1935, s. 1
421
Kurun, 18 Kânûnuevvel 1935, s. 1
422
Kurun, 19 Kânûnuevvel 1935, s. 1
423
Kurun, 20Kânûnuevvel 1935, s. 1
424
Kurun, 31 Kânûnuevvel 1935, s. 1
425
Kurun, 1 Kânûnusani 1936, s. 1
203
426
Sermet Muhtar ALUS: Kırkından Sonra, Tef. no. 9, Kurun (9 Kânûnusani 1936), 5.
427
Sermet Muhtar ALUS: Kırkından Sonra, Tef. no. 8, Kurun (8 Kânûnusani 1936), 5.
204
bakalım (Tef. no. 35), 37-Akabinde Sayhayı Bastı:Milyon Milyar Sene Yaşşa
Be Müdürüm Ha Şöyle, Yola Gel, İnsafa Gel (Tef. no. 36), 38-Maksadını
Bildirdi Tabiat Bu Ya Bardağını Kendi Elile Yıkamadan Su İçemezmiş. (Tef.
no. 37), 39-Lübnanlı Feride Derlerse Dünyanın Beş Kıtasında Bir Tane (Tef.
no. 38), 40-Baksana Şu Hale…Bu Alayiş ve Şatafat Ne ile Vücude Gelir?
Çuval Dolusu Para Yetmez (Tef. no. 39), 41-Horoz Diye Seslenir. Beni
Çiğneme, Gel Dizimin Dibine…(Tef. no. 40), 42-Dânâ’nın Mütaleası: Vasil
Efendi, Mirim Havrada İşimiz Yok; Biz Sürüp Gidelim! (Tef. no. 41), 43-
Eflatunlular, Morlular Esseyid Şaşırmış, Sonra Kendini Toplayıp Zıplaya
Zıplaya Yürümüştü (Tef. no. 42), 44-Kafa Değil Bal Kabağı Öküzyan Değil
Horozyanım Demiş İsem Bir Batman Haltetmişim (Tef. no. 43), 45-Şarkıyı
Tutturmuştu: Doyum Olmaz Güzelin Edalısına / Düştü Gönlüm Aman Allah
Belalısına (Tef. no. 44), 46-Ve Diline Geldi: Aşk Kalbe Gıdadır, Ne Yenir Ne
Yutulur / Demir Leblebidir, Çiğneyene Aşk olsun (Tef. no. 45), 47-Hep O
Söylüyor…Hep O Anlatıyor, Hepsinden Fazla O Gülüyor, Kahkahaları O
Atıyordu (Tef. no. 46).
Romanda 47. tefrikadan itibaren her tefrikada başlık uygulamasına son
verilmiş, sadece ara sıra başlıklara yer verilmiştir. Bunların da sayısı dört
olup şunlardan ibarettir: 1-Angeliki’nin Evinde (Tef. no. 60), 2-Çorap Söküğü
(Tef. no. 71), 3-Cavalozları İstanbul’a Aşırttıktan Sonra (Tef. no. 78), 4-İki Ay
Sonra (Tef. no. 105).
8.2.Yapı
8.2.a.Olay Örgüsü
Kırkından Sonra romanında olay örgüsü, Angelik ile birlikte olmak
isteyen Hacı Dânâ Bey ile onun maddî imkanından yararlanmak fakat
karşılığında bir şey vermek istemeyen Angelik arasında gelişmektedir. Hacı
Dânâ Bey varlıklı dul bir adamdır. Cinsel arzularını tatmin etmek için vapurda
görüp beğendiği Angelik’i elde etmek istemektedir. Angelik ise, gençliğini ve
güzelliğini kullanarak Hacı Dânâ Bey’den para sızdırmak ister. Fakat onun
istediği cinsel yakınlığa yanaşmaz. Yapıyı ve temayı oluşturan temel çatışma
buradadır.
206
çatışma
Hacı Dânâ Bey Angelik
8.2.b.Kişiler
Romanın olay örgüsündeki aslî kişiler Hacı Esseyid Dânâ Bey, Angelik
ve Artin Horozyan’dır. Eda Hanım, Rabia, Kaşif, Evkaf Nazırı, Berber Koço,
Anastasya, Harikliya, Takuk ve Manolya Froso ise, romanın yardımcı
kişileridir.
207
428
Tef. no. 3, 3 Kânûnusani 1936; Tef. no. 4, 4 Kânûnusani 1936
208
429
Tef. no. 65, 8 Mart 1936
430
Tef. no. 4, 4 Kânûnusani 1936
431
Tef. no. 7, 7 Kânûnusani 1936
432
Tef. no. 7, 7 Kânûnusani 1936
209
vardır. Dinî ve tasavvufî konularda yazan Dânâ Bey’in padişahı övücü şiirler
yazmaması ve dolayısıyla saraya yakın olmaması dikkati çeken bir diğer
özelliğidir.
Romanın başlangıcında çizilen Hacı Esseyid Dânâ Bey portresi,
kahramanın Büyükada’ya gitmesi ve orada Angelik’e rastlamasıyla
değişmeye başlamıştır. Bu sebeple, olay örgüsünün sonunda ortaya çıkan
Dânâ Bey portresi birincisinin tam zıddıdır. Buna göre, romanın kahramanı
artık namaz kılmamakta, içki içmekte, sazlı sözlü kadınlı eğlencelerde
sabahlamakta, saraya sık sık jurnal vererek maddî menfaat temin etmektedir.
Yazar-anlatıcı bu durumu şöyle özetlemektedir: “Kırkından sonra azan Hacı,
biti kanlanınca büsbütün azmıştı. Her akşam Tepebaşı bahçesinde. Vakti
kerahet gelince, bahçenin köşkünde, çilingir sofrasının başında…
Yatsıya kadar orada atıştırma…Yatsıdan sonra haydi dışarı.
Beyoğlunun Şişlide, Pangaltıdaki en müstesna piliçleri…
Haftalarca evine ayak atmadığı oluyor, hep karşıda geceliyor…ömrünü
gününü zevk ve safa ile geçiriyordu.”433
Romanda Dânâ Bey’in fonksiyonu kişisel özellikleriyle ortaya
çıkmaktadır. Sofuluğunun uzantısı olarak dünya nimetlerinden kaçan aşırı
kontrollü bir hayat sürdüren kahraman, bu özelliklerinden sıyrılmaya
başladığı noktada kendi sonunu da hazırlamış olur. Onun kişiliğinde ortaya
çıkan baskın taraf, ifrattır. Gerek Büyükada’dan önceki yaşantısında gerekse
sonraki yaşantısında hakim olan vasıf, duygu, düşünce ve davranışlarındaki
aşırılıktır. Dinî konulardaki tutumunda görülen bu aşırılık, içki içmesinde de
kendini gösterir. Dolayısıyla her iki Dânâ Bey de olması gerektiği gibi değildir.
Dânâ Bey’in romanda çatışma içinde olduğu kişilerin başında kendisi
gelmektedir. Önceki ve sonraki halleri arasında tam bir zıtlık vardır. Bu
sebeple, Hacı Esseyid Dânâ Bey ile Şura-yı Devlet Mülkiye Dairesi azası
Dânâ Bey arasında bir çatışma vardır.
Dânâ Bey ile Angelik arasında da bir çatışma vardır. O, genç kadına
karşı hareketlerinde samimidir. Fakat karşı taraf, sadece menfaat peşindedir.
433
Tef. no. 105, 17 Nisan 1936
210
Angelik
Angelik romanın olay örgüsünde yer alan aslî kişilerden biridir.
Büyükada’da yaşayan Rum kızı Angelik’in fiziksel özellikleri Dânâ
Bey’in bakış açısıyla şöyle anlatılır: “Sahiden bir huri…Başında mor
menekşelerle donatılmış bir şapka. Göğüs açık. Kollar dirseklere kadar
çıplak. Elinde burulu bir paket, roğan bir çanta…
Kara gözleri mahmur, ağzı hokka, içinde iki sıra inci, teni de karmı
kar…Omuzlar bel, biçim ve endam mükemmel”434
Dânâ Bey’in dikkatini çeken Angelik’e dair bir diğer özellik ise sesidir ve
şöyle tasvir edilir: “…ince kıvrak, billur gibi bir kahkaha…Pırıl pırıl bir
kaynaktan fışkırarak, sedef çakılları yalıya yalıya akan berrak bir su,
abuhayat şarıltısına benziyen bir ses…Susuzluktan yanmış, bağrı kavrulmuş,
her tarafı uyuşup kalmış bir adama buz gibi bir pınarın yürek çarptırıcı, iç
gıcıklatıcı, derman verici sesi…”435
Artin’in, Angelik’in geçmişi hakkında Dânâ Bey’e anlattıklarına göre
“Angeliki iki sene evveline kadar, hakikaten müstesna güzellerdenmiş.
Büyükadanın en dilber kızı oymuş. Kim görürse bayılır, ağzının suyu
akarmış.
Dört beş sene evvel, başında yün takke, göğsünde siyah göğüslük,
ayağında kısa çoraplarla gezermiş; her gün adadan Beyoğlundaki terzilerin
birine çıraklığa gider gelirmiş. Yani bacak kadar bir modistra yanaşması..”436
Aradan çok geçmemiş, Artin bir gece, Angelik’i bir arabada Zeynel Bey’le
sarmaş dolaş görmüştür. “Angelikinin bu el üstünde gezmesi bir buçuk, iki
sene sürmüş, sürmemiş.”437
Olay örgüsünde erkeklerden maddî menfaat temin etmek için güzelliğini
kullanan düşmüş bir kadın olarak karşımıza çıkan Angelik, berber Koço
adında bir serseriye âşıktır. “Eline, avucuna geçeni hep ona yedirmedeymiş.
Para yetiştireceğim diye…Beyoğluna taşınır, aksate edip kazandıklarının
hepsini ona verirmiş.
434
Tef. no. 25, 25 Kânûnusani 1936
435
Tef. no. 45, 14 Şubat 1936
436
Tef. no. 84, 27 Mart 1936
437
Tef. no. 85, 28 Şubat 1936
211
438
Tef. no. 85, 28 Mart 1936
439
Tef. no. 17, 17 Kânûnusani 1936
212
arasında bir anlaşma hali hakimdir. Bu nedenle, Dânâ Bey saray tarafından
ihsanlara boğulurken, Artin Horozyan da nasibini alır.
8.2.c.Mekan
Romanda fonksiyonları itibariyle öne çıkan belli başlı mekanlar
Divanyolu caddesi, Nakilbent’teki konak, Büyükada, Dânâ Bey’in
Büyükada’da kiraladığı ev ve Angelik’in evidir.
Divanyolu Caddesi
Romanın olay örgüsündeki ilk mekan Divanyolu caddesidir.
Romanın başında yazar-anlatıcı tarafından ayrıntılı bir biçimde tasvir
edilen çevre şöyledir: “Divan yolunun sağındaki evlerin, tahta perdelerin
gölgelerine sığına sığına, Sultanahmet meydanına iniyoruz.
İstanbulun güya en geniş, en düzgün caddesi orası.
Divar diplerinde gözleri kapalı, dilleri dışarıda soluk soluğa köpekler.
Kazevi eskileri üstünde göğüsleri sık sık inip kalkan analarının memelerine
üşüşmüş köpek yavruları.
Yaya kaldırımlarının kenarlarında öbek öbek süprüntüler:
Taze soğan sapları, yumurta kabukları, çiroz kafaları, balık kılçıkları dört
yerinden ayrılmış paslı gaz tenekeleri; renkleri sararmış Türkçe, ermenice,
rumca gazete parçaları; yamyaş, yağları kabarık, pehlivan yakısı gibi vıcık
vıcık bakkal kağıtları…
Kahvelerin önünde telve artıkları, çay posalar, cıgara izmaritleri…
Ahçıların eşiğinde yemek bulaşıkları, yağlı sular… Perükâr dükkanlarının
kapısında saç, sakal kesikleri, traş kırıntılı sabun köpükleri…
Ve bunun üstünde, etrafında kara bulut gibi kara sinekler.
Ortada tramvay yolu…Adım başında, genizleri yakan, üstlerine küme
küme serçeler konan fışkılar; dere gibi akmış, birikip göl olmuş at
sidikleri..”440
Bu çevre içinde verilen roman kahramanı Dânâ Bey’in geleneksel
yaşam tarzı bütün gerçekçiliğiyle ve tüm cepheleriyle ortaya konmuştur.
440
Tef. no. 1, 1 Kânûnusani 1936
213
441
Yazar, teknik bir hata yaparak romanda önce Nakilbent olarak verdiği semti, daha sonra
Akbıyık olarak yazar. Bkz. Tef. no. 79, 22 Mart 1936
442
Tef. no. 20, 20 Kânûnusani 1936
214
443
Tef. no. 33, 2 Şubat 1936
215
444
Tef. no. 18, 18 Kânûnusani 1936; Tef. no. 19, 19 Kânûnusani 1936
445
Tef. no. 22, 22 Kânûnusani 1936
446
Tef. no. 23, 23 Kânûnusani 1936
216
8.2.ç.Zaman
Kırkından Sonra romanında olay zamanı 1898 yılı Haziran-Temmuz
aylarıdır. Yazma zamanı ise 1936 yılıdır.
Romanın başlangıcında zaman ayrıntılı bir biçimde verilir. Yazar-
anlatıcı tarafından verilen bilgiye göre “Rumi 1314, efrenci 1898 senesi…O
zamanki İstanbul halkının ağzile büyük zelzele olalı tam dört ermeni patırtıları
savulalı üç ve iki, Yunanla Dömeke cengi geçeli bir yıl olmuş…Aylardan
Haziran. O vakit öğle ile ikindi arası…Çok güneşli, sıcak, ağır bir hava.
447
Tef. no. 19, 19 Kânûnusani 1936
448
Tef. no. 61, 1 Mart 1936
217
Samyeli esmeğe daha haftalar olduğu halde ortalık çayır çayır yanıyor.”449
Buna göre, Kırkından Sonra romanında olay zamanı ile yazma zamanı
birbirinden farklıdır ve olay zamanı geçmişe aittir.
Romanda zaman, kronolojiktir. Sadece başlangıçta, Dânâ Bey’in ölen
eşi, kızının çocukluğu ve evliliği konularında geçmişe dönüş vardır. Bunun
dışında olay örgüsü ileriye doğru akar ve yaklaşık üç-dört aylık bir zamana
yayılır. Vaka başlangıcı Haziran 1898’dir. Vakanın sonu ise “Bu akşam, yani
mahı temmuzun 18inci ve arabi Recebülferdin 13üncü günü akşamı”450
ifadesinde ortaya çıktığı üzere 18 Temmuz 1898’dir. Buraya kadar olanlar
gösterme ve anlatma metoduyla verilmiştir. Sonrasında olanlar ise, zamanda
“iki ay geçmiş, üçüncü yarılanmamıştı.”451şeklinde bir atlama yapılarak Dânâ
Bey’in son günleri anlatılır ve sonra onun ölümünü haber veren cenaze
töreni ile olay örgüsü sona erer.
Romanda zamanın uzun bir süreye yayılmaması dikkat çekmektedir.
Dânâ Bey’in Büyükada’ya gidişiyle birlikte başlayan değişimi çok hızlı bir
biçimde olmuştur. Kısa zamanda kahraman başlangıçtaki özelliklerinden
sıyrılarak bambaşka biri olmuştur. Bu kadar kısa sürede bu kadar büyük bir
değişimin olması, zamanda yoğunlaşmayı sağlamıştır. Esasen bu durum,
yazarın diğer bazı romanlarında da görülen bir üslûp özelliğidir.
Kırkından Sonra’da zamanın çok net olarak verilmesi, devirle ilgili
ayrıntılara dikkat etmeyi mümkün kılar. Buna göre, devir II. Abdülhamit
devridir. Olay örgüsünde yer alan bazı ayrıntılar bunu desteklemekte ve tarihî
gerçeklere de uygun düşmektedir.
Olay örgüsünün başında Dânâ Bey’in özellikleri ortaya konurken “Onun
Padişahla, kodamanlarla, yukarıya tutkunlarla hiçbir alâka ve münasebeti
olmamıştı. Birçokları gibi böylelerden kimseye mensup değildi. Yıldızın
nerede olduğunu bilmezdi.”452 şeklinde bir ifadeye yer verilir. Saraya yakın
olmanın birtakım avantajları olduğuna ima niteliğindeki bu satırlar, Dânâ
Bey’in ileride geçireceği değişimin boyutunu sezdirmeye yöneliktir. Sahiden
449
Tef. no. 1, 1 Kanûnusani 1936
450
Tef. no. 105, 17 Nisan 1936
451
Tef. no. 105, 17 Nisan 1936
452
Tef. no. 8, 8 Kânûnusani 1936
218
de, olay örgüsünün sonunda Dânâ Bey’in asılsız bir jurnal vermesi ve onun
neticesinde önce ulâ evveli, üç dört gün sonra da balâ olması; ilaveten birinci
dereceden nişan alması ve Şura-yı Devlet Mülkiye Dairesi azalığına 100 lira
maaşla nakledilmesi saraya yakın olmanın kazançlarıdır. Böylece ortaya
başlangıçtakinden tamamen farklı bir Dânâ Bey çıkar. Bu örnekle devre dair
verilmek istenen mesaj açıktır: Padişah, vesvesesi yüzünden büyük bir
zafiyet göstererek kendisine iletilen her haberi gerçek kabul etmekte ve onun
bu açığını bilen ve kullanan kişileri ihsanlara boğarak zenginlik içinde
yüzdürmektedir. Bu durumda jurnal edilen birinin de hiçbir sorgu suale tâbi
tutulmadan cezalandırılması söz konusudur.
Sermet Muhtar, gerek jurnal sisteminin işleyişini örnekleyerek gerekse
kadın-erkek ilişkilerindeki kokuşmuşluğu işleyerek roman üzerinden devri
tenkit etmektedir. Bu sebeple, zaman unsurunu açık, somut ve yoğun bir
biçimde kullanmaktadır.
8.3.Tema
Eserde tema maddî imkan- kişisel özellik karşılaşması etrafında
dikkatlere sunulur. Bu tema gayri meşru kadın-erkek ilişkileri çevresinde
özelleştirilmiştir.
Tema vasıtasıyla yazar II. Abdülhamit devri sosyal hayatı içinde kadın-
erkek ilişkilerinde görülen yozlaşmayı anlatmak istiyor. Yazarın ikinci amacı
ise, dönemin siyasal yapısındaki aksaklıkları ve bu siyasal yapının sosyal
hayata dair olumsuz yansımalarını ortaya koymaktır. Buradan hareketle
eserde tema aracılığıyla II. Abdülhamit devri siyasal ve sosyal yapısının
hicvedildiği söylenebilir.
1930’lu yılların Türkiyesinde yaşayan Cumhuriyet nesline hitap ederek
eski rejimin (özellikle II. Abdülhamit döneminin) siyasal ve sosyal yapısındaki
olumsuzlukları anlatan eser, bu yolla okuyucusunun yeni rejime sempati
duymasını ve yeni siyasal-sosyal yapının farklı temellere dayanması
gerektiğini vurgulamayı amaçlamış olmalıdır.
Tema vasıtasıyla okura verilmek istenen mesaj, kadın-erkek ilişkilerinde
önemli olanın kişisel arzuları tatmin ve menfaat elde etmek değil, yaşça
219
uygunluk, karşılıklı sevgi saygı ve dürüstlük temeline dayalı bir ilişki kurmak
olduğu yönündedir. Bunu gerçekleştirebilmek için çiftlerin meşru zeminde bir
araya gelmesi gerekir.
8.4.Dil ve Anlatım
Roman yazar-anlatıcı tarafından anlatılmaktadır. İlahi bakış açısı
kullanılmıştır. Ancak yazar-anlatıcının üslûbu, olaylar ve kişiler hakkında
yorum yapması nedeniyle tarafsız değildir. Olay örgüsünün gelişimi sırasında
Dânâ Bey ve diğerlerine karşı tutumunu açıkça belli eder. Yazar-anlatıcının
Dânâ Bey hakkında “Hacı Bey, karı yüzü görmemiş gibiydi. Şimdi bu zata
453
acınmaz mı? İçler acısı bir adam denilmez mi?” yorumunda bulunması ya
da Angelik’ten bahsettiği “Aya Nikola yoluna doğru sürtmeğe çıkmıştı.”454
cümlesinde “sürtmek” fiilini kullanması onun taraflı olduğunu açıkça belli
etmektedir. Dânâ Bey’in başlangıçtaki halini “Bu yaradılışta ve bu düşüncede
olan bir insan elbette eşref saatte doğmuş bir mahlûktur; muhakkak Allahlık
ve cennetliktir.”455 diyerek desteklerken onun değişmesi üzerine bakış açısı
tamamen farklılaşır ve “Kırkından sonra azan Hacı, biti kanlanınca büsbütün
azmıştı.”456 ifadesinde görüldüğü üzere menfi bir hal alır.
Yazar-anlatıcının kişiler hakkında yorum yaparken kendi kişiliğini,
varlığını da açıklamış olur. Bu nedenle romanda, kişilere ilave olarak, yazar-
anlatıcının varlığını da sürekli hissederiz. “Şimdi Adliye binasına doğru
yürüyelim; oraya gireceğiz. Fakat amanın dikkat. Dalıp, boş bulunup orta kata
göz kaydı mı, saraykâri büzme istorları toz toprağa bulanmış, lime lime olmuş
pencerelere göz ucu ilişti mi tantunu boyladık gitti.
Sebebi mi?
Vaz geçin, rica ederim bu bahsi kapatalım; başka lâf yok mu
yahu?...Hoppala, yine soruyorsunuz. Söyleyim ama kimseye duyurmayın, laf
benden çıkmış olmasın allah aşkına…
453
Tef. no. 10, 10 Kânûnusani 1936
454
Tef. no. 71, 14 Mart 1936
455
Tef. no. 7, 7 Kânûnusani 1936
456
Tef. no. 105, 17 Nisan 1936
220
457
Tef. no. 2, 2 Kânûnuesasi 1936
458
Tef. no. 8, 8 Kânûnusani 1936
459
Tef. no. 8, 8 Kânûnusani 1936
460
Tef. no. 9, 9 Kânûnusani 1936
461
Tef. no. 35, 4 Şubat 1936
462
Tef. no. 51, 20 Şubat 1936
463
Tef. no. 59, 28 Şubat 1936
464
Tef. no. 26, 26 Kânûnusani 1936
221
465
Tef. no. 24, 24 Kânûnusani 1936
466
Tef. no. 102, 14 Nisan 1936
467
Tef. no. 29, 29 Kânûnusani 1936
468
Tef. no. 45, 14 Şubat 1936
469
Tef. no. 102, 14 Nisan 1936
222
salkım saçak / Sol böğrüme girdi bıçak”470 gibi şarkı ve türkü sözleri ve
“Erişir menzili maksuduna aheste giden / Tiz reftar olanın ayağına damen
dolaşır; sabreden derviş muradına ermiş; Görülen köye kılavuz istemez; 32
dişten çıkan 32 mahalleye yayılır; hastalık gelirken okkayla gelir, giderken
dirhemle gider; Ermenide irfan, Yahudide pehlivan bulunmaz” gibi atasözleri
ile sözlü kültür kaynaklarından istifade edilmesi, eserin üslûbunu geleneksel
anlatım formlarına yaklaştırmıştır.
Romanın dilini oluşturan kelime, deyim ve atasözleri dil-kültür ilişkisi
açısından değerlendirildiğinde, yazarın Türk kültürüne olan katkısı kolayca
anlaşılacaktır. Çünkü Kırkından Sonra’da kullanılan “yica buca, kamertay, ziril
ziril, gabgablı, martaval, kaspahannek, didon, debarkader, koriça, geyrek,
zeklenmek, populdak, katakulli, kaloş, atmasyon” gibi kelimeler, “gözü ak özü
hain, şıpın işi, ok yılanı gibi, havyar kesmek, uşt anlamayan kürt itine
benzemek, yalap şalap, yek at yek mızrak, dil ebesi, hayali fener, Aynaroz
keşişleri gibi, kaşık düşmanı, dilsiz orucu tutmuş gibi, lamı cimi yok, anlaşıldı
Vehbinin kerrakesi, Akdenize kaptan, Mısır’a sultan olmak, tilki kuyruğuna
kaçar gibi, lahavlenin boncuğu, ağır ezgi fıstıki makam, süngüsü düşmek,
dipsiz kile boş ambar, marsivan eşeği gibi, eynessera vessüreyya, ihtimaldir
padişahım belki derya tutuşa” gibi deyimler ve “On beşindeki kız ya erde
gerek ya yerde, söz gümüşse sükut altındır, kul bunalmadıkça Hızır
yetişmez, kırkından sonra azanı teneşir paklar, kısmetinde olanın kaşığında
çıkar, uyuyan yılanın kuyruğuna basma, acelede şeytan teennide rahman
vardır, kul günahsız olmaz hata tevbesiz olmaz” gibi atasözleri yazarın
üslûbu sayesinde Türkçenin dil zenginliği olarak kaydedilmiştir.
Sermet Muhtar’ın romanlarında sıklıkla karşılaşılan bazı benzer yönler
vardır. Bunlardan bir kısmı Kırkından Sonra’da da tekrarlanmıştır. Söz
konusu karakteristik üslûp özelliklerinden biri, tasvir tarzındadır.Yazarın
sinemaya ve mizaha olan ilgisi harekete dayalı tasvirlerde, özellikle dayak
sahnelerinde, durumu abartarak karikatürize etmesine adeta bir çizgi film
çeşnisiyle vermesine sebep olmuştur. Romanda Dânâ Bey’in Koço’yu dövme
470
Tef. no. 79, 22 Mart 1936
223
8.5.Anlam ve Yorum
Kırkından Sonra romanı, kişi, zaman ve mekan unsurları açısından
değerlendirildiğinde okuyucuya mesajlar verebilmekte, okuyucuyu
etkileyebilmekte ve kahraman ile okuyucu arasında duygusal bir bağ
kurulmasını sağlayabilmektedir. Bu, yazarın bakış açısı ve üslûbu sayesinde
471
Tef. no. 102, 14 Nisan 1936
472
Tef. no. 18, 18 Kânûnusani 1936
473
Tef. no. 24, 24 Kânûnusani 1936
474
Dânâ Bey’in başlangıçtaki portresinde yer alan aşırı olumlu özelliklerini de birer ima
olarak değerlendirmek mümkündür.
475
Tef. no. 63, 3 Mart 1936
224
476
Kurun (Vakit), 26 Teşrinievvel 1936, s. 1.
477
Kurun (Vakit), 27 Teşrinievvel 1936, s. 1.
478
Kurun (Vakit), 28 Teşrinievvel 1936, s. 1.
479
Kurun (Vakit), 29 Teşrinievvel 1936, s. 1.
480
Kurun (Vakit), 30 Teşrinievvel 1936, s. 1.
226
481
Sermet Muhtar ALUS: Anasını Gör Kızını Al, Tef. no. 28, Kurun (26 Teşrinisani 1936), 5.
482
Sermet Muhtar ALUS: Anasını Gör Kızını Al, Tef. no. 85, Kurun (24 Kânûnuevvel 1936),
5.
483
Tef. no. 85, 24 Kânûnuevvel 1936
484
Tef. no. 46, 14 Kânûnuevvel 1936
485
Başlıktaki “Kemankeş Eşref” ismi sehven yazılmış olmalıdır. Çünkü ileriki satırlarda ortaya
çıkan roman kişisi “Kemankaş Şahap”tır.
227
no. 68), 10-Eda Vezirzadenin Konağında (Tef. no. 81), 11-Eda işi Azıttıkça
Azıtıyor (Tef. no. 90), 12-Eda’nın Çırpıcı Seferi (Tef. no. 98)
9.2.Yapı
9.2.a.Olay Örgüsü
Anasını Gör Kızını Al romanında olay örgüsü, beğendiği bir erkekle
beraber olmak isteyen Eda ile beğenip evlendiği erkekten hemen sıkılan ve
yeni birini aramaya başlayan Eda arasında gelişmektedir. Eda, karşılaştığı ve
âşık olduğu Kemankaş Şahap ile evlenir. Fakat kısa sürede kocasından
bıkar. Karşısına çıkan Ekmel Bey’i beğenir, kocasından boşanarak onunla
evlenir. Eda kısa sürede Ekmel Bey’den de sıkılır ve yeni birini aramaya
başlar. Yapıyı ve temayı oluşturan temel çatışma buradadır.
Romanda olayların gelişimi şu şekildedir:
1)Eda’nın dairelerden birinde Kemankaş Şahap’la karşılaşıp ona âşık
olması
2)Eda’nın aşkını itiraf etmesiyle Şahap’ın onu nikahlaması
3)Şahap’tan hemen soğuyan Eda’nın Ekmel Bey’le karşılaşması
4)Şahap’tan boşanan Eda’nın Ekmel Bey’le evlenmesi
5)Ekmel Bey’den de çabucak soğuyan Eda’nın yeni birini bulmak için
Çırpıcı’ya gezmeye gitmesi
Anasını Gör Kızını Al romanında, romanın baş kişisi Eda’nın kendisiyle
çatışma halinde olduğu görülmektedir.Güzelliği ile ön plana çıkan Eda, aynı
zamanda açgözlü ve maymun iştahlıdır. Görüp beğendiği ve arzu ettiği her iki
kocasından da onlardan bıktığı için ayrılmıştır. Şahap ve Ekmel Bey ile
arasındaki ilişkiler başlangıçta anlaşma halindeyken, evlendikten kısa bir
süre sonra çatışmaya dönüşür. Burada temel sebep, Eda’nın ilişkilerinden
çabuk sıkılmasıdır. Şahap ve Ekmel Bey ise, Eda’ya bağlılıklarını sonuna
kadar sürdürürler. Bu da gösteriyor ki, romanın temel çatışması, Eda’nın
kendi içinde meydana gelmektedir.
228
Kemankaş Şahap
anlaşma çatışma
çatışma
Eda Eda
anlaşma çatışma
Ekmel Bey
9.2.b.Kişiler
Romanın olay örgüsündeki aslî kişiler Eda, Hafize, Şahap, Ekmel Bey
ve Kör Abdurrahman’dır. Hacı Hüsmen Ağa, Ayşe, Ramazan Ağa ve
Aynıhayat romanın yardımcı kişileridir.
Eda
Eda romanın merkez kişisidir.
Çocukluğunda “piç” daha sonra “köprü ispinozu” ve genç kızlığında “ilik”
lakapları bulunan Eda, vaka başlangıcında 14-15 yaşlarındadır. Fakat yazar-
anlatıcıya göre “Kız, 18, 19unda kadar gösteriyordu.” ve “en kelli fellilerin
kafalarını, gözlerini kendine çevirtecek derecede güzeldi.”486
Yazar-anlatıcı tarafından Eda’nın fiziksel görünümü ayrıntılı bir tasvirle
şöyle anlatılmıştır: “Koyu kumral, kumralın sarıya değil, kestaneye çalanı
saçlar…Aynı rengin biraz açığı kaşlar…Kirpikler daha akçılca; samur ve kıvır
kıvır biribirine girift…
Dalının üstünde ve daha olmamış, koyu yeşilimsi mürdüm eriklerinin eşi
gözler…Pençe pençe al yanaklar ve lakin tabanı yarık ahretliklerinki gibi
değil…Onunkisi turuncumtrak pembemsi; Malatya kayısısile Bursa şeftalisi
kabuklarının biribirine karışmışından çıkan renkte.. küçürek derli toplu bir
486
Tef. no. 3, 31 Teşrinievvel 1936
229
487
Tef. no. 9, 6 Teşrinisani 1936
488
Tef. no. 9, 6 Teşrinisani 1936
489
Tef. no. 7, 4 Teşrinisani 1936
490
Tef. no. 26, 24 Teşrinisani 1936
230
491
Tef. no. 11, 8 Teşrinisani 1936
492
Tef. no. 11, 8 Teşrinisani 1936
493
Tef. no. 14, 11 Teşrinisani 1936
231
Hafize’nin, asıl etkisi önce Ayşe’nin daha sonra ise kızı Eda’nın
güzelliklerini kullanarak erkeklerle gönül eğlendirip maddî menfaat elde
etmeleri yönünde olmuştur. Ayşe’ye daha kocası sağken “Karı, bana bak
bana, aklını başına al…Civansın, güzelsin, güzellerin de şahbazısın. Aynanın
önüne geç kendini gör…Ömrün günün oturak dökmekle mi geçecek? Buna
ne Allah razı olur, ne de kul. Fırla meydana!..”494şeklinde öğütler vermiştir.
Hafize’nin fonksiyonu, olay örgüsünün Eda’nın etrafında şekillendiği
aşamada çok daha etkin bir biçimde ortaya çıkmıştır. O, Eda’nın
bıçaklanmasından sonra devreye girerek Eda’nın “köprü ispinozu” halinden
“ilik” haline gelişini hazırlamıştır. Bunu Eda’ya kağıt kavaflığı yapabilmesi için
verdiği şu öğütte görmek mümkündür: “Bir: Kılığına, kıyafetine, üstüne başına
mukayyet olacaksın…İki: Karşına çıkacak erkek kısmından kimseye Yusufü
sani bile olsa yılışmayacaksın. Balık kaçtı, orospu bohçası oynar gibi fıkır
fıkır, kahkaha kihkihi yok. Üç: Gideceğimiz yerler devlet kapısı…Oralarda
gayet akıllı, edepli olmak…gerektir. Önceden bir defa hanım hanımcıklığını
göster…Bu raddeye bir ulaş, alt tarafını, deli dolu söyletme beni…istersen
Maliye nazırını, Evkaf nazırını, Şehislam efendisini, Serasker paşasını baştan
çıkar!.”495
Hafize’nin daha sonra “Tanrının günü sokak sokak dolaşacağına,
dairelerdeki populdakların, uyuntuların, at hırsızı kılıklıların ağız kokularını
dinliyerek helâk olacağına, silkin, canını kurtar; konaklarda, köşklerde yaşa;
kendine mahsus arabalarda, sandallarda gez, toz demek istiyorum sana, a
budala kız!.”496 şeklinde açıkça asıl niyetini ortaya koyan öğütler vermesinin
nedeni Eda’yı zengin, kalantor birilerine peşkeş çekerek maddî çıkar elde
etmektir.
Romanda yardımcı-yönlendirici fonksiyonuyla önemli bir yere sahip olan
Hafize, Eda ile anlaşma halindedir. Eda’nın kocaları Şahap ve Ekmel ile
başlangıçta anlaşmış, fakat evlendikten sonra onlardan maddî menfaat temin
494
Tef. no. 15, 12 Teşrinisani 1936
495
Tef. no. 20, 17 Teşrinisani 1936; Tef. no. 21, 18 Teşrinisani 1936
496
Tef. no. 27, 25 Teşrinisani 1936
232
497
Tef. no. 48, 15 Kânûnuevvel 1936
498
Tef. no. 32, 29 Teşrinisani 1936
499
Tef. no. 31, 28 Teşrinisani 1936
500
Tef. no. 52, 22 Kânûnuevvel 1936
233
501
Tef. no. 57, 27 Kânûnuevvel 1936
502
Tef. no. 63, 2 Kânûnusani 1937
503
Tef. no. 63, 2 Kânûnusani 1937
234
504
Tef. no. 83, 22 Kânûnusani 1937
505
Tef. no. 78, 17 Kânûnusani 1937
506
Tef. no. 58, 28 Kânûnuevvel 1936
235
9.2.c.Mekan
Romanda fonksiyonları itibariyle öne çıkan belli başlı mekanlar Galata
Köprüsü, Beyazıt’taki Maliye binası, Şahap’ın Eda’ya açtığı ev, Hafize’nin evi,
Abdülvehhap Paşa konağı ve Çırpıcı çayırıdır.
Galata Köprüsü
Olay örgüsünde yer alan ilk mekan Galata Köprüsü’dür. Burası Eda’nın
üzerinde şemsiye lastiği ve köprüden geçiş ücreti için pul sattığı yerdir.
Eda’ya “köprü ispinozu” diye lakap takılması burada çalışmasından dolayıdır.
“Galata köprüsünün üstünde, Eminönü cihetindeki köprü tahsildarlarının
50, 60 adım ilerisinde, Haliç tarafındaki yaya kaldırımı”nda durarak gevrek,
billûr gibi bir sesle “Beyler, Hanımlar, Müsüler, Madamalar! Şemşiye, lastik,
köprüye pul verelim!.” diye bağıran Eda, okuyucunun karşısına çıkmış olur.
Galata Köprüsü’nün romandaki ilk fonksiyonu okuyucuyu Eda ile ilk kez
karşılaştıran yer olmasıyla ortaya çıkmaktadır. Bunun önemi, Eda’nın ileriki
satırlarda geçireceği değişimi daha belirgin kılacak olmasındadır. Çünkü
yazar-anlatıcının köprü üzerinde tanıttığı Eda, “köprü ispinozu” Eda’dır. Onun
507
Tef. no. 66, 5 Kânûnusani 1937
236
508
Tef. no. 8, 5 Teşrinisani 1936
509
Tef. no. 21, 18 Teşrinisani 1936
237
510
Tef. no. 30, 28 Teşrinisani 1936
511
Tef. no. 38, 6 Kânûnuevvel 1936
512
Tef. no. 46, 14 Kânûnuevvel 1936
513
Tef. no. 57, 27 Kânûnuevvel 1936
238
514
Tef. no. 81, 20 Kânûnusani 1937
239
515
Tef. no. 73, 12 Kânûnusani 1937
516
Tef. no. 83, 22 Kânûnusani 1937
517
Tef. no. 100, 8 Şubat 1937
240
9.2.ç.Zaman
Anasını Gör Kızını Al romanında olay zamanı 1883 yılından
başlamaktadır. Yazma zamanı ise, 1936 yılının son ayları ile 1937 yılının ilk
aylarıdır.
Romanın başlangıcında zaman ayrıntılı bir biçimde verilir.Yazar-anlatıcı
tarafından verilen bilgiye göre“Yıllardan 1299 rumi senesi…mevsimlerden
yaz; aylardan ağustos; günlerden çarşamba; vakitlerden de sabahın alaturka
üç, üç buçuğu.”518dur. Ayrıca dipnot vasıtasıyla senenin miladî 1883 yılına,
saatin sabahın 9.30- 10.00’una tekabül ettiği açıklanmıştır. Buna göre,
Sermet Muhtar’ın bu romanında da, olay zamanı ile yazma zamanı
birbirinden farklı olup, olay zamanı geçmişe aittir.
Romanda zamanın düzenlenişi genel olarak kronolojiktir. Fakat 8
numaralı tefrikadaki“Piç Eda Kimdir?” başlığından itibaren zamanda yaklaşık
16-17 yıllık bir geriye dönüş yapılarak Eda ile anne ve babası anlatılır. 18
numaralı tefrikada tekrar başlangıçta verilen 1883 yılı Ağustos ayının
Çarşamba gününe dönülür ve zaman ileriye doğru akmaya başlar. Bu
noktadan itibaren yıl, ay ve güne dair ayrıntı verilmez. Satır aralarından çıkan
bazı ipuçlarına göre olay zamanı yaklaşık iki yıla yayılmaktadır. Şöyle ki:
Eda, yanağından yaralandığında 14-15 yaşlarındadır.519 Vaka sonunda
Ekmel Bey ile evliyken ise, “Daha yaşı ne, başı ne ki, on yedisinde”520
ifadesinden de anlaşıldığı üzere 17 yaşındadır. Bunun dışında Eda’nın 20
gün hastanede kaldığı, iyileştikten sonra kağıt kavaflığına başladığı ve
yaklaşık beş, altı ay bu işi yaptıktan sonra Şahap’la karşılaştığı ve iki, üç
518
Tef. no. 1, 29 Teşrinievvel 1936
519
Tef. no. 3, 31 Teşrinievvel 1936
520
Tef. no. 91, 30 Kânûnusani 1936
241
hafta içinde onunla evlendiği ancak Şahap’la iki, üç hafta evli kaldığı daha
sonra Ekmel Bey’le yaptığı evliliğin üzerinden iki ay geçer geçmez tekrar
arayışlara girdiği döneme dair ifadelerle zaman dolaylı bir biçimde sadece
sezdirilir.
Olay örgüsünde zamana dair verilen son ayrıntı, Eda’nın Çırpıcı
çayırına gittiği güne aittir. Buna göre “Aylardan eylül nihayeti… Günlerden
cuma”521dır.
Romanda sadece zaman değil, devre dair bazı ipuçları da yer almıştır.
Buna göre, 1883 yılı II. Abdülhamit devrine denk gelmektedir ve olay
örgüsündeki bazı ayrıntılar bunu desteklemektedir. Bunların başında,
Şahap’ın şahsî kini nedeniyle Şakir Bey’i jurnallemesi gelmektedir. Veliaht
Reşat Efendi’nin adamı olan Hafız Kirami’nin nezaret divanhanesine gelerek
Mürettebat ve Takib-i Tahsilat komisyonu azalarından Şakir Bey’le uzun uzun
ve gizli gizli görüştüğü şeklinde saraya jurnalde bulunan Şahap, bunun
karşılığında hem Mecidî nişanı hem de para alır.
Devirle ilgili dikkat çeken bir diğer ayrıntı, Sermet Muhtar’ın “Onikiler”
romanına da konu olan Onikiler adlı bir serseri grubunun şehirdeki kontrolü
elinde tutmasıdır. Bunu yaparken sırtlarını saraya yakın paşalara dayamaları
ise, asayişin geldiği noktayı işaret etmektedir. Olay örgüsü içinde bu duruma
örnek olarak, Şahap’tan boşanmak isteyen Eda’nın mahkemeye gittiği
takdirde uzun süreceğini düşünerek Hafize vasıtasıyla Onikiler’e
başvurmasını ve isteğini bir çırpıda gerçekleştirmesini, verebiliriz.
II. Abdülhamit devrinin özelliği olan, bir kadınla bir erkeğin aynı arabaya
binmelerinin yasak oluşu da romanın olay örgüsünde uygulanmıştır. Eda,
Şahap ile aynı arabayla muhallebiciye gitmez. Aynı şekilde Kör Abdurrahman
bulduğu iki arabadan birine kendi binip diğerine Eda’yı bindirir. Buluşma yeri
olan çöplüğe ayrı arabalarda giderler.
521
Tef. no. 98, 6 Şubat 1936
242
9.3.Tema
Eserde tema kişisel özelliklerin karşılaşması etrafında dikkatlere
sunulur. Söz konusu tema kadın-erkek ilişkilerinde kadının, erkek düşkünlüğü
ve maymun iştahlılığı biçiminde özelleştirilmiştir. Romanda bu kişisel
özellikler ırsî nedenlere dayandırılarak işlenmiştir.
Yazar tema vasıtasıyla insanın doğasında bulunan olumsuz bazı
özelliklere dikkat çekmek istemiştir. Bunu yaparken devir olarak II.
Abdülhamit dönemini seçmiş olması manidardır. Gözlemci gerçekçi olan
yazar açısından söz konusu temanın ele alınabileceği en uygun dönem II.
Abdülhamit devridir. Çünkü maksat, siyasi yapıdaki olumsuzlukların sosyal
hayata ve dolayısıyla kişilerin davranışlarına nasıl menfi tesirler
yapabileceğini göstermektir. Böylece yazar kadın-erkek ilişkileri temelinde ele
aldığı tema aracılığıyla II. Abdülhamit devrini hicvetmektedir.
Cumhuriyet devri insanına hitap eden yazar, II. Abdülhamit devrinin
olumsuz yönlerini anlatarak söz konusu devre karşı olumsuz bir bakış açısı
oluşturmayı istemektedir. Bunun paralelinde ise, yeni kurulmakta olan siyasal
ve sosyal düzeni benimsetmeğe çalışır.
Tema aracılığıyla okura sunulan mesaj, insan doğası gereği hırs, aç
gözlülük, doyumsuzluk gibi olumsuz özelliklere sahip olabilir. Önemli olan
insanın bu yönlerini kontrol altında tutup nefsine hakim olmasıdır. Aksi
takdirde istenmedik durumlarla karşılaşılabilir.
9.4.Dil ve Anlatım
Roman, yazar-anlatıcı tarafından anlatılmaktadır. İlahi bakış açısı
kullanılmıştır. Fakat yazar-anlatıcının üslûbundan onun taraflı olduğu
anlaşılmaktadır. Olay örgüsünün gelişimi esnasında Eda ve diğer kişilere
karşı yazar-anlatıcı tutumunu belli eder.Yazar-anlatıcının“yaşı ilerleyip
anaçlanmağa başlayınca aklı derlenip toparlanacağı yere firferek tarafına
tornistan etmişti. İspinozluğuna, piçliğine dönmüştü. Kemankaşla yaşadığı
demlerdeki halleri, tavırları şimdikine nazaran ballı börek.
243
522
Tef. no. 86, 25 Kânûnusani 1937
523
Tef. no. 3, 31 Teşrinievvel 1936
524
Tef. no. 9, 6 Teşrinisani 1936
525
Tef. no. 97, 5 Şubat 1937
526
Tef. no. 60, 30 Kânûnuevvel 1936
527
Tef. no. 63, 2 Kânûnusani 1937
528
Dipnotta verilen açıklamaya göre: Çevrim çevrim bahçecik oyununda avuç yakalanır. Baş
parmak ortasından çevrilir (Şuradan bir kuş gelmiş) denilirken parmak omuzdan aşağı iner.
(Pırr diye uçmuş) gelince göğse daldırılır. Söylenenler şöyle: Çevrim çevrim bahçecik / İçinde
bir havuzcuk / Şuradan bir kuş gelmiş / Çıp çıp çıp su içmiş / Bu tutmuş / Bu kesmiş / Bu
pişirmiş / Bu yemiş / Bu da mektepten gelmiş / Hani bana, hani bana, hani bana demiş / Pır
uçmuş. Bkz. Tef. no. 25, 22 Teşrinisani 1936
529
Tef. no. 46, 14 Kânûnuevvel 1936
244
merhamet mehparesi”530 gibi gazel ve şarkı sözleri ile “İki çeşme yan yana /
Su içtim kana kana / Seni doğuran ana / Olsun bana kaynana”531 gibi
manilerden ve “Akibet gürk zade gürk şeved”532 gibi veciz sözlerden de
istifade etmiştir. Bu husus, kültürel yapıyı sergilemek yoluyla, zaman (devir)
unsuruna da zenginleştirici bir etki sağlamıştır.
Devri gerçekçi bir biçimde canlandırma ve kurgulamada, yazar-
anlatıcının üslûbuyla birlikte ortaya çıkan bazı kelime, deyim ve atasözlerinin
katkısı çoktur. Anasını Gör Kızını Al romanındaki “pelaspare, karha, lebbey,
cicoz, hacamat, küflü, hımbıl, yelloz, ebennaka, eplemçüş, kınamsık,
mostralık, pasaparola, gırado, aşıramento, çiçekleşmek, kartoloz, kakavan,
nohudi, fertik, bıldır, abdülleziz, hamalökçesi” gibi, bazıları argo olan,
kelimeler; “gökten yıldız toplamak, koyun dede, eşref saat, nalları dikmek,
ipipullah sivri külah, esmayı üstüne sıçratmak, gözümün elifi, dümbedüdük
olmak, Haymana beygiri gibi, horozu başına bağlamak, çatal kazık tersine
dönmek, lifan narı gibi, dat bir feryat iki, ayının kırk hikayesi vardır hepsi ahlat
üstüne, lamı cimi yok, papucu büyüğe kendini okutmak, abayı yakmak, Dıral
dedenin düdüğü, badeharabülbasra, yel yeperek yelken keserek, yoğurt
gönlünü ayran etmek, hayatı gidip bayatı kalmak, sürre emininin gelini gibi,
kumda oynamak” gibi deyimler ve “acı patlıcanı kırağı çalmaz, huy canın
altındadır, alışmış kudurmuştan beterdir, bir fit bin büyüden beterdir, yavaş
atın tekmesi pek olur, zenginin malı züğürdün çenesini yorar, papaz her
zaman pilav yemez, elçiye zeval olmaz” gibi bazı atasözleri eserin dilini
zenginleştiren ve kullanılan dilin, olay zamanını temsil etmesini sağlayan bir
yapıdadır.
Söz konusu kelime, deyim ve atasözlerine ilave olarak, romanda farklı
konuşma biçimlerine yer verilmiştir. Osmanlı Devleti’nin XIX. yüzyıldaki insan
profilinin çeşitliliği Bolu- Mengenli aşçının “Sadrazamn gile hamurcu istedular
emme sahalı unu kendi elile tartup veriyomuş. Ben orada
530
Tef. no. 47, 15 Kânûnuevvel 1936
531
Tef. no. 46, 14 Kânûnuevvel 1936
532
Romanda “Gürk sade akibet gürk şeved.” şeklinde yanlış yazılmış olan bu söz “Kurt
yavrusu sonunda kurt olur.” anlamına gelmekte olup Sadi’ye aittir; Tef. no. 86, 25
Kânûnusani 1937
245
533
Tef. no. 2, 30 Teşrinievvel 1936
534
Tef. no. 4, 1 Teşrinisani 1936
535
Tef. no. 99, 7 Şubat 1937
536
Tef. no. 105, 13 Şubat 1937
537
Tef. no. 31, 29 Teşrinisani 1936
538
Tef. no. 90, 29 Kânûnusani 1937
246
9.5.Anlam ve Yorum
Anasını Gör Kızını Al romanındaki kişi, zaman, mekan ve olay örgüsü
bir arada düşünüldüğünde romanın yaşanan hayata uygunluk açısından
okuyucuda gerçeklik duygusu uyandırdığı söylenebilir. Bu açıdan günümüz
okuyucusunu etkileyebilmekte ve mesajlar verebilmektedir. Bununla birlikte,
yazarın “Annesi nasılsa kızı da öyle olur.” şeklindeki mesajı tartışmaya
açıktır. Ancak kadın-erkek ilişkilerinde rol oynayan faktörler açısından verilen
mesajlar günümüzde için de geçerlidir. Okuyucu roman kahramanının
tutumunu desteklememekte, ona karşı yazarın yönlendirdiği şekilde olumsuz
bir bakış açısı geliştirmektedir. Bu tavır, roman kahramanı vasıtasıyla onun
gibi hareket eden herkese karşı geçerli olmakta ve böylece roman güncellik
kazanmaktadır.
Yazar, okuyucunun devre tam olarak nüfuz etmesini sağlayabilmek için
dipnot şeklinde ilave bilgiler vermiştir. Ayrıca roman kişilerini ve mekanları
gösteren resim ve fotoğrafların yayımlanması da aynı sebepledir. Böylece,
okuyucuda uyanan gerçeklik hissi de pekiştirilmiş olmaktadır.
Romandaki olay zamanı (1883), yazma zamanı (1936-37) ve okuma
zamanı arasındaki büyük farklılığa rağmen, temanın güncelliğini koruduğu
söylenebilir. Bunu sağlayan ele alınan temanın insanın kişisel özellikleriyle
ilgili olmasıdır.
Yazar, tepkisini dile getirirken olay, yazma ve okuma zamanları farklı
olsa da, onunla bugünün okuyucusu ortak bir noktada buluşabilmektedir.
Kişileri değerlendirirken onların davranışlarını aileleri ve geçmişleriyle
ilişkilendirmek, lakap takmak bugün de söz konusu olabilen tutum ve
davranışlardır. Özellikle küçük ve kendi içine dönük topluluklarda bu durum
çok yaygındır.Bu açıdan roman edebî metin olma özelliğine haizdir.
Romanda sunulan ve sezdirilen anlam aynıdır. Yani bir insanın nasıl
olacağı ya da olduğu tamamen ebeveyniyle alakalıdır.
Yazar, romanın olay zamanında yaşamamıştır. Bununla birlikte mekan
tasvirleri, kullanılan resim ve fotoğraflar yazarın başarılı bir kurgu için ön
araştırma yaptığını göstermektedir. Bu durum, okuyucunun olay zamanını
247
10.Nanemolla
10.1.Tanıtım
Nanemolla Akşam gazetesinde 12 Mart 1938-6 Ağustos 1938 tarihleri
arasında tefrika edilmiş ve 140 sayı sürmüştür.
Romanın ilk tanıtım yazısı 5 Mart 1938’de Akşam gazetesinin birinci
sayfasında “Nane???”, ikinci tanıtımı 6 Mart 1938’de aynı gazetenin birinci
sayfasında “Nanemolla???” şeklinde yapılmıştır. 7 Mart 1938 tarihli tanıtım
“Nanemolla resimli büyük roman yazan: Sermed Muhtar Alus”539 şeklindedir.
Romanla ilgili ilk ayrıntılı tanıtım ise, aynı gazetenin 8 Mart 1938 tarihli
nüshasında yapılmış olup şöyledir: “Nanemolla Resimli büyük roman Yazan:
Sermed Muhtar Alus. 62 yıl evvelki İstanbul… O devre ait bütün semtlerin,
muhitlerin, tiplerin ve en dikkate değer dekorların bir fotograf objektifile
çekilmiş kadar doğru ve canlı tasviri. Yakında Akşam sütunlarında
okuyacaksınız.”540
Romanın beşinci tanıtım yazısı 9 Mart 1938 tarihli Akşam gazetesinde
yayımlanmıştır. Bu tanıtımda ilk kez yazarın fotoğrafına da yer verilmiştir.
Yapılan tanıtıma göre, yazar bu romanı söz konusu gazete için kaleme almış
olup “Nanemolla birçok tarihî vesikalar, devlet salnameleri, eski gazete ve
mecmualar dikkatle elenerek o günleri yaşamış bazı kimselerden işitilenler de
araya katılarak büyük emek sarfile hazırlanmıştır.”541
Bunlardan başka aynı gazetede iki tanıtım yazısı daha yayımlanmıştır.
Bu tanıtımlarda romanın içeriği ile ilgili bilgiler verilmiştir. Gedikpaşa’daki
Güllü Agop tiyatrosunun bir resminin de bulunduğu tanıtıma göre “1876
yılında Abdülaziz saltanatının son aylarındaki İstanbul. Gedikpaşa’daki
meşhur Güllü Agobun tiyatrosu. Başaktrist Küçük Karakaşyan maşukai âlem,
ona vurulan vurulana… Abdülmecid vezirlerinden ve Abdülaziz’in
539
Akşam, 7 Mart 1938, s. 1.
540
Akşam, 8 Mart 1938, s. 1.
541
Akşam, 9 Mart 1938, s. 1.
248
542
Akşam, 10 Mart 1938, s. 1.
543
Akşam, 11 Mart 1938, s. 1.
544
Sermet Muhtar ALUS: Nanemolla, Tef. no. 9, Akşam, 20 Mart 1938, s. 7.
249
545
Sermet Muhtar ALUS: Nanemolla, Tef. no. 15, Akşam, 27 Mart 1938, s. 7.
546
Tef. no. 15, 27 Mart 1938
547
Tef. no. 23, 4 Nisan 1938
548
Akşam, 8 Mart 1938, s. 1.
250
549
Akşam, 9 Mart 1938, s. 1.
550
Tef. no. 82, 6 Haziran 1938
251
Doğru (Tef. no. 91), 13-O Meseleye Dair (Tef. no. 101), 14-Nanemolla
Acarlanıyor (Tef. no. 102), 15-İşin Sonu (Tef. no. 113), 16-Gene Güllü
Agop’un Tiyatrosunda (Tef. no. 137).
10.2.Yapı
10.2.a.Olay Örgüsü
Romanın olay örgüsü, Küçük Karakaşyan’a âşık olan ve ona kavuşmak
isteyen İrfan ile onu Küçük Karakaşyan’dan gördüğü ilgi ve maddî imkan
açısından kıskanan Pembeten Eşref arasında gelişmektedir. İrfan Küçük
Karakaşyan’ı sevmektedir. Maddî imkanı olduğu sürece ondan ilgi görür.
İrfan’ın gördüğü ilgiyi kıskanan ve sırf bu yüzden Küçük Karakaşyan’a kendisi
sahip olmak isteyen Pembeten Eşref, İrfan’ı Küçük Karakaşyan’dan
uzaklaştırmaya ve ona zarar vermeye çalışır. Yapıyı ve temayı oluşturan
temel çatışma buradadır.
Romanda olayların gelişim sırası şöyledir:
1)İrfan’ın Tuğrakeş Gıyas Efendi’nin yönlendirmesiyle Küçük
Karakaşyan’ı görmeye gitmesi ve ona âşık olması
2)Küçük Karakaşyan’a pahalı bir çiçek gönderdiği için Pembeten
Eşref’in İrfan’a düşman olması
3)Pembeten ve kız kardeşi Hasibe’nin, İrfan’dan intikam almak için
sahte bir borç senedi düzenletmeleri
4) Küçük Karakaşyan’ın İrfan’ı Pembeten’e şikayet etmesi üzerine
İrfan’ın dayak yemesi ve jurnal üzerine hapse atılması
5)Zincirkıran Rıza Bey’in yardımıyla hapisten çıkan İrfan’ın yapılan yeni
bir jurnal üzerine Zincirkıran Rıza Bey ile sürgüne gönderilmesi
6)V. Murat’ın tahta çıkması üzerine İrfan’ın affedilerek İstanbul’a
dönmesi
7)İrfan’ın Pembeten Eşref’i dövmesi
8) İrfan’ın 93 Harbi’ne katılması ve orada Dr. Kadir Bey’in kızı Mehlika
ile evlenmesi
9)Savaştan sol kolağası rütbesiyle dönen Nanemolla İrfan’ın Küçük
Karakaşyan’ın davetini reddetmesi
252
İrfan’ın tek amacı âşık olduğu Küçük Karakaşyan’la bir araya gelmektir.
Maddî imkanı elverdiği müddetçe bu isteğine yaklaşır. Pembeten Eşref’in
İrfan’ı kıskanması, ona düşman olup tuzaklar kurmasına neden olur. Hem
Pembeten Eşref’in kurduğu tuzaklar hem de mal varlığının erimesiyle İrfan
amacından uzaklaşır. Metnin bütününe bakıldığında çatışmanın romanda asıl
gücü temsil eden İrfan ile karşı gücü temsil eden Pembeten Eşref arasında
olduğu görülür.
Sürgüne gönderilinceye kadar varını yoğunu Küçük Karakaşyan’ın
yolunda tüketen, haysiyetini ayaklar altına aldıran İrfan, sürgünden dönüşte
her şeyin farkına varır, değişir. Pembeten Eşref’i döverek alteden İrfan, 93
Harbi esnasında gönüllü askerlik yapar. Bu sırada İrfan’ın değişim süreci
tamamlanır. Savaştan bambaşka bir İrfan olarak döner. Artık onun gözünde
Küçük Karakaşyan’ın hiçbir değeri yoktur.
Romanın temel çatışmasını oluşturan birimler arasındaki ilişkileri
aşağıdaki şekilde şemalaştırabiliriz:
İrfan
çatışma çatışma
10.2.b.Kişiler
Romanın aslî kişileri Nanemolla İrfan, Küçük Karakaşyan ve Pembeten
Eşref’tir. Abdülmennan Paşa, dadı kalfa, Nesibe, Hasibe, Mehmet Kasım
Efendi, Tayyar Paşa, Hilmi Efendi, Tuğrakeş Gıyas Efendi, Kasımpaşalı
Sabri, Şaşı Mehmet Tufan Efendi, Molla, Zincirkıran Rıza, Doktor Kadir Bey,
Veli Bey ve Mehlika eserin yardımcı kişileridir. Romanda yardımcı kişilerin
çokluğu dikkati çekmektedir.
Eserde, kimi gerçek kişiliklere yer verilmiş ve bunlar hakkındaki ayrıntı
dipnotlarda belirtilmiştir.
Nanemolla İrfan
Nanemolla İrfan, olay örgüsünün merkez kişisidir.
253
551
Tef. no. 2, 13 Mart 1938
552
Tef. no. 11, 22 Mart 1938
553
Tef. no. 19, 31 Mart 1938
554
Tef. no. 20, 1 Nisan 1938
254
555
Tef. no. 137, 2 Ağustos 1938
255
556
Tef. no. 138, 3 Ağustos 1938
557
Tef. no. 9, 20 Mart 1938
256
558
Tef. no. 9, 20 Mart 1938
559
Vergine Karakaşyan (1856-1933), Türkçe oyunlardan Zavallı Çocuk’ta Şefika onun en
belirgin rollerindendir, Bkz. Metin AND: Osmanlı Tiyatrosu (Ankara, 1999), 131.
560
Tef. no. 20, 1 Nisan 1938
561
Tef. no. 35, 19 Nisan 1938
257
562
Tef. no. 2, 13 Mart 1938
563
Tef. no. 14, 25 Mart 1938
258
10.2.c.Mekan
Romanda fonksiyonları itibariyle öne çıkan belli başlı mekanlar Güllü
Agop tiyatrosu, Abdülmennan Paşa’nın Koska’daki konağı ve İrfan’ın sürgüne
giderken bindiği vapurdur.
Devrin eğlence hayatını yansıtan bahçe, baloz, umumhane, gizli ev ve
kahvehane şeklinde sayabileceğimiz yerler ile dekoratif olarak verilen bazı
açık mekanlar, romanda sadece fon teşkil ederler.
Güllü Agop’un Gedikpaşa Tiyatrosu
Romanda üzerinde durulması gereken mekanların başında Güllü
Agop’un Gedikpaşa Tiyatrosu gelmektedir. Burası yazar-anlatıcı tarafından
“Tiyatronun içi sıcak mı sıcak; hamam halveti. Her tarafta çifter çifter soba, o
kadar kişinin nefesi.
Delikanlı locaya girince paltosunu çıkardı. Öne oturamadı, çünkü
kıyafeti perişan. Koltuğu biraz geriye, kadife perdenin yanına çekti; üstüne
çöktü.
Sahnede Büyük Karakaşyanla Magakyan…Demek o deminki alkışlar
Büyük Karakaşyana imiş…
Sahnenin dışında, sağda ve solda, koca koca levhalar. Kumpanyanın
repertuvarından, yakında oynanacak bazı oyunların kalın yazılı ilanları…tek
tük ağızdan (susalım!) sayhaları yükseledursun, kim dinliyor?..Paradide de
ne patırdı, ne gürültü:
-Papazı çektim çık ikilini!..
-Dübara attın, ver kuruşu!..
-Oyun değil, buna mars derler!..
259
Yani, iskambille kılıç oynıyanlar; zarla barbut atanlar; şark şurk tavla
pulu vuranlar…İstanbul’un en boğuntu yeri burasıydı.”564 cümleleriyle tasvir
edilmiştir.
Tiyatronun fonksiyonu, İrfan’ın devrin eğlence hayatıyla özellikle Küçük
Karakaşyan’la karşılaştığı yer olmasıyla ön plana çıkmaktadır. Arzu eden ile
arzu edilen olay örgüsünün başında ve sonunda burada bir araya gelirler ve
her iki karşılaşmada mekanın üstlendiği fonksiyon birbirinden farklıdır.
Tiyatro, ilk karşılaşmada birleştirici, son karşılaşmada ise, ayırıcı
fonksiyonunu üstlenmiştir.
Tiyatronun mekan değeri onun maddî imkanı temsil eden kişilere açık
bir yer olmasında yatmaktadır. Nitekim 13-14 yaşlarında bir çocukken ilk kez
bu ortamla tanışan ve babasının ölümünün hemen arkasından konaktaki bazı
eşyaları satarak bu alışkanlığını sürdüren, etrafa paralar saçan İrfan maddî
imkanı temsil ettiği sürece bu mekanda yer bulur.
Abdülmennan Paşa Konağı
Romandaki ikinci önemli mekan, İrfan’ın babasına ait olan konaktır.
İrfan’ın çocukluğundan babasının ölümüne kadar maddî imkanı temsil eden
konak, Abdülmennan Paşa’nın ölümüyle birlikte, hızla maddî imkansızlığın
merkezi haline gelir. Konak aynı zamanda içinde barındırdığı İrfan’ın
özelliklerini aksettirmektedir. Tanıdıklar, hizmetkarlar maddî imkanı temsil
ettiği sürece, konakla yani İrfan’la ilişkilerini sürdürürler. Tuğrakeş Gıyas
Efendi ile Ruznameci Hilmi Efendi’nin olumsuz yardımcı-yönlendirici
fonksiyonlarının etkisiyle konağın kiremitleri bile satılır. Maddî imkansızlığın
artmasına bağlı olarak, konakta yaşayanların sayısı da gittikçe azalır. En
sonunda İrfan ve dadısından başka kimse kalmaz.
Romanın ikinci kısmında Abdülmennan Paşa konağının, İrfan’daki
değişimin hızlanmasında önemli bir fonksiyonu vardır. Kahramanın hayal
âleminden çıkıp kendisiyle yüzleşmesinde sürgünden dönüşte metruk bir
halde bulduğu konağın bahçesinde geçmiş günleri anımsamasının, dadısının
odasında bulduğu boş sandık ve duvardaki Mushaf’ın etkisi büyüktür. Yazar-
564
Tef. no. 8, 19 Mart 1938
260
anlatıcının dikkatiyle mekana dair söz konusu ayrıntılar şöyle verilir: “Nefes
alınamaz bir havasızlık. Bütün pencereler kapalı. Ervahiler dolaşmışlar, gene
de dolaşacaklar.
Nanemolla yukarı çıktı. Orada da ağır bir koku. Havasızlıktan sinekler
bile uçuşamıyor. Çoraplarından yukarı üşüşen pirelerden kaşına kaşına üst
sofanın kırık pencereli, gazete yapıştırılmış camlarının başındakini
açtı…Dadısı mutfak yaptıkları odada yatardı. Orada ölmüş olacak…Odaya
girince üç ihlas bir fatiha yolladı…Kuranıkerim duvarda asılı…Mushafı öpüp
başına koydu. Kıble tarafını biliyor, yüzünü o tarafa çevirdi; diz çöktü. Yasini
şerifi okudu...”565 Konağın buradaki ikinci fonksiyonu olay örgüsünü
şekillendirmede etkili olmuştur.
İrfan’ın sürgünden dönüşte babasının konağında yepyeni ve tamamen
farklı bir hayata dair kararlar alabilmesi, onun sürgün yolculuğu esnasında
içinde bulunduğu gemi sayesinde olmuştur. Çünkü İrfan’ın dönüşümü burada
başlamıştır. Bu sebeple Pesendire adlı gemi olay örgüsündeki üçüncü önemli
mekandır.
Pesendire Gemisi
İrfan, Pesendire gemisinin uğradığı İzmir limanında babasıyla Beyruttan
döndükleri yolculuğu, Lazkiye limanında ise şehrin Beykoz’a benzerliği
nedeniyle sünneti sırasında Yuşa tepesine götürülüşünü hatırlar.566 Midesi
bulandığı için kamaradan çıkamadığı olsa da, derin düşüncelerden sonra
yavaş yavaş nanemollalıktan kurtulmağa başlar. Yazar-anlatıcı İrfan’ın
gemideki değişimini şu şekilde anlatır: “Nanemollacık, artık Nanemolla değil,
asıl sırım o…Bu kadar eza ve cefaya tahammül eden, bunca hoyratlıklara
dayanan, gık demeyen adama polat vücut, yıkılmaz direk, sarsılmaz temel
derler. Atalar sözünü nasıl yabana atarsın? Babası eski toprak; o da o kişinin
zürriyeti”567
565
Tef. no. 101, 26 Haziran 1938
566
Bu ayrıntılar, I. bölümde bahsettiğimiz yazarın 10 yaşındayken yaptığı Halep yolculuğunu
hatıra getirmektedir. Dolayısıyla gemi yolculuğuyla ilgili bazı ayrıntıların otobiyografik
özellikler taşıdığı kanaatindeyiz.
567
Tef. no. 94, 19 Haziran 1938
261
568
Tef. no. 99, 24 Haziran 1938
569
Tef. no. 48, 2 Mayıs 1938
262
10.2.ç.Zaman
Romanın başlangıcında, yazma zamanından tam 62 yıl önceye ait olan
olay zamanı hakkında önemli ayrıntılar vardır. Rumi 1292 (1876) senesi Mart
ayının üçüncü Perşembe günü akşamı, yani Abdülaziz saltanatının son
aylarıdır ve mevsimlerden kıştır: “…Buvvv, meded Allah!.. Allah fakir fıkaraya
yardımcı olsun, öyle keskin iliklere işliyen bir kuru soğuk ki..
Gûya karakış savulmuş; ayıların safra bastırdıkları Erbain aradan
çıkmış; şubat ta atlamış. Fakat malûm a, İstanbul’un kışı yaza doğrudur. Mart
kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır…”570 Bu çetin kış şartlarıyla uygunluk
gösteren bir profil çizilir ve eserin kahramanı olan Nanemolla İrfan’ın içinde
bulunduğu sefalet ve düşkünlüğe rağmen, hayal âleminde yaşaması tasvir
edilir. Ancak tefrikanın sekizinci sayısından itibaren zamanda geriye dönüş
olur. Geçmiş günler 6-7 yıl önce İrfan’ın tiyatroya ilk kez gidişini
anımsamasıyla başlar. İrfan’ın doğumuyla ilgili bilgilerin verildiği kısımda
zaman daha da geriye gider. Aile çevresi tanıtılır ve onun neden “nanemolla”
diye adlandırıldığı anlatıldıktan sonra 6-7 sene evvelki varlıklı günlere dair
ayrıntılara dönülür. O zaman 13-14 yaşlarında olan İrfan’ın babasının tekrar
evlenmesi üzerine gelişen olaylar aktarılır.
“…İşte romanımızın, baş taraflarında naklettiğimiz veçhile, İrfan’ın
tiyatro kapısında Pembeten’le karşılaşıp belaya girmesine ramak kalışı,
meyhaneci Hacıdan üç lira borç aldıktan sonra Palabıyık Hıranta saatini verip
locaya oturuşu ve duramayarak kaçışı bu anlardır…”571 şeklindeki ifadeyle
geçmişle bugün (olay zamanı) söz konusu noktada kesişir ve zaman tekrar
kaldığı yerden (1876’dan ) ileri doğru akar. Olay zamanındaki bu ileri gidiş
1878 yılı Ağustos ayında son bulur. Yaklaşık iki yıla yayılan olay zamanında
yazar-anlatıcı, İrfan’ın hayatının etrafında devrin tarihî, siyasî ve sosyal
yönlerine dair ayrıntılara yer verir.
Sermet Muhtar, bu eserinde zamanı diğer eserlerinden daha farklı
kurgulamıştır. Zamanın kurgulanmasında izlenen yöntemi, yazar-anlatıcı satır
aralarında şöyle sezdirir: “…Bu hadise 13 Nisan 1876ya tesadüf eder.
570
Tef. no. 1, 12 Mart 1938
571
Tef. no. 10, 21 Mart 1938
263
10.3.Tema
Eserde tema iyi-kötü karşılaşması etrafında dikkatlere sunulur. Söz
konusu tema kadın-erkek ilişkileri ve maddî imkan- imkansızlık çevresinde
özelleştirilmiştir.
Yazar eseriyle Cumhuriyet devri insanına hitap eder. Bunu yaparken
amacı, geçmişte kalan siyasal ve sosyal hayattan kesitler vererek XIX. yüzyıl
ikinci yarısının olumsuz yönlerini hicvetmektir. Ancak söz konusu
dejenerasyon içinde dahi, iyi insanların var olabileceği anlatılır.
Tema vasıtasıyla verilen mesaj, iyiler zaman zaman zor durumlara
düşseler de sonuçta her zaman onlar kazanır.
10.4.Dil ve Anlatım
Sermet Muhtar, Nanemolla romanında da diğer birçok romanında
olduğu gibi yazar-anlatıcıdan istifade etmiştir. Anlatıcının her şeyi görebilme
becerisi, ilahi bakış açısıyla ortaya konmuştur. Bu nedenle, roman
kişilerinden Nanemolla İrfan ve Pembeten Eşref’in zihninden geçenleri, hatta
çocukluk ve gençlik yıllarına dair ayrıntıları dahi bilir ve kendi yorumuyla
anlatır. Mesela, İrfan’ın tiyatroya ilk kez gidişine dair hatırladıklarını anlatıcı
bilir ve şu şekilde aktarır: “Eski günler hep gözünün önünde: Bu binaya ilk
572
Tef. no.69, 24 Mayıs 1938
264
gireli altı, yedi sene var. O zamanlar 13, 14 yaşlarında bir çocuktu. Babası
hayatta.. İki çocukluk arkadaşı ve konağın pek eski emektarı, lalası Şaban
ağa ile gelirdi. Burada Fransalı (Soulite)nin at cambazhanesi oynardı”573
Romanda yazar-anlatıcının sağladığı imkanlar sayesinde bazı iç
çözümlemelerin yapıldığı da görülmektedir. Örneğin İrfan’ın zihninden
geçenler şu şekilde verilmiştir: “Küçük Karakaşyan’ın menfaatine mahsus bir
gece, bin bir ayağın arasında belki de en berbad bir tarafta, siftik siftik
oturacak?.. O ki, bundan on beş gün evveline kadar, yanında dalkavuklar,
mütemadiyen tiyatroya devam etmiş; sahnenin yanındaki birinci sınıf
localardan gayrisine adımını atmamış…Şimdi elaleme karşı attan inip eşeğe
mi binecek? Bu, o huriye karşı yerin dibine geçmek olmaz mı?”574 Romanda
bu tür iç çözümlemelerine yer verilmesi, romanın merkezî kişisi olan İrfan’ın
bir bütün halinde anlaşılmasına hizmet etmiştir. Böylece kahramanın
psikolojik derinliği oluşturulmuştur. Ancak yazarın bu konuda çok deneyimli
olduğunu söylemek güçtür.
Yazar- anlatıcı vakadaki ayrıntıları verirken kendi kimliğini de gizlemez.
Bir meddah, bir masalcı tavrıyla olanı biteni anlatır, hatta taraf tutar.“Ufak
tefek deyişimizden etsiz butsuzluğuna hükmetmeyin.”575, “Karini şehriyari
beyin portresini buyurun”576, “İşte, romanımızın başından beri tutturup
geldiğimiz, saz benizli, çelimsiz vücutlu, Küçük Karakaşyana aşık cılız genç
bu cariyeden doğan İrfan beydir.”577, “Bu Nanemolla pısırığın, hımbılın
katmerlisi çifte kavrulmuşu desek hata da olmaz sanki”578 örneklerinde
görüldüğü üzere romanın üslûbu, sohbet özelliği taşımaktadır. Bunu temin
etmede devre ait konuşma dilinin imkanlarından istifade edilmiştir. Üslubun
söz konusu hususiyeti “taş ölçmek, bir kol çengi, Kazan nerede kaynar
maymun orada oynar, turhallı bir halliyiz, suratı kasap süngeri ile silinmek,
horoz başına bağlı” gibi çok sayıda deyimin kullanılmasına neden olmuştur.
Eserin dilinde sadece deyimlere değil, bazı kişilerde ağız özelliklerine de yer
573
Tef. no. 8, 19 Mart 1938
574
Tef. no.6, 17 Mart 1938
575
Tef. no. 9, 20 Mart 1938
576
Tef. no.2, 13 Mart 1938
577
Tef. no.10, 21 Mart 1938
578
Tef. no. 95, 20 Haziran 1938
265
10.5.Anlam ve Yorum
Nanemolla romanı, kişi, zaman ve mekan unsurları açısından
değerlendirildiğinde okuyucuya mesajlar verebilmekte, okuyucuyu
etkileyebilmekte ve kahraman ile okuyucu arasında duygusal bir bağ
kurulmasını sağlayabilmektedir. Ayrıca, bütün bu unsurlar olay örgüsü, olay
zamanı ve şahıslar konusunda okuyucuda gerçeklik hissi de
uyandırmaktadır. Özellikle şahıs kadrosundaki tarihî şahsiyetler, romana
579
Tef. no. 60, 14 Mayıs 1938
580
Tef. no. 53, 7 Mayıs 1938
581
Tef. no.11, 22 Mart 1938
266
eklenen resim ve fotoğraflar ile tanıtım yazıları söz konusu gerçeklik hissini
güçlendirmektedir.
Romandaki olay zamanı (1876-1878), yazma zamanı (1938) ve okuma
zamanı arasındaki büyük farklılığa rağmen, temanın güncelliğini koruduğu
söylenebilir. Romanın bugüne dair mesajlar içerdiği görülmektedir. Dar bir
çevrede yetişen, hayat tecrübesi olmayan insanların kolayca yönlendirilmesi,
kandırılması, maddî imkanlarının sömürülmesi bugünkü toplum hayatı içinde
de görülebilecek durumlardır. Dalkavuk, dolandırıcı, sahtekar ve riyakar
insanlar her devirde bulunmakta ve tepki görmektedirler. Yazar roman
vasıtasıyla okuyucunun bu tür insanlara tepki duymasını sağlamaya
çalışmıştır. Romanın sonunda iyinin ve doğrunun kazanması söz konusu
tepkiyi somutlaştırmaktadır. Bu açıdan roman edebî metin olma özelliğine
haizdir. Çünkü her okunduğunda yeniden yaratılabilmektedir.
Yazar, romanın olay zamanında yaşamamıştır. Bununla birlikte gerek
tanıtım yazıları gerekse roman boyunca dipnot şeklinde verilen ve edebî
metin olma özelliğinin dışına çıkan ek bilgiler yazarın başarılı bir kurgu için ön
araştırma yaptığını göstermektedir. Bu durum, okuyucunun olay zamanını
zihninde tüm yönleriyle canlandırabilmesini sağlamıştır. Yazar, bu sayede
okuyucuya mesajını kolayca verebilmiştir. Bunu sağlamasında dil ve anlatımı
ustaca kullanmasının da etkisi büyüktür.
11.Şahende Hala
11.1.Tanıtım
Şahende Hala, Amcabey dergisinin 27 Şubat 1943 tarihli 13. sayısında
tefrika edilmeğe başlanmış ve 26 Haziran 1943 tarihli 30 sayısındaki 18.
tefrika ile sona ermiştir. Roman tefrika olarak kalmış ve kitap haline
getirilmemiştir.
Romanın Amcabey dergisindeki ilk tanıtım yazısı 13 Şubat 1943
tarihinde yayımlanmış olup şöyledir: “Sermet Muhtar Alus’un Gazetemiz için
yazdığı mizahî roman. Şahende Hala! Pek yakında “Amcabey”
267
11.2.Yapı
11.2.a.Olay Örgüsü
Şahende Hala romanında olay örgüsü başına buyruk hiçbir toplumsal
kuralı tanımadan yaşamak isteyen Şahende ile onun bu isteğine karşı
çıkarak kendi kurallarına göre yaşamasını isteyen çevresi arasında
gelişmektedir. Şahende hiçbir kuralın olmadığı, açgözlülüğünü ve
doyumsuzluğunu tatmin etmeye hizmet edecek bir hayatın peşindedir.
Çevresi ise, Şahende’nin toplumsal kurallara uymasını ister. Yapıyı ve temayı
oluşturan temel çatışma buradadır.
Romanda olayların gelişimi şu şekildedir:
1)Söz geçiremedikleri Şahende’yi başlarından atmak isteyen ailesinin
onu Şuayip Paşa’nın “akıl tahtası noksan” oğlu Adnan’la evlendirmesi
2)Şahende’nin çıktığı gezintilerden birinde karşılaştığı Rıfat tarafından
zorla bir eve götürülmesi
3)Şahende’nin götürüldüğü evin zaptiyelerce basılması
4)Şahende’nin Adnan’dan boşatılması
5)Parasız kalan Şahende’nin bakıcılığa585 başlaması
Şahende pisboğazlığı, çirkinliği ve terbiyesizliğiyle örnek bir insan,
örnek bir kadın değildir. Düzene aykırı hareket eder. O toplumsal kuralları,
geleneksel anlayışı benimsemiş çoğunluk için yola getirilmesi gereken biridir.
582
Amcabey, 13 Şubat 1943, S. 11, s. 3
583
Amcabey, 20 Şubat 1943, S. 12, s. 3
584
Amcabey, 27 Şubat 1943, S. 13, s. 1
585
Bakıcı:Bugünkü falcı, büyücü anlamındadır.
268
çatışma
Şahende Çevre
11.2.b.Kişiler
Olay örgüsündeki aslî kişiler Şahende, Adnan, Ziba ve Kambur
Mihri’dir. Dinibütün Nuri Efendi, üvey anne, Sıtkı, Esma Hanım, Çolak Rıfat,
Şuayip Paşa romanın yardımcı kişileridir.
Şahende Hala’nın şahıs kadrosu oldukça dardır.
Şahende
Romanın merkez kişisi Şahende’dir.
Şahende’yi çevresindekiler çocukluğundan itibaren “Şahende Hala” diye
tanımaktadır. Bunun sebebi, onu ilk olarak üvey kardeşinin çocuklarının daha
sonra da, mahallenin çocuklarının “Şahende Hala” diye çağırmasıdır.
Şahende’nin çocukluğundaki fiziksel özellikleri “çirkin mi çirkin; kara
kuru, kaşık kadar yüz, armut sapı gibi boyun. Saç baş leylek yuvası; ayaklar
çıplak, kılık hırpani, kirli kokulu.”586dur. Zayıf olmasına rağmen, doymak
bilmez bir iştaha sahiptir.
“Mektebe gitme yok, sabahtan akşama kadar sokakta. Yaşlıların
arkasından (kocakarı, guguk!), (yuuu, moruk!) diye bağırma; sarıklılara
(hocaefendi cüppüppeni topla!)”587 diye seslenen Şahende’nin, genç kızlık
dönemine girdiği on iki yaşından sonra da fiziksel özelliklerinde olumlu bir
değişiklik olmadığı için “kara kuru”, “sırık boylu” “elleri kepçe” “ayakları
586
Sermet Muhtar ALUS: Şahende Hala, Tef. no. 1, Amcabey, 13 (27 Şubat 1943), 2-3.
587
Sermet Muhtar ALUS: Şahende Hala, Tef. no. 2, Amcabey, 14 (6 Mart 1943), 2-3.
269
588
Tef. no. 2, 14 ( 6 Mart 1943)
589
Tef. no. 2, 14 (6 Mart 1943)
590
Tef. no. 2, 14 (6 Mart 1943)
270
591
Tef. no. 7, 19 (10 Nisan 1943)
592
Tef. no. 5, 17 (27 Mart 1943)
593
Tef. no. 6, 18 (3 Nisan 1943)
271
594
Tef. no. 18, 30 (26 Haziran 1943)
595
Tef. no. 17, 29 (19 Haziran 1943)
596
Tef. no. 17, 29 (19 Haziran 1943)
272
Eserdeki diğer kişiler ise, norm gereği varolur, sonra ölerek (Dinibütün
Nuri Efendi ve karısı, üvey kardeş Sıtkı, Şuayip Paşa ve karısı gibi) ya da
ortadan yok olarak (Çolak Rıfat, Esma Hanım) romandan çıkarlar.
11.2.c.Mekan
Romanda fonksiyonları itibariyle öne çıkan belli başlı mekanlar
Haseki’deki Hancıkaragöz mahallesi, Şahende’nin babası Dinibütün Nuri
Efendi’nin evi ile Nişantaşı’ndaki Şuayip Paşa konağıdır.
Hancıkaragöz Mahallesi
Romanda üzerinde durulması gereken birinci mekan Haseki’deki
Hancıkaragöz mahallesidir. Buranın özellikleri Şahende’nin içinde yaşadığı
ortamı, mensubu olduğu sosyal statüyü ve maddî imkanını özetler niteliktedir
ve romanın başında yazar-anlatıcı tarafından şöyle tasvir edilmiştir:
“Hasekide, dört yol ağzındaki Haseki hamamı geçildikten sonra malûm a,
Hekimoğlu Ali Paşa caddesi başlar. Caminin önünden itibaren Silivrikapı
caddesi. Epeyce git, hücra mahalleleri, sağlı sollu bostanları geç, doğru Silivri
kapı istikametini tut, surlara varmadan Helvacı sokağına sapıp biraz yürü.
Bir tarafı bostan, karşısında çatıları basmış, temel direkleri çarpılmış,
tahtaları mantarlaşmış, küçük küçük evler başlar. O mahallenin adı
Hancıkaragözdür.”597
Hancıkaragöz mahallesi, Şahende’nin doğup büyüdüğü mahalledir.
Buna göre Şahende’ye dair ortaya konan ilk ayrıntı, onun “küçük evli” diye
tanımlanan fakir insanların yaşadığı bir mahalleye mensup olduğudur. İkinci
ayrıntı ise, çevrenin darlığıdır. Burada komşuluk ilişkileri çok daha yoğundur
ve herkes birbirinin aile içi meselelerine dahi karışır. Bütün bunların
sonucunda romanda Şahende’nin olumsuz ruhsal özellikleri nedeniyle
mahalleli ile çatışması daha yoğun bir biçimde ortaya konabilmiştir.
Hancıkaragöz mahallesinin fonksiyonu, Şahende’nin açgözlülüğünü,
terbiyesizliğini ve mahalleli ile olan çatışmasını gözler önüne sermede zemin
teşkil etmesindedir.
597
Tef. no. 1, 13 (27 Şubat 1943)
273
598
Tef. no. 1, 13 (27 Şubat 1943); Tef. no. 2, 14 (6 Mart 1943)
599
Tef. no. 2, 14 (6 Mart 1943)
600
Tef. no. 6, 18 (3 Nisan 1943)
274
601
Tef. no. 10, 22 (1 Mayıs 1943)
275
11.2.ç.Zaman
Sermet Muhtar’ın roman ve hikayelerinde çoklukla, olay zamanı ile
yazma zamanı farklıdır. Olay zamanı geçmişe aittir.Yazarın Şahende Hala’da
da aynı metodu uyguladığı görülmektedir.
1943 yılında yayımlanan romanın yazma zamanı da aynı yıla aittir. Olay
zamanının başlangıcı ise “İmam Dinibütün Nuri efendi dul hanımı aldığı vakit
Şahende kucaktaymış. Sultan Mecit devri. Moskoflarla Sivastopol
muharebesinin henüz bitip, kaptan Ateş Mehmet Paşanın meşhur üç ambarlı
(Mahmudiye) firkateynile cenkten dönüşünde:
“Sivastopol önünde yatan gemiler
Atar nizam topunu, yerle gök inler” türküsünün çıktığı yıllar.”602
cümlelerinden de anlaşıldığı üzere, Sultan Abdülmecit devrinde 1855
yılıdır.603
Şahende’nin ilk çocukluk yılları ve yaramazlıkları, babasının evliliğinin
üzerinden birkaç sene geçtikten604 sonraya aittir.Bu yıllarda yaptıkları ayrıntılı
biçimde anlatıldıktan sonra, zamanda ileriye atlanmış ve “Şahende on ikisine
gelince birden serpiliveriyor.” cümlesiyle olay örgüsünün asıl zamanı
başlamıştır. Olay zamanı Şahende’nin 12 yaşına geldiği dönemden itibaren
gösterme ve anlatmaya dayalı olarak verilir. Şahende’nin boşatılarak
konaktan gitmesine kadar yavaş ilerleyen bu zaman dilimi o olaydan sonra
tekrar ileri atlar. “Aradan seneler geçti.”605 Cümlesinden itibaren geçmiş
yıllarda olup bitenler özetlenir. Geçen yıllar içinde, Şahende yalnız ve parasız
kalmıştır.
“Şahende sekiz, dokuz aydır, kocasızdı. Sokak sokak, seyir seyir sürte
dursun bir türlü meşrebine göresini bulamıyordu. Fena halde üzülmeğe
başlamıştı…O sıralar, bir akşam sokak kapısı çalındı: Kambur
Mihri.”606satırlarıyla olay örgüsünün son bölümü başlar. Yeğeni Mihri
sayesinde bakıcılığa başlayan Şahende’nin şöhretinin “bir ay geçmeden”
602
Tef. no. 1, 13 ( 27 Şubat 1943)
603
Romanda Sivastopol zaferinden bahsedilmektedir. Bu olay, 1855 yılında Kırım Harbi
sırasında meydana gelmiştir. Dolayısıyla olay örgüsü 1855 yılında başlamaktadır.
604
Tef. no. 1, 13 (27 Şubat 1943)
605
Tef. no. 16, 28 (12 Haziran 1943)
606
Tef. no. 17, 29 (19 Haziran 1943)
276
dillere düşmesi ve Adnan’ı da yanlarına alıp “iki ay” geçmeden evlerinin tıklım
tıklım gelenlerle dolması hep zamandaki sıçramalarla verilir.
Vakanın başlangıcı ile bitişi arasında yaklaşık 15-16 yıl vardır.
Abdülmecit devrinde başlayan olay örgüsü muhtemelen 1870 yılında
Abdülaziz devrinde sona ermektedir. Şahende Hala’da, yazarın diğer birçok
eserinin aksine, zaman unsuru geri planda kalmış ve devrin kimi menfî
yönlerine vurgu yapılmamıştır.
11.3.Tema
Eserde tema birey-toplum karşılaşması etrafında dikkatlere sunulur.
Söz konusu tema açgözlülük, doyumsuzluk ve erkek düşkünlüğü konuları
etrafında özelleştirilmiştir.
Yazar tema vasıtasıyla Cumhuriyet devri insanına XIX. yüzyıl aile ve
toplum yapısındaki aksaklıkları bireysel ayrıntılardan hareketle göstermek
istemiştir. Bunu yapmadaki amacı, bireyin davranışlarındaki olumsuzluklar
üzerinden bu durumun asıl sorumlusu olan toplumsal yapıyı hicvetmektir.
Tema vasıtasıyla verilmek istenen mesaj ise, insanlar çeşitli sebeplerle
açgözlü ve doyumsuz olabilir. Fakat toplumsal kurallar gereği bu tür psikolojik
özelliklerin kontrol altında tutulması gerekir. Bu olumsuzlukların
düzeltilmesinde toplumun da görev ve sorumlulukları vardır.
Maddî imkana sahip olmanın istenmeyen birtakım davranışların
toplumca gözardı edilmesini sağlaması birey kadar çevrenin de bireyin
yanlış davranışlarından dolayı suçlu olduğunu gösterir.
11.4.Dil ve Anlatım
Sermet Muhtar, Şahende Hala romanında yazar-anlatıcıdan istifade
etmiştir. Onun ilahî bakış açısına sahip olması vakanın tüm yönleriyle
aksettirilmesinde etkili olmuştur. Özellikle temayı hazırlayan bölümlerde
kişilerin düşüncelerini, niyetlerini ortaya koymak olay örgüsünün gelişimini
okuyucuya sezdirmede çok etkili olmuştur.
Yazar-anlatıcı vakayı anlatırken tarafsız kalmamıştır. Roman boyunca
satır aralarından onun kime acıdığını, kimi eleştirdiğini anlamak
277
607
Tef. no. 10, 22 (1 Mayıs 1943)
608
Tef. no. 4, 16 (20 Mart 1943)
609
Tef. no. 3, 15 (13 Mart 1943)
610
Tef. no. 5, 17 (27 Mart 1943)
611
Tef. no. 7, 19 (10 Nisan 1943)
612
Tef. no. 8, 20 (17 Nisan 1943)
613
Tef. no. 10, 22 (1 Mayıs 1943)
614
Tef. no. 11, 23 (8 Mayıs 1943)
615
Tef. no. 15, 27 (5 Haziran 1943)
616
Tef. no. 16, 28 (12 Haziran 1943)
278
11.5.Anlam ve Yorum
Şahende Hala romanındaki kişiler, zaman, mekan ve olay örgüsü bir
arada ele alındığında romanın günlük hayata uygunluk açısından okuyucuda
gerçeklik duygusu uyandırdığı söylenebilir. Meselâ, Şahende’nin taşıdığı
maymun iştahlılık ve arsızlık gibi kişisel özellikleri ile onun bakıcılık
yapmasına neden olan insanların fala, büyüye merakları günümüz toplumu
için çok uzak konular değildir. Hâlâ Şahende gibi tiplere rastlamak
mümkündür. Bu nedenle, Şahende Hala romanı bugün de okuyucuya
mesajlar verebilmekte ve okuyucuyu etkileyerek tepki uyandırabilmektedir.
Söz konusu tepki, hem Şahende’ye hem de Şahende ve kocası gibi
kendisine bile faydası olmayanlardan medet umanlaradır. Bu, sunulandan
ziyade sezdirilen anlamdır. Sermet Muhtar, seçtiği tema yoluyla ve
617
Tef. no. 3, 15 (13 Mart 1943)
618
Tef. no. 12, 24 (15 Mayıs 1943)
619
Tef. no. 11, 23 (8 Mayıs 1943)
279
12.Bebek Emine
12.1.Tanıtım
Bebek Emine romanı620, Vatan gazetesinde 2 Mayıs 1943 tarihinde
tefrika edilmeye başlanmış ve 4 Temmuz 1943 tarihindeki 49. tefrika ile sona
ermiştir. Roman tefrika olarak kalmış ve kitap haline getirilmemiştir.
Vatan gazetesinde romanla ilgili ilk tanıtım yazısı tefrikanın
başlamasından yaklaşık bir ay önce yayımlanmıştır. 4 Nisan 1943 tarihli ilk
tanıtım şöyledir:”Yakında, roman sütunumuzda Sermet Muhtar’ın gazetemiz
için yazdığı bir romanı bulacaksınız. Sermet Muhtar’ın en hassas bir fotoğraf
makinesine benzer bir hafızası var. Bütün dünkü âlem, en küçük teferruatiyle
dimağında yaşıyor. Eski nesil, bu yeni eserde, kendi gençliğini canlandırılmış
bulacaktır. Yeni nesil, analarının babalarının nasıl yaşadığını, neler duyup
düşündüğünü çok hoş bir şekilde öğrenmiş olacaktır.”621Aynı gazetede çok
kısa olmak kaydıyla 5 Nisan 1943’te622, 8 Nisan 1943’te623, 1 Mayıs
1943’te624 ve 2 Mayıs 1943’te625 tanıtım yazıları yayımlanmıştır.
Romanda tefrika numarası dışında ara başlıklar kullanılmıştır. 1
numaralı tefrikada “Birinci Kısım” şeklinde bir ifade varsa da daha sonraki
620
Eserin uzunluğu ve olay örgüsünün yapı özellikleri her ne kadar hikaye türünün
özelliklerini çağrıştırsa da, bu çalışmada yazarın tür belirlemesine sadık kalınmıştır.
621
Vatan, 4 Nisan 1943, s. 1
622
“Pek yakında roman sütunumuzda Bebek Emine Yazan: Sermet Muhtar”, Vatan (5 Nisan
1943), 1.
623
“Bebek Emine Pek Yakında Roman Sütunumuzda Sermet Muhtar’ın bu nefis eserini
bulacaksınız.” Vatan (8 Nisan 1943), 1.
624
“Bebek Emine Sermet Muhtar’ın Bu nefis Eserini Yarından İtibaren Neşre Başlıyoruz.”
Vatan (1 Mayıs 1943), 1.
625
“Bebek Emine Sermet Muhtar Alus’un Bu nefis romanını bugünden itibaren roman
sütunumuzda neşre başlıyoruz.” Vatan (2 Mayıs 1943), 1.
280
12.2.Yapı
12.2.a.Olay Örgüsü
Romanın olay örgüsü Emine ile Bebek Emine çevresinde gelişmektedir.
Romanda aynı kişi çevresinde iki farklı kişilik yapısı söz konusudur. Birinci
Emine kitap okumak, ud çalmak arzusundadır ve mazbut bir hayatı ister.
Alafranga hayat tarzının gerekleri olarak görülen gezme, eğlenme, kadınlı-
erkekli topluluklarda bulunma onun hoşlanmadığı şeylerdir. İkinci Emine ise,
güzel ve şatafatlı kıyafetler giyerek erkeklerin dikkatini çekebileceği yerlerde
gezip tozma ve onları baştan çıkarma peşindedir. Yapıyı ve temayı oluşturan
temel çatışma buradadır.
Romanda olayların gelişimi şöyledir:
1)Emine’nin Heybeliada’da Manolya Şeyda Bey ile karşılaşması
2) Manolya Şeyda Bey’in Emine’yi baştan çıkararak ortadan kaybolması
Yedi yıl sonra Manolya Şeyda Bey’le tekrar karşılaşan Bebek Emine’nin
düşüp bayılması üzerine zamanda geriye dönülerek geçmişte kalan
Emine’nin özellikleri verilir. Buna göre Manolya Şeyda Bey’le karşılaşana
kadar Emine ideal bir genç kızın özelliklerini taşır. Fakat aldatılıp terk
edilmesinden sonra o, erkeklerle maddî menfaat için birlikte olan düşmüş
kadın “Bebek” Emine’ye dönüşmüştür.
Romanın temel çatışmasını oluşturan birimler arasındaki ilişkileri
aşağıdaki şekilde şemalaştırabiliriz:
çatışma
Emine Bebek Emine
281
12.2.b.Kişiler
Romanın olay örgüsündeki aslî kişiler Emine, Bedri Bey, Manolya
Şeyda Bey ve Hopter’dir. Hoşkadem Bacı, Topal İkbal, Hacı Saim Bey ve
Dürnev ise yardımcı kişilerdir.
Bebek Emine
Romanın olay örgüsü Emine etrafında şekillendiği için o, romanın
merkez kişisidir.
Emine Kabataş’ta Setüstü’nde bulunan konaklarında doğmuştur.626
Rüştiyede okurken “arkadaşları arasında sınıf başı; hocanımların baş tacı”dır
ve “edebi, terbiyesi; çantasını, gergefini, sefertasını alıp başında baş örtüsü,
uslu uslu mektebe gidip gelişi”627 ile dikkat çekmektedir. Bir geceliğine bile
akraba evine misafir gönderilmeyen Emine, rüştiyeyi bitirdikten sonra, okula
devam ettirilmemiştir. Bunun üzerine Emine, konakta bir odaya çekilip
“Hasan Mellah, Paris’te Bir Türk, Sergüzeşt, Zehra Monte Kristo, Lord Hop”
gibi romanları ve “Ziya Paşa’nın, Recaizade Ekrem Bey’in, Abdülhak
Hamid’in, Muallim Naci’nin” şiirlerini okumuştur. Ud dersleri almıştır.
Emine’nin Manolya Şeyda Bey ve yanındakiler hakkındaki şu
düşünceleri onun değişmeden önceki bakış açısını göstermesi bakımından
dikkat çekicidir: “Annemin dediği gibi bunlar fazla alafranga, açık saçık,
meşrebi geniş insanlar. Aralarında kibar metresleri vari, kötü kadınlar da
var.”628
Emine’nin Bebek Emine olarak ünlenmesinden sonraki hali ise, yazar-
anlatıcı tarafından şöyle tasvir etmektedir: “Otuzuna yaklaşmışsa da hiç
göstermez, ancak yirmi iki, yirmi üçünde gözükürdü. Sırma gibi parlak saçları,
açık kumral kaşları, tahrirli mavi gözleri, pembe pembe yanakları, küçücük
ağzı, kar gibi teniyle tıpkı Beyoğlu mağazalarının bebeklerine benzediği için
adına bebeklik eklenmişti…Evet, sahiden bebek gibi göze çarpıcı, gösterişi
626
Sermet Muhtar ALUS: Bebek Emine, Tef. no.26, Vatan (30 Mayıs 1943), 2.
627
Sermet Muhtar ALUS: Bebek Emine, Tef. no.27, Vatan (31 Mayıs 1943), 2.
628
Tef. no.46, 30 Haziran 1943
282
gayet körpe, giyimi kuşamı şık, süsü püsü kibarvari olmakla beraber son
derece civelek, sıcacık kanlı, cana yakın bir tazeydi.”629
Romanı Emine’nin Manolya Şeyda Bey ile karşılaşmasına kadarki
hayatı ve sonraki hayatı şeklinde iki kısma ayırabiliriz. Emine’nin birinci
kısımdaki fonksiyonu kişisel özellikleri açısından ideal olanı, ikinci kısımdaki
fonksiyonu ise, mevcut olanı temsil etmesiyle ortaya çıkmaktadır. Bu,
Emine’nin kendisiyle çatışması anlamına gelmektedir.
Hopter
Hopter, romanın olay örgüsünde yer alan aslî kişilerden biridir.
Yazar-anlatıcıya göre “O, Emineden boyluca, daha endamlı. Onun
kadar yaradılıştan sarışın, duru beyaz değilse de saçlarını sarıya boyamış.
Gelin suyunu, pudrayı bol bol sürdüğü için bembeyazlaşmış” biridir.
37-38 yaşlarında olan Hopter’in “süsü, tuvaleti, yürüyüşü, edası çekici.
Hele o erik yeşili gözleri öyle mânâlı ki, atkılı atkılı kaşları –cımbızla aralarını
aldığı halde- çatıkımsı. Burnu biraz tümseklice, kanatlıca. Ağzı epey büyük
ama dudakları dolgun, ağzın büyüklüğünü kapatıyor.”
Hopter Çerkes asıllıdır ve saraydan çıkmadır.
Hopter’in romandaki fonksiyonu “İçtikleri su ayrı gitmez, birbirlerinden
hiç ayrılmazlar, anca beraber kanca beraber seyir seyran gezerler, evde
oldukları zaman bir kenara çekilip baş başa fısıldaşırlar, kahkahalarla
gülüşürler, ardından Emine utunu alır, bitişikte yatan hasta annesine
duyurmadan aşağıki misafir odasına inerek şarkılara, türkülere girişirlerdi.”630
ve “Akıl hocası, kafadarı da var: Saraylı Hopter.”631 ifadelerinden de
anlaşıldığı üzere Emine’nin Bebek Emine haline gelmesini sağlaması ile
ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle yardımcı-yönlendirici fonksiyonunu icra
etmektedir.
Manolya Şeyda Bey
Manolya Şeyda Bey, olay örgüsünde yer alan aslî kişilerden biridir.
Onun Emine üzerinde bıraktığı ilk izlenim yazar-anlatıcı tarafından şöyle
629
Tef. no:4, 5 Mayıs 1943
630
Tef. no. 8, 9 Mayıs 1943
631
Tef. no.49, 4 Temmuz 1943
283
anlatılmıştır: “Hakkile yakışıklı, fakat kadın güzeli. Yirmi, yirmi iki yaşlarında;
kumral, beyaz, pembe yanaklı, küçücük bıyıklı. En son modaya göre de şık
mı.”632Manolya ismi “Beyazlığından, güzelliğinden dolayı Şeyda’ya
Boğaziçililerin taktığı admış.”633
Kızıyla evlenme vaadiyle patronunun maddî imkanından yararlanan,
Emine’yi kandırıp aldatan Manolya Şeyda Bey, patronunun ölümünden sonra
“koca çanta dolusu mücevher” ile Avrupa’ya kaçmıştır.634 Bütün bunlar onun
kişiliğini gösteren ayrıntılardır.
Romanın olay örgüsünde Manolya Şeyda Bey, olumsuz ruhsal
özellikleri nedeniyle vasıta fonksiyonunu taşımaktadır. O, Emine’nin Bebek
Emine’ye dönüşmesine neden olmuştur.
Bedri Bey
Bedri Bey, romanın olay örgüsünde yer alan aslî kişilerden biridir.
Romanın merkez kişisi olan Emine’nin babasıdır. “Mahalle mektebinden
sonra hususi hoca tutularak biraz kavaidi Osmaniye, arabi, farisi dersleri
görmüş”635 ve Hazine-i Hassa Emlak-i Hümayun kalemine katip olarak
girmiştir. “Delikanlılığında bile gayet ağırbaşlı, iyi ahlâklı, vazifesine
çalışkandı. Herkesle hoş geçinişi, etkiliye sütlüye karışmazlığı, saflığı, hatta
bönceliği söylenirdi.”636
Abdülaziz’in tahttan indirilmesinden sonra, saraydan gelen yardımlar
kesildiği için Bedri Bey ve ailesinin maddî durumu kötüleşmeğe başlamıştır.
Bununla birlikte, yazar-anlatıcının “zerzevat ateş pahasına. Batmanını onluğa
aldığımız pırasanın, lahananın, soğanın okkasını on paraya vermeğe
nazlanıyorlar. Hiç değilse sebzemizi temin etmek yolunu buldum. Bahçe
büyük. Sebze yetiştirelim, pişirip bol bol yeriz. Allaha şükür vücudum sağlam,
zinde, bahçıvanlığı ederim ben. Kafasına koyduğunu yapmağa girişiyor.
Sabahleyin daireye gidinceye kadar, akşamüstü geldikten sonra
mütemadiyen bahçede. Tarlaları belleme, çapalama, taşlarını ayıklama,
632
Tef. no.47, 2 Temmuz 1943
633
Tef. no.47, 2 Temmuz 1943
634
Tef. no.49, 4 Temmuz 1943
635
Tef. no. 26, 30 Mayıs 1943
636
Tef. no. 27, 31 Mayıs 1943
284
12.2.c.Mekan
Romanda fonksiyonları itibariyle ön plana çıkan belli başlı mekanlar,
Bedri Bey’in konağı, Emine’nin Heybeliada’da kaldığı kira evi ve Emine’nin
Vefa’daki evidir.
Olayların gelişimine zemin hazırlayan birinci mekan, Bedri Bey’e babası
Hacı Saim Bey’den kalan Kabataş Setüstü’ndeki konaktır. Büyük bir bahçesi
olan bu konak, selamlık ve harem bölümlerinden oluşan yirmi odalı koca bir
binadır.638
Emine’nin müzik eğitimi alarak, devrin yazar ve şairlerini okuyarak
büyüdüğü dedesinden kalma konak, ideali ve maddî imkanın tükenişini temsil
etmektedir.
Olay örgüsünde üzerinde durulması gereken ikinci mekan,
Heybeliada’da 17 liraya tutulan evdir. Evin özelliği küçük ve bahçesinde at
kestaneleri olan bir yer olmasıdır. Emine’nin ideali yansıtan hayatı bu evde
son bulmuştur. Ahlâken düşüşünü başlatan olay, yani Manolya Şeyda Bey’le
637
Tef. no. 27, 31 Mayıs 1943
638
Tef. no. 27, 31 Mayıs 1943
285
639
Tef. no.1, 2 Mayıs 1943
640
Tef. no. 12, 14 Mayıs 1943
286
641
birbirine değdirircesine gözlerini kısarak süzüm süzüm süzülüyor...”
bazıları ise “...Bizleri Sultan Beyazıt duduları mı sandın da peşimden
geliyorsun şebele maymunu! Kırk para ver de yarım pabucunu yamat cebi
delik! Hoşt acuze senin anandır. Şemsiyeyi kafana indirirsem o şeşi beş
gören gözlerin dört açılır!...”642diye etraftan sataşanları azarlıyor.
Bu renklilik erkekler için de geçerlidir: “...Ula setresi, nişanlar.
Gözlerinde sürmeler, yanaklarında benler. Fotoğraf çektiriyormuş gibi poz
alarak duruşlar...” 643 “...Halis bir Arap kısrağı üzerinde, başında siyah kalpak,
ipek gibi sarı saçlar, firuze mavisi gözler, gül pembesi ten, arkasında
harçlarla alayişli, koyu nefti ceket, levent gibi endam...”644
Yazar-anlatıcının adeta resmettiği manzara içinde her şeye ve her
kesime yer vardır. Kahve dövücüleri bunlardan biridir ve şöyle tasvir
edilmektedir:“...Yerde Enez küpü kadar havan, karşı karşıya iki kişi; ellerinde
bekçilerinki gibi kalın sopalar, biri kaldırıp öbürü indirerek kahve dövüyorlar.
Alınlarından, burunlarından damlıyan terler hep havana akıyor. Etrafa yayılan
mis gibi kahve kokusundan tiryaki olmayanın bile ağzı sulanır ama içine
karışan o terleri görse bir daha kahve adını anmaz...”645
Mekanın insan unsuruyla birlikte tasvir edilmesi devrin hususiyetlerine
verilen öncelikle alakalıdır. Önemli olan II. Abdülhamit devrindeki “piyasayı”
okura tam bir gerçeklikle aktarabilmektir. Romanda mekan unsuru bunun için
bir vasıtadır. Yine bu sebepten, reel olan çok sayıda yerin adı (Fevziye
Kıraathanesi, Osman Baba Türbesi, Kel Hasan’ın Küçük İsmail’in ve
Şevki’nin tiyatroları, Şafak kahvesi) zikredilmektedir.
12.2.ç.Zaman
Romanda olay zamanı ile yazma zamanı arasında farklılık vardır.
Yazma zamanı 1943 yılıdır. Olay zamanı ise, 1900 yılıdır. Bununla birlikte
641
Tef. no. 14, 16 Mayıs 1943
642
Tef. no. 22, 25 Mayıs 1943
643
Tef. no. 17, 19 Mayıs 1943
644
Tef. no. 25, 29 Mayıs 1943
645
Tef. no. 26, 30 Mayıs 1943
287
olay örgüsünde yedi yıllık bir geriye dönüş söz konusudur. 1893 yılı
Emine’nin Bebek Emine’ye dönüştüğü yıldır.
Sermet Muhtar’ın eserlerinin çoğunda olduğu gibi burada da olay
zamanı, yazma zamanından çok önceye aittir. Romanın başlangıcında
zaman, II. Abdülhamit devrine denk gelmektedir ve 1 numaralı tefrikada şöyle
belirtilmektedir: “ 1900 yılı başına rastlayan, Hicrî 1317 senesi ramazanının
on beşinci Salı günü. Meşhur Müneccimbaşı takvimine bakarsan yirmi beş
gün önce kırk gün süren Erbain soğukları başlamış. On gün önce kara kış
fırtınası geçirilmiş; yedi günden beri de soğuklar şiddetlenmiş…Haydi yazdan
demeyelim, fakat güzden nişan veren bir gün. Gökyüzü masmavi, güneş pırıl
pırıl hava hemen hemen ılık…Saat alaturka sekiz, yani öğleden sonra bire
beş var.”646
Padişahın selamlık törenine arabalarla katılan grupta yer alan Bebek
Emine’nin Manolya’yı görerek bayılması üzerine zamanda geriye dönüş
başlar. “Bebek Emine Kimdir?” başlığını taşıyan bölümden itibaren
Emine’nin aile çevresi, eğitimi ve babasının maddî durumunun kötüye
gidişiyle ilgili ayrıntılar geçmişten aktüel zamana doğru ilerleyen bir akış
içinde verilir. Vaka, Emine’nin Manolya’yı görünce neden bayıldığının
anlaşılmasıyla yani geçmişe dönüşün başladığı yerde son bulur.
Emine’nin etrafında gelişen olay örgüsündeki zamanı bugün ve geçmiş
şeklinde düşünmek mümkündür. Bugüne ait Bebek Emine ile geçmişe ait
Emine arasındaki tezat, zaman unsuru etrafında dikkatlere sunulmuştur.
Metnin zaman unsurunda dikkati çeken II. Abdülhamit devrinin siyasal,
sosyal ve kültürel hayatına dair hususiyetlerin ön plana çıkarılmış olmasıdır.
Padişahın selamlık alayında saray erkanından sokaktaki kahve dövücülere
kadar geniş bir yelpazede İstanbul yaşayışı gözler önüne serilir. Hatta
yazarın romanı sırf bu ayrıntıları anlatabilmek için bir vasıta olarak gördüğü
iddia edilebilir.
646
Tef. no. 1, 2 Mayıs 1943
288
12.3.Tema
Eserde tema, olması gereken (ideal) ile mevcut olan karşılaşması
etrafında dikkatlere sunulur. Bu tema kadın-erkek ilişkileri çevresinde
özelleştirilmiştir.
Eserde tema vasıtasıyla II. Abdülhamit devri gündelik hayatı üzerinden
dönemin toplumsal yapısı hicvedilmiştir. Siyasi yapının bir alt katmanı olarak
görebileceğimiz toplumsal yapıdaki her türlü olumsuzluğun sorumlusu, siyasi
erktir. Bu nedenle 1900 yılı İstanbul’unda saraylısından düşmüş kadınına
kadar hemen hemen bütün kesimlerin ahlâkî dejenerasyona uğramış olarak
gösterilmesinin müsebbibi mevcut düzendir. Çünkü her türlü özgürlüğü
kısıtlanan, sürekli korku ve vehim altında yaşatılan bir toplumda bireylerin
sefahate düşmeleri, ahlâken yozlaşmaları kaçınılmazdır.
Çizdiği karamsar tablo aracılığıyla yazar, hitap etmekte olduğu
Cumhuriyet insanına geçmişle bugünü kıyaslama ve sahip olduğu değerlerin
farkına varma imkanını sağlıyor.
Romanda tema vasıtasıyla verilmek istenen mesaj: İnsan doğuştan
iyidir. Fakat onun iyi kalabilmesi topluma bağlıdır. İyi insanın kötü biri haline
gelmesinden içinde bulunduğu toplum sorumludur.
12.4.Dil ve Anlatım
Bebek Emine’de vakayı aktarmak için iki ayrı anlatıcıdan istifade
edilmiştir. Bunlardan birincisi, her şeyi görebilme becerisiyle, Emine ve diğer
kişileri geçmiş ve bugünleriyle hatta düşünceleriyle anlatan yazar-anlatıcıdır.
Onun ilahi bakış açısı romanın olay örgüsünü şekillendirmektedir.
İkinci anlatıcı ise, kahraman-anlatıcı Emine’dir. Anlatım vasıtası olarak
Emine’nin günlüğü kullanılmıştır ve “Ne zamandır elime almadığım defterimi
şimdi açıyorum ve şu satırları yazıyorum. Bu dört buçuk ayın dehşeti
karşısında titrememek mümkün değil. Birden bire ilk sademe: Kabataştaki
evimizin yanışı. Arkasından onu gölgede bırakan müthişin müthişi ikinci
sademe: Babamın ölümü. Daha arkasından hastalanıp yatağa düşüşüm; son
derece zayıf, bitap kalıp hayatımdan ümidi kesişim.” şeklindeki satırlarla
başlamaktadır. Emine’nin günlüğünde yer alan hayatının yaklaşık altı aylık
289
647
Tef. no. 48, 3 Temmuz 1943
648
Tef. no. 44, 28 Haziran 1943
649
Tef. no.2, 3 Mayıs 1943
650
Günümüzdeki dayalı döşeli ifadesinin tersinden kullanıldığı görülmektedir.
290
651
Tef. no. 5, 6 Mayıs 1943
652
Tef. no. 7, 8 Mayıs 1943
653
Tef. no. 5, 6 Mayıs 1943
654
Tef. no. 4, 5 Mayıs 1943
655
Tef. no. 2, 3 Mayıs 1943
656
Tef. no. 20, 23 Mayıs 1943
657
Tef. no. 30, 4 Haziran 1943
291
12.5.Anlam ve Yorum
Bebek Emine romanı, kişi, zaman ve mekan unsurları açısından
değerlendirildiğinde okuyucuya mesajlar verebilmekte ve okuyucuyu
etkileyebilmektedir. Yalnız söz konusu etki roman kişisinin tavır ve
davranışlarına tepki göstermek şeklindedir. Bununla birlikte okuyucu yazar-
anlatıcının yönlendiriciliği sonucu kızmanın yanında bir acıma hissi de
duymaktadır.
Romanın bir başka özelliği okuyucuya gerçek hayatta karşılaşabileceği
kişi ve durumları sunması ve insanların bulundukları yere gelişlerinin bir
nedeninin olduğunu sezdirmesidir. Romanda sezdirilen bir diğer husus ise,
kişilerin başkaları tarafından yönlendirilmeye müsait olmalarıdır.
Romandaki olay zamanı (1900), yazma zamanı (1943) ve okuma
zamanı arasındaki büyük farklılığa rağmen, temanın güncelliğini koruduğu
söylenebilir. Kadın-erkek ilişkilerinde taraflardan birinin samimi olmaması
diğer tarafa zarar verebilir. Hatta onun hayatını farklı bir yöne kaydırabilir.
Dolayısıyla romanın bugüne dair mesajlar içerdiği de görülmektedir. Gayri
meşru kadın-erkek ilişkilerine ve eşlerden birinin diğerine sadakat
658
Tef. no. 20, 23 Mayıs 1943
292
13.Banker Arif
13.1.Tanıtım
Banker Arif, Amcabey dergisinin 10 Temmuz 1943 tarihli 32. sayısında
tefrika edilmeye başlanmış ve 22 Sonkânûn 1944 tarihli 60. sayısındaki 29.
tefrika ile son bulmuştur. Roman tefrika olarak kalmış ve kitap haline
getirilmemiştir.
Romanın tanıtımıyla ilgili ilk yazı, Amcabey dergisinde Şahende Hala
romanının son tefrikası yayımlandığı gün, aynı sayfada yayımlanmış olup
şöyledir: “Pek yakında Sermet Muhtar Alus’un Yeni Mizahî Romanı”659
Banker Arif, dergi okuyucularına “Amcabey’in Mizahî Romanı” olarak
sunulmuştur.660
Roman iki bölümden oluşmaktadır. 1.-12. tefrikalar I. bölümü, 12.
tefrikadaki “35 Yıl Sonra” ifadesiyle başlayan ve romanın sonuna kadar
devam eden kısım ise, II. bölümü oluşturmaktadır.
659
Amcabey, 30 (26 Haziran 1943), 3; Tanıtım yazısında roman ismi belirtilmemekle birlikte
Şahende Hala’nın hemen arkasından Banker Arif başladığına göre, söz konusu tanıtım
Banker Arif ile ilgili olmalıdır.
660
Fakat 29 sayı süren tefrika, gerek uzunluğu gerekse yapısı itibariyle romandan ziyade
hikaye olarak düşünülmelidir. Çalışmamızda yazarın tür belirlemelerini dikkate aldığımızdan
Banker Arif’i roman kategorisinde tahlil etmeyi uygun gördük. Kaldı ki, asıl önem taşıyan
nitelik, metnin kurmaca olup olmamasıdır.
293
13.2.Yapı
13.2.a.Olay Örgüsü
Banker Arif romanında olay örgüsü Arif ile Banker Arif çevresinde
gelişmektedir. Romanda aynı kişi çevresinde iki farklı dönem ve iki farklı
kişilik yapısı söz konusudur. Birinci dönemdeki Arif fakirdir ve hayatını
sürdürmek için çalışmak zorundadır. Fakat gerek zekası gerekse fiziksel
görünüşü nedeniyle çevresi tarafından sürekli dışlanır. İkinci dönemdeki Arif
ise, önüne çıkan fırsatlardan istifade ederek gayri meşru yollardan zengin
olmuştur. Zenginliği ve hayat tarzıyla o, artık herkesin gıptayla baktığı
“banker” Arif’tir. Yapıyı ve temayı oluşturan temel çatışma da buradadır.
Romanda olayların gelişimi şöyledir:
1)Arif’in askerlik yaptığı I. Dünya Savaşı yıllarında Harbiye Nezareti
Levazımat-ı Umumiye dairesindeki yolsuzluklara karışarak zengin olması
2)Arif’in Cumhuriyet döneminde inşaat malzemesi işine girmesi
nedeniyle zenginliğinin artması
3) Arif’in Bedriye ile karşılaşması ve birlikte yaşamaya başlamaları
İki bölümden oluşan romanda olay örgüsü kronolojik olarak ilerler.
Arif’in özelliklerinin ortaya konduğu birinci bölümde onun tek amacı maddî
imkana kavuşmaktır. Evlenmeyi dahi sırf maaşı artacağı için ister.
İkinci bölümdeki Banker Arif ise, geçen 35 yıl içinde değişmiştir.
Zengindir. Çevresinin görünüşte bile olsa, saygı gösterdiği biridir. Üstelik
parasından aldığı güce dayanarak metres bile tutmuştur.
Romanın temel çatışmasını oluşturan birimler arasındaki ilişkileri
aşağıdaki şekilde şemalaştırabiliriz:
çatışma
Arif Banker Arif
13.2.b.Kişiler
Romanın olay örgüsündeki aslî kişiler Arif, Kadriye Hanım, Bedriye,
Binnaz ve Memnune’dir. Müsavat, Uhuvvet, Mehmet, Zihni Bey, Süleyman
Bey ve Nizamettin Bey ise yardımcı kişilerdir.
294
Arif
Arif romanın merkez kişisidir.
Romanda Arif’in çocukluk, gençlik ve yetişkinlik dönemi iki ayrı aşama
halinde anlatılmaktadır.
Çocukluğunda akranlarına sokulamaması, onlar oyun oynarken uzaktan
aptal aptal bakması “kendinden küçüklerin bile ona iş buyurması, önce
güzellikle söyledikleri lâfa cevap vermeyip taş kesilişi, ağız bozarak çanak
tutup köteği yeyince (Anneee!) diye çıngır çıngır avazı basması yüzünden”661
arkadaşları tarafından “salak” lakabı takılan Arif fiziksel özelikleri itibariyle,
daha o bebekken ölen, babası takunyacı Tatar Ömer Efendi’ye
benzemektedir ve görünüş olarak romanda “desdeğirmi çehre, mumya sarısı
beniz, çekik çekik gözler, kısacık boy; hatta saçları kele yakın seyrek…
…”662olarak tasvir edilmiştir. Kafa ve zihin yapısı olarak da babasına
benzeyen Arif, tıpkı onun gibi bön ve aptaldır. Memedeyken üç kez boncuk
hastalığı geçirmiştir. Bu yüzden diğer çocukların beş yaşında başladığı
mahalle mektebine o sekiz yaşında başlamış, 12 yaşına kadar okuduğu
Kaşıkçı Mahalle Mektebi’nden hocanın dayakları yüzünden alınmış ve Taş
Mektep’e verilmiştir. Orayı bitirirince Topkapı Merkez Rüştiyesi’nde okumuş
ve annesinin tanıdıklarının araya girmesiyle 17 yaşında okulu bitirebilmiştir.
Yine annesinin “lûtfunu gördüğü” kimselere ricalarıyla Rüsumat Emaneti
kereste gümrüğünde katip olarak işe başlamıştır. Bu dönemde maddî
imkansızlığı temsil eden Arif 70 kuruş maaş almaktadır. Çocukluk lakabı
unutulan Arif’e dairedeki arkadaşları “kaz” lakabını takmıştır.
Annesinin Arif’i evlendirme girişimi karşısında o “tüyü bile kıpırdamaz,
rengi bile değişmez, vurdum duymaz”663 bir tavır içindedir. Ancak annesinin
ısrarı ve velinimetlerinin eğer evlenirse maaşına 200, 300 kuruş zam
yaptıracakları, göğsüne Mecidiye Nişanı’nı taktıracakları664 şeklindeki yalanı
üzerine razı olur ve Binnaz ile evlenir.
661
Alus, Sermet Muhtar; Banker Arif, Tef. no. 2, Amcabey, 33 (17 Temmuz 1943), 3.
662
Alus, Sermet Muhtar; Banker Arif, Tef. no. 1, Amcabey, 32 (10 Temmuz 1943), 3.
663
Tef. no. 8, 29 (28 Ağustos 1943)
664
Tef. no. 10, 41 (11 Eylül 1943), 9; Tef. no. 11, 42 (18 Eylül 1943), 9.
295
665
Tef. no. 22, 53 (4 İlkkânûn 1943), 9.
666
Tef. no. 16, 47 (23 İlkteşrin 1943), 8.
667
Romandaki “35 Yıl Sonra” başlığına kadar olan kısım I. Bölüm, sonrası II. Bölüm olarak
kabul edilmiştir.
296
taktıracak. Geline, gelinin soyu sopuna, davetli, seyirci hanımlara karşı cicili
bicili bulunmanı arzulamış. Devlet kuşu yine tepemizde dolaşıyor, kondur
başına; yine körükörüne inat edip ürkütme. Son pişmanlık para etmez.eğer
onları kırar, şefaatlerini tepersen, beni de ara bul. (Bir mememden emdiğin
kan, bir mememden emdiğin irin olsun) bedduasını basınca başımı alıp bu
evden giderim!”674
Bedriye
Bedriye, romanın ikinci bölümünde fonksiyon içeren kişilerden biridir.
Otuzuna henüz gelmemiş dul ve çocuklu bir kadın675 olan Bedriye
yazar-anlatıcı tarafından şöyle tasvir edilmektedir: “onda en evvel kendini
belirten, (biz buradayız) diyen öyle iki kaş, iki göz vardı ki emsali az bulunur.
Koyu kumral kaşları atkılı atkılı başlayıp, gitgide inceleşerek şakaklara
dayanıyor. Modaya göre altı, üstü cımbızla, yahut jiletle alınmış sanmayın;
hak yapısı. Sanki mahir bir ressam –şimdikiler değil, eski bir ressam- fırçasını
gayet itinayla kullanmış; gökteki hilalin aynini resim eylemiş.
Gözleri koyu kestane renginde; akları az, koyuları çok birbirine yakınca
yakıncalıkları nazarlarına bambaşka bir tesir vermekte…Çehre beyazlıktan
yana beyaz, topluluktan yana toplu. Burun, siyahî Araplarınkine andırışlı; ağız
büyükçe, dişlerin bazısı altın kaplama. Gerek gerdan, gerekse dekolte
yakadan görünen sine dolgun…gelgelelim boyu kısacıktı ve şişmanlığından
dolayı –eski tabirle- ulema beygiri gibi yusyuvarlaktı…elleri bekar çamaşırı
yıkayanlar gibi yamrı yumru, ayakları Hırvat kadınlarınınki gibi
koskocamandı.”676
Bedriye’nin psikolojik özellikleri arasında teklifsiz, görüşken,677 girgin,
becerikli, işgüzar ve içten pazarlıklı olması gelmektedir. 678
Romanda Arif tarafından arzu edileni temsil eden Bedriye, onun maddî
imkanının peşindedir. Onun Arif’ten beklentileri yazar-anlatıcı tarafından
şöyle anlatılmaktadır: “Belki herifin gönlünü çeliverip kendine bendeder.
674
Tef. no. 11, 42 (18 Eylül 1943), 9.
675
Tef. no. 23, 54 (11 İlkkânûn 1943), 9.
676
Tef. no. 24, 55 (18 İlkkânûn 1943), 9; Tef. no.25, 56 (25 İlkkânûn 1943), 9.
677
Tef. no. 23, 54 (11 İlkkânûn 1943), 9.
678
Tef. no. 26, 57 (1 Sonkânûn 1944), 9.
298
Şimdiki kanuna göre nikahlı bir kimse ikinci bir nikah kıyıp başka bir kadın
daha alamıyor, o cihet malûm. Fakat meseleyi kurcalarsan, nikah denilen
şey, şer’an erkeğin (aldım), kadının (vardım) demesinden ibaretmiş. O aldım,
bu da vardım dedikten sonra akan sular durur. Herkes (metres olmuş;
kapatmalık ediyormuş) desinler, nesine gerek. İçyüzü Allaha ayan ya, günah
defterine yazılmaz a.
Ayaspaşada veya Talimhanede, kaloriferli, banyolu, mükemmel bir
apartuman tutarlar, döşetir dayatırlar. İsrafa lüzum yok, gözü de tok,
apartmanın üç odalısı kâfi. Hem aşçılık, hem de orta hizmeti edecek bir kişi
yeter de artar bile. Beyi, haftada bir iki gece ona gelir, öbür geceler köşkünde
kalır. Üstüne kaç ortak getirilen, sıra sıra odalıklar dizilen, hepsine katlanan
eski hanımlar yok muydu? … ellisini aşmış, altmışına merdiven dayamış elin
pupuldağının kara gözlerine aşık değil ya. Ne gönlüne bağlı, ne de sevda
çekiyor…maksat kârın yolunu tutmak, paralı paralı yaşayıp rahatına bakmak,
koparabildiğini de çıkınla düğümleyip ne olur ne olmaz saklamak.”679
Romanın sonunda Bedriye’nin beklentileri gerçekleşmiştir. O maddî
imkana Arif ise, arzusuna kavuşmuştur.
Memnune
Memnune, romanın ikinci bölümünde fonksiyon içeren kişilerden biridir.
Banker Arif’in kızıdır. Babası Rüsumat Emaneti’nde çalışırken “maaşının 100
kuruş arttığı ve ailece yüzlerinin güldüğü gün dünyaya geldiği için”680 adını
“Memnune” koymuşlardır.
Yazar-anlatıcı Memnune’yi şöyle tasvir etmektedir: “Zifirî siyah saçlar,
sekiz rakkamı gibi kaşlar, birbirine yakın gözler, uzun boy, iri kemikler.. Huy,
huyca babaannesinin burnundan düşmüş. Çaçaron mu çaçaron, eli bayraklı
mı bayraklı.”681
Kocasını ve babasını Bedriye’den kıskanan Memnune’nin hakim vasfı
kişisel özellikleriyle ortaya çıkmaktadır. Fonksiyonu da buradadır. Onun
kıskançlığının iki kaynağı vardır. Birincisi kocasını başka kadınlardan
679
Tef. no. 27, 58 (8 Sonkânûn 1944), 9.
680
Tef. no. 16, 47 (23 İlkteşrin 1943), 8.
681
Tef. no. 16, 47 (23 İlkteşrin 1943), 8.
299
682
Tef. no. 29, 60 (22 Sonkânûn 1944), 9.
683
Tef. no. 29, 60 (22 Sonkânûn 1944), 9.
300
13.2.c.Mekan
Olay örgüsünde merkezî mekan Arif’in Suadiye’deki evidir. Burası
Banker Arif ve ailesinin sürdürdüğü şatafatlı, fakat sonradan görme hayatın
göstergesidir. Yazar-anlatıcı tarafından “…Pek çok para harcandığı besbelli.
Eski zamanlar, yani altın devri olsa, torba doluları liraya çıkmış denilir. Buna
da paket doluları beş yüzlüklere binliklere mal olmuş diyelim.
Tıpkı vapur şeklinde; hem de “Gül Cemal” modelinde. Bahçenin
ortasına upuzun yapılmış. Bir ucu vapur burnu gibi dümdüz; öbür ucu dümen
ve uskurun üstü gibi yusyuvarlak. Zemin katı boydan boya siyaha, altı
kırmızıya boyalı. Etrafına yemyeşil çimen, aralarına mavi mine çiçekleri
dikilmiş. Karşıdan bak, denizde gibi…yaldızlı bronz boyalarla, arabesk kalem
nakışlarıyla cicili bicili minnacık bir şey. İlk bakışta güvercinlik veya kuşhane
zannını veriyor; fakat o aşağıya yapılmayıp daha yükseklere kurulduğundan
(acaba bu ne?) diye adamı meraktan çatlatıyor.
Ne olduğunu söyleyeyim: Kuyu tulumbasının motoru bulunan
barakadır bu. Küt, küt, küt, işlerken kulakları uğuldatmaması, başı beyni
sersem etmemesi için, fısıltısız en lüks otomobil motorlarından biri çıkarılıp
oraya konmuş…”684 cümleleriyle ayrıntılı bir tasviri yapılan vapur şeklindeki
malikâne maddî imkanı temsil etmektedir.
Sadece Arif’in bulunduğu evin değil, evin bulunduğu Suadiye semtinin
de devrin şartları içinde aynı fonksiyonu icra ettiği yazar-anlatıcının şu
satırlarından anlaşılmaktadır:“…Herkesin ağzında Suadiye de Suadiye. İşi
mühendisliğe, müteahhitliğe, kalantor ticarete dökmüş; binlikleri, beş
yüzlükleri destelemiş olanlar hep oraya akında; arsa alıp yazlığı
685
kurmada…”
Memnune’nin yaşadıkları malikâne ile anne ve babasının
çocukluklarının geçtiği mahallelerin farkını dile getiren şu sözleri ise, değerler
çatışmasını ortaya koyacak niteliktedir: “…Kuzum anne otur oturduğun yerde,
bizim işimize sen karışma. Kavga etsek de kel kahyamız yok. Burası
babaannemin Şehreminindeki Uzun Yusuf mahallesi mi, yoksa annenin
684
Tef. no. 13, 44 (2 İlkteşrin 1943), 10.
685
Tef. no. 12, 43 (25 Eylül 1943), 9.
301
13.2.ç.Zaman
Romanda zaman unsuru dikkate alındığında zamanın iki bölümden
oluştuğu görülmektedir. Birinci bölüm, Arif’in çocukluğundan evlenmesine
yani 1898 yılına kadar olan zamandır. “35 Sene Sonra” başlığından ve
“Aylardan ağustos; günlerden pazar” ifadesinden anlaşıldığı üzere, ikinci
bölümün olay zamanı ise, 1933 yılı Ağustos ayında bir Pazar günüdür.687
Romanın yazma zamanı ise daha ileriye ait olup 1943 yılıdır.
Takvimde 1898’den 35 yıl sonraya atlanması Arif’in şahsında kişi,
çevre ve devirde meydana gelen tezadı gözler önüne sermekle alakalıdır.
Birinci kısımda aptal, parasız ve çirkin birinden söz edilirken, ikinci kısımda
bu özelliklerin kurnaz, zengin ve güzele dönmesiyle her şey değişmiştir.
Değişimi sağlayan savaş yıllarının kendine has özellikleridir.
Romanın zamanı, olay örgüsünün gelişmesine zemin hazırlayacak
şekilde kurgulanmıştır. Zamanın Osmanlı Devleti’nin son yılları ile
Cumhuriyet devrinin ilk yıllarına rastlaması hem yaşanan toplumsal değişime
işaret etmekte hem de devrin değişen şartlarını gözler önüne sermektedir.
13.3.Tema
Eserde tema kişisel özelliklerin karşılaşması etrafında dikkatlere
sunulur. Bu tema maddî imkan ve aile konuları çevresinde özelleştirilmiştir.
Tema vasıtasıyla Cumhuriyet devri insanına hitap eden yazar, rejim
değişikliğine rağmen eski zihniyeti sürdüren bazı kişilerin yeni devrin
şartlarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya devam ettiklerini anlatıyor.
Buna göre, yeni rejim eski alışkanlıkları tam olarak ortadan kaldıramamıştır.
Çokeşliliğin yerini metres tutmanın alması örneğinde olduğu gibi geçmişin
686
Tef. no. 15, 46 (16 İlkteşrin 1943), 9.
687
Tef. no. 14, 45 (9 İlkteşrin 1943), 9.
302
13.4.Dil ve Anlatım
Banker Arif’te, III. tekil şahıs ağzından anlatım kullanılmıştır. Bu
anlatım formunun devamı olarak ilahi bakış açısı ile karşılaşmaktayız. Ancak
yazar-anlatıcının bakış açısının, mevcut olan içinden, bir seçme yaptığı ve
sadece olumsuzu sergilediği görülmektedir. Böylece okuyucunun Banker Arif
ve benzeri kişilere eleştirel bir gözle bakması, hatta küçümsemesi
sağlanmaya çalışılmıştır. Yazar-anlatıcının şu anlatımı bu amacı
sağlayamaya yöneliktir: “Ha, orasını unuttuk. Vapurun, motörün, kotranın,
araba ve binek beygirlerinin adı olur da otomobilin niçin olmasın?
Arif Bey otomobili aldığı gün bu fikir aklına gelivermiş; yürekliliği,
güzelliği dolayısıyla (Şahin) ismini tıpatıp bulup koymuş, hatta radyatörün
kenarındaki fabrika markasının üstüne, yağlı boyadan çiçekli bir çerçeve içine
bu kelimeyi yazdırmıştı.”688
Anlatıcının taraflılığı, varlığını gizlememesini de beraberinde
getirmiştir. “merakta kalmayın, hemen söyliyeyim: Beyoğlunun en usta
perukarı başına öyle peruka uydurmuş ki iğretiliği belirsiz”689, “Uzatmayalım.
Arayan mevlasını da bulur, belasını da. Kurşuncu Molla oğluna öyle bir kız,
kendine öyle bir gelin bulmuştu ki darısı dostlar başına…elifbeye bile
besmele dememiş. Cimi, satı, kafı tanımıyor bile. Fazlası nelerine lazım,
688
Tef. no. 20, 51 (20 Sonteşrin 1943), 9.
689
Tef. no. 16, 47 (23 İlkteşrin 1943), 8.
303
690
Tef. no. 11, 42 (18 Eylül 1943), 9.
691
Kıvırcık Paşa’da Hanımefendi’nin Çeşmicellat’ı ve Şehri Efendi’yi dövmesi, Harp
Zengininin Gelini’nde Viyolet’in Cevdet Efendi’yi dövmesi ve Nanemolla’da İrfan’ın Eşref’i
dövmesi diğer örneklerdendir.
692
Doğrusu “gülle” olmalı.
693
Tef. no. 29, 60 (22 Sonkânûn 1944), 9.
304
13.5.Anlam ve Yorum
Banker Arif romanındaki kişi, zaman, mekan ve olay örgüsü bir arada
düşünüldüğünde romanın hayata uygunluk açısından okuyucuda gerçeklik
duygusu uyandırdığı görülmektedir. Yazar, bunu güçlü bir biçimde
sunabilmek için sıra dışı bir dönem olan savaş yılları ile yeni bir düzenin
kurulduğu Cumhuriyet’in ilk yıllarını seçmiştir. Savaş zamanı ile onu takip
eden yeni bir düzenin kurulmakta olduğu zamanlarda, bazı kişilerin gayri
meşru yollardan kazanç sağlamaları olağan bir durumdur. Banker Arif
romanının metnine bakıldığında Sermet Muhtar’ın olay örgüsü açısından bu
özelliği başarıyla kurguladığı görülmektedir. Hatta söz konusu durumu
kişilerin hal ve hareketleri, konuşmaları, hayat tarzları ve yaşadıkları
mekanlar bağlamında abartılarla daha da belirgin kılmış, âdeta karikatürize
etmiştir. Yazar, bu şekilde, okuyucunun söz konusu özellikleri taşıyan kişileri
küçümsemesi ve onlara karşı bir tepki duymasını da sağlamıştır. Sermet
Muhtar, seçtiği tema yoluyla ve oluşturduğu bakış açısıyla kendi tepkisini
dile getirmiş ve okuyucuyu yönlendirmiştir.
305
eşsiz bir mevki yapmış olan dostumuz SERMET MUHTAR ALUS tarafından
yazılmıştır. Sermet Muhtar Alus okuyucularımızın bildiği gibi, (Kıvırcık Paşa),
(Pembe Maşlahlı Hanım), (Kırkından Sonra), (Rüküş Hanımlar) vesaire gibi
bütün bir devri canlandıran romanların muharriridir…”694 cümleleriyle
tanıtmıştır. 12 Ocak 1949 tarihli ikinci tanıtım yazısında ise, bir öncekilere
ilave olarak, Molla Bey’in Baldızı hakkında açıklamalara yer verilmiştir. Türü
hikaye olarak belirtilen eser, dergiye göre “…Boğaziçinde eniştesinin yalısına
dönen sarışın ve fevkalâde şuh bir taze dulun, yalı halkını kamilen teshir
edişini zevkle anlatırken zamanın adetlerini ve tiplerini de tam bir hayatiyetle
yaşatarak mükemmel bir şehir ve cemiyet tasviri yapmakta, daha doğrusu
tarihimizden bir faslı ışıklandırmaktadır…”695
Resimli roman olan Molla Beyin Baldızı’ndaki resimleri “Salih”
çizmiştir. Romandan kimi sahneleri resmeden toplam 39 resim vardır.
Yazar, tefrika boyunca açıklayıcı bilgi içeren beş dipnota yer vermiştir.
Bunlar metnin içinde geçen Güzel Eleni Operası, Madam Ango, Kafe Flam,
Kaymakam Maedarlı Osman Bey ve İkansese kelimesi hakkındadır.696
Romanda tefrika numarası dışında ara başlıklar kullanılmıştır. Bu ara
başlıklar dikkate alındığında roman toplam 11 bölümden meydana gelmiş
olup söz konusu başlıklar sırasıyla şunlardan ibarettir:1)Antuan Abdülmesih
Efendi’nin Molla Bey Yalısına Kapılanması (Tef. no. 1), 2)Baldız
Hanımefendinin Çıkagelişi (Tef. no. 4), 3)Dürnev Hanım Yalıya Misafir
Gelince (Tef. no. 8) 4)Etekler Yine Tutuşuyor (Tef. no. 12), 5)İki Ahbap
Çavuş Moda Kayık Yarışlarını Boyluyorlar (Tef. no. 15), 6)Huri ile Dürnev
Hanım Nerdeymişler (Tef. no. 16), 7)Evdeki Eğlenti (Tef. no. 21), 8)Baskın
(Tef. no. 28), 9)Ataullah Efendi’nin Planı (Tef. no. 37), 10)Bir Satraç (Tef. no.
39), 11)Bir Satıraç (Tef. no. 39)
694
Aydede, 8 Ocak 1949, S. 71, s. 3
695
Aydede, 12 Ocak 1949, S. 72, s. 3
696
Bkz. Tef. no. 1, 2.
307
14.2.Yapı
14.2.a.Olay Örgüsü
Molla Beyin Baldızı’nda olay örgüsü, Huriye’yi arzulayan İdris Molla ile
Hulki’yle beraber olmak isteyen Huriye arasında gelişmektedir. Karısından
bıkan ve işveli bir kadın isteyen İdris Molla baldızına ilgi duyar. Onunla ayrı
bir evde yaşamanın planlarını yapar. Fakat Huriye eski aşığı zengin, genç ve
yakışıklı Hulki’yi tercih etmektedir. Yapıyı ve temayı oluşturan temel çatışma
buradadır.
Romanda olayların gelişimi şu şekildedir:
1)Molla Bey’in dul baldızı Huriye’yle yıllar sonra karşılaşması ve ona
ilgi duyması
2)Huriye’nin eski âşığı Hulki ile buluşması
3)Huriye ve Hulki’nin buluştukları evin mahalleli tarafından basılması
4)Nezarethane yerine imamın evinde tutulan Huriye ve yanındaki
Dürnev’e imam Ataullah’ın onları mahalleliye teslim etmemek karşılığında
yakınlaşma teklif etmesi
5)Molla Bey’in Huriye’yi imamın elinden kurtarması
Huriye’nin gönül eğlendirme peşinde olduğunu öğrenen Molla Bey ona
niyetini rahatça açar. Böylece başlangıçtan beri eniştesinin kendisine ilgisini
fark ettiği halde onu yaşlılığından ve başına musallat olmasını
istemediğinden tercih etmeyen Huriye, eniştesinin teklifini kabul etmek
zorunda kalır. Çünkü Molla Bey olup bitenlerin hepsini öğrenmiş ve böylece
Huriye’nin nasıl bir kadın olduğu ortaya çıkmıştır.
Romanda üzerinde durulması gereken bir diğer çatışma unsuru ise
mevcut olan ile olması gereken arasındadır. Kişilerin eylem ve planlarıyla
yapmaları ve düşünmeleri gereken arasında bir tezat vardır. Bu da onları
okuyucunun zihnindeki ideal olanla bir çatışmaya sürüklemektedir.
308
çatışma
Huriye Molla Bey
14.2.b.Kişiler
Romanın olay örgüsündeki aslî kişiler Huriye, Molla Bey, Antuan
Efendi, Dürnev, Hulki ve imam Ataullah Efendi’dir. Molla’nın damadı Raik
Bey, Şeyh Saim, Zampara Galip, Nuriye Hanım, Şadiye Hanım ve Emced
ise, romanın yardımcı kişileridir.
Huriye
Romanın olay örgüsü Huriye etrafında şekillendiği için o, romanın
merkez kişisidir.
32-33 yaşlarında697 olan ve 10 yıldır evli olduğu defterdar beyin ölümü
üzerine dul kalan Huriye Hanım “ismile müsemmalardan, boylu, poslu,
endamlı, sarışın pembe beyaz, tombalak, annesi çerkes olduğundan padişah
697
“Dürnev Hanım ahiret kardeşinden yedi sekiz yaş büyük, yani şimdi kırkını bulmuşlardan.”
ifadesinden Huriye’nin yaşının 32-33 olduğu sonucu çıkmaktadır. Bkz. Sermet Muhtar ALUS:
Molla Bey’in Baldızı, Tef. no: 8, Aydede, 80 (9 Şubat 1949), 3.
309
gözdesi. Ekseri saraylılar gibi mavi gözleri, samur kirpikleri çekik çekik,
omuzlarile kalçaları geniş, beli incecik, huri bir kadın”698dır.
Ablasının aksine “yumuşak, laubali, şen hatta hoppa” tabiatlı olduğu
için “yirmisine kadar gelin olamamış” biridir. Bunun nedeni birtakım erkeklerle
ilişkisi olduğu yönünde dedikodular çıkmasıdır. Kocasının ölümünden sonra
Molla Bey’in yalısına dönen Huriye aradan on yıl geçmesine rağmen
değişmemiştir. Yazar-anlatıcı bunu şu cümlelerle vurgulamıştır: “entarilerden
en dekolte göğüslü ve kollusunu seçti; bluzu ile eteğini çıkarınca yine
aynanın karşısına geçti. Pembe kaşkorsesinin altında, teninde korse vardı;
onu da fırlattı. Fildişi kolları, paluze göğsü ap ayan meydanda. Kendini süzdü
süzdü. Güzelliğine emin, memnun memnun gülümsedi…Kocasını kara
toprağa gömmüş gibi değil, sanki görücüye çıkacak.”699
Güzelliğin ve cazibenin sembolü olan Huriye’nin romandaki fonksiyonu
arzu edileni temsil etmesidir.
Molla Bey
Tam ismi Tırnavalızade İdris Molla olan Molla Bey, olay örgüsündeki
aslî kişilerden biridir.
Görünüş olarak “Bıyığına sakalına az kır düşmüş, kelle kulaklı, lâhim
ve şahimli, eni konu yakışıklı, şanlı şöhretli”700 biridir.
48-50 yaşlarında olan İdris Molla, “rütbei teşrifatında ferikliğe-şimdiki
kor generalliğe- muadil İstanbul payesinde ve Meclisi İdarei Evkafta
aza”701dır. Ölen babası, Mahmut Nedim Paşa’nın adamı olduğundan paşanın
uşağı Lütfi Ağa II. Abdülhamit devrinde itibar kazanınca İdris Molla onun
sayesinde hızla yükselmiştir. Maddî durumu çok iyi olan Molla Bey “60 lira
aylığile 100 lira zammî maaşını tıkır tıkır alır; Balık pazarında Asmaaltındaki
(pederman)da sekiz on akarın gelirlerini cebine atar; arada bir Lütfi ağa
vasıtasile atabei şahanaye bazı maruzatta bulunur, nişanlara, madalyelere,
ihsanlara konardı. Yazını Emirgan’daki yalısında, kışın Kabataştaki
konağında aşağı yukarı vükela hayatı sürerdi. Karısı, kızı, damadı ve biricik
698
Sermet Muhtar ALUS: Molla Bey’in Baldızı, Tef. no: 4, Aydede, 76 (26 Ocak 1949), 3.
699
Tef. no. 5, 77 (29 Ocak 1949)
700
Tef. no. 2, 74 (19 Ocak 1949)
701
Tef. no. 2, 74 (19 Ocak 1949)
310
torunu ile haşır neşirdi. Odalığı modalığı yok; bazıları gibi başka taraklarda
bezi de yok.”702
Mizaç olarak ehli keyif olan ve akşamcılığı bulunan Molla Bey, “
daireden gelir gelmez haremde soyunur, geceliğini ve şam hırkasını giyer,
selamlığa iner, çilingir sofrasının önüne geçerdi.”703
Eşi Nuriye Hanım’ın ilgisizliğinden şikayetçi olan ve“Karı yüzüne, işve
cilvesine”704 susamış Molla Bey’in romandaki fonksiyonu maddî imkanı temsil
etmesiyle ortaya konmuştur. Huriye Hanım’a ilgi duyan ve maddî imkanı
sayesinde ona istediği evi açmayı taahhüt eden Molla Bey, zoraki de olsa,
Huriye ile anlaşmayı başarır.
Antuan Efendi
Antuan Efendi olay örgüsündeki aslî kişilerdendir.
Tam ismi Antuan Abdülmesih Efendi olan 38-40 yaşlarındaki Antuan
Efendi, Suriye Katoliklerindendir ve “yerden yapma; sıska mı sıska; seyrek
saçlı kocaman bir baş; ufacık gözler; kirpiklerinin kenarı kıpkırmızı; basık
burnunun tam yanında Halep çıbanı izi, sarı kara bıyıklar; ağzında yosun
tutmuş iki sıra altın diş”705 şeklinde tasvir edilen bir fiziksel görünüme sahiptir.
“Hususi mekteplerin birinde Fransızca muallimliği” yapan Antuan
Efendi “güzel kadınların da meftunu, fakat bu hususta alçakgönüllülerden,
her rastladığını beğenenlerden değil. Göğsünde arslan yatıyor. Kolay kolay
kadın beğenmez; son derece parlak, göz alıcı olsun, kıyafeti gustosuz, hal ve
tavrı bayağı ise, derhal banal, ordiner, müptezel! Kelimelerini mırıldanarak
karşı kaldırıma atlardı. Onun derdi günü Beyoğlu’nun yüksek familyadan
dilber madamları, matmazelleri bilhassa hanfendiler ve küçük hanfendilerdi.
Eli açık, hiç para tutmaz, kesesine gireni çarçabuk harcardı. Gırtlağına kadar
borç içindeydi.”706
Antuan Efendi’nin romandaki fonksiyonu Huriye’ye ilgi duymasıyla
ortaya çıkmıştır. O, arzu edeni temsil etmektedir. Maddî imkansızlığı ve
702
Tef. no. 2, 74 (19 Ocak 1949)
703
Tef. no. 4, 76 (26 Ocak 1949)
704
Tef. no. 4, 76 (26 Ocak 1949)
705
Tef. no. 3, 75 (22 Ocak 1949)
706
Tef. no. 3, 75 (22 Ocak 1949)
311
707
Tef. no. 8, 80 (9 Şubat 1949)
708
Tef. no. 17, 89 (12 Mart 1949)
709
Tef. no. 9, 80 (12 Şubat 1949)
710
Tef. no. 41, 113 (9 Temmuz 1949), 5.
312
711
Tef. no. 18, 90 (16 Mart 1949)
712
Tef. no. 16, 88 (9 Mart 1949)
313
14.2.c.Mekan
Romanda fonksiyonları itibariyle öne çıkan belli başlı mekanlar Molla
Bey’in Emirgan’daki yalısı, Şeyh Saim’in Beykoz’daki evi ve imam Ataullah
Efendi’nin evidir.
Olay örgüsüne sahne teşkil eden yerler kapalı mekanlardır. Eserin
yapısındaki üç metin halkasının her biri ayrı birer mekanda geçmektedir ve
mekanlar Molla Bey, Hulki ve Ataullah Efendi ile özdeşleşmişlerdir.
713
Tef. no. 33, 105 (14 Mayıs 1949), 5.
314
714
Tef. no. 17, 89 (12 Mart 1949)
715
Tef. no. 17, 89 (12 Mart 1949)
315
14.2.ç. Zaman
Molla Bey’in Baldızı’nda yazma zamanı 1949 yılıdır. Olay zamanı ise
geçmişe ait olup 1898 yılıdır.
Romanda zamana dair verilen ayrıntılar kısa ve nettir.
Olay örgüsü “1898 senesinin yazı, günlerden çarşambaydı.”717
şeklinde zamana yapılan vurguyla başlamaktadır. İlk satırlarda Molla Bey ve
ailesine dair ayrıntılar zamanda geri dönüş yapılarak özetlenmiş ve olay
örgüsünün başlangıcındaki durum anlaşılır kılınmıştır.
716
Tef. no. 13, 85 (26 Şubat 1949)
717
Tef. no. 2, 74 (19 Ocak 1949)
316
718
Tef. no. 17, 89 (12 Mart 1949)
317
14.3.Tema
Eserde tema arzu eden-arzu edilen karşılaşması etrafında dikkatlere
sunulur. Bu tema kadın-erkek ilişkileri çevresinde özelleştirilmiştir.
II. Abdülhamit devrinin olay zamanı olarak seçildiği romanda, devir
sosyal hayata ve aile hayatına dair olumsuz yönler sergilenerek
hicvedilmiştir. 1898 yılında istibdadın etkilerini toplum üzerinde yeni yeni
hissettirmeğe başladığı bir sırada ikili ilişkilerde görülen ahlâkî bozulma,
719
Tef. no. 8, 80 (9 Şubat 1949)
720
Tef. no. 2, 74 (19 Ocak 1949)
721
Tef. no. 3, 75 (22 Ocak 1949)
318
14.4.Dil ve Anlatım
Molla Bey’in Baldızı’nda, yazma zamanından çok daha önceye ait bir
zaman dilimi olay örgüsünde yer almaktadır. Anlatıcı bugünün gözüyle
geçmişe bakmaktadır. Kimliğini gizlemeyen ve bütün olup bitene vakıf ilahi
bakış açısıyla olayları aktaran yazar-anlatıcı “Neredeyiz? Kimlerden
bahsediyoruz? Orasına gelelim: Molla beyin Emirgandaki yalısında,
misafirlerile yarenlik ettiği selamlık salonundayız.”723 diyerek okuyucunun
vaka ile bütünleşmesini sağlamış olur. Geleneksel anlatım formunun bir
devamı şeklinde değerlendirebileceğimiz bu özellik roman boyunca devam
etmiştir. “Huri ile akıl hocası Dürnev’in nerede olduklarına gelelim.”724 veya
“Molla beye gelelim: O gece gradosunu kat kat aşırdığından bacaklarından
sürüklesen, kulağının dibinde davul çalsan haberi olmayacak.”725 “Laf
aramızda, hakkında epice dedikodular da sarfedilmişti.”726 örneklerinde
722
A. Hamdi TANPINAR: 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi (İstanbul, 1985), 31.
723
Tef. no. 2, 74 (19 Ocak 1949)
724
Tef. no. 16, 88 (9 Mart 1949)
725
Tef. no. 10, 82 (16 Şubat 1949)
726
Tef. no. 4, 76 (26 Ocak 1949)
319
727
Tef. no. 17, 89 (12 Mart 1949)
728
Tef. no. 1, 74 (15 Ocak 1949)
729
Tef. no. 28, 101 (20 Nisan 1949)
730
Tef. no. 40, 112 (2 Temmuz 1949)
731
Tef. no. 39, 111 (25 Haziran 1949)
320
14.5.Anlam ve Yorum
Molla Beyin Baldızı romanında yazar, okuyucuyu kolayca
yönlendirmek ve mesajını tam olarak iletebilmek için gerçek hayata dair
unsurlardan hareket etmiştir. Romandaki kişiler, hayat tarzı, aile ilişkileri
devrin şartları içinde mümkün olabilecek özellikler içermektedir. Bununla
birlikte, kişilerin, kişisel özelliklerindeki abartılar onları karikatürize tipler
haline dönüştürmektedir. Yazar, bu tutumuyla, mizahî bir biçimde tepkisini
dile getirmekte ve okuyucunun da bu tepkiyi paylaşmasını sağlamaktadır.
Olay örgüsündeki kişileri temsil eden Salih imzalı resimler okuyucunun
hayal gücünü yönlendirmektedir. Yazar, bu şekilde, okuyucunun söz konusu
özellikleri taşıyan kişileri küçümsemesi ve onlara karşı bir tepki duymasını da
sağlamıştır.
Romandaki olay zamanı (1898), yazma zamanı (1949) ve okuma
zamanı arasındaki büyük farklılığa rağmen, temanın güncelliğini koruduğu ve
romanın bugüne dair mesajlar içerdiği görülmektedir. Gayri meşru kadın-
erkek ilişkileri bugün de toplum tarafından hoş görülmemektedir. Yazar, kendi
tepkisini dile getirirken vaka, yazma ve okuma zamanları farklı olsa da,
okuyucuyla aynı noktada buluşabilmektedir. Bu açıdan roman edebî metin
olma özelliğine haizdir.
Sermet Muhtar devre dair özellikleri gözlemci-gerçekçi bir yaklaşımla
ele alması ve dil-anlatımı ustaca kullanması sayesinde mesajını okuyucuya
kolayca ulaştırabilmiştir.
732
Yalnız Dürnev ile Huriye arasındaki bir sahne lezbiyenliği çağrıştırmaktadır. Bkz. Tef. no.
25
321
1.İmamın Havalanması
1.1.Tanıtım
Eski Hikayeler serisinin birinci hikayesi olan İmamın Havalanması,
Akşam gazetesinde 23 Şubat- 8 Mart 1933 tarihleri arasında on dört sayı
halinde tefrika edilmiştir.
İmamın Havalanması hikayesiyle ilgili sadece bir tanıtım yazısı vardır.
Bu yazı, Akşam gazetesinde 21 Şubat 1933 tarihinde yayımlanmış olup
şöyledir: “Eski Hikayeler İmamın Havalanması Muharriri: Sermet Muhtar.
324
1.2.Yapı
1.2.a.Olay Örgüsü
İmamın Havalanması hikayesinde olay örgüsü, Çıtkırıldım Hanım’ı
arzulayan imam Abdülfettah Efendi ile Çıtkırıldım Hanım’ı mahallelerinden
atmak isteyen Hamzai Cedit mahallesinin sakinleri arasında gelişmektedir.
İmam eşlerinde bulamadığı özellikleri Çıtkırıldım Hanım’da gördüğü için
onunla birlikte olmak ister. Mahalleli ise, Çıtkırıldım Hanım’ın hafif
meşrepliğinden rahatsız olduğu için onu oradan uzaklaştırmak ister. Bu
nedenle mahalleli ile imam görüş ayrılığına düşerler. Yapıyı ve temayı
oluşturan temel çatışma buradadır.
Hikayede olayların gelişimi şöyledir:
1)Mahalleye yeni taşınan Çıtkırıldım Hanım’ın hareketleriyle
mahallelinin tepkisini çekmesi
2)Mahalle imamı Abdülfettah Efendi’nin Çıtkırıldım Hanım’la
karşılaşması
3)Mahallelinin Çıtkırıldım Hanım’ın evini basması ve evden Abdülfettah
Efendi’nin çıkması
İmamın Havalanması hikayesinde, hikayenin kahramanı İmam
Abdülfettah Efendi’nin mahalleli ile çatışması söz konusudur.
733
Bu tarihten yaklaşık iki ay sonra Pembe Maşlahlı Hanım romanı yayımlanmıştır.
Dolayısıyla söz konusu roman Pembe Maşlahlı Hanım olmalıdır.
734
Akşam, 21 Şubat 1933, s. 2
325
çatışma
İmam Abdülfettah Efendi Mahalleli
1.2.b.Kişiler
Hikayenin olay örgüsünde yer alan aslî kişiler Abdülfettah Efendi,
Çıtkırıldım Hanım ve Hayreddin Efendi’dir. Kamer Hanım, Aramıdil Hanım,
Çengel Yahya, Esma Hanım ve Şetaret Bacı hikayenin yardımcı kişileridir.
Abdülfettah Efendi
Abdülfettah Efendi, olay örgüsünün aslî kişisidir.
Abdülfettah Efendi’nin “nemrut” ve “sırım” şeklinde iki lakabı vardır.
Haseki’deki Hamzai Cedit mahallesinin imamı olan Abdülfettah
Efendi’nin fiziksel özellikleri yazar-anlatıcı tarafından şöyle tasvir edilmiştir:
“Yaşı kırk, kırk iki; uzuna yakın bir boy; kilise direği gibi bir ense. İri kemikli,
sert adaleli bir vücut…
Kara yağız çehresinde, herdem çatık, parmak kalınlığında kaşlar;
kapakları ve uçları tatarımsı, küçücük gözler; hürmetlice bir burun; burunun
bir kanadının üstünde, leblebiye yakın bir et beni.
Bittabi, bıyık, sakal da kapkara; içinde akalar seziliyor amma çehrede
ben kabilinden.”735
Abdülfettah Efendi, kendisine “nemrut” lakabının takılmasına neden
olacak ruhsal özelliklere sahiptir. Bu olumsuz özelliklerin neler olduğunu
735
Sermet Muhtar: İmamın Havalanması, Tef. no. 1, Akşam (23 Şubat 1933), 7.
326
736
Tef. no. 1, 23 Şubat 1933
737
Tef. no. 6, 28 Şubat 1933
738
Tef. no. 5, 27 Şubat 1933
739
Tef. no. 5, 27 Şubat 1933
740
Tef. no. 9, 3 Mart 1933
327
741
Tef. no. 7, 1 Mart 1933
742
Tef. no. 10, 4 Mart 1933
743
Tef. no. 11, 5 Mart 1933
328
1.2.c.Mekan
Hikayede fonksiyonları itibariyle öne çıkan belli başlı mekanlar Hamzai
Cedit mahallesi, mahalle kahvesi ve aşı boyalı evdir.
Hamzai Cedit Mahallesi
Olay örgüsündeki birinci mekan Hamzai Cedit mahallesidir.
Hikayede Haseki semtinde bulunan Hamzai Cedit mahallesinin tasviri
söz konusu değildir. Buraya dair ayrıntılar, yazar-anlatıcı tarafından, ahalinin
özellikleri ve birbirleriyle ilişkileri anlatılarak sezdirilmiştir. Buna göre, Hamzai
Cedit mahallesi, komşuluk ilişkilerinin sürdürüldüğü, yardımlaşmanın yanı
sıra dedikodunun da eksik olmadığı bir yerdir. İnsanların maddî imkanları
744
Tef. no. 7, 1 Mart 1933
745
Tef. no. 7, 1 Mart 1933
329
ev, iki katlıdır. Bir makara düzeneği ile açılan dış kapıdan taşlığa
girilmektedir. Sol tarafta tek kanatlı kapısı olan bir oda vardır. Merdivenlerle
üst kata çıkılmakta olup üst kattaki oda ya da odaların sokağa bakan kafesli
pencereleri vardır.746
Aşı boyalı ev, Çıtkırıldım Hanım’a yani arzu edilene gizli saklı birtakım
yollardan kavuşulan yeri temsil etmektedir. Abdülfettah Efendi için aşı boyalı
evin fonksiyonu, arzu edilene kavuşma yeri olarak şekillenmektedir. Halbuki
mahalleli için burası fesat yuvasıdır. Cephe almak ve mevcut fonksiyonlarını
yok etmek gereklidir. Nitekim Abdülfettah Efendi ile mahalleli bu evde somut
olarak karşı karşıya gelmiştir.
1.2.ç.Zaman
İmamın Havalanması hikayesinde yazma zamanı 1933 yılıdır. Olay
zamanına dair en önemli ipucu II. Abdülhamit devri olmasıdır. Bu nedenle,
olay zamanı yazma zamanından farklıdır ve geçmişe aittir.
Olay zamanı iki kısımdan meydana gelmektedir. Birinci kısım,
Abdülfettah Efendi’nin 19-20 yaşlarında ilk evliliğini, bir süre sonra ikinci
evliliğini yapmış, ikiz çocuk sahibi olmuş, fakat bir türlü mutlu olamamış
dönemini anlatmaktadır. İkinci kısım ise, 42 yaşındaki imamın bir paşa
tarafından himaye edilip maddî imkana kavuşmasını ve ardından mahalleye
yeni taşınan hafif meşrep, fakat tam istediği gibi genç ve güzel olan
Çıtkırıldım Hanım’ı nikahlamasını anlatmaktadır.
Hikayede olay zamanı yıl olarak belirtilmemekle birlikte “Ramazana on
beş gün kalmış.”, “Mevsim yaz.”, “Vakit ikindi suları.”, “Daha bayramın haftası
olmamıştı.” ve “Aradan yirmi gün geçti, geçmedi.”747 gibi ifadelerle sezdirilir.
İmamın Havalanması’nda devir olarak II. Abdülhamit devrinin seçilmesi
çok manidardır. Gerçi zamana yapılan vurgu sezdirici mahiyettedir. Fakat
yine de metnin arka planında devrin hususiyetlerinden izler vardır. İmamı
himayesine alan paşanın adı hiç zikredilmeden sadece yaşadığı mekan olan
Nişantaşı’ndan bahsedilmesi bu izlerden ilkidir. Padişahın Yıldız Sarayı’nda
746
Tef. no. 10, 4 Mart 1933 ; Tef. no. 14, 8 Mart 1933
747
Tef. no. 6, 28 Şubat 1933
331
1.3.Tema
Eserde tema birey-toplum karşılaşması etrafında dikkatlere sunulur. Bu
tema kadın-erkek ilişkileri çevresinde işlenmiştir.
II. Abdülhamit devrinde iradeye yakın olanların bunu kullanarak kişisel
menfaatleri doğrultusunda çevrelerini nasıl baskı altına alabildikleri hikayede
gözler önüne seriliyor. Bunu yapmadaki amaç, söz konusu dönemde siyasi
otoritenin nasıl keyfileştiğini ve bu durumun toplum yapısını nasıl etkilediğini
olumsuz bir bakış açısıyla anlatarak hicvetmektir.
İradeyi temsil edenlerin keyfî hareket etmesi toplumsal yapıyı derinden
etkiler. Toplumu bir arada tutan kurallar kolayca ihlâl edilir. Bunu Cumhuriyet
insanına anlatan yazar, hem eski rejimin yanlışlıklarını göstererek yeni rejime
sahip çıkılmasını telkin ediyor hem de eskinin olumsuz yönlerinden ders
alınarak yeniyi şekillendirmek gerektiği düşüncesini ortaya koyuyor.
748
Tef. no. 6, 28 Şubat 1933
749
Tef. no. 14, 8 Mart 1933
332
1.4.Dil ve Anlatım
İmamın Havalanması yazar-anlatıcı tarafından anlatılmaktadır. İlahî
bakış açısı kullanılmıştır. Abdülfettah Efendi’nin geçmişine dair ayrıntıları,
zihninden geçenleri, hissettiklerini ve gördüğü rüyayı yazar-anlatıcı sayesinde
öğrenmek mümkün olmuştur.
Sermet Muhtar’ın üslûp özelliği olan yazar-anlatıcının varlığını
gizlemeyip sohbet eder gibi anlatması, bu hikayede de
görülmektedir.“Abdülfettah efendinin portresini isterseniz:”750 “Meğerse taş
ölçerim, karnı, hüttalar gibi şiş değil miymiş?...İçinde dert yok mu imiş?”751
“Gel zaman, git zaman, Abdülfettah efendiye rüyada görülse inanılmayacak,
masal diye dinlense ağız açık kalacak bir kısmet tulu etmişti.”752 “Bu sefer de
gel gelelim kim gelse beğenirsiniz?” 753 şeklindeki cümleler bu durumu açıkça
göstermektedir.
Meddah tarzı geleneksel anlatım formunun bir devamı olarak hikayede
çeşitli deyim ve atasözlerinin kullanılması da söz konusudur. Bunlara örnek
olarak “acele işe şeytan karışır, yoğurt gönlü ayran olmak, çehre züğürdü,
Haymana beygiri, nara yanmak, taş ölçmek, kapalı dükkana kira vermek,
ayvaz kasap hep bir hesap, bam teli, turnayı gözünden vurmak, ya herrü ya
merrü, tabanı yağlamak, çayı görmeden paçaları sıvamak, Dıral dedenin
düdüğü, nalıncı keseri gibi kendine yontmak, lamı cimi kalmamak, dut yemiş
bülbüle dönmek” atasözü ve deyimlerini verebiliriz.
Yazar, olay zamanının geçmişe ait olması nedeniyle hikayenin dilini
devre uygun şekilde düzenlemiştir. Ancak konuşma dilinin imkanlarından
yararlanılmasından dolayı hikayenin anlaşılmasında herhangi bir güçlük söz
konusu değildir.
750
Tef. no. 1, 23 Şubat 1933
751
Tef. no. 1, 23 Şubat 1933
752
Tef. no. 2, 24 Şubat 1933
753
Tef. no. 3, 25 Şubat 1933
333
1.5.Anlam ve Yorum
İmamın Havalanması hikayesi kişi, zaman ve mekan unsurları
açısından değerlendirildiğinde okuyucuya mesajlar verebilmekte, okuyucuyu
etkileyebilmektedir. Bu, yazarın bakış açısı ve üslûbu sayesinde mümkün
olmaktadır. Hikayenin uyandırdığı gerçeklik hissi de bu durumu
desteklemektedir.
Olay örgüsü, ele alınan devrin birtakım özelliklerinin hikayeye
yerleştirilmesi nedeniyle, okuyucuda gerçeklik duygusu uyandırmaktadır.
Ayrıca, şahıs kadrosundaki kişilerle ilgili olarak eklenen resimlerin
somutlaştırıcı ve yönlendirici bir etkisi de vardır. Hikaye kişilerini gösteren
resimleri yazarın çizmiş olması ayrıca önemlidir. Çünkü okuyucu metni
okurken kişileri özgürce hayal etmek şansına sahip değildir. Onun yerine
yazarın hayal ettiği, çizdiği ve kendisine sunduğu örnekleri dikkate almak
zorunda bırakılmıştır.
Hikayedeki olay zamanı (II. Abdülhamit devri), yazma zamanı (1933) ve
okuma zamanı arasındaki büyük farklılığa rağmen, temanın güncelliğini
koruduğu, hikayenin bugüne dair mesajlar içerdiği görülmektedir. Buna göre,
arzu ve isteklerini sınırlamayan ya da kontrol altında tutmayan kişiler
kendileriyle ve toplumla çatışmaya düşebilirler. Yazar hikaye vasıtasıyla
okuyucunun bu tür insanlara tepki duymasını sağlamaya çalışmıştır.
Hikayenin sonunda, toplum tarafından saygı gösterilen biri olan kahramanın
hafif meşrep bir kadınla nikahlanması söz konusu tepkiyi
somutlaştırmaktadır. Böylece, yazar ve onun yönlendirdiği okuyucu,
kahramanın hareketlerini tasvip etmeyerek ortak bir noktada
buluşabilmektedir. Bu, hikayede sunulan anlamdır. Bu nedenle, hikaye edebî
metin olma özelliğine haizdir. Çünkü her okunduğunda yeniden
yaratılabilmektedir.
Yazarın tepkisini dile getirdiği bir diğer konu ise, II. Abdülhamit
döneminin siyasal ve sosyal hayatıyla ilgilidir ve inceden inceye bir eleştiri
söz konusudur. Bu, hikayenin sezdirilen anlamıdır. Hikayenin kahramanının
gücü iradeyi temsil edene yakın olmasından kaynaklanmaktadır. Sorun,
334
2.Kuyumcunun Havalanması
2.1.Tanıtım
Eski Hikayeler serisinin ikinci hikayesi olan Kuyumcunun Havalanması,
Akşam gazetesinde 9 Mart 1933- 22 Mart 1933 tarihleri arasında, on dört
sayı halinde tefrika edilmiştir.
Hikaye ile ilgili iki tanıtım yazısı yayımlanmıştır. Bunlardan birincisi 8
Mart 1933 tarihli Akşam gazetesinde yayımlanmış olup şöyledir: “Sermet
Muhtar Bey’in bir müddettenberi dercettiğimiz “İmamın Havalanması”
ismindeki büyük hikayesi bugün bitiyor. Yarından itibaren gene Sermet
Muhtar Bey’in “Kuyumcunun Havalanması” isminde yeni bir hikayesini neşre
başlayacağız. On beş yirmi gün kadar sürecek olan bu tefrikamızı
karilerimizin zevkle takip edeceklerine eminiz.”754
Daha çok duyuru niteliğindeki ikinci tanıtım yazısı ise aynı gazetede 9
Mart 1933 tarihinde “Kuyumcunun Havalanması Sermet Muhtar Beyin bu
yeni romanını yedinci sahifemizde okuyunuz.”755 şeklinde yayımlanmıştır.
Hikayenin tefrikası boyunca tamamı Sermet Muhtar imzalı toplam 10
resim yayımlanmıştır. Dipnot ve ara başlıklara yer verilmemiştir. Sadece
ikinci ve üçüncü tefrikaların başında bir önceki günün özeti vardır.
754
Akşam, 8 Mart 1933, s. 2.
755
Akşam, 9 Mart 1933, s. 1.
335
2.2.Yapı
2.2.a.Olay Örgüsü
Kuyumcunun Havalanması hikayesinde olay örgüsü, Melek ile
karşılaşıncaya kadar aklıyla hareket eden Bedros ile Melek’in cazibesine
kapılarak hisleriyle hareket etmeye başlayan Bedros arasında gelişmektedir.
Bedros, Melek ile karşılaşma anına kadar duygularına hiç yenik düşmemiş ve
her şeyi bildiğini iddia etmiştir. Fakat Melek’le karşılaşması üzerine onun
güzelliğinden etkilenerek hislerine göre hareket etmeye başlamıştır. Yapıyı
ve temayı oluşturan temel çatışma buradadır.
Hikayede olayların gelişimi şu şekildedir:
1)Bedros’un, dükkanına alışveriş için gelen Melek (Emine) ile
karşılaşması
2)Bedros’un, Melek’in beğendiği bir çift küpeyi götürme bahanesiyle
Melek’in evine gitmesi
3)Bedros’un Melek ile birlikte olmak amacıyla gittiği eve Melek’in
âşıklarından birinin gelmesi
Kuyumcunun Havalanması hikayesinde, hikayenin kahramanı
Bedros’un kendisiyle ve Melek (Emine)’le çatışması söz konusudur.
Metnin temelinde varolan çatışma, Bedros’un kendi iç çatışmasıdır:
Sorun, aklî davranmayı bırakıp hissî davranmaya başlamasıdır. Söz konusu
iç çatışma, Bedros’un Melek (Emine) ile karşılaşması üzerine ortaya
çıkmaktadır. Bedros, ömrü boyunca, eşini hiç aldatmamış, kadınlardan fellik
fellik kaçmış ve hep mantığıyla hareket etmiş bir adamdır. Onun bir özelliği
de, her şeyi bilirim havasında olmasıdır. Emine’nin dükkanına gelişiyle birlikte
mevcut özelliklerinden yavaş yavaş sıyrılıp tamamen hislerine esir olan
Bedros, bu yüzden kendisine sırf maddî imkanı için ilgi gösteren hanımın asıl
niyetini anlayamamış ve onun tuzağına düşmüştür. Aklın yerini duygulara
bırakması Bedros’un kendi kendiyle çatışmasına neden olmuştur.
Hikayedeki bir diğer çatışma, Bedros’un maddî imkanıyla Melek
(Emine)’in güzelliği arasındadır. Görünüşte aralarında anlaşma hali söz
konusu olmakla birlikte, Melek (Emine)’in Bedros’u dolandırmayı hedeflemiş
olması ve onun bir paşa kızı olduğu yalanının ortaya çıkması, anlaşmayı
336
çatışma
Bedros Bedros
2.2.b.Kişiler
Hikayenin olay örgüsünde yer alan aslî kişiler Bedros Palabıyıkyan ve
Melek (Kokulu Emine)’tir. Avadis, Bedros’un karısı Siranoş ile üç kızları,
Arakel ve Deli Cafer hikayenin yardımcı kişileridir.
Bedros Palabıyıkyan
Bedros, olay örgüsünün asıl kişisidir.
50-55 yaşlarında bir Ermeni olan Bedros Palabıyıkyan’ın mesleği
kuyumculuktur. Fiziksel özellikleri itibariyle ise, “palabıyıklı, orta boylu,
şişmancana bir adamdı.”756
Bedros’a 1894 depremi sonrası dilinde peyda olan rekaketten dolayı
“Bebe Bedros” lakabı takılsa da, onun asıl lakabı “profesör”dür. “Çünkü şiir ve
hikemiyata meraklı, ahvali âleme vâkıf, mirikelâm; mütemadiyen cevherler
yumurtlamak itiyadında”757 olan biridir. Onun biricik zevki çevresine
dinleyicilerini toplayıp “ilim ve irfan sermayesi saçmak, mütemadiyen bilgiçlik
taslamaktı”r.
Sigara ve içki içmeyen, kumar oynamayan ve sağlığına son derece
dikkat eden Bedros’un “şiir ve hikemiyat merakından başka iki iptilası daha
vardı: Hıfzısıhhaya esaret, hava ve hevese nefret.”758Beyoğlu’na mecbur
756
Sermet Muhtar; Kuyumcunun Havalanması, Tef. no: 1, Akşam, 9 Mart 1934, s. 7
757
Sermet Muhtar: Kuyumcunun Havalanması, Tef. no. 2, Akşam, 10 Mart 1933, s. 7.
758
Tef. no. 5, 13 Mart 1933
337
759
Tef. no. 10, 18 Mart 1933
338
2.2.c.Mekan
Hikayede fonksiyonları itibariyle öne çıkan belli başlı mekanlar
Bedros’un kuyumcu dükkanı ile Aksaray’daki evdir.
Kuyumcu Dükkanı
Olay örgüsündeki birinci mekan, Bedros’un kuyumcu dükkanıdır.
Bedros’un büyük depremden sonra Kapalıçarşı’daki kuyumcular
çarşısının dışında bir handa açtığı dükkanına dair ayrıntılar yazar-anlatıcı
tarafından “Cephedeki cam raflar, dolaplardaki gözler, pıtrak gibi
mücevherlerle dolu.
Köşedeki kasanın kale kapısına benziyen kanadı açılsın da bir
seyredin. Üst taraftaki mahfazalarda, taclar, gerdanlıklar, pantantifler; tek
taşlı küpeler, yakut yüzükler, inci bilezikler…
Yayvan çekmecelerde, ince kağıtlara sarılı, kırat kırat pırlantalar,
felemenkler, rozalar…
Daha alt kısımdaki kapağın arkasında, okka ağırlığınca hurda altınlar,
gümüşler…”760 cümleleriyle tasvir edilmiştir.
Maddî imkanın sembolü olan dükkan Bedros’la özdeşleşmiştir.
Kuyumcu dükkanının hikayedeki fonksiyonu maddî imkanı temsil eden
Bedros ile cinsel cazibeyi temsil eden Melek (Emine)’i karşılaştırmaya zemin
oluşturmasıdır.
Aksaray’daki Ev
Olay örgüsündeki ikinci mekan, Melek (Emine)’in Bedros ile bir araya
geldiği Aksaray’daki evdir. Melek (Emine), Bedros’a söz konusu evin
halasına ait olduğunu söylemişse de, hikayenin sonunda buranın meşhur
Kaymaktabağı’na ait gizli evlerden biri olduğu ortaya çıkmıştır.
Melek (Emine), evin yerini şöyle tarif etmiştir: “Aksaray karakolunun
yanından Olanlar tekkesine doğru yürünecek; sağdaki ilk sokak geçilecek;
ikinci sokak ta geçilecek. Üçüncü sokak çıkmaza benzerse de değildir. Oraya
sapılacak. Kırk, elli adım yürüdükten sonra solda çınar ağaçlı bir arsa gelir. O
arsaya bitişik ev.
760
Tef. no. 1, 9 Mart 1933
339
Dikkat edilecek bir nokta var. Kapı basamağının yanında, yavrulu bir
köpek yatar. Adı Fındıktır. Fındık fındık deyince kuyruğunu sallar…üç kere
Cimbakuka fındık diyecek.”761 Biraz zorlanmakla birlikte evi bulan Bedros,
parolayı söylemesi üzerine içeri alınır. Evin içine dair ayrıntılar yazar-
anlatıcının dikkatiyle şöyle tasvir edilmiştir: “Derince bir taşlık…Sokak
üstündeki odanın bitişiğine girdiler. Kadın masaya idareyi bırakarak…çıktı.
Burası küçükçe bir yatak odasıydı. Karyola, aynalı dolap, tavanda
abajuru kırık bir lamba vardı;”762
Aksaray’daki ev, Emine’yle özdeşleşmiştir. Bedros ve Melek (Emine)’i
bir araya getiren bu ev, sadece Melek (Emine)’in arzusuna ulaşmasını
sağlamıştır. Fakat Melek’in gerçek kimliğinin ortaya çıkmasıyla Bedros’un
eski haline dönebilmesine de zemin oluşturmuştur.
Bedros’un yaşadığı dünya ile Emine’nin temsil ettiği çevre arasında tam
bir tezat vardır. Büyük depremden önce Kumkapı ile Kuyumcular çarşısı,
sonrasında ise Bakırköy ile dükkanını taşıdığı han arasında sürdürdüğü
hayat, kahraman için düzeni ifade ederler. Beyoğlu ve Aksaray gibi semtlerde
tersi hakimdir. Bu sebeple, Bedros evi ile işi arasında takip ettiği yolu
değiştirip Aksaray’a gittiği gün Melek (Emine) tarafından tuzağa düşürülür.
2.2.ç.Zaman
Kuyumcunun Havalanması hikayesinde yazma zamanı 1933 yılıdır.
Olay zamanı ise, yazma zamanından farklıdır ve geçmişe aittir.Olay
zamanına dair en önemli ipuçları ise, Alman kralının İstanbul’a gelişinden
(1889)763 ve büyük depremden (1894) söz edilmesidir. Bu olayların varlığı,
olay zamanının hangi yıllara ait olabileceğini sezdirir. Hikayenin başlangıç
bölümünde Bedros’u tanıtırken Alman kralının gelişinden söz edilmesi
vakanın geçmiş zamanına aittir. Büyük depremden söz edildikten hemen
sonra Bedros’un Melek(Emine)’le karşılaşma zamanına“Gel zaman, git
761
Tef. no. 13, 21 Mart 1933
762
Tef. no. 13, 21 Mart 1933
763
O dönemde Alman kralı İstanbul’a iki kez gelmiştir. Hikayede 1889 ve 1898 tarihlerindeki
bu ziyaretlerden birincisi kastedilmektedir. Çünkü vaka kronolojiktir.
340
zaman, aradan bir, iki sene geçti.” ifadesiyle başlanması ise, asıl olay
zamanının 1895 veya 1896 yılı olduğunu gösterir.
Hikayede temayı şekillendiren vaka, yaklaşık iki haftalık bir zamana
yayılmaktadır. Melek(Emine)’in Bedros’un dükkanına ilk kez gelişiyle
Bedros’un onun gerçekte kim olduğunu öğrenmesi arasında geçen zaman bu
iki haftadan ibarettir. “Mayısın parlak, güneşli, cana can katan günlerinden
biri…Öğle ile ikindi arası..”764 bir vakitte başlayan olay, “İki gün geçmişti. yine
öğleden sonra ayni vakit..”765, “Ertesi günün ikindi suları”766, “Melek hanım bir
hafta on gün görünmez.”767 cümlelerindeki zaman ifadeleriyle ileriye doğru
akar ve bir gece “Yatsı ezanı okunuyor”768 iken Bedros’un kendisine tarif
edilen eve gitmesi ve gerçeği öğrenmesiyle son bulur. Zamana dair verilen
ayrıntılar sezdirici mahiyette olup açık ve kesin değildir.
Hikayede olay zamanı, II. Abdülhamit devridir. Fakat devre dair
herhangi bir değinme söz konusu değildir. Varolan tarihî ayrıntılar ise, olay
zamanını tespit etmeğe yöneliktir.
2.3.Tema
Kuyumcunun Havalanması hikayesinde tema, akıl-his karşılaşması
etrafında dikkatlere sunulur. Söz konusu tema gayri meşru kadın-erkek
ilişkileri çevresinde işlenmiştir.
Tema vasıtasıyla yazarın anlatmak istediği aklın kontrolünde hareket
etmenin gerekliliğidir. Hislerine yenik düşen insan, beklemediği ve kendisini
zor duruma düşüren olaylarla karşılaşabilir. Ayrıca “her şeyi bilirim”
iddiasında olmak insana aşırı özgüven vereceğinden kolay hata yapmasına
neden olabilir.
Hikayenin mesajı, aklını devre dışı bırakarak sadece arzu ve
heveslerinin peşinden koşan insanın bundan maddî manevî zarar
görebileceği yönündedir.
764
Tef. no. 9, 17 Mart 1933
765
Tef. no. 10, 18 Mart 1933
766
Tef. no. 10, 18 Mart 1933
767
Tef. no. 11, 19 Mart 1933
768
Tef. no. 13, 21 Mart 1933
341
2.4.Dil ve Anlatım
Hikaye yazar-anlatıcı tarafından anlatılmakta olup ilahî bakış açısı
kullanılmıştır.Yazar-anlatıcı olay örgüsünün dışında ve üstünde olmakla
birlikte varlığını “uzatmayalım..”769 “Pardon, odaya girmeden Siranoş hanımın
daha işi var.”770, “Bedros efendi’nin fransızcada da behresi olduğunu
söylemiştik.”771 gibi ifadelerle açıkça belli etmektedir. Bu, Sermet Muhtar’ın
diğer eserlerinde de karşımıza çıkan bir üslûp özelliğidir.
Hikayede Bedros’un kişiliğiyle bağlantılı olarak ön plana çıkan bazı dil
ve anlatım hususiyetleri dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki, Bedros’un Ermeni
olması nedeniyle, kendisinin ve ailesinin konuşma dilindeki farklılıktır. Yazar,
bu kişileri konuşmalarındaki nüanslarla vererek, eserdeki gerçeklik
duygusunu arttırmıştır. Siranoş’un “Mayrik ben de balık etmişim, soğan
etmişim, sarımsak dişlemişim; koku almoorum. Sen almoorsun, karşındaki
tilki kıyakına aloor; bu kadının eli sası sası kokoor deyip burnunu yakaloor,
yanına da ağız dolusu tükürük boşaltoor da haberin yok.”772 şeklindeki
konuşma biçimi onu canlı bir kişilik haline getirmede oldukça etkili olmuştur.
Bedros’un “Affınıza mağruran beyan edeyim ki Osmanlı literatürüne kesbi
vukuf peyda ettiğimden naşi müftehirim. Söz icabı, fırsant işmar edinces, bazı
bazı hırtlağımın kökünden dilimin ucuna antika bir kelam kayıyor. Yutayım
deorum, yutamıyorum. Güçün yettiği kadar deh! çüş! de; itoğlu it gerisin geri
gitmoor. Ben de takat kalmayınca işte o kıyak kelâmı, balgam gibi dışarı
773
atorum.” diye konuşturulması ise, onu hem Siranoş gibi etnik kökeni
açısından daha canlı ve gerçekçi kılmış hem de psikolojik özelliklerinde
varolan bilgiçliğin somutlaştırılmasını sağlamıştır.
Hikayede Bedros’un ruhsal özelliklerini gösterme yoluyla verebilmek için
onun ağzından çok sayıda “yalancının evi yanmış kimse inanmamış, üzüm
üzüme baka baka kararır, kişi akranından örnek alır, derviş hangi mahalde ki
gece eder orası onun sarayıdır, çok yaşayan cahil çok gezen alim” gibi
769
Tef. no. 13, 21 Mart 1933
770
Tef. no. 7, 15 Mart 1933
771
Tef. no. 3, 11 Mart 1933
772
Tef. no. 8, 16 Mart 1933
773
Tef. no. 2, 10 Mart 1933
342
2.5.Anlam ve Yorum
Kuyumcunun Havalanması hikayesi kişi, zaman ve mekan unsurları
açısından değerlendirildiğinde okuyucuya mesajlar verebilmekte, okuyucuyu
etkileyebilmektedir. Bu, yazarın bakış açısı ve üslûbu sayesinde mümkün
olmaktadır. Hikayenin uyandırdığı gerçeklik hissi de bu durumu
desteklemektedir.
Olay örgüsü, ele alınan devrin birtakım özelliklerinin hikayeye alınması
nedeniyle, okuyucuda gerçeklik duygusu uyandırmaktadır. Ayrıca, şahıs
kadrosundaki kişilerle ilgili olarak eklenen resimlerin somutlaştırıcı ve
yönlendirici bir etkisi de vardır. Hikaye kişilerini gösteren resimleri yazarın
çizmiş olması ayrıca önemlidir. Çünkü okuyucu metni okurken kişileri özgürce
hayal etmek şansına sahip değildir. Onun yerine yazarın hayal ettiği, çizdiği
ve kendisine sunduğu örnekleri dikkate almak durumunda bırakılarak
yönlendirilmiştir.
Hikayedeki olay zamanı (II. Abdülhamit devri, 1895-6), yazma zamanı
(1933) ve okuma zamanı arasındaki büyük farklılığa rağmen, temanın
güncelliğini koruduğu, hikayenin bugüne dair mesajlar içerdiği görülmektedir.
Buna göre, meşru yoldan bir kez bile ayrılan kişi kendisiyle çatışmaya
düşebilir ve zor durumda kalabilir. Yazar hikaye vasıtasıyla okuyucunun bu
774
Tef. no. 2, 10 Mart 1933
775
Tef. no. 11, 19 Mart 1933
343
3.Hanımefendi’nin Havalanması
3.1.Tanıtım
Eski Hikayeler serisinin üçüncü hikayesi olan Hanımefendi’nin
Havalanması, Akşam gazetesinde 23 Mart 1933- 8 Nisan 1933 tarihleri
arasında, on dört sayı halinde, tefrika edilmiştir.
Hanımefendi’nin Havalanması ile ilgili olarak 22 Mart 1933 tarihli Akşam
gazetesinde “Eski Hikayeler Hanımefendinin Havalanması Sermet Muhtar
Beyin “Kuyumcunun Havalanması” hikayesi bugünkü nüshamızda bitiyor.
Yarından itibaren muharririn; Hanımefendinin Havalanması isminde yeni bir
hikayesini dercetmeğe başlıyacağız. Karilerimizin bu hikayeyi de diğerleri gibi
zevkle merakla takip edeceklerine eminiz.”776 şeklinde bir tanıtım yazısı
çıkmıştır. Ayrıca gazetenin 28 Mart 1933 tarihli nüshasında tefrikanın sayfa
numarasındaki değişiklik duyurulmuştur.777
Hikayede Sermet Muhtar’ın çizmiş olduğu toplam 11 resim
yayımlanmıştır. Dipnot ve ara başlıklara yer verilmemiştir. Sadece ikinci ve
üçüncü tefrikaların başında bir önceki günün özeti vardır.
776
Akşam, 22 Mart 1933, s. 2.
777
Akşam, 28 Mart 1933, s. 2
344
3.2.Yapı
3.2.a.Olay Örgüsü
Hanımefendi’nin Havalanması hikayesinde olay örgüsü, yaşlı bir adam
olan Gazanfer Paşa’nın kendisinden çok genç olan Gamze ile evlenmesi
etrafında gerçekleşen olay parçalarının metnin teması etrafında
birleşmesinden oluşur. Gazanfer Paşa’nın odalığı Gamze ile nikahlı karısı
Gamze arasında fark vardır. Yapıyı ve temayı oluşturan temel çatışma da
buradadır.
Hikayede olayların gelişimi şu şekildedir:
1)Gazanfer Paşa’nın eşinin çocuğu olmadığı için Gamze’yi odalık
alması
2) Gazanfer Paşa’nın eşinin ölmesi
3) Gazanfer Paşa’nın Gamze’yi nikahlaması
4)Gamze’nin konağın bahçıvanı Şaban Ağa ile ilişki kurması
5) Gazanfer Paşa’nın ölmesi
6)Gamze’nin Şaban Ağa ile nikahlandığı gün onun kendisini aldattığını
öğrenmesi
Hanımefendi’nin Havalanması hikayesinde, hikayenin kahramanı
Gamze’nin kendisiyle çatışması söz konusudur. Bunun sebebi, Gamze’nin
kişisel özellikleridir. Çatışma, onun odalık olduğu dönemdeki ruhsal
özellikleriyle, evin hanımı olduğu dönemdeki ruhsal özelliklerinin karşı karşıya
gelmesiyle ortaya çıkmaktadır. Gamze, Gazanfer Paşa’nın eşi oluncaya
kadar konaktan dışarı çıkmayan, Paşa’ya hizmet eden, ağzı var dili yok biri
görünümündedir. Aslında konağa geldiği günden beri üzüntü ve azap
içindedir. Fakat bunu çevresine pek belli etmez. Duygularını kontrol altında
tutar. Hanımefendi’nin ölümünden sonra meydana çıkan Gülendam’ın
yönlendiriciliğinde, önce Paşa’nın kendisini nikahlamasını sağlayan Gamze,
daha sonra hızla değişir. Etrafına emirler yağdıran, kibirli ve muhteris bir
hanımefendiye dönüşür. İçgüdüsel bir biçimde cinsel arzularına göre hareket
etmeğe başlayan Gamze, başlangıçtaki kontrollü ve mütevazı halinden
tamamen uzaklaşarak kendisiyle çatışır.
345
çatışma
Gamze Gamze
3.2.b.Kişiler
Hikayenin olay örgüsündeki aslî kişiler Gamze, Gazanfer Paşa, Şaban
Ağa ve Gülendam’dır. Hanımefendi, Mannik Dudu, Anber Ağa ve Şahin Ağa
hikayenin yardımcı kişileridir.
Gamze
Gamze, olay örgüsünün asıl kişisidir.
Olay örgüsünün başında yazar-anlatıcı tarafından Gamze’nin odalık
alındığı dönemdeki fiziksel özellikleri şöyle tasvir edilmiştir: “Odalık hanım,
18-20 yaşlarında, ay çehreli, uzun boylu, ince belli, sülün endamlı bir Çerkes
dilberi.”778 Aradan geçen yıllara bağlı olarak Gamze’nin özellikleri “Yirmi
beşini aştıktan sonra vücudu daha anaçlaşmış, göğsü kalçaları daha
genişlemiş, siması daha taravetlenmişti.”779 ve “Endam, günden güne alıp
vermede…Levent gibi boy, palûze gibi göğüs, incecik bel…Ya çehresi…Hilal
kaşlar, ahu gözler, hurma burun, hokka ağız…Hele yanaktaki gamzelere gel
de dayan…”780cümleleriyle yine yazar-anlatıcı tarafından tasvir edilmiştir.
Gamze’nin fiziksel özelliklerinin zaman içinde gittikçe daha güzel ve
cazip hale gelmesine paralel olarak ruhsal özelliklerinde de büyük değişimler
olmuştur. Odalık alındığı dönemle konağın hanımefendisi olduğu zamana
dair özelliklerini yazar-anlatıcı “O ağzı var dili yok, boynu bükük Gamze
gitmiş, yerine burunu kaf dağında, vardakosta bir Gamze hanımefendi
gelmiş.
778
Sermet Muhtar: Hanımefendinin Havalanması, Tef. no. 3, Akşam (25 Mart 1933), 7.
779
Sermet Muhtar: Hanımefendinin Havalanması, Tef. no. 3, Akşam (25 Mart 1933), 7.
780
Tef. no. 6, 28 Mart 1933
346
Başka iş güç yok; dert gün giyim kuşam süs püs, tel pul…Dirhem
dirhem satış, kurum kurum kuruluş, süzüm süzüm süzülüş…”781 cümleleriyle
karşılaştırmalı olarak dile getirmiştir.
Gamze’deki asıl değişim “Her bahiste, sıra getirip erkek lakırdısı açma;
delikanlılardan, yakışıklı beylerden tutturma”782sıyla ortaya konmuştur.
Soyunup ayna karşısında uzun uzun kendini seyretmesiyle somutlaşan cinsel
açlık belirtileri, artık su yüzüne çıkmaya başlamıştır. Önce soyunup dökünüp
pencere karşısına geçerek komşu konaklardaki genç beylerle işaretleşen
Gamze, daha sonra konağın bahçıvanı Şaban Ağa’yla yakınlaşmıştır.
Hikayede, arzu eden fonksiyonuyla ortaya konan Gamze, yaşlı bir adam
olan kocası Gazanfer Paşa ile anlaşma halindedir.Gamze’nin Paşa’yı arzu
etmemesine rağmen aralarındaki ilişkinin görünüşte sorunsuz devam
etmesinin nedeni, Paşa’nın maddî imkanı ve Gamze’nin her istediğini
yapmasıdır.
Gazanfer Paşa
Gazanfer Paşa, hikayedeki aslî kişilerden biridir.
Olay zamanının başında 70 yaşına merdiven dayamış olan Gazanfer
Paşa, “Sessiz sadasız, içinden pazarlıklı, ak sakallı, kısa boylu nahif yapılı bir
zat”783tır.
Anadolu’da, Rumeli’de ve Arabistan’da gitmediği mutasarrıflık
kalmamış, en sonunda valiliklerde bulunurken bir tanıdığı vasıtasıyla
İstanbul’a adım atabilmiştir. Paşa’nın çocuğu olmamıştır. Bu nedenle,
İstanbul’a gelince bir odalık almış, ancak onun da çocuğu olmamıştır.
Gazanfer Paşa’nın hikayedeki fonksiyonu, maddî imkanı temsil
etmesiyle ortaya çıkmaktadır. Onun, yaşadığı konakla birlikte maddî imkanı
temsil etmesi, hikayenin olay örgüsünü şekillendirmiştir.
Paşa’nın hikayede anlaşma halinde olduğu kişi karısı Gamze’dir.Paşa
tarafından arzu edilen Gamze’nin bir başkasını arzulaması nedeniyle
aralarındaki anlaşma sadece görünüşte kalmıştır.
781
Tef. no. 6, 28 Mart 1933
782
Tef. no. 6, 28 Mart 1933
783
Tef. no. 1, 23 Mart 1933
347
Şaban Ağa
Şaban Ağa, olay örgüsünün aslî kişilerinden biridir.
Yazar-anlatıcı Şaban Ağa’nın fiziksel özelliklerini “Başında kalıplı fes;
yüzünde sinekkaydı traş; yengeç bacağı bıyıklar; kolalı yaka; ipek
boyunbağı…Ütülü redingot; gıcır gıcır potinler; yanardöner mendilde tefarik
lâvantası; setrenin cebinde armai Osmanîli tabaka; tabakanın içinde kalıp
sigarası…”784şeklinde anlatmaktadır.
Şaban Ağa’nın ruhsal özellikleri ise, “Öyle hin oğlu hinlerden ki…”785 ve
“Tedbirli, kurnaz, can verip sır vermiyen takımdan...Bilmediği de yok.
Harekesiz ceride yazısını bile söküyor, beyitler meseller söylüyor, iskambilde,
dokuz taşta karşısına çıkanı matediyor.”786 cümleleriyle tasvir edilerek olay
örgüsünün biçimlenmesindeki rolü ortaya konmuştur.
Şaban Ağa hikayede, arzu edilen fonksiyonunu taşımaktadır. Yakışıklı,
genç ve ulaşılabilir olması nedeniyle Gamze tarafından arzu edilen Şaban
Ağa, genç kadına karşılık vererek aralarındaki ilişkinin anlaşma halinde
ortaya çıkmasını sağlamıştır. Fakat onun, aslında başka şeylerin peşinde
olabileceği ruhsal özellikleri vasıtasıyla sezdirilmiş, nitekim hikayenin
sonunda Şaban Ağa’nın Gamze’yi değil de, onun sahip olduğu maddî imkanı
arzuladığı ortaya çıkmıştır. Bu da, aralarındaki anlaşmayı çatışmaya
dönüştürmüştür.
Gülendam Hanım
Gülendam Hanım, hikayenin aslî kişilerinden biridir.
45-50 yaşlarında olan Gülendam Hanım’ın fiziksel ve ruhsal özelliklerini
yazar-anlatıcı “saçlarında sarı boya, gözlerinde kuyruklu sürme, yüzünde kat
kat pudra..Lakırdıcı mı lakırdıcı, şen mi şen, mizaçkir mi mizaçkir…Üstelik
kurnaz mı kurnaz..”787 cümleleriyle tasvir etmiştir.
Gülendam Hanım Gamze’nin değişmesinde birinci derecede rol
oynayan kişidir. Bu nedenle, onun hikayedeki fonksiyonu, yönlendirici-
yardımcı olarak ortaya çıkmaktadır. “Sultan gibisin, huri gibisin kadınım.
784
Tef. no. 9, 31 Mart 1933
785
Tef. no. 9, 31 Mart 1933
786
Tef. no. 10, 1 Nisan 1933
787
Tef. no. 5, 27 Mart 1933
348
Emret, kumanda et, her sözünü yaptırt!... Bunağa bir an evvel nikahı
kıydırsana!.. Hiç değilse, pinpon iki gözünü kapadığı vakit biraz yüzün güler;
mala mülke, maaşa konasın”788 şeklindeki sözleri onun bu fonksiyonunu
açıkça göstermektedir. Dolayısıyla Gülendam Hanım ile Gamze arasında tam
bir anlaşma vardır.
3.2.c.Mekan
Hikayede fonksiyonları itibariyle öne çıkan belli başlı mekanlar Gazanfer
Paşa konağı ile Gülendam Hanım’ın Davutpaşa’daki evidir.
Gazanfer Paşa Konağı
Olay örgüsünde merkezî mekan Gazanfer Paşa’nın konağıdır. Yazar-
anlatıcı tarafından konak tasvir edilmemiş, sadece harem, selamlık, limonluk
gibi mekanın bölümlerinden ismen bahsedilmiştir.
Konak maddî imkanı temsil etmektedir. Dolayısıyla içindekilere refahı
sunmaktadır. Konak, sağladığı zenginlik nedeniyle Gazanfer Paşa’yla
özdeşleşmiştir. Maddî imkanla birlikte, arzu ve isteklerine de kavuşmak
isteyen Gamze, bunun için konaktaki pencereleri ve özellikle bahçeyi
kullanmıştır. Onun yeni kişisel özelliklerini sergilediği yer ise, özellikle
konağın bahçesi olmuştur. Bahçe, Gamze’nin Şaban Ağa ile gayri meşru
ilişkisinin sürdürülmesine zemin teşkil eden yer fonksiyonunu icra etmektedir.
Bu ilişkinin daha tehlikesiz bir biçimde sürdürülebilmesi için ortaya çıkan
ikinci mekan Gülendam Hanım’ın Davutpaşa’daki evidir.
Gülendam Hanım’ın Davutpaşa’daki Evi
Olay örgüsünde üzerinde durulması gereken ikinci mekan Gülendam
Hanım’ın Davutpaşa’daki evinin bir odasıdır. Bu odayı yazar-anlatıcı
“Gülendam hanımın odası tıpkı tarifinin ayni: Pirinç karyola kurulu, tertemiz
yatak yapılı, gıcır gıcır çarşaf serili…Pencerelerde perdeler, ıstorlar; yerde
seccadeler, kilimler; tel dolapta kahve takımı, hatta minimini bir çay semaveri
bile mevcut..”789 cümleleriyle tasvir etmiştir.
788
Tef. no. 5, 27 Mart 1933
789
Tef. no. 12, 3 Nisan 1933
349
3.2.ç.Zaman
Hanımefendinin Havalanması hikayesinde yazma zamanı 1933 yılıdır.
Olay zamanı ise, yazma zamanından farklıdır ve geçmişe aittir. Olay
zamanının ait olduğu devrin en önemli ipuçları ise, Gazanfer Paşa’nın
İstanbul’da yalnız kalışı üzerine yazar-anlatıcının “burası taşra değil. Üç kişi,
bir araya gelirsek diye fellek fellek kaçıyor.”790şeklindeki ifadesi ve Şaban
Ağa’nın “Murat efendi ağavatından birine mensup bir kadının ikamet ettiği
haneye girmiş”791 olduğu yönünde jurnallenmesi nedeniyle zaptiyeye
götürülmesi ve bunun üzerine Gazanfer Paşa’nın Yıldız Sarayı’na
çağrılmasıdır. Bu iki ayrıntıdan olay zamanının II. Abdülhamit devrine ait
olduğu sonucu çıkmaktadır. Fakat yıla dair herhangi bir bilgi ya da ipucu
yoktur.
Hikayede vaka, zaman sırasına göre anlatılmıştır. Bu sebeple zaman,
kronolojik karakterlidir. Gazanfer Paşa’nın İstanbul’a gelişiyle başlayan olay
örgüsü, Gamze’nin kocası Şaban Ağa’yı Bayzar’la yakalamasıyla bitmektedir.
Zamana dair ayrıntılar “Beş altı sene geçmişti.”792 “Cumadan cumaya sekiz,
cumartesi dokuz, pazar on. Gülendam hanım, İzmire gideli tam on gün
olmuştu.”793, “Paşa, toprağa düştükten sonra birinci ay geçti; ikinci ay
nihayetlendi; üçüncü ay da tamamlanıp on gün de savulduktan sonra”794 gibi
ifadelerle belirtilmiştir. Zamana dair bütün bu ipuçları bir araya getirildiğinde
vakanın yaklaşık yedi sekiz yıla yayıldığı sonucu çıkmaktadır.
790
Tef. no. 2, 24 Mart 1933
791
Tef. no. 13, 4 Nisan 1933
792
Tef. no. 3, 25 Mart 1933
793
Tef. no. 7, 29 Mart 1933
794
Tef. no. 14, 8 Nisan 1933
350
3.3.Tema
Eserde tema, insanın elde ettiği ile yetinmemesi şeklinde dikkatlere
sunulur. Bu tema kadın-erkek ilişkileri çevresinde ele alınmıştır.
Yazar tema vasıtasıyla insanın doğası gereği açgözlü ve doyumsuz
olduğunu, arzu ve heveslerinin peşinde gitme eğiliminde bulunduğunu
anlatmak istemiştir.
Genel okuyucuya hitap eden yazar, eğer kişi arzu ve heveslerini kontrol
altına almazsa bundan zarar görebilir, pişmanlık duyacağı durumlara
düşebilir, mesajını vermektedir.
3.4.Dil ve Anlatım
Hikaye yazar-anlatıcı tarafından anlatılmakta olup ilahî bakış açısı
kullanılmıştır.
Sermet Muhtar’ın üslûp anlayışı gereği, yazar-anlatıcı olay örgüsünün
dışında ve üstünde olmakla birlikte varlığını gizleme gereği duymaz: “İyi hoş
amma, hanımefendi nisa tayfasından, kıyametleri koparmadı mı, ağzını
açmadı mı? diye sorarsanız cevabı: hanımefendi kıyametleri koparıyordu,
fakat neye biliyor musunuz?”795, “Latifeyi bırakalım, şayanı hayret değil mi,
odalığın konağa girmesi, kılını bile kıpırdatmamıştı..”796, “Uzun lafın kısası,
Lokman hekimin ye dediği nesne.”797, “Bu gidişin hangi encama ereceğini
kestirmek için, keramet sahibi olmağa hacet yok. Mesele, kör kör, parmağım
gözüne...”798, “Ne o?..A!.. diyerek küçük dilinizi mi yuttunuz? Ayol ortada
795
Tef. no. 3, 25 Mart 1933
796
Tef. no. 3, 25 Mart 1933
797
Tef. no. 6, 28 Mart 1933
798
Tef. no. 14, 8 Nisan 1933
351
örnek mi yok? Attan inip eşeğe binen yalnız bu taze dul mu?”799 gibi ifade
örneklerinde görüldüğü üzere, yazar-anlatıcı âdeta okuyucuyla sohbet
halinde olup bazı durumlarda kişi ve olaylar hakkında kanaatlerini de ortaya
koymaktadır. Yani tarafsız biri değildir.
Olay zamanının geçmişe ait olması nedeniyle yazar, hikayenin dilini
konuşma dili çerçevesinde oluştururken devrin orijinal “sıvırya, tabekey,
teşmil, vardakosta, redingot, potin, setre” gibi kelime, “koyundede, hinoğlu
hin, pişmiş aşa su katmak, arpacı kumrusu, kör kör parmağım gözüne,
aynagöz, minelbab ilelmihrab, dikiş kalmak, kahve döğücünün hık deyicisi,
pençikli esir, burnu kaf dağında, hımhımla burunsuz birbirinden uğursuz,
şeddeli eşek, bade harabülbasra, kel başa şimşir tarak yaraşmış müsteski
pinpona, şakak lalesi ” gibi deyim ve “yavaş atın tekmesi pek olur, yere bakar
yürek yakar, sabrın sonu selamettir, âşık âlemi kör etrafı duvar sanır” gibi
atasözlerinden bolca istifade etmiştir.
Hikaye ve romanlarındaki konuşma dilinde ağız özelliklerinden
yararlanan yazar, bu hikayede sadece bahçıvan Şaban Ağa’nın “Ulan,
gahbeliğin sırası değil, ağzını gapat garı!” şeklindeki konuşma biçiminde ve
Gamze’nin “efendim” yerine “effem” deyişinde söz konusu özelliğini
sergilemiştir.
Hanımefendinin Havalanması hikayesine çerçeve teşkil eden zaman
geniştir, fakat gösterme ve tasvirlere dayalı olarak anlatılan asıl olay zamanı
kısa tutulmuştur. Bu teknik yapı, yazarın diğer eserlerinde de karşımıza
çıkan bir anlatım özelliğidir. Sermet Muhtar vakanın zeminini özet olarak
anlattıktan sonra vakayı birdenbire başlatır ve kısa denebilecek bir sürede
hızla tamamlar. Nitekim bu hikayede, temanın şekillenmesi için birkaç ay
yeterli olmuştur.
3.5.Anlam ve Yorum
Hanımefendinin Havalanması hikayesinde yazar, okuyucuyu kolayca
yönlendirmek ve mesajını tam olarak iletebilmek için gözlemlerinden
799
Tef. no. 14, 8 Nisan 1933
352
4.Hacıbabanın Havalanması
4.1.Tanıtım
Eski Hikayeler serisinin dördüncü hikayesi olan Hacıbabanın
Havalanması, Akşam gazetesinde, 13 Nisan 1933- 28 Nisan 1933 tarihleri
arasında on altı sayı halinde tefrika edilmiştir.
Akşam gazetesinde hikayenin tefrika edilmeye başlanmasından önce iki
tanıtım yazısı yayımlanmıştır. Bunların içerikleri aynı olup “Hacıbabanın
Havalanması Perşembe gününden itibaren Sermet Muhtar beyin bu yeni
büyük hikayesini neşre başlıyacağız.
Hacıbabanın Havalanması on beş gün kadar sürecektir. Karilerimizin bu
hikayeyi de zevk ve merakla takip edeceklerine eminiz.”800 cümlelerinden
ibarettir.
Hikayede Sermet Muhtar’ın çizmiş olduğu toplam 9 resim
yayımlanmıştır. Dipnot ve ara başlıklara yer verilmemiştir. Sadece ikinci ve
üçüncü tefrikaların başında bir önceki günün özeti vardır.
4.2.Yapı
4.2.a.Olay Örgüsü
Hacıbabanın Havalanması hikayesinde olay örgüsü, dindar bir adam
olan Hacı Ebulâtif Efendi’nin Eftalya ile karşılaşması sonrasında ruhsal
özelliklerinde meydana gelen değişmeler üzerine kuruludur. Hacı Ebulâtif
Efendi Eftalya ile karşılaşıncaya kadar çevresinde mutaassıp özellikleriyle
tanınmıştır. Fakat Eftalya’nın cazibesine kapılarak tutum ve davranışlarını
değiştirmiştir. Yapıyı ve temayı oluşturan temel çatışma buradadır.
Hikayede olayların gelişimi şöyledir:
1)Hacı Ebulâtif Efendi’nin kandırılarak götürüldüğü evde Eftalya’yla
tanışması
2)Hacı Ebulâtif Efendi’nin Eftalya’ya aşık olması
3)Eftalya’nın Hacı Ebulâtif Efendi’yi kandırarak götürdüğü tiyatroda altın
kesesini çaldırması
800
Akşam, 11-12 Nisan 1933, s. 1.
354
çatışma
Hacı Ebulatif Efendi Hacı Ebulatif Efendi
4.2.b.Kişiler
Hikayenin olay örgüsünde yer alan aslî kişiler Hacı Ebulâtif Efendi ve
Eftalya’dır. Damacı Baltazar, Paytak Remzi, İskete İhsan, Sıtkı, Selman Bey,
Pangaltılı Ebruk, Kara Vergin, Sarı Rebeka, Anastasya ve Sürpik Hanım
hikayedeki yardımcı kişilerdir.
Hacı Ebulâtif Efendi
Hacı Ebulâtif Efendi, hikayenin merkez kişisidir.
Yazar-anlatıcı, Hacı Ebulâtif Efendi’nin fiziksel özelliklerini “Başında
Mekke tacı, arkasında dört peşli entari ile sof cübbe, elinde tesbih, ayağında
kaloş kundura bulunan, ufacık gözlü, seyrek sakallı, altmışlık bir hacıbaba”801
olarak tasvir etmektedir. Onun fiziksel özellikleriyle ilgili diğer ayrıntılar ise
gözlerine sürme çekmesi, saçına ve sakalına hacıyağı sürmesi ve boynunda
altın dolu bir torba taşımasıdır.802
Mesleği delillik olan Hacı Ebulâtif Efendi, İstanbul’daki paşa konaklarını
dolaşıp hacca gitmek isteyenlere kılavuzluk eden biridir. Gittiği konaklara
İstanbul’dan aldığı küçük hediyeler götürerek Arabistan’dan getirdiği hissini
uyandırır. Karşılığında konağa postu serip günlerce rahatına baktığı gibi,
giderken bir de para şeklindeki hediyeleri alır.
Hacı Ebulâtif Efendi’nin ruhsal özellikleri ise, sofu biri olması nedeniyle
dinî karakterlidir. O, abdestsiz yere bile basmayan, Allah’ın adını anmadan
adım atmayan, her şeyi haram ya da mekruh diye sınıflandıran ve günah
işlemekten ödü patlayan biridir.803
801
Sermet Muhtar: Hacıbabanın Havalanması, Tef. no. 1, Akşam (13 Nisan 1933), 7.
802
Tef. no. 14, 26 Nisan 1933
803
Tef.no. 5, 17 Nisan 1933
356
Başlangıçta Mekke’deki dört karısı dışında hiçbir kadına yan gözle dahi
bakmayı aklından geçirmeyen Hacı Ebulâtif Efendi, Eftalya ile karşılaşınca
değişir.
Hacı Ebulatif Efendi, başlangıçta aklı temsil ederken Eftalya’ya duyduğu
ilgi nedeniyle hissî davranmaya başlar ve arzusuna kavuşmak için her yolu
dener. Bu nedenle Hacı Ebulâtif Efendi, hikayede kendisiyle çatışmaktadır.
Eftalya ile karşılaşmadan önceki ve sonraki halleri arasında tam bir çatışma
vardır.
Hacı Ebulâtif Efendi’nin çatışma içinde olduğu bir diğer kişi ise, parasını
çalan Eftalya’dır.
Eftalya
Eftalya, hikayedeki aslî kişilerden biridir.
Lakabı “çakır” olan Eftalya’nın fiziksel özellikleri, Hacı Ebulâtif Efendi’nin
dikkatiyle sunulmuştur. Buna göre Eftalya’nın“ badiye gazalleri gibi gözleri,
hurma gibi burunu, keyfiye saçakları gibi saçları, deve sütü rengindeki teni,
genç kısrakları andıran çevikliği…”804 vardır.
Beyoğlu’nda ev işleten Sürpik Hanım’ın sermayelerinden biri olan
Eftalya’nın diğer özellikleri ise, yazar anlatıcı tarafından şöyle tasvir edilmiştir:
“Çakır Eftalya, 35 kırklık, gün görmüş, bir aralık Beyrutta, Şamda pala çalarak
çatra patra arapçayı da öğrenmişti. Şen şakrak, enine boyuna bir kodamandı.
Neşelilikte, eğlencede öteki kızlar onun yanında sandal olamazdı.”805
Kendisini arayıp bulan Hacı Ebulâtif Efendi’nin boynundaki altın
kesesini gören Eftalya’yı, Sürpik hanım “gözünü aç Çakır!..İşve, cilve, allem
kalem, herifi yolmağa bak”806 diyerek yönlendirir. Gerçi “Eftalya da az mı ya?
Kaç senedir bu dere tepede küheylan oynatanlardan; en halis Balkan
kaşarına: (Benim yanımda kaç para edersin?) der gibi dudak
bükenlerden.”807dir. Nitekim Hacı Ebulâtif Efendi’ye bir tuzak kurarak
boynundaki altın kesesiyle sırra kadem basar.
804
Tef. no. 13, 25 Nisan 1933
805
Tef. no. 9, 21 Nisan 1933
806
Tef. no. 15, 27 Nisan 1933
807
Tef. no. 15, 27 Nisan 1933
357
4.2.c.Mekan
Hikayede fonksiyonları itibariyle öne çıkan belli başlı mekanlar Selman
Bey’in konağı, Sürpik Hanım’ın evi ve Odeon tiyatrosudur.
Selman Bey’in Konağı
Olay örgüsündeki birinci mekan Selman Bey’in babasından kalan
konaktır.
Hacı Ebulâtif Efendi’nin her sene geldiği konak, asıl sahibi paşanın
ölümü üzerine dört ay önce el değiştirmiş paşanın tek çocuğu olan Selman
Bey’e geçmiştir. Konak Hacı Ebulâtif Efendi’nin dikkatiyle okuyucuya
sunulmuştur. Hacı Ebulâtif Efendi’nin, konakla ilgili tespitleri “Konak ne
zamandanberi, her sene başvurduğu, günlerce kaldığı ayni konak. İşte, iki
sıra limon saksıları dizilmiş taş merdiven…İşte selamlık sofası…Sofada,
üstleri armai osmanîli çifte aynalar…İşte sağdaki duvarda Beykoz kasrının
resmi, karşısında (kufi) yazılı levha.
Kapısında durduğu ve yabancı sesler duyduğu odaya bakıyordu. Ayni
oda. İstanbula her gelişinde paşa efendiyle karşı karşıya oturduğu köşe…Diz
kurup arapça kasideler, Mekke, Medine ilahileri okuduğu minder. Paşanın
vecde gelipte (ya hay!) diye nara attığı koltuk…Hacı yadigârlarını birbir
serdiği devrim masa…”808 cümleleriyle ortaya konulmuştur.
Hacı Ebulâtif Efendi’ye göre, konakta her şey yerli yerinde olmakla
birlikte farklılaşan bir şeyler vardır. Bunun nedeni, paşanın ölümüyle birlikte
oğlu Selman Bey’in sürdürdüğü mirasyedi hayatıdır. Dolayısıyla konağın
fonksiyonu değişmiştir. O zamana değin konak halkı tarafından saygıyla
karşılanan Hacı Ebulâtif Efendi, artık ciddiye alınmamaktadır.
808
Tef. no. 1, 13 Nisan 1933
358
809
Tef. no. 8, 20 Nisan 1933
359
4.2.ç.Zaman
Hacıbabanın Havalanması hikayesinde yazma zamanı 1933 yılıdır.
Olay zamanı ise, yazma zamanından farklıdır ve geçmişe aittir. “Yıldız veya
810
Tef. no. 8, 20 Nisan 1933
360
Serencebey yokuşlarını, şimdiki sokak koşucuları gibi, hiç mola vermeden bir
solukta çıkar.”811 cümlesindeki “şimdiki sokak koşucuları gibi” ifadesi yazma
zamanı ile olay zamanı arasındaki farklılığı somut olarak göstermektedir.
Hikayenin yazma zamanında ve muhtemel okuma zamanlarında artık
geçerliliğini yitirmiş bir zaman diliminden ve devir özelliklerinden söz
edilmekte olduğunu en iyi özetleyen örneklerden biri de Hacı Ebulâtif
Efendi’nin yaptığı delillik işidir. Delil, hacca gidenlere kılavuzluk eden kişiye
denir ve yazar-anlatıcı delilliği şöyle açıklamaktadır: “Delil, Mekkelidir;
Mekkelinin de halis muhlisi, su katılmamışı…Hacı namzedi kararı verdi mi
mesele halledilmiş, delil efendi de muratlarından birine ermiş demekti.
O günden itibaren o kimsenin de delili idi. Kuru kuruya, yalnız sevaba
ortak olunmaz ya, kese şerikliği de lazım. Binaenaleyh, namzet efendi keseyi
açar, delil efendi de, elini daldırıp daldırıp çeker…”812
Olay zamanına dair en önemli ipuçları ise, Konkordiya, Kristal, Odeon
gibi tiyatro ve eğlence yerlerinin varlığıdır. Bu yerler, 19. yüzyıl sonları ya da
20. yüzyıl başlarını çağrıştırmaktadır.Olay zamanı için seçilen devrin ayırıcı
niteliği, gelenekselden Avrupaî tarza geçişin yaşanıyor olmasıdır.
Hikayede takvime bağlı zamanı yıl, ay ya da gün şeklinde belirtecek
herhangi bir ayrıntı söz konusu değildir.Olay zamanının toplam üç güne
yayıldığı bilgisini ise, olay örgüsünün kronolojik ilerleyişinden ve akşam,
sabah, ikindi ayrımlarını gösteren “Tanyeri ağarmağa başlarken kendini
attı.”813, “Hava kararmış lambalar yanmıştı.”814, “Gündüz olmuş; her taraf
günlük güneşlik”815 gibi ifadelerden çıkarmak mümkündür.
4.3.Tema
Eserde tema akıl-his karşılaşması etrafında dikkatlere sunulur. Bu tema
gayri meşru kadın-erkek ilişkileri çevresinde işlenmiştir.
811
Tef. no. 2, 14 Nisan 1933
812
Tef.no. 1, 13 Nisan 1933; Tef. no. 2, 14 Nisan 1933
813
Tef. no. 14, 26 Nisan 1933
814
Tef. no. 15, 27 Nisan 1933
815
Tef. no. 16, 28 Nisan 1933
361
4.4.Dil ve Anlatım
Hikaye yazar-anlatıcı tarafından anlatılmakta olup ilahî bakış açısı
kullanılmıştır.Yazar-anlatıcı olay örgüsünün dışında ve üstünde olmakla
birlikte varlığını “Delil nedir mi diyeceksiniz? Öyle ya, bu da pılıyı pırtıyı
toplamış, masal olmuş antikalardan. Nasraddin hoca hesabı, (bilenler
bilmiyenlere öğretsin!) deyip yakayı sıyırmak var amma, lâkırdı lâzım ya,
delillik ne olduğunu anlatalım bari.”816, “Dedik ya, Hacıbaba kendinde
değildi.”817, “Tuhaf değil mi, Hacıbaba hâlâ oralı değil.”818, “Hacıbaba kaçın
kurası? O saniye işi çakmıştı.”819, “Eftalya da az mı ya?”820 ve
“Uzatmayalım…”821 gibi ifadelerle açıkça belli etmektedir. Meddah tarzı
anlatımın bir işareti olan bu söyleyiş özellikleri, yazarın üslûbunu ortaya
koymaktadır.
Hikayenin bazı kişilerinin kişiliğiyle bağlantılı olarak ortaya çıkan dil
özellikleri dikkat çekmektedir. Hacı Ebulâtif Efendi’nin “Lâ vallah sümme
billâh, meseleden benim malûmat yok…Vay başa vay, sen de âzim oldun
ha…Ellah ellah!..Ya başa, canına gani gani rahmet olsun…Huriler, gılmanlar
refikin olsun.”822 Arapça-Türkçe, Eftalya’nın “Vre kuzum, hepsiniz trelo oldu;
kalabalık lâf, kalabalık lâf, sabah olacak. Birakiniz şimdi alik ihtiyarı; baslasin
salgi, oynasin Ebrukakis…”823 Rumca-Türkçe, Sürpik’in “Madrabazın kim
816
Tef. no. 1, 13 Nisan 1933
817
Tef. no. 8, 20 Nisan 1933
818
Tef. no. 8, 20 Nisan 1933
819
Tef. no. 10, 22 Nisan 1933
820
Tef. no. 15, 27 Nisan 1933
821
Tef. no. 16, 28 Nisan 1933
822
Tef. no. 1, 13 Nisan 1933
823
Tef. no. 13, 25 Nisan 1933
362
4.5.Anlam ve Yorum
Hacıbabanın Havalanması hikayesi kişi, zaman ve mekan unsurları
açısından değerlendirildiğinde okuyucuya mesajlar verebilmekte, okuyucuyu
etkileyebilmektedir. Bu, yazarın bakış açısı ve üslûbu sayesinde mümkün
olmaktadır. Hikayenin uyandırdığı gerçeklik hissi de bu durumu
desteklemektedir.
824
Tef. no. 9, 21 Nisan 1933
825
Tef. no. 7, 19 Nisan 1933
363
5.2.Yapı
5.2.a.Olay Örgüsü
Zorla Güzellik Olmaz hikayesinde olay örgüsü, Selim ile karısı
Adviye’nin evlilikleri çevresinde gelişen olay parçalarının tema etrafında
birleşmesinden oluşur. Selim adı gibi sakin mizaçlı karısını bütün yönleriyle
seven birisidir. Adviye ise, Selim’in aksine huysuz, kavgası ve geçimsiz
biridir. Yapıyı ve temayı oluşturan temel çatışma da buradadır.
Hikayede olayların gelişimi şu şekildedir:
1)Selim’in karısını sindirmek için arkadaşı Cebbar’ı eve kiracı alması
2)Adviye’nin Cebbar’la anlaşarak kaçması
Zorla Güzellik Olmaz hikayesinde, hikayenin kişileri olan Selim ile
Adviye arasında çatışma vardır. Metnin temelinde varolan bu çatışma,
Selim’in kişisel özellikleriyle Adviye’nin kişisel özelliklerinden
kaynaklanmaktadır. Kötüyü temsil eden Adviye’nin hırçın ve kavgacı tabiatına
karşılık iyiyi temsil eden kocasının sakin ve yumuşak başlı olması
aralarındaki çatışmanın nedenini oluşturmaktadır. Adviye sürekli kocasını
azarlayarak, hatta döverek baskın çıkmakta ve çatışmanın doğmasına neden
olmaktadır. Buna karşılık Selim, karısının bütün kabalıklarına ses
çıkarmayarak pasif kalmış, çözümü kendinde değil de başkasında görmüştür.
En sonunda Adviye’nin, kendisi gibi kötü olan Cebbar’la kaçması karı-koca
arasındaki çatışmayı çözümsüz bırakmıştır.
Hikayenin temel çatışmasını oluşturan birimler arasındaki ilişkileri
aşağıdaki şekilde şemalaştırabiliriz:
çatışma
Selim Adviye
5.2.b.Kişiler
Hikayenin olay örgüsünde yer alan aslî kişiler Selim, Adviye ve
Cebbar’dır. Cebbar’ın oğlu yardımcı kişidir.
Selim
Hikayenin aslî kişilerinden biridir.
365
826
Sermet Muhtar: Zorla Güzellik Olmaz, Akbaba, 99 (30 Teşrinisani 1935), 16.
366
Başka işi gücü yok, baş marifeti önüne gelene çıkışmak, edepsizlikle
herkesi susturmak ve yıldırmak.
Bay Cebbar’ın baş düşmanı kadınlardı; bilhassa şimdiki bayanlar.
Lâkırdıyı döndürüp dolaştırıp hep onlara getirir, gözünü yumup ağzını açar,
hepsini yerin dibine batırırdı.”827
Cebbar hikayede kötüyü temsil etmektedir. Arkadaşının eşini baştan
çıkarması ve onunla kaçması, onun Adviye ile anlaşma halinde, Selim ile
çatışma halinde olduğunu göstermektedir.
Cebbar’ın Adviye’yi dövmesine rağmen, aralarındaki anlaşma halinin
devam etmesi, ikisinin de kötü ortak fonksiyonunda birleşmeleri nedeniyledir.
5.2.c.Mekan
Hikayede sadece iki mekan vardır. Bunlar Selim ile Adviye’nin evi ve
Cebbar ile Adviye’nin taşındıkları evden ibarettir.
Hikayedeki birinci mekan Selim ile Adviye’nin İstanbul Kızıltoprak’taki iki
katlı bahçeli evidir. Eve dair ayrıntılar sadece, metnin satır aralarında geçen
sandalye, minder, yorgan, karyola gibi bazı eşyaların adının geçmesinden;
alt katta iki odalı, ayrı kapılı bir bölümün olması ve bahçede yemiş
ağaçlarının, asma koruklarının bulunmasından ibarettir.
Söz konusu ev, hikayenin kişilerini bir araya toplayan ve aralarındaki
anlaşma ya da çatışmaya zemin hazırlayan yer konumundadır.
Hikayedeki ikinci mekan, Cebbar ile Adviye’nin Aksaray’ın kuytu bir
mahallesinde kiraladıkları evdir. Bu evin fonksiyonu olumsuz kişisel
özelliklere sahip iki kişiyi bir araya getiren yer olmasıyla ortaya çıkmaktadır.
Geçimsizliklerine rağmen ev, onların anlaşma halini sergilemektedir.
Mekana dair ayrıntılar yazar-anlatıcının dikkatiyle sunulur.
5.2.ç.Zaman
Hikayede yazma zamanı 1935 yılıdır. Olay zamanı ise, yazma zamanı
ile paralellik gösteren bir zamandır. Dolayısıyla hikayede zaman, geçmişe ait
827
A.g.y, s. 16.
367
değildir. Cumhuriyet Türkiyesine ait bir dönem ele alınmıştır. Bunu, “Bay-
Bayan” şeklindeki saygı sözlerinden ve kişilerin yaşama biçimlerinden
anlamak mümkündür.
Olay zamanı kronolojik olarak ilerlemekle birlikte, zamanın ne kadar
süreye yayıldığı belli değildir. Hikayedeki zaman ifadeleri “günler geçip, ertesi
akşam, dün” gibi belirsiz kısa ifadelerden ibarettir.
5.3.Tema
Eserde tema iyi-kötü karşılaşması etrafında dikkatlere sunulur. Karı-
koca ilişkileri bağlamında işlenen tema vasıtasıyla yazarın anlatmak istediği
ikili ilişkilerin sağlıklı ve sürekli olabilmesinin ancak iki tarafın isteği ve
çabasıyla mümkün olabileceğidir.
Eserde tema aracılığıyla okura sunulan mesaj: İlişkilerin sürdürülmesi
iki tarafın arzusuna bağlıdır. Taraflardan birinin ilişkiyi devam ettirmek
istemesi yeterli değildir.
5.4.Dil ve Anlatım
Zorla Güzellik Olmaz hikayesi yazar-anlatıcı tarafından anlatılmıştır.
Dolayısıyla hâkim bakış açısı kullanılmıştır.
Hikayedeki “Adamcağız, zavallı adam, Zavallı Selim” ifadesinden yazar-
anlatıcının karşı karşıya gelenlerden Selim’in tarafını tuttuğu anlaşılmaktadır.
Bu da, onun taraflılığına işarettir. Yazar-anlatıcı “Tuhaf değil mi, ne biri, ne de
öbürü bir türlü torbadakileri ve foyayı meydana çıkarmıyorlardı.”828, “Adviyede
hiç oralı olma yok; zerre kadar öfke möfke arama; hatta gülümsemede.. daha
ister misiniz, koşup karşılamada”829 cümlelerinde ise varlığını açıkça belli
etmiştir.
Hikayede anlatım tekniği olarak daha çok göstermenin uygulandığı
görülmektedir. Bu durum, hikayedeki kişilerin özelliklerini konuşmaları
vasıtasıyla daha belirgin kılmakta ve olay örgüsünün akışını
hızlandırmaktadır.
828
A.g.e., s. 16.
829
A.g.e., s. 17.
368
Hikayede “ağız bir kat daha fora”, “fol yok yumurta yok”, “öfkesi
topukta”, “ateş püskürmek”, “yerin dibine batırmak”, “gözleri parlamak”,
“sarmısağı gelin etmişler kırk gün kokusu çıkmamış”, “ağız var dil yok”, “
firavun kesilmek”, “kafasına dank demek” ve “ecinniler top oynamak” gibi
deyimler ile “nefes nefese, hastalık mastalık, yalvara yakara, şaşkın şapalak”
gibi ikilemelerin kullanılması konuşma dilinin kullanıldığı hikayeyi dil
açısından daha zengin bir hale getirmektedir.
Bu hikaye, Sermet Muhtar’ın karakteristik üslûbunu kısmen örnekleyen
bir eserdir. Çünkü, genellikle olay zamanını geçmişten seçen yazar, buna
bağlı olarak dil ve üslûp özelliklerini de belirler. Zorla Güzellik Olmaz’da
yazarın üslûbundaki kimliğini belli etme ve konuşma dilinin özelliklerini
kullanma anlayışı dışındaki diğer özelliklerini görmek mümkün değildir.
5.5.Anlam ve Yorum
Zorla Güzellik Olmaz hikayesi kişi, mekan ve zaman unsurları itibariyle
okuyucuda gerçeklik hissi uyandıran bir yapıya sahiptir. Olay zamanının
yazma zamanıyla paralellik göstermesi, yazara vakanın günlük hayattaki
varlığını gözlemleme şansı vermektedir. Okuyucu açısından da durum
aynıdır.
Hikayedeki kötünün zorla iyi yapılamayacağı mesajı, sadece belirli bir
döneme değil, bütün zamanlara hitap etmektedir. Ayrıca kadın-erkek ilişkileri
üzerinden bu mesajın verilmiş olması, etkiyi daha da arttırmaktadır.
830
on bir sayı halinde tekrar yayımlanmıştır. Hikaye tefrika olarak kalmış
kitap halinde yayımlanmamıştır.
Akbaba dergisinde hikayenin tefrikasından önce bir tanıtım yazısı
yayımlanmış olup şöyledir: “34 Yıl Evvel Bir Donanma Gecesi Yazan:
Sermed Muhtar Abdülhamid devri…19 Ağustos, bir donanma
gecesi…Erenköyünde, Divanı Muhasebat azasından Zühtü Beyin köşkü
önünde..Bir tesadüf..Üsküdarda hala hanımın evi..Bir aşk gecesi..Sabah ilk
vapur..
Sermed Muhtar, 34 yıl evveline aid bir donanma gecesinin hatırasını ve
çok eğlenceli bir aşk macerasını, maziye ait fotoğraflarla canlandırarak
Akbaba için yazmıştır.
Dört beş nüsha kadar sürecek olan bu yerli hikayeyi, gelecek
sayımızdan itibaren, Akbabaya 4 sahife ilave halinde neşretmeğe
başlıyacağımızı okuyucularımıza müjdeleriz.”831
Hikayede üç resim ve üç fotoğraf yayımlanmıştır. Resimler O. Ural
imzalı olup olay örgüsündeki aslî kişilerin portrelerinden ibarettir. Fotoğraflar
ise, devrin göze çarpan kişilerinin donanmalarını göstermektedir. Bunlara
ilave olarak, eski donanma gecelerinin ertesi günü çıkan gazetelerdeki
ilanlardan bir örneğe yer verilmiştir.
Hikayede, dipnot ve ara başlıklara yer verilmemiştir.
6.2.Yapı
6.2.a.Olay Örgüsü
34 Yıl Evvel Bir Donanma Gecesi hikayesinde olay örgüsü, donanma
gecesinde güzel bir kadınla birlikte olmak isteyen Faik Bey ile onun bu
arzusunu kabul eden fakat gerçekleştiremeyen Maviş arasında gelişmektedir.
Faik Bey ile Maviş geceyi birlikte geçirmek konusunda anlaşırlar. Fakat
Maviş’in yanında getirdiği çocuk nedeniyle arzularına kavuşamazlar. Yapıyı
ve temayı oluşturan temel çatışma buradadır.
830
Hikayenin tahlilinde “34 Yıl Evvel Bir Donanma Gecesi” başlığı altında yayımlanan ilk
şekli dikkate alınmıştır.
831
Akbaba, 121 (2 Mayıs 1936), 13.
370
çatışma
Faik Bey Maviş
6.2.b.Kişiler
Hikayenin olay örgüsündeki aslî kişiler Faik Bey, Maviş ve Adviye’dir.
Vays Müler, Aynştayn, Kaptan Reşid ve Faik Bey’in halası hikayenin
yardımcı kişileridir.
Faik Bey
Hikayenin merkez kişisidir.
Lakabı “Koska güzeli” olan Faik Bey’in anlatma zamanındaki fiziksel
özelliklerini yazar-anlatıcı “Başındaki gümüşi fötr şapkasını eski usûle uyarak,
fesi sol kaşın üstüne yıkar gibi, yana eğdi ve kır bıyığına el attı, bir iki defa
burdu. Çapkın bir eda ile gözleri süzüldü.
Altmışını aşmış bir adamdı, amma yüzü hâlâ sıhhatli, pembe ve
kırışıksızdı. Taş çatlasa, … ellisinden fazla göstermiyordu. Üstünde hâlâ
371
erkek güzelliği ve halâveti, hattâ biraz delikanlı tığlığı bile vardı.”832 şeklinde
tasvir etmiştir.
Olay zamanında 25-30 yaşlarında olan Faik Bey’in, o zamanki fiziksel
özelliklerini ise, kahraman-anlatıcı olarak kendisi şöyle dile getirmiştir:
“Vaziyetim kılpranga; haza maça beyi…Kahküller pomatalı; saçlar lâvantalı;
bıyıklar Vilhelmkâri kalkık; yüzde sinekkaydı traş, maa bol pudra…Güvey
girecek damad benim yanımda solda sıfır kalır.”833
Faik Bey, II. Meşrutiyet’in ilanına kadar dahiliye mektubî nezareti
mümeyyizliğinde bulunmuş, rütbe-i saniye, sınıf-ı mütemayizi payesine
gelebilmiştir. Anlatma zamanında Bahçekapısı’ndaki vakıf hanlarından
birinde bulunan özel bir şirketin veznedarlığını yapmaktadır. Bu işe, genel
müdür Davutpaşa merkez rüştiyesinden beri arkadaşı olduğu için
kayırılmıştır.
Olay zamanındaki Faik Bey’in kişisel özellikleri içinde ön plana çıkan
yönü zampara oluşudur.
Faik Bey’in hikayedeki fonksiyonu arzu edeni temsil etmesiyle ortaya
konmuştur. O, donanma gecesi gönlüne göre birini bulma ümidiyle dışarı
çıkmış ve fiziksel özellikleriyle ilk bakışta dikkatini çeken Maviş’e
yaklaşmıştır. Birbirlerini beğendiklerini ve arzuladıklarını belli etmeleriyle
aralarında anlaşma hali meydana gelmiştir. Fakat bu anlaşma hikayenin
sonunda yerini çatışmaya bırakmıştır. Bu nedenle, Faik Bey’in hikayede hem
anlaşma hem çatışma içinde olduğu kişi aynıdır: Maviş.
Maviş
Maviş hikayedeki aslî kişilerden biridir.
Hikayede gerçek ismi verilmeyen genç kadından kahraman-anlatıcı
“maviş” ya da “sarı papa” diye söz etmektedir.
Kahraman-anlatıcı genç kadını ilk görüşünde fiziksel özelliklerini
“Emsalsiz güzelliğinden maada son derece kibar, temiz giyinmişti. Arkasında
bal rengi, gayet süslü bir çarşaf. Peçesi topuzunun üstüne atık. Lepiska
832
Sermet Muhtar: 34 Yıl Evvel Bir Donanma Gecesi, Tef. no. 1, Akbaba, 122 (9 Mayıs
1936), 11.
833
Tef. no. 1, 122 (9 Mayıs 1936), 14.
372
6.2.c.Mekan
Hikayede fonksiyonları itibariyle öne çıkan belli başlı mekanlar Uzun
Zühtü Bey’in köşkü ile Faik Bey’in halasının Üsküdar Sultantepesi’ndeki
evidir.
834
Tef. no. 2, 123 (19 Mayıs 1936), 12.
835
Tef. no. 2, 123 (19 Mayıs 1936), 13.
836
Tef. no. 2, 123 (19 Mayıs 1936), 14.
837
Tef. no. 3, 124 (23 Mayıs 1936), 10.
373
838
Tef. no. 2, 123 (19 Mayıs 1936), 11.
839
Tef. no. 2, 123 (19 Mayıs 1936), 14.
840
Tef. no. 3, 124 (23 Mayıs 1936), 10.
374
6.2.ç.Zaman
34 Yıl Evvel Bir Donanma Gecesi hikayesinde yazma zamanı 1936
yılıdır. Olay zamanı ise, yazma zamanından farklıdır ve geçmişe aittir.
Kahraman-anlatıcı olay zamanını “318 senesi Ağustosunun on dokuzuydu;
yani Abdülhamidin tahta çıkışının yıldönümü”841diyerek somut bir biçimde
vermiştir. Dolayısıyla olay zamanı 1902 (1318) yılı Ağustos ayıdır.842
Hikayede vakanın anlatıldığı anlatma zamanı ise, ayrıca ifade edilmiştir.
Hikayenin başlığındaki “34 Yıl Evvel” ibaresi ve kahraman-anlatıcının
“Bundan 34, 35 yıl evvel, bu havalide, bir donanma gecesine tesadüf eden
pek meraklı bir maceram vardır.”843 şeklindeki cümlesi anlatma zamanının
1936 yılı, yani yazma zamanı ile aynı olduğu sonucunu doğurmaktadır.
Olay örgüsünün başlangıcı ile bitişi arasında geçen süre, bir güne
sığdırılmıştır. Özellikle akşam saatlerinden sabahın alaca karanlığına kadar
olan zaman, arzu eden ile arzu edilenin karşılaştığı-anlaştığı ve ayrıldığı asıl
vakayı ortaya koyabilmek için yeterli olmuştur. Bu durum, hikayenin
temasıyla ilişkilendirildiğinde anlamlı hale gelmekte ve bütüne hizmet
etmektedir.
Hikayede devirle ilgili çok fazla ayrıntı olduğu dikkati çekmektedir. Zaten
olay örgüsünün dışında verilen ayrıntılar, hikayenin II. Abdülhamit devrinde
yapılan ve padişahın tahta çıkışının yıldönümü şenliklerini, yani 19 Ağustos
donanmalarını anlatmak için yazılmış olduğu hissini uyandırmaktadır.
II. Abdülhamit devrine dair verilen ayrıntılardan ikisi ayrıca dikkate
şayandır. Bunlardan birincisi, “Millet bütün yıl, hava kararır kararmaz,
841
Tef. no. 1, 122 (9 Mayıs 1936), 11.
842
19 Ağustos 1318 = 31 Ağustos 1902
843
Tef. no. 1, 122 (9 Mayıs 1936), 11.
375
kümesine tıkılan tavuklar gibi evlere kapanıp tünemiş. Üç beş arkadaş bir
araya gelip biraz sokakta dolaşsa enselerinde hafiyeler hazır.”844 cümleleriyle
anlatılan sosyal hayatın nasıl kısıtlandığı yönündeki örnektir. Bu nedenle,
donanma geceleri ev hapsinin kalktığı tek gece olduğundan bütün sokaklar
mahşer yeri gibidir.
İkinci örnek ise, kadın-erkek ilişkilerinin sınırlandırılmasına dairdir ve “O
devirde, İstanbul içinde erkekle kadının bir arabaya binmek haddi mi? Hemen
polisler, devriyeler çeviriverirler.”845şeklinde ifade edilmiştir. Bu yasağın
geçersiz olduğu tek yer ise sayfiye yerleridir.
Devirle ilgili söz konusu iki ayrıntının olay örgüsündeki yasak kadın-
erkek ilişkilerinin şekillenmesine nasıl hizmet ettiği açıkça görülmektedir. Bu
anlamda, yazarın devre yüklediği fonksiyon da ortaya çıkmaktadır.
6.3.Tema
34 Yıl Evvel Bir Donanma Gecesi hikayesinde tema, olması beklenen
durum ile gerçekleşen durumun karşılaşması etrafında dikkatlere sunulur. Bir
başka deyişle hayal-hakikat çatışması söz konusudur.
Yazarın amacı, II. Abdülhamit devrinin siyasal ve sosyal yapısını
hicvetmektir. Bunun için söz konusu dönemi karakteristik bir biçimde temsil
eden II. Abdülhamit’in tahta çıkışının kutlandığı donanma gecesi olay zamanı
olarak seçilmiştir. O gecenin halk için ne anlam ifade ettiği hikayenin olay
örgüsünde kendini göstermektedir. Buna göre, yazar gözlemlerinden de
istifade ederek söz konusu gecenin gayri meşru kadın-erkek ilişkileri
açısından bir fırsat sayıldığını ortaya koymaktadır.
Eserde tema aracılığıyla verilmek istenen mesaj, insanın hayal ettikleri
her zaman gerçekleşmeyebilir, beklenmedik sürprizler ve aksiliklerle
karşılaşılabilir, yönündedir.
844
Tef. no. 1, 122 (9 Mayıs 1936), 12.
845
Tef. no. 3, 124 (23 Mayıs 1936), 9.
376
6.4.Dil ve Anlatım
Hikayede iki anlatıcı birden kullanılmıştır. Başlangıçta yazar-anlatıcı
vardır. Yazar-anlatıcı Faik Bey’i ve yanındakileri tanıttıktan sonra “Koska
güzeli Faik, şöyle girişti:”846 diyerek sözü kahraman-anlatıcıya bırakır ve
“Bundan 34, 35 yıl evvel, bu havalide, bir donanma gecesine tesadüf eden
pek meraklı bir maceram vardır. Ömür bir hikâyedir. Bak nakledeyim de
dinleyin!..”847 cümlelerinden itibaren olay zamanına dair bütün ayrıntılar Faik
Bey’in ağzından verilir. Bu sebeple Faik Bey, hikayenin hem merkez kişisi
hem de anlatıcısıdır.
Faik Bey “Sabahleyin kalktım. Kahvem önümde, sigarayı tellendirirken
düşünmeğe başladım.”848, “Kaptan Reşidden daha âlâ bir arkadaş mı
bulacağım?”849, “Uzatmayalım, göz kırpmaktan başlıyarak, işaretlere
850
giriştim.” gibi örneklerde hikayenin kişilerinden biri kimliğiyle “Sırası
gelmişken, Boğazın o zamanki meşhur donanmalarını bir sayalım:”851,
“Orada bunca halk var, görmüyorlar mı diyeceksiniz…Ayol kimin kimi
görecek hali var ki?..”852, “fakat her ihtimale karşı, nenin nesi, kimin fesi
olduğunu bir yoklamak ta lâzım değil mi ya?”853gibi örneklerde ise, hikayenin
kahraman-anlatıcısı kimliğiyle konuşmaktadır. Faik Bey’in anlatıcı kimliğinin
ön plana çıktığı bölümlerde, Sermet Muhtar’ın üslûp özelliği olan sohbet eder
gibi yazma anlayışı kendini belli etmektedir.
Hikayede bir dil özelliği olarak, konuşma dilinin yanı sıra işaret dilinin
kullanılması söz konusudur. Faik Bey’in Maviş’le konuşmadan önce uzaktan
uzağa yaptığı işaretleri “Uzatmıyalım, göz kırpmaktan başlıyarak, işaretlere
giriştim. Yanar döner mendilimi çıkarıp çıkarıp kokladım; kalbimin üstüne
bastırıp bastırıp gözlerime tuttum. Sigara yakmak bahanesile kibriti çakıp
çakıp, gözlerimi bayılta bayılta, çöpleri nihayete kadar yaktım.
846
Tef. no. 1, 122 (9 Mayıs 1936), 11.
847
Tef. no. 1, 122 (9 Mayıs 1936), 11.
848
Tef. no. 1, 122 (9 Mayıs 1936), 12.
849
Tef. no. 1, 122 (9 Mayıs 1936), 13.
850
Tef. no. 2, 123 (19 Mayıs 1936), 12.
851
Tef. no. 1, 122 (9 Mayıs 1936), 13.
852
Tef. no. 2, 123 (19 Mayıs 1936), 12.
853
Tef. no. 2, 123 (19 Mayıs 1936), 14.
377
6.5.Anlam ve Yorum
34 Yıl Evvel Bir Donanma Gecesi hikayesi kişi, zaman, mekan ve olay
örgüsü bir arada düşünüldüğünde, hkayenin gerçek hayata uygun olduğu ve
okuyucuda güçlü bir gerçeklik duygusu uyandırdığı görülmektedir. Tarihî
gerçekliği olan kişilerden ve onların donanma şenliklerinden söz edilerek
854
Tef. no. 2, 123 (19 Mayıs 1936), 12.
855
YALÇIN, Alemdar: Tiyatro ve Canlandırma (Ankara, 2002), 66.
856
Tef. no. 2, 123 (19 Mayıs 1936), 14.
378
7.Ödünç
7.1.Tanıtım
Ödünç adlı hikaye, Akbaba dergisinin 13 Haziran 1936 tarihli 127.
sayısında yayımlanmıştır.
Hikaye hakkında herhangi bir tanıtım yazısı yayımlanmamıştır. Ayrıca
dipnot ve resimlere de yer verilmemiştir.
Yazarın hiçbir hikayesi kitaplaşmadığından bu hikayesi de dergi
sayfaları arasında kalmıştır.
7.2.Yapı
7.2.a.Olay Örgüsü
Ödünç adlı hikayede olay örgüsü, herkesten bir lira ödünç para alan ve
geri ödemeyen Raci Hüsnü’nün çevresiyle ilişkileri etrafında gelişmektedir.
Raci Hüsnü rastladığı herkesten ödünç para almayı başaran, fakat geri
379
çatışma
Raci Hüsnü Çevre
7.2.b.Kişiler
Hikayenin olay örgüsündeki aslî kişiler Raci Hüsnü, Çamur Haydar ve
Paytak Kâmil’dir. Lokantacı, taksi şoförü ve tanıdıklar ise, yardımcı kişi
konumundadırlar.
Raci Hüsnü
Raci Hüsnü, hikayede yer alan merkez kişidir.
30-35 yaşlarında olan Raci Hüsnü’nün fiziksel özellikleri yazar-anlatıcı
tarafından “…Şapkası fötr, üstü başı mum gibi, potinleri gıcır gıcır. Saçları
briyantinli, yüzü daima traşlı ve pudralı, yakası papyon boyun bağlı, gömlek
380
yenleri elmas kol düğmeli, bir eli ganlı, kalantor kılıklı, şık, alafranga… bir
adam…”857 cümleleriyle tasvir edilmiştir.
Raci Hüsnü, görünüşünün tersine zengin biri değildir. Etrafındakilere
yalan söyleyerek ve onlardan para sızdırarak lüks bir hayat yaşamaktadır.
Yalnız ilginç olan herkesten bir lira istemesidir.
Raci Hüsnü’nün hikayedeki fonksiyonu asalaklık kişisel özelliği etrafında
şekillenmektedir. Para sızdırdığı herkes onunla çatışma halindedir.
Çamur Haydar ve Paytak Kâmil
Her ikisi de hikayenin aslî kişilerindendir.
Sabıkalı olan Çamur Haydar ve Paytak Kamil karmanyolacılık858
yapmaktadır.
Bu iki kişinin hikayedeki fonksiyonu olumsuz kişisel özellikleri ile yani
soygunculukla ortaya konmuştur. Raci Hüsnü ile çatışma halindedirler.
Çünkü onu soymayı başaramadıkları gibi üstüne bir de bir lira vermek
mecburiyetinde kalmışlardır. Onların varlığı sayesinde Raci Hüsnü’nün
mevcut özelliği daha da pekişmiştir.
7.2.c.Mekan
Hikayede fonksiyonları itibariyle öne çıkan belli başlı mekanlar genel
olarak İstanbul’un Beyoğlu, Teşvikiye, Nişantaşı semtleri ile lokanta, perükâr
dükkanı, Tokatlıyan, Löbon ve Harbiye’deki Panorama’dır. Yazar-anlatıcı bu
yer isimlerine dair herhangi bir ayrıntı vermemiştir. Sadece Raci Hüsnü’nün
Çamur Haydar ve Paytak Kâmil’le karşılaştığı yer şöyle anlatılmıştır: “Raci
Hüsnü Nişantaşına doğru yürüdü. Teşvikiyeden indi. Muradiyeye geldi ve
karanlık, tenha sokaklardan birine saptı.” 859
Söz konusu mekanların ortak özelliği sosyal alan içinde
değerlendirilebilecek yerler olmalarıdır. Bu nedenle, söz konusu mekanların
ortak fonksiyonu, Raci Hüsnü ile diğer kişileri karşılaştırma özelliğini
taşımalarıdır.
857
Sermet Muhtar ALUS: “Ödünç”, Akbaba, 127 (13 Haziran 1936), 14.
858
Karmanyola: Şehir içinde ıssız yolda ölümle korkutarak yapılan soygunculuk. Bkz. TDK
Türkçe Sözlük, II, (Ankara, 1988), 803.
859
A.g.e., s. 14.
381
7.2.ç.Zaman
Hikayenin yazma zamanı 1936 yılıdır. Olay zamanı ise, yazma zamanı
ile paralellik gösteren bir zamandır. Ödünç hikayesinde zaman olarak,
Cumhuriyet Türkiyesine ait bir dönem ele alınmıştır. Bunu “…Meclis dağıldı
860
ya, karımın amcası Ankara’dan geliyor…” şeklindeki ayrıntıdan kesin
olarak anlamak mümkündür.
Olay zamanına dair gün, ay veya yıl şeklinde bir ayrıntı yoktur. Sadece
Çamur Haydar ve Paytak Kamil’in Raci Hüsnü’ye saldırdıkları vakit gecedir.
7.3.Tema
Eserde tema birey-toplum çatışması çevresinde dikkatlere sunulan
asalaklıktır.
Yazar tema vasıtasıyla başkalarının sıtından geçinmeyi âdet haline
getiren insanlara duyulan tepkiyi dile getirmektedir.
Hikayenin mesajı, hak etmeden kazanç sağlama peşinde olan,
insanların iyi niyetini suistimal etmek isteyen ve asalak bir hayat sürdürenlere
karşı her zaman dikkatli olunması gerektiği yönündedir. İnsanlar elbette
birbirlerine yardım etmelidir, ancak bu durum kötüye kullanılmamalıdır.
7.4.Dil ve Anlatım
Ödünç hikayesi yazar-anlatıcı tarafından anlatılmıştır. Dolayısıyla hâkim
bakış açısı kullanılmıştır. Hikayede yazar-anlatıcının varlığı “Tuhaf değil mi,
birinden biri de yüzü tutup alacağını istemezdi.”861 şeklindeki ifadesinden
anlaşıldığı üzere gizli değildir. Bununla birlikte, hikayede bakış açısını açıkça
belli edecek ifadeler yoktur. Onun bakış açısı ancak hikayenin bütününde
kendini sezdirmektedir.
Olay zamanının cumhuriyet yıllarına denk gelmesinden dolayı hikayenin
dili devre uygun kurgulanmıştır. Hikayenin dili yazma zamanından bugüne,
herhangi bir eskimeye uğramamakla birlikte “monşer, cicoz, potin, matlub,
tesviye, kalantor” gibi kelimeler söz konusu devri temsil edecek mahiyettedir.
860
A.g.e., s. 14.
861
A.g.e., s. 14.
382
7.5.Anlam ve Yorum
Hikaye kişi, mekan ve zaman unsurları itibariyle okuyucuda gerçeklik
hissi uyandıran bir yapıya sahiptir. Ancak olay örgüsünün sonundaki
boğuşma sahnesi ve Raci Hüsnü’nün Çamur Haydar’dan para koparması
gerçeklik duygusu uyandıramayacak kadar mübalağalıdır.
Hikayedeki olay zamanının yazma zamanıyla paralellik göstermesi,
yazara Raci Hüsnü’ye benzer kişileri gözlemleme şansı vermiş olabilir. Zaten
hikayedeki kahraman abartılmış olsa da, davranış biçimiyle hayatta
rastlanabilecek birisidir.
Ödünç, kahramanının sürekli birilerinden para sızdırması nedeniyle
Memduh Şevket Esendal’ın Otlakçı hikayesini anımsatmaktadır. Ancak
hikaye önemli bir noktada Otlakçı’dan ayrılmaktadır. Otlakçı hikayesinin
kahramanı Mahmut Efendi, etrafındaki kişilerin tütünlerini bedava içmeği kâr
sayan bir “otlakçı”dır. Raci Hüsnü ise, hem Mahmut Efendi gibi ihtiyaçlarını
bedavaya görmekte hem de ilave olarak para sızdırmakta ve bunu
tasarlayarak yapmaktadır. Hatta kendisinden çok daha kötü niyetli olan
862
A.g.e., s. 14-15.
863
A.g.e., s. 15.
383
Çamur Haydar ve Paytak Remzi’yi mağlup etmesi, onun hem otlakçı Mahmut
Efendi’den hem de soyguncu Çamur Haydar ve Paytak Remzi’den daha
tehlikeli olduğunu göstermektedir. Çünkü o toplumun zaafını kullanan bilinçli
ve görünüşte meşru bir soyguncudur. Sonuç olarak, toplumdaki gizli
soyguncular, gerçek soygunculardan çok daha tehlikeli olabilirler mesajı hâlâ
geçerlidir. Bu hikayenin sezdirilen anlamıdır.
Hikaye bugün itibariyle mesajını yineleyebilme ve okur tarafından
yeniden yaratılabilme özelliğini içinde barındırdığı ve bugünün insanı hikayeyi
okuduğunda kendinden bir şeyler bulabildiği için edebî metin olma özelliğine
sahiptir.
8.2.Yapı
8.2.a.Olay Örgüsü
Kavuşan Sevgililer hikayesinde olay örgüsü, on beş yıl önce ayrılmak
zorunda kalan iki sevgilinin yeniden karşılaştıklarında zihinlerindeki sevgili
tipiyle karşı karşıya geldikleri sevgili tipi etrafında gelişmektedir. Hem kadın
hem de erkek birbirlerinin on beş yıl evvelki gençlik halleriyle
karşılaşacaklarını hayal etmişler, fakat aradan geçen zaman her ikisini de
fiziksel ve ruhsal olarak değiştirmiştir. Yapıyı ve temayı oluşturan temel
çatışma buradadır.
864
Sermet Muhtar: “15 Yılın Azizliği”, Amcabey, 66 (4 Mart 1944), 6,11.
865
Hikayenin tahlilinde “Kavuşan Sevgililer” dikkate alınmıştır.
384
çatışma
Kadın Erkek
8.2.b.Kişiler
Hikayenin olay örgüsünde aslî olarak iki kişi vardır. Bunlar birbirini
seven iki sevgilidir. Kadının ölen kocası yardımcı kişidir.
Kadın
Hikayede yer alan aslî kişilerdendir. İsmi belirtilmemiştir.
19 yaşlarında olan genç kızın fiziksel özellikleri yazar-anlatıcı tarafından
“Parlak kumral saçlı, gövelâ gözlü, uzun kirpikli ve narindi; her gün gören,
Allah için kusursuz güzel derdi. Ayni zamanda pek ince, zarif ve hassas bir
kızdı.”866 cümleleriyle tasvir etmiştir.
Genç kızın evlenip taşraya gidişinden on beş yıl sonraki fiziksel
özellikleri ise, erkek kahramanın bakış açısıyla “Esmer, şişman, kart, hâsılı
866
Sermet Muhtar ALUS: “Kavuşan Sevgililer”, Akbaba (20 Haziran 1936), 16.
385
867
A.g.e., s. 16.
868
A.g.e., s. 17.
869
A.g.e., s. 17.
870
A.g.e., s. 16.
871
A.g.e., s. 17.
386
8.2.c.Mekan
Olay örgüsündeki merkezî mekan Gülcemal vapurunun birinci mevki
güvertesidir.
Mekana dair ayrıntılar vapurun yanaştığı Galata rıhtımındaki kalabalığa
dairdir. Vapurla ve güvertesiyle ilgili tek ayrıntı çok kalabalık oluşudur.
Gülcemal vapurunun hikayedeki fonksiyonu yıllardır birbirini görememiş
olan sevgilileri bir araya getirmesi, buluşturması sonucunda ortaya çıkmıştır.
Fakat burası aynı zamanda birbirlerinin yeni hallerini beğenmeyerek hayal
kırıklığına uğrayan sevgililerin ayrılma yeri olma fonksiyonunu da icra
etmektedir.
8.2.ç.Zaman
Hikayenin yazma zamanı 1936 yılıdır. Olay zamanı ise, yazma zamanı
ile paralellik gösteren bir zamandır. Kavuşan Sevgililer hikayesinde zaman
olarak, Cumhuriyet Türkiyesine ait bir dönem ele alınmıştır. Bunu Gülcemal
vapurundan, kadının başının açık olmasından ve otomobillerin taksi olarak
kullanılmasından anlamak mümkündür.
Hikayede ön plana çıkan olay zamanı, “Kır saçlı adam, Perşembe günü
erkenden Galata rıhtımına koştu.”873 ifadesinden anlaşıldığı üzere bir
Perşembe günüdür. Ay veya yıla dair ayrıntı verilmemiştir. Ancak olay
örgüsünün toplam on yedi yıla yayıldığı yazar-anlatıcının “İki senedir,
872
A.g.e., s. 17.
873
A.g.e., s. 16.
387
8.3.Tema
Eserde tema hayal-hakikat çatışması etrafında dikkatlere sunulur. Bu
tema kadın-erkek ilişkileri çevresinde işlenmiştir.
Yazar tema vasıtasıyla kadın-erkek ilişkilerinde fiziksel görünümün
önemini vurgulamak istemiştir.
Eserde sunulan mesaj ise, zamanla fiziksel ve ruhsal özelliklerin
değişmesi kaçınılmazdır. Önemli olan kişinin söz konusu değişimi kendisinin
de yaşamış olduğunu fark etmesi ve karşısındakine o bilinçle bakmasıdır.
8.4.Dil ve Anlatım
Kavuşan Sevgililer hikayesi yazar-anlatıcı tarafından anlatılmıştır.
Dolayısıyla hâkim bakış açısı kullanılmıştır. Hikayede yazar-anlatıcının bakış
açısı “Kader dedikleri o insafsız, onlara yâr olmadı. Genç, evlenecek, ev
geçindirecek vaziyette değildi. Biçarenin eli yufkaydı…”876 ifadesinden
anlaşıldığı üzere tarafsız değildir. O, genç sevgililerin kavuşması taraftarıdır
ve onları desteklemektedir. Gülcemal vapurunda sevgilisini arayan adam için
“Bu zavallı, aradığını bir türlü göremiyor..”877 ifadesinde de aynı bakış
açısının devam ettiği sezilmektedir. Fakat kadınla erkeğin karşılaşmalarından
itibaren yazar-anlatıcı tarafsızlaşır, sadece onların birbirlerine bakış açılarını
yansıtır.
Olay zamanının cumhuriyet yıllarına denk gelmesinden dolayı hikayenin
dili devre uygun kurgulanmıştır. Hikayenin dili “gövelâ, mâni, numune,pufla,
kadd, müstekreh” kelimeleri dışında yazma zamanından bugüne, herhangi bir
eskimeye uğramamıştır. Bu da yazarın başarısını göstermektedir. Ayrıca
hikayede “eli yufka, baş göz etmek, bahtı gülmek” gibi deyimlerin yanı sıra
“Dağ dağa kavuşmaz insan insana kavuşur.” şeklindeki atasözüne yer
874
A.g.e., s. 16.
875
A.g.e., s. 16.
876
A.g.e., s. 16.
877
A.g.e., s. 16.
388
8.5.Anlam ve Yorum
Kavuşan Sevgililer hikayesi kişi, mekan ve zaman unsurları itibariyle
okuyucuda gerçeklik hissi uyandıran bir yapıya sahiptir. Hikayedeki olay
zamanının yazma zamanıyla paralellik göstermesi, yazara vakanın günlük
hayattaki varlığını gözlemleme şansı vermiş olabilir.
Hikayede yer alan insanları dış görünüşlerine değerlendirmenin yanlış
olacağı mesajı, sadece belirli bir döneme değil, bütün zamanlara ve herkese
hitap etmektedir. Çünkü sosyal bir varlık olan insanın, çevresinden
soyutlanması mümkün değildir. Aynı şekilde, zaman karşısında insanın
değişmesi de mukadderdir. Doğadaki bütün canlıların doğduğu, büyüdüğü ve
yaşlandığı gerçeği kabul edilmediği takdirde, kişiler kendileriyle ve
çevreleriyle barışık olamaz. Bugün tıbbın ve teknolojinin imkanlarından
yararlanarak gençleşmeye ve güzelleşmeye avuç dolusu para harcayan
kadın ve erkeklerin sayısı dünyada ve Türkiye’de hızla artmaktadır. Bu
nedenle, hikaye bugün itibariyle mesajını yineleme ve okur tarafından
yeniden yaratılabilme özelliğini içinde barındırmaktadır. Bu da, hikayenin
edebî metin olma özelliğine işarettir.
9.Pembe Mektup
9.1.Tanıtım
Pembe Mektup hikayesi, Ayda Bir dergisinin 1 Teşrinievvel 1936 tarihli
13. sayısında yayımlanmıştır.
Hikaye hakkında herhangi bir tanıtım yazısı yayımlanmamıştır. Dört
sayfalık kısa bir hikayedir. Dipnotlara yer verilmemiştir. Sadece hikayenin
389
başlığı yanında Necmi Rıza imzalı bir resim yer almaktadır. Resim, hikayenin
hareket noktası olan vapurdaki mektup düşürme sahnesini göstermektedir.
Yazarın hiçbir hikayesi kitaplaşmadığından bu hikayesi de dergi
sayfaları arasında kalmıştır.
9.2.Yapı
9.2.a.Olay Örgüsü
Pembe Mektup hikayesinde olay örgüsü, kahraman-anlatıcının karısının
kendisini çok sevdiği ve sadık olduğu düşüncesiyle onun kendisini sevmediği
ve aldattığı düşüncesi etrafında gelişir. Kahraman-anlatıcı mutlu bir evliliği
olduğunu düşünmektedir. Bulduğu mektubu okuması üzerine karısının
kendisini aldattığını düşünür. Çünkü mektuptaki yazı karısına aittir. Yapıyı ve
temayı oluşturan temel çatışma buradadır.
Hikayede olayların gelişimi şöyledir:
1)Kahraman-anlatıcının vapurda karısı tarafından yazılmış bir aşk
mektubu bulması
2)Kahraman-anlatıcının karısını ve âşığını yakalamak için plan yapması
3)Kahraman-anlatıcının sevgilileri buluşma yerinde basması
Kahraman-anlatıcı bulduğu mektup üzerine karısının kendisini
aldattığını düşünmüş fakat buluşma yerinde sevgilileri yakaladığında kadının
başka birisi olduğunu görmüştür. Çatışma kahraman-anlatıcının mektuptan
önceki ve sonraki düşünceleri arasındadır. Hikayenin başında kahraman-
anlatıcı ile karısı anlaşma halindedir, çünkü karısının kendisini sevdiğini ve
sadık olduğunu düşünmektedir. Kahraman-anlatıcının vapurda bulduğu
mektubu okuması üzerine anlaşma hali çatışmaya dönüşmüştür, bunun
sebebi kahraman-anlatıcının karısının kendisini sevmediğini ve aldattığını
düşünmüş olmasıdır.
Eserin temel çatışmasını oluşturan birimler arasındaki ilişkileri aşağıdaki
şekilde şemalaştırabiliriz:
çatışma
Kahraman-anlatıcı Kahraman-anlatıcı
390
9.2.b.Kişiler
Hikayenin olay örgüsündeki aslî kişiler kahraman-anlatıcı ve karısıdır.
Mektubu düşüren bey, doktor ile komşunun kızı ise yardımcı kişilerdir.
Kahraman-anlatıcı
Kahraman-anlatıcı, hikayenin aslî kişilerindendir. İsmi belli değildir.
Anlatma zamanında 55-60 yaşlarında bir adam olan kahraman-anlatıcı,
olay zamanında 25-30 yaşlarındadır. Feshane fabrikasında katiptir.
Olay zamanında 5-6 aylık evli olup eşinin ailesiyle yaşamaktadır. Yani
içgüveysi girmiştir. Haftada bir gün çalıştığı fabrikada gece nöbetine
kalmaktadır.
Kahraman-anlatıcının hikayedeki fonksiyonu çatışmayı başlatan ve
bitiren asıl gücü temsil etmesindedir. O, arzuladığı karısı ile anlaşma
halindeyken bir yanlış anlama sonucunda çatışmaya düşmüş, fakat
yanıldığını anlayarak çatışmaya son vermiştir.
Kahraman-anlatıcının eşi
Kahraman-anlatıcının eşi, hikayenin aslî kişilerindendir. İsmi belli
değildir.
Kahraman-anlatıcının eşinin fiziksel özelliği hakkında herhangi bir
ayrıntı verilmemiştir. Hikayede iki özelliği vurgulanmıştır. Bunlar, kocasını
çok sevmesi ve okuma-yazma biliyor olmasıdır.
Kahraman-anlatıcının eşinin fonksiyonu arzu edilendir. Kocası onun
sadakatinden şüphe duyduğu için aralarında çatışma yaşanmıştır.
9.2.c.Mekan
Hikayede fonksiyonları itibariyle öne çıkan belli başlı mekanlar Kadıköy
rıhtımındaki gazino, vapur kamarası ve yanık yalının bahçesidir. Söz konusu
bu mekanlar ayrıntılı olarak tanıtılmamıştır.
Hikayedeki birinci mekan olan Kadıköy rıhtımındaki gazino, anlatma
zamanına aittir. Geçmişteki vakanın anlatılmasına zemin oluşturmaktadır.
Hikayedeki ikinci mekan, vapur kamarasıdır. Bu mekan olay zamanına
aittir. Mekanın hikayedeki fonksiyonu çatışmayı başlatan yer olmasıyla ortaya
çıkmaktadır.
391
9.2.ç.Zaman
Hikayede yazma zamanı 1936 yılıdır. Olay zamanı ise, “Bundan 30, 35
sene evvel…Hürriyet daha ilan edilmemiş, Hamidin devri.” ifadesinden de
anlaşılacağı üzere, 1900’lü yılların başıdır. Dolayısıyla hikayenin anlatma
zamanı ile yazma zamanı aynı olmakla birlikte olay zamanı geçmişe aittir.
9.3.Tema
Eserde tema, evlilikte sadakat ve aldatma düşüncelerinin karşılaşması
etrafında dikkatlere sunulur.
Yazar tema aracılığıyla, evlilikte güven ve sadakatin önemini
vurgulayarak insanların bu duygularının ne kadar hassas olduğunu
göstermek istemiştir. Bu nedenle, eşler arasında gizli saklı hiçbir şey
olmaması gerekir.
Tema aracılığıyla okura sunulan mesaj, sadakat ve aldatma arasındaki
mesafenin aslında ne kadar az olduğu ve bu nedenle eşlerin davranışlarında,
çevreyle ilişkilerinde özenli ve dikkatli olması gerektiği yönündedir.
9.4.Dil ve Anlatım
Hikayede iki farklı anlatıcıdan istifade edilmiştir. Bunlardan birincisi
yaşadığı olayı çevresindekilere anlatan kahraman-anlatıcıdır. Diğeri ise,
yazar-anlatıcıdır. Kahramana ait bakış açısı ile yazar-anlatıcıya ait bakış
açısı birbirinden farklıdır. Hikayede kahramana ait bakış açısının ağırlığına
rağmen, yazar-anlatıcı, olaya farklı bir noktadan da bakılabileceğini
okuyucuya göstermektedir. Kahraman-anlatıcı iyimser bir bakış açısına
sahiptir, çünkü sonuçta eşi onu aldatmamıştır. Yazar-anlatıcı ise onun ve bir
kısım okuyucunun aklına gelmeyen şu soruyu yönelterek şüpheci bir tablo
392
9.5.Anlam ve Yorum
Pembe Mektup hikayesi kişi, mekan, zaman unsurları ve üslûp
özellikleri açısından dikkate alındığında okuyucuda gerçeklik duygusu
uyandırmaktadır.
Hikayedeki olay zamanı (1900-1905), yazma zamanı (1936) ve okuma
zamanı arasındaki büyük farklılığa rağmen, temanın güncelliğini koruduğu
söylenebilir. Kadın-erkek ilişkilerinde taraflardan birinin sadakatsiz olması
diğer tarafı mutsuz edebilir. Hatta onun hayatını farklı bir yöne kaydırabilir. Bu
hikayede sunulan anlamdır.
Hikayenin bugüne dair mesajlar içerdiği de görülmektedir. Eşlerden
birinin diğerine sadakat göstermeyerek aldatmasına bugün de toplum
878
A. g.y., s. 60.
393
10.2.Yapı
10.2.a.Olay Örgüsü
Köşkteki Kiracıların Esrarı hikayesinde olay örgüsü, semtlerine yeni
taşınan genç çifti merak ederek gözetleyen mahalleli ile çevreyle ilgilenmek
yerine baş başa vakit geçirmeyi tercih eden yeni evli çift çevresinde gelişir.
Mahalleli yeni taşınan çift hakkında bilgi sahibi olmak ister, fakat çift çevreyle
hiç ilgilenmez. Yapıyı ve temayı oluşturan temel çatışma buradadır.
Hikayede olayların gelişimi şu şekildedir:
1)Genç bir çiftin köşk kiralayarak mahalleye taşınması
2)Çevrenin çifti izleyerek olumsuz yorumlar yapması
Köşkteki Kiracıların Esrarı hikayesinde, yeni evli bir çift ile balaylarını
geçirmek için taşındıkları köşkün çevresinde oturanlar arasında çatışma
vardır. Bu çatışma, iki tarafı karşı karşıya getiren fiilî bir durumdan
kaynaklanmaz. Çevre, aralarına yeni katılan insanlar hakkında dıştan
394
çatışma
Genç çift Çevre
10.2.b.Kişiler
Hikayenin olay örgüsündeki aslî kişiler genç çift ve çevreden ibarettir.
Mektup yazılan Mimi ise, yardımcı kişidir.
Genç Çift
Çift bir aylık evlidir.
Çevre tarafından “didon” olarak nitelendirilen delikanlı, “hususî
şirketlerin birinde dolgun maaşlı bir muhasipti.”r.
Genç kadın ise, Dame de Sion mezunudur. Yazdığı mektuptan
alafranga bir yaşayış tarzına sahip oldukları sonucu çıkmaktadır. Özellikle
genç kadının mektubunda “Maparol” ve “şeri” gibi ifadeler kullanması ile
yaşayış biçimlerine dair verdiği ayrıntılar bunu ispatlamaktadır.
Yazar-anlatıcının çifti “Güzel, şık bir Bayanla genç bir Bay” olarak
nitelendirmesine karşılık, mahalleli “Kadın güzel taze ama sanki küçük
dağları yaratmış kadar da kurumlu”, “Delikanlı da didonun biri!..”, “Evi
tutmağa geldikten sonra görmedin mi?. O karı vallahi o gencin kapatmasıdır.
Helâlından karı koca sokaklarda böyle kolkola, elele gezer mi? utanmasalar
elâlemin ortasında sarmaş dolaş olacaklar!..” diyerek yerden yere vurur.
Genç çift hikayede, bireysel olma fonksiyonu icra etmektedir.Onların
alafranga yaşayış tarzı doğrultusunda hareket etmeleri ve çevreyi dikkate
almamaları komşularının tepkisine neden olur.
395
Çevre
Yazar-anlatıcı Erenköy’deki köşke komşu olanları “O taraflarda civar
komşuların işi gücü yoktur. Bütün vakitleri sağı solu kollamakla geçer!..”
diyerek tanıtmaktadır. Yazar-anlatıcının bu ifadesi ve çevrenin yeni komşuları
genç çift hakkındaki sözleri onların hakim vasfını dedikoduculuk olarak ortaya
koymaktadır.
Köşkün çevresinde yaşayanların hikayedeki fonksiyonu toplumu temsil
etmeleriyle şekillenmektedir. Çevredekiler, toplum kuralları ve geleneksel
yapı içinde hareket etmediklerini düşündükleri genç çiftle çatışma
halindedirler.
10.2.c.Mekan
Hikayedeki merkezî mekan köşktür. Yazar-anlatıcı bu mekanı,
“Erenköyünün Sahrayıcedit tarafında, Kayışdağı caddesine varmadan
köşedeki çınarın dibinde, kutu gibi bir köşk vardır.” diyerek tasvir etmiştir.
Köşk her yıl kiraya verilmektedir ve o yıl gelen kiracıları, genç bir çifttir.
Köşkün fonksiyonu, yeni kiracılarının yaşayışına zemin oluşturması ve
çevrenin ilgi odağı olmasıyla ortaya çıkmaktadır.
10.2.ç.Zaman
Hikayenin yazma zamanı 1936 yılıdır. Olay zamanı ise, yazma zamanı
ile paralellik gösteren bir zamandır. Köşkteki Kiracıların Esrarı hikayesinde
zaman olarak, Cumhuriyet Türkiyesine ait bir dönem ele alınmıştır. Bunu
“Bay-Bayan” şeklindeki saygı sözlerinden, çiftin sokakta kolkola, elele
gezmesinden ve hanımların gece sinemaya gitmesinden anlamak
mümkündür.
Hikayede olay zamanı, ilkbahar olarak belirtilmiştir. Ay, yıl ya da güne
dair ayrıntı verilmemiş sadece olay zamanının bir aya yayıldığı genç kadının
arkadaşına yazdığı mektuptaki “Olur şey değil, bugün yarın derken koca bir
ay geçivermiş!.” cümlesinden anlaşılmaktadır.
396
10.3.Tema
Eserde birey-toplum ilişkileri çevresinde dikkatlere sunulan dedikodu
teması işlenmiştir.
Yazar tema vasıtasıyla toplumun bireyin hayatına müdahale etmesinin
yanlış olduğunu, görünüşe bakılarak değerlendirme yapılamayacağını ve
insanın özel hayatının mahrem olduğunu anlatmak istemiştir.
Eserde tema vasıtasıyla sunulan mesaj, yanlış anlama ve
değerlendirmelere neden olmamak için sağlıklı bir iletişimin gerekli olduğu
yönündedir.
10.4.Dil ve Anlatım
Köşkteki Kiracıların Esrarı hikayesi yazar-anlatıcı tarafından
anlatılmıştır. Dolayısıyla hâkim bakış açısı kullanılmıştır.
10.5.Anlam ve Yorum
Köşkteki Kiracıların Esrarı hikayesi kişi, mekan ve zaman unsurları
itibariyle okuyucuda gerçeklik hissi uyandıran bir yapıya sahiptir. Hikayedeki
olay zamanının yazma zamanıyla paralellik göstermesi, yazara vakanın
günlük hayattaki varlığını gözlemleme şansı vermiş olabilir.
Hikayedeki insanları dış görünüşlerine göre ya da uzaktan birtakım
izlenimlerle değerlendirmenin yanlış olacağı mesajı, sadece belirli bir
397
11.Anahtar
11.1.Tanıtım
Anahtar, Akbaba dergisinin 7 Kanunusani 1936 tarihli 100. sayısında
yayımlanmıştır.
Hikaye hakkında herhangi bir tanıtım yazısı yayımlanmamıştır. Ayrıca
dipnot ve resimlere de yer verilmemiştir.
Yazarın hiçbir hikayesi kitaplaşmadığından bu hikayesi de dergi
sayfaları arasında kalmıştır.
11.2.Yapı
11.2.a.Olay Örgüsü
Anahtar hikayesinde olay örgüsü, Reşit ile Selma’nın evlilikleri
çevresinde gerçekleşen olay parçalarının metnin teması etrafında
birleşmesinden oluşur. Selma’nın olumsuz psikolojik özellikleriyle Reşit’in
olumlu psikolojik özellikleri arasındaki zıtlık yapıyı ve temayı meydana getiren
temel çatışmayı ortaya koyar.
Hikayede olayların gelişimi şu şekildedir:
1)Reşit’le Selma’nın Büyükdere’ye gezmeğe gitmeleri
2)Selma’nın evin anahtarını evin kapısında unutmuş olabileceğini
söylemesi üzerine eve dönmeleri
3)Selma’nın anahtarı Büyükdere’de tuvalete düşürmüş olabileceğini
söyleyerek Selim’i tekrar Büyükdere’ye göndermesi
4)Selma’nın anahtarı korsesinde bulması ve yorgun argın eve dönen
kocasını azarlaması
Anahtar hikayesinde çatışma Reşit’le karısı Selma arasındadır. Bu
çatışma Selma Hanım’ın psikolojik özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Aksi
398
bir kadın olan Selma, kocasına sürekli kötü davranır, olumsuz her türlü
durumdan kocasını sorumlu tutar. Buna karşılık Reşit onun bütün söz ve
davranışlarına tahammül gösterir.
Eserin temel çatışmasını oluşturan birimler arasındaki ilişkileri aşağıdaki
şekilde şemalaştırabiliriz:
çatışma
Selma Reşit
11.2.b.Kişiler
Hikayenin olay örgüsündeki aslî kişiler Selma ile Reşit’tir.
Selma
Selma hikayenin aslî kişilerindendir.
Yazar-anlatıcı Selma’nın fiziksel özelliklerini vermemiştir. Sadece onun
şişman bir kadın olduğu sezdirilmiştir.
Selma’nın ruhsal özellikleri ise, hikayede ön plana çıkan fonksiyonuyla
ilgilidir. Buna göre Selma sinirli, aksi, kaba, kabahati sürekli kocasında
arayan kötü biridir.
Hikayedeki fonksiyonu olay örgüsünü yönlendirmesi ve çatışmayı
başlatan kişi olmasıyla şekillenmektedir. Kişisel özellikleri nedeniyle
kocasıyla çatışma halindedir.
Reşit
Reşit hikayenin aslî kişilerindendir.
Yazar-anlatıcı tıpkı Selma gibi Reşit’in de fiziksel özelliklerini
vermemiştir. Mesleği ise, özel şirketlerden birinde baş katipliktir.
Reşit’in ruhsal özellikleri ise, hikayede ön plana çıkan iyi fonksiyonuyla
ilgilidir. Buna göre, Reşit uysal, sakin, itaatkâr ve sabırlı bir insandır.
Hikayedeki fonksiyonu kişisel özellikleriyle şekillenmektedir. Selma’ya
zıt özellikler taşımakta ve onun tarafından yönlendirilmektedir. Dolayısıyla
karısı Selma ile çatışma halindedir.
399
11.2.c.Mekan
Hikayede fonksiyonları itibariyle öne çıkan belli başlı mekanlar çiftin
Osmanbey’deki apartman dairesi ile Büyükdere’de iskeleye bitişik bir
gazinodur.
Hikayede fonksiyon içeren birinci mekan Osmanbey’deki apartman
dairesidir. Bu mekanın fonksiyonu, Selma ile Reşit arasındaki çatışmanın
sürdürüldüğü yer olmasıyla ortaya konulmuştur.
Hikayedeki ikinci mekan Büyükdere’de iskeleye bitişik bir gazinodur. Bu
mekanın fonksiyonu, evin anahtarının kaybedilmesi nedeniyle, Reşit ile
Selma arasında yeni bir çatışmanın başladığı yer olmasıdır.
Hikayede mekana dair herhangi bir tasvir söz konusu değildir.
11.2.ç.Zaman
Hikayede zaman unsuru olarak yalnızca olay zamanının pazar günü
olduğu belirtilmiştir.
Kahramanların kılık-kıyafeti, otomobilin yaygınlığı ve umuma açık bir
mahalde kadın ve erkeğin rahatça oturup yemek yiyip, içki içebilmelerinden
hareketle olay zamanı ile yazma zamanının aynı ya da çok yakın olduğu
sonucunu çıkarabiliriz.
11.3.Tema
Eserde tema iyi-kötü karşılaşması etrafında dikkatlere sunulur. Bu tema
karı-koca ilişkilerli çevresinde işlenmiştir.
Karı-koca ilişkilerinde karşılıklı saygı ve sevginin esas olduğunu
anlatmak isteyen yazar, aile saadetinden daha çok kadını sorumlu tutarak
geleneksel bir bakış açısı sergilemektedir.
Hikayede tema aracılığıyla sunulan mesaj şöyledir: Aile ilişkilerinde
sevgi ve saygıyı her zaman korumalıyız. Tartışma ve anlaşmazlık her zaman
olacaktır. Ancak bu, çiftlerin birbirine saygısını yok etmemelidir.
400
11.4.Dil ve Anlatım
Anahtar hikayesi yazar-anlatıcı tarafından anlatılmıştır. Dolayısıyla
hâkim bakış açısı kullanılmıştır. Hikayede yazar-anlatıcı “Kadın pek te haksız
değildi.”, “Reşitceğiz”, “Selma lûtfedip izin vermişti.”, “Adamcağız palas
pandıras merdivenden inerken…” ifadelerinden anlaşıldığı üzere tarafsız
değildir ve Reşit’in tarafı tutulmaktadır. Yazar-anlatıcının bakış açısı
okuyucuyu yönlendirmekte ve okuyucunun Reşit’e acımasını sağlamaktadır.
“Şapka, otomobil, otobüs, apartman” gibi kelimeler olay zamanının
Cumhuriyet yılları ve muhtemelen yazma zamanıyla paralel olduğunu
göstermektedir. Ayrıca hikayenin dili duru, anlaşılır ve akıcıdır. Hikayede
ağırlıklı olarak göstermeye dayalı bir anlatımın söz konusu olması nedeniyle
diyaloglara çok sık yer verilmiştir. Bu durum yazarın konuşma dilinin
imkanlarını kullanmasını sağlamıştır.
Hikayedeki dil ve anlatım özelliklerinden biri de, yazarın “Hanyayı
Konyayı, paldır küldür, sapsarı, masmavi, süklüm püklüm, soluk soluğa,
çangıl çungul, gazinonun mazinonun, telaşlı telaşlı, melûl melûl, anahtar
manahtar, palas pandıras, alık alık, çilingir milingir, heyecanlı heyecanlı,
görür görmez” gibi çok sayıda ikilemeye yer vermiş olmasıdır. İkilemeler
sayesinde kahramanların hareketleri ve çevreye dair ayrıntılar daha somut
olarak ve pekiştirilerek okuyucunun zihninde mücessem hale getirilmiştir. Bu
anlatım tarzı hikayeye akıcılık ve hareket kazandırmaktadır.
11.5.Anlam ve Yorum
Anahtar hikayesi kişi, mekan ve zaman unsurları itibariyle okuyucuda
gerçeklik hissi uyandıran bir yapıya sahiptir. Vaka günlük hayatın doğal bir
parçası halindedir. Yaşananlar okuyucuda her an karşılaşabileceği bir hayat
sahnesi tesiri uyandırmaktadır.
Hikayedeki olay zamanının yazma zamanıyla paralellik göstermesi,
yazara kahramanlara benzer kişileri gözlemleme şansı vermiş olabilir. Aynı
durum okuyucu için de geçerlidir. Zaten hikaye kişileri günlük hayatta
karşılaşılabilecek tiplerdir.
401
12.Kadıköy Vapurunda
12.1.Tanıtım
Kadıköy Vapurunda hikayesi, 26 Birinciteşrin 1939 tarihli Akbaba
dergisinin 303. sayısının 8. sayfasında yayımlanmış kısa bir hikayedir.
Hikaye hakkında herhangi bir tanıtım yazısı yayımlanmamıştır. Ayrıca
dipnot ve resimlere de yer verilmemiştir.
Yazarın hiçbir hikayesi kitaplaşmadığından bu hikayesi de dergi
sayfaları arasında kalmıştır.
12.2.Yapı
12.2.a.Olay Örgüsü
Kadıköy Vapurunda hikayesinde olay örgüsü, yaşlı bir adam ile bir grup
genç kızın vapurda karşılaşması üzerine kuruludur. Kızlar izledikleri filmin
kahramanından söz etmektedirler. Yaşlı adam, sözü edilen kişiyi İpekçi
Kani’ye benzetir. Yapıyı ve temayı oluşturan temel çatışma buradadır.
Hikayede olayların gelişimi şu şekildedir:
1)Yaşlı adamın vapurda bir grup genç kızla karşılaşması
2)Yaşlı adamın kimden bahsedildiğini merak ederek sorması
Yaşlı adama verilen cevap onun için hiçbir anlam ifade etmemektedir.
Buna karşılık, sözü edilen aktörün özellikleri ona İpekçi Kani’yi hatırlatırken
bu isim de genç kızlar için bir anlam taşımaz.
402
çatışma
Yaşlı adam Genç kızlar
12.2.b.Kişiler
Hikayenin olay örgüsündeki aslî kişiler ihtiyar adam ile dört genç kızdan
ibarettir.
İhtiyar Adam
Fiziksel özellikleri yazar-anlatıcı tarafından “...Beyaz pos bıyıklı,
babacan bir zat...”879olarak tasvir edilen ihtiyar adamın ruhsal özellikleri ise, o
anda sigara içemediği için sıkıntılı ve ayrıca konuşulan kişinin kim olduğunu
merak etmesiyle meraklı biri olarak sergilenmiştir.
İhtiyar adamın hikayedeki fonksiyonu, eskiyi temsil etmesiyle ortaya
çıkmaktadır. O, sahip olduğu bilgi ve tecrübeleriyle geçmişte kalan bir
dünyaya aittir. Bu nedenle, dört genç kızla çatışma halindedir.
Genç Kızlar
Fiziksel özellikleri yazar-anlatıcı tarafından“...omuzlarında dalga dalga
saçlar, sırtında empermeabl, ellerinde portföy ve sinema gazeteleri bulunan
dört küçük bayan...”880 olarak tasvir edilen “dört küçük bayan” ruhsal
özellikleri açısından konuşkan ve sinema meraklısı olarak gösterilmişlerdir.
Genç kızların hikayedeki fonksiyonları yeni nesli temsil etmeleriyle
şekillenmektedir. Onlar ait oldukları dünyanın farklılığı nedeniyle yaşlı adamla
çatışma halindedirler.
879
Sermet Muhtar ALUS: “Kadıköy Vapurunda”, Akbaba, 303 (26 Birinciteşrin 1939), 8.
880
A.g.e., s. 8.
403
12.2.c.Mekan
Hikayedeki merkezî mekan vapur kamarasıdır.
Mekana dair tek ayrıntı “...Köprüden Haydarpaşa’ya giden 5.40
vapurunun alt salonu...”881 olmasıdır. Bu mekanın hikayedeki fonksiyonu,
hikayenin birbirinden tamamen farklı kişilerini bir araya getirmesiyle ortaya
konmuştur. Kamaranın kapalı ve dar bir mekan olması, ihtiyar adamın
konuşmaları duymasını sağlamış ve böylece olay örgüsü şekillenmiştir.
12.2.ç.Zaman
Hikayenin yazma zamanı 1939 yılıdır.
Hikayedeki “sinema” ve “film” gibi kelimeler ile kızların “Gary Cooper’ın
yeni filmi”nden söz etmeleri olayın Cumhuriyet yıllarında geçtiğini ve olay
zamanının da muhtemelen yazma zamanıyla paralel olduğunu
göstermektedir. Ayrıca vakanın 5.40 vapurunda cereyan etmesi, zamanı
saat olarak somutlaştırmıştır.
Devrin özellikleri ise, genç kızların kıyafetleri ve davranışları vasıtasıyla
hissettirilmiştir.
12.3.Tema
Eserde tema eski-yeni karşılaşması etrafında dikkatlere sunulur. Bu
tema nesil çatışması çevresinde işlenmiştir.
Tema vasıtasıyla yazar, zamanla zevklerin, beğenilerin ve değer
yargılarının değişeceğini her devrin kendine özgü olduğunu ve olacağını
anlatmak istemiştir.
Eserde tema aracılığıyla sunulan mesaj, nesiller arasında zevk, beğeni
ve anlayışların farklılaşmasının doğal olduğu yönündedir. Bu farklılık içinde
önemli olan eski ve yeni kuşakların birbirine saygı duymasıdır.
881
A.g.e., s. 8.
404
12.4.Dil ve Anlatım
Kadıköy Vapurunda hikayesi yazar-anlatıcı tarafından anlatılmıştır.
Dolayısıyla hâkim bakış açısı kullanılmıştır. Hikayede yazar-anlatıcının “dört
küçük bayan”, “çıtır çıtır konuşuyorlardı” ve “babacan bir zat” ifadelerinden
anlaşıldığı üzere tarafsız değildir. Kahramanların tamamına sempatiyle
bakmaktadır.
Hikayenin dili duru, anlaşılır ve akıcıdır. Hikayede ağırlıklı olarak
göstermeye dayalı bir anlatımın söz konusu olması nedeniyle diyaloglara çok
sık yer verilmiştir. Bu durum yazarın konuşma dilinin imkanlarını kullanmasını
sağlamıştır.
12.5.Anlam ve Yorum
Kadıköy Vapurunda hikayesi kişi, mekan ve zaman unsurları itibariyle
okuyucuda gerçeklik hissi uyandıran bir yapıya sahiptir. Hikayedeki olay
zamanının yazma zamanıyla paralellik göstermesi ve Sermet Muhtar’ın vapur
merakı ona vakanın günlük hayattaki varlığını gözlemleme şansı vermiş
olabilir. Günümüz okuyucusu için de bu durum geçerlidir. Ayrıca seçilen tema
nedeniyle muhtemel okuma zamanları için hikayedeki gerçeklik duygusu
devam etmektedir.
Aralarında yaş farkı olan insanların beğenilerinin, ilgi alanlarının
değişmesi her dönemde yaşanan bir durumdur. Çoğu zaman kuşak
çatışması şeklinde kutuplaşmalara da neden olan nesil farkı, her devirde
duygu ve düşüncelerin yeniden şekillenmesinden kaynaklanmaktadır.
Yaşlılar ve gençler arasındaki kopukluk birbirlerinin dünyasına kapalı
oldukları sürece devam edecektir. Buna karşılık, her iki tarafın birbirini
tanımaya ve anlamaya çalışması hem çatışmayı ortadan kaldıracak hem de
iki tarafın zenginleşmesine neden olacaktır. İhtiyar adamın sözleri söz
konusu kopukluğa tepkidir. Okuyucu metni okuduğunda bu tepkiyi
tekrarlamaktadır. Bu nedenle, hikaye edebî metin olma özelliğine haizdir.
405
13.Dönek Adam
13.1.Tanıtım
Sermet Muhtar’ın Dönek Adam adlı hikayesi, Amcabey dergisinin 5
Şubat 1944 tarihli 62. sayısının 9. sayfasında yayımlanmıştır.
Hikaye hakkında herhangi bir tanıtım yazısı yayımlanmamıştır. Ayrıca
dipnot ve resimlere de yer verilmemiştir.
Yazarın hiçbir hikayesi kitaplaşmadığından bu hikayesi de dergi
sayfaları arasında kalmıştır.
13.2.Yapı
13.2.a.Olay Örgüsü
Dönek Adam hikayesinde olay örgüsü, Sabri Dönmez’in çevresiyle
ilişkileri etrafında gelişmektedir. Sabri Dönmez’in en önemli özelliği
kararsızlığıdır. Bu durum onu çevresiyle karşı karşıya getirir. Yapıyı ve
temayı oluşturan temel çatışma buradadır.
Hikayede olayların gelişimi şu şekildedir:
1)Sabri Dönmez’in kararsızlığı yüzünden tramvaya binmekte gecikmesi
2)Sabri Dönmez’in hareket halindeki tramvaya binmesi üzerine polisin
ona ceza kesmesi
Hikayede çatışma Sabri Dönmez ile çevresi arasındadır. O, kişisel
özellikleri arasında özellikle kararsız yapısı ön plana çıkan biridir. Hayatındaki
en basit eylemlerde dahi kolayca seçim yapıp harekete geçemez. Bütün
hayatını yönlendiren kararsız kişilik yapısıdır.
Eserin temel çatışmasını oluşturan birimler arasındaki ilişkileri aşağıdaki
şekilde şemalaştırabiliriz:
çatışma
Sabri Dönmez Çevre
13.2.b.Kişiler
Hikayenin olay örgüsünde yer alan aslî kişiler Sabri Dönmez ile trafik
polisidir. Sabri Dönmez’in karısı ve oğlu ise, yardımcı kişilerdir.
406
Sabri Dönmez
Sabri Dönmez hikayenin aslî kişisidir.
Sabri Dönmez’in fiziksel özelliklerine dair ayrıntı vermeyen yazar-
anlatıcı, onun psikolojik özellikleri üzerinde durur ve “Bay Sabri Dönmez,
takındığı soyadın tamamile tersi bir adamcağızdı. Onun kadar kararsız,
sebatsız, dönek bir kimse dünyada bulunmaz. Dünya kuruldu kurulalı da eşi
emsali yer yüzüne gelmemiştir; benzeri hiçbir diyarda, hiçbir memlekette
görülmemiştir.” cümleleriyle anlatır.
Sabri Dönmez, evlidir ve bir oğlu vardır. Bir dairede çalışan Sabri
Dönmez’in maddî durumu iyi değildir. Bunu “cepleri yufkaca” ifadesinden
anlamak mümkündür.
Sabri Dönmez’in hikayedeki fonksiyonu kişisel özelliklerinde ön plana
çıkan kararsızlığı ile şekillenmektedir. O, kararsızlığı yüzünden kendisiyle ve
çevresindekilerle sürekli sorun yaşar. Bu da çatışmaya yol açar.
13.2.c.Mekan
Hikayede fonksiyonları itibariyle öne çıkan belli başlı mekanlar Sabri
Dönmez’in evi ve tramvay caddesidir.
Hikayedeki birinci mekan Sabri Dönmez’in evidir. Eve dair ayrıntılar
yazar-anlatıcı tarafından vaka içinde şöyle sezdirilmiştir: “Saç mangalı yakıp
üstüne bakır ibriği sürmüş. Ayıp değil a, evlerinde havagazı yok; estağfirullah
var, var amma cepleri yufkaca ve şirkete para dayandıramadıkları için, ana
borusundan kesik. Ortalıkta petrol kıt olduğundan gaz ocağı da mutbağın
rafında bir kenara atılı.”
Evin fonksiyonu Sabri Dönmez’i hem tüm yönleriyle tanıtmak hem de
kararsızlığının evdekilere yansımasını göstermektir.
Hikayedeki ikinci mekan, tramvay caddesidir. Caddenin özellikleri
yazar-anlatıcı tarafından “Çok beklemeden uzaktan, iki arabalı Şişli-Tünel
tramvayı sökün etti. Durağa geldi, durdu. Durak halkı tatlıya üşüşen sinekler
gibi, tramvaya saldırdılar.” cümleleriyle tasvir edilmiştir.
Caddedeki durağın fonksiyonu ise, Sabri Dönmez’in kararsızlığını
sergileyip bundan nasıl zarar gördüğünü göstermektir.
407
13.2.ç.Zaman
Hikayenin yazma zamanı 1944 yılıdır. Olay zamanı ise, yazma zamanı
ile paralellik gösteren bir zamandır. Yazarın romanlarının ve bazı
hikayelerinin tersine, Dönek Adam’da zaman, geçmişe ait değildir.
Cumhuriyet Türkiyesine ait bir dönem ele alınmıştır. Bunu yazar-anlatıcının
Sabri Dönmez’i “Bizim Vekil İstanbulda. Belki Ankaraya gideceği tutar,
Haydarpaşaya kadar uğurlamamız icabeder! diyerek fötr şapkasını bırakıp
melonunu alırdı.” cümleleriyle tasvir etmesinden kesin bir biçimde anlamak
mümkündür.
Hikayede olay zamanı, bir günün sabah saatleri şeklinde sezdirilmiştir.
Gün,ay, yıl belli değildir. Havanın bulutlu olması ve yağmur yağma ihtimali,
mevsimin bahar olabileceğini akla getirmektedir.
13.3.Tema
Eserde tema kararsızlık-sosyal düzen karşılaşması etrafında dikkatlere
sunulur. Bu tema kişinin çevresiyle ilişkileri etrafında işlenmiştir.
Tema vasıtasıyla, olumsuz psikolojik özelliklerin toplumsal düzene
zarar verebileceği anlatılmak istenmiştir.
Hikayenin mesajı, karar verme becerisi gelişmemiş insanın hayatını
idame ettirmede güçlük çekebileceği kendine ve çevresine zarar verebileceği
yönündedir.
13.4.Dil ve Anlatım
Dönek Adam hikayesi yazar-anlatıcı tarafından anlatılmıştır. Dolayısıyla
hâkim bakış açısı kullanılmıştır. Anlatıcı vakanın dışında olmasına rağmen,
tarafsız ve gizli değildir. Sabri Dönmez için “adamcağız”, karısı için
“kadıncağız” ifadelerini kullanması ve “Bereket versin, bir yolcu haline acıdı
da basamakta yer açtı.” demesi, yazar-anlatıcının duygularını belli ettiğinin
işaretleridir.
Sermet Muhtar’ın üslûp özelliği olan sohbet eder gibi yazma bu
hikayede, “Anlatayım da görün:”, “Ayıp değil a, evlerinde havagazı yok;
estağfirullah var, var amma”, “İşte bay Sabri Dönmezin ne derece kararsız,
408
13.5.Anlam ve Yorum
Dönek Adam hikayesinde gerçeklik duygusu zedelenmiştir. Bunun
sebebi, kahramanın kararsızlığını vurgulayabilmek için tavır ve
davranışlarının abartılmış olmasıdır. Söz konusu özelliğinden dolayı
kahraman karikatürize edilmiştir. Yazarın bunu yapmaktaki amacının ele
aldığı kişilik özelliğini ön plana çıkarmak olduğu söylenebilir. Zaten hikaye bu
yönüyle gerçekçidir.
Olay zamanı ile yazma zamanının paralellik göstermesine karşılık
muhtemel okuma zamanları değişkendir ve ileriye dönüktür. Fakat buna
rağmen, temanın güncelliğini koruduğu söylenebilir. Günümüzde de
insanların kararsızlığı ya da başka olumsuz özellikleri nedeniyle çevreye ya
da kendilerine zarar vermesi mümkündür.
Yazar, kahramanını gülünç duruma düşürerek olumsuz özelliklere tepki
göstermektedir. Hikayedeki bakış açısı okuyucunun da aynı tepkiyi
göstermesini sağlamıştır. Bu, hikayede sezdirilen anlamdır. Bu nedenle,
hikaye edebî metin olma özelliğine haizdir. Çünkü her okunduğunda yeniden
yaratılabilmektedir.
14.2.Yapı
14.2.a.Olay Örgüsü
Bir Evlenmenin Hikayesi’nde olay örgüsü, evlenmek istemeyen bir bey
ile ısrarla onu evlendirmek isteyen ailesi çevresinde gelişmektedir. Bey bekar
hayatını sürdürmek istemektedir. Ailesi ise, onu evlendirmenin peşindedir.
Yapıyı ve temayı oluşturan temel çatışma buradadır.
Hikayede olayların sıralanışı şu şekildedir:
1)Ailesinin kırk yaşlarındaki bir beyi en sonunda evlenmeye ikna etmesi
2)Beyin bulunan gelin adaylarından biriyle evlenmesi
3)Nikahtan hemen sonra kayınpederin beyden maddî taleplerde
bulunması
Bir Evlenmenin Hikayesi’nde, hikayenin kişileri olan evin oğlu ile
babaannesi, anneannesi ve teyzesi arasında çatışma vardır. Metnin
temelinde varolan bu çatışma, aile büyüklerinin torunlarını evlendirme
isteğine karşılık torunlarının evlenmek istememesinden kaynaklanmaktadır.
En sonunda ailesinin istediğini yapıp nikahlanan bey, bunun bir son
değil, başlangıç olduğunu kız tarafının istekleriyle karşılaşınca anlar. Bu
hikayedeki ikinci çatışmayı oluşturur. Bu kez çatışma evlendirilmek istenen
bey ile nikahlandığı kızın babası arasındadır.
Eserin temel çatışmasını oluşturan birimler arasındaki ilişkileri aşağıdaki
şekilde şemalaştırabiliriz:
çatışma
Evlendirilmek istenen bey Beyin ailesi
14.2.b.Kişiler
Hikayenin olay örgüsündeki aslî kişiler evlendirilmek istenen bey,
anneannesi, babaannesi ve kız kardeşlerinden ibarettir. Gelin adayları ve
beyin kıranta kayınpederi ise, yardımcı kişilerdir.
410
14.2.c.Mekan
Hikayede mekan İstanbul’dur. Fakat sinema, Part Otel ve nikah
memurluğu şeklinde üç yer isminden söz edilmesi dışında başka hiçbir ayrıntı
yoktur.
14.2.ç.Zaman
Hikayenin yazma zamanı 1944 yılıdır. Olay zamanı ise, yazma zamanı
ile paralellik gösteren bir zamandır. Yazarın romanlarının ve bazı
hikayelerinin tersine, bu hikayesinde zaman, geçmişe ait değildir. Cumhuriyet
Türkiyesine ait bir dönem ele alınmıştır. Bu,“Bay-Bayan” şeklindeki saygı
sözlerinden, kız kardeşlerin sinemaya gitmelerinden, “Heddi Lamar, Doroti
882
Sermet Muhtar ALUS: “Bir Evlenmenin Hikayesi”, Amcabey, 63 (12 Şubat 1944), 9.
883
A.g.e., s. 11.
411
14.3.Tema
Eserde tema birey-aile karşılaşması çevresinde dikkatlere sunulur. Bu
tema evlilik konusu etrafında işlenmiştir.
Tema vasıtasıyla yazar, kişilerin tercihlerine saygı göstermenin ve
ısrarcı olmamanın önemi üzerinde duruyor. Buna göre, aile büyükleri,
çocuklarının özgürce karar verebilmelerine müsaade etmelidir.
Yazar, Cumhuriyet Türkiyesinde eski alışkanlıkları sürdürerek bireylerin
özel hayatlarına karışmanın, birbirini görmeden evlenme gibi çağdışı
yöntemlerle evlenmeye zorlamanın yanlış olacağını anlatmaya çalışmıştır.
Hikayenin mesajı, başkalarının sözüne göre hareket etmenin insanı
istemediği ve beklemediği durumlara sürükleyebileceği yönündedir.
14.4.Dil ve Anlatım
Bir Evlenmenin Hikayesi, yazar-anlatıcı tarafından anlatılmıştır.
Dolayısıyla hâkim bakış açısı kullanılmıştır.
Yazar-anlatıcının “Bizim yakışıklı, bekâr, kırkına merdiven dayamış
bayımız”, “Uzatmıyalım, ninelerinin eski komşularından kırk ev kedisi, işgüzar
bir hanım teyze araya girdi.”, “Bu teklifleri kabul edip sineye mi çekti, yoksa
düğün olmadan ayrılma davası mı açtı, orasını siz yakıştırın!” ifadeleri
varlığını gizlemediğinin bir kanıtıdır. Bu, Sermet Muhtar’ın eserlerindeki genel
üslûp özelliğidir.
Hikayenin dili, “bay, tayyör, apartman, sporcu, müteahhit” gibi
kelimelerden anlaşıldığı üzere devrin konuşma dili olmakla birlikte, evlilik
884
A.g.e., s. 9.
412
14.5.Anlam ve Yorum
Bir Evlenmenin Hikayesi kişi, mekan ve zaman unsurları itibariyle
okuyucuda gerçeklik hissi uyandıran bir yapıya sahiptir. Hikayedeki olay
zamanının yazma zamanıyla paralellik göstermesi, yazara vakanın günlük
hayattaki varlığını gözlemleme şansı vermiş olabilir. Günümüz okuyucusu
için de bu durum geçerlidir. Ayrıca seçilen tema nedeniyle muhtemel okuma
zamanları için hikayedeki gerçeklik duygusu devam etmektedir.
Bireyin toplum tarafından yönlendirilmesi, hatta bazı hareketlere
zorlanması bugün de geçerli olan bir durumdur. Ailesinin isteği doğrultusunda
evlenen birinin beklenmedik bir problemle karşılaşması yazarın dıştan
müdahalelere tepkisini göstermektedir. Okuyucu metni okuduğunda bu
tepkiyi yenilemektedir. Bu nedenle, hikaye edebî metin olma özelliğine
haizdir.
413
15.Sofu Adam
15.1.Tanıtım
Sofu Adam hikayesi, Amcabey dergisinin 19 Şubat 1944 tarihli, 64.
sayısında yayımlanmıştır.
Hikaye hakkında herhangi bir tanıtım yazısı yayımlanmamıştır. Dipnot
yoktur. Sadece başlığın iki yanında sofu ve hovarda adamı gösteren iki
resme yer verilmiştir.
Yazarın hiçbir hikayesi kitaplaşmadığından bu hikayesi de dergi
sayfaları arasında kalmıştır.
15.2.Yapı
15.2.a.Olay Örgüsü
Sofu Adam hikayesinde olay örgüsü, Sofu adamın Duba Eleni ile
karşılaşması sonrasında ruhsal özelliklerinde meydana gelen değişmeler
üzerine kuruludur.
Sofu adam, Eleni ile karşılaşıncaya kadar annesinin sözünden
çıkmayarak mutaassıp bir hayat sürdürmüştür. Fakat Eleni ile karşılaşınca
onun cazibesine kapılarak ansızın değişir ve o güne kadarki tutum ve
davranışlarını tamamen değiştirir. Yapıyı ve temayı oluşturan temel çatışma
buradadır.
Hikayede olayların gelişimi şu şekildedir:
1)Sofu adamın Eleni ile karşılaşması
2)Sofu adamın annesine karşı çıkarak Eleni’yi nikahlamaya karar
vermesi
Sofu Adam hikayesinde, hikayenin kahramanı kendi kendisiyle çatışma
halindedir. Metnin temelinde varolan bu çatışma, kahramanın kişisel
özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Kahraman, başlangıçta dindarlığı ifrat
derecesine vardıran biriyken Duba Eleni’ye rastlamasıyla birlikte ansızın
414
değişir. İçki içen, Beyoğlu’ndan ayrılmayan hovarda biri haline gelir. Onun
önceki ve sonraki kişisel özellikleri arasında tam bir tezat vardır.
Eserin temel çatışmasını oluşturan birimler arasındaki ilişkileri aşağıdaki
şekilde şemalaştırabiliriz:
çatışma
Sofu adam Sofu adam
15.2.b.Kişiler
Hikayenin olay örgüsünde aslî olarak, sadece sofu adam vardır. Onun
annesi ve Duba Eleni ise, yardımcı kişilerdir.
Sofu Adam
Hikayede ismi belirtilmeyen kahramanın çocukluğundan kırk beş yaşına
kadar olan hayatı ve kişisel özellikleri yazar-anlatıcı tarafından kesitler
halinde anlatılmıştır.
Kahramanın ailesi dindardır. Babası hacıdır annesi de “Kocası Hacca
gidince, yeşile boyattıkları kapıdan dışarıya adımını atmamış, dönünciye
kadar tam altı ay eve kapanıp gecesini, gündüzünü taat ve ibadetle geçirmiş,
hacı hanımlık payesine ermiş”885 biridir. Bu nedenle, “Ana babadan örnek
alışına, yaradılıştaki huyu da eklenerek çocuk çekirdekten sofu yetişmişti”r.886
Delikanlılık çağlarında 50 kuruş maaşla kalemde katip olarak işe başlamıştır.
Otuz yaşına gelmesine rağmen annesinin evlendirme teşebbüslerine
“Zemanede helal süt emmiş nerede?” diyerek hep karşı çıkmıştır. Sofuluğun
derecesini gittikçe arttırarak kırk beş yaşına kadar aynı çizgide hayatını
sürdürmüştür.
Kırk beş yaşında ansızın değişen kahramanın fiziksel görünüşü de
bundan nasibini almıştır. Yazar-anlatıcı onun çocukluk halini “başında sarık,
sırtında aba, ayaklarında imam çorabı ve mest”887 şeklinde yeni halini ise
“Fesi sol kaşın üstünde; boynunda taftadan plâstron kravat; cebinde ipekli
885
Sermet Muhtar ALUS: “Sofu Adam”, Amcabey, 64 (19 Şubat 1944), 9.
886
A.g.e., s. 9.
887
A.g.e., s. 9.
415
15.2.c.Mekan
Hikayede mekan İstanbul’dur. Cami, mektep, kalem, türbe, tekke, ev
şeklinde bazı yer isimlerinden söz edilmesi dışında başka hiçbir bir ayrıntı
yoktur.
15.2.ç.Zaman
Hikayenin yazma zamanı 1944 yılıdır.Olay zamanı ise, yazma
zamanından farklıdır ve geçmişe aittir.
Hikayede olay zamanını kesin bir biçimde belirten gün,ay ya da yıla dair
bir ayrıntı yoktur. Ancak sofu adamın yaşayış biçimi, fes giymesi, eğitim
sisteminde sübyan mektebinden ve rüştiyeden söz edilmesi ve özellikle
eğlence yeri olarak Beyoğlu’ndan söz edilmesi, olay zamanının XIX. yüzyılın
sonu ya da XX. yüzyılın başı olduğunu göstermektedir.
Olay örgüsünde sofu adamın hayatının ilk kırk beş yılının anlatılması
nedeniyle olay zamanı kırk beş yıla yayılmaktadır.
888
A.g.e., s. 9.
416
15.3.Tema
Eserde tema ruhsal özelliklerin (sofuluk-hovardalık) karşılaşması
etrafında dikkatlere sunulur. Bu tema kadın-erkek ilişkileri çevresinde
işlenmiştir.
Yazar tema vasıtasıyla bireyin ruhsal özelliklerinin oluşumunda ailenin
aşırı yönlendirici olması halinde sağlıklı bir yapının ortaya çıkmayacağını ve
her türlü aşırılığın bir gün mutlaka zararının görüleceğini anlatmak istemiştir.
Hikayenin mesajı, yazar tarafından “Kırkından sonra azanı teneşir
paklar” şeklinde sezdirilmiştir. Buna göre, insanın belirli bir yaştan sonra o
güne kadar sergilediği kişisel özelliklerini yok sayıp yeniden şekillendirmeye
çalışması çevresiyle ve kendisiyle çatışmasına neden olur.
15.4.Dil ve Anlatım
Hikaye yazar-anlatıcı tarafından anlatılmaktadır. Hâkim bakış açısı
kullanılmıştır.
Olay zamanı ve hikaye kahramanının kişisel özellikleri nedeniyle
hikayenin dili devrin diline ve dinî ifadelere yer verecek şekilde
kurgulanmıştır. Bu nedenle “kurra hafız, haccülharemeyn, zatışerif, tilavet,
suleha” gibi kelimeler çok kullanılmıştır. Kahramanın kişisel özelliği nedeniyle
hikayede “lokmayı ağzında yedi kere döndürmeden yutmamak, Frenkçe
rakamları günah diye karalamak, Hıristiyan yemeği diye domates, patates
yememek” gibi birçok batıl inanışa da yer verilmiştir.
Hikayede bir anlatım özelliği olarak yazar, hikaye kişilerine isim
vermemiştir. Sadece Duba Eleni ismi geçmektedir. Sofu adamın bir isminin
olmaması, onu daha genel biri haline getirmekte ve böylece bütün dikkat
onun kişisel özellikleri üzerine toplanmaktadır.
15.5.Anlam ve Yorum
Sofu Adam hikayesi kişi, zaman ve mekan unsurları açısından
değerlendirildiğinde okuyucuya mesajlar verebilmekte, okuyucuyu
etkileyebilmektedir. Bu, yazarın bakış açısı ve üslûbu sayesinde mümkün
417
B- Piyesleri
Sermet Muhtar Alus’un Piyes Yazarlığı
Çocukluk yıllarından itibaren sürekli tiyatroyla ilgilenen, geleneksel Türk
seyirlik oyunlarının yanı sıra modern tiyatro örneklerini takip eden ve
yazılarında sık sık bu izlenimlerinden bahseden Sermet Muhtar, kurmaca
metin sahasında roman ve hikayeden önce, piyesler kaleme alarak tiyatro
konusunda sadece seyirci ya da okuyucu olarak kalmadığını göstermiştir.
“...Sermet Muhtar Alus’un tiyatro alanındaki uğraşları iki yönde
olmuştur: Yazdığı oyunlar ile yabancı dilden yaptığı uyarlamalar. Yazdıkları,
Derd (üç perde), Zincirleme (dört perde), Kof Ramiz (iki perde), İnci Sultan
418
projesinde çalışan Faruk Ilıkan ile yapılan görüşmede ise, sahaflarda yazarın
el yazısıyla Osmanlıca olarak yazılmış piyes metinlerine tesadüf edildiği,
ancak elde edilemediği bilgisine ulaşılmıştır.893 Dolayısıyla sadece metnini
temin edebildiğimiz eserleri tahlil etmekle iktifa etmek mecburiyetindeyiz.
Umarız gelecekte diğer piyeslere de ulaşma şansımız olur.
Metnine ulaşabildiğimiz sekiz piyeste bazı ortak noktalar dikkati
çekmektedir. Bunların başında toplam sekiz piyesten dördünde temanın
kadın-erkek ilişkileri çevresinde işleniyor olması gelmektedir. Yazar, roman
ve hikayelerinde sık sık işlediği bu konuyu piyeslerinde de söz konusu
etmiştir. Roman ve bazı hikayelerinden farklı olarak, piyeslerinde olay
zamanı, yazma zamanı ile aynı ya da yakındır. Piyeslerde üzerinde durulan
bir diğer tema ise, arkadaşlık ilişkilerinde menfaat temin etme kaygısıdır.
Bütün piyeslerde bedbin bir bakış açısı ortaya koyan yazarın, söz
konusu temalar haricinde yeni tema arayışlarına girmediği, fakat yaşadığı
çevreyi gözlemleyerek malzeme çıkarma telaşı içinde olduğu görülür.
Özellikle Cumhuriyet devrinin yeni insan modelini yaşayışı, düşünüşü ve
ilişkileri açısından tespit etmeye çalışır. Piyeslerin çoğunlukla bir iki sayfadan
ibaret kısa metinler olmaları nedeniyle söz konusu tespitler birer kesitten
öteye gidemez. Bunda yazarın, farklı ortamlarda yaşayan, gözlemleyen kişi
olmaktan çıkmasının da tesiri vardır. Sermet Muhtar’ın o yıllardaki mütevazı
yaşayışı, devrin alayişini ancak duyarak ya da okuyarak takip etmesine izin
verecek düzeydedir.
Sermet Muhtar, olay zamanını yazma zamanından hareketle
oluşturduğu piyeslerinde, gerek dramatik örgü gerekse dil-üslûp bakımından
geçmişi anlatan eserlerindeki başarıyı yakalayamamıştır. Bununla birlikte
seçtiği birkaç tema bugün itibariyle hâlâ geçerliliğini koruyan bakış açılarına
sahiptir. Onun, 1930’lu-40’lı yıllarda yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan
bugünkü yapımızı büyük bir öngörüyle ortaya koyduğu söylenebilir.
Sermet Muhtar, piyeslerinde sürpriz bir sonla okuyucuyu (seyirciyi)
şaşırtmaya çalışır. Piyeslerin bir diğer ortak vasfı da komedi türünde yazılmış
893
Faruk Ilıkan ile yapılan 23.12.2005 tarihli görüşme.
420
1.Helal Mal
1.1.Tanıtım
Helal Mal, 1918 (1334) yılında Temaşa dergisinin 11. sayısında
yayımlanmıştır.894 Piyes, dergi külliyatının dördüncü kitabı olarak, aynı yıl,
İtimat Kütüphanesi tarafından Kader Matbaası’nda bastırılarak neşredilmiştir.
Orjinal adı “Dozulé”895 olan Helal Mal “Fransızcadan tatbiken
nakledilmiştir.”896 Başında “millî mudhike” ibaresi taşıyan komedi 1 perdeden
müteşekkildir ve 48 kitap sayfasıdır.897
Helal Mal, yazarın bilinen ilk eseridir. Sahnelenmiş ve geniş ilgi
görmüştür.898
1.2.Yapı
1.2.a.Dramatik Örgü
Helal Mal piyesinde dramatik örgü, Firdevs’i elde etmek isteyen Sami ile
Firdevs’e yeniden ilgi duymaya başlayan Firdevs’in terk ettiği kocası Niyazi
arasında gelişmektedir. Zengin, yaşlı ve çirkin olan Sami, Firdevs’le birlikte
olmak ister. Fakir, genç ve yakışıklı olan Niyazi ise, Firdevs’ten yardım
istemek için gelmiş ve onu görünce yeniden ilgi duymaya başlamıştır. Yapıyı
ve temayı oluşturan temel çatışma buradadır.
Piyeste dramatik örgünün gelişimi şöyledir:
1)Firdevs’in yıllar önce terk ettiği kocası Niyazi ile karşılaşması
2)Firdevs’in dostu Sami ile Niyazi’nin karşılaşması
894
Temaşa, 11(1334-1918), 9-16. Piyesin duyurusu için ayrıca bkz. Hadisat gazetesi (11
Teşrinisani 1334-1919), 2.
895
Sermet Muhtar ALUS: 30 Sene Evvel İstanbul (İstanbul, 2005), 13.
896
Sermet Muhtar: Helal Mal (Dersaadet, 1334), 3.
897
Tahlilde kitap dikkate alınmıştır.
898
Muhsin Ertuğrul: Benden Sonra Tufan Olmasın ((İstanbul, 1989), 531.
421
çatışma
Niyazi Sami
1.2.b.Kişiler
Piyesin dramatik örgüsündeki aslî kişiler Firdevs Hanım, Niyazi Efendi
ve Sami Bey’dir. Seher ve Agavni yardımcı kişilerdir.
Firdevs Hanım
Firdevs, piyesin aslî kişilerindendir.
422
899
Sermet Muhtar: Helal Mal (Dersaadet, 1334), 3.
900
A.g.e., s. 3.
901
A.g.e., s. 3.
423
1.2.c.Dekor
Piyeste dramatik örgünün geçtiği yer, Firdevs’in Gedikpaşa civarındaki
evidir. Dramatik örgü boyunca sergilenen dekor evin salonudur. Yatak odası
ise, sadece salona açılan kapısı vasıtasıyla sezdirilir.
Söz konusu dekora dair eşyalar metnin baş tarafında “Firdevs Hanım’ın
hanesi. Süslü bir salon. Nihayette bir kapı. Buradan merdivene gidilir. Sağda
Firdevs Hanım’ın yatak odası. Masa üzerinde telefon.”902 cümleleriyle ifade
edilmiştir. Ayrıca, salondaki masa, sandalye, koltuk, soba gibi eşyalar metnin
içinde sezdirilmiştir.
Dekoru oluşturan evin salonu piyesteki kişileri bir araya getirme
fonksiyonunu icra etmektedir. Yatak odası ise, Firdevs ile Niyazi arasındaki
anlaşma halinin varlığına işarettir.
1.2.ç.Zaman
Helal Mal piyesinde yazma zamanı1918 (1334) yılıdır. Aynı şekilde olay
zamanı da 1918 (1334) yılıdır. Bu anlamda olay zamanı ile yazma zamanı
arasında paralellik vardır.
Her ne kadar olay örgüsü ile devir arasında organik bir bağ kurulmasa
da, devirle alakalı birtakım hususiyetlerin piyeste yer aldığı görülmektedir.
Bunlardan biri Balkan Harbi sonrasında harp zenginlerinin varlığıdır. Bir diğeri
ise, 31 Mart vakasını gerçekleştiren mürtecilerin peşine düşülmesidir.
Maddî imkanı temsil eden tüccar Sami Bey’in “harp zengini” olması
nedeniyle, o devirde paraya dayalı gücü tekelinde bulunduran bu zümrenin
902
A.g.e., s. 3.
424
özellikleri konusunda piyesin belirli bir ima içerdiği ve taraflı bir bakış açısına
sahip olduğu söylenebilir.
1.3.Tema
Eserde tema kişisel özellikler- maddî imkan karşılaşması etrafında
dikkatlere sunulur. Bu tema kadın-erkek ilişkileri çevresinde işlenmiştir.
Yazar tema vasıtasıyla kadın-erkek ilişkilerinde maddî imkanın
belirleyici olarak ön plana çıktığını, ancak ona ulaşıldıktan sonra ruhsal ve
fiziksel özelliklere önem verildiğini, bunun da yanlış olduğunu anlatmayı
amaçlamıştır. Aşk, sevgi gibi değerlerin egemen olduğu sanılan aile
hayatında paranın öne çıkması toplumsal yapıdaki dejenerasyonun aileyi de
vurduğu şeklinde yorumlanabilir.
Yazar I. Dünya Savaşı yıllarında, belirli bir kesimin savaşın şartlarını
kendi lehlerine kullanarak zenginleşmelerini ve aile yapısındaki yozlaşmayı
hicvetmiştir.
Eserde siyasi yapı ile sosyal yapı arasında bağ kurulmuştur. Savaş,
istikrarsız yönetim, devlet kurumlarındaki keyfîlik gibi olumsuz siyasi şartlar
topluma yansıyarak insan ilişkileri ile ruhsal özellikleri derinden ve olumsuz
bir biçimde etkilemektedir. Bu durumdan zarar gören kurumların başında ise,
aile gelmektedir.
Tema vasıtasıyla yazarın vermek istediği mesaj, aile hayatında sevgi,
saygı, bağlılık gibi manevî değerlerin üstün tutulması gerektiği yönündedir.
1.4.Dil ve Anlatım
Helal Mal piyesi göstermeye dayalı bir metindir. Bu nedenle, dramatik
örgü kahramanların sözlerinden oluşmuştur. Sadece satır aralarında
kahramanların davranışlarını ve ruh hallerini “Sesini yükselterek”903, “Ayağa
904
kalkar. Kapıya doğru bir iki adım atar.” “Aynada saçlarını düzeltir.”905 ve
903
A.g.e.,. 8.
904
A.g.e., s. 10.
905
A.g.e., s. 29.
425
1.5.Anlam ve Yorum
Piyeste dikkati çeken nokta, kadın-erkek ilişkilerinde asıl gücün, seçme
ayrıcalığına sahip olanın kadın olmasıdır. Kadın kahraman, olay boyunca
tercihlerini ortaya koyar ve çevresine kendini olduğu gibi kabul ettirir. Hatta
kocası, onu yaptıkları yüzünden yargılamadığı gibi, aksine bütün olanları
büyük bir hüsnü kabulle karşılar. Bu durum, eserdeki gerçeklik duygusunu
azaltmaktadır. Çünkü, Türk toplumunun ortak kabulleri bir kadının evlilik dışı
ilişkilerini onaylamadığı gibi, bir erkeğin de böylesi bir durumu kabullenmesini
hoş görmez.907
Piyesin yazma ve olay zamanlarının I. Dünya Savaşı yıllarına denk
gelmesi (1918), ilk okuma zamanında hatta seyretme zamanında harp
zenginlerine duyulan tepki nedeniyle yoğun ilgi görmesine neden olmuştur.
Çünkü piyeste devrin izlerini bulmak mümkün olmuştur. Bugün itibariyle belki
harp zenginleri yoktur, fakat hâlâ gayri meşru yollardan kolay para
kazananlar vardır. İlave olarak, kadın-erkek ilişkilerinde ana belirleyiciler para
ve güzellik olmaya devam etmektedir. Bu nedenle, piyes anlam değerini
muhafaza etmektedir.
906
A.g.e., s. 35.
907
Söz konusu aykırılığın nedenini piyesin Fransızca bir eserden adapte edilmiş olmasına
bağlamak mümkündür.
426
Sermet Muhtar, Helal Mal’da evrensel bir temayı göstermeye dayalı bir
biçimde işlemiştir. Bu da, eserin her okunduğunda yeniden yaratılmasını
mümkün kılmakta ve onun edebî eser olmasını sağlamaktadır.
Sermet Muhtar’ın kurmacaya dayalı metin çalışmalarının başlangıç
safhasındaki Helal Mal’da, ileriki yıllarda birçok kez ele alacağı, aile temasını
işlemiş olması enteresandır. Her ne kadar Fransızcadan adapte edilmiş bir
eser olsa da, Helal Mal tesadüfen oluşturulmuşa benzemiyor. Özellikle aile
teması üzerinden gidilerek mevcut olanla olması gereken arasındaki
çatışmaların kadın-erkek ilişkileri temelinde sorgulanması yazarın
eserlerindeki temel meseleyi oluşturmaktadır. Helal Mal bilebildiğimiz ilk eser
olması nedeniyle bu fikrin doğduğu yer olarak kabul edilebilir.
2.Ev İlacı
2.1.Tanıtım
Ev İlacı, 27 Şubat 1919-20 Mart 1919 tarihleri arasında dört sayı
halinde, imtiyaz sahibi ve mesul müdürü Yusuf Ziya (Ortaç) olan Şair
dergisinde tefrika edilmiştir.908 Orijinal adı (La gloire ambulanciére) olan
piyes, Fransızcadan adapte edilmiştir.909 “Millî mudhike” ibaresi taşıyan eser,
bir perdedir.
Alemdar Yalçın, II. Meşrutiyette Tiyatro Edebiyatı Tarihi adlı eserinde
Ev İlacı’nı yobazlık ve züppelik tezahürlerini işleyen piyesler kategorisinde ele
alarak, özellikle Esma Hanım ile Hüsnügül Hanım’ın koca karı ilaçları
yapmaları ve bazen tesadüfen de olsa başarılı olmaları üzerinde
durmuştur.910
Ev İlacı’nın tefrikası süresince resim yayımlanmamış, ayrıca dipnot ve
ara başlıklara da yer verilmemiştir.
Piyes, tefrika olarak kalmış, kitap halinde yayımlanmamıştır.
908
Sermet Muhtar : “Ev İlacı”, Şair, 12 (27 Şubat 1919), 189-192; 13 (6 Mart 1919), 203-204;
14 (13 Mart 1919), 213-216; 15 (20 Mart 1919), 226-228.
909
Sermet Muhtar ALUS: 30 Sene Evvel İstanbul (İstanbul 2005), 13.
910
Alemdar YALÇIN: II. Meşrutiyette Tiyatro Edebiyatı Tarihi (Ankara, 2002), 243-244.
427
2.2.Yapı
2.2.a.Dramatik Örgü
Ev İlacı piyesinde dramatik örgü, Cemal’in eşini doktora tedavi ettirmek
istemesi ve onun bu isteğine karşı çıkan annesi arasında gelişmektedir.
Cemal Bey, idadi mezunu bir genç olması hasebiyle düşünce ve
davranışlarında yeniyi temsil etmektedir. Bu yüzden eşini doktora tedavi
ettirmek istemektedir. Annesi Esma Hanım, eskiyi temsil ettiğinden gelinini ev
ilaçları ile tedavi etmek ister. Yapıyı ve temayı oluşturan temel çatışma da
buradadır.
Piyeste dramatik örgü, Cemal Bey’in eşi için eve doktorlar çağırdığı
sırada, annesinin ev ilacı hazırlayarak hastaya yedirmesinden meydana
gelen bir olay etrafında gelişmektedir.
Her şeyin çözümünü pozitif bilimde arayan Cemal ile, geçmişten gelen
inanış ve alışkanlıkları sürdürme taraftarı olan Esma Hanım arasında zihniyet
açısından bir tezat vardır. Cemal’in savunduğu yeni ve ilmî düşüncenin
temsilcileri olan Doktor Necmi Faruk Bey, doktor Köstebekyan ile teşhis
koymaya çalışırken, Esma Hanım’ın hazırlattığı ev ilacını yiyen gelin
birdenbire iyileşir.
Piyesin temel çatışmasını oluşturan birimler arasındaki ilişkileri
aşağıdaki şekilde şemalaştırabiliriz:
çatışma
Cemal Bey Esma Hanım
2.2.b.Kişiler
Ev İlacı piyesinin dramatik örgüsündeki aslî kişiler Cemal Bey ve Esma
Hanım’dır. Remzi, Lütfi, Salim, Doktor Köstebekyan, Doktor Necmi Faruk
Bey, Hüsnügül Hanım, Leman ve İnci ise yardımcı kişilerdir.
Cemal
Cemal, piyesin aslî kişilerindendir.
Defterhanede mümeyyiz olan Cemal Bey, 37 yaşındadır ve Vefa
İdadisi’nden mezundur.
428
2.2.c.Dekor
Piyeste dramatik örgünün geçtiği yer İstanbul Hobyar’daki Cemal
Bey’in evidir.
Piyes bir perde olduğundan tek dekor kullanılmıştır. Sergilenen
dekorda, Cemal Bey’in evinin bir odası gösterilmektedir. Burası sokak
üstünde oldukça büyük bir yerdir ve hastanın oda kapısı ile küçük bir odanın
kapısı da aynı yere açılır.
Dekora dair ayrıntıları gösterilen eşyalardan anlamak mümkündür.
Bunlar yerde keçe, duvarlarda yünlü Halep kumaşı perdeler, iki minder, ayna
konsol, saç mangal, mangalda bakır ibrik, içinde keten tohumu lapası duran
bir çinko sahandan ibarettir.
Oturma odasının piyesteki fonksiyonu, dramatik örgünün meydana
gelebilmesi için kişileri bir araya getiren yer olması, olaylara sahne teşkil
etmesidir.
429
2.2.ç.Zaman
Ev İlacı’nda yazma zamanı 1919, olay zamanı ise, 1916 (1332)
senesidir. Dolayısıyla yazma ve olay zamanları birbirinden farklıdır ve olay ilk
okuma zamanından üç yıl geriye aittir ve bu okuyucu açısından büyük bir fark
sayılmaz.
Yazar, olayın sadece son safhasını vermeyi tercih etmiştir. Bu nedenle
dramatik örgünün başlama ve tamamlanma süresi, bir günün içinde birkaç
saatle sınırlıdır. Bu durum, aslında basit bir yapıya sahip olan olayda
yoğunlaşmayı sağlamıştır.
Piyeste I. Dünya Savaşı yıllarını içine alan bir dönemin ele alınması ve
savaşın hüküm sürdüğü bir sırada bazı insanların hazımsızlık, kabızlık gibi
problemlerle uğraşmaları üstü kapalı bir eleştirinin varlığına işarettir.
2.3.Tema
Eserde tema eski-yeni karşılaşması etrafında dikkatlere sunulur. Bu
tema tıpta bilimsel metotlar ile geleneksel metotları savunan nesillerin
çatışması çevresinde işlenmiştir.
Eserde tema vasıtasıyla yazar, yeniye dair eleştirel bir bakış açısı
geliştirmiş gibi görünse de, bu daha çok eski ve geleneksel olan her şeyi yok
farzetmenin yanlış olduğunu ortaya koymaya yöneliktir. Piyeste yeninin
yanında eskinin zenginleştirici ve geliştirici rol oynayabileceği anlatılmak
isteniyor.
Yeniyi temsil eden bilimsel düşünce her zaman dikkate alınmalıdır.
Fakat bu yapılırken geleneği temsil eden düşünce yapısı da tamamen
dışlanmamalıdır. Tecrübelerin ürünü olan birtakım pratikler de yararlı olabilir.
2.4.Dil ve Anlatım
Ev İlacı, piyes türünde kaleme alındığı için metnin başlangıcı hariç,
genelinde göstermeye dayalı anlatım hâkimdir. Bu durum, yazar-anlatıcının
varlığını ortadan kaldırmakta, okuyucuyu kişilerle karşı karşıya bırakmaktadır.
Ayrıca, yazar-anlatıcının bakış açısını ortaya koyacak olan yönlendirme,
430
2.5.Anlam ve Yorum
Geleneksel yapısını büyük oranda muhafaza eden Türk toplumunda
hastalıkların yüzyıllardır birtakım koca karı ilaçlarıyla tedavi edildiği bilinen bir
gerçektir. Batılılaşma süreci içinde de, bu alışkanlıklar tamamen terk
edilmemiştir. Sermet Muhtar Ev İlacı’nda, bu konuya değinmekte ve klasik
aydın tipinin dışında farklı bir mesaj vermektedir. Buna göre, bilimsel
anlayışın benimsenmesi varolan değerlerin kökten reddedilmesi gerektiği
anlamına gelmez. Yazarın ortaya koyduğu bu popüler yaklaşım, halk
tarafından kolaylıkla kabûl görecek mahiyettedir. Zaten eserdeki gerçeklik
duygusunu sağlayan da ele alınan konu kadar, söz konusu bakış açısıdır.
Çünkü sadece eserin yazma zamanında değil, günümüzde bile, insanlar
modern tıbbın sunduğu tedavi imkanlarının yanı sıra alternatif tıp, şifalı
bitkiler, doğal tedavi yolları gibi farklı alanlardan şifa ummayı
sürdürmektedirler.
Ev İlacı’ndaki olay zamanı (1916), yazma zamanı (1919) ve muhtemel
okuma zamanları arasındaki farklılık eserin her okunduğunda ya da
sahnelendiğinde yeniden yaratılmasına engel olmamaktadır. Konunun mizahî
bir yaklaşımla işlenmesi ve genel geçerliği piyesin bugüne hitap etmesini
sağlamaktadır. Her okunduğunda yeniden yaratılabilmesi ise, piyesi edebî
eser olarak nitelendirmemizi sağlar.
Ev İlacı, Tanzimat Edebiyatı’nın birinci safhasında Şinasi’nin Şair
Evlenmesi adlı tiyatro eseriyle başlayan süreçte ele alınan eski-yeni
911
Sermet Muhtar : Ev İlacı, Şair, 14 (13 Mart 1919), 216.
432
3.Yıldızlar Barıştı
3.1.Tanıtım
Yıldızlar Barıştı, Akbaba dergisinde, 15 İkinciteşrin- 20 Birincikânûn
1934 tarihleri arasında altı sayı halinde tefrika edilmiştir. Piyes tefrika olarak
kalmış, kitap halinde yayımlanmamıştır.
Akbaba dergisi eserin yayımından önceki altı hafta boyunca tanıtım
yazıları yayımlamıştır. 8 Teşrinisani 1934 tarihli sonuncu tanıtım912 diğerlerini
özetler nitelikte olup şu şekildedir:“Sermet Muhtar Beyin romanı gelecek
sayımızda başlıyor. Yıldızlar Barıştı resimli mizahî roman hayattan alınmış
tipler.”913
Akşam gazetesi de eserin Akbaba dergisinde yayımlanmaya başladığı
tarih olan 15 Teşrinisani 1934 tarihinde “Sermet Muhtar beyin yeni, resimli
romanı: Yıldızlar Barıştı Bugün Akbaba da başladı.” şeklinde bir duyuru
yazısı yayımlanmıştır.
Yıldızlar Barıştı’nın tefrikası süresince “Orhan” imzalı toplam 7 resim
yayımlanmıştır. Resimlerde dramatik örgüdeki bazı sahnelere yer verilmiştir.
Tefrika boyunca dipnot ve ara başlıklara yer verilmemiştir.
Dergide “resimli mizahî roman” olarak duyurusu yapılan eser, yapı
itibariyle bir piyestir. Çünkü hiçbir tahlil veya tasvire yer verilmemiş, dramatik
örgüde tamamen göstermeye dayalı anlatma metodu kullanılmıştır.
912
Diğer tanıtım yazıları için bkz. Akbaba, 36 (6 Eylül 1934), 4; 37 (13 Eylül 1934), 7; 40 (4
Teşrinievvel 1934), 9; 41 (11 Teşrinievvel 1934), 6; 44 (1 Teşrinisani 1934), 10.
913
Akbaba, II, 45 (8 Teşrinisani 1934), 17.
433
3.2.Yapı
3.2.a.Dramatik Örgü
Yıldızlar Barıştı’da dramatik örgü, kocasının zevk, beğeni ve
tercihlerine saygı göstermesini isteyen Melek ile karısını istediği şekilde
yönlendirip kendi tercihleri doğrultusunda bir hayata zorlayan Namık arasında
gelişmektedir. Melek estetik anlayışı gelişmiş, eğitimli biri olması nedeniyle
kendi kararlarını kendisi almak arzusundadır. Namık ise, cahilliği ve kaba
sabalığıyla karısına hükmetmeğe çalışır. Yapıyı ve temayı oluşturan temel
çatışma buradadır.
Piyeste dramatik örgünün gelişimi şu şekildedir:
1)Melek ve Namık’ın evlerine misafirlerin gelmesi
2)Misafirlerin yanında Namık’ın Melek’i tiyatroya gitmek için zorlaması
3)Evde yalnız kalan Melek’in kocasının tabancasına kurşun
doldurması
4)Namık’ın bir tartışma esnasında boş zannettiği tabancasıyla karısına
ateş etmesi
5)Namık’ın her zaman boş duran tabancayı Melek’in intihar etmek için
doldurduğunu zannederek karısından af dilemesi
Huyları birbirine zıt olan Namık ve Melek’in evlilikleri sürekli
tartışmayla geçer. Melek kendisine saygı gösterip sevecek ruhunu okşayacak
bir sevgiliyi hayal eder. Namık ise, parayla temin edilebilecek her türlü
konforu karısına sunduğu için onun memnun olup kendisiyle uyumlu olmasını
ister. Fakat her ikisi de karşı tarafa sevgiyle yaklaşmaz. Kazayla tabancanın
patlaması üzerine Melek’in yaptığından pişman olması, Namık’ın karısını
sevdiğini anlaması aralarındaki sorunun çözülmesini sağlar.
Piyesin temel çatışmasını oluşturan birimler arasındaki ilişkileri
aşağıdaki şekilde şemalaştırabiliriz:
çatışma
Melek Namık
434
3.2.b.Kişiler
Dramatik örgüdeki aslî kişiler Melek ve Namık’tır. Atıfet, Macit,
Hayrettin, Dilâra, Aşçı Zehra ve hizmetçi Gülşen yardımcı kişilerdir.
Namık
Piyesin aslî kişilerindendir.
Fağfurizade Namık, 45-50 yaşlarındadır, fakir bir aileden gelmesine
karşın umumi harp yıllarında kuruyemiş ticaretinden zengin olmuş sonradan
görme biridir.
Eser boyunca kabalığı temsil eder. Eşine ve çevresine karşı
davranışlarında paranın gücüne dayanan hoyratlık vardır. Bu nedenle,
karısıyla uyumlu bir ilişki içerisinde değildir.
Melek
Piyesin aslî kişilerindendir.
Namık’ın sekiz yıldır evli olduğu üçüncü eşidir.
30 yaşındaki Melek, eşinin aksine piyano çalar, roman okur, incelmiş
bir zevke sahiptir.
Eserdeki fonksiyonu estetik güzellik ve his olan Melek ile eşi arasında
kişisel özelliklerindeki farklılıklardan dolayı bir çatışma vardır. Sürekli para
sözü eden, kendini evde de patron olarak gören, ayrıca karısını çok kıskanan
Namık’ta estetik kaygılar yoktur. O kanto dinlemekten, kaba saba türküler
söylemekten hoşlanır. Halbuki Melek bunlardan nefret eder: “…Hayatımda
birisini sevmeği ne kadar isterdim. Elbette benim de hoşlanacağım bir kimse
vardı. Her gün bu adam karşımda, etrafımda, peşimde…Hiç yoktan yere
kavgalar, yeminler; durmadan ticaret lâfları, para hesapları.. her şeye
karışıyor, bana ait işlere bile burnunu sokuyor. Hayat değil, ıztırap..” Bütün
mutsuzluğuna rağmen, Macit’in ikinci ve gizli bir ilişki teklifini “…Romanları
pek severim fakat roman kadını olmak hoşuma gitmez…” diyerek reddeder.
Böylece kocasına sadakatini göstermiş olur. Ancak bu onu, eşinin
tabancasına gizlice kurşun doldurmaktan alıkoymaz.
435
3.2.c.Dekor
Piyeste dramatik örgünün geçtiği yer Kadıköy- Cevizlik’teki yedi odalı
evin oturma odasıdır. Dramatik örgünün başladığı, geliştiği ve sonuca ulaştığı
yer burasıdır. Sahnede oda dekoru için eşyalar tanzim edilirken aksesuar
olarak “köşede bir piyano, karşısında bir yazıhane, kapının yanında ayna
konsol, ortada devrim masa, kanapelerde yastıklar, vazolarda çiçekler,
duvarda Namık Bey’in büyük bir fotoğrafı”914ndan istifade edilir. Bütün bu
aksesuarların yeri ve kullanımı evin reisi Namık’ın taşıdığı fonksiyonla
ilgilidir. Evde kontrolün kendisinde olduğunu hissettirmek isteyen Namık,
eşyaları kendi zevkine göre düzenler ve eşinin itirazlarını dikkate almaz.
Ayrıca dekordaki bütün aksesuarların dramatik örgüde birer işlevleri vardır.915
Dekorun bir odayla sınırlı tutulması, metnin sahnelenmek üzere yazılmış
olduğu fikrini güçlendirir. Zaten aynı durum dramatik örgü, şahıs kadrosu ve
zaman için de geçerlidir.
3.2.ç.Zaman
1934 yılında tefrika edilen piyeste olay zamanı, Harb-i Umumi
yıllarının sonunda bir akşam saat yedi sularında başlar ve ertesi gün öğle
üzerine kadar devam eder. Dolayısıyla yazma zamanı ile olay zamanı
arasında bir farklılık söz konusudur. Olay zamanı geçmişe aittir. Ayrıca olay
zamanının kısa tutulması, başlamış olan bir olayın seyirciye sadece
sonucunun gösterilmesini sağlamaya yöneliktir. Bu, yazarın eserlerindeki
zamanla ilgili genel bir özellik olarak da düşünülmelidir.
Piyeste yazarın devre dair bakış açısı, Namık’ın şahsında, fırsattan
istifade ederek savaşı kendi lehine kullanan harp zenginlerinin eleştirisi
şeklinde ortaya konmuştur.
914
Sermet Muhtar: “Yıldızlar Barıştı”, Akbaba, II, 46 (15 Teşrinisani 1934), 16.
915
Anton Çehov’un “Sahnede duvarda asılı bir tüfek varsa, oyunun sonuna kadar mutlaka
patlamalıdır.” prensibinin uygulandığı görülmektedir.
436
3.3.Tema
Eserde tema kişisel özelliklerin karşılaşması etrafında dikkatlere
sunulur. Bu tema evlilik konusu çevresinde işlenmiştir.
Yazar tema vasıtasıyla evliliklerde eşlerin kişisel özelliklerinin
farklılaşabileceğini önemli olanın birbirinin zevk, beğeni ve isteklerine saygı
göstermek olduğunu anlatmak istemiştir. Her iki tarafın birbirine saygısı
beraberinde sevgiyi getirecektir.
Eşler birbirlerinin duygu ve düşüncelerine saygı göstermeli, kendileri
gibi olmaya zorlamamalıdır. Evlilikte çiftlerin bireysel özelliklerini muhafaza
etmesi zenginleştirici etki olarak algılanmalıdır. Böyle olduğu takdirde eşlerin
uyumu kendiliğinden gerçekleşecektir.
3.4.Dil ve Anlatım
Yıldızlar Barıştı, reklamlarında roman ifadesi kullanılmakla birlikte bir
tiyatro eserinin özelliklerine sahiptir. Birinci tefrikanın başında, kişi, mekan ve
zamana dair ayrıntılar yazar-anlatıcı tarafından hakim bakış açısıyla ortaya
konmuş ve daha sonraki bazı ayrıntılar ise,“Gülşen kutuyu beyin masasına
koyarken Melek hanım gülerek seyreder. Pencereyi kapatacağı vakit: (Camı
indirme, biraz hava girsin) diyerek mâni olur. Genç kadın, elini alnına
koymuş, yorgun, neşesiz, aynanın önündeki çiçeklere dalar. Yelekle ve
yakalıksız, Namık Kemal bey girer.)”916 cümlelerinde olduğu gibi parantez
içinde belirtilmiştir.
Piyes dil itibariyle, eserlerinde olay zamanının dilini dikkate alan
yazarın diğer eserlerinden farklıdır. Çünkü Yıldızlar Barıştı’da 1917-1918
yıllarındaki konuşma dilinin özellikleri yerine yazma zamanı olan 1934 yılının
özellikleri hâkimdir. Hatta piyesi oluşturan diyaloglardaki dil, günümüz
dilinden hiç farklı değildir. Diyalogların daha çok soru-cevap şeklinde
ilerlemesi ise, geleneksel Türk seyirlik oyunlarının etkisi olarak söylenebilir.
Aşağıdaki diyalog, bu yapıya bir örnektir:
“Namık- Senin adın Gülşen mi?
916
A.g.e., Tef. no. 1, (15 Teşrinisani 1934), 16.
437
3.5.Anlam ve Yorum
Yıldızlar Barıştı’da kadın-erkek ilişkilerinde kıskançlık, sadakat,
zevklerin uyuşması gibi konuların ele alınması ve özellikle evli çiftler üzerinde
durulması piyesteki gerçeklik duygusunun güçlü olduğunu göstermektedir.
Eserde, günlük hayatla kolaylıkla bağlantısı kurulabilecek, okuyucu ya da
seyircilerin kendilerini piyes kahramanlarıyla özdeşleştirebilecekleri bir yapı
kurulmuştur. Olay zamanı (1917-1918), yazma zamanı (1934) ve bugüne
kadarki muhtemel okuma zamanları dikkate alındığında metnin anlamında
herhangi bir eskimenin vücuda gelmediği söylenebilir. Eser, her
okunduğunda yeniden yaratılabilmektedir. Bu da, metnin edebî bir metin
olduğunu ve seçilen temanın genel geçer olduğunu göstermektedir.
XIX. yüzyıl başından itibaren Türk toplumunda varlığını hissettirmeğe
başlayan kültürel değişimden en çok etkilenen kurumların başında
917
A.g.e., Tef. no. 4, (6 Kânûnuevvel 1934 ), 15.
438
4.Pişkin Misafir
4.1.Tanıtım
Pişkin Misafir, Akbaba dergisinin 18 Temmuz 1936 tarihli 132.
sayısında neşredilmiştir.918 Piyes, dergi sayfaları arasında kalmış, herhangi
bir kitapta yayımlanmamıştır.
Piyesin ismindeki “pişkin” ifadesiyle teması arasında bir ilişki vardır.
Yazar, kelimenin mecaz anlamı yoluyla temayı sembolleştirmiştir.
4.2.Yapı
4.2.a.Dramatik örgü
Pişkin Misafir’in dramatik örgüsü, misafir olduğu evde kendi arzusuna
göre hareket etmek isteyen kişi ile onu evden göndermeye çalışan ev
sahipleri arasında gelişmektedir. Misafir, kaba ve umursamazdır. Kaldığı evi
kendi evi gibi görür, bencilce hareket eder. Ev sahipleri ise, misafirlerine iyi
davranmakla birlikte onun hiçbir şeyi beğenmemesi ve uzun süre kalması
nedeniyle evden gitmesini isterler. Yapıyı ve temayı oluşturan çatışma
buradadır.
Piyeste dramatik örgünün gelişimi şöyledir:
918
Sermet Muhtar: Pişkin Misafir, Akbaba, 132 (18 Temmuz 1936), 17.
439
çatışma
Ev sahibi karı-koca Misafir
4.2.b.Kişiler
Dramatik örgüdeki aslî kişiler misafir, kadın ve erkektir. Fatma adlı
hizmetçi ise, yardımcı kişidir.
Piyesin başlangıcında kişilere dair herhangi bir ayrıntıya yer
verilmemiştir. Ancak metin göstermeye dayalı olduğundan kişilerin söz ve
hareketlerinden kişisel özelliklerine dair bazı ipuçlarına ulaşmak mümkündür.
Kadın
Piyesin aslî kişisi ve yönlendiricisi evin hanımıdır. Bütün gün mutfakta
yemek pişirmekle uğraşması ev hanımı olduğuna işaret eder. Kişisel özellik
itibariyle sinirli, sabrı taştı mı gözü hiç bir şey görmeyen biridir. Misafirin
evden uzaklaştırılması için eşine baskı yapar ve onun bir plan hazırlamasını
sağlar.
İyi niyetli, fakat hizmetinin takdir edilmemesine dayanamayan klasik ev
kadınını temsil eden kadın, eşinin arkadaşı olan misafirle çatışma halindedir.
Erkek
Erkek, evin reisi olmakla birlikte mülayim bir yapıya sahiptir. Eşinin
itirazları olmasa, arkadaşının bütün nazını çekmeye devam edecek kadar
sabırlı ve geniş yüreklidir. Nitekim eşinin bütün baskılarına rağmen,
arkadaşını üstü örtülü biçimde ikaz etmeği ya da açıkça evden kovmayı kabul
etmez.
440
4.2.c.Dekor
Piyesteki tek dekor yemek yenen odadır. Misafirle ev sahiplerinin
yemek yemeleri esnasında ön plana çıkan aksesuar üzerinde yemeklerin
olduğu sinidir. Sinideki yemekler ise, işkembe çorbası, sarmısaklı cacık,
sarmısaklı pancar turşusu ve üstünde sap sap taze sarımsaklar bulunan yeşil
salatadan müteşekkildir.
Kadının mutfağın dar olmasından şikayet etmesi eve dair bir başka
bölümün sezdirilmesini sağlar. Ayrıca ön plana çıkan aksesuarlar sayesinde
dekorun mütevazı şartlara sahip olduğu anlaşılır.919
Dekor olarak yemek odası, misafir ile evin sahiplerini karşı karşıya
getiren bir sahne işlevini görmektedir. Kadın ve erkeğin özel alanı olan evin,
misafir tarafından uzun süre işgal edilmesi aralarında bir problemin
doğmasına neden olmuştur. Dolayısıyla mekanın piyeste önemli bir
fonksiyonu vardır.
4.2.ç.Zaman
Pişkin Misafir’in yazma zamanı 1936 yılıdır. Fakat piyeste, olay
zamanına dair yıl, ay, gün anlamında herhangi bir ayrıntı verilmemiştir.
Yalnız, erkeğin “İki üç gece misafir kalacaktı, on beş gündür postu serdi.”
ifadesinden olayın on beş gün öncesinden başladığı anlaşılmaktadır.
919
Ancak piyesin sonunda misafirin hizmetçi kızı çağırması evin ekonomik şartlarıyla ilgili
yapısal bir tutarsızlığı ortaya koymaktadır.
441
4.3.Tema
Eserde tema, ruhsal özelliklerin (utanma-utanmazlık) karşılaşması
etrafında dikkatlere sunulan yüzsüzlüktür.
Yazar tema vasıtasıyla insan ilişkilerinde karşılıklı saygının önemini
vurgulayarak olumsuz ruhsal özelliklere (bencillik, utanmazlık, kabalık,
anlayışsızlık…) sahip insanlara dikkati çekmek istemiştir.
Piyesin mesajı ise, insan ilişkilerinin karşılıklı saygı çerçevesinde
yürütülmesi gerektiği ve iyi niyetin suistimal edilmesinin yanlış olduğu,
yönündedir.
4.4.Dil ve Anlatım
Pişkin Misafir piyesi, göstermeye dayalı bir metindir. Bu nedenle, bir
tiyatro metnine has şekilde bütününde diyaloglara yer verilmiştir. Sadece
konuşmalar esnasındaki eylemler tırnak içinde verilir. Bir de, eserin son
bölümünde “…Karar mucibince, ertesi günkü yemeklerin hepsi sarmısaklı
pişirilmiş sofraya sarmısaklı cacık, sarmısaklı pancar turşusu, yeşil salata
üstüne bile sap taze sarımsaklar konmuştu…Sini başına oturdular…”
cümleleriyle olay özetlenmiştir.
Piyeste kişi sayısının az olması, esasında metnin kısa olması nedeniyle
diyaloglarda dramatik örgü için gerekli yoğunluğun sağlanması amaçlanmış
ve bunda da başarılı olunmuştur. Yine aynı sebeple, kişilerin özel isimleri
yoktur. Özellikleri ise, sözleri ve davranışları vasıtasıyla sezdirilmiş, metnin
başında ayrıca açıklama yapılmamıştır. Örneğin şu diyalogdan hareketle
kadın ile erkeğin kişisel özelliklerine dair önemli ipuçları elde etmek
mümkündür:
442
4.5.Anlam ve Yorum
Pişkin Misafir, teması itibariyle okuyucuda gerçeklik duygusu uyandıran
bir yapıya sahiptir. Ancak mizahî yaklaşım nedeniyle sonuçta belirli bir
mübalağanın olduğu da söylenebilir. Yine de, insanların iyi niyetlerini
sömüren, üstelik saygısızlığı alışkanlık haline getiren insanlar her devirde
olmuştur ve gelecekte de olacaktır. Ancak önemli olan, metnin anlamıdır.
Buna göre, saygısız ve kaba insanlar hiçbir sınır tanımadıkları için her hal ü
kârda üstün gelecektir. Çevresine karşı duyarlı, terbiyeli, iyi niyetli insanlar bu
meziyetleri nedeniyle söz konusu olumsuzluklar karşısında aciz
kalmaktadırlar. Acı olan budur. Yazarın muhtemelen gözlemlediği ya da
yaşadığı bu tür olaylardan hareketle piyesinde böylesine karamsar bir bakış
açısına ulaşması sürdürülen hayat adına anlamlıdır.
Piyesin yazma zamanından (1936) bugüne, insanların düşüncesizliği
bağlamında değişen pek bir şeyin olmadığı benzeri tecrübeler yaşayan
443
okuyucular tarafından tasdik edilecektir. Ancak bugün geçerli olan bir gerçek
vardır ki o da, insanların birbirlerine tahammüllerinin gittikçe azalıyor
olmasıdır. Hatta misafirlik kavramı bile değişen Türk toplum yapısında artık
eski anlamını yitirmeye başlamıştır. Özellikle büyük şehirlerde, misafirlik yatılı
değil, ziyaret amacıyla bile asgariye inmiş durumdadır. Yine de, Pişkin Misafir
okunduğunda kolaylıkla zihinlerde canlandırılabilecek bir yapıya sahiptir. Bu
nedenle, Pişkin misafir edebî bir metindir.
5.Yalancı Kolye
5.1.Tanıtım
Yalancı Kolye, Akbaba dergisinin 3 Birinciteşrin 1936 tarihli 143.
sayısında neşredilmiştir.920 Piyes dergi sayfaları arasında kalmış, herhangi
bir kitapta yayımlanmamıştır.
5.2.Yapı
5.2.a.Dramatik örgü
Yalancı Kolye’de dramatik örgü, Suzan ile Ragıp arasında
gelişmektedir. Suzan şatafatlı bir hayat sürdürmek istemektedir. Ragıp ise,
güzel bir kadınla görünerek çevresinde prestij sahibi olma arzusundadır.
Ragıp’ın eski karısının kolyesini Suzan’a hediye etmesi ve kolyenin sahte
çıkması ikisini karşı karşıya getirir. Yapıyı ve temayı oluşturan temel çatışma
buradadır.
Piyeste dramatik örgünün gelişimi şöyledir:
1)Suzan’ın Ragıp’ın hediye ettiği kolyenin sahte olduğunu öğrenmesi
2)Ragıp’ın barışabilmek için yeni bir kolye almayı teklif etmesi
Piyesteki çatışma Suzan ile Ragıp arasındadır. Çatışmanın nedeni ise,
Ragıp’ın hediye ettiği kolyenin sahte çıkmasıdır.
920
Sermet Muhtar: Yalancı Kolye, Akbaba, 143 (3 Birinciteşrin 1936), 10.
444
çatışma
Suzan Ragıp
5.2.b.Kişiler
Piyesin dramatik örgüsündeki aslî kişiler Ragıp ve Suzan’dır.
Ragıp
Piyesin erkek kahramanı olan Ragıp 44-45 yaşlarındadır. Mesleği, iş
adamlığı, müteahhitliktir. Yaptığı işten dolayı zengin biridir ve piyeste maddî
imkanı temsil etmektedir.
Suzan
Piyesin kadın kahramanı Suzan, 20-25 yaşlarındadır. Güzel ve hoppa
biri olan genç kadın, Ragıp’ın nişanlısıdır.
Suzan, piyeste fiziksel güzelliği ve gençliği nedeniyle arzu edileni temsil
etmektedir. Kendisine sahte kolye hediye ettiği için Ragıp’la çatışma
halindedir. Fakat piyesin sonunda Ragıp’ın kuyumcuya gitme teklifi üzerine
aralarındaki çatışma anlaşmaya dönüşür.
5.2.c.Dekor
Piyesteki dekor Suzan’ın yatak odasından ibarettir. Burası, İstanbul
Sıraselviler’deki apartman dairesinin bir bölümü olarak belirtilmiştir.
Yatak odası dekorunda aksesuar olarak şezlong vardır. Suzan’ın kişisel
eşyalarından olan şapka, truvakar, emprime elbise ve sigara ise, diğer
aksesuarlardır.
Yatak odası dekorunun olaya sahne olma fonksiyonu vardır. Suzan ve
Ragıp’ın yatak odasında bir araya gelmeleri, hem aralarındaki yakınlaşmanın
cinsel ilişki boyutunu vurgulamakta hem de kombinezonla oturan Suzan’ın
cinsel cazibesinin çok daha ön plana çıkmasını sağlamaktadır.
445
5.2.ç.Zaman
Yalancı Kolye’de zamana dair herhangi bir ayrıntı yoktur. Ancak
Suzan’ın apartman dairesinde oturması, Ragıp’ın müteahhitlik yapması ve
sürdürülen hayat tarzından hareketle olay zamanı ile yazma zamanı (1936)
arasında herhangi bir farklılaşma olmadığını tahmin edebiliriz.
5.3.Tema
Eserde tema kişisel özellik- maddî imkan karşılaşması etrafında
dikkatlere sunulan menfaat temin etme arzusudur. Bu tema kadın-erkek
ilişkileri çevresinde işlenmiştir.
Yazar tema vasıtasıyla kadın-erkek ilişkilerinde belirleyici olanın güzellik
ve maddî imkana dayalı çıkar ilişkisi olduğunu anlatmak istemiş ve söz
konusu anlayışı hicvetmiştir.
Eserin mesajı, kadın-erkek ilişkilerinin sevgi, sadakat, samimiyet gibi
değerler temelinde oluşması ve sürdürülmesi gerektiği yönündedir.
5.4.Dil ve Anlatım
Yalancı Kolye bir sayfalık kısa bir piyestir. Göstermeye dayalı bir metin
olduğu için kişiler ve mekana dair ayrıntılar piyesin en başında dramatik
örgünün dışında verilmiştir.
Piyes boyunca “Fena halde afallamış, yine kekeliyerek”, “Bir kahkaha
attıktan sonra”, “Boynuna atılır; sımsıkı kucaklar. (Şimdi hazırlanıyorum!)
Diyerek lâvabonun önüne koşarken yerdeki inci kolyeyi alır ve boynuna takar”
gibi ifadeler yoluyla yazar-anlatıcı kişilerin hareketleriyle ilgili ipuçları verir.
Bu bölümlerin dışında anlatıcı ortadan kalkar ve esere tamamen diyaloglar
hâkim olur.
Yazarın genel üslûp özelliklerinde konuşma dilinin önemli bir yeri olması
nedeniyle, piyeste kişilerin konuşmaları başarıyla kurgulanmıştır. Yine bu
sebeple “truvakar, pestenkerane, pırlanta plak, serian, monden” kelimeleri
dışında piyesin dilinde herhangi bir eskime meydana gelmemiştir. Piyesin
diyalog yapısı özellikle Ragıp’ın kekelediği bölümde çok başarılı olup
şöyledir:
446
5.5.Anlam ve Yorum
Yalancı Kolye’de, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki kadın-erkek ilişkilerinin
olumsuz bir bakış açısıyla işlendiği görülmektedir. Söz konusu temanın
değişik örneklerine günümüzde de sıkça rastlamak mümkündür. Hatta
ekonomik koşullar nedeniyle genel olarak insan, özel olarak kadın-erkek
ilişkilerinde menfaate dayalı tutum ve davranışlar bugün çok daha yaygındır.
Yeni yetişen nesiller, parayı en üstün değer olarak kabul etmekte, aşkı bile
kolay ve sık tüketilir bir meta gibi görmektedirler. Üstelik kadın-erkek ilişkileri
para ve güzellik gibi maddî değerlere indirgenmiş durumdadır. Bu sebeple,
piyesin bugün itibariyle okuyucu ya da seyirci üzerinde gerçeklik duygusu
uyandırması çok kolaydır. Bu da, piyesi başarılı kılan etkenlerden biridir.
921
Sermet Muhtar: Can Ciğer Dost, Akbaba, 144 (10 Teşrinievvel 1936), 12-13.
447
6.2.Yapı
6.2.a.Dramatik Örgü
Can Ciğer Dost piyesinde dramatik örgü, yalnız kalıp yazısını bitirmek
isteyen Adnan Burak ile onunla sohbet edip vakit geçirmek isteyen Sadık
Tasasız arasında gelişmektedir. Adnan Burak çok meşguldür ve rahatsız
edilmemek arzusundadır. Sadık Tasasız ise, işi gücü olmadığından
karşısındakinin halini anlamayarak kendisiyle ilgilenilmesini bekler. Yapıyı ve
temayı oluşturan temel çatışma buradadır.
Piyeste dramatik örgünün gelişimi şöyledir:
1)Sadık Tasasız’ın hizmetçiye “evde yok” dedirtmesine rağmen Adnan
Burak’ın çalışma odasına girmesi
2)Adnan Burak’ın arkadaşının düşüncesizliğine dayanamayıp onun
hakkındaki olumsuz düşüncelerini söylemesi
Arkadaşının anlayışsızlığına daha fazla tahammül edemeyip
hissettiklerini kızgınlıkla ifade eden Adnan Burak, pişman olur. Fakat Sadık
Tasasız ismi gibi “tasasız” biri olduğundan söylenenleri kaale bile almaz ve
büyük bir yüzsüzlükle, hiçbir şey söylenmemiş gibi, kaldığı yerden devam
eder.
Piyesin temel çatışmasını oluşturan birimler arasındaki ilişkileri
aşağıdaki şekilde şemalaştırabiliriz:
çatışma
Adnan Burak Sadık Tasasız
6.2.b.Kişiler
Piyesin dramatik örgüsündeki aslî kişiler Adnan Burak ile Sadık
Tasasız’dır.
448
Adnan Burak
Piyesin olumlu kişisi olan Adnan Burak, gazetelerde tefrikaları
yayımlanan bir yazardır. Bekar olan Adnan Burak, yaşlı bir hizmetçi ile
mütevazı bir apartman dairesinde oturur ve çok seyrek olarak gazino, tiyatro
ve sinema gibi eğlence yerlerine gider. İçkiyle de pek arası yoktur.
Adnan Burak’ın kişisel özelliklerinde ön plana çıkan yönleri sabırlı, kibar
ve anlayışlı biridir. Ancak piyeste onun sabrının taştığı bir an
sergilenmektedir.
Adnan Burak, piyeste çevresindekiler tarafından sömürülen, hayatına
fütursuzca burun sokulan insanı temsil etmektedir. Kahraman, özel alanına
müdahale eden Sadık Tasasız ile çatışma halindedir.
Sadık Tasasız
Piyesin olumsuz kişisi olan Sadık Tasasız, ismi gibi hiçbir şeyi tasa
etmeyen biridir. Yazar Adnan Burak’ın yirmi beş yıllık arkadaşıdır.
Sadık Tasasız, kaba ve anlayışsızdır. Kendisini Adnan Burak’ın “can
ciğer dost”u payesine çıkarmış olmakla birlikte, ona rahatsızlık verdiğini
görmez bile. Bütün amacı sohbet etmek, gezip tozmak, arkadaşının sırtından
geçinmektir.
Sadık Tasasız piyeste asalak insanı temsil etmektedir. Çevresini
rahatsız eden, haddini bilmeyen biri olarak eski arkadaşı tarafından bile
istenmez. Fakat o, çevresiyle -görünüşte de olsa- anlaşma halinde kalmayı
sürdürür.
6.2.c.Dekor
Piyesteki dekor Adnan Burak’ın çalışma odasından ibarettir. Burası
İstanbul-Kurtuluş’taki bir apartman dairesinin bir bölümü olarak belirtilmiştir.
Metinde çalışma odası dekoru içinde sadece bir çalışma masasından
bahsedilmektedir. Ancak kişilerin oturuyor olması koltuk gibi diğer bazı
aksesuarların da olabileceğini sezdirmektedir.
Çalışma odası, yazar Adnan Burak’ın özel alanını temsil eder. Dramatik
örgü de bu odaya izinsiz giren Sadık Tasasız ile Adnan Burak’ın çatışması
sonucu ortaya çıkmıştır.
449
6.2.ç.Zaman
Piyeste olay zamanı, sabah ile öğle arasıdır. Bunun dışında kronolojik
zaman ve devirle ilgili ayrıntı olarak apartmanda oturmaktan, sinemaya
gitmekten söz edilmesi, olay zamanının yazma zamanıyla (1936) aynı ya da
yakın olduğuna işaret etmektedir.
6.3.Tema
Eserde tema bencillik, saygısızlık, yüzsüzlük gibi olumsuz ruhsal
özellikler çevresinde dikkatlere sunulan asalaklıktır.
Yazar tema vasıtasıyla yakın arkadaş, can ciğer dost gibi kimi sıfatlarla
çevresindeki insanları sömüren, kişilik haklarını hiçe sayan, saygısız kişileri
hicvetmek istemiştir.
Eserde kibar ve anlayışlı insanın kaba ve bencil olan karşısında
yenilgiye uğraması bedbin bir bakış açısını yansıtır. Yazar bu şekilde söz
konusu olumsuz özelliklere duyulan tepkiyi arttırmayı hedeflemiş olmalıdır.
Piyesin mesajı, ikili ilişkilerde karşılıklı saygının esas olduğu, hiç
kimsenin özel alanına fütursuzca girilmesinden memnun olmayacağı ve
insanın her zaman karşısındakinin duygu ve düşüncelerini dikkate alması
gerektiği yönündedir. Buna göre, arkadaşlık adı altında kişilerin hayatına
müdahale etmek, onların vaktini ve naktini sömürmek yanlıştır. Bu tür
ilişkilerden arkadaşlık diye söz etmek ise, mümkün değildir.
6.4.Dil ve Anlatım
Can Ciğer Dost kısa bir piyestir. Göstermeye dayalı bir metin olduğu
için kişi, mekan ve zamana dair ayrıntılar piyesin en başında dramatik
örgünün dışında verilmiştir.
Piyesin içinde “aklı yazısında”, “baş köşeye oturur”, “lakayt”, “şakaya
boğar”, silkinir, başını geri çeker”, “şaşkın”, “biraz yumuşar” “Sadık çıkar,
Adnan iskemlesine yıkıla kalır” gibi ifadeler yoluyla yazar-anlatıcı kişilerin
mimikleri, jestleri ve düşündükleriyle ilgili ipuçları verir. Bu bölümlerin dışında
anlatıcı ortadan kalkar ve esere tamamen diyaloglar vasıtasıyla kişiler hâkim
olur.
450
6.5.Anlam ve Yorum
Sermet Muhtar’ın olumsuz bir bakış açısıyla ortaya koyduğu arkadaşlık
ilişkileri teması, bugün de geçerli olan insan ilişkilerinin önemli bir boyutuna
işaret etmektedir. Kişilerin sadece kendilerini düşünmeleri, bencilce hareket
ederek başkalarının özel alanına müdahale etmeleri çevre tarafından tepkiyle
karşılanır. Çünkü toplumsal kurallar gereği kişisel hak ve özgürlüklere saygı
gösterilmesi esastır. Arkadaşlık, akrabalık gibi en yakın ilişkilerde dahi, kişinin
özel alanına onun izni olmadan girmeye teşebbüs etmek saygısızlıktır. Türk
insanı modern toplum yapısının doğal bir uzantısı olan bu kurala uymakta
kimi zaman zorluk çekmektedir. Bu da, eski zihniyet yapısından henüz tam
anlamıyla kurtulamadığımızı gösterir.
Piyesin yazma zamanından (1936) bugüne toplumun ideal bakış
açısında da söz konusu olumsuz davranış kalıplarında da değişen pek bir
şey olmamıştır. Bu da, metnin gerçeklik yanılsamasının güçlü olduğunu
gösterir.
Can Ciğer Dost, muhtemel okuma zamanlarında yeniden yaratılabilme
özelliğine sahiptir. Bu da onun, edebî bir metin olduğunu gösterir. Nitekim
922
A.g.e., s. 12.
451
7.Boşuna Nefes
7.1.Tanıtım
Boşuna Nefes adlı piyes iki tablodan oluşan bir komedidir ve 11 Mart
1944 tarihli Amcabey dergisinin 67. sayısında yayımlanmıştır.923
Piyes dergi sayfaları arasında kalmış, kitap halinde yayımlanmamıştır.
7.2.Yapı
7.2.a.Dramatik Örgü
Boşuna Nefes’te dramatik örgü, bir kadının söz ve davranışlarından
şikayetçi olduğu kocasına karşı çıkma isteği ile buna cesaret edemeyerek
itaatkar tavrını sürdürmesi çevresinde gelişir. Kadın, kocasının kendisine
bağırıp çağırmasından dolayı mutsuzdur. Kocası gibi olabilmeyi ve ona
hükmedebilmeyi ister. Fakat kocasıyla karşılaşınca ona karşı çıkmak yerine
itaat etmeyi tercih eder. Yapıyı ve temayı oluşturan temel çatışma buradadır.
Piyeste dramatik örgünün gelişimi şöyledir:
1)Kocasından şikayetçi olan kadının evine teyzesinin misafir gelmesi
2)Kadının kocasını dize getirmek için teyzesinden yardım istemesi
3)Teyzesinin tavsiyelerine rağmen kadının kocası eve gelince
yapacaklarından vazgeçmesi
Piyeste temel çatışma kadının kendi içindedir. Teyzesinin eve gelmesi
üzerine kocasından şikayet eder ve ondan kendisine yol göstermesini ister.
Teyzesi ona kocasına karşı hissettiklerini açıkça söylemesini tavsiye eder ve
birlikte prova yapılır. Fakat kadın kocasını kapıda gördüğü anda yapacağı her
şeyden vazgeçerek eski itaatkar haline döner.
Piyesin temel çatışmasını oluşturan birimler arasındaki ilişkileri
aşağıdaki şekilde şemalaştırabiliriz:
923
Sermet Muhtar ALUS: Boşuna Nefes, Amcabey, 67 (11 Mart 1944), 8.
452
çatışma
Kadın Kadın
7.2.b.Kişiler
Piyesin dramatik örgüsündeki aslî kişiler kadın, kadının teyzesi ve
kocasıdır.
Kadın
Ev kadını olan kadın kahramanın özel bir ismi yoktur. 30 yaşlarındadır.
Olay zamanında sapsarı benizlidir ve üzgün görünür.
Kadının piyesteki fonksiyonu korkaklık olarak ortaya çıkmaktadır. Bu
nedenle, kocasının bütün kabalıklarına göz yumar. Hak etmediği halde ona
iyi davranır. Gerçekte mutsuz olduğu halde, kocasına belli etmez. Bu da
onun kendi içinde çatışma yaşamasına neden olur.
Teyze
Kadının teyzesi olan yaşlı hanım 55 yaşlarında olup “saçları sarıya
boyalı, yüzü pudralı, hatta dudakları hafif rujlu, tavırlarından güvende ve
divrikiliği besbelli bir hatundur.”
Teyze piyeste yardımcı-yönlendirici fonksiyonunu icra etmektedir.
Yeğeninin kocasına karşı tutumunu değiştirmesi için ona birtakım yollar
öğretir. Fakat en sonunda boşa nefes tükettiğini anlar.
Teyze ile yeğeni arasında kişisel özellikler açısından tezat vardır. Teyze
erkekler karşısında ne kadar güçlü, kararlı, kendini ezdirmeyen biri ise,
yeğeni o kadar pısırık, ezik biridir.
Bay
Aksi biri olan erkek kahramanın özel bir ismi yoktur. Kendisinden yazar-
anlatıcı “Bay” diye söz eder. Hakkında herhangi bir ayrıntı verilmemiştir.
Bay piyeste kabalığı, geçimsizliği temsil etmektedir. Karısına kötü
davranır ve onu korkutarak sindirir.
453
7.2.c.Dekor
Piyeste dekor olarak orta halli bir evin oturma odası ile tuvaleti
kullanılmıştır. Kadının çalınan kapıyı açmak için aşağı inme sahnelerinde
evin iki katlı olduğu hissettirilir.
Dekorun tamamlayıcısı olarak koltuk, keçe, saksının çatlak tabağı ve
Bay’ın terlikleri satır aralarında sezdirilen aksesuarlardır.
Oda, teyze ile kadının bir arada bulunmasına zemin teşkil etmekte,
tuvalet ise, kadının kocası geldiğinde teyzenin saklanması için kullanılmıştır.
7.2.ç.Zaman
Piyeste olay zamanına dair ayrıntılar yağmurlu bir hava ve akşam vakti
şeklinde ortaya konmuştur.
Piyeste erkek kelimesine karşılık “bay”ın kullanılması olay zamanının
yazma zamanıyla (1944) aynı ya da yakın olduğu sonucunu doğurmaktadır.
7.3.Tema
Eserde tema kişinin düşünceleri ile hareketlerinin karşılaşması etrafında
dikkatlere sunulur. Bu tema karı-koca ilişkileri çevresinde işlenmiştir.
Piyeste karı-koca ilişkilerinde sıkça yaşanan bir durum ele alınmıştır.
Taraflardan birinin diğeri üzerindeki tahakkümü, görünüşte olmasa bile, eşler
arasındaki uyumsuzluğa işaret eder. Bu aslında bireyler arası bir güç
çatışmasıdır. İtaat edenin karşısındakine gerçek duygularını belli etmemesi
sorunun devam etmesine neden olur. Dolayısıyla sağlıklı bir ilişkinin
varlığından söz edebilmek için tarafların düşünce ve davranışlarının uyumlu
olması gerekir.
Eğer evliliklerde eşlerden biri diğerini baskı altında tutarak mutsuz
ediyorsa, suç birinde değil her ikisindedir. Çünkü mutsuz olan açısından
edilgenlik ve durumu kabullenme söz konusu demektir.
454
7.4.Dil ve Anlatım
Boşuna Nefes tür olarak bir töre komedisidir. Göstermeye dayalı bir
metin olduğu için kişi ve mekana dair ayrıntılar piyesin en başında dramatik
örgünün dışında verilmiştir.
Piyesin kısa, dolayısıyla kişi sayısının az olması nedeniyle diyaloglarda
dramatik örgü için gerekli yoğunluk sağlanabilmiş, böylece piyes başarılı
olmuştur. Kişilerin özel isimlerinin olmaması okuyucunun (seyircinin) dikkatini
olaya çekmek için tasarlanmış olmalıdır.
Kişilerin özellikleri, söz, jest ve mimikleri vasıtasıyla sezdirilir. Örneğin
“Nonoşum gir odacığına, otur koltucuğuna. Zarar yok, koltuk, keçe
çamurlanırsa cancağızın sağolsun; silerim, süpürürüm, hiç üzülme…”
cümleleri kadının korkaklığını, “…İşitmiyor musun be kadın? İskarpinlerimi,
pantolonumu çek; terliklerimi ver!..” cümleleri ise erkeğin kabalığını somut
olarak göstermektedir.
Jest ve mimikler ise, “Taze sofaya çıkıp ayaklarını güm güm vura vura
girer.”, “Teyze hanım, koltukta istifini bozmaz”, “Sunturlu bir küfür savurur”,
“öfkeli öfkeli solur”, “ağzı kulaklarında, süklüm püklüm”, “Bay’ın önüne diz
çöküp iskarpinlerini çıkarır” gibi açıklama bölümleri vasıtasıyla verilir.
Böylece, metni okuyan kişinin olayı derinlikli bir biçimde zihninde
canlandırabilmesine ya da sahnelemede oyuncunun işinin kolaylaşmasına
yardımcı olur.
Piyeste temayla bağlantılı olarak ilginç bir bölüm vardır. Prova sırasında
kadın kocasının rolündeyken kendi rolünde olan teyzesine “Yağmur değil,
belâ baranı. Tepeden tırnağa kadar sucuk kesildim, diz kapaklarıma kadar
çamurlara battım. İşitmiyor musun be kadın, iskarpinlerimi, pantolonumu çek;
terliklerimi ver!..” der. Biraz sonra kocası geldiğinde bu sözleri kelimesi
kelimesine karısına tekrar eder. Bu tesadüf, kadının kocasını çok iyi
tanıdığına bir işaret olduğu gibi, dramatik örgünün gelecek aşamasına da
ima niteliği taşımaktadır.
455
7.5.Anlam ve Yorum
Sermet Muhtar çoğu eserinde olduğu gibi, Boşuna Nefes’te de, Adem
ile Havva’dan beri varolan ve ileride de olmaya devam edecek bir temaya,
kadın-erkek ilişkilerinde geçimsizliğe değinmektedir. Özellikle evlilikte
taraflardan birinin diğerini kontrol altına alması ikili ilişkinin yapısına zarar
vermektedir. Bugün dahi, çoğu evliliğin bitiş sebebi, aşırı geçimsizlik olarak
ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, piyesteki gerçeklik duygusunun güçlü olduğu
görülmektedir.
Piyesteki bakış açısı, erkeğin kadını ezmesinde kadının da suçu
olduğunu sezdirmektedir. Metnin ifade ettiği bu anlam günümüz toplumunda
kısmen geçerlidir. Çünkü, kadın eğitim düzeyi yükseldikçe, ekonomik
özgürlüğünü kazandıkça erkek karşısında daha güçlü hale gelmekte,
problemlerle daha kolay mücadele edebilmektedir.
8.2.Yapı
8.2.a.Dramatik Örgü
İsim Gününe Hazırlık piyesinde dramatik örgü, piyangodan 500 lira
kazanmış olan bir çiftin tanıdıklarına parti düzenleme isteği ile sonra bundan
vazgeçmeleri üzerine kuruludur. Kadın verilen davetlere sürekli gittikleri ve
kendileri davet vermedikleri için rahatsızdır. Kocası da, onun gibi düşünür.
Millî Piyangodan çıkan parayla isim günü partisi düzenlemeye karar verirler.
Fakat plan yaparken hem para harcayacaklarını hem de kimseyi hoşnut
edemeyeceklerini düşünerek vazgeçerler. Yapıyı ve temayı oluşturan temel
çatışma buradadır.
924
Sermet Muhtar ALUS: İsim Gününe Hazırlık, Amcabey, 69 (25 Mart 1944), 8.
456
çatışma
Karı-koca Karı-koca
8.2.b.Kişiler
Piyesin dramatik örgüsündeki aslî kişiler karı-koca olan kadın ve
erkektir. Ali Dimdik, Faik Düldülebinen, Hayri Özkan, Raif Sütüpak, Niyazi
Müradımaeren Ahmet Batakkurutan, Hayri Gülekboğaz ve Bedri Candağıtan
ise, yardımcı kişilerdir.
Kadın
Piyeste yaşına ve fiziksel görünümüne dair ayrıntı verilmeyen kadın,
maddî imkanlarının yetersizliğine rağmen giyim ve süs merakı olan biridir.
Zengin çevrelerinde bulunmayı kâr sayar.
Kadının piyesteki fonksiyonu maddî imkansızlıklarına rağmen gösteriş
meraklısı biri olarak ortaya çıkmaktadır. Çevresindeki zengin arkadaşlarıyla
ilişkileri içten olmadığından onlarla çatışma halindedir.
Erkek
Piyeste, erkeğin yaşına ve fiziksel görünümüne dair ayrıntı
verilmemiştir. O da karısı gibi, zengin sofralarında bulunmayı kâr sayar, fakat
iş kendisinin davet düzenlemesine gelince ince hesaplar yapmaya başlar.
Üzerinde karısının tesiri vardır.
457
8.2.c.Dekor
Piyeste dramatik örgünün geçtiği yer “Şişli’de küçük bir apartmanın orta
kat dairesi” şeklinde verilmiştir. Dekor bu dairenin oturma odasıdır. Dekoru
tamamlayan eşyalarla ilgili olarak kadının şu sözlerinden ayrıntı elde etmek
mümkündür: “Salondaki büfeyi, kontr büfeyi, masayı; holdeki çini sobayı,
konsolu, port mantoyu; yatak odamızdaki karyolayı, lâvaboyu, aynalı dolabı
muvakkaten kaldırırız, çatı katındaki çamaşırlığa taşırız!”925
Kadın ve erkeğin oturdukları odaya dair tek ayrıntı, sahne üzerinde
buraya açılan bir kapının varlığıdır. Söz konusu kapı, piyesin sonunda
hizmetçinin içeri girmesi için kullanılır.
Oturma odası dekoru, karı-kocanın karşılıklı konuşmalarına yani bir
arada bulunmalarına zemin oluşturmuştur.
8.2.ç.Zaman
Piyeste olay zamanı akşam vaktidir. Karı-koca akşam yemeğinden
kalktıktan sonra konuşmaya başlarlar.
Yazma zamanı (1944) ile olay zamanı arasında herhangi bir farklılık
yoktur. Metinde, “bay-bayan, ruj, oje” kelimelerinin kullanılması,
kahramanların apartmanda yaşaması, kişilerin soyadlarının olması gibi
ayrıntılar devirle ilgili ipuçlarıdır.
8.3.Tema
Eserde bireysel bir tema olan cimrilik, sosyal ilişkiler bağlamında
dikkatlere sunulmuştur.
Yazar tema vasıtasıyla insanın bencil yanını gözler önüne sererek
toplumdaki nezaket kurallarına kimi zaman bireylerin isteyerek değil de
925
A.g.e., s. 8.
458
8.4.Dil ve Anlatım
İsim Gününe Hazırlık, göstermeye dayalı bir metindir. Bu nedenle,
yazar-anlatıcı, metnin başındaki “Şişlide küçük bir apartmanın orta kat
dairesi. Karı koca akşam yemeğinden kalkmışlar, karşı karşıya
konuşuyorlar.”926 ve metnin sonundaki “Hafize kadın bir mektupla odaya
girer. Bayan zarftakini okur:”927 cümleleri dışında devreye girmez. Kadın ve
erkeğin sözleri metne hakim olur. Okuyucu ile piyesin kişileri arasında hiç
kimse yoktur. Hatta jest ve mimikler dahi aktarılmaz.
Piyesin kısa, dolayısıyla kişi sayısının az olması nedeniyle diyaloglarda
dramatik örgü için gerekli yoğunluk sağlanabilmiş, böylece piyes başarılı
olmuştur. Karı-kocanın özel isimlerinin olmaması okuyucunun (seyircinin)
dikkatini doğrudan olaya çekebilmek için tasarlanmış olmalıdır. Buna karşılık,
yazarın maddî imkanı temsil eden kişilere ironi yüklü soyisimler (Dimdik,
Batakkurutan, Sütüpak…) seçmesi dikkat çekicidir. Bunun sebebi, Sermet
Muhtar’ın mizah yoluyla sonradan görme zenginlere yönelttiği eleştiri olsa
gerek.
926
A.g.e., s. 8.
927
A.g.e., s. 11.
459
8.5.Anlam ve Yorum
İsim Gününe Hazırlık piyesi, bireylerin toplum tarafından dayatılan
birtakım davranış kalıplarını uygulama noktasında nasıl tutarsız
olabileceklerini göstermektedir. Çevrenin ilgi odağı olmak istenen bir
durumdur. Fakat mesele gereken fedakarlığı ortaya koymaya geldiğinde işler
değişebilmektedir. Piyesin bütününden kişilerin menfaat elde etmeyi her
şeyden üstün tuttukları şeklinde bir anlam çıkarmak mümkündür. Kişiler
varlıklı olsalar dahi, başkalarının zenginliğinden istifade etmeği kâr
saymaktadırlar. Bugün itibariyle söz konusu anlayış değişmiş değildir.
Çevrenin bakış açısı kişiler için hâlâ çok önemlidir. Kişiler, beğeni toplamak
maksadıyla piyesteki karı-koca gibi arayış içinde olabilmektedirler. Bu
nedenle, piyesin gerçeklik yanılsamasının güçlü olduğu söylenebilir.
Piyesin yazma ve olay zamanından bugüne, değişen pek bir şey
olmamıştır. Paranın güç gösterisi aracı olarak kullanılması söz konusudur.
Sınıf ve statü kavramlarını gösteren işaretler de yine doğrudan parayla
ilgilidir. XXI. yüzyıl, ilişkilerin menfaate dayandığı, maddî değerlerin
yüceltildiği bir yüzyıl olarak yaşanıyor. Bu nedenle Sermet Muhtar’ın bu
piyeste ele aldığı tema bugün kolaylıkla anlaşılabilmekte, yeniden
yaratılabilmektedir.
460
SONUÇ
Şahende Hala, Bebek Emine, Molla Bey’in Baldızı, Banker Arif) ilk defa
tarafımızdan tahlil edilmiştir.
Söz konusu on dört roman incelendiğinde yapı, tema ve dil-anlatım
özelliklerinde ortak bazı noktalar olduğu görülmüştür. Romanların yapısal
özelliklerinin başında olay örgüsünün neden-sonuç ilişkisi üzerine kurulu
basit bir yapı arz etmesi gelmektedir. Ayrıca Kıvırcık Paşa, Nanemolla,
Pembe Maşlahlı Hanım gibi roman isimlerinden de anlaşıldığı üzere olay
örgüsü, roman kişilerinden biri etrafında gelişmektedir. Roman kişilerinin
ortak özelliği ise, hep olumsuz örnekler olmalarıdır. Özellikle kadın
kahramanlar içinde olumlu ruhsal özelliklere iki örnek (Nanemolla’daki
Mehlika ve Sülün Bey’in Hatıraları’ndaki Hacer) dışında rastlanmaz. Bütün
roman kişileri arzu ve hevesleri peşinde koşan menfi tipler olarak anlatılır.
Romanlardaki ortak özelliklerden biri de, olay zamanının yazma
zamanından çok önceye ait olmasıdır. Genellikle II. Abdülhamit devrinin olay
zamanı olarak seçildiği romanlarda, devrin siyasal yapısının sosyal yapıyı
olumsuz yönde etkilemesi eleştirel bir üslûpla anlatılır. Bu üslûbu belirleyen
bir diğer etken temadır. Çünkü Sermet Muhtar’ın romanlarında gayri meşru
kadın-erkek ilişkileri ve bu ilişkilerde paranın rolü etrafında dikkatlere sunulan
olumsuz kişisel özelliklere dayalı açgözlülük, maymun iştahlılık gibi temalar
söz konusudur.
Sermet Muhtar’ın üslûbu, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Ahmet Rasim
geleneğini sürdürür. Meddah tarzı anlatımın imkanlarını kullanarak bol bol
deyim ve atasözlerine yer vererek roman kişilerini kişisel özelliklerine göre
konuşturur. Onun eserlerindeki yazar-anlatıcı ise, olay örgüsünde sık sık
varlığını hissettirir.
Sermet Muhtar’ın sanat eserleri içinde ikinci sırayı hikayeleri almaktadır.
Hikayeleri kitap olarak yayımlanmadığından gazete ve dergiler taranarak on
beş hikayesi tespit edilmiştir. Söz konusu hikayelerde dil ve anlatım yazarın
gözlemci-gerçekçi anlayışını yansıtırken yapı ve temada çeşitlilik göze
çarpar.
Yazarın Eski Hikayeler serisindeki dört hikayesi ile 34 Yıl Evvel Bir
Donanma Gecesi, Pembe Mektup ve Sofu Adam hikayelerinde,
463
KAYNAKÇA
C-GAZETE VE DERGİLER:
AKŞAM Gazetesi. 1931-1952.
AMCABEY Dergisi. 1943-1944.
AYDA BİR Dergisi. 1935-1936.
AYDEDE Dergisi. 1948-1949.
CUMHURİYET Gazetesi. 1935-1936.
DAVUL Gazetesi. 1909.
ELÜFÜRÜK Gazetesi. 1324 (1918).
HANIMLARA MAHSUS GAZETE. 1311 (1895).
İSTANBUL BELEDİYE MECMUASI. 1941.
RESİMLİ TARİH MECMUASI. 1950-1952.
ŞAİR Dergisi. 1919.
TAN Gazetesi. 1936.
TARİH HAZİNESİ Dergisi. 1950-1952.
TEMAŞA Dergisi. 1918-1919.
VAKİT (KURUN) Gazetesi. 1936-1937.
VATAN Gazetesi. 1943.
YEDİGÜN Dergisi. 1934.
YENİ MECMUA. 1939.
YENİ SABAH Gazetesi. 1942-1943.
468
D-ARŞİV BELGELERİ:
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi
BCA, 030 10 143 25 20
BCA, 490 01 854 373 1
Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi
Kutu no: 1, Gömlek no: 38, Belge no: 38
469
A-KİTAPLAR
Romanlar
1)Kıvırcık Paşa, Akşam Kitaphanesi, İstanbul 1933, 224 s.
2)Pembe Maşlahlı Hanım, Akşam Kitabhanesi, İstanbul 1933, 243 s.
3)Harp Zengininin Gelini, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul 1934, 400 s.
4)Eski Çapkın Anlatıyor, Tasvir Neşriyatı, tarihsiz, 189 s.1102
5)Onikiler, İletişim Yayınları, İstanbul 1999
Piyesler
1)Helal Mal, Naşiri: İtimat Kütüphanesi, Kader Matbaası, 1334, 48 s.1103
Anı-Sohbet Kitapları
1)İstanbul Yazıları, İstanbul Belediyesi Yayınları, İstanbul 1994
2)İstanbul Kazan Ben Kepçe, İletişim Yayınları, İstanbul 1995
3)Masal Olanlar, İletişim Yayınları, İstanbul 1997
4)Eski Günlerde, İletişim Yayınları, İstanbul 2001
5)30 Sene Evvel İstanbul, İletişim Yayınları, İstanbul 2005
Öğretici Kitaplar
1)Askerî Müze Rehberi I-II-III (Türkçe-Fransızca), Necmi İstikbal Matbaası,
İstanbul 1920-1922
2)Yeniçeriler ve Eski Türk Ordusu, Muallim Ahmet Halit Kitabhanesi, İstanbul
1933
3)Türkçe-Fransızca Yeni Lugat, Kanaat Kitabevi, İstanbul 1935
1102
1945 yılı olmalıdır. Çünkü 1935’teki tefrikada “40 Yıl Evvelki Yosma Zamparanın Kılığı”
alt başlığı kitapta “50 Yıl Evvelki Yosma Zamparanın Kılığı” şeklinde düzeltilmiştir.
1103
17 Teşrinievvel 1334-9 Teşrinisani 1334 tarihli Temaşa dergisinin 10.-11. sayılarında
tefrika edilir.
470
1104
Akbaba’nın 2 Mayıs 1936 tarihli 121. sayısının 13. sayfasında tanıtım yazısı vardır.
471
1932 Yılı.
1)Eski Defterdekiler (Her Kadının Sevilecek Hali Vardır, Yeter ki...), 3 Mart
1932, 6.
2)Harb Zengininin Gelini, 4 Teşrinievvel 1932, Tefrika no: 48, s. 5
3) Harb Zengininin Gelini, 5 Teşrinievvel 1932, Tefrika no: 49, s. 5
4) Harb Zengininin Gelini, 18 Teşrinievvel 1932, tefrika no: 62, s. 5
5) Harb Zengininin Gelini, 8 Teşrinisani 1932, Tefrika no: 82, s. 5
1932 Yılı (Eski Defterdekiler başlığı altında)
1) (?) . 3 Mart 1932 tarihli yazı. (Gazete yırtıldığından yazının ismi
görülemedi.)
2)Senede 15 Kat Elbise, 20 Potin, 80 Kravat Alırdık!, 5 Mart 1932, s.8
3)Çok Koşarım, 10 Mart 1933, s.6
4)Erkek Erkek Olmalı, Vurduğu Vurduk Kırdığı..., 12 Mart 1932, s.8
5)Locada Yelpazeyi Sıkça Sallmak, Çok Seviyorum Demekti, 15 Mart 1932,
s.8
6)Pehlivanı Gafil Avladım ve Kaz Kandı Oyunu ile Derhal Yendim,22 Mart
1932, s. 8
7)Apartmanın Müziç Ciheti Karı Koca Kavgalarını Aşağıdan Dinlemek, 24
Mart 1932, s. 6
8)Tekrar 25 Yaşında Olmak mı ? Kat’iyyen İstemem, 26 Mart 1932, s. 8
9)Alman Bıyıkları Ne Hoştu, Onlar Erkeğin Şöhreti İdi, 27 Mart 1932, s. 6
10)Bana Erkek Bahsi Etmeyin Bence Erkeklerin Hepsi Hercai, Hepsi Vefasız,
29 Mart 1932, s. 8
11)Ördek Avındaki Keyfi ve Zevki Bilseniz, Ne Tatlıdır, Balık Avına Gelince,
31 Mart 1932, s. 6
12)Kışın Apartman Daha İyidir, Yazın da Ev..., 2 Nisan 1932, s. 8
13) Doktor Bir İnsanın Kalbini, Ruhunu Herkesten Ziyade Anlar, 3 Nisan
1932, s. 8
473
1105
Pembe Maşlahlı Hanım romanı, Akşam gazetesindeki ilk tefrikasından 28 yıl sonra,
Akbaba dergisi tarafından tekrar yayımlanmıştır. Pembe Maşlahlı Hanım’ın Akbaba
dergisindeki tefrikası, 7 Aralık 1961 tarihli 19. sayıda (s. 16-17) 1 numaralı tefrika ile
başlamış ve 9 Mayıs 1963 tarihli 93. sayıdaki (s. 14) 72. tefrika ile son bulmuştur.
476
1933 Yılı.
1)Pembe Maşlahlı Hanım, 2 Temmuz 1933, tefrika no: 62, s. 5
2) Pembe Maşlahlı Hanım, 14 Temmuz 1933, tefrika no: 74, s. 5
3)Sülün Bey’in Hatıraları, 13 Eylül 1933, Tefrika no: 14, s. 5
4) Sülün Bey’in Hatıraları, 20 Eylül 1933, Tefrika no. 21, s. 5
5) Sülün Bey’in Hatıraları, 26 Teşrinievvel 1933, Tefrika no: 56, s. 5
1934 Yılı.
Rüküş Hanımlar romanının, reklam ve tanıtımına 1 Kânûnusani 1934’te
başlanmıştır.
Roman 1 numaralı tefrikayla 4 Kânûnusani 1934 tarihinde başlamış ve 11
Mayıs 1934 tarihli 121. tefrikayla sona ermiştir.
1938 Yılı.
1) Nanemolla, 12 Mart 1938- 6 Ağustos 1938 tarihleri arasında 140 sayı
devam eden resimli roman tefrikasıdır.
1106
Akşam Gazetesinin 46. cildi (1 Temmuz 1940-30 Eylül 1940) taranmış ancak yazarın
herhangi bir yazısına rastlanmamıştır.
480
1107
Bu yazı Gördüklerim Duyduklarım başlığı altında yayımlanmamıştır.
1108
Bu yazı Gördüklerim Duyduklarım başlığı altında yayımlanmamıştır.
484
1946 Yılı.
1)Midilli,6 Nisan 1946, s.4,6.
2)Peruka, İğreti Saç, 14 Nisan 1946, s.6.
3)Frenk Gömleği, 21 Nisan 1946, s.6.
4)Sitte-i Sevir, 24 Nisan 1946, s.4.
5)Kâğıt Helvası, 28 Nisan 1946, s.6.
6)Kalamış Koyu, 5 Mayıs 946, s.4.
7)Gazoz, 9 Mayıs 1946, s.4.
8)Marul, 14 Mayıs, 1946, s.5.
9)Karbonat, 16 Mayıs 1946, s.6.
10)Salatalık, 19 Mayıs 1946, s.6.
11)Çilek, 22 Mayıs 1946, s.4,5.
12)Kiraz, 26 Mayıs 1946, s.6.
486
5)Müthiş Bir Kaza Yüzünden Açılan Kısmet, (14 Mart 1951- 20 Mart 1951
tarihleri arasında yedi sayı devam eden tefrikadır.)
6)Kara Leman’ın Alyanak Ali Bey’le Evlenmesi ve Akıbeti, 24 Mart 1951- 5
Nisan 1951 tarihleri arasında on sayı devam eden tefrikadır.
7)Mehmet Paşa’nın Oğlu ile Mahmut Paşa’nın Gelini, 11 Nisan 1951-19
Nisan 1951 tarihleri arasında sekiz sayı devam eden tefrikadır.
8)Nemseli Anna, 15 Eylül 1951- 24 Eylül 1951 tarihleri arasında on sayı
devam eden tefrikadır.
9)Eyüplü Fatma, 25 Eylül 1951- 3 Ekim 1951 tarihleri arasında dokuz sayı
devam eden tefrikadır.
10)Mercan, 5 Ekim 1951- 13 Ekim 1951 tarihleri arasında dokuz sayı devam
eden tefrikadır.
11)Göztepe Dilberi, 14 Ekim 1951- 23 Ekim 1951 tarihleri arasında on sayı
devam eden tefrikadır.
12)Fehim Paşa’nın Margariti, 24 Ekim 1951- 2 Kasım 1951 tarihleri arasında
on sayı devam eden tefrikadır.)
13)Şen Dul, 3 Kasım 1951- 12 Kasım 1951 tarihleri arasında on sayı devam
eden tefrikadır.)
14)Gazanfer Paşa, 13 Kasım 1951- 4 Aralık 1951 tarihleri arasında yirmi bir
sayı devam eden tefrikadır.
15)Bir Boşanma, 8 Aralık 1951- 16 Aralık 1951 tarihleri arasında dokuz sayı
devam eden tefrikadır.
16)Erkeğe Güven Olmaz, 22 Aralık- 31 Aralık 1951 tarihleri arasında on sayı
devam eden tefrikadır.
1949 Yılı.
1)Molla Beyin Baldızı, (15 Ocak 1949- 16 Temmuz 1949 tarihleri arasında
kırk iki sayı devam eden tefrikadır.)
2)47 Sene Evvel Bir 19 Ağustos Gecesi, 23 Temmuz 1949- 1 Ekim 1949
tarihleri arasında on bir sayı devam eden tefrikadır.)
3)Azak Sinemasının Cemaziyelevveli, 10 Eylül 1949, s. 9.
1951 Yılı.
1)II. Abdülhamit Devrinde Kadın Kıyafetleri, Ocak 1951, S. 123,
2)Eski Kuşdili, Yoğurtçu, Kurbağalıdere, Şubat 1951, S. 14, s. 592-594
3)Eski Galata’nın Eğlence Yerleri, Mart 1951, S. 15, s. 640-642
4)Eski Beyoğlu Âdet ve Âlemleri, Nisan 1951, S. 16, s. 688-690
498
1952 Yılı.
1)Kağıthanede Mekteplilere Kuzu Ziyafetleri, Nisan 1952, S. 28,
2)II.Abdülhamit’in Cülus Donanmaları, Haziran 1952, S. 30,
3)Askeri Müzemiz, Temmuz 1952, S. 31
4)Eski Rütbeler, Elkablar, Nişan ve Madalyalar, Eylül 1952, S. 33
1951 Yılı.
1)Esir Pazarından Beşiktaş Sarayına, 15 Ocak 1951, S. 5, s. 232-233
2)Spor Tarihimizden Kadıköyü’nde İlk Futbol, 31 Ocak 1951, S. 6, s. 274-
275, 305
3)Şirketi Hayriye, 15-28 Şubat 1951, S. 7, s. 358-359, 362
4)?, 1 Nisan 1951, S. 10, s. 426-427
5)II. Abdülhamit Devrinin Son Yıllarında Kağıthane, Mayıs 1951, S. 10, s.
484-486
6)Eski İstanbul’da Çingeneler, Haziran 1951, S. 11, s. 527-529
7)İstanbul’da İlk Otomobiller, Haziran 1951, S. 11, s. 533-535
8)Abdülhamit Zamanında Meşhur Bir Düğün, Temmuz 1951, S. 12, s. 595-
596, 620
9)Galata Rıhtımı, Kasım 1951, S. 13, s. 635-637
10)Eyüp Oyuncakları, Aralık 1951, S. 14, s. 701-702
1952 Yılı.
1)Yıldız Sarayında Opera ve Operetçiler, Nisan 1952, S. 15, s. 785-787
1109
Bu maddenin sonunda şu not vardır: “Bibl: sermet Muhtar Alus, Not: Ahmet Rasim
Muharrir Bu Ya,; Aka Gündüz, hayattan Hikâyeler”.
504
1110
Sermet Muhtar bu maddeye Patlıcan ile ilgili olarak ek yazmıştır.
506
1111
Sermet Muhtar bu maddeye ek yazmıştır.
507
1112
Sermet Muhtar bu maddeye ek yazmıştır.
508
1113
Sermet Muhtar bu maddeye ek yazmıştır.
509
ÖZET
Meral DEMİRYÜREK
ABSTRACT
Meral DEMİRYÜREK
The aim of this study is to introduce the works of Sermet Muhtar Alus,
analyse them and determine his place in the history of Turkish Literature.
His works consist of novels, stories, plays, his memoirs, encyclopedia
articles, newspaper articles, a Turkish- French Dictionary, a guide to Istanbul
and a history of children.
In this study we have written his life story and analysed his novels,
stories and plays and prepared an extensive bibliography including all of his
works.
During this study, we have read everything of his that we could find in
the libraries in Turkey and the Turkish State Archives. We have also met his
grand daughters. In addition, we have examined the newspapers that
contained his articles, novels, plays and memoirs.
Thesis has supplement.