You are on page 1of 104

Mecmuanın idare ve gazı işleri ıçın

müracaat adresi:
Tercüme Mecmuası,
Maarif Vekilliği Neşriyat Müdürlüğü
Ankara
TERCÜME
Sayı: 7 19 Mayıs 1941 Cilt: il

İKİNCİ YILA GİRERKEN

Tercüme mecmuası bu sayısı ile ikinci yılına başlıyor. Şimdi bir an


durup neler yapabildiğimizi gözden geçirmemiz, geçtiğimiz yola dönüp
bir bakmamız lazım.
Başlıca gayemiz Türk okurlarına, başka dillerde yazan muharrirlerin,
bilhassa Avrupa'nın irfanları her tarafa yayılmış muharrirlerinin en iyilerini
tanıtmaktı. Gerçi memleketimizde çıkan başka mecmualar, gazeteler de
bu hizmeti görüyor; fakat onlarda hemen daima bir yenilik hevesi, en çok
son zamanlarda tanınmış muharrirlere kıymet vermek arzusu var. Türki­
ye'de yabancı dil bilmiyenlerin çoğu, b ugünkü Avrupa'nın yeni ölmüş ve­
ya yaşıyan muharrirleri arasında en meşhurlarının sadece adını duymakla
kalmamış, dilimize çevrilmiş birkaç parça yazısını da bulmuştur ; hatta
en yeni muharrirler, şairler hakkında dahi az çok fikir edinebilmiştir. Bu­
na mukabil geçmiş asırların muharrirlerini daha az tanır. Halbuki h akiki
irfan, dünün bilgisi üzerine kurulan irfandır. Bu satırları yazan yeniliği
sevmez, yeni iddialara düşman bir adam değildir; bilakis, irfan an'anesi­
nin devam edebilmek için mütemadiyen yenileşmesi, ufkunu genişletmesi,
araştırımalara girişmesi lazım geldiğine kanidir. Fakat bunun için de
dünü anlamak, kavramak arzusunu, kaçınılması imkansız bir şart diye
bilir. Tercüme mecmuası için çalışanlar böyle düşünmektedir. Bunun
için bu mecmuada yeni muharrirlere, yaşıyan muharrirlere pek az yer
verdik, geçmiş asırların eserlerini, kıymetleri üzerinde hemen herkesin
ittifak ettiği eserleri tercüme etmek istedik. Bir yıllık çalışmamızda bu
yolda hayli muvaffak olduğumuzu sanıyoruz. Birinci cildin altı sayısını
gözden geçirin : tercüme edilen metinlerin hiç biri bir fikir, irfan adamını
alakadar etmiyecek yazılardan değildir ; her birinin, insan fikrinin terak­
kisi tarihinde, hiç olmazsa bir vesika olmak kıymeti vardır. Tercüme
mecmuasında bazı metinler tercüme edilmiştir ki mecmuamız çıkmasaydı,
Türk okurları onlardan daha uzun zaman haberdar olamazlardı.
2 TERCÜME

O metinler iyi tercüme edilmiş midir? Bunun hakkında hüküm ver­


mek gerçi bize düşmez ; fakat biz de bazı şeyler söylemek mecburiye­
tindeyiz. i tiraf edelim ki bu tercümelerin çok daha iyi olmasını isterdik;
ancak elimizden geleni yaptık. Memleketimizde tercüme edebiyatı henüz
kurulmamış, büyük mütercimler yetişmemiştir. Bu mecmuada çalışanlar
kendilerinin muhitten üstün olduklarını, başkalarının yapamadıkları şeyleri
kendilerinin kolaylıkla başaracaklarını iddia eden insanlar değildir. Biz,
aczimizin müsaade ettiği en iyi tercümeleri vermeğe çalıştık. Mecmua­
mızda bazı tercümelerin asıl metinle beraber basılması, onların kusursuz­
luğunu iddia etmek, örnek vermeğe kalkışmak arzusu ile değildir ; bila­
kis, ne yaptığımızın iyice görülmesini, tashih edilmemizi istiyoruz. Tercüme
mecmuası belki bir mektep olmak hevesindedir; fakat onda çalışanlar o
mektebin birer h ocası değil, ancak birer talebesi olmak iddiasındadırlar.
Çalışmalarımızın semeresi günden güne biraz daha iyileşiyorsa kendimizi
bahtiyar sayarız.
Burada şunu da söyliyelim : mecmuamız dışarıdan az yardım gör­
müştür. Okuyanlardan değil, bizimle beraber çalışmaları lazım gelenler­
den bahsetmek istiyorum. Birçok kimselerin tercüme işine hizmet etmek
istiyeceklerini umardık; çünkü bu, memleketimizin fikir hayatına, diline
en büyük hizmetlerden biridir. Az kimseden cevap aldık. Bunu şikayet
için söylemiyoruz; maksadımız bu mecmua sayfalarının, iyi niyetlerle
çalışmak isteyenlere açık olduğunu hatırlatmaktır.
Tercüme mecmuasından, tercüme ilmi 'ni öğretmesini bekliyenler ol­
du. Biz, öyle bir bilginin bulunduğuna kani değiliz. Zola sanatı : «Tabi­
atin bir mizaç arasından görünüşü » diye tarif etmiş; bir eserin tercüme­
si de o eserin bir mizaç arasından görünüşüdür. Muayyen bir tercüme
usulü yoktur, belki tasavvur dahi edilemez. Bunun için biz öyle bir usu­
lü öğretmeğe, yahut bulmağa kalkışmadık. Türk muharrirlerinin başka
dillerden okuyup ta sevdikleri, kıymetleri zamanın da tasdikı ile anlaşıl­
mış yazıları dilimize çevirmelerini istiyoruz; nasıl tercüme edeceklerini
kendileri bulurlar.
Şunu da söyliyelim : biz bu mecmuada hiç bir metni, asıl yazıldığı
dilin hususiyetlerini göstermek arzusu ile, yani bir dil bilgisi çalışması
diye tercümeye heves etmedik. Maksadımız falan veya filan dilin husu­
siyetleri üzerinde durmak değildi. En çok kendi dilimizin hususiyetlerini
düşündük; bir metnin aslını aksettirmekten ziyade onun türkçesini vermek
istedik. Tercümelerimiz ne dereceye kadar gerçekten türkçe oldu ? ne
dereceye kadar dilimizin inkişafına hizmet etti ? bunu takdir de bize
düşmez. Gene söyliyelim, bu hususta da verebildiğimizden çok daha
iyisini vermiş olmak isterdik.
İKİNCİ YILA GİRERKEN 3

Mecmuamız başka memleketlerin tercüme faaliyetlerinden, türkçeye


tercüme edilmiş kitaplardan da bahsetti. İ ftiharla söyliyebiliriz, bu yolda
çok kıymetli tetkikler neşrettik. Fakat itiraf edelim ki mecmuamızın o
kısmı, arzu ettiğimiz kadar zengin değildi. Bir iddiaya göre tenkit kolay,
sanat zordur. Hiç de zannetmiyoruz; hiç olmazsa tercüme sahasında
tenkidin de iş kadar güç olduğunu gördük. Beğenmediğimiz nice tercü­
meler olmuştur ki kusurlarını anlatmak lazım gelince başaramamışızdır.
Mamafi bundan sonra tenkit kısmımızın da genişliyeceğini umuyoruz.
Bir yıllık çalışmamızla büyük neticeler elde ettiğimiz, gayemize yak­
laştığımız vehminde değiliz. Kusurlarımızı görüyoruz; görmediklerimizin
de gösterilmesini istiyoruz. Fakat elimizden geleni yapmış olduğumuz
için, elde ettiğimizin de büsbütün değersiz olmadığını gördüğümüz için ,
gönlümüz ferahtır. i kinci yılımıza memnuniyetle başlıyoruz.
Nurullah A TAÇ
KÖLE İL E EFENDİ ARASINDA BİR DİYALOG

Aşağıda, Babil dilinden tercüme etmeğe çalıştığım bu diyalog, tahmini­


mize göre, M. E. 1200 senelerinde, Babil'in derebeylik devrinde yazılmış­
tır. Babil edebiyatında, nesilden nesle nakledilmiş olan bu burlesque,
yüksek tabakanın züppeliğini hicveder. Şair, büyük adamın her şeye
malik olmasına rağmen, yine memnun olmadığını, küçük adama göster­
mek ister. Bu ileri sürülen fikirlerle, insanın dayandığı bütün hayat esas­
ları da alt üst edilmiş oluyor. Kölenin cevapları her ne kadar kaba saba
ve materyalist görünüyorsa da, sözlerinin arkasında büyük bir kurnazlık
ve efendisine karşı bir üstünlük gizlidir.- M. T.

- Köle, anlaşıldı mı ?
- Evet efendim, evet.
- Beni vaktinde uyandır, arabayı koş, saraya gideceğim.
- Gidin efendim, gidin. Kıra! sizi görünce, size iltifat eder, icabın-
da da kusurlarınıza göz yumar.
- Hayır, köle, saraya gitmiyeceğim.
- Gitmeyin efendim, gitmeyin. Ordu seferber edilince, kıral sızı
tanımadık diyarlara gönderir, gece gündüz hoşa gitmiyecek hadiselere
şahit eder.
*
* *

- Köle, anlaşıldı mı ?
- Evet efendim, evet.
- Hizmet et, su getir, elimi yıkıyayım, sofraya oturacağım.
- Oturun efendim, oturun. İ tinalı yemek yemek, insanın kalbine fe-
rahlık verir. Böyle yemek yiyen biriyle birlikte, güneş tanrısı da, temiz
el ve sevinçli kalble sofraya oturur.
- Hayır, köle, sofraya oturmıyacağım.
- Oturmayın efendim, oturmayın. Acıkmak, doymak, susamak,
içmek, hep insanlar içindir.
*
* *
KÖLE İLE EFENDi ARASINDA BİR DİYALOG 5

- Köle, anlaşıldı mı ?
Evet efendim, evet.
- Beni vaktinde uyandır, arabayı koş, ava gideceğim.
- Gidin efendim, gidin. Bir yerde durmadan avlanan adamın karnı
aç kalmaz. İz üstündeki köpeği de kemirecek kemik bulur. Doğan [ 1 ]
d a bir dalda durmaz, her yerde kendine yuva bulur. Sürüden ayrı kalan
yaban eşeği de çayırından memnundur.
- Hayır, köle, ava da gitmiyeceğim.
- Gezginciler zaten akıllarını kaçırırlar. Köpek te kemik kemirir-
ken dişlerini kırar. Doğan duvar kovuklarında yuva yapmağı tercih eder.
Sürüden ayrılan yaban eşeği bile, kendisine sorulsa, şehir kenarında
oturmasını ister.
*
* *

- Köle, anlaşıldı mı ?
- Evet efendim, evet.
- Yuva kurup evlat sahibi olmak istiyorum.
Evlatlı bir yuva, insanı koruyan bir kalkandır . . . . . . . [ 2 ]
- Hayır, köle, yuva da kurmıyacağım.
- Kurmayın efendim, kurmayın. Dünyada kaç defa görülmüştür ki
oğul babasının ocağına incir dikmesin?
*
• *

- Köle, anlaşıldı mı ?
- Evet efendim, evet.
-- Düşmanımı [ 3 ] mahvetmek, zincire vurmak, derisini yüzmek,
ateşe atmak istiyorum.
- Mahvediniz efendim, mahvediniz. [ 2 ] . . . . .

- Köle, anlaşıldı mı ?
- Evet efendim, evet.
- Düşmanla [ 4 ] iyi geçinip, susup uzlaşmak istiyorum.
Uzlaşınız efendim, uzlaşınız. Kavga küçük adamlara yakışır.
- Hayır köle, susmıyacağım.
- Susmayınız efendim, susmayınız. Susarsanız o zaman haklı o çı-
kar, davayı da o kazanır.
*
* *

[l] Babilce metindeki < hahhuru J> kuşunun ne kuşu olduA"u bilinmiyor ( Mütercim).
(2] Cevaplar eksiktir.
[31 Buradaki düşmandan, yurt düşmanı kastedilmektedir.
(4] İkinci düşman, şahsi düşmandır ( Mütercim ).
6
TERCÜME

- Köle, anlaşıldı mı ?
- Evet efendim, evet.
- Kadın sevmek istiyorum.
- Seviniz efendim, seviniz. Kadın seven kimse gamını kasavetini
unutur.
- Hayır köle, kadın da sevmiyeceğim .
-- Sevmeyiniz efendim, sevmeyiniz. Kadın bir tuzak, erkeğin ense-
sinde keskin bir hançer, içine düşülen bir çukurdur.
*
,,. *

- Köle, anlaşıldı mı ?
- Evet efendim, evet.
Beni vaktinde uyandır, elime su hazırla, tanrıya kurban kese-
ceğim.
Kesin efendim, kesin. Tanrısına kufban kesen adamın işi yolunda
gider, herkesin yanında itibar kazanır.
- Hayır köle, kurban da kesmiyeceğim.
- Kesmeyiniz efendim, kesmeyiniz. Tanrıyı alıştınrsınız; sonra arka-
nızdan sizi köpek gibi koğalar. Sizden dini icabatı yerine getirmenizi
istiyeceği gibi, her gün de yeni bir şey bekliyecektir.
*
* •

- Köle, anlaşıldı mı?


- Evet efendim, evet.
- Haksızlık etmek istiyorum.
- Ediniz efendim, ediniz. Haksızlık etmezseniz hayatta muvaffak
olamazsınız. Karnınızı doyuracak şeyi o zaman size kim verir ?
- Hayır köle, haksızlık etmiyeceğim .
- Etmeyiniz efendim, etmeyiniz . Haksızlık eden kimse ya öldü-
rülür, ya derisi yüzülür, ya gözleri oyulur, ya zincire vurulur, ya da
zindana atılır.
*
* *

- Köle anlaşıldı mı ?
Evet efendim, evet.
- Adamlarıma erzak dağıtacağım.
- Dağıtınız efendim, dağıtınız. Adamlarına erzak dağıtan, hem buğ-
dayından olmaz, hem de faiz kazanır.
KÖLE İLE EFENDİ ARASINDA BİR DİYALOG 7

- Hayır, köle. Erzak ta dağıtmıyacağım.


- Dağıtmayınız efendim, dağıtmayınız. fnsanlar buğdayınızı yerler ;
ödünç verdiklerinizi geri alamıyacaksınız, üstelik te herkes sizinle alay
edecektir.
*
* *

- Köle, anlaşıldı mı ?
- Evet efendim, evet.
- Adamlarıma iyilik etmek istiyorum.
- iyilik edininiz efendim, ediniz. İ nsanlara iyilikte bulunan tanrısın-
dan mükafat görür.
- Hayır, köle, adamlarıma iyilik te etmiyeceğim.
- Etmeyiniz efendim, etmeyiniz. Eski, metruk höyüklere bir çıkıp
dolaşınız. Gelmiş geçmiş kuru kafalara bakınız, iyi adamla kötü adamı
ayırt edebilir misiniz?
*
* *

- Köle, anlaşıldı mı ?
- Evet efendim, evet.
- Pek ala, en iyi şey nedir? Bence en iyi şey, senin boynunu, benim
boynumu koparıp çaya atmak.
- Atınız efendim, atınız. Kimin boynu acaba göğe erecek kadar
uzun, kimin kollan dünyayı kaplıyacak kadar geniştir?
- Hayır köle. Evvela seni öldürüp önümden göndereceğim.
- Ama, efendim de üç gün sonra arkamdan buyursun.
Babil dilinden çeviren: Mebrare TOSUN
CARMİNA

5.

Vivamus, mea Lesbia, atque amemus


Rumoresque senum severiorum
Omnes unius mstimemus assis.
Soles occidere et redire possunt :
Nobis cum seme! occidit brevis lux.
Nox est perpetua una dormienda.
Da mi basia mille deinde centum,
Dein mille altera, dein secunda centum,
Deinde usque altera mille, deinde centum.
Dein, cum milia multa fecerimus,
Conturbabimus illa, ne sciamus,
Aut nequis malus invidere possit,
Cum tantum sciat esse basiorum .
8.
Miser Catulle, desinas ineptire,
Et quod vides perisse perditum ducas.
Fulsere quondam candidi tibi soles,
Curn ventitabas quo puella ducebat
Arnata nobis quantum arnabitur nulla.
lbi illa rnulta turn iocosa fiebant,
Quae tu volebas nec puella nolebat.
Fulsere vere candidi tibi soles.
Nunc iarn illa non vult : tu quoque, inpotens, noli
Nec quae fugit sectare, nec rniser vive,
Sed obstinata rnente perfer, obdura,
Vale, puella. iarn Catullus obdura t,
At tu dolebis, curn rogaberis nulla.
Scelesta. vae te; quae tibi rnanet via ?
Quis nunc t e adibit? cui videberis bella?
Quern nunc arnabis? cuius esse diceris?
ŞİİRLER

Yaşı yalım, Lesbia'm, ve sevişelim,


Çatık kaşlı ihtiyarların homurdanmasına metelik vermiyelim ,
Güneşler batar, gene doğar,
Bizim için ise, kısacık ömrümüzün ışığı söndükten sonra,·
Başlıyan gece sonsuz bir uyku olacaktır.
Beni bin kere öp, sonra yüz bin,
Sonra bin kere daha, sonra ikinci bir yüz bin,
Sonra bin daha, sonra yüz bin daha,
Sonra binlere binler katıp hesabı karıştıralım ki
Biz bile işin içinden çıkamıyalım,
Ve bu kadar çok öpüştüğümüzü bilen bir hasudun nazarına uğra­
mıyalım.
8.

Zavallı Catullus 1 sayıklamaktan vazgeç,


Bitmiş olanı artık bitmiş bil.
Hiç bir kızın sevilmiyeceği kadar sevdiğimiz
Kızın davetine koştuğun sıralarda
Senin için nurdan güneşler parlardı.
O zamanlar ne oyunlar olmazdı 1
Sen isterdin, o da isteksiz değildi .
Hakikaten senin için o zaman nurdan güneşler parlardı !
Şimdi artık o istemiyor, sen de, aciz mahluk 1 isteme,
Kaçanın peşinden koşma, sefil olma,
Metin ol, tahammül et, dayan.
Uğurlar olsun, ey kız 1 Artık Catullus yumuşamıyacak.
İ stemiyorsan, seni aramıyacak, yalvarmıyacak :
Amma, yalvaran olmayınca, sen üzüleceksin.
Yazıklar olsun sana, hain 1 Bakalım seni bekliyen hayat ne olacak ?
Sana kim yanaşacak ? kime güzel görüneceksin ?
Şimdi kimi seveceksin ? Kiminsin diyecekler ?
ıo TERCÜME

Quem basiabis? cui labella mordebis?


At, tu Catulle, destinatus obdura.

27.
Minister vetuli puer Falerni,
Inger mi calices amariores,
Ut lex Postumiae iubet magistrae,
Ebrioso acino ebriosioris .
At vos quo lubet hine ubite, lymphae
Vini pernicies, et ad severos
Migrate : hic merus est Thyanianus.

72.
Dicebas quondam solum te nosse Catullum,
Lesbia, nec prae me velle tenere Iovem.
Dilexi tum te nan tantum ut volgus amicam,
Sed pater ut gnatas diligit et generos.
Nunc te cognovi: quare etsi inpensius uror,
Multo mi tamen es vilior et levior.
Qui potis est? inquis . quod amantem iniuria talis
Cogit amare magis, sed bene velle minus.

75.
Huc est mens deducta tua, mea Lesbia, culpa
Atque ita se afficia perdidit ipsa suo,
Ut iam nec bene velle queat tibi, si optuma fias,
Nec desistere amare, amnia si facias.

85.
Odi et ·ama, quare id faciam, fortasse requiris.
Nescio, sed fieri sentia et excrucior.
Lesbia mi dicit semper male nec tacet umquam
De me: Lesbia me dispeream nisi amat.
Quo signo? quia sunt totidem m ea: deprecor illam
Adsidue, verum dispeream nisi ama.
CATULLUS
ŞİİRLER 11

Kimi öpeceksin ? kimin dudaklarını ısıracaksın ?


Sen, Catullus 1 mutlaka metin ol !
27.
Bize eskice Falernum şarabını sunan, ey küçük saki 1
Bir üzüm tanesinden daha sarhoş olan
Melikemiz Postumia'nın emrettiği gibi,
Kadehlerimi daha acı şarapla doldur.
Siz, şarabın düşmanı sular, nereye isterseniz oraya gidin,
Mutaassıp insanların diyarına hicret edin.
Burada Thyone oğlunun saf badesi kalsın.
72.
Bir zaman, Lesbia, yalnız Catullus'u sevdiğini,
Ve beni juppiter'e bile değişmiyeceğini söylerdin.
O zaman seni, alelade bir insanın sevgisine karşı
Hissettiği şekilde değil, bir babanın oğullarına ve damatlarına
Duyduğu muhabbetle sevmiştim.
Artık ne mal olduğunu biliyorum, ve senin için
Her zamandan fazla yanıyorsam da, gözümde çok daha adi ve
hoppa bir m8h!Uksun.
Nasıl olur ? diye soruyorsun: olur, çünkü böyle bir ihanet
Bir aşığın ihtirasını şiddetlendirir, ama sevgisinini azaltır.
75.

Senin yüzünden ve sana sadakatimden


Gönlüm bak ne hale geldi, Lesbia'm 1
Artık, dünyanın en namuslu kadını da olsan, seni sevemem,
Her kötülüğü yapsan da senden vaz geçemem.
85.

Nefret ediyorum ve seviyorum. Nasıl olur ? diye belki sorarsın.


Orasını bilmem, yalnız bunu hissediyor ve işkence içinde ölüyorum.
92.

Lesbia hiç susmaz, aleyhimde söyler durur.


Lesbia beni sevmiyorsa kahrolayım.
Neden mi ? çünkü ben de ayni şeyi yaparım: ona mütemadiyen
Beddua ederim ; ama onu sevmiyorsam kahrolayım.
Tercüme eden: Süheyla YANIK"
M AC B E T H

Act il

Scene 2 ı Court within caaUe.

( Enter Ladg Macbeth.)

LADY MACBETH. - That which hatlı made them drunk hatlı


made me bold :
What hatlı quench'd them hath given me fire. - Harkl- Peace !
it was the owl that shriek'd, the fatal bellman,
Which gives the stern'st good-night. He is about it.
The doors are open; and the surfeited grooms
Do mock their charge with snores: l have drugg'd their possets,
That death and nature do contend about them,
Whether they Iive, or die.
MACBETH. - (Within) Who's there? - what, ho !
LADY MACBETH. - Alack 1 1 am afraid they have awak'd,
And 't is not done: - the attempt and not the deed
Confounds us. - Hark 1 - 1 laid their daggers ready;
He could not miss them. - Had he not resembled
My father as he slept, 1 had done't. - My husband 1
{ Enter Macbeth.)
MACBETH. - 1 have done the deed. - Didst thou not hear a noise?
LADY MACBETH. - 1 heard the owl scream, and the crickets cry.
Did not you speak?
MACBETH. - When?
LADY MACBETH. - Now.
MACBETH. - As 1 descended ?
LADY MACBETH. - Ay.
MACBETH. - Hark 1 Who lies i' the second chamber ?
MA C B ET H
Perde il

Sahne 2ı Şatoda bir avlu.

(Ladg Macbeth girer.)

LADY MACBETH. - Onları sarhoş eden içki beni cüretkar etti ;


onların kanını uğuşturan beni hararetlendirdi. O ne! Şışşl Haykıran bay­
kuştu, en acı bir sesle geceniz hayrolsun diyen o meşum zangoç. İ şe
koyuldu. Kapılar açık. Sarhoş uşaklar horlıyarak vazifeleriyle alay edi­
yorlar. İ çkilerine ilaç karıştırdım. Şimdi ölümle tabiat onlar hakkında,
yaşasınlar mı ölsünler mi diye, mücadele etm ektedir.
MACBETH. - (İçerden) Kim var orada? Heyi
LADY MACBETH. - Eyvah! Korkarım ki uyandılar, iş bozuldu.
Bizi işin işlenmesi değil, yarıda kalması mahveder. O ne? Hançerlerini
hazır bırakmıştım; bulmamasına imkan yok. Uyurken hali babamı andır­
masaydı kendim öldürecektim. Kocammış!
(Macbeth girer.)
MACBETH. - İşi yaptım. Bir gürültü işittin mi ?
LADY MACBETH. - Baykuşun haykırdığını ve çekirgelerin öttü-
ğünü işittim. Sen seslenmedin mi?
MACBETH. - Ne zaman?
LADY MACBETH. - Demin.
MACBETH. - İ nerken mi?
LADY MACBETH. - Evet.
MACBETH. - Dinle! Ö bür odada kim yatıyor?
14 TERCÜME

LADY MACBETH. - Donalbain.


MACBETH. - This is a sorry sight.
LADY MACBETH. - A foolish thought to say a sorry sight.
MACBETH. - There's one did laugh in 's sleep, and one cried,
" Murderl.,
That they did wake each other: 1 stood and heard them;
But they did say their prayers, and address'd them
Again to sleep.
LADY MACBETH. -There are two lodg'd together.
MACBETH. - One cried, "God bless us !,, and, "Amenl,, the other,
As they had seen me with these hangman's hands.
Listening their fear, 1 could not say, " Amenl,,
When they did say, "God bless us 1,,
LADY MACBETH. - Consider it not s o deeply.
MACBETH. - But wherefore could not 1 pronounce "Amen,, ?
1 had most need of blessing, and "Amen,,
Stuck in my throat.
LADY MACBETH. - These deeds must not be thought
After these ways : so, it will make us mad.
MACBETH. - Methought, 1 heard a voice cry, "Sleep no morel
Macbeth does murder sleep, ,, - the innocent sleep;
Sleep, that knits up the ravell'd sleave of care.
The death of each day's life, sore labour's batlı,
Balın of hurt minds, great nature's second course,
Chief nourisher in life 's feast.
LADY MACBETH. - What do you mean ?
MACBETH. - Still it cried, "Sleep no morel,, to all the house :
"Glamis batlı murder'd sleep, and therefore Cawdor
Shall sleep no more, Macbeth shall sleep no more !,,
LADY MACBETH. - Who was it that thus cried? Why, worthy
thane,
You do unbend your noble strength, to think
So brainsickly of things. Go, get some water,
And wash this filthy witness from your hand. -
Why did you bring these daggers from the place?
They must Iie there : go, carry them, and smear
The sleepy grooms with blood.
MACBEHT 15

LADY MACBETH. - Donalbain.


MACBETH. - Bu feci bir manzara.
LADY MACBETH. - Feci bir manzara demek yersiz bir düşünce.
MACBETH. - Biri uykusunda güldü, biri "Cinayeti,, diye bağırdı,
ve biribirini uyandırdılar. Durup onları dinledim: dua ettiler, sonra tekrar
uykuya daldılar.
LADY MACBETH. - Odada iki kişiler .
MACBETH. - Sanki benim bu cellat ellerimi görmüş gibi "Tanrı
bizi korusun!,, , öbürü "Amini,, dedi. Onların nasıl korktuklaıını işittim
ama "Tanrı bizi korusun!,, dedikleri vakit "Amini,, diyemedim.
LADY MACBETH. - Meseleyi o kadar derin düşünme.
MACBETH. - Fakat niçin "Amin!,, diyemedim? Tanrının inayetine
o derece muhtaçken, "Amini,, sözü boğazımda düğümlendi kaldı.
LADY MACBETH. - Böyle işlerde o türlü düşünmek olmaz; yoksa
insan aklını oynatır.
MACBETH. - Bana öyle geldi ki bir ses : "Artık uyumayın 1 Macbeth
uykuyu öldürdü , , diye bağırdı. Masum uyku: mihnet tarzlarını düzelten
huzur, günlük hayatı sona erdiren ölüm, meşakkatin yıkanıp yorgunluk
giderdiği su, zihin yaralarına şifa olan merhem, ulu tabiatin en büyük
keremi, ömür ziyafetinin baş nimeti. ..
LADY MACBETH. - Ne demek istiyorsun?
MACBETH. - Ses durmadan, içerde bulunanların hepsine, "Uyu­
mayın!,, diye bağıriyordu, " Glamis uykuyu öldürüdü, onun için Cawdor
bir daha uyumıyacak, Macbeth artık uyumıyacak 1, ,
LADY MACBETH. - Böyle bağıran kimdi? Değerli prens, bu
derece sakat düşüncelerle asil kudretini zafa uğratıyorsun. Git, biraz
su bul, elinden şu murdar şahidi yıka. Bu hançerleri odadan niye ge­
tirdin? Orada kalmaları lazım. Git, onları götür, uyuyan uşakların yüzü­
ne de kan bulaştır.
16 TERCÜ ME

MACBETH. - l'll go no more :


1 am afraid to think what 1 have done;
Look on 't again 1 dare not.
LADY MACBETH. - lnfirm of purpose 1
Give rne the daggers. The sleeping, and the dead,
Are but as pictures : 't is the eye of childhood,
That fears a painted devil. lf he do bleed,
I'll gild the faces of the groorns withal,
For it rnust seem their guilt.
( Exit. Knocking within. )
MACBETH. - Whence is that knocking ? -
How is 't with me, when every noise appals rne?
What hands are here? Hal they pluck out mine eyes.
Will ali great Neptune's ocean wash this blood
CJean from my hand? No, this my hand will rather
The multitudinous seas incarnadine,
Making the green one red.
( Re - en ter Lady Macbeth)
LADY MACBETH. - My hands are of your colour; but I shame
To wear a heart so white. (Knock.) 1 hear a knocking
At the south entry : -retire we to our chamber.
A little water clears us of this deed:
How easy is it then 1 Y our constancy
Hatlı left you unattended. -(Knock.) H ark 1 more knocking.
Get on your night- gown, lest occasion call us,
And show us to be watchers. - Be not lost
So poorly in your thoughts.
MACBETH. -To know my deed, 't were best not know rnyself.
(Knock.)
Wake Duncan with thy knocking: 1 would thou couldstl
(Exeunt.)
SHAKESPEARE
MACBETH 17

MACBETH. - Bir daha gitmem. Yaptığım işi düşünmekten bile kor­


kuyorum, ona bir daha bakmıya cesaret edemem .
LADY MACBETH. - Kararda sebatsızlık hal Hançerlerini bana
ver. Uyuyan insanlar ve ölüler resimden başka bir şey değildir; şeytanın
resmiyle de ancak çocuğun gözü korkutulur. Eğer yarası hala kanıyorsa
kanını uşakların yüzüne sürerim, cinayeti onlar yapmış görünmeli.
(Çıkar. İçerden kapı vurulur.)
MACBETH. - Neresi vuruluyor? Bana ne oldu ki en küçük gürül­
tüden dehşete düşüyorum? Bu ellerin hali ne? Ah, gözlerimi oyuyorlar.
Acaba bütün okyanusların suyu elimi bu kandan temizler mi? Hayır;
belki de şu elim sonsuz denizleri kana çevirir, yeşil renklerini baştan
başa kızıla boyar.
LADY MACBETH. -(Tekrar girer) işte, benim ellerim de seninki­
nın renginde; ama ben senin gibi korkaklık etmiye utanırım.
(Kapı vurulur.)
Cenup kapısı vuruluyor. Odamıza gidelim. Bir parça su bu ışı
temizler: o vakit bak her şey nasıl kolay görünecek. Sen cesaretini
kaybetmişsin.
(Kapı vurulur.)
Dinle, yine vuruluyor. Geceliğini giy: belki çağırılırız da yatmadığı­
mız belli olur. Öyle düşünceye dalıp kalma .
MACBETH. - Yaptığımız işi bilmektense kendimden geçmek daha
hayırlı olurdu.
(Kapı vurulur.)
Vura vura Duncan'ı uyandır ; keşke uyandırabilsenl
(Çıkarlar.)
Tercüme eden: Orhan BUR/AN
ON THE KNOCKING AT THE GATE iN
"M ACBETH,,

From my boyish days 1 had always felt a great perplexity on one


point in Macbeth. It was this: the knocking at the gat�, which succeeds
to the murder of Duncan, produced to my feeling an effect far which
1 never could account. The effect was, that it reflected back upon the
murderer a peculiar awfulness and a depth of solemnity; yet, however
obstinately 1 endeavoured with my understanding to comprehend this,
far many years I never could see why it should produce such an effect.
Here I pause far one moment, to exhort the reader never to pay
any attention to his understanding, when it stands in opposition to any
other faculty of his mind. The mere understanding, however useful and
indispensable, is the meanest faculty in the human mind, and the most to
be distrusted ; and yet the great maj ority of people trust to nothing
else, which may do far ordinary life, but not for philosophical purpo­
ses. Of this out of ten thousand instances that 1 might produce, 1 will
cite one. Ask of any person whatsoever, who is not previously prepa­
red far the demand by a knowledge of the perspective, to draw in the
rudest way the commonest appearance which depends upon the laws
of that science; as, for instance, to represent the effect of two walls
standing at right angles to each other, or the appearance of the houses
on each side of a street, as seen by a person looking down the street
from one extremity. Now in all cases, unless the person has happened
to observe in pictures how it is that artists produce these effects, he
will be utterly unable to make the smallest approximation to it. Yet why?
F or he has actually seen the effect every day of his life. The reason is
that he allows his understanding to overrule his eyes. His understanding,
which includes no intuitive knowledge of the laws of vision, can furnish
him with no reason why a line which is known and can be proved to
be a horizontal line, should not appear a horizontal line; a line that
made any angle with the perpendicular, less than a right angle, would
seem to him to indicate that his houses were ali tumbling down toget­
her. Accordingly, he makes the !ine of his houses a horizontal line, and
"MACBETH,, PİYESİNDE KAPININ
V URULUŞ UNA DAİR

Çocukluk günlerimdenberi Macbeth piyesindeki bir nokta zihnimi


çok kurcalardı. O nokta da şuydu : Duncan'ın katlinden sonra kapının
vuruluşu bende, bir türlü izah edemediğim bir tesir uyandırıyordu. Bu
tesir katile müstesna bir mahabet ve derin bir azamet vermekteydi.
Lakin, sebebini anlamak için üzerinde nekadar ısrarla düşündümse de,
yine senelerce neden böyle bir tesir uyandırdığım bir türlü tayin edemedim.
Burada bir an durur ve okuyucuya, zihninin herhangi bir melekesiyle
ihtilaftaysa aklına asla kulak asmamasını tavsiye ederim. Kuru kuruya
anlayış, nekadar faydalı ve lüzumlu olursa olsun, İnsan zihninin en
ehemmiyetsiz, en güvenilmez melekesidir. Buna rağmen, insanların büyük
bir ekseriyeti ondan başka bir şeye itimat etmezler. Bu belki hergünkü
hayatta işe yarar amma, felsefi maksatlar için uygun değildir. Bu hususta
gösterebileceğim on bin misalden bir tanesini zikredeyim. Manazır ilmi
kakkında bir bilgisi olup sual için önceden hazırlıklı bulunmamak şartiyle,
kimden olursa olsun, en kaba taslak bir şekilde - bu ilmin kaidelerine
dayanan - en alelade bir manzara resmi yapmasını isteyin. Mesela : biri­
birini dikine kesen iki duvarı ; yahut bir sokağın iki tarafındaki evleri,
sokağın bir ucundan bakan adamın ne şekilde gördüğünü resimle
göstermesini söyleyin. Meğer ki o adam ressamların bu tesiri nasıl uyan­
dırdıklarını resimlerde müşahede etmiş olsun, her defasında da en basit
bir benzerlik temininden tamamen uzak kalacaktır. Ama niçin ? Bu
intibaı bütün ömrünce alagelmiş değil mi? Sebep şudur k i o, anlayışının,
gözlerine hükmetmesine müsaade eder. Rüyet kanunları hakkında hiçbir
malumat ihtiva etmiyen anlayışı, ufki olduğu bilinen ve ispat edilebilen
bir hattın nasıl olup ta ufki gözükmediğine hiçbir sebep bulamaz. Şa­
kulle doksan dereceden daha küçük bir zaviye teşkil eden bir hat, ona,
sanki bütün evler biribiri üstüne yıkılıyormuş hissini verir. Bunun için,
evlerin teşkil ettiği hattı ufki gösterir ve tabiatiyle istenilen tesiri uyandı­
ramaz. Şu halde, işte birçokları arasından seçilmiş bir misal ki bunda
anlayış sade gözlere hükmetmekle kalmıyor, doğrudan doğruya gözün
yerine geçirilmiş oluyor. Çünkü insan, sade gözünün gördüğü, yerine ak-
20 TERCÜME

fails, of course, to produce the effect demanded. Here, then, is one ins­
tance out of many, in which not only the understanding is allowed to
ovverule the eyes, as it were; for not only does the man believe the
evidence of his understanding in opposition to that of his eyes, but (what
is monstrous!) the idiot is not aware that his eyes ever gave such evi­
dence. He does not know that he has seen (and therefore quoad his
consciousness has not seen) that which he has seen every day of his life.
But to return from this digression, my understanding could furnish
no reason why the knocking at the gate in Macbeth should produce
any effect direct or reflected. in fact, my understanding said positively
that it could not produce any effect. But 1 knew better; 1 felt that it
did; and 1 waited and clung to the problem until further knowledge
should enable me to solve it. At length, in 1812, Mr. Williams made
his debut on the stage of Ratcliffe Highway, and executed those unpa­
ralleled murders which have produced for him such a brilliant and
undying reputation. On which murders, by the way, 1 must observe,
that in one respect they have had an ill effect, by making the connois­
seur in murder very fastidious in his taste, and dissatisfied by anything
that has been since done in that line. Ali other murders look pale by
the deep crimson of his; and, as an amateur once :;..iid to me in a
querulous tone, "There has been absolutely nothing doing since his time,
or nothing that's worth speaking of.,, But this is wrong; for it is unrea­
sonable to expect ali men to be great artists, and born with the genius
of Mr. Williams. Now it will be remembered, that in the first of these
murders ( that of the M urs ), the same incident ( of a knocking at the
door) soon after the work of extermination was complete, did actually
occur, which the genius of Shakespeare has invented ; and all good
judges, and the most eminent dilettanti, acknowledged the felicity of
Shakespeare's suggestion, as soon as it was actually realized. Here,
then, was a fresh proof that 1 was right in relying on my own feeling,
in opposition to my understanding; and 1 again set myself to study the
problem ; at length 1 solved it to my own satisfaction, and my solution
is this. Murder, in ordinary cases, where the sympathy is wholly directed
to the case of the murdered person, is an incident of coarse and vulgar
horror; and for this reason, that it flings the interest exclusively upon
the natura) but ignoble instinct by which we cleave to life ; an instinct
which, as being indispensable to the primal law of self - preservation,
is the same in kind ( though different in degree) amongst ali Iiving
creatures : this instinct, therefore, because it annihilates ali distinctions,
and degrades the greatest of men to the !eve! of the poor beetle that
(MACBETHı> PİYESİNDE KAPININ VURULUŞUNA DAİR 21

lının ileri sürdüğü delile inanmakla kalmaz ; fakat (asıl feci olan da budur 1)
o sersem, gözünün ne gördüğünün farkında bile değildir. Ömrünün her­
günü görmüş olduğu şeyi gördüğünü bilmez - bilmediği için de şuu­
runa varmaz.
Fakat bu istidradı burada bırakalım. Macbeth piyesinde kapıya vuruş,
insana anında, yahut teemmül neticesi, niçin tesir icra etsin, aklım bir se­
bep bulamıyor; hatta onun hiçbir tesir icra edemiyeceğini kat'iyetle söy­
lüyordu. Fakat ben daha iyi bilmiştim. Bir tesiri olduğunu hissediyor­
dum ; ve bekledim, bir gün gelip edindiğim bilgi bana onu çözmek imy
kanını verinceye kadar bu muammayı zihnimden çıkarmadım. Nihayet
1812 de Mr. Williams ilk defa olarak Ratcliffe Highway'de sahneye çıktı.
Kendisine o derece parlak ve ölmez bir şöhret temin eden o görülme­
miş cinayetleri işledi. Bu cinayetlerden bahsederken söz arası kaydede­
yim ki tesirleri bir bakıma fena oldu. Cinayet erbabının zevkı fazla
inceldi ; o zamandan beri bu yolda ne yapılsa beğenmiyorlar. Onunkinin
kızıllığı yanında diğer bütün cinayetler soluk kalıyor. Heveskarın birinin
bana, bir kere, kızgın bir sesle dediği gibi, "Onun zamanındanberi bir
şeyler olduğu yok, ne de söylenmeye değer bir şey var,, . Maamafih bu
yanlış. Çünkü herkesin büyük bir sanatkar olacağını ve dünyaya
Mr. Williams'ın dehasiyle geleceğini ummak doğru olmaz. İmdi, hatırlar­
dadır ki bu cinayetlerin ilkinde - yani Marrs'ınkinde - Shakespeare'in
dehasının icadı olan o hadise - yani kapının tokmaklanması - cinayet
işlendikten hemen az sonra hakikaten vukua geldi. İşinin ehli olan
hakemler ve en tanınmış sanat erbabı da Shakespeare'in buluşun­
daki isabeti tasdik ettiler. Demek ki bu da, kendi hislerime
itimat etmekte haklı olduğumu gösteren yeni bir delildi. Bunun
üzerine meseleyi tekrar tetkika koyuldum; nihayet onu, kendimi tat­
min edecek surette hallettim. Hallim şudur. Cinayet alelade hallerde,
alaka tamamen cinayetin kurbanına teveccüh ettiği zamanlarda, dehşet
veren kaba ve iptidai bir hadisedir. Şu sebeple ki alakayı tamamen,
bizi hayata bağlamakta olan tabii, fakat süfli bir insiyaka irca eder.
Bu insiyak nefsin muhafazası gibi a sli bir kanun için elzem olduğundan,
- derece bakımından farklı ise de - yaşıyan bütün mahlukatta
bir ve aynıdır. Binaenaleyh bu insiyak - değil mi ki bütün derece ve
farkları yok eder, ve en büyük insanları "çiğneyip geçtiğimiz zavallı bö­
cekler" derekesine indirir - insanı en düşkün ve zelil haliyle meydana
koyar. Böyle bir hal şairin maksadına pek uygun değildir. Öyleyse ne
yapmalı? Alakayı katile çekmeli. Alakamız ona olmalı - tabiidir ki onun
halini bütün şümuliyle kavrıyan, duyduğu hisleri bize duyuran ve anla­
tan bir alaka demek istiyorum; acımaktan yahut beğenmekten mütevellit
bir alaka değil. Cinayete kurban giden adamda bütün fikir çarpışmaları,
22 TERCÜME

we tread on,, , exhibits human nature in its most abject and humiliating
attitude. Such an attitude would little suit the purposes of the poet.
What then must he do ? He must throw the interest on the murderer.
Our sympathy must be with him ( of course 1 mean a sympathy of
comprehension, a sympathy by which we enter into his feelings, and
are made to understand them - not a sympathy of pity or approbation.)
in the murdered person, ali strife of thought, ali flux and reflux of passion
and of purpose, are crushed by one overwhelming panic ; the fear of
instant death smites him "wilh its p etrific rnace ,, . But in the murderer,
such a murderer as a poet will condescend to, there must be raging
some great storrn of passion - jealousy, ambition, vengeance, hatred -
which will create a heli within him ; and into this hell we are to look.
In Macbeth, for the sake of gratifying his own enormous and teeming
faculty of creation , Shakespeare has introduced two murderers: and, as
usual in his hands, they are remarkably discriminated : but, though in
Macbeth the strife of mind is greater than in his wife, the tiger spirit
not so awake, and his feelings caught chiefly by contagion from her, -
yet, as both were finally involved in the guilt of murder, the murderous
mind of necessity is finally to be presumed in both. This was to be
expressed ; and on its own account, as well as to make it a more pro­
portionable antagonist to the unoffending nature of their victim, 'the
gracious Duncan' and adequately to expound 'the deep damnation of his
taking off,' this was to be expressed with peculiar energy. We were to
to be made to feel that the human nature, i. e. the divine nature of love
and mercy, spread through the hearts of all creatures, and seldom
utterly withdrawn from man - was gone, vanished, extinct, and that the
fiendish nature had taken its place. And as this effect is marvellously
accomplished in the dialogues and soliloquies themselves, so it is finally
consummated by the expedient under consideration ; and it is to this 1
now solicit the reader's attention. If the reader has ever witnessed a
wife, daughter, or sister in a fainting fit, he may chance to have obser­
ved that the most affecting moment in such a spectacle is that İn which
a sigh and a stirring announce the recommencement of suspended life.
Or, if the reader has ever been present in a vast metropolis, on the
day when some great national idol was carried in funeral pornp to his
grave, and chancing to walk near the course through which it passed,
has felt powerfully in the silence and desertion of the streets, and in the
stagnation of ordinary business, the deep interest which at that moment
was possessing the heart of man - if all at once he should hear the
death - like stillness broken up by the sound of wheels rattling away
<MACBETH� PİYESİNDE KAPININ VURULUŞUNA DAİR 23

his ve düşünce meddü cezri ve tek herşeyi sürükleyip götüren bir boz­
gunla mahvolmuştur; bir an meselesi olan ölümün verdiği korku onu
" dehşet salan gürzüyle,, yere serer. Fakat katilde, bir şairin yaratmak te­
nezzülünde bulunacağı bir katilde, - kıskançlık, hırs, intikam, nefret gibi -
büyük bir ihtiras fırtınası hüküm sürüyor olmalı. Bu fırtına onun içinde
bir fırtına yaratacaktır, ve biz bu cehenneme bakmalıyız.
Macbeth eserinde Shakespeare, kendi hudutsuz ve cevval muhay­
yilesini tatmin etmek arzusiyle, meydana iki katil koyar: bunlar, onun
elinde, herzamanki gibi, dikkate değer bir derecede temyiz ve tefrik edil­
miştir. Fakat hernekadar Macbeth'in ruh mücadelesi karısınınkinden daha
büyük, kaplan tabiati daha az uyanık ve hisleri umumiyetle karısından
aşılanma ise de, sonunda cinayetten ikisi de mücrim çıktıklarına göre,
cani ruhun zaruri olarak her ikisinde de bulunduğunu kabul etmek la­
zımdır. İfade edilecek olan bu cani ruhtu: hem kendi ehemmiyeti bakı­
mından; hem de Macbeth'Je karısının kurbanı "hayır - sever Duncan'ın,,
masumiyetyle mücessem bir tezat teşkil etmek ve "onun canı alınmakla
uğranan büyük laneti,, layıkiyle anlatmak bakımından bunun büyük bir
kudretle ifade edilmesi icap ediyordu. Bize hissettirmek lazımdı ki insan
ta biati, yani bütün kalpler de yer bulan ve insandan çok seyrek olarak
büsbütün geri alınan, sevgi ve merhamet mahsulü o ilahi ruh gitmiş,
yok olmuş, ölmüş ve yerini şeytani ruh almıştır. Bu his nasıl, kahraman­
lar biribiriyle yahut kendi kendilerine konuşurken harikulade bir surette
telkin ediliyorsa, öylece, tetkik etmekte olduğumuz vasıtayla nihayet
kemale erdiriliyor. Şimdi ben de okuyucunun dikkatini buna tevcih et­
mesini rica ederim. Eğer okuyucu karısını, yahut kızını, yahut kız kar ­
deşini bir baygınlık esnasında gördüyse belki farketmiştir ki böyle bir
manzara karşısında en müheyyiç an, bir iç - çekişin, yahut bir kımıldanı­
şın, durakalmış olan hayatın yeniden başladığını haber verdiği andır.
Yahut ta eğer okuyucu, milli bir kahraman büyük bir cenaze alayı ile
mezarına götürüldüğü gün büyük bir şehirde bulunup tesadüfen alayın
geçtiği yol civarından hiç geçtiyse sokakların sessizliği ve ıssızlığından,
günlük işlerin durgunluğundan, insanların o anda duydukları derin heye­
canı kuvvetle hissetmiştir. Eğer ansızın , o sahneden gürültüyle uzaklaş­
makta olan tekerlek seslerinin ölü sükUtu yırttığını ve geçici olan o ha­
yalin kaybolduğunu ilan ettiğini işitecek olursa farkedecektir ki insanın
günlük düşünce ve kaygılarındaki bu umumi tevakkufu asla, o tevakku­
fun sona erdiği ve beşer hayatının faaliyeti birdenbire yeniden başladı­
ğı andaki kadar tam ve müessir olarak anlamamıştır. Hangi sahada
olursa olsun her hareket, en iyi, bir aksi hareketle ölçülüp izah edilir
ve anlaşılır hale gelir. Şimdi bunu "Macbeth,, m eselesine tatbik edin.
24 TERCÜME

from the scene, and making known that the transitory vision was dis­
solved, he will be aware that at no moment was his sense of the com­
plete suspension and pause in ordinary human concerns so full and
affecting, as at that moment when the suspension ceases, and the go­
ings-on of hum an life are suddenly resumed. All action in any direction
is best expounded, measured, and made apprehensible, by reaction.
Now apply this to the case in Macbeth. Here, as 1 have said, the reti­
ring of the human heart, and the entrance of the fiendish heart was to
be expressed and made sensible. Another world has stept in; and the
murderers are taken out of the region of human things, human desires.
They are transfigured : Lady Macbeth is 'unsexed' ; Macbeth has forgot
that he was born of woman ; both are conformed to the image of devils ;
and the world of devils is suddenly revealed. But how shall this be
conveyed and made palpable ? in order that a new world may step in,
this world must for a time disappear. The murderers, and the murder
must be insulated - cut off by an immeasurable gulf from the ordinary
tide and succession of human affairs - locked up and sequestered in
some deep recess ; we must be made sensible that the world of ordi.
nary life is suddenly arrested - laid asleep - tranced - rocked into a
dread armistice ; time must be annihilated ; relation to things without
abolished ; and all must pass self - withdrawn into a deep syncope and
suspension of earthly passion. Hence it is, that when the deed is done,
when the work of darkness is perfect, then the world of darkness pas­
ses away like a pageantry in the clouds : the knocking at the gate is
heard ; and it makes known audibly that the reaction has commenced ;
the human has made its reflux upon the fiendish ; the pulses of life are
beginning to beat again ; and the re-establishment of the goings-on of
the world in which we !ive, first makes us profoundly sensible of the
awful parenthesis that had suspended them.
O mighty poet 1 Thy works are not as those of other men, simply
and merely gr eat works of art; but are also like the phenomena of
nature, like the sun and the sea, the stars and the flowers ; like frost
and snow, rain and dew, hail-storm and thunder, which are to be stu­
died with entire submission of our own faculties, and in the perfect
faith that in them there can be no too much or too little, nothing use­
less or inert - bu that, the farther we press in our discoveries, the more
we shall see proofs of design and self - supporting arrangement where
the careless eye had seen nothing but accident !
Thomas De QUJNCEY
<MACBETH» PİYESİNDE KAPININ VURULUŞUNA DAİR 25

burada, dediğim gibi, insani ruhun gidişini ve onun yerini şeytani ruhun
alışını anlatmak lazımdı. Ortaya yeni bir dünya çıkmış oluyor, ve katil­
ler insanla alakalı eşya, insanla alakalı düşünce ve arzular dünyasından
çıkarılıyorlar. Bütün haletleri değişmiştir : Lady Macbeth "cinsiyetinden
sıyrılmıştır,,, Macbeth ana evladı olduğunu unutmuştur ; her ikisi de şeytan
suretine girmiştir ; ve şeytanlar dünyası birdenbire ayan olmuştur. Fakat
bu nasıl ifade edilecek ve nasıl gözle görülür bir hale getirilecek ? Yeni
bir dünya ortaya çıkmak için bu dünyanın muvakkaten ortadan kaybol­
ması icap etmektedir. Katiller ve cinayet tek başlarına bırakılmalı - beşer
hayatının hergünkü cereyan ve temadisinden sonsuz bir uçurumla ayrıl­
m alı - kilit altına kapanıp derin bir mahpeste tecrit edilmeli; bize hisset­
tirilmeli ki bugünlük hayat dünyası birdenbire durdurulmuş, uyutulmuş,
büyülenmiş, müthiş bir mütarekeye mecbur edilmiştir ; zaman ortadan
kalkmalı ; harici alemle münasebet kalmamalıdır. Onun içindir ki iş
işlenip karanlığın m arifeti tamam olunca, karanlıklar alemi bulutlar üzerine
resmedilmiş bir alay gibi geçip gidiyor : kapının vurulduğu işitiliyor, ve
bu vuruş bildiriyor ki aksi hareket başlamıştır, şeytani olana karşı İnsani
olanın meddi başlamıştır. içinde yaşadığımız dünyanın işleri yeniden yola
konmakla, onları durdurmuş olan korkunç vakfeyi ilk defa olarak derin
bir surette bize meş'ur kılar.
Ey ulu şair ! Senin eserlerin başkalarınınki gibi sadece büyük sanat
eserleri değil; onlar aynı zamanda tabiat hadiseleri gibi, güneşle deniz,
yıldızlarla çiçekler gibi, karla buz, yağmurla şebnem, dolu fırtınasiyle
gök gürültüsü gibidir. Bunlar : kendi melekelerimiz tamamen inkıyat
ettikten ve bunlarda artık yahut eksik, faydasız yahut atıl hiçbir şey
olamıyacağına, ancak, keşiflerimizi ilerlettiğimiz nispette, evelce dikkatsiz
gözün tesadüften başka bir şey görmediği yerlerde bir maksadın ve
kendi kendine yeter bir nizamın delil ve ispatını göreceğimize tam bir
iman getirdikten sonra tetkik edilebilir.
Tercüme eden: Orhun BUR/AN
WALT W HITMAN

1 CELEBRATE myself ;
And what 1 assume you shall asume ;
For every atom belonging to me, as good belongs to you.

1 loafe and invite my Soul ;


1 lean and loafe at my ease, observing a spear of summer grass.

Houses and rooms are full of perfumes - the shelves are crowded
with perfumes ;
1 breathe the fragrance myself, and know it and like it ;
The distillation would intoxicate me also, but 1 shall not let it.

The atmosphere is not a perfume - it has no taste of the distil­


lation - it is odorless ;
it is for my mouth forever 1 am in love with it ;
-

1 will go to the bank by the wood, and become urıdisguised and


naked;
1 am mad for it lo be in contact with me.

Has any one supposed it lucky to be born 7


1 hasten to inform him or her, it is just as lucky to die, and
1 know it.

1 pass death with the dying, and birth with the new-wash'd babe,
and am not contain'd between my hat and boots ;
And pursue manifold objects, no two alike, and every one good ;
The earth good, and the stars good, and their adjuncts all good ;

1 am not an earth, nor an adjunct of an earth;


W ALT W HITMAN

Kendimi KUTLUYORUM ;
Benim için doğru olan, senin için de doğrudur;
Benim olan herbir atom, benim kadar senindir de.

Boş geziyorum ve ruhuma,


Bana buyurun, diyorum;
Gönlümün dilediği gibi boş geziyorum; çimenlere uzanıyorum;
Birkaç sap yaz çimenini seyre dalıyorum.

Evler ve odalar kokularla dolu - raflar kokularla tıklım tıklım;


O hoş kokuyu ben teneffüs ediyorum, farkındayım, ve bundan haz
duyuyorum.
İmbikten süzülen içkiler beni sarhoş ta eder,
Eder ama ben bırakmıyorum.

Hava koku saçmaz - imbikten süzülenin tadı onda olmaz -


Hava kokusuzdur; hep ağzıma dolar.
Ben havaya vurgunum.
Ormanın kıyısındaki o sahile gideceğim; beni benden saklıyan
Urbaları üzerimden silkeceğim; çırıl çıplak gezeceğim.
Kendimle haşhaşa kalmak için çılgın gibiyim.
7
Doğmak ne saadet 1 sanan var mı?
Varsa ona, o erkeğe veya kadına, hemen ha ber vereyim; Öl mek te
doğmak gibi saadettir; ben biliyorum.
Ölenle ölüyorum, ilk yıkanan çocukla doğuyorum ;
Varlığımın sınırları şapkamla. çizmelerim değildir.
Bir çifti bile biribirine benzemiyen, çeşitli emeller peşinden
Giderim. Emellerimin herbiri bir güzel ;
Dünya güzel, yıldızlar güzel, ve onların ekleri de hep güzel.
28 TERCÜME

1 am the mate and companion of people, ali just as immortal and


fathomless as myself ;
(They do not know how immortal, but 1 know.)
Every kind for itself and its own - for me mine, male and female ;
For me those that ha ve been boys, and that love women ;
For mı:: the man that is proud, and feels how it stings to be slighted;
For me the sweet - heart and the old maid - for me mothers,
and the mothers of mothers ;
For me Jips that have smiled, eyes that have shed tears ;
For me children, and the begetters of ehil dren.

Undrape 1 you are not guilty to me, nor stale, nor discarded ;
1 see through the broadcloth and gingham, whether or no ;
And am around, tenacious, acquisitive, tireless, and cannot be shaken
away.

21

1 am the poet of the Body ;


And 1 am the poet of the Soul.

The pleasures of heaven are with me, and the pains of heli are
with me.
The first 1 graft and increase upon myself - the Iatter 1 translate
into a new tongue.

1 am the poet of the woman the same as the man ;


And 1 say it is as great to be a woman as to be a man;
And 1 say there is nothing greater than the mother of men.

1 chant the chant of dilation or pride;


We have had ducking and deprecating about enough;
1 show that size is only development.
Have you outsript the rest ? Are you the President ?
it is a trifle - they will more than arrive there, every one, and stili
pass on.

am he that walks with the tender and growing night;


1 cali to the earth and sea, half . held by the night.
WALT WHITMAN 29

Ben bir dünya değilim, bir dünyanın bir eki de değilim ;


Ben halkın eşi, hem de dostuyum ;
Hepsi benim kadar ölmezoğlu, benim kadar engin olan halk ;
(Onlar nekadar ölmez olduklarını bilmiyorlar, ama ben biliyorum).

Her cins kendi için ve kendininkiler için - benim için benimki, erkek
ve dişi,
Benim için, çocukluğu tatmış olan ve şimdi de kadınları seven
erkekler ;
Umursanmayışın sivri keskin acısını duyan adam, mağrur adam,
benim için ;
Sevgili kadar evde kalan kız da benim için, analar ve anaların
anaları, benim için ;
Benim ıçın, gülümsemiş dudaklar, yaş akıtmış gözler ;
Benim için, çocuklar ve çocukları doğuranlar.

Soyun ! Bence suçlu değilsin, vakti geçmiş, bir tarafa bırakılmış ta


değilsin ;
Benim bakışlarım çuhadan da, bürümcükten de geçer, giyinsen de
bir soyunsan da ;
Yanından ayrılmam, tuttuğumu bırakmam, ele geçirdiğimi alırım,
yorulmak bilmem ve silkilip atılamam.
21
Ben Vücud'ün şaırıyım ;
Ben Ruh'un da şairiyim.

Cennetin hazları bende, cehennemin azapları da bendedir ;


Hazları kendi kendime aşılarım ve çoğaltırım, azapları ise yeni bir
dilde söylerim.

Ben erkeğin olduğu gibi kadının da şairiyim ;


Kadın olmak erkek olmak kadar büyüktür, derim ;
i nsanların anasından daha büyük bir şey yoktur, derim.

Ben yükselmenin veya gururun şarkısını söylerim ;


Yeter artık bu baş eğmek, eyleme diye niyaz etmek ;
Büyüklük sadece inkişaftır, benim varlığım bunu gösterir.

Başkalarını geçtin mi ? Cümhur Reisi mi oldun ?


30 TERCÜME

Press close hare - bosom' d night 1 Press close, magnetic, nourishing


night 1
Night of south winds 1 night of the large few stars 1
Still, nodding night 1 mad, naked, summer night.

Smile, O voluptuous, cool - breath'd earth 1


Earth of the slumbering and liquid trees;
Earth of departed sunset 1 earth of the mountains, misty - topt 1
Earth of the vitreous pour of the full moon, just tinged with blue 1
Earth of the shine and dark, mottling the tide of the river 1
Earth of the limpid gray of clouds, brighter and clearer for my sake 1
Far - swooping elbow'd earth 1 rich, apple - blossom'd earth !
Smile, for your Jover comes 1

Prodigal, you have given me love 1 Therefore 1 to you give love !


O unspeakable, passionate love 1
Walt WHİTMAN
WALT WHITMAN 31

Ehemmiyetsiz - ötekiler onların da herbiri, oraya varmakla da


kalmıyacaklar,
Daha öteye geçecekler.

inen yumşak karanlıklarda ben yürüyorum.


Gecenin yarı kucakladığı toprağa ve denize ben sesleniyorum.

Yaklaş, bağrı açık gece 1 Yaklaş, çekici, besleyici gece !


Cenup rüzgarlarının gecesi 1 Birkaç iri yıldızın belirdiği gece 1
Durgun, başı uykuyla düşen gece 1 Çılgın, çıplak, yaz gecesi !

Gülümse, ey şehvetli, serin nefesli toprak 1


Uyuklıyan, seyyal ağaçların toprağı 1
Batan güneşin ardında kalan toprak 1 Başı sisli dağların toprağı !
Ayın on dördünden, mavimsi billur gibi ışığın yağdığı toprak !
Nehrin akıntısını benekliyen ışık ve gölgelerin toprağı !
Berrak, kül renkli bulutların, benim uğruma daha parlak, daha berrak
olan bulutların toprağı !
Her şeyi içine çeken, kucaklıyan toprak ! Elma çiçeklerinin açtığı,
verimli toprak !
Gülümse, sevgilin geliyor.

Ey eli açık toprak 1 bana sevgi getirdin, benim sana sevgi getirmem
de bunun için 1
Ey sen, anlatılamıyan, ihtiraslı sevgi !
Çeviren : Behice Sadık BORAN
ÜSLÜP HAKKINDA N UTUK [ 1 ]

Bütün devirlerde söz kuvvetiyle insanlara hakim olan kimseler gö­


rülmüştür. Bununla beraber iyi yazmak ve iyi konuşmak ancak münevver
asırlarda mümkün olmuştur. Hakiki belagat, kabiliyetin işletilmesine,
zihnin terbiye edilmesine mütevakkıftır, ve tabiatin verdiği konuşma
kolaylığından ayrı bir şeydir. Konuşma kolaylığı sadece bir istidat, ihti­
rasları taşkın, dilleri işlek, muhayyileleri çevik olanlara mahsus bir me­
ziyettir. Bu insanların his ve heyecanları şiddetlidir, ve duyduklarını
taşkınlıkla izhar ederler ; tahassüs ve heyecanlarını tamamen mihaniki
bir ifade ile başkalarına sirayet ettirirler. Bu, vücudün vücutle konuşma­
sıdır. Bütün hareketler, bütün işaretler işe karışır ve söz kadar ehem­
miyet kazanır. Kütleyi heyecanlandırmak ve sürüklemek ne ile olur ?
İ nsanların çoğunu sarsmak ve ikna etmek için ne lazımdır ? Hararetli
ve dokunaklı bir eda, sık sık tekrarlanan manalı jestler, akıcı ve tumtu­
raklı sözler. Fakat kolayca tesir altında kalmıyan, zevkleri ve anlayışları
incelmiş, siz muhterem dinleyicilerim gibi edaya, jestlere, kelimelerin kuru
gürültüsüne ehemmiyet vermiyen küçük bir zümre insan da vardır ki
onlara hitap ederken özlü şeyler, fikirler, makul sözler lazımdır. Bunları
takdim etmeği, işlemeği, nizama koymayı bilmek lazımdır. Sadece kulağı
doldurmak ve gözleri oyalamak kafi gelmez. Düşünceye hitap ederken
ruha tesir etmek ve kalbi heyecana getirmek lazımdır.
Üslup, fikirlerimize verdiğimiz nizam ve harekettir. Fikirler biribirine
sıkı sıkıya bağlanır, sıkıştırılırsa üslup sağlam, kıvrak ve münakkah olur;
[1] Buffon'un Fransız Akademisine girerk en (1753) söylemiş old uğu bu nutuk gerek
kazandı ğı şöhret ve gerek sarahatle ifade ve hulasa ettiği zihniyet ve sanat telakkisi dola­
yısiyle ehemmiyetli bir ya zı dı r. Buffon'un üslup hakkındaki fikirleri Fransa"da klasik ve
akademik zihniyetin el'an bağlı olduğu beylik fikirlerdir. Romantizm bu fikirleri sarsmış,
fakat mağlup edememiştir. Fransız kafası üslubu herzaman özlü, ölçülü ve mazbut bir
fikir mimarisi telak i etmiş ve şimal edebiyatlarına mahsus olan hararetli, taşkın ve kont­
rolsuz ifadeyi daima yadırgamıştır. Bununla beraber Buffon üslubu tamamen şekil bir
kıymet olarak görmemek, şekille muhteva ayrılığını kabul etmemek ve dehayı kaidelerden
üstün tutmakla akademik ve klasik ifadenin makul soğukluğunu biraz gidermiştir. Bugün
Buffon'un fikirleri edebi mahsullerden ziyade mektep kitaplarına ve tahrir vazifelerine
hakimdir. Bütün faydalı nasihatler gibi bu nasihatler de işleri ni görmüş, eskimiş, soğuk ve
kuru bir çehre almışludır. Fakat, uslup hakkında söylenece k her yeni söz bu nutku ister
istemez hatırlatacak, edebiyat tarihinde ona nazaran bir rnevki alacaktır.
ÜSLÜP HAKKINDA NUTUK 33

onları gevşek bırakırsak, yalnız kelimelerle biribirine bağlarsak, bu


kelimeler ne kadar zarif olursa olsun, üsliip dağınık, gevşek ve cansız
olur.
Fakat fikirlerin nasıl bir intizam içinde takdim edileceğini aramazdan
evvel, yalnız ilk görüşleri ve ana fikirleri içine alan daha umumi ve daha
sabit bir nizama varmış olmak zaruridir. Bu ilk planda ana fikirlerin
yerleri tesbit edilirse mevzuun hudutları ve sahası meydana çıkar ; b u ilk
çizgiler daima gözönünde bulunursa ana fikirleri biribirinden tefrik
edecek ölçülü aralıklar taayyün eder ve bu aralıkları dolduracak tali
ve mütevassıt fikirler kendiliğinden doğar. Zihin kudretiyle umumi ve
hususi bütün fikirler mahiyetlerine en uygun bir zaviyeden görülür ;
büyük bir temyiz meharetiyle kısır fikirler bereketli fikirlerden ayırt edilir ;
çok yazmak itiyadının verdiği bir isabetle, bütün bu zihin ameliyele­
rinden alınacak mahsul evelden kestirilir. Mevzu ne kadar mahdut ve
basit olursa olsun onu bir bakışta kucaklamak, zihnin ilk ve tek bir
gayretiyle mevzua tamamen nüfuz etmek pek nadir görülen işlerdendir.
Bir hayli düşündükten sonra bile mevzuun muhtelif kısımları arasındaki
münasebetleri kavramak güçtür Binaenaleyh mevzu üzerinde ne kadar
düşünülse azdır. Hatta fikirlerimizi sağlamlaştırmak , genişletmek ve yük­
seltmek için başka çare yoktur. Onlara düşünce ile ne kadar salabet ve
kuvvet verirsek, sonra ifadeye dökülmeleri o nisbette kolay olur.

Bu plan henüz üslubun kendisi değildir; fakat üslubun temelidir. Onu


ayakta tutar, yürütür, hareketini idare eder; onu kendi nizamına uydurur.
Bu plan olmadıkça en tecrübeli muharrir bile yolunu kaybeder; kalemi
rehbersiz yürür, ve rasgele birtakım intizamsız çizgiler, insicamsız
şekiller çizer. Kullandığı renkler ne kadar parlak olursa olsun, teferruat
arasına ne kadar güze) şeyler koyarsa koysun yarattığı "bütün,, beğe­
nilmiyeceği, yahut iyice görülerniyeceği için eser sağlam bir bina olmı­
yacaktır; muharririn zekasına hayran olsak bile dehası olduğundan şüphe
edeceğiz. Bu sebepledir ki konuştukları gibi yazanlar, çok güzel konuş­
salar bile, fena yazarlar; kendilerini muhayilelerinin ilk hamlesindeki akışa
bırakanlar baştaki harareti idame ettiremezler; dağınık ve kaçıcı fikirleri
kaybetmekten korkarak yazılarını muhtelif zamanlarda ve parça parça
yazarlar; işte bu yüzden birçok eserler yamalı bohça gibidir; başından
sonuna kadar ayni nefesle yaratılmış eserler pek azdır.

Halbuki, her mevzu bir bütündür; ve ne kadar geniş olursa olsun


bir tek kalıba girebilir. Fasılalar, dinlenmeler, bölmeler ancak muhtelif
mevzulardan bahsedildiği zaman, yahut büyük, çetrefil, ıttıradsız bahislerde
34 TERCÜME

zihnin akışı birçok engeller karşısında durduğu, zaruri şartlara tabi


olduğu zaman kullanılmalıdır [1] .
Aksi takdirde kısımların çokluğu eseri sağlamlaştıracak yerde bütün­
lüğünü bozar. Kitap gözümüze daha sarih görünür; fakat muharririn
maksadı kapalı kalır; okuyucunun ruhuna nüfuz edemez. Maksadın anla­
şılabilmesi için akışın sürekli olması, fikirlerin ahenkdar bir şekilde
biribirine bağlanması, mevzuun açıldıkça açılması, fikirlerin gittikçe
kuvvetlenmesi, nihayete kadar ayni hareketin durmadan, gevşemeden
devam etmesi lazımdır.
Tabiatin eserleri niçin bu kadar mükemmeldir? Çünkü her eser bir
bütündür, ve tabiat hiç sağa sola kaçmadan ebedi bir plan üzerinde
çalışır; vereceği mahsullerin tohumlarını sükunetle hazırlar; her canlı
varlığın ilk şeklini bir çırpıda çizer; sonra bu şekli devamlı bir hareketle
ve muayyen bir zaman içinde inkişaf ve tekemmül ettirir. Esere hayran
oluruz; fakat asıl hayran olunacak şey bu eserde tezahür eden ilahi
kudrettir. İnsan zekası hiç bir şey yaratamaz; o ancak görgü ve düşün­
ceden feyzaldıktan sonra mahsul verebilir. Bilgileri, verdiği eserlerin
tohumlarıdır. Bununla beraber, insan zekası tabiatin ahengini ve çalışma
tarzını taklit ederse, derin düşünme ile en yüksek hakikatlere yükselir,
bu hakikatleri birleştirir, biribirine bağlar, bir kül halinde, bir fikir
sistemi içinde toplarsa yıkılmaz temeller üzerine ölmez abideler kurmuş
olur.
Plan yapmamak, mevzu üzerinde kafi derece düşünmemek yüzünden
kafalı bir adam, bocalar ve yazıya nereden başlıyacağını bilmez. Zihnine
birçok fikirler birden dolar; onları kıymetlerine göre sıraya koymadığı için
birisini ötekine tercih edemez, tereddüt ve şaşkınlık içinde kalır. Fakat
bir plan yapınca, mevzuun bütün ana fikirlerini toplayıp bir nizama ko­
yunca kalemi ele alacağı zamanı kolayca kestirir. Zihnindeki mahsulün
kemale erdiği anı hisseder; onu meydana çıkarmakta acele eder; yaz­
mak onun için artık bir zevkolur; fikirler kolaylıkla biribiri ardından
gelir; üslup tabii ve akıcı olur. Yazmak zevkından doğacak hararet bütün
eseri kaplar ve her ifadeye hayat verir; her şeyi gittikçe daha fazla
canlandırır; sesin kudreti artar; bahsedilen şeyler yeni bir renk kazanır;
muharririn hisleri ifadeyi daha parlak, daha geniş bir vuzuha götürür;
söylenecek şeyleri söylenmiş şeylerle aydınlatır ve üslup nurlu bir cazibe
kazanır.
LlJ Bunları söylerken Montesquieu'nün Kananların ruha adlı eserini düşünüyordum;
içindeki fikirler bakımından o kadar değerli olan bu eserde kusur olarak yalnız fazla
kısımlara ayrılmı� olması görülmüştür.
ÜSLÜP HAKKINDA NUTUK 35

Hararetli ifadeye en mugayir olan şey, her tarafa parlak sözler


koymak hevesidir. Kelimeleri biribirine çarparak zorla çıkarılan ve bir an
için gözlerimizi kamaştırdıktan sonra bizi karanlıkta bırakan kıvılcımlar,
eseri boydan boya sarması, yazının her tarafım ayni ışıkla aydınlatması
icap eden vuzuha en aykırı unsurlardır. Bunlar ancak tezat halinde par­
lıyan fikirlerdir : bahsedilen şeyin yalnız bir cephesi gösterilir; diğer
bütün cepheleri karanlıkta bırakılır; gösterilen cephe de ekseriya o şeyin
bir ucu, bir köşesidir: çünkü aklı selimin görmeğe alışık olduğu geniş
cephelerden uzaklaşıldığı nisbette fikir oyunları yapmak kolaylaşır.
Hakiki belagatle hiç alakası olmıyan bir şeyde ince buluşlar yapmak,
örs altındaki maden gibi incelip parladıkça salabetini kaybeden hafif,
nazik, uçucu fikirler aramaktadır. Bu ince ve parlak zeka oyunları işe
karıştıkça yazıda ne hareket, ne aydınlık, ne hararet, ne de üslup kalır.
Ancak, bu oyunlar mevzuun esasını teşkil ederse, muharririn asıl maksadı
latife yapmak olursa iş değişir : o zaman küçük şeyler söylemek sanatı
büyük şeyler söylemek sanatından daha güç te olabilir.
Tabii güzelliğe en aykırı olan şey herkesin bildiği alelade fikirleri ga­
rip ve gösterişli bir şekilde ifade etmektir; bir muharriri en fazla küçük
düşüren budur. Böyle yazan bir muharriri beğenmek şöyle dursun, herke­
sin söylediğini söylemek için yeni birtakım kelime terkipleri yapmakla
vaktini kaybetmiş olmasına acırız. Bu hataya düşenler, bilgili fakat kısır
kimselerdir : onlarda bol bol kelime vardır, fikir yoktur; onun için hep
kelimeler üzerinde uğraşırlar; güzel cümleler kurunca fikir bina ettiklerini
zannederler; kelimelerin manalarını değiştirip ana dillerini ifsat eder­
ken, lisanda tasfiye yaptıkları zehabına kapılırlar. Bu muharrirlerde üslup
yoktur, yahut başka türlü söylersek, üslubun gölgesi vardır. Üslı1p fikir­
ler hakketmek olmalıdır; onların yaptığı sadece sözler karalamaktır.
Şu halde, iyi yazmak için evvela mevzua tam manasiyle sahip ol­
mak, üzerinde kafi derecede düşünerek fikirlerin nizamını sarahatle gör­
mek, sonra, her noktası bir fikir olan sürekli bir akış, bir zincir teşkil
etmek lazımdır. Kalem ele alındığı zaman bu ilk plan üzerinde yürümeli,
ondan hiç ayrılmamalı, her yerde aynı kuvveti muhafaza etmeli, kalemin
her hareketi onu gideceği yere doğru götürmelidir. Ancak bu şekilde
üslup sağlam olur; ancak bu şekilde üslı1pta bir vahdet ve muntazam
bir akış temin edilir; ve böyle olunca üslup kendiliğinden sarih ve sa­
de, vuzuhlu ve ölçülü, canlı ve sürekli olur. insan zekasının emrettiği bu
ilk kaideye munzam olarak incelik ve zevk, kelimelerin seçilişinde itina
olursa ve her şeyi en umumi tabirlerle ifade etmeğe dikkat edilirse üs­
lı1pta asalet olur. Üstelik muharrir, her içinden gelen hisse kapılmazsa,
36 TERCÜME

parlak görünmekten başka değeri olmıyan sözlere yer vermezse, müp­


hem ifadelerden ve nüktelerden daima kaçınırsa üslupta vekar, hatta ih­
tişam olur. Bunlardan başka bir de düşündüğü gibi yazarsa, inandırmak
istediği şeye evvela kendisi inanırsa, nefsine karşı gösterdiği bu samimi­
yetle hem başkalarını tatmin etmek, hem de üslubu sahtelikten kurtar­
mak suretiyle üzerimizde istediği tesiri yapabilir. Ancak, bu içten inan­
ma kendini fazla taşkın bir şekilde göstermemeli, yazının her tarafında
nefse itimattan ziyade safiyet, kuru akıldan ziyade sıcak his olmalıdır.
işte bunun içindir ki, baylar, sizin eserlerinizi okurken, benimle ko­
nuşuyor, bana bilmediklerimi öğretiyor gibi idiniz. Hikmetin ifadesi olan
bu derin sözlere açlıkla sarılan ruhum yükseklere uçmak, sizlere ulaşmak
istiyordu : ne boş gayret 1 Siz bana anlattınız ki kaideler dehanın yerini
tutamaz, deha yoksa kaideler beyhudedir. iyi yazmak demek, aynı za­
manda iyi düşünmek, iyi duymak ve iyi ifade etmek, yani hem kafa,
hem ruh, hem de zevk sahibi olmak demektir. Üslup bütün zihni me­
lekelerimizin bir arada çalışmasiyle yaratılır. Üslubun esası yalnız fikir­
lerdir; sözlerin ahengi tali bir unsurdur ve uzuvlanmızın hassasiyetine
bağlıdır. İ nsanın biraz kulağı olursa tenafürden, birbirini tutmıyan ses­
lerden kaçınır; şairleri ve hatipleri okuyarak da kulak işletilir ve incelir­
se şiir ahengi ve hitabet edaları mihaniki bir şekilde taklit edilebilir.
Halbuki, taklitle bir şey yaratıldığı görülmemiştir; nitekim kelime ahen­
gi üslubun ne özünü, ne de edasını teşkil eder ve ekseriya fikirden mah­
rum yazılarda bulunur.
Eda, üslubun, mevzuun mahiyetine uymasından başka bir şey değil­
dir ; mevzuun bünyesinden tabii olarak çıkar ve fikirlerin aldığı istika­
mete ve genişliğe göre değişir. En umumi fikirlere yükselmiş isek ve
mevzu esasen büyükse eda kendiliğinden o seviyeye yükselir. Edayı
bu yükseklikte muhazafa ederken, deha kudretiyle her şeye kuvvetli bir
ışık verilebilirse, ana hatların sağlamlığına renk güzelliği de ilave
edilebilirse, hulasa her fikri canlı ve kusursuz bir misalle göstermek ve
her fikir silsilesini ahenkdar ve hareketli bir tablo haline koymak müm­
kün olursa eda yükselmekle de kalmıyarak ulvileşir.
Bu vadide, baylar, kaideden ziyade tatbikata bakmak, düsturlardan
ziyade misaller görmek icab eder ; fakat sizin eserlerinizde hayranlıkla
okumuş olduğum ulvi parçaları burada zikredemiyeceğim için mülahaza­
larımı söylemekle iktifaya mecburum. lleriki nesillere kalacak olan eser­
ler yalnız iyi yazılmış eserlerdir. Bilgilerin çokluğu, anlatılan hadiselerin
garabeti, hatta keşiflerin yeniliği layemutluğu temin etmez. Bunları ihtiva
eden eserler yalnız küçük mevzular üzerinde dönüp duruyorsa, yazılışla-
ÜSLÜP HAKKINDA NUTUK 37

rında zevk, asalet ve deha kudreti yoksa ölüme mahkumdurlar ; çünkü


bilgiler, hadiseler, keşifler eserden kolayca çıkarılır ; başka eserlere nak­
ledilir, hatta daha mahir ellere düşünce kıymetleri bile artar. Bunlar
insanın haricinde şeylerdir ; üslup ise insanın kendisidir [1] . Binaenaleyh
üslup eserden çıkarılamaz, başka yere nakledilemez, değiştirilemez. O,
eğer yüksek, asil ve ulvi ise muharrir her devirde aynı takdiri görecek­
tir ; çünkü devam eden, ebedi olan yalnız hakikattir ; güzel bir üslup ta
ancak anlattığı sayısız hakikatler sayesinde güzeldir. İçindeki bütün
fikir güzellikleri, yapılışındaki bütün rabıta ve münasebetler, insan tefek­
kürü için mevzuun esasını teşkil eden hakikatler kadar faydalı, hatta
belki onlardan daha kıymetli birer hakikat mahiyetindedir.
Ulvilik ancak büyük mevzularda bulunabilir. Şiirin, tarihin ve felse­
fenin mevzuu birdir ve çok büyüktür : i nsan ve Tabiat. Felsefe tabiati
tavzih ve tavsif eder ; şiir tabiati tasvir eder ve güzelleştirir ; insanlan
da tasvir eder, büyültür ve yükseltir ; kahramanları ve ilahları yaratır.
Tarih yalnız insanı tasvir eder ve olduğu gibi tasvir eder. Bu itibarla
tarihin edası ancak en büyük insanların portrelerini yaptığı, en büyük
işleri, en büyük hareketleri, en büyük ihtilalleri anlattığı zaman ulvileşir;
bunun haricinde ağır ve vakur olması kafidir. Filozofun edası tabiatin
kanunlarından, umumi varlıklardan, mekandan, maddeden, hareketten,
zamandan, ruhtan, insan zekasından, hislerden, ihtiraslardan bahsettiği
zaman ulvileşir ; bunun haricinde asil ve yüksek kalması kafidir. Fakat
hatibin ve şairin edası her büyük mevzuda daima ulvi olmak mecburi­
yetindedir ; çünkü onlar mevzularının büyüklüğüne istedikleri kadar renk,
hareket ve hayal ilave etmekte serbesttirler. Her şeyi güzel ve büyük
göstermeleri icap ettiği için her yerde dehalarının bütün kuvvetini kul­
lanmağa, bütün kapılarını açmağa mecbur kalırlar. [2]

BUFFON
Tercüme eden : Sabahattin E YUBOGLU

(J] Bu söz evvelce dilimize <tarzı beyan ayni İnsan dır» şeklinde tercüme edilmiştir.
(2] Nutkun başında ve sonunda Akademi azalarını methetmek için söylenmiş sözleri
tercüme etmedik. S, E.
HAYAL VE HAKIKAT'TEN

Bu hayat hikayesinde evvela küçük, sonra daha büyük çocuğun ve


daha sonra delikanlının muhtelif yollardan mabadettabiaya nasıl yaklaş­
mak istediği, evvela büyük bir temayülle tabii bir din araştırması, sonra
istekle müsbet bir dine bağlanması, bundan başka ruhunun içerlerine
dalarak kendi kuvvetlerini denemesi, ve nihayet kendisini şevkle umumi
dine teslim etmesi etraflıca gösterildi. O bütün bu ülkelerin aralıklarında
zaman zaman dolaşıp araştırdıkça ve etrafına bakındıkça bunlardan
hiçbirine sığmıyan bazı öyle şeylerle karşılaşıyordu ki yavaş yavaş bu
muazzam ve zihnin erişemiyeceği şeyleri terketmenin daha muvafık
olduğuna aklı yattı.
Canlı ve cansız, ruhlu ve ruhsuz tabiatte ancak tezatlar halinde
tezahür eden ve onun için bir fikirle, hele bir kelime ile ifade edilmesine
imkan olmıyan bir şey keşfettiğini sanıyordu.
Bu şey ilahi değildi, zira idrakten mahruma benziyordu ; insani
değildi, zira zekası yoktu ; şeytani değildi, zira hayır işliyordu ; melek
cinsinden değildi, zira ekseri fenalıktan zevk aldığı hissediliyordu.
Tesadüfe benziyordu, zira bir sıra takip etmiyordu ; kaderi hatırlatı­
yordu, zira bir irtibata işaret eder gibi idi. Bizi tahdit eden şeylerin
hepsi onun için kavranabilir şeylerdi ; sanki mecudiyetimizin mübrem
unsurlarını kendi arzusuna göre kullanıyor, zamanı kısaltıyor, mekanı
genişletiyordu.
Mümkün olanı istihfafla kendinden uzaklaştırıyor, ancak imkansız­
lıklarla uğraşmaktan hoşlanır gözüküyordu.
Bütün öteki varlıkların arasına karışarak onları ayırıyor veya bir­
leştiriyor hissini veren bu varlığa ben, eskilerin ve benzer şeyler duymu�
olanların misalince, "damonisch" [1] ismini vermiştim.
[1] Goethe'nin birçok eserlerinde tesadüf ettiğimiz «damonisch> tabirinin ihtiv�
ettiği manayı verecek türkçe bir kelime bulunamadı. Onun için yukardald kendi izahını
ilaveten bu kelime ile Grethe'nin ifade etmek istediğini biraz daha açmağı lüzumh
bulduk :
Ferdi, hayatta sevk ve idare eden, mukadderatı üzerine ehemmiyetle müessir olaı
«dünyaya beraberinde getirdiği kuvvet ve hususiyet» e Grethe «Damon> İsmini verir
Ferdin yaradılışında malik olduğu bu kuvvet ve hususiyet yenilemiyecek, önüne geçile
HAYAL VE HAKİKAT'TEN 39

Her zaman yaptığım gibi bir eserin arkasına saklanarak kendimi bu


müthiş varlıktan kurtarmağa çalışıyordum.
itina ile tetebbu ettiğim umumi tarihin muhtelif kısımları arasına son­
raları ittihat eden Felemenk'in şöhretine sebep olan hadiseler de dahildi.
Kaynakları dikkatle tetkik etmiş, aslından malumat toplamağa ve
vekayii canlı olarak gözümün önüne getirmeğe çalışmıştım. Hadiseler bana
son derecede dramatik gözükmüş, etrafına bütün diğer şahsiyetlerin
en uygun şekilde toplanmasına müsait esas kahraman olarak da insanlı­
ğının ve cengaverliğinin azameti ile beni en çok teshir eden Graf
Egmont dikkatimi çekmişti.
Yalnız maksadım için onu yaşlanmış bir adamdan ziyade bir gence,
bir aile reisinden ziyade bir bekara, ne kadar serbest ruhlu olsa da bir
takım münasebetlerle bağlı bir adamdan ziyade bir müstakile daha ziyade
yakışan vasıflar sahibi bir şahıs haline getirmem icap ediyordu.
Onu hayalimde gençleştirip, hayatını saran bütün şartlardan sıyır­
dıktan sonra kendisine ölçüsüz bir hayat arzusu, nefsine sonsuz bir itimat,
bütün insanları (attrativa) cezbedecek, böylece milletinin teveccühünü,
bir prensesin gizli, basit bir kızın da açıkça aşkını, bir devlet büyüğünün
alakasını kazandıracak, hatta en büyük muarızının oğlunu kendi tarafına
çekecek bir kabiliyet verdim.
miyecek şekilde tezahür ettiği, mantığın düşüncelerimize koyduğu manialan kaldırır gibi
olduğu, ve en acayip şekiller gösterdiği yerde Grethe için <Damonische Peraönlichkeit>
charikulade şahsiyet> belirmiştir. Mesela Napoleon tam manasiyle böyle bir şahsiyettir.
cBu neviden fevkalade mahluklara Yunanlılar birer yarı ilah nazariyle bakarlardı.> Ecker­
manns Gespriiche; 2 mart 183 1 .
Büyük Petro, Friederich, Mozart v e lord Byron, Paganini hepsi cdamonisch> şah­
siyetlerdir.
Fakat Diimonisch mefhumu mistisizme doğru daha ziyade genişliyerek Grethe nez­
dindeki manasını değiştiriyor. Damon'lıır fertlerin arasında da istediklerini yaparlar, şah­
siyetlerin arasında da cdas Damonische>, bu harıkulade, dahiyane kuvvet hüküm sürer,
yahut ta ferdin dışından insanın mukadderatına el uzatır.
Bütün tabiat, İnsanlık ve dünya hadiseleri ilahi kanunlara göre cereyan etmekte,
ilahi olanın, yani derinliğine nüfuz imkanı olmıyan varlığın bir eseri bulunmaktadır. İnsan
ise kainatı bütün kanunlariyle kavrıyamıyacak kadar zayıftır. Buna rağmen İnsan zekası
kendi kanunlariyle dünya hadiselerinin kanunlarını biribirine uydurmağa çalışmaktan geri
kalmaz. Bnna tam:ımiyle muvaffak olamaz. Böylece «tezatlar halinde tezahür eden> ahlaki
nizamla çarpışan, imkansızlıkları seven ve anlaşılması için insanın hiç bir vasıtaya malik
olmadığı bir kuvvet, <bir hayat ve düya muamması> Grethe için izahı imkansız bir varlık
olarak tebarüz eder. işte bu kuvvet veyahut bu varlık onun cDamonische> dediği şeydir.
O az çok insanlarda olduğu gibi hadiselerde ve bilumum görünen ve görünmiyen bütün
tabiatte meknuzdur. Şiirde ve musikide, bilhassa şuur-dışı olanda cDamonisches> vardır.
Bu yüksek tesir, bu c:Damonische> iyi ve fena olabilir. Onun için Grethe kindar
Damon'lardan bahsettiği gibi iyi ve hayrıhah Damon1ardan da bahseder.
40 TERCÜME

Kahramanın baş vasfı olan şahsi cesaret, onu yetiştiren ve yükselten


zemini, bütün mevcudiyetinin dayandığı temeli teşkil eder. Tehlike nedir
bilmez, kendisine yaklaşan en büyük tehlike onun gözlerini kamaştırır.
Etrafımızı kuşatan düşmanları icabında yarıp geçebiliriz; devlet hilesinin
kurduğu ağları koparmak bundan daha zordur.
Her iki tarafın da işe karıştırdığı "şeytanat,,, sevilen ve beğenilenin
mahvolup, nefret edilenin muzaffer olduğu, fakat bu muzafferiyetten bü­
tün insanların arzusuna uygun bir üçüncünün teşekkül edececeği ümidini
veren bu mücadelede, esere tabiatiyle tam intişarı sırasında değil, bir
müddet sonra, fakat tam zamanında, bugüne kadar muhafaza ettiği
teveccühü kazandıran, her halde işte bu " Damonische,, olsa gerek ..
Yakında bu bahse tekrar gelip gelmeyeceğimi bilmediğimden, sırası
gelmişken burada biraz durup, bazı sevgili okuyucularım için, daha çok
sonraları kanaat getirmiş olduğum bir şeye işaret etmek istiyorum: Her
ne kadar bahsi geçen dahiyane kuvvet, "Damonische,,, maddi olsun
olmasın bütün varlıklarda tecelli edebilir ve hatta hayvanlarda en garip
şekillerle kendisini belli edebilirse de onun en hayret verici ilişiği insanla
olanıdır. Hem o, ahlaki nizamdan ayrı - ve ona zıt diyemesek bile,
herhalde onunla girift olmuş - bir kuvvet ifade eder, öyle ki bunlardan
birini kumaşın enine, diğerini boyuna olan iplikleri gibi telakki etmek
mümkündür. Bu yüzden ortaya çıkmış hadisat için sayısız isim mevcut­
tur ; zira bütün felsefeler ve dinler bu bilmeceyi, kimi şairane, kimi şiir­
den uzak suretlerle halledip işe nihayet vermiye uğraştılar ve daha da
uğraşa dursunlar.
Fakat bu " Damonische,, nin asıl dehşet verici şekli ile, onun her­
hangi bir insanda öteki vasıfların hepsini geri bırakacak kadar kuvvetle
kendini gösterdiği zaman karşılaşırız.
Hayatım esnasında böyle bir çoklarını kısmen yakından, kısmen
uzaktan tetkik etmek fırsatını buldum. Bunlar ekseriya ne zeka, ne de
kabiliyetçe bir fevkaladelik gösteren, nadiren kalplerinin iyiliğiyle göze
çarpan insanlardır; lakin bu gibi kimseler muhitlerine dehşetli bir kuvvet
saçar, ve bütün mahluklar, hatta unsurlar üzerine inanılmayacak bir tesir­
leri olur ; böyle bir tesirin ise nerelere kadar varmıyacağını kim kes­
tirebilir ?
Ahlaki kuvvetlerin mecmuu da onlara karşı koyamaz ; insanların
münevver kısmı bunlar hakkında "kandırılmış,, veya "kandırıcı,, diye bir
şüphe uyandırmak istese de, bu gibi kimseler yine kütleyi cezbetmekten
geri kalmazlar. Bunlarla ayni zamanda yaşıyanlar benzerlerini ya pek
nadir olarak bulur, yahut hiç bulamazlar, mağlubiyetleri ise mücadeleye
giriştikleri kainatın bizzat kendisi tarafından olmadıkça, hiç bir şeyle
HAYAL VE HAİKKAT'TEN 41

kabil değildir. Şu garip, fakat kudretli söz herhalde buna benzer müta­
lealardan doğmuş olsa gerek :

Nemo contra deum nisi deus ipse [1]

Bu yüksek mülahazalardan sonra, benim bir "Damon,, tarafından


idare edildiği hissini veren garip birtakım hadiselere girişmek üzere olan
kendi küçük hayatıma dönüyorum.
"Lili,, nin yokluğuna tahammül edemediğim için "Gotthard,, ın tepe­
sinden ltalya'ya arkamı çevirerek eve dönmüştüm. Mütekabil bir temellük,
uzun seneler sürecek bir beraber yaşama ümidi üzerine kurulmuş bir
aşk, birden bire ölemez; hatta o, ruhta beslenen meşru arzu ve yerinde
ümitlerin hayaliyle gıdalanır. Bu gibi vaziyetlerde kadının erkekten daha
evvel tevekkül göstermesi bu işin tabiati icabıdır. Pandora'nın (2]
ahfadı olan bu güzel çocuklara tahrik etmek, cezbetmek, içlerinden gelme
bir temayülden değil, fakat tabiatleri icabı yarı bir kasitle, hatta şeytanca
etraflarına aşık toplamak hassası verilmiştir. Öyle ki ekseriya - şu Zauber­
lehrling [3) gibi - kendileri de nihayet sevgililerin çokluğundan korkacak
hale gelirler. Artık seçim mecburiyeti baş göstermiştir, yalnız biri tercih
edilecek, yalnız biri gelini alıp götürecektir. Bu seçimin nihayet bir istika­
met alması, kızın kararı üzerinde ise tesadüfün ne kadar büyük tesiri
\'ardır!
"Lili,, den rızamla vaz geçmiştim, fakat aşkım bana bu mütavaatın
yersiz olduğunu söylüyordu. "Lili. de aynı hislerle bana vedaetmiş, ben
[1] Bu cümleyi Gcethe kendisi şöylece almancaya tercüme eder : cEin Gott kano
nur wieder durch einen Gott balanziert werden> yani, cBir ilaha karşı koyacak gene bir
ilahtan başkası olamaz> .
[2] Yunan esatirine nazaran ilahların kendisine bahşettikleri birçok kandırıcı kabi­
liyetlerle mücehhez olarak yer yüzüne iÖnderilen ilk kadın. Elinde ıztırap, felaket, harp,
ölüm ve saire ihtiva eden bir kutu olduA"u halde tasavvur edilir. Böylece yer yüzünde her
nevi neşenin yııradıcısı olmakla kalmamış, kutusunu açarak felaketi de dünyaya yaymıştır.
[3] Götbe bu ismi taşıyan şiirinde, ustasının evde bulunmadıA"ı bir ıırada, sihir
kuvvetiyle, eski bir süpürgeyi İnsana benzer bir hayal şekline kalbeden ve bundan su taşı­
masını istiyen bir sihirbaz çırağından bahseder. Bu hayal mütemadiyen eve su ietirir,
kaplar dolar. Çırak suyun kafi olduA"unu görür, hayali durdurmak ister. Fakat bunu
tekrar eski haline sokacak kelimeleri unutmuştur. Sular taşar, evi doldurmıya başlar. Hayali
durdurmanın çaresi yoktur. Yaptıtına nadim :
Die Geister, die ich rief,
werde ich nun nicht los..

Yani, ekendi çaA"ırdığım hayallerden kurtulamıyorum> diye feryat eder. Korku, nedamet
ve dehşet içindedir. Bu sırada usta yetişir, çırağın unuttuA"u kelimeleri 11öyliyerek hayali
yine eski haline sokar.
42 TERCÜME

de bu güzel ve oyalayıcı seyahate çıkmıştım; fakat seyahat üzerimde bek­


lenilenin tamamiyle aksi bir tesir bırakmıştı.
Uzakta iken muvakkat bir ayrılığı kabul ediyor, fakat bu ayrılığın
kat'i olduğuna inanamıyordum. Bütün hatıra, ümit ve arzular canlanıp
kuvvetlenmişti. Nihayet geri döndüm. Serbest ve ümitli sevişenlerin
buluşması cennet demekse, yalnız makul sebeplerle biribirinden ayrılan
iki şahsın yeniden biribirlerini görmesi tahammül edilmez bir azap, belki
cehenneme bir giriş demektir.
Lili'nin muhitine dönünce münasebetimizin bozulmasına sebep olan
bütün o uygunsuzlukları iki misli kuvvetle hisettim; karşısına çıktığım
zaman, onu kaybetmiş olmak hissi bütün acılığıyle kalbime çöktü.
Onun için yeniden kaçmağa karar verdim. Genç Weimar dükü ile
düşesinin Karlsruhe'den kalkıp Frankfurt'a gelmesi ve benim eski ve
yeni davetlere icabetle onlara iltihak etmem zarureti bu aralık son dere­
cede işime geliyordu. Kendilerinin bana karşı - kalbi bir şükranla mukabele
ettiğim - lı1tufkarlıkla, hatta samimiyetle muameleleri hiç değişmemişti.
Tanıdığımdanberi Herzog'a karşı duyduğum merbutiyet, - yalnız gör­
mekle de olsa - uzun zamandanberi tanıdığım prensese olan hürmetim,
bana karşı çok bitaraf davranmış olan Wieland'a şahsen bir hatırşi­
naslık göstermek ve yarı bilerek yarı istemiyerek işlediğim kusurları
mahallinde düzeltmek arzusu, hissiz bir genci bile harekete getirmeğe
kafi sebeplerdi.
i ster babamın fasılasız anlatışlariyle hayalimde en mükemmel sanat
ve tabiat alemini canlandıran cenuba doğru, ister beni bukadar güzide
şahıslardan teşekkül etmiş ehemmiyetli bir muhitin beklediği şimale
doğru olsun, herha� gi şekilde Lili'den uzaklaşmam mecburiyeti bunlara
inzımam ediyordu.
Genç prens ile prenses dönüşleri esnasında Frankfurt'a vasıl olmuş­
lardı. Aynı sıralarda Meiningen dükalığı hanedanı da burada bulunu­
yorlardı. Beni gerek bunlar, gerekse genç prens ile prensese refakat eden
Geheimrat von Dürckheim en samimi şekilde aralarına aldılar.
Bu aralık ancak gençlikte başa gelen tuhaf hadiselerden biri başıma
gelmekten geri kalmadı ve bir yanlışlık beni neşeli tarafı da eksik olmı­
yan pek büyük bir şaşkınlığa sürükledi :
Weimar ve Meiningen prensleri aynı misafirhanede ikamet ediyor­
lardı. Yemeğe davet edilmiştim. Weimar sarayı zihnimi o kadar işgal
etmekte idi ki fazla soruşturmağa lüzum görmedim. Hem, Meiningen ta­
rafının da benimle alakadar olmak istediğini tasavvura yeltenmiyordum.
Temiz bir kıyafetle " der Römische Keiser ,, [1] e yollanırım. Wei-
[1] Misafirhanenin iami
HAYAL VE HAKİKATTEN 43

mar prenslerinin odalarında kimse yoktur. Kendilerinin Meiningenlilerin


tarafında olduklarını duyunca ben de oraya gider ve nezaketle karşılanı­
rım. " Bu herhalde yemekten önce şöyle bir uğramak, yahut ta hep bir ara­
da mı yemek yiyecekler,, diye düşünerek neticeyi beklerim. Fakat Weimar
takımı birdenbire ayaklanır, ben de bittabi onları takip ederim; fakat onlar
odalarına gidecek yerde merdivenden inip te arabalarına binince ben
sokakta kendimi yapyalnız bulurum.
Derhal en akıllıca hareketi yapıp meseleyi araştıracağım yerde, - te­
reddüdü sevmiyen mizacımın icabı - hemen eve döndüm ve babamı
yemeği bitirmek üzere buldum. Annem, ettiğim zararı imkan nisbetinde
telafiye çalışırken, babam hayretle başını sallıyordu. O akşam annem
bana meseleyi şöylece açtı : ben çıktıktan sonra arkamdan babam onların
maksadının bana takılmak, beni utandırmaktan başka bir şey olmadı­
ğını, başka hususlarda pek anlayışsız olmadığım halde, nasıl olup ta
bunu kabul etmek istemediğime son derecede şaştığını söylemiş. Fakat
bu beni kanaatimden caydırmadı. Zira, daha evvel, her zamanki tatlı
haliyle, hoş, yarı şaka sitemler ederek benden meseleyi soruşturan Herr
von Dürkheim'a raslamıştım. Ancak o zaman daldığım rüyadan uyandım;
hakkımda ibzal edilen her türlü ümit ve tahminin fevkındaki h1tuf için
icabettiği şekilde teşekkür etmiye ve özür dilemiye çalıştım.
İyi düşünülmüş sebeplerle bu lutufkar teklifleri kabulümden sonra
şu şekil kararlaştırıldı : Strassburg'ta imal edilen bir lando arabasını
beklemek üzere Karlsruhe'de kalmış olan bir zat muayyen bir günde
Frankfurt'a gelecek ; ben de onunla beraber derhal Weimar'a hareket
etmek üzere hazır bulunacağım.
Genç asilzadelerin veda esnasında bana karşı gösterdikleri neşeli
ve h1tufkar vaziyetlerden, bütün saray erkanının takındıkları samimi ta­
vırlardan sonra tatbik imkanı böylece kolaylaşan bu seyahati çok büyük
bir arzu ile bekliyordum.
Fakat bu defa da bu kadar basit bir meselenin bir takım tesadüfler­
le teşevvüş göstermesi, his ve ihtirasların ağır basmasiyle, alt üst olup
hemen hemen bozulacak hale gelmesi mukadderdi 1
Herkesle veda edip, seyyahat günümü de ilan ettikten sonra daha
basılmamış yazılarımı da beraber almağı unutmadan eşyamı toplamış,
bahsi geçen arkadaşın yeni araba ile gelerek beni yeni bir semte ve yeni
vaziyetlere götüreceği saati beklemeğe baş l amıştım. Kararlaştırılan gün
ve saat geldi, geçti. Ben ikinci bir vedaa mecbur olmamak, daha doğ­
rusu akın edenlerin ve ziyaretlerin çokluğuyla bunalmamak ıçın o gunun
sabahındanberi kendimi kerkese yok dedirttiğim için sessiz sadasız evde
44 TERCÜME

kalmağa, hatta odamdan çıkmamağa mecbur oldum ve bu yüzden acayip


bir vaziyete düştüm.
Bu gibi saatlerden istifadeye mecbur olduğum cihetle yalnızlık ve
acelenin daima benim için faydalı bir tarafı vardı, bu sefer de Egmont'u
yazmağa devam ettim ve onu hemen hemen bitecek kadar ilerlettim.
Bu parçaya karşı hususi bir temayül gösteren ve oğlunun şöhretinin
bu sayede artacağı ümidiyle onu bitmiş ve basılmış görmekten baş­
ka bir şey istemiyen babama, onu yüksek sesle okuyordum. Kendisinin
böyle bir teselliye ve yeni bir memnuniyete ihtiyacı da vardı : zira ara­
banın gelmemesi üzerine olmadık kuruntulara düşüyordu. O, bu sefer de
bütün meseleyi " bir uydurma ,, diye kabul ediyor, yeni bir lando ara­
basına inanmıyor, arkadan gelecek zatı bir hayal telakki ediyordu. Bü­
tün bunlan bana açıkça söylemiyordu ; fakat, umduğum paye yerine ha­
kir ve zelil, olduğum yerde bırakılmam üzerine bütün hadiseye, yolsuz
hareketlerimden dolayı beni biraz üzmek ve utandırmak maksadı ile ya­
pılmış bir " saray şakası ,, nazariyle bakarak, kendini ve an nemi o nis­
bette fazla üzüyordu.
Bana gelince, başlangıçta inancımı bütün kuvvetiyle muhafaza edi­
yor, sükuneti ne ahbaplar, ne yabancılar, ne de herhangi bir toplantı ile
ihlal edilen yalnızlık saatlerine sevinerek - içimdeki gizli endişeye rağ­
men - gayretle Egmont'u yazmağa devam ediyordum. Bu ruh haleti bu
kadar büyük ihtirasların yaşadığı ve herhalde ihtirassız bir kimse tara­
fından yazılmasına imkan olmıyan bu parça için pek uygun geliyordu.
Böylece sekiz gün ve bilmem daha ne kadar gün geçti. Bu mutlak
hapis bana ağır gelmeğe başlamıştı. Senelerdenberi açık sema altında,
en samimi, en içli dışlı münasebetlerde bulunduğum arkadaşlarla bir
arada, ayrılmağa azmetmiş olmakla beraber, yaklaşma imkanı olduğu
müddetçe, şiddetle beni kendisine çeken bir sevgilinin yakınında yaşa­
mağa alışmış olduğum için - bütün bunlar huzurumu o derecede kaçır­
mağa başladı ki bana, yazdığım tragedianın cazibe kuvveti azalıyor, şairane
yaratma kabiliyetim, sabırsızlık yüzünden zail oluyor gibi geliyordu.
Bazı akşamlar evde kalmam imkansız bir hal almıştı. Büyük bir
mantoya bürünerek şehirde gizlice dolaşmış, dostlarımın ve tanıdıkları­
mın evleri önünden geçmiş ve Lili'nin penceresine yaklaşmaktan da
kendimi alamamıştım. O, köşe başındaki bir evin alt katında oturuyor­
du. Yeşil pancurlar inikti. Fakat ben ışıklann her zamanki yerlerinde
durduklarını pek ala farkedebiliyordum. Az sonra onun piyano çalarak
şarkı söylediğini duydum ; kendisi için yazılalı daha bir yıl bile olmıyan :
"Ach 1 wie ziehst du mich unwiderstehlich,, [1]
( 1 ) Ah 1 beni nasıl mukavemet edilmez şekilde kendine çekiyorsun.
HAYAL VE HAKİNAT'TEN 45

şarkısını söylüyordu, Bana, bu şarkıyı her zamankinden daha manalı söy­


lüyor gibi geldi. Onu kelime kelime gayet vazıh anlıyabiliyordum.
Dışarı doğru büküntülü parmaklığın müsaade ettiği kadar kulağımı
yaklaştırmıştım. Şarkıyı bitirdikten sonra, pancura akseden gölgeden,
yerinden kalktığını anladım. Odada dolaşıyordu, ve ben sevgili vücudü­
nün hatlarını dar aralıktan görebilmek için boş yere uğraşıyordum. Ancak
ayrılmak, huzurumla onu müşkül vaziyette bırakmamak, hakikaten ken­
disinden feragat etmek hususunda verdiğim kat'i karar ve yeniden ortaya
çıkmanın ne kadar garip bir tesir bırakacağı tasavvuru beni bu sevgili
muhitten uzaklaştırabildi.
Birkaç gün daha geçti, Karlsruhe'den arabanın hangi sebeplerle
geciktiğini bildiren bir mektup bile gelmediği için, babamın faraziyesi
gittikçe daha muhtemel gözüküyordu. Yazı yazmam duraksadı, içimi
kemiren telaştan babam istifadeye çalışıyor, bu işte artık yapacak birşey
olmadığını, bavulumun hazır bulunduğunu, hareket etmeğe derhal karar
verdiğim taktirde ltalya'ya gitmem için bana para ve itibar mektupları
vereceğini söylüyordu.
Meselenin ehemmiyeti karşısında bir hayli tereddüt ve çekingenlikten
sonra nihayet şuna razı oldum : muayyen bir saate kadar araba veya
haber gelmezse, evvela Heidelberg'e, oradan da Alpleri bu sefer lsviçre
üzerinden değil, Graubünden veya Tirol üzerinden aşmak üzere yola
çıkacaktım.
Yanlış yollara sapması kolay olan başı boş bir gençlik, bir de yaşlılığın
ihtiras haline gelmiş bir hatası yüzünden yanlış yola sevk edilecek olursa
tahaddüs eden şeylerin pek garip olacağı tabiidir.
Ama, umumiyetle, tabiye ilminin lüzumunu ancak harp geçip bittikten
sonra kabul etmeseydik gençlik gençlik, hayat ta hayat olmazdı.
işlerin alelade akışı zamanında, böyle bir tesadüf kolayca izah edile­
bilirdi. Fakat bizler, nasıl iskambilleri dağıtmazdan evvel, aman tesadüfün
hissesi haleldar olmasın diye karıştırırsak, "yanlışlık,, ile elele vererek
" tabii ve hakiki olan,, a karşı koymayı ba böylece pek severiz ; bu su­
retle ortaya çıkan "Diimonische,, dediğimiz kavranılmaz kudretin yarattığı
ve bu kudretle memlu olan, yakınlığını hissettiğimiz nispette bizi oyununa
katan unsurdan başka bir şey değildir.
Son gün nihayete ermişti, ertesi sabah hareket edecektim; bu sefer de
aramızdaki derin itimadı tam bir mektumiyetle incitirsem bana haklı
olarak darılacağım düşündüğüm arkadaşım Passavant'ı bir kere daha
görmek için nihayetsiz bir arzu duyuyordum. Kendisi tam o aralık İ sviç­
re' den dönmüştü. Bütün bu düşüncelerle kendisine bir yabancı vasıtasiyle
geceleyin muayyen bir yere gelmesi haberini yolladım. Mantoma bürü-
46 TERCÜME

nerek ondan evvel orada bulundum, bir müddet sonra o da geldi. Bu


çağırılış hayretini uyandırmıştı. Fakat karşısında beni bulunca hayreti
büsbütün arttı . Sevinci de hayretinden az değildi. Hasbıhal ve müzakere
yersizdi . İtalya seyahatimin hayırlı olmasını temenni etti ve biribirimiz­
den ayrıldık. Ertesi gün erkence Bergstrasse' de bulunuyordum.
Heidelberg'e gitmemin birçok sebepleri vardı. Weimarlı arkadaşın
Karlsruhe'den Heidelberg yoluyla geleceğini duymuştum. Posta mahalline
varır varmaz, tavsif ettiğimiz şekilde seyahat eden bir zatın eline veril­
mek üzere bir pusla yolladım. Bu, mantıki olan sebepti.
İkinci sebep önüne geçilmiyen hislerden doğuyordu [1] ve Lili ile
olan münasebetimin ilk zamanlariyle alakadardı.
Sevgimizi bilen, hatta ciddi bir birleşmeyi temin etmek üzere büyük­
lere müracaat etmiş olan Demoiselle Delph [2] bu şehirde oturuyordu.
Ben de Almanya'yı terketmezden evvel o bahtiyar zamanları böyle kıymetli,
sabırlı ve müsamahakar bir arkadaşla birlikte yadetmeği kendim için en
büyük saadet sayıyordum.
Burada memnuniyetle karşılandım ve bazı ailelere takdim edildim. Bu
meyanda Oberforsmeister von W . nin evinden pek hoşlanmıştım. Anne
.

ve baba dürüst, hoş insanlardı. Kızlarından bir tanesi Friedericke'ye


benziyordu . Tam bağ bozumu sıralarıydı, havalar iyi gidiyordu, Rhein ve
Neckar nehirlerinin bu güzel vadisinde Elsass'a [3] ait bütün hislerim yeniden
canlandı. O zamandanberi kendimde ve başkalarında fevkaladeliklerle
karşılaşmıştım, fakat daha herşey teşekkül halinde bulunuyordu. Hayatın
hiçbir istikameti bende taayyün etmemişti. Duymuş olduğum şeyin
nihayetsizliği beni altüst etmekle kalmıştı. Fakat başkalariyle bir arada
olduğum vakitler her zamanki halimi muhafaza ediyor, hatta belki de daha
neşeli ve konuşkan oluyordum. Burada, bu açık göğün altında, neşeli
insanlar arasında, gençlik için daima yeniliğini ve cazibesini muhafaza
eden eski oyunları araştırıyorum. Kalbimde maziye ait, fakat henüz geç­
memiş bir aşkla - onu meskı1t geçsem de - istemediğim halde alaka
uyandırıyordum. Böylece az zaman sonra bu muhite de iyice alıştım.
Onlar da beni feda edemiyecek hale geldiler. Gevezelikle geçen bir kaç
akşamdan sonra seyahate devam niyetinde olduğum hatırımdan çıkmıştı.
Demoiselle Delph hiç te entrikacı olmamakla beraber, daima bir meş­
guliyeti olan, haşkalariyle uğraşan , hazan şu, hazan bu gaye uğrunda
çalışan kimselerden biri idi. Bana karşı samimi bir dostluk hissi besliyor,
evinde misafir bulunduğum cihetle yola çıkmama bin türlü engel bulmağa,
[ 1) ikinci sebep hissi idi de denilebilirdi.
[2) Dem, Delph, Lili'nin ebeveynine müracaat etmişti.
[3] Alzas.
HAYAL VE HAKİKAT'TEN 47

kalmam için ise bin türlü neşeli vesilel�r yaratmağa çalışarak beni, orada
geçireceğim zamanı uzatmağa teşvik ediyordu.
Bahsi Lili'ye dökmek istediğim zamanlar o, benim istediğim kadar
memnun ve alakadar olmuyordu. Bilakis, mevcut vaziyetler dahilinde
birbirimizden ayrılmak hususunda verdiğimiz karc.rı takdir ediyor, imkan­
sızı akıldan çıkarıp zarurete uymak ve yeni bir hayat alakası aramak
lüzumundan bahsediyordu. Bunu ise - her şeyi düşünüp hazırlıyan insan­
lar mizacında olduğundan - tesadüfe bırakmağa razı olmamış, benim
gelecekteki vaziyetim için de teklifler hazırlamıştı. Artık bu son Heidel­
berg davetinin ilk tahminim gibi maksatsız olmadığını anlıyordum.
Mesele şu idi : sanat ve ilim namına çok işler görmüş olan Kurfürst
Kari Theodor henüz Mannheim'da oturuyordu. Saray erkanı katolik,
memleket ise protestan olduğu için, halk kendi tarafını genç ve ümit
verici adamlarla kuvvetlendirmek lüzumunu hissediyordu.
Şimdi bana : "Mademki bukadar istiyorsun, ltalya'ya git ve sanat
bilgilerini genişletedur, diyorlardı. Biz burada senin için uğraşırız. Frl.
von W .. nin belirmekte olan temayülünün arttığı veya geçtiği, yüksek
bir aileye intisap ederek varlığını ve saadetini yeni bir vatanda kurmanın
münasip olup olmadığı döndüğün zaman meydana çıkar... ,, [1]
Bütün bunları reddetmedim, yalnız benim planlı hareketi sevmiyen
mizacım arkadaşımın hesaplı kafasıyle tamamiyle uyuşmuyordu ; anın
müsaadekarlığından istifade ediyordum. Lili'nin hayali gece gündüz gözü­
mün önünden gitmiyor, hoşuma giden veya beni oyalıyan herşeyin içinde
bulunuyordu.
Fakat nihayet büyük seyahat teşebbüsümün ciddiyetini göz önüne
getirdim ve kimseyi incitmeden münasip bir şekilde kendimi çekmeğe
ve birkaç gün içinde yoluma devama karar verdim.
Gecenin geç vaktine kadar Demoiselle Delph bana tasavvurlarını,
benim için yapılması düşünülen şeyleri birer birer canla başla anlattı.
Belli bir takım kimselerin benim vasıtamla ve saray erkanı nezdindeki
muhtemel vaziyetim dolayısıla kendi taraflarını kuvvetlendirmek niyet­
leri pek aşikar olmasına rağmen, "hakkımda beslenen bu nevi iyi,, dü­
şüncelerden dolayı minnet duyarak onlara hürmetle muameleden başka
bir şey yapamıyordum.
Ancak saat bire doğru birbirimizden ayrıldık. Derin bir uykuya
dalalı pek çok olmamıştı ki atlarını evin önünde durduran bir posta ara­
basının borazaniyle uyandım. Az sonra Demoiselle Delph elinde bir ışık
ve bir mektupla göründü, baş ncuma gelip :
[1] Vasıtalı anlatım'ı 11aaıtaııız olarak tercüme etmek burada daha muvafık bulundu.
48 TERCÜME

- işte, gördünüz mü ? dedi, okuyun, bana da ne olduğunu söyleyin.


Her halde şu Weimar'lılardan geliyor. Eğer çağırıyorlarsa gitmeyin,
ve söylediklerimi hatırlayın !
Kendisinden ışığı ve çeyrek saat kadar yalnız bırakılmamı rica
ettim. lstemiye istemiye beni yalnız bıraktı. Mektubu açmadan bir müddet
öylece baktım. Siii Frankfurt'tan geliyordu. Mührü ve yazıyı tanıyordum;
o halde arkadaş oraya varmış olmalıydı ; beni davet ediyordu, itimat­
sızlık ve müphemiyet bizi lüzumsuz yere telaşa düşürmüştü.
Sakin ve orta halli insanların vaziyetinde iken, seyahati türlü tesa­
düflerle uzaması muhtemel, fakat geleceği kat'iyetle bildirilmiş olan bir
adamı beklememekte mana var mıydı ? Gözlerimi örten perdeler sanki
birden bire kalkmıştı. Mazhar olduğum iyilik, lı1tuf ve itimat bütün can­
lılığile tekrar gözümün önüne geldi. Hayrete şayan yolsuz hareketimden
dolayı utanacak dereceye gelmiştim.
Nihayet mektubu açtım, hadisat pek tabii cereyan etmişti. Biz kendi­
sini nasıl bekledikse, benim geciken arkadaşım da Strassburg'dan gele­
cek olan arabayı her gün, her saat beklemişti. Sonra bazı işler icabı
Mannheim üzerinden Frankfurt'a gitmiş ve beni orada bulamayınca şaşır­
mıştı. Şimdi bana alelacele yazdığı bu mektubu bir adamla yolluyor,
yanlışlığı anlar anlamaz her halde döneceğimi ve kendisini Weimar'a
bensiz gitmek mahcubiyetine düşürmiyeceğimi kat'iyetle umduğunu
bildiriyordu.
Mantık ve hissim derhal bu tarafa temayül etmekle beraber, yeni
tuttuğum istikametin de oldukça ehemmiyetli şekilde ağır basan tarafı
vardı. Babam benim için pek güzel bir seyahat planı hazırlamış ve
yanıma hazırlanabilmem ve gittiğim yerlerden istifade edebilmem için
küçük bir kütüphane vermişti. Bu ana kadar bütün boş vakitlerimde
bundan başka bir eğlence aramamış, arabada geçen son küçük seya.
hatimde bile başka hiç bir şey düşünmemiştim. Çocukluğumdanberi
bahislerini duya duya veya türlü suretlerini göre göre tanımış olduğum
o harikulade eserler gözümün önünde canlanmış ve ben azim gösterip
Lili'den uzaklaşırken, onlara yakınlaşmaktan başka bir şey istememiştim.
Bu sırada giyinmiş, odada dolaşıyordum. Misafiri olduğum ağırbaşlı
hanım içeri girip: "Ne ümit edebilirim ?,, dedi.
- Azizim, dedim, bana hiç tesire çalışmayın, dönmeğe karar verdim ;
sebepleri kendimce tarttım ; onları tekrarlamaktan bir şey çıkmaz. Niha­
yet bir karar vermek mecburiyeti var; bu kararı da onunla en çok ala­
kalı olandan başka kim verebilir ?
HAYAL VE HAKiKAT'TEN 49

O da, ben de heyecanlı idik. Aramızda hararetli bir münakaşa baş


gösterdi. Buna, uşağıma posta arabasını çağırmasını emrederek nihayet
verdim. Kendisine sükünet bulması için boşyere yalvarıyor, dün
akşam hep bir arada iken latife kabilinden etmiş olduğum vedaı, ciddi
gibi göstermesini, meselenin bir misafirlikten, kısa zaman sürecek tazim­
kar bir ziyaretten başka bir şey telakki edilemiyeceğini , ltalya seyaha­
timden büsbütün vaz geçmediğimi, buraya avdetimin yine imkan dahi­
linde olduğunu söylüyordum.
O bütün bunları dinlemiyor, karşısında esasen heyecanlı olanı büs­
bütün telaşa düşürüyordu.
Araba kapının önünde durdu. Eşyam zaten toplanmıştı. Arabacının, o
her zaman sabırsızlık ifade eden boru sesi duyuldu ; yerimden fırladım ;
o daha hala beni bırakmak istemiyor, içinde bulunduğum vaziyetin bütün
esaslarını büyük bir meharetle sayıp döküyordu; öyle ki nihayet bütün
duygum ve coşkunluğumla "Egmont,, un sözlerini tekrarladım :
"Çocuk, çocuk 1 lleri gitme 1 Görünmiyen hayaller tarafından kam­
çılanmış gibi zamanın güneş atları [1] gemi azıya almış koşuyor, mukad­
deratımızın hafif arabasını arkalarında sürüklüyor !ar, ve bize cesaretle,
irademizi kaybetmeden, dizginleri tutmaktan, bazı sağa, bazı sola sapa­
rak, buradaki bir taştan, oradaki bir uçurumdan tekerlekleri sakınmaktan
başka çare kalmıyor.
«Gidiş ne tarafa ? Kim bilir. Nereden gelindiğini de zaten ne kadar
az biliyoruz.»
GOETHE
Tercüme eden : Melahat TOGAR

[1] Yunan esatirine göre giineş, göklerde güneş tsnrıaı cPhoibos> veya Apollo'nun
ııevkettiği, ateşli atlar tarafından çekilen bir arabadır.
Goethe cSonnenpferd-giineşat> kelimesiyle bu sembolü hatırlatıyor.
HEKİM UÇTU
Le Medecin va/ant

Ş AHISLAR
GORGIBUS Luclle'ln babaaı
LUCILE Gorgibu•'Gn kızı
VALERE Luclle'ln •evgill•l
SABiNE Luclle'ln amcazade•!
SGANARELLE Valere'ln ut•iı
ŞiŞlılAN RENE Gorgibua'Gn upiı
BİR AVUKAT

BiRiNCi SAHNE

VALERE - SABiNE

VALERE. - Pek ala, Sabine, bana ne tavsiye edersin?


SABiNE. - Biliyor musunuz, mühim havadislerim var. Amcam, kızını
mutlaka Villebrequin'e vermek. istiyor, hem işler o kadar ilerledi ki kız sizi
sevmemiş olsaydı, bugün evlenmiş bile olacaklardı. Ama Lucile gönlü
sizde olduğunu bana anlattı ; hınzır amcamın cimriliğinden de o kadar
bıktık ki, düğünü geriye bırakacak iyi bir çare bulduk. Şu anda amcamın
kızı hasta taklidi yapıyor ; haylı saf olan ihtiyarcağız da beni hekim ça­
ğırmıya yolladi. Bizimle anlaşacak iyi bir arkadaşınızı gönderebilirseniz,
hastaya biraz hava tebdili tavsiye eder, bizimki hastayı bahçenin öbür
ucundaki küçük köşke yerleştirir, siz de ihtiyardan habersiz görüşüp
evlenebilirsiniz ; ihtiyar da Villebrequin'lc karşı karşıya, istediği kadar
söğüp saysın.
VALERE. - Ama benim hatırım için bu işi üzerine alacak hekimi
hemen nereden bulayım ? Sana açıkça söyliyeyim, böyle bir adam tanı­
mıyorum.
SABiNE. - Aklıma bir şey geldi : uşağınızı hekim kılığına soksanız.
Amcamı kandırmak işten değildir.
VALERE. - Bizim uşak sersemin biri ; herşeyi bozar. Ama ondan
başkası da yok; ister istemez onu kullanacağız. Allaha ısmarladık. Gidip
HEKİM UÇTU 51

arıyayım. O dalavereciyi şimdi nerede bulmalı? Hah! işte tam zamanında


geldi.

lıdNCi SAHNE

VALERE - SGANARELLE

VALERE. - Ahi benim Sianarelle'ciğim, seni gördüğüme ne kadar


memnunum ! Sana mühim bir iş için ihtiyacım var. Ama ne yapabilece­
ğini bilmediğimden . . .
SGANARELLE. - Ne yapabileceğimi mi? Efendim , bana hele bir
mühim iş veriniz de ... Mesela saatin kaç olduğunu, çarşıda yağın kaça
satıldığını sormağa gönderin ; ata su verdirin, o zaman ne yapabilece­
ğimi görürsünüz.
VALERE. - iş bu değil, mesele hekim taklidi yapmakta.
SGANARELLE. - Ben ... hekim mi, efendim? Ne isterseniz yapmağa
hazırım ; fakat hekimlik, Allah esirgesin 1 ben bir uşak parçasıyım. Nasıl
yaparım? Aman Allahıml Yoksa efendim benimle alay mı ediyor?
VALERE. - Bu işi yaparsan sana on altın var.
SGANARELLE. - Ha 1 on altına hekim olmam demem. Çünkü anlı­
yorsunuz yal efendim, size doğruyu söyliyeyim. ince fikrliyim, ince fikir­
liyim ama pek o kadar da değil. Peki, hekim olup da nereye gideceğim?
VALERE. - Şu Gorgibus'ün evine; hasta olan kızını muayene ede­
ceksin. Fakat sen ser semin birisin, işi becereyim derken . . .
SGANARELLE. - Aman efendim, siz hiç üzülmeyin, emin olun,
şehirdeki hekimlerin herhangi biri kadar adam öldürmesini bilirim. Her­
kesin bildiği bir atasözü vardır: "Ôlüm bir, hekim iki." Fakat göre­
ceksiniz ki ben işe giriştikten sonra "Vay ölümün haline 1,, diyecekler.
Bununla beraber hekimlik taslamak epeyce güç, ya olmıyacak bir şey
yaparsam? . . .
VALERE. - Bundan kolay bir şey olamaz. Biraz küstah bir tavır
takınırsm, Bukrat'tan, Calinus'tan bahsedersin; Gorgibus basit, kaba bir
adamdır, sözlerinden sersemler.
SGANARELLE. - Yani ona riyaziyattan, felsefiyattan bahsedilecek ..•

işi bana bırakın. Eğer Gorgibus, söylediğiniz gibi kolay aldatılırsa işimiz
yolundadır. Yalnız siz bana bir hekim kıyafeti bulup nasıl hareket
52 TERCÜME

edeceğimi söyleyin, bir de diplomamı, yani şu vadettiğiniz on altını


verin ...
(Va/ere ve Sganarelle çıkarlar)

ÜÇÜNCÜ SAHNE

GORGIBUS - ŞİŞMAN RENE

GORGIBUS. - Hemen gidip bir hekim çağırınız, zira kızım çok


hasta, hem de çabuk olun.
ŞiŞMAN RENE. - Siz de kızınızı neden bir ihtiyara vermeğe kal­
karsınız? Onu için için yiyen, bir delikanlıya varmak arzusu değil mi
sanıyorsunuz? Sizin de nazarınıza çarpmıyor mu ki emrazın ilel ile müna­
sebeti ... ( Burada aktör keyfine göre gayet alimce sözlerle tamamiyle
manasız bir cümle uydurur.)
GORGIBUS. - Hadi l ne duruyorsun ? git. Anlaşıldı, bu hastalık
düğünü hayli geciktirecek.
ŞİŞMAN RENE. - Beni ifrit eden de asıl bu ya 1 İyi bir ziyafetle
göbeğimi bir kat daha şişireceğimi sanmıştım. İşte ayazda kaldık. Gidip
hem kızınıza, hem de kendime bir hekim arıyayım. Ümitlerim suya
düştü. (Çıkar)

DÖRDÜNCÜ SAHNE

SABiNE - GORGIBUS - SGANARELLE

SABiNE. - Amca, sizi tam zamanında buldum. İyi bir haber verece­
ğim: size dünyanın en mahir hekimini getiriyorum. Yabancı memleket­
ten gelen bir adam, harikulade sırlara vakıf, kızınızı muhakkak iyileşti­
rir... Allahtan onu bana tavsiye ettiler, size getiriyorum. O kadar
alim ki tek o tedavi etsin diye ben de hasta olmak isterdim.
GORGIBUS. - Arzı hürmet ederim, hekim beyfendi. Bendeniz
kulunuzum, efendim. Sizi hasta kızıma bakmanız için istettim. Bütün
ümidimi size bağlıyorum.
SGANARELLE. - Bukrat hekim der ki, Calinus da sarih delillerle
anlatır ki : Bir insan hasta olunca sıhhati bozulur. Ümidinizi bana bağla­
makta haklısınız. Zira ben nebati, hissi ve madeni melekelerin en büyük,
en mahir, en alim hekimiyim.
GORGIBUS. - Oh ! Oh 1 Pek memnun oldum.
HEKiM UÇTU 53

SGANARELLE. - Sakın benim alelade bir hekim, herhangi bir he­


kim olduğumu sanmayın. Ôteki hekimlerin hepsi bana nisbetle ilmi tıbbın
ebcedhanıdır. Benim, kendime mahsus hünerlerim, esrarım var. Sanitas
sanitatus, sanatatus santatores. Signor, si; segnor, no. Per omnia srecula
sreculorum. Sökül, sökül bakalım!... Hele bir hastayı görelim.
SABiNE. - Ama hasta olan o değil, kızı.
SGANARELLE. - Zararı yok, baba ile kızın kanı aynı şeydir. Baba­
nın bozuk kanından kızın hastalığını anlarım. M. Gorgibus, hastanın
idrarını görmek mümkün müdür ?
GORGIBUS. - Elbette, Sabine, çabuk gidin, kızımın idrarını getirin.
(Sabine çıkar) Doktor bey, kızımın ölmesinden çok korkuyorum.
SGANARELLE. - Sakın ha 1 Öyle bir şey yapmasın. Doktorlardan
reçete almadan iş olsun diye ölmeğe kalkışmasın. (Sabine girer) İşte ateşin
fazlalığına ve barsaklarda iltihaba delalet eden bir idrar... O kadar da
fena değil ya 1
GORGIBUS. - Aman efendim, içiyor musunuz ?
SGANARELLE. - Hayret mi ettiniz? Gerçi öteki hekimler bakmakla
iktifa ederler, fakat ben öylesine hekimlerden değilim. içerim. Çünkü
tadından hastalığın sebebini, seyrini anlarım. Fakat doğrusunu isterseniz
iyi bir hüküm verebilmek için bu pek az. Daha işetsinler.
(Sabine çıkar oe bir daha gelir)
SABiNE. - lşetmekte epey zahmet çektim.
SGANARELLE. - Bu kadarcık mı ? bol bol işetiniz. Bütün hastalar
bu kadar işeseydiler, bütün hayatımca hekimliğe katlanırdım.
(Sabine çıkar oe tekrar gelir)
SABiNE. - işte bu kadar, başkası yok, fazla işemiyor.
SGANARELLE. - Nasıl olur? Monsieur Gorgibus, kızınız damla
damla mı işer ? Doğrusu bu cihetten pek züğürt ... Anladım, ona işetken
şurubu yazmalı. Hastayı görmek kabil midir ?
SABiNE. - Kalktı, getireyim.

BF.ŞiNcf SAHNE

SABiNE - GORGIBUS - SGANARELLE - LUCILE

SGANARELLE. - Demek hastasınız küçük hanım ?


LUCILE. - Evet efendim.
TERCÜME

SGANARELLE. - Vah vah 1 Sihhatte olmadığınıza alamet... Başı­


nızda, böbreklerinizde şiddetli ağrılar duyuyor musunuz ?
LUCILE. - Evet efendim.
SGANARELLE. - Mükemmel... Hayvanların tabiatinden bahsettiği
fasılda Ovidus, o büyük hekim der ki ... binbir mühim şeyler der ve ta­
biatler arasında münasebet olduğu için büyük bir rabıta vardır. Zira mesela
can sıkıntısı neşenin düşmanı olduğu için ve vücude yayılan safra bize
sarılık verdiği için hastalık kadar sihhate mugayir olan şey yoktur. O
halde o büyük adamla birlikte, kızınız çok hastadır, diyebiliriz. Size bir
reçete yazayım .
GORGIBUS. - Çabuk bir masa, kağıt, mürekkep!
SGANARELLE. - Yazı yazmasını bilen biri var mı ?
GORGIBUS. - Siz bilmiyor musunuz ?
SGANARELLE. - Ha unutmuştum! Kafamda o kadar çok şeyler var
ki yarısını unutuyorum. Zannediyorum ki kızınızın biraz hava alması, açık
havada gezip eğlenmesi lazım.
GORGIBUS. - Çok güzel bir bahçemiz ve bahçeye bakan birkaç
odamız var. Eğer münasip görürseniz oraya yerleştirtirim.
SGANARELLE. - Gidip oraları da bir görelim.

ALTINCI SAHNE

AVUKAT (Yalnız)

AVUKAT. - Monsieur Gorgibus'ün kızının hasta olduğunu işittim.


Sihhatini bir soralım da aile dostu sıfatı ile arzı hizmet edelim. Hey 1
bey 1 M. Gorgibus evde mi ?

YEDiNCi SAHNE

GORGIBÜS • AVUKAT

GORGIBUS. - Efendim, kulunuzum, v . s. (Bir cümle uydurur).


AVUKAT. - Kızınız hanımefendinin hastalığını haber aldım da
kederinize iştirak ettiğimi ve sizin için elimden gelen her şeyi yapmağa
hazır olduğumu arzetmeğe geldim.
GORGIBUS. - lçerde dünyanın en alim adamı ile beraberdim.
AVUKAT. - Acaba onunla biraz görüşmenin imkanı yok mu ?
HEKİM UÇTU 55

SEKiZİNCf SAHNE
GORGIBUS - AVUKAT - SGANERELLE.

GORGIBUS. - Beyefendi, işte sizinle konuşmak ve fikirlerinizden


istifade etmek istiyen çok kıymetli arkadaşlarımdan biri.
SGANARELLE. - Boş vaktim yok, M. Gorgibus, hastalarıma
gideceğim. Sağınızda yürüyemem efendim.
AVUKAT. - Beyefendi hazretleri, bilginiz ve liyakatiniz hakkında
Monsieur Gorgibus'ü dinledikten sonra bende, sizinle tanışmak şerefine
nail olmak için büyük bir arzu uyandı. Bu maksatla sizi tasdi etmek cür­
etinde bulundum. itiraf etmek lazımdır ki herhangi bir ilimde temayüz
etmiş olanlar, hele bir taraftan faydalı olması, diğer taraftan da başka
ilimleri ihtiva etmesi dolayısiyle pek zor olan tababet gibi bir sanati icra
edenler nekadar övülseler sezadır. Senalara hak kazanırlar. Bukrat
birinci hikemiyatında pek haklı olarak demiştir ki : Elhagatü kasiretün,
elimütavilun, elfisatı firaretün, elsenatü azimetün, eltecrübatı tehliketün,
eltaktirü fasiletün.
SGANARELLE. - (Gorgibus'e) Elfasiletün tantanapota, barilatün
kel ahtapota
AVUKAT. - Siz müstedille veyahut akli adı verilen tababete salik
bulunan hekimlerden değilsiniz ve zannediyorum ki hergün artan büyük
muvaffakiyetlerle icrayı sanat ediyorsunuz. Eltecrübetü ekberül bürhan.
Tababete süluk eden ilk insanlar bu güzel ilimden dolayı o kadar
itibar gördüler ki hergün yaptıkları iyi tedaviler yüzünden ilahlar
sırasına geçtiler. Hastasına sıhhati iade edemedi diye bir hekimi hakir
görmemelidir. Çünkü sıhhat mutlak surette onun bilgisine ve ilaçlarına
tabi değildir. Hastalık çok kere ilimden daha kuvvetlidir. Sizi rahatsız
etmekten çekiniyorum. İlk fırsatta sizinle daha rahat konuşmak şerefine
nail olmak ümidi ile müsaadenizi rica ederim. Saatleriniz sizin için
kıymetlidir. ( Avukat çıkar )
GORGIBUS. - Bu adamı nasıl buldunuz ?
SGANARELLE. - Ehi büsbütün cahildir denemez. Biraz daha kal­
saydı onu yüksek ve ulvi bir bahse sokacaktım. Şimdilik, müsa<.denizi
rica ederim. ( Gorgibus ona para verir. ) Yok 1 ne yapıyorsunuz ?
GORGIBUS. - Size ne kadar medyun olduğumu biliyorum.
SGANARELLE. - Alay mı ediyorsunuz, Monsieur Gorgibus ? Dün­
yada almam ; ben para ile çalışacak adam mıyım? (Parayı alır.) Hizmet­
karınızım. (Sganarelle çıkar ve evine girer. )
56 TERCÜME

DOKUZUNCU SAHNE

VALERE ( Yalnız )

VALERE. - Sganarelle de ne yaptı bilmiyorum. Hiç haber alamadım.


Çok merak ediyorum ; acaba nerelerde bulabilirim? ( Sganarelle uşak kı­
yafeti ile gelir ) Hah, işte 1 Gel bakalım, Sganarelle, ne yaptın seni
görmiyeli?

ONUNCU SAHNE

VALERE - SGANARELLE

SGANARELLE. - Harika üzerine harika!... işi o kadar iyi idare ettim


ki Gorgibus beni usta bir hekim sanıyor. Bir kere evine girdim, kızına
hava tebdili tavsiye ettim. Şimdi kız, bahçelerinin öbür ucundaki bir köşkte,
ihtiyardan çok uzakta.Siz artık rahat rahat gidip onu görebilirsiniz.
V ALERE. - Ah 1 Beni ne kadar sevindiriyorsunl Vakit kaybetmeden
hemen gidip te bulayım. ( Çıkar )
SGANARELLE. - Bu Gorgibus budalası amma da sersemmiş be 1...
( Ggrgibus'ü görerek ) Eyvah 1 Dinim hakkı için her şey mahvoldu. Bu
tesadüf hekimliği altüst etti; herifi aldatmalı.

ONBiRiNCi SAHNE

SGANARELLE - GORGIBUS

GORGIBUS. - Sabahı şerifler hayırlar olsun efendim.


SGANARELLE. - Hizmetkannızım efendim. Ne kadar kederli, ne
zavallı olduğumu bilseniz 1 Bilmem tanır mısınız ? Geçenlerde buraya bir
hekim geldi... Görmeliydi hasta iyileştirmeyi ... Herkeslere parmak ısırttı 1...
GORGIBUS. - Evet tanırım, şimdi bizden çıktı.
SGANARELLE. - Onun kardeşiyim, efendim. ikiziz. Birbirimize ben­
zediğimizden bazen beni o, onu ben sanırlar.
GORGIBUS. - Kahrolayım ben de aldanmadımsa... isminiz ne ?
SGANARELLE. - Narcisse, hizmetkarınız, efendim. Ama meseleyi
size anlatayım : Onun çalışma odasında idim, masanın kenarında duran iki
şişe ilacı döktüm. Derhal o kadar garip bir surette hiddetlendi ki, he-
HEKiM UÇTU 57

men beni kapı dışarı etti. Artık beni bir daha görmek istemiyor. Şimdi
hiç kimseyi tanımıyorum. Neymiş bu benim taliim 1
GORGIBUS. - Ben sizi barıştırırım, onun dostuyum. Aranızı bula­
cağımı size vadediyorum. Görünce kendisine bahsederim.
SGANARELLE. - Ah 1 Monsieur Gorgibus, bana bu iyiliği etseniz,
ömrüm oldukça unutmam !...
(Sganarelle çıkar ve derhal hekim kıya/eti ile tekrar gelir)

ONiKINCi SAHNE

SGANARELLE - GORGIBUS

SGANARELLE. - itiraf etmeli ki hastalar hekimin sözünü dinlemeyip


kendilerini sefahete bırakınca . . . . .
GORGIBUS. - Hekim beyefendi, çok aciz kulunuzum. Sizden bir
istirhamım var, doktor.
SGANARELLE. - Ne var, beyefendi, görülecek bir hizmetiniz mi
var ?
GORGIBUS. - Efendim, az evvel, biraderinize rasgeldim, çok canı
sıkılmış ve
. • . .

SGANARELLE - O. sersemin biridir, Monsieur Gorgibus.


GORGIBUS. - Aman efendim, o zavallı çocuğu ümitsiz mi bırak­
mak istiyorsunuz ?
SGANARELLE. - Artık bana ondan bahsedilmesin ; hele şu hay­
lazın ettiği küstahlığa da bakın, barışmak için gelip sizi buluyor. Rica
ederim, bana bir daha onun sözünü etmeyin.
GORGIBUS. - Allah aşkına, doktor bey, bunu benim hatırım için
yapınız, eğer size başka bir hususta yardımım dokunabilirse ben de onu
memnuniyetle yaparım. Ona söz verdim, ve ..•

SGANARELLE. - O kadar ısrarla rica ediyorsunuz ki, her ne ka­


dar affetmemeğe yemin etmiş isem de, haydi, öyle olsun. Size temin
ederim ki kendimi zorluyorum , ve emin olun ki, bunu sade hatırınız için
yapıyorum. Allaha ısmarladık, Monsieur Gorgibus.
GORGIBUS. - Kulunuzum efendim, gidip o zavallı çocuğu bulayım
da kendisine müjde vereyim.
58 TERCÜME

ON 0Ç0NC0 SAHNE
VALF.RE - SGANARELLE

VALERE. - itiraf etmeliyim ki Sganarelle'in işi böyle becereceğini


hiç tahmin etmiyordum. ( Sganarelle uşak elbisesi ile girer ) Ah, benim
Sganarelle'ciğim, sana ne kadar minnettarım, ne kadar memnunum
ve . . . . .
SGANARELLE. - Vallahi size kolay geliyor. Gorgibus beni gördü;
bu oyunu bulmasaydım ipliğimiz pazara çıkacaktı. ( Gorgibus'ü görerek )
Hadi, hadi, kaçın; geliyor. ( Va/ere çıkar)

ON DÖRD0NC0 SAHNE
GORGIBUS - SGANARELLE

GORGIBUS. - Sizi her tarafta arıyordum, biraderinizle görüştüğü­


mü söyliyecektim. Sizi affedeceğine bana söz verdi, ama ben gözü­
mün önünde sizi kucaklamasını istiyorum. Siz eve geliniz, gidip onu
arı yayım.
SGANARELLE. - Ama monsieur Gorgibus, onu şimdi bulacağınızı
zannetmiyorum, ben de ziyade kalamam, hiddetinden çok korkarım.
GORGIBUS. - Yool kalacaksınız. Hem ben sizi kilitliyeceğim. Şimdi
gidip biraderinizi ararım, bir şeyden korkmayın, kızgınlığı geçti vallahi 1
(Gorgibus çıkar)
SGANARELLE. - işte bu sefer yakayı ele verdik ; bundan kurtul­
manın çaresi yok . işler adamakıllı çatallaştı. Kabak kafamda bir patlar­
sa yiyeceğim sopaların sayısını Allah bilir 1 artık hekim mekim de para
etmez. En aşağı bir pehlivan yakısı lazım. işler kötüleşti, ama ümidi kes­
miyelim. Mademki minareyi çaldık, kılıfını da hazıralamalıl Evet, evet, bu
işin içinden çıkmalı, herkese de göstermeli ki Sganarelle dalaverecilerin
şahıdır.

ON BEŞfNCi SAHNE
ŞİŞMAN RENE-GORGIBUS-SGANARELLE
ŞiŞMAN RENE.- Vay canına 1 Tuhaf be, amma da cin gibi pencere­
den atladı . Burada kalayım da bakalım altından ne çıkacak.
GORGIBUS. - Şu doktoru bulamıyacağım. Nerelere cehennem ol­
du, bilmiyorum. (Sganarelle'i doktor kıya/atinde görerek) Ha 1 işte ; Beye­
fendi yalnız kardeşinizi affetmek kafi değil ; beni menun etmek için onu
HEKiM UÇTU 59

kucaklamanızı rica edeceğim. O bizdedir, gözümün önünde barışmanız


için sizi her tarafta arıyordum.
SGANARELLE. - Alay mı ediyorsunuz, Monsieur Gorgibus. Affet­
mem kafi değil mi ? Onu ölsem görmek istemem.
GORGIBUS. - Fakat, Beyefendi, benim hatırım için...
SGANARELLE. - Size de hayır denilmiyor ki ! Söyleyin de insin.

(Gorgibus eve kapıdan, Sganarelle pencereden girerler)


Biraderiniz sizi orada bekliyor ; her istediğimi yapacağını bana vadetti.

SGANARELLE. - (pencerede) Monsieur Gorgibus, rica ederim, . onu


buraya çağırınız. Size yalvarırım. Ondan, herkesten uzak bir yerde af
diliyeyim ; çünkü herkesin önünde bana bin türlü hakaret eder, yerin
dibine geçirir.
(Gorgibus evin kapısından, Sganarelle penceresinden çıkarlar)

GORGIBUS. - Pek ala, gidip söyliyeyim. Efendim, utandığını söyli­


yor, içeri girmenizi rica ediyor ; sizden herkesten uzakta af diliyecek­
miş. Anahtarı buyurun, girebilirsiniz. istirham ederim, benden bu lutfu
esirgemeyin.
SGANARELLE. - Sizi memnun etmek için yapmıyacağım şey yoktur.
Ona nasıl muamele edeceğim, duyacaksınız. (Pencereye) Hey 1 nere­
desin ? Seni kerata seni. - Biraderim efendim, sizden af diliyorum, size
yemin ederim ki o işte hiç kabahatim yok. - Hadi oradan, kabahatin
mi yok? Meyhane kütüğü, serseri seni 1 Sana göstereceğimi bilirim. Gelip
de Gorgibus'ü taciz etmek, saçmalarla kafasını şişirmek cüreti ha 1
- Biraderim efendim..... - Sus, diyorum sana l - Siz utan ..... - Sus
kerata 1
ŞiŞMAN RENE. - Acaba evinizde şimdi kim var ? Siz kim sanı­
yorsunuz.
GORGIBUS. - Hekimle kardeşi Narcisse ; araları biraz açıktı, şimdi
barışıyorlar.
ŞiŞMAN RENE. - Orada tek bir kişi yoksa Allah belamı versin.
SGANARELLE. - (pencerede) Seni ayyaş seni, dünyanın kaç bucak
olduğunu sana gösteririm. Bak, nasıl önüne bakıyor ? Bak hergele, kaba­
hatini nasıl biliyor.
60 TERCOME

ŞiŞMAN RENE. - Beyefendi, söyleyin lütfen kardeşi pencereden


görünsün.
GORGIBÜS. - Ha, peki ; rica ederim, hekim bey, kardeşinize söy­
leyin, pencereye çıksın.
SGANARELLE. - (pencereden) O, muhterem kimselerin huzuruna
layık değildir ki 1 Yanımda görmeğe katiyen tehammül edemem.
GORGIBUS. - Beyefendi, şimdiye kadar gösterdiğiniz h'.ituflardan
sonra, bunu da esirgemeyiniz.
SGANARELLE. - (pencerede) Doğrusu, Monsieur Gorgibus üzerimde
o kadar büyük bir nüfuzunuz var ki, bir sözünüzden çıkamıyorum.
Göster kendini kerata 1
(Bir saniye kaybolduktan sonra der­
hal uşak kıyafetiyle tekrar görünür)
Nasıl, sarhoş suratlı herifi gördünüz mü ?
ŞiŞMAN RENE. - Vallahi, onların ikisi bir kişi ; bunu size ispat
etmek için söyleyin ona, ikisi bir arada görünsünler.
GORGIBUS. - Lütfen pencerede beraber görünün de onu önümde
kucaklayın.
SGANARELLE.- (pencereden) Bunu sizden başka kimseye yapmazdım,
ama size karşı olan muhabbetimi ispat etmek için buna da razı oluyorum.
Evvela sizi taciz ettiği için özür dilemesini istiyorum.-Evet, Monsieur Gorgi­
bus, sizi bu kadar rahatsız ettiğimden dolayı affınızı rica ederim... Biraderim
efendim, işte Monsieur Gorgibus'ün huzurunda size vadediyorum, bundan
böyle iyi hareket edeceğim, benden şikayet etmenize hiç meydan vermi­
yeceğim, yalnız rica ederim geçmiş olan şeyleri unutun.

( Dirseğinin ucuna koyduğu şapkasını


ve yakalığını kucaklar )

GORGIBUS. - işte ikisi de orada değil mi ?


ŞiŞMAN RENE. - A 1 Vallahi bu herif sihirbaz 1
SGANARELLE. - (Evden doktor kıyafeti ile çıkarak) Beyefendi işte
evinizin anahtannı size iade ediyorum; o çapkınla beraber inmek iste­
medim, çünkü ondan utanıyorum. Oldukça şöhret kazandığım bu şehirde
benimle görünmesini istemiyorum. Canınız istediği zaman gitmesine izin
verirsiniz . Allaha ısmarladık, kulunuzum efendim, (ve saire) , . .
HEKiM UÇTU 61

( Gider gibi görünerek elbisesini çıkardık­


tan sonra eve pencereden girer. )
GORGIBUS. - Gidip te o zavallı çocuğu bırakayım çıksın ... Affetti
ama, epeyce de hırpaladı.
(Evine girer ve oradan uşak kı1Ja­
fetinde olan Sganarelle ile çıkar)
SGANARELLE. - Beyefendi, benim için katlanmak h1tfunda bulun­
duğunuz zahmetten dolayı size teşekkür ederim. Bütün ömrümce size
minnettar kalacağım.
ŞiŞMAN RENE. - Bu dakikada hekimin nerede olduğunu tahmin
edersiniz acaba ?
GORGIBUS. - Gitti.
( Sganarelle'in elbisesini yerden alarak. )
ŞiŞMAN RENE. - Hayır, koltuğum �altında ... işte hekimlik tasla­
yıp sizi aldatan kerata. O burada oyun oynıyarak sizi aldatırken Valere'le
kızınız mercimeği fırına veriyorlar.
GORGIBUS. - Ah 1 Alnımın kara yazısı! Ama seni de astıracağım,
seni hain, düzenbaz köpek 1
SGANARELLE. - Efendim, beni asmakla ne kazanacaksınız? Bir şey
söyliyeyim de dinleyin. Efendimin kızınızın yanında bulunması benim ica­
dım sayesinde olduğu doğrudur. Ona hizmet etmekle size hiç bir fena­
lık etmedim. O soyca olduğu kadar servetçe de kızınızın dengidir. Sonra
aleyhinize dönecek bir patırdı çıkarmayın, bu serseriyi de Villebrequin'le
el ele verip cehenneme gönderin. Hah 1 işte sevdalılar da geliyor ?
ONALTINCI SAHNE

GORGIBUS - SGANARRLLE - LUCILE - VALERE

VALERE. - Ayaklarınıza kapanıyoruz.


GORGIBUS. - Sizi affediyorum, Allahtan Sganarelle beni aldattı da
böyle iyi bir damadım oldu. Haydi hep beraber düğün bayram edip,
hepimizin şerefine içelim.
Perde kapanır.
MOLIERE
Tercüme eden : lstanbul üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Romanoloji
semineri talebesi
LETTRES PERSANES
LEITRE XXIV
Rica a lbben
a Smime
Nous sommes a Paııis depuiıs wı mıois, et nous aıvom ıtoujours eti! dans w:ı mouvement
conticuel. il faıUt bieı:ı des a.ffaires avurt jqu'oo soiıt loge, qu'on ıaıiıt trouve les gens a qui
on est adresse, et qu'on se soit pourvu des dhoses neces:sa:ires, qui manqueot ıllCYUtes iı. la
fois.

Paris est aussi grand qu'Ispahan. les maisons y sont si hautes, qu'on }ugerait qu'elles
ne sone lııaıbitees que par des astrologues. Tu juges bieıı qu'uııe ville bacie en l'air, ıquıi a
six ou sept maıisocs les unes sur les autres, est exr&nement peuplee, et que, quand ıout le
monde est desccndu dans la rue, il s'y fait un bel embarras .

Tu ne le croirais pas peut-Etre : depuis un mois que je suis ici, je n'Y' ai eocore vu
marclıer personne. Jl n'y a point de gens au moo-Oe qui tireııt mieux parti de leur machine
que les Français : !ils cou:rent ; Hs voleııt. Les voitures lentes d'Asie, le ıpas r6gle de noıs
clıameaux, les feroient romber en syncope. Pour mai, qui oe suıis point .fait iı. ce tra.in, et
ıqui vais souvent a pied sans cha.ıııger d'allure, j'enrage quelquefois comme un chretien :
car eııcore passıe qu'on m'eclabousse depuis les pieds jw1qu"'iı. la <tete ; mais je ne pws par-

do.ııner Les coups de coude que je ttçois regulieremeııt et periodiıquement : un homme,


qui vient aıpres moi, et qui me passe, me faıit fa:i:re un demi-tour, et un autre, qui me croise
de l'ıautre côte, me remet soudaion oiı le premier m'avoit prıis ; et je n'ai pas falt cent pas,
qıı.e je suis pLus lbr.Wı! que si j'avois fait dix lieues.

Ne crais ,pas que j.e puisse, ıquant a preseot, te w:>a:rler a fond des moeurs et des
counımes europeennes : je n'en ai moi-m&ne qu'une Iegere idee, et je n'ai eu iı. pin que le
·temps de m'etoıı.ner.

Le roi de France est le plus puissaıı t pr.ince de l'Europe. il n'a point de mines d'or
comme le roi d'Espagne, son vdisin ; mais il a plus dıe rrohesses que lul, parcequ'il les tire de la
vanire de ses sujets, plus inepuisable que les mines. On lui a vu entrepreıı.dre ou souteni.r
de grandes guerres, n'ayanıt d'autres fonds que des ıııitres d'ihonneur a vendre, et, par un
prodige de l'orgueil humıain, ses troupes se trouvoient payees, ses places, munies, et ses
flottes, c!ıquipees.

D'aıilleurs, ce roi est un graml magıicien : il exerce son empire sur l'esprit meme dıe
ses sujets ; il les .fait pens.er ooınme il ıveut. S'il n a ıqu'un million d'ecus dans son tresor,
'

et qu'il en ıait besoin de deux, il n'a qu'iı. leur persuader ıcıu'uo ecu en vaut dewc, et ils le
croiıent. S'il a une <guerre difficile a soutenir, et qu'ıil n'aiıt po.int d'argeot, il n'a qu"'iı. leur mectre

{*} Monresquieu'nün ullres Persants'uıdan iki mektubun rercümesini müsabakaya koymuıtuk.


Birkaç cevap aldık. Bunlardan hiç biri istediğimiz kadar iyi değildir : Monıesquieu'nün klcabuı­
daki üslup hafifliği yok. Cevaplardan birini, bdl noı,larla, neşrediyoruz.
RICA'DAN IBBEN'E,

IZMIR'E

Bir aydanbeni Par.i6'teyiz ve devaım:lı bir hareket halinde bulu.mnaktayız.. Yerleşmek,


tavsiye olunduğuouz insanları görmek, ve hepsi ayni zamanda eksik bul unan şeyleri elde
etmek bir hayli .iş oluyor.
Paris isfaha.n kadar ıbÜyük. Eıvler o kadar yUksek ki, .insan oralarda ancak müneccimlerin
oturacağına hükmeder. Böyle, havada İnşa edilen ve üstüste alo veya yedi katlı evleri rJ
bulunan hir şehrin son derece kalabalık olacağını ve herkes sokağa ındi� zaman epey izdiham
hisıl olacağını tahmin edersin.
Belki İfıanınazsınız, bir aydır buradayım, daha kimsenin �tıa yürüdüğünü görmedim.
Dünyada fransızlardan daha �yıi vücutleninden istifade eıımesini bilen :insanlar yoktur: koşu­
yorlar, hatta uçuyorlar. &yanın ağır arabalarını, develeı:iımiz.in ölçülü adımla.nru görseler,
donup lc:alırJar. ıBeıı bu 5iirate alışık olmaıdığıım .içiıı ve ekseri �ü ıboııma.dan yaya
,g�ttiğjmden bazan, ıbir ıhıristiyan gibi kuduruyorum : haydi -tepeden .trııoağa !kadar üzerime
çamur sıçrattıkla.ı:ına aldırmıyaıyııın, fakat muntazam ve muayyen fasılalarla yediğim dirsek
darbelerini asla aifetmiyeceğim.
Aı:ıkamdan gelen ve önüme geçen bir adam, bana bir yarmı devir yaptırıyor, öteki taraf­
tan karşıma çOOın bir diğeri, birdenbire beni eski vaziyetime çeviriyor, ve daha yüz adım
yürümeden on feııısah yol yapmış giıbi bitkin bir hale geliyorum"
Şimdilik sana avnıpa:lılann örf ve adetlerinden esaslı !bahsedeceğimi zannetm e: be.nim
ıbile bu hususta pek az fikrim var, ve şimdiye kadar, ancak hayret ederek zamanını oldu.
Fraaısa kralı Avrupanm en kudretlıi hükümdarı. O, ıkomşusu olan İspanya kralı kadar
altın madenlenine sahip değiJ, fakat ondan fazla .serveti ıvar, çünkü ıbu serveti, madenden
ziyade tebaasının tükenmek bilmiyen gururundan ahyur. Hazine olarak, satılık şeref
ünvaolarmdan ıbaşka serveti olmadığı halde, ıbüyük muharebelere giriştiği veya muharebeleri
himaye ettiği rJ görülmüştür. Ve, insan gurunKlun ıbir ha.riıkası ola.mk, ordularının masrafı
ödenmiş, ımevılııiled tahkim edilmiş ve donamna.ları rteçhiz edilmiş hulunuyunnuş.
Zaten hu adam büyük bir sihiııbaz : tebaa.sının fikirleri üzerinde ıbile keodi hükmünü
.icra ediyor ; onları istediği � düşündüriiyor. Hazinesinde yalnız ıbir ımiiyoıı akçe [']
bulunup kendisine ıi:ki milyoo lizım oldu mu. ooları bir akçen:in ikiye muadil olduğuna
ikna etııne9İ tk:ifi ; hemen .in.amrlar. Masraflı bir baı:be �irişıni� bu.luınuyur ve parası yoıksa,
bir kiğiıt parçasının para olduğunu onların akıllamıa sokması kafi, derhal kam oluverirler.
Hatta fikirler üzer.inde kuvvet ve kudreti o kadar bÜyÜk ki insanlara eliyle dokwııruıkla her
türlü ıbastahklarmı geçirdiğini ooJa.m mandıracaiı: kadar :i.leni gidiıyor,
['} Bu cümle yandı$Ur. B. Sanevber Tanyeri bunu, daba doğra olarak $Öyle tercüme etıni$tİr :
«Havada inşa edilmiı, aln veya yedi evi biribiri üzerinde olan . . . » Mamafih : «Havalara kuralmuı,
ev:letin alnsı, yedisi biribirine binmi$ .•. » demek daba uygun olurdu.
{'} «Himaye etnıek>> yanlıı ;fransızca metindeki «soutenir>> kelimesi burada «devam ettirmek"
demektir.
{'} «Ecu» karıılıiı olarak «akce» iyi deiil ; belki tilrkcede de dcu,. demek daha muvafık olurdu.
64. TERCÜME

dans la tete qu'un mordeau de papier est de l'argeot, et ils en sont aussi-tôt coovaincus.
il va meme jusqu"a leur faıire croire ıcıu'il les .guer.iıt de ıtıoutes sor,tes de maux, eo les rou­
chant, tant est grandıe la fooce et la puıissancıe ıqu'il a sur !es espr.its.
Ce que je dis de ce ·prince ne doit pas <t'etonner : ıii y a un autre magicien, plus fort
que lui, qui ı:ı'est pas moins maltre de son esprit qui l'est lui-meme de celui des autres.
Ce •magicien, s'appelle le Pape. Taı:ıtôt il lui fa:i.t croire que trois ne foo.t qu'un, que le
·Paİın ıqu'on mange n'est pas du pain, ou que le vin qu'on boit n'est pas du vin, et mille
autres choses de cettıe espece.

Et, pour le tenir toujours en ıhaleine, et ne point lui laisser perdre l'hahi<tude de
croire, ıil lui doone, de temps en temps, pour l'exercer, de cel'tains articles de croyance.
il y a deux ans qu'il lui envoya un grand ecrit, qu'il appella Consıiıution, et voulut obliger,
sous de grandes prines, cıe prioce et ses sujets de croire mut cıe qui y etoit (l()Dtenu. il
reussıit a l'egard du prince, qui se souııllt aussitôt, et donna l'exemple a ses sujets. Maıis
ıquelques..uns d'entre eux se revolterent, et dirent qu'ils ne vouloienıt rien croire de tout
ce qui etoit dans cet ecrit. Ce sont les femmes ıcıui ont 6te les motrices de mute cetıte
revoltıe, ıqui divıise toute la Cour, tout le Royaıume, et toutes les familles. Cette Coastitutloo
leur defend de lire uo livre que :tous les Chr6tiens disent avoir ete appoote du Ciel : c'est
propreıne:ıı.t Jeur Alcoraııı. Les femmes, indignees de l'outra.ge fait a leur sexe, soııleveot
tout rootre la Constltution : elles oDt mis les hommes de leur parti, qui, dans ceHe occasion,
ne veulent poıi.ıı t avoiı: de privilege. On doit powıtant avouer ıcıue oe moufti ne raisonne

pas mal, et, par le grand Halıi, il faıut qu'il ait ete iıısuuit des principes de ı:ıotre sainte loi.
Car, puİ.51QUe les femmes SODt d'wıe creation iı:ıferi� a la nôtre, et que 1105 propbetes
nous disenıt qu'elles n'entreroot point dans le Para<fi:s, pourquoi faut il qu'elles se melent
de lire un livre ıcıui ı:ı'est faı1t que pour apprendre le ebemin du Paradis ?.

J'ai oui racomer du Roi des choses qui tiemıet du prodige, et je ne doute pas que
tu ne batances a !es croi:re.

On dit que, pendant ıcıu'il faisoit la guerre a ses voısıns, quıi s'etoienıt fOllS l igues
oontre lui, il avoit dans san royaume wı nombre inııoınıbrable d'eıınemi5 iavisibles qui
l'entouroient. On ajou te qu'il les a cherc!hes pendant plus de trente ans, et que, malgre
les soins .infatiga:bles de ceı:ıta:ia:ıs dervis ıqui oı:ıt sa ooofience, ıil n'en a pu ıtrouver un seul. Ils
vivent avec lui: ils sont a sa Cour, dans sa cap1tale, dans ses ıtroupes, dans ses tribunaux ;
et cependaot on dit qu'il aura le cb:JJgrin de mouriır sans les avoir ıtrouves. Oı:ı diroi.t qu'ils
exisıent en general, et qu'ils ne sont plus rien en parıicıılıie r: c'est un corps, ma·is point de
membres. Sans doute que le Ciel veut punir ce prince de n'avoir pas ece assez mode.re
envers les ennemis ıcıu'il a :vaiı:ıcus, puisqu'il lui en donne d 'invisibles, et doı:ıt le pe et
le destin soııı t au..dessus du sien.

Je c:>nainuerai a ıt'ecrire, et je t'apprendraıi des clıoses bien eloignees du caractere


etdu genie p ersan. C'est bien la meme Terre qui nous porte tous deux; mais les hommes
du pays oiı je :vls, et ceux du pays oiı tu es, soı:ıt des bommes bien diflıerents.

De paris, le 4 de la lune de Rebiabb Ill, 1 712.


RİCCA'DAN İB BENE 65

Sa.na bu hükümdar haldlcında söylediıklerime hayret etmeme1isia : ondan daha kudretli,


ve kendi fiıkırine lhaıkiın olduğu kadar OOşka..larının fikrine de hakioı olan diğer bir sihirbaz
dııılha var. Bu sihirbazın ıismi Papaıdır. ıBazı onu, üç'.iııı ıbire müsavıi olduğu.na. yenilen e!kmeğiııı
ekmek olmadığına, veya içilen şaraıbın şııxap olma:d:rğına ve bu çeşit bin türlü şeye inan­
dırıyor.

Onu daima merakta tutmak ve inanmak itiyadını kaybetmesioe [4} meydan verme­
mek için, km.la arada sırada bazı dini yazılar veriyor. tici sene evve l ona, Coostitution adı
verdiği ıbüyük ıbir yazı yollamış ve birçok zahmeti göze alarak, hükümdar ve tebaasını,
bu yazının içinde buluruınların hepsine inanmıya mec;bur etmek istemiş. Hükümdar hususuoda
muvaffaık olmuş, çiinki o derıhal itaat etmiş ve ·tebaasına misal olmak istemiş. Fakat onların
arasında bazdan isywı etmişler ve bu yazıda bulunanların hiç birine inanmak istemediklerini
söylemişler. Bütün sarayı, bütün payitahtı ve bütün aileleri ikiye ayının bu isyanı harekete
getiren kadınlar olmuş. Bu Coastıitution, :bütün hıristiyanların Allahtan geldiğİllıİ iddia
ettikleri bir ıkitafo, yani onların kur'anını o.kumalarını menediyor. Cinslerine yapılan bu
hakaretten hiddetlenen kadınlar, iherıkesi Constitunion'un aleyhine teşvik ediyorlar; erkek
leri de kendi ;taraf.tarları yapmışlar: zaten onLı.r da bu hususta imtiyazlı olmamıya razı.
Maanıafilh ıİıiraf eanelıi ıki ıbu müfni pek fena düşünüyor, ve Hazreti Ali namına söyliye­
bilirıim ıki ıbizim mukaddes :kanunumuz halkıkında malWı:ıatı var. Zira, mademki kadrolar
yaradılışca bizden aşağı mertebededirler, ve peygamberlerimiz onların cennete gireımiye­
ceklerini söylerler, niçin cennetin yolunu öğretıın ekten başka gayesi olmıyan ıbu kitabı oku­
mıya kalkışsınlar?

Kral hakikında mucizeye ben21iyen şeyler ıişittim, ve bunlara inanmakıta ,tereddıüt ede­
ceğine şüphem yok.

Keodisine karşı birleşen komşu devletlerle harbetti.ği zaman, kendi memleketi


dahilinde görünmiyen sayısız düşmaoların etrafında bulunduğunu söyliyor rJ. Onları otuz
seneden fazla bir zaman aradığını ve emniyet ettiği bazı dervişlerin yorulmak bilmiyen
gayretlerine ra�en ıbir tanesioi ıbile ıbulamadığını ilave ediyorlar. Bu adamlar oounla ıbernber
yaşıyor: sarayında, payitahtında, ordularında, ma:hkemelerinde, her yerde ; ıböy.!c olduğu
halde, onları bulamadan, kederli öleceğini söylüyorlar. Sanki onlar umumi olarak mevcut,
hususi olarak değil : toplu bir vücut, azası yolk. Her ihalde mağlup ettiği düşıııanlanna
karşı ıinsaJiı olmadığı için, Allah bu ıhüıkümdan cezalandırmaık istiyor ki, ona, .gözüne gö­
rünmiyen ve zeka ve mukadderatı r1 kendisinden üstün olan düşmanlar veriyor.

Sana tekrar yazacağım ve İranlı karakter ve düşüocesine çok uzak olan şeyler ogre­
teceğiım. İkimiz de ayni dünya üzerindeyiz ; faılmt benıiın yaşaıdığım memleketteki insanlarla
senin bulunduğun memleketdekiler ıbidbirinden çok farklı.

Par.is, Rebiyülaıhir ayının 4 iinoü günü, 1 7 12.

{4} «Üna daima helecanlar çektirmek, imanına halel gelmesine . . . » demek daha uygun olurdu.
{'} Bu cümleyi B. S. Tanyeri, d�ha doğru olarak, şöyle tercüme etmiştir : «Deniliyor ki kendisi
aleyhinde hepsi birlik olmuıı komşularına karşı harp yaptığı sırada krallığının içinde sayısız adette
göze görünmez düşmanlar err.afını sarmış bulunuyorlardı.» Ancak bu cümle de çok ağır ve «harp
yapmak» gibi türkçeye hiç uymıyan tabirlerle dolu.
{'} B. S. Tan}'eri ve B. S. Dilmen gibi «talih» demek daha iyi olurdu,
66 TERCÜME

LETTRE XXX
Rica au Meme iı. Smirne
j'ardvai, je fus regarde comme si j'avois ete eııvoye du Ciel : vieillards, hammes, Iemmes,
enfans, tous vouloienıt me voir. Si je sorıtois, tout le monde se mettdit aux fenetres ; si
j'ıfıtois aux Tuillıeries, je voyois aussitôt un cerde se forıner autour de moi : les femmes
memm faisoient un arc-en-ciel, nuanoe de mille roıuleurs, qui m'enıouroi,t ; si j'eıois aux
specı.a.cles, je 'trouvois d'albord cent lorıgnettes dressees contre ma figure : enfin, jamais
homme ıı'a tant ere vu que moi Je souriois quelquefois d'eatendre des gens qui
n'etoient presque jaımais sortis de leur dhambre, qui disaient entr, eux : ı «il faut
avouer qu'il a l'air ibien persan.>> Chose a.dmirablıe! je trouvais de mes
porıta.ires par,tout ; je rne voyois multiplie dans toutes les boutiques, sur ·toutıes les cheminees :
tant on craignoit de ne m'avoir pas assez: vu.

Tant d�rs ne laissent pa.s d'etre a clıar.ge : je ııe rne croyois pas un ıhoınme si
curieux et si rare ; et, quoiq.ue j'aıye tres•bonne opinion de moi, je ne me serois jamais imagine
ıque je dusse ıtroUbler le ·repos d'wıe gm.nde ville, ou je �s ,paint coıınu . Cela me fit
resoudre a qui,nter l'habj.t persan, et a en eııdosser un a l'europeenne, pour voir s'il res­
tero.İ>t encore, dans ma physionomie quelque chose d'a.dm:irable. Cet essıai. me fit connoitre
ce que je valois reelleınent. LiJbre de 'tous !es omements etrangers, je me vis appretiC au plus
juste. J'eus sujet de me plaioclre de mon tailleur, qui m'avoit fait perdre ! en wı ıinstant
l'attention et l'estime puhlique ; car j'entrai tout a coup dans un neant .affreux. Je demeurois
quelquefois une heure dans une compagnie sa:ns qu'oo m'elı.t regarde, et qu'on m'eüt mis
en occasion d'ouvrir la lbouche. Ma.is, si quelqu'un, par hasard, l!pPI't'llOİt a la compaıgnie
que j'etois Persan, j'entendois aussitôt autour le moi un bourdonnement : «Aıh ! ah! Mon­
sieur est Persan ? C'est uııe clıosıe lbien extraordina.irıe! Comment peut-on etre Persan ?�>

De Paris, le 6 de la lune de Chalval, 1712.

MONTESQUIEU
RICCA'DAN IBBENE 67

RICA'DAN AYNI ŞAHSA


lzrnire

Paris halıkı ifrat (') derecede mütecessis. Buraya .geldiğim zaman gökten inmi, gibi
herkes bana bakıyordu : İhtiyar, erkek, ıkadın, çocuk, hepsi beni görmek .istiyordu. Ne va·
kiı soka,ğa çıks.'lm herkes pençerelere üşü�üyor. Tuilleries'ye gittim, etrafıımda derhal bir
ha1kanın .teşekıkül etti�i görüyordum ; kadınlar ıbile ıbinbir renkten müteşekkil ıbir alayi­
müssema halinde etrafımı çeviriyorlardı ; �eına,a yerlerinde ıbulunsam, hemen yüzlerce dür­
bünün yüzüme doğru dikilmiş olduğunu görüyordum. Velhasıl, hiç bir zaman kimseye be­
rum kadar bakmamışlardır. Bazen, odalarından dışarı ıbile çııkımaımış insanların, beni görün­
ce biribirlerine : «Hakikaten onda bir İNfllı hali var,» demelerine .gülüms iyordum ; beni
kafi derecede görememekten o kad ar ıkoı1kuyorlardı ki ıbütün dükkanlarda, ve bütün şö­
ıminelerin üzerinde teksir edilmi5 res.Lmleriım� ıbU!uyordum.
Bu kadar mtiram mutlaka raıhatsız ediyor ("} : bu derece de merak uyandıncı ve
na diren tesadüf edilen bir adam olduğumu bilmiyordum ; ve, nefsime ait iyi bir kanaatim
olduğu halde, tanınmadığım büyük bir şehrin rahatını ıbozacağıımı hiçbir zaman tasavvur
etm�iştim. Bu sebeple, çehremde hala şayanı hayret birşey kalıp kalmryacağını anlamak
içio, İranlı kıy.afetini terkedip avrupai bir elbise giymeğe karar verdim. Bu tecrübe bana
hakiki ,kıymetini gösterdi : ecnebi kryafetirulen çıkınca asıl değerinin ne olduğunu anladım.
Bana lbir anda, halkın alaka ve takdirini '�ttiren ter:zıiımden şikayetçi oldum ['] : çünki
·birdenbire korkunç bir boşluk içine gimıiştim. Bazen hiır mecliste, baoa ağzımı açmak fır­
satı verilmeden ve yüzüme baıkılmadaıı bir saat kaldığım oluyordu. Faıkat tesadüfen birisi
mecliste iranlı olduğumu bilirse, derh al enrafınııda loor uğuJ.tu ıişiciyoı:ıdum. �<IA ! a! r"J
Monsieur iranlı mıymış ? Ne aayip şey ! İnsan nasıl iranlı olabi·lir ?

Paris, Şevv al ayının 9 uncu günü, 1712.


Tercüme eden: LUtfiye DURAN, Sabiha OMAY

{') Şöyle demek belki daha İyi olurdu : «Bu Paris'in insanlan tecessüste garabete vanyorlar.»
{8) «lhtiramın. itibarın bu kadar da insana yük olmuyor değil» demek belki daha iyi olurdu.
{8) « . . . Şikayet etsem yeri idi» denilebilirdi.
p•] İki «A !» değil, belki bir «Aaa !» ; yahut : «Ya !».
HOMEROS'UN TERCÜMESİNE DAİR [1 ]

Homeros'u ıtercüme eanem bana kaç kere tavsiye edildi. Ancak bu işe girişmek için
bende ne vakit ne de cesaret vardı ; fakat bu teklif beni zaten çok tetkik ettiğim bir şairi
yeniden tetkika sevketti ve bir �i senedir Homeros'wı eserleri eliıııden düşmez oldlL
Klasik edebiyatın <tetkiıkı dhtirmaJ. ki gi tgide aza.lııruı:ktadır ; fak at .tahsilin genişlemesiyle
ve kari miıktarının ıbüyüınesiyle ş üphe yok ki Homeros'un şiiri daha çok dikkati cefüedecektıir ;
bwıun sabeıbi de klasik olduğundan değil, fakat e lim.izde !bulunan en ehemmiyetlıi şairane
eser o1duğundandır. Bu son on sene içinde ( 1850 - 1860) bile İngil terede llyada'nm iıki
yeni tercümesri. yapıldı. Hiç korkmadan söyliyebiliriz ki bu eserlerden hiç biri Homeros'wı
esas teroümesi olarak kalrnıyacaktır; Homero.wıı .tercüınesiııre şüphe ıyok ki dıiğer mütercimler
<tarafından da ıteşei)büs edilecekti r. Onlara kendilerinden evvel aryni işe .teşebbüs eaniş
olanların gayretlerin in akiııiı kaldığı noktalan, Homeros müterciminin QiJQkaınin i tespit etmesi
icap eden haıkiki gayeleri göstermekle belıki faydalı rbir yardımda bulunmak kabil
olacaktır.
Bir mütercimin ıkendi kendine tayin eımesi :icap eden gayenin ne olacağı hila münakaşa
edilmektedir. Bu mesele bile henüz ıhaılıled.ilmemiışcir. Bir tarafta.ır ikar1io okuduğu
eserm rmümlkünse bir ııercüıne olduğwıu uınutaibilmesi ve (mesela J.ngiliz.ceye yapılmış ıbir
tercüme mevzuuba:hs ise) ingilizce yazılmış bir eser okuduğu zehabına kapılması lazım
geldiği söyleniyor... Bura.da ana dildek i metin vatandaşlarımıza, asll manzumenin ilk dinleyi­
cilerine ıtesir eni� g�bi , 1esir edebi lecek bir eser için esas :irnihaz edilmiştir. Bu naza­
riyeyi iptal dçio serdeden profesör Newman, ıbil:haıSSa bunun aksine ola.rıaJk asıldaki rbütün
hususiyetleri, mümkün o l duğu kadar muhafaza etmiye ve ifade ne kadar yabancı olursa
olsun onu olduğu giıbi vermek !hususwıda ritina gösteıııneğe taraftar olduğunu söyliyor.
Mr. Newman <<mütercimin ilk vazifesi sadık olmaktın> diyor. ihtimal ki iki tarafda
«mütercimin ilk vazifesin·in sroaka.t olduğwıdıu> mutaıbı!k kalacaklardır. Fakat işte asıl
mesele de bu sadaıkatin neye mütew:kkıf olduğudur.
Yegii.ne ıgayem mütercime ameli tavsiyelerde ıbul�tıan ibaret olduğu için burada
tercüme nazarı1yesi.yle lkart'iyyen uğraşmaık niyetinde değilim. Fakat mil<tercimJere, lliyada'nın
temeli üzerine m uasırl armn.mn llyada'nın ille clinleyicilerinin sevdikleri gilbi, sevebilecekleri
rbir manzume ·İnşasını tecrübe etmemelerıio:i ,tavsiye ederim. Zira 1/yada'yı ilk dınl eyenle rin
onu nasıl sevmiş olduklarını bilmiyoruz. Bununıla, ihtimal ki, Homeros 'un yunanlılara derinden
tesir edişi gibi te rcümenin de ingıilrizlere derinden tesir etmesi kastolunuyor ; fakat bu
kaıiıde, amel i bir kıymeti olaıbilrnesi için, çak umumi ıbir kaidedir. Çiinki, rbüti!n ıbüyük
şai rler dinleykilerine derinden tesir ederler; fabt, her birinin hasıl ettiği tesİ!r ayn
ayndır ; mütercimin gayesi, Homeros'un tesirini yeniden hasıl etmektir ve ihi�ir şey ona
İngiliz ıkariinin üzerinde Homeros'un hasıl eııtiği tesiri mi, yoksa bambaşka bir tesir mi hasıl
edecıeğini tayin edemez. O zaman Mr. NeMllan'ın tavsiyesine ciayet edebili r. Sadık olmayı
ve ıbü.tün ·huswiyetleri muhafaza eıımeyi deneyebilir; fakat 'bu şekilde ıhareket etmekle
Homeros'un seyyal üslubuna ve taıbii düşünüş tarzına sadık kalmış olur muyuz ?
{•] Matthew Atnold ( 1822 - 1888) Victoria devrinin en büyük münekkidi ve kuvvetli şair­
lerindendir. Profesör Newınan' m yapağı ll:rada tercümesi münasebetiyle Matthew Arnold'un 1861 de
verdiği üç konferansın bir kısmını burada hulh4 ettik. (Müt.)
HOMEROS'UN TERCÜMESİNE DAİR 69

Mütercimin dalba .praıtik rtavsiyelere muhtaç olduğu muhaıkkaktu:. Hiç ıkimse ona Home­
ros'un eW yunanhlara nasıl tesir edebildiğini tayin .edemez; faıkat Homeros'un oo.lan nasıl mü·
ıtehassis ettiğiınıi. söyliye'bilecek kimseler bulunur. Bunlar yunanca.yı ıbilmekle lberaıber zevki ve
şairane duygusu olan mal\ımaıt sahibi kıimselıerdir. Şüphe 'Yok ki hiç bir tercüme asliıyle
mukayese edildiği zaıman, oıılaır için .büyük bir kıyımeıt .ifaıde etıın iyerektir. Bununıla heralber
tercümenin, az veya çok asıldaki resiri !hasıl ediıp eOOınedıiğıini de ancaık onbı.r söyliyeıbilider.
Bu hususta salahiyet sah�bi yegme ha.kim onlardır : Eski yunanlılar ölmüşlerdiır ; ilmi
malfunatı olm ıyan İngiliz hir karar veı:ıın ek için lüzumu olan esaslardan mahrumdur ; hlç kimes
de ıkoodinde kendi eserini muhakeme etımek ceısaretıiı:ıi bulamaz . .. Böyleıc:e mütercimin sadece
Homerosu anlryaıbilecek olaın ilim a&ımlarım tatmin etmesi lazımdır; oıııların maalesef
ekseııiyetle malumatfüruş oldukları ve bu ·taıkdıirıde müt!a.leal:arımn bir kıymetıi olmıyacağı
şüphesizdir ; fakat bir ilim adamı şairane duy.guya da maliık olabilir ve o zaman Homeros'u
layiık.i yle muhakeme edebi.Lir; ha.lıbuıki diiınyan.m bütün şairane duyguları eskıi yun'll.fl cayı
bilmiyeıı bir aıdama, ıtercüım.esıi haıkıkmda ıbir söz söylemek imkanını veremiyec.ektıir.
Bunun içindir ki umumiyetle ıkalbul edilen ilki ayrı mukaddemeden, ilim adaml a rının ve kari
kütlesinin muhaıkemelerlııd en bize göre ancaık ilıki varittir. Bazıları her iki ıhükmü de kabul
eder ; her ikisinin de kendine mahsus ıhataları, rhudutları ofabilirıniş ve bunlardan her iki·
sinin de müterciım tarafından naz.an itiıbare alınması icıap edermiş... Halbuki hakikatte bir
tek hüküm vardır ve olabilir; o da zeki ilim adamı, bir -tercümede ıbllbç (keli.mell.İ.n değil,
fakat tercümenin umumiyet �tiha..riyle verdiği mütercimin vazifesi zeki ve şiir zevki olan bir
hellenist üzerinde asıl metnin tesirine, tesirin ehemmiyetli ol duğunu bilen iiliım adamınmdır.
Bu ıh ususta tek miyar odur ; mümkün olduğu kadar ıyaikı:n bir tesir husule ,getirebilmesi ol·
malıdır... Şimdi ıbu miyan kabul ettiıkten sonra bir tercümenin muvaffak bir tercüme sayıl·
ması için ne yapmalıdır?

Bu hususta önceden ıbazı <<JDenfİ» tavsiyelerde lbulunmaık, yapılmaması kap eden şeyler·
den, baıhsetımeık isterim. Evvela mütercime Homeros'un yaşamış olmadığııııı, llyada'nm bir
veya birkaç muharrir tarafından vücude getirilip getirilmediğini ıiıla:h düşümnenıes.ini tavsiye
•••

edeceğim ; bunların tercüme için hi�ir ehemmiyetıi yokıtu.r ve olamaz. Diğer taraftan mü­
,terciıme tercümesi jçin hususi bir vokabüler vürude getimniye uğraşm aınasını da tavsi ye
ederim. Bu ıbir çeiklan ta.rafından ileriye siınü:lmüş tehlikeli .bir fikirdir. Homeros sade
bir lisan kull anm ı�r ve biz de mümkün olduğu kadar onu sade ıbir lisanla rerciime etmeli·
yiz. Homeros için hususi bir vokabüler aramak, mü tercimi kolayca ımalumatfüruşluğa
götıiirmektedir, halbuki malıimatfu ruşluk Homeros'a dünyada en zıt olan şeydir.

Bir şaıire yaıklaşırken içinde bulunduğumuz haleti ruıhiye o şaıi rin anılaşımasında
müessir olur. Onun Jçin Homeros mümkün olduğu ıkadar sade ıbir haletiruhiye içind e
okunmalıdır. Biz eskıi filemi kendimize maLeıtııneğe uğraşıyoruz. Fa!kat, kendi düşüncelerimizi
ve :kendi hislerim�i Homeros'a izaJe etımıeğe kalkışmak t.ehlilkelJdir. Maalesef ıbu pek umumi
ıbir temayül.dür. Meseli Mr. Ruskin, Helene'ııin !kardeşleri Kastor ile Pohlux'tan, çoktan
ölmüş oldılk.lan halde hila hayatta imişler gibi bahsettiği parçayı takip eden güzel mısraları,
·şu suretle tefsir edi'Yor. �<Sair Wpraıkıtaın kederle 'bahseanelidir ; fakat bu keder
kendisini.o topraık ·haıkıkındaki düşünceler.iııı.i değiştirmiyecektir. Hayır; Kastor ile Pollux
ölmıüş te ol6alar roprak daima bizim, velOOiyetle 'ha.yat verıeo aııaıdı ınz r.» 'Bu pek güzeldir
ve okuyucuyu mütıtılıassis edebilir ; fakat bu 1al.andır. Bütün bu asri hassasiyet Homeros'tan
uzakur. «Hoıneros'.tan her .gün öğreniyoruz ki şu topnı:k üzerinde geçen ihayatıımızda adeta
cehennemi sakmm ıya meoblll'UZ)> (G<etıhe). Eğer Homeros �çin mutlııka bir aruııhtara ibciyacım ız
varsa bunu ele alalım ve onunla ne yapaıbileceğim.izıi düşünelim. Her ıhalde o, şaıir haıkkındaki
görüşümüzü Rusikin'in rakik pantlıeisme'� gibi yanıJ.tımryacalktır.
70 TERCÜME

Bunlar K<menfü> tav!>İyelerdi.r. Şimdi de mıüspetlerıine geçiyorum. Evvel enürde müter­


cimin Homeros'a dört esas vasfından nüfuz etmesi icap euiğini lbiLmeHyiz : a) Fevkıa.13ıde
«seni» o<lduğundan ıb) Kelimeleniode olduğu kaıdar, senl3!ksmda da feV'kalade sade olduğun­
,daın v.e dosdoğru maksada girdiğinden c) mevzularında ve fikıirlıerıinde de fıevkaıl3ıde we
olduğıındruı d) ve nıiıhaıyet fe'V'kalade K<a..ifa olduğundan.
Bu kaziyeler her han�i :bir lkullanışa has olaıbilmek içi.o pek umumi görıünme.kıte<lir ;
böyle olduğu •halde bun la rdan bir veya birikaçmın anlaşılmaması }Üzünde.a Horneros'un
i ngilizceye yapılan ·teroümeleriıııden -hiçbiri insanı tatmin edecek ımaıhıiyeıtte değilıcHr.
Cowper Homeros'un seyıya.lioyetini vemııiyor ; Pope � kdiıınelerinde oMuğu kada:r üslubunda
da sun'i :kalıyor. Ghacprmın Homeros'un vadettiğinden pek uzaık •kaLnnşıur. Profesör
Newmaın'ın da ·intihap e�tıiği kelimeler gar.iıp ve Homeros'un asaletindeın pek uzaktır. &itıiin
ıbu mıütercimler haışka noktalardan da Hom eros 'ıtan ayrılıyorlar ; fakat ayrılıklarının en

ehemımiyecli1eri ıbu ci!hetlerdedlir.


Görülüyor kıi mütıercıimin öoün<le de, h angi noktadan olursa olsun hakikaten l'}'I
denebiLecek bir model yok�UıI" ve o her şeyi yeniden yaratmıya mecıbUıI"dıur. üsl up .iıtibariyle
seyyal, csöııl erıinde taıbii, f.ilkiırlerinde sade ve asil olması lazımdır ; faıkaıt bütün bunl arın
nasıl ve ne suretle olaıbileceğini daha lki.mse ona 'gösterııı4 değildir. Bura.da Homıeros mü­
teroimlerine, ıiler.iye sürdıüğümüz esas şantı yerine getirmek için bazı pratiık telkinlerde ıbulun­
mıya çalışa.cağım.
Herşeyden evvel kafiyeyi atma!k icap eder ; ıbunu, ekseriya ı�ddia edildiği gıiıbi ikafiyenmn
tercümeyi sadakatten menet·tiği için değil - .bu haddizatında tili ehemmiyette bir
itirazdır ve kafiyelerin daha çok olması taikdirinde Homeros'un manzum ve kafiyelıi olaraık
tercüme eıdi1abilece� zehabını V'erir - faıkıa!t büsbütün başka ve daıha esaslı biır sebepten
<lalayı ileriye sürüyıoruz. Zira ·kaf.iıye, ıic;tinap kabil olmıyacak ıbi<r şekilde ıbıizıi aslında ıbaşlı
başına ve seribest olan mısraları �dbeyit» ıhıalıine getıirmiye sevkeıdıer ; ve .bunıun neticesi asıl
metıindeki niıtmin değişmesi ve 'bozulm ası olur. Kafiyesiz ımısra'ın (ıbla.nc-verse'in ) de
ingili.zcede esaslı mahs ull eri vardır. Bizde «hlanc-verse>> Milton'un tesiriyle, dolıgun yüklü,
üzerinde çalışılmış bir şeyin 'hissini V'eriyıor ; ha1buki Hom.eros'u okurken sühuletle
söylenen hafif ve kolay ıbir üsl ubun hissini asla kaybetmeyiz. Milton'da her satır diğerinin
içine �inııüştıi r ve !hepsi ibir.iıbirleni.ne kuvvetle bağlıdır ; Homeros'ta her ·saıtır diğerinden uzaık­
��ır ve ıbüciin manzume ileriye doğru aıkar. Bma kalırsa Homems'un seyyal,iyetiini yalnız
«hex.aıınetrıeı» ile ifade eıtm� kabil olalbi1ir. [']

Bu vezinle de sade bir şekilde ve belagate kaçmadan ifadei meram eıtımek lazımdır.
Homeros mev:zuıunu dosdoğ.ru ve en sade ıbir üslup içinde kullanınalkıtadır. Horneros 'laSV'ir­
lerini, gözleri tasvir etıtiği eşyanın ,iizerıinde olduğu halde )'13.pmışrır. HaLbuki m�ercimlerin
çoğu, çeviocliıkleni mevzuun ıüslubwıa bakarak tercüıme ediyorlar. Bu surede, Homeros'un
bizıe doğruıdan doğruya ifade ecti§ini müteroim bir mutavass ı tın vasıtasiyle vermiş oluyor ;
ve ıbunu söylerken mütercimJer.iımizin en büyüğünü, Pope'u kasdediyorum. Pope Homeros'.a
süs ve ihtişam vermek .istemiş.tir. Bir his retor.iık bir şekle sokulduğu halde kuvvetini
ıka.yhenıniyebilir ; faıkat lbizzaıt .ınev:rua ıbaıkmadan ve onıun sÜISIÜnden başka şey düşünmeden
y.aıpılan bir tasıvirin kıymeti yoktu•r. Bunun içiııı mütercimin Homeros'un fiikirlerini
ifade etmek ıic;in kullanıdığı üslubun saıdelij/ıine nıüfuz etmesi l izımdır . üsllrbun fazla
edebi bir 1elaıkıkiyle en iyi bir mütercimle Homeros arasında ne derin bir ayrılık vücude
getirebileoeği Pope'Ull misalinde göriilebilir.
Bundan maada unutımryahm ki Homeros nasıl sade ıbir şekıilde konuşmuşsa o kadar

['} Eski yunanca ve latincede altı tefileli mısraLar. Bu mesele Prof. Newıran ile Manhew
Amold'ıo arasındaki uzun münakaşanın esas mevzuu teşkil ecmekıedir. Burada bu meseleden babsede-
miyeceiiz. (Müc.)
HOMEROS'UN TERCÜMESİNE DAİR 71

da sade olarak düşünmüştür. Tercümede lüzumundan. fazla «faal» olmaıkıtan, Hoım eros'un bn
derece sade olnuyacağı ıbaiıanesiıyle ona ıkendinden ilaveler yapmaıkıtan çekirunelimr.
Homeros'u:ıı Jiık.irleri karışık değildir ; o, aıyni zaman içinde ancak bir şey düşünür ve onu bir
başka fikre geçmeden evvel :tamamiyle söyler. ıBu vadide Homeros'Uı!l Volta.ire'le ne derece
benzerliık al"Zeıt iğini söylemeğe cesaret edebiliriıın . Eski Yunan ırkının en müm<az bir ırk
okluğunu ıbundaıı:ı daha :kuvvetle ıne gösterebilir ? Bu ırkın aıyni ımümıessioli Volt.a.ire gibi sade
ve <Iilcli ıbir ·tarzda mantığa hiıtap edeııkeıı ayni z:ııınanda Voltaıire'de noksan olan bir ılrudretle
beşer kalibini çok der.inden m ütebassis etmesini de billiıyor .
Bunula ıberaber bütün ıbu f:ikir ve üslup sadeliği içinde Homeros Ulvi derecede neciptir;
<�büyü!lo> bir üslup yapmışnr ve Phidias gibi, Dante veya Midıel-An•gelo giıbi yücedir.
Müterciııni ümıi.tsi.zliğe düşüren işte :bu-Our: Nesre y;tkışan alelade mevzuları ( yemek,
içmek, uywnak. giyinmek .giıbi) .gülünçlıüğıe dü,mıedeıı K<büyü�rn bir üslupta ifade etmek
fevkalade güçcür. Güçnür ve b un u:ııl a ıberaher Homeros bunu yapm ıŞtır. Ve Homeros bilhassa
bunu yaptığı İfindir ki kimse ile mukayese edileımiyecek ıbir şairdir. Homeros ımütercimi
sun'i olmamalı, «edebi>> olmamalıdır ; fakat ayni zaımanda bayağı ve �ük te olmamalıdır ...
Sözıil!müz.ii biciıımeden evvel vokaıbüler ha;idı;ında da birkaç � söyliye!im. Bizi
sevkeden preıı sıip Hoıneros'un sadeliği ve açııklığı olmalıdır. Bundan, m ütercimin de terCÜ·
m�inde, sade ve açık olıması ıi.cap eotiğıi �ticesiı:ıi çı<karrnalryız. Şüphe yok iki bütün
filologlar ıbana Homems '1 a hayli filolojik meseleler ·:e ş imdiye kadar cevaps ız kalmış <birçok
sual ler ıbuhınduğunu söyl:i�rdıi•r. Faıkaıt ıbwııda.n ne çııkarıJabilir? Şaıiırane teroüınenin
bire bütün bu güçlükled verıme�i, memi ık:aıraıınma&ım icap eder m i ?
Bazı keliımclerinin veya 'bazı p arçal annın gayri muayyen manaları Homeros'un şiıirin<lc
umuımiyetıle hisrolunan sıı.<leliğin ve açdd ığm tesirini boı.aımaz ve bozmamalıdır. Homeros'un
filolojisi bize şiiriıni unutturacağı yerıde, bilakis, şiiri filolojisini unutturmalıdır. Hana , o
kadar söyliyeıbilirim ki şiirinden zevk almak için Homeros'u sıık sı:k dkuyan ıbir kimse ( zaten
onu bu maksaıcla okuımadııkça hiç kİımı9e asla rercfıne� muktedir olamllo/acaktrr) zihn inde
Homeros'un müh�m keliımeleri ıhaıkkı n da çok vazııh .bir fiıkri hasıl etmeye muvaffak olur ; bu
kelimeler üzerinde filologlaının ne kadar şüpheleri olıurısa olsun.. . Filolog ıbu ıhwıusta müte­
redclintir ; fa!kıat okuyucu anlamıştır. Ayni şeyi esasen kendi dilimizde de müşaıhede edebiliriz.
Khi.sikler�mizin pek sarih ıbir ımana veremedignmiz ne çok kelimeleri vardır. Ve bu ke·
Hmeler t.ekrar edile edile nihay.e.: filoJoji'k değilse de şairane olan bir mana jktisap ediyor.
Mütercimin bize vermesi icap eden şey de filolojik müphemiyet değil, kelime ve mısraların
şairane, olduğu için de daima açık olan manalardır.
Doğrusunu söylmek icap ederse, biz hepimiz ancak Hoıneros'un müsıtakbel mütercimi
�çin, daıima ıbek!emekte olduğumuz ve ıbir�Üın şüphesiz gelecek olan o mütercim için, çalı·
şabiliriz. Homeros'un hakiki m ütercim i , &isi de o kadar nadİ!r ve kııymedi olan, derin ıbir
anlayışa ve her •türlü menfaatten uıak bir sevgiye istinat edeceknir ; filolo;isinin kendisine
adını ıbaşında açt ığı karışık .yoJ.Iara pek fazla sa.pmaımağa çalışacak ve her yerde esasa
nüfuz etmesini bilec�t.i:r ; faıkaıt bu esası bize .ifade tarzında hiç ıbir nüans kendisine fazla
·İnce gözükmiyecek, hiçbir güçlük onu yıklırmcyaca:kıtır ; modeli gıiıbi, a.Jelade şeylerden
asaletle, ıbüyük şeylerden de s a del ikl e bahsetmesini, doğru, sade, Vllil ıh ve her yerde büyük
modeline ·sıı.dık kalmasını ıbileceıkıııi:r. Böyle bir mütercim geleıbileceık mi ? ıBeJıki.... Fakat
unutmiyalıım ki 'böyle müterciıın de Homeros'tan çok dail:ıa nadir değildir.

MATTHEW ARNOLD
Tercüme eden: Erol GVNEY
TECRÜBE USULÜNÜN PRENSİPLERİ

Maanif Velci.llıiği on dokuzuncu a.s.rın büyük ıi1im felsefesi eserini, büyük fransız a.I.imi
Clau<le Bernard'ın K<T1pta tecrübe usulünün .teclcikına giriş» ini ['], mevzua olduğu kadar lisana
da hakim, ilim ıbir mütercime tercüme ettirmekle, şüphesiz milli kütüpanernize, kıymeti za­
manla daha i� takdir olunacak, büyük lbir hediye vermiştir. Eserin adına bakarak muayyen
bir ihtısas zümresine hitap ettiğini sarumı!k doğru olmaz. Bilakis, alim, tıp vesilesiyle, tecrübi
ilmi, ve onun vesilesiyle de bütÜ!n ilmi, ve nihayet, Bergson'un dediği gibi, insanla tabiat
arasında.ki diyaloğu, kendinin de dediği g�bi, nadir insanlara nasip olan bir nüfuzu nazarla
te1lklilk etmiş.tir. fü�haıssa eserin umumi ola.rak tıecrilbe usulünü tetkik eden ifilc ilci. bahsi, ilim
felsefesıinde artık klasik olmuştur. Nasıl Aristo'suz mantık, Descarres'siz riyaziyeden bah­
setmek .imkansız, ayni şekilde, Claude Bemard'sız ıtecrübi ilimlerden bahsetmek te o kadar
imkansızdır.
�<Felsefe Claude Bernard'a her şeyden önce, tecrübe usulünün nazariyesini borçludur.
Modem ilim faaliyetini daıima tecrübeye göre tanzim etmiştir ; faıkat ilkin mihanik ve riya­
ziye ile başladığı, ve maddede, evvela, en umu.m.1 ve riyaziyeye en yakın olan şeyleri tet·
kik ettiği için, uzun zaman tecrübeden ancak hesaplarına bir hareket noktası vermesini ve
muvasalat noktasında da ıbu hesapları ta:hkiık ecmesini istemiştir. 13.horatuar ilimleri, tecrübenin
bfüün ivicaçların.ı, onunla teması asla ika}'betmeksizin, takip eden ilimler, on ddkuzuncu asır­
da başlamıŞ<tır. Nasıl Descartes mücerret madde ilimlerinin usulünü getirmişse, Claude
Bernard da diğer tabii ilimlerden daha müşahhas olan bu ilimlerin usulünü getirmiştir. Bu
manada bizce, �lTıpta tecrübe usulünün tetıkikına giriş» XVII nci ve XVIII inci asırlarda
«Usul hakkında nutılio> ne idise odur. d:ler iki halde de, bürük keşifler yapmakla işe başlıyan,
sonra bu keşifleri yapmak için nasıl hareket etmek icap ettiğini kendi kendine soran deha
sahibi bir adamla karşılaşıyoruz. Modern ilmin tarihinde, yalnız iki defa, icat fikri kendi ken­
dini tahlil ve ıbu suretle ilmi keşfin wnum1 şartlarını: tayin için dikka t ruı.zannı !kendi üze.
�ine çevi.r.mııştır. Ta:viıyetle .teeının.ülün, felsefe ile ilmin bu mesut karışması iki defa
Fransada da vakıi olmuştur ... Claude Bemard bu usulü tasvir ettiği, buna ait misalleri verdiği
ve ıbunun üzerıine y:tpağı taubikatı anlattığı zaman, ıbütüıı ıbunlar bize o kadar taıbii görünü­
yor kıi, nerde ıise onları söylemeğe lüzum bile o�ığına ve buııLı.nn her zaman ıbildıiğimiz şey­
ler olduğuna inanacağımız geliyor.» ['].
Filozoflar gibi ilimler de çok zaman müşahede ve tecrübenin tarifi üzerinde muıtabık
·kalmamrşlardır. Bacan <<müşahede ve tecrUbe malzemeyi toplam1ya, istikra ile uı.lil de onu
imal etmiye yaran>, derken 'OOsi arasında bi r fa.!'k görmüyor. Bazılarına göre de, bilaık.i.s mü­
him farklar vardır : Müşahede hadiseleri, t:tbiatin anlan bize sunduğu şekilde tesbic etmektir.
Halbuki tecrilbe, taıbiaıtin sunmasını ıbeklemeden, alim tarafından yapılan bir müdahale ile,
tabiaıte sundurtulan vakıaları <tıetkiktir. Böylece, müşabedeci ile tecrübeci arasında bir ztd·
diyet vardır : Biri görür, diğeri baıkar, biri dinler, diğeri sorar, biri tabiate itaat eder, diğeri
ta.biati zorlar, biri hadiseleri değiştirmez, diğeni değ4tirir, ıbiri hadiseyi taıbiatin istediği
{'] Tıpta tecrübe usulünün tetkikına giris tercüme eden G. Ataç. Maarif Vekilliği neş,,iyanadan.
{2] Heari Bergsoa, «La Philosophie de Claude Bemard» lA Pensee et le Mouvant, s. 257 • 258.
TECRÜBE USULÜNÜN PRENSİPLERİ 73

şekilde, diğe11i kendi istediği .şekilde müşaıhede eder. Hulasa müşahedeci münfail (passif),
tıecrübeci fail (actıif) dir. Ve binnetıice tabiat ilıimlerini de, müşaihede ve tecrUbe �himleri ola­
rak ayıııt eıım ek lazımdır. Böylece heyet müşaihede ilmi, füik tecrübe ·ilmidir.
Bu tel M<kinin hatası, hadiseleri tesbit eden araştırma sanan ile haikiıkati bulan mul:ııaıkeme
sanatının bi.ııiıbiırıine karıştırılmasından ıileri geliyor. Ydksa iliımleı:in ıbu şe!kilde ayrılması tecrübi
ilme tamaımiyle ZFttır. Fail müşahedeler olduğu gibi münfail tecrilbeler de vardır. Tecrilbe ile
müşahede, tecz;Ubeoi ili! müşa:hedeci arasında ıkaıt'i bölmeler yolctur. Bu ameli o1maktaıı Ziyade
nazari, tabii olmakıtan ııiyade sun'i bir görüştür. Serruı,ya bakan bir heyetçinin. dürıbini önünden
geçen bir yıldızı görmesi tesadüfi ve münfail ıbir müşahededir. Diğer tarafatn bir yıldızda
müşahede ettiği .tahavvülatın sebebini anlamak için, dürbini çevirerek yaptığı yeni müşahe­
deler de kasdi ve faildir. Keza:liı.lı: tesadüfen karşılaştığı bir hadiseyi tetkik eden ·tecriibeci lllJÜ:n­
faıil, iıhdas ettiği vakıayı ·tııkiık eden de faildir. Esasen tecrübe bir hükümdür. Ve bizzarure iki şey
arasında bir mukayese icap ettirir. Alim bu muıkayeseyi ihdas ettiği hadiseler arasında yaptığı
gibi, .tesadüfen önüne çılkan hacl'iseler arasında da yapabilir. Fakat ister kasti, ister tesadüfi
olsun, mukayese dıaıirna mukayesedir. f1im gerek tesadüfen, gerek i'hdas ıile m�e ediilen
bir vakıanın ilıham enciği bir fiıkir üzerine yapılan muhakeme neticesinde elde edilen bir
faraziyenin tecrjjbede tahkik edilmesi ile elde edilen ıhilgidir. ilim anca!k müşahede üzerine
düşünmekle, eskilerin dediği glbi, hayretimizıi davet eden vaikıayı anlamak istemekle başlar.
Görmek kafii değildir. Bakmadc ve anlamak lazımdır. İlmin hareket noktası ne bir vakıa, ne de
onu müşahededir. ilmin hareket noktası bir fikirdir. Müşahede ve tecrübe ıbu fü:kri ilıham ve
talıkıik eden i!ki vasıtadır. K<lfecrübi ıisıtiıdlilin ıiık.i mıiintehasıdır.» Halibukıi ıisdidlil, bir
fikirden diğer ıhir filkri çıikamıak olduğuna göre, usul «aklı iyi idare etme ve ilimlerde ha­
kikati bulma sanatıdır.»
Tecrübeci burada •tıplcı riyaziyeci gıbi hareket eder. Nasıl riyaziyeci iıki kemiyet ara­
sında mevcut lbir münasebet üzerine kurduğu fara:zıiyeyi evvelce ıispat edıi� bir davaya veya
bediıhi bir prensipe irca etmek suretiyle isıpaıt ediyorsa, tecrübeci de ıci hadise arasında müşa­
hede ettiği münasebet üzerine kurduğu faraziyeyi ya ıbaşkalarının kendinden evvel yaptığı,
veya çok zaman olduğu gıiıbi ıkendinin idare ettiği, bir müşahede ile tahkik eder. O da riya­
ziyeci gibi bir faraziye}Iİ ıispat eder. Her i•kisinin de düşünüş tarzı, muhakeme şekli aynidir.
İnsanın nasıl bir türlü yürüme tarzı varsa, ayni suretle ıbir türlü düşünme tarzı vardır. Ara­
larındaki fark, biri faraziyesini beıdiıhi veya �pat edilmiş halci:katlerle ispat eder, diğeri ise
faraziyesini tecrübenin verdiği vakıalarla tahkik eder. Birinin miyarı ka:bli prensipler, diğerinin
miyarı tecrübi mutalardır. Birinde hakikat faraziyenin prensip veya davaya, diğerinde ise
�ilkrin valkııaya uıyrnasındadır. Böylece riyazi usulü •tecrübi usulıden ayırmaık, birine talili, dıiğerıine
istikrai dernek kadar yaınlış bir şey olamaz. Talil ve ıİıSttikra ne lbiııiıbirine zıt, ne de hıiriıbirinden
ayrı iOOi düşünce •tarzıdır. Talil külliden cüz'iye gitmek olmadığı gibi, istikra da cüz'iden külliye
gitmek değildir. Her ikisinde, gerek .riyaziyede, gerek tabii ilimlerde, bir faraziyeden bir ne-
1iiceye varılır, ve bu netıice, daima bir halk:ikattir. Nasıl yüriirıken bir ayağına dayanaraık diğer
ayağını ileri atıyorsa, düşüıı ilı&: en de, hir fikre dayanarak diğer bir f:iıkri ileri atryor. İster riya­
ziy.ede olduğu gföi, hususi bir halden umumi bir hale, veya umumi bir halden hususi bir hale
geçsin, ister ·tecrübede olduğu gibi, vakıalardan kanunlara, veya kanunlardan vakıa:lara geçsin,
geçen daıiıma insan kafası olıduğu gı�bi, geçiş tarzı da ayni<lir. Hı.dii.<;a Desoantes'la dıiyebiliriz ki
insan zilini gilbi, insan ıilmıi de bıirdir, ve hinnetice, usul de birdir.
«Claude Bemard'ın sabit f.ikr.i, tecrıübi araşttımada vakıa ile fükrin ruısıl iJ birliği yap­
tığını göstermekti. Az veya çok vuzuhla müşahede edilen vakıa bir izahın fikrini ilham eder.
Alim bu fikrin tasdiıkını ıtecri'lbeden talep eder. Fakat tecrübesi devam ettiği müddetçe
faraziyesini tıerlketmeğe veya onu vaıkıalara göre yeniden tanzim etmeğe hazır olmalıdır.
Şu halde ilmi araştuıma düşünce ile ıtabıiat arasında karşılıklı bir konuşma, bir diyalogdur.
74 TERCÜME

Tabiat .tecessüsüınüzü uyaın.r; biz onu sorguya çekeriz ; vıerdi� c.evaplar konuş.maya bıeıkle­
nilmeık bir biçim veri r ; bizi yeniden sorgular sorıııuya tahrik eder ; o bun.fara yeni fikirler
ilham etmek suretiyle cevap verir ; ve diyalog fbu şekıilde durmadan devam eder. Bizim
nazarurnzda abes olan talbiatin nazarında aıbes değıildin>. rJ
Faik.at ıinsan ıdıiyalogtıın çok monologtıın ıhoşlanır ; tahiatten çdk ikend!inıi dinle r ; o
tabiauten metaf.iızıiikçi ve mağrurdur. Şu ıha.ide usulün asnl sırrı bu diıyalogııı iıdaıre ede­
bilm ek ; z.iıhnimizi tabiatle kon�mıya all\Ş'tırmaık sanatıdır. Her sanat gibi b=da da riayet
e<lilmesi gerelren düstıırlaır vardır.
Evvela, önceden edinilen bir fikfr veya faraziye her tecrübi istidlilin zaruri hareket
noktasıdır ; tecrübede ilk teşebbüs daima fikirdedir; tecrübeyi ihdas eden odur; farazi yesiız
ne aramak, ne de öğrenme.k mümlciindür ; f·ilkri mı.ı:kaddemsiz tecı:;übe yapmak, ıbaşı boş yola
çıkmaktır. Hiç semere vermiyen hir sürü .vakıa toplamaktır. Faıka,ı diğer taraftan, fikri mu­
kaddemle müşahede ya,pmaikta da fikre saplanmak, zihindeki mefhumları taıbia�te mevcut
ıhakikatler yerine almak tı.ıhlikesi vardır. Tecı:ıübi f.iıkirler fıtri değildir. Onları edinmek için
müşahede lazımdır. Tecrübi faraziye daima ıkaıbli müşahedeye istinat etmeli dir ; mümkün
�!duğu kadar muhtemel, tecrübede kahili .tahkıik olmalıdır. Tecrüıbeciye, yaptığı müşahededen
doğru ve velut bir fikir edinmesini öğretecek br kaide yoktur. Tecrübi usul, yani ve veli'ıt
Hkirlere malik olanıyanlara, yeni ve velut fikirler veremez . O ancak fikre malik olan1ara,
fikri idare ve mesut neticelere götürmek vasıtalarını verebilir. Fikir tohumdur. Usul topraJc­
tır. Toprakta ancak ekilen biter. Usul kendiliğinden 'birşey doğurmaz. Yeni haıkiıkatlerin
hissine malik insanlar p:eık nadirdir. Keşif yapanlar yeni ve veli'ıt fiıkirleri onaya aıtanlardır.
Bir keşif ·yeni bir vakıayı değil, yeni bir fikri bulmaktır. Bun= için bir usul yoktur.
Bütün büyülk filozoflar gibi, müellif te ilimde ferde, zekanın, bilhassa hissin hususiyetine,
hülilsa dehaya �Jk safta yer vel'iyor. Bergson K<ıil!im iikıi gayret is.ter, ıbiıii birlcaç insanın yeni bi r
şey bulması, diğeri de ıbütün insıın.Jann onu k�bul etmesidin> diyor. Büyük adam ta.biatin
mesut bir cilvesidir demeyıi unutımuyor. Descartes de, şairlerde feylesoflardan daha çok hakikat
vardır dedı:.en yeni haıkikaıtlerin akıldan çok hisle, mantı'ktan çok hadiselerle bulunduğunu söy­
lemek istiyordu.

Şu halde tecrübi üimde iki şeyi göz önünde tutmalıdı r : Fiıkir ve usul. Usul .fikri idare
etmelidi r ; fakat fil<ıir daima müstalcil ikalmalıdır. Onu ne ilmi, ne felsefi ve ne de dini itikat­
larda zaptetımelidir. Alim fikrini izharda serbe�t, cüretli olmalıdır. Naızariyelerle tenakuza
düşmek gıiiııi çocukça korkular önünde dıurmamaılıdır. Tecrübi usulün prenswpledne sahip
oldukça ıkorkacak birşey yoktur. Fikir yanlışsa, onu tashih için tecri.lbe hazırdır. Hataya düş­
mek bahasına da olsa, meselelere bir hal sureti vermelidir. Hata ilme ip.hamdan daiha çok himıet
etmiştir, diyenler pek te haksı:z değildir. Hala da fikir her yerde olduğu ·�ibi, ilimde de her
türlü muhaıkemenin saiıkıdır. Fakat onu daima ıbir miyara tabi kılmalıdır. tliande bu miyar
tecrübedir, ve bu miyar zaruridir, onu başkalarının fiıkrine olduğu kadar le.endi fiıkrimize de
ıtanbika rneubu ruz .
Kendini .tabii ·hadiselerin tetkiık.ına veren ihir alimin yerine getirmesi .icap eden i lık şan,
felsefi şüphe üzerfoe .istinat eden tam fiiılcir serbestliğini muhafaza etmektir. Bunun için septik
olmak !azım değildir. F.aıkat nazariyelerimizin değ�mez hakikatler olmadığını unutmamalıyız.
Bunların, ıbize, araştırmalarımızda, lilzı:m olan cıüz'i ve muvakkat hakikatler olduğunu da.i­
ma göz önünde bulundurmalıyız. Fikirlerimiz müşaıhedelerirnfaıden gelir, hiçbir şeyi tam .mü­
şa:hede ettiğimizi, 'herşeıyıi gördüğümü?;ü ·iddia edemeyiz. İnısan hatadan salıiıııı değildir. Sonra,
ıbWJlar üzerine yaptığıanı:z muhakeme ve istidlallerin müphemlıiğiı:ıi hatırlamalıyız, zira
mııbdeler müphemdir. Tecrübi hakiikaıtler, riyazi ıhaıkiıkatler gibi değildir. Bedihi prensiplere
değjl, müşahede edilen vakıalara i stinat eder. Böylece •tecrübede mantığa saplanmak iskolas.ı:iğe
(') Heori Bergsoo. Aynı eser.
TECRÜBE USULÜNÜN PRENSİPLERi 75

döıınreık1'.ir. Kd<:eşif ıyaıpmak için caihil olmaJk 13.zrmdrr» diyenl er haksız değıiUerdir, şu manaıda ki
ıbıirtakım saıbit fibıı:.Jere saplamnak için değıil, kontrol etmek ıiçin tecı:ıüD:ıe Y'llPfa
fi lıdmr. Tecri.Jbenin
kararlan önünde, ıbaşkalarmım kanaatlerini olduğu kadar, ıkendi f00.rlerüı1 de silmeyi bilmek
lazımdır. Şu ılıa.lde tecrübe usulünün birinci prensipi şüphe'dir.
Tecrübi usulıiin diğer esas prensipi de .büyük aliınılerin ferdi otoritesi yerine ilmin mi·
ya rını kaibul etmektedir. Hiçbir adamın f ikri, ilimlerde mutlaık hakikati �emsil edi yor denemez.
9 bir rehber, bir ışıil<nr. Fakat mutlak obir otorite değildir. Tecrübi ilimde yegane otorite
va.luala.rın otorite sidir. Descar:tes ancak bedalhete veya ispaıt edilene inanmak lazımdır de:rlcefı,
iskolistİ!k gibi şahısların otorötes.ine değil, haikiıJca.tleııi tecrübede tees.s.üs etmiş vakıalara ıinan­
ma rı kastediyordu. Binaenaleyh ilimde bir fikrj ortaya atnğımız zaman, onu .tashi!h eden
vakıalardan ziyaıde, cerheden vakıaları aramahyız. Teraıkki ancak bu �ilde mümkündür.
Fikirlerimıiz had isel ere nüfuz etmemizde işimize yanyan aletlerdir. Uzun zaman kullandıktan
sonra k üf lendiği için değıiştiroiğimiz cerraıhl 'bıçağı .gfüi, onları da değişcirmeliyiz. Her devrin
haki:kıııtl eri, ve haıta..lan vardır. 1Imin te.raıkık.isi , ıhataların az alm ası nisbetinde hakikatlerin art·
rnasiyle mümıkündür. Dellıa tal1iat hadiselerıinin lka.ıımılarmı ıince bir hisle doğru ıbir tarzda
önceden hissetmekıtir ; faıkaıt unutmamalıdır ıki !his isabeti ve fiıkir velıldiyeti ancak tecrübe ile
tesis ve i spat edilebilir.
Hulasa, ilim zihni meziyetler kadar aıhlaki veya manevi meziyetl er de ister. Birinciler,
zeka keskinliğıi, his inceliğıi, muhayyile zenginliği, görüş derıinliği gibi, dehayı teşkil eden daha
birçok bassalar Allaıh vergisi ise, ilimc iler , fikir serbestliği , fikri ıtıenkit, şüph e, fiıkir samimiyeti,
fikri naıınuskirlık, bi•r k.elıiıme ·iıle �1iın ıkafasmı (esprit .scien1ıiıf.ique) teş.kıil eden bütün vasıflar,
herıkesin ·iiktisap edebileceği şeylerdir. Fakat iıkincileri iktisap, birincilere mazhariyetten daha
kol ay değildir. Be�gson'un d ediği giıbi, güç olan d ehayı bulmaık değıildıir, - zira o tabiat
vergisi olduğuna .göre, tabia.tin muayyen devirler ve cem iyetler içi.ıı cömert, diğerleri için
ha.sis olması anl aşrlama.z - fakat dehaıyı inıki.şaf etıtirecek şartlan ve ona .inanacak ias.anlan
bulmaktır.

Mehmet KARASAN
BİR SHAKESPEARE TERCÜMESİ MÜNASEBETİYLE il.

Bundan evvellki maka1emizde rJı bir piyes tercümesinden beklediğimiz meziyetleri


kısaca bildird&ten sonra, BayOrhan Burian'ın - pak ciddi emekler mahsulü ve rnüırercimin
ingifüceye esaslı vukufuna burhan olan - Ocllel lo t.ercümes.i hakkındaki mütaleamızı dörıt
noktada toplamıştık. Simdi bu dör noktayı birer birer alıp iddıialanroo:ı metıindeo. alınmış
birkaç misalle izaha gayret edece8iz.

..
* *

1. - Mütercim, Shakespeare'in dilini türkçede «aynm» denecek bir sadakatle takibe


gayret etmiştir. Ve ıbuna bağh olmak üzere:

2. - Piyes tercümesine pek uygım olmıyan bu yolu ihtiyar ederken türkçenin seli­
kasma riayet etmek şartına da heryerde riayet etme1Tliş, bazen tiirkçeye aykırı geldiğini
sandığımız ifadeler kullanmıştır. Misall er :

PERDE I, SAHNE 1, (Tercümede sahife 24):

..... Bildiği sade alimane nazariyelerdir ki bundan, harmanili devlet adamları da


onun kadar ustalıkla. dem vurur.
lngilizce9i : Uıılesıı dıe boolcish, theoı:tic, wherein tbe toged consuI can puıpose as
masıerly as he..
(Burada, boolcish, yani ıkiıtabi ıyeAııe alıiım.ane � consul yerine devlet adamı denmiş
olmasına rağmen tercüme ke1ime bekelimedir ve bundan dol ayı cümlenin gelişinde biraz
a.ceoıiliık vardır.)

PERDE 1, SAHNE 1, (sahife 24):

..... Onun bütün askerliği tatbikatsız gevezeliıktir.


lnı;ilizcesi : mere pra.ttle without praouice is ali his soıld.iersbip...
(«Ta�bikatsiz gevezelik» türkçeye pek uygun bir söyleyiş tarzı olmasa gerek ; tatbikatı
o1mıyan, aımdi bir kıymeti olmıyan gevezelıik denseydi belki .daha ıiyi olurdu.)

PERDE 1, SAHNE 1, (sahife 24):

Hepimiz efendi olamayız, ne de her efendi sadaıkaıtle rta!ki.p edilebilir.


İ n�lıizces.i : we can not ali ıbe mas.ters, nor ali masters caımot ıbe .truly followed..
(Tercüme, a�; ne .. . .. şekli ancak şöyle kullan.Wıi:Li
ıb rdi : ne hepimi z efendi
olabiliriz, ne de her efendi sadakatle takip edilebilir. «Efendıinıin sa.dabtle takip edil­
mesi>> de fiıkniımizce 'lıiiı1kçeye pek uygw:ı değildir.)
{'] Bakını% : Tercüme Mecmuasının 5 inci sayısı.
BİR SHAKESPEARE TERC0MESI MÜNASEBETİI.E 77

PERDE 1, SAHNE 2, (sahife 33):

Uyandınlan baba ile adamlan.


(Burada, ıthe raıiset faıtlher, aynen tercüme edilecelk yerde, meseli : «baba uyandınlm ış ;
o ve a.d11mJ.a:rm denseydi daha ıi)'i olurdu ; zira ıbıı � Avrupa dil:Ienioden ııürkçeye
naklettiğliım.iz zaman, mesela : <ruyanıdınlııı»>, babanın bir vas.fı 'iınıilş gibi bir tesi'I'
yapıyor, kii buındaın içtinap etmek lizımgelıiır.)

PERDE 1, SAHNE 2, (sahife 36):

Caiz olmryoo ,yasaık �şlerle uğraşaı:ı . . .

(Halbuki asıl mana : menediİen işlerle mü saadesi zce uğraşan... dır.)

PERDE 1, SAHNE 3, (sahife 40):

. Yatağımdan ne vazife, ne de bir davet icabı kalk tım ne


, de umumun endişesi
ba:ııa tıesir ediyor.
(«Bana tesir ediyor» dan söyliyenin hissiz olduğu manasını çı:karabliriz ; halbuıki,
daha ııiyade : �<ille de şimdi wnumun endıişesıi.ııin tesiri altındayım>> demek istenmiş.)

PERDE; 1, SAHNE 3, (sahife 43):

. • Bu güzel :leydi (Lady'nio, riiıçık ede aynen muhafaza olunca, bir ingıiliz kadını
ifade etmesıi ılllınııd ır, sancyoruz.)

PERDB 1, SAHNE 3, (sahife 46):

Mağnplı ,bura.ya gel ; zaten senin olmasaydı canı gönülden seıı:ıden saklamış olacağım
şeyi buxa.da canı gönülden sana veriyorum.

( . . • . . «olmasaydı» -ile <cVereceğiımı bıiriJXriyle imtıizaç etmiyor.)

PERDE 1, SAHNE 3, (sahife 47) :

. Hem de kederine sad ıılc kalıyor oluyor.


((�alıyor oluyor» türkçeye pek uygun değild�r.)

PERDE 1, SAHNE 3, {sahife 52):

O sadece kanda uyanan bir heves, ıiradenio bir ıica.zetidir.


(a permisısion of dıe will, aynen ıterciime edıilmeyip tıe serbestçe ifade edilmiş olsaydı
daha i� olurdu Iıiıkııindeyıiz.)

PERDE 2, SAHNE 1, (sahife 64) :

Eğer bir kadın hem güzel, hem de zeki ise, güzelliği kullanılmak zekası da kullanmak
içindir.
(İta.lıiık ıkısım, �çede iykıe anlaşılımyor.)
78 TERCÜME

PERDE 2, SAHNE 3, (sahife 76) :

Lndi, l9e\'�en ıgöııü dönmüş olan �lalı....


(Bir piyes 'teroümesiııde, söyleyenin rolü muhaıkikaık surette lüzumlu krlmazsa - mesela
ıbi-r filozof, bir ukala rolü �bi - im&iden oiçtıiıııap etmellc daha doğru oıluır, füıkrıiodeyıiz.)

PERDE 2, SAHNE 3, (sahife 86):

Şimdi ıherşey düzeldİ sevgıilim. yanmıya gel.


(yatmrya gel denmeyiıp, mesela K�l yan> denseydi daha iyi olurdu.)

PERDE 3, SAHNE 3, (sahife 1 1 6):

Fişler.inden ,gelen aıkşam raıhat rahat uyuyordum.


Desdı.mıona'ınm gi:zı1ıi şehvet saaıtleNni takip eden aıkşam mevz.UOObs olduğuna göre,
sadece, �<bu ı;a.aclıeni ıtı&İp eden aıkşaıım> denseydi daha iyi olundu ; çünlkü, K<f'işleriııdeıı
gelmek>> ile �<ıtaıkıip eınıeio> yakın manalar ifade etmekle beraber burada başka !başka niiıınsl ar
veriyor.)

PERDE 3, SAHNE 3, (sahife 1 1 8):

Seıııi doğru ıbir adamdır, diyorum. Hem de�ldir samyorum .


(Tüı:lkçe !biraz bozuk.)

PERDE 4, SAHNE 1, (sahife 1 50):

Onu teılkit enmek ıbana düşmez. Eğer olması ,icap etti�i Wbi de�l ise keşke öyle olsa !
(Othelılo'nun ı.ıi!hnıinde ıbir ıbozukluk o1masın ? sualine cevaıp olaraık söylenmiş ; pek
vazıh değil !)

PERDE 5, SAHNE 1 , (sahife 1 72):

Eğer geride Ca.Wo ka!lırsa, hayatının temiz ·bir �lli� var �. beni çidııin gösterecek.
ı kalıl'S3., ben çirOOin görü­
(Burada ıne dernek ıistenıdiği aınlaşrhyor : «eğer Cassio ıhayıııta
necefıim, ÇÜıikü onun hayatının .tem.İz ıbir güzelli� vaırdır.:>> Fakat ıbu :filcıir, tercümede had­
dinden fazla sadaikıı.t gösterilmesi ıyüzünden karanlık ıbir ifade ıbulmuş oluyor.)
Metniın !birkaç yer.inde : iyi lago, iyi Cassio, iyi mülaziım gilbi hiıtaplar var. Bu hitaplar
Avrupa lis.aınlanna U}'gundur, falkat :�ürtkçede yalbanc:ı ıtııSiı:ıi ıyapıyor ; 'bıınclaın da vazgeçilirse
i}U oLur. Bu ;hitıap tıarzı metnıİ!ll yalnrz bir yerıiınıde : �4benıim ıiyıi ıhanıırn.ı>ııı» şekliinde, şayanı
kabul görünmektedir.
Teroümenin farııla sadık olmasına daha başka mıisaller vecilebilirııe de, yu.\arda-
kileri, maksadımızı anlatmak i çin kafi addediyoruz.

*
"' *

3. - MiiterC'imin, piyes tercümesinde tercih edilmesini münasip gördüğümüz tarzda


(yani şahısları konuştururken onların canlı birer vmlık olduklarını göstermeğe kafi
derecede serbest bir tercüme tarzma) yaklaşan, takdire değer, gayre/erini müşahede ediyoruz.
BiR SHAKESPEARE TERCÜMESi MÜNASEBETİLE 79

4. Fakat bu gayretler tercümede kelimenin sınırım pek aşmamaktadır.


-

l}ıi oorcüme misalfoI!i :

PERDE 1, SAHNB 3, (sahife 23):

. . . . . Faıkat o yalnız kendi bildiğini dkuyan 'biri.


(Bu iıyi ıerciiııne, haddinden fazla sad!k bir parçanın .içine sıkışmış ıbuiunuyor.)

PERDE 1, SAHNB 3, (sahife 45):

O beni, başınıdan geçen tehlikeler Jçin severdi, bense onu bunlara acıdığı için sevdim.
Kullaındığım yegane efsun budur.

PERDE 2, SAHNB 1, (sahife 67):

. . . . . Şu anda ölmek en büyUk bahtliyarlığa ermek olurdu ; gön.lıüm o derece ta.m


bir saadet içinde ;ki, ne olacağı bilinmi.yen istiKıbal ıböyle bir ikinci saadet yaratamaz.

PERDE 2, SAHNB 2, (sahife 72):

• . •Şu <Jiğeri ıbeş para eııınıi,yen Veneclikli


. • . . . . .
(;Fazla sadık bir parçanın ıİQeri� snklŞID�.)

PERDE 2, SAHNB 3, (sahife 84):

. . . . . Hem bu gece ıbeniın ıtaırafundao yanlış ıbirşey söyletıınli.ş, yanlış birşey


yapılmış oldu ğunu ıbilmiıyorum, meğer ıkıi kendi ıhayatmı ko=a.Ic ıbir lcabahaıt, şiddet ve
ceberut sahibi ıbir.iıııi.n 11ecavıüııüne ruğrayı:.ııca k.eadisinıi müdafaa enınek bir günah olsun.

PERDE 3, SAHNE! 3, (sahife 1 1 5):

. . • . . Bn sudan şeyler, !kıskanç insana, wı n kel3.mı gibi doğııu gözükür.

PERDE 4, SAHNE! 2, (sahife 1 85):

Eğer bu Htirayı cehennemliık, mel un :bir her.if, dedikoducu, saman altından su yiliüteo
. '

bir müııevir, hilelkar, dolandırıcı köpeğin biııi meWııi elde euıxlk için uydurmadı ise, ben
kafamı kıesenim. ıihlh... ..

İyi tercüme misalleri de aI!tınlaıbili:ı:.

Bu münasebetle ufaık bir nokıta.ya ıişaret etmek istıiyoruz : mütercim, bazı tiiıbirlerıin
tüıkçe mukabillerıi.ııi bulmak hususunda dllkte ka değer gayretler göstıermişııir. Mesela :
Kanlı lbıçaklı olm3k, ciğeri ıbeş para ebıniıyeıı, JlMı... �bi ; yalnız bunda da ç.olk ileııi gidıil­
ııneınesıi lazımdır. Mütercim, P. 2, S. 3 de, Lago'Dlllil .söylediji şarıkıda, Kı:ra.I Stefaın'ıın
1<4bir mecidiye>> ye çılka.n di.zılijiındeıı ıbabsediyor.. Bazı tabirler vardır ilci, bunlar bir
11ara.ftan ·1!Ü� ıkonuışa.n şahiıSlan mnh lkııtınağa yararlar, diğer ıtaraf.tan da !bunlar
menşelerinden o ıkadar uzaklaşmışlardır ki esuta .cüı:lıke yabancı olan şaıhısları Türk alemine
lüzumundan fazlıa ıbağlaımazlar. HaLbuk.i i«lmedİıdİye>> keliımesiınde 19 uncu asrın
80 TERCÜME

son Osmanlı padişablarmdıın Acbdülmeci'din ismi canlı olarak yaşadığı gribi, birçoğumuz

bu paraıyı ·lıtıİzza kullanmışızdır. Binaenaleyh, bu KGID.eciıdi<ye> .gıilbi Osmanlı ha:yıa.tıına fazla


obağlı <tabirlerin de bir Shakespeare tercümesine � gelece� samyoruz..

*
* *

Netice olarak diyebilkiz ki, Bay Orhan Burian'nın Otihello tercümesi, dikkat
vıe �tiııa ile yapılmıştır. Tam manaısiyle yanlış diıye uvsiıf ediı.ecdı: yenlere pek nadir
tesadüf edilmektedir. Esenin sonuna konmuş olan 1 5 :ııo:t, 3.lemıiımize yabancı olan bazı
ıtaıbi rl eııi ıİıyıi bir tarzda Wh etmektedir.
Bununla beraıber, tercüme Shak.espıea.re'ıin <�haıva>> şmı vemıiıyor. Bunun başlıca sebe­
ıbirui biz, yuıkardadci misaller:den anl�cldığı g�bi, sadakat ıile sel'bestıiyi lazrm olduğu tarzda
mez.retımımiş olmasında görüyoruz. Maamafili, ıtıercüıneııin. lbu ılıa.J.iyle de Slhaıkespeare'i
otürkçeye karzandırmak yolunda ihmal edilmiyecek bir deneme olduğunu ikaydetıneliyiz.

N. ve N. HIZIR
BİR ZAMANE ÇOCUGUNUN İTİRAFLARI [1]

Alfred de Mu:sset'nin la Confession d'un enfant du siecle ıi sıimlıi romanı B ir zamane


çocuğunun itirafları başlığı aLunda Yaşaır Nabi m:rafmıdan dilimize çevrilmiş ve Remzi
Klhapevi'nin neşreımıelcre ıcıılduğu rtercünıe sıerisıinde ıbasılm:ışnr.
Oha.teaubriand'nm 1802 de Rene 'de büyük bir kudretre tahli l ettiği Asrın Hastalığı'oa
her romantik şair .gibi Alfred de Muss«'de yakalanmış, bu hastalığı ltirafda. bir şair
coşkunluğu il e tasvİır emişcir. Roınan, evveıa şaıirıin George Sand ile olan macerasını aıılacan
otobiyografik bir eserdir. Vm.ed:ik'te vukua gel en ve her iki sevdalıyı ebediyen biribirinden
ayıran gürül tülü lb.3.di�deın sonra, 1834 ıte kaLbi yaralanmış bir halde Fraınsa'ya dönen Alfred
de Musset, bu esıerıi yazmayı tasaırlar. Ağwtos 1834 .te, George Sand'a yazdığı bir mektupta :
«Kalbimde olan şey, oradaıı çıkmadııkçi öl.miyecek... Dünya, başımdan geçeni öğrenecektir,
bunu yazacağım ...» diıyor. Bu cümleler, eseriıı ıne çeşiıt bir roman oicduğunu ıbire anlartıyor.
1836 da ta.ınamlanan ve ı3Jy!ll.İ yılın 5 !Wİ5an ında neşrolunan bu eser, MtlSSet'nin George Sand'a
yazdığı ıbirçdk mektupları da ıihtıiva edıer. K.iırabm, şaıir :tarafından il:msıoılıwıur de.recede
değiştirıilen, bazı yerlerindeki ıhiiküın ve i faıde taşkınlııkLıırı .tadil ediılen ıiıkinci bir ba skısı
1840 ta intıişar etti . La Confession, MU9SCt'oin başıı:ııdan .geçeınlıeııi anlaıtan bir romandır dedtk.
Filhakika, roına.nın ıkahııaımaıı ı olan Ootave'da remiz ve devamlı bir aşk .a:nyan Musset'yi,
Desgena:is'de bütün ümitleri iflas eden ve ısırrabın eliı:ıde yetişen Mussıet'yi tanımaıın ak
müıııikün değildir. Fakaıt ıbu eser, 'bir romandan ziyade, asrın hastalığı hakkında derin tah­
lilleııi fütiva eden şayanı d&ka.t bir vesiıkafilr. Mımıet, �ifa ıbıılmalk ve ıkendisi gıi'bi ıstırap
çekenlere şifa vemıek içim> ıit!irafıta buluınll!I'ken ıbütün bir devrin seulbotik tablosunu çiz­
miş, lkendi neslinin bilançosunu tanzim etmişrtir. Musset, bu eserde lrendi •haıyatını anlaıtmaya
başlamadan önce, Waterlo'dan ve •imparatorluğun sılkutundan sonra, muharebe gürültüleri
içinde doğmuş ve büyümüş olan neslin, kendisini }'inni sene süren harbin yığdığı ıhara­
ıbeler üzerinde, mefikuresiz bir cemiyet içinde bulan ıbir neslin ruı!ıw:ıu ıbize gösteriyor.
Yıkılmış bir maııi ıile ıkararsız bir istikbal arasında boaılıyan ıbu nesil, ıbedbinliğin ve
ıstırabın iıkıi büyük mümessilioiı,ı Gcethe ıile Byron'un .tesirleDine derhal lkapılıvemnişlerdi.
Bu zamaınm gençleri !İnkar, alay ve isyan etmekle vakit geçiriyorlardı. Bu ruhi halıi tasvir
et�iıkten sonra Octave yani Musset, şöyle hülasa edebileceğrİıllliz hayaıtını anla.tınıya başlar :
19 yaşındayken ba.şıııru:ian geçen, felaketle nıetıiceleneıı ıbir aşık rnaoera.sı ıbeni derin
bir şüpheye sevık euıiği zama.n kendimi asnn hastalığına tuıtulmuş gördüm. Babamın ölü­
münden duyduğum aa, •köyde eski aıile sıa.yf iyıesinde geçirdi� güo1er ru:lruma sükıineıt
vıerdi, tekrar bulunduğum çocuıkluık lhaınraları beni sıhhate kavuşturdu. Orada M adam
Pierson ile, müşfik ve müteva.zıi Brigtinte .ile tanıştığını zaman ıkalıbim ısaf bir aşkla ıyenitlen
doldu ; bu aşk muk.aıbelesiz de kalmadı. fakat, yeniden cehennemi bir ha.yat başloadı : eski
sefih adam ıteıkrar içimde canlandı ve saadenimiııi mahveuti. Artık şüphelerimden ve müs·
tıeıbit sevgimden usanmış olan, fakaıt vefaıkar bir aı<kadaş ·bulunan Bnigıiıtıte, Smiııh'e olan
meyline mukavemete çalışırken,son ve müthiş bir kı11kançlıık sahnesinden sonra, hem benim

hem de onun selameti için evlenmelerine muva:faıkaı er.tim.

{'} Alfred de Musset'den tercüme eden : Yaıar Nabi. Remzi Kitapevi, 1941.
82 TERCÜME

İşte ıroımanıın vak'ıa taraıfı ıbu. Eser, Geceler şairine yakışan Lirik bir üsli'ıpla yazılmıştır,
jiir dolu sayfalardan hiç te maılınım. değıildir.

Geçen seneye ,gelinceye bdar, Mfred de Mu sset ınin yalnız FrUbic et Bernerette,'

il ne faut iurer de rien ·isimLi eserleriyle bazı şiıirlerıi dilimize ıteroüme edıi1mişci. Geçeııı
sene Maaııif Vekilliğıi tarıı.fındıuı Devılet Konservıatııvan ıiçiın tercüme ettıirilen On ne badine

pas avec l'amour, Les Caprices de Marianne, Lorenzaccio, 11 faul qtlune porte soit
ouverte ou ferme gibi mühim sahne eserleriyle Tercüme Mecmuasında bir perdesi iıntişar
eden Şamdafieı, !bize Musset'ni:n en or ij iınal :tarafını tanııtımış oluyor. Geçen aıy zarfında da
'

l" Confssion gıi!bi mühim !bir eserıi Y�ar Nabli dilimizıe kazandırdı. Şaıiırıiıı o nefis
Contes et Nouvelles leri de tamamen <lilimize çevrilirse, ıbütüıı Musset' yi tanıııı1J3 olacağız,
itiraf, 'bendeki Flamımarion tba.skınında ıküçük harflerle dizilımiş 355 sayfalık biı
roman<l.ır. Remzi ılci.ubevl'nin !bastığı tercüme ise iri harflerle dizilmiş 350 sayfayı geç­
miyor. Yaşar Naıbi, roıruınııı ıbirQ'.)k yel'Jeıüni ıaıttlam:ış ve teroüıne etmemiş. Bu roman,
alelade ıbir lriıkiyıe o1mayıp ,,aıir.in kendi nesli ihaıkkmda psiıkolojik. ıbir tahlıiıldir. Es.erin
en mUbim kıısımlarını da ıbu ,tahliller teşkiJ. eder. Halbulci bu ıkr5ımlar 1eroüme ediJ­
rnem.iş. Mesela Yaşar Nabi'ni:n tercümesinde, romanın ruhunu ayıdmlataın birinci ve 1ıkinci
kısmılaın göremedik ; yirmi ilki sayfa !birdıen ydk oluvermiş. Romanın dördüncü kısınmdan,
daima ,tahliJ.Jer atlan.arak, ıbazı sayfalar tercüme edilmiş, bazı sayfa ve ciimleler ,tercüme
edieeımişıir. Yedincıi kısmı a:raıdııksa da lbulamadıık. OnUll(lU ve müteakıp kısımlarda da
ayni maıkas faıalıiyetini gördük. Netice : Yaşar Naıbi bize XIX wııcu asrın ve roıruımizmin
mühim biır veıncasr olıan bir eseri kaza.nıduacağı yerde mııira:s, ikı:skaınçlık, ıisyan sayfalarını
iihtiıva eden aleli<le bir roman ver.mi� oluyor, sarfolunan emek, elde edilen necice biribirini
ruımuyor. 1 1
Sanat eseri ,bi r bütündür ; onun değıil saoyfalarmı, bir samını biıle aıımağa haliı:mız
ydktur. Sanat eserıinin ruhuna aykrn olan bu hareıketıi maruesef sık sık ı göriiyonız.
Yaşar Na:bi'mn terciiınesi heyeti umıuıniyesi �le doğrudur, fakat !biraz daha dilkkatle
eser daıba muvaffakryıet1e .tercüme edilirdi bıa-aıtlinde}Ü2. Kliıtaıbın saıyfalanm ra.sgele çıevfrelim :
�roe yıııbancırun dirsıeık diırseğe gıi.dip geldi� bu sok.allcla.rda nekaıdar I9tırap !»
(S. 28).
Bu ciiınlede ısakaadarıı ıtavsif eQ.eıı tortueuse ıkelıiınesi atlanmış.
Ayni sayfanın sonwıda şöyle bir oümJıe var :

«RUblan mün:zıevi bırakarak yalınız vücutleriıı amiyet hayatı yaşadılkları, v e gerçekten


size �ız lahıişe!eıı:iın el uzautıklaın çiıdref kuyusu!»

Gümlmiın aslını görelim :

�loaque ou les corps seuls soDt en societe, laissaot !es ilme sıolitaiıres, et ou il:
n'y a que .Les prosoi.tuees quıi vous ıemleot la main aıu passage!�
Bu saınrlann 11eroÜmesİ iyice aı:ıılaşıJmıyor, dilıimize uygun görüıımüyor. Burada cloaque
ke.liımesiıyle eğri büğrü ısoıkaık1ar kastoluomaktadrr. Binaeııaleyh yuıkardalcıi saıtırlan, mesela
,c;yle tercüme etmelcle ıherlw:ı@li bir 'YIUZu'hsuzlukıtan ıkaçmmaik mümlk:üı:ı olurdu :
«lı;Uode ruhların münzıev,i, vücıııtlerro cemiyet halıinde yaşadığı lağımlar ; geçerken yalnız
fahişelerin size el ıu7.al!tJğı bu sokaklar !»
Yıiıne ayni sayfada «Que vlens-1U dhercher �> cümlesi K<Ne aıraımaya gelıiyQrsun?»
�inde terciiıne ecliılmiş. <c8urada ıne qin var ?>> de:nilseyıdi daha tıüıkçe olmaz mıydı ?
Mıüterciım:in üslubu umumiyıetle düz� ve piiriizsİi'z. Yaılnız, ıihm.ale aıtıfedild>ilecek
bazı aıksaık ve ıiirkçeııin bünyesine uymıyan cümlelere raısladık:
BiR ZAMANE ÇOCUÔUNUN iTiRAFLARI 83

K<Giiııellik ve neşeden p arıldayan ,gençlıer (S. 1)


•••

<cŞaraıbın buharları damarlarımızda tahammür ediyordu.,> (S. 2)


k,Tembellik yüzıünıden değiJ, ıll-ademle hürdüm.,> (S. 1 1)
<cBu sözler lbii}üc bir kuvvete malikıt:i.>> (S. 8 1)
1<6a.atlerce müddet ta:biaıti seyre dalarak vaıkıiıt .�orum.>> (S. 83)
«Bu genıiş münzevi vadi� seyredenken.. .)> (S. 100)
«İlik sevıgili.m ıiçW. beslediğim aşk, ibaruı. evvelce çılgmhklar yapurıınışsa, şimdi yüz
misı1i fazlasını yapmıyordum : ıifrat derecede bk mtıirasın ilham edebileceği garip ve şiddetli
iher şeyi hararetle anıyordum.» (S. 163)
1<�spaılier şeklindeki bahçelerıi.. ..» (S. 164)
«Ren kıyılarına gitseydik. Falkaıt orada mevsim geçmiş olacaktı , hem ıbiz ka.laıhalık
aramıyorsak ta, kalabalığın @i.tt!iğıi yerlere, en ttııha mmanmda �ttnek t.e hoş bir şey
değildir.» (S. 164)
<cSen bir çocuğu aıdam yaptın.» (S. 165)
Başka bir terciiııMde diOOkate alıı:ıımryacaık bu gıibi dalgınlıklar ·üzerinde durmaklığım,
Yaşar Nabi'nin tercümedeki vukufunu yaılundan ıbildiğıtm içindir. Zamanını esirgememiş
olsay<lı, muhakkak ici bize verdiği bu eser daha mükemmel olurdu. Şahsen mazur göre­
miyecejim asıI milhim nokta, demin de söyledijim Pi, eser.in parçalanmış, birçok krsım­
fannm aıclanmış olmasıdır.
Tercüme zevkle ve kolaylıkla okunabiılıiıyor.

.. Suuı Kemal YETKiN


BİR PERDELİK TERCÜME PİYESLER

Devlet Konservatuvarı için tercüme etıVi0r.iLeııı birer perdelllc 10 tiyaıtro piyesi Maarif
VeklliıiJince, seni hal.inde ve güzel bir formda, neşredildi. Saıhne eserleciniın memlekeimizde
ilk ciddi tercümeler.ini teşkil eden ıbu neşriyaıttan bahsetııneği faideli bul.uıyoruz.


* *

Birer penleLik t.eroüme piyeslerin herbiciru: ayni ön.sözü yazmış olan Suut Kemal
Yetkin, :kuvvetli lbir sahnemiz teşekkül edip de onun ifadesi olan milli eserler.im.iz ken­
diliğinden vücıııt ibu1uru:aya lkadaır dünıyaıca tanınmış eserlerin tercüıneleniyle ikıifa edile­
cıeğinden, adapte piyes ismi altında, şab!Iİyet!i bozulmuş derm eçaıtıruı eserler ıistenınıedi­
ğind en faıkaıt sonu gelmiyen bir tercüme faaliyetinin de gaye olmadığından ıbailllederken :
,

«gıdasını milli kaynaklardan alarak, bir gün sahnemize hakim olacak muharririn, sistemli
ve rasyonel bir tiyatro ve tercüme faaliyeti içinde hazırlandıktan, tiyatro sanatının tekniğini
ve ruhunu iyice k1Z1Jradıktan sonra, yetişebileceğine inanıyoruz. işte Mnari:f Vekilliğinin
açtığı tiyatro kültürüne ve sahne eserlerine ait tercüme serileri bu inanışın ifadesidir.»
diyor.
Bu sö:z.l erin ne kadar doğru okluğunu tıiyatromuzla alaıkıa.sı olan ve ya onu yakından
taıkip eden herkes ıbilir. Devlet Konservatuvarının Devlet Tiyatrosuna ' çıkaran diık yolunu
henüz aşaımaıdrk.. Tiyaıtro denebilecek bfüün varlığımızı İısta.n'bul Şehir T.iyatrosu teşkil
ediyor. Bu yegane sahnemiz telif ve tercüme, bütün tiyatro eserleriıınıize de açıık buJwıan
telk kapıd ır.
Bu tek 'kapının .iıpini çek.en tellif pi.yes, bugün için yoık denecek ıkadar az. .Bu yüzden
sahnemizi işga l edeıı eserlerıin hem.en hemen hepsi ya a.daptıe, ;yahut ta tercüme piyeslerden
füaret kaolııyor. Adapte piyes muharııi.rleııi umumiyetle Suut Kemal Yetkin'm işaret ettıiği
.gföi {<Şahsiyeti bozulm�, derme ç.aıwna eserlen> vücude .getiriyordu. Doğrudan doğruya
tercüme piyes yaıpanlaır da ıiıkincıi dıilden ve hatti ooncıi dildeki adaptasyonlardan tercüme
ediyorlar.
İşte bunun içindir lkıi rte1iHer ·umwnıiyetle ııiyaı�roda olduğu g;iıbi ıkıitapçrda da rağbet
görüyor ve çoğu neşrediliyor. Falkıat adapte ve ıtercüme piyeslerin ekserisi basılmıyor.
Tabilerin hakkı var. Çüıı:kıü zaten piyes karii azdır ve temsillerde rağbet görmiyen eser­
lerin nadiren ok,u;yucıısu olur. Böyle olmasa da bu neviden piy esl erin neşri esasen büyük
bir fayda arz etımem e!ktedir Bununla ibera!ber umumiyetle tiyatro eserlerinin ı:ıeşr.i halkın
.

temsiıllerde .göstereceiiıi rağıbete ve :im:z.alann şölh.retine baılayor.


Di�r taraftan lbaşka mamloeıketlerde olıduğu gıihi ıilave veya tefl'ika halıinde �i}'ntro
piyesi veren fiıkir ve san'at meom ualarıınuz da yok. Şimdiye kadar lbu yolda ancak iki (e­
şebbüsü hatırlayonız. Bunlardan ibiııiıncıisi Hayat mecmuasında forma for.ma verilm4 olan
Fuust tercümesidir rJ. İkincisi de DarülbeJayi mecmuasında yine ilave olarak forma forma

{1] Hayat'm il.ivesi, Faust, Grethe'nin şah eseri, mütercimi : Galip Bahtiyar ; İstanbul, Milli
Matbaa, 1926.
BİR PERDELiK TERCÜME PİYESLER 85

ver.ilmiş olan Shakespeare tercüıneleridir rJ. HayıZt çoktan kapandı, Darülbedayi


de Türk Tiyatrosu ıisıınıiai a1dııktan sonra ıbu ıitaveler.in ankasmı kestıi.
ıBu vaziyet karşısında bu birer perdelliık 10 ıtıeocüme piyes, pek maihdut olan t.ercüme
piyes neşrıiyatıı:ıı da Jcıymetlıi bir serıi ile zengıi.nLeşciroiiş oluyor. Çünkü bu piyesler garp
tıiyatrolarmda mühim mevıkıileri olan modem Fransız, İngiliz � Rus müelliflerinıin bu
nevideiki en güzide eserleridir ve sall:hiyet sa:hilbi kalemler tarafından ana dildm tercüme
edi1miştir.

*
* ..

Bu piyeslerin hlr husus.iyeci de ıb.irer perdel1İk olmasıdır. Bugüııkii tiyatroda bir


perıdelıiJc pcyeslere ıbüyilk lbir yer verilmiyor. Y.üzleroe ıtiyatrosu olan memleketlerde bile
ancak resmi veya ilerıi. rJ sahneler, hususi ve amatör sanat teşeK.kii lleri bu gibi eserleri.
oymyor, ıbu tarzı büsbütün ka}lbolmıııkıtan lkurtaımıya çal:rşııyorlar. Halbuki bu oevi piyes­
lerde üç v.e daha zio/ade perdeliık piyeslerin, bir takım mesldci zaruretlerle, müellifi ıbağlıyan
ıtekniik müşkülatı o kadar büyük değildir. Seciye ve haletiruhiye tetkiklerine pek elverişli
olaın ıbu ta:rz müellife bütün sanatını, bütün .tahlıi1l kudreniıni muhtevaya hasretmek ıimka­
mnı �rir. Yarattığı eŞhasın !hayatlarından önümüze serdiğıi parçayı ıbize, muhayyel emizin
müdahaılesini davet etımeden, sonuna kadar fasılasız yaşatan bir perdelik piyes, belli de
bu ·itilbarl a tiyatro es.eri.n:in en ıl:ıakilÔ5i değil midir?
Bu 10 küçüık eser, umumiyet itıiba11iyle, bu vadide yazılmış on ooüçük şaheserdir ve
:tıerciiıneleri ıbizde .bir boşluğu doldurm� �ır. Çünlkü yukarıda .izaJh edilen ayni
sebeplerden dolayı ıbizde de bir perdeliık piyesler nadiren yazılıyor, adapte veya tercüme
eclHiyor. Geçmıi§ seıneleııddci tiyatro faaliıyetimıize ıbir göz atarsak 1930 dan 1940 senesine
kadar geçen 10 sene içinde, re.1'. saihnemiz olan İstanbul Şehir Tiyatrosunda, 3 ü telif,
1 j adapte ve 6 sı tıercüme olaraık ancak on ıtaıne bir perdeliık piyes .tıemsil edilmiş olduğunu
görürüz [1. On senede on eser hesa:biy1e menılekettf!!kıi tiyaırro faaLiıyetıiınıe senede ancak
hir tane bir perde1iık esıe.ı: düşüyor. Demek kıi Maarıif Velcilliğinıin DevJet Kooservatuvan
neşriyatı olarak ıbi·r hamlede tercüme ettıirip neşrettiğ!i bu seçme oıı tercüme ıbizıe, ııorma!
şartlar altında ; meınleıketıimizde vücud.e gelen birer perdelik piyes mahmLünün on seneliğini
ıbirde:ıı vermiş oluyor. Bu müıhim bir hadisedir ve sııılıneınze
i l üzumu olan tercüme eserlerin
ehliyet sah�bi kalemlere ;bir metot dahiliııde tercüme ettirilerek neşrine doğru atılmış
ilk adımdır.
Diğıer taraftan tjhası az olan ve büyük dekor ıkıülfetlerure lüzum gösteımiyeıı bu
tek perdeler, teknik imkan.lara :ıruılik bulunan sahnelerimizde olduğu gibi halıkıevleri ve
amaıtör sa1hnelıe11inde de kolaıyca temsil edilebileceklerdıir.

*
* *

{') Bu tercüm..ler M. Şükrü Erden tarafından fransızcadan yapılmı�tır ve ııunlardır : 1 - ]ül


Sezar ( 1930) , Venedik taciri (1931), Makber ( 1931 ) , On ikinci gece ( 1933) ve Hırçın kız (1935 ) .
{') Avant-garde için ileri karşılığını kullandık.
{') Darülbedayi ve Türk Ti:raıJrosu mecmual.an kolleksiyonu ; ( 1930 • 1940, No. 1 - 116) .
Bu birer perdelik piyesler şunlardır :
Telif) 1 - Kadın pnlis olursa .. (Vedat Nedim) , 2 - Sevda politikası (Reşat Nuri ) , 3 - Arzuhalci
Mehmet efendi (R. Nuri ve 1. Galip) ;
Adapte) 4 - Bir komedi (1. Galip) ;
Tercüme) 5 - Matmazel Yuli (Strindberg'den tercüme eden : Piraye Fuat) , 6 - Aptal (Pirıuı­
dello'dan tercüme eden : M. Fuat) , ;, - Bir, iki, üç . . . (Molnar Frenız'den tercüme eden :A. Gasanfer)ı
'8 - Ayı (Anton Çehof'dan tercüme eden : Bedrettin) , 9 - Gülünç kibarlar (Moliere'den tercüme eden :
l. Galip ) , 10 - Ölüm karşısında (Strindberg'ten tercüme eden : Seniha Bedri) .
86 TERCÜME

Bir perdelik tercüme piyesler ha.k!kmdaki şu umumi düşüı:ıceleıden sonra şimdi de


bu seride çıkaııı hi·rkaç teroüıneden ba:lıseıde1im :

EVİN İÇİ rJ - ·Birer perdelik tercüme piıyesler serısınan ıilkıi olan Evin içi
M. Maererlıinck'ıin eserıidir. Gerek şiıirlerinde, gerek piyeslerinde insanların ve eşyanın
iç ilemini tal:ıLil etmiş olan muharrir bu �üçük perrle de bize küçük kızları nehirde
boğulmuş, belki de ıintihar etmiış bir aifoye ıbu ıkederlıi ilıaıberin nasıl verıileceii diişüı:ıü­
lürkaı her şeyden bil:ıaber olan aile efradının raıhat ve emin hıryatım pencerelerıiıı&.ıı
arkasından bir tablo gibi seyretıti.riyor. Ayni zamanda «evin içinde» ralhat yaşıyan insanlann
ekselli.ya hiç beklemediıklerti bir anda nasıl saadetten felakete düşebilecekleııini ve mesut
olmanın baz.en iruıanm elıinde olmadığını, bir.takım beklenmiyeıı haıdıiselerıin, bir fe13ıket
ıhaıberiniın, bu saadeti alriiıst edebileceğini ve hayattaki saadet mefhumunun ancak o zaman
anlaşıldığını izah ediıyor. Bütıün tiyatrosunda sembolik � tanıda iç alemi canlandırmış
olan Maeterlıindc burada da eşhastan birinin - ihriyarm - ağmyle bize tkenıdi felsefesini
a.n!a.tryor. İnsan nıhundaıki muamm aları, ruhların daha 'VÜrut yaşaB:eıı de bir başka aleme
girelbileceıkler:ini ve artık şuursuz bir ıhalde o alemin malı olacakla.rmı ve insan ruhunun
içini anlamıya imkan olmadığını .söyletiyor. Belki bu yüzden küçük piyes bir tiya�ro eseni
ıİ.çin ağır göriil&ilecek fikirlerle y:ük.lüdür. Belıkıi bu yüzden eşhas hayatta düşüoımüş
bile olmadcl<ları şeyleri 5Öylüyorl ar. Faıkat öızJ,ü piyeslerin hepsinde görü.len bu .gayri
r.abiilıiği hoş .görmdc lazımdır. Yet.er ki müellıil ıbizi ıyarattığı ruh ve his ileıninin içine
solkabi!sin ve ıbi.z orada lbllza.t taıbi11iğimiri unutarak bu gaym tabiiliğıin farkında olmıyalım.

Evin içi, Saba!hatıtin Eyüpoğlu tarafından ıterciime edilmiştir. Mütercim ıhem ıtürk-
çedcıki ıkonuşma dilinden ayrılmaımıya, lhem de asla sadık lkalımıya çalışmış ve muvaffak ta
olmuştur. Bazı replitclerde ana dilin hususiyetlerini rürkçıeoiıı hususiyetleriyle ıifaıde eden
tam ve güıı.d karşılııklar bulmuşaır. iBiı:ıkaç misal gösterelim :

1 - (Salhife 4 ) İıhciıyar diyor ki : «- . . . Unutmayınız ki, annesi orada olacak;


kadıncağızın hayatı kJ üstünde duruyor.,>
Aslı şöyledir: «- .. . N'oubliez pas que la mire sera la et que sa vie tient ti fort
peu de chose.. ,,>

2 - (Sa:hi.fe 7) İhtiyar : «- Kızların eli durdu. Odada J.erin bir sükut var.)>

Aslı §öyledir: ((- Etles ne travaillent plus.. il regne un grmıd silence.»

3 - (Sahife 10) İhtiyar : «- ... Kızlar görseler bile bir şey anhazlar ki... Onlara
arkalarını çevirmişler, ne fayda? her adım attıkça yaklaşıyorlar ve felaket iki saattenberi
gitikçe büyüyor. Ne yapsalar büyüyecek. Onu durdurmak getirenlerin de elinde değil artık.
Onlar do felaketin hükmü altmdai111T. Ona ister istemez hizmet edecekler...»

Aslı şöyledir : «- ... et si elks /es voyaient elles ne comprendraient pas... Elles
ont beau leur tourner le dos, ils approchent .i choque pas qu'ils font et le malheur grandit
depuis plus de deux heures. Ils ne peuvent l'empecher de grandi:r; et ceux-la qui l'apporlent
ne peuvent plus l'arreter... il esi leur maitre aussi et il /aut quils le servent...»

Görülüyor ki, mütercim muhtevaya tıımamen sadıık kalarak ıınetııi .remiz bir konuşma
diliyle türkçeye çevinni§ ve ıbunu yaparken uzuın cümleleri yer yıer ayırmakta mahzur gör-

{"] Evin iri, tercüme eden :S. Eyiiboğlu ; lstaııbul Maarif Maıbaası, 1940 ; 18 s.
{'] S•yyah, tercüme eden hzet Melih Devrim ; lsıaobul, Maarif Matbaası, 1940 ; 49 s.
BİR PERDELi K TERCÜME PİYESLER 87

meıniştir. Bu arada ıkendisine lüzwnsuz gıibi gelen ıbazı kelıimeleri türk� selikasını
bomıamaık için hazfetııneğıi, ba..zıen de cümleleri OO!mek zaruretiyle, ,tektük Haveler veya teker­
rürler yapmayı .tercih etmiştir. iBunlar bahse !bile değıni,yecek 'kıadar az ve ehemmiyetsi2se de
biııkaçı.ııı gösterelıim :

4 - (Sahife 12) "ıhtıiyar -... Hayatta bu kadar hazin bir şey olacağını bilmiyordum.
Hayata bakanların korku duyabileceğini bilmiyordum .. ." Halbuki aslında ayni ihtiya·r :
- ... /e ne savais pas qu'il y eıit quelque chose de si iriste dan� la t1İe,> el qu'elle fit peur
ı:İ ceux qui la regardent..."

Bu cümlenin türkçede ikiye böH.inmiiş olması ve hayat kelimesinıin zaruri ,tekrarı ma­
nayı ,bir az değiştinmeıkıtedir. Aslında hayata bakanlara korku t1eren haıyatın biuaıt kendisidir.
Koıılcunun sebebi de yine bndtsindeki hazin şeydir. Tercümede "korku t1ermek yerine
«korku duymalım şl<linin rterciıhi mef'ulün fail yapılmasiyle .tamamen aksi olan manayı
kurtarmış olmıyor. Yıiııe ayni sahifede ayni ciradın sonlarında :

" İhtiyar - ... onların küçük saadetini, bir türlü açamadığım şu ihtiyar ellerimin İçinde
tutuyorum.'' diyor. Aslınıa balkalım :

" Je tiens ici, a deux pas de leur coeur, tout leur petit bonheur entre mes vie­
"-... /e tiens ici, ı:İ deux pas de leur coeur, tout leur petit bonheur entre mes t1İe­
illes mains que ie n'ose. pas out1rir..."

Şüphe yok ki mütercim «bir türlü açamadığı111>> diye tercüme ederlken «açmıya ce­
saret edemediğim" diyen müellifüo kasdetti� şeyi ka:sdıetmiştr. Yani fütiyann, başkaları­
nıın :kendi elinde bulunan saadenim bomıamak ıi�n elini bir türlü açamadığını... Fakat
ıburada metnin aslındaki cesaret etmek filinin kullanılması esasen ihtiyar olan adamın elle­
:rini ne için açmak istemediğim bize daha ıkat':iyertle jfade etmiş olur..

5 - (Sahife 14) " İhtiyar -... Bu hıçkırıkları duyunca benim ne yapacağımı da bil­
miyorum!'
Aslında cümle şöyledıirı: "- ... /e ne sais pas moi-meme ce qu'il me faudra faire
quand ie les e1'1endrai ..."

Tercümede hata yok, ·yalnız cümler:ıın türkçe şekli yanlış . . . "Bu hıçkırıkları duyunca
ne yapacağımı ben de bilmiyorum . . .'' denilebilirdi. Fakat bu cümlenin bir tertip batası ola­
railc ıbu hale gelm.iş olması pek mümkündür.

6 - (sahire 16 ) «Marrlıe - ... Ben de şimd; ağlmıya başlıyacağım.» diyor. Aslında


ağlamak yoık :
« - ... Je t1ais crier aussil• .>>

Mütercıiım ağlanma� bağırtmaya veya hıry.kırtrnaıya rteroi·h enmiş ve ıiiliaıf etmeli ki


bu o sahnenin havasına ve sözJeriın geliş.ine daha Q}'gutı düşmıüş.

Netice itiıbariyle Evin içi pLyesinin muvaffakiyetle diJimize mal edilmiş olduğunu söy­
liyebilirıi:z.

*
* *

SEYYAH rJ - Seyyah Fransız sahnesrnde birçok ince ve ruhi tahlil eserleri kazandır­
mış olan Deııys Aıniel'm eseridir. Gaston Baty tarafından saıhneyıe konulmuş eser ibilhassa
88 TERCÜME

diyaloğunun lbasıit .gö�ü altında saklanan ıbüyük sevgi dramiyle ve sözden çok daha
ifadel i olan mizanseniyle yeni bir tiyatro tela.kik.isinin mahsulüdür. Müellif bunu piyesinin
;bıaşrna yazd ığı ıbir kaç sa,tırla izaıh ed�or : «Bir metni bir akuvaryum gibi tetkik ederek onun
şelfafiyeti arkasında kaynaşan, kıvranarak dibe inen ve arada sırada satha fıkan her şeyi -
hislerimizin deniz altı bir gezintisi gibi - görmeliyiz. Seyyah biril>idıni çılgınca seven ve
biribir.inden bir senedir ayrı bulunan ik.i insanın hikayesidir. Ayrılığın biribirlerini unutmıya
kafi geleceğini zannederler ve kadın sevgilisinin en yakın do9tu ile yeni bir haıya1, yeni bir
sev�iıye kavuştuğunu um ar. Seyyah'ın avdeti'}'le hisler değişir. Piyesin üç kaıhramaru arasında
zahirde biç ıbir hidi!ie olmadan geçen, imali konuşmalarla dolu. bey.ecanlı bir meclis
birleştirmeğe lkafi gelir. Norımal ;bir muhavere içinde gizlenmiş olan kmin fakat sessiz ifa·
deler, bu üç kişi arasında oynanan dramı bize için için yaşatı r. Tiya·tro tekniğine büyük bir
vukufu olan müe11if lbize, bu küçük eserde, üsciiıı bir diyalog nüınunesiİ �roıiştıir.

Seyyah İzzet Melih Devrim ıtarafından tercüme edilmiştir. Mütercim umwni.yetle


asla sadıık kalmış, fakat birçok yerlerde tercümenin konuşma dilıine uygun düşmesine
ehemmiyet vermemiştir. Bu bakımdan bazı replikler aslındaki nüanslı, müphem fa:kaıt mani·
dar ifade kabiHyetlerini kaybetmiş. Tercümeden gelişigüzel aldığnmız ıbirkaç misali tetkik
edellim.

ı - (Sahife 4) «Maıde1eine - Belki bana gelmeği tercih edeniniz, tÜye düşündüm.


Ne yapacağımı bilmiyordum�> diror. Aslı şudur :

« - f'ai pense que vous prefereriez peut-etre venir chez moi tout simplement.. /e ne
savais qeu fı:ıire...»

Görülüyor ki tercümede hata yoktur. Fakat burada Madeleine'in gelmek ·= venir


fiiliyle kasdettiği mana alelide rnanadaıki gelmek değil, Amerika'dan dönen eski sevgilisinin
evine gitmeyip kendi evine inmesi'd ir. Onun için !burada : «belki doğruca bana inmeyi tercih
edersiniz, diye düşündüm» şeklinde bir 'tercüme daha doğru olurdu.

2 - (Sa!lıi,fe 1 1 ) «Madeleine • Paul, beni hif anlamadınız. Ben şimdi ne yapayım?...


Aman rica ederim» diyor. A!ilında ·İse :

«- Paul, il est impossible que sous m'aye.z comprise. Q ueı v<Ms· ;e devenir... Mais ;e
vous en supplie...» diye 'Yaıılnhr.

Görülüyor ki «Ben şimdi ne yapayım ... Aman...>> diye birşey yoık. Burada «Ben ne olaca·
cağım? Sizden rica ederim ... » demek daha uygun düşerdi. Hem de rep1ilk «Aman rica ede·
rim .. .» gilii yersiz ve gayrıi tabii :bir yarını oümle ile ıbitirıi!meıriiş olurdu.

3 - (Sahife 13) «Maıdeleine - Bu söyledikleriniz pek fena ... Kötülükle, sanki üzetine
lanet indirmek ifin böyle hareket ediyorsunuz.» diyor. Aslına baıka.hm :

«- C'est mal ce que vous venez de dire la, vous venez de le faire mechamment ıpour
me jeter comme nu sort, on dirai�...»

Müıterdm sort kelimesini lanet diye tercüme etmiş. Vakıa ;eter un sari buna yakın
bir manaya geliyor. Fakat lanet indirmek g�bi türkçede kullanılmıyan bir şekle sokulmuş.
Lanet etmek denelbilir.

4 - (Sabile 26) «Jaques - Zinet bazen fakirin elbisesidir.» diyor. Halbuki aslında :
q, - L'espriı esı quelquefois le vhement du pauvre.» diror.
BiR PERDELİK TERCÜME PİYESLER 89

Mütercim espriı'yi zinet oJa.rak tercüme etmiş ve cüııliesiııdeki fakidikle ıbıüyük bir
tezada düşm�. Mütercim bıir evvelkıi replikte luxe kelıimes.ini de zinet diye tercüme ettiği
için .burada a.yni kelimeyi !kullanamlk : «bazen zeka fakirin zinetidir.>> diyeıbilıirdi.

Tercümede konuşma dilıimıize pek uygun olmadığını işaret ettıiğimiz birkaç yeri de
gösterelim :

5 - (Sahife 29) «Paul - Koştum, ne giireyim? Vasi salonda yapa yalnız MJsis Müre
piyanoya oturmuş, benim ,iJl:ıamımıın arabasının yağız atlan gibi, aynıi eıııniyet ve serbesci ile
idare edryordu. Ancak bu sefer halinde, aşikane bir istiğrak 11ardı. Kendisine yaklaJtım...
Bazı hislerimizden bahsettik. O anda hmusi rayihasını duyduğum bu sigaraları içiyordu.
Konuştuğu müddetçe yüzü dumanlar içinde idi. Kendisinden ayrılırken şuna benzer birşey
söyledim: «Misis Müre, siz karışık hayatımın üstünde bir duman hayali gibi kalacaksınız,
kokulu, küçük bir duman: «Kadın birçok güldü 11e sordu: Bir duman mı? Ne için bir
duman?» ilah...

6 - (Sahife 33) ı<&ul - Pek şirin mahluklar... Faal 11e çalak olmakltJ beraber insanı
yormazlar, çünkü kalbe nüfuz etmezler. Söndükten sonrtJ küllerinde hiç izi kdlmıyan ha11ai
fişekleri hatırlatırlar. E11et1 Amerika kadınları fazla müteharrik oldukları için küller altında
kalmayı sevmezler. lhtiyaJsız gönlünüze yerleşince, hü11iyetinizi uzun seneler yakan mahluk·
tara benzemezler...»

GöI'ülüyor kıi mütercim bu gıüı:ı konuştuğumuz dile uygun bir tercüme yapmamıştır ve
tercıüıne !koıkusu dedıiğimıiz şeyin yer ·yer metni !kaplamasına mani olamamıştır.

DONYA GÖZÜYLE ('J - Dünya göziiyle Fransrı tiyatro muharrirler.ioin başta


gelenlerinden Charles V�l<lrac'ın esertiıdfr. Vıildrac evveıa şairdir ve .umumi harpten önce
Abbaye edebi grupunu •teşkil edenlerin arasında idi. Vildrac'uı hususiyeti eserler.iınde hare·
ketlıi ve karışık vak'alar yerine hayatta cereyan eden ve !İnsanlar tarafından her gün yaşanan
hadiseleri, hisleri çok tabii hir şekilde gösteımesıİ·ndedir. Bu zahiri sadelik ve tibillik
içinde müellif bize en beşeri hisleri ve biriıbirine zıt kar•ıerleri, büyük rtahlillere girmeğe
lüzum görmeden, adeta biıikaç fiske ile iıhsas ve .telkin etmesini ıbilmiıştir.

Dünya gözüyle .belki bir daha dönmemek üzere vatanı.adan aynlmıiya karar vermiş
olan ıbir insanın on beş senedir dargın olduğu aıblasınt ve ancak küçüık1erini hanrladığı
yiğenlerini son bir defa görmek üzere ıbaıba evine dönüşünıüıı kr.sa :hikayesinden başka birşey
de{;ildir. Doğup büyüdüğü, kalhiode acı, taıtlı :birçok haıtıralarını taşıdığı taşra şehrini,
vaıkuiyle senelerce içinde yaşadığı evi, senelerce ku11andığı ve wıuınınadığı eşyayı, «dünya
gözüyleı> son ibir kere daıha görmeğe geleo bu adamın 'hislel'iııi ço�uz duymuşuzdur.
müellif ayni zamanda ·iıki ka� arasındaki der.in karalııter farklarmı, ön ·plana aldığı bu
1haleti ruhiy.enin tahlilini bir an elden bıra:kmıyarak bize Üsta·tça göstemıektıedir.
Dünya gözüyle tüDkçeye Nurullah Ataç tarafı.adan tercüme edilmiştıir. Eserin fransızca
ismi Le pelerin, muıkaddes veya hatırasına hürmet edilen bir yeri görmeğe giden zair, bir
nevl hacı manasına ıgel:iıyor. Müteroim eserin havasına ve müe1llifıin düşüncesine en uygun
bir şelW!de bunu dünya gözüyle diye tercüme etmek cesaretinde bulunmuş. Piyesin ·ismiyle
başlıyan ıbu serıbest ve cesur tercüme bütıün repliklerde kendisini göstermekııedir. Mütercim
ııiyatro eserlıertinin tercümesinde muhafaz.ası zaruri olan konuşma lıisıaruna bilhassa ıtına
göstermiştir. Asıldalcıi konuşma dilıinin bususiyetlenini muhtıevaya sadıılc kalarak, fakat şekle

{'] Dün1a 11özu1le, tercüme eden : Nurullah Ataç ; İstanbul, Maarif Matbaası, 1940 ; '· 53.
90 TERCÜME

esir oJ.mıulaıı bu günkü güzel tiirk.çe ile ifade etmiş. bu suretle eşhasın ıtüıkçe konuşurken de
canlı kaJmala.rma çahşmı�r. .Bu !hususta birkaç misal veımeği faydalı ıbuluyoruz.

1 - �iyesin ıbaşuxla çalınan :kapıyı açmıya � Deıııise'in ıilk sözü şudur : «Monsieur?»
Mütercim bunu yeııinde olaırak : «Kimi 1Zradınız efendim?» diıye :tıürkçeye tercüme euınekte
tereddüt etmemi.ştir.

Çüı:ıkıü Denise'in sualinde mündemiç bulunan mana da llnxıdan ıbıaş.ka lbir şey değildir.

2 - (Sahife 6) Denise'ıin bir söııü var « - ... Maıis ça m'ennuie de vous laisser la
g1Zrde de la maison». Mütercim giizıel bir buluşla bunu da «Bir gelen olursa rahatsız olur·
sunuz diye korkuyoru111)> şekliıruie ıterciiın e etmiş.

3 - (Sahife 6) Yerinde dunn ıyan piyanocı.un ne olıduğunu soran dayısına Dımise :


«- Gençler Birliğinde konser verilecekmiş, oraya istediler» diye cevap veriyor. Aslında ise:

«- Nous l'avons prete ım patronnage, pour les matin€es.» deniyor.

Buradakıi paıronnage .kelimesi bizde da!ha zıiya.de spor fillkrtini uyandıran gençler birüği
manasına değil, muavenet veya yardım cemiyeti miııasın a geliyor. .Matnus'dt!n kast olunan
şeyin de piyaınonuıı delaletine rağmen konser olduğuna hükmetmek müşkül. Bunu u.mwni
bir minada miısamere olarak <tercüme etmek veya kelimeyi aslındaki cemi halinde buakarak
cümleyi : «- Matineler için y1Zrdım cemiyetine verdik>> şeklinde cercüme etmek de kabil
olurdu. Çüokü maline kelıimesi de konser .kadıı:r dilimize girmiş bulunuyor.

Fakat .ha.zen bu iyi arzuları lüzumuodaıı fazla ileriye .göriirerı mütercim eşhasa müel­
lifin yazıruımr.ş olduğu �eni söyl�r. Meseli:

4 -(Sah:iıfe 10) «l)esavennes - ...Buraya gird.iğim zaman duyduğum heyecanı senden


başka kimsenin görmemesi daha iyi oldu; sen sayılmazsın, hatıralarıma karışmış değilsin .••

Anlaıabiliyor muyum? Aramızda bmi müteessir edecek bir geçmiş yok Sen de benim gibi •.•

bu evde büyüyorsun, sana baktılkça adeta keodimi görür gihi oluyomın .. .>> diyor.

Aslına ba:kalmı: «- .. . ll est predeux pour m<>i de pouvoir, en entrant İf'İ, m'aban·
donner un peu a mes imperessions, sans leur donner d'auJres tbnains qılıme charmante petite
niece qui ne ftrit pas partie de mes souvenirs et qui grandit fri ocmme fy trİ grandi 1T1<Ji-mem.:»

Göriilüyor kıi mütercim bu uzun cümleyi lbiııkaç parçwya ayırmış. Bu ıiyıi, fakat aslında
«sen sayılmazsın, anlatabiliyor muyum, aramızda bmi mütessir edecek bir geçmiş •yok sana •••

baktıkça adeta kendimi görür gibi oluyorum.,> diye ıbir şey yok. Mütercim burada müellif·
ten faz.la !hassas da'Vraı:ı:ıı:ı ış 'Ve belıki de oııunu.n söyleıneğe lürum gömıediğıi şeyleri söylemiş •.•

5 - (Sahife 20) Desavennes'Jn uzunca bi:r tlimdı var. Pek güzrl tercüme edilmiş olan
bu tiradın sonunda: «- ... pazar günleri bir krra, ormana gittik mi, sepeti bf?!aber taşırdık>>
diıyor. Halbukıi aslında :

«- ... quand nous allions passer un dimınıcbe au Moulin • Blanc ou dans les bois.
deai.yor .

Beyaz DeğİTmen'io manzarası hoş bir lor veya su ftoenarı olması muhtemel <ise de i�
şeltlinde ve ımalllın bir yerıin ismi olarak göstenilmıiş olan bu kelime a.slınıdalııi gibi tercüme
edilebilirdi.
BİR PERDELİK TERCÜME PİYESLER 91

6 - (Sahife 42) de «Desavennes - ... Hayır, abla; teşekkür ederim. Yemin ederim ki
imkô:nı yok. Pariste fOk işlerim var; iki güne kadar hareket edeceği1fl')> diyor. Halbulm
aslında :

«- ... Je t'assure que c'est impossible... ]'ai beaucoup a faire avant dd quitter Paris,·
et ie pars dans deux iours.» deniliyor.

Görülüyor iki cümlede yemJn etmek dıiıye birşey yoık. Mütercim burada kelimenin
etim-Olojik mii.nasını lkullaruıbilir ; cümıl.eyi seni temin ederim ki ya.hut ta inan ki kabil değil
şeklinde 00,,lataıbilirdi.

Tercümede bunun gıİbİ ufa!k ıtefek ilaveler veya değişiklikler var. Faıkaıt hemen şunu
ilave edelim iki bunlar eser.in · ruhuna 'temamiıyle nüfuz etmiş, adeta onu benimsemiş olan
müterdmin asıldaki muhtevayı -bir riya.tro eserinde mazur göttbilecek tanıda - şekil
eııdi,şesiyle bağlanmadan .türkçede tam mr kOOilŞ!Ila di.Liyle, iyice ifade edebilmdc gayretinden
doğuyor. Bu gayret bazen müellifin metnini geride bını:kıyorsa, mütercim eserin ruhuna bu
·der.ece nüfuz edebildiğıi ve eŞhası bİ7.e, müelLif namına bu kadar güzel bir rurkçe ile konı.14·
ıtwımıya muvaffak olduğu için ancak sevıinebiHriz.

LUTFI AY

EDEBi HiKAYELERİN TERCÜMESi

Gazetelerimizde .neşredilen garp hikayelerinin tercümesinde ne derecıe kayıtsızlık ve


ihmal gösterildiğini ·hep bilirtiz. Bu byıtsızlıik o derece kaıideleşınişrir ki, gazetelerde 1,1kan
.imzasız tercüme ve adaptıe hikayelerin, hatta, üzerinde durmaya lbile değmez kanaatindeyim.
Burada bir gazete hikayesi üzerinde duruşumwı. sebebi, hikayenin edelbi bir hüviyet ve krymete
maJıik oluşu, ayni zamarula tercümenin manıf bir ediıbimiızin Wızasmı ıtaşımasıdır. Çağdaş Fran­
sız hikayecilerinin seçilmiş il:ıikiyelerinden müre!ldcep olan «Antholo� des Contam d'Aujour­

d'hui» isimli ıbir eser vardır. Vaktiyle içindeki hikayelerden bir çoğunu dilim!irt.e çevirmiş ve
neşretmiş olduğum bu kitaptaki hikayeleri şimdi de Halit Fıa!hri Ozansoy'un tercümeye başla­
mış hulwıduğunu görüyorum. Değerli şairimiz, bunlar arasında. Son Posta gazetesinin 22 nisan
tadhli sayısında Is.albelle Sandy'nin «Ölüm Bülbii.IÜ>> ıisimli hiıkiyesini tercüme etmiş. Ayni bika­
yey.i or:ta mektep talebesi iken dilimize çevirmiş ıve Hayat meanuasınıda neştetmiştim. O
ı)ımankıi tecrübesizlıiğıimle .bu teocüınOOe �im ıbi lıir ne kadar hatalar yapmış olacağımı
düşiinerek usıta ve salilııi.yedıi ıbir kalemden çıkan yeni· 'tercüme & ıküçük hir !k.ar3rlaştırma
yapmak hevesinden kendimi alamadım. ttimf edeyim ki daıha ilk sa.nrlarda benıi 'k.arşıhyan.
hayret ve ıİnkıİ5a.r oldu. Küçük � h.ikiyeııin tercümesinde raı.ladığım sakatlıkların �luğu
ve büyüklüğü beo4 bu yazıyı yazmağa sevketci.
Sakatlık daha ilk cümleden başlıyor. Bu cümleyi beraber <$.uyalım: « ... Nereden mi
geliyorum, küçük lbahacığmı ? Ölüm diyarından>>. 1<.<Mon petit pere& tabiri «küçül baha­
cığım» diye tercüme edilmiş. Hal!buılci ıbabacıık esasen «penit ,pere>> karşılığıdır. Fransızcada
tasgir edan olımadığından ı<qnpoçka:ı> kelimesindeki Rw usgir edaıtmm vazifesini, Fransız,
zaruri olarak pet:iıt sıfatına gör:dürmüştıür. Küfük babacığım mükemmel bir haşiv önıeğ,i-
dir. Sonra «du pays de la peun> ıiba.resi de «ölüm diyarındarz>> şeklinde tahrif edilmiş.
Müterniımin peur kelıimesi.n i bilmedi�i ıiddia etrniye, şüphesiz, ıimkin yok. Bu·ra.da bir
92 TERCÜME

dikkat sürçmesi karşısındayız. Ancak da:ha ilik cümlede va.ki alan böyle bir hal biraz da
ka)'luızlııık ve ihmale delalet etmez mi ?
«Büyiik bir u-ylmdan ftkıyorum ben, kendimin canlı olduğuma inanm.ım için .)> •

cümlesinde uyanıyorum ve yaşadığıma şeklinde selikamı:za uydurmak pekala mümkün


olan f1kıyorum ve kendimin canlı olduğuma tabirlerinin buram buram tercüme kokan
gara:betlerıini geçelim.
Tercümede sadaıkati bazılarımız asri metnin kelıi.me kelime aynen dilimize çevııilıııesi
şeklinde arıbyorlar. ݧte bu zihniyetin neticesidir ki «dans la foret le bois mort pieJine
par les sangliers .>> ıibaresinıi mütercim dilimize «ormanda yabani domuzların fiğnediği ölü
.•

odunlar. .>> şeklinde çevirmiştir. Halıbuki ölü ııdunlar yerine kuru dallar deseydi Nrkçe­
lcştirme ameLiyemn da:ha tam olaraık yapmış olurdu.
Devam edelim : «Bizim, İfmek İfin yalnız bir tane votkamız vardı». Fran5ız notre
provision de votka diyor. «Provision» u bir tane sözüyle !karşılamak doğrusu güç hatıra
gelir ıbir garaıbet. Çüak.ü <wir tane votka» bize hi� şey ıiıfadıe etmiyor. Hiç olmazsa
bir taneyi kalıd.ınp «ifecek bir votkamız vardı.» diyebilirdi. <1.Un tout pelit tonneaM>, o«l.üfÜ­
cük bir fıft» yerine �<bir tek flft» diye çevrilmiş. Bu da bir ba.şka diıkıkat sürçü. Bu cüm·
leyi tam olarak alalım : «Bundan kala kala bir tek fıçı ıkalmca., fıçıyı en ikıüçUk çocukaa
beygirin üstüne yerleştirdim.» Metin şöyle diyor : «Quand ii n'en resta qılun tout petit
tomıeau,, ie l'ai place ave� le pim jeune en/ant, sur le cheval». «Fıç ı ile en küçiik ço­
cuğu» veya �<en küçük çocukla fıçıyn> demeılc Jiızımdı. Ak!ii. ıl:ıalde, küçük çocuğun beygire
yerkş.ıirildiğıi de�il, f ıçın ın yerleşmesine onun yardım etti� mana5ı çtkryor.

<cSeulemenl, ecou/e bien cecİ:ı> ibaıres.i o«ya/nız şunu iyi dinleyin» diye tercüme edil­
miş. Fransızca ciiınlelerıdekıi siz'lenin ıürlkçeye uygun düşmai. için bazen sen'e çevııiLıneısli
caiz göriiteıbilir. Faıkaıt Fnnsız muharnirıin.in ıka.sten lailbalıi ıbir ıifadeyle konu�turduğıı Rus
mujiğinin ağzına lbu lüzumsuz nezaketi veıımtik istemek neden ?
ıBir başka cümle: «Yolun ve tarlaların uzağında bir karga sürüsünü her görüşümüzde
şüyle diyordum: (lşıe köyünkiler!) �>
İşte sakat ıbir sadaıkat ziliniyetine ıkurban edilımiş bir ciim le daha. Aslmı okuyalım.
Ghaque fois qu'on voyaiı un essaim de cotbeaux, loin sur la route ou dans !es champs
ie disais: <cVoila ceux du villagef» Bu oümle}li dilıiımize şöyle ç.eWrıcıbilriz :
«Ne zaman ıyolun ve)ja kırların üstünde uzaktan bir karga sürüsü görsek '<<İşle
bizim köylüleri» diyordum.)> «Bizim köylüler» taıbi.riyle mütercim, bir anlayış hatasına
düşmekten korwırnaık isoomiş. Zira yukarda z�krettiğimiz cümlede muharrir, vak'a kah­
ramanının kargaları her görü�de o civarda ıkargaJara yem vazifesini gören kendi köy­
lülerinin ıbulunduğuna bülmnettiğini anlatmak ;istiyor.

«Et je . ne me lrompais pas. Cependant nous m'1Tchions.» Cependant keliın:e!Si' ıheıın


«bununla beraben> hem de �<bu esnada» ma.ııaJarım ıifade eder. Burada <�bu11Unla ' berabert>>
maruısı yoıkı:ur. Bu ıiııibarla mütercıimıin «Ve aldanmıyordum. Maamafih yürüyorduk.»
cümlesinde 1kullaodığ1 (<maamafih» yersizdir. «Ve aldanmıyordmm> yerine de «aldanmı­
yordum da>> demesi daha uygun düş.erdi. Mütercim ş.öyle devam ediyor «Beygir ölmüştü,
.

ve iki focuk ta>>. Bur.OOA ile «<le» den :biri fazla ve �vdi.r. Gene devam edelim :
ı«ve»

«Şimdi üç kişi 1kaLımşnk ve şa.yet bulursalk ot yiyorıdu:k.>> Ve şayet bulursak ne kadar -ter­
cüme koku-yor. <�BuLdukça» ayni vazifeyi görebilirdi.

«En vmte, ie me suis entendu chanten>. Bu cümle)Iİ \«Doğrusu, şarkı söylediğim bile
oldu.» gıibi basit bir şelııil dıe ıifade edeıbliniz. Metıııe daha sadık kalmak için lbaŞka şekillere
de başvurulaıbilir. Fakat ıher halde mütercimin dediği g.abi. «hakikaten kendi sesimi şarkı
EDEBİ HIKA YELERİN TERCÜMESi 93

söylerken dinletÜm» demde doğru.su kolay kolay hatıra gelmıiıyecek garabeıı!ımlen&r.


<<Les dernieres gorgees de votka» daıki «yudurm> sözü tercümede «damla» şekli.ne . sokul­
maılda «damlaları içmek>> gibi .tuhaf bir ıi:fade hasıl oluyor.

Bir cümle daıha :

«En me relevanJ, ie tenais une pierre ronde que i'ai lancee contre /es corbeaux,
de toute la force heme du vodka.»
İşte ıınütercimıin lkalemıinden çıkan teroümesi :
�<Kalkarken elime yuvarlak bir taş geçirmiş ve Allah razı olsun votkanın verdijffi
bütün kuvvetle bu taşı kargalara fırllllmıştım.»

Tüııkçeye çeWrelim :
«Kalkarken el;mde yuvarlak bir taş vardı, bu taşı votkanın bütün mübarek kuvve­
tiyle kargalara fırlattım.» Bir cümlede yapılmış haıtafarın bolluğunu hesap edin.
«Du geste, i'invitai la /emme et le petit .ı en faire auttmh> cümlesi şu şekile sokul­
muş : «/estimle, kadını ve çocuğu da böyle yapmağa davet ettim.»
Bu cümleyi türıkçede biz şöyle ifade ederiz : �<Karımla küçüğü ayni şeküde hareket
etmeğe işaretle davet ettim.» Yahut daıha kısaca: «Karımla küçüğe ayni şekilde ·harekf}J
etmelerini iaşret ettim.» J est ıkelimesi gerçi t�ye girmiştir. Ama işaret maoasiyle
değil, nürkçede karışılığı o1mıyan diğer manasıiyle.

Mütercimin bir cıümlesi daha : «Uyandığımda - belki bir saat sonra, belki bir gün
sonra... - çocukla anası kaskatı ve donmuştuJar.». «Raides et froids», �<kask41 kelilmiş
ve soğumuştulaT>> diye .tercüme edileceıkti. Kaskatı ve donmuştular Tür<k şivesine aykırıdır.
Hem ıbir insanın donrruıs ı ile öldilkten sonra soğuması rııamamiyle ayrı mefhumlardır. Ateş­
ten kavrulan ıbir mınt.a.ka tasvir edildiğine göre donmak esasen mevzuubahs olamaz.

1'.<fe suis reste longtemps, .ı cause des corbeaux, /es ecartanJ de la main, criant.,>
cüm lesini mütercim şöyle çevirmiş : Uzun müddet kargaların yüzünden, elimle onları ayı­
rarak, haykırdım durdum.». Mana kayboluyor. Şöyle denilecd<!l:i : �<Kargalar yüzünden
uzun zaman kaldım, elkrimle onları uzaklaştırıyor, haykırıyordum.>>

Mütercim «PoP�> kelimesini «rus papazı>> diye çevıirmiş. Gerçi llıgat bu ıkeliııneyi
öyle tarif eder. Fakat Rusyadan bahseden bi r metindeki «mıiiik» kelimesini «rus köylüsü»
diye tercüme edeıniyeceğimiz gibi, pope'u da ya aynen pop yahut ta «papan> şek.tinde
kaydetmeliydi.

Mütercimin hir oümlesi : «Sen beni deli sanıyorsun değil mi, çünkü cennetten bah­
setÜyorumh>. «Tu me crois fou, parceque ie parle du paradin> cümlesinin FransIZi sen°tak­
siyle dilimize maledilişidir. Halbuki bir Tütlc bu fikri ; şöyle ifade eder: «Cennetten
bahsediyorum diye beni deli sanıyorsun değil mi?»

Şimdi şu satulara di:kıkaıt ediniz :


«f'arrivai dans un bois dont /es troncs d'arbes etaient ronges iusqu'a hauteur d'homme
par tous les sans-pain .qui etlZIJent \ passes. Il en restait encore qui se train:ıient, nus ou
presque nus, couleur0 de cendre, entre /es buissons iaunes.»

Mütercim ikinci cümlede «İıb> zamirinin merdinin •tayininde hataya driişmıüş, şöyl e diyo r :
«Bir ormana vardım ki, ağaçların gövdeleri, oradan geçen t1flar tarafından adam boyuna ka­
dar kemirilmişti.
94 TERCÜME

Bu gövdelerden çıplak, yahut hemen hemen çıplak bir halde olan, kül renginde
bazıları sararmış fundalıklar arasmda ba/w kalmıştı.»

tıkinci cümle şöyle olacaıku : Bu ağaçlardan, çıplak veya yarı çıplak, kül rengi vücutlariy­
le, sarı çaldık/ar arasında bala sürüklenenler vardı.l>>

Mütercim insanları ağaç gövdeleri yerine koyduğu için, bunların sürüklenemiyece­


ğıini düşünerek mu:ha.ıırirıin o sözünü ıbüSbütıüıı kaldırmayı mi.ina&p görmüş.

Mütercim <�giıbiydi>> veya diye rteroüme etmek daha doğru olaın (<on-
«saoıkİ>>
eut dit>> ®a.resici daima K<de:ılilebilirdi» dıiye ıtıeroüme ediyor ve mesela «ıi.iç ya,ıada
�cuklar denilebilirdi onıla.ta>> ıg�bi cümleler ·yapryor.

«Avec un bruit sonore de squelette vide>> ibaresini mütercim içi boş sesli bir iske­
let gürültüsüyle>> diye teroüme edince gürültüyü taS'V!ir eden Sonore ıterciimede iskeleti
vasıflandırıyor. «kof bir iskeletin tannan gürültüsüyle>> veya daha doğrusu kof bir iske­
let çatırtıuyl�> deoileceıkci.
«lls se sont resignes et se sont rest.es coucbes o la lisüre du boir» CüıQle$ «Müte-
11ekkildiler ve ormanm kenarında yatnuşlan> diye rercüme edilmiş. Tevekkül gösterdi­
ler ve yatmış bir halde kaldılan> demek 13zmnd.ı. <<Lisiere du boir» nm ormanın kenarını
değil içindeki bir dü:zlüjü .ifade erttiğini söyl.emeğe hacet yok.

Gene mütercimi 1ıalkıip edelim:

«Ansızın, ölü bir ağacm tepesinden ilahi bir terennüm indi. Bir IJh:z.a geçen 11e du­
ran bir melek terennümü,,> Tüıık «ölü ağap> demez «kuru ağaç» der. Sonra i«Un cbant
d'ange qui passe et s'arrete un instanl>> nekadar yanlış ifade edilmiş. cGeçm 11e bir an

4uran bir meleğin türküsü» demek lazımdı. Mütercimin ifadesinde geçen 11e duran sıfat­
ları meleği değil (eremıümü vası:filandınyor.

Uzun cüınl.ererde mütercim iinsicamı biisbiltün �yor :

i«Eğer ,,,IJ.ızlar billurdan olsaldrdı 11e hazan birer birer, bazt111 ahnıkli gümüş keı­
silmiş olan güzel bir göle ıelJle halinde tanelenselerdi eğer, akşamları, 11111m11ş bak;relerin
rüyalarını ören bütiin aşlı melelelm alım harplerinm sesini hep bir anda hafif nisan,
rüzgôrlarının sesiyle alıorı etselerdi bu akşamın tnennümünden daha az ta/ bir teren­
nüm yükstilirdi.»

Cümlenin aslı şudur:

«Si les etoiles sont du crital et qu'elles �,egrennent, tantôt une .ı ıme, tantôt en
,cascade, dans un beau lac qui serait d!argmt sonore, si tous les anges 4dmollf'I qui 110111
lisser, le soir, les rifles des 111'!rges endorm;es, accordaient o la fois leurs barps lor au 1
ton des brises d'tl1'f'İI, il s'eleverait un chant mıoins pur que le chllfll de ce soir-14.r»

Şimdi ayni cıi.imJeyi vemliye Qllı:şalım :

«Yıldızlar billıirdansalar 11e kah teker teker, leah çağlıyan \halindı ufalanarak Jt111111J
gümüıten güzel bir göle dökülseler, akıamları uyumuı balıirelerin rüyalarını rJokuyan ;
bütün aşk melekleri altın harplerini hep birlikte nisan meltemlerinin sesiyle düzenleseler,
o akıamki nağmelerden daha az saf nağmeler hasıl olurdu.,>

ıcUn rayon de la lune>> ü, mütercim, cbir ay bii:mıeff» veya bir «mehtap biizmesiıı>
diyecek yerde, «bir ay ı1ığ11> diyerek «mehta.P» anlamiyle çeV'mışıi .
EDEBİ HiKA YELERİN TERCÜMESİ 95

«Qui meurt en joie emre tout droit au parıulim. K.itıabı Mukaddes''1!ell alınmış olan
bu cümJedekıi «ioie» mütercimin yapuğı gtbi «sevinp> kelimesiyle ıifade edilemez. Dilimıiz­
deki :karşılığı saadet'·tir. �<Mesut olem> demnek 13zımdı. Keza «Ve sevinç onlara da ve­
I'ildi» değil «ve saadet onlara da verildi>> olacaktı.

«Le dernier de tous, le grand vieillard blanc comme la lune se couch11 pour le der­
nier sommeil» cümlesinde, ;bakınız, mütercim ne bü}'i.lk bir hataya diişüıyor:

«Hepsinin sonuncusu olarak, büyük beyaz ihtiyar da, ay gibi son uykusuna ytat!tı.>>
Ha1bukıi cümle, böyle bir yanlış anlamrya ıimkin verecıek kadar ka.rışıık da değıildir. Mu­
harrir sadece «En sonra, ay gibi beyaz uzun boylu ihtiyar son uykusuna yatlı.» demek
ıİstıİyor. Mütıercıim .� !hat ırı İçki cümleye �i' olan aıyı uykuya yaıtırmış, !bumda
uzun boylu demek olan grand'ı büyük diyıe ·tercüme eaıniş.

«Le bois mart n'abrita que des morJM> cümlesinde bois'ııın ormaııı demek olduğu
aşikardır. Halbulcıi mütercim bir ağa.cm birçok ölillem nasıl ısığabiJeceğioıi düşüıımedeıı
cölü ağaç yalnız ölüleri sığındırm> diyerek ağır ·bİ!r l:ııa.taya daha düşm.Ü!j. ÖJ.ii ormanda
ölülerden ıba,,ka bi:rşey kalım.adı.�> demesi lbımdı.

Ayni derecede ağu :bir :hata da!ha : «Je me riveille dans un lit blanc, soignis par
des femmes blanches, par toi.» cıümlesinıi ıı:ıııütercim ba'kınız ıııe :halıe koyuyor: «Beyaz bir
yatakta uyanıyor, senin vasıtanla beyaz kadmlar tarafından bakJıyorum.» Halıbuki cümle
şudur : «Beyaz hir yaıta!kta uıyamyor, etrafımda bana bakan beyazJar �yüııııiia kadınlan,
seni buluyorum .>>

Buraya kadar ıııayd.ıidanmız teroümeni:ıı ancak kııba batalanııdaıı Jbarettıir. Buna


rağmen tenkidimiz meııiodeo daha UZUD olıdıı. Terciiıne ve tıeroümede kullanılan tüdcçe o
.kadar kusurlu ki hataları birer birer göstıeımek için i.deta koca bir cilt kaleme almak lazım.

Tercüme saıhaıSında çok dılıkadi ve özenli daıvranılmıası füz:wounda wıar edeo.ler


oe kadar ·hakl ı!

Y"lar NABl
ECNEBİ MECM UALAR :

AnsiklopeJ,ialarm Psik11114l;zi:

Di.derot'nun Encydopedie'si münasebetiyle B. Groetlhuysen'in Mesures Mecmuasının


haııiran 1940 sayısında Çl!kan bir makalesinden alı.nııruşnr :
İnsan bu adaya ayak ba�arken kendisini meçhul bir ülkede ıbuldu. Nerede bulunduğunu
ve bu yere nasıl geldi ğini bilm iyordu. İlk bir şaşırma devrinden sonra insan etrafına ba­
karak alınması ve kullanılması ai.5beten kolzy olan binlerce eşya arasında bulunduğunu
faııketmi. Uim ona ıbu eşyanın ıkull anılmasını öğretı:i ; ıinsan artıık eşyaya 1<�.siııi biliyorum
ve ıböylece size saıhmiı=> diyebilmiştir. «Sizin hakiki ma.biyetıni.ııi, dünyada hakilki mevkimi
bilmiyorum ; ;faktt bunun ne ehemm iyeti vardır 1 Büyük bilg i dünyasında, �lmin yarattığı
dünyaıda yeııiniz vıa:rıdır ; ve bizim �gin mühim olan i)te bu mevkidir».
Fakat bu mevıkii tayin e<111Dek için bize bildiğimizin heyeti mecmuasını veren bir
ansiklopedfa lazımdır. Ancak o bize bütün sahip olduğımıuz şeyle.ci gösterir. Dünya
)İze yine meçhul !kalmaktadır, fakat bu meçhul düırya.nın içinde Ansiklopedianın hergün
Jüyüyen cilderi bize yeni ıbir dünya vermektedir. Bu, bildiğimiz ıbir dünyadır: i�t tefek­
ıkürilıı tıaıkip etti� hir dünya..
Harici 3.Iem bize 1her an kuvvet;gjzJ.iğıimİ2ıİ, kiiçijdüğüımüzü ba.nrl atmaktaıdır ; Angjk•
.fopedia.ıı ın alemi ııefeılclcüriiın üzün lkuvveaini, insa.ııiyeci.n teraıkkilermi gö!itemııek1edıir.
Biribir.ine zM, faıkat bribirini tamamlıya.n iki görüş. Ansiklopedi böylece bilgiler.in, ilim­
lerin alemini �urmaıktaıdu. Bulduğumuz eşyayı ıbiz yerleştirdik ; ada.mızın şu veya bu köşede
bulunan eşyasını muazzam müzemiz olan Aruiıklopedi.a'nın istediğimiz yerin e koyduk...
mm ticaret veya siyaset gibi insani faaliyetin bir şeklidir. .Alıiım yoksa ilim de
yoktur. Bütün 3.limleri toplıyal ım ve onlara ıbir ansiklopedi yaptualım ; böylece •gözümüzün
:inünde bilgi aleminin bütünü bulunacak tır. Herıkes ·İstediğini bu muazzam ambard an alabi­
lec.e:ktir. Bütün düıoya malkalelere girip ıins.a.n tarafınıdao en kolay anlaşılacak ve okunacak
·rur şekle ıkonuJmuştur. Zengıin ıbir müşteri oLın ailelade insan etrafına .toplanan bütün 3.1.imler
dünyayı en kola.y yutulabilecek parçalara ıkesip veriyorlar, İnsan da bu parçalan ıhamıede­
ıbiJdiği ıbıdar yuruyor. Harıici ilem ona 'getle y aibancı 1kıaılıyorsa ıilim ve sanat alemi
tamamen onun emrindedir. İnsan bilgilerin mut.lak sa:hi'biıdir. O art ık K<bilgilerimizden»
bahsedebiliyor.
Bu sahip olma f.iıkri nisbeıten. yem lbir şeydir ve ıilık de fa Dıiderot'.nu.n Eneye/o pedie'simre
açık bir şelailde ıifade edilmiştir. Orta zamaıııın adamları eşya ile bu eş yaya sahip olan
.icısa.nlar arasında esaslı hir fark görmiyorlardı.
İnsan, d ün yanın içinde, bütün diğer şeyler giıbi yaşıyordu. O, dünyayı müşahede
ediyor, faıka1 gördıüğü şeylere sıahip !olmıya, onları kendisinin kurduğu bir in.tizama sokmiya
hevesli değildi. Or.ta zaman ilim veya seyyahları gördüklerini not etmekle iktifa etmiş-
ler. Onlar !her şeyi gördükleri halde hiç ibir şeye saıhip değillerdir Fakat XVII XVIIll inci
. •

asularda dünyaya sahip olmıya başladı ve ilk evvela her saıhiıbin y apn ğı işi yapmıya
karar verdi. Bilanço ve intizam. yam ansiklopedi yapılmış, maceraperest seyyah sermayedara yer
vermiştir... Ansiklopedi iyice düzeltilmiş hir eve ıbenziyor ; öyle bir ev �i onda h erşey yerinde
olduğu içiın hiçbir şey kaybo1=ııınaıktadır. Encyclopedist'ler llısana sahip olduğu bütün şey·
ECNEBİ MECMUALAR 97

leri göstenip diyorlaır: KclBıkın bu size aıı.tllı!l'. Siz lkenıd.iniziıı bu !kadar zeogıin olıdu�uzu
bilmiıyordunuz. Süoün bu servetten ·isııifade edin ve .unutmaymıız ıkıi !bu siziın eseriniz, ıinsanmı
eseridir... Esasen mevcut olıan dünya değil, rnm, bi1gıidir. K4Bu şe}ıi· .göt<liJın, veya lbu vak'a
böyle olmuştun> değil, faıka:t K<ıİılim böyle söyleımekıte i.Iıiıı:ı:ı bize bU11u şu �edGi.Ide öğrenmekte­
,

dir» demelıiıyiz. Su şey vıeya vak'a lhöykre bilgıim.ize, ıilmi sıervıecimize girımektedir. OnLar anık
gayelenine eniyor ; onlar ansiklopedimizin bir makalesini teşkil edebilirler.»
Söylece ıbu dünyada olan iherşey ıinsanm mülkü olacaktır. Diinyanın herşeyi, fakat
dünyanın, kendisi değil...
Metaphysıique':in parlı!k =ıanında ıinsan dünyaıyt ıhlrıdeıı anlamıyıa çalışmışıtır. Fakat
bu Metafiziıkçiler onlarla �hemasır olan kralLara benziyorlardı ; onlar da .bu krallar gibi
her �eye hiikmedip hıiçbir şeye saıhip değillerdi. Çok daha ihtiyatlı olan ıburjuvaJar büyük
ülıkelere hiilkımetımtlk dejil, fakat ıbi11kaç şeye maıliık olırulk ıistemişlerdir. Krallar kuvvetli
olmayı, ıburjuvalar rengin olma,yı teraiıh ettiler. Mıeta.filziıkçiler sisıtıem kurıınuş, fakat ıbilginin
.burjuvaları ansiklopedi kurmuşlardır. Metafizilkçiler •tefelclcüriin imperialist'leridir, onlar
ıbütün alemi tefekıküıılerıiyle fedtetmıeık isıtıiyorlar. Ansıiklopedis.tler de yavaş çalışan, herşey­
den evvel eşyaya sahip oLmayı ıistiyeıı ıtülccar.IMdır.
Faka.t 1helıkıi de AnSi'klopeıdialarnı muaxzam oiltleııini olkuyan lbir .inısan bire diyebi­
lir ıkıi: �<Muazzam eseIIİnlizi okudum, fakat düeya bana '}1ine gaı1ip göı:ıü:nmekte ve esas sualler
y.ine cevapsız ıka:lmakıtadu. Bir .keHme söyleyıin bana, bir lkelıime Jle !bütün bu dünyanm,
manasını bana söyleyin ve ben size maalmemnuniye ansiklopedinin büyilk ciltlerini bağış­
lanım». Bu adama AnsH<lopedistler ancak şu cev®ı 'Vıt'rebilirler: �<ıSiz esas şeniyet denilen
şeye varmalk ve dünyayı bir noktar nazardan görmek ümidine kapılmışsınız. İŞte lbu sizin
ıbir metaf,izikçi ve ıma21İye bağlı kaldığınm gösterir. Devrıiıın;İ7.ıİn adamı esıas şerriyetleri bir
tarafa bırakıp dünya servetine sahiıp olmıya çalışryor. Esas meseleleri ıbir tarafa bır�ak...
Bu, dünyaya sahip olmaık ·için, ödediğimiz fiyattır. Eşyanın esası nedir sormayin ; ancak on­
:La.rı lkullanlilL.. Çalr§m ve zengin olun .. .>>
Ansiklopedi insanın servetidir. Bu serveti !büyütmek vazifemizdir. Akıllı tüccar, ik­
tısadi hayatta olduğu sfui ilmi hayatta da spekülasyondan koı:ıkar, sahip olduğu şeylerle
ilktiJa eder.. llim serveııi. ıbüyük aıilelerin servetıi gibi birden değil, yaıvaş yavaş meydana
gelmektedir. Yeni devrin adamı buna seviniyor ; o, ıkola.yca .kazanılan bir ilMrı istemiyor;
o, ancak uzun gayretlerin mahsulü olan bir ilme karşı emniyet duyuyor. Uim tarihi, ecdat­
Lı.rımızm mütemadiıyen inlcıişaf eden büyilc ilim servetine yaptığı ilaveleri anlatm�tadır.
Servetimiz, sayelerinde tedricen ve durmadan büyümüştür...
XVIII :inci asrın Encyclopedistle'leri, ki bütün Ansiklopedistlerin babalarıdır, ansik­
lopedilerin usul ve füciyat ıkaideleIIİnİ bize öğrecirler. Biz ıbüyük derslerinden isııifade edip
onların başladığı esere devam etmeliyiz. Öyle IU bütün ansiklopedialanmız bu ilk ansiklo­
pedinin yeni bir .tab'ı görünsün, ıl:ıer yeni neslin bilgi servetimize getirdiğini gösteren bir
tab'ı. iBöylece Diıderot'nuıı büyük eseri yalnız hir haura değlil lbıir mevcudiyet ve bir ümit
olacaktır.

Bergson'un büyüklüğü :

Bergson'.un ölümü münaseıbetıiyle Reııue des Deux Mondes'w:ı 1 Şubat 1941 sayısında
Andre Chaumeix'nin iımzasıiyle çıkan bir maıkaleden alınmıştır:
Skolastiıklere göre her devrin kendine mahsus ıbir filozofu vardır; devrin nakta:i nazarına
göre <Jilıanı düşünen ıbir filozof... Her ne denirse densin devrimiz �çin bu fillozof Sergson
olmuştur.
Tercüme 7
98 TERCÜME

Bergson'dan çok bahsedildi ve çok bahsedildiği .için esas büyüklüğünü anlryan pek az
kimse vard ır... Beı;gson, vardığı ı:ı.eticelıere !bakılırsa ibirçok hakımlaroan muhafa:zakardı r. O,
mistikleri tetkika, insanın ulUlı.i.yetini ibile ka'bul etımiye mütemayil .görünmekıted.ir. Faikaıt
bu dini .tanayüllerıin bu alhenkiıi ve g&ıe.l üslU:bım ıarıkasmda felsıefe tariıhi.n:in en
ci.ireddi.r mütefel&irlıeııinden Jııiri keıodini ,gösterme:1ctedir. Berg:son'un esas vasfı
cür'et, :büyjjk ıbir felsefi cür'etıtir. Aristodan ıbugüne kadı.r her .felsefi sistemin
temelinde bulunan esas mefhumların çoğu Bergı;oı:ı tarafınd'aJl reddedilmekte veya
değişti rilmektedir. O, nizam ve J:llçlıik (neant) mefhumlarını .ııede d tmiş tekamül
fikrıini deifütirmi�, zaman ve hürııiyet mefhumlarına tamamiyle başka lhiır mana veımiştir.
Bergson'dan geçen her mefhum, ıher mesele, şeıkliııi mutlak ıbir suretıte değiş�iııiyor.
Hiç bir fiilozof Bergson kadar yıkıcı olmamrştır ; 'ruç Sciımse onun kadar bü yük mef­
hum ları putperestliğine karşı şiddetli ıbir m ücade leye girişmem�tir. Faıkat bu mücadeled e
Bergson birçok müspet neticelere de varmıştır. İmajlar nazarıiyesiyle Bergson, W. James ve
bütün Arnıer,ik.an neo-realismine bir istinat noktası v ermiştir. Bergson'un zaman n azariyesi
Jaımes, Wlütehead, Hei<legıger sistemlerinin temelindedir. Devriımizin fikir hayatının her
köşesinde ·Bergson'la karşılaşıyoruz. O, bütün mücerret mefhumların yıkılmasından sonra
kalan esas şah s iyet i !bize hissetirmiye azmetmiştir ; ve hiQbir zaman bu kad ar basit ve
hususi vaık' alardan hareket eden bir felsefe bu kadar geniş neticelere vavmamıştır ... Berg­
son'un her eseri yeni netıicelere varıyor ; öyle neticeler ki onlar evvelkilere nazaran ilk
görünüşte başka ve belki de zıt görünebilirler. Bergson'un felsefesi hiçbir zaman durmamış,
hiçbir zaman KGkrıist.alize» olmamıştır. O halde adeta bir «yaratıcı ıtekamillüdür...,>
Berg�n'a nazaran Eflatıun veya Kant, ne daha çok oetioe ne de daha fa:zJ.a mesele
bırakmamışlardır. Ve ıbellki Beq�519n'.u Olll ara bemetınek ıcloğr.u oJ.maz. O, daha faz1a
Heraklitıes ve Spıinorza cinsindendir ... Bergson'un eseri yaşıyor vıe ıya,ııyacaıknr. ·Bu eser 'bize
felsefenin ıbüyük yolunu devam ettiği kanaatini veriyor. İnsan bug�ü haline rağmen
düşünen ıbir mahllik kalacaktır.

Harp vıı izdivaç :

Psychologsit m cmuasının
e il inci ıkanun 194 1 sayısında çıkan bir makaleden alınmıştır :
Harbin ilk İçtiım ai tesi rl erinden ıbiri iz divaçl arın çoğalması olmuştur.
Harpten önce, evlenmeden evvel K<ls.tikbalıi temin etmek», yani iy.i lbir mevkıi, döşenınliş
bir ev, biraz pa:ra v.s., İstiyen gençler artık İstikbalin mevcut olmadığını anladılar. Bu
huihranlı de\'irde maddi lkı}metlerin ebemmiyeni ıbiçe iniyor ve ıher an ıt:eh<lit edilen şah­
siyet ıkendi enıniyetini, sevmek ve sevilmek hislerinde arıyor. Bu temelsiz dünyada yegane
istinat edebikğiıniz nokta aŞkta kalmıştnr. A� insana bir zırh giydiriyor ve :bu devirde,
her devirden fazla bir zı rha .futıiyaamız var...

Fakat gençler ıbu zırhın tamamen manevi olduğunun farkındadırlar ; ve ıbunun için­
dir ki onlar kısa haya t larından en .iyi iıbir şek.ilde istifade etmek İstiyorlar. İzdivaç ·ta, sulh
.d ev rinde değıilse <le harp devrinde, lbu istifade)li mümk ün ıkrlmakta<lır. O, artıık burjuva
1
ıma:hiyenini ıka�ediıp (ıbu mahiyet ıki gençleni birçok defa ·izdivaçtan ıuzaıkla ş tı ıııruşt ı r) ıbir'
maoera maıhıiyetini aimaıktadır. Temeilsiz bir diiıy ı. ada, ölüm onları her an rteh<lit ederken ili
genç hayatlarını :ıbiribirlerine ıbağlıyor. Bu bir macera, en cür'etkarca bir macera değil midir?

1ııdivacın meşru :bir vasfı da aşka ıbir devamlılıık temin etme s idi r, bu devaınhlık lci
şimd iki dünyada en kı.ymetli hlqeyıdir. . . Evlenen bir genç aşkın ve hayatın daha devam
ed ebi leıceğinıi, :isıtikbalin daıha mevcut olacağını zımnen söylemıektedir ; vıe evlenirken belki de
kendini buna inandırıyor... Evlenmekle insan cemiretıin içine daha fazla girmekte, onunla
ECNEBi MECMUALAR 99

,ok daha fazla raıbıta tesis etmektedir. Ve cemiyete bu bilar sıkı bir surette ıbağlanan
kimse ıkolaıy kolay yok oLmiyacağını zanneder. İçtimai rabıtalar insaını hayata bağlar gi,bidir;
maalesef, bir kurşwı parçası lbu bağl:arı ne ıkaıdar drola.ylıkla çfu.üp attyor !

Saadet :
Joumal de Geneve'ın 10 nisan 1941 sayısında büyü'k İsviçreli muharrir G. F. Raımuz'ün
İm7.asiyle çııkan bir ma.kaleden a:lınınışnr :
İnsanda ı;aadet !kısmi ıbir muvaffakıyetten doğmaık<taıdır. Aşık olan iınsan bir an Jç.in
sa.adeti duı}'Ulyor. lııntilihanJannı geçen !bir :ta!lebe, büyıük lbiT ıişte muvaffak olan
'bir ,� adamı gene •saadeti duyuyorlar. Saadet ıböyle m esut iıir halin
devamıdır. Bu hal bize diğer bütün fenalııklan unutturuyor. Faıkat bu örtü çahucaık 1k alk·
maıkta ve bir � perdesıi §ilbi dağılma!ktadır. O ı.aman ' boşluklar görünür ; ve �i de :her
şey esasen boştur ; jşte !bu f,ijcre de tahammül eıdiılemez ..•

Saadeti bu .tamamiyet istemektedir. Sıhhatimıin ve ıbana yaıkın olanların sı<hhaderinin


iyi olmasına iıhtıiyacım vardlt'. İşimm ıeyi olmasını istiyorum ; paraya., parayı düşünmiyecek
kadar ihtiyacım vardır ; güneşin parlamasına, göğün mavi olmasına, ya!kmlarımm ve bü tün
ıinsaniyetin meıınnıwı olmasını �stiıyorum. Ve bilbaıssa büt ün bu şeylerin hep .birden, olmasını
isniyorum ; 'halıbukıi onlar hiç bir zaman beraber olaııılııaz ar, oııılar ancak, o da nadiren,
biribirini ·tak·�p edebilirler. S aıWet te bütün bu �eylerin hemdem olmasına bağlıdı·r. Saadetin
kırıntılara de�il, :taımamfyete ihniyaa vardu. Fakaıt değişen bir ·dünıyada ıtamaıniyet yoktur.
Bunun !içindir kıi lbu dünyada aıııcak muvakkat ıbir saadet casavvur edilebilir; çünikıü ·bu ıdiin·
yada hareıket, değıi şıne vardır. Ve her hareketin sonu ölümdür....
Belıki de parıayı kaıbul etmiıyen bir dünya doğacaktır. iBu ımıi.isıtalkıbel dünyada para
sa!hibi o1maik mümkün olacaıksa da lbun wı hiçbir faydası olmı.yacaktır ; çünkü bu .gelecek
deviııde ·insa:ı:ım esas meşgu.l!i.yeti servetıini bÜo/ütmeık değil fakat kendini sevdi� bir i�e
umaınen .i fade etmek, !kendini ıbu ıişe vermek olacaktır. Hayann ibü1JÜD kı)llll edeııİ. paraya
değil, çalışmaya ver·ilecıelk zamanda sa.adetıe ya,k.laşacağız.
Haya.tın ıkrymetleri, paranın karşılığı, çaJıışınanın karıştlığı olacıalk.nr. Kendimizi
bir gayeye vereceğiz ve ll:ıuıııa karşı da dünya ıbize verilecektir!
İşte yegine naınuskir alış veriş budur.

James Joyce ve ro111<1da


11 1enilik:

Times Literay Supplemenfın 17 şubat 1941 sayısında büyük İrlandalı muharrir James
Joyce'un ölümü münasebetiyle çıkan ıbiır maıkaleden ' alınmıştır :
Şüphe yok ki Joyce ·İıki harp aırasıodaılai. devoo en ıbüyilk simalarından lbfoi.diır. Omınla
romıaın yeııi bir ısafhaya gimılşrir...

Joyce'un eserleııi :bizi bildiğimiz edebiyatıtan uzaklıaşnnp bambaşka ıbir .roman tipi
yaratmaktadır. Joyce, bütliıı hudutları ıkaldınyor, sıaruııte elzem zannedilen ıbütün kaideleri
yok ediyor. Edebi sahada Joyre, belkıi de şimdiıye kıadaır .gelen en ıbüyıük yıkıcııcl:ır. O,
Riclıardson'la lbaşlıyan ve Flauıberıt'le en mükemmel şekfilni bulan romanın ık Jisiık •tekni­
ğinden v.azgeçiyor. Roman, Joyce'a ıkadar p.9ikoloj.iık veya sosyolojak bir ote:ı.i ispat ediyor,
veya ıbir cemiyetin, bir kara&teriıı , bir hayatın tekamülünü gösteriyordu. Joyce'un roman­
larında Ulysses ve Finnigan's Wake',ıe lbllfla benzer bir gaye mevcut değ ildir. Gaye bir
ser;ımeyi icap ettirir ; vak' al ar ıbu gayeye göre muharrir tarafından icat edilir. Madame
Bovary'd e gezinDi e.sııa:sında wçiiık Hoına1s çamura gir.ip paıpuçlannı kirıl.eüyor ; Bovary
100 TERCÜME

de oıılan tmı.izleınek için bıçağını veriyor. ıBu ıvak'a:lıarm ga�i nedir? Pek sarih :
Emına hu sahneyi görerek : �� ttpkı ıköylüler -gibi cebinde ıbiçak ıtaşıyon> d i ye düşünür.
hte ararulaıı gaye bu cümledi:r. ıBu cümleyi Emma'ya söyletebilmek �çin Flaubert birıkaç
kişiyi gezintiye se\'ılc etmiştir ; ve istediği. .gayeye vardtkıatı sonra ar.ıık ge:ııinoo-in lüzumu
kalmaınışıır. Fi.l:ha&ka Bmma'nm !bu düşüncesinden S011 ra heıkes eve dönüyor. joyeıe'la vaz.iyet
bambaŞk.adır. Eınma Bova.ry ile bir �aıye •için yola çıknk. Bloom'Ia (UlySıSıes'in bhra.manı)
yola çıkmak !için çkryoruz, gayesiz çıkııyoruz. Antık B loom ' la her hangi bir vak'a olursa
olsun onunla geııintinin sonuna kadar ıber:ıberiz. Bu gezintide eheınm.iyeclıi ehemmiyetsiz
hiçb-ir vak'aya her hang·i bir sebepten dolayı hususi ıbir ehemmi yet adedi�ıyeceıknir. Her
!hareket kayde değer ve :hiçbir hareket diğerinden faızla kaıyde değer değildir.

Flauber:t'de arci.sıtin · seçtiği veya yara<Ltığı bir dünyadayız. O, sanacine uygun şeyleri
segi.yor. Flauiıer�iın dünyasında «Privileges» ler vardır ; Sanate gireceık olan ve sanatle
.

ala.kası o1mıyan şeyler mevcuııtur. Joycıe'ta onlar ıtıefrik edi1memiştir. Her şey sanate girer
ve ayni derecede sanıa.tin mevzuudur. Flaubent'ıiıl. MOati ve onıunla büııün. romaınctlaınn
sana�i muayyen, saııı.atkirane olan şeylerin Jfudesi.dir ; jayce'un sanati tam ıifaduı:in sanatıdır;
her şey.in, .bütün şııyledin ıiıfude sanari...

Flaubert kelime ıbıılmaık için adeti 1stirap ç:ıekıiyordu ; Joyce onları aramiıyor ; o,
keliınıeler ona ıkıt gelirse ıyen.i kelime yaratryor. Flaubeı::t, oüınılenin Ditmin!i bulma!k için
�rce ıoou yilksek sesle dk.uyup dinliyordu ; Joyce, ııitm araıniyor; O, Finnigan's
Wake'tıelki Anna Livla Plurabell'in kelimelerini ciiıııleye sokmak � nehirlerin ·sesini
lkelimelerıin hafızasındaılci. '.ilk.si sedasını, hayallerimizin mus.ik.is.i.n.i dio.lıtyor. FJaubem'in
is tediği rioiııne varmak .için ılcelimeleri .intizama ıkıo)'lllak ve heceleri saymak kiflidir ; Joyce'un
çoık daha kompleks olan cici.mine va11ınaık için (ı!Gi lbu riııiıın hassasiyeı.iıı değil eşya:ıı.m ve
onların manevi alııenginin riıciımidir) kelimeleri nizama dmaık ıkifi değildir. Burada ıkelıime
yaratımaık lizımdrr ve Joyce bunu mükemm el bir şelai.lde yapıyor. O hiçren yaratmıyor ; her
lisanın ona verdi� 'kelimelerle o yelli terkipler yapıyor...

Şuura @irıen, şuura .gıirecelk olan, tahııeşşuurundan çıka.caık olan oe vansa hepsi Joyce'un
mevzuudur. 600 sayfalıık mwıızzam bir eser olaııı ��Ulysses» DıııbJıin' de bir p iQinıde geçer ve

Bloom ile Steplıen'in duyıduklam::ıı, hissettiklerini an!fa.tmaktadır. Hiç bir şey ıb!irzden sak­
lannıiyor ve kafatası altında her ne geçerse lldtapta yer alıyor ; Bloonı'un yüz numaradaki
his ve düşünoeleni ıbirkaç sayfa tuımaıktadır. Joyce ıiçiın şuurla tahteşşuur a.raısındaki geniş
saıhada doğan veya do�rya temayül gösteren kelime, his, ıduy,gıu ve .ses kırıntılarının
hepsi romana girip onun esasını ve ıbellk.i ıde ıyegu mevzuıınu te�il eıımel i dirler Herşey
.

boş ve bundan dolayı müsavıidir. Joyce'ıin dün·ya:sında hayret verici bir müsavat h üküm
sürmektedir. Dünyada n.iızam ıyoktur ; onun yeg3ıne �am ı !Wlal!İn ıııizam ı olaıbilir, saınatin
eşya arasında ;kurduğu semboHk ve estetiık rabıtalardır. Böyleie Joyce'un büyUk eserleri
dünyaya nizam veriyorlar. Onlar yegine haıkiki dünyaıyı, sanatin dünyasını !kuruyorlar.
Mevzusuz, manasız ıgilbi götıünen ıbu esenler yegane hakiki aleme nium.ını, .manasını
veriyorlar. Aruk Joyc.e'.ıan sonıra biiyUk .bir sanıat dünyası mevcutıtur; gör.düğümüz her
günkü alemin içinde lhaılcilki ebedi saın'at diioyası ıyıer alıruıktad ır.

Erol GÜNEY
Maarif Vekilliğince Devlet Konservatuvarı
. için tercüme ettirilen piyesler
D. AMIEL 1. Melih DEVRl.111 Seyyah [*]

E. AUGIER A. Suha DEL1LBAŞI M . Poirier'in damadı

II. BATAILLE 1. Melih DEVRlM Me�aleler

C. DE BEAUMAR CHAIS R. N. DARAGO Figaronun düğünü

H. BECQUE 1. Galip ARCAN Kargalar

H. BERNSTEIN N. Sırrı ÖRlK Sır

J. COCTEAU 1. G. ARCAN İnsıın Sesi [*]

G. COURTELINE N. Sırrı ÖRIK Dirlik Düzenlik [*]

F. DE CUREL H. VAROGLU Ayna önünde dans


F. DE CUREL S. E. SiYAVUŞGlL Yeqi Mabut

A. ÇEHOF G. GÜNEY Vania dayı.

A. ÇEHOF G. GÜNEY Teklif l *]

H. DUVERNOIS S. E YÜBOGLU Yalnız [*]

J. GALSWORTHY S. PALA Sadakat bağları

G. IIAUPTMANN N. ÖZGÜ Rose Bernd

E. LABİCHE E. iLGiN Mösyö Perrichon'un seyahnıi

G. E. LESSING S. ALI Minna von Barnlıelm


:\1. MAETERLİNCK S. EYÜBOGLU Evin içi [* J
A. DE MUSSET B. TUNCEL ve S. EYUB-
OGLU Marianne'nın knprisleri

A. DE MUSSET S. EYÜBOGLU Yap ta söyleme

A. DE MUSSET O. Veli KANIK


O. R. HOROZCU Bir knpı ya açrk durmalı ya kapalı
M. MAETERLINCK YAŞAR NABi Aria.ne

M. PIECHAUD F. ADIL Dördüncü [* J


\L PAGNOL A. Suha DELILBAŞI l\farius

J. RENARD S. EYÜBOGLU Ayrılmak zevkı [*J


J. SARMENT A. Suha DELILBAŞI Dünyanın en güzel gözleri

B. SHAW N. SEViN Sezar ve Kleopalra

B. SHAW O. T. GÜNDEN Kandida

B. SHAW N. ERENEL Pygmelion

J. M. SYNGE O. BURlAN Denize giden atlılar l* J

CH. VILDRAC N. ATAÇ Dünya gözüyle [ * j

[*] Bu piyesler sııtı�a çıkarılmıştır.

You might also like